Professional Documents
Culture Documents
Mevlânâ (PDFDrive)
Mevlânâ (PDFDrive)
MEVLÂNÂ
CELALEDDÎN-İ RUMİ
• Hayatı • Şahsiyeti • Ailesi ve Çevresi • Eserleri
• Amasya’da Mevlânâ ve Mevlevîlik
• Eserlerinden Örnekler
AMASYA - 2010
AMASYA BELEDİYESİ
www.amasya.bel.tr
ISBN: 978-9944-0742-5-4
Editör
Doç. Dr. Yavuz BAYRAM
Yayın Danışmanı
Osman AKBAŞ
Amasya Belediye Başkanı Yrd.
Sayfa Tasarımı
Yasin VARIŞLI
Kapak Tasarım
M. Bülent KARAHOCAGİL
İÇİNDEKİLER
Takdim .........................................................................................................................5
Önsöz ..........................................................................................................................7
Giriş .............................................................................................................................9
Mevlânâ’nın Ailesi .....................................................................................................10
Mevlânâ’nın Doğumu, Adı ve Lâkapları ....................................................................11
Ailenin Belh’ten Ayrılışı .............................................................................................13
Konya’da Daimî İkâmet ..............................................................................................15
Mevlânâ’nın Tahsili ....................................................................................................16
Tebrizli Şems’in Konya’ya Gelişi ve Kayboluşu ..........................................................17
Mevlânâ’nın Çevresi ...................................................................................................22
Görüştüğü Bilgin ve Şeyhler..................................................................................23
Tarikat Silsilesi ve Yolu ..........................................................................................23
Hz. Mevlânâ’nın Vasiyeti ............................................................................................27
Hz. Mevlânâ’nın Lâkapları .........................................................................................27
Hz. Mevlânâ’nın Elkâb-ı Âlîyeleri..............................................................................31
Mevlânâ’dan Seçmeler ................................................................................................33
Getirin bana o kaçak güzeli! ..................................................................................35
Âh ‘mine’l-aşk’!.. ....................................................................................................36
Mevlânâ’nın Eserleri...................................................................................................38
Amasya’da Mevlânâ ve Mevlevîlik ..............................................................................39
3
Mesnevî’den Hikâyeler ...............................................................................................43
Ölümden Kaçan Adam .........................................................................................45
Bakkal ile Papağanı ...............................................................................................46
Hüthüt Kuşunun Marifeti .....................................................................................48
Akıllı Papağan .......................................................................................................50
Çalgıcı ...................................................................................................................53
Dil Bilgini ile Gemici ............................................................................................55
Aslan, Kurt ve Tilki ..............................................................................................56
Sağırın Ziyareti......................................................................................................58
Mesnevî İmbiğinden Birkaç Damla...........................................................................61
4
Takdim
Tarih boyunca insanlığa ışık tutmuş, ufuklar açmış, hedefler ortaya koymuş
bu hedefleri ortaya koyarken de etrafındakilere kendi davranışları ile en güzel
örnekleri sunmuş kutup insanlar vardır. Özellikle bizim tarihimizin içinde bu tür
örnek şahsiyetleri arayıp bulma hususunda zorluk çekmediğimiz bir gerçektir.
Günümüzde kanaat önderi diye nitelendirilen bir çok büyük şahsiyet sadece
kendi dönemlerindeki ve çevrelerindeki insanların olgunlaşması, kemale ermesi-
ne değil aynı zamanda çağlar ötesine de ışık tutacak umdeleri, prensipleri ve ha-
yat nizamlarını da bir miras olarak bırakmışlardır.
Özellikle Anadolu’nun İslamlaşması ve Türkleşmesinde çok önemli roller
oynamış olan Hoca Ahmed Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlânâ
gibi üstün şahsiyetler bizim için çok önemli kilometre taşlarıdır.
Bu isimlerden kitabımızın konusunu da oluşturan Mevlânâ Celâleddin-i
Rûmî; sevgi, barış ve kardeşlik ikliminin tesisi için, üzerinde durulması, hepimiz
tarafından doğru bir şekilde anlaşılması ve öğretilerinin baş tacı edilerek, hayatı-
mıza yön vermesi açısından büyük önem arz etmektedir.
Hak aşkı ile halk muhabbetini bir potada birleştirmiş ender kişilerden
olan Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî sanıyorum ki bugün sadece bizlere değil, kan
ve gözyaşı ile kirlenmiş olan tüm dünya iklimi için çok önemli çıkış noktaları
sunmaktadır. 5
İnsanın kendi benliğinden çıkması, halk içinde bile Hak’tan yana olması,
gönülde yanan aşk odunun aslında dirilişin muştusu olduğunu hissetmesi
ve hissettirmesi, gönlü yıkan değil gönüller kazandırmayı bir hayat felsefesi
haline getirmesi, farklılıkları ortadan kaldırıp, asılda var olan tekliği birliği ve
beraberliği çağlar ötesine haykırması gibi daha sayamadığımız bir çok önemli
hasleti kendinde barındıran Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin düğün günü (Şeb-i
Âruz) olarak isimlendirdiği vefatının 736 ıncı yıl dönümü nedeni ile hatırasına
küçük de olsa saygının ifadesi olmak üzere bu mütevazi çalışmayı tüm halkımıza
sunmaktan mutluluk duyuyorum.
Bu çalışmanın kısa sürede hazırlanması ve takdirlerinize sunulmasın-
da başta değerli birikimi ve bilgileriyle katkıda bulunan Prof. Dr. Adnan
KARAİSMAİLOĞLU’na, yine birikimi ve deneyimi ile emeğini esirgemeyen
Doç. Dr. Yavuz BAYRAM’a, Belediye Başkan Yardımcısı Osman AKBAŞ’a ve
diğer emeği geçen çalışanlarımıza teşekkür ediyor, Mevlânâ’nın öğretisinin bir-
lik, beraberlik ve kardeşliğimize vesile olmasını diliyorum.
Cafer ÖZDEMİR
Amasya Belediye Başkanı
6
Önsöz
Hiç şüphe yok ki Mevlânâ, yalnızca bizim için değil bütün dünya için son
derece önemli bir âbidevî şahsiyettir. Mevlânâ’nın bu özelliği, Anadolu’da huzur
ve güven ortamının sağlanması çabalarına, “sevgi ve hoşgörü” çerçevesinde etkin
biçimde katkı sağlamasına dayanmaktadır. Öyle ki Hacı Bektaş-ı Velî ve Yunus
Emre gibi gönül erleriyle birlikte Anadolu’nun bağrında ektiği sevgi ve hoşgörü
tohumları, kısa sürede yeşermiş ve zamanla başka coğrafyalara ve nihayet bütün
dünyaya ulaşmıştır.
Mevlânâ, bugün için başta Konya olmak üzere, ülkemizin her bir köşesinde,
sevgi ve hoşgörüye dayalı bakış açısı ve bütün İslâmî duyarlılığıyla birlikte
yaşamaya ve yaşatılmaya devam etmektedir. Anadolu’da ilk mevlevîhânelerden
birinin açıldığını bildiğimiz Amasya da; halkı, sivil toplum örgütleri ve
yöneticileriyle birlikte Mevlânâ’ya gönülden sahip çıkma potansiyeli taşıyan
şehirlerimizdendir. Şüphesiz bu sahiplenmeyi, Amasya’nın eşsiz tarihî tecrübeleri
ve kültürel birikiminin doğal bir sonucu saymak gerekir. Amasya’nın manevî
havasını soluma fırsatı bulmuş bir akademisyen olarak, Amasya’da bu anlamda
örnek gelişmelerin sağlanabileceğine yürekten inanıyorum.
Mevlânâ’nın sevgi, samimiyet, inanç ve hoşgörü eksenli yaşam felsefesine ne
kadar muhtaç olduğumuzu her geçen gün biraz daha iyi anlıyoruz. Bu bağlamda
değerlendirildiğinde, Amasya Belediyesinin Mevlânâ ile ilgili çabalarının ayrı bir
anlam ve önem taşıdığını ifade etmeliyim. Çünkü Mevlânâ, yüzyıllardan beri
olduğu gibi, bugün de birleştirici ve uzlaştırıcı bir işlev görmeye devam etmektedir.
Elinizdeki kitapta Mevlânâ’nın hayatı, ailesi, şahsiyeti, çevresi, silsilesi gibi
hususlarla ilgili bölümler, Mevlânâ ile ilgili önemli çalışmalar yürütmüş ve
yayımlamış olan Sayın Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu’na aittir. Bu arada
www.semazen.net ve www.mevlanader.org gibi adreslerde, Hocamıza ve başka 7
araştırmacılara ait herkesin ulaşabileceği pek yararlı dosyaların yer aldığını da
hatırlatmak isterim. Mevlânâ’nın Eserleri, Amasya’da Mevlânâ ve Mevlevîlik,
Mesnevî’den Seçme Hikâyeler bölümleri Doç. Dr. Yavuz Bayram; Mesnevî
İmbiğinden Birkaç Damla başlıklı bölüm ise Belediye Başkan Yardımcısı Osman
Akbaş tarafından hazırlanmıştır.
Bu vesile ile hiçbir karşılık beklemeksizin, çalışmalarını bizimle paylaşma
hususunda tereddüt göstermeden kitaba katkıda bulunan Sayın Prof. Dr. Adnan
Karaismailoğlu’na, Amasya Belediyesi ve şahsım adına teşekkür ediyorum.
Bu arada başta Belediye Başkanı Sayın Cafer Özdemir ve Belediye Başkan
Yardımcısı Sayın Osman Akbaş olmak üzere, sevgi ve hoşgörüye hararetle
ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde böyle bir kitapçık yayımlama ve Mevlânâ’yla
ilgili programlar yapma ferâsetini göstermiş olan Amasya Belediyesini gönülden
kutluyorum.
Mevlânâ’nın hoşgörü ikliminin bütün hayatımızı kuşatması, sevgi ve
kardeşlik bilincinin evliyâ memleketi Amasya ile birlikte bütün ülkemizde hâkim
olması dileğiyle...
8
Giriş
Bugünkü sınırlara göre önemli merkezlerini Türkmenistan’daki Merv,
İran’daki Nişabur ve Afganistan’daki Herat ve Belh şehirlerinin oluşturduğu
Horasan bölgesini Anadolu’ya bağlayan güçlü halkalardan biri, Mevlânâ ailesi
olmuştur. Bu halkalar sayesinde Horasan Anadolu’ya, Anadolu da dünyaya açılma
talihine erişmiştir. Anadolu’nun bu sayede gerçekleşen yeni kimlik kazanma
dönemine hâkim olan ve Mevlânâ ile özdeşleşen düşünceyi vuslat, muhabbet ve
merhamet kavramları temsil etmektedir, diyebiliriz.
Mevlânâ’nın ataları, XIII. asrın başlarında bugün Afganistan’ın kuzeyinde ve
Özbekistan sınırına yakın bir bölgede bulunan Belh şehrinde ikamet etmekteydi.
Bu şehir, İslâm öncesine yakın asırlardan itibaren Türklerin hâkimiyetinde
bulunmuş, Gaznelilerin ve Selçukluların idaresinde önemli ilim merkezlerinden
birisi hâline gelmişti. Şehir, Mevlânâ’nın doğduğu yıllarda Hârizmşâhların
hâkimiyetinde idi.
Mevlânâ ve çevresiyle ilgili, kendi eserleri dışındaki, ilk başvuru kaynakları,
oğlu Sultan Veled’in 1291 yılında kaleme aldığı İbtidânâme adını da taşıyan
Veled-nâme1, kırk yıl kadar Mevlânâ’ya hizmet etmiş olan Sipehsâlâr Ferîdûn b.
Ahmed’in 1300’lü yılların başında yazdığı Risâle2 ve Ahmed Eflâkî’nin 1353’te
tamamladığı Menâkibu’l-Ârifîn’dir.3 Sultan Veled’in eseri, her iki eser için de
kaynak olurken; ayrıca Eflâkî, Sipehsâlar’ın Risâle’sinin önemli bölümünü kendi
eserine aktarmıştır. Bunlardan İbtidânâme’deki bilgiler, sağlıklı olmakla birlikte
bütün hususları aydınlatmaya kafi gelmemektedir. Sipehsâlâr’ın ve Eflâkî’nin
eserlerinde menkıbelerin arasına serpiştirilen bilgiler ise eksik veya yanlış
değerlendirmelere yol açabilmektedir.
1 Veled-nâme, nşr. Celâleddîn-i Hümâî, Tahran, 1315 hş.; Aynı eserin diğer adıyla çevirisi: İbtidâ-nâme, trc.
Abdülbâki Gölpınarlı, Ankara, 1976.
2 “Zindegî-nâme-i Mevlânâ Celâleddin-i Mevlevî” adıyla nşr. Sa‘îd-i Nefîsî, Tahran, 1325 hş.; Türkçeye çevirisi:
Mevlânâ ve Etrafındakiler, trc. Tahsin Yazıcı, İstanbul, 1977.
3 El-Eflâkî, Şemseddin Ahmed, Menâkibu’l-ârifîn, nşr. Tahsin Yazıcı, I-II, Ankara, 1976-1980; Türkçeye çevirisi:
Ariflerin Menkıbeleri, I-II, trc. Tahsin Yazıcı, İstanbul, 1986-1987.
9
Mevlânâ’nın Ailesi
Hz. Mevlânâ’nın babası, Hüseyin oğlu Sultânu’l-ülemâ Bahâeddin Mu-
hammed, Belh şehrinde âlim ve arifleriyle meşhur bir ailedendi ve büyük bir
üne sahipti. Mevlânâ’nın soyca anneannesi tarafından ünlü Hanefî fakîhlerinden
Şemsü’l-eimme Muhammed-i Serahsî’ye (ö. 1097) bağlı bulunduğu4, babaan-
nesiyle Hârizmşahlardan olduğu ve baba tarafından Hz. Ebû Bekir’e ulaştığı
yönündeki bilgiler, birçok eserde yer almasına rağmen, kendilerinin ve Sultan
Veled’in eserlerinde bulunmamaktadır.5 Ancak bu bilgiler, hiç olmazsa, aileye sa-
hip olduğu değerler nedeniyle duyulan hürmet ve sevginin büyüklüğüne delil
olarak görülmelidir.
Mevlânâ’nın babası Mevlânâ-yi Buzurg (Büyük Mevlânâ) Bahâeddin
Veled’in, hanımı Mümine Hatun’dan, iki oğlu ve bir kızı dünyaya geldi. Büyük
oğlunun adı Alâaddin Muhammed’di. Kızı Fatıma Hatun, Belh’ten ayrıldıkların-
da evli olduğu için burada kaldı.
Dünyaya ün salan oğlu Mevlânâ Celâleddin Muhammed’in ise üç oğlu ve bir
kızı oldu. Büyük oğlu Bahâeddin Muhammed’in (Sultan Veled) ve ondan bir veya
iki yaş küçük oğlu Alâaddin Muhammed’in anneleri, Semerkantlı Şerefeddin’in
kızı olan Gevher Hatun’dur. Diğer oğlu Muzafferüddin Emîr Âlim ve kızı Melike
Hatun’un anneleri ise, Gevher Hatun’un vefatından sonra evlendiği Konyalı Kira
Hatun’dur.
4 Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, I, 50-51 (Önsöz), 126, 243. Sultânu’l-ulemâ, Şemsül’l-eimme’nin torunuyla, belki de
daha doğru olarak torununun kızıyla evli olabilir. Bkz. Gölpınarlı, Abdülbâki, Mevlânâ Celâleddin, İstanbul, 1985,
s. 38.
5 Mevlânâ’nın Hz. Ebû Bekir’in soyundan geldiğini göstermek amacıyla adına eklenen ‘el-Bekrî (Bekr’e mensup)’
mensubiyet sıfatı, başta Sipehsâlâr’ın Risâle’si ve Menâkibu’l-ârifîn olmak üzere kaynaklarda ısrarla kaydedilmek-
tedir. Ancak bu mensubiyetten Mevlânâ’nın ve babasının eserlerinde bahsedilmemesi, en güvenilir Mesnevî ve
Dîvân-ı Kebîr yazmalarında ve nihayet türbelerinin kitâbelerinde de bu duruma işaret eden bir kayıt bulunmama-
sı dikkat çekicidir. Sultan Veled’in, Veled-nâme’sinin, Celâleddin Hümâî tarafından yayınlanan Farsça metninde bu
10 mensubiyeti ifade eden beytin, eski ve itibar edilmesi gereken yazmalarda bulunmadığını ise Gölpınarlı ortaya koy-
muştur. Bkz. Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, s.35-38.
Mevlânâ’nın büyük oğlu ve sadık hâlefi Sultan Veled’in, Şeyh Selahaddin-i
Zerkûb’un kızı olan Fatıma Hatun’dan bir oğlu ve iki kızı vardı: Celâleddin
Emîr Ârif Çelebi ile Mutahhara Hatun (Âbide) ve Şeref Hatun (Ârife). Ayrıca
iki hanımlığından Nusret Hatun’dan Çelebi Şemseddin Emîr Âbid, Sünbüle
Hatun’dan Çelebi Selâhaddin Emîr Zâhid ve Çelebi Hüsâmeddin Emîr Vâcid
isimli oğulları dünyaya geldi.6
11 Bahâeddin Veled’in, Belh’ten ayrılmak üzereyken verdiği vaazda, Sultan Alâeddin Hârizmşâh’la birlikte
Fahreddîn-i Râzî’nin bulunduğu hakkındaki rivayeti (Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, I, 34) doğrulayan bir belge
yoktur. Çünkü Fahreddîn-i Râzî’nin ölüm tarihi (606/1209), bu hadiseden önceye rastlar.
13
Belh şehrinden ayrılırken Mevlânâ’nın 5, kardeşi Muhammed Alâaddin’in
7 yaşında olduğu belirtilmektedir.12 Bu bilgiden hareketle bazı eserlerde ailenin
Belh’ten ayrılış tarihi olarak 1212 veya 1213 (609 veya 610) yılı gösterilmektedir.13
Belh’ten 1219 (616) yılı hududunda ayrılmış olmaları daha makul görül-
mektedir. Çünkü Sultan Veled, kafilenin göç yolu üzerinde bulunan Bağdat’tan
ayrılmak üzereyken; Belh şehrinin Moğollar tarafından istila edildiği haberinin
buraya ulaştığını, söylemektedir.14 Bu istila tarihi de 1220 (617) yılıdır.
Haccetmek niyetiyle hareket eden kafile, Nişâbûr ve Bağdat’a uğrayarak
Hicaz’da Hac vazifelerini yerine getirerek Şam üzerinden Anadolu’ya intikal etti.
Ahmed-i Eflâkî’ye göre Şâm’dan Malatya’ya, sonra Erzincan’a, buradan dört yıl kal-
dıkları yakındaki Erzincan Akşehir’ine ve daha sonra yedi yıl veya daha fazla ikamet
ettikleri Lârende’ye (Karaman) vardı.15 Sipehsâlâr’a göre Hicaz’dan Şam’a, buradan
Erzincan’a ve hemen Erzincan’a bağlı Akşehir’e vardı, kışı burada geçirdi ve daha
sonra Konya’ya ulaştı.16 Sipehsâlâr ise, ailenin Malatya’ya uğradığından söz etmediği
gibi, ailenin Erzincan Akşehir’indeki dört yıllık ikametini de bir yıl göstermekte ve
Lârende’deki yıllara değinmeden Konya’ya vardıklarını anlatmaktadır.
Bahâeddin Veled, on yedi veya on sekiz yaşındaki17 Mevlânâ’yı Karaman’da
1225 yılında kafilenin üyelerinden Semerkantlı Lala Şerefeddîn’in kerimesi Gevher
Hatun’la evlendirdi. Bu evliliğin akabinde 1226 (623)’da Sultan Veled ve daha sonra
Alâeddîn Çelebi dünyaya geldi. Karaman’da yedi yıl kadar süren ikamet esnasında
Mevlânâ’nın annesi Mümine Hatun ile ağabeyi Alâeddin Muhammed vefat ettiler
ve bugün Mâder-i Mevlânâ Türbesi olarak bilinen yerde toprağa verildiler.
Mevlânâ’nın Tahsili
49 Meselâ Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, I, 30, 39, 48, 52,57, 60, 149, 155, II, 108; Turan, Selçuklular Zamanında Tür-
kiye, s.514, 524-525, 543, 561.
50 Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, s.35; Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, II, 92-93.
51 Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, s.18.
23
24
Veled, Şemsü’l-eimme Abdullah-i Serahsî, Hatîb-i Belhî, Ahmed-i Gazzâlî,
Ebû Bekr-i Nessâc, Muhammed-i Zeccâc, Şiblî, Cüneyd-i Bağdâdî, Seriyy-i
Sakatî, Ma‘rûf-i Kerhî, Dâvûd-i Tâî, Habîb-i Acemî, Hasan-i Basrî, Hz. Ali ve
Hz. Peygamber.52
Bahâeddin Veled’in, Necmeddîn-i Kübrâ’nın (ö.1221) hâlifesi olduğu da
kaydedilmektedir.53 Buna göre de silsile şöyledir: Ammâr-i Yâsir, Ebu’n-Necîb-i
Suhreverdî, Vecîhüddin el-Kâzî, Muhammed-i Bekrî, Ahmed-i Dîneverî,
Mimşâd-i Dîneverî, Cüneyd-i Bağdâdî.54 Ayrıca tarikat terbiyesinin dışında
sohbet cihetiyle Ahmed-i Gazzâlî, Ebu Bekr-i Nessâc, Ebû Alî-i Fârmedî ile
devam eden başka bir silsileye sahip oldukları nakledilmektedir.55 Oğlu Sultan
Veled, Mevlânâ’nın buyruğuyla sırasıyla Şems’e, Şeyh Selâhaddin’e, Çelebi
Hüsâmeddin’e uymuştur. Tebrizli Şemseddin, Şeyh Selâhaddin ve Çelebi
Hüsâmeddin, Mevlânâ’nın nâib ve hâlifeleri durumundaydı.56 Mevlânâ’nın
eserlerini kaplayan aşk ve vecd’in daha önceki örneklerini, Ahmed-i Gazzâlî
(ö.517/1123-24) ile ünlü şairler Senâ‘î (ö.1131) ve Şeyh Attâr (ö.1220?) dile
getirmiştir. Sultan Veled’in İbtidânâme’sindeki şu ifadeler bu fikrî ve manevî
beraberliği anlatmaktadır:
Ama Senâî ve Attâr’ın divanlarınna, Allah bizi aziz sırrıyla kutlasın,
Mevlânâ’nın, özünde özü, içinde içi olan Senâî ile Attâr’ın sözlerinin özü-özeti
bulunan faydalı sözlerine meyletmek, meyleden kişinin, gönül ehlinden ve velîler
bölüğünden olduğuna delildir.57
‘Mevlânâ’ lâkabı, efendi, sahip, mâlik anlamında Arapça sıfat olan ‘Mevlâ’
kelimesiyle; ‘biz’ anlamındaki Arapça bitişik şahıs zamiri ‘nâ’dan oluşmakta ve
‘efendimiz’ anlamına gelmektedir. Arapça’da genel olarak ‘el-Mevlâ’, diğer Doğu
29
‘Belhî’ ve ‘Rûmî’ sıfatları bazen birlikte bazen ayrı olmak üzere yaygın
olarak kullanılagelmiştir. Ancak Rûmî sıfatının Mevlânâ’nın ve Sultan Veled’in
eserlerinde bulunmadığı, Sipehsâlâr’ın Risâle’si ile Menâkıbu’l-ârifîn’de de
belirtilmediği bilinmektedir.
Mevlânâ için üzerinde durulacak son mensubiyet bildiren sıfat, ‘Konevî’
(Konyalı) sıfatıdır. Mevlânâ’nın adıyla birlikte önceki asırlarda anılmış olan bu
sıfatın, her nedense son asırda dillerde dolaşmaması ve hatta araştırmaya dayalı
eserlerde dahi yerini koruyamamış olması dikkat çekicidir. Muhyiddîn Ebû
Muhammed el-Kureşî (1297-1374), el-Cevâhiru’l-muziye fî tabakati’l-Hanefiye
isimli eserinde Mevlânâ’nın Hz.Ebubekir’e ulaştırdığı soy silsilesini verdikten
sonra, ‘el-ma‘rûf bi-Mevlânâ Celâleddîn el-Konevî “Mevlânâ Celâleddin el-
Konevî diye meşhurdur.” kaydını koymuştur.
30
Hz. Mevlânâ’nın
Elkâb-ı Âlîyeleri64
Mollâ-yı Rum
Rahm eyle gel ey dâverim
Yokdur benim bir yâverim
Sensin hemân dâd-âverim
Yâ Hazret-i Mollâ-yı Rum
Mollâ
Şeh-i cihân-ı velâyet Cenâb-ı Mollâ’dır
Mekîn-i taht-ı kerâmet Cenâb-ı Mollâ’dır
Celâleddîn-i Rûmî
Erenler şâhı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’dir
Meleklerle felek âvâze-i bang-i kudûmidir
Mollâ Hünkâr
Uluvv-i kadr-i Mevlânâ’yı yok bir ferdin inkârı
Bilir bay ü gedâ pîr ü cüvân hep Mollâ Hünkâr’ı
31
64 Hüseyin Vassâf; Sefîne-i Evliyâ, I, 322-323.
Mevlânâ
Sanma kim devr eyleriz şevk-ı kudûm ü nây ile
Olmuşuz âvâre feyz-i aşk-ı Mevlânâ ile
Mevlevî
Bî-vâsıta feyz alır Şems’ten
Gûyâ ki kamer de Mevlevî’dir
Bir cezbe ider cihânı tenvîr
Eflâk de yer de Mevlevî’dir
32
Mevlânâ’dan
Seçmeler
34
Getirin bana o kaçak güzeli!
Gidin a iş erleri, çekin getirin sevgilimizi;
getirin bana o kaçak güzeli.
Tatlı mı tatlı nağmelerle, altın gibi bahanelerle
o güzel yüzlüyü, o ay parçası güzeli
çekin getirin eve.
Bir başka zaman gelirim der, söz verirse
inanmayın sakın!
Verdiği sözlerin hepsi de düzendir,
aldatır sizi o.
Pek sıcak bir soluğu vardır onun;
Büyücülükle, suyu düğümler, havayı bağlar o.
Benim güzel sevgilim kutlulukla, neşeyle bir geldi
mi, otur artık da Hakk’ın şaşılacak şeylerini seyre dal.
Onun güzelliği parladı, yüzü ışık saldı mı,
güzellerin güzelliği de neymiş?
Güneş gibi yüzü, mumları söndürür gider.
Yürü a tez giden gönül!
Yemen’e, sevgilime git de
o değer biçilmez akike
selâmlarımı ulaştır, saygılarımı bildir.
Mevlânâ (Gazel, VII, 224) 35
Âh ‘mine’l-aşk’!..
Aşkın sarhoş etti beni, ellerimi çırpmaya koyuldum;
sarhoşum, kendimden geçmişim;
ne bilirim ne yaptığımı?
Koruktum, üzüm oldum şimdi;
artık kendimi ekşi yüzlü gösteremem ki.
Helva satan sevgili,
şeker gibi, tatlı mı tatlı bir avuç helva soktu ağzıma benim.
O, helvacı dükkânı açtı açalı evimi barkımı aldı götürdü;
dükkânsız bıraktı beni.
Mevlânâ (Gazel, V, 124)
37
Mevlânâ’nın Eserleri65
Mesnevî
Dîvân-ı Kebîr
Fîh-i Mâ Fîh
Mecâlis-i Seb‘a
Mektûbât
Rubâîler
Mevlânâ’nın adını, asırları ve coğrafyaları aşıp bütün dünyaya duyuran eseri, 25.700
beyitten oluşan 6 ciltlik Mesnevi’dir. Her ne kadar mesnevi nazım şekliyle yazıldığından
bu adı almışsa da zamanla mesnevi dendiğinde Mevlânâ’nın bu eseri akla gelir olmuştur.
Mesnevi-i Şerîf ve Mesnevî-i Ma‘nevî olarak da bilinen bu Farsça eserde, insanlara
ibret ve örnek oluşturacak alegorik hikâyeler, dualar, nasihatlar yer almaktadır. Mevlânâ,
bu eseri aracılığıyla Anadolu’da kardeşlik ve dayanışmaya en çok ihtiyaç duyulan bir
dönemde toplumsal huzura ve barış ortamına büyük katkı sağlamıştır.
Mesnevi, o kadar geniş bir etki sahası oluşturmuştur ki zamanında ve sonraki
dönemlerde yaşayan pek çok şair ve yazar, eserinde ondan ya ilhâm almış, alıntı yapmış
ya da bir vesileyle ona göndermede bulunmuştur. İletişim imkânlarının son derece kısıtlı
olduğu bir dönemde Şeyyâd İsâ, Elvân Çelebi, Kirdeci Ali, İzzetoğlu, Yûsuf-ı Meddâh,
Mehmed Hatîboğlu, Sultan Veled, Muhyî, Muîn bin Mustafa, Gülşehrî, Âşık Paşa,
Ahmedî, Bedr-i Dilşâd, Şeyhî, Ârif, Gelibolulu Mehmed Zaîfî, Yazıcıoğlu Mehmed gibi
pek çok ismin eserinde ondan övgü ve hayırla bahsetmesi ve eserinden alıntı yapması bu
etkinin somut bir göstergesidir.
Mevlânâ’nın diğer ünlü eseri, kendi mahlası yerine Şems ve Şems-i Tebrîzî
mahlaslarını kullandığından Dîvân-ı Şems, Dîvân-ı Şems-i Tebrîzî, Külliyât-ı Şems,
Külliyât-ı Şems-i Tebrîzî olarak da anılan Dîvân-ı Kebîr’dir. İçerik, dil ve anlatım
bakımından Mesnevi’ye çok benzeyen bu Farsça eserin beyit sayısı, bazı nüshalarda
50.000’e kadar ulaşmaktadır.
41
42
Mesnevî’den
Hikâyeler 67
[YAVUZ BAYRAM]
67 Mesnevî’den seçilerek bu bölüme alınan hikâyelerin metni, Doç. Dr. Yavuz Bayram tarafından yayıma hazırlanmıştır.
Samsun’da bir kitabevinin sahibi olan Sayın Mustafa Apaydın’ın maddî desteğiyle hazırlanan ve tamamı 115 adet olan
bu hikâyelerin tümü inşallah yakında yayımlanacaktır.
44
Ölümden Kaçan Adam
Kuşluk vaktine doğru adamın biri, koşa koşa Süleyman Peygamber’in sarayına
geldi. Yüzü korkudan ve kederden sapsarı kesilmiş, dudakları morarmıştı.
Süleyman Peygamber, adama;
-Efendi, ne oldu? Bu ne hâl? diye sordu.
Adam;
-Azrâil, bana öyle bir hışımla, öyle bir kinle baktı ki!.. dedi.
Süleyman Peygamber;
-Eee! Benden ne istiyorsun? dedi.
Adam, isteğini şöyle dile getirdi:
-Ey Peygamber! Senin gücün var. Rüzgâra emret! Beni ta Hindistan’a kadar
götürsün. Belki böylece canımı Azrâil’den kurtarırım.
Süleyman Peygamber, adamın bu isteğini kabul etti. Rüzgâra emretti. Rüzgâr da
adamı, Hindistan’da bir adaya kadar götürdü.
Ertesi gün Süleyman Peygamber, halkla buluşunca Azrâil’i de yanında gördü.
Azrâil’e;
-O müslümana niçin hışımla baktın? diye sordu.
Azrâil, bu soruyu şöyle cevapladı:
-Ey cihanın zevâlsiz padişahı! Ben ona hışımla ne zaman bakmışım? Yolum
uğradı da onu orada görünce şaşırdım sadece. Çünkü Allah bana; “Haydi yarın var şu
adamın canını Hindistan’da al.” Buyurmuştu. Ben de kendi kendime; “Adamın yüz
tane kanadı olsa, yine de Hindistan’a gitmesi zor.” diye düşünmüştüm. Adam, her
hâlde benim şaşırmamı hışım zannetmiş olmalı.
İşte ey insanoğlu! Kaderden, alna yazılmış olandan kaçmak mümkün değildir. O
adam, kimden kaçıyordu? Allah’tan mı? Ne boş zahmet!.. 45
Bakkal ile Papağanı
Bir bakkal vardı. Bu bakkalın da yeşil tüylü, güzel sesli bir papağanı vardı.
Adamın dükkânında durur, bekçilik ederdi. Alışverişe gelenlere hoş nükteler
söyler, latifeler yapardı.
Bu değerli kuş, insanlarla konuşurken gerçek bir insan gibiydi. Ayrıca bir
papağan gibi öterken de pek maharetliydi.
Bir gün bakkalın, dükkândan ayrılıp evine gitmesi gerekti. Papağan, her
zamanki gibi dükkânı bekliyordu. Ansızın kedinin biri, bir farenin peşinden
dükkâna daldı.
Papağan, kediden çok korktu. Can korkusuyla dükkânın bir köşesinden
diğer köşesine uçtu. Uçarken çok telaşlı olduğundan, etrafına dikkat edemedi ve
gülyağı şişesine çarptı. Şişe devrildi.
Bir süre sonra dükkân sahibi geldi. Bir de ne görsün? Dükkân, yağ içinde!
Her taraf gül yağı olmuş. Adam, bu duruma çok kızdı, öfkelendi; bağırdı çağırdı.
Bu öfkeyle papağanın kafasına öyle bir vurdu ki zavallı hayvanın kafası kel
oldu. Üstelik dili de tutuldu.
Dudu kuşu, birkaç gün hiç konuşmadı. Bu arada bakkal, çok sevdiği bu
hayvana vurduğu için pişman oldu. Kendi kendine;
-Ah keşke elim kırılsaydı da dudumun kafasına vurmasaydım, demeye
başladı.
Adam, bununla da kalmadı. Papağanı konuşsun diye çok dua etti. Fakirlere
sadaka dağıttı. Adam, böylece üç gün üç gece şaşkın şaşkın ve endişe içinde
bekledi.
46
Üçüncü gün alışveriş için dükkâna kel bir adam geldi. Papağan, adamı
görünce birdenbire bağırdı:
-Ey kel adam! Sen neden kellere karıştın? Yoksa sen de
şişeden gül yağı mı döktün?
Kel adam, bu sözlere çok şaşırdı. Bakkala dönüp;
-Bu tatlı papağan şimdi ne demek istedi? diye
sordu.
Bakkal, olanları kısaca anlattı. Sonra
adama şöyle dedi:
Zavallı hayvan, gül yağını
döktüğü için çok sıkıntı çekti.
Onun için seni öyle kel görünce,
senin de başına aynı şeyin
geldiğini düşündü. Ne de olsa
o bir hayvan. Onun anlayışı da
o kadar işte. Her şeye kendi
küçük penceresinden bakıyor.
47
Hüthüt Kuşunun Marifeti
49
Akıllı Papağan
Adamın birinin bir papağanı vardı. Kafese hapsedilmiş, pek güzel bir
papağandı. Adam ise bir tacirdi.
Bir gün tacir, ticaret amacıyla Hindistan’a gitmek üzere yol hazırlığına
başladı. Ev halkının her birine;
-Söyle bakalım! Sana Hindistan’dan ne getireyim? diye sordu.
Herkes, tacirden bir şey istedi. Tacir de hepsine istediklerini getireceğine
dair söz verdi. Sonra papağana dönerek;
-Sen ne hediye istersin? Sana Hindistan’dan ne getireyim? diye sordu.
Papağan;
-Oradaki papağanları görürsen, onlara benim hâlimi anlat. Sizin akrabanız
olan filan papağan, bizim mahpusumuzdur. Size selâm söyledi, yardım istedi.
Sizden bir çare, bir kurtuluş yolu diledi dersin, dedi.
Sonra sözlerine şöyle devam etti:
-Onlara söyle. Onlar yeşiller içinde sefa sürerken ben böyle gurbet elde
mahpusum. Dostların vefası böyle mi olur? diye sorduğumu da söyle.
Tacir, papağana da selâmını ve isteğini Hindistan’daki papağanlara ileteceğine
dair söz verdi.
Adam, böylece yola çıktı. Uzun bir yolculuktan sonra Hindistan yakınlarına
varınca, kırda birkaç papağan gördü. Hemen atını durdurdu. Papağanının
selâmını ve söylediği diğer sözleri oradaki papağanlara iletti.
Oradaki papağanlardan biri, anlatılanları duyunca çok etkilendi. Birdenbire
50 titremeye başladı. Sonra da düşüp öldü.
Bunun üzerine tacir, papağa-
nının sözlerini ilettiği için pişman
oldu. Kendi kendine;
-Bir cana sebep oldum. Bu
ölen papağan, bizim papağanın
akrabasıydı galiba. Ben bu
haberleri niye verdim? Bu sözler
biçareyi yaktı yandırdı, deyip
üzüldü.
Tacir, Hindistan’daki ticare-
tini ve alışverişini bitirip nihayet
evine döndü. Ev halkının istedik-
lerini bir bir verdi.
Papağan;
-Bu esir kuşun hediyesi hani?
Ne gördün, ne söyledinse anlat!
dedi.
Tacir;
-Söylemem. Zaten cahilli-
ğimden ve akılsızlığımdan böy-
le saçma haberi niye götürdüm
diye hâlâ pişmanlık duymakta-
yım, dedi.
Papağan, bu sözler üzerine;
-Bu pişmanlık neden? Bu
üzüntüne sebep nedir? diye sordu. 51
Tacir, papağanın bu sorusuna şöyle cevap verdi:
-Senin bana söylediklerini, Hindistan’a varınca sana benzeyen papağanlara
bir bir anlattım. İçlerinden biri, senin derdini öğrenince ödü patladı, titreyip öldü.
Ben de “Ne yaptım? Niye bu sözü söyledim?” diye çok pişman oldum. Ama bir
kere de söylemiş bulundum. Artık pişmanlık ne fayda verir?
Papağan, tacirin anlattığı papağanın hâlini işitince, titredi, düştü, kaskatı
oldu. Sahibi, onun böyle düştüğünü görünce yerinden sıçradı.
-Ey güzel ve hoş nağmeli papağan! Sana ne oldu? Niçin bu hâle geldin? Vah
yazık! Benim güzel kuşum, ruhumun neşesi, bahçem, çiçeğim!.. diye söylenip
ağlamaya başladı.
Sonra papağanı, kafesten çıkardı. Onu götürüp evin bahçesine bıraktı.
Papağan, hemen uçup yüksek bir ağacın dalına kondu.
Tacir, papağanın birdenbire canlandığını görünce çok şaşırdı. Ona;
-Bu işe şaştım kaldım. Bu hâlinin sebebi nedir? diye sordu.
Papağan, şaşkın şaşkın bakan tacire şunları söyledi:
-O papağan, hareketleriyle bana nasihat etti, yol gösterdi. Güzelliği, söz
söylemeyi, neşeyi bırak. Çünkü söz söylemen, seni hapse attırdı, demek istedi.
Kendisini ölü gibi gösterdi ki sen de benim gibi ölü numarası yap da kurtul,
demek istedi.
Papağan, bunları söyledikten sonra tacirin şaşkın bakışları altında, konduğu
ağacın dalından uçup gitti. Böylece hem kendi aklından ve hem de başkalarının
aklından yararlanarak, özgürlüğüne kavuşmuş oldu.
52
Çalgıcı
Zaman, Halife Ömer devriydi. Pek güzel, pek latif çenk çalan bir çalgıcı
vardı. Bir nağmesini dinleyenlerin neşesi, yüz misli artardı.
Dinleyenler, sesinin güzelliğinden garip garip hayallere dalar; şaşılacak
hâllere düşerlerdi.
Fakat aradan yıllar geçip çalgıcı ihtiyarlayınca, latif sesi; fena, iğrenç, çirkin,
kulak tırmalayıcı bir hâle geldi. Çalgıcı, ihtiyarlayıp zayıf düşünce, parasızlıktan
bir dilim ekmeğe bile muhtaç hâle geldi. Allah’a şöyle yalvardı:
-Allah’ım! Bana uzun ömür verdin. Benim gibi hakir ve değersiz bir kişiye
karşı çok lütufta bulundun. Oysa ben, yetmiş yıldır isyan edip durdum. Buna
rağmen benden ihsanını bir gün olsun kesmedin. Bugün kazancım yok, senin
misafirinim. Bir ibrişim parası istiyorum.
Çalgıcı, böyle yalvardıktan sonra bir hayli çenk çalıp ağladı ve başını yere
koydu. Çengini yastık yapıp bir mezara yaslandı.
Bir süre sonra çalgıcıyı uyku bastı. Rüyasında öyle güzel yerler gördü ki “Beni
hep buralarda bıraksalar.” diye düşündü.
O sırada Halife Ömer de kendini uykudan alamadı. O da başını koyup
uykuya daldı.
Rüyasında bir ses halifeye şöyle diyordu:
-Ey Ömer! Kulumuzu ihtiyaçtan kurtar. İyi bir kulumuz var. Mezarlığa
kadar git. Beytülmâldan yedi yüz dinar al; hepsini ona ver. “Şimdilik bu kadarını
al da ibrişim parası yap. Bizi de mazur gör. Bu para bitince yine buraya gel.” de.
Halife Ömer, rüyasındaki sesin heybetinden sıçrayıp uyandı. Hemen
koltuğunun altına para kesesini koyup mezarlığın yolunu tuttu.
Mezarlığın etrafında bir hayli döndü, dolaştı. Orada o ihtiyar çalgıcıdan
başka kimseyi göremedi. Kendi kendine şöyle düşündü: 53
-Rüyadaki ses, bana; “Bizim saf ve iyi bir kulumuz var.” dedi. Bu ihtiyar
çalgıcı, nasıl olur da Allah’ın iyi kullarından olur?
Halife böyle düşündüğü için, başka birini bulmak amacıyla, mezarlığın
etrafında dolaşmaya devam ediyordu. Sonunda mezarda ihtiyardan başka
kimsenin olmadığını anlayınca gidip yanına oturdu.
Bir süre uykuya dalmış olan ihtiyarın yanında öylece bekledi. Bir ara hapşırınca
ihtiyar uyandı. Halifeyi karşısında görünce korkudan titremeye başladı.
-Ya Rabbî! Senin elinden el aman! Şimdi de bu çalgıcı ihtiyara muhtesip
geldi çattı, dedi.
Halife Ömer, kendinden bir hayli korkmuş olan bu adama şunları söyledi:
-Benden korkma, ürkme! Çünkü sana Hak’tan müjdeler getirdim. Allah,
sana selâm söylüyor. Hâlini hatırını soruyor. Hadsiz, hesapsız zahmetlerden ne
hâldesin? buyuruyor.
Halife, daha sonra sözlerini şöyle bitirdi:
-Şimdilik şu birkaç dinarı ibrişim parası olarak al, harca. Bitince yine buraya
gel.
İhtiyar, bu sözleri duyunca hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bir yandan
üstünü başını yırtıyor, bir yandan da şöyle söylüyordu:
-Allah bana öyle bir ömür verdi ki o ömrün bir gününün kıymetini bile
cihanda kimse bilemez. Bense o ömrü boş işlere harcayarak yele verdim.
İhtiyarın böyle gerçekten üzüldüğünü ve pişmanlık duyduğunu gören Halife
Ömer, ona şöyle dedi:
-Senin bu ağlaman, aklının başına geldiğine delildir. Artık rahatla. Allah
seni affedecektir.
Halifenin kendisini teselli etmeye yönelik bu ve daha başka sözleri üzerine
ihtiyar, biraz rahatladı ve tövbe etti.
Ondan sonra da o ihtiyar, bir başka can oldu adeta. Geri kalan ömrünü hep
54 helâl ve güzel işler üzerine yaşadı.
Dil Bilgini ile Gemici
Bir nahiv (dil bilgisi) bilgini, gemiye binmişti. Bu bilgin, pek kendini
beğenmiş, pek bencil bir adamdı. Bir süre yol aldıktan sonra bir ara gemiciye
dönüp şöyle dedi:
-Sen hiç nahiv (dil bilgisi) okudun mu?
Gemici;
-Hayır okumadım, dedi.
Bunun üzerine bilgin, gemiciye;
-Öyleyse yarı ömrün boşa gitmiş. Nahiv bilmeyen adamın ömründen ne
olur? dedi.
Gemici, âlimin bu sözlerinden incindi, gönlü kırıldı; fakat hiçbir şey
söylemedi. Sustu; bilgine bir cevap vermeyi uygun görmedi.
Bir süre öylece yol aldılar. Derken kuvvetli bir rüzgâr çıktı ve gemiyi büyük
bir girdâbın içine düşürdü. O zaman gemici, yanaşıp kendini beğenmiş bilgine
şöyle sordu:
-Ey bilgin adam! Söylesene yüzmeyi bilir misin?
Nahiv bilgini;
-Hayır bilmem. Bende yüzme arama, diye cevap verdi.
Bunun üzerine gemici, gülümsedi. Biraz önce kendisiyle alay eden bu nahiv
bilginine şunları söyledi:
-Demek ki senin bütün ömrün boşa gitmiş. Çünkü gemi, bu girdapta
muhtemelen batacak. O zaman burada mahiv bilgisi lâzım olacak nahiv bilgisi
değil. 55
Aslan, Kurt ve Tilki
Ormanlar kralı aslan ile bir kurt ve bir tilki, avlanmak için birlikte dağlara
düşmüşler. Birbirlerine yardım ederek, büyük ve semiz bir av hayvanı yakalamayı
plânlamışlar.
Gerçi aslan, kurt ve tilki ile avlanmaktan utanmaktaysa da, yine de onlara
yoldaş olmuştu. Neyse ki bu üç kafadarın işleri yolunda gitti. Bir dağ öküzü, bir
dağ keçisi, bir de semiz bir tavşan avladılar.
Sonra kan içinde kalmış olan avlarını sürükleye sürükleye ormana kadar
getirdiler. Bu arada kurtla tilki, kendi kafalarında avladıkları hayvanları nasıl
bölüşeceklerini hesaplamışlardı bile.
Ne var ki aslan, onların kalplerinden geçenleri hissetti; ama bir şey söylemedi.
Kendi kendine; “Fakir cimriler sizi! Ben sizin cezanızı veririm. Size gününüzü
gösteririm. Size benim hükmüm yetmedi de kendiniz mi hüküm koyuyorsunuz?”
diye söylendi. Sonra kurda dönerek;
-Bunları pay et ey koca kurt! Adaleti tazele. Pay etmede benim vekilim ol,
dedi.
Kurt, hemen paylaştırma işine girişti. Aslana;
-Padişahım! Yaban öküzü senin payın. O büyük, sen de büyük, iri ve çeviksin.
Keçi orta irilikte. Onun için de benim.
Sonra tilkiye dönerek paylaştırmaya devam etti:
-Tilki! Sen de tavşanı al. Tavşan tam sana münasip.
Aslan;
56 -Ey kurt! Hele bir daha söyle! Ne dedin? Ben varken sen pay istiyorsun ha?
Aslan, böyle dedikten sonra kurdun üzerine atılarak bir pençe vurup onu
parçaladı. Sonra tilkiye dönüp;
-Hadi bunları yememiz için pay et, dedi.
Tilki, paylaştırmayı aslanın dileğine uygun olarak yaptı ve ona şöyle dedi:
-Ey padişahım! Bu semiz öküz kuşluk yemeğin. O keçi de gün ortasında
yemen için. Tavşan da akşam yemeğindir.
Aslan, tilkinin bu davranışından hoşnut kalmıştı. Tilkiye;
-Paylaştırmayı adaletli yaptın. Böyle pay etmeyi kimden öğrendin? diye
sordu.
Tilki, bu soruyu;
-Kurdun hâlinden öğrendim, diye cevapladı.
Bunun üzerine aslan, tilkiye şunları söyledi:
-Alçak kurttan ibret aldığın için sen basit bir tilki değilsin, benim aslanımsın.
Madem sen dostunun ölümünden ibret aldın. Dilediğin hayvanı al, senin olsun.
Tilki, buna çok sevindi. “Aslan, iyi ki pay etmeyi bana kurttan sonra emretti.”
diye binlerce şükür etti. “Eğer pay etmeyi, kurttan önce bana teklif etseydi,
muhakkak kurdun hatasına düşecektim. O zaman ondan canımı kurtarmama
imkân mı vardı?” diye düşündü.
57
Sağırın Ziyareti
Anlayışlı, hâl hatır, yol yordam bilen birisi, sağır bir adama; “Komşun hasta.”
diye haber gönderdi.
Sağır, kendi kendine; “Şimdi hasta hâlde adamın sesi çıkmaz. Bu sağır
kulakla ben onun söylediklerini nereden anlayacağım? Lâkin komşuluk bu; illâ ki
ziyaret etmek lâzım.” diye düşündü.
Sonra yine kendi kendine şöyle düşünmeye devam etti: “Dudağının
oynadığını görünce, ne dediğini tahmin ederim. Ben;
-Ey mihnete düşmüş dostum! Nasılsın?’ derim.
O elbette;
-İyiyim. diyecek.
-Şükürler olsun! der, ne çorbası içtiğini sorarım. O, meselâ;
-Mercimek çorbası, diye cevap verir.
Ben de;
-Âfiyet olsun! derim. Sonra;
-Hekimlerden kim geliyor? Hangi hekime tedavi oluyorsun? diye sorarım.
O;
-Filân, deyince; derim ki:
-Ayağı çok uğurludur. Geldi mi işin yoluna girdi demektir.
Bu iyi yürekli, sağır adam; zihninde böyle şeyler tasarlayıp hasta komşusunu
ziyarete gitti. Hastanın yanına varınca;
-Nasılsın? diye sordu.
58 Hasta;
-Ölüyorum komşu! diye cevap verdi.
Tabii adam, hastanın ne dediğini duymuyordu. Önceden tasarladığı gibi
konuşmaya devam etti. Hasta komşusuna;
-Çok şükür! dedi.
Yataktaki adam, komşusunun bu sözüne bir anlam veremedi. Elbette
canı sıkıldı. Kendi kendine; “Bu ne biçim şükür? Demek benim kötülüğümü
istiyormuş.” diye düşündü. Sağır komşu, bir söz tasarlamış; ama yanlış düşmüştü.
Sağır, bu sefer;
-Ne yedin? diye sordu.
Hasta;
-Zehir zıkkım, diye cevap verdi.
Sağır, bu cevaba karşı;
-Âfiyet olsun, deyince hastanın sıkıntısı bir kat daha arttı.
Sağır adam, tasarladığı soruları sormaya devam etti:
-Tedavi için hekimlerden kim geliyor?
Hastanın bu soruya cevabı;
-Hadi canım sen de! Defol git buradan. Azrâil geliyor işte, oldu.
Sağır;
-Oh oh ne güzel! Ayağı pek uğurludur. Sevin, neşelen, dedi.
Hasta adam, iyice öfkelendi ve morali bozuldu. Sağır komşu, kendi kendine;
“Şükür böyle bir zamanda komşuluk hakkını gözettim de hasta komşumun hâlini
hatırını sordum.” diye seviniyordu.
Bu arada hasta adam ise; “Bu adam, meğer benim canıma düşmanmış da
benim haberim yokmuş.” diye düşünüyor, aklına komşusu ile ilgili kötü kötü
şeyler geliyordu. 59
60
Mesnevî İmbiğinden
Birkaç Damla 68
[OSMAN AKBAŞ]
64
Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir.
Bilgi dileyense, denizlere dalan bir
dalgıçtır.
65
Irmak
Gürzü suyunu
kendine vur. tümden içmenin
Benliğini, varlığını imkânı yok ama
kır gitsin. Çünkü bu susuzluğu giderecek
ten gözü kulağa kadar içmemenin de
tıkanmış pamuğa imkânı yok.
benzer.
Tövbe
bineği, şaşılacak
bir binektir. Bir
solukta aşağılık
dünyadan göğe
sıçrayıverir.
66
Dikenden
gül bitiren kışı
Akıl padişahı da bahar haline
kafesi kırdı mı döndürür. Serviyi hür
kuşların her biri bir bir halde yücelten
yöne uçar. kederi de sevinç
haline sokabilir.
Kuzgun
bağda kuzgunca
bağırır. Ama bülbül,
kuzgun bağırıyor diye
güzelim sesini keser
mi hiç?
67
Eşekten şeker esirgenmez.
Ama eşek yaratılışı
bakımından otu beğenir.
68
Ey altın sırmalarla süslü
elbiseler giymeye, kemer
takmaya alışmış kişi! Sonunda
sana da dikişsiz elbiseyi
giydirecekler.
70
Adalet nedir? Her şeyi yerine
koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi
yerine koymamak, başka yere
koymak.
Ağlayışın,
feryat edişin bir
sesi, sureti vardır.
Zararınsa sureti yoktur.
Zarar da insan elini
dişler; ama zararın eli
yoktur.
72
Sevgiden,
tortulu bulanık
Dil, sular, arı-duru bir
tencerenin hale gelir. Sevgiden,
kapağına benzer. dertler şifa bulur.
Kıpırdadı da kokusu Sevgiden, ölüler dirilir.
duyuldu mu ne Sevgiden, padişahlar kul
pişiyor anlarsın. olur. Bu sevgi de bilgi
neticesidir.
Rüşvet alan
para pul padişahı
değiliz. Paramparça
olmuş gönül
hırkalarını diker,
yamarız biz.
73
Bir gömlek derdine düşeceksin; ama belki o
gömlek kefen olacaktır sana.
Dün geçti gitti. Dün gibi, dünün sözü de
geçti. Bugün yepyeni bir söz söylemek
gerek.
74
İnanmışsan, tatlı bir hale gelmişsen, ölüm
de inanmıştır, tatlılaşmıştır. Kâfirsen,
acılaşmışsan, ölüm de kâfirleşir, acılaşır sana.
75
Cübbe ve sarık ile âlimlik olmaz.
Âlimlik, insanın zatında bulunan bir
hünerdir.
76
Testi taştan korkar; ama o taş, çeşme
oldu mu testiler her an ona gelmeye
can atar.
77
Küfürle Kadınlar,
aklı olanlara,
iman, gönül sahiplerine pek
yumurtanın akıyla üstün olurlar. Cahillere
sarısına benzer. gelince, onlar, kadına
üstündür. Çünkü tabiatlarında
Onları ayıran bir hayvanlık vardır. Sevgi ve
berzah var, birbirine acımak, insanlık vasıflarıdır.
Hiddet ve şehvet ise
karışmazlar. hayvanlık vasıfları.
Kuş,
kafeste kaldıkça
başkasının buyruğu
altındadır. Kafes
kırıldı da kuş uçtu mu,
nerede ona geçecek
buyruklar?
78
Yeşillerden,
Aşk, davaya çiçeklerden
benzer, cefa çekmek meydana gelen bahçe
de şâhide. Şâhidin geçici; fakat akıllardan
meydana gelen gül
yoksa davayı
bahçesi hep yeşil ve
kazanamazsın
güzeldir…
ki…
Şu dünyada
yüzlerce ahmak,
etek dolusu altın
verir de, şeytandan
dert satın alır.
79
Sevgide güneş gibi ol;
dostluk ve kardeşlikte
akarsu gibi ol;
hataları örtmede gece gibi ol;
tevazuda toprak gibi ol;
öfkede ölü gibi ol;
her ne olursan ol;
80