Professional Documents
Culture Documents
Tekin Sönmez - Morgun Önünde Üç Kadın
Tekin Sönmez - Morgun Önünde Üç Kadın
önün
de
.
....... kadm
o
E
en
yansıma
TEKİN
SÖNME Z
MORGUN ÖNÜNDE
ÜÇ KADIN
YANSIMA
BİR KAÇ SÖZ
5
riyle birlikte, lki aylık Sanat ve Toplum Dergisi (1978-
79) ve Haftalık Yansıma (1980) Gazetesi'nde yayınlanan
tüm yazılarımın ortak bileşkesinde, iki önemli sorun
·saıı yazınsal denektaşına sürdüğüm kesin.
Geçmişle günü dokuyan, örgüleyen, oluşturan; ka
dın, kadınlık; çocuk ve çocukluk (şiirde de) sürekli
o.ltını çizdiğim konular oldu. Kitap boyunca birbirini
ızleyen bağımsız yazılar, bu anlamda, birbirleriyle
içbütünlük taşırlar.
*
**
6
Bölüm
1
9
lime. ulusal örtülerle, masklarla, ulusal sınırlar da ge
rilince; gemisini kurtaran kaptanlarla, köşeyi dönen
kahramanlar kurumlaşarak yayıldıkça yayılmışlar yı
ğınların üzerine. Bunun kaç yüz yıl sürdüğü, tarih
sayfalarında yazılıdır.
....
10
Her y ü z ü m ü z e g ü 1 e n i dost sanmayalım,
evet. Ama geçmiş çağların kanlı arenalarına dönü
lüp bakıldığında, gösterişli nice şah-padişah-kral gi
yitleriyle, günümüzdeki çatık kaşlı nice görüntü altın
da hep, siyasal egemenliğin ihtiraslı cehennem hum
ması kendini ele verecektir, sanırım. Kardeşin karde
şi öldürme fetvasını bile verdirebilen, bu, insanlara
egemenlik çılgınlığı, öyle i n s a n s a 1 o 1 a n gülüm
seme çiçekleriyle bir arada yaşayamaz elbette.
*
**
11
ca açık görünüme karşın, eşiyle-çocuğuyla aynı çileyi
dokuyan insanlarımız, nasıl bu oyuna gelmişler, şaş
mamak elden gelmiyor.
Yüzlerce yıl egemen baskılar altında tutulan, he
men her anlamda kullanılan kadın cinsinin, gülümse
mesi bile özel kişisel mülkiyete dönüştürülmüş gibi ge
liyor bana. Çocuğa karşı baba'lık kavramı ile, kadına
karşı koca'lık kavramlarının içeriği bile, duyarlıkla-uy
carlıkla yüklü insan beynini örseliyor kanısındayım.
Nitekim, sermaye sistemi bunun çok iyi farkında ol
malı ki, mafianın başına da «baba» ünleyişini yakıştır
mayı uygun görmüş. Devlet baba'dan, baba gibi pat
ron'a uzayan çizgide, hoş-görünün, kollayıcı-gözetici
sakınışın tohumlarından çok egemen .olmanın siyasal
l'konomik humması, 20. yüzyılı_ kanla barutla yoğur
muş durmuş.
Yıllar yılı yaratılmış bunca ilkel ölçekler yetmez
miş gibi sözüm ona çağdaşlık gerekçesi sayılırsak: «er
kek üstündür, erkek yiğittir, erkek yalan söylemeZ»
gibisinden p e h 1 i v a n l ı k numaralarıyla, kadın çak
tırılmadan aşağılanıyor yine.
İnsanın soracağı geliyor: _
12
BEZİRGAN BAŞI
13
Milyarlık apartmanlarla kuşatılmış güzelim alan
ları, kıyıları bezirgan başı almıştı! «Aç kapıyı, ben
geldim» demeden geçtim paslı demir kemerin altın
dan aşağıya.
Radyodan yükselen, kıyıya, çöp yığınlarına, deni
ze ve apartman camlarına çarpan ondokuz haberleri,
tam da beni bekliyormuş sanacaksınız:
«- Develi'de heyelan . . . Köyler toprak altında . ..
Seyhan Irmağı ... Heyelan olan bölgeler, Ankara'dan
sürekli izlendi. . .>
«--:- İzlensin» diyorum.
Türkçe dersinden boyna ikmal torpiliyle sınıf ge
çen tekmil MC bakanları gibi, Enerji Bakanı'nın se
si yayılıyor kıyı boyunca:
«- Seyhan Irmağı iki saat değil... on saat değil . ..
tam yirmi saat yükselmiştir. . . Çok şükür allah koru
muştur da, sular düşmeye başlamıştır. Yoksa, ne Ada
na şehri kalırdı, ne de.. »
.
•
••
15
Ürperiyorum!
«- Şimdi bir heyelan olur da» diyorum. «Allah ko
rusun! »
•
••
16
- Ben görürsem, sen de gorursÜID> diyor usulca.
«- Allah korusun!» diyorum.
Yola, yukarıya çıkıyorum hemen. Allahın bir ko
ruduğu, bir korumadığı İstanbul kentine, oradan da
Türkiye heyelanına karılıyorum. Karılırken de, güne
şin biraz önce bırakıp gittiği turuncu kızıl aydınlık ib
rışimleri bir yumak gibi sarmalayarak bastırıyorum
içime.
«- Bunu ben koruyacağım!» diyorum.
17
DEMİRİN TAVI
18
Salt bunlar, yine de kesin değerler, yeterli kaza
nımlar sayılmamalı. Demirin alacağı bir sonraki yeni
düzenlemeyi önceden düşünmeyen, tasarımlamayan bir
demirci ustalığına ustalık mı denir? Ya da böyle bir
emek kime yarar�. neye yarar? Epeyce tartışma gö
ti.ırür bir konudur yanılmıyorsam.
Yıllardır demirci ustalığı yaptığını sanıp da, demi
rin tavını, ocağın harını gözetmeden işe girişen nice
insan cevherinin boşa gitmiş akarsu olduğu bilinir.
Buna bağlı sayılsa gerek, «Acemi nalbant yoksulun
eşeğinde usta olur», özdeyişi söylenir olmuş. Yine
bundan olacak, demirin kavını besleyen-gözleyen ; çe
kicini de ne bir eksik, ne bir fazla tam vaktinde in
diren ustalardan söz edilir her zaman.
İnsanlığın ilerleyişini biraz da buna bağlarsak,
abarttığımız söylenmemeli . . .
*
**
19
�·evrilir, öteki eliyle de çekicini yer yer değişen hızlar
la ama düzenli-dengeli vuruşlarla indirip kaldırdı.
Derken, örsün üzerinde son biçimini alan demir,
parçası, ağır ağır kavlı giysilerinden soyunur; arkada
kızıl ibrişimler bıraka bıraka yeni bir görüntüyle çı
kardı karşımıza.
Denilebilir ki, bir çocuğun coşkulu haykırışlarla
ç o c u k 1 u k e v r e s i n d e n ergenlik evresine ge
çişteki sıçramaları gibi olurdu demirin yeniden biçim
lenmesi.
Aynen böyle olurdu denilebilir . . .
*
**
20
Buna da öyle çocuksu saflık falan diyemiyorum
bugün.
Güvenilir olma ve insana güvenme konusunda, öy
lesine çok gereksinim duyduğumuz şu günlerde üste
lik...
Toplumsal olaylardan devinimlerden, doğa yasala
rına dek; insanı ve tüm canlıların doğum -ölüm evre
lerini, değişim-gelişim sıçramalarından-çelişmeler yu
mağından; sanatın ve sanatçının (ya da düşüncenin
yaratırnın diyelim) oluşma-dönüşme sürecine baktığı
mız�a, demirci amcanın sesini duyar gibi oluyorum:
«- Demir tavında dövülmeli!..»
:t
**
21
geçliklerin de önderlik �avıyla ortaya çıkışlarını de
rin derin düşünüyorum nicedir.
Yılla r yılı toplumu, yığınları açmazlara sürükle
yen, hep aynı deneyimlerle yerinde sayıp büyük ka
labalıklara acılar yaşatan kişilerden, kimliklerden de
sözedi)ebilir. Bazan bozgunla, hazan umutların düş
oluşuyla, hazan da «enkaz»la noktalanan bunca ön
derlik deneyimlerinin ardından, aynı deneyimi aynı
:yöntemlerle savunan ve gündeme alan yaklaşımı sınıf
sal açıdan değerlendiriyoruz ya, peki topluma inan
dıklarını söyleyenlere ne demeli! ..
İlkel bir demircinin sözleri, buna yanıt verecek sa
nırım:
«- Demir tavında dövülmeli! ..»
22
MORGUN ÖNÜNDE ÜÇ KADIN(*)
...
Morgun önünde üç kadın, bir ölü kamyonetin üs
tünde. Bir de ben.
Birisi kızımdı dal gibi incecik, diyelim. Birisi be
ni seven bir kadın. Peki, bir dostum olsun ötekisi de.
23
Kamyonetin üstünde kanlı bir çarşafla sarılı, ben ola
bilirim! Olmayabilirim de, hiç önemli değil işin bu
rası. Çizgili bir _çarşafta kan pıhtılarına belenmiş ölü
nün cesedi, ne tuhaf, bana daha çok bu üç kadını dU
şündürüyor.
Morgun önünde üç kadın, yere düşmemek için tu
tunmu�lar birbirlerine ..
Yere düşmek de ne? Karanlık kuyularda, kimse
siz yitip de gitmemek için, tutunacak yer arıyorlar.
Bazan birisi çocuk oluyor, biraz sığınıyor ötekinin ku
cağına. Dayıyor göğsüne başını. Bir kaç saniye geç
miyor aradan, bu kez öteki, sığınıyor �tekinin kuca
ğına, gömüyor onun göğsüne başını. Sonra öteki ço
cuklaşıyor hemen, sığınıyor yanındakinin göğsüne.
Dinsel bir tapınıştalar sanki, sonsuz bir yanginla kav
rulup duruyorlar, seziyorum olanları.
Dev bir fırtınada, dev bir boranda en son kayık
ları da çatırdayıp gitmiş acemi tayfalar gibi, köpük
lerin içinde yitip yitip gidişlerle sarsılıp duruyordular.
Seslerin ağıtlaşmış sözcüklerle dökülüşünde bile, ses
siz bir çağlayan vardı.
Hiç görmedim, bu caddenin böylesine ıssızlığını.
Günün Nisan ikindisi. Sessizlik sürüyor morgun yan
kapısında. Kamyonetin şoförü bile ortalıkta yok. Öy
le ki, her zaman bir kaç stenlinin beklediği bu yan
kapıda, şimdi hiç kimse görünmüyor.
Derken, bir asker çıktı açık kapıdan dışarı. Son
ra, elindeki iskemleyi sürdü kadınlardan yana. Olma
. dı. Silahını dayadı duvara. İskemleyi kadınların ya -
nına dek götürdü.
Oç kadın, ·üçü de birden oturuyordular askerin
bıraktığı iskemleye. Sonra üçü 'de birden doğruluyor-
24
dular yeniden. Batıp çıkar gibiydiler, bir denizin dip
lerine. Her dibe dalışta çıkarılan çaresiz hıçkırıkların
hangi sözcüklerle dillendiğini, hangisinin susup, han
gisinin sessiz uğultularla devindiğini ayrımlayamıyo
rum.
Ama, morgun önünde üç kadını görüyorum.
•*•
25
rıayet makinelerinin uğultularla üstünü kapadığı kan
tezgahlarında öğütülüyor Türkiye... Türkiye, duman
lar arasında, bir beton yığını gibi suskun!
*
"'*
*
**
27
Yazarın, sanatçının yaşadığı dönem içinde gözardı
edilmemesi, halk kesimlerinden, emekçilerden çok ; yi
rıe aydınları ilgilendiren bir konum olsa gerek. Üretici,
yaratıcı sınıf, bu açıdan sanatsal üretim yapan, bu
nun savaşımını veren kafa emekçilerine eninde so
üunda arka çıkıyor. Bu durum, üretici halk yoğunlu
ğunun, kendi sorunlarına arka çıkma aşaması gerçek
leştiği oranda güncelliğe dönüşebiliyor.
Emekçi sınıf kendi öz sorunlarına omuzdaş olmuş
yazar-sanatçıları ; ödüllerin en görkemlisiyle ve gö
nül hoşluğu içinde anıyor günü gelende. Bunda hiç
kuşku yok.
Peki, emekçilerin yandaşları olduğunu söylemeye
çalışan aydınlar için, genel anlamda bunu söylemek
olası mıdır?
Bizim, Selçuklu'dan, Bizans'tan, Osmanlı'dan ta
şıdığımız bir gelenek-görenek yüzünden midir, bile
miyorum ya, daha çok ölülere kendimizi yakın bulu
yoruz ; ya§ayanları görmezlikten gelerek. Yaşarken,
iki gönendirici sözcüğü esirgediğimiz kişilerin göçüp
gitmesiyle, yanık ağıtlar söylemekten de, yine kendi
mizi alamıyoruz.
Bu yaklaşım da, yine sanıyorum ki Selçuklu, Bi
zans ve Osmanlı karışımı melez (kerdige) bir anlayış
türü oluyor. - Bu yaklaşım, son çözümde kimi küçük
kent soylu aydınların davranış biçimiyle çakıŞmada
da tutarlılık gösteriyor giderek.
/
28
Örneklersek, bir Orhan Kemal, bir Ceyhun Atuf
Kansu, bir Sabahattin Ali ( vb.) kaç yılda yetişir? Kaç
tane yetişmesi olasıdır? Bunu bilelim. Ve çetin ko-'
şutlardan geçerek, belli bir düzeye ulaşmış değerleri
rrıizin göçüp gitmesini beklemeden önce, ödüllendirici
gönendirici olmanın yollarını araştıralım. Yıllarının
büyükçe bir evresini bu uğurda tüketen kişilerin gö
çünden sonra, ağıtlarla anış biraz acı ve ayıp olmu
yor mu?
*
**
29
Yeryüzü yuvarlağının değiştiğini söyleyenler, da
hası, bu değiştirime katkıda bulunma çabasında olan
lar; içtenlikle, bir göreneği de kökten değiştirmelidir
ler. Hem de süre geçirmeden.
Bugüne değin has değerleri bilinmeden göçüp gi
denlerin yanısıra, yaşayanları da gönendirici davra
nışlarla ödüllendirelim. Çünkü bu kişiler, bu koşullar
elverdiği halde ne demir-çimento karaborsacılığına
kapılanmışlar ne de sahil yağmacısı olmuşlardır!
30
TÜRKİYE'DE YAZAR OLMAK
31
5 - Bir öyküden uyarlanan <<Hanende Melek»in
çok uluscu (! ) olan, egemen, siyasa tarafından san
sür edilişi TV' den kaldırılışı.
Görmek isterdik <<Hanende Melek»in başına gelen
le;ri. İlgiyle bekliyorduk. Nasıl bir sinema yorumu
yapılmış, bu öykünün özü ve yazarın buradaki ince
<:!uyarlığı ne gibi görünümlerle sergilenmişti. Kısaca,
:yönetmen bu ürüne nasıl yaklaşmıştı, ilgiyle bekliyor
duk. Bu öykü karşısında, bir sinema olayı olarak, alı
nan tavır önemliydi. TV'den kaldırılışı denli önem
liydi. Biliyorduk, yazarın bakış açısına ve bu öyküdeki
bütünlüğe ırak düşen bir yaklaşım, karşıt işlev yapa
bilirdi. En azından milyonlarca izleyici, bu yazarımızı
eksik tanımış olurdu.
Burada bunların üzerinde durmayacağız.
*
**
33
Sabahattin Ali, otuz kadar yıl önce, aynı gerçek
likleri yazdığı için öldürüldü. Otuz yıl sonra, bizler,
aynı gerçeklere tanık olmanın utancı içindeyiz. Tür
kiye'ye yön veren egemen çevreler, bu gerçeklerden
utanır mı? Hiç sanmıyoruz. Utansalar, sıkılsalar ge
pegenç insanları kitle halinde kurşun yağmuru orta
mına sokarlar mı? Bir leğen kömür için cinayet işle
nen bir ülkede, yönetici olma sorumluluğuna ulaşmış
insanlar, değil bunlar. Bunlar, siyasal iktidar şaki
leri.; Bütün olayların gelişimi de bunu doğruluyor.
35
varmış-bir yokmuş» masallarıyla, baba dizinde yaşa·
Ean engin düş dünyasının gerektiği günlerde daha an
ne sevecenliğinin yeryüzünü kuşatacak bir insan sev
gisine dönüşeceği günlerde, bunlardan koparılan ço
cuk, çok yönlü bir yıkımın seline bırakılır.
. Bu nedenle, Onların Çocukları öteki çocuklardan
daha çetin koşulların ürünüdürler.
Bu çocuklar, erişkinlerden de daha zorlu açmaz
larla uğraşma durumuna düşerler.
36
fırsatı getirmez. Çocuklar anneyi ve babayı aynı saf
larda, omuz omuza gördükçe, dar günlerde bu insan
ların birbirlerine nasıl destek olduklarını gördükçe,
kendi yerlerini daha iyi öğrenirler.
•••
37
Kremmelbenin, çalıştığı fabrikanın bel kemiği iş
çilerindendir. O'nun siyasal tavır alması nedeniyle gö
türülüşü, karısı için yüz karası bir durum sayılır. Bu
lunduğu bilgi düzeyi, sınıfsal çıkarını görmeye elve
rişli bir aşamada değildir. Bu nedenle tutuklayanları
değil, tutuklanan kocasını suçlar :
«Ben şerefli bir kadınını. Bana neden yaptı bunu.
O'nu hapse attılar, kiliseden kovdular. Şu kitaplara
·
38
BEDRİ
...
39
sabah uçak"la geçti buradan. Öyle bir bürokrasi ağı
var ki anlatamam. Çocuğun dedesi İtalya'da. Yazı ora
da geçirecek. Fakat dışarı ·çıkarmak için akla kara
yı seçtim, nasıl engeller çıkardılar, bunu sana anlata-
1Tı.am... Az kalsın dışarıya çıkarmayacaktılar ...
*
••
*
••
40
Kendimi alamıyorum, ben de ona doğru yürüyo
rum. Öpüşüyoruz. Uzun bir ayrılıktan sonra ve bek
lenmedik bir anda nasıl da yalın bir karşılaşmanın
coşkusuyla yan yana geliyoruz, anlatamam!
Mehmet, H. Doğan, Aysel Özakın ve şu anda ad
larını ansıyamadığım öteki arkadaşlarla tanıştırıyorum
Bedri'yi. Adını sesime katıp, onlara iletişte; başını öy
le alçakgönüllükle yana omuzuna doğru bırakıyor.
Sonra, soruyorum, gözlerini sevecenlikle kırpıştıra
rak,
- İyiyim, diyor.
Sonra, nasıl oluyor bilmiyorum; uzun kesintisiz
bir söyleşinin ak ılıklığına dalıp gidiyoruz. Talçsim'de
ki resim galerisinin arka kapısının açıklığında, güne
şin akıp giden ikindisini görüyorum bir an. O gün im
za veren öteki yazarların biraz kıyısında, iki iskem
leye yan yana oturmuş olarak, saatleri; sözcükleri, dost
luğun teşileriyle ve güzel günlerin imece ipliğinde eği�
rıyoruz. Bir o çeviriyor teşisini, bir ben çeviriyorum...
Saatler akıp gidiyor Bedri'yle. Bir o söylüyor, bir de
ben. . .
...
Bir o söylüyor, bir de ben ...
Agostina ile, masanın kıyısında oturuyoruz. Her
an tetikte, öyle, yüzü kapıya dönük duruyor.
- Çocuklar içeri girerse keselim, diyor. Küçük
çocuk, Kemal daha bilmiyor. Bakalım, kendisine, bu
nu nasıl söyleyeceğiz. İçeri girdiğinde, konuyu değiş
tirelim!
Başımla olurluyorum. Sonra, soruşlarıma yanıtlar
araştırıyor, Türkçeye özen göstererek:
41
- Nasıl anlatırım onu, yani, bir insanın özelliği
o kadar çok ki . . .
*
**
42
ilk iş olarak şunu gündeme alacağız, yaşarken arka
çıkacağız, değerlerimize. Görüyorum, yaşarken arka
çıkılmayan nice değerimize, göçüp gittikten sonra, ağıt
lar düzüyorlar. Topluca yaklaşacağız aydınımıza, ya
zarımıza, sanatçımıza. Sana da bölümler yapacağım;
Orneğin, senin şiirlerin var biliyorum. Onları sürdü
rüyorsun yine hiç kuşkum yok . . .
- Geçen gün, bir dergiye bir kaç şiir vermiştim.
Sonra geri aldım. Daha erken, dedim. Biraz daha dur
sun dedim, çekmeceye attım.
Öyle yalın gülüyor söylerken bunu.
Sözü en ince yerinden yakalıyorum.
- Bak Bedri, seni şiirlerinle; deneme, çeviri,
özetle hangi ürünün varsa, onlarla tüm olarak bu der
gide sergileyeceğiz. Yazarlarımızı, bir bütün olarak
ele almak istiyoruz. Bütüncül bir yaklaşım. Şöyle der
gi bir çıksın, bir-iki sayı yapalım hele . . .
Başını yine öyle yalın bir biçimde omuzuna doğru
düşürüyor.
- Elbette, diyor. Olacak, elimden gelen her şeyi
veririm, bilirsin.
•
••
43
oynaşırken, çocuğunu kucaklarken, karısına . bakıp gü
lümserken, koşarken, otururken. . . hep bize bakıyor . . .
Sözcükler, düşünceleri anlatan, düşünceleri açmaya
yarayan sözcükler, binlerce sözcük kümesi masanın
üzerine toplanıyor. Tüketiyorum tüm sözcükleri . . . Yi
ne de yetmiyor bir çok şeyi anlatmaya sözcükler ! ..
Ayrılırken soruyorum, Agostina'ya :
- Bize söyleyeceğin başka bir şey var mı?
- Söylenecek çok şey var, var ama . . .
- Çok şey var, diyorum.
- İki kelimeyle söylenmez, diyor ; ağıtsız ve gözü
yaşsız olarak.
Öyle bakıyor bana. Ve bakışları, beynimin kıvrım
larına ; Bedri'nin yanına gelip oturuyor.
Önde Azime Hüseyin, Ali İhsan Mıhçı bir de ben,
evden çıkıyoruz ilkin. Bu kez yanımızda Bedri ve Agos
tina da var. Ha bir de Bedri'nin can parçaları iki oğlu
aramızda. Birlikte iniyoruz Ankara'ya ... Yolları, yılları
ve sözcükleri geride bırakarak . . .
45
liğinden oluşu, yani güçlü bir toplumsal siyasal örgüte
bağlı olmayışı nedeniyle ardından gelen büyük bir yı
kım ve kıyım önlenemez. Bu örgütsüzlüğün bıraktığı
boşlukta, hemen kenetlenen toprak ağalığı-büyük bur
juvazi-kilise üçlüsü; uluslararası destekler bulmakta
güçlük çekmezler.
46
ve uluslararası sermayenin kanlı egemenliği yeniden
kuruldu.
*
**
48
KARDEŞLİK VE ŞİİR
49
rayna (vb.) adına törenlere katılan onlarca ozanla
tanıştım, yanyana geldim. Bulgar halkının içinde, halk
lararası kardeşliğin imece dokusunu, ayrı ayrı renk
ten ipliklerle ama aynı evrensel kasnakta birlikte
dokuduk...
Biz konuk o�anlar, Simirnenski'yi ve ülkesinin kur
tuluşuna kan vermiş 'Öteki ozanlarla birlikte yaşayan
Bulgar ozanlarını, Bulgar halkının içinde tanıma ola
nağı bulurken, Bulgar halkı da bizleri tanıyor, şiirle·
rimizi hem kendi ana dilimizden hem de Bulgarca ola-
·
rak dinliyorlardı.
Açılış töreninden sonra, Bulgar parlamento bina
sında Simirnenski'nin şiirini inceleyen' bildirinin oku
nuşu ile, görkemli bir toplantı düzenlendi. Bu toplantı
ya devlet başkam Sayın Todor Jivkov ' da katıldı, elle
rimizi sıkarak biz konuk ozanlara başkanlık .katında
yer ve onur verdi toplantı boyunca.
Daha sonra Gorki Kirkov müzesinde, daha · sonra
Gençlik Kültür · Derneği salonunda, daha sonra başka
bir gün Blogoyevgard kentinde kent belediyesinin çağ
rıJısı olarak bir kaç konuk ozanla yaşadığım şiir gös
terisi, tüm şenlikteki şiir toplantılarının doruk nokta
sı oldu, benim için. En renkli giysileriyle şiir gecesine
gelen çocuklar, kızlar, delikanlılar, kadınlar, erkekler,
işçiler ve· hemen her yaşta toplam 1500 kişinin doldur
duğu salonda bana sıra geldiği zaman, şiir gecesiniiı
başlamasından iki saat geçmişti. Ama bu toplulukta
en küçük bir yorgunluk izi, en küçük bir sıkıntı gö
rünmüyordu ki, ayakta duran kızlar ve çocuklar da
bile; en küçük bir ilgisizlik sezilmiyordu. Ve her şiir
sunuluşunun ardından yine coşkulu alkışlar üretili
yordu.
50
Değerli yazarımız Sayın Fahri Erdinç ile Sofya
Radyosu Türkçe bölümü yetkilisi bayan Sayın Stefana
Pırvarova'nm Bulgarcaya çevirdiği «Yeryüzü Sevdi
ğiIID> adlı şiirimi, bir Bulgar tiyatro sanatçısı Bulgar
ca okumazdan önce kürsüye geldim. Yanımda çevir
men Sayın Sıpasov, sözlerimi Bulgarcay� aktaracak:
<<Sevgili dostlar, Türkiye'den, Nazım HikmeU.erden,
Orhan Kemallerden, Ceyhun Atuf Kansulardan, Bed
rettin · Cömertlerden, Server Tanillilerden .. selamlar
.
52
Bütüncül anlamda çağdaş bir doku ve beğeni sü
reci başlatılmadıkça, sanat, yaşansalı yansıtan o çok
karmaşık devingenlikle donanmadıkça, beğeni yükse
lişi olamayacaktır : Nazım'ın deyişiyle «Üç telli sazla>>
yetinmek gerekecektir. Oysa, üç telli sazın çok sesli
sazlara dönüşmesi süreci tüm karmaşıklığı ve çok yön
lülüğü ile hızlandırılmalıdır.
Başka bir deyişle, halkçı yerel yönetimlerin dar
bütçeleriyle düzenledikleri şenliklerde, en önemli et
kinlik ve iletişim : beğeni yükselişini, beğeninin çağ
daş bir dokuya ulaştırılması çabasının ; sanatçının, ön
cül görev olarak gündemine alması ve sürekli devrede
tutması gerekliliğidir.
...
53
bir gösterge olarak uyarlayabiliriz. Kartal'da Yugos
lav, Romen ve Bulgar halk danslarının o çok renkli,
çok sesli ve çok dengeli düzeni içinde hem görsel hem
de dinletisel sanat alanlarımızın hangi noktalarda et
kilenmesinin gerekirliliğini de gözden ırak tutmayalım.
Bu kısaca bakıştan sonra, halkçı yerel yönetimle
ı'in geliştirdiği hem güncel hem de tarihsel açıdan
önem�i işlevler yaptığına inandığımız (ki tüm iyiniyet
lere karşın bazı çok önemli aksaklık görülse de) bu
şenlik sürecinin doğru, güzel ve çok devingen etkile
rini önümüzdeki yıllarda görme umudunu içimizde ta
şıyacağız.
54
Bölüm
2
57
de ise, doğrudan çocuklar için yazılmamışlık, çocuk
edebiyatı olamayacağı savını pekiştirmekten uzaktır.
Her yazar kendi birikimini yazacaktır. Bu birikim,
değişik z a m a n 1 a r ı n ve değişik k o ş u 1 1 a r ı n
ürünü olacağından, değişik toplumsal çağların ü r ü n ü
olacağından, ancak k e n d i k o ş u 1 1 a r ı içinde tar
tışılabilir.
Çağdaş eğitbilimin bir ereği de, çocukların toplum
ı:ıal koşullara hazırlanmasını sağlamak olduğuna göre,
hayata ve geleceğe hazırlanma evresinde, hemen bir
çok anlamda özel çabalar gerekmektedir. İns�n beyninin.
genel gelişim evrimine bağlı kalınarak ortaya çıka
nlacak tüm s a n a t y a r a t ı 1 a r ı , son çözümde,
tek tek bireyleri feda ederek değil, toplumun tüm ke
simlerinden gelen genel top�mı gözönünde bulundu
rur.
Kimi aile düzeylerinin, beğeni yönünde gelişmişli
ği, okunan yapıtlarda çocukların daha karmaşık so
runları algılayışı, çocuk konumundaki özel durumu
değiştirmez.
Bu bağlamla, çocuklarla bağlar kurma kolaylıkları
_(sığlık ve yapaylık değil) getiren, ya da bu kolaylık
ları öne alan piyeslerden, şiirlerden, öykülerden, re
sim ve öteki sanatlardan söz edilebilir. Her sanatın
kendi yapısal düzeni içinde, kendi _koşullarına bağlı,
dil - anlatım, kurgu ve öteki boyutsal sorunları ve im
gelem öğeleri vardır. Okur yazar olmamışlar için
a 1 f a b e nasıl öncül tutuluyorsa ; m a t e m a t i k d e
tek basamaklı sayıların yapay toplama - çıkarma iş
lemleri öğrenildikten sonra, daha karmaşık işlemlere
geçilebiliyorsa, çocuk edebiyatı da bu genel evrim ır
mağı içinde düşünülebilir.
Çocukluk bir anlamda, beyinsel yetilerin, beyin
sel gelişme sorunudur. Beyinsel gelişme ise, özel ça
balar, özel üretimler gerektirecektir. Yine de tüm ço
c.ukları, (aynı yaş evresinde olsalar da) tek bir gös
terge içinde düşünmek, çağdaş eğitbilime aykırı dü
şen yaklaşımlar olacaktır.
*
**
60
ÇOCUK YILINDA
61
Erişkin insan topluluklarını şu ya da bu düşüncel
dizgeyle olan yakınlığa bakarak, şu ya da bu ekono
mik gösterge içinde ele alabiliriz. . Erişkin insan grup
larını ya da topluluklarını üretim araçlarıyla olan iliş
kilere, üretimdeki yere bakarak sınıflandırabiliriz. Ele
aldığımız erişkin insau topluluklarının yapısını anla
mak için mevcut üretim · biçimine bakabiliriz. Başka
bir söyleyişle bu toplumun tarım ya da endüstri top
lumu olup olmayışını belirleyici saptamalarla yola çı
kararak, bu erişkin insan gruplarının duyu1ar
d ü n y a s ı n ı doğruya yakın bir biçimde çözümleye
biliriz. Dahası, meslek gruplarının da erişkin insan bi
lincindeki ve bundan ötürü duyular dünyasındaki ku
şatıcı etkilerinden söz edebiliriz, örnekler gösterebi
liriz.
Öte yandan, erişkin insan gruplarının cinsiyet ay
rımlarına . bakılarak, bu · grupların nesneler dünyasıyla
ve bu nedenle duyular dünyası üzerine bazı değerlen
dirmeler yapılabileceği gibi coğrafi bölgeler ayrıklığı
sonucu oluşan erişkin insan bilincinden de yine söz
€.dilebilir.
:.
Tüm bu bölümlemelerde, sınıflandırmalarda şaş
maz tek gösterge, Efişkin kişinin ya da grupların ya
da· toplulukların ü r e t i m i ç i n d e k i yeri olacak
tır kuşkusuz. Başka bir söyleyişle kişiyi kişi kılan ve
onun nesneler karşısındaki tutumunu ve tavrını belir
leyen, onun nesneler dünyasındaki yeridir. Yine kuş
kusuz, bireylerin duyu dünyalarını oluşturan ve bunu
ussal - estetik anlatım biçimleriyle bağlaşık kılan ve
dışlaştırımı belirleyen temel etken, bu b.i r e y i n
62
toplum içinde yapıp ettikleri, özetle ürettikleri ola
caktır.
Ne var ki, erişkin insan grupları ya da topluluk
ları için söylenen bunca dalgalı söz denizi, erişkin ol-
ı
mayanlar için, başka bir söyleyişle ç o c u k 1 a r için
ne denli geçerlidir? Hangi göstergelere bakılırarak, na
sıl sonuçlar elde edilebilecektir? Başka bir söyleyişle,
üretenlerin duyular dünyasını ve buradan da ussal -
estetik beğeni alanlarını saptayabiliriz. Ya da hiç bir
şey üretmeden üretim araçları özel mülkiyeti nede
niyle üretimden en büyük payı olan erişkin kişilerin
duyular dünyasına da kalın çizgilerle yaklaşabiliriz.
Yaklaşabiliriz ama, çocukların özellikle küçük yaş
gruplarının duyular dünyasına yaklaşmak ; hele . Tür
kiye örneği yaratılan tüketim toplumunun bunca tor
tusu ve katranı .arasına �tılan çocukların duyular dün
yasına yaklaşmak sanıldığı denli kolay olmasa gerek.
Biliniyor, insanın duyular dünyasını oluşturan, nesne
ler dünyasıdır ama, yeryüzü yuvarlağına yeni gelmiş
saf ve körpe insan bilincine, bunca k o k u ş m u ş
nesnel ilişkiler arasında yaklaşmayı başarmak ve
o k s i j e n t a ş ı y ı c ı s ı olmak, öyle yüzeysel söz
cüklerle olası değil.
Üstelik tarım toplumlarında özellikle Türkiye ör
neği (bağımlı tarım toplumundan, bağımlı endüstri top
lumu olma emeklemeleri içinde) dışsal ve içsel kös
teklerle tık-nefes dönen ülkelerde, özellikle büyük bi
rer köy görünümüne bürünen k e n t 1 e r d e , ç o c u k
katmerli bir sorun olarak i 1 e r i c i 1 e r i n , eğitim
cilerin, sanatçıların, yazarların anne ve babaların gün
deminde baş yeri alıyor ve en az ekonomik sıkıntılar
denli ivedilik gösteriyor. ,
63
Bu çok bilinen şeyleri, çok kısa bir özetlemeden
sonra, şunun altını çizmek isteriz. Bizler, yazarlar
olarak Türkiye insanı genelinde, çocuk özelini hiç
gözardı etmeden çocukluğun duyarlığıyla sağlıklı bir /
64
ÇİÇEKLERİN, KUŞLARIN, KİTAPLARIN DOSTLARI
(Çocuk Yılında TV Söyleşisi)
65
Biliyoruz ki bir gün çocukluk yılları, insanların
en güzel dönemi olarak yaşanacak bütün yeryüzü üze
rinde. Sevgi bahçelerinin unutulmaz yemişleriyle ve
özgürlüğün en duru pınarlarından içilerek yaşanacak
çocukluk...
Nice savaşlar, nice açlıklar, yangınlar, yıkımiar
yeryüzü yuvarlağını kasıp kavuruyorken, daha yet
kin, daha onurlu bir insanlık için savaşım verildi, ve
riliyor... Çocuklar, tüm bu acıların, yangınların, yı
kımların tam orta yerinde en çok acı çeken ve tü
·
•
••
66
kinlikleri hazırlanıyor ya bunlardan birisi de 26 Mart -
68
Düşler görüyorum
Bazı gecelerde ben
Uyanınca yitiyor
Masallardaki gibi
Uçaklar, gökyüzü, tren . . .
Söyleşerek birlikte,
Bunu özetleyebiliriz:
Gerçek masal içinde
Masal gerçek içinde
Geçmişte olduğu gibi
Masallar gerçek olur
Yarı.n da gelecekte de •..
69
Tıpkı bir tekerleme gibi
Birlikten dostluğa .. .
Dostluktan birliğe. .
.
70
TÜRKİYE'DE TERÖR VE ÇOCUK
'
71
hazırlıyorlar. Çocuk konusu bunların başında geliyor.
'l'ürkiye'de çocuk konumu, tarihinin hiç bir dönemin
de bu denli güncel bir sorun olarak gündeme gelme
miştir. Son MC dönemiyle savaş oyunları askeri eği
timin gündeme alınması, Arapça harflerin okullarda
öğrenim zorunluğu, milyonlarca çocuk toplamı üzerin
de amansız bir cendereye dönüşme eğilimi göstermek
tedir. Bu aşamada, Cumhuriyet'le kurulan Milli Eği
tim Kurumuna, i�i ayrı açıdan· son darbeyi vurma
planları sürmektedir.
1
- Laiklik ilkesine aykırı, Arapça öğrenim zo
runluğu.
2
- "Yurtda sulh, Cihanda sulh" ilkesine aykırı
başlatılacak savaş oyunları askeri psikolojik donanımı.
Tüm bunlar, Mustafa Kemal'in öngördüğü. ilkelerle
çelişme değil midir?
Geçen hafta, Fatih Camii'ndeki dinsel törende
Mustafa Kemal'e ya.pılan saldırıya, siyasal iktidar du
yarlı tepki gösterisi sunmuştur. Oysa aynı siyasal ik
tidar, Mustafa Kemal'in getirdiği Milli Eğitimi, dü·
şüncel açıdan da uygulama olarak da ikiye bölme gi
rişimlerini sürdürmektedir. Bir yandan öğretmenlere
sürgünler hazırlanmada, öte yandan Arapça harfler
le öğrenim zorunluğu koymaktadır.
Bu tutum, Mustafa Kemal'e saldırı değil midir?
İlkesel olarak Mustafa Kemal'e en büyük saldırıyı
bizzat siyasal iktidar yaparken, siyasal iktidarın genel
siyasasına bağlı olan bir provakasyonla, Fatih Camii
olayı tepkisel bir gösteriye dönüştürülmektedir. Tutum
daki çelişmenin dışında, Arapça okuma yazma öneri
sinin ve girişimin bilimseı açıdan da analizi yapılma
lıdır.
72
Bugün, yurtdışında bulunan emekçilerimizin ço
cukları, iki ayrı dilde öğrenim görmenin bunalımını
yaşıyorlar. Resmi olarak iki dilde öğrenim gördükle
ri söylenen emekçi çocuklarının büyükçe bir bölümü
ise y,abancı ülkelerde, "gayri resmi" üçüncü dil Arap
ça'yı da öğrenmek zorunda bırakılmıştır. Pedagojik
(Eğitbilim) açısından oyun döneminde olan binler
ce çocuk, üst üste katmerli bir dil sorunuyla, iyice
Lunaltılmak istenmektedir. Ne kendi ana dillerini, ne
de yabancı bir dili yeterince öğrenemeyen, toplumla
uyumsuz yığınlara dönüşmektedir yurtdışındaki çocuk
larımız.
Bu bilimsel bulgular varken, şimdi, 1980 Türki
j-e'sinde çocuklarımızı daha katmerli bunalımlara, ye
niden bir dil sorunuyla karşı karşıya getirmek isti
� orlar. HiÇ değilse en azından Türkiye'de yaşayanlar,
kendi ana dilleriyle düşünmek özgürlüğünde olmalıdır
h-ır. Gerçek ulusçuluğun bu olduğu biliniyor.
Sağ siyasa Türkiye'de yaşayanların kendi az dil
leriyle düşünmeleri yerine, bir kargaşayı gündeme al
mak ve kendi toplumundan kopuk bir eğitimle, hiç dü
şünmeyen milyonlarca çocuk ve giderek toplum tasar
lamakta ,ve uygulamayı da resmileştirme girişimleri
ni başlatmaktadırlar.
Bu tutum Mustafa Kemal'in, ana dilde öğrenim
özgürlüğü ilkesiQ.i ; Cumhuriyet'in kuruluş ilkelerini,
güpegündüz hançerlemek değil de nedir?
...
73
genel güdümlü şiddetin etkisiyle ateş hattına sürülü
yor, çocuk toplamı. Doğal. coğrafyası, doğası, serma
ye sistemince "tahrip" edilmiş bir ülkede oynayacak
yeşil alan bulamayarak sokaklarda savaş naralarıyla,
oyunlar oluşturan çocuklarımız, daha da katmerli bir
kuşatma altına alınmak isteniyor.
Ancak bununla da yetinilmiyor.
•
••
74
cuk. Babası ya da bir yakını kurşuna dizilmiş bir ço
cuğun eğitbilim (pedogojik) açısından öfkesini, nefre
·
tini ve hıncını, toplumsal dengede gidermek mümkün
değildir. Gelecek, böylesine öfkeyle yüklü çocuk top
lamının ellerinde olacaktır. Yıkılan, acılı bir yuvanın
c.rtalarda kalan bakıma, korunmaya muhtaç binlerce
küçük bireyi olmaktadır çocuk.
4 - Ancak bununla da yetinilmemektedir Türki
ye'de bugün. Büyüklere saygılı olma "ahlakını" savu
nan sağ siyasa, çocuğun öldürülen babası için "O
normal bir insan değildi" diyebilmektedir. Çocuk psi
kolojisinde yaratılmak istenen saygı ögesini, sağ siya
sa öncelikle kendisi yok etmektedir. Çünkü, çocuk say
gı ve sevgi kaynağını ilkin anne ve baba için duyum
sar. Yurt, toplum ve insan sevgisi, anne ve baba sev
gisinin pekişmesiyle oluşur. Oysa, terörle elinden alı
nan baba için, "o normal bir insan değildi" gerekçe
sini ileri sürmektedir günün siyasal iktidarı.
Ancak bununla da yetinilmiyor.
:.
hayalet değildir.
Şiddet, sağ siyasal kadroların ve anlayışların son
75
otuz yıl boyunca yaşamsal olan her şeye ve dünyaya
bakışlarındadır. İnsana, bilime, düşünceye karşı olan
çağdışı antidemokratik yaklaşımlarındadır.
Şiddet, sağ . siyasal kadroların kendilerine başka
seçeneklerle karşı çıkanları hasım sayma. anlayı.şın
dadır.
Türkiye · sağının günlüğünde, gündeminde ve tari
hinde bunca şiddet öğesi varken, şimdi milyonlarca
çocuk, ikibinli yılların tam kavşak noktasında, işgal
altında tutulmaktadır.
Çocuklarımız kurşuna dizilirken, Türkiye nin gele
'
76
TÜRKİYE'DE KÜLTÜR İKİ LİGİ ŞİDDETİN
KAYNAKLARI VE ÇOCUK (*)
GİRİŞ
77
tim modeline bağlı çevre koşullarının değişmesiyle es
kiyen ölçeklerin yerine yeni ölçekler, yeni göstergeler
yaratmada tarihin yanılmadığı da biliniyor. Buna da
yalı olarak düşünüş-duyuş-davranış değişimleri de
kendiliğinden devreye girecektir. Köylü yığınlar, kent
sel çevre koşullarının yarattığı görece demokratik di
namiklerle karşılaştıkça, kırsal alanların bağlayıcı feo
dal ussal - estetik üstyapı örgütlenmesi de çözülme
lere uğrar. Giderek topraksız yarı topraklı yığınların,
kentlerde kendileri için toplumsal birikim olma eği
lımleri başlayacaktır.
Bu eğilimler, ülkeyi otuz kadar yıl yöneten güç
leri de, kendileri için yeni önlemler araştırmaya sü
rükleyecektir. Böylece, kentlere akarak emekçi sınıf
\ e katmanları oluşturan kırsal kaynaklı yığınlar, üre
tici - ezilen birimler olarak ekonomik ve toplumsal -
bireysel yıkıntılara uğramakla kalmazlar. Dahası son
otuz yıllık siyasa, emekçi katmanlara, yarı emekçile
re ve işsizlere ideolojik kuşatmalar da hazırlar. Bu
ideolojik kuşatmalar, Türkiye'de kapitalizmi yeniden
üretmeyi gündemde tutar.
Ne varki çarpık kapitalist bir altyapı modeli üze
rinde feodal kültür tortularının yarı demokratik bur
juva özgürlükleriyle birleşmesi sonucu sürdürülen otuz
yillık siyasal erk, tarihsel yenilgiyi önleyemez. Bu ye
nilgi, bu çözülme 70'ler Türkiye'sinden 77 Türkiye'si
ne ulaşan bir dönemecin başlangıcıdır. Çözülüşün baş
langıcını da derinleşmesini de zamanında kavrayan sağ
siyasal erk, kırsal alanlardan kaynaklanan yığınların
üzerine daha şiddetli demogojik bir saldırıyı yaymak
ta diretecektir. İlkin şoven kavramlarla ideolojik üst
yapısı oluşturulan bu sınıfsal saldırı, daha sonra te-
7R
rör odaklarıyla sıcak bir diretişi ve savaşımı günde
me almakta gecikmez. Sistem, kendisiyle birlikte yıp
ranan bir kadronun yerine daha yeni ve sevimli bir
kadro getiremediği için, bu diretme ve dayatma tarih
sahnesinden çekilmemek için açık bir biçimde başla
tılmıştır ve sürdürülmektedir bugün de. Bu aşamada
kendilerine yönelik toplumsal birikim olma evresinde
kj yığınlar, acımasızca kullanılacaklardır.
Çocuklar ve ergenler bu sürecin en duyarlıklı ke
sitlerini oluşturmakla kalmazlar, en çok acı çeken ve
en çok tüketilen insan toplamı olarak da günümüz Tür
kiye'sinin gündemindedirler.
80'ler Türkiye'sine giderken, çocuk bir kültür iki
liğiyle kuşatılmıştır ve bir kavşak önünde bulunmak
tadır.
Çözümlememiz bu kavşağın önkoşullarını, tüketilen
çocuk ve ergenler toplamını çevreleyen ve yönlendi
ren toplumsal yapının kendisini irdelemeye yöneliktir.
Başka bir söyleşiyle, "çocukların ellerine silahlar ve
rildi. Çocuklar özel kamplarda eğitildiler .. " yönünde
ki tanımların, bütüncül açıdan yetersizliğini, bugün
kü toplamın gözardı edilen önceki sürecini çözümle
memize konu edineceğiz.
79
zülmelere uğratır. Bu koşullarda yine en çok örsele
nen insan kesiti çocuk olur. Yıkılan eski değer ölçüt
lerinin yerine, yeni bir ölçek getiremeyen ailenin çö
zülme odağında, yine çocuğu buluruz.
Ne kırsal çevreye, ne de kentsel çevreye ve bu
çevrelerin oluşturduğu yaşayış birimlerinden hiç bi
r]sine bütünüyle yakın düşmeyen çocuk, kültür ikileş
mesiyle başbaşa kalacaktır. Bu bağlamla, yığınların
kendilerine yönelik toplumsal erk olma bilincine he
nüz ulaşmamışlıkları, çocukların sorunlarını derinleş
tirecek niteliktedir. Çocuk, kültür ikiliğinin yarattığı
kargaşanın ve bu kargaşanın yeniden yeniden üreti
minin kavşaklarında tek başınadır. Ne. siyasal kadro
lar, devlet ne de üstyapı kurumları, eğitim - öğretim
örgütleri , ve ne de aile, çağdaşlaşma - demokratlaş
ma ve· toplumsailaşma açısından çocuğun dostluğunu
kazanacak niteµkleri içlerinde barındırmazlar. Bu ne
denle, bireysel olsun, toplumsal olsun yaşadığı çal
kantılardan yola çıkan ço �uk, gerçekliği kendi gözlem
ll'riyle saptar.
Kendi gözlemleriyle saptar diyoruz, çünkü, çocuk
nesnelerle olan ilk ilişkilerinden, daha sonraki tüın
ilişkiler toplamına dek geçen süre boyunca algılama
lar yapar. Ayrıştırır ve yeniden yeniden bireşimlere
dönüştürürken O'nu kuşatan kültür ikiliği. belirleyici
ve bağlayıcıdır. Kendisine sunulam aldığı denli, su
nulmayanı da kendiliğinden algılar, ayrıştırır ve ye
niden bireşim yapar. Bir birey olarak, her ayrışım ve
her bireşim kültür ikiliğinin ikincikli önermeleriyle ço
cuğu sarmalayacaktır.
O 3 yaş evresinde konuşmayı da yeterince bece
-
80
Ne yürürlüğe konulan, ne de geride bırakılan düşün
cel ağ, tüm alanları kapsayan gözlükleri çocuğa vere
memiştir henüz. Öyle ki, kulaktan geçen seslerin kar
maşıklığını bile, gözleriyle çözümleme yöntemleri ge
llştirir.
İlk evlerde nesneleri dokunma ve ğörme duygula
rıyla algılayan ve tanıma savaşımına girişen insan
beyni, tüm deneyimlerinin birikimiyle olağanüstü bir
gözlem yeteneği oluşturur. Çocukluk anılarının unu
tulmaz ve silinmez oluşu bundandır. Daha sonraki yaş
larda ilk sevgi iletişinin, içtenliğin ya da yalancılığın
gözlerde aranışı da .bundandır.
Tilin bu koşullar (kalıtsal yetenekle birlikte) ço-
cuğa olağanüstü bir gözlem becerisi vermekle kal
maz, toplumda, çevrede ve ailede egemen olan tüm
ilişkileri de ayrımlama yetisi verir.
2 - KÜLTÜR İKİLİGİ
81
başına ne ilk renk, ne de ikinci renktir. Yeni, apayrı
ve iki rengin yer yer etkileşilniyle kendine özgü apay
ı ı bir sonuçtur.
Biz çözümlememize konu olan kırsal alan kültü
rüyle, sistemin ürettiği sağlıksız kentsel
ı
yaşayışın ço-
cuklar üzerindeki etkilerine eğilirlCen, çok özgül so-
nuçlardan kaçınacağız kuşkusuz. Ne var ki şunun al
tını çizmekte yarar buluyoruz.
Çocukluğun tümünün ya da bir bölümünün kırsal
çevrede geçirilmesi, sonuç olarak, ilerideki algılama
larla farklı ayrışımlara ve farklı bireşiınlere alanlar
hazırlayacaktır. Çünkü tarım kesimindeki sosyal çev
renin önkoşulu, öteki çevrenin önkoşulundan farklıdır.
Bu farklılık görece değildir. Alt yapısına bağlı olarak
ayrı bir üstyapı örgütlenmesi geçerlidir burada. Doğa,
doğa - insan ilişkileri, insan - insan ilişkileri, üretim tü
ketim alışkanlıklarına bağlı, beslenme ve ussal estetik
(bireysel - toplumsal - tarihsel) duyarlık alanları da
tümden farklıdır. Bu nedenle, sayı, zaman, mekan ve
inanç birimleriyle ve kavramlarıyla pekişen önkoşul
ikincil çevre koşullarıyla bir çatışmayı başlatır içten
içe, derinleşerek, ayrışarak ve yeniden yeniden bire
�erek.
Daha somutla örnekleyelim : okul öncesini ya da
ilkokul dönemini kırsal kültür bağlarının korunduğu
bir çevrede tamamlamış bir ergenin, büyük kent ko
şullarında bir birey olarak kendisiyle ve toplumla bir
çatışmaya girişmesi doğaldır. Doğal olmayan, mevcut
fistemin yarattığı çarpık kent koşullarıdır. Sağlıksız
kent koşulları, sağlıksız ikincil koşulu hazırlar. Feodal
kültür tortularının önkoşuluyla yola çıkmış çocukluk,
Ergenlik, sağlıksız kent koşullarında sağlıksız algılama-
82
lara ve sağlıksız ayrıştırıma ve bireşimlere kaynak olur.
Buna Toplumsal-Bireysel gereksinmelerin karşılanma
mışlığını da katarsak, çocuğun ve ergenin hangi ku
şatmalar içinde olduğu anlaşılacaktır. Daha girişte de
ğindiğimiz sağ siyasanıın ideolojik kuşatmaları bu du
ruma tuz-biber ekecektir.
3 - ÇAGDAŞ EGİTBİLİM
83
sanat dalları, örneğin müzik, resim, dans birer oyun
la eğitim, eğitimle oyun biçimidir. Kişiliğin toplum
içinde sağlıkla dengelenmesi, toplumsal bir varlık ola
bilme yetilerinin en duyarlıklı olduğu evre konusun
da, okul öncesi sürecini tüm bilim adamları tartışma
sız önemsiyorlar.
84
yine içten içe bir çatışkının merkezi olma özelliğini
içinde duyacaktır.
Kimi eğitbilimciler, giderek: " . . .öğrenmek için hiç
hir zaman çok erken değildir .. " ilkesini, deneyimlerle
kanıtlıyorlar. Tüm bu konularda, Sovyet eğit bilimci·
si üniü Makeranko (1883 - 1939) şunları söylüyor :
"Çocuğun okul öncesi eğitim dönemindeki eğitiliş
biçimi, onun geleceği, okuldaki başarısı üzerinde be
iirleyici bir etkiye sahiptii:". / . . . /. . . sanata ve bilime
ilişkin etkinliklerin çeşitli alanlarda göstereceği başa
nyı, toplumda alacağı yeri sonuç olarak bireysel · mut
luluğunu etkilemektedir. Kalıtsal özelliklerin önemini
kabullenmekle birlikte, bu özelliklerin, çocuğun ruh
sal gelişimi açısından ancak önkoşul sayılabileceğini
ve hiç bir zaman belirleyici olamayacağını belirtmek
gerekir. İnsanoğluna özgü hiç bir yetenek (mantıksal
düşünüş, yaratıcı düş gücü ve irade) organsal özel
liklerin gelişmesinin ürünü değildir. Bu özellikler, an
cak ve ancak toplumsal ve kültürel olumlu koşulların
sağlanmasıyla geliştirilebilir." (*)
85
geli ya�sımalar düşürür. Bu gölgeli yansımalar ileride
sağ siyasanın ideolojik kuşatmalarda kullanacağı en
etkin bir alan olacaktır.
Sağlıklı kent yaşayışının çağdaş verilerle donanımı,
�ullanılan teknoloji, iletişim aygıtları, düşünceyi açık-
1amaya yarayan sözcüklerin sayısal ve kullanım yo
ğunluğu ve ussal . estetik beğeni yükselişi, daha demok
ratik olanı yaratacak ve daha demokratik, olanla ye
niden üretilebilecektir ki, kırsal alanların olumsuz kül
tür tortularına baskın çıkabilsin. Tüm bu vurgulama
larla açıklamaya çalıştığımız gibi, çocuğun ilk gözlem
leriyle saptadığı olumsuz önkoşul, ancak yetkin bir
ikinci koşulla aşılabilecektir.
Gerçek
1
anlamda kentleşmeyen Türkiye, son otuz
yıl süresince, kırsal alanlardan kaynaklanan yığınsal
göç olgusu içinde, sağlıklı, çağdaş, demokratik ve top
lumsal koşulları edinmemiştir. Dahası yoksul halk ço
cukları, feodal kültür tortularından kurtulma aşamala
rına yönelirken, sağ siyasa dinsel eğitimi yoğunlaş
tıracaktır. Tüm ilişkilere dinsel geleneksel mercekten
bakmayı öncülde tutan feodal kültür ve eğitim biçimi,
böylece son otuz yılda "gayri resmi"likten çıkarılır,
"Yabancı ideolojiler'' tanımı içinde, sosyalist önerme
!ere ve b i 1 i m s e 1 v e r i 1 e r e karşı çıkılırken de,
y e r 1 i g e 1 e n e k s e 1 bağların yeterli olacağı savı
ileri sürülmektedir.
Geleneksel feodal bağların en gerici yanlarıyla it
tifak kuran, günümüz sağ siyasa kadroları, otuz�kırk
yıl boyunca Türkiye'nin geleceğini yönlendiren bir an
layışın en son ürünleridirler. Ve feodal kültür tortu
larının günümüzdeki sözcüleridirler. Çocuk olgusuna
yaklaşırken, bu konu gözden ırak tutulmamalıdır. Bu
86
nedenlerle, Türkiye düzleminde kentsel çevre koşul
ları sağlıklı biçimde örgütlenemediğinden, kent çevre
sinde yığışan göç olgusu, 70'ler Türkiye'sinde sağ si
yasanın işine yarayacaktır. Bu kavşakta, toplumsal
dinamiği oluşturan üretici katman 1ar d e
m okr atik 1 e ş m e öğesiyle uzun süre ırak tu
tulmuş, yığınların kendilerine yönelik belentileri an
cak 77 Türkiye'sinde "kısmen"de olsa oy sandığına yan
sıyabilmiştir.
50'ler Türkiye'sinden 80'ler Türkiye'sine ulaşan
toplumsal dinamikler, kültür ikiliği içinde ve a i 1 e
konumuy 1 a ilkin çocukların gündemindedirler. Sı
nıfsal düşüncel dizgelerin ve buna dayalı olarak sağ
lıklı kentsel yaşayışın oluşmadığı bu süre içinde, ta
rım kültürü çözülmelere uğramıştır ama ataerkil aile
kurumu tüm açmazlarına karşın direnmektedir. Ço
cuk olaylar zincirini a n n e - b a b a ilişkileriyle göz
lemler.
Demokratikliği içinde barındırmayan buyungarlı
ğın, ç o c u k üzerinde ya da a n n e üzerinde fiziksel
boşalıma (dayak olayı) dönüşmesi, çocuğun beyin bah
çelerine ş i d d e t kavramın ı somut bir biçimde
yerleştirir. Fiziksel erkeyle pekişen k o r k u ve şid
det, i ç g ü d Üs e 1 olmaktan çıkar, ergenlik ve eriş
kenlik yıllarında da beliren k ö k 1 ü b i r e d i n i m e
dönüşür. İleri yıllarda z a y ıfa karşı buyurgan ve
acımasız g_ ü ç 1 ü y e karşı kuşkulu ve dirençsiz görü
nüşün kaynaklarını, çocuk, korkuyu beyin merkezine
yayarken oluşturacak ve bunu yine kendi gözlemle
riyle saptayacaktır.
Geleneksel ailedeki buyurganlık, demokratikliğe
karşı fiziksel şiddet ve korkuyla yaratılan düşüncel
87
taban, otuz yıl boyunca siyasal erkeyi elde tutan güç
lerin en çok kullanacakları bir alan olacaktır. Bu alan,
çocuğun da aynı davranışlarla toplumda varolabilece
ği sanısına kaynaklık eder. D i n s e 1 düşüncel ağla,
gerilen korku, a t a e r k i 1 a i 1 e d e k i fiziksel şid
cietin yarattığı korkuyla bireşir. Ardından, p a r a n ı n
k a p i t a 1 i s t s a t ı n a 1 m a şiddeti devreye girer.
88
m e 1 e r (erişkinlere ve düzene öykünmeler) gelecek
te kullanılacak bir taban oluşturur.
Ailedeki buyurganlıkla, dinsel siyasadaki buyur
ganlık, paranın kapitalist satınalma buyurganlığıyla ya
ratılan korku,· kuşku, ardından dirençsizlik ve acıma
sızlık öğeleri gündeme girmekte gecikmez.
Bütüncül açıdan oluşan bu bireşimler, 70'ler Tür
kiye'sinden, 80'ler Türkiye'sine doğru yaygınlaştırılan
şiddet olgusunun kaynakları olacaktır. Başka bir söy
leyişle, çocuk, çevresinde ne bulmuşsa onu almış ve
yine çevresinin bir ürünü olmuştur. Önyargısız yakla
şım yeteneğiyle ve saf ön koşulsuz gözlem becerisiy
.e doğa-insan, üretim-tüketim ilişkilerini algılamış, ay
6 - SONUÇ
89
leri l?irbirlerini sıcak savaşta olduğu gibi kırıp geçiri
yorsa solun parçalanması başarılıyorsa, bu olgu y ü
z e y s e 1 tanımlarla açıklanamaz demektir. Türkiye'
de son otuz yıl boyunca, günümüzdeki örgütlü-örgütsüz
şiddet olgusuna kaynaklık eden bir taban yaratılmış
tır. Bireylerin yıllar yılı süren içsel etkilenmeleri (iç
sel dinamikler) toplumsal dışsal dinamiklerle çakıştı
ğı için, bugün, şiddet yoğunluğu sürdürülebilmektedir.
Kuşkusuz, kışkırtıcı ajanlar etkeni, dışsal kökenli
örgütler etkeni, çokuluslu tekeller etkeni, ceza yasala
rı�ın küçüklere etkisizliği ve daha başka nedenler söy
lenebilir.
Ne var ki, Türkiye düzleminde çevre koşullarının
(sosyo ekonomik örgütlenmenin) altyapısıyla - üstyapı
sıyla yarattığı uzun süreli bireysel iç dinakikler, son
aşamada ve 79 Türkiye'sinde yeniden dış dinamiklerle
daha etkin bir biçimde çakıştırılmış ve ş i d d e t a 1 a D
l a r ı genişletilmiştir. Başından beri çözümlemeye ça
lıştığımız gibi, bireylerin algılamaları, içsel dinamik
lerini oluşturmuş, ayrıştırımlar yine çevre ve· siste
me bağlı koşullarla yeni bireşimlere dönüştürülerek
dışlaşmıştır. Böylece, ç e v r e k o ş u 1 1 a r ı n ı n gü
nümüzdeki bağlayıcılığı belirleyiciliği bilimsel açıdan
da doğrulanmıştır.
79 Türkiye'sine . baktığımızda, dışsal dinamiklerin,
örgütlenerek, ülkemizdeki bu· içsel dinamikler üzerin
de siyasal erk olmaya çalıştığını göreceğiz. Genel an
lamda çocuğun ve çocukluğun, tüm bu koşullardan so
)' utlanamayacağı bilinmekt�dir.
90
Bölüm
3 .
93
"- Bırak Ali, bırak kardaş, biz ölmüşüz be, biz
de töbe iş yokmuş, biz kendimizi kaldırıp ırmağa at
malıyız. Yazık bize, yazıklaaar olsun./, . ./ Herif tokat
attı sustuk kovdular sustuk. Demek avradımıza sövse
ler yine susacağız?"
Yukarıda belirlenen gerçeklik odağında çıkış yol
ları araştıran sıradan Yusuf kimliği, İhlafsızın Yusuf
kişiliğine ulaşacak kavşakta şu bağlayıcı öğelerle ku
şatılmıştır.
1 - Kapitalist tarım işletmelerinin yapılarından
kaynaklanan, işsizliğin yoğunlaşması sonucu günlük
bedeller düşer.
2 - Bu aşamada geçiş dönemi özellikleri nedeniyle
sermaye sisteminin en açgözlü, en acımasız ve en
kanlı ilkelliği egemendir. Bu yasalara bağlı olan ger
çeklik, daha önceki düşünsel-duyumsal gerçeklikleri
de yıkıma götürür. Bütün yönleriyle gündem giren bu
yeni gerçeklik, İflah�ızın Yusuf kişiliğini oluşturan,
pekiştiren ve olumlu bütün değişikliklere kapalı tutan
ve Pehlivan AliJerin de kanlı sonunu hızlandıran yolu
hazırlayacaktır.
a - İlkinde, "Sivas'ın Ç köyünden", Bereketli Top
raklara inen üç arkadaş çırçır fabrikasında, hem in
sani özlerini örseletme pahasına, (Yusuf'un, iş için
otomobil önüne atlayışı ve yakarışı) , hem de sayısal
fire verme pahasına (Köse Hasan'ın ölümü) iş bul
muşlardır. Aldıkları çok düşük ücretin, ırgatbaşı ta
rafından «avanta»ya uğraması yeni bir çelişki doğu
rur.
b - İkincide, zıtlıklar daha keskinleşecek, fakat
bu kimlikleri sağlam kişilikle donatacak yol belirme
yecektir. Arkadaşlık, hemşerilik bağları, ustaya saygı,
94
yiğit olana sevgi anlayışı, geçiş döneminin koşulları
gereği çözülmüş-boşalmış ; bunların yerini ileri bir
duyarlık dolduramamıştır.
*
**
95
neyimsiz olarak kendisini patoz ustasının yerine ge
tirecektir ya, bu durum hayatının da sonu olacaktır.
1946-1950 yılları aralığında kapitalist tarımın geliş
mesiyle kalabalıklaşan İflahsızın Yı,ısuflar, Pehlivan
Aliler sömürülen Türkiye gerçekliğinin, has ürünleri
dirler. Bu kişilikler ta 1928'lerde, ilk öncüleriyle Be
reketli Topraklar Üzerinde yerine göre <<.Allahın çok,
kulun az olduğu», yerine göre «kulun çok, Allahın az
olduğu» yerlerde devreye girerler.
Türkiye örneği kapitalizmin palazlanması ve bu
günkü uluslararası sermaye ile olan ilişkilerde yerini
alması ; onların Türkiye tarihi sahnesine çıkmasıyla
ve Pehlivan Alile�in kanları pahasına peldşmiştir.
Gelenekçi köylülük ahUik�nı, Türkiye'de kapitalist
tarıma geçiş evresinde izlediğimiz oranda, türedi inşaat
ivmesinin, çarpık oluşma ve sonuçlanma evrelerinde de
görürüz. İflahsızın Yusuflar, gelenekçi köylülük" ahlA
kıyla, ekonomik siyasanın da ortam hazırlaması sonu
cu «köşeyi dönen inşaat kalfaları (taşeronlar) kimlikle
riyle tarih sahnesindeki yerlerini aldıkları gibi, özgül
koşullarda, Babiali pazarının · kağıt taşımacılığından
(hamallık) kağıt karaborsacılığına fırlayan bir kesiti
de simgeler. Bu kişilikler, hangi kimlikle ve hangi ta
rih kesiti içinde görüntüye dönüşürseler dönüşsünler,
tüm edimleri ve tutumlarıyla, gelenekçi k�ylülük ahlA
kının (feodalizmin) «el öpmeynen ağız aşınmaz:. yakla
şımıyla kameralarııiııza yansıyacaklardır . .
96
. GELENEKÇİ KÖYLÜLÜKTE KADIN KONUMU
97
devreye girecektir. Hem de, tek güvence oğulun ölü
sünü kasabaya götürmek ve ülkede hukukun üstünlü
ğünü kanıtlamak amacıyla yapılır bu.
Öldürülme olayının üzerinden bir ay kadar geç
miŞtir. Altı saat uzakta bulunan jandarma değil de,
İl Jandarması olayı öğrenmiş, gelip Mehmedin meza
rını açtırmıştır. Jandarma, Mehmedin annesine:
- Koş kağnıyı bakalım! Öğlunu kasabaya götü
receksin. . . Doktorlar muayene edecekler» komutunu
verir.
Verir ya, anne, Anadolu ağıtlarında.ki yaslı ezgile
l'ıyle sızlanıp dövünür :
- Yavrumu mezarda bile rahat komadılar. .» .
98
yü taşıyan kağnı, uzun bozkırda, ayışığı altında sürü
.
cüsüz yitip gidecektir. Sıradan geleneksel tepki ikinci
bir aşama yaparak özel tepki biçimine bürünür.
99
<<KağnI>>da cinsel üretkenliği nedeniyle anne olma
ö:zelliği devreye girerken : Sıcak suda, eş olma nedeniy
le, kadının cinsel organı doğrudan bir araç durumuna
düşürülür.
Anadolu'nun kırlık bir yerinde, Emine, İsmail'in
eşidir. İsmail, ağanın oğlunu vurur, yakalanmaz. Son
kez jandarmaya «ihbar» gelir. Köye, Emine'nin evine
giden jandarma, köylü kurnazlığıyla «gusülhaneyi>> gör
mek ister. Girildiğinde, isli bir tenekede sıcak su oldu
ğu anlaşılır. Jandarmanın bastıran sorularına karşılık.,
Emine kızarıp bozararak:
«- Sıcak su dökünecektim» yanıtını verir.
«- Kocan burada değil de gece vakti ne diye sıcak
1
su hazır edersin?»
Jandarma, böylece Emine'yi köşeye sıkıştırmıştır.
Bilgiç :
«-'- Bu en sağlam usuldür. Bir kaçağın evini arar
ken, evvela guşülhaneye bakarım», der arkadaşına. ·
100
Yaklaşmayı denediğimiz iki öyküde de, özellikle ve
özenle gelenek öğesinin altı çizilmiştir. Gelenekteki halk
karşıtı, insan karşıtı tutum ve davranışların, insan onu
runu ne denli örselediği, geleneğin toplum yapısı içinde
nı:; denli etkin olduğu sergilenir. Sınıfsal çelişkinin, ser
maye yararına çevrilişinde : Gelenek sömürücü ideolo
jiye ne denli yararlı olmaktadır? sorusuna karşılık araş
tırılır. Yazar, gelenek bağının en sinsi tortularını kur
ca] ayarak, bir cerrah gibi neşterini vurmuştur.
101
!arıyla yaklaştığı söylenirse, yanlış olmaz. Nitekim,
gerek jandarmanın, her iki kadın karşısında (Kağnı
ve Sıcak Su adlı öykülerde) , gelenekçi köylülük ahla
kıyla davrandıkları gözlenir. Kaldı ki, onları görevlen
direnler de, bu açıdan ayrımlı düşünmezler. Bunun
içindir ki, jandarmalara, Ahmet'in annesinin (Kağnı'
da) zorla da olsa getirilmesi buyruğu verilmiştir. Bu-=
nun i,çindir ki, Emine'nin kocasının her ne pahasına
olursa olsun (Sıcak Su'da) yakalanması buyruğu ve
rilmiştir. Buyruğu verenlerle, yerine getirenlerin de ;
dahası, köyün öteki egemenlerinin de ayırtılı düşün
dükleri söylenemez. Çünkü her iki olay da, g.elenekçi
köylülük ahlakıyla tutumlar sergileyen bir kalabalığın
karşısında, bu iki kadın dayancasız ve kimsesiz bıra
kılmışlardır. Benzetilirse, feodal dinsel toplumlarda,
cinselliğinden ötürü kadınlığın taşlanması ve linç edil
mesi olayının, bir açıdan değişik görüntülerle yeni
den türetilmesidir, bu eylemler.
102
GELENEKÇİ KÖYLÜLÜK AHLAKININ
CİNSEL SİYASASI
103
1ı İlkinde, Hacı Dursunların karşısında dikilmek,
-
104
oğlunu koltuklayacaktır. Bu yaklaşım, Hacı Dursunla
rın feodal kültür tortularıyla olan sıkı bağlarını ele ve
rk Öte yandan, «Ulan tuttuk bu memleket kalkınsın
dıye . . . / . . ./ Memlekete hizmet bu kadar olur» şarlatan
lığıyla, günümüz ticaret erbabı olduğunu da kanıtlaya
caktır. Feodal kültürün tekelinde bir kafayla : memle
ket kavramını, demagojik bir silah gibi kullanma bilin
cinde, günümüz siyaset adamları kadar da girişimcidir.
Ya da onların simgesi durumundadır.
Sömürülen Türkiye koşullarında ekonomik ve siya
r.al piramitleşme, "Hacı Dursun'ları yaratma ve güç
lendirme amacına yöneliktir. Denilebilir ki, Hacı Dur
sunlar bir yanlarıyla kapitalizm öncesi dönemin ürün
leri oldukları kadar, öteki yanlarıyla da kapitalizm ön
cesi geçiş sürecinde devreye girerler.
Yerine göre din tacirliği yapar, din kurumunun
«enternasyonal» ilişkilerini yürütür ; yerine göre de
<<l\lilli sanayi» sloganları atarak teknoloji milliyetçiliği
( ! ) dehasını yaratırlar . . . Dahası siyaset alanında : Yurt
sever emekçileri ve aydınları karalamaya çalışır, ken
dilerini <<Milliyetçi» ilan ederler.
Günümüz Türkiye'sinde siyasal açıdan etkin oluş
ları; endüstri emekçilerinin sayısal çoğunluğa henüz
ulaşmamışlığıyla açıklanabilir.
Romandaki olaylar örgülenmesinin son aşamasın
da, çatışkı kızışmış, jandarm�nın da baskısıyla : Ah
met'in annesi ölmüştür. Bu ana kadar, bu uğraşıda : Bir
lik olmayı, topluca direnmeyi öneren - yüreklendtren
Ahmet ; beklenmedik bu gerçeklik karşısında, denetim
siz bireysel tepki tuzağına düşecektir. Genel olarak
Türkiye koşullarında, özel olarak Ahmet tipleşmesi açı
sından olağan bir tepki biçimidir bu. Bu tepki biçimi,
105
toplumsal içerikli bir direnişin, bireysel kapışma ala
nına kaymasıyla, Ahmet'in fındıklık toprak girişimi,
kelepçeye ve mapushaneye dönüşecektir.
106
KÖYLÜLÜKTE KÜÇÜK TOPRAK MÜLKİYETİ
107
Kara Şali, Ulusal Kurtuluş Savaşı ndan önce toprak
'
108
tır. Çünkü, Kara Bayram kimliğini Kara Bayram kişi
liğiyle kuşatan duyarlık alanları ; babasız çocuk duyar
lığıdır. Bu nedenle, Kara Bayram hiç bir zaman Iraz
ca'nın dilediği ve özlediği gibi girişken, dirençli bir
kişiliğe ulaşamaz. Her zaman Irazca'nın itelemeleriyle
ö1aylara karışan Kara Bayram, eninde sonunda, Iraz
ccı'ya karşın, kendi kişiliğini bulacak ve köydeki didiş
meyi bırakıp kent yollarına düşecektir.
Kara Bayramlar, sömürülen Türkiye koşullarında
vuroldukları bölgedeki kapitalist ilişkilerin katmerleni
şıyle köyden kente göçü omuzlar ve Türkiye genelin
de bu olgunun öncü yığınlarını oluştururlar. Büyük
toprak egemenlerinin, çiftliklerini ortakçılara borçla
satarak, . büyük kentlere gidişiyle, orta ve küçük top
rak mülkiye�i, kapitalist ilişkiler olarak gündeme girer.
Kara Bayram da, bu sürecin genel özelliklerini taşıya
cak, genel özlemlerini içinde yaşatacaktır. Toprakta
ortakçılığın genel sıkıntılarını babası Kara Şali ve an
nesi Irazca yaşamıştır daha önceleri.
Cumhuriyet'in kuruluşundan 1950'lere dek ağır ağır
giderek hızlanan bir akışla, büyük toprak egemenleri
nin, büyük kentlere göçtüğü görülür. Bu süre dilimi
içinde, büyük toprak egemenleri, Necip beyler Kurtu
luş Savaşt 'nıri, «milli demokratik devrim» sürecinde,
müttefik oldukları kesimlerde yeni bir ayrışmaya yö
nelirler. Giderek, siyasal erkeyi, kapitalist ekonomik
erkeyle perçinleme· aşamasına geçerler. Ardından «Mar
shall» adıyla anılan yardım tuzağıyla dışa bağımlı. ka
pitalizmi kökleştirir ve çokuluslu sermaye dokusunun
güdümünde görev yüklenirler. Bu süreç, çok genel ama
çok yalın bir biçimde, Irazca'nın da söyley�iyle belir
lenebilir :
109
«-Yemen bitti, Yunan bitti, ş.imdi de Ankara mı
başladı?»
110
Iraicaların Dirliği küçük toprak mülkiyetine bağlılık
la çözümlenemez.
Bu nedenle, Irazca-Muhtar ve Haceli çatışkasının,
zaman zaman Irazca lehine çözülür gibi görünmesi al
datıcıdır. En azından, Irazca için aldatıcı; tarihsel açı
dan gerçeğin açıklanışıdır. Bu aşamada, Irazca-Muhtar
ve Haceli arasında süren çelişkinin kilitlenmesi, an
cak Kara Bayram'ın devreye girişiyle, yeni bir alana
doğru akıp, gelişecektir. Bu aşamaya dek haklılık
haksızlık gibi kavramlarla' açıklanan, Irazca-Muhtar
Haceli çatışkışı, Bayram'a yeni bi:ı; görev yükler. Bu
görev, köyden kente göçün başlangıcı olacaktır.
111
tine bağlı bir toplumsal kesitin, ağıtı olur. Ama bu
ağıt, tarihin belli evrelerinde ortaya çıkan egemen sı
nıfın acımasızlığını kanıtlamaktan öteye geçmez. Bun
dan sonra olacak g�lişmelerle, çıkarılan yangın da,
bilinçli bir hak aramanın ürünü olmaz. Bir öfkenin ve
Feodal öç alma duygusunun ürünüdür bu. Başka bir
deyişle, kan davasının başka bir açıdan yansımasıdır.
Böylece, Kara Bayramlar ; sömürülen Türkiye ko
şullarında ve cumhuriyet dönemiyle çözülmeye başla
yan yarı-feodal ilişkilerin yerine erkini koyan kapi
talist -ilişkilerin bir . sonucu olarak kent yollarına dü
şerler. Arkadan gelen traktörle, mülksüzleşme ivmesi
nin artışı, bu göçü daha ileri duraklara ulaştırır. Kent
ler, küçük toprak mülkiyetine bağlı köylüler tarafın
dan kuşatılır. Kara Bayramlar, bu süreçle varolan, gü
nümüzde de süren ve kentlerde çok değişken, çok k�r
maşık bir toplumsal yapının ilk öncüleri olurlar. Irazca
anaların köyfordeki ağıtları duyulmayacaktır, yankılan
mayacaktır.
112
KENTLERE İNEN KÖYLÜLÜK
113
ları reklamları, kuponculuk (vb) bellekleri sü
rekli dolu tutan ve bireyin kurtuluşunu, derinliğine
çarpık açılımlarla gündeme alan sermaye, sisteme bağ
lı olarak siyasal bildirisinide <<Her mahalleye bir mil
yoner» reçetesiyle sergilemektedir.
Bireyin kurtuluşu isteniyormuş gibi gösterilen çığ
lıklar, sermayeci kesimin : Türkiye koşullarında uygu
ladığı yöntem olur. Türkiye kapitalizminin bu döne
minde «Ticaret burjuvazisi», S€t·maye sisteminiİ:ı ; siya
sal ve ekonomik omurgasını oluşturmaktadır.
Tirbuşon Sadıkl.ar, kentlerde, ticaret metasını alım
gücü en düşük olan toplum birimlerine dek götürme�
de kullanılır. Tirbuşon Sadıklar, bu görevi omuzlaya
rak, tarih sahnesine çıkacaklardır. Burada kullanılan
köylülüktür.
Daha ergenlik çağında :
«- Benle bir akran emmi kızının, bahar günü yağ
mura kavuşmuş toprak gibi kokardı soluğu. Ben alaca
ğım büyüyünce derdim ya. . . Uzun yoldan gelen (kara
yollan şoförü) bir yaban aldı gitti işte.» Gerçeğiyle,
öğrenilir. Tirbuşonluğun aslı.
Sıradan Sadık kimliğinin, Tirbuşon Sadık kişiliğiy
le ilintiler kurmasına neden olur bu düğün. Değişen so
mut gerçekler ; tarım kültürüyle beslenmiş bir beyin
de, inanç çözülmeleri yaratır. Moral yıkımlar, kırıklık
lar, yeni özlemlere mayalanır.
Bu aşamada, yeni çıkış yolları araştıran sıradan
Sadık kimliği, Tirbuşon Sadık kişiliğine ulaşacak kav
şakta, şu belirleyici öğelerle kuşatılmıştır :
1- Kapalı tarım ekonomisinin çözülüşü, akran
emmi kızının uzun yoldan gelen bir kasabalı tarafın
dan götürülüşüyle ; somut bir temele dayalı olarak ça-
ll4
kışmıŞtır. Bu durum, sıradan Sadık kimliğinin inanç
dünyasını yıktma götüren yolu hazırlar.
2
- Tirbuşon gerecinin biçimsel farklılıkları, kul
lanım yeri, gerçeklik olarak, insan-eşya ilişl.dsiyle dev
rPye girer. Bu gerçeklik, sıradan Sadık kimliğinin so
mut dünyasını değiştiren yolu hazırlayacaktır.
a - İlkinde, karayollarının açılmasıyla <<Uzun yol
dan gelen» kasabalının akran emmi kızını alıp gitme
si (karşıtların birliği) ; zıtlaşmasını da' getirir. Aym
karayolu gidilerek, bir yıkımın ardından, bir dirime
çıkış gerçekleşecektir.
b - İkincide, karayollarının �çılmasıyla parçaia
nan kapalı köy ekonomisinin sonuçları, ileriye dönük
lük açısından belirleyicidir. Bu aşamada, sermaye, tir
puşon (vb) �içimlerine dönüşmüş köylere dek inmiş
tir. Sermaye, teknolojiyi . kendi kullanım biçimiyle bu
aiana götürdüğünden : Teknoloji - uygarlık - ser"maye
üçgeni, belleklere yerleşir. Bu üçgen, köyden kentle
re göçü, «insanca yaşamak» adına hızlandıracaktır.
<<Sanayi burjuvazisi», 1970'lerden sonra, sömürülen
Türkiye gerçeklerine egemendir. «Ticaret burjuvazisi»,
kılık değiştirerek endüstri yatırımlarına girişmiştir.
Banka ödülleri kesilir. Çok uluslu sermaye odakları ile
sıkı ilişkilere a-çık holdingi.er, Türkiye sömürüsüne gi
rerler, törenle.
115
suna ve harcanmış oğul (lünpen) Hasan'a dönüşür.
Bütün bunlar gider hanesine yazılır.
2
- <<Sanayi sermayesi», en küçük birimlere de
ğin sıkı bir vergileme yolları araştırır. Yapısından ge
le.o bir zorunluktur bu. <<Süper market»ler sömürüde,
devreye girerler. Tirbuşon Sadıklar, kapı önlerinde,
merdiven aralarındaki <<tezgahlarını» yitirme gerçe
ğiyle yüzyüze kalır.
Sonuç olarak, Tirbuşon Sadıklar tezgahlarını, ge
c�kondularını, bankalardaki küçük hesaplarını ve yi
tirilmiş can oğullarını (Ahmetler) ve arkalarında acı
lar bırakarak ; kazanılmış arkadaşlıkla,r ve pekişmiş
yeni inançlarla, tarih sahnesinden çekileceklerdir.
Sömürülen Türkiye koşullarında, Tirbuşon Sadık
tipleşmesi; yanlışla doğrunun ; umutsuzlukla umudun ;
yıkımla dirimin ; acıyla sevincin ; nefretle sevginin iç
iç-eliğiyle gelişip ve toplumsal örgülenmeyle, daha ile
ri bir kişiI.µc aşamasına ulaşacaktır.
İşçi Ahmet'in «yanlışa burgularsın» deyişiyle ; Tir
buşon Sadıklar, kafaların yanlışa burgulaya burgula
ya, Türkiye'de toplumsal serüvenlerinin sonuna yak
laşmış bulunmaktadırlar.
Bu aşamadan sonra, bireysel olarak : «Ben bu işin
üstesinden gelemem gayrı> diye Tirbuşon Sadık tip
leşmesi, bir anlamda köylülüğün bu uğraşıda başarı
sızlığını vurgulamıştır. Ve kentlere inen köylülüğün,
198-0'li yıllarda, büyük kentlerin dışına çıkarılışı da
«işsizler» tanımıyla yapılarak ...
116
KÖYLÜLüKLE DEVLET ERKİ
GÖZLÜKLÜ SAMil..ER
117
yeni boyutlar edinerek örgütlenmişler "" ve siyasal er
keyle çarkları kendilerinden yana bütünüyle çevirmiş
krdir.
lcndirmeye çalışacaklardır.
118
duyumsal-eylems2l boyutlar, bu örgütlenmenin bir par
çası olmuştur. i
·
Ailen Delon Ziya, Feriha konu�masında bu gerçek
kendiliğinden açığa çıkar :
.
119
tip Hatipoğlu kimlikleri tek açılı-dar ufuklu öğrenimle
yurduna ve geniş halk katmanlarına sırt dönmüş tip
leşme simgesidir. Son çözümlemede, bu ikili yandaş
lığın, iki ayrı kaynaktan çıkarak birleştikleri de söy
lenebilir.
, İlk kesitte olanların, ulusal bir burjuvazinin filiz
verme evrelerinde, <<liman burjuvazisiyle» dünürlükle
rfoden sözedilebilir. Nitekim teneke kuralı ile ilişkiler
bunu simgeler.
İkinci kesitte olanlarsa, Anadolu kırlıklarından
«yalın ayak» gelip, «vatan-millet» naralarıyla (söm�
rülen ülkelerde) sömürünün yüklediği görevleri omuz
layanlardır, denilse doğru düşer. Daha da somutlaş
tırırsak, bunların bir ucu Gözlüklü Samilerin çocuk
ları olurken, öteki ucu da salt ekonomik anlamda sınıf
değiştirmiş, ussal-estetik anlamda yine de köylülükle
bağlamlı kırsalalan çocuklarını deyimler.
Gözlüklü Samiler, kapitalizm öncesi dönemin he
men ardın,daki toplumsal kargaşanın ürünleri olduk
ları halde, bunlar Türkiye örneği ül�elerde çarpık ka
pitalizmin kendine özgü ürünleridirler. Bu kimlikle
rin, ülke sömürüsünde büyük paylarından sözedilebilir.
, Gerek Gözlüklü Samiler, onların çocukları Ailen
Dellon Ziyalar, Balzak Nuriler, gerekse ileride deği
neceğimiz gibi sınıf değiştirmiş halk çocuklarını sim
geleyen, Sürmegöz İhsanlar ve Hatip Hatipoğlu kim
likleri temel felsefelerini, son otuz yıllar ı dolduran
«bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler» naralarında bul
muşlar ve tarih sahnesini doldurmuşlardır .
...
Kapitalizmin kaynağı olan, ülkelerde Gözlüklü Sa-
120
miler yoktur. Sömürülen ülkelerin, halk tarihlerinde
sömürge olma - dışa bağımlı olma sürecini belirleyen
bu kişilerin, feodill kültürün en gerici yanlarını taşıdı
_
ğını da görüyoruz. Bu tipler, kendi ülkelerinin ulusal
kültürdeki en tutucu (şoven) damarlarını taşımakta,
halkçı yaklaşımlara karşı amansız bir savaş açmakta
dır. Denilebilir ki, kendi toplumunda bulunan en bağ
naz ögelere başka ülkelerden aktarılan çürümüş dav
ranış karışımını emiştiren kişiliklerdir, Gözlüklü Sa
miler.
Gözlüklü Samilerin çıkış yeri budur ama, Gözlüklü
Ss.miler bu noktada kalmamışlardır . elbet. Azmanlaşan
ve daha karmaşık daha ince örgütlenmelerle dış ülke
·
lere akan sermaye', yedeğinde egemen olan · sınıfın ku
şatmasını ve ahlak anlayışını da götürmüş ve sömü
rüde görev almaları sağlanmıştır. Geçiş dönemlerinin
özellikleriyle oluşan bu kişilikleri, bizler Gözlüklü Sa
miler . simgesiyle, ·sömürülen ülkelerin son altmış yet
miş yıllık tarih sahnelerinde görüyoruz.
Sermayenin palazlandığı Ülkelerin sömürge tarih
lerinde, bir iÇsel olgu olarak Gözlüklü Sami tipleri yok
tur, dedik. Bu ülkelerin sömürge tarihlerine baktığımız
zaman, Çörçjiıeri, kovboy eskissi Jonsonları görürüz.
Bu tipler, tnusal kurtuluş savaşları sürecinde, halk
katlarını simgeleyen «Kuşdili Çayırı»nda : «Milli Daya
nışma Futbol Kulübil>>nü destekleyen ;re «Cibali Halk
Futbol» takımlarına gol atılması için, çok uluslu
şirketler tarafından görevlendirilmişlerdir.
121
da söz edebiliriz. Bu tiplerin ve olayın bu çerçeve için
de gelişmesi, sonuçlanması yine Turhan Selçuk un çiz
'
122
Sömürünün tarih içindeki biçimlerini bize gösteren
Gözlüklü Samiler, günümüz gerçekliğine uygun, yeni
yerlerini de yine tarihsel açıdan alırlar. 1920'lerde Ba
s.il Zaharof - Vahdettin ilişkilerinin yoğun trafiğini gö
rürüz. O günlerde, <<Cibali Halk Futbol» takımına, Kuş
dili Çayırı'nda gol atan <<Milli Dayanışma Futbol» ta
kımı kaptanı ve «merkez muhacim» oyuncusu( ! ) Gözlük
lü Sami günümüzde neler yapabilir?
Bu tipler, günümüzde sömürülen ülkelerde işbirlik
çi tipl�r olarak, büyük sermayenin adamları ve yüz
deli hissedarlarıdır. Yabancı ban.kalara para yatırır
lat. .. 1.çerdeki bir ihaleyi, kendi firmasına ucuza ka
patmada, siyaset sahnesinin adamlarını satın almada
ustadırlar. Zaman ve yer değiştirip dışsatım-dışalım
işlerine girerler . . . yerine göre, <<MC» yaratılması adı
na, satın alınan siyasa cambazlarının bedellerini, el
altından öderler. Gözlüklü Samiler günümüzde kiralık
siyasetlerin arkasındaki işbirlikçi, yüzdeci patron tip
leridir.
Tarihsel açıdan da, ulusal kurtuluşa ve bağımsız
lığa karşıdır. Cinsel siyasa açısından da bir yanıyla
tipik bir burjuva olup ; öte yandan, çok karılı feodal,
despot bir Qs.manlı erkeğidir. Gözlüklü Sami güncel
olanı ve tarihsel olanı sinesinde toplarken, bizler de
·
123
«- Ulan deyyusu ekber . ./ . . . / Düpedüz Moskof uşa
.
124
tıkları yeni boyutlarını, sömürülen Türkiye gerçekliği
içinde sergileyebilmek, Gözlüklü Sami'nin dışında baş
ka kişilikler yansıtmakla mümkündür.
Gözlüklü Samiler; tarihin bir döneminden, öteki dö
ne•mine, işte yukarıdaki tutarsız ve kişisel çıkarları için
kullandığı sözlerle, atlayıp geçerler. Dış görüntüler de
ğişmiştir . . . metresleri evleri, yalı ve kpnakları değiş�
miş daha uygar ( ! ) olmuşlardır. Ama, tarih onları tu
tum ve konumlarıyla yerli yerine koymakta ve birer
örnek belge olarak da ; sanatçı, bu gerçekliklerden ke
sitler vererek sergilemektedir.
Bir de «Sürmegöz İhsan» tipleri _vardır. Bunlar, si
yasa sahnesinin cambazlarıdırlar. Her gün bir parti
nin kapısını çalanları olduğu gibi, içlerinde profesör
oianları bile vardır. Bu açıdan, Cumhuriyet parlamento-
. suna girmiş, Necmettin ve Hatip Hatipoğlu gibi, oku
muş aydın ( ! ) da -olmuşlardır. Bu nedenle, Gözlüklü Sa
milerin, bürokratik katlardaki işlerini takip eden «ev
rak memuru» kimliğine de bürünürler. Gerektiğinde
'
de işbirlikçi patronların önlerinde, gerektiğinde ; ka
pitalist askerlerin önünde, ger�ktiğinde ; «muktedir»
führerlerin önünde tam bir gelenekçi köylülük ahlcikıy�
la iki büklüm eğilirler. Yerine göre »Ham Rıfkı», ya
da <<Mandacı Rauf Ahmet» oldukları gibi, yerine gö
re de «Köp�kbaş» olurlar. Sürme göz İhsan tipleri, çı
karları gereği kışkırtıcılık (provakatörlük) bile yapa
bilecek, - her zaman alınır - satılır bir Osmanlı kapı
kulu gibi yakın tarihin her döneminde fakat d�ğişik
biçimlere bürünmüş olarak görülürler.
Sonuçlandırırsak, Gözlüklü Samiler, gelenekçi kör
lülük ahlakıyla, feodal Osmanlı despotizmini bir ara
ya getirmiş, bireştirmiş ve bu özelliklerle, tarihsel,
125
toplumsal, bireysel kişilikle devlet erkini ele geçirme
koşullarını edinmiştir. Onları, çağdaş kapitalizmin ge
reklerini bile yerine getiren bir kimlikle, Türkiye ta
rihinde göremeyiz. Kadın, kadınlık1 çocuk ve çocuk
hık konumlarından, sanat yaratımı konularına bura
dan da tüm edimlerine dek, yukarıda vurguladığımız,
özgül bireşimin, Türkiye koşullarında yaşayan kişilik
ieridirler Gözlüklü Samiler.
Bu bağlamla, Gözlüklü Samilerin, Hacı Dursun
larla dünürlüklerindeen nasıl söz edilebilirse, Sürme
göz İhsanların ya da Hatip Hatipoğlu tipleşmelerinin
de, İflahsızın Yusuflarla (bacanaklık) sağdıçlık ve Kir
velik ilişkileri vardır.
Son çözümde, bu kimlikleri, özel kişilikler olarak
Türkiye sömürüsüne armağan eden toplumsal yapı
nın ipliklerinde, gelenekçi köylülüğün ahlaksal maya
sıyla, feodal Osmanlı baktşaçılarının çakışmasını bu
luruz.
126
GÜLMECEYE DÖNÜŞEN KÖYLÜLÜK
VE HOCA NASREDDİN
127
·
açıdan irdeleyebiliriz . Sanat üretimiyle, dünyagörüşü
çelişmelerini ölçüt tutabilir miyiz ve - bunun bir ah
lak sorunu olduğunu savunabilir miyiz bugün?
Balzac'a, böyle bir açıdan yaklaşan çıktı mı bil
miyorum bugünedek. Balzac'ın bir kralcı oluşu, Cum
huriyet'e karşı düşüşünü konu başlığı yapmak, üret
tiği sanatsal gösterinin önemi açısından gereksizdir
de.
Nasreddin Hoca'nın bir birey olarak kaypak, yi
ğit, özü sözü doğru, korkak, hırsız, üçkağıtçı (vb.)
çeperlerine kapatılması değil (ayrıca bunun belgesel
verilerinin bulunmayışıyla) onun, yansıttığı gerçeklik
önemli sayılsa gerekir.
Nasreddin Hoca'yı bir anlamda Balzac'la karşılaş
brmak (aslında Balzac'la değil, uygulanan yöntemden
sözedilebilir burada) bile yersiz ve gereksiz. Çünkü
Nasreddin Hoca simgesi (geniş zamanlar v'e yerler
simgesi denilebilir) ikili sanat gösterisini (ya da gösteri
taslağını) omuzlamıştır.
1 - Sözlü metin üretimi.
2 - Bu sözlü metnin yaşarlık, canlılık, devingen
lik kazanmas�nda, metnin görüntüye donüşümü ; başki
şi görevinin üstlenilmesi.
Kendi toplumsal yapısının ve gelişim ivmesinin ge
nel çizgileri içinde, hem metin tasarımcısı hem de
bunun oyun taslaklarını içinde barındırır b\l ikili işlev.
Balzac'la Nasreddin Hoca gerçeklikleri irdelendiğinde,
değişik boyutlardan oluşan ürünlerin getireceği sonuç:
lar, �uşkusuz gereksiz kalır. Ne var ki, sanat denen
o evrensel oluşum içinde, genel geçerlikler dışında tu-
·
128
Bu nedenle, Nasreddin Hoca, bir yanıyla sanatçı
dtr dense, doğru düşer.
İslamiyetin görsel, gösterisel, dinletisel sanatlara
varolma hakkı tanımadığı, yalıttığı kıraç Anadolu boz
kırlarında, üstelik 13. yüzyıl dipnotlarıyla, toplum,
hangi noktalarda, hangi namlularla ateş hattına süre
bilir moral birimlerini. . . Bu bir.
Nasreddin Hoca, köylülüğün bir yaşama biçimi
olarak yerleştiği dönem içinde buluyor çıkış noktasını.
Köylülüğün öncesini, geçiş evresini ve köylülük
döngüsünün bize gelen kum çölleriyle çeperli barıkat
larını ; ya da köylülükle dünyagörüşünün üstyapı yan
sımalarını, anonim halk ezgilerinde buluyoruz. Türkü
lerimizin hemen tümüne yakın demetine ; gözyaşı, ölüm,
hasret, hicran, cehennem, öteki dünyada kavuşma öz
lemi egemen.
Peki, bu ögeler söze ve insan sesine büründüğün
de, bunun anlamlara, simgelere, tınılara dönüştürüm ;
ezgicilerin ahlaksal bakışaçıları olamıyor diyelim.
Öte yanda, toplumsal karabasanı da bireysel ka
rabasanı da bir başka kameradan boşalım noktasına
çekimli kılan yergi simgesi Nasreddin Hoca, nasıl ola
cak da bireysel ahlak duvarlarıyla, ya da ahldkçı bil
gelikle bize yansıyacak?
Denilebilir ki, köylülüğün altyapısından ötürü, üst
yapısının egemenliğinde tabulaşmış mengenelerin sı
nır v�rdiği ölçüde, bir Nasreddinleşen düşünce peteği
yaratılmış. Yığınsal bataryalar, Nasreddinleşen düşün
ceyle, Nasreddinleşen gülmece odaklarına varabilmiş
ler. Buradan da ancak gülmeceye dönüşen köylülük
sergilenebilmiş . .Başka ne var ki !
129
Davalının da, davacının da karısının da haklı gös
terilmesi öyküsünde, Hoca'nın ahlakçı olarak konuya
temel yapılması, bu nedenle doğru görülmüyor bana.
Kime göre ahldk, . kime göre ... yaklaşım biçimi
.
130
TÜRKİYE, AYDINCIKLAR,
KÖYLÜLÜK VE EDEBİYAT
TÜRfilYE .. BUGON
131
Yepyeni ilişkilerin ivmesiyle, apayrı bileşkelerle bir yol
kavşağının şaşkınlıkları ; ya da kaygısızlıkları içinde
aydınlar. f\ydınlar sözcüğü fazlaca iyimserlik olacak.
Aydıncıklar . . . Genel açıdan sanatçılar, yazarlar, bir
bölüm bilim emekçileri ve öğretim üyeleri ayıraç dışı
tutulursa ; okutulmuş diplomalı aydıncıklar, denilebilir.
Yeteri bu. Bugün için elbet.
DENEKTAŞININ SARMALINDA
132
yer verilmeyişin bir göstergesi oluyor, dilsel donanım
sızlık . . Bellekte kalan · sımsıcak, taptaze bir örnekle
somutlayalım ; daha bir kaç hafta önce, TV'de yayım
lanan, liseler arası bilgi yarışması'ndaki üç liseli öğ
rencinin'. (yapıtları ve fotoğrafıyla) Melih Cevdet An
day'ı tanımayışlarındaki ayıp, kimin, kimlerin olacak?
133
YAZININ İLETİŞİM KANALLARI DA . . .
nin beş katı (Belki daha c;ia fazla) günlük gazete sa
yısı, kitap sayısı (üstelik son kerte gelişmiş TV ka-
134
nallarına karşın) milyonlarla iletişim raylarını, havali
manlarını kurmuşken: Türkiye gerçeğinin bunca «ça
balama kaptan» emekleyişinin başında, tartışmasız
aydıncık üretimi geliyor. Köylü aydıncıklar.
135
türürken ; başvurduğu tınısal, titreşimsel şiddet de
bundan. Gırtlağındaki sert iniş çıkışlar, dar alanda sı
kışmış ses tonları da bundan.
136
d.c de, en azından TYS üyelerine bir sosyal güvence,
bir sarıkart verilmeyişi de (ki kağıt karaborsacıları
nm sarıkartla cirit attığı bir ülkede) yukarıdaki soğuk
geleneğin bir uzantısı oluyor. Ayrımlı, zengin, tınıları
ve titreşimleri olan bir sözcükler birikimini kullanım
ya da yaratım, <<Edebiyat», yani fasa fiso sayılıyor bu
gün de. Ozanların, yazarların, sanatçıların günışikla
rını cıvıltılarla yansıtan, horultulu uyuklayışların ka
ı-anlığına çomak sokan gelişimleri, yaptıkları işin kü
çüksenerek cezalandırılmasına neden oluyor. Her sö
zün başında : <<Edebiyatı bırak», tamlaması bundan.
'fürkiye'nin en eskimez acısı bu. Bırakın Türkiye'de
felsefe üretmeyi, tartışmayı. Türkiye'de, sözcükler kul
lanılmadan düşünceleri açıklama, sözcük birikimi de
rinleştirilmeden, politikalar üretme, politikalara yön
verme geleneği var.
Çünkü, konuşmayı beceren tek canlı insan olduğu
halde, yine çağdaş boyutları yansıtan, tutarlı, den
geli söylence ve anlatım açılımlarını «Edebiyat yap
mak» aşağılamasıyla ve çağdaş yazarlarını, ozanlarını
karalamayla, yasaklamayla yetinen ülkelerden birisi de
Türkiye. Kırsalalanların eskimiş folluğunda kuluçkaya
yatırılan toplumsal mayanın ipliklerine baktığımızda,
köylülük ve- aydıncıklar, günün �atırbaşları olarak gün
demi dolduruyor. Bu tartışma, kısa sürede sona ere
cek gibi değil. Derinleşmeli.
KIRKBİRBUÇUK SÖZCÜKLE
137
ginliğini savsaklarken, bireysel, toplumsal-tarihsel, ger
<;•ekleri, içsel ve dışsal dinamikleri de kırık dökük söz
cüklerle açıklamaktan geri durmuyorlar ve bu açı
dan da ; sınıfta kalma yarışında hep birincilik alıyor
lar, sıfırla. <<Kaç yüzyıllık tarih», «müreffeh Türkiye»
gibi yaftalarla, yurtseverlik yarışına çıkanlar da ana·
dillerini kullanırken sıfır olarak, TV ekranlarında ça
lışkanlıkla köşeyi döndüklerini söylenceye döküyorlar,
kurnazlıkla.
Karasaban kalıtının, yeni güneş boyalarıyla nakış
lanışı yeniden oylumlarla işlenişi yeterli değil. Da
hası, yapay, sığ geçiştirimlerle, politikalara ve Tür
kiye'nin geleceğine yön verileceği sanılıyor, giyitler
biçiliyor ; kalın çizgili, geniş ekose bir ceket üzerinde,
yine kalin çizgili, geniş ekose bir kravatın kal� bağ
lanmış naralarıyla . . . Tüm bunlar olurken, «konuşmak
değil, iş yapmak>> gündemi dolduruyor, çağrılar çıka
rılıyor. Konuşmak, ama kaç sözcükle konuşmak göz
den kaçırılıyor yine. Bu yaklaşım, yeteneksizliği de
ğil, yetiştirilmeyişi ve başından beri vurguladığımız ek
sikliği savunur duruma düşürüyor, aydıncıkları.
BALİNALAR KON:UŞMAZ . . .
138
l!zayacak, sonunda kağnı gıygıyı verecek benzetiler sı
ralamak kolay. Peki ya anlaşılması zor olan ne?
Anlaşılmaz gibi görünen, çağın varlığı tüm boyut
ları, anadilin olanaklarıyla ve oylumuyla, edebiyat
bağlarından devşirilmiş görkemli anlatım meyvaları
na dönüştürümün, neden «istihza» konusu olduğu. Ede
bıyat sözcüğünün taşıdığı yüklemden, yaptığı işten ge
len özelliğine, işlevine ; kolaycı aydıncıkların dudak
kıvırtmalarıyla, aslında küçümsenen hangi konu?
·
YAŞASIN EDEBİYAT! ..
139
kalmıyor, geleceğe de notlarını, kanıtlarını düşürüyor,
bugünden.
Bu nedenle, gelecek ; yaratacağı dilsel tadlarla,
gerçeğfrı sanatsal aynası, toplumsal-bireysel haritası
olarak edebiyatın. Günümüz Türkiye'sinde, günü, mah
muzlayan söylem güzellikleriyle ; geleceği yoğuran da
edebiyat. Yaşasın edebiyat !
EDEBİYAT YAŞAYACAK. . .
140
İÇİNDEKİLER
B ö l ü m .: 1
141
Bölüm : 2
Bölüm : 3
SAİT MADEN
te k i n sön m ez
«Morgun Önünde Üç Kadın>da
1975-80 yıllarından seçilmiş yazılar sunuluyor.