Professional Documents
Culture Documents
Passage Temmuz1son
Passage Temmuz1son
Passage Temmuz1son
Pazartesi / Set Salı / High Five Çarşamba / Pop Corn Perşembe / Karaoke
Editörden
Sözcükler gittikçe hayatımızda daha da
İçindekiler
belirginleşiyor. Her gün bir acıyı terkediyor, Mirkelam Röportajı. Selcan Saraç – 4
özlemenin safhalarına yayıyoruz hayatımızı. Sen Benim Kesik Parmağımdın, Cezmi Ersöz – 6
Kant, aklımızın bizi mutluluğa götürmediğini Aşk Filmine İki Kişilik Bilet Alınmaz, Altay Öktem – 9
söylediğinde ne kadar haklıydı? Yoksa bizi mutluluğa Annem, Anneannem, Nike Air Jordan… Ali Lidar – 10
götürecek şeylerin ödevlerin, görevlerin olduğunu Thoughts on Humans and…, Ata Sergey Nowak – 12
söylediğinde yanılıyor muydu? İster istemez yapmakla Modern Dünyada Varoluş, Damla Topbaş – 13
yükümlü kılındığımız bu görevlerde uçarılığımızdan, Kırmızı Pazartesi, Erman Kahramanlar – 14
özgürlüğümüzden ödediğimiz birer bedel değil mi? Son Mektup, Özgen Aydos – 15
Sanıyorum ruhumuzu hafifletecek sözcüklere ihtiyacımız Begüm Tarako röportajı, Ercan Dalkılıç – 16
var… Adres, Ege Görgün – 17
Dört yılı aşkın bir süredir sizlerleyiz. Sahnemizle, Kan Çıkmazı, Yıldız İlhan – 20
sözcüklerimizle. Bir köprü inşa etmeye çalıştık bizi size Yabancı, Ayşe Müjgan Şanlısavaş – 21
ulaştıran, bir rüyada bir araya geldik… “Destiny is the Metin, Melike Şenyüksel – 22
birindge you build to the one you love / Kader, seveceğin Tam Bir Sanat Yıkımı, Ahmet Say – 23
birisine doğru köprü inşa eder” der bir şarkı sözü ve o köprü Harikalar Diyarında Alice, Selsan Saraç – 24
Passage Pub oldu bizler için, Passage Dergi satırları oldu. Bir Ayrıntı İşçisi: Durmuş Akbulut, Ertekin Akpınar – 26
“Beni yüreğinin üstüne bir mühür gibi koy. Çünkü ölümden Frank Zappa, Boyalı Kuş – 30
daha güçlü bir sevgiye ihtiyacım var. Geçmişin selvi Gülüşün, Elif Kara – 33
ağaçlarından, sönen yıldızın ışığından, köşeyi dönerek Başkalarının Günahıyla… Çehov, Erder Sizgin – 34
kaybolan gençlikten kurtulmaya ihtdiyacım var. Bir Kılavuz, OTTO – 36
insan elinin sıcaklığına…” demişti sevgili Onat Kutlar. Suçun Piçi; Kara Prens, Önder Abay – 38
Bizim, elinizin sıcaklığına ihtiyacımız var. Çünkü biz sizi Zargoş, Ali Rıza Falcıoğlu – 40
yüreğimizin üstüne bir mühür gibi yerleştirdik. Kayıp Mektuplar, Ertekin Akpınar – 42
Sıcak yaz günlerini beraber müzik dolu, sevgi sözcükleri Felaketler Yüzyılının Romanı, Doğuş Sarpkaya – 43
dolu geçirelim birlikte. Halil Soyuer, Ayhan Hüseyin Ülgenay – 44
Esen kalın… Yaşasın Kötülük, Erden Eriş – 46
Cem Kor Kendi Evimde Deplasmandayım, Burcu Salbaş – 48
Sesler Yüzler Uzak Anılar, Halenur Kor – 52
Don’t Starve, Berna Ata – 53
İmtiyaz Sahibi: Nurettin Sizgin Hayal İle Şans, Oğuz Mucurluoğlu – 54
Editör: Cem Kor - Selcan Saraç - Ender Sizgin
Yazı - Araştırma : Cem Kor - Selcan Saraç - Cezmi Ersöz - Altay Öktem - Önder Abay - Ahmet Say
Melike Şenyüksel - Ali Lidar - Ege Görgün - Ata Sergey Novak - Yıldız İlhan - Ertekin Akpınar
Ender Sizgin - Özgen Aydos - Otto - Erden Eriş - Ayşe Müjgan Şanlısavaş - Oğuz Mucurluoğlu
Damla Topbaş - Erman Kahramanlar - Doğuş Sarpkaya - Burcu Salbaş - Halenur Kor - Elif Kara
Ercan Dalkılıç - Ali Rıza Falcıoğlu - Ayhan Hüseyin Ülgenay - Berna Ata - Egemen Ünal
boyalı kuş ve saz arkadaşları..
Fotoğraf Direktörü: Zafer Varlıel
Tasarım - Baskı Hazırlık: Karınca Ajans Yayıncılık Matbaacılık görüş, öneri ve yazılarınız için..
Tel: 0312 431 54 83
wwww. karincayayinlari.net passageeditor@gmail.com
2 HABERLER
Çirkin öldü!
Clint Eastwood'un başrolünü Caz Festivali'nde yeni konserler
oynadığı unutulmaz 'Western'
filmi "İyi, Kötü, Çirkin"in İstanbul Kültür
'Çirkin' karakteri Eli Wallach, Sanat Vakfı (İKSV)
98 yaşında hayatını kaybetti. tarafından Garanti
Ünlü aktörün ölüm haberini Bankası’nın 17 yıldır
New York Times'a konuşan süren sponsorluğunda
kızı Katherine B. Wallach düzenlenen İstanbul
doğruladı. Ancak New York doğumlu ABD'li sanatçının Caz Festivali’nin
ölümüne ilişkin başka detay verilmedi. Altmış yılı aşkın 21’incisi, 1-16 Temmuz
sinema hayatı boyunca oynadığı birçok başarılı role rağmen tarihleri arasında
hiç Oscar'a aday gösterilmeyen Wallach, Kasım 2010'da gerçekleştirilecek 21.
'Akademi' tarafından onur ödülüne layık görülmüştü. İstanbul Caz Festivali
heyecanı, eklenen yeni
Konuşuruz
Fotoğraflar: Elif Bulut
Öncelikle, Yüzyüzeyken Konuşuruz Peki şarkı sözlerini kim yazıyor? Peki şarkı sözleri “günlük tutar”
isminden başlayacağım; sanırım herkes Kaan: Ben yazıyorum. mantığıyla mı yazılıyor, yani bir şeyler
bundan başlıyordur. Sanki altında üzerine mi yazıyorsunuz yoksa hayal gücü
metaforik bir anlam varmış gibi bir izlenim Ben bir edebiyat öğrencisi olarak şarkı karışıyor mu bol bol işin içine?
yaratıyor. sözlerine baktığımda söz sanatları falan Kaan: İkisinin birbirine karışmaması
Kaan: Hiçbir anlamı yok ya. Gerçekten. buluyorum gayet. Sizin eğitiminizle imkânsız aslında böyle bir durumda... Yani
Herkes bu beklentiyle bu soruyu soruyor bağlantılı bir durum mu bu? hayal gücüne çok ihtiyacım oluyor tabii ki.
ama gerçekten yok. Sadece birazcık komik Kaan: Ben de Marmara Üniversitesi’nde Sadece benim değil, Engin’in de, Burak’ın
olsun diye.. Türk Dili Edebiyatı okuyorum ama okuldan da, Can’ın da. Yani bu hayal gücüne olan
kaynaklanan bir durum yok benim ihtiyacımız sadece sözlerle alakalı değil
Hiçbir hikâyesi falan da mı yok? edebiyata olan özel, kendi ilgimle alakalı. müziği üretirken, müziği yaparken de.. Ama
Kaan: Bir hikâyesi var aslında. Arkadaşım tabii gündelik yaşanan şeylerin yazılan
Ozan’la, ilk videolarımızı çeken arkadaşım, Uzun zamandır yazıyorsunuz o zaman. sözlere daha büyük etkisi var. Sanırım biraz
onunla bu projeye bir isim arıyorduk. Herhangi bir yerde yayınlıyor musunuz da insanların bizimle alakalı samimiyet
O zaman msn vardı, msn üzerinden müzik dışında? olarak adlandırdığı şey o gündelik kısmı
konuşuyorduk. Birkaç isim söyledik Kaan: Tabii ben kendi çapımda uğraştım oluyor.
birbirimize, beğenmedik. “Neyse boşver bir dönem edebiyatla; şiir falan yazmaya
yüz yüzeyken konuşuruz” dedik, sonra “Aa çalıştım ama yazamadım. Sonra dedim Burak: Bir şeyi tarif ederken birbirimize,
güzelmiş bak bu olsun” falan dedik, öyle de müzik yapayım bari beste falan yapayım. O bir filmden bir sahneyi anlatır gibi veya bir
kaldı sonra. şekilde.. resim anlatır gibi, doku anlatır gibi sadece
5
müzikal olarak değil, bunun gibi başka Burak: Ya biz canlı çalacağımız gibi hasetlerinden dolayı etrafına sürekli eleştiri
sanatlarla iç içe geçmiş diğer paralel kaydediyoruz albümümüzü. Albümde saçan insanları sevmiyoruz. Yaptıkları,
sanatlarla anlatıyoruz. Veya işte görsel yaptığımız şeyin aynısını sahneye de söyledikleri şeyleri ciddiye almıyoruz. Çünkü
olarak anlatıyoruz. Hayal gücümüz olmasa taşımaya çalışıyoruz ama aynı zamanda ciddiye alınacak insanlar değiller. Böyle bir
biz bu işi yapamazdık. her defasında daha güzel çalmaya da durum var.
çabalıyoruz. Bu güzellik, bu estetik neye
O halde esinlendiğiniz – sadece müzik göre diye sorarsanız; tamamen kendi İsim verseydiniz?
bağlamında değiş tabii – etkilendiğiniz zevkimize göre. Bu 4 insanın ve tabii ki bu 4 Burak: Sen magazinci misin!?
edebi isimler, ressamlar, size ilham insanın hayatında bulunan önem verdikleri
kaynağı olan isimler var mı? insanların da fikirleriyle ortaya çıkan Peki tamam sonraki soru o zaman..
Kaan: Yüzyüzeyken Konuşuruz’u yapmaya ortak bir beğeni oluşuyor, onu yapıyoruz. Alakasız olacak biraz ama, “Asla yapmam
başladığım zaman, yani bu grubun İçimizden geldiği şekilde, dürüstçe müzik ve asla dinlemem” dediğiniz müzik türleri
şarkılarını üretmeye başladığım zaman Türk mevcut mu?
edebiyatının ve belki Türk sinemasının beni yapıyoruz yani..
Burak: Ya içimi kıyan şeyler var gerçekten
en çok etkileyen isimlerinden Onur Ünlü, ya. Power Türk’te dinlenilen her şey
Murat Menteş hayatımın o döneminde beni Beğeninizi etkileyen isimler var mı, örnek
aldığınız? mesela! Endüstrinin insanın üstüne kusar
çok önemli bir yerimden yakalamıştır bu gibi günde 8 – 10 defa aynı şarkıları bize
isimler. Afili Filintalar tayfası aynı zamanda.. Burak: Olmaz mı? İnsanız biz! Sayayım; Syd
Çok fazla o tarafa mesaj gönderen şarkı Barret, Bob Dylan, ondan sonra BB King, dinletmesinden BIKTIM. Bir de maruz
yaptım ben. Benim ilham aldığım şeyler Otis Rush! kalıyoruz biz bunlara, bir yere yemek
bunlar ama o dönemden sonra çok fazla yemeye gidiyoruz orada da çalıyor.
ilham kaynağı bulamadım kendime..
Pop mu, yani?
O dönem dediğiniz hangi seneye Kaan: Evet. Ben de aynı fikirdeyim.
tekabül ediyor? Can: Aynı benim de sanırım.
Kaan: 3 sene önce. 2011 yılının Mayıs Onun dışında benim “dinlemem”
ayından itibaren işte. diyebileceğim bir şey yok yani ben her
şeyi dinlerim.
Grubun kuruluşu da o zamandı değil Engin: Bu yani, hani buna çok yarı
mi? Bir de bu konuda kısa bir bilgi bir yorum getirmeye gerek yok, “şunu
verebilirseniz.. da sevmiyorum” demeye gerek bile
Kaan: Bunu gruba en son dahil olan yok çünkü her şey açık yani neden
Can anlatsın! hoşlanılıp neden hoşlanılmayacağı.
Can: Grubu ben 2011’de kurdum! Ortalama bir IQ’ya göre gayet açık!
Sonra onlar çalmaya başladılar ben Kaan: Power Türk’te Kral’da bu
de sonradan.. Ben bilmiyorum! En son yıl dönen şarkıların tümü geçen
ben girdim. Sondan başlayacaksak senekilerle aynı değil mi? İşte bundan
eğer en son ben girdim ve 2 aydır bu bahsediyorum.
gruptayım. Burak: Çünkü belirli prodüksiyon
Kaan: Tamam ben anlatıyorum. 2011 şirketleri var, onların televizyon
yılında bir grubum vardı. O grubumdan şirketleriyle anlaşmaları var ve kendi
ayrılıp evde tek başıma bir şeyler yapmaya Yenilerden yok mu?
Burak: Yenilerden bende yok! Ben 38 sanatçıları sürekli döner yani. İnsanların
başladım. Bir grup fikri çok yabancıydı, ağzına pelesenk olsun ondan sonra. Uzun
çok yorulmuştum. Onun için tek başıma yaşındayım o yüzden bende yenilerden yok.
Şaka yapıyorum, olmaz mı? Mesela Allah hikâyeler bunlar, başka bir röportaj konusu
bir şeyler yapmaya karar vermiştim. olabilir bundan.
Ondan sonra bir şeyler yaptım, bu şeyleri Las, Kaan bana dinletti. Bir sürü müzik
görüntülü olarak kaydettik insanlar beğendi, dinletiyoruz birbirimize.
Kaan: Yeni gruplardan benim sevdiğim Sizin kendinize yakın gördüğünüz isimler
paylaşmaya başladı. Ondan sonra tek var mı bari bunca şeyin arasında?
başıma çalmaktan da sıkıldım ben; birkaç isimler Allah Las, sonra Tame Impala var.
Black Angels, sonra Mac Demarco diye bir Kaan: Tabii ki! Erkin Koray mesela… Sonra
arkadaşımla beraber çalmaya başladım. Bir Fikret Kızılok, Cenk Taner.
yıl farklı bir grupla, ikinci yıl farklı bir grupla, eleman var Amerikalı.
Burak: Monsters of Folk. Burak: Barış Manço tabii ki.
üçüncü yılda da artık şu an gördüğünüz bu Kaan: Müslüm Gürses.
kadroyla artık grubun son halini oluşturmuş Can: Ben Elvin Jones’u örnek alıyorum.
olduk. Memnun olduğumuz halimiz bu! Burak: Orhan Gencebay. MFÖ tabii ki…
Kaan: Adamlar grubu. Eski Halimden Konan
Peki.. Bize anlatabileceğiniz,
Peki son halimiz dediğiniz şey yapmak Anlar. Tolga benim kendi jenerasyonumda
dinleyicilerinizden aldığınız olumlu
istediğiniz şey mi gerçekten, kendinizi beğendiğim en değerli bestecidir.
ya da olumsuz belirli tepkiler var mı?
ifade edebilmek adına? Herhalde devamlı olumlu eleştiriler
Kaan: Evet. Bunu gerçekten şu an Teşekkür ederiz paylaştığınız için. Son
almıyorsunuzdur? olarak dinleyicilerinize dergi üzerinden
kendimden emin olarak söyleyebiliyorum. Burak: Valla genelde olumlu eleştiriler
Belki bir buçuk sene önce söyleyemezdim.. küçük mesajlarınızı alabilirsek?
alıyoruz ya.. Bazı olumsuz eleştiriler de Kaan: Önyargılı olmasınlar.
oluyor, onları da saygıyla karşılıyoruz. Burak: İnsanların yönlendirmeleri ile ya da
Ne yaptığınıza inanıyorsunuz tam olarak? Kaan: İnsanlar bu uzun isimli müzik
Yani sahne performansınızdan, kendinize yapılan eleştirilere göre değil de gerçekten
gruplarına önyargılı yaklaşıyorlar. Bunun bir “ben ne seviyorum, neden bunu seviyorum”
has olduğunu düşündüğünüz şeylerden jenerasyon, bir akım olduğunun farkında
bahsedebilirsiniz.. diye düşünerek kimseden etkilenmeden
Kaan: Ben eğer büyük bir megalomanlık değiller o yüzden biraz faşistlik yapıyorlar dinlesinler dinledikleri müzikleri..
olarak algılanmayacaksa, yazdığım sözlerin bazı müzik insanları. İsim vermiyorum. Bu Can: Selam gönderiyorum ben okuyuculara.
farklı olduğunu düşünüyorum. Bir tarzım tarz şeyler hoşumuza gitmiyor mesela.. Engin: Buradaki konserler güzel
olduğunu düşünüyorum açıkçası.. Ama Kendilerini görmeden, aynaya bakıp geçiyor bizim için, burayı seviyoruz.
sadece bu konuda kendimle alakalı bir şey kendileri hakkında belirli bir fikre sahip Bunu söyleyebilirim, burada çalmaktan
söyleyebilirim. olmadan etraflarındaki insanlara saldıran ve memnunuz her seferinde.
6
Bu mektubu sana yazıyorum bunları düşünmeyi, haydi yat, kurtaracaktı… İnanmasaydın bundan daha büyük yalnızlık ve
baba… Sen öleli kaç yıl oldu demiş. Gerçekten ölüyorum, ona öylesine derin bir çığlıkla daha büyük acı olamazdı…
saymak bile istemiyorum. demişsin yine… Annem hemen seslenmezdin… Bu duygu, bu Oysa sen varsın ve benim
Çünkü artık benim için yılların yattığı yerden doğrulmuş. Sen varlık senin içinde çok gizli için hep olacaksın… Ve ben
hiç anlamı yok. Başlayışlar ve yine pencereden sızan ışığa bir yerlerde saklıydı. Ve sen ne zaman istersem seninle
bitişler… Vedalar ve kavuşmalar bakıyormuşsun ve birden derin onu kimseyle paylaşmıyordun. konuşup dertleşeceğim. Tıpkı
öylesine karıştı ki birbirine… bir çığlıkla, Allah’ım sana Hatırlıyorum da seninle ne şimdi olduğu gibi… Çünkü seni
Sen ölürsen yaşayamam geliyorum, Allah’ım kollarına din üzerine, ne de kutsal olan düşündüğüm anlarda içime
sanıyordum. Mahvolurum, al beni, demiş ve orada, o an şeyler üzerine konuşmuştuk. dolan kaderin ışığında yeniden
dağılırım sanıyordum. Eksile son nefesini vermişsin… Bu Bütün sevdiklerini tek tek aydınlanacak yaşadığımız onca
eksile de olsa yaşamaya devam son sözlerini annem bana yıllar sen gömmüştün, ama yine de şey… Onca anı… Onca ayrılık
ediyorum işte… Sevdiğim sonra anlattı. “Allah’ım sana ölüm üzerine konuşmayı pek ve onca kavuşma yeniden
her insanın ölümüyle hayatın geliyorum… Yanına al beni…’’ sevmezdin… Ölen sevdiklerinin aydınlanacak…
derinliklerine doğru biraz daha Bu son sözlerin hem derin bir anılarını, yüzlerini, seslerini Eve geldiğimde seni çoktan
çekiliyorum… Sesleri, yüzleri, keder, hem de garip bir teselli gözlerinin hüznünde saklamayı hastaneye kaldırmışlardı.
arkalarında bıraktıkları binlerce verdi bana… Derin bir keder güzel bilirdin… O son sözlerin Kapıda beni teselli etmek için
anıyı yüklenerek yürüyorum o verdi; çünkü özellikle ömrümün bana, görünen dünyanın bekleyenleri iterek koştum
derinliklere doğru… Her ölümle o son yıllarında kendini o denli arkasında bambaşka, ayrı bir odana. Ama yatağın boştu.
birlikte daha bir kutsallaşıyor yalnız ve kimsesiz hissetmende dünya olduğunu göstermişti… İşte en çok ona ağladım. O
hayatım. Her kutsallaşan hayat kendi payımı düşündüm en Sen göründüğünden ibaret boş olan yatağına… Yatağının
gibi giderek benim de hayatım çok… Yaşarken sevdiklerimize değildin, dünya, hayat boşluğuna çok ağladım,
yalnızlaşıyor… Her kutsallaşan karşı ne denli özensiz ve göründüğünden ibaret değildi… çünkü orada bir yokluktan
hayat gibi benim de önümde dikkatsiz davrandığımızı Her şeyin arkasında başka bir çok, o an sana ve özlemlerime
sonsuz yollar açılıyor… hatırladım birden… şey saklıydı. İşte bu bana garip dair taşıyamayacağım kadar
Son nefesini verirken ben eve Allah’a böylesi derin bir çığlıkla bir teselli verdi. Çünkü her şey, fazla anı, sesler, yüzler,
yoktum. Sabaha karşıymış. seslenmen bu giderek büyüyen bu hayat ve insanlar sadece yaşanmışlıklar vardı. İçimi
Yatakta doğrulmuşsun. Annem yalnızlıktan ve içini acıtan göründüklerinden ibaret olsaydı, acıtan yokluğun değil, bana
banyoya gideceğini sanmış. kimsesizlikten artık kurtulmak çok sıkıcı, dahası çok acımasız emanet bıraktığın hüznün,
Ama sen yatağın kenarında istediğini gösteriyordu… Bu olurdu şu yaşamak dedikleri… yalnızlığın, sevinçlerin, yarım
durup pencereden sızan gün son sözlerin garip bir teselli Her şey göründüğünden ibaret kalmış özlemlerindi… Evet,
ışığına doğru bakıyormuşsun. verdi bana, çünkü gideceğin olsaydı hayat çok anlamsız içimi acıtan yapmak isteyip de
Annem, neyin var, niye kalktın? yeri biliyordun sanki. Seni o olurdu… bir türlü yapamadıklarındı…
Diye sormuş. derin yalnızlığından ve o artık Her şey göründüğünden Özlediklerine birtürlü
Ölüyorum ben, demişsin… içini acıtan kimsesizliğinden ibaret olsaydı senin artık hiç kavuşamayışındı… Eksik
Annem irkilmiş, neler kurtaracak biri vardı. Ve o seni olmadığını ve hiç olmayacağını kalmış ömründü… Ve işte sen
söylüyorsun sen, bırak bütün acılarından ebediyen düşünürdüm. Ve benim için ömrünün eksik kalan yerinden
7
konuşuyordun benimle. Bana insanlarla, amelelerle, inşaat diye… Bir yanım hep öyle şahısın, dedi… Tartışılacak
oradan sesleniyordun… Ve öbür işçileriyle birlikte gizlice film biliyor musun? Bir yanım hep biri değildi. Beni bir iş hanının
sevdiklerine… izlemeye gidiyordum. Ama rüyada. Bu yüzden bir yerlere en üst katına çıkardı. Kata
Vasiyetindi… Senden kalan her defasında, filmin sonuna geldikçe, bir şeyleri kazandıkça girdiğimizde çok garip bir koku
birçok eşyayı yoksullara dağıttı yani en heyecanlı yerine doğru çok seviniyor, yenilgiye geldi burnuma. Kan kokusuydu
annem. O sıralar zor durumda kahveci televizyonu kapatıp uğrayınca, kaybedince de çok bu. Kan kokusuna tentürdiyot
olan bir şair büyüğümüz vardı. çay paralarını toplamaya üzülüyorum… ve alkol kokusu da karışıyordu.
Annem çok sevdiğin bir takım başlıyordu. Çünkü film biter Hem bilirsin, bu ülkede Etrafta resmi giyimli polisler
elbiseni dolaptan çıkarıp, bitmez kimileri çay paralarını sevinçlerle acılar, yenilgilerle dolaşıyordu. Neresi burası, diye
ihtiyacı olan biri varsa, al vermeden kaçıyorlardı. kaybedişler öylesine içiçedir sormama gerek kalmamıştı. O
bunları o insana ver, deyince Televizyonu açması için ne ki, bu rüya fikri bana hep iyi şehrin emniyet müdürlüğüydü.
hemen aklıma o şair geldi. kadar yalvarsak boştu; kahveci, gelmiştir bu yüzden… Boş ve Polis beni kapısında “Siyasi
Takım elbiseni temizlikçiye olmaz, paraları topladıktan karşılığı olmayan heyecanlara şube’’ yazan bir odaya getirdi.
verdikten sonra, o şaire götürüp sonra açarım, diyordu. kapılıp dağılarak parçalanmamı Odada sivil giyimli, esmer ve
hediye ettim. Çok sevindi. Birkaç Televizyonu açtığındaysa önlemiştir… asık suratlı biri oturuyordu.
gün sonra annemin rüyasına film çoktan bitmiş, reklamlar Hatırlarsın, ağabeyim askere O adama, amirim, şüpheli
girmiş, o ceketinle pantolonunu başlamış oluyordu. Ve ben o Doğu’da bir şehre sürgün olarak bir şahıs getirdim size, dedi.
çok değerli birisine verdiğimiz kahvede seyrettiğim filmlerin gönderilmişti. Ondan haber Masada oturan adam içeri
için teşekkür etmişsin. Annem sonun ne olacağını karanlık alamıyor ve bu yüzden çok girdi ve kalın ciltli, çok büyük
o kişinin kim olduğunu bana sokaklardan eve geri dönerken üzülüyordun. Bunu bildiğim için bir defteri getirip masanın
sorunca çok şaşırmış, adeta düşünürdüm hep. İşte o eve ve hem de onu çok özlediğim üzerine koydu. Ardından da o
donup kalmıştım. Ne sen geri dönerken düşündüklerim için otobüse binip yanına defterde benim ismimi aramaya
tanırdın çünkü o şairi, ne de yıllar sonra kağıtlara döküldü. gittim. Gerçekten durumu çok başladı. O ismimi ararken,
annem. Ama anneme rüyasında Evimizde televizyon olsaydı kötüydü. Yaşının fazla olması ve beni getiren sivil polis, çantanı
söylediğin gibi gerçekten çok ve ben seyrettiğim her filmin oraya sürgün gitmesi nedeniyle aç, içindekileri dışarı çıkar,
değerli birisiydi o… Anneme diye emretti… Birkaç parça iç
gelince, onun hayatı boyunca çamaşırımı, gömleğimi ve yolda
hiç yalan söylemediğini ve bu okuduğum iki kitabı çıkarıp
çağa uymayan bir dürüstlük önüne koydum. Hemen kitapları
anlayışı olduğunu sen benden incelemeye başladı ve birinin
daha iyi bilirsin… O şair ise şu içinde gördüğü sözcüğü hemen
an bir huzur evinde yapayalnız amirine gösterdi. Amirim,
yaşıyor… bakın burada ne yazıyor? Dedi.
Bana gelince… Yazarlığımın Gösterdiği sözcük “faşizm’’di.
ilk yıllarını gördün sen baba. Ve o an eli hemen kemerinin
Asla inkar etmem, beni çok üzerindeki tabancasına gitti.
destekledin. Cesaret verdin. Yaktım oğlum senin çıranı,
O zamanlar beni yazar olarak dedi, ben demedim mi sen
hemen hiç kimse tanımazdı. şüpheli şahıssın diye? Ve
Ama yazılarımı severek sonra birkaç kez daha elini
okuduğunu biliyordum. Hatta tabancasına götürdü… Bilirsin
sürekli gittiğin kahvedeki emekli aslında ürkek, zayıf birisiyimdir.
öğretmenlere, emekli subaylara, Ama acımasızlığın ve zulmün
bakın, benim oğlum yazdı, eline düşünce birdenbire, beni
diyerek, onlara benim yazılarımı sonunu hiçbir engel olmadan subaylar tarafından durmadan bile şaşırtan bir cesaret, garip,
gurur duyarak okuyormuşsun, seyretseydim, belki de bu aşağılanıyordu. Hiç alışık değildi hatta akıldışı bir öfke belirir
duyuyordum… denli tutkuyla sarılmazdım böyle şeylere. Yoldan geçen içimde…
Baba, biliyor musun belki kağıtlarla kalemlere… Bu denli bir subay gördüğünde birden Bak, dedim o polise, ikide
de farkında olmadan benim tutkuyla sarılmazdım görünen kaskatı kesiliyor, hiç hareket bir elini silahına götürme, ne
yazarlığıma çok büyük hayatların arkasındaki hayatları etmeden öylece korkuyla sanıyorsun kendini, haddini
katkıların oldu senin. Yok, bana yazmaya… İnsanların herkesten duruyor ve subayın geçip bil? Adam benden bu tepkiyi
aldığın klasik romanlardan sakladıkları o gizli yanlarını, gitmesini bekliyordu… hiç beklemiyordu, önce şaşırdı,
bahsetmiyorum. Kitap herkesten kaçırdıkları saklı Onu birliğine bırakıp şehrin ama hemen kendisini toparladı.
okumanın ne denli hayati öykülerini yazmaya bu denli merkezinde bir kahveye Ve suratıma acısı günlerce
olduğunu sıkça vurgulaman tutkuyla bağlanmazdım… oturmuş, sana bütün bu geçmeyecek olan bir yumruk
değil söz etmek istediğim. İşte bu tutkunun peşinden gördüklerimi nasıl anlatacağımı attı. Sendeledim, ama yere
Hatırlar mısın, derslerimi gidince sonunda bir gün tanınan düşünüyordum. Yanıma düşmemek için çok çaba
ihmal etmemem için eve o bir yazar oldum baba… Yollarda sivil giyimli bir adam geldi harcadım. Dudağım kanarken
çok istediğim televizyonu görenler yanlarında taşıdıkları ve benden kimliğimi istedi. o polise şunu söylediğimi
almamakta ısrarlıydın. Oysa ben kitaplarımı uzatıp imza istiyorlar Şaşırmıştım. Kim olduğunu hatırlıyorum: Bir gün bu
televizyonda film izlemeyi çok benden. Rüyamda görsem sorduğumda, polisim ben, yumruğun hesabını sana
seviyordum. Başka hayatlar, inanmazdım bu duruma. Hala dedi. Çaresiz çıkartıp kimliğimi soracağım… Ortalık karışmıştı
başka insanların öyküleri beni şaşırıyorum. Her şeyi bir düş uzattım. Baktı kimliğime, belli o an. Polis bana tekme tokat
derslerden daha çok çekiyordu. sanıyorum… Kim bilir belki de ki çoktan kafasına koymuştu girişmeye başlamıştı, yan
Kendimi film izlemekten bütün bunlar rüyadır… Aslolan beni götürmeye ve yürü gel odalardan gelen polisler araya
birtürlü alıkoyamıyordum. Bu başka bir yerdedir… Hem sana benimle, dedi. Neden, dedim. girmeseydi işim bitikti. Polisin
yüzden evimize hayli uzak arada bir söylemez miydin, Küçümseyen bir ifadeyle tekme ve yumruklarına karşı
bir kahvede evsiz barksız hayat aslında bir rüyadır, yüzüme baktı, sen şüpheli kendimi savunmaya çalışırken,
8
kime, neyime güvenip de Böyle anları çok iyi bilirim. orada, yıllardır acımasızca için hüzünlenirdik, ama aslına
polise bunları söylediğimi Olmak ve olmamak anlarıdır… ezdikleri, kıydıkları, yok bakarsan bizim de onlardan
düşünüyordum. Kendime mi? Böyle anlarda söylenen her saydıkları, dahası eziyet vererek çok büyük bir farkımız yoktu.
Ne yapabilirdim ki kan kokan söz, yapılan her davranış o öldürdükleri insanların gözlerini Zulmedenler, egemenler, uygun
bu emniyette?... Sana mı? Sen kişinin ömrünün geri kalan görmelerini istedim hep… bir an bulsalar bizi de kolayca
benim için ne yapabilirdin ki? günlerini tamamen değiştirir: Dünyayı istemedim ben baba… yok ederlerdi ve ardımızda
Biliyor musun, yine de sana Onu almanız için beni ezip Bir kahraman olmayı zaman hakkımızı arayacak kimseyi
güveniyordum baba. Bir şey geçmeniz gerekir… O an zaman düşünsem de hemen bulamazdık.
yapamayacağını biliyor olsam müthiş bir sessizlik olmuş. vazgeçtim… Çünkü kendimi Belki de bunu bildiğimden,
de… Belki de sana duyduğum Polis şefi belediye başkanının hiçbir zaman o kadar güçlü sadece yapabileceklerim
o tuhaf güven bana o sözleri ne dediğini iyi anlamış ve hissetmedim. Korkularımı, için konuşabildim. Dünyayı
söyletmişti. O defterde adım etrafındaki polisleri alıp gitmiş… zayıflıklarımı iyi biliyordum. istemedim mi, istedim.
çıkmamıştı, dudağım kanayarak Evet baba, meğer on beş sene Korkularımı, zayıflıklarımı Kahraman olmayı istediğim
ve derinden aşağılanmış bir önce, kan kokan bir emniyet bildiğim kadar, yola çıktığım anlar olmadı mı, oldu. Ama
şekilde çıkmıştım o kan kokan müdürlüğünde bana nefretle insanların ikiyüzlülüklerini, bu istekten daha büyük bir
emniyetten… bakıp yumruk atan polise, bir kaypaklıklarını da çok iyi acı vardı yüreğimde hep, iyi ve
Aradan neredeyse on beş gün bu yumruğun hesabını biliyordum… Onlara sonuna soylu bir acıydı bu… Çünkü bu
yıl geçmişti. Ve sen artık sizden soracağım, sözünü dek inanmamın benim sonum
hayatta yoktun. Benimse acı sayesinde kim olduğumu
boşuna söylememişim… Meğer olacağını da iyi biliyordum.
yazdıklarım ülkenin her yanında bu sözümün sonunu sabırla ve neye gücüm yeteceğini
Çünkü daha yazacak onca
ilgiyle okunuyordu. Bir gün, beklemişim. Meğer kendime yazım, gidilecek onca yerim her defasında yeniden
emniyetinde dayak yediğim ve sürdüğüm hayata o denli vardı. Kendimi sadece basit öğreniyordum. Ve bu yüzden
o şehrin belediyesi beni güvenmişim… bir hayatta kalma dürtüsüyle başarımın doruğunda bile
söyleyişi ve imza günü yapmam Ama bu dinmeyen sabrım, değil, sonuna dek inandığım içimden eksilmedi o hüzün.
için kentlerine çağırmıştı… kendime ve verdiğim duygularım, daha yapacaklarım, Ve ne zaman gücümden,
Bu çağrıyı duyar duymaz imkanlarımdan, cesaretimden
emniyetteki o kan kokusunu o büyük laflar etsem o hüzün çıktı
günkü kadar keskin duymuştum karşıma ve tanı artık kendini,
yine. Tekliflerini kabul ettim. diye incelikle uyarırdı beni…
Ve o şehirde yüzlerce insanın Hüznümün bu inceliği sayesinde
katıldığı söyleşide, oranın sahip olamayacağım bir şey
emniyet müdürlüğüne şüpheli için çaba harcamaktan, boşuna
şahıs olarak götürülüşümü, içeri ve anlamsızca inat etmekten
girdiğimde duyduğum o kan hemen o anda vazgeçtim hep…
kokusunu ve yediğim yumrukları Baba, her ne kadar çok acı
anlattım onlara… O an beni da olsa vedalaşmayı bilmenin
dinleyenlerin yüzleri garip bir ne denli erdemli bir tutum
kederle aydınlandı. Onlara olduğunu seni yitirdikten sonra
neredeyse hergün karşılaştıkları anladım. Vedalaşmayı bilmek
bir acıyı hatırlatmıştım. Başları böyle bir şeydir işte… Yitirmeye
hüzünle öne eğilmişti çoğunun. başladığın anda yeniden
Kendilerine kuşaklar boyu kazanırsın o yitirdiğini… Nasıl ki
devredilerek gelen zulüm ben kendimi her kaybedişimde
ve aşağılanmaları, küfür ve sözlere duyduğum güven enerjim, başkalarıyla yeniden buluyorsam, seni de
yumrukları yeniden içlerinde birilerinden öç almak için paylaşacağım umutlarım kaybettikten sonra yeniden,
hissetmeye başlamışlardı… değildi. Bana çektirdikleri için korudum daha çok… Ve yeniden buluyorum… Hem de
Çünkü yıllardır onlar için acılar ve içimde yarattıkları biliyor musun bu korkularım yaşarken olduğundan daha
emniyet, dayak ve işkence sızılar yüzünden kimseden ve zayıflıklarım korudu beni anlamlı ve derin…
anlamına gelmişti. Güvenlik öç almayı düşünmedim ben. yok olmaktan… Ve bu hayatın
Sen bu dünyadan giderken
yıllardır onlar için kaybolmak Bana yapılanların acısını yalanlarına ve yozluklarına karşı
geniş ve uçsuz bucaksız bir yol
ya da eziyet çekerek ölmek birilerinden çıkartmayı hiç kendimi savunmamı onlar bana
düşünmedim. Öç almayı öğretti… açtın ömrüme… Sen ölürken
anlamına gelmişti… Olağanüstü
hal bölgesiydi orası ve yaptığım kendime hiç yakıştıramadım. Biliyorsun, biz ne kadar gururlu kendimi tanımak gibi sonsuz bir
bu konuşma birilerini tedirgin Birilerinden öç almaktan olsak da, onca zayıflığımıza hayat hediye ettin bana… Belki
etmiş olacak ki konuşmamın çok anların beni anlamasını rağmen acımasızlığın eline de en çok bunun için seviyorum
olduğu kültür merkezini terörle bekledim hep. Beni ve içimde düştüğümüz anlarda garip ve seni… Bana kavuşmaları
mücadele ekipleri basmıştı… kimleri sakladıklarımı… Çünkü düşsel bir cesaretle bizi yok öğrettiğin kadar, vedalaşmaların
Bir polis şefi salonun kapısında zulüm görenlerle, sürekli etmek isteyenlere başkaldırsak da ne denli anlamlı olduğunu
bekleyen belediye başkanına, aşağılanan, incitilen, küçük ve onlara bir gün bütün öğrettin…
beni gözaltına alacaklarını düşürülen insanların hayatıyla bunların hesap soracağımızı Biliyorum, ama bir kez daha
söylemiş. Belediye başkanı, kendi hayatımı öylesine söylesek de, bizim kendimizden senden duymak istiyorum.
gözlerini hiç kaçırmadan polis bütünleştirmiştimHarun
ki… BeniTekin başka kimsemiz yoktu Mutlusun değil mi orada?
şefinin gözlerine bakarak, onlar gibi incitip ezmek, benim aslında… Korunaklı, arkası Acıların dindi değil mi? İstediğin
onu almanız için beni ezip sesimi kısmak isteyenlerle her sağlam, güçlü çevreleri olan yerdesin değil mi baba? Ne
geçmeniz gerekir, demiş… karşılaştığımda, onlara her insanlar değildik… Yoksulları, olur bir kez daha senden
O yazar bizim konuğumuz, direnişimde ve beni yok etmeyi lanetlenmişleri, acı çekenleri, duymak istiyorum bunu… Orada
konuğumuzu kimse bizden başaramadıklarında, işte o nedenli ya da nedensiz yere mutlusun ve acıların son buldu
alamaz… anda, benim gözlerime bakıp, isyan edenleri korur ve onlar değil mi?
9
Harun Tekin
Hepimiz ağlarız. Hiç Ağlak kelimesi son günlerde deneyimli bir toplumsal gruplar istediğini almak ya da
değilse doğarken. Gözyaşı müzik eleştirmeni ile genç ve ticari olarak elindekini korumak için sürekli yalandan
ve ağlamak üzerine başarılı bir müzik grubu arasında yaşanan ağlamaz. Bunu sağcılar yapar: hep
milyonlarca şey yazılmış, bir tartışma dolayısıyla sık duyulur oldu. mağdurdurlar, hep ağlarlar, ve çok nadiren
bunları içeren sayısız sanat Bu vesileyle söylenenlerin önemli bölümü sahiden ağlarlar. Hatırlarsanız, fonksiyonel
eseri üretilmiş, insanlar maalesef ya konunun özünü ıskalayan, ya ağlamanın şahını geçen yaz görmüştük
ağlamaya da gülmeye de gereksiz sözel şiddet içeren ya da düpedüz canlı yayında.)
devam etmiş ve bunların yanlış şeylerdi. Aksı doğarken kayan bu
hiçbirinde mesele yok. tartışmada doğru olansa, “ağlak rock” ya da Konumuza dönersek, ağlak rock
meselesinde kimse müziğin hüzün
Hele çocuklar ağladığında akan sular “ağlak şarkıcı” tamlamalarında kullanılan
ağlak kelimesi. Yukarıda bahsettiğim içermesine, yanık seslere, ya da bunun
durur. Anne babanın nefesi kesilir, çocuğun rock olup olmadığına filan takılmıyor.
ne sıkıntısı olduğunu anlamak ve onu sebeplerle, cuk oturuyor.
Gözümüze sokulan gözyaşlarının hakiki
rahatlatmak için seferber olunur. Bir
arkadaşımız ya da bir yakınımız ağladığında Fakat bu tartışmada da, inanılmaz biçimde, olup olmadığına takılıyor. Çocuğun canı
da ona kızmayız, ya da onu eleştirmeyiz. bir üslup eleştirisini oryantalizmle ve yandığı için mi, istediğini almak için mi
Onun derdini paylaşmaya çalışırız, elitizmle eş tutan yaklaşımlara rastlandı ağladığını anlamıyoruz tam. Ağlamak değerli
gözyaşlarını dindirmek isteriz, ya da belki ki, hazindir. Hazin, çünkü siyasi iktidarın, olduğu için, her bir gözyaşı damlası mühim
beraber ağlarız. Burada da problem yok. sağ muhafazakâr siyasetin dilidir bu. Ve olduğu için, hüzün iyi sanata da, pespaye
“milli irade ağlak olmamızı ve bize ağlak duygu sömürüsüne de vesile olabildiği için
Bazı çocuklarsa, anne babanın hataları denmemesini istiyor pis geziciler” demeye konuşuyoruz bunları. Ve verilen tepkiler,
sebebiyle, istedikleri şeyi elde etmek için, kadar gider. durulan poziyonlar “halkın” yanından
ya da istedikleri şeyi elde edemeyince “elitlere” parmak sallamak şeklinde
ağlarlar. Takdir edersiniz ki bu ağlama canı (Bir an için düşünelim: Kimin hem de katıla kurulunca da en hafif tabirle komik oluyor.
yanan, acıkan ya da sevgiye hasret kalmış katıla sürekli ağlamaya hakkı vardır bu
bir çocuğun ağlaması gibi değildir. Sinir memlekette? Herkesten önce Kürtlerin, Kendi dinlemek istediğin müziği yapıyor
bozucudur, çirkindir, hakiki değildir. Ve Alevilerin ve devrimcilerin. Peki onlar böyle musun? Mesele bu. Yoksa ağlamak
sürekli pekiştirildiği için çocukcağız ağlar güzeldir.
durur. Çocuğun suçu yoktur, ama artık o mi yapar? Hayır. Ağlarsa hakikaten ağlar,
ağlak bir çocuktur. gülerse hakikaten güler, ama saydığım
[ BirGün ]
10
Pencereler...
Pencerelere bakmak ayıptı. Yabancılara
gözünü dikip bakmak gibiydi insanların
pencerelerine bakmak... Pencereler
namustu. Onlar açık vermezdi. Onlara
bu yüzden perdeler ve tüller takılırdı.
Tüller gündüzleri içeriyi göstermez, ama
geceleri gösterirdi. Bu yüzden geceleri
tüllerin arkasında gizlenmiş siyah vampir
pelerinlerine benzeyen perdeler çekilirdi
pencerelere.
Sinan İpek
Gravür
ni anlarlardı. Ve işte bu yüzden
karılarıyla sevişmeleri gereklidir. Pencereler... Onları yanyana
diziyorum rüyalarımda diyagonal
Ve eski binaların pencereleri ne çizgilerde... Aralarında uçuyo-
kadar büyük ve cömert olurdu. rum sırtımda delta kanat... Sa-
Panaromik bir şekilde hayatı ğıma soluma bakarak bir iz, bir
ifşa ederlerdi. Demek eskiden pırıltı, tanıdık bir yüz arıyorum. (Babamın naifliği-İnsanların acımasızlığı)
insanlar o kadar paranoyak Artık iyice tombullaşmış ve ağ-
değildi, demek eskiden boydan dası gelmiş bacakları görünüyor
boya ve koca pencereleriyle o cam silen bir kadının; üstelik de
Kilisenin içindeydi adamın teki,
kutsal aile yaşamlarını röntgen- siyah erkek çorapları giymiş... Dinsizdi ve pis.
cilere sunarlardı ya da herkese Ben tabi ki onu çekici buluyo- Tavana bakmaktaydı.
güvenirlerdi. Şimdi bir kaç kez rum—kadınlar en güzel olduk- Çoğu zaman tavana bakardı;
dış cephe tamiratı görmüş şu ları zamanları asla bilemezler, Emre Kahramanlar
apartmana bakıyorum. Eskiden Göğün delik tavanı
bunu yalnızca ben biliyorum.
bir zengin semtiydi burası... Şim- Pancurları örtülü pencereler Odanın rutubetli tavanı
di oğulları ve kızları Amerika’ya kaçınılmaz biçimde tatili çağrış- Kadının birinin ağzının tavanı
göçmüş kokonalar kalıyor bu tırıyor insana. Kağıtla kaplanmış Koskoca Gravürü sarı dişleri eskitti,
semtte. Geriye kalanları da din pencereler inşaat işçilerini...
ele geçiriyor. İşte o apartmanın Çarmıha gerilmiş, acı içinde bir İsa
Pencerelerdeki çiçekler eski
pencerelerine bakıyorum. Halen mahallelerdeki ahşap evleri... Eskitmeli bir kot pantolon giymişti.
eski günlerdeki gibi cephesi Eskiden kadınların birbirlerine Yanında tek bir havari, bir kadın
boydan boya pencerelerle kaplı; pencerelerinin temizliğine göre Çıplak ve uzun saçlıydı.
ama yeni takılmış pimapenler not verdikleri bir çağ yaşanmıştı.
yaşlı bir surattaki silikon dudak- Acıdan gözlerini kapamış gravür kişisinin,
Evet. Daha bunun gibi ne çağlar
lara benzemekte. Sırf kombi yaşandı kimbilir! Bizler şimdi Sömürülmüş yaraları,
daha az çalışsın diye takılmış Kurda kuşa, insana emanet ettiği camdan elleri
Çivili.
İsa erkekti, cinsiyeti, erkek.
Gravürde sansür vardı;
Havarinin ayıp yerleri
Uzun saçlarıyla örtülü
Peygambere uzanan bir kaç saç teli
Ya ölmemesi için bir sebepti
Ya da ellerindeki çivinin ham maddesi.
Aldığı düzensiz bir iki nefes boyu
Havarinin sırtında yele gibi duran saçlarını,
Fark ediyordu.
Beline kıvrılıyordu,
Aşağı, kalçalarına,
Havva’nın kahpeliğinden hafif bir kıvrım yapıp
pimapenlere bakıyorum: “Bıra- hangi çağı yaşıyoruz? Belki de Göğüslerini örtmeye gidiyordu
kın” diyorum, “bırakın da onu- buzul çağındayız, bilemiyorum. Oradan hamle yapıp,
runuzla üşüyün...” (Bana sorarsanız kesin öyle.)
Kasıklarından,
Yeni yapılan apartmanların Buzul çağındaki soğuk mağara- Pantolonunun üst düğmesinden
küçük pencereleri uzak doğu- ma dönüyorum ve karanlık dü- İçeri,
luların kısık gözleri gibi... Şişkin şüncelerim ve sıradan şeylere Gravürdeki İsa’yı
göz kapakları pancurlar gibi göz- ve kendime yönelik nefretimle,
Kalp çarpıntısı tutuyordu.
lerini örter. Onlar nefret ederler geç saatlerde penceremden
bundan, bu yüzden animele- dışarı sızmasına engel olama- Adamı yormuştu gravür, gözleri kapalı
rinde inadına kocaman çizerler dığım sarı ışığım (3200 kelvin) Dışarı doğru yönelirken,
insanların gözlerini... ve her zaman aralık unuttuğum Mumları tek tek kokluyordu,
perdemden sızan yalnızlığım Redingotu ve sigarası
Artık doğalgaz faturası belirle- için herkesten özür diliyorum.
mekte pencerelerimizin büyük- Bırakın, izin verin de ben de Gravür kokuyordu
lüğünü şehirlerde. Panoramik aranızda böylece yaşayayım. Havarisiyle İsa sonsuza dek mutlu yaşıyorlardı
pencereler rüyalarıma giriyor. Adam şaşırıyordu.
Onları 70’li yıllarda filmlerde Nasıl olsa sonunda ben de Kar yağıyordu.
gördüğüm zenginlerin yaşamıyla sizin gibi öleceğim. En azından
özdeşleştirdiğimi fark ediyorum öyle olduğunu tahmin ediyo-
ve bilinç altımın ne kadar da rum.
r a
KKültürlerarasıs ı İ
ültürlera İletişim l e t i ş i m
Türkiye’nin en önemli kopmaması ve birbiri ile sıkı
bağlantı ve ilişki içinde olması
ülkelerden gelmesine rağmen
insanlık boyutunda ne kadar
çok şaşırtıcıydı. Bunun ardında
farklı ülkelerde yaşanan sorun-
özelliklerinden gerektiğine inanmam. rahat birliktelik ve beraberlik lar, gençlerde işsizlik, atılımcılık
kurduğunu gördüm. ve yaratıcılık üzerine yapılan
birisi, aslında birçok Saat 4’e gelmeden direnmenin sunumlarda farklı bir bakış açısı
kültürden etkilenip anlamsız olduğunu fark ettik Misafirperverlik.. oluşturuldu ve ortak sorunlara
ve yattık. Oradaki insanlara o 10 gün süren Big Brother (Tabii çözümler sunuldu. Özel - ulusal
birçok kültürü kadar bağlanmıştım ki onlardan ki Big Brother gibi değildi!) man- sorunlar hakkında da bilgilendi-
etkileyen bir yer cidden kopmak istemedim. Şu tığındaki bu serüvende resmen rildik. Ayrıca “Türk milleti misa-
an aklınızda “Ne yaptın ki, kim hiç tanımadığım 30’dan fazla firperverdir” denildiğinde, ben
olması. Hem coğrafi bu insanlar? Niye gittin” gibi kişiyle yıllarca tanımışlığım var Slovakya’daki misafirperverliğe
hem tarihi bağlamda sorular olabilir. O soruları gider-
mek için açıklamada bulunayım:
gibi bir noktaya geldim. Bulgar-
ların çok sayıda Türkçe kelime
de not düşmek istiyorum. Bu
kadar sevecen ve yardımsever
birçok ülkenin Slovakya’ya Magna Carta Genç- bilmesi ve Türklerle anlaşması, olacaklarını tahmin bile ede-
lik Derneği’yle Erasmus+ Projesi Slovak ekibinden birinin bana mezdim.
kültürünün bir yapmaya gittik ve Türkiye’den ayranı ne kadar çok sevdiğin-
parçasını Türkiye’de
yaşayabilme şansınız
var. Bu tam tersine
homojen ülkelerde
yaşanılamamakla
beraber o ülkelerin
ciddi anlamda
başka kültürlerle
etkileşimini
zorlaştırmakta.
Ata Sergey Nowak
Gecenin 3’ünde
Slovakya’da bir
otelin 2. katın-
da koridorda,
yerde yatarken
aklımdan geçen
şey “Keşke
gitmesem”
idi. Niye böyle
bir şey istedim ki? Sonuçta ne
Slovakyalıyım ne de Kosice
şehrinde yaşamışlığım var. Beni
oraya bağlayan şey çok basit bir
şeydi ve bunu hayatımda hep
tutmaya çalıştım. Kültürlerarası
İletişimi çok seviyorum. Bunu
sevmemin altında birkaç şey
yatmakta; bunlardan bir tanesi
çift vatandaşlığa sahip olmam 10 kişilik bir takım topladık. Pro- den bahsetmesi ya da birisinin Dışlandığımda oldu..
ve iki kültürü bir arada görüp jeye katılan ülkeler Bulgaristan, “Allah Allah” demesi, Polonya Projeden ayrılıp benim bu kül-
anlayabilmem, en azından Polonya, Türkiye ve Slovakya idi. ekibinin bize gösterdiği Polonez türlerarası ortamlardan neden
anlamaya çalışmam. Diğeri ise Bu projede kültürlerarası ileti- dansını yapışımız… Her ayrı hoşlandığımı anlamak istersek
dünya ve insanlara olan bakış şimi yeniden niye sevdiğimi ve kültürün birbirine saygı duyması çocukluğuma gitmek zorunda
açım. Kültürlerin birbirinden insanların farklı coğrafyalar ve ve onun bir parçası olma isteği kalırız. 2 çocukluk arkadaşımın
13
Çağatay Koparal
17
için Tanrı onu bir kereliğine annemle beni alıp sinemaya “O herifin çok çirkin bir suratı Bruno da suratına boyayla ya-
affetti. (Bu biraz benim kafamı götürmüştü. Filmin sonunda olmalı” diyordu Sergio. pıştırılmış o her zaman ki ifade-
karıştıran bir konu işte. İnsan öyle bir ağlama tuttu ki beni, siyle onlara yanıt verdi. Adamlar
zor durumda kaldığında ya da sirke dönene kadar susmadım. Paolo da, “Haklısın, yoksa üsteledi. Bruno söylenerek kapı-
sevdiklerini kurtarmak için gü- Babam çaktırmamaya çalışıyor- her dakika o komik makyajla yı yüzlerine kapatmaya yeltendi.
nah kabul edilen şeyleri yaptık- du ama o da ağlamıştı. Filmin dolaşmazdı herhalde” diyerek İki kafadardan iri olanı Sergio
larında günah işlemiş sayılmıyor sonunda hıçkırır gibi sarsılma- tasdik etti Sergio’nun söyledik- eliyle kapının kapanmasını en-
olabilirler mi acaba?) sından ve filmden sonra yüzüme lerini. gelledi. İşte o anda Bruno, hala
hiç bakmayıp konuşmamasın- gülümsüyor olmasına rağmen,
Tony’yi aramaya cesaret ede- dan anlamıştım bunu. Anladı- “Çok merak ediyorum. Acaba bir Sergio’nun burnuna öyle bir
mezler diye aslanların kafesine ğımı ona sezdirmedim. Frank ayı gibi kıllarla mı kaplı suratı,” yumruk patlattı ki, bizimki iki
saklamıştık. Aslanlar küçük Sinatra’yı Burt Lancaster’dan deyip kahkahalarla gülmeye seksen uzandığı yerde kıvran-
oğluna bir şey yapacak diye pi- daha yakışıklı bulduğumu ve sa- başladı Sergio. maya başladı. Paolo hemen
piriklenen anneme öfkeyle şöyle nırım ona ilk görüşte âşık oldu- Sergio’nun yanına eğildi. Bunu
demişti babam: “Nerde bizde ğumu da sezdirmedim tabii. Bu Paolo da hemen, “Belki koca- Sergio’yu merak ettiğinden değil
o şans!” Ama Alfredo anneme, sırrımı yalnızca sirkin palyaçosu man irinli sivilcelerle kaplıdır,” de, Bruno’nun yumruk menzilin-
“Meraklanmayın Bayan Carluc- Bruno’ya açmıştım. deyip patlattı kahkahayı. den çıkmak için yaptı gibi gel-
ci hiçbir şey olmaz onu dişile- mişti bana. Paolo oldukça ufak
rin arasına koyduk!” deyince Zavalllı Bruno. O artık yok! Birkaç dakika katıla katıla gül- tefek sayılırdı Sergio’ya göre.
basmıştı kahkahayı. Kendimi bildim bileli tanırdım dükten sonra bir şeyler fısıldaş- Bu yüzden horozlanma işi ge-
Bruno’yu. Gino’dan sonra en tılar. İstemeden kulak misafiri nellikle irikıyım Sergio’ya düşer,
Sirkteki pek çok insanın adı iyi dostumdu. Daima palyaço olsam da, ilgimi çekmişti, merak Paolo da, arkasından çıkmadan
geçince “ne iyi insan” dediği makjajıyla dolaşırdı. Makyajsız etmiştim bu konuşmaların nere- Sergio’nun söylediklerine des-
büyük ağabeyim Matteo’nun ise yüzünü ben dahil, sirkte hiç ye varacağını. “Kıl kaplı, sivilceli tek verir, onu cesaretlendirirdi.
kadınlardan yana hiç şansı yok kimse görmemişti. Bu beni hiç bir surat!” Garip, bu benim aklı- Babam ikisinin birbirlerini
nedense. Bana göre yakışıklı- rahatsız etmiyordu. O kadar ma hiç gelmemişti. tamamladıklarını söylerdi hep.
lıkta Tony’nin hiç de gerisinde Zorba ile soytarı derdi. Onlardan
kalmaz üstelik. Yine de yaşı uzak durmamı öğütlemeyi de
otuza gelmesine rağmen hala ihmal etmezdi.
bekar. Ahçıbaşı Guillermo ka-
dınlar “anasının gözüdür” der Sergio yerde biraz kıvrandıktan
hep. Ama kadınların Matteo’nun sonra kapıda dikilen Bruno’ya
değil de, küçük ağabeyimin öyle bir küfür savurdu ki, imkanı
peşinde koşmaları kadınların yok size burda söyleyemem.
pek de o kadar zeki olmadık- Babam günah olsa da herkesin,
larını düşündürüyor bana. Bu özellikle de erkeklerin küfürlü
düşünce beni epey üzüyor, çün- konuşabileceğini ama küfürün
kü gelecekte ben de bir kadın bir bayanın ağzına hiç mi hiç
olacağım. Oysa ben de ağabey- yakışmadığını söyler hep. “Ap-
lerim ya da babam gibi erkek tal”, “salak” hatta “adi”, “pislik”,
olmayı isterdim. “hıyar”ı ise küfürden saymaz,
sık sık kullanır. Ama annem bu
Babam iflah olmaz bir Burt kelimeler her sarfedildiğinde
Lancaster hayranıdır. Onun duyduğu rahatsızlığı belli eder.
filmlerinin hepsini seyrettiğini Böyle anlarda annemim ona
göğsünü gere gere söyler hep. ters ters bakmasına mahçup bir
Burt Lancaster’ın da kendisi tavırla karşılık verir babam.
gibi bir trapezci olduğunu ekler
ve onu nasıl keşfettiklerini, bir Bruno küfürü hiç duymamış
yıldız yaptıklarını uzun uzun gibi içeri girip kapıyı kapattı.
anlatır. O, atletik yapısıyla akro- Paolo, hâlâ söylenen Sergio’nun
batik hareketleri dublör kullan- kanıksamıştım onun hep gülen Fısıldaşmaları sona erdiğinde yerden kalkmasına yardım etti.
madan yapar, en zor rollerin bile ama hep biraz da hüzün taşıyan Bruno’nun karavanına doğru Karavanın yanından uzaklaşır-
rahatlıkla üstesinden gelirmiş. palyaço yüzünü, gerçek yüzü yürüdüler. Onları uzaktan uzak- ken öyle yakınımdan geçtiler
Bir bakıyormuşsun korsan değilmiş gibi gelmezdi bana hiç. tan takip ettim. Önce pencere- ki beni fark edecekler diye çok
oluyormuş, bir bakıyormuşsun Onu bu haliyle seviyordum. Ama lerden karavanın içini görmeye korkmuştum.
kovboy. Tüm bunları başarma- sanırım sirkteki herkes benim çalıştılar. Bunu beceremeyince,
sında damarlarında İtalyan kanı gibi düşünmüyordu. aralarında yine bir şeyler konuş- Sergio devamlı, “Canına okuya-
taşıyor olmasının da elbette tular. Birkaç saniye içinde kapıyı cağım onun! Bastardo!” diyip
büyük rolü vardı babama sorar- Bir gün Sergio ve Paolo’nun çalıyorlardı. Kabaydılar, adeta duruyordu. Onun Bruno’ya ne
sınız. Babamın hayali de hep konuştuklarına istemeden kulak yumrukluyorlardı kapıyı. Çok kadar kızgın olduğunu daha iyi
büyük bir film yıldızı olabilmekti misafiri olmuştum. Her zamanki geçmeden Bruno belirdi kapıda. anlayabilmeniz için açıkça söy-
bence, aynı hayran olduğu Burt gibi sarhoştular. Temizlik ve Üstünde pijamaları vardı. Ya lüyorum bu küfürü. Tanrı beni
Lancaster gibi. yükleme işi yaptıklarından ak- yatıyor, ya da yatmaya hazır- hoş görür umarım!
şamları pek işleri olmazdı. Onlar lanıyordu. Bu duruma uygun
Üstünden çok vakit geçmedi. da bu boş vakitlerini hep içerek düşmeyen tek tarafı hala bir Ertesi günü Bruno ortalıkta
Sirki kurduğumuz kasabalardan geçirirlerdi. Kimse pek sevmez- palyaço makyajı taşıyan yüzüy- gözükmedi. Gösteriye kadar
birindeki derme çatma sine- di onları. Bay Tabucci sırf daha dü. Yatarken de mi çıkarmıyordu karavanından çıkmamıştı sanı-
mada Burt Lancaster’in son az paraya çalışacak birilerini o maskeyi? İlk kez benim içimde rım. Öğlen yemeğinde akşam
filmi “İnsanlar Yaşadıkça”nın bulamayacağı için göz yumardı de bir merak uyanmıştı. gördüklerimi babama anlatmayı
oynadığını öğrenince babam onlara. Bruno’ya bir şeyler söylediler. düşünüyordum. Ama babam-
20
la, Tony sofrada laf dalaşına Cesedi Bay Tabucci bulmuş. He-
girip ortamı gerginleştirince bu men polislere haber vermiş. Po-
plânımdam vazgeçtim. Hem lis sirktekileri sorguya çekerken
konuşulanları gizli gizli dinle- Paolo’yu biraz sıkıştırmış. İyice
diğimi öğrenince babam bana korkmuş durumda olan Paolo,
kızabilirdi. O zaman bu konuyu bütün olanları bir bir anlatmış.
açmamak en doğrusu gibi gel- Kendisinin bu işe karışmadığına
mişti bana. yemin edip durmuş. Bruno’nun
kafasına vuranın Sergio oldu-
Bu olaydan sonraki birkaç gün ğunu, kendisinin sadece orada
hayli sıradan, hatta gösteri durup olan biteni seyrettiğini
olmadığı için biraz da sıkıcıydı. söylemiş. Bruno’yu kanlar içinde
Bir yandan Gino’yla oynuyor, bir görünce yüzünü görmeyi falan
yandan da iyi bir trapezci olabil- unutup arkalarına bakmadan
mek için günlük egzersizlerime kaçmışlar oradan. Gerçekten
aralıksız devam ediyordum. doğru söylüyor olacak ki ufak
Gino’nun trapezde benden bir ceza aldı mahkemeden
daha iyi olduğunu kabul etme- Paolo. Sergio ise hâlâ hapiste,
liyim. Doğası gereği mükemmel hayatının sonuna kadar kalacak
bir trapezciydi. Onun bu yönünü vetli olan ağabeyim Matteo’dan ca. Ama Bruno’nun yüz ifadesi orada herhalde.
kıskanmıyordum desem yalan öğrendim. Devamlı gezdiğimiz değişmezdi ki hiç. Her zaman
olur. Bir keresinde beceremedi- için okula gitme şansım yok ne ki gibi ağzı kulaklarındaydı işte. Polisler Paolo’nun itirafının
ğim figür sonrası babam bana, yazık ki. Konuyu değiştirdim. ardından sarhoş Sergio’yu yaka
“Gino’dan biraz ders almalısın” paça götürürken hâlâ, (Tanrı
diye takıldığında çok utanmış, Her an bir şey öğrenebilirdiniz “Sanırım benim yuvam da bu- onu affetsin!) “Canı cehenne-
çok kızmıştım. O hırsla hareketi Bruno’dan. Örneğin yıldızlara rası. Başka yerde ben de yapa- me!” diye bağrıyormuş. “Bir
yine, ama bu kez mükemmel bakarken Kuzey Yıldızı’nı. Küçük mam.” kere gösterse yüzünü böyle
olarak yaptığımda ise, “Aferin, Ayı, Büyük Ayı takım yıldızlarını olmazdı. Ne vardı inat edecek.
İsabella” diyerek başımı okşa- gösterirdi size. Birgün ona, “İsabella, sevgilim. Sen nerede Bana karşı gelmek neymiş
mıştı. Gururla, “Baba. Bir gün “Bruno, bu kadar çok şeyi nasıl ne istersen yaparsın,” dedikten öğrendi ama! Dersini aldı işte.
ben de kanatlanacağım değil öğrendin? Nasıl bir okula gittin Sergio’yla kimse aşık atamaz.
sonra bir şarkı söylemeye başla- Canı cehenneme o palyaço-
mi?” diye sordum. sen?”
dı Bruno. nun!” Babam aynen böyle anlat-
Babam güldü, “Meleğim” dedi.
Güldü. “Hiç okula gitmedim tı bana olanları.
“Kanatsız melek olur mu?” Küçük bir kız yaşarmış
ben. Benim gibi babam da, de-
dem de hiç okula gitmemişler. Koca bir köyde Bruno artık yok. Onun hep gülen
Bir antrenman sonrası Köyden çıkmaya korkarmış yüzü, hüzünlü gözleri artık yok.
Bruno’yla karşılaştım nihayet. Ne öğrendiysek kitaplardan,
kitaptan farksız büyüklerimiz- Bilmediği, görmediği yerlere O boyaların altında ne var diye
O geceden sonra Bruno’yu ilk gitmeye. hiç merak etmemiştim. Bilme-
görüşümdü bu. den öğrenmişiz. Tıpkı senin
gibi.” Küçük kız bir gün büyümüş den en doğrusunu yapmış oldu-
“Nerelerdesin, koca Bruno?” ğumu Bruno’nun ölümü ülkenin
diye sordum, irilikte Sergio’dan Kanatlı bir melek olmuş
Okula giden çocukları düşün- Köyünden uçmuş gitmiş uzak- bütün gazetelerine geçtiğinde
aşağı kalmazdı. öğrendim. Basit bir palyaçonun
dürmüştü Bruno’nun yanıtı lara
bana. Belki ben de onlar kadar Bir daha da dönmemiş geriye. öldürülmesi gazetelerin ilgisini
“İsabella, sevgilim.” Hep böyle başta hiç çekmemişti. Esas,
seslenirdi bana. “Biraz soğuk bilgiliydim ama bir sürü arkada- Dilden dile dolaşan hikayesi
şı da oluyordu okula gidenlerin. Hem üzmüş, hem de sevindir- olay sonrası hastahanede olan
almışım da, pek dışarıya çıka- bitenler koparmıştı gürültüyü.
madım birkaç gündür. Dışarı Benimse bir maymun, bir palya- miş dinleyenleri
çıkmamaktan hiç de şikayetçi çodan başka dostum yoktu.
Görevliler her yolu denemişler
değilim, inan bir tek senin güzel Daha şarkısı bitmeden ayağa ama Bruno’nun makyajını sil-
sohbetini özledim tecrit günle- “Hiç sirki bırakmayı düşündün kalkan Bruno, ıslık çala çala ya- meyi bir türlü başaramamışlar.
rinde.” mü Bruno? Diğer normal insan- nımdan yavaşça uzaklaştı. Ben Takma diye bildiğimiz o palyaço
lar gibi yaşamayı…” diye sordum biraz daha orada kalıp yıldızları burnu, kirpikleri yerinden bile
Bruno çok güzel konuşurdu. ona. seyrettim. Şarkıdaki küçük kızı kıpırdatamamışlar. Ayağına on
Bazen ne dediğini anlamasam düşündüm. Mutlu olmuş muydu numara büyükmüş gibi duran
da çok severdim onu dinlemeyi. “Sirki bırakmak mı? Burası acaba. Geri dönmediğine göre ayakkabıların aslında tam da
Güzel bir müzik dinliyor gibi benim yuvam, işim benim ka- olmuştu diye kestirip atıyordum Bruno’nun ayaklarına göre oldu-
olurdunuz o konuşurken. Onun derim. Yüz küsur yıllık bir aile ğunu görünce ise küçük dillerini
ki, aklıma istemesine rağmen
gibi bilgilisi, kültürlüsü de yoktu geleneğini devam ettiriyorum” yutmuşlar.
dedi biraz bağırırcasına. geriye dönmeyi başaramamış
sirkte. Ne sorarsam sorayım olabileceği geldi. Yine kafamı
mutlaka bir yanıt verirdi bana. Ne Bruno, ne de Bruno’nun
Zaten sirkte yüzlerce kitabı olan “Yüz yıllık mı?” karıştırmıştı Bruno.
atalarının hiç maske takmamış
bir tek o vardı. O kitaplardan olduklarını o zaman anladım.
ben de çok şeyler öğrendim. Ta- “Ne sandın sevgilim?” Benim Bruno’yu son görüşüm olmuştu Ve illa ki de meleklerin bir çift
rih, coğrafya, ingilizce’de çok iyi büyük büyük babam da palya- bu. Son konuşmam, son kafamı kanat taşıması gerekmediğini;
olmamı Bruno’ya ve kitaplarına çoydu” derken deminki anlık karıştırması olmuştu. Bir daha yusyuvarlak kırmızı bir burnun,
borçluyum. Bana dünyayı, hatta heyacanı gitmiş, sakinleşmişti. asla bir şey öğretemeyecekti kocaman ayakkabıların, koca-
hayatı tanıtmak için elinden bana. O akşam gösteri bittikten man bir gülücük taşıyan renga-
geleni yapıyordu sevgili dostum. Yüzüne dik dik baktım. sonra Sergio ve Paolo bir köşe- renk bir yüzün kanatların yerini
Okuma yazmayı annemden, ma- Bruno’nun benimle dalga geçip de kıstırmışlar Bruno’yu. Kafası- tutabileceğini…
tematiği ise hesabı pek okuma- geçmediğini anlamak için bir na vurmuşlar. Öldürmüşler onu.
mış olmasına rağmen çok kuv- ipucu bulmaya çalıştım yararsız- Cinbaz/Marjinal Kitaplar
Haziranda Ölmek Zor
işten çıktım asmak neyi kurtarır ekmeksiz yuvasız hekimsiz bu geceler niçin böyle insansız
sokaktayım sarı sarı yaprakları kuru dallara? bırakmamak bu insanlar niçin böyle yarınsız
elim yüzüm üstümbaşım gazete yolunmuş yaprakları bu niçinler niçin böyle yanıtsız?
kırılmış dallarıyla ah yavrum
sokakta tank paleti ne anlatır bir ağaç ah güzelim kim bu korku
sokakta düdük sesi hani rüzgâr canım benim / sevdiceğim kim bu umut
sokakta tomson hani kuş bitanem ne adına
sokağa çıkmak yasak hani nerde rüzgârlı kuş sesleri? kısa sürdü bu yolculuk kim için?
asılmak sorun değil n’eylersin ki sonu yok!
sokaktayım asılmamak da değil gece leylâk «uyarına gelirse
gece leylâk kimin kimi astığı ve tomurcuk kokuyor tepemde bir de çınar»
ve tomurcuk kokuyor kimin kimi neden niçin astığı uy anam anam demişti on yıl önce
yaralı bir şahin olmuş yüreğim budur işte asıl sorun! haziranda ölmek zor! demek ki on yıl sonra
uy anam anam demek ki sabah sabah
haziranda ölmek zor! sevdim gelin morunu nerdeyim ben demek ki «manda gönü»
sevdim şiir morunu nerdeyim ben demek ki «şile bezi»
havada tüy moru sevdim tomurcukta nerdeyim? demek ki «yeşil biber»
havada kuş moru sevdim memede kimsiniz siz bir de memet’in yüzü
havada kuş soluğu kokusu ve öptüğüm dudakta kimsiniz siz bir de güzel istanbul
hava leylâk ama sevmedim, hayır kimsiniz? bir de «saman sarısı»
ve tomurcuk kokuyor iğrendim insanoğlunun ne söyler bu radyolar bir de özlem kırmızısı
ne anlar acılardan/güzel hazi- yağlı ipte sallanan morluğun- gazeteler ne yazar demek ki göçtü usta
ran dan! kim ölmüş uzaklarda kaldı yürek sızısı
ne anlar güzel bahar! göçen kim dünyamızdan? geride kalanlara
kopuk bir kol sokakta neden böyle acılıyım
çırpınıp durur neden böyle ağrılı asmak neyi kurtarır nerdeyim ben
neden niçin bu sokaklar böyle öldürmek neyi? nerdeyim?
çalışmışım onbeş saat boş yolunmuş yaprakları kimsiniz siz
tükenmişim onbeş saat niçin neden bu evler böyle dolu? ve kırılmış dallarıyla bir ağaç kimsiniz?
acıkmışım yorulmuşum uykusa- sokaklarla solur evler söyler hangi güzelliği?
mışım sokaklarla atar nabzı yıllar var ki ter içinde
anama sövmüş patron kentlerin kökü burda taşıdım ben bu yükü
ter döktüğüm gazetede sokaksız kent yüreğimde bıraktım acının alkışlarına
sıkmışım dişlerimi kentsiz ülke yaprakları uzaklarda bir çınar 3 haziran ‘63’ü
ıslıkla söylemişim umutlarımı kahkahanın yanıbaşı gözyaşı ıslık çala çala göçtü bir çınar
susarak söylemişim göçtü memet diye diye bir kırmızı gül dalı
sıcak bir ev özlemişim işten çıktım şafak vakti bir çınar şimdi uzakta
sıcak bir yemek elim yüzüm üstümbaşım gazete silkeledi kuşlarını bir kırmızı gül dalı
ve sıcacık bir yatakta karanlıkta akan bir su güneşlerini: iğilmiş üzerine
unutturan öpücükler gibi vurdum kendimi caddelere «oğlum sana sesleniyorum işiti- yatıyor oralarda
çıkmışım bir kavgadan hava leylâk yor musun, memet, bir eski gömütlükte
vurmuşum sokaklara ve tomurcuk kokusu memet!» yatıyor usta
havada köryoluna bir kırmızı gül dalı
sokakta tank paleti havada suçsuz günahsız gece leylâk iğilmiş üzerine
sokakta düdük sesi gitme korkusu ve tomurcuk kokuyor okşar yanan alnını
sarı sarı yapraklarla birlikte ah desem üstümbaşım elim yüzüm gazete bir kırmızı gül dalı
sanki eriyecek demirleri bu korkulu- vurmuşum sokaklara nâzım ustanın
dallarda insan iskeletleri ğun vurmuşum karanlığa
oh desem uy anam anam gece leylâk
asacaklar aydemir’i tutuşacak soluğum haziranda ölmek zor! ve tomurcuk kokuyor
asacaklar gürcan’ı bir basın işçisiyim
belki başkalarını asmak neyi kurtarır bu acılar elim yüzüm üstümbaşım gazete
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor öldürmek neyi bu ağrılar geçsem de gölgesinden tankla-
genzim yaşatmaktır önemlisi bu yürek rın tomsonların
dökülüyor etlerim güzel yaşatmak neyi kimden esirgiyor bu buz şuramda bir çalıkuşu ötüyor
sarı yapraklar gibi abeceden geçirmek kıracın gibi sokaklar uy anam anam
çekirgesini bu ağaçlar niçin böyle yapraksız haziranda ölmek zor!
Hasan Hüseyin Korkmazgil
22
bir varmış...
ları, uyuyup uyanıp ferahlamak, Seferad’lardan, başka yoksul-
haramdır. lara on yıllar içinde devredilen
aile evleri yıkılmıştır. Kimi hala
Yıllarca Mit’çi bellediğimiz “Va “Kürt Kediler ve Çingene Ke-
Midye”den sonra vicdan ka- lebekleri” nemli duvarlarıyla
yıptır. sarmakta. Ne güzel ki Rıza Bey
hep varmış...
Aile Evi kitaplığımda, büyük usta
Sıfırın sonunu Fransızca’dan Tarık Dursun K. Karşıyaka’daki
yaptığı çevirilerle yayınevlerin- evinde sağ ve afiyettedir.
den gören Sorbon’lu “Güzel-
cim Nedim”in kuru patlıcan Hıdırellez sabahlarında hınzır
dolmalarından sonra gurmelik oğlanların dalganla dağladıkları
yalandır. çocuk bacaklarım yıllar sonra
Biz neleri hedeflerken başımızdan geçenler, kendine benzemiş.
Hindistan’a yürüyerek gitme ha-
daha neler olacak, daha neler olacak, daha yali kurarken bagetleri ellerinde
Akciğerleri anlatmak için ilkokul
neler olacak… Zaman Usta’nın mırıltısına can veren Cemil’den sonra Pun-
ta, Acil Bar ve bandana takmak,
öğretmenimin sandalyenin üs-
tüne çıkarıp, gömleğini yukarı
koroyla katılıyor. Bir kentte doğmak, çok uzak bir hayaldir.
sıvadığı Cumhur’un bembeyaz
yaşamak, kocamak iyidir. Öyle olunca, bir Cebinden çıkarıp mavi şişesiyle çocuk göğsü ilk seksüel he-
yecanım olarak aklımdadır.
kenti kendi kamburunla birlikte sırtında Fas’dan esinti taşıyan Casbah’ı
Cumhur’un, saçının yanına iliş-
armağan eden Grafiker Tevfik,
taşımak zulümdür. bir bayram sabahı, ölüsünü tirdiği şapkası ve eldivenleriyle
Alsancak Vapur İskelesi’ne güzel annesi, bir gün elinde
vurmuş halde bize sunduğun- çiçek ve çikolatayla evimizin
Yıldız İlhan dan beri bayramlar ve sabahları kapısını çalacağını sandığım
artık yoktur. kayınvalidemdir.
İyidir aynı kent- Yoldaş Osman’dan sonra sarhoş
te doğmak, olmuş yanık türküler, Bethoven Papağan, Bâbı-ali, Bodrum
yaşamak, koca- Ahmet’den sonra “Uzayıp giden Üç kişi oturup, otuzüç kişi kalk-
tığımız, “Blöf” dosta kaç Buca Lokantası, Dar Geçit, Kelleci
mak. Bir kentin o tren yolları”, Nihat’dan sonra
treni kaçırtıp kentte mahsur Cemal, Sidikli Ali, Kübana, Golf,
soluğunu an Alevi türküleri zordur.
bırakan Mavi Bar, itibarını yitir- Remzi Baba, içinde sözcükleri,
be an teninde Grup Mavi’den, Adnan’ın
duymak, onunla dilinden, Suriye sınırında, miştir gözümüzde. kahkahaları, kavgaları ve kırık
gelişip seripil- Akçakale’de, patır patır koyun dökük şarkılarıyla kendi üstüne
patlatılan birlikte askerlik yapan Bergama bisiklet eylemi dok- kapanıp kalmıştır mazide.
mek iyidir.
toru, yolunu merak ettiğimiz
bir oğlun varken, “Korkuyorum
Mümtaz, yaşama aort damarını Saray, Lale, Yeni, Yıldız, Büyük,
Ama zordur, koca paltolu sine- Anne”yi dinlerken bir yakar topu
patlatarak rest çektiğinden beri Gülbahar, İkbal, Klüp, Gönül,
macıdan sonra “Abilerim, ab- kalbinde ve aynı şiddette şimdi
altın madeni son hızla çalışmak- Atlas, Ay, Güneş, Ülkü, Albayrak
lalarım…”, Bademci Aydın’dan ve yeniden hissetmek, umarsız
tadır. sinemalarının perdesinde gö-
sonra buzlu badem kıtırdatmak, tekrardır.
rüntüler repliklerine göz kırpıyor
bir uzak zamandan.
Omuz
Ses etmedi adam. Kafamı om- yunca New Orleans’da bir luna-
zunda hissedince hafifçe irkildi, parka bile gitti aklım. “Pardon”
sonra kitabına geri döndü. Ken- dedi adam sonra. Paramı uzattı.
dimi her şeye hazırlamıştım. Ya- “İstemem” dedim. Gözlerime
dırganırsam “Ah, uyurken kafa- dikkatlice baksa “İstemem”
Or#spusu
mı düşürmüşüm - afedersiniz” dedikten sonra “Gitmesen keş-
diyecektim. Yadırganmazsam ke, tam dondurma yiyecektik”
bir omuzun üzerinde yatıyor diye yalvardığımı duyabilirdi.
oluşumu daha derinden değer- Bakmadı.
lendirip ağlayacaktım. Ağladım.
İnsan kafasını bir omuza koydu O günden sonra buralar hep
mu ağlamalıdır çünkü. Omuzlar “Bir kulunu çok sevdim” oldu.
ağlamadan geçilmemelidir. Burnumun içine bir “Pardon”
Omzun hakkı verilmelidir. tıkandı, bir daha kimseyi kokla-
madım.
İneceği durak yaklaştığında Newton gülmedi, savaşımda bir
“Pardon” dedi adam. Aklımı daha kimse ölmedi ve o luna-
başıma, başımı da boynuma parkta o dondurma asla yenme-
toplayıp kalktım. Bu hikaye di.. Hayalimde bile.
beni cesaretlendirmişti. Artık
tutmayacaktım kendimi. Newton ***
Savaşları’nda binlerce kayıp Belki de…
vermeyecektim. Güzel kokulu Bugün aklına geleyim dedim
adamların omzuna düşecektim sevgilim, kapıyı yine açmadın.
direk. Yadırganırsam “Afedersi- Ne zaman aklına doğrulsam
niz” diyecektim. hep kapı duvar.
Fakat bu kez perdenin arasın-
Gel zaman git zaman Anka- dan bile bakmadın.
ra’daki bilimum hatlarda ünüm Aklının içinde hep o var, bu var,
hava sahasına kadar ulaştı. şu var.
Artık ben adamların omuzlarını “Uyuyor herhalde” dedim içim-
değil, adamların omuzları beni den, siz içerde öpüşürken
istiyordu. Şehirdeki erkeklerin Döndüm arkamı, “uyutuyor”
yarısından çoğu kasti olarak diye düşünmedim hiç..
güzel kokuyordu. Benimse boy- Rüyana da kıyamadım, terleriniz
num nice omuzlarda tutulmuş, birleşirken
yorulmuş ve tecrübeli bir fahişe- Sadece düşündüm; “Belki de
nin yaşlı cinsel organını andırır beni görüyordur piç..”
olmuştu artık. İstemiyordum.
Onlar çıkarcıydı, ben aptal. “Ol- ***
mamalı” dedim, “Olacaksa bile - Ah bu belirsizlik beni öldüre-
adil olmalı.” cek -
Tut saçları güneş kadar parlak
İnsan kafasını bir omuza koydu mu Bir süre sonra yolculuğu 50 bir kadını elinden, geç önüm-
liradan sattım kafamı. Bir güne den, “Başkasını seviyormuş”
ağlamalıdır çünkü. Omuzlar ağlamadan nereden baksan 50 omuz sığ- diyeyim. Yalnızlığa dair gazeller
geçilmemelidir. Omzun hakkı verilmelidir. dırıyor, çok para kazanıyordum. düz, “Hayatında biri olsun
Adamların elleri zaman zaman istemiyormuş” diyeyim. Ne
Selcan Saraç yanaklarımda geziyordu, bazı- kadar çirkin olduğumdan bah-
ları nefesim boyunlarına denk set, “Beğenmiyormuş beni”
http://selcandy.tumblr.com düşsün istiyordu. Ekstra ücret diyeyim. Nöronlarından şikayetçi
Aslında toplu nizması inşa ediyordum. Yoksa alıyordum. Artık ağlamıyordum, ol, “Kafası karışık” diye düşü-
taşıma araçla- mesele yer çekimi değildi. Bunu gözlerim Mecnun’un çölü kadar neyim. Ama gözlerini derinime
rında yanıma cehennemin en dibindeki New- hissiz ve kuruydu artık. Her batırıp bakıp bakıp da susma.
oturan adamla- ton bile biliyor, içten içe gülüyor- yolculuğun sonunda “Pardon” Yalnızlıktan toz tutmuş omuz-
rın parfümleri du. Duyabiliyordum. diyordu adamlar, beni boşlu- larını gözümün içine soka soka
güzel kokmadığı ğumdan uyandırıyor, paramı susma. “Çok güzelsin..” deyip
sürece yalnız- Adamlar güzel kokmadığı sü- cebime sıkıştırıyor, usulca uzak- de devamında susma işte! Bana
lığımın farkına rece yüzüm gülüyordu, kafam laşıyordu her biri. Newton Sa- nöronlarının sağlığını çaktıran
varmıyordum pek. Hele bir de dik duruyordu. Kendimle karşı vaşları önceden bu kadar kanlı entelektüel cümlelerle susma.
sabahın körüyse, adamların karşıya oturup içtiğim bir kahve geçmiyordu. Hırpala beni küçükken babamın
omuzları ile kafam arasında ya da radyo programını arayarak vurduğu yerlerimden. Bir şey
Newton Savaşları yaşanıyordu. kendime armağan ettiğim şar- Ne var ki bir gün çok sevdim yap, canımı acıt, kalbimi kır,
Ben bunu Newton Savaşları kılar yetiyordu bana. Ama bazı bir omzu. O gece daldığım şey küstür ve barıştır. Sonu cennet
şeklinde adlandırarak tecrübe adamlar çıldırmışçasına güzel boşluk değil, bolluktu. Gözleri- olsun, sonu felaket - yeter ki bir
ettiğim metafiziksel durumu kokuyordu. Bir gün direneme- me dikkatlice baksan aklımdan sonuç olsun uğruna gülmeli,
fizik kurallarına adapte ediyor, dim, kafam bir omuza düştü. geçen hayalleri full HD izleyebi- uğruna ağlamalı. Uçurumdan
kusursuz bir savunma meka- lirdin. 20 dakikalık yolculuk bo- aşağı it ya da tut belimden geri
25
*** ***
Ardına gizlenebileceğin du- Kimse kimseyi…
varlar Herkesin dilinde formaliteden
Giden kişi giderken ardında bir yalnızlık türküsü, herkes
“kendini bir başkasına daha sevgiye aç. Sanıyorsun ki Aşk
teslim etmekten çok korkan, bir dünya ve sen onun Afri-
başkalarına sert ve çetin du- ka’sındasın. Herkes ben küçük
varlarla yaklaşmak zorunday- yaşlardayken annemin özene
mış gibi hisseden, bir insanı bezene, hiç usanmadan ördü-
tüm gücüyle sevmekten çok
çekinen” bir sen bırakmışsa
eğer, emin ol uzaklarda bir
ğü dantel takımları anımsatan
türden süslü aşklara özeniyor,
hiç durmadan sayıklıyor “sev
Taşlı Yazı
yerlerde eseriyle gurur duymak- beni, beni sev” diye. Sonra se- Üç el yamanmıştı geceye sivri
tadır. Gitmiştir, giderken seni viyor güya, güya seviliyor; insan Korkunun ötesinde ateş yakmıştı çocuk
kimse onun sevdiği gibi seveme- insana 3 kuruşa en aptalına
sin diye ardına gizlenebileceğin bile kakalayamayacağın kadar Kimse bir şey diyemedi
duvarlar inşa etmiştir. Bencildir, saçma sebeplerden dolayı
kork ister, kimseye ona verdiğin öfkeleniyor, yok yere hırpalıyor Önce bir yerinden başladı
kadar büyük bir değer vereme insan insanı. Sonra yeniden aynı Kocaman kara kırmızı mor
ister. Kendini ona teslim ettiğin yalnızlık türküsü, yine sevginin Kımıldadı deli taşlar, denizler bitti
gibi bir başkasına daha gönül Nijerya’sında, yine o kuş tüyü
rahatlığıyla teslim etme ister. yastıkları anımsatan Kaf Dağı Çıldırıyordu yağmursuz toprak
Kimseye ona sunduğun fırsatla- hikayelerine susuzluk çekerce-
rı sunama, hep çekin, hep uzak sine serzenişler. İnsan bencil, Kaynadı ağaçlar kuşlar bulutlar
dur ister. Ona kurduğun cümle- insan nankör. Kimse de kimseyi Doğa yarattıklarını yedi
leri bir daha kurma, kimsenin sevmiyor.
elini o kadar uzun süre tutma, Sustu insansız dağ taş yorgun
kimsenin kokusunda kolay ko- Ki insan, kendisine karşılık vere- Delinmiş göklerde yıldızlar yerlerine dönüyorlardı
lay boğulma, o can simidi hep meyecek nesneleri bile sevebi- İşte bu upuzun sersemlikte
üstünde olsun ve seni derinlere len ve değer verebilen makul de Çatladı bir küçük taşın sabrı
inmekten korusun ister. Çünkü bir varlık olarak karşılık alabildi-
günün birinde geri dönüp seni ği noktaları parmağıyla tıkıyorsa, Daha küçük bir böcek çıktı güne
sevmeye kaldığı yerden devam bana yalnızlıktan, bana insanın Yaşamı müjdeledi
edecektir. Duvarları kendisi sevilmeye muhtaçlığından bah- Utandı önce o korkusuz kara kırmızı mor
inşa ettiği için nasıl yıkılacağını setmeyin. Boşluklara çakılı ışıklar
da adı gibi iyi bilecektir. Sen Doğacak çocuklara sevindi
uzunca bir süredir onun senden Kimse kimseyi sevmiyor, Aşk’ın Açıldı hemen koca gökler
götürdüğü şeylerin eksikliğini Amerika’sında bile. İnatçı bir son bitiyordu
çektiğin için hep can simidine
sarılırken, o götürdüğü şeyleri *** Tüm yağmurlar indi
geri getirecek, her şeyi yerine Bazen bir insanla aranızdaki şey
yerleştirecek ve sana sımsıkı bir fincan kahve kadar basit ve Üç el yamanmıştı geceye sivri
sarılırken can simidini “yanlış- sıradan görünebilir. Ama sen Ateş yakmıştı çocuk geceye
lıkla” patlatacaktır. Sonra boğul kahvesindir, o fincan mesela. Kimse bir şey diyemedi
kokusunda.. İkiniz de hep başkalarının du-
daklarına değmişsinizdir, ama Şimdi yine döndük geldik
*** bunu yaparken bile aslında iç
Bir çoğumuz gibi… içesinizdir, dış dışasınızdır. Aslın- Atomlarla
Aklımdan hüzünlü platonik aşk da ona aitsinizdir. Onun içinde Bu bitmeyen son
hikayeleri yazardım otobüste ve onun şeklindesinizdir. İşte Nagazakide kırmızı elbiseli çocuk
sıkılmamak için hep. Mesela bir öyle bir olay, durum, bir şey. Okşarken parlak düğmelerini
Bir anda yamandı göklere
Gerçek inanç, münzevilerin solgufn yüzünde değil, yaşam savaşı O küçücük güzel elleri,
vermek zorunda kalanların yıkılmış hayatlarında bulunabilir.
Sebastian Faulks Ve işte görüyorsunuz
Yalnız uyumaya başladığımdan beri artık kimseye inanmıyorum. Kimse bir şey diyemedi.
Perhan – Çingeneler Zamanı
Müştak Erenus
Yanlış bir hayat doğru yaşanmaz. Konuşmana izin verdim Alev,
Adorno – Minima Moralia beni kırmana değil.
26
Cazın özgürlüğü
beni etkiledi
Ankaralı müzikseverlere
çalmayı çok sevdiğini
söyleyen Caz dünyasının
sevilen isimlerinden
Karsu, cazseverlerle
buluştu. Karsu
“Amerika’da caz müzikle
tanıştım ve bu müzikteki Röportaj: Burcu Cansu
serbestlik, özgürlük
beni çok etkiledi ve caz
yapmaya başladım” diyor.
Sabah kaktığımda patlamış darbeleri bir güzel vücuduma çöktü üstüme. Bu kadın neden gün başlamalıymışım. Bunları
dudağımın acısını daha iyi yerleştiririm, bol bol benimle birlikte neden bir anlatırken gözlerine baktıktım
hissedebiliyordum. Geceden küfreder konuşurum, daha kenara atıp kaçmıyor diğerleri gözleri benim iyiliğimi
koyulmuş buzlar işe yaramış bir kışkırtırım. Birileri ayırır gibi veya neden ben bunları istercesine mutlu bakıyordu
olmalı ki şişlik çok yoktu. yada karşımda ki benim görmezden gelip bir rahat o an karar verdim artık bir
Böyle bir dayaktan sonra deli olduğumu düşünüp hayat yaşatmıyorum. İlk defa şeyler değişmeli kendim için
insan kendini kötü hissetmeli bıraktığı zaman titremeler böyle düşünüyordum hayatım bir şeyler yapmalıydım ve
ama ben kendimi daha iyi olmaz, sadece boşa zaman boyunca. Kendimden başkasını onun için. İnternette biraz
hissediyordum, sanki arınmış geçirdiğimi düşünürüm. Bu son ilk defa önemsiyordum. Bi araştırdıktan sonra müzik
temizlenmiştim. En kötü yediğim dayakta daha değişik an iyimisin dedi evet dedim ve aikido yapmanın bana iyi
alışkanlığım olsa gerek tepkiler verdim buda bir ilkti ve ekledim seni seviyorum. geleceğini düşündüm. Artık
kavga etmek isteği ama hoştu. Kavga bitip şişmeye Ağzımdan çıkan cümleden sadece kendim için değil
ben kavga edemiyordum başlayan gözümü hissederken sonra biraz afallamıştım kendimi ve beni seven insan
sadece dayak yiyebiliyorum ağzımdan dişimin yarısın kanla benden böle bir şey için yaşama zamanı gelmiş.
daha kimseyi dövememiş tükürüp , beni döven adama beklenirmiydi. Sevmek ve Bunu kaçıramazdım buna
olmanın hiçbir ezikliğini bakarken düşündüğüm şey ben ikisini yan yana koysan kıyamazdım sonra kendime
yaşamıyordum. Dün gece yarın sabah kahvaltısında kavga ederler başka bir şey çok kızardım. Elinde tepsi
bardan dışarı çıkınca Türkçe salçalı ekmeği yerken bu diş çıkmaz sadece kavga çıkar. ile gelen sevgilim sana taze
bilmeyen birini küfrediyor başıma bela olur mu? İdi. Şimdi nasıl oluyorda birden ekmek aldım dişin ağrımasın
sanıp sataştım sonucu bu bir insana böyle hissediyorum diye kızartmadım salçayı da
oldu. Adam kendini korumak İçerden gelen sesleri dinlerken yumuşadım mı acaba? bol kullandım ekmek ıslanırsa
için beni bir güzel dövdü ama aynanın karşısında kırılmış düşünceler beynimi yormaya iyice yumuşar dedi ve önüme
babamın dayaklarının yanında dişime patlamış dudağıma başladığı anda gene aynı koydu. Aldığım kararların
hiçti. Kimse beni babam gibi bakıyordum. İçimden istek duyuldu içimde kavga mutluluğuyla yumuldum
dövemiyor. negüzel dövmüş beni diye etmeliyim , nasıl olsa çok
geçiriyordum. Sevgilim kolay olacak. Biraz alkol biraz
Kavga etmek , dövmek yada telefonda dişçi randevusu özgüven. Nasıl olsa karşımda
dayak yemek anlık işlerdir ne almak için çaba gösteriyordu ki her insanın içinde biraz
kadar kısa sürer bilemezsin ama birkaç gün sonrasına benden var hazırlar kavgaya.
ama sana baya bir uzun gelir. randevu istemiyordu. Hemen Sonra ben dayak yerim
Önce sataşmalar başlar bugün olmalıydı. Salona rahatlarım. Bunları
adrenalin yükselir, aldığın gidip onu izledim çabalarına düşünürken sözcükler
darbeler ve gösterdiğin güç baktım karşısındaki insana çıktı ağzımdan
seni daha bir hırpanileşmeni yalan söylerken ne kadar ben kavga etmeye
sağlar. Kavga sırasında profosyonel oluyordu sanki gidiyorum. Dedim. Dur
karşındaki senden daha güçlü gerçekten evde bu durumlar nereye gidiyorsun ağzına
ise aldığın darbelerin acısı vardı. Telefonu kapayınca sıçarım. Dedi. Açta g..
bir an hisseder ve bırakırsın. konuştum. Ben dişimi medeniyet görsün. Diyince
Ya kaçar yada strateji yaptırmak istemiyorum bak medeniyet dediğin senin
geliştirirsin. Vücudun zangır sana çok güzel görünüyor. kırık dişin mi dedi. Başladık kahvaltıya.
zangır titrer. Aklına ben nasıl Hatıra olarak saklamalıyım gülmeye. Ağzım doluyken dişimin
bu hale geldim gibi düşünceler bence . hazır cevap sevgilim acıdığını hissettirmeden
dolar. Bende böyle yürümez hiç gecikmedi. İyi o zaman -bi daha hiç kavga etmesem yemeye çalışıyordu ki sordu.
işler. Kavga etmek için can hatıra olarak dişçinin beni gene sever misin? Nerden buldun dayak yemek
atar adrenalin faturasını saklarsın. İkimiz de - severim tabi. Sen neden için Türkiye’de Fransız’ı?
pompalarım. güldük bu önemsedin ki?
Sonra kavga yoruma. -bilmem adam iyi dövdü bide Gülerken yediklerim boğazıma
başlar Zaten Avrupalılar kavga etmeyi durdu öksürerek rahatlamaya
bilmez sanırdım. çalıştım. Gözlerimden yaşlar
kavgalarımız -nereliymiş ki? akıyordu. Kahvaltımı bitirip
yada tartışmalarımız -fransa sanırım polis öyle dedi. eczanenin yoluna düştük. El
çok komik oluyordu Avrupa da mı yaşasak? ele tutuşup yolda yürürken
genelde sonunda hep bir daha dayak yemek
yumruklar gülüyorduk. Onun hazır cevap Sorumun cevabını alamadan istemediğime karar verdim.
tekmeler olması benim şiddet bağımlısı telefon çaldı dişçiden Artık kavga da etmeli bir iki
vücuduma olmam zaten yeterice komik arıyorlarmış. Ama arayan diş tane de ben vurmalıydım. Bu
doğru bir ortam yaratıyordu. Dünkü doktoruydu sekreteri değil. kadar dayak yedikten sonra
patlamaya yediğim dayağın etkisinden Beş gün boyunca antibiyotik bir kaç kişinin canı fena
başlar ben midir yoksa sişimin acısından kullandıktan sonra tedavime yakacaktım.
genelde mıdır bilmiyorum ama başlayacaklarmış hiç zaman
vurmam , gelen birden bir hüzün kaybetmemeli bu
her
29
Kendinibulmak...
Ne yapmıştım kendime! Bu öfkenin, bu kavganın, kalabalıklar arasında
bana hiç benzemeyen insanların ve mekanların içinde yapayalnızlığımdı
asıl bilinç altında yatan gerçeği... Mutsuzluğumun sebebi buydu! Evet
mutsuzdum... Çok mutsuzdum...
Ayşe Müjgan Şanlısavaş
Kendimi ne zaman bir cami avlusuna bırakıp
kaçtım, hatılamıyorum! Uzun yıllar görmediğimi,
kendime rasladığım bir anda anlamıştım... Tuhaf
biriydim... Ama iyi biri... Hatta gülen biri... Seven
biri... Sevilen biri... Neden gömmüştüm değerle-
rimi? Nereye ve kimlerin arasına? Neden böyle
davranarak üzmüştüm kendimi? Hiç bilmiyorum...
O gün
yağan yağmur Elif Kara
değildi:
yalnızlıktı...
len Güney Afrika’da, farklı şarkı yaşayan Rodriguez’e, çektirdiği Bir gün bir savaş ortasında kaldım ellerimi başıma
sözleri ile çoktan efsaneleşen foroğrafları gösterinceye kadar koyarak, kulaklarıma bastırıp, öylece yere çökerek ve bir
bir halk kahramanı haline gel- Detroit’teki “sokak” arkadaşları meleğin beni oradan kurtarmasını bekledim. Ettiğim ilk
miştir artık. 1991 senesinde bile inanmaz. dua buna değecek mi diye bilmeden... Sanki boşlukta
her iki albüm de CD olarak Gü- bir ses duymuştum. Sonra sadece hissettim. Çok çabuk
ney Afrika’da ilk kez basıldı ve Hikayesi Oscar’lık bedenime; bedenimde bir yerde yerini almıştı. Havanın
Rodriguez’in bu ülkedeki şöhreti Sırada hikayenin peşine düşen sıcaklığı içime işlemiş ki; sanki bir anda tipi gelmişçesine
katlanarak artmaya başladı. yönetmen Malik bin Celil vardır soğukluğunun tam orta göbeğine düşmüşçesine...
Üstelik kendisi hakkında hiçbir artık. Sixto Rodriguez’in hayat Soğuk… Kulağa fısıldayan iki ses… Bedenin
bilgiye ulaşılamaması onun hikayesinden yola çıkarak yap- derinliklerinden gelen kalp atışı, tenha köşelerin içine
“efsane”leşmesini daha da tığı belgesel filmle, “Searching hapsettiği nefes… Soruma hala cevap vermedi; her
kolaylaştırıyordu. for Sugar Man” kayıp bir şöhre- ne söylesem dimdik ayakta duran, ne zaman vurmaya
tin hikayesini anlatan yönetmen kalksam canımı yakan taş yürekli duvar. Benimle
Öyle ki, Bob Dylan’la, Jim Malik Bin Celil, Oscar ödülüne paylaşmak istediği benim de görmemi istediği bir şey
Morrison’la bir tutulan bu mü- kadar uzandı. 24 Şubat 2013 vardı. Yalnızlıktı… Renkli ışıklar, kalabalık sokaklar,
zisyenin üzerine tabii ki bir çok tarihinde gerçekleştirilen 85. birlikte içilen koyu sohbetli çayların tadını unutmuştum.
şehir efsanesi kulaktan kulağa Akademi Ödülleri töreninde “Se- Yalan söylememe gerek yok bana iyi gelen sadece
yayılır. Hatta 1970’lerin başında arching for Sugar Man-Şeker tenhaların sessizliği, en derinden gelen kalp atışımın
bir konserinde sahnede, şarkısı Adamın İzinde” 2012 yılının müziği ve yalnızlığa karşı beni sınayan başımda bekleyen
bitirmesiyle penasını yere bıra- en iyi Belgesel Film Ödülü’nü duvarlar. Birilerinin onlara yalnızlığın paylaşılamayacağını
karak, ardından üzerine benzin alır. Belgesel filmde anlatılydığı anlatması gerekirdi. Gururum devreye girdi bu noktada.
dökerek kendisini yaktığı, inti- gibi Sixto Rodriguez 1998 yı- Çünkü ne zaman onlara yalnızlığın paylaşılmaz olduğunu
har ettiği bile ileri sürülür. Sixto lında gerçek bir efsane olarak anlatmaya kalksam; yalnızlığıma ihanet edecekmişim
Rodriguez, Güney Afrika’da bir gibi hissediyordum. Gün geçtikçe her şey bana kalabalık
Güney Afrika’ya davet edilir,
rock star olarak ikonlaşırken, geliyordu.
ailesiyle birlikte bir dizi konser
kendisi hiçbir şeyden habersiz
için getirilir ve kendisinin bile Rüyalarımda gördüklerim sayılarla alakalıydı. Zaman
Detroit’teki yaşam mücadele-
sine devam etmektedir.. Ta ki zor inandığı bir kalabalık hayran geçmeden ne olduğunu anladım. 1 ile 0 arasındaki farkı
1998 yılına kadar. kitlesi önünde konserler verir. anlatıyordu. Bana göre ikisi de aynıydı. Ya tek bir varlık
Searching for Sugarman filmin- ya da yok olup giden bir varlık. Farklı bir ses işittim o
Ve mucize gerçekleşir.. de detayları görünen bu turda gün. Penceremden dışarı baktım. Gelebilse gururumu
Rodriguez’in büyük ablası Rodriguez’in hayranları tarafın- çiğneyip kapımı açabileceğim bir yağmur. İmkânsızlığa
1998 yılında internette gezi- dan havaalanında çığlıklar ara- sürükleyen hisleri oldum olası severim. Bir gururu
nirken, Güney Afirka menşeili sında karşılanır. Hakkında çeki- yakabilecek en güçlü ateş. O gelmezse ben gidebilirdim
ve Rodriguez’e adanan bir fan len belgeselin ödül aldığı Oscar ona. Koştum saatlerce altında ıslandım. Bana şaşkın
sitesine rastlar. Durumu kar- ödül törenine katılmayı “filmi bakan insanların içinde koştum. Koştum… Yalnızlığın
deşine anlattığında her ikisi de yapanların başarısının önüne zaferi buydu. Sürüklendiğim rüzgârın beni mutlu edecek
tabii ki okuduklarına inanmakta geçmemek” adına kabul etme- bir yağmura dönüşmesiydi, hediyesiydi. Ve ağladım
güçlük çeker. Sitenin yapımcı- yecek kadar naif biridir. Artık toprağın eşsiz kokusuyla. Neden ağladım bilir misin?
sına ulaştığında ve kendisinin çok geç kalan şöhreti yakalamış Zamanla yağmurdan da nefret edeceğimden. Onun
Güney Afrika’da uzun zaman- birisidir Sixto Rodriquez. Hayat bana temas etmemesi için tek kişilik bir bez parçası
dır fenomen bir yıldız olarak hikayesini soranlara şöyle der olan şemsiye altına saklanacağım aklıma geldi. Ve yine
bilindiğini öğrendiğinde Sixto, özetleyerek: anladım. O gün yağan yağmur değildi. Yalnızlıktı…
Güney Afrika’ya gitmeye karar
verdi ve orada binlerce kişinin “Verdiğiniz kararlar üzerinde
Hiçbir yerde, ne içimde, ne dışımda kalıcı hiçbir şey yok.
katılımıyla 6 adet konser ger- çok fazla duramazsınız. O yüz-
Hiçbir yerde hiçbir varlık göremiyorum, kendi varlığımı bile.
çekleştirir. Rodriguez, Güney den gerçeklerle yüzleşmeye
Varlık yok. Ben, kendim, hiçbir şey bilmiyorum ve hiçim.
Afirka’da bir dünya starı gibi karar verdim. Ben bir aile ba-
Yalnızca görüntüler var: Var olan tek şeydir görüntüler
karşılanır, konserlerinde bin- basıyım. Bazen bir seçim yap- ve onlar kendilerini görüntü tarzında bilir… Ben, kendim,
lerce kişi tüm şarkılarını tek bir mak zorunda kalırsınız. Onu yalnıazca bu görüntülerden biriyim.
ağızdan söyler. Öyle ki, yaşadık- kabullenmeniz gerekir. Babam J.G. Fichte
ları karşısında büyük şaşkınlık böyle derdi.”
34
ihsan istemem..
Meksika
Sınırı
Garsonlar gelip gocukluyu yattığı yerden
kaldırıp çöp konteynırına bıraktılar;
çünkü barlar ölmek için de doğru yerler
değildir. Masadakiler yitip giderek de
olsa Meksika sınırını geçen bir başka
devrimci için kadehlerini kaldırdı.
Hatta arkasından şiir okuyan bile oldu.
Bense sabırla Kara vicdanlının birasını
bitirmesini bekledim.
Erden Eriş
Rabarba nedir betlerin sonunda aslında, ilk
bilir misin? kadehle son kadeh arasında
insandan homo erectus’a değin
Rabarba bir uzanan ince bir yolculuk vardır.
tiyatro terimi Eğer yeterince gözlem gücün
değildir; rabar- yüksekse; birkaç saat içinde
ba bir bar akus- insanların yüzyıllar arasında
tiğidir, kimsenin yaptığı yolculuğu izleme fırsatın
kimseyi net olur. Bir Discovery Chanel bel-
bir biçimde anlamadığı; ancak geselini benzemese de bazen
yine de etkileşebildiği ritimli, keyif verir. Bu masa da bir diğer-
üflemeli, vurmalı ve telli bir bar lerin farksızdı, bu masada da
akustiği. insanlar yüzyıllar arasında yol-
culuklar yapıyordu. Ama beni bu
Uzanıp Kara vicdanlının paketin- masada sadece Kara vicdanlı
den bir dal sigara daha aldım ve ilgilendiriyordu. Kara vicdanlı ve
el çabukluğuyla yaktım. Kalaba- onun delip geçen bakışları, kara
lık bir masadaydı; -Seni devrimci rıyla insandan bahsetmiyorlardı, kandırdıkları yerlerdir. Dahası
vicdanlı ve onun buğdaysı teni, mesela aşktan ya da seksten de ben bir haftadır sevdiceğin
çocuklarla tanıştıracağım- de- kara vicdanlı ve onun bir avcı
mişti. Hiçbirini tanımıyordum. bahsetmiyorlardı; oysa politika tenine dokunmamıştım. Sevdi-
köpeği gibi binbir türlü iğrenç
Tanımak istediğimden de emin konuşulduğu zaman çekilmez; cek de nasıl bir kara vicdanlıysa
değildim; çünkü bir süredir, kokular arasından bulup çıkar-
sadece bir yaşam biçimi olarak artık, sevip sarmalamak yerine
doktorların libidal saplantı de- dığım, betimsiz kokusu, kara
vicdanlı ve onun, neyse... insan ruhunda yer alır. beni tutup içki sofralarına getir-
dikleri bir tür akıl tutulmasına Masaya gidip gelen bira şişele- mişti. Bu düşünceler aklımdan
kapılmıştım. Kara vicdanlı beni rini saymayı 27.de bıraktım. Ne gelip geçerken; Kara vicdanlının
yine terk etmiş, yine ondan Onca rabarbanın içinde sadece
Kara vicdanlının dediklerini cım- kadar erken kalkarsak o kadar da kokusu tam anlamıyla ba-
vazgeçememiş ve yine sadece iyi, ne kadar çok sevişirsek o şımı döndürmüşken dikkatim
bir hafta dayanıp, sonunda bızlayabiliyordum; Kalabalığın
içinde çok konuşan yeşil go- kadar güzel ruh haliyle Kara ister istemez yeşil gocukluya
kan ter içinde soluğu kapısında vicdanlının içtiği bira yudumla- kaydı; bana dönüp; yüksek
almıştım. Onsuz geçen bir hafta cuklu, kirli sakallı bir tip sürekli
ortaya top atıyor gibiydi; ama o rını saymaya başladım; Dünya bir sesle konuşmaya başladı;
boyunca duvarlarla aramdaki
savaşın, ya da kanepemin bana kadar uzaktım ki Langırtın diğer meselelerini konuşmak, yaşamı -Mesela dedi; -Bugün Somali’de
anlattıklarının, olmadı giderken cansız defansı topu bana gel- katlanılamaz hale getiren politi- kırk tane çocuk açlıktan öldüyse
son sigarasını öldürdüğü kül meden geri paslıyorlardı. Bir tür- kaları yermek, insanın kendine bu senin yüzünden!- Sol elinde
tablasından kulağıma gelen lü sohbete giremiyordum, masa- dönüklüğünü, bencilliğini, bitip birası, sağ baş parmağı masa-
ağıtların bana neler ifade etti- nın Jargonuna hakim olamasam tükenmez açlığını vurgulamak nın öteki uçundan beni göster-
ğine değinmeyeceğim; çünkü da diğerlerinin birçok dertlerinin ve bunun gibi bir yığın muha- mekte.
boşluk tanımsızdır. olduğunu ve bunlardan hayıflan- lif hiciv için hiç mi hiç doğru
dıklarını -başını duyup sonunu bir gün değildi; çünkü barlar Rabarba dindi, önce üflemeliler,
Çekirdek nümayişleri bilirsin, duyamadığım- cümlelerden kes- dünyayı kurtarmak için planlar sonra telliler, en sonda vurma-
rakının, biranın eşlik ettiği soh- tirebiliyordum. Anladığım kada- yapanların aslında kendilerini lılar sustu, akustik sona erdi.
Langırtın diğer cansız defansı ya işte- dedi. Sonra da yerinden
oyuncunun kolu çevirip topçuları kalkıp; silahını çekti ve kafasına
baş aşağı çevirdiği gibi açıldı. sıktı. Şaşkın gözlerle olup bitene
Kara vicdanlı bile sadece bir bakakaldık.Her şey bir Yeşilçam
Çocuklar Gibi
tribün figürüydü artık. Topla baş filmi abzürdlüğünde ve duygu-
başa kaldım. Ve sert geliyordu sallığında gelişmişti. Aslında
ve Allahsız ve kitapsız. Yeis, olması gerektiği gibiydi, aslında
meyis, bedbin. Özünde hüzünlü çok hakiki bir sondu, aslında
şeyler söyleyebilirdim; ama ap- Bende hiç tükenmez bir hayat vardı
hayatımız beş yıldızlı bir Türk Kırlara yayılan ilkbahar gibi
tala yatmak istedi canım; çünkü filmiydi işte. Kalbim her dakika hızla çarpardı
barlar sidik yarıştırmak için de
Göğsümün içinde ateş var gibi
doğru yerler değildir.
Garsonlar gelip gocukluyu yat-
tığı yerden kaldırıp çöp kontey- Bazı nur içinde, bazı sisteydim
Biramdan bir yudum daha aldım
nırına bıraktılar; çünkü barlar Bazı beni seven bir göğüsteyim
ve - Ben mi, Neden ben? dedim.
ölmek için de doğru yerler değil- Kah el üstündeydim, kah hapisteydim
- Sen dedi inatla. - Çünkü biraz
dir. Masadakiler yitip giderek de Her yere sokulan bir rüzgar gibi
önce birandan bir yudum aldın.
Sadece bu yüzden.- olsa Meksika sınırını geçen bir
başka devrimci için kadehlerini Aşkım iki günlük iptilalardı
Hayatın anlamsızlığını yeni keş-
kaldırdı. Hatta arkasından şiir Hayatım tükenmez maceralardı
fetmiş olabilirsin; ama marjinal
okuyan bile oldu. Bense sabırla İçimde binlerce istekler vardı
ithamlar karşısında kendini
Bir şair, yahut bir hükümdar gibi
savunabilmen için feleğin puslu Kara vicdanlının birasını bitir-
yollarında birkaç level daha mesini bekledim. Hissedince sana vurulduğumu
atlaman gerekir. Elbette benim Anladım ne kadar yorulduğumu
yüzümdendi. Elbette paylaş- Herkesin hayatı bazen sadece Sakinleştiğimi, durulduğumu
maktan bir haber, arsız, hain Jazz çalan tematik bir radyoyu Denize dökülen bir pınar gibi
ve ete sevdalı pespaye hayatla- açıp, İbrahim Erkal çalmasını
rımız yüzündendi; en azından beklemek gibidir. Durur -bir Şimdi şiir bence senin yüzündür
bunu anlayabilirdim. Ona hak şeyler ters gidiyor- diye düşünür- Şimdi benim tahtım senin dizindir
da verebilirdim; ama yan gözle sün. Ritimsiz, kırılgan ve dipsiz Sevgilim, saadet ikimizindir
sevdiceği süzmeseydi. Onca duygular. Düşünmenin bir boka Göklerden gelen bir yadigar gibi
sözcük hurdalığının içinden yaramadığını keşfetmen yüz yılı-
aklanır cümle çıkmadı zihnim- Sözün şiirlerin mükemmelidir
nı alabilir; inan bana bunu keş-
den; tek bir şey söyleyebildim; Senden başkasını seven delidir
- Ama sende demin birandan bir fettikten sonra bile düşünmeye
devam edeceksin. O halde ger- Yüzün çiçeklerin en güzelidir
yudum aldın!- Gözlerin bilinmez bir diyar gibi
çeklere aymanın aslında çok bir
Yeşil gocuklu devrimci; gülüm- gereği yok; yine de kaos en yalın
ve acımasız haliyle karşınday- Başını göğsüme sakla sevgilim
sedi; sararmış dişleri gözüktü. Güzel saçlarında dolaşsın elim
Sigarasından bir nefes daha sa; kaçmaya bir ara vermeli ve
savaşmalısın, çünkü inan bana Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
çekti, birasından son bir yudum Sevişen yaramaz çocuklar gibi
daha aldı; ve ağır ve dokunaklı Meksika sınırı çok uzaklarda.
ve sonu kötü bitmiş bir Türk Belki ölür belki kalırsın; ama
Sabahattin Ali
filminin kaybeden karakteri Tanrı’ya şükretmelisin ki genç
gibi - Haklısın, sorunda burada yaşta ölenlere efsane diyorlar.
38
ay t e n Deniz Doğançay
*
karşımda oturuyor. biraz
kendimi bu
acı
son
çek
ra
erk
lab
en
ilir
giz
kçası ben de
ım kalmış olabilir mi? açı uşmak. ses
kon
i görünce
ele me nin tela şıy la geçti. artakalan bu işte. sen kişisin...
felaketi ert . sen son un cu
ol ay la r hı zla ge liş ti. şe hi r ikiye bölündü. rahatladım, güzbuelrad oldum anlatayım istiyorum
aki işim bitmiş oluyor...
sonra sen le beraber
bu. zamanı
senin kaderindeki felaket ık başlamadan
yaşadım hayatımı. kurakl amıyordum.
i. kaçınılmazdı, çöp e kal ınc aya kad ar
ce kt bir a anlat
ge le ce k ve ge rç ek le şe ön ce içim e doğ mu ştu zaten, biliyordum am ilecek bir şeyden
en
sahip değildik. öğr
ne fe s al an he rk es bi liy ordu. bir sen çünkü hiçbirimiz bu bilgiye i: mutlaklığını bilmenden alıyor çünkü,
bunu keti bahsetmiyorum. mu tla k bilg
ak bu içimizdeki bilgiden
un . bü tü n ha ya tın bu fe la a bu yakınlıkta durabiliyors dık, sapıkça bir tutkunun
bilmiyord la
bu gün bu rad
n bu işte. kaynaklanıyor.anbizlambirakbirimi zin sapağı olmalıy
te la şıy la ge çt i. ar ta ka ına sustuğunu
bana zaman vermek ad settiklerime
ertelemenin değil. şimdi için
ım ama bu
n, haklısın henüz anlamad ek oldu. kuruyan her şey
his
ud a. her şey i göz e dü şün üyo rsu
iksiz bir askerim bu kon ra kuraklık yangın dem
hayata inancım tamdır, eks orum. ölümle karşı karşıya kalmış sonra engel değil ki. son z bir önceliğe sahiptin;
ba hse diy sun , kuş kusuz kutsaldın, tartışılma
almış bir yalnızlıktan bili rim , bu nu yan dı bili yor k için çok erkendi. ben
anlar nezdinde anlaşılmaya lazımsa yaptın. oysa üzülme
ötesine geçmiş. yaşayan ins istekliyim. başkalarına yaklaşacağım korunmak için ne at farkında değildin. sakallarımdan, bacaklarımın
zır ve de mutsuzdum fak
biliyorum. üstelik buna ha rımdaki kokudan ben de
ken ken dim den uza kla şıyorum yoksa... ara sın da sal lan an et parçasından, ayakla ruyordu yeryüzü.
der hane gibi du
, son un a doğ ru mu tsu zdum, görmüyordun. bir ba
dim. ucundan tutuştum in
oysa ne lazımsa ateşle maalesef kan konuşmuştuk temiz ve sak
dım . bir az kan aks a her şeye inanabilirdiniz. an lam tek - pro vok asy onlarımıza açıktık, bunu
yan , bir
kaldım. söz yalanla bitişik kaldırmazdı birine rastlarsam yatarım demiştim.
akmadı ve ben hükümsüz bu me saf eyi tin. buz?
hece, hiç işte… kalan gün
lerin hes ab ı ayr ı
“öl üm üm e tan ıklı k - ya da böyle demek istemiş boşlukları içinde, izin verildiği kadar
sonra bıkana kad ar atı n
kalbim, bir umut öldüm. - sonra bıktın sen; hay a tanıştın; anlattıkça
dir ildi m. hiç hes ap ta yokken yeniden yaşamaya yaşamaktan bıktın. bir çare içindeki çukurl bugün burada dile
etmekle” ödüllen ler düşünmek sözlerle doldurdun.
bilinciyle nasıl geçerse gün anlattın. o çukuru müphem taşanlardır, bana söylemek istediğin
başladım. ölmüş olmanın urd an
için yürümem gerektiğini far
k ettim. getirdiğin her söz o çuk derdini bırakalı çok old
u,
du ygu yük lü sözler değil. anlamak bu kadar basit.
anlatacağım bende. evet,
ekle yetiniyorum, birazdan hissetmekten sonrası yok her nefese öleyim ben.
ilk defa bir hikayeyi dinlem çizmenizi istiyorum. canınız ne isterse, ald ığım
zihninizde bir resim - şeytan şahit olsun
ama önce
Önder Abay ı ma sas ı dü şün üyo rum misal. karanlık şarkılar - kitap gibi konuşuyorsun.
farketmez. ben bir rak yıl önce, 28
kırk altı yaşında olmalı. 18 ın; şimdi - ... kusara bakma:)
lokantasında, istanbul’da. rel tm eye çal ışa n bir kad *
De niz abi seni biraz yamulttuk
i sey
yaşında hayatın eşiklerin
Gölge, Körlük, Kötülük
Doğuş Sarpkaya
Le Guin’e göre yaratıcı yazarlar mek konusunda bize yardımcı leşme, yazgı ya da talihle gelen,
karanlık yönlerini simgeleyen olabilir. Diğer taraftan bu yakla- ama hepsi de çok garip birçok
gölgelerini yanlarında taşımalı- şım, toplumsallaşan ve örgütlü araçtan biridir yalnızca.”
dır. Aslına bakılırsa her yazarın hale gelen kötülüğü görmemizin
Çevik Atmaca’nın yolundan ve onunla mücadele etmemizin Borges’in körlüğe olumlu bir
gitmesi gerektiğini düşündü- önünü tıkadığı noktada güçsüz- anlam vermeye çalışması aslın-
ğünü söyleyebiliriz.Yerdeniz leşir. Kişinin kendi içine bakma- da kendi durumunun farkında
Büyücüsü’nde, tüm Yerdeniz sı ve kendi ile yüzleşmesi, sade- olup, bu duruma göre yaşamını
boyunca karanlıktan kaçan ce bireysel bir kurtuluşa imkân yeniden örgütleyen birinin akıl-
Ged, en sonunda aslında kendi verirse, toplumsal olana karşı cılaştırmaları olarak okunabilir.
gölgesinden kaçtığını farkedip, körleşme kaçınılmazdır. Körlük insanlığın en büyük
onunla birleşiyor ve kötülüğü korkularından biridir. Çünkü
yeniyordu. Böylece hem tamam- Olağan Kötülük ve Körlük karanlık hep korkutucudur.
lanıyor, hem de bilgeleşiyordu. Kötülüğün normalleşmesi ve Bilinmeyenin her an sana doku-
toplumun tamamına yayılmasın- nabileceğini bilmek yaratır bu
da, toplumsal bir körleşmenin korkuyu. Elias Canetti Kitle ve
rol oynadığını savunan, körlüğü İktidar’da “insanı bilinmeyenin da farklı düzlemlerde bir kör-
kötülüğün kaynağı olarak gören dokunuşundan daha çok korku- leşme içindedir. Onların körleş-
bakış açısı ise tartışmayı başka mesi, toplumun tamamını esir
tan bir şey yoktur” der. Muhalif
bir boyuta taşır. Gerçi körlüğü alacak en sonu toplum büyük
söylemin temel ekseni de ka-
doğrudan kötülükle eşitlemek felaketlere sürüklenecektir. J.
tabii ki mümkün değil. Mesela ranlığa karşı aydınlığı savun-
mak olmuştur: Bir bilinmezin, Isaacs’ın deyişiyle “…uygarlığın
Borges kendi körlüğünden bah- yıkılışıyla insanoğlunun aşağı-
settiği bir konuşmasında, ede- korkuyu yeniden örgütleyen bir
illetin elinden kurtulmanın yolu lanması, romanın konusunu
biyat tarihinin kör dâhilerinin oluşturur”. Dünyasız bir kafaya
dökümünü yapar. Homeros’tan aydınlığa çıkmaktır.
Körlük imgesini en etkili kulla- sahip Kien, kafasında gerçek
başlayıp Joyce’a kadar uzanan dünyanın gerekliliklerine yer
uzun bir liste sunar bize. Diğer ayıramayacak kadar gömülüdür.
taraftan körlüğün sadece ka- Kafasında bir dünya oluştuğun-
ranlığı anımsatması da rahatsız da, bütün dünyasının yıkılmak
Le Guin’in, Ged’in yolculuğunu eder Borges’i. Gayet renkli ‘gö- üzere olduğunun farkına varır.
Jung’un gölgeler kuramına yas- rememe’ durumları da vardır. Canetti’ye göre sadece bir ki-
lanarak tasarladığını biliyoruz. Renkleri ve hareketleri görebilir şinin felaketi bile bize, bütün
Çocuk ve Gölge makalesinde ama bunlara bir anlam vereme- toplumun karşı karşıya olduğu
Le Guin, Jung’tan “Herkes bir yebilir bazı körler. Her şey flu ve felaketi anlamamızda yardımcı
gölgeye sahiptir, bu gölge bire- ayırt edilemezdir. Yani bu körlük olur. Bilerek uçta bir karakter
yin bilinçli yaşamında ne kadar aydınlık bir körlüktür. yaratan Canetti, toplumu anla-
az içeriliyorsa, o kadar kara ve manın sınır durumları anlamak-
yoğun olur” ve “ eğer birey kendi Joyce, “başıma gelenlerin en tan geçtiğini düşünmüş olabilir.
gölgesiyle yüzleşmeyi öğrenirse, önemsizi kör olmamdır” der-
dünya için gerçek bir şey yapmış ken aslında körlüğün çok da Jose Saramago ise körlüğe
olur. Günümüzün devasa, çözül- korkulacak bir şey olmadığını başka bir noktadan bakar.
memiş toplumsal sorunlarının vurguluyordu. Körlüğün bazı ya- Saramago’nun derdi burjuva
hiç olmazsa minicik bir par- zarların seslerini bulmalarında demokrasisidir. Modern toplu-
çasını sırtlamayı başarmıştır” yardımcı bile olabileceği üzerine mun pisliklerini örten bir oyun
cümlelerini alıntılar. Le Guin’e koca bir külliyat mevcut. Borges nan yazarlardan biri kuşkusuz
Canetti’dir. Körleşme romanı olarak görür bu demokrasi an-
göre, gölgeler bireyin kendisine de konuşmasında körlüğün layışını. Körlük romanı da tam
özgüdür ve ancak gölgesiyle ya- birçok dilin sesini duymasında karanlığa itilen bir uygarlığın
da bu demokrasi anlayışının
şamayı öğrenmiş bir insan ger- yardımcı olduğunu, pek çok dili görme yetisini yitiriş serüvenini
yarattığı görememe durumunu
çekten yaşamaya başlayacaktır. böylece ruhuyla öğrenebildiğini incelemesi açısından önemlidir.
merkeze alır. Salgın halinde
Benliğimize içkin olan, her belirtir. Ona göre “Körlük bir Romanın bütün karakterleri yayılarak tüm bir ülkeyi saran
daim iyiliklerimizle dengelemek armağandır”, “Yavaş yavaş kör- körleşmeden mustariptir. Her- körlük ile ülkede yaşanan kar-
zorunda olduğumuz gölgeler: kesin gözü Kien’in üzerindedir gaşa ve anarşiyi anlatan roman,
Hırslarımız, ihanet tasarılarımız, romanda. Kien, bilimsel çalış- toplumdaki ahlaki çöküş po-
intikam arzumuz, cinnetin eşi- malarına gömülmüş, gündelik tansiyelini gözler önüne serer.
ğinde yaşadığımız her dakika. hayatla bağlarını koparmıştır. Anlatılmak isteneni romanın
İnsanı anlatmak isteyen sanatçı, Gündelik olana bunca yabancı- sonunda doktorun karısına söy-
karakterini yaratırken gölgesini laşması, gündelik olanı görmesi- letir Saramago: “Sonradan kör
de unutmamalıdır. ni engellemektedir. Bu da daha olmadığımızı düşünüyorum, biz
sonrasında karşısına çıkan her zaten kördük…” Toplumsallaşan
İyilik ile kötülüğün, erdem ile sıradan kişinin bu körlükten körlük, kötülüğün örgütlenmesi
zaafın, güzel ile çirkinin insa- faydalanmasına sebep olacak- ve yayılmasının sorumlusudur.
noğlunun birbirinden kopmaz tır… Körleşme’yi kısaca böyle “Biz şimdiden yarı yarıya ölüyüz
gerçekliği olduğunu kabul özetleyebiliriz. Lakin Canetti’nin dedi doktor, hayır, yarı yarıya
etmek ve kötülük, zaaf ve çirkin- anlatmak istediği körlüğün, bi- canlıyız, diye karşılık verdi ka-
liklerimizin üstünü örtmek yeri- reysel olmadığını vurgulamamız rısı”. Ama her iki koşulda da
ne üstüne gitmek, en azından gerekir. Kendi yaşamını kurmak bir yarımlık, bir olmamışlık, bir
kendi kapımızın önünü süpür- için çabalayan sıradan insanlar yarım öznellik söz konusudur.
41
Sistem bizi körlüğe ikna ederek, tetikleyen de Efendi’dir. Roman, lüklerle baş başa bırakmıştır.
özne olma şansımızı elimizden kötülük ile iktidar arasındaki Yine de bu açıklamanın fazla-
almıştır. Körlük, insanın kendisi ilişkiyi tartıştırarak, aslında sıyla kestirmeci olduğunu kabul
olma hayaline yakılan bir ağıttır başka birilerine hükmetmenin, etmeliyiz; çünkü sıradanlaşan
bu yüzden. ezmenin, korku salmanın en ve normalleşen kötülükleri anla-
büyük kötülük olduğu sonucuna mamıza yardımcı olmaz. Edebi-
Saramago, ölmeden önce yaz- ulaştırır insanı. yatçılar ise tam da bu noktada
dığı son roman olan Kabil’deise devreye girebilirlerler: kötülüğün
yazının başında bahsettiğim Kötülüğü İyilikle Düşünmek türlü veçhelerini açığa çıka-
dini bakış açılarıyla polemiğe Kestirmeden gitmek isteseydik, rabildikleri, iyilik ile kötülüğü
girer. Tanrı’nın inayetini üzerine Georges Bataille’nin çığır açı- birbirinden kopmaz birer olguy-
almak isteyen Habil ve Kabil, cı Edebiyat ve Kötülük’ünden şu muş gibi ele alabildikleri ölçüde
yetiştirdikleri ürünleri Efendi’ye alıntıyı yaparak kolaylaştırabilir- gerçekliği anlatmada başarılı
sunarlar. Efendi, Habil’in ku- dik işimizi: “Kötü kalpli insanlar olabilirler. Yine Bataille’ye kulak
zusunu kabul eder ve Kabil’in için Kötülüğün tek anlamı mad- verirsek: “Öfkenin karanlığıyla
meyve sepetini görmezden gelir. di çıkardır. Başkalarının kötü- bilgeliğin aydınlığı en sonunda
Habil’i kıskanan Kabil kardeşini lüklerini isterken hedefleri kendi buluşamazsa, dünyanın nere-
öldürür. Bunun üzerine Efen- roman, Efendi’nin gazabının bencil çıkarlarıdır.” Böyle bir sinde durduğumuzu nasıl kes-
di, Kabil’i yeryüzünde zaman görüldüğü olayların çevresinde tanım ister istemez, antropolog- tireceğiz? Yine de, asıl ipucunu
ötesi bir yolculuğa çıkmakla gelişir. Kabil, dünyayı gezdikçe, ların, insanoğlunun ilkel dönem- zirvede aramalıyız: Yalnızca
cezalandırır. Hikayenin bundan kötülüklerin kaynağının Efendi lerine özlemlerini anlamamıza karşıtların, İyiliğin ve Kötülüğün
sonrasında Kabil, yaptığı kö- olduğunun farkına varır. Kötü- yardımcı olur. Mülkiyet duygusu bileşiminden oluşan hakikati
tülüğün kaynağını araştırmaya lükleri engellemek yerine onla- insanoğlunun ilk büyük kötü- kavrayabiliriz.”
başlayacaktır. Eski Ahit’teki rın ortaya çıkmasına göz yuman lüğüdür. Mülkiyetin tetiklediği,
meseller üzerine kurulan da kimi zaman bu kötülükleri iktidar arzusu ise insanı kötü- [ Lacivert Dergisi, Sayı: 50 ]
Kayıp Mektuplar - 10
[Kaybetmek için doğdum / Şimdi de seni kaybediyorum.]
Ray Charles
Ertekin Akpınar
Matmazel Dışarıda yağmur yağmaya baş- benim için ikimizin de tanıdığı çıkışlarında duraklarda otobüs
Bazen şunu ladı. Ne zaman yağmur yağsa birine “deli o” demişsiniz. İlk beklemeye başladıkları serin
hissediyor mu- ben, annem, kardeşimin bir defa kendimle ilgili bu kadar bir İzmir akşamında yazmaya
sunuz? Mesela gece evdeki halimizi hatırlarım. pür ve temiz cümle. Hoşuma başlamıştım.
bazı geceler Size bunu yazmıştım: Kahve- gitti bu tanım.] Gülüyorsunuz
sadece size rengi şal ve bahçede yazdan bu saçmalığa, inanın ben de Geceleri şehirde el ayak çekil-
yazdığım mek- kalma mısır fidelerini. Annem gülüyorum bunları yazarken. dikten, iki kez mahalleyi dola-
tuplara bakıyo- o mısırları bahçeden söktü Gelin bunları elimizin tersiyle bir şan çöp arabası son gürültüleri
rum. Yeniden çocukluğumun bütün korkula- tarafa itelim. Ruhumuzun tadını de çıkardıktan ve sokak köpeği
size bir şeyler yazmaya başlıyo- rımı o gece bahçeye gömdüm bozmasın hayatın bu saçma- çeteleri saflarını iyice belirle-
rum. Bunu hissediyor musunuz? bende. Bir de o gece şunu lıkları. İşte onun için bitmeli bu dikten sonra ben koltuğuma
Gerçekten bunu merak ediyo- öğrendim: Güçlü olmanın sınırı mektuplar. kurulup, mutfakta fokurdayan
rum. Ben size neye yazıyorum nereye, nerelere dayanıyormuş, çaydanlıktan çıkan sesler
sizce? Neye? Neden? Susu- gidebiliyormuş. Yaşar Kemal bir Biliyor musunuz Matmazel size eşliğinde kütüphanemdeki ki-
yorsunuz hep. Bir ağaç gibi… romanında diyor ya “bir eşkıya- bu mektubu Bizans kalyonla- tapların arasında bir yolculuğa
Köklerini derinlere salan bir nın ateşe bakarken düşündüğü rının boğazı terk etmesinden çıkıyorum. Bazen kitapların
ağaç gibi susuyorsunuz. Daha şeyler çok tehlikelidir”. Gelin beş yüz elli sene sonra, Kızılbaş arasından gazeteden, kültür ve
önce de söyledim, “bu saçma bir adım daha atalım şimdi, ayaklanmacısı Horasanlı Emin sanat dergilerinden o kitapla
sapan mektuplar bitmeli” diye. biliyor musunuz Matmazel ben Ummi’nin derisinin diri diri sipa- ilgili kesilmiş sararmış yazı
Artık bitirmeye kararlıyım. Ve daha da ötesine gidip o ateşe hilerce yüzü-
bu sonuncusu… Bir daha asla elimi uzattım. Bunları okuyor lüp akmakta
olmayacak. Ruhunuzu bu ka- musunuz Matmazel? İçimdeki olan kanları-
dar üzmeye, yormaya hakkım ateşi görebiliyor musunuz? Siz nın üzerine iki
yok. Nezaketiniz ve içtenliğiniz hiç ateşi yanan bir çemberin heybe dolusu
karşısında bin yıl sussam bü- içinden geçtiniz mi? tuz serpilme-
tün bunları anlatmış bir adam sinden tam
olarak günahlarımı ve suçlarımı Geçen gün bir yılın muhasebe- dört yüz sene
ödeyemem. İnanın bana artık sini yaparken fark ettim. Sizinle, sonra, Yahu-
susacağım ve sizi rahatsız et- Haziran’ın ikinci hafta sonunda dileri taşıyan
meyeceğim. Ve son bir mektup tanışmışız. Bir yere bunun no- Sturma gemi-
daha var onu çok sevdiğim bir tunu almışım. İnsanın inanası sinin torpil-
kalemimle yazmıştım. Onu da gelmiyor. O gün elimden düşen lemesinden
yakmaya kararlıyım. Yakacağım bardak kırılmıştı. Oysa topla- altmış beş yıl
onu! Onu okuyamayacaksınız. san bir haftalık görüşmemiz, sonra, sessiz
Okumamalısınız çünkü. Siz de bir defa beni aramışlığınız, bir ev kızlarının,
bilirsiniz bazı şeyler karanlıkta saat karşılıklı konuşmamız yok hüzünlü
kalmalı. Bana katılıyorsunuz rastlantılar dışında. Peki, ne bu memurların,
değil mi? mektuplar? Neden bu kadar dokuma atöl-
kendimi anlatma isteği… Deli yesindeki iş-
miyim ben yoksa? [Gerçi siz çilerin akşam
parçacıkları düşüyor. Sararmış da bu arabayı devirmezsem
bu kâğıt parçacıklarını ellerime sapasağlam çıkacağım bu
alıyorum. Dalıp gidiyorum… savaştan! Her şeyi kaybetme-
yi göze aldım anlayacağınız.
Televizyon hep açık duruyor. Te- Byron’un şiirlerinde ki tılsım,
levizyondan gelen ışık salonda Debussy’nin klasik ezgilerinde
kitaplarımın ve duvarların ara- ki tını, Chagall’ın tablolarında ki
sında sanki rengârenk bir dans kaos, Tony Gatlif veya Leo Carax
ediyorlar. Bu belgeseli izlemiş- yada Henry Jaglom filmlerinde
tim daha önce, bu filmi görmüş- paradoks, kalemini kaybetmiş
tüm duygusu bumerang gibi çar- ve bir otobüs durağın az ileri-
pıyor yüzüme. Bir şey keşfettim sinde ağlayan çocuğun kederi
matmazel! Televizyonda göste- olabilecek bir filmin peşindeyim.
rilen bütün sanat filmlerini topu Bütün boksörler gibi sabırlı olup
topu üç beş kişi seslendiriyor. 12.raund’u bekliyorum. Galiba
Altyazılı filmlerdeyse hep aynı en amansızı o 12. Raund ola-
imla hataları yapılıyor. Bu aralar cak! Dediğiniz gibi, gerçekten
nedense hayatımdaki ağır, siyah ‘deliyim’ ben… Keyifli bir deli,
kadife örtü gibi yayılan şeyin işte keyfinin kâhyası olan bir deli!
o belgeseller ve sinema filmiyle
çok yakın bir bağlantısı olduğu- Camille vurulup kalmıştı
nu düşünüyorum. Bunu geç olsa Roden’e. O bunu tutkuyla isti-
da yeni fark ettim. yordu! Roden’in umurunda bile
olmadı Camille. Ama Lili Brik,
Bu Gece En Hüzünlü Şiirleri Yazabilirim
Sonra Matmazel, insanın inan- Mayakovski’yi öylesine mahvet- Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim
dığı şeyler üzerine muhteşem mişti ki, Mayakovski, Lili Brik’e
hatalar yapabileceğini de yeni yazdığı bir mektubunda, “senin Şöyle diyebilirim: "Gece yıldızlardaydı
fark ettim. [Daha ne kadar bü- köpeğin olmak istiyorum” bile Ve yıldızlar, maviydi, uzaklarda üşürler"
yüyeceğim ki?] Belki de onun demişti. Oysa Balzac için o çır-
için ben tesadüflere yenildim. Ya pınıp duran o kadını hatırlıyor Gökte gece yelinin söylediği türküler
da şöyle söyleyeyim, beni hayat- musunuz? Tam 16 yıl beklemişti
ta hep tesadüfler yendi. Aslında Balzac’ı. Balzac 16 yıl sonra ge- Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim
ben bir sihirbazın şapkasından lebildi ona ama her şey için çok Hem sevdim, hem sevildim, ya da o böyle söyler
çıkmamış, çıkamamış bir tavşa- geçti. Binlerce mektup, her gün
nım aslında! dökülen gözyaşları artık o kadını Bu gece gibi miydi kucağıma aldığım
tedavi edemeyecek bir noktaya Öptüm onu öptüm de üstümde sonsuz gökler
Marcel Proust’u bilirsiniz. Anla- getirmişti.
tır; bir gün ‘madlen’ kurabiyesi Hem sevdim, hem sevildim, ya da ben böyle derim
yediğinde hayatı aydınlanır. Tekrar bir sigara yaktım şimdi. Sevmeden durulmayan iri, durgun bakışlı gözler
Bunu daha önce de yazmıştım Çukurun dibindeyim ve artık
size. Ve tam 16 ciltlik Geçmiş düşmüyorum matmazel! Size Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim
Duymak yitirdiğimi, ah daha neler neler
Zamanın Peşinde’yi yazmaya yazdığım mektupları yeniden
başlar. Ben henüz o kadar ol- okudum. Bu saçma sapan Geceyi duymak, onsuz daha ulu geceyi
gunlaşmadım! Daha küçük bir mektuplar, bitti. Bu tuhaf, adını Çimenlere düşen çiy yazdığım bu dizeler
hayat ama yüksek stratejiler koyamadığım yolculuk için size
koydum ruhuma. Bakalım bu gerçekten çok teşekkür ederim. Sevgim onu alakoymaya yetmediyse ne çıkar
düellodan kim sağ çıkacak! Ba- Bütün bunlardan sonra şimdi Ve o benimle değil, yıldızlıdır geceler
kalım kim vurulacak! Kim yeni kendimi harikulade bir luna-
maceralara doğru yol alacak! parkta dolaşmış bir çocuk gibi Yürek zor katlanıyor onu yitirmelere
İçimdeki bu sinema belasını in- hissediyorum. Bakışlar sanki onu bana getirecekler
sanların yüzlerine nasıl fırlataca-
ğım hepimiz göreceğiz. Birkaç Elveda… Böyle gecelerdeydi ağaçlar beyaz olur
viraj kaldı hayatımda, oralarda Artık ne ben öyleyim ne de eski geceler
Bugün kimse konuşmuyor (eski söylediklerini yineleyenlerden Sesim ara rüzgarı ona ulaşmak için
başka), çünkü dünyayı sürükleyen kör ve sağır güçler, öğütleri, Şimdi sevmiyorum ya, eskidendi sevmeler
haber vermeleri, yalvarıp yakarmaları dinleyeceğe benzemiyor.
Şu son yıllarda gördüğüm bizde bir şeyi kırdı. Bu şey, insanın Şimdi kimbilir kimin benim olduğu gibi
güvenidir; o güven ki, insanlığın dilini konuştuk mu bir Sesi, aydınlık teni, sonsuz uzayan gözler
başkasından insanca karşılık göreceğimize inandırırdı bizi. (…)
İnsanlar arasında sürüp giden uzun diyalog bitti… Sevmiyorum doğrudur, yürek bu hala sever
Albert Camus Sevmek kısa sürdüyse unutmak uzun sürer
5– Karga İle Tilki 1954, 1982, 7– Nara Benzerdin 2002, 2003 9– Bir Usta Bir Dünya, Oktay
1994 8– Bir Aşka Vuran Güneş 2008, RİFAT 1994 Fatma TÜRE
6– Perçemli Sokak 1956, 2009, 2010, 2012 10– Orhan Veli, Oktay RİFAT,
1992, 1999 9– Yağmur Sıkıntısı 1988, 2009 Melih Cevdet in İlk Şiirleri Üzeri-
7– Aşk Merdiveni 1958, 1992, ne Yeni Katkılar Ali SAHİNOĞLU
1994 Resimleri İle İlgili Kitaplar 1997
8– İkilik 1963 1– Munis İddiasızlıklarıyla Oktay 11– Oktay RİFAT’IN Şiirlerinin ve
9– Elleri Var Özgürlüğün (Üç RİFAT’IN Resimleri Sezer TAN- Romanlarının İncelenmesi Tarık
kitabın tekrar basımı) 1966, SUĞ 1988 Özcan 1999 ( Tez )
1983, 1994, 1995 2– Oktay RİFAT Kitabı Hayatı ve 12– Oktay RİFAT İçin Sempoz-
10– Üçlerden Size 1968 (Orhan Yapmış Olduğu Resimleri 1991 yum – Belgeler Güven TURAN
3– Resim katalog’u Veysel 1999
Veli ve Melih Cevdet birlikte) 13– Yüz Paralık Bulut 2001,
11– Şiirler 1969 UĞURLU 1994
2002
12– Yeni Şiirler 1973 (İki deği- 14– Şevket RADO ya Mektuplar
şik baskı) Çeviri
1– Bir Kapı Ya Açık Durmalı 2002
13– Çobanıl Şiirler 1976, 1983 15– Orhan Veli KANIK Ve Garip-
14– Bir cıgara içimi 1979, 1980 Ya Da Kapalı Alfred de Musset çiler Yusuf YILDIRIM 2004
15– Elifli 1980, 1983 1943( Oktay Rifat ve O. Veli 16– Oktay RİFAT’IN Şiirinde
16– Denize Doğru Konuşma Kanık ) Güneşin Üç Hali Alphan AKGÜL
1982, 1995, 1996 2– Sevda Hekim Moliere 1943( 2005
Ödülleri Oktay RİFAT )
1955 Yeditepe Şiir Ödülü “Kar- 17– Dilsiz Ve Çıplak 1984,
1995 3– Klara Miliç İvan Sergeyeviç
ga ile Tilki” Turgenyev 1944 (Erol GÜNEY ve
1970 TÜRK Dil Kurumu Şiir 18- Devler Yıkıldı 1985
19– Can Yücel’e Yanıt ya da Oktay Rifat HOROZCU)
Ödülü “Şiirler” 1970 Ankara 4– İlk Aşk Miliç İvan Sergeyeviç
Sanat Sevenler Derneği Yılın Nesnel Rastlantılar 1985
20– Yağmur Başlangıcı 1985 Turgenyev 1944
Oyunu Ödülü “Yağmur Sıkıntısı” 5– Gecenin Sonu Francois Ma-
1970 TRT Sanat Ödülleri Ya- 21– Kimin için 1985
22– Yedi Dağın Ardı 1987 (Ken- uriaç 1945
rışması Başarı Ödülü “Yağmur 6– Mutlak Peşinde Honerede
Sıkıntısı” 5- 1980 Sedat SİMAVİ di sesinden şiirler)
23– Koca Bir Yaz 1987, 1991, BALZAC 1945, 1965, 1998,
Vakfı Edebiyat Ödülü “Bir Cigara 2012
İçimi” 6- 1981 Mandıralı Roman 1996
24– İlhan Koman için şiir 1987 7– Louis Lambert Honerede
Ödülü “Danaburnu” 7- 1984 BALZAC 1946, 2004, 2011
Behçet NECATİĞİL Şiir Ödülü 8– Modesto Miğnon Honerede
“Dilsiz ve Çıplak” Roman-Araştırma
Şiirlerini Yayınladığı Dergiler BALZAC 1947, 2006
1– Edirne Sarayı Hakkında 9– Kırmızı Han, Lois Lambert,
Sesimiz 1932 – 1934, Varlık 1933 (Araştırma)
1936 – 1944, AİLE Ev Dergisi Top Oynayan Kedi Mağazası
2– Bir Kadının Penceresinden Honerede BALZAC, 1948
1947 – 1956, Yaprak 1949, 1976, 1981, 1992, 2007
Aşk Şiirleri Antolojisi Ahmet 10– Şanlı Aşıklar Moliere 1950,
3– Dana Burnu 1980, 1992, 1965
KÖKSAL 1957 (Yeditepe Yayını) 2008, 2009
ANKARA ATATÜRK LİSESİNİN 11– Elektra Jean Giradeux
4– Bay LEAR 1982, 2008 1959 17– Şair Oktay RİFAT Yaşam
ÇIKARDIĞI SESİMİZ İSİMLİ
DERGİ DE YAYINLANAN ŞİİR VE 12– Kanaldaki Ev Simenon Öyküsü Sanatı Selahattin TUN-
Tiyatro Georges 1959, 2003,2008 CER 2005
YAZILARI; 1– Oyun İçimde Oyun 1949
1– Şubat 1932 sayı; 7 Ağlayan 13– Seçme Şiirler Paul ELUARD 18– Şiir Ve Sözün Mahşeri Ok-
(Basılmadı) 1961 tay RİFAT Tarık ÖZCAN 2005
Evler, İskelet Parmaklı Kadın 2– Kıskançlık (Melih Cevdet ile
(Hikaye) 14– Latin Ozanlarından çeviriler 19– Şiir Ustalardan Öğrenilir
birlikte) Basılmadı 1963 Metin CELAL 2006
2– Mart 1932 sayı; 8 Mide 3– Bir Takım İnsanlar 1961,
Karar Verirse (Hikaye) 15– Batıdan Şiirler 1963 20– Oktay RİFAT’IN Şiirinde
1988 (Toplu Oyunlar) 16– Yunan Antoloğyası 1964 Değişim Ve Yenilenme Nuray
3– Haziran 1932 sayı; 9 Mer- 4– Zabit Fatma’nın Kuzusu
mer Merdivenler (Şiir) 17– Yunan Antoloğya sı ve Latin KÜÇÜKLER 2007 (Tez)
1965 (Basılmadı) Ozanlarından Çeviriler 1986 21– Oktay RİFAT’IN POETİKASI
4– Temmuz 1932 sayı; 10 Yol- 5– Kadınlar Arasında 1966,
lar (Şiir) Ali İhsan KOLCU 2010
5– Mart 1934 sayı; 12 Hasret 1988 (Toplu Oyunlar), 2003 Hakkında
(Şiir) 6– Atlarla Filler ya da Dirlik 1– Bahtan Şairler Oktay RİFAT, Hakkında Dergiler
Not; Milli Kütüphanede SESİMİZ Düzenlik 1988 Melih Cevdet, Orhan Veli 1953 1– Aile Ev Dergisi Sayı; 1 1947
Dergisinin tamamı yoktur. Ya- 7– Çil Horoz 1975, 1981, 1988 2– Oktay RİFAT’IN Karga İle 2– Sesimiz Dergisi Sayı;7
yınlanan liste olan sayılarından (Toplu Oyunlar) Tilkisi Halim YAĞCIOĞLU 1955 (Şubat 1932) - Sayı; 8 (Şubat
hazırlanmıştır. 8– Yağmur Sıkıntısı 1969, 3– Oktay RİFAT Necdet ERUY- 1932) - Sayı;9 (Haziran 1932)
1981, 1988 (Toplu Oyunlar) GUR 1957 Sayı; 10 (Temmuz 1932) - Sayı;
Oktay Rifat Kitap Listesi Ölümünden Sonra Yayınlanan 4– Yeni Kitabıyla Oktay RİFAT 12 (Mart 1934)
1– Garip 1941, 1945,1995 Kitaplar Nejdet ERUYGUR 1967 3– Türk Dili Sayı; 147( Aralık
(Orhan Veli, Melih Cevdet ile 1– Şiir Konuşması ( Deneme ) 5 – İz Sovromenoy Tuertskoy 1963)
birlikte) 1992, 2009 Poezii – Fazıl Husnyu Dağlardja, 4– Türk Edebiyatı Sayı;3 1965
2- Güzelleme 1945, 1982, 2– Gece Yazı 1994 Oktay Rifat, Rıfat Ilgaz, Ahmet 5– Yeni Dergi Sayı;42, 48, 49,
1994 3– Seçme Şiirler 1997, 1998 Arif Moskyo Pragress 1975, 51 1968
3– Yaşayıp Ölmek Aşk ve Avare- 4– Bütün Şiirleri – 1 – 1999, 2007 6– Varlık Dergisi Sayı;885( Hazi-
lik Üstüne Şiirler 1945, 1946, 2007,2010 6– Orhan Veli ve Oktay RİFAT ran 1981)
1962 (üç baskı) 1982, 1994, 5– Bütün Şiirleri – 2 – 1999, 1981 7– Cumhuriyet Kitap Eki Sayı;51
2002 2007 7– Oktay RİFAT Kitabı 1991 (7 Şubat 1991)
4– Aşağı Yukarı 1952, 1982, 6– Bütün Şiirleri –3 – 2000, 8– Voices Of Memory Selected 8– Kitap – lık Sayı;119 (Eylül
1994 2002 Poems Of Oktay RİFAT 1993 2008)
46
Yürüyüşün
Sevim O…’ a
Biz kimiz demez ki. Fırsat bulmuş ölmez ki. Kendini kendi
Ayhan Hüseyin ÜLGENAY sanan söz aralıklarında parlayan mühür dolunayaltı bir sar-
ÇOBANIL ŞİİRLER 1976 sayfa; 94 hoşlukta parladı. Söz aralığından tuzak fırsat fırladı. Fırsat.
Sırf at aslında, akl-ı san. Sıcakkan...
Biz evvela kelimeleri öğreniriz. Sonra teker Güzel Taşınan asırlık mühür. Kimdi taşıyan? Ya basılan? Tende köz.
teker yaşadıkça manalarını. olduğunuz Tende köz. Dağlayan önce. Ağlayan sonra. Ağlayan kim? Ya
A.H. Tanpınar – Saatleri Ayarlama Enstitüsü kadar ağlanan? Dağlanan ya?
küstansınız da…
Eğer birisini seviyorsanız onun sizden nefret Mühürdük yüreklerde. Ki hürdük aslında. Bildik; öyleydik ya
etmesi mümkün değildir. Sana Ayda 300
dolar versem da değildik’ten hürdük. Öyleydik ya da değildik...
Müslüm Gürses
Japonları
öldürür müsün? Hür. Mühürlü ve hür. Mühürlendikçe hür, hürlendikçe mühür.
Şimdi al yalnızlığımı ört üzerine Olric… Belki Gövdede yaşaran bir ad kendini ağlamaz, güler kendine.
o vakit bırakıp herşeyi gelirik bir yerlerden Ayda 300
dolara herkesi Asırlık haline. Ayn. Basan da zan, basılan da… Közde tüten öz
başlamak için yeniden. aslında. Açılan da… Bırakan da… Uçan da kafesin kapısından.
öldürürüm.
Last Samurai Hürlüğe saçılan da… Tüten de kürenin ufkundan. “An”. Akan
Kurbağalara bakmaktan Bu aralar gelsen.. da. Elâda berrak. Dönüyor çingenenin eteğinde.
geliyorum, dedi Yakup.
Edip Cansever Sözlerimi kış çağının peşin bir ağıtı
Sus’la parlıyor seyreyleyenin gözbebeğinde...
olarak kabul et.
ama böylede yatılmaz ki! Rilke
47
Aramızda her
zaman mesafeler,
bazen kadınlar,
ara sıra adamlar
oldu. Zamanla
rol değiştirdik,
senaryolar yırttık,
bizcilik oynadık.
Ama her zaman bir
şekilde var olmayı
becerdik. Belki de
beceriksizliğimizin
eseri olduk. Ne o,
benim sevdiğim
adamlar gibi oldu ne
de ben onun sevdiği
kadınlara benzedim. kitabını alıp camın önündeki
koltuğuna gömülmüştür
fotoğraflara yakışmıyorduk
ama kağıt üzerinde hep
benzedim. “Olur ya kalbinde yer
bulunurda yerleşirim yıllarca.”
Pencerenin önünde oturmuş, diye düşündüm. (Klişe iki: anlamlıydık. Üflenmiş ruhlardan Zaman her şeyi alıp gitti.
cama vuran yağmur damlalarını Sevdiceği aynı manzarada ziyade akıtılmış mürekkepte Alamadıklarını da cömertçe biz
izlerken uyuyakalmıştım. hayal etmek) Biz, aynı anda şekillenmiştik. Musa’nın verdik. Erken yaşlandık, erken
(edebiyat var olduğundan beri aynı şeyleri yapan yani asası, Thor’un çekici neyse vazgeçtik. Birbirimizin henüz hiç
en klişe uyuma şeklidir) Fikri’nin genelde hiç bir şey yapmayan bizim kalemlerimiz de oydu bir dilin harflerinde olmayan bir
telefonuyla uyandım; “Hemen iki insan müsveddesiydik. işte. Olağanüstü bir becerimiz harfiyle kodlanmış planıydık...
radyoyu aç” dedi ve telefonu Biz, birbirine aşık olmaktan yoktu, birbirimizi yaşatacak
kapattı. Radyonun düğmesine çoktan vazgeçmiş ama kadar karalıyorduk birbirimizi. Mesela kazara bir gün
uzandım ve dediğini yaptım. birbirinden başka kimsesi Kader yazıcıları bize, kendimiz evlenirsek arabanın önüne
Parmağımı dokunmamla olmayan iki eski yansımaydık. doldurmamız için boş “Yine mi sen” arkasına da “Lan”
birlikte, içimde hissettiğim (Bir çürük elmanın iki yarısı). parantezler bırakmıştı (…). yazdıracağız. (çok iyi fikir)
bazen de korkmadan, kimsenin Tanıştığımızda gençliğimizin Kağıt üzerinde sevgili, kağıt
ne diyeceğini umursamadan ilk yıllarıydı. O resim çizerdi, üzerinde dost, kağıt üzerinde Derken yine telefon çaldı.
yansıttığım ‘ACI’ Mehmet nadiren yazardı. (bana ‘Tam’ bir iki figürandık. Kırmızı kalemle Yine Fikri arıyordu. “Efendim”
Erdem’in ses ve notasıyla armutun resmini çizebilir misin yazılmış geçersiz bir hikâyenin dedim. Bir şey demedi, sadece
hücrelerime kadar tekrar Fikri?) Bende yazardım ve ara emekli bürokratlarıydık. arka fonda gölge sesli adamı
işledi. (Acıyı sevmek olur mu?) sıra çizerdim. Onun, onu diri (başlıklar hariç kırmızı kalemle duydum ve telefonu kapattı.
O acıdan mı yoksa gerçekten tutan hayalleri ve benim, beni yazı yazılmaz akıllım) Çok uzun Hemen radyonun sesini biraz
zaman mı nal sesleri arasında sarhoş eden gerçeklerim vardı. zaman geçirdik. Aramızda daha açtım Mehmet Erdem
yitip gitmişti bilmem ama Birbirimize hiç benzemiyorduk. her zaman mesafeler, bazen söylüyordu: “Hiç Konuşmadan”.
günlerimiz radyoda Mehmet (Ben Beşiktaşlıydım o, kadınlar, ara sıra adamlar Mesaj alındı patron. Sustum ve
Erdem kovalamakla geçiyordu. Trabzonsporlu) Pek uyumlu oldu. Zamanla rol değiştirdik, fincanın iyiden iyiye ısındığını
“Şu yüreğim ne meraklı.” değildik ama farklarımız çıplak senaryolar yırttık, bizcilik avuçlarımda, yüreğimde ve her
Kahvem soğumuştu. Soğuk gözle görülecek kadar değildi. oynadık. Ama her zaman bir yanımda hissettim.
kahvenin dudaklarımda ve (Ah! O muhteşem gözlüklerinin şekilde var olmayı becerdik.
boğazımda bıraktığı tat ve ardından baktın hep. Gözlerin Belki de beceriksizliğimizin (lambayı kaapaaaat.)
duyguyla beraber şu an, mütemadiyen giyinikti) Belki, eseri olduk. Ne o, benim
eminim ki o da kahvesini ve ıslak kaldırımlara, çınar sevdiğim adamlar gibi oldu ne Not: Metmet Erdem – Olur Ya
yapraklarına veya sepya de ben onun sevdiği kadınlara eşliğinde okuyunuz.
g ü rs e s a n ıs ına...
müslüm
z n a m a z ,
Abdestsi iz üniversite
dershanes maz!
o l m a z , o l a
Memnunum Diyemem
Evler
Adımlarım beni sokak aralarında dolaştıra dolaştıra, eski günle-
rin hâtırasını, hüzün dolu bakışlarımda bir özlem buğusuyla kap-
lanan gözlerimde iki üç damla ile beraber götürüyor…
İşte şurada, şu evde bahçe içindeki eve ablam gelin olmuştu,
gelin gitmişti. Sümbüllü, kiraz bahçeleri… Elma, erik, armudun
en güzellerinin olduğu o şirin büyük bahçeli ev… Artık yerinde
Kırmızı kiremitleri biraz solmuş. Fakat, o yeller esiyor. Yerine kocaman gri apartmanlar dolmuş. Hiç de
sevimli bacalardan insanlık, o unutulmamış, şirin değiller… O ağaçlara kıyılmış. Yerine bu heyula gibi binalar
dikilmiş. Bir an önce gitmeliyim buradan. Yoksa ağlayacağım.
kaybolmamış insanlık tütüyor buram Benim minik, âşinâ güzel evlerim… Siz hep yerinizde kalın olur
mu? Sizleri çok seviyorum, çok seviyorum…
buram… Yağmur çiseliyor. Hava ılık. İçimde
bir burukluk, bir mahzunluk var. Artık ben o Böyle söylenerek adımlarımı sıklaştırıp giderken birden gördü-
ğüm bir manzara ile içime neş’e doldu: Bir evin kapısındaki kutu-
eski çocuk değilim. nun içinde bir kedi ve dört minik yavrusu. Allah’ım, hiç olmazsa
onları sevenler var. Mamaları ve suları yanlarına konmuş. Henüz
gözleri kapalı yavruları seviyorum. Annesi hiç kızmıyor. Biliyor
ki güvenli ellerde. Demek hâlâ bazı şeyler eskisi gibi… Sevgi,
güven, güzellikler siz hiç bitmeyin. Ey minik evler, sevgi dolu
insanlar, sakın sizler kaybolmayın. Hep var olun olur mu? Sizleri
seviyorum. Sizleri çok seviyorum…
Berna Ata Child of Light Sanırım dünyanın en cici oyununu buldum! Geçtiğimiz ay Ubisoft’un
çıkardığı Child of Light, karakterlerinin minnoşluğuyla, ninni gibi yumu-
şak müzikleriyle, pastel renkleriyle, şiirsel diliyle hemen beni kendine
bağladı. Oyunu ilk açtığım andan itibaren kendimi adeta bir masalın
içinde buldum.
2 boyutlu bir rol yapma oyunu (RPG) olan Child of Light’ta ana karakteri-
miz 19. yy’da bir Avusturya prensesi olan, uzun kırmızı saçlı, çilli, taptatlı
minik kız, Aurora.
Aurora bir gün hastalanıp Uyuyan Güzel gibi derin bir uykuya dalar ve
gözlerini Lemuria adında efsanevi bir dünyada açar. İşte masalamız
burada başlıyor. Aurora’nın görevi, Lemuria’dan güneşi, ayı ve yıldızları
çalan Gecenin Kraliçesi Umbra’dan bunları geri alıp, evine, babasının
yanına dönmek. Tabi küçücük bir kız çocuğu için bu hiç kolay bir iş değil.
Umbra’ya doğru yolunda ilerlerken önce önüne çıkan küçük canavarlar-
la savaşması gerek. Savaşırken Arthur misali bir taştan çekip çıkardığı
kendinden büyük kılıcını (zaman zaman bu kılıç ona epey ağır geliyor
olacak ki yere düşürüyor) ve özel güçlerini kullanıyor. Bu savaşları ka-
zandıkça da level atlayıp gücüne güç katıyor. Bu sırada bir su damlası
görünümdeki ateşböceği Igniculus, Aurora’ya bu yolculuğunda yardımla-
rıyla eşlik ediyor. Oyunda ilerledikçe Lemurialı birbirinden farklı karakter-
le tanışıyoruz ve onları da bu yolculuğumuza ortak ediyoruz, savaşlarda
birbirimizi kolluyoruz. Yolumuzda ilerleken önümüze çıkan sandıkları da
açıp içlerinden iksirleri ve gemleri topluyoruz. Gemlerle kılıcımızı güç-
lendirip, iksirlerle azalan canımızı ya da büyü yapmaya yarayan MP yani
Büyü Gücü’müzü dolduruyoruz. Yürüyerek başladığımız maceramıza
Ormanın Leydisi tarafından bahşedilen minik şeffaf kanatlarla uçarak
devam ediyoruz. Basit ama eğlenceli bulmacaları Igniculus’un da yardı-
mıyla çözerek kapıları açıp diyar diyar geziyoruz.
Gelelim oyunun sevmediğim yanlarına. Öncelikle içinde bulunduğumuz
dünyanın, Lemuria’nın uçsuz bucaksız olması canımı sıkan bir konu.
Kanatların verdiği özgürlük çoşkusuyla ordan ordan uçup çok kez kay-
bolmuşluğum var. En azından geçtiğimiz yerleri gösteren bir harita olsay-
dı fena olmazdı. Oyunun hoşuma gitmeyen bir diğer yanı ise savaşların
tek düze olması. Ortamlar ve savaştığımız canavarlar, saldırı sırasındaki
hareketleri çok az değişkenlik gösteriyor. Bunlara pek özenilmemiş doğ-
rusu. Ubisoft’tan çıkmış bir oyun için fazla baştan savma geldi.
Oyun zaman zaman keyifli ve atmosfer açısından büyüleyici de olsa
fiyatını göz önünde bulundurduğumuzda çok da cazip gelmiyor.
M. Oğuz Mucurluoğlu
54 www.oguzmucurluoglu.com.tr AYKIRI
MELODİLER
İpeksi Kadın
Kötü bir evlilik, ilk ve yakınma çözüm getirmeye-
cektir hiçbir şeye… Bu keşfin
kesilmiş eğitimine rağmen.
Öylesine benimser ki bunu; bu
abidesi bir anne. O herkesin,
hatta herşeyin umutlarını yeşil
sendeleniş yaşam hemen ardından, hiç beklen- yolda, tüm güzel duyguların tutan masmavi birisi. İnanın, o
medik bir biçimde silkelenerek somutlaşmış haline dönüşür
mücadelesinin kendine gelir bu genç anne. adeta evrim geçirerek.
tam bir sevgi insanı…
yarattığı. Evlilik tılsımı Hayatın olumsuzluklarına karşı Oğluyla hayatın tam ortasında Sorun bir kendisine, “Nasılsın?”
pes etmek yerine, yaşama dair bulunur ancak, yaşamın girda-
daha çözülmeden ve sonuna kadar mücadeleyi bına yakalanmayan sağlam ve
diye. Cevap benzeri cümlelerle
özde hep aynıdır: “Bir kedim,
annelik ekleniyor ve direnmeyi seçer o ay parçası güçlü bir duruşla. Yani sokakta birde yamuğum… Ben daima
güzel kız. Artık o bir sanatçıdır gördüğü bir bebeğe, öpücükler
omuzlarına. Hem onlarla mutluyum.”
Tutkulardan kurtulmanın tek yolu vardır, o da teslim olmak. Saçımı taradım, keşte yüzümü de tarayabilseydim. Charles Bukowsky
Ağlama Anjelika, ağlama. Ya sana bir Eğer seni farketmediysem bırak bunun hüznünü yaşayayım. Terence Mallick – İnce Kırmızı Hat
ev alacağım yae da yasımı tutacaksın. Marks, Capital’i “Söyledim ve ruhumu sana oksijen veren ağacın yaprağını skeyim ben
El Cordobes kurtardım” diye bitirir. Kardeş Payı
55
ikinci albümleri “Images and Words” ve 1994 te “Awake” albümleri ile büyük bir çıkış AYIN EN ÇOK SATAN
yapan ve dünya çapında ünlenen Dream Theater, istikrarlı çizgisini günümüze kadar
sürdürmüş ve birçok yan projeye de imza atmıştır. Rudess gruba katılmadan önce ünlü YABANCI ALBÜMLERİ
basçı Tony Levin, Petrucci, Rudess ve Portnoy “Liquid Tension Experiment” adı altında
iki albüm çıkarmıştır. Gitarist John Petrucci 2005 yılında Steve Vai ve Joe Satriani ile 1- Various Artists-Soundtrack/
beraber G3 te çalmış ve “G3 Live in Tokyo” isimli albümde yer almıştır. Ayrıca kendi- Frozen
sinin “Suspended Animation” adında solo albümü de vardır. John Petrucci’ nin “Rock
Discipline”, Mike Portnoy’ un “Progressive Drum Concepts”, “Liquid Drum Theater”, “In 2- Luke Bryan/ Spring Break 6…
Constant Motion”, John Myung’ un “Progressive Bass Concepts” isimli eğitim videoları Like We Ain’t Ever
vardır. 8 Eylül 2010’ da Mike Portnoy, kendi web sitesinde gruptan ayrıldığını açıklamış 3- Rick Ross/ Mastermind
ve Dream Theater hayranlarını adeta ikiye bölmüştür. Mike Mangini arayış sürecinin
sonunda grubun yeni davulcusu olmuş ve son albüm Mangini açısından da ayrı bir 4- Aloe Blacc/ Lift Your Spirit
önem taşımaktadır. Gelelim yeni albüm “Dream Theater” a; Prodüktörlüğünü John 5- Pharrell Williams/ Girl
Petrucci’ nin üstlendiği albüm ocak-mayıs 2013 arasında “Cove City Sound Studyoları” 6- 311/ Stereolithic
nda Glen Cove-New York da kaydedilmiş, 9 şarkıdan oluşuyor ve yaklaşık 70 dakika. 7- Young Money/ RiseOf An
Otoriteler tarafından oldukça beğenilen albümün kayıtları ve miskleri başarılı, ancak
davul biraz geride kalmış bence. Tabii bir Portnoy hayranı olarak hem onun sounduna, Empire
hem de şarkı yazma tarzına alışığız. O yüzden Portnoy’ u aramadım değil albümde, 8- Lorde/ Pure Heroine
ama gitar rifleri ve gitar kayıtları muhteşem olmuş. Albümün dikkat çeken şarkıları ise; 9- Sara Evans/ Slow Me Down
Albümden çıkan single lar; “The Enemy Inside” , “Along For The Ride”, sözlerini Myung
un yazdığı “Surrender To Reason” ve enstrumental “Enigma Machine”… 10-Beyonce/ Beyonce
egemen@metropolis.gen.tr
KARSU/ “Confession”
“Confession”ı Hollanda’da çıkaran ve
uzun süre müzik listelerinde bir numa-
rada kalmayı başaran Karsu’ nun al-
bümü nihayet Türkiye’ de yayınlandı. 7
yaşından beri piyano çalan ve 14 yaşın-
da ilk kez babasının restoranı “Kilim”
de sahne alan Hollandalı Türk kökenli
sanatçı, daha sonra giderek Hollanda
da ünlendi ve başta New York “Carne-
gie Hall” olmak üzere 12 ülkeden fazla
ülkede en iyi caz festivallerinde sahne
AYIN EN ÇOK DİNLENEN aldı.
ROCK ŞARKILARI Olağanüstü bir sese sahip ve çok iyi bir
piyanist, aynı zamanda şarkı sözü yaza-
1- Bastille/ Pompeii rı, aranjör ve besteci olan Karsu Dön-
2- American Authors/ Best Day Of mez, ilk stüdyo albümü “Confession” ı
My Life iki prodüktör Nelson & Djosa ile birlikte
3- Lorde/ Team hazırlamış. Albüm “Y Kültür Sanat”
4- Paramore/ Ain’t It Fun
etiketiyle Sevgililer Günü’ nde yayın-
5- Passenger/ Let Her Go
landı, yaklaşık 40 dakika ve 10 şarkıdan oluşuyor. 6 şarkının söz-müzikleri tamamen
Karsu Dönmez’ e ait. 2 şarkıda sanatçıya prodüktörler eşlik etmiş ve diğer 2 şarkı ise
6- Imagine Dragons/ Demons
bildiğimiz “Gesi Bağları” ve “Her Şeyi Yak”. Şarkılarını günlük yaşamdan esinlenerek
7- Lorde/ Royals
yazdığını söyleyen sanatçı “Confession”(İtiraf ) şarkısında sakladığı hislerini anlatırken,
8- Imagine Dragons/ Radioactive “I might be” de ise “Ben büyünce ne olabilirim?” in cevabını arıyor. “Crime” şarkısı
9- Neon Trees/ Sleeping With A şizofren bir genç kadının iki kişilik arasındaki bocalamasını anlatırken “Summer Bree-
Friend ze” ise Latin Amerika’ da yazmış olduğu bir parça. Ülkemizde ise şüphesiz hoş bir klibi
10- Coldplay/ Magic olan “Gesi Bağları” büyük ilgi görecek. I Tunes caz sıralamarında 5 yıldız üzerinden 4
ve 4,5 yıldız alarak büyük başarıya imza atan “Confession” özellikle caz severler için
kaçırılmayacak bir albüm…
58
PASSAGE
Soma Madencilerinin anısına Yeni Başlayanlar İçin Kapital
Germinal / Emile Zola Kapital’in yayınlanmasından bu
Yordam Kitap, işçi sınıfı ve müca- yana kapitalizm, Marx’ın kapita-
delesi üzerine yazılmış en etki- lizm eleştirisinin yanlış ve yersiz
leyici roman olarak kabul edilen olduğunu kanıtlamaya uğra-
Germinal’i yayınladı. Kitabın şadursun Marx ve temel eseri
basım öncesi hazırlıkları sonuç- Kapital, dünyayı anlamak isteyen
lanmak üzereyken Soma’dan her yeni kuşağa uygun aletler
yüreklere ateş düşüren facia geliştirmeyi sürdürmüştür. Çoğu
haberi geldi. Bunun üzerine, insanın, dünyadaki her şeyin pek
Émile Zola’nın 19. yüzyıl ma- de düzgün yürümediği yönünde
dencilerini anlattığı bu ölümsüz en azından bir sezgisi vardır. Pek
eser, aradan 150 yıl geçmesine çok kişi de insan soyunun kar-
rağmen 19. yüzyıldaki sınıf şısında bir yığın büyük problem
kardeşleriyle benzer bir kaderi olduğu konusunda sezginin de
paylaşan Somalı Madencilere ötesine geçmiştir. İşte Marx’ın
adandı. Görüldü ki, (resmî rakamlara göre) 301 işçinin ölümüne Kapital’i niye böyle olabileceğinin en sistemli açıklamasıdır. Ne
yol açan Soma faciası, âdeta göz göre göre yaşanmıştı, çalışma var ki, Kapital’i okumanın ve anlamanın pek çok güçlüğü vardır.
koşulları ve ocakların güvenliği Germinal’de anlatılandan çok da Bu güçlüğü aşmak üzere çok sayıda giriş kitabı yazılmıştır. Mike
farklı değildi. Yordam Kitap, kitabı Somalı Madencilere adayarak, Wayne’in elinizdeki çalışması da bu okuma güçlüğünü aşmak için
“Soma unutulmasın ve yeni Soma’lar yaşanmasın!” çığlığına okurlara yardımcı olmak üzere yazılmış bir giriş kitabıdır. Kapi-
ortak olmak istiyor. Kitabın gelirini de, babasız kalan madenci ço- tal okumaya hazırlık kitabı da denebilir. Marx’ın büyük eserinin
cuklarına eğitim bursu olarak değerlendiriyor. Germinal, işçi sınıfı özünü oluşturan görüşleri sergileyen ve güncel verilerin ışığında
mücadelesini destanlaştıran bir başyapıttır. Romanda, maden Kapital’in analizinin doğruluğunu ortaya koyan kitap, güzel ve
ocaklarındaki ağır ve tehlikeli çalışma koşulları, maden işçilerinin çarpıcı resimlerle daha da çekici hale getirilmiştir.
yoksulluğu, iç dünyaları, sevgileri ve mücadeleleri üstün bir anla- [ Yordam Kitap ]
tımla tasvir edilir. Zola’nın uzun süreli gözlemlere dayanarak ince
ince ördüğü bu ölümsüz eser, tarih sahnesinde etkin bir özne
olarak kendini duyuran proletaryayı, roman kahramanı olarak
yeniden canlandırır. Acımasız sömürüyü, adaletsizliği, işçilerin
yarattıkları değerden neden hiç pay alamadıkları gerçeğini, oku-
run suratına bir tokat gibi çarpar. Yazıldığı günden bugüne dünya
Tersine Devrimler
çapında yüzden fazla ülkede yayınlanan ve sinemaya da uyar-
/ David Graeber
lanan romanda anlatılan, tarihin acı bir sayfası değildir sadece,
Siyaset, Şiddet, Sanat ve Hayal-
2014 Mayıs’ında Soma’da yaşanan büyük facianın da gösterdiği
gücü Üzerine Denemeler
gibi, işçi sınıfının güncel hikâyesidir. Eseri, Germinal’in Türkçedeki
"Bir çıkmaza girdik gibi görünü-
ilk ve (sonraki çevirilere esin olan) yetkin çevirisiyle sunuyoruz.
yor. Bildiğimiz kapitalizm görünü-
Attilâ İlhan’ın “en iyi Zola çevirmeni” dediği Hamdi Varoğlu’nun bu
şe göre dağılmaya başladı. An-
çevirisi, ilk olarak 1941 yılında Semih Lûtfi Kitabevi tarafından iki
cak finans kurumları tökezleyip
cilt halinde yayınlanmıştı.
parçalanırken, hemen akla geli-
[ Yordam Kitap ]
veren bir alternatif yok. Örgütlü
direniş dağınık ve tutarsız bir
Bir Düğün Gecesi görünüm sergiliyor... Bir iki nesil
/ Adalet Ağaoğlu sonra kapitalizmin var olmayaca-
“İntihar etmeyeceksek içelim ğına inanmak yersiz olmaz, çün-
bari!” kü sonlu bir gezegende sonsuz
“Denebilir ki, Türkiye’de aydın ve süreğen bir büyüme makinesi
sorununu Türkiye’nin tarihsel işletmek mümkün değil. Ancak ilericilerin ve antikapitalistlerin bu
dönüşümüne somut insana olasılık karşısında görünürdeki ilk refleksi, çoğu zaman korkup
eklemleyen romanlar, ilk kez varolana tutunmak. Çünkü daha da baskıcı ve yıkıcı olmayacak
Adalet Ağaoğlu’nun çabasıyla bir alternatif tahayyül edemiyorlar." Düşünür, aktivist ve antro-
gerçekleştirilmiştir. Ağaoğlu, polog David Graeber'in bu denemeleri yeni siyaset stratejileri,
günümüzün hiç kuşkusuz en küresel ticaret, borçlanma, hayalgücü, şiddet, estetik, feminizm,
önemli romancısı. Bir Düğün yabancılaşma gibi temaları konu alıyor. Bununla beraber hiç bek-
Gecesi, yalnız uzmanların, eleş- lenmedik yerlerde sürgün veren umut dolu hareketlerin de izini
tirmenlerin üzerinde düşünce süren Graeber, siyaset ve iktidar hakkındaki bildik varsayımların
birliğine vardığı bir roman değil; inkâr edilmez bir şekilde yıkıldığı bugün tek bir seçeneğimiz ol-
aynı zamanda geniş bir okuyucu duğunu vurguluyor: "İnsanların özde ne olduğuna, dünyadan ve
kitlesi tarafından benimsenen, tartışılan bir eser.” Hilmi Yavuz birbirlerinden ne beklemelerinin makul olacağına dair yeni bir dil,
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı ile aydınların iç dünyasına açılan yeni bir sağduyu yaratmak için bir an evvel kolları sıvamak." Bu
pencere, Adalet Ağaoğlu’nun o nefis yapıtı Bir Düğün Gecesi ile seçeneğin hiç de imkânsız olmadığını gösteren Graeber, hayal-
Tanpınar’ın Huzur’unun bir uzantısı niteliğine bürünmektedir. gücünü ve yaratıcılığı körükleyen bu denemeleriyle bugün sokağa
Vedat Günyol dökülen milyonlar için yepyeni bir yol haritası öneriyor.
[ Everest Yayınları ] [ Everest Yayınları ]
59
KİTAPLIK
Martin Eden / Jack London
Bir İsyanı Fotoğraflamak / Martin Eden, denizci bir gencin
Özcan Yurdalan kişiliğinden ödün vermeden sınıf
“Türkiye toplumu tarihinin en atlama çabalarını anlatıyor. Zengin
önemli dönemeçlerinden birin- bir ailenin kızına âşık olan Martin
den geçerken hiç olmadığı kadar Eden, ona erişebilmek uğruna
çok sayıda görüntü kaldı geri- kendini ilme ve ünlü bir yazar olma
de. Gezi Parkı işgalini, Taksim hayaline adıyor; bu hayal uğruna
Meydanı’ndan sokaklara yayılan takıntılı denilebilecek bir şekilde
direnişi görüntüleyen binlerce varını yoğunu ortaya koyuyor. Mar-
kişinin topluca bir hafıza yarat- tin Eden, azmi ve zekâsıyla yalnız-
ma gayretine tanık olduk. Çeşitli ca işçi sınıfını değil, girmeye ça-
biçimler alarak evrilip dönüşen lıştığı burjuva dünyasını da aşıyor.
isyan, görsel kayıt tutmaya ça- Böylece maskelerin ardında yatanı
lışan fotoğrafçı ve videograflar görüyor, toplumun gerçek yüzünü
için önemli verilerle doluydu. idrak ediyor. Neticede her iki sınıfa
“Fotoğrafçılar isyanın her yerin- da ait olamamanın yorgunluğu, yazarlık serüveninde çektiği fiziksel
de ve her anında bulunmaya çalıştılar. hiçbir tanıklıktan eksik ve ruhsal zorluklara eklenince Martin, derin bir yalnızlığa sürükleni-
kalmamak için olağanüstü bir gayret gösterdiler. Görüntüler, yor. Başarı sürecinin haşinliğinin sonunda başarının tatminsizliğiyle
şimdiye kadar yaşadığımız toplumsal hareketler içinde en geniş karşı karşıya kalıyor. Jack London'ın başyapıtı olan bu trajik roman,
etkiyi geleneksel medyada olduğu kadar alternatif mecralarda yer okurlarını tıpkı Martin'in hayatı gibi dalgalı bir yolculuğa çıkarıyor.
alarak yarattı. Bu durum görsel haberciler kadar güvenlik güçleri [ Can Yayınları ]
tarafından da fark edildi. “Bu süreçte görsel haberciliğin saygın
bir medya olarak yeniden doğabilmesi ve dürüst habercilik ilkele-
Osmanlı’dan Günümüze Kürtler /
rinin hakkıyla yerine getirilebilmesi için fotoğrafçıların ve fotoğraf
Naci Kutlay
mecralarının eline güçlü bir fırsat geçti. Bu kitap Gezi direnişinde
Osmanlı İmparatorluğu'ndan
üretilen görsel tanıklıklarla ilgilenirken, nakledilen görüntülerin
modern Türkiye'ye miras kalan
fotoğrafçıların zihnindeki bağlamlarını anlamaya çalışıyor…”
ve aktüel değeri hiç kaybolma-
[ Agora Kitaplığı]
yan "Kürt sorunu"na tarihsel bir
perspektiften bakmamızı sağlıyor.
Geç Osmanlı ve erken cumhuriyet
dönemlerinde etnik ve ulusal
Jean-Luc Godard kimliklerinin ayırdına varmaya
/ David Sterritt başlayan Kürtlerin bu dönemler
“Sinema bir düş ya da ha- boyunca kurdukları cemiyetler,
yal ürünü değildir. Sinema çıkardıkları gazete ve dergiler
hayattır. Ben filmlerle hayat hakkında kitapta önemli bilgiler
arasında bir fark görmüyo- yer alıyor. Koçgiri'den Dersim'e,
rum. Mesela cinsellik de, Şeyh Said'den Ağrı'ya uzanan
hayatta ne rol oynuyorsa Kürt isyanları, Kürtlerin bu isyanlar sırasındaki diplomatik çalış-
sinemada aynı rolü oynar. maları ve Kürt aşiretlerinin birbirleriyle olan ilişkileri kitapta bütün
Aynı sebeple, bir filmin sem- ayrıntılarıyla inceleniyor. Naci Kutlay’ın notlarının ilk göze çarpan
bolik olabileceğine ihtimal özelliği kuşkusuz yelpazesinin genişliği. Kişiler, kurumlar, belgeler,
vermem; çünkü bir film, bilgiler… Kadim çağlardan günümüze ve geleceğe bir yolculuk…
gerçeğin fotoğrafının çekil- Selçuklular, Osmanlılar, Safeviler, Ermeniler, İttihat ve Terakki,
mesidir. İyi bir film yapmak, "Kurtuluş Savaşı", Cumhuriyet... ve bunların Kürtlerin uluslaşma
problemleri farklı biçimde seyrindeki yeri üzerine ayrıntı zenginliğiyle yüklü anlatımı...
ortaya koyma meselesidir. [ Dipnot Yayınları]
Siyasal bir film yapmak istiyorsanız, kuşkuları ortaya koymak
zorundasınız. O yüzden eleştiriyi de film yönetmeninde değil, Kışlada Sol Kırım
filmin içinde aramalısınız. “Öte yandan, film hem bir deneyim- / Rahmi Yıldırım
dir hem de bir gösteri işidir. Gösterinin açıklanacak bir tarafı 12 Mart, 12 Eylül darbelerinin “asker
yoktur. Bugün yaygın olan eğilim, filmlerde sözlerin önce, mağdurları” tüm sivil iktidarlarca hep
görüntülerin sonra gelmesidir. Oysa olması gereken bunun “lanetli” sayıldı. O
tam tersidir. Bizim bir kez daha görüntülerle düşünmeyi öğ- mağdurlar sadece haksız tutuklama
renmemiz gerekiyor; filmler o zaman daha gerçekçi olacaktır. kurbanı değildi; işkence kurbanıydı!
“Ben aşk arayışı içindeyim, fakat çalışma aracılığıyla. İnsan- Birçoğu, başta İstihbarat ve Dil Okulu,
lar aşkla işi ayırmaya çalışıyorlar, oysa ben bunun mümkün görevli askerlerce işkenceden geçirildi.
olduğu kanısında değilim. Filmler, insanın içine bakmayı O subay ve astsubaylar, işkence leke-
sağlayan yegâne şeylerdir. Ben, gerçek ülkesi dil, toprağı ise siyle göreve ve hayata devam etti; belki
filmler olan birisiyim. Biz kadınlara âşık olmadan, paraya âşık subayların bazısı çok çok yükseldi!
olmadan, savaşa âşık olmadan önce sinemaya âşık olduk. İşkence gören subay, astsubay ve öğ-
Bana hayatı keşfettiren sinema oldu ve biliyorum ki aşksız renciler ise, TSK ve hükümetlerce hayat
film olmaz.” boyu adaletsizliğe mahkûm edildi.
[ Agora Kitaplığı] [ Karınca Yayınları ]
ROUTE,
farkıyla ön
plana çıkan
yeni mekanı…