Robotlarin

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 26

YAPAY ZEKÂ ve İŞSİZ BİR GELECEK TEHLİKESİ

ROBOTLARIN YÜKSELİŞİ Martin FORD


Giriş
Nobel ödüllü ekonomist Milton Friedman gelişmekte olan bir Asya ülkesine
1960’larda danışmanlık veriyormuş. Friedman’ı büyük çaplı bir kamu projesi sahasına
götürmüşler. Friedman manzarayı görünce şaşırmış: Bir sürü işçi ellerinde kürekle
harıl harıl çalışmasına rağmen buldozer veya traktör gibi iş makineleri neredeyse hiç
yokmuş. Sebebini sorduğunda yetkili memur, “Çünkü bu bir istihdam programı,”
demiş. Friedman’ın nüktedan cevabı meşhurdur: “E, o zaman ellerine kürek yerine
kaşık verseydiniz ya?”
Ekonomistler gelecekte makinaların işleri elimizden alıp uzun vadeli işsizliğe
neden olacağı endişesine şüpheyle, hatta biraz küçümsemeyle bakarlar. Friedman’ın
sözü de bu şüpheyi güzel ifade ediyor.
Elverişli ekonomik dönemin de sonuna geldiğimize dair çeşitli işaretler var.
Artan üretkenlik ile yükselen ücretlerin birbirini beslediği ilişki, 1970’lerde bozulmaya
başladı. 2013 itibarıyla tipik bir üretim işçisi, 1973’tekine göre %13 daha az kazanıyor.
Hem de üretkenlik %107 artmış olmasına rağmen. Öte yandan barınma, eğitim ve
sağlık gibi büyük gider kalemleriyse eskisine göre çok daha artmış durumda.
Yeni üniversite mezunlarına verilen maaşlar son on yıldır düşüyor. Yeni
mezunların %50’si üniversite diploması gerektirmeyen işlere girmek zorunda kalıyor.
Dahası, gelişen bilgi teknolojisi, ustalık gerektiren işleri de daha şimdiden ciddi
biçimde aşındırmaya başladı bile. Bunlar arasında avukatlık, gazetecilik, bilim ve
eczacılık da var. Fakat durum bunlarla da sınırlı değil. Neredeyse her iş belli bir
seviyede öngörülebilir ve rutindir zaten. Her meslekte o işin gerçekten yaratıcı veya
teorik kısmını yapmaları için maaş verilenler küçük bir azınlıktan ibarettir. Makineler
bu rutin ve öngörülebilir işleri devralırken, işçiler yeni duruma uyum sağlamakta
büyük zorluklar yaşayacaklardır.
Gelişen bilgi teknolojisi bizi yeni bir devrilme noktasına doğru itiyor. 0
noktadan sonra bütün ekonomi, çok daha az emek-yoğun, çok daha fazla sermaye-
yoğun hale gelecek.
Üstelik bu dönüşüm sandığımızdan çok daha çalkantılı veya umulmadık
biçimde olabilir. Özellikle iki sektör -yüksek öğrenim ve sağlık- diğer alanlarda kendini
gittikçe daha fazla hissettiren değişime şu ana kadar direnç gösterdiler. İşin ironik
yanı, teknoloji bu iki sektörü dönüştürmekte başarısız olduğu için sağlık ve eğitim
maliyetleri düşmeyebilir ve teknolojik dönüşümün negatif etkileri bu yüzden kendini
daha çok hissettirebilir.
Teknoloji geleceği tek başına belirlemeyecek elbet. Yaşlanan nüfus, iklim
değişimi ve kaynakların tükenmesi gibi diğer büyük sosyal ve çevresel zorluklarla iç içe
geçecek., Kimi tahminlere göre bebek patlaması kuşağı işgücünü terk ederken, onların
boşalttığı pozisyonlar otomasyonun etkisini dengeleyecek, belki de ona galip gelecek.
Korkutucu gerçek şu ki eğer gelişen teknolojiyi fark edip sonuçlarına ayak
uyduramazsak, kendimizi farklı belaların aynı anda kapımızı çaldığı bir gelecekte
bulabiliriz. Artan eşitsizlik, teknolojik işsizlik ve iklim değişimi birbirlerini besleyerek
güçlendirebilir.

1
OTOMASYON DALGASI

Fabrikada robotların varlığı yeni bir şey değil elbet. Otomobilden yarı
iletkenlere kadar artık neredeyse tüm imalat sektörlerinde robotlar vazgeçilmez
öneme sahiptir. Elektrikli araba şirketi Tesla’nın Kaliforniya’daki yeni fabrikası,
haftada 400 araba imal etmek için 160 kadar çok-amaçlı endüstriyel robot kullanıyor.
Yeni bir araba şasesi üretim hattının bir sonraki noktasına vardığında, çok sayıda robot
üzerine eğilip eşgüdümlü olarak çalışmaya başlıyor.
Makineler farklı görevler yerine getirmek için robotik kollarında tuttukları
aletleri kendileri değiştirebiliyor. Örneğin aynı robot koltukları yerleştirdikten sonra
yeni aletleri alıp cama yapıştırıcı sürerek yerine takıyor.
Çok Yönlü Bir Robot İşçi
İnsansı, hafif bir üretim robotu olan Baxter, farkl1 görevleri yerine getirmek için
kolayca eğitilebiliyor.
Şirketi MIT Üniversite’sinden dünyanın en önde gelen robotik
araştırmacılarından Brooks kurmuş. Brooks aynı zamanda Irak ve Afganistan'da
bomba imhasında kullanılan askeri robotların ve otomatik elektrikli süpürge robotu
Roomba'nın üreticisi iRobot'un kurucularından. Bir endüstri robotu olan Baxter,
yakınında insanlar varken de güvenli bir şekilde çalışabilecek biçimde tasarlanm1ş.
Üstelik tipik bir Amerikal1 imalat isçisinin y1llık maaşından daha az fiyata satılıyor.
Karmaş1k ve pahalı programlama gerektiren tipik endüstri robotlarından farkl1
olarak, Baxter'i eğitmek için tek yapmanız gereken, kollarını istediğiniz şekilde hareket
ettirerek ne yapması gerektiğini göstermek.
Bir tesiste birden çok robot varsa, bir Baxter'ı eğitip ardından onun bilgisini
diğerlerine USB ile aktarabiliyorsunuz. Robot pek çok farkl1 göreve uyarlanabiliyor:
hafif montaj, parçaları üretim bantları arasında nakletme, ürünleri perakende satış için
paketleme, metal işlemede kullanılan makineleri destekleme vs. Baxter haz1r ürünleri
nakliyat kutularına yerleştirmede özellikle çok yetenekli.
Baxter ayrıca her iki bileğindeki kameralar sayesinde iki boyutlu yapay görme
becerisine sahip. Böylece parçalar1 yerinden alabiliyor, hatta temel kalite kontrol
muayeneleri yapabiliyor.
Baxter gibi bir robot bazı rutin görevleri işçilerin elinde alsa da gelişmiş
ülkelerin imalat sektörünü işçiliğin çok ucuz olduğu ülkelerde rekabet edilebilir hale
getiriyor. Gerçekten de şu anda ciddi bir “üretimi ülkeye geri taşıma” (reshoring) trendi
var. Bunun bir nedeni yeni teknolojilerin ortaya çıkması, bir diğer nedeniyse işçiliğin
ucuz olduğu ülkelerde de ücretlerin yükselmesi. Örneğin Çin’de 2005 ile 2010 arasında
tipik bir fabrika işçisinin maaşı ortalama %20 arttı.
Gelişmekte olan ülkelerin fabrikalarındaki otomasyon trendi Çin’le sınırlı değil
elbet. Örneğin imalattaki en yoğun-emek yoğun sektörler arasında olan giysi ve
ayakkabı üreticileri, Çin’i terk edip Vietnam ve Endonezya gibi işçiliğin daha ucuz
olduğu ülkelere taşınıyorlar.
Hizmet Sektörü
San Francisco’nun yeni şirketlerinden Momentum Machines, gurme kalitesinde
hamburger üretimini tam otomatik hale getirmek amacıyla yola çıkmış.
Normal bir fast food çalışanı donmuş köfteyi 1zgaraya atarken, Momentum
Machines'in makinesi köfteleri taze çekilmiş kıymadan şekillendirip siparişe göre

2
pişiriyor. Ve her seferinde bütün lezzetli sıvılarını koruyarak köfteyi tam doğru
miktarda kızartıyor.
Saatte 360 hamburger haz1rlayabilen makine, ayrıca hamburger ekmeğini de
kızartıp dilimliyor ve siparişe göre içine domates, soğan, turşu ekliyor. Hamburgerler
taşıma bandında servise hazır olarak geliyor.

Momentum Machines'in ortaklarından Alexandros Vardakostas ise şirketin


amacın1 lafı dolandırmadan söylüyor: “Yaptığımız makinelerin amacı çalışanları daha
verimli hale getirmek değil, tamamen ortadan kaldırmak.”
Şirketin iddiasına göre restoranlar isçilik maliyetlerini ortadan kaldırıp
mutfakta yerden tasarruf edince yüksek kalite malzemelere daha çok harcama
yapabilecek, böylece fast food fiyatlarına gurme hamburger sunabilecekler.
“Büyük Durgunluk” olarak adlandırılan ve 2007-2012 arasında süren ekonomik
durgunluğun ardından, fast food işlerinde eskiden beri geçerli olan kurallar hızla
değişiyor. 2011’de McDonald’s 50.000 yeni işçi alımı yapacağını duyurduğunda, bir
milyondan fazla başvuru oldu.
Bu öyle bir oran ki McDonald’s’ta işe girme ihtimaliniz, Harvard’a kabul edilme
ihtimalinden istatiksel olarak daha düşük kalıyor.
Eskiden fast food işlerine bir yandan okula giderken bir yandan da yarı zamanlı
iş peşindeki gençler rağbet ederdi. Şimdiyse sektörde bu işi ana gelir kaynağı olarak
yapan çok daha yaşını almış bir kesim çalışıyor.
Japonya'daki Kura adlı suşi restoranı, fast food sektöründeki otomasyonun nasıl
uygulanabileceğinin bir örneğini şimdiden veriyor. Zincirin 262 restoranında suşi
yapımında robotlar kullanılıyor ve siparişler müşterilere garsonlar tarafından değil,
taşıma bandında sunuluyor. Tazeliği garantilemek için sistem hangi suşi tabağının ne
zamandır dolaşımda olduğunu takip ediyor ve tüketim süresi dolanları kendiliğinden
kaldırıyor. Müşteriler siparişleri dokunmatik ekranlardan veriyor. Yemekleri bittiğinde
tabakları masanın yanındaki göze koyuyorlar.
Sistem hesabı da otomatik çıkarıyor, ayrıca tabakları temizleyip mutfağa geri
gönderiyor. Kura, her lokantada bir idareci çalıştırmak yerine idarecilerin restorandaki
her işlemi uzaktan gözlemleyebildikleri merkezi tesisler kullanıyor. Kura'nın
otomasyon tabanlı işletme modeli, suşi tabaklarını 100 yen (yaklaşık 1 dolar) gibi bir
fiyatla sunmasını sağlıyor ki bu da rakiplerinden çok daha ucuz.
Kura'da işe yarayan stratejilerin pek çoğunun, özellikle de yemeğin
hazırlanması ve uzaktan idareciliğin, nihayetinde fast food endüstrisinin büyük
bölümünce benimseneceğini öngörmek zor değil. Bu yönde bazı önemli adımlar atıldı
bile. Örneğin McDonald's 2011'de Avrupa'daki restoranlarının 7.000 tanesinde
dokunmatik ekrandan sipariş sistemine geçeceğini duyurdu.

Düşük maaşlı hizmet işlerinin yoğun olduğu bir diğer alan da genel perakende
sektörü. İşçi İstatistik Bürosundaki ekonomistler, 2020’ye kadarki dönemde en fazla
yeni iş açılacak meslekler sıralamasında “perakende satış elemanı”nı, “diplomalı
hemşire”den sonra ikinci sırada görüyor ve 700 binin üzerinde yeni iş yaratılmasını
bekliyorlar.
Gelecekte geleneksel perakende ortamlarında alışveriş ve ödeme yapmak veya
yardım ve bilgi almak için cep telefonlarımızı daha sık kullanacağız. Bu süreç şu anda
işliyor zaten. Örneğin Walmart, müşterilerin barkodları telefonla tarayıp ödeme

3
yapabildiği deneysel bir program yürütüyor. Böylece müşteriler kasa kuyruklarını
tamamen es geçebilecek.
“Silvercar” adında yeni bir araba kiralama şirketi, kiralama görevlisiyle hiç
iletişim kurmaya gerek kalmadan araba rezerve edip kiralama imkânı sunuyor.
Arabaya binip gitmek için tek yapmanız gereken bir barkodu taray1p kilidi açmak.
Apple'ın Sirisi veya IBM'in Watson’ı gibi doğal dil teknolojileri gelişip
ucuzladıkça, müşterilerin mağaza çalışanına sorar gibi mobil cihazlarına sorular sorup
yardım alacakları bir geleceği hayal etmek zor değil. Aradaki fark, yeni teknolojide
müşterinin mağaza çalışanını beklemesi veya köşe bucak araması gerekmeyecek; sanal
asistan her an hazır olacak ve yanlış cevap verdiği durumlar nadir olacak-o da olursa.
Bulut Bağlantılı Robotlar: Robot devriminin en belirleyici teknolojilerinden
biri olmaya adaydırlar. Bu teknolojide mobil robotlar bilgilerinin ve zekalarının büyük
bölümünü, ortaklaşa kullandıkları güçlü bir bilgisayar merkezinden al1yorlar.
Böyle bir teknolojiyi mümkün kılan şey ise verilerin günümüzdeki olağanüstü
iletim hızı. Artık robotların yapmas1 gereken hesaplamaların çoğunu devasa veri
merkezlerinde halledip tekil robotlara bu kaynağa erişim hakkı vermek mümkün.
Tabii böylece robotların üstünde bulunması gereken işlem gücü ve bellek ihtiyacı
azaldığından, robot maliyetleri de düşüyor. Robotlardan biri öğrenmek ve çevresine
uyum sağlamak için merkezi zekayı kullandığında, bu yeni edinilen bilgi anında tüm
diğer makinelerin de imkanına sunuluyor.
Tarımda Robotlar: 19. yüzyılın sonlarında, Amerika’daki işçilerin neredeyse
yarısı tarlada çalışıyordu. 2000'de ise bu oran %2'nin altına düştü.
Buğday, mısır ve pamuk gibi mekanik olarak ekilip büyütülerek biçilebilen
ürünler için gerekli insan işçiliği, gelişmiş ülkelerde artık devede kulaktır. Hayvan
yetiştiriciliği de büyük oranda mekanize olmuş durumda. Örneğin robotik süt sağma
sistemleri artık sıradanlaştı. Tavuklarsa otomatik kesim ve isleme uygun olsunlar diye
standart bir boya kadar büyütülüyorlar.
Tarımın hâlâ emek-yoğun olduğu alanlar genelde olgun meyvelerin, sebzelerin
ve çiçeklerin zarar görmeden toplanması gibi işler içeriyor. Bu işler de görsel algıya ve
el becerisine bağlı oldukları için bugüne kadar mekanizasyondan korundular. Sebzeler
ve meyveler kolayca zarar görebilir. Ayrıca renklerine ve yumuşaklıklarına göre
seçilmeleri gerekir. Makine için görsel tanı çok zor bir iştir: Işık koşulları değişebilir,
meyveler farkl1 şekillerde dururlar ve bazen yaprakların arkasında kalırlar.
Fabrika ve depolar için geliştirilen robotik inovasyonlar, bu son tarım işlerini de
yavaş yavaş otomasyona elverişli hale getiriyor. California'daki Vision Robotics adlı
şirket, ahtapota benzeyen bir portakal toplama makinesi geliştiriyor. Robot bütün bir
portakal ağacının bilgisayar modelini çıkarmak için üç-boyutlu yapay görme tekniği
kullanıyor ve her bir meyvenin yerini kaydediyor. Ardından bu bilgi, makinenin sekiz
robotik koluna aktarılıyor ve portakallar hızla toplanıyor.
Harvest Automation adındaki Boston merkezli yeni bir şirketse bakım
evlerindeki ve seralardaki işleri otomatikleştirecek robotlara yoğunlaşmış. Şirketin
tahminine göre, süs çiçeği yetiştirme maliyetlerinin %30'undan fazlasını manuel işler
oluşturuyor, Şirket uzun vadede Amerika'da ve Avrupa'da tarımdaki manuel işlerin
%40'a kadarlık bir kısmının kendi robotları tarafından yapılabileceğini düşünüyor.

4
Japonya’daki yeni bir makine ise, hafif renk varyasyonlarına göre olgun çilekleri
seçerek her 8 saniyede bir çilek topluyor. Ve işin çoğunu gece hiç ara vermeden
yapıyor.
BU SEFER İŞLER FARKLI MI?
Küreselleşme
Küreselleşmenin belli endüstrilerde ve coğrafyalarda büyük etkisi olduğu su
götürmez. Fakat küreselleşme, özellikle de Çin'le olan ticaret, işçi maaşlarının 40 yıl
boyunca yerinde saymasını tek başına açıklayamaz.
Birincisi, küresel ticaret, yalnızca ticareti yapılabilen sektörler de yani başka
yerlere nakledilebilen mal ve hizmetlerin üretildiği sektörlerde çalışanları doğrudan
etkiler. Günümüzde gelişmiş ülkelerde insanların çoğu, devlet, eğitim, sağlık, yemek
servisi ve perakende gibi ticareti yapılamayan sektörlerde çalışıyor. Bu insanlar
yurtdışındaki isçilerle doğrudan rekabet halinde değiller. Haliyle maaşlarını aşağı
çeken şey de küreselleşme değil.
İkincisi, süpermarketlerde satılan her şey Çin’de üretilmiş, gibi gözükse de
aslında Amerika'da tüketici harcamalarının büyük bölümü yine Amerika'da kalır. San
Francisco Federal Merkez Bankası'nda çalışan Galina Hale ve Bart Hobijn adlı iki
ekonomist tarafından 2011 'de yapılan bir analize göre, Amerikalıların aldığ1 mal ve
hizmetlerin %82'si ABD'de üretiliyor. Bunun da temel nedeni, gelişmiş ülkelerde
insanların paralarının çoğunu ticareti yapılamayan hizmetlere harcıyor olmaları.
Çin'den ithal edilen malların toplam değeri, ABD tüketici harcamalarının
%3'ünden azına denk düşüyor.
Amerika'da imalatta çalışan isçilerin oranı 1950’lerden beri sürekli düşmektedir.
Finans sektörü, etkisi itibarıyla, ekonominin geri kalanından bir bakıma haraç
kesip bu haracı gelir dağılımının tepesindekiler dağıttığından, trendlerin bazılarında
rolü olduğu söylenebilir.
Benzer şekilde günümüzde borsa işlemlerinin üçte ikisini otomatik alım/satım
algoritmaları gerçekleştiriyor.
Wall Street şirketleri milisaniyelik avantajlar elde edebilmek için borsa
merkezlerine fiziksel olarak yakın mesafelerde dev bilgisayar merkezleri inşa ettiler.
2005 ile 2012 arasında bir borsa işlemi gerçekleştirme süresi yaklaşık 10 saniyeden
0,0008 saniyeye düştü.
Amerikan borsasındaki 2010 Mayıs’ındaki “ani çakılma” olayına yüksek hızlı
robotik işlemlerin yol açtığı düşünülüyor. Çakılma sırasında Dow Jones Endüstri
Ortalaması yaklaşık 1.000 puan düşüp birkaç dakika içinde eski seviyesinin de üstüne
çıkmıştı.
Bu açıdan bakıldığında Finans sektöründeki büyüme daha ziyade bilgi
teknolojisindeki hızlanmanın dolaylı bir sonucudur.
Politika
1950’lerde Amerikan özel sektöründe çalışanların üçte birinden fazlası
sendikalıydı. 2010’a gelindiğinde ise bu oran %7’ye gerilemişti. İşçi sendikalarının en
güçlü olduğu zamanlarda bütün orta sınıfın avukatlığını yapardı.
Sendikalı emeğin gücündeki bu azalış, son 30 yıldır Amerikan ekonomik
politikalarındaki sağa kayışın en göze çarpan örneklerinden biridir.
Artan eşitsizliğin ve maaşlardaki onlarca yıldır süregelen durgunluğun sebepleri
konusundaki tartışmalar kolay kolay biteceğe benzemiyor. İşin içinde örgütlü emek,
zenginlere uygulanan vergi oranları, serbest ticaret ve devletin tutumu gibi baktığınız

5
siyasi pencereye göre farklı görülen konular da olduğundan, tartışmaya ideolojilerin de
karışması kaçınılmaz oluyor.
Asıl önemli soru ise gelecekte nelerin daha önemli olacağı. Son yarım yüzyılda
ekonomiyi ve siyasi ortamı güçlü biçimde etkileyen pek çok kuvvet artık duruldu.
Kamu sektörü dışında sendikalar kuşa döndü. Kariyer yapmak isteyen kadınlar
işgücüne katıldılar veya üniversite ve meslek okullarına girdiler. Fabrikaların
yurtdışına taşınması sürecinin iyice yavaşladığ1, hatta bazı örneklerde fabrikaların geri
döndüğü yönünde kanıtlar var.
Geleceği şekillendirecek kuvvetler arasında bilgi teknolojisi, yavaşlama belirtisi
sergilemeyen gelişimiyle en belirleyici faktör olmaya aday gözüküyor. Siyasetin
ortalama isçinin refahına çok daha duyarlı olduğu ülkelerde bile, teknolojinin yol
açtığı değişim gittikçe daha belirgin hale geliyor. Teknolojinin sınırları genişledikçe,
bugün rutin sınıfa sokmadığımız için otomasyon tehlikesi altında görmediğimiz pek
çok iş, bir noktadan sonra rutin ve öngörülebilir işler kategorisine dahil olacak.
Robotlar ve self-servis teknolojileri düşük maaşlı işleri yutmaya devam ettikçe,
zaten kutuplaşmış istihdam pazarının ortası daha da incelecek.
Oxford Üniversite’sinden Carl Benedikt Frey ve Michael A. Osborne'un 2013
tarihli bir çalışmalarında vardıkları sonuca göre, Amerika’daki işlerin yaklaşık yarısı,
önümüzdeki yirmi yılda otomasyona kurban gidebilir.
BİLGİ TEKNOLOJİSİ: EŞİ BENZERİ OLMAYAN YIKICI KUVVET
Moore Yasası, bilgisayarların işlem gücündeki hızlanışa dair en bilinen
kuraldır. Fakat bilgi teknolojisinde hızla ilerleyen tek şey bilgisayarların işlem gücü
değil. Örneğin bilgisayarların bellek kapasiteleri ve fiber-optik kablolarda taşınabilecek
dijital bilgi miktarı da sürekli katlanarak artıyor. Üstelik hızlanma bilgisayarın yalnız
donanımıyla da sınırlı değil. Bazı yazılım algoritmalarının verimliliği, sırf Moore Yasası
ile tahmin edilecek miktarların da üzerine çıkmış durumda.
Gelişim hızının devam ettirilmesini sağlayan şey, alt dallardaki meyvelerin
çokluğundan ziyade ağacın tırmanılabilir olmasıydı.
Ağacın böyle aralıksız tırmanılmasını sağlayan şeyse yoğun rekabet ve yapılan
muazzam yatırımlardı. Ayrıca ciddi bir dayanışma ve planlamanın varlığını da
unutmamak gerek. Sektörde tüm bu çabaları koordine etmek için “Yarı-İletkenler İçin
Uluslararası Teknoloji Yol Haritası” (ITRS) adlı devasa bir belge yayımlanır. Burada
Moore Yasası’nın önümüzdeki 15 yılda beklenen seyri ayrıntılarıyla anlatılır.
Geçmişte Moore Yasası’nı mümkün kılan marifet, transistorları sürekli daha da
küçülterek çipin üstüne daha fazla devre sığdırmaktı. 2020’lerin başlarında bilgisayar
çiplerindeki tekil tasarım elemanlarının boyutu yaklaşık 5 nanometreye (metrenin
milyarda biri) inecek. Bu da fiziksel olarak mümkün olan sınıra çok yakın bir değer. Bu
noktadan sonra artık daha fazla minyatürleşme mümkün olmayacak. Fakat gelişimin
durması için bazı alternatif stratejiler yine de mevcut. Üç boyutlu çip tasarımı ve
egzotik karbon-tabanlı malzemeleri bunlar arasında sayabiliriz.
Bu arada, tüm yazılımlar da aynı oranda gelişmedi. Bu durum özellikle
yazılımların insanlarla etkileşim kurduğu alanlarda geçerli. Microsoft’un Word ve
Excel programlarını geliştiren ekibin başındaki isim olan Charles Simonyi, 2013
Ağustos’unda The Atlantic dergisinden James Fallows'a verdiği bir röportajda, yazılım
donanımındaki ilerlemeleri daha da yukarı taşımakta büyük oranda yetersiz kaldığını
dile getiriyordu. Gelecekteki en büyük gelişim potansiyelini nerede gördüğü

6
sorulduğunda Simonyi, “Bunun temel cevabı, artık kimse rutin ve tekrarlı şeyleri
yapmayacak,” dedi.
Çok fazla sayıda ucuz işlemciyi birbirine bağlayan büyük ölçekli paralel
sistemler de müthiş gelişmelere gebe gözüküyor. Şu anki donanım teknolojilerini
tamamen yeni tasarımlarda bir araya getirmek, işlem gücünde büyük ilerlemeler
sağlayabilir. Birbirine bağlı küçük parçaların derin bir mimaride bir araya
getirildiğinde nasıl olağanüstü bir kapasiteye ulaşabileceğinin en net kanıtı, bitiğimiz
en güçlü genel bilgi-işlem makinesi olan insan beynidir. Beyni yaratırken evrimin
Moore Yasası'nı kullanma lüksü yoktu. İnsan beyninin “donanımı”, fareninkinden daha
hızlı değildir. Modern bir entegre devreye göreyse bin ila bir milyon kere yavaştır.
Fark tamamen tasarımın gelişmişliğinden kaynaklanır. Eğer günün birinde
araştırmacılar bugünün bilgisayar donanımı ile insan beyninin tasarım karmaşıklığı
seviyesine yaklaşan bir aygıt harmanlayabilirlerse, işte o zaman bilgisayar
kapasitesinin- belki makine zekasının- şahikasına ulaşılabilir.
Bu yönde ilk adım atıldı bile: IBM insan beyninden ilham alan SyNAPSE adlı
bilgisayar çipini 2011'de piyasaya sundu, Daha sonra da bu donanımla çalışacak yeni bir
programlama dili yarattı.
Donanımın ve bazı durumlarda yazılımın amansız gelişimi dışında, bilgi
teknolojisini tanımlayan iki özelik daha var.
Birincisi, bilgi teknolojisi gerçek bir genel-amaçlı teknolojiye dönüştü. Gündelik
hayatımızda, bilgi teknolojisinden etkilenmeyen veya ona yüksek derecede bağımlı
olmayan çok az şey kaldı. Bu durum en çok işyerlerimizde ve kurumlarımızda geçerli.
Gerek bilgisayarlar gerekse internet, artık ekonomik, sosyal ve finansal sistemlerimizin
ayrılmaz, geri çıkarılamaz bir parçası oldular. Bilgi teknolojisi her yerde ve onsuz bir
hayatı düşünmek bile artık çok zor.
Kimileri bilgi teknolojisini hayatımıza getirdiği yenilikler açısından elektrikle
karşılaştırmıştır.
O da 20. yüzyılın başında hayatlarımıza giren genel-kullanımlı ve dönüştürücü
bir teknolojiydi. Elektriğin iş hayatına, bütün ekonomiye, sosyal kurumlara ve bireysel
hayatlara olağanüstü bir etkisi olmuştur. Ve bu değişimlerin neredeyse hepsi pozitif
yönde olmuştur. Elektriğin gelişiyle yaşam standardında büyük bir sıçrama olmayan
birini bulmak zordur. Bilgi teknolojisinin dönüştürücü etkisiyse daha farklı olacağa
benziyor. Bu etki herkes için o derece olumlu olmayacak. Bunu nedeni de bilgi
teknolojisinin diğer alamet-i farikası olan zihinsel kabiliyetidir.
Bilgi teknolojisi, teknoloji tarihinde eşi benzeri olmayan derecede zekâ ihtiva
eder. Bilgisayarlar -çok kısıtlı ve dar bir anlamda da olsa- düşünebilen makinelerdir;
kararlar verip problem çözebilirler.
Günümüzün bilgisayarları insan seviyesinde bir genel zekanın yanına bile
yaklaşamıyor elbette. Kimsenin böyle bir iddiası yok. Fakat mesele bu değil zaten.
Bilgisayarlar rutin, uzmanlaşmış ve öngörülebilir görevlerde sürekli daha iyi hale
geliyorlar.
Ve büyük ihtimalle yakın gelecekte bu tür işleri şu anda yapan insanlardan daha
iyi yapar hale gelecekler.
Uzun Kuyruğun Gölgesi Altında
Bu birden fazla makineye dağıtılmış “dağıtık” makine zekasının etkilerinin en
net görüldüğü yer, bizzat bilgi teknolojisidir.

7
Dijitalleşmeye müsait olan mal ve hizmetlerin pazarları kaçınılmaz olarak
kazanan-hepsini-al1r yapısına evrilir. Örneğin kitap ve müzik satışı, seri ilanlar ve film
kiralama gibi işler, gittikçe daha az sayıda internet devi tarafından domine ediliyor.
Bunun sonucunda gazeteciler ve perakende dükkân çalışanları insanların işleri de yok
oluyor.
Uzun kuyruk harika bir şeydir-eğer sahibi sizseniz. Fakat kuyruğun daracık bir
aralığına sahipseniz, hikâye çok daha farklıdır. Çünkü kuyruğun dar kısmında yapılan
çoğu internet faaliyetinin getirisi anca cep harçlığını çıkarmaya yeter. Bunu
yürütebilmek için başka bir gelir kaynağınızın olması veya anne-babanızla birlikte
yaşıyor olmanız gerekir.
Orta sınıfa demir atmalarını sağlayan güvenilir gelir kaynaklarından oldukça,
daha çok sayıda insanın dijital ekonomideki bu uzun kuyruk fırsatlarında şansını
deneyeceğini tahmin edebiliriz. Şanslı olan birkaçı, kulağımıza gelecek olan bireysel
başarı hikayelerinin kahramanları olacaklar. Fakat devasa bir çoğunluk, orta sınıf
yaşam tarzını sürdürmek için büyük mücadele verecek. Tekno-vizyoner Jaron Lanier'in
de işaret ettiği gibi, nice insan üçüncü dünya ülkelerinde görülen bir tür kayıt dışı
ekonomiye itilecek. Kayıt dışı ekonominin özgürlüğünü cezbedici bulan genç
yetişkinler, aile geçindirmeleri veya çocuk büyütmeleri gerektiği zaman veya emeklilik
planları yapmaya başladıkları zaman, bu ekonominin negatif yönlerini de çabuk
keşfedecekler.
Gelişmiş ülkelerde hayata tutunamayıp toplumun sınırlarında yaşayanlar her
zaman olmuştur elbet, fakat onlar da büyük orta sınıfın ürettiği refahtan bir yere kadar
nasiplenmiştir. Sağlam bir orta sınıfın varlığı, fakir ülkelerle gelişmiş ülkeleri
birbirinden ayıran temel faktörlerden biridir. Günümüzde bu sınıfın erozyonunu net
biçimde görüyoruz-özellikle de Amerika’da.
BEYAZ YAKALI İŞLER DE TEHDİT ALTINDA
Büyük Veri ve Makine Öğrenimi
Bir tahmine göre, küresel olarak toplanan veriler artık binlerce eksabaytı
buluyor. (Bir eksabayt, bir milyar gigabayta eşittir.)
Ve bu sayı da Moore Yasası uyarınca artarak kabaca her üç yılda ikiye
katlanıyor. Artık bu verinin neredeyse tamamı dijital formatta saklanıyor. Dolayısıyla
bilgisayarların doğrudan kullanımına açık. Sırf Google’ın sunucuları her gün
milyonlarca klullanıcının yaptığı aramalarla ilgili 24 perabayt veriyi işliyor. (Bir
perabayt, bir milyon gigabayta eşittir.)
Bu verilerin büyük bölümü, bilgisayarcıların “yapılandırılmamış” dediği türden.
Yani karşılaştırılmaları ve ilişkilendirilmeleri zor olan farklı farklı formatlarda
olabiliyor.
Büyük verinin yapılandırılmamış doğası, farklı farklı sistemlerden toplanmış
verileri anlamlandırmaya yönelik yeni araçların geliştirilmesine yol açtı. Büyük veri söz
konusu olduğunda, bilgisayarlar bu işi biz faniler için imkânsız olacak ölçeklerde
yapabiliyorlar. Büyük veri, aralarında iş dünyası, siyaset, tıp ve nerdeyse tüm doğa
bilimleri ve sosyal bilimle de dahil olmak üzere pek çok alanda devrim yaratıyor.
Büyük perakendeciler büyük veri sayesinde müşterilerinin bireysel satın alma
tercihlerini daha önceden mümkün olmayan bir ayrıntı seviyesinde tespit edebiliyor,
böylece hem müşteriye nokta atış önerilerinde bulunup kârlarını arttırıyor hem de
müşteri sadakatinin oluşmasını sağlıyorlar.
Şirketler insan alımı, atımı ve terfisi sırasında artık “insan kaynakları analitiği”
denen yöntemle hareket ediyorlar. Bireyler ve yaptıkları işlerle ilgili toplanan bilgi
8
miktarları inanılmaz boyutlarda. Bazı şirketler her bir çalışanın bast1ğ1 her bir tuşu
kaydediyorlar. E-postalar, telefon kayıtları, veritabanı sorguları ve dosya erişimleri,
şirkete girişler ve çıkışlar, internet aramaları ve daha nice veri türü toplanabiliyor -
bazen işçilerin bilgisi dahilinde, bazen haricinde.
Büyük veri devriminin bilgiye dayalı meslekler için bilhassa iki çok önemli
sonucu olacak gibi gözüküyor.
Birincisi, pek çok durumda, kaydedilen veriler belli görevlerin ve işlerin
doğrudan otomasyonuna yol açabilir. Nasıl biz insanlar yeni bir işi öğrenmek için önce
eski kayıtları inceleyip ardından belli görevleri yerine getirmeye çalışarak pratik
yap1yoruz, zeki algoritmalar da özünde aynı yaklaşımı kullanarak pek çok örnekte
başarılı olabilirler.
Google'ın 2013 'te patenti için başvurduğu sistemi ele alalım. Bu sistem otomatik
olarak kişisel e-posta yazabiliyor ve sosyal medya tepkileri verebiliyor.
Sistem önce o kişinin geçmiş e-postalarını ve sosyal medya etkileşimlerini
analiz ediyor. Ardından öğrendiklerini temel alarak gelecekteki e-postalara, Tweet'lere
ve blog gönderilerine cevaplar yazıyor -hem de o kişinin yaz1 stilini ve yaz1 tonunu
taklit ederek. Böyle bir sistemin günün birinde rutin iletişimin büyük bir kısmını
otomatik hale getireceğini hayal etmek zor değil.
Google'ın ilk olarak 2011'de tanıttığı şoförsüz arabaları, veri tabanlı
otomasyonun izleyeceği yolla ilgili önemli ipuçları veriyor. Google bu projede
insanların araba kullanma şekillerini taklit etmek üzere yola çıkmadı. Zaten böyle bir
şey yapay zekanın şu anki kapasitelerinin çok üstünde olurdu. Onun yerine güçlü bir
veri işleme sistemi tasarlayıp bu sistemi dört teker üstüne takarak problemin zorluk
seviyesini düşürdüler. Google arabalarının çalışma ilkesi, GPS'in ve bol miktarda
ayrıntılı harita verisinin getirdiği hassas konum farkındalığına dayanıyor. Arabaların
ayrıca radarları, lazerli mesafe ölçerleri ve benzer başka sistemleri var. Bu sistemler
sayesince gerçek zamanlı kesintisiz bilgi akışı sağlanıyor ve böylece araba örneğin
karşıdan karşıya geçen bir yaya gördüğünde bu yeni duruma uyum sağlayabiliyor.
Büyük verinin bilgiye dayalı işler üzerindeki ikinci ve muhtemelen daha önemli
etkisi, şirketlerin; yönetilme biçimleriyle ilgili olacak. Büyük veri ve tahmin
algoritmaları, bilgiye dayalı işlerin yapılma seklini değiştirdiği gibi, sayılarını da
azaltma potansiyeline sahipler. Deneyim ve muhakeme gibi insan vasıflarının yerini,
verilerden elde edilebilen tahminler alacak. Üst düzey yöneticiler veri tabanlı karar
verme algoritmalarına daha sık başvurdukça, kalabalık bir analist ve idareci kadrosuna
olan ihtiyaç da zamanla azalacak.
Bilişsel Programlama ve IBM Watson
2004 yılının sonbaharında, IBM yöneticisi Charles Lickel, New York'taki bir et
lokantasında küçük bir araştırma ekibiyle yemek yiyordu. İnsanlar saat tam yedide
aniden masalarından kalkıp lokantanın bar kısmındaki televizyonun başına toplanınca
ekiptekiler de ne oluyoruz diye şaşırdılar. Meğer televizyon bilgi yarışmas1 Jeopardy!’de
elliden fazla programdır üst üste kazanan Ken Jennings, tarihi rekorunu bir adım daha
ilerletmek için yarışmak üzereymiş. Lickel'in anlattığına göre, lokantadaki müşteriler o
kadar heyecanlanmışlar ki, masadaki yemeklerini yarım bırakıp program1 izlemeye
dalmışlar ve anca program bitince geri dönmüşler.
Bu olay, en azından pek çok kişinin hatırladığına göre, Jeopardy! yarışmasındaki
en başarılı yarışmacıları dize getirebilecek bir bilgisayar programı yazma fikrinin
başlangıcıdır.

9
Yedi yıl önceki son büyük projede IBM’in Deep Blue bilgisayarı, dünya satranç
şampiyonu Garry Kasparov’u altı oyunluk maçta yenmiş, bu olay sayesinde IBM, insanı
satrançta yenebilen ilk makineyi yapan şirket olarak sonsuza dek tarihin sayfalarına
kazımıştı.
Jeopardy! İse bambaşkaydı. Sınırları satrançtan çok daha geniş çizilmişti.
Eğitimli bir insanın erişebileceği her türlü konu-bilim, tarih, sinema, coğrafya, popüler
kültür-yarışmada çıkabiliyordu.
Watson teknolojisini anlatan bir IBM belgesinin dikkat çektiği üzere, dil
dediğimiz şey aslında tutarsızlıklarla doludur:
• Çok bilene sayg1 duyarız da neden çok bilmişten uzak dururuz?
• Uykumuzu almışsak, uykumuz artık yok demektir.
• Karalahana yeşil olur, kara kutu kırmızı.
• Peki karar almakla karar vermek nasıl aynı şey olur?
• Film karesi dikdörtgendir, apartman daireleri köşeli.
• Biriyle aramız yoksa, aramızın açık olduğu anlamına gelir.
• Hastalanan birine 'şifay1 kaptı' deriz.
Jeopardy! de yarışacak bilgisayarın bir yandan dildeki bu tezatların ve tuzakların
arasından yolunu bulurken, bir yandan da dağlar kadar metnin içine dalıp sorunun
cevabını çekip ç1kar1cak kadar genel idrak sergilemesi gerekiyordu ki bu o güne kadar
yazılmış programların becerilerinin fersah fersah ötesindeydi.
Yapay zekâ uzmanı David Ferrucci tüm bu zorlukların farkındaydı. Watson'1
inşa edecek ekibin liderliği kendisi verilmişti. Ferrucci daha önceden doğal dil
formatında verilen soruları yanıtlayabilen bir sistem geliştirmekle görevli küçük bir
ekibin liderliğini yapmıştı.
Watson'ın geliştirilmesi için her biri farklı bir amaca yönelik binlerce farklı
algoritma yazıldı. Bunların arasında metin içinde arama yapan, tarihler, zamanları ve
yerleri karşılaştıran, soruların gramerini analiz eden ve ham bilgiyi istenen formata
dönüştüren algoritmalar vardı.
Sonuçta Watson, 2011 Şubat’ında televizyonda yayınlanan iki maçta eski
Jeopardy! şampiyonları Ken Jennings ve Bratt Rutter’ı yenerek IBM’in ününe ün kattı.
Henüz medyada bu hikâyenin dumanı dağılmamışken, çok daha ciddi sonuçlar
doğurabilecek bir gelişme oldu:
IBM Watson’ın becerilerinden gerçek dünyada da faydalanmak için bir
kampanya başlattı. En umut vaat edici alanlardan biri tıp. Watson bir tanı aracına
dönüştürülecek tıp kitaplarından, bilimsel dergilerden, klinik çalışmalardan, hatta
doktorların ve hemşirelerin hastalarla ilgili notlarından oluşan devasa bir tıbbi bilgi
yığınını tarayarak aranan cevaplara ulaşılabilir.
Watson doktorlar için başa çıkmasa imkânsız miktarlardaki bilgiyi taray1p o ana
kadar fark edilmemiş ilişkileri keşfedebilir-özellikle de bu bilgiler farkl1 tıbbi uzmanlık
alanlarındaki kaynaklardan geliyorsa. 2013 yılına gelindiğinde, Watson artık hastalara
tanı konmasına ve tedavi planlarının şekillendirilmesine yardım etmeye başlamıştı.
Cleveland Hastanesi, Teksas Üniversitesi MD Anderson Kanser Merkezi gibi büyük tıp
kurumları ·Watson'ın becerilerinden faydalanıyordu.
IBM araştırmacıları, Watson'1 gerçek hayatta faydalı bir cihaza dönüştürme
çal1şmalar1 sırasında, büyük veri devriminin temel gerçeklerinden biriyle yüzleşmişler:
Veriler size iki şey arasında bir ilişki (veya korelasyon) olup olmadığını söyleyebilir;
ama bu iki şey arasındaki ilişkinin altında yatan sebebi söyleyemez.

10
Fakat araştırmacıların WatsonPaths adını verdikleri yeni bir özellik, Watson'ın
bir sonuca varırken kullandığı kaynakları, değerlendirmesinde kulland1g1 mantığı ve
yaptığı çıkarımları da görmemizi sağlıyor. Bir başka deyişle, Watson bir şeyin neden
doğru olduğu konusunda da kullan1cılarına gittikçe daha fazla ipucu sunuyor.
WatsonPaths aynı zamanda tıp öğrencilerini tanı tekniklerinde eğitmek için de
kullanılıyor.
Watson’ın Jeopardy!deki başarısının üzerinden henüz bir yıl geçmeden, IBM’in
Citigroup ile başlaması tesadüf değil. İki dev şirket, Watson’ın bireysel bankacılıktaki
uygulama alanlarını araştırmak için kafa kafaya verdiler.
IBM 2013 Kasım’ında yaptığı bir duyuruyla, Watson sistemini Jeopardy!
yarışmasında kullanılan özel bilgisayarlardan buluta taşıyacağını açıkladı. Bu demek
oluyor ki, Watson artık internete bağlı sunucularda hazır bulunacak. Yazılımcılar artık
IBM’in bilişsel hesaplama teknolojisini bulut üzerinden kendi yazılım ve mobil
uygulamalarına entegre edebilecekler. Watson’ın bu son versiyonu Jeopardy! de
yarışan selefinden iki kat daha hızlı.
En gelişmiş yapay zekâ sistemlerinin bulutlara taşınmasının beyaz yaka
otomasyonunu h1zlandırcağ1 kesin gibi.
Bulut teknolojileri günümüzde Amazon, Google ve Microsoft gibi bilgi
teknolojisinin başrol oyuncuları arasında büyük bir rekabet arenası haline geldi.
Örneğin Google, uygulama geliştiricilere bulut tabanlı bir makine öğrenim
uygulamasının yanı sıra geniş ölçekli bir hesaplama motoru sunuyor. Uygulama
geliştiriciler bu motor sayesinde çok büyük ve yoğun hesaplama getiren problemleri,
süper-bilgisayar benzeri bir sunucu ağ1 üzerindeki programları çalıştırarak
çözebiliyorlar.
Bulut teknoloji hizmetleri sunan şirketler arasında Amazon lider konumda.
Büyük ölçekli bilgi-işlem alanında uzmanlaşmış küçük bir şirket olan Cycle
Computing, Amazon bulut hizmeti üzerindeki on binlerce bilgisayardan faydalanarak,
tek bir bilgisayarda 260 yıl sürecek bir problemi 18 saatte çözmeyi başardı. Şirketin
tahminlerine göre, bulut teknolojisinin ortaya çıkışından önce böyle bir problemi
çözebilecek bir süper-bilgisayar inşa etmek için 68 milyon dolar gerekirdi. Oysa şimdi
Amazon bulutundaki 10.000 sunucuyu saatlik 90 dolara kiralayabiliyorsunuz.
Robot yapımında kullanılan yazılım ve donanım parçalarının ucuzlaması ve
güçlenmesiyle robot teknolojisinin hızla gelişmesi gibi, bilgi işlerinin otomasyonunda
da benzer bir durum yaşanıyor. Derin öğrenme sinir ağlar1, öykü yazma motorları veya
Watson gibi teknolojiler bulutlara taşındıklarında, say1s1z yeni şekilde kullanılabilecek
birer yapıtaşına dönüşmüş olurlar.
Netscape’in kurucularından olan yatırımcı Marc Andreessen’in ünlü bir sözü
var: “Yazılım dünyayı yiyor.” O dünyayı yiyen yazılımlar bundan böyle bulutlarda
duruyor olacaklar. Ve oradan işyerlerini birer birer istila edip bilgisayar başında
oturarak yapılan nerdeyse tüm beyaz yaka işleri yutacaklar!
Zihinsel meşguliyetler içerisinde belki de en insani addettiğimiz şey, hakiki
sanatsal yaratıcılıktır. Time dergisinden Lev Grossman'ın dediği gibi, “Sanat eseri
yaratımı, yalnızca ve yalnızca insanlara has olduğunu düşündüğümüz etkinliklerden
biridir, Sanat eseri yaratmak, kendinizi dışavurmaktır. ‘Kendim’ diyebileceğiniz bir
şeyiniz yoksa kendinizi dışavurma diye bir şey de haliyle söz konusu olamaz.”
Bir bilgisayarın gerçek bir sanatçı olabilme ihtimalini kabullenebilmemiz için,
makineleri doğas1yla ilgili varsayımlarımızı da temelinden değiştirmemiz gerekir.

11
2004 yapımı Ben, Robot filminde, başrol oyuncusu Will Smith robota şöyle
soruyordu: “Robot bir senfoni yazabilir mi? Tuvali bir şahesere dönüştürebilir mi?”
Robot ise “Peki sen yapabilir misin?” diye sorarak insanların da büyük çoğunluğunun
bunları yapamadığını ima ediyordu. 2015'in gerçek dünyasındaysa robot bu soruya
muhtemelen “Evet,” diye cevap verecektir.
2012 Temmuz'unda Londra Senfoni Orkestrası “Transits-Into an Abyss”
[Geçişler-Uçurumun içine] adlı bir besteyi seslendirdi. Bir eleştirmen “sanatsal ve çok
hoş” diye yazdı. İlk sez seçkin bir orkestra, bir makine tarafından bestelenmiş bir eseri
icra ediyordu. Besteyi yapan Iamus, yapay zekaya dayalı bir müzik algoritması
kullanan bir dizi bilgisayardı. Adını Yunan mitolojisinde kuşların dilinden anladığı
söylenen bir karakterden alan Iamus, İspanya’daki Malaga Üniversite’sindeki
araştırmacılar tarafından tasarlanmıştı. Sistem, müziği çalacak çalgıların türü gibi
birkaç minimum bilgiyle işe koyuluyor. Ardından, bir daha insanların müdahalesi
olmadan, dinleyenlerde duygular uyandırabilen, hayli karmaşık bir beste yap1yor -hem
de birkaç dakika içinde. Iamus daha şimdiden modernist klasik stilde milyonlarca eşsiz
beste yapmış bile.
Bilgisayarların yaratıcılık sergilediği sanatlar müzikle sınırlı değil. Londra
Üniversitesinden yaratıcı bilgisayar profesörü Simon Colton. “The Painting Fool”
[Resim Yapan Aptal] adında bir yapay zekâ program1 geliştirmiş. Programın günün
birinde bir ressam olarak ciddiye alınacağını umuyor. “Projenin hedefi fotoğraflara
tablo havası veren bir yazılım geliştirmek değil. Onu Photoshop zaten yıllardır yapıyor,”
diyor Colton. “Buradaki hedef, bir yazılımın da yaratıcı olarak kabul edilip
edilmeyeceğini görmek.”
Eğer bilgisayarlar beste yapabilirlerse veya elektronik bileşenleri tasar-
layabilirlerse, o zaman mahkemede yeni bir savunma stratejisi bulmaları veya bir idari
meseleye yeni bir yaklaşım geliştirmeleri de çok uzak olmayabilir. Şimdilik en risk
altında olan beyaz yaka işler, formüle dökülmeye en müsait ve rutin olanlar. Fakat
hudutlar çok hızlı ilerliyor.
Gelişim hızının belki de en net görüldüğü yer borsa. Bir zamanlar alım-satımlar
telefon üzerinden veya işlem odalarında bağıra çağıra gerçekleştirilirken, şimdi fiber-
optik kablolar üzerinden haberleşen makinelerle gerçekleştiriliyor.
Bazı tahminlere göre, artık borsadaki alım-satımların en azından yarısını, belki
de %70'ini algoritmalar yap1yor. Bu algoritmaların çoğu, yapay zeka araştırmalarındaki
en son gelişmeleri kullanıyor ve rutin alım-satımlardan çok daha fazlasını yapıyorlar.
Gerek Bloomberg, gerekse Dow haber servisleri, makineler finans haberlerini
kâra dönüştürebilsinler diye makinelerin okuyabileceği özel formatlarda finansal haber
sunuyorlar. Ayrıca yine haber servisleri, hangi yatırım ürünlerinin daha çok ilgi
çektiğini görebilmeleri için makinelere gerçek zamanlı ölçümler sunuyorlar. Keza
Twitter, Facebook ve bütün blog dünyası da bu birbiriyle rekabet eden algoritmalar
için bir besin kaynağı.
Nature bilim dergisinde 2013'te çıkan bir makaleye göre, küresel finans
piyasasını inceleyen bir grup fizikçi, “birbirleriyle rekabet halindeki avcı algoritma
sürülerinden oluşan bir makine teknolojisinin ortaya çıktığını” tespit etmişler.
Iddialarına göre robotik işlemler, artık sistemi tasarlayan insanların kontrolünün-hatta
havsalalarının-dışına taşmış durumdalar.

12
İşlerin Yurtdışına Kaydırılması
Çin'in toplam nüfusu 2,6 milyar. Yani ABD'nin sekiz katından fazla. Hindistan
ve Çin'in en zeki %5'i, 130 milyon insan eder ki bu bile ABD nüfusunun %40'1
demektir. Çan eğrisi dağılımının yadsınamaz gerçeği, Hindistan ve Çin'deki çok zeki
insanların say1sısının, ABD'dekinden kat kat fazla olmasını gerektiriyor. Bu ülkelerin iç
ekonomileri tüm bu zeki insanlara iş fırsatı sunabildiği sürece endişelenecek bir
durum yok. Ne var ki şu ana kadarki işaretler pek de öyle olmadığını gösteriyor.
Hindistan sırf Amerika ve Avrupa'daki işleri elektronik yollardan ele geçirmeye yönelik
ulusal bir sektör inşa etti. Çin ise büyüme hızıyla bütün dünyayı imrendirse de yeni
üniversite mezunlarına beyaz yakalı iş yaratmakta her yıl biraz daha fazla zorlanıyor.
2013'ün ortasında Çinli yetkililerin yapt1ğ1 bir açıklamaya göre, ülkenin o yıl yetiştirdiği
üniversite mezunlarının anca yarıs1 iş bulabildi. Bir önceki yılın mezunlarınınsa
%20'sinden fazlası hâlâ işsiz. Geçici ve serbest çalışanları, yüksek lisansa kaydolanları
ve mecburi hizmettekileri de dahil edersek bu sayılar daha da artar.
Çin'deki vasıflı isçilerin büyük çoğunluğunun İngilizce ve diğer Avrupa dillerini
yeterli derecede bilmemesi, yurtdışına kaydırılan işlerden pay almalarında bugüne
kadar bir engeldi.
Ne var ki teknoloji bu engelin de üstesinden gelecek gibi gözüküyor. Derin
öğrenme sinir ağları gibi teknolojilerin simultane sesli makine tercümesini bilim-kurgu
olmaktan çıkarıp gerçeğe dönüştürmesine ramak kaldı.
2013 Haziran'ında Google'ın en üst düzey Android yöneticisi Hugo Barra,
“evrensel tercüman”ın birkaç yıl içinde genel kullanıma sunulacağını tahmin ediyor.
Barra ayrıca Google'1n İngilizceyle Portekizce arasında şimdiden “neredeyse kusursuz”
gerçek zamanlı ses tercümesi yapabildiğini belirtiyor.
YÜKSEK ÖĞRENİMDEKİ DÖNÜŞÜM
Tabii eğitimin pahalı olmasındaki en önemli faktör, öğrencilerin ve ailelerinin
üniversite diplomasına bu bedeli ödemeye istekli olmaları. Üniversite diploması, orta
sınıfa dahil olmak için yeterli olmasa da mecburi bir bilet. Pek çok gözlemciye göre
yüksek eğitim bir balona dönüşmüş durumda.
Gazete ve dergi sektörlerini dönüşüme uğratan türden bir dijital yıkım, yüksek
eğitimin kağıttan kulesini de yerle bir edebilir. Dijitalleşen diğer sektörlerde olduğu
gibi, eğitimde de kazanan-hepsini-alır tarzı bir senaryo gerçeğe dönüşebilir ve seçkin
kurumların sunduğu açık dersler pazara egemen olabilir.
Amerika'da iki binden fazla dört yıllık üniversite var. İki yıllıkları da dahil
ettiğimizde, say1 dört binin üzerine çıkıyor. Bunlardan belki 200-300 tanesi için seçici
diyebiliriz. Tabii gerçekten seçkin diyebileceğimiz ulusal saygınlığı olan üniversiteler
çok daha az.
Üniversite öğrencilerinin Harvard veya Stanford profesörlerinden internet
üzerinden bedava ders alabildiği bir gelecek düşünün. Üstelik öğrencilerin derslerin
sonunda aldığı belgeler işverenler ve lisans üstü eğitim veren kurumların gözünde
değerli olsun. O zaman üçüncü veya dördüncü sınıf bir üniversitede eğitim almak için
kim dünya kadar borca girer?
Yıkıcı inovasyonlar konusunda bir uzman olan Harvard İşletme Fakültesi'nden
Profesör Clayton Christensen, 2013'teki bir röportajında, “15 yıl sonra ABD’deki
üniversitelerin yarısı iflas edebilir” şeklinde bir öngörüde bulundu.
Unvanlar, sınırlı sayıda üretilen ürünler veya kâğıt para gibidir; çok fazla
verirseniz değerleri düşer.

13
Bu yüzden en seçkin üniversitelerin unvan vermekte ihtiyatı elden
bırakmayacaklarını düşünüyorum.
Ekonomi ve psikoloji giriş dersleri gibi amfilerde verilen temel dersler,
üniversiteler için önemli bir gelir kapısıdır, çünkü yüzlerce öğrenciye öğretim vermek
için kısmen az bir kaynak gerektirirler. Eğer öğrencilerin aynı dersi seçkin bir
üniversitenin ünlü bir profesöründen açık ders olarak alma imkanları olursa, sırf bu
bile altlardaki okullar için ciddi bir darbe olabilir.
Açık derslerin aynı anda muazzam sayıda öğrenciye ulaşabilme özelliği de yeni
inovasyonlara yol açabilir. Öğrenciler bu dersleri alırken kendilerine dair bir sürü veri
toplanıyor. Hangi yöntemde daha başarılı oluyorlar, sınavlarda aldıkları notlar anlatım
şekline veya ödevlere göre nasıl değişiyor, hepsi kaydediliyor. Büyük veriden elde
edilen bilgilerin daha verimli sistemler kurmak için kullanılmasından bahsetmiştik.
Yeni eğitim teknolojileri ortaya çıkmaya devam ediyor ve bunlar açık derslere entegre
ediliyorlar. Örneğin uyumsal öğrenme sistemleri, robot öğretmenlerin kullanılmasına
imkân sağlıyor Bu sistemler her bir öğrencinin gelişimini yakından takip ediyor ve
kişiye özgü öğretim ve yardım sunuyorlar. Ayrıca öğrencinin kapasitesine göre
anlatımlarını h1zlandırıp yavaşlatabiliyorlar. Ve bu sistemler geleneksel sistemler kadar
başarılı olduklarını daha şimdiden kanıtladılar.
Bir araştırmada, 6 devlet üniversitesindeki istatistiğe giriş dersleri incelendi. Bir
gruptaki öğrenciler dersi geleneksel formatta alırken, diğer gruptakiler robotlardan
ders aldılar ve kısıtlı süreyle normal sınıflara katıldılar. Çalışmanın sonunda her iki
grubun da “dersi geçme oranları, final sınavı notları ve standart istatistik
değerlendirmesindeki performansları” aynı çıktı.
Yüksek eğitim sektörü ileride dijital istilaya yenik düşerse, üniversitede
okumanın maliyeti azalıp daha çok kişi eğitim imkanına kavuşacak.
SAĞLIK SİSTEMİ
California Üniversitesi Tıp Merkezi'nin eczanesinde yaklaşık on bin ayrı doz
ilaç, tek bir eczacının bile eli değmeden hazırlanıyor. Devasa bir otomatik sistem
hammaddeleri otomatik olarak depoluyor, otomatik olarak çıkarıp karışımlarda
kullanılıyor ve otomatik olarak poşetlere teker teker konuyor. Robotik bir kol, sıra sıra
kovaların içinden sürekli ilaçlar al1p küçük plastik poşetlere yerleştiriyor. Her doz ayrı
bir poşetin içine girip üstüne bir barkodla ilacın adı ve hangi hastaya gideceği
yazılıyor. Ardından makine her hastanın günlük ilaçlarını al1nması gereken sıraya
koyup bağlıyor.
Daha sonra bir hemşire, dozaj poşetinin ve hastanın kolundaki bilekliğin barkodlarını
karşılaştırıp ilaçları hastaya veriyor. Bu iki barkod uyuşmazsa veya ilaçlar yanlış
zamanda verilirse, bir alarm çalıyor. Enjekte edilen ilaçları üç ayrı robot hazırlıyor.
Bunlardan bir tanesi yalnızca yüksek derecede toksik kemoterapi ilaçlarından sorumlu.
Tabii insanlar döngünün neredeyse tamamen dışına atılınca, insanlardan kaynaklanan
hatalar da haliyle sıfıra inmiş oluyor.
California Üniversite’sinin 7 milyon dolarlık otomatik sistemi, eczacılık
sektöründe yaşanmakta olan robotik dönüşümün yalnızca bir örneği.
Satış otomatlarından az biraz daha büyük ve çok daha ucuz robotlar, eczaneleri
yavaş yavaş işgal ediyorlar.
Eczacı olmak için dört yıllık bir eğitimin ardından zorlu bir mezuniyet sınavını
vermek gerekir. Amerika'da eczacıların geliri de gayet iyidir. 2012’de ortalama bir
eczacının y1llık geliri 117 bin dolardı. Oysa yapılan iş özünde rutin ve tekrara dayalıdır.

14
Dikkat edilmesi gereken temel nokta, ölümcül olabilecek bir hataya yol açmamaktır.
Bir başka değişle, eczacıların yaptığ1 işin büyük kısmı, otomasyon için neredeyse
biçilmiş kaftandır.
GELECEĞİN TEKNOLOJİLERİ ve ENDÜSTRİLERİ
Sanayi devriminden günümüze kadar olan tarihsel kanıtlara bakarak
oluşturulan genel kanıya göre, teknoloji bir yandan işleri, hatta endüstrileri bozarken,
öte yandan yeni işler ve endüstriler yaratır ve “yaratıcı yıkım” süreci böyle sürüp gider-
çoğu zaman da önceden hayal edemeyeceğimiz şekillerde. Bunun klasik örneği, 20.
Yüzyılın başındaki otomotiv endüstrisinin atlı araba üretimini yıkarak yükselişidir.
Bilgi teknolojisi artık tıpkı elektrik gibi temel bir kamu hizmeti haline gelmiş
durumda. Yeni bir endüstrinin bu güçlü hizmetten ve yapay zekadan yararlanmadan
başarılı olması pek mümkün görünmüyor. Bu yüzden yeni ortaya çıkacak endüstrilerin
emeğe dayalı olması da düşük bir ihtimal. Sorun şu ki yaratıcı yıkım süreci, perakende
ve yemek hazırlama gibi geleneksel emek-yoğun işlere darbe vururken, yeni
yaratılacak işler ve endüstriler çok az sayıda insana ihtiyaç duyacaklar. Bir başka
deyişle ekonomi, istihdam yaratımının yeni nüfusu iş sahibi yapmakta eksik kalacağı
bir kırılma noktasına doğru gidiyor.
You Tube, Instagram ve WhatsApp, bunların üçü de bilgi teknolojisi
sektöründen örnekler. Bu sektörde küçücük işgücünün dev şirket değerleri ve kârları
yaratmasına alıştık artık.
Aynı olgunun çok daha geniş bir alanda kendini göstereceğine bir örnek vermek
açısından, gelecekte büyümesi yüksek ihtimal olan iki teknolojiye bakalım: 3 boyutlu
baskı ve şoförsüz arabalar. Bunların her ikisi de istihdam pazarında ve ekonominin
genelinde dramatik dönüşüme yol açma potansiyeli taşıyorlar.
Üç Boyutlu Baskı
Üç Boyutlu baskıda bilgisayar kontrolündeki bir cihaz, malzemeyi ince
katmanlar halinde üst üste sürerek katı bir cisim meydana getirir. Bu katman katman
üretim yönetimi sayesinde Üç Boyutlu yazıcılarla içinde delikler veya büklümler
olduğundan dolayı geleneksel üretim teknikleriyle yapmas1 çok zor, hatta imkânsız
olan cisimler kolayca yapılabilir. En yaygın kullanılan malzeme plastiktir, ama metal,
çok güçlü bileşikler, kauçuk gibi esnek malzemeler, hatta tahta bile basan makineler
var artık. En gelişmiş yazıcılar onlarca farklı malzeme içeren ürünler basabiliyorlar.
İşin belki de en çarp1c1 kısmı, bu makinelerin iç içe geçen veya hareket eden parçalar
içeren tasarımları da tek bir birimmiş gibi basabilmeleri. Böylece montaja da gerek
kalmıyor.
Üç boyutlu yazıcılar, teknik çizimi olan bir tasarıma göre veya var olan bir
cismin üç boyutlu tarayıcı görüntüsüne göre üretim yapabiliyorlar. Klasik araba
merakıyla bilinen televizyon şovmeni Jay Leno, bu tekniği kullanarak yedek oto
parçaları üretti.
Üç boyutlu baskı, kişiye özel tek seferlik ürünleri üretmek için ideal. Bu
teknoloji diş tacı, kemik implantı veya protez uzuv üretmekte şimdiden kullanılıyor.
Tasarım prototipleri ve mimarlık modelleri de diğer popüler uygulamalar arasında.
Üç boyutlu baskının geleneksel fabrika üretim modelini ters yüz edeceği
yönünde büyük beklentiler var. Ucuz tezgâh-üstü yazıcılar yaygınlaşırsa, herkes üç
boyutlu yazıcı alabilir ve dilediği şeyi üretebilir, diye düşünülüyor. Kimilerine göreyse
yeni bir zanaatkar veya "maker" ekonomisi doğacak ve küçük şirketler

15
kişiselleştirilebilen, yerel üretilen ürünleriyle seri üretim yapan fabrikaların yerini
alacaklar.
Kanımca bu beklentilere şüpheyle yaklaşmak için iyi nedenler var. En önemli
neden, üç boyutlu baskının sunduğu kişiselleştirme kolaylığının, seri üretimin
avantajlarından yararlanamıyor oluşu. Bir belgenin birkaç kopyasını basmak isterseniz,
evinizdeki lazer yazıcı iyi iş görür. Ama 100 bin kopyaya ihtiyacınız varsa, ticari bir
yaz1c1 kullanmak çok daha ucuza gelecektir.
Üç boyutlu baskıyla geleneksel üretim yöntemleri arasında da aynı ilişki vardır.
Yazıcıların fiyatları hızla düşüyor olsa da aynı şeyi kullanılan malzemeler için
söyleyemeyiz-özellikle de plastik dışında bir malzeme kullanılıyorsa. Ayrıca bu
makineler yavaş.
Üç boyutlu baskı, telefonunuza kendinize özgü bir kılıf yapmak için çok iyi bir
yöntem olabilir, ama muhtemelen hiçbir zaman telefonun kendisini yazıcıdan
bastıramayacağız.
Ucuz 3B yaz1cılar yaygınlaşırsa, bu tür makinelerle üretilen ürünlerin pazarını
da yok edecektir. Böyle bir durumda değerli olan şey, ürünün dijital tasarım dosyasıdır.
Buradan üç boyutlu baskını dönüştürücü bir teknoloji olmayacağı sonucu
çıkarılmasın. Asıl dönüşüm endüstriyel boyutta olacak. Geleneksel imalatın yerini
almaktansa, üç boyutlu baskı onunla entegre olacak. Bu zaten şu anda da oluyor.
Örneğin havacılık endüstrisinde daha hafif parçalar üretmek için üç boyutlu baskı
teknolojisi kullanılıyor, General Elektrik şirketinin havacılık bölümü, 2020'ye kadar bu
teknolojiyle en az 100 bin parça üretmeyi planlıyor. Bu yöntemle tek bir uçak
motorunda 500 kg hafifleme sağlanıyor. Her motordan 500 kg azaltmakla ne kadar
yakıt tasarrufu sağlanacağ1 hakkında bir fikir sahibi olmanız için şu örneği verelim:
2013 'te American Airlines uçak kabinlerindeki kâğıttan uçuş kılavuzlarını Apple
iPad’lere yüklü dijital versiyonlarıyla değiştirdi. Bu sayede uçak başına 15 kg yıllık yakıt
masraflarındaysa 12 milyon dolarlık tasarruf saglad1lar.
Her uçağın ağ1rlığını 1,5 ton azaltmak demek, yıllık en az bir milyar dolarlık
tasarruf demektir. General Elektrik’in üç boyutlu yazıcılarla üretmeyi planlad1ğ1
parçalardan biri olan yakıt memesi, normalde 20 ayrı parçanın montajını gerektiriyor.
Yazıcı ise bunu tek parça halinde tek seferde üretebiliyor.
Hemen hemen her türlü malzemeyle kullanılabilen üç boyutlu yazıcılar, imalat
dışında da kullanım alanlarına sahip. Belki de en sıra dışı uygulama, insan organı
basımı.
San Diego'daki biyo-baskı üzerine uzmanlaşmış Organovo şirketi, deneysel
insan karaciğeri ve kemik dokusu üretti bile. Baskı malzemesi olarak insan hücresi
barındıran özel bir malzeme kullanıyorlar. İlk başta araştırma ve ilaç denemeleri için
organ üretilmesi amaçlanıyor. Kısmi organ nakli için 2020 yılı hedefleniyor.
Bu teknoloji gerçekleştiğinde, sayıları sırf Amerika’da 120 bini bulan organ nakli
bekleyen hastalar için çok büyük bir umut olacak. Ayrıca yeni organlar hastanın kendi
kök hücrelerinden üretileceği için doku uyuşmazlığı riski de ortadan kalkacak.
Bir başka popüler uygulama da yemek basımı. Hod Lipson 2013 tarihli
Fabricated: The New World of 3D Printing adlı kitabında üç boyutlu baskı
teknolojisinin asıl patlama yapacağı yerin dijital mutfak olabileceğini soyluyor. Bir
başka deyişle, insanların kitleler halinde üç boyutlu yazıcı almalarının nedeni yemek
yemek olabilir. Yemek yazıcıları şu anda özel tasarım kurabiyeler, çörekler ve

16
çikolatalar yapmakta kullanılıyor, fakat malzemeleri eşsiz şekillerde birleştirip daha
önceden olmayan tatlar ve dokular yaratmakta da kullanılabilirler.
Belki ileride üç boyutlu yazıcılar evlerde ve lokantalarda standart mutfak
eşyalarından biri haline gelir ve gurme şefler şu anda örneğin profesyonel
müzisyenlerde olduğu gibi kazanan-hepsini-alır tarzı bir pazarda birbirleriyle rekabet
ederler.
En büyük değişimlerden biri, üç boyutlu yazıcılar inşaat yapabilecek kadar
büyük hale geldiklerinde yaşanacak. Southern California Üniversitesi'nden Profesör
Behrokh Khoshnevis 24 saatte ev inşa edebilen dev üç boyutlu yazıcılar yap1yor.
Makine inşaat alanında geçici raylar üstünde hareket ederek çalışıyor ve bilgisayar
kontrollü dev hortumundan çimento sıkıyor. Süreç tamamen otomatik işliyor. Ortaya
çıkan duvarlar, geleneksel tekniklerle üretilenlerden çok daha sağlam oluyor. Böyle bir
yazıcıyla evler, işyerleri ve hatta apartmanlar inşa edilebilir. Şu anki teknolojide
makine yapının duvarlarını inşa ettikten sonra insan işçiler kapıları, pencereleri vs.
takıyorlar. Ama ileride inşaat yaz1cılarını farklı malzemelerle de çalışabilir hale
geleceğini hayal etmek zor değil.
Fabrikalar zaten yüksek derecede otomasyona dayalı çalıştıklarından, üç
boyutlu yazıcıların imalattaki etkisi o kadar güçlü hissedilmeyebilir. Fakat inşaat
sektöründe durum öyle değil. Ekonominin en emek-yoğun alanlarından biri olan
ahşap çerçeveli ev inşası, vasıfsız isçiler için meslek fırsatı sunan az sayıdaki alandan
biri olmayı sürdürüyor. Sırf ABD'de 6 milyon kişi inşaat sektöründe çalışıyor.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün tahminlerine göre dünyada inşaat sektöründe
çalışanların say1s1 ise yaklaşık 110 milyon.
Üç boyutlu inşaat yazıcıları günün birinde evlerin daha kaliteli ve daha ucuz
olmasını sağlayabilir, yeni mimari olanaklar da doğurabilir. Ama aynı zamanda
milyonlarca kişinin işini kaybetmesine de yol açabilir.
ŞOFÖRSÜZ ARABALAR
Kendi kendine giden arabalar, 13 Mart 2004'te yapılan ilk Büyük DARPA
yarışıyla beraber bilim-kurgu konusu olmaktan çıkıp gerçeğe dönüştü. ABD Savunma
Bakanlığı ileri Savunma Projeleri Ajansı DARPA, bu yarışla şoförsüz askeri araçların
geliştirilmesi sürecine hızlı bir start vermek istemişti. 15 robotik araç California’daki
Barstow kasabasının yakınından başlayıp 240 km uzaktaki Mojave çölünde biten bir
parkurda birbirleriyle yarıştılar. Bitiş çizgisini ilk geçen araca bir milyon dolar ödül
vardı. Fakat sonuçlar beklendiği gibi olmadı. Araçların içinden pistin %10’unu
tamamlayabilen bile çıkmadı. En başarılı olan araç, Carnegie Mellon Üniversitesi'nin
modifiye Humvee'si oldu. Araç 12 km gittikten sonra toprak sete çarpıp durdu. DARPA
yarışta kimsenin galip gelemediğini duyurup paray1 kendine sakladı.
Fakat kurum bir yıl sonra yeni bir yarış düzenledi ve ödülü de iki milyona
çıkardı. 8 Ekim 2005’te yapılan ikinci yarışın pistinde, robotik araçların yüzden fazla
keskin dönüş yapması, üç tünelden geçmesi ve iki yanı uçurum olan kıvrımlı yoldan
ilerlemesi gerekiyordu. Kaydedilen ilerleme inanılmazdı. 18 ayda arabalar o kadar
gelişmişti ki beş tanesi bitiş çizgisine ulaştı. Stanford Üniversitesi takımının
Volkswagen Touareg arabası, yarışı 7 saatten az sürede tamamladı. Carnegie Mellon
Üniversitesi'nin Humvee'si ise 10 dakika arkasından ikinci geldi.
Google’ın kendi kendine giden araba projesi 2008’de başladı. 2012’ye
gelindiğinde, Google’ın şoförsüz filosu, dört yol ağızlı anayollardan dur-kalklı ağır San

17
Francisko trafiğine kadar envai çeşit yolda kazasız belasız 500 bin kilometreden fazla
yol katetmişti.
Şu anda Mercedes-Benz bu konuda lider durumda. Arabaları yoğun şehir
trafiğinde veya otobanda 190 kilometreye kadar çıkabiliyor.
Henüz sistemlerin hiçbiri, her durumun üstesinden gelebilecek kapasitede
değil. Google’ın şirket bloğunda yazdığına göre, arabaları hâlâ karla kaplı yollarda
ustalaşması, geçici yol çalışması işaretlerini yorumlayabilmesi ve şoförlerin nadiren de
olsa karşılaştıkları özel durumları çözebilmesi gerekiyor.

Arabanın kendi başına halledemeyeceği bir durumla karşılaştığında kontrolü


şoföre devretmesinin gerekebileceği gri bölge, teknolojinin en büyük zaafını
oluşturuyor.
Şoförsüz arabaların tek avantajları kaza önlemeleri değil. Şoförsüz arabalar
birbirleriyle iletişim kurabiliyor ve uyumlu hareket edebiliyorlar. Bu sayede konvoylar
halinde ilerleyebilecek, birbirlerinin arkasından giderek yakıt tasarrufu
sağlayabileceklerdir. Hızlı koordinasyon trafik sıkışıklıklarını azaltabilir hatta
tamamen ortadan kaldırabilir.
Ancak günümüzde araba kullanmaktan hoşlanan pek çok insan var. Araba
dergilerinin milyonlarca üyesi var. Sonuçta kendiniz sürmeyecekseniz, “mükemmel
sürüş makinesi”ne sahip olmanın ne anlamı kalır?
Nitekim veriler de tüketicilerin şu anda sahip oldukları araçları değiştirmeye
hevesli olmadığını gösteriyor. 2012'deAmerika yollarındaki arabalar ortalama 11
yaşındaydı ki bu tüm zamanların rekoru.
Bazı durumlarda şoförlerin bir kısmının insan, bir kısmının robot olması daha
bile sorunlu olabilir. Yolda karşılaştığınız son agresif şoförü aklınıza getirin. Hani şu
önünüze geçen ve arkada durmadan selektör yapan şoför. Bir de bu insanın her
durumda olabildiğince tedbirli gitmek için programlanmış olduklarını bildiği otomatik
arabalarla aynı yolu paylaştığını hayal edin. Bu tür “kuzuların arasındaki kurt”
senaryoları, daha riskli davranışlara ve suiistimallere yol açabilir.
Şoförsüz arabalar konusunda en iyimser olanlar, 5 ila 10 yıl içinde büyük bir
değişim bekliyor. Teknik zorluklar, toplumun kabul etmesi ve yasal zorluklar
yüzünden bu öngörünün aşırı iyimser olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, ileride
yollara şoförsüz araçların hâkim olacağına da artık şüphe kalmadığını düşünüyorum.
Ve o gün geldiğinde yalnızca otomotiv endüstrisinde değil, ekonominin vs. istihdam
pazarının her sektöründe devrim yaratabilir, hatta insanlarla otomobiller arasındaki
ilişkiyi bile temelinden değiştirebilirler.
Arabaların tam otomatik olduğu bir gelecekle ilgili görmemiz gereken belki de
en önemli şey, arabanın artık bizim olmayacağı. Kendi kendine giden arabalar üzerine
uzunca düşünmüş insanların büyük bir kısmı, en azından yoğun nüfuslu bölgelerde,
arabaların ortak kullanılan bir kaynak olacağını düşünüyorlar. Google'ın niyeti de en
başından beri bu.
Google'ın kurucularından Sergey Brin, bu durumu New Yorker dergisinden
Burkhard Bilger'e şöyle izah etmişti: “Dışarı bir bak. Otoparklarda ve çok şeritli yollarda
dolaş biraz. Ulaşım altyapısının her yere hâkim olduğunu göreceksin. Araziye büyük bir
yük bu.”
18
Google otomobillerdeki “kiminse o kullanır” modelini yıkmayı umuyor.
Gelecekte ihtiyacımız olduğu anda telefonunuzdan şoförsüz bir araba çağıracaksınız, o
kadar. Arabalar ömürlerinin %90’ını park halinde geçireceklerine çok daha yüksek
oranda kullanılacaklar. Sırf bu değişiklik bile şehirlerde bir anlık devrimi başlatmaya
yetebilir. Şu anda arabaları park etmesi için kullanılan alanalar farklı amaçlarla
kullanılabilir.
Araba sizin değilse ve her yolculukta farklı arabaya binecekseniz, modelini ve
üretim yılını o kadar umursamazsınız. Araba bir statü göstergesi olmaktan
çıkabilir ve otomobil pazarı metalaşabilir. Bu yüzden de otomobil üreticileri
direksiyon başında birinin oturmaya devam etmesini isteyeceklerdir.
Eğer arabalardaki “kiminse o kullanır” modeli nihayetinde yıkılırsa,
ekonomideki ve istihdam pazarındaki etkileri olağanüstü olur. Tüm araba satıcılarını,
bağıms1z araba tamircilerini ve benzin istasyonlarını düşünün bir. Bunların hepsinin
varlığı, otomobillerin bireylere ait olmasından kaynaklanıyor. Google'ın hayal ettiği
dünyada robotik arabalar filolar halinde gruplanmış olacak. Bakım, tamir, garanti ve
yakıt da merkezi olacaktır. Binlerce küçük işletme ve çalıştırdıkları insanların işleri
buharlaşıp uçacaktır. Ne kadar işin riskte olduğu hakkında bir fikir vermesi için, sırf
Los Angeles'ta, sırf araba yıkama işinde yaklaşık 10.000 kişi çalışıyor.
Tabii bu değişimin ilk vuracağı kesim, şoförlüğü meslek olarak yapanlar
olacaktır. Taksi şoförlüğü bitecektir. Otobüs şoförlüğü de kalkabilir, hatta daha iyi ve
daha kişisel kamu taşımacılığı seçenekleri çıkınca otobüsler olduğu gibi kalkabilir.
Kuryelik işleri de kalkabilir. Örneğin Amazon daha şimdiden sabit noktalardaki
dolaplara aynı gün içinde gönderim yapıyor. Fakat kutuları dolaplara bırakacağına
arabalara da neden b1rakamas1n? Otomatik bir dağıtım arabası, gelmeden birkaç
dakika önce müşteriye mesaj gönderebilir ve müşterinin belli bir kodu girerek paketi
almasını bekleyebilir.

Otomatik araçların yaygın biçimde benimseneceği ilk yerlerden birinin ticari


araç filoları olacağını düşünüyorum. Bu filolara sahip olan ve işleten şirketler büyük
risk alırlar, Tek bir şoförün yapacağı tek bir hata, çok kötü sonuçlar doğurabilir.
Ağır tır ve kamyonların da yakın gelecekte tamamen kendi kendine gideceği
yönünde tahminler var. Fakat burada da gelişmelerin daha kademeli olacağına
inanıyorum. Kamyonlar pek yakında kendi kendine gidebilir hale gelebilir belki, ama
bu araçlar normal arabalara göre çok daha tehlikeli olduğundan, en azından
önümüzdeki dönemde şoför koltuğunda birinin oturuyor olması istenecektir. Her
kamyonun önündeki kamyonu takip ettiği otomatik kamyon konvoyu deneyleri daha
şimdiden başarıyla gerçekleştiriliyor. Askeriyede veya düşük yerleşimli bölgelerde bu
yöntem uygulamaya konabilir.
Time dergisinden David Von Drehle'nin 2013'te yapt1g1 bir söyleşide, bir
kamyonculuk şirketi yetkilisi, ABD'nin eskiyen altyapısının tam otomasyona geçmekte
ciddi bir engel teşkil ettiğini belirtti. Bazı kısımları harabeye dönmüş yollarda ve
köprülerde kamyon sürmek, kamyon şoförleri için rutin islerdendir. Ayrıca, kamyon
şoförlerini devreden tamamen çıkardığımızda, g1da ve diğer hayati kaynakların
nakliyatı da korsan saldırıların hedefi haline gelebilir.
Elektriği saymazsak, gelişmiş ülke toplumlarında orta sınıfın gelişimine
otomobil kadar etki eden bir başka inovasyon daha yoktur herhalde. Şoförsüz araçlar,
arabalarla etkileşimimizi ve düzenimizi tamamen alt üst etme potansiyeline sahipler.

19
Ve bu sırada milyonlarca orta sınıf işin de sonunu getirip binlerce işyerini
batırabilirler.
Şoförsüz arabalar geldiğinde yaşanacak tartışmaların ve sosyal çalkalanmanın
küçük çaplı bir örneğini Uber ile ilgili yaşananlarda görebiliriz. Uber şirketi, insanların
akıllı telefonlarıyla araba çağırmasına imkân veren kısmen yeni bir şirket. Şirket
neredeyse girdiği her pazarda tartışmalara ve davalara konu oldu.
TÜKETİCİLER, BÜYÜMENİN SINIRLARI ve KRİZ İHTİMALİ
Kitabin şu ana kadarki temel mesajı, hızlanan teknolojinin her sektörden ve her
seviyeden işi gittikçe daha fazla tehdit edeceğiydi. Böyle bir trend ortaya çıkarsa,
ekonominin tamamını da çok derinden etkiler.
İşler ve gelirler otomasyona kurban gittikçe, tüketiciler ekonominin büyümesi
için gerekli olan talebi oluşturacak alım gücünden yoksun kalırlar.
Bireysel tüketici harcamaları, gelişmiş ülkelerin GSYH'sinin kabaca %60’ını
oluşturur. Tabii bireysel tüketicilerin de büyük çoğunluğu, harcamalarını gelirleri ile
yapar. Satın alma gücünü tüketicilere dağıtan temel mekanizma, istihdamdır.
Şirketler de bir şeyler satın alır elbet, ama onlarınki son talep değildir. Şirketler
başka bir şey üretmek için girdi satın alırlar. Ayrıca gelecekteki üretimi mümkün
kılacak yatırımları yapmak için de mal ve hizmet satın alırlar. Fakat şirketin ürettiği
şey için talep yoksa, sonunda o da kapanır ve girdi satın almayı bırakır. Bir şirket başka
bir şirkete mal veya hizmet satabilir, ama bu alım-satım zincirinin sonunda da son
tüketici olan bireyler (veya devlet) vardır.
Özetle, işçi aynı zamanda tüketicidir. Üstelik kazandığı parayla ailesinin diğer
çalışmayan üyelerini tüketici yapan yine odur. Son talebi bu insanlar doğurur.
İşçiyi makineyle değiştirdiğinizde, o makine alışveriş yapmaz, harcama yapmaz.
Makine en fazlasından enerji kullanır, parça değicimi ve bakımı gerektirir. Fakat
bunlar da işletme girdileridir, son talep değil. Makine ürettiğini satın alacak kimse
yoksa, o makine bir süre sonra kapatılır. Otomobil fabrikasındaki endüstri robotunun
montajladığı arabaları kimse almıyorsa, daha fazla araba üretmenin anlamı olamaz.
Eşitsizliğin ekonomik gelişime engel olduğu fikrinin en gür seslerinden biri,
Nobel ödüllü ekonomist Joseph Stiglitz. Kendisi Ocak 2013 tarihli bir New York Times
makalesinde, eşitsizliğin toparlanma sürecini kösteklediğini, çünkü tarihte ekonomik
büyümeyi tüketici harcamalarının desteklediğini, ama şimdi orta sınıfın bunun için
çok zayıf kald1ğın1 belirtiyor.
Uzun vadeli ekonomik gelişmede teknolojik inovasyonun önemi konusunda
yaptığı çalışmayla 1987'de Nobel ödülü kazanan Robert Solow da büyük oranda aynı
fikirde. 2014 Ocak'ında kendisiyle yapılan bir röportajda şöyle diyor: “Eşitsizlik arttıkça
gelir dağılımının ortasında bir gedik açılıyor. Ekonomiyi ve inovasyonu besleyen şey
tüketici talebidir. Fakat talebin sürekliliğini sağlayan sağlam orta sınıf işler ve düzenli
orta sınıf gelirler kayboluyor.”
Gazete köşe yazan ve blogcu kimliğiyle diğerlerinden daha fazla tanınan bir
başka Nobel ödüllü ekonomist Paul Kurgman ise bu görüşe karşı çıkıyor. Blokunda,
“bu fikre imza atmay1 çok isterdim” dedikten sonra ne yaz1k ki kanıtların bu yönde
olmad1ğını ileri sürüyor.
Eşitsizliğin büyümeye büyük köstek olduğu fikri, sağ görüşlü ekonomistler
arasında genelde tamamen yadsınır. Hatta sağ eğilimli pek çok ekonomist,
ekonominin yüz yüze olduğu temel sorunun talep azlığı olduğunu bile kabul etmeye

20
yanaşmaz. Onun yerine kamu borçlarının seviyesi, potansiyel vergi artırımları, artan
düzenlemeler ve devlet sigortas1 uygulamalarının zararlarına dikkat çekerler.
Özetle aynı nesnel verilere erişebilen profesyonel ekonomistler, şu çok temel
sorunun yanıtı üzerinde uzlaşamıyorlar: Talep azlığı ekonomik büyümeyi köstekliyor
mu; eğer köstekliyorsa gelir eşitsizliği bu sorunun önemli sebeplerinden biri mi? Bana
göre bu soru üzerindeki uzlaşı eksikliği, teknolojik yıkım yaşandıkça ekonomistlerin
bu konuda nasıl anlaşmazlık içinde olmaya devam edeceklerinin de ipucunu sunuyor.
Tarihte işsizlik hep geçici bir olgu olmuştur. İşinizi kaybetmişseniz ama kısa bir
süre içinde benzer maaşlı yeni bir işe girebileceğinizden eminseniz,
biriktirdiklerinizden harcama yapar, kredi kartı kullanır, harcamalarınıza aynı seviyede
devam edersiniz.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, şirketlerin işsizleri birkaç haftalığına veya
aylığına işten çıkarıp gidişat düzelir gibi olunca tekrar geri almaları olağandı. Şu
andaysa durum çok farklı.
2008 krizi sonrasındaki dönemde, uzun vadeli işsizlik oranları daha önce
görülmemiş seviyelere çıktı. Yeni iş bulan deneyimli çalışanlar bile çoğu zaman daha
az maaşlı bir pozisyonu kabul etmek zorunda kalıyorlar. Bu gerçekler tüketicilerin de
gözünden kaçmıyor. Dolayısıyla işsizlik kavramı da halkın algısında yavaş yavaş
değişiyor olabilir. İnsanlar işsizliğin uzun vadeli, hatta kalıcı bir şey olarak kabul
ederlerse, sahip oldukları işi kaybettiklerinde harcama davranışlarını daha radikal
biçimde değiştirebilirler. Bu yüzden geçmişin verilerine bakarak geleceği öngörürken
dikkatli olmamız gerekir: İnsanlar gelişen teknolojinin ne anlama geldiğini daha iyi
anladıkça, harcamalarını geçmiştekine oranla çok daha sert biçimde kesebilirler.

SÜPER ZEKÂ ve TEKİLLİK


2014 Mayıs'ında Cambridge Üniversite’sinden fizikçi Stephen Hawking, hızla
gelişen yapay zekanın tehlikelerine karşı alarm zilini çalmak üzere bir yaz1 kaleme aldı.
The Independent gazetesinde çıkan yazıda Hawking'in dışında MIT'de fizikçi
olan Max Tegmark, Nobel ödüllü Frank Wilczek ve California Üniversite’sinden
bilgisayar bilimci Stuart Russell gibi isimlerin de imzası vardı.
Gerçek anlamda düşünme becerisine sahip bir bilgisayar “insanlık tarihindeki en
büyük olay olur”du. İnsandan daha zeki bir bilgisayar “para piyasalarından zengin
olabilir, keşifleri araştırmacılardan daha hızlı yapabilir, insanları politikacılardan daha
iyi manipüle edebilir, nasıl çal1şt1ğını bile anlamadığımız silahlar geliştirebilir”di. Tüm
bunları bilim-kurgu diye göz ardı etmek “tarihteki en büyük hatamız” olabilirdi.
Şu ana kadar bahsettiğim tüm teknolojiler -kutu taşıyan, hamburger yapan,
müzik besteleyen, rapor yazan veya borsada işlem yapan makineler- özel veya "dar"
olarak sınıflandırılan bir yapay zekâ kullanırlar.
Makine zekasının bugüne kadarki en etkileyici gösterisi olarak
niteleyebileceğimiz IBM'in Watson'1 bile insanlardaki gibi bir genel zekanın yanına
dahi yaklaşamaz. Hatta bilim-kurgu dünyasının dışındaki, gerçek hayatta herhangi bir
kullanım alanı olan tüm yapay zekalar dar yapay zekâdır.
Fakat gerçek dünyada kullanılan yapay zekâ uygulamalarının dar alanlarda
uzmanlaşmış olmaları, pek çok işin otomatize edilmesi için bir engel teşkil etmez.
Yapılan işlerin büyük bölümü rutin ve öngörülebilir görevlerden oluşur. Robotların ve
makinelerin öğrenme algoritmalarının insanlar gibi düşünmesi gerekmiyor, çünkü bir

21
bilgisayarın işinizi elinizden alması için sizin zihinsel kapasitenizi her yönüyle
kopyalaması gerekmez. Tek yapması gereken, size yapmanız için para verilen şeyleri
yapabilmektir. Zaten yapay zekâ araştırmaları ve bu konudaki tüm yatırımın da odak
noktası bu tür uzmanlaşmış uygulamalardır. Bu teknolojilerin önümüzdeki yıllarda
daha da esnek hale gelip güçleneceğineyse şüphe yok.
Gerçek anlamda düşünebilen bir makine yapma hayalinin izlerini 1950'ye kadar
geri sürebiliriz. O yıl Alan Turing zekâ disiplinini başlatan makalesini yayımlamıştı.
Bu olayın ardından gelen dönemlerde yapay zekâ araştırmaları, birbirini takip
eden büyük beklentiler ve hayal kırıklıklarıyla geçti. Hayaller dönemin teknik
imkanlarını çok daha ilerisinde olduğundan, hayal kırıklıkları da kaçınılmaz oldu.
Yatırımlar ve araştırmalar tökezledi. “Yapay zekâ kışı” denilen duraklama
dönemlerinden geçildi. Fakat bahar yine gelmesini bildi. Günümüz bilgisayarlarının
müthiş hızı, yapay zekâ araştırmalarının belli alanlardaki ilerlemeler ve insan beynini
daha iyi anlamamız sayesinde, artık alanda yeni bir iyimserlik dalgas1 hâkim.
Gelişmiş yapay zekâ konusunda yeni bir kitap yazan James Barrat, dar yapay
zekâ yerine insanınkine benzer yapay zekâ üzerine araştırma yapan yaklaşık 200
araştırmacıyla bir anket yapmış. Bu alana “Yapay Genel Zekâ” deniyor.
Barrat bilgisayar bilimcilere yapay genel zekanın ne zamana mümkün olacağ1
sorusunu sorarak dört şık sunmuş. Cevaplara göre %42'si düşünen bir makinenin
2030'da mümkün olacağına inanıyor, %25'ine göre bu tarih 2050, %20'sine göreyse
2100. İçlerinde bunun asla olmayacağına inananların oranı %2. Hatta bazı kat1ltmc1lar
daha bile erken bir tarihin, örneğin 2020'nin seçenekler arasına alınmasının doğru
olacağı yönünde yorum yazmışlar.
Bazı uzmanlarsa yeni bir balonun şişmekte olduğundan endişe ediyor.
Facebook'un New York'ta yeni inşa ettiği yapay zekâ araştırma laboratuvarında çalışan
Yann LeCun, 2013 Ekim'inde yazd1ğ1 blog yazısında, aşırı beklentiler yüzünden yapay
zekanın elli yılda dört kez “öldüğü” konusunda uyardı. Bunun da nedeni insanların
genelde potansiyel yatırımcıları etkilemek için abartı iddialarda bulunmas1 ve bunları
yerine getirememesiydi. O zaman da haliyle tepkiler oluyordu. Bilişsel bilim uzmanı,
New Yorker dergisinde yazar ve New York üniversitesinde profesör olan Gary Marcus
da aynı görüşte. Derin öğrenme sinirsel ağlar1 gibi alanlarda son dönemde yaşanan
gelişmelerin, hatta IBM Watson'a atfedilen bazı becerilerin epey bir abartıld1ğını
düşünüyor.
Fakat alanın müthiş bir momentum kazandığı da su götürmez. Özellikle
Google, Facebook ve Amazon gibi şirketlerin yükselişi, çok önemli gelişmeleri
tetikledi.
Yapay zekâ artık askeriye için, istihbarat teşkilatları için ve otoriter devletlerde
gözetim sistemleri için olmazsa olmaz bir unsur.
Hatta yakın gelecekte ülkeler yapay zekada üstünlüğü ele geçirmek için
birbirleriyle büyük bir yarışa girebilirler. Dolayısıyla bana göre asıl soru, yeni bir yapay
zekâ kışı yaşanıp yaşanmayacağı değil: asıl soru gelişmelerin dar yapay zeka ile mi
sınırlı kalacağı, yoksa yapay genel zekaya da mı sıçrayacağı.
Yapay zekâ araştırmacıları yapay genel zekaya geçiş yapabilirse, makinelerin
tamı tamına insan zekâsında olması için bir neden yok. Yapay genel zekâ bir kez
başarıldıktan sonra, Moore Yasası gereği bir süre sonra insandan daha zeki
bilgisayarlar yapılacaktır. Ve düşünebilen bir makine, bilgisayarların şu anda sahip

22
olduğu avantajların hepsine yine sahip olacak, bizim için idrak edilemez hızlarda işlem
yap1p bilgilere erişebilecektir. Bir de bakmışız, gezegenimizi hiç ummadığımız,
yabancı, hem de bizimkinden daha üstün bir zekâ türüyle paylaşıyoruz.
Ve bu daha işin başlang1c1 olur. Yapay zekâ uzmanları arasındaki yaygın kanıya
göre, böyle bir sistem bir süre sonra kendini de geliştirmeye başlar, tasarımını
geliştirir, yazılımını baştan yazar, belki de evrimsel programlama tekniklerini
kullanarak kendinin daha üstün bir versiyonunu yaratır. Tabii aynı süreç bir sonraki
versiyonda da tekrarlanabilir. Böylece her revizyonda sistem daha zeki, daha becerikli
hale gelir. Döngü hızlandıkça yaşanacak “zekâ patlaması”nın sonucunda öyle bir
makine ortaya çıkar ki, en zeki insandan bile binlerce, belki milyonlarca kat daha zeki
olur. Hawking ve arkadaşlarının deyişiyle, “bu tarihteki en büyük olay olur”.
Böyle bir zekâ patlaması yaşanırsa, sırf ekonomi için değil, bütün uygarlığımız
için yıkıcı sonuçları olabilir.
Fütürist ve mucit Ray Kurzweil'in sözleriyle, “tarihin kumaşını yırtar” ve “Te-
killik” olarak adlandırılan olayı veya çağı başlatabilir.
Tekillik
“Tekillik” [singularity] terimini teknolojinin gelecekte yol açacağ1 bir olay
anlamıyla ilk kullanan kişinin bilgisayarın öncüsü John von Neumann olduğu kabul
edilir. 1950'lerde von Neumann şöyle demiştir: “Gittikçe hızlanan gelişmeler, ırkımızın
tarihinde benzeri olmayan bir tekillik noktasına doğru ilerlediğimiz izlenimini veriyor.
Bu öyle bir nokta ki, sonrasında insan işleri bildiğimiz anlamıyla devam edemeyecek.”
Benzer bir temayı 1993'te San Diego Üniversitesi matematikçisi Vernor Vinge de
“Yaklaşmakta Olan Teknolojik Tekillik” adlı makalesinde dile getirmiştir. Temkinli bir
dile gerek görmeyen Vinge, makalesinin başında şöyle yazmıştır: “Otuz yıl içinde
insanüstü zekâ yaratmak için gerekli teknolojik imkanlara sahip olacağız. Bu olaydan
bir süre sonraysa insanlık çağı sona erecek.”
Astrofizikte tekillik, bir kara deliğin içindeki, fizik kurallarının işlemez olduğu
noktaya verilen isimdir. Kara deliğin sınırlarında, bir başka deyişle “olay ufku”nda,
kütle çekim kuvveti o kadar fazladır ki ışık bile bu çekimden kurtulamaz. Vernor Vinge
teknolojik tekilliği de buna benzetiyordu: İnsanlığın geleceğinde sonrasında neler
olduğunu göremediğimiz bir kırılma noktası. Tekillikten sonrasını görmeye çalışmak,
gökbilimcinin kara deliğin içini görmeye çalışmasından farksızdı.
Daha sonra meşaleyi Ray Kurzweil devraldı ve 2005’te konuyla ilgili kitabını
yay1mlad1: Tekillik Yakın: İnsanlar Biyolojinin Ötesine Geçtiğinde. Günümüzde tekillik
fikrinin baş vaizi haline gelen Kurzweil, Vinge'den farkl1 olarak, olay ufkunun
ötesindeki geleceğin ayrıntılı bir tasvirini yapmaktan çekinmiyor. Söylediğine göre ilk
gerçek anlamda zeki makine 2020’lerin sonunda inşa edilecek. Tekillikse 2045
dolaylarında gerçekleşecek.
Gelgelelim, Kurzweil’in tekillik konusundaki çalışması tam bir yamalı bohça.
Fikirlerin bazıları sağlam temelli ve teknolojinin gelişim hızı konusunda tutarlı bir
senaryonun ürünü. Bir kısmıysa saçmalığın sınırlarında gezinecek kadar tartışmalı.
Örneğin mezarından DNA örneği alarak babasını hayata döndürmek ve fütürist
nanoteknolojiyle bedenini yeniden oluşturmak istiyor. Kurzweil'in ve fikirlerinin
etrafında toplanmış son derece çoğu renkli simalardan oluşan enerjik bir camia var. Bu
“Tekillikçiler” (Singüleryanlar) işi kendi eğitim enstitülerini kuracak kadar ileri
götürmüşler. Silikon Vadisi'ndeki Tekillik Üniversitesi teknolojinin katlanarak gelişimi
konusunda kredisiz lisansüstü programlar sunuyor. Üniversite’nin sponsorları arasında
Google, Genentech, Cisco ve Autodesk gibi şirketler bulunuyor.
23
Kurzweil'in tahminlerine göre günün birinde hepimiz makinelerle birleşeceğiz.
İnsanlar zekâyı kat kat arttıran beyin implantlarıyla kendilerini geliştirecekler. Dahası,
tekillikten sonra da teknolojiyi anlamak ve kontrol ermek istiyorsak, bu türden bir
zihinsel terfi adeta mecburi olacak.
İleri Düzey Nanoteknoloji
Moleküler imalat bir bakıma dijital ekonomiyi fiziksel dünyaya taşıma umudu
barındırıyor. “Bilgi özgür olmak ister,” diye bir söz vardır.
Gelişmiş Nanoteknoloji de aynı şeyi maddi ürünler için gerçekleştirmemizi
sağlayabilir.
Drexler’in (Nanoteknoloji konusunda bayrağı Feynman’dan devralan MIT’den
bilim insanı) oda büyüklüğündeki fabrikası günün birinde masaüstü bir ürün haline
gelirse, televizyon dizisi Uzay Yolu’ndaki “replikatör” gerçeğe dönüşür.
Kaptan Picard’ın sık verdiği “Çay, Early Grey, Sıcak” komutuyla bir anda sıcak
çayın peydahlanması gibi, belki moleküler fabrika da günün birinde neredeyse
istediğimiz her şeyi anında üretebilir.
Kimi tekno-iyimserler moleküler üretim mümkün olduğunda, neredeyse tüm
maddi ürünlerin bol ve adeta bedava olduğu bir “kıtlık sonrası” ekonomisinin ortaya
çıkacağını umut ediyorlar. Hizmetlerin de benzer şekilde gelişmiş yapay zekâ
tarafından sağlanacağını kabul ediyorlar. Bu teknoloji ütopyasında moleküler geri-
dönüşüm ve bol temiz enerji sayesinde kaynak ve çevre-koruma kıs1tlamaları ortadan
kalkacak. Pazar ekonomisi devri bitecek ve Uzay Yolu’nda olduğu gibi artık paraya da
gerek kalmayacak.
Fakat bu son derece cazip senaryoda bazı belirsizlikler var. Örneğin arazi hâlâ
k1s1tl1 bir kaynak olacak. İnsanların sosyoekonomik statülerini değiştirmesini
sağlayacak işlerin, paranın ve fırsatların olmadığı bir dünyada yaşam alanlarının nasıl
paylaşılacağ1 belirsiz. Ayrıca pazar ekonomisinin yokluğunda, gelişimin körükleyicisi
olan motivasyonun nasıl sağlanacağı net değil.
Fizikçi (ve Uzay Yolu hayranı) Michio Kaku, nanoteknoloji ütopyasının yüz y1l
içinde gerçeğe dönüşebileceğini düşünüyor.
Gerçekten de moleküler imalat teknolojisi otoriter bir rejimin ellerinde bir
silaha dönüştürülürse, ütopyadan ziyade distopyada bulabiliriz kendimizi. Amerika
moleküler imalat konusunda organize bir araştırma çabasında olmasa da Drexler diğer
ülkeler için aynı durumun illa geçerli olmad1ğ1 konusunda uyarıyor.
ABD, Avrupa ve Çin nanoteknoloji araştırmalarına kabaca eşit seviyede yatırım
yapıyorlar, fakat bu araştırmaların odaklandığı yerler aynı olmak zorunda değil. Yapay
zekada olduğu gibi ölümüne bir üstünlük mücadelesi potansiyeli var. Ve moleküler
imalatın olamayacağına daha baştan ikna olmak, tek taraflı olarak silah bırakmaya
denk olabilir.

YENİ BİR EKONOMİK PARADİGMAYA DOĞRU


Pek çok kanıtın gösterdiği üzere, günümüzde pek çok üniversite öğrencisi
ekonomik açıdan üniversite seviyesindeki işlere hazır değil, hatta bazı durumlarda işe
yaramaz durumda. Bu öğrencilerin büyük kısmı mezun olamayacak ve aldıkları
öğrenci borçları yüzünden sırtlarında büyük bir kamburla üniversiteden ayrılacaklar.
Mezun olanların yarısına yakını gerçekten üniversite diploması gereken bir iş
bulamayacak. Genel olarak ABD üniversite mezunlarının yaklaşık %20’sinin şu an
çalıştıkları iş için fazla eğitimli oldukları düşünülüyor. Yeni üniversite mezunlarının

24
ortalama maaşları ise on yıldan uzun süredir düşüşte. Pek çok ülkenin bedava veya
neredeyse bedava üniversite eğitimi verdiği Avrupa’daysa mezunların %30’unun şu an
çalıştıkları iş için fazla kalifiye olduğu düşünülüyor. Kanada’da bu oran %27. Çin’de ise
işgücünün %43’ü aşırı eğitimli.
İşin gerçeği, daha fazla kişiyi üniversiteden mezun etmek, çoğu mezunun
gönlündeki profesyonel, teknik ve idari işlerin işgücündeki oran1 artt1rm1yor. Peki ne
oluyor? Diploma enflasyonu. Eskiden lise diploması gerektiren işler artık dört yıllık
üniversite diploması gerektiriyor. Yüksek lisans, eski lisansa denk geliyor. Seçkin
olmayan üniversitelerin diplomalarının değeri düşüyor
Fakat şuras1 gittikçe daha net belli oluyor: Robotlar, makine öğrenme
algoritmalar1 ve diğer otomasyon türleri iş piramidinin altını yavaş yavaş yiyorlar. Ve
yapay zeka uygulamalar gittikçe daha yüksek vasıflı mesleklere göz diktiğinden,
piramidin güvenli say1lan en tepesi bile zamanla küçülecek. Geleneksel düşünceye
göre, eğitime gittikçe daha fazla yatırım yaparak herkesi o tepedeki küçülen yere
s1ğd1racağ1z.
Tarımın mekanizasyonu sırasında işten ç1karılan ırgatların çoğunun traktör
sürücüsü olacağına inanmak gibi bir şey bu. Say1lar buna izin vermez.
Havacılık çok sıkı denetlemeye tabi. Havac1lık sektörü kokpit otomasyonu ve
pilot becerilerinin körelmesi konusunun yıllardır farkında ve eğitimlerde buna
özellikle dikkat ediyor. Modern havacılık sisteminin güvenlik sicilinin olağanüstü
olduğu su götürmez.
Sebastian Thrun gibi kimi teknoloji uzmanları, uçak pilotluğunun yakın
gelecekte tarihe karışacağını iddia ediyor. Ben şahsen üç yüz kişinin içinde pilot
olmayan bir uçağa binmeye razı olacağı günlerin o kadar yakında olduğunu
sanmıyorum.
Düzenlemeler, potansiyel sorumluluklar ve toplumun kabulü gibi unsurlar,
kamu güvenliğini ilgilendiren işlerde otomasyonu dizginleyecektir.
Otomasyonun asıl etkileyeceği insanlar, örneğin fast food çalışanları veya
sıradan ofis çalışanları olacaktır. Bu işlerde hem potansiyel teknik hataların veya beceri
körleşmesinin etkileri o denli çarp1c1 değildir, hem de otomasyonu dizginleyecek dış
unsurlar yoktur.
Günümüzde makineler çok temel bir dönüşüm geçiriyorlar: Tarihte hep araç
rolündeyken, şimdi otonom işçiler haline geliyorlar.
Ancak işin gerçeği şu ki modern uygarlığ1m1zda elde ettiğimiz büyük refahı ve
rahatlığı teknolojiye borçluyuz. Bu sürecin altındaki en önemli faktörse insan emeğini
kısmak amacıyla daha verimli yöntemler bulma çabamız oldu. Teknolojiye karşı
olmad1ğınızı ama daha fazla otomasyona karşı olduğunuzu söylemek dile kolaydır. Ne
var ki uygulamada bu iki trend birbirine ayrılmaz şekilde bağlıdır.
SONUÇ
En tehlikeli senaryo, bu farklı belaların kapıyı aynı anda çalması olur.
Teknolojik işsizlik ve çevre sorunlarının etkileri birbirlerini besleyebilirler. Fakat
gelişen teknolojinin savunacağı avantajları doğru kullanır, istihdam ve gelir dağılımına
yapacağı etkileri iyi anlayarak önlemlerimizi alırsak, gelecek çok daha güzel olabilir.
Çağımızın en zorlu mücadelesi, bu grift güçlerin arasından yolumuzu bularak
geniş çaplı güven ve refah sağlayacak bir gelecek inşa etmek olacaktır.

25
KAYNAKÇA
YAPAY ZEKÂ ve İŞSİZ BİR GELECEK TEHLİKESİ-ROBOTLARIN
YÜKSELİŞİ (Rise of the Robots-Technology and the Threat of a Jobless Future)
Martin FORD
Çeviri: Cem DURAN
Kronik Kitap-56 (336 Sayfa)
İlk Basım: Nisan 2018
Martin FORD (*): Dünyanın önde gelen fütüristlerinden, New York Times çok satanlar
listesine girmiş bir yazar ve yapay zekâ konusunda en seçkin uzmanlardan biridir. Bu kitapla 2015
Financial Times ve McKinsey Yılın en iyi iş kitabı ödülünü kazanmıştır. Kendisi Silikon Vadisi tabanlı
bir yazılım geliştirme şirketinin kurucusudur. Bilgisayar tasarımı ve yazılım geliştirme konularında 25
yılı aşkın deneyime sahiptir.

26

You might also like