Professional Documents
Culture Documents
Douglas Adams Otostopçunun Galaksi Rehberi 1 Otostopçunun Galaksi
Douglas Adams Otostopçunun Galaksi Rehberi 1 Otostopçunun Galaksi
NiL ALT
İstanbul Kadıköy'de doğup büyüdü. Sırasıyla Robert Koleji,
İstanbul Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesinde öğreni
mini tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim Bölümü
mezunu olan Alt, İngilizceden Türkçeye pek çok roman,
deneme ve çocuk kitabı çevirdi. 2011-2015 yılları arasında
Kanada'nın Vancouver şehrinde göçmenlik ve iltica bürosu,
gözaltı merkezleri, cezaevleri, hastaneler ve sosyal hizmet
ofisleri gibi resmi kurumlarda yetkili tercüman olarak gö
rev yaptı. Şu an yaşamına Toroııto Üniversitesi Coğrafya ve
Planlama bölümünde doktora öğrencisi olarak devam et
mektedir.
Otostopçunun Galakıi Rehberi
© 2017,ALFA Basım Yayım Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti.
KitJbın Türkçe yayım hakları Akcalı Telif Hakları Ajansı aracılığıyla Alfa Dasım
Yoyım Dağıtım Ltd. Şti.'ne aittir.
ISBN 978-605-171-512-4
1-5. Basım: Haziran 2017-Ekim 2017
6-12. Basım: Ocak 2018-Eylül 2018
13-18. Basım: Şubat 2019-Eylül 2019
19-23. Basım: Ekim 2019
24-28. Basım: Ocak 2020
Baskı ve Cilt
Melisa M atbaacıl ık
Çiti:ehavuzlar Yolu Acar Sanayi Sitesi No: 8 Bayrampaşa-İstanbul
Td: 0(212) 674 97 23 Faks: 0(212) 674 97 29
Sertifika no: 45099
GRLRKSI -
REHBER/
ALFAı EDEBİYAT
Jonny Brock, Clare Gorst
ve diğer bütün Arlingtonlulara
çay, sempati ve kanepe için
Önsöz
1
Gösser: Oldukça köklü bir Avusturya birası. Nette rast-
ladığım sloganı: Gut ... Besser ... Gösser -ed.n. 7
<./")
:E: bir sarhoşluktu. Yani ayakta durma konusunda
cı::
D
cı::
eğlenceli bir beceriksizlik halinden bahsediyoruz.
<./")
cı:: Yanımda Ken Walsh'ın yazdığı Hitch Hiker's
-'
<.:J
::::ı Guide to Europe [Otostopçunun Avrupa Rehberi]
o
D adlı bir kitap vardı; birisinden ödünç aldığım ve
epey yıpranmış bir kitaptı. Aslında o günlerden,
yani 19 71 yılından beri hala bende olduğuna göre
artık çalıntı mal sayılabilir. Europe on Fiue Dollars
a Day [Günde Beş Dolara Avrupa] (o zamanlar öy
leydi) adlı kitaba sahip değildim, çünkü parasal
durumum o kadar iyi değildi.
Gecenin karanlığı, altımda tembelce dönmek
te olan tarlanın üstüne çökmeye başlıyordu. Ben
se yalnızca gidebileceğim ve Innsbruck'tan daha
ucuz bir yerin neresi olduğunu merak etmektey
dim; aslında düşünüyorum da Innsbruck'ta o öğ
leden sonra başıma gelenler konusunda yapabi
leceğim bir şey yoktu.
Başıma neler mi gelmişti? Bir adresi bulmaya
uğraşarak kentin içinde yürüyordum ve sokağın
ortasında durup adamın birine gideceğim yönü
sorduğumda tamamen kaybolmuş durumday
dım. Bu işin hiç de kolay olmayacağını biliyor
dum, çünkü ben Almanca konuşamam; ama
özellikle de bu adamla bir iletişim kurabilmemin
böylesine zor olacağını keşfettiğim zaman yine
de şaşınyordum. Gerçek yavaş yavaş kafama
dank ederken biz hala boşu boşuna birbirimizi
anlamaya çalışıyorduk, ki Innsbruck'ta durdurup
bir şeyler sorabileceğim onca insan varken ben
tutup İngilizce konuşamayan, Fransızca konuşa
mayan, üstelik sağır ve dilsiz birini seçmiştim.
Gerçekten samimi duygularla özür dileme amaç
8 lı bir dizi el hareketinin ardından tamamen da-
ğılmış durumdaydım ve birkaç dakika sonra baş o
--ı
o
ka bir sokakta dikiliyordum; durdum ve başka bir vı
--ı
o
adama sormaya kalktım, ama o da sağır ve dilsiz -ı::ı
.(""'\
c
çıkınca ben de hemen gidip biralan satın aldım. z
c
Ardından maceraya devam etmek için sokağa z
C'ı
l>
döndüm ve tekrar denedim. r
l>
;::-;
Bir şeyler sormaya kalkıştığım üçüncü adam vı
Douglas Adams
Los Angeles 19 83 ve Londra 19 85/19 86 17
Otostopçunun
Galaksi Rehberi
Galaksinin Batı Sarmal Kolu'nun bir ucunda, haritası
bile çıkanlmamış ücra bir köşede, gözlerden uzak, kü
çük ve sarı bir güneş vardır.
Bu güneşin yörüngesinde, kabaca yüz kırk sekiz
milyon kilometre uzağında, tamamıyla önemsiz ve
mavi-yeşil renkli, küçük bir gezegen döner. Gezegenin
maymun soyundan gelen canlıları öyle ilkeldir ki diji
tal kol saatinin hala çok etkileyici bir buluş olduğunu
düşünürler.
Bu gezegenin şöyle bir sorunu vardı - daha doğ
rusu eskiden vardı: Üzerinde yaşayan halkın büyük
bölümü çoğu zaman mutsuzdu. Bu sorun için pek çok
çözüm önerilmişti, ama bunların çoğu genellikle yeşil
renkli küçük kdğıt parçalarının hareketleriyle ilgiliy
di. Bu da tuhaftı, çünkü aslında mutsuz olanlar yeşil
renkli küçük kdğıt parçaları değildi.
Bu nedenle sorun varlığını sürdürdü; halkın çoğu
nun durumu kötüydü ve onların büyük bölümüyse
sefildi, dijital kol saatleri olanlar bile.
Her şeyden önce, ağaçlardan inmekle büyük bir
hata ettiklerini düşünenlerin sayısı gün geçtikçe ar
tıyordu. Bazıları ağaçlara çıkmanın bile yanlış bir
hamle olduğunu ve hiç kimsenin okyanuslardan asla
ayrılmamış olması gerektiğini söylüyordu.
Sonra, adamın birinin, değişiklik olsun diye bun
dan böyle halka nazik davranmanın ne kadar iyi
olacağını dile getirdiği için bir ağaca çivilenmesinden
yaklaşık iki bin yıl sonra, bir perşembe günü, Rick- 21
mansworth'de küçük bir kafede tek başına oturan bir
kız, bunca zamandır ters giden şeyin ne olduğunu bir
denbire fark edip en sonunda dünyanın nasıl iyileşti
rilebileceğini ue mutluluğun hüküm sürdüğü bir yere
dönüştürülebileceğini anlamıştı. Bu sefer doğru olanı
bulmuştu, bu işe yarayacak ue hiç kimsenin bir yerle
re çiuilenmesi gerekmeyecekti.
Ama ne yazıktır ki, bir telefon bulup birilerine bun
dan söz edemeden korkunç, aptal bir felaket meydana
geldi ue fikir sonsuza dek yitip gitti.
Bu, o kızın öyküsü değil.
Ama o korkunç, aptal felaketin ue onun doğurduğu
bazı sonuçların öyküsüdür.
Bu, aynı zamanda bir kitabın, Otostopçunun
Galaksi Rehberi denen bir kitabın - Dünya'ya ait ol
mayan, Dünya'da asla yayımlanmamış ue o korkunç
felaket meydana gelene dek bir Dünyalı tarafından ne
görülmüş ne de duyulmuş bir kitabın öyküsüdür.
Yine de her şeyiyle dikkate değer bir kitaptı.
Aslında, belki de Küçükayı'nın -hiçbir Dünyalının
adını bile duymadığı- büyük yayın kuruluşlarından
şimdiye dek çıkmış en dikkate değer kitaptı.
Yalnızca her şeyiyle dikkate değer bir kitap değil,
son derece başarılı bir kitaptı da - Gökyüzü Evinizin
Bakım Derlemesi'nden daha popülerdi, Sıfır Yerçe
kiminde Yapılacak Elli Üç Şey Daha' dan daha çok
satmıştı ue Oolon Colluphid'in piyasaya bomba gibi
düşen felsefi üçlemesi Tann Nerede Yanlış Yaptı,
Tann'nın En Büyük Hatalanndan Birkaçı Daha ue
Bu Tann Da Kimmiş' den daha çok tartışma kopar
mıştı.
Galaksinin Dış Doğu Kıyısı'nın daha fazla refaha
ulaşmış uygarlıklarının pek çoğunda Otostopçunun
22 Rehberi bütün bilgi ue bilgeliğin standart hazinesi
olarak herkesçe kabul gören büyük Ana Galaktika
Ansiklopedisi'nin yerini çoktan almıştı. Çünkü için
de atlanan pek çok şey bulunmasına ue uydurmalar
la ya da en azından büyük hatalarla dolu olmasına
rağmen kendisinden önceki daha sıkıcı çalışmaya iki
yönden üstünlük sağlamıştı.
Bunlardan birincisi biraz daha ucuz olması, ikinci
siyse kapağında kocaman, dostane harflerle PANİGE
KAPILMA yazmasıydı.
Ama o korkunç, aptal perşembenin ue onun ola
ğandışı sonuçlarının ue o sonuçların bu dikkate değer
kitapla kaçınılmaz bir şekilde iç içe geçişinin hikayesi
çok basit bir şekilde başlıyordu.
Bir eule başlıyordu.
23
1
Ev köyün hemen ucundaki alçak bir bayınn
üzerindeydi. Orada tek başına duruyor ve West
Country'nin geniş bir alana yayılmış tarlalanna
bakıyordu. Evin dikkate değer herhangi bir yanı
yoktu - otuz yıllık, gecekondu benzeri karemsi,
tuğladan bir evdi, ön tarafında boyut ve oranla
nyla göze hoş görünmekten çok uzak dört pen
ceresi vardı.
Ev koskoca dünyada bir tek Arthur Dent için
önemliydi ve bunun tek nedeni bahsi geçen evin
şans eseri onun yaşadığı ev olmasıydı. Onu si
nirli ve huysuz yapan Londra'dan aynldığından
beri, yaklaşık üç yıldır burada yaşıyordu. Otuz
yaşlannda, uzun boylu, koyu saçlı biriydi ve asla
kendisine güvenemezdi. Onu en çok endişelen
diren şey insanlann ona her zaman neden bu
kadar endişeli göründüğünü sormalanydı. Arka
daşlanna hep düşündüklerinden çok daha ilginç
olduğunu söylediği yerel bir radyo kanalında ça
lışıyordu. Öyleydi de - arkadaşlannın çoğu rek
lamcılık yapıyordu.
Çarşamba gecesi çok şiddetli bir yağmur yağ
mıştı, dar yol ıslak ve çamurluydu, ama perşem
be sabahı, güneş Arthur Dent'in evinin üzerine
son kez vurduğunda yol parlak ve temiz görünü-
yordu. 2s
� Belediye Meclisinin evi yıkıp yerine kestirme
�
cı:
bir yol inşa etmek istediği, Arthur'a henüz uygun
�
....J
bir şekilde bildirilmemişti.
ı.::ı
::ı
o
o Perşembe sabahı saat sekizde Arthur kendini pek
iyi hissetmiyordu. Uyandığında gözleri kıpkırmı
zıydı; yataktan çıktı, çapaklı ve sulanmış gözler
le odasında gezindi, pencereyi açtı, bir buldozer
gördü, terliklerini buldu ve elini yüzünü yıkamak
için ayaklarını sürüye sürüye banyoya gitti.
Diş macunu fırçanın üzerinde - öyleyse. Fır
çala.
Tıraş aynası - tavana doğru bakıyordu. Onu
düzeltti. Bir an için banyo penceresinden ikinci
bir buldozerin görüntüsü yansımıştı. Düzgünce
ayarlandığında ayna Arthur Dent'in sert ve kısa
sakallarını gösteriyordu. Onları tıraş etti, yüzünü
yıkadı, kuruladı ve ağzına atacak lezzetli bir şey
ler bulmak üzere yine ayaklarını sürüye sürüye
mutfağa doğru yürüdü.
Su ısıtıcısı, fiş, buzdolabı, süt, kahve. Esne.
Buldozer sözcüğü bağlantı kurabileceği bir şey
ler arayarak bir an için kafasında öylece dolandı.
Mutfak penceresinden görünen buldozer epey
büyüktü.
Gözünü buldozere dikti.
"San," diye düşündü ve giyinmek için ayakla
rını sürüye sürüye yatak odasına döndü.
Banyonun önünden geçerken koca bir bardak
su içmek için durdu, sonra bir tane daha içti.
Akşamdan kalma olduğundan şüphelenmeye
başlamıştı. Neden akşamdan kalmaydı? Önceki
gece içki mi içmişti? Herhalde içmiş olmalıydı.
26 Gözüne tıraş aynasındaki bir pırıltı çarptı. "San"
diye düşündü ve yatak odasına doğru ayaklannı
sürüye sürüye ilerledi.
Durdu ve düşündü. Bar, diye düşündü. Ah el
bette, bar. Kızgın olduğunu, önemli görünen bir
şey yüzünden kızgın olduğunu hayal meyal ha
tırladı. Bir süredir çevresindekilere o konudan
bahsetmiş olduğundan, hatta insanlara bunu
uzun uzun anlattığından kuşkulanıyordu: Anım
sayabildiği en net görüntü, konuştuğu insanlann
yüzlerindeki donuk ifadelerdi. Çok kısa bir süre
önce hakkında bir şeyler öğrendiği yeni bir kes
tirme yolla ilgiliydi. Yol çalışması aylardır hazır
lık aşamasındaydı, ama görünüşe göre kimsenin
bundan haberi yoktu. Saçmalık. Bir yudum su
aldı. Her şeyin bir şekilde kendi kendine yoluna
gireceğine karar vermişti, kimse kestirme bir yol
istemiyordu, belediye meclisinin hiçbir dayanağı
yoktu. Her şey kendi kendine yoluna girecekti.
Tannın, bu ne korkunç bir akşamdan kalma
lıktı. Giysi dolabının aynasında kendine baktı.
Dilini çıkardı. "San" diye düşündü. San sözcüğü
bağlantı kurabileceği bir şeyler arayarak bir an
için kafasında öylece dolandı.
Onbeş saniye sonra evden çıkmıştı ve bahçe
sindeki patikada ilerleyen büyük, san bir buldo
zerin önünde yatıyordu.
g
;::ı
o
"Bana kalsa, ona Dünya'nın sonu gelene ka V1
2
Ana Galaktika Ansiklopedisi alkol konusunda şun
ları söyler. Alkolün şekerlerin mayalanması sonucu
oluşan renksiz, uçucu bir sıuı olduğunu belirtir ve
karbon temelli belirli canlı türleri üzerindeki zehirle
yici etkisinden söz eder.
Otostopçunun Galaksi Rehberi de alkolden bah
seder. Var olan en iyi içkinin Pan Galaktik Gargara
Bombası olduğunu söyler.
Pan Galaktik Gargara Bombası içmenin etkisinin,
beyninizin çevresine bir limon dilimi sarılmış büyük
bir altın tuğla tarafından parçalanmasına benzetile
bileceğini söyler.
En iyi Pan Galaktik Gargara Bombası'nın hangi
gezegenlerde hazırlandığı, bir tanesine ne kadar öde
yeceğiniz ve sonrasında eski halinize dönmeniz için
hangi gönüllü kuruluşların size yardım edebileceği de
Rehber'de yazılıdır.
Rehber'de içkiyi kendi kendinize nasıl hazırlaya
bileceğiniz bile anlatılır.
O canım ]anx İçkisi'nden bir şişe alın, der.
İçine Santraginus V denizlerinden alınmış bir ölçü
su katın - Ah, o Santraginus denizlerinin suyu, der.
Ah o Santraginus balıkları!!! 41
V>
:E: Üç küp Arkturus megacinini karışımın içinde eritin
c:ı:
ı:::ı (uygun bir şekilde dondurulmuş olmalı, yoksa benzini
c:ı:
V>
c:ı: uçabilir) .
-'
'-'
::ı Fallia Bataklıkları'nda zevkten ölmüş tüm mutlu
o
ı:::ı Otostopçuların anısına, dört litre Fallia bataklık gazı
nı karışıma ekleyip köpürtün.
Gümüş bir kaşığın arkasına bir ölçü Kualaktin hi
pemanesi özü koyun, karanlık Kualaktin Bölgeleri'nin
sarhoş edici, hafif tatlı ve gizemli kokularını anımsa
tan Kualaktin hipernanesinin özünden.
Karışımın içine bir Algolya Güneşkaplanı'nın dişi
ni atın. Algolya Güneşleri'nin alevlerini içkinin kalbi
ne yayarak eriyişini izleyin.
Zamfur serpin.
Zeytin ekleyin.
İçin ... ama . . . çok dikkatlice ...
Otostopçunun Galaksi Rehberi, Ana Galaktika
Ansiklopedisi'nden daha fazla satmaktadır.
"iç." ?\
(/1
3
Bu özel perşembe gününde, gezegen yüzeyi
nin kilometrelerce üzerindeki iyonosferde bir
şey sessizce ilerliyordu; aslında birkaç şey, san
renkli, hantal, kocaman taş bloklara benzeyen, iş
hanları gibi devasa ve kuşlar kadar sessiz birkaç
düzine şey. Güzel güzel süzülüyor, Güneş deni
len yıldızdan gelen elektromanyetik dalgaların
keyfini çıkarıyor, gruplaşıyor, hazırlanıyor ve za
manın gelmesini bekliyorlardı.
Altlarındaki gezegen, şu an için istedikleri
gibi, varlıklarından neredeyse tamamen haber-
sizdi. Devasa san şeyler fark edilmeden Goon- 45
hilly'e gittiler, çıt çıkarmadan Cape Caneveral'ın
vı
::!':'.
<ı:
o
<ı:
üzerinden geçtiler, Woomers ve Jodrell Bankası
vı
<ı: dosdoğru onlara baktı, ama göremedi - çok yazık
-'
<.::>
;::ı olmuştu, çünkü bu tam da bunca yıldır aradıklan
o
o türden bir şeydi.
Varlıklannın sezildiği tek yer Etha-altı Duyu
matik denilen ve kendi kendine sessizce uzaklara
göz kırpan küçük, siyah bir aletti. Ford Prefect'in
alışkanlık edindiği üzere her zaman omzuna as
tığı küçük deri çantanın içindeki karanlıkta ban
nıyordu. Ford Prefect'in çantasının içindekiler as
lında oldukça ilginçti, hatta dünyadaki herhangi
bir fizikçinin gözlerini yuvalanndan fırlatmaya
yetecek kadar ilginçti. Bu nedenle, onlan seç
melerine katılıyormuş numarası yaptığı oyunla
nn kıvrık kenarlı metinlerinin altına saklıyordu.
Çantasında Etha-altı Duyumatik'in ve oyun me
tinlerinin yanı sıra bir de Elektronik Başparmak
taşıyordu - Elektronik Başparmak kısa, kalın ve
siyah bir çubuktu, pürüzsüz ve mattı, bir ucunda
birkaç yassı düğme ve tuşlar vardı; çantasında
aynca büyükçe bir elektronik hesap makinesini
andıran bir alet daha taşıyordu. Bu aletin yakla
şık yüz minik, yassı düğmesi ve bir milyon "say
fadan" herhangi birinin anında görüntülene
bildiği yaklaşık on santimetrekarelik bir ekranı
vardı. Deli işi gibi karmaşık görünüyordu ve işte
bu yüzden de içine cuk oturduğu plastik kapağın
üzerine büyük, dostane harflerle PANİGE KAPIL
MA sözcükleri basılmıştı. Bunun diğer nedeniyse
bu aracın şimdiye dek Küçükayı'nın büyük yayın
kuruluşlanndan çıkmış en dikkate değer kitap
olmasıydı - Otostopçunun Galaksi Rehberi. Kitabın
46 bir mikro mezon-altı elektronik bileşen şeklinde
basılmasının nedeni şuydu: Eğer normal bir ki c
tap biçiminde basılsaydı, yıldızlararası seyahat (/1
--<
o
eden bir otostopçunun onu yanına alabilmesi -c
,....,
c
için hiç de kullanışlı olamayacak şekilde birkaç z
c
(/1
-i
o
Uzaklarda, Galaksinin karşı sarmal kolunda, Gü "O
,..,
c
neş denilen yıldızdan beş yüz bin ışık yılı uzak z
c
z
lıkta, Galaktik İmparatorluk Hükümeti'nin Baş C\
:t>
kanı Zaphod Beeblebrox, Damogran güneşinin ,.
:t>
altında göz kırpıp parıldayan iyon çekişli delta "'
(/1
1
Başkan: Tam unvan Galaktik İmparatorluk Hükümeti
Başkanı.
İmparatorluk terimi artık yalnızca bir anakronizm
olmasına rağmen hala korunmaktaydı. Hükümdar
lık soyundan gelen İmparator yakında ölecekti, uzun
58 yüzyıllardır bu durumdaydı. Ölümcül komasının son
Ama Zaphod'un bunu neden yaptığını anla o
--ı
o
makta kesinlikle çuvallamışlardı. (/1
--ı
o
Zaphod güneşe doğru bir su dalgası fışkırta -o
.(")
c:
rak tekneyi sertçe yana yatırdı. z
c:
:;,,;
da olmadığına karar verdi ve cebindeki uzaktan rn
:r:
kumanda cihazının düğmesine bastı. Uzakta, cı:ı
rn
:>::ı
önlerinde, gökyüzüne doğru uzanan beyaz bir
kubbe çatlayarak ortadan ikiye aynldı ve kendini
yavaşça katlayarak yere indi. Böyle olacağını çok
iyi bilmelerine rağmen (çünkü kubbeyi bu şekil
de inşa eden kendileriydi) herkes soluğunu tuttu.
Kubbenin altında yüz elli metre uzunluğunda
ve zarif bir koşu ayakkabısına benzeyen devasa
bir yıldızgemisi yatıyordu; kusursuz bir beyaz
lıkta ve akıllara durgunluk verecek güzellikteydi.
Geminin kalbinde, kalabalığın görmediği bir yer
de, içinde şimdiye dek tasarlanmış en akla za
rar buluşu muhafaza eden küçük, altın bir kutu
vardı. Bu yıldızgemisini galakside eşsiz kılan bu
araç, gemiye adını veren cihazdı - Altın Kalp.
"Vay canına," dedi Zaphod Beeblebrox, Al
tın Kalp'e bakarak. Söyleyebileceği pek fazla şey
yoktu.
Basını kızdıracağını bildiği için aynı şeyi bir
kez daha söyledi:
"Vay canına."
Kalabalık beklenti dolu gözlerle ona döndü.
Zaphod, kaşlannı kaldınp gözlerini açarak ken
disine bakan Trillian'a göz kırptı. Kız onun ne
söylemek üzere olduğunu biliyor ve aslında rezil
bir gösteriş meraklısı olduğunu düşünüyordu. 65
vı
;;:: "Bu gerçekten hayret verici," dedi Zaphod. "Bu
<
cı
<t:
gerçekten tam anlamıyla hayret verici. O kadar
vı
<t:
___,
hayret verici bir şekilde hayret verici ki, sanının
<..:J
:::ı onu çalmak istiyorum."
o
cı Müthiş bir Başkanlık demeciydi ve şeklen ta
mamen doğruydu. Kalabalık beğeniyle güldü,
gazeteciler neşeyle Etha-altı Habermatik'lerinin
düğmelerine bastılar ve Başkan sınttı.
Sıntırken yüreği dayanılmaz bir şekilde çarp
maya başladı ve sessizce cebinde duran küçük
Felçmatik bombasının düğmesine bastı.
Sonunda buna daha fazla dayanamadı. Kafa
lannı göğe kaldınp vahşi bir nara kopardı, ardın
dan bombayı yere fırlattı ve aniden donup kal
mış ışıltılı gülümsemeler denizinde ileriye doğru
koşmaya başladı.
5
Prostetnik Vogon Jeltz diğer Vogonlann bile gö
züne hoş görünmezdi. Yüksek kemerli bumu, bir
domuzunkini andıran minik alnının ta yukansı
na dek uzanıyordu. Kauçuğa benzeyen koyu ye
şil derisi Vogon Sivil Hizmet politikası oyununu
oynamasına, hatta iyi oynamasına izin verecek
kadar kalındı. Aynca hiçbir olumsuz etkiye uğ
ramadan, denizin üç yüz metre altında süresiz
yaşamasını sağlayacak kadar da su geçirmezdi.
Gerçi yüzmeye gittiği de yoktu. Programı buna
izin vermeyecek kadar doluydu. Şu an olduğu
kişi olmuştu, çünkü milyarlarca yıl önce Vagon
lar Vogküre'nin kadim, durgun denizlerinden sü-
66 rünerek çıkıp nefes nefese kalmış bir şekilde ge-
zegenin bakir kıyılanna uzandıklannda ... genç, o
--ı
o
parlak Vogsol güneşinin ilk ışıklan o sabah Üzer (/)
--ı
o
lerine vurduğunda, sanki evrimin güçleri oracık "C
n
c
ta onlardan vazgeçmiş, sonra da tiksintiyle ar z
c
kalannı dönüp uzaklaşarak çirkin ve talihsiz bir z
cı
;t>
hata olarak gördükleri bu yaratıklarla daha fazla r
;t>
::><:
uğraşmamaya karar vermişti. Vagonlar bir daha (/)
.;.
z
lenen her şeyi anında anlarsınız. Aslında duyduğunuz
konuşma şablonları, Babil balığınız tarafından beyni
nize aktarılan beyin dalgası matriksini çözümler.
"Şaşkınlık uyandıracak kadar yararlı bir şeyin
tamamen şans eseri evrimleşmesi öyle tuhaf ve öyle
olanaksız bir rastlantıdır ki bazı düşünürler bunu
Tanrı'nın var olmadığının nihai ve sağlam bir kanıtı
olarak görür.
"Bu sav şuna benzer bir şeydir: 'Ben var olduğumu
kanıtlamayı reddediyorum,' der Tanrı, 'çünkü kanıt
inancı yadsır ve inanç olmadan ben bir hiçim.'
" 'Ama,' der Kişi, 'Babil balığı tamamen bedava
dan, öyle değil mi? Şans eseri evrimleşmiş olamaz. O
senin var olduğunun kanıtıdır, öyleyse kendi savınla
senin var olmadığın kanıtlanıyor. QED.'1
" 'Vay canına,' der Tanrı, 'bunu hiç düşünmemiş
tim,' ve o anda bir mantık dumanı içinde puf diye kay
bolur.
" 'Ah, bu kolaydı," der Kişi ve zaferinin ardından bir
bis yapmak adına siyahın beyaz olduğunu kanıtlama
ya girişir ve bir sonraki yaya geçidinde canından olur.
"Pek çok önde gelen teolog bu savın bir yığın saç
malıktan ibaret olduğunu iddia eder, ama bu, konuyu
en çok satanlar listesinde başı çeken kitabı İşte Bu
Tann'nın Defterini Dürer'de ana tema olarak kulla
nan Oolon Colluphid'in küçük bir servet elde etmesine
engel olamamıştır.
"'
...,.,
7
:ı:
c;ı:ı
...,.,
"'
g
Ortada hiçbir neden yokken havakilitlerinden bi
rinin kapağının açılıp kapandığını fark eden bir
bilgisayar kendi kendine söylendi.
Bunun nedeni Mantığın öğle yemeğine çıkmış
olmasıydı. 99
Biraz önce Galakside bir delik oluşmuştu. Bir
saniyenin tam hiçte biri uzunluğunda, bir santi
metrenin hiçte biri genişliğinde ve bir ucundan
diğerine nice milyonlarca ışık yılı derinliğindeydi.
Kapanırken içinden bir sürü kağıt şapka ve
parti balonu düşüp evrenin içinde sürüklenmeye
başladı. Bir metre boyunda yedi piyasa analistin
den oluşan bir ekip dışan fırlayıp biraz havasız
lıktan, biraz da şaşkınlıktan can verdiler.
İki yüz otuz dokuz bin hafif kızarmış yumurta
da dışarı uçup Pansel sisteminin kıtlık çekmekte
olan Poghril bölgesinin üzerinde kocaman ve tit
rek bir yığın oluşturmuştu.
Birkaç hafta sonraysa kolesterol zehirlenme
sinden ölen tek bir kişi dışında, Poghril kabilesi
nin tamamı kıtlıktan ölmüştü.
Deliğin açık kaldığı saniyenin hiçte biri, son
derece inanılmaz bir şekilde zaman içinde bir
ileri bir geri yankılandı. Uzak geçmişin derin
liklerinde bir yerlerde, uzayın steril boşluğunda
sürüklenen rastgele toplanmış küçük bir atom
grubunu şiddetle sarstı ve anlan hiç olmayacak
olağandışı bir düzende birbirine bağladı. Bu dü
zen kendini kopyalamayı çabucak öğrendi (bu
düzenin olağandışı yanlanndan biri de buydu)
ve sürüklendiği her gezegende büyük sorunlara
yol açmaya başladı. Evrende yaşam işte böyle
başlamıştı.
Beş vahşi Olay Girdabı tehlikeli mantıksızlık
fırtınalanna kapıldılar ve içlerindekini bir kaldı
rıma kustular.
Kaldınmda yatan Ford Prefect ve Arthur Dent,
yan ölü balıklar gibi yutkunarak nefes almaya
100 çalışıyorlardı.
o
"İşte," dedi Ford güçlükle soluyarak, Bilin --1
o
(/l
mez'in Üçüncü Katı'nda hızla ilerleyen kaldınm --1
o
da parmaklarıyla tutunacak yer arıyordu, "Sana -o
.(")
c
bir şeyler düşüneceğimi söylemiştim." z
c
;>:ı
parlak bir düşünceydi." r'1
::ı:
Gerçek Evren insanın midesini altüst eden ka C<l
r'1
;>:ı
visler çizerek altlarından akıp gidiyordu. Türlü
türlü taklit nesne dağ keçileri gibi sessizce yanla
rından geçmekteydi. İlk ışık, uzay-zamanı adeta
sütlaç parçacıklarıyla sıvayarak patladı. Zaman
çiçeklendi, madde büzülerek yok oldu. En büyük
asal sayı bir köşede sessizce tek bir vücut haline
geldi ve kendini sonsuza dek gizledi.
"Şey, bırak bu ayaklan," dedi Arthur, "bunun
olma olasılığı çok küçüktü."
"Homurdanmayı bırak, işe yaradı işte," dedi
Ford.
"Nasıl bir geminin içindeyiz?" diye sordu Art
hur, sonsuzluk çukuru altlarında esnerken.
"Bilmiyorum," dedi Ford, "henüz gözlerimi aç
madım."
"Evet, ben de açmadım," dedi Arthur.
Evren sıçradı, donup kaldı, titredi ve birkaç
beklenmedik yöne doğru büküldü.
Arthur ve Ford gözlerini açıp çevrelerine hatı
n sayılır bir şaşkınlık içinde baktılar.
"Yüce Tannın," dedi Arthur, "burası tıpkı
Southend'deki deniz kıyısına benziyor."
"Vay canına, bunu söylediğini duymak beni
rahatlattı," dedi Ford.
"Niçin?" 101
"Çünkü delirdiğimi düşünmeye başlamıştım."
vı
:.::
<(
o
<(
"Belki de deliriyorsundur. Belki de bunlan
vı
<(
...J
söylediğimi sadece sen uyduruyorsun."
<..:ı
::ı Ford bunun üzerine düşündü.
o
o "Pekala, bunlan söyledin mi söylemedin mi?"
diye sordu.
"Sanının söyledim," dedi Arthur.
"Şey, belki ikimiz de deliriyoruzdur."
"Evet," dedi Arthur, "bütün alanlan düşünür
sen, burasının Southend olduğunu düşünmemiz
için bizim delirmiş olmamız gerek."
"Peki sen burasının Southend olduğunu düşü-
nüyor musun?"
"Ha, evet."
"Ben de."
"O zaman ikimiz de delirmiş olmalıyız."
"Delirmek için güzel bir gün."
"Evet," dedi yanlanndan geçip giden bir man
yak.
"Bu da kimdi?" diye sordu Arthur.
"Hangisi - beş kafalı ve tütsülenmiş ringa balık-
lanyla dolu böğürtlen çalısına sahip bir adam mı?"
"Evet."
"Bilmiyorum. Birisi işte."
"Ya."
İkisi de kaldınma oturdular ve devasa çocuk
lann kumda bütün ağırlıklannı vererek zıplayış
lannı ve Belirsiz Bölgeler'e takviyeli parmaklık
stoklan götüren vahşi atlann gökyüzü boyunca
fırtına gibi koşuşlannı belirgin bir huzursuzlukla
izlediler.
"Biliyor musun," dedi Arthur hafifçe öksüre
rek, "eğer burası Southend ise bu işte bir tuhaflık
102 var ... "
"Denizin bir kaya gibi hareketsiz durması ve o
-<
o
binaların devamlı yukan aşağı dalgalanmasını vı
-<
o
mı kastediyorsun?" diye sordu Ford. "Evet, ben -c
.(""")
c
de bunu tuhaf karşıladım. Aslında," Southend z
c
7'
vende olan bir penguenim, meslektaşımsa hızla vı
;:ı:ı
kol ve bacaklarını kaybediyor! " .,.,
:ı:
"Tamam, sorun yok, anlan geri aldım," dedi .,.,
""
;:ı:ı
Arthur.
"İki üzeri elli bine bir ve düşmeye devam edi
yor," dedi ses.
"Elbette," dedi Arthur, "bu kadar uzun olmala
rını istemezdim gerçi, ama . . . "
"Bize bir şeyler söylemen gerektiğini hisset
miyor musun?" diye sordu Ford, kuşlara özgü bir
öfkeyle cıyaklayarak.
Ses boğazını temizledi. Dev bir pötibör uzaktan
beceriksizce koşmaya başladı.
"Hoş geldiniz," dedi ses, "Yıldızgemisi Altın
Kalp'e hoş geldiniz."
10
11
Altın Kalp in ihtimalsizlik-geçirmez kontrol ka
'
cekti yani?" z
cı
J:>
"Şey, biliyorsun, pek öyle mutlu etmeyecekti, r
J:>
;:>;
ama ... " (/)
12
Zaphod kendisiyle ilgili haberleri dinlemek için
etha-altı radyo bantlannı araştınrken, Altın
Kalp ' in kontrol kabinini bir anda yüksek ses
li bir gunk müziği tıngırtısı doldurdu. Makineyi
çalıştırmak çok zordu. Radyolar yıllarca düğme
lere basarak ve ayar düğmeleri çevrilerek çalış
tınlmıştı; sonra teknoloji geliştikçe, dokunmaya
duyarlı aletler üretilmeye başlandı -sadece pa
nellere parmağınızla hafifçe dokunmak yetiyor
du- şimdiyse tek yapmanız gereken parçalann
genel yönüne doğru elinizi sallamak ve umut
etmekti. Bu, kas gücünden ciddi bir tasarruf de
mekti elbette, ama aynı programı dinlemeye de
vam etmek istiyorsanız, çileden çıkartıcı bir şe
kilde put gibi oturmanız gerektiği anlamına da
geliyordu.
Zaphod elini salladı ve kanal tekrar değişti.
Yine gunk müziği tıngırtısı, ama bu kez tıngırtı
bir haber bülteninin fon müziğiydi. Haberler mü
ziğin ritimlerine uysun diye yayına her zaman
büyük uğraşlarla hazırlanırdı.
" ... ue etha-altı dalga bandında Galaksinin dört bir
yanında saat başı yayın yapan haber bültenini dinli
yorsunuz," dedi cırtlak bir ses, "bütün zeki yaşam
1 18 türlerine . . . ue dışandaki herkese koca bir merhaba;
o
işin sım taşlan birbirine çarpmakta, çocuklar. Tabii ki ....,
o
(/1
bu gecenin en büyük haberi de yeni İhtimalsizlik Moto ....,
o
ru'na sahip ilk ve tek geminin Galaksi Başkanı Zaphod -c
rı
c
Beeblebrox tarafından sansasyonel bir şekilde çalınma z
c
z
sı. Ve bu noktada herkesin sorduğu soru aynı ... Koca Z C')
l>
sonunda çıldırdı mı? Pan Galaktik Gargara Bombası'nı ,.
l>
;<;
icat etmiş, bir zamanlar Eccentrica Gallumbits tarafın (/1
;>:l
dan Büyük Patlama'dan bu yana gelmiş geçmiş En İyi .,,
:r:
czı
Patlama olarak tanımlanmış ve bu yakınlarda yedinci .,,
;>:l
kez Bilinen Evrenin En Kötü Giyinen Akıl Sahibi Varlı
ğı seçilen, eski düzenbaz Beeblebrox ... bakalım bu kez
verecek bir cevabı var mı? Onun özel beyin bakımı uz
manı Gag Halfrunt'a sorduk ... "
Müzik bir an için girdap gibi döndü, sonra
sesi alçaldı. Konuşmaya muhtemelen Halfrunt'a
ait olan başka bir ses daha katıldı. "Nazı! dezem,
Zaphod zıradan bir adamdı işte," dedi, ama bundan
sonra söyledikleri duyulmadı, çünkü kabinin di
ğer tarafından uçan elektrikli bir kurşunkalem
radyonun duyarlı açma /kapama alanından geç
mişti. Zaphod dönüp Trillian'a öfkeyle baktı - ka
lemi atan oydu.
"Hey," dedi, "bunu neden yaptın?"
Trillian bir ekran dolusu şekle parmaklanyla
hafifçe vuruyordu.
"Aklıma bir şey geldi," dedi Trillian.
"Ya öyle mi? Bu benim hakkımdaki bir haber
bültenini yanda kesmeye değecek bir şey mi?"
"Kendin hakkında zaten yeterince şey duyu
yorsun. "
"Ben güvensiz biriyim. Bunu ikimiz d e biliyo-
ruz."
"Bir an olsun egondan kurtulabilir miyiz? Bu
önemli." 119
V'l
� "Eğer etrafta benim egomdan daha önemli bir
c:(
o
c:(
şey varsa, derhal yakalanıp vurulmasını istiyo
V'l
c:(
--'
rum." Zaphod kıza ters ters baktı ve ardından
<..?
::ı kahkahayla güldü.
o
o "Dinle," dedi Trillian, "o iki herifi gemiye aldı-
ğımız yer ... "
"Hangi iki herif? "
"Gemiye aldığımız iki herif."
"Ha, evet," dedi Zaphod, "şu iki herif."
"Onlan ZZ 9 Çoğul Z Alfa bölgesinden aldık."
"Eee?" dedi Zaphod ve gözlerini kırpıştırdı.
"Bu sana bir şey ifade ediyor mu?" diye sessiz-
ce sordu Trillian.
"Hımmm," dedi Zaphod, "ZZ 9 Çoğul Z Alfa.
ZZ 9 Çoğul Z Alfa?"
"Evet?" dedi Trillian.
"Hımmm ... Z ne anlama geliyor?" dedi Zap-
hod.
"Hangi Z?"
"Herhangi biri."
Trillian'ın Zaphod'la ilişkisinde yaşadığı temel
zorluklardan biri, onun sırf insanlan hazırlıksız
yakalamak için mi aptal numarası yaptığını, yok
sa düşünme zahmetine katlanamadığı ve başka
birinin onun yerine düşünmesini istediği için mi
aptal numarası yaptığını, olup bitenleri gerçekten
anlamadığını saklamak için mi olağanüstü aptal
numarası yaptığını, yoksa gerçekten mi aptal ol
duğunu ayırt etmeyi öğrenmekti. Adam şaşırtıcı
derecede zeki olmasıyla ünlüydü, zeki olduğu çok
açıktı - ama her zaman değil, ki tıpkı şimdi oldu
ğu gibi bu besbelli onu endişelendiriyordu. Zap
hod insanlann kendisini küçümsemesi yerine
120 şaşırmalannı yeğlerdi. Bu düşünce Trillian'a her
c
şeyden daha da aptalca geliyordu, ama artık bu -;
o
konuda tartışmaya zahmet etmiyordu. (/l
-;
o
İç çekti ve durumu Zaphod için basitleştirmek -c
,,
c
adına -Zaphod'un bunu istemesinin nedeni her z
c
ne olursa olsun- sert bir dokunuşla görüntü ek z
cı
J:>
ranına bir yıldız haritası getirdi. r
J:>
;>\
"İşte,'' diye işaret etti Trillian, "tam burada." (/l
13
Koridorda ağır adımlarla yürüyen Marvin haia
inliyordu.
" ... aynca sonra sol tarafımdaki bütün diyod
larda korkunç bir ağn da var elbette ... "
"Yaa," dedi yanında yürüyen Arthur endişey
le. "Gerçekten mi?"
"Öyle, işte," dedi Marvin, "bu parçalan yenile
riyle değiştirmelerini istedim, ama hiç kimsenin
umrunda bile değil?"
"Anlayabiliyorum."
Ford'dan belli belirsiz bir ıslık sesi ve mınltılar
geliyordu. "Vay, vay, vay," diyordu sürekli kendi
kendine, "Zaphod Beeblebrox ... "
Marvin birdenbire durdu ve elini havaya kal
dırdı.
"Şimdi ne olduğunu biliyorsunuz, değil mi?"
"Hayır, ne oldu?" dedi hiçbir şey bilmek iste
meyen Arthur.
"O kapılardan birine daha geldik."
Koridorun yanında, kayarak açılan kapılardan
124 biri vardı. Marvin kuşkulu gözlerle kapıyı süzdü.
c
"Eee?" dedi Ford sabırsızlıkla. "Giriyor mu ....,
o
yuz?" (/1
....,
o
"Giriyor muyuz?" diyerek onu taklit etti Mar "C
n
c
vin. "Evet. Köprünün girişi bu. Bana da sizi köp z
c
rüye getirmem söylenmişti. Bugün alacağım en z
cı
):>
zorlu zihinsel kapasite gerektiren emir bu olursa, r
):>
;;>';
hiç şaşırmam." (/1
er.
bu herif seni sıkıyor mu? Onun yerine neden benimle
konuşmuyorsun? Ben başka bir gezegendenim,' dedi.
Kızı ondan sonra bir daha görmedim." z
c
12 9
vı
:<::
c:ı::
14
ı::ı
c:ı::
vı Altın Kalp artık bilindik foton motorunu kulla
c:ı::
-'
C..:J
::::> narak uzayın karanlığında sessizce yol alıyordu.
o
ı::ı Onlan bir araya getirenin kendi iradeleri ya da
basit bir rastlantı olmadığını, bir arada olmaları
nın nedeninin fiziğin garip bir sapması olduğunu
bilmek dört kişiden oluşan mürettebatı bir hayli
huzursuz ediyordu - sanki kişilerin arasındaki
ilişkiler de atom ve moleküller arasındaki ilişki
leri belirleyen kurallardan etkileniyordu.
Geminin yapay gecesi çöktüğünde her biri
minnettar bir şekilde ayn kamaralara çekilip dü
şüncelerine mantıklı açıklamalar getirmeye ça
lıştılar.
Trillian uyuyamamıştı. Bir kanepeye oturup
gözlerini Yerküre'yle arasındaki son ve tek bağ
lantıyı barındıran küçük kafese dikti. Kafeste Zap
hod'un itirazlarına rağmen yanına aldığı iki beyaz
fare vardı. Gezegenini bir daha görmeyi hiç bek
lememişti, ama gezegenin yok edildiği haberine
verdiği olumsuz tepki onu rahatsız etmişti. Bu
ona uzak ve gerçekdışı gelmişti, bu konuda hiçbir
şey düşünemiyordu. Farelerin kafeste bir oraya
bir buraya seğirtişlerini, küçük plastik çarklarının
içinde çılgın gibi koşturuşlannı seyretmeye daldı.
Birden silkindi ve geminin boşlukta ilerleyişini
haritaya döken minik pırıltılar ve rakamları sey
retmek üzere köprüye gitti. Düşünmemeye çalış
tığı şeyin ne olduğunu keşke bilebilseydi.
Zaphod uyuyamamıştı. O da düşünmemeye
çalıştığı şeyin ne olduğunu bilmeyi isterdi. Kendi
ni bildi bileli tam olarak ifade edemediği ve içini
130 kemiren bir orada olmama hissinden çok çekmiş-
ti. Genelde bu düşünceyi bir kenara koyup bu ko
nuda endişelenmemeyi başarabiliyordu, ama bu
his Ford Prefect ile Arthur Dent'in ani ve açıkla
namaz gelişleriyle yeniden uyanmıştı. Bu olay, bir
şekilde onun göremediği bir düzene uyuyordu.
Ford uyuyamamıştı. Tekrar yollara düşme
nin heyecanıyla doluydu. On beş yıllık fiili hapis
hayatı tam da umudunu kaybetmek üzereyken
bitmişti. Bir süreliğine Zaphod'la takılmak faz
lasıyla eğlence vaat ediyordu, ama yine de üvey
kuzeninde tam olarak saptayamadığı bir tuhaflık
seziyordu. Galaksi Başkanı olması açıkçası çok
şaşırtıcıydı, görevinden aynlma biçimi de öyle.
Bunun arkasında bir neden var mıydı? Bunu
Zaphod'a sormasının anlamı yoktu, çünkü bu
güne dek yaptığı herhangi bir şeyin bir nedeni
varmış gibi davranmamış ve anlaşılmazlığı bir
sanat biçimine dönüştürmüştü. Yaşamdaki her
şeye olağandışı bir deha ve saf bir beceriksizliğin
kanşımıyla saldınrdı, hangisinin hangisi olduğu
nu anlamak genellikle çok zordu.
Arthur uyuyordu: Korkunç bir şekilde yorgundu.
""
Zaphod bir kahkaha attı. Bir şeyler yüzünden ,..,.,
;:ı:
çok ve neredeyse çocuk gibi heyecanlandığı açık c:ı:ı
,..,.,
�-
tı.
"Hey, bu gerçekten müthiş, çok çok iyi!"
"Bir toz bulutunun içine saplanmanın nesi bu
kadar harika?" dedi Ford.
"Burada ne bulmayı düşünürdün?" diye ısrar
etti Zaphod.
"Hiçbir şey."
"Yıldızlar? Gezegenler?"
"Hayır."
"Bilgisayar!" diye bağırdı Zaphod. "Görüş açı
sını yüz seksen derece çevir ve sakın konuşma!"
Bir an için hiçbir şey olmuyormuş gibi görün
dü, sonra dev ekranın kenannda bir parlaklık be
lirdi. Küçük bir tabak büyüklüğünde, kırmızı bir
yıldız ekranda kaydı, hemen ardından bir tane
daha kaydı - ikili bir sistem. Sonra görüntünün
köşesini uçsuz bucaksız bir hilal ikiye böldü - zi
firi karanlığın içinde yavaş yavaş kaybolan kır
mızı bir pınltı, gezegenin geceyi yaşayan kısmı.
"İşte buldum onu!" diye haykırdı Zaphod,
konsola bir yumruk indirerek. "Buldum onu! "
Ford şaşkınlıkla ekrana baktı.
"Nedir bu?" dedi.
"Bu ... " dedi Zaphod, "şimdiye dek var olan en
ihtimal dışı gezegen." 133
15
Vl
::;::
c:ı::
cı
c:ı::
Vl
c:ı:: (Otostopçunun Galaksi Rehberi'nden alıntı, Sayfa
....J
<.'.)
:::>
634784, Bölüm Sa. Madde: Magrathea)
o
cı
16
Arthur bir tartışma sesiyle uyandı ve köprüye
gitti. Ford kollannı sağa sola sallayıp duruyordu.
"Sen çıldırmışsın, Zaphod,'' diyordu, "Magrat
hea bir efsane, bir peri masalıdır, çocuklannın
büyüyünce ekonomist olmasını isteyen anne ba
balar geceleri onlara bu öyküyü anlatır, o bir ... "
"Ve şu anda biz de bu efsanenin yörüngesine
girmek üzereyiz," diye diretti Zaphod.
"Dinle beni, kişisel olarak neyin yörüngesinde
olduğunu bilemem,'' dedi Ford, "ama bu gemi ... "
"Bilgisayar!" diye bağırdı Zaphod.
"Yo hayır ... " 135
Vl
� "Selam millet! Ben gemi bilgisayannız Eddie
<:C
cı
<:C
ve kendimi gerçekten harika hissediyorum, ço
Vl
<:C
....ı
cuklar, çalıştırmak istediğiniz bütün programlan
t.:ı
::ı büyük bir zevkle çalıştıracağıma eminim."
o
cı Arthur meraklı gözlerle Trillian'a baktı. Kız
ona içeri gelmesini, ama ses çıkarmamasını işa
ret etti.
"Bilgisayar,'' dedi Zaphod, "bize şu anki yö
rüngemizin adını tekrar söyle."
"Büyük bir zevkle, ahbap,'' diye mınldandı
bilgisayar, "Şu anda efsanevi gezegen Magrat
hea'nın yörüngesinde beş yüz kilometre yüksek
likte seyrediyoruz."
"Bu hiçbir şeyi kanıtlamaz, '' dedi Ford. "Ken
di adıma konuşayım: O bilgisayann kilomu bile
doğru söyleyeceğine güvenmem ben."
"Elbette kilonuzu söyleyebilirim,'' dedi bilgi
sayar hevesli bir sesle ve daha fazla yazılı kağıt
çıkarmaya başladı. "Eğer bir yaran olacaksa, on
ondalık basamağa kadar kişilik sorunlannızı bile
çözebilirim."
Trillian araya girdi.
"Zaphod,'' dedi, "gezegenin, adı her neyse,
gündüz tarafına geçmemiz an meselesi."
"Hey, ne demek adı her neyse? Gezegen tah
min ettiğim yerde, öyle değil mi?"
"Evet, orada bir gezegen olduğunu biliyorum.
Kimseyle tartışmıyorum, ben yalnızca Magrat
hea'yı herhangi başka bir soğuk kaya yığınından
ayırt edemeyeceğimi söylüyorum. Eğer merak
ediyorsan, gün ağarmak üzere."
"Tamam tamam," diye homurdandı Zaphod.
"En azından gözlerimiz bayram etsin. Bilgisayar!"
136 "Selam millet! Sizin için ne yapa- "
"Çeneni kapa ve bize gezegeni tekrar göster." -
:xı
talara yerleştirilmiş heyecan verici bodurluktaki M
:ı:
dökme parçalardan birine tırmandı. Ol
M
:xı
"Yürümeye devam et, yüreğinde umutla yürü . . . "
"Arthur'un İhtimalsizlik Motoru'nu neden ça
lıştıramadığını bilen var mı?" diye bağırdı Trillian.
"Ve asla yalnız yürümeyeceksin ... Çarpışma
ya beş saniye, sizi tanımak harikaydı, çocuklar,
Tann sizi korusun ... As ... la . . . yalnız . . . yürüme
yeceksin! "
"Size soruyorum," diye bağırdı Trillian, "Art
hur'un İhtimalsizlik Motoru'nu neden çalıştıra
madığını-"
Tam o anda akıllara zarar bir gürültü ve ışık
patlaması oldu.
18
B u olayın hemen ardından Altın Kalp oldukça
dikkat çekici ve yeni bir iç tasanmla, sanki hiç
bir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Bir şekil
de biraz daha büyümüş, yeşil ve mavinin zarif,
pastel tonlanna boyanmıştı. Ortada, süs niyetine
konulmuş sarmal bir merdiven, yerden fışkıran
eğreltiotlan ve san çiçeklerin arasında duruyor
du. Yanında taştan yapılmış bir güneş saati ka-
idesi ana bilgisayar terminalini banndınyordu. 149
Zekice yerleştirilmiş ışıklar ve aynalar, insana
zarif görünümlü geniş bir bahçeye bakan bir li
monlukta bulunduğu izlenimini veriyordu. Li
monluk bölgesinin çevresinde, ince ve karmaşık
bir güzelliğe sahip dövme demir ayaklan olan
mermer masalar vardı. Mermerin cilalı yüzeyine
baktığınızda aygıtlann şekilleri belli belirsiz gö
rülebiliyor ve onlara dokunduğunuzda aygıtlar
hemen elinizin altında gerçeğe dönüşüyordu.
Aynalar doğru açılardan bakıldığında gereken
bütün verileri yansıtıyordu, ama verilerin nere
den yansıdığını görmek neredeyse imkansızdı.
Her şey gerçekten de müthiş güzeldi.
"Tann aşkına, neler oldu?" dedi, hasır örgü bir
güneşlenme koltuğunda dinlenen Zaphod Beeb
lebrox.
"Şey, ben tam diyordum ki," dedi, küçük balık
havuzunun kenanna yerleştirilmiş bir şezlon
ga uzanmış yatan Arthur, "İhtimalsizlik Moto
ru'nun düğmesi burada . . . " Düğmenin eskiden
durduğu yeri işaret etti, ama artık orada saksı
içinde bir bitki vardı.
"Peki, ama neredeyiz biz?" dedi Ford, sarmal
merdivende oturmuştu ve elinde güzelce soğu
tulmuş bir bardak Pan Galaktik Gargara Bombası
tutuyordu.
"Tam olarak eski yerimizdeyiz, sanının ... "
diye belirtti Trillian, çevrelerindeki aynalar bir
denbire hala altlannda hızla akıp giden Magrat
hea'nın çorak topraklannı gösterirken.
Zaphod koltuğundan ayağa fırladı.
"Öyleyse füzelere ne oldu?" dedi.
Aynalarda yeni ve şaşırtıcı bir görüntü belirdi.
"Bir saksı petunya ve çok şaşkın görünen bir
150
balinaya dönüşmüşler gibi ... " dedi Ford kuşkuyla.
"İhtimalsizlik faktörü sekiz milyon yedi yüz
altmış yedi bin yüz yirmi sekize bir," diye araya
girdi Eddie, hiç değişmemişti.
Zaphod gözlerini dikip Arthur'a baktı.
"Bunu sen mi düşündün, Dünyalı?" diye sordu.
"Şey," dedi Arthur, "tek yaptığım ... "
"Bu çok iyi bir fikirmiş, biliyor musun. İlk önce
koruyucu ekranları çalıştırmadan İhtimalsizlik
Motoru'nu bir saniyeliğine çalıştırmak. Hey, ev
lat, az önce hepimizin hayatını kurtardığını bili
yorsun değil mi?"
"Şey," dedi Arthur, "eee ... aslında ben gerçek
ten hiçbir şey ... "
"Öyle mi?" dedi Zaphod. "Neyse, o zaman
unut gitsin. Pekala, bilgisayar, bizi yere indir."
"Ama ... "
"Unut gitsin dedim."
:xı
rT1
::ı::
Garip bir şekilde, saksıdaki petunyalann düşer c:ı:ı
rT1
:xı
ken akıllanndan geçen tek şey şuydu, Öf, hayır,
yine mi. Pek çok insan, petunyalann bunu neden
düşündüklerini tam olarak bilebilseydik, evrenin
doğası hakkında şimdikinden çok daha fazla bil
gi sahibi olabilirdik demiştir.
19
"Bu robotu da m ı yanımıza alıyoruz?" dedi Ford,
hoşnutsuz bir tavırla Marvin'e bakarak; robot bir
köşede, küçük bir palmiyenin altında kamburu
nu çıkarmış bir halde hantal duruşuyla dikiliyor
du.
Zaphod, bakışlannı Altın Kalp'in inmiş olduğu
kavruk topraklann panoramik görüntüsünü yan
sıtan ayna ekranlardan çevirdi.
"Ha, şu Paranoyak Android," dedi. "Evet, onu
da alacağız."
"Pekala, ama manik depresif bir robotla ne
yapmayı düşünüyorsun ki?"
"Sen de derdin var sanıyorsun," dedi Marvin,
sanki içine daha şimdi bir ceset yerleştirilmiş bir
tabutla konuşuyormuş gibi, "sen manik depresif
bir robot olsaydın ne yapardın? Yoo, hayır, cevap 153
vermeye zahmet etme, senden elli bin kat daha
zekiyim, ama cevabı ben bile bilmiyorum. Sizin
seviyenize inerek düşünmeye çalışmaktan ba
şım çatlayacak neredeyse."
Trillian aniden kamarasının kapısından fırla
yıp içeri daldı.
"Beyaz farelerim kaçmış! " dedi.
Zaphod'un iki yüzünde de derin bir endişe ya
da ilgi ifadesi okunmadı.
"Başlatma şimdi beyaz farelerine," dedi.
Altüst olmuş durumdaki Trillian ona öfkeyle
bakıp yeniden ortadan kayboldu.
İnsanoğlunun Yerküre gezegenindeki ikinci
değil (bağımsız gözlemcilerin büyük bölümü ge
nel olarak böyle düşünüyordu) üçüncü zeki canlı
türü olduğu çoğunluk tarafından fark edilseydi,
Trillian'ın sözleri çok daha fazla dikkat çekebi
lirdi.
"Tünaydın, çocuklar."
Ses hem tuhaf bir şekilde tanıdık hem de
tuhaf bir biçimde yabancıydı. Genizden gelen
anaerkil bir tınısı vardı. Mürettebat gezegen yü
zeyine inmelerini sağlayacak havakilidi çıkış ka
pısına ulaştığında duyulmuştu.
Şaşkınlık içinde birbirlerine baktılar.
"Bu bilgisayar," diye açıkladı Zaphod. "Acil
durumlar için yedek bir kişiliği olduğunu keşfet
tim ve daha çok işe yarayabileceğini düşündüm."
"Bugün tanımadığınız ve tuhaf bir gezegende
geçireceğiniz ilk gününüz," diye devam etti Ed
die'nin yeni sesi, "bu yüzden hepinizden sıkı gi
yinmenizi ve böcek gözlü yaramaz canavarlarla
154 oynamamanızı istiyorum."
Zaphod kapıyı sabırsızca tıkırdattı. o
--!
o
"Kusura bakmayın,'' dedi "dışarıya bir hesap (/1
--!
o
cetveliyle çıkmak bile bundan iyidir bence." -o
,....
c
"Öyle mi!" diye tersledi bilgisayar. "Hanginiz z
c
z
söyledi bunu?" cı
;I:>
"Lütfen çıkış kapısını açar mısın, bilgisayar?" r
;I:>
20
z
terin talihsiz yaratıcısından kaçırmaya çalışarak
Zaphod'un peşinden aşağı indiler.
"Hayat," dedi Marvin kederli bir sesle, "ondan
ister tiksinin ister görmezden gelin, yine de onu
sevemezsiniz."
Balinanın çarptığı yer çökmüş, şu an için mo
lozlar ve balinanın iç organlanyla kapalı dehliz-
ler ve geçitler ortaya çıkmıştı. Zaphod geçitlerden
birinin ağzını temizlemeye koyuldu, ama Marvin
bunu ondan çok daha hızlı yapabiliyordu. Geçi-
din karanlık girintilerinden nemli bir hava esti
hafifçe, Zaphod içeri bir el feneri tuttu, ama tozlu
karanlığın içinde bir şey göremediler.
"Efsanelere göre," dedi, "Magrathealılar ya
şamlarının büyük bölümünü yeraltında geçirirdi."
"Neden?" dedi Arthur. "Yüzey çok mu kirlen
miş ya da nüfus patlaması mı yaşanmış?"
"Hayır, sanmıyorum," dedi Zaphod. "Bence
yalnızca yüzeyden pek hoşlanmıyorlardı."
"Ne yaptığını bildiğine emin misin?" dedi Tril
lian, tedirgin bir halde karanlığa bakarak. "Bili
yorsun ki şimdiden bir kez saldınya uğradık."
"Bak kızım, bana inan ki, bu gezegendeki canlı
nüfus sıfır artı dördümüz, haydi gelin şimdi içeri
girelim. Eee, hey, Dünyalı ... "
"Arthur," dedi Arthur.
"Evet, lütfen şu robotu bir şekilde yanında tu
tup geçidin bu ucunu korur musun?"
"Korumak mı?" diye sordu Arthur. "Kimden?
Daha demin burada kimse olmadığını söyledin." 159
"Evet, şey, yalnızca güvenlik için, tamam mı?"
<./)
�
<(
p
<(
dedi Zaphod.
<./)
<(
-'
"Kimin güvenliği? Sizin ki mi yoksa benimki mi?"
<..::>
::ı "Aferin delikanlı. Pekaıa, işte gidiyoruz."
o
p Zaphod çabucak geçide inerken onu Trillian
ve Ford izledi.
"Umanın hepiniz gerçekten berbat vakit geçi
rirsiniz," diye yakındı Arthur.
"Endişe etme," diye onu temin etti Marvin,
"geçirecekler."
Birkaç saniye sonra, hepsi gözden kaybol
muştu.
Arthur bir süre öfleye püfleye dolandı, sonra
bir balina mezarının dolanmak için pek de iyi bir
yer olmadığına karar verdi.
Marvin bir an için nefret dolu gözlerle onu iz
ledi, sonra kendi kendini kapattı.
o
ne dair bir fikrin var mı?" vı
.....
o
"Sanının bunlar yalnızca tuhaf simgeler,'' "
n
c
dedi Zaphod, başlannı bile çevirmeden. ;z
c
"'
daki küçük bölmelere açılan kapılar çıkıyordu ve ,..,,
:r:
Ford bu bölmelerin terk edilmiş bilgisayar teçhi Ctl
,..,,
"'
zatıyla dolu olduğunu fark edip bölmelerden bi
rine bakması için Zaphod'u içeri sürükledi. Trilli
an da peşlerinden gitti.
"Bak,'' dedi Ford, "buranın Magrathea olduğu
nu söylüyorsun ... "
"Öyle,'' dedi Zaphod, "mesajı birlikte dinledik,
değil mi?"
"Pekala, şu an için buranın Magrathea oldu
ğunu kabul edelim. Bu konuda şimdiye kadar
söylemediğin şey onu koca Galaksi içinde nasıl
bulduğun? Yerini bir yıldız atlasından bakmadı
ğın kesin."
"Araştırma. Devlet arşivleri. Dedektif çalışma
sı. Birkaç şanslı tahmin. Kolay oldu."
"Sonra da burayı aramak için mi Altın Kalp'i
çaldın?"
"Onu pek çok şeyi aramak için çaldım."
"Pek çok şeyi mi?" dedi Ford şaşkınlık içinde.
"Mesela neyi?"
"Bilmiyorum."
"Ne?"
"Ne aradığımı bilmiyorum."
"Neden?"
"Çünkü ... çünkü ... ne aradığımı bilirsem onu
arayamam." 161
"Ne, delirdin mi sen?"
"Bu henüz eleyemediğim bir seçenek," dedi
Zaphod sessizce. "Kendim hakkında, aklımın şu
anki koşullar altında kavrayabildiği kadar şeyi
biliyorum ve şu anki koşullar pek iyi değil."
Uzun bir süre kimse bir şey söylemedi. Kafa
sı bir anda endişelerle dolan Ford, gözünü Zap
hod'a dikmiş bakıyordu.
"Dinle, eski dostum, eğer yapmak istediğin ... "
diye başladı Ford sonunda.
"Dur bir dakika . . . sana bir şey söyleyece
ğim," dedi Zaphod. "Ben çoğu kez pedal çevir
meden kendimi yokuş aşağı bırakırım. Aklıma
bir şey yapmak gelir, sonra, hey neden olmasın
der ve onu yaparım. Galaksi Başkanı olacağımı
düşünüyordum ve düşündüğüm oldu, çok ko
lay. Bu gemiyi çalmaya karar veriyorum. Mag
rathea'yı aramaya karar veriyorum ve bunların
hepsi hemen gerçekleşiveriyor. Evet, bunun en
iyi nasıl yapılabileceğini planlıyorum, tamam,
ama işler zaten her zaman yolunda gidiyor. Bu
borçlarını hiç ödememene rağmen iptal edil
meyen bir Galaktikredi kartına sahip olmaya
benziyor. Ne zaman durup niye bunu yapmak
istedim -bunu yapmayı nasıl başardım- diye
düşünsem, bu konuda düşünmeyi kesmek için
çok güçlü bir istek duyuyorum . Tıpkı şimdi
duyduğum gibi. Bu konuda konuşmak bile beni
çok yoruyor. "
Zaphod bir an için duraksadı. Bir an için
bir sessizlik oldu. Sonra kaşlarını çatıp devam
etti . "Geçen gece yine bu konuda endişeleni
yordum. Beynimin bir bölümünün doğru dü
162 rüst çalışmadığı gerçeği konusunda yani. Son-
ra farkına vardım ki iyi fikirler çıkarmak için c
c
bana söylemeden beynimi kullanan başka bi v.
--;
o
risi var. Bu iki fikri bir araya getirdim ve o bi ""
"
c
rinin bu amaçla beynimin bir bölümünü kilit z
c
altına almış olabileceğine ve bu yüzden de onu z
cı
)>
kullanamadığıma karar verdim. Bunun doğru r
)>
luğunu araştırmanın bir yolu olup olmadığını :;><;
(/)
merak ettim.
"Geminin tıp bölümüne gittim ve kendimi
beyin tarayıcısına bağladım. Her iki kafamı da
bütün önemli taramalardan -Başkanlık aday
lığım tam olarak onaylanmadan önce devletin
tıbbi görevlilerince sokulduğum bütün tarama
lardan- geçtim. Hiçbir şey çıkmadı. En azından
beklenmedik hiçbir şey yoktu. Zeki, hayal gücü
kuvvetli, sorumsuz, güvenilmez ve dışadönük
biri olduğum ortaya çıktı. Gördüğün gibi, tah
min edemeyeceğin bir şey yok. Başka herhan
gi bir anormallik de görünmüyordu. Bu yüzden
ben de daha ileri testler uydurmaya başladım,
tamamen gelişigüzel bir şekilde. Hiçbir şey çık
madı. Sonra bir kafamdan elde ettiğim sonuç
ları diğer kafamdan elde ettiklerime eklemeyi
denedim. Yine hiçbir şey çıkmadı. En sonunda,
bütün bunların bir paranoya nöbeti olduğunu
düşünüp her şeyden vazgeçtiğim için ahmak
laştım. Her şeyi toparlayıp vazgeçmeden önce
yaptığım son şey, kafalanmdan ayn ayn elde
edip birbirlerine eklediğim düşünceleri alıp on
lara yeşil bir filtreden bakmak oldu. Hatırlar mı
sın, çocukken hep yeşil renk konusunda batıl
inançlarım vardı? Hep bir ticari keşif gemisinde
pilot olmak isterdim."
Ford başını sallayarak onayladı. 163
"Ve işte oradaydı," dedi Zaphod, "gün gibi
açıktı. Her iki beynin de orta yerinde, yalnızca
birbirlerine bağlı ve çevrelerindeki başka hiçbir
şeyle bağlantısı olmayan koca bir bölüm vardı.
Piçin biri bütün sinapslan dağlamış ve o iki be
yincik yumrusunu elektronik bir travmaya sok
muştu."
Ford donup kalmış bir halde ona baktı. Trilli
an'ın beti benzi attı.
"Bunu sana biri mi yapmış?"
"Evet."
"Onun kim olduğuna dair bir fikrin var mı? Ya
da bunu niye yaptığına?"
"Niye mi? Bunu yalnızca tahmin edebilirim.
Ama piçin kim olduğunu biliyorum."
"Biliyor musun? Nasıl öğrendin?"
"Çünkü dağladıklan sinapslara adlannın baş
harflerini yazmışlar. Onlan benim görmem için
orada öylece bırakmışlar."
Ford dehşet içinde ona baktı ve tüylerinin ür
permeye başladığını hissetti.
"Baş harfler mi? Beynine mi dağlamışlar?"
"Evet."
"Pekala, Tann aşkına bu baş harfleri söylese
ne?"
Zaphod bir an için sessizce ona baktı yine.
Sonra gözlerini uzaklara dikti.
"Z.B." dedi sakin bir ses tonuyla.
Tam o anda arkalannda çelik bir kepenk indi
ve odaya gaz dolmaya başladı.
"Bunu size sonra anlatının,'' dedi Zaphod güç
lükle soluyarak ve üçü de bayıldılar.
1 64
21 o
_,
o
(/)
_,
o
Arthur keyifsiz bir ruh haliyle Magrathea'nın yü -o
n
c
zeyinde dolaşıyordu. z
c
Ford düşünceli davranarak, zaman geçirmesi z
C\
22
Yaşlı adam sırtı Arthur'a dönük bir halde, ışığın
ufuk çizgisinin ardında karanlığa gömülüşünü
izliyordu. Uzunca boylu ve yaşlıcaydı, üzerinde
uzun ve gri renkli tek parça bir giysi vardı. Dön
düğünde, yüzünün ince ve kibar hatlı, endişeden
yıpranmış, ama sevecenliğini yitirmemiş bir in
sanın mutlulukla güvenebileceği türden bir yüz
olduğu ortaya çıkacaktı. Ama henüz dönmemiş
ti, Arthur'un şaşkınlıktan kopardığı çığlığa bir
tepki vermek için bile.
Sonunda güneşin son ışınlan da gözden kay
boldu ve yaşlı adam yüzünü Arthur'a çevirdi.
Yüzü hala bir yerlerden ışık alıyordu ve Arthur
ışığın kaynağını aradığında birkaç metre ötede
küçük bir tür geminin durduğunu gördü - küçük
bir hoverkraft herhalde, diye tahmin yürüttü. Ge-
168 minin çevresinde loş bir ışık havuzu oluşmuştu.
Adam Arthur'a baktı, görünüşe göre hüzün o
--ı
o
lenmiş gibiydi. (/)
--ı
o
"Ölü gezegenimizi ziyaret etmek için soğuk -ı::ı
.rı
c
bir gece seçmişsiniz," dedi. z
c
"Kim ... kimsiniz siz?" dedi Arthur kekeleye z
C'ı
l>
rek. r
l>
:;>;
Adam bakışlannı uzaklara çevirdi. Yüzünden (/)
23
Olaylann her zaman göründüğü gibi olmadığı
önemli ve yaygın bir gerçektir. Örneğin Yerküre
gezegeninde, insanoğlu başardığı onca şeye da
yanarak -tekerlek, New York, savaşlar vs- her
zaman yunuslardan daha zeki olduğunu varsay- 1 73
mıştır ve bütün bunlar gerçekleşirken yunusla
nn tek yaptığı suda oradan oraya atlayarak eğ
lenmek olmuştu. Ama öte yandan yunuslar da
her zaman için insanoğlundan çok daha zeki
olduklanna inanmıştı - hem de tam olarak aynı
nedenler yüzünden.
Tuhaftır, yunuslar Yerküre gezegeninin yıkı
mının yakın olduğunu çok uzun zamandır bili
yordu ve insanoğlunu tehlikeye karşı uyarmak
için pek çok girişimde bulunmuşlardı, ama ile
tişim kurma çabalannın çoğu toplara vurmak ya
da lezzetli lokmalar karşılığında ıslık çalmak gibi
eğlendirme çabalan olarak yorumlandı, onlar
da sonunda pes edip Vogonlann gelişinden kısa
süre önce kendi olanaklanyla Yerküre'yi terk et
tiler.
Yunuslann bıraktığı en son mesaj da yanlış
yorumlanmış ve ıslıkla Amerikan Milli Marşı'nı
çalarken çift ters takla atarak bir halkanın için
den geçmeleri şaşırtıcı karmaşıklıkta bir numara
olarak değerlendirilmişti, oysa mesajın aslı şöy
leydi: Elveda ue balıklar için teşekkürler.
Gerçekte, gezegende yunuslardan daha zeki
tek bir tür daha vardı ve onlar da zamanlannın
büyük bölümünü davranış araştırmalan labo
ratuvarlannda tekerleklerin içinde koşarak ve
insanoğlu üzerinde korkutucu derecede aynn
tılı ve kurnaz deneyler yürüterek geçiriyorlardı.
İnsanoğlunun bu ilişkiyi de baştan aşağı yanlış
anlaması bile aslında bu yaratıklann planlannın
bir parçasıydı.
1 74
24 o
_,
o
vı
_,
o
Kapkaranlık Magrathea gecesinde yapayalnız -o
n
c
parlayan yumuşak bir ışık olarak görünen hava z
c
sesler çıkardı.
Slartibartfast bir düğmeye dokundu ve hiç de
güven verici olmayan bir tavırla ekledi. "Benim
bile ödümü patlatıyor. Sıkı tutun."
Havamobil ışık çemberine bir yıldınm gibi dal
dı ve aniden Arthur'un kafasında sonsuzluğun
nasıl göründüğüne dair çok net bir fikir oluştu.
o
ki pek çok yapı içinde tek hareketlilik gösteren -c
rı
c
di, ama bu açıkça ifade edilmekten çok bilinçaltı z
c
yardımıyla edinilebilecek bir izlenimdi. z
Cı
:t>
Tam o sırada, yapının içinden ani bir ışık arkı r
:t>
nuz?"
"Şey, evet," dedi Slartibartfast. "Hiç şey diye
bir yere gittiniz mi ... galiba ismi Norveç'ti?"
"Hayır," dedi Arthur, "hayır, gitmedim." 179
"Çok yazık," dedi Slartibartfast, "orası benim
işlerimden biriydi. Ödül bile kazandı, biliyor mu
sunuz? Nefis işlenmiş girintili çıkıntılı kıyılar. En
çok oranın yok oluşunu duymak üzdü beni."
"Üzüldünüz mü!"
"Evet. Beş dakika sonra yıkılsaydı, bu kadar
sorun olmayacaktı. Şok edici bir kargaşa."
"Ha?" dedi Arthur.
"Fareler öfkeden kudurdu."
"Fareler öfkeden kudurdu mu?"
"Şey, evet,'' dedi yaşlı adam yumuşakça.
"Elbette, sanının köpekler, kediler ve ördek
gagalı omitorenkler de öfkeden kudurmuştur,
ama ... "
"Şey, ama parayı onlar vermedi, öyle değil
mi?"
"Bakın,'' dedi Arthur, "şu anda pes edip delir
sem, bu size zaman kazandınr mı acaba?"
Havamobil bir süre sıkıntılı bir sessizlik içinde
uçmaya devam etti. Sonra yaşlı adam sabırlı bir
ses tonuyla açıklamaya çalıştı.
"Dünyalı, üzerinde yaşadığınız gezegen fare
ler tarafından ısmarlanmış, parası fareler tara
fından ödenmişti ve fareler tarafından yönetili
yordu. İnşa edilme amacına ulaşmasından beş
dakika önce yok edildi ve şimdi yeni bir tane
daha inşa etmemiz gerekiyor."
Arthur'un beynine yalnızca tek bir sözcük
kaydolmuştu.
"Fareler mi?" dedi.
"Aynen öyle, Dünyalı."
"Bakın, kusura bakmayın, ama - peynir ta
kıntısı olan küçük ve beyaz kürklü şeylerden mi
ıao bahsediyoruz? Hani şu altmışlann başlannda
yayınlanan komedi dizilerinde kadınlan çığlık
çığlığa masalara çıkaran hayvanlardan?"
Slartibartfast kibarca öksürdü.
"Dünyalı,'' dedi, "bazen konuşma üslubunu z
z
takip etmekte zorlanıyorum. Magrathea gezege
>
ninin içinde beş milyon yıldır uyumakta olduğu >
mu ve sözünü ettiğin şu altmışlı yıllann dizileri 7
v.
25
Elbette ki hayatla bağlantılı pek çok mesele var
dır ve işte size onlann en yaygın olanlanndan
birkaçı: İnsanlar neden doğar? Neden ölürler? Neden
bu ikisi arasında geçen zamanın büyük bir bölümünü
dijital kol saatleri takarak geçirmek isterler?
Milyonlarca yıl önce, tüm boyutlara hakim hi
perzeki varlıklardan oluşan bir ırk (tüm boyutlan
kapsayan evrenlerindeki fiziksel görünümleri bi
zimkinden farklı değildi) en sevdikleri uğraşlan
olan Brock Tarzı Ultra Kriket oyununu (ortada
hiçbir neden yokken birilerine vurup kaçmak
tan ibaret, garip bir oyun) bölüp duran "hayatın
anlamı" safsatalanndan o kadar bıkmışlardı ki
oturup sorunlannı tek seferde kökten çözmeye
1 82 karar verdiler.
Bunun üzerine, kendilerine muazzam bir sü
perbilgisayar yaptılar; bu bilgisayar öylesine ze-
kiydi ki daha veri bankalarının bağlantıları yapıl r.
c
madan düşünüyorum öyleyse u arım 'dan başlamış z
c
ve birileri onu kapamayı becerene kadar sütlacın z
cı
J>
ve gelir vergisinin varlığını mantıksal olarak çı r
J>
"
karsama aşamasına dek ilerlemişti. (/")
26
"Evet, çok etkileyici," dedi Arthur, Slartibartfast
öyküyü ana hatlarıyla anlattıktan sonra, "ama
bunun Yerküre, fareler ve diğer olaylarla ne ilgisi
olduğunu anlayamıyorum."
"Anlattıklarım öykünün yalnızca ilk yan
sı, Dünyalı," dedi yaşlı adam. "Eğer yedi buçuk
1 90 milyon yıl sonra Cevap'ın verildiği büyük günde
alanlan öğrenmek istiyorsan, seni olaylan Duyu
teyp kayıtlannda bizzat yaşayabileceğin çalışma
odama davet etmeme izin ver. Tabii daha önce ""
,....,
c
Yeni Yerküre'nin yüzeyinde kısa bir gezinti yap z
c
27
yaklara benzedi.
"Irkımız yedi buçuk milyon yıldır bu Büyük ve
Aydınlanma Umudu Günü'nü bekledi!" diye hay
kırdı amigo. "Cevap Günü'nü!"
Kendinden geçmiş kalabalıktan sevinç teza
hüratlan yükseldi.
"Bir daha asla," diye bağırdı adam, "bir daha
asla, sabah uyandığımızda şöyle düşünmeyece
ğiz: Ben kimim? Hayattaki amacım ne? Sabah
kalkıp işe gitmesem gerçekten evrensel anlam
da bir şey fark eder mi? Bugün en sonunda Hayat,
Evren ve Her Şey' e dair içimizi kemiren küçük
sorunlan ortadan kaldıracak olan yalın ve kesin
cevabı alacağız!"
Kalabalık bir kez daha yanardağ gibi coşkuyla
püskürürken, Arthur havada, kürsüdeki konuş
macının arkasında yükselen binanın birinci ka
tındaki kocaman, görkemli pencerelerden birine
doğru kaydığını fark etti.
Dosdoğru pencereye uçarken bir anlık bir pa
nik yaşadı, ama bir iki saniye sonra, cama hiç
değmeden içinden geçtiğini anladığında sakin
leşti.
Odadaki hiç kimse onun bu tuhaf girişi üzerine
bir yorum yapmadı, ama kendisi aslında orada ol
madığı için bu pek de şaşırtıcı değildi. Bütün yaşa-
dıklannın üç köşeli bir şapkanın içine atılmış, altı 1 93
vı
:;:: kanallı, yetmiş milimetrelik bir görüntü kaydın
<I'.
o
<I'.
dan başka bir şey olmadığını fark etmeye başladı.
vı
<I'.
....J
Oda Slartibartfast'ın tarifine çok benziyordu.
<.:l
::::> Yedi buçuk milyon yıl boyunca, iyi bakılmış ve
o
o aşağı yukan her yüzyılda bir temizlenmişti. Ult
ramaun masanın kenarlan yıpranmış ve halının
rengi biraz solmuştu, ama geniş bilgisayar termi
nali deri kaplı masanın üzerinde, daha dün yapıl
mış gibi panltılı bir ihtişamla duruyordu.
Ciddi giyimli iki adam saygılı bir tarzda bilgi
sayann önünde oturup beklediler.
"Vakit neredeyse doldu,'' dedi bir tanesi. O
anda, havada, tam adamın boynunun yanında
bir sözcüğün belirivermesi Arthur'u çok şaşırttı.
Sözcük LOONQAWL'dı. Birkaç kez yanıp söndü,
sonra yok oldu. Arthur daha bunun anlamını
kavrayamadan, diğer adam konuştu ve boynu
nun yanında PHOUCHG sözcüğü beliriverdi.
"Yetmiş beş bin nesil önce, bu programı ata
lanmız çalıştırdı,'' dedi ikinci adam, "ve geçen
bütün o zamanın ardından bilgisayann konuştu
ğunu duyan ilk insanlar biz olacağız."
"Heyecan verici bir bekleyiş, Phouchg,'' diye
onayladı ilk adam ve Arthur birden altyazılı bir
kayıt izlemekte olduğunu fark etti.
"İlk biz duyacağız,'' dedi Phouchg. "Hayat ... "
"Evren ... " dedi Loonquawl.
"Ve Her Şey'e dair o büyük sorunun cevabını! "
"Şişşt,'' dedi Loonquawl belli belirsiz bir hare-
ket yaparak, "sanının Derin Düşünce konuşma
ya hazırlanıyor! "
Konsolun ön tarafındaki paneller yavaş ya
vaş canlanırken umut dolu bir bekleyiş anı oldu.
194 Işıklar deneme yaparmış gibi yanıp söndüler ve
sonunda düzenli bir işleyişe geçtiler. İletişim ka
nalından alçak sesli ve tatlı bir mınltı duyuldu.
"Günaydın," dedi Derin Düşünce sonunda.
"Eeee ... Günaydın, Ey Derin Düşünce," dedi
Loonquawl tedirgin bir sesle, "şeyi buldun mu ...
eee, şeyi ... "
"İstediğiniz cevabı mı?" diye sözünü kesti De
rin Düşünce, heybetli bir ses tonuyla. "Evet. Bul
dum."
İki adam umutla ürperdi. Bekleyişleri boşuna
olmamıştı.
"Gerçekten bir cevap var mı?" diye sordu
Phouchg, nefes nefese.
"Gerçekten bir cevap var," diye onayladı Derin
düşünce.
"Her Şeye? Hayat, Evren ve Her Şeye Dair Bü
yük Soru'ya?"
"Evet."
Her iki adam da bu an için eğitilmiş ve yaşam
ları buna hazırlanarak geçmişti, doğdukları anda
cevaba tanıklık edecek kişiler olarak seçilmişler
di, ama yine de güçlükle nefes aldıklarını ve kü
çük çocuklar gibi heyecan içinde kıvrandıklarını
fark ettiler.
"Peki bize cevabı vermeye hazır mısın?" dedi
Loonquawl ısrarla.
"Hazırım."
"Şimdi mi?"
"Şimdi,'' dedi Derin Düşünce.
İkisi de kurumuş dudaklarını yaladılar.
"Ama düşünüyorum da," diye ekledi Derin
Düşünce, "hoşunuza gideceğini sanmıyorum."
"Fark etmez," dedi Phouchg. "Onu öğrenmek
zorundayız! Hemen şimdi!" 195
V'l
:E: "Hemen şimdi mi?" diye sordu Derin Düşünce.
c:(
cı
c:(
"Evet! Şimdi ... "
V'l
c:( "Pekaia," dedi bilgisayar ve tekrar sessizliğe
--'
ı..:ı
::ı gömüldü. İki adam huzursuzca kıpırdandı. Oda
o
cı da dayanılmaz bir gerilim vardı.
"Bundan gerçekten hiç hoşlanmayacaksınız,"
diye görüşünü belirtti Derin Düşünce.
"Söyle!"
"Pekala," dedi Derin Düşünce. "Büyük Soru
nun Cevabı ... "
"Evet ... ! "
"Hayat, Evren ve Her Şey'e dair ... " dedi Derin
Düşünce.
"Evet ... ! "
"Cevabı ... " dedi Derin Düşünce ve duraksadı.
"Evet ... ! "
"Cevabı ... "
"Evet . ! ! ! ... ?"
..
28
Uzun süre kimseden çıt çıkmadı.
Phouchg göz ucuyla dışarıdaki meydanda
bekleyen gergin ve umutlu yüzler denizini göre
biliyordu.
"Linç edileceğiz, değil mi?" diye sordu fısılda
yarak.
"Bu zor bir görevdi," dedi Derin Düşünce yu
muşak bir sesle.
"Kırkiki!" diye bağırdı Loonquawl. "Yedi bu
çuk milyon yıllık çalışmanın sonunda bize bütün
196 söyleyebileceğin bu mu?"
"Çok dikkatli bir şekilde kontrol ettim," dedi o
_,
o
bilgisayar, "cevap kesinlikle bu. Dürüst olmak C/1
_,
o
gerekirse, bence sorun sizin tam olarak ne sor -c
n
c
duğunuzu hiçbir zaman bilmemiş olmanız." z
c
"Ama sorduğumuz Büyük Soru'ydu! Hayat, z
cı
:ı>
Evren ve Her Şeye Dair Evrensel Soru!" diye ulu r
:ı>
;;>;
du Loonquawl. C/1
;z:ı
"Evet," dedi Derin Düşünce, ahmaklara acı ,,.,
:c
çektirmekten memnuniyet duyan birinin hava c:ı:ı
,,.,
;z:ı
sıyla, "ama o aslında nedir?"
Adamlar boş gözlerle önce bilgisayara sonra
da birbirlerine bakarken, üstlerine yavaş yavaş
şaşkınlık dolu bir sessizlik çöktü.
"Şey, bilirsin işte, Her Şey'e dair işte ... Her Şey
... " diye ortaya bir fikir atmaya çalıştı Phouchg,
oldukça zayıflamış bir sesle.
"Aynen öyle!" dedi Derin Düşünce. "Sorunun
tam olarak ne olduğunu bildiğiniz zaman, ceva
bın ne anlama geldiğini de anlayacaksınız."
"Ah harika," diye homurdandı Phouchg, def
terini bir kenara savurdu ve bir damla gözyaşını
sildi.
"Bak, pekaıa, pekala," dedi Loonquawl, "bize
sorunun ne olduğunu söyler misin lütfen?"
"Nihai Soru'yu mu?"
"Evet! "
"Hayat, Evren ve Her Şey'e dair?"
"Evet! "
Derin Düşünce bir an derin derin düşündü.
"Bunu yapmak zor," dedi.
"Ama yapabilirsin, değil mi?" diye bağırdı Lo
onquawl.
Derin Düşünce bunun üzerine daha uzunca
bir süre düşündü. 197
V)
� Sonunda: "Hayır," dedi sertçe.
c:ı:
o
c:ı:
İki adam da umutsuzlukla sandalyelerine
V)
c:ı:
-'
çöktüler.
\.:>
:::ı "Ama size kimin yapabileceğini söyleyece
o
o ğim," dedi Derin Düşünce.
İkisi de hemen kafalarını kaldırıp ona baktılar.
"Kim? Söyle!"
Arthur ağır ağır ama engellenemez bir şekilde
konsola doğru ilerlediğini fark ettiğinde, görünü
şe bakılırsa var olmayan kafatasının da karınca
lanmaya başladığını hissetti aniden, ama bunun,
yalnızca kaydı yapanın çarpıcı bir yakın çekim
denemesi olduğunu düşündü.
"Sözünü ettiğim şey, benden sonra gelecek
bilgisayardan başkası değil," dedi Derin Düşün
ce, yavaş ve net konuşarak, sesi alışılmış hitap
tonunu kazanmıştı yeniden. "Benim en basit iş
lem parametrelerini bile hesaplamaya layık ol
madığım bir bilgisayar - ancak onu sizin için ben
tasarlayacağım. Nihai Cevabın Sorusu'nu hesap
layabilecek bir bilgisayar; bu bilgisayar öylesine
sonsuz ve ince bir karmaşıklıkta ki işlem matrik
sinin bir kısmını bizzat organik yaşam oluştura
cak ve siz de yeni biçimlere bürünüp bilgisayarın
on milyon yıllık programını yönlendirebilmek
için onun içine gireceksiniz! Evet! Bu bilgisayarı
sizin için ben tasarlayacağım! Sizin için ona bir
de isim vereceğim! İsmi . . . Yerküre olacak."
Phouchg, Derin Düşünce'ye ağzı açık bir halde
bakakalmıştı.
"Ne aptalca bir isim,'' dedi ve vücudunda bo
yuna, koca yarıklar belirmeye başladı. Loonqu
awl'un bedeninde de hiç yoktan korkunç yaralar
1 98 açılmaya başladı birdenbire. Bilgisayarın kontrol
paneli kabardı ve çatlamaya başladı, duvarlar
titrek bir ışıkla parladı, ufalandı ve oda yükselip -
�
c
kendi tavanına çarptı ...
c
z
c
Slartibartfast, Arthur'un önünde iki kabloyu tut z
C'ı
J>
muş bir şekilde dikiliyordu. r
J>
"Kaydın sonu," diye açıkladı. ;o;
Vl
29
"Zaphod! Uyan! "
"Hımmmmmmmrrrr? "
"Hey, haydi, uyan."
"Bırak başanyla yaptığım şeyi yapmaya de
vam edeyim, olur mu?" diye mınldandı Zaphod
ve sese sırtını dönerek uyumayı sürdürdü.
"Seni tekmelememi mi istiyorsun?" dedi Ford.
"Bu çok mu hoşuna giderdi?" dedi Zaphod kı
zanp sulanmış gözleriyle.
"Hayır."
"Benim de gitmezdi. O zaman bunu yapmanın
bir anlamı yok? Rahat bırak beni," dedi Zaphod
ve yattığı yerde kıvnldı.
"O iki kişilik gaz yuttu," dedi Trillian, Zap
hod'a bakarak, "iki soluk borusu var."
"Konuşmayı kesin," dedi Zaphod, "zaten uyu
maya çalışmak yeterince zor. Şu yattığımız yerin
nesi var? Soğuk ve sert."
"Altından yapılmış," dedi Ford.
Zaphod etkileyici bir balet hareketiyle ayağa
fırladı ve ufuk çizgisini incelemeye başladı, çünkü
altın zemin dört bir yönde göz alabildiğine uzanı-
yordu, kusursuz bir pürüzsüzlükte, som altın. Şey 199
gibi panldıyordu ... ne gibi panldadığını söylemek
imkansızdı, çünkü Evrendeki hiçbir şey som altın
dan bir gezegen gibi panldayamazdı.
"Bu kadar altını buraya kim koydu?" diye cı
yakladı Zaphod, gözleri yuvalanndan fırlamıştı.
"Heyecanlanma," dedi Ford, "bu yalnızca bir
katalog."
"Bir ne?"
"Bir katalog," dedi Trillian, "bir yanılsama."
"Bunu nasıl söyleyebilirsin?" diye haykırdı
Zaphod, ellerinin ve dizlerinin üzerine çöküp
zemini incelemeye başladı. Yeri yokladı, dürttü.
Çok ağırdı, ama çok hafif bir yumuşaklığı vardı
- tırnağıyla bile üzerinde iz bırakabiliyordu. Çok
san ve çok parlaktı, ama üzerine hohladığında,
nefesi som altının üzerinden buharlaşır gibi, o
çok garip ve özel şekilde uçup gidiyordu.
"Trillian ve ben buraya bir süre önce geldik," dedi
Ford. "Birileri gelene kadar bağınp çağırdık, sonra
gelenleri usandırana dek bağınp çağırmaya devam
ettik. Onlar da bizimle ilgilenmeye hazır olana ka
dar oyalanmamız için bizi gezegen kataloglanna
koydular. Bunlann hepsi Duyuteyp kaydı."
Zaphod ona acı acı baktı.
"Hay sıçayım, " dedi, "başka birinin düşünü
göstermek için mi kendi kusursuz rüyamdan
uyandırdın beni." Huysuz bir şekilde yere oturdu.
"Oradaki vadi sıralan da ne öyle?"
"Ayar damgası, " dedi Ford. "Gidip baktık."
"Seni daha önce uyandırmadık," dedi Trillian.
"En son gezegen diz boyu balık doluydu."
"Balık mı?"
"Bazılannın zevkleri gerçekten son derece tu-
200 haf olmalı."
"Ondan öncekinde de," dedi Ford, "platin var -
c
görmek isteyeceğini düşündük." -c
n
c
Ne yöne baksalar yekpare bir ateş halinde z
c
z
parlayan ışık denizleri gözlerini kamaştınyordu. cı
:t>
"Çok hoş," dedi Zaphod küskün küskün. r
:t>
?'
Gökyüzünde kocaman, yeşil bir katalog nu (/'>
30
"İşte her şeyi gördün," dedi Slartibartfast, çalış
ma odasındaki berbat dağınıklığın bir kısmını
toparlamak için yetersiz ve baştan savma bir gi
rişimde bulunarak. Kağıt yığınının üstünden bir
sayfa aldı, ama onu koyacak başka bir yer düşü
nemedi ve sayfayı tekrar yığının üzerine koydu
ğu andaysa kağıt yığını devriliverdi. "Yerküre'yi
Derin Düşünce tasarladı, biz inşa ettik ve siz de
üzerinde yaşadınız."
"Vogonlar da programın tamamlanmasına
beş dakika kala gelip onu yok etti," diye kederli
bir ses tonuyla ekledi Arthur. 205
VJ
:E: "Evet," dedi yaşlı adam, umutsuz bir ruh haliyle
<:(
cı odada göz gezdirmek için duraksayarak. "On mil
<:(
VJ
<:(
--'
yon yıllık planlama ve çalışma bir çırpıda yok olup
<..:)
::ı gitti. On milyon yıl, Dünyalı ... böylesi bir zaman
o
cı aralığını tasavvur edebiliyor musun? O kadar za-
manda, tek bir solucandan beş kez galaktik uygar
lık türeyebilirdi. Ama hepsi yitip gitti." Duraksadı.
"İşte sana bürokrasi," diye ekledi.
"Biliyor musunuz," dedi Arthur düşünceli bir
ruh haliyle konuşarak, "bütün bunlar yaşadığım
pek çok şeyi açıklıyor. Hayatım boyunca dünya
da bir şeylerin, büyük, hatta uğursuz bir şeyle
rin döndüğüne, ama hiç kimsenin bana bir şey
söylemediğine dair tuhaf ve açıklanamaz bir his
vardı içimde."
"Hayır," dedi yaşlı adam, "bu tamamıyla nor
mal bir paranoya. Evrendeki herkeste vardır bu."
"Herkeste mi?" dedi Arthur, heyecanla. "Eğer
herkes aynı paranoyaya kapılıyorsa, belki de bu
nun bir anlamı vardır! Belki de bildiğimiz Evre
nin dışında bir yerlerde ... "
"Belki de. Ama kimin umurunda?" dedi Slar
tibartfast, Arthur kendini heyecana fazla kap
tırmadan. "Belki ben yaşlı ve yorgunum," diye
devam etti, "ama bence gerçekten neler olup bit
tiğini bulma olasılığı o kadar anlamsız bir şekilde
uzaktır ki yapılacak tek şey bu hissi bir kenara
bırakıp kendine oyalanacak bir şeyler bulmak
tır. Bak bana: Sahil şeritleri tasarlıyorum. Norveç
için bir ödül bile aldım."
Bir yığın döküntünün altını üstüne getirerek
üzerinde kendi ismi yazılı olan büyük bir pers
peks bloğunu çekip çıkardı. Norveç'in dökme bir
206 kalıbıydı bu.
"Bunun ne anlamı var ki?" dedi. "En azından
c
benim bundan çıkarabildiğim herhangi bir anla (/.
...,
o
mı yok. Bütün hayatım boyunca fiyortlar yapıp -c
n
c
durdum. Oysa sadece kısa bir süre için moda ol z
c
dular, ben de önemli bir ödül aldım." z
cı
l>
Omuzlannı silkerek ödülü elinde evirip çevir r
l>
""
di ve umursamaz bir tavırla bir kenara attı, ama (/'I
31
Dikkatsizce söylenen sözlerin hayatlara mal ol
duğu hiç şüphesiz iyi bilinir, ama sorunun ger
çek boyutu her zaman tam olarak anlaşılamaz.
Örneğin, Arthur'un tam "Hayat tarzımla ilgili
büyük sorunlanm var görünüyor" dediği anda,
uzay-zamanın sürekliliğinde çılgın bir solucan
deliği açıldı ve sözcüklerini zaman içinde çok çok
gerilere, uzayın sonsuzluğunun neredeyse diğer
ucuna, tuhaf ve savaşçı varlıklann korkunç bir
yıldızlararası savaşın eşiğinde olduğu uzak bir
galaksiye taşıdı.
İki muhalif lider son kez buluşuyorlardı.
VI'hurglann siyah taşlı savaş şortu içinde göz
kamaştıran komutanı, karşısında tatlı kokulu,
yeşil bir sis bulutunun içinde bağdaş kurmuş
oturan G'Gugvuntt liderine durgun, değişmez bir
208 ifadeyle bakarken, konferans masasına ürkütü-
cü bir sessizlik çöktü. Bakımı yapılmış ve dehşet o
-<
o
verici silahlarla donatılmış bir milyon yıldız kru (/1
-<
o
vazörü, elektrikli ölümü tek bir komutla salıver -o
.(")
c
meye hazır bekliyordu, çünkü VI'hurg komutanı, z
c
G'Gugvuntt'a annesi hakkında söylediklerini geri z
cı
J:>
alması için meydan okumaktaydı. r
J:>
Yaratık aşın sıcak ve iğrenç buharının içinde 7'
(/1
32
"Acil durum! Acil durum!" diye haykınyordu Mag
rathea 'nın dört bir yanındaki sirenler. "Gezegene
düşman gemisi indi. BA bölümünde silahlı davetsiz
misafirler var. Savunma istasyonları, savunma istas
yonları. "
Paramparça olmuş cam araçlannın döküntü
leri arasında yatan iki fare öfkeyle etrafı koklu
yorlardı.
"Lanet olsun," diye söylendi fare Frankie, "bir
kilo sefil Yerküre yaratığı beyni için ne tantana."
Parlak pembe gözleri, statik elektrik yüzünden
diken diken olmuş güzel, beyaz tüyleriyle sağa
sola koşturuyordu.
"Şimdi yapabileceğimiz tek şey," dedi Benjy,
çömelip düşünceli düşünceli bıyıklannı sıvazla
yarak, "sahte bir soru bulmak ve kulağa inandın-
cı gelebilecek bir şeyler uydurmak." 217
vı
� "Zor," dedi Frankie. Düşündü, " 'Sarı ue tehlikeli
<ı:
c:ı
<ı:
olan şey nedir?' nasıl?"
vı
<ı: Benjy bunun üzerine kısa bir süre düşündü.
__,
\.::ı
::ı "Hayır, iyi değil," dedi. "Cevaba uymuyor."
o
c:ı Birkaç saniye sessizliğe gömüldüler.
"Pekala," dedi Benjy. "Altıyı yediyle çarparsan ne
çıkar?"
"Hayır, hayır, fazla harfi harfine ve fazla ger
çekçi," dedi Frankie, "bahisçilerin ilgisini uzun
süre korumaz."
Tekrar düşündüler.
"İşte sana bir fikir. İnsan kaç yoldan geçmelidir?"
dedi, sonra Frankie.
"Hah!" dedi Benjy. "İşte bu gerçekten umut
vaat edecek bir soruya benziyor." Cümleyi ağzın
da biraz evirip çevirdi. "Evet," dedi, "bu harika!
İnsanı hiçbir anlama bağlı kılmadan kulağa epey
anlamlı geliyor. İnsan kaç yoldan geçmelidir? Kırki
ki. Harika, harika, bu anlan kandıracaktır. Fran
kie, bebeğim, paçayı sıyırdık!"
Heyecanla bir seğirtme dansına başladılar.
Yakınlarında, kafalarına ağır tasanın ödülle
riyle vurulmuş birkaç çirkin adam yatıyordu.
Bir kilometre ötede dört kişi bir çıkış yolu bul
mak için gürültüyle koridorda ilerliyordu. Açık
ve geniş bir bilgisayar bölmesine vardılar. Çılgın
ca çevrelerine bakındılar.
"Sence ne tarafa, Zaphod?" diye sordu Ford.
"Çılgınca atıyorum, ama şu taraftan gidelim
derim," dedi Zaphod, bir bilgisayar dizisiyle du
varın arasından sağa doğru koşarak. Diğerleri de
tam onu izliyordu ki, havayı yanp Zaphod'un
birkaç santimetre önüne çatırdayarak düşen ve
bitişik duvarın küçük bir kısmını yakan enerji
218 yüklü bir Öldürmatik yıldırımı onu durdurdu.
"Tamam, Beeblebrox, olduğun yerde kal. Çev -
33
Ama sanlan gelmedi, en azından o anda.
Yaylım ateşi birden kesildi ve arkasından ge
len ani sessizlik birkaç garip uğultu ve gümbür
tüyle noktalandı.
Dördü birbirlerine baktılar.
"Ne oldu?" dedi Arthur.
"Durdular," dedi Zaphod, omuzlannı silkerek.
"Neden?"
"Bilmem, gidip sormak ister misin?"
"Hayır."
Beklediler.
"Kimse yok mu?" diye seslendi Ford.
Cevap gelmedi.
"Bu garip."
"Belki de bir tuzaktır."
222 "Kafalan o kadar çalışmaz."
"O gümbürtüler neydi?" o
--!
o
"Bilmem." vı
--!
o
Birkaç saniye daha beklediler. -o
.("")
c
"Pekala," dedi Ford, "gidip bir bakacağım." z
c
Diğerlerine bir göz attı. z
cı
"Kimse hayır gidemezsin, bırak yerine ben gide- J>
r-"
J>
yim, demeyecek mi?" ""
vı
35
O gece, Altın Kalp kendisiyle Atbaşlı Nebula ara
sına birkaç ışık yılı koymakla meşgulken, Zap
hod köprüdeki küçük palmiyenin altında tembel
tembel uzanmış sert Pan Galaktik Gargara Bom
balanyla beyinlerini kendilerine getirmeye çalı
şıyor; Ford ve Trillian bir köşede oturmuş hayatı
ve hayat meselelerini tartışıyorlardı. Arthur'sa
Ford'un Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni gözden
geçirmek üzere yatağa girmişti. Madem burada 227
yaşamak zorundayım, diye mantık yürütmüştü,
burayla ilgili bir şeyler öğrenmeye başlasam iyi
olacak.
Şu maddeyle karşılaştı.
"Belli başlı her galaktik uygarlığın tarihi üç ayrı
ve fark edilebilir aşamadan geçme eğilimindedir. Bu
aşamalar Hayatta Kalma, Sorgulama ve İncelikli Dü
şünmedir; bir başka deyişle Nasıl, Neden ve Nerede
aşamalan olarak da bilinirler.
"Örneğin, ilk aşama Nasıl Yiyebiliriz? sorusuy
la, ikinci aşama Neden Yiyoruz? sorusuyla, üçüncü
aşamaysa Öğle Yemeğini Nerede Yiyelim? soru
suyla tanımlanmaktadır. "
Daha fazla ilerleyemeden geminin i ç haber
leşme sistemi bir vızıltıyla canlandı.
"Hey, Dünyalı? Aç mısın, evlat?" dedi Zap
hod'un sesi.
"Şey, evet, biraz acıktım sanırım," dedi Art
hur.
"Pekala bebek, öyleyse sıkı tutun," dedi Zap
hod. "Evrenin Sonundaki Restoran'a gidip bir
şeyler atıştıracağız."
22 8
Douglas Adams arşivlerinde
yer alan orijinal
kaynaklardan örnekler
"" ""''
_...._
�r
•
---.u·
::-.:.':i �...:=-...:...
:=: -:
.. ... _ . _ _ .., .. .. _ .. _
_ _ _ _ _ . .. ____ _
_ .. _ ·---- ·
_ 'J!!I.
'.""
_ .. - .. · - · - - · - '
::,:-:.::..:_.-.::. :C":·-=
-
_ _ _ _ _ _ ..
·--·
.. �:�.:.d::!.:.....:....·:- ..=':
...... ... ... ... ...... .. .... ,.. _, _
-:ı:......
..'.,.. ;:,::.::ı:.:.�:.::..-:: .:
1-. .. . ... .. .
_,.... _ _ ___, _
_ _ _ _ ., _ _ _ _ .
,_ .., _ _ _ _ _ _ ,.. _ _
..
- - ... -- ... .. .... . _.....
--- _ ,_ _ _ _ _
.. ,,. .. . _ _ _ .,._ . ... .
__,
John Cle.ue.
Much !unn1er tlıan any"thlng Jobıı Cleese has ner "1'1 ttan.
'l'erry Jona11.
Cr&h>llll ChaPMn.
Erte ldle.
1!1clıael Falin.
...... .
. . . . . .
. -- . . .. .. ., ....... tM _.. .. ..
m -·• ıımm '° .. 91M1Sr. - .,..,... • ,.. a- ta
....,_ ı-. it - ...... l ,_ , ...... ... Sa .... ......ıı. u.u
fw ıt ...ıııa . a.ı.. - ,...... •e - -. ...- cı« • tll UU.
c.,.._ ,
• Wlec ., W-- - lnı!l''M ... Jllllll .... Aa _..... Ha. n
..;. ...,.._ 1 � 1 Wllllll _. 1.11 tlıa -'"-11.- Uata ıs U .......
la1- "° ... - � - dıl.. -- ...... "" • u.u.
• ....... .
• !be 6-p&ri 'fY ...-1.. of ftlll 111'.'l'Oll ıwaı:a ' S GU� 'l'O !1111: GN.AXY -
•- od9inally - uc 2 in .J-ry l!Mll- ..,. r-Uıd •-t �.t.ıy
en aac ı .
/c:ont.d • • • •
• n ı.. lııdi....•., •l>ı• � f<ıc � hitdı-hilı.en ...ııo wADt ro - '<
a Uft. out. ot tı.e ıuta ot o� t�. -.gı... � le n<>t tbe
ciut. Mn tct wrlta int.ell� Ki- ficotiml. .,.t ı. ı.. only tM
ffci>na tı;ı wrl.t• ac:1.""'* !iCUon tMt. i• vuy ln1:eUi.,.m:ly _.fııg:.
.
or vuy _,.IJ>Qly !�telli.,.nt . 'l'btı ficet. . · ot COUI'••. wu l<Urt-
Y�.• httJ Lni• ... IMlly 1!11
•ı ebi..ı _, ..
tx 'l'fm m�ıwaıa·s. cıutıııl TO 'l'Hlr Glıl.lUCY ailıply· beQııı,.e.
it wu ııcı .b&:rtily ...t .indbcria1nate1y rec� . � bevinq :eıac:<:�.
t.1imugtı 1.t -in. - tıeve - lıundr- of 41-1
..,.
l - he'U -.y
ut_.. at a ı,_ ki- rlctian -•l, � tbie ia tbe only ""19"
- ı;ıtc . •
Dar ByRıD.
1'bııııks far ılıt S<'lipl ol dıt DD\'el. 1 doıı' ı laıoıı· wı.t lıappeeed ıo dıt
fınt oor. it .Dıa) lıav' bceıı a 'icıim ol ılıe. � mcwe (ıee abo\·c).
Oıır aaıenl paiııL A ılıİllf J lıal� lıad sııUt ID ıııe O<'tt -6 en-er apiıı
ıdınıcv� I' e cloar pulılk ııppewes aııd reııdiJıas llld S"O 1111 m dıe
Slaks is dıİs: Please doıı' t let ayıxıe AmcricaııiK it! Wı: tike il tlıe
way it is!
1'lım an: - cUııaes in 11ıt 9Cripl ı1ıaı siıııpl> c1oa·ı 111tte stııse .
� .Daıl is Eıııslislı. ıw setlİDI is Eııat• lllCl .. 1-ıı iıı l:\'ft)
siıı,ıe ııımıifeslııliaı ol HHOO - Tlıe 'trmı: -ı O-' pııb tlıat
Arılıur ad Fcınl 10 IO is aıı Eaatislı pıib. ılıt 'pouaıb' ılıty pay ll"İlh
Douglas Adams'ın
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki
editörü Byron Preiss'e gönderdiği faks
,'-m.,r�l• jJfJ ., .. ı
.ı
� �
=·
.i
3 . if J - • •
! l l;{ J l l}ll ! f il i ll [ Jl ( ! iı· ıı
i' a- a. li( r ıı- ı
rJ ı a: ı
:; ' ..:- .ı: l· ·
' ı ı ! f! r � a. ı l t ! s 1ı � � ! J>ı
.a l l - .. . •
1 ! 1ı . 1f a. "' J· [� ft f. ti ;; ı' ·�f l t i:l i (· . f �.e . f· . l sı . � �
·ı
. a f ' r . fi ?t � J
i l1· r 'ı rr ., r-- iHı
il iı •!f l 11 fl ...ıf f�· !ı r!ı' 1Jı aı1
i t ! t1- 1 t · lh� Jl ı · f� ı l ı ' t �i l • ! "
1 . ı· 1 " · 1- a :ii ıı �
l A t 1 1 r 11 J l 11 1 1
l •ls 1s. fi ı �h H h lJ h rl ! r h H ,. ! !
- ı •. • f a: sı � r .J �
• (
l o r - � 1 "' r ı a: ..: �.
i l ıı 1i r J ;r J ı :;·
--
• 11 • .. a ,. ı
t"
� f ;.:s.ır �
lf g 11
1 J· ! �:
"'a. 1 l -. '• ıııô
••
t lı İ�- i
•.r. . H •: f it: •• ı,'ll ı! j<ı
l_\
,, ,.. l�
FA)( �Dııwıiı- � Mondııy,Januııry 13; 1�� pm
. .coıısı.ady qaocııi bııdc il 1114: cin:_� şides.cıl dır Adde. l!\ıt tlıe
- udn is lbaf ÜııeR inomedıillplıeftıy ıd ıidiculous � di@ital
-
"-
. aJııaı at� tiııııe llılt. İli Odırı: ıııeaS� � 1l'm ıı�:iııı to. fiiıd ways of '
traııslaıiıı& pWdy ııuıneric dala iatb l'Jlllhic fomr � tiİlll llır
_ " · ·
.
iııfotm.ıfua � dsily ıo l2ıe eye. Far �. we· ııtııl� tlı!ıt pie
cııarts ..ıı.r IJwphs � toıır us ıııCR ahcı!t t1ıç ıditı.� ,.
=
��·iL �
We �I �: �y. � G.?�a
�·
;� RMn
-- -·
(wlıidı jieııple:do 5lill �mı - iıılıtytemıll �. wlıeıds etli
-�
1'bey IU)' - dııım)' illi! dd-fisllioııed İ1I lweml' )� paıt (in tİıe
- � iııat tıJod-l!p � lll'e llOW) ���Y,y.'ill Jwxe
bcaı�l!)-f• more � piecn of �- dıaı caıı
acı llııe jılı. lıdkr, .. ılıey wiil,. .;, 1 tlıiıit. Jttlll jıı&ttı_y
ıtı m&culouş. �
•
ı' 1· - rt it ı·· ı! J� lr J. Ji J• 1 1ı1 ı f l� iı g� ır ı ı• ıf . ı!
·
·
t
'
..
1 • "'1 • . •. . iT 1 .
!. ; 1 f 1 f 1 .1 il 1f l '.f 1 1, .! t f f 5' jr 1
f �l i ıft ı ı1ı�· ı !ı ' • rJ 'tlı ı
ı lf ı
. ı ı .. t. ·ı •' !· ı,' ı.. •,. •f ı• ı� ,dl , . . ,; ı Jl · lı t t ..1
i i . Jı !J t i} ! ı 'l tı � - i ! 1J i l
ıl. ıı t' flf f t i r J ı � . �I ! · if�r i
ı il f 1
ı Jı f ,! l' lı ·r �l ı• ...ı ,r ,! ı r� -ı rr ıı l� �
_,: il 1 f
' l ı f ' t l f - t i � J.�: l i f
FıU mn Oouglııs � t.toncıay, .ıanu.y 13. 1992, 5:26 ıım Page s
Odıerwile it locıts prell)' ıood· otwio!ısly dıım 11e tlııiqs 1 aıiss (liU
ıbe IMt (1111 cıl 1'ııe B.ııcl l'Ulı expositicııı), 1ıui l ıall1e ıı.t tlım's
. . cıaly a limited ,,M:e mı dıe JllF 1111hoıııa ııetlıl 's aoı iO·ao. Alı)�:
111iıo Wllıll 1'ııe completr ıext cm set dıe ıejUlar book as 111·ell I
cx: Ed Vicıor
.'
.-