Sozlu Tarih Projelerinde Sorunlar - Serpil Cakir

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 13

Sözlü Tarih Projelerinde Yöntemsel ve Etik Sorunlar ve Bu Sorunları Çözme Yolları*

Serpil Çakır

“Bir hikayenin dinleyicisi hikayeyi anlatan kişiyle birliktedir: Bir hikayeyi yüksek sesle okuyan kimse
de bu birlikteliği paylaşır” Walter Benjamin

Sözlü tarih çalışmaları, diğer farklı yöntemsel katkılarının yanı sıra, kaynağın az olduğu ya da
hiç olmadığı yerlerde, konularda kullanılan, bilgi açığını kapatmaya ve yeni bilgi kaynakları
yaratmaya yönelik en önemli katkıları getiren bilgi toplama yöntemidir. Yöntem olarak ilk
kez kullanılmaya başlandığında sözlü belgenin belge olup olmayacağı konusunda bazı
kaygılar dile getirilmiş, özellikle geleneksel tarihçiler tarafından sözlü tarihe pek rağbet
edilmemişti. Bugün artık bu kaygılar pek paylaşılmıyor, ancak tüm diğer yöntemler gibi daha
iyi ve daha eksiksiz yöntem olma yolunda sorular ve çabalar devam ediyor. Bu yazıda, daha
önce yürüttüğüm ya da görüşmeci olduğum sözlü tarih projelerinden yararlanarak, izlediğim
yöntemi, yaşadığım sorunları ve bunları çözme biçimlerini ele alacağım. Böylelikle, sözlü
tarih yönteminin çeşitli projelerde ortak olan ya da olmayan payda arayışı çabasına da
girilecektir.

Bu yazının bir diğer vurgu noktası, araştırma/uygulama ve teknikler açısından ilerleme


kaydetmenin ötesine geçen başka tür arayışların da, yöntem tartışmalarına dahil edilmesi
gerekliliği üzerine olacaktır. Bilindiği gibi, sözlü anlatı ve yaşam tarihi anlatıları, toplumun
farklı kesimleri için farklı sesler ve kapsamlarla zenginleşir. Bunun yolu ise, bu farklılıkların
temsiline verilen önemi, yöntemsel arayışlardan ayırmamak ve bunu araştırmanın odağına
yerleştirmekten geçer. Örneğin kadın sözlü tarihi, kadın tarihi çalışmalarına yaptığı katkılarla,
kadınların görünmez kılınmış ve kayda geçilmemiş, deneyimleri ve tanıklıkları belgelemesi
dolayısıyla kadın tarihine katkıda bulunması açısından özel bir öneme sahiptir (1).
Örneklenecek projelerin bu yazı kapsamındaki en önemli vurgusu, böylelikle ‘toplumsal
cinsiyet’ boyutu olarak karşımıza çıkacaktır.

Sözlü tarih, görüşme öncesinde, görüşme sırasında ve sonrasında olmak üzere üç boyuta
sahiptir. Bu yazıda özellikle ilk iki boyut, projelerden örneklerle, çeşitli yönleriyle tartışılacak,
sorunlara belli sorular çerçevesinde yanıt aranmaya çalışılacaktır. Son boyut olan
görüşmelerin, doğrudan yazıya döküldükten sonraki aşamasına, yani sözlü belgenin yorumuna
fazla değinilmeyecektir.

Sözlü Tarih Projeleri

Sözlü tarih projelerinde yöntemsel ve etik sorunlar ve bunların çözüm yolları üzerindeki
fikirler, içinde bulunduğum üç projenin deneyimlerine dayanmaktadır. Bu projelerden ilki
Cumhuriyet sonrası kuşağın, alanlarında ilk/öncü kadınlarına aitti.. 70 yaş üstü 25 kadınla
yapılan bu görüşme grubunun en ayırt edici özelliklerinden biri ve dikkat edilmesi gereken
sorun alanı, yüksek yaş unsuruydu. Birçoğu yaşlı ve yalnız kadınlardı. İkinci proje, Londra
Müzesi’nin yürüttüğü, Londra’daki çeşitli ulustan grupları kapsayan bir çalışmaydı. Ben
Türklerle ilgili kısmı yürüttüm, 12 kişiyle görüştüm. Buradaki sorun Londra’ya gelen Türkleri
iyi örnekleyebilmekti. Son proje, parlamentomuzdaki son iki dönemin kadın milletvekilleri ile

------------
*Serpil Çakır, “Sözlü Tarih Projelerinde Yöntemsel ve Etik Sorunlar ve Bu Sorunları Çözme
Yolları, Kuşaklar, Deneyimler, Tanıklıklar: Türkiye’de Sözlü Tarih Çalışmaları, der.
Aynur İlyasoğlu, Gülay Kayacan, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 2007.

1
ilişkiliydi. 40’a yakın kadın milletvekili ile görüştüm. Burada yaşanan en temel sorun,
milletvekillerini görüşme yapmaya ikna etmek ve sonrasında görüşmeyi yapabilmek olarak
belirmiştir. Bu sorun tüm projelerde önemlidir, ancak burada tahmin edilemeyen önemde bir
boyutu olduğu görülmüştür.

Göçmenlik üzerine olanı hariç diğer projelerin yürütücüsü ve görüşmecisiydim aynı zamanda.
Londra Müzesi tarafından yürütülen projenin temelinde: Londralı olmak ne demektir? Kimdir
Londralılar? Nereden, nasıl gelmişlerdir? Kenti nasıl kullandılar, kullanıyorlar? Türünden
sorular yer alıyordu. Ama örneklemi ve görüşmecileri ben belirleyecektim. Toplumsal
cinsiyet boyutu benim için önemli olduğundan (buna sınıf boyutu da katılabilir) görüşülmesi
istenen 12 kişiyi cinsiyetlerine göre iki gruba ayırarak belirledim. Kadın sözlü tarihi (2)
üzerine olan diğer iki projede ise, hem yürütücü, hem de görüşmeciydim. Cumhuriyetin Öncü
Kadınları Projesi’nde, Türkiye’de başarıları ve bedelleri ile öncü kadın olmayı ve kadınlık
durumlarını (3) anlamak en temel husustu. Kadın milletvekilleriyle yapılan çalışma ise,
parlamentoda kadın temsilinin azlığının nedenlerini anlama üzerineydi. Kadınların yaşadığı
cinsiyetçiliği ortaya çıkarmak, bunun öncü kadınlar için olduğu kadar siyasetçi kadınlar
arasında da olabileceğini, yaşa, kuşağa, döneme özgü olmadığını, bireysel yaşam hikayelerine
başvurarak göz önüne sermekti. Ayrıca, dönemin gündelik yaşam, giyim, oyun, eğlence
biçimleri gibi, sosyal tarihe ilişkin alanlarda bilgi toplamayı; sosyal ve siyasal olayları kaynak
kişilerin yaşam anlatılarıyla örneklemeyi amaçladım.

Cumhuriyet’in Öncü Kadınları Sözlü Tarih Projesi’ni İstanbul Üniversitesi Kadın


Araştırmaları Merkezi’nde çalıştığım dönemde, 1996 yılında gerçekleştirdim. Görüşme grubu,
bir kısmı şimdi yaşamayan Cumhuriyet sonrası kuşağın alanlarında ilk/ öncü kadınlarından
oluşuyordu. Sanatçı, yazar, siyasetçi, öğretmen, bilim kadını çeşitli meslek dallarından 70 yaş
üstü 25 kadınla görüşüldü. Görüşmelerin bir kısmı el kamerasıyla da kaydedildi. Projenin
yürütücüsüydüm. Aynı zamanda görüşmelerin tamamına yakını tarafımdan gerçekleştirildi. O
sıralarda üniversitenin Kadın Araştırmaları yüksek lisans programında, “Kadın
Araştırmalarında Yöntem” dersini veriyordum. Sözlü tarih yöntemini bu derste ayrıntılı olarak
anlatıyordum. Çünkü sözlü tarih, kadın çalışmalarında özellikle kullanılması gereken, önemli
bir yöntemdir (4). Bu dersi alan öğrencilerden bazıları, az sayıdaki görüşmeleri ama kasetlerin
tümünün çözümünü gerçekleştirdiler. Böylelikle görüşmeyi yapmasalar da, bir görüşmenin
nasıl yürütüldüğüne tanık olma deneyimini elde etmiş oldular.

Londra’daki Türklerin içinde yer aldığı çalışma, Londra Müzesi tarafından Peopling in
London başlığı ile daha önce başlamış olan bir projeydi. Londra’daki Mısırlılar, Arjantinliler,
Pakistanlılar, Meksikalılar gibi çeşitli ülkelerden göç etmiş Londra’da yerleşik olarak yaşayan
grupları kapsıyordu. O dönemde üniversiteden ayrılarak, İngiltere’ye gitmiştim. Projenin
Londra’daki Türklerle ilgili kısmını 1998 yılında gerçekleştirdim (5). Müzenin proje
yöneticilerinin hazırladığı sorular çerçevesinde, Londra’da yerleşik olarak yaşayan Türklerin
Londra’ya geliş öyküleri, Londra’nın neresinde ve nasıl yaşadıkları doğrultusunda bilgi
almaya çalıştım.

Son proje, 2001-2003 yılları arasında, “Türkiye’de Kadın Parlamenterler: Siyasal Temsil
ve Toplumsal Cinsiyet ve Sözlü Tarih Arşivi Oluşturma Projesi başlığı ile yapıldı (6). Bir
sözlü tarih arşivi oluşturmak için gerekli alt yapıyı oluşturmak bu projenin bir diğer amacıydı.
Projenin temel sorusu, kadınların Türkiye’de siyasette temsil edilmelerindeki azlığın
nedenlerini araştırma üzerineydi: Niçin kadınların parlamentodaki temsilleri hiçbir zaman

2
%5’i bile bulamadı? İstanbul Üniversitesi Bilimsel Araştırma Fonu tarafından desteklenen bu
proje, başlangıçta 1999 döneminde parlamentoya giren kadın milletvekilleriyle yapılan
görüşmeleri kapsamaktaydı. Proje devam ederken erken genel seçimin yapılması nedeniyle,
önceden planlanmayan bir sonraki dönemin kadın milletvekillerini de projeye katmanın
anlamlı olacağı düşünüldü. Böylelikle proje 1999 ve 2002 seçimlerinin belirlediği iki dönemi
de kapsamış oldu. Bu projede, görüşmeler dijital ses alma teybi ile yapıldığı gibi, dijital el
videosu ile bir kısmı görüntü olarak da kaydedildi.

Üç projede de görüşmeye başlarken ilk yaptığım, ister öncü kadın, ister Londra’da yaşayan
kadın/erkek bir Türk, isterse parlamentoda bir kadın milletvekili olsun, görüşmecilere,
kendilerinin bulundukları yer/konum/durum için önemli mücadele verdikleri, önemli işler
başardıklarını hatırlatmaktı. Bu çerçevede, bu yaşanmışlığın sadece başarıdan, sevinçten
ibaret olmadığı, çeşitli sorunlar, güçlükler, engellerle karşılaşılabileceği, hayat hikayelerini
anlatırken bunun farkında olunması, anlatıların bunlara göre şekillendirilmesi üzerine dikkat
çektim. Bu durumun kişiye özel olmadığı, herkesin benzer süreçlerden geçerek, benzer
öykülere sahip olabileceği vurgusunu yaptım.

Feminist araştırmacı kimliğimle, feminist yöntemin başlıca ilkesi olan, çalışmanın kimin işine
yarayacağı sorusunu da sormalıydım. Bu bağlamda göçmenlerin ve kadınların işine
yaramalıydı yapılanlar. Projeler göçmen olma ve kadın olma psikolojisine güçlenme ve var
olma biçimi olarak katkıda bulunmalıydılar.

Görüşmeleri daha çok kişilerin özel mekanlarında yaptım. Öncü kadınların mesleki mekanları
zaten ileri yaş yüzünden artık bulunmamaktaydı. Üstelik kendi evlerinde kendilerini daha
rahat hissedebilirlerdi. Sağlık sorunları da bunda belirleyiciydi. Göçmenlik projesinde
profesyonel meslekleri olanlar kendi ofislerinde konuşmayı özellikle isteyebiliyorlardı. Bunda
belki de başarılarının dışarıdan da görülmesi isteği yatabilir. Örneğin Londra’da lokanta
sahipleri ilk randevunun iş yerlerinde olmasını ısrar etseler de bunun kayıt için mümkün
olmadığını gördüklerinde evlerinde konuşmanın gerektiğini anlamışlardı.

Fotoğrafları, anıları hatırlamada önemli bir yöntem olarak kullandım. Bazen fotoğraflardan
kamerayla kayıt yaptım. Özellikle öncü kadınlar projesinde belge olması bağlamında buna
özel önem verdim.

Görüşülen kişilerin, araştırmada sadece bir denek olmadıklarını, yürütülen çalışma için
önemli bilgi kaynakları olduklarını onlara anlatmaya çalıştım. Tüm bunları feminist
araştırmacı kimliğimle yapıyordum. Bu anlamda sadece iyi bir sözlü tarihçi olmanın
yetmediği, aynı zamanda kadın çalışmalarında yöntemin dikkat çektiği unsurların
uygulanması gerektiğinin bilincindeydim (7). Araştırmacı/araştırılan ilişkisi, araştırma etiği,
araştırma sürecinin boyutları, güçlenme ve güç kazandırıcı niteliği, araştırmacının, burada
görüşmecinin, araştırmaya kendini katması ve çalışmanın sonuçta kadın/erkek bireylerin daha
iyi ve daha eşit bir dünyada yaşamasına ve daha eşit ve daha bir demokratik bir toplum
bağlamında değişmesine katkıda bulunması gibi ilkelerde bunlar (8). Cinsiyetçilik,
ezme/ezilme ilişkisi, uygulanan baskının ortaya çıkarılması, tüm bunların farkına varılması,
vardırılması, çalışma süresince temel hedefti. Araştırmacı ve araştırma öznesi arasında
yaşananlar interaktif bir süreçti. Her iki tarafın da bu hedefler doğrultusunda etkilenmesi
mümkün olmalıydı.

3
Çalışma, döneme ve kişiye ilişkin anı, gazete, biyografi gibi kaynaklarla da
zenginleştirilmeliydi. Özellikle görüşmelere hazırlık bağlamında bu kaynakların yarattığı
donanım görüşmeyi ve çalışmayı daha verimli kılacaktır hiç kuşkusuz.

A- Cumhuriyet’in Öncü Kadınları Sözlü Tarih Projesi

Görüşme öncesi:

-Görüşmeci listesinin hazırlanması: Cumhuriyetin öncü kadınları, adı üstünde bir kuşağı,
Cumhuriyet kuşağını temel alıyordu. Yaşayan öncü kadınlara ulaşmak gerekiyordu. Bu
nedenle, Türkiye’de alanlarında öncü/ilk olan kadınlar saptanmaya çalışıldı. Daha çok
mesleklerinde ilkler ve öncüler temel alınmıştı. Bu kişilerin listesi çıkarıldı. Adres ve
telefonları bulunmaya çalışıldı. İlk ilişki telefonla kuruldu. Görüşmeye ikna edilmeleri zor
olmadı. Daha önce haklarında çeşitli yerlerde açıklamaların yer aldığını söyleyerek, bu
bilgilerin yeterli olduğunu iddia edenler oldu. Oldukça ünlü bir yazarın görüşmeyi reddediş
gerekçesi bu yüzdendi. Israrın fayda etmeyeceği anlaşıldığından, bu çabadan vazgeçildi.

- İlk bağlantının kurulması ve karşılaşma: Telefonda görüşme, sözlü tarih görüşmelerinde


oldukça önemlidir. Çalışmayı yapanın ismi, çalıştığı kurum veya bağlantıyı kuran kişi ve
kurumlar, iknada önemli rol oynayabilir. Kendi çalışmamda üniversitede ve kadın konusunu
temel alan bir yerde çalışıyor olmanın ve bu alanda çalışmalarımın olmasının, iknada etkili
olduğunu düşünüyorum.

Telefonda kısa bir bilgi verilerek, kendileriyle görüşme günü saptadım. Görüşmeye
gittiğimde, sözlü tarih projelerinde yapılması istenen, -örneğin teybin hemen açılması gibi-
bazı uygulamaları yapmadım. Önce kim olduğumu, bu projeyi niçin yaptığımı öğrenmek
istiyorlardı. Karşılarında öğrenciden ziyade, daha ergin birini görmek istediklerini anlamıştım
Kime konuşacaklarını ve bu kişinin nasıl biri olduğunu, anlattıklarını anlamaya değer biri
olup olmadığıma bakıyorlardı. Aslında burada tüm sözlü tarih projelerinde dikkat edilmesi
gereken bazı özellikleri vurgulamak lazım. Görüşülen oldukça yaşlıysa, gençler görüşmeci
olmamalı. Görüşmecinin giysisi, tavrı oldukça önemli sözlü tarih projelerinde. Fazla abartıya
kaçmadan ama özenli giyinmek gerekiyor. Bu bağlamda ağır kokular, takılar, çok renkli
giysilerden kaçınılmalı. Sohbet sırasında hemen bilgi vermeye başlayabiliyorlardı. Ama ilk
randevuda karşılaşır karşılaşmaz teybi açmak için ısrarcı olunmamalı. Çünkü rahatsız
olabiliyorlardı. Güven olayının konuşmak için ne denli önemli olduğunun bilincinde
olunmalı. Önce kendilerini rahat hissetmeliydiler ve karşıdakine güvenmeliydiler.
Görüşmelerimde bazen 1-2 saat konuşup teybi kullanmama izin vermeyenler de olabiliyordu.
Anlattıklarının kayda değer olup olmadığı konusunda şüpheye düşenler de vardı. “Ben
anlatayım, siz karar verin, alıp almama konusunda” diyebiliyorlardı. Gazeteci olunmadığı,
bilimsel bir çalışma yürütüldüğü, bir takım yöntemsel ve etik kuralların uygulandığı, kendi
anlatıları üzerinde hakları olduğu, izin belgesine gerek duyulduğu gibi hususlar mutlaka
belirtilmelidir.

Görüşme süreci:

Tüm görüşmelerde -derinlemesine görüşmeler dahil- kayıt olayı oldukça önemli bir aşamadır.
Görüşmenin teybe kaydedileceği en başta belirtilmelidir. Ancak kaydın yapıldığı teyp,
konuşmacının dikkatini çekecek yere konulmamalıdır. Çünkü bu onda yabancılaştırıcı bir etki
yaratabilir, rahat konuşamaz, düzgün cümleler kurma çabasına girebilir. Bu da görüşmenin
selametini etkileyebilir. Bu nedenle teyp, uygun bir şekilde, ancak ses kalitesini olumsuz

4
etkilemeden, bulunduğu yerdeki çiçek, vazo ya da kitap gibi objelerin arkasına
yerleştirilmelidir.

Kısa ve basit sorularla konunun çerçevesi çizilmelidir. Örneğin, görüşmeler yaşam anlatısı
üzerineyse, “Bana doğumunuzdan başlayarak –doğum tarihi, yeri gibi bilgiler atlanmadan-
çocukluğunuz, aileniz, eğitim, varsa evlilik, çocuklar, mesleki yaşam gibi süreçlere ilişkin
bilgi verir misiniz?” denilmelidir. Bunların genel sözlerden ziyade, anılar üzerinden
anlatılması istenmelidir. Soru/cevap şeklinde bir görüşmeden ziyade, serbest bırakılmalı,
ancak çok gerektiğinde söze girip, soru sorulmalıdır. Eksik cevaplar varsa, bunların
tamamlanması ya görüşme bitiminde ya da ikinci bir görüşme sırasında gerçekleştirmelidir.
Soru cevapla kesilen bir görüşme, bilginin alınmasına olumsuz etkide bulunabilir.

Görüşme öncesinde olduğu gibi, esnasında da güven olayının bilincinde olarak, konuşan
kişinin korunduğu ona hissettirilmelidir. Bu, araştırmacının etik anlayışıyla doğrudan
bağlantılı olması gereken bir husustur (10). Teyp durdurularak, konuşmacının daha sonra
aleyhine olacak bilgiler verdiği kendisine hatırlatılmalı, istenirse geri gidilerek bu bilginin yer
aldığı kayıt silinmelidir. Kaynak kişiye, kendisi hakkında kamuoyunda yaratılmış olan –varsa-
yanlış izlenimi ya da herhangi bir konuya ilişkin tepkisini açıklama imkanı da verilmelidir.
Teybe konuşurken aynı zamanda o kişinin kendi tarihini yazdığının bilincinde olabileceği de
düşünülmelidir. Haklarında yazılmış ya da daha sonra yazılacak yanlış, eksik ve önyargılı
bilgiler yerine, kendi sözlerinden bilgi verme, kendi tarihini yazma anlamına gelebilir bu
müdahale. Eğer farkında değillerse bu durum kendilerine hatırlatılmalıdır. Nitekim
görüşmelerim sırasında bu işlevi gerçekleştirdiğim oldu. Yaptığım hatırlatma üzerine,
haksızlığa uğradıklarını hisseden, çaresizlik psikolojisine düşen kaynak kişi/ler büyük bir iç
rahatlığı ve memnuniyetle tarih vererek, teybe açıklama yaptılar.

Kadınlar hayatlarını anlatırken, hayatlarının son demlerinde, hayatlarını kaydetme şansını


yakaladıklarının bilincindeydiler. Anılar üzerinden hayatlarını anlatmaları istendiğinde bu
isteğe kolayca uydular. Tabii ki, bu dönemde eskisi gibi yaşam koşturmacası, insan ve dost
kalabalığı içinde olunmadığından, geçmişe gitme, anılarla baş başa kalma, eskiyi nostaljik bir
özlemle, iyi anılarla hatırlamaya çalışma sıklıkla yapılır. Yaşlılık döneminde, geçmişin
muhasebesine, iyisiyle kötüsüyle oldukça sık başvurulur. Özellikle hayli aktif olunan dönemin
anıları göz önünden gitmez bir türlü...

Çocuk düşürme, kocanın ya da evladın kaybı gibi bazı üzücü, acı anılar anlatılırken, kaynak
kişinin duygusal olarak sarsılması, etkilenmesi durumu ortaya çıkabilir. Bu durumda oldukça
duyarlı olunmalıdır. Kişiyi bu güne getirmek, bu nedenle görüşmeye ara vermek gerekir.
Hayat anlatısı üzerine sözlü tarih çalışması yapanlara bu nedenle psikolojiyle ilgilenmelerini,
bu konudaki farklı yöntemleri öğrenmelerini salık verebilirim.

Bazen bir deneyimi anlattıktan sonra, -belki de bu ilk kez anlatılıyordu- bana, benim bu
konuda deneyimim olup olmadığını sorup, cevabımı bekliyorlardı. Tabii ki anlattım.
Araştırmacının araştırmaya kendini katması, tam da buydu işte.

Birden çok görüşme yapıldıysa çiçek, pasta gibi şeyler götürülmeli, o kişiye önem verdiğimiz
hissettirilmelidir. Bu türden davranışlar, daha hoş sohbet yapmaya hizmet gibi araçsal
olmayabilir, bir dost ya da aileden ergin biriyle buluşma biçimine dönüşebilir. Araştırmacı
bunu bir kural olarak düşünmekten ziyade, kendi doğallığı içinde hissedebilir zaten.

Görüşme sonrası:

5
Görüşme sürecinde kurulan ilişkinin daha sonra sürdürülmesi gerekir. Çoğu yalnız yaşayan
ve/veya yaşlılarla kurulan ilişki, sıradan çalışmalardan farklı olmalıdır. Sık sık aranıp hatırları
sorulmalı, hatta, ara sıra uğranmalıdır. Çünkü alınan bilgi onların hayat hikayesiydi. Ve biz o
bilgiyi baştan o ana değin alan tek kişiydik. İnsanın hayatına, hayatının belli dönemlerinde
birileri girer ve o dönemi paylaşır. Ama bizim yaptığımız tüm hayat hikayesini almak için
anıları hatırlatmak, onları geri çağırmaya zorlamak, tümünü paylaşmaktı. Neredeyse bunları
yapan ilk ve tek kişiydik. O anlamda hem etik, hem de psikolojik unsurlar karşımıza çıkabilir.
Hayatının son günlerinin yaklaştığını bilen, hayatı mücadelelerle geçmiş birine, burada bir
kadına karşı olan sorumluluktu bu. Güven duyulan, -zaten görüşmeciye güven duyulmazsa,
iyi bir görüşme yapmak pek mümkün olamaz- güven beslenen bir ilişkiydi ve karşılıklı
hissedilmeliydi. Bu durum, görüşmecinin görüşme yaptığı kişinin lehinde düşünmesi ve onun
haklarını korumasına değin uzanabilir. Teybe kaydedilen bilgilerin daha sonra o kişiye zarar
vereceği düşünülüyorsa, bu durumda, görüşülen kişiye, söylediklerinin kaydedildiğini, ancak
istenirse bunların silinebileceği hatırlatılmalıdır. Burada bir gazeteci ile sözlü tarih yöntemini
kullanan araştırmacı arasındaki en temel fark karşımıza çıkar. Önemli olan bilgiyi almak
değil, kaynak kişiyi korumak, onun zarar görmesini önlemektir. Böyle davrandığınızda, karşı
taraftan, biyografisinin yazılması teklifiyle karşılaşabilirsiniz. Ama benim örneğimde olduğu
gibi ölüm, bunu o kişinin sağlığında gerçekleştirme fırsatını tanımayabilir insana.

B-Peopling in London

Görüşme öncesi:

Londra’daki Türkler projesinin yapılması, Londra Müzesi tarafından Middlesex Üniversitesi


Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’ne teklif edilmişti. O sıralar Londra’da olduğumdan projenin
yürütülmesi bana önerildiğinde, iyi bir örneklem yapmak gerektiğini biliyordum. Türklerin
yoğun yaşadığı bölge, Kuzey Londra’ydı. Zaten Güney Londra’dan, Surrey’den Kuzey’e
geçmiştim bir süreliğine. Önce Türklerin Londra’ya gitme dönemlerini ve nedenlerini
araştırdım. İlk kitlesel gidiş, 1970’lerin başında, İngiliz hükümetinin yiyecek ve tekstil
sektörüne Türkiye’den işçi talebinde bulunması üzerine, Türk ve İngiliz hükümetleri arasında
yapılan özel bir anlaşmayla gerçekleşmişti. Bir anlamda yiyecek ve giyecek sektöründe işçi
olarak çalışmaları için Türklere davetiye çıkarılmıştı. Londra’ya gidişin arttığı bir başka
dönem ise, 1980 darbesi öncesi ve hemen sonrasına rastlayan dönemdi. Bu dönemde
Türkiye’den gidiş, kaçak olarak ve İngiltere’ye sığınma şeklinde gerçekleşmişti. Yerleşmek
için değil ama iş ya da eğitim için gidip, Londra’da kalanlar da vardı. 12 kişi, bu doğrultuda
saptandı. İşçi emeklilerinden, tekstil fabrikası sahipliğine, lokanta ve yiyecek sektöründen, 12
Eylül öncesinin sendika liderliğine, BBC radyo spikerliğinden tiyatro sahipliğine, belediyede
memur olmaya değin çeşitlilikte, kaynak kişiler saptandı. Projelerde cinsiyet boyutunun
önemli olduğunu bildiğimden, görüşülecek kişilerin yarısını erkek, yarısını kadın olarak
belirledim.

Görüşme süreci:

Görüşmeye ikna zor olmadı. Hatta bu ilgiden memnuniyet duyuldu. Kendilerine kaynak kişi
olarak başvurulması özgüven artırıcı bir unsur yarattı. Burada sıradan insanla, kamuoyu
önünde olan, belli bir mesleğe sahip kişilerle görüşme yapma arasındaki farkı belirtmek
gerekiyor. Anılarda ayrıntıyı sıradan insan daha rahat verebiliyor. Bu tavır, koruması gerektiği
düşünülen, kamuoyuna mal olmuş bir isme sahip olmamaktan da kaynaklanabilir. Anlatana
ilişkin başka etkenler de sayılabilir bu noktada. Kişi geçmişini, şu an nerede durduğuna,

6
geleceğe ilişkin beklentilerine ve bunları neden anlattığına göre farklı anlatımda bulunabilir.
Geçmiş yukarıda sayılan herbir etkene göre farklı kurgulanabilir, farklı anlatılabilir. Ayrıca
görüşmenin yapıldığı günün, zamanın koşullarıyla, onu etkileyen/etkilemeyen olaylarla da
şekillenebilir bu anlatım.

Görüşme esnasında, göçmen psikolojisine dikkat etmek gerekiyordu. Başlıca iki durum
gözledim. Ya sürekli memleketlerine dönme psikolojisi içinde olanlar, bu yüzden hep her şeyi
erteleyenler, ya da dönecek gidecek başka bir yer olmadığını düşünüp kapana kısılmışlık
hissinde yaşayanlar. Böylelikle geldikleri ülkeyi kötüleyen ama, sürekli orada yaşayan,
anavatana nefret ve özlem karışımı bir duygu hissedenler. Görüştüğüm kişilerden birisi
“bizim buradaki Türkler, hep dönüş psikolojisi içindedirler. Her sene, ‘bu sene dönüyoruz’
derler, bu yüzden birçok şeyi ertelerler. Ama çocukları doğar, çocuklar okula gider, okulları
bitsin, sonra döneceğiz derler, çocuklar evlensin sonra derler, bir türlü dönmeyeceklerini
kabul etmek istemezler” demişti. Diğerleri arasında, dönme düşüncesini kafasından sildiği ya
da silmeye çalıştığı halde, her sabah Türk radyosunu açıp orayı, orada olanları dinleyip,
oradan haber almadan güne başlayamayanlar bulunmaktadır. Görüşmelerde, bu iki duygunun
farkında olmak, oldukça önemliydi. Bu saptama belki tüm göç çalışmalarında dikkat edilmesi
gereken bir husustur.

Görüşmeleri sadece ses alma teybine kaydettim. Londra Müzesi yetkilileri, bu projede, ses
kaydını yeterli görmüşlerdi. Teknik donanımın ve maliyetin ötesinde, genel olarak göçmenlik
öyküsüyle ilgilenme, kaynaklık etmiş olabilir böyle bir tercihte. Londra’da yaşayan farklı
topluluklardan seçilen örnek kişiler için kamera kaydı, teknik donanım ve bunun proje
dahilindeki tüm araştırmacılar tarafından kullanılabilmesi türünden bir sorunu beraberinde
getirmiş olabilir. Tek tek kişlerden ziyade, bir topluluğun öyküsünü göçmenlik odağına
yerleştirerek elde etme kaygısı da bir başka unsur olarak düşünülmüş olabilir.

Bu projede, görüşülen kişilerle görüşme sonrası özel bir ilişkinin kurulması çok önemli
görülmedi. Yaşça çok yaşlı değillerdi, üstelik öncü kadınlar projesindeki kadınlar gibi, yalnız
yaşamıyorlardı. Etraflarında ailelerinden birileri vardı mutlaka. Oysa öncü kadınlar projesinde
yer alan çoğu kadın, eşini kaybetmiş ve çocuksuzdu, genellikle bir bakıcı ile yaşıyordu. Bu
durum, sınıfsal konum ve statülerine göre insanların yaşlılıklarını farklı yaşayabilecekleri
gerçeğini karşımıza çıkarıyor. Evlenmek, çocuk sahibi olmak –hatta birden çok çocuğa sahip
olmak- sosyo-ekonomik statü, eğitim gibi unsurlardan etkilenebilir, üst sınıflarda görüldüğü
gibi, ailenin kişiyi kuşatamadığı, sarıp sarmalamadığı, daha yalnız bir yaşlılık yaşanmasına
yol açabilir.

C- Türkiye’de Kadın Parlamenterler: Siyasal Temsil ve Toplumsal Cinsiyet: Sözlü


Tarih Arşivi Oluşturma Projesi

Görüşme öncesi:

Parlamenter kadınları kapsayan projede en temel sorun, kadın milletvekillerinden görüşme


için randevu alınması noktasında belirdi. Kaynak kişiyi görüşmeye ikna etmek, tüm projelerde
önemli bir sorundur. Ancak bu sorunun projenin neredeyse gidişatını etkileyebilecek bir
boyutta olduğu anlaşıldı. İlk temaslardan, randevu almada güçlük yaşanmasının
anlaşılmasından sonra, farklı yöntemlere ihtiyaç duyulduğu anlaşıldı. Diğer projelerden farklı
olarak, bir metin yazılmasının sorunu çözmek için iyi bir çözüm olacağı düşünüldü. Bir metin
kaleme alındı. Projenin adı, hangi kurum ve kişi tarafından, ne amaçla yapıldığı açıklandı,

7
proje yürütücüsünün özgeçmişi ve eserlerinin listesinin bilgisi verildi. Bir mektup da
milletvekillerine hitaben, bu proje için randevu alınmasına ilişkin olarak yazıldı. Meclise
gidilerek bu metin elden, milletvekili danışman ya da sekreterlerine verildi. Ayrıca
sekreterlerle randevunun gerçekleşmesi doğrultusunda sıkça telefon ve yüz yüze görüşme
yapıldı. Yine de randevu talebi kolay kabul edilmedi. Meclisin Ankara’da olduğu hatırlanır ve
yaşadığım kentin İstanbul olduğu düşünülürse, Ankara’ya sadece bir görüşme için gitme
durumu olabiliyordu. Bu ise zaman, enerji ve mali açıdan oldukça külfete yol açabiliyordu.
Sürekli olarak milletvekili sekreterleri ve danışmanlarından, bana anlatırken bile beni
inandıramadıklarını bildikleri bahaneleri ve ertelemeleri işitmek, Meclis’in A ve B blokları
arasındaki koridorlarda, tedirginlikle dolu saatler geçirmek bu projeyi bu güne kadar
gerçekleştirdiğim en stresli ve düşük motivasyonlu çalışmaya dönüştürdü.

Randevu almada çeşitli yollara başvuruldu. Milletvekillerini tanıyan kişiler vasıtasıyla ilişki
kurmaya çalışıldı. Bir milletvekilinden diğerlerine ulaşma yöntemi denendi. Yine de başarı
sağlanmadığında, başka nedenlerin olabileceği fark edildi. Aslında bu nedenler, kadınların
parlamentodaki temsilinin azlığının da nedenleriydi. İçinde bulunulan dönemin seçim
şartlarının, parti içi hiziplerin, lidere yakınlık gibi unsurların hesaba katılması gerektiği
anlaşıldı. Üstelik, son dönem -hatta öncesi de- parlamentoya giren milletvekillerinin
neredeyse tamamına yakınının daha önce parlamenterlik konusunda herhangi bir deneyimi
yoktu. Aralarında piyango vuran kadınlar olarak parlamentoya girenler vardı. Bu piyangoyu
devam ettirmek, gelecek dönem için de orada olmak, partiye istemeden de olsa zarar
vermekten korkmak gibi etkenlerin onları çekingen yapması oldukça doğaldı. Parlamentoya
alışmaları ve sürekli izlendikleri düşüncesinden uzaklaşmaları için zamana ihtiyaçları vardı.
Parlamento, kadınların sayıca en az ve ev dışında çalışma mekanı olarak bulunması düşünülen
en son yer olduğu için, bu izlenme, yani kadınların kendilerinin vitrinde olduklarını hissetme
duygusu ve bu duygunun hissettirilmesi, dünyanın her tarafında aynıdır. Bazı kadınlar bu
duygunun farkındadırlar. Bazıları da bunu görmezden gelirler, erkeklerden bir farkları
olmadığı, kendilerine aynı davranıldığını düşünürler. Bazı kadın milletvekillerinin adaylıkları
ve seçilmeleri tesadüfe dayandığı için, kendilerini liderlerine borçlu hissedebilirler. Bu
yüzden hata yapmaktan korkarlar, herhangi bir şekilde basınla ya da araştırmacılarla ilişkiye
girmekten çekinirler, projeler içinde yer almazlar. Ama bu reddedişi karşı tarafa yüklerler.
Kullanılmak istemediklerini, sözlerinin çarpıtılacağı endişesi yüzünden, çalışmada yer almayı
tercih etmediklerini söylerler. Bu gerekçeyi, parlamenter kadınların bazıları, görüşmeyi kabul
etmeme gerekçesi olarak öne sürdüler. Tabii ki burada gerçekten tatsız deneyimlerin
yaşanabileceği, bu nedenle haklı çekincelerin olabileceği de hesaba katılmalı. Bir başkası,
niçin böyle bir proje yaptığımı, niçin başka bir konu incelemediğimi sormuştu. Aslında
sorusunda, bu çalışmanın gereksiz olduğunu, kendilerinin hallerinden memnun olduklarını,
bir sorun yaşamadıklarını, kadınları araştırmak yerine daha önemli bir konuyla uğraşmam
gerektiğini ima ediyordu. “Onlar, yani erkekler %96, siz ise %4’sünüz, bunun nedenlerini
araştırıyorum” cevabını verdiğimi hatırlıyorum. Belki de parlamentoya girmiş az ama şanslı
kadınlardan biri olarak, bu meseleleri mercek altına almanın, ittifak ettiği kanalların ifşa
etmenin kendi işine yaramayacağını kestiren, bu amaçla bilinçli olarak, bu sürecin bilinmesini
istemeyenler de olabilir. Bu tür çekinceler yüzünden defalarca görüşme talebi yapıldı, araya
ortak tanıdıklar konulduğu halde, bazı kişilerle görüşmek mümkün olmadı. Randevu alındığı,
saptanan gün ve saatinde ofislerine gidildiği halde, görüşmelerin gerçekleşmediği durumlar da
oldu. Bu, ya görüşmeden son anda kaçma ya da bir toplantının aniden gündeme gelmesi
şeklinde olabiliyordu.

Bazı olaylar görüşmenin başında ya da ortasında çalışmanın kesintiye uğramasına yol


açabiliyor, bu durum görüşmenin bitirilememesine dahi neden olabiliyordu. Siyaset daha çok

8
çıkar üzerinden yapıldığından, ilişkiler ve neredeyse herşey çıkar temelinde belirlenir, biçim
alır. Bu durumda, bir araştırmacı olarak ben, hem yer, hem de önem açısından seçmenlerden
daha aşağıda bir yere yerleştirilebiliyordum.Görüşme talep ettiğim milletvekillerinden
bazıları, bu bakış yüzündendir ki, öncelik sıralamasında seçmen taleplerine öncelik
tanıyorlardı. Bu durumu hissettiğimde, kendilerine benim de bir seçmen olarak görülmem
gerektiği hatırlatmasını yapabiliyordum. Bazen de kendilerinin bu projeye katılmalarının
kamuoyuna karşı yüklendikleri sorumluluklardan biri olduğunu, bu sorumluluklardan
kaçmamaları gerektiğini tehditle karışık söylüyordum.

-Tanışma, görüşmeye başlamadan önceki söyleşi: Milletvekili kadınları rahatlatmak için,


diğer projelerde görüşülenlerden daha fazla sohbet yapmak gerekebiliyordu. Niçin, nasıl bu
projeyi yürüttüğüme ilişkin soruları cevapladığım halde, teybi açmamı istemeyenler
olabiliyordu. Ofislerinde iki saate yakın kayıtsız bir sohbet yapılıyordu ama, zamanları
olmadığı gerekçesiyle ikinci bir görüşme için, ama bu kez kayıt için bir randevu verme talebi
sürekli olarak ertelenebiliyordu. Kayıt olayı, onları oldukça fazla ürkütebiliyordu. Nasıl bir
portre çizmeleri gerektiği konusunda kafa karışıklığı, parti içi dengeleri ve politikayı tam
olarak kestiremediklerinden, yanlış bir şey söyleme korkusu ve bunun yarattığı özgüvensizlik,
bu tedirginlikte başlıca unsurlardı. Ya da bunun tam tersi bir durum da olabilirdi: Parti içi
dengeleri ve politikayı çok iyi öngörebilmeleri de bu tutumda belirleyici olabilirdi. Pes etmem
gerektiğini bazen oldukça geç anladığım örnekler de oldu.

Görüşme süreci:

Kamuoyunda belli pozisyonlar elde etmiş kişilerle, hele, halen görev başındalarsa, emekli
olmamışlarsa, ilk tanışma ve araştırmacı olarak verilen izlenim oldukça önemlidir. Bu
bağlamda karşı tarafın konuşup konuşmama ya da bu konuşmanın içeriğini belirlemede,
araştırmacının kendini sunuş biçimi, duruşu ayrı bir anlam ifade ediyor. Özellikle zor karakter
yapılarıyla karşılaşıldığında bu tür durumlara karşı hazırlıklı olmak gerekiyor. Bunun için
görüşülen kişinin bulunduğu mekanın konumlanışı, koltuk, masanın yerleştirilişi, duvardaki
posterler, raftaki kitaplar kadar, tavır ve davranışları da önemli ip ucu verebilir, gözlenen
tavra göre araştırmacı çeşitli politikalar izleyebilir.

Milletvekillerinin birçoğu, kendimi üniversitede öğretim üyesi olarak tanıttığım, proje


hakkında ayrıntılı bir ön yazı verdiğim halde beni, röportaj yapan bir gazeteci olarak gördü,
odadakilere öyle tanıttı. Bunda, belki de gazetecilerle bu türden görüşmelerin daha yaygın
yapılması ve daha değerli görülmesi etken olabilir.

Görüşmeyi yalnız yapmak, odada başkalarının olmaması sözlü tarihte önemli bir husustur.
Ama bunu bu projede her zaman gerçekleştiremedim. Hiç yapmamaktansa, kaydı onların
yanında gerçekleştirdim. Milletvekili danışmanlarının olması pek arzulanmasa da bazı
hallerde bu arzum da gerçekleşemedi. Belki milletvekilliklerinin daha sonraki yıllarında bu
şansı elde etmek mümkün olabilir.

Milletvekili kadınların çoğunda tutukluk göze çarptı. Bu türden duygu ve tavırların, kamuoyu
önünde bulunan elit kişilerde karşımıza çıkması muhtemeldir. Hepsi değil ama, genellikle
milletvekili kadınların kendilerini model olarak sunma kaygısı içinde olduklarını
gözlemledim.Yanlış yapma korkusu da oldukça yaygın bir tavırdı. Kadın milletvekili olmanın
bir başka hassas noktası da kendilerinin ve davranışlarının parlamentodan basına değin
gözlenmesi ve mercek altına yatırılmasıdır. Bu nedenle ayrıntı vermeyi tercih etmeyebilirler.
Anılarını vermek yerine genellemeye gidebilirler. Bu bağlamda kendimi onların yerine

9
koyduğum zamanlar olmadı değil. Kişisel özellik yanı sıra (konuşmayı pek sevmeyebilir
insan) parti içindeki durumları, liderle ilişkileri, bir dönem daha milletvekili olma planları,
onları kendileri hakkında fazla bilgi vermemeye götürebilir. Oysa anlatılar, genelleme
yapmaktan ziyade, kişinin özgül deneyimlerine dayanmalıdır. Görüşülenin doktorluk hayatı
ya da babasını 2 saat anlatması, bir türlü siyasete gelememesi, daha sonraki görüşmeleri çeşitli
bahanelerle ertelemesi, randevu vermemesi gibi örneklerle de karşılaşabildim sıkça. Bunda
kişisel özellikler, parlamento deneyimi, parti politikası, feminist olmak/olmamak, ya da daha
önce bir sivil toplum deneyimini içinde olmak gibi faktörler önemli rol oynayabilir. Örneğin
2002 yılında yaptığım bir görüşmede “iki sene önce olsaydı sizinle konuşmayı kabul
etmezdim”, şeklinde bir itirafa tanık olmuştum. Parlamento deneyiminin ne denli önemli
olduğu, yılların verdiği deneyimle güven duygusunun gelişmesinin neredeyse birebir ilişkisi
bir kez daha karşıma çıkıyordu.

Çalışma mekanında konuşmak, çalışmanın gidişatını olumsuz olarak etkileyen bir unsur
olarak karşıma çıktı. Ama milletvekilleri ile görüşmenin başka bir seçeneği yoktu.
Görüşmeler, milletvekillerinin parlamentodaki ofislerinde yapıldığından, görüşme telefonla
kesilebiliyordu. Bu nedenle görüşmeye başlamadan önce kendilerinden telefonların
bağlatılmamasını istedim. “Bu kesintiler görüşmeyi daha da uzatabilir, vaktinizin daha çok
alınmasına yol açabilir” şeklinde açıklamaya gittim. Bu isteğime çoğunlukla uydular, bu kez
cep telefonları devreye girdi. Cevap vermemeye çalışsalar da parti yönetiminden ya da seçim
bölgesinden gelen aramaları yanıtlama ihtiyacı duydular.

Video kaydı için, başka bir kişinin olmasının yabancılık hissi yaratacağını düşündüğümden,
görüşmeleri aynı anda dijital el kamerasıyla videoya kaydettim. Önceleri görüşmeyi teyple
gerçekleştirip daha sonra da video çekimi yapıyordum. Fakat buna fırsat bulmada zorlanmaya
başlayınca, -çoğu kez ikinci bir randevu almak mümkün olamıyordu- bu uygulamayı terk
ettim. Kasete kayıt yapılırken, aynı anda video çekiminin yapılabileceğinin daha uygun
olduğunun farkına vardım. Kendilerine bu durumu baştan söyledim. Konuşmayı hiç
kesmeden doğal olarak, önceden hazırladığım kamerayla, konuşmanın gidişinden
kestirebildiğim kadarıyla kayıt yapma yöntemini seçtim. Odada benden başka kimse olmadığı
ve dijital kameranın sağladığı bir olanak olan kayıt sırasında görüşmeciyle göz temasının
kesilmemesi ve bunu yaparken bendeki doğallığı da görmeleri, kaydı başarılı yaptı. Kesilme
yaşanmadı. Ama tabii ki, o ana kadar yaptığım görüşme ve konuşmalarla bir güven duygusu
sağladığım için gerçekleştirebildim tüm bunları. Kamerayla yapılan kayıt, o kişinin sesiyle,
mimikleriyle, giysisi, tavrı ve bulunduğu ortamla ilgili önemli bilgiler sağlayabilir bize.

Milletvekili kadınların çoğu, -aslında öncü kadınlar için de geçerli bu saptama- kendilerinin
cinsiyetçi uygulamalarla, kısıtlamalarla karşılaşmadıkları konusunda ısrarcıydılar. Bir cins
olarak ezilmişliğin ve kendilerine uygulanan ayrımcılığın hissedilmemesi ya da farkına
varılmaması bilinçli bir tercih olarak çıkabilir karşımıza. Bu durum tam da Mies’in saptadığı
kadınlardaki “ikili bilinçlilik hali”ne denk düşebilir. Kadınların kendi gerçekliklerini
görebilmeleri için normal diye adlandırılan, aslında baskıcı olan yaşamdan, “baskıcı
devamlılıktan” koparılmaları gerekir. Bu durum ise, gerçek bir alternatifi görmeden ortaya
çıkamaz. “Böyle bir alternatifi görmeden önce, hangi düzeyde olursa olsun hiçbir ikna çabası,
onları ezildiklerine inandırmayacaktır. Eğer minimum düzeyde bir öz-saygıyı korumak
isterlerse, kendi ezilmelerinin ve aşağılanmalarının bilinçlilik düzeyine çıkmasına izin
vermezler”(11). Bu nedenle milletvekillerine sorulan “hiç kadın olduğunuzdan dolayı
olumsuzlukla, engelle karşılaştınız mı sorusu”, gerçek anlamda cevaplanmadı. Cevaplandıysa
da çoğunun cevabı, “olmadı” şeklinde oldu. Ama yine de konuşmanın doğallığı içinde bunun
yaşandığına dair örnekleri vermekten kurtulamadıkları görüldü.

10
Bu sorunu aşmak için bazı yöntemlere başvurulabileceğini fark ettim. Görüşme sonrasında
hemen ayrılmamak, birlikte bir süre daha vakit geçirmek, önemli katkılar katabilir
araştırmaya. Çünkü, görüşmenin başındaki ilişki farklılaşmış, yerine güvene dayalı bir ilişki
kurulmuştur bu kez. Görüşme sırasında araştırmacının tavrını, gösterdiği özeni görmek,
ondaki güven duygusunu pekiştirmiştir. Görüşme süresince araştırmacının sorularından,
sohbetten, bazı anıların anlatılması gerektiğini, önemli olabileceğini düşünebilir ve bu
duyguları edinebilir. Olayları ve yaşadıklarını başka bir açıdan gözden geçirebilir bu kez.
Örneğin bir tacizi ya da ezilme ilişkisini yaşamışsa onu yaşarken görmezden gelmeyi tercih
ettiği anılar, bu kez gerçek anlamına kavuşabilir. Belki de kişiyi rahatsız eden, bir türlü
kabullenmek istenmeyen, bu nedenle üstü örtülen olayın ilk kez farkına varılır. Olayları,
yaşadıklarını bir kez daha gözden geçirerek, bu kez farklı bir bakışla fark etme ve bunları
anlatma duygusuna kapılabilirler. Yaşam tarihlerinin belgelenmesi ya da araştırmacı ile
araştırma öznesi arasında etik kaygılar noktasında temellenen, karşılıklı etkileşimin yaşandığı
interaktif süreç, yol açabilir bu tür bir aşamaya. Bu durumda izin alıp kayda geçilebilir veya
bilgi, not alma şeklinde kaydedilebilir.

Bu sorunun gerçek cevabını alamamanın bir başka nedeni, milletvekilliğin henüz devam
etmesi olabilir. Milletvekillik dönemleri sona eren parlamenterlerle bir kez daha görüşme
yapma imkanı bulduğumda, aynı sonuçla karşılaşabileceğimi pek sanmıyorum doğrusu.

Bazı sorular direkt sorulamadı. Örneğin, feminist misiniz? Kota politikalarını destekliyor
musunuz? Soruları yerine, feminizm konusunda ne düşünüyorsunuz? Feminizmi nasıl
tanımlarsınız? Ya da kota hakkında neler söylemek istersiniz? gibi... Hatta görüşmenin
seyrine göre, görüşmenin tümünün tehlikeye gireceğinin hissedildiği durumlarda, bazı sorular
hiç sorulamadı bile.

Sonuç

Bu yazıda daha çok sözlü tarih projelerinin hazırlık ve görüşmenin gerçekleştirilmesi


aşamaları ele alındı.. Sözlü kaynağın metne dönüştürülmesi, yani yorumlanması aşamasına
pek değinilmedi. Yorum aşaması bence her şeyden önce, özellikle etik kaygılarla üzerinde
düşünülmesi gereken bir konudur. Burada sözlü tarih belgelerini kimin yorumlayacağı konusu
önem kazanır. Sözlü tarih yöntemiyle toplanan, belgeye dönüşen görüşmelerin herkes
tarafından kullanılması, önemli bir sakınca oluşturabilir. Bu belgeleri kullanacak kişilerin iki
önemli niteliğe sahip olması gerekir. Belge kullanıcısı sözlü tarih yöntemini bilmeli, dahası
sözlü tarihte etik anlayışına da sahip olmalıdır. Bu özelliklere sahip olunmadığında,
örneklerini bugün sıkça görmeye başladığımız çalışmalarla karşılaşmaya başlarız. Yani,
görüşmeler bağlamından koparılmış alıntılara, konuşan kişiyi yargılayan, inciten durumlara
dönüşebilir kolaylıkla. Bu nedenle sözlü tarih arşivleri, yöntemi bilen, sadece yöntemi
bilmekle kalkmayıp bu tür kaygıların farkında olan, duyarlılığı hisseden araştırmacılara,
belirli koşullar çerçevesinde açık olmalıdır.

Yukarıda bahsedilen “yeni farkındalık hali”, kadın, göçmen, çeşitli etnik gruplar gibi,
toplumda baskı altında olan, ezilen grupların bu güne kadar ihmal edilen gerçekliklerini
anlama bağlamında önemli bir bilinçlenmedir. Sözlü tarih yöntemi, bu bilinçlenmenin ortaya
çıkmasında ve yeni bilgi kaynaklarının yaratılmasında önemli rol oynayabilir. Bu ise, sadece,
sözlü tarih yönteminin değil, aynı zamanda kadın araştırmalarında yöntemin dikkat çektiği
unsurları kullanan kadın sözlü tarihinin özelliklerini de hesaba katmakla mümkün olabilir.
Araştırmacı/araştırılan ilişkisinin hiyerarşik olmaması, araştırma sürecinin interaktif oluşu,

11
çalışmanın araştırılan grubun yararına olması, güçlenme ve güç kazanmasını sağlamaya
yönelik olması, başlıca ilkeler olarak sayılabilir. Tüm bu ilkeler çalışmalarımızın ana hedefi
olması gereken, daha özgür ve daha demokratik bir toplum ve dünyanın yaratılmasında
olumlu etkide bulunacaktır hiç kuşkusuz.

Sonuç olarak bir insanın hayatının bütününe tanık olmak, hayat hikayesinin tümünü alma
iddiasında olmak, hele bu anılarıyla da olunca, başka bir sorumluluk yüklemeli biz
araştırmacılara. Hayatımızın her döneminde anılarımızı, dertlerimizi paylaşacağımız kişiler
çıkar karşımıza. Ama hiçbir zaman hayatımızın doğumdan bulunulan ana kadar olan
ayrıntılarının tümünü bilen olmaz. (Tabii eğer başvurulursa belli profesyonel ilkeler içinde
çalışan terapistler dışında.) Bu nedenle, bir sözlü tarihçi olarak bilgi topluyorsak, bu bilgileri
yorumluyorsak, araştırmacı olarak yüklendiğimiz yöntemsel kaygıların yanı sıra, kaynak
kişiye karşı üstlendiğimiz sorumluluğun da ne denli ağır olduğunun bilincinde olmayı
unutmamalıyız hiçbir zaman.

Dipnotlar:

1-Serpil Çakır, “Tarih Yazımında Kadın Deneyimlerine Ulaşma Yolları”, Toplumsal Tarih
Dergisi, Mart 2002.

2-Kadın sözlü tarihine ilişkin bir başka proje, . 1995 yılında Kadın Eserleri Kütüphanesi ve
Bilgi Merkezi Vakfı tarafından “Türkiye Kadın Sözlü Tarih Pilot Projesi” başlığıyla
gerçekleştirilmiştir

3-Aynur İlyasoğlu, “Cumhuriyetle Yaşıt Kadınların Yaşam Tarihi Anlatılarında Kadınlık Durumları,
Deneyimler, Öznellik”, 75Yılda Kadınlar ve Erkekler, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1998.

4-Aynur İlyasoğlu, “Türkiye’de Kadın Tarihinin Araştırılmasında Yöntem Sorunları ve Sözlü


Tarih Yöntemi”, İnsan Toplum ve Bilim, der.Kuvvet Lordoğlu, Kavram Yayınları, İstanbul,
1996.

5-Londra’daki projeyi gerçekleştirmemdeki çeşitli katkılarından dolayı Mehmet Ali


Dikerdem’e, Sevilay Kendiroğlu’na ve Gülden Tosun’a teşekkür etmek isterim.

6-Kadın Parlamenterler hakkındaki projeyi, Nur Çakır, Nazik Işık, Selim Çakır ve Feride
Eroğlu’nun destekleri olmasaydı kolay bitiremezdim herhalde. Kendilerine teşekkürüm
sonsuz.

7- Serpil Çakır, Necla Akgökçe (der), Kadın Araştırmalarında Yöntem, Sel Yayınları,
İstanbul, 1996.

8-Serpil Çakır, “Kadın Çalışmaları Bilimde Neleri, Nasıl Sorguluyor’”, der.Kuvvet Lordoğlu,
İnsan, Toplum, Bilim, Kavram Yayınları, İstanbul, 1996.

9-Sözlü tarih hakkında Türkçe’ye çevrilmiş başlıca yayınlar için bkz:Paul Thompson,
Geçmişin Sesi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999; Stephen Caunce, Sözlü Tarih ve
Yerel Tarihçi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2001. Yaptığı çalışmalarla, atölye,
konferans ve çevirilerle Tarih Vakfı, Türkiye’de sözlü tarihin gelişmesi için önemli katkılar

12
yapmıştır. Çeşitli kurum tarihi projelerinin yanısıra, “Tarihe Bin Canlı Tanık” ve “Akdeniz
Sesleri” gibi geniş kapsamlı projeleri halen yürütmesiyle de sözlü tarih arşivciliğinde de
önemli bir merkezdir.

10-Serpil Çakır- Necla Akgökçe , “Tell me About You! Thoughts on the ethics of the
relationship between the intervewer an the interviewee while practicing women’s oral
history”, 15-19 Haziran 2000’de İstanbul’da düzenlenen XII.Uluslararası Sözlü Tarih
Konferansı’nda sunuldu. Konferansın tebliğlerinin bulunduğu üç ciltlik kitapta yer aldı.

11- Maria Mies, “Feminist Araştırmalar İçin Bir Metodolojiye Doğru”, çev. Ayşe Durakbaşa,
Aynur İlyasoğlu, (der) Serpil Çakır, Necla Akgökçe, Kadın Araştırmalarında Yöntem, Sel
Yayınları, İstanbul, 1996, s.51.

13

You might also like