Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 9

Modern Türklük

Araştırmaları Dergisi
Cilt 6, Sayı 1 (Mart 2009), ss. 7-15
DOI: 10.1501/MTAD.6.2009.1.2
Telif Hakkı©Ankara Üniversitesi
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü

Türk Destancılık Geleneği

Naciye Yıldız
Gazi Üniversitesi (Ankara) 
 
ÖZET
Türk dünyası, köklü bir destancılık geleneğine sahiptir. Bu gelenek içinde geçmişten
günümüze uzanan binlerce örnek vardır. Bu örnekler, gelenekleri, temsilcileri ve
metinleriyle Türk edebî kültürünün ortak bileşenlerini meydana getirir.
ANAHTAR SÖZCÜKLER
Destan, gelenek, destancı, Türk edebî kültürü, sözlü kültür
ABSTRACT
There is a deep-rooted epic tradition in the Turkish world. This tradition, extending from
past to today has thousands of examples. These examples form the common
components of the Turkish literary culture with their traditions, representatives and texts.
KEY WORDS
Epos, tradition, destancı, Turkish literary culture, oral culture

1. Destan nedir?

Destan araştırmacılarının yaptığı birçok destan tanımı vardır; destanın tanımını “Bir
milletin yaşamış olduğu maceraların, dünyaya bakışının ve ideallerinin, genellikle bir
prototipten hareketle, bir kahraman etrafında birleştirilerek dile getirildiği, kendisine
has bir geleneği olan anonim eserlere denir” şeklinde vermek de mümkündür.
Destan terimi, Türkiye Türkçesinde nazım şekli, halk hikâyesi, dinî hikâye, fikrî
ve tasavvufî eser, mensur edebî eser, manzum ve mensur tarih, yeni edebiyat alanında
genellikle vakaya dayalı uzun şiirler için de kullanılmaktadır (Elçin 1981:139-154;
Karasoy 1991:37-43).
8 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 6. Sayı 1. Mart 2009

Yukarıda tanımını yaptığımız ve çalışmamızın asıl konusu olan destan türü, Türk
lehçelerinde dastan,  dasitan,  dessan şeklinde telaffuz edilebildiği gibi, lehçelerde Batı
dillerinden geçmiş epos terimi ile de, her lehçenin kendi kelime dağarcığında bulunan
bir terimle de ifade edilebilmektedir. Mesela, Altay Türklerinde destan geleneği
kayçılık, kahramanlık destanları kay‐çörçök ve destan icra edenler de kayçı şeklinde
adlandırılmaktadır. Başkurt Türklerinde destan ve epos terimleri geleneğin ürünlerini
ifade etmek üzere kullanılırken, destan icracılarına yırsı, yırav ve sesen denilmektedir.
Tatar Türkçesinde de destan karşılığı olarak destan veya epos; destancı için de sesen ve
yırav terimleri kullanılmaktadır. Özbek Türkçesinde destan icracılarına genel olarak
dâstânçı denilmekle birlikte Sır-Derya bölgesinde yüzbaşı, Oş civarında sâki, sazende ve
Fergana bölgesinde sanavçı terimleri de kullanılmaktadır. Kazak Türklerinde destan
için jır/batırlar  jırı, epos ve dastan; destancı için de cırav, akın ve cırçı terimleri
kullanılmaktadır. Kırgız Türklerinde destanlara genel olarak comok denilmekte,
destancıya da comokçu ve akın adları verilmektedir. Bunun dışında destanların
tamamını bilmeyip bir kısmını icra edenlere de cırçı; Manas destanını icra edenlere
özel bir saygı ile Manasçı veya söylediği dairelere göre Semeteyci, Seytekçi
denilmektedir. Uygur Türklerinde destancı için destançi, bahşı, vayiz, goşakçi, gıssahan,
yüzbaşi ve meddal terimleri kullanılırken, bunların icra ettiği eserlere destan
denilmektedir. Türkmenlerde destancı için bahşı, destan için de destan ve epos terimleri
kullanılmaktadır; fakat Köroğlu destanı ve onun kolları için şah veya şahamça
denilmektedir. Azerbaycan Türklerinde destancı için aşıg terimi kullanılır.
Kahramanlık konuları işleyen Hakas destanlarına alıptıh nımah, destan icracılarına ise
haycı denir. Sahalarda ise, olongho terimi destan karşılığı olarak kullanılmaktadır. Türk
dünyasında, bu terimler altında yer alan eserleri değerlendirdiğimizde ise, bunların
sadece destanları değil, Türkiye Türkçesinde halk hikâyesi olarak tanımladığımız
formattaki anlatımları da içerdiği görülmektedir.
Kısaca bilgi verdiğimiz bu icraların kahramanları nasıl bir kültür ortamının
ürünüdür?
Bilim adamlarına göre kültürün en üst seviyesi mimarideki gelişme seviyesidir.
Kültür daima aynı seviyede kalmaz, sürekli bir dalgalanma içerisindedir. Walter
Schubart’a göre (Sorokin 1972:115-116) her kültürün bir prototipi vardır ve bunlar
birbiri ardı sıra gelir. Kültürlerin prototipleri tek bir kültüre de ait olmayabilir; bir
ulusun sınırlarını aşarak bütün bir kıtayı kaplayabilir, egemenlik alanı çok geniş, hatta
kesin sınırlarla belirlenemeyecek kadar büyük bir sahaya yayılabilir. O, etki alanındaki
bütün insanları kendi karakteriyle etkiler. İnsanlar ya onu benimser, ya da karşı
çıkarak mücadeleye girişirler; ama asla görmezlikten gelemezler. İşte bu görmezden
gelinemeyen kahramanların zaman içerisinde birbirlerinin yerini alabilen dört ana
prototipi vardır. Schubart’ın bu dört prototiple ilgili değerlendirmesini şu şekilde
özetleyebiliriz;
Türk Destancılık Geleneği Naciye Yıldız 9

1. Uyumlu kültür tipi ve insanı

Bu kültür tipi dünyayı herhangi bir kişinin önderliğinde yeniden kurulması gereken
bir unsur olarak görmez. Her şey onun iç dünyasıyla uyumludur. Böyle bir dünyada
evrimin veya ilerlemenin gereği yoktur. Uyumlu kültür tipi, tarihi, amacına ulaşmış
sayar. Aktif değil pasiftir. Uyumlu kültür tipi bütün dünyayla birlikte onun ayrılmaz
bir parçası olarak barışçıl bir şekilde yaşar. Ebedîlik duygusundan etkilenerek
gökyüzüne güvenle bakar. Bu sebeple de bu kültür tipinin dinî mekânları gökyüzüne
doğru haşmetle yükselir (Sorokin 1972:116-117). Anlaşılacağı üzere, bu tip özellikle
kahramanlık destanı tipi değildir.

2. Kahraman kültür tipi ve insanı

Dünyayı örgütçü çabasıyla düzene sokulması gereken bir kargaşa olarak görür.
Önceki kültür tipi gibi dünyayla barışçıl bir şekilde geçinemez. Var olduğu biçimiyle
dünyaya karşı çıkar. Benlik güveni, benlik gururu ve bağımsızlık tutkusuyla doludur.
Dünyaya egemen olmak ve onu kendi planlarına göre şekillendirmek ister.
Gökyüzüyle fazla bir işi yoktur. Daha çok gözlerini yeryüzünde gezdirir.
Kahramanlık başlıca yaşama amacıdır. Kahraman kültür tipinin dünyasında her şey
hareket halindedir. Sürekli değişim vardır (Sorokin 1972:117). Türk kahramanlık
destanlarında gördüğümüz tipler, büyük ölçüde bu özellikleri taşımaktadır.

3. Zahid kültür tipi ve insanı

Var oluşu bir hata, duyum dünyasını bir serap ve kötü bir çekicilik olarak görür. Bu
sebeple gerçek ötesi bir mistik alana kaçışı; dünyanın her türlü nimetini ve duyum
dünyasını hiç pişmanlık duymadan kendi isteğiyle terk etmeyi tercih eder. Dünyayı
düzeltmekle ilgili ne bir isteği ne de bir umudu vardır. Ona göre dünya
düzeltilemeyecek bir hatadır. Bu kültür tipi hemen hemen hiç hareket etmez.
Tamamen kendi iç dünyasında yaşar ve dünyası çok durgundur. Budizm ve
Hinduizm kültürünün insanları bu kültür tipine güzel bir örnektir (Sorokin 1972:117).
Türk kültür tarihi açısından değerlendirdiğimizde, Ahmet Yesevî’nin, ve onun
geleneğinin takipçisi olan dervişlerin, Hz. Muhammed’in ölüm yaşıyla paralel olarak,
63 yaşından sonra bir lokma bir hırka ile bir hücrede inziva hayatına çekilmesi de bu
kültür tipi ile birçok bakımdan örtüşmektedir. Bu tip de destan tipi olamaz.

4. Mesihçi kültür tipi ve insanı

Kendisini, ilahî düzeni yeryüzünde gerçekleştirme görevine çağrılmış olarak hisseder.


Dünyaya vereceği yeni düzenin tasarısı, ilham yoluyla onun içindedir. Kendi içinde
10 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 6. Sayı 1. Mart 2009

hissettiği uyumu dünyada da kurmak ister. Dünyayı olduğu gibi kabul etmez ve onu
değiştirmeyi amaçlar. Ancak bunu kahraman kültür tipi gibi kendi benlik güveni ve
gururuyla değil, Tanrı tarafından verilen ödevi yerine getirmek için yapmak ister.
Uyumlu kültür tipi insanı gibi dünyayı sever; ama ondan farklı olarak, dünyayı
olduğu gibi değil, nizama sokulmuş haliyle sever. Uyumlu kültür tipi insanı gibi tarihi
amacına ulaşmış saymaz. Ona göre daha aşılacak çok engeller vardır. Zahid kültür
tipi insanı dünyanın düzeleceğine inanmaz. Mesihçi kültür tipi insanında ise
dünyanın düzeltilebileceği inancı sonsuzdur. Yönetmek için insanları bölmez, onları
belli bir düzen içerisinde birleştirmek üzere hareket eder. O da kahraman kültür tipi
insanı kadar aktiftir. Dolayısıyla onun yaşadığı dönemde de dünya hareket halindedir
(Sorokin 1972:117-118). İslâmiyet sonrası Türk destanlarında yer alan, İslâm için cihad
yapan “gazi” tipi bu kültür tipiyle büyük ölçüde örtüşmektedir
Bu tipler etrafında destanlar nasıl oluşur?
Destanların oluşum aşamaları
Ahmet Zeki Valîdî (Togan)’nin bu konudaki görüşlerini şöyle özetleyebiliriz
(1931:4-5):
1. Destan tertip etmeye meyilli milletlerin muhtelif devirlerde maceralı bir
hayat yaşaması gerekir. Bu olaylar ozanlar tarafından şiir şeklinde söylenir.
Halkın hafızasında en çok yer edinen kahraman bütün olayları kendi içine alır.
2. Millet son bir büyük mecera-olay yaşar. O zamana kadar söylenmiş olan
destan nüveleri bu son yaşanan olayın ve ön plana çıkan kahramanın
etrafında birleştirilir.
3. Bu maceralar yaşandığı sırada toplumun belli bir kısmı öyle bir seviyeye
gelir ki onların içinden çıkan bir kişi belirmeye başlayan bu destanı belli bir
plan dâhilinde tertip ve tanzim ederek onu yazılı bir hâle getirir.
Üst üste günlerce yağan kardan sonra katmanların birbirinden ayrılmaması gibi,
birden fazla kahramanla ilgili olarak söylenen parçaların tek bir kahramanın etrafında
bütünleşmesiyle, destanlarda bir katmanlaşma meydana gelir ve bunlar tıpkı kar
kütlesi gibi, bir bütün hâlinde görülür.
İlk iki aşamayı geçirdiğine, yani var olduklarına dair, bilhassa Türk, Çin, İran,
Bizans ve Arap kaynaklarında bilgiler olan eski Türk destanları yazıya geçirilmediği
için mi günümüze kadar gelememiştir; yoksa kasıtlı bazı araştırmacıların iddia ettiği
gibi, böyle destanlar yoktur da, biz kendimize bir kimlik ve tarih bilinci oluşturmak
üzere mi bu destanların varlığından söz ediyoruz? Geçmişte de örneklerini
gördüğümüz, günümüzde ise bir moda hâlini alan bu iddialara cevabı, Çin yıllıkları,
Bizans, İran ve Arap tarihleri ile edebî eserleri; hatta daha da net bir ifade ile, 1330’da
yazdığı Dürerü’t‐Ticân ve Gureru  Tevârîhi’l‐Ezmân adlı tarih kitabında, Oğuzlarda,
elden ele gezen bir Oğuznâme’den bahseden Memlûk tarihçisi Aybeg e’d-Devâdâri
Türk Destancılık Geleneği Naciye Yıldız 11

vermektedir. Bu destanlar var mıydı diye yaratılan sözde problem ve eski Türk
destanları olarak adlandırdığımız destanlarımızın kaynakları konusu, bu çalışmanın
konusu değildir; üstelik bu konuda tereddüde yer vermeyecek çalışmalar da
yapılmıştır1. Eski Türk destanlarının Oğuz Destanı dışındakilere ait Türkçe metinleri
için, savaşlar, göçler ve bugün ilk destanımız olarak bildiğimiz Alp Er Tunga’nın M.
Ö. altı yüzlü yıllarda yaşanan olaylara dayandığı düşünülürse, aradan geçen uzun
zaman gibi sebeplerle günümüze ulaşamamıştır demek, tarafsız ve aklı başında bir
araştırmacının kabulü ve söylemi olmalıdır.
Türkçe yazılı metni günümüze kadar ulaşan Oğuz destanından günümüze, Türk
destan kahramanları tipik özellikler taşır; bu kahramanların genel olarak, İslamiyetten
önce oluşan ve İslamiyet etkisi ön planda olmayan destanlarda alp; İslamiyet etkisini
yansıtan destanlarda ise gazi tipi olarak adlandırıldığı görülür. Mehmet Kaplan’ın
Oğuz Kağan Destanı ve Dede Korkut Boylarından hareketle yazdığı “Türk
Destanında Alp Tipi” başlıklı makalesinden, alp tipinin özelliklerini, şu şekilde
özetlemek mümkündür. (1976:12-21)
Alp tipi usta avcıdır, göçebe olarak çadırda yaşar, bir medeniyet seviyesine
sahiptir, sürü besler, akıncıdır.
Toplumun medeniyet seviyesi ve tarzının değişmesi, alp tipinin yaşantısında
da değişikliklere sebep olur; dolayısıyla Oğuz Destanında sadece at
sürülerinden söz edilirken, Dede Korkut’ta koyun ve deve de yer alır. Yırtıcı
hayvanlar Oğuz Kağan Destanında büyük bir tehlike iken, Dede Korkut’ta
tehlike olmaktan çıkar.
Göçebelikten yerleşikliğe geçiş, kahramanı cihangirlik ülküsünden
uzaklaştırır. Oğuz zapt etmek istediği kavimlere kendisine itaat etmelerini
emreder; sebep göstermesine gerek yoktur, ancak, daha ileri bir dönemin
ürünü olan Dede Korkut boylarında, bu cihangirlik ülküsünü göremeyiz.
Amaç ister cihan hâkimiyeti, isterse kendini koruma olsun, her iki destanda da
alplık yüksek bir idealdir.
Daimî mücadele sebebiyle, alp tipinde hem vücut hem de psikolojik yapının çok
kuvvetli olması gerekir; kuvvetli olmayanın hayatta kalma şansı da yoktur.
Kahraman, mücadele sırasında yalnız kalabilir; bunun için düşmanını veya
rakibini tek başına yenebilecek güçte olmalı ve kendine güvenmelidir. Bunun
için de ancak, gücünü ve aklını birlikte kullanmayı başarabilen kahraman
olabilir.
Yaşadığı hayat dolayısıyla, alp tipi, gözle görünmeze inanmaz. Yerleşikliğe
geçiş ve dinler, kahramanda tanrıya teslimiyet duygusunu ortaya çıkarır.
Dede Korkut kahramanlarında, özellikle Deli Dumrul’da bu geçişi görmek
mümkündür.

1 Bunun için Bkz. Ercilasun (1998a, b).


12 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 6. Sayı 1. Mart 2009

Türk destan geleneğinde destanın yapısı konusunda, Kazak destanlarından


hareketle, Prof.Dr. Şakir İbrayev’in de “Tipolojik Motifler” başlığı altındaki tematik
planı, destancılık geleneğimizle ilgili olarak üzerinde durulması gereken önemli
çalışmalardandır. İbrayev’in tematik planı şu şekildedir:
I. Batırın çocukluğu ve kahramanın evlenmesi (batıra uygun dünürlük)
1. Soyun tasviri (taife, anne-baba, mekânın tanıtılması)
2. Kahramanın olağan üstü doğumu
3. Batıra özgü çocukluk çağı
4. İlk kahramanlığı
5. Gelin (sevdiği kız) hakkında haber alma, eş arama
6. Gelinle (sevdiği kızla) yarışma, öne sürülen şartları yerine getirme
7. Zafer ve kahramanın gelinle dönmesi
II. Batırın kahramanlıkları
1. Düşmanın taarruzu hakkında haber
2. Yola çıkması (düşmanı duyunca kendi yurdundan çıkıp düşmanla
savaşmak için yola çıkması veya düşman geldiği zaman kahraman
yurdundan dışarıda ise düşmanı yenmek için yurduna geri dönmesi)
3. Batırların güreşmesi (bazen yolculuk uğurlu olmaz, bahadır esir düşer)
4. Teke tek mücadele ve kahramanın zaferi
5. Zaferle geri dönme
III. Kahramanın soyunu (taifesini, annesini, babasını, kardeşini, eşini,
akrabasını) düşmanlardan (rakipten, köleden) kurtarması
1. Gelin veya akrabanın (soyun) esir olması hakkında haber alınması
(rüya, mektup)
2. Kahramanın sevdiğiyle veya eşiyle, rakibi veya bir kölenin evlenmeye
niyetlenmesi
3. Eşle veya sevgiliyle gizli buluşma veya düğüne tebdili kıyafetle yabancı
biri gibi gelme
4. Kahramanın tanınması veya kendisini tanıtması
5. Rakip veya kölelerin cezalandırılması
6. Düğün (1998:273-275)
Destan kahramanları ve destanların yapısı ile ilgili bir çalışma da Lord Raglan
tarafından yapılmıştır. Metin Ekici tarafından “Geleneksel Kahraman” başlığı ile
Türkiye Türkçesine aktarılan bu çalışmada, batı destanlarını dikkate alarak Raglan, 22
madde belirlemiştir (1998:126-139). Türk destan kahramanları, birçok araştırmacı
tarafından bu plan çerçevesinde değerlendirilmiştir; ancak ortaklıkların, bazı
maddelerle sınırlı kaldığı görülmektedir. (Çobanoğlu 1998:202-209, Çetin 1998:46-53,
Sheridan 2008:50-57, Oğuz 1998:2-6 vd.). Bu durum, Türk destancılık geleneğinin
kendi örnekleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir.
Türk Destancılık Geleneği Naciye Yıldız 13

2. Destan Yapıları

Destanlar, ya nazım, ya nazım-nesir birada veya nesir olarak icra edilir. Nazım
şeklindeki destanlarda, her boyun destancılık geleneği veya ekolüne göre hece ölçüsü
ve belli bir nazım birimi (genellikle dörtlük) kullanılabildiği gibi, birçok Türk boyunda
bu tür destanlar ardı ardına gelen serbest mısralar şeklinde de düzenlenir. Nazım-
nesir bir arada olan destanlarda, nazım veya nesir kısımların oranı değişebilir.
Kanaatimizce, destanî formdan halk hikâyesi formuna geçmiş veya geçiş döneminde
olan destanlarda nesir kısımlar daha uzundur. Bu tür destanların nazım kısımlarına
bir kalıp sözle geçilir ve genellikle nazım kısımlarda duygular, karşılıklı konuşmalar,
ya da nesir kısmında anlatılan olayların bir başka kahramana nakli yer alır. Vaka
anlatımları ise genellikle nesirdir. Destanlar, nadiren Çuvaş destanlarında olduğu gibi
nesir şeklindedir. Nazım şeklindeki destanlar –Manas hariç- genellikle bir müzik aleti
eşliğinde ezgili olarak icra edilir. Türk boylarında kopuz, komuz, dombra, dutar,
topşoor, çathan gibi bölgeden bölgeye değişen müzik aletleri, destan icrasında
kullanılır. Nazım-nesir bir arada olan destanların nazım kısımları da genellikle bir
müzik aletinin eşliğinde ezgili olarak söylenir.
Destancılar, bir destanı baştan sona ezberlemez; destanın ana çatısını
değiştirmeden kendi üslup ve yetenekleri doğrultusunda, her icrada yeni bir eş-metin
yaratırlar. Geleneğin icracısı olan destancı, gelenek içinde, günümüzün romancısı gibi,
destanı kurgulamakta, bu kurguda hiçbir motif, epizot veya detay lüzumsuz yere
kullanılmamakta, her biri ayrı ayrı önem taşımaktadır.

3. Destanların İcra Edildiği Boylar:

Destanları icra edildikleri boylar bakımından değerlendirdiğimizde;


1. Türk boylarının birçoğunda eş-metinleri bilinen destanlar; Köroğlu, Alpamış…
2. Bir gruba ait destanlar; Kıpçak Türkleri arasında bilinen Edige, Çora Batır…
3. Sadece bir boya ait olan destanlar; Nüzügüm, Gaçag Nebi, Manas…
olmak üzere üç gruba ayırmak mümkündür. Bu destanların sayısının ne kadar
olduğu kesin olarak belirlenmemekle birlikte, tespitlerimiz sonucunda, hiç şüphesiz
ve mübalağasız binden fazla olduğunu söyleyebiliriz.
Türk destan geleneğini, yaratma dönemi açısından değerlendirdiğimizde, “bir
millet yazılı edebiyata geçtikten sonra, destan yaratmaz” düşüncesinin Türk destan
geleneğinde geçerli olmadığı görülmektedir. Bunun örneği, zengin yazılı edebiyata
sahip Türk boylarından biri olan Uygur Türklerinin 19. yüzyıldaki mücadelelerinin
sonucunda, Nüzüğüm, Sadir Palvan, Abdurrahman Han gibi, yaratmış olduğu yeni
destanlardır. Ayrıca, Kırgız Türkleri de sadece var olan destanları söylemekle
14 Modern Türklük Araştırmaları Dergisi Cilt 6. Sayı 1. Mart 2009

kalmamış, 20. yüzyılda da kence  destan dedikleri Boston, Teyitbek, Ak Möör gibi
destanları yaratmıştır.
Başlıbaşına Manas, bize, Türk destancılık geleneğinin zenginliğini göstermeye
yetecek bir örnektir. Dünyanın büyük destanları olarak tanınan İlyada’nın 16 bin;
Odissea’nın 12 bin; Mahābhārata’nın 400 mısra civarında olduğunu biliyoruz.
Manas’ın Sagımbay Orazbakoğlu’ndan derlenen sadece Manas dairesi ise 550 bin
mısra civarındadır ve bugün bu destanın 83 ayrı destancıdan derlenmiş varyantı
arşivlerde kayıtlıdır. Bu bir gelenek içinde başlıbaşına büyük bir zenginliktir.
Türk destan geleneği içinde destancıların yetişme ortamlarını da değerlendirecek
olursak, bu geleneğin Anadolu’daki âşık edebiyatı geleneği ile büyük ölçüde
ortaklıklar taşıdığını görürüz. Türk âşık edebiyatında âşığın hazırlık dönemini
oluşturan rüya motifi (Günay 1986) Türk dünyasında destancılık geleneği için de
önemli bir motiftir. Destancılar da rüyalarında Hızır’ı, aksakalı, dervişi, peygamberi,
dört halifeyi veya anlatacakları destanın kahraman veya kahramanlarını gördüklerini
iddia ederek hazırlık safhasına başlarlar. Bu iddia, destancının, “Ben bu işe rast gele
başlamadım, bana bu görev ilahî güçler tarafından verildi” iddiasıdır. Bu iddia ile yola
çıkan destancı, kendisine verilen destan söyleme görevini yerine getirmediği takdirde,
cezalandırılacağına inanır.
Destancılar ile âşık edebiyatı temsilcileri arasında bir başka ortaklık, destancıların
da âşıklar gibi bir usta tarafından yetiştirilmeleridir. Destancılar, ustalarından bir
musiki aletini çalmayı, şiir ve destan parçaları söylemeyi öğrenir ve yeterince
yetiştiğine kanaat getirildiğinde, ustası tarafından kendisine icazet verilir. Böylece o da
artık usta sayılır ve çırak yetiştirebilir, ancak ustasına her zaman hürmetle bağlıdır;
onun davet ettiği her icra ortamında bulunmak zorundadır. Aynı usta tarafından
yetiştirilen çıraklar ve onların da çırakları âşık kollarına benzer destancılık
kolları/ekolleri oluşturur. Aynı ekolden gelen destancılar, saz çalışlarından üsluplarına
ve repertuarlarına kadar benzerlikler gösterirler.
Bütün bu özellikleri ile, Türk boyları arasında destanlar, -Kırgızistan’da Manas,
Türkmenistan’da dede Korkut- zaman zaman yasaklanmış; ancak, her türlü baskıya
rağmen unutulmamış; millî kimliğin oluşmasında, canlı tutulmasında ve tanımlan-
masında önemli rol oynamıştır.

4. Sonuç

Türk dünyası olarak, ortak kültürümüzün kodlarını görmemiz açısından en önemli


kaynak eserler destanlardır. Türk destancılık geleneği, tarihin çok eski dönemlerine
dayanan kökleri üzerinde yükselen ve kendi ikliminde bugün de yer yer meyve
vermeye devam eden bir koca ağaç gibidir.
Türk Destancılık Geleneği Naciye Yıldız 15

Kaynakça

ÇOBANOĞLU Ö. (Ed.) (1996) Oğuz Kağan ve Er Töştük Destan Kahramanlarına Bir Bakış.
Folkloristik:  Prof.  Dr.  Umay  Günay  Armağanı (Ed. Ö. ÇOBANOĞLU ve M. ÖZARSLAN)
Ankara: Feryal Matbaacılık, 202-209.
ELÇİN Ş.(1981) Halk Edebiyatına Giriş, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay..
ERCİLASUN A. B. (1998a) Oğuz Kağan Destanı Üzerine Bazı Düşünceler. TDAY‐Belleten  1986,
Ankara, 13-16.
ERCİLASUN A. B. (1998b) Dede Korkut Kitabı ile Oğuz Destanı Arasındaki Münasebetler.
TDAY‐ Belleten 1994, Ankara, 69-89.
GÜNAY U. (1986) Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi. Ankara: AKM Yay.
İBRAYEV Ş. (1998) Destanın Yapısı. (Akt. A. A. Çınar), Ankara: AKM Yay.
KAPLAN M. (1976) Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar I. Ankara: Dergâh Yayınları.
KARASOY Y. (1991) Destan Kavramı. Millî Folklor, 2 (10), Yaz 1991, 37-42.
OĞUZ Ö. (1998) Lord Raglan’ın Geleneksel Kahraman Kalıbı ve Boğaç Han. Millî Folklor, 5(40),
Kış 1998, 2-6.
RAGLAN, Lord (1998) Geleneksel Kahraman. (Çev: Metin EKİCİ), Millî  Folklor, 5 (37), Bahar
1998, 126-138.
SHERİDAN; A. A. (2008), Köroğlu, Karacaoğlan Ve Pir Sultan Abdal Şiirine Birincil Sözlü
Kültür Bağlamında Bakmak: Tarihsel Kişiler mi Sözlü Kültür Tiplemeleri mi. Millî Folklor,
10 (79) Güz 2008, 50-58.
SOROKİN P. (1972) Bir  Bunalım  Çağında  Toplum  Felsefesi. (Çev. Mete TUNÇAY), Ankara: Bilgi
Yayınevi.
TOGAN Ahmet Zeki Valîdî (1931), Türk destanının tasnifi. Atsız Mecmua, 1, 4.

Naciye Yıldız

Prof. Dr., Gazi Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve


Edebiyatları Bölümü öğretim üyesi.
Adres: Gazi Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Çağdaş Türk Lehçeleri ve
Edebiyatları Bölümü, Beşevler-Ankara, TÜRKİYE.
E-posta: yildiz.naciye@gmail.com

Yazı bilgisi :
Alındığı tarih: 4 Mart 2009
Yayına kabul edildiği tarih: 10 Mart 2009
E-yayın tarihi: 13 Nisan 2009
Çıktı sayfa sayısı: 9
Kaynak sayısı: 12

You might also like