Professional Documents
Culture Documents
Kemal Tahir - Yediçınar Yaylası
Kemal Tahir - Yediçınar Yaylası
Yediçınar Yaylası
lthaki'r", Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay, Paz, Tic. Ltd. Şti.'nin yan kuruluşudur.
Mühürdar Cad, ılter Enüzün Sok, 4/6 34710 Kadıköy Istanbul
Tel: (0216) 330 93 08 - 348 36 97 faks: (0216) 449 98 34
ithaki@ithakLcom.tr - www.ithakLcom.tr - www.ilknokta,com
Kemal Tahir
YEDıÇINAR YAYLASI
�
i t h cl Ir.;
BAşLANGıç
s
'](ernal 'Tahir
6
)5eJ4:ınar ))aylası
7
%ma! 'Tahir
8
]ediçmar yPylaSt
9
%mal 'Tahir
LO
YıeJiçınur ))aylusı
12
))ediçırıar yPylası
i4
]ed4;lna.r ))aylası
IS
%mal7ahir
16
))eJiçırıar ]aylıısı
18
))edipnar Yıaylası
L9
'J<.emal 'Tahir
olmuş, her birinin eyer kaşında üçer, dörder savatlı kılıç asılı ...
Düşmandan algı aldılar denilse, heriflerin burunlan bile kana
mamış ...
Böyle karlı bir cenge gitmeyenler, "Eyvah" diyerek donakal
dılar. Ötekiler:
- Nedir hey Allah! "Bu ne biçim bir savaş dönüşü?" deme
ye fırsat bulamadan Kambur Kadı'nın gür sesi gökkubbeyi inim
inim inletmeye başladı:
- Ömr-ü devletinle bin yaşaaa. .. Bin yaşaaa...
Medrese mollalan da, önceden belletilmiş olacak, hiç arasını
kesmeden yırtınıyorlardı:
-Yaşın uzun olaaaa ... Uzun olaaaa...
OHaver Aga, mal boııugundan alay düzememiş, araya kanş
mıştı. Altındaki bin altınlık yagız atı tepikleyip sezdirmeden öne
geçmeye çabalarken bir yandan da, karşı çıkanlara selam sarkı
tıyordu.
Gelenler yol yorgunu olduklanndan, o gün çarşıya pazara çı
kamadılar. Yerliler yerlerine gitti, yeri yurdu olmayanları, Dila
ver Aga konagına kondurdu.
Meraktan uyuyamayanlar, ertesi sabah askeri çevirdiler. As
kerler, sanki Allah'tan emir almışlar gibi, nasıl gittiklerini, nasıl
geldiklerini anlatıyorlardı da lafı bir türlü Silistre Kalesi'ne bag
lamıyorlardı.
- Kale nasıldı, kale? Adama benzer bir kale mi?
-Eh...
-Eh nasıl bir söz? lmdat gitmeye deger bir kale mi, yoksa
adam bannmaz bir palanga mı?
- Eh... Kale fena degil...
- Peki nasıl oldu? Bogtışmayı sordum. Siz vardıgınızda,
düşman ne domuzluklardaydı?
20
Yollarda çok sıkıntı çektik ağa...
-Bırak herif... Düşman sizi görmesiyle... Çok dayandı mı,
yoksa hemen çözüldü mü?
-Eh... Düşman fena değildi... Kendine elverir.
-Eh ne demek arkadaş? Yani siz, şöyle doyasıya kılıç çaldı-
nız mı, çalmadınız mı?
-Eh...
-Kumandan paşa ne dedi bakalım? Çorumlunun yiğitliğini
nasıl gördü?
-Eh...
-Yahu, ben bu "Eh! .. " lafından usandım. Bunun gerisi yok
mudur.
Eh, varsa da bizim o kadarına aklımız ermez. Biz emir ku
luyuz. Padişahım çok yaşaaa ...
Heriller sonunda böyle bağınp Çorumlunun elinden sabun
gibi kayıyorlardL
Bir zaman sonra, Kambur Kadı'nın sayesinde millet, merakı
nı az buz giderebildL Kambur Kadı, sanki berabermiş gibi anla
tıyordu:
-Varıp yetiştik ki hayın düşman, kaleye fena sarılmış . Az
. .
21
::Kemal 'Tahir
22
YıeJiçını.ır )'ıaylaSt
21
%mal7ahir
25
%mal 'Tahir
lesin. Yalandır.
Millet susmuş, kulak kesilmişti.
Çakırlann Halil Ağa birden saHandı. "Bu alçak herif neler ka
nştırmakta yahu?" Herif derinlere dalmış anlatıyor ki akıl ennez
bir işler .. .
- Bu dediğim mesele tam iki yüz yirmi altı yıl öncenin bir
meselesi... Gürcü Nebioğlu namında bir eşkıya, başına derya gi
bi asker biriktirip Osmanh'nın ıstanbul şehrini talana gidiyor.
Üsküdar denizinin kıyısına çadır kuruyor. Yiğit başlarının için
de Haydaroğlu, Katırcıoğlu gibi celaliler var. lakin hepsinden
yüreklisi Çomar Bölükbaşı denilen besmelesiz ... Bu herin tarih
kitaplan gayet yaman yazıyor ağalar, gayet yaman ki okuyanın
dudağı yarılır. ışte bunlar ıstanbul'un Üsküdar sahrasında Bul
gurlu mevkiinde bir cenk açıyorlar ki eh, felek de beğeniyor. Ta
rihin kavhnce Osmanlı'yı bozmalarına, az bir şey kalmış ... So
nunda o zamanın padişahı: "Aman bre kurtlarım... Bre aman! El
den gittik yahu!" diye feryat ederek kılıca sarılıyor da bu belayı,
güç ile defediyor. Hasılı eşkıya bozuluyor. O zamanın kanunun
ca bozulan eşkıya, bozulur bozulmaz fennanlı olurdu. Bunların
hepsi fermanlı olup Anadolu'ya dağılıyorlar. Fennanlı, yani mil
let yakaladığı yerde tepeleyecek. .. Malı senin, kellesi padişahın ...
ışte bu fermanlılar, her bOğazda, her geçitte vuruşarak can kur
tarmaya bakıyorlar. Namussuz Çomar Bölükbaşı, nasılsa kendi
ni Kabe'ye atıyor, Peygamber'in örtüsüne yapışıyor.
- Neden Kadı Efendi?
- Yapışıyor ki fermanlıktan kurtula... O zamanın hükmün-
ce Kabe örtüsüne yapışana bir şey yok.. .
26
�i.çınar Yıaıılası
cek ... Bu heri[ hükmü alıp dönüyor. Dönüşte Şam Valisi Murta
za Paşa'nın askerine Bölükbaşı oluyor. Murtaza Paşa Sivas Vali
liği'ni alınca bu namerdi de beraberinde buralara getiriyor.
- Peki, sen bu meseleyi neden açtın şimdicik?
- Dinle ki efendim, bak neler olmuş? Murtaza Paşa, bu Ço-
mar'a Niksar Voyvodalıgı'm bagışlamaz mı?
Sözün burasında, Halil Efendi'nin yüreğine bir acı saplandı,
başının içini bir duman bürüdü. Bu Kambur Şeytan, lafı böyle
ce dolandırarak, sakın bu at uşagının üzerine mi getirecek Müs
lümanlar? Ölmeli daha iyi... O zaman ölmeli, hiç kurtuluş yok...
Halil Efendi'nin kulakları uguldamaya, boyun damarları da
vul gibi vurmaya başlamıştı. Bu gürültünün ötesinde Kambur
Kadı, kitaptan okur gibi konuşuyordu.
- Niksar'ın bir eşkıya sergerdesine bağışlanması Niksarlının
namusuna dokunmaz mı? Dokunmuş... Peki ne halt etsinler?.
ışte o zaman, oraların milleti, kagıt imzalayıp Merzi[on topragı
mn küçük padişahı rahmetli Tabamyassı Dilaver Aga'ya amancı
gönderiyorlar.
"Dilaver" adıyla Çorumlu bir kere "Ihhh... " diye davrandı.
Herkes, çekmecesi boklunun oyununu sezmişti. Birbirlerine
baktılar, "Güler misin, aglar mısın?" der gibi kafalarını salladılar.
Rezil Dilaver Aga köşesine çöreklenmiş, sanki işitmiyor. Göz
leri aralık ama kimseye baktlgı yok. .. Yumruklanm bagdaştaki
dizlerine kibirle dayamış... Kaşlar çatık. ..
Kambur herif, sedasım bir parça daha yükseltti:
- Bu Dilaver Aga, sizin şimdiki ayanınız bu Dilaver Paşamı
zın büyük dedesinin dedesidir. Fermanını kagıt mahzeninde
buldum. Çok göz nuru döktüm ama sonunda okumasını sök
tüm. Tekrnil Arapça üstüne yazılmış bir ferman! O zamamn
Arapçasında üstün, esre olmadıgı gibi, nokta da aramayacaksını
27
'J<.emal 'Tahir
28
�içınar ))aylası
Bazılan:
- Hay çok yaşa! Hacı OHaver Paşa! .. - diye alkışladılar.
Bazılan:
- Nur ol Kadı Efendi, belli, çok ugraşmışsın ama, sonunda
tarihlere şan verecek bir iş becermişsin, - dediler...
Halil Efendi, öfkeden mosmor kesilmiş, bundan sonra orada
ne konuştugunu, ne yedigini bilemez olmuştu.
Gece, konagına dirisini degil, sanki ölüsünü getirdiler. Her
hıçkırıkta sarsılıyor ki nerdeyse kemikleri dagılacak. .. Karnı şiş
miş de gelip gırtlagına dayanmış ... Yakın ahbaplan yatagını çe
virip aglaşmaya başlayınca Halil Efendi, baktı ki, elden gidiyor,
hemen Osep Çilingiryan keferesini istedi. Niyeti: Koca Hayriye
tüccan, manifaturacı gavura dileklerini ısmarlamak... Çünkü, fa
iz, aşar işlerini onunla döndürüyor ...
Gavur:
- Hayrola... Gene öküz gibi, pilav, helva mı yedin? Bu yaş
ta akşam ekmegini az zirtlenmeli demedim mi? - diye çıkıştı.
- Dur hele Osep Efendi, bilmeden esip gürleme... Bana, bu
dertten kunuluş yoktur. Vasiyetimi iyi aklında tUL .. Bundan
29
%mal '!ahir
54
))diçmar )5aylası
1) 1 786'da.
))ediçmar �ylast
57
'](emal 'Tahir
19
'](emul 'Tuhir
den kıl kadar aykırı bir iş tutmayasın. Eskisi gibi ayanlığı sür
dürmek isteyen habislere asla aman ve zaman venneyesin, hep
sinin haklarından gelesin..." Nasıl bu ferman böylece? ışte bu
ferman geldiği zaman, hey Halil Efendi Emmi, senin deden Ebu
bekir usta Leblebiciler Loncası'nın yiğitbaşıydI. Leblebici çarşısı
nın girdisi ç!ktısı ondan sorulmakta . . . Lonca yiğitbaşının izni ol
madı mı ustalığa çıkıp dükkan açamazsın. Peştemalı beline bağ
layıp ensene şamarı çekecek ki dükkan sahibi olabilesin ... Bun
dan başka, çarşıya gelen öteberiyi de kendi paranla keyfi alabil
mek yok... Leblebici esnafına neler gerek? Nohut, odun kömü
rü, kalbur... Şu bu... Bunlar hep lonca yiğitbaşısının toptan ala
cağı şeyler... Toptan alınıp esnafa dağıtacak. .. Her ayın birinci
cumasıyla üçüncü cumasında lonca derneği var. Burada her lon
ca kendi esnafı arasındaki ufak tefek dalaşmaları kadıya, zapti
yeye düşünneden söndürür. Haksız çıkanı falakaya yatirmak da
yiğitbaşının işi. . . Padişahın ayanı kaldınna fermanı gelip yetişti
ği sırada senin dede Leblebicilerin üstüne başkumandanmış . ..
Başkumandan olmasaydı, şehir kahyası seçilir miydi?
-Demek lonca yiğitbaşısı olduğundan mı seçilmiş?
-Leblebici esnafı Osmanlı mülküne nam salmış olmalı ki
burada ilk şehir kahyalığına, onun yiğitbaşısını seçmişler. Esna
fını iyi çekip çevirdiğinden, Çorumlu ağız birliği edip "Bizim şe
hir kahyamız bu Ebubekir usta olsun " demiştir. ışte sizin Çakır
Kahyatığınız bu fermanla başlamış... Ben bu meseleye iyice me
rak sardım emmi, çok kurcaladım. Padişahın fermanı, ayanı kal
dırmış ama, ayanın elindeki kuvveti, geliratı çekip almamış. . .
- Vay, bir d e çekip alacak mıydı?
- Almayınca da senin deden Ebubekir usta milletin hakkını
ayana karşı, nasıl koruyacak?Çünkü o devirde kadılar, hükümet
adamlan hep ayanın hükmüne ginnişler.
40
yPliçıruır »ayllıSI
42
�diçıııar )3a1l1ası
mıştL
Artık bilinmez, heri bn bu yaşa gelip karıcılıgı boşlamaması
Allah'ın gönlüne mi güç vardı, yoksa Çakır Kahyaların Halil
Efendi'nin bunca bedduasından, yalvarışlarından biri mi körle
meden yerini buldu, her nedense Dilaver Aga bu serer yaman tu
tuldu.
Dünya güzeli Cemile, o sıralar on altısında var yok. .. Kasta
monu taranarının bir yayla güzeli. .. Çorum topragına getiren ka
vat, daha yerine dönmeden ugruna üç kişi vurulunca Dilaver Pa
şa meraklandı, "Şunu bir tenhada görsem de milleti birbirine
düşüren yeri neresi, bir anlasarn!" dedi. Cemile'yi bir gece huzu
runa istedi. Kara Cehennem'in gizliden getirdigi kan, örtüsünün
altında bir boka benzemiyordu. Orta boyludan da kısa, uknazın
oynağL . . Paşa, sesini öfkelenmiş gibi kalınlaştınp:
- Hele şu örtüyü aç ki suratını görelim kahpe... - diye çı-
kıştı - suratın o kadar çirkin mi ki böyle sanndın?
Karı yüzünü açmasıyla, Dilaver Ağa bir kere:
- Aman Allah! diye bağırdı, bağırış işte o bağırış ...
Bu dünyada erkeklerden Yusuf Peygamber, kanlardan Züley
ha anamız güzellikten yana birinciye gehrler. Kitabın yazdığı bu
dur. Ama ne halt edelim ki, Cemile kahpesinin yanında, Züley
ha anamız, kocakarı bile sayılmaz.
Usta hovarda kısmı, bir karının yalnız güzelliğine müptela
olmayacak, resim gibi güzelin tadına bakıp geçecek... Ama bir
kanda güzelliğin yanısıra oyun, cilve, yol-yordam da bulunursa,
böylesine, evliyalar dayanamaz, akılları başlarından sıçrar da re
zillik yüz gösterir. Hem de bu rezillik hiçbir rezillige benzemez.
ışte dünya güzeli Cemile böyle kahpeydi. "Bre kaltak! demeli,
daha sen on altı yaşında olup ve de ananın kucağından muhab
bet meydanına dün a tlayıp bu cilve döktürmeyi , oyunda bu to-
45
::Kemal 1ahir
44
]ediçmar )';al/lası
4S
'](ernal 'Tahir
47
9<.emal 'Tahir
49
9<emal <ruhir
SO
]edipnar 'YPıılas!
- Sus herif... Bir duyan olursa... Paşa bu işin lafım edeni sü
recekmiş... Yernini var...
- Karıyı da bağışlamış mı?
- Bu ne biçim bir deyyus olmalı ki, gündüz gözüne zampa-
ra çeviren bir kahpeyi bağışlaya... Bitirecekmiş... Büyük yemin
içmiş... Evdeki kanlar tekrnil boş düşmecesine.. .
SI
%mal 1:ahir
52
]eJiçmar ))aylan
- Ey . . .
- Kara Cehennem dışarı ugrayacagı sıra, paşa, birden zıpla-
yıp, "Hay Hak!" diye bir nara vurmuş, tavan çöktü sanmışlar.
Kambur Kadı eteğine yapışmış, "Aman devletli paşa ağa, gel et-
me ! Elini pisin mundar kanına bulaştırma . . . Memleketten sürüp
çıkaralım, bela defolsun! " diye yalvarmış .. .
S:?
%m"l 'Tahir
S4
�ipnar }7pylası
ss
:.Kemal 'Tahir
S6
rnirinci rnölüm
\\ �galık Vermekle ... "
Yer: çorum d
' a A vukat Cevdet Bey 'in ev bahçesi.
59
'](.eınal 'Ia.hir
U fak tefek , esmer bir herifti. Çok içmekten burnu şişip mo
rarınıştı. ınce dudaklarındaki terbiyeli gülümsemeyi, arada sıra
da hain bir titreme yokluyordu.
Rakı kadehini ayışığına kaldırdığı zaman, donuk bakışları
kurnaz kurnaz ışıldadı.
El sallamalarının keskinliği, gözlerinin oynaklığına denk dü
şüyor, bunlar, ömnlnde hep pis işlere girip çıktığını, sırasında
kıyıcı, sırasında ödlek olduğunu gösteriyordu.
Kadehi dikip rakıyı, katı bir şeymiş gibi zorla yuttu, damağı
nı lezzetle şaklattı. Peyniri çiğnerken, çenesi nerdeyse burnuna
değecekti. . .
Bütün kabadayı geçinen tembeller gibi tatlı konuşuyor, uzun
laf etmekten hoşlanıyordu:
- Keramet değil Cevdet Bey, - diye başını salladı - Abu
zer Ağa'nın ciğerini sen bana soracaksın.
- Neden?
- Nedeni var mı yahu, Çakır Kahyaların Kenan Efendi'yle
bunca yıl ortaklık etmediler mi?
Avukat Cevdet Bey bilmezden geldi:
- Benim haberim yok. .. Ne ortaklığı, tüccar ortaklığı mı?
- Evet, tam tüccar ortaklığı . . . Hayvan çalarlar, tütün kaçak-
çılığı yaparlardı. Mahpus damıyla, zaptiye kışlasına afyonu, es
rarı yıllarca bunlar taşıdılar. Abuzer Ağa'nın bugün yataklık etti
ği eşkıyalar, Yediçınar Yaylası'nın eski itleri . . . Neden canım?
Abuzer Ağa, bir zamanlar, Çakırların Kenan E fendi'nin öşür top
lama işlerinde eli-ayağı değil miydi?
- Daha daha?
- Hani haberin yoktu? Dahası neymiş? Elverir.
- Şu sebepten elvermez ki. . . Bizim Abuzer Ağarnız, yaban
yerden on yıl önce sünlp gelmiş bir garip Abuzer'di . Kenan
60
]edipnar ]aylası
61
9<.emal 'Tahir
62
):)eJiçmar yPylas!
mezler de, "bu namus meselesi . . . " diyerek bana kaç kez dert
yandı.
- Hey Davavekili, "Biz daha ölmedik reziH" diyerek, lafını
gerisin geri herifin işkembesine çevirmedinse, yazıklar olsun!
- Hiç çevirmedim. Geçmişler çoktan unutulmadı mı?
- Yağma yok! Nasıl unutulabilirmiş yahu? Unutacağız da
Kerbela dağlarının sefil Abuzer'i , başımıza yedi göbek soylu mu
kesilecek?
- Kesilmekle? . Bir o mu? Bizim buralarda ağa-ayan kısmı
nın çoğu, nasıl türemiştir, sen benden iyisini bilirsin. Böyleleri
nin, fazla değil, iki göbek gerisine bak, ya tütün kaçakçısı çıkar,
ya da çarık hırsızı . . . Köy yerlerinin eşkıya yataklarını da unut
mayalım. Bunlar, karılarını gözleri önünde bunca yıl kullanan
eşkıyayı, zaptiye pususuna itelediklerinin sabahı , ağalık minde
rine kurulurlar.
- Yok, Davavekili, bu sözün hak değil . . . Seyfettin Beyimiz,
işin içyüzünü bilmez de Abuzer Ağamızı böylelerinden bener. Ne
denilmiş? "Ağalık vermeynen . . . Yiğitlik vurmaynan . . . " deniimiş.
Bu söz, doğruysa, benim Abuzer Ağam, resmen ağadır ki essah
tan bir ağadır. Hem de anlı-şanh "Erney Hanım ağası. . . " Hey gidi
Emey Hanım! . . - Derin derin içini çekti -: Emey Hanım'ın ağa
lığına güç-kuvvet yetmediğinden Abuzer de ağa sayılır.
- Içini yaman çektin Gavur Ali. Vaktiyle Emey Hanım'ın ar
kasında, nasıl dolaştığını ben bilirim. Şimdi burda yabancımız
yok! Gel doğrusunu söyle, karıya düşmanlığınız kimseye murat
vermediğinden değil mi?
- Allah Allah! Sen, bunca kanun kitabını ezberine almış bir
davavekili olup . . . Bu lafı nasıl dedin şimdicik? Emey Hanım
kimseye murat vermemiş de Çakırların Kenan Efendi, Abuzer
Ağamla neden ortak olmuş?
61
%mal 7ahir
64
�iÇlnar )?pylası
Tütün kaçakçısı, Gilvur Ali, yere bakarak, bir zaman hain ha
in güldü.
Üçü de, bahar gecesinin yumuşak durgunlUğunu b irdenbire
fark ettiler. çorum'un , ikindi üstleri çıkıp bu saatlerde kesilen
sert gündoğdu rüzgan yeni dinmiş, her yanı sümbüllerin acı
korkusu kaplamıştl. Avukat Cevdet Bey'in bakımlı bahçesi ,
ayışığının altında, belli belirsiz ürperiyor, önünde oturduklan
havuzun ince fıskiyesiyle çardağa asılı gemici fenerinin titrek,
sarı ışığı, bu ürpertiyi sanki artınyordu .
Tütün kaçakçısı Gavur Ali, kadehini doldurup dikti. Mumlu
kibriti çalımla şaklatarak bir de cıgara yaktı.
Yakında, aralık aralık bir baykuş ötüyor, sürekli kurbağa ses
lerinin ötesinde, küçük bir köpek sür-git havlıyordu.
Gavur Ali, odun kesecekmiş gibi avcuna tükürerek:
- Evet, ister istemez anlatacağız - diye söze girişti - me
raklanma Davavekili, dün olmuş gibi aklımda . . . Abuzer Ağa bu
b izim toprağımıza bolluk yılında ayak bastı. Bolluk yılından bu
yana ne geçti bakalım?
- On yıl . . .
Babana rahmet, on yıl . . . Bolluk yılından bir öncesi kıtlık
yılı . . . Kıtlık yılında millet temelli battı ki arkadaş, köylü tekrnil
ot yayıldı. "Köylü, ot yayıldı" ne demek? Kasaba yerinin esnafı,
dükkancısı da boğazından acizlik getirdi. Hiç görülmemiş bir
belal Ekinler bir karıştan fazla büyüyemedi ki taneye bine . . . O
kış, yemsizlikten mal-davar böğüre böğüre kırıldıydl . Benim
Abuzer Ağam, şaşırıp da kıthk yılında yola düşseydi, buraları
mümkünü yok tutamazdı, bir amansız derede acından geberir
di. Herifin bahtına bak ki bolluk yılının bayramına yetişmiştir.
- Bu da Emey Hanım'ın verimkarlığından değil ya? . .
- Verimkarlığından elbette . . . Kitap ne yazar? "Cömertleri
6S
%mal 'Tahir
66
)3ediçmar Yıaylası
67
i
68
))ediçınar )pylası
69
%ma! 'Tahir
70
})ediçınar ]aylası
71
%mal 'Tahir
72
))ediçmaf ))aylası
74
]edipnar ]aylıısı
75
'](emal 'Tahir
76
]edipnar ))aylası
78
):)edipnar })aylası
79
%mal 'Iahir
80
]ediçırıar ]aylan
81
'](em"l 'T"hir
82
saça kirpiğe kanşmış, göz aklanyla dişlerinin beyazlığı da olma
sa, "Arap ecinnisine uğradım" diyerek insanın ödü çatlar.
Berber Parlak ıhsan, edepli bir selam çaktı:
- Merhaba hemşeri. .. Merhaba! ..
Herif baktı o kadar... Baktı ama sen baktı.
- Seni bilernedim. Kimlerdensin?
Herif bir şey dedi ama, anlaşılır bir şey değil...
Parlak ıhsan arkadaşlarına döndiL Hamamcı Rufat Ağa ke
sinlikle açıkladı:
- Arapça üstüne bu dil! Fark etmedin mi oğlum, işte tam
kahveci Abdülfenah rezilinin dilleri . ..
- Essah! .. - ıhsan bir adım ilerledi -: Arabi tekellüm,
haa?
Herif her nedense utandı. Ellerini göbeğine bağlayıp gözleri
ni yere indirdi. Gene bir şeyler dedi.
Parlak ıhsan, tek tek sordu:
- Arabi tekellüm mMiş? - Biraz durup karşılık bekledi -:
Arapça bilir misin dedim, rezilL Yüzüme bak ... Ulan, senin sü
rüp geldiğin yerlerde hiç mi berber esnafı yok. .. Bu sakal kaç
ayın sakah? - Sanki karşısındaki sağınnış gibi ince sesiyle ba
ğırdı -: Nerelisin arkadaş, nerden bu geliş?
Herifte gene o laflar... Sedası adam sedasma yakın ama, gel
de dediğini anlayabil. ..
- Peki, hasta koyun gibi bakarken bu surat buruşturması
neyin nesi Rufat Ağa? Sen bunca yılm hamamcısı oldUğundan is
ter istemez bileceksin. Söyle bakalım.
- Şuncacık şe'yi çıkaramadm mı Parlak? Dil bilmez akhyla
bu rezil böylece gülmektedir.
- GÜlmekteyse ... ademoğlu olmasın!
- Şimdi halı ettin. Böyle ademoğlu mu olurmuş!
81
%mal 7tıhir
85
%mal 'Tahir
Çorumlulardan biri:
- Kendisi ayı ama, terbiyesi, bildiğimiz saray terbiyesi. . .
dedi. - ıhsan E fendi, sen biraz zorlasan bu herinn dilini çıka
racaksın. Hele sor bakalım . . . Bu yigit sakın . . .
Sözünü bitirmeye kalmadı, derenin dönemecini eşeklere bin
miş iki kişi kıvrıldl.
Rufat Ağa bunları görünce çok sevindi:
- Hızır Peygamber misin bre Uzun ımam! - diye bagırdı.
- Tam sıkıştıgım zaman, bu nasıl bir yetişme?
Gelenler, Yediçınar Yaylası'mn yan yolundaki Narlıca köyü
nün namlı hocası Uzun Imam'la muhtan Kadir Aga'ydl .
Uzun Imam Nureddin Hoca, inadına küçük bir eşege binmiş,
öne geçmişti . Ayakları yere sürünüyordu. Orada toplananlara
gözlüklerinin üstünden sert sert baktı:
- Hayrola Rufat Ağa! Eşkıya mı tuttunuz?
- Ne tuttugumuzu bilmem! Aslına bakarsan, ne tutulduysa,
bu senin Uzun Elvan tuttu. Tam sırasında yetiştin n'olacaksa. . .
Neye yetişmişim tam sırasında?
Yahu biz bunaldık herif. . . Baksana, bu kılıçlı yigit, dil bil
mez bir yigit. . . Dünyayı tekrnil gezmiş bir adamsın! Işte, ferman
lı hocalıgını gösterecegin sıradıL Hazreti Adem türbesi hacılıgı
kolay degil . . . Göster bilgini . . .
- Dur hele . . . B u yiğit nereden' B i r anlayalım ki. . .
- Bre sakalına tükürdügüm . . . Nereli oldUğunu biz anladık-
tan sonra, sana iş mi kalır. Hele sor!
Uzun Imam'ın telaşlandığını anladılar. Sopasım yere, çenesi
ni sopanın ucuna dayayıp dalmıştı ki fena dalmıştı. Yan gözle de
kılıçlı herifi süzüyordu. Narlıca muhtan Kadir Aga:
- Neye sustun uzun kavat? - diye takıldı - köyden beri,
lafın arasını hiç kesmedindi. Haydisene . . . Köy odalannda "Yet-
86
ydiçınar yPylas!
miş iki milletin dilini bilirim," diye övünen sen degil misin?
- Dur Aga . . . Kolay mı? Aradan bunca yıl geçti. Bunca yıldır,
biz senin gibi kara cahillerle boğuşmaktayız. Dur ki aklımlZl to
parlayalım! Bu herif bilinmiş, görülmüş bir kabilenin adamma
benzer degil! Geri dur!
Aksi gibi, Uzun İmam'm aklına hiçbir Arapça laf gelmiyordu.
Gelenlere de kulak asma, herkesin ezberindeki küçük namaz
duaları . . . Biraz öksürdü, biraz çenesini kaşıdL Sonunda baktı ki
uzatmak olmayacak, öfkelenmiş gibi sesini kabalaşmarak apan
sız sordu:
- El memahik? .
Seyirciler soluklanm kesmişlerdi.
Kara herif, ellerini ovuşturarak biraz yanaştı, boynunu bükıü:
- Kerbela Cebeli Düruz... - demesin mi?
Rufat Aga gülmeye başladı:
- Ulan, kılıcmdan bilmeliydin hey Kavat Elvan! Herif dür
züymüş...
- Neee1 ..
- Aman bu nasıl bir laf...
Sus efendi... Günahtır.
- Şimdicik anlamalı ki... Kılıcı çekip şu hamamcıyı doğra
malı ki...
Uzun İmam, ilk sözde dert anlattığma sevinmişti. Elini kal-
dırdı:
- Patırtıyı kesin! El memahiik. . . Cebeli Düruuuuz?
- Ya vallah... Vilayet Bağdat... Lİva Ketbela...
Muhtar Kadir Ağa:
- Sor bakalım, burda işi neymi.ş bu dürzünün? - diye güldü.
Uzun ımam gene Arapça bir kelime anyordu. Birden aklma
geldi:
':Xemal 7ahir
88
))ediçınar ))aylası
89
%mal 7:a1ıir
go
]ediçuııır ]aylası
9L
%mal 1lıhir
92
�if1nar ]aylası
Deli Elvan, kara herife suçlu suçlu sınttl. Sanki laf anlatıhr
mış gibi, ötekilere duyurmak istemiyor gibi fısıldadı :
- Aldırma hemşeri! Şu halde senin alnına da gurbet yazıl
mış . . . Allah'ına şükretL. Anan seni Kadir gecesinde doğurmuş ki
çorum toprağını tuttun. Bizim Çorum'umuz gurbet adamına ga
yede iyidir. Bizim kendimize pek hayrımız dokunmaz, ama ga
ripleri severiz.
içini çekerek ovaya baktı. Dünyayı unutmuştu. "Fukara he
rif! Dil bilmediğinden... Evet, gurbetlik gayetle zor mesele... ışte
karşı dağlann dibine akşam alacası birikmekte ... Gölgeler uzadı
gitti. Birazdan çorum'un gündoğU rüzgarı çıkar, deli deli esme
ye başlar. Ortalık kararıp yerler mühürlendi mi, bunların yüre
ğini bir dert sarar ki... " HeriCin omzuna, kırk yıllık ahbapmışlar
gibi bir şamar indirdi:
- Aldırmaaa ... Yiğit başına hal gelir.
- Heyyy... Sana laf söyleniyor, Deli Elvan!
Deli Elvan, dalgın gözlerini Rufat Ağa'ya çevirdi:
- Neymiş?
- Oğlum, sen bu işleri iyi düşünürdün. Karıyı görmenle ak-
lın başına geleceğine...
- Neymiş?
- Bi de sorar. Anladım, senin aklını şeytan dağıttı. Bunları
önüne kaııp böylece nereye götürmeHsin bakalım?
- Nereye?
- Yahu bilmez gibi... Sen burada bunca yıl, kimin bağını
beklemektesin! Çakır Kahyaların Ömer Efendi'nin, değil mi?
- Beklemekle? .
- Bunlar, senin Ömer Efendi Ağa'nın arayıp da bulamadıklan . . .
Ötekiler keyifle bağrıştılar:
- Hay çok yaşa Rufat Ağa ...
91
'J<.ernal 'Tahir
94
yPIiçmar )'pylası
95
':Kemal 'Tahir
- Duydunuz ya . . .
Ortanca kan karşılık verdi:
- Duyulmaz mı? Duydum da, manda kafasını kazana atıver
dim. Yiyecegiz sansınlar da acısınlar diye . . .
- Nasıl, dedigim gibi degil miymiş?
- Dogrusun. Bu topragın adamı, fukaranın dil bilmezine
çok acımalı. . .
- Türkçe konuşsaydık b u deyyuslar bizi sopayla kovalardL
Duydunuz ya, Aga beşibirlikleri hiç bakmaz takarmış. Agzınız
dan bir laf kaçmrsanız keyfinize . . . Oglanı sıkı tembihleyin. Ço
cuklarla oynarken moynarken bir halt etmesin. Sivas'taki gibi
olursa. . .
- Sivas'ta oglanın suçu yok. . . Aga'nın kahpe kansı dayattı.
Az kaldı ki hizmetkarlanna bu Emey'i agulata . . .
- Anık bilmem! lşimize gelirse buraya yerleşiriz.
Ortanca kan, körpe kanya bakıp güldü:
- Uzun herin gördün mü Emey? Ötekileri geçti çoktan. . . Se
girtmekte ki yollan tozutmacasına . . . Aga'sına yetişecek de , senin
müj deni alacak. . .
Emey, başparmaklarıyla memelerinin altını tath tatlı kaşıya
rak gerindi, kancık kurt gibi dişlerini göstererek sırtardı:
- Abuzer Aga! Oh Abuzer Aga! - diye nazla yalvardı -
şu rdan bir bostan kesiver kız, susuzluktan bogazım kurudu.
Türkçeyi biraz peltek, biraz şımank, ama, kolay konuşuyor
du.
Abuzer Aga, kara kaşlannı kibirle çatarak dört yanına baktı.
llerde, çok uzakta, akşam esintisiyle ekin savuranlar sayılmazsa,
koca ova bomboştu. Herif, babasının malıymış gibi, çiti hopla
yıp Havuzlubag'a girdi.
96
II
Deli Elvan'ın: "Yedi göbek soyl u bir ağa ki, çorum toprağı
nın birinciye değilse de, ikinciye gelen padişahı..." dediği Çakır
Kahyaların Ömer Efendi, konağının selamlık sayvanında sedire
kurulmuştu. Elli yaşlarında, orta boylu, tıknaz, kırmızı suratlı
bir adamdı. Kızıla çalan kırçıl sakalını kısa-yuvarlak kestiriyor,
abanı sarıklı fesini her zaman, kopuk-ipsiz takımı gibi sağ kaşı
nın üstüne kabadayıca eğiyordu. Ama üzerinde, birçok ağaların,
uydurma somurtkanlığı , kibirli kasılması yoktu. Canı konuşmak
istediği halde "Ağır... " desinler diye, kendini sıkmaz, birini din
lerken, başka şeyler düşünüyor görünmek için gözlerini duvara
dikmezdi. Tersine güleryüzlü, şakacıydı. Gençliğinden beri, en
iyi becerdiği şaka da, gördüğü şeyi, dinlediği sözü ömründe ilk
defa görüp işitiyor gibi çakır gözlerini açıp şaşması, geniş göğsü
ne çapraz astlğı kalın gümüş kösteğine yumruğuyla yapışıp:
- Ulan iyi... Ulan aferin! - demesiydi.
Dünyada hiçbir şeyi umursamadan, yaşamaya bakıyor, insa
noğluyla çatışmaktan hiç hoşlanmıyordu. Arada bir tutan gürül
tülü öfkesini bile, sanki iş olsun diye kullanırdI. Aptal sayılma
mak için, ara sıra cimrileşen cömertlerdendi. Bu oyunu da hep
biricik oğlu, on altı yaşındaki Kenan'a yapıyor, oğlanı en umma-
97
::Kemal 'Tahir
g8
]diçınar yPylasl
99
%mal rrahir
giyer. Her yiğide bir kılıç da şamır. Şu halde fukara herif yolu-
nu şaşırmış, yanlışlıkla çorum toprağına girmiş... Belasını da
bulmuş!
- Neden bakalım efendi?
- çorum toprağı biraz kaypak olduğundan...
- Höstl çorum t oprağı kaypaksa neden defolup gitmezsin,
"Beni aman evlendir" diye yalvarırsın?
Ben toprağını, dedim Ömer Efendi, çorum'un gün gör
memiş güzellerine larım yok... Söyle bakalım Deli Geyik, herif
hiçbir laf etmedi mi?
- Herif mi? Etti. Bir "Nezanem" öğrenmiş, vara yoğa "Neza
nem" demekte. ..
100
- Tamam . . . Daha önce söylesene rezil. . . Bizim ordan . . .
Ömer Efendi hemen diz üstüne gelerek, horoz gibi çırpınma
ya başladı:
- Bre aman! Durmanın sırası mı? Koca Zaptiye Kolağamızın
hemşerHeri toprağımıza ayak basıp ve de Havuzlubağ'ın kenarı
na konup . . . Bizim burada eğlenmemiz nasıl bir hamiyetsizlik! . .
Sıçra bakalım Gavur Ali! Koş ki Hızır Peygamber gibi yetişrnek
zamanıdır. Tanrı misafirlerini topla getir!
Deli Elvan elini kaldırdı:
- Olmaz ağa. . . Bunlar dil bilmediklerinden Ali Ağam güç
yetiremez.
- Ne demek? Koca Zaptiye Kolağası'na ne olmuş? Celil
Efendi de beraber değil mi?
Celil Efendi'nin biraz canı sıkılmıştı:
- Dil bilmek ne gerek! Bunlar, önlerine katıp sopalayarak
getirsinIer. Ben kapı altına . . .
- Başlarım şimdi kapının altından üstünden . . . Yiğit tütün
süzmüş, tütün yetiştirin . Garip kısmı ürkek olur. Kendi diliyle
okşayaraktan getirirsiniz. Benim Tanrı misafirlerimdir. Sofralar
döksem, yataklar serdirsem gerek. . . Haydi efendi, kendin kula
ğınla işittin, senin hemşeri, kolunu kessen, "Bırak" demesini bil
memekteymiş! - Den Elvan'a çıkıştı: - Ulan deli domuz! Hay
di koş, ağalann binekleri çekilsin! Sen savuşma! Sözüm daha
bitmedi! - Ötekiler merdiyeni inince Deli Elvan'ı eliyle yanına
çağırdı -: Üçüncü karıyı vasfetmedin! Üçüncü karı nasıl?
- Vallah ağa ! Kan . . . Ne desem boş . . . Kan aynalı ağa . . . Kan,
Lokman Hekim'in . . .
- Eee?
- Ye dediği ömür macunu . . . Senin Benli Nazmiye, yanında
cariyelik edemez.
IDI
9<.emal 'Tahir
102
yPI4;mM YıalllaSt
roı
%mal '1ıı1ıir
104
]eJ4ırıar };aylası
i05
%mal 'Tahir
106
)'pliçırıar ))aylası
107
:Remal 'Tahir
I08
Yıe44ınar )'pylası
I09
%mal 74hir
HO
yPliçınar ]aylası
III
'J<ernal 'Tahir
ll2
lPIiçınar ))aylası
II?
::Kemal '1ahir
II4
�mar )!;aylası
IIS
Ömer Efendi kalktı. Kunduralarını çeviren ogluna şaka
çıkıştı:
- Tesbihimi ver namussuz . . . Domuz gibi şuna bak . . .
Kenan, babasının kehribar tesbihini koşturdu.
- Tesbihi verirler de agızhgı vermezler mi? Anana söyle,
ka ahıra tepsi çıkaracak. . . Unuturlar munuturlar. ..
Ömer Efendi, yerinden hızla kalktlgı için kötü kötü solu;
du . Gögsünü tutarak bir vakit dinlendi. Böyle soluklan dar
mı , suratını da morartı kaplıyordu.
Kenan , babasının bu düşkünlügünü yeni fark etmişti. (
şaştı.
Ömer Efendi'nin suratında sabahtan akşama kadar ekin
çen ırgatlann yorgunlugu vardı.
Merdivenden inen babasına, kapıdan çıkıncaya kadar ba
"Kocadı apansız . . . " dedi, "bu benim babam durup dururken
cadı. Neyin nesi?"
Babasının kahpesi Benli Nazmiye gözünün önüne geldi.
zı sulanmış gibi kalın dudaklannı yaladı . Çok yaşlı bir adam
bi: "Hey gidi kahpe dünya hey! " diye içini çekti, "Vaktiyle (
meydanlannda adam komamış bu benim babam . . . Ya Çorum
koca Başıbozuk paşası Dilaver Aga'nın kahpesini, dünya gü
Cemile'yi, gündüz gözüne , ata hoplatıp Yediçınar Yaylamıza
karması nasıl bir yigitlikmiş! "
- Neye gelmişler?
Denilip durulurken, birinin ortaya, bilir bilmez, saldığı bir
şaka, işleri apansız karıştırdı.
- Kürt Kolağası'nın babası gelmiş, duydunuz mu?
- Celil Efendi'nin mi? Nasıl babası?
- Basbayağı, öz babası. . .
- Nerden gelmiş?
- Memleketinden . . .
- Nereymiş memleketi bunların?
- Arap içinde . . . Meğer bu bizim Kolağası aslında Dördüncü
Ordulu değilmiş . . .
- Daha mı uzak?
- ıyi bildin. Cehennemin dibi . . .
- Cehennemin dibinden bu herifin babası buraya kadar
neyle gelmiş?
- Lafa bak! Padişahın lando arabasıyla gelecek değil ya,
eşekle gelmiş . . .
- N e bileyim! Altına beş yüz liralık Arap atı çeker de gelir.
- Yahu , Arap atı ne demek? Herifin sırtında mintan yok-
muş . . . Bi don, bi gömıek. . .
- Bildiğimiz iç gömleği mi?
- Bildiğimiz . . . Görenler "KılıkslZ ki hiç sorma !" dediler.
- Peki ne iş yaparmış? Tarladan, topraktan yana sordum.
- Tarlası olan herif, harman üstü, ekinini ortaya koyup yo-
la mı çıkabilir? Bunlar dört aydan beri yoldalar. . .
- Neci öyleyse?
- Çobanmış . . . Onca yolu göze aldığına göre, Dördüncü Or-
du'dan lstanbul'a sürü götüren çobanlardan olmalı . . .
- Öyleyse, yayladan yaylaya geçerken, bu yana saptı ki, oğ
lunu dünya gözüyle bir göre . . . Koca Zaptiye Kolağası'nın rezil
II7
:Kemal 'Tahir
ıı8
)3eJ.i.çuıar Yıaylası
ııg
%mal 7ahir
120
]eJiçınar ]aylası
121
- Attın rezil! Kılıçla kuş avlamak nasıl bir oyun?
- Herif bunu böylece söylemiş. Bizim Deli Elvan inan
mış. Celil Efendi'nin babası, o sıra, üstlerinden geçen ala ka
yı bir kılıçta aşağıya almaz mı? Elvan yemin içmekte. Uçara
tişen bir kılıç ki Hazreti Ali'nin. . .
- Bırak ş u kılıç lafını . . . Ya küçük oğlana ne demeli? o,
leblebi gibi toprak yemekte . . . Ben gözümle gördüm. Taş da
lermiş . . .
- Pişirirler d e yerler öyleyse . . . Demek ki oralann geçimi
lay . . .
- Kolay olmaz mı? Geçim kolaylığından herif bir don.
gömlek. . . Ama görünüşe aldanma! Kör kannın kafasında ta�
ğı koca küp, silme altın doluymuş . . . Tütün kaçakçısı Gavur
"Altın sesinden aklım dolaştı, elim ayağım kesildi" diyerek
min etmekte . . .
- Yalnız altın mı? Fazladan büyü muskası. . . Okunmuş iı
şeker. . . Kan, bildiğimiz cadı kan . . .
- Nesi oluyor? Kolağası'nın nesi, dedim?
- Anasıymış . . . Günde yediği, Arabistan'da yetişen adan
kökünün bir çiğnemi. . . "Benim yüz elli yıldır yaşadığım
bundan . . . " demiş.
- Adamotunu bildim. Büyülü bir ottur ki, eski kita]
"can otu" diye yazar. Eğer cadı kan can otunu ele geçirdiyse,
rasını kessen faydasız. . . Gebertemezsin . . .
Ömer Efendi, oğlu Kenan'dan tespihini ağızlığını alıp, ka:
çarşısına indiği zaman, işlerin bu sularda olduğunu bilmiyor
Davavekili Cevdet Bey'in yazıhane olarak kullandığı dükk
Merhaba! - diye gülerek girdi.
Davavekili Cevdet Bey, düşük kara bıyıklannı aşağıya d(
çekiştirerek, Ömer E fendi'nin yüzüne bir vakit baktı.
Aralarında epey yaş farkı olduğu halde, ruh gibi ahbaptılar,
Ömer Efendi işi hemen anladL Bu Davavekili beğendiği bir
mesele olursa hep böyle bakar. O hep böyle bakar ya, kendisi
bunca yılın herin, bunun böyle bakmasından neden çekinir, hey
Allah?.
Gene çekinerek:
- Hayır ola! - dedi - anladım, senin canın bir şeye sıkıl-
mış . . . Aldırma, ferah ol!
Cevdet Bey, gözlerini kıstı:
- Hane konuklann?
- Ne konUğu?
- Bir de sorar? Celil Efendi'nin babası . . . Ahıra kondurdu-
ğun . . .
- Celil Efendi'nin mi? Hangi Celil Efendi'nin?
- Kolağası'nın. . . Kasaba kazan olmuş kaynıyor. Az kaldı ki,
Celil Efendi Başgardiyan'ı bitire . . .
- Sen ne diyorsun yahu?
Ne diyeceğim! Senin Çingene takımını Kolağası'na yakış
tmnışlar. "Kolağası'nın babası gelmiş, dört eşek yükü de hediye
getirmiş . . . " diyorlar. Kolağası diyesiymiş ki: "Ben Ömer Efen
di'nin bu iyiliğini, ölsem unutmam! Babamı, ahmna kondurdu"
diyesiymiş . . . Aynca: "Benim babam soyludur!" diyormuş. Millet
te laf çok . . "Herifin kuyruğu var, ekin yerine toprak yiyor," de
diler. Doğru mu? - Ö fkeden cıgarayı bir türlü sararnamış, ka
ğıdı yınmıştL Küfretti -: Vallaha çocuk gibisin Çakırların oğlu!
Yaptığın işleri bebekler yapmaz.
- Ben mi? Ne yapmışım? Yahu seni iyice avanak görüp, bü
tün uydurma laflan sana mı söylemekte, bu bizim çarşılımız?
- Elin serserilerini ahıra doldurduğun yalan mı?
- Doldurdum. Orası dOğru . . .
121
9<.emal 'Tahir
124
]ediçınar ]aylası
12S
9<.emal 'Tahir
126
YıeJifırmr ]aylası
127
':Kemal 'Tahir
r28
- Aferin elbet. . . Ne halt edecekse benim sağlığımda etsin.
Postuma oturdugu zaman durulmuş olur.
- Durulması, senin durulman gibiyse işimiz iş . . . Beni dinle
Ömer E fendi, sen iyice şaşırmışsın . . . Bunlar bir babanın oğluna
vereceği öğütler değil. . . Şart olsun bak. . .
Ömer E fendi, Davavekili Cevdet Bey'in kendisini böyle sıkış
tırdığı sıralarda yaptığı gibi, gene apansız CönTürk lafını açtı :
- Asıl sen bana bak! - diye çıkıştı - yahu nedir? Sen ken
din, hiç laf dinler misin? Esasında bu oğlan, bana bakarak değil,
sana bakarak azmakta . . .
- Bana bakarak mı? Yok canım!
- Sana elbette. . . Osmanlı ülkesinde, CönTürk rezili bırak-
mazlar, buraya sürerler. Sen bunları başına toplarsın. Para ver
mek sende, sürgün itlerinin açlarını doyurmak sende, sofra ku
rup rakı. şarap içirmek sende . . .
- Bendeyse n'olmuş?
- Fizan kalesini boylarsan n'olmuşu anlarsın.
- Vay canına!
- Boylarsın ki ne güzel! Kahpeciliğe kurban olayım! Padişah
sürgünü ne demek? Bu memleketin ileri gelenleri sana az mı
söylediler? Bana her gün biri gelmekte . . . Senin haberin yok. ts
tanbul'a kapı kadar cumanar gitmekte ki adam boynu vurdura
racak cumaUar gitmekte . . . Beri bak davavekili, bu huy sana huy
değil ! . . Sen bu işin bir gün zararını çekersin. Padişah düşmanla
rına iyilik etmek nasıl bir iş? Sen bu dünyayı da, öte dünyayı da
yitireceksin! Ben: "Yalandır, yanlıştır," demekten usandım.
Davavekili Cevdet Bey, gülmeye başladı:
- Dünyaları yitirmemek için ne yapmalı? Namuslu Cön
Türk sürgünleri boşlayıp, Zaptiye Kolağası oğlancı Celil namus
suzuna cuma! mı vermeli? Hayır ağa, ben o haltı işleyernem. Sen
12g
'J<.ernal 'Tahir
I"l0
))ediçınıır ]aylan
IJI
%mal 7alıir
Yahu Ömer E fendi, beni artık zaptiyeler bile saymaz. Biz şimdi
elbiseyi soyunahm da dilenci-abdal olup köylere mi çıkahm?
- Sen iyice şaşırtmışsın. Bu şaşkınhgın Hacı kızıl şaraptır. Iki
bardak attın mı aklın başına gelir. Bre avanak, o herif senin es
sahtan baban mı ki. . .
Kolagası Celil E fendi gönülsüz gönülsüz kalktı.
111
:J<emal 14hir
114
YıeJiçınar )\aylası
115
9<emal 'Tahir
I56
- Gene halt etti bu kara domuz! Ulan bizim buralan bire
beşten fazla çıkarmaz,
- Bizim toprağa bakmayacaksın bey, bizim toprağımızda
hüner çok . . . Biz ocakta toprak yakanz ,
- Ulan bu herif bizi büsbütün avanak mı sandı? . Lafını ge
ri alsın, bitiririm!
Abuzer, Ömer Efendi'nin öfkelendiğini sanarak fena korktu.
Yutkunarak:
- Vallah billah bey diye yalvardı - bizde gazyağı dere-
ler gibi toprağın yüzünde akar, Gazla çamur kazanz da ocakta
yakanz .
- Ulan, toprağı, çıralı çam odunu gibi yanan memleketi bu
herif neden bırakmış da gurbet kuşu olmuş?
Kara Abuzer derin derin iç çekti. Lokmasını acele yuttu:
- Namus belası - diye - anlattı, biz küçük avradı, Emey
cariyeni., ,
- Dur hele . . . Kannın adı neymiş?
- Emey . . . Emine'dir de biz Emey deriz . . . Emey cariyeni. . .
- Ulan ne isim haa, Cehl Efendi?" Kannın değeri adından
belli ama, ne fayda! Senin kan milletiyle ahşverişin yoktur.
Kolağası lafı çevirmeyince Abuzer, Ömer Efendi'nin ne dedi-
ğini merak edip üsteledi:
Celil Efendi suratını asarak:
- Sana yarar bir laf değil! - diye tersledi - anlat haydi . . .
- Biz şeytana uyduk bey, küçük avradı , Emey cariyeni ka-
çırdık. Bizim oralarda böyle işler bedbahtlıktır. Namus sahibi is
terse kanının diyetini verirsin. Dilerse namusuna karşılık senin
canını alır, seni köyün ortasında kurşunlar. Kimse davacı olmaz.
- Kör müymüş?. Elini daha çabuk tutsun da . . .
- Olmaz bey. . . Hem namusunu almak, hem canını almak
IJ!
':Kemal 7:alıir
olmaz, Araya hatırh adamlar girer, kızın babasını ağasını yola ge
tinneye çalışır. Bizimkinin babası öfkeli . . . Vurucu, . . Vurucu de
dimse, kıyıcı. .. Araya bizim ağa girdi, oğlunu gönderdi. Herif
"olur" demeyince bize gurbet göründü .
- Biz daha memlekete dönmek yok mu?
- Yok bey . . .
- Herif ölse .. .
- Baba "olur" demediğinden, öteki erkek akrabaları da artık
"olur" diyemez. Bize gurbet yerde ölmek yazılmış bey . . . - Ge
ne derin derin içini çekti, gömleğinin koluyla yaşaran gözlerini
kuruladı -: Gurbet yer fena bey, gurbet yerde adam yiter ki te
melli kaybolur.
Davavekili Cevdet Bey'in canı sıkıldı:
Kolağası söyle şu pise, hünkürtüyü kessin dedi -. Kör-
pe kızın iman tahtasına çökerken gurbeti neden düşünmemiş?
Fukara Abuzer düşündüğüne yemin ediyordu. Emey'e çok
yalvannış, çok yakarmış, ama, kan bana mısın dememiş . . .
- Buna sevdalanmış d a öyle mi?
- Allah'ın işi bey . . . Kan bize vuruldu . Biz fukara takımıyız,
bunlar bize bakarak zengin . . . Kız güzeL.. ısteyen çok. . . Babası bu
nu, on beş san liraya sattıydı . Emey, herifi beğenmedi. Kan mille
ti bey, kan milleti kınnızı donlu şeytan. . . isteyince erkeği aldatır.
- Vay bu yavruyu, Emey Hanım mı aldatmış?
- Bizi aldattı bey . . . Aklına koyunca bizim Emey, şeyhleri
baştan çıkarır.
Abuzer gene gözlerini kuruladı.
Geç vakte kadar yabanın kara ayısıyla gönül eğlendirdiler.
Misafirleri gidince, Ömer Efendi harem tarafına geçmedi. Yedi
vilayet toprağına nam salmış Benli Nazmiye'nin koynunda yattı.
III
119
9<.emal 'Tahir
140
};eJiçınar )'pylası
141
dine yolunu kesmiştir. Emri olmadı mı o yollardan kuş bile uça
maz, değil ki kervan geçe. . . Emanetine iyi bakmadık mı buradan
hacılığa bir Müslüman gidemez. Sen işi kanştmp bizi cehenne
me direk mi dikeceksin? Yahu, senin yüzünden çorum Müslü
manı hiç mi hacı olamayacak?
- Bu nasıl Kerbela beyi imiş ki elçisine bir kat elbise uydu
ramamış . . . Böyle çıl-çıbıl elçi mi olur?
- Hey şaşkın! Bunlar yola kırk katırla çıkmışlar. Bunlan
kırk haramHer çevirmiş . . . Oralann dağı taşı eşkıyadır. Bunlan
bir güzel soymuşlar da böyle don-gömlek b ırakmışlar.
- Kılıç?
- Kılıç, işte o eşkıya boğuşmasında körelmiş. . .
- Kırk katın hep almışlar d a o haramHer arsız oğlanı neden
kesivermemişler? Oğlan tavuk kümesinde yumurta komadı. Ta
vuklan, sansar gibi kovalamasını, n'apalım. Tutunca çiğ çiğ yer
miş . . . Ben evimde böyle iş istemem.
- Aç bıraktınsa, yiyecek ister istemez - Ömer Efendi, da
nlmış gibi kafasını duvara çevirdi -: Kan, sen yoksa kocadın da
bu evin işini çeviremez mi oldun? Anahtan alayım da seni kah
yalıktan defleyelim mi? "Ömer Efendi'nin tann misanri aç kal
mış" desinler de ben sana soranm.
- Bir de eğlenir. Sen bilirsin. Mal benim değil, senin . . . lster
ite yedir, ister kurda kuşa. . . Benden söylemesi. . . Vay benim al
nımın kara yazısı. . . Vay benim emeklerim. . . Ölmedim ki hey Al
lah . . .
Ömer Efendi, karısının yüzündeki umutsuzluğa bir zaman
baktı. Acıdı. Sesini biraz yumuşatarak:
- Kız beri bak - dedi - ben bu herW buraya, gönlümü eğ
lendirmek için mi kondurdum? Dağdaki davar yüzünden ne
çektiğimi bilirsin. Hanefi kocadı, iki yıldır sıtma kötületti. Süru-
142
)3ediçıruır ]aylası
I45
%mal 7ahir
144
�ınar )!ia.ylası
Berber Parlak ıhsan gelince orta yere bir iskemle koyup Kan
lı Abuzer Ağa'yı oturttular. Sıfır numara makine şakağındaki
saçları kapıncaya kadar herif sıntıp duruyordu. Makine daha iki
kere hırt etmeden Abuzer bir nara vurdu, dağlar dayanmaz bir
zorlatmayla davrandı, berberin bileğine yapıştı.
Parlak ıhsan:
- Bırak Ağa, bırak. . . - diye kıvranıp yalvarmaya başladı -
. Oynama Efendi, bileğim koptu. Aman aman . . . Yahu bu herif
bizim bileğimizi. . . Uy aman! Kül-ufak edecek Elvan dayı, yetiş . . .
Abuzer bir yandan ıhsan'ı sarsalayarak büküyor, bir yandan
kendi diliyle bir şeyler diyerek kafasını gösteriyordu. Göründü
ğünden çok daha güçlü olduğu anlaşılmıştı. Parlak oğlanı kur
tarmaya çalışanlar ayının parmaklarını bir türlü açamadılar. ıh
san'ın bağırmaları camları zıngırdatıyordu:
- Bırak dedim ayı oğlu ayı! . . Ulan bırak bileğim koptu. Söy-
leyin bıraksın. Ben vazgeçtim. Bir altın verseniz boş . . .
- Yahu! Elin dil bilmez hayvanı "bırak" lafından ne anlasın?
- Bir dil bilen bulalım. Bu böyle gitmeyecek. . .
- Kolağası Celil Efendi gelsin! . . Şurdan sesleniver ah kar-
daş! . .
- Yiğitsen kendin seslen! Celil Efendi'ye bu herifin lafını
kim edebilirmiş bakalım? Bu herifin adını kim anarsa bitirecek. . .
Şartı var! . .
Abuzer ne berberin bileğini koyuveriyor, ne de sözün arkası
nı getiriyordu. Bir derdi olduğu, yanmaya çalıştığı belliydi. işa
ret parmağıyla tepesinde fınldak çeviriyor, her ne demekse . . .
Yanlardaki saçlara değmeyen tıraşı Çorumlu hiç görmemişti.
Kimse bir şey anlayamıyordu. Kalabalıktan biri:
- Nerde bizim Arap Kahveci? - dedi -. Kahveci Arap Ab
dülfettah gelecekti, nerde kaldı?
]eJiçınar })aylası
I47
:l<roıal "liılıir
I49
%mal 7ahir
150
)3e.Jiçınar yPylası
151
9<.emal 7ahir
IS2
}Jediçınar ))aylıısı
1SS
%maı 'Tahir
I54
)lpliçınar �ylası
ISS
%mal 'tıJıir
- Vazgeçin yazıktır.
- Evet başlayalım kardaşlar, bu herif bir günde adamhga alı-
şamaz.
Ter yürüyüp, gövdesi ele gelmez oldugundan bastıranlar işi
uzatmadılar.
Abuzer gözlerini biraz aralayıp baygm baygın baktt. Yaz gü
neşinde kalmış tüylü köpek gibi dilini dışarı sarkıtmış soluyor
du.
Arap Abdülfettah:
- Bunlar daglı . . . Bunlar soğuğa dayanıklı olurlar ama, sıca-
ğa yüzleri yoktur, dedi.
Evet, bu şimdi hastalanır. Görürsünüz, sadıcan olur da
geberir.
- Geberse ne mutlu . . . Bu sürünür ki çok yorgan paralar.
- Şimdi bundan bir kir çıkacak, görmeye değer.
Herif, yılan gibi deri değiştirecek, desene . . .
- Lafı bırakm yahu! Bi� de dağdan ayı tutmuşuz gibi. . . -
Tellak Oğlana çıkıştı -: Ağzını açmış neye bakmaktasm rezil?
Bir peştemal yetiştir.
Peştemalı üzerine attılar. Abuzer hamama girdi gireli ilk kez
güıümsedi.
- Haşşöyle ayı . . .
- Insana alış, odun oglu odun!
- Gövdesi gevşedi kardaşlar, sıcaktan yumuşadt.
- Bu alışır, görürsünüz. Bizden iyi alışıT. llerde: "Sen bura-
ya geldiğinde hamam görmemiştin, sıcaktan gebereyazdm" deriz
de; "Haydi ordan . . . " diye b ize küser. Nah yazdım, bizi beğen
mez. . .
- Ayıplamayalım kardaş . . . Şu Çorum'da hamam görmemiş
adam ne kadar çok!
I56
]diçınar ]aylası
1)7
%mal 'Tahir
- Su yetiştirin.
- Bas tepesine namussuzun . . .
- Elverir. Bogulacak. . .
- Kim? B u mu? N e agzına? Basın suyu . . .
- Herif alışık degil, hastalanır. Bunu soguklukta iyice kuru-
lasınlar, agahkta sıcak havlulara .sarsınlar. Bir de, "hayır işleye
lim" derken boynumuzca günaha girmeyehm!
Böyle yapıldı.
Abdülfettah, sıcak havlulara sarılıp yatırılan Abuzer'in karşı-
sına geçti, sıntarak:
- Saatler olsun hemşeri! - dedi - çay mı, kahve mi?
Herif, bilmiş gibi:
- çay! demesin mi?
Kerbela toprağının kara Abuzer'i çayı adam gibi içti ama, ar
kasından gene eşşekliği tutup üç kere kaba kaba yeltendi, sonra
gözlerini yummasıyla uykuya daldı. Horultuları hamamı ini et
meye başladı.
158
]ediçmar 1Pylası
159
%mal '1Jıir
160
Saime Hanım herkesten çok şaşırmıştl:
- Ne oldu bunlara birdenbire kız? Bunlar kudurdu mu?
- Dur bildim, Saime t eyze l Bunlar hamamın sıcağını sevdi-
ler. Çıkardığımızı istemediler.
- Allah Allah! Burada geceleyecek değiliz ya! . .
- Artık orasını bilmem. . .
- Peki, biraz daha yıkansınlar.
ışmarla hamamın iç kapısı gösterildi ama fayda vermedi.
Emey, durmadan başını gösteriyor, elini sarık sarar gibi çevi-
riyordu.
Saime Hanım, amansız kalınca, birini yolladı, kahved Şamlı
Abdülfettah'ı kapıya getirtti.
Dizini dövüp saçlarını top top yolan orta yaşlı karıyı dış ka
pının ağzına sürüklediler. ış anlaşıldı.
Kan, öldüm Allah, kara kavuğunu istiyordu. Meğer o kara
kavuklar, üst üste sarılmış kara yazmalarmış . . . Bir kız gerdeğe
girdiği gece bir kara yazma bağlar, sonra her yıl bunun üstüne
bir tane daha sararmış da, bu böylece, ölene kadar sürer gider
miş. Yani hesapçaı kör kocakarının kara kavuğu , doksan beş,
yüz tane kara yazmadan meydana gelmiş bir kara bela . . . Bunla
nn değişmesi uğursuzluk getirdiğinden . . .
Orta yaşlı kan ağlaya ağlaya dert yanıyordu:
- Bizim kara yazmalanmız gelsin kurban! Gelmemiş olmaz.
Bedbahtlıktlr. - Kan da Abuzer Ağa gibi bedbahtlığa "Bebahtlık"
diyordu -: Abuzer Ağa bizi keser. Abuzer Ağa bizi sağ komaz!
Abdülfettah dışardan bar bar bağırmaya başlamıştı:
- Dur kız! Ulan dur ki bir laf da biz edelim! Burada sizin ora
ların zagonu yürümez. Abuzer'in ne ağzına! Biz söyleriz. Yann si
ze Saime Hanım yenisinden kara yazmalar alacak. . . Ulan şimdi
biz ne halt edelim orospu? Yanmış bir kere . . . Yakmasalar iyiymiş
161
'](emal 'Tahir
ya, ateşe vurup yakmışlar. Dinle ki. . . yanmış bacım, bir yanmışa,
bir ölmüşe, bir de gerdekte başına o iş gelmişe çare yoktur. Ken
din bilmez değilsin ya? Bunlar bağırmayla ele geçmez!
- Abuzer Ağa bizi keser.
- Kesemez dedim rezil ! Biz Abuzer ayısına meseleyi anlatı-
nz. Kara kavuklara o kadar sevdahsınız da neden bile belediniz?
Yarın kara yazmalar gelecek! Oturur güzelce sarınırsınız.
- Abuzer Ağa bizi sağ komaz!
- Tövbe hey Allah ! Şimdi başlanm Abuzer Ağa'nın geçmi-
şinden . . . Bitti yazmalar, Allah sayesinde, gitti. Yerine yenileri ge
lecek. Bu Abuzer namerdi, o bitleri size sayıyla mı verdi ki. . .
- Abuzer Ağa bizi . . .
- Uzattın namussuz! Getirin Abuzer olacak kavatı . . . " Kes-
mem" desin de bu gürültü basılsın. Ben canımdan usandım.
162
yPliçııuır "}!pylası
ı65
%mal 'Tahir
166
))edipnar ))aylası
I67
IV
ı68
dar yaban yerin rezilini anlattık. Bu Davavekili haklı. . . Bizim
kendi rezilimiz arka vermedikçe, elin yol-iz bilmeyen garipleri
toprağımızda nasıl palazianır? Biz şimdi kendi rezilimizden aça
cağız. Bakalım ikisinden hangisi daha baskın? .
- Kim bu kendi reziliniz?
- Ömer E fendi'nin oğlu , kopuk Kenan . . .
Cevdet Bey araya girdi:
- Gene hakçasını söylemedin. Gavur Ah! Fukara oğlanı çiz
giden çıkaran siz değil misiniz? Bu Arap atı meselesinde, dOğru
söyle, madrabaz Arap'tan kaç altın aracılık aldınız bakalım? Ke
nan avanağının aklını ayınga işine yatıran sen değil misin?
- Şart olsun Davavekili . . . Yahu nedir7 Bu Davavekili'nin yü
reğindeki muzurluk, nasıl bir muzurluk! Firavun da böyle ol
maz. Biz sevabımıza . . .
- Sevapmış ! . . Toy Oğlanın önüne düşüp iki yüz altına araba
beygiri alıvermenin sevap neresinde.
- Şurasında ki. . . Biz bu çorum toprağımıza. . .
- B u bizim çorum toprağımız n e biçim bir toprakmış yahu?
Osmanlı ülkesinde bizim adırnız mı çıktı? Nerde kısrak camba
zı varsa seçile seçile buraya geliyor. Bakıyorum , Abuzer camba
zının yedeğinde Emey kısrağı, sıska Bedevinin yedeğinde bir
başka kısrak. . .
Tütün kaçakçısı Gavur Ali, istanbul'un CönTürk sürgünü
Seyfettin Bey'in yüzüne yardım ister gibi yalvararak baktı:
- Sen bu davavekilinin muzurluğuna hiç kulak verme be
yim! - dedi -. Bizim çorum toprağımıza öyle bir kısrak ister
di. Hemedani bir kısrak ki olursa o kadar olsun. Dinin gibi doğ
ru söyle Davavekili, kısrağın soyağacı kağıdını sen kendin oku
dun. Adam boyunda , padişah tUğrah bir soyağacı kağıdı değil
miydi? Biz o kısraktan döl alamadık yoksa . . . Biz onun dölünden
I69
'J<.emal 'Tahir
170
))ediçınar �ylası
171
%mal 'Tahir
172
))eJiçmar )5aylası
r15
%mal 'Tahir
174
)Pliçınar ]aylası
Fukara Bedevi, fakir odasında kaç gün kaldıysa kalmış, bir sabah
hizmetkarlardan birine, "Ben ağayı görsem gerek. . . " demiş. Fu
kara oldUğundan yol harçlığı, azık mazık isteyecek sanmışlar.
Ağa böylesini yanına sokmaz. Kahya eline birkaç kuruş koyup
savar. Buna da böyle yapacak olmuşlar, ayak diremiş . . . Sonunda
kahya yakasını garip Bedeviden kurtaramamış. Ağaya haber et
tiler. "Gelsin bakalım! " dedi. Beni de istetmiş ki lafından anlaya
bile. "Derdi nedir, bak bakalım," dedi. Sordum. Yolda bineği ge
bermiş, ağadan bir hayvan isteyesİ . . . Ağa suratını astı. "Nasıl
hayvan" dedi, "hayvanla nereye gidecek?" Utanmaz Bedevi, "Pa
rasıyla . . . " demez mi? Para lafını duyunca bizim ağayı bir gülme
dir tuttu . Herifin kılığını görsen, sen de gülersin! Bir ipliğini çek
sen, sırtındaki çuldan tam yüz yama dökülecek. . . Bu herifin sır
tında iki metelik koyacak yer yok. .. Parasını yutup karnında gez
dirirse gezdirir. Ağa, gülmeyi kesti. "Binek için gözünden kaç
para çıkarmış hele bir anlayalım ki. . ." diye takılmaya başladı. So
nunda "Peki, bir uygun hayvan verilsin! " dedi. Bu kez Bedevi di
lenci büsbütün densizlenmez mi?
- Ne diyor?
- Ne diyecek? Kendi seçecekmiş. . . Ağa bir zaman düşündü .
Ahırda yüz altın değerinde at var. ıster misin herif gidip bunlar
dan birinin yelesine sarılsın? Laf değil, karşısındaki koca Baskil
ağasl . . . Ağzından bir kere "verilsin" lafı çıkmış . . . Lafını çiğneye
mez. Baktım bizim ağa suratını astı ki fena astı. . . "Seçsin" dese,
yüz altınlık hayvan gidecek, "olmaz" dese ağalığına yaraşmaz.
Sonunda ağalık ağır bastı, "Seçsin de defolsun" dedi. Herif ağa
yı üç kere etekledi. Dualara başladı ki arkası gelmez bir dualar . . .
"Şurda saka hayvanı var, onu isterim" demez mi? Baskil ağası,
konağının saka hayvanını nerden bilecek? "Peki. . . Alsın. Ver
dim," dedi, ama Bedevidir, duanın arasını kesmez. Ben, baktım
175
9<.emal 'Tahir
I76
)YJiçuuır ]aylası
177
::Kemal ırahir
I78
]ediçınar yPylası
179
%mal 7:a1ı.ir
ı80
)Pfiçınar )'pylası
ıBı
9<.emal 7ahir
182
yPl4;ınar 'taylası
18ı
- Tutmazmış . . . Tutanı soysuz sayılırmış . . .
Ovanın yüzü biçilmiş tarla . . . Bedevi şeyhi, yük bağlannı bir
daha yokladı. ıyice sıkıladı. Sonra:
- Bre aman! - dememize bırakmadan sıçrayıp çuvallann
arasına oturdu. Hey Davavekili, orda olmalıydın da gözlerinle
görmeliydin. O zamana kadar iki adımı düzgün atamayan sıska
kısrak birden azdı. Azdı ki, görsen kıbleni şaşırırsın! Kurban ol
duğum, kafayı, kuyruğu birden dikmez mi? Tövbe ! Kafa-kuyruk
ne demek. . . Ayakları say ki yerden kesildi, kanatlandı namus
suz, fazladan bir de nara vurdu ki koca Çorak ovası yankılandı .
Biz, hep birden:
- "Aman maşallah! Aman bu böylece göze gelir haaa ! " diye
rek dizlerimizi dövmekteyiz.
Kısrak iki eşindi, toprağı denedi, kafayı dikip havaları kokla
dı. Sonra cirit meydanındaymış gibi, bir çark çevirdi. Sırtında
yirmi batman yüküyle sahibi, biçilmiş tarlalara doğru parladı .
Hayır, haşa parlamadı, kanatlanıp uçtu.
- "Bre nedir?" dememize kalmadan ufaldı, gökle yerin bir
leştiği çizgiyi geçti.
Ben iyice şaşırmışım da:
- Ha göreyim seni Bedevi şeyhi, şu Mehdi Bey'in ekinlerini
al savuş! Benden yana ananın ak sütü gibi helal olsun! - diye
bağırmışım . . .
Derken, meğer geri dönmüş . . . B u yana doğru kopmuşlar.
Fırtına gibi üstümüze gelmekteler ki, soluk hışırtısını dağ seli sa
nırsın. Biz gene:
- "Aman bu nasıl bir iş?" dedik, demedik, tepemize di-
kildi, tek nalı üstünde mıhlandL
- "Hey Allah ! Aferin! . ." demeye kalmadan Bedevi şeyhi bir
daha çarhalandı, gene gözden kaybolmak derecelerine erişti .
I84
Hayır canım, bunun ayakları yere değrnek yok! Nallannın altın
dan toprak çekilmekte . . .
Kenan kopuğU:
"Aldım gitti. . . " - diye dizlerini yumruklamaya durmuş
- "Aldım gitti . . . Beş yüz altın olsa verdim . Aman Ali Emmi.
amanı bilir misin?" diyerek döneler olmuş . . .
Benim d e Osmanhlığım kabarmasın mıL Kemiklerimi bir
çatırtı almış: "Dur namussuz Arap, hayvana yazıktır. Dur peze
venk, buna kısrak ciğeri güç yetiremez. Dur çatlatacaksın . . . Şart
olsun seni yerim . . . " diye debelenmekte değil miyim? Gülersin
Davavekili, sen de Osmanlısın . Görsen dilin dişi n kitlenir. Öyle
kısrağın, eğerinde durmak her yiğidin harcı mı, hayır! Rüzgarı
seni koparır alır, yere çalar ki kemiklerin kül-ufak olur.
Bu kez herifyana vurdu . Yandan görünmesi büsbütün başka . . .
Sanki mübarek hayvan iki boy uzamış . . . Minare gibi yükselmiş.
Ağzı fırın kapısı gibi açık . . Arap kısmı anna neden gem vurmaz,
ben orada görüp anladım. Bıraksak, namussuz Bedevi hayvanı o
yükle akşama kadar sürecek .. Önüne geçtik, herif yere atladı. At
lamasıyla kısrak, kuyruğu kafayı eskisi gibi düşürdü. Miskinledi.
O kadar koymaya ne olur iki solu . . . Sanki ömründe yürümemiş...
Ne ağzında şuncacık köpük, ne karnında körükleme . . .
Bedevi şeyhi bir şeyler söyledi. Bizim Abdülfettah:
- 'Tövbe olmaz ! " - diye şaştı - bak ne demekte, Kenan
Efendi: "Böyle koşturmaktan hiçbir şey anlaşılmaz" demekte . . .
- Ya?
- Bu böylece üç dört saat seğirtmeliymiş ki yavaş yavaş açıl-
ma1ıymış . . .
- Aldım gitti. . . tki yüz altını yarın cebinde bilsin . . . Biz bu
raya tedariksiz geldik Bize yarına kadar izin verecek . .
- "Dur oğlum! " - diyecek oldum - "pazarlık diye bir şey
IBS
:Kemal 'Tahir
186
•
Jkinci rnölüm
\\ · ,.....- · tl ·t tL 1/
... yıf} ı ıR." vurmaR." a . . .
i
189
%rnal 'Tahir
I9 0
l'ıeJiçınar ))aylası
ıgı
9<emal <"[ahir
192
�içınar ))aylası
19:5
'](ernal 'Tahir
I94
YıeJiçmar �lIlaSt
T95
%mal 'Tahir
196
]eJifmar yPylası
197
%mal 'Tahir
ıg8
))ecliçınar ))aylası
tuğu eliyle sıkı sıkı tutuyor, köşeleri dönerken her nedense hile
lenip sol kolunun dirseğiyle tabancasının sertliğini yokluyordu .
Rastladığı bütün hayvanları ilk bakışta Bedevi şeyhinin kısra
ğına benzetmekte, "Aman haaa! Satıp savuştu mu sakın !" diye ir
kilmekteydi.
Babasının, gençliğinde ciride çıkarken hayvanına kapattığı
gümüş işlemeli Dağıstan eğerini alacaktı. "Yüz altınlık antika
eyere tütün sarılır mı, şaştık!" diyerek bu Çorumlu çok laf eder.
Varsın etsin! "Ben kudurdum mu yahu? tki yüz altınlık kısrağa
yirmi batman yük vurur muyum? Benimkisi nam için bir iş! Tü
tünü heybeyle getirsem ne lazım gelir? Evde çoluk çocuk açlık
tan çığnşmakta değil ya . . . "
I99
9<emal 'Tahir
rumlu yigit olmasa koca Sultan Hamid bizim Hacı Hasan Pa
şa'mızı zaptiyeleri üzerine kumandan diker mi?"
Çorum'da yediden yetmişe bütün erkekler kaz güdüyorlardl.
"Akşama yakın, herkes kaz sürusünü önüne alır da yazıya çıkar.
Tarlaların bahçelerin kıyılarında, su başlarında çömelip pehlivan
kazına bakaraK keyiflenmek neden erkeklige yaraşmazmış ya
hu/"
Abuzer, kazıarı incecik bir söğ;üt çubuğuyla haylıyordu.
"Sülük Oğlan yanında . . . Öyleyken çubuğu oğlana vermemesi
neden bakalım? Kazıara bir ziyan erişmesin, hayvanlar nezaket
le gezdirilsin, diye! Fazladan herif zorlu çoban . . . Hangi hayvan
olursa olsun gütmeye meraklı. . . Kazlar bu sebepten böyle semir
mişler. Yagları sarkmış da, gögüsleri yeri süpürur olmuş . . . "
200
yPliçınar })aylası
201
9<emal 'Tahir
202
�if'nar ]aylası
204
�ınar ]o.ylası
205
Kenan önüne yıgılan ışıltılı kümeyi bir zaman karıştırc
raya deger verdiginden degil, karıların gözlerindeki para aı
la biraz eglenmek için . . . Sonra hiç acele etmeden teker tekı
rip çevirerek liralan keseye koydu. Yüreginden saymış, n
olmadıgmı anlayarak ferahlamıştı.
Kanlar, altm yıgmma, meşin torbaya girip gözden kayt
kadar, hiç seslenmeden baktılar, sonra bayılmışlar da yen:
yorlarmış gibi sarsılarak içlerini çektiler. Nazmiye boguk i:
- Essah mı kız? - diye sordu -. Bunları hep bir kısn
yatıracaksın deli?
- Kısraga . . . Sen kan oldugundan, Arap kısragı ne deı
bilmezsin! Arap kısragı sırasında adamın canını kurtanr.
gacılık maskaralık mı?
- Gel vazgeç, oh yavrum! Elli liralıgı elverir. Daha uc'
alalım.
- Elli liralık nasıl elverebilirmiş? Araba atı mı almakt:
- Geberesiceyi çalarlar. Çaldımsm da derdinden ölüı
Çalarlar mı? Çalmak kimin agzma?
- Vallah çalar Çerkezler. Misafir ahınna çektin mi çıı
larından hiç şüphen olmasın! Biri biner savuşur. Bizim
Veli Paşa'nın tüccar hanından kalabalık .. Hele Çerkezl
bakmaz.
Kenan, elini korkuyla altm torbasının üstüne koydu:
Essah kız! Gecenin bir vakti gelen kim, hayvanını i
Ulan iyi! Ula n aferin ! Bunların ahırda olmaları iyi . . . Bunun herif
kısrağı bekler. Sor şuna . . . Bakalım heri f Arap atından anlar mıy
mış?
- Dil bilmez kahpeye bunu nasıl sormalı?
- Doğru . . . Ben yarın Abdülfettah'ı getiririm. Konuşsunlar.
Ulan iyi . . . Kısrağı bunlar bekler. Abuzer'in kılıç elde beklediği
hayvanı bir alay Çerkez gelse götüremez!
Emey'e bakıp güldü. Kan da yanaklarını çukurlaştırıvermiş
ti. Kenan: "Bunlar da Arap'tan sayılır" diye düşündü, "Hayvan
dan anlasalar gerektir. Hey benim Hemedani kısrak! Anan seni
Kadir gecesi dOğurmuş!"
- Neye güldün rezil? Ağzın yırtılacak!
- Hiç . . . Güldüm.
- Erkek milletinde neden akıl bulunmaz hey Allah! tki yüz
lirayı götürecek de bir kısrağa sayacak. Ağlayacağına, oturmuş
da güler hıkır hıkıL . . Kısrak buna oğul doğuracak gibi . . . Gülme
rezil! tık dizginde çatlar da geberir inşallah . . . Çatlar geberir de
isteğin kursağında kalır.
- Höst! Kancık it ümmekte . . . - Elini şakadan kaldırdı -:
Şamarı çekerim haa. . . Lafmı geri topla!
Emey, tokat kendisine gösterilmiş gibi boynunu bükerek
gözlerini kırpıştırdı, ama, oğlanın aklı kısrağa fena takıldığmdan
cilvenin farkına bile varmadı.
207
II
208
))eJiçmar };aylası
20g
%mal 7:ahir
210
))edipnar ]al/lası
2II
%mal 'Tahir
212
�içmar ]aybı
21'5
9<emal 'Tahir
- Neymiş?
- Hele yürü . . . Tenhaya çıkalım ki. . .
- N eymiş yahu?
- Kara herifin kansı yamanmış öyle mi?
- Hangi kara herifin karısı?.
- Babanın Tanrı misafiri . . . Abuzer Aga'nın. . .
- Ey? .
- Kanyı yaman anlattılar. Hamam gününden bu yana Ço-
rum'un karılan bile, "N 'olsa da, bir daha rastlasak, doyasıya bak
sak ! " diye Paşahamamı'na dökülmüşler. Kandaki bedenin ya
nında ak gümüş halt etsinmiş oglum!
- Bana ne?
- Sana ne mi? Sen Bedevi kısragını nereye çekmişsin baka-
lım?
- Nereye çekmişim?
- Yahu bir bizden mi gizli? Bütün çorum'un bildiği bir me-
sele ! . . Sen kısrağı Emey kannın yattığı dama çekmedin mi?
- Çekmekle . . .
Murat bir adım gerileyip Kenan'ın suratına bir vakit baktı:
- Oğlum! Bizden saklamakla eline hiçbir şey geçmez. Laf
ortaya düşmeseydi, belki belkiydi. Ama laf ortada . . . "Bu oglan üç
yüz altınlık kısragı bu kannın yüzünden aldı" denilmekte, "aldı
ki kanya yakın ola . . . " denilmekte . . . "Ama ne fayda! Iki kısrağa
birden binerse sonunda baldırlan tutmaz, tekerlenir de boynu
altında kalır bunun . . . " denilmekte . . .
- Yahu bunlar nasıl yaraşıksız bir laf! Yahu biz. . .
Uzatma! Henfin kulağına gitti mi, kılıcı çekmesiyle seni
bitirir.
Sen bunları essah mı demektesin, yoksa ağız yoklaması mı?
- Herif duysun da ağız yoklaması mı, essah mı, görürsün.
214
�içtnar ]ayıtısı
215
::Kemal 'Tahir
2ı6
})ediçınar ]aylası
217
%mal 'Tahir
218
- Yavrum , gavur içine de gitsen, hovardalıgın bir tek dili
vardır.
- Neymiş?
Ya altın gösterirsin, ya da tenhada etini burarsm.
- Sonra?
- Bunun sonrası olmaz! Altına sırıtması, etini burunca "ur'
diye cilvelenmesi "haydi" demektir. Hovarda gibi hovardaya, ye
lesini toplayıp sıçramak düşer! Bu sizin Emey, anadan kısırmış
arkadaş! Anadan kısır kan değme Arap kısrağmdan zorludur,
bir bakıver! Güç yetiremezsen , ahbaplık bütün bütün ölmedi ya,
bir ucundan da biz tutarız.
- Höst rezil! Bizim gücümüzün yetmediği yerde öyle mi?
- Ne bileyim! Güç yetireceğini kestirsen aralıkta bir bakmaz
mıydın? Kan seni, sakın durduğun yerde yıldırmasm?
- Hele namussuz!
- lyisi mi oğlum, sen bu günden tezi yok, işman salla!
- Yahu, dil bilmez kan Türkçe işmardan ne anlar?
Bir "dil bilmez" lafı tutturmuşsun avanakl lşman çek!
- Herife söylerse? .
Murat, suratını iğrenmiş gibi buruşturdu :
- Tamam! Şimdi anladım! Sen kara heriCin kılıcından yıldın!
Tuh Allah belanı versin yüreksiz! Ben de "Bu böyle olmayacaku
ya, neyin nesi?" diyerek. .. Geri dur . . . Yann sabah ben sizdeyim!
lşman çekelim de dil bilir mi bilmez mi, gör anla! Yahu bizi sen
dünyaya türkü mü edeceksin? Kanlar ne demekteymişler? "Na
tır kan keseyi vurdukça hamama ay doğdu sandık!" diyesiler.
Gülmesinde yanaklan gamze veren bir kan ki olursa o kadarmış!
Kenan'm soluklan gene ağzına sığmaz olmuştu. Islak ıslak
söylendi:
- Ya kocası olacak kavata derse ... Derse, demekteyim?
219
9<emal 7ahir
220
l\eJiçınar ))aylan
22i
9<emal 'Tahir
222
)'JeJif1l1ar )3aylası
224
başka yerde, yüreği sıkkın, suyu kısrağın önüne koydu. Hayvan
uzun boynunu eğdi, içmeye başladı.
Emey de yanı başında durmuştu.
Kenan soluğunu keserek ahınn yan karanlığındaki hafif şı
pırtıyı, karının soluklarını , etinin kokusunu dinledi . Belli etme
den Emey'in yüzüne baktı . Yanakları elma kırİmzısı . . . Ağzı da
kan yemiş·gibi. . . Çakır gözleri ışıl ışıL
Hayvan su içmeyi bitirince birden arka ayaklannı yay gibi ge
rip işemeye başladı.
Kenan'la Emey üstlerine sıçramasın diye duvara kadar geri le
diler.
Kan arkada kalmış, oğlanın omzu sen göğsüne yaslanmıştı .
Kısrağın işemesi bitene kadar hiç kımıldamadan kalkık kuyru
ğun altına baktılar, kuyruk hayvanın kısrak yerini örtünce, Ke
nan, kannın yakıcı sıcaklığıyla hafif iniltisini iç içe duydu.
Emey'in yüzü büsbütün kızarmış, edi dudaklan biraz aralan
mıştı. Gözleri dalgındl . Karşısında ekşi bir şey emiliyormuş gibi
yutkunuyordu.
Kenan, ne yaptığını kendisi de pek bilerneden, sol elinin beş
parmağını, alıcı kuş pençesi gibi açarak, kannın karnını avuçladı.
Emey, kapıldığı aptal dalgınhktan ürkek bir çeviklikle ayıldı:
- Ana! - diye hafif bir çığlık koyvererek oğlanın kolunun
üstüne büküldü.
Sedirde taş gibi duran kocakarı bir şeyler söyledi. Kenan eli
ni hızla çekip korkuyla dikildi. Kara cadı dimdik bakıyordu .
Gözleri açık. . . Hiç kırpışmıyor. Karının körlüğünü bildiği halde
Kenan'ın sırtını soğuk bir ter kaplamış, yüreğinin ateşi sönüver
mişti. Emey'i falan unutarak ahırdan dışarı fırladı.
Avlunun ikindi güneşiyle kamaşan gözlerini kısarak üst üste:
"Kötü ettik, işi batırdık! " diye söyleniyordu.
225
%mal 7ahir
226
))ediçınar ]aylası
227
%mal 14hir
228
YıeJiçıruır )';aylası
229
%mal 7ahir
21°
]diçınar )'ıaykısı
- Ne kötülüğü?
- Bu Güllü nasıl orospu? Rüyasında konuşmadığı gece
yok. . . Geçenlerde babamın yaylada kaldığı gece . . . Ben şarap su
samasına kalktım. Günü'nün kapısı açık. .. Yatağı boş.
- Ee?
- E'sİ . . . izledim. Baktım, senin odandan ses vermekte . . .
- Hele rezil! Bir de şimdi bizi mi karalayacaksın? Kafanı ya-
rarım.
- Kafamızı yararmış. . . Şu kadar aklın olsa, çaptan düşmüş
Çakır'ın Ömer'i, Güllü ile tuttuğun kurusıkı güreşi boşlarsın da
erkeğe alışırsın.
- Dur hele . . . Bir "erkek" lafı geçti. Yoksa erkek sen misin?
Erkekhğini, dil bilmez dağlı kanda hele bir dene bakalım? Emey
karı: "Yüzüne gözüne bulaştırdı" diyerek suratını mı asacak,
yoksa keyfinden ağzı kapanmaz mı olacak, görelim!
- Aman kız! "Görelim" nasıl söz? "Görünce"den sonrası?.
- Heveslenme rezil! Emey'de yiğitliğini bir sına . . . Ben senin
babanın nikahlı karısı değilim. Canın o kadar çekmekteyse beni
Ömer Ağarndan Allah'ın e mriyle ister, alırsını
- Tövbe kız! Hiç olur mu? Sakalına tükürdüğüm, beni yatı
nr da keser. Babamda öyle vicdan n'ararsın! Siz imansızlıkta bir
birinizi bulmuşsunuz. Dur kız!
- Bırak kolumu . . . Şamarı çarparım. Gücün Emey'e yetmez
ken . . . Öyle ya . . .
- Karıya "güzel ! " demekteymiş Nazmiye abla bizim Çorum
lumuz! Karının namı bütün Çorum'u sarmış da Sivas'a doğru
yola çıkmış.
- Sana bunu kim dedi?
- Ben bihrim. Hamam günü sen, sırtını keseletmek düze-
niyle karıyı tenhaya çekmişsin de anadan çıplak soymuşsun.
21I
9<emal 'Tahir
212
]diçınar ]ayllıSI
214
III
215
�mal 7alıir
- Benim ben. . .
- Kenan sen misin? Gel çabuk? Nerde kaldın rezil? Bekler-
ken beklerken içim geçmiş . . .
- Sus kız! Bebe uyanır.
- Uyanmaz. Gel . . .
- Uyanmazmış. - Kenan yataga yaklaştı. Az kalsın "Geçen
gece bizi güzelce dinlemiş" diyecekti. Kanyı korkutmamak için
vazgeçti -: Uyanırsa. . .
- Uyanmaz, - dedim.
- En iyisi kalk benim odaya gidelim. Uyanır da dinlerse re-
zalettir. Kız büyüdü.
- Anan üstümüze gelirse . . .
- Gelemez, kaçıncı uykuda . . . Ben her yanı dolaştım, kalk
haydi!
Güllü hemen kalktı. Uzaktan çakan şimşeklerin aydınhgtnda
beyaz iç gömlegi parlayıp sönüyordu. Yanından geçti. " Bunun da
kokusu bir hoş ya, Emey kahpesindeki koku nerde?" Kenan diş
lerini sıkarak: "Biri gül gibi kokar, biri bal gibi . . . Yahu, orospular
bizi kokuya bogacaklar da gebertecekler!" diye homurdandi.
Odaya girip sürgüyü çekince kanya sanIdı: .
- Nerdesin kız? Biz gelip aramasak. ..
- Aramasaymı�. . . Senin kaç zamandır bize baktıgın mı var?
Usandın öyle ya . . . Dur bırak! Bizden yüregin geçti. Ben anladım.
- Kız bunlar ne biçim laflaL . Şimdi ben. . .
- Dur! Ben farkına varmadım mı? Senin gözün dagh
Emey'de. . .
- Emey'de mi? - Kenan kanyı bıraktı -: Emey şimdi ne
reden çıktı sipsivri, orospu?
- Herkesin agzmdaki bir laf. . . Sen o kısragt, Emey'in yüzün
den almışsın, kara herifin yattıgı ahıra , Emey için çekmişsin.
yP14;ınar "'taylası
218
]e.Jiçmar )',aylası
242
)5ediçınar yPylası
24S
%m.al 7ahir
Benim senden gizli bir işim var mı ki sen bu lafı. .. Hey Al
lah! Benim dediğim başka . . . Karı kısmı ağzına sıkı olacak. . . Şun
lar karı gibi kan mı Allasen abla? Şunlar ne biçim bir kanlar?
- Başkasını bilmem ama, Güllü'yü büsbütün boşboğaz bel
leme . . . Bir bana söyler.
Ya sen?
- Ne demek?
- Sen Güllü'ye der misin?
- Bana bakma . . . Sen ne yaptın? Karı altınlan aldı mı?
Kenan biraz durakladı. "Aldı" mı dese, "almadı mı?"
Bırak. . .
Nazmiye lafın sonunu bekleyerek yüzüne bir hoş bakıyordu.
Karşılık gelmeyince üsteledi :
- Bırak n e demek? Aldı mı?
- Aldı.
- Ikisini de mi?
Kenan gene durakladı, neden sonra, yalan söyledi:
- Ikisini de . . .
B u kez N azmiye bir zaman düşündü.
- Gördün mü? Nasıl bilmişim!
- Evet, tam üstüne vurdurdun abla! Karı yollu. . .
Bir d e "Dil bilmez" dersin. Altını görünce aklı eriverdi öy-
le yaL
- Erdi.
- Gülmüştür.
- Güldü.
O kannın gülüşü nasıl bir güıüş . . . Adamın yüreğini oyna
tır ki ıhk thk...
- Sorma abla! Kan zorlu ... Bu kan, bu toprakta çok ocak
söndürecek. . .
247
%mal 'Tahir
248
}'pliçınar ))aylası
249
9<.emal <"[ahir
250
lemiyordu . "Gürültüye uyanır mıydı bu rezil, hey Allah? Hatır
lamaya çalıştı. ıki kez yağ kandili söndüğü için bir yerlere çarp
mıştI. 'Hayyy!' diyerek zıplayıp oturdu mu ne? Zıplayıp oturdu
ama silaha milaha davranınadı. ıkinci se ferinde bağırmadığın
dan da belli ki bize alıştı ." Abuzer kanlardan biraz uzakta, yal
nız yatıyordu . "Kör kanyı adamdan hiç sayma! Fati kan, Sülük
oğlunu koynuna alıp derin uykulara dalmakta. . . Gündüzün bu
tün işleri üzerinde oldUğundan memesini kessen gözünü açaca
ğı yok! Emey'in yatağı sedirin berisinde . . . Kapıya yakın . . . Ulan
iyi . . . Ulan aferin!"
Kalkacak gibi davrandı. Öylece durup geceye kulak verdi.
Gene uzaktan uzağa gök gürlüyor, şimşeklerin panlusı camlara
vuruyordu. Hava yüklü, ağır. . .
Sanki saat beşten önce giderse kıyamet kopacak gibi bir tür
lü davranmıyordu .
çorum'un saat kulesi dördü biraz önce vurmuştu . " Saat, Ço
rum'un pazar meydanındaki kuleli saat. . . Hacı Hasan Paşa'nın
memlekete armağanı . . . Gavura ısmarlamış. Sıkıca da tembihle
miş: 'Sadası Merzifon'dan duyulmazsa gerisini kendin düşün! '
dediğine Uzun ımam yemin içer. Gavurun saatçisi can korku
suyla Hacı Hasan Paşa'ya iki tane saat yollamış. 'Beğen beğendi
ğini kondur!' diyesi . . . Hacı Hasan Paşa zorlusunu seçip taş kule
nin tepesine yerleştirmiş. Kötüsü ıstanbul'da . . . "
251
%mal 7iıhir
252
Üst üste yutkundu: "Adamın sevdigi karı kimsiz kimsesiz ol
malı . . . Ne ana, ne kardaş, ne herif. . . Kimsesiz, bir kız oglan kız
hepsinden iyi . . . Eve hizmet gördürmeye alırsın, gönlünün çekti
gi dakka koynuna girersin. Yetim-öksüz oldugundan seslene
mez! Babamın bunca yıl yaptıgı iş . . . "
Emey'in dişlerini gösterip yanaklannı çukurlaştırarak gülme
si gözünün önüne geldi: "Bu kanda ye tim-öksüz yılgınlıgı ne
arasın hey oglum! Kan bir bakışta can alır caazuu! " Biraz düşün
dü . Yüregi sıkılarak kaşlannı çattı: "Böyle bir kan Abuzer gibi bir
kara herifi neden sever hey Allah? Körpeliginden, aklı ermedi
ginden sever. Herifi, yerinden yurdundan, topragından vatanın
dan etmiş . . . " Abuzer'in boynunu bükerek, utangaç utangaç gül
mesini hatırladı. içini acımaya benzer bir şey yokladı. "Dil bil
mez bir fukara! Gurbet yerinde ahırımıza sıgınmış. . . " Gitmekten
vazgeçmiş gibi yüregi vurmaya başladı. Kendisine de, Abuzer'e
de birdenbire fena öfkelendi: "Kör mü? Haddini bileydi! Haddi
ni bileydi de padişaha sultan olacak körpe kanyı almayaydl.
Ulan nedir? Biz yemesek, bu kekligi bir başkası yiyecek! En baş
ta Çakırlann Ömer Efendi. . . Babam bacaklannı buna neden ov
durmakta bakalım! Hele papaza hele! Elin dil bilmez kansı, ba
cak ovmayı nasıl hak edermiş ki sen bu işi ona gördürmedesin
koca deyyus?" Can sıkıntısı arttı. "Şu benim babamda vicdan
aramayacaksın. Aga kısmısı çobanının kansına kötü bakar mı?
Evinde, ambannda bet-bereket kalmaz. Çoban ne demek? Senin
öz oglundan ileri . . . Bu benim babam, şart olsun, bizim kanya da
gönlünü bozar, hiç aman vermez! " Duraladı, iki yanına kurnaz
kurnaz bakarak gözünü kırptı: "Bizimkisi de laf mı şimdicik? .
Biz de herifin küçük kansını . . . Tövbe Yarabbi!" daldı. "Suç bi
zim mi yahu? Şuncacık bebekken Günü kahpesi bizi baştan çı
karmadı mı?" On bir, on iki yaşında var, yoktu. Güllü kan, dur-
255
::Kemal 'Tahir
duğu yerde, bir güreş huyu çıkardı. "Bizi yoğurur oldu ki Allah
yarattı dememecesine . . . Hele anarnın sıra gecesinde sabaha ka
dar . . . Biz güç yetiremediğimizden baygın düşüp, koynunda
uyur olduk. Sonunda kahpe bizi günaha soktu ama nasıl soktu,
hay Allah! "
Saate baktı. Hele şükürı dört buçuğu bulmuş . . . Bir zaman sa-
ati evirip çevirdi. Yaman bir saat! Çifte kapaklı . . . ıÇ dışı som gü-
müş . . . Kösteği de yarım okka çeker. Gayet şanlı bir saat . . . Çocuk
kısmı, böyle bir kösteği boynuna astı da, böyle bir saati kuşağı
na soktu mu delikanlı oldu demektir! Her yerde seğinemezsinı
şununla bununla, it gibi bOğuşamazsın. Kirkor Emmi saati boy
numuza takarken ne dedi bakalım? 'Gayri adam oldun sayılır re
ziH' dedi, 'vaktini bilirsin de cuma namazlannı kaçırmazsın. Şa
şırdın da kumara bastın mı seni şart olsun tepelerim!' diyerek
ensemizi şamarladı güzelce! "
Sokakta bir köpek uludu. Kenan dikilerek: "Sus ulan!" diye kı
sık bir sesle çıkıştı: '''Sus' dedim! Başıma bir bela da sen kesilme!"
Biraz kulak verdi: "Aman sakın, bir yabancı it, yol azıtmasıyla bu
raya mı Uğradı. Bizim mahallenin iderini hep mi uyandıracak?"
Arkadaşı Murat'ın bir işini hatırlayarak telaşlandı. Oğlan ge
celerden bir gece komşularının oynak gelinine gidiyor. Gelini
yola getireli şunca zaman olmuş, ama bir fırsatını bulamamış.
Kan o gece işmarı çakıyor. Meğer o gece Merzifon'dan Istanbul
sürüleri gelmez mi? ltler karşılıklı ulumaya başlayınca, mahalle
bütün uyanmış. Murat, komşu avlusundaki fınnın arkasında . . .
Öfkeden dişlerini ufaladıı ufalayacak. . . O zaman: "Bak arkadaş"
dediydi, "şu it takımını bire kadar kurşunlamalt. .. Sokaklarda it
üretmek nasıl bir iş? Namussuz bir iş! Aklında bulunsun, hovar
da milletine bir ider düşmandır, bir de kocakanlar. . . Kocakan
kısmının gece uykusu hiç yoktur. Bokluk burada . . . "
254
]eJiçınar ))aylası
255
%mal 'Tahir
256
YıeJiçınar "YIaybı
- Kimsin?
Emey, uyamp korkuyla dogrulmuştu.
- Kimsin?
Kenan, kannın deminden beri Türkçe konuştugunu nasılsa
fark etti. O kadar şaştı ki, dili tutuldu.
- Kimsin?
Bereket Emey bagırmıyor, fısır fısır soruyordu :
Sus kız! Sus orospul Kes dedim! "Kimsin" ne dernek? Kim
olur? Benim. . .
Kan aklını başına toplamış olacak ki lafı kendi diline çevirdi.
"Yahu nedir? Bu kahpe Türkçe konuştu! Yahu dur! "
- Kız sen . . .
Emey b u sefer Türkçe:
- Git Kenan Ağa . . . - diye yalvardı - git haydi! Herif duyar!
Kenan da tıpkı onun gibi fısıldadı:
- Ne gitmesiymiş! Ulan sen beni gebertecek misin rezil? Biz
bunca zamandır. . . Biz gebermekte degil miyiz?
Kannın kolunu tutup var gücüyle sıktl. Uzanıp yanagtm öp
tü. Emey yüzüne ateş değmiş gibi gövdesini geri alınca, sedirin
tahtaları çatırdadl.
Rüzgar, ahırın toprak damında lov taşı gibi yuvarlamyordu.
Kenan artık Kara Abuzer'i de, herifin kılıcını da unutmuştu.
Karının omuz başını hafifçe dişledi. lnleyerek bir şeyler söyleyen
Emey, sonunda omzunu kurtarmak için gögsünün etini büktü.
Kenan boş bulunarak yüksek sesle:
- Bırak ulan! dedi koparacaksın namussuz, bırak!
Bu gürültüye, kısrak inceden kişneyince , Abuzer iki öksürük
arasında:
- Emey! - diye seslendi.
Kenan hemen yere çökerek, sediri siperlemiş, elini sızlayan
257
%mal 'Tahir
258
�itınar "}5aylasl
- Çok bilmem.
- Anlar mısın?
- Anlarım.
- Herif de anlar mı? Kocanı sordum .
- Yok.
- Sen nerden öğrendin?
- Senin için . . .
- Benim için mi? Benim içinse . . . N e zaman kız?
Kan, şimşek parıltısında beyaz dişlerini ışııdatarak güldü.
Kenan gene omzunu dişledi.
- lnle bakalım! Seni çiğ yesem doymam! Uğruna gebermek
te değil miyiz, kahpe kaç zamandır! Bizde uyku durak mı kaldı?
Ben üç yüz altınlık kısrağı neden aldım bakalım? Senin yoluna
aldım. "Ahıra girip çıkması kolaylaşsın da , şu Emey'i doyasıya
göreyirn" diyerek . . . - Yanağını öptü -: Oh! Ulan ne tathsın na
mussuz, bal gibisin. Demek Türkçeyi bizim için mi öğrendin?
- Hıı ya . . .
- N azmiye'den mi?
- Hı. ..
- Öyleyse bende gözün mü vardı?
- Hı . . .
- Ulan iyi . . . Ulan aferin!
- Bırak ... Yeter... HeriL
- Başlarım herinn geçmişinden . . .
- Üstümüze gelir.
- Gelmekle . . . Ben her belayı göze almışım. Vururum na-
mussuzu . . .
- Beni öldürür.
- Ne ağzına kız? Ya biz neciliğiz? Karnına kurşunları doldu-
rurum ki bak bakahm! Bak şuna! -Karının elini tutup belindeki
259
'J<.emal 'Tahir
260
IV
261
9<.em a.l 'Tahir
mi bakalım?"
Ne rayda ki, kör kocakarının apansız hastalanması işleri ka
rıştırmış, Kenan'ın açlığını kaç gündür kursağında bırakmıştı.
Abuzer takımı dört gecedir sabaha kadar hiç uyumadığından
ışıkları hiç sönmüyordu.
Kenan dört gecedir, ahmn dört yanını, düven sürer gibi do
lanmakta , gü'ndüzleri bütün ö rkesini fukara Arap atından çıkar
mak için, hayvanı, deli deli koşturmaktaydı. Kirkor Emmisinden
aldığı sulfato hapları, N arlıca'nın Uzun ımam'ından getirdiği
muskalar karının sıtmasını şuncacık kesememişti.
Kör kocakan , üstüne yığılan örtülerin altında dört gün dört
gece zangır zangır titredi, inim inim inledi. "Teri döşekten geçip
sedirin altına damladı ve geberip gidemedi. lt canlı bir cadı ki
dünyanın yüzüne kazık kakmış . . . Ölsene kahpe, geber de pislik
temizlensin! "
Emey, her karşılaşmada, suratına sanki suç kendisindeymiş
gibi utanarak bakıyor, "Allah belasını versin" der gibi başını salla
yıp, " Kusura bakma" anlamında güıümsüyordu. Bu dört gecede
ancak iki defa su dökmeye yalnız çıkmış, kamının etini Kenan'a
ancak üç kerecik sıktırabilmişti. Her seferinde: "Yarın gece . . . " di
ye fısıldadı ama, cadı kan gebermeyince fukara ne haIt etsin!
Kenan, man ayının, kedi kızgınlığıyla kudurmuştu . Geceleri
iki saat uyursa uyuyor, sabaha kadar of çekerek durmadan cıga
ra içiyordu. Kendi derdi kendisine elvermezmiş gibi, Güllü kah
pesi de, bu günlerde üstüne düştükçe düşmüştü. Tenhada yolu
nu kesip etini buruyor, geceleri neden gelmediğini sorarak, sür
gülü oda kapısını bir omuzlamadığı kalıyordu.
Oğlan, canından usanmıştl. Yemekleri beğenmeyip anasını
haşlıyor, Güllü'nün kızı Hacer'i durdUğU yerde, vara-yoğa şa
marlıyordu.
262
)5ediçınar )pylası
265
9<.emal '!ahir
266
)'pIipfll.lr )3ayll.lSl
267
%mal rcahir
268
]eJiçııuır ))aylası
269
%mal 'Tahir
270
l'ıeJiçmar )',aylası
271
9<emal 'Tahir
272
))eJiçınar ))aylası
Rüzgar, bir yerlerde açık kalmış bir kapı kanadını, aralık ara
lık vuruyordu.
Kenan omuzlannı daraltıp gözlerini kısarak avluya baktı.
"Burada iş yok!" dedi, "burada herkes birbirini gözler olmuş. Ka
nyı tenhaya atmanın kolayı . . . Yediçınar Yaylası dedin mi, dağba
şı mı? . Dağ iyidir! Dağa kurban olayım! Dağda bir ben, bir Al
lah ! . ."
274
)'ıeJiçmar )'pillan
275
%maı 'Tahir
276
v
277
%mal 'Tahir
278
- "Neymiş" dedim, namussuz! Iki laf eder mi?
Nazmiye yaklaştı . Omer Efendi'ye bir zaman baktı. Kara göz
lerinin dalgınlıgından, başka şeyler düşündügü belliydi. Tek tek
sordu:
- Bu Abuzer takımı n'olacak?
- Abuzer takımı ne mi olacak?
- Şu kadar zamandan beri bunları ahıra kondurdun. Hep
mi burada kalacaklar?
- Kız senin dilinin altında bir şey var! Nedir, açık söyle?
- Bunlar hep burada mı kalacaklar?
- Nasıl kalabilirlermiş? Yaylaya dehleyecegiz.
- Ya Hanefi?
- Çoban, çobanı istemez, mal sahibi hiçbirini istemez. Ha-
nefi, evet, biraz söylenecek. . . Kenan oglun da dünkü gün bu la
fı açtı. Bugün Hanefi'ye yolladım. Hanefi geçimsiz herifin biridir.
Laf anlamaz bir herif. . . Yola getirirse, Kenan oglan getirir. Ke
nan'ı bu Hanefi , öksüz kuzu gibi, eşeginin heybe gözünde gez
direrek büyüttü, say ki süt anası. . . Senin Saime ablan o sıralar
bize az küsmedi, az söylenmedi: "Sen benim oglumu sonunda
çoban mı yapacaksın herifl" diyerek az aglamadı.
- Hiç umudum yok!
- Niye?
- Hanefi bunlan istemez! Istese de . . .
Ey!
- Bana sorarsan, bak aga, ben bu Emey kanyı çok cilveli gör
düm. Bu karının gözleri göz degil. Kenan oglun dersen daha toy. . .
Kanya geldi mi, dizlerini ovdurdugunclan, kendin benden iyisini
bilirsin. Böyle anadan kısır bir kan, körpe oglan kısmını bitirir.
Kız sen neler demektesin? Bizim şuncacık oglanla elin
dagh karısı. . .
279
%mal 'Tahir
2.80
]ediçınar ))aylası
medin mi, başına gelecekleri Allhah bilir. Ulan iyi! Ulan aferin
kara domuz!
- ıyi dersin. Nasıl iyi olabilirmiş? Bizim oğlan kanya dola
mnca, herif hilelenir. Büyük karı, Sülük oğlan hep gözcüsü . . .
Karı işemeye gitse, geriden kollamaktalar. Cadı kan, kör değil
mi? Kör ötekilerden zorlu . . . Pıt olsa aklına yazıp herife bir bir
anlammış?
- PekP . .
- Şimdi sen bunlan yaylaya kondurdun da oğlan yaylayı yol
etti mi. . . Hem de eder. Arada fazladan ayınga işi de var. Ayınga
yı bahaneleyip, gece-gündüz yaylaya uğrar. Sonunda, herifin
bunları basacağından hiç şüphe n olmasın Ağa! O karı da, senin
Kenan oğlun da yüreklerindekini saklayacak bir adamlar değil!
Abuzer ikisini de gebertir!
- Vay, n'ağzına!
Ö mer Efendi birden dikilmişti. Gene sık sık soluyor, gene
sağ kolunun pazısında, taze bıçak yarası gibi bir sızı duyuyordu.
Yüzü morarmıştı:
- N'ağzına kız! Bir çoban parçası . . .
- N'ağzına, dersin, şart olsun gebertir ki o koca kılıçla bun-
ları kıyma eder. En iyisi. . . Bana sorarsan, bu heriR yaylaya çoban
tutmaktan vazgeçelim! Yayla yeri adamsız . . . Adamsız yerde şey
tan, adamı kolay aldatır! Bunlar, dağı sahipsİz sanırlar. Hamdol
sun sende toprak bol! Bunlara istersen Narlıca'dan, istersen Ço
mar'dan yeteri kadar tarla ver. Rençberlik etsinler.
- Oğlan köye sapmaz mı?
- Muhtan, hocayı tembihlersin. Sık giderse kovalarlar. Ateş-
le barutu, Allah'ın dağında bir araya koymaktansa . . . Köy yeri iyi
dir. Köy yerinde herkes birbirinin gözcüsü . . . Hele köylüden bir
yiğit, kanyı baştan çıkardı mı, daha güzeL . . Oğlan pabucu paha-
281
:J<emal 7ahir
282
�mıır ))aylası
284
)jdiçmar l)ıı,ylası
286
- Kahnndan degil! Ayakta duracagı kalmamış. "Gelin, ma
lınıza sahip olun!" diye yalvardı ki kanlılar gibi. . .
- Yahu, biz malımıza nasıl sahip olabilirmişiz sipsivri? Ya
hu, benim bu heriften nedir çekligim. Kız, iki laf da sen etsene
namussuz ! Kız beri bak! Ben bu Hanefi rezilini sopanm altma
yatırsam, şimdi haksız mıyım? "Şurdaki garipleri yaylaya çıkara
yım" desem, herif dil bilmez, dagı, bayın bilmez. - Ogluna
döndü Essah mı? Bir de yere bakar. Bize edeplilik satacak i
Sana dedim zibidi, bir işe gönderirim pisler gelirsin. Biz şimdi
ne halı edecegiz bakalım?
- Abuzer Aga'nın burada olması iyi . . .
- lyiligi nerede? Dil bilmedigini, dagımızı tanımadıgını ne
yapalım?
- Ben dagı belletirim. Dili de kendi ögrenir!
- Hanefi'ye demedin mi? "Koca SÜTÜ . . " diyeydin.
.
288
)3ediçınar l)aııksı
- Nedir kız?
- Avlumuza giren herif Hanefi Ağa değil mi Kenan? Şu,
eşeklerle içeri giren herif? .
Kenan telaşla yürüdü. Hanefi'nin sıtmasına güvenmiş, yayla
ya hiç çıkmadan yalanı güzelce uydurmuştu. Sabahtan beri Ha
vuzlubağ'da Deli Elvan'la laflamışlar, şarap içmişlerdi.
Hanefi'nin avluya soktUğu iki eşek inadına yüklü! Yağ. pey
nir, yoğurt, kaymak getirmiş besbelli. . . "Hay Allah belanı versin
marazlı deyyus! Sırası mı ağarn getirmenin namussuz?"
Ö mer Efendi:
Allah Allah! Hanefi mi sahi? - diye sorarak doğrulmuş,
çobanını tanıyınca Oğluna dönmüştü.
Kenan dudaklarını kötü kötü yalıyordu.
Babası, gözlerini iğrenmiş gibi kısarak rezil yalancıyı bir za
man seyretti. Ö fkesi yavaş yavaş tepesine çıkıyor, suratının mo
rarması artıyordu :
- Yıkı!! - diye hırladı - yıkıl gözüm görmesin! Yalancı
deyyus!
Kenan kekeleyerek:
- Neden? - dedi - herif kalkmış yürümüş. Benden sonra
aklını değiştirmiştir. Demek hastalığı essahtan bir hastalık değiL.
Bize naz etti.
Yalanını örtrnek, hiç olmazsa bir düzene bağlamak için akhn
dan çare anyordu: "En iyisi Hanefi'yi merdivende tutup yalvar
mak. . . Hazır herif bize 'yıkıl' dedi. Aman yetişelim!"
Dışarıya çıkacağı sırada Ömer Efendi yeniden gürledi:
- Nereye namussuz! Yerinde dur!
- Hayvanlan . . . Yükleri . . . Hanefi Ağarn. . .
- Sana hayvanı, yükü soran m ı var? Bekle, savuşma!
Nazmiye, pencereden çoban Hanefi'ye seslendi. Emey'le bir
289
%mal 'Tahir
290
]ediçmar ))aylas!
291
9<emaı <tahir
292
YıeJiçınar ]aylan
Hele domuza hele! . . Surata hele . . . Ağa ben şimdi bunu çiğne
sem . . . Hakçası ben bunun kemiklerini kırmahyım! Hayır, kır
mamış olmaz. Sarı orospu yoluna, bunca yıllık Hanefi Ağa'sını,
Emine teyzesini sürüp çıkaracak he mi? Yalanlar düzüp ve de . . .
Ömer Efendi bir vakit Oğluna iğrenerek baktı:
- Defol! - diye bağırdı - seni gözüm görmesin! Hiç uta-
291
9<.e:mal 'Tahir
nır mı? Bak N azmiye, bu rezil sofraya hizmete gelir, hepinizi da
yağın altına yatınnm. Gözüm görmeyecek. . . - Hanefi'ye döndü
-: Önce ben de, "Herif acaba Hanefi'ye yardım eder mi?" de
dimdi ya, sonra vazgeçtim. Haklısın, bizim yaylamız tekin değil
dir! Işe bak yahu! Bende akıl hiç mi kalmadı . Yedi kat yabancı
yı yaylaya çıkarmak nasıl bir eşeklik. Isterse biraz tarla göstere
lim rençberlik etsin! Istemezse kendi bilir. Öyle mi arkadaş?
Dünyanın bütün serserilerini biz buraya mı konduracağız. Ben
canımdan usandım . . .
Biraz düşündü, bir zaman başını salladı. Yavaş yavaş sakin
leşmiş, öfkesinin de, keyfinin de hızı geçmişti. Yüreğinde eski
hovardalıklan belli belirsiz, tatlı tatlı depreşti . Oğluna hem acı
dı, hem de gizlice hak verdi:
- Hep körpeliğin boku . . . - diyerek içini çekti - sen toy
luğu bilir misin? - Oğlanın, karşısında domuz gibi durduğunu
görünce biraz şaşırdı -: 'Yıkı!' dedim! Hiç utanır mı? Çık! -
Kenan çıkınca Hanefi'ye göz kırptı -: Köpoğlunun tam delilik
sırası ... Hey Allah, gördün mü? Karıya sevdalanmış da . - La
. .
294
};eJiçınar ]aylası
Deli Elvan:
- Bu giden herif, Hanefi degil mi? - diye sordu.
Kenan, elinde şarap tasıyla, uykudan apansız uyandırılmış
gibi, gözlerini kırpıştırarak , anlamaz anlamaz baktı:
- Hanefi mi? Nerde?
- Nah işte! Eşeklerin arkasında . . .
- Essah!
- Ne zaman geldi? Geçerken görmedim.
- Bugün, kuşluk vakti. . .
- Şuna bak! Akşamın b u saatinde, Yediçınar yokuşunu gö-
ze almasına ne demeli? Evel-eski böyleydi bu namussuz, cam
tez . . . Hani "hasta" dedindi?
- Ne bileyim! Tütünden gelirken Gavur Ali Agamla uğra-
dıydık. Sıtma kötületmişti.
- Kefeni yınmış öyleyse . . .
- Yırtmış evet. . .
- B u Haneri ben akran. . . Çobanlıgının üstüne yoktur ya,
pek huysuzdur cenabeL.. Ö fkeden, Narlıca'nın rahmetli Parpar
Ahmet'ini saymazsak bu herif birinciye gelir.
- Gelir.
- Kara Abuzer'i, senin baban, yaylamza kondurmak niyetin-
de . . . Hiç olmaz . Geçinemezler. Hanefi bulaşıktır. ınadından
döndürmek istersen geberteceksin.
- Dogru . . . Geberteceksin!
295
::Kemal ıtıhir
296
- Laf soracagına şunu doldursana bre dayı . . . - Gülmeye
çalışarak bardagı uzattı -: Hele iki çekelim, ne olmuş Allah'ın
izniyle . . .
- Çekmesi kolay. . . "Aklıma gelen gibi mi" dedim?
- Aklına ne geldi? Benim kerametim yok.. .
- Emey kahpesi . . .
Kenan birden dikilip gözlerini kırpıştırdı:
- Emey'e n'olmuş?
- Telaşlanma yavrum. . . Şimdilerde bir şey oldugu yok. . . Ka-
rıya sevdalandınsa, geç kalınmasın!
Bardakları doldurdu. Havuzun yüzü gittikçe koyulaşıyor, bu
koyu parlaklıgın içinde, rüzgarla savrularak karga sürüleri geçi
yordu. "Kara karga milleti, akşam vakitlerinde neden böyle çıg
nşır yahu? Yatak yerine gürültüsüz gitse olmaz mı?"
- Hayır! Biz bu işi, başından yanlış çizdik Kenan Efendi,
yanlış . . . Hep benim avanaklıgım . . . Şuraya konmuşlar. Rabbim,
kısmetinizi ayagımza göndermiş . . . Önlerine düşüp Ömer Efen-
di'ye götürmek nasıl bir eşeklik. .. Baktın, Berber ıhsan feryat et
mekte . . . Sopayı çekip kasabaya kadar kovalasana . . . Baktın, Ha
mamcı Rufat ilerden göründü, suratını asıp kafam şu yana çevir
sene . . . "Bu Hamamcı Rufat Aga'nın, sana evvel-eski düşman ol
dugunu bilmez misin kavat Elvan?" demeli . . . Evet sınamışım,
ben ne zaman bu herifin ögüdünü tutsam, sonunda perişanlık
elverir, zarara ugrarım. Abuzer takımı, baga kondurulacaktı. He
rife şimdi bunlan, bedavadan belletirdik!
Ya sen?
- Biz de boş duracak degiliz. Allah ne verdiyse belleyecek
bir şey uydurur, yardım ederdik. Müslümanlık da birbirine des
tek olacaksın. Müslümanlık maskaralık degiL
- Ne gibi?
297
:::Kemal 'Tahir
298
)}eJiçınar ]aylası
299
%mal �ir
:SOO
]edirmar ]aylası
Ağa . . . Baba evin sana uğursuz gelir. "Bir yalan uydurayım" der
sin, bir de bakarsın ki yüzüne gözüne bulaşmış . . . Uğur kaçar
vesselam L .
- Kaçmaz mı yeğen . . . Ossaat kaçtığından, kan sevmek işi
nin şakası olmaz. Erkek kısmı sevdiği kandan murat alamazsa
iştahı kursağında kalır. Boynu şişer de hırıldayarak geberir. Ben
den sana baba öğüdü: Sevdiğin karıdan n'apıp yapıp murat ala
caksın. Adam uykusunu kaybeder. Şu koca dünya daralır. Ne
kadar zengin olsan faydasız . . . Aslında bunlar benim lal1anm de
ğil, senin babanın laflan . . . Çakır Kahyaların Ömer Efendi, ho
vardanın domuzu olduğundan, sözlerini, aklının ortasına birer
birer yazacaksın . . .
Kenan : "Domuzu eveL ." diye düşündü, "Benim babam, Ben
li Nazmiye'ye: 'Bundan böyle hizmetkar çoban işlerine bu senin
Kenan oğlun baksın' dedi de gözünün birini nasıl kırptır Şu hal
de bütün o laflar düzen! Bunlar bizden önce iyi konuşmuşlar.
Haneri üstümüze gelmeseydi, babam Abuzer'i gene yaylaya çı
karmayacaktl. Meğer herif, kahpesini karşısına almış da bizimle
gönül eğlendirirmiş . . . Hele sakallı papaz . . . Ulan ben, bunca yı
lın kahpesi Benli Nazmiye'nin neden oğlu olmaktayım, bakalım?
Bu karı resmen kahpe değil mi? Tövbe değil . . . Asıl kahpelik be
nim babamda . . . Evet, Çakırların Ömer Efendi'nin kahpeliği
Nazmiye'den baskın . . . Erkek ne demek? Lafını bir vakit çiğne
mez demek. . . 'Yaylaya konduralım' diyen sensin , peki, bu söz
den dönmek nasıl bir oyun? Lafla bağlanan, dişle sökülebili r mi?
Kahpe kan sözüyle oturup kalkan herife ben erkek mi derim?"
Ama ben o Emey karıyı gayetle yakıcı güzel gördüm.
Ömer Ağam tenhada kıstırmışsa, çoktan el atmıştır. Hiç bakmaz.
Haa, nasıl benim bu larım?
Hangi ların?
'Sor
- 'Tenhada bastırdıysa . . . " dedim. Baban, Emey karının eti
ni burmuştur yüzde yüz. . .
- Sanrnam. Herifin eski yiğitliği yok. Cıgara sarsa soluğu
daralmakta . . .
- Daralsa d a burmuştur. Şimdi şuraya uzansa d a geberir ol
sa, körpe karı buduna eli yetişti mi, hiç bakmaz, çimcikler de
"Uy aman!" diye bağırtır. Karılı yerde, Ömer Efendi'nin bulun
duğunu, bu �Uy aman ! " sesinden bileceksin. Soluğu mu daral
makta demek? Vay canına! Ben de kaç zamandır, "Bu benim
Ömer Ağam, kara herif takımını şimdiye kadar çoktan yaylaya
sürecekti, tenhada kannın başına çökecekti ya, ne oldu?" de
mekteyim. Yayla yokuşunu gözü kesmediyse, "Varsın bu iş de
ahırda olsun!" demiştir.
- Hiçbir şey dediği yok. . . Kocadı benim babam, rena koca
dı. Soluğu tıkanmakta ki hml hml !
- Kocamakla . . . Ne demişler? "Batmış kağnıyı koca öküz çı
karır" demişler. O işte Ömer Ağam, on çift koca öküze bedeldir.
Aklım ermedi. Soluk tıkanmasına, sizin Yediçınar Yaylanız bi
rinci derrnan. . . Yaylaya çıkıp neden, biraz ferahlamaz bu senin
baban? Benli Nazmiye'den geçemez besbelli. . .
- Benli'den evet. . .
Kenan cıgarasını derin derin çekti. "Evet, Çakır Kahyaların
işini çoktan Benh kahpesi çevirir olmuş da . . . Yahu biz uyumak
ta mıyız? Bunlar bizi karanlığa getirip . . . Ulan namussuzlar, siz
öyle mi bellediniz, pekil"
Öğle yemeyi yememişti. Ağzı zehir gibiydi. Açlıktan geberdi,
geberecek. . . Buraya gelince, canı sucuk istemişti. Hani, ağzına
iki parça atsa ya . . .
- Hey gidi Yediçınar Yaylası. . . B u Hanefi, Narlıca köyünde
kalsaydı, çoktan geberirdi. Bu yaşta, pire gibi tetik olması hep
�02
})eJiçmar ))aylası
dına düşüp buraya geldi. Haftasında baban elli altını saydı, slrt
layıp yaylaya götürdü. 1şte o götürüş . . . Fukara analığın Güllü
Hanım, o sıralar taze gelin . . . "Vay başıma . . . " diye bir ağlama tut
turdu ki gavur olan dine gelir. Ama Nazmiye kahpesinde insaf
n'arasınl Ömer Ağam söylediydi. Kan gülmüş de ne demiş baka
lım? "Boşuna ağlama Güllü Hanım! Ben iyice denedim, bu heri
fe, iki üç kan güç yetiremez. Görürsün yakında beni de eskilir"
demiş . . . Demiş ya . . . Eğer soluk tutulması başladıysa, Nazmiye,
Ömer Ağamı eskitti sayılır. Fena . . . Vay imansız kahpe vay . . .
- ımansız ki nasıl imansız . . .
Kenan yanm bardak şarap içti: "ımansız evet. . . Fazladan
Emey sebebiyle bize düşman . . . Bize bu dünyada Emey'den baş
ka, uçan kuşlar düşman. . . Dağın çobanı düşman. . . Analığım
Güllü düşman . . . Hepsi: 'Ahırdaki kahpe . . .' diye bir laf bellemiş
ler. Ulan elin garip kansından sizin alıp veremediğiniz nedir?
Fukara kan, hayvanı altı ma çekerken surauma nasıl baku?
Anam öyle bakmaz. Bizi bir seven varsa, Emey . . . Bize bir acıyan
varsa, Emey. . . Bugün ölsem, ağlarsa bir Emey ağlar. Hayvana bi
nince baldınmızı sıku. Kocası iki adım ötede dururken, sevdiği
nin baldınnı sıkmak ne demek? 'Ölümü göze aldım' demek. . .
Şimdi sen, kan başınla, b u dünya güzelini ayartıp elimizden ala
caksın öyle mi, Benli orospu? Ya ben adamı ne yapanm, ben
adaml. . . "
di. "Hele kebap gelsin ki" dedim. "Yiyemedin mi, belindeki piş
tovu ahrım haaa. . . " dedi. "Dur öyleyse Çakırların Ömer," dedim,
"Ya biz Allah'ın izniyle yersek? . " , "Ulan kebabı ziftlenmektesin
ya . . . ", "Olmaz, kuzuyu tüketirsem, helalinden bir beyaz mecidi
ye gelecek . . . " Kavilleşlik. Vakit ikindi. . . O zamanlar, buralarda
gezen eşkıya çetesinin başında, Gülük derler bir herif vardı. O
da askerini almış, yaylaya gelmiş . . . Bu Gülük, yanında mutlaka
bir aşık bulundururdu. Keyif ehli bir eşkıya . . . Aşığa emretti. Ka
raoğlan bağlamaya çöktü. Vurdukça, Yediçınar Yaylası inim
inim iniler. Ceneviz zamanından kalma çınarlar, say ki, coşmuş
lar da oyuna kalkmışlar. Gövdelerini, birer bölük asker kucakla
yamaz koca çınarlar, cilveli kanlar gibi titremekteler. Aslını arar
san, bunların dallarında esinti hiç eksilmez de bize oyun titre
mesi gibi gelir. Ben gölgeye yatmışım. Bir zaman baktım. Müba
rek çınarların her biri, mavi gökyüzünün altında birer yeşil gök
yüzü kesilmiş . . . Bir zaman avaya baktım. Buğdaylar yeşil deniz,
arpalar sarı deniz . . . Öyle bir göz yaylımı ki, ömür çarkının hır
padak durduğu yer . . .
- O n okkalık kuzuyu yiyebildin mi bir başına, sen onu söyle?
- Önüme geldi. Vay namussuz vay! Nimet kısmına sövmek
olmaz ama, on okkalık kuzu, meğerse, o zamana kadar bana şa
ka gelirmiş . . ? Gözümde nı gibi büyüdü. Bir yandan da bizim
kamımız açıkmış. O zamanlar, senden birkaç yaş büyüklüğüm
varsa var. Gece-gündüz kamımın doyduğunu bilmemekteyim . . .
Sofradan şimdi kalksam, içim gene ekmek ister. "Hey Allah! Sen
bizi utandırına, ve de bu Elvan Oğlunu belindeki piştovdan yok
sun etme'" diye gizliden yalvarıp kollan sıvadım. Kolay değil,
kuzu kebabıyla cenk edilecek. . . Boşuna korkmuşsunuz, Kenan
yavrum, on okkalık kuzu bana mısın demedi . Bir de baktım, iri
ce kemikleri kalmış, o kadar. . . Baban güldü: 'Tüü Allah belanı
507
%mal 'Tahir
- Seni? .
- Benim başıma gelmedi. Ben, öyle belim dökülecek kadar
korkmadım. Daha doğrusu , korkulu zamanda o işe bulaşma
dım.
- Babam korku tutuğu olduysa . . . Sakın bu huy bize de geç
mesin?
- Orasını bilmem. . .
Kenan, alacakaranlığa dalgın dalgın baktı. "Hazır Benli Naz
miye kahpesinin kollarını bağlamışken, hamlemizi bir de biz sı
narız. Bakalım, korku tutukluğu babamızdan bize geçmiş mi?"
Dişlerini göstererek güldü :
Deli Elvan içini çekti:
- Rezillik bütün . . .
- Ne? .
Ne'si var mı? Karının yanında tutulmak. . . Adam geberme
li daha iyi . . . Allah'a şükür benim başıma gelmedi. Şart olsun re
zillik . . . Adam ya kendini vurmalı, ya karıyı . . .
- Karının suçu ne?
- Aslına bakarsan bu dünyada hiç kimsenin suçu yoktur.
Suç , baş sıkışmasında . . . Senin başın sıkıştı mı, kimi tepeler de
yolunu açarsan, suçlu odur . . . "Derdi ben çekeceğime başkası
çeksin," hesabı. . .
- Doğru . . .
" Ş u Elvan Ağarna, 'deli' derler. Deli meli değil! Akıllı k i Cev
det Emmim kaç para . . . Öyle ya, derdi ben çekeceğime . . . " Kenan,
çektiği derdin , nerden geldiğini düşündü. "Kimi tepelersek bu
dert savuşur? Hayır, Nazmiye kahpesini kesmekle bizim işimiz
düze çıkmaz. Bizim derdimiz, Emey'i yaylaya atamamak. .. Yay
layı tutansa Hanefi... Bu gece geberiverse, bizim işimiz düzelir ki
ne dert kalır ne bi bok. . . "
'](ernal 'Tahir
SIO
]ediçmar yP1I1ası
Hayvanı sürdü.
Ay, hızla yükselmiş, kısrağın başlığındaki gümüşleri ışıldat
maya başlamıştı.
"Yahu, bizdeki bu uğursuzluk nasıl bir uğursuzluk? Karanlık
geceleri, gündüz gibi aydınlatan bir uğursuzluk. . . Benim senden
ayışığı istediğim mi var hey Allah? Bizi bir gören olsa, bir kur
şun atımı yerden tanır." Gene durakladığını fark ederek hayvanı
öfkeyle özengiledi. "Tütüne gitmekteyiz, n'olmuş?"
Çoban izi, dereye devrilmiş, başaşağı iniyordu, kuyunun di
bine iner gibi. . . "Bu yoldan Gavur Ali Ağamla iki kez gidip gel-
ıI2
)3eJiçınar ]aylası
514
yPIiçınar ]aylan
llS
:Kemal 'Tahir
1I6
Gene yolun ortasına kadar yürüdü, sesin geldiği yanı kestir
meye çalıştı. Bir zaman bekledi. Namussuz it ürürneyi kesmiş ol
malı ki, hiçbir şey duyulmuyordu. Dişlerinin arasından küfretti:
"ltler yanındaysa, yankı mankı hesaplamak olmaz! Hepsini birer
kurşunda çıkanr savuşursun ! " Tabancasını kılıfından alıp kuşa
ğına soktu, tam göbeğinin üstüne . . . Bir yandan da , dudaklarını
üst üste yalayarak: "ltler olmamalı hey Allah . . . Sen Allah'san it
ler olmaz. itler yoksa, Hıdırhk tekkesine bir kurban daha bor
cum. . . Yarın sabah götürür boğazlanm," diye yalvarıyor. üşümüş
gibi, ayağının birini koyup birini kaldırarak kıvranıyordu.
Bu kıvranma, alt dönemeçte sesler duyuncaya kadar sürdü.
Kayayı siperleyerek bakıp, eşekleri görünce, hem itleri unuttu
hem de yüreğindeki telaş uçup gitti.
Gelenin, Narlıca'dan biri olabileceğini hiç düşünmüyor, "Ta
mam . . . Bu iş buraya kadar arkadaş . . . " diye rahatça gülüyordu.
"Haneri Ağam yorulmuş da hayvana binmiş . . . Şimdi hafiften
uyuklamaktadır. Ulan iyi . . . Adam kısmı hayvanın üstünde koru
namaz."
Aralannda otuz adım kalınca Hanefi'yi tanıdı. Tanımasıyla,
hiç gürültü etmeden kayanın yanğına giriverdi. " Önümüzden
geçsin, arkadan daha kolay . . . Yüz yüze gelmektense . . . "
118
kurtulacaksın namussuz! - diye kaba kaba gülüyordu.
Eşeği uçuruma yanaştırdı . Bir itişte kolayca yuvarladı. Bunun
bu kadar kolay olacağım ummamıştı. Ayışığında parlayan nalla
nn ışıltllanm söndürmek istemiş gibi , sopayı da arkalanndan
fırlattl. Uzamp dinledi . Derenin içi uğulduyor, sanki bu uğultu
coşkun sel gibi akıyordu.
- Ulan nasıl iş! Daha yuvarlanmakta mı bunlar? . - derken
başı döndü, ayaklanmn altından toprak kaymış gibi sendeledi.
Kendisini can korkusuyla geriye atıp, yere çömeliverdi.
- Herif bizi. .. Az kalsınki arkasından çekip alacaktı! - diye
elleriyle ka fasını tuttu. Nerede olduğunu, burada ne aradığını
bilerneden , baldırlan sızlayana kadar öylece kaldı. Sonra, "Oğ
lum nedir? Ortada kan yok ki kan tuttu, desem . . . Hele yak bir
cıgara ! " diye söylendi . Ancak cıgara bitince şaşkın baktı. Ay, in
ce bir bulutun içinden, suda yüzer gibi geçiyordu. Suratı apak,
güleç . . . Tıpatıp Emey gibi . . .
Dudaklarını aç aç yaladı, kuşağını kabadayıca yokladı:
- Bitti bu iş . . . - dedi - Yediçınar'ın yolu, Allah'ın izniyle,
açıldı!
1I9
9<.emal 'Tahir
- Kim dedi?
- Nazmiye ablam . . .
- Seninle eğlenmiştir. - Emey'in ağzını öfkeyle avuçladı -
: Herif uyudu mu?
- Bırak. . . Aklım başımda yok!
- Aldırma! Benim sözüm söz . . . Herif uyudu mu.
- Uyumadı . Canı sıkkın ... "Burda çoban yeri yoksa, kış bas-
tırmadan kendimize kapı arayalım" demekte . . .
- Ne kapısıymış kahpe? Bundan böyle senin kapın bura . . .
Kavatın çok canı daralmışsa, takımını toplayıp defolsun!
- Bilmem ki. . . Ben şaştım. Aç mı bu hayvan sabahtan beri?.
- A anh . . . Bağda yemledim.
Hayvan ahıra girince Abuzer hemen kalktı. Eğeri sıyırdI. Ağa
Oğlu'na gösteriş için, keçeyle ter almaya girişti.
Kenan, kaşlarını çatarak seyrediyor, bu gece karıyı, ôpemeye
ceğine kızıyordu. Daha fazla duramadı, Abuzer'e cıgara verip dı
şarı çıktı.
Nazmiye'nin penceresi apansız aydınlanınca, öfkesi büsbü
tün artmıştı. "Bizi mi kollamakta bu karı?. Babam yanında olsa,
gazı yakamaz. Öyleyse yalnız ... " Dalgınlaştı. Alt dudağını acıta
cak kadar ısırdı.
Merdiven başında kunduralarını çıkarırken Nazmiye camı
sürdü, korkulu bir sesle sordu :
- Kenan sen misin?
- Benim. . .
- Gel çabuk! . .
- N e var?
- Koş! Baban kötü . . .
- Kötü mü? N e kötüsü?.
- Yetiş, dedim. Koş ! . .
120
Kenan, merdiveni telaşsız çıktı. Ayaklarını sürüyor, dişleri
nin arasından hem Nazmiye'ye, hem babasına sövüyordu.
Oda kapısını açtı.
Ömer Efendi yatakta sırt üstü yatıyordu. Kimin girdiğine
bakmak için başını çevirmedi ama, tavana dikili gözleri açıktı.
Kenan, alışkanlıkla toparlanıp hızlandı, yatağın yanında, çe-
kinerek sordu:
- Hasta mısın, efendi-ağa?
Biraz bekledi, karşılık gelmeyince üstüne eğildi.
Babasının suratı mosmordu. Gözleri kan çanağına dönmüş,
yuvalanndan dışarıya uğramıştı. Soluğu ha kesildi, ha kesile
cek . . Sedirden sarkan kolu tutup kaldırdı. Parmaklarda can
man yok .. Parmaklar ne demek? Bütün kol, sanki içinden ke
mikleri çıkarmışlar gibi gevşek . . Bıraktın mı, düşmesi şurda kal
sın, omuz başından kopacak . .
Kenan, kolu yavaşça eski yerine indirdi.
- N'oldu kız? Buna n'aptın?
Benli Nazmiye, "N'aptın?" sözünün nereye gittiğini fark et
memişti.
- Bilmem - dedi - ben uyumuşum. Nal sesine uyandım.
Baktım hınldamakta kötü kötü. . . "Ne var?" dedim. Laf vermedi.
Oda karanlık .. "Su ister misin?" dedim. Anlaşılmaz şeyler söyle
di. . . Elini tuttum. Cansız . . . Şuna baksana ... Vay başıma ! . . Bunun
ağzına, yüzüne n'oldu? Aman Kenan, senin baban çalınmış . . .
Vay başıma . . . Anana haber ver!
Nazmiye, sesini biraz yükseltmişti. Kenan, niçin olduğunu
kendisi de pek bilerneden boğuk boğuk çıkıştı:
- Sus ulan! Gürültü istemez. Ört şu camı . . .
- Örtülür mü? Hava gelsin . . . Geçenlerde soluğu daralınca
açtım da ferahladıydı.
S21
%mal 7ahir
122
]eJifıııar ]aylası
125
%mal 'Tahir
127
%mal 74.hir
128
]ediçınar ))aylası
114
)'plipnar yPylası
rn
::Kemal 7alıir
j41
':Xımal 'Tahir
142
)Pli{:ınar ]aylası
141
:Kemal 'Tahir
arkası aranacakmış .. .
144
))e.diçınar ))aylası
145
'Dördüncü �ölüm
Yer: çorum ıttihat ve Terakki Cemiyeti Merkezi.
Tarih: 15 Haziran 1 9 1 1 .
(Meşrutiyet'in ilanından üç yıl sonra)
Saat: Sabahın -Alaturka- üçü.
149
%mal 7ahir
Seyfettin Bey. . .
Gavur Ali, görür görmez tanıdığı Seyfettin Bey'in buraya mü
fettiş olarak gelmesini hiç beğenmemiş, kuşkulanmıştl. San diş
lerini göstererek kurt gibi sırtardı. Sonra alışkanlıkla ekledi:
- Tanımaz mıyım? Görmemle hemen bildim. Hoşgeldin
bey! Şükür kavuşturana! - Geriledi, omzu üzerinden oğlu Sü
lük'e çıkıştı -: Ulan köpek! Sende hiç can yok mu hayvan-hay
van! Nerde el öpmek?
Seyfettin Bey, kendisini pis bir şeyden korumak istiyor gibi:
Rica ederim. . . diye geriledi.
Cevdet Bey:
- Şöyle buyurun! - diyerek araya girdi -. Geçin şöyle . . .
Bu sabah m ı geldiniz?
- Bu sabah!
Gavur Ali namaza durur gibi ellerini göbeğine bağlamıştı:
- Bir tel çekeydin bey ! . . Şartolsun memleket karşı çıkardı.
Çifte davullu alay kurardım ki. . . Ne demek? Bir koca Müfettiş
Bey gelip . . . Hele sor, işte Cevdet Bey'in yüzü! Lafın edildikçe:
"Toprağımıza Seyfettin Bey'den zorlu, CönTürk sürgünü katiyen
ayak basmadı !" demez miyim!? Şükür görüştüğümüze bey . . .
Kenan'la Sülük, Müfettiş Bey'in eline vanp terbiyeli terbiyeh
gerilemişlerdi.
Abuzer Ağa dudaklannı yaladı. Seyfettin Bey'in sürgünlüğÜ
az sürmüştü ama, herif memleketin bütün girdisini çıktısını bu
Davavekili Cevdet Bey'den güzelce öğrenmişti. Parpar Ahmet'in
yedi vilayete nam salmış öfkesinden başlayıp Uzun Imam'ın Is
tanbul'daki işlerine kadar defterine yazmadık mesele bırakmadı
ğı gizli değiL. "Bu arada, bizim gelişimizi de, tütün kaçakçısı
Gavur Ali namussuzuna bir güzel anlattırmış da, arkamızdan ol
madık laflar söylemiş ... Geçenlerde istifa eden Fazlı Bey takımı-
:?SO
]eJiçınar ]aylası
151
'J<.emal 'Tahir
151
%mal 'Tahir
155
::Kemal rrahir
157
9<emal 7ahir
:?SB
))ediçmar )3cıy!ası
559
9<.emal 'Tahir
]60
»ıJiçmar ]ayLısı
:s6r
hazırlanmışlar. Bizim Ahmet bağırıyar ki suratı masrnar oluyor.
- Ne diye!
- "Ayıya kurban olayım" diye . . . "Fukara hayvancıklara şu
kadar acımayıp, sen bu kavat Abuzer'i ayılarla nasıl bir tutmak
tasın?" diye sordu. "Yahu Abuzer namerdiyle beraber şuradan
kenefe gidilir mi, Allah belam versin! Sende şuncacık hayır kal
mamış Davavekili! Benim sözüm, seni hak dinine çağırmak için
değiL Ben, Ali Suavi Oğlanı düşünmekteyim. Sen bu alın leke
sini onun suratına da bulaşnracaksın! Bu senin süründÜğün pis
liği, sen, gizli kalır bir pislik bellerne! Oğlan büyür yetişirse bu
nun hesabını senden ister" - dedi.
Ben:
u_ Neyin hesabmı? ." - diye anlamazdan geldim.
Elindeki gazeteyi masaya attı, üstüne güm güm vurarak:
"- Senin gibiler buraya, bak neler yazmışlar!" - diye bağır
dı - "siz Adriyatik kıyılarından Çin denizine kadar imparator
luk kuracakmışsmız . Bu yola sen, Abuzer namussuzuyla beraber
mi çıkmaktasm? Ali Suavi, yarm senin yakam toparlamaz mı?
'Beni bak hey benim babam! Sen vaktiyle Abuzer kavatım silah
layıp, yanına arkadaş alıp Çin seferine çıkmaya hiç mi utanma
dm?' diye sormaz mı? O zaman da bakalım Emey kahpesi gibi
güler misin, utanmaz?" - dedi.
- Sonra?
- Sonra . . . Selam vermeden çıkıp gittiler.
Cevdet Bey, bağışlayan bir gülümsemeyle sustu, suçlu bir ço-
cuk gibi yere baktı.
Bu sırada odacı kahveleri getirmişti. Çıkmasını beklediler.
Cevdet Bey:
- Ben bu silah işini bakın nasıl hesapladım? - dedi -,
Dağda eşkıya var, "dağda eşkıya var" demek, hiçbir yerde güven
))eJiçınar ]aylası