Passage Temmuz1son

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 64

Passage Pub Bülteni Sayı: 22/2014 Temmuz-Ağustos

Para ile Satılmaz Çoğaltılmasında Bir Sakınca Yoktur

Hayal gücümüz olmasa


biz bu işi yapamazdık

Bruno artık yok!


Omuz Or#spusu
Abdestsiz namaz,
dershanesiz üniversite olmaz, olamaz!
Haftalık Program Konserler

Pazartesi / Set Salı / High Five Çarşamba / Pop Corn Perşembe / Karaoke

Cuma / İzgi Cumartesi / Fresh! Pazar / Soul Project


Sayı: 22/2014 Temmuz - Ağustos
Adres: Bayındır Sk. 7/6 Ankara
Tel: 0312 433 97 99

Editörden
Sözcükler gittikçe hayatımızda daha da
İçindekiler
belirginleşiyor. Her gün bir acıyı terkediyor, Mirkelam Röportajı. Selcan Saraç – 4
özlemenin safhalarına yayıyoruz hayatımızı. Sen Benim Kesik Parmağımdın, Cezmi Ersöz – 6
Kant, aklımızın bizi mutluluğa götürmediğini Aşk Filmine İki Kişilik Bilet Alınmaz, Altay Öktem – 9
söylediğinde ne kadar haklıydı? Yoksa bizi mutluluğa Annem, Anneannem, Nike Air Jordan… Ali Lidar – 10
götürecek şeylerin ödevlerin, görevlerin olduğunu Thoughts on Humans and…, Ata Sergey Nowak – 12
söylediğinde yanılıyor muydu? İster istemez yapmakla Modern Dünyada Varoluş, Damla Topbaş – 13
yükümlü kılındığımız bu görevlerde uçarılığımızdan, Kırmızı Pazartesi, Erman Kahramanlar – 14
özgürlüğümüzden ödediğimiz birer bedel değil mi? Son Mektup, Özgen Aydos – 15
Sanıyorum ruhumuzu hafifletecek sözcüklere ihtiyacımız Begüm Tarako röportajı, Ercan Dalkılıç – 16
var… Adres, Ege Görgün – 17
Dört yılı aşkın bir süredir sizlerleyiz. Sahnemizle, Kan Çıkmazı, Yıldız İlhan – 20
sözcüklerimizle. Bir köprü inşa etmeye çalıştık bizi size Yabancı, Ayşe Müjgan Şanlısavaş – 21
ulaştıran, bir rüyada bir araya geldik… “Destiny is the Metin, Melike Şenyüksel – 22
birindge you build to the one you love / Kader, seveceğin Tam Bir Sanat Yıkımı, Ahmet Say – 23
birisine doğru köprü inşa eder” der bir şarkı sözü ve o köprü Harikalar Diyarında Alice, Selsan Saraç – 24
Passage Pub oldu bizler için, Passage Dergi satırları oldu. Bir Ayrıntı İşçisi: Durmuş Akbulut, Ertekin Akpınar – 26
“Beni yüreğinin üstüne bir mühür gibi koy. Çünkü ölümden Frank Zappa, Boyalı Kuş – 30
daha güçlü bir sevgiye ihtiyacım var. Geçmişin selvi Gülüşün, Elif Kara – 33
ağaçlarından, sönen yıldızın ışığından, köşeyi dönerek Başkalarının Günahıyla… Çehov, Erder Sizgin – 34
kaybolan gençlikten kurtulmaya ihtdiyacım var. Bir Kılavuz, OTTO – 36
insan elinin sıcaklığına…” demişti sevgili Onat Kutlar. Suçun Piçi; Kara Prens, Önder Abay – 38
Bizim, elinizin sıcaklığına ihtiyacımız var. Çünkü biz sizi Zargoş, Ali Rıza Falcıoğlu – 40
yüreğimizin üstüne bir mühür gibi yerleştirdik. Kayıp Mektuplar, Ertekin Akpınar – 42
Sıcak yaz günlerini beraber müzik dolu, sevgi sözcükleri Felaketler Yüzyılının Romanı, Doğuş Sarpkaya – 43
dolu geçirelim birlikte. Halil Soyuer, Ayhan Hüseyin Ülgenay – 44
Esen kalın… Yaşasın Kötülük, Erden Eriş – 46
Cem Kor Kendi Evimde Deplasmandayım, Burcu Salbaş – 48
Sesler Yüzler Uzak Anılar, Halenur Kor – 52
Don’t Starve, Berna Ata – 53
İmtiyaz Sahibi: Nurettin Sizgin Hayal İle Şans, Oğuz Mucurluoğlu – 54
Editör: Cem Kor - Selcan Saraç - Ender Sizgin
Yazı - Araştırma : Cem Kor - Selcan Saraç - Cezmi Ersöz - Altay Öktem - Önder Abay - Ahmet Say
Melike Şenyüksel - Ali Lidar - Ege Görgün - Ata Sergey Novak - Yıldız İlhan - Ertekin Akpınar
Ender Sizgin - Özgen Aydos - Otto - Erden Eriş - Ayşe Müjgan Şanlısavaş - Oğuz Mucurluoğlu
Damla Topbaş - Erman Kahramanlar - Doğuş Sarpkaya - Burcu Salbaş - Halenur Kor - Elif Kara
Ercan Dalkılıç - Ali Rıza Falcıoğlu - Ayhan Hüseyin Ülgenay - Berna Ata - Egemen Ünal
boyalı kuş ve saz arkadaşları..
Fotoğraf Direktörü: Zafer Varlıel
Tasarım - Baskı Hazırlık: Karınca Ajans Yayıncılık Matbaacılık görüş, öneri ve yazılarınız için..
Tel: 0312 431 54 83
wwww. karincayayinlari.net passageeditor@gmail.com
2 HABERLER

Soma’yı ve Gezi’yi unutma, Ankara Uluslararası Film


katiller hala dışarıda! Festivali Soma’yı unutmadı

Massive Attack, Soma'da yaşamını yitiren madencileri


ve Gezi’yi unutmadı. Dünyaca ünlü grup Massive Attack,
İstanbul’da verdiği konserde Gezi eylemlerinde polislerce
öldürülenleri ve Soma’daki faciada hayatını kaybeden
Ankara Uluslararası Film Festivali Soma’yı unutmadı.
işçileri unutmadı. Sahnede “Katiller hâlâ dışarıda”
Ankara Uluslararası Film Festivali, facianın Türkiye’ye
yazısı yer aldı. Soma faciasını da unutmayan grubun,
yaşattığı acıya ortak olmak için madencilerin yaşamını
'Soma'dakileri unutma', 'Katilleri hâlâ dışarıda' yazısı
anlatan bir belgesel yayınladı. Ankara Uluslararası Film
büyük alkış aldı.
Festivali Soma’yı unutmuyor, unutturmuyor. Festival,
programına aldığı madencilerin yaşamını anlatan belgeseli
izleyicilerle buluşturdu. Soma’da yaşanan maden
faciası Türkiye’nin belleğinde acısını korurken, Ankara
Metallica’dan yeni rekor Uluslararası Film Festivali de bu acıya ortak olmak için
programına aldığı Zonguldak madencilerinin yaşamından
Metallica’nın 1991 bir kesit sunan “İnci Dişli Kardeşim” belgeselini
yılında yayınladığı gösterecek. Gül Büyükbeşe’nin çalışması, babadan oğula
simsiyah kapağı aktarılan, sert ve acımasız dünyayı gözler önüne seriyor.
sebebiyle ‘Siyah
Albüm’ olarak
tanınan albümü
Amerika’da 16
Gaga & R Kelly Yeni videolarında
milyonluk satış
sınırını geçen ilk Doktorculuk Oynuyor
albüm oldu. Rekor,
Gaga & R Kelly
albüm satışlarını
“Do What You
inceleyen değerlendirme ve bilgilendirme servisi Nielsen
Want” video
Soundscan tarafından açıklandı. Shania Twain’in 15,5
tanıtımı oldukça
milyon satışa sahip Come on Over albümünü 2009’da
kışkırtıcı. Tanıtım
geçen Metallica’nın 1991 albümü en son geçen hafta
videosunu sizin
3 bini daha satıp 16,002,000 rakamını gördü. Albümde
yorumunuza
bugün hâlâ klasik sayılan ve yayınlandıkları tarihte
bırakıyoruz.
Billboard listelerine bir numaradan giren Nothing Else
Videonun
Matters ve Enter Sandman şarkılarının yanında Sad
tamamı yakında
But Ture ve The Unforgiven gibi şarkılar bulunuyor. On
gün yüzüne
milyonluk satış rakamı sınırını geçen şu ana kadar 22
çıkacak. Çıkacak
albüm var. İçlerinden en yenisiyse Adele’in son albümü 21.
ama, bakalım bu kitch sınırlarını zorlayan, pornografiye
13 Temmuz’da İstanbul, İTÜ Stadyumu’nda bir konser
oldukça yakından göz kırpan ve Warhol estetiğini tersyüz
verecek olan Metallica son olarak dünyanın en büyük
eden Gaga'nın yeni videosunu yayınlayabilecek bir
festivallerinden Glastonbury’nin ana grubu açıklanmasıyla
cengaver kanal çıkacak mı?
tartışma yaratmıştı.
HABERLER 3

Çirkin öldü!
Clint Eastwood'un başrolünü Caz Festivali'nde yeni konserler
oynadığı unutulmaz 'Western'
filmi "İyi, Kötü, Çirkin"in İstanbul Kültür
'Çirkin' karakteri Eli Wallach, Sanat Vakfı (İKSV)
98 yaşında hayatını kaybetti. tarafından Garanti
Ünlü aktörün ölüm haberini Bankası’nın 17 yıldır
New York Times'a konuşan süren sponsorluğunda
kızı Katherine B. Wallach düzenlenen İstanbul
doğruladı. Ancak New York doğumlu ABD'li sanatçının Caz Festivali’nin
ölümüne ilişkin başka detay verilmedi. Altmış yılı aşkın 21’incisi, 1-16 Temmuz
sinema hayatı boyunca oynadığı birçok başarılı role rağmen tarihleri arasında
hiç Oscar'a aday gösterilmeyen Wallach, Kasım 2010'da gerçekleştirilecek 21.
'Akademi' tarafından onur ödülüne layık görülmüştü. İstanbul Caz Festivali
heyecanı, eklenen yeni

Kış Uykusu, Oscar adayı olabilir! konserler ve program


değişiklikleriyle her
geçen gün biraz daha
Ülkemize Altın Palmiye’yi getirerek, artıyor. Polonya cazının
bizlere en güzel duyguları yaşatan Kış son on yıldaki en
Uykusu, Oscar’da en güçlü adaylardan parlak isimlerinden,
biri olabilir. Variety.com’un haberine piyanist, besteci ve yapımcı Leszek Mozdzer, uluslararası
göre, Adopt Films, Kış Uykusu’nu caz dünyasının önde gelen müzisyenlerinden İsveçli basçı,
ABD’de vizyona sokmak için dağıtım çellist, besteci ve aranjör Lars Danielsson ve müziğinde
haklarını aldı. Henüz Oscar adaylığına birçok geleneği ustaca harmanlayan İsrailli vurmalı çalgılar
dair resmi bir açıklama olmasa da, ustası Zohar Fresco ile Mozdzer Danielsson Fresco Trio adı
olası bir adaylıkta filmin Oscar şansı altında bir araya geliyor.
oldukça fazla gibi görünüyor. Kuiş
Uykusu, yayınlandığı hafta Nuri Bilge
Ceylan’ın diğer filmlerine nazaran büyük bir çıkış yapmıştı.

Kazım Koyuncu doğum gününde Feyruz, youtube'da göründü


vizyonda 78 yaşındaki Lübnanlı Diva
Feyruz, çok uzun bir aradan
sonra ilk defa kocası
Kazım Koyuncu'nun hayatını anlatan 'Yağmur-Kıyamet
anısına yapılan video
Çiçeği' isimli film, sanatçının
ile youtube'da göründü.
yaşgününde vizyona
Lübnanlı Diva Feyruz,
girecek. Onur Aydın ’ın
uzun süre sonra tekrar
‘Yağmur-Kıyamet Çiçeği’
‘göründü’. Lübnan dışındaki
kitabından aynı isimle
son konserini 26 Haziran
beyazperdeye aktarılan ve
2011’de Amsterdam ’da
amansız hastalığı nedeniyle
veren, 23 Aralık 2011’den
33 yaşındayken aramızdan
beri de sahneye çıkmayan
ayrılan, Kazım Koyuncu’nun
78 yaşındaki şarkıcı 1986
hayatından bir kesiti konu
yılında ölen kocası Assi
alan film , ‘Yağmur-Kıyamet
Rahbani anısına yapılan bir
Çiçeği’ filmi sanatçının
videoyla karşımızda. Daha
43’üncü doğum günü olan
önce Lübnan’daki iç savaşa ithafen Rodrigo’nun Gitar
7 Kasım’da vizyona girecek. Yapımcılığını Gülay Kuriş’in
Konçertosu üzerine yazdığı sözlerle Li Beyrut’u seslendiren
üstlendiği filmin yönetmeni ise Onur Aydın. ‘Yağmur-
ve unutulmaz bir esere imza atan Feyruz, bu kez Assi
Kıyamet Çiçeği’ filminde; Kazım Koyuncu’nun hayatının yanı
Rahbani’nin yazdığı bir şiiri, Schubert’in Ave Maria’sıyla
sıra Çernobil faciası, yabancı kadın ticaretinin doğuşu ve
birleştirdi. Diva’nın daha önce okuduğu bu eser, şarkıcının
Trabzonspor’un 1995-1996 yılında bir golle şampiyonluğu
kızı Remi Rahbani tarafından hazırlanan kliple tekrar
kaçırması da konu ediliyor. Filmde; Engin Hepileri, Altan
hayranlarına sunuldu. Feyruz, son olarak 2012 yılında ‘Eh
Erkekli, Devrim Saltoğlu, Sevtap Özaltun, Erkan Köstengil,
fi amal’ (Evet Umut var) adında, içerisinde Diyarbakır isimli
Sait Genay, Settar Tanrıöğen, Hüseyin Avni Danyal, Elena
bir enstrümantal eserin bulunduğu albüm çıkarmıştı.
Viunova ve Serap Aksoy gibi isimler rol alıyor.
“Hayal gücümüz olmasa biz bu işi yapamazdık”

Yüzyüzeyken Röportaj: Selcan Saraç

Konuşuruz
Fotoğraflar: Elif Bulut

Söyleşisinin girizgâhında grubun ismini avantaja çevirip çeşitli


geyikler içerisinde bulunmayan ilk ve tek insan olduğumdan
şüphelenerek sizleri Kaan Boşnak (vokal), Can Kalyoncu (davul),
Burak Güngörmüş (Bas) ve kendisini çok fazla konuşturamasak
da Engin Sevik’le (gitar) baş başa bırakmak istiyorum. Her ne
kadar –özellikle sosyal medyada– “Kimseler bilmesin, o bizim
Yüzyüzeyken Konuşuruz’umuz” şeklinde dövünen insanlar
var olsa da söyleşinin sonlarına doğru genç müzisyenlerimize
sempati duymaya başlayacağınızın, hatta daha önce kendilerini
hiç işitmediyseniz açıp birkaç şarkı da dinleyeceğinizin
garantisini girizgâhın son cümlesinde açık ve net bir şekilde veriyoruz efendim.

Öncelikle, Yüzyüzeyken Konuşuruz Peki şarkı sözlerini kim yazıyor? Peki şarkı sözleri “günlük tutar”
isminden başlayacağım; sanırım herkes Kaan: Ben yazıyorum. mantığıyla mı yazılıyor, yani bir şeyler
bundan başlıyordur. Sanki altında üzerine mi yazıyorsunuz yoksa hayal gücü
metaforik bir anlam varmış gibi bir izlenim Ben bir edebiyat öğrencisi olarak şarkı karışıyor mu bol bol işin içine?
yaratıyor. sözlerine baktığımda söz sanatları falan Kaan: İkisinin birbirine karışmaması
Kaan: Hiçbir anlamı yok ya. Gerçekten. buluyorum gayet. Sizin eğitiminizle imkânsız aslında böyle bir durumda... Yani
Herkes bu beklentiyle bu soruyu soruyor bağlantılı bir durum mu bu? hayal gücüne çok ihtiyacım oluyor tabii ki.
ama gerçekten yok. Sadece birazcık komik Kaan: Ben de Marmara Üniversitesi’nde Sadece benim değil, Engin’in de, Burak’ın
olsun diye.. Türk Dili Edebiyatı okuyorum ama okuldan da, Can’ın da. Yani bu hayal gücüne olan
kaynaklanan bir durum yok benim ihtiyacımız sadece sözlerle alakalı değil
Hiçbir hikâyesi falan da mı yok? edebiyata olan özel, kendi ilgimle alakalı. müziği üretirken, müziği yaparken de.. Ama
Kaan: Bir hikâyesi var aslında. Arkadaşım tabii gündelik yaşanan şeylerin yazılan
Ozan’la, ilk videolarımızı çeken arkadaşım, Uzun zamandır yazıyorsunuz o zaman. sözlere daha büyük etkisi var. Sanırım biraz
onunla bu projeye bir isim arıyorduk. Herhangi bir yerde yayınlıyor musunuz da insanların bizimle alakalı samimiyet
O zaman msn vardı, msn üzerinden müzik dışında? olarak adlandırdığı şey o gündelik kısmı
konuşuyorduk. Birkaç isim söyledik Kaan: Tabii ben kendi çapımda uğraştım oluyor.
birbirimize, beğenmedik. “Neyse boşver bir dönem edebiyatla; şiir falan yazmaya
yüz yüzeyken konuşuruz” dedik, sonra “Aa çalıştım ama yazamadım. Sonra dedim Burak: Bir şeyi tarif ederken birbirimize,
güzelmiş bak bu olsun” falan dedik, öyle de müzik yapayım bari beste falan yapayım. O bir filmden bir sahneyi anlatır gibi veya bir
kaldı sonra. şekilde.. resim anlatır gibi, doku anlatır gibi sadece
5

müzikal olarak değil, bunun gibi başka Burak: Ya biz canlı çalacağımız gibi hasetlerinden dolayı etrafına sürekli eleştiri
sanatlarla iç içe geçmiş diğer paralel kaydediyoruz albümümüzü. Albümde saçan insanları sevmiyoruz. Yaptıkları,
sanatlarla anlatıyoruz. Veya işte görsel yaptığımız şeyin aynısını sahneye de söyledikleri şeyleri ciddiye almıyoruz. Çünkü
olarak anlatıyoruz. Hayal gücümüz olmasa taşımaya çalışıyoruz ama aynı zamanda ciddiye alınacak insanlar değiller. Böyle bir
biz bu işi yapamazdık. her defasında daha güzel çalmaya da durum var.
çabalıyoruz. Bu güzellik, bu estetik neye
O halde esinlendiğiniz – sadece müzik göre diye sorarsanız; tamamen kendi İsim verseydiniz?
bağlamında değiş tabii – etkilendiğiniz zevkimize göre. Bu 4 insanın ve tabii ki bu 4 Burak: Sen magazinci misin!?
edebi isimler, ressamlar, size ilham insanın hayatında bulunan önem verdikleri
kaynağı olan isimler var mı? insanların da fikirleriyle ortaya çıkan Peki tamam sonraki soru o zaman..
Kaan: Yüzyüzeyken Konuşuruz’u yapmaya ortak bir beğeni oluşuyor, onu yapıyoruz. Alakasız olacak biraz ama, “Asla yapmam
başladığım zaman, yani bu grubun İçimizden geldiği şekilde, dürüstçe müzik ve asla dinlemem” dediğiniz müzik türleri
şarkılarını üretmeye başladığım zaman Türk mevcut mu?
edebiyatının ve belki Türk sinemasının beni yapıyoruz yani..
Burak: Ya içimi kıyan şeyler var gerçekten
en çok etkileyen isimlerinden Onur Ünlü, ya. Power Türk’te dinlenilen her şey
Murat Menteş hayatımın o döneminde beni Beğeninizi etkileyen isimler var mı, örnek
aldığınız? mesela! Endüstrinin insanın üstüne kusar
çok önemli bir yerimden yakalamıştır bu gibi günde 8 – 10 defa aynı şarkıları bize
isimler. Afili Filintalar tayfası aynı zamanda.. Burak: Olmaz mı? İnsanız biz! Sayayım; Syd
Çok fazla o tarafa mesaj gönderen şarkı Barret, Bob Dylan, ondan sonra BB King, dinletmesinden BIKTIM. Bir de maruz
yaptım ben. Benim ilham aldığım şeyler Otis Rush! kalıyoruz biz bunlara, bir yere yemek
bunlar ama o dönemden sonra çok fazla yemeye gidiyoruz orada da çalıyor.
ilham kaynağı bulamadım kendime..
Pop mu, yani?
O dönem dediğiniz hangi seneye Kaan: Evet. Ben de aynı fikirdeyim.
tekabül ediyor? Can: Aynı benim de sanırım.
Kaan: 3 sene önce. 2011 yılının Mayıs Onun dışında benim “dinlemem”
ayından itibaren işte. diyebileceğim bir şey yok yani ben her
şeyi dinlerim.
Grubun kuruluşu da o zamandı değil Engin: Bu yani, hani buna çok yarı
mi? Bir de bu konuda kısa bir bilgi bir yorum getirmeye gerek yok, “şunu
verebilirseniz.. da sevmiyorum” demeye gerek bile
Kaan: Bunu gruba en son dahil olan yok çünkü her şey açık yani neden
Can anlatsın! hoşlanılıp neden hoşlanılmayacağı.
Can: Grubu ben 2011’de kurdum! Ortalama bir IQ’ya göre gayet açık!
Sonra onlar çalmaya başladılar ben Kaan: Power Türk’te Kral’da bu
de sonradan.. Ben bilmiyorum! En son yıl dönen şarkıların tümü geçen
ben girdim. Sondan başlayacaksak senekilerle aynı değil mi? İşte bundan
eğer en son ben girdim ve 2 aydır bu bahsediyorum.
gruptayım. Burak: Çünkü belirli prodüksiyon
Kaan: Tamam ben anlatıyorum. 2011 şirketleri var, onların televizyon
yılında bir grubum vardı. O grubumdan şirketleriyle anlaşmaları var ve kendi
ayrılıp evde tek başıma bir şeyler yapmaya Yenilerden yok mu?
Burak: Yenilerden bende yok! Ben 38 sanatçıları sürekli döner yani. İnsanların
başladım. Bir grup fikri çok yabancıydı, ağzına pelesenk olsun ondan sonra. Uzun
çok yorulmuştum. Onun için tek başıma yaşındayım o yüzden bende yenilerden yok.
Şaka yapıyorum, olmaz mı? Mesela Allah hikâyeler bunlar, başka bir röportaj konusu
bir şeyler yapmaya karar vermiştim. olabilir bundan.
Ondan sonra bir şeyler yaptım, bu şeyleri Las, Kaan bana dinletti. Bir sürü müzik
görüntülü olarak kaydettik insanlar beğendi, dinletiyoruz birbirimize.
Kaan: Yeni gruplardan benim sevdiğim Sizin kendinize yakın gördüğünüz isimler
paylaşmaya başladı. Ondan sonra tek var mı bari bunca şeyin arasında?
başıma çalmaktan da sıkıldım ben; birkaç isimler Allah Las, sonra Tame Impala var.
Black Angels, sonra Mac Demarco diye bir Kaan: Tabii ki! Erkin Koray mesela… Sonra
arkadaşımla beraber çalmaya başladım. Bir Fikret Kızılok, Cenk Taner.
yıl farklı bir grupla, ikinci yıl farklı bir grupla, eleman var Amerikalı.
Burak: Monsters of Folk. Burak: Barış Manço tabii ki.
üçüncü yılda da artık şu an gördüğünüz bu Kaan: Müslüm Gürses.
kadroyla artık grubun son halini oluşturmuş Can: Ben Elvin Jones’u örnek alıyorum.
olduk. Memnun olduğumuz halimiz bu! Burak: Orhan Gencebay. MFÖ tabii ki…
Kaan: Adamlar grubu. Eski Halimden Konan
Peki.. Bize anlatabileceğiniz,
Peki son halimiz dediğiniz şey yapmak Anlar. Tolga benim kendi jenerasyonumda
dinleyicilerinizden aldığınız olumlu
istediğiniz şey mi gerçekten, kendinizi beğendiğim en değerli bestecidir.
ya da olumsuz belirli tepkiler var mı?
ifade edebilmek adına? Herhalde devamlı olumlu eleştiriler
Kaan: Evet. Bunu gerçekten şu an Teşekkür ederiz paylaştığınız için. Son
almıyorsunuzdur? olarak dinleyicilerinize dergi üzerinden
kendimden emin olarak söyleyebiliyorum. Burak: Valla genelde olumlu eleştiriler
Belki bir buçuk sene önce söyleyemezdim.. küçük mesajlarınızı alabilirsek?
alıyoruz ya.. Bazı olumsuz eleştiriler de Kaan: Önyargılı olmasınlar.
oluyor, onları da saygıyla karşılıyoruz. Burak: İnsanların yönlendirmeleri ile ya da
Ne yaptığınıza inanıyorsunuz tam olarak? Kaan: İnsanlar bu uzun isimli müzik
Yani sahne performansınızdan, kendinize yapılan eleştirilere göre değil de gerçekten
gruplarına önyargılı yaklaşıyorlar. Bunun bir “ben ne seviyorum, neden bunu seviyorum”
has olduğunu düşündüğünüz şeylerden jenerasyon, bir akım olduğunun farkında
bahsedebilirsiniz.. diye düşünerek kimseden etkilenmeden
Kaan: Ben eğer büyük bir megalomanlık değiller o yüzden biraz faşistlik yapıyorlar dinlesinler dinledikleri müzikleri..
olarak algılanmayacaksa, yazdığım sözlerin bazı müzik insanları. İsim vermiyorum. Bu Can: Selam gönderiyorum ben okuyuculara.
farklı olduğunu düşünüyorum. Bir tarzım tarz şeyler hoşumuza gitmiyor mesela.. Engin: Buradaki konserler güzel
olduğunu düşünüyorum açıkçası.. Ama Kendilerini görmeden, aynaya bakıp geçiyor bizim için, burayı seviyoruz.
sadece bu konuda kendimle alakalı bir şey kendileri hakkında belirli bir fikre sahip Bunu söyleyebilirim, burada çalmaktan
söyleyebilirim. olmadan etraflarındaki insanlara saldıran ve memnunuz her seferinde.
6

Vedalaşmayı En İyi Sen


Öğrettin Bana
Cezmi Ersöz

Bu mektubu sana yazıyorum bunları düşünmeyi, haydi yat, kurtaracaktı… İnanmasaydın bundan daha büyük yalnızlık ve
baba… Sen öleli kaç yıl oldu demiş. Gerçekten ölüyorum, ona öylesine derin bir çığlıkla daha büyük acı olamazdı…
saymak bile istemiyorum. demişsin yine… Annem hemen seslenmezdin… Bu duygu, bu Oysa sen varsın ve benim
Çünkü artık benim için yılların yattığı yerden doğrulmuş. Sen varlık senin içinde çok gizli için hep olacaksın… Ve ben
hiç anlamı yok. Başlayışlar ve yine pencereden sızan ışığa bir yerlerde saklıydı. Ve sen ne zaman istersem seninle
bitişler… Vedalar ve kavuşmalar bakıyormuşsun ve birden derin onu kimseyle paylaşmıyordun. konuşup dertleşeceğim. Tıpkı
öylesine karıştı ki birbirine… bir çığlıkla, Allah’ım sana Hatırlıyorum da seninle ne şimdi olduğu gibi… Çünkü seni
Sen ölürsen yaşayamam geliyorum, Allah’ım kollarına din üzerine, ne de kutsal olan düşündüğüm anlarda içime
sanıyordum. Mahvolurum, al beni, demiş ve orada, o an şeyler üzerine konuşmuştuk. dolan kaderin ışığında yeniden
dağılırım sanıyordum. Eksile son nefesini vermişsin… Bu Bütün sevdiklerini tek tek aydınlanacak yaşadığımız onca
eksile de olsa yaşamaya devam son sözlerini annem bana yıllar sen gömmüştün, ama yine de şey… Onca anı… Onca ayrılık
ediyorum işte… Sevdiğim sonra anlattı. “Allah’ım sana ölüm üzerine konuşmayı pek ve onca kavuşma yeniden
her insanın ölümüyle hayatın geliyorum… Yanına al beni…’’ sevmezdin… Ölen sevdiklerinin aydınlanacak…
derinliklerine doğru biraz daha Bu son sözlerin hem derin bir anılarını, yüzlerini, seslerini Eve geldiğimde seni çoktan
çekiliyorum… Sesleri, yüzleri, keder, hem de garip bir teselli gözlerinin hüznünde saklamayı hastaneye kaldırmışlardı.
arkalarında bıraktıkları binlerce verdi bana… Derin bir keder güzel bilirdin… O son sözlerin Kapıda beni teselli etmek için
anıyı yüklenerek yürüyorum o verdi; çünkü özellikle ömrümün bana, görünen dünyanın bekleyenleri iterek koştum
derinliklere doğru… Her ölümle o son yıllarında kendini o denli arkasında bambaşka, ayrı bir odana. Ama yatağın boştu.
birlikte daha bir kutsallaşıyor yalnız ve kimsesiz hissetmende dünya olduğunu göstermişti… İşte en çok ona ağladım. O
hayatım. Her kutsallaşan hayat kendi payımı düşündüm en Sen göründüğünden ibaret boş olan yatağına… Yatağının
gibi giderek benim de hayatım çok… Yaşarken sevdiklerimize değildin, dünya, hayat boşluğuna çok ağladım,
yalnızlaşıyor… Her kutsallaşan karşı ne denli özensiz ve göründüğünden ibaret değildi… çünkü orada bir yokluktan
hayat gibi benim de önümde dikkatsiz davrandığımızı Her şeyin arkasında başka bir çok, o an sana ve özlemlerime
sonsuz yollar açılıyor… hatırladım birden… şey saklıydı. İşte bu bana garip dair taşıyamayacağım kadar
Son nefesini verirken ben eve Allah’a böylesi derin bir çığlıkla bir teselli verdi. Çünkü her şey, fazla anı, sesler, yüzler,
yoktum. Sabaha karşıymış. seslenmen bu giderek büyüyen bu hayat ve insanlar sadece yaşanmışlıklar vardı. İçimi
Yatakta doğrulmuşsun. Annem yalnızlıktan ve içini acıtan göründüklerinden ibaret olsaydı, acıtan yokluğun değil, bana
banyoya gideceğini sanmış. kimsesizlikten artık kurtulmak çok sıkıcı, dahası çok acımasız emanet bıraktığın hüznün,
Ama sen yatağın kenarında istediğini gösteriyordu… Bu olurdu şu yaşamak dedikleri… yalnızlığın, sevinçlerin, yarım
durup pencereden sızan gün son sözlerin garip bir teselli Her şey göründüğünden ibaret kalmış özlemlerindi… Evet,
ışığına doğru bakıyormuşsun. verdi bana, çünkü gideceğin olsaydı hayat çok anlamsız içimi acıtan yapmak isteyip de
Annem, neyin var, niye kalktın? yeri biliyordun sanki. Seni o olurdu… bir türlü yapamadıklarındı…
Diye sormuş. derin yalnızlığından ve o artık Her şey göründüğünden Özlediklerine birtürlü
Ölüyorum ben, demişsin… içini acıtan kimsesizliğinden ibaret olsaydı senin artık hiç kavuşamayışındı… Eksik
Annem irkilmiş, neler kurtaracak biri vardı. Ve o seni olmadığını ve hiç olmayacağını kalmış ömründü… Ve işte sen
söylüyorsun sen, bırak bütün acılarından ebediyen düşünürdüm. Ve benim için ömrünün eksik kalan yerinden
7

konuşuyordun benimle. Bana insanlarla, amelelerle, inşaat diye… Bir yanım hep öyle şahısın, dedi… Tartışılacak
oradan sesleniyordun… Ve öbür işçileriyle birlikte gizlice film biliyor musun? Bir yanım hep biri değildi. Beni bir iş hanının
sevdiklerine… izlemeye gidiyordum. Ama rüyada. Bu yüzden bir yerlere en üst katına çıkardı. Kata
Vasiyetindi… Senden kalan her defasında, filmin sonuna geldikçe, bir şeyleri kazandıkça girdiğimizde çok garip bir koku
birçok eşyayı yoksullara dağıttı yani en heyecanlı yerine doğru çok seviniyor, yenilgiye geldi burnuma. Kan kokusuydu
annem. O sıralar zor durumda kahveci televizyonu kapatıp uğrayınca, kaybedince de çok bu. Kan kokusuna tentürdiyot
olan bir şair büyüğümüz vardı. çay paralarını toplamaya üzülüyorum… ve alkol kokusu da karışıyordu.
Annem çok sevdiğin bir takım başlıyordu. Çünkü film biter Hem bilirsin, bu ülkede Etrafta resmi giyimli polisler
elbiseni dolaptan çıkarıp, bitmez kimileri çay paralarını sevinçlerle acılar, yenilgilerle dolaşıyordu. Neresi burası, diye
ihtiyacı olan biri varsa, al vermeden kaçıyorlardı. kaybedişler öylesine içiçedir sormama gerek kalmamıştı. O
bunları o insana ver, deyince Televizyonu açması için ne ki, bu rüya fikri bana hep iyi şehrin emniyet müdürlüğüydü.
hemen aklıma o şair geldi. kadar yalvarsak boştu; kahveci, gelmiştir bu yüzden… Boş ve Polis beni kapısında “Siyasi
Takım elbiseni temizlikçiye olmaz, paraları topladıktan karşılığı olmayan heyecanlara şube’’ yazan bir odaya getirdi.
verdikten sonra, o şaire götürüp sonra açarım, diyordu. kapılıp dağılarak parçalanmamı Odada sivil giyimli, esmer ve
hediye ettim. Çok sevindi. Birkaç Televizyonu açtığındaysa önlemiştir… asık suratlı biri oturuyordu.
gün sonra annemin rüyasına film çoktan bitmiş, reklamlar Hatırlarsın, ağabeyim askere O adama, amirim, şüpheli
girmiş, o ceketinle pantolonunu başlamış oluyordu. Ve ben o Doğu’da bir şehre sürgün olarak bir şahıs getirdim size, dedi.
çok değerli birisine verdiğimiz kahvede seyrettiğim filmlerin gönderilmişti. Ondan haber Masada oturan adam içeri
için teşekkür etmişsin. Annem sonun ne olacağını karanlık alamıyor ve bu yüzden çok girdi ve kalın ciltli, çok büyük
o kişinin kim olduğunu bana sokaklardan eve geri dönerken üzülüyordun. Bunu bildiğim için bir defteri getirip masanın
sorunca çok şaşırmış, adeta düşünürdüm hep. İşte o eve ve hem de onu çok özlediğim üzerine koydu. Ardından da o
donup kalmıştım. Ne sen geri dönerken düşündüklerim için otobüse binip yanına defterde benim ismimi aramaya
tanırdın çünkü o şairi, ne de yıllar sonra kağıtlara döküldü. gittim. Gerçekten durumu çok başladı. O ismimi ararken,
annem. Ama anneme rüyasında Evimizde televizyon olsaydı kötüydü. Yaşının fazla olması ve beni getiren sivil polis, çantanı
söylediğin gibi gerçekten çok ve ben seyrettiğim her filmin oraya sürgün gitmesi nedeniyle aç, içindekileri dışarı çıkar,
değerli birisiydi o… Anneme diye emretti… Birkaç parça iç
gelince, onun hayatı boyunca çamaşırımı, gömleğimi ve yolda
hiç yalan söylemediğini ve bu okuduğum iki kitabı çıkarıp
çağa uymayan bir dürüstlük önüne koydum. Hemen kitapları
anlayışı olduğunu sen benden incelemeye başladı ve birinin
daha iyi bilirsin… O şair ise şu içinde gördüğü sözcüğü hemen
an bir huzur evinde yapayalnız amirine gösterdi. Amirim,
yaşıyor… bakın burada ne yazıyor? Dedi.
Bana gelince… Yazarlığımın Gösterdiği sözcük “faşizm’’di.
ilk yıllarını gördün sen baba. Ve o an eli hemen kemerinin
Asla inkar etmem, beni çok üzerindeki tabancasına gitti.
destekledin. Cesaret verdin. Yaktım oğlum senin çıranı,
O zamanlar beni yazar olarak dedi, ben demedim mi sen
hemen hiç kimse tanımazdı. şüpheli şahıssın diye? Ve
Ama yazılarımı severek sonra birkaç kez daha elini
okuduğunu biliyordum. Hatta tabancasına götürdü… Bilirsin
sürekli gittiğin kahvedeki emekli aslında ürkek, zayıf birisiyimdir.
öğretmenlere, emekli subaylara, Ama acımasızlığın ve zulmün
bakın, benim oğlum yazdı, eline düşünce birdenbire, beni
diyerek, onlara benim yazılarımı sonunu hiçbir engel olmadan subaylar tarafından durmadan bile şaşırtan bir cesaret, garip,
gurur duyarak okuyormuşsun, seyretseydim, belki de bu aşağılanıyordu. Hiç alışık değildi hatta akıldışı bir öfke belirir
duyuyordum… denli tutkuyla sarılmazdım böyle şeylere. Yoldan geçen içimde…
Baba, biliyor musun belki kağıtlarla kalemlere… Bu denli bir subay gördüğünde birden Bak, dedim o polise, ikide
de farkında olmadan benim tutkuyla sarılmazdım görünen kaskatı kesiliyor, hiç hareket bir elini silahına götürme, ne
yazarlığıma çok büyük hayatların arkasındaki hayatları etmeden öylece korkuyla sanıyorsun kendini, haddini
katkıların oldu senin. Yok, bana yazmaya… İnsanların herkesten duruyor ve subayın geçip bil? Adam benden bu tepkiyi
aldığın klasik romanlardan sakladıkları o gizli yanlarını, gitmesini bekliyordu… hiç beklemiyordu, önce şaşırdı,
bahsetmiyorum. Kitap herkesten kaçırdıkları saklı Onu birliğine bırakıp şehrin ama hemen kendisini toparladı.
okumanın ne denli hayati öykülerini yazmaya bu denli merkezinde bir kahveye Ve suratıma acısı günlerce
olduğunu sıkça vurgulaman tutkuyla bağlanmazdım… oturmuş, sana bütün bu geçmeyecek olan bir yumruk
değil söz etmek istediğim. İşte bu tutkunun peşinden gördüklerimi nasıl anlatacağımı attı. Sendeledim, ama yere
Hatırlar mısın, derslerimi gidince sonunda bir gün tanınan düşünüyordum. Yanıma düşmemek için çok çaba
ihmal etmemem için eve o bir yazar oldum baba… Yollarda sivil giyimli bir adam geldi harcadım. Dudağım kanarken
çok istediğim televizyonu görenler yanlarında taşıdıkları ve benden kimliğimi istedi. o polise şunu söylediğimi
almamakta ısrarlıydın. Oysa ben kitaplarımı uzatıp imza istiyorlar Şaşırmıştım. Kim olduğunu hatırlıyorum: Bir gün bu
televizyonda film izlemeyi çok benden. Rüyamda görsem sorduğumda, polisim ben, yumruğun hesabını sana
seviyordum. Başka hayatlar, inanmazdım bu duruma. Hala dedi. Çaresiz çıkartıp kimliğimi soracağım… Ortalık karışmıştı
başka insanların öyküleri beni şaşırıyorum. Her şeyi bir düş uzattım. Baktı kimliğime, belli o an. Polis bana tekme tokat
derslerden daha çok çekiyordu. sanıyorum… Kim bilir belki de ki çoktan kafasına koymuştu girişmeye başlamıştı, yan
Kendimi film izlemekten bütün bunlar rüyadır… Aslolan beni götürmeye ve yürü gel odalardan gelen polisler araya
birtürlü alıkoyamıyordum. Bu başka bir yerdedir… Hem sana benimle, dedi. Neden, dedim. girmeseydi işim bitikti. Polisin
yüzden evimize hayli uzak arada bir söylemez miydin, Küçümseyen bir ifadeyle tekme ve yumruklarına karşı
bir kahvede evsiz barksız hayat aslında bir rüyadır, yüzüme baktı, sen şüpheli kendimi savunmaya çalışırken,
8

kime, neyime güvenip de Böyle anları çok iyi bilirim. orada, yıllardır acımasızca için hüzünlenirdik, ama aslına
polise bunları söylediğimi Olmak ve olmamak anlarıdır… ezdikleri, kıydıkları, yok bakarsan bizim de onlardan
düşünüyordum. Kendime mi? Böyle anlarda söylenen her saydıkları, dahası eziyet vererek çok büyük bir farkımız yoktu.
Ne yapabilirdim ki kan kokan söz, yapılan her davranış o öldürdükleri insanların gözlerini Zulmedenler, egemenler, uygun
bu emniyette?... Sana mı? Sen kişinin ömrünün geri kalan görmelerini istedim hep… bir an bulsalar bizi de kolayca
benim için ne yapabilirdin ki? günlerini tamamen değiştirir: Dünyayı istemedim ben baba… yok ederlerdi ve ardımızda
Biliyor musun, yine de sana Onu almanız için beni ezip Bir kahraman olmayı zaman hakkımızı arayacak kimseyi
güveniyordum baba. Bir şey geçmeniz gerekir… O an zaman düşünsem de hemen bulamazdık.
yapamayacağını biliyor olsam müthiş bir sessizlik olmuş. vazgeçtim… Çünkü kendimi Belki de bunu bildiğimden,
de… Belki de sana duyduğum Polis şefi belediye başkanının hiçbir zaman o kadar güçlü sadece yapabileceklerim
o tuhaf güven bana o sözleri ne dediğini iyi anlamış ve hissetmedim. Korkularımı, için konuşabildim. Dünyayı
söyletmişti. O defterde adım etrafındaki polisleri alıp gitmiş… zayıflıklarımı iyi biliyordum. istemedim mi, istedim.
çıkmamıştı, dudağım kanayarak Evet baba, meğer on beş sene Korkularımı, zayıflıklarımı Kahraman olmayı istediğim
ve derinden aşağılanmış bir önce, kan kokan bir emniyet bildiğim kadar, yola çıktığım anlar olmadı mı, oldu. Ama
şekilde çıkmıştım o kan kokan müdürlüğünde bana nefretle insanların ikiyüzlülüklerini, bu istekten daha büyük bir
emniyetten… bakıp yumruk atan polise, bir kaypaklıklarını da çok iyi acı vardı yüreğimde hep, iyi ve
Aradan neredeyse on beş gün bu yumruğun hesabını biliyordum… Onlara sonuna soylu bir acıydı bu… Çünkü bu
yıl geçmişti. Ve sen artık sizden soracağım, sözünü dek inanmamın benim sonum
hayatta yoktun. Benimse acı sayesinde kim olduğumu
boşuna söylememişim… Meğer olacağını da iyi biliyordum.
yazdıklarım ülkenin her yanında bu sözümün sonunu sabırla ve neye gücüm yeteceğini
Çünkü daha yazacak onca
ilgiyle okunuyordu. Bir gün, beklemişim. Meğer kendime yazım, gidilecek onca yerim her defasında yeniden
emniyetinde dayak yediğim ve sürdüğüm hayata o denli vardı. Kendimi sadece basit öğreniyordum. Ve bu yüzden
o şehrin belediyesi beni güvenmişim… bir hayatta kalma dürtüsüyle başarımın doruğunda bile
söyleyişi ve imza günü yapmam Ama bu dinmeyen sabrım, değil, sonuna dek inandığım içimden eksilmedi o hüzün.
için kentlerine çağırmıştı… kendime ve verdiğim duygularım, daha yapacaklarım, Ve ne zaman gücümden,
Bu çağrıyı duyar duymaz imkanlarımdan, cesaretimden
emniyetteki o kan kokusunu o büyük laflar etsem o hüzün çıktı
günkü kadar keskin duymuştum karşıma ve tanı artık kendini,
yine. Tekliflerini kabul ettim. diye incelikle uyarırdı beni…
Ve o şehirde yüzlerce insanın Hüznümün bu inceliği sayesinde
katıldığı söyleşide, oranın sahip olamayacağım bir şey
emniyet müdürlüğüne şüpheli için çaba harcamaktan, boşuna
şahıs olarak götürülüşümü, içeri ve anlamsızca inat etmekten
girdiğimde duyduğum o kan hemen o anda vazgeçtim hep…
kokusunu ve yediğim yumrukları Baba, her ne kadar çok acı
anlattım onlara… O an beni da olsa vedalaşmayı bilmenin
dinleyenlerin yüzleri garip bir ne denli erdemli bir tutum
kederle aydınlandı. Onlara olduğunu seni yitirdikten sonra
neredeyse hergün karşılaştıkları anladım. Vedalaşmayı bilmek
bir acıyı hatırlatmıştım. Başları böyle bir şeydir işte… Yitirmeye
hüzünle öne eğilmişti çoğunun. başladığın anda yeniden
Kendilerine kuşaklar boyu kazanırsın o yitirdiğini… Nasıl ki
devredilerek gelen zulüm ben kendimi her kaybedişimde
ve aşağılanmaları, küfür ve sözlere duyduğum güven enerjim, başkalarıyla yeniden buluyorsam, seni de
yumrukları yeniden içlerinde birilerinden öç almak için paylaşacağım umutlarım kaybettikten sonra yeniden,
hissetmeye başlamışlardı… değildi. Bana çektirdikleri için korudum daha çok… Ve yeniden buluyorum… Hem de
Çünkü yıllardır onlar için acılar ve içimde yarattıkları biliyor musun bu korkularım yaşarken olduğundan daha
emniyet, dayak ve işkence sızılar yüzünden kimseden ve zayıflıklarım korudu beni anlamlı ve derin…
anlamına gelmişti. Güvenlik öç almayı düşünmedim ben. yok olmaktan… Ve bu hayatın
Sen bu dünyadan giderken
yıllardır onlar için kaybolmak Bana yapılanların acısını yalanlarına ve yozluklarına karşı
geniş ve uçsuz bucaksız bir yol
ya da eziyet çekerek ölmek birilerinden çıkartmayı hiç kendimi savunmamı onlar bana
düşünmedim. Öç almayı öğretti… açtın ömrüme… Sen ölürken
anlamına gelmişti… Olağanüstü
hal bölgesiydi orası ve yaptığım kendime hiç yakıştıramadım. Biliyorsun, biz ne kadar gururlu kendimi tanımak gibi sonsuz bir
bu konuşma birilerini tedirgin Birilerinden öç almaktan olsak da, onca zayıflığımıza hayat hediye ettin bana… Belki
etmiş olacak ki konuşmamın çok anların beni anlamasını rağmen acımasızlığın eline de en çok bunun için seviyorum
olduğu kültür merkezini terörle bekledim hep. Beni ve içimde düştüğümüz anlarda garip ve seni… Bana kavuşmaları
mücadele ekipleri basmıştı… kimleri sakladıklarımı… Çünkü düşsel bir cesaretle bizi yok öğrettiğin kadar, vedalaşmaların
Bir polis şefi salonun kapısında zulüm görenlerle, sürekli etmek isteyenlere başkaldırsak da ne denli anlamlı olduğunu
bekleyen belediye başkanına, aşağılanan, incitilen, küçük ve onlara bir gün bütün öğrettin…
beni gözaltına alacaklarını düşürülen insanların hayatıyla bunların hesap soracağımızı Biliyorum, ama bir kez daha
söylemiş. Belediye başkanı, kendi hayatımı öylesine söylesek de, bizim kendimizden senden duymak istiyorum.
gözlerini hiç kaçırmadan polis bütünleştirmiştimHarun
ki… BeniTekin başka kimsemiz yoktu Mutlusun değil mi orada?
şefinin gözlerine bakarak, onlar gibi incitip ezmek, benim aslında… Korunaklı, arkası Acıların dindi değil mi? İstediğin
onu almanız için beni ezip sesimi kısmak isteyenlerle her sağlam, güçlü çevreleri olan yerdesin değil mi baba? Ne
geçmeniz gerekir, demiş… karşılaştığımda, onlara her insanlar değildik… Yoksulları, olur bir kez daha senden
O yazar bizim konuğumuz, direnişimde ve beni yok etmeyi lanetlenmişleri, acı çekenleri, duymak istiyorum bunu… Orada
konuğumuzu kimse bizden başaramadıklarında, işte o nedenli ya da nedensiz yere mutlusun ve acıların son buldu
alamaz… anda, benim gözlerime bakıp, isyan edenleri korur ve onlar değil mi?
9

Ağlak rock meselesinde kimse müziğin hüzün içermesine,


yanık seslere, ya da bunun rock olup olmadığına filan
takılmıyor. Gözümüze sokulan gözyaşlarının hakiki
olup olmadığına takılıyor. Çocuğun canı yandığı için mi,
istediğini almak için mi ağladığını anlamıyoruz tam.

Harun Tekin
Hepimiz ağlarız. Hiç Ağlak kelimesi son günlerde deneyimli bir toplumsal gruplar istediğini almak ya da
değilse doğarken. Gözyaşı müzik eleştirmeni ile genç ve ticari olarak elindekini korumak için sürekli yalandan
ve ağlamak üzerine başarılı bir müzik grubu arasında yaşanan ağlamaz. Bunu sağcılar yapar: hep
milyonlarca şey yazılmış, bir tartışma dolayısıyla sık duyulur oldu. mağdurdurlar, hep ağlarlar, ve çok nadiren
bunları içeren sayısız sanat Bu vesileyle söylenenlerin önemli bölümü sahiden ağlarlar. Hatırlarsanız, fonksiyonel
eseri üretilmiş, insanlar maalesef ya konunun özünü ıskalayan, ya ağlamanın şahını geçen yaz görmüştük
ağlamaya da gülmeye de gereksiz sözel şiddet içeren ya da düpedüz canlı yayında.)
devam etmiş ve bunların yanlış şeylerdi. Aksı doğarken kayan bu  
hiçbirinde mesele yok. tartışmada doğru olansa, “ağlak rock” ya da Konumuza dönersek, ağlak rock
  meselesinde kimse müziğin hüzün
Hele çocuklar ağladığında akan sular “ağlak şarkıcı” tamlamalarında kullanılan
ağlak kelimesi. Yukarıda bahsettiğim içermesine, yanık seslere, ya da bunun
durur. Anne babanın nefesi kesilir, çocuğun rock olup olmadığına filan takılmıyor.
ne sıkıntısı olduğunu anlamak ve onu sebeplerle, cuk oturuyor.
  Gözümüze sokulan gözyaşlarının hakiki
rahatlatmak için seferber olunur. Bir
arkadaşımız ya da bir yakınımız ağladığında Fakat bu tartışmada da, inanılmaz biçimde, olup olmadığına takılıyor. Çocuğun canı
da ona kızmayız, ya da onu eleştirmeyiz. bir üslup eleştirisini oryantalizmle ve yandığı için mi, istediğini almak için mi
Onun derdini paylaşmaya çalışırız, elitizmle eş tutan yaklaşımlara rastlandı ağladığını anlamıyoruz tam. Ağlamak değerli
gözyaşlarını dindirmek isteriz, ya da belki ki, hazindir. Hazin, çünkü siyasi iktidarın, olduğu için, her bir gözyaşı damlası mühim
beraber ağlarız. Burada da problem yok. sağ muhafazakâr siyasetin dilidir bu. Ve olduğu için, hüzün iyi sanata da, pespaye
  “milli irade ağlak olmamızı ve bize ağlak duygu sömürüsüne de vesile olabildiği için
Bazı çocuklarsa, anne babanın hataları denmemesini istiyor pis geziciler” demeye konuşuyoruz bunları. Ve verilen tepkiler,
sebebiyle, istedikleri şeyi elde etmek için, kadar gider. durulan poziyonlar “halkın” yanından
ya da istedikleri şeyi elde edemeyince   “elitlere” parmak sallamak şeklinde
ağlarlar. Takdir edersiniz ki bu ağlama canı (Bir an için düşünelim: Kimin hem de katıla kurulunca da en hafif tabirle komik oluyor.
yanan, acıkan ya da sevgiye hasret kalmış katıla sürekli ağlamaya hakkı vardır bu  
bir çocuğun ağlaması gibi değildir. Sinir memlekette? Herkesten önce Kürtlerin, Kendi dinlemek istediğin müziği yapıyor
bozucudur, çirkindir, hakiki değildir. Ve Alevilerin ve devrimcilerin. Peki onlar böyle musun? Mesele bu. Yoksa ağlamak
sürekli pekiştirildiği için çocukcağız ağlar güzeldir.
durur. Çocuğun suçu yoktur, ama artık o mi yapar? Hayır. Ağlarsa hakikaten ağlar,
ağlak bir çocuktur. gülerse hakikaten güler, ama saydığım
[ BirGün ]
10

Pencereler...
Pencerelere bakmak ayıptı. Yabancılara
gözünü dikip bakmak gibiydi insanların
pencerelerine bakmak... Pencereler
namustu. Onlar açık vermezdi. Onlara
bu yüzden perdeler ve tüller takılırdı.
Tüller gündüzleri içeriyi göstermez, ama
geceleri gösterirdi. Bu yüzden geceleri
tüllerin arkasında gizlenmiş siyah vampir
pelerinlerine benzeyen perdeler çekilirdi
pencerelere.

Sinan İpek

“Bir gün ya- mun temel direği olan amca-


kalanırsam” lardan biri... Ve ben ne kadar
diye korkarak savunmasız ve çıplaktım pen-
baktım pence- ceremin ardında, dünyadan
reme... Kendi saklandığımı sanıyordum ve
sokağımda üstelik o dünyaya ne kadar
öylece duruyor- çok küfür ediyordum... İşte
dum, marketten bunları düşününce korktum,
dönmüştüm, kendi kendime kızdım son-
kafamda bir bir türlü düşünce... ra: “Yeni korkular mı icad
Sonra nereden aklıma estiyse, ediyorsun yine!” İşte böyle
öylece durdum sokağın ba- azarladım kendimi ama na-
şında ve odamın penceresine file, bir kez yerleşmişti korku
baktım... Perdem örtük değildi, artık içime ve kolay kolay da
3200 kelvin sıcaklıkta sapsarı çıkmazdı. Pencerelerin ardın-
parıldayan aydınlıkta ihbar da bile hiç bir zaman yalnız bir aile görüyordum ve onların Evet.
ediyordu ampüller beni... On- değildim ve içerde insanlara ve beni görmediğini bildiğim halde
ların beni ele verebileceklerini topluma ettiğim küfürleri kimse yoldaşlık hissi arıyordum gölge Ve pencerelere bakmak ayıptı.
bilmiyordum. Düşündüm. Tıpkı duymuyor sanıyordum. Yanıl- şeklindeki silüetinde... Yabancılara gözünü dikip bak-
benim şimdi burada durduğum mıştım.
Ama kendim gibi birini bulamı- mak gibiydi insanların pence-
gibi bir başkası tam bu noktada
durabilir ve pencereme baka- Ve sonraki günlerde gözlerim yordum. Onlar hayatlarını yaşa- relerine bakmak... Pencereler
bilirdi. Nasıl emin olabilirdim hep pencerelerdeydi. Kendi yan kimselerdi. Komedi skeç- namustu. Onlar açık vermezdi.
ki falso vermediğimden... Ola- suçluluğumu başkalarında arı- lerinde görseniz tanıyacağınız Onlara bu yüzden perdeler ve
mazdım... Odamın tavanında yordum. “Onlar da benim gibi tipler... Klişeler... Hiç biri benim tüller takılırdı. Tüller gündüzleri
biriken sigara dumanı, ruhumun suçlu mu? Onlar da benim gibi gibi depresif ve suçlu değildi... içeriyi göstermez, ama geceleri
kirliliğini, sıkıntılarımı, karanlık toplum düşmanı mı?” diye... Benim gibi bir tipi hiç bir dizide gösterirdi. Bu yüzden geceleri
düşüncelerimi, o toplum düşma- Gece yarılarında dışarı çıkıp göremezdiniz. tüllerin arkasında gizlenmiş
nı hallerimi aralık pencereden dolaşıyordum, bir mahalleden siyah vampir pelerinlerine ben-
dışarıya üflemekteydi. Odamda ötekine gidiyordum, 3200 kelvin Ama yine de pencerelerden zeyen perdeler çekilirdi pence-
attığım voltalar, zincirleme yak- sıcaklığında parıldayan akkor içeri merakla bakmaya devam relere.
tığım sigaraların dumanı, hiç bir tellerin sarı ışıklarını arıyordum ettim.
zaman kontrol etmediğim per- ve bulunca da durup, kamburu- Yeni evlenecek genç kızlar an-
delerim—kimbilir kaç kez açık ya mu çıkarıyor; ince, biçimsiz boy- İşte böylece pencereleri öğren- neleriyle perde bakmaya çıkar-
da aralık bırakmıştım onları... Ve numu hafifçe bükerek, yoldaşı- dim. Onlar hakkında ne çok şey lardı. İşten yorgun dönen taze
de en kötüsü gecenin dördüne mın penceresini gözetlemeye gördüm ve anladım. Özel haya- kocalar karılarının emrine karşı
bazen de beşine kadar yatma- başlıyordum. Kimi zaman ders tın Aşil topuğuydu pencereler... koymayıp omuzlarının ağrıma-
yışım... Bütün bunları şurda çalışan bir öğrenci ya da gece- Kayıp şehirlerin, isli duvarların, sına aldırmadan takarlardı per-
durup seyreden birisi olabilirdi; nin bir yarısında temizlik yapan asık suratlı apartman cephele- deleri. Ve ertesi gün bu yüzden
mahallenin ahlak bekçisi, toplu- bir kadın ya da sahura kalkmış rinin gözleriydi onlar. Gözler... hamlayan pazularındaki acı
11

sayesinde yaşadıklarını, canlı sinir bozucu şeylerle dolu oldu-


olduklarını ve halen ölmedikleri- ğuna şaşıyorum.

Gravür
ni anlarlardı. Ve işte bu yüzden
karılarıyla sevişmeleri gereklidir. Pencereler... Onları yanyana
diziyorum rüyalarımda diyagonal
Ve eski binaların pencereleri ne çizgilerde... Aralarında uçuyo-
kadar büyük ve cömert olurdu. rum sırtımda delta kanat... Sa-
Panaromik bir şekilde hayatı ğıma soluma bakarak bir iz, bir
ifşa ederlerdi. Demek eskiden pırıltı, tanıdık bir yüz arıyorum. (Babamın naifliği-İnsanların acımasızlığı)
insanlar o kadar paranoyak Artık iyice tombullaşmış ve ağ-
değildi, demek eskiden boydan dası gelmiş bacakları görünüyor
boya ve koca pencereleriyle o cam silen bir kadının; üstelik de
Kilisenin içindeydi adamın teki,
kutsal aile yaşamlarını röntgen- siyah erkek çorapları giymiş... Dinsizdi ve pis.
cilere sunarlardı ya da herkese Ben tabi ki onu çekici buluyo- Tavana bakmaktaydı.
güvenirlerdi. Şimdi bir kaç kez rum—kadınlar en güzel olduk- Çoğu zaman tavana bakardı; 
dış cephe tamiratı görmüş şu ları zamanları asla bilemezler, Emre Kahramanlar
apartmana bakıyorum. Eskiden Göğün delik tavanı
bunu yalnızca ben biliyorum.
bir zengin semtiydi burası... Şim- Pancurları örtülü pencereler Odanın rutubetli tavanı
di oğulları ve kızları Amerika’ya kaçınılmaz biçimde tatili çağrış- Kadının birinin ağzının tavanı
göçmüş kokonalar kalıyor bu tırıyor insana. Kağıtla kaplanmış Koskoca Gravürü sarı dişleri eskitti,
semtte. Geriye kalanları da din pencereler inşaat işçilerini...
ele geçiriyor. İşte o apartmanın Çarmıha gerilmiş, acı içinde bir İsa
Pencerelerdeki çiçekler eski
pencerelerine bakıyorum. Halen mahallelerdeki ahşap evleri... Eskitmeli bir kot pantolon giymişti.
eski günlerdeki gibi cephesi Eskiden kadınların birbirlerine Yanında tek bir havari, bir kadın
boydan boya pencerelerle kaplı; pencerelerinin temizliğine göre Çıplak ve uzun saçlıydı.
ama yeni takılmış pimapenler not verdikleri bir çağ yaşanmıştı.
yaşlı bir surattaki silikon dudak- Acıdan gözlerini kapamış gravür kişisinin,
Evet. Daha bunun gibi ne çağlar
lara benzemekte. Sırf kombi yaşandı kimbilir! Bizler şimdi Sömürülmüş yaraları,
daha az çalışsın diye takılmış Kurda kuşa, insana emanet ettiği camdan elleri
Çivili.
İsa erkekti, cinsiyeti, erkek.
Gravürde sansür vardı;
Havarinin ayıp yerleri
Uzun saçlarıyla örtülü
Peygambere uzanan bir kaç saç teli
Ya ölmemesi için bir sebepti
Ya da ellerindeki çivinin ham maddesi.
Aldığı düzensiz bir iki nefes boyu
Havarinin sırtında yele gibi duran saçlarını,
Fark ediyordu.
Beline kıvrılıyordu,
Aşağı, kalçalarına,
Havva’nın kahpeliğinden hafif bir kıvrım yapıp
pimapenlere bakıyorum: “Bıra- hangi çağı yaşıyoruz? Belki de Göğüslerini örtmeye gidiyordu
kın” diyorum, “bırakın da onu- buzul çağındayız, bilemiyorum. Oradan hamle yapıp,
runuzla üşüyün...” (Bana sorarsanız kesin öyle.)
Kasıklarından,
Yeni yapılan apartmanların Buzul çağındaki soğuk mağara- Pantolonunun üst düğmesinden
küçük pencereleri uzak doğu- ma dönüyorum ve karanlık dü- İçeri,
luların kısık gözleri gibi... Şişkin şüncelerim ve sıradan şeylere Gravürdeki İsa’yı
göz kapakları pancurlar gibi göz- ve kendime yönelik nefretimle,
Kalp çarpıntısı tutuyordu.
lerini örter. Onlar nefret ederler geç saatlerde penceremden
bundan, bu yüzden animele- dışarı sızmasına engel olama- Adamı yormuştu gravür, gözleri kapalı
rinde inadına kocaman çizerler dığım sarı ışığım (3200 kelvin) Dışarı doğru yönelirken,
insanların gözlerini... ve her zaman aralık unuttuğum Mumları tek tek kokluyordu,
perdemden sızan yalnızlığım Redingotu ve sigarası 
Artık doğalgaz faturası belirle- için herkesten özür diliyorum.
mekte pencerelerimizin büyük- Bırakın, izin verin de ben de Gravür kokuyordu
lüğünü şehirlerde. Panoramik aranızda böylece yaşayayım. Havarisiyle İsa sonsuza dek mutlu yaşıyorlardı 
pencereler rüyalarıma giriyor. Adam şaşırıyordu.
Onları 70’li yıllarda filmlerde Nasıl olsa sonunda ben de Kar yağıyordu.
gördüğüm zenginlerin yaşamıyla sizin gibi öleceğim. En azından
özdeşleştirdiğimi fark ediyorum öyle olduğunu tahmin ediyo-
ve bilinç altımın ne kadar da rum.
r a
KKültürlerarasıs ı İ
ültürlera İletişim l e t i ş i m
Türkiye’nin en önemli kopmaması ve birbiri ile sıkı
bağlantı ve ilişki içinde olması
ülkelerden gelmesine rağmen
insanlık boyutunda ne kadar
çok şaşırtıcıydı. Bunun ardında
farklı ülkelerde yaşanan sorun-
özelliklerinden gerektiğine inanmam. rahat birliktelik ve beraberlik lar, gençlerde işsizlik, atılımcılık
kurduğunu gördüm. ve yaratıcılık üzerine yapılan
birisi, aslında birçok Saat 4’e gelmeden direnmenin sunumlarda farklı bir bakış açısı
kültürden etkilenip anlamsız olduğunu fark ettik Misafirperverlik.. oluşturuldu ve ortak sorunlara
ve yattık. Oradaki insanlara o 10 gün süren Big Brother (Tabii çözümler sunuldu. Özel - ulusal
birçok kültürü kadar bağlanmıştım ki onlardan ki Big Brother gibi değildi!) man- sorunlar hakkında da bilgilendi-
etkileyen bir yer cidden kopmak istemedim. Şu tığındaki bu serüvende resmen rildik. Ayrıca “Türk milleti misa-
an aklınızda “Ne yaptın ki, kim hiç tanımadığım 30’dan fazla firperverdir” denildiğinde, ben
olması. Hem coğrafi bu insanlar? Niye gittin” gibi kişiyle yıllarca tanımışlığım var Slovakya’daki misafirperverliğe
hem tarihi bağlamda sorular olabilir. O soruları gider-
mek için açıklamada bulunayım:
gibi bir noktaya geldim. Bulgar-
ların çok sayıda Türkçe kelime
de not düşmek istiyorum. Bu
kadar sevecen ve yardımsever
birçok ülkenin Slovakya’ya Magna Carta Genç- bilmesi ve Türklerle anlaşması, olacaklarını tahmin bile ede-
lik Derneği’yle Erasmus+ Projesi Slovak ekibinden birinin bana mezdim.
kültürünün bir yapmaya gittik ve Türkiye’den ayranı ne kadar çok sevdiğin-
parçasını Türkiye’de
yaşayabilme şansınız
var. Bu tam tersine
homojen ülkelerde
yaşanılamamakla
beraber o ülkelerin
ciddi anlamda
başka kültürlerle
etkileşimini
zorlaştırmakta.
Ata Sergey Nowak

Gecenin 3’ünde
Slovakya’da bir
otelin 2. katın-
da koridorda,
yerde yatarken
aklımdan geçen
şey “Keşke
gitmesem”
idi. Niye böyle
bir şey istedim ki? Sonuçta ne
Slovakyalıyım ne de Kosice
şehrinde yaşamışlığım var. Beni
oraya bağlayan şey çok basit bir
şeydi ve bunu hayatımda hep
tutmaya çalıştım. Kültürlerarası
İletişimi çok seviyorum. Bunu
sevmemin altında birkaç şey
yatmakta; bunlardan bir tanesi
çift vatandaşlığa sahip olmam 10 kişilik bir takım topladık. Pro- den bahsetmesi ya da birisinin Dışlandığımda oldu..
ve iki kültürü bir arada görüp jeye katılan ülkeler Bulgaristan, “Allah Allah” demesi, Polonya Projeden ayrılıp benim bu kül-
anlayabilmem, en azından Polonya, Türkiye ve Slovakya idi. ekibinin bize gösterdiği Polonez türlerarası ortamlardan neden
anlamaya çalışmam. Diğeri ise Bu projede kültürlerarası ileti- dansını yapışımız… Her ayrı hoşlandığımı anlamak istersek
dünya ve insanlara olan bakış şimi yeniden niye sevdiğimi ve kültürün birbirine saygı duyması çocukluğuma gitmek zorunda
açım. Kültürlerin birbirinden insanların farklı coğrafyalar ve ve onun bir parçası olma isteği kalırız. 2 çocukluk arkadaşımın
13

da yarı yabancı olmasına ve Birinin dönüp “cezve” demesi..


benim de yarı Alman olmama Bu kültürel etkenlerin Bulga-
dayanır bu. Yarı Fransız, yarı
İngiliz ve Yarı Alman 3 çocuğun
çocukluk arkadaşı olması da
ristan gibi daha yakın ve ortak
tarihimiz olan ülkelere yan-
sıdığını projede rahatça göz-
Betafizik
oldukça ilginç. Bu nedenlerden lemleyebildim. Birisinin dönüp Murat Kandemir
dolayı bende geniş bir bakış açı- “Cezve” demesi cidden şaşırtıcı
sı ve farklı kültürlere karşı anla- gelmişti. Bulgarların Türklere dün gördüğün rüyanın
yış ve sevgi oluşmuş. İnsanların olan sıcak bakış açısı da çok bugün uyutmayacağı belliyse akşamdan.
buna sahip olması çok önemli. güzeldi. Yemeğe olan ilgileri
Tabii bunun dezavantajları da deviremezsin gecenin üstüne kirpiklerini,
ve yemek kültürleri oldukça
var, çünkü Türkiye’de sıra dışı ilginçti. Slovaklar ve Polonya ise içindeki seyyah
görüşlerim ve düşüncelerimden Avrupa kültürüne daha yakındı, kendi içine sığmadan.
dolayı dışlandığım da olmuştu. özellikle kültürel kıyafetleri ve ve hep
Tabii ki güzeldir farklı olmak ve ortak Hıristiyan kültürünün
farklı düşünüp bunları söyleye- etkenleri hem tarihlerinde hem yol'un suçudur bunlar.
bilmek. Türkiye’nin en önemli kültürlerinde Bulgarlara göre çünkü
özelliklerinden birisi, aslında daha ağırdı. Tabii kişisel olarak yol'dur adamı yol'dan çıkaran.
birçok kültürden etkilenip birçok herkes kültürel öğelerini olabil-
kültürü etkileyen bir yer olması. diğince kenara koyarak iletişim
Hem coğrafi hem tarihi bağlam- kuruyordu. Burada ortaya çıkan
da birçok ülkenin kültürünün bir
parçasını Türkiye’de yaşayabil-
me şansınız var. Bu tam tersine
ayrı önem taşıyan bir nokta ise
İngilizceydi. Ortak iletişim İngiliz-
ceyle sağlanıyordu. Bu, resmen
Bir Şiirin Gölgesi
homojen ülkelerde yaşanıla- hepimizin rahat bir şekilde
mamakla beraber o ülkelerin Sahi insan
ortak bir dilde anlaşabilmesini
ciddi anlamda başka kültürlerle sağlamıştı. Tabii iyi İngilizce ko- şair'ine değilde
etkileşimini zorlaştırmakta. nuşamayanların ağır bir şekilde niye her şiirde
beden dili kullanması da yardım kendine üzülür.
Kültürlerle kaynaşmışız.. etse de bazen ilginç ve komik
En iyi örneklerden birisi Japon- durumların oluşmasını sağla-
Zaten acı dediğin
ya. Japonya aşırı homojen bir mıştı. Örnek olarak; Bulgarlar kadın saçı gibidir,
ülke. Hem ada olmasından,
hem başka ülkelerle iletişiminin
için kafayı aşağı yukarı sallamak gece çözülür.
“hayır” demek ve sağa sola
ender olmasından kaynaklanır
sallamak “evet” demek. Oluşan
bu durum. Mesela Japonya’da
ilginç senaryoları siz de tahmin Derler ki
toplam 60 yabancı hemşire yorulunca insan
olduğunu biliyor muydunuz? edebilirsiniz elbet.
120 milyon insanın yaşadığı bir Size veda etmeden evvel okur- kendi içine düşer.
ülkeden bahsediyoruz; buna larımıza hayatlarının standart
karşın İngiltere’de 60.000’den akışlarının dışına çıkmalarını
yeni şeyler keşfedip gezmelerini Ve
fazla yabancı hemşire var. Şimdi
şöyle bir düşündükten sonra tavsiye ediyorum. Eğer baha- uyku diye bir şey yoktur.
Türk tarihinin ve Türkiye’nin neniz “param yok” ise, gittiğim
Japonya’ya kıyasla kültürel bir projede yemek ve konaklama İnsan
kaynaşma noktası olduğunu ücretleri tamamen Avrupa Birliği
tarafından karşılanırken ulaşım kendi karanlığına
düşünebiliriz. Sonuçta Batı ve
Doğu’nun ortasında, yüzlerce ücretlerinin %70’i de geri iade yenik düşer.
ülkeyle ve milletle etkileşmiş edildi. Kısacası başka bir ülkeyi
bir ülkeyiz. Bu Türkiye’yi birçok 10 gün boyunca görmüş oluyor-
batı ülkesi arasında, kültürel sunuz ve cebinizden çok ve çok
az para çıkıyor. Zaten Avrupa Delilik şüphesiz aptallıktan daha iyidir, delilik var olmuş bir
kaynaşma açısından daha ön zekanın yok oluşudur. Aptallık ise var olmamış bir zekanın var
sıraya koymakta. Türkiye’ye Birliği’nin ekonomik olarak uy-
gun projeler yapmasının nedeni olmamaya devam edişidir.
başka ülkelerden gelen insanlar
de ekonomik imkânları geniş Albert Einstein
da böylece birkaç kültürü birden
tadabiliyorlar. Mesela İzmirli biri olmayan insanların da katılımını
sağlayarak ekonomik ayrımcılığı “Kendimi iyi hissediyorum” demek Küfür işçi sınıfının
olarak ben Trabzon’a gittiğimde için acı çekmiş olnamız gerekir. çiçeğidir.
oradaki Rum kültürünün tadını önlemek. Lütfen ufkunuzu aça-
cak, dünyaya olan bakış açınızı Bob Marley Can Yücel
çıkarabiliyorum. Ankara’da ise
Anadolu - Türk kültürü daha genişletecek adımlarda bulunun
hayatınızda. Bir yere ve bir şeye “Adı Devrim olan bir arabanın sokaklarda Uzay hızını aşmalıyız.
bariz öne çıkıyor. İstanbul bize
takılıp kalmak yerine birçok şeyi dolaşmasına zaten izin vermezlerdi. Dünyayı Kurtaran
diğer şehirlere göre tarihi açı-
dan Osmanlının çok kültürlü keşfedip öğrenmekte fayda var. Devrim Arabaları filminden Adam
imparatorluk mirasından izler
gösteriyor. Tabii Türkiye’nin — Ve projenin son gecesinde 4 Kötülük için kötülük yapmanın tam olarak anlamı şudur. Hala
daha birçok köşesini gezmemiş gibi yatağa yattığım zaman ha- iyilik olarak kabul edilenin tam tersini yapmak.
halimle, her farklı köşesinde yatım boyunca başka kültürlerle Sartre
farklı kültürel etkenler göreceği- iletişim içinde olduğum zaman
nizden eminim. Mardin akıllara daha mutlu olacağımı bir daha Herşey paramparça, tutarlılığın emaresi bile yok.
gelen örneklerden biri… keşfettim. — John Donne
14

Ama koku ne tuhaf olmalı. Hatta rujumun


bir bölümünü incecik
şey...Üçüncü halin kenarlarına bırakırken
bana gülümsemiş gibiydi.
imkansızlığı’nı Bence hoşnuttu; çünkü
sıkıştırıveriyor kırmızı şarapla bir olup
onun sırça gövdesine esrik
köşeye. Ona sonra izler bırakıyordum. İnsanın
neler yaptığını hiç aklına ne fenalıklar geliyor.
Dalgaların her defasında
bilmiyoruz biz. okşayıp geçtiği sahil, Üzerime sinen kokuya yerleşiyor zihnime. Onun
ayırdında mıdır acaba her
Gözeneklerime dokunuştaki başkalığın...
dikkat kesiliyorum bir an.
Sanki o hala burda. Ya
dokunuşlarından başka
şey düşünemez oluyorum
kadar işleyen bu burdasın ya da değilsin; yine... Sızlıyorum; sırça
İçeriye dolan temiz hava, üçüncü bir seçenek yok parmağımdan daha çok hem
kokuyu seviyorum; odadaki zamanı burnuma diyen; mantık... Ama koku de...
ince bir işçilikle tüm değiriyor hafifçe. Birkaç
saat öncesinde başkaydı
ne tuhaf şey...Üçüncü halin
imkansızlığı’nı sıkıştırıveriyor Gece şehrin üzerini örtüyor
gövdeme yedirilmiş, bu oda; başka türlü köşeye. Ona sonra neler ve ben geçmiş zamana
kokuyordu. Anımsamak yaptığını hiç bilmiyoruz biz.
okyanuslardan için koltuklarla işbirliği Gözeneklerime kadar işleyen
takılmış kuyruğumla
burdayım. Ev, tüm
devşirme bu kokuyu.. yapmalıyım biliyorum. bu kokuyu seviyorum; ince
duvarlarıyla etrafımda
Eve girer girmez yöneldiği bir işçilikle tüm gövdeme
koltuğa oturuyorum. Onun yedirilmiş, okyanuslardan dolanıyor, cilveleşiyoruz.
olduğu yerden kendime devşirme bu kokuyu... Koridordaki loş ışık göz
Melike Şenyüksel bakar gibi bakıyorum kırpıyor arada. Kapı kolu
karşıdaki pembe koltuğa. Sırça parmağım hafifçe hala sıcak; tam da “burada
Odadaki her O an nasıl görünüyordum sızlıyor, sızlamasına sebep olanları konuşalım mı”,
şey uğulduyor. acaba? Sehpanın üzerinde, görüntü geliyor gözümün der gibi... Kapı ve yatak
Eşyalarda dudaklarını aralamış bir önüne... Titremesi dinmeyen arasındaki mesafeyi;
küçük kadın gibi duruyor boş sigara bir beden, tutunduğu etrafa saçılmış, üzerimden
titreşimler; paketi...Göz göze geliyoruz. yere fazla gelebilir bazen; çıktığı anı hatırlamadığım
olup bitene O da biliyor her şeyi, adım severken acıtabilir. Bedeni, çamaşırlar eşliğinde kat
şahit kadar eminim; saçlarımın içine girip kaybolacak bir ediyorum. Kokular ne
olmalarından arasına dolan nefesin dehliz gibi görüp; serçe tuhaf... Yastığa başımı koyar
mı nedir içindeydi dumanı...Yerimde bir parmaktan yardım koymaz bir resim canlanıyor
bilinmez, eskisi gibi değiller. duramıyorum. Yüzümde isteyebilir, kulak memesine zihnimde; kasıklarımdan
Düşününce insanın yüzü şaşkın bir tebessüm. Mutfak iniltilerle dolu şifreler
kızarıyor. Her şeyi görmüş tüm bedenime yayılan
tezgahındaki dağınıklık fısıldayabilir. Nefesi; güçlü engellenemez yükselişi
olabilirler mi? Aslında dış yerinde duruyor. Her şey bir rüzgar misali arkasına
kapı bile biliyor onun buraya anımsıyorum. Anımsamanın
yaşanmış bitmiş ama alıp, bir başka bedenin tüm
geldiğini...Bir saat önce, tirbuşon onu bıraktığımız yorduğu zihnimle, başım
kıvrımlarını dolaşabilir. Hem
bu ayna önünde duran yerden selamlıyor beni. Olup de nasıl...Yatak odasına daha bir yerleşiyor yastığa.
iki kişiden biriyim ben. bitene şahitlik eden tabağın gitmeye gücüm yok, yatağın Odadaki koku dağılıyor
Ayna da biliyor; önünde çanağın arasından güç bela darma duman olmuş yavaşça, soğuyor eşyaların
dakikalarca birbirine sarılan, atıyorum kendimi salona. halleriyle yüzleşmeye hiç... hafızası...
fısıldayışlarla dolu bir Dile gelip konuşacaklar Bir yatakta en fazla kaç
denizde yüzen iki bedenden sanıyorum, ne tuhaf... Sanki kez sevişilebilir gibi komik “Bir sevişmek gelmiş bir
biriyim. Masa üzerindeki ne güzeldiniz siz, diyecekler; sorularla mevzuyu inceltmeyi daha gitmemişti” derken
kadeh mesela son omuzlarına ne güzel deniyorum ama yok... şair, battaniyeyi aranıyor
yudumu alırken aklımdan dokunuyordu, diyecekler... Düşünmeyi yasakladığım gözlerim. Uyumalıyım..
geçirdiklerimi hissetmiş Daha neler neler... şeyler, büyük bir inatla gelip * Cemal Süreya
15

Benim babam hiç itibariyle 283 işçi Soma’daki


maden ocağı kazasında hayatını
İnsan kendini çok aciz hissedi-
yoruz. “Bu dünyada çok acı var’’
da “hani benim babam’’ diyen
kız çocuğuna cevap verebilir
ölmedi. Ama babası kaybetti. Ama daha fazla insa- yazdıktan sonra kendini köprü- misiniz?
nın orada olduğunu biliyorum. den atan öğretim görevlisini 26
ölen çocukların Telefonum susmuyor çünkü. yaşındayken daha iyi anlıyorum. Yerin metrelerce altında bir ek-
acılarını çok Ama yine de resmi makamların Anlamaz olaydım diyorum sonra mek parası için çalışan işçilerin
verdiği sayılara inanmak zorun- keşke deli olsaydım keşke kafa- vebali hepimizin boynunadır in-
dinledim. Eğer dayız. yı yemiş olsaydım da şu anları sanlık! İnsanlar şimdi silkelenin
onların gözlerine Adına işçi kazası denen Soma
algılayamasaydım. ve kendinize gelin. Şimdi dua
etmeyin. Ben hiçbir toplumsal
bakabilseydiniz Maden Ocağı’ndaki felaket Dün Soma’dan arayan arkada- sorunun duayla çözüldüğünü
aslında bir cinayet. Gözümüzün şım burası bir cehennem dedi.
utancın ne demek önünde 283 insan hayatını Oysa ben Soma’nın neresi ol-
görmedim. Şimdi hesap sorun.
Otobüslerde, metrobüslerde,
olduğunu anlardınız. kaybetti. “Gülmek devrimci duğunu bile bimiyordum. İnsan metrolarda, vapurlarda hesap
bir eylemdir’’ cümlesini Gezi kalp sızısıyla öğrenebilir mi bir
Ben şimdi sokağa Parkı sürecinde çok sevmiştim. yerin varlığını? İnsan uyuyunca
sorun. Her gün oturduğunuz
kafelerde çalışan çalışanlar için
çıkıp “Lütfen Diyarbakır’da yanlış bir iğne
sonucu ölen üç yaşındaki ço-
kendini suçlu hisseder mi? Bu
ülkede yaşamak gerçekten bir
ve ağaçlarını korumak için gaz
bombasına maruz kalan öğren-
gerçekleri görün” cuğun ailesine gittiğimde onun tesadüf mü? İnsan günlük 7 lira ciler için hesap sorun, benden
beş aylık kardeşinin gülümse- için 12 saat çalışmak zorunda
diye bağırarak mesi karşısında da aklımdan bu mı? 2006 yılı itibariyle özelleşti-
hesap sorun!
koşmak istiyorum. cümle geçmişti. Devrimci oldu- rilen maden ocaklarında aynı yıl
O trafonun neden toprağın
ğum için değil. Ben devrime hiç 68 kişinin hayatını kaybetmesi
inanmadım. Ama gülmek güzel gerçekten onların fıtratı mı? altında olduğunu, neden kur-
Özgen Aydos bir eylemdi. Hakarete uğrarken, Şimdi bu soruların cevabının bir tulma odasının çalışmadığının
iftiraya maruz kalırken ve dayak önemi var mı? hesabını sorun. Kömürün daha
Ben genel ola- yerken bile gülmek güzel bir ucuza çıkması için insan hayatı-
rak aşk meşk eylemdi. Lakin şuan değil. Şimdi Kot taşlayan işçiler, tersane- nın bedava olmasının hesabını
üzerine yaza- gülmek olsa olsa zorunlu bir lerde hayatını kaybedenler, sorun. Lütfen susmayın lütfen
rım. Fena da eylem, bir görev gibi. inşaattan düşüp can veren milli on gün sonra unutmayın.
yazmam. Ama sporcumuz… Yeni mi duyduk bu
şimdi bambaş- Annem beni her gün arayıp; hikayeleri? Hayır. Peki kaçımız Benim babam hiç ölmedi. Ama
ka bir şey yaz- “Soma’ya gitmek istiyorum’’ hatırlıyor gerçekten onları? Kaç babası ölen çocukların acılarını
mak istiyorum. diyor. Her gün onu vazgeçiriyo- gün sonra unutacağız onları? çok dinledim. Eğer onların göz-
Vicdan borcumu ödemek için rum. Her gün evde ağlayan bir Üç günlük milli yas tüm bunları lerine bakabilseydiniz utancın
değil, içimi boşaltmak için. Gün- yüzle karşılaşıyorum. Günboyu telafi eder mi? Kimi severseniz ne demek olduğunu anlardınız.
lüğüme yazar gibi yazmak istiyo- saatlerce bu konu üzerine konu- sevin, hangi partiye oy verirse- Ben şimdi sokağa çıkıp “Lütfen
rum. Birkaç gündür duyduğum şuyoruz. Bir adım ileriye gidebil- niz verin bugün o şirketin ceza- gerçekleri görün’’ diye bağırarak
haberlerin, saatlerce izlediğim mişiz değiliz. Gerçekten ölümün landırmasını istemiyor olabilir koşmak istiyorum.
görüntülerin karşısında kendimi olduğu yerde söylenebilecek misiniz? “Bunlar olağandır’’
çok aciz hissediyorum. Şuan hiçbir şey yok… diyen bir devlet adamı karşısın- Lütfen peşime takılın….
Çıkmaz Sokakta Pusula
Oysa sonsuz çölleri aşmıştım ben,
Kök söktüren sıcakta kum taneleri.
Gökyüzünde kırıntı bile yoktu umuttan,
Göğsümü yıldırıyordu sarı kumdan acı.
Denemeden yanılmak gibiydi tıpkı,
Kan olup harita aramaktı,
En ufak duada paramparça olan,
Buzlu camdan putlara tapmaktı.

Sonsuz dalgalarda nefes harbiydi benimkisi.


Damarlarım pes edecekti hayat taşımaktan.
Gökyüzünde ölüm taneleri, bıkmadan yağan.
Ciğerlerim yüzme bilmiyordu oysaki.
Oynamadan yenilmek gibiydi tıpkı,
Su olup deri mataralara dolmaktı.
İrade aynası olmaktı orada,
En ufak vazgeçmede kırılmaktı.

Dans ettim havanın bile titrediği yerlerde,


Kan boşalırdı burnumdan ne zaman yavaşlasam.
Son gücüyle kaçan renkler gibiydi kan,
Ya da ölüm gibi, tebessüme saklanan.
Yavaşça yüze yayılan,çığlıkları susturan.

Seni aramak gırtlağıma saplanan hançer,


Pusulam, oradan çıkan koyu kan.
Bulmaksa, ölüm sesleri oluk oluk akan
Ah ne zaman tanrılar ne zaman
Ne zaman susacak şu kafamdaki çan.

Çağatay Koparal
17

Frank: ‘Maskeli Punk’ın Tuhaf Hikayesi


Ercan Dalkılıç Geçtiğimiz yıl İstanbul Film olan yükselme sürecinin de Frank‘te, ancak Jim Jarmusch,
Festivali’nde Altın Lale ödülü başlangıcı olacaktır. Eksen Todd Solondz gibi yönetmenler-
kazanan Ne Yaptın Richard?‘ın karakterimiz Jon, filmin senar- de duyumsayabileceğiniz türden
Taşrada yaşayan, (What Richard Did?) İrlandalı yö- yosunu Peter Straughan ile özgün bir bağımsız dil inşa
netmeni Lenny Abrahamson’un birlikte kotaran Jon Ronson’ın etmeyi başaran Abrahamson,
kendi şarkılarını ilkgösterimi Sundance’da ya- ta kendisiymiş aslında. Jon ‘Monty Pythonvari’ bir mizahla
yazmaya çalışan, pılan yeni filmi Frank, 2010’da Ronson da, tıpkı karakterimiz bu dili zenginleştirmenin yanın-
vefat eden İngiliz şarkıcı/ gibi, Chris Sievey’nin grubu The da, başta Punk olmak üzere
fakat bir türlü komedyen Chris Sievey’nin Freshies’da klavyecilik yapmış çeşitli popüler kültür referans-
beceremeyen hayatından esinlenilerek
perdeye aktarılmış. 70’lerin
zamanında. Senaryo yazılırken
de, Jon Ronson’ın bu yılları
larını potasında eriterek eşine
rastlanmaz bir işe imza atmış
müzisyen Jon, sonlarında büyük ün kazanmış anlattığı kitaptan yararlanılmış gerçekten de. Özellikle rüzgarın
Manchester’lı punk grubu The büyük ölçüde.
grubun klavyecisinin Freshies’in liderliğini/solistliğini
grup üyelerinin yüzüne savurdu-
ğu küllerle Büyük Lebowski”ye
intihara teşebbüs de yapmış olan Sievey, kendine Lenny Abrahamson’un bir önce- (The Big Lebowski) çakılan se-
‘Frank Sidebottom’ adlı kült ki filmi Ne Yaptın Richard?, Altın
etmesi üzerine The bir sahne personası yaratmış Lale almasına rağmen hayli
lam, çok ama çok şık!

Soronprfbs’a katılır. ve kafasına kocaman bir surat


bulunan maske geçirip yıllarca
vasat bir yapımdı bana kalırsa.
Dördüncü uzun metrajı sayıla- Michael Fassbender’a ayrı bir
Bu, aynı zamanda radyo/TV şovları yapmıştı. bilecek Frank’se, yönetmenin parantez açmak yerinde olacak;
tam bir usta olma yolunda ol- herhalde sinemanın son yıllarda
The Soronprfbs’ın Frank, psikedelik rock topluluğu duğunu müjdeliyor. Birbirinden gördüğü en büyük oyuncu olan
Fassbender, film boyunca hiç
Texas’daki ünlü The Soronprfbs’ın bir konser çok farklı temsilleri aynı mekana
yüzü görünmeden, maske ardın-
için taşraya gelmesiyle başlıyor. tıkıp (grup, dağevinde album
müzik festivali Taşrada yaşayan, kendi şarkıla- çalışmasına girişiyor) ortaya çok da, bedenini adeta bir enstrü-
rını yazmaya çalışan, fakat bir renkli anlar çıkarmasını bilen man gibi kullanarak tüm filme
SXSW’e kadar türlü beceremeyen müzisyen yönetmen, ‘sıfırdan zirveye’ damgasını vuruyor. Frank, Lenny
gidecek olan Jon, grubun klavyecisinin inti- filmine dönüşecek gibi görünen Abrahamson’un olgunluk dö-
hara teşebbüs etmesi üzerine filme birden direksiyon kırdıra- neminin ilk ürünü olması açı-
yükselme sürecinin The Soronprfbs’a katılır. Bu, rak onu dört başı mamur bir sından oldukça önemli, yönet-
de başlangıcı aynı zamanda The Soronprfbs’ın kaybeden senfonisine dönüş- menin bundan sonra yapacağı
filmlerden başyapıt çıkacak mı,
Texas’daki ünlü müzik festi- türüyor.
olacaktır. vali SXSW’e kadar gidecek hep birlikte göreceğiz.
18

Bruno artık yok!


Zavalllı Bruno. O artık yok! Kendimi bildim bileli tanırdım Bruno’yu. Gino’dan sonra en iyi
dostumdu. Daima palyaço makjajıyla dolaşırdı. Makyajsız yüzünü ben dahil, sirkte hiç kimse
görmemişti. Bu beni hiç rahatsız etmiyordu. O kadar kanıksamıştım onun hep gülen ama
hep biraz da hüzün taşıyan palyaço yüzünü, gerçek yüzü değilmiş gibi gelmezdi bana hiç.
Ege Görgün
www.tersninja.com
Oldukça büyük en sevdiğim kelime – olmasın- hala çok heyecanlanıyorum yormuş. “Tanrı bilir onun yerine
bir sirk bizimki. dan olacak, çok eğlenceli bir ailemi izlerken. Onların arasına ne görüyorlar” diyor büyük ağa-
Aslanlarımız, adamdır. Bazen beni güldürmek katılacağım günü sabırsızlıkla beyim. Nedeni ne olursa olsun,
kaplanlarımız için öyle maymunluklar yapar bekliyorum. Onlara yetişebil- mıknatıs gibi çekiyor kadınları
hatta fillerimiz ki, içimden ona da diğer may- mek için çalışıyorum da. Belki kendine. Bir keresinde neredey-
bile var. Ama munlara yaptığım gibi fındık daha 10 yaşındayım ama, se canımızdan oluyorduk onun
ben en çok fıstık atmak gelir. Elim hep yine de bir sürü numara biliyo- yüzünden. Gösteri yaptığımız ka-
maymunları, çerezle dolu olan sol cebime rum şimdiden. Ama “Kanatlı sabanın en nüfuzlu, en zengin
özellikle de gider ama sonra bunun onun Carlucciler”den biri olabilmek adamının karısıyla “aşna vişne”
Gino’yu seviyorum. Maymun- kalbini kırabileceğinden korkar, için daha çok, ama çok çalış- yapmış bizimki (bunu da olay-
ların içinde en yaşlısı, ama en kendimi tutarım. Haşır Neşir’i mam gerekiyor anne ve babama dan sonra ona bağırıp çağıran
akıllı ve en sevimlisidir Gino. sirkin en yaşlısından, ahçıbaşı göre. Onlarla beraber yukarıya babamın ağzından duymuştum.)
Ve benim en iyi arkadaşım. O Guillermo’dan öğrendim. (O çıkamasam da bir Carlucci’yim Kadının kocası baştan aşağı
da çok sever beni. Bütün gün söylemiyor ama babam onun evet ama, kanatsız bir Carluc- silahlı adamlarla sirki bastı.
benimle birlikte olmak ister. en az 90 yaşında olduğundan ci… İsabella Carlucci! Onlara Tony’yi teslim etmezsek
Neyse ki genç maymunlar ka- emin.) Kulağa çok hoş gelen Küçük ağabeyimden özellikle hepimizi öldüreceklerini söylü-
dar eğitime ihtiyacı olmadığı bir söylenişi olduğu için her söz etmek istiyorum. Sirkteki, yorlardı. Neyse ki sirkin müdürü
için, günün büyük bir kısmını fırsatta, özellikle de bana çocuk hatta gösteri yapmaya gittiğimiz Bay Tabucci yalvara yakara,
benimle geçirebiliyor. Ama may- muamelesi yapıldığında o kadar her kasabadaki kadınların, evli ağlaya sızlaya Tony’nin sirkte ol-
munların terbiyecisi Alfredo onu da küçük olmadığımı göstermek olsun olmasın, hayran olduğu madığına, korkup kaçtığına dair
çağırdığında, ikiletmez ve he- için kullanmaya çalışıyorum yakışıklı Tony’den… Bütün ka- yeminler edip eli silahlı adamları
men diğer maymunların arasına Haşır Neşir’i. Haşır neşir, haşır dınlar kendilerini onun kollarına ikna etti de kurtulduk. Sirkin
karışır, eğitime katılır. Alfredo neşir, haşır neşir… atmak için birbirleriyle yarışırlar. müdürünün yalan yere nasıl
genç maymunların örnek alması Bu aşırı ilgi yalnızca yakışıklılığı böyle yeminler edebildiğini ve
için Gino’yu zaman zaman eğiti- Babam sirkin trapezcisi. O, ile açıklanamazmış. Büyük ağ- olayın üstünden bunca zaman
me sokmanın gerekli olduğunu annem ve iki ağabeyimle birlikte bime göre onda şeytan tüyü var. geçmesine rağmen neden bir
söylüyor. seyircilere inanılmaz gösteriler Sözde bu tüy kadınların gözünü yıldırım ya da başka bir felaketle
sunarlar. Seyircilerin ağızları bir kör ediyor ve (Tanrı beni affet- cezalandırılmadığını hâlâ merak
Alfredo insanlardan çok may- karış açık kalır her seferinde. sin!) Tony’nin beş para etmez ediyorum. Herhalde ağabeyimin
munlarla haşır neşir – bu benim O kadar çok seyrettim ben bile karakterini görmelerini engelli- hayatını kurtarmak için yaptığı
19

için Tanrı onu bir kereliğine annemle beni alıp sinemaya “O herifin çok çirkin bir suratı Bruno da suratına boyayla ya-
affetti. (Bu biraz benim kafamı götürmüştü. Filmin sonunda olmalı” diyordu Sergio. pıştırılmış o her zaman ki ifade-
karıştıran bir konu işte. İnsan öyle bir ağlama tuttu ki beni, siyle onlara yanıt verdi. Adamlar
zor durumda kaldığında ya da sirke dönene kadar susmadım. Paolo da, “Haklısın, yoksa üsteledi. Bruno söylenerek kapı-
sevdiklerini kurtarmak için gü- Babam çaktırmamaya çalışıyor- her dakika o komik makyajla yı yüzlerine kapatmaya yeltendi.
nah kabul edilen şeyleri yaptık- du ama o da ağlamıştı. Filmin dolaşmazdı herhalde” diyerek İki kafadardan iri olanı Sergio
larında günah işlemiş sayılmıyor sonunda hıçkırır gibi sarsılma- tasdik etti Sergio’nun söyledik- eliyle kapının kapanmasını en-
olabilirler mi acaba?) sından ve filmden sonra yüzüme lerini. gelledi. İşte o anda Bruno, hala
hiç bakmayıp konuşmamasın- gülümsüyor olmasına rağmen,
Tony’yi aramaya cesaret ede- dan anlamıştım bunu. Anladı- “Çok merak ediyorum. Acaba bir Sergio’nun burnuna öyle bir
mezler diye aslanların kafesine ğımı ona sezdirmedim. Frank ayı gibi kıllarla mı kaplı suratı,” yumruk patlattı ki, bizimki iki
saklamıştık. Aslanlar küçük Sinatra’yı Burt Lancaster’dan deyip kahkahalarla gülmeye seksen uzandığı yerde kıvran-
oğluna bir şey yapacak diye pi- daha yakışıklı bulduğumu ve sa- başladı Sergio. maya başladı. Paolo hemen
piriklenen anneme öfkeyle şöyle nırım ona ilk görüşte âşık oldu- Sergio’nun yanına eğildi. Bunu
demişti babam: “Nerde bizde ğumu da  sezdirmedim tabii. Bu Paolo da hemen, “Belki koca- Sergio’yu merak ettiğinden değil
o şans!” Ama Alfredo anneme, sırrımı yalnızca sirkin palyaçosu man irinli sivilcelerle kaplıdır,” de, Bruno’nun yumruk menzilin-
“Meraklanmayın Bayan Carluc- Bruno’ya açmıştım. deyip patlattı kahkahayı. den çıkmak için yaptı gibi gel-
ci hiçbir şey olmaz onu dişile- mişti bana. Paolo oldukça ufak
rin arasına koyduk!” deyince Zavalllı Bruno. O artık yok! Birkaç dakika katıla katıla gül- tefek sayılırdı Sergio’ya göre.
basmıştı kahkahayı. Kendimi bildim bileli tanırdım dükten sonra bir şeyler fısıldaş- Bu yüzden horozlanma işi ge-
Bruno’yu. Gino’dan sonra en tılar. İstemeden kulak misafiri nellikle irikıyım Sergio’ya düşer,
Sirkteki pek çok insanın adı iyi dostumdu. Daima palyaço olsam da, ilgimi çekmişti, merak Paolo da, arkasından çıkmadan
geçince “ne iyi insan” dediği makjajıyla dolaşırdı. Makyajsız etmiştim bu konuşmaların nere- Sergio’nun söylediklerine des-
büyük ağabeyim Matteo’nun ise yüzünü ben dahil, sirkte hiç ye varacağını. “Kıl kaplı, sivilceli tek verir, onu cesaretlendirirdi.
kadınlardan yana hiç şansı yok kimse görmemişti. Bu beni hiç bir surat!” Garip, bu benim aklı- Babam ikisinin birbirlerini
nedense. Bana göre yakışıklı- rahatsız etmiyordu. O kadar ma hiç gelmemişti. tamamladıklarını söylerdi hep.
lıkta Tony’nin hiç de gerisinde Zorba ile soytarı derdi. Onlardan
kalmaz üstelik. Yine de yaşı uzak durmamı öğütlemeyi de
otuza gelmesine rağmen hala ihmal etmezdi.
bekar. Ahçıbaşı Guillermo ka-
dınlar “anasının gözüdür” der Sergio yerde biraz kıvrandıktan
hep. Ama kadınların Matteo’nun sonra kapıda dikilen Bruno’ya
değil de, küçük ağabeyimin öyle bir küfür savurdu ki, imkanı
peşinde koşmaları kadınların yok size burda söyleyemem.
pek de o kadar zeki olmadık- Babam günah olsa da herkesin,
larını düşündürüyor bana. Bu özellikle de erkeklerin küfürlü
düşünce beni epey üzüyor, çün- konuşabileceğini ama küfürün
kü gelecekte ben de bir kadın bir bayanın ağzına hiç mi hiç
olacağım. Oysa ben de ağabey- yakışmadığını söyler hep. “Ap-
lerim ya da babam gibi erkek tal”, “salak” hatta “adi”, “pislik”,
olmayı isterdim. “hıyar”ı ise küfürden saymaz,
sık sık kullanır. Ama annem bu
Babam iflah olmaz bir Burt kelimeler her sarfedildiğinde
Lancaster hayranıdır. Onun duyduğu rahatsızlığı belli eder.
filmlerinin hepsini seyrettiğini Böyle anlarda annemim ona
göğsünü gere gere söyler hep. ters ters bakmasına mahçup bir
Burt Lancaster’ın da kendisi tavırla karşılık verir babam.
gibi bir trapezci olduğunu ekler
ve onu nasıl keşfettiklerini, bir Bruno küfürü hiç duymamış
yıldız yaptıklarını uzun uzun gibi içeri girip kapıyı kapattı.
anlatır. O, atletik yapısıyla akro- Paolo, hâlâ söylenen Sergio’nun
batik hareketleri dublör kullan- kanıksamıştım onun hep gülen Fısıldaşmaları sona erdiğinde yerden kalkmasına yardım etti.
madan yapar, en zor rollerin bile ama hep biraz da hüzün taşıyan Bruno’nun karavanına doğru Karavanın yanından uzaklaşır-
rahatlıkla üstesinden gelirmiş. palyaço yüzünü, gerçek yüzü yürüdüler. Onları uzaktan uzak- ken öyle yakınımdan geçtiler
Bir bakıyormuşsun korsan değilmiş gibi gelmezdi bana hiç. tan takip ettim. Önce pencere- ki beni fark edecekler diye çok
oluyormuş, bir bakıyormuşsun Onu bu haliyle seviyordum. Ama lerden karavanın içini görmeye korkmuştum.
kovboy. Tüm bunları başarma- sanırım sirkteki herkes benim çalıştılar. Bunu beceremeyince,
sında damarlarında İtalyan kanı gibi düşünmüyordu. aralarında yine bir şeyler konuş- Sergio devamlı, “Canına okuya-
taşıyor olmasının da elbette tular. Birkaç saniye içinde kapıyı cağım onun! Bastardo!” diyip
büyük rolü vardı babama sorar- Bir gün Sergio ve Paolo’nun çalıyorlardı. Kabaydılar, adeta duruyordu. Onun Bruno’ya ne
sınız. Babamın hayali de hep konuştuklarına istemeden kulak yumrukluyorlardı kapıyı. Çok kadar kızgın olduğunu daha iyi
büyük bir film yıldızı olabilmekti misafiri olmuştum. Her zamanki geçmeden Bruno belirdi kapıda. anlayabilmeniz için açıkça söy-
bence, aynı hayran olduğu Burt gibi sarhoştular. Temizlik ve Üstünde pijamaları vardı. Ya lüyorum bu küfürü. Tanrı beni
Lancaster gibi. yükleme işi yaptıklarından ak- yatıyor, ya da yatmaya hazır- hoş görür umarım!
şamları pek işleri olmazdı. Onlar lanıyordu. Bu duruma uygun
Üstünden çok vakit geçmedi. da bu boş vakitlerini hep içerek düşmeyen tek tarafı hala bir Ertesi günü Bruno ortalıkta
Sirki kurduğumuz kasabalardan geçirirlerdi. Kimse pek sevmez- palyaço makyajı taşıyan yüzüy- gözükmedi. Gösteriye kadar
birindeki derme çatma sine- di onları. Bay Tabucci sırf daha dü. Yatarken de mi çıkarmıyordu karavanından çıkmamıştı sanı-
mada Burt Lancaster’in son az paraya çalışacak birilerini o maskeyi? İlk kez benim içimde rım. Öğlen yemeğinde akşam
filmi “İnsanlar Yaşadıkça”nın bulamayacağı için göz yumardı de bir merak uyanmıştı. gördüklerimi babama anlatmayı
oynadığını öğrenince babam onlara. Bruno’ya bir şeyler söylediler. düşünüyordum. Ama babam-
20

la, Tony sofrada laf dalaşına Cesedi Bay Tabucci bulmuş. He-
girip ortamı gerginleştirince bu men polislere haber vermiş. Po-
plânımdam vazgeçtim. Hem lis sirktekileri sorguya çekerken
konuşulanları gizli gizli dinle- Paolo’yu biraz sıkıştırmış. İyice
diğimi öğrenince babam bana korkmuş durumda olan Paolo,
kızabilirdi. O zaman bu konuyu bütün olanları bir bir anlatmış.
açmamak en doğrusu gibi gel- Kendisinin bu işe karışmadığına
mişti bana. yemin edip durmuş. Bruno’nun
kafasına vuranın Sergio oldu-
Bu olaydan sonraki birkaç gün ğunu, kendisinin sadece orada
hayli sıradan, hatta gösteri durup olan biteni seyrettiğini
olmadığı için biraz da sıkıcıydı. söylemiş. Bruno’yu kanlar içinde
Bir yandan Gino’yla oynuyor, bir görünce yüzünü görmeyi falan
yandan da iyi bir trapezci olabil- unutup arkalarına bakmadan
mek için günlük egzersizlerime kaçmışlar oradan. Gerçekten
aralıksız devam ediyordum. doğru söylüyor olacak ki ufak
Gino’nun trapezde benden bir ceza aldı mahkemeden
daha iyi olduğunu kabul etme- Paolo. Sergio ise hâlâ hapiste,
liyim. Doğası gereği mükemmel hayatının sonuna kadar kalacak
bir trapezciydi. Onun bu yönünü vetli olan ağabeyim Matteo’dan ca. Ama Bruno’nun yüz ifadesi orada herhalde.
kıskanmıyordum desem yalan öğrendim. Devamlı gezdiğimiz değişmezdi ki hiç. Her zaman
olur. Bir keresinde beceremedi- için okula gitme şansım yok ne ki gibi ağzı kulaklarındaydı işte. Polisler Paolo’nun itirafının
ğim figür sonrası babam bana, yazık ki. Konuyu değiştirdim. ardından sarhoş Sergio’yu yaka
“Gino’dan biraz ders almalısın” paça götürürken hâlâ, (Tanrı
diye takıldığında çok utanmış, Her an bir şey öğrenebilirdiniz “Sanırım benim yuvam da bu- onu affetsin!) “Canı cehenne-
çok kızmıştım. O hırsla hareketi Bruno’dan. Örneğin yıldızlara rası. Başka yerde ben de yapa- me!” diye bağrıyormuş. “Bir
yine, ama bu kez mükemmel bakarken Kuzey Yıldızı’nı. Küçük mam.” kere gösterse yüzünü böyle
olarak yaptığımda ise, “Aferin, Ayı, Büyük Ayı takım yıldızlarını olmazdı. Ne vardı inat edecek.
İsabella” diyerek başımı okşa- gösterirdi size. Birgün ona, “İsabella, sevgilim. Sen nerede Bana karşı gelmek neymiş
mıştı. Gururla, “Baba. Bir gün “Bruno, bu kadar çok şeyi nasıl ne istersen yaparsın,” dedikten öğrendi ama! Dersini aldı işte.
ben de kanatlanacağım değil öğrendin? Nasıl bir okula gittin Sergio’yla kimse aşık atamaz.
sonra bir şarkı söylemeye başla- Canı cehenneme o palyaço-
mi?” diye sordum. sen?”
dı Bruno. nun!” Babam aynen böyle anlat-
Babam güldü, “Meleğim” dedi.
Güldü. “Hiç okula gitmedim tı bana olanları.
“Kanatsız melek olur mu?” Küçük bir kız yaşarmış
ben. Benim gibi babam da, de-
dem de hiç okula gitmemişler. Koca bir köyde Bruno artık yok. Onun hep gülen
Bir antrenman sonrası Köyden çıkmaya korkarmış yüzü, hüzünlü gözleri artık yok.
Bruno’yla karşılaştım nihayet. Ne öğrendiysek kitaplardan,
kitaptan farksız büyüklerimiz- Bilmediği, görmediği yerlere O boyaların altında ne var diye
O geceden sonra Bruno’yu ilk gitmeye. hiç merak etmemiştim. Bilme-
görüşümdü bu. den öğrenmişiz. Tıpkı senin
gibi.” Küçük kız bir gün büyümüş den en doğrusunu yapmış oldu-
“Nerelerdesin, koca Bruno?” ğumu Bruno’nun ölümü ülkenin
diye sordum, irilikte Sergio’dan Kanatlı bir melek olmuş
Okula giden çocukları düşün- Köyünden uçmuş gitmiş uzak- bütün gazetelerine geçtiğinde
aşağı kalmazdı. öğrendim. Basit bir palyaçonun
dürmüştü Bruno’nun yanıtı lara
bana. Belki ben de onlar kadar Bir daha da dönmemiş geriye. öldürülmesi gazetelerin ilgisini
“İsabella, sevgilim.” Hep böyle başta hiç çekmemişti. Esas,
seslenirdi bana. “Biraz soğuk bilgiliydim ama bir sürü arkada- Dilden dile dolaşan hikayesi
şı da oluyordu okula gidenlerin. Hem üzmüş, hem de sevindir- olay sonrası hastahanede olan
almışım da, pek dışarıya çıka- bitenler koparmıştı gürültüyü.
madım birkaç gündür. Dışarı Benimse bir maymun, bir palya- miş dinleyenleri
çıkmamaktan hiç de şikayetçi çodan başka dostum yoktu.
Görevliler her yolu denemişler
değilim, inan bir tek senin güzel Daha şarkısı bitmeden ayağa ama Bruno’nun makyajını sil-
sohbetini özledim tecrit günle- “Hiç sirki bırakmayı düşündün kalkan Bruno, ıslık çala çala ya- meyi bir türlü başaramamışlar.
rinde.” mü Bruno? Diğer normal insan- nımdan yavaşça uzaklaştı. Ben Takma diye bildiğimiz o palyaço
lar gibi yaşamayı…” diye sordum biraz daha orada kalıp yıldızları burnu, kirpikleri yerinden bile
Bruno çok güzel konuşurdu. ona. seyrettim. Şarkıdaki küçük kızı kıpırdatamamışlar. Ayağına on
Bazen ne dediğini anlamasam düşündüm. Mutlu olmuş muydu numara büyükmüş gibi duran
da çok severdim onu dinlemeyi. “Sirki bırakmak mı? Burası acaba. Geri dönmediğine göre ayakkabıların aslında tam da
Güzel bir müzik dinliyor gibi benim yuvam, işim benim ka- olmuştu diye kestirip atıyordum Bruno’nun ayaklarına göre oldu-
olurdunuz o konuşurken. Onun derim. Yüz küsur yıllık bir aile ğunu görünce ise küçük dillerini
ki, aklıma istemesine rağmen
gibi bilgilisi, kültürlüsü de yoktu geleneğini devam ettiriyorum” yutmuşlar.
dedi biraz bağırırcasına. geriye dönmeyi başaramamış
sirkte. Ne sorarsam sorayım olabileceği geldi. Yine kafamı
mutlaka bir yanıt verirdi bana. Ne Bruno, ne de Bruno’nun
Zaten sirkte yüzlerce kitabı olan “Yüz yıllık mı?” karıştırmıştı Bruno.
atalarının hiç maske takmamış
bir tek o vardı. O kitaplardan olduklarını o zaman anladım.
ben de çok şeyler öğrendim. Ta- “Ne sandın sevgilim?” Benim Bruno’yu son görüşüm olmuştu Ve illa ki de meleklerin bir çift
rih, coğrafya, ingilizce’de çok iyi büyük büyük babam da palya- bu. Son konuşmam, son kafamı kanat taşıması gerekmediğini;
olmamı Bruno’ya ve kitaplarına çoydu” derken deminki anlık karıştırması olmuştu. Bir daha yusyuvarlak kırmızı bir burnun,
borçluyum. Bana dünyayı, hatta heyacanı gitmiş, sakinleşmişti. asla bir şey öğretemeyecekti kocaman ayakkabıların, koca-
hayatı tanıtmak için elinden bana. O akşam gösteri bittikten man bir gülücük taşıyan renga-
geleni yapıyordu sevgili dostum. Yüzüne dik dik baktım. sonra Sergio ve Paolo bir köşe- renk bir yüzün kanatların yerini
Okuma yazmayı annemden, ma- Bruno’nun benimle dalga geçip de kıstırmışlar Bruno’yu. Kafası- tutabileceğini…
tematiği ise hesabı pek okuma- geçmediğini anlamak için bir na vurmuşlar. Öldürmüşler onu.
mış olmasına rağmen çok kuv- ipucu bulmaya çalıştım yararsız- Cinbaz/Marjinal Kitaplar
Haziranda Ölmek Zor
işten çıktım  asmak neyi kurtarır  ekmeksiz yuvasız hekimsiz bu geceler niçin böyle insansız 
sokaktayım  sarı sarı yaprakları kuru dallara?  bırakmamak  bu insanlar niçin böyle yarınsız 
elim yüzüm üstümbaşım gazete  yolunmuş yaprakları  bu niçinler niçin böyle yanıtsız? 
kırılmış dallarıyla  ah yavrum 
sokakta tank paleti  ne anlatır bir ağaç  ah güzelim  kim bu korku 
sokakta düdük sesi  hani rüzgâr  canım benim / sevdiceğim  kim bu umut 
sokakta tomson  hani kuş  bitanem  ne adına 
sokağa çıkmak yasak  hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?  kısa sürdü bu yolculuk  kim için? 
asılmak sorun değil  n’eylersin ki sonu yok! 
sokaktayım  asılmamak da değil  gece leylâk  «uyarına gelirse 
gece leylâk  kimin kimi astığı  ve tomurcuk kokuyor  tepemde bir de çınar» 
ve tomurcuk kokuyor  kimin kimi neden niçin astığı  uy anam anam  demişti on yıl önce 
yaralı bir şahin olmuş yüreğim  budur işte asıl sorun!  haziranda ölmek zor!  demek ki on yıl sonra 
uy anam anam  demek ki sabah sabah 
haziranda ölmek zor!  sevdim gelin morunu  nerdeyim ben  demek ki «manda gönü» 
sevdim şiir morunu  nerdeyim ben  demek ki «şile bezi» 
havada tüy  moru sevdim tomurcukta  nerdeyim?  demek ki «yeşil biber» 
havada kuş  moru sevdim memede  kimsiniz siz  bir de memet’in yüzü 
havada kuş soluğu kokusu  ve öptüğüm dudakta  kimsiniz siz  bir de güzel istanbul 
hava leylâk  ama sevmedim, hayır  kimsiniz?  bir de «saman sarısı» 
ve tomurcuk kokuyor  iğrendim insanoğlunun  ne söyler bu radyolar  bir de özlem kırmızısı 
ne anlar acılardan/güzel hazi- yağlı ipte sallanan morluğun- gazeteler ne yazar  demek ki göçtü usta 
ran  dan!  kim ölmüş uzaklarda  kaldı yürek sızısı 
ne anlar güzel bahar!  göçen kim dünyamızdan?  geride kalanlara 
kopuk bir kol sokakta  neden böyle acılıyım 
çırpınıp durur  neden böyle ağrılı  asmak neyi kurtarır  nerdeyim ben 
neden niçin bu sokaklar böyle öldürmek neyi?  nerdeyim? 
çalışmışım onbeş saat  boş  yolunmuş yaprakları  kimsiniz siz 
tükenmişim onbeş saat  niçin neden bu evler böyle dolu?  ve kırılmış dallarıyla bir ağaç  kimsiniz? 
acıkmışım yorulmuşum uykusa- sokaklarla solur evler  söyler hangi güzelliği? 
mışım  sokaklarla atar nabzı  yıllar var ki ter içinde 
anama sövmüş patron  kentlerin  kökü burda  taşıdım ben bu yükü 
ter döktüğüm gazetede  sokaksız kent  yüreğimde  bıraktım acının alkışlarına 
sıkmışım dişlerimi  kentsiz ülke  yaprakları uzaklarda bir çınar  3 haziran ‘63’ü 
ıslıkla söylemişim umutlarımı  kahkahanın yanıbaşı gözyaşı  ıslık çala çala göçtü bir çınar 
susarak söylemişim  göçtü memet diye diye  bir kırmızı gül dalı 
sıcak bir ev özlemişim  işten çıktım  şafak vakti bir çınar  şimdi uzakta 
sıcak bir yemek  elim yüzüm üstümbaşım gazete  silkeledi kuşlarını  bir kırmızı gül dalı 
ve sıcacık bir yatakta  karanlıkta akan bir su  güneşlerini:  iğilmiş üzerine 
unutturan öpücükler  gibi vurdum kendimi caddelere  «oğlum sana sesleniyorum işiti- yatıyor oralarda 
çıkmışım bir kavgadan  hava leylâk  yor musun, memet,  bir eski gömütlükte 
vurmuşum sokaklara  ve tomurcuk kokusu  memet!»  yatıyor usta 
havada köryoluna  bir kırmızı gül dalı 
sokakta tank paleti  havada suçsuz günahsız  gece leylâk  iğilmiş üzerine 
sokakta düdük sesi  gitme korkusu  ve tomurcuk kokuyor  okşar yanan alnını 
sarı sarı yapraklarla birlikte ah desem  üstümbaşım elim yüzüm gazete  bir kırmızı gül dalı 
sanki  eriyecek demirleri bu korkulu- vurmuşum sokaklara  nâzım ustanın 
dallarda insan iskeletleri  ğun  vurmuşum karanlığa 
oh desem  uy anam anam  gece leylâk 
asacaklar aydemir’i  tutuşacak soluğum  haziranda ölmek zor!  ve tomurcuk kokuyor 
asacaklar gürcan’ı  bir basın işçisiyim 
belki başkalarını  asmak neyi kurtarır  bu acılar  elim yüzüm üstümbaşım gazete 
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor öldürmek neyi  bu ağrılar  geçsem de gölgesinden tankla-
genzim  yaşatmaktır önemlisi  bu yürek  rın tomsonların 
dökülüyor etlerim  güzel yaşatmak  neyi kimden esirgiyor bu buz şuramda bir çalıkuşu ötüyor 
sarı yapraklar gibi  abeceden geçirmek kıracın gibi sokaklar  uy anam anam 
çekirgesini  bu ağaçlar niçin böyle yapraksız  haziranda ölmek zor! 
Hasan Hüseyin Korkmazgil
22

Can Baba’dan sonra öğle rakı- Banyosu, mutfağı, tuvaleti ortak,

bir varmış...
ları, uyuyup uyanıp ferahlamak, Seferad’lardan, başka yoksul-
haramdır. lara on yıllar içinde devredilen
aile evleri yıkılmıştır. Kimi hala
Yıllarca Mit’çi bellediğimiz “Va “Kürt Kediler ve Çingene Ke-
Midye”den sonra vicdan ka- lebekleri” nemli duvarlarıyla
yıptır. sarmakta. Ne güzel ki Rıza Bey

hep varmış...
Aile Evi kitaplığımda, büyük usta
Sıfırın sonunu Fransızca’dan Tarık Dursun K. Karşıyaka’daki
yaptığı çevirilerle yayınevlerin- evinde sağ ve afiyettedir.
den gören Sorbon’lu “Güzel-
cim Nedim”in kuru patlıcan Hıdırellez sabahlarında hınzır
dolmalarından sonra gurmelik oğlanların dalganla dağladıkları
yalandır. çocuk bacaklarım yıllar sonra
Biz neleri hedeflerken başımızdan geçenler, kendine benzemiş.
Hindistan’a yürüyerek gitme ha-
daha neler olacak, daha neler olacak, daha yali kurarken bagetleri ellerinde
Akciğerleri anlatmak için ilkokul
neler olacak… Zaman Usta’nın mırıltısına can veren Cemil’den sonra Pun-
ta, Acil Bar ve bandana takmak,
öğretmenimin sandalyenin üs-
tüne çıkarıp, gömleğini yukarı
koroyla katılıyor. Bir kentte doğmak, çok uzak bir hayaldir.
sıvadığı Cumhur’un bembeyaz
yaşamak, kocamak iyidir. Öyle olunca, bir Cebinden çıkarıp mavi şişesiyle çocuk göğsü ilk seksüel he-
yecanım olarak aklımdadır.
kenti kendi kamburunla birlikte sırtında Fas’dan esinti taşıyan Casbah’ı
Cumhur’un, saçının yanına iliş-
armağan eden Grafiker Tevfik,
taşımak zulümdür. bir bayram sabahı, ölüsünü tirdiği şapkası ve eldivenleriyle
Alsancak Vapur İskelesi’ne güzel annesi, bir gün elinde
vurmuş halde bize sunduğun- çiçek ve çikolatayla evimizin
Yıldız İlhan dan beri bayramlar ve sabahları kapısını çalacağını sandığım
artık yoktur. kayınvalidemdir.
İyidir aynı kent- Yoldaş Osman’dan sonra sarhoş
te doğmak, olmuş yanık türküler, Bethoven Papağan, Bâbı-ali, Bodrum
yaşamak, koca- Ahmet’den sonra “Uzayıp giden Üç kişi oturup, otuzüç kişi kalk-
tığımız, “Blöf” dosta kaç Buca Lokantası, Dar Geçit, Kelleci
mak. Bir kentin o tren yolları”, Nihat’dan sonra
treni kaçırtıp kentte mahsur Cemal, Sidikli Ali, Kübana, Golf,
soluğunu an Alevi türküleri zordur.
bırakan Mavi Bar, itibarını yitir- Remzi Baba, içinde sözcükleri,
be an teninde Grup Mavi’den, Adnan’ın
duymak, onunla dilinden, Suriye sınırında, miştir gözümüzde. kahkahaları, kavgaları ve kırık
gelişip seripil- Akçakale’de, patır patır koyun dökük şarkılarıyla kendi üstüne
patlatılan birlikte askerlik yapan Bergama bisiklet eylemi dok- kapanıp kalmıştır mazide.
mek iyidir.
toru, yolunu merak ettiğimiz
bir oğlun varken, “Korkuyorum
Mümtaz, yaşama aort damarını Saray, Lale, Yeni, Yıldız, Büyük,
Ama zordur, koca paltolu sine- Anne”yi dinlerken bir yakar topu
patlatarak rest çektiğinden beri Gülbahar, İkbal, Klüp, Gönül,
macıdan sonra “Abilerim, ab- kalbinde ve aynı şiddette şimdi
altın madeni son hızla çalışmak- Atlas, Ay, Güneş, Ülkü, Albayrak
lalarım…”, Bademci Aydın’dan ve yeniden hissetmek, umarsız
tadır. sinemalarının perdesinde gö-
sonra buzlu badem kıtırdatmak, tekrardır.
rüntüler repliklerine göz kırpıyor
bir uzak zamandan.

Özlem’den, yaşlılığımı, ölümü-


mü kalbiyle sarmaya imza atan
canımdan sonra, tüm doktorlar
belkidir.

İçtiğim tüm sigaralar, biralar,


şaraplar ve de rakılar denize
bakarken ardıllarını ısmarlıyorlar
garsonlara.

Biz neleri hedeflerken başı-


mızdan geçenler, daha neler
olacak, daha neler olacak, daha
neler olacak… Zaman Usta’nın
mırıltısına koroyla katılıyor.

Bir kentte doğmak, yaşamak,


kocamak iyidir.

Öyle olunca, bir kenti kendi


kamburunla birlikte sırtında
taşımak zulümdür.
İşlediğim Her Cinayetin
Bir Sebebi Var!
Okyanusun dalga sesleriyle yetinen insanlar, dilimden dökülen
kelimelerin zihinlerine yansıdığı kadarıyla yetinirlerdi. Kelimelerimin
yansımalarında mana bulamadıkları zamanlarda da
manzara karşısında soyut yaşanmışlıklarla iç geçirirlerdi.

farkında olan vardı ne de candan sevebileceği havada ölümcül yanlışının yarattı-


hiçbir varlık başka bir insanı. Dört odacığının ğı keşmekeş sonrasında dilinden
buna da- kapısını kilitledi, bütün kapıların şunlar döküldü; “Derinlerim okya-
yanamazdı önünü ayrı ayrı engellerle süsle- nus gibiydi, uzaktan manzarasını
elbet, fakat di. Her kapının önünde şu cümle- seyredip kokusunu içine çekerek
insanın ruhu- leri tekrarladı: “Lütfen, gözlerinin rahatlayan insanların var olduğu
nu bedeninden işlevi sadece beni görmek olsun. zamanlarda sakindi. Okyanusun
bağımsız bir Kulaklarının duyduğu tek ses dalga sesleriyle yetinen insanlar,
yerde bırak- benim, burnunu sevindiren tek dilimden dökülen kelimelerin
ması da biçimsel koku bana ait olsun.” Sevdiği zihinlerine yansıdığı kadarıyla
olarak imkânsızdı, insan sayısı bir kalbin dört oda- yetinirlerdi. Kelimelerimin yansı-
Damla Topbaş zihinsel olarak ruh zaten cığını geçmese de sevgisinde en malarında mana bulamadıkları
hep bambaşka yerlerdeydi. az Don Juan kadar bencildi. İçini zamanlarda da manzara karşısın-
“Balık çok İnsanın uyumsuzluğun yarattığı sinsi bir sıkıntı kapladığı anda da soyut yaşanmışlıklarla iç geçi-
yemden ölür de rahatsızlığı en derinine kadar sevdiği insanların onu sıkıntının rirlerdi. O günlerde derinlerimde
insan çok sev- hissettiren ruhunu bir köşeye anlamsız havasıyla boğmaya ça- yer etmiş, dışarı çıktıklarında
giden ölür mü?” atıp unutması, bir odaya kilitleyip lıştığını anladı. Âdem ve Havva’nın okyanusta yolunu kaybedip kara-
diye düşündü anahtarını hiç bulamayacağı cennette sıkılıp oradan kurtul- ya vuran telef olmuş balıklardan
cam fanusu bir yere atması, bir nehre atıp mak için büyük günaha imza rol çalacak hislerimi unutulmuş-
seyrederken. akıntıya bırakması imkânsızdı. O attıklarını düşünerek derininde lukla unutulmamışlık arasında
Düşüncelerinin da farkındaydı. İnsanın ruhu bir saklı olanların da derin sıkıntıdan saklamak kolaydı. Ta ki gizlere
ardı arkası ke- şarkıydı dile pelesenk olan, bir kendisine acı verecek bir hataya merakı olan, okyanusun manzara-
silmedi, düşünceleri içini deldi resimdi ressamının asla ulaşama- düştüklerini düşündü. Yarattıkları sı ve kokusuyla yetinmeyip içinde
dışarı çıkıp turuncu süs balığına yacağı renklerle boyamayı hayal sıkıntının sebebinin derinlerinin barındırdıklarını merak eden biri
çarptı. Mütemadi meraklarını ettiği ya da bir romandı sonunu konforsuzluğundan kaynaklan- derinlerime izinsiz bir biçimde da-
içine atıp içinin kapılarını kilitledi. yazmanın imkânsız olduğu ama madığına inandırdı kendini zira lana kadar… O günden itibaren
Elini cam fanustaki suya daldırıp yine de okumaktan vazgeçilme- cennet de yeterince konforluydu derinlerimde dalgalar durulmaz
turuncu süs balığının yüzeyinde yen… En nihayetinde bedenin Âdem ve Havva için. Fakat çektiği oldu, acının verdiği zevki yaşa-
gezdirdi. Mütemadi merakları sınırları içerisinde boğulan… sıkıntının getirdiği ıstırap nefesini maya başlayıp derinlerimin kapı-
içinin kapılarını zorladı, anahtar zorladı, içinin kapılarını daha iyi larını daha sıkı kapattım. Fakat
en derininde gizliydi. Öyle bir yer- Yüzüne çarpan güneşten rahatsız kapatmaya çalıştı. İçinin odaların- bir anda heves edilen şeylerden
deydi ki turuncu süs balığı bile o oldu. Sırtını güneşe verip yakı- da sıkışıp kalanların dışarı çıkmak çabuk bıkılırdı, unuttum. Mera-
kadar derine dalamazdı. Aslında nında gördüğü bir banka oturdu. için içini darmaduman etmesi kının yarattığı heyecanlı ruhunu
düşünceleri realizmde yer bul- Yoldan geçen insanları inceleme- Zeus’un yıldırımının tekrar ger- seyretmek adına daha da derine
ye başladı. Onun için her insan çekleşeceğinin habercisiydi. İçinin insin istedim, ölmüş bir balığı
saydı içinin derinliği cam fanusun
savaşları ve krizleri bitmeyen bir parçalanmasına, duyduğu acılara tekrar okyanusa atarak yaşa-
derinliği kadardı. Ama o, suyun
ülkeydi, aynı zamanda keşfedil- rağmen içinin odalarını sevgiyle masını bekledim. İmkânsızdı,
yüzeyinde boğulabilecek kadar
memiş bir kıta ya da keşfedilip doldurdu, bütün pencereleri acımasızca zorladım. Derinlerim-
hayalperestti. Bütün gününü
Christophe Colomb’muşçasına kapattı. Karanlığı sözcüklerinin de nefes alamadığını anladığında
turuncu bir süs balığının anlamsız yanlış isimlendirilmişti. Yağmur ışığı aydınlattı fakat içindeki isyan kaçmak istedi. Kelimelerimin zi-
ifadesi karşısında geçiremeyece- damlalarıyla yeşillenen bir toprak- bitmedi. İçini sis bulutlarının kap- hinlerindeki yansımasıyla yetinen
ğini düşündü. Balığa yemini verip tı insan, o toprak yağmur dam- ladığını hissetti, derinleri turuncu insanlardan biri olmak isteseydi
kendi ruhunun yemini aramak lalarıyla buluşamayınca çatlayıp süs balığının fanusu kadar daral- eğer derinlerimdeki en anlamlı
üzere sokağa çıktı. Kendini insan- üzerine bastıkça paramparça mıştı. İçinin kapıları zorlandı, dört kelimeleri dilimle buluşturacaktım
ların yüzlerinde memnuniyet hissi olurdu. O da öyleydi, yağmur dam- odacığın kapısı da teker teker fakat o, okyanusun varlığından
bırakmış bir hiçliğin merkezinde, lalarıyla bir türlü buluşamamıştı kırıldı. Muhtaç olduğu her şey bihaber sadece gökyüzünün ma-
anlam verememenin yarattığı bu yüzden üzerine kim bassa içini delip dışarı çıktı ve bir anda visiyle yetinerek yaşamına devam
boşluğu görmezden gelmenin kı- paramparça olurdu. Yağmur dam- görünmez oldu. İçinin firarileri etmek istedi. Varlığıyla beraber
yısında buldu. Dedim ya hayalpe- lalarını getirecek olan Zeus’un kaçarken o ruhuyla baş başa derinlerimde saklanan güzel olan
restti, yaşadığı şehrin hayalindeki yıldırımıyla kaybolup gitmişti. Bu kaldı. Paramparça olmuş derin- her şeyi başlattığı isyanla yok etti.
okyanusların berraklığını, derin- yüzden sevdiği insanları Zeus’un lerinde yargılanıp en acımasız Her şeyin fazlası ölümcüldü, sev-
liğini yansıtmadığını gözünü her yıldırımı bir yana kendi gözlerin- cezaya çarptırılacağını düşündü ginin de öyle. Öğrenemedim. Ben
kapattığında kendini bulduğu mis den bile sakındı. Sevdiği herkesi fakat derinindekileri kaybetmenin hayatımdaki her insanı çok sev-
kokulu bahçelerin masalsı hava- içinin odalarına kilitmesi bun- ötesinde bir ceza olabilir miydi? giden öldürdüm, hepsini içimin
sını taşımadığını yine gördü. Ru- dandı, hepsini kalbinde ayrı ayrı Olmazdı elbet fakat bu onu yar- odalarında teker teker boğdum.
hunu evde bırakmak istedi zira bu odacıklara kapattı. Sevdiği insan gılanmaktan kurtaramadı. Ruhu Bu yüzden işlediğim her cinayetin
denli çirkinliklere bedeninde ruh sayısının azlığını kalbinin dört kendi kendini yargılayacaktı ve bir sebebi var; turuncu süs balı-
barındıran bir varlık nasıl dayana- odacığının yeterli gelmesinden kendine verebileceği en büyük ğım çok yemden, insanlarım çok
bilirdi? Bir ruha sahip olduğunun anladı. Ne başka bir odacığı cezayı verecekti. Karanlık, ağır bir sevgiden öldü.”
24

Omuz
Ses etmedi adam. Kafamı om- yunca New Orleans’da bir luna-
zunda hissedince hafifçe irkildi, parka bile gitti aklım. “Pardon”
sonra kitabına geri döndü. Ken- dedi adam sonra. Paramı uzattı.
dimi her şeye hazırlamıştım. Ya- “İstemem” dedim. Gözlerime
dırganırsam “Ah, uyurken kafa- dikkatlice baksa “İstemem”

Or#spusu
mı düşürmüşüm - afedersiniz” dedikten sonra “Gitmesen keş-
diyecektim. Yadırganmazsam ke, tam dondurma yiyecektik”
bir omuzun üzerinde yatıyor diye yalvardığımı duyabilirdi.
oluşumu daha derinden değer- Bakmadı.
lendirip ağlayacaktım. Ağladım.
İnsan kafasını bir omuza koydu O günden sonra buralar hep
mu ağlamalıdır çünkü. Omuzlar “Bir kulunu çok sevdim” oldu.
ağlamadan geçilmemelidir. Burnumun içine bir “Pardon”
Omzun hakkı verilmelidir. tıkandı, bir daha kimseyi kokla-
madım.
İneceği durak yaklaştığında Newton gülmedi, savaşımda bir
“Pardon” dedi adam. Aklımı daha kimse ölmedi ve o luna-
başıma, başımı da boynuma parkta o dondurma asla yenme-
toplayıp kalktım. Bu hikaye di.. Hayalimde bile.
beni cesaretlendirmişti. Artık
tutmayacaktım kendimi. Newton ***
Savaşları’nda binlerce kayıp Belki de…
vermeyecektim. Güzel kokulu Bugün aklına geleyim dedim
adamların omzuna düşecektim sevgilim, kapıyı yine açmadın.
direk. Yadırganırsam “Afedersi- Ne zaman aklına doğrulsam
niz” diyecektim. hep kapı duvar.
Fakat bu kez perdenin arasın-
Gel zaman git zaman Anka- dan bile bakmadın.
ra’daki bilimum hatlarda ünüm Aklının içinde hep o var, bu var,
hava sahasına kadar ulaştı. şu var.
Artık ben adamların omuzlarını “Uyuyor herhalde” dedim içim-
değil, adamların omuzları beni den, siz içerde öpüşürken
istiyordu. Şehirdeki erkeklerin Döndüm arkamı, “uyutuyor”
yarısından çoğu kasti olarak diye düşünmedim hiç..
güzel kokuyordu. Benimse boy- Rüyana da kıyamadım, terleriniz
num nice omuzlarda tutulmuş, birleşirken
yorulmuş ve tecrübeli bir fahişe- Sadece düşündüm; “Belki de
nin yaşlı cinsel organını andırır beni görüyordur piç..”
olmuştu artık. İstemiyordum.
Onlar çıkarcıydı, ben aptal. “Ol- ***
mamalı” dedim, “Olacaksa bile - Ah bu belirsizlik beni öldüre-
adil olmalı.” cek -
Tut saçları güneş kadar parlak
İnsan kafasını bir omuza koydu mu Bir süre sonra yolculuğu 50 bir kadını elinden, geç önüm-
liradan sattım kafamı. Bir güne den, “Başkasını seviyormuş”
ağlamalıdır çünkü. Omuzlar ağlamadan nereden baksan 50 omuz sığ- diyeyim. Yalnızlığa dair gazeller
geçilmemelidir. Omzun hakkı verilmelidir. dırıyor, çok para kazanıyordum. düz, “Hayatında biri olsun
Adamların elleri zaman zaman istemiyormuş” diyeyim. Ne
Selcan Saraç yanaklarımda geziyordu, bazı- kadar çirkin olduğumdan bah-
ları nefesim boyunlarına denk set, “Beğenmiyormuş beni”
http://selcandy.tumblr.com düşsün istiyordu. Ekstra ücret diyeyim. Nöronlarından şikayetçi
Aslında toplu nizması inşa ediyordum. Yoksa alıyordum. Artık ağlamıyordum, ol, “Kafası karışık” diye düşü-
taşıma araçla- mesele yer çekimi değildi. Bunu gözlerim Mecnun’un çölü kadar neyim. Ama gözlerini derinime
rında yanıma cehennemin en dibindeki New- hissiz ve kuruydu artık. Her batırıp bakıp bakıp da susma.
oturan adamla- ton bile biliyor, içten içe gülüyor- yolculuğun sonunda “Pardon” Yalnızlıktan toz tutmuş omuz-
rın parfümleri du. Duyabiliyordum. diyordu adamlar, beni boşlu- larını gözümün içine soka soka
güzel kokmadığı ğumdan uyandırıyor, paramı susma. “Çok güzelsin..” deyip
sürece yalnız- Adamlar güzel kokmadığı sü- cebime sıkıştırıyor, usulca uzak- de devamında susma işte! Bana
lığımın farkına rece yüzüm gülüyordu, kafam laşıyordu her biri. Newton Sa- nöronlarının sağlığını çaktıran
varmıyordum pek. Hele bir de dik duruyordu. Kendimle karşı vaşları önceden bu kadar kanlı entelektüel cümlelerle susma.
sabahın körüyse, adamların karşıya oturup içtiğim bir kahve geçmiyordu. Hırpala beni küçükken babamın
omuzları ile kafam arasında ya da radyo programını arayarak vurduğu yerlerimden. Bir şey
Newton Savaşları yaşanıyordu. kendime armağan ettiğim şar- Ne var ki bir gün çok sevdim yap, canımı acıt, kalbimi kır,
Ben bunu Newton Savaşları kılar yetiyordu bana. Ama bazı bir omzu. O gece daldığım şey küstür ve barıştır. Sonu cennet
şeklinde adlandırarak tecrübe adamlar çıldırmışçasına güzel boşluk değil, bolluktu. Gözleri- olsun, sonu felaket - yeter ki bir
ettiğim metafiziksel durumu kokuyordu. Bir gün direneme- me dikkatlice baksan aklımdan sonuç olsun uğruna gülmeli,
fizik kurallarına adapte ediyor, dim, kafam bir omuza düştü. geçen hayalleri full HD izleyebi- uğruna ağlamalı. Uçurumdan
kusursuz bir savunma meka- lirdin. 20 dakikalık yolculuk bo- aşağı it ya da tut belimden geri
25

çek beni. Yeter ki o uçurumun keresinde bir sigara, bir dudak


kenarında aylarımın geçmesine tiryakisine aşık olmuştu. Ken-
sebep olma, o uçurumun bile disini içine çekmeyen, sadece
bir dibi var hiç unutma. öpüp uzaklaşan bir adam için
- Ah, bu belirsizlik beni gerçek- yanmış, bitmiş, kül olmuştu.
ten öldürecek - Birçoğumuz gibi.

*** ***
Ardına gizlenebileceğin du- Kimse kimseyi…
varlar Herkesin dilinde formaliteden
Giden kişi giderken ardında bir yalnızlık türküsü, herkes
“kendini bir başkasına daha sevgiye aç. Sanıyorsun ki Aşk
teslim etmekten çok korkan, bir dünya ve sen onun Afri-
başkalarına sert ve çetin du- ka’sındasın. Herkes ben küçük
varlarla yaklaşmak zorunday- yaşlardayken annemin özene
mış gibi hisseden, bir insanı bezene, hiç usanmadan ördü-
tüm gücüyle sevmekten çok
çekinen” bir sen bırakmışsa
eğer, emin ol uzaklarda bir
ğü dantel takımları anımsatan
türden süslü aşklara özeniyor,
hiç durmadan sayıklıyor “sev
Taşlı Yazı 
yerlerde eseriyle gurur duymak- beni, beni sev” diye. Sonra se- Üç el yamanmıştı geceye sivri 
tadır. Gitmiştir, giderken seni viyor güya, güya seviliyor; insan Korkunun ötesinde ateş yakmıştı çocuk 
kimse onun sevdiği gibi seveme- insana 3 kuruşa en aptalına
sin diye ardına gizlenebileceğin bile kakalayamayacağın kadar Kimse bir şey diyemedi 
duvarlar inşa etmiştir. Bencildir, saçma sebeplerden dolayı
kork ister, kimseye ona verdiğin öfkeleniyor, yok yere hırpalıyor Önce bir yerinden başladı 
kadar büyük bir değer vereme insan insanı. Sonra yeniden aynı Kocaman kara kırmızı mor 
ister. Kendini ona teslim ettiğin yalnızlık türküsü, yine sevginin Kımıldadı deli taşlar, denizler bitti 
gibi bir başkasına daha gönül Nijerya’sında, yine o kuş tüyü
rahatlığıyla teslim etme ister. yastıkları anımsatan Kaf Dağı Çıldırıyordu yağmursuz toprak 
Kimseye ona sunduğun fırsatla- hikayelerine susuzluk çekerce-
rı sunama, hep çekin, hep uzak sine serzenişler. İnsan bencil, Kaynadı ağaçlar kuşlar bulutlar 
dur ister. Ona kurduğun cümle- insan nankör. Kimse de kimseyi Doğa yarattıklarını yedi 
leri bir daha kurma, kimsenin sevmiyor.
elini o kadar uzun süre tutma, Sustu insansız dağ taş yorgun 
kimsenin kokusunda kolay ko- Ki insan, kendisine karşılık vere- Delinmiş göklerde yıldızlar yerlerine dönüyorlardı 
lay boğulma, o can simidi hep meyecek nesneleri bile sevebi- İşte bu upuzun sersemlikte 
üstünde olsun ve seni derinlere len ve değer verebilen makul de Çatladı bir küçük taşın sabrı 
inmekten korusun ister. Çünkü bir varlık olarak karşılık alabildi-
günün birinde geri dönüp seni ği noktaları parmağıyla tıkıyorsa, Daha küçük bir böcek çıktı güne 
sevmeye kaldığı yerden devam bana yalnızlıktan, bana insanın Yaşamı müjdeledi 
edecektir. Duvarları kendisi sevilmeye muhtaçlığından bah- Utandı önce o korkusuz kara kırmızı mor 
inşa ettiği için nasıl yıkılacağını setmeyin. Boşluklara çakılı ışıklar 
da adı gibi iyi bilecektir. Sen Doğacak çocuklara sevindi 
uzunca bir süredir onun senden Kimse kimseyi sevmiyor, Aşk’ın Açıldı hemen koca gökler 
götürdüğü şeylerin eksikliğini Amerika’sında bile. İnatçı bir son bitiyordu 
çektiğin için hep can simidine
sarılırken, o götürdüğü şeyleri *** Tüm yağmurlar indi 
geri getirecek, her şeyi yerine Bazen bir insanla aranızdaki şey
yerleştirecek ve sana sımsıkı bir fincan kahve kadar basit ve Üç el yamanmıştı geceye sivri 
sarılırken can simidini “yanlış- sıradan görünebilir. Ama sen Ateş yakmıştı çocuk geceye 
lıkla” patlatacaktır. Sonra boğul kahvesindir, o fincan mesela. Kimse bir şey diyemedi 
kokusunda.. İkiniz de hep başkalarının du-
daklarına değmişsinizdir, ama Şimdi yine döndük geldik 
*** bunu yaparken bile aslında iç
Bir çoğumuz gibi… içesinizdir, dış dışasınızdır. Aslın- Atomlarla 
Aklımdan hüzünlü platonik aşk da ona aitsinizdir. Onun içinde Bu bitmeyen son 
hikayeleri yazardım otobüste ve onun şeklindesinizdir. İşte Nagazakide kırmızı elbiseli çocuk 
sıkılmamak için hep. Mesela bir öyle bir olay, durum, bir şey. Okşarken parlak düğmelerini 
Bir anda yamandı göklere 
Gerçek inanç, münzevilerin solgufn yüzünde değil, yaşam savaşı O küçücük güzel elleri, 
vermek zorunda kalanların yıkılmış hayatlarında bulunabilir.
Sebastian Faulks Ve işte görüyorsunuz 
Yalnız uyumaya başladığımdan beri artık kimseye inanmıyorum. Kimse bir şey diyemedi. 
Perhan – Çingeneler Zamanı
Müştak Erenus
Yanlış bir hayat doğru yaşanmaz. Konuşmana izin verdim Alev,
Adorno – Minima Moralia beni kırmana değil.
26

Cazın özgürlüğü
beni etkiledi
Ankaralı müzikseverlere
çalmayı çok sevdiğini
söyleyen Caz dünyasının
sevilen isimlerinden
Karsu, cazseverlerle
buluştu. Karsu
“Amerika’da caz müzikle
tanıştım ve bu müzikteki Röportaj: Burcu Cansu
serbestlik, özgürlük
beni çok etkiledi ve caz
yapmaya başladım” diyor.

Hatay’ın Karsu köyünden saz çal, keman çal” dediler.


1970’de Hollanda’ya göç Ama ben illa piyano isterim
eden Türkiyeli bir ailenin diye tutturdum. Hevesim
1990 doğumlu kızı Karsu, geçer diye önce piyanoyu
17. Uluslararası Ankara bir yıllığına kiraladılar. Ama
Caz Festivali kapsamında sonra ilgimi ve yeteneğimi
Ankara’da sahneye çıktı. Caz görünce araba almak için
dünyasının sevilen isimlerin- biriktirdikleri parayla bana ilk
den Karsu’ya bir araya ge- piyanomu aldılar.
lelerek müzikle tanışmasını
konuştuk. Profesyonel müzik ya-
şamının, 14 yaşında
Ne demek Karsu? Amsterdam’da başladığı
Annem ve babam Hataylı. bilgisi basında yer alıyor.
Karsu da onların köyünün Kariyerinin nasıl başlayıp
adı. Ben Amsterdam’da geliştiğini anlatır mısın?
doğdum; onlar da köklerimi Amsterdam’da babamın Ki-
unutmayayım diye bana bu lim adında bir restoranı var.
adı vermişler. Komşu restorandan kullan-
madıkları bir piyano hediye
Müziğe nasıl başladın? ettiler bizim restorana. Ben için gelenler olmaya başladı. Amerika’ya gittim, özel bir
6-7 yaşındayken bir gün tele- 14-15 yaşlarındayken hem Restoran dolup taşıyordu. bursla. Döndükten sonra ilgi
vizyonda uzun saçlı bir ada- garsonluk yapıyordum hem Bir gün Amsterdam belediye arttı ve restoran artık istek-
mın piyano çaldığını gördüm de arada bir müşterilere pi- başkanlığının sözcüsü res- lere cevap veremez duruma
ve “Ben de böyle çalmak yano çalıyordum. Hoşlarına toranımıza geldi ve beni bir geldi. Bir konser verelim bari
istiyorum” dedim. Annemden gittiğini görünce her cuma ve yılbaşı galasında çalmam dedik ve 750 kişilik salonun
ve babamdan bana piyano cumartesi akşamları birkaç için davet etti. Bu konserden biletleri beş hafta önce tü-
almalarını istedim. “Kızım parça çalmaya başladım. sonra Amerika büyükelçili- kendi. Yoğun talep üzerine
piyanoyu ne yapacaksın, sen Derken sırf beni dinlemek ğinden gelen teklif üzerine ikinci bir konser verdim ve
27

biletler birkaç saat içinde


tükendi... Böylece “profes-
yonel” konserler vermeye
başladım.

Kilim restoranından, Carne-


gie Hall’e nasıl uzandı bu
hikaye?
Yarışmalara katılıyor ve
ödüller kazanıyordum
Hollanda’da. Kazandığım
ödüllerden biri New York
– Carnegie Hall’de konser
vermekti. O zamanlar oranın
neresi olduğunu, dünyanın
en önemli salonlarından biri
olduğunu bilmiyordum bile...
Bugüne kadar orada üç kez
sahneye çıktım. North Sea söylediğimde çok beğeniyor- rasıyla tamamen sosyal de yapıyordum o gün. Bana
Jazz Festivali’nde iki kez yer lar ve duygulandıklarını söy- proje amaçlı bir Türkiye turu “az önce çalan CD nedir?”
aldım. Geçen yıl grubumla lüyorlar. Konserde bir Türkçe yapmamızdı. 45 kişiydik ve diye sordu. “Ben canlı çalıyor-
birlikte dünya turu yaptık: parça çalacağım zaman Ankara, Kapadokya, Kırşe- dum” dedim. Şaşırdı. Birkaç
Brezilya, Monte Carlo, New bunu onlara söylüyorum ve hir, Nevşehir’den geçerek gün sonra tekrar geldi ve
York, Endonezya, Fas...  12 şarkının konusunu da anla- Antakya’ya kadar günde 6-7 “ben senin hikayeni belgesel
ülke gezdik. tıyorum. Konserden sonra konser vererek geldik. En yapmak istiyorum” dedi. On
bana sözleri anlamamalarına son annemle babamın köyü gün filan sürecekti çekimler
Çok geniş bir müzik yelpa- rağmen çok etkilendiklerini olan Karsu Köyü’nde konser ama tam beş yıl sürdü! Beş
zen var. Sen kendi müziğini söylüyorlar. Bu beni mutlu verdik ve bu benim için çok yıl boyunca benimle her yere
nasıl tanımlarsın? ediyor. gurur vericiydi. Yolda bir geldiler. New York’a da, Kar-
Pek çok müzik türü hoşuma anda durup konser vermeye su Köyü’ne gittiğimde de...
gidiyor. Ben ilk klasik müzikle Albümün Türkiye’de de ya- başlıyorduk. Bazen yetim ço- Sonunda “Karsu: I Hide A
başladım, sonra Amerika’da yınlandı. Bir de klip çektin cuklara çaldık, bazen tarlada Secret” belgeseli ortaya çıktı.
caz müzikle tanıştım ve bu Burdur Gölü’nde. Neden çalışan insanlara... Tur sıra-
Geçtiğimiz yıl Hollanda’da
müzikteki serbestlik, özgür- orayı seçtin? sında 2 haftalık ömrü kalmış
galası yapıldı ve İstanbul da-
lük beni çok etkiledi ve caz Confession albümüm 14 kanser hastası bir adam ol-
hil dünyanın pek çok yerinde
yapmaya başladım. Müzi- Şubat’ta Türkiye’de çıktı duğunu duyduk. Adam dağın
gösterildi.
ğimde aynı zamanda funk, ve Gesi Bağları klibim aynı başında yaşıyordu ve oraya
bossa-nova ve Türk ezgileri gün yayınlandı. Aslında kli- araba yolu bile yoktu. Ama
de var. Tarzımı sordukların- Son olarak, Ankara seyirci-
bi Amsterdam’da çekmeyi biz bu adama ulaşmalıyız
da “Karsu müziği” diyorum düşünüyorduk. Ama sonra diye düşündük ve sırtlandık sine söylemek istediğin bir
kısaca! Laz müziğine çok Burdur Gölü’nün kuruma müzik aletlerini, çıktık oraya şey var mı?
aşığım ve konserlerimde de tehlikesiyle karşı karşıya ve o adam için konser verdik. İlk kez geçen yıl Ankara Caz
çalıyorum. Kendi tarzımda olduğundan ve buna dikkat Festival’ine gelmiştim, trio
yorumluyorum. çekmek için yapılan bir pro- Hayatın bir belgesele konu olarak sahne almıştık. Salo-
jeden haberdar oldum. O olmuş, doğru mu? nun dolu olduğunu görünce
Albümün ilk olarak zaman dedim ki; “hadi klibi 17 yaşındaydım ve babamın çok sevinmiştim. Daha sonra
Avrupa’da yayınlandı. İçinde orada çekelim!” restoranında müşterilere ODTÜ’de bir konser verdim.
İngilizce ve Türkçe parçalar piyano çalıyordum. Bir gün Orada da salon doluydu ve
var. Albüme ilgi nasıl? Türkiye’de konser vermek Mercedes Stalenhoef, kendi- çok keyifli bir konserdi, bu da
Albümüm Hollanda’da caz nasıl bir his senin için? si ödüllü bir belgeselci, bizim beni çok mutlu etti. Ankara
listelerinde bir numaraya Türkiye’de başka konserler restoranda yemek yiyormuş. seyircisine çalmayı seviyo-
yerleşti ve önemli caz otorite- de verdim ama en gurur Çalan müziği çok beğenmiş. rum. Şimdi tekrar Ankara
lerinden çok iyi puanlar aldı. duyduğum şey geçen yaz Ben aynı zamanda garson Caz’da sahne alacak olmak
Avrupalılar Türkçe şarkılar Hollanda’lı Rocciotti orkest- olarak onun masasına servis heyecan verici.
28

Kayıp ruh kırık diş OTTO

Sabah kaktığımda patlamış darbeleri bir güzel vücuduma çöktü üstüme. Bu kadın neden gün başlamalıymışım. Bunları
dudağımın acısını daha iyi yerleştiririm, bol bol benimle birlikte neden bir anlatırken gözlerine baktıktım
hissedebiliyordum. Geceden küfreder konuşurum, daha kenara atıp kaçmıyor diğerleri gözleri benim iyiliğimi
koyulmuş buzlar işe yaramış bir kışkırtırım. Birileri ayırır gibi veya neden ben bunları istercesine mutlu bakıyordu
olmalı ki şişlik çok yoktu. yada karşımda ki benim görmezden gelip bir rahat o an karar verdim artık bir
Böyle bir dayaktan sonra deli olduğumu düşünüp hayat yaşatmıyorum. İlk defa şeyler değişmeli kendim için
insan kendini kötü hissetmeli bıraktığı zaman titremeler böyle düşünüyordum hayatım bir şeyler yapmalıydım ve
ama ben kendimi daha iyi olmaz, sadece boşa zaman boyunca. Kendimden başkasını onun için. İnternette biraz
hissediyordum, sanki arınmış geçirdiğimi düşünürüm. Bu son ilk defa önemsiyordum. Bi araştırdıktan sonra müzik
temizlenmiştim. En kötü yediğim dayakta daha değişik an iyimisin dedi evet dedim ve aikido yapmanın bana iyi
alışkanlığım olsa gerek tepkiler verdim buda bir ilkti ve ekledim seni seviyorum. geleceğini düşündüm. Artık
kavga etmek isteği ama hoştu. Kavga bitip şişmeye Ağzımdan çıkan cümleden sadece kendim için değil
ben kavga edemiyordum başlayan gözümü hissederken sonra biraz afallamıştım kendimi ve beni seven insan
sadece dayak yiyebiliyorum ağzımdan dişimin yarısın kanla benden böle bir şey için yaşama zamanı gelmiş.
daha kimseyi dövememiş tükürüp , beni döven adama beklenirmiydi. Sevmek ve Bunu kaçıramazdım buna
olmanın hiçbir ezikliğini bakarken düşündüğüm şey ben ikisini yan yana koysan kıyamazdım sonra kendime
yaşamıyordum. Dün gece yarın sabah kahvaltısında kavga ederler başka bir şey çok kızardım. Elinde tepsi
bardan dışarı çıkınca Türkçe salçalı ekmeği yerken bu diş çıkmaz sadece kavga çıkar. ile gelen sevgilim sana taze
bilmeyen birini küfrediyor başıma bela olur mu? İdi. Şimdi nasıl oluyorda birden ekmek aldım dişin ağrımasın
sanıp sataştım sonucu bu bir insana böyle hissediyorum diye kızartmadım salçayı da
oldu. Adam kendini korumak İçerden gelen sesleri dinlerken yumuşadım mı acaba? bol kullandım ekmek ıslanırsa
için beni bir güzel dövdü ama aynanın karşısında kırılmış düşünceler beynimi yormaya iyice yumuşar dedi ve önüme
babamın dayaklarının yanında dişime patlamış dudağıma başladığı anda gene aynı koydu. Aldığım kararların
hiçti. Kimse beni babam gibi bakıyordum. İçimden istek duyuldu içimde kavga mutluluğuyla yumuldum
dövemiyor. negüzel dövmüş beni diye etmeliyim , nasıl olsa çok
geçiriyordum. Sevgilim kolay olacak. Biraz alkol biraz
Kavga etmek , dövmek yada telefonda dişçi randevusu özgüven. Nasıl olsa karşımda
dayak yemek anlık işlerdir ne almak için çaba gösteriyordu ki her insanın içinde biraz
kadar kısa sürer bilemezsin ama birkaç gün sonrasına benden var hazırlar kavgaya.
ama sana baya bir uzun gelir. randevu istemiyordu. Hemen Sonra ben dayak yerim
Önce sataşmalar başlar bugün olmalıydı. Salona rahatlarım. Bunları
adrenalin yükselir, aldığın gidip onu izledim çabalarına düşünürken sözcükler
darbeler ve gösterdiğin güç baktım karşısındaki insana çıktı ağzımdan
seni daha bir hırpanileşmeni yalan söylerken ne kadar ben kavga etmeye
sağlar. Kavga sırasında profosyonel oluyordu sanki gidiyorum. Dedim. Dur
karşındaki senden daha güçlü gerçekten evde bu durumlar nereye gidiyorsun ağzına
ise aldığın darbelerin acısı vardı. Telefonu kapayınca sıçarım. Dedi. Açta g..
bir an hisseder ve bırakırsın. konuştum. Ben dişimi medeniyet görsün. Diyince
Ya kaçar yada strateji yaptırmak istemiyorum bak medeniyet dediğin senin
geliştirirsin. Vücudun zangır sana çok güzel görünüyor. kırık dişin mi dedi. Başladık kahvaltıya.
zangır titrer. Aklına ben nasıl Hatıra olarak saklamalıyım gülmeye. Ağzım doluyken dişimin
bu hale geldim gibi düşünceler bence . hazır cevap sevgilim acıdığını hissettirmeden
dolar. Bende böyle yürümez hiç gecikmedi. İyi o zaman -bi daha hiç kavga etmesem yemeye çalışıyordu ki sordu.
işler. Kavga etmek için can hatıra olarak dişçinin beni gene sever misin? Nerden buldun dayak yemek
atar adrenalin faturasını saklarsın. İkimiz de - severim tabi. Sen neden için Türkiye’de Fransız’ı?
pompalarım. güldük bu önemsedin ki?
Sonra kavga yoruma. -bilmem adam iyi dövdü bide Gülerken yediklerim boğazıma
başlar Zaten Avrupalılar kavga etmeyi durdu öksürerek rahatlamaya
bilmez sanırdım. çalıştım. Gözlerimden yaşlar
kavgalarımız -nereliymiş ki? akıyordu. Kahvaltımı bitirip
yada tartışmalarımız -fransa sanırım polis öyle dedi. eczanenin yoluna düştük. El
çok komik oluyordu Avrupa da mı yaşasak? ele tutuşup yolda yürürken
genelde sonunda hep bir daha dayak yemek
yumruklar gülüyorduk. Onun hazır cevap Sorumun cevabını alamadan istemediğime karar verdim.
tekmeler olması benim şiddet bağımlısı telefon çaldı dişçiden Artık kavga da etmeli bir iki
vücuduma olmam zaten yeterice komik arıyorlarmış. Ama arayan diş tane de ben vurmalıydım. Bu
doğru bir ortam yaratıyordu. Dünkü doktoruydu sekreteri değil. kadar dayak yedikten sonra
patlamaya yediğim dayağın etkisinden Beş gün boyunca antibiyotik bir kaç kişinin canı fena
başlar ben midir yoksa sişimin acısından kullandıktan sonra tedavime yakacaktım.
genelde mıdır bilmiyorum ama başlayacaklarmış hiç zaman
vurmam , gelen birden bir hüzün kaybetmemeli bu
her
29

Kendinibulmak...
Ne yapmıştım kendime! Bu öfkenin, bu kavganın, kalabalıklar arasında
bana hiç benzemeyen insanların ve mekanların içinde yapayalnızlığımdı
asıl bilinç altında yatan gerçeği... Mutsuzluğumun sebebi buydu! Evet
mutsuzdum... Çok mutsuzdum...
Ayşe Müjgan Şanlısavaş
Kendimi ne zaman bir cami avlusuna bırakıp
kaçtım, hatılamıyorum! Uzun yıllar görmediğimi,
kendime rasladığım bir anda anlamıştım... Tuhaf
biriydim... Ama iyi biri... Hatta gülen biri... Seven
biri... Sevilen biri... Neden gömmüştüm değerle-
rimi? Nereye ve kimlerin arasına? Neden böyle
davranarak üzmüştüm kendimi? Hiç bilmiyorum...

Kendime rasladığımda, tıpkı kemendi boynuna


geçirilmiş bir idam mahkumu’nun boyuk sesiyle irkiliyordum,
konuşmayı unutalı çok zaman olmuştu! Bir cinnet anında ardımı
önümü gözetmeksizin, dövünüyor yerlerde debeleniyordum...
Bana kim yapmıştı bunu? Kim zorlamıştı kendimi terk etmeye?

Bir rock konserinde, gözlerim yuvalarından çıkarcasına büyü-


lenmiş, şaşkın bakışlarla kendimle gözgöze gelmiştim! ! Hesap
soran bakışlarımın önünde bir suçlu gibi eğildim bir an.. O güne
kadar hep başkalarının isteğine boyun eğen, onlar gibi olmaya
çalışan bir nesne olduğumun farkında değildim... Üstelik ne onlar
benzeyebilmiş ne de kendim olabilmiştim! Belkide bu yüzden
sevmiyorlardı beni hiç, belkide kendimi terk etmemiş olsaydım
eminim en azından bir kaç dostum olurdu. Oysa şimdilerde büyük
yalnızlıkların ve boşlukların içinde kimliksiz bir insanın silik göl-
gesi gibi, hiç bir şeydim...

Kendi değerlerinden vazgeçmek mi yaralar insanı, toplumda


göze batan ve anlaşılmayan fikirlerin mi? Halbuki konuşmaya
başladığımdan beri doğruluğuna inanan bir çok insana raslamış-
tım, yazarların ve şairlerin arasında! Bizler kalplerin derinlerinde
arıyorduk tıpkı Mevlana gibi gerçeği, onlar sorgusuz kapılıyordu
kendilerini korumak amaçlı bilmedikleri her şeyi... Koskoca bir
deryada boğulmadan baştan başa geçtikten sonra inanıyorduk,
suda bir balık olmadığımıza! Onlar en baştan atmıyordu kendini
suların ve sellerin derinliğine... Bakılınca aynı yola çıkan bu ger-
çeği anlamak için görmemeliydik birbirimizi, resmimizi, kimliği-
mizi! Evet bir gün aynı şarkıya ağlarken bulacaktık belki, yinede
kendimizden çok şeyi alacaktı bu deniz, bu aşk ve inandığımız
her şeyin o derin sevgisi...

Ne yapmıştım kendime! Bu öfkenin, bu kavganın, kalabalıklar


arasında bana hiç benzemeyen insanların ve mekanların içinde
yapayalnızlığımdı asıl bilinç altında yatan gerçeği... Mutsuzluğu-
mun sebebi buydu! Evet mutsuzdum... Çok mutsuzdum...

Kendime sarılıp ağladım saatlerce... Beni depresif bir karanlığın


içine sürükleyen toplumun prangalarıydı ve belkide bu en büyük
tutsaklığımdı! Sadece uyum sağlama adına kendimden verdiğim
çok şeyi, geri almaya imkan yoktu, artık çok geçti! Özgürlük, in-
sanın istediğini yapma özgürlüğü değildi, düşünceydi ve inandığı
ve olmak istediği yerdi, ruhun özgür bırakılmasıydı...
boyalı kuş
Kayıp kahramanın izinde

“Verdiğiniz kararlar üzerinde çok fazla duramazsınız. O


yüzden gerçeklerle yüzleşmeye karar verdim. Ben bir aile
babasıyım. Bazen bir seçim yapmak zorunda kalırsınız. Onu
kabullenmeniz gerekir. Babam böyle derdi.”
harika şarkı sözlerini gitarıyla yaşamına devam eder. Evlen-
birleştirir. Sokaklarda büyüyen miştir ve bakmakla yükümlü
ve şehrin en ağır işlerinde olduğu üç küçük kızı vardır
çalışan Sixto, bu sıralar birkaç artık. Otomobil fabrikalarında,
küçük barda sahne alır, ancak inşaatlarda, belediyenin üç
bununla yetinmek istemez. kuruş paraya yaptırdığı en ağır
1967 yılına gelindiğinde işlerde çalışarak çocuklarını
Detroit’in arka sokaklarından büyütmeye çalışır. Bir yandan
çıkarak ilk single olan “I’ll da kentin işçi sınıfının yaşam
Slip Away”i küçük bir plak şir- şartlarının iyileştirilmesi için
ketinde yayınlatmayı başarır. aktif politik rol oynayarak Det-
roit şehir meclisine katılır.
İlk albüm hayal kırıklığı…
Detroit’in arka sokaklarından Ancak işler hep böyle gitme-
çıkar ve bir plak sözleşmesi yecekti. Sixto, en ağır işlerde
yapar. 1970 yılında “Cold içine kapanmış çalışırken
Fact” ve 1971’de “Coming 1970’li yılların ortasında
From Reality” isimli ola- hayat kendi sürprizini hazır-
ğanüstü albümleri Sussex lamak ile meşguldür. Çünkü
Records etiketiyle piyasaya kendi ülkesinde kimsenin
sürülür. Bob Dylan, Tim Buck- onu tanımadığı bu yıllarda,
ley, Paul Simon, Nick Drake’i çok çok uzaklarda, başta
anımsatan folk-rock albüm- Güney Afrika olmak üzere,
leridir bunlar. “Sugar Man, Yeni Zelanda ve Avustralya’da
Crucify Your Mind, Cause, I efsane bir rock yıldızı olmaya
wonder” gibi olağanüstü gü- başlamıştır. Avustralya’lı bir
zel şarkılar yer alır bu albüm- plak şirketi “Blue Goose Mu-
lerde. Şarkılar gerçekten iyiydi sic”, albümlerin yayın hakkını
ve Rodriguez’in kendine has satın almış ve 1970’li yılların
büyüleyici bir tarzı vardı. Ama ortasında ülkede bu albümleri
birşeyler ters gidiyordu. Çünkü yeniden yayımlar. Hatta “At
kimse albümleri satın almaz, His Best” adında daha önce
Rodriguez’i dinlemez ve hiçbir yerde paylaşılmayan
albümler ticari başarı açısın- “Can’t Get Away” ve “Street
dan Rodriguez’e çok inanan Boy” şarkılarını da ekleyerek
yapımcıları hayal kırıklığına bir derleme albüm piyasaya
uğratır. İlk albüm sadece 6 sürer. Albümler Avustralya’da
adet satmıştır. Ve acı son.. iyi bir satış grafiği yakalar.
Çok geçmeden plak şirketi
sözleşmeyi fesheder.  Halk kahramanı olur..
Güney Afrika’daki durum
“İşçisin sen işçi kal..” ise oldukça ilginç gelişmeler
Üçüncü albümünün şarkılarını yaşanır. Sixto, bütün bu geliş-
Yeterince zamanınız ve ilginiz nesi ise kızılderili kökenlere hazırlayan ancak plak şirketi- melerden habersiz yaşarken
varsa fark edebilirsiniz ki, sahip bir kadın. Rodruquez nin sözleşmeyi fesh etmesinin “At His Best” albümünün bir
inceleyeceğiniz her insan ailesi, ABD’nin hızla sanayile- ardından müzik kariyerini kopyası Cape Town’da bir
hayatının içerisinde o kadar şen ama 60’lı yıllarla birlikte sonlandıran Sixto için artık plakçıya ulaşır ve bu kopya
çok sayıda dram var. Umutlar, enkaza dönüşmeye başla- Detroit’teki hayatının içe çoğaltılarak elden ele dola-
hayal kırıklıkları, içe kapanış, yan şehirlerinden biri olan kapanık bölümü başlamıştır. şır. Hakkında hiçbir bilgiye
yıllar süren sessizlik, hayat Detroit’te, namı diğer “motor Detroit’teki pek çok ağır işte ulaşılamayan Rodriguez, o
mücadelesi.. Ve birden bazı şehri”nde yaşamaya başlar. çalışan ve yoksulluk içinde dönem katı kurallarla yöneti-
şeyler değişir. Hiç ummadığı- Burası hikayemizin de başladı-
nız bir yerden, sizin dışınızda, ğı şehirdir.
hayal bile edemeyeceğiniz
şeyler yaşanır. Her şey değişir, 1942 yılının bir yaz sıcağında
kendinizi birden bambaşka bir ailenin altıncı çocuğu olarak
insan olarak görürsünüz. İşte dünyaya geldiği için Sixto adını
bunlardan biri de Sixto’nun alan kahramanımız şehrin
hayat hikayesidir. kenar varoşlarında kurduğu
dünyasından mennun yaşayıp
“Amerikan Rüyası” yeni yeni gitmektedir. Gitar çalmayı oto-
başlamıştır ve dünyanın mobil fabrikalarında çalışmak
çeşitli yerlerinden insanlar için Detroit’e gelen Meksika
bu rüyayı gerçekleştirmek göçmeni babasından öğrenir
için Amerika’ya akın etmeye Sixto. 1960’lara gelindiğinde
başlamıştır. Sixto’nun babası -öteki- olmanın tüm zorlukla-
1920’lerde Amerika’ya gelen rıyla büyümeye başlayan bu
Meksikalı bir göçmendi. An- genç bu zorlukları anlattığı
33

O gün
yağan yağmur Elif Kara

değildi:
yalnızlıktı...
len Güney Afrika’da, farklı şarkı yaşayan Rodriguez’e, çektirdiği Bir gün bir savaş ortasında kaldım ellerimi başıma
sözleri ile çoktan efsaneleşen foroğrafları gösterinceye kadar koyarak, kulaklarıma bastırıp, öylece yere çökerek ve bir
bir halk kahramanı haline gel- Detroit’teki “sokak” arkadaşları meleğin beni oradan kurtarmasını bekledim. Ettiğim ilk
miştir artık. 1991 senesinde bile inanmaz. dua buna değecek mi diye bilmeden... Sanki boşlukta
her iki albüm de CD olarak Gü- bir ses duymuştum. Sonra sadece hissettim. Çok çabuk
ney Afrika’da ilk kez basıldı ve Hikayesi Oscar’lık bedenime; bedenimde bir yerde yerini almıştı. Havanın
Rodriguez’in bu ülkedeki şöhreti Sırada hikayenin peşine düşen sıcaklığı içime işlemiş ki; sanki bir anda tipi gelmişçesine
katlanarak artmaya başladı. yönetmen Malik bin Celil vardır soğukluğunun tam orta göbeğine düşmüşçesine...
Üstelik kendisi hakkında hiçbir artık. Sixto Rodriguez’in hayat Soğuk… Kulağa fısıldayan iki ses… Bedenin
bilgiye ulaşılamaması onun hikayesinden yola çıkarak yap- derinliklerinden gelen kalp atışı, tenha köşelerin içine
“efsane”leşmesini daha da tığı belgesel filmle, “Searching hapsettiği nefes… Soruma hala cevap vermedi; her
kolaylaştırıyordu. for Sugar Man” kayıp bir şöhre- ne söylesem dimdik ayakta duran, ne zaman vurmaya
tin hikayesini anlatan yönetmen kalksam canımı yakan taş yürekli duvar. Benimle
Öyle ki, Bob Dylan’la, Jim Malik Bin Celil, Oscar ödülüne paylaşmak istediği benim de görmemi istediği bir şey
Morrison’la bir tutulan bu mü- kadar uzandı. 24 Şubat 2013 vardı. Yalnızlıktı… Renkli ışıklar, kalabalık sokaklar,
zisyenin üzerine tabii ki bir çok tarihinde gerçekleştirilen 85. birlikte içilen koyu sohbetli çayların tadını unutmuştum.
şehir efsanesi kulaktan kulağa Akademi Ödülleri töreninde “Se- Yalan söylememe gerek yok bana iyi gelen sadece
yayılır. Hatta 1970’lerin başında arching for Sugar Man-Şeker tenhaların sessizliği, en derinden gelen kalp atışımın
bir konserinde sahnede, şarkısı Adamın İzinde” 2012 yılının müziği ve yalnızlığa karşı beni sınayan başımda bekleyen
bitirmesiyle penasını yere bıra- en iyi Belgesel Film Ödülü’nü duvarlar. Birilerinin onlara yalnızlığın paylaşılamayacağını
karak, ardından üzerine benzin alır. Belgesel filmde anlatılydığı anlatması gerekirdi. Gururum devreye girdi bu noktada.
dökerek kendisini yaktığı, inti- gibi Sixto Rodriguez 1998 yı- Çünkü ne zaman onlara yalnızlığın paylaşılmaz olduğunu
har ettiği bile ileri sürülür. Sixto lında gerçek bir efsane olarak anlatmaya kalksam; yalnızlığıma ihanet edecekmişim
Rodriguez, Güney Afrika’da bir gibi hissediyordum. Gün geçtikçe her şey bana kalabalık
Güney Afrika’ya davet edilir,
rock star olarak ikonlaşırken, geliyordu.
ailesiyle birlikte bir dizi konser
kendisi hiçbir şeyden habersiz
için getirilir ve kendisinin bile Rüyalarımda gördüklerim sayılarla alakalıydı. Zaman
Detroit’teki yaşam mücadele-
sine devam etmektedir.. Ta ki zor inandığı bir kalabalık hayran geçmeden ne olduğunu anladım. 1 ile 0 arasındaki farkı
1998 yılına kadar. kitlesi önünde konserler verir. anlatıyordu. Bana göre ikisi de aynıydı. Ya tek bir varlık
Searching for Sugarman filmin- ya da yok olup giden bir varlık. Farklı bir ses işittim o
Ve mucize gerçekleşir.. de detayları görünen bu turda gün. Penceremden dışarı baktım. Gelebilse gururumu
Rodriguez’in büyük ablası Rodriguez’in hayranları tarafın- çiğneyip kapımı açabileceğim bir yağmur. İmkânsızlığa
1998 yılında internette gezi- dan havaalanında çığlıklar ara- sürükleyen hisleri oldum olası severim. Bir gururu
nirken, Güney Afirka menşeili sında karşılanır. Hakkında çeki- yakabilecek en güçlü ateş. O gelmezse ben gidebilirdim
ve Rodriguez’e adanan bir fan len belgeselin ödül aldığı Oscar ona. Koştum saatlerce altında ıslandım. Bana şaşkın
sitesine rastlar. Durumu kar- ödül törenine katılmayı “filmi bakan insanların içinde koştum. Koştum… Yalnızlığın
deşine anlattığında her ikisi de yapanların başarısının önüne zaferi buydu. Sürüklendiğim rüzgârın beni mutlu edecek
tabii ki okuduklarına inanmakta geçmemek” adına kabul etme- bir yağmura dönüşmesiydi, hediyesiydi. Ve ağladım
güçlük çeker. Sitenin yapımcı- yecek kadar naif biridir. Artık toprağın eşsiz kokusuyla. Neden ağladım bilir misin?
sına ulaştığında ve kendisinin çok geç kalan şöhreti yakalamış Zamanla yağmurdan da nefret edeceğimden. Onun
Güney Afrika’da uzun zaman- birisidir Sixto Rodriquez. Hayat bana temas etmemesi için tek kişilik bir bez parçası
dır fenomen bir yıldız olarak hikayesini soranlara şöyle der olan şemsiye altına saklanacağım aklıma geldi. Ve yine
bilindiğini öğrendiğinde Sixto, özetleyerek: anladım. O gün yağan yağmur değildi. Yalnızlıktı…
Güney Afrika’ya gitmeye karar
verdi ve orada binlerce kişinin “Verdiğiniz kararlar üzerinde
Hiçbir yerde, ne içimde, ne dışımda kalıcı hiçbir şey yok.
katılımıyla 6 adet konser ger- çok fazla duramazsınız. O yüz-
Hiçbir yerde hiçbir varlık göremiyorum, kendi varlığımı bile.
çekleştirir. Rodriguez, Güney den gerçeklerle yüzleşmeye
Varlık yok. Ben, kendim, hiçbir şey bilmiyorum ve hiçim.
Afirka’da bir dünya starı gibi karar verdim. Ben bir aile ba-
Yalnızca görüntüler var: Var olan tek şeydir görüntüler
karşılanır, konserlerinde bin- basıyım. Bazen bir seçim yap- ve onlar kendilerini görüntü tarzında bilir… Ben, kendim,
lerce kişi tüm şarkılarını tek bir mak zorunda kalırsınız. Onu yalnıazca bu görüntülerden biriyim.
ağızdan söyler. Öyle ki, yaşadık- kabullenmeniz gerekir. Babam J.G. Fichte
ları karşısında büyük şaşkınlık böyle derdi.”
34

Gölge etme başka

ihsan istemem..

Onun tek amacı, kişinin en kısıtlı yaşam koşullarında bile,


mutlu ve bağımsız olabileceğini göstermek olmuştur. Bunun
kaynağı bilgeliktir, Diyojen insanı erdemli yapmaya yaradığı için
yalnızca bilgeliğe değer verir, öteki uygarlık değerlerini ise saçma,
gereksiz ve anlamsız olarak reddeder.

Yoksul olduğu için dilenmekten asla utanmıyor, ev diye bir fıçının


içine yerleşmiş, giydiği iki katlı harmaninin bir katını uyuyacağı
zaman üstüne çekiyor, acıktığı zaman bulunduğu yere oturup
Ender Sizgin heybesindeki yiyecekleri çıkarıp yiyordu.
35

Bazı insanlar öfkelerinden bes-


lenir. Öfkenin nedeni belirsizdir.
Hiç tükenmek bilmeyen bir
kızgınlıkla sürekli eleştirirler.
Asla bağışlayıcı değillerdir. Eleş-
tirmekten bıkmaz, karşısındaki
insanların kırılacaklarını akılla-
rına bile getirmeden onlar hak-
kındaki düşüncelerini en acımaz
ifadelerle, en çıplak biçimde
söylemekten kaçınmazlar. Küs-
tahlara ve akıllı geçinen aptal-
lara hadlerini bildirirken, alaycı
bir tavır takınmaktan da geri
kalmazlar. Tıpkı Yunanlı filozof
Diogenes (Diyojen) gibi…

İki bin dört yüz yıl önce Sinop’ta


doğan Diyojen, banker babasıy-
la birlikte sahte para basmak-
tan Atinaya sürgün edilmişti.
Sürgünde sık sık esir pazarla-
rında köle olarak satılmış ama
içinde bulunduğu bütün bu kötü
durumlarda bile alay edecek bir
şeyler bulmuştu. Bir keresinde
elinden ne iş geldiğini soran yerini, kadınların ve erkeklerin yor, kışınsa çıplak ayakla karda 1-Ruh disiplini,
köle satıcısına “Yönetmek” diye tek bir eşe bağlı olmadığı, ço- yürüyor, buz tutmuş heykelleri 2-Beden disiplini.
cevap veren Diyojen, aynı gün cukların ise bütün toplumun so- kucaklayarak görenleri şaşkına  
gözüne erguvan renkli giysili rumluluğunda bulunduğu doğal çeviriyordu. Çok güzel konuşan, üstün ze-
Kseniades’i kestirince satıcı- bir durumun alması gerektiğini kası ile herkesi etkileyebilen bu
nın kulağına eğilip, “Onun bir savunmuştur. Diyojen aşırı gururlu bir insandı ünlü Kinik filozof bütün gariplik
efendiye gereksinimi var, beni   ve herkesi küçümserdi. Sıradan ve anormal hal ve tavırlarına
ona sat” demiştir. Kısa süre Diyojen yoksulluk içinde yaşa- insanlardan nefret eder ve hep- rağmen saygı görmüş, ölümün-
içerisinde Kseniades, Diyojen’in dığı, halka açık yerlerde yatıp sini o derece küçük görürdü ki, den sonra Onun adına Korin-
sözlerini dinlemekle kalmamış, kalktığı ve yiyeceğini dilenerek bir öğle vakti elinde fener “bir toslular bir sütun, Sinoplular da
“Evime iyi kalpli bir cin girdi” topladığı halde, herkesin aynı adam arıyorum” diye bağırarak bir heykelini dikmişler, adını ve
diyerek çocuklarının eğitimini şekilde yaşaması gerektiğini Atina sokaklarında dolaşmış, anısını yaşatmışlardır.
üstlenmesini istemiştir. Diyojen savunmamıştır. Onun tek amacı, böylece Atina’da adam görme-
otoriter bir köleydi. Çocuklara az kişinin en kısıtlı yaşam koşul- diğini anlatmak istemiş. Her Milattan önce 413’te Sinop’ta
yiyip içerek kendilerine bakmayı larında bile, mutlu ve bağımsız şeye rağmen Atina’da sayılan bir doğan Diyojen, MÖ. 320 yılında
öğretiyor, saçlarını dibinden olabileceğini göstermek olmuş- insandı, krallar bile onun ilmine, Korintkos’ta ölür.
kestiriyor, sokakta gömleksiz, tur. Bunun kaynağı bilgeliktir, zekasına ve kişiliğine hürmet
ayakkabısız ve başlarını öne Diyojen insanı erdemli yapmaya ederlerdi. Corinth’e gelen Büyük Kinizm-Köpekçilik
eğik, saygılı bir biçimde yürü- Diyojen’in Felsefesi, Kinizm,
yaradığı için yalnızca bilgeliğe İskender, Diyojen’i ziyaret etti ve
melerini öğütlüyordu. Hakkında -Köpekçilik- tir. İnsan için iki
değer verir, öteki uygarlık de- bir dileği olup olmadığını sordu. disiplin kabul ediyordu: Ruh ve
doğruluğu kuşkulu pek çok öykü ğerlerini ise saçma, gereksiz ve O ise bu soruya “Evet var, gölge beden disiplini. Ona göre beden
anlatılır Diyojen’in. anlamsız olarak reddeder. etme başka ihsan istemem” disiplini jimnastikle elde edile-
yanıtını verdi. bilirdi. Ruh ise ancak erdem ile
Yaşam sadeliktir.. Sürgündeki filozof gelişebilirdi. Erdemin ne oldu-
Atina’da gelenekçiliğe karşı tavır Sürgün olduğunu yüzüne vu- Eflatun (Platon), ona Çılgın Sok- ğunu araştırmış onun doğaya
almış, toplumdaki yapaylıklara ranlara, “bu sayede filozof rat (Sokrates) derdi. Servet ve uygun yaşamak olduğunu bul-
ve uzlaşımsal değerlere meydan olduğunu” söylüyor, yoksul varlık düşmanı idi ve bunların muştu. Yani bir insanın erdemli
okumuş ve her tür yerleşik ku- olduğu için dilenmekten asla erdeme ters düştüğünü iddia olabilmesi için doğaya uygun
ralın insanın doğallığına aykırı utanmıyordu. Ev diye bir fıçının ederdi. Zamanın felsefe okulla- yaşaması gerekmekteydi. Bu ise
düştüğüne inandığı için toplu- içine yerleşmiş, giydiği iki katlı rına da dokunmaktan çekinme- olabildiğince arzu ve ihtiyaçları
mun tüm yerleşik kurallarına harmaninin bir katını uyuyacağı yen bir tabiata sahipti. Günün azaltmak, hatta kaldırmaktan
karşı çıkmayı, uzlaşma ve ina- zaman üstüne çekiyor, acıktığı hatiplerine “zamanın uşakları” ibaretti. Bu nedenle refah, ne-
nışların çoğunun boş olduğunu zaman bulunduğu yere oturup tabirini uygun görür, Eflatun’un zaket, güzel sanatlar ve bilim
göstermeyi ve insanları yalın, heybesindeki yiyecekleri çıkarıp öğretimine “zaman kaybettir- cezalanmaları gereken fazla-
doğal bir yaşam biçimine çağır- yiyordu. Yalın yaşamaya gayret me” derdi. Eflatun ona “Çılgın lıklardır; zenginlik, asalet, onur
mayı amaçlamıştır. Ona göre, ediyordu. Bir gün yolda avucuyla Sokrat” demiştir. Servet ve iğrenilecek şeylerdir. Din ve
sade bir yaşam tarzı, sadelikten su içen bir çocuk görünce, “ben- varlık düşmanı olan Diogenes kanunlar politikanın icatlarıdır.
başka, örgütlenmiş, dolayısıyla den daha sade yaşıyor” diyerek bunların erdeme ters düştüğünü Evlenme, mülkiyet kaldırılması
uzlaşmış toplumların görenek heybesindeki tası çıkarıp atar. iddia etmiştir. gereken fazlalıklardır. Zira doğa
ve yasalarını da önemsememek İnsanın her türlü güç koşulda hükümetinde her şey ortaklaşa-
anlamına gelir. Diyojen, doğaya yaşaması gerektiğini savunuyor, O’nun felsefesine göre iki di- dır. Servet, kadınlar, çocuklar,
aykırı bir kurum olan ailenin yazın kızgın kumlarda yuvarlanı- siplin vardır. hepside öyleliktir.
36

Meksika
Sınırı
Garsonlar gelip gocukluyu yattığı yerden
kaldırıp çöp konteynırına bıraktılar;
çünkü barlar ölmek için de doğru yerler
değildir. Masadakiler yitip giderek de
olsa Meksika sınırını geçen bir başka
devrimci için kadehlerini kaldırdı.
Hatta arkasından şiir okuyan bile oldu.
Bense sabırla Kara vicdanlının birasını
bitirmesini bekledim.
Erden Eriş
Rabarba nedir betlerin sonunda aslında, ilk
bilir misin? kadehle son kadeh arasında
insandan homo erectus’a değin
Rabarba bir uzanan ince bir yolculuk vardır.
tiyatro terimi Eğer yeterince gözlem gücün
değildir; rabar- yüksekse; birkaç saat içinde
ba bir bar akus- insanların yüzyıllar arasında
tiğidir, kimsenin yaptığı yolculuğu izleme fırsatın
kimseyi net olur. Bir Discovery Chanel bel-
bir biçimde anlamadığı; ancak geselini benzemese de bazen
yine de etkileşebildiği ritimli, keyif verir. Bu masa da bir diğer-
üflemeli, vurmalı ve telli bir bar lerin farksızdı, bu masada da
akustiği. insanlar yüzyıllar arasında yol-
culuklar yapıyordu. Ama beni bu
Uzanıp Kara vicdanlının paketin- masada sadece Kara vicdanlı
den bir dal sigara daha aldım ve ilgilendiriyordu. Kara vicdanlı ve
el çabukluğuyla yaktım. Kalaba- onun delip geçen bakışları, kara
lık bir masadaydı; -Seni devrimci rıyla insandan bahsetmiyorlardı, kandırdıkları yerlerdir. Dahası
vicdanlı ve onun buğdaysı teni, mesela aşktan ya da seksten de ben bir haftadır sevdiceğin
çocuklarla tanıştıracağım- de- kara vicdanlı ve onun bir avcı
mişti. Hiçbirini tanımıyordum. bahsetmiyorlardı; oysa politika tenine dokunmamıştım. Sevdi-
köpeği gibi binbir türlü iğrenç
Tanımak istediğimden de emin konuşulduğu zaman çekilmez; cek de nasıl bir kara vicdanlıysa
değildim; çünkü bir süredir, kokular arasından bulup çıkar-
sadece bir yaşam biçimi olarak artık, sevip sarmalamak yerine
doktorların libidal saplantı de- dığım, betimsiz kokusu, kara
vicdanlı ve onun, neyse... insan ruhunda yer alır. beni tutup içki sofralarına getir-
dikleri bir tür akıl tutulmasına Masaya gidip gelen bira şişele- mişti. Bu düşünceler aklımdan
kapılmıştım. Kara vicdanlı beni rini saymayı 27.de bıraktım. Ne gelip geçerken; Kara vicdanlının
yine terk etmiş, yine ondan Onca rabarbanın içinde sadece
Kara vicdanlının dediklerini cım- kadar erken kalkarsak o kadar da kokusu tam anlamıyla ba-
vazgeçememiş ve yine sadece iyi, ne kadar çok sevişirsek o şımı döndürmüşken dikkatim
bir hafta dayanıp, sonunda bızlayabiliyordum; Kalabalığın
içinde çok konuşan yeşil go- kadar güzel ruh haliyle Kara ister istemez yeşil gocukluya
kan ter içinde soluğu kapısında vicdanlının içtiği bira yudumla- kaydı; bana dönüp; yüksek
almıştım. Onsuz geçen bir hafta cuklu, kirli sakallı bir tip sürekli
ortaya top atıyor gibiydi; ama o rını saymaya başladım; Dünya bir sesle konuşmaya başladı;
boyunca duvarlarla aramdaki
savaşın, ya da kanepemin bana kadar uzaktım ki Langırtın diğer meselelerini konuşmak, yaşamı -Mesela dedi; -Bugün Somali’de
anlattıklarının, olmadı giderken cansız defansı topu bana gel- katlanılamaz hale getiren politi- kırk tane çocuk açlıktan öldüyse
son sigarasını öldürdüğü kül meden geri paslıyorlardı. Bir tür- kaları yermek, insanın kendine bu senin yüzünden!- Sol elinde
tablasından kulağıma gelen lü sohbete giremiyordum, masa- dönüklüğünü, bencilliğini, bitip birası, sağ baş parmağı masa-
ağıtların bana neler ifade etti- nın Jargonuna hakim olamasam tükenmez açlığını vurgulamak nın öteki uçundan beni göster-
ğine değinmeyeceğim; çünkü da diğerlerinin birçok dertlerinin ve bunun gibi bir yığın muha- mekte.
boşluk tanımsızdır. olduğunu ve bunlardan hayıflan- lif hiciv için hiç mi hiç doğru
dıklarını -başını duyup sonunu bir gün değildi; çünkü barlar Rabarba dindi, önce üflemeliler,
Çekirdek nümayişleri bilirsin, duyamadığım- cümlelerden kes- dünyayı kurtarmak için planlar sonra telliler, en sonda vurma-
rakının, biranın eşlik ettiği soh- tirebiliyordum. Anladığım kada- yapanların aslında kendilerini lılar sustu, akustik sona erdi.
Langırtın diğer cansız defansı ya işte- dedi. Sonra da yerinden
oyuncunun kolu çevirip topçuları kalkıp; silahını çekti ve kafasına
baş aşağı çevirdiği gibi açıldı. sıktı. Şaşkın gözlerle olup bitene
Kara vicdanlı bile sadece bir bakakaldık.Her şey bir Yeşilçam

Çocuklar Gibi 
tribün figürüydü artık. Topla baş filmi abzürdlüğünde ve duygu-
başa kaldım. Ve sert geliyordu sallığında gelişmişti. Aslında
ve Allahsız ve kitapsız. Yeis, olması gerektiği gibiydi, aslında
meyis, bedbin. Özünde hüzünlü çok hakiki bir sondu, aslında
şeyler söyleyebilirdim; ama ap- Bende hiç tükenmez bir hayat vardı 
hayatımız beş yıldızlı bir Türk Kırlara yayılan ilkbahar gibi 
tala yatmak istedi canım; çünkü filmiydi işte. Kalbim her dakika hızla çarpardı 
barlar sidik yarıştırmak için de
Göğsümün içinde ateş var gibi 
doğru yerler değildir.
Garsonlar gelip gocukluyu yat-
tığı yerden kaldırıp çöp kontey- Bazı nur içinde, bazı sisteydim 
Biramdan bir yudum daha aldım
nırına bıraktılar; çünkü barlar Bazı beni seven bir göğüsteyim 
ve - Ben mi, Neden ben? dedim.
ölmek için de doğru yerler değil- Kah el üstündeydim, kah hapisteydim 
- Sen dedi inatla. - Çünkü biraz
dir. Masadakiler yitip giderek de Her yere sokulan bir rüzgar gibi 
önce birandan bir yudum aldın.
Sadece bu yüzden.- olsa Meksika sınırını geçen bir
başka devrimci için kadehlerini Aşkım iki günlük iptilalardı 
Hayatın anlamsızlığını yeni keş-
kaldırdı. Hatta arkasından şiir Hayatım tükenmez maceralardı 
fetmiş olabilirsin; ama marjinal
okuyan bile oldu. Bense sabırla İçimde binlerce istekler vardı 
ithamlar karşısında kendini
Bir şair, yahut bir hükümdar gibi 
savunabilmen için feleğin puslu Kara vicdanlının birasını bitir-
yollarında birkaç level daha mesini bekledim. Hissedince sana vurulduğumu 
atlaman gerekir. Elbette benim Anladım ne kadar yorulduğumu 
yüzümdendi. Elbette paylaş- Herkesin hayatı bazen sadece Sakinleştiğimi, durulduğumu 
maktan bir haber, arsız, hain Jazz çalan tematik bir radyoyu Denize dökülen bir pınar gibi 
ve ete sevdalı pespaye hayatla- açıp, İbrahim Erkal çalmasını
rımız yüzündendi; en azından beklemek gibidir. Durur -bir Şimdi şiir bence senin yüzündür 
bunu anlayabilirdim. Ona hak şeyler ters gidiyor- diye düşünür- Şimdi benim tahtım senin dizindir 
da verebilirdim; ama yan gözle sün. Ritimsiz, kırılgan ve dipsiz Sevgilim, saadet ikimizindir 
sevdiceği süzmeseydi. Onca duygular. Düşünmenin bir boka Göklerden gelen bir yadigar gibi 
sözcük hurdalığının içinden yaramadığını keşfetmen yüz yılı-
aklanır cümle çıkmadı zihnim- Sözün şiirlerin mükemmelidir 
nı alabilir; inan bana bunu keş-
den; tek bir şey söyleyebildim; Senden başkasını seven delidir 
- Ama sende demin birandan bir fettikten sonra bile düşünmeye
devam edeceksin. O halde ger- Yüzün çiçeklerin en güzelidir 
yudum aldın!- Gözlerin bilinmez bir diyar gibi 
çeklere aymanın aslında çok bir
Yeşil gocuklu devrimci; gülüm- gereği yok; yine de kaos en yalın
ve acımasız haliyle karşınday- Başını göğsüme sakla sevgilim 
sedi; sararmış dişleri gözüktü. Güzel saçlarında dolaşsın elim 
Sigarasından bir nefes daha sa; kaçmaya bir ara vermeli ve
savaşmalısın, çünkü inan bana Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim 
çekti, birasından son bir yudum Sevişen yaramaz çocuklar gibi 
daha aldı; ve ağır ve dokunaklı Meksika sınırı çok uzaklarda.
ve sonu kötü bitmiş bir Türk Belki ölür belki kalırsın; ama
Sabahattin Ali
filminin kaybeden karakteri Tanrı’ya şükretmelisin ki genç
gibi - Haklısın, sorunda burada yaşta ölenlere efsane diyorlar.
38

ay t e n Deniz Doğançay
*
karşımda oturuyor. biraz

kendimi bu
acı

son
çek

ra
erk
lab
en
ilir
giz

tonunda dişlerinin rolü ba


miy
li
im?
bir yan
dinleyebilir miy im aca
içindeki yaralar görünüyor. dığım sözlerde mi gizli, bu kadar açıktan
ara

n nefesi damlıyor nasıl bir


bilmiyorum. dudaklarında belli, sonsuz bir salınımla tınlıyor.
riz
ba ,

olaylar hızla gelişti. şehir çekleşecekti. kaçınılmazdı, bunu

nefes alan herkes bili yor du


k ve ger
felaket bu. zamanı gelece bir sen bilmiyordun. bütün hayatın bu
.
derin bakınca
sarhoş, göğüslerine daha lediklerinde
söy

kçası ben de
ım kalmış olabilir mi? açı uşmak. ses
kon

ikiye bölündü. senin kad


erindeki

i görünce
ele me nin tela şıy la geçti. artakalan bu işte. sen kişisin...
felaketi ert . sen son un cu
ol ay la r hı zla ge liş ti. şe hi r ikiye bölündü. rahatladım, güzbuelrad oldum anlatayım istiyorum
aki işim bitmiş oluyor...
sonra sen le beraber
bu. zamanı
senin kaderindeki felaket ık başlamadan
yaşadım hayatımı. kurakl amıyordum.
i. kaçınılmazdı, çöp e kal ınc aya kad ar
ce kt bir a anlat
ge le ce k ve ge rç ek le şe ön ce içim e doğ mu ştu zaten, biliyordum am ilecek bir şeyden
en
sahip değildik. öğr
ne fe s al an he rk es bi liy ordu. bir sen çünkü hiçbirimiz bu bilgiye i: mutlaklığını bilmenden alıyor çünkü,
bunu keti bahsetmiyorum. mu tla k bilg
ak bu içimizdeki bilgiden
un . bü tü n ha ya tın bu fe la a bu yakınlıkta durabiliyors dık, sapıkça bir tutkunun
bilmiyord la
bu gün bu rad
n bu işte. kaynaklanıyor.anbizlambirakbirimi zin sapağı olmalıy
te la şıy la ge çt i. ar ta ka ına sustuğunu
bana zaman vermek ad settiklerime
ertelemenin değil. şimdi için
ım ama bu
n, haklısın henüz anlamad ek oldu. kuruyan her şey
his
ud a. her şey i göz e dü şün üyo rsu
iksiz bir askerim bu kon ra kuraklık yangın dem
hayata inancım tamdır, eks orum. ölümle karşı karşıya kalmış sonra engel değil ki. son z bir önceliğe sahiptin;
ba hse diy sun , kuş kusuz kutsaldın, tartışılma
almış bir yalnızlıktan bili rim , bu nu yan dı bili yor k için çok erkendi. ben
anlar nezdinde anlaşılmaya lazımsa yaptın. oysa üzülme
ötesine geçmiş. yaşayan ins istekliyim. başkalarına yaklaşacağım korunmak için ne at farkında değildin. sakallarımdan, bacaklarımın
zır ve de mutsuzdum fak
biliyorum. üstelik buna ha rımdaki kokudan ben de
ken ken dim den uza kla şıyorum yoksa... ara sın da sal lan an et parçasından, ayakla ruyordu yeryüzü.
der hane gibi du
, son un a doğ ru mu tsu zdum, görmüyordun. bir ba
dim. ucundan tutuştum in
oysa ne lazımsa ateşle maalesef kan konuşmuştuk temiz ve sak
dım . bir az kan   aks a her şeye inanabilirdiniz. an lam tek - pro vok asy onlarımıza açıktık, bunu
yan , bir
kaldım. söz yalanla bitişik kaldırmazdı birine rastlarsam yatarım demiştim.
akmadı ve ben hükümsüz bu me saf eyi tin. buz?
hece, hiç işte… kalan gün
lerin hes ab ı ayr ı
“öl üm üm e tan ıklı k - ya da böyle demek istemiş boşlukları içinde, izin verildiği kadar
sonra bıkana kad ar atı n
kalbim, bir umut öldüm. - sonra bıktın sen; hay a tanıştın; anlattıkça
dir ildi m. hiç hes ap ta yokken yeniden yaşamaya yaşamaktan bıktın. bir çare içindeki çukurl bugün burada dile
etmekle” ödüllen ler düşünmek sözlerle doldurdun.
bilinciyle nasıl geçerse gün anlattın. o çukuru müphem taşanlardır, bana söylemek istediğin
başladım. ölmüş olmanın urd an
için yürümem gerektiğini far
k ettim. getirdiğin her söz o çuk derdini bırakalı çok old
u,
du ygu yük lü sözler değil. anlamak bu kadar basit.
anlatacağım bende. evet,
ekle yetiniyorum, birazdan hissetmekten sonrası yok her nefese öleyim ben.
ilk defa bir hikayeyi dinlem çizmenizi istiyorum. canınız ne isterse, ald ığım
zihninizde bir resim - şeytan şahit olsun
ama önce
Önder Abay ı ma sas ı dü şün üyo rum misal. karanlık şarkılar - kitap gibi konuşuyorsun.
farketmez. ben bir rak yıl önce, 28
kırk altı yaşında olmalı. 18 ın; şimdi - ... kusara bakma:)
lokantasında, istanbul’da. rel tm eye çal ışa n bir kad *
De niz abi seni biraz yamulttuk
i sey
yaşında hayatın eşiklerin
Gölge, Körlük, Kötülük

Doğuş Sarpkaya

Burjuva aşıyor. Bununla beraber,


kötülüğü bazı nirengi noktala-
düşünürlerin, rını ele alan eserleri inceleye-
rek yol alabilmemiz mümkün.
kötülüğün
sorumlusunun Güzelliğin İçindeki Tuhaflık
Edebiyat ve kötülük ilişkisini
kendi yarattıkları tartışmayı düşünüyorsak, ilk
canavarda ele alınacak yazarlardan biri
Edgar Allan Poe’dur. Poe, iyinin,
gizlendiğini güzelin gölgesini görme gücü
sayesinde insanlığın durumunu
savunmaları yansıtmayı başarmıştır. Nere-
ilginçtir. Kötülük ne deyse bütün öykülerinde –ister
Dupin’in analitik çözümlemele-
teologların iddia ettiği konuşalım rini, ister Arthur Gordon Pym’in
bu konunun” inanılmaz öyküsünü, ister Kara
gibi insanın günahkâr deme rahatlığını Kedi’nin dehşetengizliğini,
doğmasının ne verdi insanoğlu- etmenin insan
istersek de Randevu’nun ro-
na. İleriki bölüm- mantikliğini ele alalım- ortaya
de insanın sahip lerde göreceğimiz
doğasına aykırı bir kötücüllük yayılır. İnsanın
bir eylem olacağını içinde olanlar, gündüz düşlerin-
olma arzusunun gibi, dinsel kader-
cilik, kötülüğün
vaaz etmek ise de tasarladıkları Poe’nun ana
kapitalizm savunu-
ürünüdür. Kötülük kaynağını gizlemenin bir yolu
cularının göreviydi.
konusudur. Ligeia öyküsünde
sadece. Bacon’dan yaptığı alıntı onun
basbayağı bireysel güzelliğin hangi boyutuyla ilgi-
Burjuva düşünürlerin, kötülüğün
bir şeydir. Kişisel Kültürel antropologlar ise kötü-
sorumlusunun kendi yarattıkları
lendiğinin kanıtı gibidir: “Bacon,
güzelliğin biçim ve cinslerin-
lüğün kaynağını başka bir ilk gü-
hırslar, istekler naha bağlama eğilimindeydiler: canavarda gizlendiğini savun- den söz ederken, pek yerinde
Neolitik devrim. Neolitik devrim maları ilginçtir. Kötülük ne teo- olarak, ‘Orantılarında bir tu-
insanı entrikalara, insanlığın gelişmesinde büyük logların iddia ettiği gibi insanın haflık bulunmayan mükemmel
günahkâr doğmasının ne de
savaşa ve kötülüğe bir adım olarak tanımlanır: İnsa-
insanın sahip olma arzusunun
güzellik yoktur’ der”. Poe’yu
noğlu, tarım yapmayı ve hayvan ilgilendiren güzelliğin içindeki
yönlendirecektir. evcilleştirmeyi öğrenmiş ve bu ürünüdür. Kötülük basbayağı tuhaflıktır. Tuhaflığın, anlamsızlı-
şekilde avcı toplayıcılıktan kur- bireysel bir şeydir. Kişisel hırs- ğın, dehşetengizin, tekinsizliğin
Kötülüğün kaynağı nedir? İnsan- tulmuştu. Bunun bazı yan etkile- lar, istekler insanı entrikalara, kaynaklarına inmenin derdinde-
lık tarihi ortaya çıktığından beri ri olması da kaçınılmazdı: İnsan, savaşa ve kötülüğe yönlendi- dir. İnsanın gölgesinin nerelere
en çok altı kazınan konulardan doğada, ürettiği şeyi biriktire- recektir. Böyle bir bakış açısı kadar uzayacağını matematik-
biri bu. Teologlar kötülüklerin bilen, artı ürün üstünde hak ister istemez Roma’yı Neron’a sel bir kesinlikle hesaplamaya
kaynağını Havva’nın elmayı iddia edebilen tek canlıydı artık. yaktıracak, savaşları krallara çalışır sanki. Poe’nun bu çabası
ısırmasına bağlayarak tez elden Artı ürünün yan etkisi ise özel çıkarttıracak, milyonlarca in- aynı zamanda, sanayi devrimiy-
cevaplamak istediler bu soruyu. mülkiyet olacaktı. Sahip olma ve sanın ölümünü tek bir tiranın le birlikte doğmakta olan yeni
Ama daha sonrasında bunun sahip olduğu şeyi koruma alış- ya da diktatörün kişisel bir he- düzenin bağrındaki kötülüğü de
yeterli bir açıklama olmadığını kanlığı artık insanlığın bir gerçe- zeyanının ürünü olduğu fikrini gözler önüne sermektedir.
düşünmüş olmalılar ki, Kabil’in ği olarak algılanacaktı. Sonrası aşılayacaktır.
kardeşini katletmesini öne sür- malum; savaşlar, açlıklar, cina- Ursula K. Le Guin, Çocuk ve
düler. Böylelikle insanın kötülü- yetler, tecavüzler, düşmanlıklar Edebiyat eserleri  ise kötülüğün Gölge adlı denemesinde, sanki
ğü açıklanabilirdi. Dinsel inan- vs. Tüm bunlara rağmen, sahip kaynağı konusunda oldukça Poe’nun yapmaya çalıştığı şeyi
cın günahkâr doğma retoriği, olmanın ve hep daha fazlasını farklı cevaplar vermiştir. Bu açıklamak istercesine,  insanlar-
daha tartışmaya başlamadan, istemenin bir insanlık güdüsü cevapların hepsinin dökümünü daki iyilik ve kötülük hanelerini
“zaten kötüyüz birader, neyini olduğunu, bunun tersini iddia yapmak bu yazının sınırlarını görmenin üzerinde durmuştur.
40

Le Guin’e göre yaratıcı yazarlar mek konusunda bize yardımcı leşme, yazgı ya da talihle gelen,
karanlık yönlerini simgeleyen olabilir. Diğer taraftan bu yakla- ama hepsi de çok garip birçok
gölgelerini yanlarında taşımalı- şım, toplumsallaşan ve örgütlü araçtan biridir yalnızca.”
dır. Aslına bakılırsa her yazarın hale gelen kötülüğü görmemizin                 
Çevik Atmaca’nın yolundan ve onunla mücadele etmemizin Borges’in körlüğe olumlu bir
gitmesi gerektiğini düşündü- önünü tıkadığı noktada güçsüz- anlam vermeye çalışması aslın-
ğünü söyleyebiliriz.Yerdeniz leşir. Kişinin kendi içine bakma- da kendi durumunun farkında
Büyücüsü’nde, tüm Yerdeniz sı ve kendi ile yüzleşmesi, sade- olup, bu duruma göre yaşamını
boyunca karanlıktan kaçan ce bireysel bir kurtuluşa imkân yeniden örgütleyen birinin akıl-
Ged, en sonunda aslında kendi verirse, toplumsal olana karşı cılaştırmaları olarak okunabilir.
gölgesinden kaçtığını farkedip, körleşme kaçınılmazdır. Körlük insanlığın en büyük
onunla birleşiyor ve kötülüğü korkularından biridir. Çünkü
yeniyordu. Böylece hem tamam- Olağan Kötülük ve Körlük karanlık hep korkutucudur.
lanıyor, hem de bilgeleşiyordu. Kötülüğün normalleşmesi ve Bilinmeyenin her an sana doku-
   toplumun tamamına yayılmasın- nabileceğini bilmek yaratır bu
da, toplumsal bir körleşmenin korkuyu. Elias Canetti Kitle ve
rol oynadığını savunan, körlüğü İktidar’da “insanı bilinmeyenin da farklı düzlemlerde bir kör-
kötülüğün kaynağı olarak gören dokunuşundan daha çok korku- leşme içindedir. Onların körleş-
bakış açısı ise tartışmayı başka mesi, toplumun tamamını esir
tan bir şey yoktur” der. Muhalif
bir boyuta taşır. Gerçi körlüğü alacak en sonu toplum büyük
söylemin temel ekseni de ka-
doğrudan kötülükle eşitlemek felaketlere sürüklenecektir. J.
tabii ki mümkün değil. Mesela ranlığa karşı aydınlığı savun-
mak olmuştur: Bir bilinmezin, Isaacs’ın deyişiyle “…uygarlığın
Borges kendi körlüğünden bah- yıkılışıyla insanoğlunun aşağı-
settiği bir konuşmasında, ede- korkuyu yeniden örgütleyen bir
illetin elinden kurtulmanın yolu lanması, romanın konusunu
biyat tarihinin kör dâhilerinin oluşturur”. Dünyasız bir kafaya
dökümünü yapar. Homeros’tan aydınlığa çıkmaktır.
Körlük imgesini en etkili kulla- sahip Kien, kafasında gerçek
başlayıp Joyce’a kadar uzanan dünyanın gerekliliklerine yer
uzun bir liste sunar bize. Diğer ayıramayacak kadar gömülüdür.
taraftan körlüğün sadece ka- Kafasında bir dünya oluştuğun-
ranlığı anımsatması da rahatsız da, bütün dünyasının yıkılmak
Le Guin’in, Ged’in yolculuğunu eder Borges’i. Gayet renkli ‘gö- üzere olduğunun farkına varır.
Jung’un gölgeler kuramına yas- rememe’ durumları da vardır. Canetti’ye göre sadece bir ki-
lanarak tasarladığını biliyoruz. Renkleri ve hareketleri görebilir şinin felaketi bile bize, bütün
Çocuk ve Gölge makalesinde ama bunlara bir anlam vereme- toplumun karşı karşıya olduğu
Le Guin, Jung’tan “Herkes bir yebilir bazı körler. Her şey flu ve felaketi anlamamızda yardımcı
gölgeye sahiptir, bu gölge bire- ayırt edilemezdir. Yani bu körlük olur. Bilerek uçta bir karakter
yin bilinçli yaşamında ne kadar aydınlık bir körlüktür. yaratan Canetti, toplumu anla-
az içeriliyorsa, o kadar kara ve manın sınır durumları anlamak-
yoğun olur” ve “ eğer birey kendi Joyce, “başıma gelenlerin en tan geçtiğini düşünmüş olabilir.
gölgesiyle yüzleşmeyi öğrenirse, önemsizi kör olmamdır” der-
dünya için gerçek bir şey yapmış ken aslında körlüğün çok da Jose Saramago ise körlüğe
olur. Günümüzün devasa, çözül- korkulacak bir şey olmadığını başka bir noktadan bakar.
memiş toplumsal sorunlarının vurguluyordu. Körlüğün bazı ya- Saramago’nun derdi burjuva
hiç olmazsa minicik bir par- zarların seslerini bulmalarında demokrasisidir. Modern toplu-
çasını sırtlamayı başarmıştır” yardımcı bile olabileceği üzerine mun pisliklerini örten bir oyun
cümlelerini alıntılar. Le Guin’e koca bir külliyat mevcut. Borges nan yazarlardan biri kuşkusuz
Canetti’dir. Körleşme romanı olarak görür bu demokrasi an-
göre, gölgeler bireyin kendisine de konuşmasında körlüğün layışını. Körlük romanı da tam
özgüdür ve ancak gölgesiyle ya- birçok dilin sesini duymasında karanlığa itilen bir uygarlığın
da bu demokrasi anlayışının
şamayı öğrenmiş bir insan ger- yardımcı olduğunu, pek çok dili görme yetisini yitiriş serüvenini
yarattığı görememe durumunu
çekten yaşamaya başlayacaktır.  böylece ruhuyla öğrenebildiğini incelemesi açısından önemlidir.
merkeze alır. Salgın halinde
Benliğimize içkin olan, her belirtir. Ona göre “Körlük bir Romanın bütün karakterleri yayılarak tüm bir ülkeyi saran
daim iyiliklerimizle dengelemek armağandır”, “Yavaş yavaş kör- körleşmeden mustariptir. Her- körlük ile ülkede yaşanan kar-
zorunda olduğumuz gölgeler: kesin gözü Kien’in üzerindedir gaşa ve anarşiyi anlatan roman,
Hırslarımız, ihanet tasarılarımız, romanda. Kien, bilimsel çalış- toplumdaki ahlaki çöküş po-
intikam arzumuz, cinnetin eşi- malarına gömülmüş, gündelik tansiyelini gözler önüne serer.
ğinde yaşadığımız her dakika. hayatla bağlarını koparmıştır. Anlatılmak isteneni romanın
İnsanı anlatmak isteyen sanatçı, Gündelik olana bunca yabancı- sonunda doktorun karısına söy-
karakterini yaratırken gölgesini laşması, gündelik olanı görmesi- letir Saramago: “Sonradan kör
de unutmamalıdır. ni engellemektedir. Bu da daha olmadığımızı düşünüyorum, biz
sonrasında karşısına çıkan her zaten kördük…” Toplumsallaşan
İyilik ile kötülüğün, erdem ile sıradan kişinin bu körlükten körlük, kötülüğün örgütlenmesi
zaafın, güzel ile çirkinin insa- faydalanmasına sebep olacak- ve yayılmasının sorumlusudur.
noğlunun birbirinden kopmaz tır… Körleşme’yi kısaca böyle “Biz şimdiden yarı yarıya ölüyüz
gerçekliği olduğunu kabul özetleyebiliriz. Lakin Canetti’nin dedi doktor, hayır, yarı yarıya
etmek ve kötülük, zaaf ve çirkin- anlatmak istediği körlüğün, bi- canlıyız, diye karşılık verdi ka-
liklerimizin üstünü örtmek yeri- reysel olmadığını vurgulamamız rısı”. Ama her iki koşulda da
ne üstüne gitmek, en azından gerekir. Kendi yaşamını kurmak bir yarımlık, bir olmamışlık, bir
kendi kapımızın önünü süpür- için çabalayan sıradan insanlar yarım öznellik söz konusudur.
41

Sistem bizi körlüğe ikna ederek, tetikleyen de Efendi’dir. Roman, lüklerle baş başa bırakmıştır.
özne olma şansımızı elimizden kötülük ile iktidar arasındaki Yine de bu açıklamanın fazla-
almıştır. Körlük, insanın kendisi ilişkiyi tartıştırarak, aslında sıyla kestirmeci olduğunu kabul
olma hayaline yakılan bir ağıttır başka birilerine hükmetmenin, etmeliyiz; çünkü sıradanlaşan
bu yüzden. ezmenin, korku salmanın en ve normalleşen kötülükleri anla-
büyük kötülük olduğu sonucuna mamıza yardımcı olmaz. Edebi-
Saramago, ölmeden önce yaz- ulaştırır insanı. yatçılar ise tam da bu noktada
dığı son roman olan Kabil’deise devreye girebilirlerler: kötülüğün
yazının başında bahsettiğim Kötülüğü İyilikle Düşünmek türlü veçhelerini açığa çıka-
dini bakış açılarıyla  polemiğe Kestirmeden gitmek isteseydik, rabildikleri, iyilik ile kötülüğü
girer. Tanrı’nın inayetini üzerine Georges Bataille’nin çığır açı- birbirinden kopmaz birer olguy-
almak isteyen Habil ve Kabil, cı Edebiyat ve Kötülük’ünden şu muş gibi ele alabildikleri ölçüde
yetiştirdikleri ürünleri Efendi’ye alıntıyı yaparak kolaylaştırabilir- gerçekliği anlatmada başarılı
sunarlar. Efendi, Habil’in ku- dik işimizi: “Kötü kalpli insanlar olabilirler. Yine Bataille’ye kulak
zusunu kabul eder ve Kabil’in için Kötülüğün tek anlamı mad- verirsek: “Öfkenin karanlığıyla
meyve sepetini görmezden gelir. di çıkardır. Başkalarının kötü- bilgeliğin aydınlığı en sonunda
Habil’i kıskanan Kabil kardeşini lüklerini isterken hedefleri kendi buluşamazsa, dünyanın nere-
öldürür. Bunun üzerine Efen- roman, Efendi’nin gazabının bencil çıkarlarıdır.” Böyle bir sinde durduğumuzu nasıl kes-
di, Kabil’i yeryüzünde zaman görüldüğü olayların çevresinde tanım ister istemez, antropolog- tireceğiz? Yine de, asıl ipucunu
ötesi bir yolculuğa çıkmakla gelişir. Kabil, dünyayı gezdikçe, ların, insanoğlunun ilkel dönem- zirvede aramalıyız: Yalnızca
cezalandırır. Hikayenin bundan kötülüklerin kaynağının Efendi lerine özlemlerini anlamamıza karşıtların, İyiliğin ve Kötülüğün
sonrasında Kabil, yaptığı kö- olduğunun farkına varır. Kötü- yardımcı olur. Mülkiyet duygusu bileşiminden oluşan hakikati
tülüğün kaynağını araştırmaya lükleri engellemek yerine onla- insanoğlunun ilk büyük kötü- kavrayabiliriz.”
başlayacaktır. Eski Ahit’teki rın ortaya çıkmasına göz yuman lüğüdür. Mülkiyetin tetiklediği,
meseller üzerine kurulan da kimi zaman bu kötülükleri iktidar arzusu ise insanı kötü- [ Lacivert Dergisi, Sayı: 50 ]

Yavuz Çetin festivali düzenlenecek


Türkiye rock müziğinin genç yaşta
yaşamını yitiren ismi Yavuz Çetin‘in
13. ölüm yıl dönümünde özel bir
festival düzenleniyor.

Türkiye rock müziğinin genç yaşta yaşamını yitiren ismi


Yavuz Çetin‘in 13. ölüm yıl dönümünde özel bir festival
düzenleniyor.

Yavuz Çetin’in oğlu Yavuzcan Çetin’in emekleriyle


ve dostlarının desteğiyle 5 Temmuz saat 17.00’da
Küçükçüftlik Park’ta gerçekleşecek olan YavuzFest’te
Türkiye rock müziğinin tanınmış grupları ve isimleri de
sahne alacak. Ayrıca  festivalde, Yavuz Çetin’in daha
önce görmediğiniz fotoğrafları ve videolarının yayını ile
özel eşyalarının sergileneceği Yavuz Çetin müzesi de yer
alacak. 

Dorock Bar ve Freebird Agency’nin katkılarıyla


gerçekleşecek olan festivalde sahne alacak isimler ise
şöyle:

Yavuz Çetin Sahnesi:


Pentagram, Teoman, Ogün Sanlısoy, Bulutsuzluk Özlemi, Moğollar, Fuat Güner, Aylin Aslım, Kurtalan Ekspres, Pilli Bebek, Sahte Rakı,
TT Blues Band

Yavuzcan Çetin ve Onur Konukları:


Batuhan Mutlugil, Akın Eldes, Tuncer Tunceli, Tanju Eksek, Alper Cengiz, Cenk Eroğlu, Gür Akad, Zafer & Tolga Şanlı, Volkan Başaran,
Özgür Çalı, Serdar Öztop, Yavuz Darıdere, Burak Güngörmüs, Anıl & Batu Sallıel

Festivalde, sürpriz konuklar da yer alacak.


42

Kayıp Mektuplar - 10
[Kaybetmek için doğdum / Şimdi de seni kaybediyorum.]
Ray Charles
Ertekin Akpınar

Matmazel Dışarıda yağmur yağmaya baş- benim için ikimizin de tanıdığı çıkışlarında duraklarda otobüs
Bazen şunu ladı. Ne zaman yağmur yağsa birine “deli o” demişsiniz. İlk beklemeye başladıkları serin
hissediyor mu- ben, annem, kardeşimin bir defa kendimle ilgili bu kadar bir İzmir akşamında yazmaya
sunuz? Mesela gece evdeki halimizi hatırlarım. pür ve temiz cümle. Hoşuma başlamıştım.  
bazı geceler Size bunu yazmıştım: Kahve- gitti bu tanım.]  Gülüyorsunuz
sadece size rengi şal ve bahçede yazdan bu saçmalığa, inanın ben de Geceleri şehirde el ayak çekil-
yazdığım mek- kalma mısır fidelerini. Annem gülüyorum bunları yazarken. dikten, iki kez mahalleyi dola-
tuplara bakıyo- o mısırları bahçeden söktü Gelin bunları elimizin tersiyle bir şan çöp arabası son gürültüleri
rum. Yeniden çocukluğumun bütün korkula- tarafa itelim. Ruhumuzun tadını de çıkardıktan ve sokak köpeği
size bir şeyler yazmaya başlıyo- rımı o gece bahçeye gömdüm bozmasın hayatın bu saçma- çeteleri saflarını iyice belirle-
rum. Bunu hissediyor musunuz? bende. Bir de o gece şunu lıkları. İşte onun için bitmeli bu dikten sonra ben koltuğuma
Gerçekten bunu merak ediyo- öğrendim: Güçlü olmanın sınırı mektuplar. kurulup, mutfakta fokurdayan
rum. Ben size neye yazıyorum nereye, nerelere dayanıyormuş, çaydanlıktan çıkan sesler
sizce? Neye? Neden? Susu- gidebiliyormuş. Yaşar Kemal bir Biliyor musunuz Matmazel size eşliğinde kütüphanemdeki ki-
yorsunuz hep. Bir ağaç gibi… romanında diyor ya “bir eşkıya- bu mektubu Bizans kalyonla- tapların arasında bir yolculuğa
Köklerini derinlere salan bir nın ateşe bakarken düşündüğü rının boğazı terk etmesinden çıkıyorum. Bazen kitapların
ağaç gibi susuyorsunuz. Daha şeyler çok tehlikelidir”. Gelin beş yüz elli sene sonra, Kızılbaş arasından gazeteden, kültür ve
önce de söyledim, “bu saçma bir adım daha atalım şimdi, ayaklanmacısı Horasanlı Emin sanat dergilerinden o kitapla
sapan mektuplar bitmeli” diye. biliyor musunuz Matmazel ben Ummi’nin derisinin diri diri sipa- ilgili kesilmiş sararmış yazı
Artık bitirmeye kararlıyım. Ve daha da ötesine gidip o ateşe hilerce yüzü-
bu sonuncusu… Bir daha asla elimi uzattım. Bunları okuyor lüp akmakta
olmayacak. Ruhunuzu bu ka- musunuz Matmazel? İçimdeki olan kanları-
dar üzmeye, yormaya hakkım ateşi görebiliyor musunuz? Siz nın üzerine iki
yok. Nezaketiniz ve içtenliğiniz hiç ateşi yanan bir çemberin heybe dolusu
karşısında bin yıl sussam bü- içinden geçtiniz mi? tuz serpilme-
tün bunları anlatmış bir adam sinden tam
olarak günahlarımı ve suçlarımı Geçen gün bir yılın muhasebe- dört yüz sene
ödeyemem. İnanın bana artık sini yaparken fark ettim. Sizinle, sonra, Yahu-
susacağım ve sizi rahatsız et- Haziran’ın ikinci hafta sonunda dileri taşıyan
meyeceğim. Ve son bir mektup tanışmışız. Bir yere bunun no- Sturma gemi-
daha var onu çok sevdiğim bir tunu almışım. İnsanın inanası sinin torpil-
kalemimle yazmıştım. Onu da gelmiyor. O gün elimden düşen lemesinden
yakmaya kararlıyım. Yakacağım bardak kırılmıştı. Oysa topla- altmış beş yıl
onu! Onu okuyamayacaksınız. san bir haftalık görüşmemiz, sonra, sessiz
Okumamalısınız çünkü. Siz de bir defa beni aramışlığınız, bir ev kızlarının,
bilirsiniz bazı şeyler karanlıkta saat karşılıklı konuşmamız yok hüzünlü
kalmalı. Bana katılıyorsunuz rastlantılar dışında. Peki, ne bu memurların,
değil mi? mektuplar? Neden bu kadar dokuma atöl-
kendimi anlatma isteği… Deli yesindeki iş-
miyim ben yoksa? [Gerçi siz çilerin akşam
parçacıkları düşüyor. Sararmış da bu arabayı devirmezsem
bu kâğıt parçacıklarını ellerime sapasağlam çıkacağım bu
alıyorum. Dalıp gidiyorum… savaştan! Her şeyi kaybetme-
yi göze aldım anlayacağınız.
Televizyon hep açık duruyor. Te- Byron’un şiirlerinde ki tılsım,
levizyondan gelen ışık salonda Debussy’nin klasik ezgilerinde
kitaplarımın ve duvarların ara- ki tını, Chagall’ın tablolarında ki
sında sanki rengârenk bir dans kaos, Tony Gatlif veya Leo Carax
ediyorlar. Bu belgeseli izlemiş- yada Henry Jaglom filmlerinde
tim daha önce, bu filmi görmüş- paradoks, kalemini kaybetmiş
tüm duygusu bumerang gibi çar- ve bir otobüs durağın az ileri-
pıyor yüzüme. Bir şey keşfettim sinde ağlayan çocuğun kederi
matmazel! Televizyonda göste- olabilecek bir filmin peşindeyim.
rilen bütün sanat filmlerini topu Bütün boksörler gibi sabırlı olup
topu üç beş kişi seslendiriyor. 12.raund’u bekliyorum. Galiba
Altyazılı filmlerdeyse hep aynı en amansızı o 12. Raund ola-
imla hataları yapılıyor. Bu aralar cak! Dediğiniz gibi, gerçekten
nedense hayatımdaki ağır, siyah ‘deliyim’ ben… Keyifli bir deli,
kadife örtü gibi yayılan şeyin işte keyfinin kâhyası olan bir deli!    
o belgeseller ve sinema filmiyle
çok yakın bir bağlantısı olduğu- Camille vurulup kalmıştı
nu düşünüyorum. Bunu geç olsa Roden’e. O bunu tutkuyla isti-
da yeni fark ettim.       yordu! Roden’in umurunda bile
olmadı Camille. Ama Lili Brik,
Bu Gece En Hüzünlü Şiirleri Yazabilirim
Sonra Matmazel, insanın inan- Mayakovski’yi öylesine mahvet- Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim
dığı şeyler üzerine muhteşem mişti ki, Mayakovski, Lili Brik’e
hatalar yapabileceğini de yeni yazdığı bir mektubunda, “senin Şöyle diyebilirim: "Gece yıldızlardaydı
fark ettim. [Daha ne kadar bü- köpeğin olmak istiyorum” bile Ve yıldızlar, maviydi, uzaklarda üşürler"
yüyeceğim ki?] Belki de onun demişti. Oysa Balzac için o çır-
için ben tesadüflere yenildim. Ya pınıp duran o kadını hatırlıyor Gökte gece yelinin söylediği türküler
da şöyle söyleyeyim, beni hayat- musunuz? Tam 16 yıl beklemişti
ta hep tesadüfler yendi. Aslında Balzac’ı. Balzac 16 yıl sonra ge- Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim
ben bir sihirbazın şapkasından lebildi ona ama her şey için çok Hem sevdim, hem sevildim, ya da o böyle söyler
çıkmamış, çıkamamış bir tavşa- geçti. Binlerce mektup, her gün
nım aslında! dökülen gözyaşları artık o kadını Bu gece gibi miydi kucağıma aldığım
tedavi edemeyecek bir noktaya Öptüm onu öptüm de üstümde sonsuz gökler
Marcel Proust’u bilirsiniz. Anla- getirmişti.
tır; bir gün ‘madlen’ kurabiyesi Hem sevdim, hem sevildim, ya da ben böyle derim
yediğinde hayatı aydınlanır. Tekrar bir sigara yaktım şimdi. Sevmeden durulmayan iri, durgun bakışlı gözler
Bunu daha önce de yazmıştım Çukurun dibindeyim ve artık
size. Ve tam 16 ciltlik Geçmiş düşmüyorum matmazel! Size Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim
Duymak yitirdiğimi, ah daha neler neler
Zamanın Peşinde’yi yazmaya yazdığım mektupları yeniden
başlar. Ben henüz o kadar ol- okudum. Bu saçma sapan Geceyi duymak, onsuz daha ulu geceyi
gunlaşmadım! Daha küçük bir mektuplar, bitti. Bu tuhaf, adını Çimenlere düşen çiy yazdığım bu dizeler
hayat ama yüksek stratejiler koyamadığım yolculuk için size
koydum ruhuma. Bakalım bu gerçekten çok teşekkür ederim. Sevgim onu alakoymaya yetmediyse ne çıkar
düellodan kim sağ çıkacak! Ba- Bütün bunlardan sonra şimdi Ve o benimle değil, yıldızlıdır geceler
kalım kim vurulacak! Kim yeni kendimi harikulade bir luna-
maceralara doğru yol alacak! parkta dolaşmış bir çocuk gibi Yürek zor katlanıyor onu yitirmelere
İçimdeki bu sinema belasını in- hissediyorum. Bakışlar sanki onu bana getirecekler
sanların yüzlerine nasıl fırlataca-
ğım hepimiz göreceğiz. Birkaç Elveda… Böyle gecelerdeydi ağaçlar beyaz olur
viraj kaldı hayatımda, oralarda Artık ne ben öyleyim ne de eski geceler

Bugün kimse konuşmuyor (eski söylediklerini yineleyenlerden Sesim ara rüzgarı ona ulaşmak için
başka), çünkü dünyayı sürükleyen kör ve sağır güçler, öğütleri, Şimdi sevmiyorum ya, eskidendi sevmeler
haber vermeleri, yalvarıp yakarmaları dinleyeceğe benzemiyor.
Şu son yıllarda gördüğüm bizde bir şeyi kırdı. Bu şey, insanın Şimdi kimbilir kimin benim olduğu gibi
güvenidir; o güven ki, insanlığın dilini konuştuk mu bir Sesi, aydınlık teni, sonsuz uzayan gözler
başkasından insanca karşılık göreceğimize inandırırdı bizi. (…)
İnsanlar arasında sürüp giden uzun diyalog bitti… Sevmiyorum doğrudur, yürek bu hala sever
Albert Camus Sevmek kısa sürdüyse unutmak uzun sürer

Bu gece gibi miydi kollarıma almıştım


İnsan yalnız kalır, doğru: Ama her zaman sürüye uyup mevcut Yüreğimde bir burgu ah onu yitirmeler
duruma hoşgörü göstermekten daha iyidir yalnızlık.
Edward Said – Entelektüel Budur bana verdiği acıların en sonu
Ancak yalnızlıkları birbirine benzeyen insanlarn uzun yolda Sondur bu onun için yazacağım dizeler
birbirlerini kaybetmezler. Pablo Neruda
44

– 31.10.1946 Basın Yayın


Büyük şairin 100’üncü doğum yıldönümü anısına Umum Müdürlüğü Etüt Heyeti
Reisliği 1.Cİ sınıf Müneyyizliği,
31.10.1946 – 01.09.1947

Ali Oktay Rifat


Basın Yayın Umum Müdürlüğü
Radyo Dairesi Müdürlüğü 1. Cİ
sınıf Müneyyizliği, 01.09.1947
– 04.06.1948 Basın ve Yayın
Umum Müdürlüğü Radyo Da-
iresi Müdürlüğü Büro Şefliği
(İstifa Etti), 16.09.1949 Ankara
Barosuna kaydoldu. Adalet Ba-
kanlığın dan 24.09.1949 Tarih
ve 4493/6368 sayılı Avukatlık
Ruhsatnamesi aldı. 03.04.1959
İstanbul Barosuna 4170 no ile
kayıt oldu 30.06.1959 tarihi-
ne kadar kayıtlı kaldı (Avukat
olarak çalışmaları; 8. Sene 6.
Ay 17. Gün Ankara, 1. Sene 2. AKDAĞ, Sezai KARAKOÇ bu
Ay 27. Gün İstanbul. Toplam; 9. harekete katıldı.
Sene 9. Ay 4. Gün), 30.06.1959
– 31.05.1963 T.C.D.D. Haydar İkinci Yeninin Devamı
Paşa İşletmesi 2. Cİ sınıf Avu- Ülkü TAMER, İlhan BERK, Oktay
kat, 24.12.1966 – 04.11.1972
RİFAT, Can YÜCEL
1. Cİ sınıf Müşavir Avukat,
04.11.1972 Tarihinde kendi 1958 yılında ikinci şiir akımı
İsteği ile emekli oldu. yaygınlaşmaya başladı. “ANLAM
RASTLANSALDIR “sloganının et-
Garip Şiir Akımı kisiyle “Anlamsız Şiir Nitelemesi
1941 Yılında Orhan Veli KANIK “iyice yerleşti.
tarafından hazırlanıp yayınlanan
GARİP isimli şiir kitabı içinde Sanat Hayatı
Melih Cevdet ANDAY ile birlikte Oktay RİFAT Orta Okul sıraların-
Oktay RİFAT şiirleri de yayınlan- da şiire ilgi duymaya başladı,
dı. Bu üç şairin VARLIK DERGİ- Fuzuli, Yahya Kemal BEYATLI,
SİNDE yayınladıkları şiirleri de Ahmet HAŞİM DEN etkilendi.
daha sonra GARİP akımı olarak İlk şiirlerini Varlık Dergisin de
adlandırıldı. yayınladı ( 1936 ) GARİP ( 1941)
isimli kitapta şiirlerini yayınladı.
Garip Şiir Akımı – Birinci Yeni Çok yönlü bir sanatçıdır. Ünü
Ayhan Hüseyin Ülgenay Kurucular ve akımı başlatanlar; ve değeri ulusal sınırlar içinde
1– Orhan Veli KANIK (1914 – kalmış bir Türk şairidir daha
Nüfus kay- biliyor (Eşi Fransızca Öğretmeni) 1950) sonraları şiirleri çeşitli dillere
dına göre Memur kadrosu ileçalışırken 2– Oktay RİFAT ( 1914 – 1988) çevrilmiştir. Kendi ifadeleri ile
01.07.1914 Fransızca Lisan seviye sınavına 3– Melih Cevdet ANDAY (1915 “Biz Garipçiler serbest vezinle
Trabzon doğum- girdi ve sınavı kazandı. Bürok- – 2002) değil, vezinsiz şiir yazdık “de-
lu. Baba Adı; rat, Avukat, Müşavir Avukat, BİRİNCİ YENİNİN İZLİYİCİLERİ; miştir. ATATÜRK hakkında şiir
Samih Anne Şair, Yazar, Tiyatro Oyun yazarı Rüştü ONUR, Muzaffer Tayip yazmayan üç şairden biridir.
Adı; Münev- Çevirmen, Ressam. USLU, O. Faruk TOPRAK, Fethi (Cemal SÜREYA, Melih Cevdet
ver Evli 1945 GİRAY, Enver GÖKÇE, Saba- ANDAY, Oktay RİFAT) Emekli
eşi, Sabiha Çalışma Hayatı hattin Kudret AKSAL, Mehmet olduktan sonra Bulgaristan
(16.09.2006 Vefat) 3 çocuk 29.11.1933 – 29.08.1934 Kemal KURŞUNLUOĞLU, Necati da yapılan şairler toplantısına
babası (Mehmet Samih, Elif, Ankara Asliye Ticaret Mahke- CUMALI, Özdemir ASAF ismen davetli olduğu halde MİT
Nesrin) İlk Okulun birinci ve mesi Zabıt Katibi ( Namzet), GARİP özde bir çağdaşlaşma tarafından Pasaport verilmediği
ikinci sınıflarını İstanbul da hareketidir. Başka ne söyle- için katılamadı. (1975) Ölümü-
29.08.1934 – 30.12.1940
(1921- 1923), Üç, Dört, Beş inci yeyim. Yetmez mi diyen Oktay nün onuncu yılında’’ Yapı Ve
Ankara Asliye Ticaret Mahke- Kredi Yayınları’’ 15 – 16 Ekim
sınıflarını Ankara da Zübeyde RİFAT şiirde ikinci Yeni Hareketi-
mesi Zabıt Katibi, 31.12.1940 nin devamında da yer aldı. 1998 tarihleri arasında İstanbul
Hanım İlk Okulun da okudu – 06.05.1941 Ticaret Vekaleti
(1923 – 1926), Orta Okulu An- da Uluslar arası Oktay RİFAT
Muhasebe Müdürlüğü Memu- İkinci Yeni Hareketi sempozyumu düzenledi. İstan-
kara Erkek Lisesi Orta Okulunda ru, 06.05.1941 – 25.10.1941 (Mülkiye Hareketi ) bul Esenyurt’ta isminin verildiği
(1926 – 1929), Lise yine aynı Askerliği – Yedek Subay Okulu Kurucular; bir de cadde var.
okulun Lise bölümün de (ATA- 31.10.1941 – 15.10.1943 Ali Oktay RİFAT İstanbul Bakır-
1– Turgut UYAR (1927 – 1985)
TÜRK LİSESİ) (1929 – 1932) Altıncı Kolordu 201. İnci Alay 2– Edip CANSEVER (1928 – köy Masar Osman Hastane-
okudu. Ankara Hukuk Fakültesi Komutanlığı, 24.11.1943 – 1986) sinde 18.04.1988 tarihinde
mezunu (1932- 1936)(Avrupa 22.03.1944 Bütçe ve Mali 3– Cemal SÜREYA (1931 – hayata gözlerini yumdu. Mezarı
da Hukuk tahsili yaptığını gös- Kontrol Umum Müdürlüğü 2. 1990) İstanbul da Karaca Ahmet Me-
teren hiçbir kayıt yok) Fransızca Cİ Müneyyizliği, 22.05.1944 Daha sonra Ece AYHAN, Tevfik zarlığındadır
45

5– Karga İle Tilki 1954, 1982, 7– Nara Benzerdin 2002, 2003 9– Bir Usta Bir Dünya, Oktay
1994 8– Bir Aşka Vuran Güneş 2008, RİFAT 1994 Fatma TÜRE
6– Perçemli Sokak 1956, 2009, 2010, 2012 10– Orhan Veli, Oktay RİFAT,
1992, 1999 9– Yağmur Sıkıntısı 1988, 2009 Melih Cevdet in İlk Şiirleri Üzeri-
7– Aşk Merdiveni 1958, 1992, ne Yeni Katkılar Ali SAHİNOĞLU
1994 Resimleri İle İlgili Kitaplar 1997
8– İkilik 1963 1– Munis İddiasızlıklarıyla Oktay 11– Oktay RİFAT’IN Şiirlerinin ve
9– Elleri Var Özgürlüğün (Üç RİFAT’IN Resimleri Sezer TAN- Romanlarının İncelenmesi Tarık
kitabın tekrar basımı) 1966, SUĞ 1988 Özcan 1999 ( Tez )
1983, 1994, 1995 2– Oktay RİFAT Kitabı Hayatı ve 12– Oktay RİFAT İçin Sempoz-
10– Üçlerden Size 1968 (Orhan Yapmış Olduğu Resimleri 1991 yum – Belgeler Güven TURAN
3– Resim katalog’u Veysel 1999
Veli ve Melih Cevdet birlikte) 13– Yüz Paralık Bulut 2001,
11– Şiirler 1969 UĞURLU 1994
2002
12– Yeni Şiirler 1973 (İki deği- 14– Şevket RADO ya Mektuplar
şik baskı) Çeviri
1– Bir Kapı Ya Açık Durmalı 2002
13– Çobanıl Şiirler 1976, 1983 15– Orhan Veli KANIK Ve Garip-
14– Bir cıgara içimi 1979, 1980 Ya Da Kapalı Alfred de Musset çiler Yusuf YILDIRIM 2004
15– Elifli 1980, 1983 1943( Oktay Rifat ve O. Veli 16– Oktay RİFAT’IN Şiirinde
16– Denize Doğru Konuşma Kanık ) Güneşin Üç Hali Alphan AKGÜL
1982, 1995, 1996 2– Sevda Hekim Moliere 1943( 2005
Ödülleri Oktay RİFAT )
1955 Yeditepe Şiir Ödülü “Kar- 17– Dilsiz Ve Çıplak 1984,
1995 3– Klara Miliç İvan Sergeyeviç
ga ile Tilki” Turgenyev 1944 (Erol GÜNEY ve
1970 TÜRK Dil Kurumu Şiir 18- Devler Yıkıldı 1985
19– Can Yücel’e Yanıt ya da Oktay Rifat HOROZCU)
Ödülü “Şiirler” 1970 Ankara 4– İlk Aşk Miliç İvan Sergeyeviç
Sanat Sevenler Derneği Yılın Nesnel Rastlantılar 1985
20– Yağmur Başlangıcı 1985 Turgenyev 1944
Oyunu Ödülü “Yağmur Sıkıntısı” 5– Gecenin Sonu Francois Ma-
1970 TRT Sanat Ödülleri Ya- 21– Kimin için 1985
22– Yedi Dağın Ardı 1987 (Ken- uriaç 1945
rışması Başarı Ödülü “Yağmur 6– Mutlak Peşinde Honerede
Sıkıntısı” 5- 1980 Sedat SİMAVİ di sesinden şiirler)
23– Koca Bir Yaz 1987, 1991, BALZAC 1945, 1965, 1998,
Vakfı Edebiyat Ödülü “Bir Cigara 2012
İçimi” 6- 1981 Mandıralı Roman 1996
24– İlhan Koman için şiir 1987 7– Louis Lambert Honerede
Ödülü “Danaburnu” 7- 1984 BALZAC 1946, 2004, 2011
Behçet NECATİĞİL Şiir Ödülü 8– Modesto Miğnon Honerede
“Dilsiz ve Çıplak” Roman-Araştırma
Şiirlerini Yayınladığı Dergiler BALZAC 1947, 2006
1– Edirne Sarayı Hakkında 9– Kırmızı Han, Lois Lambert,
Sesimiz 1932 – 1934, Varlık 1933 (Araştırma)
1936 – 1944, AİLE Ev Dergisi Top Oynayan Kedi Mağazası
2– Bir Kadının Penceresinden Honerede BALZAC, 1948
1947 – 1956, Yaprak 1949, 1976, 1981, 1992, 2007
Aşk Şiirleri Antolojisi Ahmet 10– Şanlı Aşıklar Moliere 1950,
3– Dana Burnu 1980, 1992, 1965
KÖKSAL 1957 (Yeditepe Yayını) 2008, 2009
ANKARA ATATÜRK LİSESİNİN 11– Elektra Jean Giradeux
4– Bay LEAR 1982, 2008 1959 17– Şair Oktay RİFAT Yaşam
ÇIKARDIĞI SESİMİZ İSİMLİ
DERGİ DE YAYINLANAN ŞİİR VE 12– Kanaldaki Ev Simenon Öyküsü Sanatı Selahattin TUN-
Tiyatro Georges 1959, 2003,2008 CER 2005
YAZILARI; 1– Oyun İçimde Oyun 1949
1– Şubat 1932 sayı; 7 Ağlayan 13– Seçme Şiirler Paul ELUARD 18– Şiir Ve Sözün Mahşeri Ok-
(Basılmadı) 1961 tay RİFAT Tarık ÖZCAN 2005
Evler, İskelet Parmaklı Kadın 2– Kıskançlık (Melih Cevdet ile
(Hikaye) 14– Latin Ozanlarından çeviriler 19– Şiir Ustalardan Öğrenilir
birlikte) Basılmadı 1963 Metin CELAL 2006
2– Mart 1932 sayı; 8 Mide 3– Bir Takım İnsanlar 1961,
Karar Verirse (Hikaye) 15– Batıdan Şiirler 1963 20– Oktay RİFAT’IN Şiirinde
1988 (Toplu Oyunlar) 16– Yunan Antoloğyası 1964 Değişim Ve Yenilenme Nuray
3– Haziran 1932 sayı; 9 Mer- 4– Zabit Fatma’nın Kuzusu
mer Merdivenler (Şiir) 17– Yunan Antoloğya sı ve Latin KÜÇÜKLER 2007 (Tez)
1965 (Basılmadı) Ozanlarından Çeviriler 1986 21– Oktay RİFAT’IN POETİKASI
4– Temmuz 1932 sayı; 10 Yol- 5– Kadınlar Arasında 1966,
lar (Şiir) Ali İhsan KOLCU 2010
5– Mart 1934 sayı; 12 Hasret 1988 (Toplu Oyunlar), 2003 Hakkında
(Şiir) 6– Atlarla Filler ya da Dirlik 1– Bahtan Şairler Oktay RİFAT, Hakkında Dergiler
Not; Milli Kütüphanede SESİMİZ Düzenlik 1988 Melih Cevdet, Orhan Veli 1953 1– Aile Ev Dergisi Sayı; 1 1947
Dergisinin tamamı yoktur. Ya- 7– Çil Horoz 1975, 1981, 1988 2– Oktay RİFAT’IN Karga İle 2– Sesimiz Dergisi Sayı;7
yınlanan liste olan sayılarından (Toplu Oyunlar) Tilkisi Halim YAĞCIOĞLU 1955 (Şubat 1932) - Sayı; 8 (Şubat
hazırlanmıştır. 8– Yağmur Sıkıntısı 1969, 3– Oktay RİFAT Necdet ERUY- 1932) - Sayı;9 (Haziran 1932)
1981, 1988 (Toplu Oyunlar) GUR 1957 Sayı; 10 (Temmuz 1932) - Sayı;
Oktay Rifat Kitap Listesi Ölümünden Sonra Yayınlanan 4– Yeni Kitabıyla Oktay RİFAT 12 (Mart 1934)
1– Garip 1941, 1945,1995 Kitaplar Nejdet ERUYGUR 1967 3– Türk Dili Sayı; 147( Aralık
(Orhan Veli, Melih Cevdet ile 1– Şiir Konuşması ( Deneme ) 5 – İz Sovromenoy Tuertskoy 1963)
birlikte) 1992, 2009 Poezii – Fazıl Husnyu Dağlardja, 4– Türk Edebiyatı Sayı;3 1965
2- Güzelleme 1945, 1982, 2– Gece Yazı 1994 Oktay Rifat, Rıfat Ilgaz, Ahmet 5– Yeni Dergi Sayı;42, 48, 49,
1994 3– Seçme Şiirler 1997, 1998 Arif Moskyo Pragress 1975, 51 1968
3– Yaşayıp Ölmek Aşk ve Avare- 4– Bütün Şiirleri – 1 – 1999, 2007 6– Varlık Dergisi Sayı;885( Hazi-
lik Üstüne Şiirler 1945, 1946, 2007,2010 6– Orhan Veli ve Oktay RİFAT ran 1981)
1962 (üç baskı) 1982, 1994, 5– Bütün Şiirleri – 2 – 1999, 1981 7– Cumhuriyet Kitap Eki Sayı;51
2002 2007 7– Oktay RİFAT Kitabı 1991 (7 Şubat 1991)
4– Aşağı Yukarı 1952, 1982, 6– Bütün Şiirleri –3 – 2000, 8– Voices Of Memory Selected 8– Kitap – lık Sayı;119 (Eylül
1994 2002 Poems Of Oktay RİFAT 1993 2008)
46

Yürüyüşün
Sevim O…’ a

Seni Tanıdıktan sonra


Değişti hislerim Dolunayaltı
Sarhoşluk
Sana baktıkça
Değişti gözbebeklerim
Değişti gözlerimin bakış şekli
Düşüncelerim değişti
İnan değişti kafamın içi
Neredeymiş oynanan halaylar Hür. Mühürlü ve hür. Mühürlendikçe hür,
Nerdeymiş türkülerin sesi hürlendikçe mühür. Gövdede yaşaran bir
Haydi güzelim haydi
Haydi yürürken salla eteklerini
ad kendini ağlamaz, güler kendine. Asırlık
Evren senden öğrensin bu ahenk’i haline. Ayn. Basan da zan, basılan da…
Beyaz saçlarım bile engelliyemez Közde tüten öz aslında. Açılan da…
Yürüyüşünü seyrederken
Duyduğum zevki. Bırakan da…
Ayhan Hüseyin ÜLGENAY Mehtap Atila
12.03.2014
Gecenin kısa mesafesinde yürümenin yüzü,
gökyüzünde. Dolunayaltı sarhoşluk gibiydi
beliren. Öne düşmüş şiirin acelesini ağır
Mavi Kapı aksak bir takip. Şiirim bekle, bekletme beni.
Düşsuyu sokak çıkmaza yuva yaptı. Yönsüz
sap, hep çıkmaza çıkacak. Kalem üşüdü,
Bildik sesi gezgin sebzecinin kağıt kırıldı, akıl takıldı, elâ yanda, beklenti
Yaz ortası baygın güller için, sancıda. Fısıldaşan söyleşiler gölge gibi uza-
nıyor an’a.
Aşklar için dostluklar içindi
Oysa çıt yok susmuş bu ikindi. ‘Kendini mi olması gerekeni mi’ arası bir salıncakta bir o yana
bir bu yana. An’ı sarmada an’da olan. Yana yana düştükçe
Baksan sokak ortada puslu sıcak bakan tanda uyanan parlak bir ışık. Tan; yayılan...
Eriğin dalları dam ve saçak Tan, yayılan gümüşi bir an, elâdan parlayan berrak. An. Kan
sıcak. Akacak olan durmaz durulmaz ve ham.
Beş on taş basamak, mavi kapı
Yaşıyor yine yalnızlığını. Şarabi dünden cepte kalan bir mühür. Ne yazmışlar, neyi
asmışlar boyna, neyi almışlar koyna? Boylu boyunca kendine
Sarı güller gibi pencereden olan hesaptı oysa. Hesapsızca... Kızgın demir közde. Kürek
Sessizliğe sakmış eski zaman. kürek örtülen Öz’de hiç sönmemecesineydi iz.

Biz kimiz demez ki. Fırsat bulmuş ölmez ki. Kendini kendi
Ayhan Hüseyin ÜLGENAY sanan söz aralıklarında parlayan mühür dolunayaltı bir sar-
ÇOBANIL ŞİİRLER 1976 sayfa; 94 hoşlukta parladı. Söz aralığından tuzak fırsat fırladı. Fırsat.
Sırf at aslında, akl-ı san. Sıcakkan...

Biz evvela kelimeleri öğreniriz. Sonra teker Güzel Taşınan asırlık mühür. Kimdi taşıyan? Ya basılan? Tende köz.
teker yaşadıkça manalarını. olduğunuz Tende köz. Dağlayan önce. Ağlayan sonra. Ağlayan kim? Ya
A.H. Tanpınar – Saatleri Ayarlama Enstitüsü kadar ağlanan? Dağlanan ya?
küstansınız da…
Eğer birisini seviyorsanız onun sizden nefret Mühürdük yüreklerde. Ki hürdük aslında. Bildik; öyleydik ya
etmesi mümkün değildir. Sana Ayda 300
dolar versem da değildik’ten hürdük. Öyleydik ya da değildik...
Müslüm Gürses
Japonları
öldürür müsün? Hür. Mühürlü ve hür. Mühürlendikçe hür, hürlendikçe mühür.
Şimdi al yalnızlığımı ört üzerine Olric… Belki Gövdede yaşaran bir ad kendini ağlamaz, güler kendine.
o vakit bırakıp herşeyi gelirik bir yerlerden Ayda 300
dolara herkesi Asırlık haline. Ayn. Basan da zan, basılan da… Közde tüten öz
başlamak için yeniden. aslında. Açılan da… Bırakan da… Uçan da kafesin kapısından.
öldürürüm.
Last Samurai Hürlüğe saçılan da… Tüten de kürenin ufkundan. “An”. Akan
Kurbağalara bakmaktan Bu aralar gelsen.. da. Elâda berrak. Dönüyor çingenenin eteğinde.
geliyorum, dedi Yakup.
Edip Cansever Sözlerimi kış çağının peşin bir ağıtı
Sus’la parlıyor seyreyleyenin gözbebeğinde...
olarak kabul et.
ama böylede yatılmaz ki! Rilke
47

-Gibi Gibi- Burcu Salbaş

Aramızda her
zaman mesafeler,
bazen kadınlar,
ara sıra adamlar
oldu. Zamanla
rol değiştirdik,
senaryolar yırttık,
bizcilik oynadık.
Ama her zaman bir
şekilde var olmayı
becerdik. Belki de
beceriksizliğimizin
eseri olduk. Ne o,
benim sevdiğim
adamlar gibi oldu ne
de ben onun sevdiği
kadınlara benzedim. kitabını alıp camın önündeki
koltuğuna gömülmüştür
fotoğraflara yakışmıyorduk
ama kağıt üzerinde hep
benzedim. “Olur ya kalbinde yer
bulunurda yerleşirim yıllarca.”
Pencerenin önünde oturmuş, diye düşündüm. (Klişe iki: anlamlıydık. Üflenmiş ruhlardan Zaman her şeyi alıp gitti.
cama vuran yağmur damlalarını Sevdiceği aynı manzarada ziyade akıtılmış mürekkepte Alamadıklarını da cömertçe biz
izlerken uyuyakalmıştım. hayal etmek) Biz, aynı anda şekillenmiştik. Musa’nın verdik. Erken yaşlandık, erken
(edebiyat var olduğundan beri aynı şeyleri yapan yani asası, Thor’un çekici neyse vazgeçtik. Birbirimizin henüz hiç
en klişe uyuma şeklidir) Fikri’nin genelde hiç bir şey yapmayan bizim kalemlerimiz de oydu bir dilin harflerinde olmayan bir
telefonuyla uyandım; “Hemen iki insan müsveddesiydik. işte. Olağanüstü bir becerimiz harfiyle kodlanmış planıydık...
radyoyu aç” dedi ve telefonu Biz, birbirine aşık olmaktan yoktu, birbirimizi yaşatacak
kapattı. Radyonun düğmesine çoktan vazgeçmiş ama kadar karalıyorduk birbirimizi. Mesela kazara bir gün
uzandım ve dediğini yaptım. birbirinden başka kimsesi Kader yazıcıları bize, kendimiz evlenirsek arabanın önüne
Parmağımı dokunmamla olmayan iki eski yansımaydık. doldurmamız için boş “Yine mi sen” arkasına da “Lan”
birlikte, içimde hissettiğim (Bir çürük elmanın iki yarısı). parantezler bırakmıştı (…). yazdıracağız. (çok iyi fikir)
bazen de korkmadan, kimsenin Tanıştığımızda gençliğimizin Kağıt üzerinde sevgili, kağıt
ne diyeceğini umursamadan ilk yıllarıydı. O resim çizerdi, üzerinde dost, kağıt üzerinde Derken yine telefon çaldı.
yansıttığım ‘ACI’ Mehmet nadiren yazardı. (bana ‘Tam’ bir iki figürandık. Kırmızı kalemle Yine Fikri arıyordu. “Efendim”
Erdem’in ses ve notasıyla armutun resmini çizebilir misin yazılmış geçersiz bir hikâyenin dedim. Bir şey demedi, sadece
hücrelerime kadar tekrar Fikri?) Bende yazardım ve ara emekli bürokratlarıydık. arka fonda gölge sesli adamı
işledi. (Acıyı sevmek olur mu?) sıra çizerdim. Onun, onu diri (başlıklar hariç kırmızı kalemle duydum ve telefonu kapattı.
O acıdan mı yoksa gerçekten tutan hayalleri ve benim, beni yazı yazılmaz akıllım) Çok uzun Hemen radyonun sesini biraz
zaman mı nal sesleri arasında sarhoş eden gerçeklerim vardı. zaman geçirdik. Aramızda daha açtım Mehmet Erdem
yitip gitmişti bilmem ama Birbirimize hiç benzemiyorduk. her zaman mesafeler, bazen söylüyordu: “Hiç Konuşmadan”.
günlerimiz radyoda Mehmet (Ben Beşiktaşlıydım o, kadınlar, ara sıra adamlar Mesaj alındı patron. Sustum ve
Erdem kovalamakla geçiyordu. Trabzonsporlu) Pek uyumlu oldu. Zamanla rol değiştirdik, fincanın iyiden iyiye ısındığını
“Şu yüreğim ne meraklı.” değildik ama farklarımız çıplak senaryolar yırttık, bizcilik avuçlarımda, yüreğimde ve her
Kahvem soğumuştu. Soğuk gözle görülecek kadar değildi. oynadık. Ama her zaman bir yanımda hissettim. 
kahvenin dudaklarımda ve (Ah! O muhteşem gözlüklerinin şekilde var olmayı becerdik.
boğazımda bıraktığı tat ve ardından baktın hep. Gözlerin Belki de beceriksizliğimizin (lambayı kaapaaaat.)
duyguyla beraber şu an, mütemadiyen giyinikti) Belki, eseri olduk. Ne o, benim
eminim ki o da kahvesini ve ıslak kaldırımlara, çınar sevdiğim adamlar gibi oldu ne Not: Metmet Erdem – Olur Ya
yapraklarına veya sepya de ben onun sevdiği kadınlara eşliğinde okuyunuz.
g ü rs e s a n ıs ına...
müslüm
z n a m a z ,
Abdestsi iz üniversite
dershanes maz!
o l m a z , o l a

2000’li yıllardı. Ben ve kardeşim lise son sını-


fa ha dayandık, ha da dayanacağız. Tabi lise
bitecekti ya, bizi de bir panik bastı. Ya boşlu-
ğa düşecektik, ya da üniversiteye girecektik.
Bize başka bir alternatifin de var olabileceğin-
den hiç ama hiç kimse söz etmemişti. Acaba
sonumuz ne olacaktı. Çoğu insan, her başlan-
gıcı yaşayamadan onun sonunu düşünerek
mahvolur ya, bizim mahvımız da çoğu insan
gibiydi. Çıraklık yıllarımız, gençlik ve çocukluk,
hep sistem fantezilerini ezberleyerek geçtiği
için yapabileceğimiz tek bir iş bile yoktu, ne
elimiz küreğe alışıktı, ne de dilimiz ticaretin
dansözlüğüne. Üniversiteye girmeliydik, belki
de bize bunca yıl hiçbir şey vermemiş devle-
timiz, sürprizi üniversiteye saklıyordu, belki
de orada yaşamadığımız bütün hisleri yaşa-
yacak, yaşama bilimsel dokunabilecektik. Bu
sürpriz ihtimalini ise gerçekleştirmek için tek
koruyucu meleğimiz: Dershanelerdi!
Vahap Işık
O dönem bildiğimiz iki şey ‘Xoce namaza gelmisen, sen bir zat değildi.. Genelde fitre ve berbattı, daha doğrusu okul-
vardı, bunlardan birisi abdest- namaz kılmadan bu çocuklara zekat tercihini kuzu yönünde larda iyi bir eğitim için şartlar;
siz namaz kılınmaz, ikincisi ise hangi yolu göstereceksen?’ kullanıyor ve aldığı kuzuları ise Sibirya’ydı! Okullara gönderilen
dershanesiz üniversite sınavı yine köylülere dağıtıyor, köylüler öğretmenler mevsimlik işçilere
kazanılmaz! Yok, diyecek kıç var mıydı sanki de o kuzulara İmam Efendinin benziyor ve aldıkları maaşlar,
bende, tabi ki de yok. Mecburen bereketi için parasız çobanlık asgari ücreti geçmiyordu. Bu
Peki ya babamı nasıl ikna ede- peşlerine verir giderdim. En son ve ahır hizmeti sunuyorlardı. şartlarda çocuklara nasıl bir
cektik? Çok ama çok zor olmuş- gidişimde yaşadığım bir olaydan İmam Efendi Cuma günleri ha- eğitim verilebilirdi? Temelleri
tu, her ne kadar da dershaneye sonra bir daha da gitmedim. riç, genelde, her sabah köyün iyi olmayan gençler, çocuklar
giderkenki amacım, cevap minibüsüne binip şehre gider, ki hep dershaneleri dolduruyor,
anahtarını önceden çaldığım Bizim oralarda alt yapı yoktur, minibüs imama beleşti, akşam dershaneli olduktan sonra da
sınavlarda derece yapmak ve diyeceğim de hani hangi birini- oldu mu da köylüyle beraber saçma sapan müfredatı olan
de halı saha maçları için para zin köyünde alt yapı var ki, bu çarşıdan dönerdi. Günde en az bir üniversiteyi kazanıyor, final
belirtmeyi ömründe köy görme- 2, en fazla da 3 defa ezan okur- sahnesinde de ya işsiz kalıyor,
toplamak olsa bile; dershaneye
mişler için yapıyorum, köylerde du. Oysa 5 vakit camiide bulun- ya da mevsimlik işçi olarak bir
gitmek o dönem psikolojik bir akar vaziyette küçük derecikler sun diye bir ücretli öğretmenin yerlerde çalıştırılıyordu.
rahatlama yöntemiydi ve babam görebilirsiniz. Hele bu derecik- yaklaşık 3 ya da 4 katı kadar Erkan’la birbirimize baktık;
ikna olmuş, akabinde de biz ler dağlık bir köyde ise dikkatli para alıyordu. daha sonra dershanelere,
dershaneli olmuştuk, rahatla- olun, her gördüğünüz su; su okullara ve camiilere... Çarşı
mıştık anlayacağınız. Gel gör değildir.. Neyse yürüyoruz, onlar Görev yaptığım okul tek sınıf, merkezinden biraz meyve,
ki okulların bize veremediğini, önden, ben de onların bayağı birleştirilmiş sınıf; yetmiyoruz.. biraz çiğköfte, biraz tatlı, biraz
dershanelerden de yeterince arkalarından. Mecburen cami- Kayıtlı olan öğrenci sayısı, sa- meyve suyu, birkaç tane de bira
alamadık, illaki bizde de kusur iye gireceğim, kurtuluşum yok nırım 120.. O güne kadar bu alıp; aldıklarımızı koynumuzda
vardı ama ne yapalım... Üni- ama cehenneme yalnız girmek köye gelmiş bütün öğretmen saklayarak Van Gölünün karaya
versiteyi ilk yılımda kazandım, istiyorum. Yanlış anlaşılma ol- arkadaşlar aslında öğretmen vurduğu sakin bir yere geldik.
kardeşim ise daha az talihliydi, masın, kesinlikle ibadethaneye değiller, kimisi boru mezunu, Başladık yemeye, biz yerken
o da sonradan kazandı, laf cehennem demek istemedim, kimisi ise balık ürünleri.. Devlet, güneş üstümüzde soba gibi
aramızda kalsın; tam 4 yıl ders- benim cehennemden kastım kadrolu bir öğretmenin maaşı yanıyordu, bir yandan yiyor, bir
haneye gitti! Dershaneden de şu: ‘İnsanların istemeden, ne kadarsa, işte o maaşın yakla- yandan da ‘Birileri görmesin
bir diploma alması gerekmiyor baskı sonucunda bir şeyleri şık dörtte birini bu arkadaşlara ha, yoksa iki kez nallanırız!’ te-
muydu? Bir diploma bile ala- yapmak zorunda bırakılmala- verip buralara göndermiş. Ve laşıyla gözlerimize tedirgin
madı. rı..’ Camiiye giderken çamura ben, 3. sınıf öğrencilerimin 4. nöbetler tutturuyorduk... Zaman
düştüm, üstüme bulaşan çamu- öğretmeniydim; gayrısını siz böyle akıp gitti.
Dershanesiz üniversite, ab- ru oradaki dereciklerden birinin hesaplayın.. 4. sınıfların 5 ve 5.
destsiz namaz olmaz demiştim; suyu ile yıkamaya başladım. sınıfların da 7. öğretmeniydim. Derken, yazımın burasında
değil mi. Şahsen daha sonraki Ellerimi de yıkadıktan sonra sıra 5 yılda 7 öğretmen değiştirten sözü Mardin’de ücretli sınıf
yıllarda, üniversiteden sonra, yüzüme gelmişti. Yüzümü yıka- sarmal boktan bir eğitim anla- öğretmenliği yapan ve kendisi
birçok defa abdestsiz namaz kıl- mak üzereydim ki.. Köyün kızları yışı işte.. de resim öğretmenliği mezunu
mışlığım oldu, münafıklığımdan da oradan geçtiği için mecburen olan Tahir’e bırakıyorum. Diyor
değil ha, müminlerin aşırı bas- göz göze geldik. Başta fazla O köyde görev yaparken, çok ki Tahir:
umursamadılar, ancak bir an sıcak bir Ramazan Günüydü,
kısından dolayı kılmak zorunda
önce olaya el atmaları gerekiyor- şehir merkezine inip Erkan’la 5. sınıfı bitirene kadar 7-8 öğ-
kaldığımdan.. Maazallah ki
du, bunun bilincindeydiler, iyiki buluştuk. Evet oruç yiyecektik, retmen değiştiren, milliyetçilik
maazallah, vallahi kılmamaktan de varlar ve beni kurtardılar. O daha doğrusu olmayan bir şeyi ismi verilmiş faşist öğretilerin
korkuyordum, Allah’tan değil, sırada yamacında bulunduğu- de yiyemeyeceğimiz için sadece dayatıldığı, ücretli öğretmen ve
müminlerden korkuyordum. Bir muz tepenin üstündeki tuvalet- karnımızı doyurmak istiyorduk. de imam sayısında her geçen
keresinde Van’ın uzak bir dağ ten Ali Amca çıktı, Cuma Nama- Üstelik çok efkarlıydık, saat gün artışın sağlandığı bu ülke-
köyündeydim, ki o dönem o zına yetişmek için koşturuyordu. yaklaşık öğlenin 12’siydi. Şehir nin bu köyleri olduğu sürece;
köyün de öğretmeniydim, üni- Kızlar bana müdahalede bulun- merkezi dershane kaynıyordu. bu eğitim sisteminden bir nane
versite bitmiş ve para kazanma- masalardı, evet.. Avucuma dol- O dönem bir ilçe için azımsana- olmaz.
ya başlamıştım, üç sınıfı birden durduğum Ali Amcanın çişi ve mayacak sayıda dershane vardı,
okutuyordum. 3. sınıf, 4. sınıf ve hortum suyunda erimiş bokuyla etüt merkezleriyle beraber Romanlar dolusu anlatılabilecek
5. sınıf.. Sabahtan öğleye kadar yüzümü bir güzel yıkayacak ve 10’un üzerinde. Ve her köşe kadar konuyu; tek bir yazıda
Şöhrettin, Şöhrettin’i Erciş Dep- o serin suyla saçlarımı da şöyle başında cemaatsiz vaziyette sunmak insanın ağırına gitse
reminde kaybettik, öğlenden bir güzel şekillendirecektim. fuzuli sayıda camii. Ama karnı- de, Ermeni kökenli olduğunu
akşama kadar da ben.. Köylüler Ancak gerçekleri öğrendikten mızı doyuracağımız pek bir yer bile sürekli saklamak zorunda
Cuma Namazı saati yaklaştığın- sonra dünya başıma yıkıldı. O yoktu. Yani camiilerin bir kısmı kalmış olan Müslüm Babanın
da beni arıyorlardı, onlar beni mide bulantısıyla camiinin bal- felsefe-bilim merkezi olsaydı Hatırası için şöyle bitiriyo-
bulamasınlar diye o saatlerde konuna baktım, kimleri görsem ve dershanelerdeki eğitimler rum: ‘Yıkılsın Dershaneler,
okuldan fazla uzaklaşmamak iyidir; tabii ki de imam hazretle- de okullara taşınsaydı; kıyamet Açılsın Meyhaneler!’
kaydıyla en kuytu yer nereyse rini.. İmam Hazretleri; yani dev- mi kopardı? Üstelik her şehir  
oraya saklanırdım. Ama yapar letin kadrolu imamı, sonrasında merkezinde halka açık ve girdi- Ha bu arada ek not: Erkan’la
eder ve en sonunda beni bulur- bütün köylüden fitre ve zekatını ğimizde ayıplanmayacağımız en yaptığımız göl muhabbeti vardı
lardı: toplamayı hiç ama hiç ihmal az bir meyhane olsaydı, olmaz ya, ha işte o gün ikimiz de ishal
etmez, anlayacağınız öyle böyle mıydı? Okullarda verilen eğitim olmuştuk.
50

Memnunum Diyemem

Memnunum diyemem yaşadığıma, Bir


Bana bir şey söylemiyor Dört Aşk Şarkısı
Bu deniz parçası, bu taka.
1.
Gün bitti, yollara düştü kahır Senden ayrıldığımda
Ötme vapur, gelemem Eflatun Ölüm O güzel günün sonunda
Dört duvara sarılmışım. Açılınca gözlerim
kırgınım, saçılmış Ne çok sevinçli insan varmış dedim.
Sarmadı gitti beni bir nar gibiyim
Bu yandan çarklı dünya; İşte o akşamdan sonra
İki yakam bir araya gelmiyor sessiz akan bir ırmağım Sen bilirsin ya
Ivırı zıvırı caba. geceden Daha güzel dudaklarım
git dersen giderim Çekirge gibi çevik bacaklarım
Parmak parmak çürüdü kal dersen kalırım
Bir karış ömrüm, Ben böyle olalı beri
Yalan şeyleri özlemişim, nâfile git Daha yeşil ağaç, fidan ve tarla
Nâfile şiir yazmış, kahırla yıkanmışım, dersen Daha bir güzel suyun serinliği
Gülmüşüm söylemişim, boşvermişim her kuşlar da dönmez, güz kuşları Başımdan aşağı boşaltınca
şeye, yanıma kiraz hevenkleri alırım
Senin için yaşamışım insanoğlu, nâfile! 2.
ve seninle yaşadığım Beni sevindirdiğinde
Cahit Irgat o iyi günleri, Bazen düşünürüm:
kötü Şimdi ölüversem
günleri bırakırım. Mutlu kalırım
Sonsuza kadar.
aynı gökyüzü aynı keder
değişen bir şey yok ki Sonra yaşlanıp
gidip Beni düşündüğünde
yağmurlara durayım. Tıpkı bugünkü gibi görünürüm sana
Bir sevdiceğin olur
söylenmemiş sahipsiz Henüz gencecik.
bir şarkıyım
3.
belki Küçücük dalda yedi gül
sararmış Altısını rüzgar alır
eski resimlerde kalırım Ama biri kalır
Seni Çağıran Türkü Bulayım diye onu
belki esmer bir çocuğun dilinde.
Onlar savaşçıdırlar sabah akşam Yedi kez çağıracağım seni
İnançlar örer umutlarından bütün derinlikler sığ Altısında gelme
sözcüklerin hepsi iğreti Ama söz ve yedincisine
Ellerin karanlıkta üşüdü gir içeri Tek sözümle gel.
Saçların yıkandı soğuk yağmurda değişen bir şey yok hiç
Gel sobanın yanına sokul da ölüm hariç. 4.
Al eline sıcak kestaneleri Bir dal verdi bana sevgili
Kuş masalları anlat aynı gökyüzü aynı keder. Üzerinde sarı yapraklarda
Yıl dediğin geçer gider
Acıyı katık etme duruşuna Behçet Aysan Aşk ise hep yeni başlar
Afşar Timuçin Bertolt Brecht
51

Ne Böyle Sevdalar Gördüm,


Basit Bir Yalnızlık da Yeterdi Ne Ayrılıklar
Destina
Basit bir kareli defter de yeterdi Ne zaman seni düşünsem
Samatya istasyonunu anlatmak için Bir ceylan su içmeye iner
Dün gece sen uyurken
akşamı beklerken Çayırları büyürken görürüm
İsmini fısıldadım
beklerken parçalanmış umutları Ve hayvanların korkunç
biraz önce yağmur yağmış o istasyon Her akşam seninle
Öykülerini anlattım
hüzün dağıtırken Yeşil bir zeytin tanesi
uzaktan bakanlara bile Bir parça mavi deniz
Dün gece sen uyurken
kıyı yolundan geçenlere Alır beni
Çiçeklere su verdim
ve yolculara ki hüznün kendisidir Ve insanların korkunç
biraz şairdir akşama doğru Seni düşündükçe
Öykülerini anlattım onlara
anlayışla bakar istasyon şefi Gül dikiyorum elimin değdiği yere
hafif gülümseyerek Atlara su veriyorum
Dün gece sen uyurken
ve aldırmaz bile Daha bir seviyorum dağları
Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana
ve birden gün geçer İşte bu yüzden, sırf bu yüzden
aldırmaz İlhan Berk
Yeni bir isim verdim sana
tirenlerle yolcularla yüklerle Destina
biletlerle pasolarla geçer gün Ben Yitirdim Ben Ararım
ve Egemen Berköz evine döner Sen öyle umarsız uyusan da bir köşede
Kupkuru yüreği hüzünden İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte
hatboyu kırık dökük ev içlerinden akşama Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için
doğru Seni bu denli yıktıkları için
bir gün bir kadın çamaşır asarken Yaşamımın gizini vereceğim sana
memelerini görmüştür
bir gün don fanile bir adamı sabah sabah Lale Müldür
pilav yerken
bir gün her gün çocuklar görmüştür kirli ve
arsız
bir gün her gün insanlar biletler istasyon
memurları Yar Benimdir Kime Ne
ve bir gün Egemen Berköz evine döner Ben yitirdim ben ararım yar benimdir kime
Sabah midesi bozuk ne
öğlen fasulye kılçıklı Kah girerim öz bağıma gül dererim kime ne
bir parti satranç oynamış Kah giderim medreseye ders okurum Hak
iki metin yazmış için
Pavese'den birkaç sayfa okumuş Kah giderim meyhaneye dem çekerim kime
birkaç çıplak kadın resmi bakmış ne
pencerede birkaç dal ağaç
ve birkaç ondört onbeşinci kat uzaklarda Sofular haram demişler bu aşkın şarabına
rüzgarda perde uçuşmuş durmuş Ben doldurur ben içerim günah benim kime
Sevgililer Günü
sonra aklında kaktüsleri ne
sonra Ben Shahn'nın ve Amerika'nın Ben melâmet hırkasını kendim giydim
dokunsam soluğuna ferahlarım
insanları eğnime
sezilir bakışlarından sırrımız
sonra Töbder'in ve Türkiye'nin insanları Ar u namus şişesini taşa çaldım kime ne
kazınır belleğime ellerinin serinliği
sonra çantasında bir ufak yeni bu kış bizi üşütemez
sonra elinde bir küçük kavun Sofular secde ederler mescidin mihrabına
sonra içinde kıpırdanan bir şeyler Yâr eşiği secdegâhım yüz sürerim kime ne
özür dilercesine bakarım sana
Egemen Berköz evine döner Kah çıkarım gökyüzüne hükmederim Kaf-
zarif ve ince yüzünde muzip çizgiler
Tirenden inip istasyondan çıkıp be-Kaf
sen istemesen de güler gözlerin
istavritlere kolyozlara bir göz atıp Kah inerim yeryüzüne yar severim kime ne
örterek korkuları, sıkıntıları
tırmanır Mütesellim yokuşunu Kelp rakip böyle diyormuş güzel sevmek
tırmanır Ünal apartmanının merdivenlerini pek günah
yağmurdu bizi kavuşturan
düşünür ta beşinci kat onaltı numaranın Ben severim sevdiğimi günah benim kime
melek kanatlarınla ipeksi yürüyüşün
kapısına kadar ne
sesinde sıcak ve sevecen bir tınlama
düşünür basit bir kareli defter de yeterdi Nesimi'ye sordular ki yarin ile hoş musun
her şey alışkanlığa dönüşmüşken bir devrim
basit bir kareli defter de. Hoş olayım olmıyayım o yar benim kime ne
Metin Celal
Egemen Berköz Kum Nesimi
52

Seneler sonra, Eskişehir’de, çocukluğumun geçtiği sokak arala-


rında dolaşıyorum. Birden çok eski günlere dönüyorum. 60 lı yıl-
lar… Üç kardeş, minicik adımlarımızla okul yolunda yürüdüğümüz
sokaklar… Seneler sonra hâlâ özelliğini, güzelliğini yitirmemiş
evler… Sokaklar boyunca minicik boylarıyla, camlarından terte-
miz berrak bakışlarıyla bakan evler… Pencerelerinde hâlâ yine
Vita yağı, konserve kutularına ekilmiş gülümseyen sardunyalar,
begonyalar… Seneler, bu minik evlerin kimisinin yüzüne çizgiler
çizmiş. Azarlanmış, elinden oyuncağı alınmış küskün çocuklar
gibi mahzun yere bakan evler… O minicik bahçelerden, kerpiç
duvarlardan başlarını uzatmış, beni hatırlar gibi bakan ağaçlar…
Düşünceli , ama, tanıdık birine bakar gibi bana bakıyorlar.

Kapılar… Eski kapılar… Sizleri o zamanlar açıp kapayan o in-


sanlar şimdi neredeler? Artık onlar yok ama, onların bakışları
hâlâ gülümsüyor gibi çocuklarının yüzlerinde. Eski komşularımızı
görüyorum yüzlerinde. Ben tanıyorum ama, onlar bana yabancı
yabancı bakıyorlar. Kapıların pirinç tokmakları kararmış olmaları-
na rağmen hâlâ güzel…

Bazı evlerin yerini büyük binalar almış. Görkemliler… Yanların-


daki o eski minik evlere tepeden bakıyorlar. Kibirleri yüzlerinden
okunuyor. Onları sevmiyorum. Ben, yanlarındaki o sevimli, şirin,
tertemiz minik evleri seviyorum. Öyle samimi, öyle içten tevazu
ile bakıyorlar ki, sarılıp duvarlarını, kapı ve pencerelerini öpmek
istiyorum.

Kırmızı kiremitleri biraz solmuş. Fakat, o sevimli bacalardan


insanlık, o unutulmamış, kaybolmamış insanlık tütüyor buram
buram… Yağmur çiseliyor. Hava ılık. İçimde bir burukluk, bir mah-
zunluk var. Artık ben o eski çocuk değilim. Hâlâ çocuksu duygu-
larla dolu olsam bile. Şimdi saçları ağarmış bir çocuk gibi, yine
hâlâ bir çocuk gördüğüm kardeşime gidiyorum. Yine oturup eski
günlerimizi, eski komşularımızı anlatacağız. Anılar canlanacak
gözlerimizde. Kâh güleceğiz, kâh gözlerimiz dolacak. O eski dost-
larımızın hepsi canlanacak gözlerimizde. Kapı önünde oturuşları,
bakışları, şiveleri, bize kızmaları, ya da evlâtları gibi bağırlarına
basmaları, bir film şeridi gibi geçecek gözlerimizden… Hepsine
Allah rahmet eylesin… Nasıl komşuluk edilmesini, yardımlaşma-
yı, nasıl insan olunmasını keşke hayatta olsalar da yine gösterse-
ler, yine örnek olsalar…

Evet, yeşil, mavi, eflâtun minik evler… Yeşil pencereler ve bahçe-


ler… Tozlu kaldırımlar…

Evler
Adımlarım beni sokak aralarında dolaştıra dolaştıra, eski günle-
rin hâtırasını, hüzün dolu bakışlarımda bir özlem buğusuyla kap-
lanan gözlerimde iki üç damla ile beraber götürüyor…
İşte şurada, şu evde bahçe içindeki eve ablam gelin olmuştu,
gelin gitmişti. Sümbüllü, kiraz bahçeleri… Elma, erik, armudun
en güzellerinin olduğu o şirin büyük bahçeli ev… Artık yerinde
Kırmızı kiremitleri biraz solmuş. Fakat, o yeller esiyor. Yerine kocaman gri apartmanlar dolmuş. Hiç de
sevimli bacalardan insanlık, o unutulmamış, şirin değiller… O ağaçlara kıyılmış. Yerine bu heyula gibi binalar
dikilmiş. Bir an önce gitmeliyim buradan. Yoksa ağlayacağım.
kaybolmamış insanlık tütüyor buram Benim minik, âşinâ güzel evlerim… Siz hep yerinizde kalın olur
mu? Sizleri çok seviyorum, çok seviyorum…
buram… Yağmur çiseliyor. Hava ılık. İçimde
bir burukluk, bir mahzunluk var. Artık ben o Böyle söylenerek adımlarımı sıklaştırıp giderken birden gördü-
ğüm bir manzara ile içime neş’e doldu: Bir evin kapısındaki kutu-
eski çocuk değilim. nun içinde bir kedi ve dört minik yavrusu. Allah’ım, hiç olmazsa
onları sevenler var. Mamaları ve suları yanlarına konmuş. Henüz
gözleri kapalı yavruları seviyorum. Annesi hiç kızmıyor. Biliyor
ki güvenli ellerde. Demek hâlâ bazı şeyler eskisi gibi… Sevgi,
güven, güzellikler siz hiç bitmeyin. Ey minik evler, sevgi dolu
insanlar, sakın sizler kaybolmayın. Hep var olun olur mu? Sizleri
seviyorum. Sizleri çok seviyorum…

Halenur Kor 21 Mart 2002 Eskişehir


53
Masalsı Bir Serüven:

Berna Ata Child of Light Sanırım dünyanın en cici oyununu buldum! Geçtiğimiz ay Ubisoft’un
çıkardığı Child of Light, karakterlerinin minnoşluğuyla, ninni gibi yumu-
şak müzikleriyle, pastel renkleriyle, şiirsel diliyle hemen beni kendine
bağladı. Oyunu ilk açtığım andan itibaren kendimi adeta bir masalın
içinde buldum.
2 boyutlu bir rol yapma oyunu (RPG) olan Child of Light’ta ana karakteri-
miz 19. yy’da bir Avusturya prensesi olan, uzun kırmızı saçlı, çilli, taptatlı
minik kız, Aurora.
Aurora bir gün hastalanıp Uyuyan Güzel gibi derin bir uykuya dalar ve
gözlerini Lemuria adında efsanevi bir dünyada açar. İşte masalamız
burada başlıyor. Aurora’nın görevi, Lemuria’dan güneşi, ayı ve yıldızları
çalan Gecenin Kraliçesi Umbra’dan bunları geri alıp, evine, babasının
yanına dönmek. Tabi küçücük bir kız çocuğu için bu hiç kolay bir iş değil.
Umbra’ya doğru yolunda ilerlerken önce önüne çıkan küçük canavarlar-
la savaşması gerek. Savaşırken Arthur misali bir taştan çekip çıkardığı
kendinden büyük kılıcını (zaman zaman bu kılıç ona epey ağır geliyor
olacak ki yere düşürüyor) ve özel güçlerini kullanıyor. Bu savaşları ka-
zandıkça da level atlayıp gücüne güç katıyor. Bu sırada bir su damlası
görünümdeki ateşböceği Igniculus, Aurora’ya bu yolculuğunda yardımla-
rıyla eşlik ediyor. Oyunda ilerledikçe Lemurialı birbirinden farklı karakter-
le tanışıyoruz ve onları da bu yolculuğumuza ortak ediyoruz, savaşlarda
birbirimizi kolluyoruz. Yolumuzda ilerleken önümüze çıkan sandıkları da
açıp içlerinden iksirleri ve gemleri topluyoruz. Gemlerle kılıcımızı güç-
lendirip, iksirlerle azalan canımızı ya da büyü yapmaya yarayan MP yani
Büyü Gücü’müzü dolduruyoruz. Yürüyerek başladığımız maceramıza
Ormanın Leydisi tarafından bahşedilen minik şeffaf kanatlarla uçarak
devam ediyoruz. Basit ama eğlenceli bulmacaları Igniculus’un da yardı-
mıyla çözerek kapıları açıp diyar diyar geziyoruz.
Gelelim oyunun sevmediğim yanlarına. Öncelikle içinde bulunduğumuz
dünyanın, Lemuria’nın uçsuz bucaksız olması canımı sıkan bir konu.
Kanatların verdiği özgürlük çoşkusuyla ordan ordan uçup çok kez kay-
bolmuşluğum var. En azından geçtiğimiz yerleri gösteren bir harita olsay-
dı fena olmazdı. Oyunun hoşuma gitmeyen bir diğer yanı ise savaşların
tek düze olması. Ortamlar ve savaştığımız canavarlar, saldırı sırasındaki
hareketleri çok az değişkenlik gösteriyor. Bunlara pek özenilmemiş doğ-
rusu. Ubisoft’tan çıkmış bir oyun için fazla baştan savma geldi.
Oyun zaman zaman keyifli ve atmosfer açısından büyüleyici de olsa
fiyatını göz önünde bulundurduğumuzda çok da cazip gelmiyor.
M. Oğuz Mucurluoğlu
54 www.oguzmucurluoglu.com.tr AYKIRI
MELODİLER

İpeksi Kadın
Kötü bir evlilik, ilk ve yakınma çözüm getirmeye-
cektir hiçbir şeye… Bu keşfin
kesilmiş eğitimine rağmen.
Öylesine benimser ki bunu; bu
abidesi bir anne. O herkesin,
hatta herşeyin umutlarını yeşil
sendeleniş yaşam hemen ardından, hiç beklen- yolda, tüm güzel duyguların tutan masmavi birisi. İnanın, o
medik bir biçimde silkelenerek somutlaşmış haline dönüşür
mücadelesinin kendine gelir bu genç anne. adeta evrim geçirerek.
tam bir sevgi insanı…

yarattığı. Evlilik tılsımı Hayatın olumsuzluklarına karşı Oğluyla hayatın tam ortasında Sorun bir kendisine, “Nasılsın?”
pes etmek yerine, yaşama dair bulunur ancak, yaşamın girda-
daha çözülmeden ve sonuna kadar mücadeleyi bına yakalanmayan sağlam ve
diye. Cevap benzeri cümlelerle
özde hep aynıdır: “Bir kedim,
annelik ekleniyor ve direnmeyi seçer o ay parçası güçlü bir duruşla. Yani sokakta birde yamuğum… Ben daima
güzel kız. Artık o bir sanatçıdır gördüğü bir bebeğe, öpücükler
omuzlarına. Hem onlarla mutluyum.”

de akıl almaz bir 16 yaşındaki o çocuk anne bu-


biçimde. gün 53 yaşında. Yaşam sanat-
çısı olan bu annenin en büyük
15 yaşında ideal hayallere sahip eseri; 36 yıldır üzerinde büyük
bir çocuk somutlaştırmaya çalı- bir itina ile çalıştığı ve “daha
şın gözünüzün önünde. Kapatın yapacak çok şey var” diyerek
gözlerinizi ve canlandırmaya sunduğu oğludur.
çalışın… Barbie ve Lahana Be- Tam bu noktada, anlatmakla bi-
bek ile oynaması gereken bir tiremeyeceğimiz anneyi oğlunun
çağda, enerji dolu genç bir kız ifadeleriyle özetlemek mümkün
düşleyin. Saklambaç ve yakan olabilir belki de.
top oyunları ile yoğrulan, hayata
dair tüm beceriksizliğini gizleye- Anneciğine adadığı ilk kitabın-
meyen toy bir çocuk hayallendi- daki bir öyküden alıntılıyorum:
rin zihninizde.
“Annesiniz siz. Her anne gibi
Bu kız çocuğu bir gün rüyaya
mı yatıyor, yoksa rüyadan mı saygı değer. Çocuğunuzu çok
uyanıyor bilinmez! Zorla itiliyor seviyorsunuz. Çünkü emek
hayat kapısından içeriye, girmek veriyorsunuz. Cenin oluşundan
istememesi bertaraf edilerek… başlayıp kendi hayatını kura-
Kötü bir evlilik, ilk sendeleniş na kadar. Yemeyip yedirerek,
yaşam mücadelesinin yarattığı. giymeyip giydirerek emek veri-
Evlilik tılsımı daha çözülmeden yorsunuz. Gerçi yinede bitmiyor
annelik ekleniyor omuzlarına. emek verişiniz. Evinize zaman
Hem de akıl almaz bir biçimde. harcıyorsunuz. Yani emek veri-
Her şeye rağmen kendi çocuklu- yorsunuz. Yemek hazırlayarak,
ğuna bir avuntu olmasını umut çamaşırlarını yıkayarak eşinize
etmeye çalışırken, tüm hevesi kendi dünyasında ve çocuk yağdırırken kendini kaybedebilir.
de emek veriyorsunuz. Böylece
kursağında kalıyor adeta bu yaşında. Yaşam sanatçısı… Kedilerin çaresizliğini, yüreğine
ortak edecek kadar duyarlı eşinizi, çocuğunuzu ve evinizi
gencecik annenin. Yutkunama- çok sevdiğinizi söylediğinizde
dığı tükürüğü, sanki gözpınar- Kendini adadığı oğluyla büyü- olabilir. Haksızlığa olan isyanı
meye başlar artık. Sabırla… ve sıcacık merhameti es geçile- sevginin emek vermek olduğu-
larından taşıyor. Çünkü daha
sağlam bir çocuğa nasıl bakı- Titizlikle… Önemseyerek… mez. Hiç gocunmaz mutfaktaki nu da belirtmiş oluyorsunuz.
lacağını dahi bilmezken, hayat; el marifetlerini, bitmek-tüken- “Ne kadar çok emek, o kadar
engelli bir bebek bahşeder bu “Yaşanılamaz” denilebilecek bir mek bilmeyen dost masalara çok sevgi” bu sözün kanıtı ola-
gencecik anneye. ömrü sevgiyle kucaklar. Ve her sunmaktan. Keyiftir onun için rak sadece annem diyorum. 36
şeyin daha iyisi olsun diye, bık- mutfakta bulunmak ve Türk yıldır beni sırtında taşımasıyla
Çok kısa bir süre içersinde fark mak-tükenmek nedir bilmeden Sanat Müziği şarkıları söylemek. oluşan sevgiyi hangi kelime tam
eder ki bu çocuk anne; ağlama kendini geliştirir ortaokuldan Cesur ve yürekli. Sorumluluk karşılayabilir ki!?”

Tutkulardan kurtulmanın tek yolu vardır, o da teslim olmak. Saçımı taradım, keşte yüzümü de tarayabilseydim. Charles Bukowsky

Ağlama Anjelika, ağlama. Ya sana bir Eğer seni farketmediysem bırak bunun hüznünü yaşayayım. Terence Mallick – İnce Kırmızı Hat
ev alacağım yae da yasımı tutacaksın. Marks, Capital’i “Söyledim ve ruhumu sana oksijen veren ağacın yaprağını skeyim ben
El Cordobes kurtardım” diye bitirir. Kardeş Payı
55

As I began to love myself - self love poem


by Charlie Chaplin
Çeviri Seçil Abay

Kendimi sevmeye başladığımda keder ve duygusal acıların


yanlızca benim kendi doğruma karşı yaşadığımın uyarı işaretleri
olduğunu anladım. Bugün bunun “gerçeklik” olduğunu
biliyorum.

Kendimi sevmeye başladığımda zamanın doğru olmadığını


ve bir insanın buna hazır olmadığını bilmeme rağmen hatta
bu ben bile olsam isteklerimi bir insan üzerinde zorlamaya
çalışmanın o kişiyi ne kadar kırabileceğini anladım. Bugün
buna “saygı” diyorum.

Kendimi sevmeye başladığımda farklı bir hayat istemeyi


bıraktım ve beni cevreleyen her şeyin beni büyümeye davet
ettiğini görebildim. Bugün buna “olgunluk” diyorum.

Kedimi sevmeye başladığımda, herhangi bir durumda doğru


yerde ve doğru zamanda olduğumu ve olan her şeyin tam
olarak doğru zamanda olduğunu anladım. Bugün buna
“kendine güven” diyorum.

Kendimi sevmeye başladığımda kendi zamanımı çalmayı ve


gelecek için dev projeler tasarlamayı bıraktım. Bugün sadece
bana neşe ve mutluluk getiren ne varsa onu yapıyorum.
Yapmayı sevdiğim ve kalbimi keyiflendiren şeyleri kendime
göre ve kendi ritmimde yapıyorum. Bugün buna “sadelik”
diyorum.

Kendimi sevmeye başladığımdan beri kendimi, sağlığıma


iyi gelmeyen her şeyden özgür bıraktım. Yiyecek, insanlar,
nesneler, durumlar ve beni benden alıkoyan ve aşağı çeken her
şeyden. Önce bu yaklaşıma “sağlıklı egoizm” dedim. Bugün
bunun “kendini sevme” oldugunu biliyorum.

Kendimi sevmeye başladığımda her zaman doğru olmaya


çalışmayı bıraktım ve o zamandan beri daha az yanıldım.
Bugün bunun “mütevazılık” olduğunu keşfettim.

Kendimi sevmeye başladığımda geçmişte yaşamaya devam


etmeyi ve gelecekle ilgili kaygılanmayı reddettim. Şuan sadece
her şeyin olduğu yeri, anı yaşıyorum. Bugün her günü, günden
güne yaşıyorum ve buna “doyum” diyorum.

Kendimi sevmeye başladığımda aklımın beni rahatsız ve hasta


edebileceğini farkettim. Ama onu kalbimle birleştirince aklım
değerli bir dost oldu. Bugün bu bağlantıya “kalp bilgeliği”
diyorum.

Artık tartışmalardan, anlaşmazlıklardan ya da kendimiz ve


başkalarıyla olan problemlerden korkmamıza gerek yok.
Yıldızlar bile çarpışır ve onların carpışması yeni dünyalar
doğurur. Bugün bunun “yaşam” olduğunu biliyorum.
56 PASSAGE
Egemen Ünal

Bugüne kadar adından bahsettirmeyi hep


başarmış ve kendi türleri için dünyanın
en iyilerinden birisi olan Dream Theater,
kendi adını taşıyan, ama 12.stüdyo albüm-
leri olan “Dream Theater” ı geçtiğimiz ay
piyasaya sürdü. Yaklaşık 30 yıldır müzik
yapan New York’ lu progresif rock/metal
grubu, Berklee’ de okuyan bas gitarist John
Myung, gitarist John Petrucci ve davulcu
Mike Portnoy tarafından kuruldu. Daha
sonra Petrucci’ nin çocukluk arkadaşı Ke-
vin Moore un da katılımıyla ilk albümleri
“When Dream and Day Unite” ı 1989 yılın-
da piyasaya süren gruptan vokalist Charlie
Dominici ayrıldı ve onun yerine Kanadalı
James LaBrie gruba katıldı. 1992 deki
DREAM THEATER / “Dream Theater”

ikinci albümleri “Images and Words” ve 1994 te “Awake” albümleri ile büyük bir çıkış AYIN EN ÇOK SATAN
yapan ve dünya çapında ünlenen Dream Theater, istikrarlı çizgisini günümüze kadar
sürdürmüş ve birçok yan projeye de imza atmıştır. Rudess gruba katılmadan önce ünlü YABANCI ALBÜMLERİ
basçı Tony Levin, Petrucci, Rudess ve Portnoy “Liquid Tension Experiment” adı altında
iki albüm çıkarmıştır. Gitarist John Petrucci 2005 yılında Steve Vai ve Joe Satriani ile 1- Various Artists-Soundtrack/
beraber G3 te çalmış ve “G3 Live in Tokyo” isimli albümde yer almıştır. Ayrıca kendi- Frozen
sinin “Suspended Animation” adında solo albümü de vardır. John Petrucci’ nin “Rock
Discipline”, Mike Portnoy’ un “Progressive Drum Concepts”, “Liquid Drum Theater”, “In 2- Luke Bryan/ Spring Break 6…
Constant Motion”, John Myung’ un “Progressive Bass Concepts” isimli eğitim videoları Like We Ain’t Ever
vardır. 8 Eylül 2010’ da Mike Portnoy, kendi web sitesinde gruptan ayrıldığını açıklamış 3- Rick Ross/ Mastermind
ve Dream Theater hayranlarını adeta ikiye bölmüştür. Mike Mangini arayış sürecinin
sonunda grubun yeni davulcusu olmuş ve son albüm Mangini açısından da ayrı bir 4- Aloe Blacc/ Lift Your Spirit
önem taşımaktadır. Gelelim yeni albüm “Dream Theater” a; Prodüktörlüğünü John 5- Pharrell Williams/ Girl
Petrucci’ nin üstlendiği albüm ocak-mayıs 2013 arasında “Cove City Sound Studyoları” 6- 311/ Stereolithic
nda Glen Cove-New York da kaydedilmiş, 9 şarkıdan oluşuyor ve yaklaşık 70 dakika. 7- Young Money/ RiseOf An
Otoriteler tarafından oldukça beğenilen albümün kayıtları ve miskleri başarılı, ancak
davul biraz geride kalmış bence. Tabii bir Portnoy hayranı olarak hem onun sounduna, Empire
hem de şarkı yazma tarzına alışığız. O yüzden Portnoy’ u aramadım değil albümde, 8- Lorde/ Pure Heroine
ama gitar rifleri ve gitar kayıtları muhteşem olmuş. Albümün dikkat çeken şarkıları ise; 9- Sara Evans/ Slow Me Down
Albümden çıkan single lar; “The Enemy Inside” , “Along For The Ride”, sözlerini Myung
un yazdığı “Surrender To Reason” ve enstrumental “Enigma Machine”… 10-Beyonce/ Beyonce

Geçtiğimiz sene “Sony Music” etike-


tiyle “Herkes Aynı Hayatta” isimli ilk
albümünü yayımlayan ve özellikle
“Hekim Bey” şarkısıyla milyonların
beğenisini kazanan Mehmet Erdem,
yeni albümü “Hiç Konuşmadan” ı
da aynı firmadan hem de aradan az
bir süre geçmesine rağmen çıkart-
tı.10 şarkının yer aldığı albümde
3 tanesi yeni şarkı. 7 tanesi de
diğer isimlerden dinlediğimiz bazı
şarkıların Mehmet Erdem yorumu.
Sahnede söylemek istediği ve nasıl
söylemek istediği şarkıların bir kıs-
mını albüme dahil etmiş. Dolayısıyla
bildiğiniz şarkıları bile kendi tarzına AYIN EN ÇOK SATAN
MEHMET ERDEM /“Hiç Konuşmadan”

dönüştürmeyi başarmış bence. İlk YERLİ ALBÜMLERİ


albümde olduğu gibi albümün aran-
jörü Alper Atakan. 1- Ahmet Kaya/ …Bir Eksiğiz
Albümün çıkış şarkısı ilk albümde 2- Sıla/ Yeni Ay
de şarkıları olan Cihan Güçlü’ ye ait “Acıyı Sevmek Olur Mu?”. Yine Güçlü’ ye ait “Hiç 3- Sibel Can/ Galata
Konuşmadan” ın yanı sıra bir de Mehmet Erdem’e ait olan “Sen Kimsin?” albümün 4- Kıraç/ Çık Hayatımdan
yeni şarkıları. Ahmet Kaya’ nın “Kum Gibi”, Sertab Erener’ in “Aldırma Deli Gönlüm”, 5- Fazıl Say/ İlk Şarkılar
Barış Manço’ nun “Gibi Gibi”, İlhan Şeşen’ in “Bir Ucuz Gitar”, Erkin Koray’ ın “Aşkımız 6- Emre Aydın/ Eylül Geldi Sonra
Bitecek”, Fatih Erdemci’ nin “Ben Ölmeden Önce” ve Tanju Okan’ ın “Kadınım” şarkıla- 7- Teoman/ Yavaş Yavaş
rı da Mehmet Erdem yorumuyla dinleyiciye sunuluyor. Albümün sürprizlerinden biri de 8- Mehmet Erdem/ Hiç
“Ben Ölmeden Önce” şarkısına Ceylan Ertem’ in eşlik etmesi. I-Tunes kullanıcılarından
Konuşmadan
albümün hepsini satın alanlara “Sen Aydınlatırsın Geceyi” filmi için kaydedilen “Gül-
mek İçin (Yok Yok Yalan Deme)” şarkısının hediye edileceği “Hiç Konuşmadan” albü- 9- Kibariye/ Gülü Soldurmam
münün plak formatında da basılması gündemde. İlk albüm kadar başarılı olacağını ve 10- Kurtalan Ekspres/ Göğe Selam
sanatçıyı daha da yukarılara taşıyacak bir albüm olduğunu düşünüyorum, sevenlerine
duyurulur…
MÜZİK 57

egemen@metropolis.gen.tr

Daha çok Ankara sahnelerinden tanı-


dığımız Fethi Okutan, özellikle Türkiye

FETHİ OKUTAN/"Fethi Okutan Project"


gibi sanat adına yeniliklere kapalı bir
ülkede, ilk defa bir rock-bas albümü
piyasa çıkarttı hem de enstrümental!
Müzik hayatına babasının aldığı bas
gitarla çok erken yaşlarda başlayan ve
lise yıllarında sahnelere atılan Fethi
Okutan, birçok grupla birçok farklı
türde müzik yaptı. Bu arada 2006
yılında kurulan ve yine Ankara’ lı de-
ğerli müzisyenlerden oluşan Funk-rock
grubu Riskk’ de yer aldı ve grubun
2007 yılında “Pasaj Müzik” etiketiyle
AYIN EN ÇOK DİNLENEN çıkarttıkları “Al” adlı albüm gerçekten,
ŞARKILARI hem tarzı hem de vokal kayıtları ile
göze çarpmayı başarmıştı. Önceden
MFÖ, Ajda Pekkan gibi sanatçılara
1- Gary Barlow/ Let Me Go prodüktörlük yapan Arif Mardin öğrencisi Fuad Abdullah‘ın vokal yaptığı ve prodüktör-
2- Keane/ Higher Than The Sun lüğünü üstlendiği albüme bir şarkı sözü ile Murathan Mungan ve vokali ile Fuat Güner
3- Lorde/ Team de destek vermişti.Gelelim “Fethi Okutan Project” e; 32 dakikalık kısa bir albüm, ama
4- Panic!At The Disco/ This Is içi baya dolu olmuş ve çok değerli müzisyenler çalmış albümde. Ankara’nın önemli
Gospel stüdyoları “ÇSM” ve “Mirage” ın katkıları, dünyaca ünlü mastering ustası Ian Cooper’
5- Sunrise Avenue/ Lifesaver ın tecrübesi ile birleşince usta bir iş çıkmış bence. Albüm bas albümü tabii, ama bas
6- Fray/ Love Don’t Die soundları kadar gitar soundları ve tonları da müthiş olmuş. Çalanların, özellikle de
7- Bruce Springsteen/ High Hopes Uğur Karaman’ ın ellerine sağlık. Davul kayıtları diğerlerine göre biraz geri kalsa da,
8- Jessie J/ Thunder çalan arkadaşlarım, özellikle Egemen Işık ve Gürcan Konanç’ ın da ellerine sağlık. Bu
9- Interscope/ On Top Of The anlamda öne çıkan şarkılar da “Zehir Zemberek”, “Pabucu Yarım” ve İç Deniz”. Ama a-
World çılış şarkısı “Ehlikeyif” i de geçmeden olmaz; Volkan Öktem(davul), Emre Sarıgün(gitar)
10- Ella Eyre/ Deeper ve Selçuk Ergen(klavye)- çok başarılı gerçekten.
Uzun süren ve çok emek verilen bu tür albümleri desteklemeliyiz ve bir ilki gerçekleşti-
ren Fethi arkadaşımızı da çok tebrik etmeliyiz. Kolay kolay rastlayamayacağınız, arşivi-
nizde bulunması gereken bir albüm "Fethi Okutan Project", edinin…

Dünya sahnelerinde ayakta alkışla-


nan, geçtiğimiz yıl ilk stüdyo albümü

KARSU/ “Confession”
“Confession”ı Hollanda’da çıkaran ve
uzun süre müzik listelerinde bir numa-
rada kalmayı başaran Karsu’ nun al-
bümü nihayet Türkiye’ de yayınlandı. 7
yaşından beri piyano çalan ve 14 yaşın-
da ilk kez babasının restoranı “Kilim”
de sahne alan Hollandalı Türk kökenli
sanatçı, daha sonra giderek Hollanda
da ünlendi ve başta New York “Carne-
gie Hall” olmak üzere 12 ülkeden fazla
ülkede en iyi caz festivallerinde sahne
AYIN EN ÇOK DİNLENEN aldı.
ROCK ŞARKILARI Olağanüstü bir sese sahip ve çok iyi bir
piyanist, aynı zamanda şarkı sözü yaza-
1- Bastille/ Pompeii rı, aranjör ve besteci olan Karsu Dön-
2- American Authors/ Best Day Of mez, ilk stüdyo albümü “Confession” ı
My Life iki prodüktör Nelson & Djosa ile birlikte
3- Lorde/ Team hazırlamış. Albüm “Y Kültür Sanat”
4- Paramore/ Ain’t It Fun
etiketiyle Sevgililer Günü’ nde yayın-
5- Passenger/ Let Her Go
landı, yaklaşık 40 dakika ve 10 şarkıdan oluşuyor. 6 şarkının söz-müzikleri tamamen
Karsu Dönmez’ e ait. 2 şarkıda sanatçıya prodüktörler eşlik etmiş ve diğer 2 şarkı ise
6- Imagine Dragons/ Demons
bildiğimiz “Gesi Bağları” ve “Her Şeyi Yak”. Şarkılarını günlük yaşamdan esinlenerek
7- Lorde/ Royals
yazdığını söyleyen sanatçı “Confession”(İtiraf ) şarkısında sakladığı hislerini anlatırken,
8- Imagine Dragons/ Radioactive “I might be” de ise “Ben büyünce ne olabilirim?” in cevabını arıyor. “Crime” şarkısı
9- Neon Trees/ Sleeping With A şizofren bir genç kadının iki kişilik arasındaki bocalamasını anlatırken “Summer Bree-
Friend ze” ise Latin Amerika’ da yazmış olduğu bir parça. Ülkemizde ise şüphesiz hoş bir klibi
10- Coldplay/ Magic olan “Gesi Bağları” büyük ilgi görecek. I Tunes caz sıralamarında 5 yıldız üzerinden 4
ve 4,5 yıldız alarak büyük başarıya imza atan “Confession” özellikle caz severler için
kaçırılmayacak bir albüm…
58
PASSAGE
Soma Madencilerinin anısına Yeni Başlayanlar İçin Kapital
Germinal / Emile Zola Kapital’in yayınlanmasından bu
Yordam Kitap, işçi sınıfı ve müca- yana kapitalizm, Marx’ın kapita-
delesi üzerine yazılmış en etki- lizm eleştirisinin yanlış ve yersiz
leyici roman olarak kabul edilen olduğunu kanıtlamaya uğra-
Germinal’i yayınladı. Kitabın şadursun Marx ve temel eseri
basım öncesi hazırlıkları sonuç- Kapital, dünyayı anlamak isteyen
lanmak üzereyken Soma’dan her yeni kuşağa uygun aletler
yüreklere ateş düşüren facia geliştirmeyi sürdürmüştür. Çoğu
haberi geldi. Bunun üzerine, insanın, dünyadaki her şeyin pek
Émile Zola’nın 19. yüzyıl ma- de düzgün yürümediği yönünde
dencilerini anlattığı bu ölümsüz en azından bir sezgisi vardır. Pek
eser, aradan 150 yıl geçmesine çok kişi de insan soyunun kar-
rağmen 19. yüzyıldaki sınıf şısında bir yığın büyük problem
kardeşleriyle benzer bir kaderi olduğu konusunda sezginin de
paylaşan Somalı Madencilere ötesine geçmiştir. İşte Marx’ın
adandı. Görüldü ki, (resmî rakamlara göre) 301 işçinin ölümüne Kapital’i niye böyle olabileceğinin en sistemli açıklamasıdır. Ne
yol açan Soma faciası, âdeta göz göre göre yaşanmıştı, çalışma var ki, Kapital’i okumanın ve anlamanın pek çok güçlüğü vardır.
koşulları ve ocakların güvenliği Germinal’de anlatılandan çok da Bu güçlüğü aşmak üzere çok sayıda giriş kitabı yazılmıştır. Mike
farklı değildi. Yordam Kitap, kitabı Somalı Madencilere adayarak, Wayne’in elinizdeki çalışması da bu okuma güçlüğünü aşmak için
“Soma unutulmasın ve yeni Soma’lar yaşanmasın!” çığlığına okurlara yardımcı olmak üzere yazılmış bir giriş kitabıdır. Kapi-
ortak olmak istiyor. Kitabın gelirini de, babasız kalan madenci ço- tal okumaya hazırlık kitabı da denebilir. Marx’ın büyük eserinin
cuklarına eğitim bursu olarak değerlendiriyor. Germinal, işçi sınıfı özünü oluşturan görüşleri sergileyen ve güncel verilerin ışığında
mücadelesini destanlaştıran bir başyapıttır. Romanda, maden Kapital’in analizinin doğruluğunu ortaya koyan kitap, güzel ve
ocaklarındaki ağır ve tehlikeli çalışma koşulları, maden işçilerinin çarpıcı resimlerle daha da çekici hale getirilmiştir.
yoksulluğu, iç dünyaları, sevgileri ve mücadeleleri üstün bir anla- [ Yordam Kitap ]
tımla tasvir edilir. Zola’nın uzun süreli gözlemlere dayanarak ince
ince ördüğü bu ölümsüz eser, tarih sahnesinde etkin bir özne
olarak kendini duyuran proletaryayı, roman kahramanı olarak
yeniden canlandırır. Acımasız sömürüyü, adaletsizliği, işçilerin
yarattıkları değerden neden hiç pay alamadıkları gerçeğini, oku-
run suratına bir tokat gibi çarpar. Yazıldığı günden bugüne dünya
Tersine Devrimler
çapında yüzden fazla ülkede yayınlanan ve sinemaya da uyar-
/ David Graeber
lanan romanda anlatılan, tarihin acı bir sayfası değildir sadece,
Siyaset, Şiddet, Sanat ve Hayal-
2014 Mayıs’ında Soma’da yaşanan büyük facianın da gösterdiği
gücü Üzerine Denemeler
gibi, işçi sınıfının güncel hikâyesidir. Eseri, Germinal’in Türkçedeki
"Bir çıkmaza girdik gibi görünü-
ilk ve (sonraki çevirilere esin olan) yetkin çevirisiyle sunuyoruz.
yor. Bildiğimiz kapitalizm görünü-
Attilâ İlhan’ın “en iyi Zola çevirmeni” dediği Hamdi Varoğlu’nun bu
şe göre dağılmaya başladı. An-
çevirisi, ilk olarak 1941 yılında Semih Lûtfi Kitabevi tarafından iki
cak finans kurumları tökezleyip
cilt halinde yayınlanmıştı.
parçalanırken, hemen akla geli-
[ Yordam Kitap ]
veren bir alternatif yok. Örgütlü
direniş dağınık ve tutarsız bir
Bir Düğün Gecesi görünüm sergiliyor... Bir iki nesil
/ Adalet Ağaoğlu sonra kapitalizmin var olmayaca-
“İntihar etmeyeceksek içelim ğına inanmak yersiz olmaz, çün-
bari!” kü sonlu bir gezegende sonsuz
“Denebilir ki, Türkiye’de aydın ve süreğen bir büyüme makinesi
sorununu Türkiye’nin tarihsel işletmek mümkün değil. Ancak ilericilerin ve antikapitalistlerin bu
dönüşümüne somut insana olasılık karşısında görünürdeki ilk refleksi, çoğu zaman korkup
eklemleyen romanlar, ilk kez varolana tutunmak. Çünkü daha da baskıcı ve yıkıcı olmayacak
Adalet Ağaoğlu’nun çabasıyla bir alternatif tahayyül edemiyorlar." Düşünür, aktivist ve antro-
gerçekleştirilmiştir. Ağaoğlu, polog David Graeber'in bu denemeleri yeni siyaset stratejileri,
günümüzün hiç kuşkusuz en küresel ticaret, borçlanma, hayalgücü, şiddet, estetik, feminizm,
önemli romancısı. Bir Düğün yabancılaşma gibi temaları konu alıyor. Bununla beraber hiç bek-
Gecesi, yalnız uzmanların, eleş- lenmedik yerlerde sürgün veren umut dolu hareketlerin de izini
tirmenlerin üzerinde düşünce süren Graeber, siyaset ve iktidar hakkındaki bildik varsayımların
birliğine vardığı bir roman değil; inkâr edilmez bir şekilde yıkıldığı bugün tek bir seçeneğimiz ol-
aynı zamanda geniş bir okuyucu duğunu vurguluyor: "İnsanların özde ne olduğuna, dünyadan ve
kitlesi tarafından benimsenen, tartışılan bir eser.” Hilmi Yavuz birbirlerinden ne beklemelerinin makul olacağına dair yeni bir dil,
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı ile aydınların iç dünyasına açılan yeni bir sağduyu yaratmak için bir an evvel kolları sıvamak." Bu
pencere, Adalet Ağaoğlu’nun o nefis yapıtı Bir Düğün Gecesi ile seçeneğin hiç de imkânsız olmadığını gösteren Graeber, hayal-
Tanpınar’ın Huzur’unun bir uzantısı niteliğine bürünmektedir. gücünü ve yaratıcılığı körükleyen bu denemeleriyle bugün sokağa
Vedat Günyol dökülen milyonlar için yepyeni bir yol haritası öneriyor.
[ Everest Yayınları ] [ Everest Yayınları ]
59
KİTAPLIK
Martin Eden / Jack London
Bir İsyanı Fotoğraflamak / Martin Eden, denizci bir gencin
Özcan Yurdalan kişiliğinden ödün vermeden sınıf
“Türkiye toplumu tarihinin en atlama çabalarını anlatıyor. Zengin
önemli dönemeçlerinden birin- bir ailenin kızına âşık olan Martin
den geçerken hiç olmadığı kadar Eden, ona erişebilmek uğruna
çok sayıda görüntü kaldı geri- kendini ilme ve ünlü bir yazar olma
de. Gezi Parkı işgalini, Taksim hayaline adıyor; bu hayal uğruna
Meydanı’ndan sokaklara yayılan takıntılı denilebilecek bir şekilde
direnişi görüntüleyen binlerce varını yoğunu ortaya koyuyor. Mar-
kişinin topluca bir hafıza yarat- tin Eden, azmi ve zekâsıyla yalnız-
ma gayretine tanık olduk. Çeşitli ca işçi sınıfını değil, girmeye ça-
biçimler alarak evrilip dönüşen lıştığı burjuva dünyasını da aşıyor.
isyan, görsel kayıt tutmaya ça- Böylece maskelerin ardında yatanı
lışan fotoğrafçı ve videograflar görüyor, toplumun gerçek yüzünü
için önemli verilerle doluydu. idrak ediyor. Neticede her iki sınıfa
“Fotoğrafçılar isyanın her yerin- da ait olamamanın yorgunluğu, yazarlık serüveninde çektiği fiziksel
de ve her anında bulunmaya çalıştılar. hiçbir tanıklıktan eksik ve ruhsal zorluklara eklenince Martin, derin bir yalnızlığa sürükleni-
kalmamak için olağanüstü bir gayret gösterdiler. Görüntüler, yor. Başarı sürecinin haşinliğinin sonunda başarının tatminsizliğiyle
şimdiye kadar yaşadığımız toplumsal hareketler içinde en geniş karşı karşıya kalıyor. Jack London'ın başyapıtı olan bu trajik roman,
etkiyi geleneksel medyada olduğu kadar alternatif mecralarda yer okurlarını tıpkı Martin'in hayatı gibi dalgalı bir yolculuğa çıkarıyor.
alarak yarattı. Bu durum görsel haberciler kadar güvenlik güçleri [ Can Yayınları ]
tarafından da fark edildi. “Bu süreçte görsel haberciliğin saygın
bir medya olarak yeniden doğabilmesi ve dürüst habercilik ilkele-
Osmanlı’dan Günümüze Kürtler /
rinin hakkıyla yerine getirilebilmesi için fotoğrafçıların ve fotoğraf
Naci Kutlay
mecralarının eline güçlü bir fırsat geçti. Bu kitap Gezi direnişinde
Osmanlı İmparatorluğu'ndan
üretilen görsel tanıklıklarla ilgilenirken, nakledilen görüntülerin
modern Türkiye'ye miras kalan
fotoğrafçıların zihnindeki bağlamlarını anlamaya çalışıyor…”
ve aktüel değeri hiç kaybolma-
[ Agora Kitaplığı]
yan "Kürt sorunu"na tarihsel bir
perspektiften bakmamızı sağlıyor.
Geç Osmanlı ve erken cumhuriyet
dönemlerinde etnik ve ulusal
Jean-Luc Godard kimliklerinin ayırdına varmaya
/ David Sterritt başlayan Kürtlerin bu dönemler
“Sinema bir düş ya da ha- boyunca kurdukları cemiyetler,
yal ürünü değildir. Sinema çıkardıkları gazete ve dergiler
hayattır. Ben filmlerle hayat hakkında kitapta önemli bilgiler
arasında bir fark görmüyo- yer alıyor. Koçgiri'den Dersim'e,
rum. Mesela cinsellik de, Şeyh Said'den Ağrı'ya uzanan
hayatta ne rol oynuyorsa Kürt isyanları, Kürtlerin bu isyanlar sırasındaki diplomatik çalış-
sinemada aynı rolü oynar. maları ve Kürt aşiretlerinin birbirleriyle olan ilişkileri kitapta bütün
Aynı sebeple, bir filmin sem- ayrıntılarıyla inceleniyor. Naci Kutlay’ın notlarının ilk göze çarpan
bolik olabileceğine ihtimal özelliği kuşkusuz yelpazesinin genişliği. Kişiler, kurumlar, belgeler,
vermem; çünkü bir film, bilgiler… Kadim çağlardan günümüze ve geleceğe bir yolculuk…
gerçeğin fotoğrafının çekil- Selçuklular, Osmanlılar, Safeviler, Ermeniler, İttihat ve Terakki,
mesidir. İyi bir film yapmak, "Kurtuluş Savaşı", Cumhuriyet... ve bunların Kürtlerin uluslaşma
problemleri farklı biçimde seyrindeki yeri üzerine ayrıntı zenginliğiyle yüklü anlatımı...
ortaya koyma meselesidir. [ Dipnot Yayınları]
Siyasal bir film yapmak istiyorsanız, kuşkuları ortaya koymak
zorundasınız. O yüzden eleştiriyi de film yönetmeninde değil, Kışlada Sol Kırım
filmin içinde aramalısınız. “Öte yandan, film hem bir deneyim- / Rahmi Yıldırım
dir hem de bir gösteri işidir. Gösterinin açıklanacak bir tarafı 12 Mart, 12 Eylül darbelerinin “asker
yoktur. Bugün yaygın olan eğilim, filmlerde sözlerin önce, mağdurları” tüm sivil iktidarlarca hep
görüntülerin sonra gelmesidir. Oysa olması gereken bunun “lanetli” sayıldı. O
tam tersidir. Bizim bir kez daha görüntülerle düşünmeyi öğ- mağdurlar sadece haksız tutuklama
renmemiz gerekiyor; filmler o zaman daha gerçekçi olacaktır. kurbanı değildi; işkence kurbanıydı!
“Ben aşk arayışı içindeyim, fakat çalışma aracılığıyla. İnsan- Birçoğu, başta İstihbarat ve Dil Okulu,
lar aşkla işi ayırmaya çalışıyorlar, oysa ben bunun mümkün görevli askerlerce işkenceden geçirildi.
olduğu kanısında değilim. Filmler, insanın içine bakmayı O subay ve astsubaylar, işkence leke-
sağlayan yegâne şeylerdir. Ben, gerçek ülkesi dil, toprağı ise siyle göreve ve hayata devam etti; belki
filmler olan birisiyim. Biz kadınlara âşık olmadan, paraya âşık subayların bazısı çok çok yükseldi!
olmadan, savaşa âşık olmadan önce sinemaya âşık olduk. İşkence gören subay, astsubay ve öğ-
Bana hayatı keşfettiren sinema oldu ve biliyorum ki aşksız renciler ise, TSK ve hükümetlerce hayat
film olmaz.” boyu adaletsizliğe mahkûm edildi.
[ Agora Kitaplığı] [ Karınca Yayınları ]
ROUTE,
farkıyla ön
plana çıkan
yeni mekanı…

Selanik 2 caddesi No: 70


Kızılay/Ankara
(0312) 424 0023
Finedine restaurant, performans,
teras vip gibi bir çok farklı
konseptin bir araya getirildigi
ROUTE’da blues&jazz
performansları dikkat çekiyor.
Bence şimdi sen de herkes gibisin

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor


Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece


Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim


Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin

Nazım Hikmet Ran

You might also like