Professional Documents
Culture Documents
Balkondaki Adam - Maj Sjowall, Per Wahloo (PDFDrive)
Balkondaki Adam - Maj Sjowall, Per Wahloo (PDFDrive)
Balkondaki Adam - Maj Sjowall, Per Wahloo (PDFDrive)
YAYINLARI
Kara Dizi:
balkondaki
adam
Türkçesl:
Cemal DEMİRER
Milliyet YAYINLARI
BİRİNCİ BÖLÜM
EVET evet, işte durum böyle Biraz serin olan bir gecede
üşümemek için eski moda elektrik sobasını yatağının yanına
koymuş, uyuyunca da battaniyesini tekmeleyerek sobanın
üstüne düşürmüş ve böylece yangın çıkmış.»
Martin Beck başını salladı.
«Durum apaçık ortada» diyerek, Ahlberg konuşmasına
devam etti.
«Bugün teknik bir heyetin raporunu alacağım. Seni
telefonla aradım ama, biraz önce buraya gelmek üzere çıkmış
olduğunu söylediler.»
Yangın mahallinde duruyorlardı. Bahçe parmaklıkları
arasından ilerdeki gölün ışıltıları ve üç yıl önce içinden bir
kadın cesedi çıkardıkları su bendi görülüyordu. Yanmış olan
evin sadece temeli ve bacası sağlam kalmıştı. îtfaiye ekipleri
son anda bir de depoya benzer küçük bir kulübeyi
kurtarabilmişlerdi.
«Bir miktar çalınmış eşya bulduk Bu Larsson denen herif
hırsızlara yataklık ediyormuş. Fakat önceden de bir kere
tutuklandığı için buna fazla şaşırmadık. Yakında eşyaların bir
listesini yayınlayacağız.»
Martin Beck başını salladıktan bir süre sonra konuşmaya
başladı.
«Stockholm’de de bir kardeşi vardı, fakat ilkbaharda beyin
kanamasından ölmüş. Üstelik o da çalınmış eşya toplardı.»
«Belki de soylarından gelme bir huy bu.»
«Kardeşi hiç yakalanmamıştı ama Melander ismini
unutmamış.»
«Melander ha, zaten o herifin belleği bir filin belleği kadar
güçlüdür Artık birlikte çalışmıyorsunuz herhalde, öyle mi?»
«Eh, arada sırada çalıştığımız da oluyor. Ama o artık
Kungsholmsgatan’da. Kollberg’de bugünden başlayarak
orada çalışacak. Allah kahretsin, son günlerde bir yığın atama
yapıldı.»
Başka birşey konuşmadan geriye dönerek arabalarına doğru
yürüdüler.
Onbeş dakika kadar sonra Ahlberg frene bastı. Prâstgatan
yani papaz caddesiyle Kungsgatanın, yani kral caddesinin
birleştiği köşede bulunan ve san bir tuğla yapı olan emniyet
binasının önünde durmuşlardı. Emniyet binası Stora Torget’e
yani büyük pazara ve Platen’in yaptığı Baltazar anıtına çok
yakındı.
Ahlberg neşeyle Martin’e döndü.
«Eh artık, buraya kadar geldiğine, üstelik izinli de
olduğuna göre birkaç gün kalabilirsin, öyle değil mi?»
Martin Beck, ‘evet’ anlamında başını salladı.
«Deniz motoruyla gezeriz» diye ekledi, Ahlberg.
Akşam şehir otelinde oturmuşlar Vattern gölünde
yakalanmış olan alabalıkları yiyor ve şarap içiyorlardı.
Cumartesi ve pazar deniz motoruyla gezdiler. Pazartesi ve
salı günleri de Martin Beck motoru alarak tek başına dolaştı.
Çarşamba günü Vadstena’ya gidip oradaki sarayı gezdi.
Motala’daki otel modern ve rahattı. Ayrıca Ahlberg’in
çevresinden de hoşlanıyordu. Şimdi oturmuş, Kurt
Salomon’un «Dışardaki adam» isimli romanının okumakta ve
keyfine bakmaktaydı.
Bunları çoktan hak etmişti. Çünkü oldukça yorucu bir kış
ve hareketli bir bahar yaşamıştı. Artık huzur dolu bir yaz
mevsimi geçireceğini umuyordu.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Sessizlik...
CARLSSON : Tanrım keşke, keşke ben de..
Ama ortalık daha aydınlıktı ve her
tarafta insanlar vardı. Eğer ben de...
GRANBERG: Kızınız oradan hemen ayrılmış mı?
CARLSSON : Evet, çocuk bahçesine gideceğini
söylemiş.
GRANBERG: Hangi çocuk bahçesini söylemiş
olabilir dersiniz?
GARLSSON : Vanadis parkının hemen altındakini
Sveaveagen’dekini. Çünkü her zaman
oraya gider.
GRANBERG: Öteki oyun bahçesini, yani şu su
kulesinin aşağısındakini söylemiş
olamaz mı?
CARLSSON : Sanmıyorum. Oraya hiç gitmezdi,
hele yalnız olursa...
GRANBERG: Başka çocuklara rastlamış olamaz
mı?
CARLSSON : Olamaz, çünkü daima o iki
arkadaşıyla oynardı.
GRANBERG: Pekiyi o evde de bulamayınca ne
yaptınız ?
CARLSSON : Şeye.. Sveaveagen’deki çocuk
kimsecikler yoktu.
GRANBERG: Sonra?
CARLSSON : Artık ne yapmam gerektiğini
bilemiyordu m. Eve giderek beklemeye
başladım. Pencerede oturmuş yolunu
gözlüyordum.
GRANBERG: Polise ne zaman haber verdiniz?
CARLSSON : Çok sonra. Onu beş ya da on dakika
geçe Parkın önüne bir polis arabası
gördüm. Sonra da bir cankurtaran
geldi. Yağmur yeniden yağmaya
başlamıştı. Mantomu sırtıma alarak
dışarı koştum. Fakat orada konuştuğum
bir polis, yaşlı bir kadının fenalaşmış
olduğunu söyledi.
GRANBERG: Sonra yine eve mi döndünüz?
CARLSSON : Evet... içerde ışık yanıyordu.
Geldiğini sanıp çok sevindim. Ama
yazık ki, dışan çıkarken ışığı açık
bıraktığımı unutmuştum.
GRANBERG: Polise ne zaman telefon ettiniz?
CARLSSON : Ancak saat onbuçukta.
Dayanamayarak Hökareangen’de
oturan bir iş arkadaşıma telefon ettim.
O da, polise haber vermemin iyi
olacağını söyledi.
GRANBERG: Bizdeki kayıtlara göre onbire on kala
telefon etmişsiniz.
CARLSSON : Evet. Sonra Surbuns sokağındaki
karakola gittim. Çok iyi ve dostça
davrandılar. Eva’nın dış görünüşünü
tarif ettim. Ayrıca, iyice tanımaları için
bir de resmini götürdüm.
Söylediklerimin hepsi, ni not eden
polis, çocukların sık sık
kaybolduklarım, yollarını şaşırdıklarını
ya da arkadaşlarıyla oyuna daldıklarını,
ama hepsinin de birkaç saat içinde
bulunduklarını söyledi. Ve..
GRANBERG: Evet?
CARLSSON : Ve dedi ki, meraklanmamalıymışım;
çünkü kötü haber çabuk gelirmiş.
GRANBERG: Eve ne zaman döndünüz?
CARLSSON : Onikiyi geçmişti. Bütün gece
uyumadan bekledim. Telefon
edeceklerini umuyordum, çünkü
telefon numaramı almışlardı, buna
rağmen hiç kimse aramadı. Bunun
üzerine ben telefon ettim, konuşan
memur merak etmememi, bir haber alır
almaz bildireceğini söyledi...
Sessizlik...
CARLSSON : Ama hiç kimse aramadı. Daha sonra
bir sivil polis gelerek şeyi.. kızımın...
şey olduğunu...
GRANBERG: Bu konuda konuşmamızın gereki
yok
CARLSSON : Pekiyi, olur.
MARTİN BECK: Kızınız bundan önce de böyle bir
«iyi amcayla» karşılaşmıştı değil mi?
CARLSSON : Evet, geçen sonbaharda. Hem de iki
kere. Kendisini tanıdığını sanıyordu.
Adam Eivor’larla aynı evde, hani şu
telefonları olmayan arkadaşlarıyla aynı
apartmanda oturuyordu.
MARTİN BECK : Haga sokağında oturanlar, değil mi?
CARLSSON : Evet. Durumu hemen polise haber
vermiştim. Yine aynı evde
oturuyorduk, bir bayan, Eva’nın
ifadesini almıştı. Ayrıca arkadaşıyla
birlikte büyük bir resim albümüne de
bakmışlardı.
GRANBERG: Sabıkalıların resmi. Öteki evrakları
da hazırladık zaten.
MARTİN BECK: Biliyorum. Öğrenmek istediğim
birşey daha var. Eva o adam tarafından
bir daha rahatsız edildi mi? Yani, siz
polise haber verdikten sonra...
CARLSSON : Hayır... daha doğrusu, bildiğim
kadarıyla böyle birşey olmadı. Eva bir
daha bu konudan söz etmedi. Birşey
olsaydı kesinlikle söylerdi, çünkü her
şeyini bana anlatırdı.
GRANBERG: Evet, bayan Carlsson, hepsi bu
kadar.
CARLSSON : Öyle mi? Bu kadar mı?
MARTİN BECK: Sorumu affedin, Bayan Carlsson.
Ama şimdi ne yapmak istediğinizi
öğrenmek istiyorum.
CARLSSON : Bilmiyorum. Ama eve gitmi...
GRANBERG: Sizi aşağıya kadar götüreceğim.
Bu konuyu yolda konuşur ve birşey
buluruz.
■
KOLLBERG teybi susturarak sıkıntıyla Martin Beck’in
yüzüne baktı.
«Bu ‘iyi amca’ şubatta rastladıkları herif...»
«Evet.»
«Rönn onu dün öğleden sonra enselemiş.»
«Sonra?»
«Eh, bu bir yere kadar eldeki bilgileri değerlendirme
sanatının zaferi sayılabilir. Ama herif sadece sırıtıyor ve suçlu
olmadığını söylüyor.
«İspat da ediyor mu?»
«Elbetteki hayır. Olay sırasında nerede olduğunu ispat
edemiyor. Haga sokağındaki evinin yatak odasında uyumakta
olduğunu söylüyor. Ama bunubile tam olarak
hatırlamamakta.»
«Hatırlamıyor mu?»
«Çok sarhoştu. Bütün gün Roda Berget’de içmiş olduğunu
tespit ettik. Saat altıya doğru iyice kafayı bulmuş. Şimdi de
durumu pek iyi değil.»
«En son olayda çocuğa ne yapmıştı?»
«Bildiğim kadarıyla sadece teşhirciymiş zaten. Kızın
ifadesinin kayıtlı olduğu band yanımda. İşte tekniğin bir
zaferi.»
Kapı açıldı ve içeriye Rönn girdi.
Kollberg ona doğru dönerek «n’aber?» diye sordu.
«Yeni birşey yok. Önce kendine gelmesi gerek. İyice bitkin
bir durumda.»
«Sen de öylesin.»
Kollberg’in söylediği doğruydu. Çünkü Rönn’ün yüzü
bembeyaz olmuş, yanakları sarkmış, gözlerinin altı kızarmıştı.
«Ne olabileceğini sanıyorsun?» diyerek, Martin Beck,
Rönn’e baktı.
«Hiçbir şey. Gerçekten hiçbir şey bilmiyorum. Yalnızca
hasta olacağımı sanıyorum.»
«Şimdi olma, sonra olursun» diyerek, Kollberg söze karıştı.
«Önce şu bandı dinlememiz gerek.»
Martin Beck başıyla doğruladı. Makaralar yeniden
dönmeye ve tatlı bir kadın sesi duyulmaya başlamıştı.
«5 Şubat 1959 doğumlu öğrenci Eva Carlsson’un sorgusu.
Sorguyu yöneten kriminal polisten komiser yardımcısı Sonja
Hansson.»
Martin Beck ve Kollberg almlarını kırıştırarak birbirlerine
baktılar. Bu yüzden de daha sonraki sözleri duyamamışlardı.
Çünkü bu sesi ve bu ismi ikisi de yeniden hatırlamışlardı.
Bundan ikibuçuk yıl önce Sonja Hansson adındaki genç kızı,
bir suçluyu yakalamak için yem olarak kullanmışlar, ama
sonunda kızın hayatını güçlükle kurtarabilmişlerdi.
«Hâlâ daha polislikte kalması şaşılacak şey» dedi, Kolberg.
«Evet, öyle.»
«Hişt, susun birşey anlaşılmıyor» diyerek, arkadaşlarını
susturdu, Rönn.
İkibuçuk yıl önceki olayda Rönn yoktu.
HANSSON: ... ve o amca sana doğru geldi değil mi?
EVA : Evet. Eivor’la birlikte otobüs
durağında duruyorduk.
HANSSON: Sonra ne yaptı o adam?
EVA : Çok kötü kokuyordu. Yürüyüşü de
çok komikti. Sonra da... şey yaptı..
oldukça komik birşey söyledi.
HANSSON : Ne söylediğini hatırlayabilir misin?
EVA : Evet, şöyle dedi: «Hey kızlar, size
beş dolar verirsem bana bir röntgen
çeker misiniz?.
HANSSON: Pekiyi, Eva. Sen, sen onun ne demek
istediğini anladın mı?
EVA : Hayır, ama çok komiğimize gitti.
Röntgen, şu hastanelerde yapılan şey
değil mi? Onun için kocaman bir araç
gerek, bizim öyle birşeyimiz yoktu ki.
HANSSON: Bunun üzerine, yani o adam bunları
söyledikten sonra ne yaptınız?
EVA : Aynı şeyi birkaç kere söyledi, sonra
yürümeye başladı. Biz de arkasından
gittik.
HANSSON: Arkasından mı gittiniz?
EVA : Evet. Tıpkı sinemada ya da
televizyonda olduğu gibi onu izlemeye
başladık..
HANSSON : Korkmadınız mı?
EVA : Ah, korkulacak birşey yoktu ki.
HANSSON: Ben öyle düşünmüyorum Eva. Böyle
amcalardan uzak durmak gerek. Neyse,
o adamın peşine takıldınız demek ki?
EVA : Evet, adam Eivor’ların oturduğu
apartmana girdi. Eivor’lardan iki kat
daha yukarda oturuyordu. Kapısının
önüne gelince cebinden bir anahtar
çıkartarak içeri girdi.
HANSSON: Siz de evinize döndünüz değil mi?
EVA : Hayır, yukarıya kadar çıkarak o
amcanın kapısının üstündeki levhaya
baktık.
HANSSON: Evet, anlıyorum. Ne yazıyordu
levhada?
EVA : Sanırım, Eriksson yazıyordu.
Mektup kutusuna da baktık. Adam
içerde durmadan konuşuyordu.
HANSSON: Sonra olanları annene anlattın mı?
EVA : Yoo, anlatacak birşey yoktu ki, biraz
gülünçtü, hepsi o kadar.
HANSSON: Ama dün olanları anlattın değil mi?
EVA : Şu inek meselesini mi?Evet.
HANSSON: Yine aynı amca mıydı?
EVA : Evet..
HANSSON: İyice hatırlıyor musun?
EVA : Öyle olduğunu sanıyorum
HANSSON: Bak bakalım o amcanın resmine.
Kaç yaşında vardır dersin?
EVA : En azından 21 filan.
Pekiyi Eva, ben kaç yaşında
olabilirim?
EVA : Oh, belki kırk ya da elli filan.
HANSSON: Öyleyse Evior’lann evinde oturan o
amca benden genç midir, yaşlı mıdır?