Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 652

Editörler

Prof. Dr. Hasret Çomak


Doç. Dr. Caner Sancaktar
Yrd. Doç. Dr. Zafer Yıldırım

Enerji Diplomasisi

İstanbul - 2015
Yay›n No :
İşletme-Ekonomi Dizisi :

1. Bask› – Temmuz 2015 – ‹STANBUL

ISBN 978 - 605 - 377 -

Cop­yright© Bu ki­ta­b›n bu ba­s›­s›­n›n Tür­ki­ye’de­ki ya­y›n hak­la­r› BE­TA  Ba­s›m Ya­y›m


Da­€›­t›m A.fi.’ye ait­tir.  Her hak­k› sak­l›­d›r. Hiç­bir bö­lü­mü ve pa­rag­ra­f› k›s­men ve­ya ta­
ma­men ya da özet ha­lin­de, fo­to­ko­pi, fak­si­mi­le ve­ya bafl­ka her­han­gi bir fle­kil­de ço­
€al­t›­la­maz, da­€›­t›­la­maz. Nor­mal öl­çü­yü aflan ik­ti­bas­lar ya­p›­la­maz. Nor­mal ve ka­nu­nî
ik­ti­bas­lar­da kay­nak gös­te­ril­me­si zo­run­lu­dur.

Dizgi : Beta Bas›m A.fi.


Bask› - Cilt : Pasifik Ofset
Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 3
Baha İş Merkezi A Blok Avcılar / İSTANBUL
Tel: (0212) 412 17 77 (Sertifika No. 12027)
Kapak Tasar›m : Gökhan Ayrancı

Beta Basım Yayım Dağıtım A.fi. (Sertifika No. 16136)


Narl›bahçe Sokak Damga Binas› No: 11
Ca€alo€lu - ‹STANBUL
Tel : (0-212) 511 54 32 - 519 01 77
Fax: (0-212) 511 36 50
www.betayayincilik.com
İçindekiler III

Ö N S Ö Z

Günümüzde enerji, hızlı sanayileşmenin bir sonucu olarak ülke ekono-


mileri için son derece hayati önem taşımaktadır. Nüfus artışı, yeni tekno-
lojiler, kentleşme ve küreselleşme sonucu gelişen ticaret olanakları, doğal
kaynaklara ve özellikle enerjiye olan talebin artmasına yol açmaktadır.

Ülkeler ucuz, temiz, yeterli, yenilenebilir ve güvenilir enerji üretmeyi


hedeflemektedirler. Aynı zamanda, enerjide dışa bağımlılığın azaltılması
yollarını aramakta ve kaynakları çeşitlendirmek istemektedirler. Enerjide
verimliliğin artırılması, mevcut kaynakların çeşitlendirilmesi ve yenilene-
bilir enerji kaynaklarına yönlenmesi günümüzde çok önem taşımaktadır.

21’inci yüzyılda enerji, sanayi ve ulaştırma sektöründe önemli yer tut-


maktadır. Özellikle yenilenebilir enerji kaynakları ve kullanımı, enerji eko-
nomisi ve politikası, enerjinin finansmanı, devletlerin enerji politikaları ve
tedarik stratejileri, doğal kaynaklarının geleceği, petrol ve doğal gaz iletim
hatları ve güvenliği, uluslararası enerji ulaşım projeleri, nükleer enerji ve
nükleer santraller ile teknolojileri konuları her geçen gün önemini artırmak-
tadır.

Enerjinin üretimi ve tüketiminde ortaya çıkan çevre kirliliğine karşı ön-


lemler alınması, çevre kirliliğinin önlenmesine ilişkin uluslararası sözleş-
melerin uygulanması, yenilenemeyen enerji kaynaklarının yarattığı çevre
sorunları önem taşıyan konular arasında yer almaktadır.

Uluslararası ilişkilerde enerjinin rolünün; enerji kaynakları ve çatışma,


enerji ve milli güvenlik, enerji arz ve nakil güvenliği, yenilenebilir enerji
teknolojileri, enerji ve çevre güvenliği, Türkiye’nin enerji güvenliği ve bu-
nun milli güvenliğe etkilerinin incelenmesi ve irdelenmesinin çok yararlı
olabileceği değerlendirilmiştir.

Bu düşünceden hareketle, enerji bağımlılığı ve bunun dış politikaya et-


kileri, enerji arz eden ülkelerin dış politikaları, enerji ile ilgili uluslararası
kuruluşların yapısı ve politikaları, uluslararası kuruluşların enerji strateji-
IV Enerji Diplomasisi

leri, enerji arz eden şirketlerin stratejileri ve bunların uluslararası ilişkilere


etkileri, enerji ekonomisi ve politikası, Hazar Denizi’ndeki enerji kaynakla-
rı, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları, Doğu Akdeniz’deki enerji kay-
naklarının keşifleri, yenilenebilir enerji kaynakları, enerjinin milli güce ve
özellikle askeri güce etkileri, nükleer enerji ve teknolojileri, hidrojen enerji-
sinin gelişimi ve uygulanma stratejileri, enerjinin siyasi ve ekonomik istik-
rara etkileri, enerjinin kalkınma politikalarına olan etkileri, enerjide arz ve
talep dengeleri, enerji iletim hatlarının güvenliği, doğal afetlerin enerji alt
yapısına etkileri, enerjide yeni üretim ve iletim teknolojileri, termik sant-
rallerin riskleri ve alınabilecek önlemler, hidroelektrik santrallerin doğal
hayata etkileri ve doğal hayatın korunmasına ilişkin öneriler, bölgesel ve
küresel enerji politikaları ve stratejileri, Türkiye’nin nükleer enerji politika-
sı ve stratejisi, Türkiye’nin enerji güvenliği ve bunun milli güvenliğe etki-
leri, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve NATO’nun enerji güvenliği ve bu
güvenliğin söz konusu kuruluşların güvenliğine etkileri, enerji arz ve talebi
ile iletiminde yeni yönelimler ve yaklaşımlar konularının incelenmesine
ve değerlendirilmesine olanak sağlayacak özgün bir eserin kazandırılması
amaçlanmıştır.

“Enerji Diplomasisi” olarak isimlendirdiğimiz bu kitabın, uluslararası


ilişkiler bilim alanına, konu ile ilgili araştırma ve inceleme yürüten bilim
insanlarına yararlı olabileceği değerlendirilmektedir.

Son derece güncel ve nitelikli eserleri ile kitabımıza katkı sağlayan ve


onur veren çok değerli meslektaşlarıma şükranlarımı sunarım.

Kitabımızın editörlüğünü birlikte ve özverili bir çalışma ile yürüttü-


ğümüz Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyeleri
Doç. Dr. Caner Sancaktar’a ve Yrd. Doç. Dr. Zafer Yıldırım’a minnettarım.

Kitabımızın basımını gerçekleştiren ve yayımlayan Beta Yönetim Kuru-


lu Başkanı Sayın Seyhan Satar’a çok teşekkür ederim.

Yararlı olmasını yürekten diler, engin saygılarımı sunarım.

HAZİRAN 2015
Prof. Dr. Hasret ÇOMAK
İstanbul Arel Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
İçindekiler V

İ Ç İ N D E K İ L E R

ÖNSÖZ.......................................................................................................... III

ENERJİ GÜVENLİĞİNİN EKONOMİ POLİTİĞİ VE


ULUSLARARASI ÇATIŞMALARA ETKİSİ
Mesut Şöhret...................................................................................................1

NÜKLEER GÜCÜN ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE CAYDIRICILIK


UNSURU OLARAK KULLANILMASI
Mesut Şöhret.................................................................................................47

ENERJİ SAVAŞLARI
Emine Kılıçaslan...........................................................................................87

EURASIAN ENERGY SECURITY: A GENERAL PERSPECTİVE


Uğur Özgöker, Serdar Yılmaz....................................................................125

NATO’NUN ENERJİ GÜVENLİĞİ POLİTİKALARI


Sertif Demir.................................................................................................143

ENERJİ GÜVENLİĞİ VE AVRUPA BİRLİĞİ


Ufuk Cerrah................................................................................................163

RUSYA’NIN ENERJİ POLİTİKALARI: DAR ETKİDEN GENİŞ


ETKİYE GEÇİŞ
Sezin İba Gürsoy, Adnan Seyaz.................................................................193

RUSYA’NIN DTÖ ÜYELİĞİ VE AVRASYA ENERJİ DİPLOMASİSİ


Nurhan Verda Özyer...................................................................................215
VI Enerji Diplomasisi

ARKTİKA BÖLGESİ’NİN ENERJİ KAYNAKLARI VE


HUKUKSAL DURUM
Serdar Örnek, Baransel Mızrak................................................................237

KIBRIS’TA ENERJİ POLİTİKALARI VE İNGİLTERE “İLGİSİ”


Uğur Özgöker, Hüseyin Çelik.....................................................................249

KIBRIS’TA ENERJİ DİPLOMASİSİ VE GÜVENLİK


Tolga Demiryol............................................................................................259

ÇİN’İN ENERJİ GÜVENLİĞİ VE ARZ SORUNU


Murat Yorulmaz..........................................................................................285

ARTAN PETROL İHTİYACININ ÇİN DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ


Volkan Tatar, Gözde Şadan........................................................................303

THE IMPORTANCE OF CENTRAL ASIAN’S RESOURCES WITHIN


THE WORLD ENERGY
Ainur Nogayeva..........................................................................................319

ENERJİ DİPLOMASİSİ VE HAZAR HAVZASI


Kübra Deren Ekici......................................................................................333

AZERBAYCAN ENERJİ DİPLOMASİSİ


Azime Telli..................................................................................................347

ORTADOĞU-KUZEY AFRİKA BÖLGESİNDE ENERJİ,


EĞİTİM VE KÜLTÜR İŞBİRLİĞİ
M. Oktay Alnıak, Pelin Bolat.....................................................................373

REVIEW of IRAN’s NUCLEAR ENERGY PROGRAM


Zhaleh Abdi.................................................................................................391

IRAN ENERGY SECTOR POST SANCTIONS


Omid Shokri Kalehsar................................................................................411

İRAN ENERJİ SEKTÖRÜ: İRAN’IN YUMUŞAK VE AKILLI GÜCÜ


Çağla Gül Yesevi.........................................................................................441
İçindekiler VII

ZORLUKLAR VE FIRSATLAR EKSENİNDE İRAN’IN ENERJİ


POLİTİKASI
Fatma Aslı Kelkitli......................................................................................469

ENERJİ GÜVENLİĞİ AÇISINDAN SURİYE, KUZEY IRAK VE


IŞİD AÇMAZI
Tuğçe Varol..................................................................................................487

THE SOUTHERN GAS CORRIDOR AND TURKEY


Madalina Sisu Vicari..................................................................................517

ANKARA-BAĞDAT-ERBİL ÜÇGENİNDE KUZEY IRAK PETROLÜ


Merve Özdemirkıran..................................................................................537

TÜRKİYE - LATİN AMERİKA İLİŞKİLERİ: SİYASET,


EKONOMİ VE ENERJİ
Serdar Örnek, Baransel Mızrak................................................................551

TÜRKİYE’NİN NÜKLEER ENERJİ STRATEJİLERİ


Burcu Yavuz Tiftikçigil...............................................................................571

TÜRKİYE’DE EKONOMİ K BÜYÜME VE ENERJİ TÜKETİMİ İLİŞKİSİ


Burcu Yavuz Tiftikçigil...............................................................................591

PETROL FİYATLARI VE EKONOMİK İSTİKRAR: TÜRKİYE ÖRNEĞİ


Dinçer Dedeoğlu, Çağlar Yurtseven..........................................................605

YAPILI ÇEVRELERİN ENERJİ POLİTİKASINA ETKİSİ:


AB - TÜRKİYE KARŞILAŞTIRMASI
Sibel Akova, Figen Beyhan.........................................................................623
VIII Enerji Diplomasisi
Mesut Şöhret 1

ENERJİ GÜVENLİĞİNİN EKONOMİ POLİTİĞİ


VE
ULUSLARARASI ÇATIŞMALARA ETKİSİ*

Mesut ŞÖHRET**

Giriş
Günümüzde enerji güvenliği siyasi, ekonomik, askeri ve sosyal boyutları olan
oldukça geniş bir kavrama karşılık gelmektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde orta-
ya çıkan yeni güvenlik tehditleri bağlamında enerji güvenliği, uluslararası ilişkiler-
deki dönüşüme paralel, enerji pazarında gelişen yeni yapısal değişiklikler doğrultu-
sunda devletlerin ve uluslararası örgütlerin dış politika stratejileri içinde önemli bir
yer tutmaktadır. Son yıllardaki çeşitli gelişmeler Örneğin Avrupa’nın ithal petrol ve
gaza olan bağımlılığının giderek artması, Çin ve Hindistan gibi yükselen ekonomi-
lerin giderek artan enerji ihtiyaçları, en somut uygulamasını Rusya’nın enerji poli-
tikalarında bulan kaynak milliyetçiliği, kritik enerji altyapılarını hedef alan enerji
terörizmi, özellikle tankerin geçiş yaptığı dar suyollarındaki korsanlık faaliyetleri,
fosil yakıtların bu yüzyılın ortasından itibaren tükeneceği veya üretimlerinin zirve
noktasına yönündeki beklentiler; iklim değişikliği konusundaki kaygılar enerji gü-
venliğinin uluslararası güvenlik tartışmalarında önemli bir konu haline gelmesine
sebep olmuştur.1
Bu gelişmelerin temelinde Michael Klare’in tabiriyle “yeni enerji jeopoliti-
ğinde” veya yeni enerji düzeninde olduğumuz gerçeği yatmaktadır. Klare’e göre

* Bu çalışma daha önce 23–24 Eylül 2014 tarihlerinde Kocaeli Üniversitesinde düzenlenen
Uluslararası Enerji ve Güvenlik Kongresinde bildiri formatında sunulmuştur. Yazar tarafından
yeniden güncellenmiştir.
** Dr.; Gaziosmanpaşa Üniversitesi Öğretim Görevlisi. E-mail: sohretmesut@yahoo.com
1 Emre İşeri ve A. Oğuz Dilek, “Yeni Enerji Jeopolitiğinde NATO’nun Enerji Güvenliğinde Ta-
mamlayıcı Rolü ve Türkiye’nin Potansiyel Katkıları”, Akademik Bakış Dergisi, Cilt 5, Sayı
10, 2012, s. 231.
2 Enerji Diplomasisi

bu yeni dönemde, devletleri iki kategoriye ayırmak mümkündür: enerji fazlası


ve enerji açığı olanlar. Eski düzende bir devletin küresel hiyerarşideki sıralaması
nükleer savaş başlığı sayısı, deniz gücü veya askeri personel sayısıyla belirlenmek-
teydi. Yeni düzende ise devletler arası güç hiyerarşisinin tayininde sahip olunan pet-
rol/doğal gaz rezerv miktarı ve/veya enerji kaynaklarını satın alma (veya edinme)
kabiliyeti gibi unsurlar gittikçe önem kazanmaktadır.2
Uluslararası ilişkilerde zenginlik ve güç devletler aracılığıyla yürütülen ey-
lemlerle birbirine bağlanmış konulardır. Dünya siyasetinde belirsizlik yaygındır,
anlaşmaya varmak güçtür ve hiçbir güvenlik önlemi ekonomik ilişkilerden doğa-
cak askeri ve güvenlik sorunlarını önleyemez. Ayrıca, karın (profit) dağılımı konu-
sundaki anlaşmazlıklar aktörler arasındaki ilişkilerin önüne geçebilir.3 Bu anlamda
Uluslararası Ekonomi Politik, politikanın merkezindeki “güç” ile ekonominin mer-
kezindeki “refah” konularının kesişimi olarak görülebilir. Ekonomik alanda bir
aktör diğerine üstünlük kurduğunda bu ekonomik güç siyasallaşır. Siyasalla-
şan bu güç diğer aktörlerin siyasi ve ekonomik politikalarını kendi çıkarlarına
uygun şekilde değiştirmeye çalışır. Dolayısıyla modern ekonominin politik oldu-
ğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü tıpkı devletler gibi şirketler ve diğer
organizasyonlar aktörler üzerinde kontrol kurma amacındadır. Bu noktada hükümet
ve piyasa ekonomisi arasındaki ilişkinin uluslararası boyutu Uluslararası Ekonomi
Politik’in merkezini oluşturmaktadır.4 Bu kapsamda düşünüldüğünde enerji güven-
liği konusunun da ekonomik olduğu kadar politik bir konu olduğu açıktır.
Küreselleşmeyle birlikte güvenlik konusunun çok boyutlu bir hale geldiği
ve sadece ulusal güvenlikle sınırlandırılamayacağı, en genel tanımıyla güvenliğin
“beşeri güvenlik” kavramıyla ifade edildiği üzere insanların hayatındaki her alanla
ilgili hale geldiği görülmektedir.5 Enerji güvenliği, temel ve yeni güvenlik tehdit-
leri kapsamında düşünüldüğünde, dış politikanın farklı yönleriyle olan ilişkisi ne-
deniyle ayrı bir önem kazanmaktadır. Örneğin, insan, çevre ve güvenlik ilişkisinde
nüfus artışı, hızlı kentleşme ve iklim değişikliği sonucu ortaya çıkan tarımsal alan
ve su sıkıntısı, enerji güvenliğinde doğal kaynakların önemini gündeme taşır. Bir

2 Michael Klare, Rising Powers, Shrinking Planet: The New Geopolitics of Energy, New
York, Metropolitan Books 2008, s. 14–31.
3 Robert O. Keohane, After Hegemony: Cooperation and Discord In The World Political
Economy, New Jersey, Princeton University Press, 1984, s.18-25.
4 Roy Smith, Imad El-Anis, and Christopher Farrands, International Political Economy In
The 21st Century: Contemporary Issues and Analyses, Essex, Pearson Education Limited,
2011, s.1-4.
5 Davut Ateş, “Küresel Ekonomik Kriz, Devlet ve Dış Politika”, Uluslararası İnsan Bilimleri
Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, 2010, s.929.
Mesut Şöhret 3

başka örnek ekonomik yapılar ve insani güvenlik ilişkisine baktığımızda, küresel-


leşme sürecinde kırılgan ekonomik büyüme ve gelişmekte olan ülkeler ile özellikle
Ortadoğu bölgesinde artan genç nüfus oranı doğrultusunda karşılaşılan işsizlik ve
yoksulluk sorunları, ekonomik büyüme ve insani kalkınmanın sürdürülebilirliği
için enerji güvenliğinin önemini vurgular. Dolayısıyla, yeni güvenlik tehditlerinin
hem uluslararası ilişkilere hem de küreselleşme sürecinde sosyal ve siyasi hare-
ketlere etkisini incelerken, dış politika analizinde enerji güvenliğini ele almamız
gerekir.6

1. Eneri Güvenliğinin Teorik Boyutu


Enerji piyasalarını yönlendiren politikaların üst düzeyde siyasi olduğunu ve
modern ekonomilerin organizasyonunun merkezinde yer alan unsurlardan biri ol-
duğu ifade edilebilir. Çünkü sadece ekonomik veya teknolojik etkenler değil, siyasi
güçler de petrol, doğal gaz ve elektrik piyasasındaki sonuçları belirleme eğilimin-
dedir.7 Enerji kaynakları ve enerji güvenliği sosyal, kültürel, politik, ekonomik ve
askeri gibi tüm güvenlik konularıyla yakından ilişkilidir. Enerji güvenliğinin artan
önemini anlamamız için dünya enerji pazarındaki gelişmeleri, devamlılıklar ve ya-
pısal değişiklikler olarak iki ana grupta tanımlayabiliriz. Ancak bu iki ana grubun
özelliklerine geçmeden önce enerji güvenliğinin tanımını yapmamız gerekir. Enerji
güvenliği, bu çalışmada, “öngörülebilen bir gelecek için ülkelerin, sanayilerin ve
tüketicilerin ihtiyacı olan enerji kaynaklarına makul fiyatlarla ve kesintide en az
riskle ulaşılabilirliğin devam etmesi durumu ve bu durumu sağlama yönünde yapı-
lan politikalar” olarak tanımlanmıştır.8
Bu çerçevede dünya enerji pazarındaki devamlılıkların en önemlisi, enerjide
arz çeşitliliğini arttırmaya olan ihtiyaçtır. Nitekim bu olgu, karşılıklı bağımlılık,
enerjide asimetrik güç dağılımı ve jeopolitik gibi farklı kavramlarla hem kuramsal
önerilerde hem de enerji güvenliğinin dış politikada algılanmasında ve amaç-araç
ilişkisinin kurulmasında ele alınmaktadır. Arz çeşitliliği ihtiyacı, kısa ve orta dö-
nemde petrolün ana enerji kaynağı olarak kalması nedeniyle önemlidir.

6 Pınar İpek, “Enerji Güvenliğinin Ekonomi Politiği ve Türk Dış Politikası” Dış Politika Teori-
leri Bağlamında Türk Diş Politikasının Analizi Cilt I, Ertan Efegil ve Rıdvan Kalayci (der.)
Ankara, Nobel Yayıncılık, 2012, s.225.
7 Davut Ateş ve Gülizar Samur Gökmen, “Bir Akademik Disiplin Olarak Uluslararası Politik
Ekonominin Sınırları”, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 15, Sayı 1, 2013, s.63.
8 İpek, a.g.e, s.226.
4 Enerji Diplomasisi

Tablo 1:
Yıllara Göre Dünya’nın Artan Enerji İhtiyacı (1990 – 2035)9

1990 2010 2015 2020 2030 2035 2010-35*

Coal 2 231 3 474 3 945 4 082 4 180 4 218 0.8%


Oil 3 230 4 113 4 352 4 457 4 578 4 656 0.5%
Gas 1 668 2 740 2 993 3 266 3 820 4 106 1.6%
Nuclear 526 719 751 898 1 073 1 138 1.9%
Hydro 184 295 340 388 458 488 2.0%
Bioenergy** 903 1 227 1 408 1 532 1 755 1 881 1.6%
Other renewables 36 112 200 299 554 710 7.7%
Total 8 779 12 730 13 989 14 922 16 417 17 197 1.2%

*Compound average annual growth rate. **Includes traditional and modern biomass uses.

Nitekim petrol ithalatına bağımlılığı azaltmak için çevre kirliliği tehdidi-


ne rağmen kömüre talep, birçok ülkede yerel bir enerji kaynağı olması nedeniyle
devam etmektedir. Öte yandan Avrupa Birliği (AB) ülkeleri doğal gaz talebinin
önemli bir oranını mevcut durumda sadece üç ülkeden (Rusya, Cezayir, Norveç)
karşılamaktadır. Kısaca, arz çeşitliliğine olan ihtiyaç, hem sanayileşmiş ülkeler,
hem de kalkınmakta olan ülkeler tarafından artarak devam etmektedir. Aşağıdaki
grafikte görüldüğü gibi 2010-2035 döneminde neredeyse tüm enerji kaynaklarında
artış görülürken göreceli olarak en yüksek artışın yenilenebilir enerji ve doğal gaz-
da olacağı görülmektedir.
Dünya enerji pazarındaki en önemli yapısal değişiklik, petrol arzında OECD
ülkeleri dışında yer alan ülkelerdeki devlet petrol şirketlerinin hem üretim hem de
rezervler bakımından üstünlüğü sağlamasıdır Dünyanın en büyük petrol şirketlerin-
den 27 tanesi devlet şirketiyken, bu şirketler 2035 yılına doğru artan bir eğilimle
dünya üretiminin % 66’sını karşılayacaklardır. Ayrıca, petrol sektöründe üretim ar-
tışını, sadece bu şirketler yapabilecektir. Böylece, OPEC dışı petrol üreten bölgeler-
de kaynakların hızla azalmaya devam etmesi, bir yandan yeni alternatif enerji kay-
nakları devreye girene kadar petrole orta dönemde olan bağımlılığı, diğer yandan
Ortadoğu bölgesinin jeopolitik önemini vurgulamaktadır.

9 World Energy Outlook 2012, s.43, http://www.iea.org/publications/freepublications/publicati-


on/WEO2012_free.pdf (Erişim 18.04.2015).
Mesut Şöhret 5

Grafik 1:
Enerji Kaynaklarına Göre Dünyadaki Öncelikli Enerji Talebi
5 000 2010
Mtoe

2035
4 000

3 000

2 000

1 000

0
Oil Coal Gas Renewables Nuclear

Bu bağlamda Ortadoğu’nun jeopolitiği ve devlet şirketlerinin artan payı,


enerji güvenliğinin dış politika sürecinde analizi için karşılıklı bağımlılık olarak
tanımlanan liberal yaklaşıma ve liberal piyasa ekonomisinin öngörülerine karşı,
hem “doğal kaynak milliyetçiliği” (resource nationalism) olarak adlandırılan realist
yaklaşımı, hem de yeni güvenlik tehditleri kapsamında inşacı ve eleştirel yakla-
şımları gerektirmektedir.10 Buna göre Kaynak milliyetçiliği esas itibariyle Kaynağa
sahip devletin giderek ulusal enerji sektöründe daha fazla otoriteye sahip olması ve
enerji politikalarını devletçi bir bakış açısıyla sürdürmesini ifade etmektedir. Bu
konuda özellikle Rusya başta olmak üzere İran, Çin ve Venezüella gibi devletler son
yıllarda milli çıkarları doğrultusunda enerji oyununun kurallarını değiştirmekte ve
enerji kaynaklarını bir manivela gibi dış politika hedeflerini gerçekleştirmekte kul-
lanmaktadır. “Örneğin Rusya, 2000’li yılların başından itibaren bir “enerji süper
gücü” biçiminde (yeniden) ortaya çıkarak, bu türden politikaların en ‘bariz’ örnek-
lerini enerji fakiri Doğu Avrupa ülkeleri üzerinde tatbik etmiştir. Moskova lehine
oluşan bu asimetrik güç dengesi NATO’nun özellikle de Rus enerji kaynaklarına
yüksek oranda bağımlı üyelerini endişeye sevk etmektedir.”11

10 İpek, a.g.e, s.227-228


11 Marshall I. Goldman, Petrostate: Putin, Power, and the New Russia, Oxford, Oxford Uni-
versity Press, 2010, s.12.
6 Enerji Diplomasisi

Harita 1:
Petrolün Dünyadaki Önemli Ticari Akış Hareketleri12

Tablo 2:
2013 Yılı İtibariyle Bazı Bölge ve Ülkelerin Petrol Ticaret Miktarları13

Bir başka önemli değişim, enerji arz ve talep merkezlerindeki kaymadır. Rus-
ya ve Orta Asya ülkeleri, OPEC dışı yeni enerji arz bölgesi, Çin ve Hindistan ise

12 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.19, http://www.bp.com/content/dam/


bp/pdf/Energy-economics/statistical-review-2014/BP-statistical-review-of-world-ener-
gy-2014-full-report.pdf (Erişim 19.04.2015).
13 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.19.
Mesut Şöhret 7

enerji talebi en hızlı artan bölge olarak ortaya çıkmışlardır. Yeni enerji arz ve talep
bölgelerinin yanında bölgeler arası enerji taşımacılığıyla önem kazanan transit ül-
keler, boru hatları ve kritik boğazlar, sadece enerji geçiş güvenliğini değil, küresel,
bölgesel ve yerel düzeyde güvenlik yaklaşımının önemini arttırmıştır. Zira Dünya
petrol taşımacılığının 2/3’ü tankerlerle yapılmaktadır.14

Harita 2:
Dünyadaki Önemli Dar Suyolları (choke points)
Üzerinde Gerçekleştirilen Petrol ve Doğalgaz Ticareti (2010- 2035)15

Yeni enerji jeopolitiğinde özellikle tüketici kanadında kaynak milliyetçiliği dı-


şında giderek artan ikinci kaygı ise kritik enerji altyapılarını (boru hatları, petrol ve
LNG tankerleri, enerji terminalleri, enerji santralleri, demir yolları, vs.) hedef alan
“enerji terörizmi” olgusudur. Rakamlar da enerji altyapılarına yönelik ilgili tehdit
unsurunun giderek daha önemli bir risk faktörü olarak ortaya çıktığını doğruluyor.
2003 yılında terör saldırılarının yaklaşık %25’i enerji sektörünü hedef almışken, bu
oran 2003–2007 arası dönemde %30-35’lere sıçramıştır. Dünya genelinde petrolün
%35’i, doğalgazın ise %75’i giderek uzamakta ve çoğu zaman istikrarsız bölgeler-
den geçmekte olan boru hatları tarafından taşınmaktadır. Enerji tankerleri ise ok-
yanuslar kat ederek gerek terör gerekse de kazaya yönelik çeşitli güvenlik riskleri

14 Tanker deniz trafiği için önemli boğazlar şunlardır: Hürmüz Boğazı (Umman / İran), Bab-el
Mandab (Yemen / Eritre, Kızıl Deniz- Aden Körfezi- Arap Denizi), Türk Boğazları, Süveyş
Kanalı (Mısır, Kızıl Deniz- Akdeniz), Malacca (Malezya/Singapore, Hint Okyanusu- Güney
Çin Denizi- Pasifik) ve Panama Kanalı (Panama, Pasifik Okyanusu- Karayip Denizi- Atlantik
Okyanusu).
15 World Energy Outlook 2012, s.79.
8 Enerji Diplomasisi

bulunan Hürmüz, Süveyş, Malaga ve Türk Boğazları gibi dar suyollarından (choke
points) geçerek bir kıtadan diğerine enerji nakletmektedirler.16

Harita 3:
Doğalgazın Dünyadaki Önemli Ticari Akış Hareketleri17

Esas itibariyle enerji güvenliği açısından gerek denizlerde görülen korsanlık


faaliyetleri ve karada bulunan mevcut enerji altyapıları terör örgütleri için son dere-
ce çekici hedeflerdir. Bir boru hattının sadece belli bir kısmına yapılacak başarılı bir
sabotaj eylemi, enerji üstyapıları karşılıklı bağımlı şebekeler olduklarından, enerji
akışını tamamen kesebilir, enerjiye bağımlı bütün sanayi branşları otomatik olarak
zarar görür, dahası bu ülkeye yapılacak yabancı yatırım­lar gecikebilir veya toptan
iptal edilebilir.18 Bu durum kuşkusuz enerji güvenliğinin ekonomik ve politik açı-
dan ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.

1.1. Realist Kuram Açısından Enerji Güvenliği


Realist kurama göre karşılıklı bağımlılık eşitlik getirmez; aslında bağımlılık
demektir ve bağımlı taraf, özellikle üstün olan tarafın tercihlerine göre zaaf göste-
rebilir. Örneğin, petrol ithalatına bağımlı bir ülke, petrol ihraç eden ülkelerin petrol
ambargosuna veya fiyat artışına karşı kırılgan bir durumdadır. Dolayısıyla, petrol

16 İşeri ve Dilek, a.g.e., s.232.


17 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.29.
18 Gal Luft ve Anne Corin, Energy Security Challenges for the 21th Century, California, Pra-

eger 2009, s. 147, 159.


Mesut Şöhret 9

ya da doğal gaz ithalatına bağımlı ülkelerle bu enerji kaynaklarını ihraç eden ülkeler
arasında asimetrik bir bağımlılık mevcuttur. Hatta güç dengesini de bir çeşit karşı-
lıklı bağımlılık olarak düşünen bazı eklektik realistler, enerji piyasasındaki çoku-
luslu petrol şirketleri ve devlet petrol şirketlerini bu asimetrik bağımlılık kapsamına
alırlar.19 Diğer taraftan petrol ve doğalgaz ihraç eden devletler açısından ise söz
konusu ürünlerin pazarlanması ve satışı konusunda ithalatçı devletler açısından bir
sorun bulunmaktadır. Örneğin politik ve ekonomik sebeplerle ithalatçı devletlerin
bu ürünleri başka petrol ihraç eden devletlerden temini durumunda zarara uğra-
yabilmektedir. Bu konuda verilebilecek en güncel örnek ABD ve AB ülkelerinin
nükleer enerji konusundaki çalışmalarından dolayı İran’a uyguladıkları petrol ve
doğalgaz ambargosu gösterilebilir. Bu bağlamda enerji güvenliği, gerek ithalatçı
gerekse ihracatçı devletler için ekonomik açıdan değil, siyasi açıdan ele alınmalıdır
ve ulusal güvenliğin temel unsurlarındandır.
Enerji güvenliği, realist yaklaşıma göre uluslararası sistemde devletler temel
aktörler olarak kabul edildiklerinden ve diğer aktörlerin etkileri olmadığından veya
sınırlı olduğundan devletler tarafından sağlanır. Bir başka deyişle Petrol İhraç Eden
Ülkeler (OPEC) gibi uluslar arası örgütlerin etkileri kabul edilmemektedir. Ancak
1973’te yaşanan petrol krizinde de görüldüğü gibi OPEC gibi uluslar arası örgütle-
rinde uluslar arası sisteme etkileri olabilmektedir. Zira 1973 petrol krizinde dünya
petrol ticaretinin sekteye uğraması, petrol sektöründe güç dengesinin değişmesine
neden olmuştur. Esas itibariyle ABD 1971’den sonra en büyük petrol üreticisi ko-
numunu yitirmiş ve petrol üretiminde üstünlük Suudi Arabistan ve genel olarak
OPEC ülkelerine geçmiştir. Bir başka deyişle 1960’ta kurulan OPEC’in petrol am-
bargosunu 1973’te uygulayabilmesi, petrol sektöründe değişen güç dengesini ifade
etmektedir.
Enerji güvenliği bağlamında dış politika davranışlarını açıklamada kullanılan
bir başka kavram, “doğal kaynak milliyetçiliğidir”. Buna göre enerji güvenliği, söz
konusu devletin uluslararası sistemdeki yerine ve enerji arz ya da talep düzeyine
göre hem amaç hem de araç olabilir. Örneğin, enerji kaynaklarına sahip veya kay-
naklardan yoksun olma durumu, devletlerin uluslararası sistemde kontrolünü ya da
gücünü arttırma amacı olabilir. “Petrol/doğal kaynak çatışmaları” olarak da nitele-
nen uluslararası sistemde kontrolünü veya gücünü arttırma amacıyla enerji kaynak-
larına sahip ülkeler üzerinde kontrol sağlama ya da askeri harekâtta bulunma, son
yıllarda dış politika tartışmalarında ivme kazanmıştır.20 Örneğin Çin devlet enerji
şirketinin (China Shenhua Energy Company) Ortadoğu dâhil Afrika ve Latin Ame-
rika gibi geniş bir coğrafyada enerji ve diğer ham madde kaynakları için yatırımlar

19 İpek, a.g.e, s.229.


20 İpek, a.g.e, s.230.
10 Enerji Diplomasisi

yapması göz önüne alındığında doğal kaynak milliyetçiliği ve Ortadoğu bölgesinin


jeopolitiği dış politika analizinde önemli değişkenler olabilirler.
Benzer şekilde enerji güvenliği, üretici ülkeler tarafından, çıkarlarını enerji it-
hal eden ülkelere kabul ettirmede pazarlık aracı ya da tehdit aracı olabilir. Örneğin,
Türkiye’nin İran’a doğalgaz olarak bağımlılığı bazı durumlarda Türkiye açısından
tehdit olurken bazı durumlarda da kazanım olabilmektedir. Zira Türkiye her iki dev-
letle olan ticaretinde zaman zaman doğalgaz fiyatında indirim talep ederek daha
ucuza gaz temin edebilmektedir.
Diğer taraftan petrol ve doğal gaz pazarının oligopolistik yapısından kaynak-
lanan zorluklar, realist yaklaşımın devletler arasındaki asimetrik bağımlılık vurgu-
sunu öne çıkarır. Bu bağlamda dış politika sürecinin devlet merkezli olması öngörü-
lür. Çünkü enerji pazarında artan altyapı yatırım ihtiyacı karşısında özel sektörün ya
da enerji ihracatı yapan ülkelerdeki devlet petrol şirketlerinin fiyatları yüksek tutma
amacıyla yatırım isteksizliği ve anarşik bir uluslararası sistem nedeniyle, enerji gü-
venliğini sağlamada nihai sorumluluğun devletin elinde olması gerektiği savunulur.
Bu yaklaşıma paralel olarak Rusya Federasyonu’nun 2004 yılının başında izlediği
enerji stratejisi çerçevesinde devletin merkezî rolünü ve monopol konumunu sağ-
lamlaştırıcı hamleler attığı söylenebilir. Zira bu sayede uluslararası arenadaki güç
dağılımında Rusya’nın yeniden “küresel aktör” pozisyonuna kavuşması için çaba
gösteren Putin’in kullandığı en önemli dış politika enstrümanlarının başında gel-
miştir. 2000’li yıllar boyunca devletin enerji sektöründeki “amir” konumunu ön-
celeyen ve tahkim eden bu strateji, Gazprom’un ülke ve dünya doğal gaz piyasa-
sında devasa bir şirket haline gelmesine yol açarken, şimdilerde de özellikle petrol
üretimi ve ihracatı noktasında Rosneft’in rolünü ve sektör üzerindeki hâkimiyetini
perçinleyecek şekilde yeniden geliştiriliyor. Yeni dönemde Rusya Federasyonu’nun
üzerine önemli vazifeler yüklediği Rosneft, bu açıdan, Rusya’nın bir “enerji süper
gücüne” dönüşmesinin hayati sacayaklarından biri olacağa benziyor.21
Genel olarak bir değerlendirme yapıldığında Realist yaklaşımın savunduğu ar-
gümanların enerji güvenliği kapsamında birçok sorunu ve olayı açıklamada yetersiz
kaldığı görülmektedir. Örneğin Realist yaklaşım şu soruları cevaplamada yetersiz
kalmaktadır.22
➢ Küreselleşme sürecinde gücün ve zenginliğin yaratılması bağlamında
enerji güvenliğinde devlet dışı aktörlerin, özellikle çok uluslu enerji şir-
ketlerinin (7 Sisters) teknoloji üretmede devam eden üstünlüğü ile ulusla-

21 Kerim Has, “Rus Enerji Sektöründe Parlayan Yıldız: Rosneft”, 17 Temmuz 2013, http://www.
usakanalist.com/detail.php?id=646 (Erişim 20.04.2015).
22 İpek, a.g.e, s.231.
Mesut Şöhret 11

rarası sistemde hegemonik bir istikrarın olmamasının dış politikada önemi


nedir?
➢ Enerji talebinde orta dönemde petrole olan bağımlılık göz önüne alındı-
ğında, özellikle Ortadoğu’da devam eden daha fazla demokrasi ve refah
için yapılan yerel mücadelelerin ya da iç çatışmaların enerji güvenliğine
etkisi dış politikada nasıl ele alınmalıdır?
➢ Enerji ithalatı yüksek sanayileşmiş ülkelerin, benzer asimetrik bağımlılık-
larına rağmen, enerji ihraç eden ülkelere yönelik dış politikalarında tehdit
algılamaları neden farklıdır?
➢ Hem enerji tüketen hem de enerji üreten ülkelerde enerji güvenliği, dış
politikada hangi şartlar altında amaç ve/veya araç olmaktadır?

Devletlerin ulusal çıkarları doğrultusunda davranmaları en iyi belki de “ulus-


lararası ilişkilerde kalıcı düşmanlıklar ve dostluklar yoktur çıkarlar vardır” sözüyle
açıklanabilir. Anarşik ortamda güvenlik en önemli sorun ve güvenliğin sağlanması
sahip olunan güçle doğru orantılı olduğundan ulusal çıkar güçle özdeşleştirilmiştir.
Buradaki güç elbette birçok değişkene sahip olsa da, gücün en önemli göstergesi
diğer aktörlere emir verebilme kabiliyeti ve bu emirlerin yerine getirilmesini sağla-
tabilmektir. Güç kavramı uluslararası ilişkilerin analizinde merkezi bir konuma sa-
hiptir ve uluslararası politika güç mücadelesi biçiminde kavramlaştırılır. Buradaki
güç elbette birçok değişkene sahip olsa da, gücün en önemli göstergesi başkalarına
emir verebilme kabiliyeti ve emirlerin yerine getirilmesidir. Örneğin günümüzde
İran’ın nükleer programını sonlandırılmasına yönelik olarak başta ABD olmak üze-
re diğer uluslararası toplumun aktörlerine karşı direnebilmesi nükleer programın-
dan vazgeçmemesi güç ile ilgili bir durumu ifade eder.23

1.2. Liberal Kuram Açısından Enerji Güvenliği


Liberalizmin temel ilkeleri olarak; sınırlı minimal devlet, serbest girişim, bi-
reycilik, insan hakları, hukuka bağlı devlet, özgürlük, işbirliği gibi kavramlar sıra-
lanabilir. Bu kavramlardan devlet ve devletlerarası ilişkiler incelendiğinde bu yak-
laşımın Realist yaklaşımın tam tersi olduğu görülecektir. Buna göre;
(1) Liberalizmin en önemli ilkelerinden biri sınırlı devlettir. Bu bağlamda,
devletin sınırlanması gerekmektedir. Çünkü devlet sınırlandırılmazsa bi-
reye müdahale edecektir ve birey arka plana itilecektir. Bu nedenle devlet

23 Mesut Şöhret, “Realizm Çerçevesinde Avrupa Birliği’nin Bütünleşmesi” İnsan ve Toplum


Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, 2012, s.302, ss. 288-330.
12 Enerji Diplomasisi

hareket ederken toplumun rızasını almak zorundadır ve anayasa ile sınır-


landırılmalıdır. “Locke’a göre toplum sözleşmesi ile kurulan devlet her-
kesin  özgürlüğünü ve mallarını daha iyi korumak amacıyla kurulur.”24
Bu bağlamda devletin amacı topluma en iyi şekilde hizmet etmektir ve
bireyin özgürlüğünü ve çıkarını korumaktır.
(2) Uluslararası ilişkiler açısından liberalizmin temel varsayımları ve ilkele-
rine bakacak olursak, öncelikle liberalizm “devletleri uluslararası ilişki-
lerdeki en önemli aktörler ve incelenmesi gereken tek analiz birimi olarak
görmemektedir.”25 Liberalizme göre uluslararası sistem devlet, birey, bas-
kı grupları, uluslararası örgütler gibi birçok aktörden oluşmaktadır. “Bu
aktörler rasyoneldir ve devletlerin tercihlerini ve davranışlarını etkileye-
rek kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalışırlar.”26
(3) Liberalizme göre, uluslararası ilişkiler sadece güç ilişkileri açısından ele
alınmamalıdır. Uluslararası sistem, “karşılıklılık ve işbirliğine bağlı ola-
rak uluslararası normlar, örgütler ve hatta uluslararası hukuk tarafından”
değiştirilebilir. Bununla birlikte liberalizme göre, “devletler belli ve sabit
bir dış politika tercihine sahip değiller.” Devletlerin davranışları bazı iç
aktörler tarafından belirlenir. Son olarak ise liberaller “uluslararası ilişki-
lerde askeri gücün kullanılmasının maliyetinin giderek arttığını ve devlet-
ler için en son başvurulacak bir araç olduğunu savunmaktadırlar.”27

Liberalizmde karşılıklı bağımlılık, basit anlamda uluslararası ilişkilerde ve


uluslararası ekonomi politiğinde devletler ve devlet dışı aktörler arasındaki karşı-
lıklı etkileşimler olarak tanımlanır. Bu etkileşimler, genelde malların, paranın, in-
sanların ve bilginin ülkeler arasında değişiminden kaynaklanır. Fakat ülkeler arası
değişimler, karşılıklı bağımlılıkla birebir aynı değildir. Karşılıklı bağımlılıktan söz
edebilmek için, iki veya ikiden fazla taraf arasındaki etkileşimden kaynaklanan ma-
liyetler ve faydaları göz önüne almamız gerekir. Bir başka deyişle karşılıklı bağım-
lılık, taraflar arası eşit bağımlılık demek değildir. Örneğin, petrol ihraç eden ülkeler
ve çok uluslu enerji şirketleri beraberce yüksek petrol fiyatlarından fayda sağlarlar;
ama ortaya çıkan kârın nasıl paylaşılacağı konusunda anlaşamayabilirler. Bir başka

24 Halis Çetin, “Liberalizmin Temel İlkeleri”, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bi-
limler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, 2001, s. 229, ss.217-235.
25 Gökhan Koçer vd., Uluslararası İlişkiler: Giriş, Kavram ve Teoriler, Ed. Haydar Çakmak,

Ankara, Platin Basın Yayın Dağıtım, 2007, s.159.


26 Gökhan Koçer vd., a.g.e, 159.

27 Gökhan Akdoğan, “Liberalizm: Temel İlkeleri ve Düşünürleri” 14 Kasım 2013, http://akade-

mikperspektif.com/2013/11/14/liberalizm-temel-ilkeleri-ve-dusunurleri/ (Erişim 21.04.2014)


Mesut Şöhret 13

deyişle artan faydaya rağmen, hangi tarafın ne kadar kazanacağı konusunda anlaş-
mazlık olabilir.28
Karmaşık karşılıklı bağımlılığın (complex interdependence) temel özellikleri-
ni enerji güvenliği açısından ele aldığımızda şu 3 noktanın öne çıktığını söylemek
mümkündür.
(1) Enerji güvenliğine etki eden birçok unsurun olması: Yani enerji güvenliği
noktasında sadece devletler tek başlarına belirleyici değillerdir. Zira bu yaklaşım
uluslararası ilişkileri birim düzeyinde analiz etmektedir. Bunun nedeni yaklaşı-
mın, “birim düzeyindeki nedenlerin sistem düzeyindeki sonuçlarıyla ilgilenmekte-
dirler.”29 Aynı zamanda neoliberalizme göre devletler rasyonel aktörlerdir. Ancak
neoliberaller “devletten başka aktörlerin de varlığını kabul etmektedirler.”Neolibe-
rallere göre, uluslararası ilişkilerde devletlerden başka birey, uluslararası örgütler,
baskı grupları gibi birçok aktör vardır. Ancak küreselleşme sürecine rağmen, enerji
piyasasının süregelen oligopolistik yapısı, enerji ihraç eden ülkelerde devlet şir-
ketlerinin artan rolü ve rejimlerin kısıtlı etkisi nedeniyle bu kanallarda bir daralma
olduğu savunulabilir.
(2) Sorunlar arasında hiyerarşik sıralamanın olmaması: Yani konuların yük-
sek öncelikli ve düşük öncelikli olmaması ve ayrıca iç politika arasında bir ayrım
gözetilmemesi bunların birbiriyle yakın ilişki içinde oldukları söylenebilir. İç siya-
setteki farklı sosyal grupların (sanayiciler, tüketiciler, çevreciler, özel enerji firma-
ları, devlet enerji şirketleri ve hükümet, vb.) enerji ihraç/ithal eden ülkelere yönelik
farklı görüş ve çıkarlarının olduğunu, hatta enerji güvenliğinin bu bağlamda sadece
güvenlik boyutuyla değil, ekonomik ve çevre boyutlarıyla dış politikada diğer ulu-
sal güvenlik sorunlarıyla aynı düzeyde tutulduğunu düşünebiliriz. Bu durum enerji
güvenliğinin çok boyutlu olduğunu göstermektedir.
(3) Askeri güç kullanımının en aza indirgenmesi: askeri gücün rolünün, özel-
likle gelişmiş ülkeler arasında azaldığı vurgulanmaktadır. Fakat gelişmiş ve geliş-
mekte olan ülkeler arasında da, temel güvenlik sorunları dışında kalan ekonomik
ve siyasi uyuşmazlıklarda askeri güç kullanımı ya da tehdidinin giderek azaldığı
belirtilmektedir. Genel olarak liberallere göre, liberal demokratik devletler arasında
işbirliği mümkündür. Bununla birlikte, “devletleri karşılıklı olarak işbirliğine razı
edecek çok sayıda faktör bulunmaktadır.”30 Devletleri işbirliğine götüren nedenlerin
başında uluslararası örgütler, uluslararası hukuk, devletlerin rasyonel davranması

28 İpek, a.g.e, s.231-232.


29 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler Teorileri: Çatışma, Hegemonya, İşbirliği, MKM Yayıncı-
lık, Bursa, 2013, s.305.
30 Arı, a.g.e. s.311.
14 Enerji Diplomasisi

(devletlerin göreli kazançlar yerine mutlak kazançlar ile ilgilenmesi) gibi etkenler
vardır. Ancak Realistlere göre “Askeri yeteneğe sahip devletlerin anarşik ortamda is-
tedikleri siyasal sonuçları daha kolay elde ederek güvenliklerini sağlama konusunda
daha becerikli oldukları kabul edilir. Realizm dışındaki kuramlarda, dönüşen küresel
ilişkiler çerçevesinde artık bu ayırımın somut zemininin bulunmadığı ifade ediliyor
olsa da, iktisadi alandaki gelişmelerin hala devletlerin denetiminde yani devletler
arası ikili veya çok taraflı anlaşma ya da örgütler yoluyla gelişiyor olması ve istendi-
ğinde müdahale edilebileceği teziyle realistler bu ayırımda hala ısrarcıdır.”31
Liberal Kuram’da Enerji güvenliği ve dış politika ilişkisinde çok taraflılığın
önemini vurgulayan en önemli örnek, 1973 petrol krizi öncesi ve sonrası petrol
piyasasını düzenleyen rejimdeki değişimdir. Liberal yaklaşımın parçası olan rejim
kuramına göre petrol rejiminde değişiklik, sadece OPEC ülkelerinin uyguladığı
ambargo sonucu gerçekleşmemiştir. Bilakis petrol rejimindeki değişim, çok uluslu
petrol Şirketleri ile bunların hükümetleri, OPEC ülkeleri ve Amerikan bağımsız
petrol şirketlerinin farklı pazarlık gücü ve değişen pazarlık dengesi doğrultusunda
devlet ve devlet dışı aktörlerin dış politikaya ve uluslararası kurumlara etkisiyle
açıklanabilir.32
Enerji güvenliği dış politika ilişkisinde karşılıklı bağımlılık doğrultusunda,
çatışma olmasını ya da çatışma olasılığının kalkmasını analiz ederken önerilen öl-
çütlerin en zayıf yönü, beklenen amacımızın değerinin farklı aktörlerce nasıl algı-
landığı ve dış politika oluşumuna hangi aktörlerce aktarıldığıdır. Enerji güvenliği
kapsamında dış politikayı etkileyen devlet ve devlet dışı aktörlerin çıkarları ve stra-
tejileri incelendiğinde, benzer fayda ya da zarar hesabına rağmen farklı tercihler-
de bulunmaları, liberal yaklaşımın öngörüleri doğrultusunda açıklanamamaktadır.
Bir başka deyişle farklı aktörler arasındaki stratejik etkileşim, enerji ithalatında/
ihracatında aynı tehdit/fırsat söz konusu olsa bile özgün yerel kurumların etkisiyle
beklenen rasyonel davranışlardan ayrı hem maddi hem düşünsel (fikirsel) etkenler-
le şekillenebilir.33 Örneğin Arap ülkelerinin büyük bir kısmı İsrail devletini tanıma-
dıkları gibi bu ülkeye petrol ve doğalgaz satmak istememektedirler.

1.3. İnşacı (Konstrüktivist) Kuram Açısından Enerji Güvenliği


İnşacı Kuramda Enerji güvenliğinin analizini yapabilmek için enerji ithal/ih-
raç eden devletler, bu devletlerdeki özel/devlet enerji şirketleri ve enerjiyle ilgili

31 Davut Ateş, “Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu: İdealizm / Realizm Tartışması ve


Disiplinin Özerkliği”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 1, 2009, s.19 ss.11-25.
32 İpek, a.g.e, s.234.

33 İpek, a.g.e, s.234.


Mesut Şöhret 15

diğer çıkar grupları (sanayici birlikleri, çevre ve tüketici haklarını savunan sivil
toplum örgütleri, vb.) arasında gelişen stratejik etkileşimin, yerel kapitalizme özgü
şartlarda maddi ve düşünsel etkenlerle nasıl oluştuğunu açıklamamız gereklidir.
Bir başka deyişle inşacı yaklaşıma göre, sadece enerji pazarındaki güç dağılımı ve
aktörlerin rasyonel davranışlarıyla şekillenen bir stratejik etkileşimi inceleyerek,
enerji güvenliğinin dış politikaya etkisini açıklamak yetersizdir. Kısaca, kapitalizm
türlerinde yer alan özgün ulusal kurumlar, aktörlerin tercihlerini etkilerler.
İnşacı kuram açısından yerel yapılar uluslararası ilişkiler etkileşimini kullan-
ması açısından önemlidir. Örneğin, AB’nin ortak bir enerji pazarı oluşturma çaba-
larına karşın üye devletlerin enerji güvenlikleri doğrultusunda farklı dış politika
tercihlerinde bulunmaları, yerel yapıların farklı özellikleri ile açıklanabilir. AB’nin
genelde artan bir enerji ihtiyacı olmasına rağmen, üye devletler arasında enerji ih-
tiyacı ve tedariki bakımından farklılıklar vardır. Üye devletlerin enerji bağımlılığı
ile enerji ithalatını büyük oranda bir ülkeden yapma düzeyi az veya fazla olabi-
lir. Yani üye devletler farklı oranlarda olmakla beraber, enerji piyasasında aynı tür
maliyet (enerji bağımlılığı) ve tehditle (enerji ithalatının Rusya gibi bir ülkeden
yapılma oranı) karşı karşıyadırlar. Fakat benzer maliyet ve tehditlere maruz üye
devletlerin, ortak bir enerji pazarı oluşturmaya yönelik tercihleri beklenen rasyonel
tercihlerden farklıdır.34 Dolayısıyla üye devletler ve enerji şirketleri, mevcut mali-
yet ve tehditleri gidermek için enerji ithal edilen devletler ve bunların özel/devlet
enerji şirketleriyle, tarihsel süreçte devlet-özel sektör ilişkisi sonucu gelişen liberal
piyasa ekonomisi veya koordine piyasa ekonomisi bağlamındaki ulusal kurumla-
rın etkisiyle stratejik bir etkileşime girerler. Bir başka deyişle, stratejik etkileşim,
devletlerin yerel enerji pazarının yapısını (oligopolistik ya da liberal) ve enerji şir-
ketlerinin uluslararası enerji pazarındaki faaliyetlerini (stratejik ortaklık kurma ya
da piyasa ekonomisine göre sözleşme yapma) şekillendiren liberal ya da koordine
piyasa ekonomisi sonucu oluşur.
Yerel yapıların dış politikaya etkisine bir başka örnek, 1973 petrol krizi sı-
rasında benzer maliyet ve tehditlere rağmen gelişmiş ülkelerin farklı dış politika-
larıdır. şöyle ki ABD’nin federal devlet yapısı kapsamında hükümet, farklı çıkar
gruplarının baskısına karşı daha açıktır. Bu yüzden ani gelişen bir krizi takiben
dış politika yapımı zorlaşmaktadır. Diğer yandan Fransa’nın merkezi devlet yapı-
sı, benzer bir krizde daha etkin dış politikanın belirlenmesini kolaylaştırmaktadır.
Nitekim 1973 petrol krizi sonrasında Fransa, enerji arz güvenliğini hızlı ve tutarlı

34 Pınar İpek ve Paul A. Williams, “Firms’ Strategic Preferences, National Institutions and the
European Union’s Internal Energy Market: A Challenge to European Integration”, Europe-
an Integration Online Papers (EIoP), 2010, Vol. 14, Article 15, http://eiop.or.at/eiop/tex-
te/2010-015a.htm (Erişim 22.04.2015).
16 Enerji Diplomasisi

bir politikayla, enerji firmalarını destekleyerek, petrol ihraç eden eski kolonileriyle
ilişkileri geliştirerek ve alternatif enerji kaynağı nükleer enerji yatırımlarıyla arttır-
maya çalışmıştır. ABD ise, aksine federal devlet yapısı içinde çıkarları birbirinden
farklı çevreci grupların, Amerikan petrol şirketlerinin, sanayicilerin ve diğer grup-
ların baskıları nedeniyle daha kararsız bir dış politika izlemiştir. Özet olarak, enerji
pazarında benzer maliyet ve tehditlere rağmen, enerji güvenliği kapsamında farklı
dış politika tercihlerini, yerel kapitalizm bağlamında ulusal kurumlar ile uluslarara-
sı ilişkilerin etkileşimi şekillendirebilir.

1.4. Neo-Gramsci Eleştirel Kuram Açısından Enerji Güvenliği


Kapitalist üretim süreci, uluslararası ilişkiler ve uluslararası ekonomi politiği
disiplinlerinde enerji güvenliğinin analizi için başlangıç noktasıdır. Enerji üretim
sürecine dâhil olan bilgi üretimi, bilginin yeniden oluşumu, kurumlar ve sosyal iliş-
kiler bu nedenle dış politika analizinde ele alınmalıdır. Bu bağlamda dış politika
analizinde en önemli aktör sosyal güçlerdir. Dolayısıyla üretim ilişkilerini düzen-
leyen sosyal güçler, geniş anlamda sosyal düzenin hem ulusal hem de uluslararası
düzeyde yeniden üretiminde önemlidir.35 Ayrıca, enerji güvenliği ve dış politika
analizinde incelediğimiz aktörler arası stratejik ilişki, Neo-Gramsci yaklaşıma göre
sosyal güçlerin sınıf mücadelesine dayalı ve ucu açık bir ilişki şeklinde ele alınma-
lıdır. Bir başka deyişle dünya enerji pazarı ve üretiminin durumu, sosyal güçlerin
davranışlarını şekillendirirken, yine de bunları mutlak ölçüde belirlemez. sadece
enerji ihraç ya da ithal eden devletlerin enerji üretim sürecindeki konumlarına yo-
ğunlaşmak yanıltıcıdır. Çünkü sosyal güçlerin sınıf aidiyeti, otomatik olarak sınıf
bilincini, ortak kimliği ve çıkarları doğurmaz. Sınıf bilinci, daha çok tarihsellik
içinde sosyal güçlerin üretimde sömürüye karşı veya direniş için verdikleri sınıf
mücadeleleriyle oluşur. Ayrıca, devletin durumu “politik bir toplumu” içerir. Örne-
ğin, devletin bakanlıklar ve diğer kamu kurumları gibi zorlayıcı araçları ile siyasi
partiler, sendikalar, iş dünyası birlikleri, dini kurumlar, vb. oluşan sivil toplum, dev-
letteki bu politik topluma dâhildir. Kısaca, devletin durumu, sosyal güçlerin devlet
içi ve devletler ötesi hareket ettiği bir yapıdır.36
Bu çerçevede sosyal güçlerin enerji güvenliği kapsamında dış politikaya et-
kisi, ulusal ve/veya uluslararası düzeyde oluşturmaya çalıştıkları tarihsel blokla
açıklanabilir. enerji güvenliğinde nasıl bir hegemonik proje uygulanmaktadır ve bu

35 Robert O. Cox, Production, Power, and World Order: Social Forces in the Making of
History, New York: Columbia University Press, 1987, s.1.
36 Andreas Bieler, “The Struggle over EU Enlargement: a Historical Materialist Analysis of

European Integration”, Journal of European Public Policy, Ağustos 2002, Vol. 9, No. 4,
s.580-581, ss.575-597.
Mesut Şöhret 17

hegemonik projede ekonomik çıkarların ötesinde ne gibi siyasi ve sosyal fikirler


bir bütün olarak dış politikayı etkilemektedir sorularına cevap aranmalıdır. Nitekim
geçmişte 1973 petrol krizi, 2003’te başlayan Irak Savaşı ve 2011’de Ortadoğu dev-
letlerinde başlayan ayaklanmaların kapitalist üretim ve üretim ilişkilerine etkisine
bakarak, tarihsel blokta yapısal bir değişiklik olup olmayacağı incelenebilir. Ener-
ji güvenliğinde bu tür krizler, mevcut hegemonik projede sosyal güçlerin ulusal,
uluslararası veya uluslarötesi düzeydeki konumlarında bir değişime neden olabi-
lir. Böyle olası bir yapısal değişim sonucu enerji ithal/ihraç eden devletlerin, bu
devletlerdeki özel/devlet enerji şirketlerinin ve diğer çıkar gruplarından (sanayici
birlikleri, çevre ve tüketici haklarını savunan sivil toplum örgütleri, vb.) hangisi-
nin ulusal, uluslararası veya uluslarötesi yeni bir hegemonik proje oluşturup kendi
yararlarına nasıl bir pozisyon alabileceği, enerji güvenliği dış politika ilişkisinde
sorgulanmalıdır.37
Bu çerçevede sosyal güçlerin enerji güvenliği kapsamında dış politikaya et-
kisini analiz ederken, ulusal ve/veya uluslararası düzeyde oluşturmaya çalıştıkları
tarihsel blok önemli bir değişken olabilir. Buna göre enerji güvenliğinde nasıl bir
hegemonik proje uygulanmaktadır ve bu hegemonik projede ekonomik çıkarların
ötesinde ne gibi siyasi ve sosyal fikirler, bir bütün olarak dış politikayı etkilemekte-
dir sorularına cevap aranmalıdır.38

2. Enerji Güvenliğinin Çatışmalara Etkisi


Günümüzde giderek artan bir biçimde enerji politikaları ve bu politikaların
ekonomik etkileri üzerinde tartışmalar yapılmaktadır. Esas itibarıyla, istenilen mik-
tarda enerji kaynağının herhangi bir nedenle kesintiye uğramaması ve aynı zaman-
da, fiyat şokları benzeri ciddi ekonomik krizlere yol açmaması “enerji arzının gü-
venliği” kavramı çerçevesinde ele alınmaktadır. Enerji arzının güvenliği iki temel
varsayım ile ilgilidir. Bunlardan birincisi, gelecekte enerji şokları olma ihtimali ve
ikincisi, enerji kaynaklarında dışa bağımlılığın artmasıdır. Nitekim gelişmiş ülke-
lerin yönetim kademelerinde sıkça enerji arzının güvenliği tartışılmakta ve bu bağ-
lamda, yabancı petrole olan bağımlılığı azaltmanın yolları aranmaktadır.39
Rezerv ve üretim artış oranları tahminleri yapılarak, dünya petrol üretiminin
ne zaman zirveye ulaşacağı ve tükeneceği tahmin edilebilir. Bu bağlamda, ortaya

37 İpek, a.g.e, s.235.


38 İpek, a.g.e, s.241-242.
39 Joseph Mc Millan, “U.S. Interests and Objectives”, The United States and Persian Gulf: Res-

haping Security Strategy for the Post-Containment Era, Richard D. Sokolsky, (Ed.),Was-
hington, 2003, s.15.
18 Enerji Diplomasisi

konulan 12 farklı senaryodan en kötü olarak değerlendirilen senaryoda, üretimde


zirve yılı 2021, rezervlerin tükeneceği yıl ise 2075’dir. Buna karşılık en iyi senaryo
itibarıyla, üretimde zirve yılı 2112’de yaşanabilecektir. Üretimin zirveye ulaşa-
cağı yılın önemi şuradadır: büyüyen ekonomiler ile artan enerji ihtiyacının
petrol ile karşılanamayacağı bu tarihten itibaren geri dönülemez bir biçimde
anlaşılacaktır. Zirve yılından sonra, enerji ihtiyacı artan her ülke giderek aza-
lan üretimden aldığı payı en azından korumak isteyecektir. Böyle bir kırılma
noktasından sonra, ülkeler için artık enerjinin arz güvenliği değil, enerji kay-
naklarının paylaşımı sorunu önemli hale gelecek ve dünya enerji tüketiminin
büyük bir kısmını gerçekleştiren ABD, AB ve geleceğin ekonomik devi olarak
değerlendirilen Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Rusya Federasyonu ve di-
ğer gelişmekte olan ülkeler arasındaki stratejik enerji mücadelesi şiddetlene-
cektir.40
Petrol rezervleri tükenişe doğru ilerlerken, enerji güvenliği yalnız belli bir yer-
de üretimin olması ya da rezervin saptanmasını değil, bunların zamanında, ucuza,
yeterli düzeyde sisteme entegre edilip taşınabilmesi ve bunun sürekliliğinin sağ-
lanmasını da kapsar. Bu noktada enerji kaynaklarında yaşanan fiyat artışlarının arz
güvenliğini önemli ölçüde etkilemesi beklenmektedir. Diğer yandan enerji kayna-
ğının sürekliliğinin sağlanmasında başta petrol olmak üzere rekabet artarken, petrol
üretimindeki zirve noktasının fiyatların çok arttığı bir dönemi başlatacağı kuşku-
suzdur.41 Olası fiyat şoklarından daha az etkilenmek için sanayileşmiş ülkeler stra-
tejik rezervlerinin düzeyini yükseltmekte ve kaynak sağlanan bölgeler arasındaki
çeşitliliği artırmaya çalışmaktadırlar. Söz konusu ülkelerde istikrarsızlıklara neden
olan diğer faktörler de şunlardır:42
- Petrol üretiminin özel niteliği (petrol diğer madencilik türleri gibi yan sa-
nayiler kurulmasına yol açmamakta ve genelde hammadde olarak ihraç
edilmektedir),
- Petrol zenginliği üzerinde devlet kontrolü (zengin petrol kaynaklarına sa-
hip ülkeler bunları ekonomik olmayan biçimlerde ve politik egemenliği
sürdürmek için kullanmaktadırlar)

40 Ertuğrul Kızılkaya ve Cem Engin, “Enerjinin Jeopolitiği: Dünya Üzerindeki Jeo-Ekonomik


Mücadele”, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı
9, 2004, s. 200, ss. 197-204.
41 Örgen Andaç Uğurlu, Çevresel Güvenlik ve Türkiye’de Enerji Politikaları, Örgün Yayıne-

vi, İstanbul, 2009, s.115.


42 Sam Nunn, James R. Schlesinger, ve Robert E. Ebel, “The Geopolitical Outlook: 2000–2020,

The Geopolitics of Energy into the 21st Century”, Centre for Strategic and International
Studies Report, Washington, 2000, s. 51-54.
Mesut Şöhret 19

- Politik hesap verilebilirliğin olmaması (bu ülkelerde genelde demokrasi


yoktur ve yönetimler bütçelerini petrol gelirleri ile denkleştirerek vergi-
lendirmeye başvurmamaktadırlar, dolayısıyla, hesap soran vergi mükelle-
finin ortaya çıkması mümkün olmamaktadır)
- Yüksek dış borçlar ( bazı petrol üretici ülkeler yüksek borçlara sahiptirler
ve bunların kolay ödenebilmesi için petrol fiyatlarının yükselmesini iste-
mektedirler)
- Ekonomik konjonktürde değişimler (dünya ekonomisindeki genişleme ve
daralma dönemleri petrol piyasasını etkilemekte ve uzun süren daralma
dönemleri petrol üreticisi ülkeleri sıkıntıya düşürmektedir)
Bu mücadelenin bir diğer boyutu da, söz konusu enerji kaynaklarının naklinin
denetiminin kimin elinde olacağı ile ilgilidir.

2.1. Petrol ve Doğalgaz Taşımacılığının Stratejik Önemi


Dünyada üretici bölgeler ile tüketici bölgeler arasında gerçekleştirilmiş olan
petrol ve doğal gaz ticari hareketleri enerji alanının önemli unsurlarından biridir.
Ancak, bu noktada petrol ve doğal gaz arasındaki önemli bir farka değinmekte fay-
da vardır. Her ne kadar petrol ve doğal gaz üretimi birbirleriyle çok yakından ilişkili
olsa da, bunların taşınması konusu teknik açıdan çok büyük farklılıklar arz etmek-
tedir. Petrol nispeten düşük maliyetle deniz yolu ile taşınabilirken, doğal gazın bu
yöntemle (LNG) taşınabilmesi için önce sıvılaştırılması ve tüketilmeden önce de
tekrar gaz haline getirilmesi gerekmektedir. Bu işlem günümüzde oldukça yüksek
maliyetler ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle, doğal gazın boru hatları ile nakli ter-
cih edilmektedir. AB ülkeleri43, ABD ve Japonya ithal ettikleri petrolün büyük bir
bölümünü deniz yolu ile ithâl etmektedir.
Gelecekte, Basra Körfezinden deniz yoluyla ihraç edilen petrolün yılda 737
milyon tondan, 2020 yılında 1.668,3 milyon tona yükseleceği tahmin edilmektedir.
Bu verilere dünyanın diğer önemli petrol üretim alanlarından deniz yoluyla taşına-
cak petrol miktarı da eklendiğinde, dünya ekonomisinin can damarının denizlerde
bulunduğu kuşkusuzdur. Bu alanda kontrolü elinde tutan gücün hem bundan vaz-
geçmek istemeyeceği hem de bu gücün başka bir güç ile paylaşmaya yanaşmayaca-

43 Gelecekte AB’nin petrol boru hatları ile almayı tercih edeceği düşünülmektedir. Bunun için
öne sürülebilecek iki önemli neden mevcuttur: enerjinin arz güvenliğinin sürdürülmesi ve çev-
renin korunması. AB’nin petrolün taşınmasında kullanılan tankerlerin yarattığı çevre kirliliği
ve muhtemel deniz kazalarından duyulan endişelerle boru hatlarının kullanımını artırmak is-
teği, 2001 yılında AB’nin resmi yayını olan Yeşil Kitap’ta açıkça ifade edilmiştir. Ayrıca son
dönemde gündeme gelen boru hatları bu öngörüyü destekleyen gelişmelerdir.
20 Enerji Diplomasisi

ğı değerlendirilebilir.44 Orta Doğu petrollerinin çıkışı kapısı konumundaki Hürmüz


Boğazı, günde yaklaşık 20 milyon varil düzeyinde bir petrol akışı ile petrol taşı-
macılığında dünya üzerindeki en önemli noktadır. 2035 itibarıyla da tüm dünyada
gerçekleştirilecek petrol ihracatının % 50’si ve doğalgazın bu noktadan geçeceği
öngörülmektedir.45 Bu bölgeden halen ABD, Batı Avrupa ve Uzak Doğu’ya pet-
rol taşınmaktadır. Buradan denize çıkan petrol, Akdeniz’e ulaşmadan önce Bab-el
Mendab Boğazı’ndan ve Süveyş Kanalı’ndan geçmektedir. Petrol ihtiyaçlarının çok
büyük bir bölümünü Orta Doğu’dan karşılayan ülkelere, ÇHC ve Japonya’ya yö-
nelen deniz trafiği de iki önemli noktadan geçmektedir. Bunlar sırasıyla Malakka
Boğazı ve Formoza Boğazı’dır. Orta Doğu’dan Çin, Japonya ve Güney Kore’ye
yönelen güzergâhın en kritik noktası olan Malakka Boğazı’ndan yılda 420.000’den
fazla gemi geçmektedir.46 Bununla birlikte Asya’nın ekonomik yönden yüksel-
mesine paralel olarak küresel enerji ticaretinin Atlantik bölgesinden Asya-Pasifik
bölgesine doğru kayacağı öngörülmektedir. Buna göre 2020’lerin başında Çin’in
dünyanın en büyük petrol ithal eden ülkesi ve Hindistan’ında en büyük kömür ithal
eden ülkesi olması beklenmektedir.47

Grafik 2:
Dünyadaki Mevcut Petrol Üretim ve Tüketiminin Bölgelere Göre Dağılımı48

44 Kızılkaya ve Engin, a.g.e., s.201.


45 World Energy Outlook 2012, s.79.
46 Sam Nunn, James R. Schlesinger, ve Robert E. Ebel, a.g.e., s.66.

47 World Energy Outlook 2013 Factsheet, http://www.worldenergyoutlook.org/media/weowebsi-

te/factsheets/WEO2013_Factsheets.pdf (Erişim 23.04.2015).


48 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.12.
Mesut Şöhret 21

Esasında Asya’nın hızlı biçimde gelişen ekonomileri için enerji arzının güven-
liği biraz daha farklı bir anlam ifade etmektedir. Zira, Asya ülkeleri, başta Japonya,
Güney Kore ve Çin olmak üzere petrol ihtiyaçlarını Orta Doğu ülkelerinden karşı-
lamaktadırlar.49 Gelecekte doğal gazın da sıvılaştırılmış halde ihracatının ekonomik
rekabet gücüne kavuşması ile birlikte Asya ülkelerinin yine Orta Doğu’dan doğal
gaz alımlarını artıracakları tahmin edilmektedir. Tüm bu enerji naklinin deniz yolu
taşımacılığı ile gerçekleştirildiği düşünüldüğünde, Asya ülkeleri açısından enerji
arzının güvenliği iki noktada yoğunlaşmaktadır. Bunlar

1) Deniz yolu taşımacılığının güvenli bir şekilde yapılabilmesi: Hâlihazırda


ve görünür gelecekte söz konusu güvenlik ABD’nin rakipsiz deniz gücü
tarafından sağlanmaktadır. Bu nedenle acaba Asya ülkeleri kendi güven-
liklerini kendileri sağlayabilecek mi ya da ABD ile ne tür bir ilişki kura-
caklar?

2) Malakka Boğazı’nın önümüzdeki yıllarda tanker trafiği açısından güvenli


olup olmayacağı

Görüldüğü gibi Hem enerji kaynağına ulaşmada ABD deniz gücü şemsiyesine
duyulan gereksinim hem de çevresel ve ekonomik kaygılarla tanker trafiğine duyu-
lan güvensizlik, önümüzdeki yıllarda başta Çin olmak üzere Asya ülkelerini Orta
Doğu dışındaki petrol ve doğal gaz kaynak ülkelerine yönlendirebilecektir.50 Bu
çerçevede söz konusu ülkeler, AB benzeri bir politikayı seçerek, ihtiyaç duydukları
petrol ve doğal gazı Orta Asya ülkeleri ile RF’den (Sibirya ve Sahalin Adası vb.)
boru hatları ile alma yoluna gidebileceklerdir.51

2.2. Dünya Petrol Rezervlerinde Tepe Noktası Ne Anlama Gelir?

1900’de dünyada yıllık 150 milyon varil petrol üretilirken, 2000’de bu ra-
kam 28 milyar varile ve 2006 yılında ise 31 milyar varile yükselmiştir. Ancak 2006
yılında 9 milyar varil civarında yeni petrol kaynağı bulunabilmiştir. Petrol üreten
ülkelerin pek çoğunda yıllık petrol üretim miktarları tepe noktasına ulaşmış du-
rumdadır. Gelecekteki üretim eğilimlerini öngörebilmek için rezerv/üretim ilişkisi
kullanılmaktadır. 1956’da M.King Hubbert, petrol üretiminin yapısını dikkate ala-
rak, yeni rezerv keşiflerinin tepe noktası ile üretimin tepe noktası arasında geçen

49 Kızılkaya ve Engin, a.g.e., s.202.


50 Kang Wu and Fereidun Fesharaki, “Managing Asia Pacific’s Energy Dependence on the Midd-
le East: Is There a Role for Central Asia?”, Analysis from the East-West Center, No 60, s.3.
51 Kızılkaya ve Engin, a.g.e., s.202.
22 Enerji Diplomasisi

zamanın öngörülebilir olduğu kuramını öne sürmüştür. Bu teoriye Hubbert Zirve


Teorisi, veya Petrolde Hubbert Zirvesi denilmektedir. Hubbert bu teori ile enerji
piyasalarında çığır açmış ve enerji araştırmalarına damgasını vurmuştur. Hubbert
Zirve Teorisi petrol yataklarında üretim miktarının istatistikte kullanılan çan eğrisi
formunu izlediğini söyler. Yani bir yatakta petrol keşfedildiği zaman üretim hızlı
bir şekilde artar, daha sonradan bir zirve yapar, ve en sonunda bu sahadan üretim
hızlı bir şekilde düşecektir. Zira petrol keşfedilen yatakta (rezervuar veya petrol
kapanı da diyebiliriz) sınırlı bir miktarda bulunmaktadır. Bu sınırlı rezerv hızla yer-
yüzüne pompalanmaya başlandıktan sonra zaman içinde ilgili yataktan çıkarılan
petrol miktarı hızla düşecektir.52 Bu kurama göre ABD’deki rezerv keşiflerinin he-
men hemen 1930 yılında tepe noktasına ulaştığı belirtilmiş olup, ülkedeki petrol
üretiminin 1970’te tepe noktasına ulaşacağı tahmin edilmiş ve öngörü tam olarak
gerçekleşmiştir.53 Ayrıca aynı kurama göre global kömür ve doğal gaz kaynakla-
rının geleceği konusunda oluşturulan projeksiyon da tam olarak gerçekleşmiştir.
Geçmişe dönük olarak yapılan kömürün Hubbert eğrisi analizine göre zirveye 1910
yılında ulaşılmıştır ve petrol savaşı bundan sadece 4 yıl sonra başlamıştır.54 Dünya
geneli için yapılan tahminler zirve noktasını genellikle 2005–2020 yılları arasına
koymaktadırlar. Bu projeksiyonlar zaman içerisinde bazı oynamalar göstermekle
beraber yaklaşık bir değer ortaya koymaktadır.55
Yapılan araştırmalar konvansiyonel petrol yataklarında yapılan keşiflerin dün-
yanın hızlı petrol tüketimini karşılayamadığını ileri sürmektedir. Özellikle Çin ve
Hindistan gibi kalabalık nüfusa sahip ülkelerin kişi başına petrol tüketimi,
gelişmiş ülkelerin çok altındadır. Bu ülkelerde kişi başına gelir miktarı yüksel-
dikçe, bu ülkelerin ihtiyaç duyacağı petrol ve diğer enerji kaynakları oldukça
fazla bir şekilde artacak, bu da dünyada kısıtlı enerji kaynaklarına ulaşmak
için rekabeti arttıracaktır. Petrol üretimi zirve yaptıktan sonra hızla düşmeye
başlayacağı için sistemin enerji darboğazına girmemesi için gerekli tedbirler
çok daha önce alınmalıdır. Bazı uzmanlar enerji darboğazı yaşanmaması için zir-
ve noktasına ulaşılmadan en az 20 yıl önce gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini
söylemektedirler. İşte bu nedenle zirve noktasının yaklaşık hangi yıllarda oluşaca-
ğını önceden tahmin etmek önemlidir.

52 Hubbert Zirvesi-Olduvai Teorisi, http://finansalpusula.com/makale.aspx?id=511 (Erişim


24.04.2015).
53 Lester R. Brown, Plan B 3.0: Mobilizing to Save Civilization, Earth Polıcy Instıtute, W.W.

Norton & Company, New York and London, 2008, s.29.


54 Cenk Sevim, “Petrol Rezervlerinin Zirve Noktasının Enerji Güvenliği Açısından Büyük Enerji

Pazarları (ABD, AB, Çin Ve Hindistan) Üzerindeki Etkileri”, Güvenlik Stratejileri Dergisi,
Yıl 6, Sayı 11, s.56-57.
55 Hubbert Zirvesi-Olduvai Teorisi, a.g.m.
Mesut Şöhret 23

BP’nin 2014’te yayımladığı Dünya enerji raporuna göre 2013 sonunda dünya-
daki ispatlanmış petrol rezervlerinin miktarı 1687,9 milyar varil düzeyine ulaşmış-
tır. Aynı raporu göre mevcut kullanım miktarı bu şekilde devam ettiği taktirde söz
konusu petrolün ömrü yaklaşık 53.3 yıl olarak öngörülmektedir. Aynı rapora göre
1993 – 2013 yılları arasındaki dünyadaki ispatlanmış petrol rezervlerinin bölgelere
göre dağılımı da yer almaktadır. Söz konusu bu dağılıma göre petrol rezervlerinin
Ortadoğu, Avrupa ve Avrasya, Afrika ve Asya Pasifik bölgesinde göreceli olarak
azaldığı görülürken genel itibariyle Amerika kıtasında arttığı görülmektedir. Bu
grafiğe göre yaklaşık 20 yıl içinde Ortadoğu’daki ispatlanmış petrol rezervleri %
63,6’dan % 47,9 seviyelerine gerilemiştir. Aynı dönemde Orta ve Güney Amerika
bölgesinde ise rezervler %7,7’den % 19,5’ çıkmıştır.

Grafik 3:
2013 Yılı İtibariyle Dünyadaki İspatlanmış Petrol Rezervi Oranı56

56 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.7.


24 Enerji Diplomasisi

Grafik 4:
1993 – 2013 Yılları Arası Dünyadaki İspatlanmış Petrol Rezervlerinin
Bölgelere Göre Dağılımındaki Değişim57

Petrol rezervlerinin tükenmeye başladığını gösteren bir diğer veri de, yeni
keşfedilen yatakların ve toplam rezerve olan petrol katkılarının sürekli azalmasıdır.
Yaklaşık 40 yıl önce, her yıl bulunan petrol yataklarının toplam rezerve olan ortala-
ma katkısı 55 milyar varil/yıl olurken, bu değerler 2004–2005 yıllarında 12 milyar
varile düşmüştür. Ayrıca teknik verilerde global petrol rezervlerinin tükendiğini
göstermektedir. Petrol üreten ülkelerdeki petrol yataklarının yıllık üretim kapasi-
teleri, kuyular tam kapasite ile çalıştığında dahi, düşmeye başlamıştır. Bir petrol
kuyusundaki mevcut basınç miktarı, o kuyudan üretilecek petrol miktarını etkile-
mektedir. Buna göre bir petrol yatağında sondaj kuyu sayısı arttıkça üretim miktarı
önce artmaktadır fakat belli bir süre sonra üretim miktarı düşmeye başlamaktadır
ve bu eğilime göre her bir petrol yatağına ait çan eğrileri oluşturulabilmektedir.
Günümüzde petrol üreten pek çok ülkenin sahip olduğu petrol rezervlerine ait çan
eğrilerinde düşüş başlamıştır.58 Bir başka deyişle söz konusu ülkelerin petrol üre-
timleri önümüzdeki yıllarda azalma eğilimine girerek başka yeni rezervler keşfedil-
mediği sürece tükenme eğilimine girecektir. Elbette bu durumun gerek petrol ihraç
eden gerekse petrol ithal eden ülkeler açısından Ekonomi Politik birçok sonucu
olacaktır.

57 A.y.
58 Sevim, “Petrol Rezervlerinin…”, s. 57.
Mesut Şöhret 25

Tablo 2:
Petrol Üreten Ülkelerin Rezervlerinin Tepe Noktasına
Ulaştığı/Ulaşacağı Yıllar59

Ülke Yıl Ülke Yıl

Japonya 1932 Suriye 1996


Almanya 1966 Yeni Zelanda 1997
Libya 1970 Hindistan 1997
ABD 1970 İngiltere 1999
Venezüella 1970 Norveç 2000
İran 1974 Umman 2000
Nijerya 1979 Meksika 2003
Tobago 1981 Avustralya 2004
Mısır 1987 Kuveyt 2013
Rusya Federasyonu 1987 Suudi Arabistan 2014
Fransa 1988 Irak 2018
Endonezya 1991

Bunun yanında petrol kaynaklarının %95’nin de keşfedilmiş olduğu ve petrol


tüketim değerinin hızla attığı ve mevcut arzın bunu karşılamakta zorlandığı dikkate
alındığında petrol çağının sonunun oldukça yakın olduğu öngörüsünde rahatlıkla
bulunulabilinir. Sonuç olarak petrol rezervleri tükenmektedir. 1900’lerin başından
günümüze kadar ulusal/uluslararası politikalar ve fiyatlar petrol üretim eğilimlerini
etkiledi ancak artık azalan rezervlerle birlikte üretim eğilimlerinin sadece ve sade-
ce jeolojinin belirleyeceği bir döneme girmiş bulunmaktayız.60 Bu nedenle Petrol
üretiminde zirveye ulaşılmış olması ucuz petrol zamanın sonuna gelindiğinin ve bu
durumun dünya ekonomileri üzerindeki baskıyı artıracağı anlamına gelmektedir.
Aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi petrol fiyatları belirli dönemleri dışarıda tutarsak
son yıllarda özellikle 1990’dan sonra genel bir artış eğiliminde olduğu görülmek-
tedir. Şüphesiz bu durum petrole bağlı tüm sektörlerde fiyatların artması anlamına
gelmektedir.
Söz konusu zirve etkisinin petrol fiyatları üzerinde OPEC tarafından yapılan

59 Doğan Aydal, Petrolsüz Dünya, Truva Yayınları, İstanbul, 2008, s.39.


60 Cenk Sevim, “Geçmişten Günümüze Enerji Güvenliği ve Paradigma Değişimleri”, Stratejik
Araştırmalar Dergisi, Sayı 13, 2009, s.99.
26 Enerji Diplomasisi

fiyat dalgalanmalarından daha baskın şekilde özellikle gelişmiş ülkeleri etkileye-


ceği kuşkusuzdur. Petrol üretiminde dünya genelinde zirve noktaların aşılmasının
ardından enerjinin arz güvenliği konusunun öneminin daha da artacağı söylenebilir.
Orta Doğu ülkelerinin, dünyanın geri kalan üretim alanlarına göre çok daha büyük
bir kapasite ve maliyet avantajına sahip oldukları değerlendirildiğinde, önümüzdeki
20-25 yıllık bir dönemden sonra, dünya petrol üretiminde Orta Doğu’nun tekrar
ağırlık kazanabileceği görülmektedir. Bundan sonraki süreçte artık büyük ülkeler
enerjinin arz güvenliği üzerinde değil, enerji kaynaklarının paylaşımı alanında yo-
ğunlaşacaklarını görmek mümkündür.

Grafik 5:
1861 – 2013 Yılları Arasındaki Ham Petrol Fiyatının Değişimi61

Diğer taraftan önemli fosil yakıtlardan biri olan doğalgaz konusunda da ben-
zer bir durum söz konusudur. Her ne kadar yapılan tahminlere göre doğalgazın
ömrü petrole göre daha uzun olarak hesaplansa da rezervlerin azaldığı görülmek-
tedir. Aşağıda yer alan grafikte görüldüğü gibi dünyadaki ispatlanmış doğalgaz
rezervlerinin miktarı 2013 sonu itibariyle 185,7 trilyon (tcm) cubic metres ve yak-

61 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.15.


Mesut Şöhret 27

laşık 55,1 yıl bir tükenme süresi bulunmaktadır. Ayrıca tarihsel süreçte doğalgaz
miktarının dramatik bir şekilde Ortadoğu bölgesinde azaldığı görülmektedir. Buna
karşılık günümüzde ispatlanmış petrol rezervlerinin en çok 33,8 trilyon tcm İran
ile 31,3 tcm ile Rusya Federasyonunda olduğu görülmektedir. Şüphesiz bu durum
bu ülkeler açısında olumlu bir gelişme olsa da her iki ülkenin uluslar arası toplum
ile yaşadığı sorunlar nedeniyle doğalgazın önümüzdeki dönemde ekonomi politik
bir araç olarak bir dış politika aracı olarak kullanılma potansiyeli olduğunu göster-
mektedir.

Grafik 6: 2013 Yılı İtibariyle Dünyadaki İspatlanmış Doğalgaz


Rezervlerinin Oranı ve Tarihsel Değişimi62

62 A.e., s. 21.
28 Enerji Diplomasisi

Grafik 7:
1993 – 2013 Yılları Arası Dünyadaki İspatlanmış Petrol
Rezervlerinin Bölgelere Göre Dağılımındaki Değişim63

2.3. Enerji Kaynaklarının Dünyadaki Çatışmalara Etkisi


Sanayi devriminden bu yana dünyada enerji kaynaklarına sahip olabilmek için
kıyasıya bir yarış başlamış ve bu yarış birçok savaşa da neden olmuştur. Esas itiba-
riyle uluslar arası sistemde dünya liderliği ile enerji kaynakları arasında doğrudan
bir ilişki mevcuttur. Bunun nedeni Ekonomik ve sosyal kalkınma için temel girdi-
lerden olan enerjinin tüketimi, artan nüfus, şehirleşme, sanayileşme ve teknoloji-
nin yaygınlaşmasına paralel olarak sürekli artış göstermektedir. Bir başka deyişle
enerji ekonomik ve siyasi kalkınmanın temelini oluşturmasıdır. Yani bir devletin
uluslar arası sistem içinde diğer devletlere göre gücünü arttırması ve zenginleşmesi
enerji kaynaklarını verimli olarak kullanmasına bağlıdır. Ancak dünyamızda enerji
üretmek için gerekli olan fosil yakıtların azalması buna karşılık dünya nüfusunun
da dramatik bir şekilde artması nedeniyle enerjiye ulaşım gittikçe zorlaşmaktadır.
Örneğin 1900 yılında dünya nüfusu 1,6 milyar, birincil enerji tüketimi 1.000 mil-
yon ton petrol eşdeğeri (Mtoe) iken, 2010 yılında dünya nüfusu 7 milyarı aşmış ve
birincil enerji tüketimi de 12 milyar ton petrol eşdeğerine ulaşmıştır.64 Bu artışın en
önemli nedeni kuşkusuz dünyadaki sanayileşme nüfus oranındaki artıştır.

63 A.y.
64 Türkiye’nin ve Dünya’nın Enerji Profili, http://www.yildiz.edu.tr/~okincay/dersnotu/Ener-
jiProfili.pdf (25.04.2015).
Mesut Şöhret 29

İngiltere kömür çağı denilen 19. yüzyılın süper gücü iken, 1945 yılından sonra
bu liderlik petrole hâkim olan ABD’ye geçmiş, ancak geçişin gerçekleştiği 1914-
1945 yılları arasındaki dönem savaşları dünyaya çok pahalıya mal olmuştur. En kri-
tik dönem olarak kömürün tepe noktasına ulaştığı 1913 yılında yaşanan gelişmeler
oldukça önemlidir.65 Zira son yüzyıl içinde yaşanan çatışmaya varan bazı önemli
krizler, Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, Kore Krizi, Küba Krizi, Viet-
nam Savaşı, Arap-İsrail Savaşları, Süveyş Krizi, Birinci Körfez Operasyonu, İkinci
Körfez Operasyonudur. Söz konusu krizlerin bazılarının oluşumunda başrolde ve
bazılarının oluşumunda da yan rollerde mutlaka enerji jeopolitiği ve enerji güven-
liği kavramları yer almıştır.66 Bu olayların dışında elbette farklı sebeplerle ulusal
veya uluslararası krizler meydana gelmektedir. Ancak söz konusu bu çatışmaların
öncelikle enerji paylaşımı sorunuyla ilgili olduğunu yani ekonomi politik yönleri-
nin olduğunu söylemek mümkündür.

2.3.1. Enerji Kaynakları Açısından 1. Dünya Savaşı


Sanayi Devrimi ve Sömürgecilik sonucunda ekonomik pozisyonlarını güçlen-
diren İngiltere ve Fransa, karşı taraftaki Almanya ve İtalya gibi ülkelerden eko-
nomik olarak çok ilerideydi. Almanya ve İtalya, siyasi birliklerini oluşturduktan
sonra 1914’e kadar olan süreçte aradaki farkı kapatmaya çalışmışlardır. İngiltere ve
Fransa’nın ekonomik hakimiyet alanlarını koruma, Almanya’nın ise bu alanları ele
geçirme niyeti savaşın başlıca ekonomik nedenlerindendir. Bu nedenler; sömürge-
ler, deniz yollarının hâkimiyeti, uluslararası ticaret imtiyazları gibi ana başlıklarda
değerlendirilebilir. Öte yandan 19. yüzyıl sonlarından itibaren kullanılmaya başla-
yan ve neredeyse 20. yy’a damgasını vuran petrol yataklarının mülkiyeti de savaşın
temel ekonomik nedenlerindendir. Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altındaki
Orta Doğu petrol varlığı, 19. yy sonlarında özellikle İngilizler tarafından, çeşitli
gizli/açık yöntemlerle tespit edilmiştir. İngiltere, petrol siyasetini, 1900’lerde tüm
stratejilerinin birinci sırasına koymuştur.
Ancak petrolün öncesinde İngiliz ekonomisinin gelişmesini sağlayan asıl fosil
yakıt kömür olmuştur. İlk birincil enerji kaynağı olarak kabul edilen kömür önce,
Büyük Britanya daha sonra Fransa, Almanya ve ABD’de yoğun olarak üretilmeye
başlanmış ve 18 ve 19. yüzyılın temel enerji konumuna gelmiştir.67 Dünyanın en

65 Volkan Ş. Ediger, “Yeni Yüzyılın Enerji Güvenliğinde Karşılıklı Bağımlılık Bir Zaruret”, Do-
ğal Gaz Dergisi, Sayı 131, 2007, s.32.
66 Cenk Sevim, “Küresel Enerji Jeopolitiği ve Enerji Güvenliği”, Yaşar Üniversitesi Dergisi,

Cilt 26, Sayı 7, 2012, s.4378.


67 Daniel Yergin, Petrol-Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü, Çev. Kamuran Tuncay, An-

kara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1995, s.625.


30 Enerji Diplomasisi

fazla kömür üreten ülkesi olan İngiltere’de, 1800 yılının başında 10 milyon ton olan
maden kömürü üretimi 1850’lerde 5 misline, 50 milyon tona çıkmış ve 1900’da,
225 milyon tona ulaşmıştır. Dünyada ise 20. yüzyıl başında büyük kömür üretici-
lerinin gerçekleştirdiği gelişmelerle ve yeni üreticilerin ortaya çıkmasıyla maden
kömürü üretimi 1 milyar tonu aşmıştır. Kömürün sanayide kullanımının artmasıyla
1900-1914 yıllarında kömür üretimi ani bir yükseliş ile iki kat artmış ve 750 milyon
tondan 1500 milyon tona ulaşmıştır. Ortaya çıkan bu üretim artışı, 1870’li yıllardan
itibaren başta İngiltere’de olmak üzere Avrupa’da görülen sanayileşmenin ihtiyaç
duyduğu enerjiyi karşılamak için gerçekleşmiş olduğu söylenebilir.68 Söz konusu
yüksek miktardaki kömürün paylaşım sorunu dünyaya 1914–1918 yılları arasında
büyük bir felaket yaşatmıştır.

Tablo 3:
1905 Yılı Dünya Kömür Üretimi69

Ülke Kömür Üretimi (Ton)


İngiltere 236.128.936
Almanya (kömür) 121.298.167
Almanya (linyit) 52.498.507
Fransa 35.869.497
Belçika 21.775.280
Avusturya (linyit-kömür) 35.277.339
Macaristan (kömür) 1.031.501
Macaristan (linyit) 5.447.283
İspanya 3.202.911
Rusya 19.318.000

Tablodan görüldüğü gibi Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Almanya’nın tek


başına kömür üretimi 121.298.167 ton iken Fransa sadece 35.869.497 ton üretebil-
mektedir. Bunun en önemli sebebi en zengin kömür yataklarına sahip Alsace-Loren
bölgesinin 1871 Sedan Savaşı’ndan sonra Almanya’nın eline geçmesidir. Bu üretim
farkı Fransa’nın yeniden bu bölgeyi Almanya’dan geri almak için her türlü müca-

68 Christopher Falvin, Nicholas Lenssen, Enerjide Arayışlar-Yaklaşan Enerji Devriminin El


Kitabı, İstanbul, TEMA Vakfı Yayınları, 1994, s.42.
69 Kemal Olçar, “Uluslararası Çatışmaların Enerji Politik Analizi” Güvenlik Stratejileri Dergi-

si, Yıl 6, Sayı 11, s. 100, ss. 93-127.


Mesut Şöhret 31

deleyi yapmak ihtiyacını hissettirmiştir. Çünkü kömür o yıllarda sanayileşme için


en fazla kullanılan birincil enerji maddesidir. Ayrıca Almanya, İngiltere’nin başta
kömür ve kısmen petrol olmak üzere hammadde kaynaklarını ele geçirip kendi he-
gemonyasını kurmak istemesi savaşın diğer temel sebeplerindendir.70
Bu dönemde enerji politikası, enerjinin başlıca kaynağı olan maden kömü-
rü yataklarına sahip olan Büyük Britanya, Fransa, Almanya ve ABD üzerine ku-
rulmuştur. Fransa ve Almanya arasındaki başta zengin kömür yatakları ile Rusya
ve Ortadoğu’daki yeni petrol bölgeleri enerji politikaları açısından, Birinci Dünya
Savaşı’nın enerji-politik nedenini oluşturduğu değerlendirilmektedir. Bu noktada
Berlin-Bağdat-Basra Demiryolu 1. Dünya Savaşı’nın oluşumuna etki eden bir baş-
ka faktör olarak değerlendirilebilir. Zira Almanlar tarafından inşa edilen bu hattın
amacı burada çıkarılan petrolün batıya naklini gerçekleştirmektir. Dolayısıyla de-
miryolunun ilk büyük enerji nakil hattı olduğu söylenebilir. Ayrıca Bağdat Demir-
yolunun 20 km. sağında ve solunda her türlü maden arama yetkisi de Almanlara,
anlaşma gereği verilmiştir. Bu nedenle İngiltere bu projeyi kendisi için büyük bir
tehdit olarak kabul etmiştir.71 Ayrıca o dönemde Sevr Antlaşması ile İngiltere Kaf-
kaslara giden yolu sözde Kürdistan ve Ermenistan projeleri ile açmak ve Hazar pet-
rollerine de ulaşmak istiyordu.72 Bu sebepleri dikkate alarak 1914 yılında yaşanan
Birinci Dünya Savaşı’nın gerçek sebebinin enerji bölgelerinin ve nakil hatlarının
paylaşımına dayandığını ifade etmek mümkündür.

2.3.2. Enerji Kaynakları Açısından 2. Dünya Savaşı


İkinci Dünya Savaşı’nı hazırlayan sebeplerin altında başta petrol olmak üzere
enerji kaynaklarına sahip olma fikri yatmaktadır. Zira Almanya’nın daha savaş baş-
lar başlamaz Birinci Dünya Savaşı’nda kaybettiği Alsace-Lorane’ni ele geçirdiği
ve savaşın gerektirdiği enerji ihtiyacını garantiye aldığı görülmektedir. Almanya
ardından, yine savaşı sürdürebilmek için gereken yakıtı Bakü’yü ele geçirerek sağ-
lamayı planlamış, ancak başarılı olamayınca doğu muharebelerini, müteakiben tüm
savaşı kaybetmiştir. Yani enerji kaynakları birçok devletin kaderinde en etkili aktör
konumuna dönüşmüştür.73 Çünkü özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, dünya
petrol üretimi olağanüstü yükselerek, 1945’de yıllık 3.000 milyon varile ulaşmıştır.
Bu yükseliş, eski üreticilere ilaveten yeni yatakların işletmeye açılması ile mümkün
olmuştur. Petrol üretiminin bu gelişimine, doğal gaz ve nükleer enerji üretiminin

70 Olçar, a.g.e., s.100.


71 Hikmet Uluğbay, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, Ankara, Turkish Daily News
Yayınları, 1995, s.112.
72 Mehmet Kocaoğlu, Petro-Strateji, İstanbul, Harp Akademileri Basım Evi, 1996, s.91.

73 Yergin, a.g.e, s.383.


32 Enerji Diplomasisi

ilk ürünleri de eklenmiş ve böylelikle enerji kaynakları çeşitlenmiştir. Ancak petrol


daha stratejik bir unsur haline gelmiştir.74 Buna ek olarak Aşağıda ki grafikte de
görüldüğü gibi 2. Dünya Savaşından sonra teknoloji ve ulaşım vasıtalarında çeşitli-
lik arttıkça kişi başına düşen petrol üretimi de artış göstermektedir. Özellikle İkinci
Dünya Savaşı’nın sonunda petrol bölgelerinin büyük devletler tarafından paylaşıl-
ması ile üretim dramatik bir şekilde artmış ve bu artış önce 1973’de ardından 1979
yılında tepe noktasına (peak oil) ulaşmıştır. Bu yıllar arasında üretim artış oranı
sıfıra yakın meydana gelmiştir.

Grafik 8:
1920–2000 yılları arasında kişi başına düşen petrol Üretimi75

Bu verilerden hareketle İkinci Dünya Savaşı’nın da petrol paylaşım savaşı


olarak nitelemek mümkündür. Kömür çıkarımı sorunları ile petrol kullanımının ve
taşınmasının kömüre göre kolaylığı, petrolü ön plana çıkarmaya başlamış ve bu
durum, petrol kaynaklarına sahip olmayan ülkeleri endişelendirerek petrol bölge-
lerine sahip olma eğilimini arttırmıştır. Dolayısıyla petrol bölgelerinde hegemonya
kurmak ana hedefi, İkinci Dünya Savaşı’nın enerji-politik yönünü oluşturmuştur.76

74 Kocaoğlu, a.g.e, s.124.


75 Richard C. Duncan, “The Peak Of World Oil Production and The Road To The Olduvai Gor-
ge”, Pardee Keynote Symposia, Geological Society of America Summit 2000, Reno, Neva-
da, November 13, 2000, http://dieoff.org/page224.htm (Erişim 26.04.2015).
76 Olçar, a.g.e., s.106.
Mesut Şöhret 33

2.3.3. Dünyada Meydana Gelen Diğer Önemli Çatışmalarda Enerji


Kaynaklarının Rolü
İkinci Dünya Savaşından sonra dünyada şimdiye kadar küresel çapta büyük
çatışmalar görülmese de yerel ve bölgesel düzeyde birçok çatışma yaşanmış ve ya-
şanmaya devam etmektedir. Bunların birçoğu kendi içinde etnik çatışmalara dayalı
olmakla birlikte bir kısmı da tüm dünyayı etkileyen türde olmuştur. Ayrıca bu çatış-
maların bir kısmı da genellikle enerji paylaşımı ve arz güvenliğine dayalı olan ça-
tışmalar olduğunu söylemek mümkündür. Bu türde çatışmalara örnek olarak şunlar
verilebilir.
Süveyş Krizi: Mısır Başkanı Cemal Abdül Nasır’ın 26 Temmuz 1956 yılında,
Süveyş Kanalı’nı kamulaştırma istediğinden, İngiltere ve ABD’nin Aswan Bara-
jı’nın kurulmasını reddetmesinden ve Mısır’ın Nasır yönetiminde Sovyetler Bir-
liği’ne ve Çin’e dönmesinden dolayı gerçekleşmiştir. 75 yıl İngiltere kontrolünde
kaldıktan sonra Mısır’a geçen Süveyş ile birlikte başta İngiltere olmak üzere Batı,
en önemli petrol yolunu kaybetmiştir. Bu kriz İngiltere’nin enerji temin maliyetleri-
nin artması ve dış borçlarının ödenemez hale gelmesi ile sonuçlanmıştır.77 Krizden
sonra Batı Avrupalı devletler dünya egemenliklerini kesin olarak ABD’ye kaptırmış
ve ABD’nin desteği olmadan enerji bölgelerinde hareket edemeyeceklerini anla-
mışlardır.78 Yarım yüzyıl öncesinde dünyaya mutlak egemen olan Birleşik Krallık
ve Fransa’nın artık ABD’nin askeri desteği olmadan hareket edemeyeceği ortaya
çıkmıştı. Bu, dünya hakimiyetinin Avrupa’dan ABD ve Sovyetler’e geçtiğinin ilanı
olmuştur. Ayrıca Süveyş Krizi, Birleşik Krallık’ın Falkland Adaları Savaşı’na kadar
ABD’nin desteği olmadan yaptığı son harekattır. Bu süre içinde Birleşik Krallık,
askeri harekatlarında hep ABD’nin desteğini aramıştır.79
Arap-İsrail Savaşları: İlki 1948 yılında yaşanan Arap-İsrail Savaşı, müte-
akip yıllarda 1967’de 6 Gün Savaşı, 1973’de Yom Kippur Savaşı, 2006 yılında
Lübnan-İsrail Savaşı ve en son 2008 ve 2014’te Gazze Çatışmaları şeklinde tek-
rarlanmıştır. Bu savaşların ortak özellikleri, ABD’nin İsrail’e tam destek vermesi
ve Arap Devletleri’nin milli serveti olan petrolün büyük güçler tarafından kontrol
edilmesinin engellenme çabalarıdır.80 Bu savaşların en belirgin sonuçları, İsrail’in
sürekli Arap topraklarını kendi ülkesine katmak şeklinde görülmüştür. Yine 1967
yılında yaşanan 6 Gün Savaşı sonucu İsrail topraklarını dört katına çıkarmıştır.
1973 tarihindeki Arap-İsrail Savaşı ise petrolün silah olarak kullanıldığı savaş ola-

77 Yergin, a.g.e, s.559.


78 Kocaoğlu, a.g.e, s.44.
79 Suez Crisis, http://en.wikipedia.org/wiki/Suez_Crisis (Erişim 26.04.2015).

80 Kocaoğlu, a.g.e, s.54.


34 Enerji Diplomasisi

rak tarihe geçmiştir. OPEC üyesi ülkelerin ambargosu neticesinde petrol fiyatları
yaklaşık %400 civarı artmış ve bunun karşılığında İsrail BM’in arabuluculuğunu
kabul ederek geri adım atmak zorunda kalmıştır.81
İran-Irak Savaşı: Görünürde sınır anlaşmazlığı, yani Şatt-ül-Arab’ın payla-
şımı gibi sebeplerden kaynaklandığı ifade edilse de, enerji kaynağı bölgesi ülkele-
rin birbirleri ile savaşması ve petrole yön vermede hegemonya mücadelesi olarak
tanımlanabilir.82 İslam Devriminden sonra ortaya çıkan karışıklık esnasında Irak
1980 yılında İran’a saldırmıştır. Çıkan savaş petrol üretimini %10 düşürerek günlük
bir milyon varile geriletmiş ve fiyatlar 14 $’dan 35 $’a yükselmiştir. Her iki ülke
de petrole dayalı bir kalkınma modeli benimsemiş ve fiyat dalgalanmalarından ol-
dukça etkilenmişlerdir. Irak, petrol ihracını genel olarak boru hatları ile yaparken,
İran daha ziyade Basra Körfezi’nden tankerler vasıtası ile yapmaktaydı. Dolayısıyla
savaşın Irak açısından en stratejik hedefleri İran’ın petrol tankerleri iken, İran da
Irak’ın nakil tesislerini hedef almıştır. Savaş sonunda Savaşın sonucunda İran-Irak
sınırı değişmemiştir. İki ülkenin birbirlerinin petrol tesislerine saldırılar düzenleme-
si sonucu petrol üretimi düştü, petrol fiyatları arttı. Savaş boyunca Irak, kendisini
destekleyen devletlerden borç alarak silah satın almıştı. Bu borçları ödemekte zor-
lanması, 1990 yılında Kuveyt’e saldırarak oradaki petrol kuyularını ele geçirmeye
çalışmasına yol açtı. Bu tavrı da Irak’ı uluslararası ilişkilerde yalnızlığa sürükledi
ve desteksiz bırakmıştır.83
1. Körfez Savaşı: 1988’de İran-Irak Savaşı’nı bitiren ateşkes imzalandığında
Irak borç batağında, halkı da sosyal patlamanın eşiğindeydi. Irak’ın borçlarının bü-
yük kısmı Suudi Arabistan ve Kuveyt’eydi. Irak iki ülkeden de borçlarının silinme-
sini istedi, ancak iki ülke de bunu reddetmiştir. Irak ayrıca Kuveyt’i OPEC’in petrol
üretimi için belirlediği kotayı aşmakla suçluyordu. Kendisi de bir petrol üreticisi
olan Irak üyesi olduğu OPEC’in 18$’lık fiyat politikasına uyulmasını istiyordu.84

81 Olçar, a.g.e.,s.113.
82 Kocaoğlu, a.g.e, s.75.
83 Iran–Iraq War, http://en.wikipedia.org/wiki/Iran-Iraq_War (Erişim 27.04.2015)

84 Buna rağmen Kuveyt ile Birleşik Arap Emirlikleri sürekli olarak petrol üretimlerini artırıyor-

du, Irak ise en azından İran-Irak Savaşı’ndan İran saldırıları ve bir ekonomik skandal nede-
niyle oluşan kayıplarının karşılanmasını istiyordu. Sonuç olarak petrol fiyatlarındaki gerileme
-varil fiyatı 10$’a kadar geriledi- Irak için, 1989 yılındaki ödemeler dengesi açığına denk gelen
7 milyar $ kayba neden oldu. Bu nedenle Irak hükümeti savaş nedeniyle hasar gören altyapısı-
nı onarmasının ötesinde, temel harcamalarını bile yapamaz bir haldeydi. Irak’la birlikte Ürdün
bu petrol üretim politikasına karşı mücadele etmelerine rağmen çok az başarılı olabildiler. Irak
hükümeti mevcut durumu bir tür ekonomik savaş olarak tanımladı, Kuveyt’i yönlü sondaj yön-
temiyle Irak sınırı içindeki Rumeyla petrol sahasından yararlanmakla suçlamıştır. Bkz. Birinci
Körfez Savaşı, http://tr.wikipedia.org/wiki/Körfez_Savaşı (Erişim 27.04.2014).
Mesut Şöhret 35

Temmuz 1990’ın başlarında Irak, şikayetçi olduğu Kuveyt’in kota politikası ne-
deniyle bu ülkeyi askeri harekatla açık biçimde tehdit etti. 23 Temmuz’da CIA’in
Irak’ın Kuveyt sınırına 30.000 asker kaydırdığını raporlaması üzerine Basra Körfe-
zi’ndeki ABD filosu alarm durumuna geçti. 15 Temmuz 1990’da Saddam hükümeti
isteklerini açık biçimde Arap Ligi’nden istedi; “Bazı Arap hükümdarlarının poli-
tikaları Amerikan yanlısı...Onlar Arap çıkarlarının ve güvenliğinin zayıflatılması
için Amerika tarafından teşvik ediliyorlar”85 sözleriyle birlikte Kuveyt ve BAE’den
tazminat telebinde bulunup aksi takdirde askeri güç kullanma tehdidini savurdu.
31 Temmuz 1990’da Irak ile Kuveyt heyetleri aralarındaki petrol anlaşmazlığı ne-
deniyle Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde bir araya geldi. Cidde görüşmelerinin
sonunda Irak, Rumeyla nedeniyle uğradığı kaybın telafisi için Kuveyt’ten 10 milyar
$’lık tazminat talebine karşılık Kuveyt 9 milyar $ önerdi. Irak’ın buna cevabı ise
Kuveyt’i işgal etmek oldu. 2 Ağustos 1990’da Irak Kuveyt’in başkenti Kuveyt şeh-
rini bombalayarak işgali başlattı.

2.4. Enerji Kaynaklarının ve Enerji Ticaret Yollarının Günümüz


Çatışmalarına Etkisi
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan bölgesel çatışma alanlarının çoğun-
lukla günümüz dünyasında en fazla fosil yakıtlarının ticaretinin gerçekleştirildiği
bölge olan Ortadoğu bölgesinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu bölgelere sadece,
nakil hatlarını kontrol eden stratejik yerlerin eklendiği söylenebilir. Daha önceki
kısımlarda yer alan Harita 1 görüldüğü gibi petrol günümüzde petrol ve doğalgaz
ticaretinin büyük bir kısmı bu gölgeden dünyaya yapılmaktadır. Buna karşılık aşa-
ğıda yer alan ve dünyadaki mevcut çatışma alanlarını gösteren Harita 4 ile Harita
1 karşılaştırıldığında bu iki güzergahın neredeyse birebir örtüştüğü görülmektedir.
Buna göre dünyadaki enerji kaynaklarının bulunduğu ve ticaretinin yapıldığı yer-
ler ile dünyadaki mevcut çatışma alanları arasında büyük paralellikler bulunduğu
açıkça görülmektedir. Bir başka deyişle dünyada yaşanan çatışmalarla enerji tica-
reti yapılan güzergâhları neredeyse birbiriyle örtüşmektedir. Bu nedenle mevcut
çatışmaların sebeplerinin başında enerji paylaşımı veya enerji kaynaklarından daha
fazla pay elde etmek olduğunu söylemek mümkündür.

85 Youssef M. Ibrahim, “Iraq Threatens Emirates And Kuwait on Oil Glut”, 18 Temmuz 1990,
http://www.nytimes.com/1990/07/18/business/iraq-threatens-emirates-and-kuwait-on-o-
il-glut.html? (Erişim 27.04.2015).
36 Enerji Diplomasisi

Harita 1: Petrol ve Doğalgaz Önemli Ticaret Hareketleri86

Harita 3: Doğalgazın Dünyadaki Önemli Ticari Akış Hareketleri87

86 BP Statistical Review of World Energy 2014, s. 19.


87 A.e., s. 29.
Mesut Şöhret 37

Harita 5: Dünyadaki Mevcut Çatışma Bölgeleri (Nisan 2015)88

Enerji güvenliği kavramı altında deniz güvenliği konusunun önemli bir yeri
vardır. Ayrıca tarih boyunca deniz yolları ve enerji kavramları gerek küresel dü-
zeyde ve gerekse bölgesel düzeydeki ekonomik faaliyetlerinde merkezinde yer
almıştır. Yeryüzünün %70’i denizlerle kaplıdır. Yaklaşık 2,2 milyar insan dünya
sahillerinin 100 km. içerisinde yaşamaktadır. Birleşmiş milletlere üye ülkelerin de
%81’nin denize kıyısı bulunmaktadır. Dünya okyanus ve denizleri üzerinde küresel
ticaretin yaklaşık %90’lık bölümü gerçekleşmektedir. Deniz yollarıyla taşınan stra-
tejik ürünlerden bir tanesi de petroldür. Küresel ölçekte doğal gazın yaklaşık %95’i
boru hatlarıyla taşınırken ham petrolün sadece %35’i boru hatlarıyla taşınmakta
kalan %65’lik bölümü taşınmasında deniz yolları kullanılmaktadır.89
Enerji güvenliği ve deniz güvenliği arasındaki ilişkide ham petrolün yükleme
ve boşaltma terminal limanları ile terminaller arasındaki deniz ulaştırma rotalarının
boğaz, geçit ve kanallar ile düğüm noktalarının emniyeti ve güvenliği kritik rol
oynamaktadır. Günümüz deniz trafiğinde stratejik olarak kabul edilen ve herhangi
bir nedenle kapanması halinde uluslararası enerji güvenliğine büyük zarar verecek
potansiyele sahip altı tane düğüm noktası bulunmaktadır. Bu düğüm noktaları, Hür-

88 Global Conflict Tracker 28 April 2015, Council of Foreign Relations, http://www.cfr.org/glo-


bal/global-conflict-tracker/p32137#!/ (Erişim 28.04.2015).
89 Sevim, “Küresel Enerji…”, s. 4387.
38 Enerji Diplomasisi

müz Boğazı, Malakka Boğazı, Süveyş Kanalı, Bab El Mendab Boğazı, İstanbul-Ça-
nakkale Boğazları ve Panama Kanalıdır.
Hürmüz Boğazı, İran Körfezini Umman Körfezi ve Arap Denizine bağlamak-
tadır. Hürmüz Boğazının ene dar noktaları arasındaki uzunluk 21 deniz milidir.
Hürmüz Boğazındaki günlük ortalama ham petrol hareketliliği 17 milyon varil ci-
varındadır. Günümüzde Hürmüz Boğazı’ndaki ham petrol hareketliliğinin dağılımı
Asya-Pasifik bölgesine 6,8 milyon varil, Japonya’ya 4 milyon varil, Avrupa’ya 3
milyon varil, ABD’ye 2,2 milyon varil ve Çin’e 1,5 milyon varil şeklindedir.90 Ayrı-
ca Uluslar arası Enerji Ajansı’nın verilerine göre dünyadaki bölgeler arasında enerji
tüketimi konusunda çeşitli farklılıkların olduğu görülmektedir. Aşağıdaki grafikte
özetlendiği gibi dünyadaki enerji üretimi ile tüketimi arasında bölgelere göre göre-
celi olarak orantısal bir zıtlık bulunmaktadır. Bu durum ister istemez enerji konu-
sunda ülkeler arasında çatışma olasılıklarını da beraberinde getirmektedir.
Gün geçtikçe artmakta olan global enerji ihtiyacının karşılanmasında, temel
kaynaklar arasında yerlerini koruyacak olan petrol ve doğalgazı temini konusunda
arz bölgeleri, tüketim bölgeleri, transit bölgeler daha büyük stratejik öneme sahip
olacaklardır. Bugün için petrol arzında en yüksek önem seviyesine sahip Basra Kör-
fezi’nin azalan global petrol rezervleri ile birlikte bundan 20 yıl sonra da jeopoli-
tik önemini koruyacağı kuskusuzdur. Hazar, Sibirya ve Alaska bölgelerindeki yeni
petrol sahalarının bulunmasına rağmen Ortadoğu bölgesi halen dünyadaki petrol
rezervlerinin 2/3’ne sahiptir bu nedenle Ortadoğu bölgesi gelecekte de petrol ko-
nusunda dışa bağımlı olan ülkelerin mücadele sahası olmaya devam edecektir ve
halihazırda global petrol arzının %50’sini karşılayan Körfez ülkeleri artan enerji
talebi ve global petrol rezervlerin azalmasıyla 2025 yılında global petrol arzının
%75’ni karsılar duruma gelecektir.91

90 Sevim, “Küresel Enerji…”, s.4388.


91 Sevim, “Petrol Rezervlerinin…”, s.68.
Mesut Şöhret 39

Grafik 5: Dünyada Üretilen ve Tüketilen Enerji’nin


Bölgelere Göre Dağılımı92

Diğer taraftan önümüzdeki dönemde enerji tüketiminin Atlantik havzasından


Asya Pasifik bölgesine doğru kayacağı görülmektedir. Bunun gerçekleşmesi duru-
munda dünyadaki enerji dağılımının ve enerji ticareti kanallarının değişeceği gö-
rülmektedir. Aşağıdaki haritada görüldüğü gibi 2035 yılında enerjide talep artışının
batı ülkelerinden Çin, Hindistan gibi yükselen ekonomilerine kayacağı beklenmek-
tedir. Bu durum hiç kuşkusuz enerji kaynaklı çatışmaları arttıracak niteliktedir.

92 Dünyada ve Türkiye’de Enerji Görünümü, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Raporu,


s.9 http://www.enerji.gov.tr/yayinlar_raporlar/Dunyada_ve_Turkiyede_Enerji_Gorunumu.pdf
(Erişim 27.04.2015).
40 Enerji Diplomasisi

Harita 5:
2035 Yılı Öncelikli Enerji Talebi Öngörüsü93

Sonuç
Fosil yakıtlar (kömür, petrol ve doğalgaz) ticari değer taşımaya başladığından
itibaren yaşanan ekonomik ve politik çatışmaların temel kaynağı haline gelmiştir.
Bugün gelişmiş ülke olarak gösterilen ülkelerin birçoğu bu kalkınmışlıklarını enerji
bölgelerine yaptıkları müdahalelere veya bu bölgelerden sorunsuz ve ucuza temin
ettikleri enerji kaynaklarına borçludurlar. Tarihsel süreç incelendiğinde büyük yı-
kımlara sebep olan çatışmaların büyük çoğunluğunun enerji kaynaklarına ulaşım ve
arz güvenliğinin sağlanması için yapıldığı görülmektedir.
Ancak bazı çatışmalarda nedenler öyle iyi gizlenmiştir ki enerji politik sebep-
lere ulaşmak oldukça zorlaşmıştır. Örneğin 1. ve 2. Dünya Savaşlarının asıl sebebi
(başta kömür ve petrol olmak üzere) enerji politiktir. Bunun dışında yaşanan yerel
çatışmalar, diplomatik baskılar, mikro milliyetçi ayrılıkçı hareketler ve bölücü terör
olayları ya enerjinin üretildiği yerlerde ya da enerji nakil hatlarının hemen yakının-
da bulunan yerlerde yaşanmış olması tesadüf sayılmamalıdır. Bu varsayım ülkelerin
enerji nakil hattı üzerinde bulunmasına veya enerji kaynağı olup olmadığına ve
kaynağa komşu bulunup bulunmadığına göre dış baskı ve müdahalelere maruz ka-
lıp kalmayacağı hakkında bazı ipuçları verebilmektedir.94

93 2013 Dünya Enerji Görünümü, http://www.elektrikport.com/teknik-kutuphane/2013-dunya-e-


nerji-gorunumu-%5Bozel-dosya%5D/11294#ad-image-0 (Erişim 27.04.2014).
94 Olçar, a.g.e, s.121.
Mesut Şöhret 41

Enerji güvenliğine politik açıdan baktığımızda, enerjide dışa bağımlı olan ül-
kelerin özellikle dış politika ve enerji politikalarının arasında bağlar bulunduğuna
görmek mümkündür. Bundan dolayı enerjide dışarıya bağımlı ülkelerin dış politika-
larında kimi zaman yeteri kadar aktif olamadıklarını görülmektedir. Özellikle bazı
enerji üreticilerinin enerjiyi bir dış politika aracı olarak kullanmaya başlamaları
kimi zaman bağımlı ülkelerin ulusal egemenliklerini tehdide kadar gitmektedir.
Enerji güvenliğine ekonomik açıdan baktığımızda ise, özellikle sanayisi ge-
lişmiş veya gelişmekte aynı zamanda da enerjideki dışa bağımlılık problemini
çözememiş ülkeler büyük sıkıntılarla karşılaşma ihtimallerine sahiplerdir. Bu tarz
ülkeler yaşanabilecek bölgesel veya küresel enerji krizlerinden ciddi şekilde yara-
lar alabilirler. Örneğin bir yandan dış enerjiye bağımlı sanayilerinde yaşanabile-
cek aksamalar direkt olarak ülke ekonomisine ve ülke içi enflasyona etki edebilir.
Bunun yanı sıra, bağımlı devletler uluslararası enerji piyasalarını domine edeme-
diklerinden yaşanabilecek olası fiyat hareketliliklerinden de ciddi anlamda zararlar
görebilirler. Bu tarz fiyat hareketlilikleri enerji ithalatının yüksek yüzdelere sahip
olduğu ülkelerde ithalat ihracat dengelerini bozarak uzun vade de etkisi kuvvetli dış
ticaret açıklıklarına sebep olabilir.
Bu nedenle Enerjinin ekonomi politik açıdan önemi dünyadaki fosil yakıtlar
bittikten sonra da artarak devam edeceğini söylemek mümkündür. Çünkü gelecekte
ülkelerin ekonomik sistemlerinin büyümesi ve muhafaza edilmesi yine enerji te-
dariki ile mümkün olacağından enerji dünya üzerinde ekonomik ve politik olarak
varlığının sürdürecektir. Günümüzde enerji kaynakları açısından yaşanan yoğun re-
kabet, enerji kaynaklarının yetersizliği ve tükenmekte olan fosil kaynaklara sağlıklı
alternatiflerin geliştirilememesi tüm ülkeleri derinden etkilemektedir. Çünkü Petrol
ve doğalgaz kaynaklarının kısıtlı kullanım sürelerinin olması ve söz konusu kay-
nakların dünya üzerindeki dengesiz dağılımı, küresel politikaların belirlenmesinde
enerji arz güvenliğinin başrolde olmasına neden olmaktadır.
1973 petrol krizi ve 2005–2006 doğal gaz krizi, enerji güvenliğini bir kavram
olarak hayatımıza yerleştirmeye başlamıştır. Ama bu, sadece enerji güvenliğinin
arz güvenliği boyutunu kapsayan ve korkulara cevap bulmaya çalışan bir başlan-
gıç olarak değerlendirmek mümkündür. Asıl sorun, yüksek talebin devam etmesi
durumunda arzın ne kadar yetip yetmeyeceği ve arzın üzerindeki fiyat baskısının,
küresel ekonomik büyümeyi ne kadar etkileyip etkilemeyeceğidir. Elbette hiçbir
devlet, diğer devletin ekonomik büyümesine katkı sağlamak için kendi büyümesin-
den fedakârlıkta bulunmayacaktır. Ama küresel ekonomik büyümenin yavaşlama-
sı ve durgunluğa girmesi, her devleti bir biçimde etkileyecektir. Bu yüzden enerji
güvenliği, herkesin sorumluluğu olan yeni bir anlayışı gerektirmektedir. Özellikle
enerji tüketimleri yüksek olan gelişmiş ülkelerde fosil kaynakların kısıtlı olması,
42 Enerji Diplomasisi

buna karşılık az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerdeki kaynak yoğunluğu ener-


ji alanında geçmişte olduğu gibi günümüzde ve gelecekte de yeni mücadelelere
neden olabilecek potansiyele sahiptir.
Bu noktada enerji jeopolitiğinin, enerji politikaları ve enerji güvenliği kav-
ramları üzerinde bu kadar çok etkin olmasının en önemli nedeni günümüzdeki ener-
ji paradigmasının merkezinde fosil enerji kaynaklarının bulunmasıdır. Fosil enerji
kaynaklarından özellikle petrol ve doğal gazın üretim ve tüketim blokları arasında
asimetrik dağılım göstermesi de bir diğer önemli faktördür. Özellikle petrol ve do-
ğalgaz gibi fosil yakıtlara olan talebin giderek artması sonucu yeni jeopolitik geliş-
meler ve uluslararası düzeyde yeni grupların oluşması söz konusu olabilir. Bir başka
deyişle enerji güvenliği gelecek dönemde ekonomik ve politik açıdan dünyada yeni
ittifakları veya yeni çatışmaları gündeme getirebilir. Bu nedenle enerji güvenliği
konusu günümüzde olduğu gibi ekonomi politik unsurları içeren bir kavram olarak
geçmişte olduğu gibi gelecekte de önemli olmaya devam edeceği görülmektedir.

Kaynakça
2013 Dünya Enerji Görünümü, http://www.elektrikport.com/teknik-kutuphane/2013-dun-
ya-enerji-gorunumu-%5Bozel-dosya%5D/11294#ad-image-0 (Erişim 27.04.2015)
Akdoğan, Gökhan, “Liberalizm: Temel İlkeleri ve Düşünürleri” 14 Kasım 2013, http://aka-
demikperspektif.com/2013/11/14/liberalizm-temel-ilkeleri-ve-dusunurleri/ (Erişim
21.04.2015)
Arı, Tayyar: Uluslararası İlişkiler Teorileri: Çatışma, Hegemonya, İşbirliği, MKM Yayın-
cılık, Bursa, 2013
Ateş, Davut: “Küresel Ekonomik Kriz, Devlet ve Dış Politika”, Uluslararası İnsan Bilimleri
Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, 2010, ss. 912 – 937
Ateş, Davut: “Uluslararası İlişkiler Disiplininin Oluşumu: İdealizm / Realizm Tartışması ve
Disiplinin Özerkliği”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 1, 2009, ss.11–25
Ateş, Davut ve Gökmen, Gülizar Samur: Bir Akademik Disiplin Olarak Uluslararası Politik
Ekonominin Sınırları”, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 15, Say 1, 2013, ss.45–71
Aydal, Doğan: Petrolsüz Dünya, Truva Yayınları, İstanbul, 2008
Bieler, Andreas: “The Struggle over EU Enlargement: a Historical Materialist Analysis of
European Integration”, Journal of European Public Policy, Ağustos 2002, Vol 9, No.
4, ss.575–597
Birinci Körfez Savaşı, http://tr.wikipedia.org/wiki/Körfez_Savaşı (Erişim 27.04.2015)
BP Statistical Review of World Energy 2014,
http://www.bp.com/content/dam/bp/pdf/Energy-economics/statistical-review-2014/BP-statis-
tical-review-of-world-energy-2014-full-report.pdf (Erişim 19.04.2015)
Mesut Şöhret 43

Brown, Lester R.: Plan B 3.0: Mobilizing to Save Civilization, Earth Polıcy Instıtute, W.W.
Norton & Company, New York and London, 2008
Cox, Robert O.: Production, Power, and World Order: Social Forces in the Making of
History, New York: Columbia University Press, 1987
Çetin, Halis: “Liberalizmin Temel İlkeleri”, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bi-
limler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, 2001, ss.217–235
Duncan, Richard C.: “The Peak Of World Oil Production and The Road To The Olduvai Gor-
ge”, Pardee Keynote Symposia, Geological Society of America Summit 2000, Reno,
Nevada, November 13, 2000, http://dieoff.org/page224.htm (Erişim 26.04.2015)
Dünyada ve Türkiye’de Enerji Görünümü, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Raporu,http://
www.enerji.gov.tr/yayinlar_raporlar/Dunyada_ve_Turkiyede_Enerji_Gorunumu.pdf
(Erişim 27.04.2015)
Ediger, Volkan Ş.: “Yeni Yüzyılın Enerji Güvenliğinde Karşılıklı Bağımlılık Bir Zaruret”,
Doğal Gaz Dergisi, Sayı 131, 2007, ss.30 – 37
Falvin, Christopher and Lenssen, Nicholas: Enerjide Arayışlar-Yaklaşan Enerji Devrimi-
nin El Kitabı, İstanbul, TEMA Vakfı Yayınları, 1994
Global Conflict Tracker 28 April 2014, Council of Foreign Relations, http://www.cfr.org/glo-
bal/global-conflict-tracker/p32137#!/ (Erişim 28.04.2015)
Goldman, Marshall I.: Petrostate: Putin, Power, and the New Russia, Oxford, Oxford Uni-
versity Press, 2010
Has, Kerim, “Rus Enerji Sektöründe Parlayan Yıldız: Rosneft”, 17 Temmuz 2013, http://
www.usakanalist.com/detail.php?id=646 (Erişim 20.04.2015)
Hubbert Zirvesi-Olduvai Teorisi, http://finansalpusula.com/makale.aspx?id=511 (Erişim
24.04.2015)
Ibrahim, Youssef M.: “Iraq Threatens Emirates And Kuwait on Oil Glut”, 18 Temmuz 1990,
http://www.nytimes.com/1990/07/18/business/iraq-threatens-emirates-and-kuwa-
it-on-oil-glut.html? (Erişim 27.04.2015)
Iran–Iraq War, http://en.wikipedia.org/wiki/Iran-Iraq_War (Erişim 27.04.2015)
İpek, Pınar: “Enerji Güvenliğinin Ekonomi Politiği ve Türk Dış Politikası” Dış Politika Teo-
rileri Bağlamında Türk Diş Politikasının Analizi Cilt I, Ertan Efegil ve Rıdvan Ka-
layci (der.) Ankara, Nobel Yayıncılık, 2012, ss. 225–249
İpek, Pınar ve Williams, Paul A., “Firms’ Strategic Preferences, National Institutions and the
European Union’s Internal Energy Market: a Challenge to European Integration”, Euro-
pean Integration online Papers (EIoP), 2010, Cilt 14, Makale 15, http://eiop.or.at/
eiop/texte/2010-015a.htm (Erişim 22.04.2015)
İşeri, Emre ve Dilek, A. Oğuz: “Yeni Enerji Jeopolitiğinde NATO’nun Enerji Güvenliğinde
Tamamlayıcı Rolü ve Türkiye’nin Potansiyel Katkıları”, Akademik Bakış Dergisi, Cilt
5, Sayı 10, 2012, ss.229–248
Keohane, Robert O.:After Hegemony: Cooperation and Discord In The World Political
Economy, New Jersey, Princeton University Press, 1984
44 Enerji Diplomasisi

Kızılkaya, Ertuğrul ve Engin, Cem: “Enerjinin Jeopolitiği: Dünya Üzerindeki Jeo-Ekonomik


Mücadele”, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5,
Sayı 9, 2004, ss. 197–204
Klare, Michael: Rising Powers, Shrinking Planet: The New Geopolitics of Energy, New
York, Metropolitan Books 2008
Kocaoğlu, Mehmet: Petro-Strateji, İstanbul, Harp Akademileri Basım Evi, 1996
Koçer, Gökhan vd: Uluslararası İlişkiler: Giriş, Kavram ve Teoriler, Haydar Çakmak
(Ed.), Ankara, Platin Basın Yayın Dağıtım, 2007
Luft, Gal ve Corin, Anne: Energy Security Challenges for the 21th Century, California,
Praeger 2009
Mc Millan, Joseph,:“U.S. Interests and Objectives”, The United States and Persian Gulf:
Reshaping Security Strategy for the Post-Containment Era, Richard D. Sokolsky,
(Ed.),Washington, 2003
Nunn, Sam, Schlesinger, James R. and Ebel, Robert E.: “The Geopolitical Outlook: 2000–
2020, The Geopolitics of Energy into the 21st Century”, Centre for Strategic and In-
ternational Studies Report, Washington, 2000
Olçar, Kemal: “Uluslararası Çatışmaların Enerji Politik Analizi” Güvenlik Stratejileri Der-
gisi, Yıl 6, Sayı 11, ss. 93 – 127
Sevim, Cenk: “Geçmişten Günümüze Enerji Güvenliği ve Paradigma Değişimleri”, Stratejik
Araştırmalar Dergisi, Sayı 13, 2009, ss.93–105
Sevim, Cenk: “Küresel Enerji Jeopolitiği ve Enerji Güvenliği”, Yaşar Üniversitesi Dergisi,
Cilt 26, Sayı 7, 2012, ss. 4378 – 4391
Sevim, Cenk: “Petrol Rezervlerinin Zirve Noktasının Enerji Güvenliği Açısından Büyük
Enerji Pazarları (ABD, AB, Çin Ve Hindistan) Üzerindeki Etkileri”, Güvenlik Strateji-
leri Dergisi, Yıl 6, Sayı 11, ss.53 – 72
Smith, Roy, El-Anis and Farrands, Christopher: International Political Economy In The
21st Century: Contemporary Issues and Analyses, Essex, Pearson Education Limi-
ted, 2011, s.1–4
Suez Crisis, http://en.wikipedia.org/wiki/Suez_Crisis (Erişim 26.04.2015)
Şöhret, Mesut: “Realizm Çerçevesinde Avrupa Birliği’nin Bütünleşmesi” İnsan ve Toplum
Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, 2012, ss. 288 – 330
Türkiye’nin ve Dünya’nın Enerji Profili, http://www.yildiz.edu.tr/~okincay/dersnotu/ Ener-
jiProfili.pdf (Erişim 25.04.2015)
Uğurlu, Örgen Andaç: Çevresel Güvenlik ve Türkiye’de Enerji Politikaları, Örgün Yayı-
nevi, İstanbul, 2009
Uluğbay, Hikmet: İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, Ankara, Turkish Daily
News Yayınları, 1995
World Energy Outlook 2012, http://www.iea.org/publications/freepublications/ publication/
WEO2012_free.pdf (Erişim 18.04.2015)
Mesut Şöhret 45

World Energy Outlook 2013 Factsheet, http://www.worldenergyoutlook.org/media/ weoweb-


site/factsheets/WEO2013_Factsheets.pdf (Erişim 23.04.2015)
Wu, Kang and Fesharaki, Fereidun: “Managing Asia Pacific’s Energy Dependence on the
Middle East: Is There a Role for Central Asia?”, Analysis from the East-West Center,
No 60, ss.1–8
Yergin, Daniel: Petrol-Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü, Çev. Kamuran Tuncay,
Ankara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1995
46 Enerji Diplomasisi
Mesut Şöhret 47

NÜKLEER GÜCÜN ULUSLARARASI


İLİŞKİLERDE CAYDIRICILIK UNSURU
OLARAK KULLANILMASI

Mesut ŞÖHRET*

Giriş
Uluslararası İlişkilerde caydırıcılık (deterrence) genel olarak düşman bir dev-
letten gelebilecek herhangi bir saldırıyı engellemek amacıyla anında ve güçlü bir
misilleme yapma tehdidi etkili biçimde kullanmaya dayanan askeri güç stratejisi
olarak ifade edilmektedir. Bu kapsamda düşman veya rakip bir devletin yapmayı
düşündüğü düşmanca bir eylemi yapmaktan vazgeçirmek için kullanılan çoğunluk-
la sert güç unsurlarını içeren bir durumu ifade etmektedir. Söz konusu bu strateji
çok uzun zamandan beri devletler arası ilişkilerde uygulanmakla birlikte asıl öne-
mini 2. Dünya Savaşı sonrasında oluşan Soğuk Savaş döneminde birbirine rakip
blokların nükleer silahların kullanımının engellenmesi noktasında büyük önem ka-
zanmış ve bu önemini günümüze kadar korumuştur.
Günümüz şartlarında askeri gücü veya ekonomik kapasitesi ne olursa olsun
bir devletin nükleer güce sahip olması söz konusu devlete uluslararası sistem içinde
ayrı bir prestij ve güç kazandırarak ayrıcalıklı bir konuma getirmekte, adeta sistem
içinde ayrı bir dokunulmazlık (special immunity) kazanmasına neden olmakta ve
ilgili devletin diğer devletler arasındaki caydırıcılık özelliğinin pekişmesine neden
olmaktadır. Bu nedenle nükleer güce sahip olmak ister barışçıl amaçlarla kullanıl-
mak için olsun, isterse sert güç kullanmak amacıyla ve caydırma amacıyla olsun
günümüzde birçok devlet tarafından sahip olunması arzu edilen bir güçtür. Özel-
likle komşuları ile sorun yaşayan veya mevcut uluslararası sistem içinde yer alma-
yan veya uluslararası sistemde olsa bile sistem içinde kendini güvende hissetmeyen

* Dr.; Gaziosmanpaşa Üniversitesi Öğretim Görevlisi. E-mail: sohretmesut@yahoo.com


48 Enerji Diplomasisi

devletler açısından nükleer güce sahip olmak bir var oluş (existence) sorunu haline
gelmektedir.

Fakat, nükleer güce sahip olmak bir devlet için mevcut şartlarda hiçte kolay
bir durum değildir. Çünkü bunun için devletlerin bilimsel ve teknolojik alt yapıyı
geliştirmek gibi uzun vadeli ve pahalı girişimlerin yanında uluslararası sistem için-
deki bazı siyasal engelleri de aşmaları gerekmektedir. Ayrıca bir devletin nükleer
güce sahip olması sistem içindeki güç dengesini (balance of power) değiştirece-
ğinden bu genellikle uluslararası sisteme etki eden büyük devletler tarafından ço-
ğunlukla istenmemektedir. Bu nedenle devletler arasında birçok alanda bilimsel ve
teknolojik işbirliğine gidilmesine karşın, nükleer teknoloji transferi ya da bilimsel
paylaşım konularında, siyasal bazı değerlendirmelere bağlı olarak, ciddi sorunlar
da ortaya çıkmaktadır. Bu sorunların temelinde, yeni bir devletin nükleer güce sa-
hip olduğu zaman, bu alandaki imkan ve kabiliyetlerini hangi alanda kullanacağı
sorusu yatmaktadır. Zira nükleer güç kullanma arzusundaki devlet, elektrik enerjisi
üretmek, tıpta teşhis ve tedavide kullanmak ve tarımda verimliliği arttırmak gibi
barışçıl amaçlar için kullanmak istediğinde ve buna diğer devletleri ikna ettiğinde
her ne kadar itirazlar olsa da genel olarak kabul görmektedir.

Diğer taraftan Askeri amaçlar için kullanmak istediğinde ise, uluslararası sis-
temdeki ağırlığı bulunan ve söz konusu devletin rakip devletleri bunu engellemek
için her türlü enstrümanı kullanma yoluna gittikleri görülmektedir. Bu açıdan bir
devletin barışçı amaçlar için dahi olsa nükleer güce sahip olması veya olmaya çalış-
ması uluslararası ilişkilerde bir ülkenin iç meselesi olmaktan çıkıp uluslararası bir
sorun haline dönüşebilmektedir. Bu nedenle bir devletin nükleer güce sahip olması
o devletin sistem içindeki caydırıcılığı açısından ve dolayısıyla devletlerin sistem
içindeki güç arayışları bakımından hayati öneme sahip bir konu olarak görüldüğünü
söylemek mümkündür. Zira nükleer gücün önemli bir caydırıcılık unsuru olarak
devletlerin dış ilişkilerinde özellikle 2. Dünya Savaşından sonra bir dış politika
aracı olarak sıklıkla kullanıldığı görülmektedir.

Bu bakımdan uluslararası ilişkiler kavramları içinde oldukça önemli bir yere


sahip olan caydırıcılığı güç kavramı içinde incelemek gerekmektedir. Bu kavram
incelendikten sonra nükleer gücün uluslararası sistemde caydırıcı bir unsur olarak
kullanılmasını analiz etmek daha kolay olacaktır.

1. Uluslararası İlişkilerde Güç Unsuru Olarak Caydırıcılık


Uluslararası ilişkiler teorik olarak merkezi bir idare veya otoritenin olmadı-
ğı bir ortamda yürütülür. Anarşik sistem olarak adlandırılan bu durum her devleti
Mesut Şöhret 49

kendi başının çaresine bakmaya zorlarken her devletin varlığını sürdürebilmesi ve


diğer aktörlerin kendisine vereceği zararları engellemek için kendi önlemlerini al-
masına neden olur. Söz konusu bu sistem içinde devletlerin kendi varlıklarını sür-
dürmelerinin en hayati yolu olabildiğince güçlü olmaktır. Bunun için devletlerin
gerek askeri gerek ekonomik olarak kapasitelerini maksimize etmelerini beklemek
rasyonel bir seçenektir.
Bu açıdan bakıldığında realizmin önde gelen savunucularından “Hans Mor-
genthau uluslararası politikanın temel amacını güç arayışı ve güç mücadelesi ile
özdeşleştirip ulusal çıkarı da güç kavramı ile tanımladıktan sonra realist yaklaşı-
mın açıklamalarının merkezine bu kavramı yerleştirmiştir. Ancak bu kadar belirle-
yici olduğu varsayılan bu kavramın tam olarak ne olduğunu ortaya koyamamıştır.”
Diğer taraftan Ole Rudolf Holsti gücü “bir devletin, elindeki olanak ve yetenekleri
ödül, ceza, ikna ve zorlama gibi çeşitli stratejiler yoluyla kullanarak karşı tara-
fın davranışlarını kendi çıkarları doğrultusunda etkileme ve yönlendirme kapasi-
tesi şeklinde ifade etmiştir.” Richard K. Ashley’e göre realist gelenekte bu kav-
ram, “hem diğer aktörleri etkileme yeteneğine sahip olma (güce sahip olma – “to
have power”) hem de bu yetenekleri elinde bulunduran aktör (güç olma – “to be
power”) anlamlarında kullanılmıştır.”1 Bu nedenle realist yaklaşım açısından ele
alındığında anarşik bir ortamda bir devletin diğer devletlerin politik amaçlarını et-
kileme yeteneğine sahip olması arzu edilen bir durumdur.
Güç, bir devletin kendi çıkarlarını koruma veya taleplerini karşı tarafa kabul
ettirme konusunda sahip olduğu maddi ve manevi potansiyel olarak tanımlanabilir.
Tam anlamıyla tanımı yapılamayan ve her geçen gün anlamı genişletilen kavram,
yine de uluslararası ilişkiler teorilerinde güç ve güç ilişkileri bakımından belirleyici
bir unsurdur. Güç kavramının tanımlanmasına ilişkin genel olarak iki temel zorluk-
tan söz edilebilir. Bunlar:
1) Güç kavramının geniş kapsamı ve belirsiz niteliğinin tanımlamalar-
da çok sayıda unsurun dikkate alınmasını zorunlu kılması: Buna göre
gücün unsurları kendi içlerinde detaylandırıldığında bir devletin sahip ol-
duğu nitelik ve niceliğe ilişkin hemen her şey gücün tanımına girmektedir.
Örneğin devletin coğrafyası, tarihi, kültürü o ülkenin gücünü etkileyen
sabit unsurları oluştururken; ekonomik gelişmişlik, teknolojik yapı, as-
kerî kapasitesi ve yetişmiş insan sayısı gibi faktörler de gücün potansiyel
unsurlarını oluşturur. “Bunun yanında eğitimin ve diplomasinin kali­tesi
gibi bazı unsurların güce nasıl dönüştüğünün somut bir şekilde açıklan-

1 Haluk Özdemir, “Uluslararası İlişkilerde Güç: Çok Boyutlu Bir Değerlendirme” Ankara Üni-
versitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 63, Sayı 3, 2008, s.116, ss. 113-144.
50 Enerji Diplomasisi

ması da kolay değildir. Bu da gücü daha belirsiz ve tanımlanması zor hale


getirmektedir. Tüm bunlara ek olarak gücün unsur­larının elde bulundu-
rulmasının, güçlü olmak anlamı­na gelmeyeceğini ileri sürenler de vardır.
Buna göre bu unsurların yanında bir de siyasi irade olarak ifade edilebi-
lecek eldeki gücün kullanılma niyeti olmalıdır. Kullanılma niyeti olmayan
güç, uluslararası politika analizlerinde bir anlam ifade etmez. Örneğin
Amer­ikan gücünün uluslararası politikada anlam ifade etmesi için sahip
olduğu gücün gerektirdiği rolleri üstlenme niyetinin 2. Dünya Savaşı’nın
ardından ortaya çıkması gerekmiştir.”2
2) Gücün zaman ve sistemik ilişkilerin yapısına göre değişken nitelik ve
içeriğinin olması: Buna göre örneğin, “uluslararası hukuk kurallarının
ve iletişim teknolojilerinin bugünkü kadar gelişmediği dönemlerde askeri
unsurlar gücün ana içeriğini oluştururken, bugün diplomasinin kalitesine
ek olarak bilgi kaynakları ve iletişim süreçleri üzerindeki kontrol, gücün
temel niteliğini oluşturmaktadır. Küreselleşmeyle birlikte ekonomik ilişki-
lerin ön plana çıkması askeri güç ve resmi ilişkilerin ağırlığını kaybetme-
sine, onların yerine ekonomik unsurlar ve devlet-dışı aktörlerin ön plana
çıkmasına neden olmaktadır.”3 Bir başka deyişle zaman içerisinde ulus-
lararası ilişkiler gibi güç kavramı da evrim geçirmekte, onu tanımlayan
unsurlar değişmektedir.

Gücün tanımlanmasında, uzlaşmazlık konusu sorunun kapsamı, bağlamı ve


her aktörün soruna atfettiği önem ve ağırlık önemli bir yer tutar. Bir amaca ulaşma
kapasitesi ya da ona ulaşırken elde edilecek kazanım veya uğranabilecek kayıplar
gücün tanımında önemli yer tutar. Bu da katlanılabilecek ve katlanılması göze alı-
nan her tür maliyetle ilgilidir. Çünkü her aktör her konuya benzer ya da eşit önem
vermemekte ve aynı oranda kaynak ayırmamaktadır. Bu nedenle gücün unsurlarının
somut, net ve evrensel olarak tanımlanması mümkün değildir. Çok yönlü olarak ele
alınan güç, bir aktöre ait yetenekler ve kapasiteler değil, iki veya daha fazla aktör
arasında bağlama göre değişen gerçek veya algılamaya dayalı bir ilişki türü olarak
tanımlanabilir. Bu nedenle gücü, ele alınan sorun ve aktörler bağlamında değerlen-
dirmek gerekir. Söz konusu bu durum bize güç kavramının çeşitli bileşenlerinin
olduğunu ve farklı boyutlarının olduğunu göstermektedir.

2 Zeliha Sağlam, “Güç Kavramı ve Ortadoğu’da Değişen Dengeler Üzerinden Güç Okuması”
http://www.ihhakademi.com/wp-content/uploads/2014/02/Güç-kavramı-ve-Ortadoğuda-deği-
şen-dengeler-üzerinden-güç-okuması.pdf (Erişim 04.05.2015).
3 Joseph S. Nye, “Soft Power”, Foreign Policy, No. 80, 1990, s.156–157, ss. 153–171, http://
www.jstor.org/stable/1148580 (Erişim 04.05.2015).
Mesut Şöhret 51

1.1. Güç Kavramının Farklı Boyutları


Uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi açısından önemli bir unsur olan güç
kavramının da tek boyutlu bir karaktere sahip olduğunu iddia etmek yanıltıcıdır.
Bir ülkenin sahip olduğu tank, top, tüfek, uçak sayısı kadar sahip olduğu değerler,
kültürel unsurlar ve ekonomik enstrümanlar da gücün önemli boyutlarıdır. Ancak
tüm bunların sayısal veriler açısından irdelenmesi de tam olarak mümkün değildir.
Diğer bir ifadeyle bu haliyle güç, varlığı bilinen ancak tam olarak büyüklüğünün
ölçülmesinde bazı sıkıntılar yaşanan bir kavramdır. Bu duruma Joseph Nye şöyle
dikkat çekmektedir. “Güç hava gibidir, herkes ona bağlıdır, onunla ilgili konuşur
fakat çok azı anlar. Aynı zamanda güç aşk gibidir, onu denemek, açıklamaktan ve
ölçmekten daha basittir fakat bu onun gerçekliğini azaltmaz.”4

Uluslararası ilişkilerde güçten söz edildiğinde esasında ilk akla gelen, onun
şiddet veya zor yoluyla (by force) açığa çıkmasıdır. Örneğin ABD’nin Soğuk Savaş
sonrası süper güç konumunu koruyabilmesi, deniz-aşırı operasyonlar yapabilme
kapasitesine sahip olan ordusu ile mümkün olabilmiştir. Ayrıca askeri güç, ekono-
mik güçle desteklenmedikçe ya da ekonomik çıkarlar askeri güçle korunamadıkça
ne askeri ne de ekonomik güç tek başına bir anlam ifade eder.

Bu anlamda güçlü olmak, gerektiğinde şiddete başvurabilmeyi ifade eden bir


olgudur. Bu nedenle bir devletin uluslararası alandaki gücü temelde iki göstergeye
bakılarak ölçülür. Bunlar:

1) İkna kabiliyeti: Söz konusu devletin kendi çıkarları doğrultusunda po-


litikaları uygulamaya çalışırken, diğer devletlerin de ona uygun hareket
etmesini sağlamasıdır. Bunun rızaya dayalı olması tercih edilir. Ama ke-
sinlikle öyle olacak diye bir kural yoktur.

2) Caydırıcılık: Eğer bir devlet, başkalarının ona saldırmasını ya da saldır-


ma tehdidinde bulunmasını engelleyebiliyorsa, devletin etkinlik alanının
hacmine bağlı olarak, bölgesel ya da küresel seviyede güçlü bir devlet
sayılır.5

Yukarıdaki iki güçlülük göstergesi de, “milli güç unsurları” olarak adlandı-
rılan hususların devletlerin gelişmişlik seviyesine göre arttığını ya da azaldığını
söylemek mümkündür. Genel olarak bakıldığında, milli gücün “hesaplanmasında”

4 Joseph S. Nye, “The Changing Nature of World Power,” Political Science Quarterly, Vol.
105, No. 2, 1990 s. 177, ss.177–192.
5 Çağrı Erhan, “Dış Politikanın Yürütülmesinde Askerî Gücün Önemi”, http://www.turkiyega-
zetesi.com.tr/prof-dr-cagri-erhan/545332.aspx (Erişim 04.05.2015).
52 Enerji Diplomasisi

askerî gücün ön plana çıktığını söyleyebiliriz.6 Ancak “en büyük orduya sahip olan
devlet, dünyanın en güçlü devletidir” demek her zaman doğru değildir. Çünkü çok
büyük bir orduya sahip olmak, uluslararası alanda istediklerini her zaman yaptıra-
bilmek anlamına gelmemektedir. Örneğin 1.ve 2. Dünya Savaşları ve Soğuk Savaş
döneminde, çok güçlü ordulara sahip olmalarına rağmen, politikalarını başka ül-
kelere benimsetmekte çok zorlanan birçok devlet bulunmaktadır. Diğer taraftan,
askerî gücü tamamen dışarıda bırakarak, sadece ekonomik büyüklük, büyüme hızı
ve dış ticaret hacmi gibi ekonomik verilere bakılarak da güç hesaplaması yapmak
mümkün değildir. Bu nedenle gücü, genel geçer ve evrensel unsurlar yoluyla tanım-
lamak yerine çok boyutlu olarak her politika bağlamında yapıya ve tarafların sahip
oldukları avantajlara bakarak ele almak gerekir. Her aktör gücün farklı unsurlarını
kontrolü altında bulundurduğu için elindeki kaynak ve yeteneklere dayanarak di-
ğerleri üzerinde etki meydana getirmeye çalışır.
Bu bakımdan gücü tanımlarken onu sadece bir yönüyle değil birçok bileşe-
ni ile açıklayabiliriz. Devletlerin kaynaklarıyla yeteneklerini kullanmaları da diğer
aktörlerin diplomatik müzakereler ve pazarlıklarında etkilidir. Bir devletin soyut
yeteneklerinden elde ettiği itibarı da aynı zamanda anarşik uluslararası sistemde
kendisine güvenilirlik sağlayan bir unsur olarak değerlendirilebilir. Bunun yanında
gücün “Steven Lukes tarafından sınıflandırılan genel olarak üç boyutunun bulundu-
ğunu söylemek mümkündür.”7

1.1.1. Gücün Davranışsal veya İlişkisel Boyutu


“Gücün gözlemlenebilir yönü üzerinde yoğunlaşıp birbiriyle bağlantılı dav-
ranışların neden-sonuç ilişkilerini ortaya koyan bu boyuta göre; bir devletin (A)
aksi takdirde yapmayacağı şeyleri başka bir devlete (B) yaptırabilme kapasitesine
güç denir. Buna göre B’nin davranışının nedeninin A olduğunu göstererek aslında
A’nın B üzerinde güç kullandığını söylemiş oluruz.”8 Bu durumu caydırıcılık açısın-

6 19. Yüzyılın sonundan itibaren jeopolitik ve strateji alanlarının gelişmesiyle birlikte, “milli
gücün” nasıl ve hangi değişkenlere dayanılarak tanımlanabileceğine dair çalışmalar hız kazan-
mıştır. Uluslararası ilişkiler akademisyenlerinin, uzmanların ve stratejik çalışmalarla iştigal
edenlerin neredeyse 90 yıla yaklaşan çalışmaları sonucunda, üzerinde mutabakata varılmış bir
milli güç tanımından bahsetmemiz mümkün değildir. Hangi uluslararası ilişkiler yaklaşımını
benimsemiş olduğunuza bağlı olarak, “güç” kavramına yüklediğiniz anlam da değişebilir. Bkz.
Erhan, a.g.m.
7 Keith Dowding, “Three-Dimensional Power: A Discussion of Steven Lukes’ Power: A Radical
View” Political Studies Review, Vol. 4, No. 2, 2006, s.136-137, ss. 136-145.
8 Steven Lukes, “Power: A Radical View”, http://isites.harvard.edu/fs/docs/icb.topic1458086.
files/lukes_power.pdf (Erişim 05.05.2015)
Mesut Şöhret 53

dan değerlendirirsek bir devletin (A) yapmak istediği bir eylemi başka bir devlete
(B) yaptırmama kapasitesine güç denir. Bu durumda A devleti B devletini yapmayı
istediği bir eylemi sahip olduğu güç (askeri, ekonomik, diplomatik veya diğer milli
güç unsurları) ile engellediğini söylemek mümkündür. Örneğin Ortadoğu’da çevre-
si kendisini hiç istemeyen ve sevmeyen Arap devletleri ile çevrili olan İsrail devleti
varlığını sahip olduğu askeri, ekonomik, diplomatik güç ile sürdürebilmektedir. Bu
devlet aynı zamanda sahip olduğu ancak şimdiye kadar resmi olarak kabul etmediği
nükleer gücünü bir caydırıcı unsur olarak kullanarak kendisine düşman olan bir
çevrede varlığını sürdürebilmektedir.
Bir aktörün davranışının nedeni olarak başka bir aktörü göstererek gücü ta-
nımlamaya çalışan bu yaklaşıma göre güç, belirli bir aktörün sahip olduğu kaynak-
lar veya yeteneklerle ilişkili bir kavramdır. Bununla birlikte bir aktörün diğerinin
davranışlarını etkilemesi güçten söz edebilmek için yeterli değildir. “Bir güç iliş-
kisinden söz edebilmek için taraflardan birinin (gücü kullanan tarafın), diğerinin
davranışlarını kendi çıkarlarına ters düşecek şekilde yönlendirmesi gerekir. Yani A
ülkesi, B’nin yönlendirmesiyle kendi çıkarlarına aykırı hareket ediyorsa, B’nin A
üzerinde güç kullandığında söz edilebilir. Lukes’a göre başka bir aktörün davranış
değişikliğine neden olurken kullanılabilecek ikna yöntemleri güç olarak nitelene-
mez. Çünkü iknada davranışı değişen aktör belki de kendi çıkarına olan bir durumu
görmüş ve davranışını değiştirmiş olabilir.”9 Bu noktada yine İsrail örneğini kulla-
nacak olursak Arap devletlerinin İsrail devletine saldırmamakla belki de kendileri
açısından en mantıklı seçimi yapmaktadırlar. Zira daha önce 3 kez saldırdıkları bu
devleti yenememişlerdir. Ayrıca İsrail’in nükleer gücünü kullanma olasılığının ol-
ması şu aşamada bu devlete saldırmamayı gerektirmektedir. Bu yüzden Arap dev-
letleri bir bakıma kendi çıkarlarını korumak adına böylesi bir eylemden vazgeçtik-
leri söylenebilir.
Esasında gücün 1. boyutunda gücün, doğrudan aktörlerin sahip olduğu bir
yetenek olduğunu ve kolaylıkla gözlemlenebilen somut uygulamalarla karşımıza
çıktığını söyleyebiliriz. “Bu noktada gücü, sonuçlar üzerinde kontrol kapasitesi, ya
da sonuçları belirleyebilme yeteneği olarak da tanımlamak mümkündür. Bu neden-
le de gücü somutlaştıran en önemli unsur çok önemli kilit konularda karar verme
süreçlerine katılımdır.”10

1.1.2. Gündemin Belirlenmesi veya Kontrol Edilmesi Boyutu


Gücün İkinci boyutunda, gündemin kontrol edilmesi ve belirlenmesi, tartışı-

9 Özdemir, a.g.e., s.119-120.


10 Özdemir, a.g.e., s.120.
54 Enerji Diplomasisi

lacak sorun ve konuların kısıtlanması, bir tarafın çıkarlarına hizmet eden ya da ona
avantaj sağlayacak ayrıcalıklardan yararlanma gibi eylemsiz ya da kolayca göz-
lemlenemeyen güç uygulamalarından söz edilebilir. Buna göre, gündem konularını
belirli aktörler için güvenli olacak konularla sınırlandırarak da güç kullanılabilir.
Bu yolla güce sahip olan aktörlerin tercihleri ve çıkarlarını olumsuz etkileyebilecek
konular gündeme bile gelmemektedir.
Peter Bachrach ve Morton Baratz’ın “Two Faces of Power” çalışması, gücün
ikinci boyutunu ortaya çıkarmaya yöneliktir. Burada, diğer aktörler üzerinde doğru-
dan etki, karar alma süreçlerine katılım ve kararları yönlendirme gibi açık yöntem-
ler yerine, kulis çalışmalarıyla ve gözden uzak bir biçimde gündemin belirlenmesi
(agenda-setting power) gibi kolaylıkla gözlemlenemeyen yöntemlere vurgu yapıl-
maktadır.11 Nye, “güç” kavramını “bir aktörün istediği sonuçları elde etmek için
diğerlerini etkileme kapasitesi” olarak tanımlamakta, “diğerlerini etkilemenin” ise
zorlama, teşvik, cazibe olmak üzere üç temel yöntemi bulunduğunu belirtmektedir.12
Bu yöntemler dışında bazı durumlarda karar almama ya da eyleme geçmeme
şeklinde uygulamalar da söz konusu olabilir. Buna göre güç, daha önceden oluştu-
rulmuş bir yapı veya sistem içerisindeki kurumsal uygulamalar şeklinde karşımı-
za çıkar. Bu durumlarda güç, gözlemlenecek bir çatışma veya tarafların doğrudan
doğruya karşı karşıya gelmesi söz konusu olmaksızın kullanılır. Gücü somut karar-
larda gözlemlemeye çalışmak yerine, kararların alındığı kurumsal çerçeveye bak-
mak gerekir. Bu durumlarda, yaratılan sistem içerisinde “hakim değerler, siyasal
inançlar, süreçler ve kurumlar sürekli ve tutarlı bir şekilde bazı aktörlere diğerleri
karşısında çıkar sağlamaktadır”13 Sistem bir kez kurulduktan sonra sistemik gücü
elinde bulunduran aktörler gücü göstere göstere kullanmaktansa doğal ve günlük
uygulamalar içerisinde gizleyerek aynı etkiyi yaratmaya çalışırlar. Bu süreçler “ön-
yargıların mobilizasyonu”14 olarak adlandırılmaktadır. Buna göre güç, belirli bir
aktörün doğrudan sahip olduğu bir kavram ya da yetenek değil, kurumsal yapıların
izin verdiği ölçüde kullanılacak ve yararlanılacak bir ilişki türüdür. Bu durumda
esas itibariyle gücün kullanımını somut olarak kolayca görmek pek mümkün ola-
maz ancak onu meydana getiren kuralların uygulandığı ve ihlal edildiği durumlar
kolayca görülebilir.

11 Peter Bachrach and Morton S. Baratz, “Decisions and Non-decisions: An Analytical Fra-
mework”, American Political Science Review, Vol. 56, No. 4, 1962, ss. 947–952, http://
www.columbia.edu/itc/sipa/U6800/readings-sm/bachrach.pdf (Erişim 05.05.2015).
12 Joseph S. Nye, “Notes for a Soft-power Research Agenda”, Power in World Politics, Felix

Berenskoetter and Michael J. Williams (Ed.), London, Routledge, 2007, ss. 162–172.
13 Bachrach ve Baratz, a.g.e. s.950.

14 Bachrach ve Baratz, a.g.e. s.952.


Mesut Şöhret 55

1.1.3. Aktörlerin Tercihlerinin Şekillendirilmesi Boyutu (Yapısal Güç)


İlk iki boyuttan farklı olarak burada güç yalnızca davranışsal ya da ilişkisel bir
kavram olarak ele alınmakla kalmaz, aynı zamanda kurumsal, algısal ve/veya gele-
neksel süreçlerden etkilenen sistemik ya da yapısal bir kavram olarak da tanımlanır.
Bir başka deyişle gücün hem maddi hem de maddi olmayan unsurlarını dikkate alan
fakat bu unsurları uluslararası ekonomik sistemin yapısal kısıtları ve bölüşüm dina-
miklerinin entegre bir parçası olarak analiz eden eklektik politik ekonomi yaklaşım-
ları oluşturmaktadır. Susan Strange’in öncülüğünü yaptığı bu çerçevede “ilişkisel
güç” ya da “pazarlık gücü” yerine “yapısal güç” kavramına önem verilmektedir;
yapısal güç, “devletlerin, kurumların, çıkar gruplarının ya da bireysel aktörlerin
hareket çerçevesini belirleyen ekonomik yapıların işleyiş biçimini şekillendirme
ve belirleme” gücüdür. Bu açıdan yapısal güç, işlerin nasıl yapılacağını ve et-
kileşim içindeki değişik aktörlerin nasıl hareket edeceklerini belirleyen kurumsal
çerçeveyi şekillendirebilme kapasitesidir.”15
Buna göre güç, belirli bir aktörün doğrudan sahip olduğu bir kavram ya da
yetenek değil, kurumsal yapıların izin verdiği ölçüde kullanılacak ve yararlanılacak
bir ilişki türüdür. Bu noktada Strange, yapısal gücü, iki grupta sınıflandırmaktadır.
Buna göre16
a) Birincil yapılar (primary structures): Birincil güç yapılarında güvenlik
yapısı, üretim yapısı, finans yapısı ve bilgi yapısını ele alır.
b) İkincil yapılar (secondary structures): İkincil güç yapılarında ulaşım
yapısı, ticaret yapısı, enerji yapısı ve refah yapısını incelemektedir.
Kısaca yapısal güç, sadece ilişkisel pazarlık kabiliyetine odaklanan ekonomik
ve politik güçten ziyade her bir alanda tesis edilmiş olan güç yapısındaki (güvenlik,
finans, bilgi vs.) ilişkiler ağını organize eden yapısal dinamiklere odaklanır. Diğer
taraftan yapısal güç, her bir münferit güç alanında ayrıca hükmünü icra eder. Yani
bir devlet ticaret yapısında “oyun kurucu” aktör konumundayken, bilgi yapısında
“lideri takip eden” konumda olabilir. Bu açıdan Strange, gücü dar bir çerçeve-
de tek bir kanala hapsetmekten ziyade gücün farklı kanallardan ancak birbiriyle
etkileşim içerisindeki mekanizmalarla operasyonalize edildiğini vurgulamaktadır.
Buna göre bir aktör, yapısal güç alanlarının her birinde ne kadar geniş bir hâki-
miyet alanına sahipse, o nispette “güç” olmak ve daha önemlisi “oyun kurmak”
iddiasında bulunabilir.17

15 Susan Strange, “An Eclectic Approach”, Craig N. Murphy and Roger Tooze (ed.), The New
International Political Economy, Boulder, Lynne Publishers, 1991, s.34.
16 Susan Strange, States and Markets, London, Pinter Publishers, 1988, s.27.

17 Strange, States and Markets, s.27-28.


56 Enerji Diplomasisi

Diğer taraftan oluşturulan yapılar ve ortaya atılan fikirler yoluyla ve bu yapı-


ların gereği olarak aktörlerin belirli davranış kalıplarının kendi çıkarlarına olduğu-
nu düşünmesi sağlanır. Böylece güç, görünmez bir şekilde uygulanır. “Bu kavramı
açıklayabilmek için Bentham “Panopticon” adını verdiği bir hapishane tanımlar.
Bu hapishanede gardiyanlar tarafından bütün odalar ve mahkumların her hareketi-
nin gözlemlenebileceği şekilde büyük pencereler vardır. Gardiyanlar mahkumların
her hareketini gözlemleyebilirken, mahkumlar o anda gözlemlenip gözlemlenme-
diklerinden emin olamadıkları gibi aralarındaki duvarlar nedeniyle birbirleriyle
iletişim de kuramazlar. Bu yapı oluşturulduktan sonra mahkumların kurallara uyup
uymadıklarının gözlemlenmesi belirli bir aşamadan sonra gereksiz hale gelir. Çün-
kü mahkumlar gözlemlenmedikleri halde kural ihlali durumunda karşılaşabilecek-
leri sonuçları riske etmemek için istenen şekillerde davranmaya başlarlar. Görü-
nüşte bir zorlama ya da baskı yoktur. Mahkumlar kurulan düzenin gereği olarak
kendilerinden istenen davranışları kendi iradeleri ile göstermektedir.18 Bu nokta-
dan hareketle devletler arası ilişkilerde yapının içinde olan fakat yapının kurallarına
uymak istemeyen veya ihlal eden bir devletin üzerinde mahkumlar üzerinde olduğu
gibi panoptik bir etki alanı oluşturarak onu yapının kurallarına uymaya ikna etmek
yapının gücünü göstermektedir.

1.2. Uluslararası İlişkilerde Güç İlişkileri ve Caydırıcılık


Güç konusunda uluslararası ilişkilerde yapılan tartışmalar, genellikle bir şeyi
yapabilme kapasitesi veya birisi üzerinde kontrol sağlanması olarak ifade edilmek-
tedir. Bu bakımdan her iki durumda da aslında gücü, başkaları ve onların davranış-
ları üzerinde bir kontrol mekanizması olarak değerlendirmek mümkündür. “Kay-
naklar ve aktörler üzerindeki kontrolün aslında güce ulaşmada bir araç olduğunu
ve gücü asıl tanımlayan kapasitenin olaylar ve sonuçlar üzerinde kontrol olduğunu
vurgulamaktadır. Çünkü olaylar ve sonuçları etkilemeyen kontrol güç olarak ni-
telendirilemez. Kaynakların ve aktörlerin kontrolü olarak güç, istenilen sonuçlar
elde edilemediği sürece çok anlamlı değildir. Çünkü güç büyük ölçüde elde edilmek
istenen sonuçlarla ilgilidir. Kaynaklar, aktörler ve sonuçlar üzerinde kontrol tar-
tışmaları, potansiyel ve gerçek güç ayrımı ile yakından ilişkilidir. Kaynakların ya
da unsurların kontrolü “potansiyel gücü,” bu unsurların aktörler üzerinde sonuca
yönelik bir etkiye dönüştürülmesi ise “gerçek gücü” ifade eder.”19
Bu nedenle sahip olunan ancak kullanılmayan unsurlar ancak potansiyel bir
gücü tanımlayabilir. Fakat güçten söz edebilmek için onu oluşturan unsurların is-

18 Özdemir, a.g.e., s.122.


19 Özdemir, a.g.e., s.124-125.
Mesut Şöhret 57

tenen sonuçları doğurabilecek şekilde kontrol edilebilmesi ve kullanılması gerekir


(Yani amaçsız güç, güç değildir). Eğer sahip olunan bir güç kullanılamıyorsa ya
da kullanıldığında istenilen sonuç ortaya çıkmıyorsa unsurların bir araya gelme-
sinin güç meydana getirmediğini söylemek mümkündür. Çünkü Gücün unsurları-
nın, belirli bir istek doğrultusunda kullanılması ve karşılığında sonuç elde edilmesi
gerekir. “Gücün unsurlarını bir araya getirerek politika aracı olarak kullanabil-
me yeteneğini Joseph S. Nye, güç dönüştürme (power conversion) yeteneği ola-
rak nitelemektedir.”20 “Gücün unsurlarını güce dönüştürme sürecinde önemli olan
kurumsal yapılar, pazarlık yeteneği ve tercihler tarafından şekillendirilen siyasal
süreçlerdir.”21 Yani belirli unsurlar belli bir politikanın parçası olarak kullanılma-
dıkları sürece gücü ortaya çıkaramaz, potansiyel olarak kalır. Gücü bu şekilde ele
alanlar, “aslında onun davranışsal bir kavram olduğunu, yani diğer aktörlerin dav-
ranışlarını etkilemeye yönelik olarak kullanılan unsurların toplamı olduğunu savu-
nurlar.”22 Başka bir deyişle Dönüştürme yeteneği, aktörün elindeki kaynakları güç
haline getirmek için izlediği yolları ifade eden bir faktördür.
Bununla birlikte bir devlet sahip olduğu gücü uygulamak için kendisine bir
Politika bağlamı belirlenmemiş ise etkin sonuç doğuran her türlü politika ve kulla-
nılan her türlü araç güç unsuru olarak değerlendirilebilir. Politika bağlamı çerçeve-
sinin tanımlanmasında kapsam, bağlam ve sahip olunan kaynakların önemi/ağırlı-
ğı (“scope, domain, and weight”) önemli bir rol oynar. “Kapsam (“scope”) kimin
hangi konularda etkin olduğu ile ilgilidir. Gücün her konu ve her sorun bağlamında
ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Çünkü spesifik bağlamda bazen askeri, bazen
ekonomik ve bazen teknolojik güç unsurları ön plana çıkabilir. Örneğin ticaretle
ilgili görüşme ve pazarlıklarda askeri güç tamamen devre dışı kalabilirken, stra-
teji ve güvenlikle ilgili konularda ekonomik güçten daha çok askeri güç ön plana
çıkmaktadır. Her konu kapsamında güç dengesi farklı şekillerde ortaya çıktığı için
de gücün tanımı açısından ele alınan konunun kapsamı mutlaka saptanmalıdır. Bir
başka deyişle bir devlet sistem içerisinde etkili olmak istediği alanı mutlaka belir-
lemeli ve o alana yoğunlaşmalıdır. Bağlam (“domain”) ise, kimin hangi aktörler
üzerinde etkide bulunduğu, yani bir aktörün etki altına alabileceği aktörlerin sayısı
ya da etkisini gösterebileceği coğrafi alan ile ilgilidir. Aktörler farklı coğrafyalarda
farklı derecelerde güce sahip olduğu için coğrafi alan mutlaka dikkate alınmalı-
dır.”23 Örneğin Rusya Federasyonu ve İspanya’nın sahip olduğu güç Latin Ameri-

20 Nye, “The Changing Nature of World Power,” a.g.e.s. 178.


21 Robert O. Keohane and Joseph S. Nye, Power and Interdependence, New York, Longman,
2001, s.46.
22 Özdemir, a.g.e., s.117.

23 David A. Baldwın, “Power and International Relations,” Handbook of International Re-

lations, Walter Carlsnaes, Thomas Risse, Beth A. Simmons (Ed.), Sage Publications, Lon-
58 Enerji Diplomasisi

ka’da ve Avrupa’da ayrı Orta Asya ve Kafkaslarda ayrı değerlendirilmelidir. Zira


Latin Amerika ve Avrupa’da İspanya daha birçok bakımdan daha güçlü bir devlet
olarak ön plana çıkarken Orta Asya ve Kafkaslar’da hiç şüphesiz Rusya Federasyo-
nun gücü daha fazladır.
Güç değerlendirmelerinde dikkate alınması gereken üçüncü unsur olan kay-
nakların önemi/ağırlığı (“weight”) ise bir aktörün diğerlerinin davranışlarını şe-
killendirme olasılığını yani elindeki kaynakların sonuca etki potansiyelini ifade
etmektedir. Örneğin Türkiye dünyadaki Bor madeni rezervlerinin % 72’lik bir kıs-
mına sahipken söz konusu madenin fiyatının belirlenmesinde ne kadar söz sahibidir.
Diğer taraftan Arap devletleri sahip oldukları rezerv sebebiyle dünyada petrol arz
ve talebin belirlenmesinde oldukça kilit role sahip aktörler olduklarından fiyatların
belirlenmesi ve dolayısıyla diğer devletlerin ekonomik durumlarını doğrudan etki-
leme gücüne sahip durumdadır. Zira 1973’te yaşanan Petrol Krizi sonrasında ge-
lişmiş ülkelerde ve tüm dünyada petrol fiyatları hızlı bir şekilde aratarak 2. Dünya
Savaşı dünyada oluşturulan Bretton Woods sisteminin sonunu getirmiş ve dünyayı
büyük ölçüde sarsan büyük bir ekonomik krize sebep olmuştur. Dolayısıyla petrol
kaynaklarına sahip Arap devletleri ellerindeki bu gücü kullanarak diğer devletlerin
davranışlarını etkileme noktasında başarılı olmuşlardır.
Diğer taraftan gücün varlığından ancak belirli bir amaç ve hedef bağlamında
söz edilebilir. Yani bir devletin sahip olduğu potansiyel güç unsurlarının belirli bir
amacı veya hedefi yerine getirme özelliği yoksa bu durumda güçten bahsetmek
uluslararası ilişkilerde pek mümkün değildir. Örneğin İsviçre sahip olduğu ekono-
mik gelişmişlik düzeyini uluslararası sistemde kendi amaçlarını gerçekleştirmek
için bir enstrüman olarak kullanmıyorsa veya bu yönde bir niyeti bulunmuyorsa bu
durumda İsviçre’nin bu gücü sadece potansiyel bir güç unsuru olarak yer alacak-
tır. Dolayısıyla siyasetin bir vasıtası olarak kullanılmayan veya kullanılma becerisi
gösterilmeyen yeteneğin güç olma niteliği yoktur. Kısaca, güç ancak siyasi olarak
kullanılabilirse veya kullanılmak istenirse açığa çıkan bir olgudur.
Bu yüzden Klasik realizm, politika bağlamında güç kavramını siyasi olarak
caydırıcılık yeteneği olarak yorumlamaktadır. Zaten realist yaklaşımda güvenlik ve
gücün eşanlamlı olarak kullanılması ve gücün askeri güce daha fazla vurgu yapı-
larak bir amaç olarak ifade edilmesinin nedeni budur. “Objektif bir ulusal çıkar
kavramının güç yoluyla tanımlanmasının ardında da yine gücün özde caydırıcılığa
dayandığı varsayımı yatar. Çünkü en somut ve objektif olarak tanımlanabilecek

don, 2013, s.275, ss.273-297, http://www.princeton.edu/~dbaldwin/selected%20articles/


Baldwin%20%282013%29%20Power%20and%20International%20Relations.pdf (Erişim
06.05.2015).
Mesut Şöhret 59

ulusal çıkar tanımı, saldırıların caydırılmasıyla ifade edilebilir.”24 Bu noktada güç-


le ilişkilendiren asıl unsurun askeri hazırlık derecesi olduğu ortadadır. Bu durum
aslında caydırıcılık kapasitesinin güç açısından önemini de vurgulamaktadır. Zira
güç klasik realizmin savunduğu gibi diğer devletlerin düşünce ve hareketleri üze-
rinde kontrol olarak ifade edildiğinden bir devletin güçlü olması esas itibariyle baş-
ka devletlerin belirli bir konuda politikalarını değişime zorlayarak saldırganlıkların
caydırılmasıdır. Bu yüzden caydırıcılık, diğer aktörlerin belirli davranışlara yönlen-
dirilmesini içeren bir durumdur. Esas itibariyle bu noktada gücün etkin kullanımı,
şiddet veya zorlama nedeniyle değil daha çok oluşturulan psikolojik etkiyle sağlan-
dığını söylemek mümkündür.
Neo-realist yaklaşım ise gücü ifade ederken devletin kapasitesinden çok di-
ğer devletlerin davranışlarını değiştirebilme yeteneğinden daha çok uluslararası
sisteme vurgu yapmaktadır. Buna göre güç, “sistemik kısıtlamalar çerçevesinde
sahip olunan hareket alanı ve başkalarının yetenekleri karşısında özerklik olarak
tanımlanmaktadır. Yani bir devlet uluslararası sistemin kısıtlayıcı ve hareket ala-
nını daraltıcı etki ve yapılarından ne kadar az etkilenirse o kadar güçlü demektir.
Bu bağlamda hareket serbestisini sağlayan unsur, aktörün (devlet) sahip olduğu
niteliklerden daha çok sistemin yapısıdır. Bu noktada Neorealistler aktör yetenek-
lerinin gücün tanımı içerisinde yer aldığını kabul ederler ancak yetenekler gücü
tanımlamada yetersizdir. Çünkü sistemde tüm aktörlerin yetenek ve konumları diğer
aktörlere göre tanımlanır. Gücün tanımı açısından yeteneklerin varlığı değil, diğer
aktörlerle karşılaştırıldığında ifade ettiği anlam önemlidir.”25 Bu durum aslında
Alman yazar von Hornigk tarafından şu şekilde yorumlanmıştır. “Bir ulusun bugün
için kudretli ve zengin olup olmaması gücünün ve zenginliğinin büyüklüğüne ya
da sağlamlığına değil esas olarak komşularının aynı şeylere kendisinden daha çok
ya da daha az sahip olmasına bağlıdır.”26 Örneğin bir devlete askeri olarak veya
ekonomik olarak güçlüdür diyebilmek için sistem içinde kendisine rakip olan devlet
veya devletlerin sahip oldukları askeri ve ekonomik güçten daha fazlasına sahip
olması gerekmektedir. Zira böylesi bir kıyaslama yapmadan bu tarz bir tanımlama
yapmanın bir anlamı yoktur.
Bu noktada devletlerin yeteneklerinin ve kapasitelerinin sistem içinde eşit ola-
rak dağıtılmadığı unutulmamalıdır. “Söz konusu bu eşitsiz dağılım esasında gücü
tanımlayan en önemli faktör olarak değerlendirilmektedir. Çünkü devletlerin sahip

24 Özdemir, a.g.e., s.127.


25 Özdemir, a.g.e., s.128.
26 Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri:16. Yüzyıldan Günümüze Ekono-

mik Değişim ve Askeri Çatışmalar, Birtane Karanakçı, (Çev.) İstanbul, İş Bankası Kültür
Yayınları, 2009, s. 21.
60 Enerji Diplomasisi

oldukları yetenek ve kapasiteleri sistemin temel yapısını oluşturmaktadır. Bu durum


devletler için hareket serbestisi veya kısıtlamaları meydana getirir. Bu yapı, sahip
olunan yetenek ve kapasiteleri diğer aktörleri yönlendirebilmek için kullanma fır-
satları yaratır ya da bunları ortadan kaldırır. Sonuç olarak güçlü olanlar karar
verme ve uygulama konusunda daha serbest hareket edebilir.”27 Bir başka deyişle
eğer bir devlet sahip olduğu yetenek ve kapasite bakımından diğer rakiplerinden
daha güçlüyse bu gücünü rakiplerinin eylemlerini caydırmak için ve kendi istekle-
rini gerçekleştirmek için kullanabilir.

2. Nükleer Güç ve Nükleer Gücün Caydırıcılık Özelliği


Madde atomlarının parçalanması (fisyon) ya da iki ayrı atomun birleştirilmesi
(füsyon) yollarıyla açığa çıkan enerjiye nükleer enerji denir. Nötronun 1932 de Sir
James Chadwick tarafından keşfinden sonra 2. Dünya Savaşı’nın da etkisiyle nük-
leer bilim hızlı bir şekilde gelişim göstermiştir. 1939’da atomun bölünmesi (fisyon)
ile enerjinin açığa çıktığı keşfedilmiştir. Bu enerjiden yararlanma aşamaları sıra-
sında silah olarak da kullanılabileceği fikri de oluşmuştur. Atom silahları (nükleer)
ve Hidrojen silahları (termonükleer); iki ayrı yöntem ve iki ayrı isimle anılan nükle-
er silahların geliştirilmesine yol açmıştır.28 Buna göre 1943’te ilk kontrol edilebilen
zincirleme reaksiyon, 1945’te ilk atom silahı ve 1951’de nükleer enerji kullanılarak
ilk elektrik üretimi gerçekleşmiştir. Böylece nükleer enerji 20 yıl gibi bir süreçte
temel prensiplerden pratik uygulama aşamasına gelerek günümüz dünyasında başta
askeri olmak üzere ekonomik ve diplomatik anlamda kendisine bir yer bulmuştur.
Bu nedenle devletler açısından geçmişte olduğu gibi günümüzde de çok önemli bir
dış politika aracı olarak önemini sürdürmektedir. Bu güce sahip olmak ister askeri
amaçlı olsun isterse barışçıl amaçlı (enerji üretmek için) bazı devletler açısından
uluslararası sistemde bir güç ve caydırıcılık unsuru olarak görülmekte ve aynı za-
manda o ülkeye her anlamda prestij sağladığına inanılmaktadır.
Nükleer enerji, her ne kadar bilim ve teknolojik gelişim açısından bir dönüm
noktası olsa da ülkelerin güçlü konuma geçmek ve yenilmez olmak üzere silahlar
geliştirmesi sonucu dünya üzerinde ciddi zararlara sebep olmuştur. Nükleer silahla-
rın en önemli özelliği, çok geniş bir bölgede canlı – cansız her şeyi tümden yok etme
kapasitesine sahip olması ve zararlı etkilerini çok uzun bir zaman dilimi içerisinde
dahi gösterebilmesidir. Nükleer silahlar açısından kritik olan diğer bir konu ise,
nükleer teknolojinin aslında çifte kullanıma elverişli (dual-use) olmasıdır. Nükleer

27 Özdemir, a.g.e., s.129.


28 Gizem Nur Tekin vd, Uluslararası Güvenlik Kongresi Bildiriler Kitabı Proceeding Book,
Hasret Çomak, Ayşegül Gökalp Kutlu (Ed.) Kocaeli, 8–9 Ekim 2013, s.410.
Mesut Şöhret 61

teknolojinin temel hammaddesi uranyumdur ve uranyum çeşitli aşamalar sonucu


gaz haline getirilerek zenginleştirilir ve asıl amacının ne olacağı bu aşamada or-
taya çıkmaktadır. Zenginleştirme işleminin belli bir oranda kalması yakıt üretimi
anlamına gelirken, silah üretimi için daha yüksek zenginleştirme oranlarına sahip
olması gerekmektedir.29
Tarihte ilk nükleer silah olarak Trinity olarak bilinen ilk nükleer deneme 16
Temmuz 1945 yılında yapılmış olup, 6 Ağustos 1945’te ise uranyum bazlı “ Little
Boy” adlı atom bombası Hiroşima’da patlatılmıştır. Son olarak ise 9 Ağustos’ta
Nagazaki üzerinde patlatılan plütonyum bazlı “ Fat Man” olmuştur.30 Bu iki eylem
6 yıl süren savaşın bitmesini sağlamış ve bir türlü teslim olmayan Japonya’yı dize
getirmiştir. 2. Dünya Savaşından bu yana bir daha nükleer silah kullanılmamış ol-
makla birlikte yok edici etkisinden dolayı devletler için çok önemli bir caydırıcı
unsur haline gelmiştir.
Bu açıdan küresel ve bölgesel anlamda rekabette, çatışma risklerinde nükle-
er güce sahip olmak devletlere büyük bir üstünlük sağlamaktadır. “Nükleer silaha
sahip bir ülkenin düşmanı veya rakibi, mukabele göreceğinden ve faturası çok ağır
olacağından dolayı bu tür devletlere saldırıda bulunamıyor; tehdit edemiyor. Bu
nedenle silahlı çatışma, işgal, saldırı gibi konularda nükleer gücün devletlere çok
ciddi bir caydırıcılık sağladığını söylemek mümkündür. Nükleer güce sahip olmak,
kullanılabilir nükleer silahları elinde bulundurmak diğer ülkeler üzerinde ciddi
diplomatik baskı da oluşturmaktadır. Nükleer güce sahip olmayan ülkelerin eli bu
güce sahip ülkeler karşısında her türlü iş ve ilişkide zayıf, etkisiz kaldığını söylemek
mümkündür. Nükleer gücü olan ülke özellikle gergin ve gerilimli ilişkilerde rakiple-
rine karşı masada hep bir adım önde olmaktadır.”31
Nükleer gücün diğer bir özelliği de devletlerin enerji üretiminde üstlendiği
roldür. Zira birçok devlet ekonomileri için ihtiyaç duydukları enerji gereksinim-
lerini karşılamak için nükleer güç kullanma yoluna gitmektedirler. Bu nedenle
dünyada nükleer gücün askeri caydırıcılık unsurunun yanında devletlerin diğer
devletlere enerji bağımlılıklarının azaltılması yönünde alternatif bir enerji üretme
özelliğinin de giderek arttığını ve gelecekte de artmaya devam edeceğini söylemek
mümkündür. Dolayısıyla çalışmanın bu bölümünde öncelikle nükleer gücün barışçı
amaçlarla kullanımı incelendikten sonra askeri anlamda caydırıcı özellikleri ince-
lenecektir.

29 Gizem Nur Tekin vd, a.g.e., s.410-411.


30 Gizem Nur Tekin vd, a.g.e., s.411.
31 Mahmut Akpınar, “İran’ın Nükleer Gücü Kime Tehdit”, http://www.mahmutakpinar.com/ira-

nin-nukleer-gucu-kime-tehdit.html (Erişim 07.05.2015).


62 Enerji Diplomasisi

2.1. Nükleer Gücün Devletlerin Enerji İhtiyaçlarını Karşılamadaki Rolü


Dünyanın gelişen nüfusuna yönelik artan üretim ihtiyacı ve teknolojik geliş-
meler beraberinde enerji gereksinimi de aynı oranda artırmaktadır. Global ekono-
mik yapı içerisinde firmaların ve ülkelerin kıyasıya rekabet ettikleri alanlarda üreti-
min en verimli ve en düşük maliyetle yapılması avantaj sağlamaktadır. Şirketler ve
ülkeler ekonomik ve sosyal gereksinimleri için ürettikleri hizmet veya malda insan
gücü, sermaye ve toprak kadar enerjiye de ihtiyaç duymaktadır. Enerji fiyatlarında-
ki dalgalanmaların kırılgan birçok ekonomiyi nasıl etkilediğini, bunun sonucunda
enflasyon, işsizlik ve durgunluk gibi çeşitli ekonomik sıkıntılar son yıllarda sık sık
karşılaşılan durumlar arasındadır.
Kapitalist dünya ekonomisinde ekonominin esas üretim sahaları enerji üre-
timine tamamen bağlıdır. Enerji üretimi çeşitli metotlarla da yapılabilmektedir.
Bugün enerji üretiminde en çok kullanılan petrol ve petrol ürünleridir. Buna ilave
olarak da kömür enerji sağlayan başka önemli bir maddedir. Bu iki önemli enerji
maddesi yıllarca kullanılmış ve üretim yapan ülkelerdeki siyasi ve ekonomik du-
rumlar bunların fiyatlarını büyük ölçüde etkilemektedir. Ayrıca dünyamızın son
yıllarda yüz yüze kaldığı küresel ısınmanın kullanılan fosil yakıtların (petrol, kö-
mür ve gazların) çıkardığı karbon dioksitin sera etkisi meydana getirmesinden kay-
naklanmaktadır. Bu durum hiç kuşkusuz bir taraftan enerji ihtiyaçları artan diğer
taraftan kaynakları azalan devletleri alternatif enerji kaynaklarından enerji üretme-
ye zorlamaktadır. Söz konusu alternatif enerji üretim kaynakları arasında sera gazı
etkisine neden olmayan güneş, rüzgar ve sudan elde edilen yenilenebilen enerji
kaynaklarıdır. Ancak bu kaynaklardan elde edilen enerji henüz dünyada üretilen
enerjinin az bir bölümünü teşkil etmekte ve dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerinin üretimde kullanma ihtiyacını duymakta olduğu güç ve yeterlilikte enerji
üretimi sağlayamamaktadır.
Aşağıda yer alan grafikte görüldüğü gibi 2012 yılında dünyada üretilen elekt-
riğin sadece % 2,7’lik kısmı güneş ve rüzgar enerjisinden üretilirken sudan (hyd-
ro) üretilen elektrik miktarı % 16,5 olmuş ve nükleer güç santrallerinden üretilen
elektrik miktarı da % 10,8 olmuştur. Kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtlardan üre-
tilen elektrik miktarı ise % 62,6 olarak gerçekleşmiştir. Dolayısıyla yakın gelecekte
enerji üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının fosil yakıtlar yerine enerji üreti-
minde birincil (primary) kaynaklar olabileceği olası görünmemektedir. Bu nedenle
özellikle kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil kaynaklar yönünden fakir devletlerin
söz konusu enerji ihtiyaçlarını nükleer güç santralleri kurarak karşılamaları daha
olası bir senaryodur.
Mesut Şöhret 63

Grafik 1:
2012 Yılında Dünya Elektrik Üretiminin Enerji Kaynaklarına Göre Dağılımı32

Yenilenebilir enerji kaynaklarının verimli bir şekilde ihtiyacı karşılayıp karşı-


lamayacağı tartışılırken dünya  ülkeleri üretimin en üst düzeyde yapıldığı ve petrol
ve kömürün enerji üretiminin kat kat üzerinde verimli ve hava kirliliği yaratmayan
nükleer santralleri kullanmayı tercih etme yönüne gitmiştir. “Kuruluş maliyetinin
fazlalığına rağmen üretim maliyetlerinin düşüklüğü birçok gelişmiş veya gelişmek-
te olan ülkenin nükleer enerji üretimine yönelmesini sağlamıştır.  Küresel ısınma-
nın önüne geçilmesi ve enerji açığının kapatılması alanında yapılan araştırmalar,
atmosfere çok daha az sera gazı salınımına sebep olan nükleer enerji santrallerinin
ve bu teknolojinin önem kazanmasında çok önemli bir etkendir. Günümüzde Tür-
kiye’nin de içerisinde bulunduğu birçok ülke nükleer enerji santrallerine sıcak bak-
makta veya kullanmaktadır.”33
Her ne kadar nükleer enerjinin kullanımı yönünde çevre ile ilgili örgütlerin
birçoğu olumsuz yönde görüş bildirmekte ve nükleer reaktörlerde yaşanan talihsiz
kazalar yüzünden Türkiye dahil birçok ülkede nükleer santral yapımı ve kullanımı
engellenmeye çalışılsa da güvenilir ve teknolojik şekilde inşa edilen bir nükleer
santralin çevreye olumsuz etkisi bulunmamakta, aksine ülke ekonomisine ve enerji

32 Nuclear Power in the World Today, Updated February 2015, http://world-nuclear.org/info/Cur-


rent-and-Future-Generation/Nuclear-Power-in-the-World-Today/ (Erişim 07.05.2015).
33 Duygu Çetin, “Enerji Üretiminin Ekonomideki Etkileri ve Nükleer Santraller”, http://www.

teias.gov.tr/eBulten/makaleler/2013/nukleersantreller.html (Erişim 07.05.2015).


64 Enerji Diplomasisi

üretimine sayısız katkı sağlamaktadır. Bu nedenle nükleer gücün diğer enerji kay-
naklarına göre bir takım avantajları bulunmaktadır. Bunlar;
➢ Nükleer güç üretimi diğer kömür,doğal gaz veya petrol kullanarak elekt-
rik üreten teknolojilere göre çok daha az miktarda karbondioksit salınıma
neden olur. Yani nükleer santrallerin sera gazı emisyonları daha az oldu-
ğundan küresel ısınmayı hızlandırıcı etkileri daha düşüktür.34
➢ Nükleer enerji teknolojisi hazır bir teknolojidir ve geliştirilme aşamasını
bitirmiştir
➢ Bir nükleer santralden yüksek rakamlarda elektrik enerjisi elde edilebi-
lir35
Ancak nükleer santrallerin risksiz ve %100 güvenilir bir enerji kaynağı olma-
dıklarını da unutmamak gerekir. Buna karşılık nükleer santralin yapıldığı bölgenin
deprem riskleri, diğer çevresel etmenler, terör vb. faaliyetler sonucu uygulanacak
sabotaj riski vs. göz önüne alındığında doğru seçildiği takdirde, nükleer santralle-
rin çevre ve insan sağlığına zarar verme riskleri diğer enerji kaynaklarına nazaran
oldukça azdır.

2.2. Nükleer Güç’ün Elektrik Üretiminde Kullanımı


ABD’de elektrik üretimi için ilk kullanımını takiben nükleer enerji İngilte-
re’de 1953’te, Rusya’da 1954’te, Fransa’da 1956’da ve Almanya’da 1961’de elekt-
rik üretiminde kullanılmaya başlandı. 1960’larda on ülke ve bunu takiben 1970’ler-
de on ülke daha nükleere dayalı elektrik üretimine başladı. 1970’lerin başındaki
petrol krizi nükleer güç santrallerine talebi artırdı ve bu santrallerin kurulma dal-
gasını başlattı. Sonraki on yılda dünya ekonomisindeki yavaşlama ve fosil yakıt
fiyatlarındaki düşüş, nükleer enerji talebindeki büyümeyi kısıtladı. Bunun yanı sıra
ABD’deki Three Mile Island (1979) ve Rusya’daki Chernobyl (1986) kazalarının
etkisi ile nükleer tesislerin güvenliği hakkında kamuoyunda ciddi endişeler oluş-
maya başladı. Bütün bu faktörler 1990’larda nükleer enerjinin gelişmesinde ya-
vaşlamaya sebep olmuştur. Bununla beraber bazı ülkeler reaktör yapımına devam
ettiler ve bu da nükleer enerji üretiminde sınırlı bir artışa neden olduğunu söylemek
mümkündür. Aşağıda grafikte nükleer enerjinin elektrik üretimi noktasında 1965 –
2010 yılları arasındaki tarihsel gelişim süreci yer almaktadır.

34 Nükleer enerji sera gazı salınımı göz önüne alındığında en temiz enerji kaynağıdır. Nükleer
santraller yerine fosil yakıt kullanan santraller kullanılsaydı atmosfere yıllık olarak 1,2 milyar
ton karbon verilecekti. Bu veriler incelendiğinde, fosil yakıtların çevre ve insan sağlığına etki-
leri uzun vadede nükleer santrallere nazaran çok daha fazladır. Bkz. Çetin, a.g.m.
35 Çetin, a.g.m.
Mesut Şöhret 65

Grafik 2:
Nükleer Enerji Kapasitesi ve Reaktör Sayılarının Tarihsel Gelişimi36

Günümüzde nükleer enerji santralleri geçmiş yıllarla karşılaştırıldığında hiç


üretmediği kadar elektrik enerjisini üretmektedirler. Dünya Atom Enerjisi Ajan-
sı’nın Şubat 2015 verilerine göre küresel anlamda üretilen elektrik enerjisinin %
11,5’lik kısmı 31 ülkede faaliyette bulunan 435 nükleer santralden sağlanmaktadır.
Aşağıdaki grafikte 1971–2013 yılları arasında nükleer enerji ile üretilen elektrik
miktarları yer almaktadır. Buna göre nükleer santrallerde üretilen elektrik miktarı-
nın zaman içinde sistematik olarak 2010 yılına kadar arttığı ancak bu yıldan sonra
özellikle Mart 2011’de Japonya Fukişima’daki nükleer felaketten sonra azalma eği-
limine girdiği görülmektedir.

36 Günümüzde Nükleer Enerji, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Raporu, Temmuz 2010, s. 1.
66 Enerji Diplomasisi

Grafik 3:
1971–2013 Yılları Arası Nükleer Santrallerden Üretilen Elektrik Miktarları37

Diğer taraftan devletlerin artan enerji ihtiyaçlarına paralel olarak nükleer güç
santrallerinin gelecek yıllarda sayılarının ve elektrik üretim kapasitelerinin artması
beklenmektedir. Zira Dünya Atom Enerjisi Ajansı’nın Şubat 2015 verilerine göre
yapımı devam eden 70 nükleer reaktörün devreye girmesiyle günümüzde üretilen
elektrik enerjisinin % 20’lik kısmı bu santrallerde üretilecektir. Bu durum mev-
cut üretim kapasitesinin % 20 oranında artışı anlamına gelmektedir. Benzer şekilde
planlanan 160 nükleer güç reaktörünün devreye girmesiyle de mevcut üretimin %
50 oranında artacağı hesaplanmaktadır. Bu verilerden çıkarılacak bir başka sonuçta
önümüzdeki dönemde artan enerji talebiyle ekonomik amaçlı da olsa önümüzdeki
yıllarda nükleer güce sahip devlet sayısının artacağı beklenmektedir. Ayrıca tablo-
dan da görüleceği gibi yapımı devam eden ve nükleer santral yapımına karar veren
devlet sayısı mevcut şartlarda 48 olacaktır. Buna göre BM’ye üye devlet sayısı-
nın da şu an itibariyle 193 olduğu hesaplandığında şu şartlarda örgüte üye her 4
devletten 1’inin nükleer güce sahip olduğu veya 2030 yılına kadar sahip olacağı
görülmektedir.
Sadece barışçıl amaçlarla nükleer güç kullanmakta olan ve kullanacak olan
devletlerin dünya üzerinde dağılımına bakıldığında özellikle Avrupa, Asya ve Ame-
rika kıtasında yoğunlaştığı görülmektedir. Bu nedenle olası bir nükleer santral ka-
zası durumunda söz konusu kıtalarda yer alan nükleer güç kullanarak enerji üretme-
yen devletlerinde ortaya çıkacak muhtemel radyasyon serpintisine maruz kalacağı

37 Nuclear Power in the World Today, Updated February 2015, http://world-nuclear.org/info/Cur-


rent-and-Future-Generation/Nuclear-Power-in-the-World-Today/ (Erişim 07.05.2015).
Mesut Şöhret 67

ortadadır. Özellikle Avrupa ve Asya’da mevcut devlet sayılarının fazla olduğu dü-
şünüldüğünde yaklaşık 105 devletin olası radyasyon serpintisine maruz kalacağı
dikkate alınmalıdır. Bu resme değişik bir açıdan baktığımızda yakın gelecekte nük-
leer güce sahip olmayan ülkeler de olası bir nükleer felaketten kaçamayacaklardır.
Bu durumu Türkiye’deki nükleer güç tartışmaları ile ilişkilendirecek olursak Tür-
kiye’nin nükleer güce sahip olmaması onu çevresindeki ülkelerde yer alan nükleer
santrallerden kaynaklanacak olan felaketlerden korumayacaktır. Örneğin Ermenis-
tan’da faaliyet gösteren eski nesil nükleer reaktörde meydana gelecek bir nükleer
santral kazası Türkiye’nin kuzey ve doğu bölgelerinde radyoaktif serpintilere neden
olacaktır. Aynı şekilde Bulgaristan’da meydana gelebilecek bir felaket ülkenin Mar-
mara bölgesinin radyasyon serpintisine maruz kalmasına neden olacaktır. Kısaca
özetlemek gerekirse nükleer güce sahip olmamak Türkiye’nin hiçbir şekilde nük-
leer bir felaketten etkilenmeyeceği anlamına gelmemektedir. Çünkü Türkiye’nin
çevresindeki neredeyse yakın ve uzak tüm komşuları bu gücü kullanmaktadır.

Harita 1: Dünyadaki Mevcut, Yapımı Devam Eden ve


Yapılması Planlanan Nükleer Santraller38

38 İran’ın İlk Nükleer Santrali Faaliyete Başladı, http://www.ntv.com.tr/arsiv/id/25249538/ (Eri-


şim 08.05.2015).
68 Enerji Diplomasisi

Tabloda görülen ilginç ayrıntılardan biri de bazı devletlerin elektrik üretimin-


de nükleer güce olan bağımlılık oranlarında görülmektedir. Buna göre en dikkat
çekici ayrıntı Avrupa’nın göbeğinde yer alan ve gerek ekonomik gerekse askeri
ve diplomatik olarak güçlü bir devlet olan Fransa’nın ülkedeki elektrik üretimin-
de nükleer santrallere oldukça bağımlı olmasıdır. Çünkü ülkede üretilen elektriğin
% 76,9’luk kısmı nükleer güçten elde edilmektedir. Nükleer güce bağımlı olması
Fransa’yı enerji üretiminde diğer ülkelere bağımlı hale getirmediği gibi fosil ya-
kıtlara harcanan maliyetlerin de oldukça düşük olmasına neden olmaktadır. Bu
durumun ülkenin enerji üretimi açısından başta Ortadoğu devletleri olmak üzere
diğer devletlere ekonomik bağımlık seviyesini azalttığını söylemek mümkündür.
Avrupa’da nükleer güce yüksek oranda bağımlı olan diğer ülkeler arasında % 56,3
ile Slovakya, % 53,6 ile Macaristan, % 47,5 ile Belçika, % 41,5 ile İsveç, % 37,9
ile İsviçre % 35,8 ile Çek Cumhuriyeti, % 34,5 ile Finlandiya yer almaktadır. Buna
göre birçoğu AB üyesi olan söz konusu bu ülkelerdeki refah seviyesinin oluşumun-
da nükleer gücün önemli bir katkısının olduğu söylenebilir.
Diğer taraftan tablodaki diğer bir ilginç ayrıntı da petrol zenginliği bakımın-
dan dünyada 1 numara olan Suudi Arabistan’ın ileriki yıllardaki enerji ihtiyacını
karşılamak için gelecek 15 yıl içinde 16 adet nükleer santral yapmayı planlaması-
dır. Benzer şekilde petrol zengini körfez ülkelerinden Birleşik Arap Emirliklerinin
hali hazırda 3 nükleer enerji santralinin yapımına başlaması ve gelecek 15 yıl için-
de toplam 11 nükleer enerji santralini işletmeye açmasıdır. Bu durum hiç şüphesiz
önümüzdeki yıllarda nükleer gücün fosil yakıt bakımından zengin olan devletler
tarafından tercih edileceğini ortaya koymaktadır.

Tablo 1:
Nisan 2015 İtibariyle Nükleer Güç Santralleri ve Nükleer Gücün Ülkelerin
Elektrik Üretimindeki Payı39

Nükleer Elektrik İşletilen Santral İnşa Edilen Planlanan Santral


Ülke Adı
Üretimi, 2014 Sayısı Santral Sayısı Sayısı
Milyar kWh % Adet MWe net Adet MWe net Adet MWe net
ABD 798.6 19.5 99 98756 5 6018 5 6063
Almanya 91.8 15.8 9 12003 0 0 0 0
Arjantin 5.3 4.0 3 1627 1 27 0 0
BAE 0 0 0 0 3 4200 1 1400
Bangladeş 0 0 0 0 0 0 2 2400

39 World Nuclear Power Reactors & Uranium Requirements, Updated April 2015, http://wor-
ld-nuclear.org/info/Facts-and-Figures/World-Nuclear-Power-Reactors-and-Uranium-Require-
ments/ (Erişim 08.05.2015).
Mesut Şöhret 69

Belçika 32.1 47.5 7 5943 0 0 0 0


Belarus 0 0 0 0 2 2400 0 0
Brezilya 14.5 2.9 2 1901 1 1405 0 0
Bulgaristan 15.0 31.8 2 1906 0 0 1 950
Çek Cumhuriyeti 28.6 35.8 6 3766 0 0 2 2400
Çin Halk Cum. 123.8 2.4 26 23144 23 25163 45 52200
Endonezya 0 0 0 0 0 0 1 30
Ermenistan 2.3 30.7 1 376 0 0 1 1060
Finlandiya 22.6 34.6 4 2741 1 1700 1 1200
Fransa 418.0 76.9 58 63130 1 1720 1 1720
Güney Afrika 14.8 6.2 2 1830 0 0 0 0
Hindistan 33.2 3.5 21 5302 6 4300 22 21300
Hollanda 3.9 4.0 1 485 0 0 0 0
İngiltere 57.9 17.2 16 10038 0 0 4 6680
İran 3.7 1.5 1 915 0 0 2 2000
İspanya 54.9 20.4 7 7002 0 0 0 0
İsrail 0 0 0 0 0 0 1 1200
İsveç 62.3 41.5 10 9487 0 0 0 0
İsviçre 26.5 37.9 5 3333 0 0 0 0
Japonya 0 0 43 40480 3 3036 9 12947
Kanada 98.6 16.8 19 13553 0 0 2 1500
Kazakistan 0 0 0 0 0 0 2 600
Kore (Güney) 149.2 30.4 24 21657 4 5600 8 11600
Kore (Kuzey) 0 0 0 0 0 0 1 950
Litvanya 0 0 0 0 0 0 1 1350
Macaristan 14.8 53.6 4 1889 0 0 2 2400
Malezya 0 0 0 0 0 0 2 2000
Meksika 9.3 5.6 2 1600 0 0 2 1600
Mısır 0 0 0 0 2 2400 2 2400
Pakistan 4.6 4.3 3 725 2 680 0 0
Polonya 0 0 0 0 0 0 6 6000
Romanya 10.8 18.5 2 1310 0 0 2 1440
Rusya Fed. 169.1 18.6 34 25264 9 7968 31 32780
Slovakya 14.4 56.8 4 1816 2 942 0 0
Slovenya 6.1 37.2 1 696 0 0 0 0
Suudi Arabistan 0 0 0 0 0 0 16 17000
Tayland 0 0 0 0 0 0 5 5000
Türkiye 0 0 0 0 0 0 4 4800
Ukrayna 83.1 49.4 15 13168 0 0 2 1900
Ürdün 0 0 0 0 0 0 2 2200
Vietnam 0 0 0 0 0 0 4 4800
Toplam 2,411 % 11 437 380,770 65 67,859 165 185,920
70 Enerji Diplomasisi

Nükleer güçten enerji üretimi 2011 yılı mart ayında Japonya’nın Fukuşima
nükleer santralinde yaşanan felaketinin ardından bir miktar kesintiye uğramıştır. Al-
manya ve İsviçre gibi bazı ülkelerin nükleer enerji kullanımından kademeli olarak
çekileceğini açıklamasına karşın, birçok ülke için nükleer enerjinin hala çok önemli
olduğu görülmektedir. Londra merkezli istihbarat şirketi Globaldata tarafından ya-
pılan son araştırmaya göre, “dünyada yeni bir “nükleer rönesans” yaşanması bek-
lenmektedir. Ancak nükleere yönelenlerin bu defa gelişmekte olan ülkeler olacağı
öngörülmektedir. Buna göre bugün nükleer santrale sahip olmayan 45 ülke daha
önümüzdeki dönemde, nükleer kullanan ülkeler arasına katılacağı beklenmektedir.
Bunun yanında Nükleer yakıt çubuklarına en yüksek talebin Asya-Pasifik bölgesin-
den geleceği öngörülürken, bu bölgedeki mevcut 117 nükleer reaktörün yanısıra,
2013 ila 2020 arasında 89 reaktörün daha devreye alınması beklenmektedir. Aynı
dönemde “yükselen nükleer ülkeler” arasında ise nükleer yakıt çubukları için önde
gelen pazarların Birleşik Arap Emirlikleri ile Türkiye olacağı ön görülmektedir.
Rapora göre, ayrıca Türkiye’nin 2020’ye kadar toplam 979 ünitelik nükleer yakıt
çubuğu talebi olacağı hesaplanmaktadır.”40
Esas itibariyle nükleer gücün uluslararası rekabet ortamında ekonomik bir
değer olarak kullanılmasında herhangi bir sakıncası yoktur, Ancak nükleer ener-
jinin bir güç aracı olarak kullanılması, yani bir silaha dönüştürülmesi uluslararası
sistemde korkuların artmasına neden olmakta ve bu güce sahip olmayan devletler
açısından da askeri olarak caydırıcılık unsuru olarak kullanılmaktadır.

2.3. Nükleer Gücün Devletlerin Askeri ve Siyasi İhtiyaçlarını


Karşılamadaki Rolü
Uluslararası sorunların büyük bir çoğunluğu genellikle silaha başvurulmadan,
diplomatik yollarla (pazarlıklar, ikna yolları veya çeşitli biçimlerdeki ödüllendirme
yöntemleri) çözülmektedir. Bununla birlikte devletler açısından güvenlik gündeme
geldiğinde bazen diplomatik yöntemler yeterli olamayabilmektedir. Bu bakımdan
güvenlik konusu geçmişte ve günümüzde diğer devletlerin ya da uluslararası ku-
ruluşların teminatına bırakılamayacak kadar önemli bir sorundur. “Klasik güvenlik
paradigmasının temel ilgi alanı, devletlerin bekalarına yönelik tehditlerle müca-
dele etmeleri amacıyla geliştirmeleri gereken askeri imkan, kabiliyet, kapasite ve
stratejilerdir.”41
Bu nedenle güvenliğini sağlayabilmek için her devlet askeri hazırlığını ve di-

40 Nükleer Trenine 45 Yeni Ülke Binecek, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?-


DocID=22986030 (Erişim 09.05.2015).
41 John Baylis, “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt

5, No 18, 2008, s.73, ss.69-85.


Mesut Şöhret 71

ğer güç öğelerini en üst düzeyde tutmaya özen göstermek zorundadır. Ancak askeri
gücün sadece savunma amacıyla kullanılmadığı herkesçe bilinmektedir. Bu nedenle
önemli bir husus silahların kendisi değil, bu silahların hangi amaçlarla (hangi siya-
si kazanımlar için kullanıldıklarıdır). Silahlarla ilgili bir diğer nokta ise, bunların
askeri açıdan değil, daha da önemlisi, siyasal açıdan, ya da siyasal çerçeve içinde
değerlendirilmeleri gereğidir. Bu konuda elbette devletler açısından en önemli he-
def nükleer silahlardır.
Bir devletin, ulusal güvenlik çıkarlarının zorunlu kıldığı hallerde kuvvete baş-
vurmaktan çekinmeyeceğini inandırıcı biçimde ortaya koyması çoğu zaman etkili
olur. Tabii, bunun için o ülkenin yeterli güce ve gücü kullanacak siyasi idareye sahip
olması gerekmektedir.42 Savunma gücünün barış zamanında en etkili biçimde kulla-
nılması için diplomasi ile silahlı kuvvetlerin çok yakın bir uyum ve iş birliği içinde
olmaları gereklidir. Askeri gücün dış politikada etkin bir unsur olabilmesi, büyük
ölçüde silahlı kuvvetlerin etkinliğine bağlıdır. Uluslararası politikada önemli bir rol
oynamak isteyen devletler, daima güçlü ordulara sahip olmaya önem vermiştir.
“Bu nedenle bir devletin askeri gücünün uluslararası sistemde etkinliğini be-
lirleyen faktörleri genel olarak şu şekilde sıralayabiliriz:”43
1) Nükleer silahlara sahip olma.
2) Dış ülkelerde askeri varlık bulundurma, güç projeksiyonu (üsler, denizaşı-
rı varlıklar vb.), stratejik kuvvet kaydırma (ulaştırma) ve takviye yeteneği.
3) Stratejik ve taktik haberleşme kabiliyetleri.
4) Modern teknolojinin keskin uçlarını kullanan, çevik ve etkili (isabetli ve
tahrip gücü yüksek) ateş desteği ile takviye edilmiş manevra kabiliyetleri.
5) Küresel ve bölgesel coğrafyalarda süratli, zamanında ve emniyetli bir şe-
kilde kuvvetlerinin lojistik desteğini, barınma ve idamesini sağlayacak
kabiliyetler
Uluslararası sistemde askeri bir üstünlük aracı olarak görülen nükleer silahlar,
“atomların parçalanması ve birleşmesi sonucunda ortaya çıkan çok yüksek mik-
tardaki nükleer enerjiden faydalanılarak’ üretilmektedir. Atom bombası, hidrojen
bombası, serseri nükleerler gibi farklı şekillerde olabilen bir nükleer silahın kulla-
nılması hem patlama, ısı ve ışık etkisiyle hem de radyasyon yaymak suretiyle can-
lı hayatın ölümüne yol açmaktadır. Ayrıca, bu radyoaktivite uzun yıllar sürmekte,

42 Onur Öymen, Ulusal Çıkarlar, Küreselleşme Çağında Ulus-Devleti Korumak, Remzi Kita-
bevi, İstanbul, 2003, s.165.
43 Sait Yılmaz, “Uluslararası İlişkilerde Güç ve Güç Dengesinin Evrimi”, Beykent Üniversitesi

Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, 2008, s.40, ss. 27–65.


72 Enerji Diplomasisi

insan ve çevre için kalıcı sağlık problemlerine yol açmaktadır.”44 Bir başka deyişle
ifadeyle, nükleer silah kullanımı, Hiroşima ve Nagazaki’nin bombalanmasından
anlaşıldığı üzere, sadece insanları yok etmemekte, ayrıca çevreyi, biyolojik hayatı
ve hatta insanlık değerlerini yok etmektedir.45
Nükleer silahların sahip olduğu bu korkutucu etkilerine rağmen uluslararası
sistemde 2. Dünya Savaşı sonrasında Doğu ve Batı blokları arasında tam bir nükleer
silah çılgınlığı yaşanmış ve nükleer silah sayıları zaman içinde giderek artmıştır.
“Nükleer korku veya tehdit, bir dönem uluslararası toplumu ABD ve Sovyetler Bir-
liği liderliğinde iki kutuplu hale getirmiş ve iki kutup arasındaki rekabet ortamında
askeri güç aracı olarak nükleer silahlar daha da geliştirilmiştir. Bunun en büyük
nedeni nükleer silâhların, fiziksel zararları kadar, diplomatik pazarlıklar açısından
da önemli rol oynamasındandır.”46
Bu nedenle özellikle Soğuk Savaş döneminde bu silahların sahip olduğu po-
tansiyel etkiler bu güce sahip devletlerin askeri ve siyasi ihtiyaçlarını karşılamada
önemli olduğu görülmüştür. “Nitekim nükleer silâhların kullanılması veya kullan-
ma tehdidinin belirli durumlarda meşru olduğunu iddia edenler, bu argümanlarını
desteklemek üzere, nükleer caydırıcılık doktrin ve uygulamasını dayanak göster-
mişlerdir. Kendilerinin daima diğer devletlerle de uyum içinde, meşru müdafaa du-
rumunda veya hayati güvenlik menfaatlerine silâhlı saldırı ile tehdit durumunda
bu silâhların kullanılması hakkını saklı tuttuklarını belirtmişlerdir. Nükleer caydı-
rıcılığın, aslında nükleer silâhlara sahip olmayı ve bu kozu, yeni bir dünya savası-
nın başlamasını önlemede kullanmaya dair ilân edilmiş bir hazırlığı haklı kıldığı
söylenemez. Ancak, bu hususun, uzunca bir süredir barışın sürdürülmesine katkıda
bulunduğuna dair yaygın bir kanı da mevcuttur.”47
Genel itibariyle Soğuk Savaş döneminde ve sonrasında güvenlik anlayışı ulus-
lararası sistemin yapısına göre değişmiştir. Soğuk Savaş döneminde iki kutup ha-
ricindeki ülkeler birbirlerini tehdit olarak görmemişlerdi. Güvenlik anlayışı askeri
çoğunluğa ve günün teknolojik silahlarının kullanılma oranına göre belirlenmiştir.
Uluslararası ortamda bu dönemde, ülkeler devlet merkezli ve güç eksenine dayalı
politikalar sergilemişlerdi. “Soğuk Savaş sonrası dönemde yeni güvenlik anlayışı
çok kutuplu olup bütün alanlara yayılmıştır (ekonomi, enerji, çevre, sosyo-kültür

44 Ayşe Nur Tütüncü, “Nükleer Silâhların Kullanımının Yasaklanması Sorunu”, Anadolu Üni-
versitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 2, 2004, s. 10-11, ss.9-26.
45 John Scales Avery, “Flaws in the Concept of Nuclear Deterrence”, Cadmus Journal, Vol. 1,

No 4, 2012, s. 91, ss. 87-92.


46 Christopher C. Joyner, “Countering Nuclear Terrorism: A Conventional Response”, The

European Journal of International Law, Vol. 18 No. 2, 2007, s. 233-234.


47 Tütüncü, a.g.e., s.11.
Mesut Şöhret 73

ve eğitim). Ülkeler artık devlet merkezli ve güç eksenine dayalı askeri güç yerine,
ekonomik anlamda güçlenmeye, sosyo-kültür ve eğitim alanlarına önem vermeye
ve yeni enerji kaynakları temin etmeye başlamıştır. Ülkeler kendi güvenlikleri için
nükleer silah edinme çabaları göstermektedirler. Nükleer silah hem güç, hem cay-
dırıcılık niteliği olan bir korunma yolu, hem de düşmana karşı gerektiğinde kullanı-
lacak bir tehdittir. Çok kutuplu dönemde artık ülkeler birbirlerine potansiyel tehdit
olarak bakmaktadırlar ve bu ülkelerin birbirlerini tehdit olarak algılaması, nükleer
silah üretimi ve teminin artmasına neden olmuştur.”48
Bu durumun en büyük nedeni nükleer silahların devletlere sağladığı güç üs-
tünlüğünden kaynaklanmaktadır. “Nükleer silahlar günümüzde askeri ve stratejik
üstünlük ve işlevsellikten ziyade siyasi müzakerelerde eli güçlendiren bir kart, bu-
nun da ötesinde psikolojik ve ideolojik üstünlük ve baskı aracı haline gelmiş du-
rumdadır.”49 Zira bu silaha sahip devletler uluslararası sistem içinde sınıf atlamakta
ve kendisinden çekinilen, korkulan devlet haline gelmektedir. Örneğin günümüzde
nükleer silaha sahip olan 5 devletin (ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa) aynı
zamanda BM’nin daimi üyesi olması tesadüf değildir. Söz konusu devletlerin nere-
deyse hepsi yarım yüzyıldır nükleer silaha sahip ülkelerdir. Ayrıca Nükleer Silahla-
rın Yayılmasını Önleme Antlaşması’na (NPT)50 göre bu ülkelerin nükleer silahları
olması meşru sayılıyor. Dolayısıyla nükleer silaha sahip oldukları için de uluslara-
rası politikaya yön verme haklarını kullanma imkanına sahip olmaktadırlar.
Bu bağlamda BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi nükleer beş ülke diğer
aktörlerin nükleer silaha sahip olma isteğini kontrol altına almaktadır ve bu anlaş-
maya taraf olmaya çağırmaktadır. Bu yüzden herhangi bir ülke tarafından güvenlik
anlayışını tehdit eden bir adım gerçekleşince söz konusu ülkeler önce müzakere
yoluyla sonra daha sert biçimde kendi tavırlarını ve isteklerini dile getirmektedir.
Örnek olarak İran’a bakılabilir. İran’ın nükleer programı Batılı devletler tarafın-
dan bölge ve dünya güvenliği ve istikrarı için sakıncalı bulunmuştur ki nükleer

48 Juldiz Kanapiyanova,“Güvenlik Anlayışı ve Ülkelerin Nükleer Silaha Başvurma Nedenleri”,


http://eurasianri.org/main/turkce-guvenlik-anlayisi-ve-ulkelerin-nukleer-silaha-basvurma-ne-
denleri/?lang=tr (Erişim 10.05.2015).
49 Talha Köse, “Psikolojik Savaşın Tehlikeli Cephanesi: Nükleer Silahlar”, http://arsiv.setav.org/

public/HaberDetay.aspx?Dil=tr&hid=11905&q=psikolojik-tavasin-tehlikeli-cephanesi-nukle-
er-silahlar (Erişim 11.05.2015).
50 Bu antlaşmaya göre bu beş devletin diğer ülkelere nükleer silah veya teknolojisini sağlaması,

diğer ülkelerin de nükleer silah gücü için çalışması yasaklanıyordu. Bu antlaşmayı imzalama-
yan Hindistan, Pakistan ve İsrail ve anlaşmadan çekilen Kuzey Kore de şu anda nükleer silah
sahibi olan ülkeler arasındadır. Bkz. Tuncay Uslu, “Türkiye’nin Nükleer Silah Gereksinimi”,
http://www.gaziemetgazetesi.com/Y1887_213_turkiyenin-nukleer-silah-gereksinimi.html
(Erişim 11.05.2015).
74 Enerji Diplomasisi

müzakereler anlaşmaya varılıncaya kadar devam etmiştir. Güvenliği tehdit edecek


olan nükleer silah edinme ile ilgili maddeler kaldırılmıştır ve nükleerin sadece sivil
kullanımı için adımlar atılmıştır. “Günümüzde nükleer silahların % 98’ine ABD
ve Rusya sahip bulunmaktadır. Çin, Fransa, Hindistan, İsrail, Pakistan ve İngil-
tere’nin de nükleer silahlara sahip olduğu bilinmektedir. Güney Kore, Japonya ve
Tayvan sahip olma yolunda ilerlemektedir. Fakat yoğun tartışma bu silahları elde
etmeye çalışan İran ve Kuzey Kore üzerinde yapılmaktadır.”51 Aşağıdaki haritada
nükleer silahlara sahip olan devletler yer almaktadır.52

Harita 2:
Günümüzde Nükleer Silaha Sahip Devletler53

51 Graham Allison, “How to Stop Nuclear Terror”, Foreign Affairs, Vol. 83, No. 1, 2004, s. 65,
ss. 64 – 74.
52 Ancak günümüzde Avustralya, Avusturya, Kanada, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya,

Almanya, Macaristan, İrlanda, İtalya, Hollanda, Norveç, Polonya, Slovakya, İspanya ve İsveç
gibi bazı devletler nükleer silah geliştirme potansiyeline sahip olmakla birlikte bu silahları
üretmemişlerdir. Bu tercihlerinin altında yatan sebep kuşkusuz bu devletlerin çoğunun kom-
şuları ile güvenlik sorunu yaşamamalarındandır. Ayrıca bu devletlerin birçoğu NATO üyesi
olduklarından bu askeri örgütün koruması altında bulunmaktadır.
53 List of States With Nuclear Weapons, http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_states_with_nucle-

ar_weapons (Erişim 10.05.2015).


Mesut Şöhret 75

2.4. Uluslararası İlişkilerde Caydırıcı Bir Unsur Olarak Nükleer Silahlar


Caydırıcılık, sözlük anlamı olarak bir saldırganlığı önlemek ve engellemek
için önlem alma işi olarak tanımlanmaktadır. Bir kavram olarak caydırıcılık; bir
taraf için diğer tarafın eyleme başlamadan tehdit edilmesi olarak tanımlanabilir.
Pratik anlamda ise aslında bir bakıma, rakip veya düşmanın mevcut veriler ve de-
ğerlendirmeler ışığında kendi kendine vardığı bir sonuç anlamı kazanmaktadır.
“Bir başka deyişle saldırırsam başıma ne gelir? sorusunu sordurma (ve bunu sür-
dürülebilir kılma) yetisidir denilebilir. Bununla birlikte caydırıcılık, daha önceki
bölümlerde belirtildiği gibi sadece sert güç ile sağlanabilecek bir olgu değildir.
Caydırıcılığı sağlamak için elde bulunan imkân ve kabiliyetler çok iyi tanınmalı,
bunun üstüne rakibin imkân ve kabiliyetleri büyük bir titizlikle değerlendirilmelidir.
Bu kapsamda elde edilmek istenen caydırıcılığa ittifak ve işbirliklerinin etkisi de
son derece dikkatli bir şekilde ele alınmalıdır.”54
Dış işlerinde caydırıcılık, henüz başlamamış bir eylemi, düşmanı vazgeçirmek
için üslenme stratejisine denmektedir ve bu stratejinin önemi Soğuk Savaş sırasında
Nükleer silahların kullanımıyla ilgili olarak askeri mahiyette artmıştır. Uluslararası
krizler ve savaşta caydırıcılık için askeri tehditlerin kullanımı yıllarca Soğuk Sa-
vaş döneminin etkisiyle beraber güvenlik araştırma merkezlerinin konusu olmuştur.
Araştırma genellikle, akılca caydırıcılık teorisinin55 analiz edilerek hangi şartlar
altında başarılı ve başarısız olucağı konvansiyonel caydırıcılık üzerine odaklanmış
ancak buna karşı tabiî ki; örgütsel (organizational deterrent) teori ve bilişsel psiko-
loji gibi alternatifleri vardır.

54 Arda Mevlütoğlu, “Caydırıcılık Üzerine” http://www.siyahgribeyaz.com/2013/01/caydrclk-u-


zerine.html (Erişim 11.05.2015).
55 Caydırıcılık teorisi ilk olarak Sovyetler Birliğinin 1949 yılındaki ilk nükleer patlamasından

kısa bir süre sonra ortaya atılmıştır. Rusya’nın nükleer ve roket alanındaki ilerlemelerinden ve
nükleer savaş ihtimalinden korkan Amerikalı nükleer planlama uzmanları, atom çağında savaşı
yeniden tanımlamak için çok çalıştılar. Diğerlerinin yanı sıra Bernard Brodie, William Kauf-
mann, Albert Wohlstetter ve Herman Kahn gibi Amerikalı strateji uzmanları en sonunda top-
yekûn nükleer misilleme tehdidinin Sovyetler Birliği’nin ya da Birleşik Devletler’in birbirleri-
ne karşı nükleer silahları kullanmalarını önleyeceği konusunda uzlaştılar. Caydırıcılık teorisi,
ilk başlangıç saldırısında hepsinin ortadan kaldırılmasını önlemek için her iki tarafın da birden
fazla erken uyarı sistemi ve çok sayıda silah sevkiyat aracı ve nükleer harp başlığı muhafaza
etmesi ilkesine dayandırıldı. Bu şekilde, her iki taraf da farklı nitelikte fırlatma platformları
ile ve her iki tarafın da ilk saldırıda karşı tarafın tüm silah stokunu tahrip edebileceğine inan-
mayacağından emin olmak için dayanıklı bir kumanda ve kontrol sistemi kurdu. Karşılıklı ga-
rantili imha tehlikesi Soğuk Savaş sırasında her iki tarafı da rehin almıştı ve nükleer stratejinin
oluşturulmasını etkilemiştir. Bkz. Sinan Ülgen, “Türkiye’nin Nükleer Programının Güvenlik
Boyutu: Nükleer Diplomasi ve Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Politikaları” Ekonomi
ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi, Discussion Paper Series Eylül 2011, s.25–26.
76 Enerji Diplomasisi

Diğer taraftan güvenilir nükleer caydırıcılık politikasını incelediğimizde 1959


yılında Bernard Brodie’nin yaptığı “henüz kullanmayacak şekilde ancak her zaman
saldırmaya hazır olmaktır” tanımı ile karşılaşmaktayız. Huth tarafından yapılan
caydırıcılık politikasını ise iki kategoriye ayırabiliriz.
1) Direkt caydırıcılık (direct deterrent): Bir devletin topraklarına karşı aske-
ri saldırıyı önlemek. Bu tarz caydırıcılık genellikle komşu devletler ara-
sındaki toprak anlaşmazlıklarını içermektedir. Örneğin ABD kurulurken
Meksika ile yaşadığı toprak anlaşmazlıkları verilebilir.
2) Genişletilmiş caydırıcılık (extended deterrent): Bir devlete karşı silahlı
saldırıyı önlemek Bu tarz caydırıcılık genellikle olayla alakalı iki devle-
tin yanı sıra büyük devletlerinde olaya müdahale olmasıdır. Yani konuyla
alakalı devletlerin yanında konuyla ilgisi bulunmayan devletlerde vardır.
Kore Savaşı buna bir örnek olarak verilebilir.
Bu iki kategoriye bakıldığında, Huth’un, caydırıcılığı kısa dönemli tehdide
karşı tepki (immediate deterrent) ve askeri karışıklığı önleme stratejisi ya da kısa
dönemli tehdide uygulanacak genel caydırıcılık (general deterrent) diye de sınıflan-
dırmış şekilde incelenebilinir.56
Uluslararası güvenlikte caydırıcılık politikası; “bir devlet liderinin diğer
devlet liderine yönelttiği askeri misillemeye atıfta bulunarak, tehdide başvurma-
dan diğer devletin askeri gücünü engellemektir. Bu strateji, amacı bilinmeyen ve
beklenmeyen saldırıyla karşı karşıya olmamak adına caydırma politikası ile güçlü
düşmanı caydırma diye de nitelendirilebileceği gibi, hedef aslında tehdidi yürütmek
değil, onu ikna edebilirlik amacındadır çünkü, hedef oluşabilecek eylemi ve kayıp-
ları göze almıştır.”57
Diğer taraftan caydırıcılık politikası sadece askeri açıdan değil aynı zamanda
siyasi açıdan da kabul edilebilir olması gerekir.
➢ Askeri anlamda; olası savaşa karşı ve askeri çatışma tehdidine ya da as-
keri işbirliğinin yönelttiği krizlere ve devlet liderlerinin barış zamanı as-
keri tehditlerine karşı önlemdir.
➢ Siyasi olarak ta, savaş ve krizlerin önlenmesi caydırıcılığın tek amacı
değildir. Buna ek olarak ta, saldırıda olan devletin potansiyel askeri ve

56 Begum Urgancı, Caydırıcılık (Deterrence Policy) http://www.tuicakademi.org/index.php/te-


mel-kavramlar/4403-caydiricilik-deterrent-policy (Erişim 11.05.2015).
57 Begum Urgancı, Caydırıcılık (Deterrence Policy), https://www.academia.edu/5857880/Deter-

rent_Policy (Erişim 11.05.2015).


Mesut Şöhret 77

siyasi isteklerine direnmekte bunun içine dahildir. Silahlı çatışma tehdidi


altında saldıran devletin maksimum taleplerine diplomatik imtiyazlar ka-
çınılmazsa, bu başarılı bir caydırıcılık sayılmaz.58
Uluslararası ilişkilerde başarılı bir caydırıcılığın olması için genel olarak iki
ana faktör vardır. Bunlar:
1) Ölçülü güvenli zorlama, başarılı diplomasi: Bu durum uluslararası ve
yerli kısıtlamaları aza indirir.
2) Saldıran devletlerin saldırganlığı ancak kendi iç ekonomik ve siyasi ko-
şulları kadar olmalı: Çünkü başka bir devleti caydırma politikası karşı
devleti motive edebilir ve davranışlarını etkileyebilir.59
Bu anlamda özetle, pazarlık gücü caydırıcılık politikasının temelidir yedekte
tutulduğu zaman en başarılı halini alır. Soğuk Savaş yıllarında bu politika artık bir
askeri zafer bilimi halini almıştır. Ölçülülük ve bu konuda hangi stratejinin uygu-
lanması gerektiği gibi konular olası savaş durumunda önemlilik arz eder. “Ancak
savaşta düşmanı ezmek ya da rezil edercesine yenmek, kontrol edilemeyen ya da
öngörülemeyen sonuçlar doğurabilir. Dolayısıyla koşullar elverdiği müddetçe raki-
bi veya düşmanı belli bir “hava boşluğu” bırakmak, onu mümkün mertebe rasyonel
sınırlar içinde tutmaya çalışmak, uzun vadede avantaj sağlayabilir. Gerçekleştirilen
hamlenin sadece sonucu değil, gerçekleştirilme şekli de rakibin tutum, değerlendir-
me ve davranışlarını etkileyebilir. Tamamen köşeye sıkıştırılan, çaresiz bırakılan ya
da orantısız bir şekilde ezilen hasmın davranışları ya da kararlarını kestirmek güç
olacaktır; zira böyle bir durumda rakibin veya düşmanın rasyonel kararlar alması-
nı beklemek mümkün değildir.”60 Bir başka deyişle kaybedecek hiçbir şeyi olmayan
bir rakip devletin her yola başvurması veya ben bitiyorsam rakibim de bitsin demesi
pek muhtemel bir durumdur.
Bu bakımdan değerlendirildiğinde uluslararası ilişkilerde nükleer güce sahip
olmak ve özellikle nükleer silaha sahip olmak rakipler üzerinde oldukça güçlü bir
askeri caydırıcı unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durum bir bakıma günlük ha-
yatta düşmanı veya hasmı olan bir kişinin cebinde ruhsatlı bir silah taşımasına ben-
zetilebilir. Zira belinde son derece güçlü bir silah taşıyan bir şahıs bunu çoğu zaman
kullanmasa da çeşitli zamanlarda bu silahın varlığından rakiplerini haberdar etmek

58 Urgancı, Caydırıcılık (Deterrence Policy), https://www.academia.edu/5857880/Deterrent_Po-


licy.
59 Urgancı, Caydırıcılık (Deterrence Policy), https://www.academia.edu/5857880/Deterrent_Po-

licy.
60 Mevlütoğlu, a.g.m.
78 Enerji Diplomasisi

için deneme atışları veya çeşitli gövde gösteriyle bunu dost ve düşman herkese ilan
etmektedir. Benzer şekilde elinde nükleer silahı olan bir devlet rakip devlet veya
devletlere karşı bu silahlara sahip olarak bu üstünlüğünü göstermektedir. Öyle ki
çoğu zaman kullanmasa da çeşitli zamanlarda veya gerginlik durumlarında yaptık-
ları nükleer silah denemeleriyle rakiplerine gözdağı verebilmektedir. Bu nedenle
eğer rakip devlet söz konusu silahlara sahip değilse çoğunlukla geri adım atarak
gerginliği tırmandırmama yoluna gitmektedir. Bu durumda nükleer güce sahip ol-
mayan bir devlet ile nükleer güce sahip olan bir devlet arasında bir güç veya siklet
farkı ortaya çıkmaktadır. Çünkü elinde nükleer silah bulunduran devlet ile bu si-
lahlara sahip olmayan devlet adeta düelloya çıkan iki adamın birinin silahlı diğe-
rinin silahsız olmasına benzer bir durumdur. Zira caydırıcılık bakımından nükleer
silahlar elinde bu silahtan olmayan bir devletin kara, hava ve deniz kuvvetlerinin
toplamından daha etkilidir ve bir kaç nükleer bombanın kullanılması bu üç ana
kuvveti de askeri olarak anlamsız hale getirmektedir. Çünkü nükleer silahların yok
edici etkileri bir ordunun konvansiyonel olarak sahip olabileceği kapasitenin tama-
mından çok çok fazladır.
Bu yüzden nükleer silaha sahip olmak uluslararası sistem içinde özellikle rakip
devletler arasında birbirlerine karşı kullanabilecekleri son derece caydırıcı bir unsur
olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Hindistan’ın 1974’te Poharan şehrinde ilk
nükleer denemesini yapması üzerine 3 kez savaştığı komşusu Pakistan’a karşı güç
dengesini lehine çevirmiştir. Bu durumda Pakistan kendi güvenliğini ciddi bir tehdit
içerisinde hissetmiş ve hedefini nükleer güce sahip ilk İslam ülkesi olmak olarak
belirlemiştir. Bunun için yapılması gereken askeri, ekonomik, siyasi tüm adımları
atarak nükleer güç haline gelmiştir.61 Bu doğrultuda dönemin Pakistan başbakanı
Zulfikar Ali Butto devletin nükleer güç haline gelme noktasında kararlılığını “Kuru
ot yiyeceğiz, aç kalacağız ama nükleer bomba yapacağız”62 şeklinde ifade etmiştir.
Bu amaca ulaşmak için Pakistan ilk olarak 1976’da nükleer araştırma laboratuarla-
rını kurarak 6 yıllık süre içerisinde her türlü yasağa ve diplomatik baskıya rağmen
uranyum geliştirme tekniği elde etmiştir. Bu süreçte gereken ve Pakistan Ordusu’na
verilmeyen bir çok malzeme özel şirketler aracılığıyla ülkeye getirtilmiştir. Dev-
let, halk, asker, özel teşebbüs el ele vererek çekilen onca zahmet sonucu, Pakistan
dünyanın 7. nükleer gücü olmayı başarmıştır. Zira Hindistan’ın 10 Mayıs 1998’de
gerçekleştirdiği 3 nükleer denemenin ardından Pakistan tarihi bir dönemece geldi
ve tüm dünyanın baskılarına rağmen dönemin başbakanı Navaz Şerif, genelkurmay
Başkanı Cihangir Karamat ve nükleer programın ardındaki beyin olan ünlü fizikçi

61 Harun Çelik, “Pakistan Aç Kaldı Bombayı Yaptı” http://www.aksiyon.com.tr/dunya/pakis-


tan-ac-kaldi-bombayi-yapti_509081 (Erişim 11.05.2015).
62 Çelik, a.g.m.
Mesut Şöhret 79

Abdülkadir Han nükleer silah deneme konusunda geri adım atmadılar. 28 Mayıs
1998’de Belucistan eyaletinde art arda 5 nükleer deneme gerçekleştirerek nükleer
silah sahibi ayrıcalıklı devletler kulübüne girmiştir.
Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi aslında Pakistan’ın nükleer silah sahibi
bir ülke olmasını sağlayan tetikleyici unsur ezeli rakibi Hindistan’ın bu silahlara sa-
hip olmasıdır. Bu nedenle Hindistan’ın nükleer silaha sahip olması rakip devlet olan
Pakistan üzerinde büyük bir tehdit unsuru olarak algılanarak ülkenin de nükleer si-
laha sahip olmasıyla neticelenmiştir. Bu duruma neden olan esas unsur ise iki devlet
arasındaki güvenlik ikileminden (security dilemma) kaynaklanmıştır. Zira Pakistan
kendisine rakip olarak gördüğü Hindistan’ın nükleer silaha sahip olmasını bir beka
sorunu olarak algılamıştır. Çünkü Pakistan’ı bu düşünceye iten durum söz konu-
su silahların sahip oldukları yok edici potansiyel güç ve en güçlü konvansiyonel
silahtan bile daha üstün olmasındandır. Çünkü eğer Pakistan nükleer silaha sahip
olmasaydı muhtemel bir çatışma durumunda birkaç tane nükleer silaha sahip olan
Hindistan tüm Pakistan ordusunu yerle bir edecek potansiyele sahip olacaktı. Bu ne-
denle daha önceki bölümlerde ifade ettiğimiz gibi gücün tanımı açısından yetenek-
lerin varlığı değil, diğer aktörlerle karşılaştırıldığında ifade ettiği anlam önemlidir.
Diğer taraftan nükleer silahı bulunan ülkeler caydırıcı oldukları kadar prestij
sahibi de olmaktadır, diğer uluslararası konularda ve diplomatik görüşmelerde de
avantaj sağlamaktadırlar. Nükleer silaha sahip ülkelerin dış politikada başları her
sıkıştığında “gerekirse nükleer silah kullanırız” şeklindeki tehditleri nükleer silah-
ların kendisine sahip olan ülkelere verdiği güven ve cesaretin büyüklüğünü göster-
mektedir. Örneğin eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un Arap tehdidine karşı “Petrol
Araplarda ise kibrit bizde”63 sözü de nükleer silahların caydırıcılık ve özgüven ar-
tırıcı özelliğini gösteren bir örnek olarak değerlendirilebilir.
Uluslararası ilişkilerde nükleer silahların asıl büyüsü ve caydırıcılığı yaygın
olmayışları ve kullanılmamalarındaydı. Kimyasal ve biyolojik silahlar kolay üre-
tilmeleri ve öldürücülükleri nedeniyle nükleer silahlar kadar tehlikeli sayılabilir,
ancak nükleer silahlara sahip olmanın ayrıcalığı bir güvenlik psikolojisi meydana
getirmektedir. Bu nedenle “nükleer silahlar günümüzde askeri ve stratejik üstünlük
ve işlevsellikten ziyade siyasi müzakerelerde eli güçlendiren bir kart, bunun da öte-
sinde psikolojik ve ideolojik üstünlük ve baskı aracı haline gelmiş durumdadır.”64

63 Abdullah Şahin, “İsrail’in Gizli Gücü: Nükleer Silahlar”, http://abdullahsahin58.blogspot.


com.tr/2008/02/israilin-gizli-gc-nkleer-silahlar.html (Erişim 12.05.2015).
64 Talha Köse, “Psikolojik Savaşın Tehlikeli Cephanesi: Nükleer Silahlar”, http://arsiv.setav.org/

public/HaberDetay.aspx?Dil=tr&hid=11905&q=psikolojik-tavasin-tehlikeli-cephanesi-nukle-
er-silahlar (Erişim 12.05.2015).
80 Enerji Diplomasisi

Diğer taraftan İran, Kuzey Kore gibi Batı tarafından istenmeyen devletlerde küresel
hegemonyaya karşı tavırlarını ve karşıtlıklarını nükleer çalışmalarına hız vererek
göstermektedirler. Her iki ülke de nükleer silahlarının kendilerini daha güvende his-
setmelerini sağlamayacağının farkındadırlar; ancak sisteme karşı tavırlarını nükleer
silah çalışmalarıyla ifade ettiklerini söylemek mümkündür. Bu nedenle uluslararası
sistem içinde iddiası olan veya rakipleri olan bütün devletler mutlaka nükleer silah
elde etmeye çalışmaktadır. Bu silahı elde eden güçler de Uluslararası sistemde sınıf
atlamakta, çekinilen ülke haline gelmektedir.

Sonuç
Devletler ve diğer aktörler açısından ele alındığında uluslararası ilişkilerde
genel olarak “güç kavramından iki farklı şekilde söz edilebilir:”65
1) Bir şeyi yapabilme kapasitesi veya yetenek olarak güç (“power to”):
Buna göre örneğin bir devletin nükleer enerji veya nükleer silah üretecek
bir teknolojiye ve “ekonomik güce sahip olması”66 o devletin belirli bir
kapasitesinin ve yeteneğinin olduğunu dolayısıyla buna sahip olamayan
devletlere göre göreceli olarak güçlü olduğunu gösteren bir durumdur. Bu
durum söz konusu devleti anarşik uluslararası sistem içinde ayrıcalıklı bir
konuma getiren ve güçlü bir aktör olarak algılanmasına neden olan bir
unsurdur.
2) Birisi üzerinde kontrol sağlanması olarak güç (“power over”): Devlet-
lerin sahip oldukları kapasite ve yetenekleri uluslararası sistemde diğer
aktörler üzerinde kontrol sağlaması veya başka bir devletin kontrolünden
etkilenmemesi açısından oldukça önemlidir. Çünkü anarşik uluslararası
sistemde bir aktörün sahip olduğu kapasite ve yetenekler diğer aktörler
üzerinde kontrol sağlaması bakımından oldukça önemlidir. Bir başka de-
yişle devletler uluslararası sistemde yer alan diğer devletler üzerinde belir-
li bir kontrol sağlaması veya diğer devletlerin kendi üzerlerinde kurduğu
kontrolden çıkabilmek için belirli bir kapasiteye veya yeteneğe ulaşmak
durumundadırlar. Bu açıdan bakıldığında başka aktörler üzerinde kontrol
sağlamak için en önemli yollardan biri kuşkusuz nükleer güce ve özellik-
le de nükleer silahlara sahip olmaktır. Bu nedenle Uluslararası ilişkilerde
ister barışçıl amaçlar için isterse askeri amaçlar için olsun nükleer güce

65 Özdemir, a.g.e., s.124.


66 Nükleer silah gücüne sahip olan tüm devletlerin ekonomilerinin güçlü olduklarını söylemek
mümkün değildir. Örneğin Pakistan, Hindistan ve Kuzey Kore gibi devletler ekonomik bakım-
dan oldukça geri durumdadır.
Mesut Şöhret 81

sahip olmak günümüzde birçok devlet tarafından nihai hedef olarak görül-
mektedir. Bunun en büyük nedeni nükleer gücün özellikle uluslararası si-
yasette tüm kötücüllüğüne rağmen önemli bir caydırıcılık aracı ve de statü
sembolü olarak görülmesindendir. Çünkü bu güce sahip olan devletler bir
anlamda dokunulmazlığa erişmektedirler. Zira bir devletin nükleer güç sa-
hibi olabilmesi belirli bir teknolojik ve ekonomik birikime sahip olması-
na bağlıdır. Bu nedenle nükleer güç kullanma yeteneğine sahip bir devlet
uluslararası sistem içinde belirli bir ağırlığa ve prestije sahip olmaktadır.
Bunun yanında nükleer olarak güçlü bir devlet oluşturmak rejime içeride
kendi gücünü arttırma imkanını sağlamaktadır. Örneğin Hindistan, Pakis-
tan ve Kuzey Kore gibi halkının büyük kısmının fakirlik içinde yaşarken,
devlet imkânlarının ordu ve askeri güç için harcanması bu şekilde meşru
hale getirilmiş olmaktadır.

Genel bir değerlendirme yapıldığında artan nükleer gücün elektrik üretiminde


kullanımı geçmişten günümüze artan bir eğilim izlemektedir. Hem bu gücü kullana-
rak üretim yapan devlet sayısı hem de üretilen elektrik miktarı giderek artmıştır. Ay-
rıca yapımı planlanan nükleer enerji reaktörlerinin gelecek yıllarda hızlı bir şekilde
artması beklenmektedir. Öyle ki çalışmanın önceki bölümlerinde vurgulandığı gibi
petrol ve doğalgaz bakımından büyük rezervleri sahip olan devletler bile önümüz-
deki yıllarda nükleer enerji santralleri yapmayı planlamaktadırlar. Bu durum gele-
cek yıllarda enerjinin devletler için ne kadar önemli bir sorun olacağını göstermesi
bakımından oldukça anlamlıdır.
Nükleer gücün enerji ihtiyaçlarını karşılamada kullanılması genel olarak ulus-
lararası ilişkilerde bir sorun olarak görülmemekle birlikte bu gücün nükleer silah
yapımında kullanımı uluslararası sistemde var olan mevcut güç dengelerini değiş-
tirdiğinden oldukça tartışılan bir konu olmaktadır. Zira nükleer silahlar bugüne ka-
dar genellikle ya devletlerin ve NATO gibi uluslararası askeri ittifakların güvenlik
stratejileri çerçevesinde ya da sahip oldukları caydırıcılık boyutuyla tartışılmışlar-
dır. Bunun temel nedeni nükleer silah üretme teknolojisinin ve bu silahların etra-
fında örülen, içinde gerçeklik payı da bulunan gizemli güç ve prestijdir. Bugün BM
Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin nükleer silah bulundurma hakkını elinde
tutan devletler (ABD, Çin, Fransa, Rusya, İngiltere) olduğunu düşünürsek bu si-
lahlara atfedilen prestiji daha iyi görmek mümkündür. Çünkü sadece BM Güvenlik
Konseyi üyesi 5 ülke meşru olarak nükleer silah sahibi güç olarak kabul ediliyor ve
Nükleer Silahların Yayılmasını önleme anlaşması (NPT) çerçevesinde bu imtiyaz-
larını başka ülkelerin de elde etmesini önlemeye çalışmaktadırlar. Ancak Hindistan,
Pakistan İsrail ve Kuzey Kore gibi ülkeler bu sisteme katılmadan nükleer güç sahibi
olmuşlardır.
82 Enerji Diplomasisi

Diğer taraftan nükleer silahlar konusunda günümüzde yaşanan artık benim-


senmiş yanlış algının olduğunu söylemek mümkündür. Buna göre bu silahların ha-
yatımızda güncel bir tehlike oluşturmadıkları, tarihte bir kere kullanıldıkları ama
bir daha kullanılmayacakları izlenimi oluşmuş durumdadır. Bu noktada unutulan iki
şeyin olduğunu ifade edebiliriz.
1) Devam eden nükleer silah denemeleri: (IPPNW (International Physici-
ans for the Prevention of Nuclear War)’nun yaptığı bir araştırmaya göre
“1945 Temmuz ayından bu yana atmosferde, yeraltında ve suda kayda ge-
çen 1032’si ABD’ye ait olmak üzere 2.048 nükleer silah denemesi yapıldı.
Bu testlerde Hiroşima’ya atılan nükleer bomba gücünde 29 bin adet bom-
ba kullanılmıştır.”67.
2) Dünyanın Soğuk Savaş’tan bu yana pek çok kez nükleer savaşın eşi-
ğine gelmiş olduğu gerçeği (Küba krizi veya Kuzey Kore’nin nükleer
denemeleri sırasında yaşanan gelişmeler)
Bununla birlikte SIPRI (Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitü-
sü)’nın Haziran 2014’te yayınladığı rapora göre “2010–2014 arasında dünyadaki
nükleer silah sayısı 22.600’den 16.300’e düşmüş, yani % 28 oranında azalmıştır.
Bu silahların % 98’i ABD ve Rusya’nın elinde bulunuyor. “Ancak nükleer silah
sayısının azalıyor olması nükleer silahlardan arındırılmış bir dünyaya doğru git-
tiğimiz anlamına gelmiyor. Çünkü sayı azalsa da devletler nükleer cephanelerini
modernize ediyorlar ve daha az sayıda silahla daha büyük bir etki yaratmak için
teknolojik inovasyon çalışmaları yapıyorlar. Hem silahların kendisini hem de fır-
latma sistemlerini daha güçlü ve uzun menzilli hale getiriyorlar. Örneğin ABD bu
silahların yenilenmesi için 2014 bütçesinden 537 milyon dolar ayırmış durumda-
dır.”68
SIPRI’nin raporuna göre, sonuçta nükleer silah sayılarında düşüş devam etse
de Rusya ve ABD özellikle eskiyen savaş başlıkları ve üretim tesisleri gibi kalan
silahlarını geniş bir modernizasyona tabi tuttuğu görülmektedir. Bu bilgi de bu ül-
kelerin nükleer silah depolarını sadece elden geçirdikleri ve sayısal olarak bir düşüş
olsa da kapasite ve etkinlik bakımından daha güçlendirdikleri anlamına gelmekte-
dir. Bu bakımdan nükleer silahlar var olmaya, bazı devletler bu silahlara sahip olma
hakkına devam ettiği sürece nükleer silahların yayılmasını engellemek mümkün
görünmemektedir. Zira şimdiye kadar sahip olduğu nükleer güçten vazgeçmiş bir

67 Nuclear Weapons in the World, http://laromkarnvapen.se/en/nuclear-weapons-world/ (Erişim


13.05.2015)
68 Nuclear Forces Reduced While Modernizations Continue, http://www.sipri.org/media/pressre-

leases/2014/nuclear_May_2014 (Erişim 13.05.2015)


Mesut Şöhret 83

ülke bulunmamakta ve yakın gelecekte böyle bir olasılık görülmemektedir. Bu ne-


denle şöyle bir soru sorulması gayet mantıklı hale geliyor.“Eğer Fransa ve İngil-
tere gibi istikrarlı ülkelerin nükleer silahları varsa İran ve Kuzey Kore’nin neden
olmasın?”69
Tüm bu değerlendirmeler ışığında günümüz dünyasında uluslararası ilişki-
lerde söz sahibi olmak isteyen bir devlet, nükleer güce sahip olmak zorundadır.
Tam bağımsızlığın yolu bir bakıma nükleer güce sahip olmaktan geçiyor. Ancak
unutmamak gerekir ki nükleer güç bu gün kullanmaktan öte caydırıcılık için elde
edilmektedir. Örneğin Kuzey Kore yönetimi “Nükleer silahlar, ABD’nin saldırgan
tehditlerine karşı güvenilir bir savaş caydırıcısı olacak” gerekçesine sığınarak nük-
leer denemeyi gerçekleştirdiklerini beyan etmiştir. Dolayısıyla günümüzün süper
gücü olarak kabul edilen ABD, her ne kadar şer ekseni içinde ilan etmesine kendisi-
ne düşman olarak tanımlamasına rağmen bu ülkeyi nükleer silaha sahip olmasından
dolayı bu güne kadar işgal edememiştir. ABD bir devlet olarak Kuzey Kore ile
karşılaştırıldığında her bakımdan tartışmasız olarak üstün olsa da birkaç nükleer
silah ABD’nin bu devlete müdahale etmesinde şüphesiz en caydırıcı faktör olarak
öne çıkmaktadır. Diğer bir deyişle Kuzey Kore’nin sahip olduğu 7–8 adet nükleer
silah iki aktör arasındaki güç farkını kapatarak bu ülkeyi bir bakıma dengelemiş ve
dokunulmaz hale getirmiştir. Çünkü ABD yönetimi kimyasal silah üretme baha-
nesiyle çok kolay bir şekilde 2003’te Irak’ı işgal etmişti. Eğer o dönemde Irak’ın
elinde 1 tane dahi olsa nükleer silah olsaydı bu ülkeyi işgal etme de bu kadar ısrarcı
ve etkili olabilir miydi? Bu açıdan ABD, Irak işgali sonrası dünyaya adeta şu mesajı
veriyordu: “Nükleer silahın yoksa işgal edilirsin, varsa edilmezsin.”70 Bu nedenle
günümüzde ve yakın gelecekte mevcut uluslararası sistemde söz sahibi olmak is-
teyen devletler için nükleer güç sahibi olmak son derece önemli bir caydırıcı unsur
olarak kalmaya devam edecek gibi görünmektedir.

Kaynakça
Akpınar, Mahmut: “İran’ın Nükleer Gücü Kime Tehdit”, http://www.mahmutakpinar.com/ira-
nin-nukleer-gucu-kime-tehdit.html (Erişim 07.05.2015)
Allison, Graham: “How to Stop Nuclear Terror”, Foreign Affairs, Vol. 83, No. 1, 2004, ss.
64–74
Avery, John Scales: “Flaws in the Concept of Nuclear Deterrence”, Cadmus Journal, Vol. 1,
No. 4, 2012, ss. 87–92

69 Beytullah Demircioğlu, “Nükleer Silah Gerçeği”, http://dergi.altinoluk.com/index.php?say-


fa=yillar&MakaleNo=d249s057m1 (Erişim 13.05.2015)
70 Demircioğlu, a.g.m
84 Enerji Diplomasisi

Bachrach, Peter and Baratz, Morton S.: “Decisions and Non-decisions: An Analytical Fra-
mework”, American Political Science Review, Vol. 56, No. 4, 1962, ss. 947–952, http://
www.columbia.edu/itc/sipa/U6800/readings-sm/bachrach.pdf (Erişim 05.05.2015)
Baldwın, David A.: “Power and International Relations,” Handbook of International Re-
lations, Walter Carlsnaes, Thomas Risse, Beth A. Simmons (Ed.), Sage Publications,
London, 2013, ss.273 – 297,
http://www.princeton.edu/~dbaldwin/selected%20articles/Baldwin%20%282013%29%20
Power%20and%20International%20Relations.pdf (Erişim 06.05.2015)
Baylis, John: “Uluslararası İlişkilerde Güvenlik Kavramı”, Uluslararası İlişkiler Dergisi,
Cilt 5, No. 18, 2008, ss.69 – 85
Çelik, Harun: “Pakistan Aç Kaldı Bombayı Yaptı” http://www.aksiyon.com.tr/dunya/pakis-
tan-ac-kaldi-bombayi-yapti_509081 (Erişim 11.05.2015)
Çetin, Duygu: “Enerji Üretiminin Ekonomideki Etkileri ve Nükleer Santraller”, http://www.
teias.gov.tr/eBulten/makaleler/2013/nukleersantreller.html (Erişim 07.05.2015)
Demircioğlu, Beytullah: “Nükleer Silah Gerçeği”, http://dergi.altinoluk.com/index.php?say-
fa=yillar&MakaleNo=d249s057m1 (Erişim 13.05.2015)
Dowding, Keith: “Three-Dimensional Power: A Discussion of Steven Lukes’ Power: A Radi-
cal View” Political Studies Review, Vol. 4, No. 2, 2006, ss. 136 – 145
Erhan, Çağrı: http://www.turkhukuksitesi.com/showthread.php?t=6920 (15.09.2014)
Günümüzde Nükleer Enerji, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Raporu, Temmuz 2010, s.1
İran’ın İlk Nükleer Santrali Faaliyete Başladı, http://www.ntv.com.tr/arsiv/id/25249538/ (Eri-
şim 08.05.2015)
Joyner, Christopher C.: “Countering Nuclear Terrorism: A Conventional Response”, The
European Journal of International Law, Vol. 18 No. 2, 2007, s. 233–234
Kanapiyanova, Juldiz: ,“Güvenlik Anlayışı ve Ülkelerin Nükleer Silaha Başvurma Nedenle-
ri”, http://eurasianri.org/main/turkce-guvenlik-anlayisi-ve-ulkelerin-nukleer-silaha-bas-
vurma-nedenleri/?lang=tr (Erişim 10.05.2015)
Kennedy, Paul: Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri:16. Yüzyıldan Günümüze Eko-
nomik Değişim ve Askeri Çatışmalar, Birtane Karanakçı, (Çev.) İstanbul, İş Bankası
Kültür Yayınları, 2009, s. 21
Keohane, Robert O. and Nye, Joseph S.: Power and Interdependence, New York, Longman,
2001, s.46
Köse, Talha: , “Psikolojik Savaşın Tehlikeli Cephanesi: Nükleer Silahlar”, http://arsiv.setav.
org/public/HaberDetay.aspx?Dil=tr&hid=11905&q=psikolojik-tavasin-tehlikeli-cepha-
nesi-nukleer-silahlar (Erişim 12.05.2015)
List of States With Nuclear Weapons, http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_states_with_nucle-
ar_weapons (Erişim 10.05.2015)
Lukes, Steven: “Power: A Radical View”, http://isites.harvard.edu/fs/docs/icb.topic1458086.
files/lukes_power.pdf (Erişim 05.05.2015)
Mesut Şöhret 85

Mevlütoğlu, Arda: “Caydırıcılık Üzerine”, http://www.siyahgribeyaz.com/2013/01/caydrc-


lk-uzerine.html (Erişim 11.05.2015)
Nuclear Forces Reduced While Modernizations Continue, http://www.sipri.org/media/press-
releases/2014/nuclear_May_2014 (Erişim 13.05.2015)
Nuclear Power in the World Today, Updated February 2015, http://world-nuclear.org/info/Cur-
rent-and-Future-Generation/Nuclear-Power-in-the-World-Today/ (Erişim 07.05.2015)
Nuclear Weapons in the World, http://laromkarnvapen.se/en/nuclear-weapons-world/ (Erişim
13.05.2015)
Nükleer Trenine 45 Yeni Ülke Binecek, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.
aspx?DocID=22986030 (Erişim 09.05.2015)
Nye, Joseph S.: “Notes for a Soft-power Research Agenda”, Power in World Politics, Felix
Berenskoetter and Michael J. Williams (Ed.), London, Routledge, 2007, ss. 162–172
Nye, Joseph S.: “Soft Power”, Foreign Policy, No. 80, 1990, s.156–157, ss. 153–171, http://
www.jstor.org/stable/1148580 (Erişim 04.05.2015)
Nye, Joseph S.: “The Changing Nature of World Power,” Political Science Quarterly, Vol.
105, No. 2, 1990, ss. 177–192
Öymen, Onur: Ulusal Çıkarlar, Küreselleşme Çağında Ulus-Devleti Korumak, Remzi Ki-
tabevi, İstanbul, 2003, s.165
Özdemir, Haluk: “Uluslararası İlişkilerde Güç: Çok Boyutlu Bir Değerlendirme” Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 63, Sayı 3, 2008, ss. 113 – 144
Sağlam, Zeliha: “Güç Kavramı ve Ortadoğu’da Değişen Dengeler Üzerinden Güç Okuması”
http://www.ihhakademi.com/wp-content/uploads/2014/02/Güç-kavramı-ve-Ortadoğu-
da-değişen-dengeler-üzerinden-güç-okuması.pdf (Erişim 04.05.2015
Strange, Susan: “An Eclectic Approach”, Craig N. Murphy and Roger Tooze (ed.), The New
International Political Economy, Boulder, Lynne Publishers, 1991, s. 34
Strange, Susan: States and Markets, London, Pinter Publishers, 1988, s.27
Şahin, Abdullah: “İsrail’in Gizli Gücü: Nükleer Silahlar”, http://abdullahsahin58.blogspot.
com.tr/2008/02/israilin-gizli-gc-nkleer-silahlar.html (Erişim 12.05.2015)
Tekin, Gizem Nur vd.: Uluslararası Güvenlik Kongresi Bildiriler Kitabı Proceeding Book,
Hasret Çomak, Ayşegül Gökalp Kutlu (Ed.) Kocaeli, 8–9 Ekim 2013, s.410
Tütüncü, Ayşe Nur: “Nükleer Silâhların Kullanımının Yasaklanması Sorunu”, Anadolu Üni-
versitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 2, 2004, ss.9 – 26
Urgancı, Begum: Caydırıcılık (Deterrence Policy) http://www.tuicakademi.org/index.php/te-
mel-kavramlar/4403-caydiricilik-deterrent-policy (Erişim 11.05.2015)
Urgancı, Begum: Caydırıcılık (Deterrence Policy), https://www.academia.edu/5857880/De-
terrent_Policy (Erişim 11.05.2015)
Uslu, Tuncay: “Türkiye’nin Nükleer Silah Gereksinimi”, http://www.gaziemetgazetesi.com/
Y1887_213_turkiyenin-nukleer-silah-gereksinimi.html (Erişim 11.05.2015)
86 Enerji Diplomasisi

Ülgen, Sinan: “Türkiye’nin Nükleer Programının Güvenlik Boyutu: Nükleer Diplomasi ve


Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Politikaları” Ekonomi ve Dış Politika Araştır-
malar Merkezi, Discussion Paper Series Eylül 2011, s.25–26
World Nuclear Power Reactors & Uranium Requirements, Updated April 2015, http://wor-
ld-nuclear.org/info/Facts-and-Figures/World-Nuclear-Power-Reactors-and-Urani-
um-Requirements/ (Erişim 08.05.2015)
Yılmaz, Sait: “Uluslararası İlişkilerde Güç ve Güç Dengesinin Evrimi”, Beykent Üniversitesi
Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt 1, Sayı 1, 2008, ss. 27–65
Emine Kılıçaslan 87

ENERJİ SAVAŞLARI

Emine KILIÇASLAN*

Giriş
Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi’nin önemi eski siyasal aktörlerin yerine
dünya sahnesine yeni siyasal aktörleri taşımasından kaynaklanmaktadır. Bu yeni si-
yasal aktörler yaptıkları devrimlerin ışığında dünyada siyasi, ekonomik ve kültürel
açıdan kendi ideolojilerini yaygınlaştırarak egemen güç olmayı hedeflemişlerdir.
Dünyanın bu yeni ekonomik sisteminin gücü sanayilerin kurulması ve bu sanayiler-
de üretimin sürmesi için gereken hammaddenin yanında makinaların çalışması için
gerekli olan enerji kaynaklarına dayanmaktaydı.
Bu bağlamda Batı için sanayileşme; kömür, petrol, doğalgaz gibi temel enerji
kaynaklarına sahip olmak güçlü ve zengin bir ülke olmanın önkoşulu olarak görül-
mektedir. Buradaki en derin çelişki ise bu kaynaklara sahip yoksul, gelişmemiş ve
zayıf ülkelerin bu nedenle saldırıya, savaşa ve işgale uğrayarak gelişememesi ve
kendi kaynaklarını üretim için kullanamamasında yatmaktadır.
Sanayi Devrimi’nden bugüne kadar hiç değişmeyen şey ise enerji kaynak-
larınca zengin olunan bölgelerde çok yoğun yaşanan savaş, çatışma ve krizlerin
hiç bitmeden yenilenerek sürmesidir. Çünkü sanayileşmiş Batılı ülkeler dünyada
varolan enerji kaynaklarına sahip olabilmek için kıyasıya rekabet içine girmişlerdir.
Bu rekabet pek çok durumda Batılı ülkelerin hem kendi aralarında hemde başka
ülkelerle çatışmasına neden olmuştur. Aslında bakılınca bu savaşların asıl amacının
enerji kaynaklarına sahip olarak ya da bu kaynakları kontrol ederek, dünyanın güçlü
ve lider ülkesi ya da lideri olmak anlamına geldiği de görülmektedir.
Bu çalışmada, dünyada yaşanmış olan savaş, çatışma ve krizlerin, enerji kay-
nakları ile olan ilişkisi kurulacaktır. Ayrıca bu savaşların görünen sebepleri ile arka
planda görünmeyen sebepleri karşılaştırılarak güçlü ülkelerin enerjiye ulaşmak için

* Trakya Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktora Öğrencisi ve Öğretim Görev-
lisi.
88 Enerji Diplomasisi

söylemsel ve eylemsel olarak yarattıkları çatışma,kriz ve savaşlar anlatılacaktır. Bu


bağlamda enerji kaynaklarına sahip olan ülkelerin tarihsel süreçte yaşadığı savaşlar
ve enerji kaynakları ile bağlantısı kurularak tek tek ele alınıp bütünle ilişkisi oluş-
turulacaktır.

Tarihsel Süreçte Enerji Savaşları


Savaşlar her zaman insanlık tarihinin en acı izler bırakan dönemleri olmuştur.
Bu dönemlere ilişkin, destanlar, romanlar, öyküler, şiirler yazılmış filmler çekil-
miştir. Bilimsel alanda teorisyenler barış kuramlarından ya da ideal bir dünyadan
bahsetmişler bunun oluşması için teoriler oluşturmuşlardır. İnsan topluluklarının
neden savaştığına dair antropolojik kuramlar ortaya atılmıştır.1 Yine de savaşların
önüne geçilememiştir. Çünkü her savaşın, pek çok çıkar grubu ya da bu tür orga-
nizasyonlara hizmet ettiği görülmektedir. Burada çatışmanın amacı varolan maddi
koşulların korunması, iyileştirilmesi ya da tüm zenginliklere tekbaşına sahip olmak
olarak tanımlanabilir. Nihai amaç güç oluşturarak egemenlik kurmaktır.
Burada asıl önemli olan nokta dünya da bu çatışmaların, savaşların, krizlerin
yaşandığı bölgelerin harita da genelde aynı yerlerde yoğunlaşmasıdır. Bu yoğunlaş-
manın nedenleri arasında ise bu bölgelerin çok zengin, kömür, petrol, doğalgaz gibi
enerji kaynaklarına sahip olmasınında etken olduğu görülmektedir.

Sanayi Devrimi ve Enerjinin Öneminin Ortaya Çıkması


Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi ile Avrupa feodalitenin kapalı siyasal ve
ekonomik yapısından kurtulmuştur. Özellikle Sanayi Devrimi ile birlikte geleneksel
üretim tarzından modern üretim tarzına geçilmiştir. Devrim ilk olarak İngiltere’de
ortaya çıkmıştır. Ardından kıta Avrupa’sına sıçramıştır. Kıta Avrupasında özellikle
iki ülke arasında Fransa ve Almanya’nın tarihsel süreçte süren düşmanlıklarının
devamını da sağlamıştır. Bu iki birbirine düşman komşu ülke geçmişte de dini ve
siyasi pek çok sebeple savaşlar yaşamıştır. Ancak Sanayi Devrimi sonrası bu iki
ülke arasında yaşanan savaşlar ağırlıklı olarak enerji kaynaklarına sahip olma ya da
kontrol etme nedeniyle olmuştur.
Almanya ve Fransa bu dönemde hızla sanayileşmeye ve üretim miktarlarını
sürekli artırmaya başlamışlardır. Dönemin en önemli enerji ve hammadde kaynağı
olan demir ve kömür üzerinde üretilen malların satış ve pazarlanmasında yürüttük-
leri rekabet politikası bu iki ülkeyi çatışma ve savaşlara sürüklemiştir. Sonrasında
bu savaşlar bütün Avrupa ve çevre ülkelere de sıçramıştır.

1 R. B. Ferguson, “Materialist Cultural and Biological Theories on Why Yanomami Make War”,
Anthropological Theory 1, (2001), s. 99-116.
Emine Kılıçaslan 89

I. Dünya Savaşı 1914-1918, II. Dünya Savaşı 1939-1945 tarihleri arasında ya-
pılmıştır. II. Dünya Savaşı sadece Almanya ve Fransa ile sınırlı kalmamıştır. Dün-
yadaki diğer pek çok devlettte bu savaşlara katılmışlardır. I. ve II. Dünya savaşla-
rında 100 milyon civarında insan ölmüş, yaralanmış ve sakat kalmıştır. Bu savaşlar
sonucunda o dönemin engelişmiş sanayi ülkeleri olan, İngiltere, Fransa ve Almanya
üretim güçlerinin dörtte üçünü savaş sonunda kaybetmişlerdir.

I. Dünya Savaşı ve Enerji Kaynaklarının Önemi


Dünya da yaşanan savaşlar ve enerji ilişkisinde referans noktası olarak I. Dün-
ya Savaşı’nı ele alırsak onu hazırlayan koşullardan en önemlisinin artan üretim
miktarı ve buna bağlı olarak ihtiyaç duyulan pazar arayışı olduğunu görürüz. I.
Dünya Savaşı öncesi Avrupa’da yaşanan hızlı sanayileşme Avrupa’nın gelecekte
şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Sanayinin işlemesi için hammadde ve ener-
ji kaynaklarına duyulan ihtiyaç gelecekte dünyanın belirli bölgelerinde yaşanacak
olan kriz, savaş ya da çatışmaların temel habercisi niteliğindedir. Bu durum Avrupa
devletlerini kendi aralarında sömürge bulma yarışına sürüklemiştir. Dolayısıyla da,
bu devletler arasında yaşanan çıkar çatışmaları ve ekonomik rekabet savaşlara ka-
dar gidebilecek çeşitli krizleri ortaya çıkarmıştır. Sander’e göre Sanayi Devriminin
sonucu olarak, artan üretimin yeni pazarlar, biriken sermayenin yeni yatırım alan-
ları, sürekli üretimde bulunan fabrikaların hammadde ihtiyacı2 ve aynı zamanda bu
hammaddelerin işlendiği fabrikaların en temel ihtiyacı olan şey enerjidir. Bu enerji-
nin sağlanması ise enerji kaynaklarına sahip olmaktan geçmektedir.
Özellikle Almanya’nın tekrar birliğini kazanması ve sanayi alanın da gelişme
göstermesi I. Dünya savaşının çıkmasında belirleyici sebep olmuştur. Fransa, 1871
yılında Almanya’ya yenilmiştir. Bu yenilgi, Alsace-Lorraine bölgesini kaybetmesi-
ne yol açmıştır. Bu yenilgi ve bölgenin önemli bir kömür madeni zenginliğine sahip
olmasının yarattığı çatışma durumu I. Dünya Savaşı’nın temel nedenleri arasında
gösterilmektedir.
Bilindiği gibi Sanayi Devrimi ve sonrasında kömür en önemli enerji kaynağı
haline gelmiştir. I. Dünya Savaşına giden süreçte 1900-1914 yılları arasında kömür
üretimi ani bir yükseliş göstermiş ve 750 milyon ton iken iki kat artarak 1500 milyon
tona ulaşmıştır. Falvin ve Lenssen ortaya çıkan yüksek üretim artışının enerji ihtiyacını
doğurduğunu bu durumun1870’li yıllardan itibaren başta İngiltere’de olmak üzere Av-
rupa’da görülen sanayileşmenin ihtiyaç duyduğu enerjiyi karşılamak için gerçekleşmiş
olan3 sömürge ve pazar bulma yarışlarının ise savaşlara neden olduğunu söylemektedir.

2 Oral Sander, Siyasi Tarih İlk Çağlardan -1918, İmge Kitapevi, Ankara, 1989, s.244.
3 Christopher Falvin, Nicholas Lenssen, Enerjide Arayışlar-Yaklaşan Enerji Devriminin El
Kitabı, İstanbul, TEMA Vakfı Yayınları 1994, s.34.
90 Enerji Diplomasisi

Almanya’nın, I. Dünya Savaşı’ndan önce ürettiği kömür, 121.298.167 ton,


Fransa’nın ise 35.869.497 ton olarak kalmıştır. Alsace-Lorraine bölgesinin 1871
Sedan Savaşı’ndan sonra Almanya’nın eline geçmesi orada bulunan zengin kö-
mür ve demir yataklarına da sahip olmak anlamına gelmektedir. Fransa bu yenilgi,
kaybediş ve üretim azlığını sindirmediği için bu bölgeyi Almanya’dan geri almaya
çalışmıştır. Sanayi Devrimi ve sonrasında kömür sanayileşme için en önemli ener-
ji kaynağıdır. Ayrıca Almanya, İngiltere’nin başta kömür ve kısmen petrol olmak
üzere hammadde kaynaklarını ele geçirip kendi hegemonyasını kurmak istemesi
savaşın diğer temel sebeplerindendir.4
Bu nedenle Osmanlı Devleti ile İngiltere ve Fransa arasında Sykes - Picot An-
laşması imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu toprak-
ları, İngiliz hükümeti adına Mark Sykes ile Fransa hükümeti adına Georges Picot
tarafından 16 Mayıs 1916 tarihli gizli antlaşma ile paylaşılmıştır. Buna göre Suriye,
Lübnan ve Kilikya bölgelerini Fransa; Ürdün, Irak ve Kuzey Filistin’i İngiltere ala-
caktır. Bu paylaşımda Orta Doğu topraklarının sahip olduğu zengin enerji kaynak-
ları temel belirleyici olmuştur. Artık Orta Doğu’da yaşanan ve yaşanacak olan savaş
ya da krizlerin en temel sebebi ortaya çıkmış bulunmaktadır. Geçmişten bugüne
hala Orta Doğu topraklarında savaş, kriz ve çatışmalar sürmektedir.

İki Dünya Savaşı Arasında Ekonomik, Siyasi ve Tarihi Düşmanlık ve


Çatışmalar
Bu dönemin en belirgin özelliği 1922’de İtalya’da Benito Mussolini’nin ikti-
dara gelmesi ve Büyük İtalya’yı kurma hayalidir. Almanya’da ise Alman Nasyonel
Sosyalist İşçi Partisi (NAZİ) güçlenmeye başlamıştır ve 1933 yılında Adolf Hitler
Başbakan olmuştur.
1930’lu yıllara gelindiğinde sanayi de kömür yerini yavaş yavaş petrole bırak-
maya başlamıştır. Dünyadaki zengin petrol kaynakları keşfedildikçe o bölgeler üze-
rinde hesaplar yapılmaya başlanması dikkat çekmektedir. Özellikle İngiltere kendi
donanmasının yakıtını bile kendisine sömürge yaptığı ülkelerden karşılamakta İn-
giltere adasında bulunan kömür madenlerine hiç dokunmama stratejisi gütmektedir.
Bu durum Uluğbay’a göre daha fazla güç, daha fazla hız ve daha yüksek ateş gücü
gereksinimi olarak5 ifade edilmektedir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, 1930’lardan itibaren dünya petrol üretimi yük-
seliş göstermeye başlamıştır. 1920’de 900 milyon varil olan üretim1930’da1700

4 Niyazi Acun, Dünya Petrol Tarihi ve Türk Petrolü, İstanbul, Saka Matbaası, 1949, s. 145.
5 H. Uluğbay, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, Ankara, Turkish Daily News Ya-
yınları, 1995, s.92.
Emine Kılıçaslan 91

milyon varile, 1935’te 2000 milyon varilden 1940 yılında yaklaşık2350 milyon
varile ulaşmıştır. 1945 yılında savaş bittiğinde ise 3000milyon varile çıkmıştır. I.
Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı arası dönem de kömür üretimi 1.500 ton iken
petrol üretimi 1.600 milyon varil olarak kömürün önüne geçmiştir. Tam 5 yıl son-
ra 1940’da ise petrol üretimi 2.400 milyon varile yükselirken, SSCB’nin maden
kömürü üretimi artışına rağmen dünya kömür üretimi önemli ölçüde gerilemiştir.6

II. Dünya Savaşı ve Enerji Kaynaklarına Sahip Olma Mücadelesi


I. Dünya Savaşı sonunda galip devletler, yenilen devletlere ağır ekonomik,
siyasi ve askerî yükler getirmişlerdir. Ayrıca savaşın sonunda Osmanlı Devleti, Rus
Çarlığı, Avusturya – Macaristan İmparatorluğu yıkılmıştır. 1925 Locarno Antlaş-
ması ve 1928 Briand – Kellogg Paktı ile uluslararası politikada yumuşama ve iş
birliği esas alınmış barışın korunması ve sürekliliği için uğraşılmıştır. 1929 Dünya
Ekonomik Krizi ve 1931’de Japonya’nın Mançurya’yı işgal etmesi yeni bir savaşın
habercisi olmuştur. Japonya’nın amacı Mançurya’da bulunan enerji kaynaklarını
ele geçirmek ve oradan Çin’e saldırmak ve Çin’i sömürerek kendisi için büyük bir
pazar haline getirmekti.
I. Dünya savaşının bitiminde galip devletler, Almanya’ya çok ağır ekonomik,
siyasi, askeri hükümler uygulamaya çalışmıştır. Almanya’ya uygulanan bu hüküm-
ler daha sonrasında Almanya’nın uygulanan ağır hükümlerin etkilerine karşı tepki-
ler geliştirmesinde önemli rol oynamıştır. Örneğin; Versailles Antlaşması; siyasi,
ekonomik ve askeri konularda ağır cezalandırıcı hükümler içeriyordu. Almanlar,
Doğu Fransa’nın işgali sırasında buradaki kömür ocaklarını tahrip etmeleri nede-
niyle Fransa’ya tazminat olarak büyük miktarlarda kömür tazminatı ödemeyi ve
Alman denizaltılar tarafından batırılan gemilere karşılık İngiltere’ye Alman ticaret
filosunun büyük kısmını vermeyi kabul etmişlerdi. Yine bu antlaşmayla Alman-
ya’nın yedi milyar doları bulan dış varlıklarına el konulmuş, Almanya’nın belli baş-
lı nehirleri uluslararası statüye kavuşturularak, gümrük tarifelerini yükseltme hakkı
sınırlandırılmıştır.7
Almanya II. Dünya Savaşı başlar başlamaz,I. Dünya Savaşı’nda kaybettiği
Alsace-Lorraine’ni ele geçirmek için işgal etmiştir. Bu sayede savaş boyunca ihti-
yacı olan enerjiyi burada bulunan demir ve kömür madenlerinden almıştır. Almanya
ardından, yine savaşı sürdürebilmek için gereken yakıtı Bakü’yü ele geçirerek sağ-
lamayı planlamış8 ancak başarılı olamayınca doğu muharebelerini, müteakiben tüm

6 http://www.eia.doe.gov/neic/speeches/Caruso061305.pdf).(Erişim, 28.04.2015).
7 H., Kissinger, Diplomasi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 11. Basım, 2012, s.223-224.
8 Daniel Yergin, Petrol-Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü, Çev. Kamuran Tuncay, An-
kara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1995, s. 383.
92 Enerji Diplomasisi

savaşı kaybetmiştir. Yani enerji kaynakları birçok devletin kaderinde en etkili aktör
konumuna dönüşmüştür.9
Müttefik devletler ise Almanya’nın güç kaybetmesini istiyorlardı. Bu nedenle
Almanya’ya Norveç’ten giden İsveç kömür cevherinin durdurulması için uğraşmış-
lardır.10
Almanya Doğu cephesinde Moskova’ya saldırmıştır. Oradan güney yönüne
saldırıya geçerek Kafkaslar’dan İran’ı almayı planlamıştır. Bu şekilde buradaki
petrol kaynakları Alman’ların eline geçecektir. Alman ordusu 1942 Mayıs ayında
Kırım’ı almış ve Maikop Petrol Bölgesi ile SSCB Kimya Endüstrisinin 1/3’ünü ve
kömür ve elektrik kaynaklarının yarısını ele geçirmiştir. SSCB orduları Stalingrad’a
çekilmiş ve Stalingrad ‘da mücadele üç ay sürmüştür. Almanlar, Stalingrad’ı ele
geçirip buradan Bakü Petrollerine ulaşmayı hedeflemiştir.11

Şekil 1:
II. Dünya Savaşı’nın yaşandığı ve Almanya tarafından işgale
uğrayan bölgeler.

9 Christopher Tugendhat, Oil The Biggest Business, London, Eyre-Spottiswoode, 1968, s.6.
10 Sander, s. 128.
11 Sander, a.g.e., s. 171-172.
Emine Kılıçaslan 93

Sonuç olarak II. Dünya Savaşı da petrol paylaşım savaşı olarak tarihteki yerini
almıştır. Kömür çıkarımı sorunları ile petrol kullanımının ve taşınmasının kömüre
göre kolaylığı, petrolü ön plana çıkarmaya başlamış ve bu durum, petrol kaynakla-
rına sahip olmayan ülkeleri endişelendirerek petrol bölgelerine sahip olma eğilimi-
ni arttırmıştır.12 Bu bağlamda yukarıda yer alan harita da görüleceği gibi II. Dünya
Savaşı’ında Almanya’nın ana hedefi petrol bölgelerini ele geçirerek egemenlik kur-
mak buradan güçlenerek egemen devlet olmaktır.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra, dünya petrol üretimi olağanüstü yükselerek,
1945’de yıllık 3.000 milyon varile ulaşmıştır. Petrol üretiminin bu gelişimine, do-
ğal gaz ve nükleer enerji üretiminin ilk ürünleri de eklenmiş ve böylelikle enerji
kaynakları çeşitlenmiştir. Ancak petrol daha stratejik bir unsur haline gelmiştir.13

Soğuk Savaş Dönemi Dünya Enerji Savaşları ve Krizleri

İran Krizi ve Soğuk Savaşa Giden Yol


Soğuk savaşı hazırlayan olaylar arasında İran’da yaşanan gelişmeler oldukça
önemlidir. İngiltere ve SSCB, İranı işgal etmiş olan iki ülkedir. 1942 yılında her
iki ülkede İran’da bulunan birliklerini İran’dan çekme kararı almışlardır. Birlikleri
çekme zamanı geldiğinde İngiltere İran petrollerinin olduğu bölge dışında kalan
yerlerden çekilmiştir ama SSCB’ne ait birlikler, İran’ın kuzeyinden çekilmemişler-
dir. Kısaca her iki ülkede çekilme kararına tam olarak uymamıştır.
İran bu sorun karşısında SSCB ve İngiltere hakkında Birleşmiş Milletler Gü-
venlik Konseyine “baskıyla petrol ayrıcalıklarını elde etmeye çalıştıkları ve Azer-
baycan’daki özerklik hareketlerini destekledikleri” için şikâyette bulunmuştur.
Güvenlik Konsey’i tarafların karşılıklı görüşerek anlaşmasını uygun bulmuştur.
Görüşmeler sonunda Sovyetler Birliği, İran’ın Kuzey bölgesinden petrol ayrıcalığı
ve Azerbaycan’ın özerklik hareketini tanıması karşılığında askerlerini çekeceği sö-
zünü vermiştir. Fakat İran Başbakanı Musaddık bu anlaşmaya uymamış ve yabancı
ülkelere hiçbir ayrıcalık tanınmayacağı konusunda bir yasa çıkartarak petrol ayrıca-
lıklarını kaldırmış ve Azerbaycan’daki özerklik hareketlerini de bastırmıştır.
Bu durum İran için uzun soluklu bir çatışma dönemi yaratmıştır. İran SSCB
ile problemlerini çözmüştür ama İngiltere ile çözememiştir. Bunun nedeni İran pet-
rolünü İngiliz petrol şirketi BP işlemekteydi. İngiltere her zaman bunu siyasi arena-
da İran’ın aleyhine bir baskı aracı olarak kullanmıştır. İngiltere ve BP ile yaşanan
gerilimler ülkede iç siyasi karışıklıkları da tetiklemiştir. O dönemde Başbakan olan

12 Yergin, a.g.e.,s.625.
13 Mehmet Kocaoğlu, Petro-Strateji, İstanbul, Harp Akademileri Basım Evi, 1996.
94 Enerji Diplomasisi

Musaddık petrol endüstrisini devletleştirmiştir. Bu durum bütün Batı’nın İran’ı kar-


şısına almasına neden olmuştur.
Başbakan Musaddık petrolü devletleştirme yasası ile İngiliz şirketi olan BP’yi
feshettmiştir. İngiltere bu fesihi tanımama kararı almıştır. Musaddık bu süreçte
İran’da o dönem güçlü olan komünistlerden ve dışarda da SSCB’den güç alarak
İran’ın iç ve dış siyasetini sürdürmüştür. Batı devletleri Musaddık’ı devirmek için
işbirliğini yapmışlardır. Bu gelişmelerin sonucunda Musaddık hükümeti büyük bir
ekonomik güçlük içine düşmüştür. 1954 yılında Şah’ın yönetimi tekrar ele alma-
sıyla İngiltere ile yeni bir petrol anlaşması imzalanmıştır. Sekiz yabancı şirketin
konsorsiyum hisselerinin % 40’ı, İngiltere’ye, % 60’ıda öteki şirketlere verilmiştir.
Başbakan Musaddık’tan sonra İran’da kurulan şahlık rejimi ABD ile dostluk
ilişkileri kurmuştur. Fakat sonrasında Şahlık rejimi de, enerji politikalarında mil-
lileştirme çabalarına girişince 1979 yılında yıkılmıştır. İslam Devrimi ile yıkılan
Şahlık Rejimi yerine İran İslam Cumhuriyeti kurulmuştur.14

Orta Doğu Petrolleri ve Süveyş Krizi


Orta Doğu Bölgesi stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca birçok devletin
dikkatini çekmiş, uluslararası çekişmelerin nedeni ve uluslararası güçlerin güç dağı-
lımında etkili olmuştur. İnsanlık tarihinin ve uygarlığın adeta beşiği olan Orta Doğu,
daha önceki asırlarda olduğu gibi, XX. yüzyılda da dünyanın en önemli bölgelerin-
den biri olma özelliğini sürdürmüştür.15 Ortadoğu’nun XX. yüzyılda önemli olma-
sında dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olması da rol oynamıştır. Ayrıca
çıkarılan petrolün kaliteli ve maliyetinin ucuz olması bu önemi perçinlemiştir.16
II. Dünya savaşından sonra ABD, Orta Doğu’da ağırlığını hissettirmeye başla-
mıştır. Savaş bittikten sonra da, ABD ve SSCB’nin rekabeti Orta Doğu politikaları-
nı etkilemiştir. Soğuk Savaş döneminde, SSCB’nin Orta Doğu üzerinde etkinliğini
engelleyecek, özellikle Orta Doğu petrollerinin güvenli ve uygun fiyatlarla akması-
nı sağlayacak politikalar ABD’nin bölgedeki yaklaşımının temelini oluşturmuştur.
İki süper güç arasındaki mücadele, politikaları etkileyerek Orta Doğuda bölgesel
“soğuk savaş” yaşanmasına sebep olmuştur.17

14 Kemal Olçar, “Uluslararası Çatışmaların Enerji Politik Analizi” http://dergipark.ulakbim.gov.


tr/guvenlikstrtj.(Erişim, 11.05.2015).
15 Kocaoğlu, a.g.e., s.68.

16 Mehmet Ali Çakmak, İki dünya Savaşı Arasında Ortadoğu, http://afakkulubu.org. (Erişim,

05.05.2015)
17 Malcolm Kerr, The Arab Cold War: Gamal ABD-al Nasir and His Rivals, 1958-1970, Lon-

don, New York, Published for the Royal Institute of International Affairsby Oxford University
Press, 1971’den Meliha B. Altunışık, “Ortadoğu ve ABD: Yeni Bir Döneme Girilirken”, Orta-
Emine Kılıçaslan 95

Ortadoğu bölgesinde İsrail devleti kurulduktan sonra en büyük kriz Süveyş


Kanalının millileştirilmesi olmuştur. Süveyş Kanalı Asya ile Afrika’yı birbirine
bağladığı için Batı açısından son derece önemli stratejik bir konuma sahiptir. Do-
layısıyla Nasır, Süveyş Kanalını millileştirerek Batı emperyalizmine karşı meydan
okumuştur. İngiltere aynı İran krizinde olduğu gibi bu durumu kabul etmemiştir. Bu
nedenle Nasır’a karşı bir askeri harekât planlamıştır. Bu harekâtta İsrail 26 Ekim
1956’da Mısır’a karşı saldırıya geçmiştir. İngiltere ve Fransa Mısır’a bir nota vere-
rek her iki tarafın kanaldan 10 mil geri çekilmesini istediler. Kanalı korumak içinde
stratejik mevkileri işgale başladılar.18 ABD saldırı karşısında Sovyetler Birliği ile
birlikte hareket etmiştir. ABD ve SSCB’nin amacı İngiltere’nin Ortadoğu üzerinde-
ki gücünü kırmak ve Ortadoğu enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olmaktır.
Mısır’ın saldırıya uğraması Arap dünyasında yoğun tepkilere ve Pan-Arabiz-
min canlanmasına neden olmuştur. Savaşın başından beri devam eden gösteriler
anti Batıcı bir merkeze otururken Bağdat Paktına üye olan Irak’ın Arap davasına
ihanet ettiği sık sık gündeme gelmekteydi. Ayrıca Nuri Sait Paşa da gösterilerin baş
hedefi haline geldi. Mısır ve diğer Arap ülkelerinde batı karşıtı milliyetçi gösteriler
yapılmıştır.19
Bu süreçte, Suriye’de, Kerkük-Tropoli petrol boru hattına sabotaj yapılmıştır.
20Bu bölge İngiltere’nin kontrolünde olduğu için İngiltere zararını Irak’a ödetmiştir.

Irak petrol gelirlerinden mahrum kaldığı için ekonomik kriz yaşamıştır.


Süveyş krizi İngiltere’nin bölgeden çekilmesine onun yerine ABD’nin bölge-
ye egemen olmasına neden olmuştur. Bir tarafta ABD yardımını kabul etmeyen Su-
riye-Mısır, diğer tarafta komünist bir tehditten korkan ve Batıyla ekonomik bağları
olan devletlerdi. Bu durumu görüşmek üzere Şubat 1957 yılında Suudi Arabistan
kralı İbni Suud Washington’da Irak veliahdı ile buluştu. Bu buluşma iki rakip dev-
let arasında işbirliğine gidileceğinin bir göstergesiydi. Burada Suudi Arabistan ile
Irak arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve bu devletin Bağdat paktına daha olumlu
yaklaşması Suudilerden istenmiştir.21
Bu süreçte Başkan Eisenhovver, Ortadoğu ülkelerine askeri, ekonomik yar-
dımlar sağlamak, yardım edilen dost ülkelere komünist bloktan bir saldırı gelmesi
halinde silahlı kuvvetleri devreye sokmak amacıyla bir doktrin yayınlamıştır. Suudi

doğu Etütleri, Cilt 1, Sayı 1 (Temmuz, 2009), http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/


Dosyalar/2009918_meliha.pdf (Erişim 22. 04.2015).
18 Ayın Tarihi, Kasım 1956, No..276, s.41.
19 Forum Dergisi, C.6, S.64, 15 Kasım 1956.
20 The Times, 4 April 1955.
21 EliePodeh, “The Struggle over Arap Hegemony After the Suez Crisis”, Middle Eastern Stu-
dies, Vol.29, No.l, s. 102.
96 Enerji Diplomasisi

Arabistan Başkan Eisenhovver tarafından oluşturulan doktrine olumlu yaklaşmış ve


Dhahran üssünün kullanım süresini uzatmıştır. Mısır’ın ve Arap ülkelerinin lideri
olarak kabul edilen Nasır’a karşı yeni bir blok kurma girişimi başlamıştır. Bu blokta
Lübnan, Sudan, Fas, Tunus ve Libya yer almıştır. Suriye ve Mısır iyice yalnızlığa
itilmiştir. 1957 Haziran’ında Suud Kralı, Amman’a, Kral Hüseyin’de Bağdat’a gi-
derken bu Arap dünyasında yeni bir arayışın başlangıcını sembolize etmekteydi. 22

Orta Doğu ve Kuzey Afrika Petrol Rezervleri

Ülkeler Rezerv (Milyar Ton) Dünya Toplam Rezervine Oranı (%)


Suudi Arabistan 36.3 19.8
İran 18.9 10.3
Irak 15.5 8.6
Kuveyt 14 7.6
Birleşik Arap Emirlikleri 13 7.3
Libya 5.8 3.3
Katar 2.8 2
Cezayir 1.5 0.9

Şekil 2: BP Statistical Review of World EnergyJune 2010 raporuna


göre Ortadoğu petrol rezervleri

ABD’nin Orta Doğu’ya girmesi uluslararası rekabetin artmasına neden olmuş-


tur.23 Suudi Arabistan’daki petrol araştırma ve üretim amacıyla kurulmuş olan ilk
ABD’li petrol şirketi CASOC olup bu şirket 1944’de ARAMCO adını almıştır. O
dönemde Suudi Arabistan’da yapılan petrol rezervi araştırma çalışmaları sonucun-
da 16 milyar ton petrol rezervine sahip
Ghawar kaynağı, Kuveyt bölgesinde 8 milyar ton petrol rezervine sahip Bur-
gan kaynağı ve 4 milyar ton petrol rezervine sahip Safiniye kaynağı keşfedilmiştir.
Söz konusu bu rezervler halen küresel ölçekte en büyük petrol rezervleri arasında
yer almaktadır. Suudi Arabistan bölgesinde üretilen petrolün ABD’de üretilen pet-
role göre önemli oranda maliyet avantajı bulunmaktadır. Varil başına petrol üretim
maliyeti ABD’de ortalama 10 $ civarındayken Suudi Arabistan bölgesinde petrol
üretim maliyetleri 0,5 ile 2 $ arasında değişmektedir.24

22 EliePodeh, a.e. s.103.


23 Memorandum of Conference with the President, 7 December 1957, E.O. 12958. sec.3.6. (b)
E.O. 97-00544.
24 Lacoste, Y., Büyük Oyunu Anlamak, Jeopolitik: Bugünün Uzun Tarihi. İstanbul. NTV

Yayınları. 2008.
Emine Kılıçaslan 97

İngiltere 75 yıl boyunca kontrol ettiği Süveyş Kanalı, Mısır’a geçince başta
İngiltere olmak üzere Batı, en önemli petrol yolunu kaybetmiştir. Bu kriz İngilte-
re’nin enerji temin maliyetlerinin artması ve dış borçlarının ödenemez hale gelmesi
ile sonuçlanmıştır.25

Şekil 3:
Orta Doğu Çatışma Bölgeleri26

25 Yergin, a..g.e., 685.


26 EricWaddell, Global Research, 2003, http://www.globalresearch.ca/the-battle-for-oil/311
(Erişim, 30.04.2015)
98 Enerji Diplomasisi

Krizden sonra Batı Avrupalı devletler dünya egemenliklerini kesin olarak


ABD’ye kaptırmış ve Amerika’nın desteği olmadan enerji bölgelerinde hareket
edemeyeceklerini anlamışlardır.27
Ortadoğu bölgesi, II. Dünya Savaşında itibaren Türkiye’den İsrail’e, Mı-
sır’dan, Suudi Arabistan’a kadar dünya politikasında önemli rol oynamıştır. Bölge
Sanayi Devrimi sonrası Avrupa devletlerinin ana sömürge merkezi olurken dünya-
nın hegemon devleti olmak isteyen devletler içinde önemi artmıştır. Ayrıca bölgenin
dünyanın en fazla petrol rezervine sahip olması da Ortadoğu üzerinde gerçekleşen
mücadelelerin sürmesini şiddetlendirmiş bölgenin dünya ekonomi politikasında be-
lirleyici olmasını sağlamıştır.
Buradaki çelişki dünyanın en fazla petrol üreten bölgelerinin en az petrol tüke-
ten ve gelişimleri çok zayıf seyreden yoksulluğun yüksek olduğu yerler olmasıdır.
Bu çelişki ve çatışma Orta Doğu bölgesi için hala devam etmektedir. Dünya Pet-
rolünün %70’ini üreten Orta Doğu ve Afrikadır fakat yalnızca %4’ünü tüketmekte,
%10’unu üreten Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Japonya %75’ini tüketmektedir.28
Bu ülkeler Orta Doğu ve Afrika petrollerine bağımlıdır.

Arap - İsrail Savaşları ve Enerji Sorunu


Orta Doğu’da yaşanan çatışmalarda en temel çelişki dini ya da etnik farklılık-
lar olarak görülsede aslında enerji kaynaklarının yaratacağı zenginlik ve gücü ele
geçirmek daha da önemlidir. Özellikle Filistin’de kurulacak olan yeni bir Yahudi
devleti Orta Doğuda yaşanacak olan yeni çatışma ve savaşların habercisi niteliğinde
olmuştur. İsrail Devleti’nin ilan edildiği 1948 yılından itibaren Orta Doğu’da savaş-
lar ve krizler hiç ara vermeden bugüne kadar devam etmiştir. İsrail Devleti, 1947
yılında Birleşmiş Milletler Taksim Planıyla Filistinlilere bırakılmış olan Batı Şeria
Ürdün’e, Gazze şeridi ise Mısıra verilmiştir. İsrail’in kuruluşu ve ardından yaşanan
Arap-İsrail Savaşı ise çok sayıda Filistinlinin ölmesine ve yurtlarından edilmelerine
yol açmıştır.
İngiltere II. Dünya Savaşı’ndan önce Filistin’de yürüttüğü “manda” yönetimi
konusunda ikileme düşmüştür. Bu ikilem bir yanda I. Dünya Savaşı içinde Yahudi-
lere verilen bir yurt sözü ve diğer yandan o bölgede yürüttükleri petrol çıkarları ve
bölgenin bu nedenle stratejik önemi yürüttüğü politikalarda önüne engel koyabili-
yordu. 14 Mayıs 1948 de Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi yayınladığı
bildiriyle Yahudi Devletinin kuruluşunu ilan etmiştir. Bunun hemen akabinde Ame-
rika Birleşik Devletleri ve daha sonra Sovyetler Birliği bu devleti tanıdığını bütün

27 Kocaoğlu, a.g.e., s.44.


28 Sander, a.g.e., s. 295.
Emine Kılıçaslan 99

dünyaya ilan etti. Bu gelişmelerin hemen öncesinde İngiliz birlikleri bölgeyi terk
etmeye başlamışlardı.29

1967 Arap-İsrail Savaşı


1967 Savaşı’na giden süreçte artan Arap milliyetçiliği ve bu milliyetçiliğin
önderi olan Mısır ve Suriye’nin İsrail’e karşı tutumları da rol oynamıştır. 1967 Sa-
vaşı yerel, küçük çaplı ve daha çok su kaynakları için yapılan çatışmaların yol açtığı
bir savaş olarak tarihteki yerini almıştır. Savaşa götüren nedenlere bakılırsa; 1949
ateşkes anlaşması ile Galile Gölünün kuzeyindeki stratejik toprakları elinde bulun-
duran Suriye ve İsrail’in bir güvenlik dar boğazına girdiği görülmektedir.30
Orta Doğu’daki su sorunu açısından bakıldığında Golan’ın en önemli özelliği
bölgenin Suriye, Lübnan ve Ürdün’ün yüksekliklerinden kaynaklanan nehirlere sa-
hip oluşudur. Bu nehirler ve Golan tepeleri İsrail’in su ihtiyacını karşıladığı Galile
Gölü’ne kadar uzanmaktadır. İsrail’in yıllık su tüketiminin yüzde 15’i bu bölgeden
karşılanmaktadır.31
Arap- İsrail savaşları ilk olarak 1948 yılında yaşanmıştır. Daha sonrasında,
1967’de 6 Gün Savaşı, 1973’de Yom Kippur Savaşı, 2006 yılında Lübnan-İsrail
Savaşı ve en son 2008’de Gazze çatışmaları şeklinde süregelmiştir. Bu savaşlarda
ABD, İsrail’e her zamantam destek vermiştir. Bunun nedeni ise Orta Doğu top-
raklarında bulunan petrol rezervlerini kontol altında tutmaktır. Bu nedenle İsrail
ABD’nin Orta Doğu’daki petrol rezervlerinin koruyucusudur.
Kocaoğlu’na göre, bu savaşların en belirgin sonuçları, İsrail’in sürekli Arap
topraklarını kendi ülkesine katmasıdır. 1967 yılında yaşanan 6 Gün Savaşı sonucu
İsrail topraklarını dört katına çıkarmıştır. 1973 tarihindeki Arap-İsrail Savaşı ise
petrolün silah olarak kullanıldığı savaş olarak tarihe geçmiştir. OPEC üyesi ülke-
lerin ambargosu neticesinde petrol fiyatları yaklaşık %400 civarı artmıştır. 32Daha
sonra ortaya çıkan Lübnan ve Gazze Çatışmaları da İsrail’in hegemonyasını güç-
lendirmek için yaptığı girişimler olarak değerlendirilirken, petrol fiyatları 95 dolar
civarına çıkmıştır33
Arap-İsrail sorunu II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan, enerji kaynağı
bölgelerine yönelik bir sorun olup, henüz bir çözüme ulaşılmamıştır. Bu sorun, ge-

29 http://www.tarihonline.org/ (Erişim, 28.04.2015).


30 Berna Süer, Ayşe Ömür Atmaca, Arap-İsrail Uyuşmazlığı, Ankara, ODTÜ yayınları, s.1
31 D., Yıldız, “Golan Tepeleri ve HidroStrateji” Cumhuriyet Strateji Dergisi, 2009, Ekim, s.1.

32 Kocaoğlu, a.g.e. s.57.

33 News Voiceof America, 2007.


100 Enerji Diplomasisi

nel kaynaklarda İsrail ve Filistin’in varolma mücadelesi olarak algılanırken, aslında


ABD için Orta Doğu’da petrol kaynaklarının “Bekçilik” ve “İleri Karakol” görevi-
nin İsrail tarafından icrasından ibaret olduğu görülmektedir.34

Küba Krizi ve ABD - SSCB Çatışması


Başkan Eisenhower dönemi, ABD için Soğuk Savaş yıllarının başladığı
ABD’nin dünyanın hâkim gücü olmak için çaba sarfettiği ve dünyada hala denge-
lerin oturmadığı bir dönemdir. Özellikle 1957 yılında Sovyetlerin ilk yapma uydu
Sputnik’i uzaya fırlatması ve kıtalararası füzelere sahip olması (ICBM) kaydettik-
leri bilimsel ve teknolojik ilerlemeler ABD için endişe kaynağı olmuştur. Ayrıca
SSCB’nin yayılmacı politikalarının Avrupa’yı korkutması nedeniyle Avrupa’ya
ABD orta menzilli füzeler “Jüpiter” ve “Thor” füzelerini konuşlandırmaya karar
vermiştir. ABD’nin bu kararını İngiltere, İtalya ve Türkiye olumlu karşılamıştır.
İngiltere’ye 60 Thor füzesi konuşlandırırken, İtalya ve Türkiye’ye toplam 45 adet
Jüpiter füzesi gönderilecekti. Türkiye’ye 15 adet Jüpiter füzesi konuşlandırılmasına
ilişkin Türk-ABD antlaşması 28 Ekim 1959’da imzalandı. Küba krizinde, Sovyetler
Birliğine ve diğerlerine göre coğrafi yakınlığından olsa gerek Türkiye’ye yerleştiri-
len bu Jüpiterler daha çok gündeme gelecekti.35
Jüpiter füzeleri, Küba krizinin nedenlerindendir ama füzelerin asıl rolleri kri-
zin sonuçlandırılmasında ortaya çıkmıştır. Sovyet füze rampalarının Küba’da hava
fotoğraflarıyla saptanması ile 6 Ekim 1962’de kriz patlak vermiştir. Krizin hemen
öncesinde Türkiye’deki Jüpiter füzelerinin Sovyetler ve Küba’yla giderek artan as-
keri ilişkilerde ve silah yardımında bir örnek teşkil edeceği buna bağlı olarak da
füzelerin Sovyetlerce bir pazarlık konusu yapılabileceği ABD yönetiminde giderek
artan ölçüde tartışılıyordu.36
Jüpiterler konusunda bir karara varılmamıştı ki, Küba’da SSCB füzelerinin
varlığı tesbit edildi ve bir dünya krizi patlak verdi.37 1961’de yaşanan Küba kri-
zininde Paktların birbirini çevrelemesi ve enerji taşıma yollarının kontrolü amaçlı
bir kriz olduğu söylenebilir. 1960 yılına kadar ABD, şeker ithalatının %83’ünü,
Küba’dan karşılarken, SSCB’de 1991 yılına kadar petrol ile şeker takası yapmıştır.

34 Kocaoğlu, a.g.e,, s. 43.


35 A., Sever, “Yeni Bulgular Işığında 1962 Küba Krizi ve Türkiye” http://dergiler.ankara.edu.tr/
dergiler, (Erişim, 11.04.2015)
36 G. Blight, Joseph S. Nye, Jr. And David A. Welch, “The Cuban Missile Crisis Revisited”,
Foreign Affair, Fall 1987, s. 73; Hafner, ‘Bureaucratic Politics and ‘Those Frigging Missiles’,
s.313.
37 Chair and Kombluh, “A Natilonal Security”Archive Documents Reader, s.83.
Emine Kılıçaslan 101

Küba Krizinin ardından ABD enerji güvenliğini temin için, asıl hedefi Orta Doğu
bölgesi olan, Çevik Kuvvet uygulamasını başlatmıştır.38

Kongo Krizi ve Kongo’nun Zengin Maden Yatakları


Kongo Orta Afrika’da oldukça verimli topraklara ve zengin doğal kaynaklara
sahip bölgedir. Bu bölgenin Fransız sömürgesi haline gelmiş bölümü günümüzde
Kongo Cumhuriyeti olarak anılmaktadır.
Afrika’nın en büyük ve en fakir ülkelerinden biri olan Demokratik Kongo
Cumhuriyeti, bağımsızlığının ardından iç ve dış çatışmaların odağında yer almıştır.
Ruanda, Somali ya da Sudan gibi Afrika’nın eski sömürge ülkelerindeki çatışma-
lar uluslararası krize dönüşürken; Kongo’daki çatışmalar ülkenin tüm komşularını
taraf haline getiren bir iç savaşa dönüşmesine rağmen, uluslararası medyada diğer
bölgesel krizler kadar yer bulamamıştır.39 Zengin doğal kaynakları, karışık etnik
yapısı, yüz ölçümünün büyüklüğü ve kıtanın ortasındaki stratejik konumu ile De-
mokratik Kongo Cumhuriyeti ya da eski adıyla Zaire, 1960 yılında bağımsızlığını
kazanmasından beri değişen süreçlerde düşük ya da yüksek yoğunluklu pek çok
çatışma yaşamıştır.40
I. Dünya Savaşı’nın ardından Ruanda ve Urundi’nin de Belçika mandası al-
tına girmesiyle Kongo, Afrika’nın en geniş ve sahip olduğu kaynaklar ile en zen-
gin sömürgesi halini almıştır.41 Bu durum bölgede pek çok ayrılıkçı grubun ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Bu gruplar farklı etnik yapı ya da din adına ayrılıkçı
faaliyetler yürütmeye başlamıştır. Bu ayrılıkçı hareketlerin güçlenmesinde bir diğer
önemli unsur da bölgede ekonomik faaliyetler yürüten şirketlerin desteğidir; örne-
ğin Katanga bölgesinin bağımsızlığı için hareket eden gruplar Union Minieredu Ha-
ute-Katanga, Campaignedu Katanga, Societe Minirale de Belgique gibi şirketlerden
yardım almışlardır.42
Kongo yaşanan kriz zamanla uluslararasılaşmıştır ve Birleşmiş Milletler kri-
ze müdahale etmiştir. Bu süreçte, yeni bağımsızlığına kavuşan bu ülkede sosya-

38 Kocaoğlu , a.g.e.,s.128.
39 Z. Henriques, “The Invisible Conflicts in the Democratic Republic of the Congo (DRC)”, 129-
143, Journal of Ethnicity in Criminal Justice, Vol 4 (1/2), 2006, s.135-136.
40 S. Atvur, Kongo Krizi Hakkında Bir Değerlendirme” Stratejik Araştırmalar Dergisi / Jour-

nal of Strategic Studies 1 (3), 2009,126-146


41 J.B.Duroselle, J. B.,Kaspi, A., Histoiredes Relations Internationales de 1945 anosjours,

ArmandColin, Paris, 2002.


42 K., İnat, Gieler, W., Kongo Demokratik Cumhuriyeti (Zaire): “Birinci Afrika Dünya Sa-

vaşı, 419-432, Dünya Çatışma Bölgeleri (ed.: K. İnat- B. Duran- M. Ataman), Nobel Yayın-
cılık, Ankara, 2007.
102 Enerji Diplomasisi

list bir rejim kurulmasını destekleyen Sovyetler Birliği, komünizmin yayılmasını


durdurmak isteyen ve Batı’nın ekonomik çıkarlarını destekleyen ABD ile sorunun
yeni bağımsızlığını kazanmış komşu ülkelere yayılmasından korkan eski sömürgeci
güçlerin de olaya taraf olması ortamın daha da karışmasında etkili olmuştur43
Demokratik Kongo Cumhuriyeti Orta Afrika’ya hâkim stratejik konumu ile
özellikle ABD’nin önemli kaynaklara ulaşım, ticaret yollarının kontrolü ve politik
çıkarları açısından dikkatini çekmiştir. Bu nedenle ABD ülkenin kontrolünde ve
güvenliğinde etkili olmak istediği için yolsuzluklara, ekonomik istikrarsızlığa ve
insan hakları ihlallerine rağmen 1960’lı yıllarda iktidara gelmesini sağladığı Mo-
butu’yu desteklemeye devam etmiş, 400 milyon dolarlık silah ve askeri yardımda
bulunmuştur44
Bunun yanında, illegal madencilik faaliyetleri ve halktan zorla alınan vergiler
durumu daha da zorlaştırmıştır. Bu süreçte, Hizbullah ve başka terörist grupların
Kongo elmaslarının, altının ve uranyumunun ticaretinden yararlandığı yönünde id-
dialar dahi ortaya atılmıştır.45 Kongo krizi’nin önemi; komşu ülkeler, uluslararası
kuruluşlar, çok-uluslu şirketler ve terör örgütlerinin karıştığı bir kriz olmasında yat-
maktadır. Bunun nedeni ise Kongo’da bulunan zengin enerji kaynakları ve maden-
lerin bulunmasıdır. Bu bağlamda ülkenin doğal kaynakları, özellikle de maden kay-
nakları üzerindeki mücadele, Kongo’daki çatışmaların krize dönüşmesine neden
olmaktadır. Kongo’daki çatışma alanlarının önemli madenlerin çıkarıldığı bölgeler
olması dikkat çekicidir.
Özellikle, 1990’lı yıllarda Kongo’da başlayan iç savaş özellikle doğu eyalet-
lerini karışıklıkların merkezi konumuna getirmiştir çünkü bu eyaletlerde elmas ve
altın madenleri bulunmaktadır. Bu eyaletlerden Kasai ve Kivu zengin elmas ve altın
madenlerine sahipken, Ituri eyaletinde zengin petrol yatakları, Katanga eyaletinde
ise elmas, altın, tantalum, demir, manganez, kömür ve bakır madenleri bulunmak-
tadır.
Kongo’da Mobutu, iktidara geldiğinde devletleştirdiği ve kişisel çıkarı için
kullandığı madencilik faaliyetlerini, özel sektöre de açmaya başlamıştır. Öte yandan
farklı eyaletlerdeki yerel maden işletmeleri giderek güçlenerek, üretimi tekellerine
almaya başlamıştır. Örneğin doğu eyaletindeki işletme, yerel otoritesini sağlam-

43 J.Dobbins, J. v.d., “Congo”, 5-28, UN’s Role in Nation-Building: From the Congo to Iraq,
The Rand Corporation, (Santa Monica, 2004). “DR Congo: Humanitarian Crisis Deepens
as PeaceProcess Falters”, http://www.hrw.org/english/docs/2008/09/24/congo19881­_txt.htm
(erişim tarihi: 10.04.2015).
44 Henriques, “The Invisible Conflicts in the Democratic Republic of theCongo (DRC)”, s.140.

45 http://www.diamonds.net/news/NewsItem., (Erişim, 15.04.2015).


Emine Kılıçaslan 103

laştıracak polis gücüne sahip, yazılı olmayan kendi kurallarını uygulayan, devlet
içinde küçük bir devlet konumuna gelmiştir.46
Kongo’daki madenler, yalnızca ülke içindeki güç mücadelesinin odak nokta-
sında yer alan unsurlardan biri değildir. Kongo krizine komşu devletler olan Ugan-
da ve Ruanda, Kongo’nun doğusundaki maden kaynaklarından (elmas, tantalum ve
altın) gelir elde etmektedirler. Örneğin Ruanda ordusunun 1999-2000 yılları ara-
sında tantalum ticaretinden ayda yaklaşık 20 milyon $ kazandığı tahmin edilmek-
tedir.47 Yasadışı olarak yürütülen bu ticaret aynı zamanda savaşan güçleri finanse
de etmektedir. Bu çatışmalardan doğan istikrarsızlık ve otorite boşluğu, yasadışı
faaliyetleri daha da güçlendirmektedir.

Vietnam Savaşı
II. Dünya savaşı sırasında Vietnam Japonların eline geçmiştir ve bu savaşta
Japonlar yenileceklerini anlayınca, ülkede milliyetçi duyguları körükleyerek bölge
halkını silahlandırmıştır. Sonra da İmparator Bao Dai’nin yönetimine bırakarak çe-
kilmiştir. Savaş bittiğinde ise ülke Fransız’lar ve İngiliz’ler tarafından işgal edilmiş-
tir. Bu nedenle Çin ve ABD Viet Minh ve önderi Ho Şi Minh’i destekliyorlardı. Viet
Minh ülkedeki en güçlü milliyetçi örgütlerden biriydi Fransa ile yaşanan çatışmalar
sonucu Vietnam 17. Enlem çizgisinden ikiye bölünmüştür.
ABD Vietnam ilişkileri II. Dünya Savaşında Vietnama verilen destekle baş-
lamıştır ama Başkan Truman döneminde bu ilişkinin boyutu değişmiştir. Çünkü
ABD dünya üzerindeki rolünü değiştirmeye başlamıştır ve ABD’nin politikalarında
“Demir Perde” ve “Çevreleme” gibi kavramlar belirleyici olmaya başlamıştır. Baş-
kan Truman Avrupa’daki çevreleme politikasını Vietnam’ıda içine alacak şekilde
genişletmek istemiştir.
Başkan Eisenhower döneminde ise ABD, Fransa’ya Vietnam’daki iç savaş-
ta yardım etmeye başlamıştır çünkü Çin’in Kuzey Vietnam’a yapacağı yardım ve
destek ABD’yi korkutmuştur. ABD ve Vietnam arasındaki gerginlik 1954-1956 ara-
sında tırmanmaya başlamıştır. Ho Şi Minh’in Moskova ve Pekin’le yaptığı dostluk
antlaşması da ABD’yi telaşlandırmıştır.
ABD ve Vietnam ile daha öncesinde de Vietnam ve Fransa ile yaşanan sa-
vaş, dünyanın güç dönüşümün habercisi olmuştur. Bu bağlamda Paktların birbirini
çevreleme ve enerji bölgelerinin/nakil hatlarının kontrol edilmesine yönelik bir sa-

46 J.C.Willame, “Insécurité, Violences et RessourcesNaturellesauCongo-Zaire”, http://www.eu-


rac-network.org/web/uploads/documents/20070601_9230.doc (erişim: 15.04.2015).
47 A.Shah, “The Democratic Republic of Congo”, http://www.globalissues.org/article/87/the-de-

mocratic-republic-of-congo (Erişim: 10.04.2015).


104 Enerji Diplomasisi

vaş olması nedeniyle oldukça önemlidir. Kuzey Vietnam, SSCB ve Çin desteğinde,
Güney Vietnam ise ABD ve diğer kapitalist devletlerin desteğinde olan devletler
olmuştur. ABD’den çok uzak olan bu ülkede yapılan savaşın nedeni, aslında petrol
tankerlerinin güvenliği olarak bakılmalıdır. Vietnam bugün Asya-Pasifik bölgesinin
üçüncü petrol rezervine sahip ülkesidir.48

Kıbrıs Krizi
Kıbrıs krizi, uluslararası bir uyuşmazlık olarak, 1955 yılından bu yana Türk
dış politikasının ana konularından birini oluşturmaktadır. Türkiye’nin Kıbrıs kri-
zine taraf olmasının temel nedenleri; Ada’nın geçmişte49 Türk hâkimiyetinde ve
Ada’nın, Türkiye’nin Akdeniz kıyılarına yakınlığı nedeniyle jeopolitik/jeostratejik
açıdan50 önemli olmasından kaynaklanmaktadır.
Osmanlı’dan bugünlere problemlerin bitmediği Ada da İngilizler hâkim olma-
ya başlayınca self-determinasyon ilkesi uygulanmaya çalışmıştır, 1956-1958 yılları
arasında sorunun çözümü için çeşitli planlar ortaya konmuş51 herhangi bir sonuca
varılamamıştır.
Ayrıca, 1963 “Kanlı Noel Olayları” olarak tarihe geçen silahlı şiddet eylemleri
de 1963-1964 “Kıbrıs Krizi”nin başlangıcını oluşturmuştur. Türkiye ve Yunanis-
tan’ın NATO üyesi olması ve ilişkilerinin gerginleşmesinin NATO’nun güneydoğu
kanadında yarattığı/yaratacağı çatlak karşında ABD devreye girerek sorunun çözü-
mü için ağırlığını ortaya koymuştur.52

48 Oil&GasJournal (OGJ) 2012 (10.04.2015)


49 Farid Mirbagheri, Historical Dictionary of Cyprus, ScarecrowPress, Inc.,pp. XXI-XXXVIII,
XLII-LV, USA 2010.
50 Kıbrıs, Akdeniz’in -Sicilya ve Sardunya adalarından sonra- üçüncü büyük (Doğu Akdeniz’in

ise en büyük) adasıdır. Ada’nın, Mısır’ın kuzeyi (300 km.), Lübnan’ın batısı (90 km.), Tür-
kiye’nin güneyi (60 km.) ve Yunanistan’ın güneydoğusu (360 km.) arasındaki konumlanışı,
ona eski zamanlardan bu yana jeopolitik/jeostratejik bir değer yüklemektedir. Adanın üç kıta
arasındaki konumlanışının yarattığı bu avantajlı pozisyon, Doğu Akdeniz’de güçlü olma ça-
bası içerisindeki güçler açısından önem arz etmektedir. Kıbrıs’ın jeopolitik/jeostratejik önemi
konusunda bkz. Osman Metin Öztürk, Stratejik Açıdan Doğu Akdeniz ve Kıbrıs, Altınküre
Yayınları, Ankara 2003.
51 Aslında İngiltere 1947’den itibaren temelde birbirine benzeyen ve adaya çeşitli düzeylerde

muhtariyet öngören çeşitli planlar ortaya koymuştur. Söz konusu planlar şunlardır: LordWins-
ter Planı (1947), Jackson Planı (1948), 1. Macmillan Planı (1955), 1. Harding Planı (1955), 2.
Harding Planı (1956), Radcliffe Planı (1956), Foot Planı (1957), 2. Macmillan Planı (1958) ve
Spark Planı (1958).
52 ABD’nin resmi dokümanlarında Kıbrıs Sorunu’nun ele alınışı ve ABD’nin sorunun çözü-

münde devreye girişi konusunda bkz. Alexander Kitroeff, “Documents: Cyprus, 1950-1954;
Emine Kılıçaslan 105

Kıbrıs Adası, Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’daki enerji kaynaklarının


dış dünyaya açılan yolunun üstünde yer alan bu bağlamda stratejik olarak olduk-
ça önemli bir ada üs konumundadır. Bu yolda, Cebelitarık, Süveyş ve Karadeniz
üzerinden işleyen deniz ticaretinin kontrolünün yapılması ve aynı zamanda Orta
Doğu’daki petrol merkezlerine ulaşma ve orada kriz bölgelerine kolay müdahale
edebilmek için önemli bir askeri üs görevi de görmektedir. Bu nedenle, İngiltere,
Kıbrıs’tan vazgeçmemektedir ve buradaki üslerini kapatmamaktadır.
Kıbrıs adası Türkiye içinde, güneyden Akdeniz’e emniyetli çıkış imkânı sağ-
laması ve bölgedeki deniz ulaştırma hatlarını kontrol altında tutması açısından
önem taşımaktadır. Bu bağlamda Kerkük-Yumurtalık ve Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol
boru hatlarının İskenderun körfezine açılması ve yeni planlanan petrol ve doğal gaz
hatlarının da İskenderun Körfezi’ne kadar uzanacak olması, Kıbrıs’ın Türkiye için
stratejik önemini bir kat daha arttırmıştır. Enerjinin ve endüstri ürünlerinin dünya
pazarlarına İskenderun ve Mersin limanlarından ihraç edilmeye başlandığı dikkate
alındığında, İskenderun Körfezi’nin bir enerji terminali ve bir ticaret merkezi duru-
muna geldiği görülmektedir.
Sonuç olarak Kıbrıs Türkiye için neden önemlidir diye baktığımızda Ada, Ak-
deniz’in ortasında ve sabit bir uçak gemisi şeklindedir. Kıbrıs’ın asıl önemi, enerji
bölgeleri ve enerji hatlarının Akdeniz’deki kontrol merkezi olmasından kaynak-
lanmaktadır. Kıbrıs Adası’nın, Doğu Akdeniz, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının
birleştiği bir konumda bulunması ona geniş bir coğrafyayı kontrol etme imkânı da
sağlamaktadır. Özellikle Hazar Havzası, Süveyş Kanalı, Karadeniz ve Boğazlar,
Irak, Cezayir’den gelen ve Ada’nın güneyinde tespit edilen petrol ve doğal gazın
naklinin güvenliği için Kıbrıs oldukça stratejik önemdedir. Bu nedenle enerjiye en
çok gereksinim duyan ABD, İngiltere ve Rusya gibi güçlü ülkelerin göz bebeği du-
rumundadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB üyeliğine girmesi Kıbrıs’ın ener-
ji-politiği açısından Türkiye’yi olumsuz etkilemiştir. Yunanistan ve Mısır’la birlikte
Doğu Akdeniz havzasındaki doğalgazın çıkarılması konusunda anlaşan Kıbrıs Rum
Yönetimi “Türkiye bu havzada doğalgaz arayamaz” demiştir.53 Bu durum Türkiye
açısından oldukça sıkıntı yaratıcı bir süreç olarak gözükmektedir.

The Prelude to the Crisis, Part I: 1950”, Journal of theHellenic Diaspora, Vol. 15, No: 1-2
(Spring-Summer 1988), pp. 71-102; Alexander Kitroeff, “Documents: Cyprus, 1950-1954;
The Preludetothe Crisis, Part II: The View of the United States”, Journal of the Hellenic Di-
aspora, Vol. 15, No: 3-4, pp. 19-36, (Fall-Winter 1988).
53 http://www.dw.de/do%C4%9Fu-“akdenizde-sular-durulmuyor”/a-18066707 (Erişim;
24.04.2015).
106 Enerji Diplomasisi

İran - Irak Savaşı


Dicle ve Fırat nehirlerinin modern Irak’ın güneyinde yer alan Kurna mevkiin-
de birleştikleri noktadan Basra Körfezine kadar uzanan yatağa Şattül-Arap nehri adı
verilir.54 Şattü’l-Arap bölgesini önemli kılan faktörlerden biri buradaki Şattü’l-A-
rap ve Karun nehirlerinin gemi ulaşımı açısından elverişli olmasıdır. Bu gemi ula-
şımı hem ticari hem de askeri olarak Basra Körfezi’ne ve oradan da dünyanın farklı
noktalarına ulaşım demektir. Şattü’l-Arap nehrinin ulaşım açısından sağladığı bu
kolaylık bölgedeki çatışmanın nedenlerinden bir tanesidir.
Şattü’l-Arap’ın stratejik önemi 20. yüzyılın başında bölgede petrolün bulun-
masıyla bir kat daha artmıştır. Şattü’l-Arap ve Karun nehirlerinin gemi taşımacılı-
ğına elverişli olması 20. yüzyıl başında bölgede ciddi anlamda petrol arama çalış-
malarının başlamasına sebep olmuştur.55

Şekil 4:
Şattü’l-Arap Bölgesi enerji kaynakları açısından önemli bir bölgedir.

54 Amatzia Baram, “Shatt Al-Arab”, EI, Leiden 1996, IX, 368; J. V. Harrison, The Shatt-el-A-
rab, AsianAffairs, Germany, c. XXIX, 1942 s.44.
55 Alexander Melamid, “The Shatt Al-Arab Boundary Dispute”, The Middle East Journal,

c.XXII/3, 1968, s.352.


Emine Kılıçaslan 107

Bölgede 1901 tarihinde başlayan petrol arama çalışmaları nihayet 1908’de


meyvesini vermiş ve Huzistan eyaletinde yer alan Mescid-i Süleyman’da bulunan
geniş petrol kaynakları sonucu 1909 yılında “Anglo-Persian Oil Company Limi-
ted”56 kurulmuştur. Mescid-i Süleyman’da petrolün keşfinden sonra bu petrolün
taşınma ve pazarlanma süreçleri gündeme gelmeye başlamış ve petrolün buradan
denize taşınması için boru hatları inşa projesi başlatılarak üç sene içerisinde bitiril-
miştir. Bunun yanı sıra şirket kurulduğu sene, Abadan adasında rafineri inşa etmiş-
tir. Petrol arama çalışmaları ve petrol üretimindeki hızlı artış, ulaştırma sorununu ön
plana çıkarmış ve böylece Şattü’l-Arap ve Karun nehirlerindeki gemi ulaşımı daha
da önem kazanmaya başlamıştır.57 Şirketin 1914 yılında İngiliz Deniz Kuvvetleri
ile bu kurumun petrol ihtiyacını karşılamak üzere yaptığı anlaşma sonucu İngiliz
Deniz Kuvvetleri yakıt kullanımında kömürden petrole geçmiş58 bölge bu nedenle
İngiltere için vazgeçilemez olmuştur. 1921 yılında İngiltere mandası altında olmak
üzere Irak Haşimi Krallığı kurulmuştur. Bölgede güçlü ve köklü bir devlet olan
İran modern Irak Devletini 1929 yılına kadar tanımamıştır. İki devlet arasındaki
anlaşmazlıklar 1932’de Irak’ın bağımsızlığını kazanmasıyla yeniden alevlenmiş
ve 1934 yılında Irak, 1914’de imzalanan İstanbul Protokolünü dayanak göstererek
İran’nın gösterdiği hasmane fiillerden dolayı Milletler Cemiyeti’ne şikâyet etmiş-
tir.59 Bunun üzerine İran 1913 İstanbul Protokolünün onaylanmadığını iddia ederek
anlaşmanın geçersiz olduğunu ilan etmiştir.
İran-Irak arasında bir süre durulan siyasi ortam 1954 yılında petrol üretimin-
deki artışla nedeniyle tekrar alevlenmeye başlamıştır. İran gemilerden geçiş için
alınan vergiyi Basra Gümrüğü’ne ödemeyi reddediyordu. Yaşanan gerilim 1974’de
Cezayir’in arabuluculuğuyla 13 Haziran 1975 tarihinde anlaşmayla sonuçlanmış-
tır.60 Cezayir Anlaşması olarak da bilinen bu anlaşmayla Irak, İran’ın talepleri doğ-
rultusunda tüm Şattü’l-Arap nehri üzerinde sınırın Talweg prensibine göre belir-
lenmesini kabul ediyordu.61 Anlaşma uzun sürmemiş ve 1979’da İran’da meydana
gelen İslam Devrimi neticesinde iki ülke ilişkileri tekrar kötüleşmiştir. 1980 yılında
ise İran-Irak savaşı patlak vermiştir.

56 Stephen Hemsley Longrigg, Oil in the Middle East, London-New York-Toronto 1954, s.19
57 Melamid, , a.g.e. s.353
58 J. F. Standish, “British MaritimePolicy in the Persian Gulf”, Middle Eastern Studies, c.III/4,
1967, s.350.
59 Edmonds, C. J., “The Iraqı-Persian Frontier: 1639-1938”, Journal of the Royal Society for
Asian Affairs, c.VI, (1975).
60 Hünseler, a.g.e., s.19.
61 McLachlan Keith, “The Iran-Iraq Boundary Question”, The Iranian Journal of Internatio-
nal Affairs, c.III-IV, 1993, s.94.
108 Enerji Diplomasisi

İran-Irak Savaşı, görünürde sınır anlaşmazlığı yani Şattü’l- Arab’ın paylaşı-


mı gibi sebeplerden kaynaklanmıştır ama bu savaş enerji kaynağı bölgesi ülkelerin
birbirleri ile savaşması ve petrole yön vermede hegemonya mücadelesi olarak ta-
nımlanabilir.62 Irak’ın 1980 yılında İran’a saldırması sonucu çıkan savaşla birlikte
petrol üretimi %10 düşmüştür. Fiyatlar 14 $’dan 35 $’a yükselmiştir. Hem Irak hem
de İran bu durumdan çok etkilenmiştir. Savaşın Irak açısından en stratejik hedefleri
İran’ın petrol tankerleri iken, İran da Irak’ın nakil tesislerini hedef almıştır. Ancak
Basra her iki ülke için de petrol nakli açısından çok önemli bir çıkış kapısıydı63
Bölge de yaşanan kaos ABD’nin işine yaramıştır ve ABD bölgeye müdahale ederek
kontrolü ele geçirmiştir. ABD’nin bölgede güç elde etmesiyle birlikte bölgedeki
kaos ve çatışma ortamı hiç durmamıştır ve günümüze kadar devam etmiştir.

Afganistan Enerji Kaynakları Çatışmaları


Doğal kaynaklar açısından Basra Körfezi’nden sonra, dünyanın en zengin
bölgesi olarak Hazar havzası gösterilmektedir. Hazar havzasının bu önemi, XIX.
yüzyılın hemen başlarında Afganistan’ın, İngiltere ve Rusya arasında bir çekişme
merkezi olmasında rol oynamıştır.
ABD, Afganistan ile 1979 yılından itibaren ilgilenmeye başlamıştır. Sovyet
Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesi, ABD’nin dikkatini bu bölgeye yöneltmesine
yol açmıştır. SSCB’nin işgal sebeblerinden en önemlisi ise Afganistan üzerinden
Basra Körfezi’ne ve dolayısıyla Hint Okyanusu’na inme hayalleridir. Bu durum,
ABD içinde bölgenin önemini ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle ABD, İslamcı Afgan
direniş gruplarına Suudi Arabistan ve Pakistan ile birlikte askeri ve finansal yar-
dımlar yapmıştır.
SSCB’nin Afganistan’ı işgali Aralık 1979 ile Şubat 1989’a kadar on yıl sür-
müştür. ABD, bu dönemde geleceğe yönelik enerji nakil hatları açısından kilit
konumdaki Afganistan’ın kontrolünün Sovyetlere geçmemesi için Afganistan’da
savaşan İslamcı terörist gruplara askeri ve ekonomik desteğini sürdürmüştür. Bu
destek 1990’ların sonuna kadar devam etmiştir. ABD için Hazar havzası’ndaki
enerji rezervlerinin dünya pazarlarına taşınması ve kendi bölgesel çıkarları açısın-
dan en kilit devlet Afganistan olmuştur. ABD ve SSCB arasında Afganistan üzerin-
den süren bu çatışma ve kriz ortamı Afganistan halkını yoksulluk, şiddet ve göçe
zorlarken Afganistan devlet’i de müdahaleye açık ve istikrarsız bir ülke durumuna
düşmüştür.

62 Yergin, a.g.e., s. 809.


63 Kocaoğlu, a.g.e., s.126.
Emine Kılıçaslan 109

ABD bu bölgeyi önce Afganistan, Hindistan ve bazı Orta Asya devletlerinden


oluşan müttefikler bloğu aracılığıyla kontrol altında tutmak istemiştir. Bu bağlam-
da Afganistan’daki istikrarsızlığı kontrol altında tutarak, Hazar havzası üzerinden
Orta Asya’daki cumhuriyetleri de kontrolü altında olacaktır. Orta Asya’daki cum-
huriyetlerin ABD etkisi altına girmeleri, ABD’nin Afganistan’daki askeri varlığını
bölgeye yayması, böylece hem Afganistan’da, hem de bölgede daha rahat hareket
edebilmesi açısından da önemlidir. Bu politika doğrultusunda ABD, Özbekistan ile
askeri temelli Stratejik İşbirliği Antlaşması imzalamıştır.64

Afganistan’ın işgali, Özbekistan ve Türkmenistan’la yakın ilişkileri ve Ha-


zar enerji kaynaklarının Batıya taşınması ile ilgili projelerdeki müdahaleci rolü ile
ABD, Rusya’nın nüfuz alanı olarak gördüğü bölgeyi hedef almıştır.65

Bu bağlamda, ABD, 1990’ların başından itibaren CIA, Ulusal Güvenlik Kon-


seyi ve Enerji ve Ticaret Bürosu’ndan önemli destekler alarak Türkmen doğalgazını,
Afganistan, Pakistan ve hatta Hindistan güzergâhı ile önce Basra Körfezi’ne, son-
ra da dış pazarlara taşıyacak boru hattı projesini uygulamaya geçirmek istemiştir.
1993 yılında söz konusu proje için başkanlığını Teksas’lı petrol şirketi UNOCAL’in
üstlendiği bir konsorsiyum oluşturulmuştur. 1997 yılında, dönemin AMOCO şir-
keti danışmanı Brzezinski, UNOCAL’in66 danışmanlarından Henry Kissenger ve
Halliburton’un danışmanı Dick Cheney’nin bölgede süregelen girişimleri sonuç
vermiş, Pakistan ve Türkmenistan arasında uzlaşma sağlandıktan sonra, 1993 yı-
lında oluşturulan konsorsiyum ve Taliban yönetimi arasında Orta Asya Doğal Gaz
Boru Hattı (Central Asia Gas Pipeline) olarak da tanımlanan Türkmenistan-Afga-
nistan-Pakistan doğalgaz hattı projesinin hayata geçirilmesine yönelik bir anlaş-
ma imzalanmıştır67Bu anlaşmalar hayata geçirilememiştir çünkü bir süre sonra,
ABD-Taliban ilişkisi 1998 yılında çıkmaza girmiştir. Bu nedenle UNOCAL, Aralık
1998’de Orta Asya doğalgaz boru hattı’nın Afganistan bölümündeki tüm faaliyetle-
rini durdurmuştur. 11 Eylül saldırılarının ardından Afganistan’a, NATO müdahalesi
sonrasında ABD ve UNOCAL şirketi tekrar faaliyetlerini başlatmıştır ama doğalgaz

64 David Trachtenberg, ‘Finding The Forest Among The Trees: The Bush Administration’s Nati-
onal Security Policy Successes’, Comparative Strategy, Cilt. 23, No. 1, 2004, s.6.
65 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, 3. Baskı, İstanbul: Filiz

Kitabevi, 2000, s. 512-513.


66 Konsorsiyumun diğer şirketleri, Delta Oil (Suudi Arabistan), Hyundai (Güney Kore), Crescent

Steel (Pakistan), Itochu ve INPEX (Japonya)’dir. İleride katılması halinde, konsorsiyumun bir
kısım hissesi Rus Gazprom’a verilecektir.
67 Ayhan, Veysel, İmparatorluk Yolu: Orta Doğu ve Petrol,Bursa: Dora Yayınevi, 2009, s.

370-373.
110 Enerji Diplomasisi

ya da petrol boru hattının bölgedeki istikrarsızlık ve isyanı daha da fazla ateşleme


olasılığı mutlaka gözönünde bulundurulmalıdır.68
Aynı SSCB’iği gibi ABD’de, Afganistan’da başarısızlığa uğramıştır. Afganis-
tan’da uğranılan bu başarısızlık, bölgenin enerji kaynakları ve bunların sevkiyatına
yönelik çıkarlarını da doğrudan etkilemiştir. ABD’nin Türkmen doğalgazının Afga-
nistan üzerinden, Hindistan’ı da kapsayacak şekilde, Pakistan’a, Basra Körfezi’ne
ve buradan da dünya pazarlarına ulaştırılması amacı sıkıntılı bir sürece girmiştir.

Orta Asya Enerji Kaynakları

Orta Asya bölgesi, Soğuk Savaş boyunca ve SSCB dağıldıktan sonra ABD için
çok önemli olmamıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Hazar Denizi’nin
hukuki statüsü ile ilgili krizler ortaya çıkmıştır. Bu krizlerin en önemli nedeni, Ha-
zar’a kıyısı olan ülkeler Rusya ve İran Hazar’ın bir göl olduğunu iddia ederken,
Azerbaycan ve Kazakistan deniz olarak kabul etmektedir. Türkmenistan’ın tutumu
ise burada belirsizdir.

ABD, Orta Asya’daki çıkarlarını ön plana almış ve bölge ile daha yakından
ilgilenmeye başlamıştır. Özellikle ABD’nin ulusal güvenlik stratejileri açısından bu
bölgenin önemi artmaktadır. 11 Eylül 2001 saldırısının ardından, ABD, Orta Asya
cumhuriyetleriyle daha yakın işbirliği yapmaya çalışmaktadır.

Orta Asya cumhuriyetlerinden olan Kazakistan’da petrol hem deniz dibi (off
shore), hem de karasal (onshore) rezervuarlardan üretilmektedir. Sovyetler’in yı-
kılmasından sonra, Kazakistan Cumhuriyeti’nin Hazar denizine bakan kıyılarının
uzunluğu 2.320 km’yi bulmaktadır. Hazar petrolünün önemli miktarına sahip olan
Kazakistan’da, şimdiye kadar 160 hidrokarbon yatağı keşfedilmiştir69

Özbekistan ise dünyanın en büyük 8’inci doğal gaz üreticisidir. Petrol üretimi-
ni kendi tüketimini karşılayacak kadar yapmaktadır. Özbekistan’ın 600 milyon-1.5
milyar varillik kanıtlanmış petrol rezervi bulunmaktadır. Fakat bu rakamların kısa
sürede daha da yükseleceği düşünülmektedir. 190 adet petrol ve gaz sahası vardır
(2004). Bunların % 60’ı Buhara-Kiva bölgesindedir ve Özbekistan petrol üretimi-
nin % 70’i buradan gelir.

Türkmenistan’da doğalgaz rezervleri bakımından dünyanın sayılı ülkelerin-


den biridir. Türkmenistan’da 0.5 milyar varil ispatlanmış petrol, 80 milyon varil

68 Stephen Kinzer, İpek Yolu’nda Kara Altın, Mustafa Erdem Sakınç (ed.), 11 Eylül’den Afga-
nistan’a ABD İmparatorluğu, Ankara: Ütopya Yayınevi, 2004, s. 214-215.
69 TİKA, Kazakistan Ülke Raporu, 1995, s. 31.
Emine Kılıçaslan 111

ise olası petrol rezervi ayrıca 101 tcf ispatlanmış, 159 tcf ise olası doğalgaz rezervi
olduğu tahmin edilmektedir.70
Brzezinski’nin yön verdiği yeni Amerikan ulusal çıkar anlayışına göre, Orta
Doğu, Hazar Havzası ve Orta Asya enerji kaynakları ve bu kaynakların uluslarara-
sı pazarlara taşınma güzergâhları, Avrasya’nın çatışma alanlarıdır. Dünyaya hâkim
olabilmek için, söz konusu enerji kaynakları ve güzergâhları kontrol edilmeli ve bu
bölgelerdeki çatışma alanları üzerinde tam denetim sağlanmalıdır.71
Orta Asya enerji savaşlarında ana aktörler; ABD, Rusya ve Çin’in de üyesi
bulunduğu (ŞİÖ) Şanghay İşbirliği Örgütü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu güçler
arasındaki etkileşim Orta Asya üzerinde ikinci büyük oyun olarak adlandırılmak-
tadır.72
ABD’nin bu bölgede etkin olmayı istemesinin tarihi bir önemi de vardır. İlk
defa Avrasya dışı bir güç, Avrasya’da öncü olmayı hedeflemektedir. Ancak Orta
Asya’ya asıl etkisi Afganistan’da terör ile savaşma bahanesiyle rejimi devirerek
buraya yerleşmesi ve komşu ülkelerden özellikle Özbekistan’da üs kazanmasıydı.
Ancak bugüne gelindiğinde Orta Asya ülkeleri ABD’ye sırt çevirerek birer birer
Rusya’ya yaklaşırlarken, diğer taraftan da Afganistan’daki karmaşa biteceğine art-
maya başlamıştır. 73
Orta Asya’yı Rusya açısından önemli kılan faktörler, doğalgaz, petrol ve stra-
tejik derinliktir.74Rusya’nın bölgeye yönelik dış politikasının temel hedefi istikrar,
sınır güvenliği ve işbirliği olmuştur.75
Ekonomik kalkınmanın temelinde enerji olduğunu düşünen Rusya, enerji ko-
nusunda önemli bir yeri olan Orta Asya’da ayrılıkçılığa dayalı bölünme tehdidi al-
gıladığı için ŞİÖ’nü etkin bir güvenlik örgütü olarak kullanmak istemektedir.76 ŞİÖ,

70 Necdet Pamir, “Avrasya Boru Hatları Güvenliği ve Türkiye”, http://www.ir.metu.edu.tr/


conf2002/papers/pamir. pdf s.4
71 ZbigniewBrzezinski, The Grand Chessboard. American Primacy And Its Geostrategic
Imperatives, New York: Basic Books, 1997, s. 31-45.
72 Ömerserik T. Kasenov; “Orta Asya’da Tehdit Algılamaları ve Bölgesel Güvenlik”, Stratejik
Analiz, Cilt:1 Sayı:1, Mayıs 2000, s.57.
73 Mehmet Atay; “21. YY’ın Başlarında Türkiye Ve Orta Asya’nın Yeni Jeopolitik Konumu”,
Jeopolitik, Yıl:1 Sayı:2, Bahar-2002, s.37-38. 13 a.e., s.44.
74 Atay, a.e., s.43.
75 Selçuk Çolakoğlu; “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Geleceği Ve Çin”, Uluslar arası İlişkiler,
Cilt:1 Sayı:1, Bahar 2004, s.177.
76 Burak Bilgehan Özpek, “Şangay İşbirliği Örgütü Ve Rusya”, Global Strateji, Yıl:2 Sayı:6,
Yaz 2006, s.144-150.
112 Enerji Diplomasisi

bölgesel güvenlik kapsamında 2005’teki toplantısında ABD’nin Orta Asya’dan çe-


kilmesi için de takvim istemiştir.77
Bu bölgede Pakistan ile Hindistan gibi iki büyük ve nükleer güce sahip ülke
arasındaki Keşmir sorunu da önemli çatışma sinyalleri vermektedir. Ayrıca, Tibet’te
meydana gelen karışıklıklar, bu bölgenin Çin’in Orta Asya yolundaki geçişi açısın-
da sorun teşkil edecek gibi görünmektedir. Eğer, Tibet, Çin’den ayrılır da ABD ile
işbirliği yaparsa Çin’in Orta Asya ülkeleri ve İran bağlantısı kesilecektir. Bu da Çin
için çok olumsuz bir durum demektir çünkü Çin’in batıya açılımı tarih boyunca
Orta Asya üzerinden olmuştur.
Orta Asya Bölgesi’nin önemini artıran faktör sadece enerji kaynaklarına sa-
hip olmak değildir ayrıca enerji güvenliği de ABD, Rusya, Avrupa, Çin gibi güçlü
devletler için önemlidir. Bu nedenle bu bölge hedef olma özeliği taşımakta olup, bu
sebeple güç savaşlarının odağında bulunmaktadır. NATO ve Rusya’nın bölgedeki
ülkelerde üs kurma yarışı, bazı projeler kapsamında dolaylı olarak ittifak içine alın-
maları, renkli devrimlere sahne olmaları bu güç savaşının göstergeleridir.
Orta Asya bölgesi, dünyanın en eski petrol çıkarma alanlarından biri olarak
kabul edilmektedir. Fakat petrole ilişkin öncelik Orta Doğu bölgesine verildiği için
bu bölge şimdilik biraz daha ikincil planda gözükmektedir. Bölge cumhuriyetle-
ri, 1991 yılına kadar SSCB’nin egemenliği altındaydı. Yeni kurulan cumhuriyetler,
kaynaklarının envanteri ve kullanımı konusunda ciddi bir bocalama devresinden
geçmişlerdir.78
Kafkasya ve Orta Asya, dünya petrollerinin % 1.5-4 kadarına, dünya gaz
rezervlerinin ise % 6’sına sahip gözükmektedir. Bazı kaynaklar, örneğin The Ob-
server, sadece Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan’ın dünya petrollerinin %
10’una sahip olduğunu tahmin etmektedir.79
Fakat en önemli sorun olarak nakliye görülmektedir. Orta Asya’nın, denizlere
çıkışının olmaması ve bu çıkış için çok uzun boru hatları döşenmesi gerekmektedir.
Çıkış yolları Rusya, Türkiye, İran, Afganistan-Pakistan, Çin olarak gözükmektedir.
Bu saydığımız her bir çıkış yolu da 1000 km’den fazla boru hattı döşenmesini ge-
rektirmektedir. Ayrıca Afganistan ve Pakistan hatları bölgedeki karışıklık ve terör
olayları nedeniyle son derece riskli kabul edilmektedir.

77 Özpek, a.e., s.148.


78 S. Laçiner, Hazar Enerji Kaynakları ve Enerji Siyaset İlişkisi, http://www.usak.org.tr/
(Saat10:44, 1.05.2015)
79 Alexander Brett, “The Caspian Basin Also Contains A Sea of Oil”, The Observer (Londra).
Emine Kılıçaslan 113

Kafkasya Bölgesi Çatışmaları


Kafkasya Bölgesi Rusya Devleti için Avrupa ile Orta Asya arasında bir geçiş
köprüsü durumundadır. Ayrıca, Karadeniz ve Hazar denizine kıyısının olması se-
bebiyle Rusya’nın Karadeniz, Boğazlar, Akdeniz yolu ile Süveyş Kanalına inebil-
mesine olanak sağlaması yönünden de, Rusya’nın stratejik çıkarları açısından da80
oldukça önemlidir.
Bölgenin ekonomik zenginliği ve enerji kaynakları ile zengin maden yatakları
ABD’nin iştahını kabartmaktadır. Kafkasya Bölge’sinin bakir yeraltı zenginlikleri
hem Batı ülkeleri, ABD, hem de Rusya Federasyonu için oldukça önemli olmuştur.
Bu ülkelerin hepsi emperyalist eğilimleri sonucu bölgedeki petrol ve yeraltı kay-
naklarına egemen olmak ve kontrol etmek istemektedirler. Ayrıca Kafkasya, petrol
ve doğalgaz rezervleri açısından hem Rusya hem de ABD için, Hazar petrollerinin
batıya ulaştırılma yolu olması nedeniyle de önemlidir.
Kafkas ülkelerinden Çeçenistan Kafkas Dağları’nın kuzey tarafında bulun-
maktadır. Ülke ekonomisinde petrol sanayi önemlidir. Petrol çıkarma tesisleri daha
çok Grozni ile Gudermes arasındaki Sunja ile Terek Dağları’nda yer alır. 1980’lerde
4 milyon ton olan petrol üretimi, 2003’de yılda 1.5 milyon ton (veya günde 30 bin
varil) olmuştur. Sanayi ve ziraat orta düzeyde gelişme göstermiştir.81
Gürcistan ise değerli metaller, petrol, doğal gaz rezervleri, mermer, dolomite,
kabuk kireçtaşı gibi yeraltı zenginlikleri olan önemli bir ülkedir. Malgobek`te bu-
lunan ve 60 milyon ton civarında olduğu tahmin edilen petrol rezervi 1915`ten beri
işletilmektedir.
Osetya, çinko, kurşun, bakır ve gümüşü içeren dolomite ve polymetallic ma-
den cevherleri bulunması açısından önem taşır. Adigey ekonomisi ise doğalgaz
rezervlerine bağlıdır. Abhazya’nın ekonomisi, petrol, kömür, torf, barit, dolomit,
mineral- termal suları, mermer, kireç ve alçıtaşı gibi yeraltı kaynaklarına bağlıdır.
Ülke bol manganez ocakları, çeşitli maden filizleri ve tabii inşaat malzemelerine
sahiptir. Aynı zamanda nehirlerinden de elektrik enerjisi elde edilmektedir. Neft,
manganez, bakır, maden kömürü, kükürt önemli miktarda üretim ve ihraç edilmek-
tedir. Aynı zamanda çok miktarda maden suyu ve kaplıca kaynakları bulunmaktadır.
Deniz sahil şehirlerinde ve akarsularda yapılan balıkçılık ile deniz ticaret filosunun
ekonomiye önemli katısı vardır.82

80 B. Açma, K.Yenişen, Kafkasya’nın Ekonomik Potansiyeli ve Dönüşümü İçin Politika ve Stra-


tejiler, http://www2.bayar.edu.tr/yonetimekonomi/dergi/pdf, (Saat 15:53, 1.05.2015).
81 Gamze Güngörmüş Kona (2002). Türkiye-Orta Asya İşbirliği Stratejileri Ve Gelecek Senaryo-

ları, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul.


82 Selçuk Emsen Ö.,Orta Asya ve Kafkasya Ekonomilerine Bir Bakış, Siyasal Kitapevi, Anka-

ra, 2011.
114 Enerji Diplomasisi

Azerbaycan ise bölgenin en önemli ülkesidir, doğal gaz, petrol ve demir cev-
heri bakımından zengin kaynaklara sahiptir. Petrolün ilk üretim yeri Bakü ve çevre-
sidir. Bölgedeki en önemli merkez olma konumunu sürdürmektedir.

Enerji Kaynağı 2009 2010 2012


Doğal Gaz (milyar m³) 584 649 669
Ham Petrol (milyon ton) 494 505 509
Kömür (milyon ton) 298 317 320

Şekil 5: Doğal Kaynak Üretimi83

Kafkasya petrol kaynaklarından dolayı 20.yy başlarından itibaren ilgi odağı


olmuştur. 20. yy sonlarında Hazar Denizi ve Orta Asya’da yeni petrol ve doğal gaz
yataklarının bulunması ve Avrupa ülkelerinde enerji talebinin hızla artması, Kaf-
kasya’nın enerji iletiminde de stratejik önemini arttırmıştır.84 Ayrıca, zengin doğal
gaz ve petrol kaynaklarının yanı sıra, kömür, alüminyum, bakır, demir, elmas, altın,
gümüş ve orman kaynakları ile halen dünya hammadde ihracatında önde gelen böl-
gelerdendir.85
Ayrıca Bakû - Tiflis - Ceyhan boru hattının Samtske - Cevaheti’ye ait Borjomi
bölgesinden geçmesi ve buradan geçme kararının alınması, bölgede genel olarak bir
toplumsal huzursuzluğa da sebep olmuştur.
1990’lı yıllar boyunca, Çeçenistan’da organize suçlar daha çok petrol ve pet-
rol ürünleri üzerinde yoğunlaşmış ve fidye için veya siyasî nedenlerle Çeçen ol-
mayanlar kaçırılmıştır. Aslında petrol Kafkasya’da doğrudan bir kriz kaynağı gibi
görünmemektedir ama çok güçlü bağlantısı vardır. Örneğin; 1993’te Çeçenistan’da,
yerel otorite ile Bakû - Novorosisk boru hattının başlangıçta geçtiği toprakların
fizikî kontrolü konusunda orada bulunan çeşitli gruplar arasında çatışmalar çıkmış
ve mevcut hükümet devrilmiştir.
Ayrıca, Hazar denizinden mavnalarla Bakû’ye ulaşan Kazakistan petrolü
Azerbaycan’da demir yolu katarlarına yüklenerek satış ve aktarma için Gürcistan
üzerinden Acaristan’ın başkenti Batum’a taşınmaktadır. Bakû’den gelen petrol, Ka-

83 Rusya Ülke Raporu, KASİAD, 2012: 11.


84 Erol Taymaz, Kafkasya’da Ekonomik Dönüşüm ve Kalkınma, TEPAV Yayınları No:55,
Ankara, s.30, 2011.
85 Rusya Ülke Raporu, KASİAD, 2012, s. 11.
Emine Kılıçaslan 115

radeniz sahilinin birkaç mil açığında bulunan ve Tiflis’in kontrolü altındaki Supsa
limanına, aynı zamanda Grozni çevresinde Dağıstan’dan geçen bir demir yolunun
inşa edilmesinden sonra Novorosisk’e gitmektedir.
Sonuç olarak Kafkasya bölgesi çatışmaları Azerbaycan-Ermenistan Çatışması
(Karabağ Meselesi), Çeçenistan, Abhazya ve Acaristan olayları şeklinde isimlendi-
rilebilir.86 Dağlık Karabağ Azerbaycan, Ermenistan ve İran’ı kontrol edebilen ol-
dukça stratejik bir bölgede yer almaktadır. Çeçenistan çok önemli petrol nakil hat-
ları üzerinde bulunmakta ve Rusya ve Batı’nın petrol politikalarının çok önemli bir
unsuru durumundadır.87 Azerbaycan petrolünün tek yolu Rusya’nın Karadeniz’deki
Novorovski Limanı’na sadece Çeçenistan’dan ve Kuzey Kafkasya’nın diğer yerle-
rinden geçen mevcut boru hatları ile nakledilmesi gerekmektedir. Rusya bu petrol-
den geçiş geliri elde etmek ve Azerbaycan’a karşı siyasi bir koz olarak kullanmak
istiyorsa mutlaka Çeçenistan’ı kontrol altına almak zorundadır.88 Acara ile Abhazya
topraklarında bulunan Batum, Poki ve Sukhimi Limanları nakil hatlarının son du-
rakları konumundadır bu nedenle bu limanların kontrolleri oldukça önemlidir. Bu
bölgede yaşanan çatışmalar hem petrol kaynaklarının hem de enerji nakil yollarının
kontrolünü açısından yaşanmaktadır. Yukarı Karabağ sorunu her nekadar Azerbay-
can ve Ermenistan arasında yaşanmış siyasi, etnik ve dini bir problem gibi görül-
se de petrol burada da belirleyici problemlerden olmuştur. Bu bağlamda Türkiye,
Azerbaycan’ın talepleri çerçevesinde Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı
ve Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Projeleri’nde Ermenistan’a Dağlık Karabağ soru-
nundaki tutumundan ötürü yer vermemiştir.89

Endenozya ve Doğu Timor Krizi


Doğu Timoretnik sorunu 19. yüzyıl sonundan itibaren ülkenin temel iç so-
runudur. Timor Adası ile Avustralya arasında denizde petrol rezervi bulunması ile
birlikte bu etnik sorun 1990’lı yıllardan sonra dünya gündeminde önem kazanmaya
başlamıştır. Ayrıca Ada önemli bir nakil hattı üzerinde yer almaktadır. İç çatışma-
ların ardından BM müdahale ederek Endonezya’da yönetimin değişmesine sebep
olmuştur.90

86 Kocaoğlu, a.g.e., s.111.


87 L. Kleveman, Yeni Büyük Oyun-Orta Asya’da Kan ve Petrol, Çev. Hür Güldü, İstanbul,
Everest Yayınları, s.56, 2004.
88 Kleveman, a.e., s.67.

89 U. Asal, “Dağlık Karabağ Sorunu’nun Çatışma Çözümü Perspektifinden Analizi”, http://www.

bilgesam.org/Images/Dokumanlar/0-265-2014062512asya_bol2.pdf (Erişim, 30.04.2015).


90 I. Wallerstein, “U.S. WeaknessandtheStruggleforHegemony”, http://iwallerstein.com/wp-con-

tent/uploads/docs/MR3.PDF1999.
116 Enerji Diplomasisi

Doğu Timor 1975 yılında bağımsızlığını ilan edince Endonezya tarafından


işgale uğramıştır. 1975 tarihinden 1999 yılındaki olaylara kadar Endonezya’nın
vilayeti olarak kalmıştır. 1999 yılında BM tarafından yürütülen oylamada Doğu
Timor halkının bağımsızlıktan yana olması91 sorunu doruk noktasına taşımıştır. En-
donezya Doğu Timor’u kendi topraklarının bir parçası olarak kabul etmiştir. Birleş-
miş Milletler’in oylama sonucunun sonuçlarını kabul etmeye yanaşmamıştır. Doğu
Timor’un bağımsızlaşmasından yana olmasını kabul etmemiştir. Doğu Timor’da
ayaklanmalara neden olmuş ve Endonezya hükümeti de bu ayaklanmaları bastır-
mak için şiddete başvurmuştur. BMGK’nın (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi)
aldığı 1264 Sayılı karar ile92 ‘Uluslararası Doğu Timor Kuvvetleri (INTERFET)’
tesis edilmiş ve bölgeye gönderilmiştir. Akabinde ‘Doğu Timor Birleşmiş Milletler
Geçici Yönetimi (UNTAET)’ kurulmuş ve Doğu Timor’un yönetimini geçici olarak
devralmıştır. Endonezya ise özellikle ABD tarafından BM’nin barış gücü ve geçici
yönetimini kabul etmesi yolunda ikna edilmiştir.93 UNTAET 2002 yılında Doğu
Timor bağımsızlığını ilan edene kadar yönetimi sürdürmüştür.94

ABD - Irak Savaşı


Irak, Ortadoğu’nun zengin doğal kaynaklara sahip ülkelerinden bir tanesidir.
Irak bağımsızlığını kazandıktan sonra, önce İngiltere sonra ABD’nin etkisi altına
girmiştir. ABD ve Irak arasındaki I. Körfez krizi, Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başla-
mıştır. Bu dönemde ABD ekonomisi ciddi bir durgunluk içindeydi ABD tarafından
Körfez bölgesine yapılan askeri yığınak ve Irak ile Kuveyt petrolüne uygulanan
ambargo ABD ekonomisini hızlandırmıştır.95
Irak’taki, zengin petrol ve doğal gaz kaynakları da büyük petrol şirketleri ile
ABD gibi devletlerin iştahını kabartmaktadır. Irak savaşının ABD’nin enerji kay-
nakları üzerinde hâkimiyet kurma arzusuyla yakından ilişkili olduğu ileri sürülmüş-
tür.96 Savaş öncesinde Amerika’daki bazı muhafazakâr çevreler tarafından yapılan
açıklamalar, örneğin Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin Saddam’ın “dünya enerji
arzının çoğunu denetimine almak için” kitle imha silahlarından devasa bir cepha-

91 James Cotton, “Against the Grain: The East Timor Intervention”, Survival, Vol. 43, No. 1,
2001, s. 133.
92 U.N. Security Council Resolution, S/RES/1264 1999.
93 Derek McDougall, “Intervening in the Neighbourhood: Comparing Australia’s Role in East
Timor and the Southwest Pacific”, International Journal, Sonbahar, 2007, s.875.
94 Derek McDougalla.e., s.875.
95 Newsweek, 24 Aralık; 1990 s.11.
96 Robert J. Lieber, Iraq and the World Oil Market: Oiland Power After the Gulf War, Amat-
zia Baram ve Barry Rubin (der.), Iraq’s Road ToWar, New York, St.Martin’s Press, 1993, s.
85-105.
Emine Kılıçaslan 117

nelik oluşturduğunu söylemesi97, savaşın ana nedeninin enerji kaynaklarının kont-


rolü olduğuna inananların sayısını arttırmıştır. Her ne kadar enerji arzını kesintisiz
sürdürmesinin Amerika’nın öncelikleri arasında olduğunu kabul etmek gerekmekle
birlikte, Irak Savaşı’nın başlangıcının tek nedeninin bu öncelik olduğunu söylemek
yanlış olur. ABD savaşmadan da büyük ölçüde dünya enerji piyasaları ve fiyatlarına
hâkim olabilmektedir.98
Irak’ın 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’e saldırmasıyla birlikte ABD, Irak’tan ya-
pılacak petrol ithalatına 14 yıl sürecek ambargo koymuştur ve 17 Ağustos 1991’de
Irak’a savaş açmıştır. 1991’de, ABD-Irak Savaşı’nda, önemli bir enerji ülkesi olan
Irak, diğer bir enerji ülkesi olan Kuveyt’e girmiş ve işgal gerekçesi olarak sadece
mevcut petrol üretimini arttırmak ve böylece Arap Dünyasının lideri konumuna
gelmek olduğu anlaşılmıştır.99 Bu savaş dünya enerji sisteminde yeni bir döne-
min de başlangıcı olmuştur.100 ABD olaya doğrudan müdahale ederek, dünyanın
en önemli enerji bölgesine ilişkin yapılan bir harekâtı müttefik orduları ile birlikte
gerçekleştirebilmiştir.101 Bu harekât enerji üretim bölgesine yapılan en açık müda-
haledir.102
2003 tarihli II. Körfez Savaşı’ndaki ABD-Irak çatışması da tıpkı birincisinde
olduğu gibi, ABD’nin Orta Doğu enerji kaynaklarına sahip olabilmek için tasar-
ladığı bir harekâttır. Bu operasyonda en temel gerekçe olan Irak’taki kitle imha
silahlarının varlığı ve teröre verdiği destek düşüncesinin daha sonraki yıllarda ger-
çek olmadığı anlaşılmıştır. Bu yüzden büyük güçlerin enerji politikalarına uygun
davranışlar sergilemeyen Irak yönetiminin ve Irak’taki rejimin değiştirilmesi, enerji
kaynağı bölgesine yapılmış önemli bir açık harekât niteliğindedir.103

Musul-Kerkük Sorunu
Musul sorunu da aynı diğer sorunlar gibi, petrole sahip olma, petrol alanları
üzerinde söz sahibi olma ile ilgilidir. Bu yüzyılın başında dünyanın şekillenmesinde

97 Dick Cheney’nin 103. Ulusal Kongre’de konuya ilişkin yaptığı açıklama için bkz.,The White
House, Office of Press Secretary, “Vice President Speaks at VFW 103rd National Conventi-
on”, 26 Ağustos 2002, http://www.whitehouse.gov/news/releases/2002/08/20020826.html.
98 Sedat Laçiner, “Irak Savaşı: Nedenleri ve Sonuçları Üzerine Bir Deneme”, USAK Stratejik
Gündem, http://www.usakgundem.com/makale.php?id=153.
99 Yergin, a.g.e., s.78.
100 Christopher Falvin ve Lenssen Nicholas, Enerjide Arayışlar-Yaklaşan Enerji Devriminin
El Kitabı, İstanbul, TEMA Vakfı Yayınları 1994, .s. 53.
101 Kocaoğlu, a.g.e, s.126.
102 Yergin, a.g.e., s.885.
103 Kleveman, a.g.e, s.290.
118 Enerji Diplomasisi

önemli rol oynayan İngiltere, Musul’u Irak toprakları içerisine dâhil ettirmeye ça-
lışmıştır. Bu önemli petrol bölgesi üzerinde bu şekilde söz sahibi olmuştur.
Osmanlı Devleti, 1888-1918 yılları arasında Almanya ile yakınlaşma içerisi-
ne girmiştir.104 Bu dönemde Almanlara, Irak’ta petrol arama imtiyazı verilmiştir.
İngilizler, Irak’ta Alman’lardan bu imtiyazı kendilerine almak için imtiyaza sahip
olabilmek için İstanbul’da Osmanlı devleti temsilcileri ile görüşmüştür.
Lozan Konferansı’nda da üzerinde en fazla görüşülen konular arasındadır. Lo-
zan’da İsmet İnönü, Türk tezini etnografik, hukuki, tarihi, coğrafi, ekonomik, askeri
ve stratejik açılardan ele almış, bilimsel ve akılcı delillere dayandırmak suretiyle
konuyu izah etmiştir. İsmet Paşa görüşmelerde, etnografik açıdan Musul vilayetin-
de yerleşik nüfusun son resmi istatistiklere göre 500.000105 olduğunu vurgulamıştır.
Tarihsel olarak Musul’un XI. yüzyıldan beri Türk egemenliğinde olduğunu savu-
nan İsmet Paşa, Musul’un coğrafi açıdan Anadolu’nun uzantısı olduğunu belirtmiş,
ekonomik bakımdan da Musul’un Diyarbakır’a ve Akdeniz limanlarına bağlı oldu-
ğunu açıklamıştır.106
Musul-Kerkük krizine ayrıca IŞİD terör örgütünün faaliyetleri açısından da
bakmalıyız. IŞİD sadece, Şii-Sünni çatışması değildir. Musul’da etkili olan IŞİD,
Kerkük’e doğru ilerlemektedir. Ayrıca IŞİD,kontrol edilemezse uzun vadede o
bölgedeki tüm enerji denklemini değiştirebilir. Şu an Irak topraklarında kalan ve
önemli bir petrol üretim merkezi olan Kerkük’e yönelik IŞİD’den gelebilecek her-
hangi bir tehdit özellikle orada yaşayan Türkler üzerinden, Türkiye’yi zor durumda
bırakacaktır.
Sonuç olarak IŞİD o bölgelerde petrol kaynakları ve petrol boru hatlarının
geçmesi nedeniyle çok ciddi bir sorun olarak gözükmektedir. Eğer IŞİD, Kerkük
petrol boru hatlarını kontrol ederse, enerji alanında ciddi krizler yaşanacaktır.

Arap Baharı ve Enerji Savaşları


Arap Baharı 2011 yılında Tunus, Mısır ve Libya’da başlayıp Suriye’de çıkma-
za giren bir kriz ve çatışma sürecidir. Bu süreçte Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki
istikrarsız ortam nedeniyle petrol fiyatlarında ciddi artışlar olmuştur. 2010 yılı Ha-
ziran-Aralık dönemindeki ortalama petrol fiyatı varil başına 75-85 $ seviyelerinde
seyrederken, Tunus’ta ki olayların başladığı gün 90 $’a, Libya’da ki olayların baş-

104 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, C.I., Türk. İş. Bank. Yay., Ankara, 1994,
s.45-46.
105 Seha L. Meray, “Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar”, Belgeler, İstanbul, 1993, s.345.

106 Meray, a.e., s.346.


Emine Kılıçaslan 119

ladığı gün 100 $’a yükselmiş ve olayların üçüncü ayında yani Mart 2011’de ise 114
$ seviyesine çıkmıştır.
İtalya ve Fransa Libya’nın petrol ve doğalgaz açısından en büyük müşterileri
durumundadır. İtalya ve Libya arasında 520 km uzunluğundaki yeşil akım doğalgaz
boru hattı ile Libya doğalgazı İtalya’ya taşınmaktadır. İtalya, Libya’da krizin baş-
lamasıyla birlikte Rusya, Norveç ve Cezayir’den almış olduğu doğalgaz miktarını
artırma yoluna girmiştir.
Libya’daki günlük petrol üretimi kriz öncesi dönemde 1,8 milyon varil düze-
yindeydi. Libya’daki neredeyse tüm petrol ve doğal gaz üretim tesisleri kara böl-
gelerinde -onshore- üretim yapmaktadır. Bu durum üretim maliyetlerini düşürürken
söz konusu tesislerin bölgesel siyasi istikrarsızlıklardan doğrudan etkilenmesine
neden olmaktadır. 2011 yılındaki Libya’daki siyasi iktidarsızlık enerji sektöründe
en çok Avrupa ‘da ki petrol rafinerilerini ve dolayısıyla da Brent petrol fiyatını
olumsuz olarak etkilemiştir. Libya petrolü küresel petrol arzı içinde sadece %2’lik
bir orana sahiptir.
Bu sebeple Libya’daki kriz nedeniyle ortaya çıkan Libya petrol arzındaki ke-
sinti Avrupa’daki petrol fiyatlarını -Brent petrol fiyatı- olumsuz olarak etkilenmesi-
ne ve büyük bir hızla yükselmesine neden olmuştur. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da
ki siyasi istikrarsızlık sonucunda petrol ithal eden ülkelerin ve petrol şirketlerinin
dikkatlerini Hazar Bölgesine ve Rus petrol kaynaklarına yöneltmesi beklenmektedir.
Libya’ya kıyasla Suriye, enerji kaynakları bakımından çok daha zayıftır. Pet-
rol ve doğalgaz kaynaklarının çok azını ihraç etmektedir. Enerji kaynakları bakı-
mından zengin olan bu bölgede İran ile Suriye yakın müttefiktir. Çünkü Suriye
İran’ın Akdeniz sahiline ulaşması için önemli bir ülkedir.
Irak, Lübnan ve Suriye’deki giderek daha fazla kutuplaşan siyasi ortam böl-
gedeki enerji kaynaklarının geleceği bakımından önemli ölçüde istikrarsızlığa ve
endişeye yol açmaktadır.107

Nijerya Enerji Kaynakları ve Terör


Nijerya, 2012 verilerine göre, Afrika’nın en büyük petrol üreticisidir. Ayrı-
ca, Nijerya 510 milyar dolar civarındaki GSMH’sı ile Afrika’nın en büyük ekono-
misine sahiptir. Nijerya, 37,2 milyar varil kanıtlanmış petrol rezervi ile Afrika’da,
Libya’nın ardından en fazla petrol rezervine sahip ikinci ülke durumundadır. Afri-
ka’daki kanıtlanmış en büyük doğalgaz rezervlerine sahip olan ülke olarak dünya-

107 www.academia.edu/4871881/Suriye_Krizi_ve_İranın_Enerji_Akışı_Üzerinde_Hakimiyet_
Kurma_İsteği (Erişim; 26.04.2015).,.
120 Enerji Diplomasisi

da dokuzuncu sırada yer almaktadır. Günlük 36 milyar metreküplük bir doğalgaz


üretimi ile dünyanın en büyük yirmi beşinci doğalgaz üreticisi konumundadır.108
Nijerya’nın güneydoğusunda 1950’lerde bulunan petrol, bölgenin geleceğini
şekillendiren en önemli öğe oldu. Bu tarihten itibaren, başta Shell, Chevron Texa-
co, Exxon Mobil, Total Final Elf109 gibi pek çok uluslararası şirket bölgeden petrol
çıkartmaya ve işlemeye başlamıştır.
David Emanuel’e göre, Nijerya petrolleri dünya ve de özellikle ABD ekono-
misi için oldukça önemlidir. “Yaklaşık 170 milyonluk nüfusuyla Nijerya’nın Was-
hington’un en büyük Afrika pazarı ve ABD petrolünün beşinci büyük sağlayıcısı”
olduğuna işaret etmektedir. “Washington’un böyle hayati bir stratejik çıkarı güven-
ceye almak için hemen her şeyi yapacağına inandığını” söylemektedir. Nijerya’nın,
Afrika”nın en büyük petrol üreticisi olduğuna vurgu yapan Emmanuel, bu ülkedeki
petrol ve doğalgaz rezervlerinin zenginliğine de dikkat çekmektedir.110
Yakın zamana kadar Nijerya’daki terör faaliyetlerinin çoğu Nijer Nehri Del-
tasındaki petrol çıkarma ve petrolden yararlanma ile ilişkilendirilmekteydi. Bu dö-
nemde en aktif terör örgütü de Nijer Deltasının Bağımsızlığı Hareketi idi (Move-
ment for the Emancipation of the Niger Delta) adlı bir örgüttür. Bu örgüt, 12 Mayıs
2006 yılında Lagos şehrine yakın Atlas Creek Adasında petrol borularını patlatarak
bir terör faaliyeti gerçekleştirmiştir. Bu terör saldırısında 200 kişinin ölümüne ne-
den olmuştur.111
Nijerya’da petrol kavgası üzerinden yürüyen terör eylemleri, son zamanlarda
ortaya çıkan dinsel terör sonucunda ikinci planda kalmıştır. Geçtiğimiz yıllarda ül-
kenin kuzey-kuzeydoğusunda faaliyet gösteren radikal İslamcı militan örgüt Boko
Haram öne çıkmıştır.112
Boko Haram örgütü ortaya çıkmadan yıllar önce, Mayıs 2005’te ABD Ulusal
İstihbarat Konseyi, “Sahraaltı Afrika’nın Geleceğinin Haritasını Çıkarmak” başlık-

108 http://blog.milliyet.com.tr/nijerya--boko-haram-ve-petrol/Blog/?BlogNo=464538 (Erişim:


12.05.2015).
109 Daniel A. Tonwe, Godwin Uyi Ojo, Iro Aghedo, “Greedand Grievance: The Changing Con-
tours of Environmentalism in Nigeria’sNiger Delta Region,” Journal of the Historical So-
ciety of Nigeria, N.20 2011, s.51.
110 http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26384222.asp(Erişim:12.05.2015).
111 Institutefor Economics and Peace, 2012 Global Terrorism Index Report (Aralık 4 2012),
internet erişimi: Vision of Humanity (erişim tarihi 28 Mayıs 2013) [“2012 Global Terrorism
Index Report”], sf.19.
112 “Boko Haram Still Holding Nigerian Girls Captive,” http://edition.cnn.com/2014/04/23/
world/africa/nigeria-abducted-girls/, 12.05.2015.
Emine Kılıçaslan 121

lı bir rapor hazırlattırmıştır. Nijerya’nın 2015’te “bütünüyle çökeceği” tahmininde


bulunduğu söylenen bir grup uzmanın hazırladığı raporda bu tahminler, yoksulluk,
yolsuzluk ve sivil halkın kitlesel hayal kırıklıkları gibi sorunlar nedeniyle daha da
sertleşmesine ilişkin bazı göstergelere dayandırılımıştır.113
Sonuç olarak Boko Haram gibi örgütlerin ABD tarafından oluşturulduğu iddi-
ası vardır. Bu şekilde bölgede yaşanan istikrarsızlık ortamı bölgenin kontrolü açı-
sından daha iyi olacaktır.

Kaynakça
Acun Niyazi, Dünya Petrol Tarihi ve Türk Petrolü, İstanbul, Saka Matbaası, 1949.
Açma Bülent, Yenişen Kübra, Kafkasya’nın Ekonomik Potansiyeli ve Dönüşümü İçin Po-
litika ve Stratejiler, http://www2.bayar.edu.tr/yonetimekonomi/dergi/pdf, (Saat 15:53,
1.05.2015).
Armaoğlu, F., 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, C.I., Türk. İş. Bank. Yay., Ankara, 1994,
s.45-46.
Asal Yasin, Uğur, Dağlık Karabağ Sorunu’nun Çatışma Çözümü Perspektifinden Ana-
lizi, http://www.bilgesam.org/Images/Dokumanlar/0-265-2014062512asya_bol2.pdf
(Saat, 23:54, 30.04.2015).
Atvur, Senem,“Kongo Krizi Hakkında Bir Değerlendirme”,Stratejik Araştırmalar Dergisi /
Journal of Strategic Studies 1 (3), 2009,126-146.
Atay, Mehmet, 21. YY’ın Başlarında Türkiye Ve Orta Asya’nın Yeni Jeopolitik Konumu, Je-
opolitik, Yıl:1 Sayı:2, Bahar-2002, s.37-38. 13 a.e., s.44.
Baram, Amatzia, “Shatt Al-Arab”, EI Leiden 1996, IX, 368; J. V. Harrison, “TheShatt-el-A-
rab”, Asian Affairs, Germany 1942, c. XXIX.
Brett, Alexander “The Caspian Basin Also Contains A Sea of Oil”, The Observer Londra,
11.12.2005.
Cheney Dick, The White House, Office of Press Secretary, 103rd National Conventi-
on”,26.08. 2002, http://www.whitehouse.gov/news/releases/2002/08/20020826.html.
Cotton, James, “Against the Grain: The East Timor” Intervention1 Survival, Vol. 43, No. 1,
2001.
Çakmak, Mehmet Ali, İki dünya Savaşı Arasında Ortadoğu, http://afakkulubu.org. (Erişim,
05.05.2015).
Çolakoğlu, Selçuk, “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Geleceği Ve Çin”, Uluslararası İlişkiler,
Cilt:1 Sayı:1, Bahar 2004, s.177.
Dobbins, J. v.d.,Congo, 5-28, “UN’s Role in Nation-Building: From the Congo to Iraq, The-
Rand Corporation”, (Santa Monica, 2004). ).”DR Congo: Humanitarian Crisis Deepens

113 http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26384222.asp (Erişim: 12.05.2015).


122 Enerji Diplomasisi

as Peace Process Falters”, http://www.hrw.org/english/docs/2008/09/24/congo19881­_


txt.htm, (Erişim,10.04.2015).
Duroselle, J., B., Kaspi, J., A., Histoiredes Relations Internationales de 1945 anosjours,
ArmandColin, Paris, 2002.
Edmonds C., J., “TheIraqı-PersianFrontier: 1639-1938”, Journal of theRoyal Societyfor
Asian Affairs, c.VI, 1975.
Emsen Ö. Selçuk, Orta Asya ve Kafkasya Ekonomilerine Bir Bakış, Siyasal Kitapevi,An-
kara, 2011.
Falvin Christopher ve Lenssen Nicholas, Enerjide Arayışlar-Yaklaşan Enerji Devriminin
El Kitabı, İstanbul, TEMA Vakfı Yayınları. 1994.
FergusonBrian R., “Materialist Cultural and Biological Theories on Why Yanomami Make
War”, AnthropologicalTheory 1, 2001.
Güngörmüş Kona Gamze Türkiye-Orta Asya İşbirliği Stratejileri Ve Gelecek Senaryoları,
IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2002.
Henriques, Z., “The Invisible Conflicts in the Democratic Republic of the Congo (DRC)”,
129-143, Journal of Ethnicity in CriminalJustice, Vol 4 (1/2), (2006), s.135-136.
Institute for Economicsand Peace, 2012 Global Terrorism Index Report (Aralık 4 2012),
internet erişimi: Vision of Humanity (erişim tarihi 28 Mayıs 2013) [“2012 Global Terro-
rism Index Report”], sf.19. “Boko Haram Still Holding NigerianGirlsCaptive,” http://
edition.cnn.com/2014/04/23/world/africa/nigeria-abducted-girls/.
İnat, K., Gieler, W., Kongo Demokratik Cumhuriyeti (Zaire): “Birinci Afrika Dünya Sa-
vaşı”, 419-432, Dünya Çatışma Bölgeleri (ed.: K. İnat- B. Duran- M. Ataman), Nobel
Yayıncılık, Ankara, 2007.
Kerr, Malcolm, The Arab Cold War: Gamal ABD-al Nasir and His Rivals, 1958-1970,
London, New York, PublishedfortheRoyalInstitute of International Affairsby Oxford
University Press, 1971.
Kinzer, Stephen, İpek Yolu’nda Kara Altın, içinde Mustafa Erdem Sakınç (ed.), 11 Eylül’den
Afganistan’a ABD İmparatorluğu, Ütopya Yayınevi, Ankara, 2004.
Kissinger, Henry, Diplomasi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 11. Basım. 2012.
Klevman, Lutz, Yeni Büyük Oyun-Orta Asya’da Kan ve Petrol, Çev. Hür Güldü, İstanbul,
Everest Yayınları, 2004.
Kocaoğlu, Mehmet, Uluslar Arası İlişkiler Işığında Ortadoğu; Parçalanmak İstenen Top-
raklar ve İstismar Edilen İnsanlar, Genel Kurmay, Ankara 1995.
Kocaoğlu, Mehmet, Petro-Strateji, İstanbul, Harp Akademileri Basım Evi, 1996.
Melamid, A., “The Shatt Al-Arab Boundary Dispute”, The Middle East Journal, c.XXII/3,
1968.
Lacoste, Y., Büyük Oyunu Anlamak, Jeopolitik: Bugünün Uzun Tarihi. İstanbul. NTV
Yayınları, 2008.
Laçiner, Sedat, Irak Savaşı: Nedenleri ve Sonuçları Üzerine Bir Deneme, USAK Stratejik
Gündem, http://www.usakgundem.com/makale.php?id=153.
Emine Kılıçaslan 123

Laçiner, Sedat, Hazar Enerji Kaynakları ve Enerji Siyaset İlişkisi, http://www.usak.org.tr/


(Saat10:44, 1.05.2015)
Lieber, R., J., Iraq and the World Oil Market: Oil and Power After the Gulf War, Amatzia
Baram ve Barry Rubin (der.), Iraq’s Road To War, New York, St.Martin’s Press, 1993.
Mirbagheri, F., Historical Dictionary of Cyprus, ScarecrowPress, Inc., pp. XXI-XXXVIII,
XLII-LV, USA 2010.
McDougall, D., “Intervening in the Neighbourhood: Comparing Australia’s Role in East Ti-
mor and the Southwest Pacific”, International Journal, Sonbahar, 2007.
McLachlan, Keith, “The Iran-Iraq Boundary Question”, The Iranian Journal of Internatio-
nal Affairs, c.III-IV, (1993) s.94.
Olçar Kemal, “Uluslararası Çatışmaların Enerji Politik Analizi” http://dergipark.ulakbim.gov.
tr/guvenlikstrtj/article/view/ (Erişim, 11.05.2015)
Özpek Bilgehan Burak, “Şangay İşbirliği Örgütü Ve Rusya”, Global Strateji, Yıl:2 Sayı:6,
Yaz 2006.
Pamir, Necdet “Avrasya Boru Hatları, Enerji Güvenliği ve Türkiye”, Jeopolitik Dergisi, Sayı
4, İstanbul, 2003.
Podeh, E., “The Struggle over Arap Hegemony After the Suez Crisis”, Middle Eastern Stu-
dies, Vol.29, No.l.
Sander Oral, Siyasi Tarih, İmge Kitapevi, Ankara, 2009.
Sander, Oral, Siyasi Tarih İlkçağlardan - 1918, İmge Kitapevi, Ankara, 1989.
Serik Ömer, T. Kasenov, “Orta Asya’da Tehdit Algılamaları ve Bölgesel Güvenlik”, Stratejik
Analiz, Cilt:1 Sayı:1, Mayıs 2000.
Shah, A., “The Democratic Republic of Congo”, http://www.globalissues.org/article/87/
the-democratic-republic-of-congo (erişim tarihi: 10.04.2015).
Süer Berna, Atmaca Ömür Ayşe, Arap-İsrail Uyuşmazlığı, Ankara, ODTÜ G. V. Yayınları,
2007.
Sönmezoğlu, Faruk, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, 3. Baskı, İstanbul: Filiz
Kitabevi, 2000.
Taymaz Erol, Kafkasya’da Ekonomik Dönüşüm ve Kalkınma, TEPAV Yayınları No:55,
Ankara, 2011.
Tonwe, Daniel A.. Godwin Uyi Ojo, Iro Aghedo, “Greedand Grievance: The Changing Con-
tours of Environmentalism in Nigeria’s Niger Delta Region,” Journal of the Histori-
calSociety of Nigeria, N.20 2011.
Trachtenberg, D., “Finding The Forest Among The Trees: The Bush Administration’s National
Security Policy Successes”, Comparative Strategy, Cilt. 23, No. 1, 2004.
Tugendhat Christopher, Oil The Biggest Business, London, Eyre-Spottiswoode, 1968.
Uluğbay, Hikmet, İmparatorluktan Cumhuriyete Petropolitik, Ankara, Turkish Daily
News Yayınları, 1995.
124 Enerji Diplomasisi

Wallerstein, Immanuel U.S. Weakness and the Strugglefor Hegemony, http://monthly-


review.org/2003/07/01/u-s-weakness-and-the-struggle-for-hegemony/(Saat;19:19,
05.05.2015.
Willame, J., C., “Insécurité, Violences et Ressources Naturellesau Congo-Zaire”, http://www.
eurac-network.org/web/uploads/documents/20070601_9230.doc (erişim, 15.04.2015).
Veysel, Ayhan, İmparatorluk Yolu: Orta Doğu ve Petrol, Bursa: Dora Yayınevi,2009.
Yergin Daniel Yergin, Petrol-Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü, Çev. Kamuran Tun-
cay, Ankara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1995.
Yıldız Dursun, “Golan Tepeleri ve Hidro Strateji” Cumhuriyet Strateji Dergisi, Ekim 2009.
Zbigniew Brzezinski, The Grand Chessboard. American Primacy And Its Geostrategic
Imperatives, New York: Basic Books, 1997.
http://www.eia.doe.gov/neic/speeches/Caruso061305.pdf).(28.04.2015).
http://www.globalresearch.ca/the-battle-for-oil/311(30.04.2015)
http://www.diamonds.net/news/NewsItem. aspx?ArticleID=6120. (24.04.2015).
http://www.dw.de/do%C4%9Fu-akdenizde-sular-durulmuyor/a-18066707 (24.04.2015)
www.academia.edu/4871881/Suriye_Krizi_ve_İranın_Enerji_Akışı_Üzerinde_Hakimiyet_
Kurma_İsteği 826.04.2015.
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26384222.asp(Erişim:12.05.2015).
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26384222.asp (Erişim: 12.05.2015).
www.academia.edu/4871881/Suriye_Krizi_ve_İranın_Enerji_Akışı_Üzerinde_Hakimiyet_
Kurma_İsteği (Erişim; 26.04.2015)
http://blog.milliyet.com.tr/nijerya--boko-haram-ve-petrol/Blog/?BlogNo=464538(Erişim:
12.05.2015).
TİKA, Kazakistan Ülke Raporu, 1995
U.N. Security CouncilResolution, S/RES/1264 (1999).
Rusya Ülke Raporu, KASİAD, 2012: 11
Newsweek, 24 Aralık1990
Oil&GasJournal (OGJ) 2012
The Times, 4 April 1955.
Ayın Tarihi, Kasım 1956, No. 276
Forum Dergisi, C.6, S.64, 15 Kasım 1956.
News Voiceof America, 2007.
Uğur Özgöker / Serdar Yılmaz 125

EURASIAN ENERGY SECURITY:


A GENERAL PERSPECTİVE*

Uğur ÖZGÖKER**, Serdar YILMAZ***

I- Introduction
It could be said that energy sector, energy production and energy distribution
gained unprecedented importance for all us in the 21th century. This century has
also demonstrated that the energy security is a precondition for economic stability
and an indivisible part of a state’s overall security. Especially growing demand
on energy resources day by day means that the future energy security of Eurasia
very much depends on diversification of sources of energy supplies and enhancing
security of the energy network. This paper proposes that the major potential for
Eurasian energy security in Afghanistan and its immediate neighbors lies in the re-
vival of trade and transportation links like Turkmenistan, Tajikistan and Uzbekistan
and more distant Kazakhstan and Kyrgyzstan. While counting the name of these
countries we cannot underestimate Russia’s weight and importance in Eurasia and
thus the paper also purposes the relations between the European Union and Russia
by taking into account the recent energy wars especially started after the invasion
of Crimea by Russia. It is because the paper offers a general perspective to Eurasian
energy security, we embark on our study with touching upon the radical Islam and
drug trafficking in Afghanistan and Central Asian countries and try to put forward
why Eurasian energy security is dependent on eradicating these security problems.
By doing this, this paper will also assess the risks associated with utilization of Cen-
tral Asia and the Caucasus as a logistical backyard to the war on terror in Afghani-

* This study is an extended version of the article presented at International Security and Energy
Congress in Kocaeli University. September 2014.
** Associate Professor of International Relations, Istanbul AREL University,
E-Mail: ugurozgoker@arel.edu.tr
*** Research Assistant of International Relations, Istanbul AREL University,
E-mail: serdaryilmaz@arel.edu.tr
126 Enerji Diplomasisi

stan and lack of a longer term strategy to confront internal problems of each of the
region’s countries. At the end, before we put forward our general energy approach
to the Eurasian energy security, we will touch upon the significance of Turkey for
the Eurasian energy security and point out why this region does matter for Turkey.
The arising instability and lack of properly functioning political and econom-
ic structures in Afghanistan causes great security concerns for the Central Asian
states. Progress in Afghanistan, on the other hand, has the potential to transform
the entire region since the challenges facing Afghanistan such as issues of security,
governance and economics are regional in character. Particularly, the reconstruction
of Afghanistan is considered as a viable path of economic recovery in Central Asia.
First, reconstruction of the Turkmenistan- Afghanistan- Pakistan pipeline, which
was abandoned in the 1990s, would lead to a new market for Turkmen gas. Second,
international funding could jump start Soviet-era hydroelectric stations in Kyrgyz-
stan (Kambarata) and Tajikistan (Rogun), and both countries could gain not only
by selling electricity to Afghanistan but by creating more electricity for domestic
markets.
Third, the transportation projects such as the so-called Northern Distribution
Network (NDN) would help economic development in the region in many ways.
For example, as supplier and transit states, Central Asian countries would gener-
ate considerable amount of activity in trade. In addition, the improvement of the
transportation infrastructure will help develop the remote impoverished parts of the
region by connecting them to major transnational trade routes. Finally, reconstruc-
tion of existing trade and transportation routes and building new ones would help
Afghanistan to diversify its sources of income away from the drug trade. This paper
will also assess the risks associated with utilization of Central Asia as a logistical
backyard to the war on terror in Afghanistan and lack of a longer term strategy
to confront internal problems of each of the region’s countries. First, transnation-
al supply routes carry the risk of becoming convenient targets for militant groups
within Central Asia with the expansion of Afghan conflict to the north. Second,
NDN is likely to deteriorate the already problematic democracy and human rights
records of Central Asian countries because of the US and the West’s needs to main-
tain good working relations with the governments in the region. Third, international
investment on development projects may increase corrupt practices in Central Asia
and replicate the same problem in Afghanistan.
After eight years of NATO engagement in Afghanistan the international com-
munity has yet to set in place political, economic or security structures that will
ensure the long-term stability of that country. The lack of functioning structures
in Afghanistan is a cause of great concern for the Central Asian states, especially
Uğur Özgöker / Serdar Yılmaz 127

the three (Tajikistan, Turkmenistan and Uzbekistan) that share its borders. Already
problematic relationships between Central Asian states are further complicated by
the situation in Afghanistan. Simply Afghanistan forms the link between regions
and it has witnessed a great meddling from various sides in recent decades. The fall
of the Taliban in the aftermath of September 11, has contributed to the importance
of Afghanistan as a key transport routes for increased trade and security cooperation
between Central Asian states and their neighbors to the south such as Pakistan and
India. This paper attempts to summarize those challenges and opportunities that the
current geopolitical context provides to security and trade relationships between
Afghanistan and states in Central Asia. Challenges can be broadly labeled as the
influence of Islamic radicalism and drug trafficking from Afghanistan into Central
Asia. Opportunities can be summarized as better security environment and econom-
ic development through projects such as Northern Distribution Network. Paper also
discusses possibilities of destabilization as a result of US attempts to diverse supply
routes to Afghanistan from Pakistan to Central Asia.

II- Regional Security: Radical Islam and Drug Trafficking


The Central Asian states have gone about military reform in piecemeal fash-
ion, with each country taking advantage of “good deals” on equipment and training
offered by foreign partners. Other than a few “model units”, the result is that most
army units are unable to link effectively with either NATO or the Russian-dominat-
ed Collective Security Treaty Organization (CSTO). NATO was fast off the mark
after independence, offering all these countries membership in the Partnership for
Peace (PfP). The aim was to help each take the shards of the USSR military that
they inherited and turn it into a force capable of meeting their defensive needs. At
US urging, NATO also sought to create “CentrAsBat” (Central Asian Battalion)
with Kazakh, Kyrgyz and Uzbek brigades, but the three countries found it difficult
to cooperate smoothly, and have preferred country by country engagement.
NATO funding for military reform in Central Asia increased after September
11, especially for Uzbekistan, but declined sharply in 2004, due to negative public
pressure caused by Uzbekistan’s poor human rights record. Relations declined fur-
ther still after the Andijian disturbances in May 2005, when the Uzbek authorities
fired on a largely unarmed crowd in Andijian. The US urged an international en-
quiry and the Uzbek authorities, already troubled by their deteriorating relationship
with Washington, asked the US to leave the military facility at Karsi Khanabad.
The US began to partner more closely with Kazakhstan, which is the only country
in Central Asia to have a country reform plan that has been accepted by NATO. US
and NATO military engagement with the various Central Asian states increased
128 Enerji Diplomasisi

again in 2008, and in 2009 the US began contingency planning for an increased role
for the 3rd Special Forces Group (Airborne) in Central Asia.1
There two main sets of interrelated challenges that the situation in Afghanistan
presents to the states in Central Asia; continued influence of Islamic radicalism in
Central Asia2 and the booming drug trade that passes through Afghanistan and Cen-
tral Asia into Europe and Russia.3 To start with the former, in the 1990s the Taliban
have set the new agenda Islamic radicalism in the entire region. Four of the five
Central Asian republics- Uzbekistan, Kazakhstan, Kyrgyzstan and Tajikistan in ad-
dition to Iran, Turkey, Russia and India have backed anti-Taliban Northern Alliance
with arms and money to stop the Taliban’s advance. To this day leaders in Central
Asia rightfully remain concerned by the continued presence and influence of rad-
ical Islamism in their region. Latter challenge is about the flow of narcotics from
Afghanistan via multiple routes in the region to foreign markets and the populations
of these transit corridors who are increasingly becoming consumers themselves.

Radical Islam
Arriving in Central Asia in the mid-seventh century, Islam became the domi-
nant religion in the region by the eighth century.4 Until the rise of the Soviet Union
in the twentieth century Islam continued to be the major force shaping the culture
and identity of Central Asian peoples. Two variants of Islam can be mentioned
corresponding to an opposition between tribal zones and the urban city centers that
were conquered by Muslim Arabs. This latter form is a product of the religious
schools (madrassas) of Samarkand and Bukhara and is often fundamentalist Islam.
The dominant figures are the clergy. Islam in tribal zones on the other hand was
imposed and penetrated through the intermediary of Sufi brotherhoods such as the
Yasawiyya, which incorporate elements deriving from the shamanistic traditions of
Turkic nomads. Overall the Islam in Central Asia was quietist,5 following the liberal

1 Deirdre Tynan, “Central Asia: Pentagon Plans for Deployment of Special Forces to States
outside Afghanistan”, Eurasia Insight, 17 September, 2009, http://www.eurasianet.org/depart-
ments/insightb/articles/eav091709.shtml, accessed 22 April 2013.
2 Ahmed Rashid, “Islam, Oil and the New Great Game in Central Asia” London: I.B Tauris and
Co Ltd, 2002, ss. 143-156.
3 Rollie Lal, “Central Asia and its Neighbors: Security and Commerce at the Crossroads” Was-
hington DC: RAND Corporation Press, 2006, ss. 19-22.
4 Mehrdad Haghayeghi, “Islam and Politics in Central Asia”, New York: St. Martin’s Press,
1996, s. 2
5 David Lewis, “Temptations of Tyranny in Central Asia”, London: Hurst Publishers, 2008, s.
185.
Uğur Özgöker / Serdar Yılmaz 129

Hanafi Sunni School which is known because of its respect for individual freedoms
as in Afghanistan and throughout the Indian subcontinent , only to be challenged by
Wahhabism6 starting in the 1970s.
What does the future hold for Central Asia’s radical Islamic groups? First,
while some might argue that in the post 9/11 era Islamic militancy in Central Asia is
in demise, the trajectory of groups like Hizb-ut Tahrir (HT) and Islamic Movement
of Uzbekistan (IMU) has laid the foundation for a trend that will likely persist.7
Especially given the fact that dissatisfaction with and opposition to authoritarian
regimes and corrupt ruling elite are growing, we will likely to see revitalization of
radical groups. Second, external factors such as war on terror in Afghanistan and
regional instability have been and will continue to be substantial for the dynamics
of Islamist mobilization in Central Asia. These regional and international security
threats provide excellent opportunities for Islamists to further mobilization of their
constituents. Third, political extremism and organized crime will likely continue
to feed the militant mindset in the region. Income from organized crime such as
drug-trafficking and hostage taking help fund extremist groups. Political extremism
and militancy in turn creates better conditions for these groups since it destabilizes
society and exert pressure on governments. Finally it is clear that central authorities
in the region, especially Uzbekistan, are convinced that the iron fist is the best way
to protect the stability and security of their country. This repression and conse-
quential exclusion of Islamic groups from legitimate governmental procedures will
continue to cause them to seek out different ways to express their grievances.

Drug Trafficking
As a bastion of moderate Islamism and straddling key land routes between
East Asia and Europe, Central Asia presents itself as a key strategic region from a
security perspective. Tajikistan, Turkmenistan and Uzbekistan form the front line of
this traffic with long, ill-protected borders with Afghanistan totaling 2387 km. Ac-
cording to United Nations, Office on Drugs and Crime (2007), in 2007, opium culti-
vation in Afghanistan rose to 193,000 hectares, a 17 percent increase over 2006. An
unprecedented 8,200 tons of opium can be harvested, making Afghanistan virtually
the sole supplier to the world’s deadliest drug accounting for 93 percent of global
opiates market. UN Office on Drugs and Crime (2009) also reports that the total

6 Wahhabism in the strict sense practice puritan religious doctrine preached in Saudi Arabia.
7 Keith Martin, “Whither Central Asia’s Islamic Radicals? A comparative framework for exa-
mining political Islam in Central Asia” Central Asia and the Caucasus, Journal of Social and
Political Studies, special issue titled Political Islam and Conflicts in Russia and Central Asia,
October 1999.
130 Enerji Diplomasisi

volumes of opiates smuggled through the so called “Northern Route” through Turk-
menistan, Uzbekistan and Tajikistan, soared with not less than 70% from 720mt in
2003 to 1,230mt in 2007. Today, 21 % of all heroin smuggled from Afghanistan
transits the “Northern Route” to the Russian Federation and Europe in 2006 with
undetermined amounts also trafficked to Western China (Xinjiang Province). With
excess production in Afghanistan, going far beyond the world demand for opiates,
an increasing amount of drugs are absorbed locally along the routes.8
Central Asia’s borders present a unique opportunity for intercepting trade,
foremost illicit drug trafficking but equally secondary activities such as the traf-
ficking of precursor chemicals and weapons. Currently, the risk of detection for
smugglers is not high through most of the Central Asian-Afghan crossings. Fur-
thermore, irregular crossings of the Afghan border are present various smuggling
options. Strengthened border interdiction capacities in this area will bring addition-
al benefits not just for drug control but also in regard to improved security against
terrorism, smuggling of Weapons of Mass Destruction (WMD), small arms, human
beings, and various other illegal activities. Finally, Central Asia’s borders with Chi-
na and the Islamic Republic of Iran are also briefly examined as similar initiatives
will have to be introduced with these countries if the interdiction capacities in Cen-
tral Asia are to be maximized.

III- Opportunities
There is considerable interest in Afghanistan’s role as a transit route for trade
especially in energy sector from Central Asia to South Asia. Increasing the trade
in energy sector is especially attractive because South Asia is forecast to be a ma-
jor consumer of Central Asian energy on the one hand9 and Afghanistan needs to
diversify its sources of income away from drug trade. However, although Central
Asian states have an interest in fostering trade and transport linkages both with and
through Afghanistan, they face serious difficulties in maintaining security for the
routes.
While problems such as political instability and insecurity persist in the region
despite the US presence and assistance, the states in Central Asia would be even
less capable of preventing the growth of illegal trade and extremist groups through-
out the region in the absence of a U.S. role in Afghanistan. Therefore, it is likely

8 Martha Brill, Olcott, “Central Asia: Living in Afghanistan’ Shadow”, Norwegian Peace Centre
Brief, No. 1, November 2009.
9 One of the main proposals was the construction of trans-Afghan pipeline to supply gas from
Turkmenistan to Pakistan via Afghanistan.
Uğur Özgöker / Serdar Yılmaz 131

that these states, the United States and others such as Iran and Russia who share
an interest in promoting peace and security in Asia will have reasons to continue
cooperation.

Northern Distribution Network


The so-called Northern Distribution Network (NDN) encompassing “a set of
commercial agreements with each of the Central Asian states to allow the transit
of cargo to supply U.S. forces in Afghanistan” was established by the U.S. mili-
tary when the Obama administration announced its intention to escalate the U.S.
military presence in Afghanistan.10 The creation of this network of supply routes
had become essential especially after series of militant attacks disrupted the main
US supply routes from Pakistan into Afghanistan in 2008. Since then, the US has
almost doubled its military footprint in Afghanistan by sending thousands of more
troops and more equipment, construction material, fuel and food.
According to Stephen Blank, Central Asian supply network is mutually inclu-
sive with US policy and the Central Asian priorities in several ways.11 First the plan
requires the acquisition of considerable amount of supplies locally from Central
Asian countries. As suppliers and transit states, the region is potentially will gen-
erate considerable amounts of money. Second, other supplies such as heavy con-
struction equipment and fuel would be sent either by airlifting or rail to Central Asia
and then trucked into Afghanistan. Third it has been presumed that the prospects of
new economic benefits to their states will give the Central Asian states a clear stake
in the re-construction project of Afghanistan. Fourth, the NDN is expected both to
improve the transportation infrastructure of Central Asia and to develop the remote
impoverished parts of the region by connecting them to major transnational trade
routes.
However, the US administration is risking the export of Afghanistan’s security
crisis to Central Asia by utilizing the region as a logistical backyard to war on terror
in Afghanistan and by not formulating a longer term strategy to confront internal
problems of each of the region’s countries (Cooley, 2009). First, NDN supply routes

10 Former Secretary Hillary Clinton stated that Afghanistan will be U.S. President Barack Oba-
ma’s “highest priority” and the administration is considering “a multidimensional network” to
enhance the NATO efforts in Afghanistan during her confirmation hearing. For full transcript
of Clinton’s confirmation hearing to the Senate Foreign Relations Committee see <http://www.
npr.org/templates/story/story.php?storyId=99290981> Also Cooley, Alexander “The Afghani-
zation of Central Asia” Eurasia Insight, 11 December 2009.
11 Stephen Blank, “Afghanistan: Examining Implications of a Central Asian Supply Line for

Afghanistan”, Eurasia Insight, 22 January 2009.


132 Enerji Diplomasisi

carry the risk of becoming convenient targets for militant groups within Central
Asia. Afghan arena of conflict threatens to expand to the north to countries like
Tajikistan and Uzbekistan.12 Second, NDN is likely to deteriorate the already prob-
lematic democracy and human rights records of Central Asian countries because of
the US and the West’s needs to maintain good working relations with the govern-
ments in the region. Third NDN may increase corrupt practices in Central Asia and
thus replicate the same problem in Afghanistan.

Transit
One success is the $37 million Afghanistan-Tajikistan bridge across the Pyanj
River which opened in August 2007, and is built to allow up to one thousand trucks
a day. There are also plans for a new railroad link between Uzbekistan and Afghan-
istan, which will greatly facilitate the movement of goods into the latter country.
Highways in many parts of Central Asia have been improving, as national efforts
have aimed to end Soviet-era transportation interdependencies and to facilitate
commerce within countries. Such efforts include the modernized roads linking prin-
cipal cities in Uzbekistan and Kyrgyzstan, and partially realized projects to link
up Kazakhstan’s principal cities with its new national capital in Astana. Howev-
er, according to Olcott,13 major transnational projects such as the EU-supported
TRACECA (Transport Corridor Europe-Caucasus-Asia), and more recent projects
of the Asian Development Bank remain incomplete, partly because the relatively
low volumes of trade across the region do not justify the kind of investments nec-
essary to achieve them.

IV- Energy: a need for the EU, and a power for Russia
Interdependence of the EU and Russia in the areas of trade and energy com-
pel the parties to cooperate with each other in many areas as the most consistent
policies with the EU have been on energy. The relations between Russia, which has
rich natural gas, oil and coal resources, and the EU, which is dependent on these
resources in the social and economic aspects, gained a great momentum especially
with the disintegration of the USSR. In fact, the Medium-Term Strategy document
issued in 2000 highlighted that Russia would take the responsibility for meeting
the long-term and reliable energy and raw material needs of the EU, and aimed to
develop the partnership in the energy sector. Since the EU does not have the energy

12 For example Taliban hijacked two fuel tankers in Kunduz in September 2009 that had been
shipped via Tajikistan route.
13 Martha Brill, Olcott, “Central Asia: Living in Afghanistan’ Shadow, 2009.
Uğur Özgöker / Serdar Yılmaz 133

resources, the Union is dependent for the foreign sources in this regard. Russia has
the world’s largest natural gas reserves and has the second largest coal reserves, in
addition to this, Russia is an indispensable partner for EU now due to the oil it has.14
6.5% of the EU’s energy consumption is met by renewable energy, and 14.7% by
nuclear power, 15.1% by coal, 26.1% by natural gas and 37.4% by oil resources. In
other words, 65% of the Union’s energy consumption comes from oil and natural
gas15 and this will increase over the years as shown in the following table.

Petroleum and Natural Gas Import Rates for EU-27

2005 2020 2030


Oil 82% 90% 93%
Natural gas 57% 70% 84%

Source: European Commission, Green Paper on “An Energy, Policy for


Europe”, {COM (2007) 1 final}, Brussels, 10.1.2007.

Energy import dependence of the 12 new member countries that were includ-
ed with the recent expansion is at the highest level, and this increases the EU’s
dependence on Russia in the energy field. For example, before the 2004 expansion,
20% of the natural gas imports and 17% of the oil demands of the EU were met by
Russia. Yet after the expansion, the EU started to meet its demands of 40% of natu-
ral gas, 34% of oil and 25% of coal from Russia. And in total, the European Union
that supplies 81% of petroleum, 54% of natural gas consumption and 38% of solid
fuels from the foreign sources, is in the first position in imports in the global energy
market.16 By saying this it should also be emphasized that it’s a false impression
to assume that only the EU needs Russia, indeed the European market is a huge
income for Russia, and EU’s investments on oil, natural gas and electricity areas in
Russia are very high.17

14 Mark Smith, “Russia’s Energy Diplomacy”, 19.05.2004 http://www.da.mod.uk/CSRC/docu-


ments/Russian/F75, Access Date, 04.01.2013.
15 Murat Ercan, Importance of Turkey in the Energy Policy of Europe (Avrupa Birliği’nin Enerji

Politikasında Türkiye’nin Önemi), AKADEMİK BAKIŞ Journal, Issue: 25 July - August 2011,
p.5.
16 European Commission, “Annex to the Green Paper: A European Strategy for Sustainable,

Competitive and Secure Energy - What is at stake - Background document”, {COM(2006) 105
final}, Brussels, SEC(2006) 317/2.
17 Charles Grant and Katinka Barysch, “The EU-Russia Energy Dialogue”, 19.05.2004, http://

www.cer.org.uk/pdf/briefing_eu_russia.pdf, Access Date, 04.01.2013.


134 Enerji Diplomasisi

However, things have changed rapidly after the invasion of Crimea by Rus-
sia. Though the final outcome of the Ukrainian crisis is uncertain, two things are
already clear. Especially after the election of Putin, Russian Federation has revealed
itself as non-Western, and would not play by the rules of the West as it does not see
the world as the West does. Russia was quite aware of the importance of Ukraine
and knew that Ukraine into the Western camp would complete NATO’s inadmissi-
ble encirclement of Russia. Putin is not overly concerned, taking into account that
he acts according to his head, about the economic damage the sanctions will cause.
As for the EU, which realized deeply the dimensions of its energy dependence on
Russia with the 2006 Russian-Ukraine energy crisis, taking a serious step enacting
project as an attempt to create (alternative or new) opportunities in energy supply.
Yet, Russia was swift to prevent this attempt by making bilateral agreements with
countries to isolate the EU and deepen its energy dependency to Russia. However,
now the EU does not remain indifferent to alternatives projects and the members
have begun acting with one voice, especially after what happened in Ukraine which
is now under the protecting umbrella of the EU. It may not allow Russia to exercise
his power on the whole territory of Ukraine at any cost. The EU also is not alone
in this case as the USA is now a part of the game. That is where the Great Game18
comes back in.19
After the USA and EU leaders approved punishing new sanctions on Mos-
cow, we argue that short-term oriented, state-centric and partly oil and gas focused
energy policies in the near future may be compromising Central Asian countries’
ability to secure sufficient and sustainable energy supplies for both economic and
population needs for the foreseeable future. We are saying this because the relation
with the EU and Russia is about implementing mutual sanctions and threatening
one another at the moment. Here is some examples: “If there are sanctions related to
energy, further limits for our financial sector we will have to respond asymmetrical-
ly,” Russian Prime Minister Dmitry Medvedev said, adding that Russia may target
flights over Russia. “We proceed from the fact that we have friendly relations with

18 After passing the bloodiest 20th century we may discuss that the Great Game has begun again
with the invasion of Crimea. In the 19th century, the Great Game was the rivalry between
the British and Russian empires for Central Asia. It seemed as though the Russian bear and
the British lion were destined to meet head-on. England was anxious that Russia’s relentless
expansion would sooner or later threaten the jewel in the imperial crown, India. Britain sought
influence or control in much of Central Asia, to buffer the “crown jewel” of its empire – British
India.
19 Serdar Yılmaz, Never Say Never, Who Will Share the Same Fate as Ukraine?, 13.05.2014.

Eurasian Research Institute, Ahmet Yesevi University, Kazakhstan, access Date\ 01/09/2014
http://eurasianri.org/main/never-say-never-who-will-share-the-same-fate-as-ukraine/
Uğur Özgöker / Serdar Yılmaz 135

our partners and that is why the sky over Russia is open for flights. But if they put
limits on us we will have to respond.”20

V- New Era in Turkish Foreign Policy? Assumptions or Expectations?


Within the context of this new strategy, the Eurasian region stands out as a po-
tential sphere of influence, in which Turkey seeks an active role. In a sense, Central
Asia expanded the borders of the Middle East northward, introducing a new sense
of depth for southern Asia, and connected the peoples of both West Asia and East
Asia to the Eurasian region. Turkey’s policy toward Central Asia reflects the new
characteristics of a foreign policy line. Turkey pays serious attention to preserving
good neighborhood policies with Iran and Russia, while attempting to prevent their
policies that may harm the peace and stability in the region. Turkey’s other priority
in its Central Asian policy is to make sure that these new states acquire the neces-
sary abilities to establish stability and security at home.21 Businessmen and civil
society organizations are seen as essential for Turkey’s commitment to the stability
and welfare of the region. These connections have helped Turkey to gain self-con-
fidence to develop a more durable and constructive policy toward Central Asia.
Turkish policy makers see this new policy line in a wider framework, that of fol-
lowing balanced relations with regional countries like Russia, Iran, Pakistan, India
and China. The collapse of the Soviet Union removed the old Soviet threat, while at
the same time creating a power vacuum on Turkey’s borders22. In this environment,
Turkey became an important actor in the region as a result of its strong historical
connections. While Turkey had traditionally avoided involvement in regional poli-
tics, it has since been drawn into the volatile new politics of the region.
Turkey is a connection point as well as a bridge located at the centre of Eurasia
which is one of the world’s three most productive regions in terms of oil and gas.
Brzezinski thus points out that “Eurasia is the chessboard on which the struggle for
global primacy continues to be played”23. Turkey as a ‘geopolitical pivot’ must keep
playing an active role in this region by providing emergency assistance, conceding
a number of bilateral agreements, covering trade, people to people exchange pro-
grams together with business cooperation, education, communication and public

20 Mircea Birca, Russia threatens to close airspace amid Western sanctions, Eurasia Press and
News, http://eurasia.ro/?p=55123\ Access Date. 09.09.2014
21 ‘‘Turkish Policy Toward Central Asia”, http://www.todayszaman.com/newsDetail_getNewsB-

yId.action?load=detay&link=141729. Accessed on 30.06.2011.


22 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu, Küre Yayınları, Istan-

bul, 2011.
23 Zbigniev Brzezinski, The Grand Chessboard, New York, Basic Books, 1997.
136 Enerji Diplomasisi

administration.24 Turkey must be taken into consideration by the Turkic republics


in order to diversify oil and gas transit routes, provide the security of the significant
pipelines and pacify the ethnic confrontations in the region. Turkey’s proximity to
the region, the historical and cultural ties, the linguistic advantages and sharing the
same motto (peace at home peace in the world) will always help the Turkic repub-
lics build mutual trust. To claim further, if Turkey and the Turkic republics act to-
gether as one in all spheres they may even constitute a major financial and political
force, taking into consideration of their population of more than 120 million, Turkic
republics including Turkey can make use of the advantages posed by their lying in
a significant productive area and by their sharing the same religious, language and
cultural heritage.25

VI- Why Matters?

This region plays an important role as the main transit route between Eu-
rope and China. Caspian Sea provides diversification of Turkey’s energy import
for domestic consumption and it might make Turkey as a substantial transit hub
in Eurasia with Nabucco and TANAP.26 According to Balcer,27 this region is a key
arena of competition and constitutes Russia’s underbelly, Iran’s backyard and gate
to Afghanistan where Turkey seeks military and economic engagement together
with regional and global security. Turkey is accompanied by the Turkic republics
within the framework of NATO’s Partnership for Peace as Kazakh and Kirghiz offi-
cers have participated in training exercises so far. Another importance of the region
for Turkey is the similarity of culture and identity that “it is home to millions of
Muslims and Turkic people”. Turkey as a country is regarded as the main promoter

24 İdris Bal, Turkey’s Relations With the Westand the Turkic Republics; the Rise and the Fall of
Turkish Model, London, Ashgate, 2000.
25 Towards a Turkish Economic Union, can be found at www.economics inislam.net/6.html, Ac-

cessed Date, 09.07.2013.


26 TANAP is a gas pipeline project, which would transport gas from the Shah Deniz gas field and

signed in June 2012 with an estimation of 7 billion dollar cost. In this project, 16 billion cubic
meters of gas per year from Azerbaijan of which about 6 billion cubic meters will be alloca-
ted to Turkey and set to be completed in 2018. The project, regarded as a promising one, has
been emerged with the cooperation of Turkey and Azerbaijan. It has a capacity to supply the
gas needs of Europe and Turkey. SOCAR 80%, BOTAŞ 15% and TPAO 5% are the founding
members of the consortium whereas BP, Statoil and Total S.A. have been invited to become
minority shareholders. More information about TANAP can be found at http://www.tanap.
com/en/
27 Adam Balcer, Betwen Energy and Soft Pan-Turkizm: Turkey and The Turkic Republics, Tur-

kish Policy Quarterly, Volume 11, Number 2, 2012, p. 152.


Uğur Özgöker / Serdar Yılmaz 137

of the idea of collaboration, science and education between Turkic states and peo-
ples. In a sense, these republics are a kind of laboratory to discern many different
tastes, and safeguard cultural, ethnic and religious diversity. Today, they are being
monitored by other countries including Turkey for their economic modernization
and attempt to be open to foreign countries in order to attract foreign capital invest-
ments in their studies such as construction, telecommunication and infrastructure
and energy sector being in the first place. In addition to that, Turkish investors have
put huge amounts of investments in the region that Turkey in a way should pursue a
long-term politics towards the region. The transportation to the region is not at the
required level, the information about Turkic republics are generally obtained from
English or Russian resources and the fail in the development of satellite and other
publishing politics affect Turkish investors.28
Turkey had declared that making foreign trade, customs taxes, decreasing or,
if possible, eliminating taxes, and implementing a common external tariff trade as
a process of liberalization with Iran - Pakistan – Bangladesh – Azerbaijan – Turk-
menistan – Uzbekistan – Kazakhstan – Kyrgyzstan - Tajikistan and Afghanistan
would make no harm to the Customs Union with the EU. In other words, what the
EU was expecting from Turkey was to be able to export duty-free/quota-free indus-
trial goods with lower taxes to the Central Asian countries and import cheap natural
gas and oil sources and other raw materials from Central Asian countries through
Turkey. Furthermore, what we assume is that effective and efficient use of the Orga-
nization of the Black Sea Economic Cooperation (BSEC), located in Istanbul, will
settle the continuous economic commitment of the countries of Central Asia and
the Caucasus to Turkey. It will also resolve the EU’s “Energy Security” problem
and will make it possible for the EU to easily enter new markets. Thus, the EU will
be forced to accept Turkey’s EU membership and Turkey will become the leader
country in the Balkans, the Black Sea basin, the Eastern Mediterranean, the Middle
East and the Caucasus Region.29

VII- What to do?


First of all, in trying to engage more effectively in Central Asia, western lead-
ers and financiers would do well to recognize the relative limits to western influ-
ence in the region, and to recognize that our track record of engagement with these

28 Sedat Laçiner, Kazakhstan Turkey Relations (Kazakistan Türkiye İlişkileri),18 Mayıs 2007.
http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=592, Accessed Date, 03.03.2013.
29 Uğur Özgöker & Serdar Yılmaz, Does the Central Asia Really Matter for the TFP?, 1st Interna-

tional Conference, Strategizing Turkey: The Davutoğlu Era in Turkish Foreign Policy, Istanbul
Kültür University, 26-27 October 2013, Istanbul.
138 Enerji Diplomasisi

countries gives us limited leverage. While the current financial climate makes it
unlikely that major regional projects will be funded, more attention could be giv-
en to providing loans and grants that would stimulate cross-border links between
small and medium-sized businesses. Second, While many of the region’s leaders
are willing to participate in international negotiation, none of them has an original
understanding of how to restore peace in Afghanistan. This includes Kazakhstan’s
president Nursultan Nazarbayev, whose country chaired the Organisation for Secu-
rity and Cooperation in Europe in 2010. From NATO’s point of view, however, it
might be more effective to take advantage of the support being offered by regional
leaders to broaden the arena of negotiation. Third, Relations with Russia need to be
treated carefully. Moscow wants NATO to succeed but not to stay too long in Mos-
cow’s backyard and, ideally, to leave Moscow’s power enhanced in the process. In-
creased cooperation might lead to manipulation by Russia to further its advantage.
NATO must be vigilant that the Northern Distribution Network does not lead to
Russian domination of Central Asian borders because many convoys will originate
in Baltic ports.
As for Turkey, she should never miss the chance to become one of the most
important crossroads in the frenzy flow of energy in the Eurasia as can be stated
that countries are using their control of energy as a political coercion and influence
over the other countries as Russia constitute the primary example of this. Turkey’s
position in Central Asia will depend, to a certain degree, on its ability to condense
economic and political relations with the Turkic republics. Close relations, histori-
cal ties and approximation with these republics could be of great benefit to Ankara
in counterbalancing Moscow. It is known that Russia has used its historical and
political ties to sign agreements with Kazakhstan, Turkmenistan, Uzbekistan, Iran
and Azerbaijan and increased the prices for the gas supplied from these countries
so as to leave the EU desperate to purchase gas/oil from herself. As we argue that
as long as the EU member countries speak with one voice it will not be an issue
to find and create alternatives energy routes, however, the member states tend to
defend their national interests the EU may have hard times regarding the diversifi-
cation of energy routes. Especially after the invasion af Crimea sanctions war has
started between the EU and Russia as the EU and the USA have imposed restric-
tive measures30 against the Russian Federation in response to the illegal annexation
of Crimea and deliberate destabilisation of a neighbouring sovereign country. Just

30 For more informations regarding the EU sanctions against Russia over Ukraine crisis, and
Statement by the President of the European Council Herman Van Rompuy on further EU re-
strictive measures against Russia, pls see (11/09/2014), pdfhttp://europa.eu/newsroom/high-
lights/special-coverage/eu_sanctions/index_en.htm, Access Date, 12.09.2014.
Uğur Özgöker / Serdar Yılmaz 139

before that, during the NATO Wales Summit the press release from NATO on 4th
of September put forward that “we, the Heads of State and Government of the
NATO-Ukraine Commission, stand united in our support of Ukraine’s sovereignty
and territorial integrity within its internationally recognized borders”.31 NATO is
concerned regarding Russian stances undermine the security of Ukraine and have
serious implications for the stability and security of the entire Euro-Atlantic area.
We cannot conclude this study by referring the declaration of the new Europe-
an Energy Security Strategy32 in May 2014 for the EU that sets out a list of short-,
medium- and long-term actions to reduce dependence on Russian gas. The Strategy
begins with key facts about he EU’s gas dependence on Russia. According to the pa-
per, Europe imports 53% of its energy and this has increase for the last decade. The
EU is produced domestically only a third of the gas it consumes. Although the EU
has a better security of gas supply today than it did in 2006 or 2009, six countries
remain 100% dependent on Russian gas. The paper also elucidates that 18 other
members import some Russian gas to some extend . Only Ireland, the UK, Portugal
and Spain import no gas from Russia at all. In total, Russia supplies 39% of Eu-
rope’s imported gas. Then the strategy paper purposes some strong messages like,
the Ukraine crisis has brought energy efficiency back up the political agenda, emer-
gency plans and back-up mechanisms will be developed for increasing gas stocks
and reducing energy demand, the Commission says infrastructure investments by
dominant suppliers must adhere to all internal market and competition rules and
this is clear message to Gazprom. In a nutshell, the strategy paper is providing ways
with how Europe can become less dependent on Russia and questioning whether
this is feasible for Europe. We assume that seeing if it is feasible or not is dependant
on the Commission calls for Europe to speak with one voice.
In conclusion, our general approach to the Eurasian energy security is the
following:

 It is extremely important that the energy dialogue continues and all parties
are able to have their voices heard.
 Consumers and producers have to adhere to the “fair rules of game” as the
interests of all players of energy game have to be considered properly and
equally.

31 Joint Statement of the NATO-Ukraine Commission, Press Release (2014) 124, Issued on 04
Sep. 2014. http://www.nato.int/cps/en/natohq/news_112695.htm, Accessed Date, 12.09.2014
32 European Commission, European Energy Security Strategy, Brussels, 28.5.2014, COM(2014)

330 final http://ec.europa.eu/energy/doc/20140528_energy_security_communication.pdf, Ac-


cessed Date, 12.09.2014
140 Enerji Diplomasisi

 Producer countries have to stop putting political pressure to the consumers


of energy resources.
 Consumers and producers must reach an acceptable level of balance of
interests. In other words, demands of consumers have to be met by the
suppliers and vise versa.
 One of the most significant key elements in the energy game is the diver-
sification of supply sources and the routs of transportation.
 Enhanced dialogues on growing energy interdependence, security of
supply and demand issues are essential for sustainable development.

References
Adam, Balcer, Betwen Energy and Soft Pan-Turkizm: Turkey and The Turkic Republics, Tur-
kish Policy Quarterly, Volume 11, Number 2, 2012.
Bal, İdris, Turkey’s Relations With the West and the Turkic Republics; the Rise and the Fall of
Turkish Model, London, Ashgate, 2000.
Blank, Stephen “Afghanistan: Examining Implications of a Central Asian Supply Line for
Afghanistan”, Eurasia Insight, 22 January 2009.
Birca, Mircea, Russia threatens to close airspace amid Western sanctions, Eurasia Press and
News, http://eurasia.ro/?p=55123\ Access Date. 09.09.2014.
Brzezinski, Zbigniev, The Grand Chessboard, New York, Basic Books, 1997.
Cooley, Alexander “The Afghanization of Central Asia” Eurasia Insight, 11 December 2009.
Davutoğlu, Ahmet, Stratejik Derinlik, Türkiye’nin Uluslararası Konumu, Küre Yayınları, Is-
tanbul, 2011.
Ercan, Murat, Importance of Turkey in the Energy Policy of Europe (Avrupa Birliği’nin Enerji
Politikasında Türkiye’nin Önemi), AKADEMİK BAKIŞ Journal, Issue: 25 July - Au-
gust 2011.
European Commission, “Annex to the Green Paper: A European Strategy for Sustainable, Com-
petitive and Secure Energy - What is at stake - Background document”, {COM(2006)
105 final}, Brussels, SEC(2006) 317/2.
European Commission, European Energy Security Strategy, Brussels, 28.5.2014, COM(2014)
330 final http://ec.europa.eu/energy/doc/20140528_energy_security_communication.
pdf, Accessed Date, 12.09.2014.
EU sanctions against Russia over Ukraine crisis, and Statement by the President of the Euro-
pean Council Herman Van Rompuy on further EU restrictive measures against Rus-
sia, pls see (11/09/2014), pdfhttp://europa.eu/newsroom/highlights/special-coverage/
eu_sanctions/index_en.htm, Access Date, 12.09.2014.
Uğur Özgöker / Serdar Yılmaz 141

Haghayeghi, Mehrdad “Islam and Politics in Central Asia”, New York: St. Martin’s Press,
1996.
Grant, Charles and Barysch, Katinka, “The EU-Russia Energy Dialogue”, 19.05.2004, http://
www.cer.org.uk/pdf/briefing_eu_russia.pdf, Access Date, 04.01.2013.
Laçiner, Sedat, Kazakhstan Turkey Relations (Kazakistan Türkiye İlişkileri),18 Mayıs 2007.
http://www.usak.org.tr/makale.asp?id=592, Accessed Date, 03.03.2013.
Lal, Rollie “Central Asia and its Neighbors: Security and Commerce at the Crossroads” Was-
hington DC: RAND Corporation Press, 2006.
Lewis, David “Temptations of Tyranny in Central Asia”, London: Hurst Publishers, 2008.
Joint Statement of the NATO-Ukraine Commission, Press Release (2014) 124, Issued on
04 Sep. 2014. http://www.nato.int/cps/en/natohq/news_112695.htm, Accessed Date,
12.09.2014
Martin, Keith. “Whither Central Asia’s Islamic Radicals? A comparative framework for exam-
ining political Islam in Central Asia” Central Asia and the Caucasus, Journal of Social
and Political Studies, special issue titled Political Islam and Conflicts in Russia and
Central Asia, October 1999.
Naumkin, Vitaly N. “Radical Islam in Central Asia: Between Pen and Rifle, New York: Row-
man and Littlefield Publishers, 2005.
Olcott, Martha Brill, “Central Asia: Living in Afghanistan’ Shadow”, Norwegian Peace Centre
Brief, No. 1, November 2009.
Olcott, Martha Brill “Islam and Fundamentalism in Independent Central Asia” in Yaacov Ro’i,
ed., Muslim Eurasia: Conflicting Legacies, Portlan: F. Cass, 1995.
Özgöker, Uğur and Yılmaz, Serdar, Does the Central Asia Really Matter for the TFP?, 1st
International Conference, Strategizing Turkey: The Davutoğlu Era in Turkish Foreign
Policy, Istanbul Kültür University, 26-27 October 2013, Istanbul.
Rashid, Ahmed “Islam, Oil and the New Great Game in Central Asia” London: I.B Tauris and
Co Ltd, 2002.
Roy, Olivier, “The New Central Asia: The Creation of Nations”, New York: New York Uni-
versity Press, 2000.
Tynan, Deirdre “Central Asia: Pentagon Plans for Deployment of Special Forces to States
outside Afghanistan”, Eurasia Insight, 17 September, 2009, http://www.eurasianet.org/
departments/insightb/articles/eav091709.shtml, accessed 22 April 2013.
Smith, Mark, “Russia’s Energy Diplomacy”, 19.05.2004 http://www.da.mod.uk/CSRC/docu-
ments/Russian/F75, Access Date, 04.01.2013.
Towards a Turkish Economic Union, can be found at www.economics inislam.net/6.html, Ac-
cessed Date, 09.07.2013.
‘‘Turkish Policy Toward Central Asia”, http://www.todayszaman.com/newsDetail_getNews-
ById.action?load=detay&link=141729. Accessed on 30.06.2011.
United Nations, Office on Drugs and Crime “Securing Central Asia’s Borders with Afghan-
istan” September 2007, http://www.unodc.org/documents/regional/central-asia/Micro-
142 Enerji Diplomasisi

soft%20Word%20-%20yellow_paper__no%20maps_16.09.17.pdf accessed 20 May


2013.
Yılmaz, Serdar, Never Say Never, Who Will Share the Same Fate as Ukraine?, 13.05.2014.
Eurasian Research Institute, Ahmet Yesevi University, Kazakhstan, access Date\
01/09/2014 http://eurasianri.org/main/never-say-never-who-will-share-the-same-fate-
as-ukraine/
Sertif Demir 143

NATO’NUN
ENERJİ GÜVENLİĞİ POLİTİKALARI

Sertif DEMİR*

Giriş
Enerjinin birey, toplum, devlet ve uluslararası camia için önemi gittikçe art-
maktadır. Çünkü gönenç ve güvenceli yaşama ulaşma bunu devam ettirme modern
yaşamın vazgeçilmezleri olmuştur. Bu vazgeçilmezlerin temel koşulu ise makul fi-
yatta, güvenceli ve yeterli bir enerji akışının sağlanması ile yakından ilgilidir. Kabul
edilebilir fiyatta, güvenceli ve yeterli bir enerji akışının sağlanması “enerji güven-
liği” olarak adlandırılmaktadır. Enerji güvenliği artık modern güvenlik anlayışının
bir parçası olarak görülmeye başlamıştır. Bu kapsamda makalede önce güvenlik
kavramını ve bunun uluslararası ilişişler disiplinindeki yansımaları daha sonra ise
enerji güvenliği bu anlayışlar içindeki yeri incelenecektir.
Artan öneminden dolayı, günümüzde devletlerin yanı sıra artık uluslararası ör-
gütlerde enerji güvenliği bir şekilde müdahil olmaktadır. Batı dünyasının güvenlik
örgütü NATO’da enerji güvenliği konusunda politika belirleyici bir rol üstelenmiş
ve üye devletlere enerji güvenliği konusunda ortak politikalar üretmesi, danışman-
lık hizmeti ve eğim desteği sağlamaktadır. Bu bağlamda makalenin ikinci bölümün-
de NATO’nun enerji güvenliği politikaları incelenecektir.

Güvenlik ve Enerji Güvenliği Kavramları


Kavramsal olarak güvenlik sözcüğü, farklı biçim ve anlamlar alsa da insanoğ-
lunun toplu yaşama geçişinden itibaren korunma, barınma ve varlığını devam et-
tirme gereksiniminin karşılanmasını içermektedir. Bu kavram toplumsal ve tarihsel
gelişme evrelerine göre nitelik değiştirmiş, birey, aile, toplum ve ülke veya ülkeler

* Doç Dr.; İzmir Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bolümü Öğretim Üyesi.
sertif.demir@izmir.edu.tr
144 Enerji Diplomasisi

arası oluşumların korunma gereksinimlerini kapsayacak şekilde genişlemiştir. Ör-


neğin, Helenistik dönemde kent devletlerinin diğer kent devletlerine karşı varlığının
korunması önemli bir güvenlik boyutunu oluştururken, emperyal dönemde impara-
torluğun bütünlüğünün korunması, hazine gelirlerinin devamlılığının sağlanması ve
yeni toprakların kazanılması gibi istekler güvenliğin esasını teşkil etmiştir.1
Ulusların güvenlik gereksinimlerine karşılana yöntem ve çabaları, uluslara-
rası ilişkilerin, ittifakların ve sistemlerin oluşmasında önemli bir yer tutmaktadır.2
Bu husus aynı zamanda devletlerin güvenlik politikalarını yönlendirmede düşünsel
analizlerin önemini artırmıştır. Örneğin Birinci Dünya Savaşı öncesi yaşanan pay-
laşım rekabeti ve mücadelesi aynı zamanda güvenlik düşüncelerinin genişlemesi-
ne ortam yaratmıştır. Ancak, güvenliğin uluslararası ilişkiler alanında bilimsel bir
disiplin olarak ortaya çıkışı ABD’nin devletlerarası ilişkilerde ağırlığının artması
ile başatlık göstermiştir. Zaten uluslararası ilişkilerin ayrı bir disiplin konusu ola-
rak ele alındığı ilk ülke ABD olmuştur.3 Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
İngiliz-Amerikan akademisyenlerinin uluslararası güvenlik konusuna yoğun ilgisi,
onun bilimsel bir disiplin olarak algısını yükseltmiştir.4
Güvenlik tanım olarak, korku ve tehdit altında olmama şeklinde ifade edile-
bilir. Uluslararası ilişkiler disiplinin saygın şahsiyetleri, bazı farklılıkları içerme-
lerine karşın genelde bu tanım çerçevesinde güvenlik olgusunu betimlemişlerdir.
Uluslararası ilişkilerde güvenlik konusuna yaklaşımındaki temel farklılık uluslara-
rası ilişkilerin düşünce okulları arasında kendisini göstermiştir. Realistler, güvenlik
kavramını kendi tercih ettikleri güç fikri altında incelemişler, idealistler ise, barış
kavramı altında değerlendirmişlerdir.5 “Siyasal gerçeklik” ya da “realist yaklaşım”a
göre, güvenlik algılamasının temelini güç oluşturmaktadır.6 Böylece güvenlik kav-
ramını güç faktörü ile ilişkilendirerek, devamlılığını kuvvetlilik, büyüklük ve bun-
ların sağlayacağı bütünsellik olgusu ile nitelendirmiştir. Buna göre güçlü olunduğu
sürece “güvenlikte hissetme” veya “güvenlik kaygısının ortadan kaldırılması” sağ-
lanabilmektedir. Buna karşın idealistler ise, güvenliğin barışın bir sonucu olarak

1 Sertif Demir, “Avrupa Güvenlik Mimarisinin Tarihsel Gelişimi ve Türkiye’nin Bu Güvenlik


Mimarisindeki Yeri”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, No. 9, 2009, s. 12, 9-40.
2 Haydar Çakmak, Avrupa Güvenliği, Akçağ Yayınları, Ankara, 2003, s.25.
3 Mehmet Gönlübol, Uluslararası Politika: İlkeler,-Kavramlar-Kurumlar, S yayınları, An-
kara, 1993 s.4.
4 Paul D. Williams, Security Studies an Introduction, Routledge, London, 2008, s.2.
5 BarryBuzan, People, Statesand Fear: An Agendafor International Security Studies in the
Post Cold War Era, ECPR Press 2008’den aktarn Muharrem Gürkaynak, Avrupa’da Savun-
ma ve Güvenlik, Asıl Yayınevi, Ankara, Ağustos, 2004, s. 2.
6 Gönlübol, a.g.e., s.3-9.
Sertif Demir 145

ortaya çıktığı yönünde bir düşünceyi savunmakta ve bu nedenle güvenliğin ancak


hukukun ve kurumların değerleri tesis edildiği zaman sağlanabileceğini ileri sür-
mektedir.7
Güvenliğin bir olgu olarak tanımlamasıyla beraber, kategorileştirme yani sı-
nıflandırma açısından da analize tabi tutulmuş, kullanılan güç faktörlerine bağ-
lı olarak “yumuşak” ve “sert” güvenlik tanımlaması genel kabul görmüştür. Katı
(sert-hard) güvenlik askeri seçenekleri gerektiren ve savunmaya yönelik öğelerin
kullanımını içeren gerektiğinde hasım bir tarafı zor duruma düşürücü ekonomik
önlemleri kapsarken; askeri olmayan önlemleri gerektiren olgular ise güvenlik yu-
muşak (soft) güvenlik olarak sınıflandırılmaktadır.8 Yumuşak güvenlik kavramı
Soğuk Savaş sonrası dönemin yumuşayan politik, ekonomik, kültürel ilişkiler bağ-
lamında anlam kazanmaya başlamıştır. Genelde güvenliğin askeri olmayan boyut-
larını ile ilintilidir. Nye9 tarafından formüle edilen tanımlamaya göre sert güvenlik
gücün kanıtı kaynaklarda değil, devletlerin davranışlarını değiştirme yeteneğinde
yatmaktadır. Gelişmişlik faktörünün içeren olguları kullanarak diğer devletleri
önce hayran bırakma, daha sonra değerlerini benimsetme ve en son ikna yönte-
mi ile uluslararası aktörleri etkileme yumuşak gücün temeli olarak görülmektedir.
Bundan ötürü uluslararası ilişkilerde sert güç yerine, Amerikan gelişmişlik ve zen-
ginliğin dünyada yarattığı “Amerikan rüyası” algısı üzerine oluşturulan yumuşak
güç, Amerika’nın dünyada öykünecek bir model olabilme kapasitesine bağlı bir
işlevsellik olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısı ile dünyada çoğu gencin okumak
için Amerika’yı tercih etmeye,insanların Amerika yemek, film ve müzik vb. kültü-
rünü içselleştirmeye ve Amerikan mallarına yönelik hayranlığı devam ettiği sürece,
yumuşak güç akademik perspektifte anlamlı olmaya devam edecektir. Başka bir
ülke Amerika’ya benzer bir konuma geldiğinde, söz konusu betimlemeler onun
içinde geçerli olacaktır.
İkinci Dünya Savaşından sonra yaşanan iki kutuplu sistem, güvenlik olgusu-
nun anlamsal olarak stratejik ve askerî içerikli olarak algılanmasına neden olmuş-
tur. Bu anlayış güvenlik kavramının içselleştirilmesine ve sadece askerî gereklilik
yönünden yorumlanmasına, böylece askerî tehdit ve güç arasında doğrusal bir algı-
lamanın pekişmesine neden olmuştur. Özellikle iki kutup arasındaki askerî rekabet
uluslararası sistemin temel belirleyici özelliğini oluşturduğu için, güvenlik de doğal
olarak bu parametreler çerçevesinde belirlenmiştir. Ancak Soğuk Savaşın bitiminde

7 İrfan Kaya Ülger; “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının Arka Planı, Oluşumu ve Temel
Anlaşmazlık”; Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Seçkin yayınları, Ankara, 2002,
s.85.
8 Gürkaynak, a.g.e., s.4.
9 Joseph Nye, “Soft Power”, Foreign Affairs, 1990, s.153-171.
146 Enerji Diplomasisi

yaşanan olaylar; iki kutuplu bir yapının betimlediği bir güvenlik kavramının olgu-
ları anlama ve irdelemede doğru sonuçlar veremeyeceği endişesi ve yaşanan somut
olaylar, anılan güvenlik kavramının genişletilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.10
Diğer yandan söz konusu algı değişikliği güvenliğe yönelik risk ve tehditler
içinde ortaya çıkmıştır. Günümüzde çeşitli faktörlere bağlı olarak, uluslararası te-
rörizm asimetrik etkisi nedeniyle önemli bir tehdit olarak algılanmaktadır. Ayrıca
sınırların geçirgenliği ve ulus ötesi hareketlilik, güvenliğin iç ve dış boyutu arasın-
daki farkı azaltmıştır. Ayrıca, terörizm, göç, örgütlü suçlar, nükleer silahların yayıl-
ması riski, gibi unsurlar da güvenlik boyutuna dâhil edilmişlerdir.11 Bunların yanı
sıra, girdi veya başka amaçla kullanılan bir maddenin yetersizliği veya o maddenin
üretim / dağıtımındaki bir kesilmeden ötürü, birey ve toplumların yaşam kalitesi
doğrudan etkilenmesi olgusu var ise, o zaman bu olgularda da güvenlik perspektifi-
ne dahil edilmeye başlamıştır. Örneğin, enerji kaynaklarının yetersizliği, enerji ula-
şım hatlarının kesilmeler, kuraklık, su kaynaklarının azalması gibi olgular da artık
güvenlik kavramı ile anılır olmuştur. Ayrıca gelir dağılımı bozukluğu, işsizlik veya
ekonomik krizler de artık devletlerin iç istikrar ve barışını bozma riskleri nedeniyle
güvenliği olumsuz etkileyebilen faktörler olarak değerlendirilmektedir.

Enerji Güvenliği
Enerji genel anlamda iş yapabilme yeteneği olarak tanımlanır ve bu tanımlama
genel kabul görmektedir. 1973 yılından sonra yaşanan tarihsel gerçekler ülkelerin
en önemli gereksiniminin enerji olduğu gerçeğini bizlere öğretmiştir. Dünyadaki
tüm ülkeler, eğer kendisi enerji kaynağına sahip değilse, ucuzluk, yeterlilik ve sü-
reklilik faktörleri dikkate alınarak bu gereksinimi karşılamak istemektedir. Enerji
kaynağına sahip olma dünyada önemli nüfuz mücadelelerine neden olmuş ve olma-
ya devam etmektedir. Bu mücadeleler bazen savaşlarla sonuçlanmıştır.
Yukarıda belirtildiği üzere günümüzde klasik tehditlerin dışında yeni tür teh-
ditler ortaya çıkmış ve küresel güvenliği tehdit etmektedir. Bunlardan makalenin
konusu olan enerji güvenliği, önemli bir güvenlik olgusu olarak tanımlanmaya
başlamıştır. Enerjinin uluslararası ilişkilerde bir güvenlik olgusu olması, tamamen
onun yeryüzündeki varlığı ve ona duyulan gereksinim derecesi ile ilgilidir. Enerji
kaynağını oluşturan hammaddenin sınırlı olması ve belli bölgelerde yoğunlaşması,
alternatif enerji kaynaklarının geliştirmesinin zorluğu, son 20-30 yıllık dönemde
dünyadaki bazı devletlerin aşırı büyümeleri ve enerjiye olan ihtiyacının artmaları ve

10 Raffaella A Del Sarto; “Security and Democracy: A Reprise”, European Security, Vol. 15,
No. 4, December 2006, s. 507-517.
11 A.e., s. 507-517.
Sertif Demir 147

yine yeni yüzyılda bazı devletlerin enerji rezervlerini dış politikada bir güç olarak
kullanmaya başlaması enerjinin bir güvenlik olgusu olarak ortaya çıkışına ve üze-
rinde politikalar geliştirmesine neden olmuştur.
Dünya liderliği ile enerji kaynaklarının türleri arasında doğrudan bir ilişkinin
varlığı iddia edilebilir. Çünkü 19. yüzyılda buharlı makine teknolojisi ve daha sonra
kömürün ana enerji hammaddesi olduğu dönmede İngiltere küresel hâkimiyeti tem-
sil ediyordu. Bu süreç aşağı yukarı İkinci Dünya Savaşı’na kadar sürmüştür. Petro-
lün enerjinin ana hammaddesi olduğu süreçte, önce İngiltere, daha sonra ABD’nin
küresel hegemonyası ortaya çıkmıştır. Bu anlamda 20. yüzyılda dünyadaki siyasal
ve ekonomik güç, önceleri İngiltere ve daha sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin
oluşturduğu politikalar çerçevesinde şekillenmiştir. Özetle, İngiltere’nin kömür çağı
denilen 19. yüzyılın süper gücü iken, 1945 yılından sonra bu liderlik petrol çağının
hâkim olan ABD’ye geçmiştir. Günümüzde petrol ile birlikte doğal gaz enerjinin
ana kaynaklarını oluşturmaktadır. Yeni küresel güç, ABD; hem petrol hem de doğal
gazın enerjinin temel maddesi olduğu süreçte küresel hâkimiyetini sürdürmekte-
dir. Bu süreçte bir yanda Japonya dâhil Batı, diğer yanda ise Brezilya, Hindistan,
Çin ve Rusya’nın yer aldığı BRIC ülkeleri yer almaktadır. Bu küresel rekabet bir
tarafın lehine olacak şekilde gelişme göstermemiştir. Ancak, doğal gaz ve petrolün
hâkim olduğu günümüz dünyasında, Batı dünyasında ekonomik zayıflama ve yak-
laşık dört yüzyıllık hâkimiyetinde gerileme, doğu veya diğerleri dediğimiz grup ise
ekonomik olarak gelişme ve küresel güç olma yolunda ilerleme görülmektedir. Bu
süreçte petrol ile birlikte doğal gaz başta olmak üzere diğer yeni nesil enerji türleri
rekabet aracı olmaktadır.
Yukarıda ifade edilen ilişki ağını başlatan yani kömürden petrole geçesinin ge-
rekliliğini ortaya koyan kişi Winston Churchill’dir. Churchill Birinci Dünya Savaşı
öncesi, İngiliz Deniz kuvvetlerinde kömür yerine petrolün enerji kaynağı olarak
kullanılması sağlayan kişidir.12Dolayısı ile artık İskoçya’dan güvenli kömür yeri-
ne,İran’dan yani daha uzak mesafelerden ve daha güvensiz yollardan ana ülkeye
petrolün sevki söz konusu olmuştur. Bu da dünya tarihinde enerji kaynağı ve hatla-
rının enerji güvenliği olarak ulusal güvenliğinin bir öğesi olmasını başlangıcı asıla-
bilir.13 Bundan ötürü, İngiltere, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devletini hedef
olarak almış ve çoğunlukla Arapların bulunduğu Osmanlı topraklarındaki zengin
petrol yataklarının bir şekilde kontrol etmiştir.
Enerji güvenliği, temelde, enerjinin çıkarıldığı bölge veya ülkeden, kabul edi-
lebilir bir fiyat üzerinden, kesintisiz bir şekilde ve yeterli miktarda tüketici ülkeye

12 Daniel Yergin, “Ensuring Energy Security”, Foreign Affairs, Volume 85, No. 2, s. 69.
13 Yergin, a.g.e., s. 69.
148 Enerji Diplomasisi

ulaştırılmasıdır.14 Burada görüldüğü üzere, enerjinin kaynağından tüketici ülkeye


kadar olan süreçte üç faktörün önemi ortaya çıktığı görülmektedir. Bunlar makul
fiyat, kesintisizlik ve yeterlilik şeklinde formüle edilebilir. Bu kapsamda, enerji
kaynağına sahip olan gücün, alıcı ülkeye karşı enerji akışını kesmesi, fiyatının aşı-
rı artırılması veya enerji nakil hatlarının, yollarının terör, deniz haydutluğu veya
başka şekilde kesilmesi, enerji güvenliğinin yönelik temel risk ve tehditler olarak
görülmektedir.
Diğer yandan mevcut fosil enerji kaynaklarının sınırsız olmaması ve belirli
bir süre sonra bitmesi göz önüne alındığında, yeni enerji kaynaklarının geliştiril-
mesi gereksinimi ortaya çıkmıştır. Yapılan bir araştırmaya göre, petrolün 46 ile 50
yıl, doğal gazın 63 ile 250 yıl arasında ve kömürün ise 119 ile 176 yıl arasında
tükenecektir.15 Bu süreçlere bağlı olarak yeni enerji kaynağının keşfedilmesi (kaya
gazı gibi) veya yenilenebilir enerji kaynaklarının (rüzgâr enerjisi gibi)geliştirilmesi
gerekmektedir.
Enerjinin bir ekonomi güç niteliği kazandırması tarihsel sürece bağlı ve geliş-
menin bir türevi olarak ortaya çıkmıştır. Enerjinin aynı zamanda jeo-ekonomik güç
olması sebebiyle enerji ve enerji güvenliği ile jeopolitik kuramlar arasında ilişki
durumunu söz konusudur. Jeopolitik kuramlar, Mackinder’in “Kara hakimiyet Teo-
risi” Mahan’nın “Deniz Hakimiyet Teoroisi” Spykeman’nın “Kenar Kuşak Teorisi”
ve Scitaklian’ın ”Hava hakimiyet Teorisi dahil olmak üzere tüm jeopolitik teorilerin
enerji güvenliğine doğrudan ilintisi vardır16. Çünkü enerji kaynağının çıktığı oldu-
ğu bölge, enerji kaynağının taşınması sürecindeki güzergâhlar veya bu güzergah
üzerindeki kritik boğazlar, depolama veya rafine tesisleri gibi yerler konumları açı-
sından devletler açısından kritik öneme sahiptirler. Bu özellikleri enerjinin jeo-po-
lititik teorileri açısından anlam kazanmasına neden olmaktadır.
Soğuk Savaş sonrası artan ekonomik gelişmeye bağlı olarak enerji rezervle-
rine önemli ölçüde sahip olan Orta Doğu ve Avrasya bölgesi enerjinin jeopolitiği
açısından önemli bir bölge olarak anlam kazanmıştır. Enerji kapasitesi dâhil olmak
üzere diğer özelikleri göz önüne alarak Avrasya’nın önemi Brzezinski tarafından
“Satranç Tahtası”17 adı ile kuramsallaştırılmış ve ABD politikasının özellikle de-
mokrat yönetimlerin politikalarının belirlenmesinde etkileyici olmuştur. Dünya pet-

14 Necdet Pamir, “Kafkaslar ve Hazar Havzasındaki Ülkelerin Enerji Kaynaklarının Türki-


ye’nin Güvenliğine Etkileri” Harp Akademileri Semineri, 2007, s.4.
15 Cenk Sevim, “Küresel Enerji Jeopolitiği Ve Enerji Güvenliği”, Journal of Yasar University,

Vol. 26, No. 7, 2012, s. 4381, 4382.


16 D. Passing, 2050, Koton Yayınları, İstanbul, 2010’dan aktaran Sevim, a.g.e., s. 4379.

17 Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, (Çev.: Ertuğrul Dikbaş ve Ergun Kocabıyık),

Sabah, İstanbul, 1998.


Sertif Demir 149

rolünün %55’ini, doğal gazının ise %40’ını Orta Doğuda18, yine, dünya petrolünün
% 9’nu, doğal gazının ise % 31’i de Karadeniz-Kafkaslar-Hazar Havzasında yer
alması19 bu bölgeler üzerinde jeopolitikçi uzmanların yoğunlaşmasının bir nedeni
olmuştur. Orta Asya’nın enerji kapasiteleri bu rakamlara dahil edildiğinde, Avrasya
bölgesinin ne kadar önemli olduğu görülmektedir.
Geçmişte yaşanılan önemli tarihsel olaylar enerji güvenlik konsepti ve enerji
kaynaklarının önemini artırmıştır. Enerjinin önemi, ilk olarak 1973 yılında İsrail
ve Arap Devletleri arasında yapılan Yum Kippur savaşında, İsrailli tutan devletlere
karşı petrol ihraç eden Arap Devletlerinin petrol ambargosu uygulaması ve petrolün
fiyatını artırması ile ortaya çıkmıştır.20 Ardından 1979 yılında başlayan Irak-İran
Savaşı petrol fiyatlarını bir kat artmasına neden olmuştur. Bu olay enerji güvenliği
olgusunu kavramlaştırmış ve uluslararası bir nitelik kazanmasına neden olmuştur.
Benzer şekilde ABD’deki 11 Eylül terör saldırısı da güvenlik algısını farklılaştır-
mış21 ve enerji güvenliği ülkenin ekonomik ve ticari istikrarının önemli bir olgusu
olmuştur. Dolayısı ile dünyada bugünkü enerji güvenliği sistemi 1973 petrol krizine
karşı oluşturulmuştur. Burada amaç, sanayileşmiş ülkeler arasında, ani fiyat yük-
selişlerine ve petrolün bir silah olarak kullanılmasına karşı işbirliğini sağlayarak
negatif etkileri en aza indirmektir. Bu amaçla, zengin sanayileşmiş ülkelerin üye
olduğu Uluslararası Enerji Ajansı kurulmuştur.22
Geçmişte büyük güçler arasında yaşanan nüfuz çatışmaları, doğrudan enerji
kontrolüne yönelik olmazsa bile arka planda enerji yataklarının kontrol edilme-
si fikride yer almıştır. Örneğin, Kafkasya ve Orta Asya, 19. Yüzyılda Rusya ile
İngiltere arasında “Büyük Oyun” olarak adlandırılan çekişmede bölgedeki enerji
kaynakları da kısmen etkili olmuştur. Bu yüzden, SSCB’nin dağılması ile ortaya
çıkan rekabet ve nüfuz mücadelesi “Yeni Büyük Oyun” şeklinde23 adlandırılmalara
neden olmaktadır. Bunun nedeni Karadeniz-Kafkaslar-Hazar-Orta Asya bölgesinin
jeo-politik, jeo-stratejik ve jeo-ekonomik olarak artan değeridir. Ancak unutmamak

18 Pamir, a.g.e., s.1.


19 Sertif Demir, “Karadeniz, Kafkasya ve Hazar Bölgeleri Enerji Kapasitelerinin Türkiye’nin
Enerji Güvenliği Açısından Önemi”, Kafkasya ve Uluslararası Kafkasya Kongresi /Inter-
national Caucasia Congress, 26-27 Nisan 2012, Kocaeli, s. 616-634.
20 Gareth Winrow, “ Geopolitics and Energy Security in the Wider Black Sea Region”, Southeast
European and Black Sea Studies, Vol. 7, No. 2, June 2007, p. 219.
21 Necdet Pamir, “The Black Sea: A Gateway to Energy Security and Diversification”, Southeast
European and Black Sea Studies, Vol. 7, No. 2, June 2007, p. 245-246.
22 Yergin, a.g.e., s. 76.
23 Çağrı Kürşat Yüce, “1990 Sonrası “Yeni Büyük Oyun” ve Hazar Havzasının Önemi”, USAK
Gündem, http://www.usakgundem.com/makale.php?id=187, (Erişim 20.12.2011).
150 Enerji Diplomasisi

lazım ki enerjinin politik bir öğe olarak oldukça farklı bir algıya sahip olmaya baş-
laması, kısmen Soğuk Savaş sonrası süreçle ilgilidir.24
Enerji güvenliğinin bir olgu olarak ele alınmasında, küreselleşme ve diğer
faktörlerle artan ekonomik gelişme rol oynamıştır. Küreselleşmenin yarattığı kar-
şılıklı bağımlılık ortamında bir ülkede enerji güvenliğini tehlike düşürecek olası
bir krizin, diğer ülkeleri de etkileme potansiyeli artmıştır. Ayrıca, küreselleşmenin
“spillover” “yayılma” etkisinden ötürü, olası bir enerji krizinin veya güvensizlik
durumunun tüm dünyayı etkileyeceği açıktır. 1973 yılında petrol üreticisi Arap dev-
letlerinin küresel enerji krizi yaratacak şekilde petrol fiyatlarının artırmaları bunun
ilk ve belirgin örneğidir.
Yine, Hindistan ve Çin’in artan ekonomik büyümeye bağlı olarak büyük bir
enerji tüketicisi olarak çıkmaları ve petrol ve doğal gaza alternatif güvenilir ener-
ji kaynaklarının geliştirilmesinin yetersizliği enerjinin bir güvenlik olgusu olarak
dikkate alınmasını ön plana çıkarmıştır. Ayrıca 2005-2006 döneminde Rusya’nın,
Ukrayna’nın kendi etkisinden çıkmasını önlemek amacıyla doğal gaz fiyatını artır-
ması, enerjinin kaynağına sahip olan ülkelerin, tüketici ülke üzerinde enerjiyi bir
baskı aracı olarak kullanmasını önünü açmıştır.25
Bütün bunların yanı sıra, dünyadaki enerji kaynakları ve enerji tüketilmesi
bölgeler ve kıtalar bakımından düzensizdir. Örneğin doğal gazın en büyük tüketici
Avrupa, en büyük tedarikçi ülkesi Rusya Federasyonu (RF) dur. Tedarikçi ve tü-
ketici devletler arasında bu eşitsizlik durumu,“bağımlılık” olgusunu yaratmıştır.26
Askeri anlamda bu durum, enerji konusunun “güvenlikleşmesine” ve “askerileşme-
sine” neden olmaktadır.27
1973 yılında petrol üreticisi Arap devletlerin petrolü bir dış politika aracı ola-
rak kullanmaları, 1979 yılında bu silah bir kez daha kullanarak petrol fiyatlarını
artırmaları, 1980-1988 İran-Irak Savaşı’nda çatışmalar dolayısı ile Hürmüz Kör-
fezi’nde petrol tankerinin akışının kesilmesi, Irak’ın 1990 yılında Kuveyt’i işgal
ederek buradaki petrol yataklarını kontrol etmesi, RF’nin 2006, 2008 ve 2009 yıl-
larında Ukrayna’ya yönelik doğal gazın akış miktarı ve fiyatını dış politikanın bir
yaptırım aracı olarak kullanması ve bunun sonucunda Türkiye dahil pek çok Avrupa
ülkesinin doğal gaz kesintisinden olumsuz etkilenmesi, son olarak 2008 Ağustos

24 Pamir, a.g.e., s. 4.
25 Paul Gallis, “NATO and Energy Security”, CRS Report for Congress, December 21, 2006,
p. 1.
26 Toni Mileski, “NATO - Energy Security Discourse”, p. 1, http://www.researchgate.net/pub-

lication/236851802 (Erişim 26.05.2015).


27 Mileski, a.g.e., s. 3.
Sertif Demir 151

Rusya-Gürcistan savaşında, Avrupa’ya enerji ikmalini sağlayan Bakü-Supsa hat-


tının geçici kapatılması28 enerji akışının “güvenlikleşme”sine önemli ölçüde katkı
sağlamıştır. Bu gelişmeler özellikle Avrupa-Atlantik camiasını enerji güvenliği ko-
nusunda derin endişelere sevk etmiştir.29
Bu bağlamda enerji güvenliği uluslararası ilişkilerin teorik alanına yansıması,
çoğunlukla güvenlik penceresi üzerinden olmuştur. Bu açıdan bakıldığın da, enerji
güvenliğini, enerjinin “güvenlikleştirilmesi” veya “politikleştirilmesi” Kopenhag
Okulununun geliştirdiği “güvenlikleştirme” kuramı kapsamında değerlendirilebilir.
Kopenhag Okulununun geliştirdiği “güvenlikleştirme” kuramı yaşamsal bir olgu-
yu güvenliğin temelini yani “referrent” oluşturması ve bu ana güvenliği referans
faktörlerle açıklanması esasına dayanmaktadır.30 Bu okul bu bağlamda güvenliğin
geleneksel “referrent” objesinin devlet, ulus için de egemenlik olduğunu belirtmiş-
tir. Güvenlikleştirme, bazı nesne ya da belirli bir değerin, savunma bağlamında il-
gilenmesi için birincil bir nesne olarak belirlendiği süreci temsil eder. Bu kapsamda
birincil nesnenin savunulmasında son safhada askeri güç kullanımını gerektirebilir.
Ayrıca, bu savunma durumu diğer dış politika araçları olan yaptırımlar koyma veya
diplomatik ilişkilerin kesilmesi gibi araçları da kapsayabilir.31
Yukarıdaki sınıflandırmanın yanı sıra, enerji olgusu doğası gereği ekonomik
niteliklidir ve askeri yani sert güvenlik unsurundan ziyade yumuşak güvenliğin bir
unsuru olabilmektedir. Küresel barış ortamında enerji güvenliği çoğunlukla yumu-
şak güç vasıtaları ile sağlanmaya çalışılmaktadır. Ancak, enerji güvenliği ağır bir
tehdit altında kaldığında, yumuşak güçten ziyade sert güç unsurları ile enerji güven-
liğinin sağlanmaya çalışıldığı ve statükonun korunmaya çalışıldığı tarihte birçok
örnekle kanıtlanmıştır. Örneğin, Irak’ın Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgaline karşı
ABD önderliğindeki Batı güçlerinin Irak’a yönelik harekâtı özünde enerji güvenli-
ğini tesisi etmeye yöneliktir. Burada sert güç öğeleri kullanılmıştır.
Buraya kadar yapılan açıklamalar enerjinin bir güvenlik olgusu olarak nasıl
geliştiği tarihsel süreç içinde analiz edilmiştir. Şimdi ise NATO’nun enerji güvenli-
ği politikaları irdelenecektir.

28 Andrew Monaghan, “NATO and Energy Security after the Strasbourg-Kehl Summit”,
NATO Defence College Report, June 2009, p. 1.
29 Monaghan, a.g.e., s. 1.

30 Barry Buzan, Ola Walfer, Jaap de Wilde, Security: A New Framework for Analysis, Lynne-

Reinner Publishers, Colorado,1998, s. 36.


31 Mileski, a.g.e., s. 3.
152 Enerji Diplomasisi

NATO’nun Enerji Güvenliği Politikası


Enerjinin ekonomik, ticari, askeri alanda artan öneminde ötürü, enerji güven-
liği de küresel güvenlik örgütlerinin de ilgi sahasına girdiği görülmektedir. NA-
TO’nun enerji güvenliğini resmi dokümanlara dahil ederek buna ilişkin politika
belirlemesi ardılı birkaç gelişmenin sonucudur.
Soğuk Savaş sonrası NATO farklı bir politik, askeri ekonomik bir uluslararası
durumla karşılaşmıştır. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra artık ihtiyaç kal-
madığı düşünülen NATO, ABD Başkanı George Bush tarafından ilan edilen “yeni
Dünya Düzen”nin ana unsuru olarak görülmüş ve kendisine yeni bir rol biçilmesi
öngörülmüştür. Bu yeni rol ABD başta olmak Batı dünyasının küresel güvenlik ör-
gütü olarak biçilmiştir. Bu kapsamda, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Güvenlik
ve İşbirliği Konferansı daha sonra Teşkilat (AGİK-AGİT) gibi örgütlerle işbirliği
yapması, değişen güvenlik koşullarına uygun NATO’nun kendisini yeniden yapılan-
dırması, tehdit, risk ve zorluklar olarak adlandırılan karşıtlığı yeniden analiz etmesi,
eski SSCB’den ve Varşova Paktı’ndan ayrılan devletlere Avrupa güvenliğine dâhil
edecek bir tasarımı yapması ve daha sonra onu gerçekleştirmesi öngörülmüştür.
1990’larda küresel risk ve tehditler artık açık, belirginlikten uzaklaşıp, ço-
ğunlukla devlet dışı aktörlerden kaynaklanan belirsizlik ve istikrarsızlık niteliğe
dönüşmüştü. Batı dünyasının güvenlik örgütü olan NATO da Soğuk Savaş sonrası
dönemde belirsiz ancak çok yönlü, çok katmanlı ve çoğunlukla devlet dışı aktör ve
unsurlardan kaynaklanan risk ve tehditlere karşı kendisini yeniden yapılandırmış-
tır. Bu kapsamda 1990 sonrasının koşullarını yansıtan NATO stratejik Konseptini
1991 yılında kabul etmiştir. Ayrıca, devletlerin yanı sıra toplumların güvenliği de bu
NATO için önem kazanmaya başlamıştır ve bu çerçevede gelişmiş Batı dünyasının
gönencini olumsuz etkileyebilecek riskler de NATO’nun ilgilenmesi gerekli alanlar
olarak belirlenmiştir. Başarısız devletlerin yıkılması sonucu veya fakirlik veya aşırı
nüfus artışından kaynaklanan göçler veya Batı dünyasının ekonomik gönencini et-
kileyebilecek herhangi bir adım artık risk olarak kabul edilmeye başlanmıştı.
NATO doğrudan enerji güvenliği ile ilişkili operasyonlara müdahil olmama-
sına rağmen, NATO üyesi devletler enerji güvenliği konusunda bazı operasyonlara
katılmışlardır. 1980-1988 arası Irak-İran savaşında, NATO ülkelerinden oluşan ko-
alisyon, Basra Körfezi’ndeki petrol ulaşımını sağlamaya yönelik enerji güvenliği
operasyonu yapmışlardır.32 Birinci Körfez Krizinde Irak’ın Kuveyt’in enerji yatak-
larını ele geçirmesini önlemek için yapılan harekâta ABD, İngiltere, İngiltere ve
İtalya katılmışlardır. Dolayısı ile NATO ülkeleri Orta Doğu’da enerjinin Batıya ulaş-
tırılmasında uluslararası koalisyon yaşanan tehditleri bertaraf etmek istemişlerdir.

32 Gallis, a.g.e., s. 4, 5.
Sertif Demir 153

1990’lardan sonra risk ve tehditlerin farklılaşması, ülkelerin büyümesi ve


küreselleşemeye bağlı olarak artan karşılıklı bağımlılık, enerji olgusunu farklı bir
boyuta taşımıştır. Burada küreselleşmeye bağlı olarak uluslararası alanda devlet-
lerarasında artan karşılıklı bağımlılığın önemi büyüktür. Ayrıca, enerji, askeri ve
jeopolitik amaçlar kadar, ekonomik ve sosyal amaçlar için de önem kazanmaya baş-
lamıştır. Ancak 1999 yılına kadar NATO açık bir enerji politikası oluşturmamıştır.
Yeni risk ve tehditlerin farklılığı ortaya konulmasına rağmen, enerjinin tedarik ve
ulaşımımdaki bir kesilmenin NATO üyesi devlet ve toplumlar için bir risk olabile-
ceği açıkça ortaya konulmamıştı.
Küresel risk ve tehditlerin değişmesi, büyüyen dünya ekonomisinin enerjiye
daha fazla gereksinim duyması gibi faktörlerin yanı sıra, enerjinin bir dış ve güven-
lik politikasınınki aracı olarak kullanılması sonucu ortaya çıkan enerjin “güvenlik-
leştirmesi” ve “askerileştirmesi” olgusu da, NATO’nun enerji güvenliğine müdahil
olmasının diğer bir nedenidir. Özellikle 2000’li yıllarda ortaya çıkan bu tablo NA-
TO’nun enerji güvenliğinin resmi olarak yaklaşımın ana kaynağıdır.
Çünkü NATO enerji ikmalindeki bir kesintinin üye devletlerin toplumların
gönenç kalitesinde bir düşmeye bağlı olarak iç istikrarda sıkıntılar olabileceğini de-
ğerlendirilmektedir. NATO sadece askeri bir ittifak değil, aynı zamanda politik-gü-
venlik ajandası olan bir ittifaktır. Bundan ötürü istikrarlı ve güvenli enerji ikmali
müttefiklerin ulusal çıkarları kadar NATO içinde önemli33 olduğu anlayışı ön plana
çıkmıştır.
Bu kapsamda, NATO ilk defa 1999 NATO Stratejik Konseptinde, “Müttefik-
lerin güvenlik çıkarları yaşamsal kaynakların akışındaki kesilmelerden etkilenebi-
lir”34 ifadesi ile açık olarak değil, ima yolu ile enerji, su, elektrik gibi vb. yaşam-
sal kaynakların akışının NATO üye devlet ve toplumlarını etkileyebileceğini ifade
etmiştir. Dolayısı ile 1999 yılında dolaylı olarak, ilk defa NATO üye devletlerinin
enerji akışındaki bir kesintinin risk unsuru olabileceğini tanımlamış ve bunu resmi
olarak ifade etmiştir.
Diğer yandan, NATO’nun 1973 ve 1979 yıllarındaki petrol krizlerine müdahil
olmamasına rağmen, 1990’lı yıllardan sonra ana dokümanlarına enerji güvenliğini
ön plana çıkarması, Legendre tarafından üç gerekçe ile izah edilmiştir;35

33 Julijus Grubliauskas, “NATO’s Energy Security Agenda: Science Cooperation and Part-
nership Opportunities”, http://www.nato.int/cps/en/natolive/78209.htm (Erişim 23.05.2015).
34 NATO Stratejik Konsept 1999, http://www.nato.int/cps/en/natolive/official_texts_27433.htm

35 Thierry Legendre, “The North AtlanticTreatyOrganization’sFuture Role in Energy Security”,

The White head Journal of Diplomacyand International Relations, Summer/Fall 2007, p.


3-4.
154 Enerji Diplomasisi

- NATO’nun genişlemesi ve yeni Doğu Avrupalı üyelerin çoğunlukla RF


doğal gazına gereksinim duyması;
- NATO’nun ortaklık veya başka şekillerle dünyanın değişik ülkeleri ile
ilişki kurması sonucu dünyanın ana enerji arz eden ülkelerle, enerji transit
ülkeleri ve önemli tüketici ülkelerle temas sağlaması ve
- NATO’nun dünyanın küresel güvenlik örgütüne dönüşmesi ve tehditlerin
çeşitlenmesi ile petrol ve doğal gaza bağlı bir pazarın, doğal felaketlerden,
enerji tedarikçilerin veya terörist saldırılardan kaynaklanan olası ani enerji
kesilmesinin bir tehdit olarak algılanması.

Bütün bu gelişmeler rağmen, NATO’nun enerji güvenliği adı altında doğru-


dan ve açık bir şekilde enerji güvenliğine ilişkin bir tavır veya politika ortaya koy-
mamıştır. Bunun sebebi Riga Doruğu’ndan önce, NATO’nun enerji güvenliğine
ilişkin tutumu belirsiz olması idi.36Ayrıca, daha önceden NATO ülkeleri ekonomik
değerini ödemesine rağmen bir enerji kesintisi ile karşılaşmamışlardı. Ancak Doğu
Avrupa’da başlayan “renkli devrimler” sürecinde Ukrayna ile Rusya Federasyonu
arasında başlayan gerginlik sürecinde, Moskova’nın Kiev’i cezalandırmak amacı
ile 2006 yılında, Ukrayna’ya verdiği gazı kesmesi ve üstelik bundan ve bundan
bazı Avrupalı müttefiklerin etkilenmesi37 NATO’nun enerji güvenliğinde önemli
karar almasına neden olmuştur. Bu nedenle 2006 Riga Zirvesi dokümanında, 1999
yılı NATO Stratejik Konseptindeki cümlesinden yola çıkarak, “…NATO’nun ener-
ji altyapı yatırımlarına yönelik riski değerlendirmek ve enerji altyapı yatırımlarının
güvenliğini artırmaya ilişkin koordine edilmiş uluslararası çabaları destekleyecek-
lerini”38 şeklinde enerji güvenliği politikası açıklanmıştır. NATO ayrıca enerji gü-
venliği konusunda hangi alanlarda katma değer yaratabileceğini araştırılacağını
beyan etmiştir. Bu ifadeden NATO’nun daha çok enerji alt yapı yatırımlarının yö-
nelik riskler konusunda uluslararası çabaları desteklemek şeklinde belirlenen bir
koordine görevini üstlendiği ifade edilebilir. Bu bakımdan enerji güvenliği konusu
açık bir şekilde ilk defa 2006 yılı Riga Doruğu dokümanlarında yer aldığı söyle-
nebilir.
2006 Riga Doruğu’nda resmiyete dönüşen bu tutum39 ve 2008 Bükreş Doru-
ğu’nda devam etmiştir. Bu Zirve sonuçlarında enerji güvenliğine ilişkin NATO’nun

36 Mileski, a.g.e., s. 5.
37 Legendre, a.g.e., s. 1-2.
38 NATO Riga Summit Declaration, 29 November 2006, paragraf 44, http://www.nato.int/docu/

pr/2006/p06-150e.htm, (Erişim 25.05.2015).


39 Mileski, a.g.e., s. 5.
Sertif Demir 155

politikasının daha da belirginleştiği ve prensipler ortaya koyduğu görülmüştür. Bu


kapsamda, NATO’nun40
- Bilgi ve istihbarat değerlendirilmesi ve paylaşımı,
- İstikrarın sağlanması,
- Uluslar ve bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi,
- Sonuç yönetiminin desteklenmesi ve
- Kritik enerji korumasına destek alanlarında müdahil olabileceği ifade
edilmiştir.

Daha sonra Strasburg-Kehl 2009 NATO Zirvesi’nde NATO’nun enerji güven-


liği tutumu daha da netleşmiş ve bir önceki Bükreş Doruğu’nda kabul edilen ilkeler
doğrultusunda enerji güvenliğine takibi ve koordinesin yapılması karara bağlan-
mıştır.41
NATO’nun 2010 Lizbon Doruğu’nda kabul ettiği son NATO Stratejik Konsep-
ti, enerji güvenliğine kapsamlı yaklaşım ortaya koyan ilk konsepttir. Bu kapsamda,
madde 13’te “Tüm ülkeler uluslararası ticaret, enerji güvenliği ve refahın dayanağı
olan iletişim, nakliye ve transit güzergahlarına giderek daha bağımlı olmaktadır-
lar. Bir saldırı veya bu unsurların kesintiye uğraması durumunda dayanabilmele-
rini sağlamak için daha fazla uluslararası çaba gerekmektedir.”42 şeklinde enerji
güvenliğine ilişkin oldukça ayrıntılı bir yorum getirmiş ve daha sonra ise, madde
16’da ise“kritik enerji altyapısının ve transit bölge ve güzergahlarının korunması,
ortaklarla işbirliği,ve Müttefikler arasında stratejik değerlendirmeve acil durum
planlama temeline dayanan danışmalar vasıtasıyla enerji güvenliğine katkıda bu-
lunacağı”43 şeklinde NATO’nun enerji güvenliğine nasıl katkıda bulunacağı açıkça
ortaya konmuştur.
NATO’nun enerji güvenliği konusundaki politikalarına destek sağlamak ve bu
üye ülkeler ile ortak ülkeler arasında terim ve anlayış birliği sağlamak üzere Enerji
Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi Litvanya’da 12 Ekim 2012 tarihinde açılmış-
tır. Bu merkez NATO’nun enerji güvenliği konusunda atılmış somut adımlardan

40 NATO Bucharest Summit Declaration, 3 April 2008, para 48, http://www.nato.int/cps/en/


natolive/official_texts_8443.htm?mode=pressrelease, (Erişim 25.05.2015).
41 NATO Strasburg-Kehl Summit Declaration, 4 April 2009, para 59, http://www.nato.int/cps/

en/natolive/news_52837.htm, (Erişim 25.05.2015).


42 NATO Stratejik Konsept 2010, paragraf 13, http://www.nato.int/nato_static_fl2014/assets/

pdf/pdf_publications/20120207_strategic-concept-2010-tur.pdf, (Erişim Tarihi: 25.05.2015).


43 Michael Rühle, “NATO andEnergy Security”, IP Global Edition, No. 3, 2011, p. 2, 1-4.
156 Enerji Diplomasisi

biridir. NATO’nun katma değer yaratma alanlarında birisi olan eğitim desteği bu
merkez tarafından verilmeye başlanmıştır.
2012 NATO Şikago Zirvesi’nde yukarıda belirtilen temel enerji prensip ve po-
litikalarına vurgu yapılmış, ayrıca Litvanya’da açılan Enerji Güvenliği Mükemme-
liyet Merkezi’nin önemi ifade edilmiştir.44 Son olarak Eylül 2014’te Galler’de yapı-
lan Zirve’de NATO’nun enerji güvenliği konusu, Ukrayna’da başlayan iç çatışma,
Kırım’ın Rusya tarafından iltihakı, Batının Rusya’ya karşı yaptırımları dolayısı ile
önem arz etmeye başlamıştır. NATO’nun 2014 yılında Galler’de yapılan son NATO
Zirvesi’nde özetle, istikrarlı ve güvenilir enerji temini ile enerji yolları, tedarikçileri
ve kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve enerji ağlarının birleştirilmesinin kritik önem
taşıdığı45 belirtilmiştir. Son Zirve’de NATO enerji güvenliğine ilişkin ortaya çıkan
Ukrayna krizinin etkilerini dikkate alarak, enerji yolları, tedarikçileri ve kaynakla-
rının çeşitlendirilmesi ve enerji ağlarının birleştirilmesinin önemi vurgulanması ile
NATO’nun önümüzdeki süreçte, öncelik ve sorumluluk devletlerde olmak üzere,
daha aktif bir tutum takınacağı gözükmektedir. Yukarıda belirgin özelliklerin irde-
lenen NATO’nun enerji güvenliği politikası, son Zirve ile birlikte daha netleşmiş ve
somut bir hale dönüşmüştür.
Ancak unutmamak gerekir ki Ukrayna Krizinin başlangıcında Almanya baş-
ta olmak üzere diğer Avrupalı devletler, Rusya’ya karşı sert tepki vermemişlerdir.
AB’nin Rus doğal gazına olan bağımlılığı, ortalama olarak % 34 (bazı üyelerin
% 100)46 Rusya’ya bağımlı olması, AB ve hatta ABD’nin Moskova’ya karşı sert
tedbir almasını engelleyen en büyük faktör idi. Ancak Rusya’nın istikrar bozucu
yeni emperyal politikaları uluslararası tepkilerin şiddetini artırmış ve bu sert tepki
Moskova’nın doğal gaz silahını kullanmasını önlemiştir. Bu kriz aynı zamanda Av-
rupa ve Amerika’nın alternatif enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve yeni enerji
türlerinin bulunması, yani enerji güvenliği konusunda yeni arayışlara itmiştir.
Bütün bu gelişmelere rağmen, NATO Müttefikleri enerji güvenliği konusunda
duraksama göstermektedir. Bunun nedeni,47 üye ülkeleri arasında enerji konusun-
daki farklılaşan ulusal çıkarlardır, çünkü bazıları bunun kendi ulusal ekonomik ko-
nusu olduğunu düşünerek, uluslararası alanda tartışılmasını istememektedir. Ayrıca

44 NATO Chicago Summit Declaration, 2012, paragraf 52, http://www.nato.int/cps/en/natoli-


ve/official_texts_87593.htm, (Erişim 26.05.2015).
45 NATO Wales Summit Declaration, 05 Sep. 2014, paragraf 109. http://www.nato.int/cps/en/

natohq/official_texts_112964.htm, (Erişim 26.05.2015).


46 Emin Amrullayev vd., “Energy Security in the European Union; the Impact of Gas As a Domi-

nant Source of Energy”, Capstone Project, Spring 2012, p. 9, https://sipa.columbia.edu/sites/


default/files/FOR%20PUBLICATION_CNA.pdf, , (Erişim 25.7.2014).
47 Rühle, a.g.e., s. 2.
Sertif Demir 157

bazı üyelerin Rusya’ya enerji yönünden bağlılığı dolayısı, bu konuların NATO için-
de verimsiz tartışılmalara yol açmasını istememektedir. Ayrıca, çeşitli uluslararası
aktörler enerji konusuna doğrudan veya dolaylı olarak ilgilenmektedirler. Son ola-
rak çoğunlukla ekonomik bir konu olan enerji güvenliği hususuna, askeri bir güven-
lik örgütü olan NATO’nun doğrudan müdahil olması, konunun ‘askerileştirmesine’
neden olacağı48 kuşkusu yaratmaktadır.
NATO içinde enerji olgusunun, bir güvenlik problemi mi, yoksa çoğunlukla
ekonomik, teknik ve ticari bir doğası olan bir konu olduğu bağlamından açık bir
tanımlama yapılmamıştı. Ancak zaman içinde NATO katkısının çok az olabileceği
veya tartışmalı alanlara çekilme riski ile yüz yüze kalacağı49 düşünülmüş ve bu
yüzden örgütün askeri niteliği göz önünde bulundurularak, enerji güvenliği alanın-
da çok daha ileri adımlar atılmamıştır. Stratejik Konsept 2010’da belirtildiği üzere,
Bu kapsamda NATO’nun enerji güvenliği politikası, temelde danışmanlık yapmak
ve enerji güvenliğine katkı yapmak amacıyla katma değer yaratacağı alanlarda yo-
ğunlaşarak kapasitesini daha da geliştirmektir. Böylece güvenlik etkisiyle birlikte
stratejik enerji geliştirme farkındalığına katkı yapmayı hedeflemektedir.50
Sonuç olarak, NATO’nun enerji güvenliği faaliyetleri; başlıca üç alanda yo-
ğunlaşmaktadır. Bunlar;51
- Güvenlik etkisiyle birlikte stratejik enerji geliştirme farkındalığına katkı
yapılması,
- Kritik enerji yatırımların korunmasına destek verilmesi ve askeri alanda
enerji etkinliğinin artırılması
- Stratejik enerji geliştirme farkındalığı amacı ile, enerji güvenliğine etki
edebilecek gelişmeleri yakından takip edilmesi, bunları müttefik üyelerle
görüşmek danışmak, karşılıklı istihbarat paylaşmak, eğitimler gerçekleş-
tirmek ve ilgili uzmanların katılımı ile fikir üretme toplantıları icra edil-
mesi şeklinde sınıflandırılabilir.
Kritik enerji yatırımların korunmasına destek verilmesi konusunda, genellikle
eğitim ve tatbikatlarla müttefik üyelere destek sağlanmaktadır. Enerji yatırımların
korunması doğrudan üye ülkelerin sorumluluğunda olmasından dolayı, NATO’nu,
katma değer yaratabileceği alanlarda üye ülkelere yardım etmektedir. Ayrıca, deniz

48 A.e., s. 2.
49 Monaghan, a.g.e., s. 2.
50 NATO’s Role in Energy Security, paragraf 1, http://www.nato.int/cps/en/natolive/topi-

cs_49208.htm, (Erişim 25.05.2015).


51 A.e.
158 Enerji Diplomasisi

haydutluğuna karşı yaptığı operasyonlarla üye ülkelerin enerji güvenliğine dolaylı


katkı yapmaktadır.52
NATO’nun askeri alanda enerji etkinliğinin artırılması konusunda yaptığı baş-
lıca faaliyetleri ise, askeri araç ve tesislerin enerji tüketimlerini azaltma, çevresel
etkileri en aza indirmedir. Bunun için uzmanların katılımı ile çok uluslu projeleri
geliştirmek dâhil, enerji tasarruflarına ilişkin çözümler üreterek üye ülkelere yar-
dım edilmesi53şeklinde ifade edilebilir.
NATO yukarıda sayılan görevlerini gerçekleştirmek amacı ile, yürüttüğü mev-
cut proje ve aktiviteleri şöyle sıralamak mümkündür. Bunlar;54
- Politik görüşme,
- İstihbarat paylaşımı,
- Kritik altyapı koruması üzerinde en iyi çözümlerin paylaşımı,
- Kriz ve kriz yönetimi eksersizleri,
- Deniz harekâtının enerji güvenliğine katkı sağlaması,
- NATO enerji Güvenliği Mükemmeliyet Merkezinin faaliyetlerinin destek-
lenmesi,
- Diğer taraflarla diyalog, eğitim ve bilim alanında işbirliği yapılması şek-
lindedir.
Ayrıca, Ayrıca, politik amaçlı bir enerji akışının kesilmesine karşı, NATO,
uluslararası politik bir dayanışmanın sağlanması rolü üstelenebilecektir. Bu amaçla
NATO enerji kaynaklarının paylaşımı ve enerji kesilmesinin sonlandırılması için
üye ülkeler ile üye olmayan ortak ülkeler arasında enerji politikalarının koordine
edebilecektir.55
NATO’nun bu görevleri yaparken karşılaşabileceği temel enerji tehditleri ise
şöyle açıklanabilir:56
- NATO sorumluluk alanı dışından, enerji alt yapısına yapılacak terör saldı-
rıları,
- Kritik enerji alt yapısına yönelik artan siber riskler,

52 A.e.
53 A.e.
54 Grubliauskas, a.g.e.

55 Gallis, a.g.e., s. 2..

56 Grubliauskas, a.g.e.
Sertif Demir 159

- Deniz ikmal yollarına yönelik deniz haydutluğu saldırıları,


- NATO alanındaki yaşamsal enerji hatlarında kesilmeler,
- Enerji ikmalini bozabilecek bölgesel riskler olarak sayılabilir.
Bu zorlukları dikkate aldığımızda, eski dönemlerde NATO Sekreteri olan Jaap
de Hoop Scheffer57, enerji güvenliğinin, kolektif yanıt gerektiren “kolektif” bir zor-
luk olduğu”ifadesinin doğruluğu anlaşılmaktadır.

Sonuç
Enerji toplum, devlet ve uluslararası alanda gittikçe artan önemi sahip olmaya
başlamış, çünkü gönenç ve güvenceli yaşama ulaşma bunu devam ettirme modern
yaşamın vazgeçilmezleri olmuştur. Kabul edilebilir fiyatta, yeterli ve güvenceli
bir enerji akışının sağlanması “enerji güvenliği” olarak adlandırılmaktadır. Enerji
kaynağını oluşturan hammaddenin sınırlı olması ve belli bölgelerde yoğunlaşması,
alternatif enerji kaynaklarının geliştirmesinin zorluğu, son 20-30 yıllık dönemde
dünyadaki bazı devletlerin aşırı büyümeleri ve enerjiye olan ihtiyacının artmaları ve
yine yeni yüzyılda bazı devletlerin enerji rezervlerini dış politikada bir güç olarak
kullanmaya başlaması enerjinin bir güvenlik olgusu olarak ortaya çıkışına ve üze-
rinde politikalar geliştirmesine neden olmuştur.
Artan öneminden dolayı, günümüzde devletlerin yanı sıra artık uluslararası
örgütlerde enerji güvenliği bir şekilde müdahil olmaktadır. NATO’da enerji ikma-
lindeki bir kesintinin üye devletlerin toplumların gönenç kalitesinde bir düşmeye
neden olması, üye devletlerinin pakt dışında başka bir güce enerji yönünden aşı-
rı bağımlılığın yaratacağı riskler ve askeri gücü olumsuz etkilemesi nedenleriyle
enerji güvenliğini günümüzün önemli bir gerçeği olarak algılamıştır. Diğer yandan,
NATO sadece askeri bir ittifak değil, aynı zamanda politik-güvenlik gündemi olan
ve günümüzde küresel niteliği artan ve Erol’un ifadesiyle “küresel jandarma”58
olarak adlandırılan bir örgüttür. Bundan ötürü istikrarlı ve güvenli enerji ikmali
müttefiklerin ulusal çıkarları kadar NATO içinde önemli olduğu anlayışı ön plan
çıkmıştır.
NATO’nun enerji güvenliğine müdahil olmasının temel nedeni, Rusya’nın
enerji gücünü dış politikada bir araç olarak kullanmaya başlaması ve bundan NATO
ve AB üyesi devletlerin olumsuz etkilenmesidir. Bu konuda, 2006, 2008 ve 2009
yıllarında Ukrayna ve yine 2008 yılında Gürcistan’da yapılan saldırı sırasında orta-

57 Mileski, a.g.e., s. 5.
58 Mehmet Seyfettin Erol, Sıcak Barış”ın Yeni Örgütü: NATO, Barış, Ankara, 2012, s. v.
160 Enerji Diplomasisi

ya çıkmış ve 2013 Kasım ayından beri devam eden Ukrayna krizinde enerji güven-
liğinin yaşamsal bir konu olduğu algısı pekişmiştir. NATO’da bu olaylara bağlantılı
olarak özellikle 2006 yılından sonra, enerji güvenliği konusunda strateji ve pren-
sipler geliştirmiştir.
Enerji güvenliği temel olarak ulusal bir konudur ve üye devletlerin egemenlik
sahasına girmektedir. NATO bu bilinçle, üye devletlerin iç işlerine müdahale etme-
den onlara danışmanlık ve eğim desteği sağlamaktadır. Ortak politika üretilmesi
konusunda işbirliği yapmaktadır. Ayrıca,farklı amaçlarla icra ettiği operasyonlarla
dolaylı olsa enerji güvenliğine katkıda bulunmaktadır. Sonuç olarak NATO’nun bu
süreçte sakınması gereken husus, enerji olgusunu askerileştirmemeli, dublikasyon-
dan kaçınmalı, üye ülkelerin ekonomik politikalarına müdahil olmaktan kaçınma-
lıdır.59

Kaynakça
Amrullayev, Emin vd., “Energy Security in the European Union; th eImpact of Gas As a Do-
minant Source of Energy”, Capstone Project, Spring 2012, https://sipa.columbia.edu/
sites/default/files/FOR%20PUBLICATION_CNA.pdf (Erişim 25.7.2014).
Brzezinski, Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası, (Çev.: Ertuğrul Dikbaş ve Ergun Kocabıyık),
Sabah, İstanbul, 1998.
Buzan, Barry, Ola Walfer, Jaap de Wilde, Security: A New Framework for Analysis, Lynne-
ReinnerPublishers, Colorado,1998.
Buzan, Barry, People, States and Fear: An Agendafor International Security Studies in
the Post Cold War Era, ECPR Press, 2008.
Çakmak, Haydar, Avrupa Güvenliği, Akçağ Yayınları, Ankara, 2003.
Demir, Sertif, “Avrupa Güvenlik Mimarisinin Tarihsel Gelişimi ve Türkiye’nin Bu Güvenlik
Mimarisindeki Yeri”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, No. 9, 2009, 9-40.
Demir, Sertif, “Karadeniz, Kafkasya ve Hazar Bölgeleri Enerji Kapasitelerinin Türkiye’nin
Enerji Güvenliği Açısından Önemi”, Kafkasya ve Uluslararası Kafkasya Kongresi /
International Caucasia Congress, 26-27 Nisan 2012, Kocaeli, 616-634.
Erol, Mehmet Seyfettin, Sıcak Barış”ın Yeni Örgütü: NATO, Barış, Ankara, 2012.
Gallis, Paul, “NATO and Energy Security”, CRS Report for Congress, 21 December 2006.
Gareth Winrow, “Geopolitics and Energy Security in the Wider Black Sea Region”, Southeast
European and Black Sea Studies, Vol. 7, No. 2, June 2007, 217–235.
Gönlübol, Mehmet, Uluslararası Politika: İlkeler,-Kavramlar-Kurumlar, S Yayınları, An-
kara, 1993.

59 Grubliauskas, a.g.e.
Sertif Demir 161

Grubliauskas, Julijus, “NATO‘s Energy Security Agenda: Science Cooperation and Part-
nership Opportunities”, http://www.nato.int/cps/en/natolive/ 78209.htm (Erişim
23.05.2015).
Gürkaynak, Muharrem, Avrupa’da Savunma ve Güvenlik, Asıl yayınevi, Ankara, Ağustos,
2004.
Legendre, Thierry, “The North Atlantic Treaty Organization’s Future Role in Energy Secu-
rity”, The White head Journal of Diplomacy and International Relations, Summer/
Fall 2007, 1-7.
Mileski, Toni, “NATO Energy Security Discourse”, http://www.researchgate.net/ publicati-
on/236851802 (Erişim 26.05.2015).
Monaghan, Andrew, “NATO and Energy Security after the Strasbourg-Kehl Summit”,
NATO Defence College Report, June 2009.
NATO Stratejik Konsept 1999, http://www.nato.int/cps/en/natolive/official_texts_ 27433.
htm, (Erişim 25.05.2015).
NATO Riga Summit Declaration, 29 November 2006, http://www.nato.int/docu/pr/ 2006/
p06-150e.htm, (Erişim 25.05.2015).
NATO Bucharest Summit Declaration, 3 April 2008, http://www.nato.int/cps/en/ natolive/
official_texts_8443.htm?mode=pressrelease, (Erişim 25.05.2015).
NATO Strasburg-Kehl Summit Declaration, 4 April 2009, http://www.nato.int/cps /en/na-
tolive/news_52837.htm, (Erişim 25.05.2015).
NATO Stratejik Konsept 2010, paragraf 13, http://www.nato.int/nato_static_fl2014/ assets/
pdf/pdf_publications/20120207_strategic-concept-2010-tur.pdf, (Erişim 25.05.2015).
NATO Chicago Summit Declaration, 2012, http://www.nato.int/cps/en/natolive/ official_
texts_87593.htm, (Erişim 26.05.2015).
NATO Wales Summit Declaration, 05 Sep. 2014, http://www.nato.int/cps/en/natohq/ offici-
al_texts_112964.htm, (Erişim 26.05.2015).
NATO’s Role in Energy Security, http://www.nato.int/cps/en/natolive/topics_ 49208.htm,
(Erişim 25.05.2015).
Nye, Joseph, “Soft Power”, Foreign Affairs, 1990, 153-171.
Pamir, Necdet, “Kafkaslar ve Hazar Havzasındaki Ülkelerin Enerji Kaynaklarının Türkiye’nin
Güvenliğine Etkileri”, Harp Akademileri Semineri, 2007.
Pamir, Necdet, “The Black Sea: A Gateway to Energy Security and Diversification”, Southe-
ast European and Black Sea Studies, Vol. 7, No. 2, June 2007, 245–263.
Passing, D., 2050, Koton Yayınları, İstanbul, 2010.
Rühle, Michael, “NATO and Energy Security”, IP Global Edition, No. 3, 2011, 1-4.
Sarto, Raffaella A Del; “Security and Democracy: A Reprise”, European Security, Vol. 15,
No. 4, December 2006, 507–518.
Sevim, Cenk, “Küresel Enerji Jeopolitiği Ve Enerji Güvenliği”, Journal of Yasar University,
Vol. 26, No. 7, 2012, 4378-4391.
162 Enerji Diplomasisi

Ülger, İrfan Kaya; “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının Arka Planı, Oluşumu ve Te-
mel Anlaşmazlık”; Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Seçkin Yayınları,
Ankara, 2002.
Williams, Paul D., Security Studies an Introduction, Routledge, London, 2008.
Yergin, Daniel, “Ensuring Energy Security”, Foreign Affairs, Volume 85, No. 2, 69-82.
Yüce, Çağrı Kürşat, “1990 Sonrası “Yeni Büyük Oyun” ve Hazar Havzasının Önemi”, USAK
Gündem, http://www.usakgundem.com/makale.php?id=187, (Erişim 20.12.2011).
Ufuk Cerrah 163

ENERJİ GÜVENLİĞİ VE AVRUPA BİRLİĞİ

Ufuk CERRAH*

Giriş
Küresel ekonomik sistem içerisinde görece önemli bir yere sahip olan ülke-
lerin iç ve dış politikalarının istikrarı, ekonomilerinin sürdürülebilirliliği ve dünya
serbest piyasa ekonomisinin işleyişi küresel enerji politikalarıyla doğrudan ilişkili-
dir. Ekonominin temel girdisi olan enerjiye güvenli, istikrarlı ve kesintisiz bir şekil-
de ulaşılması, enerji fiyatlarının arz ve talep ekseninde serbest piyasa koşullarında
belirlenmesi, enerji kaynak alanlarının ve enerji aktarım hatlarının güvenliğinin
sağlanması günümüz enerji politikalarının önemli parametreleri olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bununla birlikte, bir yandan enerji arzı yapan aktörler açısından talep
çeşitliliği yaratılması ve diğer yandan da enerji talep eden aktörler açısından arz
çeşitliliğinin sağlanması da önem arz etmektedir. Enerji temininde dışa bağımlılığı
azaltmak maksadıyla kaynak çeşitliliğine gidilmesi de hükümetlerin önemli gün-
dem maddeleri arasında yer almaktadır. Bu nedenle enerji uluslararası ilişkiler di-
siplini içerisinde önemli bir konu ve başlık olma özelliğini korumaktadır. Enerji arzı
yapan ülkeler, enerji talep eden ülkeler ve enerji aktarım hattı olan ülkeler arasın-
daki ilişkiler ve bu bölgelerdeki güvenlik sorunları uluslararası ilişkiler disiplininin
önemli analiz konuları arasında yer almaktadır. Enerji politikaları coğrafya, politi-
ka, ekonomi ve güç faktörleri göz önüne alınarak oluşturulduğu için enerji konusu
aynı zamanda jeopolitikanın ve onun bir alt çalışma alanı olan jeoekonominin de
gözde konuları arasında sayılmaktadır.
Günümüzde enerji konusu analiz edildiğinde petrol ve doğalgaz haklı ola-
rak listede öncelikli yerini almaktadır. Fosil yakıtlar günümüzde hâlen en önemli
ve ağırlıklı enerji kaynağı olmaya devam etmektedir. Petrol, doğalgaz ve kömür
küresel ekonomi açısından stratejik önemini korumaktadır ve Uluslararası Enerji
Ajansının verileri en azından bu yüzyıl boyunca bu kaynakların stratejik önemi-

* Dr.; Avrupa Birliği alanında uzman-araştırmacı.


164 Enerji Diplomasisi

ni koruyacağını göstermektedir. Fosil yakıtların dışında yenilenebilir enerji kay-


nakları (rüzgâr, güneş, hidroelektrik vb.) ve nükleer enerji de kaynak çeşitliliğinin
sağlanması açısından önem taşımaktadır. Fakat Avrupa Birliği tarafından yapılan
araştırmalar dünya enerji talebinin %81,7’sinin fosil yakıtlarca, %12,9’unun yenile-
nebilir enerji kaynaklarınca ve %5,1’inin de nükleer enerji tarafından karşılandığını
göstermektedir. Küresel enerji talebinin %25’nin kömürden karşılandığı göz önüne
alınırsa, petrol ve doğalgazın dünya enerji talebini karşılama oranının yaklaşık %57
olduğu görülmektedir.1

Yapılan araştırmalar fosil yakıtlar içerisinde kömürün payının azalmakta oldu-


ğunu petrol ve doğalgazın payının ise artmakta olduğunu göstermektedir. Bununla
birlikte hükümetlerin yenilenebilir enerji kaynaklarına ekonomik gerekçelerle ya-
tırım yapmaktan kaçınması ve nükleer enerji konusunda oluşan çevresel hassasiyet
fosil yakıtlara olan bağlılığı devam ettirecek görünmektedir. İlk onbeş yılını geride
bıraktığımız 21. yüzyılın kalan yıllarında da petrol ve doğalgaz üretimi, nakli ve
tüketimi konuları uluslararası güvenlik alanında tartışılan başlıklar olarak kalmaya
devam edecektir. Bu nedenle enerji güvenliği ve Avrupa Birliği konusunu ele alır-
ken analizlerimizi ağırlıklı olarak petrol ve doğalgaz üzerinden yaptık.

Avrupa Birliği yeterli petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olmadığı için bu
stratejik enerji kaynaklarını dış pazarlardan temin etmektedir. Avrupa Birliği’nin
enerji temin ettiği aktörler başta Rusya olmak üzere Hazar Havzası, Orta Doğu ve
Kuzey Afrika’da bulunmaktadır. Fakat bu bölgelerin ve Avrupa’ya ulaşan enerji
aktarım hatlarının geçtiği güzergâhların genel bir istikrarsızlık içinde bulunduğu
görülmektedir. Ukrayna, Güney Kafkasya, Hazar Havzası, İran, Ortadoğu, Kuzey
Afrika ve Doğu Akdeniz bu kapsamda ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle yaptığımız
analizlerimizde bu bölgelerde yaşanan jeopolitik problemlerin Avrupa Birliği enerji
güvenliğine etkilerini de ele aldık.

Ukrayna Krizi bu noktada en dikkati çeken kriz olarak karşımızda durmakta-


dır. Bu kriz her ne kadar Kasım 2013’ten buyana devam etse de, enerji güvenliği
bağlamında Ukrayna konusu 2005 yılından buyana Rusya ile Avrupa Birliği arasın-
daki ilişkileri etkilemeye devam etmektedir. Ukrayna krizi henüz çözüme kavuştu-
rulamamış bir konudur. Bununla birlikte İran’ın sahip olduğu enerji kaynaklarının
Batı pazarlarına ulaştırılması Tahran’ın nükleer çalışmaları nedeni ile gerçekleştiri-
lememektedir. Bu konuda İran ile P5+1 (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Al-
manya) ülkeleri arasında nükleer müzakereler son aşamaya gelmiş bulunmaktadır.

1 EU Energy in Figures Statistical Pocketbook 2014, Publications Office of the European Union,
Luxembourg, 2014, http://ec.europa.eu/energy/sites/ener/files/documents/2014_pocketbook.
pdf, (Erişim 21.04.2015).
Ufuk Cerrah 165

Cenevre müzakere sürecinin bir sonucu olarak, 2 Nisan 2015’te bu konuda çerçeve
antlaşması imzalanmış olmasına rağmen nihai bir antlaşma henüz imzalanamamış-
tır ve İran konusu hassasiyetini korumaktadır. Suriye, IŞİD, Libya, Yemen sorunları
ve Genişletilmiş Ortadoğu’da Arap Baharının yarattığı istikrarsızlık hâlen devam
etmektedir. Tüm bu jeopolitik problemler genel olarak küresel enerji güvenliği ve
özel olarak da Avrupa Birliği enerji güvenliğini doğrudan etkilemektedir. Yaptığı-
mız çalışmada biz Avrupa Birliği enerji güvenliği konusunu bu açıdan ele alarak
inceledik.

Avrupa Birliği’nin Enerji Güvenliği Perspektifi


28 üye devletten oluşan AB, Kuzey Amerika (NAFTA) ve Doğu Asya (Çin,
Japonya, Güney Kore ve ASEAN) ile birlikte dünyanın en büyük ekonomik mer-
kezleri arasında yer almaktadır. Yaklaşık 72 trilyon dolar olan dünya gayri safi hâ-
sılasının %24’ünü yani 17 trilyon dolarını sadece AB üretmektedir ve bu veri onu
listenin ilk sırasına yerleştirmektedir. Dünyanın 10 büyük ekonomisinden 4’ü (Al-
manya, Fransa, İngiltere, İtalya) AB üyesi devletlerdir. AB 507 milyon kaliteli nü-
fusu ve ortalama 33 bin dolar kişi başı geliri ile dünyanın satın alma gücü en yüksek
ekonomisidir. 18.4 trilyon dolar olan dünya mal ihracatının 5.8 trilyon doları, 18.6
trilyon dolar olan dünya mal ithalâtının 5.9 trilyon doları AB tarafından yapılmak-
tadır. 37 trilyon dolar olan dünya ticaret hacmi içinde AB’nin payı %32 yani 11.7
trilyon dolardır. Küresel ekonomide yapılan yaklaşık 1.4 trilyon dolar değerindeki
doğrudan dış yatırımların 330 milyar doları AB tarafından yapılmaktadır.2
Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa ekonomisi
gibi liberal değerlere dayanan sistemi ile AB yine bu yatırımların 260 milyar doları-
nı kendi kıtasına çekebilmektedir. Birliğin 2009 yılından buyana yaşadığı ve düşük
büyüme oranları, kamu borçları, bütçe açıkları ve işsizlik ile açıklanan ekonomik ve
finansal krize (Euro Krizi) rağmen AB dünyanın en büyük ekonomisi olma özelliği-
ni korumaktadır. Dünyanın en büyük ekonomisi AB ekonomik sisteminin ve dola-
yısıyla küresel ekonomik sistemin istikrarlı bir şekilde işlemesi için ekonominin te-
mel girdisi olan enerjiye AB’nin ve küresel piyasaların güvenli bir şekilde ulaşması
büyük önem taşımaktadır. Hâlihazırda AB ekonomisi için gerekli olan enerjinin
%40’ını petrol, %25’ini doğalgaz, %17’sini kömür, %12’sini nükleer güç, %4’ünü
hidroelektrik santralleri ve %2’sini de diğer kaynaklardan temin etmektedir.3 AB
yeterli petrol, doğalgaz ve kömür kaynaklarına sahip olmadığı için bu kaynakları

2 Uluslararası Ekonomik Gostergeler Raporu, TC Kalkınma Bakanlığı, Ankara, 2013, s.9,


13, 14, 18, 37, 39, 59, 60.
3 BP Statistical Review of World Energy, June 2013, http://www.bp.com/content/dam/bp/pdf/
statisticalreview/statistical_review_of_world_energy_2013.pdf, (Erişim 25.09.2014).
166 Enerji Diplomasisi

uluslararası piyasalardan temin etmek durumunda kalmaktadır. Bu durum AB eko-


nomisinin enerji konusunda dış piyasalara bağlı olmasına neden olmakta ve kırılgan
bir ekonomik yapıya yol açmaktadır. Bu nedenle AB’nin enerji kaynaklarına “ke-
sintisiz” ve “serbest piyasa koşulları”nda ulaşması büyük önem arz etmektedir. Bu
durum enerji güvenliği konusunu AB gündeminin üst sıralarına taşımıştır.

Avrupa Birliği Birincil Enerji Tüketimi


hidro diğer
elektrik %2
%4
petrol
%40
nükleer
%12 kömür
%17

doğalgaz
%25

Şekil 1:

Enerji güvenliği konusu AB gündemine ilk defa 1970’li yıllarda yaşanan pet-
rol krizleri ile girmiştir.4 AB açısından enerji güvenliği Avrupa pazarlarına ve ulus-
lararası pazarlara enerjinin kesintisiz olarak, yeterli miktarlarda, güvenilir ve çeşitli
tedarikçilerden ve istikrarlı fiyatlarla ulaştırılmasıdır. Bununla birlikte temiz ener-
ji kaynaklarına erişim, enerji kullanımında yüksek verimliliğin sağlanması, enerji
kullanımında kaynak çeşitlendirmesine gidilmesi, yerli enerji üretim imkânlarının
araştırılması ve bütün bunlarla bağlantılı olarak çevrenin korunması AB açısından
büyük önem taşımaktadır.
Dünyanın en büyük enerji ithalatçısı konumunda bulunan AB’nin enerjide
dış piyasalara bağımlılık oranı hâlihazırda %55 seviyelerinde bulunmaktadır. AB
ihtiyacı olan petrolün %84’ünü ve doğal gazın ise %64’ünü ithal etmektedir.5 AB

4 Jan Frederick Braun, “EU Energy Policy Under the Treaty of Lisbon Rules: Between a New
Policy and Business as Usual”, EPIN Working Paper No:31, 2011, http://papers.ssrn.com/sol3/
papers.cfm?abstract_id=2001357, (Erişim 25.09.2014).
5 Energy Production and Imports, http://epp.eurostat.ec.europa.eu/statistics_explained/index.
php/Energy_production_and_imports, (Erişim 25.09.2014).
Ufuk Cerrah 167

ihtiyacı olan enerjiyi Kuzey Afrika, Ortadoğu, Hazar Havzası, Rusya ve Kuzey
Denizi’nden (Norveç) temin etmektedir. AB ihtiyacı olan enerji kaynaklarını pet-
rol ve doğalgaz boru hatları ile ve deniz aşırı ülkelerden ise tankerlerle kıtasına
taşımaktadır. Enerji arz güvenliğinin sağlanması açısından hem bu enerji kaynak
alanlarının ve hem de enerji aktarım hatlarının güvenliği ve istikrarı büyük önem
taşımaktadır.

AB’nin Toplam Enerji Hammaddesi İthalatı

Kazakistan Diğer Rusya


4% 36% 32%

Nijerya Norveç
5% 12%

Suudi Arabistan Cezayir


5% 6%

Şekil 2:

AB’nin petrol ve doğalgaz temininde önemli bir kaynak ülkesi Kuzey Denizi
vasıtasıyla Norveç’tir. AB ithal ettiği doğalgazın %28.2’sini ve petrolün de yaklaşık
%15’ini Norveç’ten almaktadır.6 Avrupa kıta sisteminin bir parçası olan fakat Birlik
üyesi olmayan Norveç’ten petrol ve doğalgaz alımına ilişkin bir sorun bulunma-
makla birlikte Kuzey Denizi enerji kaynaklarının 2030’lu yıllarla birlikte tükenme-
ye başlayacağı tahmin edilmektedir.

6 Patrick Pouyanne, “Increasing European Energy Production”, Brussels, 2014, http://ec.euro-


pa.eu/energy/events/doc/20140521_essc_presentation_patrick_pouyanne.pdf, (Erişim
25.09.2014).
168 Enerji Diplomasisi

Kuzey Afrika’dan AB’ye Enerji Kaynağı İhracatı Altyapısı

Harita 1:

2011 yılında başlayan “Arap Baharı” süreci AB’nin komşusu enerji zengini
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da büyük bir istikrarsızlık yaratmıştır. Hâlihazırda Mısır
ve özellikle Libya istikrarsızlık içinde bulunmaktadır. Tunus ve Cezayir’deki du-
rum ise hassastır. AB’nin petrol ve doğalgaz ithal ettiği Afrika ülkesi Nijerya’da ise
kuzeyde yaşayan Müslümanlar ile güneyde yaşayan Hıristiyanlar arasında çatışma-
lar bulunmaktadır. Aşırı dinci (fundamentalist) bir terör örgütü olan Boka-Haram
örgütü Nijerya’da istikrarsızlık kaynağı olmaya devam etmektedir.
Doğu Akdeniz’de; Suriye’de 2011 yılında başlayan istikrarsızlık ve iç savaş
devam etmektedir. Kronikleşmiş Kıbrıs sorunu ve Filistin sorunu hâlen çözüleme-
miştir. Doğu Akdeniz’de keşfedilmeye başlanan enerji kaynakları hem fırsatları
hem de riskleri beraberinde getirmektedir. Son yıllarda Birleşik Devletler, Rusya,
İngiltere ve diğer Avrupa devletlerinin Doğu Akdeniz’e olan ilgisi artmıştır. Gü-
nümüzde Doğu Akdeniz yalnız enerji aktarım hattı olma noktasında değil, aynı
zamanda enerji kaynak alanı olma özelliği de taşımaktadır. Bölgede İngiltere’nin
Kıbrıs’ta, Rusya’nın ise Suriye’nin Tartus şehrinde askeri üsleri bulunmaktadır.
Birleşik Devletlerin ise Türkiye ve Girit adasında askeri üsleri bulunmakta ve aynı
zamanda Washington yönetimi Doğu Akdeniz’de güçlü bir donanma bulundur-
maktadır. Hem enerji kaynak alanlarının hem de enerji aktarım hatlarının güven-
liği açısından Doğu Akdeniz’de Kıbrıs sorununun çözümü ve buna bağlı olarak
deniz yetki alanlarının belirlenmesi çözülmeyi bekleyen önemli sorunlardır. Güney
Kıbrıs’ın AB üyesi olması, Türkiye’nin AB’ye aday müzakere sürecinde bir ülke
konumunda bulunması ve AB’nin enerji güvenliği konusu hep birlikte değerlendi-
Ufuk Cerrah 169

rildiğinde Kıbrıs sorununun çözümü ve buna bağlı olarak Doğu Akdeniz’de deniz
yetki alanlarının belirlenmesi önümüzdeki günlerin en önemli gündem maddele-
ri olacaktır. 2014 yılının Şubat ayında Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin olarak
BM’nin arabuluculuğunda müzakere süreci yeniden başlamıştır. Birleşik Devletler
Başkan Yardımcısı Joe Biden 2014 yılının Mayıs ayında Ukrayna temaslarının ar-
dından adayı ziyaret etmiş ve müzakere sürecine olan desteğini açıklamıştır. Bu
ziyaret Washington Yönetimi tarafından 1962 yılından buyana Kıbrıs’a gerçek-
leştirilen en yüksek seviyeli ziyaret olma özelliği taşımaktadır.7 Bu noktada enerji
güvenliği ve buna bağlı olarak Doğu Akdeniz’deki jeopolitik sorunların çözülme-
sinde bölge ülkelerinin yanı sıra Birleşik Devletler, Rusya ve AB ülkelerinin belir-
leyici konumda olacaklarını ifade edebiliriz. Irak ve İran hariç AB’nin enerji temin
ettiği Körfez ülkeleri ise görece istikrarlı durumda bulunmaktadırlar. Arap Baharı
süreci bu ülkeleri etkilese de iktidarda bulunan otoriter yönetimler kontrolü tekrar
ele almış görünmektedirler. Amerikan işgalinin ardından Irak’ta oluşan istikrarsız-
lık durumu hâlen devam etmektedir. Ülke üç bölgeye ayrılmış ve kuzeyde Kürt-
ler, güneyde Şiiler ve orta kesimde Sünniler arasında sürdürülebilir bir anlaşma
sağlanamamıştır. Irak’ın sahip olduğu petrol ve doğalgazın uluslararası piyasalara
istikrarlı bir şekilde ulaştırılabilmesi için ülkede bütünlüğün ve güvenliğin sağ-
lanması büyük önem taşımaktadır. Kuzey Irak’ta bulunan Bölgesel Kürt Yönetimi
Türkiye ile işbirliği yaparak Avrupa pazarlarına ulaşmaya çalışırken, güneydeki
Şiiler ise İran ile yakın ilişkiler geliştirmektedir. 2015 yılında Bağdat ile Bölgesel
Kürt Yönetimi arasında kalan bölgeyi IŞİD terör örgütü işgâl etmiş durumdadır.
Uluslararası toplum hâlihazırda IŞİD ile mücadele etmektedir. AB Tahran’ın nük-
leer programı nedeni ile İran’a 1 Temmuz 2012’den itibaren petrol ve 1 Temmuz
2013’ten itibaren ise doğalgaz ambargosu uygulamaktadır.8 İran’ın nükleer progra-
mına ilişkin olarak AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisinin mo-
deratörlüğünde P5+1 olarak bilinen müzakere süreci devam etmektedir. Müzake-
relere İran’ın karşısında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyesi 5 ülke;
ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ile birlikte Almanya katılmaktadır. Cenevre’de
yapılan müzakere süreci Mart 2015 sonlanmış ve 2 Nisan 2015 tarihinde çerçeve
antlaşması imzalanmıştır. Taraflar Haziran 2015 sonuna kadar nihai antlaşmaya
varmayı hedeflemektedirler.

7 Helena Smith, “US Vice-President Joe Biden Pushes Energy Cooperation in Visit to Cyprus”,
http://www.theguardian.com/world/2014/may/22/us-vice-president-joe-biden-visits-cyprus-e-
nergy-cooperation, (Erişim 25.09. 2014).
8 Cornelius Adebahr, “Easing EU Sanctions to Iran”, Carnegie Endowment for Internatio-
nal Peace, http://carnegieendowment.org/2014/06/16/easing-eu-sanctions-on-iran, (Erişim
25.09.2014).
170 Enerji Diplomasisi

İran konusunda sağlanacak bir antlaşma hem bölge hem de küresel güvenlik
açısından büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda küresel ve bölgesel enerji güven-
liğinin temin edilmesi açısından da antlaşmanın önemli olduğunu ifade edebiliriz.
Cenevre müzakere süreci, 2 Nisan 2015 tarihinde imzalanan çerçeve antlaşma ve
2015 Haziran sonunda imzalanması beklenen nihai antlaşma önemli sonuçlar doğu-
racak niteliktedir. Öncelikle İran’a uygulanan ambargolar tedricen kaldırılacak ve
bu durum son yıllarda ciddi sıkıntılar yaşayan İran ekonomisinin kurtulmasına ve
küresel ekonomik sisteme entegre olmasına yol açacaktır. Bununla birlikte İran sa-
hip olduğu petrol ve doğalgazı başta Avrupa olmak üzere küresel piyasalara daha is-
tikrarlı şekilde aktaracaktır. Bu durum Türkiye dahil bölge ekonomilerinin istikrara
kavuşmasına katkı sağlayacaktır. İran konsunda sağlanacak nihai antlaşma Avrupa
Birliği açısından arz çeşitliliğinin sağlanması, daha ucuz, daha güvenli ve daha is-
tikrarlı enerji teminine fırsat verecektir. Bununla birlikte söz konusu müzakere süre-
ci ile birlikte dünyanın en büyük ekonomisi ABD ile İran arasında 1979 yılından bu-
yana kopmuş olan ilişkilerin cılız da olsa tekrar tesis edilmeye başlanması da büyük
önem taşımaktadır. İran ile yürütülen müzakereler her ne kadar ABD-İran ilişkileri
üzerinden okunsa da bu sürecin mimarı AB olmuştur. Ab Dışişleri ve Güvenlik Po-
litikası Yüksek Temsilcisi sürece liderlik etmiş ve müzakerelerin bu aşamaya gel-
mesini sağlamıştır. Enerji temini ve enerji güvenliği, bölgesel ve küresel güvenlik
açısından İran’ın sisteme entegre edilmesi AB için büyük önem taşımaktadır.
İran konusunda müzakere süreci bu şekilde başarılı bir biçimde gelişirken baş-
ta İsrail olmak üzere Körfez’de bulunan Sunni Arap ülkeleri durumdan rahatsız
olmuşlardır. Suudi Arabistan ve Katar İran’ın ABD ve AB ile bir masada müzakere
edebilmesinden ve muhtemel bir antlaşmaya varabilme ihtimalinden büyük rahat-
sızlık duymuşlardır. Arap Baharı süreci ile birlikte özellikle Ortadoğu coğrafyasın-
da Sunni-Şiî eksenli bir kutuplaşmanın olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. İran
liderlindeki Şiî dünyası, Irak Şiîleri (Güney Irak), Suriye (Şam Yönetimi), Lübnan
(Hizbullah vasıtasıyla), yönetimleri Sunni olsa da halklarının önemli bir kesimi Şiî
olan Katar, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri üzerinde etkinlik kurmaktadır. Or-
tadoğu’da oluşan bu jeopolitik durum 2011 yılının Aralık ayında ABD’nin Irak’tan
askerlerini çekmesi ile birlikte daha belirgin bir hâl almıştır. Suriye’de devam eden
savaşı ve son olarak 2015 yılı Mart ayında başlayan Yemen krizini İslâm dünyası
içerisindeki bu Sunni-Şiî kutuplaşması üzerinden okunması gerektiğini değerlendi-
riyoruz. Ortadoğu’da yaşanan bu gelişmeler genel olarak küresel enerji güvenliğini
özel olarak da AB enerji güvenliğini yakından ilgilendirmektedir.
Mısır’da iktidara gelen Müslüman Kardeşler’in Batı destekli bir darbe ile yö-
netimden uzaklaştırılması ve Sisi yönetimi ile Türkiye arasındaki ilişkilerin kop-
ması, Yine Türkiye ile İsrail arasında 2010 yılı Mayıs ayından buyana devam eden
Ufuk Cerrah 171

gerginlik, Suriye’deki iç savaş ve IŞİD terör örgütünün bölgede etkinlik sağlaması


Ortadoğu’da yeni bir jeopolitik durumun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunun-
la birlikte Batı dünyasının (ABD ve AB) İran ile ilişkiler geliştirmeye başlamasına
paralel olarak bölgede Şiî etkinliğinin artması, buna karşılık olarak da Batı’nın böl-
gedeki müttefikleri Körfez Arap ülkeleri ve İsrail ile fikir ayrılığına düşmesi de yeni
oluşan jeopolitik durumu göstermektedir. Enerji kaynak alanlarının ve aktarım hat-
larının güvenliğinin sağlanması ve genel olarak enerji güvenliğinin temin edilmesi
açısından 2010 yılı ile birlikte Ortadoğu’da yaşanan jeopolitik durum değişikliğinin
doğru okunması gerektiğini düşünmekteyiz.
AB’nin Türkiye üzerinden enerji temin ettiği Hazar Havzası bölgesinde de
çeşitli jeopolitik sorunlar bulunmaktadır. Her şeyden önce Hazar Havzası’nın sta-
tüsü konusu en önemli sorunu oluşturmaktadır. Hazar Havzası enerji kaynakları-
nın kıyıdaş ülkeler arasında paylaşılması açısından bu sorunun çözülmesi gerek-
mektedir. Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan ile olan mevcut sorunları, Dağlık
Karabağ’ın işgâli, Gürcistan’daki Abhazya, Güney Osetya ve Cevahetya sorunları
ve Ermenistan’daki 112. Rus askeri üssü (kolordu büyüklüğünde) Güney Kafkas-
ya’da istikrarsızlık kaynağı olmaya devam etmektedir.9 Rusya Federasyonu sınırla-
rı içerisinde kalan Kuzey Kafkasya her ne kadar Putin Yönetimi döneminde kontrol
altına alınsa da jeopolitik açıdan hassas bir bölge olma özelliğini korumaktadır.
Yine Hazar Havzasının doğusunda kalan Orta Asya ülkeleri Moskova’nın baskısı
altında bulunmaktadır. Rusya bu bölgenin sahip olduğu petrol ve doğal gazı kendi
üzerinden Avrupa pazarlarına ulaştırmak istemektedir. Moskova yönetimi Güney
Kafkasya ve Orta Asya ülkelerini kendi etki alanında tutarak Hazar Havzası enerji
kaynaklarını ve enerji aktarım hatlarını kontrol etme politikasını takip etmektedir.
Bu noktada Azeri petrol ve doğalgazı ile Kazak petrolü ve Türkmen doğalgazı Mos-
kova açısından stratejik önemdedir. Gürcistan, Ermenistan, Özbekistan, Kırgızistan
ve Tacikistan ise sahip oldukları coğrafi konumları nedeni ile enerji aktarım hattı
olma özelliği taşımaktadırlar. Rusya Federasyonu AB’ye petrol, doğalgaz ve kömür
tedariki noktasında önemli bir ülke konumundadır. AB’nin genel enerji üretiminde
%82 orana sahip birincil enerji kaynakları olan petrol, doğalgaz ve kömürde Rus-
ya’ya bağımlı olduğu görülmektedir.

9 Bilge Adamlar Kurulu Raporu, Rapor No:60, İstanbul, 2014, s.11-14, http://www.bil-
gesam.org/Images/Dokumanlar/0-96-2014042413kafkasya-raporu-internet1.pdf, (Erişim
25.09.2014).
172 Enerji Diplomasisi

AB’nin Doğalgaz İthalat Kaynakları

Egypt Others
1% 8%
Trinidad and
Tobago
1%
Russia
Libya 30%
3%
Nigeria
4% Algeria
14% Norway
30%
Qatar
9%

Şekil 3:

AB’nin dış piyasalardan ithal ettiği petrolün %34.5’ini, doğalgazın %30’unu


ve kömürün de %27’sini Rusya’dan temin ettiği ve dolayısıyla genel enerji temi-
ninde de AB’nin Rusya’ya %30 oranında bağımlı olduğu görülmektedir.10 3.370
milyar metreküp olan Dünya doğal gaz yıllık üretiminin 776.5 milyar metreküpünü
Rusya, 147 milyar metreküpünü ise AB sağlamaktadır. 3.347 milyar metreküp olan
Dünya doğal gaz yıllık tüketiminin 576 milyar metreküpünü Rusya, 438 milyar
metreküpünü de AB yapmaktadır. AB her yıl tükettiği 130 milyar metreküp doğal
gazı Rusya’dan ithâl etmektedir. Rusya 200 milyar metreküp doğal gaz ihracatının
yaklaşık 130 milyar metreküpünü AB’ye diğer kalan 70 milyar metreküpünü de
Türkiye dâhil diğer ülkelere yapmaktadır. AB doğal gaz ithalatının %30’unu Nor-
veç, %30’unu Rusya, %14’ünü Cezayir ve %10’unu Katar’dan yapmaktadır.11
Dünya petrol üretiminde Rusya’nın payı yaklaşık %10 civarındadır. Rusya
üretiminin yaklaşık yarısını kendisi tüketmektedir. AB’nin dünya tüketimindeki
payı ise %16’dır. AB ihtiyacı olan petrolün %34.5’ini Rusya’dan, %13.8’ini Nor-
veç’ten, %10.2’sini Libya’dan almaktadır.12 Kısacası AB’nin enerji temininde ön-
celikle Rusya, Norveç ve Kuzey Afrika (Cezayir ve Libya) kaynaklarına yöneldiği

10 Hasan Selim Ozertem, “Ukrayna’daki Krizin Avrupa Enerji Guvenliğine Etkisi”, USAK Ana-
list Dergisi, Ankara, Temmuz 2014, s.80-81.
11 Doğal Gaz Piyasası 2013 Yılı Sektor Raporu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, Ankara,

2013, s.4-5.
12 Petrol Piyasası 2013 Yılı Sektor Raporu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, Ankara, 2013,

s.2-4.
Ufuk Cerrah 173

görülmekte ve bu kaynaklara ilave olarak da Ortadoğu ve Hazar Havzası enerji


kaynaklarını kullanmaktadır. Bu nedenle AB’nin Rusya, Kuzey Afrika, Ortadoğu,
Güney Kafkasya ve Orta Asya ile olan ilişkileri büyük önem taşımaktadır. Enerji
kaynak alanlarının ve enerji aktarım hatlarının güvenliği yani arz güvenliği açısın-
dan bu bölgelerdeki jeopolitik durum değişiklikleri AB tarafından yakından takip
edilmektedir.

AB’nin Petrol İthalat Kaynakları

Irag
Diğer
3%
19% Russia
Azerbaijan
34%
4%
Nigeria
4%
Kazakhstan Norway
Libya 14%
6% 10%
Saudi Arabia
6%

Şekil 4:

Enerji ihraç eden ülkeler açısından da talep güvenliği konusu önemli bir para-
metredir. Bu noktada AB dünyanın en büyük pazarı ve aynı zamanda güvenilir ve
istikrarlı bir aktördür. Rusya kendi doğalgaz ve petrolünün önemli bir bölümünü
Avrupa’ya ihraç etmektedir. AB de Rusya’nın enerji kaynaklarına istikrarlı ve gü-
venli bir şekilde ulaşmak istemektedir. Bu nedenle AB ile Rusya arasında jeo-eko-
nomik alanda karşılıklı bir bağımlılık söz konusudur.
174 Enerji Diplomasisi

Rusya’nın Toplam Doğalgaz İhracatı

Eastern Europe
23%
CIS
27%
Other Western
Europe
7%
Germany
20%
France
6% Turkey
Italy 10%
7%

Şekil 5:

Rusya’nın Ham Petrol İhracatı


Other CIS
6% 4%
East Asia
15%

Europe
75%

Şekil-6

AB’nin enerji arz güvenliği açısından enerji aktarım hatlarının güvenliği de


önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada Kuzey Afrika enerji kay-
naklarının AB’ye ulaştırılmasında Akdeniz, Ortadoğu enerji kaynaklarının AB’ye
aktarılmasında Doğu Akdeniz ve Türkiye, Hazar Havzası enerji kaynaklarının AB
pazarlarına ulaştırılmasında Güney Kafkasya, Türkiye ve Karadeniz, Rusya’nın
sahip olduğu petrol ve doğal gazın AB pazarına ulaştırılmasında ise Baltık Deni-
zi, Beyaz Rusya, Ukrayna ve Karadeniz kullanılmaktadır. Enerji arz güvenliğinin
sağlanması açısından bu aktarım hatlarının güvenliği ve istikrarı büyük önem ta-
Ufuk Cerrah 175

şımaktadır. Enerji kaynak alanları ve aktarım hatlarının güvenliğinin yanında AB


yaşanabilecek jeopolitik durum değişikliklerinden etkilenmemek için tedarikçi
çeşitlendirme yoluna gitmeli ve çeşitli enerji aktarım hatlarını kullanma yollarını
aramalıdır. Kısacası AB enerji temininde tek bir aktöre bağımlı kalmamalıdır. Bu
açıdan Birliğin; Kuzey Afrika, Rusya ve Ortadoğu enerji kaynaklarına olan bağım-
lılığını görece azaltırken, Afrika, Hazar Havzası ve Doğu Akdeniz vasıtasıyla enerji
temin etme yoluna gitmesi gerekmektedir. Bununla birlikte AB yeterli petrol, do-
ğalgaz ve kömür kaynaklarına sahip olmadığını göz önünde bulundurarak çevre
dostu yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeli ve bu konuda gerekli yatırımları
ve AR-GE çalışmalarını süratle yapmalıdır. 2008 yılında Birleşik Devletlerde kon-
vansiyonel olmayan enerji kaynaklarının (kaya gazı ve petrolü) keşfi noktasında
ciddi yatırımlar yapılmış ve sonuç alınmıştır. Birleşik Devletler hâlihazırda dün-
ya gaz üretiminin %20.6’sını tek başına sağlamaktadır. Hemen arkasından gelen
Rusya’nın payı ise %17.9’dur.13 Yapılan bu çalışmalar sayesindedir ki Birleşik
Devletler önemli bir doğal gaz ihracatçısı olan İran’a karşı yaptırımları rahatlıkla
uygulayabilmiş ve İran’ın uluslararası piyasalardan soyutlanmasını kendisi telâfi
edebilecek güce kavuşmuştur. İran’a uygulanan ambargo enerji fiyatları noktasında
bir istikrarsızlığa yol açmamıştır. AB ihtiyacı olan enerjinin %12’sini nükleer re-
aktörler yolu ile elde etmektedir. 28 üyeli AB’de 14 ülkede (Belçika, Bulgaristan,
Çek Cumhuriyeti, Almanya, İspanya, Fransa, Macaristan, Hollanda, Romanya, Slo-
venya, Slovakya, Finlandiya, İsveç ve İngiltere) aktif nükleer reaktör bulunmakta-
dır. 2012 yılı verilerine göre, Avrupa’da kullanılan elektriğin %30’u AB üyesi 14
ülkede yer alan nükleer reaktörlerle karşılanmıştır. 2013 yılında Fransa tek başına
Avrupa’nın nükleer enerji üretiminin yaklaşık yarısını gerçekleştirmiştir. Bu dö-
nemde, AB’de nükleer santrallerden sağlanan toplam elektriğin %48,2’si Fransa,
%11,3’ü Almanya, %8’i İngiltere, %7,3’ü İsveç ve %7’si de İspanya’da üretilmiş-
tir. Nükleer tesislerin elektrik üretimi, 1990-2012 yılları arasında birçok Avrupa
ülkesinde artış göstermiştir. Söz konusu yıllar arasında nükleer santrallerin üretim
kapasiteleri, Çek Cumhuriyeti’nde %141, Fransa’da %35,4, Slovakya’da %28,7,
Finlandiya’da %19,6, Slovenya’da %19,5, Macaristan’da %15, İspanya’da %13,3,
Hollanda’da %11,8, Bulgaristan’da %7,6, İngiltere’de %7,1 artış göstermiştir. Öte
yandan, AB üyesi Romanya’da ilk nükleer tesis 1996 yılında devreye alınırken,
Litvanya 2009 yılında nükleer enerjiden elektrik üretimine son vermiştir. Almanya,
İsveç ve Belçika da nükleer santrallerinin elektrik üretim miktarını azaltmaya karar
vermişlerdir.14

13 Emine Filoğlu, “Dünya’da ve Türkiye’de Doğal Gaz ve Shale Gas (Kaya Gazı) Teknolojileri
ve Ticareti”, Uluslararası Enerji ve Çevre Konferansı Sunumu, 25.04.2013.
14 AB Nükleer Güvenlik Düzenlemelerini Sıkılaştırıyor, http://www.euractiv.com.tr/enerji/artic-

le/abnukleerguvenlik-duzenlemelerini-sikilastiriyor-029799, (Erişim 12.06.2014).


176 Enerji Diplomasisi

11 Mart 2011 günü Japonya’da meydana gelen deprem ve ardından yaşanan


tsunami sonrası Fukuşima nükleer santralinde meydana gelen nükleer kaza ve sızın-
tı Çernobil felâketinden sonraki en büyük nükleer kaza olarak kayıtlara geçmiştir.
Çevre konusunda hassasiyetleri olan AB yaşanan bu kazadan sonra nükleer reak-
törler vasıtasıyla enerji teminine daha temkinli yaklaşsa da nükleerden vazgeçecek
durumda değillerdir. Bununla birlikte AB ülkelerinin nükleer reaktörler için gerekli
olan yakıt temininde kullanılan uranyumun %95’ini de dışarıdan temin ettiğini be-
lirtmeliyiz.

Avrupa’daki Nükleer Reaktör Durumu

Harita 2:

Küresel Jeopolitik Rekabetin Avrupa Birliği Enerji Güvenliğine Etkileri


1979 yılında İran’da yaşanan İslâm Devrimi, 1991 yılında Soğuk Savaş’ın
sona ermesi, I. Körfez Savaşı ve 11 Eylül terör saldırılarının ardından Birleşik Dev-
letlerin Afganistan ve Irak harekâtları Avrasya coğrafyasında kayda değer jeopoli-
tik durum değişiklikleri yaratmıştır. Petrol ve doğalgaz zengini İran, “İslâm Devri-
mi”nden sonra Batı dünyası ile olan ittifakını sonlandırmış ve diğer aktörlerle yakın
ilişkiler geliştirme yollarını aramıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile uluslararası
Ufuk Cerrah 177

ilişkileri ideoloji değil, etnik ve dini kimlikler şekillendirmeye başlamıştır. Soğuk


Savaş sonrası dönemde enerji zengini Kuzey Afrika ve Ortadoğu ile Batı dünyası
arasında ayrışma yaşanmıştır. Batı ile İslâm dünyası arasındaki ilişkiler enerji gü-
venliği konusunu doğrudan etkilemiştir. Batı İslâm dünyasının halklarını göz ardı
ederek, islâm ülkelerinin otoriter yönetimleri ile ittifakını devam ettirmiştir. Bu
politika 2010 yılında “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreci başlatmış ve dün-
ya enerji kaynaklarının ve enerji kaynakları aktarım hatlarının bulunduğu bölgeler
daha da istikrarsızlaşmıştır. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki istikrarsızlık durumu
hâlen devam etmektedir.
Varşova Paktı’nın ve SSCB’nin dağılması ile birlikte Rusya Balkanlar, Doğu
Avrupa, Baltık, Karadeniz, Kafkasya, Hazar Havzası ve Orta Asya’da jeopolitik
kayıplar yaşamış ve bu bölgelerde güç boşlukları (power holes) oluşmuştur.15 Ha-
zar Havzası enerji kaynaklarının Moskova’nın kontrolü olmadan uluslararası pi-
yasalara ulaştırılması ihtimâli, AB için alternatif bir kaynak alanı olması açısından
Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’ın önemini arttırmıştır. Hazar Havzası
enerji kaynaklarının Batı pazarlarına ulaştırılması noktasında enerji aktarım hattı
olan Güney Kafkasya, Anadolu, Balkanlar ve Karadeniz bölgeleri de önem kazan-
mıştır. Bununla birlikte Rusya’nın sahip olduğu enerji kaynaklarının AB pazarına
ulaştırılmasında kullanılan Doğu Avrupa’da da soğuk savaş sonrası dönemde jeo-
politik değişimler yaşanmıştır.
1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması ile AB adını alan Avrupa
entegrasyon süreci doğu yönünde genişlemiş ve 28 üyeli siyasi ve ekonomik bir
birliğe dönüşmüştür. AB Soğuk Savaş sonrası dönemde eski Doğu Bloğu üyeleri
olan Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerini bünyesine katmıştır. Günümüzde AB’nin
doğu sınırları Rusya Federasyonu, Beyaz Rusya, Ukrayna, Moldova ve Türkiye’ye
kadar ulaşmıştır. Bu hattın batısı artık AB’nin bir parçasıdır ve Batı Balkan ülkele-
rinin orta vadede Birliğe üye olacağı değerlendirilmektedir. Brüksel GKRY’ni de
Birliğe üye yaparak sınırlarını Doğu Akdeniz’e doğru genişletmiştir. AB’nin bu ge-
nişlemesine paralel olarak NATO da doğu yönünde genişlemiş, 28 üyeli bir ittifaka
dönüşmüştür. Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya’nın hem AB hem de NATO
üyelikleri Moskova’nın Doğu Avrupa ve Baltık Denizi’ndeki etkinliğini sınırlamış-
tır. Romanya ve Bulgaristan’ın AB ve NATO üyeliği ise Rusya’nın hem Balkanlar
hem de Karadeniz Havzasında jeopolitik kayıplara uğramasına neden olmuştur.
Batı dünyası AB ve NATO vasıtasıyla etkinliğini doğu yönünde genişletmiş ve Bal-
tık Denizi, Orta ve Doğu Avrupa, Karadeniz ve Balkanlar üzerindeki etkinliğini
arttırmıştır.

15 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 39. Baskı, 2009, s.109-115.
178 Enerji Diplomasisi

1990’lı yıllarda görece zayıf durumda bulunan Rusya ise kendi iç sorunları
ile uğraşmak durumunda kalmıştır. Çeçenistan sorunu Moskova’nın 10 yıllık ener-
jisini tüketmiş, sonuçta Rusya Kuzey Kafkasya’da kontrolü sağlamıştır. SSCB’nin
dağılmasının ardından Moskova yönetimi eski SSCB üyelerini Bağımsız Devletler
Topluluğu (BDT) adı altında bir arada tutmaya gayret etmiş ve onlarla siyasi, askerî
ve ekonomik ilişkilerini muhafaza etmek istemiştir. Fakat Baltık ülkeleri BDT’ye
katılmamışlardır. Ukrayna ise BDT’ye daha sonradan Moskova’nın baskıları ile
1993 yılında dâhil olmuştur.16
Moskova yönetimi için 1990’lı yıllardaki önemli bir diğer öncelik ise Rus-
ya Federasyonu dışında yaşayan Rusların çıkarlarının bulundukları ülkelerde (eski
SSCB ülkeleri) korunması olmuştur. Eski SSCB ülkelerinde yaklaşık 30 milyon
Rus kökenli insan yaşamaktadır. Ukrayna’da 9 milyon, Kazakistan’da 4 milyon,
Beyaz Rusya’da 1,5 milyon, Kırgızistan’da 500.000, Özbekistan’da 800.000 ve
Tacikistan’da ise 50.000 kişilik Rus nüfus yaşamaktadır. Bununla birlikte Mol-
dova’nın ayrılıkçı Transdinyester bölgesinde yaşayan 500.000 kişinin 180.000’i
Rus’tur.17 Baltık ülkeleri Estonya’da 350.000, Letonya’da 800.000 ve Litvanya’da
da 220.000 Rus kökenli insan yaşamaktadır.18 Moskova yönetimi Rusya Federas-
yonu dışında yaşayan bu Rus nüfusun haklarını korumak ve çıkarlarını takip etmek
için “Yakın Çevre” politikası olarak bilinen dış politika doktrinini açıklamıştır. Bu
kapsamda Moskova Rus kökenli insanların yaşadığı Baltık ülkeleri, Beyaz Rusya,
Ukrayna, Moldova, Güney Kafkasya ve Orta Asya bölgelerini yakın çevre olarak
tanımlamıtır. Bu bölgeler Moskova’nın yakın çıkar alanı olarak görülmüş ve diğer
küresel ve bölgesel aktörlerin bu bölgelerde etkinlik kurmasına Moskova her zaman
karşı çıkmıştır. Fakat Estonya, Letonya ve Litvanya’nın NATO ve AB üyeliği Mos-
kova’nın bu hedefe ulaşmasını engellemiştir. Bu nedenle Rusya geriye kalan Beyaz
Rusya, Moldova, Ukrayna, Güney Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinin Batı ile olan
yakın ilişkilerini kontrol altına almaya çalışmıştır. Özellikle Ukrayna, Moldova ve
Gürcistan’ın Avrupa-Atlantik kurumlarına (AB ve NATO) üye olma niyetleri Mos-
kova yönetimini ciddi bir şekilde rahatsız etmiştir.
Rusya yakın çevre olarak tanımladığı bölgeleri kontrol altına almak için o
ülkelerde yaşayan Rus nüfusunu kullanmış ve onları korumak için sık sık o ül-
kelere müdahalede bulunmuştur. Bu kapsamda 1997 yılında yaşanan çatışmaların

16 Aleksandr Dugin, Rus Jeopolitiği Avrasyacı Yaklaşım, çev.Vügar İmanov, Küre Yayınları,
İstanbul, 2003, s.359-360.
17 Olesya Aldushenko, “Russia interested in the Russian diaspora living abroad”, Russia Beyond

the Headlines, 1 October 2012, http://rbth.com/articles/2012/10/01/russia_interested_in_the_


russian_diaspora_living_abroad_ 18739.html, (Erişim 25.09.2014).
18 Haydar Çakmak, Avrupa Birliği’nin Etnik Yapısı, Kripto Yayınları, Ankara, 2012, s.42,80,89.
Ufuk Cerrah 179

ardından Moskova, 180.000 etnik Rus azınlığın yaşadığı Moldova’nın Transdin-


yester bölgesine asker göndermiştir. Hâlen bölgede 1.200 askerden oluşan bir Rus
birliği mevcuttur. Moskova’nın Avrupa’daki son diktatör olarak bilinen Aleksandr
Lukaşenko yönetimindeki Beyaz Rusya ile ilişkileri son derece iyi durumda bulun-
maktadır. Rusya Baltık ülkelerinde yaşayan Rus nüfusu kontrol etmek için bu ül-
keler üzerinde de baskı uygulamakta, fakat bu ülkelerin NATO ve AB üyesi olması
nedeni ile doğrudan müdahale edememektedir. Rusya sınırları dışında en çok Rus
nüfusun yaşadığı Ukrayna’da ise Moskova etkinliğini devam ettirmektedir. Özel-
likle ülkenin doğu ve güney bölgelerinde yaşayan Rus nüfus ve Rusça konuşan
Ortodoks Ukraynalılar Rusya ile tarihi, sosyo-kültürel ve ekonomik bağları mev-
cuttur. Rusya’nın Kırım’da (Ukrayna’ya bağlı özerk cumhuriyet) iki tane hava üssü
ve yine Kırım’ın Sivastopol şehrinde (Kırım içinde özel statüye sahip şehir) deniz
üssü bulunmaktadır. Ukrayna ve Beyaz Rusya Moskova için stratejik öneme sahip
ülkelerdir. Ukrayna olmadan Rusya sadece bir Asya devleti olabilir, Ukrayna ve
Beyaz Rusya ile birlikte Moskova bir Avrasya gücüdür.19
Rusya Gürcistan’ın ayrılıkçı Abhazya ve Güney Osetya bölgeleri ile 1990’lı
yılların başından itibaren yakından ilgilenmiştir. Bu bölgelerde yaşayan Rus nüfusu
korumak için bu bölgelere sık sık müdahale etmiş ve Abhazya ve Güney Osetya’da
askeri üsler kurmuştur. Moskova ile Tiflis arasındaki ilişkiler Eduard Şevardnadze
döneminde (1992-2004) son derece iyi iken, Kadife Devrim olarak bilinen 2003 yılı
sonundaki olaylardan sonra iktidara gelen Mikhail Saakashvili döneminde ilişkiler
kötüleşmiş ve hatta Rusya’nın 2008 yılında Güney Osetya’da askerî güç kullanması
ile kısa süreli bir savaş yaşanmıştır.20 2013 yılında Saakashvili’nin yerine iktidara
gelen Giorgi Margvelashvili döneminde ilişkiler tekrar pragmatik temellere oturtul-
muştur. Mevcut Tiflis yönetimi Batı ile Rusya arasında dengeleri gözetmeye büyük
önem vermekte ve daha çok AB ve NATO sistemine entegre olmaya çalışmaktadır.
Soğuk Savaş’ın ardından Ermenistan’ın Azerbaycan’a ait Dağlık Karabağ’ı
işgâl etmesi ve Ermenistan’ın Türkiye ile Azerbaycan tarafından tecrit edilmiş du-
rumu Güney Kafkasya’nın en önemli sorunlarından bir tanesidir. Bu durum Eri-
van yönetiminin Moskova’ya yaklaşmasına yol açmıştır. Ermenistan hâlihazırda
Rusya’nın Güney Kafkasya’daki en önemli stratejik ortağıdır. Rusya’da kolordu
büyüklüğünde bir Rus askerî üssü bulunmakta olup (112. Rus Askerî Üssü) Er-
menistan sınırları Ruslar tarafından korunmaktadır. Güney Kafkasya ülkesi olan
Azerbaycan Rusya ile Batı arasında denge politikası takip etmektedir. Sahip olduğu
petrol ve doğal gazı Rusya’ya bağımlı olmadan Gürcistan ve Türkiye üzerinden

19 Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, çev. Yelda Türedi, İnkilâp Yayınları, İstanbul,
2005, s.133.
20 M. Vedat Gündüz, Kafkasya’da Siyaset, Kadim Yayınları, Ankara, 2012, s. 254-256.
180 Enerji Diplomasisi

Batı pazarlarına ulaştırmak isteyen Azerbaycan’da Rusya’nın Gebele Askerî Rardar


Üssü bulunmaktadır.21 Bu üs Moskova’nın Ortadoğu’yu kontrol etmesi açısından
stratejik öneme sahiptir. Bakü AB ve NATO ile ilişkiler geliştirmekle birlikte, Av-
rupa-Atlantik kurumları ile arasına Rusya’yı rahatlatacak mesafeyi koymaya dikkat
etmektedir.
Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’dan oluşan
Orta Asya Rusya tarafından yakın çevre olarak değerlendirilmektedir. Bölgede Çin,
İran ve Türkiye gibi aktörlerin yanı sıra Birleşik Devletler de Afganistan harekâtı-
nın ardından Orta Asya’da varlık göstermeye başlamıştır. Rusya bu bölgede yer
alan enerji kaynaklarını ve enerji aktarım hatlarını kontrol altında tutmaya çalış-
maktadır. Bu bölgede yer alan enerji kaynaklarının kendi üzerinden Batı pazar-
larına ulaşmasını istemektedir. Bölge ülkeleri ile yaptığı ikili antlaşmalarla bunu
sağlamaya çalışmaktadır. Bölge ülkeleri de Rusya’ya olan bağımlılığı azaltmak için
alternatif güzergâhlar ve pazarlar aramaktadır. Bu noktada Çin en önemli pazar ola-
rak görülmektedir.
1990’lı yıllarda Birleşik Devletler daha çok Ortadoğu’ya öncelik vermiş ve
AB de entegrasyon sürecine odaklanmıştır. Bu dönemde Batı’nın Rusya’nın yakın
çevre olarak tanımladığı bölgelerle ilişkisi sınırlı kalmıştır. Rusya bu dönemde Çe-
çenistan sorununu halletmiştir. 2000’li yıllarda ise durum daha da farklılaşmıştır.
AB ve NATO 2004 yılında Baltık ülkelerini bünyesine almış, Ukrayna ve Gürcistan
da bu sürece dâhil olmak istemişlerdir. Moskova yönetimi Baltık ülkelerinin Avru-
pa-Atlantik kurumlarına dâhil olmasını engelleyememiş, fakat Ukrayna ve Gürcis-
tan’ın Batı sistemi içerisinde yer almasına şiddetle karşı çıkmıştır. Rusya’da 1 Ocak
2000’de devlet başkanı olan Vladimir Putin güçlü ordu, istikrarlı siyaset ve büyü-
yen ekonomi politikası ile Rusya’yı tekrar kürsel aktör konumuna yükseltmiştir.
2003 yılında Birleşik Devletlerin Irak harekâtının bir sonucu olarak dünyada artan
enerji fiyatları petrol ve doğal gaz ihraç eden Rusya’nın ekonomik durumunu daha
da iyileştirmiştir. Rusya’nın Putin yönetimi ile birlikte yakaladığı istikrar Rusya’yı
yeniden küresel sistemi etkileyebilecek bir aktör konumuna yükseltmiştir.
Güçlenen Rusya uluslar arası sistemin Batı merkezli tek kutuplu yapısına iti-
raz etmiş ve bunu da Putin bizzat kendisi ifade etmiştir. Rusya’ya göre 21. yüzyılda
uluslararası sistem, içinde küresel ve bölgesel aktörlerin yer aldığı çok kutuplu bir
yapıdır. Bu nedenle Moskova yönetimi AB ve NATO’nun doğu yönünde geniş-
lemesine karşı çıkmıştır. Güçlenen Rusya BDT’yi daha etkin hâle getirmek için
2002 yılında Kollektif Güvenlik Antlaşması Örgütünü kurmuştur. Rusya ile birlikte

21 Bilge Adamlar Kurulu Raporu, Rapor No:60, İstanbul, 2014, s.17-20, http://www.bil-
gesam.org/Images/Dokumanlar/0-96-2014042413kafkasya-raporu-internet1.pdf,(Erişim
25.09.2014).
Ufuk Cerrah 181

Beyaz Rusya, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan bu örgütün üyesi-


dirler. Bu örgüt saldırı karşısında kollektif savunmayı, sınırların ortak korunmasını
ve terörle ortak mücadele edilmesini öngörmektedir. Bununla birlikte ilk kez 2000
yılında Rusya, Kazakistan, Belarus, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından Avrasya
Ekonomik Topluluğu ismiyle kurulan örgüt; Rusya, Kazakistan ve Belarus arasın-
da yapılan yeni bir anlaşma ile 1 Ocak 2010 tarihinde Avrasya Gümrük Birliği’ne
dönüştürülmüştür. 29 Mayıs 2014’te imzalanan antlaşma ile de Gümrük Birliği Av-
rasya Ekonomik Birliği’ne dönüşmüş durumdadır ve 1 Ocak 2015’ten itibaren de
Avrasya Birliği Rusya liderliğinde gerçekleştirilmiştir. Kırgızistan, Tacikistan ve
Ermenistan’ın Avrasya Birliği’nin üyesi olması beklenmektedir.22
Rusya ve Çin’in liderliğinde 1996 yılında kurulan ve daha sonra kurumsalla-
şan Şangay İşbirliği Teşkilâtı ise hem uluslararası sistemin çok kutuplu yapıda ol-
duğunu göstermekte hem de Rusya’nın Orta Asya’da Çin ile işbirliği yaparak O’nu
bölgede sınırlandırma stratejisi olarak değerlendirilmektedir. Teşkilâtın üyeleri;
Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan’dır. Hindistan, Pa-
kistan, İran, Afganistan ve Moğolistan gözlemci üye Türkiye, Beyaz Rusya ve Sri
Lanka ise diyalog ortaklarıdır.23 Moskova yönetimi oluşturduğu bu siyasi, askerî ve
ekonomik ortaklıklarla AB ve NATO’nun doğu yönünde genişlemesini engelleme-
ye çalışmıştır. Bununla birlikte enerji kaynak alanlarını ve enerji aktarım hatlarını
kontrol altında bulundurarak enerji ihracatı noktasında tekel olma politikasını takip
etmektedir.
Avrasya’nın batı tarafındaki ittifak sistemine (Avrupa-Atlantik kurumları)
baktığımızda soğuk savaş sonrası dönemde kendilerini yenilediklerini görmekte-
yiz. Bu yenilenme hem genişleme yolu ile yeni üyeler alma hem de yapısal de-
ğişiklikler şeklinde gerçekleşmiştir. Avrupa Birliği ve NATO’nun doğu yönünde
genişlemesine paralel olarak ABD’nin öncülüğünde 1997 yılında Gürcistan, Ukray-
na, Azerbaycan ve Moldova arasında daha sonra 2006 yılında adı “Demokrasi ve
Ekonomik Gelişme İçin Organizasyon- GUAM” olarak değiştirilen GUAM teşkilâtı
kurulmuştur. Birleşik Devletler bu teşkilât ile Moskova’nın bu ülkeler üzerindeki
baskısını azaltmak ve bu ülkelerin bağımsızlıklarını güçlendirmek istemiştir. 1995-
2005 yılları arasında Özbekistan bu teşkilâta üye olmuş ve daha sonra ayrılmıştır.
Bu yıllarda teşkilât GUUAM olarak adlandırılmıştır. Türkiye ve Litvanya teşkilâtın
gözlemci üyeleridir.

22 The Eurasian Union The other EU, The Economist, http://www.economist.com/news/euro-


pe/21613319-why-russia-backs-eurasian-union-other-eu, (Erişim 23.08.2014).
23 Marina Sorkina, “Shanghai Cooperation Organisation (Geopolitics at the Crossroads of Eu-

rasia)”, s.53-81, http://lib.ugent.be/fulltxt/RUG01/001/458/385/RUG01-001458385_2011_


0001_AC.pdf, (Erişim 10.08.2014).
182 Enerji Diplomasisi

21’inci yüzyılda Doğu Avrupa, Karadeniz, Güney Kafkasya, Hazar Havzası


ve Orta Asya’da Rusya ile Batı arasındaki jeopolitik rekabet devam etmektedir. Bu
rekabet enerji kaynakları ve enerji kaynakları aktarım hatlarının kontrolü nokta-
sında sürmektedir. Ukrayna ve Gürcistan’ın AB ve NATO üyelik niyetleri son 10
yılda önemli sorunları ve çatışmaları da beraberinde getirmiştir. Gelecek dönemde
Rusya ile Batı (AB ve NATO) arasındaki rekabetin Ukrayna, Moldova ve Gürcistan
üzerinden yürütüleceği görülmektedir. Bu üç ülke enerji kaynaklarının Batı pazarla-
rına ulaştırılmasında kilit aktör konumunda bulunmaktadırlar. Bu üç ülkenin hangi
tarafta kalacağı jeopolitik rekabetin de sonucunu belirleyecektir. 21 Kasım 2013’te
Ukrayna’da başlayan ve giderek derinleşen krizi de bu jeopolitik rekabetin bir par-
çası olarak okumak gerekmektedir. Bu kapsamda Ukrayna krizi AB’nin enerji gü-
venliği konusu ile yakından ilgilidir.

Ukrayna Krizi ve Avrupa Birliği Enerji Güvenliği


2003 ve 2004 yıllarında Gürcistan (Kadife/Gül Devrimi) ve Ukrayna’da
(Turuncu Devrim) yaşanan renkli devrimlerin bir sonucu olarak Kiev ve Tiflis’te
Avrupa-Atlantik kurumlarına entegre olmak isteyen yönetimler iktidara gelmiştir.
2004-2013 yılları arasında Mikhail Saakashvili yönetimindeki Gürcistan’da Rusya
ile ilişkiler zayıflamış, ABD ve AB ile yakın ilişkiler geliştirilmiştir. NATO ve AB
üyeliği temel hedef olarak belirlenmiştir. Bu durumu Güney Kafkasya’daki çıkar-
larına aykırı gören Moskova ise 2008 yılında Gürcistan’ın ayrılıkçı bölgesi Gü-
ney Osetya’ya bu bölgede yaşayan Rusları koruma bahanesi ile müdahale etmiştir.
Moskova 2008 yılında yaptığı bu müdahale ile Gürcistan’ın ve Batı’nın Güney Kaf-
kasya’daki girişimlerinin önüne geçmiştir. Rusya Abhazya ve Güney Osetya’nın
bağımsızlıklarını tanımış ve bu bölgelerde askerî üsler tesis etmiştir. Rusya Gürcis-
tan müdahalesinin ardından dikkatini Ukrayna üzerine yoğunlaştırmıştır.
2005 yılında Ukrayna’da iktidara gelen Batı yanlısı Victor Yuşenko 2010 yı-
lında yapılan seçimlere katılmamış, onun yerine başbakan Yulia Timeşenko eski
başbakanlardan Rusya yanlısı Victor Yanukoviç’e karşı yarışmıştır. Rusya’nın, Uk-
rayna’daki Rusların ve Rusya yanlısı Ukraynalıların desteğini alan Yanukoviç seçi-
mi kazanarak Kiev’de iktidarı ele almıştır. Bu iktidar değişimi ile 2005-2010 yılları
arasında Ukrayna’da hâkim olan Batı yanlısı eğilim Kiev yönetiminden uzaklaştı-
rılmıştır. 2010 yılında Yulia Timeşenko Rusya ile yaptığı bir doğal gaz antlaşma-
sında usulsüzlük yaptığı ve ülke çıkarlarını korumadığı için yedi yıl hapse mahkum
edilmiştir.24 Yanukoviç’in muhalif grupları bastırma girişimi olarak değerlendirilen

24 Uğur Özgöker, “Yeni Soğuk Savaşın Eşiğinde: Ukrayna ve Kırım”, http://www.euractiv.


com.tr/politika-000110/analyze/ugur-ozgoker-yeni-soguk-savas-esiginde-ukrayna-ve-ki-
rim-029313, (Erişim 12.03.2014).
Ufuk Cerrah 183

bu hareket ABD ve AB tarafından kınanmış ve Timeşenko’nun hapisten çıkarılması


için Kiev Yönetimine baskı yapılmıştır.
Victor Yanukoviç iktidara gelir gelmez Rusya ile Ukrayna arasındaki ilişkileri
geliştirme yönünde adımlar atmıştır. Öncelikle süresi 2017 yılında dolacak olan
Rusya’nın Sivastopol (Kırım) askerî üssünün süresini yapılan bir antlaşma ile 25
yıl uzatmıştır.25 Rusya bu antlaşma ile hem Kırım hem de Karadeniz üzerinde jeo-
politik avantaj elde etmiştir. Bu üssün kira geliri de Ukrayna’ya satılan doğal gaz
üzerinden ödenmeye başlanmıştır. Yine bu dönemde Rusya ile Ukrayna arasında
serbest ticaret antlaşması imzalanmıştır. Yapılan bu serbest ticaret antlaşması Uk-
rayna’nın endüstri bölgesi olan doğusunda (Harkiv, Luhansk ve Donetks) yaşayan
Rusların ve Rusya yanlısı Ukraynalıların ekonomik olarak Rusya ile daha da enteg-
re olmasını sağlamıştır.
Victor Yanukoviç NATO ile ilişkilerini azaltırken, ekonomik gerekçelerle AB
ile olan ilişkilerini devam ettirmiştir. AB’nin 2009 yılında başlattığı Doğu Ortaklı-
ğı (Eastern Partnership) programına Beyaz Rusya, Moldova, Gürcistan, Ermenis-
tan ve Azerbaycan’la birlikte yer almıştır. Buna rağmen, Rusya’nın sahip olduğu
doğal gaz ve petrolün Avrupa pazarlarına aktarılmasında önemli bir transit ülke
konumunda olan Ukrayna’nın 2010 yılından itibaren Rusya’nın etkisi altında oldu-
ğunu söyleyebiliriz. AB enerji güvenliğini göz önünde bulundurarak Ukrayna’nın
Avrupa-Atlantik kurumlarına dâhil olmasını, serbest piyasa ekonomisine tam ge-
çiş yapmasını, demokrasi, insan hakları, azınlıkların korunması ve hukuk devle-
ti konusunda gerekli reformları yapmasını ve her şeyden önemlisi Moskova’nın
etkisinden kurtulmasını istemiştir. Bu kapsamda AB Ukrayna ile Doğu Ortaklığı
programı çerçevesinde Ortaklık ve Kapsamlı Serbest Ticaret Antlaşması yapmak
istemiştir. Brüksel ve Kiev arasındaki müzakereler sonucu söz konusu antlaşmala-
rın 28-29 Kasım 2013’te AB’nin Vilnius Zirvesinde imzalanması kararlaştırılmış-
tır. Bahse konu antlaşmaların Ukrayna açısından önemli kazançlar getireceği bir
gerçek olduğu için Yanukoviç yönetimi bu antlaşmaları imzalamak istemiştir. AB
antlaşmaların imzalanabilmesi için Timeşenko’nun serbest bırakılmasını şart koş-
muştur. Fakat Yanukoviç en önemli siyasi rakibinin serbest bırakılması konusunda
isteksiz davranmıştır. Bununla birlikte Moskova yönetimi AB ile Ukrayna arasında
yapılacak kapsamlı serbest ticaret antlaşmasının Rusya’nın ekonomik çıkarlarına
zarar vereceğini açıklamış, eğer antlaşma imzalanırsa Ukrayna’ya olan doğal gaz
akışını keseceğini açıklamıştır. Bu durum hem Rus doğal gazına bağımlı Ukrayna
ve Avrupa’yı hem de transit geçişten kazanç sağlayan Ukkrayna’yı doğrudan etki-
lemiştir. Yanukoviç, Vilnius Zirvesinden önce AB’ye başvurarak doğal gaz kesin-

25 Russian troops storm Ukrainian bases in Crimea, http://www.bbc.com/news/world-euro-


pe-26698754, (Erişim 22.03.2014).
184 Enerji Diplomasisi

tisinden kaynaklanacak Ukrayna’nın ekonomik kayıplarının karşılanmasını istemiş


ve 10 milyar dolarlık bir yardım talep etmiştir. Fakat kriz içerisinde bulunan AB
bu yardımı çok bularak vermek istememiştir. Bunun üzerine Yanukoviç Vilnius’ta
söz konusu antlaşmaları imzalamamış ve aynı zamanda Timeşenko’yu da serbest
bırakmamıştır. Bütün bu olaylar başkent Kiev’de 21 Kasım 2013’ten itibaren AB ile
ortaklık ve kapsamlı serbest ticaret antlaşmasının imzalanması yönünde gösterilerin
başlamasına yol açmıştır, 28-29 Kasım 2013’te Vilnius’ta antlaşmaların imzalan-
maması üzerine gösteriler daha da yoğunlaşmıştır.26
AB ile ortaklık ve kapsamlı serbest ticaret antlaşmasını imzalamayan Yanuko-
viç Rusya ile olan ilişkilerini daha da sıkılaştırmıştır. Moskova ve Kiev arasında 17
Aralık 2013’te imzalanan antlaşma ile Moskova Ukrayna’ya 15 milyar dolar yar-
dım yapma taahhüdünde bulunmuştur. Bununla birlikte bin metreküpü 400 $’dan
sattığı doğal gazın fiyatını 285.5 dolara indirmiş ve Yanukoviç yönetimine olan
desteğini sürdüreceğini beyan etmiştir. Kiev ile Moskova arasındaki bu antlaşma
Batı yanlısı grupların tepkilerini daha da arttırmış ve gösteriler daha da yoğun-
laştırmıştır. Yanukoviç gösterilerin önünü alabilmek için mecliste çoğunluğu olan
kendisine ait Bölgeler Partisi vasıtasıyla gösterileri, haberleşme, internet, yürüyüş
ve protestoları kısıtlayan bir yasa kabul ettirmiştir. Bu ise gösterilerin daha da art-
masına ve Yanunkoviç karşıtlığına dönüşmesine yol açmıştır. ABD ve AB de Kiev
yönetimi üzerindeki baskılarını arttırmıştır. Bütün bu baskıların sonucu olarak 21
Şubat 2014’te Victor Yanukoviç ülkeyi terk etmiştir. Ukrayna’da devlet başkanlığı
seçimlerinin yapılacağı 25 Mayıs 2014 tarihine kadar muhaliflerden oluşan geçici
bir yönetim kurulmuştur. Moskova bu olayı bir darbe olarak değerlendirmiş, geçici
yönetimi tanımamış, Ukrayna’ya yapacağı yardımları askıya almış ve doğal gaz fi-
yatını 285.5 $’dan 485.5 $ çıkarmıştır.27 Buna karşılık ABD ve AB geçici yönetimi
tanımış ve yeni Kiev yönetimine siyasi, diplomatik ve ekonomik destek vermiştir.
Geçici yönetimin göreve gelmesi ile birlikte Ukrayna’nın doğu ve güneyinde
yaşayan Rusya yanlıları yönetime karşı ayaklamışlar ve yeni bir durum ortaya çık-
mıştır. Bu gösteriler Rusya tarafından desteklenmiştir. Geçici yönetim bu ayaklan-
malara karşı sert tedbirler almış ve bu gösterileri terörist hareketler olarak değerlen-
dirmiştir. Rusya geçici yönetimin Rusya yanlısı gruplara karşı tedbirlerine şiddetle
karşı çıkmış ve Ukrayna’da yaşayan Rusların ve Rusça konuşan halkların çıkarları-
nı korumak için müdahale edeceğini söylemiştir. Bu kapsamda Kırım’daki olaylar

26 Max Fisher, “What is the Ukraine Crisis?”, http://www.vox.com/cards/ukraine-everyt-


hing-you-need-oknow/what-is-the-ukraine-crisis, (Erişim 03.09.2014).
27 “Ukrayna ile Rusya Arasındaki Anla mazlık Yeni Doğalgaz Krizine Yol Açtı”, http://www.

euractiv.com.tr/enerji/article/ukrayna-ile-rusya-arasindaki-odeme-anlasmazligi-yeni-dogal-
gaz-krizi-beklentisine-yol-acti-029672, (Erişim 03.09.2014).
Ufuk Cerrah 185

artmıştır. Kırım’da yaşayan 2 milyon halkın %59’u Rus, %12’si ise Tatarlardan
oluşmaktadır ve geriye kalanlar ise Ukraynalıdır. Bu bölgede yaşayan halk, yaşanan
olaylar karşısında kendi meclisleri vasıtasıyla bağımsızlık için referandum kararı
almışlarıdır. 16 Mart 2014’te yapılan referandumla Kırım bağımsızlığını ilân etmiş
ve Rusya’ya katılmaya karar vermiştir. Bu karar Rusya tarafından kabul edilmiş
ve böylece Kırım Rusya tarafından ilhak edilmiştir. Bu ilhak uluslararası kamuoyu
tarafından kabul edilmemiştir.
Kırım’ın ilhakı Ukrayna’da yaşanan krizi daha da derinleştirmiş, Kiev yö-
netimi ile Moskova arasındaki ilişkiler daha da bozulmuştur. ABD ve AB Rusya
üzerinde baskı oluşturmuş, Kırım’ın ilhakında sorumlu gördükleri bazı Rusya ve
Ukrayna vatandaşlarına yaptırım kararı almışlardır. Bu kişilerin seyahatlerine kı-
sıtlama getirilmiş, ticari faaliyetleri askıya alınmış ve hesapları dondurulmuştur.
Kırım’ın ilhakından sonra Rusya’nın Karadeniz havzasında stratejik üstünlük sağ-
ladığı değerlendirilmektedir.
Kırım’ın ilhakından sonra Ukrayna’nın doğusunda Harkiv, Luhansk ve Do-
netsk’te Moskova’nın desteği ile gösteriler daha da artmıştır. Ukrayna bu bölgelere
müdahalede bulunmuş ve fakat silahlı gruplar karşısında başarılı olamamıştır. Bu-
nunla birlikte Rusya Ukrayna’nın doğu sınırına asker yığmış ve askeri tatbikatlar
icra etmeye başlamıştır. Gelinen bu durum krizi daha da derinleştirmiş, Batı Uk-
rayna’ya desteğini açıklamış ve yaptırım uyguladığı kişi sayısını arttırmıştır. ABD
yaptırımlar konusunda daha ısrarcı davranırken, Rusya ile ekonomik ilişkileri olan
Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri yaptırımlara karşı çıkmıştır. Rusya ile AB arasındaki
ticaret hacmi yaklaşık 330 milyar dolardır.28 Rusya ile ABD arasında ise ticaret
hacmi yaklaşık 38 milyar dolardır. Bu rakamlar da göstermektedir ki ekonomik
açıdan Rusya ve AB birbirlerine bağımlıdırlar. Bu nedenle ekonomik yaptırımlar
konusunda ABD ile AB arasında görüş farklılıkları bulunmaktadır. Bu durum Mos-
kova’nın elini güçlendirmektedir. Bununla birlikte Polonya ve Baltık ülkeleri ken-
dilerini Rusya’nın yakın tehdidi altında gördükleri için yaptırımların arttırılmasını
ve kendi ülkelerinde NATO’nun varlığının arttırılmasını istemişlerdir.
25 Mayıs 2014 seçimlerini Ukrayna’da Batı yanlısı Petro Poreşenko kazanmış,
seçimler ülkenin doğu ve güneyi ile Kırım’da yapılamamıştır. Rusya kendi üze-
rindeki baskıları azaltmak ve ekonomik yaptırımları hafifletmek için seçimlerden
önce Ukrayna’nın doğusundaki tatbikatlarını durdurmuş ve askerlerini geri çekmiş-
tir. Bu durum Batı tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Rusya Petro Poreşen-
ko’yu tanımış ve onunla sorunun çözümü için dolaylı müzakereler gerçekleştirmiş-

28 Uluslararası Ekonomik Göstergeler Raporu, TC Kalkınma Bakanlığı, Ankara, 2013, s.106-


107.
186 Enerji Diplomasisi

tir. Moskova Ukrayna’da yaşayan Rusların ve Rusça konuşan halkların çıkarlarını


koruyacağını belirtmiş, Ukrayna’da ayrılıkçılara destek verdiği yönündeki iddia-
ları reddetmiştir ve Kiev yönetimine ayrılıkçılarla müzakere etmesini söylemiştir.
Bununla birlikte seçimlerden önce Dunbass olarak bilinen bölgede Luhansk Halk
Cumhuriyeti ve Donetsk Halk Cumhuriyeti adı ile bağımsızlık ilanları gerçekleş-
miştir. Poreşenko yönetimi Batı’nın da desteğini arkasına alarak Beyaz Rusya’nın
başkenti Minsk’te ayrılıkçılarla görüşmüştür. Görüşmelere Ukrayna adına eski dev-
let başkanı Leonid Kuçma, ayrılıkçıların temsilcileri ve Rusya katılmıştır. Bu mü-
zakere süreci devam etmekle birlikte, henüz kalıcı bir çözüme ulaşılamamıştır.29
Moskova kendisi ile Kiev arasındaki sorunları ekonomik temelli olarak ta-
nımlamıştır. 28 Haziran 2014’te AB ile Ukrayna’nın ortaklık ve kapsamlı serbest
ticaret antlaşması imzalaması Moskova’yı rahatsız etmiştir. Moskova Ukrayna’ya
olan doğal gaz akışını durdurmuştur. Bu antlaşmanın Ukrayna ile arasında mevcut
serbest ticaret antlaşması nedeni ile kendi çıkarlarına zarar verdiğini belirtmiştir.
Bu antlaşmanın uygulanması AB tarafından bir yıl ertelenmiştir. Moskova ikinci
sorun alanı olarak Ukrayna’nın birikmiş doğal gaz borçlarını göstermiştir. Yaklaşık
4,5 milyar $ olarak açıklanan borçların Kiev tarafından hemen ödenmesini istemiş-
tir. Kiev bu borcun bir kısmını ödese de tamamını kapatamamış ve iki ülke arasın-
daki anlaşmazlık devam etmiştir. Bir diğer sorun ise Rusya’nın Ukrayna’ya pahalı
doğal gaz satmasıdır. Rusya Beyaz Rusya’ya bin metre küpü 170 dolar, Ermenis-
tan’a 189 dolardan doğal gaz satarken, Ukrayna’ya 485,5 dolardan satmaktadır.
AB ülkelerine ise ortalama 385 dolardan doğal gaz satmaktadır. Rusya AB üyesi
ülkelere de farklı fiyatlar uygulamaktadır.30 Kendisi ile yakın stratejik ilişkileri bu-
lunan ülkelere daha uzcuz doğal gaz satarken, bazı ülkelere ise yüksek doğal gaz
fiyatı uygulamaktadır. Bu durum aynı ekonomik sistem içinde bulunan AB üyesi
devletler arasında haksız rekabete yol açmaktadır. AB ortak bir dış ve güvenlik
politikası belirleyememenin yanında aynı zamanda ortak bir enerji politikası ürete-
bilecek mekanizmaları da hâlen oluşturamamıştır. Bu nedenle üye ülkeler arasında
farklılıklar bulunmaktadır. Bu durumdan mağdur olan AB üyesi devletler Birlik
içerisinde “Enerji Birliği”nin tesis edilmesini istemektedirler. Hâlihazırda Birlik
düzeyinde enerji politikalarının oluşturulmasında üye devletler arasında oy birliği
esası uygulanmaktadır. Enerji politikaları Komisyon’un bu işlerden sorumlu üyesi
tarafından koordine edilmektedir.

29 Nick Cunningham, “Russia Needs to Sell Gas More Than EU Needs to Buy It”, http://oilp-
rice.com/Energy/Energy-General/Russia-Needs-to-Sell-Gas-More-than-EU-Needs-to-Buy-it.
html, (Erişim 04.03.2014).
30 “Ukrayna ile Rusya Arasındaki Doğalgaz Görüşmeleri Sonuçsuz Kaldı”, http://www.eurac-

tiv.com.tr/enerji/article/ukrayna-ile-rusya-arasindaki-dogalgaz-gorusmeleri-sonucsuz-kal-
di-029816, (Erişim 16.06.2014).
Ufuk Cerrah 187

Ukrayna’da Kiev yönetimi ile ayrılıkçılar arasında 5 Eylül 2014 tarihinden bu-
yana bir ateşkes durumu söz konusu olsa da ülkenin güney ve doğusundaki çatışma-
lar devam etmekte ve Kırım’ın Rusya tarafından işgâl edilmiş durumu sürmektedir.
Ukrayna özellikle 2003 yılından itibaren Rusya ile Batı (ABD ve AB) arasında ya-
şanan jeopolitik rekabete konu olmuştur. Avrasya’da doğu ile batıyı birbirine bağ-
layan coğrafî konumu ile Ukrayna jeostratejik öneme sahip bir ülkedir. Ukrayna’da
ülkenin doğu ve güneyinde yaşayan Ruslar ve Rusça konuşan Ukraynalılar Mosko-
va ile yakın ilişkiler geliştirmek istemektedir. Ülkenin bu kesimi ekonomik olarak
Rusya ile entegre olmuş durumdadır. Milliyetçi Ukraynalılar ise ülkenin orta ve batı
kesimlerinde yaşamakta, genellikle tarımla uğraşmakta ve AB ülkeleri ile tarıma
dayalı ticari ilişkiler geliştirdikleri için AB’ye uyum sağlamak ve üye olmak iste-
mektedirler. Ukrayna’nın doğu ve batı kesimlerinin mevcut bu durumu Ukrayna’da
meydana gelen gelişmelerin de temel sebebidir. ABD ve AB ile Rusya arasındaki
rekabet Ukrayna’daki bu ayrışma üzerinden yürütülmektedir.
Ukrayna’nın hem kendisi hem de AB üyesi ülkeler ekonomileri için gerekli
olan enerjinin önemli bir kısmını Rusya’dan ithal etmektedirler. Enerji konusunda
Rusya’ya bağımlılık Ukrayna’da %60, AB’de ise %30 seviyelerindedir. Bu bağım-
lılık Ukrayna ve AB’de hassasiyet yaratmaktadır. Buna karşılık olarak Rusya’da
enerji ihracatının 2/3’ünü Avrupa’ya yapmaktadır. Rus ekonomisi enerji ihracatına
dayanmakta, AB üyesi ülkelerden de ithalat yapmaktadır. Kısacası AB ve Rusya
arasında ekonomik karşılıklı bağımlılık oluşmuş durumdadır. Ukrayna bu ekono-
mik karşılıklı bağımlılığın düğüm noktasıdır. Ukrayna’da yaşanan kriz bu neden-
le AB ve Rusya’da ciddi rahatsızlık yaratmış ve ekonomik kayıplara yol açmıştır.
Rusya ile yakın ekonomik ilişkileri olan Almanya, İtalya ve Fransa gibi büyük ül-
kelerle, bazı Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ulusal ekonomik çıkarlarını düşünerek
Rusya’ya uygulanan yaptırımlara karşı çıkmıştır.
5 Eylül 2014’te yapılan ateşkes sonrası dönemde Poreşenko ülkenin doğu ve
güney bölgelerinde yaşayan ayrılıkçılara özerklik verilmesi ve ağır suçlara karışma-
yan tutukluların serbest bırakılması için çalıştıklarını açıklamıştır. Kırım’ın Rusya
tarafından işgâl edilmiş durumu ise sürmektedir. Ukrayna ile Rusya arasında doğal
gaz fiyat anlaşmazlığı devam etmekte ve Kiev’in Moskova’ya ödenmemiş doğal
gaz borcu bulunmaktadır. Önümüzdeki günlerde bu konuların çözümü gerekecek-
tir. Ekonomik krizden kurtulmaya çalışan AB ekonomisi için enerjinin istikrarlı bir
şekilde temini ve özellikle kış aylarında büyük önem taşıyan doğal gazın Avrupa’ya
kesintisiz aktarılması önem arz etmektedir.
188 Enerji Diplomasisi

Sonuç ve Değerlendirme
Soğuk Savaş’ın sona ermesi bir dönemi sona erdirmiş ve yeni bir uluslararası
sistemin doğmasına zemin hazırlamıştır. Tek kutuplu dünya söylemlerine karşın
uluslararası sistem Batı’nın görece güç kaybı ve diğerlerinin de güç kazanması ile
çok kutuplu bir yapıya doğru evrilmiştir. 11 Eylül terör saldırıları ve ardından Bir-
leşik Devletlerin Afganistan ve Irak harekâtları İslâm dünyası ile Batı’nın karşı kar-
şıya gelmesine neden olmuştur. Artık uluslararası sistemdeki ayrışma medeniyetler
üzerinden okunmaya başlanmıştır.
2003 yılında Washington’un Ortadoğu’ya müdahalesi enerji fiyatlarında artışa
neden olmuş ve enerji ihracatçısı ülkelerin finansal sermaye birikimleri artmıştır.
Bu kapsamda Putin yönetimi ile siyasi istikrarı yakalayan Rusya, eski küresel güç
konumuna dönmek için siyasi, ekonomik ve askerî çabalarını arttırmıştır. Mosko-
va’nın bu politikası ABD (NATO) ve AB’nin tepkisine neden olmuştur. AB’nin
Rusya’ya olan enerji bağımlılığı ve karşılıklı ekonomik bağımlılık Avrasya coğraf-
yasındaki jeopolitik ilişkileri de doğrudan etkilemiştir. Rusya sahip olduğu enerji
kaynaklarının ve bu enerji kaynaklarını dünya pazarlarına ulaştıracak aktarım hat-
larının güvenliğini en öncelikli politika olarak belirlemiştir. Bununla birlikte yaptığı
ikili antlaşmalarla Hazar havzası enerji kaynaklarını da kontrol etmek istemiştir.
Hazar havzası enerji kaynaklarının kendi üzerinden Batı pazarlarına ulaştırılması
Moskova tarafından öncelikli bir politika olarak belirlenmiştir.
Rusya’nın sahip olduğu enerji kaynaklarının Avrupa pazarlarına ulaştırılma-
sında en ekonomik yol olan boru hatları Ukrayna üzerinden geçmektedir. Enerji
aktarım hattı ülkesi olması nedeni ile Ukrayna Rusya tarafından stratejik öneme
sahip bir ülke olarak görülmüştür. Bununla birlikte Rusya’nın sınırlanması ve enerji
üzerindeki tek elinin kırılması açısından Ukrayna, Moldova ve Gürcistan gibi ül-
keler de Batı tarafından stratejik öneme sahip ülkeler olarak değerlendirilmiştir. 21
Kasım 2013’te başlayan Ukrayna krizini Avrasya’daki jeopolitik rekabetin bir so-
nucu olarak okumak gerektiğini değerlendiriyoruz ve bu krizin orta ve kısa vadede
de çözümünün zor olacağını düşünüyoruz.
Rusya ve Hazar Havzası enerji kaynaklarının dünya ve Avrupa piyasalarına
istikrarlı bir şekilde ulaştırılmasında hâlen önemli sorunlar bulunmaktadır. Bu so-
runların merkezinde de Rusya yer almaktadır. Enerji güvenliği konusu analiz edilir-
ken Ukrayna, Moldova, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Kazakistan ve Türk-
menistan sorunlarının hep birlikte bir bütün olarak analiz edilmesi gerekmektedir.
Bununla birlikte İran (enerji kaynak alanı) ve Türkiye (aktarım hattı) gibi bölgesel
aktörlerin konumları da doğru okunmalıdır. Bu iki bölgesel aktörün Rusya ve Batı
(ABD-AB) ile olan dinamik ilişkileri ve Güney Kafkasya ve Orta Asya üzerin-
Ufuk Cerrah 189

deki etkinlikleri iyi değerlendirilmelidir. Arap olmayan bu iki ülke Sunni ve Şiî
İslâm dünyasının önde gelen aktörleridir. Bölgede hem işbirliği hem de rekabetin
bütün örneklerini gösterebilecek tarihsel hafızaya sahiptirler. Yine bu iki aktörün
Arap-İslâm dünyası ile olan ilişkileri ve bölgede yaşanan gelişmelere müdahil olma
kapasiteleri de küresel enerji güvenliğini doğrudan etkileyen faktörlerdir. İran’ın
nükleer müzakere süreci, Türkiye’nin yeni dış politikası, İsrail’in konumu ve Kıb-
rıs sorunun çözümü küresel enerji güvenlik denkleminin önemli parametreleridir.
Enerji güvenliği politikalarının inşasında bu parametrelerin dikkatlice analiz edil-
mesi gerekmektedir.
İslâm dünyasında son yıllarda yaşanan Sunni-Şiî eksenli kutuplaşma ve re-
kabet de enerji politikalarına doğrudan yansımaktadır. Suudi Arabistan ve diğer
körfez ülkelerinin Basra Körfezi’nde ve Yemen’de İran’la karşı karşıya gelmeleri
bu rekabetin en önemli göstergesidir. Batı ile yakın ilişkileri bulunan Sisi yöneti-
mindeki Mısır’ın ve İsrail’in konumları da ayrıca bu enerji güvenliği denklemine
dahil edilmelidir. Enerji zengini Sudan ve Nijerya gibi Afrika ülkelerinde yaşanan
törör olayları ve istikrarsızlıklar ile Cezayir’in ve özellikle de Libya’nın içinde bu-
lunduğu durum Avrupa Birliği enerji güvenliğini doğrudan etkilemektedir. ABD ve
Avrupa’nın dışında Afrika’da küresel bir aktör olarak Çin’in de varlık gösterdiği
görülmektedir. Özellikle Çin’in Sudan konusunda önemli yatırımları bulunmakta-
dır. Dolayısıyla AB; Afrika ve Afrika’nın sahip olduğu enerji kaynakları konusunda
Çin gibi bir aktörü de dikkate almak zorundadır.
Avrupa Birliği kendi enerji güvenliğini temin edebilmek maksadıyla; ABD,
Rusya, Çin gibi küresel aktörleri; İran, Türkiye ve Mısır gibi bölgesel aktörleri;
enerji kaynak alanları ve enerji aktarım hatları üzerindeki jeopolitik problemleri
gözönünde bulundurmak durumundadır. Bu ise ortak bir dış ve güvenlik politikası
ile mümkün görünmektedir. Ortak dış ve güvenlik politikası konusunda Brüksel yö-
netiminin fazla başarılı olduğu söylenemese de 2007 yılında imzalanan ve 1 Kasım
2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması ile bu konuda önemli adımlar
da atılmıştır. Bu antlaşma ile Avrupa Birliği’nde kayda değer yetkilere sahip dışiş-
leri ve güvenlik politikalarından sorumlu bir yüksek temsilcinin atanması önemli
bir gelişmedir. Avrupa Birliği bunun meyvelerini de hemen almaya başlamış gerek
P5+1 olarak bilinen İran’ın nükleer müzakereleri konusunda gerekse Kosova ve
Sırbistan arasındaki müzakerelerde söz konusu yüksek temsilci önemli ve başarılı
misyonlar üstlenmiştir. Yine Avrupa Birliği üyelerinin bazılarının Fransa liderliğin-
deki Libya operasyonu da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Kısacası ortak bir dış
ve güvenlik politikası inşa etmeden Avrupa Birliği’nin enerji güvenliğini sağlaması
mümkün değildir. Enerji güvenliği konusu jeopolitik bir meseledir ve bu şekilde ele
alınmayı gerektirmektedir.
190 Enerji Diplomasisi

Avrupa Birliği enerji güvenliği konusunun bir boyutunu ortak dış ve güvenlik
politikası oluştururken, diğer yönünü de Birlik çapında ortak bir enerji politikasının
inşası oluşturmaktadır. Avrupa Birliği geniş ve ortak bir pazarı temsil etmektedir
ve bu pazarın rekabet gücünü arttırabilecek ortak enerji politikalarına ihtiyacı bu-
lunmaktadır. Örneğin Rusya’nın farklı fiyatlardan farklı Avrupa Birliği üyesi dev-
letlere enerji sağlaması rekabet ilkesine aykırı görünmektedir. Üye ülkeler ortak
enerji politikasının yokluğuna dayanarak, ulusal çıkarları temelinde kendi enerji
politikalarını Avrupa Birliğine rağmen uygulamaktadırlar. Bu noktada ortak pazar
içinde rekabetin arttırılması ve korunması, arz güvenliğinin sağlanması ve sürdürü-
lebilir kalkınma temelinde çevreye duyarlı Birlik enerji politikalarının geliştirilme-
si gerektiğini ifade edebiliriz. Lizbon Antlaşmasına kadar bu yönde Birliğin almış
olduğu bir karar bulunmamasına rağmen, bu antlaşma ile birlikte enerji ve enerji
güvenliği konusunun ayrı bir başlık altında ele alındığı da görülmektedir. Avrupa
Komisyonu, Birliğin enerji politikasını, reform ve yeniden organizasyon yoluyla
yeni bir “Avrupa Enerji Birliği”ne dönüştürme amacı kapsamında, ilk etapta 1 Ka-
sım 2014 tarihinde Enerji Birliğinden sorumlu bir Başkan Yardımcısı atamış, 25
Şubat 2015 tarihinde de  “İleriye Dönük İklim Değişikliği Politikası ile Dirençli
bir Enerji Birliği için Çerçeve Strateji”  belgesini yayımlamıştır.31 Avrupa Birliği
enerji politikasının temelini; enerji arzı güvenliğinin sağlanması, tam entegre ortak
Avrupa enerji pazarının oluşturulması, enerji talebini azaltmaya katkı için enerji ve-
rimliliğinin artırılması, ekonominin karbonsuzlaştırılması ve araştırma, yenilikçilik
ve rekabetçilik oluşturmaktadır.
Özetle Avrupa Birliği enerji güvenliğinin sağlanması bir yandan ortak bir dış
ve güvenlik politikası ile diğer yandan da Birlik çapında ortak bir enerji politikası
ile mümkün görünmektedir. Avrupa Birliği hem enerji kaynak alanlarının hem de
enerji aktarım hatlarının güvenliğine yönelik politikalar inşa ederken, diğer yandan
da Birlik seviyesinde oluşturacağı ortak enerji politikası ile tam bir enerji birliğini
tesis edebilmelidir.

Kaynakça
“AB Nükleer Güvenlik Düzenlemelerini Sıkılaştırıyor”, http://www.euractiv.com.tr/enerji/ar-
ticle/ab-nukleer-guvenlik-duzenlemelerini-sikilastiriyor-029799, (Erişim 12.06.2014).
Adebahr, Cornelius: “Easing EU Sanctions to Iran”, Carnegie Endowment for International
Peace, http://carnegieendowment.org/2014/06/16/easing-eu-sanctions-on-iran, (Erişim
25.09.2014).

31 http://www.ab.gov.tr/index.php?p=80&l=1, (Erişim 26.04.2015).


Ufuk Cerrah 191

Aldushenko, Olesya: Russia interested in the Russian diaspora living abroad, Russia Beyond
the Headlines, 1 October 2012, http://rbth.com/articles/2012/10/01/russia_interested_
in_the_russian_diaspora_living_abroad_ 18739.html, (Erişim 25.09.2014).
Bilge Adamlar Kurulu Raporu, “Karadeniz’deki Gelişmeler ve Türkiye, Rapor No:62, İs-
tanbul, 2014, s.11, http://www.bilgesam.org/Images/Dokumanlar/0-96-2014090344ka-
radeniz1.pdf, (Erişim 11.09.2014).
Bilge Adamlar Kurulu Raporu, Rapor No:60, İstanbul, 2014, http://www.bilgesam.org/Ima-
ges/Dokumanlar/0-96-2014042413kafkasya-raporuinternet1.pdf, (Erişim 25.09.2014).
BP Statistical Review of World Energy, June 2013, http://www.bp.com/content/dam/bp/pdf/
statisticalreview/statistical_review_of_world_energy_2013.pdf, (Erişim 25.09.2014).
Braun, Jan Frederick: “EU Energy Policy Under the Treaty of Lisbon Rules: Between a New
Policy and Business as Usual”, EPIN Working Paper No:31, 2011, http://papers.ssrn.
com/sol3/papers.cfm?abstract_id=2001357, (Erişim 25.09.2014).
Brzezinski, Zbigniew: Büyük Satranç Tahtası, çev. Yelda Türedi, İnkilâp Yayınları, İstanbul,
2005.
Buchan, David: Europe’s Energy Security - Caught Between Short-term Needs and Long-
term Goals, The Oxford Institute for Energy Studies, July 2014, s.5., http://www.
oxfordenergy.org/2014/07/europes-energy-security-caught-between-short-term-nee-
ds-and-long-term-goals/, (Erişim 25.09.2014).
Cunningham, Nick: “Russia Needs to Sell Gas More Than EU Needs to Buy It”, http://oilp-
rice.com/Energy/Energy-General/Russia-Needs-to-Sell-Gas-More-than-EU-Needs-to-
Buy-it.html, (Erişim 04.03.2014).
Çakmak, Haydar: Avrupa Birliği’nin Etnik Yapısı, Kripto Yayınları, Ankara, 2012.
Davutoğlu, Ahmet: Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 39. Baskı, 2009.
Doğal Gaz Piyasası 2013 Yılı Sektör Raporu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, Ankara,
2013.
Dugin, Aleksandr: Rus Jeopolitiği Avrasyacı Yaklaşım, çev.Vügar İmanov, Küre Yayınları,
İstanbul, 2003.
Energy Production and Imports, http://epp.eurostat.ec.europa.eu/statistics_explained/ index.
php/Energy_production_and_imports, (Erişim 25.09.2014).
EU Energy in Figures Statistical Pocketbook 2014, Publications Office of the European Uni-
on, Luxembourg, 2014, http://ec.europa.eu/energy/sites/ener/files/ documents/2014_po-
cketbook.pdf, (Erişim 21.04.2015).
Filoğlu, Emine: “Dünya’da ve Türkiye’de Doğal Gaz ve Shale Gas (Kaya Gazı) Teknolojileri
ve Ticareti”, Uluslararası Enerji ve Çevre Konferansı Sunumu, 25.04.2013.
Fisher, Max: “What is the Ukraine Crisis?”, http://www.vox.com/cards/ukraine-everyt-
hing-you-need-to-know/what-is-the-ukraine-crisis, (Erişim 03.09.2014).
Gündüz, M. Vedat: Kafkasya’da Siyaset, Kadim Yayınları, Ankara, 2012.
http://www.ab.gov.tr/index.php?p=80&l=1, (Erişim 26.04.2015).
192 Enerji Diplomasisi

Özertem, Hasan Selim: “Ukrayna’daki Krizin Avrupa Enerji Güvenliğine Etkisi”, USAK
Analist Dergisi, Ankara, Temmuz 2014.
Özgöker, Uğur: “Yeni Soğuk Savaş Eşiğinde: Ukrayna ve Kırım”, http://www.euractiv.com.
tr/politika-000110/analyze/ugur-ozgoker-yeni-soguk-savas-esiginde-ukrayna-ve-ki-
rim-029313, (EriŞim 12.03.2014).
Petrol Piyasası 2013 Yılı Sektör Raporu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, Ankara, 2013.
Pouyanné, Patrick: “Increasing European Energy Production”, Brussels, 2014, http://ec.euro-
pa.eu/energy/events/doc/20140521_essc_presentation_patrick_pouyanne.pdf, (Erişim
25.09.2014).
Russian troops storm Ukrainian bases in Crimea, http://www.bbc.com/news/world-euro-
pe-26698754, (Erişim 22.03.2014).
Smith, Helena: “US Vice-President Joe Biden Pushes Energy Cooperation in Visit to Cyp-
rus”, http://www.theguardian.com/world/2014/may/22/us-vice-president-joe-biden-vi-
sits-cyprus-energy-cooperation, (Erişim 25.09. 2014).
Sorkina, Marina: “Shanghai Cooperation Organisation (Geopolitics at the Crossroads of Eura-
sia)”, http://lib.ugent.be/fulltxt/RUG01/001/458/385/RUG0100145838520110001 AC.
pdf, (Erişim 10.08.2014).
The Eurasian Union The other EU, The Economist, http://www.economist.com/news/euro-
pe/21613319-why-russia-backs-eurasian-union-other-eu, (Erişim 23 August 2014).
“Ukrayna ile Rusya Arasındaki Anlaşmazlık Yeni Doğalgaz Krizine Yol Açtı”, http://www.eu-
ractiv.com.tr/enerji/article/ukrayna-ile-rusya-arasindaki-odeme-anlasmazligi-yeni-do-
galgaz-krizi-beklentisine-yol-acti-029672, (Erişim 03.09.2014).
“Ukrayna ile Rusya Arasındaki Doğalgaz Görüşmeleri Sonuçsuz Kaldı”, http://www.euractiv.
com.tr/enerji/article/ukrayna-ile-rusya-arasindaki-dogalgaz-gorusmeleri-sonucsuz-kal-
di-029816, (Erişim 16.06.2014).
Uluslararası Ekonomik Göstergeler Raporu, TC Kalkınma Bakanlığı, Ankara, 2013.
Sezin İba Gürsoy / Adnan Seyaz 193

RUSYA’NIN ENERJİ POLİTİKALARI:


DAR ETKİDEN GENİŞ ETKİYE GEÇİŞ

Sezin İba GÜRSOY*, Adnan SEYAZ**

Giriş
Dış politikalara yön veren unsurlar arasında ülkelerin kimlik anlayışlarının,
askeri ve ekonomik güçlerinin, istikrarlı bir yönetime sahip olup olmamalarının,
içerisinde bulunduğu ittifakların, uluslararası örgütlere üyelik veya bu örgütlerle
olan ilişkilerinin sayılmasına çok alışığız. Ancak, tıpkı Fransa ve Almanya’nın uğ-
runa savaşmayı göze aldığı Ruhr Bölgesi’nin kömür ve çelik gibi yeraltı kaynak-
larının kullanımı da dış politika kararlarını etkilemiştir. Benzer şekilde uluslararası
arenadaki bölgesel ve küresel güçlerin Ortadoğu ülkelerine yönelik dış politika ka-
rarlarının bu ülkelerin doğal kaynaklarına göre farklılaştığını görmekteyiz. Üstelik
endüstri devriminin etkisi ve ilerleyen teknoloji savaş araçlarının gelişmesinde ve
çoğalmasında kendisini hissettirmiş buna bağlı olarak enerji kaynaklarının önemi
artarken dış politika kararlarını da etkilediği gözlenmiştir.
Günümüzde enerji, ulaşım araçlarının kullanılabilmesinden sanayi tesisleri-
nin çalışabilmesine, ısınmadan ülke güvenliğinin sağlanmasında sürekliliğe kadar
hayati derecede öneme sahiptir. Dolayısıyla ülkeler, enerjinin temin edilmesi, trans-
ferinin sağlanması, depolanması gibi safhalarının sürekli işleyebilmesini sağlamak
amacıyla tutarlı ve gerçekçi enerji politikalarına ihtiyaç duymaktadır. Bu kapsamda
enerji açısından kendi kendine yeterli olmayan bir ülkenin amacı enerji arz gü-
venliğinin sağlanması, kaynakların çeşitlendirilmesi, rekabet koşullarının hüküm
sürmesi, en düşük ücretle en kaliteli enerjinin kullanıma sunulabilmesi olmalıdır.1

* Yrd. Doç. Dr.; Kırklareli Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi.
** Araş. Gör.; Kırklareli Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi.
1 H. Naci Bayraç, “Küresel Enerji Politikaları ve Türkiye: Petrol ve Doğalgaz Kaynakları Açı-
sından Bir Karşılaştırma”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10 (1),
Haziran 2009, ss. 118-119.
194 Enerji Diplomasisi

Önümüzdeki 30 yıl içerisinde dünya enerji talebinin %50 oranında artacağı göz
önünde bulundurulduğunda, bu amaçların gerçekleştirilmesi ülkelerin öncelikle
kendi güvenliklerini sağlamada sonra dış politika tercihlerinde ön plana çıkmak-
tadır.2Bu şartlar altında enerji arzını sağlayan ülkelerin talep eden ülkelere nazaran
kendilerine artan bağımlılıklarını küresel güç mücadelesinde kullanmaya çalışacağı
aşikardır. Enerji talep eden ülkelerse kaynak çeşitliliğini artırarak bu bağımlılığı
azaltmayı hedefleyeceklerdir. Bu yüzden de Kıbrıs adası açıklarında keşfedilen do-
ğalgaz yatakları gibi her yeni kaynak keşfi ya da son dönemde Türk Akımı olarak
adlandırılan hat gibi her yeni boru hattı bölgesel ve küresel ölçekte önem kazan-
maktadır.
İşte buradan hareketle, bu çalışmada, Sovyetlerin dağılmasından günümüze
kadar uzanan süreçte Rusya Federasyonu’nun enerji politikalarını bölgesel ve kü-
resel ölçekte göz önüne alarak değerlendirmeye çalışacağız. Her ne kadar nükleer
teknolojinin ihracı bu anlamda önemli bir yere sahip olsa da doğalgaz ve petrol
ihracı Rusya açısından sırasıyla birinci ve ikinci sırada yer almaktadır. Dolayısıyla
bu çalışmada biz de Rusya enerji politikaları ve dış politika bağlantısını incelerken
iki önemli değişken olarak doğalgaz ve petrole odaklanacağız. Rusya enerji po-
litikalarının zaman içinde dış politikasında dar bir etkiden geniş bir etkiye doğru
geçtiğini açıklamaya çalışacağız. Bu çerçevede ilk etapta Rusya’nın toparlanma
yıllarını incelerken enerji sektörünün ekonomideki yeri anlatılmaya çalışılacak, ar-
dından Rusya dış politikası enerji politikasıyla ilişkilendirilecektir. Son bölümde
ise Rusya’nın enerji konusunu dış politikada daha etkin olmak adına bir araç olarak
ne şekilde kullandığı, komşu ülkelerle bağımlılık oranları ortaya konularak, enerji
bağımlılığına alternatif çözümler incelenecektir.

Rusya Federasyonu’nda Toparlanma Yılları


Sovyetlerin dağılması bir süper gücün yok olmasını sağlayarak tek kutuplu
dünya yorumlarına neden oldu.3 Bugünlerde ise Putin yönetimindeki Rusya’dan
yeni süper güç ve bunun yarattığı gerilimden de Yeni Soğuk Savaş olarak bahse-
dildiği görülmektedir.4 Öyleyse aradan geçen yirmi beş yılda yaşanan ve Rusya’yı
yeniden ayağa kaldırdığı düşünülen yılları ve sahip olduğu enerji potansiyelini in-
celemekle başlayabiliriz.

2 Ö. Andaç Uğurlu, Çevresel Güvenlik ve Türkiye’de Enerji Politikaları (Örgün Yayınevi: İstan-
bul, 2009), s. 23.
3 Bu yorumlardan en göze çapanlarından biri için bkz: Francis Fukuyama, “The End of History”,
National Interest (Summer 1989)
4 George Bovt, “Who Will Win The New Cold War?”, The Moscow Times, 31 Mart 2015.
Sezin İba Gürsoy / Adnan Seyaz 195

Planlı Ekonomiden Serbest Piyasa Ekonomisine Geçişte Enerji


Sektörünün Yapısı
Her yönüyle planlı bir ekonomi ve kapalı bir toplumdan dünyaya açık bir
topluma geçiş, Gorbaçov’un glasnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılanma)
politikalarının sağladığı geçiş dönemine rağmen hayli zorlu olmuştur. Sovyetle-
rin çöküşü sonrasında Yegor Gaidar hükümeti şok terapi politikaları kapsamında
başlattığı özelleştirmeler ile piyasa ekonomisine geçişin önemli adımlarını atmış-
tır. Ancak tahmin edilebileceği üzere planlı ekonomiden henüz uzaklaşan ülkede
devlet mülkiyetindeki teşebbüsleri alabilecek kişiler daha önce devlet kadrolarında
yer almış ya da geçiş dönemini çok iyi değerlendirip karaborsa ile uğraşan kişiler-
le sınırlanmıştır. Şok terapi uygulamaları ile karşılaşılan yüksek enflasyon, belli
temel maddelerde yaşanan kıtlık, Rus hammaddelerinin iç piyasadaki fiyatı ile dış
pazarlardaki fiyatı arasında uçurumun olması ve yüksek faiz oranları bahsettiğimiz
sınıfın zenginleşmesine sebep olmuştur.5 Böylece, Rusya’da hem Yeltsin hem de
Putin iktidarında gerek iç politika gerekse de dış politika alanında zaman zaman
iktidarı destekleyen bazen de onunla mücadeleye girişen oligarklar ortaya çıkmış-
tır. Enerji alanında daha önce tecrübeleri bulunmayan bu sınıfın bulunduğu konum
siyasi bağlantılar ile derinleşmiştir.
Şüphesiz ekonomide yaşanan bu süreç enerji sektörünü de etkilemiştir. Bugün
sadece enerji değil yazılı basından görsel medyaya birçok alanda varlık gösteren
enerji devi Gazprom6, bakanlıktan tüzel kişiliğe yaşadığı dönüşümü 1992 yılında
özel anonim şirket statüsüne dönüştürülerek tamamlamıştır.7 Ancak özelleştirme-
lerle birlikte petrol piyasasında Sibneft ve Yukos gibi petrol devleriyle karşılaşan
devlet, Gazprom’da daha temkinli davranmış ve yaklaşık %40 hissesini korumuş-
tur. Zaten geriye kalan hisselerden de %35-40’ı Rusyalı şirketlere, %15-20’si ça-
lışanlara ve sadece %10-20’si değişen oran ve zamanlarda yabancı yatırımcılara
bırakılmıştır.8
Aslında bu dönemde ikili ilerleme kaydedilerek bir yandan özelleştirme bir
yandansa kamulaştırma yapılacaktır. Şüphe yok ki burada belirleyici olan ise dev-
letin enerji sektöründeki belirleyiciliğinin artırılması olmuştur. Zira bir kere dev-
letin hisseleri % 50’yi aştıktan sonra yabancı yatırımcılara daha fazla hisse satın

5 David M. Kotz ve Fred Weir, Gorbaçov’dan Putin’e Rusya’nın Yolu: Sovyet Sisteminin Çökü-
şü ve Yeni Rusya (İstanbul: Kalkedon, 2012), ss. 333-336.
6 1989 yılında kurulan Rusya’nın en büyük ve dünyanın en fazla doğalgaz çıkaran şirketidir:
http://www.gazprom.com/
7 Mühdan Sağlam, Gazprom’un Rusyası: Rusya’da Devletin Dönüşümü (Ankara: Siyasal Kita-
bevi, 2014), s. 115-118.
8 A.e.
196 Enerji Diplomasisi

alma imkânı verilecektir. Enerjinin dış politika aracı olarak kullanılması açısından
bu durumun iyi şekilde anlaşılması hayli önemlidir. Aşağıda 2006 yılında yaşanan
Ukrayna krizi gibi örneklerden bahsettiğimizde konu daha da netleşecektir. Yukos
Olayı9 bu konuda en net örnek olarak verilebilir. 14,7 milyar varil petrol, 7,9 tril-
yon metre küp doğalgaz rezervine ek olarak 1200 dolum istasyonu bulunan ve Rus
petrolünün yaklaşık % 20’sini çıkaran şirket hakkında Aralık 2003’te soruşturmalar
başlamış, Khodorovsky tutuklanmış, vergi kaçırma suçu tespit edilmiş ve hesap-
larına el konulmuştur. Alacakların temini için satışa çıkarılmış ve açılan ihalede
sonradan Rosneft’e10 ait olduğu ortaya çıkan adı duyulmamış Baykal Finans Grubu
ihaleyi almıştır.11 Keşif ve çıkarma işlemlerinin yanı sıra bu kaynakların transfe-
rinde de iki kamu şirketi başı çekmektedir. Petrolde Transneft12, doğalgazda ise
Gazprom sahip oldukları ve projelendirdikleri boru hatları ile günümüzde sektöre
hâkim konumdadırlar.

Bu noktada özelleştirmeler konusunda önemli adımlar atılmış olsa da Sovyet


sisteminin miras bıraktığı hantal yapı, hiyerarşik yapılanma, bankacılık sisteminin
gelişememiş olması ve sonraki on yılla karşılaştırıldığında 90’lı yıllarda petrol fi-
yatlarının düşük düzeyde seyretmiş olması Rus enerji sektörünü ciddi anlamda et-
kilemiştir.13 1996 yılında Rus petrol üretimi Sovyetlerin son yılına göre %47 daha
az gerçekleşmiş ve buna yabancı şirketlerin kısıtlanması da katkıda bulunmuştur.14
İzleyen yıllarda 1998 yılında yaşanan ekonomik krizinin de etkisiyle Rus ekono-

9 Yukos’un kamulaştırılması sürecinin sebepleri şöyle sıralanmaktadır:


a) Rus hükümetinin stratejik yeraltı kaynaklarını kendisinin idare etmek istemesi,
b) Cezalandırma yoluyla iş dünyasına mesaj verme,
c) Khodorovsky’nin iş dünyası dışındaki muhalif siyasi faaliyetleri,
d) Sibneft ile birleşerek daha da büyümesinin engellenmesi,
e) ABD firmalarına satışının önlenmesi,
f) Rus enerji ihracı ve boru hatları politikasını etkilemek istemesi.
Kaynak: Kenan Şahin, “Rusya Federasyonu Enerji Sektörünün Yapısı, Sektörde Yaşanan Ge-
lişmeler ve Rusya Federasyonu’nun G8 Başkanlığı”, T.C. Dışişleri Bakanlığı Yayınları, Ulus-
lararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, Sayı XX.
10 Yukos Olayı sonrası Mart 2013’te TNK-BP petrol şirketini alarak ülkenin en büyük petrol
şirketi olmuştur ve çoğunluğu Rus hükümetine aittir.
11 Kenan Şahin, “Rusya Federasyonu Enerji Sektörünün Yapısı, Sektörde Yaşanan Gelişmeler
ve Rusya Federasyonu’nun G8 Başkanlığı”, T.C. Dışişleri Bakanlığı Yayınları, Uluslararası
Ekonomik Sorunlar Dergisi, Sayı XX, s. 2-3.
12 Dünyanın en büyük petrol boru hattı şirketidir. Rus devletine ait şirket dünyada 70000 km’den
fazla boru hattını işletmektedir: http://www.en.transneft.ru/about/
13 Adnan Vatansever, “Russia’s Oil Exports: Economic Rationale versus Strategic Gains” Energy
and Climate Program, No: 116, (December 2010), ss. 3-5.
14 A.e. s. 4.
Sezin İba Gürsoy / Adnan Seyaz 197

misinin toparlanmasını sağlayacak adımların atılması enerji sektörünün de verimli


çalışmasına katkıda bulunmuştur. Kırım’ın ilhakı sonrası yaptırımlarla başlayan ge-
rileme dönemi hariç 2000’li yıllarda küresel piyasada yükselen petrol fiyatları da
Rus iç siyasetinde istikrarlı bir döneme girilmesiyle birlikte enerji politikalarının bir
dış politika aracı olarak kullanılmasına imkân vermiş ve bu gelişmeler Rusya’nın
2015 enerji stratejisinde de yer bulmuştur.15

Rusya Enerji Rezervleri


Kapladığı büyük kara kütlesi ve sahip olduğu zengin yeraltı kaynakları ile
Rusya, dünya enerji arz güvenliği için ihtiyaç durulan istikrar açısından kilit ko-
numdadır. Bunun yanı sıra Rus federal bütçe gelirlerinin %50’sinin petrol ve gaz
ihracatından sağlanması enerji rezervlerini hem Rus ekonomisi hem de dünya pi-
yasaları açısından daha da önemli kılmaktadır. 2013 sonu itibariyle dünyada ikin-
ci büyük doğal gaz üreticisi ve üçüncü büyük akaryakıt üreticisi olan ülke, enerji
rezervlerinde de dünyada doğalgazda en geniş rezervlere sahiptir (Şekil 1). Bu-
nunla birlikte petrol rezervlerine bakıldığında Rusya dünya üzerindeki tüm petrol
rezervlerinin onda birine sahiptir.16 2013 itibariyle 80 milyar varile denk gelen bu
rezervlerden bir önceki yıl 10,3 milyon varil üretim yapıp 7,4 milyon varilini ihraç
etmiştir.17 İhraç miktarı göz önüne alındığında ve bu miktarın da yaklaşık 5 mil-
yon varilinin alıcısının Avrupa ülkeleri olduğu düşünüldüğünde enerji rezervleri,
üretim, ihracat ve bu bağlamda ortaya çıkan bağımlılık ilgi çekici noktaya ulaş-
maktadır (Şekil 4). Devlet tarafından işletilen taşıma şirketi Transneft ihraç edilen
bu petrol miktarının %88’ini kendi boru hatları ile iletmekteyken, doğalgazda bu
misyonu Gazprom yüklenmiş durumdadır.

15 “Energy Strategy of Russia: For the Periodupto 2030”, Rusya Federasyonu Enerji Bakanlığı,
Moskova, 2010. http://www.energystrategy.ru/projects/docs/ES-2030_(Eng).pdf (Erişim: 9
Nisan 2015).
16 US Energy Information Administration, “Russia: Country Report”, March 2014, s. 1. http://

www.eia.gov/countries/analysisbriefs/Russia/russia.pdf (Erişim: 1 Nisan 2015).


17 A.e. s. 7.
198 Enerji Diplomasisi

Kaynak:US Energy Information Administration, “Russia: Country Report”, March 2014.

Şekil 1:
En Geniş Kanıtlanmış Doğalgaz Rezerv Sahibi Ülkeler, 2013
(trilyon“cubic feet”)

Görüldüğü gibi hem petrol hem de doğalgazda önemli rezervleri elinde bulun-
duran Rusya, bunları sattığı ülkeleri yeri geldiğinde elindeki enerji kartını kullanarak
zor durumda bırakmayı tercih edebilmektedir. Özellikle Suriye’de yönetimin gele-
ceği, Kırım meselesi, Yemen’e askeri müdahale gibi güncel uluslararası sorunlarda
ters düştüğü Batı ile ilişkiler de ister istemez bu durumdan etkilenmektedir. Doğu
Avrupa ve Baltık Bölgesi’nde Rusya ile komşu konumuna gelen NATO ülkelerinin
dünya enerji tüketiminin %27’sini tükettiği göz önüne alındığında dış politikada
enerji kartının ciddiyeti daha iyi anlaşılmaktadır.18 Üstelik ittifak üyelerinin yarı-
sından fazlasının (Türkiye, İspanya, Yunanistan, Almanya, Fransa vd.) enerjide dışa
bağımlılık oranı yüzde 50 veya daha büyüktür. Sadece doğalgaz düşünüldüğünde
bile Doğu Avrupa ve özellikle Baltık ülkelerinde bu oran yüzde yüzü bulmaktadır.
Bu çerçevede Rusya enerji politikaları hem ülkenin dış politikası hem de küresel
siyaset açısından önem kazanmaktadır. Örneğin Şahin, Rusya’nın insan hakları, de-
mokrasi ve siyasal haklar açısından yetersiz bulunduğunu ve G8 gibi platformlarda

18 Mehmet Efe Biresselioğlu, “NATO’nun Değişen Enerji Güvenliği Algısı: Türkiye’nin Olası
Konumu”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 9, No: 34 (Yaz 2012); İçinde: Mitat Çelikpala,
Enerji Güvenliği: NATO’nun Yeni Tehdit Algısı (İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2013),
s. 3.
Sezin İba Gürsoy / Adnan Seyaz 199

temsil edilmesine ABD senatörleri John McCain ve Joe Lieberman’ın karşı çıktığı-
nı ancak enerji krizinin başında bulunduğu terörizmle mücadele, nükleer silahların
yayılmasının önlenmesi gibi bir dizi problem etkisiyle bunun uygulanamadığını be-
lirtmektedir.19 Rezervler, bağımlılık ve küresel anlamdaki konumu açısından Rusya
Federasyonu’nun bir de enerji politikalarını nasıl belirlediğine göz atalım.

Rusya Enerji Politikaları


Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından Rus-
ya Federasyonu ekonomisi zor durumda kalmış ve çıkar yol olarak da özelleştirme-
ler yoluyla serbest piyasayı oluşturmak suretiyle dünyaya açılmayı seçmiştir. Tabii
bu durum 70’li yıllardaki petrol krizlerinin de etkisiyle birlikte düşük petrol fiyat-
larıyla birleşip Rus ekonomisini zor durumda bırakmıştır. Dolayısıyla ilk yıllarında
Rusya enerji politikaları, ekonomideki bu açığı en kolay yolla yani mevcut yeraltı
kaynaklarını kullanarak kapatma yoluna gitmiştir.
Yakıt ve Petrol Bakanlığı’nın bir anonim şirkete dönüştürülmesi ile ortaya çı-
kan Rosneftegaz’ın bu süreçte etkin olması beklenmiş, Sakhalin Adası ve Kuzey
Sibirya gibi yeni sahalar da Batılı şirketlere açılarak aktif hale getirilmeye çalışıl-
mıştır.20 Ancak, Duma21 ile hükümet arasında yaşanan anlaşmazlık yüzünden yeni
anlaşmalar yapılamamış öncekiler de uygulanamamıştır. 1998 ekonomik krizi sa-
dece Rus petrol ihracatını azaltmakla kalmamış mevcut sahalardaki üretim dahi
etkilemişve buna bağlı olarak dış ticaret açığı da artmıştır. Ekonomik kriz sonrası
toparlanmaya çalışan Rusya’da rublenin devalüe edilmesi ihracattaki artışa neden
olmuş ve Şekil 2’de de görüldüğü gibi petrol fiyatlarının yükselmesi Rus ekono-
misinin canlanmasını sağlamıştır. Doğalgazda da benzer bir süreç yaşanarak 2014
Ukrayna Krizi sonrasında yaptırımlara kadar genel olarak fiyatlar artan oranlarda
seyretmiştir.22

19 Kenan Şahin, “Rusya Federasyonu Enerji Sektörünün Yapısı, Sektörde Yaşanan Gelişmeler ve
Rusya Federasyonu’nun G8 Başkanlığı”, s. 8.
20 “History of Rosneft”, s. 1. http://www.rosneft.com/printable/about/history/ Erişim: 12 Nisan

2015.
21 Rusya Federasyonu Temsilciler Meclisi’nin alt kanadına verilen ad.

22 Küresel piyasada doğalgaz fiyatlarına ulaşmak için: http://www.tradingeconomics.com/com-

modity/natural-gas
200 Enerji Diplomasisi

Kaynak:US Energy Information Administration

Şekil 2:
Ham Petrol Fiyatları, 1985-2015

Enerji alanındaki canlanma bu değişimden etkilenmiş ve petrol ihracatı tek-


rar artışa geçmiş; böylece 90’ların başında hedeflenen petrol ve doğalgaz ihracatı
istenilen seviyelere ulaşmıştır. 1994 yılında günlük 3 milyon varilden biraz fazla
olan net petrol ihracatı 2000 yılı itibariyle 4 milyonu bulmuştur. Verilere göre de bu
artış 10 yıldan fazla süreyle devam ederek 2008 yılında 7 milyon, 2013 yılında ise
7 milyon 250 bin varile ulaşmıştır.23 Öyle ki bu sayede ihracat gelirlerinin yarısı-
nın enerji ihracatından elde edildiği Rus ekonomisi 2002-2014 arasında % 4,4’lük
ortalama büyüme oranını yakalamış, buna paralel olarak milli hâsıla ve kişi başına
düşen gelir de artmıştır.24 2000 yılında 3000 dolar civarında seyreden kişi başına
düşen gelir 2014 yılı ile birlikte 7000 dolara yaklaşarak iki katından fazla artış gös-
termiştir.25 Şüphe yok ki bu sonuçlar 2000 yılı ile birlikte Yeltsin’in yerine bıraktığı
Putin’in uyguladığı enerji politikalarının bir sonucudur. Özelleştirme furyasından
nasibini alan enerji sektörü, Putin’in enerji kaynaklarını ülkenin ulusal güvenliği

23 US Energy Information Administration, “Overview Data forRussia, 30 May 2013”, http://


www.eia.gov/countries/country-data.cfm?fips=rs#pet Erişim: 7 Nisan 2015.
24 “Türkiye Büyümede Vites Küçülttü”, MilliyetBlog, 8 Ekim 2014.

25 “Russia: GDP percapita, 1989-2015”, http://www.tradingeconomics.com/russia/gdp-per-capi-

ta Erişim: 30 Nisan 2015.


Sezin İba Gürsoy / Adnan Seyaz 201

çerçevesinde değerlendirmesi sebebiyle millileştirme yoluyla tekrar büyük oranda


devlet kontrolüne alınmıştır.26 Marshall I. Goldman’in aktardığına göre bu politika
daha 1978 yılında Pittsburgh Üniversitesi’nden iki akademisyen tarafından hazırla-
nan Stratejik Planlama ve Politika başlıklı çalışmada yer alıyordu ve Putin tezinde
bu çalışmadan altı sayfa kadarını kullanmıştı.27 Bu teze göre; ulusal şampiyon28 sa-
nayilere yatırım yapılarak kullanılacak ve bunlar özel girişim dâhilinde bir grubun
değil tüm toplumun yararına kullanılacak gelirler getireceklerdir. İşte bu yüzden
de millileştirilmeleri gerekmektedir. Buradan Gazprom’un %50’den fazlasının hü-
kümet tarafından alınmasının ve Rosneft’in kurulması ile diğer petrol şirketlerini
bünyesine katmasının arkasındaki enerji politikasını açıklayabiliriz. Yeraltı kaynak-
larını hükümet kontrolünde enerji süper gücü29 olarak kullanma politikası şeklinde
tanımlanabilecek bu adım, 2000 yılında eski nomenklatura üyesi olan Viktor Cher-
nomyrdin’in Gazprom’un başından alınması, izleyen dönemde Vladimir Gusindky,
Boris Berezovsky ve Mikhail Khodorovsky gibi isimlerin çeşitli suçlamalar ve tu-
tuklamalarla sektörden tasfiye edilmesi yoluyla netleşmiştir.30
Atılan bu adımlar ulusal enerji sektörünün hızlı bir şekilde Rusya’nın küresel
politikalarda karşılaştırmalı üstünlük sahibi bir ülke olmasını sağlamıştır. Gazprom
ve Rosneft gibi şirketler yoluyla temel enerji varlıkları üzerinde devlet kontrolü-
nün sürdürülmesi, petrol ve gaz boru hatları üzerindeki kontrolün de sağlanmasıyla
enerji kartı, Rusya dış politika anlayışında bir araç haline gelmiştir.

Rus Dış Politikasının Temel Parametreleri ve Enerji Kartı


1993 Aralık’ında kabul edilen Rusya Federasyonu Anayasası devlet başkanına
hem dış politika oluşturma hem de yürürlüğe koyma yetkisini vermektedir. Dışişleri
Bakanı, başkanın oluşturduğu politikayı gerçekleştirmekle sorumludur. Dolayısıyla
Başkan, uluslararası anlaşmaları veto etme yetkisi olan Duma’da çoğunluğu elde
ettiğinde dış politikayı tek başına yönlendirebilmektedir. Uluslararası konjonktür,
ekonominin durumu, özgüven, liderlik gibi faktörlere göre değişen dış politikanın
Sovyet sonrası Rusya’sında Yeltsin ve Putin dönemlerinde farklılaştığı ve enerjinin

26 Padma Desai, “Putin’s Russia”, Foreign Affairs, May/June 2008 Issue, Vol. 87, No: 3.
27 Marshall I. Goldman, Petrostate: Putin, Power, and the New Russia (New York: Oxford Uni-
versity Press, 2008), ss. 98-99.
28 Piyasadaki rekabet mekanizmasının aksine, sadece kar değil aynı zamanda ülke çıkarlarının

korunmasını sağlayan şirketlere ayrıcalıklar yaratan hükümet politikası.


29 Ekonomik ve siyasi avantaj sağlamak amacıyla dünya piyasasını etkileyebilecek kadar enerji

rezervlerine sahip olan ve bu enerji kaynaklarını (petrol, doğalgaz, uranyum, kömür) önemli
sayıdaki devlete ihraç eden ülke.
30 Goldman, a.g.e., s. 100.
202 Enerji Diplomasisi

kartının da bu değişime göre kullanıldığı görülmektedir. Buna göre dış politikadaki


farklılığın verilere göre değişimi bu bölümde açıklanmaktadır.

Dış Politikada Genel Seyir


İlk yıllarında Rus liderlerin dış politika alanında çok fazla seçeneği bulunmu-
yordu. Gorbaçov’un Soğuk Savaş’ı sona erdiren politikalarının devamı niteliğinde
“Atlantikçi” bir dış politika izlenerek Batı’ya yaklaşan, ekonomik entegrasyonunu
sağlamış ve gelişmesini tamamlamış bir Rusya hedefleniyordu. Dış politika tehdidi
olarak da Batı değil Soğuk Savaş mantığının tersine radikal İslam hem ülke hem de
bölgeyi istikrarsızlaştıracak bir unsur olarak görülmektedir. Bundan da önce ekono-
minin zor durumda olması sorun olarak algılanıyor ve bu sorunun çözümü için de
Batı ile iyi ilişkiler zorunlu görülüyordu.31 1993 yılından itibaren ise Rusya’nın kü-
resel siyasette kabul edilmesine odaklanan pasif dış politika daha aktif bir yörünge-
ye oturdu. “Yakın Çevre” olarak anılan bu politika ile Bağımsız Devletler Topluluğu
(BDT)’nu güçlendirmeye odaklanılmış ve BDT üyesi ülkelerdeki Rus nüfusun bu
politika çerçevesinde değerlendirilmesi benimsenmişti. Bu anlamda özellikle dok-
sanlı yılların sonuna doğru Rus Dış Politikasının Atlantik’ten Avrasya’ya kaydığını
söylemek gerekir. Bu anlayış çerçevesinde Soğuk Savaş sonrasında Atlantik çevre-
sinde oluşan yapıdan kendisini ayrıştırmaya başlayan Avrasyacılar, kendilerini ve
bölge ülkelerini Atlantik’in karşısında konumlandırmışlardır. Ancak buna rağmen,
Avrasyacılar Rus Dış Politikasına tamamıyla hâkim değildir. Örneğin; reformistler
ve oligarkların liderliğini yapan Çubais hükümeti ekonomik bütünleşmeyi daha de-
ğerli görmüş ve NATO genişlemesine ses çıkarmamıştır.32 Ancak; Yeltsin’in ikinci
dönemde tekrar seçilmesinden sonra ABD’nin NATO genişlemesine yönelmesi ve
Orta Asya ülkeleri ile doğrudan ilişki kurmaya başlaması Avrasyacıların Rus siya-
setinde daha etkin olmasına yol açmıştır. ABD’nin bu adımı doğrudan bölge enerji
rezervleri üzerinde daha fazla söz sahibi olmak istemesi ve bu bölgedeki rezervlere
olan ihtiyacının her geçen yıl artması ile ilişkilidir.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Putin’le anılan 2000’li yıllara gelindiğinde is-
tikrarlı ekonomi, GDP bağlamında her yıl %7 civarındaki artış ve bunlara bağlı artan
yabancı yatırımlar iç siyasette istikrarı doğurmuş ve özgüven artışı ile dış politikaya
da yansımaları olmuştur. “Yakın Çevre” ülkelerinde yaşanan renkli devrimler33 teh-

31 Sina Kısacık, “1990 ve 2000’li Yıllarda Rus Dış Politikasında Temel Eğilimler”, Politika Aka-
demisi, 25 Ağustos 2012, s. 2. http://politikaakademisi.org/1990-ve-2000li-yillarda-rus-dis-po-
litikasinda-temel-egilimler/ Erişim: 13 Nisan 2015.
32 A.e.

33 Gürcistan’da Gül Devrimi (2003); Ukrayna’da Turuncu Devrim (2004); Kırgızistan’da Lale

Devrimi (2005) gibi.


Sezin İba Gürsoy / Adnan Seyaz 203

dit olarak algılanarak benzerinin Rusya’da yaşanabileceği korkusu ve NATO geniş-


lemesi ile çevrelenmiş olma endişesi Rusya’yı dış politikada bir anlamda seferberli-
ğe yöneltmiştir. Egemen ekonomi ve egemen demokrasi gibi kavramlarla açıklanan
yeni politikalarıyla Rusya, 90’lı yıllarda Batı ile iyi ilişkiler bağlamında yürüttüğü
dış politikasını son on beş yılda Batılı kavramları kendi tanımladığı şekliyle uygula-
yacağını, dolayısıyla da Rusya’nın özgünlüğünü vurgulamaktadır.34 Paralel olarak
BMGK’daki veto yetkisi Putin döneminde, Suriye ve Irak’ta görüldüğü gibi, daha
sık kullanılmaya başlanmıştır. Enerji alanında da benzer atılımlar yapan Rusya,
yakın çevresindeki ülkeleri uzun dönemli anlaşmalarla kendine bağımlı kılmakta,
devlet içinde devlet olarak anılan Gazprom Avrupalı denkleriyle ortak projeler yü-
rüterek AB’nin kendisine olan bağımlılığını artırmaya çalışmaktadır.35

Enerji Kartı
Ülkede liderliğin Yeltsin’den Putin’e geçişi ile aktif bir dış politikaya yönelen
Rusya’nın enerji kaynaklarına bakışı da değişmiştir. Dış politikada enerjinin rolü
konusunda gitgide daha fazla farkındalık oluşmuş ve küresel güç olma hedefi ile
enerji ihracatından elde edilen gelirlerin üzerinde yükselmeye başlamıştır.36 İhracat
gelirlerinin yarısından fazlasını (%68, 2013)37 oluşturarak ekonomiye inanılmaz
katkıda bulunan enerji ihracatı, bir başka açıdan, dış politikada bir araç olarak kul-
lanılması bakımından ilgi alanımıza girmektedir. Öyle ki, Rus doğalgaz ihracatının
en büyük ithalatçısı Avrupa ülkeleridir.
Baltık ülkeleri ve Belarus doğalgaz ithalatlarının tamamını Rusya’dan yaptık-
ları için ve hem politik hem de ekonomik olarak bağımlı durumdalar.38 Diğer Avru-
pa ülkeleri farklı tedarikçileri olduğundan pazarlık edebilseler dahi bağımlılık oranı
AB genelinde %25 civarındadır. Şekil 4’te görüldüğü gibi Batı Avrupa’da çok daha
az olsa da Doğu Avrupa’da bağımlılık oranı %50 ve üstü şeklinde seyretmekte ve
dörtte üçü de Ukrayna topraklarından Batıya aktarılmaktadır. 2006 Ukrayna Krizi
işte tam da bu sebeple ortaya çıkmış, istenilen fiyatı ödeyemeyen Ukrayna Batıya
transfer edilen gazdan aldığı ücretin artırılmasını talep etmiştir. Taraflar anlaşma
sağlayamayınca transit hatlardan sevk edilen doğalgazı alan Ukrayna diğer ülkelere

34 Nikolai Petrov, From Managed Democracy to Sovereign Democracy”, Center forPolitical-Ge-


ographic Research, PONARS Policy Memono. 396, December 2005.
35 Kısacık, “1990 ve 2000’li Yıllarda Rus Dış Politikasında Temel Eğilimler”, s. 8.
36 Hongchan Chun, “Russia’s Energy Diplomacy toward Europe and Northeast Asia: A Compa-
rative Study”, AsiaEur J (2009) 7: 327.
37 “Dünya Enerji Görünümü”, T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Sayı 93, 11-18 Ağustos
2014, s. 5.
38 Litvanya m3 fiyatı 500 dolar ile AB içerisinde en pahalı gazı kullanmaktadır (2013)
204 Enerji Diplomasisi

yapılan sevkiyatı kesmiş ve Avrupa bir anda doğalgaz kriziyle karşı karşıya kalmış-
tır. Bu konuda Duma’nın uluslararası ilişkiler komitesinde temsilci olarak görev
yapan Konstantin Kosaçev, Rusya’nın enerjiyi dış politika silahı olarak kullandığı
iddiasını önce yalanlasa da sonrasında şöyle devam ediyor:
“Rusya eğer isterse Avrupa’nın enerji bağımlılığını bir silah ola-
rak kullanabilir. Bu yüzden AB, en kısa zamanda Rusya’ya olan güven
sorununu gidermek zorundadır. Avrupa tarafından Rusya’nın yapması
gerektiği söylenen uzun bir liste var: petrol boru hatlarının farklı hat-
larla bağlanması, yabancı şirketlere enerji sektöründe ihaleler verilmesi
vb. Bunlar sadece enerji konusu ile ilgili olanlar. Rusya neden bu tür
istekleri karşılamak ve tek taraflı olarak açılımlar yapmak zorundadır?
Bu isteklerinin Medvedev tarafından gerçekleştirilmesini bekliyorlar. Bu
talepler yerine getirilirse, Medvedev’in daha demokrat ve liberal bir lider
olacağını dile getiriyorlar. Bizim için demokrat, ilk önce onu seçenlerin
eğilimleri doğrultusunda hareket eden kişi demektir. AB ülkeleri bugün
gaz ihtiyaçlarının %60’ını, petrol ihtiyacının ise %80’ini dışarıdan temin
etmektedirler. Ve bu bağımlılığın Avrupa Komisyonu’nun tahminlerine
göre 2030 yılında %80 ve %90 seviyelerine ulaşması beklenmektedir.
Dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %75‘i İslam ülkelerinde bulunmak-
tadır. Dünyanın en büyük doğalgaz rezervleri ise Rusya’dadır. Bu bakım-
dan AB, partnerini iyi seçmelidir.”39
Avrupa Birliği içerisinde yaşanan çok seslilik, Doğu ve Batı Avrupa ülkele-
rinin farklı politikaları tam da Kosaçev’in işaret ettiği noktadan kaynaklanmakta-
dır. İspanya, Fransa, İngiltere gibi Rusya’ya çok az ya da hiç bağımlılığı olmayan
ülkelerin politikası haliyle yüzde yüz bağımlılığa sahip Baltık ülkelerinden farklı
olacaktır. Hatta az bir süre önce ekonomik kriz yaşayarak borçlarını ödeyemeyen
Yunanistan’ın AB’ye savurduğu tehditler, Aleksis Çipras’ın seçim zaferi ve ardın-
dan Kırım ilhakı sonrası uygulanan yaptırımlara rağmen Türk Akımı’nda Rusya’yla
işbirliğine girişmesi enerji kartının dış politikadaki rolünü gözler önüne sermekte-
dir. Görüldüğü gibi, Rusya’nın ihracattan elde ettiği gelirlere ihtiyacı düşünüldü-
ğünde basit bir şekilde karşılıklı bağımlılık olarak tanımlanabilecek olan bu durum,
taraflar arasında herhangi bir gerilim yaşandığında ise farklı bir hal almaktadır. Bir
başka örnek ise Gül Devrimi ve Turuncu Devrim sonrası bu ülkelere sevk edilen
doğalgazda fiyat artışına gidilmesidir.40

39 Halit Gülşen, “Rusya-AB Anlaşmazlığı ve Dış Politika Aracı Olarak Enerji”, Euractiv, 6 Şubat
2009.
40 A.g.e.
Sezin İba Gürsoy / Adnan Seyaz 205

Rus tarafı reddetse de karşı karşıya kalındığında Avrupa ülkelerinin Rusya ko-
nusunda farklı tutumlar benimsemesinde Rusya’ya enerji bağımlılığının etkisinin
olmadığını iddia etmek oldukça zordur. Zira Avrupa ülkeleri tarafından 2014 yılın-
da Kırım’ın ilhakına ciddi bir tepki verilememiştir. Ekonomik yaptırımlar benim-
senmiş olsa da Avrupa Birliği ile ortaklık anlaşması imzalama aşamasına gelen bir
Doğu Avrupa ülkesinin toprak bütünlüğünü bozan bu açık müdahale bir oldubittiye
gelmiştir. Şüphe yok ki bunda Avrupa ülkelerinin Rusya’ya olan bağımlılığı etkili
olmuştur. Benzer şekilde Türkiye, Kırım’ın ilhakını tanımasa, Suriye’de Esad’ın
gitmesi konusunda Rusya ile farklı düşünse ve hatta Kıbrıs ile ilgili sorun yaşasa
da Putin 2014 sonunda Türkiye’ye gelmiştir. Erdoğan’ın bu konudaki şu sözleri
iddiamızı destekler niteliktedir:

Kaynak: Michal Harmata and Virginijus Sinkevicius, “Gazprom vs. Chevron: A Battle of Titansover the Future
of an Energy Island”, Beyond the EU, July 19, 2013.

Şekil 4:
AB Ülkelerinde Rus Doğal Gazı Bağımlılığı

“Ne yazık ki Suriye konusunda Rusya ile hemfikir değiliz. Biz bu konuyu de-
falarca konuştuk ancak sadece zaman kaybettik. Rusya, Esad rejimini destekleme-
ye devam etmektedir. Bunun ötesinde, aramızdaki ekonomik ilişkiler mükemmel
durumda.”41

41 Semih İdiz, “Türk-Rus İlişkileri Anlaşmazlıklara Rağmen Yolunda”, Al Monitor, 21 Kasım 2014.
206 Enerji Diplomasisi

Buradan anlaşılacağı üzere sanayisinin, elektrik üretiminin ve ısınma ihtiya-


cının büyük bölümünü doğalgaza, doğalgaz ithalatının da %65’ini Rusya’ya bağ-
lamak Erdoğan’ı, Kırım’ın ilhakı, Suriye’de Esad üzerine anlaşmazlık gibi hayati
sorunları görmezden gelerek Rusya ile iyi ilişkilerine öncelik vermeye itmektedir.42
Bu da ekonomik ilişkilerin ön planda olduğunu, enerji ve gaz konusunda Rusya ile
ters düşmek istenmediğini göstermektedir.

Rusya, AB ve Türkiye Üçgeninde Enerji Güvenliği


Önce 2006 yılında Ukrayna daha sonra da 2007 yılında Belarus üzerinden
geçen boru hatlarından sevk edilen doğalgaz akışının durdurulması üzerine doğan
kriz, enerji güvenliği meselesini AB dış politika gündeminde ön sıraya taşımış-
tır. Rusya’nın ihraç ettiği gazın yaklaşık %80’inin Ukrayna üzerinden geçen boru
hatlarıyla taşınması şüphe yok ki hem kaynak hem de güzergâh çeşitlendirmesi
gerekliliğine işaret etmektedir. Tekin ve Williams’a göre, AB’nin petrolde kendi-
ne yeterlilik oranı 1997’den 2007 yılına %24’ten %16’ya düşerken doğalgazda da
%56’dan %40’a düşmüştür. Üstelik Avrupa Komisyonu’nun kaynak çeşitlendiril-
mesi konusundaki kararına rağmen yakın zamanda böyle bir çeşitliliğin oluşmasına
dair umut bulunmamaktadır.43 Bu sebeple de gaz ithalatını alternatif tedarikçi ülke
yerine alternatif güzergâhlarla desteklemek daha akılcı görünmekte ve kısa vadede
krizlerin engellenmesi açısından gerçekçi bulunmaktadır. Sovyet döneminde oluş-
turulan entegre güzergahların bugün birbiriyle yarışan ülkelerden geçmesi krizlerin
tekrarlanacağının garantisi gibi görülebilir. Zaten 2008 ve 2009 yıllarında bir kez
daha Rusya ödenmeyen faturalar sebebiyle Ukrayna’yı uyardığında devlet liderle-
rinden gazı kesme tehditleri yükselmiştir.44
İşte Rusya’dan Türkiye’ye Karadeniz’i geçerek uzanan Mavi Akım’a paralel
Mavi Akım II veya Karadeniz’den doğrudan Bulgaristan’a uzanacak olan (ve iptal
edilen) Güney Akım projeleri bu krizleri aşmak üzere planlanmıştır. Baltık ülke-
leri ve Polonya gibi Rusya karşısında konumlanmış olan ülkelerin yanı sıra şimdi
Rusya ile derin kriz içerisinde olan Ukrayna’yı da bypass edecek olan bu hatlar
Rusya’ya doğrudan Batı’ya ulaşma imkânı verecektir. Böylece hem transit ülkelerle
uğraşmaktan kurtulacak hem de Nabucco veya TANAP gibi Avrupa’nın ihtiyacını

42 33 milyar dolara varan ticaret hacmi, nükleer santral anlaşması ve milyonlarca Rus turistin
ülkeyi ziyaret etmesi diğer etkenler olarak belirtilmelidir.
43 Ali Tekin ve Paul A. Williams, EU-Russia Relations and Turkey’s Role as an Energy Corridor,

Europe-AsiaStudies, Vol. 61, No. 2, March 2009, s. 339-340.


44 Simon Pirani, Jonathan Stern, Katja Yafimava, “The Russo-Ukraininan Gas Dispute of January

2009: A Comprehensive Assessment”, Oxford Institute for Energy Studies, February 2009, NG
27.
Sezin İba Gürsoy / Adnan Seyaz 207

karşılayacak olan hatlarla yarışabilecek belki de bu hatların inşa çalışmalarını boşa


çıkarabilecektir.

Kaynak: “Russia, KeyFacts”, BBC.

Şekil 5:
Avrupa’da Ana Petrol ve Gaz Boru Hatları

Avrupa Birliği’nin enerji ihtiyacını karşılayacak doğalgaz ile petrol rezervle-


rinin yoğun bulunduğu bölgeler göz önüne alındığında ekonomik ve siyasi olarak
nispeten istikrarlı bir ülke olan Türkiye ilk akla gelecek güzergâh olmaktadır. Bu
şartlar altında AB ülkelerinin tercihi Rusya’ya alternatif güzergâhlar yaratmak ve
tedarikçi ülkeleri artırmaktır. Böylelikle hem kaynağını artıracak hem de güzer-
gâhlarını çoğaltabilecektir. Dünyanın kanıtlanmış doğalgaz ve petrol rezervlerinin
%70’ine coğrafi olarak yakın bulunan Türkiye’nin önemi, diğer alternatiflerin 2006
Ukrayna, 2007 Belarus Krizi gibi gelişmelerle gözden düşmesi sonucu iyice art-
maktadır. Nitekim Kırım’ın ilhakı sonrası Rusya’ya karşı yaptırımlar kabul eden
Avrupa Birliği’nin sert tutumu ve projeye destek veren Avusturya, İtalya, Bul-
garistan gibi ülkelerin yüz çevirmesi karşısında Rusya Güney Akım projesinden
vazgeçtiğini ilan etmiştir.45 Bu hatta alternatif olarak Türk Akımını ilan etmesi ise

45 Güney Akım’ın iptali hakkında daha fazla bilgi için: “Pipe Down”, The Economist, December
6 2014. http://www.economist.com/news/europe/21635504-russias-cancellation-big-pipeli-
ne-has-taught-its-friends-lesson-pipe-down Erişim: 17 Nisan 2015.
208 Enerji Diplomasisi

TANAP’ta imzaların atılmasından hemen öncesine denk gelerek Türkiye’nin enerji


koridoru olma yolundaki adımları olarak görülebilir. 2020’de Avrupa’ya ilk gaz
transferini gerçekleştirmeyi amaçlayan TANAP, Avrupa’nın Rusya’ya olan bağım-
lılığını azaltmayı ve yılda 16 milyar m3 gaz46 sevk etmeyi amaçlamaktadır. Brüksel
destekli Nabucco’nun iptali sonrası, Hazar Denizi Şahdeniz II sahasının doğalga-
zını Batı’ya ulaştıracak projenin imza töreninde Cumhurbaşkanı Erdoğan bir kez
daha Türkiye’yi enerji dağıtımında bölgenin dağıtım merkezi yapmak istediklerini
tekrarlayarak bu projelerin devam ettirileceği sinyalini vermiş, böylelikle Türki-
ye’nin rolünü geliştirmiştir.47
Avrupa ve Türkiye için kullanılabilir doğalgaz ve petrol rezerv alanlarını Ha-
zar, Orta Doğu ve Afrika havzaları olmak üzere değerlendirecek olursak Avrupa
ülkelerinin güzergâh ve kaynak çeşitlendirmesi yapsa dahi Rusya’ya olan bağım-
lılıklarının devam edeceği öngörülmektedir. Zira TANAP başarıyla devam ediyor
olsa da Türkmen gazı ve Kazakistan’ın rezervleri hâlihazırda boru hatları ile Rusya
üzerinden Avrupa’ya sevk edilmekte ve Rusya’nın bu eski Sovyet ülkelerinde ciddi
siyasi bir ağırlığı olduğu bilinmektedir. Ayrıca, petrol ve doğalgaz fiyatları ne ka-
dar artarsa bahsedilen alternatif boru hattı projelerinin inşası mali açıdan kârlı hale
gelmektedir. Çünkü inşa maliyeti sabit iken petrol ve doğalgaz fiyatlarının artması
projeyi uzun vadede karlı hale getirmektedir. Oysa son bir yıldır petrol fiyatları
120 dolardan 50 doların altına inmiş son günlerde yaşanan artışla yeniden 60 dola-
rı görmüştür. Dolayısıyla, yeni projelerin inşasını zora sokmuştur ki zaten Güney
Akım projesinin aniden iptalinin altında yatan sebeplerin en önemlilerinden biri
de ekonomik açıdan çok maliyetli olmasıdır.48 Bu yüzden de enerji koridoru olma
hedefini gerçekleştirmek için Türkiye, hem siyasi hem de ekonomik istikrar açı-
sından bu alanda yatırım yapacak şirketleri cezbedici konumda olmalıdır. Avrupa
Birliği ise Hazar Havzası, Orta Doğu ülkeleri ve Afrika şeklinde üçe ayırabileceği-
miz tedarikçi bölgeleri iyi değerlendirmelidir. Daha gerçekçi olduğu açıkça görülen
İran, Irak ve Mısır gibi ülkelerden yararlanmasının yanı sıra Hazar havzasındaki
ülkelerden de Rusya’yı bypass ederek enerji ithalatını gerçekleştirmek için çaba
sarf etmelidir.49 İstikrarsızlaşan Ukrayna, Rusya’nın Kafkasya’daki etkinliği, Orta
Doğu ülkelerindeki iç savaş ve Afrika’dan kurulacak bağlantıların daha maliyetli

46 Avrupa Birliği’nin yıllık doğal gaz tüketiminin yakın gelecekte 700 milyar m3 olması beklen-
mektedir. Kaynak: J. Roberts, The Turkish Gate: Energy Transit and Security Issues (Brus-
sels, Centre for European Policy Studies, 2004), ss. 3-4.
47 “Turkey moves ahead with Azeri Pipeline as Russian Proposal Lags”, The Moscow Times, 17

March 2015.
48 “Pipe Down”, The Economist, December 6 2014.

49 Ali Tekin ve Paul A. Williams, EU-Russia Relations and Turkey’s Role as an Energy Corridor,

s. 352.
Sezin İba Gürsoy / Adnan Seyaz 209

olması enerji koridoru olması açısından Türkiye’yi seçenekler arasında en üst sıra-
ya çıkarmaktadır.

Enerji Bağımlılığına Kaya Gazı Çözümü mü?


Avrupa ülkeleri gibi Türkiye’yi de heyecanlandıran kaya gazı ve petrolü çı-
karımı, kısaca yer altı katmanlarına sondaj yolu ile su, kum ve kimyasal madde
zerk edilmesiyle oluşan çatlaklardan kaya içerisinde var olan gazı veya petrolü
çıkarma işlemidir.50 Daha da önemlisi ise ABD’nin kaya gazı çıkarımı konusun-
da yaptığı sürpriz atılımın ister istemez enerji bağımlılığından kurtulma yollarını
deneyen ülkeleri harekete geçirmesidir. Aslında 1950’lerde de bilinen bu yöntem
1970 sonrasında ABD’li şirketlerin ticari üretime uygun teknolojik araştırmaları so-
nucunda gerçekleşebilir hale gelmiştir. 1990-2010 arasında dünyada birincil enerji
ihtiyacının %45 oranında artması ve enerjisinin büyük bölümünü ithal ediyor ol-
ması ABD’yi harekete geçirmiştir.51 Zira kaya gazı sadece ihtiyacın bir bölümünü
karşılamakla kalmıyor aynı zamanda doğalgaz fiyatlarının da düşmesine imkân ve-
riyordu. 2008 yılına gelindiğinde ABD’nin ithal ettiği doğalgazın fiyatı yarı yarıya
($8/MMBtu’dan $4/MMBtu’ya) düşmüştü ve toplam üretim içerisindeki payı 2000
yılında % 1,6’den 2012 yılında %34’e çıkarak 230 milyar m3’e ulaşmıştı.52 2013
yılı itibariyle de ürettiği petrol miktarı 1997 yılından beri ilk defa kaya petrolü sa-
yesinde ithalatından daha fazla olmuştur. Hâlihazırda %50 veya daha fazla oranda
enerji bağımlılığı olan Avrupa ülkeleri için ise bu gelişmeler mucize niteliğindedir.
Ancak Avrupa ülkeleri ve diğer dünya ülkelerinin bu gelişmeleri takip etmesi-
nin önünde hem teknolojik hem de yasal engeller bulunmaktadır.53 Kilometrelerce
yer altına dikey ve sonra da yatay sondaj yapılarak elde edilen kaya gazı (ve petro-
lü) üretimi buna uygun teknolojiye ihtiyaç duymaktadır ve arazi kullanım yasaları-
nın esnek olmadığı ülkelerde de problemlere yol açmaktadır. Türkiye’de Trakya ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde tespit edilen kaya gazı rezervlerinin 680 milyar
m3 olduğu tahmin edilmektedir. Yıllık tüketimin 46 milyar m3 olduğu düşünüldü-
ğünde 15 yıllık tüketime denk gelen bir rezerv olduğu görülmektedir. Diyarbakır’da
açılan üç kuyu ve Trakya’da şirketlere lisans verilen yaklaşık 32 bin hektarlık alan-
da çalışmalar devam etmektedir.54

50 “How is Shale Gas Produced?”, The Department of Energy, http://energy.gov/sites/prod/fi-


les/2013/04/f0/how _is_shale_gas_produced.pdf Erişim: 1 Mayıs 2015.
51 Cüneyt Kazokoğlu, “Kaya Gazı ve Petrolünün Geleceği”, BBC Türkçe, 29 Haziran 2013.
52 Türkiye’nin Rusya’dan aldığı gazın $12/MMBtu, İran’dan aldığı gazın ise $14/MMBtu olduğu
düşünüldüğünde önemi çok daha açıklık kazanmaktadır.
53 2012 yılında dünyada açılan 49 bin kuyunun 45 bini ABD’de bulunmaktadır.
54 “Türkiye’yi Bekleyen Yeni Tehlike: Kaya Gazı” Radikal, 9 Mart 2015.
210 Enerji Diplomasisi

Tablo 1:
Ülkelerin Teknik Olarak Yeniden Kazanılabilir Kaya Gazı Rezervleri

Ülke Rezerv Ülke Rezerv


Çin 1275 Ukrayna 42
ABD 862 İsveç 41
Arjantin 774 İngiltere 20
Polonya 187 Türkiye 15
Fransa 180 Almanya 8
Norveç 83 Litvanya 4

Kaynak: “Wrold Shale Gas Resources in Trillion/Cubicfeet”, http://geology.com/energy/world-shale-gas/

Avrupa ülkeleri kaya gazında başarılı sayılamayacak düzeydedir. Polonya tes-


pit edilen Avrupa’daki en zengin rezervleri ile bu alanda atılım yapmak istemiş
ancak başarısızlık ile sonuçlanmıştır. Zira hem ülkenin yasal mevzuatı yerel şirket-
lerle birlikte çalışmak gibi ABD’li yatırımcıların istemediği şartlar barındırmakta-
dır; hem de Exxon yöneticisi Rex Tillerson’un belirttiği gibi ABD’de uyguladık-
ları teknoloji Polonya coğrafyasında işe yaramamaktadır.55 Avrupa’da bu atılımın
gerçekleşememesinin diğer nedenleri de bu yöntemin çevreye vereceği düşünülen
zararlar ve bunun yarattığı kamuoyu tepkisidir. Fransa hâlihazırda hidrolik kırılma
yöntemlerini kimyasalların yeraltı sularına vereceği zararlar gerekçesiyle yasak-
larken Almanya, Romanya ve Bulgaristan’da ise aramalara ara verilmiştir. Çevre
mevzuatının daha katı olması ve yer sarsıntıları ihtimali de Avrupa’da kaya gazı
ve petrolü çıkarımının yol açabileceği zararlar arasında yer almaktadır. Piyasayı
etkileyecek miktarda üretime ancak 2020’de ulaşılabilmesi beklenen bu yeni enerji
türünün piyasa şartları gereği ABD’deki kadar fiyatları etkileyeceğinin de garantisi
yoktur. Bu sebeplerle ABD’deki başarısı heyecan yaratan kaya gazı Avrupa ve Tür-
kiye’de henüz piyasayı etkileyecek başarıya ulaşamamakla birlikte yakın zamanda
bu beklentinin gerçekleşebilmesi de zor görünmektedir.

Sonuç
Dünya nüfusunun giderek artması, sanayinin ve teknolojinin gelişmesine pa-
ralel olarak enerji tüketimi hızla artmaktadır. Gün geçtikçe artan enerji ihtiyacı, en
yaygın enerji kaynağı olarak kullanılan petrol ve doğal gazın ekonomik ve strate-
jik değerinin artmasına neden olmaktadır. Küresel çapta yaşanan gelişmeler enerji
fiyatlarının artmasına neden olurken ülkeler arası rekabeti de doğrudan etkiler ko-

55 Richard Anderson, “Kaya Gazı Üretimi Her Ülkede Uygulanabilir mi?”, BBC Türkçe, 7 Nisan
2014.
Sezin İba Gürsoy / Adnan Seyaz 211

numa gelmiştir. Örneğin Avrupa Birliği gibi tüketici ülkelerde enerji konusu eko-
nomik sorunlara neden olurken, özellikle Rusya Federasyonu gibi enerji zengini
ülkeler açısından bir ulusal çıkar meselesi haline gelmektedir.
Soğuk Savaş sırasındaki ideoloji ve askeri rekabet üzerine şekillenen ilişkiler,
Soğuk Savaşın ardından yerini ekonomik temellere dayalı ilişkiler haline getirmiş-
tir. Rusya özellikle Soğuk Savaş sonrası serbest piyasaya geçiş süresinde ülke eko-
nomisinin doğal kaynaklara olan bağımlılığı nedeniyle de enerji politikalarına ağır-
lık vermeye başlamıştır. Vladimir Putin’in 2000 yılında Rusya Federasyonu’nun
seçilmiş ikinci başkanı olmasıyla birlikte Rusya’da değişim ve yeniden yapılanma
süreci başlamıştır. Bu süreçte Rusya’nın enerji kartını diğer ülkelerle yaptığı müza-
kerelerde, ikili ticaret anlaşmalarından sınır sorunlarına kadar etkin bir unsur olarak
kullandığı gözlenmektedir.
Bu noktada doğalgaz krizlerinin yaşandığı günümüzde Avrupa’nın Rus do-
ğalgazına bağımlılığı ve Rusya’nın bunu bir dış politika aracı olarak kullandığı
hissedilmektedir. Fakat bununla birlikte bu etkileşimin ve bağımlılığın karşılıklı
olduğunu düşünenlerde mevcuttur. Hatta doğal gaz ithalatçısı Avrupa’nın Rusya’ya
olan bağımlılığından ziyade, Rusya’nın Avrupa’ya olan bağımlılığından söz eden
bir takım görüşler söz konusudur. Bu anlamda Rusya’nın en önemli müşterileri AB
üyeleri olduğu düşünüldüğünde Rusya’nın ihtiyaç duyduğu dövizin stratejik kay-
nağı olarak AB görülmektedir. Dolaysıyla AB, Rusya’nın ihraç ettiği doğalgaz ve
petrole daha fazla ihtiyaç duyuyor ve gelecekte ihtiyaç duyacaksa, Rusya’nın ken-
disi de, aynı düzeyde artan enerji kaynakları ihracatını engelsiz gerçekleştirmeye
ihtiyaç duyacaktır. Bu ilişkiyi karşılıklı nitelendirmek gerekebilir.
Rusya gibi geleneksel aktörlerin belirleyiciliğinde, ana tüketici AB ile oyuna
girmeye çalışan Azerbaycan, İran gibi unsurlar arasında Türkiye ve Ukrayna gibi
geçiş ülkelerinin konumları öne çıktığını söylemek gerekmektedir. Türkiye gibi
hızla büyüyen ekonomiye sahip ülkeler enerjiye yönelik artan ihtiyaçlarının yanı
sıra coğrafi konumları nedeniyle de geçiş(transit) ülkesi olarak dikkat çekmekte-
dirler. Türkiye’nin 2000’li yıllarda hızla artan enerji ihtiyacı, Putin yönetimindeki
Rusya’nın da başta doğalgaz olmak üzere enerji kaynaklarının ihracını dış poli-
tikada bir öncelik olarak görmesiyle birleşerek, iki tarafı ortak çıkarlar etrafında
birleştirmiştir. Enerji denklemleri ve Batı’nın Rusya ile iyi geçinme mecburiyetinde
olması Türkiye’yi Rusya ile ilişkilerinde özel bir konuma getirdiğini düşünenler,
ilişkilerin uluslararası enerji şirketlerinin çıkar algılamaları ve büyük aktörlerin ter-
cihleri doğrultusunda yeniden şekilleneceğini düşünmektedir.56

56 Mitat Çelikpala, “Enerji Alanında Rekabet Yeniden Hareketleniyor: Türkiye Merkezli Geliş-
melere Genel Bir Bakış”, Ortadoğu Analiz, Cilt 4, Sayı 41, 2012.
212 Enerji Diplomasisi

Yaşanan tüm bu karşılıklı bağımlılığı, Rusya’nın elindeki enerjiyi bir dış po-
litika silahı olarak kullanabilme kapasitesini bertaraf etmek için yeni çözüm ara-
yışları devam etmektedir. Bu arayışların başında yer altı katmanlarına yatay sondaj
metodu ile su, kum ve kimyasal madde zerk edilmesiyle oluşan çatlaklardan kaya
içerisinde var olan gazı veya petrolü çıkarma işlemi olan kaya gazı gelmektedir. Bu
yöntem neredeyse hiç enerji kaynağı olmayan Avrupa ülkeleri arasında ciddi bir
ilgi odağı haline gelerek Avrupa’nın hem daha ucuz hem de daha temiz bir enerjiye
ulaşmasına olanak verecek bir durum. Bununla birlikte Avrupalı devletlerin birçoğu
kaya gazı araştırmalarını geliştirerek, AB’nin uzun süredir devam eden Rus gazına
bağımlılığını sonlandırmayı da amaçlamaktadırlar. Tüm bu olumlu beklentilere rağ-
men kaya gazı AB devletleri ve kamuoyları arasında çevreye verecek olumsuz et-
kileri açısından tartışılmaktadır. Bu sebeple uluslararası enerji politikalarında kaya
gazına bağlı olarak bir paradigma değişiminin olup olmayacağını söylemek için
henüz erkendir.

Kaynakça
Anderson, Richard. “Kaya Gazı Üretimi Her Ülkede Uygulanabilir mi?”, BBC Türkçe, 7 Ni-
san 2014.
Argun, Başkan. European Union-Russian Federation Energy Trade Relationship: A Partial
Regime Formation Process (1991-2008), Doktora Tezi (2011), Orta Doğu Teknik Üni-
versitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü.
Bayraç, H. Naci. “Küresel Enerji Politikaları ve Türkiye: Petrol ve Doğalgaz Kaynakları Açı-
sından Bir Karşılaştırma”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
10 (1), Haziran 2009.
Biresselioğlu, Mehmet Efe. “NATO’nun Değişen Enerji Güvenliği Algısı: Türkiye’nin Ola-
sı Konumu”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 9, No: 34 (Yaz 2012); İçinde: Mitat
Çelikpala, Enerji Güvenliği: NATO’nun Yeni Tehdit Algısı (İstanbul: Bilgi Üniversitesi
Yayınları, 2013)
Bovt, George. “Who Will Win The New ColdWar?”, The Moscow Times, 31 Mart 2015.
Chun, Hongchan. Russia’s Energy Diplomacy toward Europe and Northeast Asia: A Compa-
rative Study, Asia Eur J (2009) 7: 327–343, DOI 10.1007/s10308-008-0206-y.
Çelikpala, Mitat. “Enerji Alanında Rekabet Yeniden Hareketleniyor: Türkiye Merkezli Geliş-
melere Genel Bir Bakış”, Ortadoğu Analiz, Cilt 4, Sayı 41, 2012.
Desai, Padma. “Putin’s Russia”, Foreign Affairs, May/June 2008 Issue, Vol. 87, No: 3.
“Dünya Enerji Görünümü”, T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Sayı 93, 11-18 Ağustos
2014.
“Energy Strategy of Russia: For the Period up to 2030”, Rusya Federasyonu Enerji Bakanlığı,
Moskova, 2010. http://www.energystrategy.ru/projects/docs/ES-2030_(Eng).pdf Eri-
şim: 9 Nisan 2015.
Sezin İba Gürsoy / Adnan Seyaz 213

Esakova, N. The Development of the Energy Security Regime between Russia and Europe,
European Energy Security, DOI 10.1007/978-3-531-19201-7_3, VS Verlagfür Sozi-
alwissenschaften | Springer Fachmedien Wiesbaden, 2012, ss. 135-267.
Goldman, Marshall I., Petrostate: Putin, Power, and the New Russia (New York: Oxford Uni-
versity Press, 2008)
Gülşen, Halit. “Rusya-AB Anlaşmazlığı ve Dış Politika Aracı Olarak Enerji”, Euractiv, 6 Şu-
bat 2009.
Harmata, Michaland Virginijus Sinkevicius, “Gazprom vs. Chevron: A Battle of Titans over
the Future of an Energy Island”, Beyond the EU, July 19, 2013.
“History of Rosneft”, s. 1. http://www.rosneft.com/printable/about/history/ Erişim: 12 Nisan
2015.
“How is Shale Gas Produced?”, The Department of Energy, http://energy.gov/sites/prod/files/
2013/04/f0/how_is_shale_gas_produced.pdf Erişim: 1 Mayıs 2015.
İdiz, Semih. “Türk-Rus İlişkileri Anlaşmazlıklara Rağmen Yolunda”, Al Monitor, 21 Kasım
2014.
Kaya, İslam Safa. Uluslararası Enerji Politikalarına Bir Bakış: Türkiye Örneği, Uluslararası
Enerji Hukuku Sempozyumu’nda sunulan bildiri, 11-12 Mayıs 2012.
Kazokoğlu, Cüneyt. “Kaya Gazı ve Petrolünün Geleceği”, BBC Türkçe, 29 Haziran 2013.
Kısacık, Sina. “1990 ve 2000’li Yıllarda Rus Dış Politikasında Temel Eğilimler”, Politika
Akademisi, 25 Ağustos 2012, s. 2. http://politikaakademisi.org/1990-ve-2000li-yillar-
da-rus-dis-politikasinda-temel-egilimler/ Erişim: 13 Nisan 2015.
Kotz, David M. ve Fred Weir, Gorbaçov’dan Putin’e Rusya’nın Yolu: Sovyet Sisteminin Çö-
küşü ve Yeni Rusya (İstanbul: Kalkedon, 2012)
Petrov, Nikolai. From Managed Democracy to Sovereign Democracy”, Center forPoliti-
cal-Geographic Research, PONARS Policy Memono. 396, December 2005.
“Pipe Down”, The Economist, December 6 2014.
Pirani, Simon, Jonathan Stern and Katja Yafimava, “The Russo-Ukraininan Gas Dispute of
January 2009: A Comprehensive Assessment”, Oxford Institute for Energy Studies, Feb-
ruary 2009, NG 27.
Porfiriev, B. N. New Global Trends in Energy Power Development-Challenges and Risks for
the Russia Integration into the World Economy, ISSN 1075_7007, Studies on Russian
Economic Development, 2015, Vol. 26, No. 1, pp. 32–36.
Roberts, J. The Turkish Gate: Energy Transit and Security Issues (Brussels, Centre for Euro-
pean Policy Studies, 2004)
“Russia: GDP percapita, 1989-2015”, http://www.tradingeconomics.com/russia/gdp-per-capi-
ta Erişim: 30 Nisan 2015.
Sağlam, Mühdan. Gazprom’un Rusyası: Rusya’da Devletin Dönüşümü (Ankara: Siyasal,
2014)
214 Enerji Diplomasisi

Sevastyanov, Sergey. The More Assertive and Pragmatic New Energy Policy in Putin’s Rus-
sia: Security Implications for Northeast Asia, East Asia (2008) 25.35–55. DOI 10.1007/
s12140-008-9040-5.
Sevim, Cenk. Küresel Enerji Politikaları ve Yeni Enerji Düzeni, Türkiye 12. Enerji Kongresi
2012, Ankara, Türkiye.
Şahin, Kenan. “Rusya Federasyonu Enerji Sektörünün Yapısı, Sektörde Yaşanan Gelişmeler
ve Rusya Federasyonu’nun G8 Başkanlığı”, T.C. Dışişleri Bakanlığı Yayınları, Ulusla-
rarası Ekonomik Sorunlar Dergisi, Sayı XX.
Tekin, Ali ve Paul A. Williams, EU-Russia Relations and Turkey’s Role as an Energy Corri-
dor, Europe-Asia Studies, Vol. 61, No. 2, March 2009, 337-356.
“Turkey moves ahead with Azeri Pipeline as Russian Proposal Lags”, The Moscow Times, 17
March 2015.
“Türkiye Büyümede Vites Küçülttü”, Milliyet Blog, 8 Ekim 2014.
“Türkiye’yi Bekleyen Yeni Tehlike: Kaya Gazı” Radikal, 9 Mart 2015.
Uğurlu, Ö. Andaç. Çevresel Güvenlik ve Türkiye’de Enerji Politikaları (Örgün Yayınevi: İs-
tanbul, 2009)
US Energy Information Administration, “Overview Data for Russia, 30 May 2013”, http://
www.eia.gov/countries/country-data.cfm?fips=rs#pet Erişim: 7 Nisan 2015.
US Energy Information Administration, “Russia: Country Report”, March 2014: http://www.
eia.gov/countries/analysisbriefs/Russia/russia.pdf Erişim: 1 Nisan 2015.
Vatansever, Adnan. “Russia’s Oil Exports: Economic Rationale versus Strategic Gains” Ener-
gy and Climate Program, No: 116, (December 2010).
Nurhan Verda Özyer 215

RUSYA’NIN DTÖ ÜYELİĞİ VE AVRASYA


ENERJİ DİPLOMASİSİ

Nurhan Verda ÖZYER*

Giriş
“Dünya Ticaret Örgütü – bu konuya dikkatinizi çekmek istiyorum – mutlak
olarak ne iyidir ne de kötüdür. Ve iyi davranışın ödülü de değildir. DTÖ bir araçtır.
Bu aracı kullanmayı bilenler daha güçlü olur. Bu aracı kullanamayanlar veya kul-
lanmak istemeyenler ile korumacı kota ve tarifelerin arkasına saklananlar çökerler.
Bunlar stratejik olarak tamamen çökerler.
Ülkemiz hala dünya ticaretinin şekillendirilmesi sürecinden ‘dışlanmış’ du-
rumdadır. Bizlere, dünya ticaretinin şekillendirilmesinde yer alma izni verilmedi.
Bu durum Rus ekonomisinin durgunluğa girmesine ve rekabetçiliğinin düşmesine
neden oldu.
DTÖ üyeliği küresel piyasalarda Rus ulusal çıkarlarını korumak için bir araç
olmalıdır. Ve gerçekleştirmek durumunda olduğumuz işlerin tamamlanması için
dışsal bir zorlayıcı araç da olmalıdır.”1

Putin’in Rusya Federasyonu Asamblesi önünde 2002 yılında yaptığı bu ko-


nuşmada belirlediği hedef, 2012 yılında Rusya’nın DTÖ üyesi olmasıyla gerçek-
leşmiştir. En önemli ihracat kalemi enerji ürünleri olmasına rağmen, Rusya neden
böyle stratejik bir karar aldı? Yukarıdaki sözler, Rus zihin dünyasında önemli bir
değişikliğini yaşandığını göstermektedir. Bir-iki nesil önce her şeyi kontrol altında
tutma konusunda takıntılı olan ulusal ortak akıl, şimdi neden ‘küresel ekonominin
zorlu deneyimleri ile terbiye edilme’ konusunda bu kadar istekli bir görünüm ser-

* Kocaeli Üniversitesi SBE Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi.


1 Annual Addresstothe Federal Assembly of the Russian Federation, 18 April 2002, The
Kremlin, Moscow, http://archive.kremlin.ru/eng/speeches/2002/04/18/0000_type70029ty-
pe82912_70662.shtml , (son ulaşım 13.05.2015).
216 Enerji Diplomasisi

gilemektedir? Bu durum Fukuyama yanlıları tarafından zaferle kutlanmalı mıdır?


Yoksa daha yakından bir bakış bizlere farklı bir tablo mu sunmaktadır?

Her Şeyin Başlangıcı: Jeopolitik


“Rusya’yı coğrafi olarak tarif edebilecek temel karakteristik, savunulmasının
zor olmasıdır, bu nedenle ana stratejisi öncelikle kendisini güvenceye almaktır. Rus-
ya’nın ana merkezi olan [Moskova’nın da içinde bulunduğu] Muscovy bölgesinin
korunma için başka güçlü ülkelerden farklı olarak [doğal]engelleri bulunmamak-
tadır, bu nedenle de birkaç defa işgal edilmiştir. Rusya tarih boyunca etrafındaki
düşman ülkelere karşı stratejik derinlik sağlayabilmek ve korunma için genişlemek
durumunda kalmıştır. … [Diğer bir değişle] Rusya [kendi]güvenliği için bir çeşit
imparatorluk yaratmak zorundadır.
İmparatorluk yaratma konusunda iki problem bulunmaktadır: Nüfus ve eko-
nomi. Rus imparatorlukları çok geniş alanlara yayılmak zorunda kaldıkları için,
çok sayıda insanın gereksinimlerini karşılamak ve aynı zamanda uyum sağlama-
yanlara (özellikle etnik Rus olmayanlara) baskı uygulama konusunda zorluklarla
karşılaşmışlardır. Bu durum da, bu geniş nüfusun ihtiyaç duyduğu altyapıyı oluştu-
ramayacak zayıf bir ekonomi anlamına gelmektedir.”2
Rusya’nın temel ihtiyaçlarının doğru saptanması, yönelimlerinin de doğru
açıklanması ve hatta tahmin edilmesini kolaylaştıracaktır. Yukarıda belirtilen Strat-
for değerlendirmesi, bir başka şekilde Yeni Avrasyacı olarak tanımlanan Alexandr
Dugin tarafından aşağıdaki şekilde yapılmaktadır:
“Bugün toplumumuzda, Rus istikbaline ilişkin esas itibariyle iki proje ortaya
konulmuştur. İlk proje radikal –liberal “reformcular”a aittir ki, bunlar Batı toplu-
munu, çağdaş “ticari yapı”yı örnek olarak kabul eder ve Francis Fukuyama’nın
“Tarihin Sonu” adlı meşhur makalesiyle geliştirilen projenin altına tamamıyla im-
zalarını koyarlar. … Burada her şey azami ekonomik etkinlik, ferdiyetçiliğin üs-
tünlüğü, tüketim ve “serbest piyasa” prensipleri üzerinde kurulmaktadır. … Rus
istikbaline ilişkin ikinci proje ise, “milli – vatansever muhalefet” olarak bilinen,
reformcularca dile getirilen liberal söylemin inkar edilmesi liberal reformlardan
doğan memnuniyetsizlik nedeniyle yek vücut olan, çeşitli ve çok yönlü siyasal ger-
çekliği temsil eden kimselere aittir. [Bu muhalefette] devletçi komünistlerin (çoğun-
lukla katı Marksist – Leninst dogmadan sapanlar) ve Ortodoks – monarşik Çarlık
tipi devletçilik taraftarlarının temsilcileri baskın gelmektedir. … Liberallerinman-
tıksal ve yetkin kurgularına rağmen vatanseverlerin ideolojisi daha fazla çelişki-

2 Emerging Economies, the Geopolitcis of the BRICs Nations, Stratfor, ABD, 2012, s 101.
Nurhan Verda Özyer 217

li ve karmakarışıktır. Her iki proje –liberal ve Sovyet Çarcı – Rus halkı ve tarihi
için mahiyet itibariyle birer açmazdır. … [Burada] özel ideolojik proje anlamında
“üçüncü yol”a zaruri bir ihtiyaç duyulmaktadır.”3
“Ekonomide gerçek “üçüncü yol”, klasik şeklini “büyük alanların ekonomik
otarşisi” prensibini formüle eden Friedrich List’in eserlerinde bulmuştur. … List
tarafından öne sürülen ekonomik hiyerarşi şu basit formülle ifade edilebilir: Öl-
çüleri açısından, fertlerin çıkarlarını ilgilendiren iktisadi hayatın alanları piyasa
prensiplerine göre idare edilmeli ve “özel mülkiyete” dayanmalıdır. Burada evler,
büyük olmayan üretim, küçük toprak mülkleri vs söz konusudur. İktisadi faaliyetin
şu veya bu türünün önemi arttıkça, “özel mülkiyet” ve özel faktör kolektif çıkarlarla
çelişkiye düşebileceğinden üretim şekli kolektif mülkiyetin niteliğini kazanmalıdır.
… Neticede devlet ve devletin stratejik statüsü ile doğrudan ilişkili olan ekono-
mik alanlar denetlenmeli, sübvanse edilmeli devlet mercilerince yönetilmelidir. …
“Üçüncü yol” ekonomik eğilimi, “büyük alanların otarşisi” prensibi, uygulandığı
yerde milli-devlet teşekkülünün azami kapasitesini talep etmektedir. List, bu teo-
rileri yetersiz demografi, kaynak ve sanayi kapasitesine sahip ülkelerde gerçek-
leştirmenin imkansız olduğunda ısrar etmekteydi. Bunun için de, kendi döneminde
Almanya, Prusya ve Avusturya’yı bir endüstriyel – mali blokta birleştirecek olan
“Zollverein”, “gümrük entegrasyonu” şartını öne sürmekteydi. … Dolayısıyla,
“üçüncü yol” ekonomi kendi teorisinde şimdiden, özne olarak “ulus devlet”i değil,
İmparatorluğun çağdaş örneği olan jeopolitik entegrasyonu öngörmektedir. Aksi
halde, ya milli güçlerin haddinden fazla yüklenmesi (SSCB’nin çöküş nedeni), ya
da daha güçlü ve bağımsız bir komşuya (Avrupa, Japonya vs) bağımlı olma du-
rumu ortaya çıkacaktır. … Bu durumda, günümüzdeki jeopolitik koşullara uygun
olan Zollverein’ın yeni versiyonu, “Avrasya gümrük entegrasyonu” projesi ortaya
konulabilir. … [“Üçüncü yol ekonomi” planların hayata geçirilmesinde] merkezi-
yetçilik öncelikle stratejik ve siyasi olmalıdır, hiçbir surette ekonomik olmamalıdır.
… Şüphesiz ki ekonominin stratejik yönleri, yani kaynaklar, stratejik hammaddeler
ve askeri sanayi [merkezi] bir yönetime sahip olmalıdır. Fakat sanayinin diğer dal-
larında ve aynı zamanda mali konularda vilayetlere [ve diğer birimlere] azami öz-
gürlük verilmelidir. … Merkezin otoritesinde yalnızca stratejik üretim ve planlama
kalacaktır. Bu da, ekonominin ekseni olarak değil, zaten mevcut otonom bölgesel
ağ üzerine koyulan bir küresel süper yapı olarak gerçekleşecektir. Bu durumda her
iki alan birbirini etkilememelidir. Ev edilmesi, sosyal güvenlik veya gıda maddeleri
ile teçhiz edilme, hiçbir surette o bölgede bulunan sanayi ve stratejik işletmenin
ekonomik verimliliğine (bugün olduğu gibi) bağımlı kalamaz. … Genellikle ekono-

3 Aleksandr Dugin, Rus Jeopolitiği – Avrasyacı Yaklaşım, Küre Yayınları, İstanbul, Temmuz
2003, s 17-19
218 Enerji Diplomasisi

mi temel prensibe, yani azami stratejik merkeziyetçiliğin yanı sıra azami bölgesel
çoğulculuk ve “liberalizm” prensibine göre yönetilmelidir.”4
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere, ekonomik anlamda Dugin libe-
ralizmi dışlamamakta, hatta bireylerin iktisadi yaşamını yönlendiren temel prensip
olarak ortaya koymaktadır. İktisadi anlamda, imparatorluğu yönlendiren ‘devlet
aklının’ sadece stratejik kaynaklar üzerinde kontrol kurmasının yeterli olacağını
belirtmektedir. Söz konusu imparatorluğu oluşturan birimler ise, kendi yönetim sis-
temlerini (piyasacı da olabilir, komünist de) kendi belirleyeceklerdir. Ancak, bir
çeşit gümrük birliğini zorunlu görmektedir.
Üçüncü yolun hayata geçirilmesinde gene Rus jeopolitiğinin ilginç bir özelliği
ortaya çıkmıştır. Rusya, bilindiği üzere, Ağustos 1998’den Temmuz 1999’a kadar
bir sıra olumsuzluk ile karşı karşıya kalmıştır. Doğu Asya’da yaşanan kriz, ihraca-
tın ve kamu gelirlerinin büyük bir kısmını oluşturan malların fiyatlarını düşürerek,
Rusya’nın dış borçlarını ödeyememesine ve yurt dışına sermaye kaçışına ve so-
nuçta finansal krize neden olmuştur. Finansal piyasalar ve ruble çökmüş, modern
ekonomik yaşam neredeyse durmuştur. Bu tarihlerde tüm bunlara ek olarak yeni bir
Çeçenistan savaşı da başlamak üzereydi.
“[90’ların sonunda] Rus gücü kendi sınırlarının dışında da çöktü. Polonya,
Çek Cumhuriyeti ve Macaristan 1999’da NATO’ya katıldı. [Yugoslavya’nın NATO
güçleri tarafından bombalanması da eklendiğinde] Ruslar küçük düşürüldüler, güç-
lerini kaybettiler ve dünyayı etkileme yeteneklerini kaybettiler – hatta bu durum
kendi ülkelerinin bazı bölümleri için de geçerli oldu.
Bu durum karşısında, Rusya’daki güç grupları tam bir çöküşü engellemek için
Boris Yeltsin’den daha güçlü bir ulusal lidere ihtiyaçları olduğunu karar verdiler.
1999 yazında, Yeltsin’in kalp krizlerinden bir tanesinden hemen sonra, oligarkla-
rın5 ve siloviki6 üyelerinin temsilcileri biraraya geldiler. Her iki taraf biliyordu ki,
oligarklarsiloviki adayını reddedeceklerdi. Aynı şey oligark adayı için de geçerliy-
di. Bu durum karşısında ülkenin üçüncü –ve daha küçük- güç grubuna ulaştılar: St.
Petesburg klanı.
Bu klanın diğer iki klana göre iki önemli farklılığı vardı: Birincisi, gücü bü-
yük ölçüde tarihsel olarak Moskova’ya göre daha Avrupalılaşmış ve daha batı yö-
nelimli düşünüş yapısına sahip olan Baltık Rusyası ile sınırlıydı. Bu nedenle hem

4 Dugin, a.g.e., s 116-124


5 SSCB dağıldıktan sonra Rusya Federasyonu’nun piyasa ekonomisine geçişini sağlamak ama-
cıyla yapılan köklü özelleştirmelerin de katkısıyla güç kazanan kesim.
6 Kökeni Rus istihbaratı ve askeri güçlerine dayanan politikacılar vb için kullanılan bir ifade.
Nurhan Verda Özyer 219

oligarklar hem de siloviki bu klanın ülkenin geri kalan kısmında kendi güç mer-
kezlerini tehdit edebileceğini düşünmüyorlardı. İkinci olarak, güçlerinin ülkenin
bir kısmı ile sınırlı olması ve 1990’lar boyunca bu bölgenin büyük ölçüde de facto
bağımsız idare edilmesi nedeniyle, StPetesburg klanı ekonomik yönetim, istihbarat
derleme, askeri güç ve politik manipülasyon da dahil olmak üzere devlet gücünün
bütün araçlarını kullanabiliyordu.

Oligarkların ve siloviki’nin ortaklaşa seçtiği aday Vladimir Putin idi. … Pu-


tin’in, St. Petesburg ile istihbarattaki geçmişine ek olarak Batı teknolojisinin [alın-
ması] konusundaki…becerileri, onun hem oligaklar hem de siloviki arasında taraf-
tarlarının olması anlamına geliyordu.”7

Diğer taraftan, “[Avrasya Birliği], Sovyetler Birliği’nin yeniden diriltilmesi


demek değildir. Putin, yaklaşık 9 milyon mil karelik bir alanda yaşayan bu kadar
çok insanın ekonomik ve stratejik yükünü taşımak zorunda kalacak Rusya’nın ma-
ruz kalabileceği içsel zayıflıkları çok iyi anlamaktadır. [Diğer bir değişle] bu du-
rum, Sovyetler Birliği’nin en büyük zayıflığını ortaya koymaktadır: çok fazla şeyi
doğrudan kontrol etmeye çalışmak. Putin bunun yerine Moskova’nın dış politika
ve güvenlik konusunda etkili olacağı, ancak, her bir ülkenin iç işleri konusunda
sorumluluk almayacağı bir Birlik oluşturmaktadır. Rusya bu tip yoğun bir stratejiyi
destekleyecek araçlara sahip değildir. [Diğer bir değişle] Moskova denetim için
Kırgız politik ortamını düzenleme veya Ukrayna’nın ekonomisini kontrol ihtiyacı
duymamaktadır.”8

Bu çerçevede, kabaca şöyle bir yorum yapabiliriz: Dugin terminolojisi ile de-
vam edersek, ‘üçüncü yol’ taraftarlarının hayata geçirdiği proje ile Stratfor tarafın-
dan tanımlanan ‘jeopolitik zorunluluk’ aslında aynı noktayı değişik şekillerde orta-
ya koymaktadır. Ayrıca, aşağıda daha ayrıntılı inceleneceği üzere, Rusya’nın DTÖ
giriş müzakereleri bu yol haritası çerçevesinde yapılmış ve büyük ölçüde başarıya
ulaşmıştır. Diğer bir değişle, Batı bloğu DTÖ üzerinden Avrasya Birliği projesini
zımni olarak kabul etmiştir. Ukrayna (ve hatta Gürcistan) çatışmaları iki bloğun etki
alanı sınırını yeniden çizme müzakerelerinden başka bir şey değildir. Yaptırımlar da
müzakere masasında oynanan kozlardan birisidir. Bu nedenle, her iki bloğun doğru-
dan bir ‘sıcak’ çatışmaya girmesini beklemek anlamlı olmayacaktır.

7 Lauren Goodrich, Peter Zeihan, George Friedman, The Crucible of Nations: The Geopolitics
of the Caucasus, Stratfor, ABD, 2011, s 47-48
8 Emerging Economies, the Geopolitcis of the BRICs Nations, Stratfor, ABD, 2012, s 103-104
220 Enerji Diplomasisi

Rusya’nın Ekonomik Yapısı


Dünya Ticaret Örgütü istatistiklerine göre9, 22 Ağustos 2012 tarihinde üyeliğe
kabul edilmiş olan Rusya’nın 2012 yılında nüfusu 143.533 olup, Gayri Safi Yurtiçi
Hasıla 2 trilyon ABD dolarının biraz üzerindedir. 2012 yılında Rusya’nın toplam
ihracatı yaklaşık 530 milyar dolar, ithalatı ise 335 milyar dolar olarak gerçekleş-
miştir. Dünyada toplam ticaret içindeki payı ihracatta %2.88, ithalatta ise %1.80
olmuştur. İhracatının % 71’i enerji ve madencilik ürünleri, %20’si imalat sanayi
ürünleri olup, %47’si Avrupa Birliği’ne %6.8’i Çin’e yapılmıştır. İthalatının ise
%80’i imalat sanayi ürünleri olup, bunun %42’si Avrupa Birliği’nden, %16.4’ü ise
Çin’den gerçekleşmiştir. Hizmet ihracatı ise 58 milyar dolar, ithalatı ise 104 milyar
dolar civarında gerçekleşmiştir.
Bu çerçevede, ticaret hacminin (ihracat + ithalat) gayri safi yurtiçi hasılaya
oranı %43 olup, hizmet ticareti de eklendiğinde bu oran %51’e çıkmaktadır. Bunun
anlamı Rusya gibi büyük bir ekonominin, küresel sistemle entegrasyon konusunu
zaten önemli ölçüde çözmüş olduğudur. Ayrıca, ihracatında önemli bir oranı ener-
ji ve madencilik ürünleri oluşturmakta olup, bu grup çıkartıldığında Rusya aslın-
da çok da rekabetçi bir profil sergilememektedir. Ayrıca, ihracatı ve ithalatında en
önemli pay Avrupa Birliği ülkelerine ait olup, Avrasyacılık kavramı içinde gizli
olan ve Dugin tarafından otarşi olarak tanımlanan kendi kendine yeterlilik düşünce-
si Rusya için çok da gerçekçi durmamaktadır.

Dünya Ticaret Örgütü Hakkında Kısa Bilgi


1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü’nün nasıl kurulduğunun bilinmesi bile,
o günden bu yana küresel ekonomide yaşanmakta olan köklü değişiklik hakkında
fikir verecektir. Bilindiği üzere, GATT 194710, 23 ülke tarafından imzalanmış olup,
o günden bu yana üye sayısı devamlı artmaktadır. GATT sistemi, taraflar arasında-
ki çatışmaların azaltılması için oybirliği yöntemini benimsemiştir. Bu genel kon-
sensus yöntemi, Anlaşma taraflarının ağırlıklı olarak batı yönelimli ülkeler olması
nedeniyle uzun zaman işe yarar bir model olarak devam etmiştir. Ancak, gerçekte
sekiz yıl süren Uruguay Round’ın sonuçlanması, dünya ekonomisinde ağırlığı olan
ülkelerin, bu güçlerini kullanmaları sonucu gerçekleşmiştir. Diğer bir değişle, önce
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği (Japonya ve Kanada ile birlikte) bir
metin üzerinde anlaşmışlar ve ‘Transatlantik Manevrası’ denilen bir şekilde bu met-
ni diğer ülkelerin önüne koymuşlardır. Bu pazarlara ‘en çok kayrılan ülke - MFN’

9 http://stat.wto.org/CountryProfile/WSDBCountryPFView.aspx?Language=E&Country=RU
10 1947 yılında imzalanan Anlaşma. En son hali olduğunu belirtmek için GATT 1994 ifadesi
kullanılır.
Nurhan Verda Özyer 221

statüsünde girmek isteyen ülkeler de bunu kabul etmek durumunda kalmışlardır. Bu


durumda, dünya ticaret sistemindeki temel kuralların aslında Brüksel – Washington
arasındaki uzlaşmaya dayandığını söylemek gerçek dışı olmayacaktır.11
Diğer taraftan, 2001 yılında Doha Round ilan edilmiş olup, müzakereler yuka-
rıda belirtildiği şekilde, konsensus modeli ile yürütülmektedir. Ancak, dünya tica-
retinde gelişmekte olan ülkelerin payı arttıkça ‘Transatlantik Manevraları’nı yürüt-
mek güçleşmektedir. Örnek olarak BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan,
Çin ve Güney Amerika) dünya ticaretindeki payı %16’ya ulaşmış bulunmaktadır.
Ayrıca, Uruguay Round sekiz yılda tamamlanmışken, Doha Round halihazırda (14.
üncü yılında) kitlenmiş durumdadır ve bu kilidin de nasıl çözülebileceği konusunda
umut verebilecek öneriler bulunmamaktadır. Hatta mevcut gidişat, DTÖ’yü olduğu
haliyle muhafaza ederek, ekonomik bloklar içinde ve arasında gerçekleştirilecek
anlaşmalar ile yola devam etmek yönündeymiş gibi durmaktadır.
Diğer taraftan, Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü’ne girmesinin sembolik ve
kavramsal anlamı da oldukça önemlidir. Bilindiği üzere, DTÖ açık pazar ve serbest
ticaret yoluyla ekonomik refahın gerçekleşeceği düşüncesinin küresel anlamda vü-
cuda gelmiş halidir. GATT Anlaşması uzun yıllar boyunca serbest ticareti ve eko-
nomik liberalizmi benimsemiş ülkeler kulübü olarak tanınmıştır. Sovyetler Birliği
tarafından kurulan COMECON ve Üçüncü Dünyacı UNCTAD karşısında GATT
başka bir yolu, başka kavramlar setini ve başka kalkınma yolunu tarif etmekteydi.
Dünya Ticaret Örgütü, Rusya’nın katılımı ile (Çin’in katılımı da bu konuda önemli
bir aşamadır) bir çeşit benzer sistemlere sahip ülkeler kulübünden, küresel bir örgüt
haline gelmiştir.

Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Üyeliği Süreci


18 yıl süren müzakereler sonucunda, 22 Ağustos 2012’de Rusya Federasyonu
Dünya Ticaret Örgütü’nün 156.ncı üyesi oldu. O zamana da kadar Rusya, dünya
çok taraflı ticaret sistemine dahil olmadığı halde, G20 ve Birleşmiş Milletler Gü-
venlik Konseyi daimi üyesi olan tek ülkeydi. Rusya’nın üyelik müzakere süreci as-
lında düz bir çizgi üzerinde gitmemiş, ani manevralar, ülkedeki gelişmelerin etkileri
(hatta petrol fiyatları), Gürcistan’ın çıkarmaya çalıştığı engeller vs gibi gelişmelerle
oldukça renkli bir pazarlık süreci yaşanmıştır.
Rusya’nın resmi üyelik prosedürü incelendiğinde, şu aşamalar göze çarpmak-
tadır: Rusya Federasyonu hükümeti Haziran 1993’de GATT’a erişim sağlamak

11 Russia’s Accession To The Wto: Exchanging Economic Freedom For Voice, http://www.e-ir.
info/2012/08/20/russias-accession-to-the-wto-exchanging-economic-freedom-for-voice (son
ulaşım 13.05.2005)
222 Enerji Diplomasisi

için başvurmuştur.12,13. 16-17 Haziran 1993 tarihinde GATT Temsilciler Konseyi


tarafından yapılan toplantıda Rusya’nın başvurusunun değerlendirilmesi için bir
Çalışma Grubu kurulmasına karar verilmiştir. Çalışma Grubu 1995 – 2011 yılları
arasında 26 defa toplanmış olup, 1995 yılından Mart 2006 tarihine kadar çalışma-
lara temel oluşturacak belgeler, diğer üye ülkeler tarafından hazırlanan sorular ve
bu sorulara verilen cevapların bulunduğu diğer belgeler oluşturulmuştur. Mart 2006
– 10 Kasım 2011 tarihleri arasında ise çalışma grubu informal bir şekilde faaliyet
göstermiştir14,15
Elbette resmi üyelik prosedürü dışında müzakere süreci kendine özgü bir yol
izlemiştir. İlk başkanlık döneminde Putin (2000 – 2004), Rus ekonomisinin can-
landırmak ve ülkeyi Yeltsin döneminin kaosundan çıkarma stratejisinin bir parçası
olarak, Rusya’nın dünya ekonomisi ile entegrasyonunu ileri sürmüştür. Bu strateji,
Rusya’nın DTÖ üyeliğini de içermekte olup, gümrük kodu da dahil olmak üzere,
pek çok konuda reform gerçekleştirilmiş ve ticaret mevzuatı DTÖ ile daha uyumlu
hale getirilmiştir. Ancak, Putin ikinci döneminde (2004 – 2008) önemli derecede
politika değişikliğine giderek, petrol ve doğal gaz sektörleri de dahil olmak üze-
re, önem arz eden sektörlerde devlet kontrolünü yeniden tesis etme ve ekonomiyi
petrol ve doğalgaz gelirlerine bağımlı olmaktan kurtararak üretimi çeşitlendirmeyi
hedefleyen politikaların uygulanmasını durdurmuştur. Bu dönemin başlangıcı Ekim
2003 tarihinde Yukos firması başkanı Mikhail Khodorkovskiy’nın hapsedilmesiyle
aynı zamana denk gelmektedir. Dünyada petrol fiyatlarının artış trendinde olması,
kamu fazlası ve düşük enflasyon üreten politikaların hayata geçirilmesini sağla-
yarak Rus ekonomisinin güçlü bir büyüme göstermesini sağlamıştır. Bu dönemde
ayrıca, Putin’in DTÖ konusundaki istekliliğinde de bir aşınma gözlemlenmiştir.
Bu aşınmaya karşılık Rusya, DTÖ üyelik müzakereleri kapsamında pek çok ikili
pazara ulaşım müzakerelerini tamamlamayı başarmıştır. (Avrupa Birliği ile 2004
yılında, ABD ile 2006 yılında ve diğer pek çok üye ile de 2009 yılında).16

12 Rusya DTÖ’ye değil de GATT’a başvurmuştur, zira Dünya Ticaret Örgütü Uruguay Round
sonunda kurulmuştur ve 1993 yılında Uruguay Round bitmemişti.
13 Report Of The Working Party On The Accession Of The Russian Federation To The World
Trade Organization, (WT/ACC/RUS/70, WT/MIN(11)/2), 17 November 2011, s 1, http://doc-
sonline.wto.org/imrd/directdoc.asp?DDFDocuments/t/WT/min11/2.doc
14 Bu kapsamda hazırlanan dokümanlar JOB simgesiyle numaralandırılır ve üye ülkelere verilen
internet şifresi üzerinden DTÖ web sayfasından indirilebilmektedir. Üye ülkeler bu doküman-
ları inceledikten sonra görüşlerini çeşitli kanallardan iletirler.
15 Report Of The Working Party On The Accession Of The Russian Federation To The World
Trade Organization
16 William H. Cooper, Russia’s Accession to the WTO and Its Implications for the United States,
US Congressional Research Service, 15 Haziran 2012, s 4.
Nurhan Verda Özyer 223

Diğer taraftan, DTÖ’ye giriş müzakere sürecini yürüten bir ülke, en baştan
GATT ve DTÖ Eki Anlaşmaları (bazıları hariç olabilir) kabul ettiğini baştan orta-
ya koymaktadır. Bir de ‘DTÖ+’ (veya WTOplus) olarak bilinen bir durum vardır.
Müzakereler diğer ülkelerle toptan yapılabildiği gibi tek tek de yapılmakta olup,
herhangi bir ülkenin aldığı tavizin otomatik olarak diğer ülkeler için de alındığı ka-
bul edilmektedir. Bu tavizlerin mevcut DTÖ hükümlerinden daha fazlasını içermesi
mümkün olabilmektedir. Bu nedenle, Rusya’nın DTÖ’ye giriş müzakereleri incele-
nirken, sadece DTÖ kuralları değil, bu taahhütlerin de incelenmesi gerekmektedir.
Bu çerçevede, diğer üye ülkelerin müzakereler sırasında Rusya’dan önemli derece-
de taviz alabilmek için ciddi çaba harcadıklarını tahmin etmek güç olmayacaktır.

Taahhütlerin İncelenmesi17
DTÖ müzakerelerinde Rusya açısından en önem arz eden konuların başın-
da hidrokarbonlar ile bazı metal ve materyallerde uygulanmakta olan ihracat ver-
gilerinin devamını sağlamak yer almıştır18. Rusya kamu gelirleri içerisinde petrol
ve doğalgazın yurtdışına satışı sırasında alınan ihracat vergilerinin önemli bir yeri
bulunmaktadır. Enerji ürünlerinin uluslararası ticareti konusu, diğer ürünlerin ti-
caretinden bazı daha farklı özellikler göstermesine karşılık, DTÖ anlaşmalarında
spesifik olarak ele alınmamıştır. Ayrıca, GATT Anlaşması gereğince de ihracat ko-
taları yasaklanmakla birlikte, ihracat vergileri yasaklanmamaktadır. GATT Anlaş-
ması’nın 11.inci maddesinde19, ihracat sınırlamalarının kota veya lisans vs şeklinde
yapılamayacağı, ancak, vergi veya harç gibi sınırlamaların olabileceği belirtilmek-
tedir. Gene Dünya Ticaret Örgütü sayfasında20, bu konunun gri bir alan olduğu, an-
cak, GATT Anlaşması’nın ihracat vergilerini açık bir şekilde yasaklamadığı belirtil-

17 Temel kaynak şu rapordur: Report of the Working Party on the Accession of the Russian Fede-
ration to the World Trade Organization
18 Diğer önemli konuların arasında şu iki husus önem arz etmektedir: Rusya, yabancı otomotiv

yatırımlarında belli oranda yerli malı parça kullanma şartını temel hedef olarak ortaya koy-
muştur. Bu çerçevede, DTÖ üyelik müzakereleri sırasında, TRIMs (Ticaret Bağlatılı Yatırım
Önlemleri Anlaşması) kapsamında 2018 yılına kadar bu şartın devamı Rusya tarafından ödün
olarak alınmıştır. Ayrıca, Rusya 2011 yılında ithal araba ve kamyonlar için bir çeşit geri dö-
nüşüm ödemesi getirmiş olup, bu ödeme yerli üretime getirilmemiştir. Avrupa Birliği ve Ja-
ponya’nın bu durumu DTÖ’de gündeme getirmesi üzerine Kasım 2013 tarihinde Rusya aynı
ödemeyi yerli üretim için de getirmiştir. (O’Neal, a.g.e. s 4)
19 Gümrük Tarifeleri Ticaret Genel Anlaşması GATT 1947, 31 Aralık 1953 tarihli Resmi Gazete,

http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/8597.
pdf&main=http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/8597.pdf, s 7885
20 Dr. BarisKarapinar, Export Restrictionsand the WTO Law: Regulatory Deficiency or Unin-

tended Policy Space, World Trade Institute, University of Bern, http://www.wto.org/english/


res_e/publications_e/wtr10_21may10_e.htm (son ulaşım 13 Mayıs 2015)
224 Enerji Diplomasisi

mektedir. (İhracat kısıtlamaları özellikle gıda alanında sıklıkla görülmekle beraber,


Rusya gibi büyük hammadde ihracatçıları da bu yönteme zaman zaman başvurmak-
tadırlar). Rusya’nın müzakereler çerçevesinde şekillenen taahhütleri incelendiğinde
ise, bazı ürünlerin ihracat vergilerinde belirli bir takvim dahilinde indirim öngörül-
mekle birlikte, toplamda önemli bir değişikliğin bulunmadığı görülecektir. Ancak,
DTÖ hükümleri ihracat vergilerini yasaklamamakla beraber, MFN (en çok kayrılan
ülke) kuralını getirmektedir. Buna göre Rusya bütün ülkelere aynı ihracat vergisi
oranını uygulamak durumundadır.
Diğer taraftan, Rusya’nın petrol ve doğalgaz fiyatlandırma politikalarının
Dünya Ticaret Örgütü kuralları açısından incelenmesi sürecinde, kamu kuruluşları
ile ilgili kuralların da değerlendirilmesi gerekmektedir. Bilindiği üzere, Rusya’da
petrol ve doğalgaz ağırlıklı olarak kamu etkisi altında olan kurumlar tarafından ih-
raç edilmekte ve gene bu kuruluşlar tarafından fiyatlandırılmaktadır. GATT Anlaş-
masının 17.nci maddesi21 bu kuruluşlar ile ilgilidir. DTÖ hükümleri ülkelerin bazı
ticari işleri (petrol ve doğalgaz üretimi ve pazarlanması gibi) devlet teşekkülleri
tarafından yapılmasını yasaklamamaktadır. Ancak iki kural getirmektedir. Birincisi
bu kurumlar ticari koşullarda çalışacaklar, diğer bir değişle, kar amacı güdecek-
lerdir. İkincisi ise yurtdışına satışlarda gene ticari koşullar ve maliyetler gözönüne
alınarak MFN uygulanacaktır. (Bazı ülkeler yurtiçine yapılan satışlarda farklı fiyat
uygulamasının Rusya’da enerji yoğun sektörler açısından sübvansiyon etkisi yara-
tacağı teziyle, bu uygulamanın kaldırılmasını talep etmişlerdir. Rusya, müzakereler
sırasında yurtiçine yapılan satışların maliyetlerin üzerinde olacağının taahhüdünü
vermekle yetinmiş ve bu taahhüt kabul edilmiştir.)
Bu iki husus ışığında, Rusya’nın enerji ürünlerinin fiyatında farklı ülkelere
farklı fiyatlar uygulamak yoluyla, dış politikada enerji kartını etkin bir şekilde kul-
lanamayacağı sonucu çıkarılabilir. Ancak, enerji ürünlerinin özellikle Avrupa’ya
boru hatları vasıtasıyla nakledilmesi ve bu hatlar üzerinden taşıma ücretlerinin be-
lirlenmesi karmaşık ve teknik bir konu olup, politik manipülasyonlara açıktır. Bu
nedenle, kağıt üstünde bu tip bir sonuca varmak kolay gözükse de pratikte gerçekçi
bir çıkarım olmayabilir.
Diğer taraftan, Rusya ile ticari ve yatırım ilişkileri olan ülkeler açısından
Rusya’nın DTÖ üyeliği, ilişkilerde risklerin azalmasını sağlamaktadır. Zira Rusya
DTÖ kurallarına ve taahhütlerine aykırı olarak ticareti kısıtlayıcı bir önlem getirdiği
zaman, bu önlemden etkilenen ülke sorunun çözümü için Anlaşmazlıkların Hal-
li Mekanizmasını devreye sokabilecektir. (Elbette aynı şey Rusya için de geçerli
olacaktır.) Rusya DTÖ Anlaşmazlıkların Halli Mekanizması’nın verdiği karara uy-

21 31 Aralık 1953 tarihli Resmi Gazete, s.7888-89.


Nurhan Verda Özyer 225

mazsa, ticari yaptırımlarla karşılaşabilecek olup, bu yaptırımlar uluslararası hukuk


çerçevesinde tamamen meşru olarak kabul edilmektedir. DTÖ üyesi olan ancak,
DTÖ kurallarını ve Anlaşmazlıkların Halli Mekanizması süreci sonucunda alınan
kararları kabul etmeyen bir üyenin, DTÖ’den çıkma olasılığı bulunmaktadır. Ancak
bu durum üyeler açısından arzu edilen bir durum değildir, zira DTÖ’den çıkmak
demek MFN statüsünü kaybetmek demektir ve bu durumda diğer ülkeler üyelikten
çıkan ülkeyle istedikleri şartlarda ticaret yapma hakkına sahip olacaktır.
Anlaşmazlıkların Halli Mekanizması’nın kurulduğu günden bu yana çalışması
incelendiğinde, ülkelerin çeşitli şekillerde ve aşamalarda genelde uzlaşma yolunu
seçtikleri görülmektedir. Bu durum, DTÖ’nün tasarımının başarılı olduğu konu-
sunda iyi bir kanıt ortaya koymaktadır. Bu durum dikkate alındığında, DTÖ üyeli-
ği sonrasında Rusya’nın ticari ve ekonomik politikalarının oluşturulması sırasında
keskin manevralardan kaçınmaya eğilimli olacağı tahmin edilebilir22. Zira bu tip
manevralar, ülke içinde doğal kaynak ihracatçısı olmayan ve küresel anlamda reka-
betçi sektörlerin hükümet üzerinde baskı oluşturmasına neden olacaktır. Zaten DTÖ
tasarımının özündeki yaratıcılık da burada yatmaktadır: Devletler arasındaki ticari
anlaşmazlıkların çözümünde ülke içi baskı gruplarını devreye sokmak, uluslararası
ticaret sistemini daha stabil hale getirmektedir. Aslında bu baskı gruplarının DTÖ
vasıtasıyla aktive edilmesi, dolaylı olarak küresel güvenliğin de stabil hale geti-
rilmesine hizmet etmektedir. Zira, hükümetler ticareti kısıtlayıcı önlemler alırken
rekabetçi sektörleri de dikkate almak zorunda kalmakta, bu durumda da devletler
arasındaki sorunlar küresel veya bölgesel güvenliği etkileyecek konuma gelmeden,
baskı gruplarının varlığı nedeniyle uzlaşma yoluyla çözülmektedir.
Rusya sözkonusu olduğunda ise, Rusya’nın doğal kaynaklar dışında küresel
anlamda rekabetçi sektörlerinin sınırlı olması, ilk bakışta baskı gruplarının etkisinin
az olacağı anlamına gelebilir. Ancak, Rusya aslında şunun farkındadır: Eğer doğal
kaynak ihracatçısı bir ülke olarak kalırsa ve rekabetçi sektörlere sahip olamazsa,
21 yüzyılda varlığının devamı konusunda önemli riskler yüklenmiş olacaktır. Bu
nedenle, Rusya DTÖ sistemi dışında kalma riskini göze alamaz. Ancak, DTÖ kural-
larının kendi ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirilmesi için diğer BRICS ülkeleri
ile birlikte yoğun çaba göstermesi büyük olasılıktır.

Rusya’nın DTÖ Üyeliği ve Avrasya Birliği


Yazının girişinde, Putin’in 2002 yılında yaptığı bir konuşmadan alıntı veril-
mişti. Bu alıntının son cümlesi şu şekildeydi:

22 Cooper, a.g.e., s 15.


226 Enerji Diplomasisi

“DTÖ üyeliği küresel [mal] piyasalarında Rus ulusal çıkarlarını korumak için
bir araç olmalıdır. Ve gerçekleştirmek durumunda olduğumuz işlerin tamamlanma-
sı için dışsal bir zorlayıcı araç da olmalıdır.”
Rusya’nın gerçekleştirmek durumunda olduğu ‘işler’ nelerdir?
“Rusya 2015 yılında Avrasya Birliği’ni kurmak hedefindedir, zira Rusya’ya
göre bu tarihte ABD ilgisini Avrasya’ya döndürecektir. Washington Irak’taki yü-
kümlülüklerini nihai olarak toparlamaktadır. Benzer şekilde, 2015 civarında Afga-
nistan’da muharebe operasyonlarını sonlandırmayı ve güçlerini azaltmayı planla-
maktadır. Bu nedenle, 2015 yılında ABD askeri ve diplomatik ilgisini başka bir yere
yöneltebilecektir. [ABD’nin Rusya’yı yeni çevreleme politikası da dikkate alındı-
ğında] bu durum Soğuk Savaş’ın yeni bir versiyonu için sahneyi hazırlamaktadır,
ancak bu seferki bir önceki kadar uzun soluklu olmayabilir. Putin’in Rus impara-
torluğunu başka bir şekilde tekrar kurmaya çalışmasının başka bir nedeni daha
bulunmaktadır. Putin şunu iyi bilmektedir ki, Rusya bir sonraki ciddi krizden sonra
kendini toparlayamayabilir, zira Rusya ölmektedir. Rusya’nın demografik yapısı
dünyada en kötüler arasındadır.… Rusya güçlü bir ekonomi olmadan önemli bir
güç olabilir, ancak, hiçbir ülke insanları olmadan küresel güç olamaz. Bu nedenle
Putin demografik yapısı zayıflatmadan Rusya’yı güçlendirmeye ve güvenliğini sağ-
lamaya çalışmaktadır.”23
Görünen o ki, Rusya’nın jeopolitik şartlardan kaynaklanan ‘imparatorluk veya
birlik’ kurma ihtiyacı ve bunu ülkeler açısından kısa sayılabilecek bir zaman zarfın-
da yapma zorunluluğu, bu ülkeyi bu sefer fazla risk almadan ‘daha önce denenmiş
ve başarıya ulaşmış’ yolları kullanma seçeneğine itmiş gibi gözükmektedir. Daha
basit bir ifadeyle, Rusya imparatorluğunu kurarken fazla risk alamaz ve bu nedenle
de ‘sınıf farklılıklarını ortadan kaldırma amacı çevresinde emperyalizmle savaşan
halkların kenetlendiği’ modeller yerine riski daha düşük bir model tercih edilmiş
gibi gözükmektedir. Diğer bir değişle, eşitlik yerini var olma ihtiyacına bırakmış
gibi gözükmektedir.
Ve gene diğer bir değişle, sınıf farklılıkları konusu çoktan rafa kaldırılmış,
halkların kenetlenmesi yerine, halkların kenetlendirilmesi hedefi ortaya çıkmıştır.
Aslında Stratfor ve Dugin tarafından açıkça söylenemeyen kavram, Brzezinski ta-
rafından Avrupa Birliği için tanımlanmıştır. Brzezinski’ye göre Avrupa Birliği, “te-
mel politik hedefi, sınırları içinde dünyanın en rahat bakımevini yaratmakmış gibi
hareket”24 etmektedir. Brzesinki’nin Avrupa’nın uluslararası güvenlik konusundaki

23 Emerging Economies, The Geopolitics of the BRICs Nations, Stratfor, ABD, 2012, s 103-104.
24 Zbigniew Brzezinski, Stratejik Vizyon: Amerika ve Küresel Güç Buhranı, Timaş Yayınları,
2012, İstanbul, s 47.
Nurhan Verda Özyer 227

tutumunu tanımlamak için kullandığı bu kavram, muhtemelen Rusya’nın uzun va-


deli hedefini ortaya koymaktadır.

Eğer bu tespit doğru ise, Rusya’nın gelecekte büyük çatışmalardan kaçınaca-


ğını tahmin etmek zor olmayacaktır. Diğer bir değişle, nüfusun yaşlanması, ulusla-
rarası ilişkilerde ve güç dengelerinde şimdiye kadar görülmemiş ulusal ve küresel
stratejilerin ortaya çıkmasını tetikleyebilir. Avrupa Birliği bu yeni stratejilerin ör-
neklerini vermeye başlamıştı. Anlaşılan o ki, Rusya, Avrupa Birliği örneğinden şu
şekilde bir ders çıkarmış bulunmaktadır: Nüfus sorunları nedeniyle büyük çaplı sı-
cak çatışmalara giremem, uzun vadede ulusal güvenliğimi sağlamak için, Dugin’in
ifadesiyle, bir çeşit süper yapı kurmam gerekiyor. Güvenliğimi de bu süper yapı
ve onun bölgesel ve küresel faaliyetleri yoluyla sağlamam gerekiyor. İşte tam bu
noktada yumuşak güç kavramının ulusal strateji haline geldiğini / gelmekte oldu-
ğunu / geleceğini görüyoruz. DTÖ üyeliği de Putin’in çok açık bir şekilde 2002
yılında ifade ettiği gibi, ‘gerçekleştirmek durumunda oldukları işler için bir araç’
durumundadır.

“Yakın zamana kadar Sovyet Sonrası dönemde bölgesel entegrasyon geniş öl-
çüde temenni şeklindeydi. Buna karşın, en son girişim olan Avrasya Gümrük Bir-
liği, daha iyi hukuki çerçeve, kanıtlanmış tamamlama iradesi ile uluslararası ve
DTÖ normları ile harmonize edilmiş kurallar sisteminin uygulamaya konulması
nedeniyle daha gerçekçi ve uygulanabilir durmaktadır.”25

“Rusya’nın DTÖ üyeliği dinamikleri,Gümrük Birliği ile ilgili gelişmeler konu-


sunda önemli bir etkiye sahiptir. Avrasya Gümrük Birliği ve Dünya Ticaret Örgü-
tü’nün birbiriyle nasıl birarada bulunabileceği ve işleyeceği konusunda kuşkular
bulunmaktadır. Bu kuşkular özellikle her iki rejimin getirdiği kurallar arasındaki
çatışmadan kaçınırken, aynı zamanda DTÖ yükümlülüklerinin yerine getirilmesini
sağlama konularında yoğunlaşmaktadır. …

Bu iki rejim arasındaki ilişki, [Avrasya Birliği tarafları arasında] Kasım 2011’de
yürürlüğe giren ‘Çok Taraflı Sistem İçinde Gümrük Birliği’nin Çalışmasına İlişkin
Anlaşma’ ile tanımlanmıştır. Bu Anlaşma’ya göre Avrasya Gümrük Birliği’ne üye
bir ülke, DTÖ’ye üye olduğu zaman, bu ülkenin DTÖ Üyelik Protokol’ü, Avrasya
Gümrük Birliği hukukunun bir parçası olacaktır. [Diğer bir değişle, Avrasya Güm-
rük Birliği’ne taraf olan ülkelerin DTÖ yükümlülükleri (müzakereler çerçevesinde
verilen tavizler veya DTÖ +dahil), otomatik olarak Avrasya Gümrük Birliği yasal

25 Rilka Dragneva and Kataryna Wolczuk, Russia, the Eurasian Customs Union and the EU:
Cooperation, Stagnation or Rivalry?, Chatam House, Briefing Paper, Ağustos 2012, http://
papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=2125913(son ulaşım 09 Mayıs 2015), s 1
228 Enerji Diplomasisi

çerçevesinin bir parçası olacaktır.] Bunlardan başka, [Avrasya Gümrük Birliği’ne]


taraf ülkeler, (Belarus ve Kazakistan gibi) DTÖ üyesi olmasalar bile mevcut veya
gelecekte uygulamaya konulacak olan Avrasya Gümrük Birliği Anlaşmaları’nın ve
kararların DTÖ rejimi ile uyumlu olması ile yükümlüdürler.

Sonuç olarak, Avrasya Gümrük Birliği, DTÖ’nün kurallara dayanan rejimine


doğrudan bağlanmaktadır. Gerçekte, DTÖ, birbiri ile çatışan Avrasya Gümrük Bir-
liği kuralları üzerinde bir yere sahip olacaktır. Bu durum, diğer bütün eski Sovyet-
ler Birliği ülkeleri arasında oluşturulan bölgesel entegrasyon düzenlemelerinden
tamamen farklı bir durum ortaya çıkarmaktadır. Bir çok gözlemci bu durumu son
derece olumlu görmektedir, zira DTÖ taraf ülkelerde politika oluşturmayı şeffaf
ve öngörülebilir hale getirmektedir. Ancak halihazırda, bu kadar kapsamlı ve fay-
dalı bir etkinin Rusya için de geçerli olup olmayacağı konusunda ciddi derecede
belirsizlik bulunmaktadır. Gene de, DTÖ hükümleri ve uluslararası gümrük rejimi
(Kyoto Konvansiyonu26) Avrasya Gümrük Birliği anlaşmalarının iyileştirilmesinde
referans noktası oluşturmuştur. DTÖ üyelik çalışmaları sırasında, Rusya ticari reji-
mini modernize ederek, Avrasya Gümrük Birliği içine dercetmiştir.”27

Yukarıda Chatam House tarafından da vurgulandığı gibi Batı tarafından kuru-


lan ve artık küresel hale gelmiş olan sistem, Avrasya Birliği’nin kurulmasında temel
alınmaktadır. Rusya bu seçimi yapmıştır, zira nüfusun yaşlanması nedeniyle vak-
ti ve enerjisi azalmaya başlayacaktır. Nasıl ki, tasarrufların değerlendirilmesinde
gençler daha fazla risk alabilirken, ileri yaşlarda olanlar daha muhafazar seçimler
yaparlarsa, aynı şekilde Rusya da geleceğindeki riskleri düşürme konusunda uzun
vadeli bir politikayı çoktan uygulamaya başlamış olabilir. Elbette bu durum, kısa
ve orta vadede Rusya’nın her türlü çatışmadan kaçınacağı anlamına gelmemektedir.
Ancak Soğuk Savaş dönemine göre, yumuşak güç kullanmaya daha eğilimli bir
Rusya anlamına gelebilir.

Diğer taraftan, uluslararası ticaret kurallarının Rusya’nın Avrasya Birliği’ni


kurmasına sağlayabileceği katkıları aşağıdaki gibi gruplandırabiliriz:

- İşlem maliyetlerinin28 (araştırma, bilgi alma, pazarlık etme, karara var-


ma, maliyeti gözetme, uygulatma vb maliyetlerin) düşürülmesi: Gümrük
vergilerinin azaltılması, ülkeler arasındaki ticaretin artırılmasında artık
yetersiz ve demode bir yöntemdir. DTÖ gibi bazı anlaşmaların ve kural-
ların yürürlüğe girmesiyle, farklı ülkelerdeki firmalar daha rahat ticaret

26 İklim değişikliği ile ilgili olan Kyoto Protokolü ile karıştırılmamalıdır.


27 Rilka Dragneva and Kataryna Wolczuk, a.g.e., s 8.
28 Transactioncosts
Nurhan Verda Özyer 229

yapabilmektedirler.29,30,31 Özellikle küçük ve orta ölçekli firmalar bu du-


rumdan daha fazla yararlanırlar, zira büyük firmalar, işlem maliyetlerini
genellikle daha kolay düşürebilirler.
- Avrasya Birliği’ne taraf ülkeler arasında gerçek işbirliği ve güvenin oluş-
turulmasında iyi bir zemin olabilir: Kuralların açık bir şekilde tanımlan-
ması, anlaşmazlıkların halli mekanizmaları ve bu ikisinin nasıl yorum-
lanacağına ilişkin geniş bir deneyim birikimi, taraf ülkeler açısından bir
dereceye kadar (özellikle Rusya’ya karşı) bir garanti sağlayacaktır.
- Potansiyel tehditler ve bunlara göre oluşturulmuş kamuoyu gündemi yeri-
ne, üretim gibi sivil hayatın iyileştirilmesi ve çeşitlendirilmesine yönelik
faaliyetler için daha fazla ilgi ve kaynak ayrılabilir. Sonuçta, ‘zamanın
ruhu’ ne olursa olsun, herkes geçimini temin etmek durumundadır. Bu da,
halkların Avrasya Birliğine katılım konusunda daha istekli (veya daha az
dirençli) olmalarını sağlayabilir. Bu durum da, Rusya’nın (Sovyetler Birli-
ği ile kıyaslandığında) Avrasya Birliği’ni ayakta tutmak için daha az çaba
ve kaynak harcaması anlamına gelmektedir. Sonuçta da, Avrasya Birli-
ği’nin hayatta kalma şansı artacaktır.

Sonuç olarak, DTÖ üyeliğinin Rusya’ya üç önemli hususta katkı sağlayabile-


ceği değerlendirilebilir. Birincisi yurtiçinde rekabetçi sektörlerin gelişimine katkı
sağlamak, ikincisi daha fazla yabancı yatırımcı çekmek ve üçüncüsü de Avrasya
Birliği’nin kurulmasını kolaylaştırmak.
Bunların dışında, Rusya’yı DTÖ üyesi olmaya iten ve çok fazla da gündeme
gelmeyen bir başka konu da kendi yatağında ilerlemektedir.

Enerji Şartı ve Avrupa Birliği Üçüncü Enerji Paketi


Enerji Şartı Anlaşması girişimleri ilk başta enerji sektöründe sınırlar ötesi iş-
birliğini geliştirmek amacıyla, özellikle de Sovyetler Birliği’nin doksanlı yılların
başında çökmesiyle beraber, bu ülke ve doğu Avrupa ülkelerinin Avrupa ve küresel
piyasalara eklemlenmesini sağlamak amacıyla başlatılmıştır. Avrupa’nın artmakta

29 Gaël Raballand, Antoine Kunth, Richard Auty, Central Asia’s Transport Cost Burden and Its
Impact on Trade, Economic Systems 29, 2005, p 6–31.
30 David Jay Green Armin Bauer, The Costs of Transition in Central Asia, Journal of Asian Eco-

nomics, Vol. 9, No. 2, 1998, p. 345-364.


31 For ‘transactioncosts’ bakınız: Coase, Ronald H. (1937), The Nature of the Firm, Economi-

ca4 (November): 386–405.,http://purao.ist.psu.edu/532/Readings/Coase1937.pdf (Son ula-


şım02.10.2014).
230 Enerji Diplomasisi

olan enerji ihtiyacı ve Rusya’nın geniş kaynakları, bir çeşit işbirliği için ortak zemin
hazırlanmasını zorunlu kılıyordu. Sadece enerji ticareti değil, yatırım, transit taşı-
macılık, enerji verimliliği ve anlaşmazlıkların hallini de kapsayan bu Anlaşma ilk
başta 1991 yılında bir deklarasyon ile gündeme gelmiştir. Aralık 1994’de Lizbon’da
imzalanan Anlaşma ve eki Protokol, Nisan 1998’de yürürlüğe girmiştir. Söz konusu
Anlaşma kapsamında, Brüksel’de bir de Sekreterlik kurulmuştur32.
Anlaşma’nın ticaret ile ilgili bölümü ham petrol, doğal gaz, yakacak odun ve
elektrik gibi geniş bir ürün grubunu kapsamaktadır. Anlaşma’da ayrıca, temel olarak
serbest ticaretin ve Dünya Ticaret Örgütü (ilk imzalandığında GATT) kurallarının
temel alınacağı hükme bağlanmıştır. Yatırım konusunda, ise, yabancı yatırımcıların
yapacakları doğrudan yatırımların ayrımcılık, kamulaştırmalar, sözleşmelere uyul-
maması, savaş nedeniyle doğan zararlar vb konularda yatırımcıları koruma amaçlı
hükümler bulunmaktadır. Ancak, söz konusu Anlaşma’da doğal kaynaklar üzerinde
ulusal egemenlik kavramının kabul edileceği de hükme bağlanmıştır33.
Transit taşımacılık ile ilgili konulara geçmeden önce üye ülkeler hakkında
bilgi vermek faydalı olacaktır. Halihazırda, Afganistan, Arnavutluk, Ermenistan,
Avusturya, Azerbaycan, Belçika, Bosna Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Güney
Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Avrupa Birliği ve EURATOM, Fin-
landiya, Fransa, Gürcistan, Almanya, Macaristan, İrlanda, İtalya, Japonya, Kaza-
kistan, Kırgizistan, Litvanya, Lüksemburg, Malta, Moldova, Moğolistan, Hollanda,
Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya, İspanya, İsveç, İsviçre, Tacikis-
tan, Makedonya, Türkiye, Türkmenistan, Ukrayna, Birleşik Krallık ve Özbekistan
söz konusu Anlaşmayı imzalamış ve onaylamışlardır. İmzalamakla beraber onay
sürecini tamamlamamış ülkeler ise, Avustralya, Belarus, İzlanda, Norveç ve Rusya
Federasyonu’dur34.
Rusya Federasyonu, 20 Ağustos 2009 tarihinde Enerji Şartı Anlaşması ve ilgili
Protokol’e taraf olmayacağını bildirmiş olup, bu tarihe kadar geçici olarak uygu-
lamıştır35. Rusya’nın 2009 yılında Anlaşma’ya taraf olmayacağını açıklamasının
temel nedeni transit taşımacılık ile ilgili konulardır. Şubat 2000 tarihinde Transit

32 Türkiye’nin AB ve DTÖ Eski Daimi Temsilcisi Selim Kuneralp halihazırda Genel Sekreter
yardımcısı olarak görev yapmaktadır. http://www.encharter.org/index.php?id=683&L=0 (son
ulaşım 16.05.2015).
33 Andrei Konoplyanik, Thomas Wälde, Energy Charter Treatyandits Role in International Ener-

gy, Journal Of Energy& Natural Resources Law, Cilt 24 No 4 2006, s 540, http://www.enchar-
ter.org/fileadmin/user_upload/DSG/Publications/2006/410-JENRL-11.2006.pdf (son ulaşım
16.05.2015).
34 http://www.encharter.org/index.php?id=61 (son ulaşım 16.05.2015).

35 http://www.encharter.org/index.php?id=414#c1338.
Nurhan Verda Özyer 231

Konulara İlişkin Enerji Şartı Protokol’ü görüşülmeye başlanmış olup, Aralık 2002
tarihinde ise çok taraflı görüşmeler tamamlanmıştır. Anlaşma’nın yedinci maddesi,
GATT’ın transit taşımacılık ile ilgili (ve bugüne kadar çok da gündeme gelmeyen)
beşinci maddesine dayanmakta olup, bu hükme göre doğalgaz veya elektrik gibi
enerji ürünlerinin taşındığı hatların kullanımında ayrımcılık yapılmayacaktır.36 Di-
ğer bir değişle, Rusya, Kazakistan veya Türkmenistan üzerinden gelecek doğalgazı
kendi kaynaklarından gelen doğalgaz ile aynı muameleye (fiyat ve taşıma şartla-
rı gibi) tabi tutacaktır. Enerji Şartı Anlaşması’nın en temel hedeflerinden birisini
yansıtan bu hüküm ve Protokol, tüketici ve üretici ülkeler açısından arz ve talep
güvenliğini sağlamayı hedeflemektedir. Ancak, bu durum Rusya açısından sıkıntı
yaratacağı için süreç Rusya’yı anlaşmayı onaylamayacağını bildirmeye kadar gö-
türmüştür. Diğer taraftan, Rusya halen Enerji Şartı Konferansı’na taraftır.
Rusya’nın ve Avrupa’nın yukarıda belirtilen tutumları, 21. Yüzyılda Avrasya
enerji diplomasisinde ilginç girişimlere ve dengelerin oluşumuna zemin hazırla-
mıştır. Rusya’nın üretici ülke olarak DTÖ kurallarını temel alan Enerji Şartı An-
laşması’na ihtiyacı bulunmaktadır. Zira DTÖ kurallarının enerji sektörüne de uy-
gulanması, Rusya’nın mevcut pazarlarında talebin daha istikrarlı olmasına katkı
sağlayacaktır. Ancak, aynı Rusya’nın transit ülke olarak Enerji Şartı Anlaşmasını
onaylaması çıkarlarına uymamaktadır. Hem Avrupa hem de Rusya bu durum karşı-
sında iki farklı ve birbiriyle tamamen çatışan strateji geliştirmişlerdir.
Avrupa, Enerji Birliği kapsamında, enerji sektöründe ‘ayrıştırma – unbund-
ling’ şartını getirmeye çalışmaktadır. Bu şart, her ne kadar üye olmayan ülkeleri
kapsamasa da, doğalgaz, petrol ve elektrik gibi enerji ürünlerinin üretilmesi, transiti
ve perakende satışında aynı firmaların faaliyet göstermesinin önüne geçilmeye ça-
lışılmaktadır37. Diğer bir değişle, ulusal düzeyde dikey entegrasyonu engelleyerek,
sektörde tekelleşmenin önüne geçilmeye çalışılmaktadır. (Bu çerçevede, Rusya’dan
gelecek enerji ürünü, sınırı geçtikten sonra bu kapsamda değerlendirilecektir.)Av-
rupa Birliği’nin ‘ayrıştırma’ kavramını ortaya atmasının nedenlerinden birisi, Rus-
ya’nın monopoli gücüne karşılık monopsoni gücünü kazanmaya çalışmasıdır38.
(monopolide tek üretici istediği fiyatı dikte etme gücüne sahipken, monopsonide

36 A.Konoplyanik,T.Wälde, a.g.e, s 525 – 544 http://www.encharter.org/fileadmin/user_upload/


DSG/Publications/2006/410-JENRL-11.2006.pdf (son ulaşım 16.05.2015).
37 KatjaYafimava, The EU Third PackageforGasandtheGasTarget Model: MajorContentiousIs-

sues Inside andOutsidethe EU, NG 75, The Oxford InstituteforEnergyStudies, Nisan 2013,
http://www.oxfordenergy.org/wpcms/wp-content/uploads/2013/04/NG-75.pdf (son ulaşım
16.05.2015).
38 Robert D. Kaplan, Eugene Chausovsky, Pipelines of Empire , Stratfor, 13.11.2013,http://www.

stratfor.com/weekly/pipelines-empire#axzz3BabDUHFg.
232 Enerji Diplomasisi

ise tek alıcı istediği fiyatı dikte etme gücüne sahiptir). Rusya, tek tek ülkelerle fiyat
konusunda pazarlık ederken daha güçlü olmaktadır. Ancak, kapsamlı ve tutarlı di-
zayn edilmiş bir Avrupa Enerji Birliği, Rusya’nın monopoli gücünü kırabilir. Rus-
ya, dünyanın en büyük enerji üreticilerinden birisi olarak, sadece üretici ve sınıra
kadar da taşıyıcı olarak kalmak istememektedir. Çeşitli yatırımlar ve alıcı ülkeler-
deki enerji sektöründe dikey entegrasyon yoluyla bu piyasalarda güç kazanmaya
çalışmaktadır39. İşte, yukarıda bahsedilen ayrıştırma prensibi ise Rusya’nın özel-
likle Avrupa Birliği enerji piyasasında daha fazla güç kazanmasının önüne geçmeyi
hedeflemektedir. Rusya ise, Avrupa Birliği Üçüncü Enerji Paketi’ni ve ayrıştırma
koşulunu, 8 Mayıs 2014 tarihli başvurusuyla DTÖ Anlaşmazlıkların Halli Mekaniz-
ması’na taşımış olup40, ilk aşama olan karşılıklı danışmaların başlatılması41 talebini
iletmiştir. Bu girişim de, Rusya’nın DTÖ’yü enerji diplomasisinde araç kullanma-
sına önemli bir örnektir. Söz konusu başvuru için panel kurulması ve AB aleyhine
karar çıkması halinde, Rusya zararının tazminini talep edebilecektir. Bu durum da,
Rusya’ya müzakere masasında bir koz daha sağlamaktadır.
Diğer taraftan, Rusya, üye ülkelere tek tek daha uygun şartlar önererek, Enerji
Birliği projesini engellemeye çalışmaktadır42. Örnek olarak, Polonya daha uygun
şartlar karşılığında Rusya ile müzakerelere devam etme ve sözleşme imzalama yö-
nünde tavır takınmaktadır43. Rusya, ayrıca, enerji ürünlerindeki fiyat dalgalanma-
larından daha az etkilenmek için alıcı ülkeleri uzun vadeli sözleşmelerle kendine
bağlamaya çalışmaktadır.
Rusya, Baltık Denizi üzerinden hat kurarak (Kuzey Akım), Ukrayna ve Bela-
rus’u bypass etmeye hedeflemektedir44. Ancak, Rusya’nın Avrupa’nın enerjide dışa
bağımlığını uzun vadeli gelir kaynağına çevirmesinin önündeki en önemli engel-
lerden birisi sıvılaştırılmış gaz terminalleri yoluyla, kaynak çeşitliliği sağlamasıdır.
Ukrayna krizi sırasında, Almanya’nın Rus gazına bağımlılığını inceleyen bir

39 Russian Energy, Part 3: Setting a Future Course, Stratfor, 12.10.2012, http://www.stratfor.


com/analysis/russian-energy-part-3-setting-future-course#axzz3BabDUHFg
40 Bakınız: https://docs.wto.org/dol2fe/Pages/FE_Search/FE_S_S006.aspx?Query=(%20@Sy-
mbol=%20(wt/ds476/1%20))&Language=ENGLISH&Context=FomerScriptedSearch&lan-
guageUIChanged=true#
41 Requestforconsultations
42 Russian Energy, Part 3: Setting a Future Course, Stratfor, 12.10.2012, http://www.stratfor.
com/analysis/russian-energy-part-3-setting-future-course#axzz3BabDUHFg
43 The EU Threatens Gazprom’s Monopoly in Europe, Stratfor, 15.10.2015, http://www.stratfor.
com/geopolitical-diary/eu-threatens-gazproms-monopoly-europe#axzz3BabDUHFg
44 The Past, Present and Future of Russian Energy Strategy, Stratfor, 12.02.2013, http://www.
stratfor.com/weekly/past-present-and-future-russian-energy-strategy#axzz3BabDUHFg
Nurhan Verda Özyer 233

yazıda45, Almanya’nın ısınma ve elektrik ihtiyacının beşte birinin Rus firmaları


üzerinden sağlanan tedarik ile karşılandığı, gaz stoklarının en fazla 3-4 ay yetebi-
leceği, Almanya’nın sıvılaştırılmış gaz ithal edebileceği bir terminali olmadığı, bu
nedenle bu ülke açısından kısa vadede gazın başka ülkeler üzerinden getirilmesi ge-
rekeceği ve Belçika, Hollanda, İspanya ve Fransa üzerinden gaz temin edilebileceği
belirtilmektedir. Yazıda devamla, enerji açısından Rusya’dan bağımsız olunmasının
kolay olmasa da mümkün olduğu, buna karşılık Rusya’nın Almanya başta olmak
üzere Avrupalı müşterilere ihtiyacının daha fazla olduğu belirtilmektedir.

Sonuç
Sonuç olarak, tüm bu diplomasi hamlelerinin ortak noktası, çatışma ve uzlaş-
ma alanı olarak, diğer hususların yanında, DTÖ hükümlerini de temel almasıdır.
Bu çerçevede, yazının başında belirtilen ve Putin tarafından 2002 yılında yapılan
konuşmayı yeniden hatırlamak faydalı olacaktır.
“Dünya Ticaret Örgütü – bu konuya dikkatinizi çekmek istiyorum – mutlak
olarak ne iyidir ne de güçlü olur. Bu aracı kullanamayanlar veya kullanmak iste-
meyenler ile korumacı kota ve tarifelerin arkasına saklananlar çökerler. Bunlar
stratejik olarak tamamen çökerler.
Ülkemiz hala dünya ticaretinin şekillendirilmesi sürecinden ‘dışlanmış’ du-
rumdadır. Bizlere, dünya ticaretinin şekillendirilmesinde yer alma izni verilmedi.
Bu durum Rus ekonomisinin durgunluğa girmesine ve rekabetçiliğinin düşmesine
neden oldu.
DTÖ üyeliği küresel piyasalarda Rus ulusal çıkarlarını korumak için bir araç
olmalıdır. Ve gerçekleştirmek durumunda olduğumuz işlerin tamamlanması için
dışsal bir zorlayıcı araç da olmalıdır.”46
Bu çerçevede, yaşlanan ve azalan nüfusu ile geniş enerji kaynaklarına sahip
olması bir araya gelince, Rusya geleceğini daha fazla teminat altına almak için
‘enerji diplomasisi’ oyununda daha maharetli bir oyuncu olmayı seçmiş gibi gözük-
mektedir. Bunun için uzun yıllardır uyguladığı uluslararası anlaşmaları dışarıdan et-
kisiz hale getirmeye çalışmak stratejisi yerine, faaliyetin tam merkezinde yer alarak
bu gelişmeleri kendi istediği yönde etkilemeye çalışmayı tercih ediyormuş gibi gö-
zükmektedir. Gene bu durum, DTÖ sistemi için uzun yıllardır bir şekilde görünmez
olan enerji sektörünün birdenbire sistemin tam merkezine gelmesine neden olabilir.

45 Winandvon Peterdorf, Ukraine-KriseSowird Deutschland unabhängiger von Russland, Frak-


furter Algemeiner Zeitung, 08.08.2014, http://www.faz.net/aktuell/wirtschaft/wirtschaftspoli-
tik/deutschland-muss-sich-von-russischen-ressourcen-loesen-13078640.html
46 Annual Addresstothe Federal Assembly of the Russian Federation, 2002
234 Enerji Diplomasisi

Kaynakça
Aleksandr Dugin, Rus Jeopolitiği – Avrasyacı Yaklaşım, Küre Yayınları, İstanbul, Temmuz
2003.
Annual Address to the Federal Assembly of the Russian Federation, 18 April 2002, The Krem-
lin, Moscow.
Annual Address to the Federal Assembly of the Russian Federation, 18April 2002, The Krem-
lin, Moscow, http://archive.kremlin.ru/eng/speeches/2002/04/18/0000_type70029ty-
pe82912_70662.shtml , (son ulaşım 13.05.2015).
Dr. Baris Karapinar, Export Restrictionsand the WTO Law: Regulatory Deficiencyor Unin-
tended Policy Space, World Trade Institute, University of Bern, http://www.wto.org/
english/res_e/publications_e/wtr10_21may10_e.htm (son ulaşım 13.05.2015).
Zbigniew Brzezinski, Stratejik Vizyon: Amerika ve Küresel Güç Buhranı, Timaş Yayınları,
2012, İstanbul.
David G. Tarr, Russian WTO accession: Achievements, Impacts, Challenges, http://en.irakliy.
com/d/462408/d/eng-9.pdf, (Son ulaşım 30 Eylül 2014).
Emerging Economies, the Geopolitcis of the BRICs Nations, Stratfor, ABD, 2012.
David Jay Green Armin Bauer, The Costs of Transition in Central Asia, Journal of Asian Eco-
nomics, Vol. 9, No. 2, 1998.
Felix Goryunov, Russia Can Join the WTO, But Shouldn’t, Russia Beyond the Headlines,
4 Kasım 2011, http://rbth.co.uk/articles/2011/11/04/russia_can_join_the_wto_but_
shouldnt_13702.html (son ulaşım 13.05.2015).
Gümrük Tarifeleri Ticaret Genel Anlaşması GATT 1947, 31 Aralık 1953 tarihli Resmi Ga-
zete, http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/
arsiv/8597.pdf&main=http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/8597.pdf.
Lauren Goodrich, Peter Zeihan, George Friedman, The Crucible of Nations: The Geopolitics
of the Caucasus, Stratfor, ABD, 2011.
http://stat.wto.org/CountryProfile/WSDBCountryPFView.aspx?Language=E&Country=RU
Irina Tochitskaya, Russia’s Accession to the WTO: Impacts and Challenges, CASE Network
E-briefs, January 2012, www.case-research.eu , (son ulaşım 13 August 2014)
Robert D. Kaplan, Eugene Chausovsky, Pipelines of Empire ,Stratfor, 13.11.2013, http://www.
stratfor.com/weekly/pipelines-empire#axzz3BabDUHFg.
Molly O’Neal, Stirred, Not Shaken: Russia in the WTO, Scholar Research Brief, Irex, (funded-
by US Department of State), www.irex.org (son ulaşım 21.07.2014)
Yulia Selivanova, The WTO and Energy WTO Rules and Agreements of Relevanceto the Ener-
gy Sector, ICTSD International Centrefor Tradeand Sustainable Development Program-
me on Tradeand Environment Issue Paper No. 1, Ağustos 2007, http://www.ictsd.org/si-
tes/default/files/research/2008/05/the20wto20and20energy.pdf (son ulaşım 16.05.2015)
The EU Threatens Gazprom’s Monopoly in Europe, Stratfor, 15.10.2015, http://www.stratfor.
com/geopolitical-diary/eu-threatens-gazproms-monopoly-europe#axzz3BabDUHFg
Nurhan Verda Özyer 235

Winandvon Peterdorf, Ukraine-Krise Sowird Deutschland unabhängiger von Russland, Frak-


furter Algemeiner Zeitung, 08.08.2014, http://www.faz.net/aktuell/wirtschaft/wirtsc-
haftspolitik/deutschland-muss-sich-von-russischen-ressourcen-loesen-13078640.html
Russian Energy, Part 3: Setting a Future Course, Stratfor, 12.10.2012, http://www.stratfor.
com/analysis/russian-energy-part-3-setting-future-course#axzz3BabDUHFg.
Pekka Sutela, How Strong is Russia’s Economic Foundation?, Centre for European Reform,
Policy Brief, www.cer.org.uk.
Gaël Raballand, Antoine Kunth, Richard Auty, Central Asia’s Transport Cost Burden and Its
Impact on Trade, Economic Systems 29, 2005.
Rilka Dragneva and Kataryna Wolczuk, Russia, the Eurasian Customs Union and the EU: Co-
operation, Stagnation or Rivalry?, Chatam House, Briefing Paper, August 2012, www.
chathamhouse.org (son ulaşım 09.05.2015).
Report Of The Working Party On The Accession of The Russian Federation To The World
Trade Organization, (WT/ACC/RUS/70, WT/MIN(11)/2), 17 Kasım 2011, http://doc-
sonline.wto.org/imrd/directdoc.asp?DDFDocuments/t/WT/min11/2.doc.
Russian Official: The WTO Is Not A Magic Wand, Russia Beyond The Headlines, 24Ağustos
2012, http://rbth.com/articles/2012/08/24/russian_official_the_wto_is_not_a_magic_
wand_17653.html (son ulaşım: 13.05.2015).
“Russia’s Accession To The WTO: Exchanging Economic Freedom For Voice, http://www.e-
ir.info/2012/08/20/russias-accession-to-the-wto-exchanging-economic-freedom-for-vo-
ice.
William H. Cooper, Russia’s Accession to the WTO and Its Implications for the United Sta-
tes, US Congressional Research Service, 15 Haziran 2012, http://fas.org/sgp/crs/row/
R42085.pdf (son ulaşım 25 Ekim 2014).
Katja Yafimava, The EU Third Packagefor Gasand the Gas Target Model: Major Contenti-
ous Issues Inside and Outside the EU, NG 75, The Oxford Institutefor Energy Studies,
Nisan 2013, http://www.oxfordenergy.org/wpcms/wp-content/uploads/2013/04/NG-75.
pdf (son ulaşım 16.05.2015).
236 Enerji Diplomasisi
Serdar Örnek / Baransel Mızrak 237

ARKTİKA BÖLGESİ’NİN ENERJİ KAYNAKLARI


VE HUKUKSAL DURUM

Serdar ÖRNEK*, Baransel MIZRAK**

Giriş
Bilindiği gibi dünya üzerinde fosil kaynaklardan üretilen enerji hala dünya
nüfusunun büyük bir bölümünün enerji ihtiyacını karşılamaktadır. Alternatif kay-
nakların kullanımı konusundaki gelişmelerin beklenen hızda olmaması bu kay-
naklara olan bağımlılığın devam etmesine neden olmaktadır. Uluslararası Enerji
Ajansının verilerine göre fosil kaynakları dünya’nın enerji ihtiyacının %80’ini kar-
şılamaktadır. Yine aynı verilere göre yakın gelecekte bu durumun pek fazla değiş-
meyeceği öngörülmektedir. Bu yüzden, Arktik bölgesinde bulunduğu tahmin edilen
geniş enerji kaynakları bölge ülkelerinin dikkatinin buraya yoğunlaşmasına neden
olmuştur.1 Diğer yandan, bölge ülkeleri Kuzey Kutbu’nda buzların erimesi ile bir-
likte oluşacak olan deniz yolları için kendi kıyılarından başlamak üzere 200 mil
kadar uzaklığa kadar “münhasır ekonomik bölge” (Exclusive Economic Zone) ilan
etmişlerdir. Fakat bu yer altı zenginliklerinin paylaşılmasıyla ilgili durum henüz
tam olarak netliğe kavuşmamıştır. Bu yüzden bir yandan bölgede ki ülkeler askeri
faaliyetlerini artırırken, Rusya, Kanada, Norveç ve son olarak Danimarka Birleşmiş
Milletler’e (BM) başvurmuş ve bölgenin kendi kıta sahanlığı dâhilinde olduğunu
söyleyerek hak talebinde bulunmuştur. Danimarka bu hak talebini yoğun araştırma-
lar sonucu ‘Lomonos Sırtı’ adlı su altında kalan sıra dağların Grönland’ın bir parça-
sı olduğunu kanıtlamasının ardından yapmıştır.2 Ayrıca, Arktik bölgesinde küresel

* Yrd. Doç. Dr.; Kocaeli Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve Ulus-
lararası Hukuk Anabilim Dalı Başkanı.
** Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yüksek
Lisans Öğrencisi.
1 Cüneyt Kazokoğlu, “8 Ülkenin Gözü Neden ‘Kutup Bölgesinde?’, http://www.bbc.co.uk/turk-
ce/haberler/2014/02/140220_kutup_dairesi_enerji (Erişim 11.05.2015).
2 Euro News, http://tr.euronews.com/2014/12/16/danimarka-kuzey-kutbu-nda-hak-iddia-edi-
yor/ (Erişim 11.05.2015).
238 Enerji Diplomasisi

ısınmanın etkisiyle buzulların büyük ölçüde eridiği ifade edilmektedir. Bazı bilim
adamları bölgedeki buzulların 2030 ile 2040 yılları arasında tamamen eriyebilece-
ğini ifade ederken, bazıları ise küresel ısınmanın etkisinin devam edeceğini ancak
buzulların yüzlerce yıl daha kalacağını iddia etmektedirler.3
Arktik bölgesindeki rekabeti şiddetlendiren unsur sadece enerji kaynakları
olmamış, bunun yanında buzulların erimesi ile ortaya çıkacak deniz ticaret yolu,
balıkçılık faaliyetleri ve güvenlik de buna eklenmiştir. Aslında Arktik bölgesinde-
ki bu rekabet 2007 yılında Rusya’nın bölgeye asker gönderip bayrak dikmesiy-
le hızlanmıştır. Bu duruma tepki gösteren Kanada Dışişleri Bakanı 15’ci yüzyılda
yaşanılmadığını ve her isteyenin istediği yere bayrak dikemeyeceği ifade etmiştir.
Sadece Kanada değil diğer bölge ülkeleri de bu girişimden çok rahatsız olmuşlardır.
Dolayısıyla Rusya’nın Gürcistan’da uyguladığı oldubittiyi (Fait Accompli) burada
uygulayamayacağı söylenebilir. Bu bölgede gerilimin son dönemde artarak devam
etmesinin başlıca sebepleri enerji talebinin artmaya devam ediyor oluşu, ulusla-
rarası hukukun sorunun çözümü konusunda yetersiz kalması ve buz kütlelerinin
erimesidir.4

Bölgenin Jeopolitik Analizi ve Bölgesel Aktörlerin Faaliyetleri


Arktik bölgesinde buzulların erimesiyle ortaya çıkan ekonomik ve stratejik
fırsatlar küresel ısınmanın yol açtığı çevre felaketini önleme çabalarının önüne
geçmiştir. Küresel ısınma neticesinde buzulların erimesi ile bölgede ticaret gemi-
lerinin geçişlerinin artacak olması, yeni doğacak turizm faaliyetleri, gaz ve petrol
araştırmaları gibi yoğun beşeri faaliyetlerin yolu açılacaktır. Zaten hali hazırda, ar-
tan sıcaklık oranı bölgedeki buzulların önemli ölçüde küçülmesine neden olmuş
ve bölgedeki bitki örtüsü ve canlıların varlıklarını olumsuz bir şekilde etkilemiştir.
Dolayısıyla bu değişim nedeniyle yerel halkta önemli zararlar görmeye başlamıştır.
Bu değişim hem Kuzey Amerika’yı hem de Rusya’nın kuzeylerini yoğun bir şekil-
de etkilemeye başlamıştır.
Bölge ilk defa 21 Ağustos 2009 tarihinde uluslararası ticarete açılmaya baş-
lanmış ve buzulların parçalanmasıyla iki Alman ticaret gemisi Viladivostoktan
Hollanda’ya geçmiştir. Bu gelişmeler ışığında 2009 tarihinde NASA, Arktik bölge-
sinde yaptığı iki aylık araştırmalar neticesinde bölgedeki buzulların 1988 yılından
bu yana %78 oranında azaldığını tespit etmiştir. Ayrıca, Birleşik Devletler Jeoloji

3 Robin Mckye, “What Melting Arctic Ice Tells About Our World”, http://www.theguardian.
com/environment/2013/oct/14/melting-arctic-ice-our-world (Erişim 11.05.2014).
4 Nihat Yılmaz, Ali Çiftçi “Arktika Bölgesi’nin Siyasal Önemi ve Siyasal ve Hukuksal Statüsü-
nün Karşılaştırılması” Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Sayı: 31 Güz 2013, s.2-3.
Serdar Örnek / Baransel Mızrak 239

Kurumu yaptığı araştırmalarda Arktik bölgesinde 90 milyar varil petrol, 1,669 tril-
yon metreküp doğalgaz ve 44 milyar varil doğal gaz sıvısı olduğunu tespit etmiştir.5
Bu gelişmelerle birlikte bölge ülkelerinin rekabetinin daha da şiddetleneceği düşü-
nülmekte ve gerekli önlemler alınmazsa kuzey denizindeki doğal hayatın daha da
tahrip olacağı öngörülmektedir.
Bölge ülkeleri arasında rekabete neden olan kaynaklar sadece petrol ve do-
ğalgazla sınırlı değildir. Bölgede altın, elmas, kurşun, çinko, demir, bakır, gümüş,
kömür, uranyum ve nikel gibi kaynaklarında olduğu söylenmektedir. Bu kaynakla-
rında artan maliyeti dikkate alındığında Arktik ülkelerinin girişimlerini artırmaları
içten bile değildir. Arktik bölgesinde dünya’daki toplam petrol rezervinin %22’si
bulunduğu düşünülmektedir.6 Bu petrol kaynakları daha çok ABD, Danimarka ve
Kanada’nın hak iddia ettiği yerlerdeyken, doğalgaz rezervleri daha çok Rusya’nın
hak iddia ettiği bölgelerde bulunmaktadır. Bu doğalgaz kaynakları ise dünyadaki
keşfedilmemiş doğalgaz rezervinin %30’una denk geldiği düşünülmektedir.7
Bu bölgede küresel ısınma sonucunda buzulların erimesi ile önemli güven-
lik sorunları ortaya çıkacak gibi görünmektedir.8 Önceden, buzulların varlığı ül-
kelere bir güvenlik sağlarken bu buzulların çözülmesi yeni güvenlik sorunlarını
da beraberinde getirmiştir. Açılan su ve uluslararası ticaret yolları ile potansiyel
enerji kaynakları bölgenin jeopolitiğini ve istikrarını fazlasıyla etkilemiştir. Buna
en güzel örneklerden birisi daha önce de belirtildiği gibi Rusların tartışmalı olan
kuzey kutbundaki bir bölgeye egemenliklerinin bir simgesi olarak Rusya bayrağını
dikmesidir.9
Aslında 1954 yılından itibaren bu Arktik güzergâhı askeri amaçlar için kulla-
nılmakta ve bu güzergâh ülkelere büyük avantajlar sağlamaktaydı.10 Günümüzde

5 Charles K. Ebinger, Evie Zambetakis, “The Geopolitic of Arctic Melt”, Wiley (on the behalf of
the Royal Institute of International Affairs), Vol: 85 No: 6, s.1215-1216, http://www.jstor.org/
stable/40389013 (Erişim 10.05.2015).
6 Yılmaz, Çiftçi “Arktika Bölgesi’nin Siyasal Önemi ve Siyasal ve Hukuksal Statüsünün Karşı-
laştırılması”, s.4-5.
7 Emine Akçadağ, “Arktika’da Güç Mücedelesi” www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_
content&view=article&id=1966%3Aarktikada-guec-muecadelesi&catid=183%3Aenerji&Ite-
mid=140 (Erişim 12.05.2015).
8 Population Council, “Report to the European Council on Climate Change and International Se-
curity” Population and Development Council Review, Vol:34 No: 3, September 2008, s.589.
9 Population Council, “Report to the European Council on Climate Change and International
Security” s.591.
10 Joseph S. Roucek, “The Geopolitics of the Arctic”, American Journal of Economics and

Sociology, Vol:42, No: 4 October 1983, s.465, http://www.jstor.org/stable/3486242 (Erişim


11.05.2015).
240 Enerji Diplomasisi

ise küresel ısınma sonucu buzulların erimesiyle bölgede açılacak yolların uluslara-
rası ticarette önemli kolaylıklar sağlayacağı düşünülmektedir. Örneğin, Londra’dan
Yokohama’ya bölgedeki buzullar nedeniyle Süveyş Kanalı üzerinden 21000 km
mesafe üzerinden gidilmekteyken, bu buzulların erimesiyle bu mesafe kuzey de-
nizi üzerinden 14000 km’ye inecektir. Bu güzergâhın rahatlıkla daha fazla tercih
edileceği söylenebilir. Bu nedenle Arktik bölgesi Avrupa ve Asya arasındaki tica-
rette önemi artan yerlerden birisi olacak ve uluslararası ticaretin artmasını daha da
kolaylaştıracaktır. Bu bakımdan, bölgedeki ülkelerin de uluslararası ticarette önemi
artacak olan bir bölgeyi elde etmeleri onlara uluslararası siyasette önemli kazanım-
lar sağlayacaktır.11
Bu arada, hükümetler arası bir kurum olarak Arktik Konseyi’nden bahsetmek
yerinde olacaktır. 1996 yılından itibaren faaliyette olan bu Konsey sürdürülebilir kal-
kınma, insani kalkınma ve çevresel koruma konularında forum işlevi görmektedir.
Bu konsey Rusya, Kanada, Danimarka/Grönland, ABD, Norveç, İsveç ve Finlandiya
gibi Arktik ülkelerden oluşmaktadır. Bu konseyin aldığı kararlar tavsiye hükmünde-
dir ve bölgedeki değişimlere cevap verir bir nitelikte de değildir.12 Ancak Konseyin
bilimsel araştırmalar ve bölgedeki yerli halkı, gözlemci devletleri ve sivil toplum
kuruluşlarını da kapsayıcı çalışmalar yapması gibi başarılı yönleri de bulunmaktadır.
Örneğin, Konsey bölgedeki iklim değişikliği, gemi taşımacılığı, petrol ve doğal gaz
ile ilgili gelişmelerle ilgili sorunlara temas eden ve tavsiyeler içeren bir rapor sun-
muştur. Bu olumlu girişimlere rağmen bölgedeki real politik kaygıların daha üstün
geleceği ve bölgedeki kaynakların paylaşımı sorununun daha ağır basacağı düşünül-
mektedir. Fakat bölge ülkelerinin diğer üçüncü ülkelerle işbirliği içerisinde olması
ve ekonomik faaliyetlerini sürdürülebilir kalkınmayı göz önünde bulundurarak yap-
ması bölgede barış ve huzur ortamı adına fırsat sağlayabilir. Ancak küresel ısınmanın
bölgede yarattığı devam eden olumsuzluklar ve genel olarak şu ana kadar yapılanlar
göz önüne alındığında kalıcı barış ve huzur ortamından söz etmek zordur.13
Gröland’da 2008 yılının Mayıs ayında bakan seviyesinde beş Arktik ülkesi
–Kanada, Danimarka, Norveç, Rusya ve ABD- arasında bir konferans düzenlen-
miştir. Bu konferansın Arktik Okyanusundaki temel sorunların değerlendirilmesi
amacıyla yapıldığı söylenmiştir. Konferans sonunda taraflar bölgedeki çevre so-
rununda artan bir işbirliği mekanizması gerçekleştireceklerini ifade ederek, doğal

11 Yılmaz, Çiftçi “Arktika Bölgesi’nin Siyasal Önemi ve Siyasal ve Hukuksal Statüsünün Karşı-
laştırılması”, s.6-7.
12 Noreen Parks, “Calls For A New Governance of Arctic Waters”, Ecological Society of Ame-

rica, Vol:8 No:10, December 2010, s.508, http://www.jstor.org/stable/29546171 (Erişim


12.05.2015).
13 Parks, “Calls For A New Governance of Arctic Waters”, s.508.
Serdar Örnek / Baransel Mızrak 241

kaynakların paylaşımı konusunda da dostane bir çözüm yolu bulacaklarını belirt-


mişlerdir. Ayrıca Arktik bölgesinde uygulanmak üzere uluslararası normların oluş-
turulması çağrısında bulunmuşlardır. Ayrıca taraflar deniz hukukunun kendilerine
kıta sahanlığının sınırını belirleme hak ve yetkisi verdiğini belirtmişlerdir. Bunun
yanında seyrüsefer serbestîsi ve bilimsel araştırma yapma konularında da yetki sa-
hibi olduklarının altını çizmişlerdir. Bölgede yaşanabilecek çevre kirliliği, gemi
kazaları veya ekolojik dengeyi bozabilecek herhangi bir gelişmenin bölge ülkeleri-
nin işbirliği yoluyla çözüleceğini belirtmişler ve uluslararası hukuk doğrultusunda
birlikte hareket ederek Arktik Okyanusunun korunması adına gerekli olan tedbir-
leri alacaklarını ilan etmişlerdir. Ayrıca taraflar Uluslararası Denizcilik Örgütü ile
de yakın işbirliği içinde olacaklarını ve birlikte çalışacaklarını belirtmişlerdir. Bu
arada, Amerikan tarafından John Bellinger ilgili toplantıda gelecekte gemi hareket-
liliği, turizm ve ekonomik aktiviteler konusunda herhangi bir hukuki statüsü olma-
yan bu bölgede bir çekişme olmaması adına yeni bir antlaşma yapılması çağrısında
bulunmuştur.14
Bu toplantı Arktik bölgesinin korunması ve enerji kaynaklarının çıkarılması
konularında olumlu bir gelişme olmakla birlikte yeterli olmaktan uzaktır. Arktik
bölgesindeki sorunların tam anlamıyla çözüme kavuşturulması için ekonomik faa-
liyetler, enerji kaynakları, küresel ısınma ve kıta sahanlığı gibi birçok önemli konu-
yu içeren tarafları bağlayıcı bir antlaşmanın yapılması ve bunun sıkı bir denetime
kavuşturulması gerekmektedir.

Arktik Bölgesinin Hukuki Durumu


Arktik bölgesinin hukuki anlamda en önemli sorunlarından birisi ‘Kıta Sa-
hanlığı’ (Continental Shelf) sorunudur. Kıta sahanlığı kıyı devletinin kara ülke-
sinin doğal uzantısı olarak kabul edilmekte ve deniz yatağının 100 kulaç (200
m.) derinliğine kadar devletlere hak ve yetkiler vermektedir. Ayrıca, 1958 tarihli
Cenevre Sözleşmesinin 2’ci maddesi de kıyı devletlerinin kıta sahanlığı üzerin-
de egemen haklara sahip olduğu belirtilmiştir. Kıyı devletlerinin bu hakka sahip
olabilmesi için Münhasır Ekonomik Bölge’den (Exclusive Economic Zone) farklı
olarak herhangi bir bildirimde bulunmaları zorunluluğu da bulunmamaktadır. Zira
Uluslararası Adalet Divanı’nın 20 Şubat 1969 tarihli Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı
Davaları kararında da kıyı devletinin kıta sahanlığı üzerindeki hak ve yetkilerinin
fiilen (ipso facto) ve başlangıçtan beri (ab initio) olduğunu belirtmiştir.15 Yine, BM

14 American Society of International Law, “United States Joins in Arctic Declaration, Supports
Existing Arctic Legal Regime”, The American Journal of International Law, Vol: 102 No:
4 October 2008, s.872-873, http://www.jstor.org/stable/29546171 (Erişim 12.05.2015).
15 Hüseyin Pazarcı, “Uluslararası Hukuk”, Turhan Kitabevi, Ankara 2009, s.277-279.
242 Enerji Diplomasisi

Deniz Hukuku Sözleşmesine göre ülkeler kıta sahanlıklarını genişletmek istiyorsa


kıta sahanlıklarındaki doğal uzantının 200 milden daha uzağa gittiğini kanıtlamak
zorundadır. Eğer kanıtlayabilirlerse kıta sahanlığında genişleme talebinde buluna-
bilmektedirler. Ancak, 1994 yılında yürürlüğe giren sözleşme 10 yıl içinde devlet-
lere kıta sahanlığını genişletme talebinde bulunma zorunluluğunu getirmektedir.
Rusya’da kıta sahanlığını genişletmek amacıyla talepte bulunan ilk ülke olmuştur.16
Ancak ortaya koyduğu argümanlar yeterli görülmediğinden tekrar kanıtlarını sun-
mak üzere başvuruda bulunmuştur. Norveç 2006’da, Kanada 2013’te ve Danimarka
2014’de kıta sahanlığını genişleme talebinde bulunmuştur.17 Bu genişleme talebin-
de bulunan ülkeler söz konusu iddialarını hazırladıktan sonra BM Kıta Sınırları
Komisyonunun önünde savunmak zorundadırlar.18 Bilimsel olarak iddia ettikleri
yerin kendi kara parçalarının doğal uzantısı veya kıta marjı (Continental Margin)
içerisinde olduğunu komisyona kanıtlayabilirlerse kıta sahanlıklarını 350 mile ka-
dar uzatabilirler.19
Diğer bir önemli konu Arktik bölgesinin herhangi bir hukuki statüsünün ol-
mayışıdır. Arktik bölgesinin hukuki statüsünü ortaya koyan herhangi bir belge bu-
lunmamaktadır. Arktik bölgesinin statüsü konusunda yapılan tartışmalar daha çok
akademik dünyada ve siyasilerin söylemleri üzerinden devam etmektedir. Arktik
bölgesindeki sorunun hukuki çözümünde temel alınacak en önemli belge 16 Kasım
1994 tarihinde yürürlüğe giren BM Deniz Hukuku sözleşmesidir. Arktik bölgesin-
deki devletlerden Norveç 1996 yılında bu sözleşmeyi ilk imzalayan devlet olmuştur.
Sırasıyla 1997 yılında Rusya, 2003 yılında Kanada ve 2004 yılında da Danimarka
sözleşmeyi onaylamıştır. Bu sözleşmenin kabulü durumunda Arktik bölgesindeki
siyasi ve hukuki sorunların çözüleceğine inanılmaktadır.20 Ancak ABD BM Deniz
Hukuku Sözleşmesi’ni imzalamış fakat onaylamamıştır. Bu sözleşme Senato’da
olumlu olarak karşılanmakla birlikte, bir uluslararası kuruma gereğinden fazla yetki
verileceği endişesi ile onaylanmamıştır. Bazı senatörler sözleşmenin onaylanması
durumunda ABD donanmasının bölgedeki hareket alanının kısıtlanacağını söyle-
miş ve geleneksel uluslararası hukukun Arktik meselesinin çözümü için yeterli ola-
cağını savunmuştur. Ancak, Amerika’daki bazı çevreler ise ABD’nin sözleşmeyi

16 Nich Amies, “Kuzey Kutbu İçin Büyük Mücadele”, Çeviren: Julide Danışman http://www.
dw.de/kuzey-kutbu-için-büyük-mücadele/a-15283968 (Erişim 12.05.2015).
17 Ebinger, Zambetakis, “The Geopolitic of Arctic Melt”, s.1226.
18 ‘Danimarka Kuzey Kutbu’nda Hak İddia Ediyor”, Euro News 16 Aralık 2014, http://tr.euro-
news.com/2014/12/16/danimarka-kuzey-kutbu-nda-hak-iddia-ediyor/ (Erişim 12.05.2015).
19 Yücel Acer, İbrahim Kaya, “Uluslararası Hukuk: Temel Ders Kitabı”, USAK Yayınları,
Ankara, 2010, s.167.
20 Yılmaz, Çiftçi “Arktika Bölgesi’nin Siyasal Önemi ve Siyasal ve Hukuksal Statüsünün Karşı-
laştırılması”, s.8-9.
Serdar Örnek / Baransel Mızrak 243

onaylamayarak Arktik bölgesinde 200 mile kadar olan denizaltındaki toprak alanın-
dan vazgeçtiğini ifade etmişlerdir.21

Şekil 1:
Ülkeler Bazında Arktika Bölgesindeki Hak İddia Edilen Bölgeler

Arktik Konseyi’nin toplantılarında işbirliği kararlılığı ve eşgüdüm vurgularına


karşın, her ülkenin kendi çıkar ve amaçlarını ön plana aldığı görülmektedir. Bu ara-
da, hükümetler arası bir forum işlevi gören bu Konsey’e Türkiye ve Avrupa Birliği
‘ad hoc (geçici) gözlemci üyedirler.’ Ancak gözlemci üyelerin görüş bildirme hari-
cinde herhangi bir yetkisi bulunmamaktadır. Gözlemci üye konumundaki diğer ül-
kelerde Güney Asya ülkeleridir. Çin, Japonya ve Güney Kore bölgede gayet strate-
jik davranarak daimi gözlemci üyelik statüsüne sahip olmuşlardır. Hiç şüphesiz bu
ülkeler bu üyelikleriyle birlikte bölgedeki gelişmelerde karar verici pozisyonunda
olmak istemiş, çıkarılacak enerji kaynakları ve deniz yolu geçişleri gibi ekonomik
faaliyetlerden olabildiğince istifade etmeye çalışmışlardır. Özellikle bu devletlerden
Güney Kore ve Çin bölgede bilimsel araştırmalara yönelmiş ve çeşitli ayrıcalıklara
sahip olabileceklerini ifade etmişlerdir. Türkiye’nin de bu doğrultuda çaba göster-
mesi yararlı olacaktır. Ayrıca, taraflar arasında Kanada’nın Rusya karşısında önemli
bir aktör olarak belirdiğini söylemek mümkündür. Kanada Arktik bölgesindeki hak-

21 Ebinger, Zambetakis, “The Geopolitic of Arctic Melt”, s.1224-1225.


244 Enerji Diplomasisi

larının ve çıkarlarının korunmasının tartışılmaz bir öncelik taşıdığını vurgulamakla


beraber uygun gördüğü noktalarda işbirliğine hazır olduklarını belirmiştir. Aralık
2013’te Kanada Dışişleri Bakanı John Baird, ilgili BM Komisyonuna başvurmuş ve
Arktik bölgesindeki kıta sahanlığının 200 deniz mili ötesine çıkarma başvurusunda
bulunmuştur. Bu taleplerinin karşılanması durumunda Kanada 1,2 milyon metreka-
relik bir ekonomik münhasır bölge oluşturabilecektir. Rusya Kanada’nın talep ettiği
bu bölge üzerinde hidrokarbon kaynakları yönünden zengin Lomonosov Dağ Sırt-
larına ilgi duymaktadır. Bu arada, Kanada bu konudaki kararlılığını gösterebilmek
için 2007’den bu yana her yıl düzenli olarak ‘Nanook Tatbikatını’ düzenlemektedir.
ABD ise Arktik bölgesindeki kıyı ülkelerinden biridir. ABD bu meselede fazla sesi-
ni çıkarmamaktadır fakat Rusya’nın Arktik okyanusundaki faaliyetlerini yakından
takip etmekte ve bu ülkenin yapacağı askeri girişimlere tepki göstermektedir.

Norveç ise BM Deniz Sözleşmesini onaylayan ülkelerden birisi olarak, 200


mil hakkını daha da artırma talebinde bulunmuştur. Norveç talebinde Arktik ok-
yanusu ile Atlantik Okyanusu’nun kuzeydoğusunda kalan bölgede hak talebinde
bulunmaktadır. 22 Norveç’in talep ettiği bu alanın içerisinde Rusya’nın istediği Ba-
rents denizi de bulunmaktadır. Bu deniz ekonomik açıdan çok önemli bir denizdir
ve dünya’nın en önemli balıkçılık bölgelerindendir. Ayrıca, Barents denizine gele-
ceğin petrol ve doğalgaz tedarikçisi olacak bir yer gözüyle bakılmaktadır.23

Danimarka ise 10 yıllık araştırmalar sonucunda keşfettiği bulgularda ‘Lomo-


nos Sırtı’ adlı su altındaki dağ grubunun Grönland’ın bir uzantısı olduğunu kanıtla-
mış ve kıta sahanlığını artırmak amacıyla 2014 yılında BM’e başvuruda bulunmuş-
tur. Danimarka’nın hak iddia ettiği bu bölge toplam olarak 895 bin kilometredir.
Danimarka’nın yaklaşık olarak üç katı büyüklüğünde bir alana denk gelmektedir.
Bu talep edilen bölgede Rusya ve Kanada’nın da hak iddiasında bulunması beklen-
mektedir. 24

Bölgede ülkeleri arasındaki tartışmalı bölgeler şunlardır: Kanada ve Danimar-


ka arasında bulunan Hans Adası, Kuzey Amerika Alaska kıyıları ile Rusya’nın Si-
birya bölgesi arasında bulunan Bering sınırı, Norveç ve Rusya arasındaki Barents
Denizi sınırı, Kanada-ABD arasında Beaufort Denizi’nin sınırı.

22 Alp Yüce Kavas, “Rusya’nın Arktik Politikası ve Türkiye”, http://www.bilgesam.org/tr/in-


dex.php?option=com_content&view=article&id=1966%3Aarktikada-guec-muecadelesi&-
catid=183%3Aenerji&Itemid=140 (Erişim 14.05.2015).
23 Lars Kullerud, Nils Ræstad, “Oil and Gas Resources in the Barents Sea”, http://www.grida.no/

publications/et/at/page/2543.aspx (Erişim 14.05.2015).


24 Sabah Gazetesi, http://www.sabah.com.tr/dunya/2014/12/15/danimarka-kuzey-kutbunu-isti-

yor (Erişim 15.05.2015).


Serdar Örnek / Baransel Mızrak 245

Taraf ülkeler haricinde Avrupa Birliği ve Çin de bölgedeki rekabete dâhil ol-
maya çalışmaktadır. Bu doğrultuda, AB ve Çin BM Deniz Hukuku Sözleşmesinin
58’ci maddesinde öngörülen açık denizlerde seyrüsefer serbestliği ve denizaltı boru
hattı döşeme haklarının daha da genişletilmesini istemektedir. Bu ülkeler ayrıca
açık denize çıkan boğazların uluslararası sayılmak suretiyle geçişlerin serbestleş-
tirilmesini de talep etmektedir. Ancak Kanada terörizm, yasadışı göç ve sınır ötesi
suçlar gibi risklerden ötürü boğazların serbestleştirilmesinin sakıncaları olduğunu
belirtmiştir. Global açıdan bu suçlarda ve bilhassa insan kaçakçılığı ve yasadışı göç
konularında yaşanan artış Kanada’nın bu anlamda söylediklerini doğrulamaktadır.
Arktik bölgesinde Çin’in aktif politikaları artık yadsınamaz boyuttadır. Önceden
Çin’in Konsey’de kalıcı gözlemci statüsü elde edebilmek amacıyla bilhassa İzlanda
ve İsveç ile iyi ilişkiler kurmaya çalıştığı ve sonradan kalıcı gözlemci statüsünü elde
ettiği bilinmektedir. Bu ülkenin bu kadar istekli tutumunun altında yatan sebep, hiç
şüphesiz Arktik yoluyla deniz yollarının kısalması ve bu sayede Amerika ve Avrupa
ile olan ticaretinin daha ekonomik hale gelecek olmasıdır. Bu sayede Çin’in taşıma
maliyetlerinde yıllık 60-120 milyar dolarlık bir azalma olacağı düşünülmektedir.
Bu gerçeklere rağmen, Çin bölgeye olan ilgisini çevresel kaygılarla gerekçelendir-
mektedir ki Çin’in ülkesindeki çevre politikaları göz önünde bulundurulduğunda
bu açıklama pek inandırıcı bulunmamaktadır. Çin’in bu tutumu karşısında Kanada,
bölge haricindeki ülkelerin bölgedeki sorunlara müdahil olmamasını talep etmekte-
dir.25 Bu arada Çin’in yanında, Güney Kore, Japonya ve Hindistan da Arktik bölge-
sinde bilimsel araştırmaları desteklediklerini ve bu bölgenin insanlığın ortak mirası
(common heritage of humankind) olarak bütün devletlere açık olması gerektiğini
düşündüklerini açıklamışlardır.26

Sonuç
Arktik bölgesinde küresel ısınma sonucunda buzulların erimesi ve küçülmesi
ile birlikte yer altı kaynaklarının çıkarılmasının kolaylaşması ve yine Artik böl-
gesinin ticari gemiler için alternatif güzergâh olarak belirmesi Arktik ülkelerinin
yanında Çin, Güney Kore, Japonya ve Hindistan gibi ülkelerinin de bu yeni çıkan
fırsatlardan olabildiğince yararlanma çabası içerisine girmelerine neden olmuştur.
Arktik enerji kaynaklarının tespitinin ve buzulların çözülmesiyle ortaya çıkan yeni
ticari güzergâhın uzun dönemde ne kadar fayda sağlayacağı bir muamma olmakla
birlikte, gerekli önlemler alınmazsa yaşanabilecek çevresel felaketlerin uzun dö-
nemde gelecek kuşaklara büyük zarar vereceği kesindir. Bölgenin hukuki netlik

25 Sinem Vardaryıldız, “Küresel Isınma Yeni Jeopolitik Savaşların Habercisi”, Usak Analist
Dergisi Sayı: 16 Haziran 2012, s.43-45.
26 Ebinger, Zambetakis, “The Geopolitic of Arctic Melt”, s.1222-1223.
246 Enerji Diplomasisi

kazanmamıştır. Bölgede uygulanabilecek tek hukuki mekanizma BM Deniz Hu-


kuku Sözleşmesidir. Ancak BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin bölgedeki hukuki
boşluğu ne kadar dolduracağı belirsizdir. Bu yüzden, derhal ve ivedilikle bölgedeki
hukuki boşluk devletlerin işbirliği ile çözülmelidir. Bu arada, Arktik Konseyi’nin
de bölgenin ekolojik yapısının korunmasının yanında, bölgedeki uyuşmazlıklara
kalıcı çözümler bulan bir Konseye dönüşmesi büyük önem taşımaktadır. Tabi ki
bunun için bölge devletlerinin Konseyin yetki alanını genişletmeleri ve daha fazla
kurumsallaşabilmesi için çaba sarf etmeleri gerekmektedir. Ancak bu şekilde bölge
ülkeleri arasındaki tartışmalı bölgeler için çözümlere ulaşılabilir ve sorunlar barış-
çıl bir şekilde çözülebilir. Tabii Konseyin yapısı şekillendirilirken bölgeye komşu
olmayan devletlerin çıkarlarının ve bölgede bilimsel araştırma yapma ve inceleme-
lerde bulunma imkanlarının göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Bu şekilde dünya-
da yeni bir kriz bölgesinin ortaya çıkmasına engel olunabilir. Dolayısıyla da dünya
ekonomisi ve ticaretinin gelişimine katkıda bulunulabilir.

Kaynakça
Acer, Yücel/ Kaya, İbrahim: Uluslararası Hukuk: Temel Ders Kitabı, USAK Yayınları, An-
kara Ekim 2010
Akçadağ, Emine: “Arktika’da Güç Mücedelesi” www.bilgesam.org/tr/index.php?op-
tion=com_content&view=article&id=1966%3Aarktikada-guec-muecadelesi&-
catid=183%3Aenerji&Itemid=140 (Erişim 12.05.2015)
American Society of International Law, “United States Joins in Arctic Declaration, Supports
Existing Arctic Legal Regime”, The American Journal of International Law, Vol: 102
No: 4 October 2008, http://www.jstor.org/stable/29546171 (Erişim 12.05.2015)
Amies, Nich: “Kuzey Kutbu İçin Büyük Mücadele”, Çeviren: Julide Danışman, http://www.
dw.de/kuzey-kutbu-için-büyük-mücadele/a-15283968 (Erişim 12.05.2015)
http://tr.euronews.com/2014/12/16/danimarka-kuzey-kutbu-nda-hak-iddia-ediyor/ (Erişim
12.05.2015)
Mckye, Robin: “What Melting Arctic Ice Tells About Our World”, http://www.theguardian.
com/environment/2013/oct/14/melting-arctic-ice-our-world (Erişim 12.05.2015)
Kavas, Alp Yüce: “Rusya’nın Arktik Politikası ve Türkiye”, http://www.bilgesam.org/tr/in-
dex.php?option=com_content&view=article&id=1966%3Aarktikada-guec-muecadele-
si&catid=183%3Aenerji&Itemid=140 (Erişim 14.05.2015)
Kazokoğlu, Cüneyt: “8 Ülkenin Gözü Neden ‘Kutup Bölgesinde?’, http://www.bbc.co.uk/
turkce/haberler/2014/02/140220_kutup_dairesi_enerji (Erişim 11.05.2015)
K. Ebinger, Charles / Zambetakis, Evie: “The Geopolitic of Arctic Melt”, Wiley (on the be-
half of the Royal Institute of International Affairs), Vol: 85 No: 6, http://www.jstor.
org/stable/3486242 (Erişim 11.05.2015)
Serdar Örnek / Baransel Mızrak 247

Kullerud, Lars/ Ræstad, Nils: “Oil and Gas Resources in the Barents Sea”, http://www.grida.
no/publications/et/at/page/2543.aspx (Erişim 14.05.2015)
Parks, Noreen: “Calls For A New Governance of Arctic Waters”, Ecological Society of
America, Vol:8 No:10, December 2010, http://www.jstor.org/stable/29546171 (Erişim
12.05.2015)
Pazarcı, Hüseyin: Uluslararası Hukuk, Turhan Kitabevi, Ankara 2009
Population Council, “Report to the European Council on Climate Change and International
Security”, Population and Development Council Review, Vol:34 No: 3, September
2008
S. Roucek, Joseph: “The Geopolitics of the Arctic”, American Journal of Economics and
Sociology, Vol:42, No: 4 October 1983, http://www.jstor.org/stable/3486242 (Erişim
11.05.2015)
Sabah Gazetesi, 15.05.2015
Vardaryıldız, Sinem: “Küresel Isınma Yeni Jeopolitik Savaşların Habercisi”, Usak Analist
Dergisi Sayı: 16 Haziran 2012
Yılmaz, Nihat / Çiftçi, Ali: “Arktik Bölgesi’nin Siyasal Önemi ve Siyasal ve Hukuksal Statü-
sünün Karşılaştırılması”, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü-
sü Dergisi Sayı: 31 Güz 2013.
248 Enerji Diplomasisi
Uğur Özgöker / Hüseyin Çelik 249

KIBRIS’TA ENERJİ POLİTİKALARI VE


İNGİLTERE “İLGİSİ”*

Uğur ÖZGÖKER**, Hüseyin ÇELİK***

Giriş
İngiltere geçen yüzyıldan beri Kıbrıs ile ilgisini kesmemiş, her platformda ada
üzerinde söz sahibi olduğunu göstermiştir. Kıbrıs adası üzerinde İngiltere’nin iki
üssü bulunmakta ve bu üsler ada yüz ölçümünün yüzde 2,76’sına denk gelmektedir.
İngiltere bu şekilde hem kendi güvenlik stratejilerini sürdürmekte, hem de Akdeniz
ve Ortadoğu politikalarını geliştirmekte bunun doğal sonucu olarak bu bölgede ti-
cari, ekonomik, stratejik ve askeri ağırlığını muhafaza etmektedir.
Kıbrıs’ın doğusunda keşfedilen doğal gaz rezervleri Kıbrıs meselesini tekrar
dünya gündeminin üst sıralarına taşımıştır. Rum Yönetimi doğalgazı bütün Kıbrıs-
lılar ile paylaşabileceklerini açıklamış ve ardından Batı’nın baskısıyla Kıbrıs mü-
zakereleri hız kazanmıştır. Bu süreçte ABD ve AB’nin tavırları olduğu kadar Kıbrıs
Cumhuriyeti kurucu anlaşmasının da etkisi olduğu açıktır. Bunlar yaşanırken garan-
tör üç devletten birisi olan İngiltere’nin tavrı merak konusudur.
1960 Anayasası ve Londra, Zürih anlaşmalarına göre “Egemen Üs Bölgesi”
statüsündeki İngiliz üsleri İngiltere’nin adadaki varlığını meşrulaştırma ve hukuki-
leştirmektedir. İngiltere “Egemen Üs Bölgesi” statüsündeki İngiliz üsleri sayesinde

* H. Çelik ve U. Özgöker: “Kıbrıs’ta Enerji Politikaları ve İngiltere “İlgisi””, Uluslararası Bo-


yutlarıyla Kıbrıs Meselesi ve Geleceği Uluslararası Sempozyumu, TC. Başbakanlık Ata-
türk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı ve Doğu
Akdeniz Üniversitesi Atatürk Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATUM), 11-14 Aralık 2014,
Magosa-KKTC.
** Doç. Dr.; İstanbul Arel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
(İngilizce) Bölümü Öğretim Üyesi.
*** Doç. Dr.; İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü
Öğretim Üyesi.
250 Enerji Diplomasisi

burada karasuları bölgesinin olduğunu ilan etmiştir. İngiltere’nin bu bölgede “Kıta


Sahanlığı” ardından Münhasır Ekonomik Bölgesi de ilan edeceği dikkate alınmalı-
dır. Zira bu üsler bir tür “Bağımsız Devlet” konumundadır.
Kıbrıs adasının doğusunda Münhasır Ekonomik Bölge ilan eden ve çeşitli ül-
kelerle anlaşmalar yapan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bu çabaları Türkiye’de
de dikkatle izlenmektedir. Bu nedenle bu politikaların irdelenmesi gerekmektedir.
Bu bildiride Kıbrıs Rum Yönetiminin enerji politikaları kısaca gözden geçirilecek
ve İngiltere’nin Kıbrıs ilgisi bu politikalar çerçevesinde ele alınacaktır. İngiltere’nin
ada üzerindeki varlığını askeri alandan ekonomik alana taşıdığı görülmektedir. İn-
giltere’nin yıllar sonra karasuları ilanı ile adadaki “bağımsız devlet” olgusunu can-
landırabileceği akla gelmektedir. Bu kapsamda İngiltere’nin Kıbrıs politikalarını
ekonomik açıdan değiştirmeye başladığı varsayımından hareketle yeni oluşturul-
maya çalışılan politikaların garantör devletlere yansımasının sonuçları üzerinde
durulacaktır. Bu amaçla araştırmada nitel bir araştırma dizaynı kullanılmıştır. Bu
konudaki kaynaklar taranarak İngiltere’nin ada ile ilgisi konusu ele alınacak ve bu
ilginin ekonomik alana taşınması konusu tartışılacaktır.

Kıbrıs Sorununa Kısa Bakış


Kıbrıs adası 1878 yılında yapılan Berlin Konferansı’na, yani 1877-1878 Os-
manlı-Rus harbinin sonuna kadar üç yüz yılı aşkın bir zaman Osmanlı idaresinde
kalmıştır. İngilizlerin Kıbrıs’la ile ilgilenmesi on dokuzuncu yüzyıla dek uzanmak-
tadır. Berlin Anlaşmasıyla ada İngiltere’ye geçti ve adada Osmanlı hâkimiyeti şekil-
den ibaret kaldı. 1878 yılında yapılan Osmanlı-Rus harbinde Osmanlı’yı destekle-
yen İngiltere ile Osmanlı devleti arasında Berlin anlaşması yapıldı. Anlaşmaya göre
Kıbrıs halkından toplanan dokuz yüz bin altın civarında yıllık vergi Osmanlı’ya
verilecekti (Aydemir, 1999:197-198). Bu durum Birinci Dünya Harbine dek sür-
dü. 1914 yılında İngiltere Kıbrıs’ı resmen ilhak etti. Türkiye Lozan anlaşmasının
yirminci maddesine göre bu ilhakı tanıdı. 1925 yılına kadar Ada İngiliz Yüksek
Komiserleri tarafından idare edildi. Fakat bu tarihten sonra ada İngiliz Sömürge
Nizamnamesi kapsamına alındı (Aydemir, 1999:201).
1931 yılında Kıbrıs Rumları İngiliz idaresine karşı isyan ettiler ve Yunanis-
tan’a bağlanmak istediler. İngiltere bu isyanı bastırdı. İngiltere 1943 yılına dek ada
halkına karşı sert tedbirler aldı. Bu günlerden itibaren İngiltere koyduğu kurallar
ve aldığı vergilerle kendini iyice hissettirmeye başlamıştı. Kıbrıs halkı özellikle
Rumlar İngiliz hâkimiyetini istemediler. Onlar Yunanistan ile birleşmeyi arzulu-
yorlardı. Osmanlı hâkimiyetinde yüzyıllarca kalan Kıbrıs Rum halkına Osmanlı
yönetimi karışmamıştı. İngilizler ise Rumların ana dillerini konuşmalarını ve kilise
vergisini yasakladılar. Kıbrıs halkını etnik, dini ve mezhep olarak ayırdılar. Bunun
Uğur Özgöker / Hüseyin Çelik 251

üzerine Rumlar kendi aralarında plebisit (halk oylaması) yaptılar. 1953 yılında Ada
Valisi’ne Yunanistan’a bağlanma ile ilgili plebisit sonucunu içeren bir müracaatta
bulundular. Vali bu talebi reddetti. Ardından mahalli seçimler yapıldı. Rumların ar-
dından Türkler de örgütlenmeye başladı. Rum halkı İngilizlerin adadan çekilmesini
ve derhal Yunanistan’a bağlanılmasını istiyordu. Türkler ise ikiye ayrılmıştı. Dr.
Fazıl Küçük ’ün önderliğinde bir grup, İngilizler ile meşru yollardan mücadele edil-
mesini savunuyordu. Diğer grup ise daha uzlaştırıcı ve yumuşak usullerle amaca
varmayı hedefliyordu (Aydemir, 1999:203).
Kıbrıs Rum Baş Piskoposu Makaryos, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını
hedefleyen çalışmalar yapıyordu. Bu amaçla Albay Grivas’ı Yunanistan’dan çağırdı
ve bir tedhiş örgütü olarak EOKA’yı (Kıbrıslı Savaşçıların Milli Organizasyonu)
kurdurdu. 1955 yılında bu örgüt İngilizlere ve Türklere saldırılar yaptı. Bu tarih-
lerde Hürriyet başyazarı ve sahibi Sedat Simavi Kıbrıs ile ilgili yazılar yazmaya
başladı ve Türk kamuoyu Kıbrıs ile ilgilenmeye başladı.
1955 yılında İngiltere kendi meselesi olarak düşündüğü şeyleri uluslararası
platforma taşımama prensibinden vaz geçerek Yunanistan ve Türkiye’yi meseleyi
görüşmek üzere Londra’ya davet etti. Toplantıda bir karar alınmadı. Makaryos’un
itirazı üzerine İngilizler Makaryos’u tutukladılar ve Hint Okyanusu’nda bir ada-
ya sürgüne gönderdiler. Türkiye adanın taksim edilmesinden yanaydı. 1957 yılının
ocak ayında taksim için gösteri yapan Türklere İngilizler ateş açtı ve yedi Türk
hayatını kaybetti. Bunun üzerine Türkiye’de gösteriler yapıldı. 1958 yılında toplam
kırk üç Türk’ün ölmesi üzerine Türkiye İngiltere’ye nota verdi ve eğer İngiltere
acz gösterir ise Türkiye’nin adaya müdahale edeceğini bildirdi. Aynı yıl içerisinde
Makaryos sürgünden kurtulmuş ve Atina’ya yerleşmişti. Dr. Fazıl Küçük bağım-
sızlık fikrini reddetti. Fakat Türkiye adada Türk askeri bulundurma şartıyla Ada-
nın bağımsızlığını kabul etti. 11 Şubat 1959 tarihinde Zürih’te Kıbrıs Cumhuriyeti
konusunda anlaşmaya varıldı ve taraflar 19 Şubat tarihinde Londra’da anlaşmayı
imzaladılar.1960 yılında kurulan Cumhuriyet idaresi 1974 yılına dek devam etti.
1974’den sonra Kıbrıs fiili olarak ikiye ayrıldı. Adanın hukuki ve siyasal ya-
pısı ile ilgili henüz bir anlaşmaya varılamadı. Yıllarca süren görüşmeler ve planlar
meyvesini veremedi. Bu bildirinin yapıldığı Aralık 2014’de yani kırk yıldır Kıbrıs
sorunu çözülememiş durumdadır.

Kıbrıs ve İngiliz Üsleri


Kıbrıs’taki İngiliz üsleri yani Akrotiri ve Dikelya doğal ve sabit bir uçak gemisi
konumundadır. İngilizlerin Ortadoğu’daki petrol çıkarlarının korunması için önem-
li bir güçtür. Soğuk savaş yıllarında bu üsler Sovyetler Birliği’ne karşı güneydoğu
252 Enerji Diplomasisi

kanadını güçlendirmeye yönelik olarak kullanılmıştır. 2004 yılında İngiltere, Annan


Planı kapsamında 117 kilometrekarelik tarımsal alanı yeni oluşturulacak devlete
bırakmayı önermiş; ancak bu öneri planla birlikte reddedilmiştir. Yine bu planda
İngilizlerin varlığını koruyan hükümler yer aldı. Bu hükümlerde şu husus ortaya
çıkmaktadır: Adadaki egemen İngiliz üslerinin varlığı ve yasal statüsü Kıbrıs anlaş-
malarının ayrılmaz bir parçasıdır. Aslında üslerin varlığı bir normal durum olarak
dünyaya dikte ettirilmektedir. Buna karşılık Türkiye’nin adadaki varlığı “kuzeydeki
askeri işgal” olarak adlandırılmaktadır. İngiltere üslerin elinden gideceği endişe-
siyle garantörlük anlaşmasının değişmesini istememektedir. Kuruluş anlaşmasının
EK-A Kısım-3’te “Kıbrıs’ta yeni devletin İngiliz üslerine bitişik sular (karasuları)
üzerinde egemenlik iddiasında bulunmayacağını ve karasuların İngiltere tarafından
tayin edilecek uygun niteliklere haiz bir kişi tarafından hazırlanacak raporla be-
lirleneceğini” yazmaktadır. Ayrıca protokolün yorumlanması ve uygulanması ilgili
uyuşmazlıkların uluslararası mahkeme ve üçüncü taraflara taşınamayacağını taah-
hüt altına alınmıştır.
2013 yılından önce Rum Yönetimi doğalgazın Türklerle paylaşımı konusunda
isteksizdi. Fakat bu tavır birdenbire değişmiş ve doğalgazı bütün Kıbrıslılar ile pay-
laşabileceklerini açıklamışlardır. Bu değişimde ABD ve AB’nin tavırları olduğu ka-
dar Kıbrıs Cumhuriyeti kurucu anlaşmasının da etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Doğu
Akdeniz’de keşfedilen doğalgaz rezervlerinin paylaşımı ve dağıtımı konusunda
Batı’nın söz sahibi olmak istemesi ile 2012’de askıya alınan Kıbrıs Müzakereleri
tekrar başlamıştır. Gazın emniyetli bir şekilde Avrupa’ya taşınması için Batı, Kıbrıs
sorunun acil olarak çözülmesini istemektedir. Bunlar yaşanırken İngiltere’nin tavrı
merak konusudur.
İngiltere hem Batı’nın etkin aktörlerinden hem de Kıbrıs’ta hak ve menfaat-
leri olan garantör devlettir. 1960 Anayasası ve Londra, Zürih anlaşmalarına göre
“Egemen Üs Bölgesi” statüsündeki İngiliz üsleri İngiltere’nin adadaki varlığını
meşrulaştırma ve hukukileştirmektedir. İngiltere “Egemen Üs Bölgesi” statüsün-
deki İngiliz üsleri sayesinde burada karasuları bölgesinin olduğunu ilan etmiştir.
İngiltere’nin bu bölgede “Kıta Sahanlığı” ardından Münhasır Ekonomik Bölgesi
de ilan edeceği dikkate alınmalıdır. Zira bu üsler bir tür “Bağımsız Devlet” konu-
mundadır.
İngiliz Parlamenter Sir Alan Meale Türklerin Kıbrıs’tan gitmesini istemesi-
ne yönelik açıklamaları İngiltere’nin Türklerle ilgili politikalarında bir değişikliğe
gittiğine dair işaretlerdir. Meale Kıbrıs’ın AB içerisinde ikinci petrol ve doğalgaz
üreticisi olma yolunda ilerlediğini ve Avrupa toplumunun bu kaynağı hiç kimsenin
kendilerinden alınmasına izin vermeyeceğini söylemiştir. Meale’in söyledikleri uç
söylemler olarak değerlendirilebilir, fakat İngiltere’nin Kıbrıs politikasının revize
Uğur Özgöker / Hüseyin Çelik 253

ettiğinin de göstergeleri olabilir. Sir Alan Meale şunları eklemiştir: “Yapmamız ge-
reken Türkiye’nin Kıbrıs’tan gitmesini istemektir. Bizim işimiz sormak değil, bizim
işimiz talep etmektir”1.
Kıbrıs’taki iki SBA (Egemen Üs Bölgeleri) alanları olan Akrotiri ve Dheke-
lia üsleri Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından kuruluş anlaşmasındaki Madde 1’de belir-
tilmiştir. Bunlar adanın 98,1 mil karesini kapsamaktadır. Eğer Annan planı kabul
edilmiş olsaydı, Britanya hükümeti her iki bölge alanından 49,7 mil kareyi feragat
etmesi gerekirdi. Bu karar kuruluş anlaşmasına ek bir protokol olarak Annan III eki,
Lahika C (Appendice II)’de belirtilmiştir. Protokol gereği feragat edilmiş alanlar
belgede tarif edilmiştir. Lahika C, Madde 10’un yeni maddesi olan Madde 3’de ‘…
Birleşik Krallığın belirttiği takip eden günlerde diğer bölgelerin anayasal gerekli-
liklerini ve kapsamını tamamlamaları gerektiği…” protokolün hayata geçirilmesi
için vurgulanmıştır. SBA’ların uluslararası statüsü gereği, Kıbrıs’ın arada kalan böl-
gelerde kıta sahanlığı iddia edemeyeceği şekilde daraltılmıştır (Pottier, 2009:40).
Bu şekilde üslerin potansiyel ekonomik yönü saklı tutulmaya çalışılmıştır.Bu ne-
denle Annan III protokolünün 5. Maddesinde şu belirtilmiştir:

“Kuruluş anlaşmasının Lahika A’sının 3. Bölümünde şununla değiştiril-


miştir:”

“Bölüm 3:Kıbrıs bu anlaşmanın ek protokolünde tarif edilen hatlarla anı-


lan sularda kıta sahanlığı iddia edemez”. Kuruluş anlaşmasının Bölüm 3’ünde
tanzim edildiği haliyle sınırlanan Kıbrıs ve egemenlik esasına dayalı alanlar
arasındaki kıta sahanlığı, Birleşik Krallık hükümetinin tayin edeceği yeterli de-
recede kalifiye bir kişi tarafından rapor edilmelidir. Bu kişi bu işe protokolün
hayata geçirilmesinden en geç bir ay sonra başlamalı ve dokuz ay içerisinde
bitirilmelidir. Tayin edilmiş bu kişi kendisini destekleyecek yardımcı teknik da-
nışmanları görevlendirebilir. Görevi tamamlandığında muhatabı olan Birleşik
Krallık ve Kıbrıs otoritelerine işin tamamlandığına dair bilgi vermekle yükümlü-
dür. Dördüncü Annan Planı’nındaki, paragraf 2’de, “Birleşik Krallık ve Birleşik
Kıbrıs Cumhuriyet’i hükümeti” tarafından atanan iki kişinin hazırladığı rapor
doğrultusunda tanzim edilmiştir. Beşinci Annan planında Birleştirilmiş Kıbrıs
Cumhuriyeti hükümetinin katılımı ve tayin edeceği ikinci kişi devre dışı bıra-
kılmıştır. Böylece burada Üçüncü Annan Planı konumuna geri dönülmüştür”
(Pottier, 2009:40).

Belgenin ikinci maddesinin katılımıyla karşılaştırdığımızda (Annan Planı


3’ten 5’e kadar):

1 http://www.cypriotfederation.org.uk/index.php?option=com_seyret&Itemid=0&task=video-
directlink&id=23
254 Enerji Diplomasisi

“Birleşik Krallığın tayin edeceği yeterli derecede kalifiye bir kişinin çalış-
maları doğrultusunda Akrotiri ve Dikelya Egemen Üs Bölgeleri arasındaki kara
sınırları açıkça ve etkin bir şekilde çizilmelidir. Bu kişi bu işe protokolün hayata
geçirilmesinden en geç bir ay sonra başlamalı ve dokuz ay içerisinde bitirilmeli-
dir. Tayin edilmiş bu kişi kendisini destekleyecek yardımcı teknik danışmanları
görevlendirebilir” (Pottier, 2009:40).

Üçüncü Annan Planı’nın yayınlanmasıyla beraber, uzun vadede yerleşim pla-


nına karşı çıkmayı benimseyen Rum tarafının ağzına çalınmış bir baldır. Rum/Kıb-
rıslıların büyük çoğunluğuyla, Egemen Üs Bölgeleri’ne dair itirazları devam etmek-
tedir (Pottier, 2009:41). Bu şekilde Kıbrıs Cumhuriyeti’ne verilecek üs toprakları
Kıbrıs halkını bir parça rahatlatmayı amaçlamıştır. Fakat İngiltere’nin Kıbrıs’tan
tamamen çekilmemesi ve Annan Planı ile varlığını pekiştirmesi hedefi İngiltere’nin
ileride daha fazlasını elde etmeyi amaçladığını akla getirmektedir.

Uluslararası Enerji Politikaları Kapsamında Kıbrıs ve İngiltere


Teknolojik gelişmelerle birlikte su altında daha derin mesafede petrol ve do-
ğalgaz aramaları mümkün hale gelmiştir. 2009 yılında İsrail’de ABD şirketi Noble
Enerji ve İsrail firması Delek ortaklığında Tamar bölgesinde yapılan aramalarda
rezervler keşfedilmiştir. 2011 yılında ise Güney Kıbrıs açıklarındaki Afrodit bölge-
sinde doğalgaz yatakları bulunmuştur.
Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır toprakları ile bitişik Doğu Akdeniz
havzasında petrol ve doğalgaz yataklarının keşfedildiği görülmektedir. Kıbrıs ve
İsrail açıklarında bulunan doğalgaz rezervleri Avrupa Birliği’nin Rusya’ya bağımlı-
lığını azaltacağı düşünülmektedir. Bölgedeki hidrokarbon potansiyeli dev ülkelerin
bu bölgeye odaklanmalarına neden olmuştur. Çünkü Türkiye bir enerji terminali
(energy hub) olmak üzere bu bölgenin çok yakınında bulunmaktadır. Türkiye’nin
doğalgazı taşımak üzere köprü konumunda olması bu bölgedeki durumunu güç-
lendirmektedir. Türkiye bulunan yataklar üzerine kendisi de arama faaliyetlerini
başlatmıştır. Bölgenin siyasi açıdan istikrarsız yapısı bu ekonomik potansiyelin
değerlendirilmesini engelleyecek veya yavaşlatacak niteliktedir. Bu nedenle ABD
ve İngiltere bir an önce kendilerinin çıkarı doğrultusunda sorunların çözülmesini
istemektedirler. Kıbrıs görüşmeleri bu istek doğrultusunda başlatılmıştır. AB’nin
Rusya’ya enerji bağımlılığını azaltacak nitelikte olan bu havza ile Türkiye’de ilgi-
lenmektedir. Bu doğrultuda KKTC ile “Kıta Sahanlığını Sınırlandırma Anlaşması”
imzalanmıştır. Ardından TPAO’na petrol ve doğalgaz arama izni verilmiş ve Koca
Piri Reis gemisi ile arama çalışmaları başlatılmıştır. Bu çalışmaları Güney Kıbrıs’ın
ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölge’de (MEB) bulunan 2, 3, 9 numaralı parsellere
Uğur Özgöker / Hüseyin Çelik 255

denk gelecek şekilde NAVTEX seyrüsefer duyurusu ile ilan etmesinin ardından
Rum hükümeti Ekim 2014 başlarında görüşmelerden çekilmiştir.
İngiltere’nin Akrotiri ve Dikelya üs bölgelerinde karasuları ilan etmesi sure-
tiyle kıyı devletin üstünlük çıkarlarına üstünlük tanınmış olmaktadır. Çünkü dev-
let, iç sularda, kara ülkesinde haiz olduğu bütün yetkileri, aynı sınırlamalara tabi
olarak kullanabilir (Toluner, 1989:109). Savaş gemilerinin seyri, tatbikatlar, ticari
gemilerin seyri ve limanlardan istifade etmesi gibi karasuları egemenliğinden do-
ğan avantajlar bulunmaktadır. Devletin karasularını ilan ettikten ve bu bölgeden
istifade etmesinden sonra kıta sahanlığı konusu gündeme gelmektedir. Kıta sahan-
lığı tanımı 1958 yılında şu şekilde yapılmıştır: “(a) Kıta sahanlığının kıyıya bitişik
fakat karasuları bölgesi dışındaki 200 metre derinliğe kadar veya bu sınırın ötesin-
de bulunup ta üzerindeki sular derinliğinin oradaki doğal kaynakların işletilmesine
olanak verdiği noktaya kadar uzanan, su altı alanlarının deniz yatağını ve toprak
altını (b) adaların kıyılarına bitişik aynı su altı alanlarının deniz yatağı ve toprak
altını” kapsamaktadır. Bu tanımlamalardan yola çıkarak ilgili ülkenin bu kıta sahan-
lığı bölgesinde doğal kaynaklarını işleme hakkı olduğu görülmektedir. İngiltere’nin
üsler bölgesinde karasularını ilan ettikten sonra uygun bir zamanda kıta sahanlığı
konusunu getireceği veya doğal gaz bölgelerinden ekonomik olarak istifade ede-
ceği değerlendirilmektedir. Çünkü kıyı devletinin bu bölge üzerindeki hakları, tek-
nolojik bakımdan işletebilme olanağı belirdikten sonra kendiliğinden doğmaktadır
(Toluner, 1989:198).
İngiltere siyasi ve askeri çıkarlarına uygun olarak sürdürdüğü Kıbrıs ile ilgisi
ekonomik alana taşınmaktadır. Yıllar boyu adaya hâkim olan İngiltere 1960 yılın-
dan sonra çıkarlarını anlaşmalara taşımış ve Adadaki üsleriyle bunu perçinlemiştir.
Kıbrıs Cumhuriyeti dışındaki oluşumlar İngiltere’nin çıkarlarıyla uyuşmamaktadır.
İngiltere’nin ada ile ilgisini ekonomik alana taşımasıyla birlikte bu ihtiyacı daha
çok artacağı değerlendirilmektedir. İngiltere’nin açıklamaları ve davranışları bunu
destekler mahiyettedir. Örneğin 30 Ekim 2014 tarihinde yayınlanan KKTC Dışiş-
leri bakanlığı enformasyon dairesi bültenine göre Brüksel’de 23-24 Ekim tarihin-
de yapılan AB zirvesinde David Cameron “Kıbrıs sorunu çözülmeden Kıbrıs’ın
MEB’i olur mu?” dediği ve Rum yönetiminin Doğu Akdeniz’de tek yanlı ilan ettiği
“Münhasır Ekonomik Bölge”ye itiraz ettiği ifade edilmiştir2.
Yine aynı zirvede Fileleftheros gazetesi “Londra ve Ankara El Ele... Came-
ron AB Önünde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin MEB’ine İtiraz Etti” başlığıyla yansıttığı
Brüksel çıkışlı haberinde İngiltere’nin, Güney Kıbrıs’ı Doğu Akdeniz’deki hidro-

2 http://www.arcaajans.com/haber/guncel/cameron-apos-dan-rumlarin-sozde-munhasir-ekono-
mik-bolgesine-reaksion/480564/
256 Enerji Diplomasisi

karbon yataklarını işletmeye yönelik her türlü faaliyetini askıya almaya zorlamak
istediğini yazdığı belirtilmiştir3.
Zirvede Cameron’a Almanya Başbakanı Angela Merkel’in cevap verdiği ve
“bütün devletlerin MEB’i varsa Kıbrıs’ın neden olmasın?”dediği iddia edilmiştir4.
Yine aynı zirvede Londra ve Ankara (ve de Washington) hidrokarbon yatakla-
rının Kıbrıs sorunu çözülmeden işletilmemesi gerektiğini düşündüğü ifade edilmiş-
tir. Bu ülkelerin Avrupalı muhataplarına her fırsatta, yatakların, Ada’daki iki toplum
tarafından, iki oluşturucu devlet ve ‘yeni ortaklık’ mantığında işletilmesi gereken
doğal zenginlik olduğu vurgulanmıştır5.
Üstelik kendi MEB’ini ilan eden Güney Kıbrıs’ın kendisine ait deniz alanını
kontrol etmek için sahip olduğu radar sisteminin (Radyo Frekans Teşhis - radio
frequency identification) sözde “Münhasır Ekonomik Bölge”nin yarısını görme-
diği belirtilmiştir. Politis gazetesinin “MEB’in Yarısı Kör” başlıklı haberinde, Gü-
ney Kıbrıs’ın kıyı radar sistemine sahip olmak amacıyla içeriğinde gerek bakımı
gerekse geliştirilmesinin de bulunduğu, İsrail “ELTA IAI” şirketi ile Rum polisi
arasında 2003 yılında sözleşme imzalandığını belirtmiştir. Gazete radarlara iliş-
kin sözleşme içerisinde yer alan radar sisteminin geliştirilmesine ilişkin maddenin,
sözleşmenin imzalanmasından bu yana beş yıl geçmesine rağmen uygulanmadı-
ğını yazmıştır6. Rumların İsrail ile ortak projelere girişmeleri, MEB konusunda
da İsrail’in Rumlara desteğini sürdürmesi dikkat çekmektedir. On bir yılı aşkın
süredir Radar cihazlarını temin edememesi bu desteği kontrollü olarak sürdürdüğü
anlamına gelmektedir7.
8 Ekim 2014 tarihinde Kıbrıs Haber Ajansı’nın Kıbrıs’taki son gelişmelerle
ilgili bir değerlendirme yapması istenen Britanya Dışişleri Bakanlığı’nın sözcüsü,
“Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarından doğan Münhasır Ekonomik Böl-
gesi’nde mineral kaynaklar araştırmasını tanıyoruz ve bu kaynakların Kıbrıs’taki
tüm toplumların faydası için araştırılması gerektiği yönündeki görüşümüzün aynı
kaldığını ifade ederiz” demiştir8. Burada İngiltere’nin MEB konusundaki tutumu
bölgenin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait olduğu yönündedir. Çünkü eğer Rumlara ait bir
MEB İngiltere’nin çıkarlarına uygun değildir. Zira Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığı

3 A.y.
4 A.y.
5 A.y.
6 http://www.gundemkibris.com/guney-kibrisin-sozde-munhasir-ekonomik-bolgesinin-yari-
si-kor-95847h.htm
7 A.y.
8 http://www.abhaber.com/ingiltereden-rumlara-destek/
Uğur Özgöker / Hüseyin Çelik 257

anlaşmalarla taahhüt edilmiş İngiltere’nin çıkarlarını devam ettirmekte, üstelik bu


çıkarların gelişiminin de önünü açmaktadır.

Sonuç
Kıbrıs Rum Yönetimi halen 1960’da ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yet-
kilerini tek elde toplamakta ve bunu kullanmaktadır. Kıbrıs adası etrafında bulunan
doğal gaz ve petrol yatakları uluslararası ilginin bu bölgeye odaklanmasına neden
olmuştur. İsrail, Mısır ve büyük petrol şirketleriyle yapılan anlaşmalar Kıbrıs Cum-
huriyeti adına yapılmakta ve dünyaya ilan edilmektedir. Bu nedenle Türk tarafı da
otomatik olarak anlaşmanın tarafı olmaktadır. Eğer Rum tarafı Türk tarafı gibi ba-
ğımsızlığını ilan etmiş olsa idi anlaşmadan doğan imkânları kendi kullanacak ve
Türk tarafına bir şeyler bırakmayacaktı.
İngiltere MEB’nin Kıbrıs cumhuriyetine ait olduğunda ısrar etmekle garan-
törlüğünden doğan haklarını devam etmesini arzu etmektedir. “Bağımsız Devlet”
konumunda olan İngiltere üsleri sayesinde bu bölgedeki enerji potansiyelini kendi-
si de değerlendirmek istemektedir. Üs bölgeleri açıklarında karasuları ilan etmesi
ve kıta sahanlığı konusunun gündeme gelmesi beklenmektedir İngiltere’nin bunun
ardından Münhasır Ekonomik Bölgesi de ilan edeceği dikkate alınmalıdır. Ayrı-
ca İngiliz şirketlerinin bölge doğalgaz yataklarında söz sahibi olmaya başlaması
İngiltere’nin bu bölgeyle ilgilendiğini göstermektedir. İngiltere’nin ada üzerindeki
varlığını askeri alandan ekonomik alana taşıdığı da gözden kaçmamaktadır.
İngiltere’nin Annan Planıyla kendi üslerini olduğu kadar adadaki varlığını
ve de karasularını güvence altına almak istemesi kendi hükümranlık alanını kalıcı
olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Sonuç olarak İngiliz Uluslar Toplulu-
ğu’nun bir üyesi olarak konumlandırılan Akrotiri ve Dikelya üsleri ile İngiltere’nin
Kıbrıs adasının petrol ve doğal gaz potansiyelini kendi çıkarları doğrultusunda kul-
lanacağı ve bu doğrultuda enerji politikaları üreteceği değerlendirilmektedir.

Kaynakça
Aydoğdu, Ahmet (2005). Kıbrıs Sorunu Çözüm Arayışları. Asil Yayın: Ankara.
Denktaş, Rauf (2008). Kıbrıs Elli Yılın Hikayesi. Akdeniz Haber Ajansı Yayınları: İstanbul.
İnanç, Gül (2007). Büyükelçiler Anlatıyor: Türk Diplomasisinde Kıbrıs (1970-1991). İş Ban-
kası Yayınları: İstanbul.
Pottier, Tim (2009). “A Comparative Analyses of the Five Versions of the Annan Plan”, Reu-
nifying Cyprus The Annan Plan and Beyond. Edited by Andrekos Varnava and Hubert
Faustmann. I.B.Tauris&CoLtd, London.
258 Enerji Diplomasisi

Tamçelik, Sayalp (1997). Avrupa Birliği Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Münasebetlerinin Ku-
zey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne İktisadi, Siyasi ve Hukuki Tesirleri. Nil Yayınları: İz-
mir.
Toluner, Sevin (1989). Milletlerarası Hukuk Dersleri. Beta: İstanbul.
http://www.abhaber.com/ingiltereden-rumlara-destek/
http://www.arcaajans.com/haber/guncel/cameron-apos-dan-rumlarin-sozde-munhasir-ekono-
mik-bolgesine-reaksion/480564/
http://www.cypriotfederation.org.uk/index.php?option=com_seyret&Itemid=0&task=video-
directlink&id=23
http://www.gundemkibris.com/guney-kibrisin-sozde-munhasir-ekonomik-bolgesinin-yari-
si-kor-95847h.htm
Tolga Demiryol 259

KIBRIS’TA ENERJİ DİPLOMASİSİ VE


GÜVENLİK

Tolga DEMİRYOL*

Giriş
2011 yılında Kıbrıs açıklarında doğal gaz rezervlerinin keşfi, söz konusu kay-
nakların adada bir refah ve barış unsuru olup olamayacağı sorusunu gündeme ge-
tirmiştir.1 Her ne kadar bölgede tespit edilen 140 milyar metreküplük doğal gaz
rezervi küresel dengeleri değiştirebilecek zenginlikte olmasa da,2 Kıbrıs’ın sınırlı
enerji tüketimi dikkate alındığında bu rezervler adanın enerji güvenliğini uzun yıl-

* Yrd. Doç. Dr.; İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Bölümü Öğretim Üyesi.
1 Kıbrıs doğal gaz keşiflerinin adadaki barış sürecine etkilerini ele alan belli başlı çalışmalar
şunlardır: Matthew J. Bryza, “Eastern Mediterranean Natural Gas: Potentialfor Historic Break-
throughsamong Israel, Turkeyand Cyprus,” Turkish Policy Quarterly Vol. 12, No. 3, 2013, s.
35–44; Ioannis N. Grigoriadis, “Energy Discoveries in the Eastern Mediterranean: Conflictor
Cooperation?,” Middle East PolicyVol. 21, No. 3, 2014, s. 124–33; Ayla Gürel and Laura Le
Cornu, “Can Gas Catalyse Peace in the Eastern Mediterranean?,” The International Spec-
tator Vol. 49, No. 2, 2014, s. 11–33; Aphrodite’s Gift: Can Cypriot Gas Power a New Di-
alogue?, International Crisis Group, 2012, http://www.crisisgroup.org/~/media/Files/europe/
turkey-cyprus/cyprus/216-aphrodites-gift-can-cypriot-gas-power-a-new-dialogue.pdf (Erişim
22.02.2014).; Aristotle Tziampiris, The Emergence of Israeli-Greek Cooperation, Springer
International Publishing, 2015; Walid Khadduri, “East Mediterranean Gas: Opportunitiesand
Challenges,” Mediterranean Politics Vol. 17, No. 1, 2012, s. 111–17, doi:10.1080/1362939
5.2012.655049 (Erişim 23.05.2014).; Chrysostomos Pericleous, “Cyprus: A Last Window of
Opportunity?,” Insight Turkey, Vol. 14, No. 1, 2012, http://file.insightturkey.com/Files/Pdf/
insight_turkey_vol_14_1_2012_pericleous.pdf (Erişim 11.07.2014).; Ross Wilson, “Turks,
Cypriots, and the Cyprus Problem: Hopesand Complications,” Mediterranean Quarterly
Vol. 25, No. 1, 2014, s. 105-10.
2 Brenda Shaffer, Energy Resourcesand Markets in Eastern Mediterranean Region, The
German Marshall Fund of the United States, 2012, http://www.gmfus.org/archives/energy-re-
sources-and-markets-in-the-eastern-mediterranean-region/. (Erişim 11.01.2014).
260 Enerji Diplomasisi

lar garanti edecektir. Kıbrıs doğal gazının ihracatından elde edilecek gelir, ekono-
mik kriz ve onyıllardır süren siyasi izolasyonun kıskacındaki Rum ve Türk ekono-
mileri için hayati bir kaynak yaratacaktır. Bölgede devam eden sondaj çalışmaları
sonucunda daha zengin3 rezervlerin keşfedilmesi halinde ise beklenilen ekonomik
fayda katlanacaktır.
Doğal kaynakların Türk ve Rum kesimleri için ortak ekonomik faydalar va-
dettiği önermesinden hareket eden bazı araştırmacılar, söz konusu keşiflerin ada-
daki siyasi çözümsüzlüğü aşmak adına önemli bir fırsat teşkil ettiğine işaret et-
mişlerdir.4 Enerjinin Kıbrıs’a barış getireceği önermesinin ardında yatan mantık
oldukça açıktır: Doğal gazın keşfi ve keşfedilmeyi bekleyen başka rezervler olduğu
beklentisi, Türk ve Kıbrıs Rum yönetimleri arasındaki tarihsel uyuşmazlığın fırsat
maliyetini yükseltmekte ve adadaki “bölünmüşlüğün hafifletilmesi ya da tamamen
sonlandırılmasına doğrudan dolar cinsinden bir değer” biçmektedir.5 Bu varsa-
yımdan hareket ederek, enerji işbirliğinin sağlayacağı mutlak faydayı siyasi çatış-
malar nedeniyle kaybetmekten kaçınacak rasyonel aktörlerin siyasi çözüm yolunda
gerekli adımları atmayı tercih edeceği iddia edilebilir.
Ne var ki keşifleri takip eden üç yılı aşkın süre zarfında Kıbrıs çözüm süreci-
nin seyri, doğal kaynakların tarafları siyasi çözüme yaklaştıracağı yönündeki bek-
lentileri karşılayamamıştır. Umulanın aksine doğal gaz adadaki siyasal dinamikleri
daha da karmaşıklaştırmış ve çözüme giden yolda tarafların önüne yeni engeller
çıkarmıştır. Enerji kaynaklarının kimin tarafından ve nasıl değerlendirileceğine ta-
raflar arasındaki dair derin görüş ayrılıkları, adada 2013’ten beri Birleşmiş Milletler
(BM) aracılığında sürdürülen yeniden birleşme görüşmelerini kesintiye uğratmıştır.
7 Ekim 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı Anastasiades’in müzakere masasından kalk-
masıyla askıya alınan barış görüşmelerinin tekrar başlaması ancak Nisan 2015’teki
KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından gündeme gelmiştir.
Bu çalışmada Kıbrıs açıklarında doğal gaz keşiflerinin ve bölgede süregelen
sondaj çalışmalarının, adadaki siyasal süreçlere etkileri tartışılacaktır. Çalışmanın
esas aldığı zaman dilimi Kıbrıs’ta doğal gaz arama faaliyetlerinin ön hazırlıklarının
başladığı 2003 yılından Mayıs 2015’e kadar uzanan dönemdir. Araştırmanın temel
bulgusu bu süre zarfında doğal kaynakların Kıbrıs’ta uzlaşıdan ziyade çatışmayı

3 Bir tahmine göre Kıbrıs açıklarında 1250 milyar metreküp doğal gaz vardır.http://www.na-
turalgaseurope.com/east-med-pipeline-the-game-changer-europe-chooses-to-ignore-23628
(Erişim 23.04.2015).
4 Michael Clarke, “Cyprus: The Mouse That May Yet Roar,” Mediterranean Quarterly Vol. 25,
No. 1, 2014: s. 95–104, doi:10.1215/10474552-2420236 (Erişim 17.02.2014); Wilson, a.g.e.
5 A.e., s.105.
Tolga Demiryol 261

besleyen bir unsur olduğudur. Türkiye, KKTC ve GKRY ortak ekonomik çıkarları
gerçekleştirmeye odaklanmak yerine enerji kaynakları üzerindeki rekabetin güven-
lik boyutunu öne çıkarmış ve bu dahem enerji işbirliğini hem de barış sürecini zora
sokmuştur.
Her ne kadar bu çalışma Kıbrıs müzakerelerinin geleceğine dair kesin bir pro-
jeksiyonda başvurmamıza izin vermese de, bulgular şuna işaret etmektedir: enerji
kaynakları barış için tek başına yeterli bir faktör değildir. Doğal kaynaklardan ba-
rışa giden yolun kısaltılması için uyuşmazlığın taraflarının mutlak ekonomik çıkar-
ları önceleyen ve enerjiyi pozitif toplamlı bir oyun olarak algılayan bir anlayışı be-
nimsemeleri şarttır. Aksi halde enerji kaynakları bu çalışmada ortaya konan çeşitli
mekanizmalar aracılığıyla taraflar arasında çatışma yaratan ve mevcut çatışmaları
derinleştiren bir işlev görecektir.
Kıbrıs’ta enerji kaynaklı çatışmalar üç başlık altında ele alınacaktır. Bunlardan
ilki, Kıbrıs deniz yetki sahaları sorunudur. 1970’lerden günümüze süregelen kıta
sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeler (MEB) sorunları, bölgede doğal kaynak-
ların varlığının tespitiyle birlikte yeniden alevlenmiştir. Doğal kaynaklar üzerin-
de kontrol sahibi olma arzusundaki Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Mısır,
Lübnan ve İsrail ile ikili anlaşmalar imzalayarak, deniz yetki sahalarını Türkiye ve
KKTC aleyhinde genişletmiştir. Rum kesiminin bu tavrı, Türkiye ve KKTC tara-
fından bir egemenlik ihlali ve son kertede ulusal güvenliğe yönelik bir tehdit ola-
rak algılanmıştır. Türkiye ve KKTC, GKRY’nin bu çabalarına “karşılıklılık” ilkesi
uyarınca yanıt vererek, 2011 yılında Türkiye-KKTC Kıta Sahanlığını Sınırlama An-
laşmasını imzalamışlar ve akabinde Kıbrıs’ın ihtilaflı sularında kendi doğal gaz ve
petrol arama faaliyetlerine başlamışlardır.
Keşifler neticesinde yükselen yeni bir uyuşmazlık alanı ise doğal kaynaklar-
dan elde edilecek gelirin ne zaman ve nasıl paylaşılacağı konusudur. Rum yönetimi,
adanın doğal kaynaklarının Türk toplumu da dahil olmak üzere tüm Kıbrıs’a ait
olduğunu prensipte kabul etmekle birlikte, söz konusu kaynakların ancak ve ancak
adada kapsamlı bir siyasi çözüme varıldıktan sonra Türk kesimi ile paylaşılacağı-
nı iddia etmektedir. Rum tarafı siyasi çözümsüzlük sürdükçe Kıbrıs’ı uluslararası
planda temsil etme hakkının kendilerinde olduğunu öne sürmektedir. Buna karşılık
Türkiye ve KKTC’nin ortak tezi ise Rum tarafının adayı tek başına temsil etme id-
diasının 1960 yasal düzenlemelerine aykırı olduğudur. Türkiye ve KKTC gelir kay-
naklarının nasıl değerlendirileceği konusunda ortak bir uzlaşıya varılana dek Rum
kesiminin doğal gaz arama ve geliştirme faaliyetlerinde bulunamayacağında ısrarlı-
dır. GKRY ise sondaj çalışmalarında bulunma haklarını “pazarlık edilemez” olarak
niteleyerek her türlü dışarıdan müdahaleye şiddetle karşı çıkmaktadır. Rusya, Ame-
rika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) tarafından da desteklenen bu
262 Enerji Diplomasisi

tavır, Türkiye ve KKTC’nin doğal kaynakların nasıl paylaşılacağı sorusunu teknik,


hukuki bir sorun olmanın ötesine taşıyıp doğrudan egemenlik haklarını tehdit eden
bir güvenlik sorunu olarak algılamasına neden olmuştur.
Doğal kaynakların Kıbrıs’taki barış süreci üzerindeki etkisine işaret eden
üçüncü husus enerji rekabetin bölgedeki belli başlı siyasi ve askeri gruplaşmala-
rı ve ittifakları yeniden şekillendirmesidir. Bu bağlamda en önemli yeni oluşum
GKRY, Yunanistan ve İsrail arasındaki ekonomik, siyasi ve askeri işbirliğidir. İsrail
ve GKRY’nin 2010’da imzaladıkları kıta sahanlığı anlaşmasının ardından hızlanan
yakınlaşma süreci, Yunanistan’ın da katılımıyla 2013 yılında üç ülkenin bakanları
arasında imzalanan ortak niyet beyanı ile resmileşmiştir. Her üç ülkenin ortak enerji
çıkarlarından hareket eden bu anlaşma, enerji projeleri üzerinde işbirliğinin yanı
sıra GKRY, Yunanistan ve İsrail’in güvenlik sektöründe birlikte hareket etmelerine
zemin hazırlamıştır. Bölgedeki bir diğer üçlü yakınlaşma ise GKRY, Yunanistan ve
Mısır arasındadır. Kendisi de önemli bir doğal gaz üreticisi olan Mısır son yıllar-
da artan iç talebi nedeniyle Kıbrıs’tan doğal gaz satın almaya ve gazın ihracatına
aracılık etmeye talip olmuş ve GKRY ve Yunanistan ile siyasi işbirliğine girmiştir.
Doğu Akdeniz’de ortak enerji çıkarları zemininde vücut bulan yeni ittifakla-
rın bir diğer önemli aktörü de Rusya’dır. GKRY’nin enerji kaynakları üzerindeki
egemenlik iddiasını doğrudan destekleyen Rusya, GKRY ve Yunanistan ile ekono-
mik ve askeri işbirliği anlaşmaları yapmıştır. Akdeniz’de Kıbrıs ekseninde ortaya
çıkan bu yeni ekonomik ve siyasi ittifakları Türkiye ve KKTC’nin güvenlik tehdidi
algısını olumsuz etkilemekte ve bir “çevrelenme” hissi yaratmaktadır. Türkiye’nin
değişen tehdit algısı hem bölgenin enerji kaynaklarına hem de Kıbrıs sorununa yak-
laşımını doğrudan biçimlendirmiş, karar alıcıların ekonomik çıkarlardan ziyade ko-
nunun güvenlik boyutunu öne çıkarmalarına neden olmuştur.
Makale dört bölümünden oluşmaktadır. Birinci bölümde Doğu Akdeniz’in ve
özel olarak da Kıbrıs’ın doğal gaz kaynaklarının küresel ve bölgesel enerji jeopo-
litiği bakımından önemi tartışılacak ve alternatif ihracat senaryoları değerlendirile-
cektir. İkinci bölümde, Kıbrıs’ta enerji kaynaklı uyuşmazlıkların çıkış noktası olan
deniz yetki sahaları sorunu ele alınacaktır. Üçüncü bölümde, doğal kaynaklardan
elde edilecek gelirin paylaşımına dair süregelen uyuşmazlıklar ve bu uyuşmaz-
lıkların taraflarca egemenliğe yönelik bir tehdit olarak algılanması tartışılacaktır.
Dördüncü bölümde ise enerji kaynaklarının bölgedeki güç ve çıkar dengesini üze-
rindeki etkileri ve ortaya çıkan yeni siyasi ve askeri gruplaşmalar konu edilecektir.

Kıbrıs’ın Doğal Kaynaklarının Önemi ve İhracat Senaryoları


Doğu Akdeniz havzasının hidrokarbon zenginlikleri açısından önemli bir po-
Tolga Demiryol 263

tansiyele sahip olduğu bilinmektedir.6 Bölge son yıllarda önemli keşiflere sahne
olmuştur. 2000 yılında İsrail’in Gaza Marine ve Mari-B sahalarında doğal gaza
rastlanmasının ardından hız kazanan sondaj çalışmaları, 2009’da 280 milyar met-
reküplük Tamar ve 2010’da 532 milyar metreküplük Leviathan sahalarının keşfiyle
sonuçlanmıştır. 2013 yılında üretime geçen Tamar İsrail’in iç tüketimini karşılar-
ken, Leviathan’dan elde edilecek gazın yüzde 40’i ihraç edilecektir. Kıbrıs adasının
Afrodit olarak bilinen 12 numaralı sondaj sahası ise, Leviathan’a yaklaşık 34 km
mesafede, İsrail ve Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgelerini ayıran çizginin hemen
batısında yer almaktadır. İlk tespitlerde 140 ila 226 milyar metreküp arasında oldu-
ğu tahmin edilen rezerv büyüklüğü, daha sonra revize edilerek 140 milyar metreküp
olarak kesinleştirilmiştir. Bu miktarın Kıbrıs’ın enerji ihtiyacını 150 yıl boyunca
karşılayabileceği tahmin edilmektedir.7
Bölgenin önemli potansiyeline rağmen, Kıbrıs ve İsrail sularında varlığı kanıt-
lanmış toplam doğal gaz miktarı (1250 milyar metreküp) henüz küresel piyasaları
şekillendirecek ve “oyunun kurallarını değiştirebilecek” büyüklükte değildir.8Özel-
likle de yükselen küresel enerji arzı ve düşüşe geçen petrol fiyatları dikkate alın-
dığında, Doğu Akdeniz’in doğal gaz rezervlerinin dünya piyasalarında ne kadar
rekabetçi olacağı tartışmaya açıktır. Doğu Akdeniz doğal gazının küresel piyasalar
açısından önemi belirsiz de olsa, İsrail ve Kıbrıs doğal gazının en büyük avanta-
jı enerji tüketimi artmakta olan bölgesel piyasalara yakınlığıdır. Nispeten düşük
taşıma maliyetleriyle ulaşabilecek konumda olan Ürdün ve Filistin, sınırlı doğal
gaz tüketimlerine rağmen, dikkate değer bölgesel pazarlarlardır. Yakın dönemde
artan enerji tüketimi nedeniyle net bir enerji ithalatçısı konumuna geçen Mısır, daha
sonra ayrıntılı olarak tartışılacağı gibi, Kıbrıs ve İsrail’den gaz satın almayı planla-
maktadır.
Yıllık 400 milyar metreküpün üzerindeki doğal gaz tüketimiyle AB, fosil ya-
kıtlarının AB enerji portföyündeki azalan payına9 rağmen, Doğu Akdeniz doğal
gazı için en önemli yakın pazar konumundadır. Halen doğal gaz ihtiyacının yüzde
30’unu Rusya’dan ithal eden AB, 2006 ve 2009 Ukrayna gaz kesintileri ve Uk-

6 Assessment of Undiscovered Oil and Gas Resources of the Levant Basin Province, Eas-
tern Mediterranean,” US Geological Survey, 2010, http://pubs.usgs.gov/fs/2010/3014/pdf/
FS10-3014.pdf. (Erişim 17.02.2012).
7 Ebru Oğurlu, “Rising Tensions in the Eastern Mediterranean: Implications for Turkish Foreign
Policy,” Istituto Affari Internazionali, 2012, s.11. http://mercury.ethz.ch/serviceengine/Files/
ISN/141637/ipublicationdocument_singledocument/a4f2eacb-86ee-49ba-b096-445f5df-
bf1c4/en/iaiwp1204.pdf. (Erişim 17.04.2013).
8 Shaffer, a.g.e.
9 Energy Roadmap 2050 EuropeanCommission, Belgium, 2012; European Energy Security
Strategy, European Commission, Belgium, 2014.
264 Enerji Diplomasisi

rayna’da devam eden iç savaşın ardından, Avrupa’nın enerjide tek bir tedarikçiye
bağımlılığını azaltacak yeni kaynaklar ve ihracat yolları arayışı içerisindedir. Bu
bağlamda AB, “güney doğal gaz koridoru” üzerinden erişilmeye çalışılan Hazar
(ve şartlar elverirse Türkmenistan ve İran) doğal gazının yanı sıra, son dönemde
Doğu Akdeniz gazını AB’ye taşıyacak yeni bir enerji koridorunu da gündeme al-
mıştır.
Doğu Akdeniz enerji kaynaklarını Avrupa’ya nakletmek için ortaya atılan pro-
jelerden ilki Kıbrıs’ı Girit adası üzerinden Yunanistan’a bağlaması öngörülen Doğu
Akdeniz Boru Hattı projesidir. Yunanistan Kamu Gaz Şirketi (DEPA) tarafından
önerilen ve AB tarafından Ortak Çıkar Projeleri listesine alınan bu projenin yılda 8
milyar metreküp taşıma kapasitesine sahip olması planlanmıştır. Kıbrıs gazının yanı
sıra İsrail ve ileride keşfedilmesi olası Lübnan (ki yaklaşık 750 milyar metreküp-
lük bir potansiyel tahmin edilmektedir) gazını da Avrupa’ya nakletmesi öngörülen
projenin gerçekleşmesinin önündeki en önemli engel projenin teknik zorluğu ve
yüksek maliyetidir.10
Tartışılan bir diğeri ihracat yöntemi ise sıvılaştırılmış doğal gazdır (SDG).
Boru hattına kıyasla daha esnek bir seçenek olan SDG, Kıbrıs ve İsrail’i sadece Av-
rupa piyasasına bağlı kalkmaktan kurtaracak ve doğal gazınesnek bir fiyatlama ile
dünya pazarlarına ihracatını mümkün kılacaktır. Ancak SDG seçeneği ile ilgili aşıl-
ması gereken bazı sorunlar vardır. Öncelikle Kıbrıs ve İsrail gazını işleyecek SDG
terminalinin nerede inşa edileceği tartışılmıştır. İsrail, güvenlik nedeniyle tesislerin
kendi topraklarında olmasını tercih etmekle birlikte, arazi sorunları, çevresel riskler
ve kamuoyunun tepkisi nedeniyle bu seçeneğin gerçekleştirilmesi zordur.11Son dö-
nemde hızla gelişen yüzen SDG platformları karasal SDG terminallerine bir alter-
natif olarak gündeme gelmiştir. Ancak standart bir SDG terminaline göre yaklaşık
iki kat daha maliyetli olan yüzen SDG tesisi, en azından şu anki kanıtlanmış rezerv
miktarları göz önüne alındığında, gerçekçi görünmemektedir.
Mevcut SDG alternatifleri içerisinde en ileri seviyede olanı, Güney Kıbrıs’ın
Vasilikos kentine inşa edilmesi öngörülen terminaldir. 26 Haziran 2013 tarihinde
Leviathan’ın da en büyük hissedarları olan Noble Energy ve Delek Group şirketleri
GKRY ile Vasilikos’ta bir SDG terminali kurmak üzere protokol imzalamışlardır.
Tesisin 2016 yılında tamamlaması ve ihracatın 2020’de başlaması öngörülmüştür.
Ne var ki, 10 milyar dolar maliyeti olan Vasilikos terminalini karlı kılmak için Afro-

10 Simone Tagliapietra, “Towards a New Eastern Mediterranean Energy Corridor? Natural Gas-
Developments Between Market Opportunitiesand Geopolitical Risks,” Fondazione Eni Enri-
co Mattei Working Papers, 2013, http://www.feem.it/getpage.aspx?id=5321&sez=Publicati-
ons&padre=73 (Erişim 17.04.2014).
11 A.e., s.20.
Tolga Demiryol 265

dit gazi tek başına yeterli olmayacaktır. Yeni rezervlerin keşfi—ki geliştirilmeleri
zaman alacaktır— dışındaki tek seçenek Leviathan gazının en azından bir kısmının
sıvılaştırılmak üzere Vasilikos terminaline yönlendirilmesidir. Ancak İsrail hükü-
meti bölgesel pazarlara ulaşan bir boru hattı gibi ikincil bir ihracat seçeneği garan-
tisi olmadan kendi toprakları dışında kurulacak bir terminale gaz vermeyi taahhüt
etmekten kaçınmıştır.
Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı’nın maliyeti ve SDG seçeneklerine dair çeşitli
güçlükler dikkate alındığında, konunun uzmanları Leviathan ve Afrodit sahaların-
dan çıkarılan gazın İsrail’den Türkiye’ye Kıbrıs üzerinden bir doğal gaz boru hat-
tıyla taşınmasının en ideal çözüm olduğu konusunda hemfikirdirler. Bu seçenek
yaklaşık 2,5 milyar dolarlık maliyetiyle alternatiflerinden çok daha hesaplı görün-
mektedir.12Düşük maliyetinin yanı sıra bu projenin alternatiflerine göre avantajı
satın alma gücü çok daha fazla olan Türkiye ve AB pazarlarına doğrudan erişim
sağlayacak olmasıdır. Türkiye hızla yükselen bir enerji piyasasıdır; 2012 yılında
46,3 milyar metreküp olan doğal gaz tüketiminin 2030’da 76,8 ila 83,8 milyar
metreküpe ulaşması beklenmektedir.13Ayrıca enerjide dışa bağımlılığını azaltmak
isteyen Ankara, enerji ihracat kaynaklarını ve yollarını çeşitlendirme stratejisi izle-
mektedir.14Bu bağlamda Doğu Akdeniz doğal gazını portföyüne eklemek Türkiye
için de kritik bir önem taşımaktadır. Belki de daha önemlisi, Doğu Akdeniz gazının
Türkiye üzerinden ihracatı, Ankara’nın çok önem verdiği bölgesel enerji merkezi
olma yolunda önemli bir adım teşkil edecektir.
Doğu Akdeniz gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması için gereken
altyapı büyük oranda mevcuttur. Doğal gaz Akdeniz kıyısındaki Ceyhan’a ulaştı-
ğında, Türkiye piyasasında tüketilmek üzere ülkenin gelişmiş boru hattı şebeke-
sine gireceği gibi, aynı zamanda planlanan Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı
(TANAP) ve Trans-Adriyatik Boru Hattı (TAP) ile Türkiye üzerinden Avrupa’ya
yeniden ihraç edilebilecektir. Dolayısıyla Kıbrıs üzerinden Türkiye’ye uzanacak bir
doğal gaz boru hattı Doğu Akdeniz enerji koridorunu güney doğal gaz koridoruyla

12 Bryza, a.g.e., s. 39.


13 Mehmet Melikoglu, “Vision 2023: Forecasting Turkey’s Natural Gas Demand between 2013
and 2030,” Renewable and Sustainable Energy Reviews Vol. 22, 2013, s. 393–400, do-
i:10.1016/j.rser.2013.01.048. (Erişim 13.04.2015).
14 2015-2019 Stratejik Planı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Ankara, 2014; Gareth Win-

row, “Realization of Turkey’s Energy Aspirations,” http://www.brookings.edu/~/media/resear-


ch/files/papers/2014/04/realization-turkeys-energy-aspirations-winrow/turkeys-energy-aspi-
rations.pdf (Erişim 14.04.2015).
Simone Tagliapietra, The Rise of Turkey and the New Mediterranean Challengesand Opportu-
nities for Energy Cooperation in a Region in Transition, 2012, http://papers.ssrn.com/abstra-
ct=2162404. (Erişim 14.04.2015).
266 Enerji Diplomasisi

entegre ederek, hem AB’nin enerji ihtiyaçlarını çeşitlendirme hem de Türkiye’nin


bölgesel bir enerji merkezi olma stratejilerine aynı anda hizmet edecektir.
Kanıtlanmış rezerv büyükleri göz önüne alındığında, mevcut ihracat alterna-
tifleri içerisinde, Kıbrıs ve Türkiye arasında inşa edilecek bir doğal gaz boru hattı
her iki taraf için de mutlak faydalar sağlayacak bir “kazan-kazan” çözümü olarak
ortaya çıkmaktadır. Ekonomik işbirliğinin tüm taraflar için olumlu olacağı beklen-
tisinden hareket eden dönemin KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu, Kıbrıs’ın hidrokar-
bon kaynaklarının Türkiye üzerinden taşınması önerisini Birleşmiş Milletlere Eylül
2012’de yazılı olarak sunmuştur.15 KKTC’nin önerisi uluslararası çevrelerde olum-
lu karşılanmasına rağmen, GKRY tarafından kabul görmemiştir.16
Kıbrıs enerji kaynaklarının adadaki siyasi çözümsüzlüğün aşılmasında yapıcı
bir rol oynayacağı yolundaki beklentilerin ardında yatan, ekonomik çıkarların ortak
olduğu düşüncesidir. Bu bölümde ortaya konduğu üzere Kıbrıs-Türkiye boru hattı
söz konusu ortak çıkarları gerçekleştirme adına önemli bir seçenektir. Ne var ki
beklentilerin aksine, enerji kaynakları Kıbrıs sorununun güvenlik boyutunu öne çı-
karmış ve çözüm sürecini karmaşıklaştırmıştır. Aşağıdaki bölümde taraflar arasında
uyuşmazlık alanlarından biriolan deniz yetki sahaları sorunu ele alınmaktadır.

Deniz Yetki Sahaları Sorunu


Türkiye ve Kıbrıs arasındaki deniz yetki sahaları tartışmaları 1970’lere dek
uzanır. Kıbrıs hükümeti, 1974 askeri harekâtından önce ada açıklarında petrol ara-
mak için uluslararası şirketlere izin verme girişiminde bulunmuştur. 1977 yılında
Kyprianou liderliğindeki Kıbrıs Rum hükümeti döneminde bölgede petrol arama
çalışmaları gerçekleşmiştir.1980 ve 1990’lar boyunca çözümsüz kalan deniz yetki
sahaları sorunları, 2002 yılında GKRY’nin Meis adasının güneyinde kalan bir böl-
geyi kendi MEB’iilan edip bir Norveç firmasına bölgede petrol arama izni vermesi
ve akabinde söz konusu firmaya ait geminin bir Türk firkateynince bölgeden çıkar-
tılması ile yeniden gündeme gelmiştir.17
Hâlihazırda Doğu Akdeniz’de bölge ülkelerinin üzerinde anlaşmış oldukları
bir deniz yetki sahaları rejimi yoktur. Kıta sahanlıklarının ve MEB’lerin çizilme-

15 Sayın Genel Sekretere Doğal Gaz Çıkarılması Ve Avrupa’ya Taşınmasıyla İlgili Yazılı
Öneri Sunduk, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, 2012, http://kktcb.org/
content02.aspx?id=3&sayfa=48&content=2324&select=2. (Erişim 11.03.2015).
16 Sertaç H. Başeren, “Kıbrıs Hidrokarbon Sorunu: Sondaj Krizi,” Enerji ve Diplomasi Cilt 1,

Sayı. 1, 2015, s. 44.


17 Eric R Eissler ve Gözde Arasıl, “Maritime Boundary Delimitation in the Eastern Mediterrane-

an,” The RUSI Journal Vol.159, No. 2, 2014, s. 74–75, doi:10.1080/03071847.2014.912809.


(Erişim 03.03.2015).
Tolga Demiryol 267

si, komşu devletler arasında ikili anlaşmalar yoluyla gerçekleşmektedir fakat söz
konusu anlaşmalar çoğu zaman konuya taraf olan üçüncü devletler tarafından ta-
nınmamakta, geçersiz sayılmaktadır. Türkiye ve KKTC’nin ortak tercihi Doğu Ak-
deniz’deki yetki sahalarının konuya taraf olan tüm aktörlerin katılımıyla çok taraflı
platformlarda karara bağlanması yönündedir. Buna karşılık GKRY, Türkiye’nin
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesine (UNCLOS) taraf olmadığına işa-
ret ederek kıtasahanlıklarını Türkiye ve KKTC’yi sürecin dışında tutarak belirleme
yoluna gitmiştir.

Doğu Akdeniz enerji kaynakları üzerindeki egemenlik haklarını garantiye al-


mak isteyen GKRY, bölge ülkeleriyle ikili anlaşmalar imzalamıştır. Bu anlaşmalar-
dan ilki GKRY ile Mısır arasında 2003 yılında gerçekleşmiştir. Türkiye söz konusu
anlaşmayı protesto etmekle birlikte, Ankara’nın diplomatik tepkisi nispeten sınırlı
ve etkisiz olmuştur. Tepkinin sınırlı olmasının nedeni, en azından kısmen, Anka-
ra’nın o dönemde GKRY ile bir çatışma içine girerek AB ile yürüttüğü üyelik mü-
zakerelerini riske atmak istememesidir.18

Mısır’la yapılan ikili anlaşmanın ardından GKRY, 2 Nisan 2004’te bir ya-
sal düzenleme ile kendi MEB’inin sınırlarını çizmiştir. Söz konusu yasa sayesinde
GKRY, deniz yetki sahaları sorununun o dönemde üzerinde müzakerelerin yürütül-
düğü Annan planında ele alınmasının da önüne geçmiştir. Annan planı yetki sahala-
rının belirlenmesi hususunu adada kurulacak federal devlet tarafından çözülmesini
öngörüyordu. GKRY çıkardığı yasa aracılığıyla yetki sahalarını potansiyel hidro-
karbon rezervlerini de içerecek şekilde tek taraflı olarak belirlemiş oldu.

GKRY’nin bölge ülkeleriyle yaptığı MEB anlaşmalarının ikincisi Lübnan’la


2007’de imzalanmıştır. 2003’teki GKRY-Mısır anlaşmasına kıyasla Türkiye, Lüb-
nan’la imzalanan bu anlaşmaya çok sert tepki vermiştir. Anlaşmanın Türkiye ve
KKTC’nin hak ve çıkarlarını ihlal ettiğini ve Rum yönetiminin adanın tümünü il-
gilendiren bir konuda tek başına karar alamayacağını iddia eden Ankara, Lübnan’a
nota vererek anlaşmanın uygulanmamasını talep etmiştir. Bunun üzerine Lübnan
Parlamentosu anlaşmayı onaylamayarak yürürlüğe girmesine engel olmuştur.

Lübnan’la yapılan ancak yürürlüğe girmeyen anlaşmanın hemen ardından


GKRY bir adım daha atarak tek taraflı olarak çizdiği MEB sınırları içeresinde kalan
yaklaşık 70.000 kilometrekarelik bir alanda 13 sondaj ruhsat sahası ilan etmiştir. Bu
13 parselden beş tanesinin Türkiye’nin kıta sahanlığını ihlal ettiği ve aynı zamanda
KKTC’nin potansiyel kıta sahanlığıyla da çakıştığı iddia edilmiştir. GKRY Şubat

18 James Stocker, “No EEZ Solution: The Politics of Oil and Gas in the Eastern Mediterranean,”
The Middle East Journal Vol. 66, No. 4, 2012, s. 584-585.
268 Enerji Diplomasisi

2007’de söz konusu 13 parselin 11’ini içeren bir uluslararası ihale açmıştır. İhale-
nin ilk etabında uluslararası enerji şirketlerinden teklif toplanmasına rağmen hiçbir
şirkete ruhsat verilmemiştir. Ekim 2008’de tekrar edilen ihalede ise Noble Energy
şirketi daha sonra Afrodit olarak adlandırılacak 12 numaralı parsel için ruhsat alma-
ya hak kazanmıştır.
GKRY’nin deniz yetki sahalarını tek taraflı olarak belirleme ve uluslarara-
sı enerji şirketlerine doğal gaz ve petrol aramak için ruhsat verme çalışmalarına,
T.C.Dışişleri Bakanlığı bir dizi basın açıklaması ve Birleşmiş Milletler nezdinde
yapılan bazı girişimlerle yanıt vermiştir. Örneğin 30 Ocak 2007 tarihli T.C. Dışişleri
Bakanlığı basın açıklamasında şu ifadelere yer verilmiştir:

KKTC tarafından da açıklandığı üzere, Kıbrıs Adasının deniz alan-


larında KKTC’nin de hak ve yetkileri bulunmaktadır. Öte yandan, GKRY
Adanın tümünü temsil etmemektedir. Dolayısıyla, GKRY’nin bu konuda
çıkardığı yasaların veya ilgili ülkelerle yaptığı anlaşmaların bizim açı-
mızdan hükmü bulunmamaktadır. Ayrıca, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin
de meşru ve yasal hak ve çıkarlarının mevcut olduğu hatırda tutulmalı-
dır. GKRY’nin yapmaya niyet ettiği ikili anlaşmaların konusunu teşkil
eden deniz alanlarının bir bölümü bu hak ve çıkarları da ilgilendirmek-
tedir. Türkiye Doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarını korumakta kararlı
olup, bunların aşınmasına yönelik teşebbüslere müsaade etmeyecektir.
Bu bağlamda, Kıbrıs Adasının deniz alanlarında GKRY’nin ver-
meye teşebbüs edebileceği hükümsüz ruhsatlara dayanarak petrol-doğal
gaz araştırmasıyla ilgili çalışmalar yapmayı düşünebilecek ülkelerin ve
şirketlerin, durumun hassasiyetini ve Ada’daki diğer kurucu halk olan
Kıbrıs Türklerinin iradesini de dikkate almaları, her hal ve karda Kıbrıs
meselesinin çözüm sürecine olumsuz etkide bulunacak girişimlere yönel-
memeleri gerektiğini hatırlatıyor ve buna göre davranmalarını bekliyo-
ruz.19

Konu aynı zamanda Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında da sıklıkla ele alın-
mıştır. Örneğin Haziran 2007 tarihli toplantının basın açıklamasında şöyle denil-
miştir:

19 Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Doğu Akdeniz’deki Ülkelerle Deniz Yetki Alanlarını İl-
gilendiren İkili Anlaşmalar Yapma Gayretlerini Hk., T.C. Dışişleri Bakanlığı, http://www.
mfa.gov.tr/no_18---30-ocak-2007_-guney-kibris-rum-yonetimi_nin-dogu-akdeniz_deki-ulke-
lerle-deniz-yetki-alanlarini-ilgilendiren-ikili-anlasmalar-yapma-gayretlerini-hk_-.tr.mfa. (Eri-
şim 11.03.2015).
Tolga Demiryol 269

Doğu Akdeniz’de giriştiği eylemlerle bölgede bir istikrarsızlık un-


suru olmayı sürdüren Rum yönetiminin, Ada’nın tümünü ilgilendiren ko-
nulardaki girişimlerinin geçerli olmadığı vurgulanmış, ülkemizin Doğu
Akdeniz’deki hak ve çıkarlarının korunması konusunda yürütülen çaba-
ların devam edeceği… vurgulanmıştır.20
Diplomatik girişimlere ek olarak Türkiye deniz yetki sahaları konusundaki
kararlılığını göstermek ve GKRY’nin girişimlerini caydırmak adına elindeki askeri
enstrümanları kullanmaktan da kaçınmamıştır. Örneğin 13 Kasım 2008’de bir Türk
savaş gemisi Kıbrıs’ın güneyinde sismik araştırma yapan Norveç’e ait iki gemiy-
le karşılaşmıştır. Sahada yapılan uyarılara ve Amerikan ve Norveç Konsolosluğu
nezdindeki girişimlere rağmen söz konusu gemilerin saatlerce pozisyonlarını koru-
maları ve araştırmaya devam etmeleri nedeniyle askeri bir krizin eşiğinden dönül-
müştür. 2009 yılında da GKRY’nin ilan ettiği MEB’de araştırma yapan bir başka
gemi Türkiye kıta sahanlığına izinsiz girdiği gerekçesiyle Türk savaş gemilerince
engellenmiştir.21Takip eden dönemde ihtilaflı deniz yetki sahalarında benzer vaka-
ların tekrar ettiği bilinmektedir.
Türkiye’deki karar alıcılar da Ankara’nın hem Türkiye’nin hem de KKTC’nin
hak ve çıkarlarını savunmak adına elindeki tüm askeri imkânları kullanmaktan çe-
kinmeyeceği mesajını tekrar tekrar dile getirmişlerdir. Eylül 2011’de yaptığı bir
konuşma sırasında GKRY’nin Akdeniz’de başlamak üzere olduğu sondaj faaliyet-
lerini değerlendiren dönemin AB Bakanı Egemen Bağış “Donanmalar bunun için
var” diyerek Türkiye’nin kararlığı konusunda güçlü bir sinyal vermiştir.22 Yine aynı
dönemde konuşan dönemin Başbakanı Erdoğan Türkiye’nin bölgeyi hava ve deniz
kuvvetleri aracılığıyla yakından takip ettiğini ve hak ihlalinde bulunan gemilere
karşı gerekli önlemlerin alınacağını söylemiştir.23
Doğu Akdeniz’de deniz yetki sahaları üzerinden süregelen uyuşmazlıkta
önemli bir dönüm noktası Aralık 2010’da İsrail ve GKRY arasında imzalanan MEB
anlaşmasıdır. Bu anlaşma uyarınca Tamar ve Leviathan sahalarının İsrail’in yet-
ki alanında olduğu tescillenmiş, buna karşılık GKRY de 12 numaralı parsel başta
olmak üzere potansiyel doğal gaz rezervleri üzerindeki hakkını İsrail nezdinde ga-

20 20 Haziran 2007 Tarihli Toplantı, MGK, http://www.mgk.gov.tr/index.php/20-hazi-


ran-2007-tarihli-toplanti. (Erişim 12.03.2015).
21 http://www.milliyet.com.tr/yeni-haber/dunya/dunyadetay/25.11.2008/1020761/default.htm.

(Erişim 11.04.2015).
22 http://www.denizhaber.com/HABER/26818/1/egemen-bagis-donanma.html (Erişim
11.02.2015).
23 http://www.reuters.com/article/2011/09/19/turkey-cyprus-idUSL5E7KJ11H20110919 (Erişim

11.02.2015).
270 Enerji Diplomasisi

rantiye almıştır. Söz konusu anlaşma ayrıca aşağıda ele alınacak İsrail-GKRY-Yu-
nanistan yakınlaşmasının da önemli bir yapıtaşını teşkil etmektedir.
GKRY-İsrail MEB anlaşmasına Türkiye karşılıklılık ilkesi çerçevesinde KKTC
ile benzer yasal düzenlemelere giderek yanıt vermiştir. 15 Eylül 2011’de T.C. Dışiş-
leri Bakanlığı basın bildirisinde “Yapılan görüşmeler neticesinde GKRY’nin Adanın
güneyinde sondaj faaliyetlerine başlaması halinde Türkiye ile KKTC arasında bir
Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması yapılması hususunda mutabakata varılmış-
tır“ denilmektedir.24 Rum tarafının 19 Eylül’de sondaj çalışmalarına başlamasını taki-
ben, 21 Eylül 2011’de Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Eroğlu tarafından New
York’ta “Türkiye-KKTC Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması” imzalanmıştır.25
İmzanın ardından Cumhurbaşkanı Eroğlu söz konusu anlaşmanın Rum yönetimine
karşı önleyici bir tedbir olduğunu vurgulamış, Başbakan Erdoğan da GKRY’nin geri
adım atması durumunda Türkiye’nin de geri adım atacağını belirtmiştir.26
Türkiye-KKTC Kıta Sahanlığı anlaşmasının dikkate değer bir yönü, anlaşma-
nın GKRY kıyıları önünde de sınırlandırma yapıyor olmasıdır. Bu şekilde Kıbrıs
Türklerinin sadece kuzey kesiminde değil tıpkı Rumlar gibi adanın tamamında eşit
ve ayrılmaz hakları olduğu vurgulanmak istenmiştir.27 Anlaşmaya dair T.C. Dışişle-
ri Bakanlığınca yapılan açıklamada, GKRY’nin geri adım atmaması durumunda bir
sonraki hamlenin ne olacağı da açıkça ortaya konmuştur: “Daha önce kamuoyuy-
la çeşitli vesilelerle paylaşıldığı üzere, müteakip adım, KKTC tarafından Adanın
çevresindeki deniz alanlarında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na petrol ve
doğalgaz arama ve çıkarma ruhsatları verilmesi olacaktır.”28
Diplomatik hamlelerin yetersiz kalması üzerine, 22 Eylül 2011 tarihinde
KKTC hükümeti TPAO’ya Kıbrıs’ın güneyinde doğal gaz ve petrol arama ruhsatı
vermiştir. TPAO’ya ruhsatlanan sahalardan ikisi GKRY’nin üzerinde hak iddia et-

24 KKTC Temsilcileriyle Gerçekleştirilen Teknik Görüşmeler Hk., T.C. Dışişleri Bakan-


lığı, http://www.mfa.gov.tr/no_206_-15-eylul-2011_-kktc-temsilcileriyle-gerceklestiri-
len-teknik-gorusmeler-hk_.tr.mfa. (Erişim 10.02.2015).
25 KKTC Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Dışişleri Ba-
kanlığı Basın Açıklaması, T.C. Dışişleri Bakanlığı, http://www.mfa.gov.tr/no_-216_-21-ey-
lul-2011-turkiye-_-kktc-kita-sahanligi-sinirlandirma-anlasmasi-imzalanmasina-iliskin-disis-
leri-bakanligi-basin-ac_.tr.mfa. (Erişim 10.02.2015).
26 Başeren, a.g.e, s. 36.
27 A.e.
28 KKTC Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Dışişleri Ba-
kanlığı Basın Açıklaması, T.C. Dışişleri Bakanlığı, http://www.mfa.gov.tr/no_-216_-21-ey-
lul-2011-turkiye-_-kktc-kita-sahanligi-sinirlandirma-anlasmasi-imzalanmasina-iliskin-disis-
leri-bakanligi-basin-ac_.tr.mfa. (Erişim 10.02.2015).
Tolga Demiryol 271

tiği parsellerin yaklaşık yüzde 40’ıyla örtüşmektedir.29 Bu olayı takiben 23 Eylül


tarihinde Piri Reis gemisi araştırma yapmak üzere Kıbrıs’a doğru yola çıkmıştır.30
Yine aynı tarihte, Cumhurbaşkanı Eroğlu BM Genel Sekreteri Ban-ki Moon’a bir
öneri paketi götürmüştür. Söz konusu pakette, Kıbrıs sorunu çözülene dek tarafların
arama faaliyetlerini durdurmaları ya da alternatif olarak iki kesim arasında arama
faaliyetlerini koordine edecek ortak bir komitenin oluşturulması ve elde edilecek
gelirlerin de Kıbrıs sorununun çözümüne harcanması önerileri yer almıştır.31 Tür-
kiye’nin kuvvetle desteklediği bu öneriler, GKRY tarafından kabul edilmemiştir.
GKRY lideri Hristofyas, Türkiye-KKTC kıta sahanlığı anlaşmasının yasal olmadı-
ğını iddia ederek anlaşmayı kınamıştır.
Türkiye’nin bu dönemde takip ettiği karşılıklılık ilkesine dayalı diplomatik
yaklaşımın amacı, gerilimi kontrollü bir şekilde yükselterek,GKRY’yi adanın ener-
ji kaynakları üzerinde tek taraflı bir egemenlik tesis etmeye çalışmaktan vazge-
çirmektir. Art arda gelen diplomatik hamleler –KKTC ile kıta sahanlığı anlaşması
imzalanması, TPAO’ya arama ruhsatı verilmesi, Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun BM
nezdindeki girişimleri— GKRY’nin uzlaşma yolunu tercih etmesi için ortaya ko-
nan teşvikler ve caydırıcı önlemler olarak değerlendirilebilir. Ancak tüm bu çabalar,
Aralık 2011’de Noble Energy’nin 12 numaralı parselde doğal gaza rastlandığını
açıklamasıyla birlikte etkisini büyük ölçüde yitirmiştir.

Doğal Kaynakların Paylaşımı Sorunu


Doğal gaz gelirinin Türk ve Rum kesimleri arasında nasıl paylaşılacağı ko-
nusu deniz yetki sahaları uyuşmazlığıyla ilintili olmakla beraber, enerji işbirliği ve
siyasi çözüm yolunda başlı başına bir engel teşkil etmektedir. Kuşkusuz ortak enerji
kaynaklarının en verimli şekilde kullanılması için deniz yetki sahaları konusunda
bir tarafta KKTC ve Türkiye diğer tarafta da GRKY (ve dolaylı olarak Yunanistan)
arasındaki uyuşmazlıkların çözümü ve tarafların çıkarlarının hakkaniyet ilkesi çer-
çevesinde teminat altına alınması en ideal çözümdür. Ancak deniz yetki sahaları ko-
nusunda uyuşmazlıkların derin olduğu ya da doğal kaynakların birden fazla ülkenin
yetki sahasına yayıldığı durumlarda dahi söz konusu kaynakların değerlendirilmesi
mümkün olabilir. Bu gibi durumlarda en sık kullanılan çözüm taraflar arasında bir
“kaynak-paylaşımı” uzlaşmasına varılmasıdır.32 Söz konusu uzlaşı senaryosunda

29 Gürel ve Le Cornu, a.g.e., s. 18.


30 Volkan Ş Ediger, Balkan Devlen ve Deniz Bingöl McDonald, “The Great Game in the Levant:
Energy Geopolitics in the Eastern Mediterranean,” Uluslararası İlişkiler Vol. 9, No. 33, 2012,
s. 86–87.
31 Başeren, a.g.e., s. 36–37.

32 Stocker, a.g.e, s. 593.


272 Enerji Diplomasisi

taraflar bir “gelir havuzu” ya da “ortak fon” oluşturur ve doğal kaynaklardan elde
edilen gelir daha sonra üzerinde anlaşılan şartlar uyarınca taraflar arasında paylaşıl-
mak üzere burada toplanır. Bu yöntemin avantajı aktörlere aralarındaki çatışmaları
giderene dek doğal kaynakları değerlendirme fırsatı vermesidir. Ortak havuzda biri-
ken gelir miktarı arttıkça, siyasi çözümsüzlüğün fırsat maliyeti de yükseleceğinden,
siyasi çözüme ulaşma olasılığının kuvvetlenmesi esastır.

Eylül 2011’de KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun BM’ye sunduğu pakette


yer alan arama faaliyetlerini koordine edecek bir ortak komite kurulması ve elde
edilecek gelirin Kıbrıs sorununun çözümüne harcanması önerisi de bu bağlamda
değerlendirilebilir. Yine benzer bir şekilde 24 Kasım 2014 tarihinde Türkiye Dışiş-
leri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Kıbrıs sorunu çözülene dek Doğu Akdeniz’de petrol
ve doğal gaz arama faaliyetlerini yürütmek için yeni bir özel şirket kurulmasını
önermiş33 ancak bu öneri karşılık görmemiştir.

GKRY, Türkiye ve KKTC’nin adada siyasi bir çözüm bulunana ya da en azın-


dan taraflar arasında gelir paylaşımına dair bir uzlaşıya varılana dek Kıbrıs sularında
sondaj faaliyetlerinin yapılamayacağı yönündeki itirazlarını dikkate almamaktadır.
GKRY adanın karasularında sismik araştırma ve sondaj çalışmalarında bulunulma-
sının, Rum kesiminin uluslararası toplumca tanınan egemenlik erkinden doğan ve
“pazarlığa kapalı” bir hak olduğunu iddia etmektedir.34 Rum yönetimi adanın doğal
kaynaklarının tüm “Kıbrıs Cumhuriyeti” vatandaşlarına ait olduğunu tanımak su-
retiyle Türk toplumunun da Rumlar gibi doğal gaz gelirinde pay sahibi olduğunu
kabul etmekle birlikte, siyasi çözümsüzlük sürdüğü halde gelir paylaşımının nasıl
olacağı konusunda taahhüt vermemektedir.

Türkiye ve KKTC, Rum kesiminin tüm adayı tek başına temsil etme iddiası-
nın 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasına aykırı olduğunu iddia etmektedir. T.C.
Dışişleri Bakanlığının ilgili basın açıklamasında konuyla ilgili şu ifadelere yer ve-
rilmiştir:

Kıbrıs Rum tarafı tek yanlı olarak tüm Ada adına, Ada’nın bütü-
nüne ait olan doğal kaynaklar konusunda söz söyleme, girişim yapma
ve/veya anlaşma imzalama hak ve yetkisine sahip değildir. Bu tür yasal
dayanaktan yoksun faaliyetler, Ada’da ve bölgede gerginlik yaratmakta,
kurucu halk olan Kıbrıs Türklerinin Ada’nın doğal kaynaklarından eşit

33 http://www.hurriyetdailynews.com/turkey-offers-private-company-solution-for-cyprus-dril-
ling-tension.aspx?pageID=238&nID=74779&NewsCatID=510 (Erişim 03.04.2014)
34 http://www.hurriyetdailynews.com/default.aspx?pageid=438&n=turkey-to-continue-cyp-

rus-gas-drill-2011-10-03. (Erişim 03.04.2014)


Tolga Demiryol 273

şekilde yararlanma hakkına halel getirmekte, halen devam etmekte bulu-


nan görüşmeler sürecine zarar vermektedir.35

GKRY’nin tek taraflı olarak adanın kaynakları üzerinde tasarrufta bulunma


çabalarının, 1960 Cumhuriyetinin iki ortak kurucu toplumundan biri olan Kıbrıs
Türklerinin egemenlik haklarını ihlal ettiğini iddia eden Türkiye bu söz konusu
oldubitti durumunun Türk toplumunu ileride ulaşılması muhtemel bir siyasi çözüm
bağlamında dezavantajlı konuma düşüreceğini hesaplamaktadır.36 Türkiye ve KK-
TC’nin söz konusu hukuki itirazlarına karşılık, GKRY ise adanın tümünü ilgilen-
diren konularda tek başına karar alma yetkisinin BM Güvenlik Konseyinin 4 Mart
1964 tarihli 186 sayılı kararına dayandığını öne sürmektedir.37

Dolayısıyla, Kıbrıs doğal gazı ekseninde süregelen çatışmalar sadece bu doğal


kaynağın getireceği maddi zenginliğin nasıl paylaşılacağına yönelik teknik, hukuki
uyuşmazlıklardan ibaret değildir. Konunun arka planında adada egemenliğin Türk
ve Rum toplumları arasında nasıl dağıtılacağı ve kullanılacağı sorunu vardır. Doğal
gaz zenginliğinin paylaşımı konusunun son kertede bir güvenlik sorunu olarak algı-
lanıyor olmasının altında da tarafların çarpışan egemenlik iddiaları vardır.

GKRY’nin adaya ait doğal kaynaklar üzerindeki egemenlik iddiaları uluslara-


rası toplum ve özellikle de AB, ABD ve Rusya tarafından desteklenmektedir. Ör-
neğin Ekim 2014’te müzakerelerin kesilmesine neden olan krizin ardından GKRY
Türkiye’yi egemenlik haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle Avrupa Konseyi’ne şikâyet
etmiş ve Konsey de Türkiye’yi “Kıbrıs’ın denizler üzerindeki egemenliğine ve Kıb-
rıs’ın Münhasır Ekonomik Bölge’sine saygı gösterme” konusunda uyarmıştır.38 21
Mayıs 2014’te 50 yıldır adaya ABD’den adaya yapılan en yüksek seviyeli resmi
ziyareti gerçekleştiren ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, GKRY’nin adanın kara-
sularındaki egemenliğini ve adanın doğal kaynakları üzerindeki iddialarını destek-
lediğini açıkça vurgulamıştır.39 Son olarak Rusya Devlet Başkanı Putin de GKRY
lideri Anastasiades’le Ekim 2014’te yaptığı görüşme başta olmak üzere muhtelif

35 GKRY’nin Doğu Akdeniz’de Petrol ve Doğalgaz Arama Faaliyetleri Hk. T.C. Dışişleri
Bakanlığı, http://www.mfa.gov.tr/no_-181_-5-agustos-2011_-gkry_nin-dogu-akdeniz_de-pet-
rol-ve-dogalgaz-arama-faaliyetleri-hk_.tr.mfa
36 Gürel ve Le Cornu, a.g.e., s. 18.
37 Eissler ve Arasıl, a.g.e., s. 74.
38 http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/145397.pdf (Erişim
11.11.2014).; http://www.wsj.com/articles/eu-warns-turkey-to-respect-cyprus-sovereignty-o-
ver-disputed-waters-1414162562. (Erişim 11.11.2014).
39 http://www.theguardian.com/world/2014/may/22/us-vice-president-joe-biden-visits-cyprus-e-
nergy-cooperation. (Erişim 03.04.2015).
274 Enerji Diplomasisi

defalar Kıbrıs’ın egemenlik haklarının ihlalinin kabul edilemez olduğunu ifade et-
miştir.40
Uluslararası toplumun büyük kesiminin açık desteğini alan GKRY Afrodit’e
komşu parsellerde doğal gaz arama çalışmalarını sürdürmektedir. Ankara’nın,
GKRY’nin 2012’de açtığı ihaleye katılan uluslararası şirketleri Türkiye’deki enerji
projelerinden men edeceği tehdidin erağmen 15 şirket/konsorsiyum ihalede teklif
vermiştir. Bu ihale sonucunda halen Noble Energy ve ortaklarının işlettiği 12 nu-
maralı parsele ek olarak 2, 3 ve 9 numaralı parsellerde İtalyan ENİ ve Güney Koreli
KORGAS şirketlerinin ortak olduğu konsorsiyuma ve10 ve 11 numaralı parsellerde
de Fransız şirketi TOTAL’e ruhsat verilmiştir. 5, 6, 7 ve 8 numaralı parsellerde tek-
lif alındığı halde ruhsat verilmemiş; 1,4 ve 13 numaralı parsellerde ise teklif alın-
mamıştır. Başeren’in de işaret ettiği üzere GKRY en azından şimdilik Türkiye’nin
kıta sahanlığını ihlal eden alanlarda ruhsatlandırma yapmamıştır.41 Ancak uluslara-
rası şirketlere arama yapmaları için ruhsat verilen alanlardan bir kısmı KKTC’nin
2011’de TPAO’ya ruhsat verdiği alanlarla çakışmaktadır.
GKRY’nin Türkiye’nin protestolarına rağmen ihtilaflı alanlarda ruhsatlan-
dırmaya girişmiş olması, Ankara’nın sahip olduğu önleyici diplomatik kapasitenin
sınırlarına işaret etmektedir. ABD ve Rusya’nın açık desteğini ve AB üyeliğini en
avantajlı şekilde kullanan GKRY, bölgedeki faaliyetlerini genişletme çabası içe-
risindedir. Bunun en önemli nedeni ise Afrodit sahasında tespit edilen 140 milyar
metreküplük doğal gazın, GKRY’nin tercih ettiği ancak maliyetlerinin yüksekliği
nedeniyle gerçekleştirme aşamasına geçiremediği Doğu Akdeniz Doğal Gaz Boru
Hattı ve Vasilikos SDG terminali projelerini finanse etmek için yetersiz olmasıdır.
Ruhsatlandırılan diğer parsellerde doğal gaz rezervlerinin keşfi halinde, GKRY’nin
sadece KKTC ve Türkiye’ye karşı değil aynı zamanda İsrail’e karşı da pazarlık
gücü artacaktır. Ancak şu da ifade edilmelidir ki ENİ-KORGAS konsorsiyumu ve
TOTAL tarafından bölgede yürütülen sondaj faaliyetleri henüz olumlu sonuç ver-
miş değildir. Ocak 2015’te Fransız TOTAL’in 10 ve 11 numaralı parsellerdeki ara-
ma faaliyetlerine ara vereceğine hatta bölgeden tamamen çekileceğine dair raporlar
da yayınlanmıştır.42

Doğu Akdeniz’de Yeni İttifaklar ve Türkiye’nin Güvenlik Algısına Etkileri


Doğu Akdeniz’deki doğal gaz keşifleri, bölgedeki güç ve çıkar dağılımını da

40 http://www.thecypriotpuzzle.org/vladimir-putinany-violation-of-cyprus-sovereign-righ-
ts-is-unacceptable/. (Erişim 16.05.2015).
41 Başeren, a.g.e., s. 45.

42 http://www.cyprusgasnews.com/archives/6991/total-to-withdraw-from-cyprus-explorati-

on-blocks-10-and-11-of-the-cypriot-eez/. (Erişim 14.05.2015).


Tolga Demiryol 275

yakından etkilemiş, yeni ekonomik, siyasi ve askeri yakınlaşmaların ortaya çıkma-


sına zemin hazırlamıştır. Söz konusu değişimler arasında en görünür olanı, İsra-
il-Kıbrıs-Yunanistan arasındaki yakınlaşmadır.43 Doğal gaz keşifleri akabinde bu
üç devletin ekonomik çıkarlarının yakınsaması kuşkusuz İsrail-Kıbrıs-Yunanistan
yakınlaşmasını açıklayan tek neden değildir. Söz konusu ittifakın ardında siyasal
ve stratejik nedenler de vardır. 2009 Davos Krizi ve 2010 Mavi Marmara olayının
ardından Türkiye ile ilişkileri bozulan İsrail’in bölgesel ittifaklar arayışı içine gir-
mesi, bu yakınlaşmada önemli rol oynamıştır.44 Askeri kapasitesi çok sınırlı olan
GRKY de İsrail ile ittifak kurarak Doğu Akdeniz’deki donanma varlığını artıran
Türkiye’ye karşı dengeleme politikası izlemektedir.
GKRY-İsrail yakınlaşması iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihsel olarak me-
safeli olduğu düşünüldüğünde daha da önem kazanmaktadır. GKRY’nin yakın
geçmişte Arap komşularıyla iyi geçinmesi ve özellikle de Filistin’e verdiği destek,
İsrail için bir sorun teşkil etmiştir. Aynı şekilde 1990’lardan beri İsrail ile Türkiye
arasında süregelen askeri ve siyasi işbirliği, GKRY’nin İsrail’e karşı mesafeli dur-
masına neden olmuştur. Bu durum, 2010’dan sonra iki ülkenin enerji çıkarlarının
örtüşmesiyle değişmiştir.
İsrail-GKRY-Yunanistan yakınlaşmasının en belirgin işareti 2010 yılında İsra-
il ile GKRY arasında imzalanan MEB sınırlandırma anlaşması olmuştur. Bu anlaş-
mayı takiben üç ülke arasında ortak enerji projeleri gündeme gelmiştir. Bunlardan
biri İsrail ve Kıbrıs doğal gazıyla üretilen elektriği deniz altında döşenecek bir kab-
lo ile Yunanistan’a ulaştırmayı amaçlayan EuroAsia Connector projesidir. Bir diğer
proje yukarıda ayrıntılı olarak tartışılan Doğu Akdeniz Doğal Gaz Boru Hattı’dır.
Üçüncü olarak, Akdeniz’de gaz depolama tesisleri kurulması gündeme gelmiştir.
İsrail, GKRY ve Yunanistan 2013 yılında bir ortak niyet beyanı imzalayarak, enerji
konularında geliştirmekte oldukları yakın işbirliğini resmiyete dökmüşlerdir.
İsrail, GKRY ve Yunanistan arasındaki enerji-merkezli işbirliğinin güvenlik
sektöründe de önemli yansımaları olmuştur. Türkiye’yle ilişkilerin koptuğu 2010
yılından bu yana İsrail, Yunanistan’la askeri işbirliğini artırmıştır. Örneğin, İsrail

43 Aristotle Tziampiris, a.g.e,; Jon B. Alterman ve Haim Malka, “Shifting Eastern Medi-
terranean Geometry,” The Washington Quarterly Vol. 35, No. 3, 2012, s. 111–25, do-
i:10.1080/0163660X.2012.706512 (Erişim 03.04.2015).;http://www.geopolitical-info.com/
en/geopolitics/greece-cyprus-and-israel-change-the-military-balance-in-the-mediterranean.
(Erişim 02.02.2015).
44 Alexander Murinson, “Strategic Realignmentand Energy Security in the Eastern Mediterrane-

an,” BESA Center Perspectives Papers, No. 159, 2012, http://www.biu.ac.il/SOC/besa/docs/


perspectives159.pdf (Erişim 03.05.2014).; Michael Leigh, “Energy – A Geopolitical Game
Changer?,” The International Spectator Vol 49, No. 2, 2014, s. 1–10, doi:10.1080/0393272
9.2014.906929 (Erişim 01.03.2015).
276 Enerji Diplomasisi

Hava Kuvvetleri eğitim uçuşları için Yunanistan hava sahasını kullanmaktadır. Tür-
kiye’nin Doğu Akdeniz’de İsrail ve ABD ile her yıl ortaklaşa düzenlediği “Güve-
nilir Denizkızı” (Reliable Mermaid) tatbikatından Temmuz 2010’da çekilmesinin
ardından Türkiye’nin yerini İsrail’in davetiyle Yunanistan almıştır.45 Yunanistan,
İsrail ve ABD’nin katılımıyla düzenlenen ve yeni adı “Noble Dina” olan hava ve
deniz tatbikatlarında Akdeniz’de ortaya çıkabilecek kriz durumlarına karşı ortak
harekât hazırlıkları yapılmaktadır. Örneğin 2012 yılında gerçekleştirilen “Noble
Dina” tatbikatında adı konulmamış (ancak yetkinlikleri itibariyle Türkiye donan-
masını çağrıştıran) bir askeri gücün Akdeniz’deki doğal gaz tesislerine saldırması
senaryosu işlenmiştir.46
Yunanistan-İsrail ilişkilerine paralel olarak GKRY-İsrail ilişkileri de 2010’dan
sonra hızla gelişmiştir. Şubat 2012’de İsrail Başbakanı Netanyahu Güney Kıbrıs’ı
ziyaret etmiş ve Kıbrıs’a resmen ayak basan ilk İsrail başbakanı sıfatını kazanmış-
tır. Bu ziyaret sırasında İsrail Hava ve Deniz Kuvvetlerine Kıbrıs hava sahasını ve
karasularını kullanma hakkı veren bir “arama kurtarma” anlaşması imzalanmıştır.47
Şubat 2012’de GKRY ve İsrail arasında bir askeri işbirliği anlaşması imzalanmış-
tır. Netanyahu’nun ziyaretini takiben iki ülke dışişleri bakanları arasında muhtelif
görüşmeler gerçekleşmiştir. Nisan 2013’te İsrail GKRY ile ortak bir askeri tatbikat
amacıyla Kıbrıs’a savaş gemileri göndermiştir. Mayıs 2013’te ise İsrail Savunma
Bakanı Moshe Ya’alon ve GKRY Savunma Bakanı Fotis Fotiou Tel Aviv’de bir ara-
ya gelmişler ve iki ülkenin enerji güvenliği konusunda işbirliğini tartışmışlardır.48
Görüşmenin ardından yaptığı açıklamalarda Savunma Bakanı Fotis Fotiou, GKRY
ve İsrail arasındaki işbirliğini güçlendirmeyi ve derinleştirmeyi hedeflediklerini
söylerken, söz konusu işbirliğinin “hiç kimseyi tehdit etmediğini” de vurgulamış-
tır.49 Son olarak Şubat 2014’te GKRY ve İsrail “Onisilos-Gideon” adlı ortak bir
askeri tatbikat düzenlemişlerdir.50

45 http://www.hurriyet.com.tr/planet/20224243.asp (Erişim 03.04.2015).


46 Jeffrey Mankoff, “Resource Rivalry in the Eastern Meditarranean: The View from Washing-
ton,” The German Marshall Fund of the United States, 2012, http://www.gmfus.org/archives/re-
source-rivalry-in-the-eastern-mediterranean-the-view-from-washington/.(Erişim10.10. 2014).
47 http://www.economist.com/blogs/newsbook/2012/02/israel-and-cyprus?zid=309&ah=80d-
cf288b8561b012f603b9fd9577f0e (Erişim 03.03.2015).
48 The Minister of Defence Met with Israel’s Ambassador, Republic of Cyprus Pressand
Information Office http://www.moi.gov.cy/moi/pio/pio.nsf/All/CDA58605E68D29FDC-
2257B480028E250?OpenDocument. (Erişim 03.03.2015).
49 http://famagusta-gazette.com/cyprus-cooperation-with-israel-is-no-threat-to-anyo-
ne-p19172-69.htm (Erişim 03.03.2015).
50 http://defense-update.com/20140217_israel_cyprus_air_force_exercise.html#.VVUQwvntm-
ko. (Erişim 03.05.2015).
Tolga Demiryol 277

Yunanistan ve GKRY, İsrail’in yanı sıra bölgenin bir diğer önemli siyasi ve
askeri gücü olan Mısır’la da son dönemde yakın bir ilişki kurmuştur. Yunanistan,
GKRY ve Mısır Dışişleri Bakanları 29 Ekim 2014’de Lefkoşe’de bir araya gelmiş-
lerdir. Üçlü toplantının ardından yapılan basın açıklamasında söz konusu ülkelerin
enerji konusundaki ortak duruşları vurgulanmış ve Türkiye’ye Kıbrıs açıklarında
yürüttüğü sismik araştırmalara son vermesi için çağrıda bulunulmuştur.51 8 Kasım
2015 tarihinde Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, Yunanistan Başbakanı Samaras ve GKRY
lideri Anastasiades’le Kahire’de bir araya gelmiş ve Türkiye’nin Kıbrıs’ın ilan et-
tiği MEB’indeki arama faaliyetlerini kınayan bir açıklama yapmışlardır.52 Kahire
Deklarasyonu olarak da adlandırılan bu açıklamada Mısır’ın Kıbrıs gazi için hem
bir önemli bölgesel pazar hem de bir ihracat güzergâhı olduğunun altı çizilmiştir.
Önemli bir doğal gaz üreticisi olan Mısır, son dönemde artan iç talebi nede-
niyle doğal gaz ithal etmek zorunda kalmıştır. Buna ek olarak Mısır’ın atıl sıvı-
laştırılmış doğal gaz tesislerinin, GKRY’den nakledilecek gazın sıvılaştırılmasında
kullanılması ve Kıbrıs gazının dünya pazarlarına Mısır üzerinden ihracatı gündeme
gelmiştir. Kahire Deklarasyonunu takiben GKRY ve Mısır’ın Enerji Bakanları 25
Kasım 2014’te tekrar bir araya gelmişler ve Kıbrıs’tan Mısır’a doğal gaz ihracatını
görüşmüşlerdir.53 16 Şubat 2015 tarihinde GKRY ve Mısır arasında Mısır’ın ener-
ji altyapısının Kıbrıs gazının ihracatı için kullanılmasını öngören bir ortak niyet
beyanı imzalanmıştır.54 Son olarak Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, Yunan Başbakanı
Tsipras ve GKRY lideri Anastasiades 29 Nisan 2015’te Lefkoşe’de bir araya gele-
rek ülkeleri arasındaki enerji projeleri başta olmak üzere üçlü işbirliği olasılıklarını
tartışmışlardır.55

51 Joint Communiqué after the Trilateral Meeting of the Foreign Ministers of Cyprus-G-
reece-Egypt, Ministry of Foreign Affairs of the Republic of Cyprus, http://www.mfa.gov.
cy/mfa/mfa2006.nsf/All/3C6E907088701D2FC2257D8000461858?OpenDocument.(Erişim
03.05.2015).
52 Egypt – Greece – Cyprus Trilateral Summit Cairo Declaration, Republic of Cyprus Pres-
sand Information Office http://www.moi.gov.cy/moi/pio/pio.nsf/All/C9E12F410347FB37C-
2257D8A004CF2C5?OpenDocument. (Erişim 03.04.2015).
53 Joint Declaration, Ministry of Energy, Commerce, Industry and Tourism, http://www.mcit.
gov.cy/mcit/mcit.nsf/All/F77028E4CA413D49C2257D9E002DBDEE?OpenDocument&p-
rint. (Erişim 01.03.2015).
54 http://www.jpost.com/Israel-News/Cyprus-Egypt-sign-MoU-on-gas-export-from-Aphrodi-
te-reservoir-391234 (Erişim 03.04.2015).; http://www.naturalgaseurope.com/mou-betwe-
en-cyprus-and-egypt-signed-in-cairo-a-milestone-towards-monetization-of-aphrodite.-22159.
(Erişim 03.04.2015).
55 http://www.balkaneu.com/tsipras-sisi-anastasiades-meeting-underway-regional-issues-o-
il-gas/ (Erişim 03.03.2015).
278 Enerji Diplomasisi

Doğu Akdeniz’de enerji rekabetinin getirdiği siyasi ve askeri güç dengesi de-
ğişiklikleri ve ortaya çıkan ittifaklarda önemli bir rol oynayan bir aktör de Rus-
ya’dır. Daha önce de tartışıldığı üzere Kremlin, Rum Kesiminin adanın kıta sahan-
lığı ve doğal kaynakları üzerindeki egemenlik iddialarına açık destek vermektedir.
Hatta GKRY ile Türkiye arasındaki deniz yetki sahası tartışmalarının en yoğun ol-
duğu 2011 yılının sonlarında Rusya aralarında Amiral Kuznetsov uçak gemisinin de
olduğu bir grup savaş gemisini Kıbrıs adası açıklarına göndererek GKRY’ye destek
vermiştir.56 Kremlin’in bu koruyucu tavrı, Rusya’yı “Türkiye’den gelecek tehditle-
re karşı bir kalkan” olarak niteleyen Rum kesimini memnun etmiştir.57 Rusya’nın
desteği aynı zamanda Yunanistan ve İsrail tarafından da olumlu karşılanmaktadır.58
Rusya son yıllarda ABD ve NATO’nun bölgedeki etkinliğinin kademeli olarak
geri çekilmesini fırsat bilerek Doğu Akdeniz’deki siyasi, ekonomik ve askeri var-
lığını güçlendirme stratejisi izlemektedir. Bu stratejide özellikle GKRY ile iyi iliş-
kiler önemli bir yer tutmuştur. Kıbrıs adası Rusya askeri stratejisi için merkezi bir
konumdadır. Rusya’nın Akdeniz’deki tek donanma üssü Suriye’deki Tartus limanı-
dır. Suriye’de devam eden iç savaş ve Kremlin’in yakın ilişki içinde olduğu Esad
rejiminin geleceğine dair belirsizlikler, Rusya için Kıbrıs’ın stratejik önemini daha
da arttırmıştır. Uzun süren diplomatik çabalar sonucunda Rusya ile GKRY Şubat
2015’te Rus savaş gemilerinin Kıbrıs limanlarını kullanmasına izin veren bir askeri
anlaşma imzalamıştır. Bu izin karşılığında Rusya GKRY’ye 2011’de sağladığı 2,5
milyar avroluk yardımı yeniden yapılandırma sözü vermiştir. Söz konusu anlaş-
manın imzalandığı Moskova ziyareti sırasında GKRY lideri Anastasiades AB’nin
Rusya’ya uyguladığı yaptırımları eleştirmiş ve iki ülke arasındaki askeri işbirliğinin
arttırılacağını vadetmiştir.59
Rusya GKRY’nin yanı sıra Yunanistan ile de ilişkilerini geliştirmek çabasın-
dadır. Mayıs 2015’te Yunanistan Başbakanı Tsipras ile Rus Devlet Başkanı Putin
bir araya gelmiş, iki ülke arasındaki enerji işbirliğinin geleceğini tartışmış ve bir
ticari işbirliği anlaşması imzalamışlardır.60 Yine bu anlaşma vesilesiyle 2016 “Yu-

56 http://www.defencegreece.com/index.php/2011/11/russian-navy-nears-cyprus-drilling-zone/.
(Erişim 03.03. 2015).
57 Stephan Blank, “Turkey Falls Out With Russia: Another Sign of a Foreign Policy in Crisis,”
Turkey Analyst Vol. 4, No. 22 (2011), http://www.turkeyanalyst.org/publications/turkey-a-
nalyst-articles/item/284-turkey-falls-out-with-russia-another-sign-of-a-foreign-policy-in-cri-
sis.html (Erişim 07.08. 2014).
58 Mankoff, a.g.e., s. 5.
59 http://www.wsj.com/articles/putin-highlights-closer-russia-cyprus-ties-1424882012 (Erişim
07.05. 2015).
60 http://www.naturalgaseurope.com/greece-russia-gas-deal-threaten-eu-energy-se-
curity-23487?utm_source=Natural+Gas+Europe+Newsletter&utm_campaign=-
Tolga Demiryol 279

nanistan-Rusya İlişkileri Yılı” ilan edilmiştir. Putin, Aralık 2014’te ortaya attığı
“Türk Akımı” boru hattının Yunanistan için çok önemli bir gelir kaynağı olacağını
ve hatta Yunanistan’ı bir bölgesel enerji merkezi haline getireceğini vurgulamıştır.
Tspiras-Putin görüşmesinden çıkan bazı haberlere göre Kremlin Yunanistan’a doğal
gaz fiyatında indirimleri ve yeni mali yardım programları önermiştir.61
Doğu Akdeniz’deki enerji keşiflerinin bölgedeki güç ve çıkar dağılımında
meydana getirdiği önemli değişiklikler ve bu değişiklikler neticesinde ortaya çıkan
yeni siyasi ve askeri ittifaklar, Kıbrıs sorununun güvenlik boyutunu belirginleştir-
miştir. GKRY, Yunanistan, İsrail ve Mısır ekseninde ortaya çıkan yakınlaşmalar ve
Rusya’nın söz konusu bölgesel güç konfigürasyonlarına destek veren bir aktör ola-
rak bölgede artan ekonomik, siyasi ve askeri ağırlığı, Türkiye’nin hem Akdeniz’in
enerji kaynaklarına hem de Kıbrıs sorununa yaklaşımını yakından şekillendirmiştir.
Bu bağlamda iki unsur öne çıkmaktadır.
Birincisi, GKRY ve Yunanistan’ın bölgenin enerji jeopolitiğinde öne çıkması,
Türkiye’nin kritik bir enerji transit ülkesi ve orta vadede bir bölgesel enerji merkezi
olma iddiasını olumsuz etkilemektedir. Özellikle son dönemde hem Doğu Akde-
niz’den hem de Rusya’dan Avrupa’ya enerji nakli planlarında adı sıklıkla anılır olan
Yunanistan, bu bağlamda Türkiye’yle enerji nakil yolları üzerinde rekabet eder hale
gelmiştir.62 GKRY de Afrodit gazının ivmesini kullanarak, kendisini Doğu Akde-
niz’de şekillenmekte olan doğal gaz üretim ve ticaret kompleksinin merkezi olarak
konumlandırmayı amaçlamaktadır.63 Aynı şekilde GKRY, Yunanistan ve hatta İs-
rail’le son dönemde yakın işbirliği içerisine girmiş olan Mısır, kritik jeopolitik ko-
numunu ve mevcut enerji altyapısını en iyi şekilde değerlendirerek bölgenin enerji
mimarisinde belirleyici amaçlamaktadır. Rusya da Gazprom ve Novatek şirketleri
vasıtasıyla Doğu Akdeniz enerji projelerinde pay sahibi olmuştur. Türkiye’nin, ana
hatları ve aktörleri belirlenmekte olan bu yeni “büyük enerji oyununun” dışında
kalması halinde, sadece Ankara’nın enerji merkezi olma hayalleri değil aynı za-
manda Akdeniz havzasında siyaseten etkin olma amacı da sekteye uğrayacaktır.
İkinci olarak, GKRY ve Yunanistan’ın İsrail, Mısır ve Rusya ile enerji mer-
kezli bir siyasi ve askeri işbirliğine girmeleri Ankara’da Türkiye’nin Doğu Akdeniz
havzasında “çevrelendiği” algısını yaratmıştır. Türkiye–İsrail ile ilişkileri tarihsel

9b7243f76c-RSS_EMAIL_CAMPAIGN&utm_medium=email&utm_term=0_c95c-
702d4c-9b7243f76c-307788737. (Erişim 04.05. 2014).
61 http://greece.greekreporter.com/2015/04/08/tsipras-putin-sign-new-trade-deal-and-renew-g-

reece-russia-relations/ (Erişim 04.05. 2014).


62 TheodorosTsakiris, “Greece and the Energy Geopolitics of the Eastern Mediterranean,” 2014,

http://eprints.lse.ac.uk/59078/. (Erişim 04.05. 2014).


63 http://bigstory.ap.org/article/biden-cyprus-turn-region-global-gas-hub . (Erişim 04.04. 2015).
280 Enerji Diplomasisi

olarak en kötü dönemini yaşamaktadır. 1990’larda tesis edilen “stratejik ortaklık,”


kangrenleşen Filistin sorununun yanı sıra Türkiye ve İsrail’in iç politika dinamik-
lerinin de etkisiyle, büyük ölçüde sona ermiştir. İsrail’in hem askeri stratejisinde
Türkiye’nin ayrılmasıyla oluşan boşluğu doldurmak hem de Ankara’nın bölgesel
gücünü dengelemek adına GKRY ve Yunanistan’la ittifak arayışı içerisine girmesi,
Ankara’nın bölgesel güvenlik tehdidi algısını olumsuz etkilemiştir. Benzer şekilde,
Türkiye’nin bölgesel liderlik yolunda kendisine en önemli rakip olarak gördüğü
Mısır’ın,Yunanistan, İsrail ve GKRY ile ilişkilerini geliştirmesi, Türkiye’nin Doğu
Akdeniz’de yalnız kaldığı algısını güçlendirmiştir. ABD ve AB’nin de Doğu Ak-
deniz’deki enerji kaynakları konusunda GKRY’den yana pozisyon almaları, Tür-
kiye’nin çevrelenme algısını pekiştirmiş, Ankara’nın Kıbrıs enerji kaynaklarına
güvenlik odaklı bir perspektiften bakmasına neden olmuştur.

Sonuç
Bu çalışma doğal kaynakların Kıbrıs’ta bir uzlaşı unsuru mu yoksa bir çatışma
nedeni mi olduğu sorusundan hareket ederek, 2003’ten 2015’in ikinci çeyreğine
kadar geçen zaman diliminde Kıbrıs enerji diplomasisinin temel unsurlarını ince-
lemiştir. Söz konusu dönemde, doğal gazın adada tarihsel uyuşmazlıkların bir kıs-
mını alevlendirdiği, taraflar arasında bazı yeni çatışmalara neden olduğu ve bölge
devletleri arasında yeni bir rekabet ortamı yarattığı gözlemlenmiştir. Kıbrıs’ta doğal
gaz arama çalışmalarının ve keşiflerinin neden olduğu çatışmalar üç ayrı başlıkta
incelenmiştir: deniz yetki sahaları sorunu, doğal gaz gelirinin paylaşımı meselesi
ve enerji rekabetinin bölgede yarattığı yeni siyasi ve askeri ittifaklar. İç içe geçmiş
olan bu üç sorun nedeniyle bölgede kapsamlı bir enerji işbirliği henüz mümkün
olmadığı gibi KKTC ve GKRY arasındaki müzakereler de bu süreçten olumsuz
etkilenmiştir.
Adada Ekim 2014’te Türkiye ve KKTC arasındaki sondaj krizi nedeniyle as-
kıya alınan müzakerelerin 15 Mayıs 2015 tarihinde yeniden başlaması kuşkusuz
olumlu bir gelişmedir. Barış sürecinin bundan sonra nasıl şekilleneceğini kestirmek
mümkün olmasa da enerji kaynaklarının bu süreçte oynayacağı rolün belirlenme-
sinde karar alıcıların tercih ve stratejileri önemli rol oynayacağı tahmin edilebilir.
Doğal kaynakların adada rekabet ve çatışma yerine işbirliği ve uzlaşı vesilesi ol-
ması için tarafların ortak ekonomik çıkarlarını güvenlik endişelerinin önüne koyan,
enerjiyi “pozitif toplamlı bir oyun” olarak algılayan bir anlayışı benimsemeleri
önem arz etmektedir. Aksi halde Kıbrıs’ın doğal zenginlikleri, 2003-2015 döne-
minde olduğu gibi bir rekabet ve çatışma unsuru olarak karşımıza çıkmaya devam
edecektir.
Tolga Demiryol 281

Kaynakça
20 Haziran 2007 Tarihli Toplantı, MGK, http://www.mgk.gov.tr/index.php/20-hazi-
ran-2007-tarihli-toplanti. (Erişim 12.03.2015).
2015-2019 Stratejik Planı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Ankara, 2014.
Alterman, Jon B.; Malka, Haim: “Shifting Eastern Mediterranean Geometry,” The Washin-
gton Quarterly Vol. 35, No. 3, 2012, s. 111–25, doi:10.1080/0163660X.2012.706512
(Erişim 03.04.2015).;
Assessment of Undiscovered Oil and Gas Resources of the Levant Basin Province, Eas-
tern Mediterranean,” US Geological Survey, 2010, http://pubs.usgs.gov/fs/2010/3014/
pdf/FS10-3014.pdf. (Erişim 17.02.2012).
Başeren, Sertaç H.: “Kıbrıs Hidrokarbon Sorunu: Sondaj Krizi,” Enerji ve Diplomasi Cilt 1,
Sayı. 1, 2015, s. 28–53.
Blank, Stephan: “Turkey Falls Out With Russia: Another Sign of a Foreign Policy in Crisis,”
Turkey Analyst Vol. 4, No. 22 (2011), http://www.turkeyanalyst.org/publications/tur-
key-analyst-articles/item/284-turkey-falls-out-with-russia-another-sign-of-a-foreign-
policy-in-crisis.html (Erişim 07.08. 2014).
Bryza, Matthew J.: “Eastern Mediterranean Natural Gas: Potential for Historic Breakthrou-
ghsamong Israel, Turkey and Cyprus,” Turkish Policy Quarterly Vol. 12, No. 3, 2013,
s. 35–44
Clarke, Michael: “Cyprus: The Mouse That May Yet Roar,” Mediterranean Quarterly Vol.
25, No. 1, 2014: s. 95–104, doi:10.1215/10474552-2420236 (Erişim 17.02.2014)
Ediger, Volkan Ş; Devlen, Balkan; McDonald, Deniz Bingöl: “The Great Game in the Levant:
Energy Geopolitics in the Eastern Mediterranean,” Uluslararası İlişkiler Vol. 9, No.
33, 2012, s. 73-92.
Eissler, Eric R; Arasıl, Gözde: “Maritime Boundary Delimitation in the Eastern Mediterrane-
an,” The RUSI Journal Vol.159, No. 2, 2014, s. 74–80, doi:10.1080/03071847.2014.9
12809. (Erişim 03.03.2015).
Egypt – Greece – Cyprus Trilateral Summit Cairo Declaration, Republic of Cyprus Pres-
sand Information Office http://www.moi.gov.cy/moi/pio/pio.nsf/All/C9E12F410347F-
B37C2257D8A004CF2C5?OpenDocument. (Erişim 03.04.2015).
Energy Roadmap 2050 EuropeanCommission, Belgium, 2012.
European Energy Security Strategy, EuropeanCommission, Belgium, 2014.
GKRY’nin Doğu Akdeniz’de Petrol ve Doğalgaz Arama Faaliyetleri Hk. T.C. Dışişleri
Bakanlığı, http://www.mfa.gov.tr/no_-181_-5-agustos-2011_-gkry_nin-dogu-akdeniz_
de-petrol-ve-dogalgaz-arama-faaliyetleri-hk_.tr.mfa. (Erişim 10.02.2015).
Grigoriadis, Ioannis N.: “Energy Discoveries in the Eastern Mediterranean: Conflictor Coope-
ration?,” Middle East PolicyVol. 21, No. 3, 2014, s. 124–33.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Doğu Akdeniz´deki Ülkelerle Deniz Yetki Alanlarını İl-
gilendiren İkili Anlaşmalar Yapma Gayretlerini Hk., T.C. Dışişleri Bakanlığı, http://
www.mfa.gov.tr/no_18---30-ocak-2007_-guney-kibris-rum-yonetimi_nin-dogu-akde-
282 Enerji Diplomasisi

niz_deki-ulkelerle-deniz-yetki-alanlarini-ilgilendiren-ikili-anlasmalar-yapma-gayretle-
rini-hk_-.tr.mfa. (Erişim 11.03.2015).
Gürel, Ayla; Le Cornu, Laura: “Can Gas Catalyse Peace in the Eastern Mediterranean?,” The
International Spectator Vol. 49, No. 2, 2014, s. 11–33; Aphrodite’s Gift: Can Cypri-
ot Gas Power a New Dialogue?,
International Crisis Group, 2012, http://www.crisisgroup.org/~/media/ Files/europe/tur-
key-cyprus/cyprus/216-aphrodites-gift-can-cypriot-gas-power-a-new-dialogue.pdf
(Erişim 22.02.2014).
Joint Communiqué after the Trilateral Meeting of the Foreign Ministers of Cyprus-Gre-
ece-Egypt, Ministry of Foreign Affairs of the Republic of Cyprus, http://www.mfa.gov.
cy/mfa/mfa2006.nsf/All/3C6E907088701D2FC2257D8000461858?OpenDocument.
(Erişim 03.05.2015).
Joint Declaration, Ministry of Energy, Commerce, Industryand Tourism, http://www.mcit.
gov.cy/mcit/mcit.nsf/All/F77028E4CA413D49C2257D9E002DBDEE?OpenDocu-
ment&print. (Erişim 01.03.2015).
Khadduri, Walid: “East Mediterranean Gas: Opportunities and Challenges,” Mediterranean
Politics Vol. 17, No. 1, 2012, s. 111–17, doi:10.1080/13629395.2012.655049 (Erişim
23.05.2014).
KKTC Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Dışişleri Bakanlı-
ğı Basın Açıklaması, T.C. Dışişleri Bakanlığı, http://www.mfa.gov.tr/no_-216_-21-ey-
lul-2011-turkiye-_-kktc-kita-sahanligi-sinirlandirma-anlasmasi-imzalanmasina-ilis-
kin-disisleri-bakanligi-basin-ac_.tr.mfa. (Erişim 10.02.2015).
KKTC Temsilcileriyle Gerçekleştirilen Teknik Görüşmeler Hk., T.C. Dışişleri Bakanlı-
ğı, http://www.mfa.gov.tr/no_206_-15-eylul-2011_-kktc-temsilcileriyle-gerceklestiri-
len-teknik-gorusmeler-hk_.tr.mfa. (Erişim 10.02.2015).
Leigh, Michael: “Energy – A Geoolitical Game Changer?,” The International Spectator
Vol 49, No. 2, 2014, s. 1–10, doi:10.1080/03932729.2014.906929 (Erişim 01.03.2015).
Mankoff, Jeffrey: “Resource Rivalry in the Eastern Meditarranean: The View from Washin-
gton,” The German Marshall Fund of the United States, 2012, http://www.gmfus.org/
archives/resource-rivalry-in-the-eastern-mediterranean-the-view-from-washington/.
(Erişim 10.10. 2014).
Melikoğlu, Mehmet: “Vision 2023: Forecasting Turkey’s Natural Gas Demand between 2013
and 2030,” Renewable and Sustainable Energy Reviews Vol. 22, 2013, s. 393–400,
doi:10.1016/j.rser.2013.01.048. (Erişim 13.04.2015).
Murinson, Alexander: “Strategic Realignmentand Energy Security in theEasternMediterra-
nean,” BESA Center PerspectivesPapers, No. 159, 2012, http://www.biu.ac.il/SOC/
besa/docs/perspectives159.pdf (Erişim 03.05.2014).
Oğurlu, Ebru: “Rising Tensions in the Eastern Mediterranean: Implications for Turkish Fo-
reign Policy,” Istituto Affari Internazionali, 2012. http://mercury.ethz.ch/serviceengine/
Files/ISN/141637/ipublicationdocument_singledocument/a4f2eacb-86ee-49ba-b096-
445f5dfbf1c4/en/iaiwp1204.pdf. (Erişim 17.04.2013)
Tolga Demiryol 283

Pericleous, Chrysostomos: “Cyprus: A Last Window of Opportunity?,” Insight Turkey,


Vol. 14, No. 1, 2012, s.93-108http://file.insightturkey.com/Files/Pdf/insight_turkey_
vol_14_1_2012_pericleous.pdf (Erişim 11.07.2014).
Sayın Genel Sekretere Doğal Gaz Çıkarılması Ve Avrupa’ya Taşınmasıyla İlgili Yazılı
Öneri Sunduk, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, 2012, http://kktcb.
org/content02.aspx?id=3&sayfa=48&content=2324&select=2. (Erişim 11.03.2015).
Shaffer, Brenda: Energy Resourcesand Markets in Eastern Mediterranean Region, The-
German Marshall Fund of the United States, 2012, http://www.gmfus.org/archives/ener-
gy-resources-and-markets-in-the-eastern-mediterranean-region/. (Erişim 11.01.2014).
Stocker, James: “No EEZ Solution: The Politics of Oil and Gas in the Eastern Mediterranean,”
The Middle East Journal Vol. 66, No. 4, 2012, s. 584–585.
Tagliapietra, Simone: The Rise of Turkey and the New Mediterranean Challenges and Op-
portunities for Energy Cooperation in a Region in Transition, 2012, s.579-597. http://
papers.ssrn.com/abstract=2162404. (Erişim 14.04.2015)
Tagliapietra, Simone: “Towards a New Eastern Mediterranean Energy Corridor? Natural Gas-
Developments Between Market Opportunitiesand Geopolitical Risks,” Fondazione Eni
Enrico Mattei Working Papers, 2013.
The Minister of Defence Met with Israel’s Ambassador, Republic of Cyprus Pressand In-
formation Office, http://www.moi.gov.cy/moi/pio/pio.nsf/All/ CDA58605E68D29FDC
2257B480028E250?OpenDocument. (Erişim 03.03.2015).
Tsakiris, Theodoros: “Greece and the Energy Geopolitics of the Eastern Mediterranean,”
2014, http://eprints.lse.ac.uk/59078/. (Erişim 04.05. 2014).
Tziampiris, Aristotle: The Emergence of Israeli-Greek Cooperation, Springer International
Publishing, 2015.
Wilson, Ross: “Turks, Cypriots, and the Cyprus Problem: Hopes and Complications,” Medi-
terranean Quarterly Vol. 25, No. 1, 2014, s. 105–10.
Winrow, Gareth: “Realization of Turkey’s Energy Aspirations,” http://www.brookings.edu/~/
media/research/files/papers/2014/04/realization-turkeys-energy-aspirations-winrow/
turkeys-energy-aspirations.pdf (Erişim 14.04.2015).
http://bigstory.ap.org/article/biden-cyprus-turn-region-global-gas-hub. (Erişim 04.04. 2015).
http://defense-update.com/20140217_israel_cyprus_air_force_exercise.html#.VVUQ wvnt-
mko (Erişim 03.05.2015).
http://www.denizhaber.com/HABER/26818/1/egemen-bagis-donanma.html (Erişim
11.02.2015).
http://famagusta-gazette.com/cyprus-cooperation-with-israel-is-no-threat-to-anyo-
ne-p19172-69.htm (Erişim 03.03.2015).
http://greece.greekreporter.com/2015/04/08/tsipras-putin-sign-new-trade-deal-and-renew-g-
reece-russia-relations/ (Erişim 04.05. 2014).
http://www.balkaneu.com/tsipras-sisi-anastasiades-meeting-underway-regional-issues-o-
il-gas/ (Erişim 03.03.2015).
284 Enerji Diplomasisi

http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/145397.pdf (Erişim
11.11.2014).
http://www.cyprusgasnews.com/archives/6991/total-to-withdraw-from-cyprus-explorati-
on-blocks-10-and-11-of-the-cypriot-eez/ (Erişim 14.05.2015).
http://www.defencegreece.com/index.php/2011/11/russian-navy-nears-cyprus-drilling-zone/.
(Erişim 03.03. 2015).
http://www.economist.com/blogs/newsbook/2012/02/israel-and-cyprus?zid=309&ah=80d-
cf288b8561b012f603b9fd9577f0e (Erişim 03.03.2015).
http://www.feem.it/getpage.aspx?id=5321&sez=Publications&padre=73 (Erişim 17.04.2014).
http://www.geopolitical-info.com/en/geopolitics/greece-cyprus-and-israel-change-the-mili-
tary-balance-in-the-mediterranean. (Erişim 02.02.2015).
http://www.hurriyet.com.tr/planet/20224243.asp (Erişim 03.04.2015).
http://www.hurriyetdailynews.com/default.aspx?pageid=438&n=turkey-to-continue-cyp-
rus-gas-drill-2011-10-03 (Erişim 03.04.2014)
http://www.hurriyetdailynews.com/turkey-offers-private-company-solution-for-cyprus-dril-
ling-tension.aspx?pageID=238&nID=74779&NewsCatID=510 (Erişim 03.04.2014)
http://www.jpost.com/Israel-News/Cyprus-Egypt-sign-MoU-on-gas-export-from-Aphrodi-
te-reservoir-391234 (Erişim 03.04.2015)
http://www.milliyet.com.tr/yeni-haber/dunya/dunyadetay/25.11.2008/1020761/default.htm.
(Erişim 11.04.2015).
http://www.naturalgaseurope.com/east-med-pipeline-the-game-changer-europe-choo-
ses-to-ignore-23628 (Erişim 23.04.2015).
http://www.naturalgaseurope.com/greece-russia-gas-deal-threaten-eu-energy-secu-
rity-23487?utm_source=Natural+Gas+Europe+Newsletter&utm_campaign=9b72
43f76c-RSS_EMAIL_CAMPAIGN&utm_medium=email&utm_term=0_c95c702d
4c-9b7243f76c-307788737. (Erişim 04.05. 2014).
http://www.naturalgaseurope.com/mou-between-cyprus-and-egypt-signed-in-cairo-a-miles-
tone-towards-monetization-of-aphrodite.-22159. (Erişim 03.04.2015).
http://www.reuters.com/article/2011/09/19/turkey-cyprus-idUSL5E7KJ11H20110919 (Eri-
şim 11.02.2015).
http://www.thecypriotpuzzle.org/vladimir-putinany-violation-of-cyprus-sovereign-righ-
ts-is-unacceptable/. (Erişim 16.05.2015).
http://www.theguardian.com/world/2014/may/22/us-vice-president-joe-biden-visits-cyp-
rus-energy-cooperation. (Erişim 03.04.2015).
http://www.wsj.com/articles/eu-warns-turkey-to-respect-cyprus-sovereignty-over-dispu-
ted-waters-1414162562 (Erişim 11.11.2014).
http://www.wsj.com/articles/putin-highlights-closer-russia-cyprus-ties-1424882012 (Erişim
07.05. 2015).
Murat Yorulmaz 285

ÇİN’İN ENERJİ GÜVENLİĞİ VE


ARZ SORUNU

Murat YORULMAZ*

Giriş

1978 yılında Çin Komünist Partisi’nin lideri Deng Xiaoping’in iktidara geç-
mesiyle “ekonomik kalkınma” ve “uluslararası toplumla bütünleşme” ekseninde
bir politika yürütülmeye başlanmıştır.1 1979 yılında başlayan piyasa ekonomisi-
ne geçiş reformlarının yapıldığı modernizasyon programını 1985 yılında küresel
entegrasyon politikalarıyla pekiştiren Çin, ekonomisini yabancı sermayeye açarak
kalkınma hamlesini ileri boyutta gerçekleştirmiştir. Çin’i kapalı bir ekonomik sis-
temden dışa açık ve piyasa ekonomisine geçmesini sağlayan politikaların uygula-
yıcısı Deng, dış ticaretin refah yaratarak böylece Çin’de iç çatışmaları önleyici bir
ortam yaratılacağını öngörmüştür.2

Çin günümüzde küresel ekonomi içerisinde yüksek büyüme oranını istikrarla


sürdürmekte ve büyüyen ekonomisinin kaldıraç etkisiyle askeri ve enerji güvenliği
alanlarında da dikkate değer bir ilerleme sağlamaktadır.

Kapalı bir ekonomiden yabancı sermayeyi çeken cazip bir ekonomiye dönü-
şen Çin, 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne katılmasıyla örgütün gerektirdiği
yapısal değişiklikleri gerçekleştirerek küreselleşme önemli adımlar atmış ve bunun-
la birlikte ucuz işgücü pazarının cazibesiyle de yabancı yatırımları çekerek üretimi-
ni arttırmıştır. Çin bu aşamada önüne bazı yaptırımlar konulsa da büyümesini sür-

* Yrd. Doç. Dr.; Trakya Üniversitesi Havsa MYO Yönetim ve Organizasyon Bölümü Öğretim
Üyesi
1 Wang Li, “Chinese Defense Conceptand Its Strategy Since 1979”, Security and Defense
Perspectives Beyond 2010, Sait Yılmaz (Ed.), İstanbul, İsis Yayıncılık, 2010, s. 113.
2 George Friedman, Gelecek 100 Yıl: 21. Yüzyıl İçin Öngörüler, İstanbul, Pegasus Yayıncılık,
2009, 1.Baskı, s. 127.
286 Enerji Diplomasisi

dürmüş ve 2010 yılında dünya tekstil ve giyim ihracatında ilk sırada yer almıştır.3
Dünya Ticaret Örgütü’nün 2014 yılı verilerine göre Çin’in 2014 yılı ticaret hacmi
382,46 milyar dolara ulaşmış ve 2013 yılına göre % 47,2’lik bir artış göstermiştir.4
Bu değerler ve Çin’in yükselen ihracat grafiği dikkate alındığında Çin’in günü-
müzde ABD’nin arkasından dünya mal ticareti açısından ikinci sıraya yerleştiğini
söylemek mümkündür.
Ekonomik kalkınma hamlesiyle başlayan süreç, enerji güvenliği alanındaki
hamlelerle devam ederek Çin’i ABD, Rusya ve AB karşısına büyük bir güç olarak
çıkartmaktadır. Bununla birlikte “Barışçıl Kalkınma” politikası sürdüren Çin, ça-
tışmacı dış politikadan uzak durarak ekonomik kalkınmasının sürdürülebilirliğini
sağlamaktadır.5
Endüstrileşme ve kentleşmenin iki önemli sürükleyici faktör olarak ortaya
çıkması bağlamında son otuz yıllık süreçte Çin’de hızlı bir ekonomik gelişim gö-
rülmektedir. Bu ikiz gelişimin temel girdilerinden biri olarak enerji talebi Çin’i net
bir şekilde kömür, petrol ve doğal gaz ithalatçısı konumuna taşımaktadır Çin’in
fosil yakıtlara özellikle de petrol ithalatına olan bağımlılığı gün geçtikçe ekonomik
gelişime paralel olarak artmakta ve bu durum da Çin’in kendi içerisinde ve Asya
Pasifik’teki ticari ortakları arasında enerji ticaret akışını olumsuz etkilediği gibi Çin
yönetimi ve aynı zamanda uluslararası aktörler açısından bir güvenlik ve ekonomik
sorun ortaya çıkarmaktadır. Çin’in artan ekonomik gelişimi paralelinde gelecekte
enerji talebinin daha da fazla artacağı ve bu durumun da bir arz sorununu gündeme
getireceği öngörülmektedir.
Çin’in günümüz ve gelecekteki enerji talebine ilişkin analiz çerçevesinde ça-
lışma, Çin’in enerji güvenliği stratejilerine ve doğabilecek arz sorununa yönelik
Çin’in çözüm arayışlarının neler olduğu üzerine odaklanmaktadır. Bu bağlamda
Çin’in enerji arzını güvence altına almak için enerji, ekonomik gelişim ve politik
güç arasında ulusal ve uluslararası seviyede bir bağ kurduğu ve günümüzde var olan
uluslararası enerji denetim kurallarını benimsediği gibi onların gelişimine de katkı
da bulunduğu tartışılmaktadır.
Çin’in enerji arzı – özellikle petrol ve önemli ölçüde de doğal gaz – tedarikçi
bazı ülkeler ile olan çatışmalar, komşu ülkeler ile sınırlı arz kaynakları üzerindeki
rekabet ve küresel enerji alanında güçlü bir aktör ve dünyanın süper gücü Amerika
Birleşik Devletleri (ABD) ile olan çatışma gibi sebeplerden ötürü istenilen ölçüde

3 Özlem Arzu Azer, “Çin’in Enerji Güvenliği Bağlamında Kafkasya ve Orta Asya Politikası”,
International Conference On Eurasian Economies 2012, Alma-Ata/Kazakistan, 2012, s. 233.
4 https://www.wto.org/english/res_e/booksp_e/wtr14-2b_e.pdf (Erişim 04.12.2014).
5 Zbigniew Brzezinski, Tartışma, FB Özel Raporu, ForeignPolicy, Mart-Nisan 2005, s.30-34.
Murat Yorulmaz 287

güvence altına alınmış değildir. Bu açıdan Çin, enerji güvenliği hususunda mevcut
geçici sorunlara ve orta vadeli kalıcı sorunlara çözüm aramada elinde birçok aracı
bulundurmaktadır. Bu bağlamda Çin’in küresel boyutta aktif bir enerji diplomasi
uygulaması içine girmesi, işbirliği çabaları ve enerji nakil hatları konusunda ortak-
lık girişimleri önemli örnekler arasında gösterilebilir. Çin’in bu çabaları özellikle
Doğu ve Güneydoğu Asya’daki komşuları ile olan ilişkilerindeki inişli çıkışlı grafik
ve rekabetten dolayı istenilen sonucu tam anlamıyla verememektedir.
Çalışmada Çin’in enerji tüketiminin giderek arttığı ve bu durumun Çin’in
gelecekte enerji güvenliğini olumsuz etkileyeceği gibi ortaya enerji arz sorununu
da çıkaracağı savunulmaktadır. Çin’in enerji tüketimi çalışmanın bağımsız değiş-
kenini, enerji güvenliği ve arz sorunu ise bağımlı değişkeni oluşturmaktadır. Bu
bağlamda çalışmada cevabı aranan ilk soru Çin’in enerji tüketiminin artmasının
sebepleri; ikinci soru ise, enerji tüketiminin ve ithalatının artmasının Çin’in enerji
güvenliğine gelecekte nasıl etki edeceğidir.
Yukarıda çalışmaya ilişkin ortaya konan hipotezin çözümlenmesi içinşu yol
haritası izlenecektir:
Çalışmanın ilk bölümünde Çin’in enerji tüketimine ve buradan hareketle de
enerji güvenliğine analitik olarak yer verilecektir. Bu bağlamda Çin’in petrol ve
doğal gaz tüketim ve ithalat stratejisi tedarik altyapısı incelenerek analiz edilecektir.
Analiz sürecinde özellikle Çin Hükümeti’nin politik uygulamalarına ve bu uygula-
maların çıktılarına da vurgu yapılmaktadır.
Çalışmanın ikinci bölümünde ise Çin’in enerji güvenliği politikaları, jeopoli-
tik konumu ve potansiyeli bağlamında değerlendirilmektedir. Değerlendirme içeri-
sinde Çin’in küresel bir enerji aktörü olarak altyapı yatırımları ve jeopolitik çatışma
potansiyeli incelenmektedir. Değerlendirme enerji, ekonomik güç ve politik güç
üçgeninde ulusal ve uluslararası ölçekte ele alınmaktadır.
Son olarak çalışmada Çin’in jeopolitik konumu ve gücü bağlamında bölgesel
çatışmaları engelleme gücü, mevcut uygulamalar ve işbirlikleri ele alınmaktadır.

1. Çin’in Artan Enerji Tüketimi ve İthalatı


2012 yılı itibariyle 1,34 milyar olan Çin nüfusunun 2025 yılında 1,4 milya-
ra yükselmesi beklenmektedir. Çin’de 2025 yılına gelindiğinde nüfusu 1 milyo-
nun üzerinde olan 220 şehir olacağı öngörülmektedir. 2002-2012 döneminde yıllık
yaklaşık olarak %10 oranında büyüme sağlanmıştır. Bu hızlı büyüme oranı Çin’de
milyonlarca insanı yoksulluktan kurtarmasına karşın aynı zamanda çok büyük mik-
tarlarda kaynak tüketimini de beraberinde getirmiştir.
288 Enerji Diplomasisi

Uluslararası Enerji Ajansı (IEA)’na göre 2009-2015 yılları arasında petrol tü-
ketiminin %70 oranında artması ve 2015 itibariyle küresel petrol talebinden Çin’in
%42 oranında bir pay alması beklenmektedir. Çin’in toplam enerji tüketimi 2002-
2012 döneminde %200 oranında artış göstermiş durumdadır.
Çin’in enerji tüketimi 1980’lerin başından beri yıllık ortalama % 10’luk eko-
nomik gelişimi takiben son yirmi yılda üç katına yükselmiştir. Çin, 1990 yılında
dünya yurtiçi gayri safi hasılanın %1.8’ine ulaşırken 2010 yılında bu oranı %7.5,
2014 yılında ise %8 arttırmıştır. Grafik 1-4’te de görüldüğü üzere Çin’in ekonomik
gelişiminin sürmesi beklenmekte ve bu gelişimin de enerji tüketimini gelecek yıl-
larda daha da arttıracağı düşünülmektedir.

Grafik 1:
Çin’in Ekonomik Gelişimi (Gayri Safi Milli Hasıla Değeri / Milyon $)

Kaynak:www.tradingeconomics.com

Grafik 2:
Çin’in Enerji Tüketimi (1965 – Tahmini olarak 2025)

Kaynak: Uluslararası Enerji Ajansı


Murat Yorulmaz 289

Grafik 3:
1993-2015 Yılları Arasında Çin’in Petrol Üretimi ve Tüketimi
(Milyon Varil/Günlük)

Kaynak: www.tradingeconomics.com

Grafik 4:
Çin’in Enerji İthalatı (1980-2035)

Kaynak:www.tradingeconomics.com

Çin’in sürdürülebilir ekonomik gelişimi, uzun bir süre 2000-2010 arası dö-
nemde tüketimi iki kat artan “kömür tüketimi” temelinde şekillenmiştir. Kömürün
2010 yılında Çin’in enerji tüketimi içindeki payı %68’e yükselmiştir. Sonuç olarak,
290 Enerji Diplomasisi

Çin küresel kömür tüketimindeki payını son yirmi yılda %24’ten %46’ya yükselt-
miştir. Kömür temel olarak elektrik üretiminde ve ağır sanayide kullanılmaktadır.
Çin’in toplam enerji tüketiminde %19’luk paya sahip petrolün tüketim ora-
nı 1990’dan 2000’e kadar olan dönemde neredeyse üç kat artmıştır. (Bkz. Grafik
3-4) Bu da öncelikli olarak endüstri ve elektrik santrallerine sebep olmaktadır. Son
yıllarda ulaşım sektöründe ve özel araç sayısında önemli bir artış gözlemlenmek-
tedir. Bunun sonucu olarak da Çin’in küresel petrol tüketimi içinde payı giderek
artmaktadır. Bu yükseliş trendinin devam edeceği ve 2030’lara kadar olan yirmi yıl-
lık sürede Çin’in küresel petrol tüketimi içindeki payının %15’e kadar yükseleceği
öngörülmektedir. Bu durum gerçekleştiği takdirde Çin, petrol ithalatında dünyanın
birinci ülkesi olacaktır.
Doğal gaz tüketimi açısından bakıldığında, Çin şuana kadar orta seviyeli bir
tüketici konumunu korumaktadır. Tüketim seviyesi, 2010-2014 yılları arasında
Çin’in enerji tüketim oranının sadece %4’lük kısmı kapsamaktadır. Ancak Çin’in
artan enerji talebi dikkate alındığında, bu oranının 2035’e kadar üç kat artacağı
öngörülmektedir. Bunun temel sebebi de elektrik santrallerinde, ağır sanayide ve
merkezi ısıtmada doğal gaz kullanılmasıdır.
Grafik 2 Çin’in 1965 ile tahmini olarak 2025 yılları arasındaki enerji tüketim
oranlarını göstermektedir. Grafiğe bakıldığında Çin’in enerji tüketiminin giderek
arttığı, bu artışın Çin’in fosil kaynakları kullanma oranını yükselttiği ve bu duru-
mun da küresel bir soruna yol açacağı söylenebilir. Öte yandan Çin günümüzde
dünyanın en fazla kömür tüketen ülkesidir. Bu tüketim hızı devam ettiği sürece
Çin’in gelecekte küresel kömür tüketiminin yarısına sahip olacağını söylemek
mümkündür. Aynı zamanda Çin’in gelecek 15-20 yıllık süre içerisinde küresel pet-
rol ve nükleer enerji tüketiminde de ilk sırayı alacağı öngörülmektedir. Bugün itiba-
riyle Çin, nükleer enerji santrallerinde dünya elektrik tüketiminin %3’ünü üretirken
gelecek yıllarda küresel nükleer enerjinin ¼’ini üretir konuma gelecektir. Çin’in bu
yükselen enerji tüketim değerleri arasında önemli bir artış gösteren diğer bir enerji
türü de doğal gazdır. Çin bugün küresel doğal gaz tüketiminin %3’üne sahip olsa da
gelecek yıllarda küresel toplam tüketimin ¼’ine sahip olacaktır. Doğal gaz kullanı-
mındaki bu artışın da Çin’in doğal gaz ithalatını %40 arttıracağı öngörülmektedir.
Diğer önemli bir husus da Çin’in yenilebilir enerji tüketimindeki artan payıdır. Ge-
lecek yirmi yıl içerisinde Çin’in küresel yenilebilir enerji tüketimi içindeki payının
%6’dan %14’e çıkacağı düşünülmektedir.
Çin’in bu yükselen enerji tüketim grafiği yanında mevcut rezervlere bakıldı-
ğında Çin’in dünya kömür tüketiminde ikinci sırayı almasına rağmen mevcut kö-
mür rezervlerinin bugünkü tüketim oranı üzerinden 32 yıl daha yeterli olduğu ifade
edilmektedir. Aynı şekilde doğal gaz rezervlerinin 26 yıl daha yeterli olduğu ifade
edilse de artan enerji tüketimi karşısında Çin’in enerji talebi artmakta ve Çin, enerji
Murat Yorulmaz 291

ithalatı adına kendine yeni kanallar aramak ve dışa bağımlı kalma gibi durumlarla
karşı karşıyadır.
Özetle, Çin’in artan enerji tüketimine paralel olarak enerji talebinin arttığı ve
bu durum da Çin’in enerji güvenliğini olumsuz etkilediği açıkça görülmektedir. Bu
bağlamda tüketim değerleri dikkate alındığında Çin’in enerji güvenliği stratejisinin
gelecek yıllarda öncelikli olarak petrol ve doğal gaz üzerine odaklanması gerektiği
söylenebilir.

2. Analitik Açıdan Çin’in Enerji Güvenliği


Küresel enerji pazarının artan çizgisi içerisinde Çin’in enerji güvenliği petrol
ve doğal gaz ithalatına bel bağlamakta ve sonuç olarak Çin, enerji güvenliğine iliş-
kin alanlarını korumak için ulusal sınırların ötesine geçerek kapasitesini ve gücünü
geliştirmelidir.6 Dolayısıyla enerji güvenliği, ulusal ve uluslararası seviyede enerji,
ekonomik gelişim ve politik güç üçgeni içerisinde birbirine bağımlı birer zincir ve
anlamsal olarak analiz edilebilir. Literatürde enerji güvenliğinin analitik yaklaşımı
içerisindeki en önemli iki unsur: strateji ve pazar yaklaşımlarıdır.
Pazar yaklaşımları açısından bakıldığında küreselleşen enerji pazarları önemli
ölçüde arz ve talebi dengelemektedir. Giderek sayısı artan ulusal ya da uluslararası
seviyedeki kurum ve kuruluşlar, küresel enerji akışını birçok açıdan yönetmektedir.
Aynı zamanda bu kurum ve kuruluşlar, pazardaki herhangi bir başarısızlık ya da
olumsuz durum karşısında kısa vadeli tedarik risklerine de dikkat çekmektedirler.
Kurum ve kuruluşların varlığı açıkça stratejik ve askeri müdahaleleri ortadan
kaldırsa da onları gereksiz kılmamaktadır. Bilindiği üzere Çin son yıllarda iddialı bir
askeri modernizasyon programını uygulamaya sokmuş ve bu program bir anlamda
ülkenin enerji tedarik zincirlerini Doğu ve Güney Doğu Asya’da korumayı üstlen-
miştir.7 Ancak bu durum da Çin’in bölge dışından petrol ithal etmesini engelleme-
miştir. Zira ithalatın önünde de önemli bir ambargo ya da engel de bulunmamaktadır.
Stratejik açıdan bakıldığında ise üzerinde önemli durulması gereken hususlar,
Çin’in stratejik açıdan enerji güvenliği yönetimi adına hangi uygulamaları devreye
sokması gerektiği ve enerji arzı ile ilgili mevcut ve doğabilecek sorunlara karşı
çözüm önerilerinin neler olduğudur. Bu hususlar çalışma içerisinde Çin’in enerji
üretimi, tüketimi, ticareti ve alt yapı çalışmaları ile açıklanmaya çalışılmaktadır.

6 Malavika Jain Bambawaleand Benjamin K. Sowacool, “China’senergy security:The perspecti-


ve of users”, Applied Energy, 88, 2011, s. 1949–1956.
7 Lynne Chester, “Conceptualising energy security and making explicit its polysemic nature”,
Energy Policy, 38 (2), 2010, s. 887–895.
292 Enerji Diplomasisi

2.1. Daha Etkili ve Sürdürülebilir Bir Enerji Tüketimi


Enerji arz güvenliğini arttırmanın en kolay yolu, enerji kullanımını kısıtlamak
ve bu sayede de enerji ithalatını azaltmaktır. Bu hususta Çin uzun dönemli kalkınma
planları içerisinde özel amaçlar belirleyerek enerji kullanımını kısıtlamayı ve bu sa-
yede de özellikle fosil yakıtların ithalatını azaltarak enerji arz güvenliğini arttırmayı
hedeflemektedir. Örneğin, 2006-2010 yılları arasını kapsayan Çin’in 11. Kalkınma
Planı içerisinde yenilenebilir enerji kaynaklarının yaygın kullanımına ilişkin belir-
lenen %10’luk hedefin %8,6’sına ulaşılmıştır. Aynı zamanda yenilebilir enerji, fosil
olmayan enerji olarak yeniden adlandırılmıştır. Kalkınma planları ile amaçlanan
hedefler istenilen düzeyde gerçekleşmese de önemli yol kat edildiğini söylemek
mümkündür. Bu bağlamda 11. Kalkınma planında hedef olarak belirtilen su gücü-
nün kullanımının istenilen seviyeye 12. Kalkınma planının son döneminde gelmesi
önemli bir örnek olarak gösterilebilir. Öte yandan fosil yakıtlar Çin’in enerji tüke-
timinin %90’ınını oluşturmakta ve bu yüzden en öncelikli enerji kaynağı olarak
yer almaktadır. Özetle, Çin kalkınma planlarında ortaya koyduğu fosil yakıtların az
tüketim hedefini sürdürürse bu durum küresel enerji arz güvenliği ve küresel iklim
adına yararlı olacaktır.

2.2. Çin’in Uluslararası Boyutta Petrol ve Doğal Gaz Arzı


Çin büyük miktarlarda petrol, doğal gaz ve kömür ithal etmektedir. Bu durum
Çin’i bir anlamda pazarda fiyatı belirleyen önemli bir aktör konumuna taşımaktadır.
Çin farklı ülkelerden kömür ithal edebilmekte ve uluslararası pazarda birçok farklı
kaynaktan bu anlamda yarar sağlamaktadır. Ancak petrol ve doğal gaz ithalatı kö-
mürle kıyaslandığında petrol ve doğal gaz ithalatları ülkelere daha fazla engel çı-
karmaktadır. Bu açıdan Çin, petrol ve doğal gaz ithalatı konusunda birçok ülke ve
bölgeye başvurarak mevcut engelleri olabildiğince ortadan kaldırmaya çalışmakta-
dır. Uluslararası pazara ve rekabet ortamına her ne kadar geç girmiş olsa da Çin
günümüzde pazar içerisindeki yerleşik aktörlerle rekabet gücünü giderek arttırmakta
ve önemli bir aktör olarak yerini korumaktadır. Bu hususta ithalatını çeşitlendirerek
farklı ülke ve bölgelere angaje olması ve aynı zamanda ticaret akışını dünya geneline
yayması, Çin’in başarı göstergesinin en önemli iki yapı taşı arasında yer almaktadır.
Fosil yakıtlara ilişkin küresel pazarlar o kadar çeşitlidir ki bu pazarlara tek bir
oyuncunun ya da koalisyonun egemen olması mümkün değildir. Mevcut kurumsal
pazar yapısı bir oyun olarak düşünülecek olursa bu oyunun kuralları söz konusu-
dur. Bu kurallar da pazarlarda yer alan aktörlerin birbirleri ile gerçekleştirdikleri
ticari anlaşmalar, yatırım anlaşmaları, enerji nakil hatları anlaşmaları gibi farklı bir-
çok anlaşmalarla oluşmakta ve işlerlik kazanmaktadır. Kuralların oluşturulması ve
kapsamlarının her geçen gün derinleşmesinin temel sebebi ise pazarda doğabilecek
Murat Yorulmaz 293

kısa ya da uzun vadeli tedarik risklerine karşı önlem almaktır. Çin ve Çinli aktörler
pazar içerisinde yeni ve Batı’nın aktörlerine nazaran tecrübesiz olsalar da bu durum
kendilerine Batılı güçlerin ve pazar içindeki Batılı aktörlerin faaliyet alanlarını ve
kapasitelerini geliştirmeleri açısından çekici bir alternatif oluşturmaktadır. Çin pet-
rol ve doğal gaz ihraç eden ülkelere imtiyaz konusunda politik, ekonomik ve ticari
açılardan yakın işbirliğini öngören çözüm paketleri sunmaktadır.8
Şunu da belirtmekte fayda vardır. Çin menşeili petrol şirketleri, Çin hükümeti-
nin bir parçası veya uzantısı gibi hareket etmemekte aksine pazarın bir aktörü olarak
Afrika’da ya da uluslararası pazarın herhangi bir yerinde bağımsız hareket etmek-
tedir. Bu bağlamda Çinli petrol şirketlerinin mevcut kaynaklarını Çin iç pazarı için
elde tutmayıp açık pazarlarda yüksek tekliflerle satması örnek olarak gösterilebilir.
Uluslararası pazarda hem yatırımlar hem de petrol ve doğal gaz ticaretinde
Çin’in yükselen değeri ve güçlenen konumu son on yılda farklı evrelerle gerçekleş-
mektedir. Çin mevcut uluslararası şirketlerden petrol ve doğal gaz ithalatına odak-
lanmak yerine Çin pazarını küresel ölçekli fiyat dalgalanmalarına karşı korumak
için kendi kaynaklarını da açıkça paylaşmak istemektedir.9 Çin bugüne kadar edin-
miş olduğu tecrübe ile uluslararası enerji pazarlarının politikleştirilmiş bir yapıya
sahip olduğunu ve uluslararası bankaların spekülatif stratejilerinin ve aktivasyon-
larının fiyatları öngörülemeyen şekilde yükselttiğini bilmekte ve bundan dolayı da
kendi uluslararası enerji stratejisi ile daha ucuz ve sorunsuz bir şekilde enerji arzını
güvence altına almayı hedeflemektedir. Öte yandan Çin, Uluslararası Enerji Ajansı
ile yakın ilişkilerde bulunarak da enerji güvenliğine önem vermektedir. Bu bağlam-
da Çin günümüzde petrol rezerv stoklarını yaklaşık 30-35 günlük limitte tutarken
bu oranı giderek arttırması ve önümüzdeki yıllarda 100 günlük limite çekme hedefi
örnek olarak gösterilebilir. Bu yaklaşımın Çin’in gelecekte dünya pazarındaki fiyat
dalgalanmalarından ve arz dengesizliğinden daha az etkilenmesine yol açacağını
söylemek mümkündür.

2.3. Doğal Gaz Arzının Güvence Altına Alınması


Önümüzdeki 15-20 yıl içerisinde Çin’in doğal gaz tüketiminin beş kat daha
artacağı öngörülmektedir. İthalata olan bağımlılık, 2010’daki %11’lik orandan
2020’lerde %42’ye yükseleceğinden bu durum Çin’in enerji güvenliği adına büyük
bir sorun teşkil etmektedir.

8 Daniel Yergin,The Quest; Energy, Security, and the Remaking of the Modern World, Pen-
guin Press, New York, 2011, s. 213.
9 Mandip Singh, “China’s Strategic Petroleum Reserves: A Reality Check”, Institute for De-
fense Studies and Analyses, IDSA Issue Briefs (21/05/2012), http://www.idsa.in/issuebrief/
ChinasStrategicPetroleumReserves_MandipSingh_210512 (Erişim 19.12.2014).
294 Enerji Diplomasisi

Tablo 1:
Çin’in Nakil Hatları Üzerinden Doğal Gaz İthalatı

Ülke/Bölge Yıl Milyar m3


30 (Batı Sibirya)
Rusya (Batı ve Doğu Sibirya) 2015
38 (Doğu Sibirya)

Orta Asya (Türkistan, Kazakistan ve Özbekistan) 2013 45


Orta Asya (Türkistan, Kazakistan ve Özbekistan) 2015 60
Myanmar 2013 10
Kaynak: Uluslararası Enerji Ajansı

Tablo 1 Çin’in 2030’larda doğal gaz ithalatının neredeyse yarısını sözleşme


imzaladığı komşu ülkelerdeki nakil hatları üzerinden gerçekleştireceğini göster-
mektedir. İhracatçı ülkelerle olan ikili ilişkiler aynı şekilde devam ederse bu du-
rumun Çin’in enerji arz güvenliğine önemli ölçüde katkı sağlayacağı söylenebilir.
Doğu Sibirya’dan ek arz hususunda Çin ile Rusya arasında bir anlaşma ger-
çekleştirilebilirse Çin’in doğal gaz arzına ilişkin talebinin büyük bir bölümü gü-
vence altına alınmış olacaktır. Çin’in lideri Xi Jinping’in 2013 yılının Mart ayında
Rusya’ya yaptığı ziyarette Gazprom ve Çin Ulusal Petrol Ortaklığı arasında Doğu
Sibirya’dan Çin’e 38 milyar m3 doğal gaz aktarımını öngören bir uzlaşı metni im-
zalanmıştır. Ancak satış fiyatı konusunda anlaşmazlıklardan dolayı henüz resmi bir
anlaşma imzalanmamıştır.
Orta Asya ülkelerinden Türkistan, Kazakistan ve Özbekistan Çin’e yıllık 100
milyar m3 doğal gaz vermeyi taahhüt etmiş ancak bu miktarın 55 milyar m3’ünü
2013 yılında geri kalan 55 milyar m3’ünü de 2015 yılına kadar verebilmiştir. Bura-
daki en önemli etken, nakil hatlarının yıllık kapasitesinin 60 milyar m3 olmasıdır.
Bu yüzden 2010 yılında Türkistan’dan başlayan, Özbekistan ve Kazakistan’dan ge-
çen ve Çin’in batısında yer alan Sincan Uygur Özerk Bölgesini teğet geçerek Çin’e
ulaşan Orta Asya – Çin Doğal Gaz Boru Hattına ilişkin önemli bir anlaşma imza-
lanmıştır.10 Anlaşma sayesinde Türkistan bu boru hattı üzerinden Çin’in talep ettiği
doğal gazın %80’ini tedarik edecektir. Özetle, bu üç Orta Asya ülkesinin mevcut
boru hatları üzerinden önümüzdeki 15-20 yıllık süreçte Çin’in toplam doğal gaz
ithalatının üçte birini gerçekleştirebileceği söylenebilir.
Bunun dışında Çin, Güney Çin’den Myanmar’a uzanan iki hat sayesinde Myan-
mar ile petrol ve doğal gaz ithalat anlaşması imzalamıştır. Bu hattın da Çin’in gele-

10 John Seaman, “Energy Security, Transnational Pipelines and China’s Role in Asia”, French
Institute of International Relations, 2010, s. 24.
Murat Yorulmaz 295

cek 15-20 yıllık süreç içerisinde doğal gaz ithalatının %6’sını karşılayabileceği söy-
lenebilir. Bu bağlamda bahse konu boru hatları sayesinde Çin’in doğal gaz ithalatının
gelecek yıllarda yaklaşık %51 oranında garanti altına alındığı öngörülebilmektedir.
Öte yandan Çin ile Rusya arasındaki ilişkiler dikkate alındığında Çin ile Rusya
arasında halen mevcut bir boru hattı bulunmamaktadır. Doğal gaz ithalatı açısından
Çin’in Rusya ile ilişkilerinde en önemli bağı sıvılaştırılmış doğal gaz (Liquefied
Natural Gas - LNG) oluşturmaktadır. Ancak gemilerle nakliyatı gerçekleştirilen
LNG de Çin’in doğal gaz ithalatının %1’lik kısmını karşılamaktadır. Çin’in LNG
ithalatı, ülke içindeki tüketimin altı yıllık süreçte (2000-2006) 1 milyon m3’ten 20
milyon m3’e yükselmesine paralel olarak 2006 yılında başlamıştır.11 Ekonomik
açıdan bakıldığında Çin’in boru hatları ile Orta Asya’dan doğal gaz ithal etmesi,
LNG’nin gemilerle nakliyatının gerçekleştirilmesine oranla daha pahalıya mal ol-
makta ve bu durum da Çin’in her geçen gün LNG ithalatını arttırmaktadır. Çin’in
mevcut ve planlanan doğal gaz boru hatları ve LNG terminalleri aşağıdaki haritada
gösterilmektedir.

Harita 1:
Çin’in Mevcut ve Planlanan Doğal Gaz Hatları ile LNG Terminalleri

Kaynak:www.tradingeconomics.com

11 Sara O’Haraand Hongyi Lai, “China’s ‘Dash for Gas’: Challeneges and Potential Impacts on
Global Markets”, Eurasian Geography, 52 (4), 2011, s. 515.
296 Enerji Diplomasisi

İstatistiksel açıdan karşılaştırma yapıldığında bugün Çin’in LNG talebinin


tehlikeli bir boyuta yükselmediğini, ithalatın durağan olduğu ve talebin özellikle
Avusturalya, Endonezya ve Malezya tarafından karşılandığı ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan konu doğal gaz ithalatına gelecek olursa Çin’in bu hususta tedarikçi
ülkelerle kısa dönemli anlaşmalardan ziyade uzun dönemli anlaşmaları tercih ettiği
mevcut doğal gaz anlaşmalarından anlaşılmaktadır. Çin’in bu yaklaşımının temel
sebebi ise arz güvenliğini sağlamaktır. Bu bağlamda enerji arz güvenliğinin Çin’in
enerji politikası içerisinde önemli bir yer tuttuğunu söylemek mümkündür.
Kömür madenlerinden kaya ve metan gazları gibi geleneksel olmayan gazların
üretiminin giderek yaygınlaşması enerji arz güvenliğinin artmasına yol açmaktadır.
Çin de bu hususta sahip olduğu önemli rezervlerini yabancı enerji şirketlerine yap-
tığı anlaşmalarla açmakta ve bu sayede talebi karşıladığı gibi aynı zamanda enerji
arz güvenliğini de sağlamaya çalışmaktadır. Çin, sınırları dışında da enerji arzının
güvence altına alınmasına yönelik ABD, Kanada ve Avusturalya gibi ülkelerle ortak
projelere de imza atmaktadır.
Sonuç olarak Çin’in mevcut doğal gaz hatları üzerinden talebi karşılama ko-
nusunda bugün için önemli bir sıkıntı yaşamadığı görülse de artan tüketimin ve
Orta Asya ülkeleri ile olan inişli çıkışlı ilişki grafiğinin Çin’in gelecekte doğal gaz
arz güvenliğini olumsuz etkileyeceği açıkça görülmektedir.

2.4. Çin’in Petrol Arz Güvenliği


Çin, petrol arz güvenliğinin Çin dışındaki rekabet ya da çatışmalardan etki-
lenme düzeyinin yüksek olduğunu ve bu durumun da kendi arz güvenliği açısından
bir tehdit oluşturduğunu iddia etmektedir. IEA’nın verilerine göre Çin 2013 yılında
dünyanın en büyük petrol ithalatçısı iken giderek artan tüketim sonucunda Çin’in
önümüzdeki yirmi yıl içerisinde ithalatta zirveye kalıcı olarak oturacağı ifade edil-
mektedir.12
Çin’in mevcut petrol ithalat oranı bir güvenlik riski oluşturmaktadır. Çin
toplam petrol ithalatının %80’i genişliği 3 km’den az olan Malakka Boğazı’ndan
gerçekleştirilmektedir. ABD bu deniz nakliyat sahasında güvenliği sağlamak adına
fazla sayıda donanma bulundurmaktadır. Bu durum Çin tarafından gerçek bir gü-
venlik tehdidi olarak algılansa da Çin gemileri ABD’nin sağlamış olduğu bu güven-
lik şemsiyesi altında güvenle seyahat etmektedirler. Ancak ABD-Çin arasında olası

12 Erica S. Downs, “Money Talks: China-Russia Energy Relations after Xi Jinping’s Visit to
Moscow”, http:// www.brookings.edu/blogs/up-front/posts/2013/04/01-china-russia-ener-
gy-relations-downs (Erişim 18.12.2014)
Murat Yorulmaz 297

bir anlaşmazlık durumunda ABD donanmalarının Çin’in petrol ithalatını engelleme


olasılığı da Çin tarafından bir tehdit olarak yorumlanmaktadır.13
Çin, petrol ithalatının hemen hemen yarısını Orta Doğu’dan gerçekleştirmek-
tedir. Bu yaklaşık %50’lik oran, Çin’in gelecek yıllardaki arzını güvence altına al-
mak için Irak’la yaptığı ön anlaşmalar sayesinde büyük olasılıkla düşmeyecektir.
Bu petrolün çoğu da korsanların sık sık uğradığı Hürmüz Boğazı’ndan geçmek zo-
runda kalacaktır. Öte yandan Hürmüz Boğazını çevreleyen ülkelerdeki istikrarsız
rejimlerin varlığı da diğer bir tehdit unsurunu ortaya çıkarmaktadır. Bu yüzden de
Çin, deniz kuvvetlerine ait gemilerini kendi karasularının dışındaki uluslararası su-
lara korsan faaliyetlerine karşı mücadele için göndermektedir. Bu bağlamda Çin’in
bu davranışı, küresel ölçekte askeri varlığının tanınma arzusu ve kendisini çevrele-
yen uluslararası sularda güvenliği adına önlem olarak yorumlanabilir.
Petrol ithalatının önemli bir kısmını Orta Doğu’dan gerçekleştiren Çin, önemli
bir üretici konumundaki İran’ın uluslararası siyasetteki durumundan ve İran’a karşı
uygulanan yaptırımlardan faydalanmakta ve bu devlet ile politik ve ticari ilişkilerde
bulunmamaktadır. Ancak İran’a yönelik yaptırımların Batı ile olası bir entegrasyon
sürecinde ortadan kalkması ya da P5+1 ülkeleri (BMGK’nın beş daimi üyesiyle
Almanya’dan oluşan altılı) arasında devam eden nükleer müzakerelerde ana konu-
larda anlaşmaya varılmasının ardından yaptırımların tamamen ya da kısmi olarak
kaldırılması durumunda Çin bu pragmatist yaklaşımı ile ithalat ve arz güvenliği ko-
nusunda önemli bir problemle karşı karşıya kalabilir. Batı ile İran arasındaki ilişki-
lerde olumlu bir gelişmenin aynı zamanda Batı’nın Orta Asya’daki petrol ve doğal
gaz rezervlerine ulaşmasına artı bir değer katacağı düşünülürse böyle bir durumda
Çin’in yine tedarik ve arz güvenliği açısından problem yaşayabileceği söylenebilir.
Çin’in artan tüketimi doğrultusunda petrol ithalatının büyük bir kısmını Ma-
lakka Boğazı’ndan ve bu boğaz çevresindeki istikrarsız hükümetlerin yer aldığı ül-
kelerden gerçekleştirmesi Çin’in enerji arz güvenliğine ilişkin en önemli problem
olarak ortaya çıkmaktadır. Bilimsel araştırmalar gelecekte petrol rezervlerinin en
yüksek olacağı bölge olarak Orta Doğu’nun önemini koruyacağını belirtmektedir-
ler. Bu bağlamda Çin’in enerji güvenliği ve arz sorununa çözüm bulma açısından
mevcut tedarik kanallarını politik, ekonomik ve ticari açılardan gözden geçirip ye-
nilemesi, alternatif tedarikçiler ile boru hatları oluşturması ve ülke içinde alternatif
enerji kaynaklarının kullanılmasını desteklemesi gerektiği söylenebilir.
Çin günümüzde uluslararası iki petrol boru hattına sahiptir. Bunlardan ilki
Orta Doğu dışında ikinci büyük petrol rezervine sahip Rusya ile bağlantı kuran

13 Bo Kong, “Governing China’s Energyin the Context of Global Governance”, Global Policy,-
Vol. 2 (1), Special Issue, September 2011, s. 53.
298 Enerji Diplomasisi

boru hattıdır. Boru hattının yapımına Çin’in 25 milyar dolarlık katkısı ile 2009’da
başlanmış ve boru hattı üzerinden ilk sevkiyat 2011 yılında başlamıştır. Taraflar
arasında yapılan anlaşma gereği Çin’in 25 milyarlık kredisine karşılık olarak boru
hattı üzerinden Rusya Çin’e yıllık 15 milyon ton olmak kaydıyla yirmi yıl petrol
tedarik edecektir. Ancak birçok Çinli uzman Rusya’nın bu kapasiteye sahip olup
olmadığı konusunda ve Avrupa’nın petrole Çin’den daha fazla ödemesi hususunda
doğabilecek sorunlara ilişkin endişelerini sık sık dile getirmektedir.14
Çin’in uluslararası ikinci petrol boru hattı ise Kazakistan ile bağlantı kuran boru
hattıdır. Kazak kaynaklarına göre Çin, Kazakistan’daki petrol üretiminin %40’ını it-
hal etmektedir. Boru hattı petrol tedarikine 2006’da başlamış ve 2011 yılında günlük
400.000 varil kapasiteye ulaşmıştır.15 Myanmar ile olan yeni petrol boru hattının
yapımı ise 2013 yılında tamamlanmış ve bu boru hattının gelecek yıllarda Çin’in
petrol ithalatının ortalama %3,5’unu karşılayabileceği ifade edilmektedir.
Çin’in komşu ülkelerden petrol ithalatının şuan ki veriler ışığında gelecek 15-
20 yıl içerisinde Çin’in tahmini petrol ithalatının %10’unu karşılayabileceği öngö-
rülmektedir. (Bkz. Tablo 2) Bu oran 2006-2010 yılları arasında %20 iken giderek
düşmektedir. Temel sebep ise araç sayısındaki artış ve petrolün kullanım alanının
genişlemesi doğrultusunda tüketimin giderek artmasıdır.

Tablo 2:
Çin’in Mevcut Petrol Boru Hatları

2030 Petrol İthalatına


Ülke Yıl Milyon Varil/Günlük
Katkısı (%)
Kazakistan 2011 0,40 3,5
Rusya 2013 0,25-0,31 2-2,5
Myanmar 2013 0,40 3,5
Toplam - 1,1 9-10

Kaynak: Uluslararası Enerji Ajansı

Çin ve komşu ülkeleri arasındaki sularda yer alan yüksek kapasiteli ve karlı
doğal gaz ve petrol rezervleri, doğal gaz ile petrol arzına ilişkin en önemli güvenlik

14 Linda Jakobson, Paul Holtom, Dean Knox ve JingchaoPeng, “China’s Energy and Security
Relations with Russia”, Stockholm International Peace Research Institute – Policy Paper, 29
Ekim 2011, s. 34.
15 John Seaman, a.g.e., s. 23.
Murat Yorulmaz 299

riskini oluşturmaktadır. Bu hususta ilgili komşu devletler ile Çin arasındaki reka-
betin ve bölgesel sorunların mevcut riske ivme kazandırabileceği söylenebilir. Bu
yüzden doğal gaz arz güvenliğinde olduğu gibi Çin’in petrol arz güvenliğine ilişkin
de acil önlemler alması ve alternatif boru hatları için gerekli adımları atması gerek-
mektedir.

3. Çin’in Jeopolitik Olarak Çatışma Potansiyeli ve Bölgesel Çatışmanın


Engellenmesi
Çin’in yükselen kömür, doğal gaz ve özellikle de petrol ithalatı, Çin’in enerji
ihraç eden ülkelerle olan diplomatik ve ticari ilişkileri kuvvetlendirmektedir. Bu
bağlamda Rusya’nın büyük ölçekli doğal gaz ve petrol rezervleri Çin açısından
anahtar rolü oynamaktadır. Ancak her iki ülkenin karşılıklı olarak duydukları gü-
vensizliği dile getirmeleri ve Çin’in Rusya’nın Avrupa’ya, Japonya’ya ve Güney
Kore’ye yüksek fiyatlı doğal gaz satmayı tercih ederek pazarı olumsuz etkilediğini
ifade etmesi özellikle Çin’in bölgesel olarak enerji arz güvenliğine ilişkin istikra-
rı yakalamasını zorlaştırmaktadır. Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) bölgede bu an-
lamda mevcut sorunların çözüm mercii olarak görülmektedir. ŞİÖ, üyeler olarak
Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan arasındaki güvenlik
temelli sorunlara odaklanmaktadır. ŞİÖ aynı zamanda bölgedeki en büyük ener-
ji üreticilerini bir araya getiren forum niteliği de taşımaktadır. Bu sayede bölge
içerisinde rekabet halindeki ülkelerin ortak yatırımlara girmesi ve bu ortaklıklar
ile de öncelikle ülkelerin sonra da bölgenin enerji güvenliğinin sağlanmasına ışık
tutulmaktadır.
ŞİÖ, bölgesel güvenliğe dönük misyonunun dışında çevre ülkeler ile olan
ilişkilerin güçlendirilerek bu ülkelerin dikkatlerinin Hazar Havzası’na çekilmesine
önem vermektedir. Çevre ülkelerin enerji taleplerinin karşılanması hususunda tek
alternatifin Körfez devletleri olmadığını ortaya koymak önemli amaçlar arasında
yer almaktadır. Bu sayede ŞİÖ’nün enerji pazarında rekabeti arttırarak üye devlet-
lerin enerji güvenliğine ve arz sorununa çözüm aradığı söylenebilir.
Çin aynı zamanda bölgesel istikrar ve Sincan Uygur Özerk Bölgesindeki ça-
tışmaları engelleme adına da ŞİÖ’den destek alabilir. Hali hazırda Çin, kendi içeri-
sindeki ayrılıkçı grupların çevre ülkelerle işbirliği yapmasını engellemek adına mü-
cadele etmektedir. Bu noktada Çin’in ŞİÖ ile ortak mücadelesinin hem içeride hem
de dışarıda Çin’e istikrar getirebileceğini ve bu istikrarın da dolaylı olarak enerji
güvenliğine ve arz sorununa olumlu katkı sağlayacağını söylemek mümkündür.
300 Enerji Diplomasisi

Sonuç
Çin’in hızla gelişen ekonomisi ve artan enerji tüketimi kendisini kömür, doğal
gaz ve petrol ithalatına bağımlı kılmaktadır. Önümüzdeki yıllarda Çin’in tükettiği
kömürün sadece az bir oranı ithal edilecek ve bu durumda Çin’e kritik bir enerji
güvenliği problemi oluşturmayacaktır. Ancak doğal gaz ve petrol ithalatı için aynı
şeyleri söylemek mümkün değildir.
Çin’in bugünkü enerji tüketim hızı dikkate alındığında 15-20 yıllık süre içeri-
sinde Çin küresel doğal gaz tüketiminin ¼’ine sahip olacaktır. Ancak Çin enerji arzı
konusunda sahip olduğu üç önemli boru hattı ile gelecek 15-20 yıllık süre içerisinde
ithalat talebinin karşılanmasında herhangi bir sorun yaşamayacak gibi görünse de
alternatif tedarikçiler ile tedarik hatları bulunmazsa, alternatif enerji kaynakları ya-
ratılmaz ve bu kaynakların kullanımı yaygınlaştırılmazsa, bölgesel istikrar ve çevre
ülkelerle ilişkiler adına içeride ve dışarıda aktif politikalar üretilmez ve işbirliği
ağları genişletilmezse bu durumun ters bir ivme kazanma olasılığı çok yüksektir. Bu
bağlamda Çin’in öncelikle dışa olan bağımlılığını azaltma yoluna giderek elindeki
mevcut potansiyel kaynakları kazanıma çevirmesi gerekmektedir. Bilindiği üzere
Çin’in kömür rezervleri oldukça yüksek ve Çin bu rezervlerin yer aldığı madenler-
den yüksek oranda kaya ve metan gazı elde etme şansına sahiptir. Bu gerçekleştiği
takdirde Çin özellikle doğal gaz ithalatı konusunda Rusya’ya ve Orta Asya ülkele-
rine olan bağımlılığını azaltabilir.
Kalkınma planlarında fosil yakıtların kullanımındaki artışın azalacağı belirtil-
se de Çin 2013 yılında dünyanın en fazla petrol ithal eden birinci ülkesi olmuştur.
Mevcut tüketim verileri dikkate alındığında Çin önümüzdeki 15-20 yıllık süreçte
dünya petrol tüketiminin yarısına sahip olacaktır.
Çin’in hızla gelişen ekonomisi karşısında artan enerji talebine ve bu talebin
zaman içerisinde bir enerji güvenliği ve arz sorunu doğurabileceği düşüncesinden
hareketle yukarıda belirtildiği şekilde alternatif çözümler bulmadığı takdirde ekono-
mik gelişimini sürdürmek adına dışa olan bağımlılığı giderek artacaktır. Bu bağım-
lılık bugün itibariyle kendisine yeterli cevap bulabilse de Çin’in çevre ülkeler ile is-
tikrarsız ilişkileri, enerji tüketen konumda olması, dar pazar seçimi, alternatif enerji
kaynaklarına gereken önemin verilmemesi ve uygulamaların yetersizliği, alternatif
boru hatlarının oluşturulmaması, uluslararası enerji pazarlarındaki sert rekabet ve
büyük güçlerin Güney ve Doğu Çin Denizi’ne dönüş hedefleri dikkate alındığın-
da önümüzdeki 15-20 yıllık süreçte Çin’in enerji güvenliği ve arzına ilişkin ciddi
problemlerle karşılaşacağını söylemek mümkündür. Sonuç olarak Çin’in küresel
gücünün sürekliliğini sağlayacak, enerji güvenliği ve arz sorununa çözüm bulacak
anahtar rol sahip olduğu ekonomik büyüklük ve ‘yumuşak güç’ politikalarıyla hâki-
Murat Yorulmaz 301

miyet alanını genişletmesinden ziyade güvenlik sorunsalını halletme biçimi, sadece


dış politikada değil iç politikada da insani ve barışçıl politikalar izleme, kendi ener-
ji kaynaklarını işletme ve depolama, alternatif enerji kaynaklarının yaratılması ve
kullanımının yaygınlaştırılması, ekonomik gelişimin yanında kentsel dönüşümün
ve tüketim bilincinin arttırılması, bölgesel güvenliğin tesisinde aktif rol oynama
ve sorumluluk alma, büyümenin getirdiği riskliliği verimlilik sağlayarak minimize
edebilmesi ve makro ekonomik iç dengesizlikleri çözümleme yeteneğinde gizlidir.

Kaynakça
Azer, Özlem Arzu: “Çin’in Enerji Güvenliği Bağlamında Kafkasya ve Orta Asya Politikası”,
International Conference On Eurasian Economies 2012, Alma-Ata/Kazakistan, 2012.
Bambawale, Malavika Jainand Benjamin K. Sowacool, “China’s energy security: The perspe-
ctive of users”, Applied Energy, 88, 2011, s. 1949–1956.
Chester, Lynne, “Conceptualising energy security and making explicit its polysemic nature”,
Energy Policy, 38 (2), 2010, s. 887–895.
Downs, Erica S., “Money Talks: China-Russia Energy Relations after Xi Jinping’s Visit to
Moscow”, http://www.brookings.edu/blogs/up-front/posts/2013/04/01-china-russia-e-
nergy-relations-downs (Erişim 18.12.2014).
Dünya Ticaret Örgütü: https://www.wto.org/english/res_e/booksp_e/wtr14-2b_e.pdf (Erişim
04.12.2014).
Friedman, George: Gelecek 100 Yıl: 21.Yüzyıl İçin Öngörüler, İstanbul, Pegasus Yayıncılık,
2009, 1.Baskı.
Jakobson, Linda, Paul Holtom, Dean Knox ve Jingchao Peng, “China’s Energy and Security
Relations with Russia”, Stockholm International Peace Research Institute – PolicyPa-
per, 29 Ekim 2011.
Kong, Bo, “Governing China’s Energy in the Context of Global Governance”, Global Policy,
Vol. 2 (1), Special Issue, September 2011.
Li, Wang, “Chinese Defense Concept and Its Strategy Since 1979”, Security and Defense
Perspectives Beyond 2010, Sait Yılmaz (Ed.), İstanbul, İsis Yayıncılık, 2010.
O’Hara, Sara and Hongyi Lai, “China’s ‘Dash for Gas’: Challeneges and Potential Impacts on
Global Markets”, Eurasian Geography, 52 (4), 2011.
Seaman, John, “Energy Security, Transnational Pipelines and China’s Role in Asia”, French
Institute of International Relations, 2010.
Singh, Mandip, “China’s Strategic Petroleum Reserves: A Reality Check”, Institute for Defen-
se Studies and Analyses, IDSA Issue Briefs (21/05/2012), http://www.idsa.in/issuebrief/
Chinas Strategic Petroleum Reserves_MandipSingh_210512 (Erişim 19.12.2014).
Yergin, Daniel, The Quest; Energy, Security, and the Remaking of the Modern World,
Penguin Press, New York, 2011.
302 Enerji Diplomasisi
Volkan Tatar / Gözde Şadan 303

ARTAN PETROL İHTİYACININ ÇİN DIŞ


POLİTİKASINA ETKİSİ

Volkan TATAR*, Gözde ŞADAN**

1. Gelişen Çin Sanayi ve Ekonomisi


Asya’nın doğusunda bulunan ve yaklaşık 9.6 milyon km2 gibi geniş bir alana
sahip Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC), yaklaşık 1 Milyar 400 Milyon nüfusu barın-
dırmaktadır1. Dünya’nın en kalabalık devleti olan ÇHC aynı zamanda en geniş 2.
Devletidir. Nüfus ve yüzölçümü bakımından bu büyük ülke, 30’dan fazla farklı
kategoride, eyalet, özerk bölge ve özel özerk bölge gibi, yönetsel birim tarafından
yönetilmektedir2.
ÇHC’de, nüfus dağılımına bakılırsa %47.7 ise 25-54 yaşları arasında, % 72
den fazlası ise 15-64 yaş aralığındadır3. Bu rakam bize ÇHC nüfusunun yarıya ya-
kın gibi oldukça büyük bir oranının, gençlerden ve orta yaşlılardan oluştuğunu gös-
termektedir4. İstatistiğin önemi bir ülkede eğer genç ve orta yaş nüfusunun fazlalığı,
harcama kapasitesinin artması demektir. İleri yaş gurubunun harcamaları sağlık ve
temel gider kalemleri üzerinde yoğunlaşırken, genç ve orta nüfusun tercihleri daha
yeni üretilene yönelik ve ekonomik değeri yüksek olmaktadır. ÇHC’nin toplam
nüfusunun %50.6’sı, yani yarıdan daha fazlası şehirlerde yaşamaktadır ki, bu da
oldukça önemlidir. Daha önceki istatistiklerde kırsal nüfusu yüksek olan ÇHC’nin

* Yrd. Doç. Dr.; İstanbul Arel Üniversitesi, İİBF Öğretim Üyesi ve Dekan Yardımcısı.
** Arel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yüksek Lisans
Öğrencisi
1 http://worldpopulationreview.com/countries/china-population/
2 Susan V. Lawrence Specialist in Asian Affairsand Michael F. Martin Specialist in Asian Affairs
“Understanding China’s Political System”, Specialist in Asian Affairs 20, 2013 Congressional-
researchservices, http://fas.org/sgp/crs/row/R41007.pdf.
3 Age dependencyratio - old (% of working-agepopulation) in Chinahttp://www.tradingecono-
mics.com/china/age-dependency-ratio-old-percent-of-working-age-population-wb-data.html.
4 Nüfus durumu,http://turkish.cri.cn/chinaabc/chapter1/chapter10401.htm.
304 Enerji Diplomasisi

özellikle 1990’ların ikinci yarısından sonra gittikçe yükselen oranda şehirleştiği gö-
rülmektedir5. Buradan hareketle ÇHC’de sanayileşmenin artması ve şehirlerde iş
imkânlarının kırsalın önüne geçtiği tespitinde bulunulabilir. Şehirde maddi anlamda
kazancın gittikçe artması ve sanayileşme, daha fazla nüfusu şehirlere çekecektir.
Şehir nüfusunun artarak çoğalması ve şehirlerde kurulacak aileler ise alışverişi de
o oranda yükseltecektir6.
Yaptığı ekonomik atılımlarla kendisinden bahsedilen ÇHC, 2013 verileri
dikkate alındığında Gayri Safi Yurtiçi Hasıla anlamında dünyanın ikinci en büyük
ekonomisidir7. 2012 yılında 6.193 dolar olankişi başına düşen Gayri Safi Yurtiçi
Hasıla (GSYH), günümüzde 8.154 Amerikan Dolar’ı seviyesine ulaşmıştır8. Kısa
dönemlerde yüksek seviyelerde gerçekleşen ekonomik anlamda büyümenin bir di-
ğer göstergesidir.
Dış Ticaret göstergeleri incelendiğinde, neredeyse istikrara kavuşmuş yük-
sek oranlı bir büyüme yine ÇHC ekonomisi üzerinde rahatlıkla söylenebilir9.
Bunun yanında ithalat-ihracat dengesi, sürekli pozitiftir. Şekil 1 incelendiğinde,
ÇHC’nin 2010-2012 yılları arasında ithalat ve ihracatının arttığı görülecektir. Bu
da ÇHC’nin ekonomik olarak güçlendiği ve zenginliğinin sürekli arttığı anlamında
gelmektedir.

Yıl İhracat İthalat Denge Hacim

2010 1.578 1.396 182 2.974


2011 1.898 1.743 155 3.642
2012 2.049 1.818 231 3.867

Şekil 1:
Dış Ticaret Göstergeleri10

5 http://www.tradingeconomics.com/china/rural-population-percent-of-total-population-wb-da-
ta.html.
6 Çin Halk Cumhuriyeti ülke raporu, TETSİAD, Aralık 2013http://www.tetsiad.org/files/down-
loads/bilgi_bankasi/ulke_raporlari/CinUlkeRaporu.pdf
7 Gayri Safi Yurtiçi Hasıla Tablosu, Dünya Bankası, http://data.worldbank.org/indicator/
NY.GDP.MKTP.CD.
8 Devletlerin Kişi Başına Gelir Tablosu, The World Bank, http://data.worldbank.org/indicator/
NY.GDP.PCAP.CD.
9 China’s GDP, http://www.tradingeconomics.com/china/gdp-per-capita-ppp.
10 TETSİAD, a.g.e.,s. 4, http://www.tetsiad.org/files/downloads/bilgi_bankasi/ulke_raporlari/

CinUlkeRaporu.pdf
Volkan Tatar / Gözde Şadan 305

2012’den sonra da bu ivme değişmemiş, artarak sürmüştür. 2013’te ihraca-


tı bir önceki yıla göre %7.9 oranında artarak 2.21 trilyon dolara ulaştığı, bunun
yanında ithalatının ise %7.3 artarak 1.95 trilyon dolara ulaştığı görülmektedir11.
Dış ticaret dengesinde gerçekleşen bu oran, olumlu anlamda ÇHC ekonomisi ve
halkı üzerinde kendisini gösterecektir. Ayrıca 2014 % 7.6 ve tahmini olarak 2015’te
ise % 7.5 oranında büyüme beklenmektedir12. Önemli bir diğer ekonomik gösterge
ise, son onyıl boyunca ekonomik anlamda büyüme ve artan oranda gelişen sanayi-
nin, ÇHC’nin kişi başına gelirine olumlu yansımasıdır. Özellikle kişi başına geliri
2005’lere kadar birkaç kriz dönemi hariç sürekli artmıştır. Şekil 2’de görüldüğü gibi
2005’lerde 2000 Dolar’ın altında olan ÇHC de kişi başına düşen milli gelir, gittikçe
yükselen bir grafik göstermiş ve 1990’ların ikinci yarısından sonra çok yüksek bir
trend yakalamıştır13.

Şekil 2:
ÇHC Kişi Başına Gelir Tablosu 2005-201514

2010 sonrası ise ekonominin ve kişi başına düşen milli gelir anlamında büyü-
menin yavaşlamadığını, aksine hızlandığını rahatlıkla söylenebilir. Ayrıca büyüme
anlamında istikrar sağlanmış ve dış yatırımların ülkeye çekilmesi, devletin ekono-

11 TETSİAD, a.g.e. s.4 ttp://www.tetsiad.org/files/downloads/bilgi_bankasi/ulke_raporlari/Ci-


nUlkeRaporu.pdf
12 ChinaEconomic Update, June 2014,http://www.worldbank.org/en/country/china/publication/

china-economic-update-june-2014.
13 http://data.worldbank.org/indicator/NY.GNP.PCAP.CD/countries/CN?display=graph

14 TETSİAD, a.g.e.., s. 4, http://www.tetsiad.org/files/downloads/bilgi_bankasi/ulke_raporlari/

CinUlkeRaporu.pdf
306 Enerji Diplomasisi

mik anlamda işini kolaylaştırmıştır15. Şekil 3 özellikle 2005 sonrasında gerçekleşen


artışın bir göstergesidir. ÇHC ekonomisi, dünyada önde olan fakat durağanlaşan
ekonomilerin aksine, hızlı bir ivme içerisindedir16.

Şekil 3:
Kişi Başına Düşen Gayri Safi Yurtiçi Hasıla17

Bu ekonomik göstergeler ve ilerleme, ÇHC’nin gerek bölgesinde gerekse glo-


bal ekonomik sistemde gün geçtikçe daha iyi konuma geldiğini ve yakın gelecekte
daha da etkin duruma geleceğini dikkate sunmaktadır. Bu etkinliğin dış politikaya
yansıması, diğer bir anlatımla halihazırda sahip olduğu, nüfus büyüklüğü, yüz öl-
çümü genişliği, nükleer silah ve orduya ilave olarak, ekonomik büyüklük ÇHC dış
politikasında farklılıklara neden olabilecektir.

2. Çin’in Artan Enerji ve Petrol İhtiyacı


İster sanayileşmiş olsun, ister tarım alanında gelişmiş bir devlet olsun enerji
bir ihtiyaçtır. Bununla birlikte günümüzde eğer sanayiniz güçlü ve gelişmiş/geliş-
mekte olan bir devletseniz petrol vazgeçilme girdiniz durumundadır. Devletlerin
vazgeçemediği ve ikamesinin tam anlamıyla bulunamadığı bir ürün olan petrol,
birçok çatışmanın da temel sebebi olmuştur. Kullanım alanının genişliği ve bazı

15 Çin’in İlk “Beyaz Kitabı”. TUSİAD, 2012, s. 1.http://www.tusiad.org.tr/__rsc/shared/file/Cin-


Beyaz Kitap Bilgi Notu-11012012.pdf
16 Devletlerin Kişi Başına Gelir Tablosu, The World Bank, http://data.worldbank.org/indicator/

NY.GDP.PCAP.CD
17 http://data.worldbank.org/
Volkan Tatar / Gözde Şadan 307

bölgeler haricinde ulaşmanın ya imkansız ya da çok zor olduğu petrol, maliyeti git-
tikçe artan bir üründür. Şekil 5’deki kullanım alanına bakıldığında özellikle ulaşım
ve sanayi çok büyük bir oranı oluşturmaktadır.

Şekil 5:
Petrolün Kullanım Alanları18

Bu noktada özellikle sanayisi ve buna yakın olarak taşıt pazarı gelişen bir
ülkenin, petrol ihtiyacının da artacağı rahatlıkla söylenebilir. Sanayileşmenin so-
nucunda hem ürün hem de taşımacılığın artması, ÇHC’nin petrole olan ihtiyacı ve
ticaretinin artacağı gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Şekil 6 incelendiğinde, gerek
ticari gerekse kişisel taşıt ÇHC’de büyüyen bir sektördür. Her yıl daha fazla taşıt,
üretilmekte, satılmakta ve ithal edilmektedir. ABD’den sonra en fazla araç sayısına
sahip ÇHC’de araba artışı, milyonlarla ve rekorlarla birçok haberde kendine yer
bulmaktadır19. Uluslararası Motorlu Taşıt Üreticileri Örgütü’nün (OICO) verileri
incelendiğinde ÇHC’nin Almanya ve Japonya ile en büyük üreticiler konumunda
olduğu görülmektedir20. Hatta Japonya ve ABD’nin üretiminin ÇHC üretimi gibi
yüksek oranlarda artmadığı da bir diğer veridir21.

18 http://www.xroilprice.com/Uses_For_Oil.html
19 http://www.milliyet.com.tr/otomobil-sayisi-1-milyara-ulasti/ekonomi/ekonomide-
tay/26.08.2011/1431425/default.htm.
20 http://www.oica.net/category/production-statistics/

21 Mehmet Dinç, Türkiye’de Otomobil Kasa Tipi Ve Yakıt Tercihini Etkileyen Faktörlerin belir-

lenmesi (Tez), Tokat, Gaziosmanpaşa Üniversitesi, 2012 http://193.140.180.119/tez/T01284.


pdf
308 Enerji Diplomasisi

Şekil 6: 22

Ülke içerisindeki ithal kalemine bakıldığında ise, otomobil, ÇHC’nin itha-


latında 6 sıradadır23. Otomobil gibi, tüm taşıt sektör ve sanayideki yüksek artış,
ÇHC ekonomisinde petrolü ithal kaleminde ilk sıraya koymuştur24. 2010 yılın-
da ÇHC’nin 135.300 milyon ABD Doları tutarında ham petrol ithalatı, 2012’de
220.794 milyon ABD doları seviyesindedir25. Bu artışın her geçen gün daha da
arttığını veriler bize göstermektedir. Özellikle ülkenin petrol ihtiyaç ve üretimini
gösteren Şekil 7 incelendiğinde, ihtiyacın süratli bir şekilde arttığı ve üretimin ise
bu artışın yakınından bile geçmediğini söyleyebiliriz. ÇHC’de16.4 milyon varil re-
zervi depolamayı amaçlayan ve yakın zamanda tamamlanan projenin altında yatan
da bu sıkıntıdır26. Bu kadarla da yetinmeyen ÇHC Devlet Konseyi 2014-2020 enerji
kalkınma stratejisi eylem planına göre, Çin Hükümeti’nin petrol rezervi projesi ça-
lışmalarının ikinci ve üçüncü aşamalarının da planlandığını,böylece rezervin daha
da genişletileceğini açıklamaktadır.

22 http://www.statista.com/statistics/233743/vehicle-sales-in-china/
23 TETSİAD, a.e., http://www.tetsiad.org/files/downloads/bilgi_bankasi/ulke_raporlari/CinUl-
keRaporu.pdf s.7
24 TETSİAD, a.ehttp://www.tetsiad.org/files/downloads/bilgi_bankasi/ulke_raporlari/CinUlke-

Raporu.pdf s.7
25 TETSİAD, a.ehttp://www.tetsiad.org/files/downloads/bilgi_bankasi/ulke_raporlari/CinUlke-

Raporu.pdf s.7.
26 http://www.milliyet.com.tr/cin-ilk-buyuk-petrol-rezervi/ekonomi/detay/1972356/default.htm.
Volkan Tatar / Gözde Şadan 309

Şekil 7:
CHC’nin Petrol Üretimi ve Tüketimi, 1993-2016

Ayrıca petrol ithalatı anlamında, Dünya sıralamasındaki yeri de oldukça


önemlidir. Şekil 8’de net olarak belirtildiği gibi, ABD’nin de farkla önünde petrol
ithalatçısı konumunda yer alan ÇHC, birçok gelişmiş ülkenin ithal ettiği petrolün
toplamından daha fazla petrol ithal etmektedir. Burada ÇHC’nin ABD gibi petrol
kaynaklarına sahip olmadığı dikkatten kaçmamalıdır. Fakat yine de oldukça yüksek
oranlarda petrol ithal etmektedir.
310 Enerji Diplomasisi

Şekil 8:
10 Petrol İthalatçısı Ülke

3. Dış Politika Öncelikleri ve Değişen Çin Dış Politikası


Uzun yıllar kendi kültürünü diğer kültürlerden üstünde gören Çin, tüccar sını-
fını toplum içerisinde kar peşinde koşan, bir şey üretmeyen asalaklar olarak gören
bir anlayışa sahipti27. Bu sebeple, Kanton limanının kısıtlı bir şekilde ticarete açıl-
dığını bir kenara konulursa, 1800’lere kadar dünya ticaretinden kopuk olduğu söy-
lenebilir28. 1839-1842 Afyon Savaşlarıyla, silahlar ve diplomatların etkisiyle, Çin
Limanları Batılılara açılmıştır29. Sonrasında, bu verimli topraklar ve pazar birçok
savaş ve işgal yaşamıştır. Dış politikada nispeten istikrarın sağlanması için II.Dün-
ya Savaşı sonrasını beklemek gerekirken, ardından SSCB ile tırmanan gerilim, ko-
münizminde ÇHC’ye mutluluk getirmediğini göstermiştir. Soğuk savaş döneminde
rejim olarak SSCB’ye yakın, politik olarak ise uzak duran ÇHC, oldukça farklı bir
konumla bu süreci atlatmıştır.
Soğuk savaşında sona ermesinin ardından ÇHC’nin de içlerinde bulunduğu
özellikle etkin devletler, kendilerini birçoğu geçici olmakla beraber, oldukça komp-

27 Oral Sander, Siyasi Tarih, İlkçağlardan 1918’e, Ankara, İmge Kitapevi, 21. Baskı, Sander
s.271.
28 Sander a.g.e., s.271-272.

29 Sander a.g.e., s.271-272.


Volkan Tatar / Gözde Şadan 311

like sorunlarla karşı karşıya bulmuşlardır30. Mikro milliyetçilik, bölgesel çatışmalar,


bölünen ülkelerdeki nükleer silahların geleceği ve ekonomik krizler bu sorunlara sa-
dece birer örnektir. Büyük komşusu olan SSCB ortadan kalkmış, yeni devlet Rusya
ise Soğuk Savaştaki gücünden ve prestijinden uzak konumdadır. ÇHC ise bu yılları
avantaja çevirmeyi başarmış, her geçen gün Uluslararası siyasal sistemde ağırlığını,
daha da hissettirmiştir. BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olması, politik bir
avantaj getirmekte ve ÇHC bunu iyi kullanmaktadır. Büyük nüfus ve yüz ölçümüne
sahip ÇHC, uluslararası siyasal sistem açısından bakıldığında, etkinliğinin gün geç-
tikçe arttığı görülmektedir. Özellikle Birleşmiş Milletler Örgütünün (BM) Güvenlik
Konseyi’ndeki daimi statüsü, ‘veto hakkına sahip olmasını getirmiş’, istediği zaman
dünya siyasetine müdahale hakkı doğmuştur. Komünist Parti önderliğinde idari ve
ekonomik yönetimini sürdüren ÇHC, 1978 yılında oldukça köklü ekonomik reform-
lara girişmiş ve her yıl yüksek oranda ekonomik alanda büyüme sağlamıştır31. Bu
büyüme ve ekonomik gelişme, dış siyasetinin de öncelikler arasında yer almaktadır.
Devletler dış politikalarını belirlerken kendi içsel önem ve hassasiyetleri etkili
olmaktadır. Hatta iç politika ve dış politikayı birbirinden ayırmamızın oldukça zor
olduğu söyleyebiliriz. Soğuk savaş sonrası, ÇHC’nin Dış politikası incelendiğinde;
özellikle 3 husus net olarak karşımıza çıkmaktadır;
İlk olarak bu çalışmanın başında belirtildiği gibi, kendi yönetsel yapısında
birçok federal/özerk yönetsel birime sahip ÇHC, bu konuda hassastır. Devletlerin
iç işlerine,diğer devletlerin ya da küresel örgütlerin karışmasını doğru bulmamak-
tadır. Bu noktada devletlerin egemenlik hakkının oldukça güçlü savunucusu konu-
munda olan ÇHC, BM ve AB gibi örgütlerin de diğer devletlere müdahalelerinden
rahatsızdır. İç karışıklık ve bağımsızlık ilanları gibi meseleleri, devletin iç sorunu
olarak algılanması gerektiğini söyleyen ÇHC, uzun süre tanınma ve kabul sorunu
çekmiştir. Hassas olduğu bu konudaki duruşu, diğer devletlerdeki birimlerin ba-
ğımsızlık ilanlarında, gerek Dışişleri aracılığıyla gerekse Uluslararası Örgütlerdeki
açıklamalarıyla örtüşmektedir32.Örneğin Eski Yugoslavya krizinin başlangıcında,
bağımsızlık ilanlarına prim vermeden devletin devamından yanayken, Makedon-
ya’nın bağımsızlığı kesinleşip tanıdığı zaman farklı bir tutum almaya başlamıştır.
Bu aşamadan sonra ‘isim meselesinde’ Yunanistan’a taviz vermemiş ve isim mese-
lesinde Yunan vetosunun, Makedonya’nın iç işlerine doğrudan müdahale olduğunu
belirterek, kimsenin bu hakka sahip olmadığını savunmuştur. Makedonya’yı ana-

30 Qimao Chen, New Approaches in China’s Foreign Policy: The Post-Cold War Era, Asian Sur-
vey, Vol:33 No:3, Mar.1993, pp.237-251, s.237, University of California Press.
31 http://data.worldbank.org/country/china

32 BMGK’nin 3930. Oturumunda ÇHC Temsilcisi, Kosova için benzer görüşleri dile getirmiştir.

UN Documents, BM Güvenlik Konseyi Kararı, S/RES/1199 (1998), http://www.un.org/depts/


dhl/resguide/scact1998.htm 1 Kasım 2011
312 Enerji Diplomasisi

yasal ismi olan ‘Makedonya Cumhuriyeti’ olarak tanıması, politikasının arkasında


duruşu olarak değerlendirilebilir33.
İkinci olarak statükoyu koruma anlamında çatışmalardan uzak durma ve tüm
ülkelerle işbirliği bir önemli dış politika hareketidir. Çatışmanın dışında durup, ön-
ceki bölümde açıklanan yüksek oranlı büyüme ve sanayileşmesini artırma öncelikli
hedefidir. Özellikle ticaret hacmini ülkelerle geliştirmek isteği ve bunu yakın dö-
nemde sıçramalar şeklinde yapması, bu kanımızı güçlendirmektedir. Birçok alanda
devletlere uyguladığı teşviklerin ardında da bu gerçek yatmaktadır. Özellikle ihti-
yacı olan çatışmanın yaşanmadığı bir bölge için, kendi çevresinde olan Kazakistan,
Tacikistan ve Kırgızistan ile arasındaki sınır tartışmalarını ortadan kaldırma çaba-
sına girişmiş, Hindistan ile arasındaki anlaşmazlığın çözümlenmesi için de bir an-
laşma paketi teklif ederek adımda bulunmuştur34. Vietnam ile Beibu Körfezinin sı-
nırının belirlenmesi konusunda, 2000 yılında bir anlaşma imzalamıştır. Henüz tam
yerine oturmasa ve tartışmaları etkisinden daha fazla da olsa da, Şanghay İşbirliği
Örgütü’nün temelinde ‘Politika, ekonomi, ticaret, güvenlik ve enerji vardır’35. Ge-
rek Rus gerekse ÇHC’li liderler birçok kez Şanghay İşbirliği Örgütü’nün, bölgede-
ki ekonomik faaliyetlerde ‘enerjinin’ temel rol oynadığının altını çizmektedirler36.
Şanghay Örgütü toplantıları sonrasındaki açıklamalarda, Kırgızistan, Özbekistan
ve Kazakistan’la yapılan görüşmelerde,‘Enerji’ özellikle de Petrol ve Doğalgazın
ön plana çıktığını görmekteyiz37. Hatta Şanghay üyeleri ve Pakistan – Hindistan
gibi bölgedeki devletlerinde de içerisine alındığı, ‘Enerji topluluğu/commenwealt’
yönünde düşünceler sesli dile getirilmektedir38.
ÇHC’nin üçüncü dikkati çeken dış politika çabası ise neredeyse tüm devletler-
de izleyebileceğimiz gücün artırılmasıdır. İki başlıkta incelenebilecek, yumuşak
ve askeri gücünü artırma çabası, içerisinde bir ÇHC karşımızdadır. Bir önceki parag-
rafta açıklanmaya çalışılan statükonun ve barışın korunmasıyla yakından ilintili olan

33 Keesing’s Record of World Events, Volume 39 (1993), s.39698. Keesing’s Record of World
Events, Volume 39 (1993), Editedby Roger East, 60 Year of Publication, Cambridge, Longman.
34 Dr. Emine Akçadağ, “Yükselen Güç Çin’in Dünden Bugüne Dış Politika Analizi”, BİLGE-
SAM, 2010, http://www.bilgesam.org/incele/865/-yukselen-guc-cin%E2%80%99in-dun-
den-bugune-dis-politika-analizi/#.VVplizHlrIU
35 http://www.sectsco.org/EN123/
36 GaoFeiTheShanghaiCooperationOrganizationandChina’s New Diplomacy s. 11, http://www.
clingendael.nl/sites/default/files/20100700_The%20Shanghai%20Cooperation%20Organiza-
tion%20and%20China%27s%20New%20Diplomacy.pdf
37 http://www.sectsco.org/EN123/
38 GaoFeiTheShanghaiCooperationOrganizationandChina’s New Diplomacy s. 11, http://www.
clingendael.nl/sites/default/files/20100700_The%20Shanghai%20Cooperation%20Organiza-
tion%20and%20China%27s%20New%20Diplomacy.pdf
Volkan Tatar / Gözde Şadan 313

ekonomik gücü artırma çabası, enerjiye ulaşma ve ucuz enerji temin etmeyi de içer-
mektedir. Ekonomik gücünü artırmasında, kalifiye insan gücüne yönelmesi, pazarlar
için elzem önemde olan lojistik ve deniz gücünü artırması gibi yumuşak gücüne
artırmaya yönelik birçok faaliyeti bulunmaktadır. Örneğin hem pazar olarak hemde
enerji ve maden kaynakları bakımından zengin Afrika’da aktif duruma girmesinin
altında yatan da budur39. Özellikle ‘Çin Afrika İşbirliği Forumu (FOCAC)’ içerisin-
deki çalışmalarla, ÇHC bölgedeki sempati ve etkinliği artırma çabası içerisindedir40.
Petrol alımında, farklı ülkeler ile çeşitlendirme temel olarak bu çabayı göstermek-
tedir. ÇHC birçok ülkeden ham petrol alarak, bir veya birkaç ülkeye bağımlı olmak
istememektedir. Şekil 11’de görüldüğü gibi, % 19’a yakın bir oranda Suudi Arabis-
tan’dan petrol ithalatı yapan ÇHC, % 8-9 gibi oranlarla Rusya, Umman, Irak ve İran
gibi birçok ülkeden ve daha düşük oranlarda birçok ülkeden petrol almaktadır. Daha
önce açıklanan Şanhgay İşbirliği Örgütü’nde de yer alma ve aktif olmanın altında
yatan da hem pazarları hem de enerjiyi elde bulundurmadır. Birçok toplantı da ÇHC
bu konuya değinmekte ve diğer ülkelerle işbirliğine gitme çabasına girmektedir.

Şekil 11:
ÇHC’nin Petrol İthal Ettiği Ülkeler41

39 Akçadağ, a.g.e.,http://www.bilgesam.org/incele/865/-yukselen-guc-cin%E2%80%99in-dun-
den-bugune-dis-politika-analizi/#.VVplizHlrIU
40 www.focac.org/eng/.

41 Gökhan Binzat, Yükselen Süper Güç Çin’in Enerji İhtiyacı ve Çinli petrol Firmalarının Yurt dışı

Yatırımları, 2014, http://www.21yyte.org/tr/arastirma/cin-halk-cumhuriyeti/2014/05/09/7582/


yukselen-super-guc-cinin-enerji-ihtiyaci-ve-cinli-petrol-firmalarinin-yurtdisi-yatirimlari
314 Enerji Diplomasisi

Gücün artırılması yönünde ikinci aşama ise, askeri gücün artırılmasıdır.


ÇHC’nin askeri gücünü modernizasyon ve geliştirme için yoğun bir çabaya girdiği
ve bunun altında yatanın hem caydırıcılığını sağlama hem de ticaretini korumak
olduğu düşünülmektedir. Ayrıca nükleer güce sahiptir ve kapasite artırımı çalışma-
ları yaptığı bilinmektedir42. Yıllar içerisinde ordu harcamalarındaki artış, ÇHC’nin
orduya ayırdığı pay ile dünyada ikinci sıraya oturmasını sağlamıştır. Şekil 12’de be-
lirtildiği gibi, sadece 2013 yılındaki ordu harcamaları, diğer yıllara göre % 12.2’lik
bir artışla 132.203 milyar doları bulmuştur.

Şekil 12:
ÇHC Ordu Harcamaları

Burada özellikle belirtilmesi gereken ÇHC’ninorduya ayırdığı bütçenin


ABD’den sonra ikinci olmasıdır43. Bir diğer önemli husus ise, Çin ordusunun en
fazla modernizasyon ve gelişmesinin Deniz gücünde olduğudur44. Denizyolu ula-

42 http://www.sde.org.tr/tr/authordetail/cinin-askeri-harcamalari-ve-dogan-endiseler/783
43 http://www.reuters.com/article/2015/03/04/us-china-parliament-defence-idUSKB-
N0M009120150304
44 http://www.cihan.com.tr/tr/haber/%C3%87in-askeri-harcamalar%C4%B1-y%C3%BCz-

de-10-art%C4%B1r%C4%B1yor_7613-CHMTY5NzYxMy80
Volkan Tatar / Gözde Şadan 315

şımı güvence altına alma çabası ve ülke için elzem önemde olan petrolün güvenlik
altına alınma isteği, deniz gücündeki artışın sebebini açıklar gibidir. Somali açıkla-
rına ve Aden körfezine gönderilen 3 gemiden oluşan ÇHC Filosu, modern tarihinin
ilk denizaşırı görevi olmasının yanında, ÇHC’ye ulaşan malların % 40’ının güzer-
gahı olan önemli bir ticari bölgeyi koruma amaçlıdır45.

Sonuç
Dünyanın en köklü yerleşik uygarlıklarından biri olan ÇHC, bugün nüfus, yü-
zölçümü, GSMH gibi birçok alanda ilk sıralardadır. Özellikle son dönemde eko-
nomik alandaki ilerleme, gelişen sanayinin ve yabancı yatırımlarının da rüzgarıyla
birlikte, devleti oldukça güçlü bir konuma getirmiştir. Yüksek oranlarda yakalanan
yıllık büyüme ve sürekli artan kişi başına gelir, bugün hissedilme aşamasında olsa
da ilerde krizlere ulaşabilecek bir ‘enerji’ ihtiyacın habercisi gibidir.
ÇHC için söylenebilecek en önemli husus, büyük bir pazar olmasının yanında
büyük bir üreticidir. Birbirini etkilemesi normal olan bu iki durumun ise birtakım
sonuçları vardır. Üretici olması sebebiyle ürünlerin, öncelikle deniz taşımacılığı ve
ardından diğer yöntemlerle pazarlara ulaşması gerekmektedir. Bu noktada deniz
taşımacılığının güvenliği ve deniz filosuna son dönemde yapılan yardım bunun
göstergesidir. İlave olarak büyük bir pazardır. Sanayi ürünleri ve otomobil ithali
kadar, enerji ithalatında da üst sıralardadır. Bu noktada, hem tüketim hem de üretim
aşamasında kullandığı başta petrol olmak üzere, her türlü enerji girişi ülke açısın-
dan hayati öneme sahiptir. Bir enerji krizi, ÇHC’yi birçok anlamda oldukça zor
duruma sokar. Bunun farkında olan ÇHC,araştırma faaliyetlerini artırmış ve çeşitli
haberlere konu olan Güney Çin denizinde büyük bir petrol rezervi bulmuştur46.
Rezervin tahmini olması, çıkarma sırasındaki zorluklar ve başka ülkelerinde böl-
geye akın etmesi şimdiden tahmin yürütebileceğimiz sorunlardan bazılarıdır. Fakat
veriler ışığında daha açık olan nokta ise ÇHC’nin genelde enerji ihtiyacı, özelde
petrol ihtiyacına her geçen gün daha da artacağıdır47. Şanghay İşbirliği’ndeki enerji
alanındaki çabasının yanında, sadece son on yılın büyüme raporları ele alındığın-
da bile ÇHC’nin, daha fazla araştırmaya girişeceği, bunun da denizlerde öncelikli
olacağı kanısındayız. Her geçen gün orduya ayrılan pay ve bu pay içerisinde Deniz
Filosunun güçlenmesi ve modernizasyonu da düşünüldüğünde, çok yakın gelecekte
olmasa bile, Çin’i çevreleyen denizlerin ısınacağı bir tahmin olmaktan çok gerçek
olma sınırına yaklaşmaktadır.

45 Akçadağ, a.g.e.,http://www.bilgesam.org/incele/865/-yukselen-guc-cin%E2%80%99in-dun-
den-bugune-dis-politika-analizi/#.VVcrzTHlrIU).
46 http://www.sabah.com.tr/ekonomi/2011/11/13/cin-213-milyar-varillik-petrol-rezervi-buldu.

47 http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1077955-cinin-enerjiyle-imtihani.
316 Enerji Diplomasisi

Kaynakça
Akçadağ, Emine: “Yükselen Güç Çin’in Dünden Bugüne Dış Politika Analizi”, BİLGESAM,
2010,http://www.bilgesam.org/incele/865/-yukselen-guc-cin%E2%80%99in-dun-
den-bugune-dis-politika-analizi/#.VVplizHlrIU, (Erişim 03.03.2015)
Binzat, Gökhan: “Yükselen Süper Güç Çin’in Enerji İhtiyacı ve Çinli petrol Firmalarının Yurt
dışı Yatırımları”,21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, (2014), http://www.21yyte.org/tr/aras-
tirma/cin-halk-cumhuriyeti/2014/05/09/7582/yukselen-super-guc-cinin-enerji-ihtiya-
ci-ve-cinli-petrol-firmalarinin-yurtdisi-yatirimlari(Erişim 12.02.2015).
Bloomberght, 08.02.2012
Chen, Qimao: New Approaches in China’s Foreign Policy: The Post-Cold War Era, Asian
Survey, Vol:33 No:3, Mar.1993, pp.237-251, University of California Press.
China Economic Update, 2014, http://www.worldbank.org/en/country/china/publication/chi-
na-economic-update-june-2014. (Erişim 03.02.2015).
Cihan Haber Ajansı, 04.03.2015
Çin Halk Cumhuriyeti Ülke Raporu, TETSİAD, 2013, http://www.tetsiad.org/files/downloa-
ds/bilgi_bankasi/ulke_raporlari/CinUlkeRaporu.pdf (Erişim 17.02.2015).
Devletlerin Kişi Başına Gelir Tablosu, The World Bank, http://data.worldbank.org/indicator/
NY.GDP.PCAP.CD, (Erişim 27.02.2015).
Dinç, Mehmet: “Türkiye’de Otomobil Kasa Tipi Ve Yakıt Tercihini Etkileyen Faktörle-
rin belirlenmesi”, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012
http://193.140.180.119/tez/T01284.pdf(Erişim 29.01.2015).
Fei, Gao: The Shanghai Cooperation Organizationand China’s New Diplomacy, (2010),
http://www.clingendael.nl/sites/default/files/20100700_The%20Shanghai%20Coope-
ration%20Organization%20and%20China%27s%20New%20Diplomacy.pdf , (Erişim
16.04.2015)
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla Tablosu, Dünya Bankası, http://data.worldbank.org/indicator/
NY.GDP.MKTP.CD. (Erişim 14.03.2015)
Keesing’s Record of World Events, Volume 39 (1993), s.39698.,EditedbyRoger East, 60
Year of Publication, Cambridge, Longman.
Lawrence, Susan V. and Martin, Michael F.: “Understanding China’s Political System”,
Congressional Research Services, (2013), http://fas.org/sgp/crs/row/R41007.pdf, (Eri-
şim 26.04.2015).
Milliyet Gazetesi, 20.11.2014
Milliyet Gazetesi, 26.08.2011
Sabah Gazetesi, 13.11.2011
http://www.sde.org.tr/tr/authordetail/cinin-askeri-harcamalari-ve-dogan-endiseler/783 (Eri-
şim 08.10.2014)
Sander, Oral: Siyasi Tarih – İlkçağlardan 1918’e, Ankara, İmge Kitapevi.
UN Documents, BM Güvenlik Konseyi Kararı, (1998), http://www.un.org/depts/dhl/resguide/
scact1998.htm 1 Kasım 2011(Erişim 22.01.2015).
Volkan Tatar / Gözde Şadan 317

http://turkish.cri.cn/chinaabc/chapter1/chapter10401.htm(Erişim 30.02.2015)
http://worldpopulationreview.com/countries/china-population/(Erişim 09.05.2015)
http://www.reuters.com/article/2015/03/04/us-china-parliament-defence-idUSKB-
N0M009120150304 (Erişim 11.11.2014)
http://www.oica.net/category/production-statistics/(Erişim 25.02.2005)
http://www.sectsco.org/EN123/(Erişim 19.01.2015)
http://www.statista.com/statistics/233743/vehicle-sales-in-china/(Erişim 24.02.2015)
http://www.tradingeconomics.com/china/gdp-per-capita-ppp(Erişim 05.03.2015)
http://www.tradingeconomics.com/china/rural-population-percent-of-total-populati-
on-wb-data.html(Erişim 24.04.2015)
http://www.xroilprice.com/Uses_For_Oil.html(Erişim 10.05.2015)
www.focac.org/eng/(Erişim 15.01.2015)
318 Enerji Diplomasisi
Ainur Nogayeva 319

THE IMPORTANCE OF CENTRAL ASIAN’S


RESOURCES WITHIN THE WORLD ENERGY

Ainur NOGAYEVA*

Introduction
One of the reasons that the region is a center of attention for powers great /
small and regional / non-regional is the natural resources that it possesses. His-
torical experience has taught us that ideas of global domination originate from a
shortage of resources.1 In other words, there is a close relationship between energy
resources and world leadership. It is not possible for a dominant power that assumes
world leadership to continue its leadership without taking full control of an energy
resource. It is well known how far England, which became the world leader in a
period when coal was extremely important as a source of energy and continued its
leadership until the end of the Second World War, advanced in science and tech-
nology. The most important factor that helped the USA, which replaced England
as the world leader in 1945, was its efforts in the field of oil industry that it began
in 1859. In other words, development and survival of a great power becomes pos-
sible through its industrialization. The industry’s blood is energy resources. In this
context, reaching energy resources and being able to meet energy needs becomes a
security concern rather than a necessity.

The Importance of Central Asia


Dick Cheney, Vice President during the Bush administration, emphasized the
importance of the region in a conference in Kazakhstan in 1998 that he participated

* Associate professor, Dr., Department of International Relations, L.N. Gumilyov Eurasian Nati-
onal University, Astana/Kazakhstan, mail: aynur_nogayeva@yahoo.com, nogayeva_am@enu.
kz
1 Viktor Ryabchuk, “Problemy Voennoj Nauki i Voennogo Prognozirovanija V Uslovijah Intel-
lektual’no-Informacionnogo Protivoborstva”, Voennaja Mysl’, No. 5, 2008, p.70, http://www.
mil.ru/files/vm5_2008.pdf, (Accessed 10.02.2009).
320 Enerji Diplomasisi

in as the representative of Halliburton. He said “I do not remember a piece of land


that has gained such strategic importance as the Caspian region so suddenly in any
period of time”.2 Given that Kazakhstan ranks 9th in terms of oil reserves and 14th
in terms of production,3 it is obvious that regional powers will not remain as mere
spectators to this struggle in the face of the interest in the region shown by distant
powers. As the European countries’ biggest energy supplier, Russia intends to in-
crease the amount of energy resources that it purchases from the countries in the
region. Russia’s latest National Security Strategy document points out that interna-
tional politics will, in the long term, focus on controlling energy resources notably
in the Middle East, North Pole, the Caspian Sea, and Central Asia. The document
warns that “efforts aimed at solving the problems that will arise from competition
for resources through military means can not be ignored, and in such a case, the
balance that has been achieved around the borders of the Russian Federation and
its allies can be upset”.4 Having overtaken Japan in oil consumption, China ranks
second in the list of the most oil consuming countries after the USA. According
to the BP “2007 Oil Market Sector Report” released by Turkey’s Energy Market
Regulating Board (EMRB), which was prepared with USA energy statistics and
International Energy Agency data, the daily oil demand of countries last year was
about 85.59 million barrels. The USA accounts for 24.2 % of this demand, or 20.70
million barrels, whereas China’s demand constitutes 9 % of this amount, which is
equal to 7.68 million barrels.5

The Region’s Energy Resources and Mineral Reserves


The Central Asia region was a center for metallurgy of non-ferrous metals
during the period of the USSR. Non-ferrous minerals such as chromium, molyb-
denum, wolfram (tungsten), copper, lead, zinc, vanadium, aluminum, manganese,
cobalt, nickel, cadmium, mercury, antimony, tin, and uranium, which are found in
all five countries in the region, accounted for 62 % of the reserves in the USSR.
This percentage is 2 to 2.5 times more than in the Russian Federation.6

2 John Cherian, “The Politics Of Pipelines,” Frontline, Vol. 22, No. 13, 18 June- 1 July
2005, http://www.hinduonnet.com/fline/fl2213/stories/20050701000805900.htm, (Accessed
12.02.2011)
3 “Dünyanın Petrolü Kimin Elinde?”, http://muhasebeturk.org/ sektor-haberleri/1403-dunya-
nin-petrolu-kimnm-elinde.html (Accessed 19.06.2008).
4 Strategija Nacional’noj Bezopasnosti Rossijskoj Federacii do 2020 goda, Sovet Bezopas-
nosti Rossijskoj Federacii, No. 537, 12 May 2009, http://www.scrf.gov.ru/documents/99.html
(Accessed 20.05.2008).
5 Petrol Rezervi Azalıyor, Çin’in Talebi Artıyor”, http://www.ntvmsnbc.com/news/446851.asp,
(Accessed 20.05.2008).
6 Vladimir Paramonov, Aleksei Strokov, “Sistemoobrazuyushie Problemy Na Puti Ekonomic-
Ainur Nogayeva 321

The countries with the most natural gas in the region are Turkmenistan, Ka-
zakhstan and Uzbekistan respectively, whereas oil is the most abundant in Kazakh-
stan, Uzbekistan and Turkmenistan. The countries in the region that are rich in
precious metals (gold reserves) are Uzbekistan (4th in the world) and Kazakhstan
(8th in the world).

Oil Reserves and Production


According to the data obtained from Kazakhstan’s Ministry of Energy and
Natural Resources, Kazakhstan possesses vast hydrocarbon reserves, which cor-
respond to 3.3 % of the world reserves.7 The oil reserves of Kazakhstan that are
extracted are 5 billion tons whereas its estimated oil reserves are 17 billion tons.8
Reserves: Kazakhstan extracted 65.4 million tons of oil and gas condensates
in 2006 and this figure rose to 67 million tons in 20079. According to BP proved
reserves of Kazakhstan at the end of 2003 – 9.0 thousand million barrels, at the end
of 2013 –3.9 thousand million tonnes or 30,00 thousand million barrels.10
Production: Oil and condensate production is 65 million tons a year while gas
volume is 27 billion cubic meters. The total hydrocarbon reserves of Kazakhstan in
the Caspian Sea region are 12-17 billion tons (2/3 of the total hydrocarbon reserves
in the Caspian Sea region). It is predicted that oil production will be increased as
high as 140 million tons a year due to coastal projects (90 million tons a year).
There are more than 214 oil-gas deposits that have been discovered in the country:
Kashagan: It ranks 5th in the world in terms of hydrocarbon reserves. The
reserves that are extracted include 2 billion tons of oil and more than 1 trillion cubic
meters of gas.

heskoj İntegracii Rossii İ Stran Central’noj Azii: “Globalizacia” Protiv “Regionalizacii”, ISAP,
http://easttime.ru/reganalitic/1/183.html, (Accessed 29.01.2011).
7 Ministry of Energy and Mineral Resources of the Republic of Kazakhstan and Kazenergy
Association, http://www.memr.gov.kz/?lng=rus&mod=oil, http://www.kazenergy.com/index.
php?option=com_content& task=view&id=733&Itemid=64 (Accessed 29.01.2011).
8 19th Kazakhstan “Oil and Gas” International Exhibition and Conference in Almaty on 5-8 Oc-
tober 2011, http://www.mioge.ru/RU/world/kioge/-, (Accessed 27.02.2011). According to the
information obtained from the same source, natural gas is 3 trillion cubic meters, and estimated
reserves are 8 trillion cubic meters.
9 “Energeticheskij Potencial Kazahstana”, http://www.fondsk.ru/article.php?id=1706, (Acces-
sed 29.01.2011).
10 BP Statistical Review of World Energy. June 2014, www.bp.com/.../bp/.../statistical-review-

2014/BP-statistical-review-of-world-energy-2014-full-report.pdf (Accessed 19.05.2015).


322 Enerji Diplomasisi

Karachaganak: The reserves that are extracted include more than 1.2 billion
tons of oil and condensates and more than 1.35 trillion cubic meters of natural gas;
Tengiz: About 1.125 billion tons of oil;
Apart from these, the largest oil-gas deposits are Uzen, Karamandıbas, Jetı-
bay, Janajol, Kenbay, Kalamkas, Karajanbas, Kumkol and others.11 Kazakhstan
ranks 9th in terms of confirmed oil reserves and thus is among the first 15 countries
in this regard.12

Table 1:
Oil Reserves of Central Asian Countries
Sources BP Statistical Oil & Gas INOGATE According to the
Review Journal program Countries’ Ministries
Countries (billion barrels) (billion (million barrels) of Energy
barrels)
End of End of 2009 End of 2009 2006 2010
2005 2007 2013
Kazakhstan 39.6 39.8 39.8 30.0 30.000 21 (2.9 30 billion 4,8 billion tons
bil.tons) (=65.8 billion barrels)
Turkmenistan 0.5 0.6 0.6 0.6 0.600 6,300 600 -
thousand

Uzbekistan 0.6 0.6 0.6 0.6 0.594 594 530 million tons
Tajikistan - - - - 0.012 12 12 1033 million tons of
oil and gas
Kyrgyzstan - - - - 0.040 89,5 milli- 40 289 million tons of
on tons oil and gas

International companies, on the other hand, estimate Kazakhstan’s oil and gas
reserves both on the coast and on land at about 12-13 billion tons. Apart from the
oil deposits that are on the coast, oil and gas condensate reserves on land correspond
to 2.9 billion tons.13 Production changed from 52.4 million tones to 83.8 million
tonnes between 2003- 2013.14

11 The 19th International Oil & Gas (MIOGE) Exhibition and Conference, http://www.mioge.ru/
RU/world/kioge/- , (Accessed 27.02.2011)
12 Polina Sergeeva, “Neft’ i Gaz Po-Kazahstanski”, Chapter 1, http://www.ia-centr.ru/ex-

pert/2467/ , (Accessed 10.11.2010).


13 “Energy. Kazakhstan”, INOGATE Energy Portal, http://www.inogate.org/html/countries/ka-

zakhstan.htm (Accessed 20.06.2010)


14 BP Report, ibid, p.10.
Ainur Nogayeva 323

Oil reserves of Uzbekistan, which is another country where oil is found in the
region, are estimated to be 600 million barrels (about 82 million tons).15 According
to the data given in the January 1st 2009 edition of Oil&Gas Journal, Uzbekistan’s
oil reserves are 0.594 billion barrels.16 According to INOGATE’s data, on the oth-
er hand, estimated oil reserves are 940 million barrels. According to report of BP
(June 2014) proved reserves of Uzbekistan at the end of 2013 –0.1 thousand million
tonnes or 0,6 thousand million barrels.
Uzbekistan has 86 industrially extracted oil reserves but most of these reserves
are scattered across the country and are concentrated mostly in the Fergana and
Surhanderya regions. A large volume of the estimated oil reserves in the Fergana
region are in the middle section which can not be reached due to the depth of the
layers. An oil deposit where 20 thousand tons of oil can be extracted was opened in
the neogene layer in the region.17
Turkmenistan: According to the data from the state company “Turkmen-
geologıya”, the amount of oil discovered as of early 2007 is 20.38 billion tons.18
According to the INOGATE program data, there are currently more than 160 oil and
gas deposits, 30 oil and oil-gas deposits and 130 gas and gas condensate deposits.
The hydrocarbon reserves, including the Caspian Sea Turkmen Region reserves,
can be divided into the following categories:

• Current reserves:
Perspective reserves: 43.21 billion tons of natural fuel;
Raw material reserves: 28.38 billion tons of natural fuel;

• Discovered reserves:
Perspective reserves: 6,30 milyar tons of natural fuel;
Raw material reserves: 4.77 billion tons of natural fuel.19

15 “Central Asia Regional Electricity Export Potential Study”, Washington D.C: Europe and
Central Asia Region World Bank, June 2004, p.6, http://centralasia.usaid.gov/datafiles/_uplo-
ad/WB_REEPS_20040610.pdf (Accessed 20.12.2009).
16 World Proved Reserves of Oil and Natural Gas, Most Recent Estimates, Energy Infor-
mation Administration, http://www.eia.doe.gov/emeu/international/reserves.html (Accessed
20.10.2009).
17 “Energy.Uzbekistan”, http://www.inogate.org/russian/countries/uzbekistan.html (Accessed
20.01.2009).
18 “Uglevodorodnyj Potencial: Sostojanie i Perspektivy. Po Materialam GK ‘Turkmengeologija”
Neftegazovaja Vertikal, No. 20, 2007 http://www.ngv.ru/article.aspx?articleID=24912 (Ac-
cessed 20.12.2009).
19 “Energy.Turkmenistan, http://www.inogate.org/html/countries/turkmenistan.htm (Accessed
20.01.2009).
324 Enerji Diplomasisi

Turkmenistan’s confirmed oil reserves, which stand at 0.6 billion barrels20 ac-
cording to the January 2009 edition of the Oil & Gas Journal, were also determined
to be 0.6 billion barrels (0,1 thousand million tonnes) by the June 2014 report of BP.
Tajikistan: According to the data from the Energy and Industry Ministry of
Tajikistan, the volume of oil, gas, and condensate that have been discovered so far
is less than 1 % of the reserves. These reserves are estimated to be 1033 million tons
of fuel.21 According to the experts, Tajikistan possesses more than 113 million tons
of oil and 863 cubic meters of gas. More than 80 % of the country’s oil-gas reserves
are in the southwest, whereas the rest are concentrated in North Tajikistan.
Kyrgyzstan: According to the data from the Kyrgyzstan Ministry of Industry,
Energy and Fuel Resources, there are 289 million tons of fuel raw material reserves
in the country’s fields.22 According to this data, the oil reserves of the region as of
2009 vary between 31 and 41 billion barrels, which correspond to 4.54 % of the
world oil reserves. Although the region’s oil reserves are not very high as a whole,
it should be noted that the region has more oil than many OPEC members, Middle
Eastern and African countries.

Natural Gas Reserves and Production


Another important resource of the region is natural gas reserves. When these
reserves are evaluated on the basis of production and consumption figures, the im-
portance of the region becomes apparent because the countries in the region export
most of the natural gas that they produce.
Turkmenistan: Possessing 2/3 of the region’s natural gas production23 and
being the richest country in the region in reserves, Turkmenistan is also the most
controversial country in terms of confirmed data because there are great discrep-
ancies between the official figures given by state authorities and those provided by
international companies. Russia takes advantage of the discrepancies between the
data because Russia always makes statements claiming that the region does not

20 World Proved Reserves of Oil and Natural Gas, Most Recent Estimates, Energy Infor-
mation Administration, http://www.eia.doe.gov/emeu/international/reserves.html (Accessed
20.12.2009).
21 Ministry of Energy of the Republic of Tajikistan, www.minenergo.tj/davomash_ru/neftprom_

ru.html (Accessed 20.08.2008).


22 Ministry of Industry, Energy and Fuel Resources of the Kyrgyz Republic, http://www.mpe.

gov.kg/ru/?d=branchs/energy (Accessed 20.12.2009).


23 Bernard A. Gelb, Caspian Oil and Gas: Production and Prospects, Washington: CRS Re-

port RS21190, 2006, p. 2.


Ainur Nogayeva 325

have adequate resources for alternative markets and that Turkmenistan possesses
only enough gas that will suffice to meet its obligations to Russia through agree-
ments.
According to Turkmen authorities, the country’s total gas potential is estimat-
ed to be 45.4 billion tons of fuel, including the currently produced 30.6 billion tons.
About 180 oil, gas and gas condensate deposits have been opened on Turkmeni-
stan soil, of which only one third is now being used.24 According to a statement
by Turkmenistan’s president Berdımuhammedov, Turkmenistan “is among the 5
biggest energy countries in the world in terms of energy resources”.25 According
to different estimates, the country’s natural gas reserves vary between 94.00 and
980.000 trillion ft3.
Production: Turkmenistan’s natural gas production reached its culmination
during the Soviet era with 80 billion cubic meters.26 Independent Turkmenistan
was able to attain this same figure only 17 years after the collapse of the USSR.
The country produced 66 cubic meters of natural gas in the year 2006.27 25 oil-gas
deposits are being operated in fields belonging to the state-owned “Türkmenneft”
company and oil and gas production volume is increasing. High hopes of increasing
oil production are concentrated on the Southern Yolotan-Osman gas deposit where,
according to experts, there are vast hydrocarbon reserves.28
Studies conducted by the English firm Gaffney, Cline & Associates revealed
that this deposit has the world’s 5th largest reserve. As a result of the latest explo-
rations conducted in the area, it was claimed that the deposit has a minimum of 4
trillion cubic meters and a maximum of 14 trillion cubic meters of natural gas. This
figure is greater than the reserves of Shtokman, which is Russia’s largest natural gas

24 “Turkmenistan Gotov k Vzaimovygodnym Delovym Otnoshenijam So Vsemi, Kto v Nih


Zainteresovan” Neftegazovaya Vertikal’Dergisi, No. 20, 2007, http://www.ngv.ru/article.
aspx?articleID=24908, (Accessed 03.03.2009).
25 President of Turkmenistan Berdımuhammedov’s Speech on Business Forum 25 Novem-
ber 2009, in Rome, İtaly, http://www.turkmenistan.gov.tm/?idr=4&id=091126a (Accessed
05.11.2009).
26 Adjar Kurtov, “Energeticheskaja Politika Rukovodstva Turkmenii”, 17 July 2007, http://www.
eurasianhome.org/xml/t/expert.xml?lang=ru&nic=expert&pid=1174, (Accessed 03.03.2009).
27 Aleksadr Shustov, “Energeticheskij Potencial Turkmenistana”, Fond Strategicheskoy Kul’tury,
http://www.fondsk.ru/article.php?id=1737, (Accessed 10.03.2008).
28 For more detailed information on this topic, see “Retrospektiva Neftjanoj Promyshlennosti”,
Neftegazovaya Vertikal’, No. 20, 2007, http://ngv.ru/article.aspx?articleID=24914 ; “Raz-
vitie Neftjanoj Otrasli. Po Materialam Gosudarstvennogo koncerna “Turkmenneft’”, Nefte-
gazovaya Vertikal’Dergisi, No. 20, 2007, http://www.ngv.ru/article.aspx?articleID=24915 ,
(Accessed 03.03.2009).
326 Enerji Diplomasisi

deposit that has 3.7 cubic meters of gas reserves.29 According to the data of Turkish
officials, Turkmenistan’s natural gas reserve was estimated to be 28 trillion cubic
meters in 2006. 2.5 trillion cubic meters of natural gas is planned to be produced
until 2020.30
The Turkmenistan administration is very aware of the importance of its natural
gas resources. Therefore, they decided to systematize all the institutions connected
with this natural resource and manage them from the “center”. On June 1, 1996,
a state institution called “Türkmengeologiya” was established in place of the old
production company in order to “improve geological exploration branches, explore
all of Turkmenistan’s underground riches, search for and determine new oil, gas,
solid fuel and water resources, and increase hydrocarbon and mineral raw material
reserves”. To this end, all facilities of geology, field geophysics, and deep explo-
ration probes were incorporated into this institution, which was granted the status
of ministry and the head of the institution was given the status of minister. Now
an independent production management complex, “Türkmengeologiya” is held ac-
countable to the President and the Cabinet as a judicial body.31
Kazakhstan: According to the estimates of The Republic of Kazakhstan Min-
istry of Energy and Natural Resources Geology and the Underground Treasures
Conservation Office, the total reserves of the country’s gas deposits are over 3 tril-
lion cubic meters, (of which 1 trillion m3 is reprocessable),32 whereas potential
reserves are estimated to be 6 to 8 trillion cubic meters.33
According to information gathered from different sources, Kazakhstan’s con-
firmed natural gas reserves vary between 3.0 and 3.4 trillion cubic meters,34 and
constitute 1.7 % of the world’s reserves. The natural gas production volume of Ka-

29 “Energeticheskiy Potencial Turkmenistana - Na Sluzhbu Vseobwim İnteresam”, http://www.


turkmenistan.gov.tm/?idr=4&id=090420a (Accessed 03.03.2009).
30 “Türkmenistan Ekonomisindeki Gelişmeler”, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı,
http://www.musavirlikler.gov.tr/altdetay.cfm?AltAlanID=72&dil=TR&ulke=TUR (Accessed
03.03.2009).
31 The decree of the president of Turkmenistan dated 1 july 1996 and numbered 2696 for the state
institution of “Türkmengeologiya”, 1 May 2003, Baza dannyh “Zakonodatel’stvo stran SNG
“SojuzPravoInform” http://www.base.spinform.ru/show_doc.fwx?Regnom=21755 (Accessed
20.09.2009).
32 “Kazakhstan”, http://www.inogate.org/ru /participating/kazakhstan , (Accessed 20.09.2009)
33 Ministry of Energy and and Mineral Resources of the Republic of Kazakhstan, (Accessed
20.09.2009).
34 Bolat Akchulakov, “Strategija Razvitija TEK Kazahstana”, Kazenergy Journal, No.3, 2006,
http://www.kazenergy.com/index.php?option=com_ content&task=view&id=733&Itemid=64
(Accessed 21.10.2009).
Ainur Nogayeva 327

zakhstan was 26.3 billion cubic meters in 2005.35 Thus, according to official data,
the Republic of Kazakhstan ranks 15th in the world in terms of gas reserves that
have been discovered.
Production: According to Energy Ministry’s data, about 27 billion cubic me-
ters of natural gas was extracted in 2007.36

Table 2: Central Asian Natural Gas Reserves

Sources BP Statistical Oil & Gas ENI, World Oil According INOGATE
Review Journal and Gas Review to the data
(trillion billion cubic of Energy
Countries (trillion metre3) (trillion ft3) ft3) meters) Ministries

End of End of End End of End of 2009, 1994 2006 2008 2009
1997 2006 2013 2009 2013 1- January

3,3 2.407
Kazakhstan 1.87 1.90 1.6 64.4 53.9 100.00 1.840 1.900
trillion m3 trillion m3
Turkmenistan 28 2,661 trillion m3
2.71 2.67 17.6 286,2 617,3 100.00 3.200 2.900 3
trillion m * (7.94-2009)
Uzbekistan 1,89 1.84
1.63 1.74 1.1 59.4 38,3 65.00 1.750 1.860
trillion m3 trillion m3

16 million m3 5,66
Tajikistan - - - - - 0.200 10 10
(as of 2008) billion m3

Kyrgyzstan - - - - - 0.200 10 10 5.663 billion m3

*- Developments in Turkmenistan’s Economy in 2005”, T.R. Embassy in Ashgabat.37

Uzbekistan: Uzbekistan is known to be the world’s 8th largest natural gas


producer. Uzbeneftegaz, Uzbekistan National Oil Company, estimates that 63 %
of the country’s lands are on hydrocarbon formations and mostly on natural gas
reserves.38 The gas reserves that the country possesses vary between 61.000 and
66.000 trillion cubic meters according to different estimates.

35 Global Enerji Güvenliği ve Hazar Bölgesi, Cenevre: United Nations Economic Com-
mission for Europe, 2009, http://www.unece.org/energy/se/pdfs/comm15/ECE.ENER-
GY.2006.3.Add.1_r.pdf , (Accessed 02.03.2009)
36 “Perspektivy Gazovoj Otrasli Kazahstana”, Kazakshtan Journal, No. 3, 2006, http://www.

investkz.com/journals/48/81.html (Accessed 03.03.2009).


37 “Türkmenistan Ekonomisindeki Gelişmeler”, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı,

38 Türkiye İle Türk Cumhuriyetleri ve Bölge Ülkeleri İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Ra-

poru, Ankara, TC Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 2000, p. 201, http://ekutup.dpt.gov.


tr/turkcumh/65 oik528.pdf , (Accessed 13.01.2009).
328 Enerji Diplomasisi

According to this data, the natural gas reserves of the Central Asia region
make up about 6 % of the world’s natural gas reserves.39

Uranium Reserves
Central Asia is also rich in uranium resources. Kazakhstan has 12% of the
world’s uranium resources, in 2009 it became the world’s leading uranium produc-
er, with almost 28% of world production, then 33% in 2010 and 38% in 2013.40
Uzbekistan is another country that possesses significant uranium potential. Accord-
ing to the data of the International Atomic Agency, Uzbekistan ranks is the world’s
seventh-ranking uranium supplier, and is expanding production.41 According to the
same source, the estimated uranium reserves are 111.000 tons in 2007. According
to the data of “Goskomgeo”, the Uzbekistan State Geology and Mineral Resourc-
es Committee, the country’s searched and estimated uranium reserves are 185.800
tons as of 2008.42
Besides the aforementioned energy resources, the region is rich in minerals
such as gold, silver and copper.

Conclusion
Central Asia possesses rich natural resources especially raw energy materials.
When we take into consideration the fact that former American foreign minister
Henry Kissinger defined petrol as the world’s most strategic material and that gas
is used as a weapon, we can say that while these resources come to mean meeting
energy needs for some powers, for other powers, they mean the advantage of resell-
ing these resources. The natural resources of the region, about which there is much
speculation, cause the region to be compared with other “energy-rich” areas. Ac-
cording to different estimations, the gas reserves of the region are equal to those of
Saudi Arabia’s, i.e. 232 trillion cubic feet, whereas oil reserves are estimated to be
between 17 and 49 billion barrels. This means that the region is comparable to Qatar
at least and Libya at the most. In this context, it is stated in the 2008 report of the

39 “Dünya Doğal Gaz Rezervleri Tüketimi ve Muhtemel Gelişmeler”, T.C. Başbakanlık Dış Tica-
ret Müsteşarlığı, www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/.../dgg.doc , (Accessed 13.01.2009)
40 Uranium and Nuclear Power in Kazakhstan”, World Nuclear Association, http://www.wor-

ld-nuclear.org/info/Country-Profiles/Countries-G-N/Kazakhstan/ (Updated March 2015).


41 Uzbekistan Uranium, World Nuclear Association, http://www.world-nuclear.org/info/

Country-Profiles/Countries-T-Z/Uzbekistan/ (Updated 23 July 2014).


42 Uranium in Central Asia, World Nucleer Association, February 2011, http://www.world-nucle-

ar.org/info/default.aspx?id=11492&terms=reserves (Accessed 01.03.2011).


Ainur Nogayeva 329

American National Intelligence Council that fossil resources will continue to be the
main energy source until 2025. It is pointed out that while the Middle East will con-
tinue to be the prioritized and major source, Central Asia, Russia, Western Africa,
Venezuela, Brazil and Indonesia will emerge as new areas of production. Therefore,
energy resources, attest to the importance of Central Asia, because natural resources
such as oil and natural gas are among the resources that are in greatest demand in
the world. Speculations that oil reserves will run out within half a century leads to
search for alternative energy resources and to political competition due to increased
demand in the economic field on the other.
To sum up, a new political order, (the New World Order), emerged after the
disintegration of the USSR and the areas of influence began to be shared again.
Energy resources of the Central Asia region and the transportation lines that lead to
them gained importance in the sharing of influence in this part of the world. In this
context, the region, due to the economic significance of oil and natural gas reserves,
also became the center of attention of regional powers such as Russia, China, Tur-
key, Iran, and the USA, which wish to assert their influence on the region, owing to
historical, political and security reasons.

Bibliography
19th Kazakhstan “Oil and Gas” International Exhibition and Conference in Almaty on 5-8
October 2011, http://www.mioge.ru/RU/world/kioge/-, (Accessed 27.02.2011).
Akchulakov, Bolat, “Strategija Razvitija TEK Kazahstana”, Kazenergy Journal, No.3, 2006,
http://www.kazenergy.com/index.php?option=com_ content&task=view&id= 733&Ite-
mid=64 (Accessed 21.10.2009).
BP Statistical Review of World Energy. June 2014, www.bp.com/.../bp/.../statistical-re-
view-2014/BP-statistical-review-of-world-energy-2014-full-report.pdf (Accessed
19.05.2015).
“Central Asia Regional Electricity Export Potential Study”, Washington D.C: Europe and
Central Asia Region World Bank, June 2004, http://centralasia.usaid.gov/datafiles/ _up-
load/WB_REEPS_20040610.pdf (Accessed 20.12.2009).
Cherian, John, “The Politics Of Pipelines,” Frontline, Vol. 22, No. 13, 18 June- 1 July 2005,
http://www.hinduonnet.com/fline/fl2213/stories/20050701000805900.htm , (Accessed
12.02.2011)
“Dünya Doğal Gaz Rezervleri Tüketimi ve Muhtemel Gelişmeler”, T.C. Başbakanlık Dış
Ticaret Müsteşarlığı, www.dtm.gov.tr/dtmadmin/ upload/EAD/.../dgg.doc , (Accessed
13.01.2009)
“Dünyanın Petrolü Kimin Elinde?”, http://muhasebeturk.org/ sektor-haberleri/1403-dunya-
nin-petrolu-kimnm-elinde.html (Accessed 19.06.2008).
330 Enerji Diplomasisi

“Energeticheskij Potencial Kazahstana”, http://www.fondsk.ru/article.php?id=1706, (Acces-


sed 29.01.2011).
“Energeticheskiy Potencial Turkmenistana - Na Sluzhbu Vseobwim İnteresam”, http://www.
turkmenistan.gov.tm/?idr=4&id=090420a (Accessed 03.03.2009).
“Energy. Kazakhstan”, http://www.inogate.org/html/countries/ kazakhstan.htm (Accessed
20.06.2010)
“Energy.Turkmenistan, http://www.inogate.org/html/countries / turkmenistan.htm (Accessed
20.01.2009).
“Energy.Uzbekistan”, http://www.inogate.org/russian/countries/ uzbekistan.html (Accessed
20.01.2009).
Gelb, Bernard A., Caspian Oil and Gas: Production and Prospects, Washington: CRS Re-
port RS21190, 2006.
Global Enerji Güvenliği ve Hazar Bölgesi ,Cenevre: United Nations Economic Commis-
sion for Europe, 2009, http://www.unece.org/energy/se/ pdfs/comm15/ ECE.ENER-
GY.2006.3.Add.1_r.pdf , (Accessed 02.03.2009)
“Kazakhstan”, http://www.inogate.org/ru/participating/ kazakhstan, (Accessed 20.09.2009)
Kurtov, Adjar, “Energeticheskaja Politika Rukovodstva Turkmenii”, 17 July 2007, http://
www.eurasianhome.org/xml/t/expert.xml?lang=ru&nic=expert&pid=1174, (Accessed
03.03.2009).
Ministry of Energy and and Mineral Resources of the Republic of Kazakhstan, (Accessed
20.09.2009)
Ministry of Energy and Mineral Resources of the Republic of Kazakhstan and Kazenergy As-
sociation, http://www.memr.gov.kz/?lng=rus&mod=oil, (Accessed 29.01.2011).
Ministry of Energy of the Republic of Tajikistan, www.minenergo.tj/davomash_ru/neftprom_
ru.html (Accessed 20.08.2008).
Ministry of Industry, Energy and Fuel Resources of the Kyrgyz Republic, http://www.mpe.
gov.kg/ru/?d=branchs/energy (Accessed 20.12.2009).
Paramonov, Vladimir, Strokov, Aleksei, “Sistemoobrazuyushie Problemy Na Puti Ekonomi-
cheskoj İntegracii Rossii İ Stran Central’noj Azii: “Globalizacia” Protiv “Regionaliza-
cii”, ISAP, http://easttime.ru/reganalitic/1/183.html, (Accessed 29.01.2011).
“Perspektivy Gazovoj Otrasli Kazahstana”, Kazakshtan Journal, No. 3, 2006, http://www.
investkz.com/journals/48/81.html (Accessed 03.03.2009).
“Petrol Rezervi Azalıyor, Çin’in Talebi Artıyor”, http://www.ntvmsnbc.com/news/ 446851.
asp, (Accessed 20.05.2008).
President of Turkmenistan Berdımuhammedov’s Speech on Business Forum 25 November
2009, Rome, İtaly, http://www.turkmenistan.gov.tm/?idr=4&id=091126a (Accessed
05.11.2009).
Ryabchuk, Viktor, “Problemy Voennoj Nauki i Voennogo Prognozirovanija V Uslovijah Intel-
lektual’no-Informacionnogo Protivoborstva”, Voennaja Mysl’, No. 5 (2008): 70, http://
www.mil.ru/files/vm5_2008.pdf, (Accessed 10.02.2009).
Ainur Nogayeva 331

Sergeeva, Polina, “Neft’ i Gaz Po-Kazahstanski”, Chapter 1, http://www.ia-centr.ru/ ex-


pert/2467/, (Accessed 10.11.2010).
Shustov, Aleksadr, “Energeticheskij Potencial Turkmenistana”, http://www.fondsk.ru/ article.
php?id=1737, (Accessed 10.03.2008).
Strategija Nacional’noj Bezopasnosti Rossijskoj Federacii do 2020 goda, Sovet Bezo-
pasnosti Rossijskoj Federacii, No. 537, 12 May 2009, http://www.scrf.gov.ru/ docu-
ments/99.html (Accessed 20.05.2008).
The 19th International Oil & Gas (MIOGE) Exhibition and Conference, http://www.mioge.
ru/RU/world/kioge/- , (Accessed 27.02.2011)
“Turkmenistan Gotov k Vzaimovygodnym Delovym Otnoshenijam So Vsemi, Kto v Nih
Zainteresovan”, Neftegazovaya Vertikal’, No. 20, 2007, http://www.ngv.ru/article.
aspx?articleID=24908 , (Accessed 03.03.2009).
Türkiye İle Türk Cumhuriyetleri ve Bölge Ülkeleri İlişkileri Özel İhtisas Komisyonu Ra-
poru, Ankara, TC Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, 2000, p. 201, http://ekutup.
dpt.gov.tr/turkcumh/65 oik528.pdf , (Accessed 13.01.2009)
“Türkmenistan Ekonomisindeki Gelişmeler”, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı,
http://www.musavirlikler.gov.tr/altdetay.cfm?AltAlanID=72&dil= TR&ulke=TUR
(Accessed 03.03.2009).
“Uglevodorodnyj Potencial: Sostojanie i Perspektivy. Po Materialam GK ‘Turkmengeo-
logija”, Neftegazovaja Vertikal, No. 20, 2007, http://www.ngv.ru/article.aspx? artic-
leID=24912 (Accessed 20.12.2009)
“Uranium and Nuclear Power in Kazakhstan”, World Nuclear Association, http://www.wor-
ld-nuclear.org/info/Country-Profiles/Countries-G-N/Kazakhstan/ (Updated March
2015)
“Uranium in Central Asia, World Nucleer Association, February 2011, http://www.world-nuc-
lear.org/info/default.aspx?id=11492&terms=reserves (Accessed 01.03.2011).
“Uzbekistan Uranium, World Nuclear Association, http://www.world-nuclear.org/info/
Country-Profiles/Countries-T-Z/Uzbekistan/ (Updated 23 July 2014)
World Proved Reserves of Oil and Natural Gas, Most Recent Estimates, Energy Informa-
tion Administration, http://www.eia.doe.gov/emeu/international/reserves.html (Acces-
sed 20.10.2009).
Zakonodatel’stvo stran SNG “SojuzPravoInform”, http://www.base.spinform.ru/show_
doc.fwx?Regnom=21755 (Accessed 20.09.2009).
Kübra Deren Ekici 333

ENERJİ DİPLOMASİSİ VE
HAZAR HAVZASI

Kübra Deren EKİCİ*

Giriş
Enerji küreselleşen dünyamızda önemi gitgide artan bir konu haline gelmiştir.
Özellikle de sanayi alanındaki gelişmeler ve teknolojik ilerlemeler enerji alanının
değerini ve gelişimini daha da artırmıştır.
Diplomasi bir ülkenin belli bir konu hakkındaki görüşlerini resmi temsilci-
leri vasıtasıyla diğer ülkelere aktarması sürecine denir. “Enerji diplomasisi ise;
bir ülkenin gücünden ve biriminden kaynaklanan, genelde stratejik hedeflere ulaş-
mayı amaçlayan ve dış politika hedeflerinin gerçekleştirilmesine katkı sağlayan
çok yönlü faaliyetler ve temaslar olarak nitelendirmektedir.”1 Enerji diplomasisi
ile diplomasi arasında farklar bulunmaktadır. “Geleneksel diplomasi kısa dönemli
amaçlara yönelikken enerji diplomasisi daha uzun vadeli hedeflere yönelir, ener-
ji diplomasisinin hedefleri geleneksel diplomasinin hedeflerinden daha karmaşık
niteliktedir, geleneksel diplomaside kısa dönemli başarı veya başarısızlıklar söz
konusu olabilirken, enerji diplomasisi bir süreç olup, bu süreçte yapılanların dış
politika hedeflerine ne kadar hizmet ettiği veya hedeflerden ne kadar saptığı önem
taşımaktadır. Enerji diplomasisi içinde yer alan bazı aktörlere geleneksel diploma-
side rastlanmaz.”2
Enerji, uluslararası ilişkilerde önemini kaybetmeyen hatta giderek önemi daha
da artan bir alandır. Enerji alanında devletlerle beraber çok uluslu şirketlerde büyük

* Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi ve Yalova Üniver-
sitesi Armutlu Meslek Yüksekokulu Öğretim Görevlisi.
1 Hakan Akbulut, “Enerji Diplomasisi”, http://www.mfa.gov.tr/enerji-diplomasisi.tr.mfa
(05.04.2015).
2 Hakan Akbulut, “Enerji Diplomasisi”, http://www.mfa.gov.tr/enerji-diplomasisi.tr.mfa
(05.04.2015).
334 Enerji Diplomasisi

rol oynamaktadır. Zira enerji nakil hat inşasında bu şirketlerin payı önem arz et-
mektedir. “Devletlerin ve çok uluslu şirketlerin, yürüttükleri enerji politikalarında
üç ana hedef göze çarpmaktadır: enerji kaynaklarının güvenliğinin, enerjinin ula-
şım güvenliğinin ve fiyat istikrarının sağlanması. Bunların yanı sıra, kullanılmak
istenen enerjinin düşük maliyetle elde edilmesi ve talep edilen miktarla ve kalitede
pazarlara ulaştırılması hedeflenmektedir.”3

Hazar Havzası
“Hazar bölgesinde ilk petrol rafinerileri 1870’li yıllarda Nobel kardeşler, Mar-
cus Samuel ve Rohschild ailesi tarafından kurulmuştur. Birinci Dünya Savaşı’na
kadar Orta Doğu petrolleri her ne kadar biliniyorduysa da, Rus petrolünün (Azer-
baycan petrolü) ucuz olması ve taşıma yollarının daha gelişmiş olması sebebiyle en
önemli kaynak yine Bakü’ydü. SSCB’nin dağılmasının ardından Hazar bölgesindeki
en önemli enerji kaynaklarının Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan’da olduğu
ortaya çıkınca, Hazar Havzası’nın dünya devletlerinin ilgisini çekmesine sebep ol-
muştur. Uluslararası Enerji Ajansı’nın verdiği rakamlara göre, Hazar bölgesi ulus-
lararası alanda enerjinin yeni jeopolitiği olarak tanımlanmaktadır.”4
Neden Hazar bölgesi enerji politikalarının temel aktörüdür? Çünkü bölge aynı
zamanda hukuki statüsü, kıyıdaş devletler arasında tartışmalı durumda olması ve
bu ihtilafın, taraflar arasındaki ilişkilerde baskı unsuru olarak kullanılmasına neden
olması hasebiyle de önem arz etmektedir.
Hazar bölgesi jeopolitiği önem arz eden diğer bir noktadır. “Küresel siya-
set ortamında kapsamlı bir stratejik inceleme yapmayı kapsayan jeopolitik, aynı
zamanda devletin dış ilişkilerinin yönlendirilmesi ve yorumlanmasıdır. Jeopolitik
çalışma; bölgenin coğrafi tasvirini, çevre ülkelerle ilişkiyi, bölgenin tabii kaynakla-
rını, siyasi olayları ve bölgede söz sahibi olan devletin veya devletler topluluğunun
jeopolitik ilgilerinin irdelenmesini kapsamalıdır. Jeopolitik gücü olan ülkeler ulus-
lararası alanda, politik alanda, ekonomide, kültürde baskın olan taraflardır.”5 “Bir

3 Aslıhan P. Turan, “Hazar Havzasında Enerji Diplomasisi”, s.45, http://www.bilgesam.org/Ima-


ges/Dokumanlar/0-3-2014031950hazar-havzasinda-enerji-diplomasisi.pdf (04.04.2015).
4 Turan, a.g.e, s. 48.
5 İsmail Duran, Orhan Sezgin, “Avrupa Birliği’nin Jeopolitik Güç Mücadelesine Türkiye’nin Tam
Üyeliğinin Etkileri”, https://docs.google.com/viewer?a=v&q=cache:eDLFXXr6-yIJ:www.
arastirmax.com/system/files/ dergiler/262/makaleler/1/6/arastirmax_3300_pp_153-168.pdf+-
so%C4%9Fuk+sava%C5%9F+sonras%C4%B1+ jeopolitik&hl=en&pid=bl&srcid=ADGE-
ESj711LN9_k-dhc3SJo7Xwp6vq5Rn-Ju74t6krdj_ywdrdIaEuwkxJIXi3 YuujtX58vyjse9K-
4lhNpJdNfyNfRcqGsJvzjCR8CdCZbCSWlRu-ACSTAb28JsCEDT0HoQOgaafR-Qu&sig=
AHIEtbQkeouwU5fJaewR7fVp4q424ePvkw , (01.10.2012).
Kübra Deren Ekici 335

devletin jeopolitik gücü; dünya üzerindeki yeri (ada, kenar, kıta veya kıta içi devlet
olması); bölgesel güç merkezlerine yakınlığı, sahip olduğu enerji kaynakları veya
bu kaynaklara yakınlığı veya uzaklığı ve iklimi ile doğrudan ilgilidir.”6 Hazar Hav-
zası da bulunduğu jeopolitik konum ve ülkeler itibariyle stratejik öneme sahiptir.
En genel anlamda Hazar Havzası; Rusya, Kazakistan, Türkmenistan, İran ve
Azerbaycan ile çevrili bölgedir. Ancak Hazar petrollerinin pazarlanması sürecinden
etkilenen ve Hazar gölüne doğrudan kıyısı olmamakla birlikte Özbekistan, Gür-
cistan ve Ermenistan’ı da bu alana dâhil edenler bulunabilmektedir. “Orta Asya ve
Hazar ülkeleri, nükleer güce sahip dört ülke tarafından çevrelenmiştir: Rusya, Çin,
Hindistan, Pakistan. Bir diğer komşu olan Türkiye, hem bölge ülkeleriyle tarihi
ve kültürel paylaşımları dolayısıyla hem de NATO üyesi vasfıyla rekabette yerini
almaktadır. İran da tarihi bağları ve nükleer programı sayesinde bölge ülkeleri
üzerinde etkin olmaya çalışmaktadır. ABD ise “terörle savaş” politikası ile Afga-
nistan’a girmiş, Al-Qaida ile mücadele edebilmek için askeri üsler kurmuş ve bu
şekilde komşu ülkelerin arasında rekabette yerini almıştır.”7 Hazar bölgesi hem
enerji üretim, hem enerjinin nakli hem de silahlanmaya sebep olması bakımından
önem taşımaktadır. “ABD’nin ekonomik olarak bölgeye girmesinden sonra, NATO
aracılığıyla askeri açıdan da nüfuzu, Rusya’nın Hazar donanmasını güçlendirme-
sine sebep olmuştur. Buna karşılık, daha önce Hazar’da donanması bulunmayan
Kazakistan ve Türkmenistan da deniz gücü oluşturmuştur.”8

Hazar Denizi’nin Önemi


Hazar havzasının küresel politikalar bağlamında anlaşmazlıklara neden olan
en belirgin yönü dünya petrol rezervinin ve doğalgazının büyük bir kısmını ba-
rındırıyor olmasıdır. Ayrıca Hazar’ın statüsü hususunda da devletlerin farklı yak-
laşımları bulunmaktadır. “Bölgede sorun Hazar’ın deniz mi, göl mü sayılacağı
ve hangi uluslararası normların uygulanacağıdır. Aslında bu sorunu ortaya atan
Rusya Federasyonu’nun, gizli amacı, ortalığı bulandırarak çok uluslu petrol şir-
ketlerinin bölgeden çekilmesini sağlayarak, Kafkaslar üzerinde tek başına kontro-
lü sağlamaktır.”9 Zira Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra “hırslı Batılı petrol
yatırımcılarının üşüşmesinden güç alan, bağımsız koyu milliyetçi Azerbaycan’ın ve

6 İsmail Yücel, “Jeopolitik Güç Oluşturma Kriterleri ve Milli Güç Açısından Türkiye’nin De-
ğerlendirilmesi”, http://www.ismailyucel.com.tr/makaleler/jeopolitik-guc-olusturma-kriterle-
ri-ve-milli-guc-acisindan-turkiyenin-degerlendirilmesi , (08.10.2012).
7 Turan, a.g.e,s. 50.
8 A.e, s. 51.
9 Hakan Kantarcı, Kıskaçtaki Bölge Kafkasya, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul: 2006, s.
72-73.
336 Enerji Diplomasisi

aynı şekilde bağımsız Kazakistan ve Türkmenistan’ın ortaya çıkışıyla Rusya, Hazar


Denizi havzası zenginliklerinin beş talepkarından yalnızca birisi durumuna düştü.
Artık kaynakları canı istediği gibi kullanabileceğini varsayamazdı.”10
“Hazar denizi yaklaşık 371.000 km karelik bir alanda hiçbir deniz ve okya-
nusla nehir-kanal şebekesi dışında bağlantısı bulunmayan bir tuzlu su kitlesidir.
Söz konusu bağlantı ise Volga ve Don nehirlerinin kollarına eklenen kanallar ara-
cılığıyla Karadeniz ve Baltık Denizi’ne bağlanmaktadır. Bununla birlikte su sevi-
yesi sürekli sürekli yükselmekte olan Hazar Denizinde petrol ve doğalgaz dışında
balıkçılık çok yaygındır. Toplam uzunluğu 7000 km civarında olan Hazar’a kıyıdaş
ülkeler kıyı uzunlukları sırasıyla Kazakistan (2320km), Rusya (1930km), Türkme-
nistan (1200km), Azerbaycan (825km) ve İran (740km)’dır. Bugün bölgedeki ener-
jinin paylaşımı kullanımına yönelik temel sorun 5 ülkenin müdahil olduğu hukuki
statünün belirlenememesidir.”11
“Yüzyılın Anlaşması adıyla imzaladığı uluslararası anlaşma sebebiyle statü
sorununu derinleştiren Azerbaycan kendisine düşen payın en hızlı ve etkin biçimde
kullanabilmek amacıyla Hazar’ın bir deniz olduğunu ve sınırların uluslararası ku-
rallar çerçevesinde belirlenmesi gerektiğini savunmaktadır.”12 İran’da ise durum
kendi kullanım alanını artırmaya yönelik bir muhtevaya sahiptir. “Hazarda her bir
kıyıdaş devletin %20 oranında eşit paya sahip olmasını isteyen İran, Araz-Alov
-Şark petrol sahalarını sınırlarına katmak istemektedir. Kazakistan Azerbaycan ile
benzer görüşleri benimsemekle birlikte Azerbaycan’ın tersine Hazar’ın ulusal sek-
törlere bölünmesini değil, deniz yatağının paylaşılması ve belirlenen sınır dışın-
da ortak kullanılması ortaya koymaktadır. Türkmenistan ise Azerbaycan’ın aksine
Güneşli, Çırağ ve Azeri’nin kendisinde kalmasını sağlamak üzere Hazar’ın hem
tabanının hem de su yüzeyinin bölünmesini ve her devletin kendi sektörünü kontrol
etmesini istemektedir.”13
Amerikan Enerji Enformasyon İdaresi’nin Aralık 1998 tarihli raporunda, Ha-

10 Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, Amerika’nın Küresel Üstünlüğü ve Bunun


Jeostratejik Gereklilikleri, Yelda Türedi, (çev.), İstanbul: İnkılap Kitabevi, 2005, s.135.
11 Orta Asya Enerji ve Güç Mücadelesinde 4. Hazar Zirvesinin Önemi, http://www.turksam.

org/tr/makale-detay/1185-orta-asya-enerji-ve-guc-mucadelesinde-4-hazar-zirvesinin-onemi.
(05.05.2015).
12 Orta Asya Enerji ve Güç Mücadelesinde 4. Hazar Zirvesinin Önemi, http://www.turksam.

org/tr/makale-detay/1185-orta-asya-enerji-ve-guc-mucadelesinde-4-hazar-zirvesinin-onemi.
(05.05.2015).
13 Orta Asya Enerji ve Güç Mücadelesinde 4. Hazar Zirvesinin Önemi, http://www.turksam.

org/tr/makale-detay/1185-orta-asya-enerji-ve-guc-mucadelesinde-4-hazar-zirvesinin-onemi.
(05.05.2015).
Kübra Deren Ekici 337

zar bölgesinin doğal gaz ve petrol rezerv miktarları şu şekilde belirtilmiştir: “İran
ve Rusya’nın da Hazar Denizi’ne yakın bölgeleri de dâhil olmak üzere, Hazar böl-
gesinde 16 ila 32.5 milyar varil petrol rezervi bulunmaktadır. Bu rakamın 15.6 ila
32.1 milyar varillik kısmı, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kazakistan’a
aittir. Bu rakamlar neticesinde Hazar bölgesinin ABD (22 milyar varil) ile Kuzey
Denizi (17 milyar varil) sahalarından daha fazla petrol rezervine sahip olduğunu
görebilmekteyiz. Doğal gaz rezervlerine bakarsak, bölge devletleri, dünya devlet-
lerinin her geçen gün artan doğal gaz ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli rezerve
sahiptir.”14 “Petrol haricinde ise, varlığı kanıtlanmış rezerv olarak ise 6.7-9.2 tril-
yon metreküp, tahmin edilen rezerv olarak ise 8 trilyon metreküp doğalgaz bulun-
maktadır. Uygun ihraç ve yatırım koşulları altında Hazar Havzasında 2010 yılında
3.9 milyon varil/gün ve doğalgaz miktarının da 201 milyar metreküp/yıla ulaşacağı
değerlendirilmektedir.”15

Hazar Havzasının Statüsü


Hazar Havzası’nın statüsü ile ilgili gelişmeler devam etmekte olup yapılan
bazı antlaşmalar ise şunlardır:
• 1723 Petersburg Anlaşması: Rusya ile İran arasında yapılan bu anlaşma-
da Hazar’da sadece Rusya’nın donanması bulunacaktı.
• 13 Şubat 1729 Tarihli Anlaşma: Rusya ile İran arasında sınırların yeni-
den belirlenmesi, bazı bölgelerde ticaretin serbest bırakılması ile ilgilidir.
Hazar Denizi’ne akan Kür ve araz nehirlerinde ise serbest gemicilik ile
ilgili taraflar arasında belirlenen sonuçlara ulaşmıştır.
• 2 Ekim 1813 Gülüstan Anlaşması: Rusya ile İran arasında yapılmış olup,
İran, Kuzey Azerbaycan’ı, Gürcistan’ı ve Dağıstan’ı Rusya’ya bırakmış-
tır.
• 10 Şubat 1828 Türkmençay Anlaşması: Anlaşmanın 4. Maddesi Rusya
ile İran arasındaki sınırın Hazar’da sona erdiğini ifade etmektedir. 8.
Maddesi ise sadece Rusya Hazar’da savaş gemisi bulundurabilecekti.
• 1881 Tarihli Anlaşma: Rusya ile İran arasında yapılan anlaşmaya göre

14 Ertan Efegil, “Washington’un Hazar Havzası Politikası ve Türkiye”, http://www.goog-


le.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=1&ved=0CB0QFjAA&url=htt-
p%3A%2F%2Fwww.21yyte.org%2Fassets%2Fuploads%2Ffiles%2F187202%2520ertan.
PDF&ei=PhtJVcioLsmvsQG25oDYAg&usg =AFQjCNG7PAKmjEL6oBoQpFwXBmsCW-
jIueg s. 188. (05.05.2015).
15 Kantarcı, a.g.e, s. 73.
338 Enerji Diplomasisi

Hazar’ın esas kısmının Rusya arazisinde bulunduğu dikkate alınarak, Ast-


ra-Hasan Gulu sınır kabul edilmiştir.
• 27 Ağustos 1935 Tarihli anlaşma: anlaşmaya göre Sovyet ve İran gemile-
ri için serbest seyrüsefer 10 millik bir münhasır balıkçılık alanı kurulması
öngörülmüştür. Hazar “Sovyet-İran Denizi” olarak zikredilmiştir.
• 25 Mart 1940 Tahran Anlaşması: Sovyet Birliği ile İran arasında ticaret
ve gemicilik ile ilgilidir. 10 mille kadar olan yerlerde bayraklarını taşıya-
bilecekler.
• 1953 Tarihli Anlaşma: Sovyetler birliği ile İran arasında imzalanan 1881
tarihli anlaşmanın onayı olarak kabul edilir.
• 1970 Tarihli Anlaşma: Hazar Denizi’nin milli sektörlere bölünmesinin en
önemli adımı atılmıştır. En büyük pay Kazakistan’a düşmüştür. (113.000
km2), Azerbaycan’a 80.000 km2, Türkmenistan’a yaklaşık Azerbaycan ka-
dar, Rusya’ya 64.000 km2 ve en küçük pay İran’a 34.000 km2 olarak ayrıl-
mıştır.
• 1991 Tarihli Anlaşma: Rusya ile İran arasında yapılan bu anlaşmaya is-
tinaden Hazar’ın esas kısmının Rusya arazisinde bulunduğu dikkate alı-
narak Astra-Hasan Gulu sınır hattı belirlenmiştir.”16

Hazar’ın statü problemine ilişkin süreçte dikkat çekici olan husus, ülkelerin
görüşlerini ve tutumlarını değiştirebilmektedirler. “Burada amaç ortak bir noktaya
varmak da olabilir. Fakat dikkate değer başka bir nokta ise iktisadi ehemmiyet ta-
şıyacak özellikteki ülkelerin Hazar’da enerji kaynağı rezervine sahip yeni yataklar
keşfetmeleri ile ilgilidir.”17
“Azerbaycan havzayı bir sınır gölü olarak ele alınabileceğini ve açık deniz
statüsünü de kabul edebileceğini vurgular. Rusya’nın bu konu hakkında üç temel
politikası vardır. 1921 ve 1940 yıllarında SSCB ve İran arasında imzalanan anlaş-
malarla münhasır egemenlik alanının yalnız balıkçılık için tanınan 10 millik kıyı
şeridinden ibaret olduğunu, bunun dışındaki bölgelerde ise ortak kullanıma açık ol-
duğunu savunmuştur. Rusya’nın ikinci politikası 1996’dan itibaren 40-45 millik kıyı
şeridi dışında ortak kullanım şeklindedir. Böylece Rusya Hazar’ın bölünmesini ka-
bul yönünde bir adım daha atmıştır. 1998’den sonra üçüncü bir politika benimsemiş

16 Hazar Denizi’nde Çıkarılan Petrol ve Hazar’ın Statü Sorunu, http://www.uiportal.net/ha-


zar-denizinde-cikarilan-petrol-ve-hazarin-statu-sorunu.html (10.05.2015).
17 Sina Kısacık, “Hazar’ın Hukuki Statüsü Sorunu Çözüme Kavuşturulabilir mi?”, http://politi-

kaakademisi.org/hazarin-hukuki-statusu-sorunu-cozume-kavusturulabilir-mi/ (10.05.2015).
Kübra Deren Ekici 339

bu politikada ise Kazakistan ile Hazar’ın statüsüne ilişkin bir uzlaşma metni ka-
bul etmiştir. Buna göre Hazar’ın deniz tabanını eşit uzaklık ilkesine göre tamamen
bölmüşler, su kütlesini ise eşit kullanıma bırakmışlardır. Kazakistan Hazar’ı bir iç
deniz olarak nitelendirmiştir. 1982 BMDHS’nin uygulanmasını istemiştir. Aslında
Kazakistan Azerbaycan’a zıt olarak deniz yatağının paylaşılmasını sularının da
münhasır yetki alanı dışındaki yerlerin ortak kullanımda olmasını istemiştir. İran
Hazar’ın bir göl olduğunu ve beş kıyıdaş devlet tarafından ortaklaşa kullanılması
gerektiğini ve diğer devletlerin kullanımına kapalı olması gerektiğini savunmakta-
dır. İran’a göre 10 millik kıyı şeridi dışında olan yerlerin dışındaki bölgelerin ortak
kullanılması gerekmektedir. İran uzun süre Rusya’nın tezini desteklemekle birlikte
1998’de imzalanan Rusya-Kazakistan Anlaşması ile İran ve Rusya’nın Hazar’da-
ki yolları ayrılmıştır. Azerbaycan ve Kazakistan’ın kendi kıyılarına yakın alanda
petrol çıkarmasına karşı çıkmıştır. Türkmenistan son zamanlarda tutumunu yine
değiştirmiş ve Hazar’ın statüsü konusunda kıyıdaş devletlerin onayladığı bir anlaş-
ma olana kadar İran ve SSCB’nin anlaşmalarına uyacağını belirtmiştir. Bu demek
oluyor ki hem su dibinin hem de su kütlesinin ortak kullanımını savunmuştur.”18

Küresel Aktörler
“Hazar Denizi’ne kıyısı olan Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Rusya
ve İran bölge hinterlandında yer alan Özbekistan Hazar bölgesindeki temel enerji
üreticileridir.”19 Türkiye tarihi bağları nedeni ABD ve Çin ise bölge üzerinde kur-
mak istediği hegemonya ile bölge üzerinde önem taşımaktadır. “Hazar petrolleri-
nin önemini artıran asıl neden ise, başlıca talep merkezlerinin 20 yıl içinde ithal
petrole bağımlılık oranlarında belirgin bir artış beklenmesidir.”20 Aşağıda küresel
aktörlerden bazılarının bölge ile ilgili durumları analiz edilmiştir.
Türkiye: Türkiye Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya arasında yer alan jeopo-
litik ve jeostratejik açıdan öneme sahip bir ülke konumunda bulunmaktadır. Aynı
zamanda Türkiye parlamenter demokratik yönetimi, laik anayasal sistemi ve Müs-
lüman nüfusu ile modern kültürel kimliğinden de kaynaklanmaktadır. İçinde bu-
lunduğumuz jeopolitik ortam ise hem Soğuk Savaş dönemine benzemeyen yeni bir
ortam oluşturmakta ve hem de Türkiye’nin Avrasya coğrafyasında büyük (stratejik)
ve geniş (jeopolitik) düşünmesine imkânlar sağlayarak yeni fırsatlar ve jeostratejik
seçenekler sunmakta. Bu seçenekleri aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür:

18 Hazar Denizi’nde Çıkarılan Petrol ve Hazar’ın Statü Sorunu, http://www.uiportal.net/ha-


zar-denizinde-cikarilan-petrol-ve-hazarin-statu-sorunu.html (10.05.2015).
19 Cenk Pala, “Türkiye’nin Avrasya Boru Hatları Macerası”, Mustafa Aydın (der.), Türkiye’nin

Avrasya Macerası, 1989-2006, (Avrasya Üçlemesi II), Nobel Basım Yayın, 2007, s. 148.
20 Pala, a.g.e, s. 150.
340 Enerji Diplomasisi

- “Batı Jeopolitik Ekseni:


* Türkiye’nin NATO üyeliğini de dikkate alarak ABD ve İsrail ile strateji
ilişkilerini geliştirerek sürdürmek.
* Bütün olumsuzluklara rağmen Avrupa Birliği üyeliğini bir hedef olarak
benimsemeye devam ettirmek ve Avrupa Birliği üyelik sürecini bir çağdaş-
laşma projesi olarak sürdürmek.
* ABD ve İsrail ile stratejik ilişkileri geliştirirken Avrupa Birliği sürecini
devam ettirmek.
- Güney Ekseni (jeopolitik ilişkilerde İslam Dünyasını ve Ortadoğu’yu ön pla-
na çıkarmak):
* Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesinde ABD ve İsrail ile iş-
birliği yapmak.
* Müstakilen Ortadoğu’da İslam Dünyası ile ilişkileri geliştirmek.
- Kuzey Ekseni:
* Rusya ile her alanda jeopolitik ilişkileri geliştirmek.
* Rusya ve İran ile jeopolitik ilişkileri geliştirmek.
- Doğu Ekseni:
* Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk Devletleri ile ilişkileri müstakilen geliş-
tirmek.
* Çin ile her alanda jeopolitik ilişkileri geliştirmek.
* Türk Dünyası ile ilişkileri geliştirirken Şangay İşbirliği Örgütü içerisinde
Çin ve Rusya ile iş birliği yapmak.
- Batı, Güney, Kuzey ve Doğu jeopolitik eksenlerini eş zamanlı kullanarak
dengeli ve çoklu jeopolitik-jeostratejik ilişkiler geliştirmek.
Görüleceği gibi Soğuk Savaş sonrası ortam Atlantik’ten Pasifik’e kadar uza-
nan Avrasya coğrafyasında, Türkiye’ye çoklu jeopolitik-jeostratejik seçenekler
sunmaktadır. Artık, Türkiye’nin Soğuk Savaş dönemi kalıplarından kurtulma, bü-
yük ve geniş düşünme, Avrasya jeopolitik vizyonu geliştirme zamanı gelmiştir”.21
Bu bağlamda Türkiye Hazar Havzası alanı ile diğer ülkeler arasında nakil, siyasi
ilişkiler anlamında köprü vazifesi görmektedir. “Hazar Havzası, Türkiye-Amerika

21 Nejat Eslen, “Türkiye’nin Jeopolitik-Jeostratejik Seçenekleri”, http://www.turksam.org/tr/


a1153.html, (08.10.2012).
Kübra Deren Ekici 341

ilişkileri için bir işbirliği sahası olurken, genel niteliği “ekonomik işbirliği ve siyasi
rekabet” olan Türkiye Rusya ilişkilerinde, özellikle enerji nakil hatları konusunda,
rekabetin en yoğun yaşandığı bölge olmuştur.”22
“Türkiye’nin Kafkaslar-Hazar- Orta Asya bağlantı politikası üç temel taktik
prensibe bağlıdır: 1-Kuzey Kafkas cumhuriyetlerinin Rusya Federasyonu içindeki
statülerinin kademeli bir şekilde güçlendirilerek Hazar-Karadeniz bağlantısının bu
cumhuriyetler üzerinden gerçekleşmesini temin etmek 2-İran ile ideolojik gerilim-
lerle gölgelenen ilişkilerin dinamik ve rasyonel bir ekonomik işbirliği çerçevesinde
sağlamlaştırılarak Rusya’nın Orta Asya ve Kafkaslar üzerindeki etkisini dengele-
mek ve 3-Orta Asya ülkeleri arasındaki her türlü işbirliğini teşvik etmektir.”23 “Dı-
şişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na göre Hazar Havzası’nda Türkiye’nin izlemesi
gereken taktikler, bölge devletlerinin Rusya’ya karşı statülerinin kademeli olarak
güçlendirilmesi ve Hazar-Karadeniz bağlantısının bu cumhuriyetler üzerinden
gerçekleşmesinin temin edilmesi ve İran ile aramızdaki ideolojik gerilimleri son
vererek ekonomik işbirliğini sağlamlaştırmak yoluyla Rusya’nın bölge üzerindeki
etkisini dengelenmesidir.”24
Ayrıca Türkiye, geniş Hazar Havzası hidrokarbon kaynaklarının doğrudan
Batı pazarlarına ulaştırılmasını öngören Doğu-Batı Enerji Koridorunun gerçekleş-
tirilmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. Zira Kafkasya ve Orta Asya’yı Avrupa’ya
bağlayan boru hattı projeleri ile Batı ve bölge arasındaki entegrasyon sağlanacaktır.
“Doğu-Batı Enerji Koridorunun en önemli bileşenini oluşturan Bakü-Tiflis-Ceyhan
(BTC) Ham Petrol Boru Hattı, Azeri-Çırak-Güneşli (AÇG) sahasından başlayarak,
Azerbaycan ve Gürcistan üzerinden, çevresel açıdan hassas Karadeniz ve Türk Bo-
ğazlarını by-pass ederek, Türkiye’nin Akdeniz kıyısındaki Ceyhan’daki terminale
ulaşmaktadır. Günde 1 milyon varil (yaklaşık olarak dünya petrol arzının % 1,5’i)
petrol ihraç kapasitesine sahip boru hattı, 1760 km ile en uzun ikinci boru hattı ol-
mak özelliğini taşımaktadır. BTC boru hattından ilk petrol 4 Haziran 2006 tarihin-
de, Ceyhan’da tankere yüklenmiştir. 5 Ocak 2009 tarihi itibariyle BTC üzerinden
653 tankere yaklaşık toplam 520 milyon varil petrol yüklemesi yapılmıştır.”25
Rusya: Rusya için Hazar bölgesi arka bahçe olarak nitelendirilmekte ve bü-
yük önem arz etmektedir. Rusya enerji kaynakları yolu ile alanda tekrar güç kazan-

22 Turan, a.g.e. s. 61.


23 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik Türkiye’nin Uluslararası Konumu, Küre Yayınları,
İstanbul, 2004, s. 181.
24 Turan a.g.e. s. 53.

25 Türkiye Cumhuriyeti, Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin Enerji Stratejisi, Enerji, Su ve Çevre

İşleri Genel Müdür Yardımcılığı, Ocak 2009, s.2, http://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/


Turkiyenin_Enerji_Stratejisi_Ocak2008.pdf . (06.05.2015).
342 Enerji Diplomasisi

mak ve küresel güçlere karşı elini güçlendirmek istemektedir. “Rusya’nın Hazar


bölgesindeki dış politika amaçları şu şekilde özetlenebilir: Rusya’nın güvenliğini
ve jeopolitik menfaatlerini teminat altına alabilecek şekilde dost bir tampon bölge
sağlamak; Rusya içlerine yayılabilecek veya sınır uyuşmazlıklarına yol açabilecek
etnik gerginliklerden kaçınmak için bölgede istikrarı temin etmek; Azerbaycan, Ka-
zakistan ve Türkmenistan petrol ve doğalgaz kaynaklarından azami istifade etmek;
yabancı güçlerin bölgeye girişini engellemek ve bölgedeki Amerikan varlığını za-
yıflatmaktır.”26 “Rusya’nın bölge üzerindeki ısrarlarının ilk nedeni jeostratejiktir.
Rusya arka bahçe olarak gördüğü bölgeyi kontrol altına alırsa bölgesel rakipleri
olan Türkiye ve İran’a karşı üstün duruma geçebilir. İkinci neden ise ekonomiktir.
Zira Rusya petrol şirketlerini yatırıma teşvik etmiştir. “27
İran: “İran ise, Orta Asya’dan dünya pazarlarına petrol ve gaz dağıtımın-
da kendisini doğal bir geçiş yolu olarak görmektedir. Ancak bu görüş ABD’nin
muhalefetiyle karşılaştığı için sınırlandırılmak zorunda kalmaktadır. Denize açılan
limanları sayesinde ürettiği petrol ve doğalgazı uluslararası piyasalara ulaştırma
imkânına sahiptir, ancak Türkmen ve Kazak petrolünün ve doğal gazının da taşı-
yıcısı olmak istemektedir. Bunu sağlayabilmek için imzalanan antlaşmalara düşük
ücretten taşıma yapacağı taahhüdünün de konulabileceğini açıklamıştır. 1997 yılın-
da Türkmenistan’la imzaladığı antlaşması sonrasında, düşük kapasiteli doğalgaz
boru hattı inşa edilmiştir ki bu hat hala daha Türkmenistan’ın nakit para karşılığı
ihracat yaptığı tek hat durumundadır. İran Hazar bölgesi devletleri için limanıyla
da cazip bir seçenektir. İran ile Türkmenistan arasında işbirliği ulaşım ve enerji
alanlarındadır. Türkmenistan, İran’ın Orta Asya’ya açılması için bir geçiş ülke-
siyken, İran da Basra Körfezi’ne ulaşımda geçiş ülkesidir. 1995 ve 2007 yılında
imzalanan antlaşmalarla, İran-Türkmenistan-Kazakistan arasında demiryolu inşa-
atları yapılmıştır.”28 Rusya petrol ihracı konusunda hattın geçeceği ülkelerde böl
ve yönet politikasını uygulayarak tekelini korumak istemektedir. Rusya’nın askeri
güçten çok Hazar Havzası enerji kaynakları yolu ile hegemonyasını pekiştirme-
si daha uygun olacaktır. İran’ın bölge ülkeleri ile kopan ilişkilerini tekrar kurup
izolasyondan kurtulmak ve petrol-doğalgaz işletmesinden ve ihracından ekonomik
fayda sağlamayı hedeflemektedir.
Çin: Çin enerji ihtiyacını konusunu güvenlik sorunu perspektifinden görmek-
tedir. Rusya gibi Çin de bölgedeki Amerikan hegemonyasından kurtulmak istemek-
te ve Kazakistan ve Türkmenistan’da enerji kaynaklarına yönelik projelerde etkin

26 Turan, a.g.e, s. 53-54.


27 Timuçin Kodaman, “Hazar Havzasında Stratejik Oyun, Süleyman Demirel Üniversitesi”, İkti-
sadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Y. 2005, C.10, S.1, s.256.
28 Turan a.g.e, s. 55.
Kübra Deren Ekici 343

çaba göstermektedir. “Orta Asya hidrokarbon kaynaklarını enerji ihtiyacı için ön-
celikli olarak gören Çin, Rusya’nın petrol ve doğalgaz dağıtım yollarını elinde bu-
lundurmasından ve bölge ülkeleri üzerinde baskı kurmasından ekonomik çıkarları
zedeleneceği düşüncesiyle, son derece rahatsızdır. Ancak Orta Doğu’daki enerji
kaynaklarının üretim ve dağıtımının ABD’nin kontrolünde olması nedeniyle, Orta
Asya ülkeleri ve Rusya ile projeler geliştirmeyi tercih etmektedir.”29
Amerika Birleşik Devletleri: Hazar petrol kaynaklarının, Basra Körfezi kay-
nakları kadar zengin olması ABD açısından önem arz etmektedir. ABD eski Sovyet
cumhuriyetlerinin uluslararası sisteme entegre olmaları ve enerji kaynaklarının gü-
venli bir şekilde uluslararası pazarlara taşınmasını temel hedef olarak belirlemiştir.
“Hazar bölgesinde ABD’nin genel hedeflerini şöyle sıralayabiliriz: demokratikleş-
meyi hızlandırmak, entegrasyonu sağlamak, yeni kurulan devletlerin egemenlikleri-
ni pekiştirmek, kendi şirketlerinin fayda maksimizasyonu için bölgede petrol üretimi
ve nakli için gerekli koşulları düzenlemek, Batı dünyasının gelecekte petrole olan ih-
tiyaçlarının karşılanması için Ortadoğu’ya olan bağımlılığı azaltmaktır.”30 “Ame-
rikan yönetimi ısrarla iki projenin gerçekleşmesi için elinden gelen gayreti gös-
termektedir: Bakü-Ceyhan petrol ve Trans-Hazar doğal gaz boru hatları projeleri.
Doğu-Batı istikametlerinden petrol ve doğal gaz kaynaklarının dünya piyasalarına
sunulması neticesinde elde ettikleri gelirlerle, bölge devletleri Rusya’nın kontrolün-
den çıkacaktır. Aynı zamanda bu devletler, kendi ülkelerinde sosyal barışı sağlama
imkânı da bulacaklardır. Bu devletler bir yandan demokratikleşme yönünde önemli
adımlar atarken, öte yandan mevcut bölgesel sorunları barışçı yollarla çözecekler-
dir. Örneğin, Dağlık-Karabağ, Güney Osetya ve Abhazya meseleleri gibi.”31

Sonuç
Hazar Havzası sahip olduğu enerji kaynakları hasebiyle küresel aktör ve kıyı-
daş devletlerin mücadele alanı olmaya devam edecektir. Türkiye alanda önemli bir
rol haline gelebilir.
“Türkiye’nin bölge ile ilgili yapması gerekenleri kısaca şöyle özetleyebiliriz:
Türkiye, bu bölgelerde petrolün ekonomide tekel haline gelmesini engelleyecek ön-

29 A.e, s. 58.
30 Timuçin Kodaman, “Hazar Havzasında Stratejik Oyun”, Süleyman Demirel Üniversitesi, İkti-
sadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Y. 2005, C.10, S.1, s.254-255.
31 Ertan Efegil, “Washington’un Hazar Havzası Politikası ve Türkiye”, s. 191, http://www.go-

ogle.com.tr/url?sa= t&rct=j &q=&esrc=s&source=web&cd=1&ved=0CB0QFjAA&url=ht-


tp%3A%2F%2Fwww.21yyte.org%2 Fassets%2Fuploads%2Ffiles%2F187-202%2520ertan.
PDF&ei=PhtJVcioLsmvsQG25oDYAg&usg=AFQjCNG 7PAKmjE L6oBoQpFwXBmsCW-
jIueg (05.05.2015).
344 Enerji Diplomasisi

lemler üzerinde durmalıdır. Şimdiden Azerbaycan ekonomisi ‘petrol ekonomisi’ne


dönmeye başlamıştır. Ortadoğu örnekleri dikkate alındığında zamanında petrol
gelirlerinin diğer sektörlerin teşvikine ve eğitim çalışmalarına ayrılması gerektiği
söylenebilir. Eğer petrol gelirleri sadece petrol sektöründe kalır ve ekonomide te-
kel oluşturursa bunun siyasi, askeri ve ekonomik sonuçları oldukça olumsuz olur.
Ortadoğu örneği bizlere göstermiştir ki ekonomide tekel haline gelen petrol, siyasi
sistemin demokratikleşmesini engellemekte, liberal bir ekonomiye izin vermemekte,
ülkeyi dış dengelere bağlı kılmakta ve yabancı müdahalelerine davet çıkarmaktadır.
Türkiye’nin Hazar Havzası’ndaki Türk Cumhuriyetleri’nin ekonomilerini liberal-
leştirmeleri konusunda özel bir teşviki olmalıdır.”32
“Hazar’da bir türlü çözüme kavuşturulamayan “statü” sorunu, aslında böl-
gesel ve uluslararası çapta yürütülen jeopolitik üstünlük mücadelesinin bir neti-
cesidir. Zira belirlenecek statü birçok konuyu da aydınlığa kavuşturacaktır. Boru
hatları güzergâhları, kaynakların paylaşımı, ekolojik dengeler ve jeopolitik kaza-
nımlar statü sorununun nasıl halledilmesine bağlı olarak şekillenecektir.33

Kaynakça
AKBULUT Hakan, “Enerji Diplomasisi”, http://www.mfa.gov.tr/enerji-diplomasisi.tr .mfa
(05.04.2015).
BRZEZİNSKİ Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası, Amerika’nın Küresel Üstünlüğü ve Bunun
Jeostratejik Gereklilikleri, Yelda Türedi, (çev.), İstanbul: İnkılap Kitabevi, 2005.
DURAN İsmail, SEZGİN Orhan, “Avrupa Birliği’nin Jeopolitik Güç Mücadelesine Türki-
ye’nin Tam Üyeliğinin Etkileri”, https://docs.google.com/viewer?a=v&q=cache :e DL-
FXXr6-yIJ:www.arastirmax.com/system/files/dergiler/262/makaleler/1/6/arastirmax_
3300_pp_153-168.pdf+so%C4%9Fuk+sava%C5%9F+sonras%C4%B1+jeopolitik&h-
l=en& pid=bl&srcid=ADGEESj711LN9_k-dhc3SJo7Xwp6vq5Rn-Ju74t6krdj_ywdr-
dIaEuwkxJIXi3 YuujtX58vyjse9K4lhNpJdNfyNfRcqGsJvzjCR8CdCZbCSWlRu-A-
CSTAb28JsCEDT0HoQo gaafR -Qu&sig=AHIEtbQkeouwU5fJaewR7fVp4q424ePvkw
(01.10.2012).
EFEGİL Ertan, “Washington’un Hazar Havzası Politikası ve Türkiye”, http://www.
google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=1&ved=0C-
B 0 Q F jA A &url =ht t p%3A%2F%2Fwww.2 1yyte.org%2F as s ets %2F uploa-
ds%2Ffiles%2F187-202%2520ertan.PDF&ei=PhtJVcioLsmvsQG25oDYAg&us-
g=AFQjCNG7PAKmjEL6oBoQpFwXBmsCWjIueg (05.05.2015).

32 Sedat Laçiner, “Hazar Enerji Kaynakları ve Enerji Siyaset İlişkisi”, 2006, s. 74, http://www.
usak.org.tr/ dosyalar/dergi/vRPhzIqgAaUzEbsqIgyiYdXFvT60sp.pdf (10.05.2015).
33 Yeni Global Oyun ve Hazar’ın Statüsü, http://www.turksam.org/tr/makale-detay/601-ye-

ni-global-oyun-ve-hazar-in-statusu (10.05.2015).
Kübra Deren Ekici 345

“Hazar Denizi’nde Çıkarılan Petrol ve Hazar’ın Statü Sorunu”, http://www.uiportal.net/ha-


zar-denizinde-cikarilan-petrol-ve-hazarin-statu-sorunu.html (10.05.2015).
KANTARCI Hakan, Kıskaçtaki Bölge Kafkasya, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul: 2006.
KISACIK Sina, “Hazar’ın Hukuki Statüsü Sorunu Çözüme Kavuşturulabilir mi?”, http://
politikaakademisi.org/hazarin-hukuki-statusu-sorunu-cozume-kavusturulabilir-mi/
(10.05.2015).
“Orta Asya Enerji ve Güç Mücadelesinde 4. Hazar Zirvesinin Önemi”, http://www.turksam.
org/tr/makale-detay/1185-orta-asya-enerji-ve-guc-mucadelesinde-4-hazar -zirvesi-
nin-onemi. (05.05.2015).
TURAN Aslıhan P., “Hazar Havzasında Enerji Diplomasisi”, http://www.bilgesam. org/
Images/Dokumanlar/0-3-2014031950hazar-havzasinda-enerji-diplomasisi.pdf
(04.04.2015).
PALA Cenk, “Türkiye’nin Avrasya Boru Hatları Macerası”, Mustafa Aydın (der.), Türki-
ye’nin Avrasya Macerası, 1989-2006, (Avrasya Üçlemesi II), Nobel Basım Yayın, 2007.
ESLEN Nejat, “Türkiye’nin Jeopolitik-Jeostratejik Seçenekleri”, http://www.turksam. org/tr/
a1153.html , (08.10.2012).
DAVUTOĞLU Ahmet, Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu, Küre Ya-
yınları, İstanbul, 2004.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye’nin Enerji Stratejisi”, Ocak 2009, http://
www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/Turkiyenin_Enerji_Stratejisi_Ocak2008.pdf.
(06.05.2015).
KODAMAN Timuçin, “Hazar Havzasında Stratejik Oyun, Süleyman Demirel Üniversitesi”,
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Y. 2005, C.10, S.1.
LAÇİNER Sedat, “Hazar Enerji Kaynakları ve Enerji Siyaset İlişkisi”, 2006, http://www.usak.
org.tr/dosyalar/dergi/vRPhzIqgAaUzEbsqIgyiYdXFvT60sp.pdf (10.05.2015).
“Yeni Global Oyun ve Hazar’ın Statüsü”, http://www.turksam.org/tr/makale-detay/601-ye-
ni-global-oyun-ve-hazar-in-statusu (10.05.2015).
YÜCEL İsmail, “Jeopolitik Güç Oluşturma Kriterleri ve Milli Güç Açısından Türkiye’nin
Değerlendirilmesi”, http://www.ismailyucel.com.tr/makaleler/jeopolitik-guc-olustur-
ma-kriterleri-ve-milli-guc-acisindan-turkiyenin-degerlendirilmesi (08.10.2012).
346 Enerji Diplomasisi
Azime Telli 347

AZERBAYCAN ENERJİ DİPLOMASİSİ

Azime TELLİ*

Petrol bir amaç değildir,


sadece ana amacımıza ulaşmamız için bir araçtır.
İlham Aliyev

Giriş
Soğuk Savaş sona ermesi ile birlikte bağımsızlığına kavuşan eski Sovyet Sos-
yalist Cumhuriyetler Birliği üyesi cumhuriyetler, ciddi sorunlarla karşı karşıya kal-
mıştır. SSCB’nin dağılması sonrasında siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların yanı
sıra başta etnik çatışmalar ve sınır anlaşmazlıkları olmak üzere güvenlik sorunla-
rıyla karşılaşan yeni cumhuriyetler büyük güçler arasındaki güç mücadelesinin de
odağı haline gelmiştir. Uluslararası sistemde eski gücüne kavuşmak isteyen Rusya
Federasyonu ile SSCB’nın dağılmasıyla Avrasya Bölgesi’nde oluşan güç boşluğunu
doldurmak isteyen ABD arasında yaşanan jeopolitik rekabette Azerbaycan kilit ülke
olarak öne çıkmıştır. Azerbaycan’ın, Soğuk Savaş sonrası dönemde dünya sistemin-
de baş döndüren bir hızla öne çıkmasında sahip olduğu enerji rezervlerinin yanı sıra
jeopolitik konumu da etkili olmuştur. Açık denizlere doğrudan çıkışı olmayan Orta
Asya ve Hazar’ın Batı’ya açılan kapısı konumunda bulunan Azerbaycan, 1991 yı-
lında bağımsızlığını kazandıktan sonra Rusya ve ABD’nin güç mücadelesine sahne
olmuştur. Bağımsızlığının ilk yıllarında Dağlık Karabağ’ın işgali başta olmak üzere
siyasi ve ekonomik istikrarsızlık sorunları ile karşı karşıya kalan Azerbaycan, tüm
sorunlarının çözümü için enerji rezervlerini bir araç olarak kullanmayı tercih etmiş-
tir. Haydar Aliyev döneminde şekillenen denge dış politikası Azerbaycan’ın enerji
politikasını da etkilemiş olup Azerbaycan enerji kartını çatışma yerine iş birliğinden
yana kullanmayı tercih etmiştir.

* Ondokuz Mayıs Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve Kocaeli Üniversitesi S.B.E. Uluslararası


İlişkiler A.B.D. Doktora Öğrencisi.
348 Enerji Diplomasisi

Azerbaycan’ın bağımsızlığını korumak ve derinleştirmek için sahip olduğu en


önemli silah olan enerji rezervlerinin dünya piyasasına ulaştırılması bölgesel güçle-
rin yanı sıra küresel güçleri karşı karşıya getirmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde
Hazar Havzası, “Yeni Büyük Oyun”a sahne olurken Brezezinski tarafından “Ha-
zar’ın mantar tıpası”1 olarak kabul edilen Azerbaycan, sahip olduğu rezervlerin
yanı sıra Orta Asya ve Hazar’ın enerji rezervlerinin transferi açısından da stratejik
öneme sahiptir. Azerbaycan’ın enerji kaynakları ile jeopolitiğinin kesişme nokta-
sında olmasını Croissant ve Aras, şu şekilde açıklamışlardır:2 “Azerbaycan, coğrafi
olarak kapalı bir bölgedir ve sonuç olarak açık denizlere doğrudan çıkışı yoktur.
Azeri ham petrolünün tankerlere yüklenebilmesi için en iyi ihtimalle en az bir ülke-
nin sınırını aşması, büyük olasılıkla da en az iki ülkenin sınırını aşması gerekmek-
tedir. Rusya, İran ve Ermenistan gibi dostane ilişkilerinin olmadığı ülkelerle çevrili
olması da göz önünde bulundurulması gereken bir diğer unsurdur. Sonuç olarak,
(bölgede) boru hatları sorunu sadece ekonomik bir sorun değildir; doğal olarak
jeo-politik boyutu olan bir sorundur…” Bu süreçte stratejik bir seçim yaparak Batı
ile iş birliğine yönelen Azerbaycan, ABD ile yakınlaşırken Rusya ve İran başta ol-
mak üzere komşularını tamamen karşısına almamaya da dikkat etmiştir.3
SSCB’nin dağılmasından sonra Azerbaycan, Hazar’daki çıkar çatışmaları açı-
sından kilit ülke olarak dikkatleri üzerine çekmiştir. Uluslararası arenada tekrar eski
konumuna kavuşmak isteyen Rusya Federasyonu’yla ABD arasındaki anlaşmazlı-
ğın merkez üssü haline gelen Azerbaycan, Hazar’ın bağımsızlığını yeni kazanan
diğer cumhuriyetlerden farklı olarak Rusya Federasyonu’na olan bağımlılığını sona
erdirmeyi tercih etmiştir. Hazar’ın açık denizlere çıkışının olmamasının yarattı-
ğı handikaptan Hazar’ın Batı’sında yer alması nedeni ile daha az etkilenen Azer-
baycan, enerji kaynaklarının transferi için SSCB döneminde oluşturulan merkezi
sistemin dışına çıkarak enerji transferinde Rusya’ya bağımlı olmama politikasını
benimsemiştir. Rusya’nın bölge kaynaklarının transferinde sahip olduğu tekelin kı-
rılmasını sağlayan Azerbaycan, sadece kendi rezervleri açısından değil bölge ülke-
lerinin sahip olduğu rezervlerin transferi açısından da alternatif ve güvenilir bir taşı-
ma rotasının açılmasını sağlamıştır. Bu süreçte, ABD’nin bölgeye ve bölge özelinde
Azerbaycan’a olan ilgisi Azerbaycan’ın elini güçlendirmiştir. ABD, Soğuk Savaş’ın
sona ermesinden 11 Eylül’e kadar Avrasya’ya yönelik olarak, enerji kaynaklarının

1 Z. Brezezinski, Büyük Satranç Tahtası: Amerika’nın Küresel Üstünlüğü ve Bunun Jeost-


ratejik Gereklilikleri, çev. Y. Türedi, İstanbu, İnkilap Kitabevi, 2005, s. 42.
2 Michael P. Croissant, Bülent Aras, Oil and Geopolitics in the Caspian Sea Region, West-
port, Praeger Publishers, 1999, s. 110-111.
3 Sabit Bagirov, “Azerbaijan’s strategic choice in the Caspian region”, The Security of the
Caspian Sea Region, Chuffrin G. (Ed.), Oxford, Oxford University Press, 2001, s. 189.
Azime Telli 349

uluslararası pazarlara ulaştırılmasına öncelik veren ve ekonomik çıkarlara odaklı


bir politika izlemiştir. 11 Eylül olayları sonrasında ise ABD’nin politikasını güven-
likle ilgili endişeler şekillendirmiştir.4
Azerbaycan’ın bağımsızlığını korumak ve derinleştirmek için enerji kaynak-
larından yararlanma stratejisi ülkenin Dağlık Karabağ sorunu yüzünden en sıkın-
tılı günlerini yaşadığı 1990’lı yılların başında geliştirilmiştir. SSCB döneminde
kapalı kutu konumunda olan Azerbaycan, bağımsızlık sonrası dönemde dünya
sisteminde kendine yer edinmek için jeopolitik ve jeoekonomik önemini kul-
lanmaya yönelmiştir. Azerbaycan, ABD ve Avrupa’nın desteğini arkasına alarak
sorunlarını çözme stratejisi izlemiştir. Bu yönelimin stratejik, politik, ekonomik
ve sosyolojik boyutları bulunmaktadır. Batı’ya yönelen ve Batı ile bütünleşmeyi
tercih eden Azerbaycan, enerji kaynaklarını da Batı ile ilişkilerinde bir çıpa gibi
kullanmıştır.5
SSCB’nin dağılması sonrasında bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan’ın, iç
ve dış politikasını belirleyen ana unsurlar Karabağ sorunu ve enerji kaynaklarının
uluslararası pazarlara ulaştırılması olmuştur.6 Azerbaycan Cumhuriyeti Dışişleri
Bakanlığı’nın raporuna göre, ülkenin güvenlik ve dış politikasını şekillendiren te-
mel jeopolitik faktörler şöyledir (Mammadov, 2011: s. 83):
1. Dağlık Karabağ sorunu,
2. Azerbaycan`ın enerji kaynakları,
3. Avrupa ile yakın ilişki kurmak ve Avrupa-Atlantik yapısına entegre olmaya
yönelik istek.
Azerbaycan’ın, Batı ile entegre olmaya yönelmeyi seçmesinde bağımsızlık
sonrası dönemde karşı karşıya kaldığı ciddi sorunlar etkili olmuştur. SSCB’nin da-
ğılması sonrasında siyasi ve ekonomik istikrarsızlık sorunu yaşayan Azerbaycan,
benzeri çalkantıları yaşayan Rusya Federasyonu’nun bölgesel gücünün zayıflamış
olmasının da etkisi ile ülkenin ihtiyacı olan siyasi ve ekonomik desteği ABD başta

4 ABD’nin Azerbaycan politikası başkanların yaklaşımlarına ve konjonktüre göre farklı sey-


retmiştir. Başkan Clinton’ın, Azerbaycan’a yönelik aktif enerji diplomasisi politikası Başkan
Bush döneminde güvenlik odaklı yaklaşıma evrilirken Azerbaycan’ın, ABD dış politikasında-
ki önemi Başkan Obama döneminde Orta Asya’ya yönelik olarak benimsenen reset politikası
nedeni ile göreceli olarak azalmıştır.
5 www.iris-france.org/wp-content/uploads/2015/01/CR-ENG-2015-S%C3%A9minaire-Azer-
ba%C3%AFdjan.pdf (Erişim 02.02.2015).
6 Kamer Kasım, “Büyük Güçlerin Kafkasya Politikaları”, Güney Kafkasya: Toprak Bütünlü-
ğü, Jeopolitik Mücadeleler ve Enerji, Cavid Veliyev, Araz Aslanlı (Der.), Ankara, Berikan
Yayınevi, 2011, s. 318.
350 Enerji Diplomasisi

olmak üzere Batılı ülkeler ile iş birliği yaparak sağlamaya yönelmiştir. SSCB dö-
nemindeki baskıcı rejimin toplumda oluşturduğu demokrasi ve özgürlük özlemi de
toplumun demokrasi ve insan haklarının sembolü olan Batı’ya entegre olma politi-
kasına destek olmasını sağlamıştır. Azerbaycan’ın bağımsızlık sonrasında dış dün-
yaya açılarak enerji kaynaklarını bağımsız olarak geliştirmeye ve enerji arzından
sağlanacak gelirle ülkeyi siyasi ve ekonomik olarak istikrara kavuşturmaya yönelik
enerji politikasının nirengi noktasını Rusya’nın gücünü ABD ve diğer Batılı güçle-
rin desteği ile dengelemek oluşturmuştur.7
ABD’nin, Azerbaycan’a yönelik ilgisinde ise Rusya ve İran faktörü etkili ol-
muştur. Rusya’nın, Avrasya’dan Avrupa’ya enerji akışında tekelleşmesine isteme-
yen ABD, Clinton döneminden itibaren bölgeye yönelik stratejisini bu doğrultuda
geliştirmiştir. Rusya’nın, Hazar ve Orta Asya enerji kaynakları üzerinde SSCB dö-
neminden kalan hakimiyetini kırmak isteyen ABD bu amaçla Hazar’ın enerji arz
eden ülkelerinin Rusya karşısında güçlendirilmesi için siyasi ve ekonomik destek
sunmuştur. Rusya’nın enerji arzı üzerindeki tekel gücünün zayıflatılması, Amerika
açısından müttefiği ve stratejik ortakları olan Avrupa ülkelerinin Rusya’ya olan ba-
ğımlılıklarının azaltılması anlamına gelmektedir. Amerika’nın izlediği bu strateji
aynı zamanda Moskova’nın post-Sovyet cumhuriyetler üzerindeki baskınının da
zayıflaması ve böylece bu cumhuriyetlerin demokratikleşme süreçlerinin hızlan-
masını da katkı sunmaktadır. Amerika’nın Hazar ve Orta Asya’ya yönelik jeopolitik
esaslı bu stratejisi açısından Kafkaslar, özellikle de Azerbaycan, hem ABD, hem de
AB açısından mihenk taşı durumundadır.8

1. Azerbaycan’ın Jeopolitik Konumu


Bağımsızlık sonrası girdiği dönüşüm sürecinde dış politikasını oluştururken
dengeleri göz önünde bulunduran Azerbaycan, bölgesel rekabetin etkisi ile ABD ve
buna bağlı olarak Batı devletleri eğilimli bir dış politika izlemeye yönelmiştir. Hazar
Denizi’ne kıyısı olan Azerbaycan’ın9 sınır komşuları Rusya, İran, Gürcistan, Türki-

7 Samir Merdanov, “Azerbaycan-ABD İlişkilerinde Belirsizlik Dönemi (1991-1994)”, Çankırı


Karatekin Üniversitesi Uluslararası Avrasya Strateji Dergisi, 2(1), 2005, s. 50.
8 Stephen Blank, Azerbaijan’s Security Azerbaijan’s Security and U.S. Interests: and U.S.
Interests: Time for a Reassessment, Silk Road Paper 2013, Stockholm, 2013, s. 6.
9 Azerbaycan’ın bugünkü bölünmüş durumunun sorumlusu, XIX. Asrın başlarında Aras’ın ku-
zeyini tamamen kendi kontrolüne alan Çarlık Rusyası olmuştur. Bu devlet 1768-74 yıllarında
Osmanlı Devleti ile yaptığı savaşı kazanmasından itibaren Kafkasya, Kara Deniz ve Hazar
üzerinde aşama aşama egemenlik tesis etmiştir. 1783’de Kırım Hanlığı ve Gürcistan’ın en bü-
yük prensliği olan İberia’yı himayesine almış, 1804’de Gence, 1806’da Bakü Çarlık güçlerinin
eline geçmiş ve İran Şahı 1813’de Erivan ve Nahcıvan Hanlığı dışında Aras’ın kuzeyindeki
Azime Telli 351

ye ve Ermenistan’dır. Bölgenin güçlü devletleri ile komşu olmasının yanı sıra etnik
sorunların yaşandığı Ermenistan ve Gürcistan ile de komşu olan Azerbaycan’ın,
Dağlık Karabağ sorunu nedeni ile Ermenistan ile diplomatik ilişkisi bulunmamak-
tadır.10 Ayrıca Azerbaycan, Hazar’a kıyısı olan Kazakistan ve Türkmenistan ile de
kıyıdaş devlet olmak itibariyle komşudur. Brenda Shaffer’a göre, Azerbaycan’ın dış
politikasını 1918’de eski SSCB’ye karşı bağımsızlığını ilan ettiği günden bu yana
6 fatör sürekli olarak etkilemektedir:11 Bu faktörlerin başında komşularına yönelik
dış politikasının yanı sıra dış ticaret politikasının belirlenmesinde de önemli bir
engel teşkil eden coğrafi konumudur. Kapalı ülke konumunda bulunan Azerbaycan,
açık denizlere ulaşabilmek için en az bir ülkenin topraklarını kullanmak zorundadır.
İkinci faktör, ülkenin Avrupa ve Asya arasında köprü konumunda bulunması ve
sahip olduğu zengin enerji kaynaklarıdır. Rusya, Türkiye ve İran gibi büyük kom-
şuları olan Azerbaycan’ın görece olarak küçük olması üçüncü faktördür. Dördüncü
faktör ise, petrol ve doğal gaz ihracatcısı olmanın dış politika sürecinde sağladığı
fırsatlar ve yarattığı sınırlamalardır. Beşinci faktör ise sınır sorunlarının yaşandı-
ğı Kafkas devletleri ile çevrili olmasıdır. Altıncı faktör ise etnik Azeri nüfusunun
büyük çoğunluğunun İran’ın Güney Azerbaycan olarak kabul edilen bölümünde
yaşamasıdır. Söz konusu altı faktör incelendiğinde konum, komşular ve doğal kay-
naklar gibi jeopolitik unsurlardan oluştuğu görülmektedir. Bu faktörler arasında en
çok öne çıkanlar ise Azerbaycan’ın açık denizlere çıkışının olmaması ve bu noktada
sahip olduğu enerji kaynakları ile bu kaynakların transferi olmaktadır.12
Dünyadaki 40’dan fazla kapalı devletten biri olan Azerbaycan, açık denizlere
Türkiye, İran ve Rusya gibi güçlü komşuları üzerinden çıkma imkanına sahiptir.
Bunun yanı sıra, Azerbaycan’ın, doğu-batı ve güney-kuzey arasındaki geçiş bölgesi
olan Kafkaslar’da yer alması ülkenin stratejik kaderini etkileyen bir diğer unsurdur.
Bu durum ülke için hem bir fırsat hem de bir tehdit oluşturmaktadır. Geçiş nokta-

tüm topraklarını Çarlığa bırakan Gülistan Antlaşmasını yapmak durumunda kalmıştır. 1827’de
kaybettiklerini geri alma çabası, anılan bu son iki hanlığın da kaybıyla sonuçlanan Türkmen-
çay Antlaşmasını getirmiştir. O kadar ki Rus orduları Tebriz’i bile işgal etmiş ve Şah barış di-
lemek durumunda kalmıştır. Ruslar bundan bir yıl sonra Yunan isyanlarının bir sonucu olarak
Osmanlı Devleti’ne savaş açmışlar ve 1829’da Edirne Antlaşmasıyla Yunanistan’da bağımsız
bir devlet kurulduğu gibi, Kafkasya’da da Ahıska ve Ahalkelek gibi iki stratejik merkez Rus
Çarlığı topraklarına katılmıştır (Erkan Yılmaz, Bağımsızlık Dönemi Azerbaycan Cumhuri-
yeti’nin Dış Politikası, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Çanakkale, Çanakkale Onsekiz
Mart Üniversitesi, 2007, s. 2).
10 Kavus Abusev, “The Nagorno Karabagh Conflict as a part of the “New” Eurasian Geopolitics”,

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No: 60-3, s. 10.


11 Shaffer, 2009: s. 68.

12 Avinoam Idnan, Brenda Shaffer: “The Foreign Policies of Post-Soviet Landlocked States”,

Post-Soviet Affairs, 27(3), 2011, s. 243–247.


352 Enerji Diplomasisi

sında bulunmak tarihi İpek Yolu’nun yanı sıra günümüz enerji transfer koridorunda
yer almak enerji ve ulaşım koridoru olma imkanının yanı sıra yayılmacı politikalara
hedef olmak anlamına da gelmektedir.13
Bağımsızlık sonrası dönemde içinde bulunduğu savaş ortamı ve ülke içindeki
istikrarsızlıklar Azerbaycan’ı14 bağımsızlığının ilk yıllarında zor durumda bırak-
mıştır. Bu ortamda stratejik bir tercih yapan Azerbaycan, başta ABD olmak üzere
Batı ile siyasi ve ekonomik ilişkilerini güçlendirme, bölgenin önemli güçleri olan
Rusya, İran ve Türkiye ile ilişkilerini dengeleme, piyasa ekonomisine geçerek ser-
best ticaretin önünü açmak, güvenilir transfer rotası oluşturabilmek için Gürcistan
başta olmak üzere bölge ülkeleri ile stratejik iş birliği geliştirmek, Hazar Denizi’nin
statüsü sorununun çözülerek offshore kaynakların geliştirilmesi, Orta Asya ve Kaf-
kaslar’dan Avrupa’ya tranfer koridoru açılmasını desteklemek (Transport Corridor
Europe Caucasus Asia TRACECA) ve boru hattı alt yapısının çeşitlendirilmesi po-
litikalarını benimsemiştir.15
Rusya’nın kontrolündeki “Kuzey-Güney Koridoru”16na alternatif olarak “Do-
ğu-Batı Koridoru”17nu geliştiren ABD açısından Azerbaycan, hem kaynak ülkesi
hem de transfer ülkesi olarak öne çıkmıştır. Orta Asya ve Hazar’ın sahip olduğu pet-
rol ve doğal gaz rezervlerinin Rusya ve İran’ın kontrolünde olmayan bir güzergah-
tan taşınmasını hedefleyen proje kapsamında Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı
Projesi (BTC), Bakü-Tiflis-Erzurum Doğalgaz Hattı Projesi (BTE) ile Trans-Hazar
Doğalgaz Hattı Projesi ortaya atılmıştır. ABD tarafından üç ayaklı olarak geliştiri-
len “Doğu-Batı Koridoru”nun, Trans-Hazar ayağı aradan geçen yirmi yıldan fazla

13 Nazım Ceferov: “Bağımsızlığının 20. Yılında Azerbaycan”, Kafkasya Toprak Bütünlüğü,


Jeopolitik Mücadeleler ve Enerji, Cavid Veliev, Araz Aslanlı (Der.), Ankara, Güney Beri-
kan Yayınevi, 2011, s. 22-23.
14 Azerbaycan, tarih boyunca jeopolitik ve jeostratejik konumu itibariyle büyük devletlerin mü-
cadele alanı olmuştur. Kafkasya’nın doğusunda konumlanan Azerbaycan’da petrolün bulun-
ması ve bölgede yoğun şekilde üretilmeye başlanmasıyla birlikte ülkenin önemi daha da art-
mıştır. Dünyanın en eski petrol üretim bölgesi olan Azerbaycan, günümüz petrol endüstrisinin
gelişmesinde de önemli bir role sahiptir. Dünyanın ilk parafin fabrikası 1823’te Azerbaycan’da
açılırken, 1846’da da dünyanın ilk petrol kuyusu yine Azerbaycan’da kazılmıştır (EIA, August
1, 2014). Ayrıca deniz dibi petrol yatakları ilk kez Azerbaycan’da geliştirilmiştir.
15 Bagirov, a.g.e., s. 178.
16 Rusya tarafından geliştirilen “Kuzey-Güney Koridoru”nun amacı, Rusya’nın Avrupa enerji
pazarında, özellikle de doğal gaz piyasasında, hakim konumunu korumak için güzergah çeşit-
liliğinin sağlanmasıdır.
17 ABD tarafından geliştirilen ve desteklenen “Doğu-Batı Koridoru”nun amacı Rusya gzüerga-
hının by-pass edilmesi ile Rusya’nın Orta Asya ve Hazar enerji kaynaklarının transferinde
sahip olduğu gücün zayıflatılmasıyla Avrupa’nın kaynak çeşitlendirmesi politikasına destek
sağlamaktır.
Azime Telli 353

zamana rağmen henüz gerçeklik kazanamazken BTC ve BTE projelerinin hayat


bulmasıyla Azerbaycan, jeopolitik ve jeoekonomik olarak gücüne güç katmayı ba-
şarmıştır.18 Rusya’nın bölge enerji kaynaklarının transferinde tekel gücünün sona
erdirilmesini sağlayan bu koridor kapsamında son olarak Trans Anadolu Doğal-
gaz Boru Hattı Projesi (TANAP) ve Trans-Adriyatik Doğalgaz Boru Hattı Projesi
(TAP), yine Azerbaycan’ın öncülüğünde hayata geçirilmiştir.
Amerikan’ın, Soğuk Savaş sonrası dönemde Azerbaycan üzerindeki çıkar-
larının hassasiyetine dikkat çeken Alkan, bu konuda Azerbaycan ve Rusya ara-
sındaki sorunların da ikili ilişkilerin gelişmesinde olumlu etki yarattığının altını
çizmektedir:19 “…Rusya ile ülkenin yaşadığı sorunlar nedeniyle, ABD bölgeye
nüfuz etme noktasında önemli avantajlara sahip bulunmaktadır. 1994 sonrasında
Azerbaycan’da petrol ve doğal gaz alanlarında ABD ve İngiliz petrol şirketleri-
nin tartışmasız bir üstünlüğü bulunmaktadır. ABD, bölge zenginlikleri üzerinde ve
transferinde Rusya’nın etkinliğini zayıflatmak yönündeki bir stratejiyi açık bir bi-
çimde izlemektedir. Bazı Batılı petrol şirketlerinin muhalefetine ve ABD’deki güçlü
Ermeni lobisinin baskısına rağmen, BTC boru hattına siyasal ve ekonomik açıdan
destek vermiş, Türkmenistan’ı Trans-Hazar Doğal Gaz Boru Hattı kanalıyla gaz
transferi yapma noktasında yönlendirmiş ve bu şekilde Rusya ve İran dışında doğal
gazın Batıya transferini sağlamaya çaba harcamıştır. Bu strateji, Rusya’nın Sov-
yet sisteminden gelen monopolünü kırmayı hedeflediği gibi, kıta Avrupası’na karşı
ABD’yi enerji kaynakları ve transferinde güçlü kılmayı amaçlamaktadır. Ancak,
ABD, Aliyev yönetimi için en önemli uluslar arası sorun olan Karabağ konusunda,
Ermeni lobisinin baskıları nedeniyle stratejik bir karar alamamakta, bölge poli-
tikasını demokratikleşme ve insan hakları alanında açılımlara dayandırdığı için
Azerbaycan yönetimi ile stratejik bir işbirliği geliştirememektedir. Aliyev yönetimi-
nin Batıya karşı, zaman zaman Rusya kartını ileriye sürmesinin başta gelen nedeni
bu olmuştur.”

18 Zafer Ateş, “Doğu-Batı Enerji Koridoru: 2 Tamam, 1 Eksik”, Dışişleri Bakanlığı Uluslara-
rası Ekonomik Sorunlar Dergisi, XXIII, www.mfa.gov.tr/dogu-bati-enerji-koridoru_-2-ta-
mam-1-eksik.tr.mfa/ (Erişim 17.12. 2014).
19 Haluk Alkan, Azerbaycan Paradoksu: Azerbaycan’ın İç ve Dış Paradoksu, Ankara, USAK

Yayınları, 2010, s. 124-125.


354 Enerji Diplomasisi

Harita 1:
Azerbaycan’ın Başlıca Petrol ve Doğalgaz Sahaları

Kaynak: www.eia.gov/countries/country-data.cfm?fips=aj/ (Erişim 15.04.2013)

Sahip olduğu konum ile Azerbaycan, Hazar Havzası’nda jeopolitik bakımdan


önemli bir ülkedir. Ülkenin kuzeyinde yer alan Rusya ile güneyindeki İran, küre-
sel güç ABD’nin en önemli rakipleri arasındadır. Rusya, eski SSCB’den ayrılan
cumhuriyetler üzerindeki etkisini korumak isterken İran da, Türki cumhuriyetler
üzerinde hakimiyet kurarak bölgedeki gücünü artırmak istemektedir. Dolayısıyla,
Rusya ve İran arasında yer alan konumu ile Azerbaycan, yoğun güç mücadelesinin
hedefinde yer almaktadır. Diğer taraftan Hazar Havzası ülkeleri arasında coğrafi
olarak Rusya dışında Kafkasya’da yer alan tek devlet olan Azerbaycan, aynı za-
manda Hazar’ın Avrupa’ya açılan kapısı durumundadır. Hazar Havzası’ndaki enerji
kaynaklarının önemli bir kısmı Kafkasya üzerinden dünyaya, özellikle de Avrupa
piyasasına ulaştırılmakta olduğu için Azerbaycan’ın istikrarı ve Batı’ya entegre ol-
ması Batılı devletler açısından hayati önem taşımaktadır.
Hazar Havzası’ndaki etkinlik mücadelesinde devletler açısından esas mesele,
bölgedeki enerji kaynaklarının en kısa yoldan uluslararası pazarlara ulaştırılma-
sı değil; bu kaynakları taşıyacak boru hatlarının güvenilir ve müttefik ülkelerden
geçmesi olmuştur. “Büyük Oyun”un esas oyuncularından olan ABD için bölgenin
“Rusya Federasyonu’ndan bağımsızlaşması”, Soğuk Savaş sonrası dönemde birin-
cil öncelik olmuştur. Bu hedefin yanı sıra, geçiş ülkesi olarak Azerbaycan’ın Erme-
nistan’a, ABD’nin ise İran’a karşı çıkması bölge kaynaklarının Batı’ya transferinde
Gürcistan’ın ve Türkiye’nin önemini arttırmıştır.
Azime Telli 355

Azerbaycan Cumhuriyeti’nin dış politikası sahip olduğu enerji kaynakları ve


jeopolitik konumunun taşıdığı önem nedeni ile farklı uluslararası aktörlerin çapraz
baskısı altında şekillenmektedir. Hazar Denizi’nin statüsü sorunu ve offshore kay-
nakların geliştirilmesinde, İran ve Türkmenistan’a karşı Rusya’nın desteğini almaya
çalışan Azerbaycan, öte yandan Rusya’nın karşı çıktığı NATO ile yakınlaşma süreci-
ni yürütmekte, yine Rusya’nın karşı çıktığı ve bu ülkeyi devre dışı bırakan doğu-batı
yönünde alternatif bir hattın oluşturulmasında öncü ülke olmuştur.20 Bağımsızlık
sonrası dönemde Azerbaycan’ın iç ve dış politikada en fazla uğraştığı konular Dağ-
lık Karabağ sorunu ve enerji kaynaklarının en verimli şekilde uluslararası pazarlara
ulaştırılması olmuştur.21 Azerbaycan enerji diplomasisini oluştururken Rusya’dan
enerji transferinde bağımsız hale gelerek Dağlık Karabağ sorununda etkin konumda
olan Rusya’ya karşı konumunu güçlendirmeye yönelmiştir. Bu politikanın ilk ayağı
Azeri petrolünün ana transfer rotası olarak BTC’nin seçilmesi olurken, ikinci ayağı
Azeri doğal gazının BTE ve sonrasında Güney Gaz Koridoru ile taşınması olmuştur.

2. Azerbaycan’ın Petrol Politikası


“Ateşler Ülkesi” (Odlar Yurdu) olarak da adlanan Azerbaycan’da petrolün
bulunması tarihi belgelere göre 7. ve 8. yüzyıllara dayanmaktadır.22 1847 yılında
Bakü yakınında bulunan Bibiheybet kasabasında mekanik usulle dünyada ilk mo-
dern petrol kuyusu kazılmıştır.23 Dünya petrol sanayinin gelişiminde öncü rolü olan
Amerika’da ilk petrol kuyusu bu tarihten 12 yıl sonra açılmıştır.24
1873’te ilk rafinerilerini kurarak Bakü’deki petrol endüstrisine adım atan İs-
veçli Nobel Kardeşler, 1878’de Hazar Denizi’nde “Zoroaster” (Zerdüşt) adlı dün-
yanın ilk petrol tankerini hizmete sokmuştur.25 Bakü’nün zengin petrol yatakları
dünyanın gelişmiş devletlerinin tüm dikkatini 1990’lu yılların başında üzerine çek-
miş durumdaydı. I. Dünya Savası öncesinde dünya petrol hasılatında Azerbaycan,
ABD’den sonra ikinci sırada yer almaktaydı.26 1945 sonrasında Azerbaycan’da
petrol üretiminde bir düşüş yaşanmış ve 1950’lerde offshore sahalarından petrol çı-

20 A.e., s. 144.
21 Kasım, a.g.e., s. 18.
22 Ziya Bünyadov, Azerbaycan Tarihi Sayı 1, Bakü, Azerbaycan Devlet Neşriyatı, 1994, s. 326.
23 Qubad İbadoğlu, Black Gold Under Transparency Light, Bakü, Neqsi-Cahan Yayınevi,
2005, s. 9.
24 Daniel Yergin, The Prize: The Epic Quest for Oil, Money, and Power, New York, Free
Press, 2009, s. 26-27.
25 Salman S. Nuriyev, Oil and European Policy, Bakü, Mütercim Yayınları, Nuriyev, 2002, s. 18.
26 Aras, Osman Nuri: Azerbaycan’ın Hazar Ekonomisi ve Stratejisi, İstanbul, Der Yayınları,
2001, s. 21.
356 Enerji Diplomasisi

karılmasına geçilmiştir. 1949 Kasım’ında Hazar Denizi’ndeki ilk kuyudan (offsho-


re yatak) petrol çıkarılması dünyanın gözlerinin yeniden Azerbaycan’a dönmesine
neden olmuştur.27
Azerbaycan petrol üretimi II. Dünya Savaşı sonrasında gerilemeye başlarken
Güneşli (1979), Çırak (1985), Azeri (1988), Kepez (1989) sahalarının bulunmasıyla
ülke rezervleri yeniden ilgi odağı olmuştur.28 Fakat teknolojik donanım yetersiz-
liği nedeniyle SSCB döneminde offshore olan bu sahalarda üretime geçilememiş
ve söz konusu sahaların geliştirilmesi 1991 yılında Azerbaycan’ın bağımsızlığını
elde etmesi sonrasına kalmıştır.29 Enerji rezervlerinin bağımsız olarak geliştirmesi-
ni sağlayacak imkanlara sahip olmayan Azerbaycan, 1990’ların başlarından itiba-
ren Batılı enerji şirketlerini ülkeye çekebilmek için harekete geçmiştir. Bu süreçte
Azerbaycan’ın durumunu en çok zorlaştıran ise Dağlık Karabağ’da devam eden
çatışmalar, Hazar’ın statüsü konusundaki belirsizlik ile Rusya ve İran’ın bölgeye
Batı sermayesinin gelmesine karşı aldığı olumsuz tavır olmuştur.30 Bağımsızlığını
yeni kazanmış bir devlet olarak yeniden Rusya’nın hakimiyetine girmek istemeyen
Azerbaycan, Batılı yatırımcılarla yürüttüğü görüşmelerde ekonomik konulardan
çok siyasi amaçlarına öncelik vermiştir.31 Ayaz Mutalibov’un başkanlığı dönemin-
de Karabağ’da yaşanan kanlı çatışmalar sonrasında başlayan halk gösterilerinin ik-
tidara taşıdığı Ebulfeyz Elçibey, Ermenistan’a açık destek veren Rusya karşısında
enerji kartını kullanmak için Batı ile yakınlaşmaya yönelmiştir.32 Ancak bir darbe
sonucunda bir yıl içinde görevini bırakmak zorunda kalmıştır. Elçibey’den sonra
başkanlık görevine gelen Haydar Aliyev (3 Ekim 1993), iç ve dış istikrarı sağlamak
için denge siyaseti izlemeyi tercih etmiştir.33

2.1. Yüzyılın Anlaşması: BTC


Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazanması ile başlayan yeni dönemde ülke bir
dönüşüm sürecine girmiştir. 1980’li yıllarda SSCB ekonomisinde görülen küçül-

27 Sabit Bagirov, Azerbaycan’ın Petrol Anlaşmaları, Bakü, Şafak Yayınevi, 2004, s. 46.
28 Mir Yusif Mir-Babayev, “Azerbaijan’s Oil History. A Chronology Leading up to the Soviet
Era”, Azerbaijan International, Summer, 2002, s. 7.
29 Osman Nuri Aras, Azerbaycan Ekonomisi: Makro Ekonomik ve Sektörel Analiz, Bakü,
Kafkasya Araştırmaları Merkezi, 2003, s. 118.
30 Rovshan İbrahimov, Energy and Azerbaijan: History, Strategy and Cooperation, Baku,
SAM, 2013, s. 16.
31 A.e., s. 16.
32 Thomas De Waal, Black Garden: Armenia and Azerbaijan through Peace and War, New
York, New York University Press, 2003, s. 117-118.
33 Svante E. Cornell, Azerbaijan Since Independence, New York, M.E. Sharp Inc, 2011, s. 78.
Azime Telli 357

meye bağlı olarak azalan petrol üretimi ile 1990’lı yılları karşılayan Azerbaycan,
piyasa ekonomisine geçmek üzere harekete geçmiştir (Bagirov, 2012). Sovyet dö-
neminde tamamen kamulaştırılan enerji sektörünün piyasa ekonomisi koşullarına
uyumlu hale getirilmesi ülkenin içinde bulunduğu finansal kriz nedeniyle kolay
olmamıştır. Bu noktada özellikle Batılı yabancı sermayenin ülkeye çekilebilmesi
Azerbaycan’ın hızlı bir dönüşüm sürecine adım atmasını sağlamıştır. Petrol kozunu
başarılı bir şekilde kullanan Haydar Aliyev, Batılı şirketlerin BTC Antlaşması’na
dahil olmasını sağlamıştır. Bu adımla birlikte ülke içinde istikrarı yakalayan Aliyev,
dış politikada ise denge siyaseti izlemeye başlamıştır. Yeniden Rusya’nın kontro-
lüne girmemek için Batı ile yakın ilişkiler kuran Azerbaycan, bir yandan da Rus-
ya’nın tepkisini azaltmak için enerji projelerine Rusya’yı da dahil etmiştir.34
Rusya’nın arka bahçesi olarak kabul ettiği, çeşitli sıcak çatışmaların olduğu
Güney Kafkasya’ya petrol kozunu kullanarak Batılı devlet ve şirketlerin ilgisini
çekmeyi başaran Azerbaycan için özellikle ABD’nin desteğini sağlamak Rusya’nın
taleplerine ve baskısına karşı önemli bir açılım sağlamıştır. Azerbaycan’ın enerji
kaynakları üzerindeki hakimiyetini ve Güney Kafkasya’daki hakim pozisyonunu
kaybetmemek için Dağlık Karabağ sorununda Ermenilerle birlikte hareket eden
Rusya, Azerbaycan petrolünün Rus boru hattı sistemi dışında bir alternatif ile taşın-
maması için ülkenin iç siyasetine de müdahale etmiştir.35

Grafik 1: Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı Panoraması

Kaynak: http://www.haberazerbaycan.com/haber/70/bakuden-turkiyeye-280-milyon-ton-petrol-akti.
html/ (Erişim 21.02.2015).

34 İbrahimov, a.g.e., s. 17-18.


35 Bagirov, a.g.e., s. 183.
358 Enerji Diplomasisi

BTC’nin uluslararası ve bölgesel güçlerle denge politikası gözetilerek hayata


geçirilmesi Azerbaycan’ın dış enerji politikasının ilk en önemli başarısı olmuştur.
Yüzyılın Anlaşması’nın gerçekleştirilmesinden, boru hattının hayata geçirilmesine
ve sonrasında yarattığı etkiyle BTC, bağımsızlık sonrası dönemde Azerbaycan dış
politikasını belirleyen en önemli etmen olmuştur. Bu bağlamda BTC’nin gerçekleş-
tirilmesini destekleyenler veya muhalif olanlarla kurulan ilişkiler, geliştirilen stra-
tejiler Azerbaycan’ın dış politikasını doğrudan yönlendirmiştir.
BTC’nin hayata geçirilmesi sayesinde gerek Hazar gerekse Orta Asya ülke-
lerinin enerji kaynaklarının ilk kez Rusya Federasyonu’nu by-pass ederek Batı pa-
zarlarına aktarılabilmesi imkânı ortaya çıkmıştır. Azerbaycan-Kazakistan arasında
oldukça iyi durumda olan ekonomik ve siyasi ilişkiler 2008 yılında Kazak petrolü-
nün BTC ile taşınmaya başlamasıyla daha da gelişmiştir. Diğer taraftan her ne kadar
2010 yılından bu yana Türkmen petrolü de BTC üzerinden taşınmaya başlamışsa
da, Azerbaycan ve Türkmenistan arasında Hazar Denizi’nde yer alan bazı sahaların
(Kepez / Serdar) kime ait olduğu konusundaki anlaşmazlık nedeniyle henüz arzu
edilen seviyede bir işbirliği yapılamamaktadır. Trans-Hazar’ın da gerçekleştirilme-
sini engelleyen bu sorunun kısa vadede çözümü öngörülmemektedir.

3. Azerbaycan’ın Doğal Gaz Politikası


Dünyada petrolün ilk çıkarıldığı yer olan Azerbaycan, doğal gaz rezervleri-
ne de sahiptir. Bağımsızlığını kazandığı dönemde doğal gaz ithalatçısı konumunda
olan Azerbaycan, sonrasında doğal gaz yataklarının keşfedilmesiyle birlikte ülke
doğal gaz alanında da petrolde olduğu gibi net ihracatçı konumuna gelmiştir. Doğal
gaz üretim oranının giderek yükselmekte olduğu Azerbaycan, bu sayede talep gü-
venliği açısından kaynak çeşitlendirme imkanına da kavuşmuştur. Bununla birlikte
Azerbaycan’ın sahip olduğu doğal gaz rezervleri hem bölge hem de dünya geneli
açısından önemli bir orana karşı gelmemekle birlikte özellikle bölge ülkelerinin
kaynak çeşitlendirme politikası açısından stratejik değer taşımaktadır.
Azerbaycan’ın doğal gaz ülkesi olarak öne çıkmaya başlaması petrole göre
oldukça yenidir. 19. Yüzyıl’ın sonunda ilk petrol kuyusunun açıldığı yer olarak
petrol sanayinin gelişiminde önemli bir yere sahip olan Azerbaycan, 2006 yılına
kadar doğal gaz ihtiyacını SSCB döneminde kurulan boru hattı sistemi aracılığıy-
la Rusya’dan karşılamıştır. Bağımsızlık sonrası dönemde yabancı yatırımcılar ilk
olarak ülkenin petrol rezervlerinin geliştirilmesi ve dünya pazarına yeniden açılma-
sına ilgi göstermiştir, daha sonrasında ülkenin doğal gaz rezervleri gündeme gel-
miştir. Dünyanın önemli doğal gaz yataklarından biri olan Şah Deniz’in geliştirme
çalışmaları 2000’li yılların ikinci yarısında sonuç vermiştir. Azerbaycan petrolünü
dünya pazarına taşıyan BTC’ye paralel olarak inşaa edilen BTE, enerji ülkesi olan
Azime Telli 359

Azerbaycan’da yeni bir dönemin başlaması anlamına da gelmektedir. Net ham pet-
rol ihracatçısı olan Azerbaycan bu hattın inşaası ile hem doğal gaz ithalatına son
vermiş, hem de net doğal gaz ihracatçısı durumuna gelmiştir.
BTC ile Rusya ve İran’ı by-pass ederek petrolünü dünya pazarına ulaştıran
Azerbaycan, BTE ile Rus doğal gazına olan bağımlılığını sona erdirerek Rusya’ya
karşı daha bağımsız hareket etmeye başlamıştır. Bununla birlikte doğal gazın Av-
rupa tüketimindeki yerinin giderek artması ve Avrupa ülkelerinin Rusya’ya bağım-
lılığının yükselmesi nedeni ile kaynak çeşitlendirmesi açısından Azeri doğal gazı
yeni bir alternatif olarak öne çıkmıştır. Rusya-Ukrayna krizinin patlak vermesi ve
giderek tırmanmasıyla birlikte Azeri doğal gazı hacminin ötesinde büyük bir öneme
sahip olmuştur.36
Dünyadaki en büyük 9. gaz sahası olan Şah Deniz’in (ŞD) halihazırda sade-
ce birinci fazı faaliyette bulunmaktadır. Adını sahip olduğu rezervlerin öneminden
alan ŞD yatağında 1.2 trilyon kübik metre gaz bulunmaktadır (Mahmadov, 15 Ekim
2010). ŞD-2’nin 2014 yılında üretime başlaması öngörülmüş olmasına rağmen Tür-
kiye ve Azerbaycan arasındaki ilişkilerin, Türkiye’nin “Ermenistan açılımı” süre-
cinde dalgalanması üzerine tarafların arasında yaşanan ŞD-1 gaz fiyatına ilişkin
anlaşmazlık sebebiyle ŞD-2’nin faaliyet geçmesi 2018 yılına sarkmıştır. ŞD-2 yata-
ğında çıkartılacak ilave doğal gaz Türkiye’yi boydan boya geçecek olan TANAP ile
Türkiye’ye ve sonrasında TAP ile Avrupa’ya ulaştırılacaktır.
Azerbaycan doğal gaz kaynaklarının Avrupa’nın dikkatini çekmeye başla-
masında Rusya-Ukrayna krizinin özel bir önemi bulunmaktadır. Rusya-Ukrayna
krizlerinin 2006 yılında patlak vermesi ve sonra zaman içinde kesintiye uğramakla
birlikte tırmanmaya devam etmesi sonucu Avrupa’ya giden gazın kesilmesine va-
ran gelişmelerin yaşanması sonucunda Azerbaycan, Rus gazına alternatif arayan
AB’nin Hazar Bölgesi’ne yönelik projelerinde kilit ülke konumuna gelmiştir. Azer-
baycan’ın jeopolitik önemine vurgu yapan Socor37, “Azerbaycan, Nabucco ve Gü-
ney Gaz Koridoru’nun ilk ayağı için vazgeçilmez bir gaz arz ülkesidir. Aynı zaman-
da Azerbaycan, aynı güzergahı izleyecek olan Orta Asya doğal gaz kaynaklarının
taşınması açısından da vazgeçilmez bir ülkedir.” tespiti ile Azerbaycan’ın, petrolün
yanı sıra doğal gaz alanında da bölgenin en hassas konuma sahip ülkesi olduğuna
dikkat çekmiştir.

36 www.ft.com/intl/cms/s/0/b969395e-ed1c-11da-a307-0000779e2340.html#axzz1jf12YgUh/
(Erişim 21.12.2014).
37 Vladimir Socor, “Southern Corridor, White Stream: the Strategic Rationale”, 30.11. 2009,

www.jamestown.org/single/?tx_ttnews%5Btt_news%5D=35676&no_cache=1#.VMdafdLk-
fpp/ (Erişim 27.01.2015).
360 Enerji Diplomasisi

3.1. Güney Gaz Koridoru ve Azerbaycan


Dünya doğal gaz tüketimi açısından AB, büyük öneme sahiptir. Dünyanın en
büyük doğal gaz pazarı olan AB’nin, IEA’nın 2035 yılı senaryosuna göre bu ko-
numunu koruması beklenmektedir.38 Doğal gaz piyasasında kaya gazı nedeni ile
meydana gelebilecek önemli değişimler olmakla birlikte AB’nin mevcut koşullarda
gaz arzının güvenliğini sağlaması önemini korumaktadır.
AB’nin doğal gaz tedarik kaynaklarını Rusya Federasyonu dışında Hazar Böl-
gesi ve Ortadoğu’dan sağlanacak gazla çeşitlendirerek halihazırda mevcut 3 güzer-
gahtan Norveç’ten gelen Kuzey Koridoru, Kuzey Afrika’dan gelen Batı Koridoru
ve Rusya’dan gelen Doğu Koridoru’na ilaveten dördüncü bir koridor açmak sure-
tiyle doğal gaz enerji arz güvenliğini güçlendirme yönündeki girişimi Güney Gaz
Koridoru (Southern Gas Corridor) olarak adlandırmaktadır.39
Güney Gaz Koridoru’nun amacı, dünyanın en büyük doğal gaz pazarı olan Av-
rupa’nın gaz ihtiyacının temel olarak Hazar başta olmak üzere alternatif kaynaklar-
la karşılanmasını sağlamaktır. Dördüncü Koridor’un temelleri Avrupa Konseyi ve
Avrupa Parlamentosu’nun 2003 yılında AB enerji arz güvenliği güçlendirmek için
Trans-Avrupa Enerji Ağları Programı (Trans-European Energy Network-TEN-E)
kapsamında bir kolu Türkiye üzerinden Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Avus-
turya’ya (bugün için gündemden kalkan Nabucco Projesi) diğer ayağı Yunanistan,
Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Slovakya’dan Avus-
turya’ya uzanacak boru hatlarının inşa edilmesi yönünde karar almasıyla atılmıştır.
AB ile Azerbaycan arasında, 2011 yılında Güney Gaz Koridoru Deklarasyonu’nun
imzalanmasının ardından Azerbaycan, Güney Gaz Koridoru’nun açılmasını sağla-
mıştır.40 Nabucco Projesi’nin gerekli siyasi desteği bulamaması nedeniyle, Güney
Gaz Koridoru Projeleri arasındaki Azerbaycan’ın ŞD-2 sahasından üretilecek yılda
10 milyar metreküplük (bcm/y) gaz alım rekabeti sürecinde önce Nabucco-Batı41

38 www.iea.org/Textbase/npsum/WEO2013SUM.pdf / (Erişim 15.03.2014).


39 Kristin, Linke, Marcel, Victor, “Beyond Turkey: The EU’s Energy Policy and the Sout-
hern Corridor”, Kasım 2010, s.3, www.fes.kiev.ua/Dokument/beyond_turkey.pdf/ (Erişim
11.01.2015).
40 Gulmira Rzayeva, “Azerbaijan and Energy Security of Europe: Balancing National Priorities

and International Commitments”, Energy and Azerbaijan: History, Strategy and Coopera-
tion, Rovshan Ibrahimov (Ed.), Baku, SAM, 2013, s. 56.
41 Adını Giuseppe Verdi’nin ünlü operasından alan Nabucco Projesi’nin, Güney Gaz Koridoru

projeleri içinde yılda 31 bcm/y’lik taşıma kapasitesiyle en fazla kapasiteye sahip boru hattı
olması ve Rusya’ya doğal gaz bağımlılığı çok yüksek olan Orta ve Merkezi Doğu Avrupa
ülkelerine gaz sağlayarak Rusya’nın enerjiyi bahsekonu ülkeler üzerinde bir baskı aracı olarak
kullanılmasını engelleyeceği düşünülmüştür. Bu sebeple Nabucco operasının sahnesinde Babil
Azime Telli 361

adı altında üçte bir kısaltılmış versiyonuna dönüştürülmüş, ardından da ŞD Kon-


sorsiyumu’nun 28 Haziran 2013 tarihindeki seçiminde TAP’ı tercih etmesiyle de
geleceği iyice belirsizleşmiştir.

Harita 3: TANAP ve TAP Projesi

Kaynak: www.trans-adriaticpipeline.com/why-tap/southern-gas-corridor/ (Erişim 25.07.2013).

Kralı Nabucco’nun “Kralların Kralı” ilan edilmesine benzer şekilde, proje de “Boru hatları-
nın Boru hattı” şeklinde nitelendirilmiş ve yakın zamana kadar Avrupa Komisyonu’nun en
fazla desteğini almıştır. Güney Gaz Koridoru’nun gündeme geldiği andan itibaren en çok öne
çıkan proje olan Nabucco, Avrupa’nın enerji arz güvenliğinin sağlanması açısından stratejik
bir öneme sahip olmuştur. Çünkü proje Rus doğal gazına yüzde 100’e varan oranlarda bağımlı
durumda olan Doğu Avrupa ülkeleri Bulgaristan, Romanya ve Macaristan’ı kapsamaktadır. Bu
nedenle proje Washington, Brüksel ve Berlin tarafından siyasi olarak desteklenmiş olmakla
birlikte projenin gerçekleşmesi mümkün olmamıştır. Azeri gazının Avusturya’nın Baumgarten
enerji merkezine (hub) taşınmasını öngören proje kapsamında yıllık 31 bcm gaz taşınması
öngörülmüş olup 3900 kilometre gibi oldukça uzun ve yüksek maliyetli bir boru hattının inşa
edilmesi planlanmıştır. Nabucco projesinin uzunluğu göz önünde bulundurulduğunda kapa-
sitesinin yetersiz bulunması ticari olarak projenin çıkmaza girmesine yol açmıştır. Şah Deniz
gazının tek başına Nabucco projesinin kapasitesini karşılamaktan çok uzak olmasının yanı
sıra Avrupa’nın en önemli gaz arz kaynağı olan Rusya’nın, Nabucco’yu tehdit olarak görmesi
de projenin önemli bir diğer açmazı olarak öne çıkmıştır. Nabucco projesinin gaz ihtiyacının
önemli ölçüde Rusya tarafından karşılandığı Güney Doğu Avrupa ülkelerine yönelik olma-
sı Rusya tarafından ciddi bir tehdit olarak görülmüştür. Azerbaycan ve Türkiye’nin, TANAP
konusunda nihai yatırım kararı almasınına ardından Nabucco projesi revize edilmiştir. Na-
bucco Batı adı verilen revize projenin uzunluğu 1300 km olup yıllık kapasite olarak 23 bcm
öngörülmüştür. Nabucco Batı hattının Türkiye-Bulgaristan sınırından TANAP ile bağlanması
planlanmıştır. Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Avusturya’dan geçecek olan projenin ge-
leceği TAP’ın tercih edilmesi ile tamamen belirsizliğe mahkum olmuştur. Anthony Livanios,
“Shah Deniz Gas: Key to the Southern Corridor”, Natural Gas Europe, October 2012, www.
naturalgaseurope.com/shah-deniz-gas/ (Erişim 17.01.2015).
362 Enerji Diplomasisi

Dünyanın en büyük doğal gaz pazarı olan AB’nin arz güvenliği açısından 10
bcm/y önemli bir rakam olmamakla birlikte ŞD gazının Avrupa’ya ulaşması, Hazar
rezervlerinin gelecekte Avrupa’ya akışını sağlayacak olan koridorun açılması açı-
sından büyük önem taşımaktadır. Güney Gaz Koridoru’nun açılmasını sağlayan ŞD
gazı hakkında konuşan AB Enerjiden Sorumlu Komiseri Günther Oettinger, “Şah
Deniz II sahasından yıllık olarak ihraç edilecek olan 10 bcm’lik doğal gaz AB’nin
toplam ihtiyacının karşılanması açısından oldukça az bir miktardır. Elbette bu mik-
tar AB’nin yıllardır devam eden mücadelesinin karşılığı olmamakla birlikte Şah
Deniz gazı ile birlikte Güney Gaz Koridoru açılmış olacak ve böylece gelecekte Ha-
zar’dan, Avrupa pazarında doğrudan gaz akışı sağlanacaktır.” demiştir.42 Güney
Gaz Koridoru’nun açılmasında ilk nihai yatırım kararı TANAP olurken, ardından
da Türkiye üzerinden Şah Deniz gazının TAP43 ile taşınması yönünde nihai yatı-
rım kararı alınmıştır. Böylece, Azerbaycan ve Türkiye, Güney Gaz Koridoru’nun
kilit ülkeleri olarak öne çıkmıştır. Azerbaycan’ın arz ettiği gazın Avrupa ülkelerine
transferinde Türkiye adeta bir “altın kapı” konumundadır.44
Güney Gaz Koridoru’nun açılmasını sağlayacak olan TANAP’ın yapımına
2015 yılında başlanmış olup Türkiye’ye 2018 yılı içinde ilk doğal gazın ulaştırıl-
ması planlanmaktadır.45 TANAP’ın yıllık kapasitesinin 2020 yılına kadar 16 bcm/y,
2023 yılına kadar 23 bcm/y ve 2026 yılına kadar 31 bcm/y olması planlanmıştır.
Azeri gazının 31 bcm/y kapasitesini aşması beklenmezken TANAP’ın boş kapasite-
sinin ancak Türkmen gazının gelecekte devreye alınması ile tamamlanması beklen-
mektedir. TANAP, Azerbaycan’ın gelecekte transfer ülkesi olmak yönündeki hedefi

42 Günther Oettinger, Keynote Speech delivered at the First Annual Frankfurt Gas Forum, Frank-
furt, Germany, 29 November, 2012.
43 TAP, Türkiye-Yunanistan sınırı yakınlarından başlayarak Yunanistan’dan Arnavutluk’a uza-

nan, Arnavutluk’tan Adriyatik Denizi’ni geçerek Güney İtalya’ya ulaşan doğal gaz boru hattı-
dır. TAP, 550 km Yunanistan’da, 210 km Arnavutluk’ta, 105 km Adriyatik Denizi’nin altında,
5 km İtalya’da olmak üzere yaklaşık 870 km uzunluğunda tasarlanmıştır (TAP, 2015-d). ŞD-2
gazından gelecek 10 bcm/y gazı temin ederek yaklaşık 7 milyon konuta gaz sağlamayı hedef-
leyen proje, gaz talebinin olması ve ilave gaz bulunabilmesi durumunda taşıma kapasitesini 20
bcm/y’e kadar artırılabilecektir (TAP, 2015-c). Enerji arz güvenliğine verdiği önem çerçeve-
sinde Yunanistan’da Kipoi ve Arnavutluk’un kıyısında bulunan Fier yakınlarında 2 kompresör
istasyonuyla, yine Arnavutluk’ta bir gaz depolama tesisi inşa ederek olası arz kesintisi veya
mevsimlik talep artışı gibi durumlarla baş edebilmeyi planlamaktadır. Ayrıca boru hattının
yaklaşık 8 bcm/y kadar bölümü ters akım (reverse flow) özelliğine haiz olarak dizayn edilecek-
tir. Bu sayede bir kriz durumunda gaz akışının ters istikamete çevrilerek ihtiyacı olan noktaya
gönderilebilmesi amaçlanmaktadır (TAP, 2015-d).
44 Livanios, a.g.e., s. 4.

45 Drew Leifheit, “TANAP: From a pıece of paper ınto a piece of steel”, 01.11.2014, www.

naturalgaseurope.com/tanap-magsud-mammadov/ (Erişim 22.01.2015).


Azime Telli 363

açısından önem taşımaktadır. Yıllık 16 bcm’lik doğal gaz taşınması ile kullanıma
girecek olan TANAP Boru Hattı projesinde boruların çapının maksimum 60 bcm
kapasiteye çıkabilecek şekilde olmak üzere 56 bcm olarak belirlenmiştir.46 Hazar’ın
doğusundaki kaynakların Avrupa’ya taşınmasında transfer ülke olmayı hedefleyen
Azerbaycan, böylece ekonomik çıkarlarını olduğu kadar jeopolitik menfaatlerini
de güçlendirecektir. Hazar kaynaklarının transferinde söz sahibi olmanın sağlaya-
cağı gücü çok erken fark eden Azerbaycan, gelecekte Türkmen gazının Avrupa’ya
ulaştırılmasında hayati öneme sahip olacak yeni bir boru hattının hayata geçirilmesi
kararını alarak elini güçlendirmiştir.47
TANAP, Azerbaycan için, yeni ihracat olanakları ve dış ilişkilerin çeşitlendi-
rilmesini sağlama imkanı sunmaktadır. Projenin Hazar’ı Batı’ya açarak istikrarlı
bir gelir kaynağı sağlama potansiyeli de bulunmaktadır. TANAP ile Azerbaycan
ilk kez kendi boru hattı ile kendi gazını Türkiye aracılığı ile Avrupa’ya doğru-
dan satmaya başlayacaktır. Azerbaycan’ın kendisine ait boru hattını transit hizmeti
için ücret ödemek zorunda kalmadan kullanması, Avrupa’da Azeri gaz fiyatını re-
kabetçi hale getirecektir. Bu nedenle Azerbaycan yönetimi bu projeyi; “Azerbay-
can’dan Avrupa’ya doğrudan bir yol” ve “Azerbaycan’ın geleceğe yolu” olarak
tanımlamaktadır. TANAP, sayesinde Azerbaycan; enerji tedarikçisi ülke, transit
ülke (Trans-Hazar boyutu), kendi sınırları dışındaki yatırımcı ülke olarak güçlü bir
rol üstlenecektir.48

Sonuç
Avrupa ve Asya’nın buluşma noktası olan Hazar Havzası’nın jeopolitik öne-
minin Soğuk Savaş sonrası dönemde yeniden önem kazanması ile tekrar başlayan
güç mücadelesi bölgesel aktörlerin yanı sıra bölge dışı aktörleri de harekete geçir-
miştir. Hazar Havzası’nın sahip olduğu enerji kaynaklarının Sovyetler döneminde
teknik ve finansal yetersizlikler nedeniyle geliştirilememiş olması Kuzey Denizi
ve Orta Doğu’da yeni rezerv keşiflerinin durma noktasına geldiği 20. Yüzyıl’ın
sonunda Hazar’da adeta yeni bir petrole akın dönemini başlatmıştır. Hazar’ın ba-
ğımsızlığını yeni kazanan eski Sovyet cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarının yegane
garantisi olan enerji rezervlerini geliştirecek birikim ve bunları dünya pazarlarına
ulaştıracak imkana sahip olmamaları bölgeyi dış güçlerin etkisine açık ve cazip
hale getirmiştir. Hazar Denizi’nin yüzde 16’lık kısmı Azerbaycan’ın milli sektörü

46 Gulmira Rzayeva, “A Complitaced Corridor: Gas to Europe- it’s not just economics”, Cauca-
sus International, Vol. 2, No:2, Summer 2012, s. 149.
47 Livanios, a.g.e., s. 12.

48 Burcu Gültekin Punssman, “Azerbaycan-Türkiye İlişkilerinde Bir Adım: Trans Anadolu Boru

Hattı (TANAP)”, Hazar Raporu, Issue 01, Fall 2012, s. 19.


364 Enerji Diplomasisi

olup tahmin olunan petrol rezervlerinin yüzde 30, doğal gaz rezervlerinin yüzde
21’i Azerbaycan’ın payında bulunmaktadır.49 Azerbaycan, hem sahip olduğu enerji
rezervleri hem de açık denizlere çıkışı olmayan Hazar rezervlerinin taşınmasında
alternatif bir koridor açılmasına imkan sunan konumuyla küresel ve bölgesel güç-
lerin ilgi odağı olmuştur.
Azerbaycan, bağımsızlık sonrası dönemde bir dizi sorunlar yumağıyla boğu-
şurken ülkenin geleceği adına stratejik bir tercih yapmıştır. Tarihi, siyasi ve ekono-
mik bağlarına rağmen Rusya Federasyonu ile arasındaki bağımlılık ilişkisine son
vermeyi seçen Azerbaycan, bağımsızlığının yegane garantisi olan enerji kaynak-
larının geliştirilmesi ve dünya enerji piyasasına ulaştırılmasında ABD başta olmak
üzere Batı ile iş birliğine gitmeyi tercih etmiştir. Enerji kaynaklarının geliştirilmesi
için gereken finansman ve teknoloji desteğini Batı’dan sağlayan Azerbaycan, Dağ-
lık Karabağ sorununu bölgeyi kontrol etmek için bir kaldıraç gibi kullanan Rusya
Federasyonu’na karşı ABD’nin desteğini arkasına almıştır. Rusya’nın kontrolünde
olmayan “Doğu-Batı Koridoru”nun açılmasını sağlayarak sadece kendi petrol ve
doğal gazı için değil bölge enerji kaynaklarının Avrupa’ya transferi için güzergah
çeşitlendirmesinin gerçekleşmesini sağlayan Azerbaycan, tek bir ülkeye ve tek bir
kaynağa bağımlı olmama stratejisi izlemiştir.50 Enerji piyasasına petrol ülkesi ola-
rak bağımsızlık sonrası dönemde dahil olan Azerbaycan, daha sonra doğal gaz re-
zervlerinin geliştirilmesi ile kaynak çeşitlendirmesini sağlarken alternatif transfer
koridoru açılmasını sağlayarak güzergah çeşitlendirmesi yapmış, ayrıca BTC ile
Kazak ve Türkmen petrolünün taşınmaya başlamasıyla transfer ülkesi konumu elde
eden Azerbaycan, doğal gaz konusunda da transfer ülke olmak konusunda bölge
ülkeleri ile görüşmelerini sürdürmektedir. Azerbaycan enerji diplomasisi bağımsız
enerji politikası belirlemek, enerji anlaşmalarını bağımsız bir şekilde yapmak ve
bölgesel güçlerle enerji alanında iş birliğini sağlayarak bölgesel istikrarın korun-
ması ve geliştirilmesinde enerji rezervlerinin geliştirilmesi ve transferinin “enerji
silahı” olarak değil “barış dalı” olarak kullanılması şeklinde oluşturulmuştur.51
Kaynak ve güzergah çeşitlendirmesi hedeflerine ulaşan Azerbaycan, enerji değer
zincirinin her aşamasına yönelik yatırımlar yaparak kaynak ülkesi olmanın ötesinde
enerji alanında yatırımcı ülke olarak öne çıkmayı hedeflemektedir.52

49 Khoshbakht Yusifzade, “The Development of the Oil and Gas Industry in Azerbaijan”, Azer-
baijan International, 4, 2, Summer 1996, http://azer.com/aiweb/categories/magazine/42_fol-
der/42_articles/42_socarkhoshbakht.html/ (Erişim 15.12.2014).
50 Bagirov, a.g.e., 2004, s. 27.

51 Çağrı Erhan, Aysun Gürbüz, “Azerbaycan’ın Enerji Politikası”, Kafkasya’nın Yükselen Yıl-

dızı: İlham Aliyev Döneminde Azerbaycan, Çağrı Erhan (Ed.), Ankara, Atatürk Araştırma
Merkezi, 2013, s. 312.
52 Rzayeva, a.g.e., 2013, s. 56.
Azime Telli 365

Denge dış politikasını benimseyen Azerbaycan, enerji rezervlerinin geliştiril-


mesi sürecinde ABD’nin desteğini sağlamanın yanı sıra bölgesel güçlerle iş birliği
yaparak bölgesel sorunların çözümünde enerji diplomasisinden faydalanmaktadır.
Rusya ve İran arasında sıkışmış durumda bulunan ve topraklarının yüzde 20’si Er-
meni işgali altında bulunan Azerbaycan, bölgesel istikrarın korunması ve gelişti-
rilmesinde enerji kartını çatışmadan çok iş birliği unsuru olarak kullanmayı tercih
etmektedir. Hem bir zorunluluk, hem de bir tercih olarak ortaya çıkan bu durum
ülkenin enerji diplomasisinin denge ve çeşitlendirme üzerinde yükselmesine neden
olmuştur.

Kaynakça
Abilov, Shamkhal: “Hazar’ın Hukuki Statüsü”, 23.10.2013, www.hazar.org/content/yayinlar/
hazar_in_hukuki_statusu_305.aspx/ (Erişim 09.12.2014).
Abushev, Kavus: “The Nagorno Karabagh Conflict as a part of the “New” Eurasian Geopoliti-
cs”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No: 60-3, s. 1-32.
Adams, Terry D.: “Baku Oil Diplomacy and “Early Oil” 1994-1998”, Azerbaijan in Global
Politics: Crafting Foreing Policy, Alexandros Petersen, Fariz İsmailzade (Ed.), Baku,
ADA, 2009. s. 225-257.
Aiyeva, Leila: Oil Factor in Conflict and Democracy Deficit in Azerbaijan, Kazakhstan
and Russia, Baku, CNIS, 2014.
Akbulut, Hakan: “Enerji Diplomasisi”, Dışişleri Bakanlığı Yayınları Uluslararası Ekono-
mik Sorunlar Dergisi, 2, Mayıs 2001, www.mfa.gov.tr/enerji-diplomasisi.tr.mfa/ (Eri-
şim 12.12.2014).
Aliyev, İlham: “Azerbaijan: The New Source of Energy of the 21st Century”, Strenghening
Democratic Institutions Project, JFK, 21.11.2007, www.cia.org/azerbaijannewsour-
ceofenergy.html/ (Erişim 15.12.2014).
Aliyeva, Leila: “Happiness is… multiple pipelines”, 06.03.2009, http://www.balcanicauca-
so.org/eng/Regions-and-countries/Azerbaijan/Happiness-is-multiple-pipelines-44896/
(Erişim 17.12.2014).
Alkan, Haluk: Azerbaycan Paradoksu: Azerbaycan’ın İç ve Dış Paradoksu, Ankara,
USAK Yayınları, 2010.
Aras, Bülent; İşeri, Emre: The Nabucco Natural Gas Pipeline: From Opera to Reality,
SETA Policy Brief, 2009.
Aras, Osman Nuri: Azerbaycan’ın Hazar Ekonomisi ve Stratejisi, İstanbul, Der Yayınları,
2001.
Aras, Osman Nuri: Azerbaycan Ekonomisi: Makro Ekonomik ve Sektörel Analiz, Bakü,
Kafkasya Araştırmaları Merkezi, 2003.
366 Enerji Diplomasisi

Ateş, Zafer, “Doğu-Batı Enerji Koridoru: 2 Tamam, 1 Eksik”, Dışişleri Bakanlığı Uluslara-
rası Ekonomik Sorunlar Dergisi, XXIII, Kasım 2006, www.mfa.gov.tr/dogu-bati-e-
nerji-koridoru_-2-tamam-1-eksik.tr.mfa/ (Erişim 17.12. 2014).
Aydın, Mustafa: “Oil, Pipelines and Security: The Geopolitics of the Caspian Region”, The
Caspian Region: A Re-emerging Region Vol. I, Moshe Gammer (Ed.), London and
New York, Routledge, 2004, s. 3-31.
Aydın, Mustafa (2005). Küresel Politikada Orta Asya (Avrasya Üçlemesi I). Ankara: Nobel
Yayınevi.
Aydın, Mustafa: Kafkaslar Değişim Dönüşüm (Avrasya Üçlemesi), Ankara, Nobel Yayın-
cılık, 2012.
Azerbaijan and Its Neighbourhood in 2003-2013: Reforms, Development and Future
Perspectives, SAM, Baku, 2014., SAM, Baku, 2014.
Bagirov, Sabit: “Azerbaijan’s strategic choice in the Caspian region”, The Security of the
Caspian Sea Region, Chuffrin G. (Ed.), Oxford, Oxford University Press, 2001, s. 178-
194.
Bagirov, Sabit: Azerbaycan’ın Petrol Anlaşmaları, Bakü, Şafak Yayınevi, 2004.
Bagirov, Sabit: “Azerbaijan’s Oil Revenues: Ways of Reducing the Risk of Ineffective Use”,
Ocak 2007, www.policy.hu/bagirov/ResearchPaper.pdf (Erişim 14.12.2014).
Bagirov, Sabit: “Azerbaijani Oil: Glimpse of a Long History”, 2012, http://sam.gov.tr/wp-con-
tent/uploads/2012/01/1.-AZERBAIJANI-OIL-GLIMPSES-OF-A-LONG-HISTORY.
pdf/ (Erişim 10.01.2015).
Bilgin, Mert: Avrasya Enerji Savaşları, İstanbul, IQ Yayınları, 2005.
Blank, Stephen: Azerbaijan’s Security Azerbaijan’s Security and U.S. Interests: and U.S.
Interests: Time for a Reassessment, Silk Road Paper 2013, Stockholm, 2013.
Bowden, J.: “Azerbaijan: From gas importer to gas exporter”, Russian and CIS Gas Markets
and their Impact on Europe, S. Pirani. (Ed.), Oxford, Oxford University Press, 2009,
s. 203-234.
Brezezinski, Z.: Büyük Satranç Tahtası: Amerika’nın Küresel Üstünlüğü ve Bunun Jeost-
ratejik Gereklilikleri, çev. Y. Türedi, İstanbu, İnkilap Kitabevi, 2005.
Bünyadov, Ziya: Azerbaycan Tarihi Sayı 1, Bakü, Azerbaycan Devlet Neşriyatı, 1994.
Cafersoy, Nazım: “Bağımsızlığının 20. Yılında Azerbaycan”, Güney Kafkasya: Toprak Bü-
tünlüğü, Jeopolitik Mücadeleler ve Enerji, Cavid Veliyev, Araz Aslanlı (Der.), An-
kara, Berikan Yayınevi, 2011, s. 13-57.
Ceferov, Nazım: “Bağımsızlığının 20. Yılında Azerbaycan”, Kafkasya Toprak Bütünlüğü,
Jeopolitik Mücadeleler ve Enerji, Cavid Veliev, Araz Aslanlı (Der.), Ankara, Güney
Berikan Yayınevi, 2011, s. 13.57.
Ciarreta, Aitor; Nasirov, Shahriyar: “Analysis of Azerbaijan Oil and Gas Sector”, 2012,
www.usaee.org/usaee2011/submissions/OnlineProceedings/Ciarreta_Nasirov-Article1.
pdf/ (Erişim 14.12.2014).
Azime Telli 367

Ciarreta, Aitor; Nasirov, Shahriyar: “Development Trends in the Azerbaijan Oil and Gas Sec-
tor: Achievements and Challanges”, Energy Policy, No: 40, 2012, s. 282-292.
Cornell, Svante E.; İsmailzade, Fariz: “Implications for Azerbaijan”, 2005, www.silkroadstu-
dies.org/new/inside/publications/BTC.pdf/ (Erişim 25.07.2013).
Cornell, Svante E.: Azerbaijan Since Independence, New York, M.E. Sharp Inc, 2011.
Cutler, Robert M: “Azerbaijan’s Place in Euro-Caspian Energy Security”, Azerbaijani Focus,
No: 3, Ekim-Kasım 2010, s. 83-99.
Cutler, Robert M.: “Turbo-Caspian Energy Security and the Caucasus: Threats and Opportu-
nities”, Caucasus International, Vol. 2, No:3, Sonbahar 2012, s. 45-57.
Çelik, Kenan: “Azeri Petrolünün Dünü ve Bugünü”, Journal of Qagqaz University, Vol. II,
Vo. II, 1999, s. 59-71.
Demirtepe, M. Turgut: Dağlık Karabağ Sorunu: Dar Alanda Büyük Sorun, USAK Rapor-
ları: 11-07, Ankara, USAK Yayınları, Eylül 2011.
De Waal, Thomas: Black Garden: Armenia and Azerbaijan through Peace and War, New
York, New York University Press, 2003.
Dikkaya, Mehmet: “Azerbaycan-Türkiye İlişkileri: Doğalgaz Diplomasisi Buzları Eritir mi?”
Stratejik Düşünce, Aralık 2011, s. 57-60.
Dikkaya Mehmet; Demirci, Onur: “Petrol, Doğalgaz ve Ötesi: Modern Azerbaycan’da İlham
Aliyev Döneminin Ekonomi Politiği”, Kafkasya’nın Yükselen Yıldızı: İlham Ali-
yev Döneminde Azerbaycan, Çağrı Erhan (Ed.), Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi,
2013, s. 201-225.
Dikkaya Mehmet; Demirci, Onur: “Azerbaycan’ın Küresel Ekonomiye Eklemlenme Çabaları:
1992-2002 Dönemi”, Yeni Türkiye, Cilt 2, Yıl: 9, Sayı: 53-54, Temmuz-Ağustos 2013,
s. 1497-1512.
Dikkaya Mehmet, Demirci, Onur: “Azerbaycan’ın Küresel Ekonomiye Eklemlenmesinde
Haydar Aliyev’in Rolü”, Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi (Haydar Aliyev Özel Sa-
yısı), Yıl: 11, Sayı 22, Eylül 2013, s. 185-198.
Dudau, Radu: “The Shah Deniz End Game and the Plight of the Southern Corridor.” Cauca-
sus International, Vol. 2, No. 2, Summer 2012, s. 93-109.
Ergun, Ayça: “Azerbaycan’da Sovyet Sonrası Dönemde Değişim ve Dönüşüm”, Kafkaslar
Değişim Dönüşüm Avrasya Üçlemesi III, Mustafa Aydın (Der.), Ankara, Nobel Yayın-
cılık, 2012, s. 7-43.
Erhan, Çağrı: Kafkasya’nın Yükselen Yıldızı: İlham Aliyev Döneminde Azerbaycan, An-
kara, Atatürk Araştırma Merkezi, 2013.
Erhan, Çağrı; Gürbüz, Aysun: “Azerbaycan’ın Enerji Politikası”, Kafkasya’nın Yükselen
Yıldızı: İlham Aliyev Döneminde Azerbaycan, Çağrı Erhan(Ed.), Ankara, Atatürk
Araştırma Merkezi, 2013, s. 297-353.
Friedman, George: “Geopolitical Journey: Azerbaijan and America”, 11.06.2013, www.strat-
for.com/weekly/geopolitical-journey-azerbaijan-and-america#axzz3M4ws5rwa/ (Eri-
şim 16.12.2014).
368 Enerji Diplomasisi

Frappi, Carlo; Gulshan, Pashayeva: The EU Eastern Partnership: Common Framework


or Wider Oppurtunity? EU-Azerbaijan Perspectives on Cooperation, Milano,
EGEA, 2012.
Frappi, Carlo; Garibov, Azad: The Caspian Sea Cheesboard Geo-political, geo-strategic
and geo-economic analysis, Milano, EGEA S.P.A, 2014.
Golden Rules for a Golden Age of Gas, IEA, Paris, 2012.
Hajiyev, Shahmar: “America’s Need for a Stronger Partnership with Azerbaijan”, 10.04.2013,
www.stratfor.com/other-voices/americas-need-stronger-partnership-azerbaijan/ (Erişim
17.12.2014).
Hausmann, Ricardo: “Prisoners of Geography”, Ocak/Şubat 2001, s. 44-53, www.hks.har-
vard.edu/fs/rhausma/editorial/fp01_prisoners_geog.htm/ (Erişim 12.12.2014). IEA
(2009). Natural Gas Market Review 2009. Paris: OECD/IEA Publishing.
Idnan, Avinoam; Brenda, Shaffer: “The Foreign Policies of Post-Soviet Landlocked States”,
Post-Soviet Affairs, 27(3), 2011, s. 241–268.
İbadoğlu, Qubad: Black Gold Under Transparency Light, Bakü, Neqsi-Cahan Yayınevi,
2005.
İbrahimov, Rovshan: “Nabucco Project: How Far is it From Realisation?”, Azerbaijani Fo-
cus, No: 3, October-December 2010, s. 65-83.
İbrahimov, Rovshan: Energy and Azerbaijan: History, Strategy and Cooperation, Baku,
SAM, 2013.
İbrahimov, Rovshan: “U.S.- Azerbaijan Relations: AView From Baku. Rethink Paper 17”, Oc-
tober 2014, www.rethinkinstitute.org/wp-content/uploads/2014/10/US-Azerbaijan-Re-
lations-A-View-from-Baku-2.pdf / (Erişim 17.02.2015).
İpek, Pınar: “Azerbaijan’s Foreign Policy and Challenges for Energy Security”, Middle East
Journal, Volume 63, No. 2, Spring 2009, s. 227-239.
İsmailzade, Fariz: “Azerbaijan’s Tough Foreign Policy Choices”, UNISCI Discussion Pa-
pers, October 2004, www.ucm.es/info/unisci/Fariz.pdf/ (Erişim 15.12. 2014).
İsmailzade, Fariz: “Azerbaijan’s Tough Foreign Policy Choices”, UNISCI Discussion Pa-
pers, October 2004 b, www.ucm.es/info/unisci/Fariz.pdf/ (Erişim 15.12.2014).
İsmailov, Mahmud; İbrahimov, Marat: Azerbaycan Neft Senayesinin Engilabagederki Ta-
rihi, Bakü, Elm, 1991.
İsmailzade, Fariz; Rosner, Kevin: Russia’s Energy Interest in Azerbaijan, London, GMB
Publishing, 2006.
İsmailzade, Fariz; Howard, Glen E.: The South Caucasus 2021 Oil, Democracy and Geo-
politics, Washington, The Jamestown Foundation, 2012.
Joseph, Jofi: “Pipeline Diplomacy: The Clinton Administration’s Fight for Baku-Ceyhan”,
WWS Case Study 1/99, 2004, wws.princeton.edu/cases/papers/pipeline.pdf/ (Erişim
02.04.2013).
Kasım, Kamer: “Büyük Güçlerin Kafkasya Politikaları”, Güney Kafkasya: Toprak Bütün-
Azime Telli 369

lüğü, Jeopolitik Mücadeleler ve Enerji, Cavid Veliyev, Araz Aslanlı (Der.), Ankara,
Berikan Yayınevi, 2011, s. 313-344.
Khanna, Parag: Yeni Dünya Düzeni, Yeni Yükselen Güçler 21. Yüzyılda Dünyayı Nasıl
Belirliyor?, İstanbul, Pegasus, 2011.
Klare, Michael T.: Rising Powers, Shrinking Planet The New Geopolitics of Energy, New
York, Metropolitan Books, 2008.
Kleveman, Lutz: Yeni Büyük Oyun Orta Asya’da Kan ve Petrol, çev. Hür Güldü, İstanbul,
Everest Yayınları, 2003.
Leifheit, Drew: “TANAP: From a pıece of paper ınto a piece of steel”, 01.11.2014, www.
naturalgaseurope.com/tanap-magsud-mammadov/ (Erişim 22.01.2015).
LeVine, Steve: Oil and the Glory The Pursuit of Empire and Fortune on the Caspian Sea,
New York, Random House, 2007.
Linke, Kristin; Victor, Marcel: “Beyond Turkey: The EU’s Energy Policy and the Sout-
hern Corridor”, Kasım 2010, www.fes.kiev.ua/Dokument/beyond_turkey.pdf/ (Erişim
11.01.2015).
Livanios, Anthony: “Shah Deniz Gas: Key to the Southern Corridor”, Natural Gas Europe,
October 2012, www.naturalgaseurope.com/shah-deniz-gas/ (Erişim 17.01.2015).
Mammadov, Agil: Bağımsızlık Sonrası Azerbaycan Dış Politikasında Enerji Faktörü,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Sakarya, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ağustos 2012.
Mammadov, Turan: “Azərbaycan Təhlükəsizliyin Təmin Edilməsində Neft Amilinin Rolu”,
Turan Stratejik Araştırmalar Merkezi, Cilt 3, Cayı 11, 2011, s. 78-89.
Mammadova, Sevinj: “Natural Gas Supply to Europe: Azerbaijan’s Energy Policy”, Cauca-
sus International, Vol. 2, No:3, Autumn 2012, s. 159-175.
Mammadyarov, Elmar: “The Foreing Policy of Azerbaijan: Affecting Factors and Strategic
Priorities”, Azerbaijan in Global Politics Crafting Foreing Policy, Alexandros Peter-
sen, Fariz İsmailzade (Edit.), Baku, Azerbaijan Diplomatic Academy, 2009, s. 11-25.
Mammadguliyev, M.: “Azerbaijan‟s Foreign Economic Relations”, Azerbaijan in Global
Politics Crafting Foreing Policy, Alexandros Petersen, Fariz İsmailzade (Edit.), Baku,
Azerbaijan Diplomatic Academy, 2009, s. 199-215.
Mardanov, Samir: “Azerbaycan’ın Dış Politika Hedefleri ve Ulusal Güvenlik Stratejisi”,
Kafkasya’nın Yükselen Yıldızı: İlham Aliyev Döneminde Azerbaycan, Çağrı Erhan
(Ed.), Ankara, Atatürk Araştırma Merkezi, 2013, s. 55-103.
Merdanov, Samir: “Azerbaycan-ABD İlişkilerinde Belirsizlik Dönemi (1991-1994)”, Çankırı
Karatekin Üniversitesi Uluslararası Avrasya Strateji Dergisi, 2(1), 2005, s. 47-70.
Mir-Babayev, Mir Yusif: “Azerbaijan’s Oil History. A Chronology Leading up to the Soviet
Era”, Azerbaijan International, Summer, 2002, s. 34-40.
Musabeyov, Rasim: “Azerbaijan-Russia Bilateral Relations: Economics Prevails Politics”,
Azerbaijani Focus, No: 3, October-December 2010, s. 141-149.
370 Enerji Diplomasisi

Nesipli, Nesip: “Azerbaijan’s Geopolitics and Oil Pipeline Issue”, Perceptions, C. IV, Co. 4,
Aralık 1999-Şubat 2000, s. 114-122.
Nesibli, Nesib: Azerbaycan Geopolitikası ve Neft, Bakı, Xezer Universiteti Neşriyyatı,
2000.
Nuriyev, Salman S.: Oil and European Policy, Bakü, Mütercim Yayınları, 2002.
Pashayev, Hafiz: “Azerbaijan-U.S. Relations: From Unjust Sanctions to Strategic Partners-
hip”, Azerbaijan in Global Politics Crafting Foreing Policy, Alexandros Petersen,
Fariz İsmailzade (Edit.), Baku, Azerbaijan Diplomatic Academy, 2009, s. 95-120.
Petersen, Alexandros: Integration in Energy and Transport Amongst Azerbaijan, Georgia
and Turkey, The London School of Economics and Political Science, London, 2012.
Popov, Eduard: “Russia-Azerbaijan: Status and Prospect of Cooperation”, Azerbaijani Fo-
cus, No: 3, October-December 2010, s. 13-27.
Pritchin, Stanislav: “The New Azeri Gas Strategy”, Turkish Policy Quarterly, Vol. 9, No: 2,
Summer 2010, s. 123-127.
Punssman, Burcu Gültekin: “Azerbaycan-Türkiye İlişkilerinde Bir Adım: Trans Anadolu Boru
Hattı (TANAP)”, Hazar Raporu, Issue 01, Fall 2012, s. 16-21.
Robert, M. Cutler: “Azerbaijan’s Place in Euro-Caspian Energy Security”, The South Cauca-
sus 2021: Oil, Democracy and Geopolitics, Fariz İsmailzade, Glen E. Howard (Ed.),
Washington, The Jamestown Foundation, 2012, s. 107-131.
Roberts, John: “The Nabucco natural gas pipeline is dead. Long live Nabucco!”, 05.07. 2010,
www.blogs.platts.com/2010/07/05/nabucco_is_dead/ (Erişim 17.01.2015).
Roberts, John: “Caspian Pipeline Politics and European Energy Security”, The South Cauca-
sus 2021: Oil, Democracy and Geopolitics, Fariz İsmailzade, Glen E. Howard (Ed.),
Washington, The Jamestown Foundation, 2012, s. 85-107.
Rzayeva, Gulmira: “Azerbaijan’s: Eurasia’s Energy Nexus?”, Turkish Policy Quarterly, Vol.
9, No: 2, Summer 2010, s. 55-71.
Rzayeva, Gulmira: “A Complitaced Corridor: Gas to Europe- it’s not just economics”, Cauca-
sus International, Vol. 2, No:2, Summer 2012, s. 141-161.
Rzayeva, Gulmira: “Azerbaijan and Energy Security of Europe: Balancing National Priorities
and International Commitments”, Energy and Azerbaijan: History, Strategy and Co-
operation, Rovshan Ibrahimov (Ed.), Baku, SAM, 2013, s. 55-80.
Sagheb, Nasser; Javadi, Masoud: “Azerbaijan’s ‘Contract of the Century’ Finally Signed
with Western Oil Consortium”, Winter 1994, www.azer.com/aiweb/categories/magazi-
ne/24_folder/24_articles/24_aioc.html/ (Erişim 13.12.2014).
Sapmaz, Ahmet: Rusya’nın Transkafkasya Politikası ve Türkiye’ye Etkileri, İstanbul, Ötüken,
2008.
Shah, Ali; Adnan, Syed: “Geopolitics of the Caspian Sea Region: A Russian Perspective”,
2011, www.issi.org.pk/old-site/ss_Detail.php?dataId=192/ (Erişim 01.10.2013).
Seferov, Rahman: “Azerbaycan’da Petrol Üretiminin Tarihsel Süreç İçerisindeki Değişimi”,
Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 18, 2005, s. 285-297.
Azime Telli 371

Shaffer, Brenda: “Permanent Factors in Azerbaijan’s Foreign Policy”, Azerbaijan in Global


Politics Crafting Foreing Policy, Alexandros Petersen, Fariz İsmailzade (Edit.), Baku,
Azerbaijan Diplomatic Academy, 2009, s. 61-82.
Shaffer, Brenda: “Caspian energy phase II: Beyond 2005”, Energy Policy, 38, 2010, s. 7209-
7215.
Shiriyev, Zaur; Kakachia, Kornely: “Azerbaijani-Georgian Relations The Foundations and
Challanges of the Strategic Allience”, SAM Review, v. 7-8, July 2013, s. 34-56.
Sobhani, Rob S.: “Influencing the destiny of Azerbaijan”, Azerbaijan International, 5, 3,
Autumn 1997, s. 66.
Sobhani, Rob S.: “The Great Game: Where Happiness Is Multiple Pipelines”, 08.031998,
www.centerforsecuritypolicy.org/1998/03/31/the-great-game-where-happiness-is-mul-
tiple-pipelines-2/ (Erişim 17.12.2014).
Socor, Vladimir: “Southern Corridor, White Stream: the Strategic Rationale”, 30.11. 2009,
www.jamestown.org/single/?tx_ttnews%5Btt_news%5D=35676&no_cache=1#.VM-
dafdLkfpp/ (Erişim 27.01.2015).
Soltonov, Elnur: “The Emerging Patterns of Azerbaijan’s International Energy Policy: Conti-
nuties and Changes”, Caucasus International, Vol. 2, No:2, Summer 2012, s. 79-93.
Tanrısever, Oktay: “Rusya’nın Kafkasya Politikası: Sovyet-Sonrası Geri Çekilme Söylemin-
den Emperyal Müdahaleciliğe”, Kafkaslar Değişim Dönüşüm Avrasya Üçlemesi III,
Mustafa Aydın (Ed.), Ankara, Nobel Yayıncılık, 2012, s. 173-203.
Uçkun, Duygu: “Analysis of Azeri energy market and its future”, 2010, http://cesran.org/
an-analysis-of-azeri-energy-market-and-its-future.html/ (Erişim 03.09.2014).
Valiyev, Anar: “Azerbaijan-Russia: Friendship or Else?”, Turkish Policy Quarterly, Vol. 10,
No: 3, Fall 2011, s. 133-145.
Veliev, Cavid; Aslanlı, Araz: Güney Kafkasya Toprak Bütünlüğü, Jeopolitik Mücadeleler
ve Enerji, Ankara, Berikan Yayınevi, 2011.
Wilson, Graeme: Haydar Aliyev ve Azerbaycan’ın Yükselişi, Çöküşü ve Yeniden Yükseli-
şi, Ankara, Berkan Yayınevi, 2013.
World Energy Outlook 2010, IEA, Paris, 2010.
Yergin, Daniel: The Prize: The Epic Quest for Oil, Money, and Power, New York, Free
Press, 2009.
Yılmaz, Reha: “Azerbaycan Dış Siyasetinde Bağımsızlık Sonrası Yıllar ve Karabağ Proble-
mi”, Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 2, 2010, s. 69-93.
Yılmaz, Reha: “Azerbaycan’da Süreklilik ve Değişim”, Kafkasya’nın Yükselen Yıldızı: İl-
ham Aliyev Döneminde Azerbaycan, Çağrı Erhan (Ed.), Ankara, Atatürk Araştırma
Merkezi, 2013, s. 19-47.
Yusifzade, Khoshbakht: “The Development of the Oil and Gas Industry in Azerbaijan”, Azer-
baijan International, 4, 2, Summer 1996, http://azer.com/aiweb/categories/magazine/
42_folder/42_articles/42_socarkhoshbakht.html/ (Erişim 15.12.2014).
372 Enerji Diplomasisi

Zeinolabedin, Y. vd.: “The Geopolitics of Energy in the Caspian Basin”, International Jour-
nal of Environmental Research, Vol. 5, No. 2, Spring 2011, s. 501-508.
Ziyadov, Taleh: “Baku Prepares For New Phase In U.S.-Azerbaijani Strategic Relations”, The
Jamestown Foundation Eurasia Daily Monitor, Volume 3, Issue No.71, 2006, s. 45-
67.
www.aljazeera.com.tr/ulke-profili/ulke-profili-azerbaycan/ (Erişim 28.12.2014).
www.eia.gov/forecasts/aeo/pdf/0383%282013%29.pdf/ (Erişim 12.01.2014).
www.eia.gov/forecasts/aeo/ (Erişim 15.11.2014).
www.eia.gov/countries/country-data.cfm?fips=aj/ (Erişim 15.04.2013).
www.eia.gov/countries/cab.cfm?fips=AJ/ (Erişim 03.05.2013).
www.eia.gov/countries/analysisbriefs/Caspian_Sea/caspian_sea.pdf/ (Erişim 03.02.2015).
www.ft.com/intl/cms/s/0/b969395e-ed1c-11da-a307-0000779e2340.html#axzz1jf12YgUh/
(Erişim 21.12.2014).
www.iea.org/Textbase/subjectqueries/keyresult.asp?KEYWORD_ID=4103/(Erişim
28.11.2014).
www.iea.org/Textbase/npsum/WEO2013SUM.pdf / (Erişim 15.03.2014).
www.iea.org/publications/freepublications/publication/weio2014.pdf/ (Erişim 01.12.2014).
www.tap-ag.com/search/Trans-Adriatic%20Pipeline%20Concludes%20Shareholder%20Ag-
reement%20with%20SOCAR,BP%20and%20TOTAL/ (Erişim 12.01.2015).
www.tap-ag.com/the-pipeline/the-big-picture/the-eu-status/ (Erişim 14.01.2015).
www.tap-ag.com/about-us/ (Erişim 14.01.2015).
www.tap-ag.com/the-pipeline/the-big-picture/southern-gas-corridor/ (Erişim 13.01.2015).
www.tap-ag.com/the-pipeline/project-timeline/tap-project-milestones/ (Erişim 14.01.2015).
M. Oktay Alnıak / Pelin Bolat 373

ORTADOĞU-KUZEY AFRİKA BÖLGESİNDE


ENERJİ, EĞİTİM VE KÜLTÜR İŞBİRLİĞİ

M. Oktay ALNIAK*, Pelin BOLAT**

1. Giriş
Endüstri Devrimi’nin başlamasıyla birlikte, devletlerin millî ve milletlerarası
politikalarının şekillenmesinde enerji kaynaklarına sahip olabilme isteği önemli
bir rol oynamıştır. Hızla gelişen teknoloji ve artan dünya nüfusu enerji kaynakla-
rına özellikle de fosil kaynaklara olan talebi daha da artırmıştır. Bu talebin her ge-
çen gün artması fakat bununla birlikte fosil kaynakların dünya üzerindeki oransız
dağılımı küresel kararlılığın düşmesine sebep olmaktadır. Bunun bir sonucu ola-
rak da sosyo-ekonomik krizler ortaya çıkmaktadır1. Bu noktadan yaklaştığımız-
da da Orta Doğu belki en fazla karışıklık yaşayan bölgedir. Bu karışıklıklar Su-
dan’daki yerel savaşlar, Irak ve Afganistan’daki ülkesel savaşlar ve Filistin-İsrail
çatışmaları olarak kendini göstermiştir. Bölgedeki bu durum sadece bu bölgenin
ülkelerini değil, aynı zamanda bu ülkelerle ilişkileri olan Türkiye gibi ülkeleri de
etkilemektedir2.
Türkiye Cumhuriyeti toprakları çok stratejik bir noktada yer alır. Bir yandan
Balkanlar’a, bir yandan Kafkaslar’a, bir yandan da Ortadoğu’ya ulaşır. Bunun yanı
sıra, Türkiye toprakları sanayileşmiş Batı ile enerji kaynaklarına ev sahipliği ya-
pan Orta Doğu ve Kuzey Afrika (Middle East and North Africa: MENA) Bölge-
sinde arasında yer alır. Bu konumu, Türkiye’ye kendi boyutlarını aşan bir önem ve

* Prof. Dr.; Bahçeşehir Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi.


** Dr.; İstanbul Teknik Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Öğretim Görevlisi.
1 Adnan Midilli, Ibrahim Dincer, Murat Ay, “Green energy strategies for sustainable develop-
ment”, Energy Policy, Cilt 34, Sayi 18, 2006, s.3623-3633.
2 M. Oktay Alnıak, Aybike Bolcan, Pelin Bolat, “Ortadoğu’nun Stratejik ve Entellektüel Gücü
Türkiye”, Dünya Jeopolitiğinde Türkiye, Hasret Çomak (ed), İstanbul, Hiperlink Yayınları,
2011, s.159-192
374 Enerji Diplomasisi

avantaj kazandırır. Türkiye, dünyanın bu çok hassas jeo-stratejik bölgesinde önemli


komşularla çevrilidir. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce yedi komşusu bulunurken
(Yunanistan, Bulgaristan, SSCB, İran, Irak ve Kıbrıs üzerinden İngiltere, Suriye
üzerinden Fransa, On iki Adalar üzerinden İtalya), savaş sonrasında bu sayı altıya
inmiş (Yunanistan, Bulgaristan, SSCB, İran, Irak, Suriye ve 1960’da Kıbrıs), Soğuk
Savaş sonrasında sekize çıkmıştır (Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan, Ermenistan,
Nahcivan sebebiyle Azerbaycan, İran, Irak, Suriye). Hatta deniz üzerinden düşü-
nüldüğünde, bu komşuların sayısı on ikidir (diğerlerine ek olarak Ukrayna, Kıbrıs,
Rusya, Romanya)3.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu tarihten itibaren bölgesel paktlarla barışı ve


işbirliğini teşvik etmeyi amaçlamıştır. Bağdat Paktı, Balkan Paktı ve Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Anlaşması ile Türkiye, konjonktürel dalgalanmalara karşı, ait
olduğu coğrafyada işbirliğini destekleyerek, ortak çıkarları saptamaya çalışmıştır.

Orta Doğu ve Avrupa arasında köprü olan Türkiye, Ortadoğu da son dönem-
de kritik bir ülke konumuna gelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri askerlerinin
Irak’dan çıkması ile birlikte Türkiye yeni kazan-kazan stratejileri geliştirerek Irak
ile güçlü etkileşimleri olan bir ülke olarak Ortadoğu’daki yerini daha da sağlamlaş-
tırmalıdır. Bu stratejiler ise Irak’ı yeni bir organizasyon gibi ele alan bir yaklaşımla
birlikte stratejik düşünme süreçlerinin sonunda oluşturulmalı ve uygulanmalıdır.
Ortadoğu’daki çatışmalar yüzünden yıllarca sefalet içinde yaşamış olan bölgenin
insanlarının da refah düzeylerinin düzeltilmesi konusunda da hassas davranılma-
lıdır. Bununla birlikte Ortadoğu denince ilk olarak akla çatışmalar ve siyasi ka-
rarsızlıklar gelse de aslında MENA bölgesi olarak adlandırılan, Ortadoğu-Kuzey
Afrika coğrafyası Körfez Ülkeleri gibi zengin, hayat standartları bakımından yük-
sek seviyede olan ülkeleri de kapsamaktadır. Dolayısıyla aslında MENA Bölgesi
hem problemlerle uğraşan bazı ülkeleri, hem de büyük pazarların gelişebileceği
ülkeleri kapsamaktadır. Bundan dolayı Türkiye’nin Ortadoğu üzerinde uygulayaca-
ğı etkin stratejiler, sadece Ortadoğu krizleriyle ilgili olmamalı aynı zamanda hem
sosyal yönü olan hem de teknik yönü olan sosyo-ekonomik alanlarda işbirlikleri ve
ortaklıklar kurmak olmalıdır. Son yıllarda yapılan uluslararası enerji ve ekonomi
kuruluşlarının yaptığı çalışmalardan yola çıkarak Türkiye-MENA Bölgesinde ge-
liştirilebilecek alanların yenilenebilir enerji ve eğitim alanları olduğu söylenebilir.
Dolayısıyla bu çalışmada, MENA Bölgesi için her iki konuda da mevcut durum
incelenmiş ve potansiyel işbirlikleri önerilmiştir.

3 M. Oktay Alnıak, Aybike Bolcan, Pelin Bolat, a.g.e.


M. Oktay Alnıak / Pelin Bolat 375

2. MENA Bölgesinde Enerji İşbirliği Politikaları: Yenilenebilir Enerji ve


Teknolojileri

2.1. Mevcut Durum


Tüm toplumlar, temel ihtiyaçlarını karşılamak ve üretim yapabilmek için ener-
jiye ve ilgili teknolojilere ihtiyaç duymaktadırlar. Sürdürülebilir kalkınma açısından
bakıldığında, ihtiyaç duyulan enerjinin hem güvenli hem de çevre dostu süreçler ile
elde edilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla sürdürülebilir sosyal ve ekonomik kal-
kınma, enerji kaynaklarına sorunsuz bir şekilde ve uygun maliyetlerle ulaşılması
ile doğru orantılıdır. Fosil yakıt temelli ulusal ve uluslararası enerji politikalarının,
enerji güvenliği ve iklim-çevre üzerindeki olumsuz etkileri yıllar içinde hem kü-
resel boyutta hem de yerel boyutlarda deneyimlenmiştir. Sonuç olarak, ülkeler ve
bölgesel birlikler alternatif enerji kaynaklarına yönelmiş; yenilenebilir enerji kay-
nakları ve teknolojilerinin geliştirilmesi ve enerji üretimi paylarının yükseltilmesi
konusunda hedefler belirlenmiştir4. Örneğin Avrupa Komisyonu (EC), Yenilene-
bilir Enerji Yönergesi 2009/28/EC ile birlikte yenilenebilir enerji hedefini, 2020
yılı için enerji tüketimin %20’sini karşılaması ve ulaştırma sektörü için %10’luk
bir paya ulaşılması olarak belirlemiştir. Fakat yenilenebilir enerji sadece kıt enerji
kaynaklarına sahip olan bölgelerde değil, aynı zamanda Ortadoğu ve Kuzey Afrika
(MENA) ülkeleri gibi dünya petrol ve gaz rezervlerinin sırasıyla %52 ve % 42’si
gibi büyük bölümünü elinde bulunduran bölgeler içinde önemli bir konu haline
gelmektedir. Ortadoğu ülkeleri açısından baktığımızda bu bölgedeki enerji marketi
ve bu marketin zaman içerisindeki davranışı küresel anlamda enerji politikalarını
etkileyen parametrelere sahiptir. Bu anlamda, Ortadoğu ülkelerindeki yenilenebilir
enerji kaynakları ve teknolojileri üzerine yapacağı yatırımların küresel anlamda et-
kisinin görülmesi beklenebilir.
Ortadoğu bölgesinin fosil tabanlı enerjinin üretiminin ana üssü olması yanı sıra
enerji talebi hızla büyüyen bir markete dönüşmesi, bu bölgedeki ülkelerin petrol ve
gaz temelli ekonomi politikalarını gözden geçirmelerine neden olmuştur. 1970 lere
kadar bu bölgenin endüstriyel olarak gelişmemiş, nüfus yoğunluğu düşük ve yerel
marketleri sınırlı bir alan olması dolayısıyla, bölgedeki ülkelerin enerji tüketimleri
var olan fosil enerji kaynakları ile kolaylıkla karşılanmıştır. 1970 lerden sonra ise
durum farklılaşmış, Ortadoğu-Kuzey Afrika bölgesi, Güney ve Uzak Doğudan son-
ra ikinci en hızlı büyüyen ekonomiye sahip bölge durumuna gelmiştir. Hali hazırda
Körfez Ülkeleri, İran, Irak için enerji ihtiyacı yüksek seviyelere çıkmış; Suudi Ara-
bistan ve İran en fazla enerji tüketen ülkeler sıralamasında yerini almıştır. Ortadoğu

4 Deploying Renewables 2011: Best and Future Policy Practice,OECD/IEA, Paris, 2011.
376 Enerji Diplomasisi

ülkelerinden enerji kaynaklarına sahip ülkelerde, elektrik enerji üretimi için yüksek
devlet sübvansiyonları sağlanırken, enerji kaynaklarına sahip olmayan ülkelerinde
enerji üretimi maliyeti yüksektir. Bu ülkelerde enerji ihtiyacının, GDP nin %10’u
olduğu ve otuz yıllık bir süreç içinde %50 ye çıkacağı beklenmektedir. 2010 yılında
MENA Bölgesi için enerji tüketimi 1, 121 TWh iken bu talebin 2050 yılında 2950
TWh olması da öngörülmektedir5. Bununla birlikte, hayat standartlarının yüksel-
mesi ve geniş çaplı endüstriyel yatırım programları ile artan enerji ihtiyacının %98
lik kısmının fosil yakıtlardan sağlanması ile Ortadoğu bölgesi sadece ulusal enerji
kaynaklarının azalması ve enerji ekonomisi kayıpları riski ile değil aynı zamanda
iklim-çevre sorunlarıyla karşı karşıya kalmıştır6. Bölgedeki enerji güvenliği ile ilgi-
li çatışmalar nüfusun giderek artıyor olması, şehirleşme hızı, su kıtlığı, fosil tabanlı
yakıtlardan kaynaklanan sera gazı emisyonlarının iklim değişikliklerine sebebiyet
vererek gıda sıkıntısı yaratma riski gibi sebeplerden dolayı, Ortadoğu ülkelerinde
yenilenebilir enerji teknolojileri alanında hareketlenmeler görülmektedir. Bu bö-
lümde, Ortadoğu Bölgesinde enerji politikalarını yeniden şekillendirecek olan bu
hareketleri anlamak ve Türkiye ile yapılabilecek işbirlikleri üzerine öneriler sunul-
ması amaçlanmıştır. Bununla birlikte Ortadoğu Bölgesindeki mevcut yenilebilir
enerji trendi anlatılarak, Türkiye ile teknoloji yönetimi kapsamında nasıl işbirlikleri
geliştirilebileceği üzerine görüşler sunulmuştur.
MENA bölgesinde toplam enerji tedariğinin, 2010 yılı için 800 Mtoe olarak
verilmiştir. 2007 yılı ile kıyaslandığında toplam %14.9 luk bir artışın olduğu be-
lirtilmektedir. Artan enerji ihtiyacının nedeni nüfus artışına paralel olarak ısınma,
soğutma ve deniz suyu arıtma sistemleri için yerel elektrik ihtiyacına olan talebin
artması olarak açıklanabilir. Toplam enerji tedariğinde, MENA bölgesi için ye-
nilenebilir enerji payının 2007 den 2010 a kadar %1 seviyelerinde kaldığı görül-
mektedir. Fakat yenilenebilir enerji teknolojilerinin maliyetlerinin düşmesi ve fosil
yakıtların maliyetlerinin artması, özellikle rüzgar ve güneş enerjisi teknolojilerinin
bölgenin tüm ülkelerinin artan enerji ihtiyacını karşılaması açısından ele alınmasını
gerektirmiştir. Şekil-1 de görüldüğü üzere, MENA bölgesi petrol ihraç eden ülkeleri
(NOEC) ve petrol ithal eden ülkeleri (NOIC) için güneş enerjisi bazlı güç üretimi
için en yüksek yıllık büyümeye sahiptir.

5 Role and potential of renewable energy and energy efficiency for global energy supply,
German Federal Environment Agency; 2009.
6 MENA Renewable Energy Status Report, RES21Secretariat, Paris, 2013.
M. Oktay Alnıak / Pelin Bolat 377

Şekil 1:
2008-2011 yılları arasında ortalama enerji kaynağına göre elektrik üretimi artışı7

Burada şuna da değinmekte fayda vardır; MENA bölgesinde NOIC8 ve


NOEC9 ülkelerinin yenilenebilir enerji politikalarına yaklaşımları farklıdır. NOIC
ülkeleri için yenilenebilir enerji, enerji güvenliği ve ithal ettikleri petrol ve gazın
pahalılığı dolayısıyla önemli hale gelmişken, NOEC ülkeleri için ise yerel elektrik
tüketiminin karşılanmasında alternatif bir çözüm olarak ele alınmaktadır. Ayrıca
deniz suyundan tatlı edilmesini sağlayan arıtma (desilenasyon) tesisleri için fosil
yakıtlara olan bağımlılıktan kurutularak, maliyetleri düşürmek, su kıtlığı çeken
MENA ülkeleri için yenilenebilir enerjiyi ön plana çıkarmıştır. Bundan dolayı da
Şekil 2’de sunulduğu üzere yenilenebilir enerjinin, iki MENA ülkesi grubu için
elektrik üretiminde payı farklıdır.

Şekil 2:
NOEC ve NOIC ülkelerinde 2008-2011 yılları arasında yenilenebilir
enerji kaynaklı elektrik üretimi10

7 MENA Renewable Energy Status Report, a.g.e.


8 Djibouti, İsrail, Ürdün, Lübnan, Malta, Fas, Filistin ve Tunus,
9 Cezayir, Bahreyn, Mısır, İran, Irak, Kuveyt, Libya, Umman, Katar, Suudi Arabistan, Suriye,
Birleşik Arap Emirlikleri, ve Yemen.
10 MENA Renewable Energy Status Report, a.g.e.
378 Enerji Diplomasisi

Yenilenebilir enerji kaynakları açısından bakıldığında, MENA bölgesi için


rüzgar ve güneş enerjisi ve sistemleri ön plana çıkmaktadır. Şekil 1’de hidro ve
biokütle de bir artış olduğu gözlemlenmekle birlikte, literatür incelendiğinde bu
artışın aslında İran, Irak ve Mısırda kurulan hidrosantraller nedeniyle gerçekleştiği
ve bu artışın sınır seviyelerde olduğu, daha fazla bir yükselmenin beklenmediği
anlaşılmaktadır. Biokütle enerjisi için de yine beklentilerin çok yüksek olmadığı,
MENA bölgesi raporlarında ortaya konulmuştur. Ancak en yüksek elektrik üretimi
artışının olduğu güneş ve rüzgar enerjisi sistemlerinin, MENA bölgesi için enerji
politikalarını şekillendirebilecek yenilenebilir enerji teknolojiledir.
Ortadoğu bölgesi yılda 3000-3500 saat güneş ışığına maruz kaldığı ve gün-
de 5 kW/m2 güç elde edilebilmesi imkanına sahiptir11. Dolayısıyla güneş enerjisi,
MENA bölgesi için çok verimli ve etkin bir enerji sistemi olmaya adaydır. Güneş
enerjisi ile ilgili yapılan politikalar geniş alanlarda yoğunlaştırılmış güneş gücü
(CSP), küçük alanlar içinde fotovoltaik sistemler (PV) üzerinedir. Şekil 1’e bakıl-
dığında, 2008-2011 yılları arasında %112 lik bir artış olduğu belirtilmiştir. 2012
yılı sonunda tüm MENA ülkelerinde PV kapasitesi mevcuttur ve hızla bu kapasite
artmaktadır. Örneğin İsrail, 2009 yılında 21 MW, 2010 yılında 66 MW, 2012 yılı so-
nunda ise 270 MW lık PV kapasitesine ulaşmıştır. Aynı şekilde Birleşik Arap Emir-
likleri (UAE) 2010 yılında 11 MW olan kapasiteyi, 19,5 MW kapasiteye çıkarmış-
tır. Suudi Arabistanda 7 MW, Bahreyn ve Libya da ise hali hazırda 5 MW kurulmuş
PV kapasitesine sahiptir. CSP sistemleri açısından ele alındığında ise bu sistemden
Cezayir, Fas, İran, Mısır ve Birleşik Arap Emirliklerinde yararlanılmaktadır. Birle-
şik Arap Emirlikleri, 100 MW lık CSP santralini işletime Mart 2013 tarihinde aça-
rak, en yüksek CSP kapasitesine sahip ülke durumuna gelmiştir. Mısır ise 25 MW
lık kısmı CSP tarafından karşılanan, 150 MW güce sahip CSP-doğalgaz santralini
kurarak bütünleşik yenilenebilir enerji sistemleri için bir örnek olmuştur.12
2009 yılı itibari ile, DESERTEC Vakfı, MEDGRID ve Dii endüstriyel insiya-
tifleri MENA bölgesinde üretilen güneş enerjisi kaynaklı elektriğin Türkiye üzerin-
den Avrupa’ya transferi üzerinde çalışmaktadırlar. Trieb et al.13 (2012)’de yaptığı
çalışmada 2020 yılında 3500 MW lık bir kapasite ile Avrupa’ya elektrik ihracının
başlayabileceğini, 2050 yılında 16 Avrupa ülkesi için 160 GW lık bir kapasiteye
erişebileceğini belirtmiştir. Böyle bir sistem, enerji politikalarında da önemli deği-
şikliklere neden olabilecektir.

11 W.D. Jr. Johnston, Solar Voltaic Cell, New York, Marcel Dekker, 1980.
12 MENA Renewable Energy Status Report, a.g.e.
13 Franz Trieb, Christoph Schillings, Thomas Pregger, Marlene O’Sullivan, “Solar elec-tricity

imports from the Middle East and North Africato Europe”, EnergyPolicy, Cilt 42, 2012,
s.341–353
M. Oktay Alnıak / Pelin Bolat 379

Rüzgar enerjisi de yenilenebilir elektrik üretimi için, özellikle Akdeniz kıyıları


olan MENA ülkeleri için önemli bir kaynaktır. Mısır, MENA ülkeleri içerisinde
550 MW ile en yüksek rüzgar güç kapasitesine sahip ülkedir. Fas ve Tunus da yine
yüksek rüzgar kapasitesine sahip ülkelerdir. Bununla birlikte rüzgar enerjisini kul-
lanmak isteyen öncü MENA ülkelerinden biri olan İran, 2009 yılında 91 MW lık
kurulu rüzgar güç kapasitesine sahip iken geçen yıllar içerisinde kapasitesini çok
yükseltmemiştir. Güneş enerjisi ile karşılaştırıldığında rüzgar enerjisinin, güneş
enerjisinden daha az yaygın olduğu görülmektedir. Bunun nedeni güneş enerjisi
için MENA ülkelerinin tümünün elverişli olmasıdır.
Yukarıda yazılanlara ek olarak şunu da belirtmemiz de fayda vardır; yenile-
nebilir enerji ve teknolojieri, MENA ülkeleri için çevresel sorunlara bir çözüm ol-
makla birlikte, ekonomik anlamda da istihdamı yükseltebilecek ve farklı endüstri
alanlarına yönelimlere neden olabilecek sistemler olarak görülmektedir.
Zwaan ve ark.14 yaptıkları enerji sistemleri optimizasyon çalışmasında,
MENA ülkelerinin 2050 yılında elektrik üretimin %60’ını yenilenebilir enerjiden
karşılayabileceğini ortaya koyarak, yenilenebilir enerji teknolojilerine geçiş ile
155000-180000 kişinin direk işlerde, 115000 kişinin de dolaylı işlerde istihdam
edilebileceğini hesaplamıştır. İstihdamı pozitif yönde ivmelendirecek yenilenebilir
enerji teknolojilerine geçiş sürecinde, özel sektörün önemli bir yere sahip olacağı,
hatta yenilenebilir enerji trendinin geleceğini belirleyebileceği üzerinde durulmalı-
dır. Fakat özel sektörün, MENA bölgesinde yenilenebilir enerji yatırımları öncesi
ve sonrasında karşılaşabileceği problemler ortaya çıkabilir 15.
Bölgelerde yapılan politikalar ve iş ortamı yatırımcı açısından karar verme
aşamasında önemli parametrelerdir. MENA bölgelerindeki ülkelerdeki elektrik
üretimi için verdikleri sübvansiyonlar ve halkın enerjiyi devletlerinin karşılaması
gereken bir tür ihtiyaç olarak değerlendirmesi, yenilenebilir enerji için belirsizlikle-
rin başında gelmektedir16. Altyapı riski, müşteri riski, politika ve regülasyonlardan
kaynaklanan riskler, market risk ve teknoloji riski de gözönüne alınması gereken
diğer bariyerlerdir.

14 Bobvan der Zwaan, Lachlan Cameron, Tom Kober, “Potential for renewable energy jobs in the
Middle East”, Energy Policy, Cilt 60, 2013, s.296-304.
15 Alireza Aslani, Marja Naaranoja, Bahnam Zakeri, “The prime criteria for private sector partici-

pation in renewable energy investment in the Middle East (casestudy: Iran)”, Renewable and
Sustainable Energy Reviews, Cilt 16, Sayi 4, 2012, s. 1977-1987.
16 Investment potential in EMENA: mapping investment potential in renewable energy,

resource efficiency, and water in emerging Europe, Central Asia, and the Middle East
and North Africa, World Bank Group, Washington DC, 2013.
380 Enerji Diplomasisi

Bu riskleri en alt düzeye indirgemek için bazı bölgesel işbirlikleri oluşturul-


muş ve uluslararası kuruluşlar kurulmuştur. Bu işbirlikleri ve kuruluşlar aşağıda
verilmiştir:
IRENA: InternationalRenewableEnergyAgency / Abu Dhabi
RCREEE: Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Bölgesel Merkezi /Mısır
K..A.CARE: Atomik ve Yenilenebilir Enerji için King Abdullah City / Suudi
Arabistan
MEDREC: Akdeniz Yenilenebilir Enerji Merkezi / Tunusia

2.2. Enerji Teknolojileri Alanında MENA Bölgesi – Türkiye Arasındaki


Potansiyel İşbirlikleri
Teknoloji terimi tarihsel kökeni ile ele alındığında “hünerli ve pratiğin bilgisi”
anlamına geldiği görülür. Bu anlam aslında basit, fakat bir o kadar da teknolojiyi
ve teknolojilerin gelişme sürecini net ifade eden bir açıklamadır. Teknoloji bize do-
ğayı yönlendirebilme kabiliyetini kazandırır, hünerli yapar, anladığımız ve anlam-
landırdığımız doğayı taklit edebilmeyi sağlar. Teknoloji, doğayı ilmi bir çalışmayla
anlamak ve bu ilmi tespitleri hünerli bir şekilde kullanmak olarak düşünülebilir.
Eğer bir süreçten yani bir sonuca ulaşmak için gerekli olan düşünce akışından bah-
sediliyorsa, bu sürecin yönetilmesi gerekir. Sürecin planlanması özel bir önem taşır.
Yenilenebilir enerji teknolojileri açısından da ele aldığımızda teknoloji yönetimi
geleceğin teknolojileri yaklaşımı ile birlikte düşünülmeli ve planlanmalıdır.
Yenilenebilir Enerji, Türkiye içinde önemli bir konudur ve bölgesel işbirlikle-
rine açıktır. Jeopolitik konumu ile birlikte rüzgar, hidroelektrik, biokütle ve güneş
enerjisi açısından avantajlı bir konumdadır. Dolayısıyla MENA ülkeleri ile birlikte
yapılabilecek olan işbirlikleri bu alanda hem kendi yeteneklerimizi geliştirmemizi
sağlayacaktır.
Yenilenebilir Enerji Teknolojilerinin ulusal olarak geliştirilmesi için, tekno-
lojik anlamda sürdürülebilirlik ve bu teknolojilerin geliştirilmesi için ülkemizin
mevcut imkânları ve yetenekleri bilinmelidir. Bu şekilde, MENA ülkeleri ile do-
ğabilecek işbirliklerinin hangi alanlarda olabileceği ortaya konabilir. Bu işbirlikleri
direk yenilenebilir teknolojiler alanı ile ilgili yada indirek alanlarla ilgili olabilir.
Dolayısıyla Türkiye’nin teknolojik anlamda mevcut altyapısını incelememiz yerin-
de olacaktır.
Türkiye’nin stratejik ortakları veya onlarla olan müşterek dinamiklerin bağ
kuvveti, Türkiye’nin kendi yaratacağı iç dinamiklerle yakından ilgilidir ve kendi
M. Oktay Alnıak / Pelin Bolat 381

dinamiklerine bağımlıdır. Ulusal ve uluslararası platformlarda siyasi ve ekonomik


dengeler toplumun emniyetli yaşamı için göz önünde bulundurulacak önemli bir et-
mendir. Siyaset ve kurumların dinamikleri arasında hissedilen uyumsuz çalışmanın
düzelmesi ve sistemin kendi demokratik ve doğal ritminde çalışması teknik düşün-
menin ve gelişmenin önünü açacaktır. Türkiye teknik refleksleri yeterince güçlü ol-
mayan bir ülke durumundan, iyi bir planlama, yatırım teşebbüsü ve sermaye ile kısa
sürede bulunduğu seviyeden yükseklere çıkış yapabilecek bir işgücüne sahiptir.
Enerji politikaları açısından ele alırsak, petrol fiyatlarının son iki yıl zarfında
hızla yükselmesine karşın Türkiye dünyanın enerji ihtiyacı en hızlı artan birkaç
ülkesi arasındaki konumunu korumaktadır. Dış ticaret açığının yarısından fazlasına
sebep olan petrol ve doğalgaz ithali enerji sektöründe alternatif kaynakların kullanı-
mına yönelik teknolojik gelişimi zorunlu kılmaktadır. Başta hidrojen enerjisi olmak
üzere hidrolik enerji, rüzgâr ve güneş enerjisi ve nükleer enerji Türkiye’nin 2015
yılına kadar atılım yapması tasarlanan alanlardır. Küresel enerji teknolojilerinde
yakın zamanda öncelikli bir konuma sahip olacağı düşünülen hidrojen enerjisinin
Kyoto Protokolü ile karbondioksit emisyonuna getirilen kısıtlamalar nedeniyle öne-
minin artacağı tahmin edilmektedir17 (TÜBİTAK, 2004b). Çevre dostu ve ideal bir
enerji taşıyıcısı olan hidrojen enerjisinin özellikle yakıt pilleri kapsamında geliş-
tirilmesi ve bu alanda bir altyapının hazırlanması beklenmektedir. Hidrolik ener-
ji alanında Türkiye’deki hidrolik potansiyelin inşa edilecek küçük hidroelektrik
santraller ile ilerleme kaydedebileceği tahminler arasındadır. Rüzgâr enerjisinde de
verimi yüksek türbinlerin kullanılmaya başlanması ve yurt genelinde rüzgâr alan
bölgelere yayılması ve güneş enerjisi alanında ısı üretecek termal sistemlerin geliş-
tirilmesi mümkün gözükmektedir. MENA bölgeleri ile birlikte yenilenebilir enerji
ile bütünleşik hidrojen enerji sistemleri üzerine araştırmalar yapılabilir, demonst-
rasyon projeleri ile ilk adımlar atılabilir. Türkiye’nin enerji koridoru olabileceği gü-
neş tabanlı elektrik üretilmesi ve Avrupa’ya transfer edilmesini destekleyen projeler
içinde yer alınması için çalışmalar yapılabilir.
Yükselen enerji faaliyetleriyle ivme kazanacak alternatif enerji kaynaklarına
yönelik teknik gelişme gelecek yıllarda önemli bir altyapının oluşturulması şeklin-
de gerçekleşebilir. Sanayide ise yine yenilenebilir enerji teknolojileri içinana ve yan
sanayi için Türkiye’nin uluslararası bir üretim üssüne dönüşmesi mümkün olabilir.
Bu alanda yapılacak olan teşvikler uluslararası şirketlerin temsilcilik ofislerini, AR-
GE faaliyetlerini ve yatırıma tahsis edecekleri sermayelerini Türkiye’ye yönlendi-
rebilir, MENA bölgeleri için bir üs olunabilir. Ayrıca bu tesislerin kurulması aşa-

17 Enerji ve Çevre Teknolojileri Stratejisi. Ankara: Vizyon 2023 Projesi, TUBITAK Enerji ve
Çevre Teknolojileri Strateji Grubu, Ankara, 2004.
382 Enerji Diplomasisi

masında MENA bölgesinde inşaat yapım aşamasında varolan yeteneklerle önemli


işbirlikleri de kurulabilir.
Dünya ticaretinde ileri teknolojiye dayalı ürünlerin payının son yıllarda hızla
artması, uluslararası rekabetin özellikle bilim ve teknoloji yarışı şeklinde ortaya çı-
kacağına işaret etmektedir. Bu nedenle teknolojik ilerleme ve yenilikçilik alanında
atılacak adımlar Türk imalat sanayinin uluslararası rekabeti için büyük öneme sa-
hiptir. Üstelik Çin ve Hindistan gibi ülkelerin küresel rekabet sahnesine çıkmasıyla
birlikte, ucuz işgücüne ve düşük maliyete dayalı bir rekabet yöntemiyle sürdürüle-
bilir büyümenin mümkün olmadığı görülmektedir18, 19, 20.
AB’ye üyelik sürecinde Birlik’in izlemekte olduğu Lizbon Stratejisi’ndeki he-
defleri yakalayabilmek için yenilikçilik ve AR-GE faaliyetlerinin üniversitelerden
ekonomilere doğru uygulanmaya konması gerekmektedir21. Firmaların teknolojik
bakımdan gelişmelerini teşvik edecek politikaların yanı sıra sanayimizin teknoloji
yoğun alanlara yönelmesini sağlamak önceliğimiz olmalıdır. Türk imalat sanayinde
son yıllarda orta ve yüksek teknolojili sektörlere doğru bir kayma olduğu doğrudur.
Ancak bu sektörlerdeki ithal ara girdiler ihraç edilen ürünlerin katma değerlerinde
fark edilir bir artış olmasını engellemektedir. Dolayısıyla küresel ekonomiyle her
geçen gün daha da bütünleşen Türk ekonomisi ithal girdilere bağlı bir ihracat artışı
gerçekleştirebilmektedir. Sanayimizin katma değerinin artırılması için de teknoloji
yoğun sektörlere odaklanmak kadar ithal ara girdilerin AR-GE faaliyetleriyle ile-
riye dönük üretimlerine hazırlık yapılabilir. Önümüzdeki beş yıllık dönemde Türk
imalat sanayinin dışarıya bağımlılığının artacağı tahmin edildiğinden, ithal ara gir-
dilerin yerli imkânlarla tedariki verimlilik ekonomisine katkıda bulunacaktır. Bu
konuda yine yenilebilir enerji teknolojilerine ve sanayisine ağırlık verilebilir.

3. MENA Bölgesinde Eğitim ve Araştırma İşbirliği Politikaları


3.1 Mevcut Durum
Eğitim, ekonomik ve sosyal refahın üzerine inşa edildiği, kalkınmanın temel
taşlarından biridir. Ekonomik verimlilik ve sosyal refah eğitimin kalitesi ile direk

18 Bilgi ve İletişim Teknolojileri Özel İhtisas Komisyonu (Bilgi Teknolojileri Alt Komisyon
Raporu), DPT-Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara, 2007.
19 Dış Ekonomik İlişkiler Özel İhtisas Komisyonu Raporu, DPT-Devlet Planlama Teşkilatı,

Ankara, 2007.
20 Sanayi Politikaları Özel İhtisas Komisyonu Raporu, DPT-Devlet Planlama Teşkilatı, Anka-

ra, 2007.
21 Yusuf Işık, Lizbon Stratejisi Işığında Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Bilgi Ekonomisi Doğ-

rultusunda Gelişme Perspektifleri, 14. Ulusal Kalite Kongresi, İstanbul, 2005.


M. Oktay Alnıak / Pelin Bolat 383

ilgilidir. Emek verimliliğini artırarak hayat seviyesini yükseltir, entelektüelliği ge-


liştirir ve bir ülkenin teknoloji ve üretim süreçlerini değiştirerek küresel anlamda
rekabetçi bir duruma gelmesini sağlar. Dolayısıyla eğitim her gelişmekte olan ülke
veya bölge için olduğu gibi, MENA Bölgesi için de önemli bir alandır.
MENA ülkelerinde eğitim devlet tarafından sağlanır. Bağımsızlıklarının ar-
dından, MENA ülkeleri eğitim sistemleri geliştirmişler ve ortaya koydukları rejim-
lerle eğitimi bir vatandaşlık hakkı olarak sunmuşlardır. Tunus dışındaki ülkelerin-
de, ilkokul eğitimi mecburidir. Orta ve yükseköğretime geçiş, ulusal ve bölgesel
sınavlarla yapılmaktadır. Ülkelerde olan öğrenci talep fazlalığını ise özel eğitim
kurumları karşılamaktadır.
MENA ülkelerinde eğitim sektörüne baktığımızda eğitim eşitliği ve kalite
iki önemli problem olarak karşımıza çıkmaktadır. İlkokul eğitiminde Mısır, Fas
ve Yemende birçok çocuğun mecburi eğitimi tamamlamadan okullardan alındığı
bilinmektedir. Ayrıca fakir kırsal kesim çocuklarının eğitim kayıtlarıyla ile ilgili
istatistiklere bakıldığında yine zenginlik seviyesinin artmasıyla okullara erişiminde
arttığıdolayısıyla hayat standartlarının eğitime erişilebilirliği etkilediğini görülmek-
tedir. Yine dil ve kültürel farklılar da eğitim eşitliğinin önüne geçmektedir. Öğren-
ciler okullara başlarken farklı diyalektiklere, farklı dil yapılarına ve sözcük dağar-
cığına sahip olabilmekte öğrenme sürecini zorlaştırabilmektedir. Kız çocuklarının
okul kayıtlarının erkek çocuklardan daha fazla olarak okullardan silindiği raporlarla
ortaya koyulmaktadır22.
Yüksek eğitim kurumları ekonomik ve sosyal açıdan ülkelerin kalkınmasın-
da büyük rol oynar. Yüksek eğitim ile ilgili yapılmış çalışmalar, yükseköğretimin
küresel ekonomide yer alabilmek için gerekli olan yetenekleri artırdığını, yenilik
kültürünü desteklediğini, sosyal hareketliliğe öncü olduğunu ve demokratik ve
yenilikçi bir vatandaşlık anlayışını pekiştirdiğini ortaya koymuştur. Üniversiteler
sadece ekonomik gelişmeyi ve sivil katılımı teşvik etmez, aynı zamanda bilginin
yayar, kültürel zenginliği artırır, yetenekli kişiler için cazip organizasyonlar olur ve
yeni fikirlerin ortaya çıkmasını sağlarlar. MENA Bölgesine baktığımızda ise yük-
sek eğitimin sosyal ve özel anlamda kazancının çok yüksek olmadığı işsizliğin bazı
ülkelerinde %40 lara kadar ulaşmasından anlaşılabilmektedir23.
2008-2009 yıllarındaki ekonomik krizden dolayı küresel anlamda işsizlik art-
masına rağmen, OECD ülkeleri ile kıyaslandığında yüksekokul mezunu işsizlik ora-

22 Education in the Middle East & North Africa: A Strategy Towards Learning for Develop-
ment, World Bank Group, Washington DC, 1998.
23 Adriana Jaramillo, Internationalization of Higher Education in MENA: Policy Issues As-

sociated with Skills Formation and Mobility, Worldbank Publications, 2011.


384 Enerji Diplomasisi

nın daha MENA ülkelerinde daha yüksek olduğu görülmektedir24.Yükseköğretim


verilerine bakıldığında ise özellikle Körfez ülkelerinde kadın mezunların sayısının
artmış olmasına rağmen, erkek mezunların daha kolay iş bulabildikleri yapılan bir
araştırmanın sonucu olarak ortaya konulmuştur25.
Yeni mezunların iş bulamamasının önündeki engeller şu şekilde verilebilir:
• Özel sektör yatırımlarının düşük ve sermaye odaklı olması, bölgede
makroekonomik belirsizliklerin olması
• Yeteneklerin bekleneni karşılamaması
• Kamunun özel sektör ile ilgili teşvikleri kesintiye uğratması
• İş kanunu ve vergilerinin yüksek olması

Şu bilinen bir gerçektir ki yükseköğretim üretim işgücü için gerekli yetenek-


lerin ve üretkenliğin elde edilmesini sağlamaktadır. MENA ülkeleri ile İsveç, Şili,
Malezya gibi ülkeler kıyaslandığında büyük bir boşluğun olduğu gözükmektedir.
Fakat yenilik ve yatırımların araştırma ve geliştirme tabanlı olarak ortaya konulma-
sı gerekliliği de üretkenlik ile ilgili problemleri ortadan kaldırarak yükseköğretim
kurumlarını ivmelendirecek bir faktör olarak MENA ülkeleri politikalarında yer al-
maya başlamıştır. MENA ülkeleri farklı gelişme süreci noktalarında olsalar da yük-
seköğretim de belli bir talebi ve temini sağlamaktadır. Bazı MENA ülkeleri yüksek
eğitim üzerine yoğun yatırımlar yaparken, bazı ülkeler yurtdışında eğitime destek
vermekte, bazılarıysa uluslararası öğrenciler için cazibe merkezi haline gelebilmek
için politikalar uygulamaktadır.
Bununla birlikte küresel anlamda hızla gelişen teknoloji ve bilgi sistemlerinin
eğitim üzerindeki bir etkisini, MENA bölgesinde yükseköğretimdeki lisans, yüksek
lisans, doktora programlarının mevcut trendleri karşılamak üzere farklılaştırılması
olarak görebiliriz. Ayrıca bölge ülkelerinde, uzaktan eğitim ve e-öğrenme program-
ları özellikle özel yükseköğretim stratejileri içerisinde yer almaktadır. Yükseköğ-
retim kurumları sürekli değişen ekonomiye cevap verme ve teknolojik gelişmelere
kendini adapte edebilme yeteneğine sahip olmalıdır. Fakat MENA bölgesi ülkeleri
gibi gelişmekte olan ülkelerde araştırma ve geliştirme harcamaları genellikle dü-
şüktür ve üniversiteler yenilik sistemi ile bağlantı kuramazlar. Araştırma geliştirme
faaliyetlerinin artması finansal kaynakların artırılmasına ihtiyaç duymasına rağmen
bu kaynakların nasıl AR-GE faaliyetlerine yönlendirileceği konusunda belirsizlik-

24 Sunita Kosaraju, Hafedh Zaafrane, Benchmarking Higher Education in MENA, Presen-


tation prepared for the Conference on Higher Education in the Mediterranean and Beyond,
Marseille, 2011.
25 Adriana Jaramillo, a.g.e.
M. Oktay Alnıak / Pelin Bolat 385

ler olmaktadır. Birçok MENA ülkesinde eğitim harcamalarının GDP payı yüksek
seviyelerde olmasına rağmen, harcanan kaynakların sosyal ve ekonomik sonuçları
bekleneni karşılayamamaktadır26.
Yukarıda bahsedilenler üzerine söyleyebiliriz ki MENA Bölgesinde eğitim ve
AR-GE yatırımları gelişmeye açık fakat süreçleri içerisinde işleyişleri açısından
problemler ile karşılaşılan alanlardır. Bu problemli alanlarda Türkiye, yapılacak iş-
birlikleri ile bölgede güç kazanabilir. Bu alanlarda oluşturulabilecek işbirlikleri bir
sonraki bölümde ortaya konulmuştur.

3.2. Eğitim ve Araştırma Alanında Türkiye-MENA Bölgesi Potansiyel


İşbirlikleri
3.2.1. Araştırma-Geliştirme Politikaları ve Teknoparklar
Türkiye üniversiteleriyle, meslek yüksekokullarıyla teknik ve sosyal konularda
bu alanda eğitim üssü olabilir. Dokuzuncu Kalkınma Planı çerçevesinde eğitim sek-
törüne ilişkin amaçlar istihdamın artırılmasına ve eğitim sisteminin geliştirilmesine
yöneliktir. İstihdamın artırılması için eğitimin işgücü talebine olan duyarlılığının
artırılması gereği vardır. Eğitim sisteminin işgücü piyasasının aradığı nitelikte ele-
manlar yetiştirememesi ekonomideki ara teknik eleman açığının yanı sıra mesleki
ortaöğretim kurumlarından mezun öğrencilerin işsiz kalmasına da yol açmaktadır27
(Alniak, 2009). Mesleki eğitim veren okullardaki eğitimin niteliğinin iyileştirilme-
si, programların ve müfredatın piyasadaki gelişmelere göre güncellenmesi faydalı
olabilir. Eğitimin genelinde yaygınlaşmakta olan bilgi ve iletişim teknolojilerinin
meslek okullarında üretim teknolojilerindeki ilerlemelere uygun olarak kullanımı
mesleki eğitimin kalitesini artırmaktadır. Türkiye’de 1.000.000 yabancı öğrenci is-
tihdamına yönelik evrensel ve bölgesel eğitim hizmetinin geliştirilmesi ve projenin
ekonomik kalkınmada katma değer yaratması makro bir teşebbüs olarak düşünüle-
bilir. Diğer taraftan işgücü içindeki yükseköğretim ve fakülte mezunlarının oranı
büyümekte ve yükseköğretime olan talep artmaktadır. Bu gelişme nicelik-nitelik
sorusunu gündeme getirmekte ve işgücü piyasasının istediği nitelikte elemanların
yetiştirilmesi ihtiyacını daha da zaruri kılmaktadır. Teknolojinin geliştirilmesi ve
ekonomik faydalara dönüştürülmesi için üniversite-sanayi işbirliği projelerinde
öğrencilerin yer alması genişletilebilir. Teknik bilimler öğrencilerinin yenilenebilir
enerji sektörlerinde ve teknoparklarda yer alması istihdam ve ekonomiye olumlu
olarak yansıyabilir. Ayrıca yine yenilenebilir enerji alanında yurtiçi yüksek lisans
ve doktora programlarının iyileştirilmesi için eylem planları tasarlanabilir. MENA

26 Sunita Kosaraju, Hafedh Zaafrane, a.g.e.


27 M. Oktay Alnıak, Değerlerimiz ve Türkiye, Yüzüncüyıl Yayınevi, 2009.
386 Enerji Diplomasisi

Bölgesi ülkeleriyle yapılacak olan anlaşmalarla eğitimin Türkiye de verilebileceği,


istihdamın ise MENA ülkelerinde sağlanabileceği yenilenebilir enerji temalı alan-
larda istihdam-eğitim işbirlikleri yapılabilir.
TÜBİTAK ve MENA Ülkeleri Araştırma Merkezleri ve belirtilen yenilenebilir
enerji merkezleri ile ortak araştırma ve eğitim programları ortaya koyabilir. TÜ-
BİTAK’ın hazırladığı Stratejik Vizyon 2023 adlı çalışmada 2010 yılından itibaren
gelişmiş insan-makine arayüzleri ve yüksek yoğunluklu taşınabilir enerji birimle-
ri ileri teknoloji ürünlerinde yer almaya başlayacaktır. Bu alanların yenilenebilir
enerji teknolojileri ile entegresi üzerinde çalışmalara ağırlık verilebilir. Bu temel
özelliklerin ürünlerde uygulanabilmesi için TÜBİTAK yenilebilir enerji teknoloji-
lerine başta olmak üzere diğer ileri teknolojilereodaklanılması için gerekli AR-GE
faaliyetlerinin gerçekleştirilmesinde Ulusal Araştırma Programlarının finansmanı
olarak bir Ulusal AR-GE Fonu’nun kurulması tavsiye edilmektedir. AR-GE yoğun-
luğunun (AR-GE harcamaları/GSYİH) 2015 yılında bugünkü %0,64 değerinden
%2’ye çıkarılması da TÜBİTAK’ın aynı kapsamdaki hedef-tespitleri arasındadır28.
Türkiye’de teknopark olgusu çerçevesinde ilk adım 1991 yılından itibaren
atılmış, KOSGEB’in girişimi ile ODTÜ ve İTÜ’de birer tane Yenilik Merkezi tü-
ründe, Teknoloji Geliştirme Merkezi açılmıştır. Teknopark olgusunun 90’lı yıllarda
dünyadaki gelişme trendi, bu konunun ülkemizde de yoğun olarak tartışılmasına
neden olmuştur. 26 Haziran 2001 tarihinde çıkartılan 4691 sayılı “Teknoloji Ge-
liştirme Bölgeleri Kanunu” ile bu konu yasal zemine oturtulmuştur. Dünyadaki,
başarılı olmuş teknoparklara bakıldığında, bunların kurulduktan uzun bir süre sonra
(5–10 yıl), amaçlanan sonuçları vermeye başladıkları görülmektedir. Yine Türki-
yedekitekno parklar ve MENA ülkeleri teknoparkları arasında yenilenebilir enerji
teknolojileri ve uygulamaları üzerine ortak çalışmalar ikili anlaşmalarla teşvik edi-
lebilir.

3.2.2. Özel Eğitim Kurumları Alanında Potansiyel İşbirlikleri


MENA ülkelerinde özel eğitim, çok hızlı şekilde gelişmekte olan bir pazar-
dır. Uluslararası programlara olan ilginin artması, hayat standartlarının özel eğitimi
karşılayabilecek durumda olması ve yüksek kaliteye sahip eğitim kurumlarının ku-
rulması ile bölgede özel eğitim kurumlarına karşı olan talep artmıştır. 2010-2015
yılları arasında her yıl yaklaşık olarak 300.000 öğrencinin eğitim hayatına katılması
öngörülmekte ve bu sayının da bu pazarın daha da büyümesi için tetikleyici bir
etmen olacağı beklenmektedir29. Örneğin 2000-2010 yılları arasında baktığımızda,

28 Enerji ve Çevre Teknolojileri Stratejisi. Ankara: Vizyon 2023 Projesi, a.g.e


29 Trends in Private Education Investment and Expansion in Mena 2013: Perspectives
M. Oktay Alnıak / Pelin Bolat 387

Birleşik Arap Emirliklerinde 58, Suudi Arabistan’da 27, Bahreyn de ise 11 tane
U.S, Avrupa ve Avustralya merkezli özel eğitim kurumu açılmıştır30. Suudi Arabis-
tan, Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri için 2008-2011 yılları arasında özel yük-
seköğretim kurumlarına olan öğrenci kayıtları incelendiğinde özel yükseköğretim
kurumları için %11 lik bir artış görülmekteyken, devlet yükseköğretim kurumların-
da bu artış %7 olmuştur.
Bölgede yerel ve tanınmış eğitim kurumlarının da şubelerinin de dâhil olduğu
yabancı yatırımcıların kurdukları özel eğitim kurumları olmasına rağmen, bölgesel
eğitim standartları uluslararası eğitim standartlarının altındadır. 2003 yılından itiba-
ren planlanan özel eğitim yatırımlarının, 21 tanesi tamamlanmıştır. Diğer pazarlar
ile kıyaslandığında, potansiyeli çok fazla olmasına rağmen büyüme hızında diğer
pazarlardan geri kaldığı da görülmektedir. Sektörün karmaşık yapıya sahip olması
bu yavaş ilerlemeyi açıklayabilir31.
Türkiye,bu alanda iyi bir yatırımcı potansiyeline sahiptir. Eğer planlı bir sis-
tem izlenebilirse, bölge de bu alanda atılım yapabilir. Özel yükseköğretim alanında
yapılacak yatırımlar için, Türk yatırımcıların göz önünde bulundurması gereken
önemli stratejiler aşağıda verilmiştir:

• Market talebi iyi belirlenmeli ve hangi eğitimin bölgede gelişmekte oldu-


ğu belirlenmelidir
• Öğrencinin talebi anlaşılmalıdır.
• Eğitim programları çeşitlendirilmelidir.
• Eğitimin kalitesi ve standartları garanti edilmelidir.
• Demografi ve kültürel yapının potansiyel etkileri değerlendirilmelidir.
• Ücretlendirme konusunda MENA Bölgesindeki belirsizlik göz önünde bu-
lundurulmalıdır.
• Bölgede öğretim elemanı bulma konusunda sorun yaşanmaktadır, yabancı
ülkelerden çalışan getirilmesi muhtemeldir, öğretim elemanı sorunu bü-
yük bir problemdir.

From The Region’s Leading Organisations, Education Investment-IIR Middle East, Birleşik
Arap Emirlikleri, 2013.
30 Profanter Annemarie, The Middle East at a crossroad: An educational revolution, Procedia

- Social and Behavioral Sciences, Cilt15, 2011, s. 1257-126.


31 Investing for Growth: Navigating Successful And Sustainable Investments in Education

in the GCC Region, Pathenon Group – IIR Middle East, 2013.


388 Enerji Diplomasisi

Türkiye Cumhuriyeti’nde 173 üniversite vardır. Bu üniversitelerde İngilizce ,


Fransızca ve Türkçe eğitim yapılmaktadır. Bölgenin ihtiyacı olan tıp, işletme, dev-
let yönetimi ve teknik eğitim ihtiyaçları Türkiye’den karşılanabilir.

4. Sonuç
Tarihi sürece bakıldığında Osmanlı İmparatorluğu döneminden başlayarak
bugüne uzanan altı asırdır bölge ile beraber acı-tatlı yaşanmış bir eğitim ve kültür
faaliyeti görülür. Ta ki, petrol denilen enerji kaynağının önemi ortaya çıkana kadar,
bölgedeki 20 civarındaki ülke ile çok iyi ilişkiler içinde olan İmparatorluğun nüfuz
bağları stratejik biçimde kesilmiş ve tarihi süreçte son yüz yıldır İngiltere, Fran-
sa ve ABD yandaşı olan, sonra bunun zararını gören,ancak girdaptan çıkamayan
yeni bir MENA toplumu yaratılmıştır. Her fırsatta bölgede yar almaya çalışan ABD
zamanın teknolojilerindeki zafiyet nedeniyle 1940’ lı yıllara kadar sahaya ineme-
miş, fakat bu stratejilerin oluşmasına diplomatik nüfuzu ile daima yön vermiştir. 6
Haziran 1944 yılında Normandiya çıkarmasıyla başlayan Amerika’nın Avrupa’da-
ki fiili durumu, Almanya’dan 2000’li yıllarda çekilmesiyle sonuçlanırken, bu defa
söz konusu MENA ülkelerinde enerjiyi adil bölüşmek adına bir daha bu bölgeden
ayrılmamıştır. Yaklaşık 30 yıl süren savaşlar, bölgede barış adına ne varsa hepsinin
tahrip olmasına sebep olmuştur. Sokakta, evde, işte, okulda, camide emniyetin ol-
madığı bir ortam, insanların güvence altında yaşamalarına imkan vermemektedir.
Bu şartlarda ilim, bilim, eğitim konularında gelişme sağlanamaz, insanlar bir lokma
ekmeği huzur içinde yiyemezler. Dikkat edilirse 1980-1988 yılları arasında süren
Irak-İran Harbi, taraflara milyarlarca dolarlık zarar vermiş ve bir milyon insanın
ölmesine sebep olmuştur. Akabinde 1990 yılında gerçekleşen birinci körfez hareka-
tıyla bölge koalisyon güçlerinin doğrudan işgaline uğramıştır. 2002 yılında Irak’ın
ikinci defa tekrar koalisyon güçlerince işgali ile başlayan harekat on yıllık bir sa-
vaşın sonunda komşu ülkenin yıkımına sebep olmuş ve komşu ülkenin ve bölgenin
yıllarca kalkınamayacak şekilde tahrip edilmesi sağlanmıştır. Senelerce Afganis-
tan’da sürdürülen yıkım faaliyeti bu defa Irak, İran, Suriye, Yemen, Mısır, Tunus,
Libya gibi bir bölgeyi kıskacına almıştır. MENA ülkeleri ya anılan işgale maruz
kalmışlar veya bu türbülanstan olumsuz olarak etkilenmişlerdir. İşte bu nedenlerle,
MENA bölgesi Türkiye açısından üzerinde önemle çalışılması gereken bir alandır.
Bu bölge ülkeleri ile geliştirilebilecek işbirlikleri sayesinde, hem kendi ülkemizde
hem de MENA bölgesinde yenilenebilir enerji teknolojileri ile uğraşan şirket sayısı
artırılacaktır. Bu teşebbüs, aynı zamanda bu konuda temel yetenek geliştirmemizi
sağlayacaktır.Böylelikle MENA bölgesinde yenilenebilir enerji sistemlerinin be-
nimsenmesi sürecinde, Türkiye gerek eğitim aktiviteleri, gerek ana ve yan sanayi
işbirlikleri ile bölgedeki enerji politikalarının gelişmesinde önemli rol oynayabi-
lecek ve güç kazanacaktır. Dahası, aynı kültürü yüzyıllar boyunca paylaşmış olan
M. Oktay Alnıak / Pelin Bolat 389

bölge ülkeleri kendi öz güvenlerine ve yaşamlarına kavuşacaklardır. Demokrasi,


insan hakları ve özgürlük getirmek adına koalisyonların başlattığı işgaller bölgeyi
teneffüs edilemez bir hale getirmiştir. Bölge halkları için gerçekten insanlık, de-
mokrasi, özgürlük isteniyorsa bölgeyi kendi özgürlüğüne teslim etmek gerekir. İşte
o zaman Türkiye’nin MENA Bölgesi ülkeleriyle işbirliğinin optimizasyonu sağla-
nır. Bu da herkesin yararına olur.

Kaynakça
Alnıak, M. Oktay: Değerlerimiz ve Türkiye, Yüzüncüyıl Yayınevi, 2009.
Alnıa, M. Oktay; Bolcan, Aybike; Bolat, Pelin: “Ortadoğu’nun Stratejik ve Entellektüel Gücü
Türkiye”, Dünya Jeopolitiğinde Türkiye, Hasret Çomak (ed),, İstanbul, Hiperlink Ya-
yınları, 2011, s.159-192
Annemarie, Profanter: “The Middle East at a crossroad: An educational revolution”, Pro-
cedia - Social and Behavioral Sciences, Cilt15, 2011, s. 1257-126.
Aslani, Alirez; Naaranoja, Marja; Zakeri, Bahnam: “The prime criteriaforprivatesectorpartici-
pation in renewableenergyinvestment in the Middle East (casestudy: Iran)”, Renewable
and Sustainable Energy Reviews, Cilt 16, Sayi 4, 2012, s. 1977-1987.
Bilgi ve İletişim Teknolojileri Özel İhtisas Komisyonu (Bilgi Teknolojileri Alt Komisyon
Raporu), DPT-Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara, 2007.
Deploying Renewables 2011: Best and Future Policy Practice, OECD/IEA, Paris, 2011.
Dış Ekonomik İlişkiler Özel İhtisas Komisyonu Raporu, DPT-Devlet Planlama Teşkilatı,
Ankara, 2007.
Enerji ve Çevre Teknolojileri Stratejisi. Ankara: Vizyon 2023 Projesi, TUBITAK Enerji
ve Çevre Teknolojileri Strateji Grubu, Ankara, 2004.
Education in the Middle East & North Africa: A Strategy Towards Learning for Deve-
lopment, World Bank Group, Washington DC, 1998.
Jaramillo, Adriana: Internationalization of Higher Education in MENA: Policy Issues As-
sociated with Skills Formationand Mobility, Worldbank Publications, 2011.
Isık, Yusuf: Lizbon Stratejisi Işığında Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Bilgi Ekonomisi
Doğrultusunda Gelişme Perspektifleri, 14. Ulusal Kalite Kongresi, İstanbul, 2005.
InvestingforGrowth: NavigatingSuccessful And SustainableInvestments in Education in
the GCC Region, PathenonGroup – IIR Middle East, 2013.
Investment potential in EMENA: mapping investment potential in renewableenergy,
resource efficiency, and water in emerging Europe, Central Asia, and the Middle
East and North Africa, World Bank Group, Washington DC, 2013.
Johnston W.D. Jr: Solar Voltaic Cell, New York, Marcel Dekker, 1980.
390 Enerji Diplomasisi

MENA Renewable Energy Status Report, RES21.Secretariat, Paris, 2013.


Midilli, Adnan; Dinçer, İbrahim; Ay Murat: “Green energy strategies for sustainable develop-
ment”, Energy Policy, Cilt 34, Sayi 18, 2006, s.3623-3633.
Role and potential of renewable energy and energy efficiency for global energy supply,
German Federal Environment Agency; 2009.
Sanayi Politikaları Özel İhtisas Komisyonu Raporu, DPT-Devlet Planlama Teşkilatı, An-
kara, 2007.
Sunita Kosaraju, Hafedh Zaafrane, Benchmarking Higher Education in MENA, Presentati-
on prepared for the Conference on Higher Education in the Mediterranean and Beyond,
Marseille, 2011.
Trends in Private Education Investment and Expansion in Mena 2013: Perspectives-
From The Region’s Leading Organisations, Education Investment-IIR Middle East,
Birleşik Arap Emirlikleri, 2013.
Trieb, Franz; Schillings, Christoph; Pregger, Thomas; O’Sullivan, Marlene: “Solar elec-tricity
imports from the Middle East and North Africato Europe”, EnergyPolicy, Cilt 42, 2012,
s.341–353.
Van der Zwaan,Bob; Lachlan, Cameron; Kober, Tom:“Potential for renewable energy jobs in
the Middle East”, Energy Policy, Cilt 60, 2013, s.296-304.
Zhaleh Abdi 391

REVIEW of IRAN’s NUCLEAR ENERGY


PROGRAM

Zhaleh ABDI*

Introduction
The Atoms for Peace program was first articulated by President Eisenhow-
er in an address to the United Nations General Assembly in 1953. He called for
the establishment under the UN of an international atomic energy agency and for
the use of nuclear materials in serving “the peaceful pursuits of mankind”. In this
context nuclear cooperation with Iran and other countries in the developing world
was established. In 1967, Tehran’s research reactor was fueled with highly enriched
uranium provided by the United States. Iran signed the Non-Proliferation Treaty in
July 1968 on the day it was opened for signature1.
The Atomic Energy Organization of Iran (AEOI) established in 1974. Its
headquarters is in Tehran. AEOI is responsible for implementing regulations and
operating nuclear energy installations in Iran. Akbar Etemad was the first head of
this organization. Currently Ali Akbar Salehi takes over this responsibility. After
Islamic revolution in Iran in 1979 government changed the structure, principles
and goals of AEOI. In August 1974, the Shah said, “Petroleum is a noble material;
much too valuable to burn...We envision producing, as soon as possible, 23,000
megawatts (MW) of electricity using nuclear plants”. In 1976 under Mohammad
Reza Shah Pahlavi reign, and 2 years after establishing AEOI, under Atoms for
Peace Program, the negotiations started to establish first nuclear power plant in 17
kilometers southeast city of Bushehr with German companies. But work stopped in
1979 and German companies denied to continue their work after Islamic Revolu-

* PhD Candidate in International Relations at the University of Kocaeli. zhaleh.abdi@ymail.


com
1 U.S. Department of State, “Atoms for Peace Agreement with Iran,” Department of State
Bulletin 36, April 5, 1957.
392 Enerji Diplomasisi

tion2. Experience of Iran- Iraq war for 8 years without any external support made
clear for Iranian politicians that they need to rely on their own forces. So, in 1988
Ali Akbar Hashemi Rafsanjani, speaker of Iran’s parliament, called for reconstruc-
tion of nuclear power plants for being independent and powerful.
Though China and Russia have provided technology to Iran3, the “brain” be-
hind the Iranian nuclear program is believed to be Dr. Abdul Qadeer Khan, the
father of Pakistan’s nuclear program, who passed secrets and equipment to Iranian
officials. Khan became involved in helping Iran in the mid-1990s. Pakistani inves-
tigators told the IAEA that centrifuges built by Iran closely resemble the design of
Pakistani centrifuges. Khan also helped the Iranians to set up a secret procurement
network involving companies and middlemen around the world4.
In 1995, Iran signed a contract with Russian Ministry for Atomic Energy for
finishing the plant. But until 12 September 2011 when it officially opened there
was lots of financial, technical challenges and political pressures for not finishing
the plant5. Currently there is another 2 nuclear power plant in Iran: IR-40 in Arak
with 40 MW capacity and Darkhovin Nuclear Power Plant in Darkhovin with 360
MW capacity. Iran has different kinds of power stations such as fossil, geothermal,
hydroelectric, solar, Tidal & wave power, wind, photo electrochemical cell6.
In 1970s, when Shah announced his plans for 20 nuclear power reactors, pro-
gram received lots of support in regional and international area. Specifically world
powers like USA, France and Germany supported Iran. In August 2002, an Iranian
opposition group, the National Council of Resistance (a front for the Mojaheden-e
Khalq, a militant Marxist-Islamist cult that helped topple the shah and now calls
for the overthrow of the Islamic Republic), revealed information about Iran’s unde-
clared nuclear enrichment facilities in Natanz and heavy-water production plant in
Arak. The revelation ignited an international crisis7. There are ongoing negotiations
between Iran and other world powers in this case. They reached an interim deal with

2 Abbas Milani, “The Shah’s Atomic Dreams,” Foreign Policy, 29 December 2010.
3 “China Releases Details Of Nuclear Program With Iran,” Associated Press, 4 November
1991.
4 Tom Bielefeld and Hassan Abbas, “The Kahn Job: The Mullahs’ Physicist,” Bulletin of the
Atomic Scientists, Vol.63, No. 4, 2007, s. 72–73.
5 ISIS, “ Iran’s Nuclear History From the 1950s to 2005”, ISIS http://www.isisnucleariran.org/
assets/pdf/Iran_Nuclear_History.pdf (Erişim 27.04.2015).
6 “Fehreste Nirugahhaye Iran”, http://fa.wikipedia.org/wiki/%D9%81%D9%87%D8%B1%-
D8%B3%D8%AA_%D9%86%DB%8C%D8%B1%D96 (Erişim 23.04.2015).
7 Olli Heinonen, “Iran’s Nuclear Ambitions and Future Prospects”, Belfer Center for Science
and International Affairs, http://belfercenter.ksg.harvard.edu/files/Iran%20nuclear%20am-
bitions%20and%20future%20prospects.pdf (Erişim 22.04.2015).
Zhaleh Abdi 393

Iran in November 2013 that involved some sanctions relief in exchange for Tehran
freezing its nuclear program. Talks have now been extended until the end of June,
2015.

In this study, I will provide information about Iran’s nuclear program with
concentrating on nuclear decision making in Iran and Iran’s nuclear doctrine, pro-
viding time table of ongoing negotiations and U.S.A’s foreign policy toward Iran.

Nuclear Decision Making in Iran

Iran’s decision making process is complicated because there are different kind
of laws and other centers and agents of ultimate power. In this part I will try to give
you an image of Iran’s nuclear decision making process

The Atomic Energy Council: Officially, Iran’s general nuclear policy is direct-
ed by the Atomic Energy Council, also sometimes known as the Supreme Atomic
Energy Council or the Nuclear Energy Council. The Atomic Energy Council was
created by the same law in 1974 that created the Atomic Energy Organization. The
1974 law states that the Atomic Energy Council has 15 members and “approves the
overall national policy and nuclear programs, as well as the regulations and issues
directives to ensure the smooth functioning of such activities.” 15-member Atomic
Energy Council is composed of the president, cabinet ministers, head of the AEOI,
and four nuclear scientists8.

Supreme National Security Council: According to Iran’s constitution, the


SNSC is concerned mainly with defense and national security policies. Its consti-
tutional duties include:

- Determining the defense and national security policies within the frame-
work of general policies determined by the Leader.

- Coordination of activities in the areas relating to politics, intelligence, so-


cial, cultural and economic fields in regard to general defense and security
policies.

- Exploitation of materialistic and intellectual resources of the country for


facing the internal and external threats9.

8 Sazmane Enerjiye Atomiye Iran, http://www.aeoi.org.ir/Portal/Home/Default.aspx?CategoryI-


D=bcaf733e-53a6-49d2-bea7-4610e155d89c (Erişim 28.04.2015).
9 Ganune Assasiye Cumhuriye Eslamiye Iran, Fasle 13, Maddeye 176, http://rc.majlis.ir/fa/law/
show/133640 (Erişim 28.04.2015).
394 Enerji Diplomasisi

Membership of the SNSC also reflects its focus on defense and national secu-
rity. It does not include the head of the AEOI, but rather the heads of the military
branches, including the Islamic Revolutionary Guards Corps. It also includes the
president, head of the judiciary, head of the legislature, chief of the Supreme Com-
mand Council of the Armed Forces, the head of the Management and Planning
Organization, foreign minister, defense minister, interior minister, information min-
ister, and two representatives of the supreme leader10.

The Supreme Leader: Supreme leader Ayatollah Ali Khamenei has ultimate
say over Iran’s nuclear program. All major decisions on the nuclear issue, whether
signing the Additional Protocol or suspending uranium enrichment, would require
his approval. Ayatollah Khamenei has repeatedly disavowed nuclear weapons but
also rejected calls for Iran to give up its nuclear program. In June 2004, he said,
“The Iranian nation, based on the logic of Islam, has never pursued access to nu-
clear arms. At the same time, it reserves its right to develop nuclear technology as a
national goal”11. According to Islamic Sharia in Iran, making and proliferation any
kind of mass destruction weapons are Haram/illegal. In 1990 Ayatollah Khamenei
gave a fatwa in this subject and after him, all of Shia Mujtahids confirmed his fatwa.
This was 8 years before Iran start uranium enrichment12.

The constitution of Iran gives the supreme leader sweeping powers, including
the “delineation of the general policies of the Islamic Republic of Iran after consul-
tation with the Nation’s Exigency [Expediency] Council” and “supervision over the
proper execution of the general policies of the system.” The supreme leader is also
the commander of the armed forces, has the power to declare war and peace, has
the power to dismiss the president, and is the final arbiter in disputes before the Ex-
pediency Council, which decides disputes between the leader-appointed Guardians
Council and the elected Majles or parliament13.

10 Reza Khazaneh, “Iran’s Nuclear Program and Its Official Aim of Producing Nuclear Energy,”
Institut Français des Relations Internationals, 2008, www.ifri.org/files/politique_etrangere/
(Erişim 30.04.2015).
11 BBC News, “Ayatollah Khamenei: Karborde Selahe Hastei Ra Heram Midanim”, BBC News,

17 April 2010, http://www.bbc.co.uk/persian/iran/2010/04/100417_an_nuclear_summit_iran.


shtml (Erişim 22.04.2015).
12 Rooz Online, “Fatwaye Hastei Khamenei Ganuni Mishavad?”, Rooz Online, 18 Haziran

2014, http://www.roozonline.com/persian/news/newsitem/article/-7364532072.html (Erişim


01.05.2015).
13 “Rahberi az Negahe Ganun”, http://www.leader.ir/langs/fa/index.php?p=leader_law (Erişim

03.05.2015)
Zhaleh Abdi 395

Iran’s Nuclear Energy Doctrine


Khamenei
Ayatollah Ali Khamenei has ultimate say over Iran’s nuclear program. Without
Khamenei’s consent, the negotiating team could not survive. He gave authority to
Rouhani to start new round of negotiations with west powers and USA and quieted
hard-line opposition. Khamenei reiterated support for the negotiators. In May 2008,
he was quoted on Iran’s state radio, as reported by Agency France-Press, saying
“We will continue on our path with (nuclear) power and will not allow the oppres-
sors to deny this nation’s right…” 14
Depend on the internal and external situations, Khamenei has different ideas
but the truth is as much as he wants Iranian people have good life and relations, as
a Supreme Leader of Islamic Republic of Iran, who always blamed western powers
and USA for their intents and deeds he cannot support direct negotiations with “Sa-
tan”. However he needs to calm down his own nation during negotiations as much
as he needs to continue political games in nuclear negotiations. On the other hand
He basically wants credit if there is a deal, and he does not want to be blamed if it
does not work15. That is why we can see different opinions such as:
“We think that no deal is better than a bad deal that is against our national
interests... Iran is not desperate on the nuclear issue”16
“the U.S. can’t be trusted to lift sanctions and that Iran must develop an
“economy of resistance”17
“In the nuclear issue, America and colonial European countries got together
and did their best to bring the Islamic Republic to its knees, but they could not do
so — and they will not be able to do so,” 18.
“They created the myth of nuclear weapons so they could say the Islamic
Republic is a source of threat,...No, the source of threat is America itself, with its

14 Robert Lirwak, “ Nuclear Chess: Calculating America’s Moves”, Wilson Center: Middle
East Program, s. 11
15 Khosrow B. Semnani, “The Ayatollah’s Nuclear Gamble”, Omid for Iran, 2012. http://nuc-
leargamble.org/wordpress/wp-content/uploads/2012/09/Ayatollahs-Nuclear-Gamble-Full.pdf
(Erişim 28.04.2015).
16 Balatarin, “ Ba Tavafge Hastei Khub Movafegam”, Balatarin, 07 Şubat 2014, https://www.
balatarin.com/topic/2015/2/9/1015648 (Erişim 03.05.2015).
17 “Tahrimhaye Zalemane Aleyhe Iran Bayad Yekja Laghv Shavad”, 02 Nisan 2015, http://www.
khanehkheshti.com/62196/%D8%AA%D8%AD%D8%B1%DB%8C% (Erişim 04.05.2015).
18 “Khamenei Accuses US of Creating Iran Nuclear Weapons ‘Myth’”, 25 November 2014,
http://rt.com/news/251013-khamenei-iran-nuclear-weapons/, (Erişim 04.05.2015).
396 Enerji Diplomasisi

unrestrained, destabilizing interventions... They threaten Iran and want us to have


no capabilities for defense...The US threatens in the most shameless way to deliver
a strike against Iran. That is why, we must be prepared for defense in any case...
They fabricated the nuclear weapon myth to say that the Islamic Republic is a
threat,...The other side rudely threatens us with military action constantly And it
goes further, saying the Islamic Republic should not have defensive capability”19.

Hasan Rouhani
Hassan Rouhani has been a key figure in Iran’s political life since the revolu-
tion in 1979. Once back in Tehran and a part of Ayatollah Khomeini’s government,
Rouhani began an astonishing string of important governmental positions: secre-
tary and representative of the Supreme Defense Council (1983-88), commander
of the Iranian air defenses (1985-91), deputy commander of Iran’s armed forces
(1988-89), national security adviser to the president (1989-97) and secretary of the
Supreme National Security Council (1989-2005)20.
While he was secretary of the Supreme National Security Council, Rouhani
was the lead negotiator for Iran during the nuclear negotiations between Iran and
the West, where his demeanor and clerical background earned him the nickname
“diplomat sheikh.” When Mahmoud Ahmadinejad, of whom Rounhani was a vocal
critic, became president in 2005, Rouhani resigned from his post as secretary after
16 years21. In 2013 in presidential election in Iran as a reformist candidate, Rouhani
promised that he would help the Iranian economy recover. And of course the nucle-
ar agreement was tied to that because of the sanctions. Rouhani called his presiden-
tial election win a “victory of moderation over extremism”. His success was partly
owed to another reformist candidate, Mohammad Reza Aref, dropping out of the
race in Mr Rouhani’s favour after supporters called on the two to form a coalition22.
Iran’s President Hasan Rouhani is looking to pursue a foreign policy of mod-
eration to revive deadlocked nuclear talks with the west after tough financial sanc-
tions have brought the Islamic Republic’s economy to a standstill. Rouhani knows

19 http://www.wsj.com/articles/iran-supreme-leader-calls-nuclear-weapons-allegations-a-my-
th-1429452472 (Erişim 25.04.2015).
20 “Zendeginame”, http://rouhani.ir/zendeginame.php (Erişim 26.04.2015).

21 Hasan Rouhani, Amniyyate Melli ve Diplomsiye Hastei, Tehran: Majmae Tashkhise Mesle-

hate Nezam, 2012, s. 141.


22 Asre Iran, “Aref: Be Nefe Aghaye Rouhani Kenar Reftem TA MArdom Rahattar TAsmim Be-

girend”, Asre Iran, 14 Haziran 2014, http://www.asriran.com/fa/news/279571/%D8%B9%-


D8%A7%D8%B1%D9%81-%D8%A8 (Erişim 29.04.2015).
Zhaleh Abdi 397

if he wants to win more seats in next parliamentary election, then he really needs the
nuclear deal. For Rouhani the nuclear negotiations are the first step for constructive
interaction with the world. he wants to improve relations with countries Iran was
already friendly with, while fixing relations that are tense.“It is not that we want to
settle the nuclear issue and that’s it...In today’s world, progress, development and
stability in the region and world is not possible without cooperation and coordina-
tion”23

Javad Zarif
Mohammad Javad Zarif was born to a religious traditional family in Tehran in
1959. He completed his primary and secondary schools in the Alavi School. Due to
the political and security conditions of the time, he decided to continue his educa-
tion in the United States. During his studies in the US, Zarif was an activist of the
Islamic Association of Students in Canada and the US. He began his undergraduate
studies in International Relations in San Francisco State University in 1977. He
then earned his PhD in International Law and Politics from the Graduate School
of International Studies at the University of Denver in 198824. He has held various
significant diplomatic and cabinet posts since the 1990s. He was the Permanent
Representative of Iran to the United Nations from 2002 to 2007. Zarif was one of
delegate of Iran’s nuclear negotiations with west n 2004.
As foreign minister Zarif has managed the difficult trick of starting to nor-
malize Iran’s ties with the international community, especially Washington, while
keeping hard-liners at bay back home25. It seems Zarif is the most popular minister
since Islamic Revolution in Iran. He is using different social networks to communi-
cate with his people and other world actors. He is known with diplomacy of smile or
smile diplomacy in nuclear negotiations. He has crucial diplomatic role in nuclear
negotiations. He wants a deal but he cannot ignore Tehran’s red lines.

USA’s Politics toward Iran


Before Islamic Revolution in Iran in 1979, Iran-USA political and security
relations was intimate. Both countries were secular and they had common interests

23 http://www.wsj.com/articles/iran-nuclear-deal-is-first-step-to-mending-ties-president-hasan-
rouhani-says-1428076798orld. (Erişim 01.05.2015).
24 “Biography and CV of H.E. Mohammad Javad Zarif” http://www.mfa.gov.ir/index.aspx?sitei-

d=3&siteid =3&pageid=2119 (Erişim 01.05.2015).


25 “Mohammad Javad Zarif: Iran’s Man on a Diplomatic Mission”, The Guardian, 25 Novem-

ber 2013, http://www.theguardian.com/world/2013/nov/25/mohammad-javad-zarif-iran-profi-


le (Erişim 04.05.2015).
398 Enerji Diplomasisi

in Middle East. The Shah of Iran trusted USA government and agents in any way. In
one point of view we can say Islamic revolution in Iran should be viewed as societal
rejection of Shah’s authoritarian rule and his western partners like Israel and USA.
The seizure of the American embassy by radical students in October 1979, and
failure of diplomatic efforts and political and economic sanctions to solve hostage
crisis for 444 days made it an international disaster and changed Iran-USA relations
in each and every way. Even they did not receive each other political and diplo-
matic delegations26. During Iran- Iraq war, USA was silent even when Iraqi forces
used chemical weapons against Iranian forces, however Reagan’s administration
approved a convoluted covert program to provide weapons via Israel to Iran, in
the belief that Iran’s moderates would support rapprochement with USA. President
George H.W Bush in 1989 made a gesture to Iran, declaring “Good will begets good
will”27. But Khomeyni’s successor, Ali Khamenei as Supreme Leader was more
radical and he emphasized on Anti - Americanism. The Clinton administration, end-
ing the 1980s policy of alternately cultivating relations with Iraq or Iran to maintain
a regional balance of power, adopted a strategy of “dual containment.” After the
1991 Gulf War, the term “rogue state” entered the official U.S. foreign policy. Iran
along with Iraq, North Korea and Libya was included in rouge states countries. In
1997, parallel to Mohammad Khatami’s presidency and his “a dialogue of civili-
zations” idea the political atmosphere in international and regional levels got soft-
er. In March 2000, Secretary of State Madeleine Albright announced the lifting of
U.S. sanctions on Iran’s non-oil exports and signaled the possibility of further trade
liberalization if Iran ended its external conduct of concern. In 2002, Bush in his
state of the union speech, included Iran in the “axis of evil”, right after Iran helped
USA in Afghanistan for fighting with terrorism28. The election of Ahmadinejad in
2005, made Iran’s political atmosphere radical and sensitive. Ahmadinejad ended
the EU-3 negotiated uranium enrichment suspension. Obama signaled a shift from
the Bush policy in his inaugural address, telling Iran, North Korea, and other ad-
versarial states that they are “on the wrong side of history,” but that America would
“extend a hand if you are willing to unclench your fist”. Obama labeled Iran and
North Korea, “outliers” rather than the Bush-era moniker of “rogue states”29 The

26 Mansour Bnakdarian, “ U.S. - Iranian Relations 1911-1959”, Iran Chamber Society, http://
www.iranchamber.com/history/articles/pdfs/us_ir_1911_1951.pdf (Erişim 22.04.2015).
27 “Negahi be Naghshe Amrika Der Cenge Tahmiliye Erag Aleyh Iran”, Tebyan, http://www.

dsrc.ir/View/article.aspx?id=2429 (Erişim 22.04.2015).


28 Alex Wagner, “ Bush LAbles North Korea, Iran and Iraq an “ Axis of Evil”, 1 Mart 2002, http://

www.armscontrol.org/act/2002_03/axismarch02 (Erişim 22.04.2015).


29 David E. Sanger and Thom Shanker, “Obama’s Nuclear Strategy Intended as a Message”, New

York Times, 6 April 2010, www.nytimes.com/2010/04/07/world/07arms.html?scp=9&sq=-


David+ (Erişim 22.04.2015).
Zhaleh Abdi 399

Obama administration’s made clear, including through a letter to Supreme Leader


Khamenei, that the U.S. Objective was not regime change, but rather, Iranian com-
pliance with its NPT obligations. Since the 1979 hostage crisis, the United States
had imposed successive rounds of sanctions on Iran for its state sponsorship of
terrorism, human rights abuses, and non-cooperation with the IAEA relating to its
nuclear program. The net effect of these measures was to proscribe virtually all
U.S. trade with Iran, with exceptions only for medicines and other humanitarian
activities intended to benefit the Iranian people30. In November 2011, the Obama
administration sought to sharpen Iran’s choice further by targeting its key oil sector,
whose exports provide approximately 80 percent of Iranian government revenues.
The aim of this ratcheted pressure was to cut off Iran’s oil revenues and to isolate
this outlier state internationally. even as the United States orchestrated the multi-
lateral tightening of economic sanctions, administration officials reiterated that the
military option remained “on the table” as a last resort to prevent Iran from acquir-
ing nuclear weapons if the two-track strategy of pressure and engagement proved
inadequate. Electoral victory of Hasan Rouhani in June 2013 created political space
in both Tehran and Washington for the revival of the stalled nuclear negotiations.
Obama’s call to Rouhani, was the first direct conversation between an American
leader and an Iranian leader since the 1979 revolution, focused primarily on the
nuclear issue31.The Iranian Foreign Ministry appointed a new Iranian ambassador
to the United Nations on January 28, 2015, Gholamali Khoshroo32.

Timeline: 2002-2015
Instead of describing the Iran and 5+1 negotiations i prefer to prepare a time-
line of ongoing negotiations between Iran and world powers which in my opinion
will be more helpful for understanding the events and progress of negotiation:
14 August 2002: The National Council of Resistance of Iran holds a press
conference revealing that Iran is constructing an enrichment plant in Natanz and a
heavy water production plant in Arak.

30 Jami az Nevisendegan, Revayeti Kutah Az Tahrim, Tehran: Andishkadeye Rahbordiye Tab-


yin, http://1-20.ir/files/a-brief-narration-of-the-sanctions.pdf, (Erişim 03.05.2015).
31 The Guardian, “Obama Holds Historic Phone Call with Rouhani and Hints at End to Sancti-

ons”, The Guardian, 28 September 2013, http://www.theguardian.com/world/2013/sep/27/


obama-phone-call-iranian-president-rouhani (Erişim 20.04.2015).
32 Adam Kredo, “Iran’s New U.S Ambassador Urged ‘Resistance to Israel’”, 10 Şubat 2015,

http://freebeacon.com/national-security/irans-new-u-n-ambassador-urged-resistance-to-israel/
(Erişim 20.04.2015) for more information http://www.parstimes.com/history/us_iran.html(E-
rişim 20.04.2015).
400 Enerji Diplomasisi

February 2003: An IAEA delegation led by Mohamed Elbaradei visits Natanz,


and has discussions about the nuclear program of Iran. The delegation acknowledg-
es that Iran has failed in some of its reporting obligations under the NPT.
21 October 2003: In an agreement struck between Iran and EU-3 foreign min-
isters (France, Germany, and the UK), Iran agrees to suspend its uranium enrich-
ment activities, and ratify an Additional Protocol (AP). Iran agrees to provide the
IAEA with a declaration on its past and current nuclear program.
18 December 2003: Iran signs the AP, and starts its provisional implementa-
tion, which provides the IAEA with wider access to Iran’s nuclear facilities.
18 June 2004: The IAEA Secretariat’s report to its Board of Governors indi-
cates that Iran failed to cooperate fully with IAEA inspectors. Iran restarts enrich-
ment related activities.
14 November 2004: Iran states that it will suspend enrichment-related activi-
ties following talks with the EU-3. According to the so-called Paris Agreement, Iran
would maintain the suspension for the duration of talks with the EU-3. As a result,
the IAEA Board of Governors decides not to refer Tehran’s noncompliance with the
terms of its safeguards agreement to the UN Security Council.
27 February 2005: Russia and Iran conclude a nuclear fuel supply agreement
in which Russia would provide fuel for the Bushehr reactor.
4 February 2006: A special meeting of the IAEA Board of Governors re-
fers Iran to the UN Security Council. The resolution calls upon Iran to suspend
its uranium enrichment-related activities, reconsider the construction of the Arak
heavy-water reactor, ratify the Additional Protocol and cooperate fully with the
IAEA’s investigations.
6 June 2006: P5+1 (China, France, Germany, Russia the United Kingdom, and
the United States) propose a framework to Iran offering incentives for it to suspend
its enrichment program for an indefinite period of time.
31 July 2006: The UN Security Council adopts Resolution 1696, which calls
for Iran to suspend enrichment-related and reprocessing activities for the first time33.
23 December 2006: The UN Security Council unanimously adopts Resolution
1737, imposing sanctions on Iran for its failure to suspend its enrichment-related
activities34

33 United Nations Security Council Resolution 1696, www.un.org/News/Press/docs/2006/


sc8792.doc.htm.(Erişim 28.04.2015).
34 United Nations Security Council Resolution 1737, www.iaea.org/newscenter/focus/iaeairan/

unsc_res1737-2006.pdf.(Erişim 28.04.2015).
Zhaleh Abdi 401

24 March 2007: The UN Security Council unanimously adopts Resolution


1747 in response to Iran’s continued failure not to suspend uranium enrichment35.

21 August 2007: The IAEA and Iran agree on a “Work Plan” for Iran to resolve
longstanding questions about Iran’s nuclear activities, which include possible work
related to nuclear weapons development.

3 March 2008: The UN Security Council passes Resolution 1803 broadening


sanctions on Iran36.

14 June 2008: The P5+1 present a new comprehensive proposal to Iran updat-
ing its 2006 incentives package. The new proposal includes an initial “freeze-for
freeze” process wherein Iran would halt any expansion of its enrichment activities
while the UN Security Council agreed not to impose additional sanctions on Iran.

1 October 2009: The P5+1 and Iran agree “in principle” to a US-initiated,
IAEA-backed, proposal to fuel the Teheran Research Reactor (TRR). The proposal
entails Iran exporting substantial amount of its 3.5 percent enriched uranium in
return for 20 percent enriched uranium fuel for the TRR. In the end, Tehran did not
confirm the agreement.

9 February 2010: Iran begins the process of producing 20 percent enriched


uranium for the TRR.

9 June 2010: The UN Security Council adopts Resolution 1929, which ex-
pands sanctions against Iran37

26 July 2010: The EU imposes further sanctions on Iran.

8 May 2011: Iran’s Bushehr nuclear power plant becomes operational

8 November 2011: IAEA report provides a detailed description of Iran’s activ-


ities related to nuclear weapons development. The report notes that some weapons
related activities occurred after 2003.

January 2012: The EU bans all member countries from importing Iranian oil
beginning 1 July 2012.

35 United Nations Security Council Resolution 1747, www.iaea.org/newscenter/focus/iaeairan/


unsc_res1747-2007.pdf.(Erişim 28.04.2015).
36 United Nations Security Council Resolution 1803, www.iaea.org/newscenter/focus/iaeairan/

unsc_res1803-2008.pdf.(Erişim 28.04.2015).
37 United Nations Security Council Resolution 1929, www.iaea.org/newscenter/focus/iaeairan/

unsc_res1929-2010.pdf. (Erişim 28.04.2015).


402 Enerji Diplomasisi

6 August 2013: President Rouhani calls for the resumption of serious negotia-
tions with the P5+1 on Iran’s nuclear program.
26 September 2013: Foreign ministers of the P5+1 countries meet with Iranian
Foreign Minister Mohammad Javad Zarif on the sidelines of the UN General As-
sembly meeting. The parties agree to meet again on 15 October in Geneva.
11 November 2013: IAEA Director General Yukiya Amano and Ali Akbar sign
a Framework for Cooperation Agreement, which lays out initial practical steps to
be taken by Iran within the following three months to provide access and informa-
tion on heavy water production, uranium mines and research reactors planned to be
built. The cooperation between parties is “aimed at ensuring the exclusively peace-
ful nature of Iran’s nuclear program through the resolution of all outstanding issues
that have not already been resolved by the IAEA.”
20-24 November 2013: Iran and the P5+1 meet in Geneva and, at the end, sign
an agreement called the Joint Plan of Action. It lays out specific steps for each side
in a six-month first-phase agreement, and the broad framework to guide negotia-
tions for a comprehensive solution within the next six months.
19 July 2014: Iran and the P5+1 announce that they will extend the talks
through 24 November 2014.
5 September 2014: The IAEA’s quarterly report on Iran’s nuclear program
shows that Iran is complying with the interim deal, but did not provide the IAEA
with information about past activities with possible military dimensions (PMDs) by
the Aug. 25 deadline.
18 September 2014: Talks between Iran and the P5+1 resume in New York
City on the sidelines of the UN General Assembly. Both sides say that little progress
was made at the end of the talks.
14-16 October 2014: Iran and the P5+1 meet in Vienna to continue negotia-
tions. Officials say that they remain focused on reaching an agreement by the Nov.
24 deadline and progress was made during the talks.
November 2014: Deadline is extended to end of June 2015, with the target of
reaching a framework understanding by end of March.
24 December 2014: Iran’s Foreign Minister Mohammad Javad Zarif says in a
letter to his foreign counterparts that Iran’s goal remains to reach a comprehensive
nuclear deal that assures the world its nuclear program is exclusively peaceful.
15-18 January 2014: The P5+1 and Iran meet in Geneva to continue negotia-
tions.
Zhaleh Abdi 403

23-24 January 2015: Undersecretary of State Wendy Sherman and European


Union Political Director Helga Schmid meet again with Iranian Deputy Foreign
Minister Abbas Araghchi in Zurich, Switzerland.
18-20 February 2015: Talks between the P5+1 and Iran resume in Vienna.
19 February 2015: A report by the Director General of the IAEA confirms
that Iran is upholding its commitments under the interim deal, including additional
provisions from the November 2014 extension. The report notes “Iran has contin-
ued to provide the Agency with managed access to centrifuge assembly workshops,
centrifuge rotor production workshops and storage facilities.”
9 March 2015: Senator Tom Cotton and 46 other senators sign an open letter
to the Parliament of Iran. The letter warns that any deal reached without legislative
approval could be revised by the next president “with the stroke of a pen.”
17-20 March 2015: Talks between the P5+1 and Iran continue in Lausanne.
The head of Iran’s Atomic Energy Organization, Ali Akbar Salehi, says to reporters
“We have made progress on technical issues… One or two issues remain and need
to be discussed.”
25 March -2 April: Negotiations continue in Lausanne. By March 29, all of the
Foreign Ministers from the seven countries involved and EU Foreign Policy Chief
Federica Mogherini are present.
2 April 2015: Iran and the P5+1 announce agreement on a general framework
that outlines the broad parameters of a nuclear deal. The United States issues a more
specific factsheet on the details. Iran and the P5+1 agree to continue meeting to
finalize a deal before June 30.
3 April 2015: The US congress threatens to impose new sanctions and reject
any deal made by the Obama administration.
14 April 2015: The Senate Foreign Relations Committee unanimously passes
legislation authored by Senator Bob Corker (R-Tenn.) that will require the President
to submit the deal to Congress for a vote of approval or disapproval. According to
the legislation, the President will not be able to waive sanctions during the 30 day
Congressional review period.
15 April 2015: Iran and the IAEA meet in Tehran to continue discussing the
agency’s investigations into the possibly military dimensions of Iran’s nuclear pro-
gram38.

38 Arms Control Association, “Timeline of Nuclear Diplomacy with Iran”, Arms Control As-
sociation, http://www.armscontrol.org/factsheet/Timeline-of-Nuclear-Diplomacy-With-Iran
(Erişim 02.05.2015).
404 Enerji Diplomasisi

By the time I am writing this article, Iran and 5+1 reached a framework for
deal. Based on deal:
- Iran agreed to reduce it’s installed centrifuges by approximately 2/3. Iran will
go from having about 19,000 installed today to 6,104 installed under the deal, with
only 5,060 of these enriching uranium for 10 years. All centrifuges will be IR-1s,
Iran’s first-generation centrifuge.
- Iran agreed to not enrich uranium over 3.67% for the following 15 years.
- Iran agreed to reduce it’s current stockpile of 10,000kg of low-enriched ura-
nium to 300kg of 3.67% enriched uranium for the following 15 years.
- Iran agreed to not build any new facilities for the purposes of uranium en-
richment for the following 15 years.
- Iran’s breakout time will be extended from the current time of 2-3 months to
a full year39.
Many U.S. states have passed their own sanctions against Iran, and even in the
context of a final nuclear agreement these sanctions may stay in place. States such
as California, Oregon, Florida, Texas, Colorado, Pennsylvania, Maryland, and New
York have their own state policies in place that divest public funds from businesses
conducting business with Iran.40
The Iranians released their own “fact-sheet” pertaining to the framework
agreement, which stood in stark opposition to the one released by the White House.
On the Iranian fact sheet, it claimed that the agreement was limited to only five
years, and during the agreement period 10,000 centrifuges would continue to op-
erate at the Fardow facility. The Iranian text also specifies that the rest of their
non-operational centrifuges would be kept in the facilities themselves instead of a
UN monitored storage facility, and that all sanctions are to be immediately lifted
once the agreement takes effect. A “reversability” measure was also included in the
fact sheet, stating that “In case of the two sides’ non-commitment to their undertak-
ings, there will be a possibility for reversing all measures”41.

39 U.S Department of States,” Parameters for a Joint Comprehensive Plan of Action Regarding
the Islamic Republic of Iran’s Nuclear Program”, U.S Department of States, 2 Nisan 2015,
http://www.state.gov/r/pa/prs/ps/2015/04/240170.htm, (Erişim 01.05.2015).
40 Reuters, “Deal or Not, U.S. States Will Keep Sanctions Grip on Iran”, Reuters, 13 Nisan

2015, http://www.reuters.com/article/2015/04/13/us-iran-nuclear-states-idUSKBN0N-
40CX20150413 (Erişim 05.05.2015).
41 Fars News, “Exclusive: Iranian Parliament Releases “Factsheet” for Revision of Lau-

sanne Statement”, Fars News, April 15, 2015, http://english.farsnews.com/newstext.


aspx?nn=13940126001122 (Erişim 05.05.2015).
Zhaleh Abdi 405

Iranian and P5+1 officials reconvened on April 22, 2015, to begin the difficult
task of trying to pull together a final deal by June 30 that will satisfy all parties
involved. This round of negotiations included EU diplomat Helga Schmid, Iran’s
deputy Foreign Minister Abbas Araghchi, and technical experts from the P5+1 and
Iran. The main issues still to be worked out are the pace and timing of sanctions
relief, as well as finalizing the number of allowable centrifuges.
Since Iran’s nuclear program became public in 2002, the UN, EU and several
individual countries have imposed sanctions in an attempt to prevent it from devel-
oping military nuclear capability. Iran insists its nuclear activities are exclusively
peaceful, but the world’s nuclear watchdog has been unable to verify this. The four
rounds of UN sanctions included:
- A ban on the supply of heavy weaponry and nuclear-related technology to
Iran
- A block on arms exports
- An asset freeze on key individuals and companies.
The EU also imposed its own sanctions, among them:
- Restrictions on trade in equipment which could be used for uranium enrich-
ment
- An asset freeze on a list of individuals and organizations that the EU believed
were helping advance the nuclear programme, and a ban on them entering the EU
- A ban on any transactions with Iranian banks and financial institutions
- Ban on the import, purchase and transport of Iranian crude oil and natural
gas - the EU had previously accounted for 20% of Iran’s oil exports. European
companies were also stopped from insuring Iranian oil shipments. Japan and South
Korea have also imposed sanctions similar to those of the EU.42

Conclusion
There are different aspects of studying or describing Iran’s nuclear program.
In this study i prepared a brief history of Iran’s nuclear program, nuclear decision
making in Iran, Iran’s key actors views and opinions about nuclear program, U.S’s

42 “ Iran Nuclear Crisis: What Are The Sanctions?”, BBC News, 30 March 2015, http://www.
bbc.co.uk/news/world-middle-east-15983302 (Erişim 02.05.2015) For more information : “
U.S. And EU Sanctions Against Iran”, 29 October 2014, http://www.islp.org/sites/default/
files/Iran%20Sanctions%20Report.pdf (Erişim 02.05.2015) .
406 Enerji Diplomasisi

policy toward Iran and at last Iran- world powers nuclear negotiations timeline and
most recent progresses in this area.
As Ervand Abrahamian argued the last 30 years have been marked by an un-
willingness to talk on the part of both sides. Today, for the first time, both sides are
interested in meaningful dialogue which has created a sense of optimism43. After
years of challenges it seems Islamic Republic of Iran and world powers are going
to have a serious deal on nuclear program. This might be scare other regional and
international actors who does not wish for Iran’s acceptance in international area
and its increasing regional power based on what is going on right now in Middle
East but it can be a relieve for Iranian people who were under sanctions for more
than 3 decades. Sanctions affected all of aspects their lives. The truth is Iran needs
close relations with other actors and this is not something that they can avoid it
forever. However there is another point of view. As Waltz argued in a region like
Middle East, country as Iran is surrounded with actors like Israel, Pakistan, India
who has nuclear weapons in illegal ways and countries such Saudi Arabia, Katar,
Afghanistan and Iraq who has close security and intelligence relations with USA
and Israel as enemies of Iran, Iran as an actor needs to have source of defense and
trust. And in any circumstances this is not legal or fair to have dichotomist standards
about in such matters. If world powers keep their promises toward Iran and versus,
at last we will see as Stephan Walt said “Iran’s nuclear program is not in fact the
real issue. The more important issues are Iran’s future relations with the outside
world and whether the deal paves the way for reintegrating that country into the
world economy and the broader international community”44.

References
Arms Control Association, “Timeline of Nuclear Diplomacy with Iran”, Arms Control
Association, http://www.armscontrol.org/factsheet/Timeline-of-Nuclear- Diploma-
cy-With-Iran (Erişim 02.05.2015).
Asre Iran, “Aref: Be Nefe Aghaye Rouhani Kenar Reftem TA MArdom Rahattar TAs-
mim Begirend”, Asre Iran, 14 Haziran 2014, http://www.asriran.com/fa/news/
279571/%D8%B9%D8%A7%D8%B1%D9%81-%D8%A8 (Erişim 29.04.2015).

43 “Iran- U.S Relations: Imagining A New Paradigm”, 2009, s. 5 http://islamuswest.org/events_


Islam_and_the_West/Iran-US-relations/Iran-US-Relations.pdf (Erişim 05.05.2015).
44 Stephen, M. Walt, “What’s Really is at Stake in Iranian Nuclear Deal?”, Foreign Policy,

25 November 2013, http://foreignpolicy.com/2013/11/25/whats-really-at-stake-in-the-irani-


an-nuclear-deal/ (Erişim 20.04.2015)
Zhaleh Abdi 407

Balatarin, “Ba Tavafge Hastei Khub Movafegam”, Balatarin, 07 Şubat 2014, https://www.
balatarin.com/topic/2015/2/9/1015648 (Erişim 03.05.2015).
BBC News, “Ayatollah Khamenei: Karborde Selahe Hastei Ra Heram Midanim”, BBC News,
17 April 2010, http://www.bbc.co.uk/persian/iran/2010/04/100417_an_ nuclear_sum-
mit_iran.shtml (Erişim 22.04.2015).
Bielefeld, Tom and Abbas, Hassan, “The Kahn Job: The Mullahs’ Physicist,” Bulletin of the
Atomic Scientists, Vol.63, No. 4, 2007, s. 72–73.
“Biography and CV of H.E. Mohammad Javad Zarif” http://www.mfa.gov.ir/index. aspx-
?siteid=3&siteid=3&pageid=2119 (Erişim 01.05.2015).
“China Releases Details Of Nuclear Program With Iran,” Associated Press, 4 November
1991.
Bnakdarian, Mansour ,“U.S. - Iranian Relations 1911-1959”, Iran Chamber Society, http://
www.iranchamber.com/history/articles/pdfs/us_ir_1911_1951.pdf (Erişim 22.04.2015).
Fars News, “Exclusive: Iranian Parliament Releases “Factsheet” for Revision of Lausanne
Statement”, Fars News, April 15, 2015, http://english.farsnews.com/ newstext.aspx-
?nn=13940126001122 (Erişim 05.05.2015).
“Fehreste Nirugahhaye Iran”, http://fa.wikipedia.org/wiki/%D9%81%D9%87%D8%
B1%D8%B3%D8%AA_%D9%86%DB%8C%D8%B1%D96 (Erişim 23.04.2015).
Ganune Assasiye Cumhuriye Eslamiye Iran, Fasle 13, Maddeye 176, http://rc.majlis. ir/fa/
law/show/133640 (Erişim 28.04.2015).
Heinonen, Olli, “Iran’s Nuclear Ambitions and Future Prospects”, Belfer Center for Science
and International Affairs, http://belfercenter.ksg.harvard.edu/files/Iran%20 nucle-
ar%20ambitions%20and%20future%20prospects.pdf (Erişim 22.04.2015).
“Iran- U.S Relations: Imagining A New Paradigm”, 2009, s. 5 http://islamuswest.org/ events_
Islam_and_the_West/Iran-US-relations/Iran-US-Relations.pdf (Erişim 05.05.2015).
“Iran Nuclear Crisis: What Are The Sanctions?”, BBC News, 30 March 2015, http://www.bbc.
co.uk/news/world-middle-east-15983302 (Erişim 02.05.2015).
ISIS, “Iran’s Nuclear History From the 1950s to 2005”, ISIS, http://www.isisnucleariran.org/
assets/pdf/Iran_Nuclear_History.pdf (Erişim 27.04.2015).
Jami az Nevisendegan, Revayeti Kutah Az Tahrim, Tehran: Andishkadeye Rahbordiye Tab-
yin, http://1-20.ir/files/a-brief-narration-of-the-sanctions.pdf (Erişim 03.05.2015).
“Khamenei Accuses US of Creating Iran Nuclear Weapons ‘Myth’”, 25 November 2014,
http://rt.com/news/251013-khamenei-iran-nuclear-weapons/ (Erişim 04.05.2015).
Khazaneh, Reza, “Iran’s Nuclear Program and Its Official Aim of Producing Nuclear Energy,”
Institut Français des Relations Internationals, 2008, www.ifri.org/files/politique _etran-
gere/ (Erişim 30.04.2015).
Kredo, Adam, “Iran’s New U.S Ambassador Urged ‘Resistance to Israel’”, 10 Şubat 2015,
http://freebeacon.com/national-security/irans-new-u-n-ambassador-urged-resistance
-to-israel/ (Erişim 20.04.2015)
408 Enerji Diplomasisi

Milani, Abbas: “The Shah’s Atomic Dreams”, Foreign Policy, 29 December 2010.
Mohammad Javad Zarif: Iran’s Man on a Diplomatic Mission”, The Guardian, 25 November
2013, http://www.theguardian.com/world/2013/nov/25/mohammad-javad- zarif-iran-
profile (Erişim 04.05.2015).
“Negahi be Naghshe Amrika Der Cenge Tahmiliye Erag Aleyh Iran”, Tebyan, http://www.
dsrc.ir/View/article.aspx?id=2429 (Erişim 22.04.2015).
“Rahberi az Negahe Ganun”, http://www.leader.ir/langs/fa/index.php?p=leader_law (Erişim
03.05.2015).
Reuters, “Deal or Not, U.S. States Will Keep Sanctions Grip on Iran”, Reuters, 13 Nisan
2015, http://www.reuters.com/article/2015/04/13/us-iran-nuclear-states-idUSKBN
0N40CX20150413 (Erişim 05.05.2015).
Robert Lirwak, “Nuclear Chess: Calculating America’s Moves”, Wilson Center: Middle
East Program.
Rooz Online, “Fatwaye Hastei Khamenei Ganuni Mishavad?”, Rooz Online, 18 Haziran
2014, http://www.roozonline.com/persian/news/newsitem/article/-7364532072. html
(Erişim 01.05.2015).
Rouhani, Hasan, Amniyyate Melli ve Diplomsiye Hastei, Tehran: Majmae Tashkhise Mesle-
hate Nezam, 2012, s. 141.
Sanger, David E. and Shanker, Thom, “Obama’s Nuclear Strategy Intended as a Message”,
New York Times, 6 April 2010, www.nytimes.com/2010/04/07/world/07arms . htm-
l?scp=9&sq=David+ (Erişim 22.04.2015).
Sazmane Enerjiye Atomiye Iran, http://www.aeoi.org.ir/Portal/Home/Default.aspx? Catego-
ryID=bcaf733e-53a6-49d2-bea7-4610e155d89c (Erişim 28.04.2015).
Semnani, Khosrow B., “The Ayatollah’s Nuclear Gamble,” Omid for Iran, 2012. http://nu-
cleargamble.org/wordpress/wp-content/uploads/2012/09/Ayatollahs-Nuclear-Gam-
ble-Full.pdf (Erişim 28.04.2015).
“Tahrimhaye Zalemane Aleyhe Iran Bayad Yekja Laghv Shavad”, 02 Nisan 2015, http://
www.khanehkheshti.com/62196/%D8%AA%D8%AD%D8%B1%DB%8C% (Erişim
04.05.2015).
The Guardian, “Obama Holds Historic Phone Call with Rouhani and Hints at End to Sanc-
tions”, 28 September 2013, http://www.theguardian.com/world/2013/sep/27/obama-
phone-call-iranian-president-rouhani (Erişim 20.04.2015).
“U.S. and EU Sanctions Against Iran”, 29 October 2014, http://www.islp.org/sites/ default/
files/Iran%20Sanctions%20Report.pdf (Erişim 02.05.2015).
U.S Department of States, “Parameters for a Joint Comprehensive Plan of Action Regarding
the Islamic Republic of Iran’s Nuclear Program”, U.S Department of States, 2 Nisan
2015, http://www.state.gov/r/pa/prs/ps/2015/04/240170.htm (Erişim 01.05.2015).
U.S. Department of State, “Atoms for Peace Agreement with Iran,” Department of State
Bulletin 36, April 5, 1957.
Zhaleh Abdi 409

United Nations Security Council Resolution 1696, www.un.org/News/Press/docs/ 2006/


sc8792.doc.htm. (Erişim 28.04.2015).
United Nations Security Council Resolution 1737, www.iaea.org/newscenter/focus/ iaeairan/
unsc_res1737-2006.pdf. (Erişim 28.04.2015).
United Nations Security Council Resolution 1747, www.iaea.org/newscenter/focus/ iaeairan/
unsc_res1747-2007.pdf. (Erişim 28.04.2015).
United Nations Security Council Resolution 1803, www.iaea.org/newscenter/focus/ iaeairan/
nsc_res1803-2008.pdf. (Erişim 28.04.2015).
United Nations Security Council Resolution 1929, www.iaea.org/newscenter/focus /iaeairan/
unsc_res1929-2010.pdf. (Erişim 28.04.2015).
Wagner, Alex, “Bush LAbles North Korea, Iran and Iraq an “Axis of Evil”, 1 Mart 2002,
http://www.armscontrol.org/act/2002_03/axismarch02 (Erişim 22.04.2015).
Walt, Stephen, M., “What’s Really is at Stake in Iranian Nuclear Deal?”, Foreign Policy, 25
November 2013, http://foreignpolicy.com/2013/11/25/whats-really-at-stake-in -the-ira-
nian-nuclear-deal/ (Erişim 20.04.2015)
“Zendeginame”, http://rouhani.ir/zendeginame.php (Erişim 26.04.2015).
http://www.wsj.com/articles/iran-nuclear-deal-is-first-step-to-mending-ties-president-hasan-
rouhani-says-1428076798orld (Erişim 01.05.2015).
http://www.wsj.com/articles/iran-supreme-leader-calls-nuclear-weapons-allega-
tions-a-myth-1429452472 (Erişim 25.04.2015).
410 Enerji Diplomasisi
Omid Shokri Kalehsar 411

IRAN ENERGY SECTOR POST SANCTIONS

Omid SHOKRI KALEHSAR*

Introduction

Iran’s energy profile is unique. It holds the world’s second largest proven nat-
ural gas reserves and is the world‘s fourth-largest oil reserves. Yet conversely, Iran
has no major gas export projects, and more than 40% of oil production is consumed
in its domestic market. In addition, Iran is a net importer of gasoline and also elec-
tricity and spendsa huge part of its state budget on importing petroleum products.
Oil revenues make up about 80% of total export earnings and approximately 40
– 50% of state revenue. 70% of Iranian-produced gas is consumed domestically.1

Iran’s Regional Policy

Iran’s energy policy is much tied up in its foreign policy. For a better under-
standing of Iran’s energy policy, we have to understand its foreign policy and the
role hydrocarbon resources play in it. A former Iranian foreign minister at the 1997
UN summit stated that: “Iran’s highest policy priority… is to strengthen trust and
confidence and peace in our immediate neighborhood.” It is clear that attention to
security and international relations were the main elements in such a decision at
the time, but it should equally be noted that energy,as well as Iran’s cultural and
historical outlook, have been reserved as major tools in achieving these goals. Iran’s
20-Year Plan, launched in 2005, concentrates on regionalism and calls for Iran to be
the region’s top economic and technological power by 2025.2

We can outline Iran’s strategic interests in the region as follows:

* PhD Candidate in International Relations - Energy Analyst, Yalova University,Turkey


1 Brenda Shaffer, Energy Politics, University of Pennsylvania Press, USA, 2009, p.149.
2 http://csis.org/files/attachments/120529_Khajehpour_Russia_Turkey_in_Iran_National_Stra-
tegy.pdf, ( accessed on 12.04.2015)
412 Enerji Diplomasisi

1- Developing a positive relationship with Russia as a counter-balance to ten-


sions with western countries;
2- Developing positive trade and investment relations with immediate neigh-
bors, especially the larger markets such as Russia, Turkey, Iraq, and Pakistan;
3- Utilizing energy interdependency through cooperation in the fields of oil,
gas, and electric power in order to put Iran’s massive resource base to strategic and
economic use;
4- Utilizing regional relations to undermine the effects of western pressure,
especially in circumventing sanctions (traditionally the UAE was utilized for this
purpose, but in recent years, Iran has been working more closely with Turkey and
Central Asian states).3
Energy interdependency has become a crucial feature in Iran’s regional inter-
action, the nature of which can be summarized thusly:

• Iran is importing natural gas from Turkmenistan and exporting to Turkey


• Iran is exporting gas to Armenia in turn back electricity
• Iran has gas swap deal with Nakhchivan and Azerbaijan
• Iran is also electricity network with most of its neighbors; Iran is exporting
electricity to Turkey, Pakistan, Iraq, Armenia, Nakhchivan, Afghanistan.
Iran is importing electricity from Armenia, Turkmenistan and Azerbaijan4

With regard to Iran’s multiple agreements with its neighbors in the energy
field, it is clear that energy connectivity has been a significant parameter in Iran’s
regional politics, and due to its importance, Iran has not hesitated to invest in her
infrastructure.5 Iran is trying to facilitate a localization of the technology as required
for the construction of a gas pipeline.6Many analyst have predicted that Iran will be
become an energy importer due to its energy track. A huge growth in energy pro-
duction has coincided with a relatively marginal rise in domestic consumption. For
a better understanding of the implications of this current state of affairs, one must
bear in mind the following points:

3 Ibid
4 http://csis.org/files/attachments/120529_Khajehpour_Russia_Turkey_in_Iran_National_Stra-
tegy.pdf, (accessed on 12 .01. 2015)
5 Ibid
6 http://csis.org/files/attachments/120529_Khajehpour_Russia_Turkey_in_Iran_National_Stra-
tegy.pdf, ( accessed on 12 .01.2015)
Omid Shokri Kalehsar 413

• Iran’s ability to retain much of oil production capacity due to recent sanc-
tionstargeting the energy sector
• The future of gas production and gas fulfillment strategy
• Tendencies in domestic energy consumption in the shadow of subsidiary
reforms as well as a movement towards greater energy efficiency.7

Studies indicate that there are no clear expectations about achieving the
planned production of 5 mbpd by 2015.8 Iran’s current gas production capacity
constitutes 500 mcm/d and the country has plans to increase this to 1.480 by 2015.
Iran consumes 1.7 mpbd (2.2% of global crude oil production). Iran intended to in-
crease refinery capacity to 985000 barrels/day by 2014, but it must import gasoline
due to the growth of its gasoline demand along with price elasticity resulting from
subsidiaries being lifted.9

Iran Energy Strategy


Like other countries, Iran pursues energy diplomacy along the following lines:
1-strucure, 2- agenda, and 3-process. Iran’s weakness isessentially structural: Iran
shares some fields with her neighbors, such as Qatar, Kuwait, Iraq, and Saudi Arabia,
and the extent of its desire to exploit oil and gas from these fields is unknown, as UN
sanctions directly affectits exploitation of oil and gas domestically. Its counter strat-
egy against American-led UN sanctions in the energy sector is disputable, but this
structural weakness and lack of agenda has implications for the future of OPEC.10
Energy diplomacy as such, is a reaction to geopolitical threats and limits. In
other words, using diplomatic mobility, economic planning, developing technical
capacities and using economic resources provides all conditions required for acti-
vating energy diplomacy. Iran holds the world’s second largest natural gas reserves
after Russia (before releasing last BP’s last report) and the fourth largest oil reserves
after the USA, Saudi Arabia and Russia, yet for all the potential this holds, Iran’s
share in the world energy market is insignificant. Iran could play a more active role
in the world energy market, and mobility in production, export, marketing, explo-

7 Ibid
8 http://csis.org/files/attachments/120529_Khajehpour_Russia_Turkey_in_Iran_National_Stra-
tegy.pdf, ( accessed on 12.01.2015)
9 Ibid
10 Abou Mohammad Asgharkhani, “Elzamate Amaliyatiye va Manfhumiye Tadvin e Diploma-

siye Enerji”, Institute for International Energy Studies (ISES), http://www.energydiplo-


macy.ir/Data//ContectFiles/29-11-90-002.pdf ( accessed on 10 .02.2015)
414 Enerji Diplomasisi

ration and extraction in the energy sector could create a special position for every
country.11
In the years 1998 – 2003, Iran invested about $50 billion in the oil industry;
$30 billion of which went to developing gas fields and increasing production lev-
els. $18 billion was invested in the petrochemical industry alone. The adaption of
suitable energy diplomacy could help elevate Iran’s position on both a national and
international level. Finally, active participation in the world sphere, andconversely,
neglect of energy diplomacy, could result in underdevelopment.12
Energy diplomacy is using diplomatic instruments for presenting an interna-
tional era and preserving its place in the international system.
Requirements of Iran’s energy diplomacy:

1- Correct and accurate management of sanctions and exchange of opportuni-


ty
2- Creation of a diversified energy portfolio and consumers to maintain con-
sumers and preserving suitable prices
3- Conservation of raw material in oil productions with high value and pre-
vention from selling raw material
4- Constructive interaction with other oil and natural gas producers
5- Expansion of new research in the oil industry, establishing scientific insti-
tution related to the oil industry for the education of new generations.13

There is a direct link between oil and national security, as can be seen reg-
ularly in how political crises regularly affect an increase oil prices on the world
market. Iran’s economic dependence on oil products alone is fraught with security
concerns. Iran shares a number of oil and natural gas fields with her neighbors and
this becomes a matter of national security when other countries extract oil and gas
from such fields. But Iran lacks sufficient investment in exploitation and extraction
and is thus tied here. Saudi Arabia is planning to increase its oil production to reach

11 Abou Mohammad Asgharkhani, “Elzamate Amaliyatiye va Manfhumiye Tadvin e Diplomasi-


ye Enerji”, Institute for International Energy Studies (ISES), http://www.energydiploma-
cy.ir/Data//ContectFiles/29-11-90-002.pdf (accessed on 10.02.2015).
12 Ebrahim Mottaghi, “Diplomaciye Energiye Iran, Olghoha Ravandha,” Institute for In-

ternational Energy Studies (ISES), http://www.energydiplomacy.ir/Data//ContectFi-


les/29-11-90-004.pdf(accessed on 12.12. 2014).
13 http://borhan.ir/NSite/FullStory/News/?Id=3529, (accessed on 25.12.2014).
Omid Shokri Kalehsar 415

13 million barrel per day (at present, its production is 6 million). In addition, Iraq
is planning to increase its oil production to 12 mbpd. Such a situation will no doubt
decrease Iran’s share in the world market.14
A lack of investment in oil and gas industries carriesthe following conse-
quences:
1. A lose in the world energy market
2. A decrease in Iran’s role in OPEC
3. Rapid extraction by Iran’s neighbors from shared fields
4. Increasing national risk (due to a decrease of oil revenues) and a trouble
repaying foreign financial obligations15
To give a comprehensive review ofIran’s national energy strategy, taking
into account factors as varied as climate conditions, geographical position, energy
recourse, level of industry and technology, leadership, public demand, technical
knowledge, etc. the Islamic Republic of Iran can be assessed in four parts:
1- Strategic Plan of Energy: Implying for more exports in energy sector
1) Increasing export volume of oil, gas, petrochemical products, etc.
2) Increasing exports of all kinds of energy products
3) Increasing exports of technical knowledge related to energy
4) Increasing export of diversity of energy technology and related indust-
ries.
2- Operational Energy Plan: Changing base of national power from a single
energy sources to a variety of different energy resources and a basis of resources
with regard to logical and proportional division and distribution.
1) Determination on the share of fuel energies divided into natural gas, oil,
and coal- in a base of resources of national power.
2) Determination on the share of nuclear energy in base of national power.
3) Determination on the share of renewable energy in base of national
power16

14 Abbas Maleki,Siyasat Ghozariye Energy, Sharif University of Technology Publications,


2011, pp. 61-63
15 Ibid

16 Abbas Maleki,Siyasat Ghozariye Energy, Sharif University of Technology Publications,

2011, pp. 61-63


416 Enerji Diplomasisi

3- Tactical Plan of Energy: Planning energy production line with different


resources
1) Production of different kinds of energy by government, private or coop-
eration sectors
2) Production of different kinds of energy products by government, pri-
vate or cooperation sectors
3) Production of specific energy knowledge and related science by gov-
ernment, private or cooperation sectors
4) Production of energy technology and related industry by government,
private or cooperation sectors

4- Technical Plan of Energy: Focuses on the appropriate use of adequate and


optimum energy. The proper use of energy, which requires tremendous creativeas
well as technical abilities, requires proper planning.17 Iran’s current oil production
is faced with a decrease in extraction level. Iran is losing 200,000 barrels per day of
its oil production due to a decrease in production levels. Such a decrease is called
depletion, and is natural, but if Iran wanted to create a 200,000 capacity with re-
lated investments, it could not achieve its aim of increasing the level of crude oil
level production.Iran wanted to increase oil production capacity from 4mbpd to
5,600,000 br/pd and required $26 billion in its five years development plan, be-
cause the creation of every oil barrel production capacity requires an investment of
$10,000.Crude oil on the world market, given its fixed pricing system, is different
from natural gas because it is very important to find a market and consumer before
beginning production and also finding a way to export it. Crucially, natural gas pric-
es arenot fixed. Iran’s natural gas sector has required about $50 billion investment
in line with a fifteen year development plan from 2007 to 2022 and more than $30
billion investment are required in purchasing foreign technology. It is clear that
the attraction of $85 billion for investment in Iran’s natural gas sector for the next
15 years will be a challenge forIran’s main concern,alongwith its current political,
economic and social position, to enable it to attract such huge foreign investment.18

Iran Energy Profile


According to the US energy Administration, Iran holds the world’s fourth-larg-
est proven oil reserves and the world’s second-largest natural gas reserves19. In

17 http://media.farsnews.com/media/docs/11/2270-TAMA[1].pdf ( accessed on 22 .02. 2015)


18 Abbas Maleki, SiyasatGhozariye Enerji,Sharif University of Technology, 1390.pp. 64-69
19 US Energy Information Administration, Independent Static & Analysis, Iran Reports, http://

www.eia.gov/countries/analysisbriefs/Iran/iran.pdf ( accessed on 25.04.2015)


Omid Shokri Kalehsar 417

addition, the last Statistical Review of World Energy published by BP reveals that
Iran is the world’s first gas reserves holder with 33.6 trillion cm3.20 Iran holds the
world’s first natural gas reserves, but the gas sector is developing mostly to meet
domestic demand. Natural gas accounts for about 59% of Iran’s total domestic en-
ergy consumption while oil consumption accounted for 39% of total energy use in
2010.21

Oil
The Oil & Gas Journal as of January 2013 estimated that Iran holds 154 bil-
lion barrels of proven oil reserves. Such an amountrepresents 9% of the world’s
total reserves and more than 12% of OPEC reserves.
More than 50% of Iran’s onshore oil reserves are restricted to five huge fields.
The Marun field (22 billion barrels) is the largest. Others include the Ahwaz (18 bil-
lion barrels) and Aghajari (a billion barrels) fields. Over 80% of Iran’s oil reserves
are located in the Kuzestan Basin, in the southwest. Iran also holds reserves in the
Caspian Basin, according to FACTS Global Energy (FGE); these reserve amount to
about 100 million barrels.22
On May 10 2012, Mehr News Agency announced that Iran found a new oil
reserve on the Iranian shores of the Caspian Basin with a capacity of 8-10 bb.
Mehr News reported that the Ministry of Petronius will officially announce this
field in the coming months. Mehr News also announced that in the meantime Iran
had discovered new natural gas reserves in the Caspian Sea with a capacity of 50
trillion cm3.23 In 2012, Iran produced about 3.5 million barrels per day, of which
3.0 million bbl/d was crude oil. Production volume was 17% in contrast the same
period in 2011 in which time Iran produced 4.2 million bbl/p. Estimates by the end
of 2012 show that Iranian oil exports decreased by 1-million bbl/d compared with
the previous year. All consumers however decreased their purchases from Iran due
to American and EU sanctions. In 2012, Iran’s net oil export revenues measured
about $69 billion,down from $96 billion the previous year.24

20 http://www.presstv.ir/detail/2013/06/13/308845/iran-worlds-top-gas-reserves-holder-bp/ ( ac-
cessed on 23.04.2015)
21 Ibid
22 US Energy Information Administration, Independent Static & Analysis, Iran Reports, http://
www.eia.gov/countries/analysisbriefs/Iran/iran.pdf (accessed on 25 .04.2015)
23 http://www.mehrnews.com/detail/News/1598665 (accessed on 23.03. 2015)
24 US Energy Information Administration, Independent Static & Analysis, Iran Reports, http://
www.eia.gov/countries/analysisbriefs/Iran/iran.pdf ( accessed on 25.04.2015)
418 Enerji Diplomasisi

Energy Sector in Iran Fifth Five Year Development Plan


After end of Iran-Iraq War Iran began to recover and redevelop her destroyed
economy with the Five Year Development Plan, launched under the government
of Hashemi Rafsanjani. The first Five Year Development Plan was implemented
between 1989-1993. The major objectives of the Islamic Republic’s First Plan in-
cluded:
• - Rapid movement towards a balanced and well-developed economy,
• - Transfer of greater parts of the economy to the private sector,
• - Protection of the lower-income brackets of the community,
• - A shift from a centralized economy to a non-centralized (regional) eco-
nomic structure.

While endeavoring to achieve these objectives, however, the government had


to spend a good portion of the country’s financial resources to satisfy the basic
needs of the people in the form of subsidies and other state aids. According to the
statistics available, during the First Five -Year Social and Economic Development
Plan wrought the following changes:
• Gross domestic product (GDP), on the basis of 1988 factor prices, increa-
sed by 7.3%
• Per capita GDP increased from 197.000 Rls at the start of the Plan to
240,000 Rls in 1993, And during the same period (of the plan):
• Fixed gross domestic investments increased by 13.3%
• Private consumption increased by 7.7% per annum,
• Public Consumption increased by 5.5% per annum,
• The ratio of fixed gross domestic investments to gross domestic product
(GDP) which had been declining thus far, rose from 12.4% in 1988 to
16.3% in 1993”.25
The Fifth Five Year Development Plan was implemented between 2011-2015.
In Article 125 of this plan, the Ministry of Petroleum was allowed to develop oil and
gas fields with the aim of increasing 1,000,000 bpd oil production capacity and also
to increase 2,500,000,000 cm3 natural gascapacity per day by developing current
fields. The priority was to extract from fields Iran shared with neighbors.26

25 http://ivl.8m.com/IRAN22.HTM (accessed on 12.05.2015).


26 “Matne Kamele Barnameye Pnajome Toseye Jomhoriye Eslamiye Iran (1390-134)”,
Omid Shokri Kalehsar 419

According to the Fifth Five Year Development Plan, the National Iranian Gas
Company (NIGC) had to reach to 328 million cm3 export capacity of natural gas
via pipelines and LNG. Carrying on negations with consumer countries such as Ku-
wait, Bahrain, Jordan, India and European countries about natural gas exports as
well as the NIGC has to complete the pipeline to export gas to Europe and Pakistan
(pipeline form second phases Assaluye filed until Bazargan border length 1818 km,
110 million cm3 per days and another pipeline from Iranshahr to Pakistan length
255 km with 21.5 million cm3 capacity). The NIGC must continue its negotiations
with major active international firms in the oil and gas sectors such as Shell, Total,
and Petronas, for the construction of the Pars and Persian LNG factories.27 Crude
oil production capacity looks to increase to 5 million bbl/d by 2015. In addition, it
is mentioned in the Fifth Five Year Development Plan that Iran requires $35 billion
per year upstream investment in the natural gas and oil sector, most investments
would come from foreign firms under buy-back contracts. It should be noted that
in the previous development plan implemented (2005-2010), Iran could attract only
about $10 billion for total upstream investment. That plan has faced some problems
due to western sanctions in the period of its initial implementation.28

Iran’s Natural Gas Plan


Exporting natural gas is the last priority after injection, domestic consump-
tion and finally, the floating of gas-based industries. Joining the world gas market
had previously been a low priority given economic considerations but has since
become part of Iran’s international relations strategy. For achieving the gas export
plan, it is trying to create some special zones for the development of gas-intensive
industries, publicity of gas-based industries such as steel, cement, petrochemicals,
etc., the promotion of integrated gas projects and a diversification policy.29 During
the last two decades, Iran’s Natural Gas faced a sharp rise from 0.9 trillion cubic
feet (Tcf) in 1991 to 5.4 Tcf in 2011. This included 5% of the world’s natural gas
production. Domestic consumption was about 5.4 Tcf in 2011. By 2009, Iran im-
ported 216 billion cubic feet (Bcf) and exported 209 Bcf, reaching an approximate

(Iran Fifth Five Year Development Plan), http://www.bazresi.ir/portal/Home/ShowPage.


aspx?Object=News&CategoryID=11a5bf88-40f5-4b58-8ba5-7b9e6140f78d&WebPartID=b-
6fe6c90-8d74-472a-9b36-9ae69f6339f5&ID=526831a5-eb54-409a-bf37-3e1c04045b07 (ac-
cessed on 22.04.2015).
27 “Barnameriziye Esteratejik Dar Sherkate Melli Gas Iran” A. Kimiyagari Vol.2 No.3,

2012, www.asrekimyagari.com/asrkimiagari/News.aspx?NID=157 (accessed 22.04. 2015).


28 US Energy Information Administration, Independent Static & Analysis, Iran Reports, http://

www.eia.gov/countries/analysisbriefs/Iran/iran.pdf (accessed on 25.04.2015).


29 Ibid.
420 Enerji Diplomasisi

balance, but the last piece of data indicated that during July 2011 to June 2012 it
proposed that Iran’s net natural gas imports have increased and reached 84 Bcf over
that period.30
The strategic dimension of energy is not only for its quantity but also for its
distribution in the world. Energy studies are directly linked to security because of
a lack of balance in their distribution. Iran has weaknesses in all areas of it energy
diplomacy, beginning with theory, and secondly due to a lack of specificity in law.
Iran’s energy diplomacy is not only dependent on production, but also depends on
production and exploitation methods, technology, and trade methods. According to
the last Statistical Review of World Energy, released on 13 June 2013, BP classed
Iran as the world’s foremost holder of gas reserves, witha proven total of 33.6 tril-
lion cubic meters.31 More than 85% of Iran’s natural gas reserves are located in
non-associated fields. These fields have required more development and invest-
ment, including South and North Pars, Kish, and Kangan-Nar. The South Pars field
is the most important natural gas field in Iran and holds almost 47% of Iranian’s
natural gas reserves and approximately 35% of its total natural gas production.32

South Pars Field


Iran’s former president Mahmoud Ahmadinejjad, in the final days of his pres-
idency, opened two phases of the South Pars project.Rostam Ghasemi, the former
Minister of Oil, stated in the opening ceremony that the remaining phases would be
initiated by 1394 solar year (March 2015). According to Ghamesi, at present, the
development process is continuing in 17 phases and that after opening the rest of the
phases, Iran will produce natural gas to the exact volume of Qatar’s. Iran and Qatar
are mutually involved in theSouth Pars Field. Ghasemi noted that US sanctions on
the Iranianoil and gas industry hadforced the Ahmadinejad administration to invest
in the sector $24.6 billion in 1390 solar year (March 2011-March 2012) and $19.5
billion in 1391 solar year (March 2012-March 2013).33

30 Natural Gas Exports from Iran, US Energy Information Administration, Independent Static &
Analysis, A report required by section 505 (a) of the Iran Threat Reduction and Syria Human
Rights Act of 2012, http://www.eia.gov/analysis/requests/ngexports_iran/pdf/full.pdf ( acces-
sed on 12.03.2015)
31 http://www.imra.org.il/story.php3?id=61258, (accessed on 24 .02.2015)

32 Natural Gas Exports from Iran, US Energy Information Administration, Independent Static &

Analysis, A report required by section 505 (a) of the Iran Threat Reduction and Syria Human
Rights Act of 2012, http://www.eia.gov/analysis/requests/ngexports_iran/pdf/full.pdf (acces-
sed on 12.03.2015)
33 http://www.mehrnews.com/detail/News/2107325, (accessed on 12 Jan 2015)
Omid Shokri Kalehsar 421

The rushed opening of the South Pars phases 15 and 16 broughtcriticism from
energy analyst and Iranian media. Mehdi Eetesami, president of Iran Marine In-
dustrial Company (Sadra), argued that 35 monthswas not enough for development
of South pars phases and such a decision was political and unrealistic. Accord-
ing to Eetesami, the Ahmadinejad administration gave the financial resources only
to complete the development of the 12th, 15th and 16th phases of the program.34
Duringthe Ahmadinejad era,especiallyin the second term, none of these phases
came to stream – in fact, even the promised 35-month development plan of the
South Pars failed.35 Musa Souri, former Managing Director of Pars Oil and Gas
Company (POGC), speaking about the South Pars field, noted that, “this field is
shared with Qatar but that country has been using modern American technologies
to extract gas. Qatar extracts $8 billion from 15 and 16 phases at present, while
Iran has 9 developingplans for the remaining phases inSouth Pars.According to
forecasts, every developing plan takes 35 month. If Iran delays its extraction by a
single year it may loss $72 billion, but if we extract according to our plan, we can
obtain $72 billion.”36

Iran Energy Sector Projects

Gas Pipelines
Iran has extensive domestic natural gas and oil pipelines. This pipeline net-
work involves 12 pipelines that are between 63 and 630 miles long. The pipeline
which connects the Bandar Abbas refinery to the Isfahan refinery is the longest. Its
capacity is 300 thousand bbl/d. The second longest pipeline connects the Ahvaz
oil field to the Tehran refinery. Its capacity is 300 bbl/d.37In addition, Iran owns
some international pipelines which are used to transport oil and natural gas. Iran is
planning to build new pipelines in the future, but the current number includes the
following:

34 isna.ir/fa/news/92050804090/%D8%AA%D9%88%D8%B3%D8%B9%D9%87-35-%-
D9%85%D8%A7%D9%87%D9%87-%D9%BE%D8%A7%D8%B1%D8%B3-%-
D8%AC%D9%86%D9%88%D8%A8%DB%8C-%D8%B3%DB%8C%D8%A7%-
D8%B3%DB%8C-%D8%A8%D9%88%D8%AF-%D8%A7%D8%AE%D8%AA%-
D8%B5%D8%A7%D8%B5(accessed on 10 March 2015) .
35 “Faze 15, 16 Parse Junubi Nesfe Nime Rahandazi Shod” http://www.mehrnews.com/TextVer-

sionDetail/2107133 (accessed on 15 August 2013).


36 http://www.farsnews.com/newstext.php?nn=13920204000786 (accessed on 25 Jan 2015).

37 US Energy Information Administration, Independent Static & Analysis, Iran Reports, http://

www.eia.gov/countries/analysisbriefs/Iran/iran.pdf (accessed on 25 April 2015).


422 Enerji Diplomasisi

The Iran-Turkey Gas Pipeline


The Iran-Turkey Gas Export Pipeline was the first pipeline built to export
Iran’s natural gas to Turkey. Its construction began in 1996 after the signing of the
Iran-Turkey Gas Agreement and was completed in 2001. Its capacity is 28 mcm/d,
its length is 2,577 km and it links Tabriz in the Northwest of Iran to Ankara. It joins
the Baku-Tbilisi-Erzurum (BTC) line.38

The Iran-Armenia Gas Export Pipelines


The Iran-Armenia gas pipeline with 2.3 bcm capacity was completed in 2009.
It links Tabriz to Armenia. Its length is 140 km. Iran runs 100 km and rests run by
Armenia. A 20-years gas agreement signed in 2004 between two countries.39

The Iran-Turkmenistan Gas Pipeline


The first gas pipeline between the two countries was opened in 1996. On
Iran’s side (the Northern provinces) received 8 bcm per annum. The second pipeline
was begun in December 2009, and Iran increased its gas capacity to 20 bcm. Iran
added 4 bcm of Turkmen gas late in 2010 by annexing the Dauletabad-Khangeran
pipeline.40

2- Oil Pipelines
Iran has five separate domestic oil pipelines. Two oil pipelines connect the
country’s largest refinery at Abadan in the Khuzestan region with the Arak refinery.
Iran is planning to sign oil pipeline agreements with Iraq that link the southern Iraqi
city of Basra with Abadan.41

Main problems in Iran Energy Policy


Energy diplomacy according to the Iranian Ministry of Foreign Affairs is “us-
ing diplomatic and political means for developing energy trade in Iran” and “energy
policy making with regard to the national interest and political issues,” but energy
diplomacy, according to energy experts in the Ministry of Petroleum is selling oil,

38 Iran Oil& Gas Report, Includes BMI’s Forecast, Business Monitor International,www.busi-
nessmonitor.com,p.45
39 Ibid

40 Iran Oil& Gas Report, Includes BMI’s Forecast, Business Monitor International,www.busi-

nessmonitor.com,pp.44-45
41 Ibid
Omid Shokri Kalehsar 423

natural gas and other products at a higher price and under the best conditions for
supplying the technology required to invest in Iran.42 The Iranian political economy
lacks a coherent approach towards energy policy making in the international dimen-
sion and especially in accessing efficient energy diplomacy (a lack of national strat-
egy and long term planning) as well as a lack of informed discourse on the technical
and political visions of energy. The main weakness lies in the ministry cabinet, as
there are few ministers who specialize in energy issues to merit their involvement
in the implementation of the framework and handling of licenses assigned to the
Ministry of Petroleum. Decisions in this area are also done with a limited number
of managers.43 With any increase in oil prices, the government’s commitments will
be increased and made without attention to income taxes and with a lack of com-
mitment to capacity. The fuly negative price shock resulting from this, made all the
worse by the lack of commitment on the part of officials, causes inevitable delays
in projects.44Energy experts believe that the technologies used for constructing Iran
nuclear power stations are not up to date and will be out of date in the near future.
It should be noted that the construction process of the Bushehr nuclear power plant
began twenty to thirty years ago, and other investments in this field took twenty
to thirty years as well. It may be that the main concern on which Iran spends huge
sums to develop, nuclear technologies may give Iran further technical and environ-
ment problems in the future. And for such conditions, the best solution is to develop
technical cooperation with the International Energy Agency and through their insis-
tence ensure Iran develops using the latest technology.45

Sanctions on Natural Gas Sector:


Iran’s economy and especially energy sector have been faced with US and
EU sanctions due to opposition to Iran’s nuclear program. The sanctions not only
slowed down Iran’s plan for developing its natural gas resources and energy sec-
tor, but also have forced Iran to become more pro-active in consolidating regional
relationships.46 Foreign energy companies generally fell under US pressure and
withdrew from participatingwith Iran on projects, making any investment difficult,
especially in the energy sector. Neither were international banking or financial in-

42 Hossein Pour Ahmadi, Mehdi Zolfaghari, “Diplomasiye Enerji va Manafee Melli Jomhiriye
Eslami”, Danesh e Siyasi, Vol.5, No,1. Bahar, Tabestan 1388, p.24.
43 Hossein Pour Ahmadi, Mehdi Zolfaghari, “Diplomasiye Enerji va Manafee Melli Jomhiriye
Eslami”, Danesh e Siyasi, Vol.5, No,1. Bahar, Tabestan 1388, p.24.
44 Ibid.
45 Abbas Maleki, Siyasat Ghozariye Enerji, Energy, Sharif University of Technology Publicati-
ons, 1390.p 81.
46 Ibid.
424 Enerji Diplomasisi

stitutions willing to fund energy projects in Iran. Combined with thedistancing of


international companies such as Royal Shell Dutch, Repsol, Total and Sorfegaz on
Iran’s oil and natural gas development negatively affected oil and gas production
levels.47
Gholamhosein Khajeh Ali, CEO of the biggest contractor in the South Pars
field believed that none of South Pars phases would be online due to lose of finan-
cial recourses and criticized the policies of the Ministry of Petroleum. Asked the
cause of the delays in construction, installation and launch in platforms, and wells
in phases 15 and 16, Khajeh Ali asserted that sanctions were the principle reason.
Due to sanctions, firms which were active in South Pars couldn’t open LC for mon-
ey transfers. The only way for all South Pars phases to be online was the removal of
sanctions.48 Due to sanctions, foreign companies withdrew from Iran’s energy sec-
tor development operations and the South Pars phases were given to Iranian firms.
But none of these firms couldcomplete any phase. Iran shares the South Pars with
Qatar, which herself produces 450000 bpd – 13 times that of Iran’s oil production
per days and 2.5 time the amount of natural gas form.49

Iran’s New Energy Policy under Rouhani Administration


Bijan Zanganeh, Iran’s new oil minister, plans to boost oil output. He has pre-
sented plans – short and long-term – to recover Iran’s oil production capacity. His
long-term program first deals with situation concerning sanctions:

• The first step in oil production is recovering crude oil productive capacity
of 2005
• Making efforts for marketing and increasing the export of crude oil capa-
city and other petrochemical products
• Giving priority to increasing gas production from the South Pars field
• Taking maximum advantage of oil diplomacy with the aim of reducing
problems in the oil industry

47 Elin Kinnander, “The Turkish-Iranian Gas Relationship: Politically Successful, Commercial-


ly Problematic”, Oxford Institute for Energy Study, 2010, p.12 http://www.oxfordenergy.org/
wpcms/wp-content/uploads/2010/11/NG38-TheTurkishIranianGasRelationship-ElinKinnan-
der-2010.pdf (accessed on 20.03.2015).
48 http://www.mehrnews.com/detail/News/2087955, (accessed on 3.03.2014).

49 http://www.radiofarda.com/content/f12_south_pars_gas_project_faces_difficulties/

25034029.html ( accessed on 3.01.2015).


Omid Shokri Kalehsar 425

• Eliminating barriers to the production and export of petrochemical produ-


cts
• Eliminating barriers to the production and export of LNG and Condensa-
tes
• Optimizing energy consumption …

The long-term goals of Iran’s new oil minister include:


• Become the region’s top oil and gas producer
• Become second in OPEC’s oil production
• Become third gas in global production
• Be first place in terms of the value added in the production chain of oil and
gas
• Become a hydrocarbon corridor in the region and center for selling oil and
gas

The strategic purpose of the Iranian oil and gas industry in the next two de-
cades can be to “gain a greater share of global energy demand”. This means max-
imizing the benefits of international energy markets and increase dependency on
other countries, thus finding a strategic position for Iran in the global energy mar-
ket. Maximizing oil income requires the adaption of coordinated measures, increas-
ing export volume and stability or increasing the price of oil.
NIOC has to become an international company and its operations should be
expanded beyond Iran’s geographical borders. It is the world’s fourth oil compa-
ny. It has to maximize national interest and income within in Iran’s geographical
borders but not be limited to Iran. It should invest and cooperate in the world’s oil
upstream projects and so can obtain prosperity for the country and preserve and
guaranty Iran’s interests, such as the stability of oil, natural gas and LNG markets
in the long run.50

Sanctions over Iran Nuclear Program


Since Iran’s nuclear program went public in 2002, the UN, EU and several
individual countries have imposed sanctions in an attempt to prevent it from devel-
oping military nuclear capability. Iran insists its nuclear activities are exclusively
peaceful, but the world’s nuclear watchdog has been unable to verify this.

50 http://www.shana.ir/fa/newsagency/206420 (accessed on 12.30.2015).


426 Enerji Diplomasisi

Iran and world powers agreed on an interim deal in 2013 which saw it gain
around $7bn in sanctions relief in return for curbing uranium enrichment and giving
UN inspectors better access to its facilities. The world powers also committed to
allow Iran’s access to $4.2bn in frozen funds.

What do the sanctions entail?


A 2013 poll found that 56% of Iranians thought sanctions had hurt livelihoods
“a great deal”
Several rounds of sanctions in recent years have targeted Iran’s key energy and
financial sectors, disaffecting its economy.
The four rounds of UN sanctions included:

• “A ban on the supply of heavy weaponry and nuclear-related technology


to Iran
• A block on arms exports
• An asset freeze on key individuals and companies.
• The EU also imposed its own sanctions, among them:
• Restrictions on trade in equipment which could be used for uranium enri-
chment
• An asset freeze on a list of individuals and organizations that the EU be-
lieved were helping advance the nuclear program, and a ban on them en-
tering the EU
• A ban on any transactions with Iranian banks and financial institutions
• A ban on the import, purchase and transport of Iranian crude oil and na-
tural gas - the EU had previously accounted for 20% of Iran’s oil exports.
European companies were also stopped from insuring Iranian oil ship-
ments”.51

Japan and South Korea also imposed sanctions similar to those of the EU.As
well as more recent sanctions aimed at Iran’s financial, oil and petrochemical sec-
tors, the US has imposed successive rounds of sanctions since the 1979 Tehran hos-
tage crisis, citing what it says is Iran’s support for international terrorism, human
rights violations and refusal to co-operate with the IAEA.

51 http://www.bbc.com/news/world-middle-east-15983302 (accessed on 30.3.2015).


Omid Shokri Kalehsar 427

What has been the effect of the sanctions in Iran?


“Iran’s currency, the riyal, lost two-thirds of its value against the US dollar as
the sanctions took effect. As a result of the EU embargo and the US sanctions tar-
geting other major importers, Iran’s oil exports fell to 700,000 barrels per day (bpd)
by May 2013, compared with an average 2.2 million bpd in 2011. In January 2013,
Iran’s oil minister acknowledged for the first time that the fall in exports was cost-
ing the country between $4bn and $8bn (£2.5bn-£5bn) each month. Iran is believed
to have suffered a loss of about $26bn (£16bn) in oil revenue in 2012 from a total
of $95bn (£59m) in 2011.In April 2013, the International Monetary Fund (IMF)
forecast that Iran’s gross domestic product (GDP) would shrink by 1.3% in 2013
after contracting by 1.9% the previous year”.52
The White House estimated that Iran’s oil exports would remain at a level of
about one million bpd during the six months of the previous interim agreement.
It estimated that Iran would accrue $1.5bn during that period from sales of petro-
chemicals, trading in gold and other precious metals, and the renewed transactions
with foreign firms involved in the automotive sector. The “P5+1” group (US, UK,
France, Russia, China plus Germany) previously said that in the event of a deal
being reached, sanctions should be eased in a phased manner, with restrictions on
imports of nuclear-related technology remaining in place for a number of years.53

Removal of Sanctions from Iran Energy Sector


By the April 2015 “Lausanne Agreement” between Iran and the 5+1countries
the EU announced it would withdraw sanctions placed on the Iranian energy sector
if the latter would remain committed to its obligations as defined with agreement.
According “Lausanne Agreement”. Iran and the 5+1 countries reached a mutual
agreement by ironing out their difference over the nuclear program and look for-
ward to finalizing a deal by the end of June 2015. After the “Lausanne Agreement”
Iran announced its need for foreign investment in the development of oil fields.
According Gholam-Reza Manoucherhri, Managing-director of Iranian Offshore
Engineering and Construction (IOEC),“The country’s domestic resources are not
sufficient for renovation and rebuilding oil field.” “The installations of these fields
could be renovated only by foreign investment.”54Adolreza Haji Hosseini Nezhad,
CEO of Petroleum Engineering and Development Company (PEDEC), said that

52 http://www.bbc.com/news/world-middle-east-15983302 (accessed on 30.3.2015).


53 http://www.bbc.com/news/world-middle-east-15983302 (accessed on 30.3.2015).
54 http://www.shana.ir/en/newsagency/239641/Iran-Needs-Foreign-Investment-for-Oil-Fields,

(accessed on 29.04.2015)
428 Enerji Diplomasisi

foreign companies were waiting for the alleviation of sanctions over Iran oil and
natural gas and even began negations with Iran before the “Lausanne Agreement”
was reached. Iran is interested in continuing with companies and is ready to made
initial agreementssome once the final agreements are signed and sanctions are lift-
ed.Other foreign companies are waiting for the lifting of sanction before launching
negotiations.55
Iran and China had made certain energy agreements before the EU and US
sanctions, and Iran is preparing to award new oil projects to Chinese companies.
Iran has awarded new phase of an oil field development project to China National
Petroleum Corporation International (CNPCI).“We have reached agreement with
the Chinese for the second phase of the North Azadeghan field and CNPCI has
agreed to produce 25,000 bpd in the second phase.56
Iran has revealed that EU companies are interested in new oil deals, and ac-
cording to Iranian officials, some Chinese and Russia firms have also informed the
Ministry of Petroleum of their interest. The details of what deals are available will
be unveiled in a conference in London in September.The new format of Iran’s oil
deals – the Iran Petroleum Contract (IPC) – will be a modification of traditional
buy-back risk service contracts and has been specifically designed to increase the
attractiveness of Iranian projectsfor foreign investors. The IPC offers various stages
of development, explorations and production to the contractors as an integrated
package.The companies need to have therequired technology and expertise as well
as thecompetent ability needed to implement the projects. They firms alsoneed to be
ready to transfer their technical oil expertise to Iranian companies.57
US companies also are interested to invest in Iran oil and gas sector. First
week of May 2015, Reuters report that US oil delegations to visit Iran. Abbas
Sheri-Moghaddam, Iran deputy Oil Minister, said that“we will witness the involve-
ment of major international American oil and gas companies in Iran in the future”.

55 http://www.shana.ir/fa/newsagency/239936/%D8%B4%D8%B1%DA%A9%D8%AA%-
D9%87%D8%A7%DB%8C-%D8%AE%D8%A7%D8%B1%D8%AC%DB%8C-%-
D9%85%D9%86%D8%AA%D8%B8%D8%B1-%D9%84%D8%BA%D9%88-%D8-
%AA%D8%AD%D8%B1%DB%8C%D9%85%D9%87%D8%A7-%D9%88-%DA%A9%-
D9%86%D9%81%D8%B1%D8%A7%D9%86%D8%B3-%D9%84%D9%86%D8%AF%-
D9%86-%D9%87%D8%B3%D8%AA%D9%86%D8%AF (accessed on 04.05.2015)
56 http://www.presstv.com/Detail/2015/05/05/409557/Iran-oil-China-Azadegan, (accessed on

5.5.2015)
57 http://www.presstv.ir/Detail/2015/05/05/409525/iran-oil-opec-sanctions-sanction-nucle-

ar-nuclear-deal-nuclear-talks-geneva-senate-congress-zarif-kerry-obama-rouhani- (accessed
on 5.5.2015)
Omid Shokri Kalehsar 429

By 2013, Iran’s Oil Minister said that seven Western oil companies were welcome
to return to Iran to explore oil after international sanctions are lifted, including US
majors ExxonMobil and ConocoPhillips58.
Iran is planning to construct new gaspipelines, with the aim of boostingits gas
transfer capacity. The country plans to increase natural gas transfer capacity by 300
millioncubic meters.59 Iran is also toresume oilswap after sanctions removal. With
the advancement of Iran’s international status and lifting EU and US sanctions, oil
swap operations will be expedited. During 1999-2009, Iran earned $880 million
through Kazakhstan oil swap. “Iran’s favorable geographical location leaves us no
choice but to resume oil swap which will hopefully be restarted in the near future.”
To increase the capacity to swap oil, the National Iranian Oil Company hadcon-
structed a large number of infrastructures which have mostly remained idle since
the oil swap operations were suspended. The Caspian Sea’s littoral states do not
have access to high-sea and this gives Iran the opportunity to create proper mech-
anism to receive oil, transfer them to domestic refineries as feedstock and hand
over the same amount of oil extracted from the country’s southern oil field to swap
companies.60
Pending debts to Iran stand at around $18 billion, with British,Korean, Indian
and Greek processors owing much of the sum, according to one Iranian official.
Iran’s frozen assets aboard have prohibited banks from processing the transactions
necessary for these payments to be made to Iran.British Petroleum (BP), Royal
Dutch Shell, Indian oil refiners and South Korean petrochemical and polymer com-
panies top the list pending oil payments. Between $4-5 billion of NIOC’s money is
blocked in India. Shell’s debt to Iran total values $2.8 billion, a sumwhich has to be
cleared a day after a nuclear deal is fully reached.61

Prospect for Iran’s Natural Gas Production, Usage and Export


Iran is planning to boostits South Pars gas production capacity fromits current
level of 350mcm/d to 800 mcm/d by 2019. This necessitates completing 19 new
phases of South Pars (Phases 11 to 29) and investing at least $43 billion into the

58 http://uk.reuters.com/article/2015/05/04/uk-iran-usa-energy-idUKKBN0NP0R620150504,
(accessed on 4.5.2015)
59 http://www.presstv.com/Detail/2015/02/15/397750/Iran-to-boost-gas-transfer-capacity, (ac-
cessed on 6.5.2015)
60 Iran to resume oil swap after sanctions removal, https://www.zawya.com/story/Iran_to_resu-

me_oil_swap_after_sanctions_removal-ZAWYA20150427070914/, (accessed on 2.5.2015)


61 http://www.iran-daily.com/News/116312.html, (accessed on 2.5.2015)
430 Enerji Diplomasisi

project. This means that Iran’s gas production would stand at least 1,100 mcm/d
by 2019. According to official statisticsreleasedin March last year,around 40% of
the country’s total produced gas, or 91 bcm, was consumed by the housing sector.
This number has increased by more than two percent in comparison with previous
year. If Iran increases its natural gas production by 100 mcm/d by end of 2015, the
country could cope with growing domestic consumption and minimize liquid fuel
consumption at power plants. However, the problem of gas injection into oil field
would remain unsolved.62

Iran-Oman Gas Pipeline


According to the Iranian Development Plan, the country is preparing to in-
crease its gas production capacity by at least 66% to 1,100 million cubic per day
during coming years. Its clients are looking to rely on domestic gas production proj-
ects or look to other suppliers, but it seems that Iran’s new gas agreements are not
being undermined yet.Iran proposed a double gas delivery to Turkey in mid-April
2015, but Turkey rejected proposal. Turkey is interested in recieving gas at a lower
price from Iran, yet Iran has not accepted Turkey’s proposal.Iran and Oman sig-
nedan agreement in March 2014 to export gas to Oman by 2017. According to this
agreement, Iran is to export 10 million cubic per annum. Both sides are discussing
the building ofa 260 km underwater pipeline to carry Iranian gas across the Persian
Gulf to the country. Oman’s gas reserves are roughly 900 bcm, while the country’s
gas production is about 85 mcm/d.63

Iran-Pakistan Natural Gas Pipeline


Iran and Pakistan signed a gas agreement under former Iranian President Mah-
moud Ahmadinejad which promisedIran would supply 22 million cubic meters per
day of natural gas to Pakistan as of 2015.Due to financialproblems, Pakistan has
not yet managed to establish its section of pipeline. According on the agreement,
Pakistan was also supposed to pay $200 million to Iran as penalty for delays in
implementing the project. It sees that Pakistan has no choice but to buy Iranian gas.
Pakistan is also keen to import Turkmen gas via the TPAI, but delivery capacity of
this pipeline is far less than Pakistan’s forecasted gas demands by 2025.64

62 http://www.naturalgaseurope.com/prospect-of-irans-gas-production-usage-and-export-23322,
(accessed on 23.4.2015).
63 http://www.naturalgaseurope.com/irans-gas-dispute-oman-pakistan-agreements-23376, (ac-
cessed on 30.4.2015).
64 Ibid.
Omid Shokri Kalehsar 431

Iran-Iraq Pipeline
Iran-Iraq gas pipeline is the 100-kilometer pipeline stretches from Charmaleh
in Ilam province to Naft-Shahr on the Iran-Iraq border. According agreement be-
tween two conteris,Iran will initially export 4 mcm of gas to Iraq per day and this
figure will later increase to 25 mcm.On completion, the project will solve a major
portion of Iraq’s energy problems, particularly its electricity shortage.65

Iran and Southern Gas Corridor


The Southern Gas Corridor initiated by the European Commission (EC) with
the aim of diversifying the EU’s gas supply requires the infrastructure to transport
supplies from the Caspian basin and Middle East – primarily Azerbaijan, Turkmen-
istan, Iran and Iraq. One of main reasons for corridor is to create a supply route
alternative to Russian infrastructure and reserves. Political and economic concerns,
as well as lack of developed infrastructure and gas resources, mean that Azerbaijan
remains the only partner of this project.66 According to Miguel Arias Canete, EU
Commissioner for Climate Action and Energy, the Southern Corridor is a top priori-
ty for the EU. EU member states will apply all efforts for that to be fully operation-
al. Iran gas will also connect to the project, if the agreement finally takes place.67
The Southern Gas Corridor aims to be alternative sources of natural gas for
Europe, decline dependency of Russian natural gas. The move comes at the time
when Turkmenistan is trying to comfort its export dependency on Russia, the main
market for Turkmen gas – and as Turkey and Europe are looking to diversify their
supply.68
Iran has declared its willingness to supply natural gas to Europe on many
occasions. It was only with the Ukrainian crisis in 2014, however that a great op-
portunity for Iran to play a role in EU energy security was provided. Diversification
of energy resources became cemented as a top priority in EU energy policy.The EU
is looking for any alternative to Russian gas and in this regard Iranian and Turkmen
gas resources would be the most realistic option. It is expected to export Iranian,

65 http://www.iran-daily.com/News/112515.html, (accessed on 30.4.2015).


66 Stefan Meister, Energy Security in the South Caucasus. The Southern Gas Corridor in its geo-
political environment, Dgap, No.2, Jan2014, p.3.
67 http://www.themoscowtimes.com/business/article/eus-energy-chief-on-the-hunt-for-non-rus-

sian-gas/519117.html (accessed on 15.04.2015).


68 http://brusselsenergyclub.org/resources/publications/id/turkeys-energy-dynamics-regi-

onal-politics-and-pipelines-in-the-context-of-global-game-changers-032/ (accessed on
10.02.2015)
432 Enerji Diplomasisi

Azerbaijani and Turkmen gas through new pipelines to the European Union. This
new pipeline will be built in Iran and transport gas from these countries through
Turkey and to the EU. These countries can export about 25 to 30 million mcm/d
to EU.69 As the EU energy chief mentioned, the EU has discussed the possibility
of transiting Turkmenistan’s gas via Iran with Turkmenistan’s president.According
to the European Commission vice president, Maros Sefcovic, bothsides have dis-
cussed the idea of building a pipeline through Iran, since diplomatic relations with
Iran are developing positively. At present, the EU is working on the “Southern Cor-
ridor” route to transfer Azerbaijani gas. However, the main issue is that Azerbaijan
does not have enough gas to make the pipeline a viable source of power – thus
theEU maintained the possibility of importing natural gas from Iran.70 Iran has the
potential to be a main supplier ofnatural gas to the EU, but the major challenge in
getting Iranian gas to EU seems to be Iran’s under-investment in due to US, and
indeed European, sanctions which have restrained the national oil and gas sector
(not helped by outstanding infrastructural constrains,such as Iran’s geographical
distribution of resources relative to its consumption as well as a lack of production
and export infrastructure in the country) have impeded this. Iran is the third largest
natural gas producer after Russia and the US, but its gas sector remains underdevel-
oped. The bulk of production is used to meet growing domestic demand. In 2013,
gas production increased by less than one percent, to 167 bcm, while domestic
consumption reached 162 bcm.71
Iran has several options to export its gas to European Markets, through Turkish
territories to Greece via (potential) Iran-Turkey-Europe Pipeline and Interconnec-
tor-Turkey-Greece-Italy via Trans-Anatolian Pipeline and Trans Adriatic Pipeline
(in the expansion capacity), including the Greece-Bulgaria Interconnector and Io-
nian-Adriatic Pipeline, to Bulgaria via former Nubucco-West or existing intercon-
nector in Southwest Europe. Since the decision was made to liftsanctionson Iran’s
energy sector, Azerbaijan officially announced that was ready to consider offers for

69 http://www.naftnews.net/view/16762/%D8%A7%D8%AD%D8%AA%D9%85%D8%A7%-
D9%84-%D8%B5%D8%A7%D8%AF%D8%B1%D8%A7%D8%AA-%DA%AF%-
D8%A7%D8%B2-%D8%A8%D9%87-%D8%A7%D8%B1%D9%88%D9%BE%D8%-
A7-%D8%A8%D8%A7-%D9%87%D9%85%DA%A9%D8%A7%D8%B1%D-
B%8C-%D8%A7%DB%8C%D8%B1%D8%A7%D9%86%D8%8C-%D8%AA%D8%-
B1%DA%A9%D9%85%D9%86%D8%B3%D8%AA%D8%A7%D9%86-%D9%8-
8-%D8%A2%D8%B0%D8%B1%D8%A8%D8%A7%DB%8C%D8%AC%-
D8%A7%D9%86- ( accessed on 20.4.1025)
70 http://www.presstv.ir/Detail/2015/05/01/408978/Iran-EU-Turkmenistan-gas, ( accessed on

1.5.2015)
71 http://www.azernews.az/analysis/81221.html, ( accessed on 29.4.2015)
Omid Shokri Kalehsar 433

sale of part of their sharesin the TANAP project. Turkey’s Minister of Energy and
Natural Resources Taner Yildzalso mentioned that it would “be possible for Iran
to take a stake in the TANAP project as long as certain commercial conditions are
fulfilled.” At the same time, Headof CommunicationofTAP, Lisa Givert said that
“TAP is open to addition of new shareholders”, which means that after removing
sanctions over Iran energy sector, TAP Consortium might also consider Iran’s par-
ticipation in the project.72
As mentioned, Iran could be a realistic option on the table or EU natural gas
supplier, but there are challenges to bring Iranian gas to European Market, firstly,
even if EU Commission leaves the 50% of TAP’s total capacity of third party ac-
cess,100% of the initial capacity of TAP, as well as that TANAP are secured by
25-year long-term agreement to pump Shah Deniz gas. Thus Azeri gas has already
found its consumers, while Iran has not defined itspotential customers and supply
requirements. Consequently, there is still not a certain legal framework to transport
Iranian gas to European market. Secondly, Iran’s participant in TANAP does not
necessarilymean that Iran will supply its gas via TANAP once it joins the Consor-
tium. Iran is represented in the Shah Deniz Consortium with its NICO. This enables
Iran to participate in the transportation of Azeri gas only for the initial capacity both
TANAP and TAP. Thirdly, if Iran plans to deliver to EU huge amount of gas in the
expansion capacity of TANAP and TAP, its potential customers will need relevant
interconnectors with relevant capacity. In this regard, Iran can recover the Nubuc-
co-West pipeline, whose initial capacity was 20bcm/a. Fourthly, it is clear that sanc-
tions have affected the Iranian energy sector with damages of sanctions including
delays in the developments of its gas field in the Persian Gulf, and high domestic
consumption issues. After sanctions are lifted Iran needs at least 5-6 years to prepare
its export to EU, for construction of new pipelines and development of new fields.73
Iran officially stated that it has removedgas transports to Europe from its pri-
orities because of the continent’s waning economic value. “Given the gas price
decline in Europe, the economic viability of the project has probably decreased.
Besides, the market share of single, shipments and LNG has grown,” said CEO of
NationalIranian Oil Company, Rokkendin Javad, in May 2015. According to Min-
ister of Petroleum, the gas price in Europe has made infrastructure projects such as
pipelines not economically viable.74

72 http://www.naturalgaseurope.com/removal-of-iran-sanctions-and-southern-gas-corri-
dor-23389 ( accessed on 29.4.2015)
73 http://www.naturalgaseurope.com/removal-of-iran-sanctions-and-southern-gas-corri-

dor-23389 ( accessed on 29.4.2015)


74 http://www.presstv.ir/Detail/2015/05/07/409897/Iran-gas-europe-tanap (accessed on 7.5.2015)
434 Enerji Diplomasisi

LNG Industry
According to the outline of the fourth five–year Iranian National Develop-
ment Plan (2005-2009), the country aimed to produce 70 million tons of LNG
from South Pars, North Pars, Ferdosi, Gholshan gas fields by launching six LNG
production facilities. Iran has signed LNG agreement with French Total, Spanish
Repsol, Dutch-British-Shell and Malaysian Petronas. Due to sanctions, all these
firms withdrew from the Iranian LNG industry and Iran practically lost around
27 million tons of its LNG production capacities. By 2008, Iransigned $25 billion
worth of contracts to develop its gas fields and produce LNG with the Chinese
SINOC group, Chinese CEPA, Polish state-owned gas company (PGNiG) and Ma-
laysian Petrofield. All companies left the Iranian LNG sector.75 Iran is now plan-
ning to invest in LNG projects and has invited foreign companies to invest in the
sector. AsAli-Akbar Safaei, the head of National Iranian Tanker Company (NITC)
“the LNG project is vital for Iran. Markets in the East and the West need Iran’s gas
and we can produce production-transport-consumption chain in this sector,”76 Iran
officially invited German firms to invest in Iran LNG sector and discussed with
Simens and Lurgi, tow companies that were active in Iran LNG sector before the
sanctions.77

South Pars Field after Lifting Sanctions


Iran is to launch the new South Pars phases ahead of schedule. Phases 15 and
16 of South Pars arebecoming operational despite tough sanctions imposed onthe
oil and natural gas sector in recent years. Phases 15 and 16 are expected to beon-
line as of June 2015, two months ahead of schedule. Phases 15 and 16 are aimed
at producing 50 million mcm/d of natural gas and 80,000 barrels per day of gas
condensate, 400 ton of a day of Sulfur as well as 1 million tons a year liquefied
natural gas (LPG) and 1 million tons of Ethane.78 Phase 19 is expected to be fully
operational by the end of 2015 and is aimed at the production 56,6 mcm/d of natural
gas. Phase 19 is operating and building by Iranian contactors. Phases 17 and 18 is
planning to producing 50 million mcm/d, 75,000 barrels per day of gas condensate,
400 ton of a day of Sulfur as well as 1 million tons a year liquefied natural gas

75 http://en.trend.az/iran/2061289.html (accessed on 3.9.2012).


76 http://www.shana.ir/en/newsagency/240774/Iran-Seeks-Investors-for-LNG, (accessed on
8.5.2015).
77 http://www.naturalgaseurope.com/iran-eyes-resuming-huge-lng-project-with-germany-23582

(accessed on 8.5.2015).
78 http://www.presstv.ir/Detail/2015/04/27/408256/Iran-gas-South-Pars-development, (accessed

on 27.4.2015).
Omid Shokri Kalehsar 435

(LPG) and 1.05 million tons of Ethane. According to South Pars development plan
all remain phases will be online at the end of 2018.79
Iran aims to recover and completely renovate its oil and natural gas production
capacity by planning to invest $180 billion into it. According to Minister of Petro-
leum Bijan Zanghaneh, Iran needs about this much to revive and renovate its oil
and gas and petrochemical industries by 2022. As Zanganeh states, Iran has been a
reliable energy supplier, adding that the country wants to regain its position in the
market. Iran’s exports must return to the level they enjoyed before the sanctions, at
a minimum of 4 million bpd. For achieving such goals, Iranneeds between 7 month
to three year to produce 5.7 bpd.80

Conclusion
The P5 + 1 nuclear agreement and the removal of sanctions on the Iranian
energy sector has provided a great opportunity for Iran to recover its oil, natural
gas, LNG and production capabilities. Furthermore, in the near future this will be
positive for the Iranian economy as a whole and the oil and gas industry in partic-
ular. Bijan Namdar Zangeneh, the Oil Minister who greeted a press conference in
April 2015, expressed that Iran was ready for a rapid increase in oil exports after
the lifting of sanctions and emphasized that maintaining the share of Iran’s oil sales
at OPEC and said the rate would be likely to return to the state it enjoyed before
sanctions.
It seems that the outline for a development plan on the oil and gas sector is
ready, but the main question remains as to how it will be able to increase oil pro-
duction capacity in the international market as well as how much energy is needed
for the development of the oil industry.
According to the OPEC website, the country has oil reserves of 157 billion
barrels, or about 13.1 percent of the oil reserves of OPEC, putting Iran at similar
level of significance to Venezuela and Saudi Arabia. Despite this important poten-
tial in terms of oil reserves, production and export has never been in a capacity to

79 http://www.shana.ir/fa/newsagency/239546/%D8%AA%D9%84%D8%A7%D8%B4-%-
D8%A8%D8%B1%D8%A7%DB%8C-%D8%B1%D8%A7%D9%87-%D8%A7%-
D9%86%D8%AF%D8%A7%D8%B2%DB%8C-%DA%A9%D8%A7%D9%85%D9-
%84-%D9%BE%D8%A7%D9%84%D8%A7%DB%8C%D8%B4%DA%AF%D8%A7%-
D9%87-%D9%81%D8%A7%D8%B2-19-%D9%BE%D8%A7%D8%B1%D8%B3-%-
D8%AC%D9%86%D9%88%D8%A8%DB%8C(accessed on 28.4.2015).
80 http://www.presstv.ir/Detail/2015/05/07/409935/Iran-oil-trade-germany, (accessed on
7.5.2015)
436 Enerji Diplomasisi

fully seize upon its potential, even if the pre-sanctions rate of barrel production
reached 6 million (decreasing to 2.5 million barrels during the sanction period –
about one million barrels of exports).81
With regard to the nuclear declaration in Switzerland and increasing the pos-
sibility of sanctions, some media and analysts to assess the future prospects of oil
production began. In the meantime, a number of oil production in Iran is considered
a potential high jump and even up to eight million barrels have estimated. But many
oil industry officials and activists, these numbers are unrealistic. A month ago,
“Rokneddin Javadi” Managing Director of National Iranian Oil Company, the oil
production capacity in the drilling industry’s development depends. He said Iran’s
oil production capacity is now about four million barrels per day.82
The natural gas sector is slightly different. Iran could be an option for Europe
to reduce dependency on Russian gas, and this is an issue which Iranian oil officials
have repeatedly mentioned. It should be noted that a high consumption of gas in
the country in the amount of gas injected into storage tanks and export (to Oman,
Iraq and Pakistan) reduces the volume of gas available for export. Another barrier
in this area is the lack of necessary infrastructure for gas exports to Europe. Under
these conditions it is possible Western countries may not be able to wait as such a
process requires at least 10 years.To improve conditions for its oil and gas sectors
Iran needs capital and technology that can be provided by international oil company
access. Several informal talks between officials from the Ministry of Petroleum of
Iran’s clerical government and representatives of international companies has been
done. An example of the talks in September 2013 during the annual meeting of the
United Nations and the OPEC summit in Vienna took place the same year. These
companies have declared interest in participating in Iran’s oil and gas sector, but
not at any cost.
In the event of a positive outcome from the nuclear talks between Iran and the
West and the rapid removal of sanctions, Iran’s oil production capacity to increase.
To sum up, Iran has a potential to be a game changer in world energy markets,
particularly the oil market. New technologies and investment by foreign companies
after the lifting of sanctions would help Iran find its place on the world market as
well as within OPEC. The increased revenue will help the Iranian economy and
improve the living standards enjoyed by ordinary Iranians. Iran has to prepare a

81 http://sedayiran.com/fa/news/56011/%D8%AF%D9%88%D8%B1%D9%86%D9%85%-
D8%A7%DB%8C-%D8%B5%D9%86%D8%B9%D8%AA-%D9%86%D9%81%-
D8%AA-%D9%BE%D8%B3-%D8%B1%D9%81%D8%B9-%D8%AA%D8%AD%D8-
%B1%DB%8C%D9%85-%D9%87%D8%A7 (accessed on 12.5.2015).
82 Ibid.
Omid Shokri Kalehsar 437

program for reducing domestic energy consumption and giving more importance
to energy efficiency.

References
Asgharkhani, Abou Mohammad , “Elzamate Amaliyatiye va Manfhumiye Tadvin e Diploma-
siye Enerji”, Institute for International Energy Studies (ISES), http://www.energy-
diplomacy.ir/Data//ContectFiles/29-11-90-002.pdf (accessed on 10 .02.2015).
“Barnameriziye Esteratejik Dar Sherkate Melli Gas Iran” A. Kimiyagari Vol.2 No.3,
2012, www.asrekimyagari.com/asrkimiagari/News.aspx?NID=157 (accessed 22.04.
2015).
Ebrahim Mottaghi,Diplomaciye Energiye Iran, Olghoha Ravandha,” Institute for Inter-
national Energy Studies (ISES), http://www.energydiplomacy.ir/Data//ContectFi-
les/29-11-90-004.pdf (accessed on 12.12. 2014).
Iran, Oil& Gas Report, Includes BMI’s Forecast, Business Monitor International, www.
businessmonitor.com.
Kinnander, Elin, “The Turkish-Iranian Gas Relationship: Politically Successful, Commer-
cially Problematic”, Oxford Institute for Energy Study,2010, http://www.oxfordenergy.
org/wpcms/wp-content/uploads/2010/11/NG38-TheTurkishIranianGasRelationship-E-
linKinnander-2010.pdf (accessed on 20.03.2015).
“Matne Kamele Barnameye Pnajome Toseye Jomhoriye Eslamiye Iran (1390-134)”, http://
www.bazresi.ir/portal/Home/ShowPage.aspx?Object=News&CategoryID=11a-
5bf88-40f5-4b58-8ba5-7b9e6140f78d&WebPartID=b6fe6c90-8d74-472a-9b36-9ae69f-
6339f5&ID=526831a5-eb54-409a-bf37-3e1c04045b07 (accessed on 22.04.2015).
Maleki, Abbas, Siyasat Ghozariye Energy, Sharif University of Technology Publications,
2011.
Meister, Stefan, Energy Security in the South Caucasus. The Southern Gas Corridor in its
geopolitical environment, Dgap, No.2, Jan 2014.
Natural Gas Exports from Iran, US Energy Information Administration, Independent Static &
Analysis, A report required by section 505 (a) of the Iran Threat Reduction and Syria
Human Rights Act of 2012, http://www.eia.gov/analysis/requests/ngexports_iran/pdf/
full.pdf (accessed on 12.03.2015).
Pour Ahmadi, Hossein, Zolfaghari, Mehdi, “Diplomasiye Enerji va Manafee Melli Jomhiriye
Eslami”, Danesh e Siyasi, Vol.5, No,1. Bahar, Tabestan 1388.
Shaffer, Brenda, Energy Politics, University of Pennsylvania Press, USA, 2009.
US Energy Information Administration, Independent Static & Analysis, Iran Reports, http://
www.eia.gov/countries/analysisbriefs/Iran/iran.pdf (accessed on 25.04.2015).
http://www.azernews.az/analysis/81221.html, (accessed on 29.4.2015).
http://www.bbc.com/news/world-middle-east-15983302 (accessed on 30.3.2015).
438 Enerji Diplomasisi

http://borhan.ir/NSite/FullStory/News/?Id=3529, (accessed on 25.12.2014).


http://brusselsenergyclub.org/resources/publications/id/turkeys-energy-dynamics-regio-
nal-politics-and-pipelines-in-the-context-of-global-game-changers-032/ (accessed on
10.02.2015).
http://csis.org/files/attachments/120529_Khajehpour_Russia_Turkey_in_Iran_National_
Strategy.pdf, (accessed on 12.04.2015).
http://www.farsnews.com/newstext.php?nn=13920204000786 (accessed on 25 Jan 2015).
http://ivl.8m.com/IRAN22.HTM (accessed on 12.05.2015).
http://www.imra.org.il/story.php3?id=61258, (accessed on 24 .02.2015).
isna.ir/fa/news/92050804090/%D8%AA%D9%88%D8%B3%D8%B9%-
D9%87-35-%D9%85%D8%A7%D9%87%D9%87-%D9%BE%D8%A7%-
D8%B1%D8%B3-%D8%AC%D9%86%D9%88%D8%A8%DB%8C-%-
D8%B3%DB%8C%D8%A7%D8%B3%DB%8C-%D8%A8%D9%88%-
D8%AF-%D8%A7%D8%AE%D8%AA%D8%B5%D8%A7%D8%B5isna.ir/
fa/news/92050804090/%D8%AA%D9%88%D8%B3%D8%B9%D9%87-35-%-
D9%85%D8%A7%D9%87%D9%87-%D9%BE%D8%A7%D8%B1%D8%B3-%-
D8%AC%D9%86%D9%88%D8%A8%DB%8C-%D8%B3%DB%8C%D8%A7%-
D8%B3%DB%8C-%D8%A8%D9%88%D8%AF-%D8%A7%D8%AE%D8%AA%-
D8%B5%D8%A7%D8%B5 (accessed on 10.03.2015).
http://www.iran-daily.com/News/116312.html, (accessed on 2.5.2015).
http://www.iran-daily.com/News/112515.html, (accessed on 30.4.2015).
http://media.farsnews.com/media/docs/11/2270-TAMA[1].pdf (accessed on 22 .02. 2015).
http://www.mehrnews.com/detail/News/1598665 (accessed on 23.03. 2015).
http://www.mehrnews.com/detail/News/2107325, (accessed on 12.01. 2015).
http://www.mehrnews.com/TextVersionDetail/2107133 (accessed on 15 .04.2015).
http://www.mehrnews.com/detail/News/2087955, (accessed on 3.03.2014).
http://www.naftnews.net/view/16762/%D8%A7%D8%AD%D8%AA%D9%85%-
D8%A7%D9%84-%D8%B5%D8%A7%D8%AF%D8%B1%D8%A7%D8%AA-%-
DA%AF%D8%A7%D8%B2-%D8%A8%D9%87-%D8%A7%D8%B1%-
D9%88%D9%BE%D8%A7-%D8%A8%D8%A7-%D9%87%D9%85%DA%A9%-
D8%A7%D8%B1%DB%8C-%D8%A7%DB%8C%D8%B1%D8%A7%D9%86%-
D8%8C-%D8%AA%D8%B1%DA%A9%D9%85%D9%86%D8%B3%D8%A-
A%D8%A7%D9%86-%D9%88-%D8%A2%D8%B0%D8%B1%D8%A8%-
D8%A7%DB%8C%D8%AC%D8%A7%D9%86- (accessed on 20.4.1025).
http://www.presstv.com/Detail/2015/05/05/409557/Iran-oil-China-Azadegan, (accessed on
5.5.2015).
http://www.presstv.ir/Detail/2015/05/05/409525/iran-oil-opec-sanctions-sanction-nucle-
ar-nuclear-deal-nuclear-talks-geneva-senate-congress-zarif-kerry-obama-rouhani- (ac-
cessed on 5.5.2015).
Omid Shokri Kalehsar 439

http://www.presstv.ir/Detail/2015/05/07/409935/Iran-oil-trade-germany, (accessed on
7.5.2015)
http://www.presstv.com/Detail/2015/02/15/397750/Iran-to-boost-gas-transfer-capacity,( ac-
cessed on 6.5.2015)
http://www.radiofarda.com/content/f12_south_pars_gas_project_faces_difficul-
ties/25034029.html (accessed on 3.01.2015)
http://www.shana.ir/fa/newsagency/206420 (accessed on 12.30.2015)
http://www.shana.ir/en/newsagency/239641/Iran-Needs-Foreign-Investment-for-Oil-Fields,
(accessed on 29.04.2015)
http://www.shana.ir/fa/newsagency/239936/%D8%B4%D8%B1%DA%A9%D8%AA%-
D9%87%D8%A7%DB%8C-%D8%AE%D8%A7%D8%B1%D8%AC%DB%8C-%-
D9%85%D9%86%D8%AA%D8%B8%D8%B1-%D9%84%D8%BA%D9%88-%D8-
%AA%D8%AD%D8%B1%DB%8C%D9%85%D9%87%D8%A7-%D9%88-%-
DA%A9%D9%86%D9%81%D8%B1%D8%A7%D9%86%D8%B3-%D9%84%-
D9%86%D8%AF%D9%86-%D9%87%D8%B3%D8%AA%D9%86%D8%AF (
accessed on 04.05.2015).
http://www.shana.ir/fa/newsagency/239546/%D8%AA%D9%84%D8%A7%D8%B4-%-
D8%A8%D8%B1%D8%A7%DB%8C-%D8%B1%D8%A7%D9%87-%D8%A7%-
D9%86%D8%AF%D8%A7%D8%B2%DB%8C-%DA%A9%D8%A7%D9%85%D9-
%84-%D9%BE%D8%A7%D9%84%D8%A7%DB%8C%D8%B4%DA%AF%-
D8%A7%D9%87-%D9%81%D8%A7%D8%B2-19-%D9%BE%D8%A7%D8%B1%-
D8%B3-%D8%AC%D9%86%D9%88%D8%A8%DB%8C (accessed on 28.4.2015).
http://sedayiran.com/fa/news/56011/%D8%AF%D9%88%D8%B1%D9%86%D9%85%-
D8%A7%DB%8C-%D8%B5%D9%86%D8%B9%D8%AA-%D9%86%-
D9%81%D8%AA-%D9%BE%D8%B3-%D8%B1%D9%81%D8%B9-%D8%A-
A%D8%AD%D8%B1%DB%8C%D9%85-%D9%87%D8%A7 (accessed on
12.5.2015).
http://uk.reuters.com/article/2015/05/04/uk-iran-usa-energy-idUKKBN0NP0R620150504,
(accessed on 4.5.2015).
http://www.naturalgaseurope.com/prospect-of-irans-gas-production-usage-and-export-
23322, ( accessed on 23.4.2015).
http://www.naturalgaseurope.com/irans-gas-dispute-oman-pakistan-agreements-23376,(ac-
cessed on 30.4.2015).
http://www.naturalgaseurope.com/removal-of-iran-sanctions-and-southern-gas-corri-
dor-23389 (accessed on 29.4.2015).
http://www.naturalgaseurope.com/removal-of-iran-sanctions-and-southern-gas-corri-
dor-23389 (accessed on 29.4.2015).
http://www.naturalgaseurope.com/iran-eyes-resuming-huge-lng-project-with-ger-
many-23582 (accessed on 8.5.2015).
http://www.themoscowtimes.com/business/article/eus-energy-chief-on-the-hunt-for-non-rus-
sian-gas/519117.html(accessed on 15.04.2015)
440 Enerji Diplomasisi

http://www.presstv.ir/Detail/2015/05/01/408978/Iran-EU-Turkmenistan-gas, (accessed on
1.5.2015)
http://www.presstv.ir/Detail/2015/05/07/409897/Iran-gas-europe-tanap (accessed on
7.5.2015)
http://en.trend.az/iran/2061289.html (accessed on 3.9.2012)
http://www.shana.ir/en/newsagency/240774/Iran-Seeks-Investors-for-LNG, (accessed on
8.5.2015)
http://www.presstv.ir/Detail/2015/04/27/408256/Iran-gas-South-Pars-development, (accessed
on 27.4.2015)
https://www.zawya.com/story/Iran_to_resume_oil_swap_after_sanctions_removal-ZAW-
YA20150427070914/, (accessed on 2.5.2015)
Çağla Gül Yesevi 441

İRAN ENERJİ SEKTÖRÜ:


İRAN’IN YUMUŞAK VE AKILLI GÜCÜ

Çağla Gül YESEVİ*

Giriş
Nye, 1990 yılında yazdığı makalesinde, sözlüğe göre güç unsurlarının nüfus,
yüzölçümü, doğal kaynaklar, ekonomik büyüklük, askeri kapasite ve siyasal istik-
rarla tanımlandığını ve geleneksel olarak gücü ölçmenin yolunun savaşlar olduğu-
nu belirtmektedir. Nye, gücün bu tanımının geçerliliğini yitirdiğini ve teknolojinin,
ekonomik büyümenin ve eğitimin, daha önemli ekonomik güç unsurları haline gel-
diğini belirtmektedir.1 Sert güç, bir devletin, istediklerini gerçekleştirebilmek için
zorlayıcı güç unsurlarını kullanması olarak tanımlanmaktadır. Yumuşak güç; askeri
olmayan unsurları, kültürel gücü ve ekonomik gücü ihtiva etmektedir. Bir ülkenin
ekonomik gücü; ülkenin uygulamalarına bakılarak yumuşak güç yanında sert güç
olarak da nitelendirilebilmektedir. Yumuşak gücü nitelendirdiğimizde iyi niyet-
li olma (benignity), görkemli (brilliant) ve cazip (beauty) olma gibi özellikleri de
içerdiği anlaşılmaktadır. Bir devletim iyi niyetli olması, diğer devletlerle iyi ilişkiler
içinde olması, zararsız, saldırgan olmayan siyasalar üretmesi anlamına gelmektedir.
Görkemli bir devlet, geçmiş askeri başarılara ve gelişmiş bilimsel ve teknolojik
yapıya, zengin, etkin bir kültüre ve barışçıl bir topluma sahip olan güçlü bir eko-
nomidir. Cazibe merkezi olan devlet, başka devletler tarafından beğenilen ve takip
edilen değerlere, fikirlere, düşüncelere ve vizyona sahip olan bir devlettir. Böyle bir
cazibeye sahip olabilmek için, o devletin diğer devletlere kimlik, güvenlik, topluluk
bilinci ve paylaşılan değerler sunması gerekmektedir.2

* Yrd. Doç. Dr.; İstanbul Kültür Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası
İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Der Kitabevi-Derin Yayınları’ndan 2015 yılında basılan Tür-
kiye’nin Enerji Görünümü: Stratejiler ve İlişkiler adlı kitabın eş yazarıdır.
1 Joseph S. Nye, “Soft Power”, Foreign Policy, No.80, 1990, s.154
2 Alexander L. Vuving, “How Soft Power Works”, APSA Annual Meeting, Toronto, 3 Eylül
2009, s.3-11.
442 Enerji Diplomasisi

Joseph Nye, yumuşak gücü “eğer istediğim şeyi istemeni sağlayabilirsem, o


zaman yapmak istediğim şeyi yapman için seni zorlamama gerek yoktur” diyerek
açıklamıştır. Joseph Nye’a göre, yumuşak güç, kültür, siyasi değerler ve uluslararası
ilişkileri içermektedir. İran’ı cazibe merkezi haline getiren özellikleri bulunmakta-
dır.3 Şii inancına önderlik etmesi ve devrimin güçlü bir savunucusu olması, İran’ın
bölgedeki Şii toplulukları ve bazı aşırıcı grupları etkilemesine imkân vermektedir.
Bu durum, İran’ın yumuşak gücü olan Şii ideolojisinin, bazı grupları finansal ve
askeri olarak desteklemesi ile zorlayıcı (sert) güç unsuruna dönüşmesine neden ol-
maktadır. İran’ın Şii ideolojisi, görkemli devlet nitelendirmesini kuvvetlendirmek-
tedir; ancak İran’ın bu ideolojinin etkisiyle oluşturduğu siyasalar değerlendirildi-
ğinde, İran’ın, iyi niyetli bir güç olarak değil, başka ülkelerin içişlerine karışan bir
devlet olarak nitelendirildiği görülmektedir. İran, Körfez Ülkeleri tarafından tehdit
olarak algılanmaktadır. Günümüzde hükümetler eliyle yürütülen faaliyetler ve pro-
paganda, yumuşak güç unsuru olarak nitelendirilmemektedir. Güçlü sivil toplum
kuruluşları, üniversiteler, film sektörü, yabancı öğrencilerin eğitimi, ekonomik ve
insani yardım, yumuşak gücün unsurlarıdır.4 İran, bunları daha etkin kullanarak,
yumuşak gücünün etkisini artırabilecektir.
İran’ı bölgesel bir güç haline getirebilecek diğer önemli özelliği ise sahip ol-
duğu enerji potansiyelidir. İran, dünya doğalgaz rezervleri sıralamasında ikinci ve
dünya petrol rezervleri zenginliği açısından 4. sırada yer alan bir ülkedir. Bunun
yanında, İran’ın nükleer güce sahip olmak istemesi, uluslararası kamuoyu tarafın-
dan “iyicil bir niyet” olarak algılanmamış, İran’ın zorlayıcı güç unsuru olan nükle-
er silah yapımı amacı bulunduğu değerlendirmesi yapılmıştır. Nükleer güç haline
gelebilme potansiyeli; bölge ülkelerinin de bu anlamda İran’ı takip etmesine ne-
den olabilecek bir durum olarak nitelendirilmiştir. Buna örnek olarak Cezayir ve
Mısır verilmiştir. Batılı uzmanlar ve siyasa yapıcıları tarafından sıkça dillendirilen
görüşlere göre, küçük bir nükleer kapasiteye sahip olmak, İran’ın küresel bir güç
haline gelmesini sağlamayacaktı; ancak bu durum, komşularının onu izlemesi ve
nükleer silahların terörist grupların eline geçmesi riskini taşıyacaktı. Diğer taraftan,
Nye’ın belirttiği gibi, nükleer silaha sahip olması, İran’ın bölgesel bir güç olması-
na yardımcı olacaktı.5 Nükleer silaha sahip bir ülke haline gelmesi, görkemli bir
devlet imajını desteklerken, yumuşak güç unsuru olan “iyi niyetli devlet” imajını

3 Atilla Sandıklı, “Yumuşak Güç Savaşları”, Uluslararası Güvenlik Kongresi Bildiri Kitabı,
Hasret Çomak (Ed.), Kocaeli, Kocaeli Üniversitesi Yayınları, Nisan 2014, s.189-190.
4 Anja Fabiani, “Soft and Smart Power in the light of Leadership with Some Policy Remarks
on the Western Balkans”, European Perspectives- Journal on European Perpectives of the
Western Balkans, Vol. 5, No. 2 (9), October 2013, s.115.
5 Nye, J. S., a.g.m., s.163.
Çağla Gül Yesevi 443

zedeleyen bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. İran, nükleer silah geliştirdiği


gerekçesiyle, senelerce, uluslararası yaptırımlara maruz kalmış ve bunun neticesin-
de İran’ın ekonomik gücü zayıflamış, enerji sektörü gerektiği gibi gelişememiştir.
2015 yılının Nisan ayında, İran ve P5+1 üyeleri arasında gerçekleşen mutabakat
ile İran’ın barışçıl amaçlarla nükleer enerji üretmesi sağlanacak ve İran’ın akıllı
gücünü kullanarak, bölgesel ve küresel bir güç olmasının önündeki engeller kal-
dırılacaktır.İran’ın yumuşak gücü olan enerji potansiyeli, ekonomik ve finansal
kapasitesini belirlemektedir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Nye’ın 1990’da
yılında basılan makalesinde yazdığı tavsiyelere uymuştur. Suudi Arabistan’la işbir-
liği halinde petrol fiyatlarının yükselmesini engelleyerek, Uluslararası Atom Enerji
Kurumu’nun daha iyi çalışmasını sağlayarak, yumuşak güç unsurlarını kullanmış-
tır. Ayrıca, ABD konvansiyonel olmayan gaz rezervlerini işler hale getirerek, enerji
bağımlılığını azaltmıştır. Bu durum ABD’nin, İsrail’in bu yöndeki ısrarlarına karşın
sert güç unsurlarını kullanmaktan kaçındığının ve güç kullanımı açısından yeni bir
döneme girildiğinin göstergesidir.
İran’ın yaptırımların kaldırılması ile zengin ve kendine güvenen bir ülke ha-
line gelmesi, diğer yumuşak güç unsurları olan İran’ın kültürel zenginliğinin, ide-
olojisinin, sanatının, bilim ve teknoloji alanındaki gelişiminin daha etkileyici hale
geleceğini göstermektedir. İran, yumuşak güç unsurlarını etkili olarak kullanarak,
akıllı güce dönüşebilecektir. Nye, akıllı gücü, yumuşak güç unsurlarından olan çe-
kiciliğe (cazibe merkezi ülke) zorlayıcı güç unsurlarının eklemlenmesi ile açıklan-
maktadır. Nye, bu yeni güç kavramını geleceğin gücü olarak açıklamaktadır ve bu
gücün hegemonyadan ziyade farklı başarılı stratejilerin birleşmesiyle oluştuğunu
vurgulamaktadır.6 Bu durum, IŞİD’e karşı savaşta etkin bir askeri güç gösteren
İran’ın, tüm güç unsurlarını dengeli bir biçimde kullanarak, Batılı siyasa-yapıcılar
ve Batı kamuoyunun yanında Körfez Ülkeleri’ndeki kamuoyunu etkileyebileceğini
göstermektedir. İran, IŞİD’e karşı savaşta, sorumlu bir ülke olmuş ve askeri gücünü
de kullanarak komşularını koruma yolunu seçmiş, “iyi niyetli güç” haline gelmiştir.
Batı ülkelerinin hoşgörüsünü kazanmıştır. İran, enerji sayesinde geliştireceği eko-
nomik gücü ve ideolojisi ile etkin konumunu güçlendirecektir.

İran’ın Jeopolitik Konumu


İran’ın kuzeyinde Hazar Denizi, güneyinde Basra Körfezi ve Umman Körfezi
bulunmaktadır. İran’ın komşuları, Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, Irak, Pakistan,
Afganistan ve Türkmenistan’dır. İran ve Türkiye’nin 560 kilometrelik kara sınırı
bulunmaktadır.

6 Fabiani, a.g.m., s. 115.


444 Enerji Diplomasisi

Tablo: İran’ın Genel Özellikleri7

%61 Fars
%16 Azeri Türkü
Yüz Ölçümü 1.648.195 km² Etnik Yapı
%1,3 Rus
%13 Diğer

%99,4 Müslüman
%90-95 Şii
80.840.713 (2014
Nüfusu Dini Yapı %5-10 Sünni
tahmini)

%0.6 diğerleri

Farsça (Resmi dil)


% 1,2
Nüfus Artış Oranı Diller Türkçe
(2014 tahmini)
Diğer

İran, dünya petrol ve doğalgazının büyük çoğunluğunun yer aldığı Ortadoğu


ve Avrasya coğrafyasında yer almaktadır. Dünya deniz petrol ticaretinin önemli bir
geçit noktası Basra Körfezi’dir. İran, bunun yanında Orta Asya ve Hazar havzası
enerji kaynakları açısından önemli bir kaynak ve transit ülke konumuna sahiptir.
İran’ın yaptırımların kaldırılması sayesinde, yumuşak gücünü artırması konusun-
da üzerinde durulması gereken diğer unsur, bulunduğu önemli coğrafi konumun
etkisiyle, transit bir ülke haline gelebileceğidir. Doğalgaz taşımacılığında, boru
hatlarının güvenliği yanında, boru hattının ekonomik olarak verimli hale gelebil-
mesi için doğalgaz miktarının yeterli olması gerekmektedir. Nabucco projesinden
vazgeçilmesinin en önemli nedenleri finansal sorunların yanında boru hattını işler
kılabilecek yeterli doğalgazın bulunmayışıydı. İran’ın enerji sektörünün önemli bir
oyuncusu haline gelmesiyle, proje ve tasarı halinde kalan boru hatlarının yapımının
gerçekleşebileceği beklenmektedir. İran’ın yumuşak güç unsurları olan enerji kay-
nakları, diplomatik iyi ilişkileri, istikrarlı siyasal yapısı, kültürel olarak bölgeyi iyi
tanıması sayesinde güçlü bir transit ülke ve hatta enerji merkezi (hub) olması müm-
kündür. Asya’da artan enerji talebi, İran’ın bu konumunu güçlendirecektir.

İran’ın Enerji Sektörünün Tarihsel Gelişimi


1951 yılında başbakanlığa gelen Muhammed Mussaddık, yabancılar tarafın-
dan işletilen petrolün, milli bir kaynak olduğu bilinciyle, kamulaştırma faaliyet-

7 The World Factbook, “Iran”, 2014, https://www.cia.gov/library/publications/resources/


the-world-factbook/geos/ir.html, (Erişim 15.12.2014).
Çağla Gül Yesevi 445

lerine girişmiş; ancak bu yeni tutum Batılı ülkeler tarafından hoş karşılanmamış
ve Mussaddık, 1953 yılında, bir darbe sonucunda yönetimden uzaklaştırılmıştır.
Mussaddık, TP-Ajax adı verilen CIA operasyonuyla yönetimden uzaklaştırılmıştır.
CIA ajanları bu darbe esnasında İranlı askerlerden destek almışlardır.8 İran’ın enerji
milliyetçiliği yönünde attığı adım, hüsranla sonuçlanmış ve İran’ın enerji sektörünü
kontrol etmesi engellenmiştir.
ABD Başkanı Eisenhower’ın tanımladığı “Barış İçin Atom” programı, 1950’li
yıllarda ortaya konmuştur. Barış için Atom projesi, ülkelerin artan enerji ihtiyaçla-
rını, nükleer enerjinin barışçıl yollarla üretilmesiyle çözümlenebilmesini amaçla-
mıştır. Nükleer silahların, başka ülkeler tarafından üretilmesini engellemek ve sü-
reci kontrol altında tutabilmek, ABD açısından önem taşımıştır. Bu bağlamda, İran,
nükleer enerjiyle ilgili ilk çalışmalarına, 1950’li yıllarda, ABD’nin desteğini ala-
rak başlatmıştır. 1957 yılında, ABD ve İran arasında, nükleer enerjinin sivil amaçlı
kullanımına ilişkin işbirliği antlaşması imzalanmıştır. İran’ın ilk nükleer araştırma
reaktörü 1967 yılında kurulmuştur. Soğuk Savaş döneminin kamplaşmasında, İran-
ABD işbirliği gözlemlenmiştir. Bu iş birliği sayesinde, İran, Nükleer Silahların Ya-
yılmasının Önlenmesine İlişkin Antlaşma’ya 1968’de imza atmış ve 1970’de onay-
lamıştır. İran, nükleer personelinin eğitimi ve reaktör inşaatı konusunda, 1970’li
yıllarda, Batılı devletlerle işbirliği içinde olmuştur.9
Merkezi Viyana’da bulunan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK),
1957 yılında kurulmuştur. Kendisini, Birleşmiş Milletler ailesinin, “Barış için
Atom” örgütü olarak tanımlamıştır. Güvenli ve barışçıl nükleer enerji elde edil-
mesini amaçlamaktadır. Nükleer enerjinin, sağlık, barış ve refah için kullanılması
gerekliliği üzerinde çalışmalarını sürdüren UAEK nükleer materyallerin askeri ola-
rak kullanımını engellemeye çalışmaktadır. Nükleer Silahların Yayılmasının Ön-
lenmesine İlişkin Antlaşma (Non-proliferation Treaty) 1968 yılında imzalanmış ve
1970 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu antlaşma uluslararası sistemin yapılanmasının
önemli ve pek çok ülke tarafından “adil olmayan” yönünü gözler önüne sermekte-
dir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi de olan ABD, Rusya,
Fransa, İngiltere ve Çin, “nükleer silah sahibi ülkeler” olarak kabul edilmişlerdir.
Nükleer silah sahibi olmayan antlaşmaya taraf ülkeler ise UAEK’in güvenlik dene-
timini kabul etmekle yükümlü olmuşlardır. Günümüzde antlaşmaya taraf olmayan
ülkeler; Hindistan, İsrail, Kuzey Kore ve Pakistan’dır.10

8 Zaman, “Mussaddık’ı CIA devirmiş”,17.04.2000, http://arsiv.zaman.com.tr/2000/04/17/dun-


ya/7.html (Erişim 05.04.2014)
9 Çağla Gül Yesevi, “Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve Iran”, 30.04.2012, http://www.ener-
jienergy.com/artikel.php?artikel_id=348 (Erişim 05.04.2015).
10 A.g.m.
446 Enerji Diplomasisi

Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesine İlişkin Antlaşması’nın ilk iki


maddesine göre, taraf nükleer silah sahibi her devlet, nükleer silahların veya diğer
patlayıcı nükleer araçların kontrolünü, devretmeme yükümlülüğünü üstlenmekte-
dirler. Ayrıca, bu devletler, nükleer silah sahibi olmayan herhangi bir devlete, nük-
leer silahların kontrolünü elde etmesi için herhangi bir şekilde yardım, özendirme
veya teşvikte bulunmama yükümlülüğünü üstlenmişlerdir. Antlaşmaya taraf nükle-
er silaha sahip olmayan her devlet, UAEK’nın güvenlik denetimini de kabul etmek
zorundadır. İran, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesine İlişkin Antlaşmaya
imza atan ve onaylayan ülkelerden biridir ve kurumun denetimine tabidir.11
1973 Yom Kippur Savaşı esnasında, İran ve Körfez Ülkeleri işbirliğinde bu-
lunmuşlardır. İran ve Suudi Arabistan; İsrail ve İsrail’i savaşta destekleyen Hol-
landa ve ABD başta olmak üzere Batılı ülkelere petrol ambargosu uygulamışlardır.
1970’li yıllarda artan petrol fiyatları, İran’ın gelirlerinin artmasını sağlamıştır. İlk
yıllarda, halkın yaşam standartları yükselmiş; ancak gelir dağılımında görülen eşit-
sizlik, bir süre sonra hoşnutsuzluğa neden olmuştur. İran, silahlanmaya ve savun-
maya yüksek miktarda kaynak ayırmıştır. Geleneksel ve dini değerlerin güçlü oldu-
ğu toplum yapısı göz ardı edilerek, reformlarla modern ve laik bir ülke inşa etmek
için çaba gösterilmiştir. Bu dönemde, İran, ABD’nin bölgedeki en güçlü müttefiki
olmuştur. ABD Başkanı Nixon, İran’a her türlü konvansiyonel silahı verebileceğini,
belirtmiştir. 1979 yılında, dini muhalefetin yanında, sol grupların, kamu görevlile-
rinin, öğrenci ve öğretmenlerin oluşturduğu orta sınıfın desteğiyle, İran’da yeni bir
rejim ortaya çıkmıştır.12 İran İslam Devrimi, Şahlık rejiminin yıkılmasına neden
olmuştur. Pehlevi hanedanının iktidarı sona ermiş; devrimin ardından yapılan refe-
randumla, İran İslam Cumhuriyeti kurulmuştur.
İran ve Batı arasındaki ilişkilerin seyri açısından, 1979 yılında gerçekleşen
İran Devrimi bir dönüm noktasıdır. İran Devrimi ilevar olan düzen değişmiş ve
ortaklık bozulmuştur. 1979 yılından beri, ABD-İran ilişikleri sert güç unsurları ta-
rafından yönetilmektedir. Lider değişikliklerinin gerçekleştiği dönemlerde yumuşa-
malar görülmüştür. Yumuşak güç unsurlarının kullanımı açısından ülke liderlerinin
siyasaları belirleyicidir. İran, 11 Eylül olaylarının ardından, uluslararası teröriz-
mi şiddetle kınamış, ABD’nin operasyonlarını destekleyeceği ve ABD uçaklarının
hava sahasından geçebileceği açıklamalarında bulunmuştur. Ancak, Ocak 2002’de
İsrail komandolarının 50 ton silahla yüklü Karine-A gemisinin elegeçirmeleri ve
silahların İran tarafından Filistin’e gönderildiğinin açıklanması, bu iş birliğinin son-
lanmasına neden olmuştur. Bu olayın sonunda, sert güç unsurları yeniden devreye
girmiş ve İran, Afganistan ve Basra Körfezi’nde ABD’nin askeri üsleri ve askeri

11 A.g.m.
12 Tayyar Arı, Irak, İran, ABD, İstanbul, Alfa Yayınları, 2004, s.332-341.
Çağla Gül Yesevi 447

güçleriyle çevrelenmiştir.13 Bu olay, İran’ın yumuşak güç unsurlarından olan iyi


niyetli olma ve böylelikle başka devletlere zarar vermekten çekinme olarak orta-
ya çıkan yumuşak güç aracını iyi kullanmadığını göstermektedir. Ancak meselenin
diğer yönüne bakıldığında İran, kötü niyetli bir devlet olarak nitelendirdiği ve bir
devlet olarak tanımadığı İsrail’e karşı mazlum durumdaki Filistinlilere yardımcı
olmakta ve ezilmiş, fakir Müslüman topluluklar açısından bir nevi cazibe merkezi
haline gelmektedir. Verilen yardımın askeri olması İran’ın sert güç unsurlarının kul-
lanımına yöneldiğini göstermektedir.
İran Devrimi’nin ardından ülkenin rejimi değişmiş ve siyasa oluşturma süre-
ci farklılaşmıştır. İran’ın dış politika yapım sürecinde etkin olan iki önemli kurum
bulunmaktadır. Bunlar; dini rehberliği sağlayan din adamlarından oluşan Velayet-i
Fakih ve Cumhurbaşkanlığı makamlarıdır. İran’da dini yapı gücünü sürdürmektedir;
Cumhurbaşkanlığına gelen isimler ise İran’ın uluslararası ilişkilerinin sertleşmesi ya
da yumuşamasında etkili olmaktadırlar. İran’ın 1907 yılında, İngiltere ve Rusya ta-
rafından nüfuz alanlarına ayrılması, 1. ve 2. Dünya Savaşları sırasında işgal edilme-
si, tehdit algısının pekişmesine ve güvenlikçi politikaların yapılandırılmasına neden
olmuştur. Humeyni döneminde, Batı karşıtlığı güçlenmiş, İslam kimliğine dayalı
yönetim anlayışı kurumlarıyla yerleşmiştir. Rafsancani ve Hatemi’nin cumhurbaş-
kanlığı yaptığı dönemlerde, Batı ile uzlaşma için çaba gösterilmiş ancak bu çabalar
istenilen sonucu vermemiştir. Ahmedinecad döneminde ise, uluslararası sitemdeki
değişimlerin de etkisiyle, İran-Batı ilişkileri gergin konumunu sürdürmüştür. Ahme-
dinecad’ınLatin Amerika ülkeleri ve Doğu ülkeleriyle ilişkileri geliştirmeye çalıştığı
ve Şii Hilalini güçlendirmeyi amaçladığı belirtilmiştir. Arap baharı sürecinde, Ah-
medinecad liderliğindeki İran, Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarını desteklemiş
ancak Suriye’de Esad rejimi ve Nusayri’lere destek vermiştir.14 Ruhani’nin cum-
hurbaşkanlığı döneminde, İran, Irak ve Suriye’de etkili olan Irak-Şam İslam Devleti
(IŞİD) örgütüne karşı, Amerika Birleşik Devletleri ile beraber hareket etmiş ve P5+1
ülkeleriyle yürütülen nükleer müzakereler olumlu bir seyir izlemeye başlamıştır.
2002 yılında, Alirıza Caferzade, İran’ın Natanz ve Arak’ta iki nükleer santrale
sahip olduğuna dair bir açıklamada bulunmuştur. ABD, bu açıklama üzerine İran’ı
nükleer silah geliştirdiği için UAEK’e şikayet etmiştir. Rusya, sadece Buşehr’deki
santrallerden haberdar olduğunu, diğer iki santral hakkında bilgisinin bulunmadığı-

13 Radoslaw Fiedler, “Hard Power dismisses soft power: The United States’ relations with the
Iranian Islamic Republic in the shadow of the nuclear program”, Przegląd Politologiczny,
No.3, 2013, s.35-36.
14 Atilla Sandıklı, Bilgehan Emeklier, “İran’ın Dış Politika Vizyonu ve Jeopolitik Hedefleri”,

Bilgesam, http://www.bilgesam.org/incele/1866/-iran-in-dis-politika-vizyonu-ve-jeopoli-
tik-hedefleri/#.VRvJE1IcQqQ (Erişim 04.04.2015).
448 Enerji Diplomasisi

nı iletmiştir. İran’ın nükleer müzakerecisi olan Hasan Ruhani, Moskova’ya gitmiş


ve Rusya’nın teşvikiyle uranyum zenginleştirme programından vazgeçtiklerini ve
UAEK’nın 1997 yılında hazırladığı “Ek Protokolü” imzalayacaklarını duyurmuş-
tur. İran bu protokole imza atarak, UAEK’nın haber vermeden yapacağı inceleme-
leri kabul edecekti. Ancak bu protokol, meclis tarafından onaylanmamıştır. Rusya,
İran’ın UAEK’nın düzenlemelerine ve prensiplerine uyumlu davranması halinde,
Buşehr’deki reaktörün yapımını sürdüreceklerini açıklamıştır.15
2004 yılında İran, uranyum zenginleştirme programını askıya aldığını duyur-
muştur ve bu durumu UAEK’ya bildirmiştir. Ancak, İran, şeffaf olmayan politika-
ları nedeniyle, kurum tarafından eleştirilmiştir. 2005 yılında, İran ve Rusya, Buşehr
nükleer reaktörünün yapımı hakkındaki engelleri kaldırmak için anlaşmışlardır. Bu
süreçte, UAEK, İran’a karşı uluslararası yaptırımları dillendirmiştir. Birleşmiş Mil-
letler (BM) Güvenlik Konseyi’nde gerçekleştirilen toplantılarda Rusya ve Çin’in
vetoları, İran’a karşı uluslararası yaptırımları engellemeye yönelik faaliyetler ola-
rak değerlendirilmiştir. Temmuz 2006’da ise ABD ve Rusya anlaşmışlar ve BM Gü-
venlik Konseyi’nde 1696 sayılı karar alınmıştır. Bu karara göre, İran’ın tüm nükleer
zenginleştirme ve plütonyum geliştirme faaliyetlerini bir ay içinde askıya alması
istenmiştir; aksi halde İran’ın uluslararası yaptırımlarla karşılaşacağı uyarısında
bulunulmuştur. Aralık 2006’da, İran’a karşı uluslararası yaptırımlar uygulanmaya
başlamıştır. İran’ın nükleer programı yanında füze programında görevli bulunan-
ların mal varlıklarının dondurulması ve seyahatlerinin engellenmesi gündeme gel-
miştir. 2007 Mart ayında, BM Güvenlik Konseyi’nin 1747 numaralı kararı daha
fazla İranlı’nın bu yasaklardan etkilenmesine neden olmuştur. İran’ın silah ve silah
benzeri ithalatına daha sıkı kısıtlamalar getirilmiştir. 2007 yılı sonunda yayımlanan
ABD Milli İstihbarat Tahminleri Raporu (National Intelligence Estimates), İran’ın
nükleer silaha sahip olmadığını vurgulamıştır. 2008 Eylül ayında UAEK raporun-
da, İran’ın uranyum zenginleştirme programını askıya almadığını duyurmuştur. BM
Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu 1835 numaralı kararda, İran’ın uranyum zen-
ginleştirme programını durdurmasının gerekliliğinin bir kez daha altı çizilmiştir.
ABD Başkanı Hüseyin Barack Obama’nın iktidara gelmesi, Batı ile İran arasındaki
ilişkilerin yumuşamasını sağlamıştır. Obama’nın girişimiyle, Nisan 2009’da BM
Güvenlik Konseyi daimi üyesi olan 5 ülke (ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere)
ve Almanya’nın katılımıyla oluşturulan P5+1 grubu ve İran arasında Cenevre’de
nükleer görüşmeler başlamıştır. Bu görüşmelerde zenginleştirme işleminin Rusya
ve Fransa’da yapılması yönünde fikirler beyan edilmiştir. Bu dönemde İran ve Rus-
ya arasındaki ilişkiler bozulmuş ve İran, Rusya’nın Buşehr reaktörünün yapımı ve

15 Mehmet Fatih Özkan, Güral Baba, “Unpredictable Power Broker: Russia’s Role in Iran Nuc-
lear Capability Development”, Ortadoğu Etüdleri, Vol.6, No.2, 2015, s.119.
Çağla Gül Yesevi 449

S-300 füzelerinin teslimatını durdurduğunu açıklamıştır. 2010 yılının Şubat ayında


İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad uranyumun %20 oranında zenginleştirildiğini
açıklamıştır. 2011 yılında, Rusya yeni uygulanacak olan uluslararası yaptırımlara
karşı çıkmıştır. UAEK’nın 2011 Kasım tarihli raporunda, İran’ın nükleer silah ya-
pım faaliyetleriyle ilgili şüphelere yer verilmiştir.16
24 Şubat 2012 tarihli UAEK Raporu’na göre, İran kendisini bağlayan sorum-
luluklarını tam olarak yerine getirmemiştir. Bu sorumlulukların yerine getirilmesi,
İran’ın barışçıl yollarla nükleer programını yürüttüğüne dair uluslararası güvenin
sağlanması açısından gereklidir. Rapora göre, 29-31 Ocak 2012 tarihleri arasında,
UAEK çalışanları, İranlı yetkililerle görüşmüşlerdir. Kurum çalışanları, İran nükle-
er programının askeri boyutunun, en önemli konu olduğunu, Parçin tesisine girmek
istediklerini belirtmişlerdir. İran, Parçin tesisine girilmesine izin vermemiştir. 20-21
Şubat 2012 tarihleri arasında yapılan ikinci tur görüşmelerde, UAEK yetkilileri Par-
çin tesisine girme isteklerini yinelemişler, ancak yine olumlu yanıt alamamışlardır.
İran ve Kurum arasında var olan konularla ilgili anlaşma sağlanamamıştır. Raporun
sonucunda, İran’ın gerekli işbirliğini sağlamadığı, Ek Protokolü uygulamadığı be-
lirtilmiştir. Bu nedenle, UAEK, İran’ın beyan edilmemiş aktiviteleri ve nükleer ma-
teryalleri hakkında güvenilir teminata sahip olamadığını belirtmiştir. Sonuç olarak
rapora göre, UAEK, İran’ın nükleer programının askeri boyutları konusunda ciddi
kaygılar taşımaya devam etmiştir. Bu kaygıların nedenleri ise, Parçin tesisine gire-
memeleri, tesiste yabancı uzman ve erken erişim konularının çözülememesi olarak
gösterilmiştir. Ayrıca, İran’ın nükleer programıyla ilgili tüm konuların çözümünde,
UAEK’nın tahkik uygulamaları çerçevesinde, yapısal bir yaklaşım konusunda, İran
ve UAEK’nin anlaşamadığı vurgulanmıştır. UAEK’nin Kasım 2011 raporunun ek
bölümüne göre, İran’ın nükleer patlayıcı geliştirmesiyle ilgili, pek çok detaylı ana-
liz bulunmaktadır. Bu bilgi, pek çok bağımsız kaynaktan ve UAEK’nin İran’daki
çalışmalarından elde edilmiştir.17
2012 yılında, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, İran’ın Fordo nükleer te-
sislerinin kapasitesinin iki katına çıkarıldığını ve uranyum zenginleştirme çalışma-
larının yoğunlaştırıldığını açıklamıştır. Fordo nükleer tesisinde, 2012 yılının Mayıs
ayından Ağustos ayına kadar santrifüj sayısının, iki katına çıkarılarak, 1064’ten
2140’a ulaştığı bildirilmiştir. İran, Fordo tesislerinde, uranyumu, %20 oranında
zenginleştirmeyi amaçladığını belirtmiştir. Uluslararası denetçiler, zenginleştirme
oranının %27 oranına yükseldiğine dair bulgulara rastlamışlardır.18

16 A.g.m.,s.120-125.
17 Yesevi, a.g.e.
18 BBC, “İran nükleer krizinde son rapor”, 30.08.2012, http://www.bbc.co.uk/turkce/haber-

ler/2012/08/ 120830_iran_nuclear.shtml (Erişim 01.09.2012).


450 Enerji Diplomasisi

İran, P5+1 grubuyla, 14 Nisan 2012 tarihinde İstanbul’da görüşmüştür. AB


Dışişleri Yüksek Temsilcisi CatherineAshton ve İran’ın Baş müzakerecisi Said Ce-
lili, düzenledikleri basın toplantılarında, mutabakat sağladıklarını açıklamışlardır.
Buna göre, İran, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın getir-
diği yükümlülüklere uyacağını açıklamıştır. Bu görüşmede, İran’ın barışçıl amaç-
larla nükleer programını sürdürme hakkına da saygı gösterilmesi istenmiştir. Celili,
“İran’a karşı tehdit işlemiyor. Artık işbirliği vurgulanmalı, bu tip mesajlar verilmeli,
başka bir dil benimsenmeli” demiştir. Celili, barışçıl amaçları için %20 saflığa ka-
dar zenginleştirilmiş uranyuma ihtiyaçları olduğunu, eklemiştir. Bağdat’ta, 23-24
Mayıs 2012 tarihleri arasında gerçekleşen görüşmelerde ise, parlak bir sonuç elde
edilememiştir.19
18-19 Haziran 2012 tarihlerinde, Moskova’da gerçekleşen toplantı başarısız-
lıkla sonuçlanmıştır. Avrupa Birliği Dış Politika Şefi Catherine Ashton, müzakere-
lerin başarısız olduğunu resmen duyurmuştur. UAEK’nin Viyana’daki merkezinde
yönetim kurulu üyesi ülkelerin diplomatlarına verilen teknik brifinge katılan İran
Daimi Temsilcisi Büyükelçi Ali Asker Sultaniye, ülkesinin “nükleer programının
barışçıl amaçlı olduğunu” yinelemiş ve nükleer tesislerde “askeri amaçlı faaliyette
bulundukları” yolundaki iddiaların gerçek dışı olduğunu belirtmiştir. Toplantıda,
ülkesinin nükleer programında çalışan birçok bilim adamının suikastlar sonucu
öldürüldüğünü ve nükleer tesislerdeki bilgisayarların virüs saldırısına uğradığını
anlatan Sultaniye’nin, ülkesinin nükleer programının askeri boyutlu olduğuna iliş-
kin “uydu görüntülerinin de düzmece olduğunu” söylediği belirtilmiştir. Güvence
Denetimlerinden Sorumlu Başkan Yardımcısı HermanNackaerts ise İran’ın nükle-
er programına ilişkin açıklığa kavuşturulması gereken bazı konular bulunduğunu
belirterek, “Tahran yönetiminin bildirdiği zenginleştirilmiş uranyum miktarı ile
kendilerinin saptadığı miktar arasında bile fark olduğunu” söylediği öğrenilmiştir.
Tüm bu toplantılar sonucunda, İran ile UAEK arasında 2012 yılında gerçekleşen üç
görüşmeye rağmen “Yapısal Yaklaşım Uygulanması” başlıklı belge, imzalanama-
mıştır. Toplantıya katılan İranlı temsilciye göre, İran’ın nükleer programının askeri
boyutuna ilişkin iddiaların başka ülkelerden elde edilen gerçek dışı bilgilerden kay-
naklanmaktadır.20
İran’ın uranyum zenginleştirme programına devam etmesi üzerine, ABD ve
AB ülkeleri yaptırım kararları almıştır. ABD, İran Merkez Bankası ile iş yapan fir-
malara yaptırım uygulayacağını bildirmiştir. AB Dışişleri Bakanları, 1 Aralık 2011
tarihinde 143 İran şirketinin mal varlıklarını dondurmuş ve 37 İran vatandaşına se-

19 Yesevi, a.g.e.
20 A.g.m.
Çağla Gül Yesevi 451

yahat yasağı getirmiştir.21 İran nükleer programını durdurmadığı için AB ve ABD


petrol ambargosu uygulamasına, 1 Temmuz 2012 itibariyle başlamışlardır. İran pet-
rolü taşıyacak tankerlere sigorta yasağı getirilmesi de İran’ın işlerini bozacak bir
gelişme olarak değerlendirilmiştir. İran, tankerlerine Tuvalu bayrağı çektirerek, bu
sorunu çözmeye çalışmıştır. Ayrıca, İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehdidine
karşı, ABD bu bölgeye insansız denizaltı araçları göndermiştir. ABD Dışişleri Ba-
kanı Hillary Clinton, 2012 yılında, İran’dan petrol ithalatını büyük ölçüde azalttık-
ları için, Türkiye, Hindistan, Güney Kore, Malezya, Güney Afrika, Sri Lanka ve
Tayvan’ın mali yaptırımlardan muaf tutulmalarına karar verdiklerini, açıklamış-
tır.22
İran’ın nükleer enerji konusunda Batı ile daha olumlu bir yola girmiş olması,
önemli bir gelişmedir. İran’ın eski nükleer müzakerecisi Hasan Ruhani’nin 14 Ha-
ziran 2013’te cumhurbaşkanı seçilmesiyle, 15 Ekim 2013’te nükleer müzakereler
yeniden başlamıştır. Geneva Antlaşmasına göre, P5+1 grubu ülkeleri, İran’ın petrol
gelirleri üzerindeki sınırlamaların kaldırılması ve petro-kimya ürünleri ihracatının
üzerindeki yaptırımların hafifletilmesi karşılığında, İran’ın zenginleştirilmiş uran-
yum stokunu azaltması, geçici olarak uranyum zenginleştirme programını durdur-
ması ve Arak’taki ağır-su reaktörünün yapımını durdurması istenmiştir.23 IŞİD teh-
didi karşısında Batı ile İran aynı safta yer almaya başlamışlardır.
Mart 2015’te başlayan yeni süreç sonunda 2 Nisan 2015 tarihinde, İran ve
P5+1 ülkeleri arasında bir mutabakata varılmıştır. İran, 15 yıl boyunca elindeki
uranyum stokunu %3,67’den fazla zenginleştirmeyecektir. İran, 10.000 kg düşük
zenginleştirilmiş uranyumu azaltacak ve 15 yıl boyunca 300 kg %3,67 oranında
zenginleştirilmiş uranyuma sahip olacaktır. 15 yıl boyunca yeni nükleer tesis kur-
mayacaktır. Fordo tesisi barışçıl bir tesise dönüştürülecek ve burada en az 15 yıl
uranyum zenginleştirilmeyecektir. İran’ın elindeki santrifüjler 2/3 oranında azaltı-
larak, 19.000’den 6.104’e indirilecektir. 10 yıl süresince, bunların 5.060 tanesinde
zenginleştirme faaliyetinde bulunulacaktır. İran, plütonyum üreten Arak’taki ağır
su reaktörünü yeniden tasarlayacaktır. İran, Natanz dışındaki nükleer tesislerinde
zenginleştirme faaliyetinde bulunmayacaktır. Natanz tesisinde bulunan 1.000 adet
2. nesil santrifüj sökülecek ve 10 yıl boyunca UAEK’nın gözetiminde bulunacak-
tır. İran’ın tüm nükleer tesislerine kurum uzmanlarının düzenli erişimi ve dene-

21 Atilla Sandıklı, Bilgehan Emeklier, İran Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri. İstanbul, Bilge-
sam, 2012, s.19.
22 Çağla Gül Yesevi, Burcu Yavuz Tiftikcigil, Türkiye’nin Enerji Görünümü: Stratejiler ve

İlişkiler, İstanbul, Der’in Yayınları, 2015, s.172.


23 Bayram Sinkaya, “Implications of the Arab Spring for Iran’s Policy Towards the Middle East”,

Ortadoğu Etüdleri, Vol.6, No.2, 2015, s.69.


452 Enerji Diplomasisi

timi sağlanacaktır. UAEK müfettişlerinin, İran’ın nükleer programının devamını


sağlayan tedarik zincirine de erişimi olacaktır. İran, UAEK’nın Ek Protokolü’nün
de uygulanmasını sağlayacaktır. İran tüm bu şartlara uyarsa, UAEK’nın onayı ile
ABD ve AB tarafından uygulanan uluslararası yaptırımlar aşamalı olarak kaldırı-
lacaktır. BM Güvenlik Konseyi’nin uyguladığı tüm yaptırımlar, İran’ın anlaşmaya
uymasının ardından kaldırılacaktır.24 İran halkı, bu müzakaerelerin sonuçlanmasını
sevinç gösterileriyle karşılamışlardır. Bu da soyut güç unsurlarının güçlendiğinin
bir kanıtıdır. Milli bağlılık, evrensel kültür ve uluslararası örgütler önem kazanmış-
tır.25 Bilgi toplumunun da güçlenmesi ile, hammadde sahibi olmak yeterli değildir,
bu hammaddeyi geliştirecek teknolojiye ihtiyaç duyulmaktadır. Mutabakatın sonu-
cunda, İran enerji sektörünü geliştirebilecektir. Ayrıca, petrolün fiyatıyla ekonomik
araçlar dışında siyasal olarak da oynanması, İran’ın bu konudaki etkinliğini kısıt-
lamıştır. ABD için liberakizm meşru vegenel geçer bir ideolojisir. UAEK, liberal
değerlerin savunulduğu meşru bir forum olarak işlev görmektedir. UAEK, ABD
öncülüğündeki Batı dünyasının yumuşak güç unsurudur. Batı yaşam tarzı da İran
toplumu için çekicidir.

İran ve İsrail İlişkileri


İsrail, İran’ın nükleer programından en çok rahatsız olan ülkedir. İran’ın İs-
rail’le ilişkileri, ABD ve Rusya ile olan ilişkilerinin de belirleyen şekillendiren bir
konu olmayı sürdürmektedir. Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Riabkov,
İran nükleer programı ile ilgili sorunun askeri müdahale ile çözme girişiminin böl-
genin istikrarını ve ekonomik güvenliğini yıkıcı bir etki yapacağını savunmuştur.
Riabkov, İran’la ilgili bir krizin dalgalarının, Ortadoğu bölgesinin dışında da yan-
kılanacağını, vurgulamıştır.26 Rusya, İran’a yapılacak bir askeri müdahaleyi karşı
çıkmış ve İran’ın, UAEK ile daha sıkı çalışmasını, önermiştir. 2015 yılında nükleer
müzakerelerin olumlu bir sürece girmesi, Rusya’nın daha önceden İran’la anlaşma-
ya vardığı “S-300 füzelerinin” satışını gerçekleştireceğini açıklamışını sağlamış-
tır. Bu durum, İsrail’in tepkisine yol açmıştır. İran’ın yumuşak güç unsuru olan
uluslararası ilişkilerini geliştirmeye önem atfetmesi, Rusya ve ABD ile ilişkilerinin
gelişmesini sağlamıştır. Rusya tarafından S-300 füzelerinin temini, İran’ın sert güç
unsurlarının da güçlenmesi ve etkin akıllı bir güç haline gelmesine katkıda buluna-
caktır.

24 Hürriyet, “Nükleerde Tarihi Antlaşma”, 03.04.2015, http://www.hurriyet.com.tr/dun-


ya/28631473.asp (Erişim tarihi: 03.04.2015).
25 Nye, a.g.m., s.164.

26 Star, “Rusya: İran’a saldırı felaket olur”, 06.09.2012, http://haber.stargazete.com/guncel/rus-

ya-irana-saldiri-felaket-olur/haber-686692 (Erişim 07.09.2012).


Çağla Gül Yesevi 453

İran, İsrail’e karşı İran’ın resmi ajansı IRNA’nın 2012 yılındaki haberine göre,
İran Devrim Muhafızları Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Emir Hacı-
zade Malatya Kürecik’te ve Basra Körfezi’nde NATO tarafından kurulan füze kal-
kanlarının yeni geliştirdikleri Arm adlı balistik füzeye karşı savunmasız olduğunu
söylemiştir. Hacızade, bu sistemlerin kurulduğu ülkelerin güvenliğini sağlamak için
değil, siyonist İsrail rejimini korumak amacıyla yapıldığını, öne sürmüştür. İsrail’in
kendileriyle boy ölçüşemeyeceğini, siyonist rejimin İran’a saldıracak güçte olma-
dığını belirtmiştir. Ayrıca, İsrail’in, Lübnan’daki Hizbullah’la bile baş edemediğini,
İran’a saldıramayacağını, İsrail’in ABD olmadan, böyle bir işe kalkışmayacağını
vurgulamıştır.27 Bu durumda, İran, IŞİD’e karşı savaşta aynı saflarda yer aldığı ve
nükleer mutabakata vardığı ABD ile ilişkilerini güçlendirmiş ve akıllı bir güç olarak
hareket etmiştir.
İran’ın ABD ile ilişkilerini geliştirmesinden önceki dönemde, güçlü bir İsra-
il-ABD iş birliği gözlemlenmiştir. İran’ın nükleer programının yavaşlatılması ve
durdurulması amacıyla, İran’ın tesislerine pek çok sabotajda bulunulmuştur. Kulla-
nılan malzemelerin değiştirilip, farklı malzemelerin kullanılmasıyla, tesisler zarar
görmüştür. Konu ile ilgili ABD-İsrail işbirliğini resmileştiren anlaşma ise Ağustos
2007’de gerçekleşmiştir. Mossad’ın başındaki Meir Dagan, NicholasBurns’le yap-
tığı görüşmede, İsrail’in İran stratejisini açıklamıştır. Buna göre, BM tarafından
uygulanacak diplomatik baskı ve müeyyideler önem taşımıştır. Yayılmanın önlen-
mesi, ana hedef olarak belirlenmiştir. İranlıların, bomba üretiminde ihtiyaç duyulan
malzemelere ulaşmalarının engellenmesi kararlaştırılmıştır. Dünya bankalarının,
İran’la ticaret yapmalarının önlenmesi bir diğer gereklilik olarak gündeme gel-
miştir. Rejim değişikliği, anlaşmaya varılan diğer konu olarak belirlenmiştir. Bunu
gerçekleştirmek için öğrenci ayaklanmalarının desteklenmesine ve etnik huzursuz-
luğun kışkırtılmasına karar verilmiştir. İran nüfusunun, %50’sini Kürtlerin, Azeri-
lerin, Beluşilerin, Arapların ve Türkmenlerin oluşturduğu gerçeği kullanılacak veri-
lerden biri olarak görülmüştür. İsrail’in İran stratejisinin en önemli ayağını, İran’ın
nükleer projesine karşı önlemler alınması, oluşturmuştur. ABD Başkanı Bush, Ma-
yıs 2007’de, CIA’ye İran’ın nükleer projesini geciktirme amaçlı gizli operasyonları
başlatma yetkisi vermiştir. Bu kararın ardından, Batılı gizli servisler, proje için ge-
reken hammaddeleri, yedek parçaları ve teçhizatları, sabote etme kararı almışlardır.
Dialem nükleer tesisi, Parçin deneme tesisi ve Natanz tesisi zarar görmüştür. İran’ın
pek çok tesisinde kazalar ve sabotajlar meydana gelmiştir. İran, ambargolar yüzün-
den, Batılı istihbarat servisleri için çalışan Doğu Avrupa şirketlerine başvurmak zo-
runda kalmış ve bozuk ürünleri satın almıştır. Bunun yanında, Tinner ailesi, CIA’ye
Libya ve İran’ın nükleer programlarını ifşa etme konusunda yardım etmiştir.28

27 Hürriyet, “İran, NATO’nun radar üslerine karşı yeni füze geliştirdi”, 02.07.2012.
28 M. Bar-Zohar, N. Mishal, Mossad, İstanbul, Koton Kitap, 2012, s.35-39.
454 Enerji Diplomasisi

2005-2009 yılları arasında, İran’ın nükleer tesisleri ve bilim adamlarına yö-


nelik faaliyetlerinde artış görülmüştür. İran, Kum şehrinde yeni bir nükleer tesis
kurmuş ve santrifüj üretmeye başlamıştır. Bu tesis fark edilince, İran, tesisle ilgili
bilgiyi, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na iletmiştir. Kum nükleer tesisinin bu-
lunması konusunda CIA, MI6 ve Mossad beraber çalışmışlardır; Mossad’ın diğer
yabancı istihbarat örgütleri ile bağlantısını Meir Dagan sağlamıştır. Mossad, İngiliz
ve Amerikan istihbarat servisleri dışında, İranlı muhalif liderlerden destek almış-
tır.29
İran muhalefetinden İran Ulusal Direniş Konseyi liderleri, İran’ın projesinin
başındaki bilim adamlarından Mohsen Fakhri Zadeh’in ismini, adresini, telefonunu
açıklamışlardır. Eski İran Savunma Bakanı General Ali Rıza Asgari, Şubat 2007’de
İstanbul’a giderken ortadan kaybolmuştur. Asgari’nin kayboluşuyla ilgili farklı id-
dialar bulunmaktadır. Bu iddialardan biri, Asgari’nin İstanbul’da CIA ve Mossad’a
İran’ın nükleer programıyla ilgili gizli bilgiler verdiği ve yeni bir kimlikle, ABD’de
yaşadığıdır.30 Devrim muhafızlarının İran sınırları dışındaki operasyonlarını yürü-
ten gücün Kudüs biriminde görev yapan Amir Shirazi ve Devrim Muhafızları’nın
İran Körfezi komutanı Muhammed Soltani de ortadan kaybolmuşlardır.31
2009 yılında, Times’da yayınlanan makalede, Mossad şefinin, Suudi yetkili-
lerle görüştüğü ve İsrail uçaklarının, Suudi hava sahasını kullanarak, İran’a saldır-
masına göz yumulacağı, vurgulanmaktadır.32 İsrail’in Azerbaycan’da üst edinmiş
olması İran’ın tesislerine daha yakın olması anlamına gelmektedir ve muhtemel
bir müdahale daha kolay olacaktır. İran, nükleer programıyla ilgili yardımı, Lüb-
nan’daki Hizbullah örgütünden almıştır. İsrail’in Azerbaycan’da bulunan Büyükel-
çiliği, 2008’de havaya uçurulmuştur. Bu olay, Mossad tarafından Hizbullah Lideri
Imad Mugniye’nin öldürülmesinin intikamı olarak sunulmuştur. İran nükleer prog-
ramına karşı, Mossad tarafından yürütülen kampanya nedeniyle İran, Aralık 2005’te
nükleer konusunda karşı-casusluk faaliyetlerini yürütecek Oghab-2 yapılanmasını
oluşturmuştur. Oghab-2’nin ana görevi, İran nükleer programını, yabancı istihbarat
servislerinin müdahalelerinden korumaktır. Ancak yapılanmaya rağmen, 2007’de
Hüseyinpur suikasti, gerçekleşmiştir. General Asgari, İstanbul’da kaybolmuş ve
İran’ın nükleer müzakerecisi Hüseyin Musavin’in İngilizler lehine casusluk yaptığı
anlaşılmıştır. İran Savunma Bakanlığı, İran’ın güvenlik yapılanmasıyla ilgilenen
işadamı ve elektronik uzmanı Ali Aştari’nin, Mossad için 3 yıl casusluk yaptığını

29 A.g.e., s.39.
30 Ali Kuzu, Mossad, İstanbul, Kariyer Yayıncılık, s.134.
31 Zohar, Mishal, a.g.e., s.40-42.

32 J. Philips, “An Israeli Preventive Attack on Iran’s Nuclear Sites: Implications for the US”,

Backgrounder, No. 2361, 15.01.2010.


Çağla Gül Yesevi 455

duyurmuştur ve Aştari, ölüme mahkum edilmiştir. Uzmanlara göre, Aştari, İsrail’e


ciddi bir istihbarat sağlamış, bu olay İran ve İsrail arsındaki istihbarat savaşlarının
kızışması olarak nitelendirilmiştir. Devrim Muhafızları Tugayı Komutanlarından
General Muhsin Rızai, İran nükleer programında çalışan çok sayıda kişinin yaka-
landığını belirtmektedir. Bu kişilerin, CIA ve Mossad adına casusluk yaptıkları, öne
sürülmektedir.
2010 yılında, dünyanın en gelişmiş virüslerinden biri olan Stuxnet, Natanz
santrifüjlerini kontrol eden bilgisayarları bozmuştur. Konunun uzmanları, bunu ya-
pabilecek iki ülke olduğunu ileri sürmektedirler; bu iki ülke, ABD ve İsrail’dir.
Mossad’ın tüm çabalarına rağmen, İran’ın nükleer programı tamamen sonlandırıla-
madığı, ancak geciktirildiği, belirtilmektedir.
İranlı bilim adamlarına karşı gerçekleştirilen suikastlar, devletler arasında sert
güç unsurlarının kullanıldığını gösteren örneklerdir. İran’ın nükleer programına
karşı, İsrail ve ABD tarafından gerçekleştirildiği varsayılan sabotajlar, günümüz
dünyasında teknolojik gelişmenin son derece önemli bir yumuşak güç unsuru ol-
duğunu ortaya koymaktadır. Ekonomik ambargoların etkisiyle sıkışan İran, nükleer
programını geliştirmekte zorlanmıştır.
Obama’nın İran’la ilişkilerin yapısını değiştirme arzusuna rağmen, Mossad,
İran’ın nükleer programını yürüten görevlilere yönelik suikastlarını ve programa
gerekli materyallere ve tesislere yönelik sabotajlarını sürdürmüştür. Barak Obama
ve Binyamin Netanyahu’nun güvenlik kaygıları, ciddi farklılıklar göstermektedir.
Obama, iktidara geldiği dönemde, İran’la müzakerelerden yana bir tavır koyar-
ken, Netanyahu önleyici saldırıdan yana olmuştur ve İran’ı varlığı için ölümcül
bir tehdit olarak görmüştür. Amerikalılar, gizli-kapaklı operasyonlardan yanaydı-
lar, İsrail gizli servisini, bu konuda uyardılar. İran’ın nükleer silahlarıyla ilgili pek
çok operasyon, başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İran Devrim Muhafızları’nın üst dü-
zey yöneticilerini taşıyan 2 yolcu uçağının düşürülmesinin, 2002 yılından itibaren
Mossad’ın başında Meir Dagan önderliğinde planlandığı, belirtilmektedir.33 Dagan,
2011 yılında görevden ayrılırken, İran’ın projesinin 2015 yılına kadar ertelendiğini
duyurmuştur.

İran’ın Enerji Sektörü


İran, dünya petrol rezervlerinin %10’una ve doğalgaz rezervlerinin %17,7’sine
sahip bir ülkedir. İran ekonomisi yüksek oranda petrol gelirlerine bağımlı durum-
dadır. İran, dünyada ikinci en büyük doğalgaz rezervlerine sahip olmasına rağmen,

33 E. Blanche, “Iran-Israel Covert War”, The Middle East, July 2009, s. 28-31.
456 Enerji Diplomasisi

doğalgaz konusundaki yatırım eksiklikleri nedeniyle net ithalatçı konumundadır.


İran, doğalgaz boru hattı ile Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan’a bağlı Nahçı-
van Özerk Cumhuriyeti’ne doğalgaz ihraç etmektedir.İran ekonomisinde devletin
ağırlığı bulunmaktadır. 2011 ve 2012 yıllarında, İran’ın ekonomisi %3 oranında
büyümüştür. İran’da 2012 yılında satın alma gücü paritesine göre kişi başına düşen
GSMH ise 16,540 dolardır. İran’da yaşanan ekonomik büyümeye karşın işsizlik
önemli bir sorun teşkil etmektedir. Resmi rakamlara göre işsizlik %11 seviyesin-
dedir.34
İran dünya doğalgaz rezervlerinin %17,7’sine sahiptir. Fakat doğalgaz rezerv-
lerinin sadece %48’lik bir bölümünü işletebilmektedir. Rusya’dan sonra en büyük
doğalgaz rezervlerini elinde bulundurmasına karşın, doğalgaz alanında net ithalatçı
konumundadır. İran, boru hattı kanalıyla Türkiye’ye, Ermenistan’a ve Azerbay-
can’a (Nahçıvan) ihracat, Türkmenistan’dan da ithalat yapmaktadır. İran ekono-
misinde liberalleştirme çalışmaları çerçevesinde 2010 yılı içinde sübvansiyonların
aşamalı olarak kaldırılmasına başlanmış, özelleştirme konusunda önemli adımlar
atılmış ve KDV uygulamasına başlanmıştır. Sanayi hammadde ve ara ürünleri, gıda
ürünleri ve tüketim maddeleri ile teknik hizmetler ithalatı gerçekleştiren İran; ham
petrol, petrokimya ürünleri, sebze-meyve, halı ve fıstık ihraç etmektedir.35
İran, Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) üyesidir. 2010 yılında,
İran, Suudi Arabistan ve Rusya’nın ardından ham petrol ihracatında üçüncü sırada
yer almıştır. Oiland Gas Journal’ın 1 Ocak 2011 tarihli raporuna göre, 137 milyar
varillik kapasitesiyle, İran, ispatlanmış petrol rezervleri açısından, Suudi Arabistan,
Venezuela ve Kanada’nın ardından, 4. sıradadır. Bunun yanında, İran, Rusya Fede-
rasyonu’nun ardından, ispatlanmış en geniş doğalgaz rezervlerine de sahiptir. APEX
Küresel Ticaret Atlası’nın, 2011 Ocak-Haziran verilerine göre, İran ham petrol ih-
racatının %22’sini Çin’e, %18’ini AB ülkelerine, %14’ünü, Japonya’ya, %13’ünü
Hindistan’a, %10’unu Güney Kore’ye ve %7’sini Türkiye’ye gerçekleşmiştir. İran,
toplam enerji ihtiyacının %54’ünü ürettiği doğalgazdan sağlamaktadır.36
Hürmüz Boğazı enerji güvenliği açısından kilit bir noktadır. Dünyada deniz
yoluyla taşınan petrolün yaklaşık %40’ı, küresel petrol ticaretinin %20’si, Basra
Körfezi’nden yapılan petrol ticaretinin %90’ı Hürmüz Boğazı’ndan geçmektedir.
İran, 2011 yılında Hürmüz Boğazı’nı kapatabileceği tehdidinde bulunmuştur. 8-12
Nisan 2012 tarihleri arasında, ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri,

34 T.C. Dışişleri Bakanlığı, “İran’ın Ekonomisi”. 2014, http://www.mfa.gov.tr/iran-ekonomisi.


tr.mfa (Erişim 30.10.2014).
35 A.e.

36 EIA, “Country Analysis Briefs: Iran”, http://www.eia.gov/EMEU/cabs/Iran/pdf.pdf (Erişim

06.09.2012).
Çağla Gül Yesevi 457

Kuveyt ve Bahreyn hava kuvvetleri ortak bir tatbikat düzenlemişlerdir. Tatbikatın,


Hürmüz Boğazı’nın kapatılması durumunda alınacak tedbirlerle ilgili olduğu açık-
lanmıştır. İran, Basra Körfezi’nde ABD Deniz Kuvvetleri’nin bulundurulmaması
konusundaki hassasiyetlerini açıklamıştır; ABD, boğazın kapatılmasının savaş ne-
deni olduğunu belirtmiştir. İran’ın boğazı kapatmasının uluslararası hukuk açısın-
dan mümkün olmadığı vurgulanmaktadır.37
İran, enerji zengini bir ülke olmasına rağmen, bu zenginliğini halka yayama-
mış, halkın refah düzeyini arttıramamıştır. Rejimin devamını sağlamak amacıyla,
enerji gelirlerinin, kamu harcamaları ile halka aktarılması yoluna gidilmiştir. İran,
jeostratejik açıdan, çok önemli bir konumdadır. Ortadoğu petrolünün önemli bir
kısmı Hürmüz Boğazı’ndan geçen gemilerle, dünya pazarlarına ulaşmaktadır. İran,
enerji teknolojilerinin geliştirilmesi ve kullanımında ileri bir konumda değildir. İran
ekonomisi, enerjiye dayalıdır ve ileri teknoloji ürünlerin temini bakımından dış ül-
kelere bağımlıdır.38 İran’ın akıllı güç unsuru olarak Hürmüz Boğazı’nın kullanımı
önem taşımaktadır. İran, Hürmüz Boğazı’ndan güvenli enerji transferine yardımcı
olarak iyicil bir güç ve cazibe merkezi olmaya adaydır.
İran enerji sektörünün ana sorunları, uluslararası yaptırımlar neticesinde or-
taya çıkan yatırım eksikliği ve teknolojik yetersizliktir. İran, bu durumun sonucu
olarak yeterli fiziksel altyapıya, ileri teknoloji teçhizata, yeterli kapasitede üretim
tesisi ve rafineriye sahip değildir. Dünyanın ispatlanmış ikinci en büyük doğalgaz
rezervine sahip olmasına rağmen, az gelişmiş bir doğalgaz sektörüne sahiptir.39
Dünya toplam birincil enerji tüketiminin %23,9’u doğalgazdan karşılanmak-
tadır. Doğalgaz, İran’ın yumuşak güç unsurlarından biridir. AB ülkeleri doğalgaz
konusunda, Rusya’ya olan bağımlılıklarını azaltmayı amaçlamaktadırlar. İran’la
nükleer konusundaki anlaşmanın ardından İran ve AB ülkeleri arasında doğalgaz
konusunda iş birliği yapılması sağlanabilecektir. İran, dünya doğalgaz rezervlerinin
%17,7’sine yani 33,6 trilyon metreküplük doğalgaza sahiptir. İran’ın P5+1 ülke-
leriyle mutabakatı neticesinde, uluslararası yaptırımların sonlandırılmasıyla,doğal-
gaz sektörünün geliştirilmesi mümkün olacaktır. Konvansiyonel olmayan doğalgaz
kaynaklarının çıkartılmaya başlanması, dünya doğalgaz rezervlerinin 2/3’üne sahip
olan Rusya, İran ve Katar’ın doğalgaz piyasalarındaki tekelinin ortadan kalkma-
sına neden olacaktır. Artan sıvılaştırılmış doğalgaz ticareti de bu durumu pekiştir-
mektedir. 2001 yılında, Gaz İhraç Eden Ülkeler Forumu (GİEÜF) kurulmuştur. 13

37 Sandıklı, Emeklier, a.g.m, s. 22-24.


38 Yesevi, Tiftikcigil, a.g.e., s. 176-177.
39 EIA, “Country Analysis Brief: Iran”, 2014, http://www.eia.gov/countries/cab.cfm?fips=IR

(Erişim 30.10.2014).
458 Enerji Diplomasisi

üye ülkenin bulunduğu GİEÜF’de Rusya, İran ve Katar en önemli ülkelerdir ve


Forum kapsamında “Troika” mekanizmasını oluşturmaktadırlar. ABD’de yaşanan
kaya gazı devrimi ve AB’de yaşanan ekonomik durgunluk neticesinde düşen talep,
GİEÜF’nin dahauzun dönemli gaz sözleşmeleri yapma ve gaz fiyatlarını düzenleme
yönünde politikalar üretmeye çalışmasına neden olmuştur. İran’ın Troika’daki rolü,
gaz ihracatı yapamadığı için sınırlıdır. İran ve Çin, 2009 yılında, İran’ın Güney Pars
gaz yataklarını geliştirmek için 3,3 milyar dolarlık bir antlaşma imzalamışlardır.
Çin’de dünyanın en büyük kaya gazı ve kömür yataklarında bulunan metan gazı re-
zervlerine sahip olması, gelecekte, İran’ın gazına ihtiyaç duymayabileceğini göster-
mektedir. Günümüzde Çin, birincil enerji tüketiminin sadece %4’ünü doğalgazdan
karşılamaktadır. EIA’nın 2013 yılı verilerine göre Çin, 31,6 trilyon m3’lük kaya gazı
rezerviyle dünyanın en büyük kaya gazı rezervine sahip ülkesidir. Bu alanda dev-
rim gerçekleştiren ABD, Arjantin ve Cezayir’in ardından 4. sırada yer almaktadır.
İran-Hindistan doğalgaz boru hattının yapımıyla ilgili bir proje gündemdedir. ABD,
AB, BM Güvenlik Konseyi, yaptırımlarıyla boğuşan İran, Hindistan’ın daha fazla
ham petrol ithal etmesini ve nükleer enerji geliştirmesini ve Pakistan’ı by pass eden
bir doğalgaz boru hattının inşasını amaçlayan tekliflerde bulunmuştur. İran’ın Şah-
baharşehrininlimanında bir LNG istasyonu kurulması ve Hindistan’a sıvılaştırılmış
doğalgaz ihracı da önerilmiştir. ABD baskısı bu yöndeki planları ertelenmiştir.Hin-
distan, İran’la Pakistan’ı bypass ederek, doğalgazda işbirliği yapmayı istemektedir.
İran, 2012 yılında toplam 7,95 milyar metreküp doğalgaz ihraç etmiştir. Bunun 6,92
milyar metreküpü Türkiye’ye, 0.45 milyar m3’ü Ermenistan’a ve 0,58 milyar m3’ü
Azerbaycan’a yapılmıştır. İran, 7,95 milyar m3’ü Türkmenistan’dan, 0,36 milyar
m3’ü Azerbaycan’dan olmak üzere 8,32 milyar m3 doğalgaz ithal etmiştir.40 İran ve
Pakistan bir doğalgaz hattı inşası konusunda antlaşmaya varmışlardır. Yaptırımların
kaldırılmasıyla yaşanacak teknolojik yatırımlar, sektörü canlandıracaktır.
İran Anayasası, enerji kaynaklarının mülkiyetinin yabancıların ve özel şir-
ketlerin elinde olmasını yasaklamaktadır. En önemli enerji firması, devletin sa-
hip olduğu Milli İran Petrol Şirketi’dir. İran, uluslararası enerji şirketlerinin enerji
arama ve geliştirme sözleşmelerine girmelerine izin vermektedir. Geri satın alma
sözleşmeleri yaparak, enerji kaynaklarının mülkiyetini ve kontrolünü elinde tut-
maktadır. İran, benzin üretiminde sıkıntı yaşamaktadır, gerekli rafinasyon tesisle-
ri yeterli değildir. Bu nedenle benzin ithal edilmektedir. Bu durumdan kurtulmak
için planlamalar yapılmaktadır. Sübvansiyonlar, ülke içi tüketimin ve maliyetlerin
artmasına neden olmaktadır ve ekonominin gerilemesi sonucunu doğurmaktadır.
ABD, İran’ı uluslararası yaptırımlar yanında aldığı diğer kararlarla baskı altında

40 Stephen G. Carter, “Iran, Natural Gas and Asia’a Energy Needs: A Spoiler for Snactions?”,
Middle East Policy, vol. 21, no. 1, Spring 2014, p.42-54.
Çağla Gül Yesevi 459

tutmaya çalışmaktadır. ABD vatandaşlarının, pek çok alanda olduğu gibi özellikle
enerji konusunda İran’da iş yapmaları yasaklanmıştır.41 Yaptırımların kaldırılması
ve 2014 yılında düşüş trendine giren petrol fiyatlarının normal seviyelerine yüksel-
mesi, İran’ın ekonomik sorunlarını çözebilecektir.

Türkiye-İran İlişkilerinin Siyasal Boyutu ve Tarihçesi


Türkiye-İran ilişkileri, 1639 yılında Kasr-ı Şirin Antlaşması’nın imzalanma-
sından beri istikrarlı bir seyir izlemiş ve iki ülke arasındaki sınır değişmemiştir.
1720 ve 1821-23 yıllarında, iki ülke arasında savaşlar yaşanmıştır; sınırların net
olarak belirlenmesi, 1914 yılında gerçekleşmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin, 1923
yılında kurulmasının ardından, Musul sorunu ve Doğu isyanları sırasında İranlı aşi-
retlerin sınır ihlalleriyle ilgili konular, 1926 yılında imzalanan Güvenlik ve Dostluk
Antlaşması ile çözümlenmeye çalışılmış ve Ağrı bölgesinde Türkiye lehine sınır
düzenlemesine gidilmiştir. 1932 yılında, 1926 Güvenlik ve Dostluk Antlaşması ye-
niden düzenlenmiş ve iki ülke ilişkileri barışçıl bir konuma gelebilmiştir.42
Türkiye-İran ilişkileri açısından, Sadabat Paktı’nın imzalanması önemlidir;
Sadabat Paktı, 1937 yılında, Türkiye, İran, Irak, Afganistan arasında imzalanmış-
tır. Bu paktın ana amacı; imzacı ülkeler arasındaki sınır sorunlarını ve sınırlarda
yaşayan Kürt aşiretlerinden kaynaklanan gerilimi çözümlemektir; Sadabat Paktı,
ülkelerin bağımsızlıklarının korunmasını ve üye ülkelerin birbirlerinin toprak bü-
tünlüğüne saygı duymalarını güvence altına almayı amaçlamıştır.43
Türkiye ve Irak, Bağdat’ta 24 Şubat 1955’te Karşılıklı İşbirliği Antlaşması im-
zalamışlardır. Bu antlaşma, Bağdat Paktı olarak bilinmektedir. Daha sonra, İngilte-
re, Pakistan ve İran Bağdat Paktı’na katılmışlardır. Bağdat Paktı’nın, Ortadoğu’nun
savunulmasına katkıda bulunacağı düşünülmüştür; Paktın amacı, Ortadoğu’yu,
komünist tehdide karşı korumaktı. Bağdat Paktı, arzu edilen sonuçları gerçekleşti-
rememiştir. Askeri olarak yeterli savunma gücü oluşturulamamıştır.44 Bağdat Pak-
tı’nın dağılmasının ardından kurulan Merkezi Antlaşma Teşkilatı (CENTO) Türki-
ye ile İran arasındaki işbirliğinin gelişmesi açısından belirleyici olmuştur. İran ve
Türkiye bu dönemde Batı Bloğu içerisinde yer almışlardır.45

41 EIA, 2014.
42 Sandıklı, Emeklier, a.g.e., s.2.
43 A. Akdevelioğlu, Ö. Kürkçüoğlu, “İran’la İlişkiler”, Türk Dış Politikası (1919-1980), Baskın

Oran (Ed.), İstanbul, İletişim Yayınları, 2008, s.365-369.


44 M. Fırat, Ö. Kürkçüoğlu, “Misak-ı Milli’den Sevres’e Arap Politikası”, Türk Dış Politikası

(1919-1980), Baskın Oran (Ed.), İstanbul, İletişim Yayınları, 2008, s.616-635.


45 Sandıklı, Emeklier, a.g.e., s.3
460 Enerji Diplomasisi

1960’lı ve 1970’li yıllarda, Nixon doktrininin etkisiyle silahlanan İran, Basra


Körfezi’nde “jandarma rolü” oynamaya başlamıştır; 1971 yılında, İngiltere, bölge-
den ayrılmış ve İngiltere’den doğan boşluğu İran, doldurmuştur. İran’ın, Ortado-
ğu’da bu yeni stratejik konumu elde etmesinde British Petroleum’un etkisi olmuş-
tur. İran, Batı yanlısı monarşileri desteklemiş, Şiileri ve İran’a yakın etnik grupları
korumuş ve Basra Körfezi’nde adalara ve su yollarına sahip olmuştur. İran ve Tür-
kiye’yi karşı karşıya getiren İran’ın Irak’taki Kürtlere verdiği destek olmuştur. İran
ve Irak’ın 1975 yılında anlaşmaları, Türkiye’yi rahatlatmıştır.46
Türkiye-İran ilişkilerinin değiştiren olay, 1979 İran Devrimi’dir. İran Devrimi
ile İran’ın rejimi değişmiş ve Batı’dan kopmuştur. Bu dönemde, ABD, Yeşil Kuşak
doktrinini benimsemiştir; bu doktrin kapsamında İran’ın radikal İslam anlayışına
alternatif olarak ılımlı İslam’ı benimseyen ülkelere (Pakistan, S. Arabistan, Bah-
reyn, Umman, Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye ve Mısır) destek
verilmesi kararlaştırılmıştır. Türkiye, Körfez’in savunmanın Körfez ülkelerine ait
olması gerektiğini belirtmiştir; 1980 askeri darbesinin ardından, ABD’nin Ortado-
ğu’daki çıkarlarını koruma görevini ifa etmeye başlamıştır.47
Türkiye, İran-Irak Savaşı sırasında, tarafsız bir tutum izlemeye çalışmıştır. Bu
dönemde, Türkiye-İran siyasal ilişkileri gergin olarak nitelendirilmiştir. İran Yöne-
timi’nin, PKK’ya verdiği destek, ilişkilerin olumsuz seyrinin ana nedeni olmuştur.
1996 yılında, Refahyol hükümeti döneminde, İran-Türkiye arasında 10 milyar m³
kapasiteye sahip bir doğalgaz boru hattı inşa edilmesi konusunda anlaşmaya varıl-
mıştır. ABD’nin uyguladığı D’Amato yasasından etkilenmemek için BOTAŞ, boru
hattının Türkiye kısmının inşasından sorumlu olacaktı. 2001 yılında, İran projenin
kendisine düşen kısmını tamamlamıştır.48 Boru hattı, 2003 yılında devreye girmiş-
tir.

İran-Türkiye Ekonomik İlişkileri


Türkiye ve İran arasında dış ticaretin artırılması amacıyla, 29 Ocak 2014 tari-
hinde Tahran’da Tercihli Ticaret Antlaşması imzalanmıştır. Söz konusu antlaşmanın
temel amacı; iki ülke arasındaki tarifelerin indirilmesi ve tarife dışı engeller ile
tarife benzeri engellerin ortadan kaldırılmasıdır. Antlaşma ile iki ülke arasında adil
rekabet koşullarının oluşturulması, güvenli ve öngörülebilir bir ortam tesis edilme-
si ve ticaretin çeşitlendirilmesi suretiyle Türkiye ile İran arasındaki ekonomik ve

46 Baskın Oran, Türk Dış Politikası 1919-1980, İstanbul, İletişim, 2008, s.799-806.
47 Baskın Oran, Türk Dış Politikası Cilt II:1980-2001, İstanbul, İletişim Yayınları, 2004, s.124-
125.
48 Akdevelioğlu, Kürkçü, a.g.m., s. 579-586.
Çağla Gül Yesevi 461

ticari ilişkilerin geliştirilmesi ve teşvik edilmesi amaçlanmıştır.Anlaşma kapsamın-


da, Türkiye’nin 6’lı gümrük tarife pozisyonu bazında toplam 140 tarım ürününde
İran’a tarife indirimi ve kota artırımı; İran’ın 6’lı gümrük tarife pozisyonu bazında
125 sanayi ürününde Türkiye’ye tarife indirimi sağlanması kararlaştırılmıştır.49
Türkiye ile İran arasındaki dış ticarette İran’ın bir dış ticaret fazlası söz ko-
nusudur. 2013 yılında, Türkiye’nin İran’dan yapmış olduğu ithalatın toplam ithala-
tındaki payı %4,1 seviyesinde gerçekleşmiştir. Aynı yıl, Türkiye’nin İran’a yaptığı
ihracatın toplam ihracatındaki payı ise %2,8 oranında seyretmiştir. İthalat değeri
yaklaşık 10,4 milyar dolar, ihracat değeri ise yaklaşın 4,2 milyar dolar değerinde-
dir.50

Türkiye-İran Enerji İlişkilerinin Değerlendirilmesi


İran ve Türkiye arasındaki ticaret gelişme göstermektedir. 2000 yılında, iki
ülke arasındaki ticaret hacmi 1 milyar dolarken, 2010 yılında 10 milyar dolar olarak
gerçekleşmiştir. İki ülke, ticaret hacmini 30 milyar dolara çıkarmayı hedeflemek-
tedirler.51
2005 yılında Türkiye, petrol ihtiyacının %29’unu İran’dan ithal etmiştir. 2011
yılında bu oran %51’e çıkmıştır; 2012 yılında %39’a 2013’te ise %28’e düşmüş-
tür.52 Türkiye’ye petrol deniz yoluyla tankerle gelmektedir. Türkiye, 2011 yılın-
da, ihtiyaç duyduğu doğalgazın, %18,67’sini İran’dan ve ihtiyaç duyduğu petrolün
%51’ini İran’dan, ithal etmiştir.53 Türkiye, ABD’nin İran’a yaptırımları kapsamın-
da bu ülkeden aldığı petrolü %20 azaltacağını açıklamıştır.
2012 yılında ABD ve AB, İran’ın nükleer enerji geliştirdiği iddiasıyla, yeni
yaptırım paketi, uygulamışlardır. Bu yaptırımlar kapsamında, İran’a enerji, liman,
taşımacılık ve gemi inşa sektörlerinde yaptırım uygulanması, İran’a grafit, alümin-
yum, çelik gibi ürünlerin satışının yasaklanması gündeme gelmiştir. İran’la çalışan
bankalara yaptırım uygulanacağı duyurulmuştur. Bu dönemde, İran’a doğalgaz için
ödeme Türk lirası ile yapılıyor ve İran bu parayla altın alıyor, Dubai’ye gönderiyor-
du. Bu işlemi engellemek için yeni bir düzenleme gündeme geleceğinin duyulması

49 Yesevi, Tiftikcigil, a.g.e., s.175


50 A.e.
51 F.S. Larrabee, A. Nader, Turkish-Iranian Relations in a Changing Middle East, Santa Mo-

nica, RAND, 2013, s.31.


52 Daily Sabah, “Turkish-Iranian Relations: Addressing the Assymetries”, 01.09.2014, http://

www.dailysabah.com/opinion/2014/09/01/turkishiranian-relations-addressing-the-asymmet-
ries (Erişim 30.10.2014).
53 EPDK, EPDK 2011 Faaliyet Raporu, Ankara, 2012, s.70.
462 Enerji Diplomasisi

üzerine, Enerji Bakanı Taner Yıldız, kendilerini sadece İran’dan gaz temininin ilgi-
lendirdiğini, karşılığında patates bile verilebileceğini belirtmiştir.54
2012 yılının yaz aylarında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin
İran’dan doğalgaz alımında talep edildiği gibi yaptırımlara uyamayacağını, açıkça
ifade etmiştir. Bakan Yıldız, enerji arzı sağlayan ülkeleri çeşitlendirdiklerini, sorun
yaşamayacakları yönünde bir çok kez demeç vermiştir. İran’ın, nükleer programını
durdurmaması üzerine, AB ve ABD petrol ambargosu uygulamasına, 1 Temmuz
itibariyle, başlamışlardır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Yıldız, ABD’nin aldığı
kararın hukuken bir bağlayıcılığı olmadığını, ama ABD’nin stratejik ortakları ol-
duğunu ifade etmiştir.55 ABD, aldığı yeni kararla, İran’dan petrol alımlarını düşür-
meye devam edecekleri gerekçesiyle, Türkiye ile birlikte 9 ülkeye, önceden alınan
yaptırım muafiyetini uzatmıştır.
EPDK’nın, 2013 Petrol Piyasası Sektör Raporu’na göre, 2011-2013 yılları ara-
sında ham petrol ithalatında İran ve Rusya’nın payı düşüş eğiliminde iken Irak’ın
payı artmıştır. EPDK’nın 2013 Doğalgaz Piyasası Raporuna göre, İran, Türkiye’nin
doğalgaz ithalatının %15’ini, Rusya %58’ini karşılamaktadır.56 2013 yılında 2012
yılına göre, Türkiye’nin ham petrol ithalatında, İran’ın payı %39’dan %28’e, Rus-
ya’nın payı %11’den %8’e düşmüş; Irak’ın payı ise %19’dan %32’ye çıkmıştır.57
2003 yılında devreye giren İran-Türkiye doğalgaz boru hattı ile 10 milyar
m³ doğalgazın Türkiye’ye nakledilmesi konusunda iki ülke anlaşmışlardır. Ancak
gereken miktar, İran tarafından tam olarak iletilmemiştir. Hattan iletilen doğalgaz
2006, 2007 ve 2008 yıllarında kesintiye uğramıştır. İran, doğalgazı iç tüketimi için
kullanmıştır.58 2007 yılında, 6,16 milyar m3, 2008’de 5,8 milyar m3, 2010’da 7,7
milyar m3, 2011’de 8,3 milyar m³ gaz bu hattan nakledilmiştir. 2007 yılında iki ülke
İran’ın Güney Pars gazını ve Türkmen gazını Türkiye’ye nakletmek için boru hattı
inşa edilmesi konusunda mutabakat zaptı imzalanmıştır. Doğu Anadolu’da doğal-
gaz istasyonu kurulması konusunda planlar bulunmaktadır.59 Türkiye-İran arasında

54 T24, “Doğal Gaz Karşılığında Bize ne verildiği Önemli Değil”, 05.12.2012, http://t24.
com.tr/haber/enerji-bakani-yildiz-dogalgaz-karsiliginda-ne-verildigi-bizim-icin-onemli-de-
gil,218996 (Erişim 07.12.2012).
55 Radikal, 04.12.2012
56 EPDK, “Doğalgaz Piyasası Sektör Raporu”, Ankara, 2013, http://www.epdk.gov.tr/docu-
ments/dogalgaz/rapor_yayin/Ddp_yayin_rapor_2012.pdf (Erişim 21.08.2014).
57 Habertürk, 22.05.2014.
58 S. Cagaptay, T. Evans, The Geopolitics of Natural Gas: Turkey’s Energy Policy and the
Future of Natural Gas, 16.12.2013, Houston, Baker Institute for Public Policy Rice Univer-
sity, s.22.
59 T. Babalı, The Role of Energy in Turkey’s Relations with Russia and Iran, Washington,
CSIS, 29.05.2012.
Çağla Gül Yesevi 463

2007 ve 2008 yıllarında imzalanan mutabakat zaptlarında Güney Pars sahasının


geliştirilmesi konusu yer almaktadır. 2010 yılında,Turang firması İran-Türkiye-Av-
rupa hattının inşası konusunda izin almıştır.60 Turang Firması, boru hattını inşa ede-
bilmek için 2013 yılında tarihin en büyük devlet desteğini almıştır; verilen destek
miktarı 11,5 milyar dolardır.61
İran gazının, önceden yapılmış kontratlar nedeniyle, çok pahalı olduğu da be-
lirtmektedir. Sorun, tahkimle çözülecektir. Türkiye, İran gazını %30 oranında paha-
lı aldığını belirtmektedir. Türkiye bin metreküp doğalgaz için İran’a yaklaşık 490
dolarlık bir ödeme yapmaktadır. Rus gazına 425 dolar, Azeri gazına ise 335 dolar
ödenmektedir.62 Türkiye-İran enerji ilişkileri, İran’ın uluslararası ilişkileri ve İran’a
karşı alınan yaptırımlarla yakından ilintilidir.

İran ve Körfez Ülkeleri Arasındaki İlişkiler


1979 yılında, İran Devrimi’nin vuku bulması, Sovyetler Birliği’nin Afganis-
tan’a girmesi ve ardından İran-Irak savaşının yaşanması, Körfez ülkelerinin tehdit
algısının yoğunlaşmasına neden olmuştur. 1973 Yom Kippur Savaşı esnasında, İs-
rail ve Batılı ülkelere karşı ortak hareket eden İran ve Körfez ülkeleri arasındaki
ilişki, İran-Irak savaşı esnasında bozulmuştur. İran, 1982 yılında, Irak’ı Kuzistan
bölgesinden çıkarmayı başarmış ve Irak karşısında üstünlük kazanmıştır.İran-Irak
Savaşı sırasında, Suudi Arabistan ve Kuveyt, Irak’a finansal ve lojistik yardımda
bulunmuşlardır. Irak, savaş esnasında İran’ın tankerlerini vurmaya başlamış; İran da
karşılığında Irak’a yardımcı olan Körfez ülkelerinin tankerlerini vurmuştur. Bu du-
rum İran, Irak ve Körfez ülkelerinin ekonomilerini olumsuz etkilemiştir. Düşen pet-
rol fiyatları, bu ülkelerin 1990’lı yıllara zayıflayarak girmelerine neden olmuştur.63
1981 yılında kurulan Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’nin üyeleri Bah-
reyn, Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan, Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri’dir.
Körfez ülkeleri, İran’ın İslami devrimini ihraç etmesinden ve Körfez ülkelerinde-
ki Şii nüfusu ayaklandırmasından endişe duymuşlardır. Yumuşak gücün başarılı
olabilmesi için gücün gelişim sürecinde bölge ile ilgilenen güçleri rahatsız edecek
açıklamalardan kaçınılması gerekmektedir. Gücün olduğundan büyük halde sunul-

60 Cagaptay, Evans, a.g.e., s.22.


61 P. Nyego, O. Taner, “Turkish-Iranian Rapproachment and the Future of European and Asian
Energy”, Atlantic Council Issue Brief, April 2014.
62 1News Sitesi. “Türkiye’nin aldığı İran doğalgazı Azerbaycan doğalgazına göre 155 dolar daha

pahalı”, 23.01.2014, http://www.1news.com.tr/turkiye/20140123012608785.html (Erişim


24.01.2014).
63 Birol Başkan, “Körfez’in İran Sorunu: Güvenlik İkileminde Çoklu İlişkiler”, Akademik Or-

tadoğu, Sayı.2, 2013, s.49-50.


464 Enerji Diplomasisi

ması rekabet içinde bulunulan diğer ülkelerin tahrik edilmesine yol açabilmekte-
dir.64 İran, bu anlamda yumuşak gücünü kullanırken bölge ülkelerin rahatsız etmiş
olduğundan bölge ülkelerinin iş birliğine gitmeleri ve koalisyon oluşturmaları so-
nucuyla karşılaşmıştır. Bu durum, İran’ın yumuşak güç unsuru olan Şii ideolojisi ve
enerji potansiyelini başarılı olarak uygulamadığını göstermektedir. Hürmüz Boğa-
zı, uluslararası petrol ticareti açısından son derece önemli bir konumdadır. İran’ın
Hürmüz Boğazı’nı kontrol edebilecek konumda olması, Körfez ülkelerinin, İran’ı
enerji alanında da tehdit olarak algılamasına neden olmuştur.65
Suudi Arabistan, Şii ideolojisini ciddi bir tehdit ve İran’ın potansiyel gücü-
nü önemli bir rakip olarak görmektedir ve İran’ın bölgedeki güvenlik dengesini
bozduğunu belirtmektedir. Suudi Arabistan’ın Dışişleri Bakanı Suud bin Faysal,
2009 yılının Mart ayında gerçekleştirilen Arap Ligi toplantısında Arap dünyasını
İran tehdidine karşı birlik olmaya çağırmıştır. Suudi Arabistan’a göre, İran’ın, Irak,
Lübnan ve Filistin’deki faaliyetleri göz önüne alınınca, İran’ın geliştirmekte olduğu
nükleer programı, tüm bölge için tehdit oluşturmaktadır. Körfez Ülkeleri, İran’a
karşı uygulanan uluslararası yaptırımların etkisini arttırmaya yönelik faaliyetlerde
de bulunmuşlardır. Çin, Hindistan ve Türkiye’ye petrol ve doğalgaz satışlarını art-
tırmaya çalışmışlardır.66
2011 yılında Bahreyn’deki barışçı gösterilerin bastırılması için Suudi Arabis-
tan, Bahreyn’e asker göndermiştir. İran, Suudi Arabistan’ın Bahreyn’deki siyasi
reform taleplerini içeren halk hareketini şiddet yoluyla bastırmasına tepki göster-
miştir. Aynı dönemde toplanan Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi Dışişleri
Bakanları toplantısında yayımlanan bildiride, İran’ın Körfez ülkelerinin iç işlerine
müdahale ettiği öne sürülmüştür. Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi, İran’ın,
ülkelerin iç işlerine yönelik müdahalesini şiddetle kınadığını duyurmuş ve İran’ın
müdahaleci politikalarına son vermesini istenmiştir. Suudi Arabistan ve Birleşik
Arap Emirlikleri’nin ortaklaşa düzenledikleri askeri müdahale ise örgüt tarafın-
dan “meşru” olarak nitelendirilmiştir.67 Bahreyn ve Suudi Arabistan, Körfez Arap
Ülkeleri İşbirliği Konseyi’nin 14 Mayıs 2012 tarihinde yapılan toplantısında daha
yakın bir işbirliğinde bulunmayı kararlaştırmışlardır. İran’ın içişlerine ve nüfusları-
nın Şii kesimine müdahalede bulunmasından hoşnut olmadıklarını belirtmişlerdir.68

64 Sandıklı, a.g.e., s.196-197


65 Gülşah Neslihan Akkaya, Körfez İşbirliği Konseyi: Krallar Kulübü ve Değişen Bölgesel
Düzen, Ankara: SETA, 2013, s.8.
66 Başkan, a.g.e., s.60.

67 YDH, “Körfez İşbirliği Örgütü’nden İran Karşıtı Bildiri”, 4 Nisan 2011, http://ydh.com.tr/

HD8909_korfez-isbirligi-orgutunden-iran-karsiti-bildiri.html (Erişim 04.04.2015).


68 Harun Öztürkler, “Körfez Arap Ülkelerinin İşbirliği Konseyi ve Birleşik bir Suudi Arabistan

ve Bahreyn’in Ekonomik Açıdan Önemi”, Ortadoğu Analiz, Cilt 4, Sayı 42, 2012, s.78.
Çağla Gül Yesevi 465

Körfez Ülkeleri arasında ortak pazar kurulması, gümrük birliği kurulması yönünde
adımlar atılması, ortak enerji şebekeleri, su sistemi konularındaki iş birliği, karşı-
lıklı bağımlılığı doğurmuştur ve bu durum, İran yumuşak güç unsurlarının bölgede
zorlayıcı (sert) güç unsurları olarak algılanmasını sağlamıştır.

Sonuç Yerine
Bu çalışmada, İran’ın yumuşak güç unsurları üzerinde durulmuştur. İran’ın
Şii ideolojisi ve enerji kaynakları açısından zenginliği, önemli bir transit ve kay-
nak ülke olması, yumuşak güç unsurları olarak görülmektedir. İran, nükleer enerji
programı nedeniyle, iyicil bir güç olarak tanımlanmamış ve nükleer silah üretimi
amacında olduğu değerlendirmesinde bulunulmuştur. İran’ın nükleer enerji prog-
ramının geçirdiği evreler ve bunun İran’ın uluslararası ilişkilerine ve dış politika
yapım sürecine etkileri anlatılmıştır. İran’ın nükleer enerji programı yumuşak güç
unsuru değil sert güç unsuru olarak algılanmıştır. Bunun neticesinde, ciddi ulus-
lararası yaptırımlara maruz kalan İran, diğer enerji sektörlerini geliştirememiş ve
bölgesel akıllı bir güce dönüşememiştir. Son dönemde nükleer enerji konusunda
varılan mutabakat, İran’ın akıllı bir güce dönüşmesini sağlayabilecek önemli bir
fırsattır. İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılması gündemdedir. İsrail, bu ön an-
laşmayı güvenliği açısından tehdit olarak görmektedir. İran’ı tehdit olarak gören
ülkeler listesinde Şii nüfusa sahip Körfez ülkeleri de bulunmaktadır. Yaptırımların
kalkmasıyla, İran var olan enerji kaynaklarını geliştirebilecek ve bir enerji merkezi-
ne dönüşerek bölgesel gücünü ve etkisini arttırabilecektir. Türkiye ve İran arasında
enerji alanında iş birliği yanında enerji transiti ve enerji merkezi olma konularında
rekabet yaşanabileceği görülmektedir.

Kaynaklar
1News Sitesi. “Türkiye’nin aldığı İran doğalgazı Azerbaycan doğalgazına göre 155 dolar daha
pahalı”, 23.01.2014, http://www.1news.com.tr/turkiye/20140123012608785.html (Eri-
şim 24.01.2014).
A. Akdevelioğlu, Ö. Kürkçüoğlu, “İran’la İlişkiler”, Türk Dış Politikası (1919-1980), Baskın
Oran (Ed.), İstanbul, İletişim Yayınları, 2008.
Akkaya, Gülşah Neslihan, Körfez İşbirliği Konseyi: Krallar Kulübü ve Değişen Bölgesel
Düzen, Ankara, SETA, 2013.
Arı, Tayyar, Irak, İran, ABD, İstanbul, Alfa Yayınları, 2004.
Babalı, T., The Role of Energy in Turkey’s Relations with Russia and Iran. Washington,
CSIS, 29.05.2012.
Bar-Zohar, M.; Mishal, N., Mossad, İstanbul, Koton Kitap, 2012.
466 Enerji Diplomasisi

Başkan, Birol, “Körfez’in İran Sorunu: Güvenlik İkileminde Çoklu İlişkiler”, Akademik Or-
tadoğu, Sayı 2, 2013, 39-63.
BBC,“İran nükleer krizinde son rapor”, 30.08.2012.
Blanche, E., “Iran-Israel Covert War”, The Middle East, July 2009.
Cagaptay, S. Evans, The Geopolitics of Natural Gas: Turkey’s Energy Policy and the
Future of Natural Gas, Houston, Baker Institute for Public Policy Rice University,
16.12.2013.
Carter, Stephen G., “Iran, Natural Gas and Asia’a Energy Needs: A Spoiler for Snactions?”,
Middle East Policy, Vol. 21, No. 1, Spring 2014, 41-61.
Daily Sabah, “Turkish-Iranian Relations: Addressing the Assymetries”, 01.09.2014, http://
www.dailysabah.com/opinion/2014/09/01/turkishiranian-relations-addressing-the-asy-
mmetries (Erişim 30.10.2014).
EIA, “Country Analysis Brief: Iran”, http://www.eia.gov/countries/cab.cfm?fips=IR (Erişim
30.10.2014).
EIA, “Country Analysis Briefs: Iran”, http://www.eia.gov/EMEU/cabs/Iran/pdf.pdf (Erişim
06.09.2012).
EPDK, “Doğalgaz Piyasası Sektör Raporu”, Ankara, http://www.epdk.gov.tr/ documents/do-
galgaz/rapor_yayin/Ddp_yayin_rapor_2012.pdf (Erişim 21.08.2014).
EPDK, EPDK 2011 Faaliyet Raporu, Ankara, 2012.
Fabiani, Anja, “Softand Smart Power in the light of Leadership with Some Policy Remarks on
the Western Balkans”, European Perspectives - Journal on European Perpectives of
the Western Balkans”, Vol. 5, No. 2, October 2013, s. 113-136.
Fırat, M., Kürkçüoğlu, Ö., “Misak-ı Milli’den Sevres’e Arap Politikası”, Türk Dış Politikası
(1919-1980), Baskın Oran (Ed.), İstanbul, İletişim Yayınları, 2008.
Fiedler, Radoslaw, “Hard Power dismisses soft power: The United States’ relations with the
Iranian Islamic Republic in the shadow of the nuclear program”, Przegląd Politologic-
zny, No.3, 2013, 27-38.
Habertürk, 22.05.2014, http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/08/120830_iran_ nucle-
ar.shtml (Erişim 01.09.2012).
Hürriyet, “İran, NATO’nun radar üslerine karşı yeni füze geliştirdi”, 02.07.2012.
Hürriyet, “Nükleerde Tarihi Antlaşma”, 3 Nisan 2015, http://www.hurriyet.com.tr/ dun-
ya/28631473.asp (Erişim 03.04.2015).
Kuzu, A., Mossad, İstanbul, Kariyer Yayıncılık.
Larrabee, F.S., Nader, A., Turkish-Iranian Relations in a Changing Middle East, Santa
Monica, RAND, 2013.
Nye, Joseph S., “Soft Power”, Foreign Policy, No. 80, 1990, s. 153-171.
Nyego, P., Taner, O. “Turkish-Iranian Rapproachment and the Future of European and Asian
Energy”, Atlantic Council Issue Brief, April 2014.
Çağla Gül Yesevi 467

Oran, Baskın, Türk Dış Politikası Cilt I: 1919-1980, İstanbul, İletişim, 2008.
Oran, Baskın, Türk Dış Politikası Cilt II: 1980-2001, İstanbul, İletişim Yayınları, 2004.
Özkan, Mehmet Fatih, Baba, Güral, “Unpredictable Power Broker: Russia’s Role in Iran Nuc-
lear Capability Development”, Ortadoğu Etüdleri, Vol. 6, No. 2, 2015, s. 112-134.
Öztürkler, Harun, “Körfez Arap Ülkelerinin İşbirliği Konseyi ve Birleşik bir Suudi Arabistan
ve Bahreyn’in Ekonomik Açıdan Önemi”, Ortadoğu Analiz, Cilt 4, Sayı 42, 2012, s.
77-83.
Philips, J., “An Israeli Preventive Attack on Iran’s Nuclear Sites: Implications for the US”,
Backgrounder, No. 2361, 15.01.2010.
Radikal, 04.12.2012.
Sandıklı, Atilla, “Yumuşak Güç Savaşları”, Uluslararası Güvenlik Kongresi Bildiri Kitabı,
Hasret Çomak (Ed.), Kocaeli, Kocaeli Üniversitesi Yayınları, Nisan 2014.
Sandıklı, Atilla, Emeklier, Bilgehan, “İran’ın Dış Politika Vizyonu ve Jeopolitik Hedefleri”,
Bilgesam, http://www.bilgesam.org/incele/1866/-iran-in-dis-politika-vizyonu-ve-jeo-
politik-hedefleri/#.VRvJE1IcQqQ (Erişim 04.04.2015).
Sandıklı, Atilla, Emeklier, Bilgehan, İran Krizinin Türkiye’ye Olası Etkileri. İstanbul, Bil-
gesam, 2012.
Sinkaya, Bayram, “Implications of the Arab Spring for Iran’s Policy Towards the Middle
East”, Ortadoğu Etüdleri, Vol. 6, No. 2, 2015, s. 54-78.
Star, “Rusya: İran’a saldırı felaket olur”, 06.09.2012, http://haber.stargazete.com/ guncel/rus-
ya-irana-saldiri-felaket-olur/haber-686692 (Erişim 07.09.2012).
T.C. Dışişleri Bakanlığı, “İran’ın Ekonomisi”, http://www.mfa.gov.tr/iran-ekonomisi.tr.mfa
(Erişim 30.10.2014).
T24, “Doğal Gaz Karşılığında Bize ne verildiği Önemli Değil”, 05.12.2012, http://t24.com.
tr/haber/enerji-bakani-yildiz-dogalgaz-karsiliginda-ne-verildigi-bizim-icin-onemli-de-
gil,218996 (Erişim 07.12.2012).
The World Factbook, “Iran”, 2014, https://www.cia.gov/library/publications/ resources/
the-world-factbook/geos/ir.html (Erişim 15.12.2014).
Vuving, Alexander L., “How Soft Power Works”, APSA Annual Meeting, Toronto, 3 Eylül
2009, s. 1-20.
YDH, “Körfez İşbirliği Örgütü’nden İran Karşıtı Bildiri”, 4 Nisan 2011, http://ydh.com.tr/
HD8909_korfez-isbirligi-orgutunden-iran-karsiti-bildiri.html (Erişim 04.04.2015).
Yesevi, Çağla Gül, “Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve Iran”, 30 Nisan 2012, http://www.
enerjienergy.com/artikel.php?artikel_id=348 (Erişim 05.04.2015).
Yesevi, Çağla Gül, Tiftikcigil, Burcu Yavuz, Türkiye’nin Enerji Görünümü: Stratejiler ve
İlişkiler, İstanbul, Der’in Yayınları, 2015.
Zaman, “Mussaddık’ı CIA devirmiş”, 17 Nisan 2000, http://arsiv.zaman.com.tr/2000/ 04/17/
dunya/7.html (Erişim 05.04.2015).
468 Enerji Diplomasisi
Fatma Aslı Kelkitli 469

ZORLUKLAR VE FIRSATLAR EKSENİNDE


İRAN’IN ENERJİ POLİTİKASI

Fatma Aslı KELKİTLİ*

Giriş
Dünyanın en büyük yirmi ekonomisi içinde yer alan İran’da petrol ve do-
ğal gaz gelirleri gayri safi milli hasılanın %20’sini, hükümet gelirlerinin %60’ını,
ihracat gelirlerinin ise %80’den fazlasını oluşturmaktadır.1 2012 yılında ABD ve
Avrupa Birliği’nin İran’ın petrol ve doğal gaz ihracatı üzerindeki kısıtlamaları ge-
nişletmeleri sonucunda petrol gelirleri bir önceki yıla nazaran %47 azalmış2, bunun
sonucunda da İran ekonomisi %26 oranında daralmıştır.3 Enerji gelirleri ve buna
paralel olarak gayri safi milli hasıladaki düşüş 2013 yılında da devam etmiş, İran
ekonomisi ancak P5+14 ülkeleri ile üzerinde mutabakata varılan ve ülkenin ham
petrol ihracatını azaltmaya yönelikçabalara ara verilmesini öngören Ortak Eylem
Planı’nın Ocak 2014’te yürürlüğe girmesinden sonra bir nebze olsun belini doğ-
rultmayı başarabilmiştir. Özellikle Çin’e ve Hindistan’a petrol satışının artmasıyla
ekonomi tekrar büyüme trendine girmiştir.
Ağırlıklı olarak enerji gelirlerine dayanan ve bu nedenle talep değişiklikleri,
fiyat dalgalanmaları ve ambargolardan kolayca etkilenen kırılgan bir yapıya sahip
olan İran ekonomisinin geleceği İranlı yöneticileri de kaygılandırmaktadır. Bu is-

* Yrd. Doç. Dr.; İstanbul Arel Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İliş-
kiler Bölümü Öğretim Üyesi.
1 Iran Country Report, Economic Overview, Euler Hermes Economic Research, 16 December
2013, http://www.eulerhermes.com/economic-research/country-reports/Pages/Iran.aspx (Eri-
şim 24.01.2015).
2 Sean Evers, “Iran’s Energy Sector Gears Up for Post-Sanctions Era”, The National,
15.10.2014.
3 Islamic Republic of Iran, Gross Domestic Product, Current Prices,http://www.imf.org/exter-
nal/pubs/ft/weo/2014/02/weodata/weorept.aspx?sy=2010&ey=2015&scsm=1&ssd=1&sort=-
country&ds=.&br=1&pr1.x=39&pr1.y=8&c=429&s=NGDP_RPCH%2CNGDPD%2CNG-
DPDPC%2CPPPGDP%2CPPPPC&grp=0&a=(Erişim 24.01.2015).
4 ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya.
470 Enerji Diplomasisi

tikrarsız ve öngörülemez durumla mücadele edebilmek için İran devleti 2009 yı-
lında açıkladığı Beşinci Kalkınma Planı’nda Ulusal Gelişim Fonu’nu kurduğunu
açıklamıştır. Buna göre yıllık petrol ve doğal gaz gelirlerinin en az %20’si bu fonda
toplanmakta ve burada biriken para sanayi, teknoloji, tarım, altyapı ve ulaştırma
yatırımlarında kullanılmaktadır.5
İran hükümeti orta ve uzun vadede ülkenin petrol ve doğal gaza olan bağımlı-
lığını azaltmayı hedeflese de enerjiekonomiye olan girdisi nedeniyle daha uzun yıl-
lar İran’ınkilit sektörü olmayı sürdürecektir. Bu nedenle bu çalışmada İran’ın enerji
diplomasisi petrol vedoğal gaz sektörlerinde uyguladığı politikalar çerçevesinde
tartışılacaktır. Makalenin ilk kısmında İran’da enerji alanındaki temel karar verici
kurumlar incelenecek daha sonra ise ayrı bölümler halinde bu karar vericilerin pet-
rol ve doğal gaz sektörlerindeki faaliyetleri ve politikaları mercek altına alınacaktır.

İran’da Enerjiye Yön Verenler


Temmuz 2001 tarihinde kurulan Yüksek Enerji Konseyi İran’da enerji politi-
kalarını belirleyen en yetkili mercidir. KonseyeCumhurbaşkanı başkanlık etmek-
te, Petrol, Enerji, Mali İşler ve Finans, Ticaret, Tarım ve Sanayiler ve Madenler
bakanları düzenli olarak toplantılara katılmaktadırlar.6 Enerji Bakanlığı su arz ve
talebinin idaresi, atık su arıtımı ve elektrik sektörünün verimliliğinin arttırılması
konularına odaklanırken7,Petrol Bakanlığı ham petrol ve petrol ürünlerinin sondaj,
çıkarım, üretim, işletim, dağıtım ve ihracat faaliyetlerinden sorumludur. İran’da
Petrol Bakanlığı’na bağlı olarak çalışan ve petrol, doğal gaz ve petro-kimya alanla-
rında uzmanlaşmış dört tane devlet şirketi bulunmaktadır. Bunlar İran Ulusal Petrol
Şirketi, Ulusal Petrokimya Şirketi, İran Ulusal Petrol Rafineri ve Dağıtım Şirketi ve
İran Ulusal Gaz Şirketi’dir.
İran’da enerji, petrol bakanlıkları ve İran Ulusal Petrol Şirketi bütçeye sağ-
ladıkları katkı ve ülke ekonomisindeki ağırlıkları nedeniyle oldukça kritik öneme
sahiptir. Bu nedenle bu bakanlıkların başlarında kimin olacağı ve petrol şirketini
kimin yöneteceği İran’da yoğun siyasi çekişmeler, pazarlıklar ve güç mücadeleleri
sonucunda belirlenmektedir. Göreve gelen her cumhurbaşkanıbu pozisyonlara ken-

5 Declaration of the General Policies of the Fifth Development Plan by the Grand Leader of the
Revolution, 01 October 2009, https://www.princeton.edu/irandataportal/laws/supreme-leader/
khamenei/declaration-fifth-dev-pla/ (Erişim 25.01.2015).
6 Country Analysis Brief Iran, U.S. Energy Information Administration, 21 July 2014, s.4, http://
www.eia.gov/countries/analysisbriefs/Iran/iran.pdf (Erişim 03.02.2015) ve “Supreme Energy
Council Meeting Today”, SHANA, 04.03.2014.
7 Iranian Ministry of Energy News Agency, 06 February 2015, http://news.moe.gov.ir/default.
aspx?lang=en-US (Erişim 05.02.2015).
Fatma Aslı Kelkitli 471

di yakın çevresinde yer alan ve güvendiği kişileri getirmek için çaba harcamakta ve
bu uğurda diğer güç odaklarıile yoğun bir mücadele içine girmektedir. İran’da Pet-
rol Bakanlığı ve İran Ulusal Petrol Şirketi uzun yıllar eski cumhurbaşkanı Haşimi
Rafsancani’nin ailesinden gelen kişiler tarafından yönetilmiştir.8 Mahmud Ahme-
dinejad Ağustos 2005’te cumhurbaşkanı seçilir gelmez bu durumu değiştirmek için
yoğun mesai harcamış, sonunda Devrim Muhafızı kökenli yeni kadroları petrol ve
doğal gaz sektörlerinde kilit görevlere getirmeyi başarmıştır.9
4 Ağustos 2013 tarihinde göreve gelen Ahmedinejad’ın halefi Hasan Ruhani
ilk iş olarak 15 Ağustos 2013’te Devrim Muhafızı kökenli Enerji Bakanı Rüstem
Gasemi’yi daha önce birçok İran kabinesinde (Mir Hüseyin Musavi, Haşimi Raf-
sancani, Muhammed Hatemi) enerji ve petrol bakanı olarak görev yapmış enerji
sektörünün duayenlerinden Bijan Namdar Zanganeh ile değiştirmiş10, Zanganeh de
Ulusal Petrol Şirketi, Ulusal Petrokimya Şirketi ve Ulusal Gaz Şirketleri’nin başla-
rına kendi gibi petrol ve doğal gaz endüstrilerinde deneyimli profilleri getirmiştir.11
Ruhani, Enerji Bakanlığı görevine ise Devrim Muhafızları’nın eski Tahran istih-
barat sorumlusu Hamid Çitçiyan’ı getirerek, bu önemli güç merkezini enerji karar
mekanizmasından tamamen dışlamak istemediğini de göstermiştir.
İran İslam Devrimi sonrası 1979 yılında yürürlüğe giren yenianayasanın 81.
maddesine göre ticaret, sanayi, tarım, hizmetler, maden çıkarma sektörlerinde şir-
ketlerin veya kurumların oluşturulmasında yabancılara imtiyaz verilmesi yasaktır.12
İran, 1994’te yürürlüğe soktuğu Bütçe Yasası ile 81. maddenin uygulanmasında
biraz da olsa esnekliğe gitmiş, yabancı petrol ve doğal gaz şirketleri ile geri-alım
anlaşmaları yapılmasına cevaz vermiştir.13 Buna göre yabancı petrol ve doğal gaz
şirketleri İran’da petrol ve doğal gaz keşif, geliştirme ve çıkartma projelerinde yer
alabilecekler fakat gerçekleştirecekleri bu projelerde hisse sahibi olmayıp satış ge-

8 Fareed Mohamedi, “The Oil and Gas Industry”, The Iran Primer, United States Institute of
Peace, http://iranprimer.usip.org/resource/oil-and-gas-industry (Erişim 15.02.2015).
9 Mahnaz Zahirinejad, “The Role of Political Structure in Iran’s Energy Decision Making Poli-
cy”, Journal of Third World Studies, Vol. 29, No. 1, Bahar 2012, s.242.
10 Sumit Dutta, “The World’s Biggest Oil & Gas Companies & the Industry Giants Who Lead
Them”, Oil & Gas IQ Countdown 2014, November 2013, s. 8, http://no.sotskurs.no/wp-con-
tent/uploads/2013/12/The-Worlds-Biggest-Oil-Gas-Companies-2014.pdf(Erişim 15.02.2015).
11 “Iran Oil Minister Replaces State Oil, Gas Chiefs”, Reuters,11.09.2013, “Iran: Battle Looms
Over Remake for Domestic Oil Industry”, Energy Intelligence, 13.09.2013 ve Ian Hanner,
“Top 10 CEOs in Oil and Gas”, Exploration World, 15.09.2014.
12 Islamic Republic of Iran Constitution, http://www.iranonline.com/iran/iran-info/government/
constitution-6-2.html (Erişim 15.02.2015).
13 Nima Nasrollahi Shahri, “The Petroleum Legal Framework of Iran: History, Trends and the
Way Forward”, China and Eurasia Forum Quarterly, Vol. 8, No. 1, 2010, s. 121-122.
472 Enerji Diplomasisi

lirlerinden belirlenmiş bir pay alacaklardı. İran-Irak Savaşı’nın İran’ın enerji alt-
yapısını tahrip etmesi ve ülkeyi ekonomik açıdan darboğaza sokmasıhükümetin
zengin petrol ve doğal gaz yataklarını geliştirecek yatırımları hayata geçirmesini
engellemiş, yabancı sermayenin teknik bilgisine, deneyimine veteknolojisine muh-
taç kalmasına neden olmuştur. İran ayrıca yaptırımlardan ve kısıtlamalardan buna-
lan enerji sektörünü canlandırabilmek için Şubat 2014 tarihinde ilan ettiği ve adını
İran Entegre Petrol Sözleşmesi koyduğu yeni bir anlaşma modeli üzerinde çalış-
maktadır. Buna göre İran ile petrol ve doğal gaz yatırım anlaşması imzalayacak olan
yabancı şirket İran Ulusal Petrol Şirketi ile proje ortağı olacak, keşif, geliştirme ve
üretim fazları tek bir proje içinde değerlendirilip her aşama için ayrı anlaşmalar ya-
pılmayacak ve anlaşmanın süresi geri-alım sözleşmelerinden daha uzun olup 15-25
yıl arasında değişecektir.14
İran hükümetinin enerji ile ilgili bir diğer önemli gündem maddesi Aralık
2010’da yürürlüğe giren devlet desteği reform programının başarılı bir şekilde
tamamlanmasının sağlanmasıdır. Tahran, sekiz yıl süren İran-Irak Savaşının İran
halkı üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak ve bir refah devleti olarak sosyal ada-
leti sağlamak amacıyla 1980’lerin başından itibaren enerji, temel gıda maddeleri,
ilaçfiyatlarını ve elektrik, su ve kanalizasyon hizmetleri gibi kamu hizmetlerinin
fiyatlarını pazar fiyatlarının çok altında tutmaktadır.15 Bu durum İran’da bu ürün
ve hizmetlerin tüketimini arttırırken bütçeye ağır yük getirmektedir. 2013 yılında
İran gayri safi milli hasılasının %25’i bu tüketici sübvansiyonlarına harcanmıştır.16
Reform programına göre öncelikle petrol ve petrol ürünlerinin fiyatları Basra Kör-
fezi petrol fiyatlarının %90’nından az olmamak üzere, doğal gaz fiyatı ise ortalama
ihraç fiyatlarının en az %75’i kadar arttırılacaktı.17 Artan enerji fiyatlarının İran
halkını fazla mağdur etmemesi için ülke çapında nakit transferleri gerçekleştiril-
mesi öngörülüyordu. Programın ikinci aşamasında ise petrol ve doğal gaz fiyatları
%30 daha zamlanacaktı. Her ne kadar geniş çaptaki uluslararası yaptırımlar İran
ekonomisini sarsıp, enflasyonu arttırdıysa ve nakit transferleri reform programının
amacından sapıp daha çok halkın üzerindeki mali yükleri hafifletmek için kullanıl-
dıysa da program en azından ana hedeflerinden biri olan petrol ve petrol ürünleri
tüketiminde azalmayı sağlamıştır.18 Hükümetin bundan sonraki hedefi enerji fiyat-

14 “Iran Works to Attract IOCs”, Arabian Oil and Gas, 06 June 2014, http://www.arabianoilan-
dgas.com/article-12570-iran-works-to-attract-iocs/(Erişim 15.02.2015).
15 Semira N. Nikou, “The Subsidies Conundrum”, The Iran Primer, United States Institute of
Peace, http://iranprimer.usip.org/resource/subsidies-conundrum(Erişim 15.02.2015).
16 “Cheaper Oil: Winners and Losers”, The Economist, 25.10.2014.
17 Elham Hassanzadeh, “Recent Developments in Iran’s Energy Subsidy Reforms”, Policy Brief,
The International Institute for Sustainable Development, October 2012, s. 1.
18 A.e., s. 6.
Fatma Aslı Kelkitli 473

larını dünya seviyesindeki ortalama fiyatlara yaklaştırmaya çalışırken, toplumda


oluşabilecek muhtemel memnuniyetsizlikleri minimize etmeye çalışmak olacaktır.
Geri-alım anlaşmaları, entegre sözleşmeler ve reform programları ile etkinliği
ve verimi arttırılmak istenen petrol endüstrisinden gelen gelirler İran bütçesinin
%50’sini oluşturmakta19 ve sektörün İran ekonomisi için hayatiyetini gözler önüne
sermektedir. Bir sonraki bölümde İran’ın kendisi için kilit önemde olan bu sektörde
Petrol Bakanlığı ve Ulusal Petrol Şirketi aracılığı ile gerçekleştirdiği proje ve faa-
liyetler incelenecektir.

Petrol: İran’ın Lokomotif Endüstrisi


İran 2013 yılı sonu itibariyle kanıtlanmış 155 milyar varil petrol rezerviyle
Venezuela, Suudi Arabistan ve Kanada’nın ardından en zengin petrol kaynaklarına
sahip dördüncü ülkedir.20 Günde 3.2 milyon varil petrol üretmekte olan Tahran21 bu
petrolün 1.3 milyon varilini ihraç etmektedir.22 İran’da 27’si kıyıya yakın ve 13’ü
kıyıya uzak olmak üzere 40 adet petrol üretim alanı bulunmaktadır. Bu üretim alan-
larının büyük kısmı ülkenin güneybatısında yer alan Huzistan eyaletinin sınırları
içerisindedir.23 İran’ın petrol rezervlerinin %80’i 50 yıl önce keşfedilmiştir24 ve bu
nedenle yüksek olgunluğa sahip bir petrol endüstrisi vardır. Petrol sahalarının ka-
pasitelerinin yıllık tükenme oranı kıyıya yakın sahalarda %8, kıyıya uzak sahalarda
ise %13’tür.25 Mevcut petrol üretim alanlarından maksimum etkinlik ve verimlilikte
yararlanmakve yeni petrol sahaları keşfetmek İran’ın petrol stratejisinin temel di-
reklerini oluşturmaktadır.
1999 yılında Irak sınırında keşfedilen Azadegan petrol sahası tahmini 26 mil-
yar varillik ham petrol rezerviyle26 İran’ın son 50 yıldaki en büyük potansiyel petrol

19 Benoit Faucon and Bill Spindle, “Oil Price Drop, Nuclear Deal Delay Unsettle Iran’s Eco-
nomy: President Rouhani Oversaw Fragile Recovery”, The Wall Street Journal, 22.12.2014.
20 2013 World Proved Reserves, http://www.eia.gov/countries/index.cfm?view=reserves (Erişim
21.02.2015).
21 2013 World Oil Production, http://www.eia.gov/countries/index.cfm?view=production (Eri-
şim 21.02.2015).
22 Top World Oil Net Exporters, 2013, http://www.eia.gov/countries/index.cfm?topL=exp (Eri-
şim 21.02.2015).
23 Cyrus Bina, “Petroleum and Energy Policy in Iran”, 07 August 2009, http://mrzine.monthlyre-
view.org/2009/bina070809.html (Erişim 21.02.2015).
24 Mohamedi, a.g.e.
25 Gawdat Bahgat, “Iran’s Role in Europe’s Energy Security: An Assessment”, Iranian Studies,
Vol. 43, No. 3, 2010, s. 343.
26 Siret Hürsoy ve Hatice Hande Orhon, “Modern Dünya Sisteminde Sermaye Birikimi ve İran’ın
Enerji Politikaları”, Ege Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, 2012, s. 71.
474 Enerji Diplomasisi

üretim alanlarından biri olarak kabul edilmektedir. Kuzey ve güney olmak üzere
iki kısıma ayrılan petrol sahasının kuzey bölümünü geliştirme yetkisi Ocak 2009
tarihinde imzalanan 1,8 milyar dolarlık bir antlaşmayla Çin Ulusal Petrol Şirketi’ne
verilmiştir.27 58 petrol kuyusunun bulunduğu petrol sahasının geliştirilme projesi
iki fazdan oluşmaktadır. %67’si tamamlanan birinci fazdapetrol üretiminin 2015
yılı içerisinde başlaması öngörülmektedir. Bu faz tamamlandığında kuzey Azade-
gan petrol sahasının İran’ın günlük petrol üretimine 75.000 varillik bir katkısı ola-
caktır.28 İran güney Azadegan petrol sahasının geliştirilmesi için ise 2004 yılında
Japon petrol şirketi Inpex ile iki milyar dolarlık bir konsorsiyum antlaşması imzala-
mıştı. Antlaşmaya göre konsorsiyumda Inpex’in %75, İran Ulusal Petrol Şirketi’nin
ise %25 hissesi olacaktı. ABD’nin İran üzerindeki yaptırımlarından ürken Inpex
2006 yılında konsorsiyumdaki hisse oranını %10’a indirmiş29, İran da bunun üze-
rine 2009 yılında Çin Ulusal Petrol Şirketi’ni Inpex’in yerine konsorsiyuma almış-
tı. Aradan geçen beş yıllık süre zarfında Çinli firmanın performansından memnun
kalmayan İran Petrol Bakanlığı sözleşmeyi Nisan 2014’te feshettive Çinli şirke-
tin yerini İranlı firmalarla doldurdu.30 Aksaklıklar ve gecikmelerden dolayı güney
Azadegan petrol sahasında üretim kuzeydekine nazaran oldukça geri rakamlarda
seyretmektedir. Nisan 2014 itibari ile günlük üretim 29.000 varildir.31
2002 yılında Huzistan eyaleti sınırlarında keşfedilen Yadavaran petrol sahası
İran’ın bir diğer önemli potansiyel petrol kaynağıdır. İran Yadavaran’ı geliştirmek
için Çinli Sinopec firması ile Ekim 2004 tarihinde bir mutabakat zaptı imzalamış-
tı. Antlaşmaya göre Sinopec Yadavaran’ı geliştirmesine ilaveten 30 yıl boyunca
İran’dan 250 milyon tonluk LNG satın alacak ayrıca Yadavaran faaliyete geçtikten
sonra da 25 yıl boyunca piyasa fiyatlarından günlük 150.000 varil petrol ithal ede-
cekti.32 Proje şu anda rayında gidiyor görünmektedir. Nisan 2014’te günlük petrol
üretimi 25.000 varilden 50.000 varile çıkmıştır.33 Hedef 2015 yılında üretimi gün-
lük 85.000 varile çıkarmaktır.34
İran’ın üzerinde çalıştığı diğer petrol projeleri ise Yaran, Azar, Güney Pars35,

27 Xiao Wan, “CNPC to Develop Azadegan Oilfield”, China Daily, 16.01.2009.


28 “1st Phase of North Azadegan Oil Field to Come on Stream Next Year”, Islamic Republic
News Agency, 21.07.2014.
29 Jonathan Soble, “Japanese Energy Group to Quit Iran Oilfield”, Financial Times, 30.09.2010.
30 “Iranian Companies to Make Up for Chinese Setback in South Azadegan Field”, Islamic Re-
public News Agency, 14.09.2014.
31 “Iranian Firms Replace Chinese at South Azadegan Oil Field”, Financial Tribune, 15.09.2014.
32 “China, Iran Sign Biggest Oil & Gas Deal”, Xinhuanet, 30.10.2004.
33 Benoit Faucon and Simon Hall, “China’s Sinopec Doubles Oil Output at Iranian Project”, The
Wall Street Journal, 10.06.2014.
34 Country Analysis Brief Iran, a.g.e., s. 14.
35 “Iran to Increase Oil Extraction From Joint Field with Iraq”, Iranian Students’ News Agen-
Fatma Aslı Kelkitli 475

Zagheh, Kouhmond, Boushkan ve Kouhkaki’dir. Bunlardan Yaran, Azar ve Gü-


ney Pars’ta İranlı firmalar çalışırken Zagheh, Kouhmond, Boushkan ve Kouhkaki
projelerinde Rusya ve Ukraynalı şirketlerle olan kontratlarını iptal eden İran yeni
geliştirici firma arayışı içerisindedir.36 İran’ın ayrıca Hazar Denizi kıyılarına yakın
sahalarda 500 milyon varil kapasitesinde petrol rezervleri olduğu tahmin edilmek-
tedir.37 Geçmişte Brezilyalı enerji şirketi Petrobras ile bu kaynakları aramak ve ge-
liştirmek için müzakerelerde bulunulmuşsa38 da Hazar Denizi’nin statü sorununun
çözülememesi ve Azerbaycan ve Türkmenistan ile yaşanan ihtilaflardan dolayı bu
görüşmeler sonuçsuz kalmıştır. İran 90’lı yıllarda Hazar Denizi kaynaklarının kendi
topraklarından geçen boru hatlarıyla Basra Körfezi’nden dünya pazarlarına ulaşma-
sını teklif etmiş ve birçok enerji şirketi bu en az masraflı ve inşası kolay hat olduğu
için İran’ı desteklese de ABD’nin İran aleyhindeki katı tutumu nedeniyle Türkiye
seçeneği kabul görmüş ve Bakü-Tiflis-Ceyhan ve Bakü-Tiflis-Erzurum projeleri
hayata geçirilmiştir.39
İran’ın enerji stratejisinin bir diğer önemli hedefi rafineri kapasitesinin arttırıl-
masıdır. Eylül 2013 itibariyle günlük 1.8 milyon varil olan petrol işleme kapasitesi-
nin 2015 yılı sonu itibariyle 2.1 milyona çıkması on yıl sonra ise 3.4 milyon varile
ulaşması amaçlanmaktadır.40 İran’da Ulusal Petrol Rafineri ve Dağıtım Şirketi’ne
bağlı olarak faaliyet gösteren Abadan, Bender Abbas, İmam Humeyni (Şazend),
İsfahan, Kirmanşah, Lavan, Shahid Tondgouyan (Tahran), Şiraz, Tebriz rafinerileri
bulunmaktadır.41 İran-Irak Savaşı sırasında hasar görmüş Abadan rafinerisinin ye-
niden inşası ve 1996 yılında Bender Abbas rafinerisinin inşaatının tamamlanması
İran’ın rafineri kapasitesinin artmasına önemli ölçüde katkıda bulunmuştur.42 İran
rafinerilerinin ortak sorunu üretilen petrol ürünlerinin oldukça düşük kalitede olma-

cy, 13.01.2015, “Azar Oilfield Extraction From September 2015”, Iran Daily, 10.10.2014 ve
“Iran to Offer South Pars Oil Layer to Foreign Investors”, Trend Azerbaijan, 21.02.2015.
36 Dalga Khatinoglu, “The Case of Ukraine, Russia’s Oil MoUs with Iran”, Trend Azerbaijan,
13.05.2014.
37 Country Analysis Brief Iran, a.g.e., s. 9.
38 Bezen Balamir Coşkun, “İran’ın Enerji Kaynakları ve Küresel Enerji Jeopolitiği”, Zirve Üni-
versitesi Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (OSAM) Stratejik Analiz Serisi, Cilt
1, Mayıs 2010, s. 17.
39 Hossein Askari ve Roshanak Taghavi, “Iran’s Financial Stake in Caspian Oil”, British Jour-
nal of Middle Eastern Studies, Vol. 33, No. 1, 2006, s. 11.
40 “Iran to Boost Oil Refining Capacity”, Press TV, 22.02.2015.
41 National Iranian Oil Refining & Distribution Company, Refining Companies, http://en.niordc.
ir/index.aspx?fkeyid=&siteid=77&pageid=359 (Erişim 22.02.2015).
42 Mohammad Hassani, “Performance of Iran’s Oil Sector: Oil Revenues and Developmental
Challenges, 1970-2003”, India Quarterly: A Journal of International Affairs, Vol. 62, No
1, 2006, s. 158.
476 Enerji Diplomasisi

sıdır. Bu durumu ortadan kaldırmak için İran hükümeti rafinerilerden yıllık gelirle-
rinin %30’unu mevcut üretim planlarını güncellemek ve ürün kalitesini yükseltmek
için kullanmalarını istemiştir. İran beş yıllık bir plan dahilinde özellikle İsfahan,
Shahid Tondgouyan (Tahran), Şiraz ve Tebriz rafinerilerinde ürün kalitesini arttır-
mayı amaçlamaktadır.43 İran ayrıca kendi toprakları dışında rafineri kurma ve mev-
cut rafinerilerin kapasitesini arttırma ve onarma çalışmaları içine de girmiştir. İran
Ulusal Petrol Şirketi’nin Endonezya, Malezya, Suriye, Vietnam ile rafineri kurma,
Suudi Arabistan, Senegal, Sri Lanka ile rafineri kapasitesini arttırma ve Zimbabwe
ile rafineri restorasyon ve yeniden inşa antlaşmaları vardır.44 Fakat İran Ulusal Pet-
rol Rafineri ve Dağıtım Şirketi Başkanı Abbas Kazemi’nin ifadesiyle bu projelerde
şu ana kadar kaydedilen ilerleme sıfırdır.45
İran petrolünün alıcı listesinde Çin, Hindistan ve Japonya en üst sıralarda
bulunmaktadır. İran’ın bir numaralı petrol müşterisi olan Pekin 2014 yılında Tah-
ran’dan 27.5 milyon ton ham petrol ithal etmiştir. 46 Çin, hem İran’la gerçekleştirdi-
ği ortak petrol projeleri hem de İran’ın enerji sanayi ve altyapısına verdiği teknolo-
jik, teknik ve finansal destek nedeniyle İran için çok değerli bir ortaktır. Bu nedenle
Tahran, Pekin’in petrol ithalatının önemli bir ksımını endüstriyel ekipman ve tek-
noloji transferi ile karşılamasına izin vermektedir.47 Hindistan, 20 milyon ton ham
petrol alımıyla, Çin’in ardından ikinci sırada yer almaktadır.48 Coğrafi yakınlık ve
Hindistan’ın artan enerji ihtiyacı Yeni Delhi’yi Tahran için ideal müşteri konumu-
na sokmaktadır. Fakat Hindistan ABD’nin İran ile ilgili yaptırım kararlarına uyma
noktasında Çin’e nazaran daha hassas davranmaktadır. Bu bağlamda 2005 yılında
Hindistan’ın İran ile imzaladığı ve İran’ın Yadavaran ve Cufeyr petrol sahalarını
geliştirmesini öngören antlaşma bir türlü hayata geçirilememiştir.49 Mart 2011 tari-
hinde Fukushima’da gerçekleşen nükleer felaketten sonra 54 nükleer reaktörünün
sadece iki tanesini kullanımda bırakan Japonya50 yoğun enerji ihtiyacının büyük

43 “Oil Refineries Tasked to Improve Output Quality”, SHANA, 04.02.2015.


44 National Iranian Oil Company, Joint Ventures, http://www.nioc.ir/portal/home/?general-
text/81026/81171/69635/ (Erişim 22.02.2015).
45 “Iran to Build 11 New Refineries”, Mehr News Agency, 08.06.2014.
46 “China’s 2014 Iran Oil Imports Up 28%”, Iran Daily, 23.01.2015.
47 Zhao Hong, “China’s Dilemma on Iran: Between Energy Security and a Responsible Rising
Power”, Journal of Contemporary China, Vol. 23, No. 87, 2014, s. 414.
48 Nidhi Verma, “India Oil Imports from Iran Jump Sharply in 2014”, Reuters, 16.01.2015.
49 Abhimanyu Behera, “India-Iran Energy Ties: Problems and Prospects”, India and Iran in
Contemporary Relations, R. Sidda Goud, Manisha Mookherjee (Ed.), Hyderabad, Centre for
Indian Ocean Studies, Osmania University, 2014, s. 123.
50 Garrett Nada, “Iran and Asia 2: Japan Is Torn, Oil Hungry But Anti-Nuke”, The Iran Primer,
United States Institute of Peace, http://iranprimer.usip.org/blog/2014/jan/30/iran-and-asia-2-
japan-torn-oil-hungry-anti-nuke(Erişim 24.02.2015).
Fatma Aslı Kelkitli 477

kısmını çoğunlukla Ortadoğu’dan ithal ettiği petrol ve doğal gazdan karşılamakta-


dır. Her ne kadar ABD ve Avrupa Birliği’nin İran’a uyguladığı ambargolara katılıp
İran şirketleriyle gerçekleştirdiği petrol sahası geliştirme projelerinden çekilmiş
olsa da Japonya 2014 yılında İran’dan 12 milyon ton petrol satın alarak İran petro-
lünün en büyük üçüncü alıcısı olmuştur.51
Mevcut petrol alanlarının dünya ortalamasının üstünde rakamlarla tükenmesi,
teknik arızalarve iç talebin yüksek olması İran’ı 1990’lı yılların başından itibaren
yeni petrol sahaları keşfetmeye yöneltmiş, Azadegan ve Yadavaran’da önemli oran-
larda petrol bulunması İranlı enerji yapıcıları ilerisi için oldukça ümitlendirmiştir.
Fakat finansal zorluklar, yetersiz teknolojik altyapı ve yabancı yatırımcıların ABD
ve Avrupa Birliği’nin artan yaptırımları karşısında petrol projelerinden çekilmesi,
İran’ın bu petrol sahalarını istediği hızla faaliyete geçirmesini geciktirmiştir. İran’ın
ileriki dönemlerdeki temel hedefi yaptırımların hafiflemesiyle birlikte bir yandan
rafinerilerindeki ürün kalitesini yükseltirken bir yandan da Azadegan ve Yadava-
ran’ın tam kapasite üretime geçmesini sağlamak olacaktır.
Petrolün gölgesinde kalsa da İran’da enerji üretimi ve tüketimi açısından kritik
önemde olan bir diğer sektör doğal gaz sanayidir. Bu bağlamda bir sonraki bölümde
İran’ın doğal gaz endüstrisini geliştirmek için gerçekleştirdiği faaliyetler ve geliş-
tirdiği projeler incelenecektir.

Doğal Gaz: Potansiyel Zenginlik Kaynağı


İran,Ocak 2014 itibariyle sahip olduğu 1.2 trilyon feetküplük doğal gaz re-
zerviyle Rusya’dan sonra dünyanın en zengin doğal gaz yataklarına sahip ikinci
ülkesi konumundadır.52 Günlük 660 milyon metreküp doğal gaz üretimi gerçekleş-
tiren Tahran’ın hedefi bu rakamı 2016 yılında bir milyar metreküpe çıkarmaktır.53
İran’daki en büyük doğal gaz alanı ülke gaz rezervlerinin %40’ını oluşturan Güney
Pars doğal gaz sahasıdır. 3.700 km2’lik bir alana yayılan bu doğal gaz sahasında
14 trilyon metreküp rezerv olduğu tahmin edilmektedir.54 28 fazdan oluşan Güney

51 Overview, Japan, U.S. Energy Information Administration, 30 January 2015, s. 6, http://www.


eia.gov/countries/analysisbriefs/Japan/japan.pdf (Erişim 24.02.2015).
52 Claira Lloyd, “Oil and Gas: Iran”, Energy Global, 30 July 2014, http://www.energyglo-

bal.com/upstream/drilling-and-production/30072014/Iranian-oil-gas-sector-EIA/ (Erişim
28.03.2015).
53 “Iran Eyes 1 bcm/d Gas Output in March 2016”, News Archive, National Iranian Gas Company,

16 March 2015, http://www.iraniangas.ir/Portal/Home/ShowPage.aspx?Object=NEWS&Ca-


tegoryID=4cd46ada-b65f-4830-abd3-f972dc23f6ac&WebPartID=b05b729f-9999-48df-9b96-
01d81b214d55&ID=36f4cf6c-bf2b-4af7-bfe8-c05d6fd2e1f3 (Erişim 28.03.2015).
54 “Iran Launches Major Gas Project”, News Archive, National Iranian Gas Company, 17 Mar-
478 Enerji Diplomasisi

Pars doğal gaz geliştirme projesinin Mart 2015 itibariyle ilk 12 fazı tamamlanmış
bulunmaktadır. Kuzey Pars, Kish, Gülşen, Tabnak, Kangan-Nar, Firuz B, Hayyam,
Madar, Serdar-ı Cengel, Lavan, ve Firdevs İran’daki diğer önemli doğal gaz sahala-
rıdır.55 İran hükümeti doğal gaz alanlarının geliştirilmesi görevini çoğunlukla İranlı
firmalara verirken Fransa, Rusya, İtalya, Norveç, Malezya, Çin ve Angola’ya ait
enerji şirketleri de çeşitli fazların geliştirilmesine katkıda bulunmuştur.

İran 2013 yılında 9.3 milyar metreküplük doğal gaz ihracatı gerçekleştirmiş-
tir.56 1996 yılında İran’la imzaladığı doğal gaz alım antlaşması gereğiTebriz-Doğu-
beyazıt boru hattından 8.7 milyar metreküp doğal gaz ithal eden Türkiye İran’ın en
büyük doğal gaz müşterisidir.57 İran gazının diğer iki önemli alıcısı ise Ermenistan
ve Azerbaycandır. 2007 yılında açılışını İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedine-
jad ve Ermenistan Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan’ın birlikte yaptığı Tebriz-Sar-
daryan boru hattı aracılığıyla İran’dan yılda 450 milyon metreküp doğal gaz satın
alan Ermenistan bu gazın büyük kısmını Hrazdan santralinde enerji üretmek için
kullanmaktadır.58 Azerbaycan ise kara bağlantısının olmadığı Nahçıvan bölgesinin
enerji ihtiyacını karşılamak için İran’dan Salmas-Nahçıvan boru hattı ile yıllık 250
milyon metreküp59 civarında doğal gaz satın almaktadır.

Zengin doğal gaz kaynaklarının varlığına rağmen İran doğal gazın iç pazar-
da konutların ısıtılması, sanayi sektörüne enerji girdisi, elektrik üretimi ve ulaşım
için yoğun miktarda kullanılmasından dolayı talebi karşılamak amacıyla 1997
yılından beri dışarıdan doğal gaz alımları yapmaktadır. İran’ın 2013 yılında 4.7
milyar metreküp doğal gaz ithal ettiği Türkmenistan en önemli doğal gaz satıcısı-

ch 2015, http://www.iraniangas.ir/Portal/Home/ShowPage.aspx?Object=NEWS&CategoryI-
D=4cd46ada-b65f-4830-abd3-f972dc23f6ac&WebPartID=b05b729f-9999-48df-9b96-01d81
b214d55&ID=1eb0fc42-6463-4a85-ae28-9f853f8b3f28 (Erişim 28.03.2015).
55 Country Analysis Brief Iran, a.g.e., s. 20-27.
56 OPEC Members’ Facts and Figures, 2013, 2014 OPEC Annual Statistical Bulletin, s.8,
http://www.opec.org/opec_web/static_files_project/media/downloads/publications/ASB2014.
pdf(Erişim 28.03.2015).
57 2005-2013 Yılları Doğal Gaz İthalat Miktarları (milyon Sm3), Enerji Piyasası Düzenle-
me Kurumu Doğal Gaz Piyasası 2013 Yılı Sektör Raporu, s. 20, http://www.epdk.gov.
tr/documents/dogalgaz/rapor_yayin/Dpd_Rapor_Yayin_Sektor_Raporu_2013.pdf (Erişim
28.03.2015).
58 Arman Gasparyan, “Iranian Energy Policy towards the South Caucasus from the Perspective
of Neo-Liberalism Theory”, Spectra Journal Vol. 3, No. 1, 2014, http://spectrajournal.org/
article/view/116/124 (Erişim 28.03.2015).
59 Emin Akhundzada ve Seray Özkan, “İran Enerji Görünümü”, Hazar Strateji Enstitüsü Ener-
ji ve Ekonomi Araştırmaları Merkezi, Aralık 2014, s. 5, http://www.hazar.org/UserFiles/
yayinlar/raporlar/iran_Turkce_3_.pdf(Erişim 28.03.2015).
Fatma Aslı Kelkitli 479

dır.60 İki devlet Ağustos 1996 tarihinde Rusya’yı bypas edecek bir doğal gaz boru
hattının inşası için antlaşma yapmış61, Aralık 1997’de İran Cumhurbaşkanı Mu-
hammed Hatemi’nin ve Türkmenistan Cumhurbaşkanı Saparmurat Niyazov’un
katılımıyla Korpeje-Kurt Kui doğal gaz boru hattı açılmış ve Türkmenistan’dan
İran’a ilk petrol ihracatı başlamıştır. Ocak 2010 tarihinde faaliyete geçen Devle-
tabad-Serahs-Hangeran doğal gaz boru hattı ile de Tahran ve Aşkabat arasındaki
enerji işbirliği daha da artmıştır.62 İran, Türkmen gazına ilaveten Azerbaycan’dan
da özellikle kış aylarında kuzeydoğu bölgelerinin yakıt ihtiyacını karşılamak için
doğal gaz ithal etmektedir.
İran doğal gaz ihracatını dolayısıyla gelirlerini artırmak için doğal gaz boru
hattı inşa projelerine de devam etmektedir. Bu bağlamda tasarlanan boru hatların-
dan biri olan İran-Irak doğal gaz boru hattı projesi Eylül 2014 tarihinde tamam-
lanmıştır. İran‘ın Kirmanşah eyaletinden Irak sınırındaki Neftşehr kentine kadar
uzanan 270 kilometrelik boru hattının buradan Bağdat santrallerine pompalanıp El
Mansure elektrik santralini beslemesi planlanmaktadır.63 İran ilk yıl içinde Irak’a
günlük dört milyon metreküp doğal gaz ihraç etmeyi öngörürken ileriki yıllarda bu
rakamın günlük 25 milyon metreküpe çıkmasını hedeflemektedir.64
İran Pakistan’a uzanacak bir doğal gaz boru hattı yapımı üzerinde de çalış-
maktadır. 11 Mart 2013 tarihinde İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ve
Pakistan Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari tarafından İran’ın liman kenti Chaba-
har’da temeli atılan 2.775 kilometrelik boru hattından Pakistan’ın ilk etapta günlük
yaklaşık 23 milyon metreküp doğal gaz alması planlanmaktadır.65 Hattın İran bölü-
mü büyük ölçüde tamamlanırken Pakistan kısmının inşaatıkararlaştırılan takvimin
çok gerisinde kalmıştır. Bunda Pakistan’nın yaşadığı ekonomik ve teknik sorunlar
kadar ABD’nin ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Pakistan’ın Körfez bölgesi
müttefiklerinin İslamabad’ın Tahran ile enerji bağlarını kuvvetlendirmesine olum-
suz bakmalarının da etkisi vardır. İran-Pakistan boru hattına başlarda Hindistan’ın
da katılması düşünülürken Yeni Delhi’nin 18 Temmuz 2005 tarihinde Washington

60 A.e., s. 6.
61 Süha Bölükbaşı, “The Controversy over the Caspian Mineral Resources: Conflicting Percepti-
ons, Clashing Interests”, Europe-Asia Studies, Vol. 50, No. 3, Mayıs 1998, s. 407.
62 Aidarbek Amirbek, “Avrupa Birliği ve Türkmenistan: Boru Hatlarına Dayalı İşbirliği”, US-
GAM, 04.08.2011, http://www.usgam.com/tr/index.php?l=807&cid=462&bolge=13&ko-
nu=16 (Erişim 28.03.2015).
63 “İran-Irak Arasında Doğalgaz Boru Hattı Tamamlandı”, Dünya, 07.09.2014.
64 “Official: 14 Consortiums Ready to Invest in Iran-Iraq Gas Pipeline”, Fars News Agency,
13.02.2015.
65 Stephen G. Carter, “Iran, Natural Gas and Asia’s Energy Needs: A Spoiler for Sanctions?”,
Middle East Policy Council, Vol. 21, No. 1, Bahar 2014, s. 48.
480 Enerji Diplomasisi

ile sivil nükleer enerji işbirliği antlaşması imzalamasından sonra bu konu gündem-
den düşmüştür.66
Zengin doğal gaz kaynaklarının varlığına rağmen yetersiz teknoloji, mali güç-
lükler ve uluslararası yaptırımların etkisiyle yabancı sermayenin ülkede yatırım
yapmaktan çekinmesi nedeniyle İran’ın doğal gaz gelirleri petrole kıyasla potansi-
yelinin oldukça altındadır. Bu durumun farkında olan İran hükümeti özellikle ithal
gaza olan bağımlığını azaltmak için bir an önce Güney Pars sahasındaki çalışmala-
rın tamamlanması için çaba harcarken, bir yandan da gaz işleme tesisleri ve yeraltı
gaz depoları kurmaktadır.67 2007’de yapımına başlanılan Tombak’taki LNG (sıvı-
laştırılmış doğal gaz)terminalinin tamamlanması da bir diğer önemli uzun vadeli
hedeftir.
İran’da doğal gaz sanayi elektrik üretimine yaptığı katkı açısından da oldukça
önemli bir yere sahiptir. İran ekonomik kalkınma planlarında her ne kadar elektrik
üretimindehidro ve jeotermal enerji, rüzgar, güneş ve biyokütle enerjisi gibi ye-
nilenebilir enerji kaynaklarının ağırlığını artırmayı hedeflediğini beyan etse de68
elektrik üretiminde aslan payını hala doğal gaz (%69) ve petrol (%25) almaktadır.69
Hidro enerjinin toplam elektrik üretimindeki payı %6 iken diğer yenilenebilir enerji
kaynaklarının oranı %1’in altında seyretmektedir.70 İran Buşehr nükleer santralinin
tam kapasite ile çalışmasını sağlayıp Darkovin’de yeni bir nükleer tesis inşa edere-
k71elektrik üretiminde nükleer kaynakların payını artırmak istemektedir. Böylelikle
doğal gaz kaynakları çoğunlukla iç tüketimi karşılamak için değil büyük ölçüde
ihracat amacıyla kullanılabilecektir.

Sonuç
Milli gelirinin büyük kısmının petrol ve doğal gaz ihracatına dayanması, ener-
ji firmalarının büyük çoğunluğunun devlete ait olması ve uyguladığı geniş kapsamlı

66 Shebonti Ray Dadwal, “India-Iran Energy Ties: A Balancing Act”, Strategic Analysis, Vol. 36,
No. 6, Kasım-Aralık 2012, s. 933.
67 Hedayat Omidvar, “Iran’s Aggressive Natural Gas Expansion Plans”, GNV Magazine,
2010, http://www.gnvmagazine.com/eng/opinion-iran_s_aggressive_natural_gas_expansion_
plans-53 (Erişim 28.03.2015).
68 Islamic Republic of Iran Management and Planning Organization, Law of the Fourth Eco-
nomic, Social and Cultural Development Plan of the Islamic Republic of Iran, 01.09.2004,
http://unpan1.un.org/intradoc/groups/public/documents/APCITY/UNPAN021522.pdf (Erişim
28.03.2015).
69 Akhundzada ve Özkan, “İran Enerji Görünümü”, a.g.e., s. 10.
70 A.e.
71 Country Analysis Brief Iran, a.g.e., s. 31.
Fatma Aslı Kelkitli 481

sosyal yardım programlarıyla İran birçok açıdan1970 yılında Hüseyin Mahdavy ta-
rafından ortaya atılan rantiye devlet tanımına uymaktadır. Nükleer programı nede-
niyle başta ABD olmak üzere Batı dünyasının hışmını üzerine çeken ve ekonomik
yaptırımlara maruz kalan İran bu nedenle rantiye devlet modelinin özellikle sosyal
yardım noktasında tıkanmaya başlamıştır.
Enerji sektöründeki sübvansiyonlar ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan yo-
ğun petrol ve doğal gaz tüketimi bütçeye ekstra yük bindirmekte kısıtlamalar ve
yaptırımlar nedeniyle zaten zor günler geçiren ülkenin mali durumunu daha da boz-
maktadır. Tahran’ın uzun vadeli hedefi petrol ve doğal gaz gelirlerinin bir kısmını
sanayi, teknoloji ve altyapı projeleriiçin kullanarak tek ihraç kalemine dayanan bu
sağlıksız ekonomik model yerine daha sürdürülebilir ve etkin bir sisteme geçiş ya-
pabilmektir. Bu hedefe ulaşabilmek için de ilk etapta ülkedeki petrol ve doğal gaz
tüketimini azaltmak için bu enerji kaynaklarının fiyatlarını artırmıştır.
Tahran ayrıca enerji dışı sektörlere kaynak sağlamak amacıyla petrol ve doğal
gaz endüstrilerinden gelen gelirleri artırma çabası içine girmiştir. Bu minvalde yeni
petrol alanları keşfedilip geliştirilmeye çalışılırken mevcut rafinerilerin işlediği
ürünlerin kalitesinin yükseltilmesine çalışılmaktadır. Doğal gaz sektöründe de ben-
zer şekilde bir yandan yeni sahalar kullanıma açılırken bir yandan da boru hatları
inşa edilerek ihracat gelirleri arttırılmaya çalışılmaktadır. Nükleer tesislerini elekt-
rik üretimi için yoğun şekilde kullanmaya başlayan İran en azından iç tüketiminin
büyük kısmını buradan üretilen elektrik ile karşılayıp doğal gazını daha yüksek
oranlarda dışarıya satmayı planlamaktadır.

Kaynakça
“1st Phase of North Azadegan Oil Field to Come on Stream Next Year”, Islamic Republic
News Agency, 21.07.2014.
2005-2013 Yılları Doğal Gaz İthalat Miktarları (milyon Sm3), Enerji Piyasası Düzenleme
Kurumu Doğal Gaz Piyasası 2013 Yılı Sektör Raporu, s. 20, http://www.epdk.gov.tr/
documents/dogalgaz/rapor_yayin/Dpd_Rapor_Yayin_Sektor_Raporu_2013.pdf(Erişim
28.03.2015).
2013 World Oil Production, http://www.eia.gov/countries/index.cfm?view=production (Eri-
şim 21.02.2015).
2013 World Proved Reserves, http://www.eia.gov/countries/index.cfm?view=reserves (Erişim
21.02.2015).
Akhundzada, Emin ve Seray Özkan: “İran Enerji Görünümü”, Hazar Strateji Enstitüsü
Enerji ve Ekonomi Araştırmaları Merkezi, Aralık 2014, s. 5, http://www.hazar.org/
UserFiles/yayinlar/raporlar/iran_Turkce_3_.pdf(Erişim 28.03.2015).
482 Enerji Diplomasisi

Amirbek, Aidarbek: “Avrupa Birliği ve Türkmenistan: Boru Hatlarına Dayalı İşbirliği”, US-
GAM, 04.08.2011, http://www.usgam.com/tr/index.php?l=807&cid=462&bolge=13&-
konu=16 (Erişim 28.03.2015).
Askari, Hossein ve Roshanak Taghavi: “Iran’s Financial Stake in Caspian Oil”, British Jour-
nal of Middle Eastern Studies, Vol. 33, No. 1, 2006.
“Azar Oilfield Extraction From September 2015”, Iran Daily, 10.10.2014.
Bahgat, Gawdat: “Iran’s Role in Europe’s Energy Security: An Assessment”, Iranian Studies,
Vol. 43, No. 3, 2010.
Behera, Abhimanyu: “India-Iran Energy Ties: Problems and Prospects”, India and Iran in
Contemporary Relations, R. Sidda Goud, Manisha Mookherjee (Ed.), Hyderabad,
Centre for Indian Ocean Studies, Osmania University, 2014.
Bölükbaşı, Süha: “The Controversy over the Caspian Mineral Resources: Conflicting Percep-
tions, Clashing Interests”, Europe-Asia Studies, Vol. 50, No. 3, Mayıs 1998.
Carter, Stephen G.: “Iran, Natural Gas and Asia’s Energy Needs: A Spoiler for Sanctions?”,
Middle East Policy Council, Vol. 21, No. 1, Bahar 2014.
“Cheaper Oil: Winners and Losers”, The Economist, 25.10.2014.
“China’s 2014 Iran Oil Imports Up 28%”, Iran Daily, 23.01.2015.
“China, Iran Sign Biggest Oil & Gas Deal”, Xinhuanet, 30.10.2004.
Coşkun, Bezen Balamir: “İran’ın Enerji Kaynakları ve Küresel Enerji Jeopolitiği”, Zirve
Üniversitesi Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (OSAM) Stratejik Analiz
Serisi, Cilt 1, Mayıs 2010.
Country Analysis Brief Iran, U.S. Energy Information Administration, 21 July 2014, s.4,
http://www.eia.gov/countries/analysisbriefs/Iran/iran.pdf (Erişim 03.02.2015).
Dadwal, Shebonti Ray: “India-Iran Energy Ties: A Balancing Act”, Strategic Analysis, Vol.
36, No. 6, Kasım-Aralık 2012.
Declaration of the General Policies of the Fifth Development Plan by the Grand Leader of
the Revolution, 01 October 2009, https://www.princeton.edu/irandataportal/laws/supre-
me-leader/khamenei/declaration-fifth-dev-pla/ (Erişim 25.01.2015).
Dutta, Sumit: “The World’s Biggest Oil & Gas Companies & the Industry Giants Who Lead
Them”, Oil & Gas IQ Countdown 2014, November 2013, s. 8, http://no.sotskurs.no/
wp-content/uploads/2013/12/The-Worlds-Biggest-Oil-Gas-Companies-2014.pdf(Eri-
şim 15.02.2015).
Evers, Sean: “Iran’s Energy Sector Gears Up for Post-Sanctions Era”, The National,
15.10.2014.
Faucon, Benoit and Simon Hall: “China’s Sinopec Doubles Oil Output at Iranian Project”,
The Wall Street Journal, 10.06.2014.
Faucon, Benoit and Bill Spindle: “Oil Price Drop, Nuclear Deal Delay Unsettle Iran’s Eco-
nomy: President Rouhani Oversaw Fragile Recovery”, The Wall Street Journal,
22.12.2014.
Fatma Aslı Kelkitli 483

Gasparyan, Arman: “Iranian Energy Policy towards the South Caucasus from the Perspective
of Neo-Liberalism Theory”, Spectra Journal Vol. 3, No. 1, 2014, http://spectrajournal.
org/article/view/116/124(Erişim 28.03.2015).
Hanner, Ian: “Top 10 CEOs in Oil and Gas”, Exploration World, 15.09.2014.
Hassani, Mohammad: “Performance of Iran’s Oil Sector: Oil Revenues and Developmental
Challenges, 1970-2003”, India Quarterly: A Journal of International Affairs, Vol.
62, No. 1, 2006.
Hassanzadeh, Elham: “Recent Developments in Iran’s Energy Subsidy Reforms”, Policy
Brief, The International Institute for Sustainable Development, October 2012.
Hong, Zhao: “China’s Dilemma on Iran: Between Energy Security and a Responsible Rising
Power”, Journal of Contemporary China, Vol. 23, No. 87, 2014.
Hürsoy, Siret ve Hatice Hande Orhon: “Modern Dünya Sisteminde Sermaye Birikimi ve
İran’ın Enerji Politikaları”, Ege Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt 3, Sayı 2, 2012.
“İran-Irak Arasında Doğalgaz Boru Hattı Tamamlandı”, Dünya, 07.09.2014.
“Iran: Battle Looms Over Remake for Domestic Oil Industry”, Energy Intelligence,
13.09.2013.
Iran Country Report, Economic Overview, Euler Hermes Economic Research, 16 December
2013, http://www.eulerhermes.com/economic-research/country-reports/Pages/Iran.aspx
(Erişim 24.01.2015).
“Iran Eyes 1 bcm/d Gas Output in March 2016”, News Archive, National Iranian Gas Com-
pany, 16 March 2015, http://www.iraniangas.ir/Portal/Home/ShowPage.aspx?Object=-
NEWS&CategoryID=4cd46ada-b65f-4830-abd3-f972dc23f6ac&WebPartID=b05b72
9f-9999-48df-9b96-01d81b214d55&ID=36f4cf6c-bf2b-4af7-bfe8-c05d6fd2e1f3 (Eri-
şim 28.03.2015).
“Iran Launches Major Gas Project”, News Archive, National Iranian Gas Company, 17 March
2015, http://www.iraniangas.ir/Portal/Home/ShowPage.aspx?Object=NEWS&Categor-
yID=4cd46ada-b65f-4830-abd3-f972dc23f6ac&WebPartID=b05b729f-9999-48df-9b9
6-01d81b214d55&ID=1eb0fc42-6463-4a85-ae28-9f853f8b3f28 (Erişim 28.03.2015).
“Iran Oil Minister Replaces State Oil, Gas Chiefs”, Reuters, 11.09.2013.
“Iran to Boost Oil Refining Capacity”, Press TV, 22.02.2015.
“Iran to Increase Oil Extraction From Joint Field with Iraq”, Iranian Students’ News Agen-
cy, 13.01.2015.
“Iran to Build 11 New Refineries”, Mehr News Agency, 08.06.2014.
“Iran to Offer South Pars Oil Layer to Foreign Investors”, Trend Azerbaijan, 21.02.2015.
“Iran Works to Attract IOCs”, Arabian Oil and Gas, 06 June 2014, http://www.arabianoilan-
dgas.com/article-12570-iran-works-to-attract-iocs/(Erişim 15.02.2015).
“Iranian Companies to Make Up for Chinese Setback in South Azadegan Field”, Islamic Re-
public News Agency, 14.09.2014.
484 Enerji Diplomasisi

“Iranian Firms Replace Chinese at South Azadegan Oil Field”, Financial Tribune, 15.09.2014.
Iranian Ministry of Energy News Agency, 06 February 2015, http://news.moe.gov.ir/default.
aspx?lang=en-US (Erişim 05.02.2015).
Islamic Republic of Iran Constitution, http://www.iranonline.com/iran/iran-info/government/
constitution-6-2.html(Erişim 15.02.2015).
Islamic Republic of Iran, Gross Domestic Product, Current Prices,http://www.imf.org/external/
pubs/ft/weo/2014/02/weodata/weorept.aspx?sy=2010&ey=2015&scsm=1&ssd=1&-
sort=country&ds=.&br=1&pr1.x=39&pr1.y=8&c=429&s=NGDP_RPCH%2CNGDP-
D%2CNGDPDPC%2CPPPGDP%2CPPPPC&grp=0&a=(Erişim 24.01.2015).
Islamic Republic of Iran Management and Planning Organization, Law of the Fourth Econo-
mic, Social and Cultural Development Plan of the Islamic Republic of Iran, 01.09.2004,
http://unpan1.un.org/intradoc/groups/public/documents/APCITY/UNPAN021522.
pdf(Erişim 28.03.2015).
Khatinoglu, Dalga: “The Case of Ukraine, Russia’s Oil MoUs with Iran”, Trend Azerbaijan,
13.05.2014.
Lloyd, Claira: “Oil and Gas: Iran”, Energy Global, 30 July 2014, http://www.energyglobal.
com/upstream/drilling-and-production/30072014/Iranian-oil-gas-sector-EIA/ (Erişim
28.03.2015).
Mohamedi, Fareed: “The Oil and Gas Industry”, The Iran Primer, United States Institute
of Peace, http://iranprimer.usip.org/resource/oil-and-gas-industry(Erişim 15.02.2015).
Nada, Garrett: “Iran and Asia 2: Japan Is Torn, Oil Hungry But Anti-Nuke”,The Iran Primer,
United States Institute of Peace, http://iranprimer.usip.org/blog/2014/jan/30/iran-and-a-
sia-2-japan-torn-oil-hungry-anti-nuke(Erişim 24.02.2015).
National Iranian Oil Company, Joint Ventures, http://www.nioc.ir/portal/home/?general-
text/81026/81171/69635/ (Erişim 22.02.2015).
National Iranian Oil Refining & Distribution Company, Refining Companies, http://en.niordc.
ir/index.aspx?fkeyid=&siteid=77&pageid=359 (Erişim 22.02.2015).
Nikou, Semira N.: “The Subsidies Conundrum”,The Iran Primer, United States Institute
of Peace, http://iranprimer.usip.org/resource/subsidies-conundrum(Erişim 15.02.2015).
“Official: 14 Consortiums Ready to Invest in Iran-Iraq Gas Pipeline”, Fars News Agency,
13.02.2015.
“Oil Refineries Tasked to Improve Output Quality”, SHANA, 04.02.2015.
Omidvar, Hedayat: “Iran’s Aggressive Natural Gas Expansion Plans”, GNV Magazine, 2010,
http://www.gnvmagazine.com/eng/opinion-iran_s_aggressive_natural_gas_expansion_
plans-53 (Erişim 28.03.2015).
OPEC Members’ Facts and Figures, 2013, 2014 OPEC Annual Statistical Bulletin, s.8,
http://www.opec.org/opec_web/static_files_project/media/downloads/publications/
ASB2014.pdf(Erişim 28.03.2015).
Overview, Japan, U.S. Energy Information Administration, 30 January 2015, s. 6, http://www.
eia.gov/countries/analysisbriefs/Japan/japan.pdf (Erişim 24.02.2015).
Fatma Aslı Kelkitli 485

Shahri, Nima Nasrollahi: “The Petroleum Legal Framework of Iran: History, Trends and the
Way Forward”, China and Eurasia Forum Quarterly, Vol. 8, No. 1, 2010.
Soble, Jonathan: “Japanese Energy Group to Quit Iran Oilfield”, Financial Times, 30.09.2010.
“Supreme Energy Council Meeting Today”, SHANA, 04.03.2014.
Top World Oil Net Exporters, 2013, http://www.eia.gov/countries/index.cfm?topL=exp (Eri-
şim 21.02.2015).
Verma, Nidhi: “India Oil Imports from Iran Jump Sharply in 2014”, Reuters, 16.01.2015.
Wan, Xiao: “CNPC to Develop Azadegan Oilfield”, China Daily, 16.01.2009.
Zahirinejad, Mahnaz: “The Role of Political Structure in Iran’s Energy Decision Making Poli-
cy”, Journal of Third World Studies, Vol. 29, No. 1, Bahar 2012.
486 Enerji Diplomasisi
Tuğçe Varol 487

ENERJİ GÜVENLİĞİ AÇISINDAN SURİYE,


KUZEY IRAK VE IŞİD AÇMAZI

Tuğçe VAROL*

Enerji Güvenliği ve Enerji Jeopolitiği


Enerji kaynakları her ülkenin ekonomik kalkınması ve istikrarı açısından en
önemli parametrelerinden birisidir. Enerji kaynakları dolayısıyla ülkelerin sanayisi,
tarımı ve hatta askeri güvenliği sağlanmaktadır. Buna ilave olarak ülkeler üzerinde
bulundukları coğrafi ve iklim şartları ile de yine enerji kaynakları sayesinde uyum
sağlamaktadırlar. Örneğin; Türkiye’nin 2014 yılı yaz aylarında tüketmiş olduğu do-
ğalgaz miktarı ilk kez kış ayları rakamlarını yakalamıştır çünkü Türkiye elektriği-
nin yaklaşık yarısını doğalgaz çevirim santrallerinden elde etmektedir. Dolayısıyla
artan sıcaklık karşısında Türkiye’nin 2014 yazında elektrik tüketim miktarı artmış
ve bu durumda Türkiye’nin daha fazla doğalgaz tüketmesine yol açmıştır.1 Bu bağ-
lamda enerji güvenliği kavramı ülkelerin iç ve dış politikalarını birleştiren yeni bir
olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. 1970’lerde OPEC ülkelerinin petrol fiyatlarını
arttırmalarının ardından ortaya çıkan enerji güvenliği kavramı,2 günümüzde doğal-
gazın da ülke ekonomilerine olan etkisinin artmasıyla daha geniş bir anlam ifade et-
meye başlamıştır. Enerji güvenliği kavramının net ve ortak kabul görmüş bir tanımı
olmamakla birlikte pek çok farklı yorumu bulunmaktadır. Örneğin; enerji güvenliği
kavramı ABD için kendi kendine yetecek miktarda enerji kaynakları üretimi ve

* Yrd. Doç. Dr.; Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi.
1 İsmail Altunsoy, “Kuraklık, Elektrik Üretiminde Doğalgazın Payını %55’e Çıkardır”, Zaman,
22 Eylül 2014, http://www.zaman.com.tr/ekonomi_kuraklik-elektrik-uretiminde-dogalga-
zin-payini-yuzde-55-e-cikardi_2245837.html (Erişim 21.04.2015).
2 Carlos Pascualve Jonathan Elkin, “Introduction”, Energy Security: Economics, Politics,
Strategies, and Implications, Carlos Pascualve Jonathan Elkin (Ed.), The Brookings Institu-
tion, 2010, s. 1.
488 Enerji Diplomasisi

buna bağlı olarak enerji bağımsızlığı anlamı taşırken,3 AB açısından güvenilir ve


ucuz enerji kaynaklarının kesintisiz olarak Avrupa pazarlarına taşınması anlamını
taşımaktadır.4 Bu yorum farklarının en önemli sebebi ise ülkelerin enerji kaynakları
açısında farklı statülere sahip olmalarından ileri gelmektedir.
Enerji güvenliği açısından ülkeler genel olarak tüketici, üretici ve taşıyıcı sta-
tülerinden her hangi birine, ikisine ya da üçüne de sahip olabilirler. Bu bağlamda
Türkiye’nin tüketici ve taşıyıcı ülke statüsünde olduğu görülmektedir. Türkiye’nin
kendi petrol ve doğalgaz kaynakların sahip olmamasından dolayı enerji ithalatı-
na olan bağımlılığının %98 oranında olduğu da düşünülecek olursak, Türkiye’nin
önceliği kesintisiz ve ucuz enerji kaynaklarının topraklarına ulaşmasıdır. Diğer
yandan üretici ülkeler açısından üretilen petrol ve doğalgazın istikrarlı bir ortamda
yüksek fiyattan satılabilmesi öncelik teşkil etmektedir.5 Örneğin; günümüzde petrol
fiyatlarının 100 dolar seviyesinden 50 dolar seviyesine düşmesi Rusya’nın enerji
güvenliğini ve buna bağlı olarak ekonomisini de sarsmaktadır. Ancak bu noktada
enerji güvenliği açısından bir dilemma yaşanmaktadır. Suudi Arabistan kaynaklı
olarak 2014 yılının son çeyreğinde kasıtlı olarak manipüle edilen ve düşürülen pet-
rol fiyatları nedeniyle enerji şirketleri yeni kuyular açamaz ve yatırım yapamaz hale
gelmişlerdir. Bu nedenle de 2015 yılının sonlarına doğru petrol fiyatlarında belirli
oranda bir artış beklenmektedir.6 Buna bağlı olarak da üretim miktarlarının çeşitli
ülkelerde düşme tehlikesi beklenmektedir. Dolayısıyla petrol ve doğalgaz gibi ülke
ekonomilerinin atar damarlarını oluşturan enerji kaynaklarında istikrarlı üretim
miktarları, düzenli yatırım ortamları ve istikrarlı uygun fiyat dengesini oluşturmak
da enerji güvenliği kavramının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Sanayi devriminden itibaren enerji jeopolitiği, enerji kaynaklarının güvenilir
yollarla ve ucuz olarak ulaştırılması açısından küresel refah ve güvenliğin itici bir
gücü haline gelmiştir.7 Enerji jeopolitiği enerji kaynaklarının siyasallaştığı ve dış
politika motivasyonlarının etkilendiği bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Co-

3 A.y.
4 Micheal Ratner, Paul Belkin, Jim Nichol ve Steven Woehrel, “Europe’s Energy Security: Op-
tions and Challenges to Natural Gas Supply Diversification”, CRS-R42405, 20 Ağustos 2013,
https://www.fas.org/sgp/crs/row/R42405.pdf (Erişim20.04.2015).
5 Gal Luftve Anne Korin, “Energy Security: In the Eyes of the Beholder”, Energy Security
Challenges For the 21st Century: A Reference Handbook, GaLuftve Anne Korin (Ed.),
Greenwood Pub., 2009, s. 6.
6 RT, “Ruble Hits New 2015 Record, Resilientto Sinking Oil”, 8 Nisan 2015, http://rt.com/
business/247813-ruble-new-2015-high/ (Erişim 08.04.2015).
7 Carlos Pascual, Evie Zambetakis, “The Geopolitics of Energy – From Security to Survival”,
Energy Security: Economics, Politics, Strategies, and Implications, Carlos Pascual, Jonat-
han Elkin (Ed.), The Brookings Institution, 2010, s. 9.
Tuğçe Varol 489

hen’e göre bir ülkenin güç iddiasında bulunabilmesi için dört unsura sahip olması
gerekmektedir; güçlü bir ordu, ekonomisinin artı vermesi, ideolojik liderlik ve et-
kili yönetim.8 Bu bağlamda enerji jeopolitiği açısından ülkelerin dünya üzerindeki
yerleri ve sahip oldukları enerji kaynakları dış politikada üstlendikleri rolleri anla-
mamıza yardımcı olmaktadır. Süper güç iddiasında bulunan ABD ve buna karşılık
çok kutuplu bir dünya düzeni politikasını takip etmeye çalışan Rusya ve Çin, enerji
jeopolitiğini kendi çıkarları doğrultusunda ayrı ayarı yorumlamaktadırlar. Örneğin;
kendi kendine yetme iddiasındaki ABD, son yıllarda meyvesini almaya başladı-
ğı kaya gazı teknolojisi ile ürettiği gaz miktarını arttırdığı gibi gaz fiyatlarını da
ucuzlatmıştır. ABD’de yaşanan “kaya gazı devriminin” hemen ardından ABD ga-
zının Avrupa’ya satılıp satılmayacağı konuşulmaya başlanmıştır. Eğer ABD gazı
tankerler ile Avrupa kıtasına ulaşacak olursa, bu durumun Avrupa ve Asya enerji
jeopolitiğini derinden etkilemesi beklenmektedir çünkü hali hazırda Rusya, Avru-
pa’nın doğalgaz ihtiyacının %30’una yakınını karşılamaktadır. Buna ilave olarak
Rusya yeni projeler ile de Avrupa gaz piyasasındaki yerini arttırmaya çalışmaktadır.
Henüz Avrupa açısından ucuz olmayan ABD gazının optimal bir fiyat ile kıtaya
ulaşması halinde Rusya’nın Avrupa enerji jeopolitiğini okuma retoriğinde bir deği-
şiklik olabilir. Rusya ve Çin’in imzaladığı doğalgaz anlaşması neticesinde Mosko-
va esasen doğuya yönelik bir enerji stratejisi başlatmış durumdadır. Bu bağlamda
Çin’de Rusya’nın Avrupa’ya karşılık doğuya dönme stratejisini Moskova ile yaptı-
ğı doğalgaz görüşmelerinde fiyat indirimi talepleri ile karşılamaktadır. Görüldüğü
üzere ABD’de başlayan kaya gazı teknolojisinin sonuçları Avrupa’dan Çin’e kadar
enerji jeopolitiğinde yeni hamlelere karşı ülkelerin dış politika hazırlıklarını etkile-
yebilmektedir.
Bu çalışmanın konusu olarak enerji jeopolitiği kavramına baktığımızda ise
IŞİD terör örgütünün tüm Orta Doğu enerji güvenliği ve politikalarını etkilediği gö-
rülmektedir. IŞİD’ın varlığını sürdürdüğü ve saldırılar düzenlediği bölge özellikle
petrol kaynakları ve tesisleri ile önem arz ettiği kadar, pek çok uluslararası boru hat-
tı projesinin de geçiş noktasında bulunmaktadır. Buna ilave olarak IŞİD’ın Suriye
ve Irak topraklarında faaliyetlerini sürdürmesi bölgenin enerji jeopolitiğini başka
noktalardan etkileyebilirken, IŞİD’a karşı başlatılacak olan uluslararası operasyon
ise bölgenin enerji jeopolitiği açısından bambaşka sonuçlar doğurabilecektir.

8 Soul Bernard Cohen, Geopolitics – The Geography of International Relations, Rowman


and Littlefield Pub., 2015, Third Edition, s. 2.
490 Enerji Diplomasisi

Türkiye Güney
Kıbrıs

İRAN IŞİD IRAK/ İsrail


KYY

Suudi
Arabistan Katar

SURİYE
Mısır

Şekil 1:
IŞİD’ın Orta Doğu’da Enerji Etki Alanı

Yukarıdaki şekilde de görüldüğü üzere IŞİD’ın bölgedeki varlığı Irak, Suriye,


Türkiye ve İran’ın bölgedeki konumunu dolaysız olarak etkilerken, bir yandan İsra-
il-Güney Kıbrıs-Mısır bloğunun oluşmasına, bir yandan da Suudi Arabistan-Katar
bloğunun oluşmasına da yol açmıştır. Fakat bu iki blok karşılıklı bloklar olmayıp
sadece enerji jeopolitiği açısından ayrı yorumlar yapmakta ancak IŞİD’ın varlığın-
dan dolayı enerji politikalarında çıkarlar bekleyen ülkeler konumundadırlar. Diğer
yandan enerji jeopolitiği anlamında Türkiye, bölgede sıkışmış durumda ve oyun
kuran oyuncudan bölgenin zayıf oyuncusu durumuna düşmüştür.

Arap Baharı
- Tunus
2010 yılı sonralarına doğru demokrasi talebi ile Tunus’tan başlayarak Libya
ve Mısır’a yayılan oradan da Orta Doğu’nun çeşitli ülkelerinde gerçekleşen olaylar
dünya siyasi tarihine Arap Baharı olarak geçmiştir. Uzun yıllardır baskıcı ve otori-
ter rejimler altında yaşayan Kuzey Afrika halklarının sokaklara dökülmesi netice-
sinde üç ülkede devrim gerçekleşmiş ve Tunus, Mısır ve Libya’da ki tarihi rejimler
çökmüştür. “Arap Baharı” olaylarının ilk başladığı ülke olan Tunus’ta bir gencin
ekonomik sorunlar ve işsizlik nedeniyle kendisini yakmasının ardından Tunus halkı
23 yıldır ülkeyi yöneten Zeynel Abidin Bin Ali’yi protesto etmek amacıyla sokak
eylemleri başlatmışlardır.9 Halk hareketlerine daha fazla direnemeyen Zeynel Abi-

9 Duygu Dersan Orhan, “Orta Doğu’nun Krizi: Arap Baharı ve Demokrasinin Geleceği”, Atılım
Sosyal Bilimler Dergisi, 3, 2013, s. 22.
Tuğçe Varol 491

din ise 2011 yılı başında ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. “Yasemin Devrimi”
olarak da anılan Tunus devrimi sonucunda ülkede uzun zamandır baskı altında olan
İslami Hareketler, siyasete dahil olmaya başlamışlar ve Tunus’ta ki “İslami Hare-
ket” lideri RaşidGannuşi, Tunus’a dönmüş ve yapılan ilk seçimlerde de Başbakan
olmuştur. Ancak Tunus’ta devrimin kısa sürede ve kansız olarak gerçekleşmesine
rağmen, domino etkisi ile yayılmaya başlayan halk hareketleri Libya, Mısır ve ar-
dından Suriye’de iç savaşa yol açmıştır.10 Diğer yandan Selefi hareketlerin Tunus’ta
güç kazanması ile birlikte ülkede siyasi suikastlar yaşanmaya başlamış ve ülkede
siyasi istikrarsızlık başlamıştır.11

- Mısır
Uzun yıllar Mısır’ı yöneten Hüsnü Mübarek de Mısır halkının özellikle Tah-
rir Meydanında ki protestolarına daha fazla direnemeyerek görevini bırakmak zo-
runda kalmıştır. Ardından yapılan seçimlerde ise İslamcı bir hareket olarak bilinen
Müslüman Kardeşlerin adayı Muhammed Mursi başkanlığa seçilmiştir.12 Göreve
gelir gelmez Mısır Savunma Bakanını ve Genel Kurmay Başkanı’nı değiştirmeye
çalışmıştır. Buna ilave olarak, Mursi’nin izlediği İslamcı politikalar karşısında tek-
rar sokaklara dökülen Mısır halkı karşısında Mursi de görevini bırakmak zorunda
kalmıştır.13 Mısır devlet başkanı olduğunda demokrasi vaat eden bir konuşma ya-
pan Mursi, zamanla İslami motivasyonu ağır olan bir anayasa ve ülkenin İslami
kurallara göre yönetilmesini talep eden bir lider haline gelmiştir. Mursi’den sonra
göreve gelen eski Savunma Bakanı ve Genel Kurmay başkanı Sisi ise her ne kadar
“Darbe” yapmakla suçlanarak Türkiye tarafından dışlansa da, ABD ve İsrail tara-
fından Müslüman Kardeşlerin Mısır yönetiminden uzaklaştırılması memnuniyet ile
karşılanmıştır. 2011 ve 2014 yılları arasında siyasi inişler ve çıkışlar yaşayan Mısır,
Sisi ile birlikte İsrail ile olan ilişkileri de tekrar geliştirmeye başlamıştır. Mısır’ın İs-
rail ile enerji ilişkiler gelişmeye başlamakla beraber Sisi, Gazze ve Mısır arasındaki
tünelleri yok ettiği gibi, Gazze sınırını açması konusunda diğer Arap ülkelerinden
uyarılar olmasına rağmen sınırı açmayı reddetmiştir.14

10 Konur Alp Koçak, “Yasemin Devrimin’den ‘Arap Baharı’na Tunus”, Yasama Dergisi, 22,
2012, s. 26.
11 A.e., s.46.
12 Müge Aknur, “The Muslim Brotherhood in Politics in Egypt: From Moderation to Authoritari-
anism?”, Uluslararası Hukuk ve Politika, 9:33, 2013, s. 2.
13 A.e., s.3.
14 Edyt Dickstein, “A New Role For Egypt: Sisi’s Government and the Arab-Israeli Conflict”,
Harvard International Review, 36(2), Kış 2014-Bahar 2015, http://hir.harvard.edu/archi-
ves/8465 (Erişim25.04.2015).
492 Enerji Diplomasisi

- Libya
Tunus ve Mısır’da başlayan halk hareketlerinin ardından 2011 yılının Şubat
ayında Libya’da da halk hareketleri 42 yıllık Kaddafi rejimine karşı başlamıştır.
Ancak Kaddafi liderliğindeki rejim halk hareketlerini bastırmak üzere aşırı güç kul-
lanımına başlaması ve insan hakları ihlallerinin üzerine Libya’nın önce Arap Bir-
liği üyeliği askıya alınmış ve ardından da BM Güvenlik Konseyi Kaddafi’nin aşırı
güç kullanması nedeniyle suçlayıp yaptırım kararları almıştır.15 17 Şubat Devrimi
olarak adlandırılan Kaddafi karşıtı hareket 5 Mart tarihinde Libya’da Ulusal Geçiş
Konseyi’nin kurulduğu ilan etmiştir. Ülke içerisinde çatışmaların artmasına ve iç
savaş ortamının doğması neticesinde 17 Mart 2011 tarihli 1973 sayılı BM kararı ile
Libya üzerinde uçuşa yasaklı bölge uygulamasına, sivillerin korunması için askeri
güç kullanılmasına ve BM üyesi devletlerin Libya’daki sivilleri korumak üzere ge-
rekli tüm tedbirleri almasına karar vermiştir.16 Kaddafi’nin devrilmesinin ardından
ise eski Adalet Bakanı ve Halk Komitesi Genel Sekreteri Mustafa Muhammed Ab-
dulcelil liderliğinde kurulan geçici hükümet Türkiye dahil pek çok Batılı ülke tara-
fından da tanınmıştır.17 BM Güvenlik Konseyi kararı ile Libya üzerinde ilan edilen
uçuşa kapalı alana sadece NATO güçlerinin sivilleri korumak amacı ile girmesine
izin verilmesi ve ardından operasyonun tamamen bir NATO operasyonuna dönüş-
mesi özellikle Rusya tarafından eleştirilmiştir.18 Çeşitli uluslararası görüşlere göre
de BM Güvenlik Konseyi’nin 1973 sayılı kararı sadece uçuşa kapalı alanı ve böy-
lece sivillerin korunmasını içermektedir. Ancak hemen ardından başlayan NATO
uçaklarının Libya’yı bombalamasının yasal bir dayanağı bulunmamaktadır.19 Ör-
neğin Wilson’ın aktardığı Güney Afrika örneğine göre; Güney Afrika temsilcile-
ri BM Güvenlik Konseyi oylamasında 1973 sayılı kararı destekleyerek sivillerin
korunmasını hedeflediklerini ancak niyetlerinin rejimi değiştirmek ya da bireyleri
hedeflemek olmadığını, Libyalıların kendi geleceklerini, yabancıların değil, kendi-
lerinin karar vermesi gerektiğini belirtmişlerdir.20

15 Gürkan Doğu, Bülent Durgun, “Arap Baharı ve Libya: Tarihsel Süreç ve Demokratikleşme
Kavramı Çerçevesinde Bir Değerlendirme”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 2012, 15, s. 80.
16 Zafer Akbaş, Zeynep Aslan Düzgün, “Libya’daki Arap Baharı’na Yönelik Türk Dış Politikası-
na Konstrüktivist Bir Yaklaşım”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Güz 2012, 8:2,
s. 68.
17 A.e., s. 69.
18 RT, “Russia Accuses NATO of Going Beyond UN Resolution on Libya”, 17 Nisan 2011,
http://rt.com/news/russia-nato-un-resolution-libya/ (Erişim18.04.2015).
19 Gary Wilson, “The United Nations Security Council, Libya and Resolution 1973: Protection of
Civillians a Tool For Regime Change?”, The Arab Spring – New Pattern For Democracy and
International Law, Carlo Panorove Gary Wilson (Ed.), Martinus Nijhoff Pub., 2013, s. 111.
20 A.e., s. 112.
Tuğçe Varol 493

Arap Bahar’ının Enerji Kaynakları Açısından Sonuçları


Arap Bahar’ının Libya’da etkisini gösterdiği 2011 yılı başına kadar Libya hü-
kümeti yılda 10 bcm miktarındaki gazı Yeşil Akım vasıtası ile İtalya’ya ulaştırmak-
ta idi. Yine Arap Baharı öncesi projeksiyonuna göre Libya’nın 2030 yılına kadar
AB’ye yılda yaklaşık 40 bcm gaz ihraç etme kapasitesinin olduğu belirtilmiştir. Bu
nedenle de dünya da diktatör olarak tanınmasına rağmen başta Fransa olmak üzere
pek çok Batılı devlet adamı Libya sahalarına girebilmek ve ülkesine enerji kaynağı
kazandırabilmek adına Kaddafi ile bizzat görüşmekten çekinmemiştir.21 AB ülke-
lerinin 2030 yılında doğalgaz ithalatına olan bağımlılığının %70’e çıkması düşü-
nüldüğünde Kuzey Afrika doğalgazının AB için ne kadar önemli olduğu kuşkusuz
ortaya çıkmaktadır.22 Şüphesiz Avrupa ülkelerinin enerji güvenliği ile Kuzey Afrika
ve Orta Doğu enerji kaynaklarının erişilebilirliği ABD karar alıcılarının politikala-
rını da yakından ilgilendirmektedir.
Arap Baharı öncesinde Kuzey Afrika’da ki yatırımlara Cezayir’den sonra Li-
bya topraklarında da devam eden Rusya ise Libya’nın Fil petrol üretim sahasına
%33 oranındaki hissesini İtalyan ENI şirketinden satın alarak giriş yapmıştır. Ancak
Libya’ya karşı gerçekleştirilen NATO operasyonlarının ardından Rusya’nın Libya
sahalarında çalışabilme olanağı kalmamıştır. Diğer yandan 2011 yılında Libya’da
yaşanan iç savaş ve NATO harekatı sırasında Libya’nın İtalya’ya gönderdiği gaz
7 ay kesilmiştir. Ortaya çıkan gaz açığı ise Rusya tarafından karşılanmıştır. Ha-
len Arap Baharı öncesi öncesindeki seviyeye ulaşamasa da bugün Yeşil Akım boru
hattından İtalya ortalama 570 mcm gaz ihraç edilmektedir. Bu rakam da İtalya’nın
günlük gaz ihtiyacının %15’ini temsil etmektedir.23
Doğalgaz alanında Libya alt yapısının Arap Baharı öncesini kısmen yakalamış
olmasına rağmen petrol alanında halen eski üretim rakamlarının ancak üçte biri-
ni karşılayabilir hale gelmiştir. Aşağıdaki grafikte de görüldüğü üzere 2011 öncesi
günde 1.65 milyon bbl olan Libya petrol üretimi, 2011 yılında durma noktasına
gelmiş ve 2012-2013 yılı arasında yeniden günde 1.4 milyon bbl’e24 ulaşmasına
rağmen 2013 yılı ortalarından itibaren ülke içerisindeki istikrarsızlık ve tesislere

21 John Ward Anderson, “Meeting of Gaddafi and Sarkozy Draws Criticism”, The Washington
Post, 10 Aralık 2007, http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2007/12/10/
AR2007121001375.html (Erişim 12.04.2015).
22 Tuğçe Varol, “Arap Baharı Enerji Savaşımı?”, 21.Yüzyıl Türkiye Dergisi, Mayıs 2012, s. 85.

23 Isis Almeida, “Libyan Gas Flows to Italy Climb as Russian Supplies Threatened”, Bloom-

berg Business, 15 Ağustos 2015, http://www.bloomberg.com/news/articles/2014-08-15/lib-


yan-gas-flows-to-italy-climb-as-russian-supplies-threatened (Erişim 03.04.2014).
24 EIA – Libya, 25 Kasım 2014, http://www.eia.gov/countries/cab.cfm?fips=ly (Erişim

21.04.2015).
494 Enerji Diplomasisi

yapılan saldırılar nedeniyle üretim yeniden düşmüş ve 2015 yılı mart ayı itibariyle
günde 500 bin bbl’e ulaşmıştır. Buna ilave olarak Rusya’nın elinde lisansları ol-
masına rağmen giriş yapamadığı Libya sahalarında bugün Fransız Total, ABD’li
Marathon, Hess ve ConocoPhilips gibi şirketler faaliyetlerde bulunmaktadır.25

Şekil 2:
2010-2014 Arası Libya Petrol Üretimi

Arap Bahar’ından önce İsrail’e doğalgaz ihraç eden Mısır, rejim değişikliği
neticesinde büyüme oranı 2010 yılında 5.1’den 2011 yılında 1.8’e düşmüştür. Mı-
sır’ın ekonomik kriz nedeniyle ülke içerisinde enerji faturalarını sübvanse etmesi
nedeniyle önemli ölçüde bütçe açığı ortaya çıkmış ve Mısır yabancı şirketlerin pa-
rasını ödeyemez hale gelmiştir. İstikrarsızlık bir yana, ödemelerini de alamayan
yabancı enerji şirketleri de Mısır’da ki yatırımlarını durdurmak zorunda kalmıştır.26
2014 yılı içerisinde Mısır, Norveç ile yüzer bir LNG terminali konusunda ve Rusya,
Cezayir, Fransa, İsrail ve Güney Kıbrıs ile de LNG ithalatı konusunda görüşmeler-
de bulunmuştur.

25 Benoit Faucon, “Libyan Oil Production Jumps Despite New Attacks on Fields”, The Wall
Street Journal, 3 Mart 2015, http://www.wsj.com/articles/libyan-oil-production-jumps-des-
pite-new-attacks-on-fields-1425405557 (Erişim 21.04.2015).
26 EIA – Egypt, 7 Kasım 2014, http://www.eia.gov/countries/cab.cfm?fips=eg (Eri-

şim21.04.2015).
Tuğçe Varol 495

Son olarak Arap Bahar’ının bir başka sonucu da petrol fiyatlarının hızla artışı
olarak gerçekleşmiştir. 2008-2009 küresel ekonomik kriz sırasında 40 dolara kadar
gerileyen petrol fiyatları özellikle Rusya, Suudi Arabistan ve İran gibi petrol ihra-
catının ekonomilerinde büyük yeri olan ülkeleri olumsuz etkiledikten sonra 2012-
2014 yılları arasında petrol fiyatının 100 doların altına inmemesi (Mart 2012 127.47
dolar) ile bu ülkelerin ekonomilerinin toparlanmasına yol açmıştır.

Şekil 3:
1990-2015 Arası Petrol Fiyatları27

Arap Bahar’ının Suriye’ye Sıçraması


Tunus, Mısır ve Libya’nın ardından Suriye’ye sıçrayan Arap Baharı atmosferi
neticesinde 2011 yılının Mart ayında laikler, öğrenciler, entelektüeller ve hatta sol
siyasi parti taraftarları Suriye sokaklarında hükümet ve rejim aleyhine gösterilerde
bulunmaya başlamıştır. Muhalif grupların ilk baştaki talepleri rejimin devrilmesi ya
da Esad’ın istifa etmesinden ziyade daha çok ekonomik, sosyal ve siyasal hayatta
reformlar yapılmasını içeriyordu.28 Ancak Esad rejiminin kolay kolay devrilmeye-
ceğinin anlaşılmasıyla, 2011 yılı ortalarından itibaren İslami muhalefet grupları, dış
güçler vasıtasıyla desteklenen bir oluşum içerisine girmişlerdir. Arap Bahar’ının
Suriye de başladığı Mart 2011 tarihinden bu çalışmanın yazıldığı Nisan 2015 tarihi-
ne kadar, Suriye içerisindeki mesele Arap Bahar’ı ve demokratik hak arayışından,
bir iç savaşa ve pek çok farklı grubun mücadele alanına dönüşmüştür. Örneğin;

27 Index Mundi, http://www.indexmundi.com/commodities/?commodity=crude-oil-brent&-


months=300 (Erişim22.04.2015).
28 Angela Jaya, “Syria and the Arab Spring: The Evolution of the Conflict and the Role of the

Domestic and External Factors”, Ortadoğu Etütleri, 4:1, 2012, s. 31.


496 Enerji Diplomasisi

Türkiye’de düzenlenen ilk Suriye Ulusal konseyi toplantısında en güçlü ve organize


olmuş grubun Müslüman Kardeşler olduğu gözlemlenmiştir.29 Suriye’deki Müs-
lüman Kardeşler dahil çeşitli silahlanabilecek gruplara Arap Bahar’ının etkisiyle
Tunus ve Libya’da güçlenen İslami hareketlerin yanı sıra Katar, Suudi Arabistan
ve Batılı ülkelerden de yardım gelmeye başlamıştır. Esad rejiminin devrilmeme-
si neticesinde ise 2012 yılı içerisinde Suriye’ye savaşmaya artık çeşitli ülkelerden
El-Kaide militanları gelmeye başlamıştır. El-Kaide’ye bağlı olduğu bilinen ve ABD
tarafından da uluslararası terör örgütü listesine alınan El-Nusra kısa sürede Suri-
ye’de ki en güçlü silahlı İslamcı örgüt haline gelmiştir. El-Nusra militanları tec-
rübeli savaşçılardan oluşmakla birlikte aynı zamanda ele geçirdikleri bölgelerde
halkın yiyecek ve benzeri diğer bazı ihtiyaçlarını da organize edebilme kapasitesini
yaratmışlardır.30
Kaddafi rejiminin hızla devrilmesinin ardından aynı kaderi Esad ailesinin de
beklediğini düşünen Batı, Suriye’de ki rejimin, uluslararası resme bir de IŞİD’in
girmesi ile birlikte kısa sürede düşmesi bir yana konjonktürel olarak artık düşme-
mesi gerektiği noktasına gelmiştir. Suriye meselesinin Tunus, Mısır ve Libya örnek-
lerinden en büyük farkını oluşturan durum tam da bu nokta da önem taşımaktadır.
Tarihi anlamda Rusya ile yakın ilişkileri olan ve Rusya’nın Akdeniz’deki tek askeri
limanına ev sahipliği yapan Suriye, BM Güvenlik Konseyinde aynı Libya örneği-
nin Suriye’ye de uygulanması konusunda ortaya getirilen kararların Rusya ve Çin
tarafından veto edilmesiyle uluslararası bir destek sağlamıştır. Henüz olayların baş-
langıcında Putin Suriye içerisindeki aşırılıkçı grupların silahlandırılması halinde
dünyanın yeni bir terör bölgesi tehlikesi ile karşı karşıya kalacağı konusunda uya-
rılarda bulunmuştur. Bugün gelinen nokta da Putin’in bu uyarısının doğru olduğu
anlaşılmıştır.31 Diğer yandan Suriye’nin sahip olduğu hava savunma sistemleri de
Suriye’ye olası düzenlenecek bir hava operasyonunu sürekli olarak ertelemiştir.32
Son olarak IŞİD sorununun ortaya çıkması ile birlikte dünyanın gündemi Esad’ın
derilmesinden önce bölgeden IŞİD’ın temizlenmesi olarak değişmiştir.33

29 A.e., s. 31.
30 Assad Al-Salehve Loren White, “Dissecting on Evolving Conflict: The Syrian Uprising and
the Future of the Country”, ISPU and NAF, Haziran 2013, s. 11.
31 IshaanTharoor, “Putin May Have Been Right About Syria All Long”, The Independent, 25

Ağustos 2014, http://www.independent.co.uk/voices/comment/putin-may-have-been-right-a-


bout-syria-all-along-9688838.html?hc_location=ufi (Erişim12.04.2015).
32 Christopher Phillips, “Syria’s Bloody Arab Spring”, LSE IDEAS, Special Report, Mayıs

2012, s. 40, 37-42.


33 The Guardian, “Kerry Urges Syrians to Fight ‘ISIS First’ as Obama Rules Out Combat Mis-

sion – As It Happened”, 18 Eylül 2014, http://www.theguardian.com/world/live/2014/sep/17/


obama-speech-isis-iraq-syria-ground-troops-live-updates (Erişim12.04.2015).
Tuğçe Varol 497

- Suriye’nin enerji kaynakları

Harita 1:
Suriye’nin Enerji Kaynakları ve Altyapısı

Suriye enerji sektörü 2012 yılından itibaren çok ciddi zarar görmüş ve üretim
sahaları sürekli el değiştirir hale gelmiştir. Buna ilave olarak yaptırımlar ve çatışma-
lar nedeniyle yeni yatırımların da gerçekleşememesi nedeniyle Suriye enerji kay-
nakları üretimi çok zor üretilir durumdadır. IMF tahminlerine göre Suriye GSMH’sı
%40 oranında düşmüş ve 2014 yılı ortalarına doğru da üç yıllık ekonomik kaybın
144 milyar dolar olduğu açıklanmıştır. Arap Baharı öncesi günlük 400 t/bbl olan
petrol üretimi, Suriye rejiminin elinde kalan sahalarda 16.500 bbl’e düşmüştür.34
Diğer yandan doğalgaz alanında ise daha farklı bir durum söz konusudur. Doğalgaz
ülkenin elektrik altyapısına katkı sağladığından dolayızaman zaman kesintiler olsa
da çarpışan taraflar, doğalgaz üretimine zarar vermekten kaçınmaktadırlar. Suri-
ye’de petrol alt yapısının zarar görmesi nedeniyle Şam rejimi 2011 yılına kadar

34 Suleyman Al-Khalidi, “Syria’s Economy Heads Into Ruin: UN Sponsored Report”, Reu-
ters, 28 Mayıs 2014, http://www.reuters.com/article/2014/05/28/us-syria-economy-idUSKB-
N0E81WL20140528 (Erişim21.04.2015).
498 Enerji Diplomasisi

bütçeye %20 katkı sağlayan petrol ihracatından mahrum kaldığı gibi günümüzde
petrol ithalatına mecbur hale gelmiştir. Bu noktada İran, Suriye’nin yardımına ye-
tişmiş ve 2013 yılında Suriye ve İran arasında imzalanan anlaşma sayesinde Suriye,
İran’dan petrol ithal etmeye başlamıştır. İran’dan Suriye’ye petrol Irak üzerinden
kamyonlar ve hatta Mısır’ın SUMED boru hattı aracılığıyla Akdeniz üzerinden ta-
şınmaktadır.35
EIA verilerine göre Suriye’nin ispatlanmış petrol rezervleri 2014 yılında 2.5
milyar bbl ve doğalgaz rezervi ise 2013 yılı için 238 bcm olarak tespit edilmiştir.36
Suriye’nin petrol rezervleri harita 1’de görüldüğü üzere ülkenin kuzey doğusundan
başlayarak ardından ortasından geçerek güney batı da Humus şehrinin güneyine
doğru dağılım göstermektedir. Bu iki ana petrol bölgesi de birbirilerine bir boru
hattı ile bağlıdır. Buna ilave olarak 2011 yılındaki Arap Baharı ve hemen ertesin-
deki Suriye’ye karşı uluslararası yaptırım kararlarına kadar Suriye günde 250 t/
bbl petrol ihraç edebilmekteydi. Bu miktarın ise önemli bir kısmı başta Almanya,
İtalya, Fransa olmak üzere önemli AB ülkeleri tarafından ithal ediliyordu.37 Ancak
bugün Suriye rejimi kendi ülkesindeki petrol kaynaklarının kontrolünü kaybettiği
IŞİD’den zaman zaman kaçak olarak petrol almak zorunda kalmaktadır.38
Suriye’nin doğalgaz rezervleri de yine mevcut petrol sahalarına yakın alan-
larda yer almakla birlikte, Doğu Akdeniz’de Levant gaz rezervinin Suriye mün-
hasır ekonomik bölgesini de kapsadığı keşfedilmiştir. Bu bağlamda Suriye’nin bir
iç savaş ortamında olmasına rağmen Rusya ile 25 Aralık 2013 tarihinde doğalgaz
alanında imzaladığı anlaşmada Suriye’nin doğalgaz kaynakları açısından umut ve-
rici olduğu göstermektedir. Anlaşmaya göre Rus Soyuzneftegaz Suriye sahalarında
15 yıl boyunca keşif çalışmaları yapma hakkı elde etmiştir.39 Buna ilave olarak

35 David Butter, “Fuelling Conflict: Syria’s War For Oil and Gas”, Carnegie Endowment For
International Peace, 2 Nisan 2014, http://carnegieendowment.org/syriaincrisis/?fa=55195
(Erişim 22.04.2015).
36 EIA – Syria, 18 Şubat 2014, http://www.eia.gov/countries/cab.cfm?fips=sy (Erişim
22.04.2015).
37 Irina Ahmed ZainAidrous, “Armed Conflict in Syria and Its Implications For the World Oil
and Gas Market”, Russian International Affairs Council, 26 Kasım 2013, http://russian-
council.ru/en/inner/?id_4=2747#top (Erişim 26.04.2015).
38 NBC News, “Syrian Regime, Iraqi Kurds Among Those Buying ISIS Oil: Official”, 23 Ekim
2014, http://www.nbcnews.com/news/world/syrian-regime-iraqi-kurds-among-those-bu-
ying-isis-oil-official-n232381 (Erişim 26.04.2015).
39 Simon Hendersen, “Russia-Syria Offshore Gas Deal Injects New Factor Into Peace Talks”,
The Washington Institute, Policy Alert, 27 Aralık 2013, http://www.washingtoninstitute.org/
policy-analysis/view/russia-syria-offshore-gas-deal-injects-new-factor-into-peace-talks (Eri-
şim 25.04.2015).
Tuğçe Varol 499

Suriye’nin petrol ve doğalgaz açısından bir başka umut vaat eden bölgesi ise İngiliz
Gulfsand Petroleum şirketine %50 verilen 26. Blok sahalarıdır. Söz konusu böl-
geden uluslararası yaptırımlar nedeniyle İngiliz şirketin çekilmesinin ardın bugün
bölge IŞİD ve Kürt grupları arasında çatışma alanları haline gelmiştir. Aşağıdaki
harita 2’de görüldüğü üzere 26. Blok’un dışında kalan ve Kamışlı/Kobani bölgesi-
nin doğusunda bulunan petrol sahalarının bir kısmının da Türkiye sınırından içeri
girdiği görülmektedir.40

Harita 2:
Suriye Petrol ve Doğalgaz Kaynakları ve Blok 26 Sahaları

- IŞİD’ın ortaya çıkışı ve değişen boru hatları projeleri


Kendine “İslam Devleti” tanımlaması yapan IŞİD, Irak ve Suriye toprakların-
da devlet ilan eden bir devlet dışı aktör olarak ortaya çıkmıştır. Aras’a göre IŞİD’ın
yükselmesinden en önemli sebeplerden birisi çalışmanın başında irdelenmeye çalı-
şılan Arap Bahar’ının sosyal ve siyasi dönüşümlerindeki başarısızlık unsurudur.41
Arap Baharı neticesinde İslami aşırılıkçı hareketlerin gelişen etkisi neticesinde
IŞİD gibi pek çok radikal örgütler gerekli insan kaynağını bulmaya başlamışlardır.
IŞİD, ilk başta El-Kaide şemsiyesi altında faaliyet gösterirken daha sonra bir risk

40 Energy-Pedia, “Syria: Gulfsands Petroleum Provided Syria Block 26 Production and Operati-
on Share”, 17 Ekim 2011, http://www.energy-pedia.com/news/syria/gulfsands-petroleum-pro-
vides-syria-block-26-production-and-operations-update (Erişim25.04.2015).
41 Bülent Aras, “Arap Baharı Sonrası Jeopolitik, IŞİD veTürkiye”, Orta Doğu Analiz, Kasım-A-

ralık 201, 6:65, s. 10-11.


500 Enerji Diplomasisi

alarak El-Kaide’den ayrılma kararı almış ve önce Suriye’de yapılanmış ardından


ise Irak’a saldırarak kontrol ettiği toprakları kendi örgütsel sistemi ile birleştirerek
sözde bir devlet kurmuştur. IŞİD’ın ideolojik olarak Suriye ve Irak’a karşı saldırma-
sının sebebi; iki devleti de Şii olarak kabul edip, Sünniliğe tehdit olarak algılama-
sıdır. Ancak IŞİD’ın Musul saldırısının ardından hedef olarak ilan ettiği Suriye’nin
kuzeyindeki Kürt bölgeleri içerisinde yaşayanlar Sünni Kürtlerden oluşmaktadır.42
Dolayısıyla IŞİD sadece ideolojik ve mezhepsel sebeplerden saldırıyor demek tam
olarak doğru değildir çünkü IŞİD’ın saldırdığı Sünni Kürt bölgeleri petrol kuyula-
rı nedeniyle IŞİD’ın hedefleri arasında yer almaktadır. Böylelikle IŞİD, bölge ve
dünya için Esad’dan daha büyük bir tehlike haline gelmiş ve konjonktürel anlamda
ülkelerin pozisyon değiştirmelerine yol açmıştır. IŞİD, yerelden ziyade uluslararası
bir terörist ülkesine haline gelmiştir. The Washington Post’ta 2014 Ekim ayında
yayınlanan bir habere göre, IŞİD için savaşmaya gelen toplam 80 farklı ulustan 20
bin insan bulunmaktadır.43 Mesele sadece Orta Doğu’nun sorunu olmaktan çıkmış,
Avrupa’dan Avusturalya’ya kadar IŞİD’ın sempati kazanması ve network başarısı
sayesinde sorun küresel bir noktaya gelmişti.
Arap Bahar’ının başlamasının hemen öncesinde bugün IŞİD’in faaliyet gös-
terdiği Suriye ve Irak topraklarını da ilgilendiren çeşitli boru hatları projeleri gün-
demde idi. Bunlar Arap Gaz boru hattı, İran-Irak-Suriye Doğalgaz boru hattı (Şii
hattı) ve Katar-Suudi Arabistan-Suriye (Selefi Hattı) Doğalgaz boru hatlarıdır. Arap
Gaz Boru Hattının (AGB) Mısır’dan başlayarak Ürdün ve Suriye’den (Lübnan’a
ek hat) geçerek Türkiye’ye ulaşması planlanmıştır. 1200 km ve 10 bcm kapasite-
li olması planlanan hattın Suriye-Humus’a kadar olan kısmı tamamlanmış ancak
Humus-Türkiye (Kilis) kısmı tamamlanamamıştır. Hattın bir de ilave olarak Mısır
gazını İsrail’e taşımasını sağlayan Arish-Ashkelon bölümü bulunmaktadır. 9 bcm
kapasitelik Arish-Ashkelon hattından İsrail’in yılda 7.5 bcm gaz alım anlaşması
mevcutken, 2012-2013 yıllarında Mısır’da yaşanan devrim neticesinde ülkenin do-
ğalgaz alt yapısının ve yatırımlarının zarar görmesi neticesinde Mısır’ın Ürdün ve
İsrail’e sattığı gaz durdurulmak zorunda kalmıştır. Buna ilave olarak kendi kaynak-
ları olmasına rağmen, Mısır, gaz ihraç eden bir ülkeden ithal etmek zorunda kalan
bir ülke haline gelmiştir. 2015 Mart ayında İsrailli Tamar Group ile Mısır’da faali-
yet gösteren Dolphinus Holding şirketi arasındaki anlaşmaya göre İsrail üç yıllığına
Mısır’a 5 bcm gaz ihraç etme hakkı kazanmıştır. Böylelikle Arap Baharı neticesinde
ve ardından boru hatlarına radikal İslamcı hareketlerin gerçekleştirdiği saldırılar

42 Zana Khasraw Gulmahammad, “The Rise and Fall of the Islamic State of Iraq and Al-Sham
(Levant) ISIS”, Global Security Studies, 2014, 5:2, s. 5.
43 The Washington Post, “Foreign Fighters Flow to Syria”, 27 Ocak 2015, http://www.was-

hingtonpost.com/world/foreign-fighters-flow-to-syria/2015/01/27/7fa56b70-a631-11e4-a7c2-
03d37af98440_graphic.html (Erişim 02.04.2015).
Tuğçe Varol 501

neticesinde Mısır’ın 20 yıl boyunca İsrail’e gaz satması beklenirken, İsrail’in kendi
kaynaklarını üretim aşamasına getirmesi sayesinde İsrail, Mısır’a gaz satar hale
gelmiştir.44 Arap gaz boru hattının çok az bir yatırımla tam tersi yönde çalıştırılarak,
İsrail gazının Mısır’a ulaşması planlanmaktadır. Diğer yandan saldırılar nedeniyle
gazsız kalan bir başka Arap ülkesi olan Ürdün de İsrail’den gaz satın alma anlaşma-
sı yapmak zorunda kalmıştır.45

Harita 3:
Suriye’ye Gelen Yabancı Militanların Ülkelere Göre Dağılımı, Ocak 2015

Arap Bahar’ının Suriye’ye sıçraması üzerine dünya gündemine demokrasi


ve insan hakları ile gelmeye başlayan Şam rejiminin enerji açısından geçiş hatları

44 YNET, “Israel’s Tamar Group to Sell $1.2 billion of Gas to Egypt via Pipeline”, 18 Mart 2015,
http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-4638479,00.html (Erişim19.03.2015).
45 Karen Ayat, “Israel to Sell Gas From the Tamar Field to Jordan”, Naturalgas Europe, 8 Ni-

san 2015, http://www.naturalgaseurope.com/israel-to-sell-gas-from-the-tamar-field-to-jor-


dan-23072 (Erişim 22.04.2015).
502 Enerji Diplomasisi

üzerinde bulunması ve meselenin enerji boyutu başından itibaren ihmal edilmiştir.


Oysa ki Katar ve Suudi Arabistan tarafından Suriye’de savaşması için gerek mad-
di, gerekse lojistik destek sağlanan militanların Suriye iç savaşına sürüklenmesi,
“Demokrasi ve rejim” meselesinden başka bir anlam taşıdığını tahmin etmek zor
değildir. Suudi Arabistan, Katar ve hatta İran’ın Suriye meselesine dahil olması, bu
ülkelerin dünyaya bir “Demokrasi” modeli teşkil etmelerinden değil, iki rakip boru
hattı projesinin Suriye toprakları üzerinde çakışmasından dolayı ortaya çıkmıştır.
2011 yılında İran, Irak ve Suriye arasında imzalanan 10 milyar dolar değerindeki
doğalgaz boru hattı anlaşması ile 2016 yılına kadar İran’ın Güney Pars bölgesinin
doğalgazını Suriye limanına ve oradan da Avrupa pazarına taşımayı hedeflemiştir.
Söz konusu anlaşma ile sadece İran, Irak ve Suriye’nin enerji güvenliğinin sağlan-
ması amaçlanmamakta, İran’a ve taşıyıcı ülkelere gelir sağlayabileceği gibi Türki-
ye, Katar, İsrail ve Mısır gibi ülkeler bypass edilmiş olacaktır. Bunun yanı sıra Rus-
ya’nın kaynak anlamında gelecekte en büyük rakibi olabilecek İran’ın da Avrupa
pazarına giriş yapması sağlanacaktır.46
“Şii boru hattı” olarak da anılan İran-Irak-Suriye doğalgaz boru hattı proje-
sinden en fazla rahatsızlık duyan Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabis-
tan’ın ise Irak ve Suriye rejimlerinin yıkılmasının ardından inşa edebilecekleri Ka-
tar’dan başlayarak güney Irak’tan geçerek daha sonra Suriye limanlarına ulaşması
planlanan hat ise “Sünni-Selefi” boru hattı olarak anılmaktadır. Günümüzde Katar,
gelirinin neredeyse tamamını doğalgaz ihracatından sağlayan ve Pars sahasını İran
ile paylaşmak zorunda olan Sünni ağırlıklı bir Körfez ülkesidir. Ancak doğalgazını
coğrafi sıkışıklığı nedeniyle Katar gazını taşıyan LNG tankerleri sadece Basra Kör-
fezinden çıkış yapabilmektedirler. Suudi Arabistan ile İran arasındaki mezhepsel ve
ideolojik savaşın uzun yıllardır devam etmesi ile birlikte İran ekonomisinin yarar
sağlayabileceği her proje Suudi rejimine göre engellenmesi gereken projelerdir. Bu
nedenle de Suudi Arabistan’ın 2014 yılı sonlarından itibaren kendi ekonomisine de
zarar vermesine rağmen İran ve Rusya ekonomilerinin hedef alacak nitelikte petrol
fiyatlarını ABD müttefikliği ile birlikte kasıtlı olarak düşürmesi şaşırtıcı değildir.
Arap Bahar’ının hemen öncesinde 2009 yılında Katar, Esad’a Katar’dan Suriye’ye
ve Suriye üzerinden önce Türkiye ve sonra AB’ye ulaşacak bir boru hattı teklifinde
bulunmuştur ama teklif Esad tarafından reddedilmiştir. Suriye’nin bu teklifi o ta-
rihte reddetmesindeki en büyük sebep ise Suriye’nin müttefiki Rusya’nın doğalgaz
pazarına Katar’ın giriş yapmasının Suriye ve Rusya ilişkilerine zarar verebileceği
ihtimaldir.47

46 Pepe Escobar, “Syria’s Pipelineistan War”, Aljazeera, 6 Ağustos 2012, http://www.aljazeera.


com/indepth/opinion/2012/08/201285133440424621.html (Erişim 22.04.2015).
47 F. William Engdal, “The Secret Stupid Saudi-US Deal on Syria, Oil Gas Pipeline War”, Glo-
Tuğçe Varol 503

2014 yılında Irak’a kadar olan bölümü tamamlanan İran-Irak-Suriye doğalgaz


boru hattının toplam kapasitesinin yıllık 40 bcm olması planlanmıştır.48 İran’dan
gelecek olan gazı satın alabilecekleri yönünde Lübnan ve Ürdün de açıklamalarda
bulunmuştur. Ancak son gelişmeler ışığında Ürdün’ün İsrail’den gaz almak zorunda
kalmış olması da İran-Irak-Suriye gaz boru hattının stratejik önemini göstermek
açısından da kaygı vericidir. Suriye topraklarına ulaşması ve oradan da Türkiye’ye
çıkması planlanan her iki boru hattı ve Suriye’de ki isyan hareketlerinin çıktığı böl-
geler arasında haritalar açısından benzerlik göze çarpmaktadır.49 Suriye’deki özel-
likle IŞİD varlığı nedeniyle İran-Irak-Suriye boru hattının Irak-Suriye hattı inşa
edilemez durumdadır. Ancak IŞİD’ın bölgede varlığını sürdürmesi ya da ileride
Esad rejimini yıkması durumunda Katar-Suriye boru hattı için halen bir konjonk-
türel şans bulunmaktadır. Diğer yandan IŞİD’ın bölgeden temizlenmesi ve İran’ın
normalleşmesi ile birlikte İran-Irak-Suriye botu hattının tamamlanma ihtimali de
bulunmaktadır. Böylelikle Sünni-Selefi gaz boru hattının üzerindeki en büyük iki
engel olarak Şii Irak ve Suriye rejimleri gözükürken, Şii boru hattı üzerindeki en
büyük engel şu an için IŞİD olarak gözükmektedir. Bu bağlamda IŞİD’ın Irak içine
saldırarak Şii rejimini ve Irak enerji altyapısını hedef alması şaşırtıcı değildir.

IŞİD’ın Irak’a Saldırısı ve Sonuçları


6 Haziran 2014 tarihinde IŞİD militanlarının Musul’u ele geçirmesi ile birlik-
te IŞİD resmen Irak topraklarını işgal etmiştir. Musul kentinde 10 bin silahlı Irak
personeli olmasına rağmen, yaklaşık 2000 IŞİD militanı 10 Haziran’a kadar şehri
tamamen ele geçirmiştir.50 IŞİD’ın Musul’a saldırısı sırasında halen konsoloslukta
bulunan Türk diplomat ve aileleri de IŞİD tarafından rehin alınmış ve ancak 101
gün sonra serbest bırakılmıştır. Esasen IŞİD’ın Irak topraklarına saldırısı bir sürpriz
olmamıştır çünkü IŞİD militanlarının aylardır Irak içerisinde de çeşitli saldırıları
organize ettikleri biliniyordu. IŞİD’ın Musul’a saldırısı ile birlikte bölgede uyuyan
IŞİD hücrelerinde canlandırılarak kentin ve bölgenin kontrolü rahatlıkla IŞİD’ın

bal Research, 26 Ekim 2014, http://www.globalresearch.ca/the-secret-stupid-saudi-us-deal-


on-syria/5410130 (Erişim 17.04.2015).
48 LNG World News, “Iran-Iraq Gas Pipeline Almost Complete”, 10 Şubat 2015, http://www.

lngworldnews.com/iran-iraq-gas-pipeline-almost-complete/(Erişim 17.04.2015).
49 Dmitriy Minin, “The Geopolitics of Gas and the Syrian Crisis: Syrian Opposition Armed to

Thwart Construction of Iran-Iraq-Syria Gas Pipeline”, Global Research, 19 Eylül 2014, http://
www.globalresearch.ca/the-geopolitics-of-gas-and-the-syrian-crisis-syrian-opposition-ar-
med-to-thwart-construction-of-iran-iraq-syria-gas-pipeline/5337452 (Erişim 18.04.2015).
50 Jeremey Bender, “One Paragraph Explains How ISIS Managed to Seize Iraq’s Second-Lar-

gest City”, Business Insider, 14 Ekim 2014, http://www.businessinsider.com/how-isis-mana-


ged-to-take-mosul-2014-10 (Erişim 19.04.2015).
504 Enerji Diplomasisi

eline geçmiştir.51 Musul’dan sonra Irak içerisine doğru ilerlemeye başlayan IŞİD’ın
bir sonraki hedefi ise Saddam Hüseyin’in doğduğu kent olarak bilinen Tikrit kenti-
dir.52 Ardından ise IŞİD, Kerkük kentini ele geçirmek üzere saldırılara başlamıştır.
Irak ordusunun IŞİD’ın saldırdığı yerlerden çekilmesi nedeniyle Kerkük’ün sa-
vunmasını Kürdistan Özerk Bölgesinin (KÖB) askeri yapılanması olan Peşmerge
güçleri yapmak zorunda kalmıştır.53 Üzerinden bir yıl geçmesine rağmen Kerkük
kenti halen IŞİD’ın eline geçmemiştir ancak bu arada Peşmerge güçleri de kentin
kontrolünü tamamen ele geçirmiştir.
IŞİD saldırılarının Amerikan şirketlerinin Kuzey Irak’taki varlıklarına da teh-
like yaratmasının ve IŞİD vahşetinin her türlü yayın araçları vasıtasıyla tüm dünya-
ya yayılmasının ardından ABD Başkanı Obama 7 Ağustos 2014 tarihinde Amerikan
güçlerinin Irak devletinin de yardım talebi doğrultusunda vurulmaya başlanacağını
ilan etmiştir. Obama’nın açıklamasında ki önemli nokta ise Amerikan askerinin ka-
radan çarpışmayacağı ama Irak güçlerinin eğitimi konusunda destek vererek ha-
vadan operasyon yapacağını belirtmesidir.54 Bu nedenle günümüze kadar IŞİD’a
karşı kısıtlı bombalamalar dışında bir uluslararası kara operasyonu başlatılamamış-
tır. Oluşturulan uluslararası koalisyonda ki ABD; Avusturalya, Belçika, Kanada,
Danimarka, Fransa, Ürdün, Hollanda ve İngiltere, Irak’a karşı hava saldırılarına ve
ABD, Bahreyn, Kanada, Ürdün, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ise
Suriye’ye yapılan hava saldırılarına destek vermektedirler.55 Diğer yandan IŞİD’ın
son olarak ABD Savunma Bakanlığı tarafından kontrol ettiği bölgenin haritası aşa-
ğıdaki harita 4’te gösterilmektedir. Harita da görüldüğü üzere IŞİD’ın 2015 Nisan
ayı itibariyle Suriye ve Irak içerisindeki yapılanmasında henüz kayda değer bir ge-
rileme gerçekleştirilememiştir.

51 Ned Parker, Isabel Coles, Raheem Salman, “How Mosul Fell: A General’s Story”, Reuters, 14
Ekim 2014, s.7, http://graphics.thomsonreuters.com/14/10/MIDEAST-CRISIS:GHARAWI.
pdf (Erişim 04.04.2015).
52 BBC News, “Iraq Crisis: Militants ‘Seize Tikrit’ After Taking Mosul”, 11 Haziran 2014, http://
www.bbc.com/news/world-middle-east-27800319 (Erişim11.04.2015).
53 Erin Banco, “ISIS Attacks Near Kirkuk oil Fields; Kurdish Fighters Vow to Crush Jihadist
Group”, International Business Times, 17 Haziran 2014, http://www.ibtimes.com/isis-at-
tacks-near-kirkuk-oil-fields-kurdish-fighters-vow-crush-jihadist-group-1603508 (Erişim
11.04.2015).
54 David Hudson, “President Obama Makes a Statement on the Crisis in Iraq”, The White Hou-
se Blog, 7 Ağustos 2014, https://www.whitehouse.gov/blog/2014/08/07/president-obama-ma-
kes-statement-iraq (Erişim 15.04.2015).
55 Defense. Gov, “Airstrikes in Iraq, Syria Hit ISIL Tactical Positions, Equipment”, 27 Nisan
2015, http://www.defense.gov/news/newsarticle.aspx?id=128679 (Erişim 27.04.2015).
Tuğçe Varol 505

Harita 4:
IŞİD’ın Suriye ve Irak’ta Kontrol Ettiği Alanlar – Nisan 201556

- IŞİD’ın ele geçirdiği Irak enerji kaynakları


IŞİD’ın haziran ayı içerisinde Musul’a saldırması ile birlikte Eylül 2014 tarihi-
ne kadar örgüt, 11 petrol sahasını kontrol etmeye başlamıştır. Aşağıdaki harita 5’de

56 Defense. Gov, 10 Nisan 2014, http://www.defense.gov/DODCMSShare/NewsStoryPho-


to/2015-04/scr_20150410_ISIL_Map_Unclass_Approved.jpg (Erişim27.04.2015).
506 Enerji Diplomasisi

görüldüğü üzere IŞİD ele geçirdiği sahalarda üretime devam etmeye çalışarak ve
ardından elde ettiği petrolü de satarak örgüte gelir elde etmektedir. Pek çok ulusla-
rarası rapora konu olan petrol fiyatının $100 civarında iken IŞİD’ın ürettiği petrolü
kaçak olarak $25 ve $60 arası satarak, günde örgüte $3 milyon gelir sağladığı düşü-
nülmektedir. Buna ilave olarak IŞİD’ın elindeki Musul kentindeki kısıtlı kapasitede
ki Gayara rafinerisini de işlettikleri bilinmektedir.57 Böylelikle IŞİD yalnız petrol
üretmemekte aynı zamanda kullandığı araçlar için benzin de üretebilmektedir. Bu
bağlamda ya IŞİD’ın elindeki petrol sahalarını ve petrol rafinerilerini işletebilecek
düzeyde militanlar bulunmakta, ya bu tesislerdeki personel IŞİD baskısı altında
çalışmakta ya da tesis çalışanları bizzat IŞİD sempatizanı olduğu düşünülmektedir.
Tüm bombalamalara rağmen IŞİD’ın günde 10-20 bin bbl arası petrol üretiminde
bulunduğu ve en az $500 bin gelir sağladığı tahmin edilmektedir.58 ABD Dışişleri
Bakanı Kerry’nin IŞİD’ın sattığı kaçak petrolü Suriye, Kürt bölgesi ve Türkiye’den
alıcı bulunduğunu belirtmesi üzerine Türkiye tarafından resmi bir yalanlama gel-
miştir.59 Ancak Türkiye Enerji Bakanı tarafından yapılan yalanlama açıklamasın-
dan sadece iki gün önce Hatay’a bağı bir noktada 2300 metre uzunluğunda gizlice
döşenmiş bir boru hattından Türkiye tarafına işlenmiş yakıt kaçırıldığı Türk Silahlı
Kuvvetleri tarafından tespit edilmiştir.60 Diğer yandan KÖB’ndeIŞİD’dan kaçak
petrol aldığı için çeşitli tutuklamalar gerçekleşmiştir.61 IŞİD’ın kaçak petrolünü
zaman zaman ihtiyaçtan Suriye rejiminin de almak zorunda olduğu düşünülecek
olursa IŞİD’ın düşmanlarına petrol satarak dünyanın en zengin örgütü haline geldi-
ği görülmektedir.

57 Fox News, “Details of Oil Fields in Syria, Oil Locations in Iraq, Under Control of Islamic Sta-
te Group”, 25 Eylül 2014, http://www.foxnews.com/world/2014/09/25/details-oil-fields-in-sy-
ria-oil-locations-in-iraq-under-control-islamic-state/ (Erişim 28.04.2015).
58 Steve Levine, “ISIL is Suffering a Big Oil Hit”, Quartz, 15 Ekim 2014, http://qz.com/281270/
isil-is-suffering-a-big-oil-hit/ (Erişim28.04.2015).
59 Anadolu Ajansı, “Turkey Denies ISIL Oil Imports”, 18 Eylül 214, http://www.aa.com.tr/en/
news/391334--turkey-denies-isil-oil-imports (Erişim 17.04.2015).
60 Benoit Falcon, Ayla Albayrak, “Islamic State Funds Push Into Syria and Iraq With Labyrinthi-
ne Oil-Smuggling Operation”, The Wall Street Journal, 16 Eylül 2014, http://www.wsj.com/
articles/islamic-state-funds-push-into-syria-and-iraq-with-labyrinthine-oil-smuggling-opera-
tion-1410826325 (Erişim 13.04.2015).
61 Alexander Whitcomb, “First Kurds Arrested For Smuggling ISIS Oil, Rudaw. Net, 13 Kasım
2014, http://rudaw.net/english/kurdistan/131120142 (Erişim 16.04.2015).
Tuğçe Varol 507

Harita 5:
IŞİD’ın Elindeki Petrol Sahaları62

- IŞİD sayesinde Kürdistan’ın kurulması


IŞİD’ın Musul’a saldırması neticesinde gerçekleşen bir diğer önemli sonuçta
“Kürdistan’ın Bağdat otoritesinden kurtulmak için bir çıkış yoku bulmuş olması-
dır. IŞİD saldırılarının Kerkük kentine doğru yoğunlaşması ile birlikte geri çekilen
Irak ordusunun yerini tamamen Kürt Peşmergelerinin alması ile birlikte, Erbil’in
ABD tarafından IŞİD’a karşı gerçekleştirilecek operasyonlar da müttefik olarak
ilan edilmesine de yol açmıştır. Irak merkezi yönetiminin silahların önce Bağdat’a
getirilmesi ve Irak ordusuna silahların teslim edilmesi konusunda ısrarı olsa da,
başta ABD, İngiliz, Fransa ve Alman askeri danışmanları Erbil’de ki eğitimlerine
çoktan başlamış durumdadırlar.63 2010 yılından itibaren Ankara ve Erbil arasında
imzalan anlaşmaların neticesinde gelişen Türkiye-KÖB enerji ilişkilerine Bağdat
yönetimi tarafından itiraz gelmiş ancak Kürdistan bölgesinin Türkiye’ye kamyonlar
ile taşınmasına engel olunamamıştır. Bu arada ise KÖB petrolünü Türkiye’ye taşı-

62 Levine, a.g.e.
63 Joe Parkinson, Dian Nissenbaum, “US, Allies Training Kurds on Using Sophisticated We-
aponry Against Islamic State”, The Wall Street Journal, 21 Eylül 2014, http://www.wsj.
com/articles/u-s-allies-training-kurds-on-using-sophisticated-weaponry-against-islamic-sta-
te-1411339625 (Erişim 19.04.2015).
508 Enerji Diplomasisi

yacak ayrı bir petrol boru hattı inşa edilmiş ve Kerkük-Ceyhan petrol boru hattının
Fişhabur pompalama istasyonunun üstünde ve Türkiye sınırının altında boru hattı
ile birleşmesi sağlanmıştır. Fakat Ceyhan limanından ilk tankere yüklenen Kürt pet-
rolüne uluslararası petrol piyasasında haftalarca alıcı bulunamamıştır. 6 Haziran’da
Musul’a gerçekleşen IŞİD saldırısının ardından çaresiz kalan ve hatta Bağdat’ın
düşeceğinden endişe eden o tarihte Maliki yönetimindeki Bağdat, ilk Kürt petrolü-
nü taşıyan tankerin İsrail tarafından satın alınmasını çaresizlikle izlemek zorunda
kalmıştır.64 Bu bağlamda İsrailli bazı yetkililer de Kürdistan ilan edilirse ilk tanıyan
ülke olacaklarını da açıklayarak Kürt petrolünü uluslararası hukuka aykırı olarak
almalarına rağmen meşrulaştırma gayretleri sarf etmektedirler.65
Böylece Ceyhan limanından satışı başlayan Kürt petrolünün de parası Türk
Halk Bankasında birikmeye başlamıştır. Ancak Erbil ve Bağdat arasındaki petrol
konusundaki mesele IŞİD sorununa rağmen uzun süre çözülememiş ve Bağdat,
Türkiye uluslararası mahkemeye başvurarak şikayet etmiştir. Son gelinen nokta
da ise Erbil’in merkezden aldığı geliri keserek Erbil’i anlaşma masasına gelmeye
mecbur bırakan Bağdat yönetimi, KÖB’nin inşa ettiği boru hattından geçen tüm
petrolün gelirinin önce Bağdat’a gelmesi karşılığında Türkiye ile arasındaki ulus-
lararası hukuki sorunu da durdurmuştur. IŞİD nedeniyle çalışamaz durumda olan
Kerkük-Ceyhan petrol boru hattı nedeniyle Kerkük petrolü de dahil olmak üzere
Kuzey Irak petrolü yeni hat üzerinden KÖB’nden Türkiye’nin Ceyhan limanına
ulaşmaktadır. Henüz Erbil ve Bağdat arasındaki yetki ve özerklik meseleleri netice-
lenemediği gibi KÖB, Peşmerge bayrağını Irak’ın dışındaki topraklarda da dalga-
landırmaya başlamıştır.
2014 yılının Eylül ayında IŞİD’ın Türkiye sınırına komşu bir bölge olan
Suriye’deki Kamışlı/Kobani bölgesine saldırması KÖB’nin jeopolitik stratejisini
Irak’tan Suriye’ye çevirmesine neden olmuştur.66 Barzani yönetiminin daha önce
anlaşamadığı Salih Müslim yönetimindeki YPG güçlerinin kontrol ettiği kanton-
lardan birisi olan Kamışlı/Kobani, bir anda Erbil’in gündemine gelmiştir. Kamışlı/
Kobani’den kaçan insanları Türkiye sınırından içeriye akmaya başlaması ile bir-
likte Türkiye’de bir anda IŞİD ile tekrar karşı karşıya kalmıştır. Bunun üzerine
Barzani’nin Peşmerge güçlerini Türkiye üzerinden Kamışlı/Kobani’ye göndermek

64 Julia Payne, “Israel Accepts First Delivery of Disputed Kurdish Pipeline Oil”, Reuters,
20 Haziran 2014, http://www.reuters.com/article/2014/06/20/us-israel-iraq-idUSKB-
N0EV0X620140620 (Erişim 20.04.2015).
65 Fehim Taştekin, “Kürt Devletine İsrail Selamı”, Radikal, 1 Temmuz 2014, http://www.radi-

kal.com.tr/radikal.aspx?atype=haberyazdir&articleid=1199506 (Erişim 21.04.2015).


66 BBC Türkçe, “IŞİD, Kobani’de YPG Karargahını Ele Geçirdi”, 9 Ekim 2014, http://www.

bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/10/141011_isid_kobane_anbar (Erişim 21.04.2015).


Tuğçe Varol 509

istemesi üzerine Türkiye bir kez daha kenara sıkışmıştır. KÖB lideri Barzani’nin
yaptığı “Coğrafi koşullar Kobani’ye Peşmerge göndermemize engel”67 açıklaması-
nın ardından başlayan sokak ayaklanmaları neticesinde Türkiye, Peşmerge’nin Ka-
mışlı/Kobani’ye savaşmak için geçmesine izin vermek zorunda kalmıştır. Kamışlı/
Kobani’de Peşmerge’nin IŞİD’i püskürtmesinin ardından ise Barzani, Peşmerge
güçlerinin ele geçirilen bölgelerden geri çekilmeyeceğini açıklamıştır.68
Sonuç olarak KÖB’nin yetki alanı Suriye’nin içine doğru genişlemiştir. Ka-
mışlı/Kobani’nin KÖB açısından stratejik olmasının sebebi ise sahip olduğu kay-
naklar değil ancak Kürdistan’ın Akdeniz’e çıkış yolu üzerinde olmasından ileri
gelmektedir. KÖB’nin de stratejisi IŞİD püskürtüldükçe açılacak olan Suriye’nin
kuzeyindeki hat boyunca ilerlemek ve böylece denize çıkış yolu sağlamaktır. Bu
sayede Kürdistan gelecekte kaynaklarını dünya pazarlarına Türkiye ya da Bağdat’a
bağımlı kalmadan ihraç edebilecek ve bağımsızlığını koruyabilecektir. Aksi halde
Türkiye, IŞİD, Bağdat ve İran dörtgeninde sıkışmış bir Kürdistan’ın gelir sağlaması
ve devletini ayakta tutması kolay gözükmemektedir. Kaldı ki Erbil yönetimi şu anda
maaşlarını ödeyebilmek için her ay Bağdat’tan aldığı gelire muhtaç durumdadır.

Harita 6:
Suriye’de Kürt Kantonları69

67 Rudaw, “Barzani: Coğrafi Koşullar Kobani’ye Peşmerge Göndermemize Engel”, 25 Eylül


2014, http://rudaw.net/turkish/kurdistan/250920147 (Erişim 24.04.2015).
68 NRT, “Barzani: Peşmerge Won’t Witdraw From Captured Areas”, 15 Nisan 2015, http://nrttv.

com/en/kurdistan/2015/04/15/barzani-says-peshmerga-won-t-withdraw-from-captured-areas
(Erişim 27.04.2015).
69 Fehim Taştekin, “Rojava’da Özerklik Pekişiyor”, Hürriyet, 23 Ekim 2014, http://www.hurri-

yet.com.tr/dunya/27438837.asp (Erişim 23.04.2015).


510 Enerji Diplomasisi

Sonuç
Enerji güvenliği ve enerji politikaları dünya siyasetinin ve jeopolitik çıkarların
ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Artık sadece kaynaklara sahip olmak değil
onları güvenli yollardan pazarlara ulaştırmak veya geçiş yolu üzerinde olmak, ül-
keler için dış politika parametreleri haline gelmiştir. Diğer taraftan “Arap Baharı”
hareketlerinin 2010 yılından itibaren Kuzey Afrika’dan başlayarak Körfez ülkele-
rine kadar etkilerini göstermesinin neticeleri bölge açısından oldukça ağır olmuş-
tur. Enerji kaynaklarına sahip olan Libya ve Mısır eski günlerini arar niteliktedir.
Arap Baharı sonrası devrilen diktatörlüklerin ardından beklenen demokrasi ve in-
san hakları hareketlerinin gelişimi yerine İslami hareketler daha fazla hareket alanı
bulmuşlardır. Bunun sonuçlarından bir tanesi de IŞİD’ın bugünkü varlığıdır. IŞİD,
uluslararası bir terör örgütü olarak her ne kadar Suriye be Irak’ta geniş faaliyet ala-
nına sahip olsa da artık Libya’da ki petrol sahalarına da zarar verebilmekte, üçüncü
bir ülke olan Libya’da da kendini gösterebilmektedir.
IŞİD’ın ilk olarak adının duyulduğu Suriye toprakları enerji kaynakları açı-
sından dünya için büyük bir anlam taşımasa da Suriye’nin Akdeniz’de ki varlı-
ğı uluslararası boru hatları açısından çıkış noktası niteliğindedir. Arap Bahar’ının
Suriye’ye ulaşması ile birlikte Suriye’den geçecek boru hatları projeleri askıya
alınmış veya yarım kalmıştır, ancak bunun sonucu olarak Doğu Akdeniz’de yeni
bir blok ortaya çıkmıştır: İsrail, Güney Kıbrıs ve Mısır. Enerji kaynaklarına çıkış
yolu arayan Güney Kıbrıs ve İsrail için Mısır yeni bir alternatif olarak belirmiş ve
Türkiye’de Doğu Akdeniz jeopolitiğinde yalnızlaştırılmıştır. Türkiye’nin beklediği
Katar’dan Suriye’ye ve oradan Türkiye’ye ulaşacak boru hattı projesi de Esad’ın
devrilememesi nedeniyle gündemden şu an için düşmüş gözükmektedir. Bunun ye-
rine Türkiye, IŞİD tehlikesi, Kürdistan’ın kurulması ve Suriye’nin kuzeyine yayıl-
ması, Bağdat ile ilişkilerin normalleştirilmesi gibi sorunlar ile uğraşırken kendini
bulmuştur çünkü Türkiye’nin Erbil ile geliştirdiği tek taraflı enerji ilişkisinin meşru
olmayan zemini artık tıkanmıştır. Sonuç olarak Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleri olan
ticareti azalmış, özellikle ilişkiler Libya, Mısır ve Suriye ile sıfır noktasına inmiştir.
Buna ilave olarak Türkiye, Afganistan benzeri yaklaşık 6 milyon insanın yaşadığı
tahmin edilen bir terör örgütü yapılanması ile komşu haline gelmiştir.
Bu çalışma henüz yazım aşamasında iken IŞİD’a karşı bir kara operasyonu
başlatılmış durumda değildir ancak hava operasyonlarının da yetersiz olduğu ve
IŞİD’ı kısa sürede yok edemeyeceği gözlemlenmektedir. Bu bağlamda IŞİD’ın böl-
gedeki uzun süreli varlığının sonuçları ekonomik ve siyasi anlamda bölge ülkeleri
için ağır olacaktır. Örneğin ABD’ye göre Esad, IŞİD varlığını sürdürdüğü sürece
görevde kalmalıdır çünkü aksi halde tüm Suriye, IŞİD’ın eline geçebilir ve IŞİD,
İsrail-Lübnan sınırına dayanabilir ki IŞİD’ın şu ana kadar İsrail için bir tehdit oluş-
Tuğçe Varol 511

turmadığı bilinmektedir. Tam tersi IŞİD’ın engellediği İran-Irak-Suriye doğalgaz


boru hattı projesi İsrail’in de çıkarına bir durumdur.
Son olarak IŞİD’a karşı başlatılacak bir kara operasyonundan ise Türkiye’nin
enerji güvenliği açısından en fazla karşı karşıya olduğu risk ise Türkiye’nin Irak’tan
satın aldığı petrolün kesintiye uğraması ihtimalidir. Kerkük-Ceyhan petrol boru hat-
tının çalıştırılamaması nedeniyle bugün Türkiye, Erbil’den Türkiye sınırında gelen
petrol boru hattının çalışmasına bağımlı durumdadır. Ancak bu boru hattının da
IŞİD tarafından bombalanması durumunda hem Bağdat hem Erbil hem Türkiye
hem de bölgede çalışan yabancı enerji şirketleri zarar görecektir.

Kaynakça
Ahmed Zain Aidrous, Irina: “Armed Conflict in Syria and Its Implications For the World Oil
and Gas Market”, Russian International Affairs Council, 26 Kasım 2013, http://russi-
ancouncil.ru/en/inner/?id_4=2747#top (Erişim 26.04.2015).
Akbaş, Zafer; Aslan Düzgün, Zeynep: “Libya’daki Arap Baharı’na Yönelik Türk Dış Politi-
kasına Konstrüktivist Bir Yaklaşım”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Güz
2012, 8:2, 57-81.
Aknur, Müge: “The Muslim Brotherhood in Politics in Egypt: From Moderation to Authorita-
rianism?”,Uluslararası Hukuk ve Politika, 9:33, 2013, 1-25.
Al-Khalidi, Suleyman: “Syria’s Economy Heads Into Ruin: UN Sponsored Report”, Reuters,
28 Mayıs 2014, http://www.reuters.com/article/2014/05/28/us-syria-economy-idUS-
KBN0E81WL20140528 (Erişim 21.04.2015).
Al-Saleh, Assad; White, Loren: “Dissecting on Evolving Conflict: The Syrian Uprising and
the Future of the Country”, ISPU and NAF, Haziran 2013.
Almeida, Isis: “Libyan Gas Flows to Italy Climb as Russian Supplies Threatened”, Bloomberg
Business, 15 Ağustos 2015, http://www.bloomberg.com/news/articles/2014-08-15/lib-
yan-gas-flows-to-italy-climb-as-russian-supplies-threatened (Erişim 03.04.2014).
Altunsoy, İsmail: “Kuraklık, Elektrik Üretiminde Doğalgazın Payını %55’e Çıkardır”, Za-
man, 22 Eylül 2014, http://www.zaman.com.tr/ekonomi_kuraklik-elektrik-uretimin-
de-dogalgazin-payini-yuzde-55-e-cikardi_2245837.html (Erişim 21.04.2015).
Anadolu Ajansı, “Turkey Denies ISIL Oil Imports”, 18 Eylül 214, http://www.aa.com.tr/en/
news/391334--turkey-denies-isil-oil-imports (Erişim 17.04.2015).
Anderson, John Ward: “Meeting of Gaddafi and Sarkozy Draws Criticism”, The Washin-
gton Post, 10 Aralık 2007, http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/
2007/12/10/AR2007121001375.html (Erişim 12.04.2015).
Aras, Bülent: “Arap Baharı Sonrası Jeopolitik, IŞİD veTürkiye”, Orta Doğu Analiz, Ka-
sım-Aralık 201, 6:65,10-13.
512 Enerji Diplomasisi

Ayat, Karen: “Israel to Sell Gas From the Tamar Field to Jordan”, Naturalgas Europe, 8
Nisan 2015, http://www.naturalgaseurope.com/israel-to-sell-gas-from-the-tamar-field-
to-jordan-23072 (Erişim 22.04.2015).
Banco, Erin: “ISIS Attacks Near Kirkuk oil Fields; Kurdish Fighters Vow to Crush Jihadist
Group”, International Business Times, 17 Haziran 2014, http://www.ibtimes.com/
isis-attacks-near-kirkuk-oil-fields-kurdish-fighters-vow-crush-jihadist-group-1603508
(Erişim 11.04.2015).
BBC Türkçe, “IŞİD, Kobani’de YPG KarargahınıEleGeçirdi”, 9 Ekim 2014, http://www.bbc.
co.uk/turkce/haberler/2014/10/141011_isid_kobane_anbar (Erişim 21.04.2015).
BBC News, “Iraq Crisis: Militants ‘Seize Tikrit’ After Taking Mosul”, 11 Haziran 2014, http://
www.bbc.com/news/world-middle-east-27800319 (Erişim 11.04.2015).
Bender, Jeremey: “One Paragraph Explains How ISIS Managed to Seize Iraq’s Second-Lar-
gest City”, Business Insider, 14 Ekim 2014, http://www.businessinsider.com/ how-i-
sis-managed-to-take-mosul-2014-10 (Erişim 19.04.2015).
Butter, David: “Fuelling Conflict: Syria’s War For Oil and Gas”, Carnegie Endowment For
International Peace, 2 Nisan 2014, http://carnegieendowment.org/ syriaincrisis/?-
fa=55195 (Erişim 22.04.2015).
Cohen, Soul Bernard: Geopolitics – The Geography of International Relations, Rowman
and Littlefield Pub., 2015.
Defense.Gov, “Airstrikes in Iraq, Syria Hit ISIL Tactical Positions, Equipment”, 27 Nisan
2015, http://www.defense.gov/news/newsarticle.aspx?id=128679 (Erişim 27.04.2015).
Defense.Gov, 10 Nisan 2014, http://www.defense.gov/DODCMSShare/NewsStoryPhoto/
2015-04/scr_20150410_ISIL_Map_Unclass_Approved.jpg(Erişim 27.04.2015).
Dickstein, Edyt: “A New Role For Egypt: Sisi’s Government and the Arab-Israeli Conflict”,
Harvard International Review, 36(2), Kış 2014 - Bahar 2015, http://hir.harvard. edu/
archives/8465 (Erişim 25.04.2015).
Doğu, Gürkanve Durgun, Bülent: “Arap Baharı ve Libya: Tarihsel Süreç ve Demokratikleşme
Kavramı Çerçevesinde Bir Değerlendirme”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2012, 15, 61-90.
EIA – Egypt, 7 Kasım 2014, http://www.eia.gov/countries/cab.cfm?fips=eg (Erişim
21.04.2015).
EIA – Libya, 25 Kasım 2014, http://www.eia.gov/countries/cab.cfm?fips=ly (Erişim
21.04.2015).
EIA – Syria, 18 Şubat 2014, http://www.eia.gov/countries/cab.cfm?fips=sy (Erişim
22.04.2015).
Energy-Pedia, “Syria: Gulfsands Petroleum Provided Syria Block 26 Production and Opera-
tion Share”, 17 Ekim 2011, http://www.energy-pedia.com/news/syria/gulfsands-petro-
leum-provides-syria-block-26-production-and-operations-update (Erişim 25.04.2015).
Engdal, F. William: “The Secret Stupid Saudi-US Deal on Syria, Oil Gas Pipeline War”, Glo-
bal Research, 26 Ekim 2014, http://www.globalresearch.ca/the-secret-stupid-saudi-us-
deal-on-syria/5410130 (Erişim 17.04.2015).
Tuğçe Varol 513

Escobar, Pepe: “Syria’s Pipelineistan War”, Aljazeera, 6 Ağustos 2012, http://www.aljazeera.


com/indepth/opinion/2012/08/201285133440424621.html (Erişim 22.04.2015).
Falcon, Benoit; Albayrak, Ayla: “Islamic State Funds Push Into Syria and Iraq With Laby-
rinthine Oil-Smuggling Operation”, The Wall Street Journal, 16 Eylül 2014, http://
www.wsj.com/articles/islamic-state-funds-push-into-syria-and-iraq-with-labyrinthi-
ne-oil-smuggling-operation-1410826325 (Erişim 13.04.2015).
Faucon, Benoit: “Libyan Oil Production Jumps Despite New Attacks on Fields”, The Wall
Street Journal, 3 Mart 2015, http://www.wsj.com/articles/libyan-oil-production-jum-
ps-despite-new-attacks-on-fields-1425405557 (Erişim 21.04.2015).
Fox News, “Details of Oil Fields in Syria, Oil Locations in Iraq, Under Control of Islamic
State Group”, 25 Eylül 2014, http://www.foxnews.com/world/2014/09/25/details-o-
il-fields-in-syria-oil-locations-in-iraq-under-control-islamic-state/ (Erişim 28.04.2015).
Hendersen, Simon: “Russia-Syria Offshore Gas Deal Injects New Factor Into Peace Talks”,
The Washington Institute, Policy Alert, 27 Aralık 2013, http://www.washingtoninstitu-
te.org/policy-analysis/view/russia-syria-offshore-gas-deal-injects-new-factor-into-pea-
ce-talks (Erişim 25.04.2015).
Hudson, David: “President Obama Makes a Statement on the Crisis in Iraq”, The White Hou-
se Blog, 7 Ağustos 2014,https://www.whitehouse.gov/blog/2014/08/07/president-oba-
ma-makes-statement-iraq (Erişim 15.04.2015).
Index Mundi, http://www.indexmundi.com/commodities/?commodity=crude-oil-brent&-
months=300(Erişim 22.04.2015).
Jaya, Angela: “Syria and the Arab Spring: The Evolution of the Conflict and the Role of the
Domestic and External Factors”, OrtadoğuEtütleri, 4:1, 2012, 27-52.
Khasraw Gulmahammad, Zana: “The Rise and Fall of the Islamic State of Iraq and Al-Sham
(Levant) ISIS”, Global Security Studies, 2014, 5:2.
Koçak, Konur Alp: “Yasemin Devrimin’den ‘Arap Baharı’na Tunus”, Yasama Dergisi, 22,
2012, 22-61.
Levine,Steve: “ISIL is Suffering a Big Oil Hit”, Quartz, 15 Ekim 2014, http://qz.com/281270/
isil-is-suffering-a-big-oil-hit/ (Erişim 28.04.2015).
LNG World News, “Iran-Iraq Gas Pipeline Almost Complete”, 10 Şubat 2015, http://www.
lngworldnews.com/iran-iraq-gas-pipeline-almost-complete/(Erişim 17.04.2015).
Luft, Gal; Korin, Anne: “Energy Security: In the Eyes of the Beholder”, Energy Security
Challenges For the 21st Century: A Reference Handbook, Gal Luftve Anne Korin
(Ed.), Greenwood Pub., 2009, 1-17.
Minin, Dmitriy: “The Geopolitics of Gas and the Syrian Crisis: Syrian Opposition Armed
to Thwart Construction of Iran-Iraq-Syria Gas Pipeline”, Global Research, 19 Eylül
2014, http://www.globalresearch.ca/the-geopolitics-of-gas-and-the-syrian-crisis-syri-
an-opposition-armed-to-thwart-construction-of-iran-iraq-syria-gas-pipeline/5337452
(Erişim 18.04.2015).
NBC News, “Syrian Regime, Iraqi Kurds Among Those Buying ISIS Oil: Official”, 23 Ekim
2014, http://www.nbcnews.com/news/world/syrian-regime-iraqi-kurds-among-tho-
se-buying-isis-oil-official-n232381 (Erişim 26.04.2015).
514 Enerji Diplomasisi

NRT, “Barzani: Peşmerge Won’t Witdraw From Captured Areas”, 15 Nisan 2015, http://nrttv.
com/en/kurdistan/2015/04/15/barzani-says-peshmerga-won-t-withdraw-from-captu-
red-areas (Erişim 27.04.2015).
Orhan, Duygu Dersan: “Orta Doğu’nun Krizi: Arap Baharı ve Demokrasinin Geleceği”, Atı-
lım Sosyal Bilimler Dergisi, 3, 2013, 17-29.
Parker, Ned; Coles, Isabel; Salman, Raheem: “How Mosul Fell: A General’s Story”, Reuters,
14 Ekim 2014, http://graphics.thomsonreuters.com/14/10/MIDEAST-CRISIS: GHA-
RAWI.pdf (Erişim 04.04.2015).
Parkinson, Joe; Nissenbaum, Dian: “US, Allies Training Kurds on Using Sophisticated We-
aponry Against Islamic State”, The Wall Street Journal, 21 Eylül 2014, http://www.
wsj.com/articles/u-s-allies-training-kurds-on-using-sophisticated-weaponry-against-is-
lamic-state-1411339625 (Erişim 19.04.2015).
Pascual, Carlos ve Elkin, Jonathan: “Introduction”, Energy Security: Economics, Politics,
Strategies, and Implications, Carlos Pascualve Jonathan Elkin (Ed.), The Brookings
Institution, 2010.
Pascual, Carlos; Zambetakis, Evie: “The Geopolitics of Energy – From Security to Survival”,
Energy Security: Economics, Politics, Strategies, and Implications, Carlos Pascual-
ve Jonathan Elkin (Ed.), The Brookings Institution, 2010, 9-36.
Payne, Julia: “Israel Accepts First Delivery of Disputed Kurdish Pipeline Oil”, Reuters,
20 Haziran 2014, http://www.reuters.com/article/2014/06/20/us-israel-iraq-idUSKB-
N0EV0X620140620 (Erişim 20.04.2015).
Phillips, Christopher: “Syria’s Bloody Arab Spring”, LSE IDEAS, Special Report, Mayıs
2012, 37-42.
Ratner, Micheal; Belkin, Paul; Nichol, Jim; Woehrel, Steven: “Europe’s Energy Security: Op-
tions and Challenges to Natural Gas Supply Diversification”, CRS-R42405, 20 Ağustos
2013, https://www.fas.org/sgp/crs/row/R42405.pdf (Erişim 20.04.2015).
RT, “Ruble Hits New 2015 Record, Resilient to Sinking Oil”, 8 Nisan 2015, http://rt.com/
business/247813-ruble-new-2015-high/ (Erişim 08.04.2015).
RT, “Russia Accuses NATO of Going Beyond UN Resolution on Libya”, 17 Nisan 2011,
http://rt.com/news/russia-nato-un-resolution-libya/ (Erişim 18.04.2015).
Rudaw, “Barzani: Coğrafi Koşullar Kobani’ye Peşmerge Göndermemize Engel”, 25 Eylül
2014, http://rudaw.net/turkish/kurdistan/250920147 (Erişim 24.04.2015).
Taştekin, Fehim: “Kürt Devletine İsrail Selamı”, Radikal, 1 Temmuz 2014, http://www.ra-
dikal.com.tr/radikal.aspx?atype=haberyazdir&articleid=1199506 (Erişim 21.04.2015).
Taştekin, Fehim: “Rojava’da Özerklik Pekişiyor”, Hürriyet, 23 Ekim 2014, http://www.hur-
riyet.com.tr/dunya/27438837.asp (Erişim 23.04.2015).
Tharoor, Ishaan: “Putin May Have Been Right About Syria All Long”, The Independent, 25
Ağustos 2014, http://www.independent.co.uk/voices/comment/putin-may-have-been-
right-about-syria-all-along-9688838.html?hc_location=ufi (Erişim 12.04.2015).
The Guardian, “Kerry Urges Syrians to Fight ‘ISIS First’ as Obama Rules Out Combat Mis-
Tuğçe Varol 515

sion – As It Happened”, 18 Eylül 2014, http://www.theguardian.com/world/live/ 2014/


sep/17/obama-speech-isis-iraq-syria-ground-troops-live-updates (Erişim 12.04.2015).
The Washington Post, “Foreign Fighters Flow to Syria”, 27 Ocak 2015, http://www.washin-
gtonpost.com/world/foreign-fighters-flow-to-syria/2015/01/27/7fa56b70-a631-11e4-
a7c2-03d37af98440_graphic.html (Erişim 02.04.2015).
Varol, Tuğçe: “Arap Baharı Enerji Savaşımı?”, 21. Yüzyıl Türkiye Dergisi, Mayıs 2012,
84-87.
Whitcomb, Alexander: “First Kurds Arrested For Smuggling ISIS Oil, Rudaw.Net, 13 Kasım
2014, http://rudaw.net/english/kurdistan/131120142 (Erişim 16.04.2015).
Wilson, Gary: “The United Nations Security Council, Libya and Resolution 1973: Protection
of Civillians a Tool For Regime Change?”,The Arab Spring – New Pattern For De-
mocracy and International Law, Carlo Panorove Gary Wilson (Ed.), Martinus Nijhoff
Pub., 2013, 101-122.
YNET, “Israel’s Tamar Group to Sell $1.2 billion of Gas to Egypt via Pipeline”, 18 Mart 2015,
http://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-4638479,00.html (Erişim 19.03.2015).
516 Enerji Diplomasisi
Madalina Sisu Vicari 517

THE SOUTHERN GAS CORRIDOR AND


TURKEY

Madalina Sisu VİCARİ*

Energy Security: a complex, broad, multi-dimensional,


context-dependent concept

Energy is “at the core of geopolitics because fundamentally energy is an issue


of wealth and power, which means it can be both a source of conflict and coopera-
tion”, but at the same time energy is “key to economic and political stability.”1

Energy is a complex, multi-faceted concept, because it is intertwined with


“other policy fields such as trade, environment, climate, and social policies, but
also has a ‘hard’ security policy dimension that is closely linked to the international
political economy of oil and gas.”2 The policies related to energy are both strategic
and critical, as on a global scale, the rise of energy prices may yet be a major factor
in either economic crisis’ origination or intensification. For instance, in the last
thirty years, the oil price either caused or largely contributed to each of the global
recession, including the United States’ recession.3 Therefore, the issue of energy se-

* PhD Candidate at University of Liège, Belgium and affiliated researcher at the Center for
International Relations Studies (CEFIR) of University of Liège.
1 Hillary, Clinton, “Energy Diplomacy in the 21st Century”, United States State Depart-
ment’s Bureau of International Information Programs, 12.10.2012, http://iipdigital.usem-
bassy.gov/st/english/texttrans/2012/10/20121018137692.html#axzz3UafkSk7b (accessed
17/05/2015).
2 Kirsten, Westphal, “Energy Policy between Multilateral Governance and Geopolitics: Whither
Europe?”, Internationale Politik und Gesellschaft, vol. 4, 2006, p. 47.
3 Nouriel, Roubini, Brad, Setser, “The effects of the recent oil price shock on the U.S. and global
economy”, New York University Stern School of Business, 2004, http://www.stern.nyu.edu/
experience-stern/about/departments-centers-initiatives/centers-of-research/volatility-institute/
research/associated-faculty/topics (accessed 19/05/2015).
518 Enerji Diplomasisi

curity became an essential one for countries’ political and economic stability. More,
since the 1973 oil embargo, it has been continued to retain an important place in the
debates related to the energy. In this regard, it is worthy to mention that nowadays
the oil embargoes are “literally impossible” and that due to several factors: “the ex-
istence of a global and liquid oil market for oil”, the extended oil strategic reserves
developed by the consuming countries and the fact that the oil price cannot be influ-
enced “through national and even international policy intervention.”4 Unless the
oil, which is, largely subject to market mechanisms, the gas is a “regionally traded
commodity.”5 Hence, even in the case we will witness the development of a global
gas market; the long-term contracts are likely to remain predominant.6

Despite the growing efforts deployed last years to introduce the use of renew-
able energies on a wider scale, the fossil fuels yet represent the major energy source
utilized in the world. The fossil fuels must be assessed into a geopolitical context
especially due to two main factors: they are mainly concentrated in a geographical
area which stretches “from Siberia to the Caspian Basin, the Persian Gulf to the
Arabian Peninsula”7 and they are non- renewable8. Thus, in 2014, 47, 9 percent of
the world’s proved oil reserves9 and 43, 2 percent of the natural gas proved reserves
are located in the Middle East.10

The concept of energy security has a large number of definitions, meanings


and dimensions. Though “widely used, yet there is no consensus on its precise in-
terpretation”11. In the same vein, the concept of energy security “is highly context

4 Andreas Goldthau, Jan Martin Witte, “The Role of Rules and Institutions in Global Energy:
An Introduction”, in Global Energy Governance: The New Rules of the Game, Andreas
Goldthau, Jan Martin Witte (Ed.), Brookings Institution Press, 2010, p. 5.
5 Andreas Goldthau, Jan Martin Witte, ibid. p. 5.
6 Andreas Goldthau, Jan Martin Witte, ibid., p. 6.
7 Kirsten, Westphal, “Energy in an Era of Unprecedented Uncertainty: International Energy Go-
vernance in the Face of Macroeconomic, Geopolitical and Systemic Challenges”, in Tran-
satlantic Energy Futures: Strategic Perspectives on Energy Security, Climate Change
and New Technologies in Europe and the United States, David Koranyi (Ed.), Center for
Transatlantic Relations, 2011, p. 4.
8 Raphael, Metais, “Ensuring Energy Security in Europe: The EU between a Market-based and
Geopolitical Approach”, EU Diplomacy Paper, 3/2013, College of Europe, 2013, p. 10.
9 BP, “Statistical Review of World Energy 2014”, June 2014, p..6. http://www.bp.com/en/glo-
bal/corporate/about-bp/energy-economics/statistical-review-of-world-energy.html (accessed
16/05/2015).
10 BP, ibid., p. 20.

11 B. Kruyt, D.P. van Vuuren, H.J.M. de Vries, H. Groenenberg, “Indicators for Energy Security”

Energy Policy, Volume 37, Issue 6, 2009, p. 2166.


Madalina Sisu Vicari 519

dependent”12. The international organizations put forward various definitions of


energy security; this diversity of energy security approaches reflects in principal the
different aims pursued by their policies but also the context in which they define the
energy security concept.
The International Energy Agency (IEA) sees the energy security as the “un-
interrupted availability of energy sources at an affordable price”13. IEA makes
distinction between the “long-term energy security”, which is “mainly linked to
timely investments to supply energy in line with economic developments and envi-
ronmental needs”, and “short-term energy security”, which “focuses on the ability
of the energy system to react promptly to sudden changes in the supply-demand
balance.”14
For the World Bank, “energy security means ensuring that countries can sus-
tainably produce and use energy at reasonable cost in order to facilitate economic
growth (and, through this, poverty reduction) and directly improve the quality of
peoples’ lives by broadening access to modern energy services.”15
The World Economic Forum (WEF) differentiates between the “traditional
security elements” which implies “supply sources, demand centres, geopolitics and
market structures” and the “new energy security paradigm”, to which have been
added new aspects such as: “interconnectedness of world economies and energy
infrastructure systems, climate change concerns, technological innovation and in-
creased pressure from a broader array of stakeholders.”16
There is a wide range of approaches and definitions of the energy security
among the scholars, too. That is primarily determined by the fact that “energy se-
curity means different things to different countries based on their geographical
location, their geological endowment, their international relations, their political
system and their economic disposition”17. When applied to countries, the energy

12 B. Kruyt, D.P. van Vuuren, H.J.M. de Vries, H. Groenenberg, ibid., p. 2166.


13 International Energy Agency, “Energy Supply Security: The Emergency Response of IEA
Countries”, 2014, p. 13, https://www.iea.org/media/freepublications/security/EnergySupply-
Security2014_PART1.pdf (accessed 18/05/2015).
14 International Energy Agency, ibid., p. 13.
15 Jamal Saghir, Kyran O’Sullivan, “Towards a Sustainable Energy Future”, in Global Issues for
Global Citizens, Vinay Bhargava (Ed.), Washington D.C., The World Bank, 2006, p.248.
16 World Economic Forum in partnership with Cambridge Energy Research Associates, “The
New Energy Security paradigm”, The Energy Vision Update, Spring 2006, p. 22.
17 Gal, Luft, Anne, Korin, “Energy Security: In the Eyes of the Beholder”, in Energy Security
Challenges for the 21st Century: A Reference Handbook, Gal, Luft, Anne, Korin (Ed.),
Santa Barbara, California, Praeger Security International, 2009, p. 5-6.
520 Enerji Diplomasisi

security concept is highly related to countries’ “own particular energy situation


and how they view their vulnerabilities to energy supply disruptions”18. Thus, for
the developed countries, the energy security is primarily related to the “availability
of sufficient supplies at affordable prices”19 whereas the developing countries are
especially concerned about the changes of energy prices, which may affect their
payment balance20. In order to obtain and preserve their energy security, countries
must follow several principles: diversification of supply (providing alternative
sources is critical in order to reduce the impact that one source’s disruption may
have), resilience (merely a “security margin” aimed to spare the shocks of disrup-
tion and ensures the recovery), acknowledgement of the fact that nowadays the
energy markets are integrated, and high-quality information.21 Nevertheless, as it
was aforementioned, it must be made the distinction between the oil and gas mar-
kets: whereas the oil markets have been largely liberalized and the main part of the
produced oil in the world is subject to the mechanisms of the market as the result
of the development of the global oil market, the gas markets are still way ahead of
both liberalization and global integration; moreover, even in the case of the devel-
opment of a global gas market, the long-term contracts will remain predominant.
The energy security is also seen as including “the interconnected dimensions
of availability, affordability”22, but also the dimensions of “energy efficiency and
social and environmental sustainability.”23 Availability is related to sufficient, un-
interrupted supply, reduced reliance on imported fuels, but also of diversification of
energy sources, of energy suppliers and of energy facilities, whereas the affordabil-
ity is related to affordable and stable energy prices and “equitable access to energy
services.” 24
Other scholars differentiate between the energy security of producer-, transit-
and consumer-energy countries:25 for a producer-energy country, the energy secu-
rity is related to a consumer market and a reliable transit; for a consumer-energy
country, energy security means the guarantee to purchase enough supplies in order

18 Ibid, p.6.
19 Daniel, Yergin, “Ensuring Energy Security”, Foreign Affairs, Volume 85, No 2, 2006, p.70.
20 Ibid, p. 71.
21 Daniel, Yergin, ibid., p. 76.
22 Benjamin, K., Sovacool, “Introduction: Defining, measuring and exploring energy security”,
in The Routledge Handbook of Energy Security, Benjamin, K., Sovacool (Ed.), Routledge,
2011, p. 9.
23 Benjamin, K., Sovacool, ibid., p.11.
24 Benjamin, K., Sovacool, ibid., p. 9.
25 Nina, Bachkatov, L’énergie diplomate. Enjeux et effets de la diplomatie énergétique de la
Fédération de Russie, Bruxelles, Editions Bruylant, 2012, p.186.
Madalina Sisu Vicari 521

to fulfill its energetic needs without disruptions or hostile measures taken against
it; for a transit-energy country , the concept of energy security is related both to
consumer and producer countries, the latter being interdependently related to the
transit-countries , as any modification of energy-transport infrastructure is costly
and takes a long time to be achieved.
All in all, the energy security is a complex, broad and multi-dimensional con-
cept, largely determined by the context in which it is elaborated. Hence, the ener-
gy security conceptualization depends on the type of the stakeholder to which it
addresses (international organization, producer-, transit-, and consumer-country),
whereas the energy security interconnected dimensions are shaped up by the aims
and policies pursued by the stakeholders, and subsidiary by the nature of the mar-
kets (the oil market is largely a global integrated one, whereas the gas markets are
regional).

Security of Supply and Diversification of Energy Sources, Supply and Routes:


critical dimensions of the EU’s energy security
There is not an explicit and commonly-accepted definition of the European
Union’s energy security. This situation might be partly explained by the fact that,
despite that the European project was initiated by the creation of the European Coal
and Steel Community(ECSC , 1951) and the European Atomic Energy Community
(EURATOM, 1957), the energy policy was an exclusive competence of the Mem-
ber States for a long time. The liberalization of the energy market, started in ‘90s
and continued in 2000s, and the introduction in the Lisbon Treaty, for the first time,
of a title (XXI) related to energy, have been increased the role of the European
Commission over the EU’s energy policy, mainly as agenda-setter. Though, despite
the intergovernmental framework of the EU’s energy policy, the Commission has
enough room of maneuver, as the basis and sources for the energy policies are,
according to the Art.194 of the Lisbon Treaty, the internal market and the environ-
ment field. In addition, according to the Art.171, the Commission can take the lead
in identifying, taking initiative, supporting and promoting either with the Member
States or the third countries, the trans-European networks projects in the area of
energy infrastructure. Given the scope of this study, which aims to determine how
the Southern Gas Corridor and Turkey-as strategic component of the Southern Gas
Corridor-could contribute to the EU’s energy security, but also the above mentioned
role of the Commission in taking initiative for energy infrastructure projects, I will
further explore the discourse of the European Commission with regard to the en-
ergy security and how it refers, in this context, to the Southern Gas Corridor and
Turkey.
522 Enerji Diplomasisi

The analysis of the European Commission’s official documents indicates that


the core of the EU’s energy security had been initially considered the security of
energy supply: “security of supply must continue to be a constant concern of the
public authorities; it also justifies a common approach at Community level in view
of the level of integration of the consumer markets, of its external responsibilities
and of the growing integration of the energy market itself”26. A great attention had
been granted to the security of oil supplies, as then the oil was the dominant fuel
of the energy markets; in this regard, the Commission urges for the measures to
cope with the disruption of the oil supplies, instruments of cooperation between the
Member States and compliance with the International Energy Agency’s rules and
obligations.27
Few years later, the 2000 Green Paper takes into account, when defining the
energy security, the EU’s growing energy dependence on oil and gas external
supplies, especially in the next 20 to 30 years. As a result, it is considered that EU
it must set up a long-term strategy for energy supply security aimed “to ensuring,
for the well-being of its citizens and the proper functioning of the economy, the
uninterrupted physical availability of energy products on the market, at a price
which is affordable for all consumers (private and industrial), while respecting
environmental concerns and looking towards sustainable development.”28 Hence,
the security of energy supply remains a core of the energy security, as reflected in
the aforementioned document.
As a result of the transformations occurred in the energy field both at the Eu-
ropean and international level, the EU’s energy security concept had been continu-
ously expanded in scope and substance and it encompassed, along with the security
of supply, other dimensions: development of EU’s internal energy market, energy
efficiency, diversification of energy mix, innovation and technology, solidarity be-
tween Member States, resilience to supply disruptions, sustainable development
and the external energy policy. Though, given the scope of this study, we will focus
our analysis on the components of security of supply and diversification of the en-
ergy supplies and routes.
The 2006 Green Paper designates six priority areas of action for EU’s energy
security; one of these areas of action is the creation of a coherent external energy

26 European Commission (1995), “An Energy Policy for the European Union”, COM(95) 682
final, Brussels, 13.12.1995, p.4.
27 European Commission (1995), ibid., p. 22.

28 European Commission (2000), “Green Paper. Towards A European strategy for the security of

energy supply”, COM (2000) 769 final, Brussels, 29.11. 2000, p. 2.


Madalina Sisu Vicari 523

policy, aimed to cover the following goals: the establishment of a policy aimed
at securing and diversifying the energy supplies, especially the gas supplies, the
setting up of energy partnerships with producers, transit countries and other inter-
national actors, the establishment of a dialogue with major the energy producers/
suppliers (OPEC, Gulf Cooperation Council, Russia) and the creation of a common
regulatory space around the Europe, by widening its energy market through the
inclusion of the EU’s neighbours. In this regard, the Commission states its aim of
building up a pan-European Energy Community, established by the inclusion in
the Energy Community Treaty of the South-Eastern countries, but also by the cre-
ation of the common electricity and gas markets with the Maghreb’s, respectively
Mashrek’s countries.29 Turkey is considered a “strategic partner”, which could be
“encouraged to join the South East European Energy Community Treaty.”30 It is
important to mention that this is the first reference of Turkey as strategic partner of
the European Union. The security of energy supply remains an important element
of the EU’s energy security, but it starts to be approached, for the first time, as a
component of the external energy policy, and also in relation with the diversifica-
tion of supply.
The security of supply as the major objective of the EU’s “new energy policy”
is emphasized also in the 2008 Energy Security and Action Plan31. The diversifica-
tion of supply, in conjunction with the promotion of six projects of infrastructure are
considered “essential to the EU’s energy needs”32 and to its “energy security priori-
ties.”33 The necessity of an external energy policy which would enable the Europe-
an Union to speak coherently and with one voice is underlined in this document.34
Turkey is mentioned specifically in the context of the Energy Community Treaty
development, which would create an “enlarged energy market based on common
rules.”35 There is also a second reference to Turkey, indicating its particular role as
transit country for the Southern Gas Corridor’s supplies: “transit for the gas pipe-
lines will need to be agreed with transit countries and notably Turkey.”36

29 European Commission (2006), “Green Paper. A European Strategy for Sustainable, Competi-
tive and Secure Energy”, COM (2006) 105 final, Brussels, 08.03. 2006, p.15-16
30 European Commission (2006), ibid., p.16.
31 European Commission (2008), “Second Strategic Energy Review. An EU Energy Security and
Solidarity Action Plan”, COM(2008) 781 final, Brussels, 13.11.2008, p. 3.
32 European Commission (2008), ibid., p. 4.
33 European Commission (2008), ibid., p.6.
34 European Commission (2008), ibid., p. 3.
35 European Commission (2008), ibid., p.7.
36 European Commission (2008), ibid., p.5.
524 Enerji Diplomasisi

The Energy 2020 continues the aforementioned approach, as reflected in the


2006 Green Paper and the 2008 Energy Security and Action Plan; it connects the
security of energy supply of EU with the diversification of its import sources. In
the same vein, the security of supply is linked to the EU’s external energy policy,
“which must be consistent and mutually reinforcing with other external activities
of the EU.”37 To enhance the overall consistency and effectiveness of the exter-
nal energy policy, several key actions are proposed. The extension of the Energy
Community Treaty to the all EU’s neighbours “who are willing to adopt the EU
market model”38, the alignment of the international agreements-especially of those
concluded in the energy sector-with the internal market rules, the establishment of
the “privileged partnerships with key suppliers and transit countries” are among
the above mentioned actions.39 Turkey is specifically mentioned in the Energy 2020
document, which also outlines the importance of pursuing of “market integration
and regulatory convergence.”40 The relation of the EU with Turkey is approached
in the context of the Energy Community Treaty’s extension, similarly with the 2006
Green Paper and the 2008 Energy Security and Action Plan.
The developments related to the legal framework of the EU’s energy policy
have been taken into consideration in the 2011 European Commission’s communi-
cation, which calls for the establishment of the external energy policy and proposes
several action priorities41. The security of energy supply continues to be jointly ap-
proached with the diversification of the import sources, to which it adds the diver-

37 European Commission (2010), “Energy 2020. A strategy for competitive, sustainable and se-
cure energy”, COM (2010) 639 final, 10.11. 2010, p.18.
38 European Commission (2010), ibid., p. 18.
39 European Commission (2010), ibid, p. 19.
40 European Commission (2010), ibid., p. 18.
41 The main developments are the adoption of the Third Energy Internal Market Package, and the
entering into force of the Lisbon Treaty. Third Energy Internal Market Package aims at comp-
leting the liberalization of the internal energy market and it consists of: Directive 2009/72/EC
concerning common rules for the internal market in electricity, Directive 2009/73/EC concer-
ning common rules for the internal gas market, Regulation (EC) No 713/2009 establishing an
Agency for the Cooperation of Energy Regulators , Regulation (EC) No 714/2009 on conditi-
ons for access to the network for cross-border exchange of electricity and Regulation (EC) No
715/2009 on conditions for access to the natural gas transmission networks.
The Lisbon Treaty includes a specific chapter (XXI) on energy and, through the Article 194,
lays out the main aims of the European Union’s energy policy, which largely remains an in-
tergovernmental matter: to ensure the functioning of the energy market; to ensure security of
energy supply in the Union, to promote energy efficiency and energy saving and the develop-
ment of new and renewable forms of energy; and to promote the interconnection of energy
networks. These aims should be carried out in the spirit of solidarity, as the Article 122(1)
requires it.
Madalina Sisu Vicari 525

sification of the routes; they are viewed as elements of the external energy policy,
whose development is regarded “crucial to complete the internal energy market.”42
In this vein, the European Commission considers that the building up of the “ex-
ternal dimension”43 of the EU’s internal energy market, together with partnerships
agreed with energy suppliers will contribute to the security of supply. Turkey is spe-
cifically mentioned in the document as a country which has the potential to become
an important has hub and gas transit country for the European Union. Turkey’s
accession to the Energy Community Treaty and the opening of the energy chapter in
the accession negotiations are weighed as important elements for the development
of the cooperation between Ankara and Brussels: “Turkey will be soon linked to the
EU power grid and could become a major gas hub and gas transiting country for
the EU. Progress in negotiations of Turkey’s accession to the Energy Community
Treaty and progress towards the opening of the energy chapter in the accession ne-
gotiations would help deepen cooperation and establish a solid framework for gas
transport through Turkey.”44
The 2006 and 200945 Ukrainian gas crisis and the 2014 Crimea’s annexation
are reflected in the European Energy Security Strategy, issued in 2014. There-
fore, the greatest vulnerability of the EU’s security of supply is considered the
“strong dependence from a single external supplier”, namely Russia, particular-
ly for the Union’s gas imports.46 In this regard, the diversification of the external
supplies-along with the improving of the EU’s internal energy interconnections- is
among the measures which are considered to address the energy security concerns.
The 2014 European Energy Security Strategy specifically mentions Turkey in the
context of the establishment of the Southern Gas Corridor; it is assessed that “the

42 European Commission (2011), “On security of energy supply and international cooperation
– ‘The EU Energy Policy: Engaging with Partners beyond Our Borders’ ”, COM (2011) 539
final, Brussels, 07.09.2011, p.2.
43 European Commission (2011), ibid., p.3-4.
44 European Commission (2011), ibid., p.7.
45 Following a gas price row between Russia and Ukraine, on January 1, 2006, Gazprom cut off
the gas supplies too Ukraine; the European consumers were affected, as the gas volumes de-
livered to Europe significantly fell. The dispute was settled on January 4, 2006. The 2009 gas
crisis was also caused by a dispute on gas price. On 1 January 2009, Gazprom cut all supplies
for Ukrainian consumption, while supplies to Europe continued. On 6 January 2006, after clai-
ming that the Ukrainian side had stolen nearly 65 000 cubic meters of gas, Gazprom drastically
reduced the gas volumes to Europe and on 7 January the deliveries to Europe were completely
cut off. On 19 January 2009 the two sides announced they settled the dispute and Gazprom and
Naftogaz signed an agreement on gas supplies running until 2019.
46 European Commission (2014), “European Energy Security Strategy”, COM (2014) 330 final,
Brussels, 28.05. 2014, p.3.
526 Enerji Diplomasisi

currently envisaged infrastructure in Turkey could accommodate up” to 25 billion


cubic metres of gas for the European market.47
The 2015 Energy Union Package also emphasizes EU’s concern related to its
dependence on Russia as supplier of gas imports; in this regard, it emphasizes the
need for the diversification of energy sources, suppliers and routes. To achieve this
diversification, several measures and instruments are envisaged, through which the
establishment of “strategic energy partnerships with increasingly important pro-
ducing and transit countries or regions.”48 Hence, following the approach reflected
in the previous Commission’s documents, the diversification of energy sources,
suppliers and routes is viewed as a component of the EU’s external energy policy.
The 2015 Energy Union Package specifically refers to Turkey as transit country,
though in the overall context of the aforementioned strategic energy partnerships.
To sum up, the security of supply started to be a significant matter of concern
for the EU’s energy security by mid ‘90s. Later, this dimension was related to the di-
versification of energy sources, supply and routes and approached in the framework
of external energy policy. As a result of the developments occurred in the energy
field both at the European and international level but also in the legal framework
of the EU’s energy area, the concept of energy security expanded in scope and
substance and other dimensions have been encompassed into it. Nevertheless, es-
pecially in the context of Europe’s dependence on a single supplier, the security of
supply, along with the diversification of energy sources, supply and routes, remain
critical dimensions of EU’s energy security and have been continuing to shape up
EU’s actions in the external energy policy field.

The Southern Gas Corridor and the EU’s Energy Security


As it was mentioned above, the security of supply, along with the diversifica-
tion of energy sources, suppliers and routes are important dimension of EU’s energy
security, particularly with regard to its energy dependence on Russian supplies.
Therefore, the Union has been actively seeking “to establish a new supply route
in addition to the three existing ones, from Norway (Northern Corridor), North-
ern Africa (Western Corridor) and Russia (Eastern Corridor)”49. The need for a

47 European Commission (2014), “European Energy Security Strategy”, COM (2014) 330 final,
Brussels, 28.05. 2014, p.3
48 European Commission (2015a), “A Framework Strategy for a Resilient Energy Union with a

Forward-Looking Climate Change Policy”, COM(2015) 80 final, Brussels, 25.02.2015, p. 6.


49 Kristin Linke, Marcel Viëtor, “Introduction”, in “Beyond Turkey The EU’s Energy Policy

and the Southern Corridor”, Kristin Linke, Marcel Viëtor (Ed.), International Policy Analysis,
Friedrich Ebert Stiftung, November 2010.
Madalina Sisu Vicari 527

new supply route became essential after the 2006 Ukrainian gas crisis. The afore-
mentioned 2008 Energy Security and Action Plan acknowledges the Southern Gas
Corridor as one of the European Union’s “highest energy security priorities.”50 The
document underlines the necessity of a joint work between the Commission, the
Member States, Azerbaijan, Turkmenistan, Iraq and Mashreq countries for securing
the gas supplies and building up the necessary pipelines; Uzbekistan and Iran are
mentioned as potential suppliers, but only on a longer-term perspective.
A year later, in 2009, the “Declaration of the Southern Corridor Summit” is
signed in Prague by the European Union, Azerbaijan, Egypt, Georgia and Turkey.
The Southern Corridor’s main aim is to “establish direct connections between both
sides of the Caspian Sea as one of the main important elements of the effective en-
ergy cooperation and favour the interconnection of the Southern Corridor with the
EU through strategic infrastructure projects necessary for carrying natural gas by
pipelines or ships.”51

50 European Commission (2008), “Second Strategic Energy Review. An EU Energy Security and
Solidarity Action Plan”, p.4.
51 According to the “Declaration of the Southern Corridor Summit”, “the Southern Corridor con-

cept is a synergy of the following documents”: the Partnership and Co-operation Agreements
between the EU and Azerbaijan, the EU and Georgia, the EU and Kazakhstan, and the EU and
Uzbekistan; the Association Agreement between the EU and Turkey and the EU and Egypt;
the European Neighbourhood Policy, including the Action Plans, the Eastern Partnership,
EU-Central Asia Strategy and the Black Sea Synergy; the Memoranda of Understanding on
strategic energy partnership between the EU and Egypt, EU and Kazakhstan, EU and Turkmen-
istan and EU and Azerbaijan; the Declaration of the Budapest Nabucco Summit of 27 January
2009; the Declaration of the Sofia Energy Summit of 24-25th April 2009; the Baku Initiative
and the Energy Road Map endorsed on the occasion of the Astana Ministerial Conference
of 30 November 2006; the Baku Energy Summit Declaration of 14th November 2008; the
Ministerial Statement on the Nabucco gas pipeline project of 26th June 2006; Agreements on
transportation of oil and gas through the Baku-Tbilisi-Ceyhan and Baku-Tbilisi-Erzurum oil
and gas pipelines of 1999 and 2001 respectively; Agreement among the Republic of Turkey,
the Hellenic Republic and Italian Republic concerning the development of the Turkey, Greece,
Italy Transportation Corridor of 26 July 2007 in Rome; the European Council Conclusions of
8-9 March 2007, 16 October 2008 and 20th March 2009; the European Commission’s Second
Strategic Energy Review of 13 November 2008; Decision No 1364/2006/EC of the European
Parliament and of the Council concerning trans-European energy networks (TEN-E); Com-
mission Decision granting financial aid for an action of 2.12.2008 in the field of the trans-Eu-
ropean energy networks (TEN-E); the EU-financed INOGATE technical feasibility studies on
the Trans-Caspian-Black Sea Gas Corridor as well as the feasibility study on the Caspian De-
velopment Corporation (CDC); the European Commission’s Communication on the extension
of the major trans-European transport axes to the neighbouring countries, of 31 January 2007;
the transport cooperation and initiatives involving the EU and the countries of the Southern
Corridor http://eu-un.europa.eu/articles/fr/article_8715_fr.htm (accessed 20/05/2015)
528 Enerji Diplomasisi

The 2009 Ukrainian gas crisis, which was more severe than the 2006 one,
triggered the necessity to speeding up the Southern Gas Corridor implementation;
hence, the European Commission asked for the opening of “the Southern Corridor
as a matter of urgency.”52
The Commission had initially envisaged that nearly 10-20 percent of the EU’s
gas demand by 2020 might be supplied through the Southern Gas Corridor. It also
identified as possible suppliers Azerbaijan, Turkmenistan, Iraq “and others, notably
in the Central Asian region”53, letting room for Kazakhstan and, possible, Iran.
Three years later, in the 2014 European Energy Security Strategy, the Commission
reduces the estimations related to the gas volumes and foresees that by 2020, 10 bil-
lion cubic metres of the gas produced in Azerbaijan will reach the European market.
Though, it mentions that the infrastructure in Turkey could be able to transport up
to 25 billion cubic metres of gas to Europe and that, on longer term, other suppli-
ers could be added to the Southern Gas Corridor: Turkmenistan, Iraq and Iran (if
case of the sanctions lifting)54. At the same time, the Trans Anatolian Gas Pipeline
(TANAP) and the Trans Adriatic Pipeline (TAP) - are designated “key security sup-
ply infrastructure projects.”55 Finally, the 2015 Energy Union Package calls for the
“intensification” of the work on the Southern Gas Corridor.56
Therefore, now the Southern Gas Corridor is considered by EU one of its
“highest energy security priority”, whereas TANAP and TAP pipeline projects are
regarded as “key security supply infrastructure”. In this regard, it is worth mention-
ing that “since the mid-1990s, the United States had advocated building pipelines
from the Caspian region to the west”57. The United States support for the Southern
Gas Corridor was grounded on the beliefs that this project could help in reducing
Russia’s influence in the Caspian region, isolating Iran, creating new energy export
routes and decreasing Europe’s dependence on the Russian energy supplies. Con-
sequently, the United States backed “the participation of international energy firms
in projects that could develop oil and gas from the energy-rich countries around the

52 European Commission (2011), “On security of energy supply and international cooperation -
“The EU Energy Policy: Engaging with Partners beyond Our Borders”, p.6.
53 European Commission (2011), ibid., p. 5.
54 European Commission (2014), “European Energy Security Strategy”, p.16.
55 European Commission (2014), ibid., p.22.
56 European Commission (2015a), “A Framework Strategy for a Resilient Energy Union with a
Forward-Looking Climate Change Policy”, p.4.
57 Michael Ratner, Paul Belkin, Jim Nichol, Steven Woehrel, “Europe’s Energy Security: Options
and Challenges to Natural Gas Supply Diversification”, CRS Report for Congress, Congressi-
onal Research Service, 11.07.2013, p.13.
Madalina Sisu Vicari 529

Caspian Sea (by pipeline) and Middle East region (principally by LNG) to Europe
and other US allies58”, though in the first years of the Obama administration the
risks associated to the Russian dependence on gas have been decreased, as a result
of Washington’s attempt to reset its relation with Russia.59
Nevertheless, securing the supplies for the Southern Gas Corridor has been
a challenging matter. Along with the high financial costs, and Russia’s strategy to
maintain its controls over the Caspian gas supplies to Europe60, the failure to secure
the gas volumes was also a main reason which triggered Nabucco’s cancellation.61
Initially, the Southern Gas Corridor’s infrastructure consisted in three main pipe-
lines: the Interconnector Turkey–Greece–Italy (ITGI), with a transport capacity of
10 billion meters per year, the Trans Adriatic Pipeline (TAP), with a capacity of 10
billion meters per year and the Nabucco pipeline, with a transport capacity of 31
billion meters per year.62 In 2011, the TANAP pipeline entered the Southern Gas
Corridor competition while the Nabucco pipeline was significantly reduced to a
smaller project, Nabucco West. The architecture of infrastructure of the Southern
Gas Corridor significantly changed as Nabucco West did not succeed in acquiring
the Shah Deniz’s consortium preference for the transport of gas volumes to Eu-
rope. Now, the Southern Gas Corridor consists of three projects: the existing South
Caucasus Pipeline (SCP) which will be expanded in order to accommodate larger

58 Tom, Smeenk, “Russian gas for Europe. Creating Access and Choice, Clingendael Internatio-
nal Energy Program”, Number 2010/2, 2010, p.170.
59 Tom, Smeenk , ibid., p.171.
60 In 2007, Russia announced the construction of the South Stream pipeline, which was projected
to become fully operational in 2015, by supplying up to 15 billion cubic gas meters. It was
projected to achieve full capacity at the end of 2018, by supplying 63 billion cubic meters to
European markets. The pipeline was planned to start at Krasnodarskiy Krai (the Russian Black
Sea shore), pass under the Turkish Exclusive Economic Zone of the Black Sea and end up on
the Bulgarian coast. The South Stream project was considered by the analysts as a Russia’s
strategic attempt to secure its market share in Europe by deterring the construction of Nabucco.
The South Stream project was cancelled in December 2014 and replaced with a smaller-scale
project, named the Turkish Stream. The European Commission has been firmly opposing to the
realization of the Turkish Stream.
61 The Nabucco pipeline was a project initiated in 2002 and was designated to construct a gas
corridor which would have brought the gas mainly from the Caspian region, but also from
other potential suppliers (Iraq, Egypt, Iran) via Turkey, Bulgaria, Romania, and Austria to the
Western European markets. The project was considerably backed by the European Union. With
high costs estimations for its building, Nabucco project failed in securing the suppliers for the
pipeline and it was cancelled in 2013.
62 Julia Kusznir, “The Southern Gas Corridor: Initiated by the EU, Completed by Others? TA-
NAP, TAP, and the Redirection of the South Stream Pipeline”, Caucasus Analytical Digest, No
69, 26.01.2015, p. 6.
530 Enerji Diplomasisi

volumes, and TANAP and TAP pipelines projects.63 TANAP length is projected to
be 1,850 km-long and the pipeline will run from the Georgian-Turkish border to the
Turkish-Greek border. It is planned to transport a capacity of 18 billion cubic meters
per year: 6 billion cubic meters will be supplied to Turkey by 2018 and 10 billion
cubic meters will be delivered to the European markets by 2019. TANAP will be
linked to and further receive gas from the SCP pipeline, which will be expanded
to accommodate up to 25 billion cubic meters per year. In the future, the TANAP’s
capacity is expected to increase, up to 31 billion cubic meters per year.
The TANAP’s stakeholders are Azerbaijan’s SOCAR (58 percent of the shares),
Turkey’s BOTAŞ (25 percent of the shares) and BP (12 percent of the shares). TAP
pipeline will be 870 km-long and will run from Turkey-Greece border to Italy, via
Greece, Albania and the Adriatic Sea. The project is expected to be operational in
2019 and to have a transport capacity of 10 billion cubic meters per year, which may
be further expanded to 20 billion cubic meters. The TAP’s stakeholders are Azer-
baijan’s SOCAR (20 percent of the shares), BP (20 percent of the shares), Norway’s
Statoil (20 percent of the shares), Belgium’s Fluxys (19 percent of shares), Spain’s
Enagás (16% of shares) and Switzerland’s Axpo (5 percent of shares).
As it was mentioned above, the Southern Gas Corridor is considered by the
European Union a “highest energy security priority”. But would this corridor suc-
ceed in reducing EU’s dependence on Russia? On short term, the 10 billion cubic
meters per year supplied by the Southern Gas Corridor would not “radically change
the overall EU gas security of supply architecture, as it will basically represent
less than 3% of the EU gas import requirements”64. However, through a network
of interconnectors which “should facilitate reverse flows between Turkey and Bul-
garia, Bulgaria and Greece, Bulgaria and Serbia, Bulgaria and Romania, Romania
and Hungary, Croatia and Slovenia, Austria and Italy”, the Southern Gas Corridor
could reach Southern, Central and Eastern Europe, ensuring the diversification of
supply for the countries in these regions and, further, greater security of supply and
the integration of regional markets.”65 On longer term, if additional gas volumes
will be added to the Southern Corridor either from Azerbaijan or other potential
suppliers, not only the Southern, Central and Eastern European markets could di-
versify their supplies, but, through the reverse flow capacities, the Western and
Northern European markets, too.66

63 Julia Kusznir, ibid., p. 6


64 Manfred, Hafner, “The Southern Gas Corridor and the EU Gas Security of Supply: What’s
Next?”, Caspian Report, Caspian Strategy Institute, Fall 2014, Issue: 08, 2014, p.25.
65 Aura, Sabadus, “Southern Gas Corridor and the Potential for Genuine Diversification”, Caspi-

an Report, Caspian Strategy Institute, Spring 2014, Issue: 07, 2014, p.37.
66 Manfred, Hafner, ibid., p. 31.
Madalina Sisu Vicari 531

Therefore, on longer term, there are prospects for the Southern Gas Corridor
to enhance the EU’s energy security. It could importantly contribute to both supply
security and supply diversification of the Southern, Central and Eastern Europe-
an gas markets, which are largely dependent on the Russian gas imports. Though,
that requires the achieving of a network of interconnectors which would enable
the reverse flows between the countries of these regions and supplementary gas
volumes which would be transported through the corridor. Under the same condi-
tionalities-reverse flows capacities (though at a smaller scale than in the case of the
Southern-Eastern flank) and additional gas volumes-, the Southern Gas Corridor
could contribute to the Western and Northern European markets’ diversification of
supply. However, in this case, the diversification of supply through the Southern
Gas Corridor would be driven mostly by further price competitiveness and less by
the vulnerability on a single external supplier.

Turkey: a strategic component of the Southern Gas Corridor and of the EU’s
energy security
As it was indicated in a previous subchapter, the European Commission’s com-
munications outlining the issue of EU’s energy security have specific references
to Turkey. The 2006 Green Paper, the 2008 Second Strategic Energy Review, the
Energy 2020, the 2011 EU Energy Policy address the role of Turkey in the Union’s
energy security in relation with the extension of Energy Community Treaty. It is
considered that Turkey’s membership into the Energy Community would lead to
market integration and convergence of rules with the EU.
Turkey’s strategic role in the Southern Gas Corridor is acknowledged in the
2008 Second Strategic Energy Review, in the 2011 EU Energy Policy-which up-
grades the role that Turkey may play in this regard-as it could become a major gas
hub and gas transiting country for the EU-, and the 2014 European Energy Security
Strategy. The latter specifically estimates that Turkey’s energy infrastructure could
accommodate up to 25 billion gas cubic meters to the European market. The open-
ing of the energy chapter in the accession negotiations is addressed in only one
document, the 2011 EU Energy Policy, and it is made in a rather elusive note, which
reflects both sides’ political sensibilities with regard to the issue.
The developments related to Turkey’s membership into the Energy Community
and to the energy negotiations chapter are reflected in the 2015 Energy Union Pack-
age’s approach to Turkey. As Turkey limited its participation to the Energy Commu-
nity to observer status and the energy negotiations chapter is frozen since 2009, the
2015 Energy Union Package makes no reference to them; it only states that EU will
establish a strategic energy partnership with Turkey, an important transit country.
532 Enerji Diplomasisi

Following the EU’s aforementioned aim, on 17 March 2015, the European


Union and Turkey settled the High Level Energy Dialogue- a political dialogue,
based on ministerial meetings-, aimed at improving the political dialogue in the
energy sector and their energy cooperation. The document sets out that “Turkey and
the EU are promoting as partners the development of the Southern Gas Corridor”
and will continue their cooperation for TANAP’s implementation, which is of “vital
importance for the EU’s and Turkey’s security of supply and for the realization of
the Southern Gas Corridor”67. This document ascertains Turkey’s importance for
Europe’s energy security, by naming it “contributor to the EU’s energy security”68.
At the same time, the document cautiously approaches the issue of Turkey’s acces-
sion to EU by stating that it is not a substitute to the accession process. It also men-
tions that Turkey is a candidate country, currently engaged in accession negotiations
with EU, which made significant progress in aligning its legislation with the acquis
communautaire.
Therefore, Turkey’s contribution to the EU’s energy security, especially con-
cerning its role in the Southern Gas Corridor project, has been largely acknowl-
edged by the EU’s official discourse and lately by the establishing of the energy
partnership between EU and Turkey. But Turkey is a crucial element in the South-
ern Corridor, not as main transit country, but also due to the contribution it could
bring to project’s stability on one hand and its further development on the other.
“Turkey has proven itself to be a reliable partner for various oil and gas
projects, which “operated successfully”, as Baku-Tbilisi-Ceyhan oil pipeline, Ba-
ku-Tbilisi-Erzurum gas pipeline, Turkey-Greece Interconnector.69 Accordingly, by
engaging in cooperative actions, Turkey is playing a critical role in shaping up the
Southern Gas Corridor as a project unaffected by political, security or regulatory
risks. In this respect, it must be mentioned the founding meeting of the Advisory
Council on the Southern Gas Corridor , held on 11 February 2015, which estab-
lished a format on working level consultations on bilateral and multilateral basis
“to address all outstanding matters as they may emerge during the implementation
of the project in the most practical and timely way.”70 More importantly, Turkey
engaged recently in a deep process of cooperation which aims at developing the

67 European Commission(2015b), “EU-Turkey High Level Energy Dialogue and Strategic Ener-
gy Cooperation”, Statement, Kars, 17.03.2015.
68 European Commission (2015b), ibid.

69 Yildiz, Taner, “Turkey’s Energy Policy, Regional Role and Future Energy Vision”, Insight

Turkey, Volume 13, Number 3, 2010, p.37.


70 European Commission (2015c), “Joint press statement of the Advisory Council on the Sout-

hern Gas Corridor”, 12.02.2015.


Madalina Sisu Vicari 533

Southern Gas Corridor project by making Turkmenistan as potential supplier for


Europe. Hence, Turkey will jointly work with Azerbaijan, Turkmenistan and the EU
on preparation of the legal Framework Agreement draft on natural gas supply from
Turkmenistan to Europe, the establishment of the Caspian Development Corpora-
tion, gas transport infrastructure and all other “organizational, legal, commercial,
technical” issues related to the natural gas supply from Turkmenistan to Europe.71
Consequently, Turkey’s contribution to the EU’s energy security goes beyond
its current role as transit country of the Southern Gas Corridor and, in the future, as
gas hub. Due to its engagement in cooperative actions, Turkey represents a strategic
factor in ensuring the Southern Gas Corridor project’s implementation, stability and
further development.

Concluding Remarks
Energy security is a complex, multi-dimensional concept, which largely de-
pends on the context in which it is elaborated. That includes the type of the stake-
holder to which it addresses (international organization, producer-, transit-, and
consumer-country), the aims and policies pursued by the stakeholders, and, in sub-
sidiary, the nature of the markets (oil markets or gas markets).
Though there is not an explicit and commonly-accepted definition of the EU’s
energy security, the security of supply, along with the diversification of energy
sources, supply and routes are critical dimensions of EU’s energy security and have
been continuing to shape up EU’s initiatives in the external energy policy field.
The Southern Gas Corridor could enhance the EU’s energy security and con-
tribute to supply security and supply diversification of the Southern, Central and
Eastern European gas markets mainly. Accordingly, the European Union considers
the Southern Gas Corridor one of its “highest energy security priorities.”
Turkey’s contribution to EU’s energy security, especially regarding its role in
the Southern Gas Corridor project, has been largely acknowledged by EU’s official
discourse and lately by the establishing of the strategic energy partnership between
the EU and Turkey. More, through its engagement in cooperative actions, Turkey
is playing a critical role in shaping up the Southern Gas Corridor’s implementation
and development.

71 European Commission (2015d), “Ashgabat Declaration”, 1.05.2015.


534 Enerji Diplomasisi

Bibliography
BP, “Statistical Review of World Energy 2014”, June 2014,
http://www.bp.com/en/global/corporate/about-bp/energy-economics/statistical-re-
view-of-world-energy.html (accessed 16/05/2015).
Clinton, Hillary, “Energy Diplomacy in the 21st Century”, United States State Department’s
Bureau of International Information Programs, 12.10.2012,
http://iipdigital.usembassy.gov/st/english/texttrans/2012/10/20121018137692.html#axzz3U-
afkSk7b (accessed 17/05/2015).
Declaration of the Southern Corridor Summit”, Prague, 08.05. 2009, http://eu-un.europa.eu/
articles/fr/article_8715_fr.htm (accessed 20/05/2015)
European Commission (1995), “An Energy Policy for the European Union”, White Paper,
COM (95) 682 final, Brussels, 13.12.1995.
European Commission (2000), “Green Paper. Towards A European strategy for the security of
energy supply”, COM (2000) 769 final, Brussels, 29.11.200.
European Commission (2006), “Green Paper. A European Strategy for Sustainable, Competi-
tive and Secure Energy”, COM (2006) 105 final, Brussels, 08.03.2006.
European Commission (2008), “Second Strategic Energy Review. An EU Energy Security and
Solidarity Action Plan”, COM (2008) 781 final, Brussels, 13.11.2008, p.3.
European Commission (2010), “Energy 2020. A strategy for competitive, sustainable and se-
cure energy”, COM (2010) 639 final, 10.11.2010.
European Commission (2011), “On security of energy supply and international cooperation –
‘The EU Energy Policy: Engaging with Partners beyond Our Borders’ ”, COM (2011)
539 final, Brussels, 07.09.2011.
European Commission (2014), “European Energy Security Strategy”, COM (2014) 330 final,
Brussels, 28.05.2014.
European Commission (2015a), “A Framework Strategy for a Resilient Energy Union with a
Forward-Looking Climate Change Policy”, COM (2015) 80 final, Brussels, 25.02.2015.
European Commission (2015b), “EU-Turkey High Level Energy Dialogue and Strategic Ener-
gy Cooperation”, Statement, Kars, 17.03.2015.
European Commission (2015c), “Joint press statement of the Advisory Council on the Sout-
hern Gas Corridor”, 12.02.2015.
European Commission (2015d), “Ashgabat Declaration”, 1.05.2015.
Goldthau, Andreas, Witte, Jan Martin, “The Role of Rules and Institutions in Global Ener-
gy: An Introduction”, in Global Energy Governance: The New Rules of the Game,
Andreas Goldthau, Jan Martin Witte (Ed.), Brookings Institution Press, 2010, pp. 1-24.
Hafner, Manfred, “The Southern Gas Corridor and the EU Gas Security of Supply: What’s
Next?”, Caspian Report, Caspian Strategy Institute, Fall 2014, Issue: 08, 2014.
International Energy Agency, “Energy Supply Security: The Emergency Response of IEA
Countries”, 2014 www.iea.org/media/freepublications/security/EnergySupplySecu-
rity2014_PART1.pdf (accessed 18/05/2015).
Madalina Sisu Vicari 535

Kruyt, B., van Vuuren, D.P., de Vries H.J.M., Groenenberg H., “Indicators for Energy Secu-
rity”, Energy Policy, Volume 37, Issue 6, 2009, pp. 2166-2181.
Kusznir, Julia, “The Southern Gas Corridor: Initiated by the EU, Completed by Others?
TANAP, TAP, and the Redirection of the South Stream Pipeline”, Caucasus Analytical Di-
gest, No 69, 26.01.2015.
Linke, Kristin, Viëtor, Marcel, “Introduction”, in “Beyond Turkey The EU’s Energy Policy
and the Southern Corridor”, Kristin Linke, Marcel Viëtor (Ed.), International Policy
Analysis, Friedrich Ebert Stiftung, November 2010.
Luft, Gal, Korin, Anne, “Energy Security: In the Eyes of the Beholder”, in Energy Security
Challenges for the 21st Century: A Reference Handbook, Luft, Gal, Korin, Anne
(Ed.), Santa Barbara, California, Praeger Security International, 2009, pp.1-17.
Metais, Raphael, “Ensuring Energy Security in Europe: The EU between a Market-based and
Geopolitical Approach”, EU Diplomacy Paper, 3/2013, College of Europe, 2013.
Nina, Bachkatov, L’énergie diplomate. Enjeux et effets de la diplomatie énergétique de la
Fédération de Russie, Bruxelles, Editions Bruylant, 2012.
Pirani, Simon, Stern, Jonathan, Yafimava, Katja, “The Russo-Ukrainian gas dispute of January
2009: a comprehensive assessment”, NG 27, The Oxford Institute for Energy Studies,
Oxford, February 2009.
Ratner, Michael, Belkin Paul, Nichol, Jim, Woehrel, Steven, “Europe’s Energy Security: Op-
tions and Challenges to Natural Gas Supply Diversification”, CRS Report for Congress,
Congressional Research Service, 11.07.2013.
Roubini, Nouriel, Setser, Brad, “The effects of the recent oil price shock on the U.S. and glo-
bal economy”, New York University Stern School of Business, 2004, http://www.stern.
nyu.edu/experience-stern/about/departments-centers-initiatives/centers-of-research/vo-
latility-institute/research/associated-faculty/topics (accessed 19/05/2015).
Sabadus, Aura, “Southern Gas Corridor and the Potential for Genuine Diversification”, Caspi-
an Report, Caspian Strategy Institute, Spring 2014, Issue: 07, 2014.
Saghir, Jamal, O’Sullivan, Kyran, “Towards a Sustainable Energy Future”, in Global Issues
for Global Citizens, Bhargava, Vinay (Ed.), Washington D.C., The World Bank, 2006,
pp.245-264.
Smeenk, Tom, “Russian gas for Europe. Creating Access and Choice, Clingendael Internatio-
nal Energy Program”, Number 2010/2, 2010.
Sovacool, K., Benjamin, “Introduction: Defining, measuring and exploring energy security”,
in The Routledge Handbook of Energy Security, Sovacool, K., Benjamin, K (Ed.),
Routledge, 2011.
Westphal, Kirsten, “Energy in an Era of Unprecedented Uncertainty: International Energy
Governance in the Face of Macroeconomic, Geopolitical and Systemic Challenges”, in
Transatlantic Energy Futures: Strategic Perspectives on Energy Security, Climate
Change and New Technologies in Europe and the United States, Koranyi, David
(Ed.), Washington D. C., Center for Transatlantic Relations, 2011, pp.1-26.
536 Enerji Diplomasisi

Westphal, Kirsten, “Energy Policy between Multilateral Governance and Geopolitics: Whither
Europe?”, Internationale Politik und Gesellschaft, vol. 4, 2006, pp.44-62.
World Economic Forum in partnership with Cambridge Energy Research Associates, “The
New Energy Security paradigm”, The Energy Vision Update, Spring 2006.
Yergin, Daniel, “Ensuring Energy Security”, Foreign Affairs, Volume 85, No 2, 2006, pp.
69-83.
Yildiz, Taner, “Turkey’s Energy Policy, Regional Role and Future Energy Vision”, Insight
Turkey, Volume 13, Number 3, 2010, pp. 33-38.
Merve Özdemirkıran 537

ANKARA-BAĞDAT-ERBİL ÜÇGENİNDE
KUZEY IRAK PETROLÜ

Merve ÖZDEMİRKIRAN*

Giriş
Sanayileşmiş, yetmiş beş milyonun üzerinde bir nüfusa ve 1,5 trilyon dolarlık
gayri safi yurt içi hasılaya sahip Türkiye yüksek düzeyde enerji ihtiyacı olan bir
ülkedir. Buna rağmen doğal gaz ve petrol gibi doğal kaynaklarının olmaması ya da
ihtiyacının çok altında rezervlerinin bulunması nedeniyle Türkiye enerji konusun-
da başta Rusya, Irak, Azerbaycan, Kazakistan gibi söz konusu doğal kaynaklara
sahip ülkelere bağımlı haldedir. T.C. Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanı-
tım Ajansı’nın tahminlerine göre 2023’e kadar enerji ihtiyacı her yıl ortalama %7
oranında artacak olan Türkiye, iki nükleer santral projesi (Mersin, Sinop), su, rüz-
gâr, güneş, jeotermal gibi yenilenebilir enerji türlerinin enerji ihtiyacını karşılama
oranını %30’a çıkarma hedefiyle1 içerde kendi enerji ihtiyacını gidermek için giri-
şimlerde bulunmaktadır. Ne var ki bu girişimlere ragmen 2017’de elektrik ihtiyacı
363,000 GW’a ulaşacak olan Türkiye’nin enerji konusunda kendi kendine yeten bir
ülke olmaktan hala uzaktadır.2
Türkiye doğal kaynaklar konusundaki eksikliğine, dışa bağımlılığını ve bu
dışa bağımlılığın yol açtığı ve açabileceği siyasal sorunlara bir çözüm olarak böl-
gesel bir enerji koridoru/enerji merkezi3 haline gelmeyi bir dış politika stratejisi

* Dr.; Bahçeşehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi.
1 T.C. Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansının verilerine, kurumun resmi in-
ternet adresinden ulaşılabilir: http://www.invest.gov.tr/tr-TR/sectors/Pages/Energy.aspx
2 Ayrıntılı rakamlar ve Türkiye’nin enerji gereksinimleri ve bu konudaki stratejileri için bkz.
T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2015-2019 Stratejik Planı. http://www.ener-
ji.gov.tr/File/?path=ROOT%2F1%2FDocuments%2FStratejik+Plan%2FETK-
B+2015-2019+Stratejik+Plani.pdf adresinden erişilebilir.
3 “Enerji koridoru”, “enerji merkezi” kavramlarına ilişkin tartışma için bkz. Mert Bilgin, “Tur-
538 Enerji Diplomasisi

olarak benimsemiştir. Ankara’nın ülkeyi bir enerji koridoruna dönüştürme gayreti


Türk Dış Politikası (TDP) açısından bir öncelik haline gelmiştir. Türkiye’nin dahil
olduğu bölgesel ve uluslararası alanda enerji konusunda yapılan her türlü anlaşma
bu doğrultuda değerlendirilmektedir.
Türkiye hem enerji kaynaklarını çeşitlendirmek, hem de enerji koridoru ola-
bilmek için enerji konusunda ilişki kurduğu ülkeleri de çeşitlendirmek, bu ülkele-
rin sayılarını artırmak, farklı anlaşmalar yapmak, yeni ortaklıklar geliştirmek, yeni
enerji yolları-boru hatları aramak, inşa etmek durumundadır. Yukarıda belirtilen
gereksinimler doğrultusunda şekillenmekte olan Türkiye’nin enerji politikası çer-
çevesinde Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (IBKY) önemli bir partner olarak ön plana
çıkmaktadır. Kuzey Irak’la yapılacak enerji alanındaki ortaklıklar Arap Gaz Boru
hattının geliştirilmesi, hatta IBKY’nden geçecek bir Irak-Türkiye boru hattının ku-
rulması gibi Türkiye’nin enerji konusundaki hedeflerinde ilerleme sağlayacak ni-
teliktedir.
Ne var ki bu potansiyeli yüksek partnerle ilişkiler çatışma ve krizlere gebedir.
1991’deki Körfez Savaşı sırasında 36. paralelin kuzeyinin uçuşa yasak bölge (no fly
zone) ilan edilmesiyle göreli bir özerkliğe kavuşan Irak’ın Kürt bölgesinin başat ak-
törleri Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri (daha sonra IBKY başkanı) Mesut
Barzani ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) lideri (daha sonra Irak Cumhur-
başkanı) Celal Talabani’yle ilişkiler Türkiye’deki Kürt sorununa, özellikle de PKK
şiddetine bağlı olarak dönem dönem sorunlu seyretmiştir. Gerek IBKY’nin 2005
Irak anayasasıyla siyasal ve ekonomik açıdan tam bir özerkliğe kavuşması, gerekse
Türkiye’de Kürt sorununa ilişkin siyasi ve toplumsal alanda ilerleme kaydedilmiş
olması Kürt sorununda kaynaklanan açmazları büyük ölçüde sınırlandırmıştır. Öte
yandan Türkiye’nin 1990’larda temellerini attığı, 2000’lerle beraber hız verdiği dış
politikada ekonomik araçları ön plana çıkarma stratejisi, 2005’ten itibaren Türki-
ye-IBKY arasındaki ticari ilişkilerin artmasına ve işbirliği olanaklarının gelişme-
sine alt yapı hazırlamıştır. Ancak Suriye’de patlak veren ve 2015’e gelindiğinde
hala çözümden hayli uzak olan bölgesel kriz ve bu krizin gölgesinde, karmaşık iç
dinamikler çerçevesinde ağır aksak ilerlemekte olan Türkiye’deki Barış sürecinin
aksama hatta son bulma riski, Ankara-Erbil arasındaki diyaloğu tehdit eden unsur-
lar olarak dikkat çekmektedir.
Ancak enerji konusundaki esas mesele Erbil’in federe devlet statüsüne rağmen
petrol rezervlerinin kullanımı, dağıtımı ve bu rezervlerin satışından elde edilen ge-
lire erişim konusunda hala Bağdat hükümetine bağımlı halidir. Bu nedenle Türkiye

key’s Energy Strategy: What Difference Does it Make to Become an Energy Transit Corridor,
Hub or Center?” UNISCI Discussion Papers, Vol. 23, 2010, ss. 113-128.
Merve Özdemirkıran 539

ve IBKY’nin enerji konusundaki partnerlik niyetleri ve hedefleri Ankara-Erbil-Bağ-


dat üçgenindeki gelişme ve ilişkiler üzerinden tartışılmalı ve değerlendirilmelidir.
Bu bölümde Türkiye’nin enerji ihtiyaçları ve enerji alanında belirlediği hedefleri,
IBKY’nin sahip olduğu kaynaklar, merkezi Bağdat hükümetiyle olan ilişkileri ve
enerji kaynaklarını nasıl kullanacağına dair politikaları birlikte değerlendirilecektir.
Bu değerlendirme kapsamında Ankara-Erbil-Bağdat üçgeninde şekillenen dış poli-
tika tercihleri irdelenecek, genel dış politika kararları çerçevesinde enerji konusu ön
plana çıkarılarak kriz ve işbirliği olasılıkları ele alınacaktır.

2005 Sonrası Ankara-Erbil İlişkileri


11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin binasına düzenle-
nen terörist saldırıların hemen ardından bir yandan Amerika Birleşik Devletleri’nin
(ABD) öncülüğünde küresel teröre karşı bir uluslararası ittifak kurulurken diğer
yandan Orta Doğu bölgesinde köklü bir dönüşüm süreci şekillenmeye başlamıştır.
Afganistan’ın ardından ABD, “teröristleri barındırdığı, desteklediği ve kitle imha
silahları bulundurduğu” gerekçesiyle Irak’taki Saddam Hüseyin rejimini devirmek
üzere Irak’a bir askeri operasyon düzenlemeye karar vermiş, uluslararası toplumun
bir bölümünün karşı çıkması nedeniyle Birleşmiş Milletler’in (BM) onay ve deste-
ğini almadan, Birleşik Krallık’ın (BK) ve Avusturalya askeri güçlerinin katılımıyla
Mart 2003’te Irak’ı işgal etmiştir. İşgal öncesinde Ankara, işgalin olası sonuçla-
rını değerlendirerek Irak savaşına karşı çıkmış, başta dönemin Başbakanı Bülent
Ecevit olmak üzere dönemin yöneticileri Amerikalı yetkililerle çok sayıda görüş-
me gerçekleştirmişlerdir.4 2002 Kasım ayında iktidara gelen Adalet ve Kalkınma
Partisi’nin (AKP) de ilk dış politika sınavı Irak savaşı olmuş, dönemin Başbakanı
Abdullah Gül de selefi gibi işgalin önüne geçmek için çaba sarf etmiştir.5 Ankara
başta Irak’ın kuzeyindeki Kürtlerin işgale, dolayısıyla Bağdat’taki Saddam rejimi-
nin devrilmesine destek vermelerinden olası bir Kürt bağımsızlığı tahayyül edildiği
zannıyla hareket etmiş, Bağdat rejiminin devrilmesinin Irak’ın toprak bütünlüğü
için büyük bir tehlike taşıdığını savunmuştur.
Uluslararası kamuoyunun sert muhalefetine6 rağmen gerçekleşen işgal sonu-
cunda Ankara Orta Doğu’da statükonun değişmesi karşısında yeni bir politika be-
lirlemeye başlamıştır. Bu dönem aynı zamanda iç politikada da AKP’nin iktidara
gelmesiyle başlayan bir dönüşüm sürecine rastlar. Dış politikada o dönemde Baş-

4 Murat Yetkin, Tezkere: Irak Krizinin Gerçek Öyküsü, İstanbul, Remzi Kitabevi, 2004, s.16-
17.
5 A.e., s. 41.
6 D. Reynié’ye göre 3 Ocak-12 Nisan 2003 arasında 2978 savaş karşıtı gösteriye 35,5 milyon
kişi katılmıştır. Bkz. Dominique Reynié, La fracture occidentale, Paris, La Table Ronde, 2004
540 Enerji Diplomasisi

bakan Baş Danışmanı olan Ahmet Davutoğlu’nun çok boyutlu ve proaktif dış poli-
tika anlayışı ön plana çıkmaya başlamıştır.7 Öte yandan, Orta Doğu bölgesi gerek
A. Davutoğlu’nun, gerekse parti yöneticilerinin verdiği özel önemle geçmişe göre
daha fazla üzerine eğilinilen, dış politikada öne çıkan bir bölge haline gelmiştir.8
Bu çerçevede Irak, A. Davutoğlu’nun geliştirdiği komşularla sıfır sorun poli-
tikasının9 öncelikli uygulama alanlarından biri oldu. Özellikle 2003’ten Irak anaya-
sasının kabul edildiği 2005’e kadar olan dönemde Türkiye Irak’la olan komşuluk
ilişkilerine öncelik vermenin ötesinde Irak’taki mevcut aktörlerle ayrı ayrı ve Da-
vutoğlu’nun ifadesiyle eşit mesafede ilişkiler kurdu. Öte yandan 2005 anayasasıyla
resmen Türkiye’nin sınır komşusu haline gelen ve de facto bir devlet olarak işleyen
IBKY ile de komşuluk ilişkilerini doğrudan siyasi ve diplomatik olmasa da ticari
faaliyetlerin gelişmesine olanak sağlayarak olumlu yönde geliştirdi.10 Ticaret ve
inşaat faaliyetleriyle temelleri atılan, 2010’da Türkiye Erbil Başkonsolosluğu’nun
açılmasıyla resmi bir hal alan Ankara-Erbil ilişkileri, Kasım 2013’te dönemin Baş-
bakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti üzerine Mesut Barzani’nin bir heyetle Di-
yarbakır’a gelmesiyle hükümetler arası bir ittifak görüntüsüne büründü.
İkili ilişkilerin geçmişteki pek çok siyasi açmaza ve Kürt sorunuyla ilişkili an-
laşmazlık ve çatışmaya rağmen gelişmesi ve IBKY’nin Bağdat’tan görece bağımsız
olarak Ankara’yla ilişki kurabilir hale gelmesinin en önemli sebebi Ankara-Erbil
arasında kurulan ekonomik ilişkilerdir. Giriş bölümünde “cumhuriyetçi, federal,
demokratik ve çoğulcu bir sistemle geleceğe ümitle bakan” bir Irak halkı tasvir
eden Irak anayasası 2005 yılında geçici Irak parlamentosunda kabul edilip yürür-
lüğe girince 1991’den beri federalizm talebinde bulunan Kürtler resmen siyasal bir
özerkliğe kavuşmuş oldular. Yeni Irak’ın toplumsal sözleşmesi olan 2005 anaya-
sasının petrol gelirlerinin paylaşımına ilişkin maddelerine göre IBKY Irak petrol
gelirlerinin %17’sine sahip olma hakkı kazanmıştır. Irak’ın federal yapısı IBKY’ni
hem siyasal hem de ekonomik bir özerkliğe kavuşturmuştur.
Ulusal petrol gelirlerinden alınan payla Kürt yöneticiler bölgelerinin ekono-
mik gelişimi, kalkınması en önemlisi de yeniden yapılandırılması konusunda hare-

7 Ahmet Davutoğlu’nun proaktif dış politika anlayışı için bkz. Ahmet Davutoğlu, Stratejik De-
rinlik Türkiye’nin Uluslararası Konumu, İstanbul, Küre Yayınları, 2007.
8 Meliha Benli Altunışık, “Worldviews and Turkish Foreign Policy in the Middle East”, New
Perspectives on Turkey, No. 40, 2009.
9 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, a.g.e.
10 Merve Ozdemirkiran, Construire un Etat, briser des tabous. Les hommes d’affaires de

Turquie entre la construction étatique du Gouvernement Régional du Kurdistan (GRK)


et la politique étrangère de la Turquie, yayınlanmamış doktora tezi, Institut d’Etudes Poli-
tiques de Paris, Haziran 2013.
Merve Özdemirkıran 541

kete geçmişlerdir. 1991’den sonra Irak’a uygulanan ambargonun yanı sıra Bağdat
hükümetinin de Kürt bölgesine uyguladığı ekonomik kesintiler nedeniyle 2005 ana-
yasasının kabulüne kadar “çifte ambargo”11 altında yaşan Kürt bölgesinin ekonomi-
si sınır ticaretine hakim, çoğu yasadışı olan oluşumların kontrolüne girmiştir.12 G.
Stansfield’e göre ambargo ve BM tarafından kontrol edilen “petrol karşılığı gıda”
programı nedeniyle tarımı hayli zayıflayan Kürt bölgesini ithal ürünlere bağımlı
hale getirmiş, enformel sektörlerin gelişmesine ve toplumun çok küçük bir kesi-
minin aşırı zenginleşmesine neden olmuştur.13 Özetle, 2005 yılında Irak’ın petrol
gelirlerinin %17’sini alma hakkı kazanan IBKY’nin ekonomik alt yapısı son derece
zayıftır, hiçbir sanayi üretimi yapılmadığı için ekonomi tamamen dışa bağımlıdır.
Bu nedenle IBKY’nin öncelikli hedeflerinden biri, elde edilen ekonomik özerk-
lik sayesinde bölgenin ekonomik alt yapısını inşa etmek olmuştur. Bu kapsamda
yabancı yatırımcılar bölgeye davet edilmiş ve Yatırım Yasası’yla desteklenmişler-
dir.14 Nitekim, IBKY’nin resmi internet sitesi de açıkça yabancı yatırımcılara çağrı
yapmakta, bölgenin kalkınması için yabancı yatırımların elzem olduğuna dikkat
çekilmektedir. Petrol, Kürtler için yalnızca bir zenginlik ve bölgelerinin refaha ka-
vuşması için bir kaynak olarak değil aynı zamanda gelecekte olası bir bağımsızlık
halinde kendi kendilerine yetebilecek bir ekonomik sistem kurmak için de bir araç
olarak görülmektedir. Her ne kadar anayasanın kabulünün üzerinden on yıl geçme-
sine rağmen gerekli alt yapı sağlanamamış ve yabancı yatırımların özellikle üretim
alanında olanları türlü nedenlerle başarısızlığa uğramış olsa da15, özellikle bölgenin

11 D. Lawrence’a göre 1991’de göreli bir siyasi özerkliğe kavuşan Kürtler bunu tamamlayacak
ekonomik kalkınma şansı için 20 yıldan fazla beklemek durumunda kalmışlar, bu çifte ambargo
dönemini ulus inşası süreçlerinde paradoksal bir dönem olarak yaşamışlardı. David Lawrence,
“Iraqi Kurds Enjoy a De Facto State”, International Reporting Project The Paul H. Nitze
School of Advanced International Studies of the Johns Hopkins University, 30 Haziran 2000.
12 Michael Leezenberg, “Urbanization, Privatization, and Patronage : The political economy of
Iraqi Kurdistan”, in Faleh A. Jabar, Hosham Dawod (ed.), The Kurds Nationalism and Poli-
tics, Beirut, SAQI, 2006, s. 162.
13 Gareth R. V. Stansfield, Iraqi Kurdistan: Political Development and Emergent Democra-
cy, London, Routledge, 2003, s. 57.
14 IBKY yöneticileri Yatırım Yasalarının Orta Doğu bölgesinin en yatırımcı dostu yasası olmakla
övünmektedirler. Pekçok resmi görevliye ve Erbillilere göre yabancı yatırımcının, özellikle
Türklerin Kuzey Irak’a gelmeleri bu yasa sayesindedir. Bkz. Merve Ozdemirkiran, a.g.e. ss.
191-192 ve ss. 214 ve 217.
15 Yatırıma önem veren bir söylem tutturan ve yabancı yatırımcıya Kuzey Irak’ın yatırım alt
yapısını inşa etme çağrısı yapan bölgesel Kürt hükümeti uygulamada üretim faaliyetlerini çok
sınırlı tutmakta, üretim yapan yatırımcıya kucak açmamakta ve ekonomik kalkınmasını tıpkı
Dubai gibi petrol gelirlerine indirgemekte, üretime bir türlü geçememektedir. Yazar, doktora
çalışmasında bu durumu “dubaileşme” olarak isimlendirmekte ve IBKY’nin ekonomi politika-
sını farklı açılardan irdelemktedir. Bkz. Merve Ozdemirkiran, a.g.e. ss. 304-313.
542 Enerji Diplomasisi

fiziki alt yapısının kurulması ve hizmet sektörünün geliştirilmesinde yabancı yatı-


rımcılar büyük bir rol oynamışlardır.
Söz konusu yabancı yatırımcılar arasında öne çıkanlar ve 2007 yılında Mil-
liyet gazetesinde Serpil Yılmaz’ın kaleme aldığı bir yazı dizisine başlığını veren
Türklerdir: “Kuzey Irak’ı Türkler inşa ediyor”.16 Bölgenin en önemli alt yapı yatı-
rımlarını Türkiye’den inşaat şirketleri almıştır. 300’ün üzerinde Türk inşaat firması,
Erbil, Süleymaniye, Dohuk, Zaho gibi kentlerde otoyol, köprü, üniversite binası,
havaalanı gibi temel yapılar inşa etmişlerdir. Bir yandan inşaat sektörüne malzeme
sağlayarak, diğer yandan ise bölgeden talep edilen temel gıda, temizlik ve genel
tüketim malları talebine cevap vererek Türkiye IBKY’yle ticaret yapan ülkeler ara-
sında da ön sırada yer almaktadır. Her ne kadar resmi verilerle ancak Irak’la yapılan
toplam ticaret hacmi ölçülebilse de (2014 verilerine göre 7 milyar $) gerek yerel
yetkililerin gerekse Erbil Başkonsolosluğu’nun tahmini verilerine göre Irak’la ya-
pılan ticaretin %60 kadarı IBKY ile gerçekleştirilmektedir.17
Türk yatırımcılar için büyük bir ekonomik potansiyel haline gelen IBKY ile
yürütülen ekonomik faaliyetler başlarda özellikle Türkiye’deki Kürt sorununa bağ-
lı güvenlik endişeleri, devletin kimi organlarınca duyulan kaygılar, kamuoyunun
şüpheci tavrı nedeniyle destek bulamamıştır. Tüm bu nedenlerden IBKY’nde eko-
nomik faaliyet yürüten iş adamlarının yatırımları, ticari faaliyetleri aksamıştır. Ne
var ki 2009’dan itibaren bu ticari faaliyetlerin aktörlerinin çeşitli devlet organları
ve hükümetle kurdukları temaslar, bu aktörlerin yarattıkları ticaret hacminin ulaş-
tığı boyutun da etkisiyle ekonomik faaliyetlerin devlet tarafından destek bulmasını
sağladı. Öte yandan, Ankara’nın ekonomiyi dış politikada bir araç olarak etkin bir
biçimde kullanma çabası da iş adamlarının çabalarıyla örtüşmüş, ticari faaliyet-
lerin ve yatırımların hız kazanmasını sağlamıştır. Soğuk Savaş’ın sona ermesiy-
le, 1990’larda, özellikle Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne adaylık sürecinde ön pla-
na çıkan Ankara’nın ekonomik unsurları dış politikada bir araç olarak keşfetmeye
başlamış olması, Türkiye’yi R. Rosecrance’ın kavramsallaştırdığı Ticaret Devleti
olgusuna yaklaştırmıştır.18 Bu çerçevede Türkiye ve Kuzey Irak arasındaki iş fa-
aliyetleri bölgesel bir ekonomik entegrasyonun temellerini atarken siyasi bir diya-
loğun doğmasını, öteden beri Kürt sorununun gölgesinde çoğalan tabuların ötesine
geçilmesini sağlamıştır. Ö. Zeynep Oktav’in da belirttiği gibi ABD, Irak, Türkiye
arasında yapılan üçlü terör zirve toplantılarına IBKY’nin katılmasına karşı çıkan
Ankara, 2009 yılında bu tavrından vazgeçmiş ve üstüne söz konusu toplantı Er-
bil’de düzenlenmiştir; bu durum 2009’da başlayan dönüşüme iyi bir örnek teşkil

16 Serpil Yilmaz, “Kuzey Irak’ı Türkler inşa ediyor”, Milliyet, 05.04.2007.


17 Merve Ozdemirkiran, a.g.e. s. 202.
18 Richard Rosecrance, The Rise of Trading State, New York, Basic Books, 1986.
Merve Özdemirkıran 543

etmektedir.19 Tüm bunları 2010 yılında Erbil’de Türkiye Cumhuriyeti Başkonso-


losluğu’nun açılması tamamlamış ve güçlendirmiştir.
7 milyar $’ı aşan ticaret hacmi, 3 milyar $’lık inşaat ve alt yapı yatırımı, bun-
lara ek olarak IBKY’nden Türkiye’ye başta sağlık gerekçeleriyle olmak üzere gelen
turistler bugün Ankara-Erbil ilişkilerinde her zamankinden çok öne çıkmakta olan
enerji işbirliğinin sağlam temellerini oluşturmuşlardır. Tam da bu yüzden Anka-
ra-Erbil hattında kimi zaman Bağdat’ın engellemesine takılan kimi zamansa görece
başarıya ulaşan ortaklık 2005 yılından beri süre gelen ekonomik faaliyetlerin ve bu
faaliyetler sayesinde ilerleyen siyasi diyaloğun çerçevesinde ele alınmalıdır.

İkili İlişkilerde Enerji Faktörü: İşbirliği Olasılıkları ve Sınırlar


2009’da görünür hale gelen ilişkilerdeki düzelme sayesinde Ankara-Erbil ara-
sında enerji işbirliği de gündeme gelmiştir. 2008’de Türkiye-Irak arasında toplanan
Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nde enerji meselesinin dile getirilme-
sine ve iki ülke arasında Kerkük Petrol Boru Hattı’nın yenilenmesini de içeren ve
2009’da imzalanan 48 mutabakata ek olarak dönemin Dışişleri Bakanı A. Davutoğ-
lu ve dönemin Dış Ticaretten Sorumlu Bakanı Zafer Çağlayan’ın Erbil’e yaptık-
ları ilk resmi ziyaret, yukarıda değindiğimiz ekonomik ilişkilerin üzerine kurulan
siyasal diyaloğu Ankara-Erbil arasında enerji işbirliği olasılıklarını da içine alacak
şekilde genişletmiştir.
Enerji meselesinin Ankara-Erbil ilişkilerine dahil olması aslında fiilen
2009’dan önce gündeme gelmiştir. Mehmet Sepil’in başında olduğu Genel Enerji
firması ve Pet Oil Tak Tak bölgesinde faaliyetlerine başlamış, ilişkiler iyileştikçe de
özel sektör yatırımları güçlenmiştir. Öyle ki Genel Enerji Norveçli ortağı DNO ile
IBKY topraklı üzerinde altı farklı bölgede petrol arama ve üretme imkanına kavuş-
muş, 2010’da bu çalışmalar sonucunda ortağıyla birlikte 6 milyar $’lik bir gelir elde
etmiştir.20 2011 Kasım’ında ise Vallares PLC ile yaptığı birleşimin ardından Genel
Enerji IBKY’nde petrol arayan en büyük şirket haline gelmiş ve şirketin başındaki
M. Sepil’in ifadesiyle IBKY’nden Türkiye’ye petrol ihracatına başlama ve 2015
sonu itibariyle gaz alanına da girme niyetini göstermistir.21

19 Özden Zeynep Oktav, “Çok boyutlu Türk Dış Politikasına Bir Örnek: Türkiye-Irak-Bölgesel
Kürt Yönetimi Arasında Gelişen İlişkiler ve Nedenleri”, Ortadoğu Etütleri, Cilt 2, Sayı 2,
Ocak 2010, s. 59.
20 “Turkish investments surpass $ 620 million in northern Iraq,” Hürriyet Daily News,

25.07.2010.
21 “Investor sees Kurdish Oil as Turkey’s Chance since Ottomans”, Hürriyet Daily News,

10.12.2012.
544 Enerji Diplomasisi

Türkiye ve IBKY’ni enerji konusunda yakınlaştıran temel neden elbette sa-


dece bir Türk firmasının bu alandaki kayda değer faaliyetleri değildir. Giriş bölü-
münde de altını çizdiğimiz gibi Türkiye enerji ihtiyacı içinde olan bir ülkedir ve
enerji ihtiyaçlarını sağladığı ve sağlayacağı kaynakları çeşitlendirme çabasındadır.
Öte yandan Ankara Türkiye’yi enerji koridoruna dönüştürme yolunda bir politika
belirlemiştir. Tolga Demiryol’un altını çizdiği gibi bu politika Avrupa Birliği (AB)
tarafından da Türkiye’nin hidrokarbon konusunda zengin Hazar bölgesi ülkeleriyle
enerji ihtiyacı içinde olan AB ülkeleri arasında bir köprü olarak görülmesi nedeniy-
le de desteklenmektedir. Yine AB ve Türkiye enerji kaynak ve yollarını çeşitlen-
dirmek hususunda da hem fikirdirler ve ortaklık olasılıklarına açıktırlar.22 Her ne
kadar Irak, Suudi Arabistan’ın ardından petrol rezervleri konusunda ikinci sırada
yer alsa da Bağdat’taki merkezi hükümetin petrol ve gaz yasasını bir türlü hayata
geçirememesi, Orta Doğu bölgesindeki güvenlik sorunları, petrol boru hatlarının
bulunduğu yerlerin risk taşıması, hatların izlediği yolun uzunluğu gibi nendenlerle
daha güvenli ve yakın bir bölge olan IBKY’ni Türkiye açısından ciddi bir alternatif
olarak öne çıkarmaktadır. Bu da Ankara’ya Erbil’le geliştirdi diyaloğa enerji işbirli-
ğini dahil etme konusunda kararlılık kazandırmaktadır. Mert Bilgin’in altını çizdiği
gibi enerji konusu ülkelerin gündemindeki en önemli başlıklardan biridir ve çoğu
kez dış politika tercihlerinde belirleyici bir rol oynar.23 Nitekim önceleri Ankara
için bir ekonomik kalkınma sorunsalı olan enerji güvenliği konusu zamanla Türki-
ye’nin bölgesel ilişkilerinde stratejik bir araç halini almıştır.24
IBKY açısındansa Ankara-Erbil arasındaki enerji işbirliği pek çok bakımdan
stratejik önem taşımaktadır. Her ne kadar Kuzey Irak’ın bağımsızlığı kısa vadede
oldukça uzak görünse de Ocak 2005’te yapılan bir kamuoyu yoklamasında Kürtle-
rin %90’ı bağımsızlık arzularını ortaya koymuşlardır.25 Irak’taki ve bölgedeki güç
dengelerinin nasıl şekilleneceği şimdiden kestirelemeyecek olsa da enerji kaynakla-
rına sahip olmak ve bu kaynakların yönetiminde göreli bir özerkliğe sahip duruma
gelmek Kürtlerin bağımsızlık arzularına ilişkin ileriye yönelik planlarını şekillen-
dirmektedir. Başka ülkelerle kuracakları ortaklıklar ve petrol ve doğal gaz kaynak-
larını ihraç etme konusunda zamanla elde edecekleri otonomi IBKY için büyük an-
lam taşımaktadır. Öte yandan, Aralık 2013’te Erbil’de düzenlenen Uluslararası Gaz

22 Tolga Demiryol, “The Eastern Partnership and the EU-Turkey Energy Relations”, Baltic Jour-
nal of European Studies, Vol. 4, No. 2, 2014.
23 Mert Bilgin, “Energy and Turkey’s Foreign Policy: State Strategy, Regional Cooperation and

Private Sector Involvement”, Turkish Policy Quarterly, Vol. 9, No. 2, 2010.


24 Mert Bilgin, “Energy Policy in Turkey: Security, Markets, Supplies and Pipelines”, Turkish

Studies, Vol. 12, No. 3, September 2011, s. 409-410.


25 Hamit Bozarslan,  “Le Kurdistan d’Irak aujourd’hui”, Critique Internationale, Vol. 4, No :

29, 2005, s. 27.


Merve Özdemirkıran 545

ve Petrol Konferansı’nda Neçirvan Barzani, Kuzey Irak’taki petrol rezervlerinin


45 milyar varil, doğal gaz rezervlerinin ise 3-6 trilyon metroküp olduğunu belirt-
miştir.26 Böylesine önemli bir kaynağın gerek kontrolü, gerekse ihracatı IBKY’nin
hem kalkınmasına hem de siyasal özerkliğini güçlendirmesine şüphesiz büyük kat-
kı sağlayacaktır. Ayrıca bu kaynak Kürtlerin Bağdat’tin kontrolünü gevşetme ve
görece bağımsız bir diplomasi, Francisco Aldecoa ve Michael Keating’in tabiriyle
bir para-diplomasi örneği27 inşa etmelerinde de büyük önem taşımaktadır.
Ankara ve Erbil’in enerji işbirliği konusunda birbirlerine yakınlaşmalarında
ABD’nin Irak’tan çekilme süreci önemli bir dönüm noktası olmuştur. Her ne kadar
daha sonra değineceğimiz 2014 yılındaki gerilim sırasında Bağdat’a yakın bir tavır
takınmış ve Erbil-Bağdat arasındaki petrol kaynaklı krizlerde genellikle Bağdat’tan
taraf olmuş olsa da ABD, Türkiye-IBKY ilişkilerini PKK’nın kontrol altında tutul-
ması, bölgenin güvenliği ve İran’ın önünün kesilmesi bakımından desteklemekte-
dir. Bu çerçevede bölgeden çekilirken ABD hem Ankara-Erbil hattındaki olumlu di-
yaloğa hem de bu olumlu diyaloğu destekleyecek olan Türkiye’de Kürt sorununun
çözümüne ilişkin atılan adımlara destek vermiştir.28
Türkiye-IBKY arasındaki enerji işbirliğine ilişkin en önemli iki dönemeç Ker-
kük-Yumurtalık petrol boru hattının Kuzey Irak petrolünün uluslararası pazarla-
ra taşınması için devreye girmesi ve inşasına 2012’de başlanan IBKY petrolünü
Türkiye üzerinden dünyaya taşıyan perol boru hattıdır.29 Kerkük-Yumurtalık petrol
boru hattının devreye girmesiyle Kürt petrolü ilk kez bölgesel yönetimin kontrolün-
de uluslararası piyasalarla buluşmuştur. Bu durumun gerçekleşmesinde Türkiye’nin
rolünün altını çizen IBKY yöneticileri Ankara’ya inisiyatifi ve organizasyonu için
teşekkür etmiştir.30 Çeşitli aksamalara rağmen Kerkük-Ceyhan hattında görece so-
runsuz şekilde sürdürülebilen petrol akışı 2014 yılında 8 milyon varili geçmiştir.31
Günlük petrol sevkiyatı 300 000 varile ulaşırken, Erbil’in toplam geliri 2 milyar 87
milyon $’a ulaşmıştır.32 Öte yandan yapımına 2012 yılında başlanan Kuzey Irak’tan
Türkiye’ye uzanan petrol boru hattının Genel Enerji’nin üretim yaptığı Tak Tak ve

26 Ali Semin, Türkiye-Irak İlişkilerinde Normalleşme Arayışları ve Enerji Faktörü, BİLGE-


SAM, 7 Aralik 2013.
27 Francisco Aldecoa, Michael Keating, Pradiplomacy in Action : The Foreign Relations of
Subnational Governments, Portland, Frank Cass, 1999.
28 Tarık Oğuzlu, “ABD’nin Irak’tan Çekilme Planları ve Demokratik Açılım”, Ortadoğu Analiz,
Cilt 1, Sayı 1, Kasım 2009.
29 Daniel Dombey, “Turkey and Iraq Kurds close to energy deal”, Financial Times, 12.12.2012.
30 “Kuzey Irak Petrolü Devrede”, BBC Türkçe, 02.06.2009.
31 “Ceyhan’dan 8 milyon varil petrol pompalandi” Milliyet, 28.08.2014.
32 “Kürt petrolü 300 000 varile çıktı”, Al Jazeera Turk, 08.11.2014.
546 Enerji Diplomasisi

Takve petrol sahasından çıkarak Zaho-Fisabur üzerinden Türkiye sınırına getirile-


rek Silopi yakınlarından Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattına bağlanması plan-
lanmıştır.33 2014 yılında tamamlanan hattın 2019 yılında 2 milyon varil kapasiteye
ulaşması beklenmektedir.34
Söz konusu petrol boru hattının inşası Türkiye-IBKY arasındaki enerji iş-
birliğini güçlendirmiş ve iki taraflı bir anlaşmanın temellerini hazırlamıştır. Ka-
sım 2013’te IBKY Başbakanı Necirvan Barzani’nin petrol işbirliğini geliştirmek
amacıyla yaptığı Ankara ziyareti sırasında anlaşma konusu ele alınmıştır.35 Türk
Dışişleri’nden “Irak anayasasına uygun bazı ticari sözleşmeler üzerinde mutabık
kalındığı” açıklanmıştır.36 Öte yandan ikili ilişkilerde bir dönüm noktası olan Mesut
Barzani’nin Diyarbakır ziyaretinin ardından Kuzey Irak bölgesindeki 6 petrol blok
sahasında EXXON isimli şirketle ortaklık kuran Türkiye’nin kamu şirketi Turkish
Energy Company (TEC) Beşika, Pirmam, Betwata, Erbat Doğu, Kara ve Kush böl-
gelerinde EXXON ile toplam %33 paya sahipken, Barzani bu sahalara 3 yenisini
ekleme sözü vermiştir.37
Ne var ki hızla basına yansıyan bu ikili anlaşmalar bir yandan Türkiye-IBKY
arasında gelişen enerji ortaklığının güçlendiğine işaret ederken diğer yandan Bağ-
dat’taki federal hükümetin büyük tepkisini çekmiş ve Ankara-Bağdat ilişkilerini
olumsuz yönde ciddi şekilde etkilemiştir. Ankara-Erbil arasında Kürt petrolünün
aranması, satışı ve transferi konusunda bir dizi anlaşmanın imzalandığının ortaya
çıkmasının hemen ardından Bağdat, özel amaçlı sefer yapacak Türk özel uçaklarına
Kuzey Irak hava sahasını kapatarak tepkisini göstermiştir.38
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Irak’lı mevkidaşı Hoşyar Zebarı’yı te-
lefonla araması ve Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın Irak’a düzenlediği ziyaretle tansi-
yon düşmüş, Ankara-Bağdat ilişkileri tekrar normale dönmüştür.39 Ancak bu geçici
çözüm krizin tekrarlamayacağını göstermemektedir. Zira ne Erbil ne de Ankara’nın
enerji alanındaki çıkar ve öncelikleri değişmiştir, Erbil hala Kuzey Irak petrollerini

33 Ali Semin, a.g.e.


34 “Kuzey Irak Kürt Bölgesi’nden Türkiye’ye Petrol Boru Hattı Neredeyse Tamamlandı”, Enerji
Enstitüsü, 06.10.2013.
35 “Neçirvan Barzani: Petrol akışı yılbaşından önce”, T24, 27.11.2013.
36 SC-29, 30 Kasım 2013, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsünün IKBY ile Enerji Alanında İşbirliğine
Dair Bir Soruya Cevabı, Bkz. http://www.mfa.gov.tr/sc_29_-30-kasim-2013_-disisleri-bakan-
ligi-sozcusunun-ikby-ile-enerji-alaninda-isbirligine-dair-bir-soruya-cevabi.tr.mfa
37 Çetiner Çetin, “Enerjide Dev İşbirliği: Irak Kürdistan Bölgesi Türkiye’nin bölgedeki en güçlü
partneri oluyor”, Yeni Şafak, 27.11.2013.
38 Uğur Ergan, “Bağdat Kuzey Irak hava sahasını kapattı”, Hürriyet, 31.11.2013.
39 “Ankara-Bağdat arasındaki tansiyon düşüyor”, Enerji Enstitüsü, 01.12.2013.
Merve Özdemirkıran 547

Bağdat’ı karşısına alma pahasına uluslararası piyasalara kendi kontrolünde sevk


etmek istemekte Ankara da hem enerji ihtiyacını karşılayan kaynakları çeşitlen-
dirmek hem de enerji güvenliğini artırmak istemektedir. Öyle ki basit bir hesapla,
Kuzey Irak petrolünün Türkiye’nin 200 yıllık petrol ihtiyacını karşılayabilecek du-
rumda olduğu anlaşılmaktadır.40
Nitekim 2013 sonunda görece sorunsuz aşılan kriz başka bir biçimde tekrar
gündeme gelmiştir. Mayıs 2014’te Türkiye üzerinden dünyaya ulaştırılmaya çalı-
şılan ve Ceyhan’da depolanan Kuzey Irak petrolünün bir bölümü bir tankerle yola
çıkmış ancak merkezi hükümetin alıcı ülkelere yaptığı baskılar sonucunda ilk gemi
yükünü boşaltmadan uzunca bir bekleme süreci içine girerek Fas’ın Kazablanka
kenti açıklarına demir atmıştır. Ceyhan’dan 1 milyon varil petrolle yola çıkan bir
diğer gemi ise, yükünü Amerikalı alıcılara ulaştırmak için Texas’ın Galveston lima-
nına geldiğinde, Güney Teksas bölgesel mahkemesi, Bağdat hükümetinin girişim-
leri ve ABD’nin Bağdat’ın yanında aldığı tavır sonucunda petrole el konulması ve
satışının yasaklanması kararını almıştır.41
Tüm bu gelişmeler Suriye iç savaşı konusunda da kimi görüş ayrılıkları olan
Ankara ve Bağdat arasındaki ilişkilerin Ankara-Erbil arasındaki enerji işbirliği
sürdükçe gerilime gebe olduğuna işaret etmektedir. Özellikle Nuri al-Maliki dö-
neminde önemli ölçüde gerilen Türkiye-Irak ilişkileri Haydar el-Abadi’nin Mali-
ki’nin yerini almasıyla görece olumlu yönde evrilmeye başlasa da E. İşeri ve O.
Dilek’in altını çizdikleri gibi Türkiye’nin enerji ihtiyaçları göz önüne alındığında
Ankara’nın Irak politikasının, enerji stratejisiyle uyumlu olarak gözden geçirilmesi
elzem hale gelmiştir.42
Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olan Ankara’nın geleneksel dış politika
çizgisi, hem uygulamada IBKY ile içine girdiği ortaklıklar hem de gerek Suriye kri-
zindeki görüş ayrılıkları, IŞİD’in bölgede estirdiği kuvvetli terör rüzgarıyla giderek
karmaşık bir o kadar da belirgin hale gelen mezhep çatışmaları da göz önüne alın-
dığında Ankara’yı paradoksal bir tutuma sürüklemektedir. Tüm bunlara ek olarak,
Türkiye’de başlayan ve ağır aksak da olsa devam eden Barış Süreci de Ankara’nın
Erbil’le olan ilişkilerinde hassas ve yapıcı davranması, bu yolla Erbil’le PKK’ya ve
Ankara’yı karşısına alabilecek diğer Kürt gruplarına karşı bir müttefik olarak sakla-
masını zorunlu kılmaktadır. Türkiye-IBKY ilişkileri en başta da değindiğimiz gibi
salt enerji işbirliği konusuna indirgenemeyecek kadar karmaşık ve çok boyutludur.

40 “Türkiye’nin 200 yıllık petrol ihtiyacını karşılayabilir”, Dünya, 27.05.2014.


41 Merve Erdil, “Kürt petrolü Uzakdoğu’dan ABD’ye dünyanın dört bir yanında dolaşıyor”,
Enerji Enstitüsü, 29.09.2014.
42 Emre İşeri, Oğuz Dilek, “The Nexus of Turkey’s Energy And Foreign Policy With Iraqi Kur-

dish Oil: The Iranian Connection”, Ortadogu Analiz, Cilt 5, No 50, Subat 2013.
548 Enerji Diplomasisi

Bu nedenle Türkiye’nin IBKY’ne yönelik politikası dikkat ve özen gerektiren bir


karar alma süreciyle dengeli bir hal alabilir.
Irak’ın mevcut federal yapısı bu haliyle devam ettiği müddetçe de Ankara Ku-
zey Irak politiksasını belirlerken Bağdat’ı ikna edici yönde bir strateji izlemelidir.
Bağdat ekonomik ilişkilerin gelişmesinden, Kürt sorununa yönelik güvenlik alanın-
daki iş birliği konularında Ankara-Erbil arasındaki ilişkilere müdahil görünmese
de doğrudan kendi gelirlerini ve merkezi otoritesini ilgilendiren enerji konusun-
da Türkiye’ye baskı ve engellemelerini sürdürmeye devam edecektir. ABD’nin de
Kürtlerle olan tüm olumlu ilişkilerine ve Kürtlerin özellikle IŞİD sonrası dönemde
bölgenin güvenliğinin korunması için oynadıkları önemli role rağmen, petrol ve
doğal gazın uluslararası piyasalara dağıtımı konusunda merkezi hükümetten yana
taraf alması da Ankara’nın daha etkin bir strateji geliştirme aciliyetinin altını çiz-
mektedir. Tıpkı Irak savaşının başında izlenen ancak bugün çok uzağına düşülen
farklı ve birbiriyle çatışan aktörleri ortak platformda buluşturma politikası Ankara
için diplomatik becerilerini tekrar kullanabileceği yeni bir ortam hazırlayabilir.

Kaynakça
Aldecoa, Francisco, Keating, Michael: Pradiplomacy in Action: The Foreign Relations of
Subnational Governments, Portland, Frank Cass, 1999.
Benli Altunışık, Meliha: “Worldviews and Turkish Foreign Policy in the Middle East”, New
Perspectives on Turkey, No. 40, 2009.
Bilgin, Mert: “Turkey’s Energy Strategy: What Difference Does it Make to Become an Energy
Transit Corridor, Hub or Center?” UNISCI Discussion Papers, Vol. 23, 2010.
Bilgin, Mert: “Energy and Turkey’s Foreign Policy: State Strategy, Regional Cooperation and
Private Sector Involvement”, Turkish Policy Quarterly, Vol. 9, No. 2, 2010.
Bilgin, Mert: “Energy Policy in Turkey: Security, Markets, Supplies and Pipelines”, Turksh
Studies, Vol. 12, No. 3, September 2011.
Bozarslan, Hamit: “Le Kurdistan d’Irak aujourd’hui”, Critique Internationale, Vol. 4, No:
29, 2005.
Çetin, Çetiner: “Enerjide Dev İşbirliği: Irak Kürdistan Bölgesi Türkiye’nin bölgedeki en güç-
lü partneri oluyor”, Yeni Şafak, 27.11.2013.
Davutoğlu, Ahmet: Stratejik Derinlik Türkiye’nin Uluslararası Konumu, İstanbul, Küre
Yayınları, 2007.
Demiryol, Tolga: “The Eastern Partnership and the EU-Turkey Energy Relations”, Baltic
Journal of European Studies, Vol. 4, No. 2, 2014.
Dombey, Daniel: “Turkey and Iraq Kurds close to energy deal”, Financial Times, 12.12.2012.
Ergan, Uğur: “Bağdat Kuzey Irak hava sahasını kapattı”, Hürriyet, 31.11.2013.
Merve Özdemirkıran 549

Erdil, Merve: “Kürt petrolü Uzakdoğu’dan ABD’ye dünyanın dört bir yanında dolaşıyor”,
Enerji Enstitüsü, 29.09.2014.
İşeri, Emre, Dilek, Oğuz: “The Nexus of Turkey’s Energy And Foreign Policy With Iraqi
Kurdish Oil: The Iranian Connection”, Ortadogu Analiz, Cilt 5, No 50, Subat 2013.
Lawrence, David: “Iraqi Kurds Enjoy a De Facto State”, International Reporting Project
The Paul H. Nitze School of Advanced International Studies of the Johns Hopkins
University, 30 Haziran 2000.
Leezenberg, Michael: “Urbanization, Privatization, and Patronage : The political economy of
Iraqi Kurdistan”, in Faleh A. Jabar, Hosham Dawod (ed.), The Kurds Nationalism and
Politics, Beirut, SAQI, 2006.
Oğuzlu, Tarık: “ABD’nin Irak’tan Çekilme Planları ve Demokratik Açılım”, Ortadoğu Ana-
liz, Cilt 1, Sayı 1, Kasım 2009.
Oktav, Özden Zeynep: “Çok boyutlu Türk Dış Politikasına Bir Örnek: Türkiye-Irak-Bölgesel
Kürt Yönetimi Arasında Gelişen İlişkiler ve Nedenleri”, Ortadoğu Etütleri, Cilt 2, Sayı
2, Ocak 2010.
Ozdemirkiran, Merve: Construire un Etat, briser des tabous. Les hommes d’affaires de
Turquie entre la construction étatique du Gouvernement Régional du Kurdistan
(GRK) et la politique étrangère de la Turquie, yayınlanmamış doktora tezi, Institut
d’Etudes Politiques de Paris, Haziran 2013.
Reynié, Dominique: La fracture occidentale, Paris, La Table Ronde, 2004.
Rosecrance, Richard: The Rise of Trading State, New York, Basic Books, 1986
Semin, Ali : Türkiye-Irak İlişkilerinde Normalleşme Arayışları ve Enerji Faktörü, BİLGE-
SAM, 7 Aralik 2013.
Stansfield, Gareth R. V.: Iraqi Kurdistan: Political Development and Emergent Democra-
cy, London,Routledge, 2003.
Yetkin, Murat: Tezkere : Irak Krizinin Gerçek Öyküsü, Istanbul, Remzi Kitabevi, 2004.
Yılmaz, Serpil: “Kuzey Irak’ı Türkler inşa ediyor”, Milliyet, 05.04.2007.
“Ankara-Bağdat arasındaki tansiyon düşüyor”, Enerji Enstitüsü,01.12.2013
“Ceyhan’dan 8 milyon varil petrol pompalandi” Milliyet, 28.08.2014
“Investor sees Kurdish Oil as Turkey’s Chance since Ottomans”, Hürriyet Daily News,
10.12.2012.
“Kuzey Irak Petrolü Devrede”, BBC Türkçe, 02.06.2009.
“Kuzey Irak Kürt Bölgesi’nden Türkiye’ye Petrol Boru Hattı Neredeyse Tamamlandı”, Enerji
Enstitüsü, 06.10.2013.
“Kürt petrolü 300 000 varile çıktı”, Al Jazeera Turk, 08.11.2014.
“Neçirvan Barzani: Petrol akışı yılbaşından önce”, T24, 27.11.2013.
“Turkish investments surpass $ 620 million in northern Iraq,” Hürriyet Daily News,
25.07.2010.
“Türkiye’nin 200 yıllık petrol ihtiyacını karşılayabilir”, Dünya, 27.05.2014.
550 Enerji Diplomasisi

SC-29, 30 Kasım 2013, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsünün IKBY ile Enerji Alanında İşbirliği-
ne Dair Bir Soruya Cevabı, Bkz. http://www.mfa.gov.tr/sc_29_-30-kasim-2013_-disis-
leri-bakanligi-sozcusunun-ikby-ile-enerji-alaninda-isbirligine-dair-bir-soruya-cevabi.
tr.mfa
T.C. Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansının verileri http://www.invest.gov.
tr/tr-TR/sectors/Pages/Energy.aspx
T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2015-2019 Stratejik Planı. http://www.enerji.gov.tr/
File/?path=ROOT%2F1%2FDocuments%2FStratejik+Plan%2FETKB+2015-2019+St-
ratejik+Plani.pdf
Serdar Örnek / Baransel Mızrak 551

TÜRKİYE - LATİN AMERİKA İLİŞKİLERİ:


SİYASET, EKONOMİ VE ENERJİ

Serdar ÖRNEK*, Baransel MIZRAK**

Giriş
Latin Amerika bölgesi nüfusu ve ekonomik potansiyeli ile dünya üzerinde her
geçen gün artan bir öneme sahiptir. Türkiye’nin de bu bölgedeki politikaları gele-
cekte büyük devlet olma ideali açısından çok büyük önem arz etmektedir. Ancak
küresel bir güç olma vizyonu taşıyan Türkiye’nin Latin Amerika gibi ülkelerle olan
ilişkilerine bakıldığında, diğer güçlerin Latin Amerika ile olan ilişkilerine göre daha
alt seviyelerde seyrettiği görülmektedir.
Türkiye bu açığını kapatabilme adına bir dizi girişimlerde bulunmuş, Dışişleri
Bakanlığı bu bölgeye açılımı başlatmak üzere 1998’de “Latin Amerika ve Karayip-
ler Eylem Planı” nı yürürlüğe koymuştur. Bu bağlamda Davutoğlu’nun Dışişleri
Bakanlığı’nın başına getirilmesiyle Latin Amerika politikalarında bir haraketlilik
gözlenmiş ve bölgede daha aktif olmanın yolları aranmıştır. 2006 yılında program
gözden geçirilerek yeni bir Latin Amerika politikası izlenmiştir. Bu bağlamda karşı-
lıklı ziyaretler artırılmış, siyasi, ticari, ekonomik, askeri, kültürel ve teknik işbirliği
anlaşmaları ile ilişkilere yeni bir boyut kazandırılmaya çalışılmıştır.
Bölgeyle ekonomik ilişkilerin gelişimi amacıyla bir dizi iş konseyi, fuarlar ile
Türkiye’nin bölgede daha iyi tanıtılması için kültürel etkinlikler düzenlenmiştir.
Ayrıca bölgedeki Türkiye temsilciliklerinin artırılmasına önem verildiği görülmek-
tedir. Ekonomik olarakta dünya’daki güçlerin rekabet alanı haline gelmiş olan Latin
Amerika’nın Türkiye ile ticari ilişkilerinin toplam hacmi 2011 yılı itibariyle sadece
8 milyar dolar olarak kaydedilmiştir. Bu rakamın hızla artırılması gerekmektedir.

* Yrd. Doç. Dr.; Kocaeli Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve Ulus-
lararası Hukuk Anabilim Dalı Başkanı.
** Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yüksek
Lisans Öğrencisi
552 Enerji Diplomasisi

Türkiye diğer yandan Amerikan Devletleri Örgütü (ADÖ), Karayip Devletleri


Birliği (KDB), Güney Ortak Pazarı (MERCOSUR), AND Birliği ve Karayip Top-
luluğu (CARICOM) gibi Latin Amerika örgütleri ile bölgede daha etkin olabilmek
amacıyla karşılıklı antlaşmalar imzalamaya ve ilişkilerini geliştirmeye çalışmakta-
dır.1

Siyasi İlişkiler
Türkiye’nin Latin Amerika ile geçmişi Osmanlı dönemine kadar gitmektedir.
Osmanlı-Latin Amerika ilişkileri daha çok sosyo-kültürel boyutta ilerlemiş, siyasi
ilişkilerimiz başta coğrafi uzaklıktan dolayı olmak üzere çok gelişememiştir. Os-
manlı’nın yıkılmasına yakın 1910 yılında Arjantin ile bir Konsolosluk antlaşma-
sı, 1929 yılında ise Kültürel İşbirliği Antlaşması, Brezilya ile de 1927 yılında bir
Dostluk antlaşması imzalanmıştır.2 Şili ile de 26 Ocak 1913 yılında “Konsolosluk
İlişkileri Sözleşmesi” imzalanmış, bu sözleşmenin 100’cü yıl dönümü 2012 yılında
Şili Cumhurbaşkanı Sebastian Pinera’nın Türkiye’yi ziyareti ile kutlanmıştır. Aynı
zamanda, Şili 1926 yılında imzalanan “Dostluk ve İşbirliği Anlaşması” ile Latin
Amerika’da Türkiye’yi tanıyan ilk devlet olma ünvanını elde etmiş ve bu da iki ülke
arasındaki ilişkilere tarihi bir anlam kazandırmıştır.3 Bu arada Uruguay ile de 1929
yılında bir dostluk antlaşmasına imza konulmuştur. Soğuk savaş döneminde ise iki
kutuplu dünya yapısı Türkiye ve Latin Amerika’nın yakınlaşmasını engellemiştir.
Batı bloğunda kendine yer edinen Türkiye Latin Amerika ile olan ilişkilerine me-
safe koymak durumunda kalmış ilişkiler daha çok kültürel alanda gerçekleşmiştir.
Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 1995
yılında Arjantin, Brezilya ve Şili’ye yaptığı ziyaretler ile dönemin Dışişleri Bakanı
İsmail Cem’in 1998-1999 yıllarında Arjantin, Brezilya, Şili, Venezuela ve Küba’ya
yapmış olduğu ziyaretler ikili ilişkiler açısından önemli bir adım olmuştur.4
1998 yılında Dışişleri Bakanlığı tarafından “Latin Amerika ve Karayipler Ey-
lem Planı” hazırlanmasıyla ilişkilerde planlı bir gelişim için adım atılmıştır. 2006
yılı itibariyle revize edilen bu planla ticari ve ekonomik ilişkileri geliştirmek için

1 www.mfa.gov.tr/i_-turkiye_nin-latin-amerika-ve-karayiplere-yonelik-politikasi-ve-bolge-ul-
keleri-ile-iliskileri.tr.mfa (Erişim 02.01.2015)
2 Eren Okur, “Türkiye-Latin Amerika İlişkileri”, www.bilgesam.com.tr/tr/index.php?option=-
com_content&view=article&id=406:turkiye-latin-amerika-iliskileri&catid=89:analizer-lati-
namerika&Itemi (Erişim 02.01.2015)
3 www.tccb.gov.tr/haberler/170/84459/cumhurbaskani-gulden-sili-cumhurbaskani-pinera-onu-
runa-aksam-yemegi.html (Erişim 03.02.2014)
4 Selahattin Alpar, “Latin Amerika ile İlişkilerimiz”, Tasam Stratejik Öngörü, Sayı:8 2011,
s.82
Serdar Örnek / Baransel Mızrak 553

karşılıklı ziyaretler düzenlenmiş ve çeşitli antlaşmalar imzalanmıştır. Bu eylem pla-


nının uygulamaya konmasıyla birlikte, 2006 yılı “Latin Amerika Yılı“ ilan edil-
miştir. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül bu dönemde Brezilya ve Meksika’ya büyük
bir kafile ile ziyaretler yapmış, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) bünyesin-
de Türkiye-Brezilya iş konseyinin kurulması kararı alınmıştır. Aynı iş konseyinin
Meksika, Arjantin, Şili gibi ülkelerle de kurulması isteği o dönemde dile getirilmiş-
tir. Brezilya ile kurulacak yakın işbirliği sayesinde Brezilya’nın yanı sıra Arjantin,
Paraguay ve Uruguay’ın üye oldukları MERCESUR (Güney Amerikan Ülkeleri
Ortak Pazarı) ile de yakın işbirliği kurulabilmesi ve Türkiye’nin bu pazardan da
faydalanabilmesi hedeflenmiştir. Aynı şekilde Brezilya’da Türkiye ile işbirliği sa-
yesinde Avrupa ve diğer komşu ülkeleri pazarından istifade edebilecektir. Özellikle
Türkiye ve Brezilya’nın karşılıklı ilişkilerini geliştirmesi iki ülke açısından da çok
faydalı sonuçlar getirebilir.5
Bu arada Latin Amerika uzmanları yetiştirmek, Latin Amerika hakkındaki
gelişmeleri en iyi şekilde takip ederek bilimsel araştırma ve incelemeler yapmak,
Latin Amerika ile ilgili projeleri desteklemek, Latin Amerika’da çalışmak isteyen
kişilere danışmanlık hizmeti sağlamak ve Latin Amerika ile ilgili seminer, çalıştay,
konferans düzenlemek için Ankara Üniversitesi bünyesinde Latin Amerika Çalış-
maları Araştırma ve Uygulama Merkezi Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun
yanı sıra Latin Amerika ülkelerinin Türkiye Büyükelçilerinin katılımıyla 29 Tem-
muz 2009 günü açılmıştır.6
2009-2012 yılları arasında ise Latin Amerika ile karşılıklı ziyaretlere de-
vam edilmiştir. Bu yıllar arasında Arjantin, Brezilya, Kolombiya, Kosta Rika ve
St.Vincent ve Grenadinler Cumhurbaşkanlarının yanı sıra Bahamaların ve Barba-
dos Başbakanları, Arjantin, Brezilya, Kolombiya, Meksika, Paraguay ve Venezuela
Dışişleri Bakanları Türkiye’ye ziyaretlerde bulunmuşlardır. Türkiye tarafındanda
Başbakan düzeyinde Meksika ve Brezilya’ya resmi ziyaretlerde bulunulmuş ve
Bakan düzeyinde’de Brezilya’ya resmi bir ziyarette bulunulmuştur. 2012 yılında
düzenlenen G-20 toplantısına katılmak üzere Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı
Davutoğlu, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan
Meksika’ya bir ziyarette bulunmuşlardır. Aynı zamanda siyasi istişareler yapmak
üzere Arjantin, Bolivya, Brezilya, Ekvator, Kolombiya, Küba, Peru ve Venezuala
ile toplantılar düzenlenmiştir. Yine o dönemde Arjantin, Brezilya ve Küba ile Kar-
ma Ekonomik Komisyon(KEK) toplantıları da düzenlenmiştir.

5 www.lobicilik.com/Hispano-LatinYear2006Turkey.html (Erişim 03.01.2015)


6 latinamerika.ankara.edu.tr/basin/7%20Lamer%20açılışı%20Temmuz%202009.pdf (Erişim
03.01.2014)
554 Enerji Diplomasisi

Diğer taraftan, Arjantin, Bolivya, Brezilya, Ekvator, Guatemala, Kolombiya,


Kosta Rika, Küba, Meksika, Peru, Şili, Paraguay, Uruguay ve Venezuela gibi Latin
Amerika ülkeleri ile düzenli siyasi istişare mekanizması kurulmuştur.7
Aynı zamanda bölge ülkeleri ile parlamentolararası ilişkilerin geliştirilmesi
amacıyla TBMM’de Arjantin, Bolivya, Brezilya, Ekvator, Jamaika, Kolombiya,
Kosta Rika, Küba, Meksika, Panama, Paraguay, Peru, Şili, Uruguay ve Venezuela
ile de dostluk grupları kurulmuştur.8
Türkiye’nin bölge ülkelerindeki diplomatik temsilciliklerine bakılırsa Arjan-
tin, Brezilya, Kolombiya, Peru, Şili, Venezuela, Dominik Cumhuriyeti ve Ekva-
tor’da Büyükelçilik, Brezilya’nın Sao Paulo kentinde Başkonsolosluk bulunmakta
iken,9 Türkiye’de Arjantinin Büyükelçiliği ve İstanbul’da Başkonsolosluğu, Bre-
zilya’nın Büyükelçiliği ve İstanbul da Başkonsolosluğu , Ekvatorun Büyükelçiliği,
Kolombiya’nın Büyükelçiliği, Küba’nın Büyükelçiliği, Meksika’nın Büyükelçiliği,
Peru’nun Büyükelçiliği, Şili’nin Büyükelçiliği, Venezuela’nın Büyükelçiliği ve İs-
tanbul Başkonsolosluğu, Panama’nın ise İstanbul da Başkonsolosluğu bulunmak-
tadır.10
2009 yılında Brezilya Devlet Başkanı Lula Da Silva Türkiye’ye 3 günlük tari-
hi bir ziyarette bulunmuştur. Görüşmelerde ikili ilişkilerin yanı sıra çeşitlli bölgesel
ve uluslararası konularda görüş alışverişinde bulunulmuş ve çeşitli alanlarda iş-
birliğinin geliştirilmesi konusunda mutabık kalınmıştır. Türkiye Petrolleri Anonim
Ortaklığı ve Brezilya şirketi Petrobus arasında petrol ve doğal gaz arama çalışma-
larının yapılması için iki lider mutabakat antlaşması imzalamıştır. Bölgedeki artan
ağırlığıyla Brezilya, Türkiye’nin Latin Amerika bölgesindeki politikalarının gelişi-
minde birçok fırsatlar sunmaktadır.11
Türkiye ile ekonomik yapı itibariyle benzer olan Meksika ise Latin Ameri-
ka’nın bir diğer önemli ülkesidir. Türkiye’nin neredeyse 2,5 katı daha büyük bir
coğrafya’ya sahip olan Meksika’nın kişi başına düşen milli geliri Türkiye ile yakın
bir oranda yani 9.748 dolardır. (2013) Meksika 2013 itibariyle 1.184 milyar dolarlık
gayri safi milli hasılası ile dünyanın en büyük 15’ci Latin Amerika’nın ise en büyük
2’ci büyük ekonomisidir. Küresel ticaretin yaklaşık %2’sini elinde tutan Meksi-

7 www.mfa.gov.tr/i_-turkiye_nin-latin-amerika-ve-karayiplere-yonelik-politikasi-ve-bolge-ul-
keleri-ile-iliskileri.tr.mfa (Erişim 03.01.2015).
8 www.tbmm.gov.tr/develop/owa/dostluk_gruplari.grup (Erişim 04.01.2015).
9 www.mfa.gov.tr/yurtdisi-teskilati.tr.mfa (Erişim 04.01.2015).
10 www.mfa.gov.tr/yerleşik-diplomatik-ve-konsuler-misyonlar.tr.mfa (Erişim 04.01.2015),

11 Sabah Gazatesi, www.sabah.com.tr/Dunya/2009/05/20/lula_da_silva_turkiyeye_geliyor (Eri-

şim 04.01.2015).
Serdar Örnek / Baransel Mızrak 555

ka G-20, OECD, NAFTA, MIST, Next-11, MIKTA ve ACS gibi organizasyonlara


üyedir. Latin Amerika’da ise aktif bir politika uygulamaya çalışmakta özellikle kü-
çük Karayip ülkeleriyle yakın ilişkileri bulunmaktadır. Bu açılardan Türkiye için
Meksika ile iyi ilişkilere sahip olmak Latin Amerika politikalarında çok önemli
olmuştur.12
Meksika Dışişleri Bakanı Patricia Espinoza’nın12-13 Ağustos 2010 tarihleri
arasında Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyarette “Eğitim, Bilim, Kültür, Sanat, Ba-
sın-Yayın, Gençlik, Spor Alanlarında İşbirliği Programı” ile “Yurtdışında Yaşayan
Vatandaşlar konusunda İşbirliği Mutabakat Muhtırası” imzalanmıştır. Bunun ya-
nında “Sağlık Alanında İşbirliği Antlaşması” imzalanmış ve COMEXI (Consejo
Mexicano de Asuntos Internacionales) ile TASAM (Türk Asya Stratejik Araştır-
malar Merkezi) arasında kültürel ve akademik boyutlu bir işbirliği antlaşması im-
zalanmıştır. Bu arada Türkiye tarafından, Meksika’nın bağımsızlığının 100’cü yılı
çerçevesinde Meksika şehrindeki “Osmanlı Saat Kulesi” restore edilmiştir.13
2010 yılında ise Başbakan Erdoğan Brezilya’ya kritik bir ziyaret gerçekleştir-
miş ve 100. Yılında Türkiye’nin kendi uçağını üretebilmesi için Airbus ve Boeing
uçaklarından sonra dünyanın üçüncü büyük havayolu şirketi Brezilya firması Emb-
raer ile ortak uçak üretimi konusunda mutabakat antlaşması imzalanmıştır. Petrobus
ile yapılan enerji anlaşmasının önemini vurgulayan Erdoğan Brezilya’da sosyal ko-
nutlarda Türk mütahitlerinin yer alması isteğini muhataplarına iletmiştir.14
Bu arada, 12 Temmuz 1928 yılında diplomatik ilişkilerin kurulmasından itiba-
ren ilk kez Meksika Devlet Başkanı Enrique Pena Nieto, 16-19 Aralık 2013 tarihin-
de Türkiye’ye bir ziyarette bulunmuştur. Meksika Devlet Başkanı’nın ziyaretinde
güvenlik, suçlarla mücadele, uyuşturucu kaçakçılığı, ticarette işbirliği, kültürel, bi-
limsel ve teknoloji alanlarında anlaşmalar imzalanmıştır. Enrique Pena Nieto Cum-
hurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere
birçok yetkili ile de görüşmelerde bulunmuştur. İki ülkenin gelişen işbirliğinin uzun
vadede uluslararası politikadaki kazanımlarının büyük olacağı söylenebilir.15
Son olarak, 12 Şubat 2015 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
Meksika’ya bir ziyarette bulunmuştur. Bu ziyarette mevkidaşı Enrique Pena Nieto
ile Meksika’da görüşen Erdoğan 12 yıl önce 1,2 milyon dolar olan ticaret hacminin

12 Işık Özel, “Ekonomik Küreselleşme Sürecinde Türkiye-Meksika İlişkileri”, SETA Analiz


Sayı:116 2015, s.8-9.
13 www.meksika.be.mfa.gov.tr/ShowInfoNotes.aspx?ID=122027 (Erişim 04.01.2015).

14 Yeni Şafak Gazetesi yenisafak.com.tr/Ekonomi/?i=259576 (Erişim 04.01.2015).

15 Francisco Resendiz, “Enrique Pena Nieto Iıega a Turquia para visita de Estado”, www.eluni-

versal.com.mx/nacion-mexico/2013/epn-turquia-visita-973152.html (Erişim 04.01.2015).


556 Enerji Diplomasisi

1,3 milyar dolara ulaştığını söylemiş mevkidaşı ile 2023 yılına kadar iki ülkenin
ticaret hacmini 5 milyar dolara çıkarmayı hedeflediklerini söylemiştir. Nieto 2013
Türkiye ziyaretinde çalışmaları başlayan Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey’in iliş-
kilerin geliştirilmesine katkı sağladığını söylemiştir. 4 adet anlaşma imzaladıklarını
belirten Erdoğan, BM, G20 ve OECD gibi kuruluşlarda beraber çalışan iki ülkenin
birlikteliğinin daha da ileriye taşınacağını söylemiştir. İki ülkenin de dünyanın en
çok ziyaret edilen 10 ülkesi arasında olduğunu ifade etmiş ve bu konuda iki ülkenin
işbirliğinin önemli olduğunu söylemiştir. 2017 yılının Türkiye –Meksika diplomatik
ilişkilerinin kuruluşunun 90’cı yılı olduğunu söyleyen Erdoğan 2017 veya 2018’i
kültür yılı ilan edilmesi gerektiğini söylemiştir. İki ülkenin de hak ettiği dünyanın
en büyük 10 ekonomisi arasında yer alacağını ekleyen Erdoğan, Serbest Ticaret
Anlaşması’nın bir an önce faaliyete geçmesi üzerinde çalıştıklarını ifade etmiştir.16
Bu arada, önümüzdeki yıllarda 300 milyar dolarlık bir altyapı programları bütünü
uygulayacak olan Meksika’nın bu faaliyetlerinden olabildiğince pay kapmak iste-
yen müteahhit şirketlerimizde bölgeye sık sık ziyaretlerde bulunmaktadırlar.17

Ekonomik İlişkiler
Latin Amerika 1.8 trilyon dolarlık ekonomik büyüklüğü, 700 milyar doları
aşan dış ticaret hacmi ve nüfus potansiyeli ile dünya’da önemli bir Pazar olarak
yerini korumaktadır. Latin Amerika bu potansiyeli ile sözü geçen güç olma vizyo-
nu taşıyan Türkiye için göz ardı edilemeyecek bir bölge haline gelmiştir. Türkiye
bu kapsamda bölge ile olan ekonomik ilişkilerini geliştirme adına iş konseylerinin
kurulması, THY aracılığıyla direkt uçuşların başlatılması ve karşılıklı ziyaretlerin
geliştirilmesi adına birçok girişimlerde bulunmuştur.
Türkiye’nin Latin Amerika ile ekonomik ilişkilerine bakıldığında ise bir hayal
kırıklığı ile karşılaşılabilir. 2004 yılı verilerine göre Latin Amerika ile olan ticari
ilişkilerimizin toplam hacmi yaklaşık 5.338.125 milyar dolar olarak kaydedilmiştir.
Tabi ki bu rakam inişli ve çıkışlı bir seyir izlemesine rağmen artan oranda devam
etmektedir.18 2011 yılı itibari ile dış ticaret hacmimiz 8 milyar dolara ulaşmıştır.
Geçen yıllara oranla artan seyir izleyen bu rakam umut verici olsa da söylenen ve
hedeflenen Türkiye vizyonu için yeterli bir rakam olmadığı açıktır.19 Bu durumun

16 Anadolu Ajansı, http://www.aa.com.tr/tr/rss/464777--meksika-bize-asla-uzak-degil (Erişim


14 Şubat 2015).
17 Fatma Günce Kanlı, “Türkiye-Latin Amerika ve Karayipler İlişkileri” Tasam Yayınları Latin

Amerika ve Karayipler Raporu I Çalıştay Raporu, 2009, s.6.


18 “Türkiye Latin Amerika Hedefinde Hızla İlerliyor”, DEİK Güncel, İstanbul 2009, s.10.

19 Akşam Gazatesi, www.aksam.com.tr/ekonomi/latin-amerika-ile-ticaret-8-milyar-dolar-


-145066h/haber-145066 (Erişim 05.01.2015)
Serdar Örnek / Baransel Mızrak 557

telefisi için Türkiye bölge ülkeleriyle karşılıklı ziyaretlerde bulunmakta ve ticari


ilişkilerin daha da artırılmasını istemektedir.20
İlk olarak Şili ile 1 Mart 2011 yılı itibariyle yürürlüğe girmiş serbest ticaret
antlaşması bulunmaktadır. Ekvator, Kolombiya ve MERCOSUR ile de serbest tica-
ret antlaşması müzakereleri devam etmektedir. Diğer yandan, Meksika ile de 2014
yılı başı itibariyle serbest ticaret antlaşması müzakerelerine başlanılması kararı
alınmıştır. Diğer Latin Amerika ülkeleri ile de serbest ticaret antlaşması müzakere-
lerinin başlanılması hedeflenmektedir.21
Bunun yanı sıra Latin Amerika ile ticari ve yatırım ilişkilerin artırılmasında
önemli olan İş Konseylerinin kurulması içinde aktif çabalar gösterilmiştir. Dış Eko-
nomik İlişkiler Kurulu (DEİK)/Türk-Amerikan İş Konseyleri çatısı altında Brezil-
ya, Meksika, Arjantin, Ekvator, Kolombiya, Peru, Şili ve Venezuela ile iş konseyleri
kurulmuştur. Bu ülkelerle kurulan İş Konseyleri sayesinde ticaret ve yatırım oranla-
rının olumlu bir biçimde etkilenmesi beklenmektedir.22
2009 yılında Brezilya Devlet Başkanı Lula Da Silva’nın tarihi Türkiye ziyare-
tinde ise sanayi, ticaret ve teknoloji alanlarında işbirliği potansiyeline dikkat çekil-
miş ve yeni yatırım ortamlarının yaratılması gerektiği belirtilmiştir. Devlet Başkanı
Lula, Türkiye ve Brezilya arasında 4 yıldır yapılamayan Karma Ekonomik Komis-
yonu’nun (KEK) toplantılarının bir an önce yapılması isteğini dile getirmiştir. Bu
arada, iş adamlarına kolaylıklar sağlanması ve iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin
artırılması için Brezilya İhracat Şirketi (APEX) İstanbul’da büro açması kararı ala-
rak, Türk iş adamlarının Brezilya’daki yatırım olanaklarından faydalanması hedef-
lenmiştir. Bahsedildiği üzere, iki ülkenin ticari ilişkilerinin gelişiminin Türkiye’nin
Latin Amerika’ya açılımında büyük bir kolaylık sağlaması beklenmektedir.23 Bu
arada Brezilya olan ilişkilerimiz Arjantin, Paraguay, Uruguay ve Venezualla’nın da
üye olduğu MERCOSUR’na (Güney Ortak Pazarı) açılımımızı kolaylaştıracaktır.
Brezilya açısından ise Türkiye ile ekonomik ilişkilerin gelişmesi Türkiye’nin kom-
şu ve yakın ülke pazarlarına girme şansını artırabilir. Brezilya’nın ithalata kapalı
yapısını ve iç güvenlik duvarlarını aşabilmek için Brezilya nezdinde yakın diyalog
kurulmalıdır. Önemli olarak, Brezilya’da bazı geleneksel ihraç ürünlerimizin çok
iyi bilindiği ve bu ürünlerin Avrupalı firmalar tarafından toptan alınarak perakende

20 www.hispananatolia.com/seccion/2/id,9691/id_cat,2/turquia-quere-mejorar-sus-relacio-
nes-commerciales-con-latinoamerica (Erişim 05.01.2015).
21 www.ekonomi.gov.tr/sta/ (Erişim 05.01.2015).

22 www.deik.org.tr/# (Erişim 05.01.2015).

23 İhlas Haber Ajansı, www.iha.com.tr/lula-da-silvanin-ziyaretinin-yankilari-suruyor-ekono-

mi-72551 (Erişim 05.01.2015).


558 Enerji Diplomasisi

pazara girdiği bilinmektedir. Bu ürünlerin doğrudan Türk firmaları tarafından Bre-


zilya pazarına sunulması her iki ülkenin de lehine olacaktır.24

2013 yılının Aralık ayında Meksika Devlet Başkanı Enrique Pena Nieto’nun
tarihi ziyaretinde ise Meksika ile önemli ticari konular görüşülmüştür. 2000 yılında
Meksika ile Avrupa Birliği arasında gümrük birliği antlaşması imzalanmış ancak
Meksika bu antlaşmayı Türkiye ile imzalamamıştır. Türkiye’de AB ile Gümrük Bir-
liğine dâhil olduğu için Meksika mallarına gümrükte sıfır vergi uygulamış fakat
Türk malları Meksika gümrüklerinde vergilendirilmeye tabi tutulmuştur. Bu hak-
sızlığın giderilmesi için paraflanan Yatırım ve Çifte Verginin Önlenmesi Antlaş-
masının önemi vurgulanmış ve hemen yürürlüğe girme temennisi dile getirilmiştir.
İki ülkenin ticaretinin 10 yılda 1 milyar doları bulduğunu ifade eden Enrique Pena
Nieto, bu rakamın Meksika ticaretinin sadece %1’i olduğunu ve rakamın daha da
artırılması gerektiğini ifade etmiştir. İki ülke arasında yatırımların artması ve iki
ülke halklarının birbirlerini tanıması için vizelerin kaldırılması gerektiği ifade edil-
miş ve bir an önce Serbest Ticaret Anlaşmasının faaliyete geçmesi yönünde karar
almıştır.25

2006 yılı itibariyle Latin Amerika’nın uluslararası ekonomide artan önemi göz
önüne alınarak ilişkilerin geliştirilmesi amacıyla “Latin Amerika Ülkeleri ile Ticari
ve Ekonomik İlişkilerin Geliştirilmesi Stratejisi” hazırlanmıştır. Buna uygun ola-
rak, Karma Ekonomik Komisyonu (KEK) olan ülkelerin yanında Karma Ekonomik
Komisyonu (KEK) mekanizmasına sahip olunmayan Latin Amerika ülkeleri ile de
bu mekanizma’nın kurulması için çaba sarf edilmektedir. Bu mekanizma ile birlik-
te bölge ülkeleri ile ticareti çeşitlendirilme, ekonomik bağlarımızı kuvvetlendirme
ve en önemlisi düzenli istişare ve karar mekanizmasının başlatılması amaçlanmak-
tadır.26 Bu bağlamda, bölge ülkelerinden Arjantin, Brezilya, Ekvator, Guatemala,
Guyana, Jamaika, Kolombiya, Küba, Meksika, Paraguay, Peru, Şili ve Uruguay
ile Karma Ekonomik Komisyon (KEK) mekanizmaları için gerekli hukuki altyapı
tamamlanmıştır.

Latin Amerika’daki ticaret hacmine göz atılırsa 2011 verilerine göre ilk sırayı
2.958 milyar dolar ile Brezilya’nın oluşturduğu görülür. Brezilya’dan sonra 844,6
milyon dolar ile Meksika, 789 milyon dolar ile Kolombiya, 704 milyon dolar ile Ar-
jantin ve son olarakta 604 milyon ile Şili yer almaktadır. Fakat, Arjantin gibi büyük

24 http://www.ekonomi.gov.tr/ (Erişim 11.05.2015).


25 Buğra Kardan, “Türkiye’den Meksika’ya ‘vizeleri kaldıralım, STA’yı yapalım’ teklifi” www.
cihan.com.tr/news/Turkiye-den-Meksika-ya-vizeleri-kaldiralim-STA-yi-yağalim-tekli-
fi_1340-CHMTIzMTMOMC8z (Erişim 05.01.2015).
26 “2013 Yılı Performans Programı”, T.C. Ekonomi Bakanlığı, Rapor, s.17.
Serdar Örnek / Baransel Mızrak 559

bir ülkenin ekonomik potansiyeli göz önüne alındığında yapılan ticaret rakamının
ne kadar küçük olduğu kolaylıkla anlaşılabilir.27
Bu arada Türkiye’nin dış ülkelerle ilişkilerine büyük katkılar sağlayan Türk
İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA), Latin Amerika’ya açılımı çer-
çevesinde bölge ülkeleri ile sağlık, tarım ve ticaret alanlarında ilişkilerin gelişmesi
için programlar düzenlemeye devam etmektedir.28
Türkiye’nin Latin Amerika’ya olan açılımın önemli bir ayağını da Türk Hava
Yolllarının (THY) bölgeye artıracağı seferler oluşturmaktadır. Hali hazırda Brezil-
ya’da Sao Paulo ve Arjantin’de Buenos Aires’e direkt uçuşları bulunan THY, 2014
yılı hedeflerinde mevcut olan bu 2 noktayı, 2’si aktarmalı olmak üzere 6’ya çıkar-
mak istemektedir. Bu yeni seferler Türkiye’nin Latin Amerika ile ticari ilişkilerinin
yanı sıra sosyo-kültürel ilişkilerine de büyük katkı sağlayacaktır.29

Sosyo-Kültürel İlişkiler
Latin Amerika ile olan ilişkilerin kökeni 19. yy yılına kadar kadar uzanmaktadır.
Bu dönemde I.Dünya Savaşına kadar Osmanlı İmparatorluğu’ndan Latin Amerika
ülkelerine aralıklarla göçler yaşanmıştır. Osmanlı tebaası olan bu topluluklar gittikleri
yerlerde “El Turco” olarak anılmışlardır.30 Örneğin Latin Amerika’nın en büyük ül-
kelerinden biri olan Arjantin’de kökenleri Osmanlıya dayanan büyük bir Seferad Ya-
hudi topluluğu ile büyük bir Ermeni topluluğu bulunmaktadır. Türkiye’ye büyük hay-
ranlık besleyen ve Şili, Uruguay ve Arjantin gibi ülkelerde yaşayan bu insanlar hala
Osmanlı-Türk geleneklerini unutmamışlardır. Diğer yandan soyadı Türkçe olan bu
kişiler arasında Türkçeyi bilen insanlarda çoğunluktadır. Bu insanların Türkiye-Latin
Amerika ilişkilerinin kültürel boyutuna büyük bir renk katacağı şüphesizdir.31
Ayrıca Türkiye Latin Amerika ülkelerine kalkınma ve teknik işbirliği gibi
konularda ekonomik yardımlar yapmıştır. Yakın zamanda Türkiye Haiti ve Şili’de
yaşanan depremlerde Haiti’ye 1 milyon dolar, Şili’ye de 500 bin dolar nakti yardım
yapmış ve bu yerlerde yaşanan insani trajedilere sessiz kalmamıştır.

27 http://www.mfa.gov.tr/i_-turkiye_nin-latin-amerika-ve-karayiplere-yonelik-politikasi-ve-bol-
ge-ulkeleri-ile-iliskileri.tr.mfa (Erişim 05.01.2015).
28 www.tika.gov.tr/haber/tika-latin-amerika-ulkeleri-ile-ilgili-calismalarina-basladi/238 (Erişim
05.01.2015).
29 “Haber Ajansı, qha.com.ua/turk-hava-yollari-2014-te-kitalar-arasi-ataga-hazirlaniyor-
127326tr.html (Erişim 06.01.2015).
30 www.tika.gov.tr/haber/latin-amerika-artik-cok-daha-yakin/422 (Erişim 06.01.2015).
31 Zafer Özcan, “Güney Amerika’daki Kayıp Osmanlılar”, www.aksiyon.com.tr/aksiyon/ha-
ber-20965-26-guney-amerikadaki-kayip-osmanlilar.html (Erişim 06.01.2015).
560 Enerji Diplomasisi

Türkiye, Yurtdışı Türkler ve Akrabalar Toplulukları Başkanlığı aracılığıyla da


Türkiye üniversitelerinde okutulmak amacıyla Latin Amerikalı birçok öğrenciye
öğrenim bursu vermektedir. İlerleyen süreçlerde bu sayının artması beklenmektedir.
Türkiye’nin yeni vizyonu çerçevesinde kurulan Yunus Emre Enstitüsününde
yapacağı faaliyetler Latin Amerika’ya açılımda çok önemli kolaylıklar sağlayacak-
tır. Bu doğrultuda bu enstitüler aracılığıyla isteyen kişilere ücretsiz Türkçe öğretil-
mesi, Türkiye kültürünün tanıtılması ve Türkiye hakkındaki önyargıların giderilme-
si için çeşitli aktivitelerin düzenlenmesi çok önemlidir.32
Bölge ile ilişkilerde dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta ise bölgedeki Er-
meni Diasporasıdır. Bilindiği gibi Latin Amerika Ermeni Diasporası’nın en kuvvetli
olduğu bölgelerden birisidir. Güney Amerika’da en etkili ve en fazla Ermeni nüfu-
su Arjantin’de yaşamaktadır. Bu nüfusun büyük çoğunluğunu Osmanlı döneminde
genellikle Anadolu’dan ve Suriye’den gelenler oluşturmaktadır. Genel olarak siyasi
ve sosyal hayatta büyük nüfuz sahibi olan Ermeni nüfusunun yaklaşık %75’i Bue-
nos Aires’te yaşamaktadır. Burada ki Ermeni diasporasının sözde Ermeni soykırımı
söz konusu olduğunda ciddi bir aktivasyon içine girdiği görülmektedir. Şimdiye ka-
dar buradaki Ermeni diasporaları gösteriler düzenlemiş, yerel ve ulusal meclislerde
tekel oluşturararak Ermeni tasarılarının geçmesi için uğraşmışlardır. Aynı zaman-
da, Sözde soykırımı anma anıtı ve heykelleri de ülkenin birçok yerine dikilmiştir.
2006 yılında Arjantin Senatosu Ermeni Soykırımını tanıyan bir teklifi onaylayıp,
24 Nisan’ı “Ermeni Soykırımı Anısına Halklar Arasında Saygı ve Hoşgörü Günü”
ilan edilince Türkiye buna sert tepki göstermiştir. Bunun üzerine Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, Arjantin Cumhurbaşkanı Nestor Kircher’e mektup yollayarak
tasarının yasalaşmaması temennisini dile getirip “Arjantinli politikacıların tarihin
tartışmalı dönemindeki bu olayların ortak bir hafıza çalışması ve bilimsel araştırma
yoluyla aydınlatılması üzere kurulmak istenen tarih komisyonu girişimine destek
vermesi daha olumlu bir adım olurdu” diyerek tepki göstermiştir. Aynı zamanda
Erdoğan Arjantin Parlamentosunun soykırım suçu icat etmesinin uluslararası hu-
kuka aykırı olduğunu belirtip bunun tarihi olgularla bağdaşmadığını ifade etmiştir.
Bu tepki ile sınırlı kalınmamış, Büyükelçi geri çekimiş ve Devlet Bakanı Mehmet
Aydın’ın bu ülkeye yapacağı ziyaret iptal edilmiştir. Arjantinde yaşanan bu olayın
benzeri 2007 yılında Şili’de yaşanmış ve Senato Hükümeti Ermeni soykırımını ta-
nımaya çağırmıştır. Türkiye’de bunun üzerine bu tür girişimlerin iki halkın dostane
ilişkilerine zarar vereceğini belirterek Şili’yi uyarmıştır. Şili’nin yanısıra Uruguay
ve Brezilya gibi ülkelerin yerel ve ulusal meclislerinde Ermeni tasarıları geçirilme-
ye çalışılmıştır. Ermeni Diasporası tasarılarla kalmamış gösteriler düzenlenmiş, anıt

32 www.tika.gov.tr/haber/latin-amerika-artik-cok-daha-yakin/422 (Erişim 07.01.2015).


Serdar Örnek / Baransel Mızrak 561

ve abideler dikilmesi için birçok girişimlerde bulunmuş ve bunların birçoğunda da


başarılı olmuştur. Bu arada, Laçiner’in verdiği bilgilere göre 2008 yılı Güney Ame-
rika’daki tahmini Ermeni nüfusu Arjantin’de 80-100.00, Brezilya’da 20-25.000,
Uruguay’da 15-19.000 ve Şili’de ise 1.000’den azdır.33 Kısacası, Ermeni Lobisinin
faaliyetleri Türkiye’nin Latin Amerika’ya olan açılımını sekteye uğratacak bir un-
sur olma potansiyeli taşımaktadır.
30 Ekim 2009 yılında ise Ankara Üniversitesi Latin Amerika Araştırma ve
Uygulama Merkezi’nin girişimiyle Ankara Üniversitesi ve Havana Üniversitesi ara-
sında işbirliği anlaşması imzalanarak, Havana Üniversitesi bünyesinde Türk Tarihi
ve Edebiyat Kürsüsünün kurulması konusunda anlaşılmıştır. Bu kürsü belirlenen
amacı; Türkiye tarihi üzerine çalışma yapmak, Latin Amerika ve Karayipler kültü-
rünün Türkiye kültürü ile ilişkilerin üzerine çalışmak ve Küba’da Türkiye tarihi ve
kültürünün yayılmasını sağlamayı amaçlamaktadır.34 Bunun yanı sıra Ankara Üni-
versitesi ile Havana Üniversitesi işbirliğiyle Ankara Üniversitesi bünyesinde “Latin
Amerika Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin” (LAMER) kurulma-
sı yönünde mütabık kalınmıştır. Genel olarak bu kurumla hedeflenen kazanımlar
Amerika kıtasının orta ve güney bölgeleri hakkında bilimsel araştırmalar yapmak,
bu bölgelerde faaliyet gösteren kamu ve özel kuruluşlara danışmanlık desteği ver-
mek ve Latin Amerika uzmanları yetiştirmek olarak belirlenmiştir.35
Bu saydıklarımızın yanı sıra bölgede Türk Filimleri Haftası, Türk Yemekleri
Günleri, klasik müzik sanatçılarının gösterileri ve çeşitli sergilerle ülkemizin ta-
nıtımı en iyi şekilde yapılmaya çalışılmaktadır. Örneğin 2005 yılında Meksika’da
düzenlenen İznik Çinileri Sergisinin önemli kültürel etkinliklerimiz arasında söy-
leyebiliriz.36

Latin Amerika Bölgesel Örgütleriyle İlişkiler


1991 yılında Uruguay’ın başkenti Montevideo’da kurulan Güney Amerika Or-
tak Pazarı (MERCOSUR) taraf devletlerarasında temel özgürlük alanlarının geniş-
letilmesi, insan hakları, eşitlik, yoksullukla mücadele, hukukun üstünlüğü ve sosyal
kalkınmanın konsolidasyonu amacını taşımaktadır. Bu örgüt Arjantin, Brezilya Fe-
deral Cumhuriyeti, Paraguay, Uruguay, Venezuela Bolivar Cumhuriyeti ve Boliv-

33 Sedat Laçiner, “Ermeni Sorunu, Diaspora ve Türk Dış Politikası”, Uluslararası Stratejik
Araştırmalar Kurumu (USAK), Ankara, 2008, s. 508-510.
34 Ankara Üniversitesi, “ankara üniversitesi bülten”, Baskı 127, Sayı: 127, 2009, s.19.

35 www.latinamerika.ankara.edu.tr/basin/2%20Hürriyet%20Ankara%20-%20Nisan%202009.

pdf (Erişim 06.01.2015).


36 Alpar, “Latin Amerika Ülkeleri ile İlişkilerimiz”, s.84.
562 Enerji Diplomasisi

ya’dan oluşmaktadır.37 Bu örgüt yapı itibari ile Avrupa Birliği ile benzer özellikler
taşımaktadır. Sahip olduğu ülke sayısına bakınca siyasi ve ekonomik açıdan büyük
fırsatlar sunduğu kolaylıkla söylenebilir. Türkiye’nin Latin Amerika açılımı çer-
çevesinde bu örgütle kuracağı ilişkiler büyük önem taşımaktadır. Güney Amerika
ülkelerine olan ihracatımızın 2/3’ünü MERCOSUR’un üyesi olan 4 ülke ile gerçek-
leşmektedir. MERCOSUR ülkelerine olan ihracatımız 2010 yılında %83 artış gös-
termiş ve 1,2 milyar ABD dolarına ulaşmıştır. İthaalatta ise bu rakam 2010 yılında
%28 artarak 2,9 milyar dolar seviyesine yükselmiştir. Aynı zamanda MERCOSUR
ile Türkiye arasında Siyasi İstişare ve İşbirliği Mekanizması Mutabakatı Zaptı 16
Aralık 2010 itibari ile imzalanmıştır. Bu sayede düzenli siyasi istişarelerin yapıl-
ması hedeflenmektedir. Bu gelişme ile Türkiye’nin Latin Amerika açılımı yolun-
da önemli bir kazanım sağlanmıştır. Ayrıca, ilişkilerin önemli bir kolunu oluşturan
serbest ticaret antlaşmasının imzalanmasına yönelik müzakereler 22 Nisan 2008
yılında Buenos Aires’te yapılmıştır. 1 Temmuz 2008 tarihinde ise MERCOSUR ile
çerçeve antlaşması imzalanmıştır. 2011 yılı itibari ile de Türkiye MERCOSUR’a
gözlemci üyelik için başvuruda bulunmuştur.38
Türkiye MERCOSUR ülkeleri ile son yıllarda gerçekleştirdiği yakın ilişkiler
sayesinde Latin Amerika ile dış ticaretinde 2010 yılında önemli bir artış sağlamıştır.
Türkiye’nin bölgeye ihraç ettiği ürünler otomobil parçaları, makine, demir ve çeik
levha, dış lastik, tütün, gübre, fındık, çamaşır makinesi, buzdolabı, traktör, metal
işletme makineleri olurken bölgeden demir cevheri, kahve, pamuk, yağlı tohum
ve meyveler, hayvansal yağlar, soya fasulyesi ve yağı, petrol yağları, mısır, yün
ve pirinç ithal etmiştir. Fakat Türkiye açısından MERCOSUR ülkeleri ile yapılan
ticarette ciddi açık mevcuttur. Bunun sebebi 2010 yılında MERCOSUR ile Serbest
Ticaret Anlaşmasının yürürlüğe sokulamamasıdır.
MERCOSUR ülkelerinden Brezilya ile Türkiye’nin dünya siyasetinde aktif
bir güç olma yolunda beraber gerçekleştireceği işbirliği uluslararası siyasette daha
aktif olmalarında kolaylaştırıcı bir işlev görecektir. Türkiye Latin Amerika açılımı
çerçevesinde Brezilya’yı stratejik bir ortak olarak görürken, Brezilya’da Türkiye’yi
Ortadoğu’ya açılımında önemli bir partner olarak görmektedir. 2010 yılında Brezil-
ya Dışişleri Bakanı Celso Amorim’in Türkiye’yi ziyaretinde Medeniyetler İttifakı
projesinde birliktelik kararı ve bakanlıklar arasındaki ilişkilerin düzenli istişare se-
viyesine çıkarılması gibi kararlar alınmıştır. Bunun yanı sıra Brezilya ile Türkiye
arasında Stratejik Eylem Planı üzerinde mutabık kalınmış ve enerji alanında işbirli-
ği olanaklarının artırılması kararı alınmıştır.

37 www.mercosur.int/t_generic.jsp?contentid=3862&site=1&channel=secteria&seccion=3
(Erişim 07.01.2015).
38 www.mfa.gov.tr/guney-ortak-pazari.tr.mfa (Erişim 07.01.2015).
Serdar Örnek / Baransel Mızrak 563

İran’ın nükleer programının denetimi konusundaki uluslararası meselede Bre-


zilya-Türkiye ortak arabuluculuk faaliyeti sonucu İran ikna edilmiş ve 17 Mayıs
2010 yılında üç ülke arasında İran’ın zenginleştirilmiş uranyumunun Türkiye’de mu-
hafaza edilmesi yönünde karar alınmıştır. Buna ek olarak, taraflar Nükleer Silahların
Yayılmasını Önleme Antlaşması’na olan taahütlerinde bağlılıklarını ifade ederek,
nükleer enerjinin barışçıl olarak kullanılmasının engellenemeyeceği belirtilmiştir.
Bundan sonra, Türkiye, Brezilya ve İran tarafları Birleşmiş Milletler yaptırımlarına
gerek olmadığını ifade etmişlerdir. İran antlaşmadan doğan yükümlülüklerini yeri-
ne getirerek Uluslararası Atom Enerjisi Kurumuna faaliyetleri konusunda gereken
bilgileri vermiştir. Fakat ABD ve Fransa gibi devletler bu antlaşmanın yeterli ol-
mayacağını söyleyerek, antlaşmanın yeterince net olmadığını savunmuşlardır. Daha
sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi oylamasında Türkiye ve Brezilya red
oyu vermiş İran’a karşı yapılacak yaptırımlara karşı çıkmışlardır. Bu birliktelik Tür-
kiye ve Brezilya’nın bir güç olma yolunda birlikte attığı önemli bir adımdır.39
Bu arada 2010 yılında Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Brezilya,
Arjantin ve Şili’yi kapsayan turuyla bölgeyi ziyaret eden ilk Başbakan olması iliş-
kiler açısından önemlidir. Başbakan Erdoğan, Rio de Janerio’da düzenlenen Mede-
niyetler İttifakı Üçüncü Forumu’na da katılmıştır.40
Latin Amerika’daki bir diğer örgüt ise AND Grubu olmuştur. 1969 yılında
Bolivya, Kolombiya, Ekvator, Peru, Venezuela ve Şili’nin üye olduğu AND Grubu
ekonomik işbirliği örgütü’dür. Bu örgüt ülkeleri arasınada Türkiye ile ilişkilerde
en öne çıkan ülke Şili olmuştur. Türkiye ile Serbest Ticaret Anlaşması imzalayan
ilk ülke olan Şili ile 2010 itibari ile ekonomik ilişkilerin hızla arttığı gözlenmiştir.
Bunun yanı sıra Türkiye Bakanlar Kurulu kararı ile Şili’de Ticaret Müşavirliği aç-
mıştır. Şili ile dış ticaret hacmimizde gözle görülür artışlar yaşanmıştır.
AND Grubunun bir diğer ülkesi Ekvador ile de ilişkilerde önemli gelişmeler
yaşanmıştır. 2010 yılında Ekvador Dış Ticaret Bakan Yardımcısı Francisco Rivade-
niera başkanlığında bir heyet Türkiye’ye bir ziyarette bulunmuştur. Bu doğrultuda
önemli ekonomik açılımın temeli atılmış ve Ticari İşbirliği Anlaşması ve Ekonomik
Ortaklık Protokolü imzalanmıştır. Heyet aynı zamanda Mersin Limanı ve Serbest
Bölge ve Organize Sanayi’yi ziyaret etmiş ve Ekvador’un Ortadoğu, Kuzey Afrika
ve Orta Asya’ya açılımında Mersin’in nasıl bir katkı sağlayabileceği değerlendiril-
miştir. İkili ticari ilişkiler artarak devam etmektedir.

39 Ayşe Aslıhan Çelenk, “Türkiye-Latin Amerika İlişkileri” SETA Türk Dış Politikası Yıllığı,
2011, s.482-492.
40 Haber Vitrini, www.habervitrini.com/gundem/erdogan-bugun-latin-amerikaya-gidiyor-
463968/ (Erişim 07.01.2015).
564 Enerji Diplomasisi

Türkiye’nin yakın diyaloğa giriştiği bir diğer AND ülkesi ise Venezuela olmuş-
tur. 2009 yılında ivme kazanan ekonomik ve diplomatik ilişkiler 2010 yılında’da de-
vam etmiştir. aynı yılın Kasım ayında Venezuela Dışişleri Bakanı Nicolas Maduro
Moros, 18 yıl sonra Türkiye’yi ziyaret eden ilk Venezuela dışişleri bakanı olmuş ve
iki ülke arasında enerji antlaşmaları imzalanmıştır. Buna göre Venezuela’daki hid-
rokarbon kaynaklarının aranması, üretilmesi, rafine edilmesi, depolanması, taşın-
ması ve pazarlanması konularında Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı imtiyaz sahibi
olmuştur. Diğer yandan genç diplomatların eğitimi konusunda bakanlıklar arasında
işbirliğinin sağlanmasının yanı sıra parlamentolar arası işbirliğinin geliştirilmesi
kararı da konuk Dışişleri Bakanının ziyareti sırasında alınmıştır.41 Venezuela’da
2010 yılnda bir gelişme yaşanmış ve uyuşturucu kaçakçılığı yaptıkları iddaasıy-
la Türk petrol tankeri Aqua’nın 23 mürettebatının tutuklandığı bildirilmiştir. Uzun
süre tutulan gemi Türk Dışişleri’nin girişimi sonucu serbest bırakılmıştır.42

Enerji İlişkileri
Latin Amerika’nın en önemli ülkelerinden biri olan Brezilya’nın Meksika ile
birlikte 2009 yılı itibari bir strateji değişikliğine giderek yatırımcılar için petrol sek-
töründe yatırım olanaklarını arttırma kararı aldığı görülmektedir. Petrolün yanı sıra
hidroenerji, elektrik ve rüzgâr enerjisi konularında da yatırım olanakları iki ülkede
de artırılmıştır. Latin Amerika’nın AB, Çin, Rusya ve ABD gibi güçlerin dikkatini
çeken birçok zenginliği mevcuttur. Dünya petrollerinin %10’una sahip olan OPEC
üyesi Venezuela, dünyanın etanol deposu Brezilya ve zengin yeraltı kaynaklarıyla
Bolivya gibi ülkelerin Türkiye tarafından göz ardı edilmesi mümkün değildir.43
Brezilya’ya bakıldığında enerji konusunda petrol ve hidroelektriğin başlıca
enerji kaynağı olduğu görülmektedir. Bunun yanı sıra demir cevheri, boksit ve
manganez rezervleri de önemli kaynaklardır. Petrol enerji tüketiminin %45’ini kar-
şılamakla birlikte doğalgaz tüketimi de hızla artmaktadır. Hidroelektrik konusun-
da ise Brezilya dünyanın en büyük üreticisidir. Petrol rezervleri açısından Latin
Amerika’da Venezuela ve Meksika ardından en zengin üçüncü ülkedir. 2009 yılında
Rio de Jenario açıklarında derin sularda petrol ve doğalgaz kaynakları Brezilya’yı
bölgede çok daha önemli bir ülke yapacak ve doğalgaz- petrol ihracatçısı ülke ko-
numunu kazandırabilecektir. Bu arada güneş, rüzgâr enerjisi, bio enerji gibi alter-
natif kaynaklarla ilgili de projelerin yapıldığı bilinmektedir. Belirtmemiz gereken
diğer bir önemli nokta ise Brezilya’nın büyük mineral kaynaklarına sahip olduğu

41 Çelenk, “Türkiye-Latin Amerika ilişkileri”, s.495-497.


42 Deniz Ticaret Gazatesi, www.denizticareti.org/gundem/aquanin-3-kaptanina-ne-oldu-h2633.
html (Erişim 08.01.2015).
43 “Türkiye Latin Amerika Hedefinde Hızla İlerliyor”, DEİK Güncel, İstanbul, 2009, s.10.
Serdar Örnek / Baransel Mızrak 565

ve hatta dünya’nın en büyük üreticisi ve ihracatçısı olduğudur. Latin Amerika’nın


en büyük boksit yataklarına sahiptir. Dünya’daki en geniş niyobyum yatakları ise
Amazon bölgesindedir. Ayrıca Brezilya dünyanın en büyük demir cevheri üretici-
sidir.44 Brezilya yenilebilir enerji kaynaklarında da öncü bir ülke durumundadır.45
Türkiye’nin Latin Amerika’daki en büyük ticaret ortağı olan Brezilya ile ilişkilerin
daha da geliştirilmesi Türkiye açısından önemli görülmektedir. Aynı şekilde Bre-
zilya açısından da Türkiye ticareti ve yatırım ilişkilerini geliştirmeyi planladığı
önemli hedef ülkelerden birisidir. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ile
Brezilya Ulusal Petrol Şirketi Petrobas Karadeniz de birlikte petrol arama çalışma-
ları gerçekleştirmişlerdir. Bu proje yaklaşık olarak 300 milyon dolar tutarındadır.
Diğer taraftan, Brezilya şirketleri Karadeniz ve Karsta nikel alanında yatırım yap-
mayı planlamaktadırlar.46 Üretimi basit ve masrafı da düşük olan etanol Brezilya
ile ilişkilerde önemli bir işbirliği alanı olarak görülebilir. Türkiye ve Brezilya ara-
sındaki resmi görüşmelerde, iş çevrelerince gerçekleştirilen ziyaretlerde imzalanan
belgelerde etanol ve biyo yakıtlar gündem oluşturmaya başlamıştır. Özellikle 2004
yılında ilk olarak Brezilya’da gerçekleştirilen Türkiye-Brezilya Karma Ekonomik
Komisyonu (KEK) sonuç belgesinde Brezilya’nın yenilebilir enerji kaynakları ko-
nusundaki teknolojik deneyiminin altı çizilmiş ve iki ülke arasında bilimsel, tek-
nolojik ve akademik açıdan önemli işbirliği alanı olarak çıktığı belirtilmiştir. Hatta
Ocak 2006’da zamanın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün
milletvekilleri, bürokratlar, işadamları ve basın mensuplarından oluşan bir heyet ile
ziyaret ettiği Brezilya’da etanol konusuna ayrı bir ilgi duydukları gözlemlenmiş-
tir. Bu anlamda akademisyenlerimiz, iş çevrelerimiz ve araştırma kurumlarımızca
üretim tesislerine yapılacak düzenli ziyaretler ve Ar-Ge birimlerince yapılacak ça-
lışmalar Brezilya’nın yenilebilir enerji kaynakları konusundaki deneyiminden isti-
fade etme açısından çok önemli olacaktır. Ülkemizin enerjiye olan artan bağımlılığı
enerji kaynaklarını çeşitlendirmeyi zorunlu kılmakta ve ülkemizin yenilebilir enerji
kaynakları konusunda gelişmeleri takip etme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Özel-
likle etanol’un petrol veya doğalgaz’a alternatif bir enerji kaynağı olarak çıkabilme
olasılığı ortaya çıkmışken Türkiye’nin de enerji kaynaklarını çeşitlendirmek adına
bu kaynağa yönelmesi Türkiye açısından önemlidir.47
Latin Amerika’nın önemli ülkelerinden biri olan Meksika’da Türkiye açısın-
dan önemli bir ülkedir. Meksika açısından 2013 yılı petrol sektörü açısından tarihi
bir yıl olmuştur. Meksika’da 2013 yılına kadar petrol ve petrol ürünlerinde devlet

44 “Brezilya Ülke Bülteni” Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), İstanbul, 2011, s.9-10.
45 World Energy Outlook TUSİAD, Ankara, 2013 s.8.
46 “Türkiye Latin Amerika Hedefinde Hızla İlerliyor”, DEİK Güncel, İstanbul, 2009, s.12.

47 Özgür Uludüz, “Bio-Yakıtlar: Brezilya Örneği”, http://www.mfa.gov.tr/biyo-yakitlar_-brezil-

ya-ornegi-.tr.mfa (Erişim 11.05.2015).


566 Enerji Diplomasisi

tekeli söz konusuydu. Devlete ait Pemex şirketi Meksika körfezinde petrol üreti-
mini gerçekleştirmekteydi. Ancak Pemex’in deniz petrolünü çıkarmada yaşadığı
teknik sorunlar ve Meksika’daki petrol üretiminin düşüşü üzerine Meksika hükü-
meti 2013 yılında petrol sektörünü yabancı sermaye’ye açmıştır. Böylece yabancı
firmalar maden arama ve işletme ruhsatı almaya başlamışlardır. Meksika dünya’nın
en büyük gümüş üreticisi ülkelerinden de biridir ve dünya gümüş üretiminin %20
,7’sini gerçekleştirmektedir. Çinko ve kurşun üretiminde de ön sıralarda yer almak-
tadır.48 Meksika ile Türkiye arasında DEİK bünyesinde 2008 yılında Türkiye-Mek-
sika İş Konseyi kurulmuştur. Bu iş konseyinin de faaliyetleri ile birlikte maden
konusunda çeşitli protokoller imzalanmıştır.49 Meksika’dan Türkiye petrokimya
ürünleri, işlenmemiş gümüş, taş kömürü ve ham altın ithal etmektedir. Meksika’da
yeni rezervlerin keşfedilmemesi durumunda petrol kaynaklarının yakın bir gelecek-
te biteceği öngörülmektedir. Bu anlamda Türkiye ve Meksika’nın enerji arz güven-
liğini sağlamada işbirliğine gitmeleri önemlidir.50
Arjantin’de maden kaynakları açısından Latin Amerika’nın zengin ülkelerin-
dendir. Kurşun, çinko, kalay, bakır, demir cevheri, manganez, petrol ve uranyum
önemli maden kaynaklarıdır. Arjantin’in Bolivya ve Şili sınırında da önemli mine-
ral kaynakları bulunmaktadır. Madenler yabancı yatırımına 1993 Maden Yatırım
Kanunu ile açılmıştır.51 Arjantin önemli doğalgaz kaynaklarına da sahiptir. Ülkede
hidroelektrik santrallerinden önemli oranda enerji üretilmektedir.52 Türkiye Arjan-
tin ticaretine baktığımızda azot, fosfor, potasyum, demir-çelik tellerden örme halat,
kablo ve hidrojen peroksit gibi enerji ürünleri yer almıştır. Ayrıca iki Ülke arasında
“Nükleer Enerjinin Barışçıl Amaçlarla Kullanılması Konusunda İşbirliği Antlaşma-
sı” imzalanmıştır.53 Arjantin’in enerji potansiyeline bakıldığında Türkiye açısından
önemli fırsatların bulunduğunu söyleyebiliriz.
Venezuela Dışişleri Bakanı Nicolas Maduro Moros’un Türkiye’yi ziyaretinde
iki ülke arasında enerji antlaşmaları imzalanmıştır. Bu antlaşmada Venezuela’da-
ki hidrokarbon kaynaklarının aranması, üretilmesi, rafine edilmesi, depolanması,
taşınması ve pazarlanması konularında Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı imtiyaz

48 “Meksika Ülke Raporu” T.C. Meksiko Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği, Meksiko, 2014,
s.19-20.
49 Işık Özel “Ekonomik Küreselleşme Sürecinde Türkiye-Meksika İlişkileri” s.24.
50 “Meksika 5’ci Büyük Olma Yolunda”, Turkish Time-Global Export HSCB A.Ş. s.5-9.
51 “Arjantin Ülke Raporu”, Esin Şen, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı, Ankara 2011,
s.4.
52 “Arjantin Ülke Raporu”, Esin Şen, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı, Ankara 2011,
s.8-9.
53 Şen, “Arjantin Ülke Raporu”, s.27-28.
Serdar Örnek / Baransel Mızrak 567

sahibi olmuştur.54 Şili ile ise enerji alanında işlenmemiş bakır, odun, kâğıt, kimya-
sallar, adi metaller, elektrikli ve mekanik ticareti yapılmaktadır. İkili ziyaretlerde
her vesileyle bu alandaki ilişkilerin geliştirilmesine çalışılmaktadır.55

Sonuç

Latin Amerika bölgesi nüfusu ve ekonomik potansiyeli nedeniyle dünyanın


büyük güçlerinin yoğun bir şekilde rekabet ettiği bir alanı oluşturmaktadır. Türkiye
ise küresel bir güç olma vizyonuyla birlikte olabildiğince bölgeyle yakın ilişkiler
kurmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin Latin Amerika açılım politikası kısa zamanda
sonuç vermiş, bölgeyle yapılan dış ticaret arttırılmış ve Brezilya örneğinde görül-
düğü gibi siyasi ilişkilerde de yeni dönem başlatılmıştır.

Fakat bölgede Türkiye’nin daha aktif ve etkin bir rol oynayabilmesi için Bü-
yükelçiliklerin açılmasına önem verilmeli, Türk Hava Yolları (THY) aracılığıyla
bölgeye yapılan uçuşlar arttırılmalı, ticari fuarlara daha fazla önem verilmeli ve
bölge ülkeleri ile Serbest Ticaret Anlaşmalarının imzalanmasında daha kararlı bir
tutum izlenmelidir.

Bunların yanı sıra Türkiye bölge de okuyan öğrencilere burs imkanı sunmalı,
öğrenci değişim programlarını artırmalıdır. Ayrıca Yunus Emre Enstitüsü ve TİKA
gibi kurumlarla kültürel aktiviteler artırılarak bölgede Türkiye tanıtımı daha aktif
bir şekilde yapılmalıdır. Çünkü bölge halkı Türkiye hakkında maalesef yeterli bilgi-
ye sahip değildir. Türkiye’nin en büyük eksikliklerinden birisi de bölgeyi gerçekten
bilen ve etkin siyasa uygulanma sürecinde yardımcı olabilecek uzman eksikliğidir.
Bu bağlamda bölgenin dilleri olan İspanyolca ve Portekizce’yi iyi bir şekilde kul-
lanabilen daha nitelikli uzman yetiştirilmesi hayati önem taşımaktadır. Bunun için-
de bölgeye gönderilecek öğrenci ve akademisyenlere araştırmaları için yeterli mali
teşvikin sunulması bu kişilerin Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu şekilde yetişmeleri için
gereklidir.

Kısacası Türkiye’nin bölgedeki hedeflerine ulaşabilmesi için Latin Amerika


açılım politikası çerçevesinde gösterilen çabanın çok daha arttırılması gerekmek-
tedir.

54 Deniz Ticaret Gazetesi, www.denizticareti.org/gundem/aquanin-3-kaptanina-ne-oldu-h2633.


html (Erişim 12.05.2015).
55 “Türkiye Latin Amerika Hedefinde Hızla İlerliyor”, DEİK Güncel, İstanbul, 2009, s.10.
568 Enerji Diplomasisi

Kaynakça
Akşam Gazetesi, 05.01.2014.
Alpar, Selahattin “Latin Amerika ile İlişkilerimiz”, Tasam Stratejik Öngörü, Sayı:8, Ankara,
21.06.2011.
“Ankara Üniversitesi Bülten”, Ankara Üniversitesi, 2009, Baskı: 127, Sayı: 127 www.la-
tinamerika.ankara.edu.tr/basin/2%20Hürriyet%20Ankara%20%20Nisan%202009.pdf ,
(Erişim 06.01.2014).
“Brezilya Ülke Bülteni” Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) İstanbul 2011.
Cihan Haber Ajansı, 05.01.2014.
Çelenk, Ayşe Aslıhan “Türkiye-Latin Amerika İlişkileri” SETA Türk Dış Politikası Yıllığı,
Ekim 2011, Ankara.
Haber Vitrini, 07.01.2014.
Hispano-Turco, 03.01.2014.
Hispanatolia, 05.01.2014.
İhlas Haber Ajansı, 05.01.2014.
Kanlı, Fatma Günce “Türkiye-Latin Amerika ve Karayipler İlişkileri” Tasam Yayınları Latin
Amerika ve Karayipler Raporu I Çalıştay Raporu, Eylül 2009.
Kırım Haber Ajansı, 06.01.2014.
Laçiner, Sedat “Ermeni Sorunu, Diaspora ve Türk Dış Politikası”, Uluslararası Stratejik
Araştırmalar Kurumu (USAK), Ankara, Kasım 2008, latinamerika.ankara. edu.tr/ba-
sin/7%20Lamer%20açılışı%20Temmuz%202009.pdf (Erişim 03.01.2014).
“Meksika Ülke Raporu” T.C. Meksiko Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği, Meksiko Ekim
2014.
Mercosur,www.mercosur.int/t_generic.jsp?contentid=3862&site=1&channel=secteria&sec-
cion=3, (Erişim 07.01.2014).
“Meksika 5’ci Büyük Olma Yolunda”, Turkish Time-Global Export Dergisi, HSCB Türki-
ye Ağustos 2013, http://www.timakademi2023.org/wp-content/uploads/2013/07/GLO-
BAL-EXPORT-AGUSTOS-2013.pdf (Erişim: 04.01.2015).
Okur, Eren “Türkiye-Latin Amerika İlişkileri”, www.bilgesam.com.tr/tr/index.php?option=-
com_content&view=article&id=406:turkiye-latin-amerika-iliskileri&catid=89:anali-
zer-latinamerika&Itemi (Erişim: 02.01.2014).
Özcan, Zafer “Güney Amerika’daki Kayıp Osmanlılar”, www.aksiyon.com.tr/aksiyon/ha-
ber-20965-26-guney-amerikadaki-kayip-osmanlilar.html (Erişim tarihi: 06.01.2014).
Özel, Işık “Ekonomik Küreselleşme Sürecinde Türkiye-Meksika İlişkileri”, SETA Analiz
Sayı:116, Şubat 2015.
Resendiz, Francisco “Enrique Pena Nieto Iıega a Turquia para visita de Estado”, www.eluniver-
sal.com.mx/nacion-mexico/2013/epn-turquia-visita-973152.html (Erişim: 04.01.2014).
Sabah Gazetesi, 04.01.2014.
Serdar Örnek / Baransel Mızrak 569

Seven, Erhan “Brezilya ile ortak uçak üreteceğiz”, yenisafak.com.tr/Ekonomi/?i=259576


(Erişim 04.01.2014).
Şen Esin, “Arjantin Ülke Raporu”, T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı, Ankara 2011.
“Türkiye Latin Amerika Hedefinde Hızla İlerliyor”, DEİK Güncel, 1 Haziran 2009.
“World Energy Outlook” Uluslararası Enerji Ajansı ve TUSİAD Rapor Yayın No: TUSİ-
AD-T/2013/12/544, Aralık 2013.
www.ekonomi.gov.tr/sta/ (Erişim 05.01.2014).
www.meksika.be.mfa.gov.tr/ShowInfoNotes.aspx?ID=122027 (Erişim 04.01.2014).
www.mfa.gov.tr/guney-ortak-pazari.tr.mfa (Erişim 07.01.2014).
www.mfa.gov.tr/i_-turkiye_nin-latin-amerika-ve-karayiplere-yonelik-politikasi-ve-bolge-ul-
keleri-ile-iliskileri.tr.mfa (Erişim 02.01.2014).
www.mfa.gov.tr/yerleşik-diplomatik-ve-konsuler-misyonlar.tr.mfa (Erişim 04.01.2014).
www.mfa.gov.tr/yurtdisi-teskilati.tr.mfa (Erişim tarihi:04.01.2014).
www.tbmm.gov.tr/develop/owa/dostluk_gruplari.grup (Erişim 04.01.2014).
www.tika.gov.tr/haber/tika-latin-amerika-ulkeleri-ile-ilgili-calismalarina-basladi/238 (Erişim
05.01.2014).
www.tccb.gov.tr/haberler/170/84459/cumhurbaskani-gulden-sili-cumhurbaskani-pinera-onu-
runa-aksam-yemegi.html (Erişim 03.02.2014).
www.tika.gov.tr/haber/latin-amerika-artik-cok-daha-yakin/422 (Erişim 06.01.2014).
570 Enerji Diplomasisi
Burcu Yavuz Tiftikçigil 571

TÜRKİYE’NİN NÜKLEER ENERJİ


STRATEJİLERİ

Burcu YAVUZ TİFTİKÇİGİL*

Giriş
21. yüzyılın ortalarından itibaren enerji kaynağı elde etme çalışmaları hız ka-
zanmıştır. Ülkelerin ekonomik büyümelerine bağlı olarak artan bu arayış özellikle
1970’lerde ortaya çıkan petrol krizi sonrası ülkeleri nükleer enerjiye yönlendirmiş-
tir. 1970 ve 1980’li yıllarda dünyada nükleer güç santrallerinin sayısı sürekli artış
göstermiştir. 1990’larda ise süreç tersine dönmüş, nükleer enerjiye yönelik talep
azalmıştır. 1979’da ABD’de ve 1986’da Rusya’da yaşanan kazalar, dünya ekono-
misinde yaşanan durgunluk ve başta doğalgaz olmak üzere yeni enerji kaynakları-
nın keşfi bu durumun nedenleri arasındadır.
Nükleer enerji, atomun çekirdeğinden elde edilen bir enerji türüdür. Nükleer
reaktörler ise atom çekirdeklerinin parçalanmasıyla oluşan nükleer enerjiyi elektrik
enerjisine dönüştüren sistemlerdir. Dünya’da ticari amaç için kurulan ilk nükleer
(Obninsk Nükleer Enerji Santrali) 1954 yılında santral Sovyetler Birliği tarafından
inşa edilmiştir. Günümüzde dünya elektrik üretiminin %13’ü nükleer enerji santral-
lerinden karşılanmaktadır. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (IAEA) verile-
rine göre 2013 yılı sonu itibarıyla 32 ülkede toplam 434 nükleer santral faaliyette
bulunmaktadır. 15 ülkede ise 72 adet nükleer santralin yapımı devam etmektedir.
Türkiye %72 oranında enerji ithalatına bağımlıdır. Doğalgazın %98’i, petro-
lün %92’si ve kömürün %30’u ithal edilmektedir. Türkiye’nin ekonomik büyümesi-
ne bağlı olarak yıllık elektrik enerji tüketim talebi %7-8 oranında artmaktadır. Başta
doğalgaz ve petrol olmak üzere enerji kaynaklarında dışa bağımlılığın azaltılması
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın (ETKB) Stratejik hedeflerinin başında gel-
mektedir. Bu çerçevede enerji arz güvenliğini esas alan temel strateji ve politikala-
rından biri “Nükleer Enerjinin Sisteme Entegrasyonu” olarak belirlenmiştir.

* Yrd. Doç. Dr., İstanbul Gedik Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Ulusla-
rarası Ticaret Bölümü Öğretim Üyesi.
572 Enerji Diplomasisi

Türkiye’de biri Mersin Akkuyu ve biri Sinop’ta olmak üzere iki nükleer sant-
ral kurulması kararı alınmıştır. Bu iki santralde yılda yaklaşık 80 milyar kWh elekt-
rik üretilmesi öngörülmektedir. 2023 yılına kadar bu iki nükleer santralin devreye
alınması ve üçüncü bir santralin yapımına başlanması planlanmaktadır. Türkiye’de
kurulacak olan nükleer santrallerin 2020 yılına kadar elektrik enerjisi üretimi için-
deki payının %5 olması amaçlanmaktadır. Stratejik Plan’da 2014 yılına kadar, nük-
leer enerji santral inşasına başlanması ve 2023 yılında ise yenilenebilir enerjinin
elektrik enerjisi üretimi içerisindeki payının en az %30 düzeyine çıkarılması yönün-
de hedefler belirlenmiştir.
Bu çerçevede çalışmada dünya nükleer enerji görünümü incelendikten sonra
Türkiye’nin enerji durumu ele alınacaktır. Çalışmanın son bölümünde Türkiye’nin
nükleer enerji stratejileri ve politikaları analiz edilecektir.

Dünyada Nükleer Enerji


21. yüzyılın ortalarından itibaren ülkelerin ekonomik büyümelerine bağlı ola-
rak tüm dünyada enerji kaynağı temin etme çalışmaları artmıştır. 1970’lerde orta-
ya çıkan petrol krizi sonrası ülkeler alternatif enerji kaynağı olarak nükleer enerji
santralleri kurmaya başlamışlardır. 1970 ve 1980’li yıllarda dünyada nükleer güç
santrallerinin sayısı sürekli artış göstermiştir. 1990’larda ise nükleer enerjiye yöne-
lik talep azalmıştır. 1979’da ABD’de ve 1986’da Rusya’da yaşanan kazalar, dünya
ekonomisinde yaşanan durgunluk ve başta doğalgaz olmak üzere yeni enerji kay-
naklarının keşfi bu durumun nedenleri arasındadır.
Yaşanan bu gelişmelere rağmen başta Fransa, İngiltere, Japonya ve Doğu Bloğu
ülkeleri nükleer enerji programlarına devam etmişlerdir. Bazı gelişmiş ülkelerde nük-
leer enerji projelerinin askıya alınmasının nedenleri arasında nüfus artışının durmuş
olması ve bu ülkelerin tam kapasite üretim seviyesine erişmiş olmalarıdır. 2011’de
Japonya’da yaşanan deprem ve tsunami sonrasında, 11 Mart’ta başlayan Fukushima
kazasının ardından nükleer enerji santrallerine yönelik yeniden ciddi bir tepki oluş-
muştur. Dünyadaki mevcut ve inşa edilmesi planlanan nükleer güç santrallerinin gü-
venliliğinin test edilmesi ve gerekli güvenlik tedbirlerinin alınması konuları ülkelerin
ve ilgili uluslararası kurumların en önemli gündem maddelerinden biri haline gelmiştir.
2013 yılında toplam dünya enerji ihtiyacının %31,4’ü petrol, %29,1’i kömür
ve %21,3’ü doğalgazdan karşılanmıştır. Nükleer enerjinin payı ise %4,5 seviyesin-
dedir (Şekil 1). Uluslararası Enerji Kurumu (IEA) tarafından yayımlanan Dünya
Enerji Görünümü (World Energy Outlook-WEO) 2013’e göre, günümüzde mevcut
enerji politikalarının gelecekte de sürdürüleceği varsayımı altında, dünya birincil
enerji arzı 2011 yılına göre yaklaşık %34 oranında artış göstererek, 2030 yılında
17572 mtep seviyesine yükselecektir. Bu miktarın enerji kaynaklarına göre dağılı-
Burcu Yavuz Tiftikçigil 573

mında önemli farklılıkların olmayacağı, bununla beraber petrolün birinciliği kay-


bedeceği öngörülmektedir. Rapora göre; 2030 yılında enerji kaynakları içinde en
büyük pay %29,3 ile kömürün olacaktır. Kömürü %27,9 pay ile petrol ve %22,8 pay
ile doğalgaz takip edecektir. Yapılan tahminlere göre nükleer enerjinin payı %5,6 ve
diğer kaynakların payı ise %14,4 olacaktır.

Şekil 1:
2013 Yılı Dünya Enerji İhtiyacının Temininde Enerji Kaynaklarının Payı, %
Nükleer; 4,5
Yenilenebilir; 1,3
Hidro; 2,4

Biotuel; 10
Kömür; 29,1

Doğalgaz; 21,3

Petrol; 31,4

Kaynak: IAEA, Energy, Electricity and Nucleer Power Estimates for the Period up to 2050, s. 35.

Şekil 2’de dünyada üretilen elektriğin enerji kaynaklarına göre dağılımı ve-
rilmektedir. Buna göre üretilen toplam elektriğin %40,6’sı kömürden sağlanırken,
kömürü %22 payla doğalgaz izlemektedir. Elektrik üretiminde nükleer enerjinin
payı ise %13’dür.

Diğer (Yenilenebilir vb.) 3,7%


Nükleer 13,0%
Hidrolik 16,0%
Kömür 40,6%
Doğalgaz 22,2%
Petrol 4,6%

0,0% 5,0% 10,0% 15,0% 20,0% 25,0% 30,0% 35,0% 40,0% 45,0%

Kaynak: T.C. ETKB, Nükleer Güç Santralleri ve Türkiye, s. 3. ve T.C. ETKB, Elektrik, 2014.

Şekil 2:
Dünyada Üretilen Elektriğin Enerji Kaynaklarına Göre Dağılımı, %
574 Enerji Diplomasisi

Dünya nükleer enerji tüketimi 2003-2006 yılları arasında artış göstermiş,


2007-2010 yılları arasında sabit kalmıştır. 2011’de 2011’de yaşanan Fukushima ka-
zasının ardından önemli derecede azalmıştır. 2012 yılından sonra alınan önemler
neticesinde nükleer enerji tüketimi tekrar artış eğilimine girmiştir.

640
634
620 624 626 621 619
626
614
600 598 600

580

560 563
559

540

520
2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013

Kaynak: BP Statistical Review of World Energy, s. 35.

Şekil 3:
Dünya Nükleer Enerji Tüketimi, Milyon Ton Petrol Eşdeğeri
(million tonnes oil equivalent)

Bölgelere göre nükleer enerji tüketimi incelendiğinde; toplam nükleer enerji


talebinin %46,7’si Avrupa ve Avrasya’da ve %37,9’u Kuzey Amerika’da gerçek-
leşmektedir. Asya Pasifik bölgesinin payı ise %13,8’dir. Nükleer enerji tüketimi
paylarına OECD’ye üye olan ve olmayan ülkeler açısından bakıldığında; OECD
ülkelerinin payının %79,4, OECD dışında kalan ülkelerin payının %20,4 olduğu
görülmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinin payı ise %35,3’dür (Tablo 1).
Burcu Yavuz Tiftikçigil 575

Tablo 1:
Bölgelere Göre Nükleer Enerji Tüketimi, Milyon Ton Petrol Eşdeğeri
(million tonnes oil equivalent)
2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2013’deki
Pay, %
Kuzey Amerika 201.1 210,2 209,4 212,0 215,4 215,4 213,0 213,8 211,9 206,9 213,7 37,9
Güney ve Orta Amerika 4,7 4,4 3,8 4,8 4,4 4,8 4,7 4,9 4,9 5,0 4,7 0,8
Avrupa ve Avrasya 284.8 287,9 285,4 287,0 275,9 276,5 265,1 272,9 271,5 266,7 263,0 46,7
Ortadoğu 0,05 0,3 0,9 0,2
Afrika 3,0 3,2 2,7 2,4 2,7 3,1 3,1 2,9 3,2 2,8 3,1 0,6
Asya Pasifik 104,6 119,0 125,2 128,7 123,3 119,7 128,2 131,7 109,1 78,1 77,8 13,8
DÜNYA TOPLAM 598,3 624,7 626,4 634,9 621,7 619,4 614,0 626,2 600,7 559,9 563,2 100
OECD 505,7 530,4 532,4 537,6 521,8 516,8 511,6 521,1 488,9 444,5 447,0 79,4
OECD Dışı 92,6 94,3 94,0 97,3 99,9 102,6 102,4 105,1 111,8 115,4 116,1 20,6
Avrupa Birliği 226,0 228,9 226,0 224,3 211,9 212,5 202,5 207,6 205,3 199,9 198,5 35,3
Eski Sovyetler Birliği 56,0 56,4 56,4 58,4 60,0 60,0 58,8 59,3 60,1 61,1 58,5 10,4

Kaynak: BP (2014). Nuclear Energy Section.

1985 yılında dünyadaki reaktör sayısı 363, 2000’de 435, 2010’da 441’dir.
2013 yılı sonu itibarıyla dünyada 434 reaktör faaliyet göstermektedir (Tablo 2). Bu
reaktörlerin toplam nükleer enerji kapasitesi 371,7 gigawatts elektriktir (GW(e)).
2013 yılının sonunda 72 reaktörün yapımı devam etmektedir. Bu 72 adet reaktörün
48 tanesi Asya’da bulunmaktadır. Elektrik üretiminde nükleer enerjinin payının en
yüksek olduğu ülkeler Fransa (%73,3), Belçika (%52,1), Slovakya (%51,7), Ma-
caristan (%50,7), Ukrayna (%43,6) ve İsveç’tir (%42,7). Bu oran Kore’de %27,6,
ABD’de %19,4, Rusya’da %17,5, Almanya’da %15,4, Hindistan’da %3,5 ve Çin’de
2,1, ve Japonya %1,7’dir (Tablo 3).

Tablo 2:
Yıllar İtibarıyla Faaliyet Gösteren Nükleer Reaktör Sayısı ve Net Kapasite MW(e)

Faaliyetteki Reaktör Sayısı Net Kapasite MW(e)


1985 363 245779
1990 416 318253
1995 434 341402
2000 435 349999
2005 441 368125
2010 441 375277
2012 437 373263
2013 434 371733
Kaynak: IAEA, Energy, Electricity and Nucleer Power Estimates for the Period up to 2050, s. 16-17.
576 Enerji Diplomasisi

En fazla reaktör ABD’de (100 adet) bulunmaktadır. Fransa’da 58, Japonya’da


48, Rusya’da 33 adet reaktör bulunmaktadır. 2013 yılı sonu itibarıyla yapım aşama-
sında olan 72 reaktörden 29’u Çin’de bulunmaktadır. Çin’i 10 adet yeni reaktör yapı-
mıyla Rusya izlemektedir. Hindistan ise 6 adet yeni reaktör inşa etmektedir (Tablo 3).

Tablo 3:
Ülkelere Göre Reaktör Sayıları ve Elektrik Üretimi İçindeki Payı
(2013 Yılı Sonu İtibarıyla)
Ülkeler Faaliyetteki Nükleer Enerjinin İnşa Halindeki
Reaktör Sayısı Elektrik Üretimindeki Reaktör Sayısı
Payı %
ABD 100 19,4 5
Almanya 9 15,1
Arjantin 2 4,4 1
Belçika 7 52,1
Belarus 1
Bir.Arap Emirlikleri 2
Brezilya 2 2,8 1
Bulgaristan 2 30,7
Çek Cumhuriyeti 6 35,9
Çin 20 2,1 29
Ermenistan 1 29,2
Finlandiya 4 33,3 1
Fransa 58 73,3 1
Güney Afrika 2 5,7
Hindistan 21 3,5 6
Hollanda 1 2,8
İngiltere 16 18,3
İran 1 1,5
İspanya 7 19,7
İsveç 10 42,7
İsviçre 5 36,4
Japonya 48 1,7 2
Kanada 19 18
Kore 23 27,6 5
Macaristan 4 50,7
Meksika 2 4,6
Pakistan 3 4,4 2
Romanya 2 19,8
Rusya 33 17,5 10
Slovakya 4 51,7 2
Slovenya 1 33,6
Ukrayna 15 43,6 2
Toplam 434 72
Kaynak: IAEA, Nuclear Power Reactors In the World, s. 11-12.
Burcu Yavuz Tiftikçigil 577

Nükleer enerjinin elektrik üretimindeki payının en yüksek olduğu beş ülke


Fransa (%73,3), Belçika (%52,1), Macaristan (%50,7), Ukrayna (%43,6) ve İs-
veç’tir (%42,7). Nükleer enerjinin elektrik üretimindeki payı ABD’de %19, Rus-
ya’da %17,5, Almanya’da %15,1 ve İngiltere’de %18,3’dür.
IAEA’nın 2013 yılında yayınladığı 2030 yılı öngörü raporuna göre nükleer
enerji üretim kapasitesi düşük tahmine göre % 17, yüksek tahmine göre % 94 se-
viyesinde artacaktır.1 Dünya toplam ve nükleer elektrik üretim kapasitesi tahmin-
leri ve dünya toplam elektrik üretimi ve nükleer enerjinin payı tahminleri Tablo 4
ve Tablo 5’de yer almaktadır. Yüksek tahmine göre nükleer elektrik kapasitesinde
önemli artışlar olacak fakat, nükleer enerjinin elektrik üretimindeki payında önemli
bir yükseliş olmayacaktır.

Tablo 4:
Dünya Toplam ve Nükleer Elektrik Üretim Kapasitesi Tahminleri
2013 2020 2030 2050
Toplam Toplam Toplam Toplam
Nükleer Nükleer Nükleer Nükleer
Elek. Elek. Elek. Elek.
GW(e) GW(e) % GW(e) GW(e) % GW(e) GW(e) % GW(e) GW(e) %
Düşük
5705 371,7 6,5 6989 390,1 5,6 9958 400,6 4 20302 412,9 2
Tahmin
Yüksek
7587 463,5 6,1 11767 699,2 5,9 1091,7 5,4
Tahmin

Kaynak: IAEA, Energy, Electricity and Nucleer Power Estimates for the Period up to 2050, s. 17.

Tablo 5:
Dünya Toplam Elektrik Üretimi ve Nükleer Enerjinin Payı Tahminleri
2013 2020 2030 2050
Toplam Toplam Toplam Toplam
Nükleer Nükleer Nükleer Nükleer
Elek. Elek. Elek. Elek.
TW-h TW-h % TW-h TW-h % TW-h TW-h % TW-h TW-h %
Düşük
21365 2358,6 11 25635 2854 11,1 35709 3099 8,7 76412 3327 4,4
Tahmin
Yüksek
27599 3330 12,1 42733 5328 12,5 8799 11,5
Tahmin

Kaynak: IAEA, Energy, Electricity and Nucleer Power Estimates for the Period up to 2050, s. 21.

1 IAEA: Annual Report 2013, s. 1.


578 Enerji Diplomasisi

IAEA’nın tahminlerine göre 2013-2030 yıllarını kapsayan dönemde dünya


nüfusu yıllık ortalama %0,9, enerji tüketimi %2,2-%3,3, toplam elektrik tüketimi
%3,1-%4,2 artacaktır. Söz konusu dönemde nükleer enerji üretimi yıllık ortalama
en düşük tahminle %1,6, en yüksek tahminle %4,9 artacaktır. Nükleer kapasitedeki
yıllık artış ise %0,4-%3,8 olarak tahmin edilmektedir (Tablo 6).

Tablo 6:
2003-2013 ve 2013-2030 Dönem Ortalama Yıllık Artış Oranları ve Tahminleri; %

Nüfus Toplam Enerji Toplam Elektrik Nükleer Enerji Nükleer Kapasite


2003- 2013- 2003- 2013- 2003- 2013- 2003- 2013- 2003- 2013-
2013 2030 2013 2030 2013 2030 2013 2030 2013 2030
Kuzey Amerika 1,1 0,6 -0,6 0 - 0,3 0,4 0,6 - 0,7 0,6 1,1 - 1,3 0,2 -1,2 - 1,2

Latin Amerika 1,1 0,9 2,1 3,3 - 5,2 3,2 5,2 - 7,4 0 3,4 - 8 0 3,0 - 7,6

Batı Avrupa 0,5 0,3 -0,8 1,2 - 1,7 0,7 1,4 - 2,3 -1,3 -2,1 - 1,2 -1 -2,9 - 0,3

Doğu Avrupa -0,4 -0,2 0,2 0,8 - 1,9 1 1,8 - 2,9 0,6 2,5 - 5,4 0,4 1,6 - 4,5

Afrika 2,7 2,1 1,9 3,7 - 7 3,5 6,7 - 8,6 0,7 0,4 - 10,8 0 0,0 - 10,3

Orta Doğu ve Güney Asya 2 1,2 3,7 4,7 - 5,4 5 7 - 7,4 7,7 10,9 - 15,3 8,8 8,6 - 12,9

Güney Doğu Asya ve Pasifik 1 1,1 2 2,6 - 2,8 3,8 4,3 - 5,1

Uzak Doğu 1,6 0,3 6 2,1 - 3,5 6,8 2,7 - 4,2 3,9 7,8 - 11,4 3,0 - 6,7

Dünya Ortalaması 1,3 0,9 2,4 2,2 - 3,3 3 3,1 - 4,2 -0,7 1,6 - 4,9 0,3 0,4 - 3,8

Kaynak: IAEA, Energy, Electricity and Nucleer Power Estimates for the Period up to 2050, s. 49, 53.

Türkiye’de Nükleer Enerji


Türkiye’de nükleer enerji alanında altmış yıldır çeşitli faaliyetler sürdürül-
mektedir. ABD ile 1955 yılında imzalanan “Sulh için Atom” anlaşmasının ardından
bilimsel altyapı oluşturma, insan kaynağı sağlama, mevzuat ve eğitim gibi alanlarda
çalışmalara başlanmıştır. 1956 yılında Ar-Ge faaliyetlerini gerçekleştirmek üzere
İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından Çekmece Nükleer
Araştırma ve Eğitim Merkezi (ÇNAEM) kurulmuş ve bu merkezde bir araştırma
reaktörü kurulması için bir komite oluşturulmuştur2.

2 Ulvi Adalıoğlu, “Türkiye’de Nükleer Enerjinin Tarihçesi”, Dışişleri Bakanlığı, Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığı, TÜBİTAK, Türkiye Enerji Forumu 2002, İstanbul, 11-13 Aralık 2002,
s. 2
Burcu Yavuz Tiftikçigil 579

Türkiye’de elektrik üretiminde nükleer enerjinin kullanılması fikri 1956 yı-


lında kurulan Atom Enerjisi Kurumu (AEK) ile birlikte gündeme gelmiştir. Fakat
nükleer santrallar üzerindeki ilk çalışmalar Elektrik İşleri Etüd Dairesi (EİEİ) bün-
yesinde oluşturulan bir komisyon tarafından 1965 yılında başlamıştır. Oluşturulan
çalışma grubu ve bu gruba eşlik eden beş yabancı firmanın oluşturduğu konsorsi-
yumun araştırmaları neticesinde 1970 yılında ilk nükleer santralin yapımına baş-
lanmasına karar verilmiştir. 1972’de elektrik işleri Türkiye Elektrik Kurumu (TEK)
bünyesinde toplanmıştır. 1972’de ise TEK bünyesinde Nükleer Santraller Dairesi
kurulmuştur. 1974 yılında santralin kurulacağı bölgenin araştırılmasına başlan-
mıştır. Yapılan çalışmalar sonucunda nükleer santralin maliyet ve fayda açısından
kurulabileceği ne uygun yerler Mersin-Akkuyu, Sinop-İnceburun ve Kırklareli –
İğneada sahaları belirlenmiştir. Yapılan araştırmalar sonucunda Akkuyu uygun bu-
lunmuş ve 1976’da sit alanı olarak lisanslanmıştır. Proje; 1977, 1984 ve 1986 yıl-
larında ihaleye giren firmaların ihaleden çekilmesiyle kadük olmuştur. Türkiye’de,
1986’da meydana gelen Çernobil nükleer santral kazasının yarattığı olumsuz etkiler
nedeniyle nükleer santral çalışmalar askıya alınmış ve 1988 yılında TEK bünyesin-
deki Nükleer Santraller Dairesi Başkanlığı kapatılmıştır. Proje, 1996 yılında tekrar
ihaleye çıkarılmış, fakat yeniden iptal edilmiştir3. Sonuç olarak Türkiye’de 1970’li
yıllarda başlayan nükleer santral kurma girişimleri finansman sorunları ve bir takım
iç meseleler nedeniyle gerçekleştirilememiştir (Tablo 7).

Tablo 7:
Türkiye’de Nükleer Enerjinin Tarihçesi
1956 Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi’nin (ÇNAEM) Kurulması
1956 Başbakanlığa bağlı Atom Enerjisi Komisyonu (AEK) kuruldu.
1957 Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na üye olundu.
İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesinde Nükleer Enerji Enstitüsü (İTÜ-NEE) ku-
1961 rulmuştur.
ÇNAEM’de 1 MWth güçteki TR-1 reaktörü inşa edilmiş ve merkez resmen açılmış-
1962 tır.
1966 Ankara Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi (ANAEM) kuruldu.
1967 6821 sayılı Yasaya dayalı “Radyasyon Sağlığı Tüzüğü yürürlüğe konmuştur.
1968 Radyasyon Sağlığı Yönetmeliği yürürlüğe konmuştur.
1972 Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) içinde Nükleer Santraller Dairesi kurulmuştur.
1976 Akkuyu mevkii nükleer santral sit alanı olarak lisanslanmıştır.
1979 İTÜ-NEE’de 250 kWth güçteki Triga Mark II reaktörü faaliyete başlamıştır.
1980 Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT) kabul edildi.

3 NTVMSNBC, Nükleer Enerji’nin Türkiye’de Tarihçesi, http://www.ntv.com.tr/arsiv/


id/25022241/ (Erişim 01.02.2015) ve Adalıoğlu, a.g.e., s. 11-18.
580 Enerji Diplomasisi

1981 5 MWth gücünde TR-2 Reaktörü faaliyete başlamıştır.


IAEA ile işbirliği anlaşması imzalanmış, nükleer tesislerde ajansın denetimi kabul
1981 edilmiştir.
1982 Hacettepe Üniversitesi’nde Nükleer Mühendislik Bölümü açıldı.
AEK Temmuz 1982’de çıkarılan 2690 sayılı Kanunla Başbakan’a bağlanmış, Türki-
1982 ye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) adını almıştır.
1984 Ankara Nükleer Tarım Merkezi kuruldu.
1988 TEK bünyesindeki Nükleer Santraller Dairesi kapatılmıştır.
Akkuyu Nükleer Santrali Projesi Resmi Gazete’de yayınlanarak, yenden yatırım
1993 programına alındı.
2002 TAEK, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na (ETKB) bağlandı.
ETKB ve TAEK, inşasına 2007 yılında başlanacak, toplam 5000 MWe’lik üç nükleer
2004 reaktör yapılacağını açıkladı.
2006 İlk nükleer santral sahası olarak Sinop’un seçildiği açıklandı.
5710 sayılı Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına
2007 İlişkin Kanun çıkarılmıştır.
ETKB tarafından hazırlanan Nükleer Güç Santrallerinin Kurulmasına yönelik yönet-
2008 melik Resmi Gazete ’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
T.C. Hükümeti ile Rusya Federasyonu Arasında Akkuyu Sahasında Bir Nükleer Güç
2010 Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma imzalanmıştır.
2010 Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş. kurulmuştur.
Nükleer Enerji Proje Uygulama Dairesi Başkanlığı, ETKB ana hizmet birimi olarak
2011 kurulmuştur.
Kaynak: Adalıoğlu, a.g.e. s. 1-11; TAEK, Tarihçe; NTVMSNBC, Nükleer Enerji’nin Türkiye’de Tarihçesi;
ETKB Nükleer Enerji.

Türkiye’de Nükleer Enerji Politikaları


Dünya elektrik üretiminin %26,7’si, Türkiye’nin ise %47,2’si doğalgaz ve
petrolden elde edilmektedir. Yapılan tahminlere göre petrol rezervlerinin 2050’de,
doğalgaz rezervlerinin ise 2070 yılında tükenecektir. Türkiye, Çin’den sonra ener-
ji talep artışı en yüksek ülkedir. Türkiye % 72 oranında enerji ithalatına bağım-
lıdır. Doğalgazın %98’i, petrolün %92’si ve kömürün %30’u ithal edilmektedir.
Türkiye’nin ekonomik büyümesine bağlı olarak yıllık elektrik enerji tüketim talebi
%7-8 oranında artmaktadır. Bu artış oranını karşılamak için mevcut kurulu güce
yıllık 4000-5000 MW ilave yapılması gerekmektedir. Elektrik Enerji Piyasası ve
Arz Strateji Belgesi’nde, ‘günümüzde doğalgazın elektrik üretiminde yaklaşık %
44 olan payının 2023’e kadar %30’a çekmek ve yenilenebilir enerjinin payını %30
seviyesine çıkarmak’ hedefler arasında yer almaktadır.4 Şekilde 4’de Türkiye’de
üretilen elektriğin enerji kaynaklarına göre dağılımı verilmektedir.

4 ETKB, Nükleer Güç Santralleri ve Türkiye, Nükleer Proje Uygulama Daire Başkanlığı, Yayın
No. 2, s. 4-11.
Burcu Yavuz Tiftikçigil 581

50,0%
43,8%
45,0%
40,0%
35,0%
30,0% 25,4% 24,8%
25,0%
20,0%
15,0%
10,0%
4,0%
5,0% 2,0%
0,0%
Petrol Doğalgaz Kömür Hidrolik Diğer
(Yenilenebilir
vb.)

Kaynak: T.C. ETKB, Nükleer Güç Santralleri ve Türkiye, s. 3. ve T.C. ETKB, Elektrik, 2014.

Şekil 4:
Türkiye’de Üretilen Elektriğin Enerji Kaynaklarına Göre Dağılımı, %

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre Türkiye’nin 2014 yılında-


ki ithalatı 242 milyar 182 milyon 754 bin dolar seviyesinde gerçekleşmiştir. Top-
lam ithalatın 54 milyar 895 milyon 046 bin dolarlık bölümü “enerji ithalatı” olarak
özetlenen ve 27’nci fasıl olarak adlandırılan “mineral yakıtlar, mineral yağlar ve
bunların damıtılmasında elde edilen ürünler, bitümlü maddeler, mineral mumlar”
ithalatından oluşmaktadır. Başka bir deyişle Türkiye, ithalat için ödediği her 100
doların 22,67 dolarını enerji ürünleri ithalatına harcamıştır5 (Şekil 5 ve Şekil 6).

5 TÜİK; http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1046 (27.02.2015).


582 Enerji Diplomasisi

300 000 000

250 000 000

200 000 000

150 000 000 Toplam İthalat


Fasıl 27
100 000 000

50 000 000

0
2014
2013
2012
2011
2010
2009
2008
2007
2006
2005
2004
2003
2002
2001
Kaynak: TÜİK, (27.02.2015). 2000

Şekil 5: Türkiye’de Toplam İthalat ve Fasıl 27; Bin $ (2000-2014)

*Fasıl 27-Mineral yakıtlar, mineral yağlar ve bunların damıtılmasından elde


edilen ürünler, bitümenli maddeler, mineral mumlar

30,00

25,00 25,41
23,91
22,67 22,22 22,47
20,00 20,75 21,22 20,68 20,14
19,92
18,20 17,85 17,50
16,69
15,00 14,77

10,00

5,00

0,00
2014 2013 2012 2011 2010 2009 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000

Kaynak: Yazar tarafında Şekil 4’deki veriler kullanılarak hesaplanmıştır.

Şekil 6: Toplam İthalat İçinde Fasıl 27’nin Payı; % (2000-2014)


Burcu Yavuz Tiftikçigil 583

Bu çerçevede Türkiye’nin temel enerji stratejisi şu şekilde belirlenmiştir:6

- Enerji kaynağı, ülke ve güzergâh çeşitliliğinin sağlanması,


- Enerji verimliliğinin artırılması,
- Enerji yoğunluğunun azaltılması,
- Yerli kaynakların tümünden yararlanılması,
- 2023 yılında elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payının
en az %30 seviyesine çıkarılması.

Bu stratejiler doğrultusunda Türkiye’de ekonomik büyümeye bağlı olarak


artan enerji talebinin karşılanması amacıyla biri Mersin Akkuyu ve biri Sinop’ta
olmak üzere iki nükleer santral kurulması kararı alınmıştır. Bu iki santralde yılda
yaklaşık 80 milyar kWh elektrik üretilmesi öngörülmektedir. 2023 yılına kadar bu
iki nükleer santralin devreye alınması ve üçüncü bir santralin yapımına başlanması
planlanmaktadır (T.C. ETKB, Nükleer Enerji, 2014).

ETKB’ye göre; “Akkuyu ve Sinop’ta kurulacak Nükleer Santraller dikkate


alındığında, yılda yaklaşık 80 milyar kWh elektrik üretilmesi öngörülmektedir. Bu
miktarda bir elektriği doğalgaz santralinden elde etmek için yaklaşık 16 milyar
metreküp doğalgaz ithaline karşılık yıllık 7,2 milyar ABD Doları (yaklaşık 13 mil-
yar TL) ödenmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, 3 senede sadece doğalgaz ithaline
ödenecek para ile Mersin-Akkuyu’da 4 ünite nükleer santral kurulabilmektedir.”

ETKB’nin 2015-2019 Stratejik Planı’nda toplamda 8 ana Tema belirlenmiştir.


Bu Tema’lara bağlı olarak amaçlar, hedefler ve stratejiler Plan’da detaylı olarak
sunulmuştur. 2015-2019 yıllarını kapsayan Stratejik Plan’da belirlenen Tema’lar ve
amaçlar şöyledir7:

TEMA 1. ENERJİ ARZ GÜVENLİĞİ


Amaç 1. Güçlü ve Güvenilir Enerji Altyapısı
Amaç 2. Optimum Kaynak Çeşitliliği
Amaç 3. Etkin Talep Yönetimi

6 ETKB, Nükleer Santraller ve Ülkemizde Kurulacak Nükleer Santrallere İlişkin Bilgiler, Nük-
leer Enerji Proje Uygulama Daire Başkanlığı, Yayın No: 1, s. 6.
7 ETKB 2015-2019 Stratejik Planı, s. 25-112.
584 Enerji Diplomasisi

TEMA 2. ENERJİ VERİMLİLİĞİ VE ENERJİ TASARRUFU


Amaç 4. Enerjisini Verimli Kullanan Bir Türkiye
Amaç 5. Enerji Verimliliğine ve Tasarrufuna Yönelik Gelişmiş Kapasite

TEMA 3. İYİ YÖNETİŞİM VE PAYDAŞ ETKİLEŞİMİ


Amaç 6. Kurumsal Kapasitesi Güçlü Bir Bakanlık
Amaç 7. Bilgi Teknolojilerini Etkin Kullanan Bir Bakanlık
Amaç 8. Koordinasyon Gücü Yüksek Bir Bakanlık

TEMA 4: BÖLGESEL VE ULUSLARARASI ETKİNLİK


Amaç 9. Bölgesel Enerji Piyasalarına Entegre Bir Türkiye
Amaç 10. Uluslararası Arenada Güçlü Bir Aktör

TEMA 5. TEKNOLOJİ, AR-GE VE İNOVASYON


Amaç 11. Enerji ve Doğal Kaynaklarda Yerli Teknoloji
Amaç 12. Sonuç Odaklı bir Ar-Ge Yaklaşımı

TEMA 6. YATIRIM ORTAMININ İYİLEŞTİRİLMESİ


Amaç 13. Rekabetçi ve Şeffaf Piyasalar
Amaç 14. İyileştirilmiş Yatırım Süreçleri

TEMA 7. HAMMADDE VE TEDARİK GÜVENLİĞİ


Amaç 15. Enerji Dışı Hammadde Tedarik Güvenliği

TEMA 8. VERİMLİ VE ETKİN HAMMADDE KULLANIMI


Amaç 16. Enerji Dışı Doğal Hammaddeleri Verimli ve Etkin Kullanmak
ETKB’nin 2015-2019 Stratejik Planı’nda belirlenen Tema’lar içinde nükleer
enerjiye yönelik amaç, hedef ve stratejiler şu şekilde belirlenmiştir8:

Tema 1 kapsamında;
Amaç 2-Hedef 4: Nükleer enerjinin elektrik enerjisi üretim portföyüne dahil
edilmesi sağlanacaktır.
- Akkuyu NGS için elektrik enerjisi iletim hatlarının tamamlanması
(31.12.2018)

8 ETKB 2015-2019 Stratejik Planı, s. 41, 44, 66, 67.


Burcu Yavuz Tiftikçigil 585

- Akkuyu NGS’nin elektrik enerjisi üretimine (test üretimi) başlaması


(31.12.2018)
- Sinop NGS için inşaatın başlaması (31.12.2019)
- Üçüncü NGS için sahanın teknik, ekonomik ve çevresel kriterler doğrul-
tusunda belirlenmesi, ön fizibilite ve yatırım hazırlıklarına başlanması,
yatırımcının belirlenmesi çalışmalarının tamamlanması (31.12.2019)
- Uranyum ve toryum kaynaklarının ve bu kaynaklara dayalı yerli nükleer
sanayi politikasının belirlenerek yol haritasının hazırlanması (31.12.2019)

Amaç 2-Hedef 11: Nükleer santrallerde yerli yakıt olarak kullanılmak üzere
uranyum ve toryum kaynaklarımızın aranması ve geliştirilmesi sağlanacaktır.
Bu amaç çerçevesinde belirlenen stratejiler:
- NGS projeleri için belirlenen takvimlere uyulması için gerekli takip yapı-
lacak ve önlemler alınacaktır.
- NGS projeleri için nükleer güvenlik ve emniyet ile ilgili yapılacak lisans-
lama başvuruları öncelikle ele alınacak tır.
- Akkuyu NGS’nin ilgili iletim hatlarının planlara uygun ve santralin dev-
reye girmesi ile senkronize bir şekilde ilerlemesi sağlanacaktır.
- NGS’lerin lisanslanması, denetimi ve yaptırımlar gibi konularda ihtiyaç
duyulacak yasal ve düzenleyici altyapının, Uluslararası Atom Enerjisi
Ajansı tarafından belirlenen norm ve standartlara uygun şekilde oluşturu-
larak uygulanması sağlanacaktır.

Tema 3 kapsamında;
Amaç 6-Hedef 4: Nükleer enerjiye ilişkin gerekli mevzuat ve kurumsal altya-
pı çalışmaları tamamlanarak gerekli plan ve programlar oluşturulacaktır.
Bu amaç çerçevesinde belirlenen stratejiler:
- Nükleer tesislerin güvenli ve emniyetli bir şekilde kurulması, işletilmesi
ve işletmeden çıkarılmasını içerecek şekilde nükleer enerjiye dair mevzu-
at, kurumsal altyapı, plan ve programlar tamamlanacaktır.

2023 yılında kurulu gücün 110.000-130.000 MW arasında olması, elektrik


tüketiminin ise 500 milyar kWh olması beklenmektedir. ETKB’ye göre Akkuyu
ve Sinop nükleer santralleri bugün devreye alınmış olsaydı, mevcut elektrik tü-
ketiminin %33’ü bu santrallerden karşılanıyor olacaktır. Bu iki santralin devreye
586 Enerji Diplomasisi

girmesiyle yılda 80 milyar kWh elektrik üretimi planlanmaktadır. Bu oran doğalgaz


ithalatını 16 milyar metreküp, parasal olarak 7,2 milyar dolar azaltacaktır9.
Nükleer enerji santralleri Türkiye’nin 2023 hedeflerine ulaşması açısından bir
zorunluluk olarak görülmektedir. Türkiye’nin 2023 ekonomik hedefleri arasında
500 milyar dolar ihracat gerçekleştirmek, kişi başına düşen milli geliri 25.000 dolar
seviyesine çıkarmak ve 2 trilyon dolar milli gelir yaratarak dünyanın ilk 10 eko-
nomisi arasına girmek bulunmaktadır. Bu ekonomik hedeflere ulaşmak için çok
önemli enerji üretimi projelerine ihtiyaç bulunmaktadır.
Türkiye’de bu hedeflere ulaşmak amacıyla Nükleer Enerji Proje Uygulama
Dairesi Başkanlığı, 11 Kasım 2011 tarihli ve 662 sayılı Kanun Hükmünde Kararna-
me ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ana hizmet birimi olarak kurulmuştur.
Başkanlığın görevleri şöyledir :
- Nükleer güç santralleri projelerinin gerçekleştirilmesi için bakanlıklar,
kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, sivil toplum ve özel sektör ku-
ruluşları arasında koordinasyonu sağlamak,
- Nükleer güç santralleri projelerinin uygulanması ile ilgili olarak mevzuat,
insan kaynakları, eğitim, sanayi ve teknoloji gibi alanlarda gerekli altyapı-
nın hazırlanması için kurumlar arası koordinasyonu sağlamak ve bu alan-
larda gerekli çalışmalar yapmak veya yaptırmak,
- Nükleer güç santrallerine ilişkin olarak kamuoyunun bilgilendirilmesi ile
ilgili çalışmalar yapmak veya yaptırmak,
- Nükleer güç santralleri ile ilgili ulusal ve uluslararası kuruluşlar tarafından
yürütülen çalışmalara katılmaktır.

Türkiye’de nükleer güç santrallerinin kurulmasına yönelik girişimler birçok


tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Nükleer enerjiyi destekleyenlerin en önemli
argümanı nükleer enerjinin Türkiye’nin artan enerji tüketimini karşılama için al-
ternatif bir kaynak olduğu yönündedir. Böylelikle enerjide dışa bağımlılık azala-
rak enerji arz güvenliğinin sağlanmasında önemli bir adım atılmış olacaktır. Fakat
özellikle 2011 yılında Japonya’da yaşanan kaza sonrası, nükleer kazaların doğa ve
insanoğlu üzerindeki yıkıcı etkileri bu alandaki en önemli tartışma konusunu oluş-
turmaktadır. Nükleer enerji ile ilgili avantaj ve dezavantajlar Tablo 8’de özet halin-
de verilmektedir.

9 ETKB, Nükleer Güç Santralleri ve Türkiye, s. 11.


Burcu Yavuz Tiftikçigil 587

Tablo 8:
Türkiye’de Nükleer Enerji’nin Avantaj ve Dezavantajları

AVANTAJLAR DEZAVANTAJLAR
- Yakıt maliyetlerinin düşüklüğü - Nükleer atıkların yarattığı tehlike
- Dışa bağımlılığın azalması - Nükleer kazaların doğa ve insanoğlu üzerin-
- Temiz enerji kaynağı deki yıkıcı etkileri
- Yüksek enerji üretimi - Nükleer santrallerin yapım süresinin uzun
- Teknolojisi hazır, geliştirilme aşaması ta- olması
mamlanmış - İlk yatırım maliyetinin yüksekliği
- Düşük üretim maliyeti - Nükleer enerji üretimi ana maddesi olan
- Uzun ekonomik ömür uranyumun zor bulunması
- Nükleer silah tehdidi

Mersin-Akkuyu Nükleer Güç Santrali Projesi


Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında
Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine
ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma 27721 Sayılı 6 Ekim 2010 Tarihli
Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
Akkuyu NGS Projesi ile yaklaşık 20 milyar ABD Dolarlık Rus sermayesi, tüm
riskler Rus tarafında olmak kaydıyla Türkiye’ye aktarılmaktadır. Söz konusu Proje
kapsamında yaklaşık 4.800 MWe Kurulu güç kapasite ile yıllık 40 milyar kWh
elektrik üretilecektir. Bu üretilecek elektrik sayesinde doğalgaz ithalatında yıllık
yaklaşık 8 milyar metreküplük miktarda, 3,6 milyar ABD Doları tutarında bir azal-
ma hedeflenmektedir. Hükümetler arası Anlaşmada Türkiye’nin yükümlülüğü ola-
rak sahanın santralin söküm sürecinin sonuna kadar Akkuyu NGS Elektrik Üretim
A.Ş.’ye tahsis edilmesi ve santralde üretilecek elektriğin % 50’sinin 15 yıl boyunca
TETAŞ tarafından satın alınması hükmü yer almaktadır. Proje Şirketi, elektrik alım
garantisinin bitiminden sonra yaklaşık 45 yıl boyunca, Türk tarafına yıllık bazda
Proje Şirketi’nin net karının % 20’sini verecektir10.
Akkuyu NGS Projesi 2010 yılı mayıs ayında Rusya ile 4800 MW (4 ünite)
nükleer santral kurulmasına ilişkin anlaşma imzalanmıştır. Aralık 2010’da %100
Rusya sermayeli fakat Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına tabi Akkuyu NGS AŞ adı
altında proje şirketi kurulmuştur. Mayıs 2011’de ise Akkuyu proje sahası ilgili şir-
kete tahsis edilmiştir. Santralin inşasına 2015 yılı içinde başlanması, ilk ünitenin
2019 yılında, diğer ünitelerin birer yıl arayla devreye sokulması öngörülmektedir11.

10 ETKB, Nükleer Santraller ve Ülkemizde Kurulacak Nükleer Santrallere İlişkin Bilgiler, s. 44.
11 ETKB, Nükleer Güç Santralleri ve Türkiye, s. 19.
588 Enerji Diplomasisi

Proje kapsamında toplamda 300 öğrenci Rusya’daki üniversitelerde ve sant-


rallerde staj dahil yaklaşık 9,5 yıl eğitim alacaklardır. Eğitimlerin tamamlayan öğ-
renciler Akkuyu’da çeşitli mevkilerde görev alacaklardır.12 ETKB, 2015 yılı içinde
300 öğrenciye ilave olarak 80 öğrencinin daha Rusya’da eğitime gönderileceği be-
lirtmiştir.13

Sonuç
Nükleer enerji, atomun çekirdeğinden elde edilen bir enerji türüdür. Nükleer
reaktörler ise atom çekirdeklerinin parçalanmasıyla oluşan nükleer enerjiyi elekt-
rik enerjisine dönüştüren sistemlerdir. Nükleer enerji santrallerinin sayısı özellikle
1970’lerde ortaya çıkan petrol krizi sonrası dönemde artış göstermiştir.
Günümüzde dünya elektrik üretiminin %13’ü nükleer enerji santrallerinden
karşılanmaktadır. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (IAEA) verilerine göre
2013 yılı sonu itibarıyla 32 ülkede toplam 434 nükleer santral faaliyette bulunmak-
tadır. 15 ülkede ise 72 adet nükleer santralin yapımı devam etmektedir.
Türkiye % 72 oranında enerji ithalatına bağımlıdır. Doğalgazın %98’i, petro-
lün %92’si ve kömürün %30’u ithal edilmektedir. Türkiye’nin ekonomik büyüme-
sine bağlı olarak yıllık elektrik enerji tüketim talebi %7-8 oranında artmaktadır. Bu
artış oranını karşılamak için mevcut kurulu güce yıllık 4000-5000 MW ilave ya-
pılması gerekmektedir. Başta doğalgaz ve petrol olmak üzere enerji kaynaklarında
dışa bağımlılığın azaltılması Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın Stratejik he-
deflerinin başında gelmektedir. Bu çerçevede enerji arz güvenliğini esas alan temel
strateji ve politikalarından biri “Nükleer Enerjinin Sisteme Entegrasyonu” olarak
belirlenmiştir.
Türkiye’de biri Mersin Akkuyu ve biri Sinop’ta olmak üzere iki nükleer sant-
ral kurulması kararı alınmıştır. Bu iki santralde yılda yaklaşık 80 milyar kWh elekt-
rik üretilmesi öngörülmektedir. 2023 yılına kadar bu iki nükleer santralin devreye
alınması ve üçüncü bir santralin yapımına başlanması planlanmaktadır. Türkiye’de
kurulacak olan nükleer santrallerin 2020 yılına kadar elektrik enerjisi üretimi için-
deki payının % 5 seviyesinde olması amaçlanmaktadır.
ETKB’nin 2015-2019 yıllarının kapsayan Stratejik Planı’nda 2019 yılı sonu-
na “Nükleer enerjinin elektrik enerjisi üretim portföyüne dahil edilmesi” hedefler
arasında yer almaktadır. Bu çerçevede 2018 yılı sonunda Akkuyu NGS için elektrik

12 ETKB, Nükleer Santraller ve Ülkemizde Kurulacak Nükleer Santrallere İlişkin Bilgiler, s. 8.


13 Ekonomi Haber, “80 Öğrenci Daha Rusya’ya Gidecek”, http://ekonomi.haber7.com/gun-
dem-veriler/haber/1292514-nukleer-enerji-icin-80-kisi-daha-rusyaya-gidecek (09.02.2015).
Burcu Yavuz Tiftikçigil 589

enerjisi iletim hatlarının tamamlanması ve Akkuyu NGS’nin elektrik enerjisi üreti-


mine (test üretimi) başlaması performans kriterleri arasında yer almaktadır. Ayrıca
2015-2019 yılları arasında Sinop NGS için inşaatın başlaması ve üçüncü NGS için
sahanın teknik, ekonomik ve çevresel kriterler doğrultusunda belirlenmesi, ön fizi-
bilite ve yatırım hazırlıklarına başlanması, yatırımcının belirlenmesi çalışmalarının
tamamlanması amaçlanmaktadır.
Türkiye’de nükleer güç santrallerinin kurulmasına yönelik girişimler birçok
tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Nükleer enerjiyi destekleyenlerin en önemli
argümanları dışa bağımlılığın azalması, yakıt maliyetlerinin düşüklüğü, yüksek ve
temiz enerji üretimi, düşük maliyet gibi unsurlardır. Buna karşılık nükleer enerjinin
nükleer atıkların yarattığı tehlike, nükleer kazaların doğa ve insanoğlu üzerindeki
yıkıcı etkileri, nükleer silah tehdidi başta olmak üzere birçok dezavantajı bulun-
maktadır.

Kaynakça
Adalıoğlu, Ulvi; “Türkiye’de Nükleer Enerjinin Tarihçesi”, Dışişleri Bakanlığı, Enerji ve Ta-
bii Kaynaklar Bakanlığı, TÜBİTAK, Türkiye Enerji Forumu 2002, İstanbul, 11-13 Ara-
lık 2002, http://www.nukte.org/node/122 (Erişim 20.02.2015).
BP, BP Statistical Review of World Energy, June 2014.
BP, Nuclear Energy Section. http://www.bp.com/en/global/corporate/about-bp/energy-eco-
nomics/statistical-review-of-world-energy/review-by-energy-type/nuclear-energy.html.
(Erişim 01.03.2015).
Ekonomi Haber, “80 Öğrenci Daha Rusya’ya Gidecek”, http://ekonomi.haber7.com/gun-
dem-veriler/haber/1292514-nukleer-enerji-icin-80-kisi-daha-rusyaya-gidecek (Erişim
09.02.2015).
ETKB Nükleer Enerji Proje Uygulama Dairesi Başkanlığı, Nükleer Enerji Proje Uygula-
ma Dairesi Başkanlığı Hakkında, http://www.nukleer.gov.tr/ ( Erişim 25.02.2015).
ETKB, 2015-2019 Stratejik Planı.
ETKB, Elektrik. http://www.enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Elektrik (Erişim 07.11.2014).
ETKB, Nuclear Power Program and NPP Projects In Turkey, Nuclear Energy Project Imple-
mentation Department, Report No. 2, March 2013.
ETKB, Nükleer Enerji, http://www.enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Nukleer-Enerji (Erişim
10.01.2015).
ETKB, Nükleer Güç Santralleri ve Türkiye, Nükleer Proje Uygulama Daire Başkanlığı, Yayın
No. 2.
ETKB, Nükleer Santraller ve Ülkemizde Kurulacak Nükleer Santrallere İlişkin Bilgiler, Nük-
leer Enerji Proje Uygulama Daire Başkanlığı, Yayın No: 1.
590 Enerji Diplomasisi

IAEA, Annual Report 2013.


IAEA, Energy, Electricity and Nucleer Power Estimates fort he Period up to 2050, Reference
Data Series No.1, 2014 Edition.
IAEA, Nuclear Power Reactors In the World, Reference Data Series No.2.
IEA, World Energy Outlook 2013.
NTVMSNBC, Nükleer Enerji’nin Türkiye’de Tarihçesi, http://www.ntv.com.tr/arsiv/
id/25022241/ (Erişim 01.02.2015).
TAEK, Tarihçe, http://www.taek.gov.tr/kurumsal/tarihce.html (Erişim 15.02.2015).
TÜİK, http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1046 (Erişim 27.02.2015).
Burcu Yavuz Tiftikçigil 591

TÜRKİYE’DE EKONOMİK BÜYÜME VE


ENERJİ TÜKETİMİ İLİŞKİSİ

Burcu YAVUZ TİFTİKÇİGİL*

Giriş
Ekonomik büyüme ve enerji tüketimi arasındaki ilişki, birçok çalışmaya konu
olmuştur. Çeşitli ülke grupları arasında yapılan çalışmalarda, genellikle, iki değiş-
ken arasında nedensellik anlamında çift yönlü, ilişkinin yönü bağlamında ise pozitif
bir ilişki tespit edilmiştir.
Dışşal büyüme teorisi (Neoklasik İktisat Teorisi) enerjinin ekonomik büyüme
için yansız olduğunu ileri sürmektedir. İçsel büyüme teorilerine göre enerji üretim
için önemli bir girdidir ve nihai malların üretiminde doğrudan kullanılır. Özellikle
Sanayi Devrimi’nden sonra üretimde makineleşme sonucu üretimin yani ekonomik
büyümenin enerji faktörüne bağımlılığı artmıştır. Bu dönemden sonra enerji, üretim
sürecinin önemli bir girdisi olarak kabul edilmeye başlanmıştır.
Türkiye ekonomisi 2014 yılının başı itibarıyla dünyanın 16. ve Avrupa’nın 6.
büyük ekonomisi olmuştur. Türkiye ekonomisinin 2003-2013 döneminde ortalama
büyüme oranı %5’dir. Türkiye’de ekonomik büyümeye bağlı olarak enerji tüketimi
de sürekli artış göstermektedir. Elektrik enerjisi tüketim artış oranı son 12 yılda or-
talama % 5,67 seviyelerinde gerçekleşmiştir. Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA)
tahminlerine göre Türkiye’de 2015-2030 arası dönemde enerji tüketimi artış oranı
yıllık ortalama % 4,5 seviyesinde gerçekleşecektir.
Bu çerçevede çalışmanın amacı, Türkiye’de ekonomik büyüme ve enerji tü-
ketimi arasındaki ilişkiyi analiz etmektir. Bu bağlamda Granger Nedensellik Tes-
ti uygulanmıştır. Verilerin düzenlenmesinde ve modellerin analizinde E-Views8.1
programından yararlanılmıştır. Ekonometrik çalışmada kullanılan veriler, yıllık

* Yrd. Doç. Dr., İstanbul Gedik Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Ulusla-
rarası Ticaret Bölümü Öğretim Üyesi
592 Enerji Diplomasisi

bazda olmak üzere 1980-2012 dönemini kapsayan 33 yıllık veriden oluşmaktadır.


Türkiye’nin enerji tüketimi verileri IEA’dan ve ekonomik büyüme verileri Dünya
Bankası’dan temin edilmiştir.
Değişkenler arasındaki ilişkinin yönü hakkında bilgi veren Granger Nedensel-
lik testi sonuçları, enerji tüketiminden büyümeye doğru tek yönlü bir nedensellik
ilişkisinin varlığını ortaya koymaktadır. Fakat ekonomik büyümeden enerji tüketi-
mine doğrubir nedensellik ilişkisi söz konusu değildir.

Türkiye’de Ekonomik Büyüme ve Enerji Tüketimi


2014 yılının başı itibarıyla Türkiye dünyanın 16. ve Avrupa’nın 6. büyük
ekonomisi olmuştur. 2000-2001 finansal krizinde yaşanan ekonomik küçülmeden
sonra Türkiye ekonomisi sürekli bir büyüme eğilimine girmiştir. ABD’de ortaya
çıkan ve daha sonra küresel bir nitelik kazanan ekonomik kriz nedeniyle, Türkiye
ekonomisi 2008 yılında ekonomik yavaşlama ve 2009 yılında küçülme yaşamıştır.
2010 ve 2011 yıllarında ise sırasıyla %9,2 ve %8,8 oranında büyüme hızını ya-
kalanmıştır. Türkiye ekonomisinin 2003-2013 döneminde ortalama büyüme oranı
%5’dir (Şekil 1).

Kaynak: TÜİK; Temel İstatistikler, Ulusal Hesaplar (Mart 2015).

Şekil 1:
Harcamalar Yöntemiyle Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (1998 Fiyatlarıyla)
Büyüme Hızı, %
Burcu Yavuz Tiftikçigil 593

IMF, Türkiye’nin 2014 ve 2015 yılında %3,0 oranında büyüyeceğini tahmin


etmektedir. 2015-2017 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Program’a göre Türkiye’nin
2015 yılında %4, 2016 ve 2017 yıllarında %5 oranında büyüyeceği tahmin edilmek-
tedir1. OECD ve Dünya Bankası’nın tahminleri de IMF’in tahminleriyle uyumlu-
luk göstermektedir (Tablo 1).

Tablo 1:
Türkiye ve Dünya’da Büyüme Tahminleri, %
  Dünya Türkiye
2014 3,3 3
IMF
2015 3,5 3
2014 3,3 3
OECD
2015 3,7 3,2
2014 2,6 3,1
Dünya Bankası
2015 3 3,5
Kaynak: Ekonomi Bakanlığı, Ekonomik Görünüm, Ocak 2015, s. 4.

Türkiye OECD ülkeleri içerisinde geçtiğimiz 10 yıllık dönemde enerji talep


artışının en hızlı gerçekleştiği ülkedir. Dünyada 2002 yılından bu yana elektrik ve
doğalgazda Çin’den sonra en fazla talep artış hızına sahip ikinci büyük ekonomi
olmuştur. ETKB tarafından yapılan analizlerde bu eğilimin orta ve uzun vadede
devam edeceği tahmin edilmektedir.2
Türkiye’de ekonomik büyüme oranlarına bağlı olarak elektrik enerjisi tüke-
tim artış oranı son 12 yılda ortalama %5,67 seviyelerinde gerçekleşmiştir.3 IEA’nın
tahminlerine göre Türkiye’de 2015-2030 arası dönemde enerji tüketimi artış oranı
yıllık ortalama % 4,5 seviyesinde gerçekleşecektir.4 Türkiye’de 2003-2014 yılları
arası elektrik enerjisi tüketimi artış oranları Şekil 2’de verilmektedir. Elektrik tüke-
timinde bu dönemde 2008’de bir düşüş yaşanmış, diğer yıllar artış eğilimi sürdür-
müştür.

1 Ekonomi Bakanlığı, Ekonomik Görünüm, Ocak 2015, s. 4, 6, 9.


2 ETKB, 2015-2019 Stratejik Planı, s. 9.
3 ETKB, Dünya ve Ülkemiz Enerji ve Tabii Kaynaklar Görünümü, 1 Ocak 2015 İtibarıyla, Stra-
teji Geliştirme Daire Başkanlığı, s. 15.
4 EIA, Turkey Aralık 2014.
594 Enerji Diplomasisi

Kaynak: ETKB, Dünya ve Ülkemiz Enerji ve Tabii Kaynaklar Görünümü, 1 Ocak 2015 İtibarıyla, Strateji
Geliştirme Daire Başkanlığı, s. 15.

Şekil 2:
Türkiye Elektrik Enerjisi Tüketim Artış Oranı

Türkiye’nin enerji talebinin yaklaşık % 28’i yerli kaynaklardan karşılanmak-


tadır. Dolayısıyla Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılık oranı %72’dir. Petrolde itha-
lata bağımlılık oranı % 92, doğalgazda % 98, kömürde %30’dur. Mevcut koşullarda
önümüzdeki 10 yıl içerisindeki Türkiye’nin petrol ve doğalgaz ithalatı için yaklaşık
540 milyar $ gibi yüksek bir bedel ödeyeceği tahmin edilmektedir.5
Türkiye’de enerji ithalatı toplam ithalat içinde önemli bir paya sahiptir. 2013
yılında 151,8 milyar dolar değerindeki ihracatın, sadece 6,7 milyar doları enerji
ihracatından oluşmuştur. Buna karşılık 236,5 milyar dolar ithalatın 60,1 milyar do-
larını enerji ithalatı oluşturmaktadır (Fasıl 27). Türkiye’de Enerji konusunda büyük
bir dış ticaret açığı söz konusudur (Tablo 2).

5 Türkiye Petrolleri, Ham Petrol ve Doğal Gaz Sektör Raporu, Mayıs 2014, s. 27 ve ETKB,
Dünya ve Ülkemiz Enerji ve Tabii Kaynaklar Görünümü, Ekim 2014, s. 7.
Burcu Yavuz Tiftikçigil 595

Tablo 2:
Türkiye’de Dış Ticaret, Milyar Dolar

2014
  2012 2013
(Ocak-Kasım)
İhracat 152,5 151,8 144,5
Enerji İhracatı 7,7 6,7 5,7
Enerji İhracatının Toplam İhracat İçindeki Payı, % 5 4,4 4
İthalat 236,5 251,7 220,5
Enerji İthalatı 60,1 55,9 50,5
Enerji İthalatının Toplam İthalat İçindeki Payı, % 25 22,2 23

Kaynak: Ekonomi Bakanlığı, Ekonomik Görünüm, Ocak 2015, s. 25.

Literatür
Ekonomik büyüme modelleri “Dışsal Ekonomik Büyüme Modelleri”
(Neo-Klasik Büyüme Modelleri) ve “İçsel Büyüme Modelleri” olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır. Neredeyse tüm büyüme çalışmaları fiziki ve insan kaynakları biri-
kiminin, üretim teknolojisindeki gelişmelerin, sürdürülebilir para ve maliye politi-
kalarının ekonomik büyümenin ana itici faktörleri olduğunu belirtmektedirler. Bu
değişkenler dışında uzmanlaşmaya dayalı uluslararası ticaret, kalifiye ve kalifiye
olmayan işgücü dağılımı ekonomik büyümeyi etkileyen ana değişkenler arasında
yer almaktadır.6
Neoklasikler enerjinin ekonomik büyüme için yansız bir değişken olduğunu
ileri sürerler. Robert Solow tarafından ortaya atılan Neo-Klasik Büyüme Modeli’ne
göre uzun dönem ekonomik büyüme; verimlilik, sermaye birikimi, nüfus ve tekno-
lojik gelişmelere bağlıdır. Modele göre ekonomik büyümenin en önemli belirleyici-
si sermaye birikimidir. Neo-Klasik Model, büyüme sürecini teknolojik gelişme ve
nüfus artışıyla açıklamaktadır. Modele göre büyüme oranı; işgücündeki fiziki artış
oranı ve teknik gelişme oranının toplamına bağlıdır.
İçsel Büyüme Modelleri; teknolojik gelişme, insan kaynakları, bilgi, eğitim
yatırımları, yenilik yapma kapasitesi, yenilikçi girişimciler ve Ar-Ge faaliyetlerinin
ekonomik büyüme üzerindeki etkilerine vurgu yapmaktadır.7 1990’larda ortaya atı-

6 K.R. Bhattarai, “Economic Growth: Modelsand Global Evidence”, 2004, s. 3-4.


7 S. Cesaratto S., “Saving and Economic Growth in Neoclassical Theory”, Cambridge Journal
of Economics.1999, s. 785.
596 Enerji Diplomasisi

lan İçsel Büyüme Modelleri “Yeni Büyüme Modelleri” olarak tanımlanmıştır. Mo-
dele göre uzun dönem ekonomik teknolojik gelişme tarafından belirlenen büyüme
toplam faktör verimliliğindeki artışa bağlıdır. Teknolojik gelişme, yapılan yenilik-
ler sonucu ortaya çıkan yeni bir ürün, süreç ve pazar formunda olabilir.8

Enerjinin büyüme üzerindeki etkisini anlayabilmek için ise öncelikle enerji-


nin üretimdeki rolünü belirlemek gerekmektedir. Ekonomik büyüme teorileri enerji
faktörünün üretimdeki rolüne çok az atıfta bulunmaktadırlar. Neo-Klasik Teoriye
göre sermaye, toprak ve emek üretimin birincil faktörlerini oluştururken yakıt gibi
mallar ara girdiler olarak ele alınmaktadır. Doğa bilimcileri ve bazı ekoloji ekono-
mistleri enerjinin üretim sürecindeki rolüne daha çok önem vermektedirler. Çünkü
sermaye, emek ve uzun dönemde doğal kaynaklar bile çoğaltılabilir; fakat benzin
gibi enerji faktörleri çoğaltılmaz ya da yeniden üretilemez. Tüm üretim süreci dö-
nüşüm ve hareket içerir; bu durum tüm süreç boyunca enerji gerektirir. Bu çerçeve-
de Neo-Klasiklerin savunduğu gibi enerji üretimde dışsal bir faktör değildir.9 Do-
layısıyla sermaye, emek ve toprak gibi birincil faktörlerden oluşan Solow Modeli,
önce miktarı sabit olan toprak girdisini, daha sonra da petrol, doğalgaz, kömür gibi
enerji kaynaklarını içerecek şekilde düzenlenmiştir.10

Enerji ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki birçok çalışmanın konusu ol-


muştur. Bazı çalışmalarda tek tek ülkeler incelenirken bazı çalışmalarda ülke grup-
ları ya da bölgeler ele alınmıştır. Hemen hemen tüm çalışmalarda ekonomik bü-
yüme ve enerji tüketimi arasında nedensellik anlamında çift yönlü, ilişkinin yönü
bağlamında ise pozitif bir ilişki tespit edilmiştir.

Literatürde Türkiye’de enerji tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki-


yi tespit etmeye yönelik yapılan çalışmalar da bulunmaktadır:

Aytaç Türkiye’de enerji ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi 1975-2006


dönemi için incelemiştir. Granger nedensellik ve VAR modellerinin kullanıldığı
çalışmada, birincil enerji tüketimi ile büyüme arasında bir nedensellik ilişkisine
rastlanmamış, buna karşılık enerji tüketiminden işgücüne ve ekonomik büyümeden
sermayeye doğru tek yönlü nedenselliğin olduğu analiz edilmiştir.

8 H. Izushu, H., “What What Does Endogenous Growth Theory Tell about Regional Economies?
Empirics of R&D Worker-based Productivity Growth”, Regional Studies. Vol. 42.7, August
2007, s. 948 ve A. Hamid ve J. H. Pichler, H., “Macro Determinants of Growthand Producti-
vity in the Context of Endogenous Growth Theory”, Interdisciplinary Journal of Contempo-
rary Research in Business, June, Vol. 3 Issue 2, 2011, s. 1850-1854.
9 D. I. Stern D. I., “Energy and Economic Growth”, Department of Economics, 2003, s. 5-8.
10 B. Güvenek ve V. Alptekin , “Enerji Tüketimi ve Büyüme İlişkisi: OECD Ülkelerine İlişkin Bir

Panel Veri Analizi”, Enerji, Piyasa ve Düzenleme. Cilt: Sayı:2, 2010, s. 175-176
Burcu Yavuz Tiftikçigil 597

Yanar ve Kerimoğlu, 1975-2009 yılları arasında Türkiye’de enerji tüketimi,


ekonomik büyüme ve cari açık ilişkisini eş bütünleşme testi doğrultusunda analiz
etmişlerdir. Analiz sonucunda enerji tüketimi, ekonomik büyüme ve cari açık ara-
sında uzun dönemli bir ilişkinin var olduğu, enerji tüketiminden büyümeye doğru
güçlü bir ilişki oluşurken, büyüme ile cari açık arasında çift yönlü fakat zayıf bir
ilişki tespit edilmiştir.
Yapraklı ve Yurttan çıkmaz, Türkiye’de 1970-2010 dönemi için toplam elekt-
rik tüketimi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi Granger nedensellik testi ile
analiz etmişlerdir. Çalışma sonucunda Türkiye’de elektrik tüketimi ile ekonomik
büyüme arasında iki yönlü nedensellik tespit edilmiştir.
Mucuk ve Uysal, Türkiye’de 1960-2006 dönemi için ekonomik büyüme ve
enerji tüketimi arasındaki nedensel ilişkiyi eş bütünleşme ve Granger Nedensellik
Testi ile analiz etmişlerdir. Çalışmanın sonucunda değişkenlerin eş bütünleşik ol-
dukları ve Granger nedenselliğin enerji tüketiminden ekonomik büyümeye doğru
gerçekleştiği görülmüştür.
Özata, Türkiye’de 1970-2008 döneminde enerji tüketimi ile GSMH arasındaki
ilişkiyi Granger Nedensellik Testi ile incelemiştir. Analize sonucunda iki değişke-
nin eş bütünleşik oldukları, reel GSMH’dan enerji tüketimine doğru tek yönlü bir
Granger nedensellik ilişkisi bulunmuştur.
Aydın, çalışmasında Türkiye’de enerji tüketimi ile büyüme ilişkisini önce top-
lulaştırılmış denklemlerle incelenmiş daha sonra ayrıştırılmış denklemler kullanı-
larak birincil enerji tüketimini oluşturan kaynakların ekonomik büyüme üzerinde-
ki etkisi analiz etmiştir. Yapılan analizde Türkiye’de enerji tüketiminin ekonomik
büyümeye yol açtığı ve Türkiye’de ekonomik büyümeyi en fazla etkileyen birincil
enerji kaynaklarının odun, petrol ve linyit olduğu bulgusuna ulaşılmıştır.

Veriler ve Metodoloji
Türkiye’de Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GDP-cari fiyatlarla, ABD Doları) ve
enerji tüketimi (EC-kt eşdeğeri petrol11) arasındaki ilişkininincelenmesi amacıyla
yapılan ekonometrik çalışmada kullanılan veriler, yıllık bazda olmak üzere 1980-
2012 dönemini kapsayan 33 yıllık veriden oluşmaktadır. Uygulamalarda önceve-
rilerin logaritmaları alınmış ve daha sonra analizler gerçekleştirilmiştir. Çalışma
kapsamında yararlanılan veriler söz konusu veriler için; enerji tüketim verileri IEA
resmi internet sayfasından, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla verileri ise, Dünya Bankası
resmi internet sayfasından temin edilmiştir. Verilerin düzenlenmesinde ve model-

11 kt: 1000 ton


598 Enerji Diplomasisi

lerin analizinde Eviews 8.1 programlarından yararlanılmıştır. Çalışmada kullanılan


değişkenlerin logaritmalarının alınmasıyla elde edilen Şekil 3, 1980-2012 yılları
arasında söz konusu değişkenlerin gelişiminin değerlendirilmesinde görsel bir im-
kan vermektedir.

LGDP LEC
27.5 12.0

27.0
11.6

26.5
11.2
26.0
10.8
25.5

10.4
25.0

24.5 10.0
1980 1985 1990 1995 2000 2005 2010 1980 1985 1990 1995 2000 2005 2010

Şekil 3:
LGDP ve LEC’in Grafiği

Çalışmada incelenen LGDP ve LEC verilere ilişkin olarak, verilerin sahip ol-
dukları temel istatistiksel değerler Tablo 3’de özetlenmiştir.

Tablo 3:
LEC ve LGDP Serilerine İlişkin Temel İstatistiksel Sonuçlar

LGDP LEC
Ortalama 26.019 11.035
Standart Sapma 0.846 0.383
Skewness 0.200 -0.179
Kurtosis 1.841 1.995
Jarque Bera 2.066 1.564
Olasılık 0.355 0.457

Birim Kök Testi


Granger ve Newbold durağan olmayan zaman serileri kullanılması halinde,
sahte regresyon probleminin ortaya çıkabileceğini göstermişlerdir. Bu nedenle za-
Burcu Yavuz Tiftikçigil 599

man serileriyle yapılan analizlerinde öncelikle, kullanılan değişkenlerin durağanlı-


ğının test edilmesi gerekmektedir.
Uygulamada zaman serilerinin durağanlığının test edilmesinde birden çok test
kullanılmaktadır. Bu testlerden başlıcaları Dickey-Fuller (DF) (1979), Geliştirilmiş
Dickey-Fuller (ADF) (1981), Phillips-Perron (PP) (1988), Kwiatkowski, Phillips,
Schmidt ve Shin (KPSS) (1992) ve Ng-Perron (2001) vb. birim kök testleridir.
Bu çalışmada serilerin durağan olup olmadıklarının belirlenmesinde ADF ve
PP birim kök testlerinden yararlanılmıştır. PP testi, ADF testini destekler nitelikte
uygulanan bir testtir. ADF ve PP testleri için temel hipotez, serinin birim kök içer-
mesi şeklinde kurulmaktadır. Öncelikle logaritması alınan değişkenlerin düzeydeki
durağanlıkları sabitli ve sabitli-trendli olmak üzere iki ayrı model acısından hem
ADF hem de PP testleri gerçekleştirilmiştir. ADF birim kök testi için gecikme sayı-
ları, Eviews tarafından otomatik olarak seçilen Schwarz Bilgi Kriterine (SIC) göre
belirlenmiştir. PP testinde ise, oto korelasyonun giderilmesinde parametrik olmayan
bir düzeltme uygulayarak hata terimlerinin değişen varyansa sahip olması duru-
munda bile geçerli olmaktadır.

Tablo 4:
Birim Kök Test Sonuçları (Düzeyde)

Augmented Dickey Fuller (ADF) (ADF) PhilipsPerron (PP)


Değişkenler
Sabitli Sabitli ve Trendli Sabitli Sabitli ve Trendli

LGDP -0.001 -3.0736 0.0602 -3.0736


LEC -0.7482 -2.5962 -0.8128 -2.5962
Kritik Değerler
%1 -3.6537 -4.2732 -3.6567 -4.2732
%5 -2.9571 -3.5577 -2.9571 -3.5577
%10 -2.6174 -3.2123 -2.6174 -3.2123

Değişkenlerim düzey değerlerine ilişkin uygulanan birim kök testi sonuçları


Tablo 4’de verilmektedir. Buna göre her iki değişken de, hem ADF hem de PP testi-
ne göre, durağan olmadıkları ve birim kök içerdikleri görülmektedir.
Düzey değerleri ile durağan olmayan LGDP ve LEC serilerinin önce birinci
farkları alınmış ve birinci farkları alınmış serilere tekrar ADF ve PP birim kök testi
uygulanmıştır. Sonuçlar Tablo 5’te gösterilmiştir.
600 Enerji Diplomasisi

Tablo 5: Birim Kök Test Sonuçları (Birinci Farkı Alınmış)

Augmented Dickey Fuller (ADF) (ADF) PhilipsPerron (PP)

Değişkenler Sabitli Sabitli ve Trendli Sabitli Sabitli ve Trendli

LGDP -5.9967 -5.9618 -5.9985 -5.9609


LEC -6.3216 -6.3101 -6.3284 -6.4463
Kritik Değerler
%1 -3.6616 -4.2845 -3.6616 -4.2845
%5 -2.9604 -3.5628 -2.9604 -3.5628
%10 -2.6191 -3.2152 -2.6191 -3.2152

LGDP ve DLEC serilerin birinci dereceden farkı alınarak gerçekleştirilen


ADF ve PP birim kök testleri; kendi seviyelerinde I(0) durağan olmadıkları söz
konusu serilerin birinci dereceden farkları I(1) alındığında durağan hale geldiklerini
göstermektedir. ADF birim kok testi sonucunda elde edilen sonuçlar, PP testinin
sonuçları tarafından da desteklenmektedir.Buna göre, her iki değişken de birinci
dereceden durağandır.12
İki değişken arasında nedensellik ilişkisinin yönünü belirleyebilmek amacıyla
literatürde Granger, Sims, Pierce-Haugh vb. nedensellik testleri kullanılmaktadır.
Söz konusu testlerden Granger nedensellik testi, uygulama kolaylığı nedeniyle
sıklıkla kullanılmaktadır. Tablo 6’da Granger Nedensellik testi sonuçları gösteril-
miştir.

12 Değişkenlerin durağanlık derecelerinin aynı olması sebebiyle, aralarında eş-bütünleşme ilişki-


si olabileceğinden Johansen Eş Bütünleşme testi uygulanmıştır. Bulunan özdeğer iz istatistiği
acısından incelendiğinde; Johansen iz istatistiği değerinin (14.46) %10 anlamlılık düzeyinde
kritik değerden (13.42) daha büyük olduğundan değişkenler arasında eş bütünleşme olmadı-
ğını söyleyen sıfır hipotezi reddedilmektedir. Ayrıca maksimum özdeğer istatistikleri incelen-
diğinde de maksimum özdeğerin (14.07) %10 anlamlılık düzeyinde kritik değerden (12.29)
daha büyük olduğu ve sonuç olarak gerek iz gerekse maksimum değer değerleri, EC ile GDP
değişkenleri arasında uzun dönemli bir ilişkinin olduğunu ortaya koymaktadır.
Burcu Yavuz Tiftikçigil 601

Tablo 6:
Granger Nedensellik Testi Sonuçları

Temel Hipotez Gecikme Uzunluğu F-İstatistiği p-değeri

GDP, EU’nun Nedeni Değildir. 1 0.1474 0.7038


EU, GDP’nin Nedeni Değildir. 1 5.6786 0.0239

Değişkenler arasındaki ilişkinin yönü hakkında bilgi veren Granger Neden-


sellik testi sonuçlarına göre, “EU, GDP’nin Nedeni Değildir” hipotezi %5 anlamlı-
lık düzeyinde reddedilmiş ve dolayısıyla enerji tüketimi GDP’nin Granger nedeni
olarak kabul edilmiştir. Ayrıca GDP’nin EU’nun Granger nedeni olup olmadığı da
araştırılmış ve GDP’nin EU’nun Granger nedeni olmadığı tespit edilmiştir. Dolayı-
sıyla söz konusu iki değişken arasında, EU’dan GDP’ye doğru tek yönlü bir neden-
selliğe rastlanmıştır.

Sonuç

Özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra üretimde makineleşme sonucu üretimin


yani ekonomik büyümenin enerji faktörüne bağımlılığı artmıştır. Bu dönemde sonra
enerji, üretim sürecinin önemli bir girdisi olarak kabul edilmeye başlanmıştır.

Ekonomik büyüme ve enerji tüketimi arasındaki ilişki birçok çalışmaya konu


olmuştur. Gelişmiş ülkeler ve ülke grupları yapılan çalışmalarda iki değişken ara-
sında genellikle çift yönlü ve pozitif bir ilişki tespit edilmiştir. Türkiye için çeşitli
dönemlerde yapılan çalışmalarda ise genel olarak iki değişken arasında çift yönlü
bir ilişkiye rastlanmamıştır. Genellikle enerji tüketiminden ekonomik büyümeye
doğru bir ilişki tespit edilmiştir.

Türkiye ekonomisi 2000-2001 finansal krizinden sonra yaşanan ekonomik


küçülmeden sonra sürekli bir büyüme eğilimine girmiştir. 2008 yılında yaşanan
uluslararası mali kriz sonrası yaşanan ekonomik yavaşlamanın ve 2009 yılında-
ki küçülmenin ardından 2010 ve 2011 yıllarında tekrar büyüme eğilimine devam
etmiştir. Türkiye’nin ekonomik büyümeye bağlı olarak enerji tüketimi de sürekli
artmaktadır. Türkiye OECD ülkeleri içerisinde geçtiğimiz 10 yıllık dönemde enerji
talep artışının en hızlı gerçekleştiği ülke konumundadır. Elektrik enerjisi tüketim
artış oranı son 12 yılda ortalama %5,67 seviyelerinde gerçekleşmiştir.

Çalışmada Türkiye’de 1980-2012 dönemine ait ekonomik büyüme ve enerji


tüketimi verileri kullanılarak iki değişken arasındaki ilişkinin varlığı ve yönü be-
lirlenmeye çalışılmıştır. Değişkenler arasındaki ilişkinin yönü hakkında bilgi veren
602 Enerji Diplomasisi

Granger Nedensellik testi sonuçlarına göre, enerji tüketiminden ekonomik büyüme-


ye doğru bir nedensellik olduğu bulunmuştur.
Türkiye’nin ekonomik büyüme hızı ve trendi dikkate alındığında enerjiye
olan ihtiyacın artarak devam edeceği görülmektedir. Çalışma sonucunda bulunan
sonuçlara göre Türkiye’de enerji tüketimi ekonomik büyümeyi belirlemektedir. Bu
çerçevede enerji talebinin etkin ve sorunsuz bir şekilde karşılanması büyük önem
arz etmektedir. Türkiye’nin enerji temininde kaynak ülke çeşitliliğine gitmesi, yeni
boru hatları projelerinde yer alması ve yenilenebilir enerji konusunda çalışmalar
yapması bir zorunluluktur.

Kaynakça
Aqeel A. ve Butt S.: “The Relationship Between Energy Consumption and Economic Growth
in Pakistan”, Asia-Pasific Development Journal. Vol. 8, No. 2, 2001, 101-110.
Asafu, J.-A.: “The Relationship Between Energy Consumption, Energy Policies and Econo-
mic Growth: Time Series Evidence from Asian Developing Countries”, Energy Econo-
mics, 22, 2000, 615-625.
Aydın, Fatma Fehime: “Enerji Tüketimi ve Ekonomik Büyüme”, Erciyes Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı 35, Ocak-Temmuz 2010, 317-340.
Aytaç, Deniz: “Enerji ve Ekonomik Büyüme İlişkisinin Çok Değişkenli VAR Yaklaşımı ile
Tahmini”, Maliye Dergisi, Say 158, Ocak-Haziran 2010, 482-492.
Benjamin S. Cheng ve Tin Wei Lai:“An Investigation of Co-Integration and Causality Betwe-
en Energy Consumption and Economic Activity in Taiwan”, Energy Economics. Volume
19, Issue 4, October 1997, 435-444.
Bhattarai, K. R.: “Economic Growth: Models and Global Evidence”, Business School, Uni-
versity of Hull Cottingham Road, HU6 7RX, United Kingdom, 2004, http://www.hull.
ac.uk/php/ecskrb/ecogrowth.pdf. (Erişim 01.09.2012).
Cesaratto, S.: “Saving and Economic Growth in Neoclassical Theory”,Cambridge Journal of
Economics,1999, 23, 771-793.
Dünya Bankası İstatistikleri. 2014.
EIA, Turkey Aralık 2014.
Ekonomi Bakanlığı, Ekonomik Görünüm, Ocak 2015.
ETKB, 2015-2019 Stratejik Planı.
ETKB, Dünya ve Ülkemiz Enerji ve Tabii Kaynaklar Görünümü, 1 Ocak 2015 İtibarıyla,
Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı.
ETKB, Dünya ve Ülkemiz Enerji ve Tabii Kaynaklar Görünümü, Ekim 2014, http://www.
enerji.gov.tr/Resources/Sites/1/Pages/Sayi_06/Sayi_06.html (Erişim 01.01.2015).
Burcu Yavuz Tiftikçigil 603

Güvenek, B. ve Alptekin V.: “Enerji Tüketimi ve Büyüme İlişkisi: OECD Ülkelerine İlişkin
Bir Panel Veri Analizi”, Enerji, Piyasa ve Düzenleme, Cilt: Sayı: 2, 2010, 172-193.
Hamid, A. ve J. Pichler, H.: “Macro Determinants of Growth and productivity in the Context
of Endogenous Growth Theory”, Interdisciplinary Journal of Contemporary Research
in Busines,. June 2011, Vol. 3 Issue 2, (1850-1871).
Izushu, H.: “What Does Endogenous Growth Theory Tell about Regional Economies? Empi-
rics of R&D Worker-based Productivity Growth”, Regional Studies, Vol. 42.7, August
2008, 947–960.
Mucuk, Mehmet ve Doğan Uysal: “Türkiye Ekonomisinde Enerji Tüketimi ve Ekonomik Bü-
yüme”, Maliye Dergisi, Sayı 157, Temmuz-Aralık 2009, 105-115.
Özata, Erkan: “Türkiye’de Enerji Tüketimi ve Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişkilerin Eko-
nometrik İncelemesi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 26, Nisan
2010.
Pehlivanoğlu, F., Yavuz Tifitikçigil, B. ve Abasız: “Energy Consumption and Economic
Growth Relationship in the E7 Countries”, International Research Journal of Finance
and Economics. ISSN: 1450-2887, Issue: 105, 2013, 129-137.
Seung-Hoon, Yoo: “The Causal relationship between Electricity Consumption and Economic
Growth in the ASEAN Countries”, Energy Policy, Vol 34, Issue 18, December 2005,
3573-3582.
Stern, D. I.: “Energy and Economic Growth. Department of Economics”, Sage 3208, Rens-
selaer Polytechnic Institute, 110 8th Street Troy, NY, 12180-3590, USA, 2003, https://
localenergy.org/~localene/pdfs/Document%20Library/Stern%20Energy%20and%20
Economic%20Growth.pdf. (Erişim Kasım 2012).
TÜİK, Temel İstatistikler, Ulusal Hesaplar (Mart 2015).
Türkiye Petrolleri, Ham Petrol ve Doğal Gaz Sektör Raporu, Mayıs 2014.
Uluslararası Enerji Ajansı İstatistikleri. 2014.
Yanar, Rüstem ve Güldem Kerimoğlu: “Türkiye’de Enerji Tüketimi, Ekonomik Büyüme ve
Cari Açık İlişkisi”, Ekonomi Bilimleri Dergisi, Cilt 3, No. 2, 2011, 191-201.
Yapraklı, Sevda ve Z. Çağlar Yurttankaçmaz: “Elektrik Tüketimi ile Büyüme Arasındaki Ne-
densellik: Türkiye Üzerine Ekonometrik Bir Analiz”, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 13, Sayı 2, 2012, 195-215.
604 Enerji Diplomasisi
Dinçer Dedeoğlu / Çağlar Yurtseven 605

PETROL FİYATLARI VE EKONOMİK


İSTİKRAR: TÜRKİYE ÖRNEĞİ

Dinçer DEDEOĞLU*, Çağlar YURTSEVEN**

Giriş
Ekonomiyle ilgisi olsun ya da olmasın herkesin sıkçaişittiği bir kavram var:
ekonomik istikrar. Öyle ki bu kavram yerel ve uluslar arası yatırımlara yön veriyor,
yurt dışından yerel ekonomilere gerçekleşen nakit akışında belirleyici oluyor, bu ve-
silelerle döviz kurlarından faize birçok ekonomik göstergenin belirlenmesinde aktif
rol oynuyor. Ekonomi literatüründe ekonomik istikrar en basit biçimiyle, büyüme
oranlarında önemli dalgalanmaların olmaması ve sürekli olarak düşük enflasyon
durumu olarak tanımlanmaktadır. Kısacası ekonomik istikrardan üretimin aşırı bir
şekilde daralıp genişlememesi, fiyatların kısa dönemli ölçüde değişmemesini anlı-
yoruz. Üretim ve işsizliğin genel olarak aynı yönlü hareket ettiği düşünüldüğünde,
ekonomik istikrarsızlık durumunda artan enflasyon ve işsizlik, ülke insanını önemli
ölçüde rahatsız edecektir. Ekonomik istikrarın bir diğer yönü de, dış dengeyle yani
ödemeler bilançosu dengesiyle ilgilidir. Dış ödeme açık ve fazlalarının giderilmesi
istikrar açısından gereklidir. Tüm bu tanımamaları bir araya getirdiğimizde üretimi-
ni, fiyat seviyesini, işsizlikoranını ve ödemelerbilançosunueşanlı olarak dengeli bir
düzeyde tutabilen ülkelerin ekonomik istikrara sahip olduğunusöylemek mümkün
olacaktır.
Türkiye’de ekonomik istikrar, gündemin en önemlikonularından biri olagel-
miş ve gerek politik söylemlerde, gerek gündelik konuşmalarda sıcak bir başlık
olma özelliğini hep korumuştur. Ekonomik istikrarınTürkiye’dehaklı olarak bu hü-
viyeti kazanıp kazanmadığını görebilmek amacıyla, Türkiye ekonomisinin büyüme
ve enflasyon rakamları Bölüm 2’de tarihsel bir perspektif içerisinde incelenmiştir.
Bu bölümde yer verilen rakamlardan, Türkiye’de enflasyonun uzun yıllar boyunca

* Dr.; Bahçeşehir Üniversitesi İİSBF Araştırma Görevlisi.


** Dr.; Bahçeşehir Üniversitesi İİSBF Öğretim Görevlisi.
606 Enerji Diplomasisi

yüksek seviyelerde seyrettiği ve büyümenin dalgalandığı görülmektedir. Bu da Tür-


kiye’de ekonomik istikrarın, neden hep sıcak bir gündem maddesi olduğuhakkında
fikir vermektedir.
Üretiminönemli bir girdisiolarak petrol de, fiyatlarındakideğişimlerüzerinden
ülkelerinekonomik istikrarlarını etkileyen önemlifaktörlerden biridir. Bu noktadan
hareketlepetrol fiyatları ile ekonomik istikrar arasındakiilişkiçalışmamızın ana ko-
nusunu oluşturmaktadır.
Üretim açısından temel bir girdi olmasının yanısıra, ulaşımdaoynadığı rolle de
petrol, maliyetler üzerindeoldukça belirleyici olmaktadır. Bu da akıllaraülkedekiü-
retim, istihdam ve enflasyon seviyeleri üzerinde petrol fiyatlarınınönemli bir etkisi
olabileceğini getirmektedir. Yazında birçok makalede petrol fiyatlarının ekonomik
istikrar üzerinde özelliklede enflasyon üzerinden etkili olduğuifade edilmiştir.3.
Gisser ve Goodwin,Uri ve Papetrou4, petrol fiyatlarının düşük olması sayesinde
tarımdan sanayiye yaşanan düşük işsizliğin, ekonomik istikrarın önemli kazanım-
larından biri olduğunu göstermişlerdir. Yine Miller, Supel, ve Turner; Finn; Kim
ve Loungani; Burbridge ve Harrison5 petrol fiyatlarındaki değişmelerin, ekonomik

3 James Hamilton, “Oiland the Macro economy Since World War II”, Journal of Political Eco-
nomy, Vol. 91, 1983, s. 228-248.
James Hamilton, “A Neoclassical Model of Unemployment and the Business Cycle”, Journal
of Political Economy, Vol.96, s.593-617.
James Hamilton, “This Is What Happened to the Oil Price– Macro economy Relationship”,
Journal of Monetary Economics, Vol. 38, s. 215-220.
Hillard Huntington, “Crude Oil Pricesand U.S. Economic Performance: Where Does the Asy-
mmetry Reside?”, Energy Journal, Vol. 19, No. 4, 1998, s. 107-132.
George Kahn, Robert Hampton, “Possible Monetary Policy Responses to the Iraqi Oil Shock”,
Federal Reserve Bank of Kansas City Economic Review, November/December, 1990, s.
19-32.
Knut A. Mork, “Business Cyclesand the Oil Market”, Energy Journal, Vol.15, Special Issue,
1994, s. 15-38.
John Tatom, “Arethe Macro economic Effects of Oil Price Changes Symmetric?”, Carnegie–
Rochester Conference Series on Public Policy, Vol. 28, Spring, 1998, s. 325-68.
4 Papapetrou, Evangila, “Oil Price Shocks, Stock Market, Economic Activity and Employment
in Greece”, Energy Economics, Vol. 23, No. 5, 2001, s. 511-532.
Micha Gisser, Thomas Goodwin, “Crude oil and the macro economy: Tests of some popular
notions”, Journal of Money CreditBanking, Vol.18, No.1, s. 95-103.
Noel Uri, “Changing crude oil price effects on US agricultural employment”, Energy Econo-
mics, Vol.18, No.3, 1996, s. 185-202.
5 John Burbridge, Alan Harrison, “Testing for the effects of oil-price rises using vector autoreg-
ressions”, International Economic Review, Vol. 25, No. 1, s. 459-484.
Mary Finn, “Energy prices hocks, capacity utilization and business cycle fluctuations”, Insti-
tutefor Empirical Macroeconomics Discussion Papers, No. 50, 1991.
Dinçer Dedeoğlu / Çağlar Yurtseven 607

büyümedekidalgalanmalarınönemli sebeplerinden biriolduğunu,yükselen petrol


fiyatlarının ekonomiyi daraltıp enflasyonu arttırdığınırapor etmişlerdir.Öyle ki bu
konunun önemkazanmasıyla, yazındaözellikle, petrol fiyatlarının, genel fiyat düze-
yinegeçişkenliğinedair birçokçalışmayapılmıştır. LeBlanc veChinn’in6tartıştığıüze-
re bu çalışmalar sadece doğru makroekonomik politikalarınseçimindedeğil, firma-
larındoğru fiyatlama stratejilerini oluşturmalarında da önemli bir roloynamaktadır.
Türkiye’detamamınayakınıithalat yoluylakarşılananpetrolün fiyat düzeyinin
seyri ile büyüme, istihdam ve cari açıkla ilişki betimsel bir yaklaşımla Bölüm 3’te
incelenmiş, daha sonra, petrol fiyatlarının genel fiyat düzeyine geçişkenliği ekono-
metrik olarak analiz edilmiştir.

Türkiye’de Büyüme ve Enflasyon


Cumhuriyet dönemi ele alındığında özellikle 1950’lerden başlayarak
2000’lere gelinceye dek fiyat seviyesinde durağanlığın sağlanamadığı gözlenmek-
tedir. 1970’lerden sonra Türkiye’de ekonominin belki de en fazla eleştirilecek özel-
liği enflasyon olmuştur.7
Cumhuriyetin ilk yıllarında, tarımsal üretimdeki genişleme büyümenin moto-
ru olmuştur. Tarımdaki makineleşmeyle paralel olarak bu yıllarda çoğunlukla po-
zitif büyüme rakamlarına ulaşılmıştır. Ancak tarımın, hava sıcaklığı, güneşli gün
sayısı ve yağış miktarı gibi doğal faktörlerden yoğun olarak etkileniyor olması bu
dönemdeki büyüme rakamlarının sık sık dalgalanmasına yol açmıştır. Örneğin 1929
yılında %21 oranında büyüme kaydeden ekonomi, takip eden sene dünyadaki eko-
nomik buhranın ve olumsuz hava şartlarının etkisiyle %2.2 oranında küçülmüştür.
1940 yılına kadar genel olarak üretimartışıkaynaklıbüyüme trendi gözlenen
ekonomide, %10’u geçmeyendüşük enflasyon oranlarıgözeçarpmaktadır. 1940-
1944 döneminde%25’ler seviyesine yükselen enflasyon, daha sonra 1970’lere ge-
linceye dek yeniden kontrol altına alınmıştır. Ancak bu yıllardanönce enflasyon ile
pozitif yönlü olan büyüme ilişkisi, bu yıllardanbaşlayaraknegatifyönlü bir kimlik
kazanmıştır.

In-Moo Kim ve Prakash Loungani, “The role of energy in real business cycle models”, Jour-
nal of Monetary Economics, Vol. 29, 1992, s. 173-189.
Preston Miller, Thomas Supel, Thomas Turner, “Estimating the effects of theoil-priceshock”,
Quarterly Review, Vol. 4, No. 1, 1980, s. 10-17.
6 Michael Le Blanc ve Menzie Chinn, “Do High Oil Prices Presage Inflation? The Evidence
from G-5 Countries”, UC Santa Cruz Economics Working Paper, No. 561, 2004.
7 Hakan Çetintaş, “Türkiye’de enflasyon ve Büyüme”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,
Cilt. 28, Mart, 2003, s. 141-153.
608 Enerji Diplomasisi

GRAFİK 1: REEL GSYİH DÜZEYİ VE REEL GSYİH BÜYÜME ORANI

140000

120000
REEL GSYİH(Milyon TL)

100000

80000

60000

40000

20000

1923 1928 1933 1938 1943 1948 1953 1958 1963 1968 1973 1978 1983 1988 1993 1998 2003 2008 2013
YIL

30

25
20
BÜYÜME ORANI(%)

15

10
5
0

-5

-10

-15

1923 1928 1933 1938 1943 1948 1953 1958 1963 1968 1973 1978 1983 1988 1993 1998 2003 2008 2013
YIL

Kaynak: TDM

1963 yılında ilk kez 5 yıllık kalkınma planı hazırlanarak ilk 5 yıl için büyüme-
oranı %7 olarak planlanmış, dönem sonunda 5 yıl için gerçekleşen büyüme oranı
%6,7 olmuştur. Kamu kaynaklı yatırımlarla desteklenen bu büyüme aynı zamanda
kamu borçlarında da artış yaşanmasına yol açmıştır. 1970’lerden itibaren, yüksek
enflasyonun en büyük problem haline geldiği ve büyüme üzerinde negatif etkile-
rinin görüldüğü, 2000’li yıllara dek sürecek bir dönem başlamıştır. Yüksek enflas-
yonun söz konusu olmasında, kamu borçları (kamu harcamaları) ile kamu açıkla-
rının emisyon ile finanse edilmesi, askeri harcamalar ile ithal girdilerin fiyatlarının
yükselmesi (özellikle ham petrol fiyatları), önemli roller oynamıştır.8 Bu dönemde
Türkiye ekonomisinin dünya konjonktüründen büyüme anlamında olumlu yönde
etkilendiği yıllar da olmuş, örneğin 1972 yılında 10 Ağustos istikrar programının da
etkisiyle %9,2 büyüme düzeyine ulaşılmıştır.

8 Harun Terzi ve Sabiha Oltulular, “Türkiye’de Ekonomik Büyüme-Enflasyon Süreci: Sektörler


İtibariyle Ekonometrik bir Analiz”, Bankacılar Dergisi, Sayı 50, 2004, s. 19-33.
Dinçer Dedeoğlu / Çağlar Yurtseven 609

GRAFİK 2: ENFLASYON ORANI


120

110

100

90

80
TÜFE DEĞİŞİM(%)

70

60

50

40

30

20

10
1970

1972

1974

1976

1978

1980

1982

1984

1986

1988

1990

1992

1994

1996

1998

2000

2002

2004

2006

2008

2010

2012

2014
YIL
Kaynak: IFS

1970’lere gelinceye kadar özellikle büyümeye odaklanan istikrar programları-


nın önceliği, 1980 yılına gelindiğinde düşük enflasyon olmuştur. 24 Ocak 1980’de
açıklanan istikrar programında, ihracata dayalı büyümeyle birlikte enflasyonun
düşürülmesi öncelikli hedefi de bulunmaktadır. Bu programla birlikte enflasyon
%100 seviyesinden %35’lere indirilmiş ve büyümenin dinamosu sanayi olmuştur.
1980’lere kadar tarım olan öncellikli büyüme kaynağı, bu yıldan itibaren ihracata
dayalı bir sanayi olmuştur.

1980’lerin sonunda yeniden artış trendine giren enflasyon 1994’e gelirken


%60’lar düzeyine yükselmiş, 1994 yılı içerisinde %149 ile tarihi rekorunu kırmıştır.
Alınan 5 Nisan istikrar önlemleriyle enflasyonun düşürülmesi ve ekonomik istik-
rar hedeflenmiştir. Aynı dönemde büyüme rakamları da dalgalı bir seyir izlemiştir.
Örneğin büyüme oranı 1990 yılında %9.4 iken 1991 yılında çok hızlı bir düşüş ile
%0.3’e gerilemiş, ancak 1992 yılında %6.4 seviyesine yükselmiştir. Bu dalgalı se-
yir 1990’ların sonuna gelinceye kadar sürmüştür.

1999 yılına gelindiğinde %70’ler düzeyinde olan enflasyon oranı, halihazırda


istenen seviyenin çok üstünde gerçekleşmiş 1999 yılında IMF’ye verilen niyet mek-
tubunda, Türkiye’de uzun yıllardır süren istikrarsız ekonomik ortamın temel nedeni
olarak yüksek enflasyon gösterilmiştir. Yapılan stand-by anlaşmasıyla hedeflenen
rakamlara ulaşılamamış 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizleri ile enflasyon ve büyü-
mede istikrarsızlık sürmüştür.
610 Enerji Diplomasisi

Bu krizlerden sonra uygulanan güçlü ekonomiye geçiş programında ise 2002-


2004 dönemi için 2004 yılında enflasyonun %12, büyümenin %5 olması ön gö-
rülmüştür. Geçmiş tecrübelerin de etkisiyle, bu kez hedefleri de aşarak, 2004 yıl
sonuna gelindiğinde enflasyon %9.32, büyümeise %9.4 gibi dikkat çekici düzeylere
ulaşmıştır. 2008 ve 2009’da ise küresel krizin de etkisiyle önce büyümeyen daha
sonra ise %5’ler oranında küçülen ekonominin büyüme rakamlarının dalgalı sey-
ri günümüze gelindiğinde halen sürmektedir. Enflasyon oranı ise %10 seviyesinin
altında tutulmasına rağmen, Türkiye halen dünyadaki en yüksek enflasyon oranla-
rından birine sahiptir.
Ekonomik istikrar üzerinde etkili olabileceği belirtilen bir diğer unsur olan
cari işlemler dengesinin yıllar içerisindeki seyri ise Grafik 3’te verilmiştir. Türkiye
ekonomisi için önemli bir gösterge olan bu veri incelendiğinde son 40 yıldır, bir-
kaçyıl haricinde negatif cari dengeyle karşı karşıya olduğumuz ve 2000 yılından
itibaren ise bu cari açığın çok daha büyük rakamlara ulaştığı görülmektedir.

GRAFİK 3: CARİ İŞLEMLER DENGESİ


10000

-10000
CARİ İŞLEMLER HESABI(Milyon $)

-20000

-30000

-40000

-50000

-60000

-70000

-80000

1984 1987 1990 1993 1996 1999 2002 2005 2008 2011 2014
YIL
Kaynak: IFS

Çoğunlukla büyüme ve üretimdeki değişimlerle birlikte hareket eden işsizlik


rakamlarının seyri Grafik 4’te sunulmuştur. Grafik 4’ten görüldüğü üzere işsizlik
rakamlarında önemli dalgalanmalar mevcuttur.
Dinçer Dedeoğlu / Çağlar Yurtseven 611

GRAFİK 4: İŞSİZLİK ORANI


14

13

12
İŞSİZLİK ORANI (Yıllık %)

11

10

6
1988

1989

1990

1991

1992

1993

1994

1995

1996

1997

1998

1999

2000

2001

2002

2003

2004

2005

2006

2007

2008

2009

2010

2011

2012

2013
YIL
Kaynak: IFS

Türkiye Petrol Piyasası


Türkiye’nin kronik enflasyon probleminin ardındaki nedenler arasında temel
ithal girdilerinin fiyatlarındaki artışların yer aldığı genel olarak kabul görmektedir.
Türkiye ekonomisi temel girdiler arasında büyük bir öneme sahip olan petrol ve pet-
rol ürünlerinin büyük bölümünü ithal etmektedir. Ham petrol tüketiminin %90’ın-
dan fazlası ithalatla karşılanmaktadır. Ayrıca büyük bölümü petrol bazlı ürünlerden
oluşan ara malların ve ham maddelerin de ithalat düzeyi oldukça yüksektir. Tüm
bunlar göz önünde bulundurulduğunda petrol fiyat değişimlerinin üretim maliyet-
leri üzerinden yurtiçi fiyat düzeyi üzerinde etki doğurabileceği görülebilir. Türkiye
için 1980-2013 dönemi petrol tüketimi Grafik 5’te verilmiştir. Grafiğe göre petrol
tüketiminin yıllar itibariyle dalgalandığı görülmektedir. Ayrıca, 1996 yılına kadar
petrol tüketimindeki yüksek artış hızı bu yıldan itibaren azalsa da, tüketim artışının
devam ettiği görülmektedir.
612 Enerji Diplomasisi

GRAFİK 5: PETROL TÜKETİMİ


750

700

650

600
PETROL TÜKETİMİ(1000 Varil)

550

500

450

400

350

300

250
1980
1981
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
2014
YIL
Kaynak: IFS

1960-2014 yılları arasında petrol fiyatlarının seyri de Grafik 6’da verilmiştir.


Buna göre 1970’lere kadar ılımlı seyreden petrol fiyatları 1970’lerde hızla yüksel-
miş, 1980’lerden itibaren ise azalma trendine girmiştir. 1980’lerin ikinci yarısından
2000’lere kadar 1970 öncesi dönemdeki düşük düzeye ulaşmasa da ılımlı bir seyir
izlemiş, 2000’lerden sonra ise yeni bir artış trendine girmiştir. 2011 yılında rekor
düzeye ulaşmış ve 2013 yılından sonra tekrar azalma eğilimi sergilemiştir. 2015’in
ilk çeyreği itibariyle 50-60 dolar bandında seyretmektedir.

GRAFİK 6: PETROL FİYATLARI


110

100

90

80

70
Petrol Fiyatı ($/Varil)

60

50

40

30

20

10

0
1960
1961
1962
1963
1964
1965
1966
1967
1968
1969
1970
1971
1972
1973
1974
1975
1976
1977
1978
1979
1980
1981
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
2014

YIL
Kaynak: BP Statistical Review
Dinçer Dedeoğlu / Çağlar Yurtseven 613

Toplam mal ithalatının toplam ithalata oranı yıllar itibariyle Grafik 7’de ve-
rilmiştir. Buna göre hammadde ve aramalı ithalatının toplam ithalata oranı yüksek
seyretmektedir. Bu da petrolün cari açık oluşturmadaki önemine işaret etmektedir.

GRAFİK 7: MAL İTHALATI/TOPLAM İTHALAT

2014
2013
2012
2011
2010
2009
2008
2007
2006
2005
2004
2003
2002
2001
2000
1999
1998
1997
1996

0 10 20 30 40 50 60 70 80 90 100 110 120 130 140 150 160 170 180 190 200 210 220 230 240 250
(%)

Yatırım(Sermaye Malları) Hammadde(Ara mallar) Tüketim Malları Diğer

Kaynak: TÜİK

Lojistiktik faaliyetlerin ana maliyet kalemi olan petrol bu bakımdan da üretim


maliyetleri ve sonucunda fiyatlar ve enflasyon üzerinde etkilidir. Bu bakımdan, Tür-
kiye’deki ulaşım politikaları hakkında bilgi edinmek, ekonomide petrolün rolünün
daha iyi anlaşılması için faydalı olacaktır. Bununla ilgili bilgi EK’te yer almaktadır.

Literatür Taraması
İlgili yazın incelendiğinde, petrol fiyatlarının ülkelerin ekonomik performans-
ları üzerindeki etkilerini araştıran birçok çalışmanın bulunduğu görülmektedir.
Çalışmalarda, petrol fiyat şoklarının makroekonomik büyüklükler üzerinde nasıl
etkiler doğurduğu, mevcut etkilerin zaman içinde nasıl ve ne yönde değiştiği, petrol
fiyatlarındaki değişikliklerin hangi mekanizmalar yoluyla ekonomiye iletildiği gibi
sorulara cevap arandığı görülmektedir. Tang ve diğerleri9 söz konusu literatürün üç
ana başlık altında toplanabileceğini ifade etmiştir. Buna göre birinci grup, petrol
şoklarının ekonomik aktiviteyi etkileme mekanizmalarını teorik olarak inceleyen

9 Weiqi Tang, Libo Wu and Zhong Xiang Zhang, “Oil Price Shocks and Their Short-and Long-
Term Effects on the Chinese Economy”, Energy Economics, Vol. 32, 2010, s.3- 14.
614 Enerji Diplomasisi

çalışmalardan oluşmaktadır. İkinci grup çalışmalar, petrol fiyat şokları ve ekonomik


aktivite ilişkisini ampirik düzeyde incelemektedir. Üçüncü grup çalışmalar ise pet-
rol fiyat şoklarına karşı uygulanabilecek makroekonomik politikalara odaklanmak-
tadır. Çalışmaların büyük bölümünde performans ölçütü olarak çıktı ve enflasyon
alınmaktadır. Petrol şoklarıyla ilgili üzerinde uzlaşı sağlanan hususlar, 1970’lerdeki
petrol şoklarının petrol arz daralması nedeniyle ortaya çıktığı, son dönem petrol
şoklarının ise gelişmekte olan ülkelerdeki enerji talep artışı kaynaklı olduğudur.
Özellikle 1970’lerdeki petrol fiyat artışını izleyen enflasyondaki tırmanış, petrol
fiyatları ile enflasyon ilişkisini ilgi odağı haline getirmiştir. 1980’lerden 2000’lere
kadar petrol fiyatlarının görece ılımlı bir seyir izlemesi ise, söz konusu araştırma
konusunu gündemden düşürmüştür. Ancak 2000’li yıllarda petrol fiyatlarının ye-
niden tırmanışa geçmesi, petrol fiyatı enflasyon ilişkisini bir kez daha güncel bir
araştırma konusu haline getirmiştir. 2000’li yıllardan itibaren yoğunlaşan, petrol
fiyatlarının enflasyona geçişkenliğini inceleyen çalışmalar göz önünde bulundurul-
duğunda, bunların daha çok gelişmiş ülkeler için yapıldığı ve yöntem olarak genel-
likle VAR sistemi ya da genişletilmiş Phillips eğrisi tahmini yöntemlerinin kullanıl-
dığı görülmektedir. Bu çalışmaların petrol fiyatlarının enflasyona geçişkenliğinin
zaman içinde düştüğü hususunda bir fikir birliğine vardığı söylenebilir.
Hooker10 1962-2000 dönemi için Amerika’da petrol fiyatlarının enflasyona
geçişkenliğini Phillips eğrisi tahmini yaparak incelemiştir. Çalışmanın temel sonu-
cu 1980’lerden sonra petrol fiyatlarının enflasyona geçişkenliğinde azalma olduğu-
dur. De Gregorio ve diğerleri11 Hooker’ın yaklaşımını benimseyerek gelişmiş ve
gelişmekte olan toplamda 34 ülkeden oluşan bir grup için 1965-2005 yılları arasın-
da petrol fiyatlarının enflasyona geçişkenliğini Phillips Eğrisi tahmini ve Hareketli
(Rolling) VAR yöntemleriyle incelemiş ve geçişkenliğin azaldığını rapor etmiştir.
Blanchard ve Gali12 petrol fiyatlarının enflasyona geçişkenliğini 1970-2005 döne-
mi Amerika, İngiltere, Almanya, Japonya ve İtalya’dan oluşan bir gelişmiş ülke
grubunun verilerini ve hareketli (rolling) VAR yöntemini kullanarak incelemiştir.
Özetle, petrol fiyat şoklarının enflasyon üzerindeki etkisinin sınırlı düzeyde kaldı-
ğını bulmuşlardır. Chen13 Phillips eğrisi tahmini yöntemiyle, 19 sanayileşmiş ülke

10 Mark A. Hooker, “Are oil shocks inflationary? Asymmetric and nonlinear specifications ver-
sus changes in regime”, Journal of Money, Credit, and Banking, 34, 2004, s.540-561.
11 Jose De Gregorio, Oscar Landerretche, Christopher Neilson, “Another Pass-Through Bites the

Dust? Oil Prices and Inflation”, Working Papers Central Bank of Chile, No. 417, 2007.
12 Blanchard, Oliver J., JordiGali, “The macro economic effects of oil shocks: Why are the 2000s

so different from the 1970s?”, International Dimensions of Monetary Policy, JordiGali,


Mark J. Gertler (Ed.), University of Chicago Press, Chicago, 2010, s.373.
13 Shiui-Sheng Chen, “Oil price pass-through into inflation”, Energy Economics, Vol. 31, 2009,

s. 126-133.
Dinçer Dedeoğlu / Çağlar Yurtseven 615

için petrol fiyatlarının enflasyona geçişkenliğinin zaman içinde nasıl değiştiğini


incelemiş, geçişkenliğin 1970 yılının ilk çeyreği ile 2006 yılının son çeyreği ara-
sındaki dönemde azaldığını rapor etmiştir. Shioji ve Uchino14 Japonya’daki geçiş-
kenliği 1975 yılının başı ve 2009 yılının Mayıs ayı arasındaki dönem için VAR
ve zamana göre değişen VAR modelleri kullanarak incelemiş, geçişkenliğin 1980-
2000 periyodunda azaldığını, 2000-2007 periyodunda ise arttığını rapor etmişlerdir.
Valcarcelve Wohar15 geçişkenliği, 1948-2011 yılları Amerika verilerini ve stokastik
volatiliteli-zamana göre değişen-Bayesçi yapısal VAR modeli kullanarak incelemiş,
geçişkenliğinin 1980’lerden sonra önemsiz hale geldiğini bulmuştur. Dedeoğlu ve
Kaya16 1990-2012 dönemi için dünya petrol fiyatlarının Türkiye’deki enflasyona
geçişkenliğinin düzeyini ve zaman içindeki gelişimini Hareketli (Rolling) VAR
yöntemi kullanarak incelemiştir. Bu çalışmada, geçişkenliğin zaman içinde arttığı
ve petrol fiyatlarının üretici fiyatları üzerindeki etkisinin tüketici fiyatları üzerinde-
ki etkisinden yaklaşık iki kat daha fazla olduğu rapor edilmiştir.

Veri ve Yöntem

Ekonomi yazını incelendiğinde petrol fiyatlarının enflasyonu nasıl etkilediği


konusunda teorik açıdan bir uzlaşı olmadığı ve söz konusu ilişkinin ağırlıklı ola-
rak ampirik yöntemlerlearaştırıldığı görülmektedir. Petrol fiyatlarının enflasyona
geçişkenliği incelenirken, özellikle VAR sistemi tahmini veya petrol fiyatları ilave
edilerek genişletilmiş Philips Eğrisi tahmini olmak üzere iki temel yönteme başvu-
rulduğu anlaşılmaktadır.

Petrol fiyatlarının düzeyini ve zaman içindeki değişimini incelemek amacıyla


özellikle kur geçişkenliğinin analizinde sıklıkla başvurulan ve McCarthy17 tarafın-
dan önerilen VAR18 modeli kullanılmıştır. Bu VAR modeli üretim zinciri boyunca

14 EtsuroShioji, Taisuke Uchino, “Pass-Through of Oil Prices to Japanese Domestic Prices”,


NBER Working Paper No. 15888, 2010.
15 Victor J. Valcarcel, Mark E. Wohar, “Changes in the oil price-inflation pass-through”, Journal
of Economics and Business, Vol. 68, 2013, s.24-42.
16 Dinçer Dedeoğlu, Hüseyin Kaya, “Pass-through of oil prices to domestic prices: Evidence
from an oil-hungry but oil-pooremerging market”, Economic Modelling, Vol. 43(C), 2014, s.
67-74.
17 Jonathan McCarthy, “Pass-Through of Exchange Rates and Import Prices to Domestic Infla-
tion in Some Industrialised Economies”, Federal Reserve Bank of New York Staff Report,
No. 111, 2000.
18 VAR modeli en basit tanımıyla içerisinde yer alan her bir değişkenin cari dönem değerinin,
kendi geçmiş değeri ve modelde yer alan diğer tüm değişkenlerin geçmiş dönem değerleriyle
açıklandığı, her bir değişkenin bir denklem ile ifade edildiği, çok denklemli bir yöntemdir.
616 Enerji Diplomasisi

fiyatlamayı esas almaktadır.19 Üretim zinciri, üretimden tüketime kadar uzanan aşa-
maların bütününü ifade etmektedir. Dolayısıyla tüketici fiyatları enflasyonu üretim
zinciri boyunca arza, talebe, döviz kuruna, üretici fiyatlarına ve tüketici fiyatlarına-
gelen tüm şokları içermektedir. Herhangi bir t zamanındaki enflasyonun birtakım
bileşenlerden oluştuğu varsayılan model 5 denklem ile ifade edilmektedir. Örneğin
(5) numaralı denklem göz önüne alındığında herhangi bir t zamanındaki tüketici
fiyatları enflasyonu, bir dönem önceki (t-1 zamanındaki) tüketici fiyatları enflasyo-
nuna ilişkin bilgiye dayalı olarak tüketici fiyat enflasyonunun koşullu beklentisini,
t dönemindeki tüketici fiyat enflasyonu şokunu ve üretim zinciri olarak adlandırılan
sürecin önceki aşamalarında gerçekleşen sırasıyla arz, talep, döviz kuru ve üretici
fiyat şokları gibi bileşenlerden oluşmaktadır.20
(1)
(2)
(3)
(4)

(5)
Modelde yer alan değişkenler aşağıdaki gibidir:
: Petrol fiyatındaki yüzde değişim
: Çıktı açığı
: Döviz kurundaki yüzde değişim
: Üretici fiyat enflasyonu
: Tüketici fiyat enflasyonu
: Sırasıyla arz, talep, döviz kuru, üretici fiyat
ve tüketici fiyat şokları21

19 Söz konu modelin teknik detayı için McCarty (2000), Leigh ve Rossi (2002), Kara ve Öğünç
(2008) ve Dedeoğlu ve Kaya (2014) çalışmaları incelenebilir.
20 Modelin öngördüğü üretim zinciri dikkate alındığında değişken sıralaması petrol fiyatı, çıktı

açığı, döviz kuru, üretici fiyatları ve tüketici fiyatları şeklinde belirlenmiştir. Ancak Türkiye
gibi gelişmekte olan ülkeler açısından kur değişimlerinin dışsal olabildiği göze çarpmaktadır
dolayısıyla ekonomik büyüklükleri ve beklentileri etkileme potansiyeline sahip olan söz konu-
su dışsal faktör değişken sıralamasında çıktı açığının önünde yer almaktadır.
21 Modelde arz şoku döviz cinsinden petrol fiyatı şoku ile talep şoku çıktı açığına gelen şok ile ve

kur şoku ise kurda meydana gelen değer kaybı ile tanımlanmıştır.
Dinçer Dedeoğlu / Çağlar Yurtseven 617

: Bir değikenin t-1 dönemindeki bilgisine dayalı


olarak koşullu beklentisi

Söz konusu VAR modeli Ocak 1986 ve Aralık 2014 tarihleri arası dönem için
10’ar senelik periyotlariçin tahmin edilerek22 bu tahminlerden birikimli etki-tepki
fonksiyonları23 elde edilmiştir. Sonraki aşamada her bir 10’ar senelik periyot için
petrol fiyat enflasyonunun üretici ve tüketici fiyat enflasyonuna geçişkenliği hesap-
lanmıştır. Hesaplama literatür takip edilerek şu biçimde yapılmıştır:

Üretici Fiyatlarının Petrol Şokuna Verdiği Birikimli Etki Tepki t,t+s


Üretici Fiyatlarına Geçişkenlik t,t+s =
Petrol Fiyatının Petrol Fiyatına Verdiği Birikimli Etki Tepki t,t+s

t: periyot
s:zaman ufku

10’ar yıllık dönemler için, 228 adet geçişkenlik katsayısı elde edilmiştir.24
Ampirik analizde 1986 Ocak, 2014 Aralık arası dönem için aylık veri kulla-
nılmıştır. Petrol fiyatı dolar cinsinden ortalama petrol fiyatıdır. Petrol fiyatı Dünya
Bankası’nın “GEM commodities” veri tabanından elde edilmiştir. Nominal döviz
kuru(TL/$), tüketici fiyat endeksi, üretici fiyat endeksi ile mevsimsel etkilerden
arındırılmış sanayi üretim endeksi ise IMF’nin IFS veri tabanından elde edilmiştir.
TÜFE ve ÜFE“Census X12” metodu kullanılarak mevsimsel etkilerden arındırıl-
mıştır. Çıktı açığı Hodrick-Prescott filtresi kullanılarak bulunmuştur.

Sonuç
Grafik 8 ve 9’da, 228 adet 10’ar senelik dönemin,6 ay, 1 yıl ve 2 yıllık zaman
ufukları için hesaplanan geçişkenlik katsayıları sunulmuştur. Trendi daha açık bi-

22 348 aylık toplam dönem için, 228 adet 10’ar senelik dönemi kapsayan tahmin yapılmıştır. İlk
10 senelik periyot Ocak 1986 -Aralık 1995 arasındaki dönemi son 10 senelik periyot ise Ocak
2005 - Aralık 2014 arası dönemi kapsamaktadır. VAR tahminleri yapılırken optimal gecik-
me değerleri Akaike, Hannan-Quin ve Scwarz gibi enformasyon kriterinin her biri ayrı ayrı
kullanılarak belirlenmiş ve geçişkenlik katsayıları hesaplanmıştır. Elde edilen üç geçişkenlik
katsayısı tahminlerinin ortalaması alınmıştır. Maksimum gecikme değeri 8 olarak seçilmiştir.
23 Etki tepki fonksiyonu, herhangi bir hata terimindeki bir standart sapmalık şokun modelde yer

alan değişkenlerin cari ve gelecek dönemdeki değerlerine olan etkisini gösteren fonksiyon
olarak tanımlanabilir.
24 Ampirik analiz, Dedeoğlu ve Kaya (2014) çalışmasını güncelleyerek takip etmektedir.
618 Enerji Diplomasisi

çimde görebilmek amacıyla geçişkenlik katsayılarının 12’şer aylık hareketli orta-


lamaları da grafiklerde rapor edilmiştir. 6 aylık zaman ufkunda tüketici fiyatlarına
geçişkenliken çok 0.04 iken sırasıyla 12 ve 24 aylık zaman ufukları için maksimu-
men yüksek geçişkenlik düzeyleri sırasıyla 0.055 ve 0.065 değerlerini almaktadır.
Bunun anlamı petrol fiyatlarındaki %10 artışın tüketici fiyat enflasyonunda kısa
zaman ufkunda en çok 0.04 uzun zaman ufkunda ise en çok 0.065 artışa neden
olduğudur. Aynı şekilde söz konusu zaman ufukları göz önünde bulundurulduğun-
da üretici fiyatlarına geçişkenlik düzeyleri sırsıyla en fazla 0.095, 0.11 ve 0.0125
değerlerini almaktadır. Yani petrol fiyatlarındaki %10 artış üretici fiyat enflasyo-
nunda kısa zaman ufkunda en fazla 0.095, uzun zaman ufkunda ise 0.125 artışa
neden olmaktadır.

GRAFİK 8: PETROL FİYATLARININ YURTİÇİ ÜRETİCİ FİYATLARI ENFLASYONUNA GEÇİŞKENLİĞİ

.1 .12
.08 .1
.06 .08
.04 .06
.02 .04
0 .02
-.02 0
-.04 -.02
-.06 -.04
-.08 -.06
13
25
37
49
61
73
85
97
109
121
133
145
157
169
181
193
205
217
228

13
25
37
49
61
73
85
97
109
121
133
145
157
169
181
193
205
217
228
1

Geçişkenlik(6) Geçişkenliğin 12 Aylık Hareketli Ortalaması Geçişkenlik(12) Geçişkenliğin 12 Aylık Hareketli Ortalaması

.12
.1
.08
.06
.04
.02
0
-.02
-.04
-.06
13
25
37
49
61
73
85
97
109
121
133
145
157
169
181
193
205
217
228
1

Geçişkenlik(24) Geçişkenliğin 12 Aylık Hareketli Ortalaması


Dinçer Dedeoğlu / Çağlar Yurtseven 619

GRAFİK 9: PETROL FİYATLARININ YURTİÇİ TÜKETİCİ FİYATLARI ENFLASYONUNA GEÇİŞKENLİĞİ

.04 .06
.03 .05
.02 .04
.01 .03
0 .02
Geçişkenlik

Geçişkenlik
-.01 .01
-.02 0
-.01
-.03
-.02
-.04
-.03
-.05
-.04
-.06 -.05
-.07 -.06
-.08 -.07
20

39

58

77

96

115

134

153

172

191

210

228
1

20

39

58

77

96

115

134

153

172

191

210

228
1
Geçişkenlik(6) 12 Aylık Hareketli Ortalama(6) Geçişkenlik(12) 12 Aylık Hareketli Ortalama(12)

.07
.06
.05
.04
.03
.02
Geçişkenlik

.01
0
-.01
-.02
-.03
-.04
-.05
-.06
-.07
-.08
20

39

58

77

96

115

134

153

172

191

210

228
1

Geçişkenlik(24) 12 Aylık Hareketli Ortalama(24)

Petrol fiyatlarının enflasyona geçişkenliğini inceleyen literaturde yer alan


birçok çalışmada petrol fiyatlarının enflasyona geçişkenliğinin azaldığı rapor edil-
miştir. Mevcut çalışmadaki bulgular ise Türkiye’de geçişkenliğin arttığı yönünde-
dir. Shioji ve Uchino petrol fiyatları ucuzladıkça petrolün firmalar açısından daha
önemsiz bir maliyet kalemi olacağını dolayısıyla firmaların petrol fiyatlarına daha
düşük düzeyde tepki vereceklerini öne sürmüşlerdir. Argümanlarıyla tutarlı olarak
önemli bir petrol ithalatçısı olan Japonya için geçişkenliğin 1980-2000 yılları arası
20 yıllık dönem için düşük olmasının ardında petrol fiyatlarının ılımlı bir seyir izle-
mesi, benzer biçimde 2000’lerden sonra geçişkenliğin yüksek olmasının ardında ise
petrol fiyatlarındaki artış olduğunu bulmuşlardır. Önemli düzeyde petrol ve petrol
ürünleri ithal eden Türkiye’de geçişkenliğin zaman içinde artmasının ardında da
benzer bir argüman olabilir.
Türkiye ekonomisi yüksek düzeyde petrol bağımlısı olması ve cari açığının
önemli bir bölümünün enerji ve enerjiye dayalı ürünlerden oluşması nedeniylepet-
rol şoklarına karşı kırılgan bir ekonomidir. Bu çerçevede, Türkiye’de politika yapı-
cıların enerji kaynaklarını yerli alternatiflerle çoğullaştırmasının istikrar için fayda
getireceği söylenebilir.
620 Enerji Diplomasisi

EK: Türkiye Ulaştırma Politikasına Genel Bakış

Türkiye’de 1950 yılına gelinceye kadar ulaştırmada demiryolunun ağırlığı


hissedilmektedir. Osmanlı döneminde başta İngiltere ve Almanya’ya tanınan ayrı-
calıklarla inşa ettirilen demir yolları, cumhuriyetle beraber millîleştirilmiştir. Cum-
huriyet ilan edildiğinde 1734 km’si Ankara hükûmetinin elinde, 2352 km’si yaban-
cıların elinde olmak üzere toplam 4086 km olan demir yolu uzunluğu, 1938 yılında
tamamı milli olmak üzere 6718 km’ye ulaşmıştır.25

Karayolları, 1950 yılına gelinceye kadar toplam 10368 km’ye ulasan demir
yollarını besleyecek sistemin bir parçası olarak düşünülmüştür.26 Ancak 1950 yılın-
dan sonra Marshall yardımlarının da teşvikiyle, km yapım maliyeti çok daha ucuz
olan karayoluna doğru bir yönelim kendini göstermiştir. Karayolları demir yollarını
besleyen görevinden uzaklaşarak ulaşım politikasının temel ögesi halini almıştır.
Bu dönemde demir yollarına yapılan yatırımlar da durma noktasına gelmiştir. 2014
yılına gelindiğinde toplam demiryolu hat uzunluğu 12000 km civarındadır ve yolcu
taşımacılığının %2’si, yük taşımacılığının ise %4’u demiryollarında yapılmaktadır.
1 Mart 1950’de kurulan Karayolları Genel Müdürlüğü’nün çalışmalarıyla, kara-
yoluyla ulaşılmayan nokta kalmamıştır. 1980’lere kadar çok büyük kısmı tek yol,
kalan kısmı ise çift yol olarak inşa edilen karayolları ağı 1980’den sonra ücretli,
yüksek standartlı otoyollarla da tanışmıştır. 2000’den sonra ise mevcut kara yolu
ağındaki çift yol oranı hızla yukarı tırmanmıştır. Günümüzde 43449 km tek yol,
22305 km çift yol ve 2155 km otoyoldan oluşan karayolları ağı, Türkiye ulaşım
sektörünün en önemli öğesi olma özelliğini sürdürmektedir. Yurt içi yük taşımacılı-
ğında karayollarının payı %92, yolcu taşımacılığında ise %90 düzeyindedir.27

3 yanı denizlerle çevrili olmasına rağmen, yurt içi yük taşımasında deniz yolu-
nun payı %3 civarındadır. Bu oran yurt dışı yük taşınmasında %80 civarındadır ve
son yıllarda önemli bir değişim de göstermemiştir.28 Hava yollarıyla taşınan yolcu
sayısı ise özellikle son yıllarda giderek artmaktadır. 2003’te 40 milyon olan toplam
yolcu sayısı 2013’te 160 milyon olarak gerçekleşmiştir.29 Türkiye’deki toplam yol-
cunun %8’i havayollarında taşınmaktadır.30

25 Kurumsal Yapısı Yasal Çerçevesi ve Göstergeleriyle Ulaştırma Sektörü, TUSİAD Yayın-


ları, İstanbul, 2007, s. 289.
26 http://www.tcdd.gov.tr/home/detail/?id=267 (Erişim: 24.03.2015)
27 http://www.kgm.gov.tr/Sayfalar/KGM/SiteTr/Kurumsal/YolAgi.aspx (Erişim: 24.03.2015)
28 http://www.tcdd.gov.tr/home/detail/?id=267 (Erişim: 24.03.2015)
29 The Voice of theWorld’s Airports, Airports Council, Montreal, 2013.
30 http://web.shgm.gov.tr/documents/sivilhavacilik/files/pdf/kurumsal/raporlar/2013_FAALI-
YET_RAPORU.pdf (Erişim: 24.03.2015)
Dinçer Dedeoğlu / Çağlar Yurtseven 621

Özetle Türkiye ulaşım sektörünün demir yollarına atfedilen düşük önem


yüzünden petrole çok büyük bir bağımlılığı bulunmaktadır. Bunlara ilave olarak
Türkiye’nin toplam petrol talebinin bileşenleri incelendiğinde yaklaşık 1/3’ünün
taşımacılık sektöründen geldiği görülebilir. Ayrıca taşımacılık sektörünün enerji tü-
ketimi yıllar itibariyle önemli düzeyde artış kaydetmiştir. Bu da petrol fiyatlarının,
üretim maliyetlerine ek olarak, hem yolcu hem yük taşımacılığından kaynaklı, ge-
nel fiyat seviyelerine ciddi bir geçişkenliğe sahip olmasının önemli nedenlerinden
biri olarak sayılabilir.

Kaynakça
Blanchard, Oliver J.; Gali Jordi: “The macroeconomic effects of oil shocks: Why are the
2000s so different from the 1970s?”, International Dimensions of Monetary Policy,
Jordi Gali, Mark J. Gertler (Ed.), University of Chicago Press, Chicago, 2010.
Burbridge, John; Harrison Alan: “Testing for the effects of oil-price rises using vector autoreg-
ressions”, International Economic Review, Vol. 25, No. 1, 1984.
Çetintaş, Hakan: “Türkiye’de enflasyon ve Büyüme”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,
Cilt. 28, Mart, 2003.
Chen, Shiui-Sheng: “Oil price pass-through into inflation”, Energy Economics, Vol. 31, 2009.
Dedeoğlu, Dinçer; Kaya, Hüseyin: “Pass-through of oil prices to domestic prices: Evidence
from an oil-hungry but oil-poor emerging market”, Economic Modelling, Vol. 43(C),
2014.
Evangila, Papapetrou: “Oil Price Shocks, Stock Market, Economic Activity and Employment
in Greece”, Energy Economics, Vol. 23, No. 5, 2001.
Finn, Mary: “Energy price shocks, capacity utilization and business cycle fluctuations”, Insti-
tute for Empirical Macroeconomics Discussion Papers, No. 50, 1991.
Gisser, Micha; Goodwin Thomas: “Crude oil and the macroeconomy: Tests of some popular
notions”, Journal of Money Credit Banking, Vol.18, No.1, 1986.
Gregorio, Jose De; Landerretche, Oscar; Neilson, Christopher: “Another Pass-Through Bites
the Dust? Oil Prices and Inflation”, Working Papers Central Bank of Chile, No. 417,
2007.
Hamilton, James: “A Neoclassical Model of Unemployment and the Business Cycle”, Jour-
nal of Political Economy, Vol.96, 1988.
Hamilton, James: “Oil and the MacroeconomySince World War II”, Journal of Political Eco-
nomy, Vol. 91, 1983.
Hooker, Mark A.: “Are oil shocks inflationary? Asymmetric and nonlinear specifications ver-
sus changes in regime”, Journal of Money, Credit, and Banking, 34, 2004.
Huntington, Hillard: “Crude Oil Prices and U.S. Economic Performance: Where Does the
Asymmetry Reside?”,Energy Journal,Vol. 19, No. 4, 1998.
622 Enerji Diplomasisi

James Hamilton, “This Is What Happened to the Oil Price-Macroeconomy Relationship”,


Journal of Monetary Economics, Vol. 38, 1996.
Kahn George; Hampton Robert: “Possible Monetary Policy Responses to the Iraqi Oil Sho-
ck”, Federal Reserve Bank of Kansas City Economic Review, November/December,
1990.
Kim, In-Moo; Loungani Prakash: “The role of energy in real business cycle models”, Journal
of Monetary Economics, Vol. 29, 1992.
Kurumsal Yapısı Yasal Çerçevesive Göstergeleriyle Ulaştırma Sektörü, TUSİAD Yayın-
lari, İstanbul, 2007.
LeBlanc, Michael; Chinn, Menzie: “Do High Oil Prices Presage Inflation? The Evidence from
G-5 Countries”, UC Santa Cruz Economics Working Paper, No. 561, 2004.
McCarthy, Jonathan: “Pass-Through of Exchange Rates and Import Prices to Domestic Inf-
lation in Some Industrialised Economies”, Federal Reserve Bank of New York Staff
Report, No. 111, 2000.
Miller, Preston; Supel, Thomas; Turner, Thomas: “Estimating the effects of the oil-price sho-
ck”, Quarterly Review, Vol. 4, No. 1, 1980.
Mork, Knut A: “Business Cycles and the Oil Market”, Energy Journal, Vol.15, Special Issue,
1994.
Shioji, Etsuro; Uchino, Taisuke: “Pass-Through of Oil Prices to Japanese Domestic Prices”,
NBER Working Paper No. 15888, 2010.
Tang, Weiqi; Wu, Libo; Zhang, Zhong Xiang: “Oil Price Shocks and Their Short-and Long-
Term Effects on the Chinese Economy”, Energy Economics, Vol. 32, 2010.
Tatom, John: “Are the Macroeconomic Effects of Oil Price Changes Symmetric?”, Carne-
gie–Rochester Conference Series on Public Policy, Vol. 28, Spring, 1998, s. 325-68.
Terzi, Harun; Oltulular, Sabiha: “Türkiye’de Ekonomik Büyüme-Enflasyon Süreci: Sektörler
İtibariyle Ekonometrik bir Analiz”, Bankacılar Dergisi, Sayı 50, 2004.
The Voice of the World’s Airports, Airports Council, Montreal, 2013.
Uri Noel: “Changing crude oil price effects on US agricultural employment”, Energy Econo-
mics, Vol.18, No.3, 1996.
Valcarcel, Victor J.; Wohar, Mark E.: “Changes in the oil price-inflation pass-through”, Jour-
nal of Economics and Business, Vol. 68, 2013.
http://www.tcdd.gov.tr/home/detail/?id=267 (Erişim: 24.03.2015)
http://www.kgm.gov.tr/Sayfalar/KGM/SiteTr/Kurumsal/YolAgi.aspx (Erişim: 24.03.2015)
http://web.shgm.gov.tr/documents/sivilhavacilik/files/pdf/kurumsal/raporlar/2013_FAALI-
YET_RAPORU.pdf (Erişim: 24.03.2015)
http://www.tcdd.gov.tr/home/detail/?id=267 (Erişim: 24.03.2015)
Sibel Akova / Figen Beyhan 623

YAPILI ÇEVRELERİN ENERJİ POLİTİKASINA


ETKİSİ: AB - TÜRKİYE KARŞILAŞTIRMASI

Sibel AKOVA*, Prof. Dr. Figen BEYHAN**

Türkiye Enerji Politikaları ve Enerjinin Geleceği


Dünyanın geleceğini etkileyebilme gücüne haiz, stratejik bir ihtiyaç haline
gelen ve gün geçtikçe tüketimi artan, bir cismin ya da sistemin iş yapabilme yetisi
olarak betimlenen enerji, hızla gelişmekte olan Türkiye için kritik bir öneme sahip-
tir. Gelişmekte olan ülkeler sıralamasında yer alan Türkiye, gelişme sürecinin doğal
bir sonucu olarak, enerjiye her geçen gün daha çok ihtiyaç duyma eğilimi göster-
mektedir. Artan talebe karşı, mevcut yerel kaynaklardan sağlanan enerji miktarının,
kullanılan enerji miktarına oranına karşılık gelmemesi sebebi ile milli gelirin büyük
bir kısmı, enerji ithal etmek için harcanmaktadır. Enerjiye olan ihtiyacın ve enerji
talebinin günden güne artması ile enerjinin ithal edilmesi hususları, Türkiye’nin
siyasal, güvenlik ve ekonomik geleceğini şekillendirme kudreti, Türkiye’nin enerji
potansiyelinin belirlenmesi, istikrarlı enerji politikalarının üretilmesi ve yenilene-
bilir enerji kaynaklarının kullanımını gerekli kılmıştır. Zira dünya üzerinde mevcut
olan fosil yakıtlar (birincil-primer) olarak adlandırılan, kömür, doğal gaz ve pet-
rol rezervlerinin tükenmesi çok da uzak bir geleceği işaret etmemektedir. Dünya
kömür rezervlerinin yaklaşık 160 yıl, doğal gaz rezervlerinin yaklaşık 63 yıl ve
petrol rezervlerinin ise 42 yıl gibi yakın bir gelecekte tükenmesi öngörüsü yeni
enerji kaynaklarına yönelimi zaruri kılmaktadır. Fosil yakıtlara nazaran maliyeti
daha düşük ve çevreye etkisi daha az olan hidroelektrik enerji, elektriğe nazaran
daha iyi depolanabilen hidrojen enerjisi, güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, biyokütle
(biyomas) enerjisi (bitkisel, hayvansal, şehir ve endüstri atıkları), jeotermal enerji
ve deniz-dalga enerjisi başlıca yenilenebilir enerji (ikincil-seconder) kaynaklarını
oluşturmaktadır. Homo-Sapiens’ten günümüze, enerji konusu insanoğlunun en te-

* Dr.; İzocam Ticaret ve Sanayi A.Ş. (İYEM). akova@izocam.com.tr.


** Prof. Dr. Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi. figenbeyhan@gmail.com.
624 Enerji Diplomasisi

mel gereksinimlerinden birini oluşturmuştur. İnsanoğlunun yaşamını idame ettire-


bilmesi adına önem taşıyan hava, su, temel gıdalar gibi enerji de insanlığın varlığını
sürdürebilmesi adına büyük önem arz etmektedir. Tüketim miktarının sürekli artış
göstermesi, fosil yakıtlar olan kömür, doğalgaz, linyit, petrolün gelecekte tükene-
bilecek kaynaklar niteliği taşımaları, yenilenebilir enerji ihtiyacını ve beraberinde
önemini gündeme getirmiştir. Dünya üzerinde homojen bir dağılım niteliği taşı-
mayan fosil yakıtlar (yenilenemeyen enerji-stok) ile her ülkede kullanılabilinecek
özelliklere sahip olmayan yenilenebilir enerji kaynakları, ülkelerin geleceklerini ve
dahi konumlarını, stratejik veya kritik yönde etkilemektedir. Enerji kaynaklarına,
ihtiyaçları oranında sahip olamayan ülkeler, enerji kaynaklarının sürekli ve güvenli
şekilde temini hususunu ulusal güvenlik konusu ile eşdeğerde tutmaktadırlar. Bu
ülkeler, enerji arz güvenliklerini, enerji kaynaklarının taşınmasını sağlayan hatların
kendi topraklarından geçmeleri yönünde çaba harcamak sureti ile enerji köprüsü
veya enerji koridoru (geçiş coğrafyası) olma yönünde çaba harcamaktadırlar. “Gü-
venlik kavramı ister geleneksel, ister çevresel, isterse enerji güvenliğini tanımlasın,
genelde bir ülkenin varlığını sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmesi için gerekli
olan ve ulusal güç öğelerinin, ulusal politika ve stratejiler çerçevesinde kullanılma-
sını öngören bir kavramdır.”1 Enerji arz güvenliği ile stratejik enerji kaynaklarına
sahip olma veya enerji köprüsü konuları, günümüzde ulusal güvenlik konuları ora-
nında anlamlı ve kıymetlidir.
Enerji ihtiyacı ve kullanımı, artan nüfus, şehirleşme, gelişen teknoloji ve hızlı
sanayileşme döngüsü içerisinde, enerji ihtiyacının üretiminde yaşanılan sıkıntılar,
enerji kaynakları fiyatlarında kısa periyodlar ve sık aralıklar ile büyük artışların
yaşanması, enerji arz sistemlerinde sabit ve dengeli yapının olmaması, ekonomi,
sanayi, güvenlik, politik gibi pek çok yapının dengelerinde değişimlere sebebiyet
vermektedir. Çağımızda her geçen gün, insan yaşamında önemi artan enerjinin
ekonomik ve sosyal kalkınma adına, ucuz, sürekli, sağlıklı, bağımsız, güvenilir ve
temiz şekilde karşılanması zorunlu hale gelmiştir. Dünya nüfusunun %25’i günü-
müzde dahi modern enerji hizmetlerinden yoksun iken, gelişmiş ülkelerin enerjiye
duydukları ihtiyaç neticesinde izledikleri politikalar, küresel düzeylere varan geri-
limlere sebebiyet verebilecektir. Enerji kaynaklarının, dünya üzerinde belirli böl-
gelerde ağırlıklı olarak yer alması, enerji ile birlikte özellikle taşıma teknolojileri
gibi enerji güdümlü diğer teknolojilerin de gelişimini hızlandırmıştır. Enerji poli-
talarına ve verimliliğine etki eden teknolojik gelişmeler, çevre faktörünü de elzem
hale getirmiştir. Zira; iklim değişiklikleri ve zararlı gazların atmosfere yayılımı gibi
hususlar, küresel enerji sektörü yapılanmasına etki eden başat unsur olarak yerini

1 Armağan Kuloğlu, “Enerji Politikasının Güvenlik Boyutu”, Stratejik Analiz, Cilt: 3, Sayı:
27, Temmuz 2002, Ankara, s. 116.
Sibel Akova / Figen Beyhan 625

almıştır. Ayrıca; enerji fiyatlarının sürekli olarak artış ve değişkenlik göstermesi ile
enerji temin güvenliği konuları, dünya ülkelerinin sosyal ve siyasi gündeminde ilk
sırayı alan konulardır.
Türkiye, enerji arz güvenliği konusunda, kendi kendine –henüz- yetebilen
bir ülke değildir. Enerji elde etmek üzere, en fazla kullanılan petrol ve doğalgaz
kaynakları bakımınından zengin olmayan Türkiye, Dünya enerji enerji kaynakları
zenginliği sıralamasında, düşük enerji potansiyeline sahip ülkeler arasında yer al-
maktadır. Ancak, ülkemiz hidroelektrik enerji ve kömür rezervleri adına, azımsana-
mayacak miktarda enerji zenginliğine haizdir. Ayrıca; jeopolitik –coğrafik- konumu
itibariyle, jeotermal enerji, rüzgar enerjisi, güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji
kaynakları bazında önemli potansiyele sahiptir. Ülkemizde, üretilen enerjinin dört
katı bir tüketim gerçekleşmekte olup, enerji hususunda dışa bağımlılığın azaltılması
adına, kaynakların verimli kullanımı yönünde, enerji potansiyelinin doğru ölçümü-
ne ve etkin enerji politikalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Zira; enerji bağımsızlığı,
ulusal güvenlik ve ülkenin bağımsızlığı kavramlarına eşdeğer nitelikte bir öneme
haizdir. Gelecek yıllarda, yenilenebilir enerji talebi, dünya ülkeleri arasında hızla
artarak, kullanımı yaygınlaşacaktır. Kritik konumda yer alan enerji arz güvenliği ile
Türkiye’nin, mevcut kaynakların etkin kullanımı, enerji potansiyelinin belirlenmesi
ve jeopolitik konumu itibariyle, geçiş yolları üzerinde yer alması sebebi ile bir ener-
ji köprüsü misyonu edinimi, %70 oranında seyreden dışa bağımlılığını azaltacaktır.
Enerji arz güvenliği, dünya ülkelerinin olduğu gibi, yeterli enerji kaynağına
sahip olmayan ve enerji ithal etmek durumunda olan Türkiye’nin de enerji politi-
kasının en önemli maddesini teşkil etmektedir. Türkiye, zengin enerji kaynaklarına
sahip, enerji ihraç eden ülkeler arasında yer almadığından, güvenilir, temiz, sürekli
ve çeşitli ülkelerden veya enerji kaynaklarından mümkün olan en uygun tutarlar ile
enerji girdisinin sağlanması ile verimli tüketilmesi konularını uhdesinde barındıran
enerji arz güvenliği konusunda stratejik nitelikte planlar kurgulamak durumundadır.
Enerji kaynakları bakımından zengin, kendi enerji kaynaklarını uluslararası piyasa-
da pek çok ülkeden yeterli talebe haiz, oldukça yüksek tutarlar ile enerji ihracatını
fiyatlandırabilen enerji talep güvenliği rahatlığını yaşayan ülkeler dahi enerji po-
litikalarını, enerji güvenliği doktrini doğrultusunda tasarlamalı ve uygulamalıdır.
Zira, enerji güvenliği, bölgesel çatışmalar, güç dengeleri doğrultusunda pek çok
ülkenin enerji kaynaklarına “en” yoğunluğunda sahip olma istekleri ve politika-
ları, dünya üzerinde en fazla kullanım potansiyeline sahip fosil yakıtların yakın
bir gelecekte tükenme beklentisi, enerji projelerinin yürütülmesi hususunda gerekli
finansman ihtiyacının temininde karşılaşılan güçlükler, enerji üretiminde çevre fak-
törünün gözetilmesi ve çevreye verilebilecek olası zararların (özellikle fosil enerji
kaynaklarının kullanımı sonucu ortaya çıkan kükürt ve karbon esaslı gazların sa-
lınımı neticesinde, sera etkisinin oluşması ve bu etki ile dünya genelinde küresel
626 Enerji Diplomasisi

nitelikte sıcaklıkların artması ve dahi kutuplarda mevcut buz kütlelerinin erimesi)


en az seviyeye indirgenmesi adına üstlenilen sorumluluklar ve olası baskılar, hızla
şehirleşen ve hızla büyüyen ekeonomiler sebebi ile oluşabilecek enerji talebinde
bulunan ülkeler ile enerji arzı sunan ekonomiler arasında olası dengesizliklerin ya-
ratabileceği olumsuzluklar, enerji talebi ve enerji arzı konumunda ülkelerde mevcut
olabilecek ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklar, enerji hammaddelerinin iletimi ko-
nusunda yoğunlaşmaların yaşanması sebebi ile kritik kesintilerin oluşması, enerji
hammaddeleri tutarlarında dalgalanma ve artışların yaşanmasından kaynaklanan
ekonomik huzursuzluklar gibi örneklerini çoğaltmamızın mümkün olduğu pek çok
etmene göre etkilenebilen, dengede tutulması hayati öneme haiz, hassas bir terazi-
dir. Elbette ki enerji kaynaklarına sahip olmak, sahip olunamadığı takdirde, enerji
kaynaklarına sahip bölgeler üzerinde kontrole sahip olmak, kaynakların üretiminde,
iletiminde, dönüşümünde söz sahibi olabilmek, her dünya ülkesinin, tarihin hemen
her döneminde, en stratejik hedeflerinden birini teşkil etmektedir. Zira, enerji kay-
nakları üzerinde söz sahibi olabilme, etkin, kararlı ve stratejik enerji politikalarına
sahip olmak ile mümkündür.
Günümüzde, güçlü ve söz sahibi olabilmek güç kullanımından ziyade, sahip
olunan politakalar neticesinde içten çökertilmek ve zayıflamak yerine gelişme gös-
termek ile sarsılması mümkün olamayacak derecede etkin ekonomik politikalar ile
mümkün olmaktadır. Ve dahi, geçmiş enerji politikalarından edinilen deneyim ve
derslerden, geleceğin enerji politikalarını planlamak elzemdir. Doğaldır ki, yerel
kaynakların mümkün mertebe kullanımı ile enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi
kurgulanacak enerji politikasının başat unsurudur. Geçmişte, özellikle 1980’li yıl-
larda, serbest piyasa ekonomisine geçiş ile birlikte uygulanan ekonomik ve siyasi
politikalar neticesinde oluşan işsizlik, yoksulluk ve pek çok ekonomik dengesizlik
(enerji tüketim oranı artar iken, enerji üretim oranının artmaması, Türkiye ekono-
misi adına büyük risk teşkil etmektedir.), uluslararası sermaye kuruluş ve örgüt-
lerinin ülkemiz politikalarında müdahale etme yetilerini arttırmıştır. Uluslararası
sermaye kuruluşlarının talepleri doğrultusunda oluşturulan politikalar, etkin, karar-
lı ve istikrarlı bir ulusal enerji politikasının oluşturulmasına imkan tanımamış ve
dahi ülkemizin doğal kaynaklarının kullanılamaması ve kullanımına yönelik gerek-
li araştırma-geliştirme çalışmaları ile yatırımların yapılamamasına sebebiyet ver-
miştir. Gelecek kaygısı güdülmeden, öngörü yetisi geliştirilmeden, enerji üretimi
adına elzem olan faktörler doğru araştırılmadan uygulanan ve kurgulanan projeler
ile günü kurtarmaktan öteye geçilememiş, kararlı, net ve etkin enerji politikaları
oluşturulamamıştır. Oluşturulan politikaların da siyasetçiler ve hükümetlere bağım-
lı ve kolay etkilenebilir şekilde planlanması da geçmiş yıllarda oluşturulan yanlış
enerji politikalarının sıkıntılarının günümüze değin yansımasına sebebiyet vermiş-
tir. Etkin enerji politikalarını oluşturamamış Türkiye, 1980 döneminden günümüze
Sibel Akova / Figen Beyhan 627

değin, petrol ithal kaynaklarının çeşitlendirilmesine yönelik çalışmaları gerçekleş-


tirememiş, yeni kömür rezervlerinin araştırmasını doğru yönlendirememiş, yıllar
öncesinde kurulan kömür üretim tesislerini geliştirememiş, üretim kapasitelerini
arttıramamış, baca gazlarının arıtımı ile yakma proseslerini iyileştirememiş, çalı-
şan proseslere yönelik teknolojileri ilerletememiş, doğalgaz ithalatında çeşitliliğe
gidilememiş, üretim, sanayi, ticaret, ulaşım, hizmet sektörü ve konut yapılarında
doğalgaza ve doğaldır ki doğalgaz ihracatı sağlayan ülkelere bağımlı hale gelmiş,
doğalgaz altyapısını geliştirememiş, depolanması / rezervi aşamasını başarı ile ger-
çekleştirememiş, hükümet ve kalkınma planlarında nükleer santral yapımı konu-
sunda siyasi irade ve kararlılık gösterememiş (radyasyon riskleri, yüksek ilk yatı-
rım maliyetleri ve atık imhası sorunsalları sebebiyle), elerktrik üretimi konusunda
yeterli tesisleri kuramamış, kendi kaynaklarını ve yerli kömür ile çalışan termik
santrallerini değerlendirememiş, ithal kaynaklar ile elektrik üretimini yüksek ma-
liyetler ile sağlamak durumunda kalmış, yenilenebilir enerji kaynaklarına gerekli
önem atfedilmemiş, yenilenebilir enerji kaynakları yeterince araştırılmamıştır. Yıl-
lardır izlenen yanlış enerji politikaları milli gelirin büyük bir kısmının, enerji kay-
naklarına harcanmasına sebebiyet vermiştir. Türkiye’nin etkin, kararlı ve istikrarlı
enerji politikalarına ihtiyacı büyüktür. Türkiye’de enerji kaynaklarının temini ve
enerji politikalarının oluşturulması ile yürütülmesi hususlarında çalışmalar yürüten
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (ETKB)’nın, geçmişte yürütülen yanlış enerji
politikasında, pek çok değişiklikleri gerçekleştirmesi, tüketilen enerjinin mümkün
mertebe doğru, etkin ve verimli şekilde üretilmesi hususunda çalışmaları ve yatı-
rımları desteklemesi, enerji temin ve iletim politikalarının iyileştirilmesi konula-
rında etkinliğini arttırması, günümüz koşullarında elzem bir husustur. Tamzok’un;
“Tükettiği enerjinin yaklaşık dörtte üçünü dışarıdan ithal eden Türkiye, enerjide
dışa bağımlılığın en yüksek olduğu birkaç ülke arasında yer alıyor. 2013 yılı net
ithalat rakamları dikkate alındığında; Doğal gaz ithalatında Dünya beşincisidir.
Ekonomik anlamda ilk defa 1859 yılında, Pensilvanya Amerika’da keşfedilmiş olan
petrolün ithalatında Dünya on üçüncüsüdür. Kömür ithalatında Dünya sekizincisi-
dir. Petrol koku ithalatında Dünya dördüncüsüdür. Son toplamda ise Türkiye’nin
Dünya “net enerji ithalatı” ligindeki sıralaması on birinciliktir.”2 şeklindeki tespit-
leri, Türkiye’nin stratejik ve etkin enerji politikalarına olan ihtiyacını sergilemek-
tedir. Türkiye 24 Ocak 1980 tarihli alınan kararlar ile serbest piyasa ekonomisi ile
dışa açılma, 1984 yılından günümüze değin ise enerji sektöründe elektrik üretim,
dağıtım ve ticaretin serbestleşmesi ile özelleştirme politikalarını uyguluyor olması-
na rağmen, OECD ülkelerine nazaran enerji piyasasının serbestleşmesi sıralamasın-
da kendine ancak orta sıralarda yer edinebilmiştir.

2 Oğuz Türkyılmaz, “Enerji Politikaları, Artan Bağımlılık Çıkmazında”, Türkiye’nin Enerji


Görünümü Raporu, Bülten 200, Şubat, 2015, www.mmo.org.tr, E.T: 22.04.2015.
628 Enerji Diplomasisi

T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (ETKB)’nın, 2015- 2019 yıllarına


dair, enerji ve doğal kaynaklar alanında sektörün güncel ihtiyaçları ile geleceğe
yönelik beklentilerini karşılayan ve hakkında politika geliştirilmesinin gerekli gö-
rüldüğü temalar üzerindeki yapılandırılma çalışmaları şu şekilde planlanmıştır;
“Toplamda 8 adet tema, 16 adet amaç ve 62 adet hedeften oluşan Bakanlığımız
2015-2019 Stratejik Planı’ında; Enerji ve Doğal Kaynaklar alanında; İyi yöne-
tişim ve paydaş etkileşimi, Bölgesel ve uluslararası etkinlik, Teknoloji, Ar-Ge ve
inovasyon, Yatırım ortamının iyileştirilmesi gibi ortak gelişim ihtiyaçlarına vurgu
yapılırken, Enerji tarafında; Arz güvenliği, Enerji verimliliği ve tasarrufu, Doğal
Kaynaklar tarafında ise; Verimli ve etkin hammadde kullanımı, Hammadde tedarik
güvenliği, konuları ön plana çıkmaktadır. Enerji ve doğal kaynakların ekonomiye
kazandırılması ve tüketilmesi sürecinde vazgeçilmez bir yaklaşım olarak görülen
sürdürülebilirlik ayrı bir tema olarak değil, tüm temaları kapsayan bir çatı olacak
şekilde tasarlanmıştır.”3 İlgili strateji ve enerji politikası verimli kurgulanmış olsa
da, kısa vadede enerji açığımızın artacağını ifade etmek yanlış olmayacaktır. Bu
düşünüşten hareket ile gelecek yıllarda planlanacak enerji politikalarının, sürdürü-
lebilir hedeflere uygun, dengeli, kararlı, uyumlu, istikrarlı, güvenilir, enerjinin de
ihtiyaç dahilinde ulaşılabilir derecede uygun ve ucuz olmasının öneminin daha da
artacağını ifade etmek mümkündür. Türkiye’nin enerji alanında pek çok güçlü yönü
ve fırsatları olduğu kadar, zayıf yönleri ve tehdit unsurları (Swot Analizi) da mev-
cuttur. Bu sebeple, doğru okunmuş bir enerji envanterinin (ulusal ve uluslararası
düzeyde) hazırlanması elzemdir. İlgili envanterin aynı zamanda, tarım, sanayileş-
me, çevre ve ulaştırma gibi enerji ile doğrudan bağlantılı olan yapılar ile bütünleşik
şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Sahip olunan enerji rezervlerinin durumu
ile birlikte dünya rezervlerinin genel dağılımı doğru tespit edilmeli ve araştırılmalı-
dır. Gelişmenin ve ilerlemenin sürükleyici unsuru enerji ve enerji yönetiminin başat
unsurlarından biri olan insan kaynağının istihdamı ve eğitimi sürdürülebilir enerji
politikalarında gözden kaçırılmamalıdır.

Türkiye ve Avrupa Birliği Enerji Politikaları Karşılaştırması: Rekabetçilikten


Sürdürülebilir Enerji Arz Güvenliğine Geçiş
Suprasyonel (ulusütü) bir yapılanma olan Avrupa Birliği, 1950 yıllarına değin,
varolanı paylaşamamaktan kaynaklanan savaşlar sebebi ile büyük ölçekte yıkımla-
ra ve kayıplara uğramış olan Avrupa ülkelerinin, Soğuk Savaş yıllarının yaşanması
itibariyle de varolanı barışçıl şekilde paylaşmak ve güç birliği oluşturmak mantığı
ile birleşmesi ve güç dengesinde etkin rol oynama amacı ile birleşerek, güçlü olma

3 T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, “2015 – 2019 Stratejik Planı”, www.strateji.gov.
tr, E.T: 22.04.2015.
Sibel Akova / Figen Beyhan 629

savının denenmesidir. Özellikle, ekonomik birliktelik sağlama savı ile hedefleri-


ni genişleterek, gerçekleştirmeye çalışan Avrupa Birliği, kurucu antlaşmalarından
başlayarak, Maastricht Sözleşmesi’ne değin, kurumları, ortak politikaları ve işleyiş
mekanizmalarına değin pek çok argüman ile dünya siyasetine “sui generis” (ken-
dine özgü) oluşumu ile eklemlenmeyi başarmıştır. Yaşamın hemen her alanında,
envanterler oluşturan, planlar kurgulayan ve politikalar belirlemeyi düstur edinmiş
olan Avrupa Birliği, enerji kaynakları anlamında kendine yetememesi vehameti ile
de enerji gibi hayati, hassas ve stratejik alanda da politikalar geliştirmeyi kendine
görev edinmiştir. Kurulduğu ilk zaman diliminde (1950 yılları) fosil (birincil-pri-
mer) enerji kaynağı olan kömür ile sanayi hammaddesi olan çeliğin kullanılması
konusunda uzlaşma sağlanması temeline dayan enerji politikaları, günümüzün yeni
keşfedilen enerji kaynakları olan yenilenebilir enerji (ikincil-seconder) ve enerji-
nin sürekliliği hususlarında barışçıl çözümleri de içeren kapsamlı, etkin ve başarılı
süreçleri ile dünya siyasetine yön verebilme yetisine haizdir. Zira, pek çok alanda
yaptırım başarısı yüksek olan Avrupa Birliği doktrinleri, enerji hususunda da başa-
rılı ve etkin süreçler ile dünya siyasetine enerji politikaları ile de yön verebilmek-
tedir.
İhracatçı ülkeler için başat döviz kaynağı, ithalatçı ülkeler için dış ticaret açı-
ğının başlıca nedeni olan enerji, gelişmekte olan ülkelerin sanayileşme süreçlerini
tamamlamaları ve refaha ulaşma amaçları adına önemli bir argüman iken, gelişmiş
ülkeler için de sanayinin başat girdisi olmak ile birlikte, toplumların yaşamlarını
idame ettirebilmeleri adına ihtiyaç duydukları en önemli tüketim unsurunu oluştur-
maktadır. Günümüz konjonktüründe, sayıları 27’ye ulaşan ve birbirlerinden farklı
enerji kaynaklarına ve farklı enerji tüketimi oranlarına sahip Avrupa ülkeleri, milli
savunma politikaları oranında elzem olan enerji politikalarında Avrupa Birliği olu-
şumu kapsamında ortak bir paydada buluşarak, dünyanın en büyük ikinci enerji it-
halatçısı olma başarısını göstermişlerdir. Avrupa Birliği’nin enerji arz güvenliğinin
sağlanması hedefini, sürdürülebilirlik, çevre koruma ve rekabetçilik kavramların-
dan oluşan üçlü saç ayağına dayandırdıkları stratejik enerji politikaları, enerji ba-
ğımlılığı korkusundan arınmalarını sağlamıştır. Temelde, Avrupa Birliği’nin yapısı
güvenli, alternatif, tükenmez ve temiz enerji güzergahı üzerinde etkin ve egemen
olabilme siyasetine dayanan, kendi çıkarları doğrultusunda söz sahibi olabilece-
ği, enerji transit ülkesi ve enerji köprüsü Türkiye aracılığı ile Hazar Havzası’ndan
güvenli enerji arzını sağlamaya yönelik politikaları ile örtüşmektedir. Üyelik süre-
cindeki Türkiye 1990’lı yılların başlarında, Hazar enerji kaynaklarının taşınması
hususunda, enerji köprüsü olma betimlemesine uygun şekilde hareket ederek, Av-
rupa ülkelerine ve Batı Pazarlarına enerji iletimi amacı ile kurgulanan Trans Hazar
Doğalgaz Boru Hattı Projesi, Mavi Akım Projesi, BTC Projesi, Şahdeniz ve Nabuc-
cu projelerine dahil olarak, Karadeniz Bölgesel Enerji Merkezi ile Avrupa-Akdeniz
630 Enerji Diplomasisi

Enerji forumu yapılanmalarında aktif rol üstlenerek, ulusal enerji politikasını, Av-
rupa Birliği Müktesebatı ile uyumlaştırmaya gayret göstermektedir.
“Avrupa Birliği’nin enerji politikasının tohumları Avrupa Birliği’ni kuran üç
Kurucu Antlaşma’dan ilki olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) Ant-
laşması’nda atılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, ezeli rakipler Fransa ve
Almanya’nın demir çelik kaynaklarının devletlerüstü bir otoritenin yönetimine
devredilmesi sonucu, üç Kurucu Antlaşma’ya ve enerji politikasının şekillenmesine
damgasını vuran gelişmeler yaşanmaya başlanmıştır.”4 1951 Paris Antlaşması’nın
akabinde, 25 Mart 1957 yılında, altı ülke (Altılar adı ile anılan kurucu ülkeler; Bel-
çika, Federal Almanya Cumhuriyeti, Fransa, İtalya, Lüksemburg ve Hollanda’dır.)
Roma’da biraraya gelerek, Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nu (AAET) oluştur-
muşlardır. Kömür ve çelik ürünlerinin serbest dolaşımına imkan tanıma fikri ile
yola çıkılan oluşumda, sürdürülen istikrarlı ve planlı çalışmalar ile nükleer enerji
için ortak Pazar yaratılması oluşumlarına değin enerji hususunda egemen politikalar
yürütme başarısı gösterilmiştir. 1973 yılında, tüm dünya ülkelerini etkileyen, eko-
nomik dengeleri değiştiren Petrol Krizi ve öncesinde yaşanan gelişmeler, Sovyet-
ler Birliği’nin hızla artış gösteren petrol üretiminin neticesinde dünya pazarlarına
ucuz (ekonomik kabul edilebilirlik), fiyat ile petrol satarak girmesi, öte yandan da
ABD’nin de zorunlu petrol kotaları aracılığı ile kendi pazarını denetleme davranışı,
düşük fiyat politikalarından etkilenen üretici konuma haiz ülkelerin 1960 yılında
petrol fiyatlarının yükseltilmesi amacı ile biraraya gelerek, Petrol İhraç Eden Ülke-
ler Örgütü (OPEC)’nün kurulmasına sebebiyet vermiştir. Ortadoğu coğrafyasında
süregelen, ancak 1960’lı yıllarda hız kazanan siyasi çatışmalar neticesinde yaşanan
İsrail Devleti ile Arap ülkeleri arasında mevcut olan çıkar çatışmaları, 1967 yılında
Arap ülkelerini biraraya getirerek, Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Örgütü (OAPE-
C)’nün kurulması ile rekabetin alevlenmesine neden olmuş, üretici ülkeler ile tü-
ketici ülkeleri ve dahi petrol şirketlerini karşı karşıya getirmiştir. Çıkar çatışmaları,
güç ve egemenlik güdüsünden hareket ile petrol krizinden etkilenen Avrupa ülke-
leri, gelecekleri adına anlam taşıyan önlemler alabilmek adına OECD yapılanması
altında Uluslararası Enerji Ajansı’nı (IEA) oluşturmuş, uluslararası boyutta enerji
programlarının geliştirilmesine başlamışlardır. Avrupa Birliği üye ülkeleri arasında-
ki işbirliği elzemdir. Ayrıca; üye ülkeler arasında mevcut olan enerji piyasalarındaki
farklılıklar giderilmeye çalışılmakta ve üye ülkeler arasında uyum sağlama yönün-
de teşvikler ve yatırımlar desteklenmektedir.
Enerji iletiminde ana enerji arterlerinden biri olma rolünü üstlenen (Avrupa
Birliği’ne petrol ve doğalgaz sağlayan dört ana arter; Rusya, Norveç, Cezayir, Tür-

4 “Avrupa Birliği’nin Enerji Politikası”, İKV, No 13, İstanbul, İKV Yayınları, 15 Soruda 15
AB Politikası Serisi, 2003, s.5.
Sibel Akova / Figen Beyhan 631

kiye’dir.) transit niteliği taşıyabilecek, enerji köprüsü olarak betimlenen Türkiye,


40 yıla yakın süren bir bekleyişin ardından, 450 milyon civarında nüfusa sahip,
27 ülkeden oluşan, ancak; enerji kaynaklarına bağımlı, enerji tüketimi yıllar içe-
risinde artan Avrupa Birliği’ne 17 Aralık 2015 tarihi itibariyle, tam üyelik süreci
ile adapte olma şansını yakalamıştır. (Türkiye, 1949 yılında Avrupa Konseyi ve
1952 yılında da NATO üyesi olmuştur. 1958 yılında kurulan AET’ye 1959 yılında
tam üyelik başvurusunda bulunmuş, üyeliği reddedilmiş, üyelik koşullarının ta-
mamlanmasına değin geçerli nitelikte olacak olan ortaklık antlaşması imzalaması
önerilmiştir. 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara’da Ortaklık Antlaşması imzalanmış, 1
Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren Katma Protokol imzalanmıştır. 1 Ocak 1996
tarihinde Gümrük Birliği tamamlanmıştır. Türkiye, Avrupa Birliği’ne tam üye ol-
madan Gümrük Birliği oluşturan ilk ülkedir.) Tam üyelik sürecine aday ülke sıfatı
ile birlikte Türkiye, elektrik kayıp-kaçak oranlarından, endüstriyel yapılarına ve
dahi enerji tasarrufuna dair tedbirlerine (enerji yoğunluğunun azaltılması) değin,
enerji ve çevre yapıları farklılık gösteren Avrupa Birliği Müktesebatı’na uyum ha-
zırlıklarına ve enerji alanında mevcut olan ulusal mevzuatını Avrupa Birliği mev-
zuatına uyumlaştırma çalışmalarına başlamıştır. İlgili çalışmaların ışığında Türki-
ye, “enerjinin etkin kullanılması, israfın önlenmesi, enerji maliyetlerinin ekonomi
üzerindeki yükünün hafifletilmesi ve çevrenin korunması için enerji kaynaklarının
ve enerjinin kullanımında verimliliğin artırılmasına yönelik”5 bir Enerji Verimli-
liği Kanunu Tasarısı hazırlanmıştır. Enerji Verimliliği Yasası ile birim milli gelir
başına tükettiğimiz enerjinin yoğunluğunu 2020 yılına değin en az % 15 oranın-
da azaltmaktır. Enerji Verimliliği Yasası ile binalarda, sanayide, ulaşımda temelde
enerji sektörü ve enerjinin ihtiyaç bulduğu tüm sektörlerde uygulanabilir yükümlü-
lükler, kapsamlı destekler, pratikte bilinçlendirme etkinlikleri kurgulanarak, kamu
ve özel sektör ile sivil toplum kuruluşlarının da destek ve katılımları ile gelişmiş
ülkelerdeki uygulama pratikleri baz alınarak, enerji politikamızı Avrupa Birliği di-
rektiflerine yaklaştırmak amaçlanmıştır. Kanun tasarısında da ifade bulan elektrik
enerjisi ihtiyacı, 2020 yılına değin büyük oranlarda artış göstereceğinden, enerji
ihtiyacının temini konusunda, Avrupa Birliği ülkelerinde yıllar önce kurulan ve
günümüzde dahi işletilen, ülkemizde mevcut olmayan nükleer enerji santralle-
ri meselesi geniş çapta ve pek çok platformda tartışma konusu olarak kamuoyu
gündemi içerisinde yerini almıştır. Avrupa Birliği’nin enerji politikaları arasında,
iklim değişikliği ile mücadeleye destek olmak ve enerji çeşitliliğini teşvik etmek
adına yenilenebilir enerjinin yatırımı ve kullanımı önemli bir yer tutmaktadır. Yü-
zölçümüne düşen güneş enerjisi tüm Avrupa ülkelerine düşen enerji miktarına eşit
olan Türkiye’nin, ılıman iklim kuşağında yer alması ve güneşten faydalanabileceği
zaman diliminin yüksek düzeyde olması sebebi ile güneş enerjisinden (Fotovoltaik

5 “Enerji Verimliliği Kanun Tasarısı”, www.basbakanlik.gov.tr , E.T: 21.03.2015.


632 Enerji Diplomasisi

Dönüşüm/Güneş Pili ve Stirling Motoru), rüzgar hızının yüksek olması nedeni ile
de Türkiye rüzgar haritasının çıkarılması suretiyle, rüzgar (rüzgar türbini ve rüz-
gar tarlaları) enerjisinden en yüksek düzeyde faydalandırılması ve yenilenebilir
enerji zenginliğinin yatırımlar ile teşvik edilmesi gerekmektedir. 1910’lu yıllarda
Türkiye’de kullanılmaya başlanan elektrik enerjisinin üretilmesi sürecinde, doğal-
gaz enerjisinin kullanımı yerine, ülkemizde yer alan hidroelektrik santrallere yatı-
rımlar yapılarak, yenilenebilir enerji kaynakları kapsamı dahilinde yer alan zengin
kaynakların kullanımının teşviki, Türkiye’yi Avrupa Birliği enerji politikalarına
yaklaştıracak, müktesebata uyumu sağlayacak, sınırlı enerji kaynaklarına ikame
oluşturacak, dışa bağımlılık azalacak, fosil yakıtların çevreye (KYOTO protoko-
lüne uyum sağlanarak, karbon emisyonlarında azalmaya gidilmesi hususu önem
arz etmektedir.) verdiği zararları indirgeyecektir. Ve dahi Türkiye, ulusal enerji po-
litikasını, uluslararası enerji politikaları boyutuna taşıyarak, enerji arz güvenliği
kapsamında, ekonomik istikrar ile büyüme ve enerji güvenliği ile gelişimi hedefle-
rine yaklaşmış olacaktır. Zira AB üyelik sürecinde meşakkatli bir mesafe kat eden
Türkiye, jeopolitik ve jeostratejik konumunu iyi değerlendirmelidir. Türkiye ile
Avrupa Birliği arasında mevcut yapısal farklılıklar olsa da enerji kaynakları ham-
maddelerini yakın ve benzer bölgelerden temin ettiklerinden, enerji politikalarında
farklı düzeylerde yer almalarına rağmen, dışa bağımlılık oranları bir hayli yüksek
orandadır. Kalkınmanın motoru olan enerji alanında Avrupa Birliği ile Türkiye’nin
çıkarları ortaktır. Bu düşünceden hareket ile Türkiye ve Avrupa Birliği’nin, enerji
arz güvenliği sağlama yolunda enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, istihdam ya-
ratma, güvenilir (kesintisiz-emre amade), temiz (çevreye uyumlu) ve sürdürülebilir
enerjinin temini konularında kesiştiklerini ifade etmek yanlış olmayacaktır. Avrupa
Birliği, üyelik adına aday olan Türkiye’ye enerji terminali olma yönünde alternatif
oluşturabilecek, “Doğu-Batı Enerji Koridoru” (enerji terminali) olma misyonunu
atfetmiştir. Yıllardır enerji kaynaklarını savurgan şekilde kullanan Türkiye, Avrupa
Birliği ülkeleri ile enerji konusunda ortak hareket etmeli, ortak enerji politikaları
kurgulamalıdır. Ancak Türkiye, özellikle enerji arz güvenliği konusunu, kendi iç
meselesi olarak değerlendirmekte ve ortak enerji politikaları ile birebir örtüşen ta-
sarrufları hayata geçirememektedir. İnsanlığın geleceğine garantörlük edebilecek
kıymette hayati önem arz eden enerji verimliliği ve enerji tasarrufu çalışmalarında,
tüm gelişmiş ülkelerde sağlanan başarılı uygulamalar, devletin hemen her sektörde
olmak üzere uygulama pratiklerini mali yardımlar ve kanuni yaptırımlar ile des-
tekleri ile gerçekleştirilmiştir. Bu sebeple, Türkiye’de teşvik mevzuatının gözden
geçirilmesi, enerji verimliliği proje desteklerinin ayrı bir kalem olarak değerlendi-
rilmesi ve ilgili kararların sadece kağıt üzerinde kalmaması gerekmektedir. Türki-
ye’de enerji politikalarının en büyük sorunsalı olan devlete ait enerji politikalarının
varlığı ve mevcut enerji politikalarının hükümetlerin süreli ömürlerine bağlı olarak
Sibel Akova / Figen Beyhan 633

değişmesi ile şekillenmesi sebebi ile sahip olduğumuz başat enerji kaynaklarının
kullanılmasının engellenmesidir. Küreselleşmenin baş döndüren bir hızla gerçek-
leştiği günümüzde, tamamen bağımsız nitelikte bir enerji politikasının kurgulan-
masının da mümkün olamayacağını ifade etmek gerekmektedir. Ayrıca Türkiye,
enerji köprüsü veya terminali olma hususunda, yalnızca Avrupa Birliği’ne bağlı
olarak hareket etmemeli, kendi menfaatleri ve ulusal çıkarları doğrultusunda, özel-
likle zengin enerji kaynaklarına sahip, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan ve
Azerbaycan gibi bölge ve komşu ülkeleri ile tarihi, kültürel, sosyal ve ekonomik
bağlarımızın altı çizilerek, başarılı ilişkiler geliştirmeli, uluslararası oluşumlar iyi
takip edilerek, doğru okunmalıdır. Rusya’nın yokluğu ile pek çok projenin kısa
süre içerisinde hayata geçemeyeceği aşikardır, bu sebeple Rusya ile rekabet stra-
tejilerinden ziyade, dostluk ve kardeşlik çerçevesinde işbirlikleri gerçekleştirmek
gerekmektedir.
Türkiye, dinamik ve genç nüfusu, jeopolitik ve jeostratejik konumu, geliş-
mekte olan istikrarlı ekonomisi ile düya ülkeleri arasında önemi azımsanamayacak
kıymette bir ülkedir. Güçlü ordusu ile güvenlik politikasını, istikrarlı gelişimi ile
dış politikasını, genç nüfusu ile Avrupa Birliği ekonomisini güçlendirme kudretine
haizdir. Tüm olumlu yönlerine rağmen, Avrupa Birliği adaylık süreci içerisinde,
Türkiye’nin tam üyeliğinin gerekli ölçüde destek alamadığını ifade etmek yanlış
olmayacaktır. Avrupa Birliği’nin tek Pazar anlayış ve savının işleyişi, büyük ölçüde
enerjinin güvenliği unsuru için de tek Pazar anlayışının kurgulanması ile geçerlilik
kazanacaktır. Türkiye’nin tek Pazar işleyişine dahil edilmesi, ortak alt yapı yatırım-
larında etkin olması, enerji arz güvenliği argümanlarını Avrupa Birliği müktesebatı
ile uyumlu hale getirmesi, enerji ihtiyacı ile arz güvenliğini kısmen de olsa garanti
altına almasını sağlayacaktır. Zira enerji ekonomisi dünya ülkelerinin kalkınma po-
litikalarında temel belirleyici olduğu gibi Türkiye’nin gelişme seyrini de etkileyebi-
lecek kudreti haizdir. Bu sebeple Türkiye, Enerji ekonomisini dinamik, gelişmelere
duyarlı, küresel tehditlere karşı kararlı ve güçlü şekilde oluşturmak durumundadır.
Gelecek yıllarda, enerjide oluşabilecek ihtiyaç ve talebi karşılamak üzere, azımsa-
namaz miktarda yatırım yapmak gereklidir. Gerekli yatırımları yapabilmek adına
da ülke ekonomisinin ve ulusal koşulların uygunluğu ile teknolojinin geliştirilmesi
büyük önem arz etmektedir. Ancak, Avrupa Birliği ile Türkiye arasında hedefle-
nen uyumun gerçekleşmesinde, reform çalışmalarının ağır ilerlemesi ve mevcutta-
ki yüksek enerji üretim maliyetleri büyük engel teşkil etmektedir. Ayrıca Türkiye,
Avrupa Birliği müzakere sürecinde, enerji alanında, çevre standartları, verimlilik,
tam rekabet şartlarının sağlanması, toplumsal önceliklerin korunması ve serbestleş-
menin tamamlanması konularında bir dizi ağır ve yaptırımı güç mevzuat ile karşı
karşıya kalmıştır.
634 Enerji Diplomasisi

Yapılı Çevrelerin Tasarımı ve Enerji Politikalarına Etkisi


Bir ülkenin sahip olduğu kaynaklar ile var olduğu enerji piyasası içerisinde
çıkar elde etmek ve/veya söz konusu risklerden korunmak için gerçekleştirdiği fa-
aliyetlerin tümü olarak tanımlanan enerji diplomasisi, yaşama dair tüm eylemlerin
sürdürüldüğü yapılı çevrelerin tasarım, inşa, kullanım, bakım ve yıkım süreçlerini
de kapsamlı olarak değerlendirmeye almalıdır. Binalar, açık ve yarı açık mekan-
lar olarak kısaca tanımlayabileceğimiz yapılı çevreler ülkelerin enerji politikalarını
doğrudan etkilemektedir ve enerji tüketiminde önemli bir paya sahiptir.
Teknolojinin gelişmesiyle her geçen yıl insanların enerjiye daha bağımlı hale
geldiği günümüz yaşam koşullarında hızla artan dünya nüfusunun enerji gereksi-
nimlerini karşılamak için tüketilen enerjinin büyük çoğunluğu yapılı çevrelerde
olmaktadır. Binalar toplam enerji tüketiminin %40’ından sorumlu tutulmaktadır ki
binaların inşası için gerekli enerji de göz önüne alındığında bu oran daha da art-
maktadır. Enerji etkinlik çerçevesinde zayıf ve kusurlu yapı stoklarının yer aldığı
ülkelerde gayri safi milli hasıla başına tüketilen enerji miktarı olarak adlandırılan
enerji yoğunluğunun çok yüksek olduğu bilimsel verilere dayandırılarak ortaya
konmuştur. Gelişmiş ülkelerde 0.09-0.19 arasında olan enerji yoğunluğu değerleri
ülkemizde 0.38 civarlarındadır ve enerji sorunlarının bu denli gündemde olmasına
rağmen azalma eğilimi göstermemektedir. Sanayide %15, binalarda %35 ve ula-
şımda %15 tasarruf potansiyeline sahip olunabildiği kabul görmüş bir gerçektir.
Dışa bağımlı enerji ihtiyacının azaltılması hususunda mevcut yapı stoklarının ener-
ji etkin iyileştirilmesi ve yeni yapıların enerji etkin tasarım ölçütleri çerçevesinde
tasarlanarak inşa edilmesi dışa bağımlı enerji ihtiyacının azaltılmasında önemli bir
yer tutmaktadır. Bu bağlamda AB ve gelişmiş ülkelerde, ekonomi sektöründe de en
uzun ömürlü ve önemli boyutta enerji tüketen ürünler olarak çok geniş ürün ve hiz-
met aralığını kapsayan binalarda enerji verimliliğinin artırılması, enerji politikaları-
nın belirlenmesinde ve bir yönetimsel problem olarak enerji sorunlarıyla mücadele
de öne çıkmaktadır.
Özellikleri ve içerikleri ile doğaya karşı duran ve onu tahrip eden günümüz
yapılı çevreleri, amaca uygun ve cazibesi olan binaları günün teknolojisinden yarar-
lanarak tasarlama ve gerçekleştirme eğilimindedir. Mekânların yaşanabilirliğini be-
lirleyen konfor koşullarının sağlanması ve yaşamın kolaylaştırılması ile ilgili kaygı-
lar, işlev ve cazibenin gerisinde kalarak sonradan mekanik yöntemlerle çözülmeye
çalışılmaktadır. Yer ve konumun getirdiği (topografya, iklim, yerel malzeme, yapım
sistemleri vb.) tüm bağlamlardan uzak, benzer binaların ortaya çıkması, yaşanabi-
lirliğe dair sorunların önce yaratılması, sonrasında da enerji tüketimi esaslı bina
alt sistemleri ile çözülmesini kaçınılmaz kılmıştır. Tükenmekte olan ve çevresel
kirliliğe yol açan fosil kaynakların kullanıldığı bu mekanik yöntemler binalardaki
Sibel Akova / Figen Beyhan 635

aydınlatma, ısıtma, serinletme, havalandırma vb. konfor koşullarını kontrol altına


almak için etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Hatta günümüz binalarının olmazsa
olmazları durumundadırlar.
Geçtiğimiz yüzyılda tüm ülkeler büyük kalkınma hamlelerine girişmiş ve
özellikle II. Dünya Savaşı sonrası gelişmeler sınırsız teknolojiyi, sınırsız üretimi ve
tüketimi hedefleyen bir hal almıştır. Bu hedefler gerçekleştirilirken doğanın tüken-
mez bir kaynak olarak görülmesi ve atıkların bir sorun olarak kabul edilmemesi de
“Çevre Sorunları”nı beraberinde getirmiştir. Yapılı çevrelerde süre giden haya-
tın kalitesini belirleyen performans gereksinimlerini karşılamak için her geçen gün
daha fazla gereksinim duyulan enerjinin elde edilmesinde kullanılan fosil kaynaklar
bir yandan tükenmeye başlamış, öte yandan ortaya çıkardığı atıklar nedeniyle çev-
resel kirliliğe yol açmıştır.
Özellikle enerji krizinin ilk gündeme geldiği 1973 yılında modernizmin orta-
ya koyduğu “uluslararası işlevsellik” şeklinde tanımlanabilecek bir akımla büyük
cam giydirme cepheleri ile iklimsel verilerin önemsenmediği, konfor koşullarının
sağlanması amacıyla mekanik ve elektrikli sistemlerin kullanıldığı ve doğal ola-
rak enerji tüketimi ile çevre kirliliğine olumsuz etkileri olan yerin koşullarından
muaf olarak tasarlanmış mimarlık ürünleri yaygınlaşmıştır. Ortaya çıkan kriz dö-
nemlerinden bugüne kadar uzanan enerji sorununa rağmen yapı teknolojilerinin,
mimarlık sistemlerinin gelişmesi, çeşitlenmesi ve mevcut enerji kaynaklarının ih-
tiyacı karşılayamayacak kadar azalması, yapılı çevrelerin ekolojik dengeye vermiş
olduğu zararlı etkileri arttırmıştır. Mimari ürünün tasarım, üretim, kullanım ve
fiziksel ömrünün sonuna kadar bütün aşamalarında bu olumsuz etkiler artarak de-
vam etmiştir.
Doğal çevre içerisinde kaliteli bir yaşam döngüsü için sağlıklı yapılı çevreler
inşa etmekle yükümlü olan tasarım ve uygulamacılar da, yaşamın sürdürülebilirli-
ğini tehdit eden bu gidişatın içerisinde sorumluluklarını fark etmeye ve çözümler
aramaya başlamışlardır. Zira “Gelecek nesil en önemli olandır.” (Confucius) Bu
süreç içerisinde yeterli düzeyde ve çevresel değerleri tehdit etmeyen enerji sağlama
ve kullanma toplumun en önemli sorunlarından biri olarak görüldüğü için çevre so-
runları hem ulusal hem de uluslar arası ölçekte tartışmaya açılmıştır. Böylece petrol
ve kömür egemenliğine dayanan enerji çağının 1973 yılında ortaya çıkan petrol kri-
zi sonucunda oluşturduğu güvensizlik ortamı ile tüm dünyada yeni ve yenilenebilir
enerji kaynaklarına karşı yoğun bir ilgi ortaya çıkmış; “enerji güvenliği” ve “enerji
çeşitlendirilmesi” kavramları enerji politikalarının belirleyici unsuru olmuştur.
1970’lerden bu yana çevreyle ilişkisi sosyo-politik bir hareket olarak değerlen-
dirilmiş olan mimarlık disiplini, gündemine giren sorgulamalar sonucunda eko-ta-
636 Enerji Diplomasisi

sarımı geliştirmiş ve binalar, mekanlar, sistemler, malzemeler, ürünler ve projeler


çevre bilinçli yaklaşımlarla ve elbette sürdürülebilir enerji politikaları çerçevesinde
değerlendirilmeye başlanmıştır.
Birleşmiş Milletler tarafından 5-16 Haziran 1972 tarihinde Stockholm’de bir
konferans düzenlenmiştir. “Ekoloji ve kalkınma arasındaki dengeyi ön plana çıka-
ran eko kalkınma politikası çerçevesinde sürdürülebilir kalkınmanın iki temel öğe-
si, “insan merkezcilik” ve “gelecek nesillerin kaynaklarının korunması” konuları
bu toplantı ile gündeme getirilmiştir” 6. Fosil yakıtların zararlı etkilerinin daha çok
hissedilmesi, iklim geçiş ve dönemlerinin beklenilenin dışına çıkması, sera etkisi,
ozon tabakasının incelmesi, içme ve kullanma sularında meydana gelen kirlenme
ile tüm bunların nedenleri ve ekolojik bağlamda alınacak önlemler bu dönemde en
çok tartışılan konulardır.
Birleşmiş Milletler Örgütü’nün çevre ve ekonomik gelişme arasında artan ça-
tışmaya uluslar arası bir yaklaşım getirmek amacıyla 1983 yılında kurduğu Dünya
Çevre ve Kalkınma Komisyonu, 1987’de yayınladığı “Ortak Geleceğimiz/ Brundt-
land Raporu”nda “gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetlerini
tehlikeye atmadan bugünün ihtiyaçlarını karşılayan gelişim” olarak tanımlanan
“sürdürülebilir gelişme” kavramının ortaya çıkması ile etik ve sosyal sorumluluk
düşünceleri çerçevesinde eko-tasarım daha geniş ve uzun dönemli bir yaklaşıma
sahip olmuştur7.
Rio-Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı(1992)’nda uluslar
arası topluluk sosyal, ekonomik ve çevresel faktörlerin birbirleriyle karşılıklı iliş-
ki içinde olduğunu ve birbirini etkilediğini kabul etmiştir. 1993 yılında yürürlüğe
giren 93/76/EEC sayılı “Enerji Verimliliğinin Artırılması ile CO2 Emisyonlarının
Azaltılması” direktifi binaların sertifikasyonu, yeni binaların standartlara uygun ya-
lıtımı, yüksek enerji tüketiminin olduğu kamu veya sanayi binalarında enerji etüt
çalışmalarının yapılması ile CO2 emisyonlarının azaltılmasını öngörmüştür8.
Avrupa ülkelerinden 15’inin 1997’de imzaladığı ve önemli bir aşama olarak
kabul edilen Kyoto Protokolü’nde küresel ısınmanın nedenlerinden biri olan kar-
bondioksit üretiminin kontrol altına alınmasının en akılcı yol olduğu belirtilmiştir.
Rio+10 olarak bilinen ve 2002 yılında Johannesburg’da gerçekleşen Dünya Sür-
dürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde ise Rio zirvesinden bu yana geçen 10 yıllık süre-
nin değerlendirmesi yapılmış, bundan sonraki çabaların ne yönde olması gerektiği,

6 Kışlalıoğlu, M., Berkes F, “Ekoloji ve Çevre Bilimleri”, Remzi Kitabevi, 2003.


7 “Global Economic Justice, The Global Environment, Securing A Sustainable Future”,
Brundtland, G.H., 1992, Revelle, Jones And Bartlett Publishers, Boston, London.
8 “Avrupa Birliği Direktifleri”, enver.eie.gov.tr
Sibel Akova / Figen Beyhan 637

enerji arzını çeşitlendirmek, yenilenebilir enerji kaynaklarının küresel paylaşımını


arttırmak ve sürdürülebilir kalkınma ile sürdürülebilir kalkınma stratejileri tartışıl-
mıştır.
Avrupa Parlamentosu ve Konseyi tarafından imzalanarak yürürlüğe giren “Bi-
nalarda Enerji Performansı Direktifi-EPDM 2002” sayesinde çeşitli ulusal düzen-
leme ve hesap yöntemleri birleştirilerek binalarda enerji performansının minimum
standartları belirlenmeye, binaların sertifikasyon ve ısıtma-soğutma sistemleri için
denetleme kuralları sağlanmaya çalışılmıştır9. Yerel koşulların ve gereksinimlerin
dikkate alınarak, binaların enerji performansının maliyet-etkin yöntemlerle geliş-
tirilmesi amacıyla temel prensipler belirlenmiş ve üye ülkelerin kendi koşullarını
gözeterek bu ilkelerin gerçekleştirilmesi için gerekli yöntem ve araçları geliştir-
mesi istenmiştir. Böylece 93/76/EEC sayılı direktif ile başlayan süreç 2003 yılında
2002/91/EC sayılı “Binaların Enerji Performansına Dair Yönetmelik” ile devam et-
miş ve ülkemizde de TS 825 Binalarda Isı Yalıtım Yönetmeliği’nin revize edilmesi
ve Avrupa Birliği mevzuat uyum çalışmaları çerçevesinde direktife uyumlu hale ge-
tirilmesi amacıyla 2007’de “Enerji Verimliliği Kanunu”nun, 2008’de ise “Binalar-
da Enerji Performansı Yönetmeliği”nin yürürlüğe girmesinde etkili olmuştur10. Bu
süreçte enerji maliyetlerinin ekonomi üzerindeki yükünün hafifletilmesi ve çevreye
dair sorunların azaltılması amacıyla kanun bünyesinde verimlilik artırıcı projelere
verilebilecek destekler de artırılmıştır.
Türkiye’deki binaların ısıtılmasında kullanılan enerji miktarlarını sınırlayarak
tasarrufu öngören TSE 825 mevcut binalarda net ısıtma enerjisi tüketimlerinin he-
saplanmasını, yenileme projeleri uygulanmadan önce enerji tasarruf tedbirlerinin
sağlayacağı tasarruf miktarlarının belirlenmesini, yeni yapılacak binaların enerji
ihtiyacını hesaplayarak farklı tasarım seçenekleri içerisinde en uygun enerji perfor-
mansını sağlayacak seçeneğin saptanmasını amaçlamaktadır.
“Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği’nin amacı ise, dış iklim şartla-
rını, iç mekân gereksinimlerini, mahalli şartları ve maliyet etkinliğini de dikkate
alarak bir binanın bütün enerji kullanımlarının değerlendirilmesini sağlayacak he-
saplama kurallarının belirlenmesini, birincil enerji ve karbondioksit emisyonu açı-
sından sınıflandırılmasını, yeni ve önemli oranda tadilat yapılacak mevcut binalar
için minimum enerji performans gereklerinin belirlenmesini, yenilenebilir enerji
kaynaklarının uygulanabilirliğinin değerlendirilmesini, ısıtma ve soğutma sistem-
lerinin kontrolünü, sera gazı emisyonlarının sınırlandırılmasını, binalarda perfor-

9 http://www.dfpni.gov.uk/eu_directive.pdf
10 Resmi Gazete No:27075, http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2008/12/20081205-9.htm;
Resmi Gazete No:26510, http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2007/05/20070502-2.htm
638 Enerji Diplomasisi

mans kriterlerinin ve uygulama esaslarının belirlenmesini ve çevrenin korunmasını


düzenlemek olarak belirtilmiştir.”11
“Avrupa Konseyi tarafından Mart 2007’de onaylanan AB’nin yeni enerji ve
çevre politikası, topluluğun temel enerji hedefleri arasında yer alan sürdürülebilir-
lik, rekabet ve arz güvenliğine ilişkin ileriye dönük siyasi gündem oluşturmaktadır.
Ayrıca AB, Kyoto protokolüne göre karbondioksit yayılımını azaltmayı taahhüt et-
miştir. Bu hedeflerin gerçekleştirilmesine yönelik olarak AB, “20-20-20” inisiya-
tifini üstlenmiştir: 2020’ye kadar, sera etkisine yol açan gaz emisyonlarını %20
azaltacak, enerji tüketiminde yenilenebilir kaynakların payını bugünkü oran olan
%8,5’dan %20’ye çıkartacak, enerji verimliliğini %20 arttıracaktır”12. “20-20-20”
hedefi daha önce yayınlanan direktifler içinde hedef olmuş ve enerji hedefli tüm ça-
lışmalar bu çerçevede yeniden ele alınmaya başlanmıştır. Avrupa Birliği’nde yaşa-
nan bu gelişmeler ve güncel koşullar gözetilerek 08 Temmuz 2010’da 2010/31/EC
“AB Binalarda Enerji Performansı Değişiklik Direktifi” yürürlüğe girmiş ve. Di-
rektif’ in Temmuz 2012’ye kadar ulusal yasalara aktarılması gerektiği belirtilmiştir.
Yeni direktif, mevcut gereksinimlere ek olarak “maliyet etkin enerji verimliliği” ve
“yaklaşık sıfır enerjili bina” kavramlarını da ortaya koymaktadır13.
Yeni direktife (EPBD Recast’e) göre her ülke kendi ulusal koşullarına uygun
şekilde bir hesaplama yöntemi geliştirmek ve bu yöntemle minimum enerji perfor-
mans gereksinimlerinin optimum maliyet düzeylerini belirlemekle sorumludur. Di-
rektifte; yeni binalar için, inşaatın başlamasından önce alternatif sistemlerin dikkate
alınmasının resmi olarak sağlanması, yenilenecek mevcut binalar için ise teknik,
işlevsel ve ekonomik açılardan minimum enerji performanslarının sağlanması ge-
rektiği vurgulanmıştır.
Bu çerçevede Türkiye’de, 1 Nisan 2010 tarihinde “Binalarda Enerji Perfor-
mansı Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” yayınlanmış ve
2010 yılı sonu itibariyle yayınlanan BEP-TR programı kullanılarak yeni yapılan
binalarda “Enerji Kimlik Belgesi” çıkartılması 1 Ocak 2011 tarihi itibari ile zorunlu
hale getirilmiştir14. Bu tarih öncesinde ruhsat alan binalar ve mevcut binalar için ise
“Enerji Verimliği Kanunu” gereğince 2 Mayıs 2017 tarihine kadar “Enerji Kimlik
Belgesi” alınması gerektiği ortaya konmuştur. 2017 yılından sonra yapılacak dü-

11 “Bina Enerji Performansı Değerlendirme Araçları-Enerji Simülasyonu”, Ulukavak Har-


putlugil, G., Binalarda Enerji Performansı Sempozyumu, 11. Ulusal Tesisat Mühendisliği
Kongresi-TESKON 2013, 17-20 Nisan, İzmir, Türkiye, s. 949-958.
12 Değirmenci, F., “Avrupa Birliği Enerji Politikalarındaki Gelişmeler ve Enerji Politikaları”,

TEİAŞ, Ankara.
13 http://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=CELEX:32010L0031&from=EN

14 Resmi Gazete No: 27539, http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2010/04/20100401-5.htm.


Sibel Akova / Figen Beyhan 639

zenlemeler ile binaların enerji sınıfına göre bir vergilendirme sistemi getirilecek ve
yılsonundan sonra tüm bina alım - satım ve kiralamalarında “Enerji Kimlik Belge-
si”nin ibraz edilmesi zorunlu olacaktır.
Enerji Kimlik Belgesi, verildiği binanın enerji performansını göstermektedir
ve A ile G harfleri aralığında sahip olduğu enerji sınıfını ortaya koymaktadır. A ve-
rimli binayı, G ise verimsiz binayı temsil etmektedir. Bir bina olması gereken yapı
ve yalıtım standartlarını tam olarak sağlıyorsa, binanın olması gereken standartları
sağladığını gösteren C enerji sınıfını almaktadır15.
Tüm AB üyesi ülkelerin üzerinde çalışmakta olduğu bu konu AB uyum süre-
cinde bulunan Türkiye için de bir zorunluluktur. Bu kapsamda, Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı’nın Temmuz 2011’ de yayımladığı “İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı
(2011-2023)” yapılar için aşağıdaki hedefleri ortaya koymuştur16;
“Hedef B1.1: 2023 yılında en az 1 milyon konut ile toplam kullanım alanı 10
bin m² üzerindeki ticari ve kamu binalarında standartları sağlayan ısı yalıtımı ve
enerji verimli sistemlerin oluşturulması.
Hedef B1.2: 2017 yılına kadar bütün binalarda, BEP Yönetmeliği ve diğer
enerji verimliliği yönetmeliklerinin etkin olarak uygulanması.
Hedef B1.3: Binalarda 2013 yılı sonuna kadar enerji verimliliği, yenilenebilir
enerji ve BEP ile ilgili olarak gerekli finansal desteği sağlayacak araçların geliş-
tirilmesi.
Hedef B1.4: 2017 yılına kadar tüm binalara “Enerji Kimlik Belgesi” veril-
mesi.
Hedef B1.5: Kamu kuruluşlarının bina ve tesislerinde, yıllık enerji tüketiminin
2015 Yılına kadar %10 ve 2023 yılına kadar %20 azaltılması.
Hedef B2.1: 2017 yılından itibaren yeni binaların yıllık enerji ihtiyacının en
az %20’sinin yenilenebilir enerji kaynaklarından temin edilmesi.”

Enerji politikaları çerçevesinde yapı sektörünün yürüttüğü çalışmaların uy-


gulamaya aktarılmasında sürekli geliştirilerek güncellenen bina standartlarının da
önemli bir yeri vardır. Yapı malzemelerinden başlayarak yapıyı bir bütün olarak
ele alan standartlara kadar geniş bir alana odaklanan bina standartlarında genel ta-
nımlamalar yapılmakta, karar verme yöntemleri açıklanmakta ve değerlendirme
ölçütleri/sistemleri belirtilmektedir. Yapılı çevrelerin tasarım ve inşası konularında

15 bep.gov.tr.
16 http://www.csb.gov.tr/db/nigde/webmenu/webmenu8210.pdf.
640 Enerji Diplomasisi

yaygın olarak kabul gören başlıca standartlar ISO, ASTM ve ASHRAE tarafından
yayınlamışlardır.
ISO (International Organization for Standardization) 162 üye ülkesi olan dün-
yanın en büyük standart geliştirme ve yayınlama organizasyonudur. İlk olarak 1990
yılında yayınladığı “ISO 14000-Çevre Yönetim Standartları” serisi ile çevresel de-
netleme, performans değerlendirme, ürün standartları geliştirme ve yaşam döngüsü
değerlendirmesi konularında asgari düzey tariflenmiştir. ISO 14001-Çevre Yönetim
Standardı’nda doğal kaynak kullanımının azaltılması, toprağa, suya, havaya verilen
zararların en aza indirilmesi amacıyla risk analizlerini öneren bir yönetim mode-
li ortaya konmaktadır. İçeriğinde genel gereksinimler, çevre politikası, planlama,
uygulama ve operasyon, düzeltici ve önleyici faaliyetler ile yönetim modelinin
gözden geçirilmesi konuları yer almaktadır. ISO 14040-Çevresel Yönetim-Yaşam
Boyu Değerlendirme Standardı’nda yapı ürünlerinin ve sistemlerinin çevresel etki-
lerinin değerlendirilmesi ve bu etkilerin azaltılmasına yönelik geliştirilen “Yaşam
Döngüsü Değerlendirme Yöntemi” ile kullanım alanları tanımlanmaktadır. ISO
15392-Bina Yapımında Sürdürülebilirlik Standardı yapılarda yaşam boyunca sür-
dürülebilir gelişme hedeflerinin uygulanabilmesine yönelik genel ilkeleri tanımla-
maktadır17-18-19.
ASTM (American Society for Testing and Materials), kuruluşu 1898 yılına da-
yanan dünyanın en köklü standart oluşturma organizasyonlarından biridir. Yaklaşık
120 ülkedeki 30 000’den fazla kamu ve özel sektör çalışanı profesyonellerden olu-
şan bir üye topluluğuna sahiptir. Kuruluşun E60.01 alt komitesi tarafından sürdü-
rülebilir gelişme konularında üretilen başlıca standartlar şunlardır: E1991-5: Yapı
Malzemelerinin/Ürünlerinin Çevresel Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi (YDD)
Standardı; E2129-10: Yapı ürünlerinin sürdürülebilirliğinin Değerlendirilmesi İçin
Veri Toplanmasına Yönelik Standart, E2432-11: Yapılarla İlgili Genel Sürdürüle-
bilirlik İlkelerine Yönelik Standart, E2635-14: Yapılarda Su Korunumuna Yönelik
Standart, E2114-08: Yapılarda Sürdürülebilirlik İle İlgili Genel Terminoloji, E2396-
97-98-99: Yeşil Çatı Sistemleri İle İlgili Standart20.
ASHRAE (American Society of Heating, Refrigerating and Air-Conditioning
Engineers) 1984 yılında kurulmuş ve 51 000 üyesi bulunan, insan sağlığı ve kon-
foruna yönelik bina alt sistemlerinin geliştirilmesi ve sürdürülebilir bir gelecek için

17 www.iso.org.
18 Türk Standartları Enstitüsü, “Çevre Yönetimi-Hayat Boyu Değerlendirme-İlkeler ve Çerçe-
ve”, TS EN ISO 14040, 2007.
19 International Standart Organization, “Sustainabile Construction Standart”, ISO 15392, 2008.

20 www.astm.org.
Sibel Akova / Figen Beyhan 641

araştırmaların artırılması amacıyla standartlar üreten ve yayınlayan uluslar arası bir


topluluktur. Binaların enerji tüketiminde önemli bir paya sahip olan bu sistemle-
rin yapı tasarımında sürdürülebilirliğin sağlanabilmesine ilişkin tasarım ilkelerini
tanımlayan bazı standartlar şunlardır: ASHRAE 189.1:Yüksek Performanslı Yeşil
Binaların Tasarımı İçin Standart; az katlı konut binaları haricinde tüm binalar için
yüksek performanslı yeşil bina tasarımının minimum gerekliliklerini tanımlamak-
tadır. Sürdürülebilir alanlar (yapı alanı seçimi, ısı adası etkisinin azaltılması, ışık
kirliliğinin azaltılması), etkin su kullanımı, enerji etkinliği (binanın enerji tüketimi,
yenilenebilir enerjinin kullanımı ve bina alt sistemlerinin enerji tüketimi), iç çevre
kalitesi (iç çevre kalitesi, gün ışığı, ısıl konfor ve akustik kontrol), binanın çevre,
atmosfer ve kaynak kullanımı ile ekolojik sistem üzerindeki etkisi, yapım ve kul-
lanım alanları konuları içermektedir. ASHRAE 90.1-2013: Az Katlı Konut Binala-
rı Dışındaki Binalar İçin Enerji Etkinliği İçin Standart; mevcut ve yeni yapılarda
ve yenileme projelerinde yapı kabuğu, ısıtma, soğutma ve havalandırma (HVAC)
sistemleri, aydınlatma ve sıcak su sistemlerini konu almaktadır. Ayrıca binaların
enerji tüketimi bazında değerlendirilmesini sağlayan bir yöntemi ve enerji tüketim
maliyeti hesaplamalarını tanımlamaktadır. ASHRAE 62.1-2013: Kabul Edilebilir İç
Mekan Hava Kalitesi İçin Havalandırma Standardı; iç mekan hava kalitesinin kul-
lanıcı konforu ve performansını etkilememesi için dikkate alınması gereken ilkeler,
havalandırma sistemi seçimi ile çalıştırılma stratejilerine ilişkin ilkeler ve sayısal
değerler belirtilmektedir21.
Yapılı çevrelere ilişkin enerji politikalarının hayata geçirilmesi anlamında üre-
tilen çözümlerden biri de bina sertifika sistemleri aracılığıyla binaların çevre dostu
standartlara uygunluklarının belgelendirilmesi yöntemidir. Herhangi bir zorunlulu-
ğu olmayan ve çoğunlukla gönüllü olarak kullanılan bina sertifikalandırma sistem-
lerinden en yaygın olanları şunlardır:
• BEES (Building Environmantel and Economic Sustainability-Amerikan
Ulusal Standart ve Teknoloji Geliştirme Enstitüsü (NIST) tarafından ge-
liştirilen sertifika sistemi)
• BREEAM (Building Research Establihment Environmental Assessment
Method-İngiltere’de Building Research Establishment tarafından gelişti-
rilen sertifika sistemi)
• CASBEE (Japonya’da devlet destekli oluşturulan sertifika sistemi)
• GREENSTAR (LEED ve BREEAM tabanlı Avustralya Yeşil Bina Konse-
yi tarafından geliştirilen sertifika sistemi)

21 www.ashrae .org.
642 Enerji Diplomasisi

• LEED (Leadership in Energy and Environmental Design-Amerikan Yeşil


Binalar Konseyi tarafından geliştirilen sertifika)
• GBtool (Sustainable Building Tool-Canada)

Sonuç
Türkiye, hızla artan enerji talebi sebebi ile dünya üzerinde Çin’den sonra te-
melde elektrik ve doğalgaz aynı zamanda da petrol talebi ile birlikte, ekonomik ve
sosyal gelişmelerin ışığında gelecekte enerji ekonomisi en hassas ülkelerden biri
konumundadır. Ülkemizde, gün geçtikçe artan enerji ekonomisi talebi, mevcut şart-
larda enerji ithalatı bağımlılığını gündeme getirir iken, enerji arz güvenliği ve enerji
verimliliğinin arttırılmasına dair çalışmaların artması, yenilenebilir enerji kaynak-
ları ile enerji payının artırılması hususları Türkiye’nin enerji politikalarının başat
unsurunu oluşturmaktadır.
Orta ve uzun vadede enerji talebi artışı en hızlı ülkelerden biri olan Türki-
ye’nin, petrol (kara altın) ve doğalgaz başta olmak üzere, çeşitlilik arz eden enerji
ithalatına bağımlılığı artar iken, günümüzde %26 oranında olan yerel kaynakların
arama, çıkarım ve kullanımının arttırılması aynı zamanda da dışa bağımlılığın azal-
tılması, iklim değişiklikleri ile mücadele argümanlarının güçlendirilerek, kaynağın
elde edilme kolaylığı sağlanarak, yenilenebilir enerji kaynakları yatırımlarının art-
tırılarak, enerji verimliliği ve enerji arz güvenliği politikalarının geliştirilmesi el-
zemdir. Yenilenebilir enerji adına, jeotermal potansiyeli ile dünya ülkeleri arasında
yedinci, Avrupa ülkeleri arasında birinci sırada yer alan ve 26 Ocak 2009 tarihi
itibariyle Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IRENA) kurucu üyelerinden biri olan Tür-
kiye’nin, ulusal enerji arz güvenliği potansiyeli en yüksek ülkelerden biri olarak,
hidroelektrik kaynaklarının, biyokütle (biyomas), mevsimsel ısı depolama, enerji
tesislerinin modernizasyonu, güneş ve rüzgar enerjilerinin geliştirilmesi ile yatırım
olanaklarının iyileştirilmesine yönelik çabaların ve çalışmaların artırılması büyük
önem taşımaktadır. Bu düşünceden hareket ile enerji verimliliğinin arttırılmasına
yönelik çabalar ile bir yandan Avrupa ülkelerinin enerji güvenliğine katkı sağlan-
ması, güzergah çeşitliliği ve kaynak ülke meseleleri ile yenilenebilir enerji payının
arttırılması hususunda nükleer enerjiden faydalanılması konuları gün geçtikçe öne-
mini arttırmaktadır.
Avrupa Birliği uyum sürecinde, aday ülke konumunda olan Türkiye, mevzu-
atını Avrupa Birliği Müktesebatı ile uyumlaştırma çabalarının yanı sıra, bölgesel
enerji işbirliğine olan duyarlılığını ve gösterdiği önemi ifade etmek adına, Enerji
Topluluğu çalışmalarına gözlemci olarak katılarak, müzakere sürecine müdahil ol-
muştur. Günümüzde ekonomik, siyasi, sosyal ve toplumsal süreç içerisinde, enerji
Sibel Akova / Figen Beyhan 643

konusunda dünya devletleri arasında söz sahibi olabilmek, sürdürülebilir kalkınma


ve istikrarlı büyüme konuları ülkelerin enerji etkin politikaları ve enerji konuların-
da dışa bağımlılığını en az oranlara indirgemek ile mümkün olabilmektedir. Zira;
insanoğlunun tüketiminden vazgeçmesinin mümkün olmadığı ve sürekli artan ivme
sergileyen enerji, stratejik önem taşımasının yanı sıra, dünya ülkelerinin geleceğini
etkileyebilme kudretine haizdir.
Türkiye’de geçmiş yıllarda başlayarak, günümüze değin süregelen istikrarsız,
plansız, dışa bağımlı, ülkenin jeopolitik ve jeostratejik konumu dikkate alınmadan
hazırlanmış yanlış enerji politikalarının izdüşümlerini gözlemlememiz mümkün-
dür. Kısa vadeli, yaklaşık %70 oranında dışa bağımlı, ithalatta kaynak çeşitliliğinde
gerçek bir dağılım yaratılamamış, arz güvenliği olmayan kaynakların kullanımına
yönlenmiş, pahalı enerji tüketen Türkiye’nin enerji politikaları kaygılanılması ge-
reken bir husustur. Zira; kendi enerji kaynakları, ülkemizden daha zayıf düzeyde
olmasına rağmen, Avrupa Birliği ülkelerinde dahi dışa bağımlılık düzeyi yaklaşık
%50 seviyesindedir. Bu sebeple, Türkiye’nin izlediği enerji politikaları değerlendi-
rildiğinde, gün geçtikçe artan enerji talebi ile birlikte kendi kendine yetebilen bir
ülke konumuna gelebilmesinin güç olduğunu ifade etmek mümkündür.

Kaynakça
“Avrupa Birliği’nin Enerji Politikası”, İKV, No 13, İstanbul, İKV Yayınları 15 Soruda 15
AB Politikası Serisi, 2003.
“Enerji Verimliliği Kanun Tasarısı”, www.basbakanlik.gov.tr , E.T: 21.03.2015.
“Avrupa Birliği Direktifleri”, enver.eie.gov.tr, E.T: 19.04.2015.
“Çevre Yönetimi-Hayat Boyu Değerlendirme-İlkeler ve Çerçeve”, Türk Standartları Ens-
titüsü, TS EN ISO 14040, 2007.
Değirmenci, Füsun: “Avrupa Birliği Enerji Politikalarındaki Gelişmeler ve Enerji Politi-
kaları”, TEİAŞ, Ankara.
“Global Economic Justice, The Global Environment, Securing A Sustainable Future”,
Brundtland, G.H., 1992, Revelle, Jones And Bartlett Publishers, Boston, London.
Kışlalıoğlu, Mine, Berkes Fikret: “Ekoloji ve Çevre Bilimleri”, Remzi Kitabevi, 2003.
Kuloğlu, Armağan: “Enerji Politikasının Güvenlik Boyutu”, Stratejik Analiz, Cilt: 3, Sayı:
27, Temmuz 2002, Ankara.
Resmi Gazete No: 27539, http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2010/04/20100401-5.htm,
E.T: 29.03.2015.
Resmi Gazete No:26510, http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2007/05/20070502-2.htm,
E.T: 11.04.2015.
644 Enerji Diplomasisi

Resmi Gazete No:27075, http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2008/12/20081205-9.htm,


E.T: 11.04.2015.
“Sustainabile Construction Standart”, International Standart Organization, ISO 15392,
2008.
T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, “2015–2019 Stratejik Planı”, www.strateji.gov.
tr, E.T: 22.04.2015.
Türkyılmaz, Oğuz: “Enerji Politikaları, Artan Bağımlılık Çıkmazında”, Türkiye’nin Ener-
ji Görünümü Raporu, Bülten 200, Şubat, 2015, www.mmo.org.tr, E.T: 22.04.2015.
Ulukavak Harputlugil, Gülsu: “Bina Enerji Performansı Değerlendirme Araçları-Enerji
Simülasyonu”, Binalarda Enerji Performansı Sempozyumu, 11. Ulusal Tesisat Mühen-
disliği Kongresi-TESKON 2013, 17-20 Nisan, İzmir.
http://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=CELEX:32010L0031&from=EN,
E.T: 09.04.2015.
http://www.csb.gov.tr/db/nigde/webmenu/webmenu8210.pdf, E.T: 29.03.2015.
http://www.dfpni.gov.uk/eu_directive.pdf, E.T: 17.04.2015.
www.ashrae .org, E.T: 21.03.2015.
www.astm.org, E.T: 21.03.2015.
www.bep.gov.tr, E.T: 29.03.2015.
www.iso.org, E.T: 29.03.2015.

You might also like