Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 84

T.C.

GENELKURMAY BAŞKANLIĞI
ANKARA

ATATÜRK’ÜN ÖNDERLİĞİ VE İLERİ


GÖRÜŞLÜLÜĞÜ

Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları

ANKARA
GENELKURMAY BASIMEVİ
2010
ISBN: 978-975-409-573-9
NSN: 7610270486871

YAYIN KURULU
Kur.Alb.İskender ÖZBAY
Dr.Öğ.Alb.Zekeriya TÜRKMEN
Prof.Dr.Neşe ÖZDEN
Tar.Uzm.Dilek ÇAVUŞ

YAYIMA HAZIRLAYAN
Tar.Uzm.Gülru ÇELEN

DÜZELTİ/SAYFA DÜZENİ
Red.Uzm.Melek ALKA

KAPAK TASARIMI
Ceyhan KURHAN

GENELKURMAY BASIMEVİ
YAYIN NUMARASI: 2010/
SUNUŞ
Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan son toprak parçasının dünya
haritasından silinmek, Türk milletinin yok edilmek istendiği bir ortamda ortaya
çıkan Mustafa Kemal ATATÜRK, büyük özgüveni ve üstün ileri görüşlülüğü
ile Türk milletini yok olma sınırından kurtararak tarihin akışını ve Türk
milletinin kaderini değiştiren, çaresiz ve arayış içindeki bir milletten dipdiri bir
millet çıkaran olağanüstü bir liderdir.
Bu olağanüstü lider, eşsiz sağduyusu ve keskin ileri görüşlülüğü ile
teokratik bir yapıyı ve monarşiye dayanan bir yönetimi; aklı, mantığı, bilimi,
kültürü ve eğitimi esas alan, millî, çağdaş laik ve demokratik bir yapıya ve
yönetime dönüştüren bir inkılapçıdır.
O, insanlık onuruna en yakışan yönetim şekli olan cumhuriyet rejimini
kurarak o dönemde kimsenin kolay kolay cesaret edemeyeceği büyük ve
köklü inkılapları, büyük bir kararlılıkla gerçekleştirmiştir.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ileri görüşlülüğü, dünyanın büyük ilgisini
çekmiş; bu özelliği sayesinde elde ettiği başarılar tüm dünyada büyük bir
hayranlık uyandırmıştır. Onun gerçekleştirdiği ilke ve inkılaplar, sadece esir
milletlere değil, Doğu’nun ve Batı’nın tüm dünya milletlerine örnek olmuş;
pek çok ülke tarafından örnek model ve sistem olarak benimsenmiştir.
Bu eser, Türk milletinin ve tüm dünyanın saygınlığını kazanan Mustafa
Kemal ATATÜRK’ün tüm hayatı boyunca gösterdiği önderliği ve ileri
görüşlülüğünün büyüklüğünü yansıtan bir çalışmadır. Üzerinde yaşadıkları
toprakları yeniden kazandırmak için kendi hayatını Türk milletine ve Türk
vatanına adayan Büyük ATATÜRK’ün ne kadar üstün bir lider olduğu
konusunda okuyucuları bilinçlendirmek amacıyla hazırlanan eserin yararlı
olması dileğiyle...

Abdullah ATAY
Korgeneral
ATASE ve Dent. Bşk.
İÇİNDEKİLER

SUNUŞ

İÇİNDEKİLER....................................................................................... III

1. GİRİŞ............................................................................................... 1

2. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ÖNDERLİĞİ VE İLERİ


GÖRÜŞLÜLÜĞÜNÜN GELİŞİMİNDE YETİŞTİĞİ ÇEVRENİN VE
ALDIĞI EĞİTİMİN ROLÜ..................................................................... 5

3. HARP AKADEMİSİNDEN MEZUNİYETİNDEN MİLLÎ MÜCADELE


DÖNEMİNE KADAR OLAN SÜREÇTE MUSTAFA KEMAL
ATATÜRK’ÜN ÖNDERLİĞİ VE İLERİ GÖRÜŞLÜLÜĞÜ..................... 11

4. MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNDE MUSTAFA KEMAL


ATATÜRK’ÜN ÖNDERLİĞİ VE İLERİ GÖRÜŞLÜLÜĞÜ..................... 19

5. MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİ SONRASINDA MUSTAFA KEMAL


ATATÜRK’ÜN ÖNDERLİĞİ VE İLERİ GÖRÜŞLÜLÜĞÜ..................... 33

6. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA


İLİŞKİN İLERİ GÖRÜŞLÜLÜĞÜNÜ YANSITAN YORUMLARI........... 43

7. SONUÇ ........................................................................................... 47

KAYNAKLAR ....................................................................................... 55

EKLER ................................................................................................ 61

III
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ÖNDERLİĞİ VE İLERİ GÖRÜŞLÜLÜĞÜ
1. GİRİŞ
Tarihin nadiren de olsa ortaya çıkardığı gerçek liderler, milletlerinin
huzuru ve mutluluğu için nelerin gerektiğini önceden kestirebilir,
toplumlarının enerjisini o hedeflere yöneltebilirler. Gerçek liderler,
başarabilme gücüne sahip tek kişi olma özelliklerine rağmen, kazandıkları
başarıları kendilerine mâl etmezler; kendilerini olağanüstü bir varlık olarak
göstermezler. Her şeyi milletlerinin başardığına inanır, onun mensubu
olmakla gurur duyarlar. İşte Mustafa Kemal ATATÜRK gerek Türkiye’nin
kurtuluş ve kuruluşundaki önderliği gerekse ulusal kurtuluş çağını açan
misyonuyla gerçek liderliğin en mükemmel örneklerinden biri olmuştur.1
ATATÜRK, eşsiz önderliği ile tarih sayfalarından silinmeye mahkûm
edilmek istenen Türk milletini askerî ve siyasi dehasıyla, acımasız bir
istilanın pençesinden çekip kurtarmış; eşsiz sağduyusu ve öngörüsü ile
insanlık onuruna en yakışan yönetim şekli olan cumhuriyet idaresini
kurmuştur.
Türk milletinin Büyük Kurtarıcısı’nın hiçbir lider ile kıyaslanamayacak
kadar üstün bir öngörüye sahip olduğunu gözler önüne seren bu çalışmada
sırasıyla; “Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Önderliği ve İleri Görüşlülüğünün
Gelişiminde Yetiştiği Çevrenin ve Aldığı Eğitimin Rolü”, “Harp
Akademisinden Mezuniyetinden Millî Mücadele Dönemine Kadar Olan
Süreçte Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Önderliği ve İleri Görüşlülüğü”, “Millî
Mücadele Döneminde Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Önderliği ve İleri
Görüşlülüğü”, “Millî Mücadele Dönemi Sonrasında Mustafa Kemal
ATATÜRK’ün Önderliği ve İleri Görüşlülüğü ile Mustafa Kemal ATATÜRK’ün
İkinci Dünya Savaşı’na İlişkin İleri Görüşlülüğünü Yansıtan Yorumları”
başlıklı konular ele alınacaktır.
Hasan Cemil Çambel, İngiliz Tarihçi Stanley Lane Poole’ün “Türkiye
Tarihi” adlı eserinde şu değerlendirmeyi yaptığını belirtir:
“Bazı kimseler var ki Türklerin aslanlar gibi dövüşen, aynı zamanda,
dürüst, hikmet, basiret ve fazilet sahibi insanlar olduklarına, parlak devrin
tekrar geri geleceğine inanıyorlar. Türk halkında bu cevher hâlâ bol bol
vardır. Fakat lideri nerede? ... Bir milleti yüksek değere ve doğru yola
getirebilen kahraman gelinceye kadar, Türkiye’nin yeniden doğacağını hayal
etmek temelsiz bir spekülasyondur.”
Poole’ün aradığı büyük lider, karanlık ve sıkıntılı uzun bir dönemden
sonra, Türk milletinin sinesinden doğmuştur: Mustafa Kemal ATATÜRK!2

1
Sabahattin Özel; “Harp Akademisinden Mondros Mütarekesi’ne kadar Olan Dönemdeki Lider
Mustafa Kemal”, Atatürk’ü Anma Töreni Sempozyumu, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları,
10 Kasım 2004.
2
Hasan Cemil Çambel; Makaleler/Hatıralar, TTK Yayınları, Ankara, 1964, s. 103.
1
1903 yılında, bir yabancı gözlemci tarafından yapılan durum
değerlendirmesinden yirmi yıl sonra Türkler, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün
liderliğinde kendi bağımsız devletlerini kurmuşlar ve çağdaş uygarlık yarışına
kendilerini hazırlayacak devrimlerini birbiri ardına inanılmaz bir hızla
gerçekleştirmişlerdir.3
ATATÜRK’ün dikkati çekecek ve üzerinde önemle durulacak en
belirgin özelliklerinden biri, geleceğe yönelik öngörüleridir. Tarih bilgisi ve
tarih bilincinin genişliği tartışılmaz olan ATATÜRK’ün bu kişisel özelliği, aynı
zamanda onun şaşırtıcı ileri görüşlülüğü ile desteklenmektedir.4 Başka bir
deyişle, ATATÜRK’ün en önemli meziyetlerinden biri, tarihe ve bilime
dayanmak suretiyle ve ileri görüşlülüğüyle bu dayanağın bakış derinliğini ve
işlevselliğini artırarak yaşadığı günü ve geleceği iyi okuyup
değerlendirmesidir.5
Bu çerçevede, “öngörü (ileri görüşlülük)” kavramının içeriğine
değinilirse öngörü, bir olayın, durumun veya işin ilerisinde ne olacağını
önceden kestirme; o olayın, durumun veya işin nasıl bir yol alacağını
önceden anlayabilme ve ona göre davranma yeteneğidir.6 Bilgi, aktarılan ya
da öğrenilen bir olgu iken, bu bilginin “zaman, mekân, ölçüt (neden/sonuç,
derinlik)” bağlamlarında seri bir şekilde motiflendirilmesine katkı sağlayan
unsur, öngörüdür. Diğer bir ifadeyle doğru ya da yanlış bilgiye ulaşmak
birçok insan için mümkünken bu bilginin hızla ve içsel olarak kavranıp
kullanılması söz konusu olduğunda, öngörü yeteneği önemli bir fark
yaratmaktadır. Bu noktada bir sanatçı, bir bilim adamı için gerekli olan
öngörü yeteneği, büyük liderlerin sahip olması gereken en önemli
vasıflardan biri olarak belirmektedir.7 İşte ATATÜRK’ü büyük lider yapan en
önemli vasıflarından biri, sahip olduğu üstün öngörü yeteneğidir.
Lider, herkesin hareketsizlik içinde, ne yapacağını bilmediği anda, en
uygun zamanda, en akılcı ve gerçekçi çareyi bularak süratle hareket eden
insandır.8 Büyük davalarda başarılı olmak için sarsılmaz bir kabiliyet ve
kudrete sahip bir önderin varlığının şart olduğunu tarihin itiraz edilemez bir
şekilde ispatladığını vurgulayan ATATÜRK, “... Bütün devlet adamlarının
ümitsizlik ve beceriksizlik içinde ... bütün milletin başsız olarak karanlıklar
içinde kaldığı bir sırada, her vatanseverim diyen bin bir çeşit insanın, bin bir

3
Hikmet Özdemir; Atatürk’ün Liderlik Sırları, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2006, s. 14.
4
Bk. Zekeriya Türkmen’in 15-18 Mayıs 2006 tarihleri arasında Ankara’da, Atatürk Kültür Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı tarafından gerçekleştirilen “Doğumunun 125’inci Yıl
Dönümünde Mustafa Kemal Atatürk Uluslararası Sempozyumu”nda sunduğu, “Bir Askerî Deha
Olarak Atatürk’ün İleri Görüşlülüğü ve Ordu-Millet Dayanışmasına Verdiği Önem” konulu bildiri
metni.
5
Neşe Özden; “Mustafa Kemal Atatürk’ün Sezgi Gücü”, Silahlı Kuvvetler Dergisi, S 395, Yıl:
128, Ocak 2008, s. 21.
6
Aydın Keleşoğlu; “Ön Söz”, Atatürk’ün Öngörüleri, Delta Yayınevi, Ankara, 2007.
7
Özden; s. 21.
8
Bekir Tünay; “Atatürk ve Liderlik”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C 1, S 2, Mart 1985,
s. 561.
2
hareket ve görüş tarzı ortaya attığı ve her şeyin allak bullak olduğu bir
dönemde, danışmalar yolu ile birçok hatırlı ve nüfuzlu kimselere bel bağlama
gereğine inanmakla, güvenli ve kararlı bir şekilde ve özellikle süratle yol
almak ve en sonunda çok çetin olan hedefe ulaşmak mümkün müdür?...”
ifadesini kullanmıştır. Tarihte, bu şekilde başarıya ulaşmış bir toplum
gösterilemeyeceğini söyleyen ATATÜRK, bu gerçekleri vurgulamayı, gelecek
nesillerin siyasi ve sosyal ahlak terbiyesi açısından bir görev saydığını
belirtmiştir.9
Liderlik, birçok bilim alanının konusuna girmekle birlikte, akıl, zekâ,
cesaret, ikna yeteneği, kitleleri harekete geçirme enerjisi, hırs, sevgi,
duyarlılık, dürüstlük, kararlılık, irade, dayanıklılık, etkili dış görünüş, tevazu,
dikkat, kavrayış konusunda olgunluğu gerektiren karizmatik bir kişiliktir.
Liderin ortaya çıkmasında yetenek ve maharetlerinin yanı sıra aldığı eğitim,
kanuna verdiği önem, teşkilatçılık konusundaki başarısı, fikir ve düşünceleri
ile çalışma disiplini de etkilidir.10
ATATÜRK’ün ileri görüşlülüğünü yansıtan liderlik özelliklerinden biri
askerî yönüdür. Bir askerî deha olarak ATATÜRK’ün yetişmesinde dört
etkenin önemli rolü vardır. Bunlar, yetiştiği kültür çevresi ve yetiştiği
dönemdeki siyasi-askerî ortam; gördüğü eğitim; katıldığı muharebeler ve
muharebelerde elde ettiği deney birikimi; kişisel özelliklerinin askerliğe ve
olaylara uyumluluğudur.11 Deha, sağlam bir vücut ortamında, büyük bir
yoğunlaştırıcı güç ile çalışan, belirli bir hedefe doğru sarsılmaz bir cesaretle
ilerleyen, birleştirici bir beyin yeteneğidir.12 Bir yabancı araştırmacı,
ATATÜRK’ün askerî dehasını incelerken beş temel nitelikten bahseder.
Bunlar, kişisel cesaret, başkalarının hareketini seziş yeteneği, sabır, yani
kendi hareketlerinin en etkili olabileceği zamanı kavrayış, kendi amacını saklı
tutarak başka yönlerde inandırıcı biçimde “yanıltma, aldatma” hareketleri
yapabilme yeteneği, karşı tarafın kuvvetlerinin nispî gücünü objektif bir
görüşle ve doğru olarak değerlendirebilme yeteneği yani “gerçekçilik”tir.
Kısacası bir askerî deha olarak ATATÜRK, güçlü, inançlı, kesin kararlı ve
gerçekçi bir kişiliğe sahiptir.13 ATATÜRK’ün, bir komutanın sahip olması
gereken vasıflar konusunda ileri sürdüğü görüşler, onun askerî dehasının
büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Ulu Önder’e göre, “... Bir karar almak için
nasıl ki düşmanın ne düşündüğünü tahmin etmek gerekli ise bir emir
verilirken de emir veren, kendini astın yerine koymalıdır...”14 Türk milletinin
Büyük Önderi, komutanların emirleri altına verilen millet evladını, memleket
vasıtalarını, düşmana ve ölüme doğru sürerken düşünmeleri gereken tek

9
Kemal Atatürk; Nutuk (1919-1927), Hazırlayan: Zeynep Korkmaz, Atatürk Araştırma Merkezi
Yayınları, Ankara, 2005, s. 49.
10
Suat İlhan; “Atatürk ve Önderlik”, Atatürkçü Düşünce, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları,
Ankara, 1992, s. 1111-1115.
11
İlhan; “Atatürk ve Askerlik”, s. 945.
12
Atatürk ve Askerlik Sanatı; Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1985, s. 58.
13
age.; s. 60.
14
Mustafa Kemal; Taktik Meselesinin Çözümü ve Emirlerin Yazılmasına İlişkin Öğütler,
Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1995, s. 6.
3
noktanın, milletin kendilerinden beklediği vatan görevini ateşle, süngüyle ve
ölümle yerine getirerek sonuç almak olduğunu ifade etmiştir. Askerî görevin
ancak bu anlayış ile gerçekleştirilebileceğini, laf ve politika ile düşmanın
aldatıcı vaatlerine kulak vermekle askerlik görevi yapılamayacağını
vurgulayan ATATÜRK, omuzlarında ve özellikle kafalarında askerlik
sorumluluğunu yüklenecek kadar kuvvet bulunmayanların feci sonuçlarla
karşılaşmalarının kaçınılmaz olduğunu söylemiştir.
“... Bir komutanın esir olması da mazur görülebilir. O zaman ki
askerliğin görev ve gereklerini yerine getirip uygulamakta elindeki kuvveti
sonuna kadar, son süngü ve son nefese kadar kullandıktan sonra, kanını
akıtmak fırsatını bulamaksızın düşman eline düşerse! ...” diyen ATATÜRK,
bir Türk komutanının, ordusunu kullanmadan, kötü şans eseri bile olsa,
düşmana esir düşmesini tarihin asla affetmeyeceğini, hatta affetmemesi
gerektiğini belirtmiş; Türk inkılap tarihinin gelecek nesillere uyarısının bu
olduğunu vurgulamıştır.15
ATATÜRK’ün ileri görüşlülüğünü gösteren diğer bir liderlik özelliği,
devlet adamı yönüdür. O, devlet adamı kimliği, ileri görüşlülüğü ve
entelektüel bakışıyla gerek resmî faaliyetlerinde gerekse halkla
buluşmalarında, ülke ve insanlık sorunlarına büyük bir farkındalık ve
kararlılık ile eğilmiştir.16
Yapıcı, enerji dolu, olaylar karşısında kendini çabucak toparlayabilen,
yılmak bilmeyen bir irade ve direnme gücüne sahip olan ATATÜRK, milletine
derin bir sevgi ile bağlı bir devlet adamı idi. Öngörüyü ve mantığı az rastlanır
bir yetenekle zihninde bütünleştirebilen bu devlet adamı, ülkesinin bünyesine
ve halkının yaşayış şekline reform getirmek isteyen bir idealistti. O, hiçbir
padişahın veya çağının kendisinden önce yetiştirdiği hiçbir liderin
yapamadığı bir şeyi yapmıştır: Milletiyle yakın ve sürekli ilişkiler kurmuştur.
Köylünün ruhuna, onun anlayacağı bir dille konuşarak hitap etmiş; Büyük
Millet Meclisi üyelerinin güvenini, konuşma ve davranışlarındaki açık
yüreklilik, sağduyu ve ikna etme yeteneği ile kazanmıştır. Ülkesinin her
düzeyinde temas ettiği halkın ruh hâlini yakından izlemiş ve anlamıştır. Bu
üstün devlet adamı, keskin öngörüsüyle milletinin beklentilerini anlayabilmesi
sayesinde, birkaç yıl içinde milleti için yapmaya kararlı olduğu her şeyi
başarabilmiştir.17
ATATÜRK, ilk düşündüğü şey ile uyguladığı ve son söylediği şey
arasında çelişki olmayan, milletini hüsrana uğratmayan, kandırmayan,
milletine verdiği sözü her zaman yerine getiren, tarihte hiçbir lidere kısmet
olmayacak kadar büyük bir ileri görüşlülüğe sahip olan bir komutan ve devlet
adamıdır.18

15
Atatürk; s. 336.
16
Özden; s. 21.
17
Lord Kinross; “Gerçekçi Atatürk”, Atatürk’ün Değeri, Ankara, 1981, The British Council, s. 2, 11.
18
Atatürk ve Askerlik Sanatı; s. 58.
4
2. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ÖNDERLİĞİ VE İLERİ
GÖRÜŞLÜLÜĞÜNÜN GELİŞİMİNDE YETİŞTİĞİ ÇEVRENİN VE ALDIĞI
EĞİTİMİN ROLÜ
Gerçek liderlik, tesadüflerin yarattığı bir olgu değildir. Temelinde aile,
eğitim kurumları ve eğiticiler vardır. Akıl ve irade, emek ve çalışma, bilgi ve
birikim vardır.19 Mustafa Kemal, toplumsal ve siyasi değişim ve gelişmelerin
görüldüğü bir dönemde, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki vilayetlerinden
biri olan Selanik’te dünyaya gelmiştir. Bu dönemdeki Balkan Türklüğünün
verdiği mücadele çok yönlüdür. Çünkü ekonomik gücünü, sosyal yapısını ve
siyasi yerini koruma mücadelesi içindedir. Tarihî hakları, kişisel ve toplumsal
bütün değerleri tehdit altındadır. Osmanlı İmparatorluğu içindeki bütün
Türkler, devletlerinin yıkılmakta oluşunun tedirginliğini yaşarken, sınıra yakın
yerlerdeki ve Balkanlar’daki Türkler de ocaklarını, topraklarını yakın bir
gelecekte kaybetmenin tehdidi altındadırlar. İşte Mustafa Kemal, yurdunu ve
ocağını kaybetme tehdidi altında bulunan böyle bir bölgede, yok olmamak
için direnen bu topluluğa mensup olarak dünyaya gelmiştir. Mustafa Kemal’in
yetiştiği dönem, Türk milleti için, bütün değerleri ile birlikte, var olmakla yok
olmanın sınırında yaşanılan bir tarih kesitidir.20 Bu ortam onun fikir ve
düşünce hayatının şekillenmesinde etkili olmuştur.
Mustafa Kemal, Türk tarihi ile özdeşleşmiş, devletine ve Türk
geleneklerine bağlı bir aile ortamında yetişmiştir. Onun doğduğu yer olan
Selanik, o dönemlerde, birçok fikrin oluştuğu ve birçok siyasi olayın
gerçekleştiği bir şehirdir. Türk adaletinin ve insancıl davranışının yerleştiği
geleneklerle yaşamını dengeli bir şekilde sürdürenlerin, 1877-1878 Osmanlı-
Rus Harbi sonrasında birbirine şüphe ile bakma eğiliminin hâkim olmaya
başladığı bir ortamdır. Mustafa Kemal, toplumsal uçurum ve dengesizliklerin
bir arada yaşandığı bir ortamda büyüklüklerin gururuna, küçüklüklerin
ezikliğine şahit olmuş, küçüklükleri reddeden hatta isyan eden bir ruh hâli ile
çocukluğunu yaşamıştır. Uzun bir süre kurtuluş çareleri arayan bir milletin
başarısızlıkla sonuçlanmış deneyimlerine rağmen, çare aramaktan yılmayan
bir kuşakla beraber yetişmiştir. Aile ortamı ve çevresi ile birlikte harpler,
ayaklanmalar, göçler, eşkıya hareketleri ve Karadağ, Sırbistan, Avusturya,
Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ile sürekli olarak kanayan sınır
problemleri Mustafa Kemal’in kişiliğinin oluşmasında etkili unsurlar olmuştur.
Türk milletinin Büyük Önderi, Balkanlar’ın ekonomik, siyasi ve sosyal
ortamında tüm azınlıkları, dış güçleri tanımış; bunların amaçlarını anlamış;
çeşitli ırkları bir arada, milliyetçilik akımlarının etkisinde ve bağımsızlık
mücadelesi içinde görmüş; en büyük karışıklık döneminde, yani ırkların ve
dinlerin çatıştığı, uluslararası ihtirasların düğümlendiği bir ortamda ve

19
Özel; “Harp Akademisinden Mondros Mütarekesi’ne kadar Olan Dönemdeki Lider Mustafa
Kemal”.
20
Suat İlhan; “Atatürk’ün Yetiştiği Ortam”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C II, S 5, Mart
1986, s. 279-280.
5
zamanda yetişmiştir.21 O, gençlik yıllarında, içinde bulunduğu sosyal ve
siyasal ortamı çok iyi gözlemlemiş, Türk ve dünya tarihini öğrenerek bu
ortamın iyi bir değerlendirmesini yapmış, bu değerlendirmelerinden dersler
çıkararak yıkılmakta olan Osmanlı Devleti’nin çöküş sebeplerini ve kurtarılma
yollarını düşünme fırsatı bulmuştur.22
Mustafa Kemal’in yetişmesinde etkili olan ortamlardan biri de o
zamanın eğitim sistemi olmuştur. Eğitimine, geleneklere bağlı annesinin
isteği üzerine her açıdan yetersiz olan mahalle mektebinde başlamış; ancak
modern düşünceli olan babası Ali Rıza Efendi’nin ısrarı ile daha modern
eğitim veren Şemsi Efendi İlkokuluna geçmiştir.23 Daha sonra sırasıyla,
Selanik Askerî Rüştiyesini ve Manastır Askerî İdadisini bitirmiştir. İlköğrenimi
ve Askerî Rüştiye ile Manastır Askerî İdadisindeki eğitimi, bilgi birikiminin
oluşmasında ve kişiliğinin şekillenmesinde tartışmasız etkiler yapmıştır.
Mustafa Kemal’in bir lider olarak düşünce yapısının oluşması ve ileriye
yönelik fikirlerinin şekillenmesi, yani ileride gerçekleştireceği önemli işlerle
ilgili bilinçli bir fikrî altyapısının oluşması da bu yıllardan başlayarak
gerçekleşmiştir.24
O dönemlerde Manastır Askeri İdadisi; 1897 Türk-Yunan Savaşı’nın
gün gün yaşandığı, dönemin sorunlarının düşünceleri ve davranışları
şekillendirdiği, yıkıntıyı ve bölünmeyi içlerinde duyan, sinirlenen, tartışan, her
gün yeni bir şeyler öğrenen genç insanların bulunduğu, sert bir disiplinin
hâkim olduğu bir ortamdır.25 Genç Mustafa Kemal, Manastır Askerî
İdadisinde Yanya, Üsküp, Selanik, İşkodra ve Manastır Askerî
Rüştiyelerinden gelen arkadaşları ile eğitime başlamıştır. Yatılı askerî
okullar, askeri öğrencilerin 24 saatlerini bir arada geçirdikleri, arkadaşlığın en
üst seviyeye ulaştığı ortamlardır. Mustafa Kemal, Manastır Askerî İdadisini
bitirdikten sonra, 1899-1902 tarihleri arasında Harbiye Mektebi (Harp
Okulu)ni, 1902-1905 tarihleri arasında ise Erkânıharbiye Mektebi (Harp
Akademisi)ni tamamlamıştır. Bu askerî öğretim yuvaları o dönemin en iyi
eğitimini veren okullardır. O tarihlerde, bu okullarda, İmparatorluğun çektiği
sıkıntıları bilen, büyük hedeflere ulaşmak isteyen, sorumluluğunun bilincinde
olan genç insanlar eğitim görmüş; böylece bu okulların dershanelerinde Türk
milletinin ve Türk tarihinin altın bir kuşağı yetişmiştir. Bu altın kuşak, iki

21
agm.; s. 282-283, 285.
22
Yahya Akyüz; “Atatürk’ün Eğitim Düşüncesinin Kökenleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,
C VIII, S 23, Mart 1992, s. 235.
23
Vakit; 10 Ocak 1922. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille); Atatürk Araştırma Merkezi
Yayınları, Ankara, 2006, s. 295. Yusuf Hikmet Bayur; Atatürk, Hayatı ve Eseri I: Doğumundan
Samsun’a Çıkışına Kadar, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1990, s. 8.
24
Ali Güler; “Mustafa Kemal’i Atatürk Yapan Süreçte Aile Çevresi ile İlk ve Ortaöğrenim
Yaşantısının Rolü”, Atatürk ve Eğitim, Kara Harp Okulu, Ankara, 1999, s. 192-193.
25
Mustafa Kemal, Harp Akademisinde iken askerî lise öğrencilik yıllarında yaşadığı bu savaşın
değerlendirmesini yapmıştır. Ayrıntılı bilgi için bk. Atatürk’ün Not Defterleri IV: Mustafa Kemal’in
1897 Türk-Yunan Savaşı ile İlgili Tuttuğu Notlar; Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları,
Ankara, 2005.
6
buçuk asır devam eden yenilgilerin baskısından kurtulmaya çalışan bir
milletin öncüleri olmuştur. Bu altın kuşağın en büyük temsilcisi olan Mustafa
Kemal, kazandığı Kurtuluş Savaşı ile Türk milletinin onurunu kurtarmış, laik
temeller üzerine kurduğu modern Türkiye Cumhuriyeti ile de Türk milletini
dünyada hak ettiği saygın konuma getirmeyi başarmıştır.26
Mustafa Kemal’in yetiştiği sıkıntılı yılların, yani Avrupalıların “hasta
adam” diye bahsettikleri Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküntü devrinin
tanıklarından olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Cumhuriyet’in kuruluşunun
ellinci yıl dönümünde Ulu Önder ile ilgili olarak, “ATATÜRK, bizim
okuduğumuz eserleri okumuştur, başka bir şey okumamıştır. Tarih olarak ve
diğer konularda. Fakat ATATÜRK’te öyle bir his vardı ki o hissi ile her şeyi
anlardı...”27 yorumunu yapmıştır. Yakup Kadri, ATATÜRK’ün bu her şeyi
anlama kabiliyeti sayesinde Türk milletini içinde bulunduğu sıkıntılı
durumdan çıkararak millî gururuna kavuşturduğunu belirtmiştir.28 Yakup
Kadri’ye göre, Mustafa Kemal ATATÜRK öyle bir fikir adamıdır ki diğer bütün
benzerleri arasında, düşünce ve aksiyonu sadece o birleştirmesini bilmiştir.29
Mustafa Kemal, Selanik Askerî Rüştiyesinde başlayıp Manastır Askerî
İdadisi ve ardından İstanbul’da Harp Okulu ve Harp Akademisinde devam
eden askerî eğitim hayatında dönemin en seçkin eğiticilerinden dersler
almıştır. Özellikle onun yetişmesinde, kişiliğinin şekillenmesinde ve liderlik
yeteneğinin gelişmesinde askerî okullardaki öğretmenlerinin, eserlerini
okuduğu fikir adamlarının ile şairlerin etkisi büyüktür. Bunlara, genç Mustafa
Kemal’in bilinçli öğrenme isteği ile üstün kavrama ve öngörü gücü, kitap
okuma hevesi ve alışkanlığı da eklenince, tüm dünyanın saygı duyduğu bir
deha tarih sahnesine çıkmıştır.30
Askerî Rüştiyedeki Fransızca öğretmeni Nakiyüddin Bey, genç
Mustafa Kemal’i hem yabancı dil öğrenmenin gerekliliğine inandırmış hem
de kendisine geleceğe ilişkin ilk fikirleri aşılamıştır. Yüce Önder’in kendi
ifadesiyle, “... Bana henüz ilk bilgileri öğretirken gelecek için ilk fikirleri de
vermişti... Demek istiyorum ki ilk ilham ana baba kucağından sonra okuldaki
eğitimcinin dilinden, vicdanından, terbiyesinden alınır...”31 Mustafa Kemal,
Suriye’de kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyetinin şubesini açmak için
Selanik’e gittiğinde, temasa geçtiği kimseler arasında Nakiyüddin Bey de

26
İlhan; “Atatürk’ün Yetiştiği Ortam”, s. 287-288.
27
Özdemir; Atatürk’ün İnkılapçılık Anlayışı, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 2006, s. 4-5.
28
age.; s. 5.
29
Yakup Kadri Karaosmanoğlu; “Kemalizm”, Etibank Bülteni Atatürk Özel Sayısı, Ankara, 1981,
S 30, s. 33.
30
Güler; s. 193.
31
Hâkimiyeti Milliye; 25 Eylül 1924. Akyüz; “Atatürk’ü Yetiştiren Öğretmenlerden Birkaçı”,
Atatürk Devrimleri ve Eğitim Sempozyumu, (9-10 Nisan 1981), Ankara Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Yayınları, Ankara, 1981, s. 114. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille);
s. 629.
7
vardı. II. Meşrutiyet’e karşı gericilerin Osmanlı başkenti İstanbul’da başlattığı
31 Mart Olayı (13 Nisan 1909)’nın bastırılmasında da Mustafa Kemal ve
Nakiyüddin Bey aynı saflarda çalışmışlardır.32
Manastır Askerî İdadisinde iken, genç Mustafa Kemal üzerinde önemli
etkisi olan tarih öğretmeni Mehmet Tevfik Bey, döneminin dar Osmanlı
tarihçiliği görüşünden uzak, Türk tarihini tüm genişliği ve derinliği ile
kavramış, öğrencilerine dersini sevdirerek anlatan, esaslı tarih kültürü veren
bir öğretmendi.33 Ulu Önder, öğrencilerine tarih zevkini aşılayan bu
öğretmeninden daima saygıyla bahsetmiş, arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’a,
“Tevfik Bey’e minnet borcum vardır. Bana yeni bir ufuk açtı.” demiştir.34
Genç Mustafa Kemal, Harp Akademisinde iken tabiye (askerî
savunma ve strateji) öğretmeni olan Nuri Bey’in derslerinde öğrendiklerini
daha sonra katıldığı ve yönettiği savaşlarda uygulama imkânı bulmuştur.35
Ali Fuat Cebesoy, Mustafa Kemal’in, kendisine Tobruk’tan yolladığı bir
mektupta, öğretmenleri Nuri Bey’in gayrinizami harp yöntemlerini36 ilk kez
Trablusgarp Savaşı’nda başarıyla uygulama imkânı bulduğunu söylediğini
ifade etmiştir.37
Mustafa Kemal sürekli kitap okuduğu için genç yaşında geniş bir
kültüre sahipti. Onun kafasında vatan, millet, hürriyet kavramlarının
yerleşmesinde ve Türk olma bilincinin gelişmesinde gençlik yıllarında
şiirlerini okuduğu Namık Kemal,38 Tevfik Fikret, Mehmet Emin Yurdakul gibi
şairler ile Türk fikir adamı Ziya Gökalp’in etkisi büyüktür.39 Ayrıca Manastır
Askeri İdadisinde eğitim gördüğü dönemde, sömestr tatilinde Selanik’te gittiği
“Collages des Freres de la Salle” okulunda geliştirdiği Fransızcası sayesinde
hürriyeti savunan, cumhuriyet ve demokrasi taraftarı yabancı fikir
adamlarının da eserlerini okuma imkânı bulmuştur. Siyasal ve hukuksal
reformlardan yana olan, Fransız Devrimi’nin sağladığı insan haklarını
savunan Voltaire; hürriyeti ve insanların eşitliğini savunan Rousseau;
modern düşüncenin temsilcilerinden olan Montesquieu; bilgide her türlü
dogmatizmi reddeden, toplumların yeniden örgütlenmesini, pozitif bilimleri ve
zihinlerde reformu savunan Auguste Comte; bilime, özellikle toplum bilimlerine
ve köklü bir eğitim reformuna toplumsal kopukluktan kaynaklanan tehlikeleri

32
Akyüz; “Atatürk’ü Yetiştiren Öğretmenlerden Birkaçı”, s. 114-115.
33
agm.; s. 115.
34
Ali Fuat Cebesoy; Sınıf Arkadaşım Atatürk, Temel Yayınları, İstanbul, 2000, s. 27.
35
Akyüz; s. 117.
36
Gayrinizami harp yöntemi, bilinen savaş yöntemlerinin dışında, vur kaç usulü ile yapılan bir
savaş taktiğidir.
37
Cebesoy; s. 64.
38
Mustafa Kemal’in Harp Akademisi öğrencisi iken tuttuğu notlarda, Namık Kemal’in bir şiiri de
yer almaktadır. Bk. Atatürk’ün Not Defterleri II: Harp Akademisi Öğrencisi Mustafa Kemal’in Not
Defteri; Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2004.
39
Akyüz; “Atatürk’ün Türk Eğitim Tarihindeki Yeri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,
C IV, S 10, Kasım 1987, s. 73.
8
önleyecek bir araç gözüyle bakan Durkheim ve hürriyetin asıl kaynağının
şuur olduğunu, zekâ ile öngörünün bilgi vasıtaları olduğunu vurgulayan
Bergson ile Cihan Tarihi yazarı Wells, Mustafa Kemal’in eserlerini okuduğu
yabancı yazarlardandır.40 Ayrıca Fransız Akademisyen M. A. Thiers
tarafından yazılmış olan “Fransız İhtilali Tarihi” adlı kitabın ikinci cildinde,
Mustafa Kemal’in bizzat işaretlediği bir paragraf, Büyük Önder’in bu
paragrafta geçen ifadelerden etkilendiğinin kanıtıdır. Thiers, bu paragrafta,
vatanı, uğruna fedakârlık yapılan, duyurduğu kaygılarla her geçen gün
insanın kendisine daha da bağlandığı, her neye mâl olursa olsun çok sevilen
ve asla vazgeçilmeyecek bir unsur olarak tanımlamıştır. Thiers’a göre,
vatana verilen tüm zararlar onun için duyulacak coşkuyu ateşleyen
vasıtalardır; dışarıda birleşen düşman güçlerinin içerideki entrikacılarla baş
başa verip öldürücü darbeyi indirmeyi planladıkları anda vatana duyulan bu
coşku çok daha fazla artar.41
Mustafa Kemal’in askerî eğitim hayatının ve okuduğu kitapların, onun
büyük bir asker, komutan, devlet adamı, inkılapçı ve düşünce adamı, kısaca,
dünya çapında vizyon sahibi başarılı bir lider olmasında doğrudan etkili
olduğu görülmektedir.42 Okul yıllarından itibaren ülke sorunlarına ilgi duyan
Mustafa Kemal, keskin zekâsıyla, ülke ve dünyadaki değişmelerin
toplumların geleceğini nasıl etkileyeceğini, toplumların nelere gebe olacağını
anlamıştır.43
Mustafa Kemal’in okul arkadaşı Asım Gündüz, Harbiyede ve
Akademide iken Suriyeli, Iraklı, Hicazlı öğrencilere samimi yakınlık
gösterdiklerini, buna karşılık onların daima kendilerinden yani Türklerden
uzak durduklarını, Mustafa Kemal’in ise onların bu tutumlarına çok
sinirlendiğini belirtmiştir. Mustafa Kemal’in Akademi yıllarında Asım
Gündüz’e Arapların ileride Osmanlı Devleti’ne karşı takınacakları tutum ile
ilgili söylediği sözler, onun ileri görüşlülüğünün önemli kanıtlarından biridir:
“... Göreceksiniz, bu Araplar bize bir oyun oynayacaklar. Hilafet ve
benzeri müesseselerin hiçbir değeri yoktur. Onlar bir Arap İmparatorluğu
peşindedirler. Avrupa ve Balkanlar’da uyanan milliyetçilik, Fransız mektepleri
vasıtasıyla Suriye’ye de girmiştir. Bunlar Osmanlı İmparatorluğu’nun
temeline bomba koyacaklardır.”
Asım Gündüz, yıllar sonra, Birinci Dünya Savaşı sırasında, Filistin
Cephesinde 48’inci Tümen kumandanı iken bizzat karşılaştığı olaylarla,
Mustafa Kemal’in ne kadar haklı olduğunu bir defa daha anladığını belirtmiş;

40
Enver Ziya Karal; “Atatürk ve Devrim”, Konferanslar ve Makaleler (1935-1978), Ankara, 1980,
s. 5-6, 9.
41
Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar; C 24, Anıtkabir Derneği Yayınları, Ankara, 2001, s. 79.
42
Güler; s. 193.
43
Düşünce ve Davranışları ile Atatürk; Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara,
2009, s. 12.
9
Şeria Muharebeleri44’nde Şerif Hüseyin’in bedevîlerinin Türkleri arkadan
vurduklarını, hatta Şerif Hüseyin’in oğullarının İngiliz casusu Lawrence’den
aldıkları altınları dağıtarak, bütün Arapları Halife’ye karşı savaşa çağırdığını
ifade etmiştir.45
Sahip olduğu inanılmaz ileri görüşlülüğü, ATATÜRK’ün geleceğe
yönelik planlarını oluşturmasını sağlamıştır. Onun öngörülerine dayanan
planlar, o günün koşullarında birçokları tarafından gerçekleşmesi mümkün
olmayan hayaller olarak değerlendirilse de Büyük Kurtarıcı, ufkun ötesine
uzanan yolculuğundan asla geri adım atmamıştır. Bu yolculuk sonucu
çağdaş Türkiye, hayal olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşmüştür. ATATÜRK’ün
başarıları ve geleceğe yönelik öngörülerinin gerçekleşmesi tesadüflerin
sonucu olmamıştır.46 Nezihe Araz tarafından aktarılan, Mustafa Kemal’in
Harp Akademisinde öğrenimini tamamladığı günlerde arkadaşları ile
düzenlediği gizli konferanslarda söylediklerine ilişkin anekdot, onun yaptığı
her şeyi çok önceden planladığını göstermesi bakımından dikkate değer bir
örnektir:
“... Neler söylüyor bu genç adam arkadaşlarına? ‘Padişahlık
yıkılmalıdır, yıkılacaktır.’ diyor. ‘Ordu yeniden kurulmalıdır.’ diyor. ‘Balkan
ordularının birleşmesi bizim için tehlikelidir,’ diyor. ‘Yeni bir yönetim biçimi,
yeni bir ordu, yeni bir toplum’ diyor. Bunlar onun emelleri. Ama onun
emellerine, arkadaşlarının hayalleri bile ulaşamamıştır anlaşılan... Bir akşam
Selânik’te, ... bu emeller doğrultusunda heyecanlı tasarımlar açıklanırken
coşkusunu saklayamayan genç Mustafa iki arkadaşına, ‘Seni Harbiye Nazırı
yapacağım, seni de Hariciye Nazırı...’ dedi... Bunun hoş bir şaka olduğunu
sanan biri, ... ‘Peki bizi bu makamlara getirebilmek için sen ne olacaksın?
Yoksa Padişah mı?’ diye sorunca, o, ... ‘Hayır! Ondan da önemli.’ yanıtını
verdi. Bu olmayacak duaya, şakayla karışık amin diyenler, ürküp susanlar...
Ama o akşam ciddiye almadıkları bir gerçek!..”
Nezihe Araz, Mustafa Kemal’in yakın dostlarına, arkadaşlarına asla
yalan söylemediğini, onlara söylediği bu sözlerin hemen hepsini
gerçekleştirerek ispatladığını ifade etmiştir.47

44
Şeria Muharebeleri: Birinci Dünya Harbi döneminde Filistin bölgesinde Türk ordularının hem
İngilizlere hem de İngilizlerin kışkırtmasıyla Şerif Hüseyin kuvvetlerine karşı yaptığı
muharebelerdir.
45
Asım Gündüz; Hatıralarım, Hazırlayan: İhsan Ilgar, Kervan Yayınları, İstanbul, 1973, s. 20-21.
46
Düşünce ve Davranışları ile Atatürk; s. 12.
47
Nezihe Araz; Mustafa Kemal’in Ankara’sı, Dünya Yayınları, İstanbul, 1998, s. 77-78.
10
3. HARP AKADEMİSİNDEN MEZUNİYETİNDEN MİLLÎ MÜCADELE
DÖNEMİNE KADAR OLAN SÜREÇTE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN
ÖNDERLİĞİ VE İLERİ GÖRÜŞLÜLÜĞÜ
1905 yılında Harp Akademisinden mezun olduktan sonra Şam’a tayin
edilen Mustafa Kemal, oradaki kurmaylık stajı esnasında kurduğu “Vatan ve
Hürriyet Cemiyeti” ile ülkenin kötü kaderini değiştirmeye ant içerek harekete
geçmiştir. Bu görevi esnasında zaman zaman izinli olarak Selanik’e gelmiş
ve 1907 yılında cemiyetin bir şubesini Selanik’te açmıştır. Selanik’te
cemiyetle ilgili toplantıları Askerî Rüştiyeden hocası Hakkı Baha (Pars)
Bey’in evinde yapmışlardır. Bu toplantılardan birinde Mustafa Kemal
arkadaşlarına, “... Eskimiş olan çürük yönetimi yıkmak, milleti hâkim kılmak,
... vatanı kurtarmak için sizi göreve çağırıyorum.”48 ricasında bulunmuştur.
Mustafa Kemal, daha o dönemlerde, “Dava, yıkılmak üzere bulunan bir
imparatorluktan, önce bir Türk devleti çıkarmaktır.”49, “Hukukunu ve vatanını
korumaya hazır olan bir ulus silahlanmalıdır.”50 ifadelerini kullanarak “hasta
adam” olarak kabul edilen Osmanlı Devleti ile ilgili teşhisini koymuştur.
Mustafa Kemal’in silah arkadaşı Ali Fuat Cebesoy, 1920 yılında kabul
edilen “Millî Misak”ın esaslarının, bu tarihten 13 yıl önce, yani 1907 yılında
Mustafa Kemal tarafından tespit edilmiş olduğunu belirtmiştir. Cebesoy,
Mustafa Kemal’in, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılacağını ve bu yıkılışın
enkazı altında Türklerin ezileceğini hissettiği için bu duruma çok üzüldüğünü
söylemiştir. Mustafa Kemal, silah arkadaşı Cebesoy’a, “Nüfusunun yarısı
Türk olmayan ve hâlbuki geniş bir saha işgal eden devletin bütün ağırlığı ve
müdafaası Türk’ün omuzlarına yükletilmiş; Hristiyan azınlıklar ise yalnız
kendi çıkarlarını sağlamakla kalmıyor; aynı ırktaki komşu devletlerle
birleşmek için fırsatı kaçırmak istemiyorlar. Geriye kalan Türkler ve Araplar,
ayrı ayrı devletlerin sömürgeleri hâline getirilecek; Türk’ten başka unsurlar,
düşman devletin tarafını tutacaklar.” öngörüsünde bulunmuştur. Mustafa
Kemal, silah arkadaşı Cebesoy ile daha 1907 yılında, Şam’da topçu stajını
bitirdiği sıralarda, gelecekle ilgili olarak konuşurken yaptığı bu tespitin hemen
ardından, devletin gövdesinin çökmesiyle ortaya çıkacak enkazın altında
ezilip perişan olmak yerine, çoğunluğu Türk olan millî bir sınıra çekilerek
burasını savunmanın daha doğru olacağı, kurtuluşun ancak bu yolla
mümkün olabileceği çözümünü getirmiştir. Cebesoy, Mustafa Kemal’in bu
sözlerinden, Osmanlı İmparatorluğu’nun tasfiyesi işinin işgal devletlerine
bırakılmaması gerektiği, dolayısıyla kurtuluş için Meşrutiyetçilerin kuracağı
idarenin, cesur bir kararla tasfiye işini bizzat kendisinin yapması gerektiği
manasının çıkarılacağını vurgulamıştır.51

48
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille); s. 1.
49
Cebesoy; s. 130.
50
Atatürk’ün Not Defterleri V: Mustafa Kemal’in 1870-1871 Alman-Fransız Savaşı Konusunda
Tuttuğu Notlar ile 1905-1908 Yılları Arasında Tuttuğu Günlük Notları; Genelkurmay ATASE
Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2005, s. 37, 247-248.
51
Cebesoy; s. 136, 138.
11
Cebesoy, bu tasfiye işinin nasıl yapılması gerektiğini Mustafa Kemal’in
kafasında şöyle planladığını belirtmiştir:
“Rumeli’de Doğu ve Batı Trakya bizde kalacak; Edirne’nin kuzey
hudutları Bulgaristan aleyhine düzeltilecek; Arnavutluk, Avusturya-
Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan (ile) Osmanlı başkanlığında
İstanbul’da toplanacak bir konferansta, milliyet çoğunluğu prensibine
dayanılarak Osmanlı Rumeli kıtasının Doğu ve Batı Trakya’dan başka
kısımları yukarıda adları geçen devletlere bırakılacaktı. Arnavutluk bağımsız
olacak; Bosna-Hersek Sırbistan’la Avusturya-Macaristan arasında adilane bir
surette taksim edilecekti. Anadolu sahillerine yakın olan adalar yeni Türkiye
Devleti’nde kalacak, diğerleri Yunanistan’a verilecekti. Güney hudutlarımız
Hatay, Halep ve Musul vilayetlerini içine alacak, diğer yerler Araplara terk
edilecekti... Yeni Türkiye içinde kalacak olan Rum, Bulgar ve Sırp azınlıklar,
dışarıda kalan Türklerle mübadele edilecekti.”
Cebesoy’un da belirttiği gibi, Meşrutiyet’ten sonra Mustafa Kemal’in
öngördüğü bu tasfiye yöntemi uygulamaya konulmuş olsaydı, belki de sonuç
Türklerin lehinde gelişecek; sadece büyük devletlerin kurduğu ittifak değil,
Balkanlar’da oluşturulan ittifak da bozulacak; dolayısıyla Yunanistan büyük
bir ihtimalle yeni Türkiye ile anlaşmak zorunda kalacaktı. Böylece
milyonlarca Türk, karlı Balkan dağlarında ve Arabistan çöllerinde şehit
olmayacaktı.52
Mustafa Kemal, kurtuluş için ortaya koyduğu, çoğunluğu Türk olan
millî bir sınıra çekilme şeklindeki çözümünü 15 yıl sonra gerçekleştirecektir.
Bunu başarmasında onun var olan gerçekleri değerlendirirken kullandığı
“akıl ve mantık” çerçevesinin büyük etkisi vardır.
Mustafa Kemal’in yine 1907 yılında, Selanik’te iken Bulgar gazeteci
İvan Manolof’a söyledikleri ise son derece dikkat çekicidir. Henüz II.
Meşrutiyet’in ilanından bir yıl önce söylenen bu sözler, onun daha genç
subaylık döneminde büyük düşündüğünün göstergesidir:
“Bir gün gelecek, ben hayal zannettiğiniz bütün devrimleri
başaracağım. Mensup olduğum millet, bana inanacaktır. ... Bu millet gerçeği
görünce arkasından duraksamadan yürür, dava uğrunda ölmesini bilir.
Saltanat yıkılmalıdır. ... Din ve devlet birbirinden ayrılmalı, Doğudan
benliğimiz sıyrılarak Batı uygarlığına aktarılmalıyız. Kadın ve erkek
üzerindeki farklar silinerek yeni bir sosyal düzen kurmalıyız. Batı uygarlığına
girmemize mâni olan yazıyı atarak Latin kökünden bir alfabe seçmeli, kılık ve
kıyafetimize kadar her şeyimizle Batılılara uymalıyız. Emin olunuz ki bunların
hepsi bir gün olacaktır.”53 Nitekim o, bu fikirlerini söyledikten tam 12 yıl
sonra, Büyük Nutku’nda da belirttiği gibi, bunları safha safha uygulamaya
koyacaktı.
Mustafa Kemal’in bu fikirlerinin gerçekleşebilmesi için öncelikle işgalci
güçlere karşı askerî bir zafer kazanılması gerekiyordu. Bu noktada, bir an

52
age.; s. 138-139.
53
Sadi Borak; Bilinmeyen Yönleriyle Atatürk, Kırmızı Beyaz Yayınları, İstanbul, 2004, s. 36.
12
önce düzenli ordu kurulması gereksiniminin farkında olan Mustafa Kemal,
aslında bu ihtiyacı, daha 1912-1913 Balkan Savaşları sonrasında
vurgulamıştı. Dönemin İttihat ve Terakki ileri gelenlerinin oluşturduğu bir
heyetin, Edirne’nin kurtarılmasının ardından Vali’yi ziyaret ettiği sırada,
Vali’nin odasında bulunan ve aslında buruk bir mutluluk yaşayan Mustafa
Kemal, kazanılan başarının diğer boyutunda, kaybedilen Rumeli’yi
düşününce; daha o tarihlerde, savaşın dozunun artarak devam edeceğini
anlayabilmiş ve “her şeyden evvel orduyu düzenlemek ve ıslah etmek”
gerektiğine dikkat çekmişti.54 Onun bu düşüncesinin doğruluğunu Birinci
Dünya Savaşı sonrasında yaşananlar ispat etmiştir.
Mustafa Kemal, çok cepheli askerî ve siyasi görev yerlerinde, 1911’de
Trablusgarp, 1913’te Sofya, 1915’te Çanakkale, 1916’da Doğu Anadolu ve
1918’de Suriye’deki Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığındaki
faaliyetlerinde, bilgi, öngörü ve deneyiminin ışığında, büyük askerî
başarıların altına imzasını atmıştır.55
Mustafa Kemal’in bir askerî deha olarak özellikle, Suriye’de ve
Arnavutluk’ta eşkıya takibi sırasında gösterdiği gayretleri, 31 Mart Olayı
sırasında büyük bir ordu (Hareket Ordusu)nun Selanik’ten İstanbul’a sevki
esnasında bir kurmay subay olarak uygulamaları, başkente ve yönetime
karşı ültimatom tarzında bizzat kendisinin kaleme aldığı beyannamelerdeki
kararlı tutumu,56 Trablusgarp Savaşı’nda uyguladığı gayrinizami harp
yöntemi ve oradaki Arap aşiretlerini İtalyanlara karşı teşkilatlandırma
çabaları onun askerî başarıları arasında yer alır. Mustafa Kemal,
Trablusgarp’a giderken İstanbul’da yanına uğradığı arkadaşı Asım
Gündüz’e, “Asım, ... biz gidiyoruz; ama korkarım ki dönüşte Rumeli’yi bile
elimizden çıkmış bulacağız.” demiştir. Keskin öngörüsü, Mustafa Kemal’in bu
tahminini doğru çıkarmış; Asım Gündüz’ün de ifade ettiği gibi, Türk ordusu,
büyük zorluklar ve sıkıntılar içinde Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı mücadele
verirken, Ruslar da Bulgarlarla Sırpların anlaşmasını sağlayarak, onları
İmparatorluk aleyhine kışkırtmıştır.57
Mustafa Kemal, üstün ileri görüşlülüğüyle, 1912’de başlayıp 1913’te
sona eren Balkan Savaşı’nın Türk ordusunun bozgunu olmadığını, bu
bozgunun, Türk ordusunun başındaki bilgisiz kumanda heyetinin geri
çekilmesi anlamına geldiğini söylemiş; “Balkan kuvvetlerinin, bu savaşın
sonuçlarını, o dönemde Türkiye’ye hâkim olan şahısların bilgisizliğine borçlu
olduğunu” vurgulamıştır.58
Sürekli okuyan, okuduklarını akıl ve mantık süzgecinden geçiren ve
elde ettiklerinden çıkardığı sonuçlarla senteze ulaşan Mustafa Kemal, otuz

54
Karaosmanoğlu; Atatürk, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1981, s. 53.
55
Özden; s. 21.
56
Vakit; 10 Ocak 1922. Ayrıca Mustafa Kemal’in Hareket Ordusundaki faaliyetleri hakkında
ayrıntılı bilgi için bk. Türkmen; Hareket Ordusu ve Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal,
Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1999.
57
Gündüz; s. 24-25.
58
Sofya Askerî Ataşesi Mustafa Kemal’in Raporları (Kasım 1913-Kasım 1914); Yay. hzl. Ahmet
Tetik, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2007, s. VIII.
13
üç yaşında Sofya’da askerî ataşe iken de ileri görüşlülüğünü sergiler. Genç
Mustafa Kemal’in, 1914 yılında Sofya askerî ataşesi olarak bulunduğu sırada
yazdığı “Zabit ve Kumandan ile Hasb-ı Hâl (Subay ve Komutan ile
Konuşmalar)” adlı eserinde, içinde bulunduğu ordudaki aksaklıkları, hataları
nasıl anladığı, bunlara karşı tepkisiz kalmayarak üst makamlara hatalar ve
çözüm yollarını nasıl sunduğu görülür.59
Mustafa Kemal, bu eserinde, kendisinin de eğitim gördüğü Harp
Okulundaki öğretim düzeyinin “subaylığın asıl görevini” subayın ruhuna
işleyecek ölçüde etkili olmadığını belirtmiş; okul sıralarında, bu konuda daha
geniş kapsamlı bir eğitim verilmiş olsaydı bile yine istenilen amaca
ulaşılamayacağına inandığını ifade etmiştir. Çünkü Mustafa Kemal’e göre,
asıl askerlik ruhuna sahip olunabilecek ortamlar, gerçek verimi sağlayacak
olan okul birlikleridir; asıl askerlik eğitimini ve sanatını verecek gerçek
öğretmenler ise kendini en iyi şekilde yetiştirmiş olan değerli komutanlardır.
Böylece Harp Okulundan mezun olan genç teğmen, asıl askerlik ruhunu,
katıldığı bölüğün erleri önünde, kendisinden daha yüksek rütbeli olan
komutanlarından ve amirlerinden öğrenecektir. Mustafa Kemal, “ordu
uygulama okulunun ancak bu şekilde makamına yaraşır bölük, tabur, alay ve
diğer birlik komutanları yetiştirmesi sayesinde, ulusun çocuklarının bir sürü
gibi değil, şanlı ve şerefli insanlar olarak düşman karşısında şana, şerefe
yönlendirilebileceğini”60 vurgulamıştır.
Mustafa Kemal, söz konusu eserinde, orduyu oluşturan bireyleri canlı
bir makinenin organlarına benzetir:
“... Bu makineyi işleten, her organını, her parçasını hareket ettiren
güç, ... ordu makinesini oluşturan canlı organların beyinlerindeki güç ve
kanlarındaki ruhtur. Bu beyinlerde bilgi, yargı, anlayış ve kavrayış olmazsa,
makine durur ve hiçbir kuvvet onu işletemez. Böyle bir makinenin çarklarının
dönmesi için herhangi bir ya da birkaç makinistin ustalığı da yeterli gelmez.
Çünkü bu durgun beyinlerden oluşan kitleler, taş, demir ve odun
yığınlarından daha ağır ve durağandır. Taş ve odun yığınları, balya hâline
konarak küçük bir kaldıraçla kolaylıkla hareket ettirilebilir. Fakat büyük,
küçük birlikler hâlinde bulunan durağan beyinli insan kitlelerinin sevk ve
hareket ettirilmesi için gereken gücün, kaldıracın düşünce ve ruhta bulunan
kaynağına bakılır. Uygulama noktası da beyinlerde, yüreklerde aranır...”61
Mustafa Kemal’in askerî ataşe olarak Sofya’dan gönderdiği
raporlardaki stratejik değerlendirmeler, bu genç subayın geleceğe yönelik
ufkunu göstermesi açısından çok önemlidir. Çünkü bu genç subay, olayların
analizindeki geniş ve derin görüşlerini yansıtırken âdeta geleceğin

59
Ayrıntılı bilgi için bk. Mustafa Kemal; Subay ve Komutan ile Konuşmalar, Genelkurmay
ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2007.
60
age.; s. 12-13.
61
age.; s. 29-30.
14
olabilirliğini ortaya koymaktadır. O, bu raporlarında, uluslararası arenadaki
oyuncuların, Balkanlar’daki oyunlarını görür ve buna göre tedbirler
alınmasını ister. Sofya’daki askerî ataşelik dönemi boyunca Balkanlar’daki
siyasi gelişmeleri değerlendirirken yaklaşmakta olan dünya harbinin de
gelişini sezer.62
Askerî Ataşe Mustafa Kemal, 1914 yılı başlarında, bir Hıdırellez
töreninden sonra, Sofya çevresinde bir kır gezisi sırasında, üstün özelliklere
sahip olan Türk milletinin cehalet içinde bırakıldığını, Türk milletinin modern
bir eğitim görmesi gerektiğini ancak mevcut rejimin hiçbir yeniliğe izin
vermediğini söylemiş; Türk milletinin gerilemesine sebep olan “oryantal
zihniyetin, yani Şark zihniyetinin kökünden çıkarılıp atılması gerektiğini,
gözünün açılması, kendine gelmesi, gerçekleri görebilmesi için Türk
milletinin çok büyük reformlara ihtiyacı olduğunu”63 ifade etmiştir.
Balkanlar’daki siyasi gelişmeleri de çok yakından takip eden Sofya
Askerî Ataşesi Mustafa Kemal, savaş bulutlarının dolaştığı o günlerde,
Sırbistan ile Karadağ’ın birleşmelerinin mümkün olduğunu belirttikten sonra,
gelecekteki görüntüyü şöyle ortaya koymuştur: “Sırbistan tarafından bugün
takip edilen politika, bir izleme politikasından başka bir şey değildir. Yalnız
gözden uzak tutulmaması gereken önemli bir taraf varsa, o da Bulgaristan’ın
şimdiki hükûmetinin Avusturya’ya göz kırpması, Sırbistan’ın da Rusya
ekseninden kesinlikle uzaklaşmak niyetinde bulunmamasıdır.”64 Nitekim, bu
sözlerinde yanılmadığı birkaç ay sonra başlayan savaşın tarafları göz önüne
alındığında ortaya çıkmıştır.
Mustafa Kemal, Harbiye Nazırı Enver Paşa’yı da Bulgarların niyetleri
konusunda açıkça uyararak, “(Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında
1913’te imzalanan) İstanbul Antlaşması’nı asla dikkate almamış olan”, bu
antlaşma aleyhindeki açıklamalarıyla güvenilir olmadıklarını ispatlamış olan
Bulgarların, gelecekte Türklere ihanet etme ihtimallerinin yüksek olduğunu;
“Edirne’yi yeniden işgal ederek büyük Bulgaristan’ı kurmak düşüncesinden
vazgeçmemiş olan Bulgarların bu çabasının” üzerinde büyük bir hassasiyetle
durulması gerektiğini vurgulamıştır.65
Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın yanında
yer alması üzerine Mustafa Kemal, arkadaşı ve daha sonra yaveri olan Salih
Bozok’a Sofya’dan yazdığı mektupta, Osmanlı Devleti’nin amacını
belirlemeden seferberlik ilan ettiğini, bunun ise çok tehlikeli olduğunu ifade

62
Sofya Askerî Ataşesi Mustafa Kemal’in Raporları (Kasım 1913-Kasım 1914); s. XIV. Eseri
yayıma hazırlayan Ahmet Tetik, bu eserde Mustafa Kemal Atatürk’ün, askerî ataşe olarak
Sofya’dan, bizzat kendi el yazısıyla kaleme alarak Harbiye Nezareti ile Genelkurmay
Başkanlığına gönderdiği çeşitli konulara dair değerlendirmelerini içeren raporlarının Gnkur.
ATASE Başkanlığı Arşivi (ATASE Arşivi; BDH, Kls. 1660/Kls.337)nde bulunduğunu
belirtmektedir.
63
age.; s. X.
64
age.; s. XVII, 41, 238-239, 243.
65
age.; s. XIX, 111, 402-403.
15
etmiştir. Mektupta, Almanların bu savaşı kazanacaklarına kesinlikle
inanmadığını da söyleyen Mustafa Kemal, bu düşüncesinin gerekçelerini
şöyle izah etmiştir:
“... Ruslar Karpatlar’a dayanmışlar ve Almanların müttefikleri bulunan
Avusturyalıları zorlamaktadırlar. Bu yüzden Almanlar bir bölüm kuvvet
ayırarak Avusturyalılara yardım etmek zorunda kalacaklardır. Bu kez
Fransızlar, karşılarında bulunan Almanların kuvvet ayırdıklarını görerek karşı
saldırıya geçecekler ve Almanları zorlayacaklardır. Kendilerinin
sıkıştırıldıklarını gören Almanlar, bu kez Avusturyalılara gönderdikleri güçleri
çekmek zorunluluğu karşısında kalacaktır ki böyle zikzak çizecek bir ordunun
sonu çok acı ve korkunç olacağından ben bu savaşın sonucundan emin
olamıyorum.”66
Çanakkale Savaşı’nda gösterdiği kararlı tutumu ve inisiyatifi ise
Mustafa Kemal’in dünyaca tanınan bir askerî deha olduğunun göstergesidir.
Çanakkale Savaşı’nda aslında ihtiyat birlik komutanı iken, düşmanın ilerleyişi
karşısında gösterdiği kararlılık ve ileri görüşlülük, Gelibolu Yarımadası’nın
hâkim noktasının düşmanın eline geçmesine engel olmuştur. Eğer Mustafa
Kemal’in ileri görüşlülüğü olmasaydı, düşman hâkim noktayı ele geçirerek
Türk ordusunun maneviyatını kıracak ve bir süre sonra da Boğaz’ı aşıp
geçebilecekti.67 Nitekim Mustafa Kemal, burada inisiyatifi ele alıp, mermisi
bittiğinden dolayı geri çekilen Türk komutanlarına ve askerlerine, “Size ben
taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek
zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar hâkim olabilir.”68
şeklindeki süngü hücumu emrini vererek, zafere uzanan yolu açmıştır.
Mustafa Kemal’in, 19’uncu Tümen komutanı iken, Çanakkale’de
harekâtın başlamasından önce, düşmanın amacı ve asıl çıkarma bölgeleri
konusunda tam bir doğrulukla yaptığı değerlendirmelerin, gerekli düzen ve
önlemleri önermesine karşılık, Ordu Komutanı Liman von Sanders tarafından
dikkate alınmaması, savaşın uzamasına ve çok sayıda insan kaybına,69
ayrıca Makedonya Cephesi diye bir cephenin açılmasına neden olmuştur.
Türk Kurtuluş Savaşı’na uzanan süreçte Mustafa Kemal’in askerî
dehası; soğuk iklimlerde, kızgın çöllerde Filistin’den Balkanlar’a,
Çanakkale’den Bitlis-Muş’a uzanan coğrafyada kazanılan tecrübelerle
gelişmiştir. Onun bu savaşlardaki uygulamaları, Kuvayımilliye döneminde

66
Borak; Öyküleriyle Atatürk’ün Özel Mektupları, İstanbul, 1980, Çağdaş Yayınları,
s. 34-35. Keleşoğlu; s. 36.
67
Bk. Türkmen’in “Bir Askerî Deha Olarak Atatürk’ün İleri Görüşlülüğü ve Ordu-Millet
Dayanışmasına Verdiği Önem” konulu bildiri metni. (15-18 Mayıs 2006 tarihleri arasında
Ankara’da Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı tarafından gerçekleştirilen
“Doğumunun 125. Yıl Dönümünde Mustafa Kemal Atatürk Uluslararası Sempozyumu”nda
sunulan bildiri metnidir.)
68
Mustafa Kemal; Anafartalar Muharebatı’na Ait Tarihçe, Hazırlayan: Uluğ İğdemir, TTK
Yayınları, Ankara, 1962, s. XVII.
69
Atatürk ve Askerlik Sanatı; s. 61.
16
Yunanlara karşı yürütülecek askerî harekâta yön verecek dersleri
çıkarmasını sağlamıştır.70
Mustafa Kemal’in Filistin Cephesi’nde 7’nci Ordu komutanı iken 20
Eylül 1917 tarihinde Başkomutanlık makamına sunduğu uzunca raporda;
Suriye ve Irak Cephesi’ndeki askerî durum, düşmanın niyeti, Türk
Kuvvetlerinin genel durumu ve kuvvetlerin kullanılması ile ilgili
değerlendirmeler yer almıştır. Mustafa Kemal bu değerlendirmelerinde son
derece haklıydı. Çünkü, Almanların sevk ve idaresindeki bir ordunun başarı
kazanmasının zorluğu ortadaydı. O, müttefikimiz olan Almanların, Arapları
Türkler aleyhine kışkırtmalarını, Almanların bütün Orta Doğu’yu ve Türkiye’yi
kendi sömürgeleri hâline getirmek istemeleri yönündeki düşüncelerini bu
raporunda anlatmıştır. Mustafa Kemal, raporunda, Almanlara olan bu
güvenin devam etmesi durumunda kaçınılmaz yenilginin yakın olacağını da
ifade etmiştir.71 Nitekim Birinci Dünya Savaşı’nın Almanya ve Osmanlı
Devleti’nin de dâhil olduğu İttifak devletlerinin yenilgisiyle sonuçlanması,
Mustafa Kemal’in geleceği olağanüstü ileri görüşlülüğü ile değerlendirdiğinin
açık bir göstergesidir.
Mustafa Kemal’in geleceğe yönelik öngörüsünün somut çareler
üretme ve rehberlik yapmaya ilişkin yönelimi, 1918’de Mondros
Mütarekesi’nin ağır şartları hakkında silah arkadaşı Ali Fuat Cebesoy ile fikir
alışverişinde bulunduğunda72 söylediği “Artık milletin bundan sonra kendi
haklarını kendisinin araması ve müdafaa etmesi, bizlerin de mümkün olduğu
kadar yolu göstermemiz ve bütün ordu ile beraber yardım etmemiz
lazımdır.”73 şeklindeki çarpıcı ifadesinde gizlidir. Sonraki gelişmeler, onun
yanılmadığını göstermiştir.
Mustafa Kemal, Birinci Dünya Savaşı sonunda artık cumhuriyetçi
fikirleri ile tanınan bir kişi idi. Hatta Samsun’a çıkmadan önce dönemin
sadrazamı Damat Ferit, “Mustafa Kemal cumhuriyetçidir.” diyerek onun ordu
müfettişi olarak görevlendirilmesine karşı çıkmıştır. Ancak, “mevcut
kumandanların en liyakatlisi olduğundan, Çanakkale’deki başarıları
bilindiğinden, müfettişlik görevini layıkıyla yapabileceği” belirtilerek Osmanlı
Genelkurmayı tarafından Samsun’a 9’uncu Ordu müfettişi olarak atanması
yolundaki çalışmalar aksatılmadan yürütülmüştür.74

70
Bk. Türkmen’in, “Bir Askerî Deha Olarak Atatürk’ün İleri Görüşlülüğü ve Ordu-Millet
Dayanışmasına Verdiği Önem” konulu bildiri metni.
71
Atatürk ve Askerlik Sanatı; s. 123-141.
72
Özden; s. 22.
73
Cebesoy; Millî Mücadele Hatıraları, Vatan Neşriyatı, İstanbul, 1953, s. 29.
74
Hamza Eroğlu; Atatürk ve Cumhuriyet, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1989,
s. 20-21. Atatürk’ün Samsun’a Çıkışı ve Kurtuluş Savaşı’nın Başlatılmasına Dair Belgeler;
Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1999, s. I, III-V, 12-14.
17
4. MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNDE MUSTAFA KEMAL
ATATÜRK’ÜN ÖNDERLİĞİ VE İLERİ GÖRÜŞLÜLÜĞÜ
Mustafa Kemal ATATÜRK, Millî Mücadele faaliyetlerinde öngörü ve
bilgisini büyük kitlelere aktararak millî bir ülkü etrafında Anadolu halkını
bütünleştirmeyi başarmıştır.75 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastığı
andan itibaren, kendi sözlerine yansıdığı şekliyle:
“Ben, 1919 senesi Mayısı içinde Samsun’a çıktığım gün elimde maddi
hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim
vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben, bu ulusal
kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım. ... Ben, Türk ufuklarından
bir gün mutlaka bir güneş doğacağına, bunun hararet ve kuvvetinin bizi
ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki bunu âdeta
gözlerimle görüyordum...”76 diyordu. Türk milletinin sonsuz kuvvetine
duyduğu inancı belirtmek için kullandığı bu ifadelerden, ATATÜRK’ün
öngörüsünün olağanüstülüğü daha iyi anlaşılmaktadır.
Mustafa Kemal Paşa, ileride gerçekleştirmeyi düşündüğü yenilikleri
daha 1919 yılında kafasında oluşturmuştur. O, gelecekte yapacaklarını anlık
düşlerin üzerine inşa etmemiştir. Bu büyük lider, üstün ileri görüşlülüğü
sayesinde bir stratejist ve hesap adamı titizliğiyle, bir taraftan dünyanın akıp
gittiği istikameti değerlendirmiş, diğer taraftan asrın bütün felaketlerine
maruz kalmış olan Türk ulusunun yetenek, beklenti, ihtiyaç ve direncini
değerlendirmiştir. Bu değerlendirmeler Mustafa Kemal’in bilgi birikimi, üstün
zekâ ve öngörüsüyle Türk ulusunun geleceğini şekillendirecek olan hedef
planları oluşturmuştur. Kurtuluş Savaşı ve devrimler bu planın ana
hedefleridir. Daha Millî Mücadele kongrelerinin düzenlendiği sıralarda ileride
yapacağı devrimleri kafasında tasarlayan Mustafa Kemal Paşa, bu devrimleri
önceleri gizli tutmuştur. 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında
toplanan Erzurum Kongresi öncesinde, (Mustafa Kemal Paşa’nın Millî
Mücadele döneminde ve Cumhuriyet yıllarında yakın arkadaşlarından biri
olan) Mazhar Müfit (Kansu), 7-8 Temmuz 1919 günü sabaha karşı, kendisine
not aldıran Mustafa Kemal Paşa’nın, “Bir: Zaferden sonra hükûmet şekli
Cumhuriyet olacaktır. İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince
gereken yapılacaktır. Üç: Tesettür (örtünme) kalkacaktır. Dört: Fes kalkacak,
medeni milletler gibi şapka giyilecektir. Beş: Latin harfleri kabul edilecektir.”
gibi notlar yazdırması üzerine, şaşkınlığını gizleyemediğini ifade etmiş; hatta
“inanmayan bir adam tavrı ile”, Mustafa Kemal Paşa’ya, hayalperest tarafları
olduğunu, Cumhuriyet’in ilanını başarmanın bile yeterli olacağını söylediğini
belirtmiştir. Ancak Mazhar Müfit (Kansu), yıllar sonra Mustafa Kemal’in
kendisine aldırdığı bu notları sırasıyla gerçekleştirdiğine bizzat şahit olunca,
yanıldığını ve mahcup olduğunu itiraf etmiştir.77

75
Özden; s. 21.
76
Cumhuriyet; 1 Nisan 1937. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille); s. 846-847.
77
Düşünce ve Davranışları ile Atatürk; s. 91-93.
19
Karşılaşılabilecek tehlikeleri büyük hedeflere ulaşmak için
göğüslemeye hazır olmayanlar asla lider olamazlar. Lider umutları söndüren
değil; önderlik ettiği topluma umut aşılayan, hedef gösterebilen insandır. Bu
hedefin de en kararlı ve güçlü yolcusu kendisidir. Liderin göstereceği
kararsızlık ve yılgınlık yenilgiyi kaçınmaz kılar. Bu gerçeklerin bilincinde olan
Mustafa Kemal ATATÜRK, liderliğinin hiçbir safhasında toplumda kararsızlık
ve umutsuzluğa neden olabilecek bir davranış göstermemiştir.78 Büyük Lider
ATATÜRK’ün, yok edilmek istenen Türk milletinin umudu, ışığı, yol
göstericisi olmayı hedeflediği kendi sözlerinden daha iyi anlaşılır:
“Millet, tarihin ancak devletlerin yıkılış ve çöküş gibi bunalımlı
zamanlarında kaydettiği çok önemli ve tehlikeli anları yaşıyordu. Böyle
anlarda, talih ve kaderini doğrudan doğruya kendi eline almakta gaflet
gösteren milletlerin gelecekleri karanlık ve felaketlerle doludur.
Türk milleti bu gerçeği anlamaya başlamıştı. Bu kavrayış sonucuydu ki
kurtuluş ümidi vadeden her samimi işarete koşmaktaydı. Ancak bir toplumun,
uzun yılların uyuşturucu yönetim ve terbiyesinin etkisinden bir günde, bir
yılda kurtulup serbest kalabileceğini düşünmek ve kabul etmek doğru
değildir.”79
Mustafa Kemal ATATÜRK, bu durumu idrak eden, bu gerçeğin farkına
varan bilinçli liderlerin ellerindeki tüm imkânları kullanarak bağlı bulundukları
millete ışık tutup rehberlik etmeleri ve milletlerine kurtuluş yolunu
göstermede önderlik etmeyi en büyük insanlık görevi saymaları gerektiğini
vurgulamıştır. O, “Türk milletinin kalbinden, vicdanından doğan ve ilham alan
en köklü, en belirgin istek ve inancı belli olmuştu: Kurtuluş! Bu kurtuluş
feryadı Türk vatanının bütün ufuklarında yankılanmaktaydı... Artık bu isteği
dile getirmek kolaydı...”80 sözleriyle, Türk milletinin kurtarıcısı olmaya karar
verdiğini göstermiştir.
ATATÜRK özgürlüğüne ve yurduna tecavüz edilen Türk milletini
kurtarmak hususunda kendisine düşen sorumlulukları yerine getirmek
amacıyla Anadolu yolculuğuna çıkmıştır. Türk ulusunun acıları ruhunda
büyük bir sorumluluk duygusu oluşturduğundan hiçbir engel onu bu
mücadeleden bir an olsun geri çevirememiştir. İşte bu yüzdendir ki 8-9
Temmuz 1919 gecesi, resmî sıfat ve yetkilerini bırakarak, sadece milletinin
fedakârlığına ve gücüne güvenerek görevine devam etme kararı almıştır.
Kendisinin de ifade ettiği üzere, “Millî amaca hizmet için çalışmak ve özellikle
bu konuda başarıya ulaşmak için resmî bir unvan ve yetki şartı var idiyse, o
şart zaten benim kendimde yoktu.” Mücadelesi uğruna ölümü bile göze
alacak kadar bilinçli bir kararlılığa sahip oluşu insani bir duygu olan korkunun

78
age.; s. 122.
79
Atatürk; s. 246.
80
age.; s. 247.
20
onda yok olmasını sağlamıştır.81 Nitekim, Mustafa Kemal, 4-11 Eylül 1919
tarihleri arasında yapılacak olan Sivas Kongresi’ni toplamak üzere
Erzurum’dan Sivas’a giderken, Erzincan Boğazı ağzında arabasını durduran
jandarmaların kendisine eşkıya tehlikesi olduğunu, bunları püskürtmek için
istenen kuvvetler gelinceye kadar Erzincan’da beklemesinin uygun olacağını
söylemelerine rağmen kesinlikle Erzincan’a dönmemiştir. Çünkü eğer
dönmüş olsaydı, Millî Mücadele’nin yönünü belirlemek ve hedeflerini
saptamak gibi çok önemli bir görev için toplanacak olan Sivas Kongresi’ne
katılamayacaktı. Mustafa Kemal, her ne pahasına olursa olsun, yoluna
devam etme kararı almış ve yanındakilere, yolda yolu kapayan eşkıya ile
karşılaşılırsa, eşkıyaya saldırıp yolu açacaklarını ve kurtulanların yola devam
edeceği emrini vererek arabasını hiç tereddüt etmeden Erzincan Boğazı’na
doğru sürmüş ve Sivas’a gitmiştir.82
Erzurum ve Sivas Kongreleri’nden sonra, Millî Mücadele’nin diğer bir
önemli aşaması, Temsil Heyetinin 27 Aralık 1919’da Ankara’ya gelişidir.83
Mustafa Kemal Paşa’nın uzak görüşlülüğünü, Millî Mücadele’nin merkezi
olarak Ankara’yı tercih etme sebebini açıklayışında görmekteyiz:
“... Uyulacak yol ve yöntem şudur ki genel durumu yönetip yürütme
sorumluluğunu üzerine alanlar, en önemli hedefe ve en yakın tehlikeye elden
geldiği kadar yakın yerde bulunmalıdırlar. Yeter ki bu yakınlık genel durumu
gözden kaybettirecek derecede olmasın! Ankara bu şartları kendinde
toplayan bir noktaydı... Cephelere ve İstanbul’a demir yolu ile bağlı bulunan
ve genel durumu yönetme bakımından Sivas’tan hiçbir farkı olmayan
Ankara’ya gelecektik.”84
Mustafa Kemal Paşa’nın, daha Erzurum’da bulunduğu sırada, Kâzım
Karabekir Paşa ile yaptığı bir konuşmada, millî bir meclisin toplanmasının
gerekliliği konusunda ileri sürdüğü görüşler, onun öngörüsünün büyüklüğünü
bir kez daha kanıtlamaktadır. Öncelikle Türk milletinin varlık ve iradesinin
ortaya konulmasının ve bu iradenin sarsılmaz bir şekilde millî bir mecliste
temsil edilmesi gerektiğini önemle vurgulayan Mustafa Kemal Paşa, bunun
ancak memlekette millî bir ülkü benimsemiş güçlü bir teşkilat kurmak ve
mecliste bu teşkilata dayalı bir grup bulundurmakla mümkün olacağını
belirtmiştir. En güçlü şahsiyetlerin asıl amacının bu olması gerektiğini
söyleyen Mustafa Kemal, “Oysa şimdiye kadar görüldüğü üzere, asıl olan bu
noktaya önem verilmeksizin, kendilerinde az çok liyakat görenler, hemen
hükûmete geçmek heves ve hırsına kapılıyorlar. Bu gibi insanlar, mecliste

81
Düşünce ve Davranışları ile Atatürk; s. 122. Atatürk; s. 33, 118.
82
Düşünce ve Davranışları ile Atatürk; s. 122-123.
83
Atatürk’ün Not Defterleri VII: 19’uncu Tümen Komutanı Albay Mustafa Kemal’in Not Defteri ile
Mustafa Kemal’in Samsun’a Çıkışı’ndan-Türkiye Büyük Millet Meclisinin Açılışı’na Kadar
Tuttuğu Günlük Notları, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2007, s. 8, 47-48,
219-222.
84
Atatürk; s. 230.
21
kendilerine dayanak olarak millî teşkilata bağlı güçlü bir grup
oluşturamayınca, geride yalnız saltanat ve hilafet makamı kalıyor. Bu yüzden
millî meclisler, millî şeref ve kudreti temsil edemiyor. Millî istekler ortaya
konamıyor ve gerekleri yerine getirilemiyor.” eleştirisinde bulunmuştur.
Bu sebeple kendileri için başta gelen en önemli ilkenin, öncelikle
memlekette millî bir teşkilat kurmak, sonra da gücünü bu teşkilattan alan bir
grubun başında, mecliste çalışmak olması gerektiğini vurgulayan Mustafa
Kemal Paşa, “Hükûmet kurmaya veya kurulacak herhangi bir hükûmete
girmeye kalkışmakta yarar yoktur. Çünkü bu nitelikte bir hükûmet, vatana ve
millete hiçbir esaslı hizmet veremeden hemen düşmeye yahut da padişaha
dayanarak meclise karşı ve dolayısıyla da millete karşı düşen bir durum
almaya mecbur olacaktır. Böyle olunca da birincisinde istikrarsızlık gibi
büyük bir sakınca sürüp gidecek; ikincisinde de millî hâkimiyetin yavaş yavaş
yok derecesine getirilmesine hizmet edilmiş olacaktır.”85 ifadesini
kullanmıştır.
1920 yılında Osmanlı Mebusan Meclisinin kapatılması, Mustafa Kemal
Paşa’nın haklılığını, ileri görüşlülüğünü ispatlamıştır. 16 Mart 1920’de
İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından işgali üzerine birçok milletvekili Malta’ya
sürülmüştür. 18 Mart 1920’de son Osmanlı Meclisi İstanbul’da son
toplantısını yapmış; üyelerinden bazılarının tutuklanmasına karşı bir protesto
kararını oy birliği ile kabul ettikten sonra süresiz olarak kendini tatil etmiş; 11
Nisan 1920’de de Padişah tarafından nihai olarak feshedilmiştir.86
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, Büyük Nutku’nda kullandığı, “Biz,
elbette, işi ... (olayların akışına ayak uydurma şeklinde) bir kaderciliğe
bırakamazdık. Aksine olayların akışının ne olabileceğini önceden kestirip
tespit ederek, karşı tedbirleri düşünmek ve anında, bir kararsızlığa
düşmeden uygulamak taraftarı idik...”, “Ben Meclis-i Mebusanın İstanbul’da
saldırıya uğrayacağını, dağılacağını kesin olarak bekliyordum. Böyle bir
durum karşısında alınacak tedbiri kararlaştırmıştım. Hazırlığımız ve gerekli
düzenlemelerimiz de başlamıştı: Ankara’da toplanmak...”87 ifadeleri, bu
büyük insanın, gelecekte ortaya çıkabilecek koşulları, vuku bulabilecek
olayları önceden tahmin ederek ona göre davranma yeteneğine sahip üstün
bir lider olduğunun göstergesidir.
Mustafa Kemal Paşa, 19 Mart 1920’de yayımladığı bir bildiri ile yeni bir
meclis toplanması için seçim yapılmasını istemiştir. Meclis, bizzat Temsil
Heyetinin 27 Aralık 1919’da yerleşmiş olduğu Ankara’da toplanacaktı.
Böylece 23 Nisan 1920’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Millî
Mücadelesi’nin fiilî başkenti hâline gelen Ankara’da toplanmıştır.88

85
age.; s. 151.
86
Bernard Lewis; Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Yayınları, Ankara, 1998, s. 251.
87
Atatürk; s. 248, 267.
88
Hâkimiyeti Milliye; 21 Temmuz 1921. Lewis; s. 251.
22
Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisine “Halkçılık Programı” adı
altında, Meclisin mahiyetini ve görevlerini açıklayan bir millî siyaset programı
sunmuştur. Bu anayasa projesi, memleketin ilerdeki rejimini tayin eden bir
teşebbüstü.89 Ancak Ulu Önder, bu konu ile ilgili bir teklifte bulunmanın o
devir için ne kadar hassas bir konu olduğunun çok iyi farkındaydı. Bu yüzden
Mustafa Kemal, keskin zekâsını kullanarak, çok önceden belirlemiş olduğu
hedefe yavaş yavaş ulaşmayı tercih etmiştir. O, yapılması gereken şeyin,
Osmanlı saltanatının ve hilafetin yıkılmış ve ortadan kalkmış olduğunu
düşünerek yeni temellere dayanan, yeni bir devlet kurmak olduğunu
kafasında planlamış; ancak bunu açıkça dile getirmenin, amacın büsbütün
kaybedilmesine yol açabileceği ihtimalini de göz önünde bulundurmuştur.
Çünkü, kendi ifadesiyle, “halkın düşünce ve eğilimleri, ... Padişah ve
Halife’nin mazur durumda bulunduğu yolundaydı. Hatta Mecliste, ilk anda,
hilafet ve saltanat makamıyla temas kurmak ve İstanbul Hükûmeti ile
uzlaşma aramak akımı baş göstermişti...”90
Bu yüzden Mustafa Kemal, hükûmetin kurulması ile ilgili bir teklif ileri
sürmeden önce, hem Meclistekilerin hem de halkın duygu ve düşüncelerini
göz önünde bulundurmak gerektiğini düşünerek asıl amacını gizli tutan
teklifini bir önerge hâlinde sunmuştur. Bu önergede, hükûmetin kurulmasının
şart olduğu, geçici olarak bir hükûmet başkanı seçmenin veya Padişah’a bir
vekil tanımanın mümkün olmadığı, Mecliste yoğunlaşan millî iradenin,
doğrudan doğruya vatanın kaderine el koyduğunu kabul etmenin temel ilke
olduğu belirtilmiş; Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstünde bir kuvvet
olmadığı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasama ve yürütme yetkilerini
kendisinde topladığı, Meclisten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir
heyetin, hükûmet işlerine bakacağı, Meclis başkanının, bu heyetin de
başkanı olacağı, Padişah ve Halife’nin durumunun ise, baskı ve zorlamadan
kurtulduğu zaman, Meclisin düzenleyeceği kanunî esaslar çerçevesinde
belirleneceği ifade edilmiştir. Mustafa Kemal’in önerdiği bu ilkelere dayanan
böyle bir hükûmetin, millî egemenlik temeline dayanan bir halk hükûmeti,
yani “Cumhuriyet” olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Önerge, bazı itirazlara
rağmen kabul edilmiştir.91
Gerçekte Cumhuriyet’in ilanı demek olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu
adlı ilk anayasa, 20 Ocak 1921’de Büyük Millet Meclisinde kabul edilmiştir.92
Mustafa Kemal, o dönemde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu çıkarmaktaki
amacını şöyle izah etmiştir:
“Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun yapılmasında acelecilik sayılan
tutumun sebebi, bütün dünyada ve memleketimizde belirmiş olan halkçılık

89
Kemal H. Karpat; Türk Demokrasi Tarihi, AFA Yayınları, İstanbul, 1996, s. 54. Utkan
Kocatürk; Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, Atatürk Araştırma
Merkezi Yayınları, Ankara, 1999, s. 232.
90
Atatürk; s. 299.
91
age.; s. 300.
92
Kocatürk; s. 243.
23
akımını sağlam bir şekilde tespit ederek bu konuda başka türlü müdahalelere
yer vermemek; aynı zamanda yüzyıllardan beri yetersiz kimseler elinde
boyuna kötüye kullanılan millet haklarını korumak için bu hakların asıl sahibi
olan millete de söz hakkı tanımak ve bu yüksek düşüncenin gelişmesi için
bugünkü olağanüstü şartlardan yararlanmaktır.”93
Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla birlikte, hükûmetin askerî
kanadı da yeniden yapılandırılmıştır. Ordu, Anadolu merkezli olarak
teşkilatlandırılmıştır. “Kuvayımilliye” adı verilen halk örgütlenmesi, düzenli bir
ordunun oluşumuna kadar önemli hizmetler vermiştir. Mustafa Kemal Paşa,
29 Mayıs 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi gizli celsesinde yaptığı bir
konuşmasında, ancak milletin katkı ve desteği ile düzenli ordunun görevini
yerine getirmesinin kolaylaşacağını belirtmiştir. Kuvayımilliye, mütareke
döneminin şartlarına göre teşkil edilmiş, geçiş dönemi olarak bilinen bu
devrin özelliklerine uygun bir yapılanmadır. Mustafa Kemal’e göre, kurtuluş
çaresi ancak Kuvayımilliyenin önderliğinin benimsenmesinde ve millî
iradenin hâkim olmasındadır. Bu sağlam ve meşru temelden en küçük bir
sapma devlet, millet ve vatan için çok acı bir yıkım getirir. Bundan dolayı
Mustafa Kemal Paşa’nın kesin direktifi ile hemen düzenli ordu ve süvari
birlikleri meydana getirme kararı alınarak 1920 yılı Kasım ayının sekizinci
günü “düzensiz teşkilat fikir ve siyasetini yıkma kararı” uygulamaya
konulmuş; böylece 1921 yılına girerken Anadolu’da düzenli orduya alternatif
olabilecek hiçbir kuvvet kalmamıştır.94
Kendine, Kuvayımilliyeye ve milletine olan güvenini asla kaybetmeyen
Mustafa Kemal Paşa, 10 Ocak 1921 tarihinde kazanılan Birinci İnönü Zaferi
ile ilgili olarak, “... Zafer, ‘zafer benimdir’ diyebilenindir; başarı, ‘başarılı
olacağım’ diye başlayanın ve ‘başarılı oldum’ diyebilenindir. Bilirsiniz ki
savaş, sürekli mücadele hâlinde bulunan gözle görülmez kuvvetlerin göze
görünür şekil almasıdır. Onun için, Birinci İnönü savaş meydanının
ufuklarında yükselen zafer güneşi, Türk milletinin yüksek erdem ve duygu
dünyasının görünümüdür...”95 yorumunu yapmıştır.
1921 yılının Haziran ayında, Ankara’ya gelen Fransız Heyetinin
Başkanı Franklin Bouillon’a, Türk’ün istiklalinin kesinlikle tam olarak
sağlanacağı konusunda söylediği sözler, Mustafa Kemal’in geçmişten ders
almasını bilen, tam bir karar adamı olduğunun göstergesidir:
“Tam istiklal, bizim bugün üzerimize aldığımız görevin can damarıdır.
Bu görev, bütün millete ve tarihe karşı yüklenilmiştir. Bu görevi yüklenirken,
ne ölçüde başarılabileceği üzerinde hiç şüphe yok ki çok düşündük. Fakat
sonunda vardığımız kanaat ve inanç, bunda başarılı olabileceğimizdir. Biz

93
Atatürk; s. 408.
94
Bk. Türkmen’in “Bir Askerî Deha Olarak Atatürk’ün İleri Görüşlülüğü ve Ordu-Millet
Dayanışmasına Verdiği Önem” konulu bildiri metni.
95
Hâkimiyeti Milliye; 12 Ocak 1925. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille); s. 648.
24
böyle işe başlamış adamlarız. Bizden öncekilerin yaptıkları yanlışlıklar
yüzünden, milletimiz sözde var sanılan istiklaline gerçekte sahip değildi.
Şimdiye kadar Türkiye’yi medeniyet dünyasında kusurlu gösteren neler
düşünülebilirse, hep bu yanlışlıktan ve bu yanlışlığa boyun eğmekten ileri
gelmektedir. Bu yanlışlığa boyun eğmenin sonucu, mutlaka, memleket ve
milletin bütün haysiyetini ve bütün yaşama kabiliyetini kaybetmesine ve
ondan yoksun kalmasına yol açabilir. Biz ... haysiyet ve şerefiyle yaşamak
isteyen bir milletiz. Bir yanlışlığa boyun eğme yüzünden bu vasıflardan
yoksun kalmaya katlanamayız. Aydın olsun, cahil olsun, istisnasız
milletimizin bütün fertleri, ... bugün yalnız tek bir nokta etrafında toplanmış ve
... sonuna kadar kanını akıtmaya karar vermiştir. O nokta, istiklalimizin tam
olarak kazanılması ve devam ettirilmesidir. Tam istiklal demek, ... siyasi,
mali, iktisadi, adli, askerî, kültürel vb. her alanda tam bir bağımsızlığa ve
hürriyete kavuşmak demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklalden
yoksun kalmak, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün istiklalinden
yoksun kalması demektir.”96
Mustafa Kemal Paşa, Türk Kurtuluş Savaşı’nın mazlum dünya
milletlerine yönelik boyutuna da değinmiş ve Türk milletinin kurtuluş
mücadelesinin bütün haksızlığa uğramış milletlerin, bütün Doğu’nun davası
olduğunu belirtmiştir.97 O, üstün öngörüsüyle Anadolu’nun yıkılmak ve
parçalanmak istendiğini, fakat bu saldırıların sadece Anadolu’ya yönelmiş
olmadığını, bütün Doğu’yu hedeflediğini vurgulayarak, “Anadolu her türlü
saldırılara karşı bütün varlığıyla kendini savunmaktadır ve bunda başarılı
olacağından emindir. Anadolu bu savunmasıyla yalnız kendi hayatına ait
görevi yapmıyor, belki bütün Doğu’ya yönelen saldırılara bir set çekiyor... Bu
saldırılar elbette kırılacaktır. Bütün bu saldırılar mutlaka son bulacaktır. İşte
ancak o zaman ... bütün dünyada gerçek barış, gerçek rahatlık ve insanlık
hâkim olabilecektir.”98 ifadesini kullanmıştır.
10 Temmuz 1921’de başlayan Kütahya-Eskişehir Muharebeleri’nin
15’inci gününde, 25 Temmuz 1921 akşamı, Mustafa Kemal Paşa bütün
sorumluluğu üzerine alarak orduyu Sakarya Nehri’nin doğusuna geri
çekmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın ordunun çekilmesini zorunlu kılan
sebepleri açıklarken kullandığı ifadeler, bu büyük askerî dehanın attığı her
adımı ve sonrasında olabilecekleri en ince ayrıntısına kadar düşündüğünün
kanıtıdır:
“Yunan milletinin bütün kuvvetiyle yaptığı bu taarruz karşısında, bizim
askerlik bakımından asıl görevimiz, Millî Mücadele’nin başından beri
yürütegeldiğimiz görev idi ki o da her Yunan taarruzu karşısında kaldıkça, bu
taarruzu direnerek ve uygun hareketler yaparak durdurup etkisiz bırakmak

96
Atatürk; s. 423.
97
Hâkimiyeti Milliye; 9 Temmuz 1922. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille); s. 347.
98
Hâkimiyeti Milliye; 20 Kasım 1921. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille); s. 253.
25
ve yeni orduyu kurmak için zaman kazanmak şeklinde özetlenebilir... Bu
düşünceyle 18 Temmuz 1921 tarihinde, İsmet Paşa’nın Eskişehir’in
güneybatısında, Karacahisar’da bulunan karargâhına giderek, durumu
yakından inceledikten sonra, İsmet Paşa’ya ... şu direktifi vermiştim: ‘Orduyu,
Eskişehir’in kuzey ve güneyinde topladıktan sonra, düşman ordusuyla
aramızda büyük bir açıklık bırakmak gerekir ki orduyu derleyip toparlamak ve
güçlendirmek mümkün olabilsin. Bunun için Sakarya’nın doğusuna kadar
çekilmek yerindedir. Düşman hiç durmadan takip ederse, hareket üssünden
uzaklaşacak ve yeniden menzil hatları kurmaya mecbur olacak; herhâlde
beklemediği birçok güçlüklerle karşılaşacak; buna karşılık bizim ordumuz
toplu bulunacak ve daha elverişli şartlara sahip olacaktır. Bu şekildeki
çekilişimizin en büyük sakıncası, Eskişehir gibi önemli yerlerimizi ve birçok
topraklarımızı düşmana bırakmaktan dolayı kamuoyunda doğabilecek
manevi sarsıntıdır. Fakat kısa zamanda elde edebileceğimiz başarılı
sonuçlarla, bu sakıncalar kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Askerliğin
gereğini karasızlığa düşmeden uygulayalım.’...”99
Mustafa Kemal Paşa, 5 Ağustos 1921’de başkomutanlık görevine
atanmasından hemen sonra yaptığı kısa konuşması ile Türk milletini esir
etmek isteyen düşmanları mutlaka yeneceklerine olan inancının bir dakika
bile olsun sarsılmadığını, hatta bu kesin inancını bu konuşmayı yaptığı
dakikada bütün millete ve bütün dünyaya karşı ilan ettiğini belirterek askerî
dehasını bir kez daha göstermiş ve böylece ordu-millet dayanışmasıyla bir
milleti zafere ulaştıracak yolu açmıştır.100 Mustafa Kemal Paşa, başkomutan
sıfatı ile “Orduya ve Millete” yayımladığı beyannamede, kendisine verilen bu
şerefli görevi en iyi şekilde yerine getirmeye çalışacağını belirttikten sonra,
ikna edici bir üslupla Türklerin tekrar ordu-millet bütünleşmesi içinde
düşmana karşı mücadele etmeleri gereğini hatırlatmıştır.101 Mustafa Kemal
Paşa’nın bu hatırlatması üzerine halk âdeta galeyana gelmişçesine orduya
katılmak için askerlik şubelerine müracaat etmeye başlamıştır. Bu onun
askerî dehasının halka yansımasıdır.102
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın onayı ile 7-8 Ağustos 1921’de
yayımlanan “Tekâlif-i Milliye (Millî Yükümlülükler) Emirleri” ile halkın ayni ve
nakdi olarak orduya yardım etmesi hükme bağlanmıştır. 1’den 10’a kadar
ardı sıra yayımlanan Tekâlif-i Milliye Emirleri ile halkın elinde bulunan her
türlü mal ve eşyanın % 40’ı ordu adına -bedeli zaferden sonra ödenmek
şartıyla- alınmıştır. Halk bu çağrıya gönülden destek vermiştir.103

99
Atatürk; s. 413.
100
age.; s. 417.
101
Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri (Bugünkü Dille); Atatürk Araştırma Merkezi
Yayınları, Ankara, 2006, s. 418.
102
Bk. Türkmen’in “Bir Askerî Deha Olarak Atatürk’ün İleri Görüşlülüğü ve Ordu-Millet
Dayanışmasına Verdiği Önem” konulu bildiri metni.
103
Kocatürk; s. 260. Mehmet Kayıran; “Tekâlif-i Milliye Emirleri”, Atatürk Araştırma Merkezi
Dergisi, C V, S 15, Temmuz 1989, s. 649-651. Türkmen; “Türkiye’de Ulus Devletin Kuruluşuna
Uzanan Süreçte Ordu-Millet Dayanışması”, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi, S 9, Şubat 2007,
s. 77-78.
26
Ordu-millet dayanışması, 13 Eylül 1921’de, Sakarya Meydan
Muharebesi’nin Türklerin zaferiyle sonuçlanmasını sağlamıştır. Bu
muharebe, Türk Kurtuluş Savaşı’nın bir dönüm noktası olmuş, Türk ordusu,
Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığı sayesinde inisiyatifi ele geçirmiştir.
Böylece Mustafa Kemal Paşa, silahlı gücü belli bir düzeye çıkarıncaya kadar,
üstün düşman karşısında savunma muharebeleri vererek onu yormuş,
yıpratmış ve kesin sonuç alacak bir güce ulaştıktan sonra da taarruzla onu
yok etmiştir.104
Sakarya Zaferi, Türk halkının bağrından çıkan ordusuna olan güvenini
daha da artırmış; ordu için silah ve malzeme alımında, orduya araç gereç
bağışında Anadolu şehirleri birbiriyle âdeta yarışmışlardır. Sakarya Savaşı
öncesinde muhalefetin karşı çıkmasına rağmen, kamuoyundaki tepkileri bir
yana bırakıp büyük bir kararlılıkla hareket eden Mustafa Kemal Paşa, orduyu
Sakarya Nehri’nin doğusuna çekmiş, “Savunma hattı yoktur, savunma sathı
vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla
ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu
mevziden atılabilir. Fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada
yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder. Yanındaki birliğin
çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona tâbi olamaz. Bulunduğu
mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karşı koymaya mecburdur”105
savunma ilkesi ile, ancak İkinci Dünya Savaşı’nda gündeme gelecek olan
“stratejik savunma”yı daha o sırada uygulamıştır.106
Aslında Birinci Dünya Savaşı’nda ortaya çıkarılan topyekûn savaş
düşüncesinden hareketle, milletçe mücadele, dünyada ilk kez, Tekâlif-i
Milliye Emirleri ile Sakarya Savaşı’nda uygulanmıştır. Böylece diğer ulusların
ancak İkinci Dünya Savaşı döneminde uygulamaya koydukları topyekûn
savaşın da ilk uygulayıcısı, Kurtuluş Savaşı dönemindeki örnekleri ile
Mustafa Kemal Paşa olmuştur.107
Topyekûn savaş konusunda ilk eser, 1935 yılında Alman generali
Ludendorf tarafından yazılmış ve yayımlanmıştır. Ludendorf, topyekûn savaş
konusunu açıklarken şu ifadeyi kullanmıştır: “(Topyekûn savaş konusunda)
... Anlatmak istediğim şeylerin göz kamaştırıcı uygulaması Türk Millî
Mücadelesi’ndedir.” Ludendorf, bu sözü ve topyekûn savaş hakkındaki
düşüncelerini ATATÜRK’ün uygulamasından 13 yıl sonra söylemiştir.108

104
Türkmen; “Türkiye’de Ulus Devletin Kuruluşuna Uzanan Süreçte Ordu-Millet Dayanışması”,
s. 78.
105
Atatürk; s. 419.
106
Atatürk ve Askerlik Sanatı; s. 62.
107
Kayıran; s. 649. Türkmen; “Türkiye’de Ulus Devletin Kuruluşuna Uzanan Süreçte Ordu-Millet
Dayanışması”, s. 78.
108
Atatürk ve Askerlik Sanatı; s. 97.
27
Kurtuluş Savaşı’nın geçireceği aşamaları çok önceden gören ve
Sakarya’da bir ölüm kalım savaşı vererek zafere giden yolu açan Mustafa
Kemal ATATÜRK’ün yıllar sonra, Büyük Nutku’nda Sakarya Savaşı ile ilgili
yaptığı yorum, onun derin öngörüsünü, uzak görüşlülüğünü, kesin zaferin
ancak milletle kazanılabileceğine olan inancını yansıtmaktadır: “...
Başkomutanlık görevini fiilen üzerime aldığım zaman, Meclise ve millete
mutlaka başaracağımız yolundaki kesin inancımı ... ilan etmekle ve bu
inancımı, varlığımın bütün haysiyetini ortaya atarak gerçekleştirmekle ilk
manevi görevimi yapmış olduğumu sanırım. Ondan sonra, önemli maddi
görevlerim de vardı. Onlardan biri, savaş ve muharebe karşısında millete
aldırmaya mecbur olduğum durum idi.”
Büyük Nutku’nda, savaşın sadece iki ordunun değil, iki milletin bütün
varlıklarıyla, bütün maddi ve manevi kuvvetleriyle, birbiriyle karşı karşıya
gelmesi demek olduğunu vurgulayan Mustafa Kemal, “Bunun içindir ki bütün
Türk milletini cephede bulunan ordu kadar duygu, düşünce ve hareket
bakımından savaşla ilgilendirmeliydim. Yalnız düşman karşısında bulunanlar
değil, köyünde, evinde, tarlasında bulunan herkes, milletin her ferdi silahla
vuruşan savaşçı gibi kendini görevli sayarak bütün varlığını yalnız
mücadeleye verecekti. Bütün maddi ve manevi varlığını vatan savunmasına
vermekte ağır davranan ve titizlik göstermeyen milletler, savaş ve
muharebeyi gerçekten göze almış ve başarabileceklerine inanmış
sayılmazlar.” ifadesini kullanmıştır. Gelecekteki savaşların tek başarı şartının
da en çok bu belirttiği noktaya bağlı olacağını öngören Mustafa Kemal,
Avrupa’nın askerlik bakımından ileri seviyede olan büyük devletlerinin, bu
tutumu kanun hâline getirmeye başladıklarını söylemiş; bundan sonra Türk
milletinin, şimdiye kadar olan tecrübeleri dikkatle gözden geçirerek, vatana
yapılmak istenecek saldırıları imkânsız kılan sebep ve koşulları daha açık ve
kesin bir şekilde tespit edeceğine inandığını belirtmiştir.109
Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcından sonuna kadar olan tüm
safhalarına bakıldığında, Mustafa Kemal’in her şeyi en ince ayrıntısına kadar
hesaplayıp tasarladıktan sonra uygulamaya koyduğu anlaşılır. Mustafa
Kemal, savaş taktiklerini ve stratejik kuralları kendi kişisel tecrübeleri ile
birleştirerek mevcut durum ve koşullara göre en iyi şekilde uygulamayı
başarmıştır.110
Özellikle Büyük Taarruz için vermiş olduğu kesin kararı uygulamadan
önce, hazırlanması ve tamamlanması gereken üç savaş vasıtası olduğunu
belirtmiştir. Bunlardan birinci ve en önemli vasıta, milletin kendisi ve
benliğinde gelişmiş olan isteklerin sağlamlığıdır. İkinci vasıta, milleti temsil
eden Meclisin millî isteği ortaya koymakta ve uygulamakta göstereceği
kararlılıktır. Üçüncü vasıta ise, Türk ordusudur.111 Bu üç vasıtanın düşmana

109
Atatürk; s. 420.
110
Düşünce ve Davranışları ile Atatürk; s. 91.
111
Atatürk; s. 432-433.
28
karşı oluşturduğu cephelerin iç cephe ve görünürdeki cephe olmak üzere iki
şekilde düşünülebileceğini söyleyen Mustafa Kemal, “Asıl olan iç cephedir.
Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdiği bir cephedir.
Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı
cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir. Fakat bu durum
hiçbir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan, memleketi
temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin çöküşüdür. Bu gerçeği
bizden çok daha iyi bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için yüzyıllarca
çalışmışlar ve çalışmaktadırlar... ‘Kaleyi içinden almak’ dışından zorlamaktan
çok kolaydır...”112 şeklinde ifade ettiği sözleriyle, Türk milletini, iç
bütünlüğünü her zaman sağlam tutması gerektiği konusunda uyarmıştır.
Dahi Başkomutan, Büyük Taarruz’dan önce, harekâtın takip edeceği
seyri, Türk ordusunun her gün hangi noktalara ulaşacağını, nerelerde
muharebe vereceğini, Akdeniz sahillerine ne zaman ulaşacağını, düşman
ordusunun akıbetini ayrıntılarıyla anlamış ve harita üzerinde tespit etmiş
bulunuyordu. Nitekim olayların cereyanı, en küçük ayrıntısına varıncaya
kadar, bu büyük komutanın tahmini dairesinden çıkmamış; düşmanın direnişi
konusunda ne hesap etti ise onunla karşılaşılmış, Türk ordusunun kabiliyeti
hakkında ne düşündüyse o gerçekleşmiştir.113
26 Ağustos 1922’de başlayan, 30 Ağustos 1922’de zafer ile
sonuçlanan Büyük Taarruz, Türklerin ordu-millet dayanışmasıyla zafere
ulaştıkları tarihî bir dönüm noktası olmuştur. Mustafa Kemal Paşa, Büyük
Taarruz’da uyguladığı düşmanı yanıltma taktik ve stratejisi ile bazı
komutanların karşı çıkmalarına rağmen, “Kesin sonucu bu güçle almaya
mecburuz.” diyerek büyük bir kararlılıkla planını uygulamıştır. Yunanlara
karşı uyguladığı psikolojik harekâtla cephede onları yanıltmış ve
beklenmeyen bir zamanda yaptığı taarruzla zafere ulaşmıştır. Mustafa
Kemal Paşa’nın Büyük Taarruz’dan sonra Batı Cephesi Komutanlığına,
orduya yayımlanmak üzere verdiği genelgenin başında, orduya “Türkiye
Büyük Millet Meclisi Orduları!” diye hitap etmesi, ordu-millet bütünlüğünü ve
ordunun milletin iradesini temsil ettiği anlayışını bize gösterir. Genelgede,
ordunun büyük ve asil Türk milletinin özverisine layık olduğu belirtilerek, Türk
milletinin sahip olduğu ordusuyla geleceğinden güven duyduğu da
vurgulanmıştır. Mustafa Kemal Paşa, bu mücadeleye, topyekûn savaş
anlayışına uygun olarak askerî, ekonomik, siyasal ve sosyopsikolojik alanda
bütün kuvvetleri bir araya getirerek atılmıştır.114 Çünkü kendisinin Nutuk’ta
belirttiği gibi:
“... 1922 yılının Ağustosuna kadar Batı devletleriyle olumlu anlamda
ciddi ilişkiler kurulamadı. Memleketimizde bulunan düşmanları silah gücüyle

112
age.; s. 433.
113
Siirt Mebusu Mahmut; “Bugün 26 Ağustos”, Hâkimiyeti Milliye, 26 Ağustos 1931.
114
Türkmen; “Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Not Defterlerinde Büyük Taarruz
Harekâtı’na Uzanan Süreçle İlgili Değerlendirmeleri”, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi, S 10,
Ağustos 2007, s. 103-104.
29
çıkarmadıkça, gösterebileceğimiz millî varlık ve kudretimizi fiilen ispat
etmedikçe, diplomasi alanında ümide kapılmanın doğru olmadığı yolundaki
inancımız kesin ve sürekli idi... Bir tek fert için olduğu gibi, bir millet için de
kudret ve kabiliyetini fiilî eserlerle gösterip ispatlamadıkça kendisine değer
verilmesini ve saygı gösterilmesini beklemek boşunadır. Kudret ve
kabiliyetten yoksun olanlara değer verilmez. İnsanlık, adalet ve mertliğin
gereklerinin yerine getirilmesini, bütün bu vasıflara sahip olduğunu
gösterenler isteyebilir... Dünya imtihan meydanıdır. Türk milleti, bunca
yüzyıllardan sonra yine bir imtihan hem bu defa en çetin bir imtihan
karşısında bulunduruluyordu. İmtihanda başarı sağlamadan bize karşı
lütufkârca davranılmasını beklemek doğru olabilir miydi?”115
Büyük Taarruz, Mustafa Kemal Paşa’nın zamanlama konusunda ve
milletin hazır bulunuşluk düzeyinin olgunlaştırılması konusundaki dehasını
göstermesi açısından son derece önemlidir. O hâlde lider, yalnız süratle
hareket eden değil; yeri geldiğinde sabırlı davranan ve sonunda akıllıca
hareket eden insandır.116 Mustafa Kemal Paşa’nın bu niteliklere sahip büyük
bir lider olduğu ve Büyük Taarruz’u bu sayede kazandığı Nutuk’taki
ifadelerinden daha iyi anlaşılır. O, Osmanlıların, yapacakları askerî harekâtın
genişliği ölçüsünde hazırlıklı olmak ve tedbirli davranmak yerine, duygu ve
hırslarının etkisi altında hareket ettikleri için Viyana’ya kadar gittikleri hâlde
geri çekilmeye mecbur olduklarını, Balkanlar’dan ve Rumeli’den
çıkarıldıklarını, böylece içinde düşman bulunan bir vatanı Türk milletine
miras bıraktıklarını söylemiştir. Osmanlıların bu hatasından ders alınması
gerektiğini düşünen Mustafa Kemal, bu son vatan parçasını kurtarırken,
hırsların ve duyguların bir yana bırakılıp ilerisini düşünerek veya görerek
tedbirli hareket edilmesi gerektiğini, Türk milletinin, kurtuluşu ve bağımsızlığı
için tüm benliği ile düşmanla savaşıp onu yenmekten başka karar ve
çaresinin olmadığını kesin bir dille ifade etmiştir.117
Büyük Önder, “Sinir gevşetici sözlere, telkinlere önem verilmemeli ve
güvenilmemelidir. Osmanlı yönetim ve siyasetinin yarattığı bu türlü
zihniyetler reddedilmelidir. ‘Ordu ile, savaşla, inatla bu işin içinden çıkılmaz.’
şeklindeki dış kaynaklı öğütlere uymakla bir vatan, bir millet istiklali
kurtulamaz. Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Bunun aksini düşünerek
hareket edeceklerin çok acı sonuçlarla karşılaşacaklarına şüphe yoktur...”118
diyerek Türk milletinin kendisine zarar verecek öğütleri dikkate almaması
gerektiğini vurgulamıştır.
Memleketin huzuru ve milletin kurtuluşu için gerekli olan birlik ve
dayanışma sağlanamadıkça, bir dış düşmanın saldırgan tutumunu ve istila
adımlarını durdurmaya çalışmanın mümkün olmayacağını savunan Mustafa

115
Atatürk; s. 437.
116
Ergun Özbudun; “Siyasi Lider Olarak Atatürk”, Atatürkçü Düşünce, Atatürk Araştırma Merkezi
Yayınları, Ankara, 1992, s. 1127.
117
Atatürk; s. 431.
118
age.; s. 431-432.
30
Kemal, ancak millî birlik ve beraberliğin korunması hâlinde, düşmanın
herhangi bir zamandaki başarısı ve bunun sonucu olarak fazla toprak ele
geçirmiş olmasının geçici olmak niteliğinden kurtulamayacağını, birlik,
beraberlik ve dayanışma içinde olan milletin, saldırgan her düşmanı eninde
sonunda pişman ederek yenebileceğini öngörmüştür.119 Büyük Önder, bu
millî birlik ve beraberlik bilincini Türk milletinin ruhuna işlemesi sayesinde
Büyük Taarruz’u kazanmıştır.

119
age.; s. 317-318.
31
5. MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİ SONRASINDA MUSTAFA KEMAL
ATATÜRK’ÜN ÖNDERLİĞİ VE İLERİ GÖRÜŞLÜLÜĞÜ
Öncelikle bir askerî deha olarak kendini savaş meydanlarında
kanıtlayan Mustafa Kemal ATATÜRK, Büyük Taarruz’un kazanılmasından
sonra gerçekleştirdikleri ile de bir dönüştürücü lider olduğunu göstermiştir.120
Başka bir deyişle, Ulu Önder’in üstün özellikleri arasında yer alan ileri
görüşlülüğü, savaş meydanlarında olduğu gibi Türk milletinin geleceği ile ilgili
aldığı kararlarda da kendini göstermiştir.
30 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz’un kazanılması ve 11 Ekim
1922’de Mudanya Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra, 1920 tarihli Sevr
Anlaşması manasını kaybetmiş, yeni durumun ışığında milletlerarası yeni bir
anlaşma yapılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bu sebeple 28 Ekim
1922’de, Müttefikler Lozan’da yapılacak barış konferansına Ankara
Hükûmetini ve İstanbul Hükûmetini aynı anda davet etmişlerdir. İstanbul
Hükûmeti çağrıyı hemen kabul ederek, zafer kazanıldığına göre artık
devletin Ankara ve İstanbul şeklinde iki ayrı hükûmete bölünme hâlinin sona
ermesi ve gerek Lozan Konferansı’nda gerekse ondan sonra, ortak hareket
edilmesi gerektiği görüşünü ileri sürmüştür. Ankara’daki çok sayıda
milletvekili ile İstanbul basınının bir kısmı, Mustafa Kemal ile Padişah
arasındaki çatışmaya son verebilecek ve Ankara Hükûmetinin Padişah
tarafından hukuken tanınmasını sağlayabilecek olan böyle bir fırsatı
memnunlukla karşılamışlardır. Böyle bir yakınlaşmanın gerçekleşmesi
hâlinde, Padişah’ın kendi mevkisini Büyük Millet Meclisi zararına
kuvvetlendirebileceği ihtimalini önceden düşünmüş olan Mustafa Kemal,
1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırarak bu tehlikeyi önlemiştir.121
Türk milleti, silahla kazandığı bağımsızlık savaşını, 24 Temmuz
1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile siyasal alanda da kabul
ettirmiştir. Lozan Barış Antlaşması, Türk milletine Sevr Anlaşması ile dikte
edilmek istenenleri reddederek, Türk milletinin şartlarının kabul edilmesini
sağlamıştır. Lozan Barış Antlaşması, Misakımillî’de ifade edilen isteklerin
uluslararası alanda tanınması anlamına geldiğinden, bu anlaşma ile millî
sınırlar içinde yeni bir Türk Devleti’nin varlığı ortaya çıkmıştır.122 Mustafa
Kemal’in Lozan Konferansı’ndan başarı ile dönüleceğine olan inancını
yansıtan ifadeleri, Büyük Lider’in öz güveninin ve ileri görüşlülüğünün
göstergesidir:
“... Ben, mutlaka olumlu bir sonuç alınacağından emindim. Türk
milletinin varlığı için, istiklali için, hâkimiyeti için ne pahasına olursa olsun
elde etmeye ... mecbur olduğu hakların dünyaca tanınacağından asla

120
Güler; s. 192.
121
Karpat; s. 55. Lewis; s. 254.
122
100 Soruda Mudanya ve Lozan; Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2002,
s. 73. Lewis; s. 254.
33
şüphem yoktu. Çünkü gerçekte bu haklar, kuvvetle, liyakatle fiilî ... olarak
elde edilmişti. Konferans masasında istediğimiz, zaten elde edilmiş olan bu
hakların usulünce ... onaylanmasından başka bir şey değildi. İsteklerimiz ...
tabii haklarımızdı. ... Haklarımızı kazanmak ve korumak için kudretimiz de
vardı; kuvvetimiz de yeterliydi. En büyük kuvvetimiz, en güvenilir
dayanağımız millî hâkimiyetimizi kavramış, onu fiilî olarak halkın eline vermiş
ve halkın elinde tutabileceğimizi fiilen ispatlamış olmamızdı. İşte bu
düşüncelerle, konferansın gidişini soğukkanlılıkla takip ediyor ve ortaya
çıkan tersliklere gereğinden fazla önem vermiyordum.”123
20 Kasım 1922’de başlamış olan Lozan Barış Konferansı devam
ederken, memleket içinde yer alan önemli siyasi gelişmeler, saltanatın
kaldırılmasından sonra yapılması gerekeni gerçekleştirme hedefine
yönelmiştir. Memleketin dinî başkanı Halife idi; ama siyasi iktidar Millet
Meclisinde idi. Bu durumda siyasi gelişmeyi mantıksal sonucuna ulaştırıp
cumhuriyeti resmen ilan etmek gerekiyordu. Böylece 29 Ekim 1923 tarihinde,
Türkiye bir cumhuriyet devleti, Mustafa Kemal de Türkiye’nin ilk
cumhurbaşkanı olmuştur.124
Cumhuriyet’in ilanından sonra, iki büyük gruplaşmanın memlekette ve
Meclisteki durumları açıkça belli olmuştur. Muhafazakârlar Halife etrafında
toplanmaya başlamışlardır. Mustafa Kemal’in liderlik ettiği yenilikçiler, Meclis
ve hükûmeti kontrolleri altında tutmakla beraber, halifeliğin kendi iktidarları
için bir tehlike teşkil ettiğini biliyorlardı. Çünkü Meclisteki bu gruplaşma,
hilafet sorununun bir din sorunu olmaktan ziyade, siyasal bir sorun olduğunu
göstermiştir.125 Mustafa Kemal, mükemmel ileri görüşlülüğü ile
muhafazakârların Halife etrafında toplanmaktaki siyasi maksatlarını şöyle
saptamıştır:
“... Bir an için farz edelim ki ... Türkiye ... bütün İslam dünyasını bir
noktada birleştirerek yönetmek gayesinde yürüsün ve başarmış da olsun!
Pekala ama, ... idaremiz altına almak istediğimiz milletler, derlerse ki ‘Bize
büyük hizmetler ve yardımlar yaptınız, teşekkür ederiz. Fakat biz, bağımsız
kalmak istiyoruz... Hâkimiyetimize kimsenin karışmasını uygun bulmayız! Biz
kendi kendimizi yönetmeye muktediriz.’ O zaman Türk halkının bütün bir
gayret ve fedakârlığı yalnızca bir teşekkür ve dua almak için mi göze
alınacaktır? Görülüyordu ki boş bir istek ve heves için, bir ... hayal için Türk
halkını mahvetmek istiyorlardı... Halife’ye ... yetki vermek düşüncesinin
temelinde yatan esas bundan ibaretti.”126
Bu siyasal sorunun din işlerini de peşinden sürükleyişine artık bir son
vermek gerektiğini anlayan Mustafa Kemal’in öncülüğünde, 3 Mart 1924’te

123
Atatürk; s. 476.
124
Karpat; s. 56-57.
125
age.; s. 57-58. Berkes; s. 507.
126
Atatürk; s. 481.
34
Halifeliğin kaldırılmasına dair kanun kabul edilmiştir. Çünkü Türk milletinin
kayıtsız şartsız hâkimiyetine zaten sahip olduğunu kesin bir dille vurgulayan
karar adamı Mustafa Kemal’in gözünde, bu kayıtsız şartsız hâkimiyet hiçbir
şekilde ortaklık kabul edemez; Türk milleti, unvanı ister halife ister başka bir
şey olsun, hiç kimsenin, kaderine ortak çıkmasına kesinlikle izin veremez.127
Olağanüstü bir öngörüye sahip olan Ulu Önder’in dediği gibi, “... din
konusundaki uzmanlık ve derin bilgi, her türlü hurafelerden arınarak gerçek
bilim ve tekniğin ışıklarıyla tertemiz ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu
aktörlerine her yerde rastlanacaktır.”128
Kurtuluş Mücadelesi’nin başarı ile tamamlanmasından sonra, 1 Kasım
1922’de Saltanatın kaldırılması, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanı ve 3
Mart 1924’te Hilafetin kaldırılması ile çok uluslu bir imparatorluktan millî bir
devlete, Orta Çağ teokrasisinden anayasalı bir cumhuriyete geçiş
tamamlanmıştır.129 Mustafa Kemal’in, keskin ileri görüşlülüğüne dayanarak,
saltanat, hilafet ve meclisler konusunda yaptığı bir saptama oldukça dikkate
değerdir:
“... Sultanlarla, halifelerle idare edilmiş ve edilmekte olan
memleketlerde, vatan için en büyük tehlike, sultanların ve halifelerin
düşmanlar tarafından satın alınmalarıdır... Meclislerle idare edilen
memleketlerde ise en tehlikeli durum, bazı milletvekillerinin yabancılar adına
... satın alınmış olmalarıdır. Millet meclislerine kadar girme yolunu bulabilen
vatansızlara her zaman rastlanabileceğine tarihin bu konudaki örnekleriyle
hükmetmek zaruridir. Bunun için millet, kendi vekillerini seçerken çok dikkatli
ve titiz olmalıdır...”130
3 Mart 1924 günü Hilafetin kaldırılmasına ve Osmanlı hanedanının
Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışına çıkarılmasına dair kanun kabul
edildiğinde,131 Mustafa Kemal’in devrimcilik ruhunun farkında olmadığı için,
halifeliğin kanun yoluyla değil, bir “darbe” ile kaldırılmasını bekleyen İngiliz
Dışişleri şu değerlendirmeyi yapmıştır:
“Kemal, Türk İmparatorluğu’nun çöküşüne sebep olan her şeyi
temizlemeye ve yeni Türk Devleti’ne doğru ve taptaze bir hamle yaptırmaya
hep kararlıydı. Bunun sonucudur ki kapitülasyonlar kalktı, ... İstanbul’un
başkentliği reddedildi. Saltanat devrildi ve şimdi de halifelik kaldırıldı...
Tamamen barışçı yollarla muazzam bir ihtilal yapıldı. Kemal’in cesaretine,
kararlılığına ve devlet adamlığına hayran olmamak elde değil.”132

127
Kocatürk; s. 349-350. Atatürk; s. 474.
128
Atatürk; s. 479.
129
Lewis, s. 474.
130
Atatürk; s. 342.
131
Kocatürk; s. 349-350.
132
Özdemir; Atatürk’ün İnkılapçılık Anlayışı, s. 13.
35
Mustafa Kemal ATATÜRK, modern dünyada ayakta kalmanın modern
değerlere dayalı ve çağdaş uygarlığın aktif bir üyesi olmakla mümkün
olabileceğini gözden kaçırmamış; esas hedefin, Batı’daki modern devletlerde
var olan tüm kurumların ve değerlerin oluşturduğu özgün bir “Türk devleti ve
Türk toplumu” inşa etmek olduğunu ısrarla vurgulamıştır:133 Dolayısıyla bu
Büyük Lider’in 1925’ten 1938’e kadarki çabaları, gerek toplum yaşamında
gerek kişilerin yaşantısında, çağdaşlaşma doğrultusunda köklü değişiklikler
yapmak olmuştur.
Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kanun’un kabulü (25 Kasım 1925), Tekke
ve Zaviyeler ile Türbelerin Kapatılmasına ve Birtakım Unvanların
Kaldırılmasına Dair Kanun’un kabulü (30 Kasım 1925), geleneksel İslami
saat ve takvim düzeninin uluslararası saat ve takvim düzenine çevrilmesi (26
Aralık 1925), Medeni Kanun’un kabulü (17 Şubat 1926), geleneksel Arap
harfleri yerine yeni Latin alfabesinin kullanılması amacıyla gerçekleştirilen
Harf İnkılabı (1 Kasım 1928), Türk Tarih Kurumunun kurulması (12 Nisan
1931), Türk Dil Kurumunun kurulması (12 Temmuz 1932), Soyadı Kanunu
(24 Kasım 1934), Kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınması (5
Aralık 1934) gibi devrimler, Türkiye Cumhuriyeti’nde yeni bir toplumsal düzen
yaratma amacını güden Atatürkçü modernleşmenin somut örnekleridir.134
Ulu Önder ATATÜRK, Nutku’nda, Şapka Kanunu’nu çıkarmaktaki
maksadını, Türk milletinin başına giymekte olduğu cahillik ve taassubun,
yenilik ve medeniyet düşmanlığının belirgin işareti gibi görünen fesi atarak,
onun yerine bütün medeni dünya tarafından başlık olarak kullanılan şapkayı
giymek ve böylece Türk milletinin hem görüntü hem de zihniyet bakımından
medeni toplumlardan hiçbir farkı bulunmadığını göstermek olarak izah
etmiştir.
Akıl ve mantık adamı ATATÜRK, tekke ve zaviyeler ile türbelerin
kapatılması ve “bütün tarikatlarla, şeyhlik, dervişlik, müritlik, çelebilik, falcılık,
büyücülük ve türbedarlık vb. birtakım unvanların kaldırılması ve
yasaklanması” konuları ile ilgili uygulamaların, Türk toplumunun hurafelere
inanan, ilkel bir toplum olmadığını göstermek bakımından son derece gerekli
olduğunu belirtmiştir. “Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyitlerin, çelebilerin,
babaların, emirlerin arkasından sürüklenen”, hayatlarını ve kaderlerini
falcıların, üfürükçülerin ve muskacıların ağızlarından çıkan laflara göre
yönlendiren insanlardan oluşan bir topluluğa millet gözüyle
bakılamayacağını söyleyen ATATÜRK, yüzyıllarca Türk milletinin kendine
has niteliğini yanlış şekilde göstermiş olan bu gibi unsurların, yeni Türkiye
Cumhuriyeti’nde devam ettirilmesinin ilerleme adına düzeltilmesi imkânsız bir
hata olacağını ifade etmiştir.

133
Mustafa Yılmaz; “Atatürk’ün Modernleşme Modeli”, Atatürk ve Çağdaşlaşma (Belgeler ve
Görüşler), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2005, s. 167.
134
Kocatürk; s. 386, 387, 418, 445, 461, 507, 508.
36
Ulu Önder, sosyal, ekonomik ve kültürel alanda gerçekleştirdiği
devrimler ile Türk milletini medeni dünyada hak ettiği saygın konuma
getirmek, Türkiye Cumhuriyeti’nin sarsılmaz temelleri üzerinde her gün daha
çok güçlenmesini sağlamak ve bunun için de istibdat yani baskıya dayalı
keyfi idare fikrini öldürmek hedefine ulaşmayı istemiştir.135
Mustafa Kemal ATATÜRK, devrim hamlelerinde, tarih ile toplumsal
örgüleri kaynaştıran bilimsel yaklaşıma öncelik vermiştir. Prof. Dr. Afet İnan,
ATATÜRK’ün düşüncesinde tarihin, sadece siyasi ve askerî değil “asıl
medeniyet müesseselerinin teferruatı ile incelenmesi ve bilinmesi” gereken
bir durum olduğundan bahseder. Afet İnan, “Hakikaten de tarih tetkikleri
bugün artık sadece siyasi ve askerî meselelerin çerçevesini çoktan aşmış
bulunuyor. Modern tarih anlayışında bütün müesseselerin incelenmesi
gerekiyor. ATATÜRK’ün yıllarca önce bize verdiği fikir, bugünkü ileri
görüşleri ve tarihçilerin kabul etmeye doğru gittikleri esasların tümünü içine
almaktadır.”136 diyerek Büyük Lider’in derin kavrayış ve algılama özelliğini
somut bir şekilde örneklemiştir.
Ulu Önder ATATÜRK, tarihten ders almasını bilmiş ve zamanın
meselelerine çözüm getirirken, en ince ayrıntısına kadar tahlil ettiği tarihi
olaylardan ve bilgilerden istifade etmiştir.137 ATATÜRK’ün bu bilince
ulaşmasında okuduğu kitapların büyük rolü olmuştur. Örneğin, kendisinin
okurken işaretlediği, Alfred Feuillet’in “Avrupa Milletleri Ruhiyatı” kitabında
geçen, bir milletin özelliklerinin o milletin tarihinde yaşadığı olayların
incelenmesiyle anlaşılabileceğini vurgulayan cümle, onun tarih bilincine
erişmesinde etkili olan ifadelerdendir.138
ATATÜRK’e göre her milletin tarihten alacağı dersler vardır. İnsanların
tarihten alabilecekleri bu önemli dersler; devletlerin siyasi kurumlarının
oluşturulmasında, bu kurumların esaslarının değiştirilmesinde veya yok
olmalarında etkili olmuş olan sebeplerin incelenmesinden çıkan sonuçlar
olmalıdır.139 ATATÜRK, bu konuda özellikle Osmanlı tarihinden örnekler
vermiştir.
Karşı taraftan saldırı gelebileceği ihtimalini düşünmeden ve bu
ihtimale karşı sağlam bir tedbir almadan saldırıya geçenlerin sonunun,
yenilmek ve bozguna uğramak olacağını belirten ATATÜRK:
“... Osmanlı hükümdarları arasında Almanya’yı, Batı Roma’yı zapt
ederek çok büyük bir imparatorluk kurma teşebbüsünde bulunmuş olanı
vardı. Yine bu hükümdarlardan biri, bütün İslam dünyasını bir merkeze

135
Atatürk; s. 605-606.
136
A. Afet İnan; Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Sanayi Planı 1933, TTK
Yayınları, Ankara, 1972, s. 185.
137
İnan; Atatürk’ten Yazdıklarım, Ankara, Altınok Matbaası, 1969, s. 59.
138
Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar; C 5, s. 324.
139
Atatürkçülük, (Birinci Kitap); Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1983, s. 361. İnan; Atatürk
Hakkında Hatıralar ve Belgeler, TTK Yayınları, Ankara, 1959, s. 264.
37
bağlayarak yönetmeyi düşündü. Bu amaçla Suriye’yi ve Mısır’ı zaptetti.
Halife unvanını takındı. Diğer bir Sultan da hem Avrupa’yı zaptetmek hem de
İslam dünyasını hüküm ve idaresi altına almak gayesini güttü. Batı’nın
sürekli karşı saldırısı, İslam dünyasının hoşnutsuzluk ve isyanı ve bu şekilde
bütün dünyayı ele geçirme tasavvur ve emellerinin aynı sınırlar içine aldığı
çeşitli unsurların uyuşmazlıkları, sonunda, benzerleri gibi, Osmanlı
İmparatorluğu’nu da tarih sinesine gömdü.”140 ifadesini kullanmıştır.
Dış siyasetin iç teşkilatla uyumlu olması gerektiğini belirten ATATÜRK,
farklı karaktere, kültüre ve ülküye sahip unsurları tek sınır içinde toplayan bir
devletin iç teşkilatının temelsiz ve çürük olacağını, dış siyasetinin de köklü ve
sağlam olamayacağını söylemiştir. Böyle bir devletin iç teşkilatının ve siyasi
ilkesinin millî olmaktan uzak olduğunu vurgulayan ATATÜRK’e göre,
Osmanlı Devleti’nin siyaseti millî değil, belirsiz ve kararsızdı. Çeşitli milletleri,
ortak bir isim altında toplamak ve bu farklı unsurlardan oluşan milletlere eşit
haklar vererek güçlü bir devlet kurmak düşüncesinin parlak ve çekici ancak
aldatıcı bir siyasi görüş olduğunu savunan ATATÜRK, hiçbir sınır tanımadan,
dünyadaki bütün Türkleri bir devlet hâlinde birleştirmek fikrinin bile varılması
imkânsız bir hedef olduğunu belirtmiş; Panislamizm ve Panturanizm
siyasetinin başarıya ulaştığına ve dünyada uygulama alanı bulabildiğine
tarihte rastlanmadığını, ırk ayrımı gözetmeksizin, bütün insanlığı içine alan
tek bir dünya devleti kurma hırslarının sonuçlarının da tarihte yazılı olduğunu
dile getirmiştir.141
Bundan dolayıdır ki geçmişteki tecrübeleri doğrultusunda, yüksek
öngörüsü ile yaptığı tahliller neticesinde, Büyük Önder ATATÜRK’ün Türk
dünyası hakkındaki düşünceleri sadece kültür birliğinin gerçekleştirilmesi
temeline dayanmıştır. Çünkü Türk dünyası geniş bir coğrafyaya yayılmıştır;
bu coğrafyanın tek bir merkezden yönetilmesi hem çok güç olacaktır hem de
bu toprakları yaşam alanı olarak gören uluslara hedef teşkil edecektir.
Anlaşıldığı üzere, ATATÜRK’ün dış politikada milliyetçilik anlayışı, Turan
idealleriyle uyuşmayacak kadar yalın, o zamanın koşullarını zorlayacak
kadar çağdaş, demokrat ve ileri görüşlüdür. ATATÜRK’ün Türk dünyasında
kültür birliği sağlanması fikrine verdiği önem, Ulu Önder’in özellikle
Cumhuriyet’i kurduktan sonra takip ettiği kültür siyasetinden
anlaşılmaktadır.142
Nitekim ATATÜRK, Türk tarihinin bilimsel alanda araştırılmasını ve
doğru temeller üzerine oturtulmasını sağlamak amacıyla 12 Nisan 1931’de
Türk Tarih Kurumunun kuruluşunu gerçekleştirmiş; ayrıca Türk kültür
birliğinin oluşturulmasını gerçekleştirmek ve öz Türk diline hak ettiği
saygınlığı kazandırmak maksadıyla 12 Temmuz 1932’de Türk Dil

140
Atatürk; s. 298.
141
age.; s. 298-299.
142
Cem Özer; Atatürk’ün Türk Dünyası ile İlişkileri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara,
2007, s. 2, 15, 17.
38
Kurumunun kurulmasını sağlamıştır.143 Böylece Türk millî kültürünün temel
taşı olan zengin Türk dili ile tüm dönemleriyle insanlığa yön veren şanlı Türk
tarihinin önemi anlaşılacak;144 Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları
meydana çıktıkça, Türk çocukları kendileri için gerekli olan atılım kaynağını o
tarihte bulabilecekler; Türk çocukları bu tarihten bağımsızlık fikrini
kazanacaklar; o büyük başarıları düşünecekler; harikalar yaratan adamları
öğrenecekler; kendilerinin aynı kandan olduklarını anlayacaklar ve bu
kabiliyetle kimseye asla boyun eğmeyeceklerdir.145
ATATÜRK, Türk milletinin, özellikle Türk gençliğinin tarihten alması
gereken çok önemli dersler olduğu düşüncesinden hareketle Türk tarihinde
bir dönüm noktası olan Kurtuluş Savaşı’nı, Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşunu ve İnkılapların yapılışını anlatan “Nutuk” adlı eserini ortaya
koymuştur. Nutuk’un en önemli özelliği, eserin sahibi olan ATATÜRK’ün,
doğrudan doğruya o tarihi yapanın bizzat kendisi oluşudur. Tarihi yapan ile
yazanın aynı şahsiyette birleşmiş olması, Nutuk’u benzerleri ile mukayese
edilemeyecek kadar üstün değerde bir eser konumuna getirmiştir.
Dolayısıyla Kurtuluş Mücadelesi’ne bizzat liderlik eden ATATÜRK’ün
kaleminden çıkan bu eser, sadece geçmiş bir devrin hikayesi olarak
dünümüzü anlatmakla kalmamakta, yakın tarihimizden alınan ibret dolu
tecrübelerle, millî varlığımızın bugününe de yarınına da ışık tutabilecek
nitelikte bir kaynak özelliği taşımaktadır. Çünkü Nutuk, toplumun sosyal ve
kültürel alanlardaki beklentilerine cevap verecek güçte bir inkılapçının, sahip
olduğu derin kavrayış, üstün öngörü, geniş kültür ve köklü tarih şuuru
sayesinde, milletinin özünde var olan büyük gelişme yeteneğine dayanarak
gerçekleştirdiği inkılaplarla, Türkiye’yi 1839 Tanzimat Hareketi’nden beri
süregelen yenileşme mücadelesinde, kesin hedeflerine ve çağdaş bir
medeniyet sistemine nasıl kavuşturabilmiş olduğunun hikayesidir.
Nutuk, millet adına verilen kararların ve yapılan uygulamaların,
olağanüstü bir öngörünün, derinlemesine bir düşüncenin, uzak bir görüşün,
ince bir hesaplamanın ve yerinde bir mantığın ürünü olduğunu ortaya koyan
bir eserdir. Yapılan her işte, Türk milletinin şeref ve haysiyetinin ön planda
tutulduğunun, tüm düşünce ve görüşlerde aklın, mantığın ve bilimin
gereklerine uygun bir politikanın yer aldığının göstergesi durumundadır. 146
Ulu Önder ATATÜRK’ün yaptığı her işte bilimin ve aklın gereklerine
uygun bir politika izlemesinde okuduğu kitapların da etkisi olmuştur. Örneğin,
Maxime Gorki’nin “Devrimle İlgili Yazılar” adlı kitabında geçen, bilimin
demokratikleştirilmesi ve halkın temelinde olması gerektiği, sadece bilimin
yaratıcı çalışmanın kaynağı ve tüm kültürlerin temeli olduğu, insanlığı

143
age.; s. 19. Kocatürk; Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, s. 445, 461.
144
Özer; s. 17.
145
Atatürkçülük, (Birinci Kitap); s. 359.
146
Atatürk; “Ön Söz”, s. XIX-XX.
39
bilinçlendirdiği ve yeni ufuklar açtığına dair ifadeler147 ile Paul Gaultier’in
“Çağdaş Düşünce” adlı kitabındaki, bilimin sadece deneysel basit bir kayıt
olmadığı, evrenselleştirilmesi için aklın yardımını alması gerektiğine dair
sözleri ATATÜRK’ün okurken bizzat işaretlediği ifadelerdir.148
ATATÜRK’ün muhakeme ve mantığındaki güçlülük, ona olayları
derinlemesine bir tahlilden geçirebilme yeteneği kazandırmıştır. Bu durum
ATATÜRK’ün üstün zekâsı dışında, tarih şuuru içinde olgunlaşmış bulunan
sağlam fikir yapısından ve ileri görüşlülüğünden kaynaklanmaktadır.
Cumhuriyeti genç nesillere emanet ederken söylediği “Bugün ulaştığımız
sonuç, asırlardan beri çekilen millî felaketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve
bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.” cümlesi, ondaki
bütün bir tarihî geçmişi veciz bir şekilde ortaya koyabilecek bir düşünce
genişliğinin varlığını ispat etmektedir.149
Ulu Önder ATATÜRK’ün düşüncesinde, bir devlet için tarihten
alınacak derslerin sonuçları, ilim ve fen kuralları rehberliğinde bir siyasi,
sosyal hayat ve millî-fikrî terbiye esasında geliştirilmeliydi. Kuşkusuz, bu
esasların temelindeki harç, millî birlik olacaktı.150 ATATÜRK, millî-fikrî
terbiyeden söz ederken eski devrin saçma sapan inanışlarından, Türk
milletinin yaratılış özellikleriyle hiç ilişkisi olmayan yabancı düşüncelerden,
Doğu’dan ve Batı’dan gelebilecek etkilerden tamamıyla uzak, millî ve tarihî
karakterimize uyan bir kültürü kastetmiştir. Çünkü Türk millî dehasının tam
olarak gelişerek ortaya çıkması ancak böyle bir kültürle sağlanabilirdi.151
Dolayısıyla tarihin, ilmin, aklın ve mantığın gösterdiği gerçekler
karşısında hayalci olmak kadar büyük bir yanılgı olamayacağını belirten
ATATÜRK, Türk milletinin dünya üzerinde varlığını sürdürebilmesini millî
birliğin ve millî şuurun kaybedilmemesinde bulur. Büyük Önder, Türk
milletinin güçlü ve istikrarlı yaşayabilmesi için devletin tamamıyla millî bir
siyaset izlemesi ve bu siyasetin devletin iç teşkilatına tam olarak uyması
gerektiğini önemle vurgulamıştır. ATATÜRK’ün millî siyaset ifadesinden
kastettiği anlam, millî sınırlar içinde kendi gücümüze dayanarak varlığımızı
korumak, millet ve memleketin gerçek saadet ve refahına çalışmak,
çocuklarımızı ve gençlerimizi yetiştirirken onlara millî şuurlarını ve benliklerini
yok etmeye çalışan fikirlere karşı özveri ile mücadele etmenin gereğini
öğretmek, milletimizi uzun emeller peşinde koşturup yorarak zarara
sokmamak ve medeni dünyadan karşılıklı dostluk beklemektir.152

147
Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar; C 19, s. 482.
148
age.; C 20, s. 299.
149
Atatürk; “Ön Söz”, s. XXII, 607.
150
Özden; s. 27.
151
Hâkimiyeti Milliye; 21 Temmuz 1921. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille);
s. 231-232.
152
Atatürk; s. 299. Hâkimiyeti Milliye; 21 Temmuz 1921.
40
Dünya devletleri, yeryüzünde hak ettikleri konuma ulaşabilmek için
öncelikle milliyet fikrine ve milletlerine dayanarak hareket etmişlerdir.
ATATÜRK, tarih boyunca süren bu mücadeleyi tahlil ederken, Türkiye
Cumhuriyeti’ni yönetenlerin takip etmeleri gereken yolu da şöyle göstermiştir:
“... En çok bizim milletimiz, milliyetinden habersiz oluşunun çok ...
cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu içindeki çeşitli toplumlar, hep millî
inançlara sarılarak, milliyetçilik idealinin kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz
ne olduğumuzu onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa
ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zayıfladığı anda bizi küçük
gördüler. Anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın
bize saygı göstermesini istiyorsak, öncelikle biz, kendi benliğimize ve
milliyetimize, bu saygıyı, hissî, fikrî ve fiilî olarak bütün ... hareketlerimizle
gösterelim. Bilelim ki millî benliklerini bulamayan milletler, başka milletlerin
avıdır...”153
ATATÜRK’ün ileri görüşlülüğüyle pekiştirdiği ve -günümüz Türkiye’si
de dâhil- birçok dünya devletine ışık tutacak olan sözlerine baktığımızda,
Büyük Önder, bir milletin başarısının, mutlaka bütün millî güçlerin aynı yönde
oluşması ile mümkün olduğunu, kendilerinin elde ettikleri başarının, özellikle
de son zaferlerin, milletin kendi millî benliğinin farkına vararak güç birliği
etmesinden ve ortak hareket etmesinden kaynaklandığını vurgulamış; Türk
milletinin eğer aynı başarı ve zaferleri gelecekte de tekrarlamak istiyorsa millî
birlik ve beraberlik esasına dayanıp yürümesi gerektiğini, başarının ancak bu
şekilde kazanılabileceğini tavsiye etmiştir.154
İnsaf ve merhamet dilenmekle millet ve devlet işlerinin
görülemeyeceğini, milletin ve devletin şeref ve bağımsızlığının
korunamayacağını belirten Yüce Önder ATATÜRK, memleket ve milletin
varlığını ve bağımsızlığını kurtarmak için karar verdikleri zaman hiç
kimseden ders almadıklarını, hiç kimsenin aldatıcı sözlerine kanarak işe
girişmediklerini ifade etmiş; sadece kendi görüşlerine bağlı kalarak ve kendi
kuvvetlerine dayanarak hareket ettiklerini Türk milletinin, özellikle de
Türkiye’nin gelecekteki çocuklarının bir an akıllarından çıkarmamaları
gerektiğini söylemiştir.155

153
Hâkimiyeti Milliye; 26 Mart 1923. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille); s. 535.
154
Hâkimiyeti Milliye; 21 Mart 1923. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille),
s. 442, 511.
155
Atatürk; s. 243. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille), s. 133.
41
6. MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA
İLİŞKİN İLERİ GÖRÜŞLÜLÜĞÜNÜ YANSITAN YORUMLARI
XX. yüzyılın ilk yarısındaki emperyalist rekabet ve yeni alternatif
arayışları, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki barış sürecini kısaltmış ve
1939 yılında, yani Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 1938’de vefatından bir yıl
sonra, İkinci Dünya Savaşı’na giden yolu aralamıştır. ATATÜRK, İkinci
Dünya Savaşı öncesinde yaşamış bir lider olmakla beraber, bu savaşın,
aslında Türkiye ve tüm Türk coğrafyalarını ilgilendiren muhtemel yankılarını,
yıllar öncesinden idrak edebilmiştir.156
ATATÜRK, daha 1932’de, Avrupalı devlet adamlarının “başlıca
anlaşmazlık konusu olan mühim siyasi meseleleri, her türlü millî
egoizmlerden uzak ve yalnız umumun yararına olarak son bir gayret ve tam
bir iyi niyetle ele almazlarsa”, felaketin önünün alınamayacağını öngördükten
sonra, Avrupa meselesinin aslında İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki
anlaşmazlıklar olmaktan çok daha öteye gittiğini ifade etmiş ve yükselen
Bolşevizm tehdidine dikkat çekmiştir.157
1932’de, Avrupa’nın vaziyetine ilişkin Ankara’da kendisine soru
yönelten Amerikalı General Mc Arthur’a verdiği yanıt oldukça ilginçtir. Derin
öngörüsüyle Almanya’nın ikinci bir dünya savaşına giden yoldaki payını
gözler önüne sererek şöyle demiştir: “Bence, dün olduğu gibi yarın da
Avrupa’nın geleceği Almanya’nın alacağı duruma bağlıdır. Olağanüstü bir
dinamizme sahip olan bu yetmiş milyonluk çalışkan ve disiplinli millet, üstelik
millî tutkularını kamçılayabilecek siyasi bir cereyana kendisini kaptırdı mı er
geç Versay Antlaşması’nın tasfiyesine girişecektir.”158
ATATÜRK, Mc Arthur’a Versay Antlaşması’nın İkinci Dünya
Savaşı’nın tohumlarını attığını, Almanya’nın bütün Avrupa kıtasını işgal
edebilecek bir orduyu kısa bir zamanda oluşturabileceğini, bundan dolayı
savaşın 1940-1945 yılları arasında olabileceğini, Fransa’nın güçlü bir ordu
yaratmak için gereken özellikleri artık kaybettiğini ve İngiltere’nin adalarını
savunmak için, bundan sonra Fransa’ya güvenemeyeceğini söylemiş; İtalya
hakkında ise, “İtalya, Mussolini’nin yönetimi altında kuşkusuz büyük bir
kalkınmaya ve gelişmeye sahne olmuştur. Eğer Mussolini, gelecekteki bir
savaşta, İtalya’nın görünen büyüklüğünü, savaş dışında kalmak biçimiyle,
gerektiği gibi kullanabilirse, barış masasında başlıca rollerden birini
oynayabilir. Ancak korkarım ki İtalya’nın bugünkü şefi, Sezar rolünü
oynamak isteğinden kendisini kurtaramayacak ve İtalya’nın askerî bir güç
yaratmaktan henüz çok uzak olduğunu hemen gösterecektir.” ifadesini
kullanmıştır. Amerika’nın Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi bu gelecek
dünya savaşında da tarafsız kalamayacağını ve Almanya’nın ancak bu

156
Özden; s. 24-25.
157
Utkan Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Edebiyat Yayınevi, Ankara, 1971, s. 316.
158
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille); s. 795. Şevket Süreyya Aydemir; İkinci
Adam (1938-1950), II. Cilt, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000, s. 84-85.
43
Amerikan müdahalesi dolayısıyla yenileceğini de eklemiştir. Ayrıca Avrupa
sorununun İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki anlaşmazlıklar sorunu
olmaktan artık çıktığını, çünkü Avrupa’nın doğusunda bütün uygarlığı ve
hatta bütün insanlığı tehdit eden yeni bir gücün belirdiğini vurgulamıştır.
Dolayısıyla, ATATÜRK’e göre, Avrupa’da ortaya çıkacak bir savaşın başlıca
galibi ne İngiltere ne Fransa ve ne de Almanya’dır. Sadece Sovyet Rusya,
yani Bolşevizm’dir.159 Olaylar aynen, üstün ileri görüşlülüğe sahip olan
ATATÜRK’ün söylediği şekilde gelişmiştir.
1 Kasım 1935’te, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmada
kullandığı, “... Son uluslararası olaylar, Türk milleti için kuvvetli bir hava
ordusunun ne denli önemli olduğu konusunda bir kanıt olmalıdır. Çok emekle
kurduğumuz, canımızla korumaya ant içtiğimiz kutsal yurdun, havadan
saldırılara karşı güvenlik altında bulunması demek, bize saldıracakların
kendi yurtlarında, bizim de aynı zararları yapabileceğimize güvenimiz
demektir...”160 ifadesi ile ATATÜRK, olası bir dünya savaşına karşı Türk
havacılığının en iyi seviyeye getirilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
1938’de, Cumhuriyet rejiminin 15’inci yılını kutlama hazırlıkları
yapılırken, Prof. Dr. Afet İnan, ATATÜRK’ün, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
vereceği nutuk için hükûmetin hazırladığı bilgileri incelediği esnada, onun şu
sözleri dile getirdiğini söylemiştir: “Devletler ikinci bir dünya savaşına
hazırlanıyor. Biz bu durumda iki konuya çok önem vermeliyiz. Biri, Doğu ve
Batı yakın komşularımızla olduğu gibi diğer devletlerle kurduğumuz ittifakları
kuvvetlendirmek, ikincisi ise yurdumuzun ekonomik durumunu geliştirmek ve
bu bakımdan ekonomi planlarımızı aksatmadan uygulamak...”161
Dolayısıyla yaklaşmakta olan ikinci bir dünya savaşı dalgası
arifesinde, ATATÜRK Türkiyesi’nin ikili/çoklu diyaloglara açık bir yöntem
izlemesi ve komşu ülkelerle yaptığı dostluk paktları, aslında, İkinci Dünya
Savaşı (1939-1945) ve bu savaşın sonundan itibaren gelişen Soğuk
Savaş’ın, yani artık savaş arenası ve kuralları ile sınırlı kalmayacak olan
örtülü bir savaşımın öncül tedbirleri arasındaydı. Tüm bu hususlar göz önüne
alındığında, ATATÜRK döneminin Balkan Antantı (1934) ve Sadabad Paktı
(1937) girişimleri, sadece bir siyasi ve diplomatik başarı değil; aynı zamanda
bir “yöntem, tedbir ve uzun vadeli strateji” örneklemesidir. Çünkü bu komşu
devletlere herhangi bir dış güç tarafından doğrudan saldırı yapılması, bu
devletlerin yanı başında genç Türkiye Cumhuriyeti sınırında “yeni manda ya
da koloni”ler oluşturulması veya büyük güçlerin emperyalist araçlarının bu
komşu ülkelerin topraklarında Türkiye’nin aleyhine olacak şekilde
konuşlanması ihtimaline karşı ATATÜRK, ülkemizin zor durumda
kalacağının öngörüsüyle, Türkiye’nin güvenlik stratejisini dostluk

159
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille); s. 795-796. Aydemir; s. 85-86.
160
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille); s. 834.
161
A. Afet İnan; Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyetinin Birinci Sanayi Planı 1933, s. 7.
44
antlaşmaları ya da paktlar desteğinde geliştirmiş; Sadabad Paktı ve Balkan
Antantı’nı bu çerçevede gündeme getirmiştir.162
ATATÜRK’ün “Güvenlik Kuşağı” stratejisi bağlamında gerçekleştirdiği
Balkan Antantı ve Sadabad Paktları gibi uluslararası yapılanmaların özünde,
sadece bölgesel güvenlik değil aynı zamanda taraf ülkelerde yaşayan Türk
azınlıkların durumları da yer almıştır. Çünkü ATATÜRK’e göre, Türkiye
dışındaki Türklerin kültürel yapılarını koruyup geliştirecek, onların
bulundukları ülkelerde herkesle eşit ve rahat yaşamalarına imkân verecek
politikaların üretilmesi şarttır. Bu açıdan, Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak
isteyen özellikle komşu ülkelerin, içlerindeki Türk azınlığa karşı duyarlı ve
saygılı olma zorunluluğunu hissetmeleri sağlanmalıdır. Dolayısıyla Ulu
Önder, Balkan Antantı ve Sadabad Paktı’nı kurmakla, Balkanlar’dan
Türkistan’a kadar uzanan bir ittifak zinciri meydana getirmiştir. Bununla hem
Türkiye’nin hem de üzerlerinde milyonlarca Türk’ün yaşadığı bu komşu
memleketlerin emniyetini sağlamayı düşünmüştür. Böylece Türkiye ile dost
olmanın en önemli koşulunun, bünyelerindeki Türk azınlığa iyi davranmak ve
gereken önemi vermek olduğunu dost düşman tüm bölgesel ülkeler
kavramışlardır.163
ATATÜRK, bütün devletlerle özellikle Balkan devletleri ile ilişkilerde
barış ve dostluk siyaseti izlenmesinin -savaşlardan en fazla zarar gören bu
devletler için- mutlak bir zaruret olduğunu söylemiştir.164 Büyük Önder,
1931’de Balkan Konferansı üyeleriyle yaptığı konuşma esnasında, Balkan
milletlerinin, siyasi ve toplumsal yapıları nasıl olursa olsun, Orta Asya’dan
gelmiş aynı kandan ve yakın soylardan ortak atalara sahip olduklarını
unutmamak gerektiğini belirtmiş; Karadeniz’in kuzey ve güney yollarıyla,
birbiri ardı sıra gelerek Balkanlar’da yerleşmiş olan insan kitlelerinin, farklı
isimler taşımış olmalarına rağmen, aslında bir tek beşikten çıkan ve
damarlarında aynı kanın dolaştığı kardeş kavimler olduklarını vurgulamıştır.
ATATÜRK, Balkan milletlerinin uzak ve derin geçmişin kırılmaz çelik
halkalarıyla birbirine bağlanabileceğini, çünkü dinî ayrılıklarla, bazı tarihî
olayların bıraktığı dargın izlerle, geçmiş zamanlarda unutturulmuş olan
gerçek bağların tekrar diriltilmesinin gerekli ve yararlı olacağı insanca bir
devire girildiğini söyleyerek bu konuya verdiği önemi vurgulamıştır.165
Ulu Önder, hasta yatağında iken bile çok geçmeden Avrupa’da patlak
vereceğini sezdiği yeni bir dünya savaşı fırtınasında, Türkiye’nin durumu ve
geleceğine dair kaygılarını dile getirmiştir.166 O, Ali Fuat Cebesoy’un,
kendisini ziyareti sırasında:

162
Özden; s. 26.
163
Özer; s. 25-26, 67.
164
Ayın Tarihi; 1930, S 79-81, s. 6786.
165
Hâkimiyeti Milliye; 26 Ekim 1931. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille); s. 790.
Özer; s. 23.
166
Özden; s. 25.
45
“... Pek yakında dünya vaziyeti mütareke senelerinden daha çok ciddi
olacak ve karışacaktır. İkinci büyük bir harp karşısında kalacağız. Dünyaya
hâkim olan milletleri idare edenlerin arasında, ne yazık ki birinci derece
devlet adamı çıkmıyor. (Hitler ile Mussolini’yi kastederek) Avrupa’da birkaç
maceraperest, Almanya ile İtalya’nın başında cebren bulunuyorlar. Karşı
karşıya geldikleri zayıf devlet adamlarının aczinden cüret alıyorlar. Bunlar
bugün dünyayı kana boyamaktan çekinmeyeceklerdir... Rus Sovyet
Hükûmeti acizlerle maceraperestlerin yanlış hareketlerinden istifade etmesini
bilecektir. Bunun neticesinde dünyanın vaziyeti ... tamamen değişecektir.
İşte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata
yapmamız hâlinde başımıza mütareke senelerinden daha çok felaketler
gelmesi mümkündür.”167 uyarısında bulunmuş; Türk milleti için bu tehlikeli
durumda tarafsız kalmanın, savaşa katılmamanın ve “devlet gemisini bu
fırtına ortasında hiçbir engele çarptırmadan” yöneterek savaş dışında ve
barış içinde yaşamaya çabalamanın hayati bir önem taşıdığını ifade
etmiştir.168
Yüksek ileri görüşlülüğü ile bu gerçekleri gören ATATÜRK, yeni bir
dünya savaşının birdenbire patlak vermesi hâlinde milletlerin, savaşa engel
olmak için, askerî ve malî güçlerini saldırgana karşı birleştirmekte asla
tereddüt etmemeleri gerektiğini, en etkili tedbirin ise muhtemel bir
saldırgana, yaptığı taarruzun yanına kâr kalmayacağını açıkça anlatacak
milletlerarası bir teşkilatın kurulması olduğunu belirtmiştir. Büyük Önder,
Milletler Cemiyetinin bütün milletlerin ortak hedeflerinin gerçekleştirilmesi için
çalışabilecekleri yegâne teşkilat olduğunu söyleyerek genç Türkiye
Cumhuriyeti’nin Milletler Cemiyetindeki konumunu da güçlendirecek bir
bölgesel iş birliği ağına önem vermiştir.169

167
Cebesoy; Siyasi Hatıralar: Lozan’dan Cumhuriyet’e, C 2, Temel Yayınları, İstanbul, 2002,
s. 266-267.
168
Kocatürk; Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s. 317.
169
Ayın Tarihi; 1935, S 19, s. 260-261. Hasan Rıza Soyak; Atatürk’ten Hatıralar II, Yapı ve Kredi
Bankası Yayınları, İstanbul, 1973, s. 513.
46
7. SONUÇ
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün doğumundan ölümüne kadar bütün
hayatı boyunca olaylar karşısındaki davranışları incelendiğinde, onun sahip
olduğu üstün öngörü yeteneği hemen göze çarpar. ATATÜRK’ün yaşamını,
kazandığı savaşları, ortaya koyduğu ilkeleri, yapmış olduğu devrimleri ve
yazdığı eserleri inceleyenler, şaşırtıcı bir şekilde hemen her konuda çağın
ilerisinde bir dâhiyle karşılaşmaktadır. ATATÜRK’ün yaşanan olaylardan ve
mevcut gerçeklerden hareketle dile getirdiği geleceğe dönük fikirler, onun
olağanüstü ileri görüşlülüğünü gözler önüne sermektedir.
Özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın nasıl sonuçlanacağını daha savaşın
başında belirtmesi, savaşlardaki sevk ve inisiyatifi, Türk milletini ordu-millet
anlayışıyla bir araya getirerek işgalcilere karşı başarılı olunacağına
inandırması ve bu inancını büyük bir zaferle taçlandırması, İkinci Dünya
Savaşı’nın hangi tarihte başlayacağını ve nasıl sonuçlanacağını Amerikalı
General Mc Arthur’a söylemesi ile günümüz dünyasına kadar uzanan millî
birlik ve beraberliği tehdit edici unsurlara karşı geliştirdiği çözüm önerileri,
ATATÜRK’ün âdeta insanüstü bir ileri görüşlülüğe sahip olduğunu
göstermiştir.
Bu büyük dâhi söylediği her şeyi gerçekleştirmeyi başarmıştır.
Kendisine başarılarının sırrı sorulduğunda, Büyük Önder ATATÜRK’ün
verdiği cevap çok kısa olmuştur:
“Herhangi bir zorluk karşısında kaldığım zaman benim yaptığım iş
şudur: Vaziyeti iyice belirlemek, sonra bu vaziyet karşısında alınacak tedbirin
ne olduğuna karar vermek. Bu kararı bir kere verdikten sonra artık acaba
yapayım mı, yapmayayım mı diye tereddüt etmemek, tereddütsüz kararı
uygulamak ve başaracağıma inanarak uygulamak!”170
ATATÜRK, başarıyı önleyecek engeller ortadan kaldırıldığında,
başarının zaten kendiliğinden geleceğini düşündüğü için başarısızlık diye bir
şey tanımadığını ifade etmiştir. Ulu Önder, bir milletin, varlığını ve
bağımsızlığını kurtarabilmek için gerekli olan her türlü teşebbüs ve
fedakârlığı yaptıktan sonra başarıya muhakkak ulaşacağını vurgulamış;
başaramama ihtimalini düşünmenin bile o milletin ölmüş olduğu hükmüne
varmak demek olacağını, millet birliğini korudukça ve fedakârca
teşebbüslerine devam ettikçe başarısızlığın da söz konusu olamayacağını
öngörmüştür.171
Bu düşünce ile hareket etmiş olan ATATÜRK, bu fikirlerini
uygulamaya koyarak başarılı olmuş bir liderdir. Onun her teşebbüs ettiği ve

170
Asım Us; Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, İstanbul, Vakıt Matbaası, 1964, s. 109.
171
Atatürk; s. 118-119, 245-246.
47
başardığı iş için hedeflediği ilke, Türk millî varlığının medeni dünyada hak
ettiği saygın konuma ulaşmasını sağlamak olmuştur.172
Ünlü siyaset bilimci Yakob Landau’nun ATATÜRK’ün başarısının sırrı
konusunda yaklaşımı şöyledir:
“ATATÜRK’ün başarısının gizi neydi? Onun karizması, bir misyon
duygusuna sahip olması ve değişim için yılmadan mücadele etmesi, bu
nitelikleriyle birleşen gerçekçiliği, kendisine uygun yardımcılar seçmesi,
Türklerin yaşamına birçok alanda sürekli bir modernizasyon getirmesine
yardımcı olmuştur, dersek yukarıda sorduğumuz soruya belki yeterli cevap
vermiş oluruz.”173
ATATÜRK’ün yakın çalışma arkadaşı ve dönemin ünlü tarihçisi Afet
İnan, ATATÜRK’ün çok fazla kitap okuduğunu, bu okuduklarını etrafına
yayarken çeşitli konular üzerinde tartışmalar yapmayı sevdiğini belirtmiş;
çevresinde bulunan kişilerin bilgilerinden de istifade etmesini bilen
ATATÜRK’ün fikirlere açıklık getirmede ve yön vermede büyük başarı
sağladığını vurgulamıştır.174 Afet İnan, ATATÜRK’ün bazı karakter
özelliklerini “felaketler karşısında soğukkanlılık, okuma ve çalışma kudreti,
bir insanla onun hakkında bilgi edinmiş olarak konuşmak, yaptıklarıyla
övünmekten ziyade yapacaklarını düşünmek ve başarılı olmak” olarak
sıralamıştır.
Yine Afet İnan, ATATÜRK’ün başarılı formülünü onun sözleriyle
açıklamıştır:
“Bir insan, hayatında büyük bir muvaffakiyet gösterebilir. Fakat yalnız
onunla övünerek kalmak isterse, o muvaffakiyet de unutulmaya mahkûm
olur. Onun için çalışmak ve daima muvaffakiyet, herkes için esas
olmalıdır.”175
Gazeteci ve yazar Falih Rıfkı Atay’ın aktardığına göre, bir Amerikalı
gazeteci kendisine “İşlerinizde nasıl muvaffak oluyorsunuz?” diye
sorduğunda, ATATÜRK şu cevabı vermiştir:
“Ben, bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işi başarmama
neler engel olabilir diye düşünürüm. Engeller ortadan kalktıktan sonra, iş
kendiliğinden olur.”
Atay, ATATÜRK’ün zamanı ve fırsatı gelinceye kadar yapacaklarını bir
sır olarak sakladığını, ancak karar verip harekete geçtikten sonra ölüm bile

172
İnan; Atatürk’ten Yazdıklarım, s. 60.
173
Özdemir; Atatürk’ün Liderlik Sırları, s. 34-35.
174
İnan; Atatürk’ten Yazdıklarım, s. 6.
175
Özdemir; Atatürk’ün Liderlik Sırları, s. 39.
48
karşısına çıksa, onu gülerek karşıladığını ve tehlikenin insandan kaçacağını
söylediğini ifade etmiştir.176
ATATÜRK, gerektiği zamanlarda sorumluluğu üzerine almakta asla
tereddüt etmemiş; olayların üzerine aklın, mantığın ve şartların gerektirdiği
doğrultuda cesaretle giderek meseleleri çözmeyi bilmiştir.177 Bu özgüveni
sayesinde, ülkenin üzerine kara bulutların çöktüğü, herkesin umutsuzluk
içerisine düştüğü işgal yıllarında bile Ulu Önder ATATÜRK, umutsuzluğa
düşmeyerek Bağımsızlık Savaşı’nı başlatma cesaretini göstermiş; üstün ileri
görüşlülüğü sayesinde mutlak zaferi görmüştür. ATATÜRK’ün kendisine bu
derece güvenmesinin sebebi, Türk milletinin onursuz bir yaşamı
kabullenemeyeceğine, varını yoğunu özgürlüğü için vermekten
çekinmeyeceğine olan inancı idi. Ona göre, karamsar olanlar bu milleti
tanımayanlardı. Eğer tanısalardı, özgürlük uğruna bu milletin bütün yoklukları
yeneceğine olan inançlarını yitirmezlerdi.178 Aşağıdaki anekdot,
ATATÜRK’ün bu konudaki düşüncelerini yansıtan güzel bir örnektir:
“Kurtuluş Savaşı’na başlamayı düşündüğü sırada ATATÜRK’e dediler ki:
- Nasıl mümkün olur? Ordu yok!
ATATÜRK hemen cevap verdi:
- Yapılır!
- İyi ama bunun için para lazım ... O da yok!
- Bulunur!..
- Diyelim ki bulduk, düşmanlarımız hem büyük hem de çok!
- Olsun, yenilir!..”
ATATÜRK, yapamayacağı şeyi asla söylememiş, söylediklerinin de
hepsini gerçekleştirmiştir. Bir liderin kendisini milletine sevdirebilmesinin
belki de ilk şartı budur.179
Yüce ATATÜRK’ün, sadece kendi yaratıcı kudretine ve kabiliyetine
değil, Türk milletinin ruhunda yatan kuvvet ve kahramanlığa da sarsılmaz bir
güveni vardı. Türk milletinin, en zor zamanlarda memleket görevlerine canla
başla koşacağına, hatta gerçekleştirmek istediklerinden çok daha fazlasını
başaracağına Büyük Önder’in inancı tamdı. O Türk milleti ki Asya’da,
Anadolu’da ve Avrupa’da, yüksek kültürü, sanat ve medeniyet eserleri,

176
Falih Rıfkı Atay; Babanız Atatürk, İstanbul, Ayyıldız Matbaası, 1980, s. 120. Önder Göçgün;
Edebiyat Dünyası ve Atatürk, AKM Yayını, Ankara, 1995, s. 198.
177
İnan; Atatürk’ten Yazdıklarım, s. 60.
178
Düşünce ve Davranışları ile Atatürk; s. 90-91.
179
age. Niyazi Ahmet Banoğlu; Nükte ve Fıkralarla Atatürk, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul,
1981, s. 87.
49
zengin yaşayış imkânları ve aslanlar gibi dövüşen kahramanlığı ile ölümsüz
bir şan kazanarak tarihte unutulmaz izler bırakmıştır.180
Nitekim Ulu Önder’in kendisi de attıkları adımların asla tesadüflere
bağlı olmadığını, tam tersine, derin düşüncelere, sağlam temellere, bütün
milletin düzenli bir teşkilata bağlı gerçek kuvvetine ve irade gücüne
dayandığını vurgulamıştır.181
Siirt Mebusu Mahmut Bey, 26 Ağustos 1921 tarihli Hâkimiyeti Milliye
gazetesindeki makalesinde, Büyük Taarruz hareketi gibi Millî Mücadele
tarihini dolduran bütün büyük karar ve hareketlerle temas hâlinde
bulunduğunu, yakından takip ve inceleme imkânı bulduğunu yazmış; bu
takip ve incelemeleri sonucunda, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün askerî, siyasi
ve toplumsal alandaki hiçbir başarısının şans ya da tesadüf eseri olmadığını,
bu büyük adamın her şeyi en iyi şekilde düşünüp daha önceden hesap
etmesi sayesinde olumlu neticeler aldıklarını gördüğünü ifade etmiştir.182
ATATÜRK döneminin ünlü tarihçilerinden Prof. Dr. Yusuf Hikmet
Bayur, lider ve deha kavramlarının özelliklerini şöyle sıralamıştır:
1. Doğuştan olağanüstü işler görmek ve eserler yaratmak kabiliyetinde
olmak, yani olağanüstü yaratıcı bir dimağ taşımak, 2. Herkesten çok önce
anlamak ve görmek, kavramak, duymak ve duygulanmak, 3. Anlaşılması ve
anlatılması imkânsız olan doğuştan büyüklük ve ululuk, 4. İnsanlığın
gelişmesi sırasında ulaşabileceği en yüksek zirveleri görüp, göstermek ve
topluluğu oraya götürecek olağanüstü yaradılışta olmak, 5. Sabırlı olmak.183
Tüm bu özelliklere sahip olan ATATÜRK’ün ileri görüşlülüğü ve
kararlılığı, hayalperest değil, akılcı ve realist olduğu, onun Büyük Nutku’nda,
diğer nutuk ve demeçlerindeki isabetli tarihsel, askerî ve siyasi analizlerinden
çok net anlaşılabilir. Ulu Önder’in, Millî Mücadele ile ilgili ifadeleri, onun
üstün öngörü ve kararlılığının somut örneğidir. ATATÜRK’e göre, Türk
vatanına ve Türk milletinin istiklaline saldıranlara bütün milletçe silahla karşı
koymak gerekiyordu. Ancak bu önemli kararın bütün gereklerini daha ilk
günden açığa vurup ifade etmek isabetli olamazdı. Dolayısıyla bu kararın
uygulanmasını birtakım safhalara ayırmak, olayların akışından yararlanarak
milletin duygu ve düşüncelerini hazırlamak ve aşama aşama ilerleyerek
hedefe ulaşmak gerekiyordu. Nitekim Büyük Önder, kafasında planladığı
uygulamayı aynen bu şekilde gerçekleştirmiştir. Kendisinin de belirttiği gibi,
eğer Millî Mücadele boyunca yapılanlar bir mantık silsilesi ile gözden
geçirilirse, Millî Mücadele’nin ilk gününden devrimlerin gerçekleştirilmesine
kadar takip edilen genel doğrultunun, ilk kararın çizdiği yoldan ve yöneldiği
hedeften asla sapmamış olduğu anlaşılır:184

180
Ayın Tarihi; 1935, S 18, s. 32. Çambel; s. 103-104.
181
Atatürk; s. 145.
182
Siirt Mebusu Mahmut; “Bugün 26 Ağustos”.
183
Özdemir; Atatürk’ün Liderlik Sırları, s. 12-13.
184
Atatürk; s. 10-11.
50
“... Yapılan Millî Mücadele dıştan gelen saldırıya karşı vatanın
kurtuluşunu tek hedef olarak kabul ettiğine göre, bu Millî Mücadele’nin,
başarıya yaklaştıkça, safha safha bugünkü döneme kadar millî irade
rejiminin bütün ilke ve gereklerini yerine getirmesi tabii ve kaçınılmaz bir
tarihî akış idi... Bu kaçınılmaz tarihî akışı daha başlangıçta ben ... sezmiştim.
Ancak sonuna kadar devam etmiş olan bu sezgimizi başlangıçta bütün
yönleri ile açığa vurup ifade etmedik. Gelecekteki ihtimaller üzerinde fazla
konuşmak, giriştiğimiz gerçek ve maddi mücadeleye hayali bir macera
niteliği verdirebilirdi. Dış tehlikenin yakın etkilerini derinden duyanlar
arasında, geleneklerine, düşünce kabiliyetlerine ve ruh yapılarına aykırı olan
muhtemel değişmelerden ürkeceklerin ilk anda direnme güçlerini harekete
geçirebilirdi. Başarı için pratik ve güvenilir yol, her safhayı vakti geldikçe
uygulamaktı. Milletin gelişmesini ve yükselmesini sağlayacak doğru yol
buydu. Ben de bu yolda yürüdüm... Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse,
diyebilirim ki ben milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük
gelişme kabiliyetini, bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak, yavaş yavaş bütün
bir topluma uygulatmak mecburiyetinde idim.”185
ATATÜRK’ün çok uzun yıllar yaverliğini yapmış olan Cevat Abbas
Gürer de onun kararlılığı hakkında şunları söylemektedir: “Hadiselerin
müspet ve menfi hareketlerine her zaman nüfuz eden koca dâhi, her işinde
hâkim olarak karar verir ve tedbir alırdı. Yirmi dört yıllık yakınlığımızda bu
fıtratın en büyük kabiliyet ve enerji sahibi ATATÜRK’ü hep aynı kuvvet ve
kudrette gördüm.”186
ATATÜRK’ün olay ve olguları tanıyıp bilme yetisi, içsel öngörüye
dayalı ileri görüşlülüğü ile birleşince karşılaşılan sorunlara tutarlı, seri teşhis
ve çözümler yansıtabilmesi sonucunu doğurmuştur. Yaşadığı dönemin
mandacılık ve sömürgecilik gibi sloganlarının takibine başvurmadan bir “tam
bağımsızlık” iradesi sergilenmesinde ve Türk devrim hamlelerinin
“Batılılaşma” hevesinde değil de özgün bir “çağdaşlaşma” süreci ışığında
gerçekleşmesinde, onun bu sonuçsal çıkarımlarının, gerçekliği hızla ve
derinliğiyle kavrayan algılamalarının rolü büyüktür. ATATÜRK’ün ileri
görüşlülüğünün en büyük göstergesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bizzat
kendi varlığıdır.187
ATATÜRK’ün silah arkadaşı İsmet İnönü, ATATÜRK’ün yepyeni bir
devlet kurma hedefini şöyle anlatmıştır:
“... ATATÜRK, ... daha İzmir’e geldiğimizden itibaren yapacak işlerimiz
vardır, diye yeni cemiyet ve yeni devleti kurmak için birtakım müesseseler
düşündüğünü anlatıyordu ... Yalnız bir esaslı fikir ATATÜRK’e daima hâkim

185
age.; s. 11.
186
Bk. Türkmen’in “Bir Askerî Deha Olarak Atatürk’ün İleri Görüşlülüğü ve Ordu-Millet
Dayanışmasına Verdiği Önem” konulu bildiri metni.
187
Özden; s. 27.
51
olmuştur: Bir millî devlet kurulacak; bu devlet, hem devleti çağdaş
medeniyetin esaslarına göre kuracak hem ... Türk cemiyeti yeni bir
medeniyet cemiyeti olacak. Bu esaslar üzerine yürümüştür...”188
Bir savaşı kazanmaktan çok daha zor olan şey, savaşı kazandıktan
sonraki dönemde sükuneti sağlamak ve barış için gerekli olan ortamı
hazırlamaktır. Eğer bu koşullar sağlanamazsa, savaşta elde edilen zaferin
meyveleri kaybolacaktır. ATATÜRK ileri görüşlülüğü ile hiç yılmaksızın bu
muazzam işe girişmiş, barışı ve sükuneti sağlamış ve Cumhuriyet’i
kurmuştur. Büyük Önder, kendisine ve milletine duyduğu büyük özgüvenle,
Türk milletinin kendisinde var olan vasıfları ve değeri, hükûmetin yeni adıyla,
medeniyet dünyasına çok daha kolaylıkla gösterebileceğini belirtmiş; Türkiye
Cumhuriyeti’nin, dünya devletleri arasında tuttuğu yere layık olduğunu
eserleriyle ispat edeceğine inanmış; Türk milletinin bu yüksek rejimi
yaratmakla kazandığı zaferin bundan sonra da birkaç misli olmak üzere
kendini göstereceğini vurgulamış; modern çağa uygun koşullarda yapılan
inkılap hamleleriyle tüm dünyaya örnek olan yeni bir Rönesans devri açan
sağlam bir geleceğin temellerini atmıştır.189
Sanat tarihçisi, deneme ve eleştiri yazarı Sabahattin Eyuboğlu, “Mavi
ve Kara” adlı deneme türü eserinde, ATATÜRK’ün halkçı ve gerçekçi bir lider
olduğunu şöyle vurgulamıştır:
“Halk adamı, halk öncüsü ATATÜRK ... halk devleti kurmuş olmakla
eski toplum düzeninin bütün örümcek ağlarını yok ettiğini, dilediği imtiyazsız,
sınıfsız halk bütünlüğünü bir anda gerçekleştirdiğini sanacak kadar saf
değildi. Temel atma durumunda olduğunu, halk düşmanlarının pusuda
beklediğini ... biliyordu. O kadar biliyordu ki ... gençliğe devrimleri koruma
ödevini bu devrimlere karşı koyan güçlerin varlığını açıklamak için vermişti.
Halkçı olduğu kadar da gerçekçiydi ATATÜRK: Ülkü, ... hesaplı kitaplı
yürüyerek, sağını solunu kollayarak adım adım kazanılacak sınırlı bir ülke,
bir dünya köşesiydi onun için. Yedi düvelin topuna, tüfeğine inat, Mehmetçik
önce dış sömürgenleri kapı dışı edecek, sonra iç sömürgenlerini tepeleyerek
kendi Anadolusu’nda insanca yaşamanın yollarını arayacaktı...”190
Nitekim, Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından sonra, ATATÜRK,
kendisini tüm varlığıyla milletinin siyasi, sosyal ve kültürel bünyesinde köklü
değişiklikler yapmaya adamıştır. Saltanatı kaldırarak yerine modern Türkiye
Cumhuriyeti’ni kurmuş; Halifeliği kaldırarak dinin siyasetle olan bağını
koparmış; Türk insanının kıyafetini modern çağın gereklerine uygun bir hâle
getirmeyi başarmış; Türk kadınına eşit haklar tanımış; alfabe, soyadı
kanunu, dil gibi Türk insanının günlük hayatını etkileyen konularda önemli

188
Özdemir; Atatürk’ün İnkılapçılık Anlayışı, s. 11-12.
189
Çambel; s. 104. Atatürk; s. 551.
190
Sabahattin Eyuboğlu; “Atatürk ve Halk”, Mavi ve Kara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul, 2002, s. 40-41.
52
devrimler gerçekleştirmiştir. Böylece yüzyılların içine gömülmüş, iflas etmiş,
köhne bir imparatorluğun yıkıntılarından Batılı anlamda bir Türk toplumu
yaratmayı başarmıştır.191
Büyük Önder ATATÜRK, akıllı ve mantıklı bir liderin kendi milletinin
varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar tüm dünya milletlerinin
mutluluğunu da düşünmesi gerektiğini, başka bir deyişle, sadece kendi
milletinin huzur ve rahatlığına karşı değil, tüm dünya milletlerinin huzur ve
rahatlığına karşı da sorumlu bulunduğunun bilincinde olması gerektiğini
belirtmiştir. Çünkü dünya milletlerinin mutluluğu için çalışmak, diğer bir
yoldan kendi huzur ve mutluluğunu sağlamaya çalışmak anlamına
gelmektedir. İnsanlığın tamamını bir vücut ve milleti de bu vücudun bir
organı olarak düşünmek gerektiğini söyleyen ATATÜRK, vücudun bir
parmağındaki acıdan diğer bütün organların etkileneceği örneğini vermiştir.
Geçmişte bizzat yaşadığı tecrübelere dayanarak, bir komutanın dünya
milletlerinin ordularının durumunu iyice bilmeden kendi ordusunu nasıl
yönlendireceğini ve yöneteceğini belirleyemeyeceğini vurgulayan ATATÜRK,
bir devlet ve milleti yönetme durumunda bulunanların da daima göz önünde
tutmaları gereken başlıca hususun bu olduğunu önemle ifade etmiştir.192
ATATÜRK’ün bu akılcı, gerçekçi ve mantıklı yaklaşımı sayesinde,
Türkiye Cumhuriyeti’nin Dış Türklere bakış açısı tamamıyla kültür, dil ve tarih
odaklı olmuş; siyasi birlik düşüncesi asla gütmeyen bu politikalar, ülkelerinde
Türkleri barındıran devletlerde bir tepkiyle karşılaşmamış; aksine bölgede
gelişen Türkiye Cumhuriyeti ile karşılıklı güven ve dostluk temeline dayanan
ilişkiler kurma konusunda onları cesaretlendirmiştir.193
Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, ATATÜRK gerçeğini, en iyi şekilde şu
cümlelerle ifade etmiştir:
“... Bizler, kişi olarak, toplum olarak bize hayat, hürriyet veren fikirler
ve olaylar üzerinde durmak lüzumunu duyuyoruz. Bu düşünme anında
görüyoruz ve anlıyoruz ki insanca yaşamamızı sağlayan savaşlarımız,
çabalarımız bir isimde ... düğümleniyor: ATATÜRK.
Genç kuşaklar, ... genç insanlar, ATATÜRK ve Atatürkçülük etrafında
dinmek bilmeyen istismarcı bir akımın baskıları altında, haklı olarak
soracaklardır:
Niçin biz ATATÜRK’e bu kadar bağlıyız? ...
Çünkü ATATÜRK, Türk Devrimi’nin ustası, gerçekleştiricisidir.
ATATÜRK, sürü muamelesi yapılmak istenilen bir milletin ... istiklal
sembolüdür.

191
Lord Kinross; s. 13.
192
Cumhuriyet; 20 Mart 1937. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille); s. 844-845.
193
Özer; s. 171.
53
Millî şuuru, millî haysiyeti, millî vicdanı, millî namusu, millî izzetinefsi,
millî gururu haklı bir ihtilalin meşruiyet prensipleri saymış olan bir liderdir.”194
Büyük Önder ATATÜRK’ün liderliğini farklı ve özel kılan, üzerinden
yıllar geçtikçe daha değerli hâle gelmesi, milletiyle birlikte yarattığı modern
Türkiye’nin dünyaya barış ve istikrarı getirebilecek bir model olarak
görülmesidir.195

194
Özdemir; Atatürk’ün Liderlik Sırları, s. 16.
195
Özel; “Harp Akademisinden Mondros Mütarekesi’ne kadar Olan Dönemdeki Lider Mustafa
Kemal”.
54
KAYNAKLAR
Gazeteler
Cumhuriyet; 1 Nisan 1937.
Cumhuriyet; 20 Mart 1937.
Hâkimiyeti Milliye; 12 Ocak 1925.
Hâkimiyeti Milliye; 20 Kasım 1921.
Hâkimiyeti Milliye; 21 Mart 1923.
Hâkimiyeti Milliye; 21 Temmuz 1921.
Hâkimiyeti Milliye; 25 Eylül 1924.
Hâkimiyeti Milliye; 26 Ağustos 1931.
Hâkimiyeti Milliye; 26 Ekim 1931.
Hâkimiyeti Milliye; 26 Mart 1923.
Hâkimiyeti Milliye; 9 Temmuz 1922.
Vakit; 10 Ocak 1922.
Dergiler
AKYÜZ, Yahya; “ATATÜRK’ün Eğitim Düşüncesinin Kökenleri”,
ATATÜRK Araştırma Merkezi Dergisi, C VIII, S 23, Mart 1992.
AKYÜZ, Yahya; “ATATÜRK’ün Türk Eğitim Tarihindeki Yeri”,
ATATÜRK Araştırma Merkezi Dergisi, C IV, S 10, Kasım 1987.
Ayın Tarihi; 1930, S 79-81.
Ayın Tarihi; 1935, S 18.
Ayın Tarihi; 1935, S 19.
İLHAN, Suat; “ATATÜRK’ün Yetiştiği Ortam”, ATATÜRK Araştırma
Merkezi Dergisi, C II, S 5, Mart 1986.
KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri; “Kemalizm”, Etibank Bülteni
ATATÜRK Özel Sayısı, S 30, Ankara, 1981.
KAYIRAN, Mehmet; “Tekâlif-i Milliye Emirleri”, ATATÜRK Araştırma
Merkezi Dergisi, C V, S 15, Temmuz 1989.
ÖZDEN, Neşe; “Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Sezgi Gücü”, Silahlı
Kuvvetler Dergisi, S 395, Yıl: 128, Ocak 2008.
TÜNAY, Bekir; “ATATÜRK ve Liderlik”, ATATÜRK Araştırma Merkezi
Dergisi, C 1, S 2, Mart 1985.

55
TÜRKMEN, Zekeriya; “Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Not
Defterlerinde Büyük Taarruz Harekâtı’na Uzanan Süreçle İlgili
Değerlendirmeleri”, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi, S 10, Ağustos 2007.
TÜRKMEN, Zekeriya; “Türkiye’de Ulus Devletin Kuruluşuna Uzanan
Süreçte Ordu-Millet Dayanışması”, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi, S 9,
Şubat 2007.
TÜRKMEN, Zekeriya; 15-18 Mayıs 2006 tarihleri arasında Ankara’da
ATATÜRK Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı tarafından
gerçekleştirilen “Doğumunun 125’inci Yıl Dönümünde Mustafa Kemal
ATATÜRK Uluslararası Sempozyumu”nda sunduğu “Bir Askerî Deha Olarak
ATATÜRK’ün İleri Görüşlülüğü ve Ordu-Millet Dayanışmasına Verdiği Önem”
konulu bildiri metni.
Kitaplar
100 Soruda Mudanya ve Lozan; Genelkurmay ATASE Başkanlığı
Yayınları, Ankara, 2002.
AKYÜZ, Yahya; “ATATÜRK’ü Yetiştiren Öğretmenlerden Birkaçı”,
ATATÜRK Devrimleri ve Eğitim Sempozyumu, (9-10 Nisan 1981), Ankara
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları, Ankara, 1981.
ARAZ, Nezihe; Mustafa Kemal’in Ankara’sı, Dünya Yayınları, İstanbul,
1998.
ATATÜRK ve Askerlik Sanatı; Genelkurmay ATASE Başkanlığı
Yayınları, Ankara, 1985.
ATATÜRK, Kemal; Nutuk (1919-1927), Hzl. Zeynep Korkmaz,
ATATÜRK Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2005.
ATATÜRK’ün Not Defterleri II: Harp Akademisi Öğrencisi Mustafa
Kemal’in Not Defteri; Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara,
2004.
ATATÜRK’ün Not Defterleri IV: Mustafa Kemal’in 1897 Türk-Yunan
Savaşı ile İlgili Tuttuğu Notlar; Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları,
Ankara, 2005.
ATATÜRK’ün Not Defterleri V: Mustafa Kemal’in 1870-1871 Alman-
Fransız Savaşı Konusunda Tuttuğu Notlar ile 1905-1908 Yılları Arasında
Tuttuğu Günlük Notları; Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara,
2005.
ATATÜRK’ün Not Defterleri VII: XIX. Tümen Komutanı Albay Mustafa
Kemal’in Not Defteri ile Mustafa Kemal’in Samsun’a Çıkışı’ndan-Türkiye
Büyük Millet Meclisinin Açılışı’na Kadar Tuttuğu Günlük Notları,
Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2007.
56
ATATÜRK’ün Okuduğu Kitaplar; C 19, Anıtkabir Derneği Yayınları,
Ankara, 2001.
ATATÜRK’ün Okuduğu Kitaplar; C 20, Anıtkabir Derneği Yayınları,
Ankara, 2001.
ATATÜRK’ün Okuduğu Kitaplar; C 24, Anıtkabir Derneği Yayınları,
Ankara, 2001.
ATATÜRK’ün Okuduğu Kitaplar; C 5, Anıtkabir Derneği Yayınları,
Ankara, 2001.
ATATÜRK’ün Samsun’a Çıkışı ve Kurtuluş Savaşı’nın Başlatılmasına
Dair Belgeler; Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1999.
ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille); ATATÜRK
Araştırma Merkezi, Ankara, 2006.
ATATÜRK’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri (Bugünkü Dille);
ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 2006.
Atatürkçülük, (Birinci Kitap); Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1983.
ATAY, Falih Rıfkı; Babanız ATATÜRK, İstanbul, Ayyıldız Matbaası,
1980.
AYDEMİR, Şevket Süreyya; İkinci Adam (1938-1950), II. Cilt, Remzi
Kitabevi, İstanbul, 2000.
BANOĞLU, Niyazi Ahmet; Nükte ve Fıkralarla ATATÜRK, İnkılap ve
Aka Kitabevleri, İstanbul, 1981.
BAYUR, Yusuf Hikmet; ATATÜRK, Hayatı ve Eseri I: Doğumundan
Samsun’a Çıkışına Kadar, ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1990.
BORAK, Sadi; Bilinmeyen Yönleriyle ATATÜRK, Kırmızı Beyaz
Yayınları, İstanbul, 2004.
BORAK, Sadi; Öyküleriyle ATATÜRK’ün Özel Mektupları, Çağdaş
Yayınları, İstanbul, 1980.
CEBESOY, Ali Fuat; Millî Mücadele Hatıraları, Vatan Neşriyatı,
İstanbul, 1953.
CEBESOY, Ali Fuat; Sınıf Arkadaşım ATATÜRK, Temel Yayınları,
İstanbul, 2000.
CEBESOY, Ali Fuat; Siyasi Hatıralar: Lozan’dan Cumhuriyet’e, C 2,
Temel Yayınları, İstanbul, 2002.
ÇAMBEL, Hasan Cemil; Makaleler/Hatıralar, TTK Yayınları, Ankara,
1964.
Düşünce ve Davranışları ile ATATÜRK; Genelkurmay ATASE
Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2009.
57
EROĞLU, Hamza; ATATÜRK ve Cumhuriyet, ATATÜRK Araştırma
Merkezi Yayınları, Ankara, 1989.
EYUBOĞLU, Sabahattin; “ATATÜRK ve Halk”, Mavi ve Kara, Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2002.
GÖÇGÜN, Önder; Edebiyat Dünyası ve ATATÜRK, AKM Yayını,
Ankara, 1995.
GÜLER, Ali; “Mustafa Kemal’i ATATÜRK Yapan Süreçte Aile Çevresi
ile İlk ve Ortaöğrenim Yaşantısının Rolü”, ATATÜRK ve Eğitim, Kara Harp
Okulu Yayınları, Ankara, 1999.
GÜNDÜZ, Asım; Hatıratlarım, Hazırlayan: İhsan Ilgar, Kervan
Yayınları, İstanbul, 1973.
İLHAN, Suat, “ATATÜRK ve Önderlik”, Atatürkçü Düşünce, ATATÜRK
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1992.
İLHAN, Suat; “ATATÜRK ve Askerlik”, Atatürkçü Düşünce, ATATÜRK
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1992.
İNAN, A. Afet; ATATÜRK Hakkında Hatıralar ve Belgeler, TTK
Yayınları, Ankara, 1959.
İNAN, A. Afet; Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci
Sanayi Planı 1933, TTK, Ankara, 1972.
KARAL, Enver Ziya; “ATATÜRK ve Devrim”, Konferanslar ve
Makaleler (1935-1978), Ankara, 1980.
KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri; ATATÜRK, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara, 1981.
KARPAT, Kemal H.; Türk Demokrasi Tarihi, AFA Yayınları, İstanbul,
1996.
KELEŞOĞLU, Aydın; ATATÜRK’ün Öngörüleri, Delta Yayınevi,
Ankara, 2007.
KOCATÜRK, Utkan; ATATÜRK’ün Fikir ve Düşünceleri, Edebiyat
Yayınevi, Ankara, 1971.
KOCATÜRK, Utkan; Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı
ATATÜRK Günlüğü, ATATÜRK Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1999.
LEWIS, Bernard; Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Yayınları, Ankara,
1998.
Lord Kinross, “Gerçekçi ATATÜRK”, ATATÜRK’ün Değeri, The British
Council, Ankara, 1981.
Mustafa Kemal; Anafartalar Muharebatı’na Ait Tarihçe, Hzl. Uluğ
İğdemir, TTK Yayınları, Ankara, 1962.
58
Mustafa Kemal; Subay ve Komutan ile Konuşmalar, Genelkurmay
ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2007.
Mustafa Kemal; Taktik Meselesinin Çözümü ve Emirlerin Yazılmasına
İlişkin Öğütler, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1995.
ÖZBUDUN, Ergun; “Siyasi Lider Olarak ATATÜRK”, Atatürkçü
Düşünce, ATATÜRK Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1992.
ÖZDEMİR, Hikmet; ATATÜRK’ün İnkılapçılık Anlayışı, Ankara,
Genelkurmay Basımevi, 2006.
ÖZDEMİR, Hikmet; ATATÜRK’ün Liderlik Sırları, Remzi Kitabevi,
İstanbul, 2006.
ÖZEL, Sabahattin; “Harp Akademisinden Mondros Mütarekesi’ne
kadar Olan Dönemdeki Lider Mustafa Kemal”, ATATÜRK’ü Anma Töreni
Sempozyumu, Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları, 10 Kasım 2004.
ÖZER, Cem; ATATÜRK’ün Türk Dünyası ile İlişkileri, Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007.
Sofya Askerî Ataşesi Mustafa Kemal’in Raporları (Kasım 1913-Kasım
1914); Yay. Hzl. Ahmet Tetik, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları,
Ankara, 2007.
SOYAK, Hasan Rıza; ATATÜRK’ten Hatıralar II, Yapı ve Kredi
Bankası Yayınları, İstanbul, 1973.
TÜRKMEN, Zekeriya; Hareket Ordusu ve Kurmay Yüzbaşı Mustafa
Kemal, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1999.
US, Asım; Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, İstanbul, Vakıt
Matbaası, 1964.
YILMAZ, Mustafa; “ATATÜRK’ün Modernleşme Modeli”, ATATÜRK ve
Çağdaşlaşma (Belgeler ve Görüşler), ATATÜRK Araştırma Merkezi
Yayınları, Ankara, 2005.

59
EKLER
Mustafa Kemal Paşa’nın 16-21 Temmuz 1921 tarihleri arasında
gerçekleştirilen Eğitim Kongresi’ni açarken yaptığı konuşmanın yer
aldığı 21 Temmuz 1921 tarihli Hâkimiyeti Milliye gazetesi.

63
Mustafa Kemal Paşa’nın 18 Ekim 1921’de Ankara’da Azerbaycan
Elçiliğine Bayrak Çekme Töreni’nde yaptığı konuşmanın yer aldığı
20 Kasım 1921 tarihli Hâkimiyeti Milliye gazetesi.

64
Mustafa Kemal Paşa’nın 18 Ekim 1921’de Ankara’da Azerbaycan
Elçiliğine Bayrak Çekme Töreni’nde yaptığı konuşmanın yer aldığı
20 Kasım 1921 tarihli Hâkimiyeti Milliye gazetesi.

65
Mustafa Kemal Paşa’nın çocukluk günlerinden Türkiye Büyük Millet
Meclisinin kurulduğu güne kadar olan süreçte yaşadıklarını anlattığı
10 Ocak 1922 tarihli Vakit gazetesi.

66
Mustafa Kemal Paşa’nın çocukluk günlerinden Türkiye Büyük Millet
Meclisinin kurulduğu güne kadar olan süreçte yaşadıklarını anlattığı
10 Ocak 1922 tarihli Vakit gazetesi.

67
Mustafa Kemal Paşa’nın Rus Elçisinin İran Elçisi onuruna verdiği
yemekte yaptığı konuşmanın yer aldığı 9 Temmuz 1922 tarihli
Hâkimiyeti Milliye gazetesi.

68
Mustafa Kemal Paşa’nın Rus Elçisinin İran Elçisi onuruna verdiği
yemekte yaptığı konuşmanın yer aldığı 9 Temmuz 1922 tarihli
Hâkimiyeti Milliye gazetesi.

69
Mustafa Kemal Paşa’nın 16 Mart 1923’te Adana’da çiftçilere hitaben
yaptığı konuşmanın yer aldığı 21 Mart 1923 tarihli Hâkimiyeti Milliye
gazetesi.

70
Mustafa Kemal Paşa’nın 20 Mart 1923’te Konya’da gençlere hitaben
yaptığı konuşmanın yer aldığı 26 Mart 1923 tarihli Hâkimiyeti Milliye
gazetesi.

71
Mustafa Kemal Paşa’nın 20 Mart 1923’te Konya’da gençlere hitaben
yaptığı konuşmanın yer aldığı 26 Mart 1923 tarihli Hâkimiyeti Milliye
gazetesi.

72
Mustafa Kemal Paşa’nın 22 Eylül 1924’te Samsun’da İstiklal Ticaret
Okulunda yaptığı konuşmanın yer aldığı 25 Eylül 1924 tarihli
Hâkimiyeti Milliye gazetesi.

73
Mustafa Kemal Paşa’nın 22 Eylül 1924’te Samsun’da İstiklal Ticaret
Okulunda yaptığı konuşmanın yer aldığı 25 Eylül 1924 tarihli
Hâkimiyeti Milliye gazetesi.

74
Mustafa Kemal Paşa’nın Birinci İnönü Zaferi’nin dördüncü yıl
dönümü sebebiyle Konya’da yaptığı konuşmanın yer aldığı 12 Ocak
1925 tarihli Hâkimiyeti Milliye gazetesi.

75
Hâkimiyeti Milliye (26 Ağustos 1931)

76
Hâkimiyeti Milliye (26 Ekim 1931)

77
Cumhuriyet (20 Mart 1937)

78
Cumhuriyet (20 Mart 1937)

79
Cumhuriyet (1 Nisan 1937)

80
Ayın Tarihi (S 18, 1935)

81
Ayın Tarihi (S 19, 1935)

82
Ayın Tarihi (S 19, 1935)

83
Ayın Tarihi (S 79-81, 1930)

84

You might also like