Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 623

ARAŞTIRMA/İNCELEME

IOANJAMES
BÜYÜK MATEMATİKÇİLER
EULER'DEN VON NEUMANN'A

ÖZGÜN ADI
REMARKABLE MATHEMATICIANS
FROM EULER TO VON NEUMANN

COPYRIGHT © 2002, CAMBRIDGE UNIVERSITY PRESS

İNGİLİZCE ÖZGÜN METİNDEN ÇEVİREN


CUMHUR ÖZ TÜRK

©TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2009


Sertifika No: 11213

EDİTÖR
RÜKEN KIZILER

GÖRSEL YÖNETMEN
BİROL BAYRAM

DÜZELTİ
ASLI YALKUT

GRAFİK TASARIM UYGULAMA


TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAY INLARI

I. BASIM: OCAK 2013, İSTANBUL


ll. BASIM: EYLÜL 2013, İSTANBUL

ISBN 978-605-360-760-1

BASKI
AYHAN MATBAASI
MAHMUTBEY MAH. DEVEKALDIRIMI CAD. GELİNCİK SOK. Nü: 6 KAT: 3
BAGCILAR İSTANBUL
Tel: (0212) 445 32 38 Fax: (0212) 445 05 63
Sertifika No: 22749

Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır.


Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek
metin, gerek görsel malzeme yayınevinden izin alınmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz,
yayımlanamaz ve dağıtılamaz.

TÜRKİ YE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAY INLARI


İSTİKLAL CADDESİ, MEŞELİK SOKAK Nü: 2/4 BEYOGLU 34433 İSTANBUL
Tel. (0212) 252 39 91
Fax. (0212) 252 39 95
www.iskultur.com.tr
Ioan James

Büyük Matematikçiler
eulerjden von neıtınann'a

Çeviren: Cumhur Öztürk

TÜRKiYE $BANKASI
Kültür Yayınları
İÇİNDEKİLER

Önsöz.
Giriş ............ . . XI

1
Euler'den Legendre'a

Leonhard Euler (1707-1783) .. .. ..... .... . .... 3


Jean-le-Rond d'Alembert (1717-1783) . ... . 13
Joseph-Louis Lagrange (1736-1813) ..... ..... ... ..23
Gaspard Monge (1746-1818) .......... .............. . .............................. .................................... .............. ..............�1
Pierre-Simon Laplace (1749-1827) ....... .. .... 41
Adrien-Marie Legendre (1752-1833 . . . . .51

il
Fourier'den Cauchy'ye

Joseph Fourier (1768-1830) ........ . . . ....61


Sophie Germain (1776-1831 . . . ...........69
Cari Friedrich Gauss (1777-1855) ...................83
Simeon-Denis Poisson (1781-1840) . ...... . ...... 97
Jean Victor P oncelet (1788-1867) ········································· 107
Augustin Cauchy (1789-1857) 115

III
Abel'den Grassmann'a
127
Niels Abel (1802-1829) 129
Cari Jacobi (1804-1851 .................................. ........................................................................... ........ . .. ................... 139
Lejeune Dirichlet (1805-1859) ... ............................................ 147
William Rowan Hamilton (1805-1865) ...... ..... 155
Joseph Liouville (1809-1882) 165
Hermann Grassmann (1809-1 175
iV
Kummer'den Cayley'e
.................................................. 181
Ernst Kummer (1810-1893) 183
Evariste Galois (1811-1 189
J. J. Sylvester (1814-1897) ............................................................. .................. . .. ..... ....... 199
Kari Weierstrass (1815-1897) ..... ... 213
P. L. Çebışev (1821-1894) .. .......... . .... .. . . ... . . 225
Arthur Cayley (1821-1895) 233

v
Hermit'ten Sophus Lie'ye

Charles Hermit (1822-1901


Leopold Kronecker (1823-1891
Bernhard Riemann (1826-1866) . .. 257
Henry Smith (1826-1883 ........................................................ .

Richard Dedekind (1831-1916) .275


Sophus Lie (1842-1899) ... .. . ....... . . ......
.
..
.... 283

VI
Cantor'dan Hilbert'e
. . .. . 291
Georg Cantor (1845-1918) . 293
Gösta Mittag-Leffler (1846-1927) ..... ....... 303
Felix Klein (1849-1925) ... . . ...... 309
Sonya Kovalevskaya (1850-1891
Henri Poincare (1854-1912) ... 333
David Hilbert (1862-1943) . ... . 343

VII
E. H. Moore'dan Takagi'ye
......... . 357
E. H. Moore (1862-1932) .. . .. 359
Jacques Hadamard (1865-1963) .. ....... 365
Felix Hausdorff (1868-1942) ........................... .

Elie Cartan (1869-1951


Emile Borel (1871-1956) . . ...... ..... . ............. .... 393
Teici Takagi (1875-1960) . .. . . .... ...... ...................... 405

VIII
Hardy'den Lefschetz'e
. ········ ·· ········ · ·· . . . 413
....... ........ ...... .... .

G. H. Hardy (1877-1947) . ... . ..... ............. . . .............. .. ....... .. ... ..... 415
Oswald Veblen (1880-1960) . ... .. ... ...... ..................... ... .. ......... .... 425
L. E. J. Brouwer (1881-1966) ....................... .. . . ........ ...................... 435
Emmy Noether (1882-1935) ............... .. ... ........ ........................ ...... 445
R. L. Moore (1882-1974) . ... ........ .. .................. ...... ..... . .......... 453
Solomon Lefschetz (1884-1972) ..... ...... . . ...... ...... . .. . . ....... ...................... 463

IX
Birkhoff'tan Alexander'a
·· · · · ·· · ··· ····· ··········· ··· ····· .. ....471
George Birkhoff (1884-1944) . .. . ........... . . ...... ...... ..... ... .... ......473
Hermann Weyl (1885-1955) .... . .... ...... . ... ................... .... . . ........... 481
George P6lya (1887-1985) ···· ··· · ········ ······ ········ · ····· .. . .487
Srinivasa İyengar Ramanucan (1887-1920) ··············· ····· ··· ... . . 497
.. ... ...... .... . ...... .

Richard Courant (1888-1972) 505


J. W. Alexander (1888-1971

x
Banach'tan Von Neumann'a
. . ...... 529
Stefan Banach (1892-1945) . ..... ............ . ... ............ .. . ...... . .. ..... 531
Norbert Wiener (1894-1964) ... .... ... .. ... . ............................................ 539
P. S. Aleksandrov (1896-1982) . . . . 547
Oscar Zariski (1899-1986) . ....... 559
A. N. Kolmogorov (1903-1987) ... . 567
John von Neumann (1903-1957) ..... .... 575

Sonsöz ... . ....... . ... .... .. .. ...... . ...... .......... ...... 581
İlave Okumalar ..... ...... . ... .......... . ......... ................... 589
Derlemeler . . ..... . ............ . . ....
.... .. . . .... ... 593
Teşekkür. . . 597
. . . . ..

Kitapta Geçen Kurumların T ürkçe Karşılıkları . .. . . . .... .. 605


On söz

Bu kitap, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda ve yirminci


yüzyılın ilk yıllarında doğmuş kimi büyük matematikçilerin hayat
hikayeleriyle ilgili özgün ve aynı zamanda teknik ayrıntılara bo­
ğulmadan bilgi almak isteyen okurlar için hazırlandı. Her birin­
de altı kişinin yer aldığı on bölümde toplam altmış yaşam öyküsü
vardır. Tüm bu insanlar matematiğe düşünceleri, eğitmenlikleri ya
da başka yollarla önemli katkılarda bulunmuşlardır. Kitap, ma­
tematikçilerin başarılarının ayrıntılarından çok, esas olarak farklı
yaşam öyküleri üzerinde duruyor. Yaşam öyküleri doğum tarihi­
ne göre kronolojik olarak dizildiğinden sırayla okunduklarında,
matematiğin yıllar içinde hangi toplumsal koşullarda geliştiği de
ortaya çıkıyor. Matematik tarihine ilişkin çalışmalar genellikle, ko­
nunun gelişiminde bir şekilde yer almış yüzlerce kişiden bahseder
ama seçtiğim bu altmış kişinin, tarihte neler olduğuyla ilgili genel
bir fikir vermek için yeterince temsil edici olduğunu düşünüyorum.
Bu kitabı yazarken aklımın bir köşesinde matematikle ilgili ama
konunun tarihçesine aşina olmak zorunda olmayan okuyucu tipi
vardı. İnanıyorum ki bu grubun içinde eğitim görmüş ama kendini
matematikçi olarak tanımlamaktan kaçınacak çok sayıda kişi de
vardır. Umarım kitap, okullarda ve üniversitelerde özellikle ma­
tematiğin ayrıntılı tarihçelerinden birini inceleyecek zamanı ya da
yönelimi olmayan kişiler için yararlı bir temel okuma kitabı olarak
BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

kabul görecektir. İnsan, matematiğin gelişimine katkıda bulunan


kişiler hakkında biraz bilgi sahibi olduğunda konu daha da ilgi
çekici hale geliyor. Teknik ayrıntılar olabildiğince sınırlı tutulmaya
çalışıldı; konuya ilişkin daha fazla şey öğrenmek isteyen okuyucu
bu bilgilere başka bir kaynaktan rahatça ulaşabilir.
Ele aldığımız dönemdeki büyük matematikçiler ileride göre­
ceğimiz gibi insanı hayrete düşüren çeşitlilikte bir derleme oluş­
turmakta. Hepsi olmasa da büyük çoğunluğunun adları günümüz
matematikçilerine tanıdık gelecektir. Tüm yaşam öyküleri kahra­
manlarına ait portrelere yer verilmiştir. Sonuç olarak, çok açık bir
biçimde ortaya çıkmıştır ki tipik matematikçi diye bir şey yoktur.
Kendine örnek alacağı birini arayan bir matematik öğrencisi birbi­
rinden ilginç seçeneklerle karşı karşıya kalacaktır. Kitabın sonunda
bazı genel sonuçlar oluşturmaya çalıştım. Aynı zamanda bazı oku­
ma önerileri de ekledim.
Taslak halindeki metinleri okuyan ve yorum yapan, özel bir­
takım sorularla ilgilenen pek çok kişiye teşekkür ederim. Don
Albers, Jerry Alexanderson, June Barrow-Green, Ron Calinger,
Ann Dowker, John Fauvel, Jeremy Gray, S. Iyanaga, John Lowry,
Karen Parshall, Rosemary Stewart, John Tyrer ve Robin Wilson
bu kişilerden sadece bazıları. Hitachi Foundation'ın International
Virtual Institute for Historical Studies of Mathematics üzerinden
sağladığı mali destek için de ayrıca teşekkürlerimi bildirmem gere­
kir. Resimlerin ve uzunca alıntıların kaynakları, kitabın sonunda
mümkün olduğunca verilmeye çalışıldı.

Mathematical lnstitute, Oxford, Eylül 2001


G i riş

Euler'in 1 707'deki doğumundan Kolmogorov'un 1987'deki


ölümüne dek geçen dönem neredeyse üç yüzyıla yayılır. Gerçi
Euler henüz hayattayken Gauss doğmuş, Gauss hayattayken de
Klein doğmuştu ve bugün Klein'la tanışmış ve hayatta olan kişi­
ler vardır. Böylece bir anlamda, analizin (calculus) hala bir gizem
olduğu eski günlere yalnızca birkaç adımda geri dönebiliriz. On
yedinci yüzyılda en başta Newton olmak üzere Descartes, Leibniz
ve diğerlerinin çalışmalarına bağlı olarak çok büyük bir bilimsel
devrim gerçekleşmişti. Bu büyük düşünürlerin sayısı, yüzyılın ilk
yarısında hızla arttı; ikinci yarı bu denli görkemli değildi, daha
çok bir duraklama dönemi gibiydi ama Jakob Bernoulli ve Pierre
Maupertuis gibi kimi önemli isimler sayesinde daha da büyük iler­
lemeler kaydedildi.
Ortaçağ üniversiteleri öğretim programlarının quadrivium'u"
ya da trivium'u*' temel almaları açısından hemen hemen birbirle­
rinin aynısıydı. Bununla birlikte üniversiteler Reform sonrasında
Avrupa'nın farklı yerlerinde farklı biçimlerde gelişirken Latince
akademik dil olarak kaldı. On sekizinci yüzyıl boyunca ve sonra­
sında üniversiteler neredeyse yalnızca eğitimle ilgilendi; özellikle
de meslek yaşamlarına hazırlama eğitimiyle. Üniversitelerde ilahi­
yat, hukuk ve tıp eğitimi verilirken hiçbir şekilde doğa bilimlerine

*
Trivium'u takip eden ve aritmetik, geometri, müzik, astronomiyi kapsayan üniversite
eğitimi. (ç. n.)
Dilbilgisi, mantık ve retoriği kapsayan üniversite eğitimi. (ç.n.)
Xll BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yer verilmiyordu. Eukleides'in Elemanlar kitabının bazı kısımları


dışında matematik büyük ölçüde ihmal edilmiş durumdaydı. Araş­
tırma, üniversitelerde değil özellikle Bedin, Paris ve Sen Peters­
burg'dakiler başta olmak üzere bilim akademilerinde yapılıyordu.
Bu akademiler devletin kontrolü altındaki araştırma kurumları
gibiydi, Royal Society of Landon gibi bağımsız organlar değildi.
On dokuzuncu yüzyıla dek yeni keşiflerin duyurulacağı hayli az
sayıda bilimsel dergi vardı. Bunun yerine araştırmalar genellikle ki­
tap şeklinde yayımlanırdı. En önemli örneklerinden biri Newton'un
Principia'sı olan "bilimsel incelemeler" çağıydı. Bununla birlikte bi­
razdan göreceğimiz gibi önemli araştırmacılar arasında yapılan ya­
zışmalar da bu konuda önemli bir rol oynadı. İnsanların daha fazla
seyahat etmeye başlaması gelişmekte olan düşüncelerin yayılmasını
sağladı. On dokuzuncu yüzyılda Fransa ile Almanya arasında büyük
bir rekabet baş göstermiş ama her zaman için matematik ulusal sı­
nırları aşmasını bilmişti. Matematikçilerin "görünmez okulu" her za­
man uluslararası bir nitelikte oldu.
Okuyacağınız metinde yabancı dildeki ifadelerin çevirilerine
uygun görüldüğü biçimde, zaman zaman orijinalleriyle birlikte yer
verilecek. Kelimesi kelimesine çeviri kimi zaman iyi sonuç verme­
yebilir, örneğin Fransızların systeme du monde'una karşılık olarak
dünya sistemi demek yerine güneş sistemi, Alman Geheimrat un­
vanı için ekselansları ya da Devlet Danışma Kurulu üyesi tanımı­
nı kullanmak daha tercih edilir seçenekler gibi duruyor. Fransızca
Lycee ve Grande Ecole ile Almanca Gymnasium ve Technische
Hochschule gibi ifadelerinse çevrilmeden bırakılması sanki daha
iyi gibi görünüyor. Bu tip konularda bir tutarlılık elde etmek pek
mümkün değil.
Bir terimin anlamının zaman ve yere göre büyük ölçüde deği­
şebileceğinin de farkında olmak gerekiyor. Örneğin, on sekizinci
yüzyılda geometer matematikçi anlamına gelirdi. Profesör terimi
çoğunlukla öğretim üyesi olarak kabul edilebilir. Tüm üniversite
görevleri, bugün Amerika'da olduğu gibi profesörlüktü, genellikle
düşük ücretliydi ama birden fazla kişi bu göreve sahip olabilirdi.
Farklı ülkelerdeki eğitim sisteminin kendine özgü özellikleri gibi
bazı sıkıntı yaratabilecek konuların metinde ilk geçtiği yerde açık­
lığa kavuşturulması en iyi çözüm gibi görünüyor.
E U LE R ' D E N LEG E N D R E 'A
Leonhard Euler ( 1707-178 3 )

atematikte on sekizinci yüzyıl Euler çağıydı ama ona gel­


Mmeden önce büyük Bernoulli ailesiyle ilgili birkaç şey söyle­
memiz gerekiyor. Aslen Anvers'li olan Bernoulli'ler, Protestanların
İspanyollar tarafından yargılanmasından kurtulmak amacıyla on
altıncı yüzyılın sonlarında Hollanda'dan ayrılarak tüccar sını­
fından kişilerle evlendikleri Basel'e yerleştiler. Kuşaklar boyunca
Jakob ve Johann kardeşlerle başlayan pek çok büyük matematik­
çi yetiştirdiler. Jakob ve Johann bu kitapta yer alamayacak kadar
önceki bir zamanda doğmuştu. Johann'ın huysuz oğlu Daniel tam
bizim dönemimiz içinde kalsa da tıpkı Isaac Newton gibi o da ma­
tematikçi olmaktan çok fizikçi olarak iz bırakmıştır. Matematikte
amcası Jakob ve arkadaşı Euler'in gölgesinde kalmıştır.
4 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Leonhard Euler 1 5 Nisan 1707'de Basel'de dünyaya geldi.


Euler büyük çoğunluğu zanaatkar olan bir aileden geliyor olsa da
babası Paul Euler, Protestan Evanjelik Reform Kilisesi'nde papaz­
dı. Paul Euler, Johann'la birlikte matematik eğitimi aldığı dönemde
hocası Jakob'un evinde kaldığından Bernoulli'leri yakından tanır­
dı. Paul Euler'in karısı Margarete Brucker de bir papazın kızıydı.
Oğullarının doğumunu takip eden yıl aile, Paul'ün papazlık yaptığı
yakınlardaki Riehen köyüne taşındı. Küçük Leonhard iki kız kar­
deşi Anna Maria ve Maria Magdalena'yla birlikte büyüdü. Evde
aldığı ilk eğitiminin ardından anneannesinin yanına şehre geri gön­
derilerek matematik eğitimi verilmeyen eski tarzdaki Basel Latin
okuluna başlatıldı. Euler, 1 720'de on üç yaşındayken üniversite­
nin felsefe bölümüne kabul edildi. O dönemde verilen eğitim hayli
vasattı. Euler mevcut olan tüm dallarda eğitim görerek 1 722'de
on beş yaşındayken üniversiteden mezun oldu. Aynı yıl mantık ve
hukuk profesörlükleri için şansını denese de bundan bir sonuç elde
edemedi.
Ertesi yıl babasının istekleri doğrultusunda ilahiyat fakültesine
geçiş yaptı ama ilahiyatın yanı sıra ciddi bir biçimde matematik
çalışmaya başladı. Kendi yaşam öyküsünde özetle "Çok kısa bir
sürede ünlü profesör Johann Bernoulli'yle tanıştırılma şansını ya­
kaladım. Gerçekten de çok yoğun biri olduğundan bana özel ders
vermeyi açıkça reddetti; ama bana kendi başıma daha zor matema­
tik kitapları okumaya başlamam ve gösterebildiğim kadar büyük
bir gayretle matematik çalışmam konusunda çok değerli tavsiye­
lerde bulundu. Bir engel ya da zorlukla karşılaştığım takdirde cu­
martesi akşamüstleri rahatça kendisini ziyaret etmeme izin verdi
ve anlayamadığım her şeyi büyük bir nezaketle bana açıkladı,"
diye yazmıştı. Johann Bernoulli Avrupa'nın en önemli matematik­
çilerinden biri olarak tanınsa da konuları hayli basit bir biçimde
anlatıyordu.
Euler, 1 724'te on yedi yaşındayken Descartes ve Newton'un
doğal felsefe anlayışlarını karşılaştırdığı teziyle yüksek lisans de­
recesini aldı. Euler, Bernoulli klanının, Johann'ın oğlu Daniel'in
de aralarında olduğu daha genç üyelerini tanımaya başlamıştı.
LEONHARD EULER 5

Daniel, Leonhard'dan yedi yaş küçüktü. Johann, öğrencisinin bir


dahi olduğunun farkına varıyordu. Sonraki yıllarda Euler'e yazdığı
mektuplardaki hitap kelimeleri ona artarak duyduğu saygıyı gös­
teriyordu. 1 728'de ona "Engin bilgili ve hünerli genç adam" diye
hitap ederken ertesi yıl bu hitap "Şöhretli ve yüksek bilgili adam"
ve bir sonraki yıl da "Şöhretli ve tartışmasız en bilge matematikçi"
biçiminde değişti. 1 745'e gelindiğinde ise Johann, Euler'e "Emsal­
siz L. Euler, matematikçilerin prensi" diye hitap ediyordu.
Euler dindar bir Kalvenci olmasına karşın gerçek meslek yaşan­
tısının onu kilisede değil matematik alanında beklediği konusunda
Johann Bernoulli'nin de desteğiyle babasını ikna etmeyi başardı.
İki yıl boyunca Euler bir yandan iş ararken bir yandan da akus­
tik kuramı üzerine ilk önemli incelemesini kaleme aldı. Paris'teki
Academie Royale des Sciences tarafından açılan yelkenli gemilerin
direkleriyle ilgili ödüllü bir yarışmaya katılarak mansiyon ödülü
kazandı.
Ödüllü yarışmalar en azından on dokuzuncu yüzyılın sonuna
dek bilimsel yaşantının önemli bir parçasıydı. Bu yarışmalar ilk
başlarda belirli problemlere bir tür çözüm arama yöntemleriydi.
Yarışmaları kraliyet akademileri özellikle de Bedin ve Paris aka­
demileri düzenliyordu. Bu yarışmalar tanınmayan genç araştır­
macılara bir fırsat sunuyor olsa da yarışmalara çok bilinen isim­
lerin girmesi de hayli alışılmış bir durumdu. Örneğin, Paris'teki
Academie Royale des Sciences'ın yarışmalarında matematik ve
fizik alanlarındaki belirli problemlere ilişkin incelemelere ödüller
veriliyordu. Prosedürün kuralları gereği, tüm katılımcılar yarışma­
ya bir rumuz ya da parolayla katılmak zorundaydı. Yazarın adının
yazılı olduğu mühürlü bir zarf da hakemlere iletiliyordu. Zarfların
üstündeki yazılar birbirinin aynı olsa da hakemler genellikle katı­
lımcının kimliğini tahmin edebiliyorlardı. Bernoulli'ler, özellikle de
Daniel bu yarışmalarda sık sık başarılı olurdu.
Johann Bernoulli'nin desteğini arkasına alan Euler, Universitat
Basel' deki boş fizik profesörlüğü görevi için başvurdu ama geri
çevrildi. Üniversitenin verdiği bu kararda kısmen Euler'in çok
genç olması etkiliydi. İsviçre'de bir iş bulması pek mümkün gö-
6 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

rünmüyordu. Bununla birlikte Daniel Bernoulli yakın bir zaman­


da kurulan Sen Petersburg'daki Rossiiskaya Akademiya Nauk'tan
(bundan sonra genellikle Sen Petersburg Akademisi olarak adlan­
dırılacak) gelen üst düzey bir iş teklifini kabul etmişti. 1 725'te ağa­
beyi Nicholaus'la birlikte Sen Petersburg'a taşındı ve iki yıl sonra
genç memleketlisinin de ona katılmasını sağladı. İlk başta Euler'e
akademinin tıp bölümünde alt düzeyde bir görev uygun görül­
mesinden dolayı Euler birkaç ayını anatomi ve fizyoloji çalışarak
geçirmişti ama çok geçmeden matematik bölümüne kaydırılarak
akademinin kalıcı personeli oldu. Euler, Daniel Bernoulli'yle bir­
likte yaşıyor, araştırma konuları mekanik ve fizik, özellikle de hid­
rodinamik olduğundan sık sık onunla birlikte çalışıyordu.
Euler Rusça öğrendi ve kısa zamanda bu büyük şehrin sosyal
yaşantısında yer almaktan keyif duymaya başladı. Ne yazık ki
ülkeye gelişi, kocası Çar I. Petro'nun ilerleme politikalarını sür­
dürmeye gayret eden I. Yekaterina'nın ölümüne denk gelmişti.
I. Yekaterina'nın ölümünden sonra Rusya'da gerici ve hoşgörüsüz
bir dönem yaşandı. Daniel Bernoulli Rus başkentinde geçirdiği altı
yılın ardından geri dönünce Euler akademide onun yerine başma­
tematikçi oldu. Aynı yıl mali durumunun iyi olduğunu düşünerek
o dönem Rusya'da çalışan İsviçreli bir sanatçının kızı Catharina
Gsell'le evlendi. Çift, Neva Nehri'nin kenarında huzurlu bir evde
yaşamlarını sürdürdü.
On dört yıl süren ilk Sen Petersburg dönemi boyunca Euler,
Rus okullarında kullanılmak üzere hem temel hem de ileri dü­
zeyde matematik ders kitapları yazdı. Rus hükümeti tarafın­
dan önüne konulan pek çok pratik probleme çözümler getirdi.
Euler, matematik profesörlüğünün yanı sıra coğrafya bölümün­
den de sorumluydu. Buradaki görevlerinden biri, ülkenin harita­
sının çıkarılması işiydi. Euler yine de esas itibariyle matematik
araştırmalarıyla meşgul oluyordu. Bu dönemdeki muhtemelen en
bilinen çalışması Königsberg'in yedi köprüsünün formülasyonu
ve çözümüne dair 1 736 tarihli problemdir. Bu çalışma günümüzde
çizge kuramı olarak bilinen matematik kolunun başlangıç nokta­
sıdır. Euler bu bağlantıyı kurarken büyük olasılıkla Bernoulli'lerin
LEONHARD EULER 7

birinden duymuş olduğu Leibniz'in "analysis situs" terimini kul­


lanır. Bu sırada Euler, matematiksel analizin sistemli bir biçimde
Newton dinamiklerine uygulanabileceğini gösterdiği Mechanica
adında bir bilimsel inceleme kaleme almıştı. Aslında bu dönemde
Euler, yayımlanmak üzere doksana yakın çalışma kaleme alırken
daha sonra geliştirilecek farklı pek çok önemli konuda da notlar
aldı. Academie Royale des Sciences'ın her yıl verdiği ödül için ya­
rıştı. Daniel Bernoulli'nin rekorunu geride bırakarak on iki kez bu
ödülü almaya hak kazandı. Sağ gözünü yitirmesi de işte tam bu
dönemde gerçekleşti. Bunun nedeninin skrofula (glandüler tüber­
küloz) olma olasılığı epey yüksek.
Ne yazık ki, bebek çar VI. İvan'ın annesi naip Arına Leopoldov­
na'nın ölümünün ardından Rusya'da koşullar yeniden can sı­
kıcı bir hal aldı. Euler 1 741 'de Prusya Kralı Büyük Friedrich'in
davetini kabul ederek bir düşüş döneminin ardından yakın za­
manda yeniden yapılandırılmış olan Potsdam'daki Preussischen
Akademie der Wissenschaften'e geçti. Berlin'de bulunduğu yirmi
beş yıl boyunca Sen Petersburg Akademisi'nden maaş almaya de­
vam ettiğinden fiilen her iki kurum için de çalıştı. İlk başta kraliçe,
isteklerine karşılık Euler' den yalnızca tek sözcüklük yanıtlar ala­
biliyordu. Kraliçe ona "0 halde benimle neden konuşmuyorsun ? "
diye sorduğunda, Euler " Çünkü, efendim, insanların konuştukları
takdirde asıldıkları bir ülkeden henüz geldim," diye yanıtlamıştı.
Kraliçe, verdiği içten yanıta karşın Euler'in çekingen ve ihtiyatlı
biri olduğuna hükmetmişti. Euler'ler ilk başta Behrenstrasse'de gü­
nümüzde hala olduğu gibi korunan bir eve yerleştiler. Daha sonra
şehrin biraz dışındaki Charlottenburg'da bir mülk sahibi oldular.
Varyasyonlar analizi üzerine hazırladığı bir inceleme olan
başyapıtı, lingua franca daki adıyla Methodus inveniendi lineas
' '

curvas maxime minimive proprietate gaudentes'i bu dönemde ta­


mamladı. Bu eserin 1 744'te yayımlanmasıyla elde ettiği diğer pa­
yelerin yanında Royal Society of London ve Academie Royale des
Sciences üyeliklerine seçildi. 1750'de bir dışbükey çokyüzlünün

,_
Latince o dönemde ortak bilim dili olma bzclliğini sürdürüyordu. (ç.n.)
8 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yüz, kenar ve köşeleriyle ilgili ünlü formül sanısını ortaya koyarak


bunu ispatlamaya girişti. Kralın Anhalt-Dessau prensesi olan kuzi­
nine verdiği fen derslerinin bulunduğu ünlü Lettres a une Princesse
d'Allemagne (Bir Alman Prensesine Mektuplar) adlı daha popüler
tarzdaki eserini yayımladı. 1 760-1 762 arasında yazılmış olan bu
234 mektup bilimin popülerleşmesi açısından on sekizinci yüzyıl
içindeki en başarılı örneklerden biridir ama bunun da ötesinde gö­
rünürdeki amaçlarından başka bize doğa felsefesinin, on sekizinci
yüzyılın önemli bilginlerinden biri tarafından yazılmış en etraflı
ve geçerli yorumunu sunar. Mektuplar Almancadan pek çok dile
çevrildi. Yine de tüm bu eserler Euler'in olağanüstü işlerini göste­
rebilecek örneklerden sadece birkaçıdır.
Büyük Friedrich bilimin devletin hizmetinde olması gerektiğini
düşünüyordu. Ona göre bilim, daha fazla teknolojik ilerleme sağ­
layabilmeliydi. Friedrich, her şeyin ötesinde ordusunu güçlendirme
ve topraklarını zenginleştirmenin peşindeydi. Friedrich'in kuram­
sal bilim ya da matematik konusunda çok az bilgisi vardı. Bu ne­
denle, akademideki bilimcilerin yaptıklarının önemini günlük ya­
şama ve askeri alana uygulanabilirliğiyle ölçüyordu. Yine de kralın
bu kısıtlı bilim anlayışına karşın akademide büyük çapta kuramsal
bilim araştırmaları gerçekleştirilebiliyordu, çünkü kralın akademi
üyelerine verdiği uygulamaya yönelik problemler yoğun çaba ge­
rektiren işler değildi. Böylece bağımsız çalışmalara ayrılabilecek
çok fazla zaman kalıyordu. Euler bir dostuna " (Araştırmalarım
için) istediğim her şeyi yapabiliyorum. Kral beni kendi profesörü
olarak görüyor ve sanırım dünyadaki en mutlu insan benim," de­
mişti. Ne yazık ki bu durum fazla uzun sürmeyecekti.
İlk başta akademiye büyük Fransız bilimci Pierre Maupertuis
başkanlık ediyordu. 1 759'daki ölümünün ardından Euler, kendi­
sine hiçbir koşulda güven duymayan kralın doğrudan gözetimi
altında idareyi ele aldı. Önemli idari sorumluluklarının yanı sıra
Euler'den mali, balistik, gemi seyri, su tedariği vb. pratik konular­
da da görevler üstlenmesi istendi. Ayrıca, bilimsel aletlerin satın
alınması, su değirmenlerinin yapılması, piyangoların idare edilme­
si, kanalların geliştirilmesi ve hatta akademi bahçesinin çevresi-
LEONHARD EULER 9

ne yapılacak taş duvarın inşaatı gibi konularda krala tavsiyeler­


de bulunması bekleniyordu. Yedi Yıl Savaşı boyunca çoğu zaman
Berlin'de bulunmamasına karşın Prusya monarşisi akademinin
yönetimiyle, özellikle işe alımlar konusuyla yakından ilgilendi. So­
nuç olarak bu durum kralın biraz akademik özgürlük beklentisi
içindeki Euler'le olan ilişkisinde bir açmaza neden oldu. Euler, bir
gözündeki görüş kaybına gönderme yaparak ondan "tepegözüm"
diye bahsederek hor gören kralın gözünden giderek düştü. Böylece
Euler 1 766'da elli dokuz yaşındayken, kralın tüm hoşnutsuzluğu­
na karşın Berlin'den ayrılarak Sen Petersburg'a döndü.
Ölümüne dek on yedi yıl sürecek Sen Petersburg'daki bu ikinci
dönemi boyunca Rus tahtında Alman kökenli Çariçe II. (Büyük)
Yekaterina oturdu. Çariçe Euler'in geçimini sağlaması için hiçbir
şeyden kaçınmadığı gibi aşçılarından birini de Euler'in hizmetine
verdi. Euler sonradan şöyle yazmıştı: "Rus İmparatorluk Akade­
misi'nde bir dönem geçirme bahtiyarlığına kavuşmuş olan ben ve
benim gibiler şu an olduğumuz kişi olmamızı ve sahip olduklarımı­
zı, o zamanlar akademide bulunan uygun koşullara borçlu olduğu­
muzu kabul etmek durumundayız. " Bununla birlikte Euler'in Rus
başkentine dönüşünde ilk başlarda bazı talihsizlikler peşini bırak­
madı. Evi bir yangında kül olduğunda sahip olduğu pek çok şeyi
yitirdi. Üstüne üstlük sağlam olan gözündeki kataraktı kaldırmak
için geçirdiği başarısız ameliyat sonrasında neredeyse tamamen
kör oldu. Neyse ki, Euler'in Tanrı vergisi olağanüstü bir hafızası
vardı. Çocukken Vergilius'in Aeneis'ini baştan sona ezberlemişti.
Karmaşık hesaplamaları kafasından yapma becerisi herkesin ma­
lumuydu. Meslek yaşantısının en üretken dönemi olan yaşamının
son yıllarında körlüğüyle başa çıkmasında hafızası hiç şüphesiz
çok yardımcı olmuştu.
Euler'in ilk karısı Catharina 1 776'da yaşamını yitirdi. Çiftin on
üç çocuğundan yalnızca üç erkek ve iki kız çocuk hayatta kalabil­
di. Özellikle Euler çocuklara çok düşkündü, sık sık kucağında bir
çocukla matematik çalışırdı. 1 77Tde Catharina'nın üvey kardeşi
Salome Abigail Gsell'le evlendi. Euler, 1 8 Eylül 1 783'te felç geçire­
rek yetmiş altı yaşında yaşama veda etti. Öldüğü günün sabahın-
10 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

da torunlarından birine matematik dersi vermiş, balonların yük­


selmesiyle ilgili bazı hesaplamalar yapmış ve asistanlarıyla, yeni
keşfedilen gezegen Uranüs'ün yörüngesine ilişkin bilgi alışverişinde
bulunmuştu.
Euler'in enerjisi bitmez tükenmez gibi görünüyordu. Soyut ma­
tematikteki başlıca konuları analiz, diferansiyel denklemler, eğri
ve yüzeylerin analitik ve diferansiyel geometrisi, sayılar kuramı,
sonsuz seriler ve varyasyonlar analiziydi. Uygulamalı matematik­
te analitik mekaniği yarattı. Mekanik, cebir, matematiksel analiz,
analitik geometri, diferansiyel geometri ve varyasyonlar analizi
üzerine yaklaşık bir yüzyıl boyunca temel eserler haline gelen çok
rahat okunabilir ders kitapları yazdı. Matematiksel fizik alanında
Daniel Bernoulli'nin çalışmalarını temel almıştı. Örneğin, hidrodi­
namikte ideal bir akışkanın hareketini tanımlayan temel diferansi­
yel denklemleri keşfetmiş, bu denklemleri kanın insan vücudunda­
ki akışına uygulamıştı. Isı kuramında, ısıyı moleküllerin salınımı
olarak kabul ederek Daniel Bernoulli'yi takip etti. On sekizinci
yüzyıl bilimcileri arasında ışığın parçacık kuramına karşı dalga
kuramını savunan az sayıdaki kişiden biriydi. Sesin yayılmasını
inceledi, ışığın kırınımı ve dağılımına ilişkin pek çok sonuca ulaştı.
Bununla birlikte Euler matematiği pratik problemlere uygula­
maktaki becerisiyle de büyük biriydi. Örneğin, kirişlerin bel ver­
mesini inceleyerek kolonların güvenli olarak taşıyabileceği yükleri
hesapladı. Gökcisimlerinin, gezegenlerin yörüngesi üzerinde uygu­
ladığı dürtme etkisini hesapladı. Eğik atılmış cisimlerin sürtünmeli
ortamlarda izlediği yolları hesapladı. Optik aletler üzerine yazdığı
üç ciltlik eser, teleskop ve mikroskopların tasarımına büyük katkı­
da bulundu. Gemi tasarımıyla ilgili çalışması denizciliğin gelişimini
sağladı. Gelgitlere ilişkin bir kuram geliştirdi. İlgi alanları yalnızca
matematikle yakından ilgili olan konular değildi. Kimya, coğraf­
ya, haritacılık ve bunlara benzer pek çok konu üzerinde yazılar
yazmıştı.
Hiçbir matematikçi Euler kadar yayın yapmamıştır. Neredeyse
900'e yakın makale, inceleme, kitap ve başka eserler kaleme aldı.
Bunların yaklaşık yarısı, neredeyse tamamen kör olduğu ve her
LEONHARD EULER 11

şeyi asistanlarına dikte ettirdiği ikinci Sen Petersburg dönemine


aittir. On sekizinci yüzyılın son üç çeyreğinde matematik, matema­
tiksel fizik, astronomi ve mühendislik bilimleri alanlarında yayım­
lanmış tüm eserlerin yaklaşık üçte birinin Euler tarafından yazıl­
mış olduğu tahmin ediliyor. Euler yaklaşık 560 farklı başlıkta eser
yayımlamış olsa da bundan daha fazlası yaşamı boyunca yayımla­
namamıştı. Yetmiş yıldan bu yana Opera Omnia (tüm çalışmaları)
ortalama her yıl bir büyük kitap çıkacak biçimde yayımlanmaya
devam ediyor (orijinal yayım programı neredeyse tamamlanmak
üzere) . Ancak pek çok cilde sığacak yayımlanmış çalışmalarının
yanı sıra Euler ardında uzun yıllar boyunca edebiyat araştırmacıla­
rının ilgisini çekecek zengin bir yazışmalar yığını, kişisel günlükler
ve daha pek çok yazılı kaynak bıraktı.
Euler kıskançlık nedir bilmeyen alçakgönüllü bir adamdı.
Leibniz için söylendiği gibi o da başkalarının bahçesinde tohum­
larını kendisinin verdiği bitkilerin çiçek açtığını görmekten çok
memnun olurdu. Euler'in yalnızca birkaç özel öğrencisi olmuştu
ve bunlardan hiçbiri üstün bilimciler değildi. Yine de Laplace'ın
dediği gibi Euler zamanının tüm matematikçilerinin öğretmeniydi.
On sekizinci yüzyıl matematikte Euler çağı olarak adlandırılabilir
ama matematik bilimlerinin gelişmesi üzerindeki etkisi bu dönemle
sınırlı değildir. On dokuzuncu yüzyılın önemli matematikçilerinin
ortaya koyduğu çalışmaların çoğu kaynağını doğrudan Euler'in
çalışmalarından almıştır.
Jean-Le-Rond D'Alembert ( 1717-178 3 )

n yedinci yüzyılın sonları ve on sekizinci yüzyılın başların­


O .
da Fransızların, Ingilizlerin
"
Newton'u ya da Almanların
Leibniz'iyle karşılaştırılabilecek bir matematikçileri yoktu. Ne
var ki, XIV. Louis'nin hükümranlığının son dönemlerindeki va­
sat Fransız matematiğinin ardından tüm zamanların en parlak dö­
nemlerinden biri geliyordu. Hem de ne Britanya'dan ne de Alman­
ya' dan büyük bir matematikçinin ortaya çıkmadığı bir dönemde.
On sekizinci yüzyıl Fransız matematiğinin çıkardığı yıldızların
ilki d' Alembert genellikle Euler'le anlaşmazlık içindeydi. Euler,
d'Alembert'e kıyasla daha güçlü bir matematikçi olmasına karşın
d' Alembert'in görüşlerinden sık sık yararlanırdı. Oysa matematik
14 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

d' Alembert'in ilgi alanlarından yalnızca biriydi. D' Alembert, ulus­


lararası bir hareket olmasına karşın Fransa'da özel bir anlam ka­
zanan Aydınlanma'nın önde gelen isimlerinden biriydi.
Jean-le-Rond d' Alembert 17 Kasım 1717'de Paris'te dünyaya
geldi, yani Euler'den on yaş küçüktü. Ünlü salon hanımefendisi
ve döneminin romancısı, Tencin Markizi Claudine-Alexandrine
Guerin ile süvari subayı Şövalye Louis-Camus Destouches-Canon'un
öz oğullarıydı. Rahibelikten ayrılmış olan annesi yeniden manas­
tıra dönmek zorunda kalmanın verdiği endişeyle yeni doğmuş ço­
cuğunu Notre Dame Katedrali'ndeki manastırın merdivenlerine
bıraktı. Ne var ki, babası Picardie'de büyütülen ve bulunduğu ki­
lisenin adıyla vaftiz edilen çocuğun izini sürdü. Destouches-Canon
oğlu için Paris'te Rousseau adında bir zanaatkar ve eşinin yaşadığı
bir ev buldu. D' Alem bert kırk yedi yaşına dek bu aileyle birlikte
yaşadı, en iyi bilimsel ve edebi eserlerini de bu çatı altında üretti.
Destouches-Canon aynı zamanda çocuğun eğitimiyle de ilgilendi.
Destouches-Canon ölümüyle, o zaman yalnızca dokuz yaşında
olan oğluna yaşamının sonuna dek kullanacağı mütevazı bir gelir
bıraktı. Pek de erdemli bir yaşantı sürmeyen annesi oğluyla hiç
ilgilenmedi. D'Alembert adı Alman Darenberg'in Fransızca kar­
şılığı olabilir ama böyle olsa bile bu durumun ne anlama geldiği
bilinmiyor.
D' Alembert, klasik eğitimin" ve retoriğin dahil olduğu -normal­
den daha fazla matematik eğitimi sunan- bir öğretim programına
sahip Cizvit okulu College des Quatre Nations'a (kimi zaman ku­
rucusu Mazarin'in adıyla anılır) girdi. Geleneklere aykırı olarak bu
okulda matematik dersleri Latince değil Fransızca yapılırdı. Genç
adam okulun mükemmel kütüphanesinden epeyce yararlanmıştı.
1 735'te bakaloryasını aldıktan sonra öğretmenlerinin tüm ikna ça­
balarına karşın dini bir meslek yaşantısına karşı çıktı. Matematikçi
olmaya karar vermeden önce bir süre hukuk ve tıp eğitimi aldı.
Neredeyse hiç resmi eğitim almamış olmasına karşın anlaşılan ken­
di başına yaptığı çalışmalar sayesinde yalnızca Newton'un değil,
*
Eski Akdeniz uygarlıklarıyla ilgili dil, edebiyat, felsefe, tarih, sanat ve arkeoloji eğitimi.
( ç.n . )
JEAN-LE-ROND D'ALEMBERT 15

L'Hospital ve özellikle Bernoulli'ler olmak üzere zamanının diğer


matematikçilerinin çalışmalarına da aşinaydı.
D'Alembert 1 739'da yirmi iki yaşındayken Paris'teki Academie
Royale des Sciences'a ilk tebliğini gönderdi. Sonraki iki yıl boyun­
ca akademiye, diferansiyel denklemlerin integralinin alınma yön­
temleri ve cisimlerin sürtünmeli ortamlardaki hareketine ilişkin
beş tane daha tebliğ gönderdi. Tebliğlerine yanıt, kendisinden yal­
nızca dört yaş büyük olmasına karşın akademi üyesi olan Alexis
Clairaut'dan geldi. D'Alembert'in akademi üyeliğine seçilmek için
yaptığı birkaç girişim ancak 1 7 41 'de olumlu sonuç verdi.
D' Alembert iki yıl boyunca rasyonel mekanik (günümüzde ku­
ramsal mekanik olarak adlandırılıyor) konusunda çok çeşitli prob­
lemler üzerine çalışarak Traite de dynamique (Dinamik Üzerine)
adlı eserini yayımladı. Bu ünlü eserinde d' Alembert, Newtoncu il­
kelere dayanarak mekaniğin yeni bir dalını açıklamaya çalışmıştı.
Bilimsel incelemenin ilk bölümünde kendisine ait üç hareket yasa­
sını ortaya koydu. Her durumda semboller yerine sözcüklerle ifade
edilen Newton yasalarını zamanının diğer araştırmacıları gibi sa­
dece uyarlamakla kalmadı; ilk iki yasanın, fizikselden ziyade mate­
matiksel bir akıl yürütmeyle uzay-zamanın temel düşüncelerinden
kaynaklandığını gösterdi. Üçüncü yasaya gelene dek fiziksel kabul­
ler yapmamıştı. Momentumun korunumunu dolaylı olarak kabul
ederek kuvvet kavramından uzak durdu. Kendi adını taşıyan ilke,
Daniel Bernoulli'nin çalışmasında bulunabilir. Bu ilke daha çok,
Newton yasalarının kullanılması için sunulan daha kullanışlı bir
kural görünümündedir ve aslında mantıksal olarak bu yasalardan
kaynaklanmamıştır.
D' Alembert 1744'te akışkanlar mekaniğiyle ilgili o zamanın belli
başlı problemleri hakkında rehber niteliğindeki Traite de l'equilibre
et du mouvement des fluides (Akışkanların Hareketi ve Dengesi
Üzerine) adlı eserini yayımladı. Clairaut da aynı yıl içinde benzer
bir eser yayımlamıştı. D' Alembert'in bir sonraki eseri Reflexions
sur la cause generale des vents (Rüzgarların Genel Nedenleri Üze­
rine Düşünceler) hatalı kabuller üzerine dayansa da matematiksel
fizikte ilk kez olarak kısmi diferansiyel denklemler kullanılmıştı. Bu
16 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

eser, yöntemlerinin Euler tarafından mükemmelleştirildiği durum­


lardan yalnızca biriydi. Bir diğeri ise fizikte ilk kez dalga denklem­
lerini gördüğümüz ( doğru olmayan) titreşen teller kuramıydı. Daha
sonra d'Alembert gökcisimleri mekaniğine yönelerek 1 749'da
Recherches sur la precession des equinoxes et sur la nutation de la
terre (Ilım Noktalarının Yalpalaması ve Yer Ekseninin Dalgalan­
ması Üzerine) adlı büyük eserini yayımladı. Dalgalanma (üğrüm)
Ay'ın etkisiyle Dünya ekseninde gerçekleşen yalpalamadır. Sonraki
on yıl boyunca d'Alembert bir önemli bilimsel eser daha kaleme
aldı. Bu eser, 1 754-56 yılları arasında yazılan üç ciltlik Recherches
sur differentes points importantes du systeme du monde (Yer Sis­
teminin Değişik Önemli Noktaları Üzerine Araştırmalar) idi. Esas
olarak Ay'ın hareketlerine adanmış olan eser kısmen, Clairaut'nun
görüşleri karşısında iddialarının özgünlüğünü korumaya yönelikti.
Çoğu zaman olduğu gibi d'Alembert'in kuramı daha iyiydi ama
Clairaut'nun yöntemleri gökbilimciler açısından daha kullanışlıydı.
Mütevazı bir başlangıçtan sonra zirveye ulaşmış olduğundan
d'Alembert bu konumunu kaybetmek istemiyordu. Akademidey­
ken rakiplerinin önüne geçebilmek için çok fazla mücadele etmesi
gerekmişti. Ya şans eseri ya da içindeki rekabetçi duygu nedeniyle
d' Alembert her zaman diğer ünlü matematikçilerle -ilk başlarda
Clairaut, daha sonra Daniel Bernoulli ve Euler- aynı problemler
üzerinde çalışıyor olurdu. Hep önceliğini kaybetme korkusu ya­
şardı. Çalışmasının anlam ve öneminin sorgulandığı aceleyle ha­
zırlanmış yayınlar yaptığı dönemlere girerdi. Euler en yeteneklileri
olsa da bu diğerlerinin önemli katkılar yapmadığı anlamına gel­
memektedir. Euler'in önceliğe sahip olmak gibi bir derdi olmadı­
ğından başka insanların yaptığı katkıları takdir etme konusunda
da biraz kayıtsız davranır, insanların gücenmesine neden olurdu.
D' Alembert'in canının sıkılmasında haklı gerekçeler olsa da o
enerjisini kuramlarının hak ettiği açıklamaları yapmak yerine kı­
sır tartışmalarda tüketirdi. En başarılı düşüncelerinden pek çoğu,
Euler bunları yeniden ele alıncaya dek anlaşılamamıştı.
D'Alembert Preussischen Akademie der Wissenschaften'in dü­
zenlediği ödüllü bir yarışma için akışkanlar mekaniği üzerine bir
JEAN-LE-ROND D'ALEMBERT 17

inceleme sundu ama eseri en iyi çalışma olarak değerlendirilse de


ödüle layık görülmedi. D' Alembert bu karardan Euler'i sorumlu
tuttu. Zaten araları iyi olmayan ikilinin ilişkisi daha da bozuldu. Söz
konusu inceleme "Akışkanların Direncine İlişkin Yeni Bir Kuram
Denemesi" adıyla 1 752'de yayımlandı. Bu denemede d'Alembert
hidrodinamik diferansiyel denklemlerini bir vektör alanı cinsin­
den ifade ederek hidrodinamik paradoksu tanımladı. Bir kez daha
d'Alembert, Clairaut, Daniel Bernoulli ve Euler aynı konu üzerinde
çalışıyorlardı. Bu dörtlüden her biri bir diğerini etkilemişti.
Diğer konularda iyi bir yazar olmasına karşın (Voltaire'e göre
çağının en iyisi) yaptığı matematiği çok seyrek olarak iyi bir biçim­
de sunardı. D' Alembert'in matematiksel düşüncelerini açıklama­
ya yönelik dikkat eksikliğinin bir nedeni de zamanının entelektüel
yaşamının pek çok alanında yer almasıydı. 1 740'lı yıllarda zama­
nının sosyal ve entelektüel kabullerine yönelik eleştiri dalgasına
katılarak philosophes olarak bilinen entelektüel grubun bir par­
çası oldu. Bu çevrelerde matematik büyük bir itibar görüyordu.
Newton'un gezegenlerin hareketini açıklamadaki başarısının ar­
dından ussal sorgulamanın matematiksel bir model aracılığıyla tüm
bilginin düzgün bir şekilde düzenlenebileceği ve insan ilişkilerinde
de düzgün bir yönetimin sağlanabileceği umut ediliyordu. Aydın­
lanma olarak bilinen, bilginin yeniden düzenlenme ve ussal zemin­
lerde değerlendirilme hareketi özellikle Fransa'da çok güçlüydü.
Fransa'da bu hareket, dinin içindeki batıl inançlara saldırmanın,
hukukta reforma gidilmesinin ve daha sonra mevcut kurumla­
rın alaşağı edilmesinin bir yolu olarak görülüyordu. D'Alembert
philosophes'lerin pek çoğunun da yaptığı gibi her gün sabah ve öğ­
leden sonraları çalışıyor, akşamları da salon toplantılarına katılı­
yordu. Anlam dolu bir yüze sahip nazik yapısı, ince sesi, hoşsohbet
oluşu, taklit yeteneğiyle neşeli ve esprili biri olarak tanınırdı. Kırk
yedi yaşında büyüdüğü evden ayrılırken "Memeden kesilmemin
zamanı geldi," demişti.
Aydınlanma yalnızca konuşmadan ibaret değildi. En somut ka­
zançlarından biri 1 745 ile 1 772 arasında yayımlanmış ve Denis
Diderot tarafından düzenlenmiş on yedi ciltlik Encyclopaedia
18 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

idi. D' Alembert bu büyük eserin etkili giriş yazısında bilginin


birliği üzerine olan düşüncelerine özet halinde yer verdi. Bu yazı
Encyclopaedia'nın başarısında büyük ölçüde etkili olurken
d'Alembert'in 1 754'te Academie Royale des Sciences'ın edebiyat
alanındaki karşılığı Academie Française'e seçilmesinin de başlı­
ca sebebiydi. D' Alembert on sekiz yıl sonra bu saygın kurumun
secretaire perpetuelle'i (daimi sekreteri) seçildi. Görevlerinden
biri akademi üyelerinin ölümlerinin ardından resmi konuşmaları
hazırlamaktı. Tüm çabalarına karşın görev yaptığı dönem içinde
Academie Française edebi açıdan kayda değer bir şeyler üretme
konusunda pek de başarılı olamadı.
D' Alembert bir süreliğine bilimsel editörlüğünü yaptığı
Encyclopaedia'da çok sayıda matematik makalesi kaleme aldı.
Konuyu üç ana kola ayırmıştı: Soyut, soyut ve uygulamalı arası
ve fiziksel matematik. Soyut matematikte aritmetik ve geometri
yer alıyordu; soyut ve uygulamalı arası matematik mekanik, ge­
ometri, optik, akustik, pnömatik ve sav oluşturma sanatı ya da
başka bir deyişle şans oyunlarından oluşuyordu; fiziksel mate­
matikte ise matematiksel hesaplama deneye uygulanarak kesinliği
geometrik doğruluğa yakın olan fiziksel çıkarımlar elde edilmeye
çalışılıyordu.
Encyclopaedia'cılar arasında bir ayrılık baş gösterdi. Bir tarafta
Diderot başkanlığındaki materyalistler, diğer tarafta ise Voltaire'in
başını çektiği daha ılımlı bir grup yer alıyordu. Diderot bir yan­
dan sıradan matematiğin "elverişsizliğine" karşı çıkarken saçma
psödo-matematiksel bir temel oluşturduğu biyolojiye meyletti.
D'Alembert Voltarie'in tarafında yer alarak 1 758'de Encyclopaedia
ile ilişkisini kesti. 1760'lı yıllara gelindiğinde entelektüel akım ma­
tematikten uzaklaşmaya başlamıştı. D'Alembert hala matematikle
ilgilenen bir diğer philosophe, olasılık kuramcısı Condorcet'yle bu
alanda yalnız kaldıklarını gördü. 1780'e dek geçen yirmi yıllık dö­
nem boyunca d'Alembert her türlü konuya ilişkin denemelerinin yer
aldığı Opuscules mathematiques (Matematik Yapıtları) adlı bir dizi
yayımladı. Bu eserdeki denemeler d'Alembert'in büyük ölçüde daha
önce yazmış olduklarının üzerinden geçerek geliştirdiği yazılardı.
JEAN-LE-ROND D'ALEMBERT 19

D 'Alembert çok az seyahat etmişti. Yalnızca bir kez, 1 764'te


II. Friedrich'in sarayına yaptığı gezi için çok kısa süreliğine Fran­
sa'dan ayrıldı. Prusya kralı, Fransız olan pek çok şeyden büyüleni­
yordu. Çocukken Fransızca öğrenmiş, Alman dilinde hiçbir zaman
yetkinleşmemişti. XIV. Louis'nin dilini kültür dili olarak görüyor,
Almancayı kaba buluyordu. Prusya tahtına oturduktan çok kısa
bir süre sonra Preussischen Akademie der Wissenschaften'in ku­
rulmasıyla ilgilenmesi dostu Voltaire sayesindeydi. Voltaire'in tav­
siyesiyle d' Alembert'i akademinin başına getirmeye çabaladı ama
d'Alembert bu onuru geri çevirerek yerine Euler'i önerdi. Bu du­
rum ikilinin arasında oluşan ayrılığın az da olsa azalmasını sağladı.
D'Alembert bilimsel konuların yanı sıra hukuk ve din üzeri­
ne de yazılar yazdı. Ziyaretine gittiği Voltaire'in etkisiyle isimsiz
olarak tahrik edici bir kitap yayımladı. Kitapta Janseniusçula­
rın ve Cizvitlerin baskılanmasını talep ediyordu. Sosyal felsefeci
Jean-Jacques Rousseau'yla çatıştı. Müzik üzerine özellikle de bes­
teci Rameau'nun müzik yapısı hakkındaki düşünceleri üzerine yaz­
dı. Bu yaptıklarının bilimle pek ilgisi olmasa da bize onun geniş bir
yelpazedeki ilgi alanlarıyla ilgili bir fikir vermektedir.
Hayatının aşkı, Madame du Deffand'ın kuzini Julie de Lespinasse
idi. D' Alembert Deffand'ın salon toplantılarının müdavimlerinden­
di. Salon üyelerinin ayartılmasıyla ilgili bir tartışmanın ardından
Julie, d'Alembert'in de yardımıyla kendi salonunu kurdu. Çiçek
hastalığına yakalanan Julie, d'Alembert'in hastalık boyunca gös­
terdiği ilgi sayesinde yeniden sağlığına kavuştu. 1 765'te bu kez
d' Alembert hastalandığında Julie onu yetiştirildiği evden ayrılması
ve onun yanına taşınması konusunda ikna etti. Sonraki on yıl bo­
yunca d' Alembert' in yaşamı J ulie'nin salonu çevresinde geçtiğinden,
Julie'nin 1776'daki ölümü onun için büyük bir darbe oldu. Birlikte
oldukları zaman boyunca Julie'nin başka bir erkekle de tutkulu bir
ilişki içinde olduğunu göz önüne seren mektupları görmesiyle yaşa­
dığı acının yanında bir de kendini küçük düşürülmüş hissetti.
D'Alembert yaşamının son yedi yılını Louvre'daki küçük ve hayli
kasvetli bir dairede geçirdi. Bu daire kendisine Academie Française'in
daimi sekreteri olmasından dolayı verilmişti. Hala tek ilgi alanı ol-
20 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

masına karşın matematik yapamaz bir durumdaydı. Yalnız ve acı


içinde matematiğin geleceğiyle ilgili umutsuzluğa kapıldı. Yine de
genç matematikçileri desteklemek ve cesaretlendirmek için elinden
geleni yapıyordu. Son yıllarının en önemli başarısı mekanikte kendi
çalışmalarıyla boy ölçüşebilecek çalışmalar ortaya koyan Lagrange
ve Laplace'ı matematiğe kazandırmasıydı. D' Alembert'in bildiği
mekanik kuramını fiilen sona erdirecek olsalar da öğrencilerinin
gelecekteki başarılarını öngörmesi kendisini az da olsa tatmin etmiş
olsa gerek. Öngörememiş olacağı bir şeyse çalışmalarında küçük
bir ayrıntı olarak kullandığı karmaşık sayıların bir sonraki yüzyılda
yoğun bir şekilde kullanılacak olması ve matematiğin on sekizinci
yüzyıl düşünce sisteminin koyduğu sınırları aşacak olmasıydı.
Jean-le-Rond d'Alembert 29 Ekim 1 783'te altmış beş yaşınday­
ken Euler'den yalnızca birkaç hafta sonra yaşamını yitirdi. Belki
de çok uzun yaşadı. Ondan önce yaşamını yitiren diğer pek çok
philosophes ve 1780'li yıllarda hala hayatta olanlar artık bir za­
manlar oldukları gibi genç, heyecanlı devrimciler değillerdi. Elde
ettikleri politik başarılar somut sonuçlara yol açmadı. Yine de
büyük ölçüde Diderot'nun da belirttiği gibi genel düşünme şekli­
ni değiştirmiş ve belki de Fransa'daki entelektüel yaşam üzerinde
olumlu etkiler yapmıştı. Derlenen edebiyat eserleri yayımlanırken,
matematik çalışmaları yayımlanmamıştı.
D'Alembert, Descartes geleneğinden gelen bir matematikçi ve
Euler'e pek de benzemeyen bir bilgindi. Bir zamanlar belirttiği gibi
matematiğin kesinliği, ilgilendiği şeylerin basitliğinden ileri geliyordu
ve d'Alembert bu düşüncesini doğayla ilgili görüşleriyle ilişkilendiri­
yordu. Bununla birlikte bu, sadece bir soyut matematikçinin görüşü
değildi; aynı zamanda pek çok uygulamayı da kapsıyordu. Olasılık
problemleri, olası yaşam süresi ve bunun gibi pek çok konuyla ilgi­
leniyordu. Fonksiyonların limitleri ve serilerin yakınsamasıyla ilgili
düşünceleri zamanının çok ötesindeydi ve analiz matematiğinin en
nihayetinde temellerinin oturduğu ana kavram yani diferansiyeli bir
fonksiyonun limiti olarak görme konusunda da zamanında tekti. Ne
yazık ki ortaya koyduğu yaklaşım çağdaşlarınca diferansiyelin do­
ğasını açıklamakta diğer yöntemlerden daha açıklayıcı olarak kabul
JEAN-LE-ROND D'ALEMBERT 21

görmedi. Son olarak d'Alembert, zamanı dördüncü boyut olarak


kabul eden tarihteki ilk kişi olarak görünüyor. 1 754'te şöyle yazmış­
tı: "Daha önce üç boyuttan fazlasını düşünmenin mümkün olmadı­
ğını söylemiştim. Çok zeki bir tanıdığım zamanın da pekala dördün­
cü boyut olarak kabul edilebileceğine, zaman ile hacmin çarpımının
bir şekilde dördüncü boyutun bir sonucu olabileceğine inanıyor; bu
düşünceye karşı çıkılabilir ama bana öyle geliyor ki en azından ge­
tirdiği yenilikle değer verilmeyi hak ediyor." D'Alembert'in bu zeki
tanıdığının kendisi olduğu düşünülmektedir.
Joseph-Louis Lagrange (1736-1813)

oseph-Louis Lagrange en çok analiz ve mekaniğe yönelik uz­


J laşmaz resmi yaklaşımıyla tanınır. Tüm fonksiyonları güç se­
rileri olarak kabul ederek mekaniğin tümünü hiç geometri kul­
lanmadan böylesi fonksiyonların analizine indirgemeye çabaladı.
Lagrange ölümünün ardından takip edilecek örnekler, çözülecek
yeni problemler ve matematiğin tüm kollarında geliştirilecek yön­
temler bıraktı. Bonaparte onu matematik bilimlerinin "yüce pira­
midi" olarak tanımlamıştı.
On sekizinci yüzyılda Torino, Piemonte'nin başkenti ve Sardinya­
lı Savoia krallarının tahtının bulunduğu yerdi. Giuseppe Francesco
Ludovico Lagrangia Torino'daki bakanlıklarda hazinedardı. Ka-
24 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

rısı Teresa Grosso, Torino yakınlarında küçük bir kasaba olan


Cambiano'da yaşayan bir doktorun kızı ve aynı zamanda var­
lıklı Conti ailesinin bir üyesiydi. Oğulları Joseph-Louis 25 Ocak
1 736'da, ailenin pek çoğu çocuk yaşta yaşamını yitiren on bir
çocuğundan biri olarak bu kasabada dünyaya geldi. Varlıklı bir
aile geçmişleri olmasına karşın ailenin ekonomik durumu çok iyi
değildi, çünkü Giuseppe parasının çoğunu kumarda kaybetmişti.
Joseph-Louis boşta gezen varlıklı biri olma şansına sahip olmadığı
için memnundu. Lagrange kendisine yüklü bir servet kalmış olsaydı
yönünü matematiğe çevirmeyebileceğini belirtmişti. Babasının aile­
si Touraine'den* geldiği için Lagrange kendini İtalyan'dan çok bir
Fransız olarak görüyordu. Eserlerini Fransızca veriyor, Lagrangia
yerine, Lagrange ya da La Grange adlarını kullanıyordu. Yine de
tüm yaşamı boyunca Fransızcayı belirgin bir İtalyan aksanıyla ko­
nuştu. D'Alembert'e göre Lagrange'ın en sevdiği şair Ariosto'ydu.
Babası, Lagrange'ın avukat olmasını istiyordu. Çocukken bu
plana hiç karşı çıkmasa da zamanla pozitif bilimlerle uğraşmak
istediğine karar verdi. Okul sıralarında çok çekici bulmasa da
Eukleides ile Arkhimedes'in eserlerini okudu. Lagrange'ın ya­
şamındaki dönüm noktası, Britanyalı astronom ve matematikçi
Edmund Halley'in yazdığı, analizin Yunan matematiğine üstünlü­
ğünü konu edinen makaleye rastlamasıydı. Bunun ardından mate­
matik çalışmaya öylesine parlak bir biçimde başladı ki on dokuz
yaşına geldiğinde Torino'daki Regie Scuole di Artiglieria'nın mate­
matik profesörlüğüne getirilmişti.
Lagrange 1 755'te, Euler ve diğer bazı matematikçilerin çözme­
ye çalıştıkları bazı izoperimetrik problemler üzerinde çalışmaya
başladı. Ertesi yıl mekanikte varyasyonlar analizini kullanarak bu
yöntemin dinamik problemleri çözmek için en küçük etki ilkesi
biçiminde genel bir prosedür sunduğunu gösterdi. Bu sonuçları
Euler'le paylaştı. Sonuçlardan hayli etkilenen Euler hemen hemen
benzer konudaki ancak daha düşük düzeyde yöntemler kullandı­
ğı makalesini yayımlamaktan vazgeçti. Bu olay olduğunda Euler

*
Fransa'da eski bir şehrin adı. (ç.n.)
JOSEPH-LOUIS LAGRANGE 25

Preussischen Akademie der Wissenschaften'in matematik bölü­


münün başında bulunuyordu. Lagrange, Euler'in aday göstermesi
sonucunda akademinin yardımcı yabancı üyesi olarak seçildiğinde
Berlin'e taşınmayı düşündü ama daha sonra bir süre daha Tori­
no'da kalmaya karar verdi. En iyi öğrencilerinden bazılarıyla daha
sonra Accademia delle Scienze di Torino'ya dönüşecek olan bilim­
sel araştırmalar derneğini kurdu.
1 759'da Accademia delle Scienze di Torino Lagrange'ın da üç
önemli makaleyle katkıda bulunduğu ilk inceleme cildini yayımla­
dı. Bu makalelerden ilki varyasyonlar analizi, bir diğeri türev he­
sabının olasılık kuramına uygulanması üzerineydi. D' Alembert ile
Euler arasındaki fikir ayrılığını Euler'den yana sonlandıran üçün­
cü makale ise titreyen bir telin matematiksel tanımını ortaya koy­
muştu. Makale Lagrange'ın, konuyla ilgisi olan Newton ve kimi
araştırmacıların çalışmalarını iyice gözden geçirdiğini gösteriyor­
du. Lagrange incelemelerin sonraki ciltlerine de katkıda bulundu.
Makalelerinin birinde doğrusal dönüşümler için ilk kez olarak öz­
değer kavramının kullanıldığını görüyoruz.
On sekizinci yüzyıl Avrupa'sında bilimsel akademiler genellik­
le belirli problemlerin çözümlerine ödüller koyarak gökcisimleri
mekaniği araştırmalarını özendirmişti. Bunun başlıca nedeni bu
tür araştırmaların özellikle denizcilik açısından yararlı olmasıydı.
1764'te Lagrange, Paris'teki Academie Royale des Sciences'ın dü­
zenlediği ve Ay'ın Dünya'ya neredeyse hep aynı yüzünü gösterme­
sine neden olan çekim kuvvetlerinin belirlendiği böylesi bir yarış­
maya katılarak büyük ödülü kazandı. İki yıl sonra bu kez Jüpiter,
o zaman bilinen dört uydusu ve Güneş arasındaki çekim kuvvetle­
rine ilişkin daha karmaşık bir probleme kısmi bir çözüm getirerek
tekrar büyük ödüle değer görüldü.
Lagrange 1 763'te Paris'e gitti; o ana dek yaşadığı şehirden dı­
şarı pek de çıkmışlığı yoktu. Burada büyük bir saygıyla karşılan­
dı ama ne yazık ki gezisi sırasında ağır bir hastalığa yakalandı.
Meslek yaşantısıyla yakından ilgilenen d'Alembert, Lagrange'ın
Torino'da gerektiği kadar takdir edilmediğini düşünüyordu. Nü­
fuzunu kullanarak Sardinya kralı ve bakanlarından vaatler aldı
26 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ama bu sözlerden bir şey çıkmayınca d'Alembert yüzünü Berlin'e


çevirdi. Lagrange çok geçmeden II. Friedrich'ten cazip bir teklif
aldı. Friedrich "Avrupa'nın en büyük kralının" sarayında "Avru­
pa'nın en büyük matematikçisini" görme isteğini dile getiriyordu.
Euler bildiğimiz gibi Sen Petersburg'a dönecekti. Lagrange'a ken­
disiyle birlikte Sen Petersburg'a gelmesini teklif etti ama Lagrange
bu teklifi geri çevirerek 1 7 66' da Preussischen Akademie der
Wissenschaften'in matematiksel fizik bölümünün başına geçti.
Prusya başkentine doğru yola çıkmadan önce Paris'e bir kez daha
geldi. Onuruna verilen bir yemek sonrasında yeniden hastalandı.
Yine de Paris'e gelmiş olmaktan hiç pişman olmadı.
Ertesi yıl Lagrange, kuzini Vittoria Conti'yle evlendi. Dostu
d' Alembert'in mektubuna cevaben Lagrange şöyle yazmıştı: "Du­
rumumun muhasebesini hatalı ya da doğru yapıp yapmadığımı
bilmiyorum hatta daha doğrusu herhangi bir muhasebe yaptığıma
da inanmıyorum; belki de kafa karışıklığını göstermek durumunda
kalan Leibniz'in yaptığının aynısını yapmış olabilirim. İtiraf etme­
liyim ki hiçbir zaman kendimi evliliğe yakın hissetmedim. . . Ancak
koşullar benimle ve tüm işlerimle ilgilenmesi için beni bir hısımım­
la nişanlanmaya sürükledi. Seni haberdar etmeyi ihmal ettiysem
bunun nedeni, tüm olanları önemsiz görmem ve haber vererek seni
rahatsız etmeye değmeyecek olmasını düşünmemdir." Bununla bir­
likte evlilik ilişkisi yıllar içinde derinleşti ve karısı Vittoria on altı
yıl sonra müzmin bir hastalıktan yaşamını yitirdiğinde Lagrange
büyük bir keder yaşadı.
Matematik çalışmaları açısından Bedin yılları çok verimliydi.
Lagrange'ın ders vermesi gerekmiyor, o da neredeyse her ay olası­
lıktan denklemler kuramına kadar pek çok konuda incelemeler ha­
zırlıyordu. 1 767'de "Sayısal Denklemlerin Çözümü Üzerine" baş­
lıklı bir inceleme yayımladı; dört yıl sonra Preussischen Akademie
der Wissenschaften'e Galois'nın bakış açısını çok önceden ortaya
koyan "Denklemlerin Cebirsel Çözümü Üzerine Düşünceler" baş­
lıklı başka bir inceleme sundu. Sayılar kuramında Fermat tarafın­
dan öne sürülen problemlerden bazılarını çözdü. Bunlar arasında
her pozitif tam sayı dört tam sayının karelerinin toplamı şeklinde
JOSEPH-LOUIS LAGRANGE 27

yazılabilir diyen ünlü kuram da vardı. Gezegenler arası çekim kuv­


vetlerine ilişkin çalışmalarına devam ederek 1 772'de Güneş, Ay
ve Dünya arasındaki çekimler üzerine yaptığı incelemeyle üçün­
cü kez Academie Royale des Sciences'dan büyük ödülü kazandı.
1 774'te ve 1 778'de tekrar büyük ödülü kazanarak toplam ödül
sayısını beşe çıkarttı. Son iki ödülün ilki Ay'ın hareketleri, ikincisi
ise kuyrukluyıldızlarda gözlenen dürtmeye ilişkin çalışmaları için
verilmişti.
Preussischen Akademie der Wissenschaften'de çalıştığı yirmi
yıl boyunca Lagrange, Mechanique Analitique (Analitik Mekanik)
adını verdiği eser üzerine çalıştı. Eser, analizin katı cisimlere uygu­
lanması üzerineydi. Ulaştığı sonuçlar bir ciltte toplanarak 1788'de
yayımlandı. Önsözünde şöyle yazıyordu:

Şimdiye kadar mekanikle ilgili çok sayıda bilimsel inceleme yapıldı ancak
bu seferkinin tarzı tamamen yeni. Bu bilimi (mekanik) ve içinde barındırdığı
problemleri çözme sanatını, basitçe geliştirilerek her bir problemin çözümü için
gerekli denklemleri verecek genel bir formüle indirgeme problemini kendime
görev edindim. Bu çalışmada hiçbir çizim bulunmayacak. Açıkladığım yöntem­
ler ne yorum ne de geometrik ya da mekanik akıl yürütme gerektiriyor, yalnız­
ca düz ve olağan bir yönteme uygulanan cebirsel (analitik) işlemlere gereksi­
nim var. Analizden hoşlananlar mekaniğin onun bir kolu olmasından memnun
olacaklar ve etki alanını genişlettiğim için bana minnettar kalacaklardır.

Mechanique Analitique Lagrange'ın başyapıtıydı; Hamilton'a


göre ise bilimsel bir şiir. 1 774 dolaylarında İtalya'ya, muhtemelen de
Torino ya da yeni kurulan akademinin başına geçebileceği Napoli'ye
dönmesiyle ilgili konuşmalar yapılıyordu ama bundan bir sonuç çık­
madı. 1 780 dolaylarında ise Lagrange depresyona girerek birkaç yıl
boyunca genel olarak matematiğe olan ilgisini kaybetti. "Ataletimin
giderek arttığını hissediyorum ve bundan on yıl sonra hala matema­
tik yapar mıyım bilemiyorum," diye yazmıştı d'Alembert'e ve şöyle
devam etmişti: " Öyle geliyor ki maden zaten çok derinlerde ve yeni
yataklar keşfedilmediği takdirde buranın terk edilmesi gerekiyor. "
Lagrange' dan on üç yaş büyük olan d' Alem bert cevaben ona şöyle
28 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yazdı: "Tanrı aşkına, senin için eğlencelerin en büyüğü olan işinden


vazgeçme. Belki de son kez elveda. Seni bu dünyada en çok bağrına
basan ve sana saygı duyan bu adamın hatırasını hiç unutma. "
il. Friedrich'in 1 786'daki ölümünün ardından Berlin'de bilime
karşı bir ilgisizlik ve yabancılara karşı bir kızgınlık baş gösterdi;
bu arada İtalyan prensleri Lagrange'ı saraylarına getirtebilmek için
iki misli çaba gösteriyordu. Buna karşın Lagrange'ın yirmi parlak
yılın ardından Berlin'den ayrılmasını sağlayan Paris'ten gelen bir
teklifti. Temmuz 1 787'de, 1772'den beri yardımcı yabancı üyesi
olduğu Academie Royale des Sciences'da pensionnaire veteran (du­
ayen emekli konuk) oldu. Fransız başkentinde kendisine her türlü
ayrıcalık tanındı; Louvre'da onun için daireler ayrılmıştı. Sosyal
ve bilimsel buluşmalarda her zaman içtenlikle karşılandı. Bununla
birlikte depresyonu ilerledi; sürekli olarak pencereden dışarı baktı­
ğı oluyordu. Dostlarına ve meslektaşlarına artık matematiğin onun
için önemli olmadığını söylüyordu.
Lagrange 1 792'de elli altı yaşındayken ikinci evliliğini, bir arka­
daşı ve meslektaşının genç yaştaki kızı Renee-Françoise-Adelaide
Le Monnier'le yaptı. Yeni eşi kendisini tamamıyla ona adamıştı ve
söylenenlere göre Lagrange'ın yavaş yavaş yeniden matematiğe ve
genel olarak yaşama bağlanmasını sağladı. Ne yazık ki ikinci evli­
liği de ilki gibi çocuksuzdu.
Devrim sırasında Lagrange, Devrim hükümeti tarafından emek­
li aylığına bağlanması ve ağırlıklar ile ölçülere bir standart getiril­
mesi amacıyla görevlendirilen komitede -sonucunda metrik sistem
ortaya çıkmıştır- yer almasına karşın siyasi olarak tarafsız kalmayı
başardı. Bu komite hakkında Laplace'ın yaşam öyküsünde daha
fazla şey öğreneceğiz. 1 793'te düşman ülkelerde doğan tüm yaban­
cıların tutuklanmasını ve mallarına el konulmasını öngören yasa
yürürlüğe girdi; Lagrange özel olarak kapsam dışında bırakıldı.
Bir sonraki yaşam öyküsünde göreceğimiz gibi akademiler kapa­
tıldı fakat bunların yerine yeni kurumlar açıldığından iktidarda
hangi hükümet olursa olsun her zaman Lagrange için bir görev
bulunabilmişti. 1 795'te Ecole Normale'de matematik profesör­
lüğüne getirildi ve bu kurumun kapanmasından sonra da Ecole
JOSEPH-LOUIS LAGRANGE 29

Polytechnique'te profesör oldu. Hala zor ve tutarsız bir dizi yön­


tem olan analizi düzenlemeye ve sistematik hale getirmeye çabala­
yan, öğrencilere yönelik iki ders kitabı yazdı.
Lagrange nazik tavırları ve diplomatik becerileriyle tanınırdı. Fi­
ziksel olarak orta boylu, ince yapılı, donuk mavi gözleri olan soluk
benizli biriydi. Sinirli ve çekingen bir karakteri vardı. Anlaşmaz­
lıklardan nefret eder ve uzak durmak için de kendi yapmış oldu­
ğu şeyleri başkalarının sahiplenmesine ses çıkarmazdı. Preussischen
Akademie der Wissenschaften'de Euler'in aksine kraldan yana
tavır aldı. Paris'e ilk yerleştiğinde Kraliçe Marie-Antoinette ken­
disinden çok hoşlandı. Yine de daha sonra Fransız Devrimi'nin
liderleriyle iyi ilişkiler içinde olmayı ve daha da sonra kendisine
sık sık danışan Bonaparte'ın gözüne girmeyi başardı. Senatörlüğe
seçildi, kont ilan edildi ve Legion d'Honneur Grand Officier ni­
şanıyla" ödüllendirildi. Yetmişli yaşlarında başyapıtı Mechanique
Analitique'i ikinci baskı için gözden geçirmeye ve genişletmeye
başladı. Ancak uzun çalışma saatleri gücünü ve enerjisini tüketti.
Giderek artan sıklıkta baygınlık nöbetleri geçiriyordu. Lagrange 1 1
Nisan 1 8 13 'te yetmiş yedi yaşında yaşamını yitirdi. Bilime yaptığı
katkılarına bir saygı göstergesi olarak naaşı Panthfon'a yerleştirildi.
Lagrange diğer matematikçilerin çalışmalarını takip ederdi.
Sık sık mektuplaştığı d'Alembert'le olan dostluğu düşüncelerin­
deki büyük farklılıkları etkilemezdi. D' Alembert'in matematiksel
üretimi onu Newton ve Cauchy'ye daha yakın bir konuma koyan
bir gerçekçilikle tanımlanırdı. Diğer yandan Lagrange gençliğinde
ve kimi zaman da sonraki yıllarda Leibniz'in yaratıcı atılganlığını
anımsatan şiirsel bir ruh hali gösterirdi.
Daha sonra göreceğimiz gibi Laplace pek çok yönden Lagrange'la
tam bir tezat oluşturuyordu ve açıkça belli ki Lagrange onu pek de
umursamıyordu. Laplace'ın kendi çalışmasının önemini vurgula­
dığı hayli gururlu bir mektuba cevaben Lagrange şöyle yazmıştı:
"Matematiği her zaman bir hırs nesnesinden çok bir eğlence aracı

Fransa'nın en yüksek onur nişanı Legion d'Honneur beş farklı derecede verilir. Bu dere­
celer önemlerine göre G rand-croix (Büyük Haç), G rand officier (Büyük Subay), Com­
mandeur (Komutan), Officier (Subay) ve Chevalier (Şövalye) şeklinde sıralanır. (ç.n.)
30 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

olarak görmüşümdür ve sizi temin ederim ki başkalarının çalışma­


larından, hiçbir zaman memnun olmadığım kendi çalışmalarıma
kıyasla çok daha fazla keyif alırım. Demek istediğim, kendi başa­
rınızı kıskanmaktan siz muaf olsanız dahi ben yapım gereği böyle
biri değilim. " Laplace'ın bir gün Lagrange'ı yemeğe davet etmesi­
nin ardından anlatılan öyküye göre Lagrange alaycı bir biçimde
"Senatör gibi giyinmek zorunda olacak mıyız? " diye sorduğun­
da Laplace dışında herkes bu sözlerdeki kötü niyeti fark etmişti.
Lagrange hiç karşılaşmadığı Euler'e karşı her zaman mesafeli dur­
muş olsa da kendisinden yaşça büyük matematikçiler arasında onu
en fazla etkileyen de Euler olmuştur. Bu nedenle Lagrange'ın işle­
riyle ilgili yapılacak herhangi bir çalışma öncesinde ya da sırasında
Euler'in işleri de mutlaka incelenmelidir. Yine de önündeki bu bü­
yük modelin varlığına karşın Lagrange, öncüllerinin çalışmalarını
eleştirmesini ve bunun da ötesinde genellemesini, düzenlemesini ve
derinleştirmesini sağlayan bir özgünlüğe sahipti.
Gaspard Monge ( 1746-1818)

ransız Devrimi sırasında başlamış olan eğitim reformlarının Fran­


F sa' da bilimin gelişmesinde derin etkileri oldu. Gaspard Monge
bu hareketin başındaki, özellikle de daha sonra Eidgenössische
Technische Hochschule, Massachusetts Institute of Technology ve
diğer bazı önemli kurumların oluşturulmasına ilham veren ünlü
kurum Ecole Polytechnique'in kurulmasında yer alan kişilerden
biriydi. Tüm dünyaya yayılan metrik sistemin hayata geçirilme­
sine de yardım etti. Büyük ölçüde kendisinin kurduğu tasarı geo­
metrisi hala önemini korumaya devam ediyor. Monge, soyut ma­
tematikte diferansiyel geometrinin babası olarak kabul edilebilir.
32 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Jacques Monge, Burgonya'da şarap üretimi yapılan Côte d'Or


bölgesinin merkezindeki Beaune kentinde küçük bir tüccardı.
Karısı Jeanne (kızlık soyadı Rousseau) Burgonya'nın yerlisi olsa
da Jacques esas olarak Savoie bölgesinden geliyordu. En büyük
oğulları Gaspard 9 Mayıs 1 746'da dünyaya geldi. Sahip oldukları
mütevazı imkanlara karşın çift, üç oğullarının da hem akademik
hem de mesleki alanda iyi bir eğitim alması için olağanüstü bir
çaba gösterdi. Üç kardeş arasında en başarılı olan Gaspard daha
sonraları anne ve babasının kendisi için yaptığı fedakarlıklardan
duygulu bir şekilde söz ederdi.
Monge eğitimine Beaune'deki Oratoryen okulunda başla­
dı. On altı yaşında daha itibarlı bir okul olan Lyon'daki College
de la Trinite'ye geçti. Çok genç olmasına karşın burada kendi­
sinden fizik dersi vermesi istendi. Kendisi de bir Oratoryen ola­
bilirdi ama 1 764'ün yazında ailesini ziyaret etmek için geldiği
Beaune'de bir arkadaşıyla beraber ödev olarak şehrin planını
hazırladı. Plan, Mezieres'deki Ecole Royale du Genie Militaire'in
o sırada Beaune'de bulunan müdür yardımcısına gösterildi. Plan­
dan çok etkilenen müdür yardımcısı Monge'un bu prestijli kuru­
ma alınması için gerekli ayarlamaları yaptı. Okul soylu ailelerin,
ordunun istihkam sınıfında bir kariyer hedefleyen erkek çocukları
için 1 748'de kurulmuştu. Her yıl okula iki yıl sürecek bilimsel ve
mesleki bir eğitimden geçirilmek üzere on öğrenci kabul edilirdi.
Verilen eğitimde matematik ve fizik büyük bir yer tutardı.
Monge 1 765'te orta düzeyde bir görev olan teknik ressamlığa
ve teknisyenliğe getirildi. Tahkimata yönelik planlar ve modeller
geliştirmesi bekleniyordu. Ancak, yaylım ateşiyle ilgili uygulamada
karşılaşılan bir problemi -bir yeri hem düşmanın görüşünden hem
de ateşinden koruyacak tahkimatın planlanması- çözmesi istendi­
ğinde o zamana dek kullanılan zahmetli yöntemlerin yerine kısa
bir süre sonra tasarı geometrisi olarak bilinecek ilkelere dayanan
hızlı bir yöntem önerdi. En basit şekliyle bu, üç boyutlu cisimlerin
bir düzlem üzerindeki dikey izdüşümleri aracılığıyla temsil edilme­
leri durumuydu. Yani, bir bina zemin planı ve yükseklik bilgileri
kullanılarak gözümüzde canlandırılabilirdi.
GASPARD MONGE 33

Bu başarısı Monge'un öncelikle 1 769'da matematik profesör­


lerinin yardımcılığına, hemen sonrasında ise biri matematikte bir
diğeri de deneysel fizikte olmak üzere Ecole du Genie bünyesinde
daha önemli iki göreve getirilmesini sağladı. Kısmen uygulamalı
işlere adanmış bu ikili görevinde Monge yetenekli bir matematikçi
ve fizikçi, becerikli bir teknik ressam, usta bir deneyci ve birinci
sınıf bir öğretmen olduğunu gösterdi. Yirmi yıl sonra okuldan ay­
rıldığı zamana dek oluşturduğu etki alanıyla çok sayıda mühendis
subayın başarılı meslek yaşamlarına hazırlanmasını ve istihkam
birliklerinin bir bütün olarak sağlam bir teknik eğitim almasını ve
bilime yönelik belirgin bir bağlılık duymasını sağladı. Okul yöne­
ticileri onun yeteneklerinin değerini teslim ederek matematik ve
fizik dallarında resmi bir unvan olan "kraliyet profesörlüğü"nü ve
bu göreve karşılık gelen bir aylık almasını sağladılar.
Hayli başarılı geçen bu meslek yaşantısının yanı sıra Monge
araştırma çalışmalarına da başladı. Sonsuz küçük hesabı, ana­
litik geometri ve varyasyonlar analizi çalışmalarında Ecole du
Genie'nin zengin kütüphanesinden yararlandı. Gençlik yıllarında­
ki çalışmaları pek çok alana yayılıyor ama yine de ilerideki ça­
lışmalarını belirleyen kimi özellikleri de gösteriyordu: Güçlü bir
geometri duygusu, uygulamalı problemlere karşı ilgi, büyük bir
analitik yetenek ve bir problemi aynı anda analitik, geometrik ve
uygulamalı olmak üzere farklı açılardan inceleme.
Monge, tasarı geometrisini işte bu dönemde geliştirdi. Konu­
nun temel esasları ilk öğretmenlik zamanlarında ortaya çıktı -o
zamanlarda kullanılan grafik yöntemleri ve bunun altında yatan
geometri bilgisini çok iyi bilmesi sayesinde gerekli sentezi yapabil­
di. Konunun temel ilkelerini sistemli bir hale getirerek bunu Ecole
du Genie'de çalışılan çok sayıda grafik probleme özellikle de tahki­
mat konusundan gelen problemlere uyguladı. Bu aşamada gerçek
anlamda özgün bilgiler üretmekten çok esas olarak daha önceden
var olan bilgileri düzenliyor ve modernleştiriyordu. Bununla bir­
likte, askeri değeri nedeniyle yöntemlerinin gizli olarak sınıflandı­
rılmasından dolayı bunları ancak 1799'da yayımlama konusunda
serbest kaldığında Geometrie descriptive (Tasarı Geometrisi) adlı
ders kitabında yayımlayabildi.
34 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Bu arada tanınabilmek ve eserinin en üst düzeyde tartışılabilme­


sini sağlamak amacıyla Monge, Academie Royale des Sciences'a en
az dört araştırma raporu sundu. Bu raporlar arasında en önemlisi
uzun yıllar boyunca ilgisini çekecek bir alan olan kısmi diferansiyel
denklemler kuramı üzerine olanıydı. Monge, 1 774'te otuz bir ya­
şındayken, yirmi yaşındaki dul Marie-Catherine Heart'la evlendi.
Beraberinde hayli yüklü bir çeyiz getiren Marie-Catherine üç kız
çocuğu dünyaya getirdi. Bu kızlardan ikisi Konvansiyon' üyeleriy­
le evlenecekti. Monge'u çok yakından tanıyan biri dış görünüşüyle
ilgili şu bilgileri vermişti:

Uzun boyluydu; geniş kasları fiziksel gücünün bir göstergesiydi, tıpkı ah­
laki gücünün derinlerdeki büyük gözlerine kazınmış olduğu gibi. Aslana ben­
zeyen geniş yüzünde, yüksek bir zihinsel kapasitenin işareti olan kırışıklıklarla
kaplı geniş ve yüksek alnına galebe çalan siyah kaşlarının altındaki büyük ve
canlı gözleri parıldardı. Konuştuğu zaman insan karşısında başka birini gö­
rür gibi olurdu . . . Gözlerinde yeni bir ateş yanar, yüz hatları oynamaya başlar,
yüzü ilhamla dolar ve matematikçinin hayal gücüyle yaratılan nesneleri görür
gibi olurdu.

Sonraki birkaç yıl boyunca Monge zamanını ve enerjisini büyük


ölçüde fizik ve kimyaya ayırdı. Ecole du Genie'de donanımlı bir kim­
ya laboratuvarı oluşturdu. 1772'de Academie Royale des Sciences'ın
eklenik üyeliğine seçilmesi düzenli olarak Paris'te yaşamasını gerek­
tirdi. 1 780'de kısmen Paris'te kısmen de Ecole du Genie'de sürdürdü­
ğü hidrolik profesörlüğüne getirildi. Üç yıl sonra, en üretken yirmi yı­
lını geçirdiği okulla ilişkisini en sonunda kesmek durumunda kalarak
(zaten buradaki derslerini on bir yıldır kardeşi Louis vermekteydi)
donanma öğrencilerinin başına ayırtman olarak getirildi. Bu yeni gö­
revinde Fransa'daki bazı askeri okulları yönetti. Aslında bu okullar
herhangi bir alanda bilimsel eğitim veren ülkedeki yegane kurum­
lardı. 1786'da eğitim sistemiyle ilgili önemli reformları uygulamaya
koydu. Konumu sayesinde fabrikaları, madenleri ve benzer yerleri
gezebiliyor, böylece metalurji ve diğer bazı teknolojiler hakkında
'" Fransa'da 1 792'de toplanan yeni meclis. (ç.n.)
GASPARD MONGE 35

bilgi sahibi oluyordu. Sonraki beş yıl boyunca kış aylarında düzenli
olarak Paris'te yaşarken yaz aylarında yeniden Ardennes'e döndü.
1 789'da Devrim başladığında Monge en çok tanınan Fransız
bilimcilerinden biri olmuştu. Academie Royale des Sciences'ın ak­
tif bir üyesi olarak matematik, fizik ve kimya alanlarında bir isim
yapmıştı. Özellikle Lavoisier'nin yeni kimyasal kuramını ilk kabul
edenlerden ve suyun klasik analizi ve sentezi de dahil olmak üzere
büyük kimyagere deneysel çalışmalarında yardımcı olanlardan bi­
riydi. Üstüne üstlük, donanma okullarında gerçekleştirdiği eğitim
reformu onu daha sonra Devrim sırasında üstleneceği bilimsel ve
teknik eğitimin yeniden yapılanması çabalarına da hazırlamıştı.
Monge, en başından itibaren Devrim'in kararlı bir destekçisi olsa
da ilk başlardaki politik tavrı hayri ihtiyatlıydı. Zamanının bir dizi
bilimcisi gibi o da mason oldu. Aynı zamanda birkaç devrimci der­
nek ve kulübe katıldı. Ancak zamanının çoğu donanma öğrencileri­
nin ayırtmam olarak denetleme gezilerinde ve akademinin bir üyesi
olmasından kaynaklanan görevlerin yerine getirilmesiyle geçiyordu.
Kendinden on yaş büyük Lagrange gibi o da daha sonra olsa da ağır­
lık ve ölçülerin yeniden düzenlenmesiyle görevli komisyonda yer aldı.
Ağustos 1 792'de monarşinin sona ermesinin ardından ancien
regime'in * ülke dışındaki taraftarlarınca genç cumhuriyete dayatı­
lan çetin bir mücadeleyi yürütecek bir hükümet kuruldu. Monge
politik olarak daha aktif bir hale geldi ve donanma bakanı olarak
görevlendirildi. Bu görevinde üstün bir başarı göstermemiş olsa da
çalışmasıyla ulusun varlığını devam ettirmek ve bağımsızlığını sağ­
lamak adına her türlü çabayı koordine etmekteki arzusunu ortaya
koydu. Yine de kimileri onu politik olarak fazlaca ılımlı buluyor­
du; farklı kesimlerden gelen eleştiriler ve sürdürmek zorunda kal­
dığı sonu gelmez mücadelelerle tükenmiş olarak birkaç ay sonra
görevinden istifa etti. Jakobenlerle ilişkilendirilmiş olsa da kendini
hiçbir zaman belirli bir grubun parçası olarak görmedi. Öyle bile
olsa o dönemde pek çoklarının başına geldiği gibi tutuklanma ve
giyotine gönderilme tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
" Valois ve Bourbon hanedanlıkları sırasında ( 14. ve 1 8. yüzyıllar) Fransa'da kurulmuş,
eski rejim olarak adlandırılan aristokratik, sosyal ve siyasi sistem. (ç.n.)
36 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Monge tüm enerji, yetenek ve deneyimini ulusun hizmetine


vermeye hazır sadık bir cumhuriyetçi ve coşkulu bir yurtseverdi.
Akademik işlerine kısa bir süreliğine geri dönse de Ağustos 1 793'te
akademi ve üniversitelerin baskı altına alınmasıyla çalışmaları
yetkililerin, özellikle de Genel Güvenlik Komitesi'nin doğrudan
kontrolü altına girdi. Mühimmata acil bir gereksinim vardı. Eylül
1 793'ten Ekim 1794'e dek Silahlanma Komitesi'nin çalışmaların­
da yer aldı. Kimyager Berthollet ve matematikçi Vandermonde'la
birlikte farklı tipteki çeliklerin üretimi üzerine bir kitap yazdı. Si­
lahların, özellikle Paris'te üretimine ilişkin çok sayıda düzenleme
kaleme aldı ve topların yapımıyla ilgili teknik konulardaki litera­
türü bir araya topladı. Kullanma kılavuzları hazırladı ve "devrimci
dersler" verdi. Güherçilenin çıkarılması ve rafine edilmesiyle Pa­
ris'in büyük baruthanesinin yapımı ve işletilmesi işlerine de katıl­
dı. Ayrıca askeri amaçlar için tasarlanmış balonların geliştirilmesi
çalışmalarında da yer aldı.
Robespierre ve Jakoben rejiminin Haziran 1794'te düşmesin­
den Ekim 1 795'e değin Fransa, radikal unsurların tasfiye edildi­
ği Devrimci Konvansiyon tarafından yönetildi. Ne var ki ülke,
Bonaparte'ın iktidarı ele geçirdiği Kasım 1 799'daki darbeye kadar
hiç istikrarlı bir yönetime kavuşamadı. Çoğunluğu olumsuz çok
sayıda karar bu geçiş dönemi siyasi ortamında kabul edildi. Yine
de tarihçiler, yönetimin kusurlarına rağmen modern Fransız top­
lumunu oluşturan kurumların özellikle de eğitim alanındakilerin
bu dönemde ortaya çıkmaya başladığı konusunda genel bir fikir
birliği içindedir.
Monge o zamanlar çokça tartışılan eğitim reformuyla ilgili
projelerde bilhassa aktif bir şekilde yer aldı. Ecole du Genie ve
donanma okullarındaki deneyimleri, bilimsel ve teknik eğitimin
yenilenmesine duyduğu özel ilginin ne anlama geldiği konusunda
bir fikir veriyor. Paris Departement'ındaki zanaatkarlar ve işçilere
yönelik temel düzeyde okullar için planlar hazırladı. Konvansiyon
bir günlüğüne bu tasarıyı kabul etse de hemen ertesinde onayını
kaldırdı. Daha ileri düzeyde ise sivil ve askeri mühendisler yetiş­
tirmek üzere tek bir ulusal okul kurulmasının önemi konusunda
GASPARD MONGE 37

ikna edildi. Bu düşünceden Ecole Polytechnique doğdu. Bu büyük


kurum, Ecole Centrale des Travaux Publics adıyla açılmasından
yalnızca birkaç ay sonra Haziran 1 795'te faaliyetlerine başladı. ilk
başlarda bir süredir kapalı olan Ecole des Ponts et Chaussees ile
Ecole du Genie'nin bir devamı olarak kabul edildi. Okulun kamu
hizmeti ve askeri mühendisliğe ilişkin konularda üç yıllık bir temel
eğitim vermesi düşünülmüştü. Mezunlarının devletin hizmetinde
çalışan mühendisler olması hedeflense de ders programının büyük
bir kısmını matematiksel bilimler oluşturuyordu. Nitelikli ve seç­
kin öğrencilere ilk kez sistematik bir şekilde bir matematik konusu
olarak fizik öğretiliyordu. Ecole Polytechnique kurulmasının he­
men sonrasında başarılı profesörleri, katı disiplini, zorlu sınavları
ve seçkin ders kitaplarıyla yüksek eğitim kurumları için bir model
oldu. Uzun bir dönem Fransa'daki en itibarlı eğitim kurumu ve
dünyadaki en iyi matematik merkezi olma unvanını elinde tuttu.
Ecole Polytechnique en başından itibaren başarılı olmuş bir
projeydi ama kardeş kurumu, ilk kurulan Ecole Normale daha
inişli çıkışlı bir geçmişe sahipti. Bu okul, yüksek eğitimdeki çökü­
şü durdurmak amacıyla Konvansiyon'un emriyle Paris'te kurulan
ulusal bir kolejdi. Görevi askeri mühendis ve subaylardan çok öğ­
retmenleri eğitmekti. Daha önceki okulların yapısında bulunan uz­
manlaşmaya yönelik mirasın aksine tüm alanlarda çağdaş bir eği­
tim amaçlanıyordu. Öğretim üyeleri arasında Lagrange, Laplace
ve Monge gibi ünlü bilimciler yer almasına karşın öğrencilerin pek
çoğunun aldığı eğitim yetersizdi ve ilk yılın ardından okul kapatıl­
dı. Bu kısa dönem içinde buradaki öğrencilerden biri Fourier'ydi
ve şöyle yazmıştı: "Monge sözü geçen, hareketli, zeki ve çok bilgili
biriydi ... Matematik, fizik ve kimya alanlarında üstattı; derslerin­
de anlattığı konular hiç de alışık olunmayan şeylerdi ama yine de
bunları mümkün olduğunca açık bir şekilde anlatırdı. Hatta insan
bunun fazlaca açık ve dahası, yöntemlerinin yeterince hızlı olma­
dığını düşünürdü. "
1 8 1 0'da yeniden açılan Ecole Normale 1 822'de tekrar kapan­
dı. 1 826'da üçüncü kez bir daha kapanmamak üzere açıldığınday­
sa Ecole Polytechnique'le yarışır bir duruma geldi. Bu iki Grande
38 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Ecole'ün, ilköğretim ve ortaöğretim, ticaret ve tıp okullarından


oluşan sistemin zirve noktası olması hedeflenmişti. Diğer okul­
larda da eğitimin ana konusu büyük ölçüde klasiklerden bilim ve
sistematik bilgiye kaydırılmıştı. Bu gelişimlerin günlük hayattaki
etkileri bilimsel etkinliklerin merkezini, on yedinci yüzyıldan itiba­
ren bilimin evi olan akademiden araştırma ruhunun telkin edildi­
ği yüksek eğitim kurumlarına kaydırarak uzun dönemde kendini
gösterdi. Bilimciler eğitimcilere ve profesörlere dönüşmüştü.
Monge farklı bir tür görevde daha bulundu. Academie des
Sciences'ın kapatılmasından sonra, Devrim'den hemen önce kuru­
lan devlet kontrolünden bağımsız eklektik bilimsel bir dernek olan
Societe Philomatique de Paris'ye katıldı. Dernek akademiden fark­
lı olarak araştırmaları hızla bülteninde yayımlamayı hedefliyordu.
Bununla birlikte lnstitut de France'ın ilk bölümü olarak akademi­
nin yeniden ayağa kaldırılma planları çok geçmeden hazırlanmıştı.
Monge aktif bir şekilde bu planı organize etmek için düzenlenen
toplantılara katıldı. Yapılandırılması özellikle kurulma aşamasında,
öncüllerinden önemli farklılıklar göstermiş olsa da 1 8 16'da yeni­
den Academie Royale des Sciences olacak olan Institut de France'ın
ilk bölümünü, akademi olarak kabul etmek herhalde çok da yakış­
tırma olmayacaktır. İlk başlarda daimi sekreter bulunmuyordu ama
maaş karşılığında tam zamanlı çalışan bu memurlar 1 802'de ye­
niden görevlendirildi. lnstitut de France ilk toplantısını Louvre'da
gerçekleştirmiş, 1 806' da Sen' in karşı kıyısına bugün de hala içinde
bulunduğu College des Quatre-Nations binasına geçmişti.
Monge aynı zamanda Fransız kültür ve sanat mirasını koru­
makla görevli Sanat Komisyonu'nun çalışmalarında da yer aldı.
Monge'un çalışma hayatı tam normale dönmüş gibi görünürken
kendisine yeni sorumluluklar yüklendi. Arkadaşı Berthollet'la
birlikte Commissione per le Scienze e le Arti'de göreve çağrıldı.
Bonaparte, zulüm altında olduğunu düşündüğü İtalyanları özgür­
leştirmek için bir seferberlik başlatmış ve komisyonu seferberliğin
"tazminatı" olarak muzaffer ordunun İtalya'dan Fransa'ya getire­
ceği tablolar, heykeller, elyazmaları, bilimsel aletler ve diğer değer­
li eşyayı seçmesi için görevlendirmişti. Bu görev sırasında Monge
GASPARD MONGE 39

Roma da dahil olmak üzere kuzey ve merkezi İtalya'nın pek çok


şehrine gitti. Burada karşılaştığı cehalet ve yoksulluk karşısında
epey rahatsız oldu ve büyük bir üzüntüye kapıldı. Monge kendisini
çok etkileyen Bonaparte'la giderek daha fazla yakınlık kurmuştu.
Ekim 1 797'nin sonunda, Campoformio Barış Antlaşması'nı Kon­
vansiyon' a sunmakla görevlendirildi; törende Bonaparte'ın bir son­
raki seferinin İngiltere'nin "özgürleştirilmesi" olacağını duyurdu.
Paris'e döner dönmez Monge, halihazırda yürüttüğü görevleri­
nin üstüne bir de Ecole Polytechnique'in başına getirilmişti. Ailesi
onun evde daha fazla zaman geçirebileceğini umut ediyordu. Ancak
Bonaparte Mısır'a bir sefer yapmaya karar vererek Monge'un da
bu sefere katılması konusunda ısrar etti. Çok geçmeden Monge,
seferin kültürel kolu Institut d'Egypte'in başkanlığına getirildi.
Monge, bir şekilde lnstitut de France'ın ileri karakolu gibi davra­
nan bu kurumun bünyesinde gerçekleştirilen pek çok bilimsel ve
teknik projede önemli roller oynadı. Tam bir yıkıma neden olan
Suriye seferinde Süveyş bölgesine yapılan kısa süreli bir ziyarette
ve Fransa'ya dönüş yolunda Bonaparte'a eşlik etti. Evine sadece
kısa bir süreliğine döndüğü bu üç buçuk yıllık dönem içinde se­
rap gibi bazı doğa olaylarını gözlemlemiş ve Mısırlıların sanayi
ve tarım yöntemlerini bilimsel açıdan incelemişti. Bunun dışında
Monge etkili kitabı Application de l'analyse a la geometrie (Anali­
zin Geometriye Uygulanması) üzerine çalıştı.
Mısır seferi sonrasında Paris'e dönüşünde Monge Ecole
Polytechnique'teki görevlerine kaldığı yerden devam etti ama
Bonaparte onun yeteneklerinden daha fazla yararlanma konusun­
da kararlıydı. Cumhuriyetçi görüşleri ve devrimci inancına kar­
şın Monge, Bonaparte kendini imparator ilan ettikten sonra bile
bağlılığını sürdürdü. Konsüllük döneminde ömür boyu senatör­
lüğe, 1806'da senato başkanlığına getirildi. Pek çok onurun yanı
sıra 1 804'te Legion d'Honneur Grand Officier nişanı ve 1 808'de
Peluse kontluğu onurlarına değer görüldü.
Monge zamanını ailesi, Ecole Polytechnique'teki, Institut de
France'taki ve senatodaki görevleri arasında bölüştürmek zorun­
daydı. Polytechnique'de ders vermeye ve öğrencilerin gelişimini
40 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

dikkatli bir şekilde izlemeye devam etti. Monge ve birtakım baş­


ka kişilerin önerisine karşı Bonaparte enstitüyü askeri eğilimlerle
yeniden düzenledi ve böylece enstitü az da olsa West Point'teki
United States Military Academy'ye benzedi. Bu arada Monge alt­
mış yaşına geliyordu. Özgün bilimsel üretimi azalmaya başlamış
olsa da kaleminden sürekli olarak çıkmaya devam eden kitaplar,
bilimsel etkisinin yalnızca Fransa'da değil tüm Avrupa'da devam
etmesini sağlıyordu.
Neyse ki Monge, Bonaparte'ın Rusya seferine katılmak için
artık fazlasıyla yaşlıydı. Grande Armee'nin 1 8 12'deki yenilgisin­
den şaşkına döndü. Senatonun imparatorun tahttan indirilmesini
oyladığı 3 Nisan 1 8 14'teki kritik toplantısına katılmadı. 1 8 15'te
"Yüz Gün" sırasında Bonaparte'la yeniden ilişkiye geçti, hatta
Waterloo'dan sonra birkaç kez de kendisiyle görüştü. Devrim'in ilk
aşamalarında ateşli bir cumhuriyetçi ve daha sonra Bonaparte'ın
sadık bir destekçisi olarak Bourbon Restorasyon döneminde acı
çekeceği belliydi. Ekim 1 8 1 5'te özgürlüğünü kaybetme korkusuyla
birkaç aylığına Fransa'dan ayrıldı. Mart 1 8 16'da Paris'e döndü­
ğünde Institut de France'tan uzaklaştırılmış, başka şekillerde de
politik olarak taciz edilmişti. Fiziksel, ruhsal ve zihinsel olarak gi­
derek tükenen Gaspard Monge iki yıl sonra 28 Haziran 1 8 1 8'de
yetmiş iki yaşında, Lagrange' dan tam beş yıl sonra yaşamını yitir­
di. Polytechnique çalışanları cenazeye katılmak için izin istedik­
lerinde XVIII. Louis bu talebi geri çevirdi. Yine de Polytechnique
çalışanları ertesi gün grup halinde mezarlığa yürüyerek Monge'un
mezarına bir çelenk bıraktı.
Pierre-Simon Laplace (1749-1827)

onge'un sezgisel aklı, daha analitik bir kafa yapısın a sahip


M arkadaşı Pierre-Simon Laplace'tan hayli farklıydı. iki. ma­
tematikçi birbirlerini çok güzel tamamlıyorlardı. Beraberce, pek
çoğu Ecole Polytechnique'te eğitim almış, Lagrange ile Monge'un
verdiği derslere katılmış ve Laplace tarafından sınava tabi tutul­
muş bir sonraki kuşak Fransız matematikçilerinin öğretmenleri
oldular. Laplace olasılık kuramının kurucularından biri olarak
bilinse de asıl ününü gökcisimleri mekaniğinde yaptığı çalışmala­
ra borçludur. Laplace, Fransa'nın altın çağının en şöhretli bilim­
cisi ve tüm zamanların en etkili bilimcilerinden biri olarak kabul
edilir.
42 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Beaumont-en-Auge, Aşağı Normandiya'da Pont l'Eveque'dan


pek uzakta olmayan küçük bir kasabadır. Pierre Laplace (ya da
La Place) burada elma şarabı üretimi işindeydi ve aynı zamanda
kilise cemaatinde görevliydi. Karısı Marie-Anne'in (kızlık soyadı
Sochon) ailesi yakınlardaki Tourgeville'den hali vakti yerinde çift­
çilerdi. İkinci çocukları Pierre-Simon 23 Mart 1 749'da dünyaya
geldi. Pierre-Simon yedi ile on altı yaşları arasında amcası Louis
Laplace'ın öğretmenlik yaptığı yakınlardaki Benedikten okuluna
gitti. Matematikle ilgilenen amcasının dışında ailenin her iki tara­
fında da entelektüel bir özellik gösteren kimse yoktu.
Babası, Laplace'ın kilisede bir meslek yaşantısına sahip olması­
nı istiyordu. Bu nedenle genç adam 1 766'da ilahiyat eğitimi almak
üzere Universite de Caen'e girdi. Matematiğe olan ilgisi hayli belir­
gindi, öğretmenleri de onu bu konuda teşvik etti. 1 768'de on dokuz
yaşındayken bir tavsiye mektubuyla Paris'e, d'Alembert'in yanına
gitti. D'Alembert'in, yeteneğini sınamak için Laplace'a verdiği zor
matematik problemleriyle ilgili öykü sıklıkla anlatılır. Genç adam
bu problemleri bir gecede çözmüştü. Bu durumdan hayli etkilenen
d' Alembert, Paris'te bulunan ve askeri öğrencilere temel matema­
tik eğitimi veren Ecole Militaire'de Laplace'a bir görev ayarlamak
için nüfuzunu kullandı. Laplace yedi yıl boyunca bu görevde kaldı.
Laplace'ın öncelikli hedefi Academie Royale des Sciences üyesi
olmaktı. Bu nedenle daimi sekretere araştırma makaleleri gönder­
meye başladı. Sekreter daha sonra, şimdiye kadar bu kadar genç
birinden bu kadar kısa süre içinde böylesi farklı ve zor konularda
bu kadar önemli makaleler almadığını yazacaktı. Laplace üyeli­
ğe ilk kez 1 771 'de önerildi. İki başarısız denemeden sonra Mart
1 773'te henüz yirmi dört yaşındayken eklenik üyeliğe seçildi.
Laplace'ın matematiğe yaptığı ilk katkılar arasında fark denk­
lemlerini çözmek için integral analizini kullanması yer alıyordu
ama onun esas ilgi alanı başkaydı. Newton'un çalışmalarına bü­
yük hayranlık duyuyordu. 1 774'te entelektüel olarak olgunlaştı­
ğında Newtoncu dünya görüşünü mükemmelleştirmeyi kendine
görev edindi. Temel problem olan güneş sisteminin uzun dönemli
kararlılığı bugün bile tam olarak açıklığa kavuşturulamamış bir
PIERRE-SIMON LAPLACE 43

sorudur. Laplace gökcisimleri mekaniğinin önemli problemleri­


ni inceleyerek 1 783 ile 1 786 arasında yazılan bir dizi olağanüstü
raporun pek çoğunu sonuca ulaştırdı. Örneğin, Jüpiter'in yörün­
gesinin küçüldüğü ve Satürn'ün yörüngesinin genişlediği gözlen­
mekteydi. Laplace, yörüngesel dışmerkezliliğin kendini düzelten
nitelikte ve gezegenlerin ortalama hareketlerinin değişmez oldu­
ğunu gösterdi. Ayrıca, Ay'ın Dünya çevresindeki ivmelenmesini,
gezegen hareketlerinde uydularından kaynaklanan dürtmeleri ve
kuyrukluyıldızların yörüngelerini açıkladı.
Bu üretken yıllar boyunca Laplace önemli fiziksel ve kimyasal
deneylerde Lavoisier'yle birlikte çalıştı. Paris nüfus istatistikleri­
ne ilişkin bir çalışma yaparak Fransa'nın nüfusunu tahmin etmek
amacıyla olasılık yöntemleri kullandı. Ecole Militaire'deki öğ­
retmenlik görevinin yanı sıra topçu sınıfı öğrencilerine ayırtman
olarak atandı. Sınav yaptığı ilk öğrencilerden biri müstakbel im­
paratordu. Önemli bir başka konu da kendisinden üç yaş büyük
Monge'un o an için donanma öğrencilerinin ayırtmam olmasıydı.
Her ikisi de kendi alanlarında kazandıkları deneyimden daha son­
ra birlikte Ecole Polytechnique'i planlarken yararlanacaktı.
Laplace'ın bu dönemdeki kişisel yaşamına ilişkin fazla bir şey
bilinmese de d'Alembert'in rasyonel mekanik alanındaki kendi
çalışmalarının yerini alma şeklinden dolayı koruması altındaki
öğrencisine yavaş yavaş bir kızgınlık duymaya başladığına dair
göstergeler var. Laplace, diğer bilim dallarında da uçsuz bucaksız
bir bilgiye sahip olsa da akademide her konuda fikir belirtmesi
nedeniyle kibirli biri olarak tanınıyor, bu durum meslektaşları aka­
demisyenler arasında sevilmemesine neden oluyordu. Paris'e gelen
bir ziyaretçi şöyle yazmıştı: "Mösyö de la Place'ı yeterince tanı­
dım, cana yakın biri ve çok büyük bir matematikçi ama inanılmaz
derecede resmiyet meraklısı ve ivecen, kendinden başka kimseyi
dinlemiyor. "
Laplace 1 788'de Besançon'lu Marie-Charlotte de Courty de
Romanges'yle evlendi. Marie-Charlotte Laplace'tan yirmi yaş kü­
çüktü. Çiftin iki çocukları oldu. Askeri bir meslek yaşantısı seçe­
rek generalliğe kadar yükselen oğulları Charles-Emile ile soylu bir
44 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

aileye gelin giden ama doğum sırasında henüz yirmi beş yaşında
yaşamını yitiren kızları Sophie-Suzanne.
Fransa'nın çeşitli yerlerinde kullanılan kaotik ağırlık ve ölçü
sistemlerinin düzenlenmesi uzun yıllardır tartışılan bir konuydu.
Mayıs 1 790'da Devrim hükümeti akademiden reform konusun­
da önerilerde bulunmasını istedi. Laplace, Lagrange ve Monge'la
birlikte bu sorunla ilgilenmek üzere görevlendirilen komisyonda
yer aldı. Uzunluk, alan, hacim ve kütle için ondalık altbölümleri
ve katları olan birimler önerdiler. Ondalık sistem önerisini para,
açılar ve takvim için de yaptılar. Temel uzunluk biriminin metre
olarak adlandırılması Laplace'ın fikriydi. Devrim takvimi yalnızca
kısa bir süre kullanıldı. Açıların ondalık sisteme dönüştürülmesi
ise genel kabul görmese de diğer metrik sistemler yavaş yavaş tüm
dünyada kabul edildi.
Laplace 1 793'te birkaç kişiyle birlikte, tüm akademilerin
kapatılmasının hemen öncesinde politik nedenlerle Academie
Royale des Sciences'dan ihraç edildi. Terör döneminden kaçabil­
mek adına ailesini Paris'ten, yakınlardaki Melun kasabasına ta­
şıma kararı aldı. 1 79 5'e gelindiğinde tehlike geçmiş gibi görünü­
yordu. Thermidor'' yönetimi metrik sistem, Observatoire de Paris
ile navigasyon ve resmi astronomiye ait her şeyi yeni Bureau des
Longitudes'un yönetimi altına vermişti. Zengin kaynaklara sa­
hip Bureau'nun bir üyesi olmak tam zamanlı bir iş olarak kabul
ediliyor, bunun karşılığı cömertçe veriliyordu. Laplace, düzenli
bir üyesi olduğu büroda düzenlenen toplantıları uygun makale­
leri sunmak için bir fırsat olarak değerlendirdi. Laplace, büronun
aslında bir denizcilik almanağı olan dergisi Connaissance des
temps'de sık sık yayınlar yaptı.
1 796'da, bir bilim klasiği olan ilk büyük eserini, Exposition
du systeme du monde'u (Dünya Sisteminin Açıklanması) yayım­
ladı. Laplace eserinde bir dizi konunun yanı sıra herhangi bir ma­
tematiksel desteğe dayanmadan felsefeci Immanuel Kant'ın öne
sürmüş olduğu nebular kuramını da (güneş sisteminin dönen bir
" Devrim takvimine göre Thermidor ayında gerçekleştirilen darbeyle Fransa'da açılan
yeni dönem. (ç.n.)
PIERRE-SIMON LAPLACE 45

gaz bulutundan yoğunlaştığını) tartıştı. Laplace'ın bu kuramı bi­


lip bilmediği çok açık değil; başkalarının çalışmalarına çok ender
teşekkür ederdi. Bunun dışında, bir küreyi çevreleyen yerçekimi
alanını incelerken Laplace kimilerine göre, özellikleri çok daha
sonra Einstein'ın genel görelilik kuramıyla ortaya çıkan kara de­
lik kavramını öngörmüştü. Exposition'da Laplace'ın genel bakış
açısıyla ilgili şu ifade yer alır:

Cebirsel analiz, dikkatimizi soyut kombinasyonlara yönelterek (araşflrma­


mızın) ana hedefini bize anında unutturdu ve ancak en sonunda yeniden asıl
hedefimize dönebildik. Ne var ki, insan kendini analizin işlemlerine bıraktığın­
da bu yöntemin genelliğine ve akıl yürütmenin, mekanik yöntemler kullana­
rak geometriyle genellikle ulaşılamayacak sonuçlara dönüştürülmesinin paha
biçilmez üstünlüğüne sürüklenir. İşte bu, analizin mutlak ifadelerinden çok
sayıda yeni ve beklenmedik doğrunun ortaya çıkmasını görmek için evrensel
dilin kısmi doğrularına dönüşmesine kafi gelen doğurganlığıdır. Başka hiçbir
dilde her biri birbirine bağlı ve temel tek bir düşünceden kaynaklanan uzun
ifade dizileri oluşturabilme zarafeti yoktur. Bu nedenle bu yüzyılın matema­
tikçileri uygulama alanını genişletmiş ve sınırlarını geriye doğru itmiş olarak
analizin üstünlüğüne inanmış durumdalar.

Laplace'ın kuramlarını destekleyen matematiksel tartış­


malar başyapıtına kalmıştı. Bu beş ciltlik anıtsal eser Traite de
mecanique celeste (Gök Mekaniği) 1 799 ile 1 825 arasında ya­
yımlandı. Laplace, Newton'un bu konudaki çalışmalarını tamam­
layarak Lagrange'ınkileri de genişletti. Newton, güneş sistemini
"yeniden düzenlemek" için ilahi bir müdahalenin belirli aralıklar­
la gerekli olabileceğine inansa da Laplace evrensel yerçekimi ya­
sasının sistemin uzun dönemli kararlılığını sağladığını öne sürdü.
Bonaparte, Laplace'ın ciltler süren bilimsel incelemesinin evrenin
yaratıcısı olarak Tanrı'nın adından bahsetmediğini fark edince
Laplace'ın şu yanıtı verdiği söylenir: " Efendim, benim böyle bir
varsayıma ihtiyacım yok." Bonaparte bu cevabı yinelediğinde
Lagrange bu kez şöyle der: "Evet, yine de güzel bir varsayım. Pek
çok şeyi açıklıyor. "
46 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Laplace'ın asıl araştırma alanı gökcisimleri olsa da olasılık ku­


ramı ve istatistiksel çıkarsamada da önemli katkılarda bulundu.
Laplace, 1 8 12 tarihli Theorie analytique des probabilites (Olası­
lıkların Analitik Kuramı) adlı eserinin eşsiz giriş bölümünde o za­
man bilinen tüm olasılık bilgisini ve kullanım alanlarını özetledi.
Bu eserde, integral denklemlerini çözmek için basit ve zarif bir tek­
nik olan ve daha sonra Laplace dönüşümü olarak adlandırılacak
yöntemi ortaya koymuştu. Laplace'ın olasılık kuramına yaptığı
katkılardan bazıları astronomideki sorulardan kaynaklanıyordu.
Örneğin, merkezi limit teoremi kuyrukluyıldızların yörünge eğik­
liği problemine uygulanmıştı. Laplace, olasılık sayesinde matema­
tiğin sosyal bilimlere yönelebileceğine inanarak çeşitli uygulama
önerilerinde bulundu. Isıl iletkenlik ve kılcallık dahil olmak üzere
pek çok fizik probleminde akademisyen arkadaşı Lavoisier'yle bir­
likte çalıştı. Fizikçiler ise Laplace'ı her şeyin ötesinde ortaya atmış
olduğu potansiyel kavramıyla bilirler. Bu kavram yerçekimi, elekt­
romanyetizma, akustik ve hidrodinamik gibi çok çeşitli konuda
benzersiz bir öneme sahiptir.
Laplace kendini Fransa'nın en iyi matematikçisi olarak görür­
dü. Meslektaşları, bu doğru bile olsa insanın mütevazı olması ge­
rektiğine inanıyordu. Laplace'ın yaşamında başka hiçbir şey de­
ğişmediyse bile yaşlandıkça kibri daha da arttı. Başarılı olduktan
sonra annesini, babasını ve ablasını ihmal etti. Laplace'ın kendini
beğenmiş ve bencil biri olduğu yadsınamaz; gençlik yıllarında ken­
disini himaye altına alan kişilere ve politika sahnesindeki arkadaş­
larına karşı eli sıkı ve nankörken, görece daha az bilinen kişilerin
elde ettiği sonuçlara harcadığı para hayli fazla gibiydi.
Ölümünden sonra isimsiz olarak kaleme alınan bir eleştiri ya­
zısı Laplace'ı karşılaştırdığı Euler ve Lagrange'dan daha olumsuz
biri olarak görse de onunla ilgili şöyle yazıyordu: "Laplace'ın
zekası tamamen matematiksel engellerin üzerine inen bir balyoz
gibiydi, ancak tıpkı bu yararlı alet gibi Laplace'ın zekası da so­
nuçları ne nihayete erdirir ne de onlara bir güzellik katardı ... yine
de Laplace hiçbir zaman, alt edilen güçlüklerin izlerini konunun
üzerinde bırakmadan bir konunun incelenmesine girişmedi. Bazen
PIERRE-SIMON LAPLACE 47

acemice bazen dolaylı da olsa yine de istediği sona ulaştı ve güç­


lüğü alt etti. "
On sekizinci yüzyılın sonlarından başlayarak on dokuzuncu
yüzyıl başlarında epeyce yıl Laplace, bilimsel tercihlerini ve deter­
ministik ideolojilerini genç meslektaşlarına telkin ederek Academie
des Sciences'a hükmetti. Kapatılan akademiler Institut de France'ın
bir parçası olarak yeniden canlandırıldığında Laplace, kurumun
Aralık 1 795'teki toplantısında yeni Academie des Sciences'ın baş­
kan yardımcılığına seçildi, beş ay sonra da başkanlığa getirildi. Bu
görevin onursal olmanın ötesinde bir anlamı vardı. Dernek başkan­
lığı Laplace'ın, izlenecek politikaların oluşturulduğu ve kararların
alındığı sayısız komitenin bir üyesi ve çoğu zaman da başkanı olma­
sını sağlıyordu. Laplace büyük bir beceri ve hevesle kendini bu po­
litik işe verdi. Aynı zamanda Bureau des Longitudes'a da başkanlık
etti. Ecole Normale 1 795'te kısa süreliğine açıldığında burada ders­
ler verdi ve 1 800'de mezuniyet ayırtmam olarak çalışacağı Ecole
Polytechnique'in yapısının oluşturulmasında etkili oldu. Laplace'ın
ders anlatımındaki "hızlılık" hayli meşhurdu. Açıklamalarında
okuyucuların kafasının karışmasına neden olan, atladığı basamak­
lar için sıklıkla kullandığı "kolayca görülüyor ki" ifadesi nedeniy­
le de yazıları herkesin dilindeydi. Pozitif bilimlere ait tüm literatür
sanki parmaklarının ucunda gibiydi. Buna karşın kendi çalışmala­
rında elde ettiği sonuçların kaynaklarına teşekkür etmeyi genellikle
ihmal eder, bu çalışmalar kendine ait olmadığı halde öyleymiş gibi
bir izlenim bırakırdı.
O dönemler, şöhretli bilimciler farklı türdeki kamu hizmetlerin­
de yer almaları için giderek daha fazla davet ediliyorlardı. Laplace
bu isimlerin en şöhretlilerinden biriydi. 1 799' da Birinci Konsül*
döneminde Bonaparte, Laplace'ı içişleri bakanı olarak görevlen­
dirse de Laplace bu görevde başarılı olamadı. Bonaparte altı hafta
sonra bu göreve kardeşi Lucien Bonaparte'ı getirdi. Eski impara­
torun Saint Helena'ya sürgüne gönderilmesinden sonra yazdığı
gibi: "Birinci sınıf bir matematikçi olan Laplace kısa sürede vasat

*
Bonaparte'ın 1799'da bir hükümet darbesiyle başlattığı yeni dönem. (ç.n.)
48 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

bir yönetici olduğunu gösterdi ... Laplace hiçbir zaman sorunların


gerçek önemini kavrayamadı, her yerde cin fikirliliğin peşindeydi
ve sadece sorunlu düşünceleri vardı. Kısacası sonsuz küçüklük ru­
hunu yöneticiliğe taşıdı. " Bu durumda bile Laplace imparatorluk
yönetiminde senatör oldu, şansölye makamına oturdu. Bunların
sonucunda da hayli varlıklı biri olmuştu. "İmparatorluk kontu"
unvanının yanı sıra Legion d'Honneur Grand-croix ve Ordre de
la Reunion gibi Fransa'nın en büyük payelerine layık görüldü.
Laplace'ın Houdon tarafından yapılmış bir büstü Academie Fran­
çaise'de yer almaktadır.
1 806'dan itibaren Laplace zamanının büyük bir kısmını Pa­
ris'in sekiz kilometre kadar güneyinde, Arcueil'deki kır evinde ge­
çirdi. Monge'un dostu Berthollet komşu arazinin sahibiydi. Her
iki senatör de hem varlıklı kişiler hem de seçkin bilimcilerdi. Ar­
cueil' de bilimsel araştırmalar yapan küçük ve resmi olmayan bir
dernek kurdular. Aslında Societe d' Arcueil ilk yıllarında güzel iş­
ler yapmıştı. Polytechnique ve diğer yerlerden başarılı öğrencilerin
oluşuma katılması sağlandı. Elbette, Laplace gibi nüfuzlu birinin
hamiliği meslek yaşantısı açısından belirgin bir avantajdı. Dernek
üyeliğinden yararlanan öğrencilerinden biri de daha sonra görece­
ğimiz gibi Poisson'du. Bu iki malikaneden geriye günümüzde pek
bir şey kalmasa da Sceaux'ya giden banliyö hattı üzerinde, evlerin
bir zamanlar bulunduğu yerde Laplace adında bir istasyon vardır.
1 8 14'te senatör Laplace, Napolfon'a karşı oy kullanarak
XVIII. Louis'yi destekledi. Bourbon monarşisinin başa geçmesin­
den bir yıl sonra marki unvanı verilerek Ecole Polytechnique'in
yeniden düzenlenmesini kontrol eden komitenin başkanlığına ge­
tirildi. Laplace bu görevini sürdürdüğü dönemde derslerin süre­
sini üç yıldan iki yıla indirerek bu dersleri, Ecoles d' Applications
adıyla bilinen ve yeniden canlandırılmış olan Ecole des Ponts et
Chaussees gibi daha özel okullara gidilebilmesi için bir önkoşul
olarak koydu. Askeri mühendislik eğitimine verilen ağırlık hafifle­
tilerek tarih, ahlak ve "sosyal aritmetik" gibi yeni dersler kondu.
Yine de matematik, derslerin merkezindeki konumunu sürdürdü.
On dokuzuncu yüzyılın büyük bir çoğunluğunda Polytechnique
PIERRE-SIMON LAPLACE 49

Ampere, Cauchy, Fourier, Lagrange, Laplace, Legendre, Monge,


Poisson ve Poncelet ayarındaki profesörleriyle Fransa içinde ve dı­
şında en iyi matematik çalışmalarının yapıldığı yer oldu.
Laplace politik oportünizmi sayesinde zenginliğe kavuştu, bi­
limsel çalışmalarını sürdürebildi. Ne var ki, yeni keşifler görüşle­
rini zayıflattıkça Laplace'ın etkisi de azaldı, kuramlarının yerini
başkalarınınki aldı. Örneğin daha sonra göreceğimiz gibi Sophie
Germain, elastik yüzeylere ilişkin Laplace'ın yaklaşımıyla keskin
bir biçimde ayrı düştüğü bir kuram yayımladı. Laplace, Restoras­
yon dönemi bilim çevreleri arasında kendini giderek daha yalnız
hissetti. Yaşamının sonuna dek Bourbonlara sadık kaldı. Üyesi
olduğu edebiyat alanındaki Academie Française, kendisinin im­
zalamayı reddettiği ifade özgürlüğünü destekleyen bir bildiri ya­
yımladı.
Laplace son yıllarında vaktini genellikle Arcueil'deki arazisinde
geçirdi. Hoş bir bahçenin ortasında yer alan zarif döşeli evinde
Paris'e gelen pek çok bilimciyi kabul ederek onları kibarca ağırla­
dı. Britanyalı bilimci Humphry Davy onu "Davranışlarında hayli
resmi ve gösterişli, saygıdan çok korumaya yönelik bir hava için­
de," diye tasvir etmişti. Mary Somerville gibi başka konuklar ise
onunla tanışmaktan daha hoşnuttu. Somerville, Laplace'ı "Uzun
değil ama zayıf, dik ve hayli resmi. Davranışlarıyla fark yaratırdı
ve sanırım 1. Napolfon'un sarayında uzun zaman bulunduğundan
davranışlarında biraz saraylı bir yan vardı," diye tanımlamıştı.
Laplace ilerlemiş yaşlarına dek koruduğu dikkat çekici bir hafı­
zaya sahipti. Tüm yaşamı boyunca sağlıklı ve dinçti. Kısa süren bir
hastalık sonrası 5 Mart 1 82 7' de yetmiş altıncı yaş gününden sade­
ce birkaç gün önce Arcueil'de yaşamını yitirdi. Ölüm tarihinin, çok
sık olarak karşılaştırıldığı bilimci Newton'un ölümünden neredey­
se tam bir yüzyıl sonra olması dikkat çekiciydi. Societe'deki ortağı
Berthollet beş yıl önce ölmüştü. Laplace ilk olarak Paris'teki Pere
Lachaise mezarlığına gömüldü. Burada adına dikilen anıt 1 878'de
doğum yeri Beaumont-en-Auge'e taşındı. On yıl sonra naaşından
kalanlar Pere Lachaise'den aile arazisinin bulunduğu St. Jullien de
Mailloc'a nakledildi, karısının ve çocuklarının naaşlarından ka-
50 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

!anlarla beraber burada yeniden defnedildi. Markiz, her yıl Ecole


Polytechnique'ten dereceyle mezun olan öğrencilere merhum koca­
sının tüm eserlerinden oluşan bir setin verilmesini sağlayan bir fon
tahsis etmişti. Ne yazık ki yayımlanmamış çalışmalarının pek çoğu
1 925'te Chateau de Mailloc'ta çıkan bir yangın sonucu yok oldu.
Bu çalışmaların o zamanki sahibi Laplace'ın üçüncü kuşaktan to­
runu Colbert-Laplace kontuydu.
Laplace'ın cenazesinde bir konuşma yapan öğrencisi Poisson,
onu Lagrange'la karşılaştırırken şöyle demişti:

Çalışmalarını okuyan herhangi birinin fark edebileceği gibi zekaları ara­


sında bir fark vardı. Eldeki soru ister Ay'ın salınımı isterse sayılar kuramından
bir problem olsun Lagrange yalnızca bunların gerçekleştiği durumlarda bu
soruların içindeki matematiği görür gibiydi ve buradan yola çıkarak formü­
lasyonun zarifliğine ve yöntemlerinin genelliğine eşlik eden o yüksek değere
ulaşırdı. Bunun aksine Laplace içinse matematiksel analiz, çok değişik uygu­
lama alanlarındaki amaçlarına ulaşmak için eğip büktüğü bir aletti ama her
zaman yöntemin kendisini sorunun emrine tabi tutardı. Belki de gelecek ku­
şaklar birini büyük bir matematikçi diğerini ise doğanın içindeki bilgiyi en ge­
lişmiş matematik aletiyle arayan büyük bir bilimci olarak değerlendirecektir.
Adrien-Marie Legendre (1752-1833)

• lk grupta yer alan matematikçilerimizin sonuncusu Legendre (ya


Ida Le Gendre) eliptik fonksiyonlar kuramının kurucusu olarak
kabul edilir. Abel ve Jacobi'nin keşifleri Legendre'ın matematiğin
bu alanındaki çalışmalarını büyük ölçüde eskitmiş olsa da Legendre
bu iki matematikçiyi yüreklendirmekten vazgeçmemiştir. Sayılar
kuramı ve gökcisimleri mekaniği gibi başka konularda da önemli
katkılarda bulunmuştur. On dokuzuncu yüzyıl içinde adının du­
yulmasını en çok, yazdığı bir ders kitabı sağlamıştır. Aslında bu
kitap Eukleides'in Elemanlar'ının basitleştirilmiş haliydi. Çok sa­
yıda baskısı yapılan kitabın her baskısına yeni bilgiler eklendi. Baş­
ka dillere de çevrilen kitap, Fransa dışındaki ülkelerde de yaklaşık
52 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

bir yüzyıl boyunca temel geometri ders kitabı olarak kullanıldı.


Altın çağda ülkesinden çıkan diğer insanlarla karşılaştırıldığında
Legendre çok göz önünde olan biri değildi. Anma konuşmasında
Poisson şöyle demişti: "Meslektaşımızın çok sık tekrarladığı bir
dileği vardı. Birinden bahsederken yalnızca onun çalışmalarına de­
ğinmek gerekir diye. Aslında onun çalışmaları zaten tüm yaşamıy­
dı. " Bu durumda mevcut kısıtlı malzemeyle elimizden gelenin en
iyisini yapmamız gerekiyor.
Adrien-Marie Legendre 1 8 Eylül 1 752'de Paris'te dünyaya gel-
di. Yani Laplace ve Monge'dan yalnızca birkaç yaş küçüktü. Geç­
mişi hakkında pek fazla şey bilinmiyor ama anlaşılan hali vakti
yerinde bir aileden geliyordu. D' Alembert gibi o da epeyce ileri dü­
zeyde matematik eğitimi aldığı College des Quatre Nations'a gitti.
On sekiz yaşında matematik ve fizik alanındaki tezlerini başarıy­
la savundu. Dört yıl sonra bu tezlere dayanarak mekanik üzerine
bir inceleme yayımladı. Daha sonra 1 780'e dek Paris'teki Ecole
Militaire'de yarı zamanlı olarak dersler verdi. Yakında yaşanacak
kargaşada parasının büyük bir kısmını kaybedecekti ama o ana
dek zamanının çoğunu araştırma yaparak geçirme şansına sahipti.
Legendre 1 782'de Preussischen Akademie der Wissenschaf­
ten'den bir ödül kazandı. Ödül, balistiğe ilişkin hava sürtünmesini
hesaba katan makalesine verilmişti. Berlin'de yayımlanan bu ba­
şarılı makale Lagrange'ın ve Lagrange aracılığıyla da Laplace'ın
ilgisini çekti. Ertesi yıl Academie Royale des Sciences'a ilk büyük
çalışmasını sundu. Bu çalışma gezegenimsi sferoitler (küre benzeri
şekilleri olan ama tam yuvarlak olmayan nesneler, küremsi) ara­
sındaki çekimlerle ilgiliydi. Ayrıca Laplace'a sürekli kesirlerin özel­
likleri ve üzerine ivmelendirici kuvvet uygulanmayan cisimlerin
dönmesi gibi çok değişik konularda makaleler teslim etti. Bunların
sonucunda Legendre 1 783'te akademinin eklenik üyeliğine iki yıl
sonra da yardımcı üyeliğine kabul edildi.
1 784'te Legendre gökcisimleri mekaniği üzerine başka bir ma­
kale sundu. Makale, dönen bir sıvının içinde küre benzeri bir cis­
min denge durumuna ilişkindi. Kendi adıyla anılan ünlü polinom
ailesini de işte bu makalede ortaya koydu. Özel bir tür diferansi-
ADRIEN-MARIE LEGENDRE 53

yel denkleme yönelik bu çözümler uygulamalı matematikte hala


önemli bir yer tutar. Gökcisimleri mekaniğine olan ilgisi sonucu iki
makale daha yayımladı. Bunlardan ilki elipsoitlerin arasındaki çe­
kimle ilgiliydi, diğeri ise akışkan gezegenlerin biçim ve yoğunluğu
üzerineydi.
Legendre'ın meslek yaşantısı başka alanlarda da gelişmeye de­
vam etti. O zamanlar gerçekleştirilmekte olan en önemli jeodezik
projelerden biri Greenwich Observatory ile Universite de Paris ara­
sındaki işbirliğiyle yürütülüyordu. 1 787'de bu projede görevlendi­
rilen Legendre bu işte gayet başarılı oldu. Legendre'ın çalışmaların­
da elde ettiği en önemli kuramsal sonuç, açılara gerekli düzeltmeler
yapıldığı takdirde küresel bir üçgenin düzlemsel üçgen olarak kabul
edilebileceğiydi. Jeodezik araştırma Laplace, Lagrange ve diğerle­
rinin üzerinde çalıştıkları ağırlık ve ölçü sistemlerinin düzenlen­
mesi işiyle ilgiliydi. Bu amaç doğrultusunda ilk başta oluşturulan
komisyonun içinde yer almamasına karşın Legendre yeni sistemin
kullanımını incelemek amacıyla 1791 'de kurulan küçük bir grubun
üyesi ve daha sonra da komisyonun bir parçası oldu. Paris'te kısa
bir dönem için varlığını sürdürebilen Institut de Marat'da 1 794'te
matematik profesörü oldu. Laplace'ın ardından 1 799'da getirildiği
topçu olarak seçilen öğrencilerin matematik ayırtmanlığı görevini
1 815'e dek sürdürdü. Bunun sonrasında Bureau des Longitudes'da
Lagrange'ın görevini devraldı.
Legendre Devrim döneminin aşırılıklarından kaçınmayı başar­
mış olsa bile yakın bir zamanda evlenmiş olan Jacobi'ye 1832'de
yazdığı mektuptan öğrendiğimize göre akademinin kapatılması
onun için tam bir felaket olmuştu: "Ben senden çok daha geç bir
yaşta, kanlı devrim sahip olduğum küçük birikimimi tamamen yok
ettikten sonra evlendim. Utanç içinde yaşadığımız ve gerçekten çok
zor geçen anlarımız oldu ama sadık eşim işleri yavaş yavaş yoluna
koymam konusunda bana çok yardım etti. Böylece birbirinin peşi
sıra gelen devrimlerin neden olduğu büyük kayıplardan arda kalan
birikimimin bir kısmını koruyabildim. Bu birikim yaşlılık yıllarım­
da benim ve ben artık buralarda olmadığımda sevgili karımın ihti­
yaçlarını görecektir. "
54 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Aslında Legendre bu satırları yazdığında yaşamının sonuna


yaklaşıyordu. Yayıncısına da " Ciddi matematik çalışmalarına olan
ilgi ülkemizde yavaş yavaş azalmaya başlarken bunun tersine diğer
ülkelerde artan bir merak söz konusu," diye yazmıştı. Uzun ve acılı
bir hastalıktan sonra ardında hiç çocuk bırakmadan 9 ya da 1 O
Ocak 1 833'te seksen bir yaşında Paris'te yaşamını yitirdi. 1 792'de
evlenmiş olduğu dul eşi Marguerite, anısına büyük bir saygı göste­
rerek şahsi eşyalarını korudu. Bu eşyalar arasında şüphesiz bugü­
ne ulaşamayan portreler de vardı. 1 856'daki ölümünün ardından
Legendre'la beraber yaşamış olduğu son ev, o zamanlar şehir dışın­
da olan ama şimdi Paris şehir merkezinin bir parçası olan Auteuil
köyüne bağışlandı. Legendre kariyer peşinde koşan biri değildi ve
Lagrange, Laplace ve Monge'dan farklı olarak hiçbir zaman ul­
vileştirilmedi. Yine de çabaları tamamen bilinmez değildi. Fran­
sa'da Legion d'Honneur'e layık görülürken kendisine Chevalier
de l'Empire unvanı verildi. Aynı zamanda jeodezi alanında yaptığı
çalışmalarının bir takdiri olarak Royal Society of Landon üyeliği­
ne seçildi.
Legendre'ın yayımladığı eserler arasında en başarılısı Elements
de geometrie (Geometrinin Elemanları) adındaki ders kitabıydı.
Kitabın sonraki baskılarında Eukleides geometrisinin yanı sıra tri­
gonometrinin elemanları, n sayısının irrasyonel olduğunun kanıtı
ve daha başka konularda bilgiler bulunuyordu. Paralel doğrular
kuramıyla ilgili bir ek 1 803 tarihli baskıda yer aldı. Diğer çalış­
maları, araştırma alanlarıyla daha yakından ilgiliydi ama ilginç bir
şekilde Legendre adı esas itibariyle hayli sıradan bir eser olan ders
kitabıyla birlikte anıldı.
Legendre'ın sayılar kuramına ilişkin ilk makalesi 1 785 tarihlidir.
Diğer özelliklerinin yanında bu çalışma, iki tek asal sayıyı birbiriyle
ilişkilendiren kuadratik karşılıklılık yasasını ortaya koymaktadır.
1 798'de Essai sur la theorie des nombres (Sayılar Kuramı Üzerine
Denemeler) adlı çalışmasının ilk baskısını yayımladı. Bundan kısa
bir süre sonra da Gauss'un başyapıtı Disquisitiones arithmeticae
(Aritmetik Tartışmaları) yayımlanmıştı. Daha sonra Kummer'in de
dediği gibi "Yaşamının büyük bir kısmını yüksek matematiğe ada-
ADRIEN-MARIE LEGENDRE 55

yan Legendre bile Essai sur la theorie des n om bres 'nin ikinci baskı­
sında eserini Gauss'un sonuçlarıyla zenginleştirmek istediğini ama
bu yazarın yöntemlerinin hayli tuhaf olmasından dolayı bunun ko­
nudan tamamen sapmadan ya da yalnızca çevirenin bundaki rolü­
nü düşünmeden mümkün olamayacağını itiraf etmek durumunda
kalmıştı. " Kitabın 1830'da yayımlanan üçüncü baskısı, aradan ge­
çen onca yıla karşın hala sayılar kuramında temel ders kitabı olarak
kabul ediliyordu.
Bununla birlikte 1 8 10'a gelindiğinde Legendre'ın ilgisi başka
bir yöne çevrildi. Legendre, on dokuzuncu yüzyılda bir hayli ge­
lişen eliptik fonksiyonlar kuramının kurucusu olarak kabul edilir.
(Legendre'ın eliptik fonksiyon olarak adlandırdığı şey daha sonra
eliptik integral adını aldı.) Bu konuya ilişkin olarak eliptik eğrile­
rin integralinden bahsettiği ilk yayını ertesi yıl yayımlanmıştı. Kafa
karışıklığını önlemek adına bazı sözcükleri açıklamakta yarar var.
Öncelikle matematiğin bu kolu elips üzerindeki yay uzunluklarının
ölçülmesi probleminden çıkmıştır. Bunu gerçekleştirebilmek için
belirli integrallerin yani eliptik integrallerin hesaplanması gerekir.
Elips bir çember olduğunda, herhangi bir matematik öğrencisinin
de bileceği gibi ters trigonometrik fonksiyonlar kullanarak bunu
yapmak mümkündür. Bir yandan trigonometrik fonksiyonlar, ters
fonksiyonlarda bulunmayan pek çok iyi özelliğe sahipken bir yan­
dan da eliptik integrallerin söz dinlemez olmaları hiç de şaşırtıcı
değildir. Bu konuda bir öncü olan Legendre çok hayati bir noktayı
kaçırdı. Eliptik integrallerde eksik olan kimi iyi özelliklere eliptik
integrallerin tersi sahip olabilirdi. Standart terminolojiye göre elip­
tik fonksiyonlar eliptik integrallerin tersi anlamına gelir. Hepsi bu
kadar da değil. Trigonometrik fonksiyonlar, reel değişkene sahip
gerçel değerli periyodik fonksiyonlardır. Kabul edilebilir bir kuram
için eliptik fonksiyonlar kompleks değişkeni olan kompleks değerli
fonksiyonlar olarak ele alınmalıdır. Üstelik trigonometrik fonksi­
yonlar periyodikken eliptik fonksiyonlar ikili periyodiktir.
Standart terminolojinin eliptik integral teriminin yerine
Legendre'ın eliptik fonksiyon terimini kullandığını hatırımızda
tutarak tekrar yayınlarına dönelim. 1 8 1 1 'de büyük çoğunluğu
56 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

eliptik integraller üzerine olan bir diğer önemli çalışması İntegral


Analizi Üzerine Alıştırmalar'ın ilk cildini yayımladı. 1 8 1 7'ye dek
eserin ikinci ve üçüncü ciltleri de çıktı. Legendre yine de en etkili
eserini sona saklamıştı. Konu üzerindeki araştırmalarını geniş bir
şekilde açıklayan üç ciltlik Traite des fonctions elliptiques (Eliptik
Fonksiyonlar Üzerine) adlı çalışmasını 1 825 ile 1 82 8 arasında ya­
yımladı. Ne yazık ki Legendre bu probleme integral analizi çerçe­
vesinde yaklaştı. Bunun üst seviyede bir trigonometri ve bu sayede
ayn bir analiz kolu olarak düşünülebileceğini görememişti.
Legendre'ın bilimsel incelemesi, öncüllerinin kurama sağladık­
ları büyüklü küçüklü katkılan ve kendisinin bu sonuçlara yaptığı
eklentileri bir araya getiren bir ansiklopedidir. Charles Hermite'in
da ortaya koyduğu gibi "Pek çok nedenden ötürü eliptik fonksi­
yon kuramının kurucusu olarak kabul edilen Legendre ardıllarının
işini bir hayli kolaylaştırmıştır; Abel ve Jacobi tarafından derhal
keşfedilen ters fonksiyonunun ikili periyodik olması gerçeği eksik
olan parçaydı ve Legendre'ın incelemesine böylesine kısıtlanmış
bir analitik karakter veren de işte buydu. " Eliptik fonksiyonla­
rın ele alınmasına ilişkin daha iyi yöntemlerin bulunması sonraki
kuşak matematikçilere kaldı. Legendre onların yaklaşımlarındaki
üstünlüğün hemen farkına vardı. Yaşamının son yıllarında bilim­
sel incelemesinin üçüncü cildi için üç ek yayımladı. Legendre bu
eklerde şöyle diyordu: "Biz sadece bu konunun yüzeyine dokun­
duk ama tahmin edilebilir ki konu matematikçilerin çalışmalarıyla
durmadan zenginleşecek ve nihayetinde aşkın fonksiyon analizinin
en güzel parçalarından biri haline gelecektir. " Böylece, neredeyse
son mesleki hamlesi kendi çalışmalarının yerini alacak olan bu bu­
luşları önermek olmuştu.
Sonraki kuşak matematikçilerin başında, yaşam öykülerini 3.
Bölüm'de göreceğimiz Norveçli Niels Abel ve Alman Carl Jacobi
geliyordu. Abel 1 827'de Legendre'ı görmeye gittiğinde onun hayli
nazik olduğunu gördü. Legendre ve Abel daha sonra mektuplaş­
maya başladılar. Jacobi'nin toplu eserlerinin ilk cildinde ikili ara­
sında beş yıldan uzun bir süre boyunca Fransızca yapılmış olan bir
hayli ilginç yazışmalara rastlanır. Bu mektuplardan ilki 1 828'de
ADRIEN-MARIE LEGENDRE 57

Legendre akademiye Jacobi'nin ilk yayınlarını duyurduktan son­


ra gönderilmişti. Jacobi'ye şöyle yazmıştı: "Sen ve 'Abel' gibi iki
genç matematikçinin bunca zamandır en sevdiğim çalışmalarımın
nesnesi olmuş ve ülkemde hak ettiği ilgiyi görmemiş olan bu analiz
kolunu başarılı bir şekilde geliştirmeniz beni çok mutlu ediyor."
Ertesi yıl daha da uzun bir şekilde şu satırları kaleme aldı:

Baylar, çok h ızlı yol alıyorsunuz, tüm bu muhteşem akıl yürütmelerde sizi
takip etmek neredeyse olanaksız -her şeyden önce Euler'in öldüğü yaşı, ki
bu yaş insanın bir dizi zafiyetle mücadele etmesi gereken ve ruhunun, güç­
lüklerin üstesinden gelme ve kendini yeni düşüncelere alıştırma çabasından
yoksun olduğu bir yaş, çoktan geçmiş yaşlı bir adam için olanaksız. Yine
de emeklerini, sınırlarını sürekli olarak öteledikleri bilimin yararına yönelten
denk güçteki bu iki atlet arasındaki yüce gönüllülükle yapılan yarışmaya tanık
olacak kadar uzun yaşadığım için kendimi kutlarım.
11

FO U R I E R ' D E N CAUC HY'YE


Joseph Fourier (1768-1830)

oseph Fourier'nin bilimsel başarısı esas olarak geliştirdiği ısı


J iletimi kuramından gelir. Bununla birlikte, kuramın içinde yer
alan matematiksel yöntemler, özellikle de trigonometrik seriler
başka durumlar için de önemlidir. Bugün adlandırdığımız adıyla
Fourier serilerinin tam olarak anlaşılabilmesi için çok uzun yıllar
geçmesi gerekecekti. Nispeten çok az sayıda matematikçi önemli
idari görevler üstlenmeye hevesli ve bunu yapabilecek kapasitedey-
di. Fourier bunu başarıyla yapmış matematikçilerden biriydi.
Tam adıyla Jean-Baptiste-Joseph Fourier 21 Mart 1 768'de doğ­
duğu batı Burgonya'nın ana şehri Auxerre'in en ünlü simasıdır.
Esas olarak Lorraine'li usta bir terzi olan babası Joseph ile annesi
62 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Edmie, Fourier henüz on yaşına gelmeden öldüler. Neyse ki, çocu­


ğun eğitimiyle çevreden bazı kişiler ilgilendi. Fourier, Benedikten ve
diğer bazı keşişler tarafından işletilen bir dizi okuldan biri olan ilerici
Ecole Royale Militaire'e yerleştirildi. Burada diğer derslerin yanın­
da fen ve matematik eğitimi veriliyordu. Genç adamın hemen her
konuya karşı yeteneği olsa da matematik konusunda özel bir de­
hası vardı. Fourier, eğitimini Paris'teki College de Montaigu'da ta­
mamladı. Niyeti ordunun tüm sosyal sınıflara açık olan topçu ya da
mühendislik kollarından birine katılmaktı ama Ecoles Militaires'de
müfettiş olan Legendre'dan aldığı güçlü tavsiye mektubuna karşın
başvurusu reddedildi. Sağlıkla ilgili nedenlere dayanarak başvurusu
reddedilebilecekken açıklanan neden yalnızca soylu adayların baş­
vurularının kabul edildiğiydi.
Bu tersliğin ardından Fourier kilisede çalışmaya başladı. Kendi
statüsündekilere temel matematik dersi vermekle görevlendirildiği
ünlü bir Benedikten manastırı olan St. Benoit-sur-Loire'de papaz
çömezi oldu. Keşiş yemini etmesinin ardından Abbe (Peder ya da
Rahip) Fourier olarak tanınmaya başlasa da o yaşamını kilisede sür­
dürmek yerine Ecole Militaire'de ders vermek üzere Auxerre'e dön­
dü. Yirmi bir yaşına gelmişti ve Academie Royale des Sciences'daki
bir toplantıda dinleyicilerin önünde bir araştırma makalesini sun­
muştu bile.
Devrim'in ilk yıllarında Fourier ülkede yaşananlara ilişkin yap­
tıklarıyla göze çarpıyordu. Terör döneminin kurbanlarını cesaretle
savunması Comite de Salut Public'in 1 794 tarihli kararıyla tutuk­
lanmasına kadar vardı. Robespierre'e yapılan kişisel rica sonuç
vermediyse de Robespierre giyotinle idam edilince Fourier serbest
bırakıldı. Fourier bunun üzerine, kısa bir dönem ayakta kalan
Ecole Normale'in öğrencisi oldu. Burada uygulanan yenilikçi eği­
tim onun üzerinde büyük bir etki yaparken Lagrange, Laplace ve
Monge gibi o dönemin önemli matematikçilerini tanıma şansı elde
etti. Mağrur Laplace'ın bir yönetim hatası sonucu profesör olarak
değil de öğrenci olarak kaydedilmesi Fourier'yi çok eğlendirdi.
Ertesi yıl Ecole Polytechnique, ilk adı Ecole Centrale des Travaux
Publiques adıyla kapılarını açtığında Lagrange ve Monge'un dersle-
JOSEPH FOURIER 63

rine destek olması için yardımcı hoca olarak göreve getirildi. Ancak
çok geçmeden eski rejime karşı verilen tepkinin kurbanı olarak ye­
niden tutuklandı. Hapishanede bulunduğu dönem içinde hayli kay­
gılanan Fourier, Ecole' deki arkadaşlarının çabalarıyla salıverildi.
Fourier, 1 798'de adı açıklanmamış bir yere yapılacak sefere
katılması için seçildi. Daha sonra bu seferin Napolfon'un Mısır
macerası olduğu anlaşılacaktı. Yeni kurulmuş Institut d'Egypte'in
başında Monge ve daimi sekreteri Fourier'yle Kahire'ye yerleştik­
ten sonra seferin kültürel kolu, bir kısmına el koyduğu eski eserleri
incelemeye başladı. Fourier bu görevinin ötesinde bazı diplomatik
ilişkileri yürütmekle görevlendirildi. Matematik üzerine düşünmeye
de vakit bulabiliyordu. Institut d'Egypte'in çalışmalarına ilişkin bir
rapor yayımlanmasını teklif etti. Ondan Fransa'ya dönüşünde bu
raporun hazırlanmasında danışmanlık yapmasının yanı sıra antik
uygarlığa ait harikaların yeniden keşfedilmesini anlatan raporun
tarihi önsözünü de yazmasını istediler. Napolfon'un bazı değişik­
likler yaptığı Fourier'nin bu zarif önsözü, Description de l'Egypte
(Mısır'ın Tanımı) yayımlandığında kitabın başındaki yerini almıştı.
Bu arada Fourier, Ecole Polytechnique'teki işine geri dönmüş­
tü. Yöneticilik yeteneğinden hayli etkilenmiş olan Napolfon kısa
bir süre sonra Fourier'yi merkezi Grenoble'de olan ve etki alanı o
zamanki İtalya sınırına dek uzanan Isere'e vali olarak atadı. Vali­
lik görevi zaman isteyen bir işti ama yine de Fourier ısı iletimine
ilişkin "Katı Cisimlerde Isı Dağılımı" başlıklı klasik monografisini
bu dönemde yazarak bu çalışmayı 1 807'de Academie Royale des
Sciences'a sundu. Çalışmayı Lagrange, Laplace, Lacroix ve Monge
inceledi. Lagrange çalışmanın bazı noktalarına yaptığı itirazlarda
(özellikle trigonometrik ya da şimdi söylediğimiz şekliyle Fourier
serileri merkezi kavramına) hayli sertti. Bu nedenle eserin tamamı­
nın yayımlanması engellendi; sonuçta ortada Poisson tarafından
kaleme alınan beş sayfalık yetersiz bir özet vardı. Isı iletimi ku­
ramında rakipleri tarafından üstünlük sağlanmış olan Poisson ve
Biat yıllarca Fourier'nin başarılarını küçümsedi. Fourier daha son­
ra bu çalışmasıyla akademiden bir ödül kazansa da Fourier'nin ısı
iletimi kuramı 1 822'ye dek yayımlanmayacaktı. Clerk Maxwell'in
64 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

sözcükleriyle "mükemmel matematiksel bir şiir" olan Theorie


analytique de la chaleur'ün (Isının Analitik Kuramı) önsözünden
alıntı yaparsak:

İlk sebepleri bilmiyoruz ama bildiğimiz bir şey var o da bu sebeplerin göz­
lemle anlaşılabilecek basit ve değişmez yasalara tabi olması ki bu da Doğal
Felsefe'nin amacı. .. Tıpkı yerçekimi gibi ısı da evrendeki tüm maddelerin içi­
ne işler; ısının ışınları her yerdedir. Çalışmamızın amacı bu unsurun takip
ettiği matematik yasalarını ortaya çıkarmaktır... Ancak mekanik kuramlarının
kapsamı ne olursa olsun bu kuramlar kesinlikle ısının etkilerini açıklayamıyor.
Hareket ve denge ilkeleriyle açıklanamayacak özel bir durum meydana ge­
liyor... ısının iletimine ilişkin diferansiyel denklemler en genel koşulları ifade
ediyor ve fiziksel soruları, tam da kuramın amacı olan soyut Analiz problem­
lerine indirgiyor.

Fourier'nin vali olarak elde ettiği başarılarının arasında bü­


yük bir bataklık alanın kurutularak değerli bir tarım arazisi elde
etmek üzere otuz yedi farklı belediyenin anlaşmasının sağlanma­
sı, Grenoble ile Torino arasındaki harikulade yolun planlanması
yer alır. Ne var ki bu yolun yalnızca Fransız kısmı inşa edilmiştir.
Napolfon, vali olarak yaptığı büyük hizmetlere karşılık Fourier'ye
baron unvanı vermişti.
1 8 14'te Napolfon iktidardan uzaklaştırıldığında Fourier hala
Grenoble'daydı. Şehir, imparatoru Paris'ten güneye oradan da El­
be'ye götüren eskort grubunun yolu üzerindeydi. Fourier eski yö­
neticisiyle utanç verici bir karşılaşma yaşamamak için güzergahın
değiştirilmesi amacıyla görüşmeler yaptı. Ancak 1 8 15'te Napolfon
Paris'e doğru yürüyüşe geçmişken böylesi bir rota değişikliği müm­
kün değildi ve Fourier kendini tehlikeye atarak bir valinin yapması
gerekeni yaptı. Nafile olduğunu bile bile şehrin savunma için hazır­
lanması emrini verdi. Şehri bir kapısından terk ederken Napolfon
da bir diğer kapıdan şehre girdi. Bu idaresi güç durumdaki tutumu
aralarındaki ilişkiyi etkilememişti. Hatta imparator kısa bir süre
sonra Fourier'ye kont unvanı vererek onu Lyon'daki Rhône ili­
ne vali olarak atadı. Bununla birlikte "Yüz Gün" sona ermeden
JOSEPH FOURIER 65

önce Fourier, rejimin uyguladığı şiddeti protesto etmek için bu yeni


unvan ve görevini bırakarak bilimsel çalışmalarına odaklanmak
amacıyla Paris'e döndü.
Bu, Fourier'nin yaşamında en dibe battığı dönemdi. Kısa bir
süre için işsiz kaldı. Kısıtlı bir emekli maaşıyla geçiniyordu ve siyasi
olarak gözden düşmüştü. Bununla birlikte Ecole Polytechnique'ten
eski bir öğrencisi ve aynı zamanda Mısır'daki yol arkadaşlarından
biri Seine valisi olmuştu. Vali, Fourier'i Seine'deki istatistik daire­
sinin başına getirdi. Bu, yorucu işleri olmayan ama ihtiyaçlarını
karşılayacak kadar bir maaş alacağı bir konumdu.
Fourier'nin son yaratıcılık dalgası diferansiyel denklemlere uy­
gulanan integral-dönüşüm çözümlerinin işlemsel analizle ilişkisini
etkili bir biçimde açıkladığı 1 8 1 7-1 8 'de geldi. O sıralarda Fourier,
Poisson ve Cauchy arasında bu tür yöntemler geliştirmek üzerine
üçlü bir yarış vardı. Poisson'un eleştirisine karşı verdiği ezici ya­
nıtta Fourier, uzun bir süredir analize kafa tutan bazı denklemler
için integral-dönüşüm çözümlerini göstererek Cauchy'nin kalıntı
analizine giden yolda sistematik bir kuram geliştirmesinin yolunu
açmıştı.
1 81 6'da Fourier yeniden kurulan Academie des Sciences üyeliği­
ne seçildi ama onun Napolfon'un Rhône valiliğini kabul etmesini af­
fetmeyen XVIII. Louis ilk başta bu üyeliği onaylamayı reddetti. Dip­
lomatik görüşmeler sonucunda sorunun çözülmesiyle Fourier'nin
ertesi yılki adaylığı kabul edildi. Fourier, Description de l Egypte'in
'

ikinci baskısıyla ilgili de bazı sorunlar yaşasa da (Napolfon'a yap­


tığı göndermelerin gözden geçirilmesi gerekiyordu) genel olarak
saygınlığını hızla geri kazanıyordu. Societe d' Arcueil'in düşüşe geç­
mesinden sonra güçlü bir konumda kalarak Poisson'un husumetine
karşı Laplace'ın desteğini aldı. 1 822'de Academie des Sciences'ın
güçlü bir konum olan daimi sekreterliğine getirildi. 1 827'de tıpkı
daha önce d' Alembert ve Laplace'ın olduğu gibi edebiyat alanındaki
Academie Française'e, Fransa dışında ise Royal Society of London'ın
üyeliğine seçildi.
Fourier'nin sağlığı hiçbir zaman çok iyi olmamıştı ve artık ya­
şamının sonuna doğru tiroide ilgili muhtemelen Mısır'da yakalan-
66 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

<lığı miksödem hastalığından kaynaklandığı düşünülen bazı tipik


bulgular gösteriyordu. Bazı belirgin fiziksel bulguların yanı sıra
bu hastalık hafızanın bulanmasına da yol açabiliyordu. Hastalığın
bu etkisi son yıllarında konudan konuya atlayan makalelerinde
açıkça görülüyordu. Belki de 1 830'un başlarında yaşanan ve daha
sonra göreceğimiz talihsiz bir olayda da bu hastalığın payı vardı.
Galois'nın denklemlerin çözümüne ilişkin akademiye gönderdiği
makaleyi kaybetmişti. Fourier bu olay gerçekleştiğinde artık has­
talığının son evrelerinde olduğundan pek de kınanamazdı. Mayıs
1 830'un başında vücudu aniden çöken Fourier'nin durumu 1 6
Mayıs'ta altmış iki yaşında yaşamını yitirene dek sürekli kötüledi.
Cenaze töreni St. Jacques de Haut Pas'da gerçekleştirildi. Fourier,
Pere Lachaise mezarlığında Monge'un mezarının yakınlarında bir
yere defnedildi.
Meslek yaşamı boyunca gösterdiği özverili destek ve teşvik sa -
yesinde genç dostları Fourier'ye hep vefalı davrandı; son yıllarında
Oersted, Dirichlet, Abel ve Sturm'un da aralarında bulunduğu çok
sayıda matematikçi ve bilimciye yardım etti. Fourier'nin en temel
bilimsel başarısı ısı dağılımı üzerine yaptığı çalışma ve bu konu­
yu daha da ilerletmek adına uyguladığı matematiksel yöntemlerde
yatar. Konuya olan ilgisi Mısır'dayken başlamış olsa da işin asıl
kısmını Grenoble'dayken gerçekleştirmişti. Fourier, doğanın derin­
lemesine incelenmesinin matematiksel keşiflerin en verimli kayna­
ğı olduğunu söylerdi. Bununla birlikte, oluşturduğu matematiksel
kuram pek çok farklı alanda uygulandı.
Fourier naif bir biçimci değildi. Verili bir trigonometrik serinin
katsayılarını hesaplamak için terim terim integralinin alınmasının
mutlaka doğru sonuç vermesi gerekmediğini gördü. Çok geniş bir
sınıf içindeki herhangi bir fonksiyona karşılık gelecek şekilde be­
lirli bir aralıktaki değerleri eldeki fonksiyonla aynı olan bir trigo­
nometrik seri üretilebilirdi. Fourier'nin bir örnekle de gösterdiği
gibi verili fonksiyon her biri basit aralığın ayrık alt aralıklarında
tanımlanmış farklı cebirsel ifadelerin bir birleşimi de olabilir. Tri­
gonometrik açılımları da, gelişigüzel fonksiyonları da farklı ki­
şiler kullanmıştı ama trigonometrik açılımlar periyodiklik olgu-
JOSEPH FOURIER 67

su olan problemlerle kısıtlanmış gelişigüzel fonksiyonlarsa kısmi


diferansiyel denklemlerin çözümlerinde karşılaşıldığında doğaları
gereği bunların cebirsel ifadelere karşı etkisiz olduğu kabul edil­
mişti. Trigonometrik açılımlar üzerine yaptığı çalışmanın yarattı­
ğı büyük şaşkınlığın nedeni, tamamen farklı biçimlerdeki cebirsel
ifadeler arasında sonlu bir aralıkta paradoksal eşitlik özelliğini
göstermesiydi.
Fourier rasyonel mekanik bakış açısına sahipti. Analitik yön­
temler üzerinde olağanüstü bir ustalığı vardı ve fiziksel içgüdüyle
şekillenen bu gücü onun başarılı olmasını sağlamıştı. Fourier'den
önce rasyonel mekaniğin en büyük problemlerinde kullanılan
denklemler genellikle doğrusal değildi ve ad hoc (geçici) yöntem­
lerle çözülüyorlardı. Fourier, bir denklemin farklı bileşenlerinin ve
serilerdeki çözümünün, analiz edilen fiziksel çözümün değişik yön­
leriyle birlikte açık bir biçimde tanımlandığı tutarlı bir yöntem ge­
liştirdi. Aynı zamanda denklem çözümlerinin fiziksel anlamlarına
yönelik asimptotik özelliklerini yorumlama konusunda şaşmaz bir
içgüdüsü vardı. Yaklaşımı öylesine güçlüydü ki doğrusal olmayan
denklemler matematiksel fizikte ancak tam bir yüzyıl sonra yeni­
den önem kazanmıştı.
Fourier en çok ısı dağılımı üzerine yaptığı çalışmayla bilinse de
ortaya koyduğu matematik bilgisi pek çok farklı alanda önemli
oldu. Matematiksel fizikte Fourier'nin görüşleri Laplace'ın gö­
rüşlerinden çok daha etkili oldu. Uzun yıllar boyunca denklemler
kuramına olan ilgisini sürdürdü ve hatta yaşamının sonlarında ko­
nuyla ilgili bir kitabı tamamlamaya çalışıyordu. Fourier'nin karnı
üzerindeki kimi görüşleri Sturm teoremine dahil olurken kimi
görüşleri de yakın zamanlarda doğrusal programlama kuramın­
da uygulama alanı buldu. Fourier, dinamik ve olasılık kuramına
da ilgi duyuyordu. Bir matematikçi olarak Fourier, döneminin
Cauchy ve Abel dışındaki diğer insanları gibi mutlak pratik prob­
lemlerle ilgiliydi ama yine de sınırlayıcı süreçler kuramını anlamlı
bir çalışma olarak hak ettiği gibi kavrayamamıştı.
Sophie Germain (1776-1831)

Y
akın bir zamana dek bir kad ı n ı n akademik dünyada üstün başa­
rılar elde etmesi neredeyse olanaksız gibiyd i . Bu d u rum özellikle
fen alan ında, hepsinden de öte matematikte geçerliyd i . Bunun i l k akla
gelen nedenleri bu kitapta yer alan biri Fransız, biri Rus ve b i ri Alman
üç kad ı n matematikçinin yaşam öyküleriyle daha anlaş ı l ı r olacaktır. Ele
alınan dönem ne kadar g ü n ümüze doğru yaklaşırsa kad ı n matematikçi
sayısı da o kadar artacaktır. Hiç kuşku yok ki geçmişte bu tü r bir üne
kavuşabilecek çok sayıda kad ı n vard ı r ancak ne yazık ki aşılması güç
sosyal engeller nedeniyle bu kişiler hakkı nda çok az şey biliyoruz. Bu­
gün bile, aksine çok sayıda kan ı t olsa da matematiği n erkeklere özgü
bir konu olduğuna dair bir görüş vard ı r ama bu kitap, üzerine bunca
şey yaz ı l m ı ş bir konuyu tartışabileceğimiz zemin değildir. Bu tartışma
yalnızca burada yer verilen üç örnekle s ı n ı rl ı kalacakt ı r.
70 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Marie-Sophie Germain, kuşaklar boyunca uğraştıkları ticaret­


ten hatırı sayılır bir zenginlik elde etmiş Parisli burjuva bir ailenin
kızı olarak 1 Nisan 1 776'da dünyaya geldi. Babası Fransız Devri­
mi'nin ilk yıllarında kısa bir dönem politikaya atılmış bir ipek tüc­
carıydı. 1789'da toplanan L'Assemblee Constituante'e halk sınıfı'
milletvekili olarak seçilmişti. Daha sonra Fransa Merkez Bankası
yöneticiliğine getirildi. 1 82 1 'de doksan beş yaşında yaşamını yitir­
di. Üç kızından ikincisi Sophie mali açıdan yaşamı boyunca baba­
sına bağımlı kaldı. Hiç evlenmeyen Sophie kendini matematiğe ve
bilime adadı. Kendine verdiği adla Sophie Germain, Devrim yıl­
larında büyüdü. Utangaç bir kız olarak babasının kütüphanesine
çekilir, kitapların arasında kaybolurdu. Matematikle ilgili iki kita­
bı özellikle ilgi çekici buluyordu: Bezout'nun temel ders kitabı ve
Montucla'nın matematik tarihi üzerine kitabı. Matematiğe büyük
bir şevkle yaklaşıyordu.
1 79 S'te Ecole Polytechnique kurulduğunda genç kızlığının son
dönemlerini yaşayan Sophie Germain bir kadın olarak bu okula
başvurma hakkına sahip değildi. Ölümünün ardında yazılan me­
tinde bununla ilgili olarak şöyle denilmişti:

Ailesinin yalnızca cinsiyeti nedeniyle değil aynı zamanda yaşı gereği çok
sıra dışı bir heves olarak gördüğü isteğinden onu ilk başta vazgeçirmeye
çalışmasıyla birlikte önüne çıkan tüm engelleri aştı ... Ecole Normale ve Ecole
Polytechnique'in kurulmasıyla değişik profesörlerin ders notlarını elde etti.
Özellikle Fourcroy'un kimya ve Lagrange'ın analiz derslerine büyük ilgi duy­
du. O zamanlar bu iki profesör derslerin bitiminde öğrencilerinden gözlemle­
rini yazılı olarak sunmalarını istedikleri son derece güzel bir uygulama yapar­
lard ı . Matmazel kendi gözlemlerini, Ecole Polytechnique'teki bir öğrencinin
adını kullanarak Lagrange'a gönderdi.

Sophie Germain'in seçtiği takma ad LeBlanc'tı. Ecole Polytech­


nique'te kendinden bir yaş büyük ve yakın bir zamanda yaşamını
yitirmiş olan Antoine-Auguste LeBlanc adında bir öğrenci vardı.

" Fransa'da Devrim öncesi toplum üç sınıfa ayrılmıştı: din adamları, soylular ve halk.
(ç.n.)
SOPHIE GERMAIN 71

Lagrange onun çalışmasından etkilenmişti. Gerçek kimliğini öğ­


rendiğinde "hayrete" düştü. Bunun sonrasında pek çok Parisli bi­
limci Sophie Germain'e çalışmalarında yardımcı olma teklifinde
bulundu. 1 797'ye gelindiğinde Sophie Germain, Laplace'ın zorlu
Exposition du systeme du monde adlı kitabının basitleştirilmiş hali
Astronomie des dames'ı (Kadınlar İçin Astronomi) okumayı yeterli
bulmayarak eserin orijinalini okumuştu.
Sophie Germain ona bir bibloymuşçasına davranan dönemin
sosyal çevresinden kendini soyutlamış gibiydi. Çalışmaları ilerle­
dikçe ilgi duyduğu alanlardaki önemli bilimcilerle yazışmaya baş­
ladı. Böylece, sayılar kuramıyla ilgilendiğinde Legendre'a yazdı ve
bir süre sonra ikili düzenli olarak mektuplaşmaya başladı. Yine de
yazıştığı en önemli kişi bir sonraki yaşam öykümüzün kahramanı
Alman matematikçi Gauss'tu. Meslek yaşantısının bu noktasında
henüz Braunschweig'da olan Gauss sayılar kuramı üzerine büyük
eserini henüz tamamlamıştı. Eser, 1 801 'de yayımlandı. 1 8 04'e ge­
lindiğinde Gauss'un Paris'te hayli saygın bir yeri vardı. Lagrange
tebrik için yazdığı mektubunda "Disquisitones adlı eseriniz sizi bir
anda birinci sınıf matematikçiler arasına sokarken eserin son bö­
lümünde uzun bir zamandan beri yapılmış en güzel analitik keşfin
yer aldığını düşünüyorum ... İnanın ki bayım, hiç kimse başarınızı
benim kadar alkışlamamaktadır, " diyordu.
Sophie Germain 1 804'te takma adını kullanarak Gauss'a yaz­
dı: "Uzun bir zamandır Disquisitiones Arithmeticae adlı eseriniz
hayranlığımın ve çalışmalarımın merkezi durumunda. Kitabın son
bölümünde diğer şeylerin yanında o güzel teorem bulunuyor. Bu
kitabın devamını ellerimde tutmak için gösterdiğim sabırsızlık hiç­
bir şeyle ölçüşemez. Duyduğuma göre bu kitap üzerinde çalışıyor­
muşsunuz. Kitap çıkar çıkmaz satın almak için hiçbir şeyi esirge­
meyeceğim. " Orijinal Disquisitiones metninin bir kısmı maliyeti
azaltmak için basılan eserden çıkarılmış olsa da kitabın devamı hiç
çıkmayacaktı.
Kitaptaki bazı alıştırmalar üzerinde çalışarak bunları sonuç­
landıran Sophie Germain kararlılıkla yoluna devam ederek kendi
çabalarının bir eseri olan bu sonuçları değerlendirmesi için ricada
72 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

bulundu: "Bu denemelerimi, böylesine parlak bir başarıyla besledi­


ğiniz hevesli bir bilim amatörünü tavsiyelerinizle aydınlatmaktan
kaçınmayacağınızı düşünerek sizin takdirinize sunma cüretini gös­
teriyorum. " Mektubuna eklediği araştırma ayrıntılarının pek çoğu
günümüze ulaşamamış olsa da Gauss'un Mösyö LeBlanc'a verdiği
yanıttan çabalarının, Gauss'un gözünde değersiz olmadıkları an­
laşılıyor. Aldığı yanıtla cesaretlenen Sophie Germain çalışmaların­
dan başka örnekler gönderdi:

Hiç şüphesiz mektubuma uygun gördüğünüz övgü dolu cevabınız sizin


müsamahakarlığınızdan kaynaklanıyor; bana çalışmalarınız hakkında bu tar­
tışmalarımızı devam ettirme yönünde bir umut verdiniz; dünyada hiçbir şey
beni bundan daha mutlu edemezdi. Aslında benim ancak becerebildiğim aciz
çabalarım ile sizin haşır neşir olduğunuz dahiyane keşif yöntemleri arasında
ne büyük bir fark var! Lakin size göndermiş olduğum notları büyük bir lütufla
kabul etmenizden dolayı size yeni notlar gönderme konusunda çekinmiyo­
rum. Başka bir olay üzerine determinantı sıfır olan üçlü bir formun ikili forma
eşit olduğunu ispatlayacağınıza söz vermiştiniz. Bu indirgemeyi yapmanın
yollarını aradım ve bu durum için ilişik formun, tıpkı determinantı sıfır kabul
edildiğinde ikili formun aldığı forma benzeyecek biçimde m ile çarpılmış bir
kare haline geldiğini buldum ...

Yine de Sophie Germain'in tüm merakına karşın Gauss onun


beklediği önemli değerlendirmeleri çok ender yapıyordu. Gauss
yalnızca kendi teoremlerine ilişkin işleri üzerine bir şeyler söylü­
yor, Sophie Germain'in kendi çalışmalarına hiçbir şekilde dahil
olmuyordu. Bu muhtemelen Sophie Germain'in zihninde oluşan
düşünceden daha fazla Gauss'un kendini oyalamasının bir sonu­
cuydu. Gauss'un Sophie Germain'den daha genç olduğunu ve genç
yaşta tanınmış olsa da Gauss'un hala meslek yaşamının başında
bulunduğunu unutmamamız gerekir.
Kendi adına Sophie Germain, Gauss'un egosunu destekleme
konusunda hayli istekliydi. LeBlanc adıyla şöyle yazmıştı: "Ne
yazık ki zihnimin sınırları hevesimin zenginliği kadar değil ve bu
nedenle de böylesine deha sahibi birisine eminim ki tüm okuyucu­
larının gösterdiği bir hayranlık sunma dışında verebileceğim hiçbir
SOPHIE GERMAIN 73

şey olmadığından düşüncesizlik ederek canınızı sıktığımı zannedi­


yorum." Başka bir yerde ise şu satırlarına rastlarız: "Aciz çabala­
rımı size yazmam için verdiğiniz izni bir lütuf olarak görüyorum.
Umarım ki birinin danışabileceği bu konudaki tek aydın uzman
olarak hatalarım konusunda beni uyarma iyiliğini gösterirsiniz. "
"Hevesli bir amatör" ve "dikkatli bir okuyucu" olan Sophie
Germain, Gauss'tan dalkavukça övgüyle söz etmekten asla vazgeç­
medi ve mektuplarına zaman geçirmeden yanıt verdi. "Tek aydın
uzman" ise benzer bir zorunluluk hissetmiyordu. "Bana gönderme
nezaketi gösterdiğiniz mektubunuza cevap vermeden geçen altı ay
yüzünden sizden binlerce defa özür dilemem gerekir. " Gauss'un
büyük bir şevkle hemen yanıt verdiği tek bir durum vardı -Mösyö
LeBlanc'ın aslında bir kadın olduğunu öğrendiği an.
Bu keşif şöyle gerçekleşmişti. Napolfon'un 1 806'da Jena'da ka­
zandığı zafer Fransızlara Prusya'nın kapılarını açmıştı. Bu şartlar
altında Gauss'un güvenliğinden endişe eden Sophie Germain, eski
bir aile dostu Penerty adındaki yüksek rütbeli bir subaydan soruş­
turma yapmasını istedi. Durumu tam olarak anlayamayan Penerty
astları aracılığıyla bu ricayı yerine getirdi. Penerty Gauss'a bu işi
Matmazel Germain adına yaptığını söylediğinde Gauss bu ada
sahip kimseyi tanımadığını belirtti ve bunun sonucunda Sophie
Germain gerçek kimliğini açıklama zorunluluğu hissetti:

Mösyö Penerty benim vermiş olduğum onurlu görevi size açıklarken adı­
mı öğrenmenize neden olduğunu belirtti. Bu durumda itiraf etmem gerekir ki
aslında ben size tahmin ettiğiniz kadar yabancı değilim ama kadın bilimcilere
yönelik alaycı tavırdan çekindiğimden size o notları Mösyö LeBlanc adıyla
gönderdim. Elbette ki bu durum bana göstermiş olduğunuz müsamahaya
yakışmıyor. Gizemlerini sizin ortaya koyduğunuz yüce aritmetiğin sevdalı­
ları arasında beni de gördüğünüz biçiminde bana vermiş olduğunuz cesa­
retten dolayı size duyduğum minnettarlık, savaşın neden olduğu bu sıkıntılı
dönemde güvenliğinizden endişe ederek beni sizden bir haber almaya iten
en önemli nedendi; ve büyük bir gönül rahatlığıyla öğrendim ki şartların el­
verdiği ölçüde rahatsız edilmeden evinizde kalmaya devam etmişsiniz. Yine
de umut ederim ki bu olaylar sizi astronomik ve özellikle de aritmetik araştır­
malarınızdan uzun süre alıkoymaz çünkü bilimin bu dallarının benim için özel
74 BÜYÜK MATEMATiKÇİLER

bir anlamı var. Kitabınızda ortaya konan gerçekler arası bağlantılara büyük
bir memnuniyetle sürekli olarak hayran oluyorum. Ne acıdır ki büyük şeyler
düşünebilmek yalnızca birkaç ayrıcalıklı zihne mahsus ve bilinmesini sağla­
dığınız gelişmelerden yola çıkarak görünüşe göre pek de zahmete girmeden
sizin ortaya koyduklarınızdan hiçbiriyle karşılaşmayacağı ma eminim.

Bunun üzerine Gauss'tan şu yanıt gelir:

Böyle gurur okşayıcı ve değerli bir dost edinmek ne kadar güzel ve mutlu­
luk verici. Bu savaş döneminde bana göstermiş olduğunuz yakın alaka takdire
şayan. Savaşta olanların ve savaşın sonuçlarının gelecekteki yaşamım üze­
rinde hayli büyük bir etkisinin olacağını düşünsem de neyse ki şimdiye kadar
bunlar beni pek etkilemedi. Saygıdeğer mektup arkadaşım Mösyö LeBlanc'ın
böylesine şöhretli birine dönüşerek inanması güç parlak bir suret ortaya çıkar­
ması karşısındaki şaşkınlığımı ve hayranlığımı anlatamam. Genel olarak soyut
bilimlere ve hepsinden öte sayıların gizemli dünyasına duyulan hevese çok sık
rastlanmıyor; bu durum çok da şaşırtıcı değil çünkü yüce bilimin tüm güzellikle­
riyle çekiciliği kendini yalnızca bunları anlayabilme cesareti olanlara gösteriyor.
Eğer cinsiyeti, alışkanlıklarımız ve önyargılarımız nedeniyle bu karmaşık prob­
lemlerle ilişkiye geçme konusunda bir erkeğin karşılaştığından çok daha fazla
engelle karşılaşan bir kadın bu engellerin üstesinden gelir ve en derinlerde
saklı olana ulaşırsa onun asil bir cesarete, sıra dışı bir yeteneğe ve olağanüs­
tü bir dehaya sahip olduğundan şüphe yoktur. Yaşamıma büyük neşe katan
bilimin bu çekici yanlarının sizin bahşettiğiniz iltifattan daha asılsız olmadığını
bana daha gurur okşayıcı ve daha az belirsiz bir biçimde gösterecek başka
hiçbir şey yoktur. Mektuplarınızın dolup taştığı bilimsel notlarınız bana sonsuz
bir keyif verdi. Notlarınızı dikkatle inceledim ve aritmetiğin her koluna kolaylıkla
dalabilmenizi ve bunu genelleyip kusursuzlaştırmanızdaki erdemi takdir ettim.

Gauss, kübik ve bikuadratik kalıntılara ilişkin üç yeni teoremi


"Bu teoremleri kanıtlama zevkinden sizi mahrum etmemek için,"
diyerek kanıtları olmadan Sophie Germain'e gönderdi. Bu ifade
Gauss'un kişiliği hakkında bize bilgi verir. Anlaşılan kanıtlara
ulaşmak Sophie Germain'in bir ayını aldı ve bunu gerçekleştirdi­
ğinde de onaylaması için kanıtları Gauss'a gönderdi. Altı ay sonra
Gauss yazışmalarına şu satırlarla son verdi:
SOPHIE GERMAIN 75

Son mektubunuz ve içindeki ilginç tebliğlerinize tüm kalbimle teşekkür


ederken bu kadar geç cevap verdiğim için binlerce kez özür dilerim. Bu ih­
malkarlık büyük ölçüde durumumdaki değişikliklerden kaynaklanıyor. Çok
uzun bir zaman önce bana teklif edilmiş olan Göttingen'deki astronomi pro­
fesörlüğü görevini kabul edebilmek üzere evimden taşındım. Beni bu adım ı
atmaya zorlayan sinir bozucu şartlardan v e burada içine düştüğüm yeni sı­
kıntılardan söz etmek dahi istemiyorum . Daha önce başvuruda bulunduğum
enstitü umarım bu duruma müdahale ederek buna bir son verir. Şimdiye ba­
karsak, artık matematik çalışma ve elde ettiğim sonuçları Göttingen'deki der­
neğin dergilerinde yayımlama şansına sahibim. Büyük bir memnuniyetle size
bu çalışmanın dayandığı önermeleri gönderiyorum. Umarım bu sizi bir nebze
de olsa eğlendirir. Teoremlerimin güzel kanıtlarına ilişkin şu anda kolayca
bir şeyler söyleyemediğim için beni affedin. Bu kadar kısa bir sürede bunları
idrak etmiş olma erdeminizden dolayı sizi takdir ediyorum. Bu zarif kanıtların
bazı başka kanıtlarla birlikte bir parçasını oluşturduğu kuramımın tamamını
yakın bir zamanda yayımlamayı umut ediyorum. Çevremde mutsuzluk ve ke­
derden başka bir şey görmediğim şu anlarda matematikle uğraşmak beni ne
kadar mutlu ediyor bilemezsiniz! İnsan yalnızca bilimle uğraşırken, ailesinin
yanında ya da değerli dostlarıyla yazışırken genel sıkıntılardan biraz olsun
sıyrılabiliyor. Son mektubumda bahsettiğim gezegenlerin yörüngelerinin he­
saplanmasına ilişkin çalışmam nihayet basılıyor. Umarım bir iki ay içinde bu
iş sonuçlanır. Daha çok okuyucusunun olacağını düşünerek kitabı Latinceye
çevirmekten de geri durmadım. Her zaman mutlu kal benim sevgili dostum.
Kalbinin ve aklının nadide özellikleri bunu hak ediyor. Her zaman büyük bir
onurla taşıyacağı m sizin bir dostunuz olma payesine yönelik kibar güvence­
nizi zaman zaman yenilemeye devam edin.

Bu, Sophie Germain'in Gauss'tan aldığı son mektuptu. Görü­


nüşe göre mektup alışıldık saygı ifadelerinden de öteye gidiyordu.
Avrupa'da Gauss'un sayılar kuramındaki çalışmalarını bütünüyle
inceleme ve anlama yeteneğine ve merakına sahip çok az sayıda in­
sanın olduğu bir zamanda Germain bunu gerçekleştirmişti. Elbette
Germain, mektup arkadaşının vereceği zihinsel desteğe Gauss'un
olduğundan daha fazla bağımlıydı. Sonraki yıllarda Gauss'a bi­
limsel çalışmalarından örnekler göndermeye devam etti. Gauss bu
çalışmaların saygıyla karşılanmasını sağlamak adına bazı girişim-
76 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

lerde bulundu. Burada ilginç bir açıklayıcı bilgi verelim. Academie


Royale des Sciences Gauss'a bir ödül verir. Ödül genellikle madalya
olarak sunulur. Gauss bunun yerine karısına vereceği bir saat ve
arta kalan miktarı da nakit olarak alıp alamayacağını sorar. Aka­
deminin daimi sekreteri olarak Fourier, Sophie Germain'e yazar ve
Gauss'un kendisi için sarkaçlı bir saat seçmesini rica ettiğini belirtir.
Sophie Germain Paris bilim çevrelerinde neredeyse ünlü bir
sima olmuşsa da Lagrange'ın ölümünün ardından kendisine yeni
bir koruyucu bulması gerekiyordu. Babacan Legendre destekleyici
oldu. Fourier de dostça davranıyor ve yardımcı oluyordu. Akade­
misyen eşlerinin katılmalarına izin verildiği halde daha önceden
bazı güçlüklerin yaşandığı akademideki halka açık toplantılara
Sophie Germain'in katılmasını sağladı. Ayrıca College de France'a
entree (giriş hakkı) elde etmişti.
Sophie Germain enerjisinin büyük bir kısmını Fermat'nın son
teoremini ispatlamaya yönelik başarısız girişimine adamış olsa da
matematiğin tamamen farklı bir alanında da iz bıraktı. 1808'de
Alman fizikçi Ernst Chladni Paris'e gelerek çeşitli düzenli şekil
plakalarının titretildiği zaman gözlemlediği gizemli şekilleri gös­
termişti. Üç yıl sonra akademi, ödüllü yarışma için "Elastik yüzey­
lerin titremesine ilişkin matematiksel bir kuram geliştirin ve bunun
ampirik kanıtlarla uyumunu gösterin," şeklinde bir konu seçti. Bu
problem, öğrencisi Poisson'a yeteneklerini gösterebileceği bir fır­
sat verebileceği düşüncesiyle Laplace'ın etkisiyle seçilmişti. Ne var
ki Sophie Germain problemle ilgilenmeye başlamıştı ve yarışmaya
girdiğinde onun katılımının yarışmaya yapılan tek katılım olduğu
görüldü. Ne yazık ki kuramının önemli bir kusuru vardı. Bunun
üzerine akademi konunun bir sonraki ödüllü yarışma için tekrar
seçilmesine karar verdi. Germain yüz sayfalık bir inceleme raporu
sundu ve yine bu çalışma yarışmaya yapılan tek katılımdı. Prob­
leme yaklaşımının bazı kısımları ikna edici bulunmadı ama yine
de bir mansiyon ödülü kazandı. Aynı konu 18 15'teki yarışma için
yeniden seçildi. Germain, inceleme raporunu baştan aşağı gözden
geçirerek düzeltti ki bu çalışma yine yarışmanın tek katılımıydı
ve sonunda çabalarının karşılığında Olağanüstü Altın Madalya
SOPHIE GERMAIN 77

Ödülü'nü kazandı. Bu durumda bile hakemlerin çalışmaya ilişkin


bazı çekinceleri ve çekememezlikleri vardı. Bu deneyimin ardından
Germain'in hevesi kırıldı. Daha sonra düzenlenen ödüllü yarışma­
lara, konu çok büyük katkılar yapmış olduğu ünlü sav Fermat'nın
son teoremi olsa dahi katılmadı. Bu çalışmasını Gauss'a gönder­
di ama bir yanıt alamadı. Ancak Gauss onu unutmuş değildi. Bi­
limsel jübilesini yaptığı sıralarda Universitat Göttingen'i Sophie
Germain'e onursal doktora derecesi vermesi konusunda ikna et­
meye çalışıyordu ama bunda başarılı olamadı.
Fourier, elastisite üzerine yapmış olduğu ödüllü inceleme ra­
porunu yayımlaması için gözden geçirmesinde Sophie Germain'e
yardım etti. Bu eser 1821'de yayımlanana dek Sophie Germain'in
kuramının yerine başkaları tarafından yeni kuramlar ortaya kon­
muştu. Yarışma üçüncü kez düzenlendiğinde hakemlerden biri
olan Poisson konu üzerinde kendisinden başka kimseye gönder­
me yapmadığı kapsamlı bir inceleme raporu hazırlamıştı. Sophie
Germain bir başka raporla kendi yaklaşımını genişletmeye çalışsa
da bu çalışma da çok fazla dikkat çekmeyince giderek daha tatsız­
laşan bu konudan soğudu.
Bu noktada 1 820'li ve 1 830'lu yıllarda Paris'in entelektüel ya­
şamında yüz kızartıcı bir yere sahip kötü şöhretli birini tanımak
üzere bir parça konu dışına çıkmamız gerekiyor. Tam adı Kont
Libri-Carducci olan Libri, Universita de Pisa'da profesörlük yapan,
sıkıcı bir tarza sahip şık ve aristokratik bir İtalyan'dı. Legendre
ve Gauss'un sayılar kuramı çalışmaları üzerinde incelemeler yap­
mıştı ve 1 820'de bu konuya ilişkin bir inceleme raporu yayımladı.
Bu çalışmanın bir kopyasını da Academie Royale des Sciences'a
gönderdi. Paris'e geldiğinde Lagrange'ın memleketinden umut
vaat eden genç bir matematikçi olarak sıcak bir şekilde karşılandı.
Daha sonra bir sahtekar olduğu anlaşılacaktı. Ancak bu durumun
farkına varılmasından önce akademi üyeliğine seçilmiş, kendisine
College de France'ta bir kürsü verilmişti. Libri, aynı zamanda sara­
yın gözüne girdi. Kral onun arzulu bir kitap koleksiyoncusu oldu­
ğunu bildiğinden onu "kütüphaneler başmüfettişliği" ne getirdi. Bu
konum onun çöküşü olacaktı çünkü denetlemekle yükümlü oldu-
78 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ğu Fransız ulusal arşivlerinden ve kütüphanelerinden konumunu


kullanarak değerli kitapları çalmaktan kendini alıkoyamıyordu.
Bu durum açığa çıkınca Londra'ya taşındı ve koleksiyonundan
parçalar satarak geçimini sağladı. Fransa'daki tüm görevlerinden
alınarak on yıllık hapis cezasına çarptırıldı.
Sophie Germain Libri'yle Paris'e ilk kez geldiği 1 824'te tanış­
mıştı. Her ikisi de sayılar kuramına ilgi duyuyordu ama ilişkileri
çok kısa sürede matematiğin ötesine geçti. Paris bilim çevrelerine
tedirgin bir şekilde de olsa kenarından tutunmuş olan Germain,
hevesli genç İtalyan'ın koruyucusu gibi davranmak durumunday­
dı. Yine de kısıtlı olarak hayata geçirilebilmesine karşın her iki­
si de birbirlerinin arkadaşlığından keyif alıyordu. Libri, Sophie
Germain'in ölümünün ardından yaşamına ilişkin temel bilgi kay­
nağımız olan anma yazısını kaleme aldı.
Yaşamının son yıllarında Sophie Germain meme kanserine ya­
kalandı. Matematik çalışmalarını artık daha önceki enerji ve ka­
rarlılığıyla yerine getiremez hale gelince daha çok genel kültüre
ilişkin konulara yöneldi. 1 830 devrimi patlak verdiğinde elli dört
yaşındaydı; yaşamının son yılında işlerini düzenlemeye koyuldu.
27 Haziran 1 8 3 1 'de yaşamını yitirdiğinde ardında bilim ve ede­
biyatın durumuna ilişkin hayli iddialı tamamlanmamış bir maka­
le bıraktı. Kısa ilk bölüm bilimsel ve sanatsal çabalar arasındaki
ilişkiyi konu edinirken Germain uzun ikinci bölümde insanın en­
telektüel gelişimi ve toplum yapısının geçmiş izlerini sürer ve en
sonunda edebiyatın, nihayetinde de müziğin durumuna yönelik
bir araştırmaya kayar. Yazdıklarının gelecek kuşaklara aktarılmak
üzere hazırlanma sorumluluğu ablasının oğluna kalmıştır. Bir kız
teknik okulu ile bir sokağa Sophie Germain'in adı verilmiştir ve
yakın bir zamanda da son günlerini geçirdiği rue de Savoie'daki ev,
tarihi öneme sahip yer olarak belirlenmiştir. Bilinen tüm portrele­
rinin kaynağının kendisine ait ölü yüz maskesi olduğu anlaşılıyor;
burada kullanılan resim on dokuzuncu yüzyılda Astruc tarafından
yapılan ve Ecole Sophie Germain'in bahçesinde bulunan büsttür.
Sophie Germain 1 830'da Gauss'a son kez yazmıştı. Ona gön­
derdiği bu son mektup bir anlamda tüm mektupların içindeki en
SOPHIE GERMAIN 79

hüzünlüsüydü. Mektup, kendisini ziyarete gelen Gauss'un bir öğ­


rencisinden onun yüzeylerin eğriliğine ilişkin bir araştırma yayım­
lamakta olduğunu öğrenmesi üzerine yazılmıştı. Bu konu, farklı
yöntemler kullanmış olsalar da kendisinin de sekiz-on yıl önce
ilgilendiği bir konuydu. Sophie Germain, Gauss'un eğrilik üzeri­
ne çalıştığını bilmiyordu. Öğrenci ona incelemenin bir kopyasını
göstermiş ve onun da Gauss'a göndereceği kendi incelemelerinin
karşılığında Gauss'un çalışmasının bir kopyasını elinde tutmak is­
tediği yönünde niyetini belirtmiş olsa da belli ki Gauss ona yanıt
vermemişti. Çok daha sonra "Yüzeylerin Eğriliği Üzerine Bilimsel
İnceleme" adlı çalışmasını yayımlanmak üzere Crelle'e, ]ournal
für die reine und angewandte Mathematik'e (Soyut ve Uygulamalı
Matematik Dergisi) gönderdi.
Kendi kaleminden çıkan elimizdeki son satırlar, ölümünden iki
ay önce Libri'ye yazılmıştı:

Sağlığım berbat durumda. Ani bir ölüm benim için büyük bir rahatlama
olacak çünkü beni bir an için bile rahat bırakmayan inanılmaz acılar çeki­
yorum . En azından de Lacroix'nın eserinin üçüncü cildini okuyayım dedim
ama beceremedim. Sessizce bekliyorum. Ne Mösyö Legendre'ı ne de diğer
dostlarımı görüyorum. Gördüklerim yalnızca senin için her zaman endişele­
nen Aziz Amant ve kız kardeşim . Bana durumumun ümitsiz olmadığını söy­
lediler ama uzun dönem acı çekeceği m konusunda beni uyardılar. Mösyö
Crelle'den senin ve benim birer incelememizin yer aldığı sayı geldi. Seni so­
ruyor. Ona Cenevre'den ayrıldığını söyledim . Benim adı ma da iyi dileklerin­
den yararlanmamın mümkün olmadığını ve bunun da çok uzun sürmeyeceği­
ni belirttim. Belli ki tüm matematikçilerin başının üzerinde asılı duran bir yazgı
var -Cauchy'nin çalışmasıyla mutsuz uğraşın, Mösyö Fourier'nin ölümü. Son
olarak şu öğrenci, tüm küstahlığına karşın büyük bir istidat gösteren Galois,
Ecole Normale'den atılmayı başarmış. Hiç bahtı yokmuş, annesinin de pek
az. Akademideki en iyi konuşmandan sonra sana bir örneğini verdiği renci­
de edici hareketlerini sergilemeye devam ediyor. Zavallı kadın, oğluna vasat
bir yaşam sürecek kadarını bıraktıktan sonra evini terk etmiş ve dame de
compagne (eskort kız) olmaya zorlanmış. Galois'nın delirdiğiyle ilgili söylen­
tiler dolaşıyor ve ben de böyle olduğunu düşünüyorum.
80 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Galois hakkında ileride daha fazla şey öğreneceğiz. Bizzat


Sophie Germain'le ilgili elimizdeki kısıtlı bilgi için Libri'nin kaleme
aldığı anma yazısına kulak vermemiz gerekiyor:

Matmazel Germain kendini yalnızca matematiğe adamamıştı; bunun


dışında biri bile bir kadının tanınmasını sağlayacak farklı bilgi alanlarına
hakim olmuştu. Doğa bilimlerinde hayli yetkindi. Ayrıca kendi başına Latin­
ceyi öğrenmişti. Ü stelik kendisi için de değil; çünkü ona göre diller yalnızca
çalışmayı sağlayan bir araçtı, farklı pek çok çalışmayı özellikle de Newton
ve Euler'in çalışmalarını anlayabilmesi için gerekliydi. Buna ek olarak, ger­
çek felsefi ruhun kaynağı olduğunu düşündüğü metafiziğe olan yoğun il­
gisi nedeniyle makalelerinde ince felsefi yansımalara rastlanabilirdi. Üstün
zekaların edebi ürünleri olarak gördüğü farklı felsefi sistemler üzerine çok
az düşünürdü.
İnsanlarla iletişimi eşsiz bir nitelikteydi. Konuşmasının vurucu özellikleri
bir durumdaki temel düşünceye yorulmaksızın ulaşması ve tüm ara kade­
meleri atlayarak sonuçlara ulaşabilmesi; kibar ve hafif biçimiyle her zaman
kesin ve hatasız bir düşüncenin üstünü örten mizah anlayışı ; aynı yasalara
tabi olduğunu düşündüğü fiziksel düzen ile ahlaki düzen arasındaki benzer­
likleri bağdaştıran ve çalışmalarının çeşitliliğinden kaynaklanan bir yetenek
olmasıydı. Bir de buna her zaman kendinden önce başkaları nı düşünmesine
neden olan tükenmez bir iyilikseverlik eklendiğinde insan onun cazibesinin
ne olduğunu sezebilecektir.
Tüm yaptığı işlerde kendini unutmanın ne demek olduğunu göstermişti.
Kendini tamamen yadsıyarak sonuca ulaştığı ve başarının getireceği avan­
tajları hiç düşünmediği bilimde bu durum özellikle aşikardı . Kendi düşünce­
lerini benimseyen diğer insanlar için bu düşüncelerin ara sıra da olsa verimli
olmasından mutluluk duyardı. Tekrar tekrar bir düşünceye ilk kimin ulaştığı­
nın önemli olmadığını aksine bu düşüncenin ne kadar ileri taşınabileceğinin
önemli olduğunu söylerdi. Kendi düşüncelerinin, onun tanınması -bunu kü­
çümser ve alaycı bir biçimde başkalarının zihinlerinde bizim bulunduğumuz
küçük alan olan burjuvazinin bir zaferi olarak adlandırırdı- açısından hiçbir
şey getirmediği halde bilimde meyvelerini vermiş olduğunu memnuniyetle
belirtirdi.
Matematiksel bir doğru olarak saydığını söylediği erdemin her alanda
damgasını vurduğu eylemlerinde de bu soylu karakteri sergilerdi. Bir insanın
SOPHIE GERMAIN 81

bir tür düzenin düşüncelerinden, diğer düzenlerin düşüncelerini sevmeden


hoşlanabileceğinin mümkün olabileceğine inanmadığından onun akıl yürüt­
mesine göre adalet ve erdem düşünceleri, kalp bundan hoşnut olmasa bile
aklın benimsemesi gereken düzen düşünceleriydi. Matematik çalışmalarının
en ileri noktasına kadar peşinden giden böylesine üstün bir kadın bildiğimiz
kadarıyla gerçek bir ilerleme kaydetmiş tek kişidir.
Cari Friedrich Gauss (1777-185 5)

rt arda gelen yedi büyük Fransız matematikçiden sonra şimdi


A Almanya'ya geçiyoruz. Fransa gibi güçlü bir devlet olmaktan
çok hala bağımsız devletler topluluğu görünümündeki bir ülkede
Leibniz'in yüksek dehası, hemen etkisini göstermedi. Bununla bir­
likte ölümünden elli yıl sonra, Braunschweig'da Euler gibi "ma­
tematikçilerin prensi" olarak bilinecek bir çocuk dünyaya geldi.
Alman matematik geleneği temellerini büyük ölçüde Carl Friedrich
Gauss'tan alır. Onun muhteşem beyin gücünden ve geniş ilgi alan­
larından kuşku duyulması mümkün değil ama Sophie Germain'le
yaptığı yazışmalarda da gördüğümüz gibi Gauss, yalnız çalışmayı
tercih ediyor, diğer matematikçilerin uğraştıkları alanlara girme
konusunda hayli ihtiyatlı davranıyordu.
84 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Tam adıyla Johann Carl Friedrich Gauss 30 Nisan 1 777'de


doğdu. İki kez evlenmiş olan babası Gerhard Dietrich Gauss
Braunschweig şehrinde vasıfsız işlerde çalışıyordu. Kendisinin ve
atalarının küçük çiftçi olduğu kırsal bölgeden şehre taşınmış ama
çok geçmeden ortaçağdan kalan loncaların kendisi gibi yeni gelen­
lere şehirdeki işleri kaptırmadığını görmüştü. Bu engelleri aşmak
için ilk adım olarak aile şehirde bir ev satın alarak tam vatandaşlık
hakkı elde etti. Carl Friedrich, babasının 5 Eylül 1 775'te zeki ama
fazla bir eğitim görmemiş Dorothea Benze'yle yaptığı ikinci evli­
liğinden olan, bilinen tek çocuğuydu. Gauss, daha sonra zekasını
babasına değil de annesine dayandıracaktır. Annesi yine aynı böl­
gede yaşayan, duvar ustalığıyla geçinen bir ailedendi. Anne ve ba­
bası pek eğitimli insanlar değillerdi; sonraki yıllarda Gauss, 1 808'e
dek yaşamış olan babasını dürüst ve çalışkan ama mütehakkim,
kaba ve dar görüşlü biri olarak tanımlayacaktı. Annesine daha faz­
la sevgi ve saygı duyuyordu.
Olağanüstü bir hafızaya sahip olduğu belli olan Gauss küçük
yaşlarından itibaren sayma ve aritmetikle ilgili konularda sıra dışı
bir hüner göstermişti; okumaya başlamadan hesap yapabildiği söy­
lenir. Yedi yaşında okula başladı. Öğretmenleri onun yeteneklerini
fark edince eğitimiyle özel olarak ilgilendiler. Gauss'un eğitimine,
ders programının eski olmasına karşın düzen içindeki sınıfları had­
dinden fazla kalabalık olmayan yerel gymnasium'da devam etme­
si konusunda babasını ikna ettiler. Gauss bu okulda o zamanlar
bir bilimci için kaçınılmaz olan Latincenin yanı sıra resmi dil olan
Yüksek Almancayı öğrendi. Filolojik çalışmalar çok ilgisini çeki­
yordu ama esas ilgisini çeken şey matematikti. On dört yaşında
bölgenin yöneticisi Braunschweig-Wolfenbüttel düküne tanıtıldı.
Gauss'un yeteneklerinden etkilenen dük onu küçük bir bursla ödül­
lendirdi. Seçkin bir yerel akademi olan Braunschweig Collegium
Carolinum'un bir üyesinden daha da fazla bir teşvik ve yardım geldi.
On beş yaşına geldiğinde Gauss, türünün en iyilerinden biri
olan bu ilerici, fene dayalı kurumun öğrencisi oldu. Bilim klasik­
lerinden yalnızca birkaç tanesini bulundurmasına karşın okulun
genel olarak iyi bir kütüphanesi vardı. Gauss'un üzerinde çalıştı-
CARL FRIEDRICH GAUSS 85

ğı klasiklerden biri de Newton'un Principia'sıydı. Çok geçmeden


kendi düşüncelerini oluşturmaya başlasa da daha sonra keşfettik­
lerinin zaten genelde bilinen şeyler olduğunu fark etti. On sekiz
yaşına geldiğinde üniversiteye gitmek için can atıyordu. Filoloji
yerine matematik alanında uzmanlaşmaya tam bu noktada karar
verdi. Braunschweig devletinin üniversitesi Helmstedt'in iyi bir
matematik kütüphanesi olmasına karşın bu üniversite, özel olarak
bilime dayalı bir kurum değildi. Bu nedenle Carl Friedrich, daha
iyi bir bilimsel eğitim için Universitat Göttingen'in bulunduğu 1 00
km güneydeki Hannover'e gitti. Georg-August Universitat ola­
rak bilinen buradaki üniversite, aynı zamanda Hannover'in seçici
prensi" olan Büyük Britanya Kralı II. George tarafından Oxford
ve Cambridge üniversiteleri örnek alınarak 1 72 7' de kurulmuştu.
Yeni kurum tüm Almanya'dan ve Avrupa'nın diğer bölgelerinden
öğrencileri kendine çekti. Zengin gelir kaynaklarına ve daha geniş
bir özerkliğe sahip olsa da üniversite yine de pek çok yönden o
dönemdeki klasik Alman üniversitelerinden farklı değildi.
Gauss üç yıl sonra Braunschweig'a dönmek üzere üniversite­
den ayrılana dek beklendiği gibi genellikle kendi başına çalıştı. O
ana dek neredeyse tüm önemli matematik makalelerinin temel dü­
şüncelerini oluşturmuştu bile. Çalışmaları matematikle sınırlı de­
ğildi; filolojiye ilgisini neredeyse eşit düzeyde sürdürüyordu. İster
Almanca isterse Latince yazsın yazdıkları her zaman çok iyiydi. O
dönem bilimsel yayınların yapıldığı İngilizce dahil tüm dillerin ço­
ğunda okuma yapabiliyordu. Yaşamının sonuna doğru buna Rus­
çayı da ekledi; Göttingen'e gelen Rus konuklara göre Rusçayı akıcı
bir şekilde konuşabiliyordu.
Gauss'un Göttingen'den neden ayrıldığı bilinmemekle birlikte
Braunschweig'da geçirdiği sonraki yedi yılı hayli üretkendi. Onu
desteklemeye devam eden dükün isteğiyle Universitat Helmstedt'e
in absentia (gıyabında) kabul edilen bir doktora tezi teslim etti.
Kendine bir ev kurdu, yeni arkadaşlar edindi ve çok az seyahat
etti. Göttingen'de yalnızca cetvel ve pergel kullanarak oluşturdu-

Kutsal Roma-Germen imparatorlarını seçme yetkisi olan belli sayıdaki Alman hüküm­
darlarının sanı. ( ç.n.)
86 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ğu düzgün on yedi yüzlü çokgen sayesinde mesleki olarak çoktan


dikkatleri çekmişti; bunu her zaman en büyük başarılarından biri
olarak gördü. Ancak erken dönemdeki bu başarısı çok geçmeden
ilk büyük yayını, anıtsal Disquisitiones Arithmeticae adlı eserin
gölgesinde kaldı. Bu eser Sophie Germain ve azıcık da olsa eseri
anlayabilenleri derinden etkilemişti. Bu, daha önceden ayrı ayrı
elde edilmiş sonuçların bir araya getirilmesinden biraz daha fazla
anlamı olan, sayılar kuramını düzenlemeye yönelik ilk denemeydi.
Genellikle başyapıtı olarak değerlendirilen bu eser Gauss'un adı­
nın duyulmasını sağladı. Ne yazık ki eser piyasaya çıktıktan kısa
bir süre sonra yayımcısı iflas ettiğinden bir süreliğine çalışmaya
kimse ulaşamadı.
Aynı zamanda Gauss astronomiyle ilgilenmeye başladı. Ceres
asteroitinin yörüngesini son derece kısıtlı gözlem verisini kullana­
rak hesaplamaktaki başarısı bir sansasyon yarattı. ilk başta yön­
temini açıklamayarak heyecanı daha da yükseltti. Bu güç gösterisi
Gauss'a Sen Petersburg Gözlemevi yöneticiliğinin de dahil olduğu
pek çok onuru beraberinde getirdi. Gauss'un hizmetinde olmasın­
dan büyük bir onur duyan dük, Braunschweig'da kalması yönün­
de teşvik etmek için maaşını artırdı ve onun için bir gözlemevi ku­
racağına söz verdi. Gauss, özgürlük döneminin tüm bu altın yılları
boyunca mali olarak kendisine destek olan dükü her zaman iyi bir
aydın yönetici örneği olarak kabul etmişti.
9 Ekim 1 805'te Gauss iki karısından ilki ve çocukluğundan beri
tanıdığı anlaşılan Johanna Osthoff'la evlendi. Gauss bir mektu­
bunda karısını şöyle anlatır: "Bir hanımefendinin güzel yüzüne,
şefkatli ve hülyalı gözlere ve kusursuz bir vücuda sahip. O, bir
huzur ve sağlık aynası. Bunlar bir yana parlak bir zekası ve eğitimli
bir dili var; tüm bunlardan daha iyi olanıysa hiçbir canlıya zarar
veremeyecek bir meleğin sakin, dingin, mütevazı ve saf ruhuna sa­
hip olması. " Johanna kaldıkları yerden memnun değildi: "Pejmür­
de, pis odalar, dumanlı ve cereyanlı bir mutfak, antika ve ağırkanlı
ev sahipleri. "
Daha önce gördüğümüz gibi Gauss'un Braunschweig günlerin­
de yazıştığı kişilerden biri Mösyö Leblanc takma adıyla Sophie
CARL FRIEDRICH GAUSS 87

Germain'di. Burada Gauss'un çevresindeki kişilere onun hak­


kında yapmış olduğu yorumlardan birkaçını daha ekleyebiliriz.
Gauss bu kişilerden birine şöyle yazmıştı: "Kısa bir süre önce bü­
yük bir şevkle yüksek aritmetikle ilişkiye geçen ve benim D. A.'ma
derinlemesine girmiş olduğunun kanıtlarını sunan Leblanc adın­
da genç bir Parisli matematikçiden bir mektup alma mutluluğuna
eriştim. " Sophie Germain gerçek kimliğini açıkladıktan sonraki
başka bir mektubunda ise "Bir süre önce mektuplarından birine
yanıt verdim ve onunla biraz aritmetik paylaştım. Bu, beni yeni
bir araştırma yapmaya yöneltti; yalnızca iki gün sonra da çok hoş
bir keşifte bulundum," diye yazmıştı. Buna benzer başka mektup­
lar da mevcuttu.
Braunschweig dükü yalnızca aydın bir sanat ve bilim koruyu­
cusu değil aynı zamanda parlak bir askerdi. Austerlitz savaşının
ertesinde Fransız ordusunu durdurmaya yönelik umutsuz çabanın
içinde Prusya kuvvetlerinin emrine girdiği sırada çıkan bir çatışma­
da ölümcül bir yara aldı. Dükün öldüğü Altona'ya gidişi sırasında
Braunschweig'dan geçişinde onu ölüm döşeğinde görmek Gauss'u
derinden etkilemişti.
Saygıdeğer koruyucusunun kaybı nedeniyle Gauss'un artık dü­
zenli bir işe gereksinimi vardı. Ertesi yıl Göttingen'e dönme fırsa­
tı karşısına çıkınca da Gauss bunu değerlendirdi. Gauss yapımı
planlanan yeni bir gözlemevinin yöneticiliğine getirildi. Hannover,
o dönemde Fransızların kontrolünde olsa da Fransızlar iyi bir yö­
netim gösteremiyordu. Eski rejim 1814'te yeniden kurulduğunda
yönetim yeniden verimli bir hale getirildi. Gauss, zamanının bü­
yük bir kısmını sorumluluklarına ayırdığının bilincinde olsa da
Georg-August'a geri dönmek yeni bir düşünce patlamasına yol aç­
mıştı. Örneğin, Eukleides dışı geometrilerin var olabileceğini ya­
vaş yavaş keşfetmeye başlamış ama bu konuya ilişkin hiçbir yayın
yapmamıştı. Klein, Gauss'un Heldenzeit'ının (görkemli dönem)
Braunschweig'da geçen 1798-1 807 arasındaki yıllar olduğu dü­
şüncesinde olsa da 1795-98 arasındaki ilk Göttingen dönemi de
ikinci Göttingen döneminden farklı bir biçimde olmakla birlikte
yine de verimliydi.
88 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Evlenmelerinin hemen sonrasında Gauss'un karısı Johanna,


bazı yönlerden babasına benzeyen Joseph adında bir erkek ile
bunun sonrasında çarpıcı bir biçimde annesine benzeyen Minna
adında bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Johanna yalnızca birkaç ay
hayatta kalabilen bir oğlan doğurduktan sonra 1 1 Ekim 1 809'da
acı bir şekilde yaşamını yitirdi. Dört yıllık evliliği Gauss'u "inanıl­
maz derecede mutlu" etmişti ve eşinin ölümüyle büyük bir hüzne
kapıldı. Gauss, gözyaşlarıyla ıslanmış yürek parçalayıcı sayfalar
dolusu ağıtlar yazmıştı.
Yine de küçük çocuklarını uzun süre annesiz bırakamaya­
cağını düşünerek bir yıl içinde yeniden evlendi. İkinci karısı,
Geheimrat (Danışma Kurulu üyesi) titrine sahip Georg-August'ta­
ki bir hukuk profesörünün Friderica Wilhelmine (Minna) Waldeck
adındaki kızıydı. Gauss'un geldiği sosyal çevreden hayli farklı bir
sosyal geçmişe sahipti. Yeni karısını hayli mütevazı anne ve baba­
sına tanıştırmasının yakışıksız olduğunu hissetti. Yeni karısından
da birbirinin peşi sıra çocukları oldu; 1 8 1 1 ve 1 8 1 3 'te Eugene ve
Wilhelm adlarında erkek çocuklar, 1 8 16' da da Therese adındaki
kız çocuğu dünyaya geldi. Therese'nin doğumunun ardından aile,
yeni gözlemevindeki konutlarına yerleşti.
Fransız devleti, Gauss'un da bir meblağ ödemesi gereken savaş
vergisini yürürlüğe koymakta işi hiç de ağırdan almamıştı. Yeni
göreve getirilmiş bir profesör olarak Gauss bu miktarı ancak bü­
yük sıkıntı çekerek ödeyebilirdi. Birkaç iyi niyetli dostun bu parayı
onun adına ödeme talebi Gauss'un giderek büyüyen şöhretinin de
bir göstergesiydi. Bu arada yeni gözlemevinin inşaatı ve donatı­
mının sağlanması siyasi karışıklıklar yüzünden gecikmiş olsa da
yavaş ama tatminkar bir hızla ilerliyordu. Gauss eğitim alanındaki
sorumluluklarına ilişkin 1 81 0'da şöyle yazmıştı: "Bu kış biri orta
derecede istekli, bir diğeri vasatı bile bulmayan isteğe sahip, üçün­
cüsü ise ne istekli ne de yetenekli olan toplam üç öğrenciye iki ders
veriyorum. Matematikçi olmanın külfeti de işte bu. "
Gauss, Göttingen'de geçirdiği ilk yıllarda Rusya'daki Universitat
Dorpat ile Universitat Berlin'den teklifler aldı. İlkinden aldığı tek­
lifi geri çevirirken Universitat Berlin'den yapılan teklifle ilgili gö-
CARL FRIEDRICH GAUSS 89

rüşmeler on beş yıl boyunca sürdü. Gauss için beraber çalışacağı


seçkin bilimcilerin bulunduğu Bedin çekici bir yerdi. Karısı Minna
dört gözle Berlin'e taşınmalarını bekliyordu. 1 824-25'te görüşme­
ler zirve noktasına ulaşmıştı. Prusya bürokrasisi işleri bu kadar
yavaştan almasaydı Gauss'un Bedin teklifini kabul edeceğine dair
güçlü kanıtlar var. Hannover'de önemli sorular Londra'ya sorul­
mak zorunda olsa da kararlar çabuk ve kesin bir şekilde alınıyor­
du. Berlin'in önerdiği teşvikler Georg-August tarafından da benzer
şekilde karşılanınca Gauss olduğu yerde kalmaya karar verdi.
Gauss'un esas işinin Sternwarte Göttingen yöneticiliği olduğunu
ve aynı zamanda zamanının ve enerjisinin çoğunu ayırdığı Hannover
devletinin arazi ölçümlemesi işindeki yorucu projelere de dahil ol­
duğunu hatırdan çıkarmamak gerekir. Gauss, 1 821 boyunca nere­
deyse altı ayını arazide geçirirken sonraki dört yıl boyunca da ben­
zer sürelerle arazide çalıştı. Şartlar genellikle kötü, kimi zaman da
berbattı. Gauss, aşırı hassas olduğu sıcaklık nedeniyle bunalıyordu.
Bunlar yalnızca para kazanmak için üstlendiği görevler değildi; ast­
ronomi ve jeodezi yaşamı boyunca sahip olduğu ilgi alanlarıydı.
Gauss'un ikinci evliliği mutsuz bir evlilik olmasa da ilkiyle kıyas
kabul etmeyen bir evlilikti. 1 8 1 1 ile 1 8 1 6 arasındaki üç doğumdan
sonra Minna sürekli olarak hastalıklı bir hal aldı. Giderek daha
fazla yatağa bağlı kalarak en sonunda 1 83 1 'de muhtemelen ve­
rem hastalığına yenik düştü. Ne yazık ki üç oğlu da Gauss'a hayal
kırıklığı yaşatmıştı. İlk evliliğinden olan en büyük oğlu Joseph bir
süre için babasının yardımcılığını yaptı, daha sonra başarısız sa­
yılabilecek askeri meslek yaşantısına atıldı ve en nihayetinde de­
miryolu mühendisi oldu. İkinci evlilikten olan oğulları Eugene ve
Wilhelm, özellikle babasının bazı yeteneklerini miras almış olan
Eugene'in daha da acı bir şekilde yaşadığı babalarıyla aralarında­
ki uzun anlaşmazlıkların sonucunda Kuzey Amerika'ya göç ettiler.
Kız kardeşleri Therese babasıyla yaşamaya devam ederek baba­
sının 1 855'teki ölümüne dek evi çekip çevirdi. Gauss'un babası
1 808'de ölmüştü; dokuz yıl sonra da neredeyse tamamen kör olan
yaşlı annesi artık Geheimrat olmuş olan ünlü oğlunun yanında ya­
şamının son günlerini geçirmişti.
90 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

İkinci karısının ölümünden sonra Gauss giderek daha fazla içi­


ne kapandı. Daha sonraki yıllarda kendini gösteren melankolik
kişiliğin temelleri bu dönemde atılmıştı. İnsanlar onu görmeye gel­
diğinde sürekli olarak gençlik günlerinden söz ederdi. Ona mate­
matikteki yeni gelişmelerden söz açtıklarında ise bunları çok uzun
zamandır bildiğini söyleyerek konuşmayı kısa kesmelerini isterdi.
Ölümünün ardından defterleri incelendiğinde bu sözünün altında
gerçekten bir doğruluk payı olduğu görüldüyse de Gauss ayrıntılar
konusunda her zaman güvenilir değildi. Gauss, Ernst Kummer'in
ideallerin keşfi olan tek bir biçimde çarpanlarına ayırmayı yeni­
den kurmasına ilgisiz kaldı ve Niels Abel beşinci dereceden genel
denklemlerin kökler kullanılarak çözülmesinin imkansız olduğuna
ilişkin kanıtını gönderdiğinde başkalarına Abel'in çalışmasını övse
de bu mektuba yanıt vermedi.
Yine de yaşamının arta kalan yılları tamamıyla melankolik de­
ğildi. 1831'de Wilhelm Weber fizik profesörü olarak Georg-August
kadrosuna katıldı. Üç yıl önceki ilk karşılaşmalarında Gauss,
Weber'den hayli etkilenmişti. Gauss'la oğluymuşçasına yakınlaşan
Weber ona yeni araştırma alanlarını göstererek bilimsel açıdan kı­
sır geçebilecek bir dönemi ödüllü keşiflerin yapıldığı bir döneme
çevirdi. Birlikte "ferrik olmayan" bir laboratuvarda manyetizma
üzerine çalıştılar. Gauss burada elektrikli telgraf düşüncesine hem
kuramsal hem de uygulamalı olarak katkıda bulundu. Ne yazık
ki 1 837-3 8'deki siyasi kriz Weber'in de aralarında olduğu yedi
Göttingen profesörünün işlerini kaybetmesine neden olmuştu. Bu
darbeyi Gauss'un en küçük oğlu Wilhelm'in Amerika'ya göç etme­
si takip etti. Daha sonra Gauss'un doksan yedi yaşındaki annesiyle
birlikte ilk evliliğinden olan kızı öldü. Her şeyiyle son derece mut­
suz bir dönemdi.
Resmi öğretimden hoşlanmamasına ve genel olarak soğuk biri
olarak bilinmesine karşın Gauss kendi küçük dünyasında hay­
li farklıydı, genç insanlarla dost olabilme gibi eşsiz bir yeteneğe
sahipti. Kendi çevresindeki matematikçiler arasında zamansız
ölümünden derinden etkilendiği yetenekli öğrencisi Eisenstein,
Richard Dedekind, Johann Benedikt Listing, August Ferdinand
CARL FRIEDRICH GAUSS 91

Möbius, Bernhard Riemann ve Karl von Staudt vardı. Kendi sos­


yal çevresinde de matematikçi olmayan ve ona çat kapı uğraya­
bilen başka genç insanlar bulunurdu. Yaşamının sonuna doğru
Weber'le birlikte yaptıkları çalışma dışında hep yalnız başına çalış­
mış gibi görünmesine karşın düşüncelerini genç kuşağın temsilcile­
riyle paylaşmaya da hazır görünürdü.
Meslek yaşantısı boyunca Gauss, çoğunlukla matematiksel ast­
ronominin temel yönlerine ilişkin dersler verirken kendi araştır­
ma konusuyla ilgili çok az ders verdi. 5. Bölüm' de göreceğimiz
gibi Dedekind onun derslerini dinlemiş olanlardan biriydi. Burada
onun anlattıkları yerine aynı yoldan yürüyen bir başka öğrenciden
alıntı yapmak istiyorum:

Kış dönemi için Stern, Weber, Listing ve Gauss'tan ders almak niyetin­
deydim. Diğerlerinin aksine Gauss'un ders vermediğini duydum. 1 850'nin
yazında da durum aynıyd ı , Gauss ders vermiyordu. 1 850-51 kışında Gauss
en küçük kareler yöntemine ilişkin daha önceden duyurulmuş bir dersi verin­
ce ben de bu derse katıldım. Bazen dersin yapıldığı sınıf gözlerimin önüne
gelir. Biz dinleyiciler kitaplarla kaplı çıplak bir masanın etrafında otururduk.
Gauss masanın kısa kenarlarından birinde bir koltukta oturur, hemen yanı
başında bir şövalenin üzerinde bulunan ve tebeşirle üzerinde hesaplar yap­
tığı hemen hemen çıplak bir karatahta dururdu. Gauss siyah kadifeden evlik
başlığını giyer, ayağa kalktığında sol eli pantolonunun cebine sokulu olurdu.
Masada her bir dinleyiciye düşen kısıtlı alan nedeniyle mürekkep masadan
kaldırılmıştı ve Gauss kurşunkalemle dahi not alınmasından hoşlanmıyordu.
Bir keresinde not almak istediğimizde şöyle demişti: "Burada yazı yazmayı
bırakın ve beni daha dikkatli dinleyin."

Yaşamının sonuna doğru Gauss'un ilk zamanlardaki matema­


tiksel üretkenliği azaldı. Gauss bunun yerine deneysel çalışmalar
yapmaya başladı. Zamanla bu da sona erince Gauss pratik yetenek
ve bilgilerini üniversite personelinin emeklilik paralarının analizi
için kullanarak tatmin edici sonuçlar elde etti. Özellikle Göttingen
profesörlerinin dul eşlerine erzak dağıtılması işi dikkat çekiciydi.
Aynı zamanda kendi adına da başarılı bir yatırımcıydı. Oğulları­
nın ondan para istediği durumlar dışında hiç mali sıkıntısı olma-
92 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

dı. Temel İngiliz yazarlarının çoğunun ve yetmiş beş ciltlik Rusça


eserin de dahil olduğu büyük kütüphanesiyle doymak bilmez bir
okurdu. Tarihi eserlerden hoşlanıyor, mutlu sonu olan romanları
tercih ediyordu. Gauss'un mizah duygusunu gösteren pek çok olay
anlatılmaktadır.
Eski bir arkadaşı şöyle yazmıştı: "Gençliğinde olduğu gibi yaşlı­
lığı boyunca öldüğü güne dek sade ve mütevazı Gauss olarak kaldı.
Küçük bir çalışma odası, yeşil örtülü küçük bir masa, beyaza bo­
yanmış bir kürsü, dar bir kanepe ve yetmiş yaşından sonra bir kol­
tuk, abajurlu bir lamba, ısıtılmamış bir yatak odası, basit yemekler,
bir sabahlık ve kadife bir başlık. İhtiyacı olan şeyler yalnızca bun­
lardı." İngiliz günlük yazarı Thomas Hirst yaşamının sonuna doğru
Gauss'a uğradıktan sonra şunları kaydetmişti: "Kişisel olarak mut­
lu erkeksi bir ifadesi olan saygıdeğer yaşlı bir adam. Onda gücün
sıra dışı bir yönü var ve söylediği her şeyde özel bir çaba sarf etme­
den insani kudretin varlığını hissettiriyor. Yaklaşık seksen yaşında
(aslında yetmiş beş) ama onda tek bir emeklilik izine bile rastlamak
mümkün değil. Hatta gözlüksüz okuyabiliyor... İlk sözcükler ağzın­
dan dökülür dökülmez kendimi tamamıyla çok rahat hissettim."
Bu yaşam öyküsünde kullanılan portre 1 828'de elli yaşınday­
ken yapılmıştır ama Gauss bu portrede olduğundan çok daha genç
görünüyordu. Boyu 1 metre 50 santimetrenin biraz üzerinde olsa
da güçlü ve kaslı bir vücut yapısı vardı. Parlak ve delici mavi göz­
lere, tipik bir altsınıf Almanın yüz hatlarına sahipti. Her zaman
sağlığından endişe duymuş olsa da astım ve kalple ilgili sorunlar
yaşamaya başlaması 1825'ten sonraya rastlar. Bunun dışında ya­
şadığı sağlık sorunları yalnızca sıcaklığa karşı olan aşırı hassasiyeti
ve 183 8'deki geçici sağırlık dönemiydi. Kararlarını sakin ve ağır­
başlı verirdi. Kendine hakim olmasını çok iyi biliyordu.
Gauss çok sayıda akademik ve diğer alanlarda ödüller almıştı.
Son yıllarında kendisine hep Geheimrat Gauss diye hitap ediliyor­
du. Başta Ceres ve Pallas asteroitlerinin yörüngelerinin hesaplan­
masındaki başarısından dolayı 1 804'te Royal Society of London'ın
yabancı üyeliğine seçildi, 1 838'de derneğin Copley Madalyası'yla
ödüllendirildi. 1 854'te Georg-August, Alman üniversitelerinde bir
CARL FRIEDRICH GAUSS 93

gelenek olduğu üzere doktora tezini verişinin ellinci yıldönümünde


Gauss'un bilimsel jübilesini kutladı. O sırada orada bulunanlar­
dan biri olan Dirichlet, Gauss'un Disquisitiones arithmeticae'nin
orijinal elyazmasından bir parçayla piposunu yakmaya çalıştığını
fark etti. Kutsal bir metne karşı yapılan bu saygısızlık karşısın­
da dehşete düşen Dirichlet metni kurtararak daha sonra titiz bir
biçimde sakladı. Aynı yıl Gauss çok ender olarak gerçekleştirdiği
gezilerinden birini inşa halindeki Cassel demiryolu hattına yap­
tı. İçinde yolculuk yaptığı arabanın atları lokomotiften ürkünce
Gauss arabadan düştü. Yaralanmamasına karşın Gauss bu olay­
dan hayli etkilendi. Yaşamının farklı aşamalarında Geheimrat'la
ilgili, bazılarına Euler'in de dahil olduğu öyküler anlatılmıştır.
Gauss kötüye giden akli ve fiziksel sağlığından şikayet ediyor
olsa da kalp büyümesi nedeniyle bazı dolaşım sıkıntıları yaşayana
dek sağlığı yaşına göre hayli iyi durumdaydı. Ölümünden önceki
yıl, Riemann'ın geometrinin temellerinde yatan kuramları anlattığı
konuşmasıyla ortaya çıkmasıyla aydınlandı. Bu sırada yaşananlar
ilerideki bölümlerde Riemann'ın yaşam öyküsü sırasında anlatıla­
cak. O anda orada bulunanlardan biri olan Weber, konuşma son­
rasında eve beraber yürürlerken Gauss'un ne kadar heyecanlanmış
olduğunu aktarmıştır. O sıralar hasta bir adam olan Gauss, mate­
matiksel düşünceleri kendininkilere çok yakın olan Riemann'dan
büyük bir övgüyle söz eder. Kısa bir süre sonra evden dışarı çıka­
maz hale gelen ve zorlukla yürüyebilen, Alman matematikçilerin
en büyüğü Gauss 23 Şubat 1 855'te yetmiş yedi yaşındayken uyku­
sunda yaşamını yitirdi.
Gauss inanılmaz zenginlikte bir bilimsel yaşantı sürdürmüştü.
Matematik alanında ilk olarak sayılar kuramıyla başlayan yolcu­
luğu daha sonra cebir, analiz, geometri, mekanik, gökcisimleri me­
kaniği, olasılık, hatalar kuramı ve aktüeryal bilimlerle devam etti.
Soyut ve uygulamalı bilimlerde ise gözleme dayalı astronomi, arazi
ölçümü, jeodezi, kılcallık, jeomanyetizma, elektromanyetizma, op­
tik ve bilimsel aletlerin tasarlanması ilgi alanlarını oluşturuyordu.
Matematikteki çalışmalarının esas etkileyici yanı derinlere işleme­
sindeydi; bilim alanında ise virtüözlüğünde. Newton matematikçi-
94 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

den çok bir fizikçi olarak kabul edilirken Gauss için bu durum tam
tersiydi. Newton gibi Gauss da ihtilaflardan hoşlanmazdı ve yine
Newton gibi buluşlarını yayımlamak konusunda isteksiz davranır­
dı. Kırk yaşındayken Gauss bu tavrını, en azından sayılar kuramı
özelinde şöyle açıklamıştı:

En güzel teoremlerin pek çoğuna tümevarımla çok kolay bir biçimde


ulaşılması yüksek aritmetiğin tipik bir özelliğidir ancak kesinlikle kolay ula­
şılamayacak yerlerde bulunan kanıtlara ulaşmak genellikle derin analiz ve
şanslı kombinasyonların yardımıyla yapılan çok sayıda nafile araştırmanın
sonucunda mümkündür. Bu çok önemli olgu matematiğin bu dalının farklı
öğretilerinin birleşiminden ortaya çıkar ve buradan varılan nokta da genel­
likle kanıtları yıllarca boşu boşuna aranan teoremlerin, sonradan çok değişik
yollarla kanıtlanması olur. Tümevarım yoluyla yeni bir sonuç elde edilir edil­
mez insan ilk koşul olarak olası herhangi bir yöntemle bir kanıt bulmayı dü­
şünmelidir. Ancak böylesi bir talihten sonra yüksek aritmetikte araştırmanın
sona erdiği düşünülmemeli ya da başka kanıtların aranması gereksiz bir lüks
olarak görülmemelidir. Kimi zaman insan en güzel ve en basit kanıta ilk başta
ulaşamaz ve sonrası araştırmanın en çekici noktası olan ve genellikle yeni
doğruların keşfedilmesine yol açan yüksek aritmetikteki gerçeklerin mükem­
mel birleşiminin içyüzünün kavranmasından ibarettir. Bu nedenlerle bilinen
doğrulara yeni kanıtlar bulmak en az keşfin kendisi kadar önemlidir.

Gauss mükemmeliyetçi biriydi ve tüm çalışmalarını yayımlama­


dığından başkalarının, yayımlamamış olduğu sonuçlarına kendi­
sinden bağımsız olarak yeniden ulaşmış olduklarına giderek daha
fazla rastlıyordu. İki kişi aynı buluşu yaptığında olağan uygula­
ma önceliğin yayın tarihine göre belirlenmesiydi. Bununla birlikte
Gauss yalnızca bir iki kişiye bahsetmiş olduğu sonuçlarda bile hak
iddia ediyordu. Kimi zaman hiç kimseye söylemediği ve yalnızca
defterine not ettiği durumlarda dahi bu şekilde davranıyordu.
Gauss'un öncelik konusundaki tavrı özellikle Legendre'ı rahat­
sız ediyordu. Örneğin, Legendre kuadratik karşılıklılık yasasına
ilişkin savını ortaya atmış ve bunu kısmi olarak ispatlamıştı ama
Gauss bununla ilgili eksiksiz kanıtı sunduğunda Legendre'ın ba­
şarısından neredeyse hiç söz etmemişti. Daha sonra Legendre en
CARL FRIEDRICH GAUSS 95

küçük kareler yöntemini ilk kez olarak sunduğunda Gauss bu yön­


temden on yıldır haberdar olduğunu yazdı. Bu, gerçekten doğru
olsa da önemli olan Gauss'un o zaman için bunu yayımlamamış
olduğuydu.
Gauss'un toplu eserlerinde pek çoğu Latince yazılmış üç yüzü
aşkın makale yer almaktadır. Yayımlanmamış defterleri üzerine
tarihçiler uzun süredir çalışmalarına devam ediyor olsa da yorum­
lamaya ilişkin çok sayıda sorun varlığını sürdürmektedir. Ciltler
dolusu mesleki ve kişisel yazışmaları da titiz bir biçimde incelen­
meye devam ediyor. Bu yazışmalar dünya işlerinde genellikle sağ­
lam bir yargıya sahip, çok geniş ilgi alanları olan bir adamı ortaya
çıkarmaktadır. Yine de Gauss'un epeyce muhafazakar görüşleri on
sekizinci yüzyılda oluşmuştur. İç savaş ve diğer siyasi şiddet olay­
ları onu "tarif edilemez bir korkuya" sevk etmişti. Çalışkanlığıyla
bir aziz mertebesine yükseltilen Gauss'un yaşam öyküsü onun ya­
şamında ve çalışmalarında bazı yönlerin abartılmasına neden olsa
da onun kendi sözleri unutulmamalıdır: "Matematiksel doğrular
üzerine benim kadar derin ve sürekli bir biçimde düşünen herhangi
biri de benim keşiflerimi yapardı." Gauss'un çok sayıda özel du­
rumda sonucun doğrulanmasını temel alarak bir sonucun "keşfi"
olarak nitelediği şeye bugün biz genellikle "sav" diyoruz.
Gauss'un çalışmaları ile onun öncüllerinin özellikle de Euler'in
çalışmalarının karşılaştırılması açısından yaşam öyküsünü 5. Bö­
lüm' de göreceğimiz Britanyalı matematikçi Henry Smith'in bir ma­
kalesinden alınan aşağıdaki pasaj aydınlatıcı olacaktır:

Büyük insan Newton'u bir istisna olarak kabul edersek (ki bu Gauss'un da
yapmaktan hoşlanacağı bir istisna olacaktır) Eski Yunanların gıpta edebile­
ceği gibi icatların olağanüstü verimliliği ile uygulamaların kesin doğruluğunun
birlikteliği açısından herhangi bir dönem ya da ülkedeki hiçbir matematikçinin
Gauss'tan daha üstün olmadığını söylemek mümkündür. Euler ve Cauchy
gibi büyük matematikçilerin itibarını zedelemeden onların, kendi yaratım­
larının aşırı zenginliği karşısında altüst olmaları ve elde ettikleri sonuçlarla
birlikte gelen ilgiden öylesine büyülenmiş olmaları nedeniyle, düşünceleri­
ni tam anlamıyla mantıksal bir düzen içine sokmaya ya da sezgisel olarak
96 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

hissettikleri ve hatta doğru olduğunu görebildikleri inkar edilemez kanıtlar­


la düzenlemeye zaman ayırmayı pek de umursamadıkları açıkça söylene­
bilir. Gauss içinse durum tam tersiydi. Paradoksal görünebilir ama yine de
Gauss'un yazdıklarını mantıksal mükemmeliyetçi biçim sonrasında meçhul­
lük ve gereksiz bir biçimde zor olma ithamı altında bırakanın da bu hassas
çaba olduğu doğrudur. . . Yapılan tüm iddialar bütünüyle kanıtlanm ıştır ve her
iddia tamamen doğru ve mantıkl ı bir sıra içinde bir diğerini takip eder; şu ana
dek şikayet edebileceğimiz hiçbir şey yok. Ancak tetkikimizi sona erdirdiğimiz
anda işimizin asıl şimdi başladığını, hala tapınağın eşiğinde duruyor olduğu­
muzu ve perdenin ardında bir gizemin yattığını ama bunun bizden saklanmış
olduğunu anlarız. Sonucun nasıl elde edileceğini gösteren süreçten eser
yoktur, hatta uygulamanın birbirini takip eden adımlarını ima eden kabullerin
izine dahi rastlanmaz ... Diğer taraftan Euler'in bilimsel incelemelerine döner­
sek tüm edimle ilgili olarak Euler'in çalışmasının her adımında tatmış olduğu
zevkin izlerini taşıyan bir tür teklifsiz ve bol bağışlayıcılığa rastlarız; ancak
yine de Gauss'un tüm büyük çabalarının ortak bir özelliği olan göz alıcı ihtişa­
mından çok uzakta olduğumuzun farkındayızdır... Gauss'un matematikçilere
yönelik takdirden payına düşen kısmın en önemli olmasa da yabana atılma­
yacak sebebi onun, bilimin enginliğine tamamen dalmış olarak çalışmanın
her bölümünde azami sertlik uygulamış, bir güçlüğü sanki hiç yokmuşçasına
atlayıp geçmemiş ve hiçbir teoremi fiilen gösterilebileceği sınırların ötesinde
doğru olarak kabul etmemiş olmasıdır.
Simeon-Denis Poisson (1781-1840)

u bölümün sonuna dek yeniden Fransa'ya dönüyoruz. Adı


B daha önce pek çok kez geçmiş olan Poisson yaşamı boyun­
ca özellikle kendi ülkesinde karışık bir ünün sahibi oldu. Kendini
Fransız biliminin seçilmiş lideri olarak gördüğü güç ve nüfuz sahibi
bir konuma hızla yükselirken bu konumun avantajlarından yarar­
lanmak için de çok çalıştı. Restorasyon dönemi sonrasında zayıf­
latılan Devrim ve Napolfon dönemlerindeki eğitim reformlarını
durdurmak için elinden geleni yaptı.
Simfon ve Francheterre Poisson Paris'in seksen kilometre kadar
güneyinde bulunan ve 21 Haziran 1781'de oğulları Simfon-Denis
Poisson'un doğduğu Pithiviers kasabasında yaşıyordu. Eskiden
98 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

asker olan babası, kibirli asilzadelerden çok çektiği ordudan ter­


his olmasının ardından orta dereceli bir idari mevki elde etmişti.
Büyük bir heyecanla karşıladığı Devrim ona Pithiviers bölgesinin
sulh hakimliğini getirdi. Bu görevi sayesinde oğlunun doyumsuz
bir okuru olduğu ]ournal de l'Ecole Polytechnique'in sayıları eli­
ne geçiyordu. Küçük çocuğun kısmen mali nedenlerden dolayı
Fontainebleau'da doktorluk yapan amcasının yanına gitmesine ve
orada yaşamasına karar verildi. Bu kararın alınmasındaki amaç
onun da tıp alanında bir meslek yaşantısına sahip olmasıydı ama
Poisson en basit ameliyatları izlerken bile fenalaşıyordu. Bilimsel
meslek yaşantısının gelişiminde laboratuvar işlerine karşı duyduğu
antipatinin yanı sıra bu alandaki yetenek eksikliği de belirleyici
bir etken oldu. Bölge okulundaki matematik öğretmeni şans ese­
ri Laplace'ın bir arkadaşıydı. Poisson'un yeteneğinden etkilenerek
genci Ecole Polytechnique'e girmeye çalışması konusunda teşvik
etti. Giriş sınavında Poisson'un sergilediği performans o yıl için
açık ara en iyisiydi. Poisson 1 798'de okula kabul edildi. Taşradan
yeni gelen genç hızla başkentteki yaşama uyum sağladı.
Polytechnique'te analitik fonksiyonlar üzerine henüz yeni ders
vermeye başlamış olan Lagrange onun özenli bir öğrenci olduğunu
ve sınıfta sürekli uygun açıklamalar yaptığını fark etti. Çok geç­
meden derslerden sonra öğrencilerin Poisson'un odasına geçerek
ince noktaları bu yetenekli arkadaşlarından dinlemeleri olağan
bir durum haline gelmişti. Bu durum sayesinde Poisson Laplace'ın
da dikkatini çekti. Bir öğrencinin zor bir soruya yaklaşımındaki
özgünlüğün yanı sıra zarafetinden de etkilenen Laplace öğrenci­
ye çözümün kendisine ait olup olmadığını sordu. Yanıt "Hayır,
çözümü Poisson'dan aldım," şeklindeydi. Polytechnique yetkilileri
Poisson'u resmi ders yükümlülüklerinden muaf tutarak kendi ça­
lışmalarını daha derinlemesine yapmasına karar verdi.
Laplace ile bu yetenekli genç adam arasında gelişen hem kişi­
sel hem de mesleki dostluğa ilişkin çok şey yazılmıştır. Poisson,
Laplace'ın ölümünden sonra yaptığı anma konuşmasında "genç­
liğimde bana gösterdiği yakın ilgi, benden hiç esirgemediği sıcak
dostluğunun izleri, çok sayıda olayda düşüncemi aydınlatan gö-
SIMEON-DENIS POISSON 99

rüşlerini bana aktarması ... " ifadelerini kullanmıştı. Fourier de


Poisson'un matematik yeteneğini ilk başlarda fark eden kişilerden
biriydi. Daha sonra yaşayacakları pek çok anlaşmazlığa karşın
Fourier, Poisson'un bir matematikçi ve fizikçi olarak sahip olduğu
yeteneklere her zaman derin bir saygı duymuştu.
Polytechnique'te olduğu sıralarda Poisson, Monge'un eski bir öğ­
rencisi olan ve kendisine meslek yaşantısının başında çok yardım eden
Jean Nicolas Pierre Hachette'in evinde kalıyordu. Poisson 1 800'de
mezun olmasının hemen ardından yardımcı hoca olarak göreve
başladı; iki yıl içinde yardımcı profesör oldu. 1 803'te üyesi olduğu
Societe Philomatique de Paris'nin yararlı yayını Bulletin'in editörlü­
ğüne getirildi. 1806'da Polytechnique'te Fourier'nin yokluğunda ona
vekalet etmek üzere asli profesörlüğe getirilirken aynı zamanda da
College de France'ta Biot'nun vekilliğini yaptı. Poisson'un koruyucu­
ları yalnızca Hachette ve Laplace değildi. Ekonomist felsefeci ve sos­
yalist Saint-Simon da genç adam kendi ayakları üzerinde durabilene
kadar Poisson'u destekledi. Poisson, Saint-Simon'un kurduğu özgür
okulun başına getirildi. Bu okuldaki dersler Polytechnique'te açılan
dersler örnek alınarak hazırlanmış olsa da öğrencilerin geçimlerini
sağlamak amacıyla ders verdikleri bir yer olması itibariyle diğerinden
hayli farklıydı.
Devrime sempatiyle bakılan bir evde yetişmiş olan Poisson
Polytechnique'e geldiğinde "sosyalistlerin" düşüncelerinden etkilen­
miş, burada öğretmenlik yaptığı ilk yıllarda eylemci öğrencilerin gay­
ri resmi danışmanı olmuştu. Çok sık olmasa da bu grup Napoleon'a
saygı duymadıklarını gösteriyordu. 1804'te Poisson öğrencilerin
imparatorluğun ilan edilmesine karşı topladıkları imzaları yayım­
lamalarını engelledi. Alma mater'inde (mezun olduğu okul) bir kriz
çıkmasını önlemek amacıyla attığı bu adım unutulmadı ve Poisson
daha sonra Napoleon'un çevresindeki bilimcilerden biri oldu.
Bu nedenle 1 806'ya gelindiğinde Poisson çoktan yerini sağla­
ma almıştı. Kendisine yeni görevler verilmesi için yalnızca kısa bir
süre daha beklemesi gerekecekti. 1 808'de daha sonra Laplace'ın
yerini alacağı Bureau des Longitudes'da bir göreve, ertesi yıl da
Sorbonne'da mekanik profesörlüğüne getirildi. 1 8 12'de dahil ol-
1 00 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

duğu Societe d' Arcueil'in en aktif genç üyelerinden biri olarak


meslek yaşantısında onun açısından çok yararlı olacak dostluk­
lar edindi. 1 8 12'de Academie Royale des Sciences üyeliğine se­
çildi; gecikmeksizin de gerekli imparatorluk onayı geldi. Aynı yıl
Legendre'dan topçu okulu öğrencileri ayırtmanlık görevini devral­
dı. Poisson üç yıl sonra da Polytechnique'te yaşamının sonuna dek
sürdüreceği mezuniyet ayırtmanlığı görevine getirildi.
Yaklaşık bu zamanlarda Poisson'un Fourier'yle arasındaki ilişki
kötülemeye başlamıştı. Bildiğimiz gibi Fourier 1 8 12' deki ödüllü
yarışmada kendi ısı kuramını açıklamıştı. Poisson Fourier'nin he­
nüz yayımlamadığı metnini görmüştü. Poisson kendi ısı kuramına
ilişkin bazı çizimleri yayımladığında Fourier Laplace'a şöyle yaz­
mıştı: "Poisson'un öylesine engin bir yeteneği var ki bunu başkala­
rının işine burnunu sokmak için de kullanıyor. Bu yeteneği, zaten
bilineni yeniden keşfetmek için kullanmak büyük bir kayıp ola­
caktır. . . Yönteminin benimkinden farklı olduğunu ki bu gerçekten
doğru ve geçerli olan tek yöntemin de kendisininki olduğunu ek­
liyor. Ancak ben bu iki önermeyi de kabul edemem. Matematikte
duyulmamış olan ikinci iddiaya ilişkin şunu söyleyebilirim ki eğer
Poisson diğer insanların bunu kabul etmesini istiyorsa bunu ince­
lemesinden çıkarmalıdır (Fourier bu noktadan sonra Poisson'un
kuramındaki aksaklıkları belirtiyor) . " Poisson bu eleştiriyi kabul
etmekle birlikte Fourier kendi bilimsel incelemesini yayımlamadan
önce konuya ilişkin üç inceleme daha yayımladı. Böylesi olaylara
Poisson'un meslek yaşantısında sıkça rastlanmaktadır.
Poisson Fransız bilim çevresinin etkili bir üyesi olsa da bu çev­
renin çok fazla içine girmemeyi tercih etmiş gibi görünüyor. Ma­
tematiğin yanı sıra matematiksel fizikte de güncel olarak nelerin
yapıldığından her zaman haberdar olan Poisson, kendi düşüncele­
riyle uyumlu gibi görünmeyen yaklaşımları sorgulamak ve eleştir­
mek konusunda pek istekliydi. Kendi başına ve giderek kızışan bir
tempoda çalışan Poisson fiziğin temel sorularına kendince çözüm­
ler bulmak için çabaladı.
Libri, 1 840 tarihli anma yazısında Poisson'un çalışma yöntem­
lerini şöyle aktarmıştı:
SIMEON-DENIS PO\SSON 1 Ü1

Poisson hiçbir zaman aynı anda iki işle birden uğraşmak istememiştir;
çalışmaları sırasında o an uğraştığı şeyle hemen ilgisi kurulamayacak bir
proje aklına geldiğinde küçük cep defterine birkaç sözcük yazmakla yetinirdi.
Bilimsel düşünceleri hakkında yazıştığı kişiler bir incelemeyi tamamlar ta­
mamlamaz ara vermeden yeni bir konuya geçeceğini ve ilgileneceği konuyu
alışıldığı gibi cep defterinden seçeceğini bilirlerdi. Bu bağlamda başarı şansı
olan problemleri önceden kestirmek ve bu konulara girmeden önce bekleme­
yi becerebilmek keskin ve düzenli bir zihnin kanıtını ortaya koyar.

Poisson Napolfon'cu rejime yönelik özel bir bağlılık hissetme­


diğinden bu düzen devrildiğinde rahat bir biçimde uyum sağladı.
XVIII. Louis'nin 1 8 14'teki restorasyonu, meslek yaşantısında her­
hangi bir aksiliğe neden olmadı, hatta Poisson yeni resmi sorum­
luluklar üstlenmeye devam etti. Bunların arasında en önemlileri
tüm Fransa'daki matematik eğitimini denetleme olanağı sağlayan
Conseil Royal de l'Instruction Publique adaylığı ile ulusal eğitim
sistemiyle ilgili tartışmalarda kendisine en üst düzeyde söz hakkı
tanıyan 1 829'daki Conseil Royal de l'Universite adaylığıydı. Bu
görev XVIII. Louis'nin gerici hükümetinin Devrim ile Napoleon
dönemleri sırasında benimsenen bilimsel program ve politikalara
karşı bir mücadele başlattığı kritik bir zamanda gelmişti. Başta
Andre-Marie Ampere olmak üzere meslektaşlarının yardımıyla
Poisson bu baskılara göğüs gerdi.
Poisson bu önemli sorumlulukları üstlenirken bir yandan da
akademide giderek daha nüfuzlu bir hale geliyordu. Laplace'ın
1 827'deki ölümünün ardından koruyucusunun ileri sürdüğü dü­
şüncelerin peşinden giderek onun mirasına bağlı kalmayı bir gö­
rev olarak kabul etti ama aynı zamanda da başka alanlarda çok
sayıda araştırma yürüttü. Çok geçmeden kendini Fransa'nın en iyi
matematikçisi olarak görmeye başlamıştı. Yaşamının son on yılın­
da diğer tüm çalışmalarının yanı sıra birkaç kitap yayımladı. Bu
yayınlar esas olarak pedagojik konulara ilişkin bilimsel inceleme­
lerdi. Ele alınan konularla ilgili değerli tarihi araştırmaların bulun­
masına karşın bu eserler o döneme ait araştırmaların gelişimine
çok az katkıda bulunmuştu.
102 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Poisson'un araştırma alanında yaptığı katkıların doğru bir de­


ğerlendirmesi için daha ziyade onun ortaya koyduğu sayısız maka­
le ve incelemeye bakmamızda yarar var. Kendi başına yaptığı ya­
yınlar listesi uzunluğu itibariyle hayli etkileyicidir. Bunun yanında
incelemelerinden kaynaklanan sayısız özet ortaya koymuştur. Bun­
lar göz önüne alınmadığında dahi geriye yaklaşık üç yüz başlık ka­
lır. Sahibi bilinmeyen 1 8 74 tarihli bir değerlendirmede şöyle yazar:

Bir matematikçinin şöhreti aslında sahip olduğu sıra dışı analiz gücüne
bağlıdır. Analizcinin anlaşılmaz ifadelerle formüle ettiği fiziksel keşiflerin sa­
hibi deneysel bilimci, aldığı yardımın derecesini teslim etmekte genellikle
yetersiz kalır... Sıradan bir insan için bir matematikçinin yaptıklarından en
etkileyici olanı , neredeyse hiçbir değeri olmasa da dönüşüm yapabilme be­
cerisidir. Poisson bu yeteneğe fazlasıyla sahipti. İ nsanları etkiledi ve büyük
bir adam olarak kabul edildi. Ancak bir bilimci yalnızca düşünceleriyle hatır­
lanır. Oysaki Poisson'un yalnızca başkalarına ait düşünceleri vardı . Ü stüne
üstlük birbirine karşıt iki düşünce arasında bir seçim yapması gerektiğinde
Poisson'un kendi analizi sonucunda ulaştığı karar genellikle yanlış tercih olurdu.

Bu saldırı şüphesiz hayli insafsız ancak yine de içinde bir doğ­


ruluk payı vardı. Yorulmak bilmezcesine formüllerle oynaması
onun tipik bir özelliğiydi. Daha sonra Jacobi, Poisson'un Celestial
mechanics'in ilk baskısından beri hareket denklemlerinin dönüşü­
müyle ilgili en önemli ilerlemeyi kaydetmiş olduğunu belirtti. Daha
sonra göreceğimiz gibi Hamilton ve diğerleri on dokuzuncu yüzyı­
lın sonuna dek kuramsal fizikte yaşanan büyük gelişmelerin teme­
linde yatan matematiksel yöntemlerde Poisson'un hesaplamaların­
dan ilham almışlardı.
Poisson'a çok şey borçlu olan ve son yıllarında onun çok yakı­
nında bulunan matematikçi ve felsefeci Cournot, koruyucusunun
"tüm soruları ve tercihen doğa felsefesi açısından önemli olanlarını
inceleme isteğiyle bağlı olan çapraşık hesaplamalarında" herkesten
daha fazla sergilediği "bolluk, uyum sağlama yeteneği ve becerik­
liliğinden" bahsetmişti. "Buna rağmen ya da belki de bu yüzden
bilim tarihinde sahibine sonsuza dek sürecek bir ün sağlayan ve az
SIMEON-DENIS POISSON 1 03

rastlanır, tamamıyla yeni ve çarpıcı kavramları geliştirme talihin­


den pek hoşlanmamıştır. Yeni bir alana geçmektense muntazaman
kendi yolunda ilerlemiştir."
Cournot aynı zamanda Poisson'un büyük bir entelektüel ince­
likle geniş bir sağduyu ve sabrı birleştirebilen açık sözlü bir insan
olarak görünme arzusunu ifade ederek Poisson'la ilgili kendi kişi­
sel izlenimini de vermişti. Bilim dünyasında sahip olduğu seçkin
ününü göz önüne alan kraliyetçi parti onun muhafazakar görüntü­
sünden kraliyetçilik adına yararlanmak istiyordu. Poisson 1 825'te
baron ilan edildi. Poisson bu unvanı ne kabul etti ne de reddetti.
1 830 devrimi gerçekleştiğinde Poisson sahip olduğu görevlerden
bazılarını kaybedebileceği korkusunu yaşadı; aksine Orleanist kral
Louis-Philippe onu Soylular Meclisi'ne dahil etti. Poisson bu görevi
kabul ederek bilimin ilerlemesini sağlayabilmek adına hiçbir fırsatı
kaçırmama düşüncesiyle pek de siyasi bir konformizm göstermedi.
Poisson'un çok çeşitlenmiş etkinlik alanları onun Cournot'nun
yazmış olduğu talihin tadını çıkaramamış olmasının bir nedeni
olarak kabul edilebilir. Poisson sürekli olarak ve genellikle ilke­
siz bir biçimde diğer bilimcilerin düşüncelerini istismar etti. Bu­
nun örneklerini Sophie Germain'in elastik kuramı ve Fourier'nin
ısı dağılımı çalışmalarında görmüştük. Bununla birlikte Poisson
çoğu zaman yeni bir araştırmanın büyük önemini ilk takdir eden
kişiydi ve yeni düşüncelerin yayılması için elinden geleni yapar­
dı. En azından meslek yaşantısının ilk yıllarındaki amacı fiziksel
problemlerin ele alınmasında matematiğin kullanımını olabildi­
ğince genişletmekti. Ustalıklı hesaplamalardan çok daha fazlasını
ortaya koydu. Biçimlendirme sezgisi daha önceden birbirinden
ayrı olduğu düşünülen konuları bir araya getirmesini sağlayan
analojiler keşfetmesine yol açtı. Bununla birlikte sonradan bu du­
rum matematiksel analiz işlemleri için kullanılan büyük bir yete­
nekten fazla bir şey ifade etmedi.
Daha sonra göreceğimiz gibi Galois'nın ünlü tiradı esas ola­
rak Poisson'a yönelikti. Poisson'a kendisini anlayamadığı ya da
anlamak istemediği için sitem eden Galois şöyle yazmıştı: "Ana­
lizciler boşu boşuna çıkarsama yapmadıkları gerçeğini gizlemeye
1 04 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

çalışıyorlar. Yaptıkları şey birleştirmek ve düzenlemek ... Gerçeğe


ulaştıklarında ise el yordamıyla yollarını bulduktan sonra tökez­
lerler. " Poisson'un da büyük ölçüde birleştirme yaptığı, büyük öl­
çüde düzenleme yaptığı ve sık sık da tökezlediği doğrudur -ama
genellikle doğru tahminler yapmıştı. Problemleri ele alma yolunu
değiştirmek, formüllere tekrar tekrar şekil vermek ve kendi mate­
matiksel yöntemlerini uygulayabileceği başkalarına ait deneyler­
den malzeme çıkarmak konularında çok büyük bir istek duyardı.
Bu istek, eleştirilere ve kinayeli yorumlara neden olurdu ama yine
de bu, deneysel bir yaklaşımı doğurabilecek gerçek bir yetenekten
kaynaklanırdı.
Poisson'un yaşamının son yılları eğitim amacıyla yaptığı çalış­
malarla birlikte bilim savunuculuğuna yönelik çabalarıyla geçti.
Cournot, "Yaşamının sonlarında, konuşmanın ona çok acı verdiği
bir dönemde yarışma niteliğindeki bir sınavın (agregation)" baş­
kanlığını yaparken genç öğretmenlerimizin yalnızca bir iş sahibi
olmakla ilgilendiklerini ve bilime yönelik hiçbir sevgi beslemedik­
lerini görerek kederinden neredeyse ağlayacak duruma geldiğini
gördüm," diye yazmıştı.
Özel yaşamına gelirsek söyleyecek pek fazla bir şey yok; Poisson
tam bir işkolikti. "Yaşam yalnızca iki şey için güzel, matematik
yapmak ve bunu öğretmek," diyordu. Akıllıca olmayan bir yatırım
sonrasında uzun yıllar mali açıdan endişe duyduğu anlatılır. Genç­
lik yıllarında Paris'in salon toplantılarına ve tiyatrolarına gitmişti.
Moliere ile Corneille'in eserlerini ve özellikle de Racine'in trajedi­
lerini ezbere bilirdi. Abel'e göre "küçük, hoş bir göbeği olan" kısa
boylu bir adamdı; Mary Somerville şen şakrak kişiliğinden bah­
setmişti. Fransız bir ailenin kızı olarak İngiltere'de doğmuş olan
Nancy de Bardi'yle 1 8 1 7'de evlendi. İkisi erkek ve ikisi kız olmak
üzere dört çocukları oldu. Evliliği sonrasında işiyle ilgili olmayan
sosyal etkinliklerden elini ayağını çekerek sahip olduğu kısıtlı boş
zamanlarını ailesiyle birlikte geçirmeyi tercih etti. Sabahın altısın­
da çalışmaya çekilerek akşam saat altıya dek hiçbir ziyaretçiyle
*
Fransa'da kamu eğitim sistemindeki bazı görevler için yapılan devlet memurluğu sına­
vı. (ç.n. )
SIMEON-DENIS POISSON 1 05

görüşmezdi. Bu andan itibaren günün kalan birkaç saatini ise ai­


lesiyle birlikte yemek yiyerek ve bazen de eski dostlarıyla birkaç el
visf oynayarak geçirirdi. Paris'ten çok uzakta olmayan bir çiftlik
satın aldı ama çiftliği görmeye bile gitmedi.
Poisson 1 83 8 'in sonbaharında bir tür vereme yakalandığını öğ­
rendi. Bir süreliğine bazı görevlerinden feragat etmek için kendini
zorlasa da sağlığı biraz düzelir düzelmez yeniden işlerine dalacaktı.
Sağlıksız durumuna karşın son yirmi iki yıl boyunca yapmış oldu­
ğu gibi Polytechnique final sınavlarını pek de akıllıca olmayan bir
biçimde kendisi idare etmeye çalıştı. Ancak sağlığı bir ay boyunca
günde yaklaşık on saat boyunca çalışmasına elverişli değildi. Bu
tempo son bir felç geçirmesine neden oldu ve vücudu eski haline
dönemeyeceği bir çöküş yaşadı. Paris'te 20 Aralık 1 840'ta yaşamı­
nı yitirdi_

*
Bir iskambil oyunu. (ç.n.)
Jean Victor Poncelet (1788-1867)

ransa'daki istikrarsız politik duruma karşın Poisson'un mes­


F lek yaşantısı, bugünkü akademik dünyadakinden pek de farklı
olmayan bir biçimde kesintisiz bir ilerlemeye sahne olmuştu. Aynı
ülkeden Poncelet'nin ise pek çok terslikle karşılaştığı ve bunların
üstesinden kararlılıkla geldiği çok daha farklı bir meslek yaşantısı
oldu. Aşırı derecede kurama boğulmuş bir konuya sanayi uygu­
lamalarını sokarak mekanik öğretiminde devrim yaptı. Bununla
birlikte esas olarak ününü kompleks izdüşümsel geometrinin ku­
rucusu olmasına borçludur.
1 08 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Jean Victor Poncelet 1 Temmuz 1 78 8'de Moselle'in* en önem­


li kenti Metz'de dünyaya geldi; yani Poisson'dan yedi yaş küçük­
tü. Anne-Marie Perrein ile zengin bir toprak sahibi ve avukat
Claude Poncelet'nin öz çocuğuydu (meşruluğunu sonradan ka­
zandı). Poncelet, Metz'in doğusunda, Saint Avold kasabasındaki
bir aileye bakımını üstlenmeleri için henüz bebekken verildi. Or­
taöğretimini 1 8 04'te on altı yaşındayken girdiği Metz lycee'sinde
almak için kente geri döndü.
Fransız eğitim sistemine göre zorunlu ortaöğretim, devlet okul­
larında (lycee) ya da belediye okullarında (college) veriliyordu.
Daha iyi okullar olarak bilinen devlet okullarına girmek daha zor­
du. Eğitim altı yaşında başlıyor ve bakalorya** alanlar için on sekiz
yaşına dek sürüyordu. Bundan sonra öğrenci üniversiteye gidebilir
ya da Fransa'nın entelektüel elitlerinin eğitim gördüğü seçkin mes­
lek okulları Grande Ecole'lerden birine girmek için hazırlanabilir­
di. Grande Ecole'ler tarafından kabul edilenler üniversite öğren­
cilerinin aksine devlet memuru olur ve düşük bir maaş alırlardı.
Eğitim sürelerinin de dahil olduğu on yıllık bir süre boyunca dev­
let adına çalışmak zorunda kalırlardı. Metz'de olduğu gibi kimi
lycee'ler, öğrencileri Grande Ecole'lerin zorlu giriş sınavlarına ha­
zırlamak amacıyla özel sınıflar oluştururdu.
Poncelet 1 807'de Ecole Polytechnique'e girdi. Öğretmenleri
arasında Monge, Lacroix, Ampere, Poinsot ve Hachette bulunu­
yordu. Sağlık nedenleriyle bir yıl kaybetmesinden dolayı mezun
olduğunda yirmi iki yaşındaydı. Mezun olduktan sonra istihkam
sınıfına alındı. Metz' deki iki yıllık eğitiminin ardından ilk görevi
Hollandalılara ait stratejik Walcheren Adası'nın tahkimatı üzeri­
ne çalışmaktı. Bunun ardından başarısız Rusya seferinde istihkam
teğmeni olarak görevlendirildi. Ordu, Moskova'dan geri çekilir­
ken Krasnov savaşının olduğu 1 8 12 Kasım'ında esir düşerek Volga
Nehri kıyısındaki Saratov'da bir kampa götürüldü. Bu kampta on
sekiz ay boyunca tutuldu. Esaret koşullarının çok sert olmasına
*
Fransa'da bir il. ( ç.n.)
Fransa'da lise bitirme sınavı ve sonrasında alınan diploma. (ç.n.)
JEAN VICTOR PONCELET 1 09

karşın sahip olduğu bu zorunlu boş zamanı matematik ve özellikle


de geometri üzerine düşünerek geçirdi. Kaynak olarak kullanabi­
leceği hiçbir kitap olmadığından öncelikle soyut ve analitik geo­
metrinin ilkelerini yeniden oluşturması gerekmişti; ona öğretilen
ayrıntılı matematiğin zihninden uçup gittiğini buna karşın temel
ilkeleri hala bütün netliğiyle hatırlayabildiğini fark etti. Bunun
üzerine konikler ve konik sistemlerinin izdüşümsel özelliklerine
ilişkin bazı özgün düşünceler geliştirmeye başladı. Daha sonra
Saratov defterleri adını vereceği bu döneme ait notların öyküsü ka­
leme alındı ve nihayetinde elli yıl sonra 1 862 tarihli Applications
d'analyse et de geometrie (Çözümleme ve Geometri Uygulamala­
rı) adlı eserin bir parçası olarak yayımlandı. Eserde bir savaş esiri
olarak tutulduğu sırada aklına gelen düşüncelerden yola çıkarak
oluşturduğu kuramı açıklamıştı.
Poncelet Eylül 1 8 14'te Fransa'ya dönmesinin ardından, memle­
keti Metz'de istihkam yüzbaşısı olarak görev aldı. Sonraki on yıl
boyunca burada mühendislik teçhizat deposunun teşkil edilmesin­
de, topografya ve tahkimatla ilgili çeşitli projelerde çalıştı. Sonuç
olarak Poncelet, tahkimatta yaşanan sorunlar ve sınai mekaniğe
ilişkin kapsamlı bir bilgi edinmiş oldu.
Yine de Poncelet'nin askeri mühendis olarak üstlendiği görev­
lerinden geriye esirlik döneminde başlamış olduğu izdüşümsel
geometri araştırmasına devam etmesini sağlayacak kadar zaman
kalıyordu. 1 8 17' den itibaren, idaresi ve gözden geçirmeleri Joseph
Diaz Gergonne adlı matematikçi tarafından yapılan, kısa ömür­
lü bir matematik araştırmaları dergisi Annales de mathematiques
pures et appliquees'te birkaç makale yayımladı. Daha sonra Mayıs
1 820'de Poncelet, Academie Royale des Sciences'a konik kesitle­
rin izdüşümsel özelliklerine ilişkin önemli makalesini, yeni kuramı
kompleks izdüşümsel geometriyi anlatarak sundu. Ne yazık ki,
akademinin belirlemiş olduğu hakem Cauchy, Poncelet'nin yön­
temleri konusunda ikna olmadı. Cauchy, Poncelet'den daha genç
olsa da bir akademisyen olarak kararları büyük itibar görüyordu.
Poncelet 1 820 yılının bir haziran gününde Cauchy'nin ona karşı
takındığı tavrı yıllar sonra hala hatırlıyordu:
110 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Hayli katı biri olan hakemimi rue Serpente 7 numaradaki evinde yakala­
mayı başardım. Tam Saint Sulpice'e gitmek için evden ayrılmak üzereydi. Bu
çok kısa ve hızlı yürüyüş esnasında hemen fark ettim ki hiçbir şekilde bir bi­
limci olarak ben onda bir saygı uyandırmamıştım ve hatta onun beni anlama­
sının olanaksız olduğunu düşündüm. Aciz bir ricacı olarak kendimi, süreklilik
ilkesinin geometriye uyarlanmasında gördüğüne inandığı uygunsuz nokta ve
zorlukların şimdiye kadar işaretler kuralına yeterli dikkatin verilmemiş olması­
nın bir sonucu olduğunu saygılı bir biçimde kendisine bildirmekle sınırladım ...
Bu kuralın matematiksel açıklamasının benim akademiyle yaptığım yazışma­
ların öncesinden vuku bulduğunu ve bu kurumdaki muteber kişinin beni böyle
yapmamam konusunda ikna etmeye çalışmadığını belirttim. Ancak başka bir
şey söylememe fırsat vermeden aniden yürüyüp gitti.

Ordunun Moskova'dan geri çekilmesinde ve Rus esir kampın­


da geçirdiği dönem sonrasında hayatta kalmayı başaran Poncelet,
Cauchy'nin bu nezaketsizliği karşısında pek fazla hayal kırık­
lığına uğramadı. Haklı olduğundan emin bir şekilde konumunu
korurken Traite des proprietes projectives de figures (Şekillerin
İzdüşümsel Özellikleri Üzerine İnceleme) adlı eserinin ilk bölümü­
nü oluşturacak şekilde 1 820 tarihli makalesinin üzerinden geçti.
Çok sayıda önemli buluş, düşünce, yöntem ve özgün ayrıntının
yer aldığı 1 822'de yayımlanan bu çalışma izdüşümsel geometri­
nin gelişmesinde çok belirleyici bir rol oynadı. Örneğin, Ponce­
let'nin karşılıklı ilişki kuramı eşleklik ilkesinin habercisiydi. Mes­
leki görevlerinin yanında geometri çalışmalarını da devam ettiren
Poncelet dört önemli incelemenin daha hazırlanmasına girişti. ilk
iki inceleme Mart 1 824'te akademiye sunuldu.
İki ay sonra, uzun süreli bir kararsızlık döneminin ardından
Poncelet, Monge'un meslek yaşantısına başlamış olduğu aske­
ri okul Ecole du Genie'deki uygulamalı mekanik profesörlüğünü
kabul etti. Meslek yaşantısındaki bu köklü değişiklik sonucunda
geometri alanındaki çalışması kesintiye uğradı. Cauchy'nin muha­
lefeti nedeniyle yayında gerçekleşen gecikme nedeniyle en önemli
düşüncelerinden bazılarının Gergonne ve en başta Alman matema­
tikçi ve fizikçi Julius Plücker olmak üzere başka kişiler tarafından
kendilerine mal edildiğini gördü. Öncelik konusunda ortaya çıkan
JEAN VICTOR PONCELET 111

anlaşmazlıklar büyük bir rahatsızlık yarattı. En sonunda kendi ku­


ramlarının olgunlaştırılmasını ara sıra bazı düşünceleri savunmak
dışında tamamen rakiplerine bıraktı.
Poncelet, Mezieres'den memleketi Metz'e taşınmış olan Ecole
du Genie'de ise çok geçmeden eğitimini verdiği yeni disipline ve
uygulamalı mekaniğin farklı yönlerine boğuldu. Verimliliklerini
artırmak düşüncesiyle bazı makineler üzerinde zaten çalışmış ve
değişken karşı ağırlıklı asma köprüyle ilgili yeni bir tasarım geliş­
tirmişti. 1 824'ün yazında ilk büyük icadını yaparak büyük ölçüde
artan bir verimlilikle, altından geçen suyla çalışan eğimli kanatlara
sahip su değirmenini tasarlayarak hayata geçirdi. Bu icadını an­
lattığı makalesi 1 825'te Academie Royale des Sciences'ın mekanik
dalındaki ödülünü kazandı. Aynı zamanda suyun büyük bir ya­
rıktan (orifis) dökülmesine ilişkin kurallar ve su yüzeyinde oluşan
dalgacıklar üzerine deneyler gerçekleştirdi.
Poncelet'nin zamanının çoğu Ecole de Genie' deki askeri mü­
hendis adaylarına yönelik kuramsal mekanik derslerini kusursuz­
laştırmakla geçse de yerel zanaatkarlar için daha temel düzeyde
bir sınai matematik dersi de hazırladı. Bunu yaparken de Fransa,
Belçika ve Almanya'daki belli başlı fabrikalarda kullanılan maki­
neleri incelemek üzere 1 825'te gerçekleştirilen gezide toparladığı
mesleki pratik deneyiminden yararlandı. Bu çalışma Poncelet'yi
mekaniğin ilkelerini, kuramsal sonuçların sanayiye uygulanmasını
dikkate alan bir bakış açısıyla sunulması konusunda yeniden dü­
şünmeye itti.
Poncelet 1 830'da Metz belediye meclisinin bir üyesi ve Moselle
genel konseyi yazmanı olarak kamu hayatına daha fazla dahil
oldu. Ancak birkaç yıl sonra, 1 834'te üyeliğine seçilmiş olduğu ve
giderek daha etkin bir rol oynadığı akademinin bulunduğu Paris'e
taşınma ihtiyacı hissetti. Ertesi yıl Louise Palmyre Gaudin'le evlen­
di. Ilımlı bir cumhuriyetçi olarak Moselle'i temsilen Ulusal Kurucu
Meclis'e seçildi. Kendisinden Sorbonne'da fiziksel ve deneysel me­
kanik dersi hazırlaması istendi. O ana dek Sorbonne'da mekanik
eğitimi tamamen kuramsal olarak veriliyordu; Poncelet derse sa­
nayi uygulamalarını da dahil etti. Çok kısa bir süre içinde temel
112 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ders kitabı olma özelliğine kavuşan Introduction a la mecanique


industrielle physique ou experimentale (Fiziksel ve Deneysel Sınai
Mekaniğine Giriş) adlı kitabını 1 84 1 'de yayımladı.
Poncelet istihkam subayı olarak emeklilik yaşına yaklaşmış­
tı ama mesleki yaşantısı hiçbir şekilde son bulmamıştı. Öğretim
programında reform yapılmasına yönelik bir komisyonda görev­
lendirildi. College de France'ın denetimi altında oluşturulan geçici
idare okulunda mekanik profesörlüğüne, aynı zamanda tuğgene­
ralliğe yükseltilerek Ecole Polytechnique'in yöneticiliğine getiril­
di. Rutin idari işleri bir yardımcısına devrederek kendini öğretim
programının reformuna adadı. Bu yeni sorumlulukları için zaman
yaratabilmek amacıyla üniversitedeki işinden vazgeçti.
Bu arada Fransa'daki siyasi gerilim artmaktaydı. Şubat 1 848'de
yaşanan ayaklanma Louis-Philippe'in İngiltere'ye kaçmasına ve
yeni bir cumhuriyetin ilan edilmesine yol açtı. Ancak ayaklanma­
nın başındaki radikaller orta sınıftan gelen ılımlı kişiler tarafın­
dan yönetimden uzaklaştırıldı. Aynı yıl içinde daha sonra yaşa­
nan başka bir ayaklanma ise ordu tarafından bastırıldı. Poncelet,
Politekniklilerin o yıl yaşanan olaylara dahil olmaması için bizzat
müdahalede bulundu. 1 850'nin sonlarında Politekniklilerin ko­
mutanıyken emekliye ayrıldı.
Yüzyılın başından itibaren sınai aletlerin tasarımlarında çok
büyük ilerlemeler kaydedilmişti ve Poncelet yedi yıl boyunca ken­
dini bu gelişimlerin bir rapor halinde yazılması işine verdi. Yeni
makine örnekleri, 1 85 l 'de Londra'da ve dört yıl sonra düzenleyi­
cileri arasında Poncelet'nin de bulunduğu Paris'te düzenlenen bü­
yük fuarlarda sergilendi. Tüm bunlardan sonra Poncelet yeniden
geometriye döndü, daha önceki çalışmalarını tek bir eserde top­
ladı, tartışmalı bir önsözle birlikte son cildi 1 866'da olmak üzere
dört cilt halinde yayımladı. Ertesi yıl, yetmiş dokuz yaşında 22
Aralık 1 867' de Paris'te yaşamını yitirdi.
Ne yazık ki Poncelet'nin müsveddelerinin ve makalelerinin bü­
yük bir kısmı Birinci Dünya Savaşı sırasında kayboldu. Böylece
yaşamı ve eserlerine ışık tutabilecek çok değerli malzemeler de
elden çıkmış oldu. Onun hakkında yayımlanan eserler, mekaniği
JEAN VICTOR PONCELET 1 13

tamamen kuramsal bir disiplinden uygulamalı bir disipline dönüş­


türme çabalarından çok esas olarak geometri alanındaki düşünce­
leri üzerinedir. Zaman geçtikçe izdüşümsel geometrinin temel nite­
likteki önemi daha belirgin bir hal aldı. 8 . Bölüm'de göreceğimiz
gibi Poncelet'nin bu düşünceye sahip olmasından yaklaşık yüz yıl
sonra Veblen ve Young konunun mantıksal olarak en tatmin edici
dalının nihai modern öyküsünü kaleme aldıklarında izdüşümsel
geometrinin temellerinin tüm geometrinin temelleri olduğu düşün­
cesini savunmuşlardı.
Augustin Cauchy (1789-1857)

ikinci grup matematikçilerimizin sonuncusu, döneminin en büyük


Fransız matematikçisi, Euler, Lagrange, Laplace ve on sekizinci


yüzyılın diğer büyük matematikçilerinin mirasçısı olan Cauchy'dir.
Cauchy, matematikte eksiksizlik adına yaşanan ilk devrimsel döne­
min öncüsüydü. Matematiğin hemen hemen her alanında önemli
katkılarda bulundu. Onun öne sürdüğü düşüncelerden pek çoğunun
modern matematiğin temellerini oluşturduğu görüldü. Cauchy mate­
matiğe çok fazla hakim olmadı, tersine matematik Cauchy'ye hakim
olmuştu. Cauchy siyasi ve dini konularda son derece tutucu biriydi.
Augustin-Louis Cauchy 21 Ağustos 1 789'da Paris'te dünyaya
geldi. Doğumundan sonraki ay Augustin adıyla vaftiz edilirken bir-
116 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

kaç ay öncesinde patlak veren Fransız Devrimi sırasında Paris polis


teşkilatında yaptığı adli görevi sona eren babası Louis-François'dan
da Louis adını aldı. Annesi Marie-Madeleine (kızlık soyadı Desestre)
hali vakti yerinde Parisli burjuva bir aileden geliyordu. İlki
Augustin-Louis olan altı çocuğu oldu. 1 794'te Cauchy ailesi Terör
döneminden uzaklaşmak amacıyla Arcueil'deki kır evlerine kaçtı.
Hatırlayacağımız gibi Arcueil, Berthollet ve Laplace'ın da evlerinin
bulunduğu bir yerdi. Küçük çocuk burada bu isimlerle ve onları
ziyarete gelen diğer ünlü bilimcilerle tanışma şansına sahip oldu.
Özellikle Lagrange çocuğun yeteneklerinden etkilenerek eğitimiyle
özel olarak ilgilendi.
İki yıl sonra Cauchy ailesi Louis-François'nın yeni rejim altında
meslek yaşantısını yeniden oluşturmaya başladığı Paris'e döndü.
Laplace'ın şansölyelik görevini sürdürdüğü yeni kurulan senatoda
nüfuzlu ve bol kazançlı bir görev olan genel yazmanlığa getiril­
di. Senato Palais du Luxembourg'da bulunuyordu; Cauchy'lerin
evi de yakınlardaki rue de Tournon'daydı. Lagrange'ın tavsiyesiy­
le oğlu, beşeri bilimler eğitimi almak üzere liberal görüşlü Ecole
Centrale du Panthfon'a girdi. Fransız eğitim sisteminin bir özelli­
ği her alanda her yıl düzenlenen ulusal çaptaki yarışma Concours
General'di. Bu yarışmada ülkedeki ortaöğretim okullarının son
sınıfındaki tüm öğrencilere aynı sorular sorulurdu. Cauchy sınava
girdiği yıl en başarılı öğrenci olarak büyük ödülü kazandı.
Cauchy on altı yaşındayken inşaat mühendisi olma düşünce­
siyle Ecole Polytechnique'e girdi. İki yılın ardından eğitimine iki
yıl daha Ecole des Ponts et Chaussees'de devam ederek eğitimini
Paris bölgesindeki şantiyelerde yaptığı saha çalışmasıyla tamamla­
dı. 1 8 10'a gelindiğinde Cauchy diplomalı genç bir mühendisti. On
sekiz yaşında Cherbourg'daki donanma üssü Port Napolfon'un
yapımında Kont Mole'un idaresinde çalışmak üzere Paris'ten ay­
rıldı. XVI. Louis döneminde başlayan bu büyük projenin amacı
Fransızlara Manş Denizi'nde İngilizlere karşı yapılacak harekatla­
rın yönetilebileceği bir üs sağlamaktı.
Cauchy Cherbourg'a giderken yanına dört kitap aldı: Laplace'ın
Mecanique celeste'i, Lagrange'ın Traite des fonctions analytiques'i
AUGUSTIN CAUCHY 1 17

(Analitik Fonksiyonlar Üzerine), Thomas a Kempis'in De Imita­


tione Christi'si (İsa'ya Öykünme) ve Vergilius'un eserleri. Cauchy,
Cherbourg'da yaklaşık üç yıl kalarak mühendislik tecrübesi kazan­
dı. Çalışması çok takdir ediliyor olsa da o bunu hem fiziksel hem de
ruhsal açıdan bir sıkıntı olarak görüyordu. Zaten hiçbir zaman iyi
olmayan sağlığı daha da bozulmuştu. Bu arada Cherbourg'daki boş
zamanlarında matematik araştırmaları yapıyordu. Yaptığı keşifler,
hastalığı nedeniyle Paris'e döndüğünde buradaki bilim çevrelerinin
dikkatini çekecek kadar önemliydi.
Birbirine sıkı sıkıya bağlı aile ortamına geri dönen Cauchy
sağlığına yeniden kavuşarak en sonunda grup teorisine evrilen te­
mel düşüncelerin özünün yer aldığı simetrik fonksiyonlara ilişkin
önemli incelemesini 1 8 12'de tamamladı. 1 8 15'te yayımlanan bu
erken dönem incelemesinde Cauchy, o zamanlar görece yeni olan
Gauss'un yöntemlerini sayılar kuramındaki sonuçları genellemek
için Lagrange ve Ruffini'nin çalışmaları aracılığıyla güzel bir şekil­
de kullandı. Cauchy determinantlar kuramını da geliştirmişti. Bu
inceleme Cauchy'nin, kimilerinin kasıtlı meçhullük olarak gördü­
ğü eğilimiyle birlikte soyut ve eksiksiz matematik tarzının da güzel
bir örneğini oluşturuyordu.
Sağlığı tam olarak yerine geldiğinde Cauchy Paris yakınlarında­
ki bir şantiyedeki işleri denetlemekle görevlendirilse de mühendis­
liğe karşı olan ilgisi azalmış ve matematiğe olan yeteneğini daha iyi
kullanabileceği bir iş aramaya başlamıştı. 1 8 13'te Lagrange yaşa­
mını yitirince böyle bir şans doğmuş oldu. Ne var ki, Lagrange'dan
boşalan görevler için aday olan Cauchy bunda başarı sağlayamadı.
Bu dönemde Cauchy yaşamı boyunca pek çok kez geri döneceği
bir problem olan cebirsel bir denklemin gerçek köklerinin bulun­
ması üzerinde ilk kez olarak çalışmaya başladı. Gerçi onun adının
duyulmasını sağlayan, belirli integrallerin hesaplanmasına ilişkin
1 8 14'te akademiye sunduğu çalışmaydı. Bu, Cauchy'nin analiz,
özellikle de kompleks analiz üzerine çalışmalarının başlangıcıydı.
Ertesi yıl akademide Cauchy'nin Laplace'ın da desteğini arka­
sına alarak elde etmek için mücadeleye giriştiği bir görev ortaya
çıktı. Babasının da hatırı sayılır nüfuzunu kullanmasına karşın
1 18 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

genç adam yine hayal kırıklığına uğradı ama daha az itibara sa­
hip ve kimi zaman akademinin bekleme odası olarak adlandırılan
Societe Philomatique de Paris üyeliğine seçildi. Yine de artık yirmi
altı yaşına gelmiş Cauchy'nin geçimini sağlayabilmesi için yeni­
den mühendisliğe dönmesi gerekecek gibiydi. Ancak Fransızların
Waterloo'daki yenilgisi, Bonaparte'ın ikinci kez iktidardan uzak­
laşması ve XVIII. Louis'nin dönüşünün ardından durum değişti.
Babası, artık Soylular Meclisi adını alan senatodaki yüksek ma­
kamlı görevini sürdürmeyi başardı.
Cauchy her zaman koyu bir kral taraftarı olmuştu. Restorasyon
dönemi, Devrim'e yakınlığıyla bilinen bilimcilerin uzaklaştırılma­
sıyla onun için yeni imkanlar doğurdu. Birkaç denemenin ardından
nihayet 1 8 16' da Academie Royale des Sciences üyeliğine seçildi.
Bu başarı bazı dostlarını kaybetmesine ve düşmanlar kazanmasına
neden oldu, çünkü akademiden uzaklaştırılanlar arasında büyük
üne ve yüksek mevkilere sahip Carnot ve Monge gibi bilimciler
de bulunuyordu. Hemen hemen aynı zamanlarda Cauchy, Ecole
Polytechnique'te analiz doçentliğine, siyasi olarak gerçekleştirilmiş
bir yeniden yapılanmanın sonucu yaratılan birkaç yeni görev sa­
yesinde de çok geçmeden analiz ve mekanik alanlarında yüksek
dereceli profesörlüğe getirildi. En azından bazı öğrencileri üzerinde
iyi bir izlenim bırakmıştı. Eski öğrencilerinden biri ölümünün ar­
dından "Hepimiz onun son derece çalışkan, iyi huylu ve yorulmak
bilmez bir insan olduğunu anladık. Sık sık tam olarak anlayamadı­
ğımız dersleri saatler boyunca tekrarladığını ve yeniden gözden ge­
çirdiğini duyardım," diye yazmıştı. "Katıksız bir şevkin sınırların­
da dolaşan öğretme aşkı beraberinde iyilik, sadelik ve yaşamının
sonuna dek sürdürdüğü bir cana yakınlık getiriyordu. " Ne var ki,
derslerinin belirlenmiş sürelerini bir hayli aştığı yönünde şikayetler
vardı. Zaman zaman genellikle liberal görüşlü öğrencilerden olu­
şan dinleyicilerin önünde kral yanlısı düşüncelerini gizlemeye çalış­
mayan bir öğretmene yönelik husumet dolu ifadeler duyuluyordu.
Emellerine ulaşma biçimi onaylanmayabilir ama Cauchy'nin bu
görevler için hayli yeterli olduğu yadsınamaz. Keşifleri onu çok­
tan döneminin ön sıralarda yer alan matematikçileri arasına sok-
AUGUSTIN CAUCHY 119

muştu. Görevlerini dürüst bir şekilde yerine getirirken bir yandan


da College de France, üniversite ve Ecole Polytechnique'te dersler
veriyordu. Derslerinde sıklıkla yeni düşünceler ve sürekliliğin mo­
dern tanımı gibi daha ayrıntılı yöntemlerden söz ediyordu. Mate­
matikçiler bir süredir kavramlar ve analizlerin kanıtındaki ayrıntı
eksikliğinden daha fazla şekilde şikayet eder olmuşlardı. Fonksi­
yon kavramı, temelinde çok açık değildi; serilerin yakınsaması ya
da ıraksamasına dikkat edilmeksizin kullanılması çelişki ve anlaş­
mazlıklar doğurmuştu; fonksiyonların trigonometrik serilerle ifade
edilmesine ilişkin tartışma daha da fazla kafa karışıklığına neden
olmuştu; ve tabii ki türev ve integralin temel kavramları hiçbir
zaman doğru bir biçimde tanımlanmamıştı. Analyse algebrique
(Cebirsel Analiz) dersinin ilk kısmı yayımlandığında Cauchy giriş
kısmına şöyle yazmıştı:

Yöntemlere gelince, bunları cebirin genelliğine dayanan hiçbir gerekçeye


başvurulması için açık kapı bırakmayacak biçimde geometride gerekli olan
tüm ayrıntılarla donatmaya çalıştım. Bana öyle geliyor ki bunlara özellikle
yakınsak serilerden ıraksak serilere ve gerçek niceliklerden sanal ifadelere
gidillrken sık sık izin veriliyor olsa da bu gerekçeler yalnızca gerçeği tahmin
etmek için kimi zaman uygun olabilecek tümevarımlar olarak kabul edilmeli­
dir. Yine de bunlar matematik bilimlerince göklere çıkartılmış kusursuzlukla
pek az uyuşur. Hatta bunların (genellik ilkesine dayanan gerekçeler) cebirsel
formüllere belirsiz (yani sonlu) uygulanabilirlikler atfettiğini belirtmekte yarar
var ki doğrusu bu formüllerin pek çoğu yalnızca belirli koşullarda ve bu koşul­
ları sağlayan belirli niceliklerde geçerlidir.

"Cebirin genelliği"yle Cauchy gerçel sayıların özelliklerinin


otomatik olarak kompleks sayılara, yakınsak serilerin özellikleri­
nin de ıraksak serilere aktarabileceği ve buna benzer aktarımların
mümkün olduğu kabulünü kastetmişti. Bu sözler, üreteç fonksi­
yonlar kuramını mutlaka yakınsak olması gerekmeyen seriler
üzerine kuran Laplace ve belirli integrallerin hesaplanması için
gerçel doğrudan kompleks bölgeye sezgisel olarak geçen Poisson
gibi eski kuşak matematikçileri doğrudan hedef alıyordu. Cauchy,
1 20 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

limit kavramına dayanarak serilerin yakınsamasına ve fonksiyon­


ların sürekliliğine ilişkin tanımlar ortaya koydu. Aynı düşünceyi
kullanarak fonksiyon türevinin tanımını da yaptı. Anlatılanlara
göre Cauchy bilimsel bir toplantıda serilerin yakınsamasına ilişkin
kuramını sunduğunda Laplace aceleyle evine giderek Mecanique
celeste'te kullanmış olduğu tüm serileri test edene dek evinde inzi­
vaya çekildi. Neyse ki tüm seriler yakınsak çıkmıştı.
Cauchy'nin Ecole Polytechnique'te verdiği derslere dayanan
Analyse algebrique planlanan Cours d'analyse'in (Analiz Dersleri)
ilk kısmını oluşturmaktadır. Adının aksine bu kitap bir ders kita­
bı olarak düşünülmemiş, hiçbir zaman da bu şekilde kullanılma­
mıştır. Bununla birlikte Cauchy'nin eseri Jordan'ın klasik Cours
d'analyse adlı kitabının kaynağıdır ve Jordan'ın eserinden de baş­
ka kitaplar türetilmiştir. Araştırma makalelerinde Cauchy hiçbir
zaman Analyse algebrique'te koymuş olduğu sıkı standartlara ula­
şamadı. Cauchy fonksiyonların sürekliliği için genel olarak bir ta­
nım vermiş olsa da çalışmalarında karşısına çıkan hiçbir fonksiyon
için usule uygun bir biçimde sürekliliği sağlama gerekliliğini gö­
zetmedi. Yakınsaklığın önemini vurgulamış olsa da sanki konuyu
hiç kendi açmamış gibi belirli sonlu seriler üzerinde çalıştı. Cauchy
kendisiyle çelişiyormuş gibi görünse de o dini ve siyasi konularda­
ki dogmatikliğinin aksine matematikte açıkça fırsatçı biriydi. Bu
şekilde davranabiliyordu, çünkü engin deneyimi sayesinde neyin
doğru olduğu konusunda sağlam bir içgüdüye sahipti.
Cauchy'nin Ecole Polytechnique'in öğretim programını yeniden
düzenleme çabaları tam anlamıyla başarıya ulaşmadı; derslerinin
aşırı iddialı olduğu ve uygulamalı matematikten çok soyut mate­
matiğe zaman ayırdığı konusunda itirazlar vardı. Sonuçta Ecole
Polytechnique'in matematikçi değil mühendis yetiştirmek için ku­
rulmuş olduğu söyleniyordu. O zamanki akademisyenler siyasi ve
dini sorunlar üzerine genellikle keskin görüşlere sahipti. Cauchy
kendisi gibi keskin muhafazakar, kraliyet yanlısı ve Katolik olan
kişilerle iyi ilişkiler içindeydi ama liberaller arasında pek sevilmez­
di. Bununla birlikte tüm bunlardan ayrı olarak Poisson onun aka­
demiye seçilmesini sağlamak üzere ilk başlardaki çabalarını des-
AUGUSTIN CAUCHY 121

teklemiş olsa da Cauchy ile Poisson arasında güçlü bir rekabet söz
konusuydu.
Restorasyon dönemi Cauchy için meslek yaşantısının en üret­
ken zamanıydı. Bu dönemdeki yaratıcı işleri üç tema üzerinde
yoğunlaştı. İlki klasik mekaniğin temellerine ve özellikle analize
vurgu yaptığı matematik eğitimiydi. Verdiği derslerin ayrıntıları­
na ve bazı durumlarda da özetlerine sahibiz. İkincisi, başta sürem
mekaniği olmak üzere matematiksel fizikti. Buna dalga yayımı ku­
ramına ilişkin önemli bir çalışma ve elastisite üzerine temel nitelik­
te bir monografi dahildi. Son olarak kompleks analiz ve özellikle
kompleks integralleme ve çok yavaş bir şekilde genel kabul görmüş
olan kalıntı analizi üzerine yapmış olduğu çığır açıcı çalışmalar
söz konusuydu. Cauchy tüm bunları yirmi sekiz yaşına gelmeden
yapmıştı.
Soyut ve uygulamalı matematikçilerin akıllarında Cauchy'nin
adının en çok ilişkilendirildiği keşifler hiç şüphesiz kompleks ana­
lizdeki temel teoremleridir. Özel kompleks fonksiyonların davranı­
şı elbette daha önceden de, örneğin Euler tarafından incelenmişti.
Hidrodinamikte şimdi Cauchy-Riemann diferansiyel denklemleri
olarak adlandırılan denklemleri d' Alembert geliştirmiş, komp­
leks fonksiyonları kullanarak çözmüştü. Gauss da pek çok açıdan
Cauchy'den önce davranmış ama konuya ilişkin herhangi bir şey
yayımlamamıştı. Cauchy'nin bu alandaki çalışması çok sayıda ma­
kaleden bir araya toplanmak zorundadır. Cauchy hiçbir zaman
kapsamlı bir inceleme kaleme almadı ve kimi zamanlarda da daha
önce yapmış olduğu şeyleri unuttu. Yine de kompleks analizin ba­
bası bizim de bugün bildiğimiz gibi hiç şüphesiz Cauchy'dir.
1 8 1 8'e gelindiğinde Cauchy evlenmek ve kendi evini kurmak
konusunda çok istekliydi. Gelin, kitapçılık ve yayıncılık işiyle uğ­
raşan eski ve köklü bir burjuva ailesine mensup Aloise de Bure'du.
4 Nisan 1 8 1 8'de Paris'in gözde kilisesi Saint Sulpice'de gerçekle­
şen evlilik önemli akademisyenlerin, siyaset ve din dünyasından
isimlerin katıldığı büyük bir olaydı. Kral ve tüm kraliyet ailesi
evlilik sözleşmesine imzalarını atarak mutluluk dileklerini sundu.
Cauchy'nin evliliği bir mantık evliliğiydi ve en azından ilk başlarda
1 22 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

her şey yolunda gibi görünüyordu. Cauchy'nin de yayımcısı olan de


Bure ailesi genç çifte kendilerine ait Paris Hôtel'de bir daire ayarla­
yarak çiftin yaz aylarını da Arcueil'in biraz ötesinde, Sceaux'daki
arazilerinde geçirmelerini sağladı. Aloise 1 8 1 9'da Marie Françoise
Alicia ve 1 823'te Marie Mathilde adlarında iki kız dünyaya getirdi.
Cauchy mesleki çalışmalarından arta kalan zamanının ve ener­
jisinin çoğunu inançsızlık, dinsizlik ve laiklikle mücadele etmeyi
amaçlayan "iyi ailelerden gelen genç Katoliklerin" örgütü niteli­
ğindeki Congregation de la Sainte Vierge'de geçiriyordu. Cauchy
bu örgüte, örgütün hayli etkin olduğu Ecole Polytechnique'te öğ­
rencilik yılları sırasında katılmıştı. Akademide ve diğer her yerde
klerikalizmin savunucularından biriydi. Liberalizmin her türlü­
sünden özellikle de liberal Katoliklikten nefret ediyordu. Onunla
matematik üzerine görüşmeye gelenler genellikle Cauchy'nin esas
isteğinin gelenleri kendi dinine döndürmek olduğunu anlıyordu.
1 824'te XVIII. Louis'nin yerine tahta geçen X. Charles'ın po­
litikaları Cauchy'nin tutucu görüşleriyle uyum içindeydi. Aşırı
muhafazakar kralın amacı kendisiyle aynı düşüncelere sahip bir
hükümet kurmaktı ve Ağustos 1 829'a gelinmeden de bunda başa­
rılı oldu. Yedi aylık bir hareketsizlikten sonra parlamento yeniden
toplansa da neredeyse hemen dağıldı. Haziran 1 830'un başlarında
yeni seçimler yapıldı ve sonuçlar kati surette hükümete karşı çıktı.
Ancak kral sonuçları kabul etmeyerek ülkeyi fermanlarla yönet­
meye başladı. Basın özgürlüğü askıya alındı, Temsilciler Meclisi
dağıtıldı ve daha sıkı bir seçim yasasıyla yeni seçimler yapıldı.
Fermanların yayımlanmasıyla birlikte isyanlar da başlamış, çok
geçmeden Paris'in her yerinde ayaklanmalar baş göstermişti. Bu
arada aşırı çalışmanın yanında liberallerin yeniden güç kazanması
nedeniyle yaşadığı kaygı ve hatta öfkeden dolayı Cauchy'nin sağ­
lığı kötülemişti. Kral tahtı Bordeaux dükü olan torununa bıraka­
rak İskoçya'ya kaçınca Cauchy de ilk başta hastalık izni olarak
başlayan ve daha sonra kendi isteğiyle sekiz yıl süren bir sürgün
hayatına dönüşen İsviçre yolculuğuna çıktı. Bu, Bourbon monar­
şisine yönelik hatalı bir kişisel bağlılık gösterisiydi. Yokluğunda,
akademi üyeliği dışındaki tüm görevleriyle ilişiği kesildi.
AUGUSTIN CAUCHY 1 23

Bu dönemin ilk üç yılında Cauchy zamanının çoğunu, mate­


matiksel fizik profesörlüğüne getirildiği Torino'da geçirdi, hızlı bir
biçimde İtalyanca öğrenerek bu dilde dersler verdi. 1 833'te sür­
gündeki kralın daha önceden yerleşmiş olduğu Prag'a taşındı. Ço­
cuk yaştaki Bordeaux dükünün öğretmeni olarak görevlendirildi.
Cauchy öğrencisinin ilgisini temel bilimlere çekebilmek için çok
uğraştıysa da karşılığında ona saygısızca davranıldı. O ana dek
Paris'te kalmış olan Cauchy'nin ailesi Prag'a gelerek onun yanına
yerleşti.
X. Charles'tan sonra tahta çıkan Orleanist Louis-Philippe,
Cauchy için fazlasıyla liberaldi. O da 1 848'de tahttan uzaklaştırı­
lınca Cauchy bir Bourbon restorasyon dönemi umuduyla sürgün­
den eve dönme zamanının geldiğini düşündü ama kralsız geçen bir
dönemin ardından tahta III. Napolfon oturdu. Cauchy üniversite­
deki görevine yeniden alındı, yeniden ders vermeye başladı. Bağlı­
lık yemini (akademide değil ama üniversite için geçerliydi) etmeyi
kabul etmeyince profesörlükten ayrıldı. Destekçileri tarafından
Bureau des Longitudes ve College de France'a tekrar alınması için
gösterilen çabalar da sonuçsuz kaldı; bunun sebepleri bir sonraki
bölümde anlatılacaktır.
Cauchy'nin sürgün dönemindeki üretkenliği önceki yıllarla kar­
şılaştırıldığında hayli düşüktü. Fransız matematiğinin yeni kuşak
yükselen yıldızları için Cauchy'nin derslerinden mahrum kalmak
büyük bir kayıptı. Yine de genç kuşak matematikçiler üzerindeki
etkisi devam etti. Cauchy araştırmalarını sürdürüyordu. Yaşamı­
nın bu son yıllarında zamanının çoğunu Sceaux'da aylığının ta­
mamını ayırdığı hayır işleri yaparak geçiriyordu. Genellikle siyasi
arka planı olan akademik anlaşmazlıklara da çok zaman harcıyor­
du. Cauchy'nin bir hayli bulaştığı akademik entrikalar enerjisini
alıp götürüyordu. Ayrıca keşiflerin önceliliğinin kime ait olduğuyla
ilgili kısır tartışmalara giriyordu. Zaten iyi olmayan sağlığı endişe
verici boyutlara geldi. Doktor tavsiyesi üzerine 12 Mayıs 1 857'de
Paris'ten ayrılarak yazı geçirmek üzere Sceaux'ya gitti ama sağlığı
aniden bozulunca on bir gün sonra altmış yedi yaşında yaşamını
yitirdi.
1 24 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Cauchy'nin defterleri ile aralarında Fransızca ve Latince yazıl­


mış çok sayıda şiirin de bulunduğu el yazılarından oluşan geniş
bir koleksiyon, İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen önce amaçsızca
imha edilmişti. Cauchy, yaşamı boyunca araştırma monografile­
ri ve ders kitaplarından oluşan pek çok matematik çalışmasının
yanı sıra sürekli olarak araştırma makaleleri yayımladı. Talimat­
ları doğrultusunda büyük hacimli toplu eserleri, yayımlanmamış
bazı çalışmaları da dahil edilerek ölümünden sonra hazırlandı. Ne
yazık ki yazdıklarının pek çoğu kaotik şeylerdi; bir sonuç belirtilir,
sonra bu çürütülür ve daha sonra bir kez daha ortaya konurdu; bir
yöntem ağır bir biçimde eleştirilir ve sonra bir fırsatı bulunarak ba­
şarıyla kullanılırdı; sebepsiz yere notasyon bir öyle bir böyle deği­
şirdi. Yapabileceğinden çok daha azını yayımlamış olan Gauss'un
tam zıddıydı. Gauss bir şey yayımladığında bu çalışma derinlikli
olurdu ama çok az kişi bunu anlayabilirdi. Cauchy'nin çalışmala­
rı çok daha yüzeysel görünse de yayımlanmasıyla çok daha fazla
araştırmaya esin kaynağı olmuştu. Cauchy kimi zaman daha önce
yazmış olduğu bir şeyi unutarak aynı şeyi ikinci kez yayımlardı.
Cauchy aklına yeni bir fikir geldiğinde bunu yayımlamadan
duramazdı. Akademinin haftalık yayını Comptes Rendus 1 835'te
yayımlanmaya başlamıştı. Cauchy'nin kendi dergisi Exercices de
mathematiques aylık olarak 1 825'te yayın hayatına başladı. Der­
ginin sayfaları Cauchy'nin kendisi tarafından en olmayacak konu
seçimleriyle en olmayacak sırayla doldurulurdu. Paris'ten ayrılma­
dan önce Exercices de mathematiques'in beş sayısı çıktı. Torino'ya
gittiğinde bu girişimi yeniden canlandırdı -yerel gazetede bile ya­
yımlıyordu- ve buna Prag'da, sonra da Paris'e döndüğünde bura­
da devam ederek toplamda on sayıya ulaştı. Başka dergilerde de
yayınlar yaptı; pek çok ders kitabının yanı sıra hiçbir dergi ya da
koleksiyonda yer almayan en az on sekiz münferit inceleme yayım­
ladı. Kimi zaman üretkenliği kendi standartları açısından bile hayli
abartılıydı. Akademinin Ağustos 1 848'deki üç toplantısında beş
açıklama notu ve beş inceleme sundu. Bundan çok kısa bir süre
sonra gerçekleştirilen toplam dokuz toplantıda on dokuz açıklama
notu ve on inceleme daha teslim etti. Bu sağanak karşısında bu­
nalan akademi bugün bile hala yürürlükte olan bir kural koyarak
AUGUSTIN CAUCHY 1 25

Comptes Ren dus 'da basılacak makalelerin dört sayfayı geçmeme­


sini istedi. Yaklaşık bu zamanlarda onun bir lisans dersine katılan
biri bunu epeyce tuhaf bir deneyim olarak adlandırmıştı. Bunun se­
bebi bir saat boyunca yeni bulduğunu söylediği bir yöntemle 1 7'nin
karekökünü virgülden sonra 1 O basamağa kadar hesaplaması ama
bunun zaten tüm öğrenciler tarafından gayet iyi biliniyor olmasıydı.
Akademiye devamlı gönderdiği yayınlarının arasında kimi za­
man Cauchy beklenmedik bir şekilde başka bir konuya geçer ya
da eski bir konuya geri dönerdi; böyle bir şeyi neden yapmış ol­
duğu da hemen anlaşılmazdı. Bir süre sonraysa akademinin eline
Cauchy'ye incelemesi için gönderilmiş bir makaleye ilişkin yaz­
mış olduğu rapor geçerdi. Bu arada Cauchy yazarın sonuçlarını
tekrardan kanıtlamış, genişletmiş, derinleştirmiş ve genelleştirmiş
olurdu. Yazdığı raporda da incelenen makalenin konusuna ilişkin
kendisinin tüm geçmiş araştırmalarına değinmekten geri kalmazdı.
Bencilliği, kendini üstün görmesi ve yalancı sofuluğuyla
Cauchy elbette pek sevilen biri değildi. Çağdaşlarından birinin
onun hakkındaki görüşü hayli tipiktir: "Sert ve katı ruhu, bilim­
sel meslek yaşantısı sürdüren gençlere karşı olan hoşgörüsüzlüğü
onu en az sevilebilecek ve tabii ki en az sevilen bilginlerden biri
yapar. " Anlayıştan yoksun ve neredeyse fanatik siyasi görüşlere sa­
hip olmasaydı çok daha fazlasını başarabilirdi. Cauchy olağanüstü
yeteneklerini boşa harcadığı gibi kimi zaman da elindeki gücü kö­
tüye kullanmıştı. Cauchy kendini diğer insanların çalışmalarından
akıl alma zahmetine katlanmayacak bir konuma sokmuş gibi gö­
rünüyor. Kıdemi ve nüfuzu arttıkça kendisinden teşvik ve destek
bekleyen gençleri çoğunlukla hayal kırıklığına uğratmıştı. Yine
de Cauchy'nin başkalarına ait araştırmaların üstün yanlarını hiç
takdir etmediğini düşünmek yanlış olur. Bir makaleye gönderme
yaparken kimi zaman kendi çalışmasıyla örtüşse de bu çalışmanın
üstünlüklerini dürüstçe bildirirdi. Diğer kişilerden alıntı yapma
konusunda Cauchy, zamanındaki tüm matematikçiler arasında en
titizidir ve bir hata yaptığı ona gösterildiğinde bunu içtenlikle ka­
bul ederdi. Bencil biri olmasına karşın hiçbir zaman kişisel çıkarını
ön plana koyarak hareket etmemiştir.
111

AB E L ' D E N G RASSMAN N 'A


Niels Abel (1802-1829)

skandinavya'dan çıkmış en parlak matematikçilerden biri olan


INiels Abel'in yaşam öyküsü sık sık dile getirilmiştir. Bu yaşam
öyküsü bir melodramın tüm unsurlarını barındırır gibidir: Bencil
akademisyenler onun başyapıtını sahiplenirken beş parasız dahi,
çocukluk aşkının kollarında veremden ölür ve aşırı derecede ihti­
yaç duyduğu göreve kabul edildiğinin haberi geç ulaşır. Öykü ye­
terince trajiktir.
Finn0y, Norveç'in Stavanger kasabası yakınlarında bulunan bir
adadır. Finn0y'un Lutherci papazı S0ren Georg Abel, K0benhavns
Universitet'te eğitim görmüş yetenekli ve hayli tutkulu bir ilahiyat­
çıydı; karısı Anne Marie (kızlık soyadı Simonson) varlıklı bir tüccar
1 30 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ve armatörün kızıydı. Çiftin ikinci çocuğu Niels Henrik 5 Ağustos


1 802'de dünyaya geldi. Altı oğlan ve bir kız toplam yedi kardeş­
ten biriydi. Napoleon dönemi savaşları sona erdiğinde göze çarpan
bir milliyetçi olan babası, Danimarka yerine İsveç'le birlik olma
niyetini göstermek amacıyla yeniden yazılan Norveç anayasasını
oluşturmak üzere 1 8 14'te toplanan Stortinget'in özel oturumun­
da yer aldı. Papaz Abel 1 8 16'daki başarısız bir girişimin ardından
1 8 1 8 'de Stortinget' e yeniden seçildi ama ne yazık ki siyasi kariyeri
bir felaketle sonuçlanınca alkolik oldu.
Oğlu Niels on üç yaşından itibaren, bugünkü adıyla Oslo olan
Christiania'daki katedral okuluna gitti. İyi bir okul olarak bi­
linmesine karşın en iyi öğretmenlerden bazıları Det Kongelige
Frederiks Universitet'e geçtiğinden genç adamın ilk başlardaki
entelektüel heyecanı kısa sürede söndü. Neyse ki Abel, sıra dışı ye­
teneğini fark eden yeni ve ehil matematik öğretmeni Bernt Michael
Holmboe'nun etkisi altına girdi. Onun rehberliğinde Abel Euler,
Lagrange ve Laplace'ın çalışmalarını incelemeye başladı. Okuldaki
son yılında ve henüz yirmi yaşına gelmemişken beşinci dereceden
genel denklemlerin çözümüne ilişkin ünlü probleme atıldı. Daha
önce diğer insanların da yaptığı gibi problemi çözdüğünü düşünse
de sonradan hatalı olduğunu gördü. Legendre'ın yaşam öyküsünde.
gördüğümüz gibi eliptik integrallerle ilgilenmeye başladı ve eliptik
integrallerin ters fonksiyonlarının yani eliptik fonksiyonların ilginç
özelliklere sahip olduklarını fark etti. İki yıl içinde buna ilişkin bir
kuram geliştirdi.
Abel orta boylu, ince yapılı biriydi. Mavi gözlerinin içten ve pı­
rıl pırıl olduğu söylenirdi. Tiyatrodan büyük keyif almasına karşın
müziğe ilgi duymazdı. Kimi zamanlar şen şakrak kimi zamanlarsa
kederli olurdu; bu tarz ruh hali değişimleri manik depresif eğilim­
lere işaret eder. Babası 1 820'de öldüğünde annesi büyük bir borç
yükünün altında kaldı. Bununla başa çıkmakta zorlanan annesi
de alkolik oldu. Bilimci ve kaşif Christopher Hansteen'in karısı
bu zor yıllarında Abel'e yaşama tutunmasında çok yardımcı oldu.
Abel onu ikinci bir anne olarak görmüştü. Yoksul olmasına karşın
yine de üniversiteye gitmeyi başardı. Abel katedral okulundan burs
NIELS ABEL 131

alıyordu ama üniversitede ona bedelsiz bir oda sağlamak dışında


verebilecekleri başka bir şey yoktu. Bu yoksul halini gören profe­
sörlerden bazıları öğrencilik yılları boyunca ona mali olarak des­
tek oldu. Üniversitede ileri düzey matematik dersleri yoktu ama o
kendi başına en önemli yapıtların üzerinden geçerek kendi yolunda
ilerledi. Bu dönemde biri integral denklemlerine ilişkin öncü bir
çalışma olan iki araştırma makalesi yazdı.
Norveç'in aksine o zamanlar Danimarka iyi bir matematik
ekolüne sahipti. Bu nedenle Abel, üniversitedeki profesörlerden
birinin sağladığı bursla Danimarkalı matematikçilerle tanışmak
üzere 1 823'te yirmi bir yaşındayken Kopenhag'a gitti. Buraday­
ken ailesinin ve arkadaşlarının Crelly adını verdiği Christine
Kemp adında genç bir kadınla tanıştı. Çok geçmeden nişanlandı­
lar ve Crelly nişanlısının yanında olabilmek için Norveç'e taşın­
dı. Anlatılanlara göre Crelly çok hoş bir kadın olmasa da çok iyi
huylu biriydi.
Christiania'ya dönüşünde Abel beşinci derece problemine yeni­
den daldı. Bu kez, problemin köklerle çözülemeyeceğini genel hat­
larıyla doğru bir şekilde gösterdi. Daha sonra Galois, bu sonucun
daha yüksek dereceli denklemler için de doğru olduğunu gösterdi.
Abel ispatını kaleme aldı, bir özet yayımlayarak kopyalarını Gauss
ve diğer bazı matematikçilere gönderse de ispatı pek fazla ilgi çek­
medi. Christiania'daki üniversitenin senatosu Abel'in istisnai yete­
neğini fark ederek çalışmalarını sürdürmesi için Paris'e gönderil­
mesi gerektiğine karar verdi. Devlet gerekli ödenekleri sağlayınca
1 825'in sonbaharında Abel, üniversiteden birkaç genç bilimciyle
birlikte Fransa, Almanya ve diğer yerlerdeki üniversitelere yapılan
bir turneye dönüşecek bu gezi için yola koyuldu. İlk plana göre
Abel Paris'e giderken yolunun üstündeki Göttingen'de bulunan
Gauss'a uğrayacaktı ama yol arkadaşlarının Berlin'e gideceği an­
laşılınca Abel de onlara katılmaya karar verdi. Mali açıdan bunun
hayli kötü bir plan olduğu anlaşıldı çünkü Abel parasının büyük
bir kısmını Berlin'de harcadı. Yine de bu yolculuğun büyük bir
yararı da olmuştu. Daha sonra koruyucusu olacak büyük August
Leopold Crelle'le temasa geçecekti.
132 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Crelle Prusya'daki demiryollarının inşaatı gibi kimi büyük


kamu işlerini yönetmiş başarılı bir inşaat mühendisiydi. 1 78 0
doğumlu Crelle küçük yaşlarda matematiğe ilgi duymaya başla­
mış, uygulamalı matematik ve okul matematiğine ilişkin bir dizi
çalışma yayımlamıştı. 1 826'da Abel'in Berlin'e gelmesinden kısa
bir süre önce ]ournal für die reine und angewandte Mathematik
dergisini (Soyut ve Uygulamalı Matematik Dergisi) daha bilinen
adıyla Crelle'in ]ournal'ını çıkarmaya başlamıştı. Bu dergi çok
kısa bir sürede Almanya'nın matematik alanındaki başta gelen
süreli yayını olurken Berlin'in de önemli bir matematik merkezi
olmasını sağladı. İlk başta dergide uygulamalı matematiğe de yer
verilmesi düşünülse de esas önem hızlı bir biçimde soyut matema­
tiğe kaydı. Crelle'e göre "Soyut matematik öncelikle uygulama
alanına bakılmaksızın ve bu düşüncelerle kesintiye uğratılmak­
sızın değerlendirilmelidir. Tamamen kendi içinde ve kendisi için
gelişmelidir. Ancak bu şekilde özgürce her yöne doğru gidebilir
ve gelişebilir. Matematiğin uygulama alanlarının öğretilmesinde
insanların genellikle baktıkları şey sonuçlardır. Bilimin içinde eği­
tilmiş ve onun özünü benimsemiş biri için bu sonuçlara ulaşmak
çocuk oyuncağıdır. "
]ournal'ın ilk sayısındaki önsözde Crelle hedeflerini şöyle koy­
du: Yalnızca önemli yeni makaleler değil daha önce başka dillerde
yayımlanmış makalelerden yapılacak bir seçki de Almanca olarak
yeniden yayımlanacaktı. Crelle, Legendre'ın geometri ders kitabı
ile Lagrange'ın bazı çalışmalarını Fransızcadan Almancaya çevir­
di. Crelle'in Paris ve diğer yerlerle yaptığı yoğun temaslar saye­
sinde Journal kısa bir süre içinde uluslararası bir nitelik kazandı.
Crelle'in umut vaat eden genç matematikçileri keşfetme ve onla­
rı teşvik etme konusunda kayda değer bir yeteneği vardı. Abel,
Möbius, Plücker, von Staudt, Steiner ve Weierstrass'ın hepsinin de
ilk zamanlardaki çalışmaları Crelle'in ]ournal'ında yayımlandı.
Cauchy'nin, göndereceği yayınlarla dergiyi zor duruma sokacağı­
na yönelik korkuların temelsiz olduğu anlaşıldı.
Crelle dost canlısı, hoşsohbet bir insandı. Abel onunla Ocak
1 826'da tanışmasının ardından eski öğretmeni Holmboe'ya şöyle
NIELS ABEL 133

yazmıştı: "Onun ne kadar iyi bir insan olduğuna inanamazsınız;


bir insanın tam olması gerektiği gibi . . . Düşünceli ama pek çok
insanın olduğu gibi aşırı kibar değil, hatta fazlasıyla açık yürekli.
Sizinle ya da diğer dostlarımla olduğu gibi onunla da iyi ilişki
içindeyim. " Crelle'in teşvikiyle Abel Journal'da düzenli olarak
yayınlar yaptı; Abel'in sadece ilk sayıda yedi makalesi vardı ve
sonraki sayılarda da büyük kısmı çok önemli daha fazla makalesi
yayımlandı.
Abel Berlin'de olduğu sıralarda alma mater'inde beklenmedik
bir anda düşük seviyeli bir öğretim üyesi pozisyonu açığa çıktı
ama Abel bundan haberdar olana kadar bu göreve yol göstericisi
Holmboe getirilmişti. Abel bu görev için çok genç ve tecrübesiz
olarak görülmüştü. Bu karardan dolayı hayli incinmişti çünkü
böyle bir fırsatın tekrar karşısına çıkması hemen hemen olanak­
sızdı. Evlenmek istiyor ama güvenli bir işi olmadan böyle bir şeye
kalkışamıyordu.
1 826'nın ilkbaharında Abel en azından ilk hedefi Paris'e gitme­
yi tasarladı. Crelle onunla birlikte gelmeye söz verdi ve ilk baştaki
planda olduğu gibi yolda, Göttingen'deki Gauss'a uğramaya ka­
rar verdiler. Ne yazık ki işlerindeki yoğunluk Crelle'in Berlin'den
ayrılmasına fırsat vermedi. Sonunda Abel Paris'e gitmeden önce
arkadaşlarının, bilimsel olarak ona pek bir şey kazandırmaya­
cak gezilerine katılmaya karar verdi. Beraberce Leipzig, Freiberg,
Dresden, Prag, Viyana, Graz, Trieste, Venedik, Verona, Innsbruck,
Zürich ve Basel'e giderek hovarda bir yaşam sürdüler. Abel Paris'e
ancak temmuzda parasının büyük bir kısmını harcamış olarak va­
rabildi. Yaz tatili başlamıştı ve bu nedenle de Abel'in görüşmeyi
umduğu matematikçiler şehir dışındaydı. Geri döndüklerinde ise
Abel bu kişilerin soğuk ve yaklaşılması zor insanlar olduğunu gör­
dü. Bir yandan da Abel'in kısıtlı Fransızcasını anlamakta zorluk
çekmişlerdi. Esas uzmanlık alanı eliptik integraller olan Legendre
onu nazikçe karşıladı ve ancak sonradan Abel'den ne kadar çok
şey öğrenebileceğini fark etti. Cauchy ise onu tipik nezaketsizliğiy­
le karşılamıştı. Abel şöyle demişti:
134 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Legendre hayli nazik biri ama ne yazık ki çok ama çok yaşlı . Cauchy
ise çılgın ve şu an için matematiğin nasıl ele alınması gerektiğini bilen tek
matematikçi olmasına karşın onunla hiçbir yere varılamaz. Cauchy koyu bir
Katolik ve aşırı bağnaz. Bir matematikçi için hayli garip bir durum ... Poisson
küçük bir göbeği olan kısa boylu biri. Büyük bir vakara sahip. Tıpkı Fourier
gibi. Lacroix aşırı derecede kel ve son derece yaşlı . Pazartesi günü Hachette
beni bu seçkin kişilerden bazılarıyla tanıştıracak. Yoksa Fransızları Almanlar
kadar sevmedim; Fransızlar yabancılara karşı alışılmamış bir biçimde mesa­
feliler. Onlarla yakın arkadaş olmak hayli güç. Zaten böyle bir şeye de itibar
etmiyorum. Herkes diğerlerini umursamadan yalnızca kendisi için çalışıyor.
Herkes öğretmek istiyor ama kimse öğrenmek istemiyor. Her yere mutlak bir
bencillik hakim. Fransızlar bir yabancıdan yalnızca uygulanabilir olan şeyi
bekliyor ... Kuramsal bir şeyler yaratabilecek bir tek onlar var... Fark edilmenin
özellikle de yeni başlayan biri için ne kadar güç olduğunu tahmin edebilirsiniz.

Abel, Academie Royale des Sciences'a sunulmak üzere başya­


pıtı olarak nitelendirdiği aşkın fonksiyonlara ilişkin bir inceleme
yazmıştı. Abel bir arkadaşına "Akademiye sunmak üzere belirli
tipteki fonksiyonlara ilişkin çok önemli bir makaleyi tamamla­
dım. Pazartesi günü sunacağım. Makaleyi Cauchy'ye gösterdim
ama göz atmak için bile zaman ayırmadı. Hiç övünmeden söy­
leyebilirim ki makale bence çok iyi ve akademide nasıl bir karar
vereceklerini merak ediyorum," diye yazmıştı. Makale akademiye
Ekim 1 826'nın sonlarında sunuldu. Cauchy kıdemli olmak üzere
Legendre'la birlikte hakem olarak tayin edilmişlerdi. Abel büyük
bir umutla raporun çıkmasını beklese de bu gerçekleşmedi. Daha
sonra şöyle yazacaktı: "Akademiye vermiş olduğum makaleye iliş­
kin kararı her gün bekledim. Ama oradaki ağırkanlı adamlar bir
türlü raporu tamamlamadı. Cauchy ve Legendre hakemdi, Cauchy
aynı zamanda raportördü ve Legendre yalnızca eşlik ediyordu. "
O zamana dek Abel önde gelen çok sayıda Fransız bilimciyle ta­
nışmıştı. Eski kuşak matematikçiler arasında yalnızca Legendre ona
sıcak davrandı. Oysaki Abel'den biraz daha genç olan Dirichlet ve
birkaç yaş büyük olan Raspail onu kendi arkadaş çevrelerine kattı.
Paris'e yapmış olduğu gezinin pek de başarılı geçmediğini düşünen
Abel Noel'den sonra Berlin'e döndü. Her zaman yardımcı olmaya
NIELS ABEL 1 35

çalışan Crell nüfuzlu Humboldt'ların dikkatini bu genç Norveçli'ye


çekmeye çalışmıştı. İlk önce Paris'te Alexander von Humboldt ve
şimdi de Berlin'de kardeşi Wilhelm'le şansını denedi ama bundan
bir sonuç elde edemedi.
O zamanki pek çok Alman entelektüeli gibi Ecole Polytech­
nique'ten hayli etkilenen Crelle Berlin'de bir Technische Hochschule*
oluşturmaya çabalıyor ve ilk baştaki öğretim kadrosunda Abel'i dü­
şünüyordu. Bu arada ödünç parayla yaşayan Abel, ]ournal için eliptik
fonksiyonlara ilişkin olarak Recherches sur fes fonctions elliptiques
(Eliptik Fonksiyonlar Üzerine Araştırmalar) başlıklı önemli eserini
yazıyordu. Fonctions elliptiques (Eliptik Fonksiyonlar) adlı eseri yeni
çıkmış olan Legendre'a yazması üzerine Abel hayli coşkulu bir yanıt
aldı. Ne var ki, ekimde Academie Royale des Sciences'a sunmuş oldu­
ğu incelemeden mektupta hiç bahsedilmiyordu.
Çok geçmeden Abel hastalandı. Belli ki bu yaşamına mal olacak
veremin ilk işaretiydi. Yurtdışındaki iki yıllık eğitimini tamamlaya­
rak Mayıs 1 827'de nihayet Christiania'ya döndüğünde uygun bir
iş olasılığı olmadığı gibi çok miktarda borç altına girdiğini gördü.
Özel dersler vererek güçlükle geçiniyordu. Bu sıralarda kuramları
da Fransa ve Almanya'da ilgi çekmeye başladı. Academie Royale
des Sciences, İsveç ve Norveç kralına yazarak Abel'in sıra dışı yete­
neğinin Kungliga Vetenskapsakademien tarafından takdir edilmesi
talebinde bulundu. Abel bundan haberdar değildi ve zaten mektup
herhangi bir sonuç doğurmadı. Abel yalnızca Trondheim'daki Det
Kongelige Norske Videnskabers Selskab üyeliğine seçildi. 1 828'in
başlarında Universitetet i Christiania'da geçici bir göreve getirilse
de Universitat Berlin'den Abel'den daha genç Jacobi adındaki bir
privatdozen(" eliptik fonksiyonlara ilişkin elde ettiği yeni sonuçla­
rı duyurduğunu öğrenince umutsuzluğa düştü. Jacobi hiçbir kanıt
sunmadığı ve Abel'in çalışmasına değinmediği halde Abel bu so­
nuçların kendi kuramlarını takip ettiğini gördü.
Kötüye giden sağlığına karşın Jacobi'nin önünde olabilmek
umuduyla Abel kuramlarını kaleme almaya devam etti. 1 826' da

* Teknik Yüksekokul. (ç.n.)


** Kadrolu olmayan okutman. (ç.n.)
1 36 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

akademiye teslim ettiği incelemeye gelince Abel artık bu inceleme­


nin kaybolmuş olduğundan korkuyordu. İncelemenin bir özetini
journal'da yayımlaması için Crelle'e gönderdi. Çok kısa bir süre
sonra yaşadığı bir kanama sonrasında Abel'e verem teşhisi kondu
ve Abel 6 Nisan 1 829'da henüz yirmi altı yaşındayken yaşama
veda etti. İki gün sonra Crelle'den Berlin'deki eğitim bakanlığı­
nın kendisine yeni Technische Hochschule'de Dirichlet, Jacobi ve
Steiner'le birlikte çalışabileceği bir görev önerdiğini belirttiği mek­
tup geldi. Mektup ne yazık ki çok geç gelmişti ve sonuçta yeni ku­
ruma ilişkin planlar yıllar boyunca rafa kaldırıldı. Legendre' dan
gelen itirazlara karşın Cauchy incelemeyle ilgili raporu hala ver­
memişti ama bu çalışmanın özünün Crelle'in ]ournal'ında yayım­
lanacağını da öğrenmişti. İnceleme bir bütün olarak 1 84 1 'e dek
yayımlanmadı.
Crelle Journal'da yazdığı kapsamlı anma yazısında şöyle di­
yordu:

Abel'in tüm çalışmaları, yazarın gençliği göz önüne alınmasa dahi alı­
şılmadık ve kimi zaman şaşırtıcı bir yaratıcılık etkisi ve düşünce gücü taşır.
Karşısına çıkan engelleri problemin köklerine kadar inerek karşı konulmaz
bir güçle delip geçme becerisine sahip olduğu söylenebilir; problemlere sıra
dışı bir enerjiyle atılırdı; problemleri en üst seviyede kabul ederek mevcut du­
rumlarından öylesine yükseğe süzülürdü ki tüm zorluklar zekasının üstün sal­
dırısı karşısında yok olmuş gibi görünürdü ... Ancak Abel'e duyulan saygının
ve kaybından duyulan sonsuz hüznün tek nedeni onun sahip olduğu büyük
yetenek değildi. Kişiliğinin saflığı ve soyluluğuyla, ayrıca kendini, zekasının
olağanüstülüğü kadar saydırmasına neden olan az rastlanır mütevazılığıyla
da diğerlerinden ayrılırdı.

Abel'in yazgısında belki de her durumda erken bir ölüm var­


dı. Hayli sakınımsız davrandığı kadar dikkat çekici biçimde talih­
sizdi. Norveçli yetkililer daha yapıcı olmadıkları gerekçesiyle suç­
lanırken benzer bir durum da incelemeye karşı tutumu nedeniyle
Cauchy için geçerlidir. En nihayetinde eserin metni Floransa'da
ortaya çıktı. Anlaşılan Sophie Germain'in yaşam öyküsünde kar-
NIELS ABEL 1 37

şımıza çıkan sahtekar Libri metni akademiden alarak buraya getir­


mişti. Abel Norveç'te ulusal bir kahramandır; doğumunun yüzüncü
yılı geniş kapsamlı olarak kutlandı ve anısına çeşitli anıtlar dikildi.
"Abel Bahçesi" adı verilen kraliyet sarayının bahçesinde bulunan
Vigeland'ın yapmış olduğu büyüleyici anıt günümüz Oslo'sunda
görülmesi gerekenlerin başında gelir. Abel'in bir dahi olduğu konu­
sunda hiçbir şüphe yok; böylesine erken bir yaşta ölmesi matemati­
ğin gelişimi açısından son derece trajik bir olaydır.
Carl Jacobi (1804-1851)

Ş imdi de dikkatimizi Abel'in genç rakibine çeviriyoruz. Carl


Jacobi ileride değineceğimiz bir dizi büyük Yahudi matematik­
çınin ilkidir. Adı, geniş bir yelpazede sahip olduğu ilgi alanlarına
işaret eden çeşitli matematiksel keşiflerle birlikte anılsa da en çok
kendi eliptik fonksiyonlar kuramıyla bilinir. Daha az bilinmesine
karşın belki de aynı derecede önemli olan bir başka yönü ise ye­
nilikçi eğitim yöntemleridir. Bu yöntemler arasında soyut mate­
matikte kendi geliştirdiği araştırma semineri özellikle önemlidir.
Bozulan sağlığı meslek yaşantısına zamansız bir şekilde henüz kırk
yaşına varmamışken son vermiştir.
Tam adıyla Carl Gustav Jacob Jacobi 1 0 Aralık 1 804'te Preus­
sischen Akademie der Wissenschaften'in bulunduğu Potsdam'da
1 40 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

dünyaya geldi. Babası Simon bankacıydı; kızlık soyadının


Lehmann olması dışında annesine ilişkin pek fazla bilgiye rastlan­
maz. Aile hem kültürlü hem de varlıklıydı. Carl'ın Moritz adın­
da bir ağabeyi ile Eduard ve Therese adlarında iki küçük kardeşi
vardı. Sonraki yıllarda Moritz Sen Petersburg'da ünlü bir doktor
olurken Eduard, Simon Jacobi'nin yerine aile işinin başına geçti.
Geleceğin matematikçisi on iki yaşına dek dayısından klasik eğiti­
mi ve matematik dersleri aldı. Kısa zamanda bir dahi olduğu anla­
şıldı. 1 8 16' da Potsdam'daki Viktoria-Gymnasium' a girdiğinde ne­
redeyse hemen en üst sınıfa kadar yükseldi. Dört yıl sonra 1 821 'de
klasik, tarih ve matematik alanlarında en yüksek notları alarak
mezun olup Universitat Berlin'e kabul edildi.
İlk iki yılında Jacobi'nin zamanı klasik, felsefe ve matematik
alanları arasında geçiyordu. Daha sonra Gauss örneğini izleyerek
o da filoloji eğitimi aldı. O dönem Alman üniversitelerindeki ma­
tematik eğitimi temel düzeyde olduğundan Jacobi çalışmalarını,
okulda bulabildiği kadarıyla Euler, Lagrange ve diğerlerinin eserleri
üzerinden matematik klasiklerini inceleyerek kendi başına sürdür­
dü. On dokuz yaşında Oberlehre' yeterliliğini aldığında Jacobi'ye
Berlin'deki itibarlı Joachimsthalsches Gymnasium'da öğretmenlik
teklif edildi. Bu teklifi kabul etmeyerek üniversitede öğretim üyesi
olmak için çabalamaya koyuldu.
Burada, Almanya'daki ve diğer bazı ülkelerdeki üniversite siste­
mine ilişkin bazı şeylerin belirtilmesi gerekiyor. Öğrenciler yalnızca
tek bir sınava girerdi. Bu sınav ya bir meslek seçimi için gerekli
olan sertifikayı almak ya da doktora çalışmasına girebilmek için­
di. Bu sayede öğrenciler üniversiteler arasında dolaşarak dönemin
önemli profesörlerini dinleyebilirlerdi. Bir öğrencinin felsefe dok­
torası alabilmesi için tez yazması ve bununla birlikte bazı şartları
yerine getirmesi gerekirdi. Ancak bu tezin, bugünkü yüksek lisans
tezlerinde olduğu gibi özgün bir araştırma içermesi beklenmezdi.
Meslek yaşantısındaki basamakları tırmanmak karmaşık ve
uzun bir süreçti ve hala da öyle. Teknik okuldan değil de üniver-

* Devlet öğretmenliği. (ç.n.)


CARL JACOBI 1 41

siteden mezun olanların öğretmenlik yapma ve daha sonra pro­


fesör olma hakları vardı. Doktora derecesini aldıktan sonraki ilk
basamak privatdozent ya da yetkili okutman olmaktı; hiçbir üc­
ret ödenmiyor, yalnızca üniversitenin himayesi altında ders verme
( venia legendi) ve derse gelen öğrencilerden belirli bir ücret toplama
hakkı tanınıyordu. Bu aşamaya ulaşabilmek için aday Habilitati­
onsschrift adında bu sefer özgün çalışmanın yer aldığı başka bir tez
sunmak ve Habilitationsvortrag denen ve aday tarafından belirlenen
bir listedeki konu başlıklarından seçilen deneme amaçlı bir ders ver­
mek zorundaydı. Eğer bir privatdozent bu şekilde geçimini sağlaya­
biliyorsa bu düşük konumda istediği kadar devam edebilirdi ama
hedefteki bir sonraki basamak doçentlik olarak tercüme edilebilecek
ausserordentliche professor (Latincede professor extraordinarius)
unvanıydı. Son basamak ise ücret ve konum itibariyle önemli bir
gelişmenin elde edildiği, profesörlük şeklinde çevrilebilecek olan
ordentliche professor (Latincede professor ordinarius) unvanıydı.
Jacobi'nin yaşam öyküsüne geri dönersek, 1 823'te kısmi kesirler
üzerine bir doktora tezi yazdı ve Hıristiyanlığa geçtiği ertesi yıl
Habilitasyon'unu da tamamladı. Jacobi o ana dek Yahudi köke­
ni nedeniyle herhangi bir olumsuzluk yaşamamış gibi görünüyor.
Henüz yirmi yaşındayken privatdozent olan Jacobi üniversitedeki
ilk dersini üç boyutlu uzayda eğri ve yüzeylerin analitik kuramı
üzerine verdi. Belli ki dinleyiciler Jacobi'nin dersi veriş şeklindeki
açıklık ve canlılıktan hayli etkilenmişlerdi. Yine de Berlin'de bir
üst düzey görev elde etme şansı yok gibi görünüyordu. Bu neden­
le Jacobi 1 826'da Doğu Prusya'daki Königsberg'e gitti. Burada iş
olasılığı daha yüksek görünüyordu. Matematik alanında güçlü bir
geleneğe sahip olan ve Berlin'in aksine yetenekli birkaç meslek­
taşının bulunduğu bir üniversitede bir yıl içinde doçent ve beş yıl
içinde de profesör oldu. Jacobi burada meslek yaşantısının en iyi
dönemi olan on sekiz yıl boyunca kaldı.
Felix Klein'a göre Jacobi, herkese söyleyecek tatsız bir şeyler
bulması nedeniyle Königsberg'deki öğretim kadrosunun kendisini
kabul etmesi konusunda bazı sıkıntılarla karşılaştı. Patavatsızlığı
ve alaycılığına rağmen çok iyi bir öğretmen olduğunu gösterdi. İn-
142 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

sanlar onu çok az şey bilen ve daha fazla öğrenmek isteyen biri
olarak tanıdı. Derslerine matematikteki yeni düşünceleri de kata­
rak öğrencilerinin onun araştırmalarını takip edebilmelerini sağ­
ladı. Heyecanı öylesine büyüktü ki bu araştırmalardan elde ettiği
sonuçları çoğu zaman yayımlamaya zaman bulamıyordu. Beşeri
bilimlerde araştırma seminerleri sık rastlanan bir uygulama olsa
da soyut matematikteki ilk araştırma seminerine Jacobi öncülük
etmişti.
Jacobi öğrencilik yıllarında aralarında Gauss ve Legendre'ın
da olduğu matematikçilerle mektuplaşma alışkanlığı geliştirmiş­
ti. Toplu eserlerinde de yer alan Legendre'la yaptığı yazışmalar
o günlerde araştırma alanında gerçekleşen gelişme haberlerinin
nasıl yayıldığını göstermesi açısından özel bir yere sahiptir. İlk
başlardaki mektuplar, Jacobi'nin de bazı eklemelerde bulunduğu
Legendre'ın Abel integralleri üzerine yaptığı çalışmalara ilişkin­
di. Legendre bu eklemelerden etkilenince Jacobi onun cesaretlen­
dirmesiyle konu üzerinde hızlı bir ilerleme kaydetti. Legendre'ın
Gauss'a karşı özel bir kini olduğunu biliyoruz. Crelle'in 1 828'de
Gauss'tan eliptik fonksiyonlara ilişkin bir makale istemesi üzerine
Gauss bu isteğe "Jacobi bu konuyu büyük bir bilgelik, anlayış ve
zarafetle ele almıştı ve sanırım ben kendi araştırmamı yayımlama
konusunda serbest kaldım," şeklinde yanıt verdi. Bunu öğrenen
Legendre büyük bir kızgınlıkla Jacobi'ye yazdı: "Mösyö Gauss ne
cüretle sizin teoremlerinizin (eliptik fonksiyonlar üzerine) büyük
bir çoğunluğunu zaten bildiğini ve bunları henüz 1 808'de keşfet­
miş olduğunu söyler? Bu aşırı arsızlık, başkalarına ait keşifleri
kendine mal etme ihtiyacı içinde olmayacak kadar erdeme sahip
bir insan için inanılmazdır."
1 829'un yazında yirmi beş yaşına gelmiş olan Jacobi yolda
Gauss'a uğrayarak Paris'e gitti. Ziyaretinin amacı Legendre'ı gör­
menin yanı sıra Fourier, Poisson ve diğer önemli Fransız matema­
tikçilerle ilişkiye geçmekti. Daha sonra Jacobi şu yorumu yapar:
"Fourier bize, bana ve Abel'e, ısı iletimi üzerine çalışmayı seçmedi­
ğimiz için sitem etti. Fourier'nin matematiğin asıl amacının kamu
yararına ve doğa olaylarını açıklamaya yönelik bir şeyler yapmak
CARL JACOBI 1 43

olduğu düşüncesinde olduğu bir gerçek; ancak onun gibi bir filo­
zofun bilimin tüm gayesinin insan ruhunun onuru olduğunu ve
bu bakış açısıyla sayılar kuramındaki bir problemin güneş siste­
miyle ilgili bir problem kadar değerli olduğunu bilmesi gerekir."
Jacobi'nin Paris'te ilişkiye geçtiği kişilerden biri de hakkındaki bil­
gileri daha sonra göreceğimiz Charles Hermite'ti.
1 83 1 'de Jacobi, riskli yatırımlar sonucunda servetini kaybet­
miş bir işadamının kızı Marie Schwink'le evlendi. Ertesi yıl ise
Jacobi'nin babası öldü. Bir zamanlar Jacobi'nin babası varlıklı biri
olsa da baş gösteren ciddi mali sıkıntılar zaten çok çalışan Jacobi'nin
bu sıkıntılarla uğraşırken yaşadığı stres nedeniyle bir süreliğine ruh­
sal çöküntüye girmesine neden oldu. Jacobi, British Association for
the Advancement of Science'ın 1 842'deki yıllık toplantısındaki tem­
silciler kuruluna dahil oldu ve dönüş yolunda Academie Royale des
Sciences'da bir seminer verdi. Bu yaşam öyküsünde kullanılan port­
re Jacobi'nin otuzlu yaşlarını sürdürdüğü bu döneme aittir.
Kısa bir süre sonra Jacobi şeker hastalığına bağlı olarak ağır bir
şekilde rahatsızlandı ve doktor tavsiyesi gereğince bir yıllığına has­
talık iznine ayrıldı. Dirichlet arkadaşı ve meslektaşı için Alexander
von Humboldt'un da yardımıyla Prusya devletinden bir aylık ayar­
lanmasını sağladı. Jacobi bu para sayesinde bir dönem İtalya'da
kaldı. Dirichlet'in de dahil olduğu önemli bazı matematikçilerin
bir araya geldiği Roma'da geçen uzun ve hoş bir nekahet dönemi­
nin ardından Jacobi 1 844'te Almanya'ya döndü. Königsberg'deki
daha sert iklimin sağlığını kötü etkileyeceği endişesiyle Berlin'e ta­
şınmaya karar verdi. Preussischen Akademie der Wissenschaften'e
seçildiğinden bir zorunluluk olmasa da üniversitede ders verme
hakkına sahipti ama kötü sağlık koşullarından dolayı üniversitede
nadiren ders verdi. Burada analitik mekanik üzerine verdiği bir
derste Lagrange'ın Mechanique analitique adlı eseri konusunda
öğrencilerini uyardı: "İçindeki kimi bilgiler tam kanıtlara dayan­
mak yerine daha çok doğaüstü bir nitelikte olduğundan çok dik­
katli olmanız gereken bir kitaptır. Kandırılmak ya da -gerçekte­
kanıtlanmamış bir şeyin kanıtlandığı yönünde açıklaması zor bir
düşünceye kapılmak istemiyorsanız bu kitaba ihtiyatlı yaklaşın. "
1 44 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Jacobi vatansever olsa da 1 848'de politik bir toplantıda dik­


katsizce yaptığı konuşma hükümetin ona şüpheyle bakmasına yol
açtı. Bunun sonucunda devletin verdiği aylık bir süreliğine askı­
ya alındı ve üniversiteye daha bağlı hale gelen çalışmaları eğitim
bakanlığınca engellendi. Maddi sıkıntılar ailenin başkentte kurdu­
ğu düzenden vazgeçmesi anlamına geliyordu. Karısı ve çocukları
yaşamın daha ucuz olduğu Gotha adındaki küçük bir kasabaya
yerleşirken Jacobi şehirdeki bir otelde kalmaya başladı. 1 849'un
sonlarına doğru Viyana'dan profesörlük teklifi aldı. Bu teklifi
kabul etmesi üzerine bakanlık nihayet Prusya'nın çok önemli bir
bilimciyi kaybetmek üzere olduğunu anlayarak Jacobi'yi kalması
yönünde ikna etti. Ancak 1 8 5 l 'in başlarında ailesini ziyarete gitti­
ğinde önce gribe daha sonra da çiçek hastalığına yakalandı ve bu
hastalık 18 Şubat 1 85 l 'de onu ölüme kadar götürdü. Jacobi yaşa­
mını yitirdiğinde kırk altı yaşındaydı. Ardında bir eş, beş erkek ve
üç kız çocuğu bıraktı.
Preussischen Akademie der Wissenschaften'de anısına yapılan
konuşmada Dirichlet, Jacobi'nin Lagrange'dan sonra gelen en bü­
yük akademi üyesi olduğunu belirtti. Jacobi determinant kuramı,
sayılar kuramı, dinamikte karşılaşılan kısmi diferansiyel denklem­
ler, üç cisim problemi gibi çok çeşitli konulara katkıda bulunmuş
olsa da en çok eliptik fonksiyonlar üzerine yaptığı çalışmalarla
hatırlanır. Bu alanda, gördüğümüz gibi Abel'le rekabet halindeydi
ama teta fonksiyonunu temel olarak almasıyla Abel'den ayrılıyor­
du. Abel'in düşüncelerinden onun yaşamı boyunca uygun bir gön­
derme yapmadan yararlanmışsa da daha sonra bu düşüncelerin
daha iyi tanınması için özverili bir biçimde çabalamıştır. 1 8 29'da
eliptik fonksiyonlara ilişkin hem Abel'in hem de kendi kuramı­
nı sistematik bir şekilde düzenleyen "Fundamenta nova theoriae
functionum ellipticarum" (Eliptik Fonksiyonlar Kuramının Yeni
Temelleri) adında bir inceleme yayımladı. Eliptik fonksiyonlar ku­
ramının tarihçesine ilişkin şimdiye dek çok fazla şey yazıldı. Bun­
lardan çıkan ortak sonuç ise Abel'in Jacobi'den birkaç yıl önde ol­
duğu ve Gauss'un da kuramın özünü çok daha önceden keşfetmiş
olduğudur.
CARL JACOBI 1 45

Felix Klein'ın on dokuzuncu yüzyılda matematiğin gelişimine


ilişkin kaleme aldığı raporda Jacobi için yazdıkları ilginçtir:

Abel'den daha az derinlikli ve özgün ama ona göre çok daha yönlü biri
olan Jacobi yalnızca saf bilimsel bilgiye ulaşma dürtüsüne değil aynı zaman­
da bu bilgiyi başkalarına ulaştırma arzusuna sahipti. Diğer insanları harekete
geçirme dürtüsü kendini bir yanda parlak bir pedagojik yetenekte bir yandan
da kişiliğini belirleyen kimi zaman nezaketsizliğe varan kesin bir kararlılıkta
gösteriyordu. Pek hoşlanılmayan ve çoğunlukla korkulan bir alaycı anlayışa
eşlik eden parlak zekasının keskinliği ve çok yönlülüğü, sık sık bunları dik­
katsizce kullanmaya tahrik edilse de bitip tükenmez çarpışmalarında onun en
etkili silahları olurdu.

Jacobi Euler'le karşılaştırılabilir. Şüphesiz Euler çok daha geniş


bir yelpazede çalışmalar yapıyordu ama her ikisi de çok üretken
yazarlar ve yorulmak bilmez hesap adamlarıydı. Jacobi'nin bu
büyük öncülünün çalışmalarıyla yakından ilgilenmesi ve bazıları
yayımlanmamış ciltler dolusu malzemeyi toplu basımı için düzen­
lemek adına ayrıntılı planlar çizmesi şaşırtıcı değildir. Ne yazık ki
o zamanlar bunu ancak çok küçük ölçekte yapmak mümkündü.
Euler'in toplu eserlerinin basımına 1 9 1 l 'de başlandı ve bugün hala
tamamlanmış değildir.
Lejeune Dirichlet (1805-1859)

ejeune Dirichlet'in zihninden yaptığı asgari hesaplamalar ve


L azami anlama yeteneğiyle problemlerin üstesinden gelme ko­
nusunda mükemmelliğe ulaştığı söylenir. Universitat Bedin, ma­
tematik alanında duyurduğu ismini onun liderliği döneminde
oluşturmaya başlamıştır. Meslek yaşantısının yetişme aşamasın­
da Paris'te çalışmış olduğundan Fransız ve Alman matematikçiler
arasında önemli bir bağ kurmuştur. Yaşam boyu arkadaşı olmuş
Jacobi'yle pek çok yönden güçlü bir tezat oluşturur.
Duren, Rhineland bölgesinde Aachen yakınlarında bulunan bir
kasabadır. Günümüzde Almanya sınırları içinde kalsa da on doku­
zuncu yüzyılın başlarında Fransız İmparatorluğu'nun bir parçasıy-
1 48 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

dı. Duren postane müdürünün oğlu Gustav Peter Lejeune Dirichlet


13 Şubat 1 805'te burada dünyaya geldi; Dirichlet kendini her za­
man Fransızdan çok Alman olarak görür, ilk iki adını çok ender
kullanırdı. On iki yaşına geldiğinde alışılmadık derecede dikkatli ve
uslu, tarih ve matematikle yakından ilgilenen bir öğrenci olduğu­
nun söylendiği Bonn Gymnasium'una girdi.
Bonn'da geçirdiği iki yılın ardından ailesi Dirichlet'i Köln'de­
ki bir Cizvit okuluna göndermeye karar verdi. Ailesi onun hukuk
okumasını istiyorsa da o çoktan matematiği seçmişti. Köln'deki
öğretmenlerinden biri de ona kuramsal fizik alanında kapsamlı bir
temel veren Ohm'du. Dirichlet'in de farkında olduğu gibi o zaman
Almanya üniversitelerindeki soyut matematik eğitim standardı çok
düşüktü. Almanya'daki tek göze çarpan matematikçi müthiş insan
Gauss'tu. Ancak Paris'te Fourier, Laplace, Legendre, Poisson ve
daha pek çok matematikçi olduğunu duyuyordu. On altı yaşında
Abitur'u (bitirme sınavı) geçtikten sonra genç adam eğitimine Pa­
ris'te devam etme kararı aldı.
Paris'e 1 822 Mayıs'ında varan Dirichlet, Sorbonne ve College
de France'ta derslere girmeye başladı. Ertesi yaz şansı yaver gi­
dince General Maximilien Fay'in çocuklarına öğretmenlik yaptı­
ğı iyi ücretli ve güzel bir iş buldu. Fay, Temsilciler Meclisi'ndeki
liberal muhalefetin liderliğini yapmış bir Napolfon dönemi sa­
vaşları kahramanıydı. Kendisine aileden biriymiş gibi davranılan
Dirichlet General Fay aracılığıyla Fransız entelektüel yaşamının
pek çok ünlü kişisiyle tanıştı. Bu kişiler arasında Dirichlet'in tri­
gonometrik seriler ve matematiksel fizik alanında daha sonra ger­
çekleştireceği çalışmalar üzerinde büyük bir etkisi olacak Fourier
de bulunuyordu.
Oysa Dirichlet, matematikte ilk olarak sayılar kuramıyla ilgilendi.
Bu ilgi, yayımlanmasının ardından yirmi yıldan fazla bir süre geçmiş
olmasına karşın matematikçiler tarafından hala tam olarak anlaşı­
lamamış olan Gauss'un ilk dönem eserlerinden D isquisitiones 'uyla
ortaya çıktı. Haziran 1 825'te diyofant denklemleri üzerine olan ilk
araştırma makalesini Academie Royale des Sciences'a sundu. Gene­
ral Fay'in 1 825'teki ölümünün ardından Dirichlet meslek yaşantısını
LEJEUNE DIRICHLET 1 49

Almanya'da sürdürmeye karar verdiğinde bilgin dostu Alexander


von Humboldt bu kararına kuvvetli bir şekilde arka çıktı. Universitat
Breslau'da' privatdozent'lik verildi; bu konum için gerekli olan dok­
tora derecesine sahip olmadığından kendisine Universitat zu Köln
tarafından bir honoris causa'' verildi. Yazdığı Habilitationsschrift,
asal bölenleri özel aritmetik serilere ait olan polinomlarla ilgiliydi.
Bu dönemdeki ikinci bir makale Gauss'un bikuadratik karşılıklılık
yasasına ilişkin tebliğlerinden esinlenmişti.
Dirichlet Universitat Breslau'da doçentliğe getirilse de kısa bir
süre sonra annesine yazdığı mektupta "Buranın bilimsel açıdan
bana sunabileceği çok az şey olduğundan Berlin'e nakledilmemi
sağlayabilmek adına tüm imkanlarımı seferber edeceğim," diyor­
du. Gauss'un ona destek vermesini istedi; Gauss ona şöyle yazdı:
"Benim her zaman en sevdiğim çalışma alanı olan ancak peşinden
çok az gidebildiğim matematiğin bu dalına (sayılar kuramı) gös­
terdiğiniz bu büyük bağlılık beni fazlasıyla memnun etmektedir.
Zamanınızı yönetmek ve çalışmak istediğiniz konuyu seçmek ko­
nusunda kontrolün mümkün olduğunca sizin ellerinizde olacağı
bir durumda bulunmanızı yürekten dilerim. Disquisitiones'umun
çıkmasının hemen ardından başka diğer işler ve daha sonra da be­
nim dışımda gelişen bazı olaylar, eğilimlerimi istediğim ölçüde ta­
kip etmemi engelledi. "
Dirichlet'in Berlin'e naklolma çabaları Berlin'deki doğa bi­
limleri çalışmalarını güçlendirmek için çabalayan Alexander von
Humboldt'un desteği sayesinde başarıya ulaştı. Preussische Kriegs­
akademie' de öğretmenlik görevine getirildi. Üniversitede akade­
mik basamakları tırmanırken de bu konumunu korudu. Dirichlet
burada da basamakların en altından, yalnızca privatdozent olarak
başlamış, üç yıl içinde doçent ve 1 839'a gelinmeden de profesör
olmuştu. 1 83 1 'de Preussischen Akademie der Wissenschaften üye­
liğine seçildi. Aynı yıl felsefeci Moses Mendelssohn'un torunu ve
besteci Felix Mendelssohn'un kız kardeşi Rebecca-Mendelssohn­
Bartholdy'yle evlendi.

Bugünkü Uniwersytet Wroclawski. (ç.n.)


Onursal derece. (ç.n.)
1 50 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

1 800'lü yıllardan önce Almanya'da üniversite öğrencileri hu­


kuk, ilahiyat ya da tıp alanında uzmanlaşmalarının ardından sos­
yal bilim dersleri alırdı. Gördüğümüz gibi önemli matematikçiler
üniversitelerle değil Preussischen Akademie der Wissenschaften'le
ilişki içindeydi. Ne var ki Prusya, Napolfon dönemi savaşlarının
ardından topraklarının önemli bir kısmını kaybedince kral, ülke­
sinden fiziksel olarak kaybettiklerinin yerini akıl yoluyla doldur­
masını istedi. Bunu takip eden yoğun reform hareketi sırasında
1 8 1 0'da Universitat Berlin, Prusya'nın "merkezi üniversitesi" ola­
rak kapılarını açtı. Alexander von Humboldt'un ağabeyi Wilhelm,
bu gelişmelerin ardındaki itici güçtü. Profesörlerin istedikleri her­
hangi bir konuda ders verebilmelerini ve öğrencilerin tercih ettik­
leri herhangi bir dersi alabilmelerini sağlayan radikal düşünceleri
ortaya attı. Dönemin diğer Alman üniversitelerinde olduğu gibi
Berlin'in de genç adamları mesleklerine ve kamu hizmetine hazır­
laması bekleniyordu ama bir yandan da özgün bilgi ve araştırma­
nın önemi üzerinde yoğun bir şekilde duruluyordu. Bunun yanında
bilimcilerin de dahil olduğu felsefe bölümüne diğer bölümlerle eşit
derecede önem veriliyordu. Berlin'de profesör olabilmek için en
azından doktora derecesine sahip olmak gerekiyordu ve bilimciler
için bu derecenin anlamı felsefe doktorluğuydu. Bu reformlar Al­
manya çapında yeni kurulan ya da yeniden kurulan tüm üniversi­
telere yayıldı. Aynı zamanda okullarda klasik eğitime verilen aşırı
önemden vazgeçilerek yeni oluşturulan ortaokul sisteminde bilime
hazırlık olarak görülen matematik, öğretim programının önemli
bir parçası haline geldi.
Berlin'de de akademinin güçlü matematik geleneği üniversite,
askeri akademi ve diğer kurumlarda bu konuya verilen öneme
yansıdı. Dirichlet geldiğinde üniversite henüz on sekiz yıllıktı.
Paris'ten gelmiş biri olarak matematik çalışmalarının içeriğinin
sınavları geliştirerek, yeni öğretim yöntemleri yürürlüğe ko­
yarak ve araştırmanın uç noktası olmak için çabalayarak mo­
dernize edilmesi gerektiğini gördü. Bu çabalarında ona Jacobi,
Joachimsthal, Kummer, Steiner ve Weierstrass gibi isimler eşlik
etti. Yine bu sıralarda Crelle de ]ournal'ini çıkarmaya başlamıştı.
LEJEUNE DIRICHLET 151

Yetenekli genç matematikçiler araştırmalarını bu dergide yayım­


layabilirdi. Çok geçmeden Bedin, matematik alanında Paris'in
rakibi haline geldi.
Berlin'de profesörlük yaptığı yirmi yedi yıl boyunca Dirichlet
dersleri, çok sayıda öğrencisi ve yazıp yayımladığı bir dizi önemli
bilimsel makale aracılığıyla Almanya'da matematiğin gelişiminde
çok güçlü bir etki yaptı. Kendini her zaman açık bir biçimde ifade
eden mükemmel bir öğretmendi. Bildiğimiz gibi Dirichlet ile Jacobi
yakın arkadaşlardı ve birbirlerinin çalışmaları üzerinde özellikle
de sayılar kuramına ilişkin olanlarda birbirlerini etkilediler. Jacobi
1 843'te Roma'da nekahet dönemindeyken Dirichlet onun yanına
geldi. Floransa'ya geçerek Almanya'ya dönmeden önce on sekiz
ayını bu ülkede geçirmişti.
Dirichlet'in Fermat'nın denklemine ilişkin ilk makalesi Le­
gendre'dan esinlenmişti. Berlin'deki ilk yıllarında ortaya koyduğu
sayılar kuramı üzerine makaleleri de açık bir şekilde Gauss'tan,
özellikle de onun Disquisitiones adlı eserinden etkilenmişti. Bu
makalelerden bazıları yalnızca Gauss'un kanıtlarının geliştirilmesi
ve bunların sunulmasından ibaret olsa da zamanla Dirichlet ku­
ramın derinliklerine dalmaya başladı. Daha sonra Kummer şöyle
yazacaktı:

Bu kitap onun (Dirichlet) tüm matematik eğitimi ve gelişiminde Paris'te


yapmış olduğu çalışmalardan çok daha fazla bir etkiye sahipti. Kitabı baş­
tan sona yalnızca bir ya da birkaç kez okumak şöyle dursun tüm yaşamı
boyunca kitapta bulunan derin matematiksel düşünce zenginliğini hiç dur­
madan tekrar tekrar inceledi. Bu nedenle kitap hiç raflarda durmazdı, her
zaman çalıştığı masanın üzerinde yer alırdı. O zaman için yayımlanmasının
ardından geçen yirmi yıldan fazla süre içinde bu eserin tamamını incelemiş
ve bütünüyle anlamış hala hayatta olan hiçbir kimsenin bulunmaması göz
önüne alındığında insan, onun bu sıra dışı eseri incelemek için harcamış
olduğu emek konusunda bir fikir sahibi olabilir. . . Dirichlet yalnızca bu eseri
tamamıyla anlamış ilk kişi değildir, aynı zamanda çalışmaya başkalarının
da ulaşmasını sağlamıştır. Bunu yaparken, ardında gizli derin düşüncelerin
yattığı katı yöntemleri akıcı ve şeffaf hale getirmiş, kanıtların mutlaklığından
en ufak bir şekilde taviz vermeden esas noktaların pek çoğunun yerine daha
1 52 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

basit ve genel şeyler koymuştur. Aynı zamanda bu eserin ötesine geçen ilk
kişi olmuş, sayılar kuramının büyük hazinelerini ve daha da derinlerinde ya­
tan sırlarını ortaya çıkarmıştır.

Akademinin 1 83 7' deki bir toplantısında Dirichlet, herhangi


bir aritmetik dizide ( bariz istisnalar dışında) sonsuz sayıda asal
sayı bulunmalıdır şeklindeki temel teoreminin yer aldığı analitik
sayılar kuramı üzerine ilk incelemesini sundu. Makaleden de an­
laşılabileceği gibi Dirichlet'in sürekli olarak, asal çarpanlara ayır­
manın tekliğine dayanmayan genel bir sayılar kuramının peşinde
olduğu açıktır.
Bu temel nitelikteki makalelerinden sonra Dirichlet sayılar ku­
ramına ilişkin çalışmalarına daha az önem vermeye başlayarak
analiz ve uygulamalı matematiğe yöneldi. Örneğin trigonometrik
serilerle, özellikle de bu serilerin sürekli ve sürekli olmayan fonk­
siyonları temsil edebilme özellikleriyle ilgilenmeye başladı. Bu se­
rilerin yakınsaması 1 823'te Cauchy tarafından incelenmişti. Bun­
dan birkaç yıl sonra Dirichlet, Cauchy'nin çalışmasını sert bir dille
eleştirdi. Akıl yürütmenin geçersiz olduğunu ve sonuçların, yakın­
sadığı gösterilen bazı serileri hiçbir durumda kapsamadığını öne
sürüyordu. Dirichlet'in bu üstün yaklaşımı trigonometrik serilerin
yakınsaması ya da toplanmasıyla ilgili daha sonra yapılan pek çok
araştırmaya dayanak oldu. Bu çalışmada, kavrama sezgisel bir sü­
reklilik anlayışı eşlik etse de ilk kez olarak fonksiyonun modern
tanımını görürüz. Jacobi'nin sözleriyle: "Bunun ne kadar eksiksiz
bir kanıt olduğunu ne ben, ne Cauchy, ne de Gauss biliyorduk.
Bunu yalnızca Dirichlet görmüştü. Aslında biz ilk olarak ondan
öğrendik. Gauss bir şey ispatladığını söylediğinde bu çok açıktır;
Cauchy söylerse insan bunun aleyhinde ya da lehinde bahse girebi­
lir; bunu söyleyen Dirichlet ise işte bu kesindir. "
Günlük yazarı Hirst 1 8 5 3 'te kırklı yaşlarının sonlarındaki
Dirichlet'i Berlin'de ziyaret etti. Onu sırık gibi hayli uzun boylu,
aklaşmaya başlayan bıyık ve sakala sahip, huysuzca bir sesi olan
ve neredeyse sağır biri olarak tasvir etmişti. Daha sonra Hirst onun
derslerinden birine de katıldı:
LEJEUNE DIRICHLET 1 53

Dirichlet verdiği dersin zenginliği ve konuya ilişkin sahip olduğu berrak


görüş açısından aşılamaz biridir. Bir konuşmacı olarak doğal üstünlüklere
sahip değildir -konuşması kesinlikle akıcı değil ancak duru bakışı ve anlayışı
bunu gereksiz kılar. Dikkat etmezseniz duraksayarak konuştuğunun farkına
bile varmazsınız. Ondaki asıl gariplik dinleyicilerini görmüyor oluşudur. Sırtı
bize dönük olarak kullandığı tahtayla bir işi olmadığında yüzü bize dönük ola­
rak kürsüde oturur, gözlüklerini alnına kaldırır, başını iki elinin arasına alarak
gözlerini elleriyle tamamen örtmediği durumlarda genellikle kapatır. Hiç not
kullanmaz. Ellerinin içindeki hayali hesaplamalara bakarak bunları bize okur
ve sanki bizler de orada yazılanları görmüşçesine her şeyi anlarız. Bu tür bir
ders verme benim çok hoşuma gidiyor.

Gauss 1 855'te yaşamını yitirdiğinde Georg-August -uzun dö­


nemdir Geheimrat'ın bilimsel ününün keyfini sürüyordu- bu bü­
yük şöhretin ardılı olacak kişiyi bulma konusunda endişeliydi. Bu
konum için adı geçen Riemann'dan vazgeçilerek karar Dirichlet'ten
yana alındı. Dirichlet'in Berlin'de üniversitedeki orta derecedeki
konumuna bağlı olarak sürdürdüğü eğitim görevleri hep zahmetli
olmuştu. Askeri akademideki görevleri ise ağır ve bilimsel açıdan
çekici değildi. Öğrencisi Kronecker'e bir mektubunda haftada on
üç ders vermesi ve peşinden koşması gereken diğer görevleri ne­
deniyle yazışma yapmak için zaman bulamadığını söylemişti. Bu
nedenle Göttingen' den kürsü teklifi geldiğinde Dirichlet, askeri
akademideki çalışma yükünün hafifletilmesi yoluyla bir rahatlama
sağlanmaması durumunda bu teklifi kabul edeceği yönünde Prus­
yalı yetkilileri uyardı. Anlaşılan bu tehdidi çok ciddiye almadılar.
Eğitim Bakanlığı, ders yükünü azaltma ve Berlin'deki ücretini ar­
tırma teklifini yaptığında her şey için çok geçti.
Dirichlet 1 855'in sonbaharında Göttingen'e taşındı. Burada
bahçeli bir ev satın alarak bu antik kasabadaki büyük üniversite­
nin akışını belirlediği nispeten sakin yaşamın tadını çıkarmak üze­
re buraya yerleşti. Birkaç yetenekli öğrencisi oldu ve araştırmaya
ayırdığı zamanın artmasının tadını çıkardı. Bu son dönemindeki
çalışmalarında mekanik problemlerine odaklanarak eski öğrenci­
si Kronecker'e bu problemlerle uğraşmak için tamamen yeni bir
genel yöntem bulduğunu aktardı. Yönteminin ne olduğu bilinmi-
1 54 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yor çünkü Dirichlet yaşamının son birkaç ayındaydı ve kendini


Gauss'un anısına bir bilimsel inceleme hazırlamaya adamıştı.
1 85 8'in yazında Montreux'deki Cenevre Gölü'nde tatildeyken
kalp krizi geçirdi, Göttingen'e büyük güçlükle dönebildi. Kısa bir
süre sonra karısı Rebecca geçirdiği felç sonrasında öldü. Lejeune
Dirichlet de eşinin ardından 5 Mayıs 1 859'da elli dört yaşında ya­
şamını yitirdi.
William Rowan Hamilton (1805-1865)

Ş imdi, William Rowan Hamilton'ın çağdaşlarının bazılarınca


entelektüel gücü açısından Isaac Newton'a yaklaştığını düşün­
kleri ülkeye, İrlanda'ya gidiyoruz. Hamilton dinamik ve optiğin
anlaşılmasında önemli katkılarda bulundu, dördeyler buluşunu
gerçekleştirdi ve çizge kuramında "ikozyen analizi" adını verdiği
şeyi geliştirdi. Bu kitaptaki seçkide onun gibi başka biri yok. Çe­
şitli nedenlerden dolayı yarattığı etki yeteri kadar büyük olmadı;
özellikle bir İrlanda matematik ekolü kurmak için çabalamadı.
Ateşli bir İrlanda milliyetçisi olan Archibald Hamilton Rowan
adına çalışan bir avukat olan Archibald Hamilton Dublin'de ya­
şıyordu. Karısı Saralı Hutton gibi o da İskoç atalara sahipti. 1 805
1 56 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yılının 3 Ağustos'unu 4 Ağustos'a bağlayan gece yarısı, geleceğin


matematikçisi olan tek oğulları William dünyaya geldi. William,
muhtemelen babasının mali durumunun kötülemiş olması nede­
niyle üç yaşında Dublin'in altmış kilometre kuzeybatısındaki sa­
kin Trim kasabasında yaşayan amcası Rahip James Hamilton'ın
yanına gönderildi. Amcası Dublin'deki Trinity College'dan klasik
eğitimi alarak mezun olmuştu. Aynı zamanda kasabadaki Angli­
kan Kilisesi'nden de sorumluydu ve yaşamının sonuna dek de bu
görevi devam ettirdi. Evi, Boyne Nehri'nin yakınlarında, olağanüs­
tü güzellikteki ortaçağ kalıntıları arasındaydı. Siyasi olarak Tory"
yanlısı, İrlanda'yı Birleşik Krallık'ın bir parçası yapan Birleşme
Yasası ve Protestan hakimiyetini destekleyen biriydi. Çocukluk yıl­
larında William'ın anne ve babasıyla pek ilişkisi olmadı. Dört kız
kardeşi ara sıra onun yanına Trim'e gelirdi. Ailenin her iki tarafın­
da da onun gelişimiyle yakından ilgilenen insanlar vardı. Annesi
1 8 1 7' de öldüğünde babası yeniden evlendi. Kısa bir süre sonra o
da yaşamını yitirdi.
Küçük William Trim'e gelir gelmez eğitimine başladı, kısa sü­
rede harika çocuk olduğu anlaşıldı. Amcası onun uygun bir za­
manda Trinity College'a gitmesini istiyor, bu konuda onu sürekli
cesaretlendiriyordu. Harika çocuklar dil alanında, matematik ya
da müzikte üstün olma eğilimindedirler; William'ın müziğe karşı
hiç yeteneği yoktu ama çok kolay dil öğreniyordu ve on yaşına gel­
diğinde Latince, Yunanca ve İbranice gibi klasik dillerin yanı sıra
bazı modern Avrupa dilleriyle birlikte yüzeysel olarak bazı Doğu
dillerini de (anlaşılan babası onun The East India Company'de
bir iş sahibi olabileceğini düşünüyordu) konuşuyordu. Hesap yap­
ma konusunda sahip olduğu üstün yeteneğini yaşamının sonuna
dek korudu. On üç yaşında Euler'in çalışmalarıyla başladığı ciddi
matematik eğitimine Newton ve Laplace'ın eserlerini okuyarak
devam etti.
1 824'te on dokuz yaşındaki Hamilton Trinity College'a gire­
rek aynı yıl içinde Laplace'ın çalışmasındaki küçük bir hatayı dü-
*
Büyük Britanya'da on yedi ile on dokuzuncu yüzyıllar arasında faaliyet göstermiş siya­
si parti. Bugünkü Muhafazakar Parti 'nin öncülü olarak kabul edilir. (ç.n.)
WILLIAM ROWAN HAMiLTON 1 57

zelten bir not yayımladı. Neyse ki, okuldaki matematik öğretim


programı çok yakın bir zamanda yeniden düzenlenmiş, belli bir
noktaya kadar Ecole Polytechnique'te öğretilenler temel alınmıştı.
Trinity'de geçirdiği dört yıl boyunca Hamilton, girdiği tüm sınav­
larda rakiplerini ulaşılmaz biçimde geride bıraktı. Okul, çalışmala­
rından dolayı onu iki ayrı optime'de" ödüllendirdi. Bu onur öylesi­
ne ender rastlanan bir şeydi ki hiçbir optime yirmi yıllık süre içinde
bu ödüle layık görülmemişti.
Henüz öğrenci olan Hamilton optik konusunda bir bilimsel
inceleme olmasını planladığı çalışmasının ilk kısmını yayımladı.
Royal lrish Academy'ye sunduğu bu makale yansıma ve kırınım
sonucunda oluşan ışık örüntülerine ilişkindi. Hamilton ışığın en
az eylemde bulunacağı yoldan gideceğini göstererek bu yolu ma­
tematiksel olarak ifade etmek için cebirsel fonksiyonları kullandı.
Makale önce reddedilse de ertesi yıl gözden geçirerek düzelttiği
hali kabul edilerek "The Theory of Systems of Ray" (Işın Sistemle­
ri Kuramı) başlığıyla akademi tarafından yayımlandı. Bu çalışma,
adının duyulmasını ve sonraki on yıl boyunca araştırma alanının
belli olmasını sağladı. Bazı açılardan Hamilton Monge'un öğren­
cisi Etienne Malus'tan etkilenmişti. Makalesinin daha sonraki bi­
çimleri de bu gerçeği zaten teslim eder. Monge'un Hamilton'ın bu
dönemdeki çalışmaları üzerindeki etkisi çok belirgindir. İlginç bir
biçimde makale Gauss'un içkin diferansiyel geometrinin gelişimi­
ni başlatan Disquisitiones generales circa superficies curvas (Eğri
Altında Kalan Alanlarla İlgili Genel Tartışmalar) adlı eseriyle ne­
redeyse aynı zamanda yayımlanmıştı. Hamilton'ın düşüncelerinin
Gauss'unkilerle pek çok ortak noktası vardır.
Bu noktada Hamilton okula geldiğinden beri en büyük emeli
olan öğretim üyeliği sınavına girebilirdi. Ne var ki, Trinity öğretim
üyelerinin rahip olması ve en azından teoride bekar kalması gere­
kiyordu. Üstüne üstlük bu görev, ders verme ve okulun yönetim
işlerine katılma zorunluluğunu da beraberinde getiriyordu. Öğre­
tim üyelerinin hayli ağır olan ders verme yükümlülüğü araştırma

İkinci ve üçüncü sınıf matematik dersleri ve bu dersleri başarıyla veren öğrenci. (ç.n.)
1 58 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yapmak için geriye çok az zaman bırakıyordu. Neyse ki başka bir


olasılık doğdu.
1 827'de Trinity'de astronomi kürsüsü boşalınca Hamilton'dan
bu göreve başvurması istendi. Geleceğin "Kraliyet astronom­
cusu" olacak George Biddell Airy bu görev için çok daha uygun
olsa da teklif edilen düşük ücret nedeniyle bu göreve başvurmadı.
Yaşına ve deneyimsizliğine karşın Hamilton astronomi bölümüne
Andrews kürsüsü profesörü olarak getirildi. Böylece henüz derece­
sini almamışken ex officio" İrlanda kraliyet astronomu ve Dunsink
Onservatory'nin yöneticisi oldu. Hamilton yaşamının sonuna dek
astronomluk ve gözlemevi yöneticiliği görevlerini sürdürdü. Göz­
lemevine yerleşen Hamilton uygulamada hiçbir zaman başarılı bir
astronom olamadı. Birkaç yılın ardından matematik alanına yo­
ğunlaşmak üzere uygulamalı işlerden vazgeçti.
Yeni sorumluluklarının başına geçmeden önce Hamilton, İs­
koç mühendis ve kadastrocu Alexander Nimmo'yla birlikte İn­
giltere'ye ilk ziyaretini gerçekleştirdi. Güzergahları üzerinde şair
William Wordsworth'le birlikte çay içtikleri Lake Districf vardı. *

Wordsworth onları Southey'le""' tanıştırdı. Hamilton, ondan önce


Cauchy ve daha sonra Sylvester'ın de yaptığı gibi kendisini bir şair
olarak görüyordu. Ziyaretinin ardından Wordsworth'e şiirlerin­
den örnekler gönderdi. Wordsworth, dizelerin "gerçek şiirsel bir
ruhla canlandığını" ve "açıkça güçlü duyguların ürünü" olduğunu
söyledi. Yine de duyguların iyi bir şiir için tek başına yeterli olma­
dığını belirtti. "Mantıklı üniversite öğretim üyesinin, genç ve dene­
yimsiz bir yazar ya da eleştirmenin her zaman hayal ettiğine oranla
şiirle ilgili yapacağı çok daha fazla şey var. " Hamilton bu incelikli
eleştiri sonrasında keyfini hiç bozmadı. Yaşamı boyunca edebiyat
çevrelerinin içinde yer aldı. Dublin yakınlarında yaşayan romancı
Maria Edgeworth'le yakın arkadaş oldu ve onun aracılığıyla başka
yazarlarla tanıştı. Bu yazarlardan biri de Kantçı felsefi görüşlerini
çekici bulduğu Samuel Taylar Coleridge'ti.

Görevi gereği. (ç.n.)


Göller Bölgesi olarak bilinen, İngiltere'nin kuzeybatısındaki dağlık kesim. (ç.n.)
;� *

Şair Roben Southey. Southey, William Wordsworth ve Samuel Taylar Coleridge'le


birlikte on dokuzuncu yüzyılda yaşamış ve "göl şairleri" olarak anılmışlardır. (ç.n.)
WILLIAM ROWAN HAMiLTON 1 59

Hamilton'ın büyük matematik çalışmaları arasında en önemli­


si The General Method in Dynamics (Dinamikte Genel Bir Yön­
tem Üzerine) adlı eseridir; aynı zamanda üzerinde en az çalıştığı
eserdir. Eser Hamilton'ın büyük bir kuramı neredeyse benzersiz
bir genellik ve soyutlamayla kısa sürede ortaya çıkarma becerisini
de açıkça göstermişti. Eser doğrudan Theory of Systems of Rays
adlı kitabından beslenmiş olsa da ikinci kitaptaki kuramın analitik
mekanikten kaynaklandığı da gözden kaçmamalıdır. Lagrange A
noktasından B noktasına giden bir ışık ışınının bu noktalar arasın­
daki tüm yollar için eylem integralini minimize edeceğini gördü.
Şimdiki adıyla Hamilton ilkesi Lagrange'ın en az eylem ilkesine
benzerlik gösterir ama A ve B uç noktalarının bir "karakteristik
fonksiyon" tarafından dayatılan belirli kısıtlayıcılar altında değiş­
mesi mümkündür. Hamilton, Royal Irish Academy'ye gönderilen
bir çalışmanın yayımlanmasının yıllar alabileceğini ve yayımlansa
bile bunun çok küçük bir çevreye ulaşabileceğini bildiğinden yeni
kuramını Philosophical Transactions adlı dergide yayımlanması
amacıyla 1 834'te Royal Society of London'a gönderdi. İlke, kıta
Avrupa'sında, özellikle de Jacobi tarafından hemen kabul gör­
dü ve Jacobi konuya ilişkin yazdığı bir makalede Hamilton'dan
"Dublinli şanlı kraliyet astronomu " ve daha sonra da "ülkenizin
Lagrange'ı" diye bahsetti. Yirminci yüzyılda kuantum kuramının
ortaya çıkmasıyla birlikte Hamilton ilkesi hak ettiği değeri kazandı
çünkü bu ilke, neredeyse doğrudan kuantum mekaniğine aktarıla­
bilecek bir klasik mekanik biçimiydi.
Hamilton'ın ışığın dalga kuramına dayanan optik alanındaki
araştırmaları konik kırınım olgusunu tahmin etmesiyle sonuçlandı.
Bu düşünce daha sonra deneysel olarak kanıtlandı. Airy bunun şim­
diye dek yapılmış belki de en önemli tahmin olduğunu söyleyecek
kadar bu düşünceden etkilenmişti. Alman matematikçi ve fizikçi
Plücker şöyle yazmıştı: "Hiçbir fizik deneyi şimdiye dek beni böy­
lesine etkilememişti ... Bu hiç duyulmamış ve bir benzeri olmayan
bir şey." Bu keşif Hamilton'ın 1 835'te Royal Society of London'ın
Kraliyet Madalyası'nı ve kral adına İrlanda genel valisinden şövalye
unvanını almasını sağladı. Pek çok açıdan bu, Hamilton'ın meslek
yaşantısının en üst noktasıydı.
1 60 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Hamilton'a William adı verilmişti. O da daha sonra bir koru­


yuculuk elde etme beklentisiyle babasının eski işvereninin soyadı
Rowan'ı adına ekledi; böylece sonraki yıllarda Sir William Rowan
Hamilton olarak tanındı. 1 830'lu yıllarda hayli hareketli bir ya­
şantısı vardı. Bu yıllar onun en üretken dönemiydi. Aynı anda op­
tik, dinamik ve cebir üzerine çalışıyordu. Hamilton bu dönemde
Coleridge'in düşüncelerinden etkilendiği kapsamlı bir felsefe ça­
lışması da yapmıştı. Enerjisi bitip tükenmek bilmiyordu. Gözle­
mevinin çatısındaki korkuluk duvarında yürüdüğü ya da buna
benzer çılgınlıklar yaptığıyla ilgili satırlara rastlıyoruz. En sevdi­
ği kardeşi Eliza'yla birlikte İngiltere'ye bir kez daha gitti. Bu kez
Wordsworth'le bir aya yakın bir süre Rydal Mount'ta* kaldı.
Bu süre boyunca Hamilton bazı duygusal ilişkiler yaşadı. Bun­
lardan biri özellikle dikkat çekicidir. Delicesine aşık olduğu kişi
Catherine Disney adında bir kadındı. Catherine de ondan etkilen­
miş ama aile baskısı nedeniyle başka bir adamla evlenmek zorun­
da kalınca Hamilton intihar etmeyi düşünmüştü. Genç bir kadına
yakınlaşma çabaları da reddedilince Hamilton hiç evlenemeyece­
ğini düşünerek ümitsizce Helen Maria Bayly adında bir kadına
evlenme teklif etti. Helen, County Tipperary'li altsınıf bir aileden
geliyordu. Burada bir çiftlikte dul annesiyle birlikte yaşıyordu.
Evliliklerinin öncesinde Hamilton onun kronik hasta olabileceği­
ni, patolojik derecede utangaç ve sıkılgan olduğunu fark etti. Bir
arkadaşı onun "çarpıcı bir güzelliğe ya da güçlü bir zekaya" sahip
olmadığını, "bir evi idare edemeyeceğini" ve "kocasının alışkan­
lıkları üzerinde kesinlikle denetleyici bir etki yaratamayacağını"
söylemişti. Bayly, uzun tereddütlerden sonra gönülsüz bir şekilde
9 Nisan 1 822'te Hamilton'la evlendi; evlenmelerinden sonra da
Bayly, ailesinden farklı kişilerle uzun dönemler geçirmeye devam
etti. İlk çocukları, William Edwin ertesi yıl mayıs ayında dünya­
ya geldi. Hamilton bebeğe Wordsworth'ün Ode on Intimations
of Mortality (Od: Ölümsüzlük Üzerine Dolaylı Düşünceler) adlı
yapıtını okudu. Sonraki yıllarda William babasına mali açıdan sı­
kıntılar yaşatacaktı. Archibald Henry adındaki ikinci oğulları er-
" Wordsworth'un Göller Bölgesi'nde bulunan Ambleside yakınlarındaki evi. (ç.n.)
WILLIAM ROWAN HAMiLTON 1 61

tesi yıl doğdu; o rahip olmayı seçti. Tek kızları Helen Eliza Amelia
Ağustos 1 840'ta dünyaya geldi.
Hamilton son derece dindar biriydi, karısının da dine uygun
davranması onun için çok önemliydi. Tüm zayıflıklarına karşın
karısı, Hamilton'ın yaşamında önemli bir figür olarak kaldı, hatta
bir noktaya kadar onu kendi münzevi yaşantısına çekmeyi başardı.
Hamilton karısının sağlığındaki ve kişiliğindeki zayıflığı bir yük
olarak görse bunu da seve seve kabul ederdi. Ancak arkadaşları
onun değiştiğini fark ediyordu. Daha önce olmadığı kadar yalnız,
iç gözlemsel ve defansif biri olmuştu. Peşinden koşacağı yeni ko­
nularla heyecanlanmak yerine geçmiş başarılarını kurcalıyordu.
Yavaş yavaş kendisine zarar verecek kadar içmeye başlamıştı.
Işığın doğasına ilişkin dalga kuramı hayli tartışmalı bir konuy­
du. Tartışma, nüfuz sahibi Laplace'ın güçlü muhalefetiyle karşı­
laşan Augustin Jean Fresnel'in çalışmasıyla Fransa'da başladı. Bu
muhalefet sonucunda Academie Royale des Sciences tartışmayı
fiilen bastırdı. Dalga kuramı kırınım ve polarizasyon gibi olayları
açıklamakta başarılı olsa da sezgiye daha fazla dayalı parçacık ku­
ramının daha iyi çalıştığı başka olaylar vardı. Işığın doğası sorusu
Hamilton'ın da aktif olarak katıldığı British Association for the
Advancement of Science toplantılarının en önemli gündem madde­
siydi. 1 834'e gelindiğinde onun da liderlerinden biri olduğu dalga
kuramı taraftarları bu tartışmayı kazanmış gibi görünüyordu.
Dalga kuramı destekçilerinin en önemli sorunu ışık saçan eteri
açıklayan bir model bulamamalarıydı ve Hamilton üstün matema­
tik güçlerini bu işe yönlendirdi. Cauchy, eterin elastik bir katı gibi
davranması gerektiğini göstermeye uğraşmıştı. Hamilton ve diğer­
leri ise eterin aralarında kuvvetler olan noktasal kütlelerden oluş­
tuğunu düşünüyordu. En nihayetinde Clerk Maxwell 1 860'larda
elektromanyetik alanda dalgalara sahip ışıkları tanımlayarak eter
problemini çözdüğünde Hamilton meslek yaşantısının sonlarına gel­
miş, optikten de bir hayli uzaklaşmıştı. Işığın elektromanyetik kura­
mı Hamilton'ın alkış tutacağı bir çözümdü çünkü fiziğin birbirine
hiç benzemeyen kısımlarını uzay ve zamanda etki eden tek bir kuv­
vetler kuramında birleştirmişti. Hamilton bir eter modeli üretmek
1 62 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

için yaptığı çalışmalarda deneylere biraz daha yer ayırabilseydi soru


üzerinde gerçekleştirdiği çalışma muhtemelen daha verimli olacaktı.
Hamilton dönemin siyasi tartışmalarının içinde kesinlikle yer
alıyordu ama onun açısından İrlanda Kilisesi'ni rahatsız eden dinle
ilgili tartışmalar daha önemliydi. Protestan hakimiyeti yanlısı ola­
rak yetiştirilmişti. Pek çok İrlandalı Anglikan yalnızca kendilerinin
siyasi yapıyı oluşturabilecekleri yönünde uç düşüncelere sahipti.
Hamilton dünyaya geldiğinde Britanya'daki Anglikan Kilisesi kar­
şıtları ve Katolikler kısıtlı haklara kavuşmuşlarsa da bu haklar
kerhen verilmişti. Anglikanlar hala yüksek eğitimde tekel konu­
mundaydı. Parlamentonun kontrolünü ve dağıtılacak yüklü mik­
tardaki koruyuculuk parasını ellerinde tutuyorlardı. İrlanda'da
nüfusun büyük bir çoğunluğu Katolikti ve bu nedenle de reform en
hızlı burada gerçekleşti. 1 829'da The Catholic Emancipation Act
(Katolik Serbestlik Yasası) kabul edildi, 1 8 3 1 'de mezhepçi olma­
yan bir ulusal eğitim sistemi kuruldu ve üniversite eğitimine daha
kolay ulaşılabilmesi amacıyla (Trinity, Anglikan olmayanları kabul
etmeye başlamıştı) 1 833'te bu sistem doğrultusunda üç yeni kolej
açıldı. Hamilton yaşamı boyunca, değişime karşı duran ayrıcalıklı
grubun sadık bir üyesi olarak kaldı.
Royal Irish Academy tarafından 1 835'te yayımlanan Theory of
Algebraic Couples (Cebirsel Çiftler Kuramı) adlı eserinde Hamilton'ın
cebire ilişkin ilk düşünceleri yer aldı. Cebirin üç boyutlu geometri
açısından önemini fark etmesiyle sonraki yıllarda a, b ve c'nin ger­
çek, i ve j'nin sanal olduğu a ib jc biçimindeki sayı üçlülerine yö­
+ +

nelik bir cebir geliştirmeye çalıştı. Hamilton, 1 843 yılının bir ekim
günü Dublin'deki Kraliyet Kanalı boyunca yürürken bu tür sayılar
üzerinde yapılacak cebirsel işlemlerde geometrik uzayda dördüncü
boyuta ihtiyaç duyulduğunu görüverdi. O an Hamilton daha sonra
dördeyler adını vereceği sayı dörtlüleri üzerine çalışması gerektiğini
düşündü. Hamilton'ın dördeyler çarpım formülünü kanal üzerinde­
ki köprülerden birinin üzerindeki bir taşa yazdığı anlatılır. Çarpım
işleminin birleşme özelliği vardır ama işlem değişme özelliğine sahip
değildir. Hamilton'ın aklına dördeyler cebiri üzerine düşüncelerin
gelmesinin anısına köprü üzerinde formülü taşın üzerine yazdığı
noktaya bir levha yerleştirilmiştir.
WILLIAM ROWAN HAMiLTON 1 63

Sonraki on yıl boyunca Hamilton, matematiksel fiziği dönüştü­


receğini ve tarihsel olarak analizin bulunması kadar önemli oldu­
ğunu düşündüğü dördeyler kuramı üzerine yoğun olarak dersler
verdi. Beklentileri gerçekleşmemiş olsa da görüşleri matris cebrinin
gelişmesinde tarihi bir rol oynadı. 1 85 3 'te Lectures on Quaternions
(Dördeyler Üzerine Dersler) adlı eseri yayımlandı. Yaşamının geri
kalan kısmında çoğunlukla kuramın saflaştırılması ve olası uygula­
ma alanlarının araştırılmasıyla uğraştı. Ölümünden sonra 1 8 66'da
Elements of Quaternions (Dördeylerin Temelleri) adlı bilimsel in­
celemesi yayımlandı. Yaşamının son yıllarında peşinden koştuğu
diğer matematiksel araştırma konusu onun ikozyen analizi olarak
adlandırdığı ancak bugün çizge kuramı olarak sınıflandırılabilecek
alandı. 1 856'da esas olarak yirmiyüzlünün geometrik özellikleri­
ne dayanan bu yeni analizi geliştirdi (benzer düşünceler Thomas
Kirkman'ın da aklına gelmişti) .
Hamilton kendini, halktan insanlara ve birinci sınıf öğrencileri­
ne iyi ders anlatan biri olarak görüyordu. Gerçekten de Tanrı ver­
gisi bir hitabet yeteneğine sahipti ama temel düzeyde matematik
anlatımı için bu durum kesinlikle söz konusu değildi. Bu yöndeki
her çabası dinleyiciler için utanç kaynağı olacak denli temel ve ba­
riz açıklamalarla başlıyordu; daha sonra aniden dinleyiciler için
tamamıyla anlaşılmaz konulara geçiyordu. Yazılı anlatımı da bun­
dan farklı değildi. Makalelerinde sık sık konu dışına çıkardı. Bu
durumun güzel bir örneği ilk başta kısa bir elkitabı olarak düşünü­
len Elements of Quaternions adlı eseridir. Bir önceki eseri Lectures
on Quaternions çok uzun ve öğrenciler için çok ileri düzeydeydi.
Bunu kısaltmak ve basitleştirmek için yazılan elkitabı 800 sayfa­
nın üzerine çıktı. Gözlemevinde ve genellikle yalnız başına çalıştı­
ğından öğrencilerle ilişkisi en alt düzeydeydi. Gerçek anlamda tek
öğrencisi İskoç doğa felsefecisi Peter Guthrie Tait oldu.
Hamilton gençliğinde hayli cana yakın ve neşeli biriydi. Geniş
arkadaş çevresinde Augustus De Morgan ve John Herschel gibi
isimler vardı. Yakınlarda bulunan Cork'taki Queen's College'da
görev yapan matematik profesörü George Boole'la iletişim için­
de olmamasını ise açıklamak hayli güç. Kayıtlardan yalnızca iki
1 64 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

kez ilişkiye geçtikleri görülüyor. İlki De Morgan'ın Hamilton'dan


Boole'un kitabı için bir yayımcı bulunması konusunda yardımcı
olmasını istediğinde diğeri de ertesi yıl Boole'un Hamilton'dan
kendisi için bir tavsiye mektubu yazmasını rica ettiğinde. Bunun
dışında bu iki matematikçinin görünen o ki birbirleriyle ilişkisi ol­
mamış; belki de bu durum yalnızca Hamilton'ın Boole'un yaptığı
matematiğe ilgi duymamasından kaynaklanıyordu.
1 837'de Hamilton Royal Irish Academy'nin daimi bir görev
olan başkanlığına getirildi ve ölümünden kısa bir süre önce de
National Academy of Sciences of Washington'ın ilk yabancı üyesi
olma mutluluğuna erişti. Preussischen Akademie der Wissenschaf­
ten ile Academie Royale des Sciences'ın muhabir üyeliğine seçildi ve
Royal Society of London'a üye olmaya davet edildiyse de mali ne­
denlerden dolayı bu teklifi geri çevirdi. Bununla birlikte gönderdi­
ği makaleler, yönettiği oturumlar ve gerçekleştirilen her toplantıyla
birlikte verilen ziyafetlerde yaptığı konuşmalarla British Association
for the Advancement of Science'ın etkin bir üyesiydi.
Yaşamının sonlarında Hamilton romantik fantezilere kapılarak
şiirlerinden pek çoğunun esin kaynağı olan Catherine Disney'le
uzun süreli ve gizli bir yazışma sürdürdü. Disney'e (ya da onun
idealize edilmiş biçimine) olan sevdası hiç bitmeden devam etti.
Gut hastalığına bağlı şikayetleri yıllardır süren Hamilton 1 8 65 ya­
zında ağır bir şekilde hastalandı. Çevresindekilerin en büyük derdi
onu para ve iş konusunda endişelenmekten uzak tutmaktı. Artık
neredeyse sürekli hale gelen banka hesabında hiç para bulunmama
durumu endişe verici boyuttaydı. Önünde uzun bir ömür olmadı­
ğının bilinciyle Elements adlı eseri üzerinde yitip giden gücünün
son damlasına kadar olağanüstü bir çabayla uğraştı. Ağustosun
sonuna gelindiğinde daha fazla yaşayamayacağı apaçık görülü­
yordu ve ölüm onu 2 Eylül 1 865'te altmış yaşındayken yakala­
dı. Karısı Helen ondan dört yıl sonra öldü. Hamilton'ın doktoru
ölüm sebebinin belirsiz olmasına karşın ölümünün alkolizmden
kaynaklanmadığını belirtmek için büyük bir çaba sarf etti; yine de
alkolün yaşamının son dönemlerinde ciddi bir sorun oluşturduğu
konusunda hiçbir şüpheye yer yok.
Joseph Liouville (1809-1882)

Ş imdiki yaşam öyküsü için yeniden Fransa'ya dönüyoruz. Joseph


Liouville sayılar kuramı, diferansiyel geometri, gökcisimleri
mekaniği ve rasyonel mekanik alanlarına önemli katkılar yapmış­
tır. Hayli üretken bir yazardı. Crelle'in dergisinin Fransız karşılı­
ğı olarak hizmet veren kendi kurduğu ve günümüze kadar ulaşan
dergide sayılar kuramına ilişkin iki yüz ve bir o kadar da başka
konular üzerine makale yayımladı.
Fransız ordusunda subay olan Claude-Joseph Liouville ve ka­
rısı Therese (kızlık soyadı Balland) Lorraine'li üst orta sınıf bir
çiftti. Claude-Joseph, Calais ile Lille arasında bulunan St. Omer'e
gönderilmiş, geleceğin matematikçisi olan ikinci oğulları Joseph de
1 66 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

24 Mart 1 809'da burada dünyaya gelmişti. Kısa bir süre sonra


aile Lorraine'e döndü ve küçük çocuk ilk eğitimini Commercy ve
Toul kasabalarında aldı. Klasiklerde temel bir eğitim alan Joseph,
College Saint-Louis'de matematik eğitimi almak üzere Paris'e gitti.
Burada dönemin matematik literatürüyle tanıştı ve çok geçmeden
buna kendi gözlemlerini de ekleyebildiğini fark etti. Bu gözlem­
lerden bazıları 1 824-25'te henüz on beş yaş civarında olduğu bir
zamanda Gergonne'un Annales'inde boy gösterdi.
1 825'te on altı yaşındayken Ecole Polytechnique'e kabul edil-
di. Daha önce gördüğümüz gibi matematik dersleri hala bu alan­
da dersler vermeye devam eden Cauchy tarafından yeniden dü­
zenlenmişti. Yine de Liouville, Cauchy yerine ondan daha iyi ders
anlatan fizikçi Andre-Marie Ampere'den benzer bir ders aldı.
Ecole Polytechnique'çiler, daha sonra adı College de France olacak
College Royale'de ders takip edebiliyorlardı. Liouville burada yine
Ampere'den bu kez elektrodinamik üzerine bir ders aldı. İki yıl sonra
Joseph mühendis olmaya karar verdi ve Cauchy'nin izini takip ede­
rek mesleğe yönelik bir okul olan Ecole des Ponts et Chaussees'ye
geçiş yaptı. 1 830'da mezun olduğunda sağlığının sahada görev ya­
pacak bir mühendisin zorlu yaşantısına uygun olmadığını düşüne­
rek matematikçi olmaya karar verdi. Aynı yıl Liouville anne tarafın­
dan kuzini Marie-Louise Balland'la evlendi. Kısa bir süre sonra da
Ecole des Ponts et Chaussees'ye istifasını sundu. Genişleyen ailesini
geçindirebilmek için bir dizi okulda öğretmenlik yaptı.
Liouville akademik meslek yaşantısına 1 83 1 'de Ecole Polytech­
nique'te repetiteur ( belletmen) olarak başladı. Ayrıca iki yıl sonra
Ecole Centrale des Arts et Manufactures'de ders verdi. Kurum, tıp­
kı Ecole Polytechnique'in kamu sektörüne mühendis yetiştirmesi
gibi özel sektöre yönelik bilimsel bilince sahip mühendisler yetiş­
tirmesi amacıyla çok kısa bir süre önce kurulmuştu. İlk başlarda
özel bir girişim olan okul, daha sonra yönetiminin devlete geçme­
siyle Grande Ecole* statüsü kazandı. İlk başta Liouville'in dersleri
pratik uygulamalarla çok az ilişkili olduğu gerekçesiyle eleştirilse
*
Fransa'da ana akım üniversitelerinden farklı olarak "seçkinler okulu" olarak adlandı­
rılabilecek yükseköğretim kurumları. (ç.n.)
JOSEPH LIOUVILLE 1 67

de Liouville sonraki beş yıl boyunca Ecole Centrale des Arts et


Manufactures'de kaldı.
Matematik klasiklerini çok iyi bilen Liouville mevcut literatürde
de çok okuma yapmıştı. Yaşamı boyunca sürecek üretken bir uğ­
raşının başlangıcı olarak bilim dergilerine elektrik ve ısı kuramına
ilişkin yazılar yazmıştı bile. Genç yaşlarında Academie Royale des
Sciences'a seçime konacak bir teklife hazırlanmak amacıyla bilim­
sel incelemeler göndermeye başladı ve her yıl yapılan büyük ödül­
lü yarışmaya katıldı. Yarışmaya katılan bir diğer kişi de Evariste
Galois'ydı. Ne yazık ki ödüle her iki aday da sahip olamamıştı.
Bunun yerine Abel (ölümünden sonra) ve Jacobi eliptik fonksiyon­
lar üzerine yaptıkları çalışmalardan ötürü ödüle layık görüldüler.
Akademisyenler bu şekilde davranarak Abel'e karşı daha önce ser­
gilemiş oldukları ihmalkarlığı affettirmeyi umuyorlar ama şimdi
de Galois'ya haksızlık yaparak bu tutumlarına devam ediyorlardı.
Liouville kendi çalışmasını başka bir yerde yayımladı.
Gergonne'un Annales'i matematiksel araştırmalar açısından ya­
rarlı bir dergi olsa da dergide iyi çalışmalar ile vasat çalışmalar bir­
likte yer alıyordu. Crelle'in 1 826' da kurmuş olduğu Alman karşılığı
]ournal kısa sürede Annales'ten çok daha yüksek bir standart ya­
kaladı. Engelleyici hiçbir durum bulunmamasına karşın çoğu Fran­
sız matematikçi Crelle'in ]ournal'ına makale göndermeye meyilli
değildi. Oysaki Liouville, matematiğin Almanya'da artan saygın­
lığının farkına varması sayesinde bunu yapanlardan biriydi. Tüm
bunlar olurken bir yandan da Gergonne'un zamanının büyük bir
çoğunluğunu alan yeni bir göreve getirilmesiyle Annales'in yayını
askıya alınmıştı. Kendisinin de bizzat tecrübe ettiği, Fransa'da ma­
tematik araştırmalarının yer alabileceği ortamların mevcut duru­
munun yetersizliğinin farkında olan Liouville yeni bir dergi kurma
kararı aldı. Bu dergi, Crelle'in ]ournal'ının Almanca adının bire
bir Fransızcaya çevrilmiş hali olan ünlü ]ournal de mathematiques
pures et appliquees (Soyut ve Uygulamalı Matematik Dergisi) idi.
Gergonne bu derginin kendi ]ournal'ının devamı olarak kabul edil­
mesi konusunda hemfikirdi; aslında çok geçmeden bu yeni derginin
Annales'den çok daha üstün ve Crelle'in ]ournal'ının standartla-
1 68 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

rında bir dergi olduğu anlaşıldı. Tanıdığı genç matematikçileri der­


giye yazma konusunda cesaretlendirmesinin yanı sıra Liouville,
Crelle'in yayımladığı yabancı dillerdeki önemli makalelerin Fran­
sızca çevirilerine de dergide yer verdi. Böylece tamamen kişisel
girişimler sonucunda Fransa ve Almanya üstün kaliteli araştırma
dergilerine sahip oldu.
Yayımlanma süreci o zamanlar şimdi olduğundan çok daha hız­
lıydı. Liouville, yazı işleriyle ilgili çalışmalara diğer işlerinden daha
fazla öncelik tanıyordu ve bu işi tatilde olduğu zamanlarda dahi
aksatmadan sürdürüyordu. Ancak kimi zamanlar yayımlanması
için dergiye teslim edilen bir makale üzerinde çalışmaktan kendini
alıkoyamıyordu ve bu şekilde gerçekleştirdiği çalışmaları orijinal
makaleye gönderme yapmadan yayımladığına ilişkin şikayetler
vardı. Daha yirmi altı yaşındayken bir repetiteur olan Liouville za­
manın önemli matematikçilerinin çalışmalarını değerlendirebilece­
ğine inanacak kadar kendine güveniyor olmalı. Yine de ]ournal'ın
yazı işleriyle ilgili görevleri 1 874'e dek neredeyse kırk yıl boyunca
başarıyla yerine getirdi ve aslında pek çok açıdan da bu, onun en
büyük mesleki başarısıydı. Liouville yalnızca ticari amaçlar göze­
terek bu yola çıkmamıştı.
Legendre'ın ölümünün ardından 1 833'te akademide bir görev
elde etme şansı doğdu. Pek çok yönden Liouville güçlü bir aday
olsa da boş pozisyonlar çok ender ortaya çıkıyor, bu görevler için
kulis çalışmalarının eksik olmadığı büyük bir rekabet söz konu­
su oluyordu. Diğer adayların hepsi ondan kıdemliydi. Liouville'e
yalnızca bir oy çıktı. Üç yıl sonra Ecole Polytechnique'te bir pro­
fesörlük görevi boşaldı; Liouville yakın bir zamanda doktora de­
recesi aldığından bu görev için uygundu ve üniversitede artık bir
kürsü sahibi olabilirdi. Güçlü bir aday olmasına karşın başa baş
geçen bir mücadelenin ardından ancak ikinci olabildi. Bir sonraki
iş imkanı College de France'ta ortaya çıktı. Diğer yüksek eğitim
kurumlarında olduğu gibi kolejde de profesörlük görevi ömür bo­
yunca veriliyordu ve artık ders veremez duruma gelindiğinde de
profesör maaşının üçte birini alacak olan bir suppleant (yardımcı)
görevlendirilmesini talep etmek adettendi. Cauchy meslek yaşantı-
JOSEPH LIOUVILLE 1 69

sının bir bölümünde yardımcı olarak görev yapmıştı ve şimdi sıra


Liouville'deydi. Ecole Centrale des Arts et Manufactures'den istifa
etmeye karar verdi. Hemen ertesinde Ecole Polytechnique'te başka
bir iş imkanı doğmuş, Liouville de 1 83 8'de analiz ve mekanik pro­
fesörlüğüne getirilmişti. Aynı yıl içinde Legion d'Honneur'e layık
görüldü. Bu nişan daha sonra Officier derecesine yükseltildi.
Yetenekli İsviçreli matematikçi Charles-François Sturm, Liou­
ville'in yakın dostuydu ve akademide ortaya çıkan bir sonraki iş
imkanında Liouville arkadaşının bu göreve seçilmesini sağlaya­
bilmek adına soylu bir biçimde kenara çekildi. Bununla birlikte
1 839'da yine bir iş imkanı doğdu ancak bu seferki görev astro­
nomi bölümündeydi ve yakın bir zamanda matematik alanında
bir görev çıkmayacakmış gibi göründüğünden Liouville bu göreve
talip oldu. Şansını artırabilmek için gökcisimleri mekaniğine iliş­
kin daha önceden tamamlamış olduğu bir makaleyi yayımladı. Sert
geçen kampanya döneminin ardından 1 839'da yapılan seçimler
sonrasında Liouville nihayet başarıya ulaştı. Ertesi yıl da saygın
Bureau des Longitudes'a seçildi. Ayrıca o zamanlar Paris'te bulunan
Dirichlet'in etkisiyle Preussischen Akademie der Wissenschaften'in
muhabir üyeliğine seçildi. Dirichlet de 1 833'te Academie Royale
des Sciences' da benzer bir üyelik elde etmişti.
Böylece Liouville otuz bir yaşında Ecole Polytechnique'teki pro­
fesörlüğünün yanı sıra Academie Royale des Sciences ve Bureau
des Longitudes üyelikleriyle meslek yaşantısının zirvesine çıkmış
oldu. Dersler ve idari işler zamanının büyük bir kısmını alıyordu.
Buna rağmen 1 840'lı yıllar Liouville'in bilimsel yaratıcılıkta en üst
noktada olduğu dönemdi. 1 857'ye dek esas olarak analiz konu­
sunda olmakla birlikte geometri, fizik, cebir ve sayılar kuramı gibi
konularda yüzü aşkın değerli çalışma kaleme aldı. Sonraki yıllar­
da geniş ölçekli kuramlar geliştirmeye devam etse de yalnızca kısa
notlar yayımladı.
Liouville Ecole Polytechnique'te daha çok idari işlerle ilgilendi.
Bilimsel düşüncelerinin çıkış kapısı daha çok College de France
oldu. Ancak oradaki görevi hala, yardımcısı olduğu profesörün
keyfine bağlı olarak sürdürdüğü pek de güvenli bir konum olma-
1 70 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yan suppleant idi. Bu nedenle soyut matematik kürsüsü boşaldı­


ğında Liouville doğal olarak bu göreve başvurdu. Cauchy kısa bir
zaman önce kendi isteğiyle gittiği sürgünden dönmüştü. Yoklu­
ğunda tüm eğitim görevlerini yitirmiş olan Cauchy de bu göre­
ve talip oldu. Cauchy ile Liouville'in araları iyi olsa da Liouville,
Cauchy'nin gereğinden fazla yayın yaptığını düşünenler arasınday­
dı: "Mösyö Cauchy keşfetmiş olduğu ve hatta kimi zaman yeniden
keşfetmiş olduğu şeyleri yayımlamayan insanlardan değildi; hatta
yayımladığını unutarak aynı şeyi on kez daha yayımlardı."
Yine de Cauchy'nin yayın yapma şekline yönelik bu eleştirel
tavrı Liouville'i onun bilimsel dehasını teslim etmesine ve ona say­
gı duymasına engel değildi. Liouville daha önce Sturm'a da yaptığı
gibi Cauchy'yi desteklemek üzere yarıştan çekilse de bu kez siya­
si ilişkiler devreye girdi. Matematikçi, hatta bilimci bile olmayan
seçicilerin büyük bir çoğunluğu bu görev için daha önce Sophie
Germain'e değinirken gördüğümüz İtalyan Libri'yi uygun gördü.
Libri, siyasi görüşlerinin Cauchy'ninkilere oranla Saray tarafın­
dan daha kabul edilebilir olarak görülmesinin ödülünü almıştı.
Liouville Libri'nin bir şarlatan olduğunun farkındaydı ve karar
açıklandığında protesto olarak College de France'taki görevinden
istifa etmesinin bir zorunluluk olduğuna karar verdi.
Liouville üyeliğinin ilk on-on beş yılında akademinin en etkin
üyelerinden biriydi. Gençlik yıllarında hayli etkili bilimsel bir ha­
tipti. Bu dönemdeki Fransız matematikçilerin pek çoğu Paris'i tüm
matematiksel etkinliğin çevresinde meydana geldiği ebedi bir mer­
kez olarak düşünüyor ve dünyanın başka yerinde olanları takip
etme zahmetine girmiyorlardı. Almanya matematik alanında lider
güç olma yolunda Fransa'nın yerini alırken Liouville, ülke dışındaki
bağlantıları sayesinde paha biçilmez bir rol oynadı. İlişkide olduğu
Alman matematikçilerin çoğunu düzenli olarak yazıştığı Dirichlet
aracılığıyla tanıyordu. Liouville'in Büyük Britanya ve İrlanda da
dahil olmak üzere diğer ülkelerde de çok sayıda tanıdığı vardı.
Bureau des Longitudes çalışanları iyi ücretler alıyordu; üç kız
ve bir erkek çocuktan oluşan ailesini geçindirmek için Liouville'in
Ecole Polytechnique profesörlüğünden aldığı maaşa ek olarak bu-
JOSEPH LIOUVILLE 1 71

radan gelen gelire ihtiyacı vardı. 1 843, 1 847 ve 1 872'de olmak


üzere üç kez Bureau des Longitudes'un başkanlığını yaptı. İlk se­
ferinde Cauchy'nin yakışık almayan üyelik problemiyle uğraşmak
zorunda kaldı. Esas olarak Cauchy'nin Louis-Philippe'e bağlılık
yemini etmeyi reddetmesinden dolayı Cauchy'yi eski görevine
alma çabaları sonuçsuz kaldı. Bunun dışında Liouville'in Bureau
des Longitudes'u aynı akademide olduğu gibi yalnızca kendisinin
değil aynı zamanda başta Jacobi olmak üzere arkadaşlarının da
bilimsel görüşlerini yayabileceği bir yer gibi gördüğü söylenebilir.
Liouville 1 848'de siyasete kısa süreli bir baskın düzenleyerek
ılımlı cumhuriyetçi kimliğiyle kurucu meclise girdi ama yasama
meclisine girmeye hak kazanamamıştı. Ertesi yıl ise partisi, müs­
takbel imparator III. Napoleon taraftarlarınca yenilgiye uğratıldı.
Sophie Germain'in yaşam öyküsünde gördüğümüz gibi Libri, çe­
şitli kurumlardan değerli kitap ve elyazması koleksiyonlarını çalar­
ken yakalanması üzerine ülkeden kaçmıştı. Bu durum, College de
France'ta yeni bir iş imkanı açılmasına neden oldu. Bu görev için
Cauchy yeniden adaylardan biri olsa da göreve getirilen Liouville
oldu. Liouville bunun üzerine Ecole Polytechnique'ten ayrıldı. Ko­
lejde ders vermeye devam ederken bir yandan da üniversitede ras­
yonel mekanik profesörlüğü görevini devam ettirdi.
Cenazesinde yapılan anma konuşmalarında Liouville'in dersleri
hayli methedilse de anlaşılan Liouville'in en iyi olduğu alan ileri
düzeydeki derslerdi ve anlattığı dersler genellikle en iyi öğrencile­
ri hedef alıyordu. Eski öğrencilerinden biri şu yorumu yapmıştı:
"Onu tanıyan herkes insanlara yaklaşımının ne kadar iyilik dolu
ve konuşmasının ne kadar ilginç olduğunu bilirdi. Ondan bir şe­
kilde bir şeyler kazanmadan onunla konuşmak pek de mümkün
değildi. Genç insanları cesaretlendirmekten ve önerileriyle yol gös­
termekten hoşlanırdı. College de France'ta dersi bittiğinde bazı
öğrencileriyle birlikte eve yürümekten hoşlanırdı ve çoğu zaman
öğrencileriyle yaptığı uzun ve ilginç sohbetler sırasında öğle yeme­
ğini atlardı. "
Gösta Mittag-Leffler, Liouville'le ilk karşılaşmasını şöyle hatır­
lıyor: "Beni hayli kibar bir şekilde şu sözlerle karşıladı: 'Başarılı
1 72 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

bir gelecek vaat eden tüm genç matematikçileri candan bir şekilde
karşılamayı görevim kabul ederim,' dedi ve devam etti: 'Düşüne­
biliyor musunuz, kim olduğunu bilmeden Abel'le karşılaştım ve
Galois'yı sınava tabi tuttum.' Louiville, Abel'le tanışıp onun bü­
yük bir matematikçi olduğunu hatta ona göre karşısına çıkan en
büyük matematikçi olduğunu görememiş olmasını yaşadığı en bü­
yük üzüntü olarak kabul ederdi. " Günlük yazarı Hirst, Liouville'e
1 857'de uğradığında şu notları düşmüştü: "Kısa sürede kendimi
yanında çok rahat hissettiğim tatlı, geveze, küçük bir adam. Benim
gördüğüm tek kusuru ara sıra olan anlamsız kıkırdaması."
Liouville, Evariste Galois'nın çalışmalarını özenli bir biçimde
inceleyen ilk matematikçiydi. 1 843'e gelindiğinde bu çalışmala­
rın gerçekten önemli olduğunu düşünerek bunları ]ournal'ında
yayımlamak üzere düzenledi. Şöyle demişti: "Galois'nın özellikle
bu güzel teoremle ispatladığı yöntemdeki eksiksiz doğruluğu gör­
düm: Asal dereceden indirgenemez bir denklemin köklerle çözüm­
lenebilmesi için tüm köklerinin herhangi ikisi cinsinden rasyonel
fonksiyonlar olması gerek ve yeter şarttır. " Liouville Galois'nın
akıl yürütmesinde bazı gedikler olduğunu görerek bu boşlukları
doldurana kadar çalışmanın yayımlanmasını erteledi. Galois'nın
makalesi en sonunda Liouville'in ]ournal'ının 1 846 tarihli sayısın­
da yayımlandı. Bundan altı yıl sonra İtalyan matematikçi Enrico
Betti çalışmaya ilişkin bir yorum yayımlamış, Galois'nın kuramı
yavaş yavaş bilinmeye ve anlaşılmaya başlamıştı.
1 850'lerin ilk yıllarında, Liouville'in akademideki nüfuzu de­
vam etse de bu etki daha sonra hızla azaldı. Rus Çebişev gibi genç
yeteneklere hala yardım ediyor ama eskisinden çok daha sık mes­
lektaşlarıyla karşı karşıya geliyordu. Pek çok eski öğrencisi ve ko­
ruması altındaki kişi artık ondan yana değildi. Yetenekli ama de­
neyimsiz gençlere yol göstermek hoşuna gitse de bu gençler onunla
denklermiş ve hatta Charles Hermite gibi onu gölgede bırakmış
gibi davranmaya başladıklarında bunu kabullenemiyordu.
Liouville'in üniversitedeki ağır ders yükü kötüleyen sağlığıyla
birleşince ürettiği araştırmalar giderek azaldı. Yayımlanması için
sunduğu çalışmalar parça parça ve kanıtlardan yoksundu. Ek-
JOSEPH LIOUVILLE 1 73

lem iltihabı ve gut hastalığı giderek daha fazla dersi iptal etme­
sine neden oldu; bununla birlikte Sorbonne'daki derslere katılan
biri, Liouville'in desteksiz yürüyemeyen yaşlı biri olduğunu ama
bir mucize eseri her derste tahtanın başına geçtiğinde dinçliğini ve
genç görünümünü yeniden kazandığını söylüyordu. Liouville'lerin
esas evi Paris'in Latin Mahallesi'ndeydi. Yaz tatilleriniyse genel­
likle Liouville'in çocukluğunun geçtiği Lorraine'de geçiriyorlardı.
1 8 76'da Paris'ten ayrılarak Toul'a yerleştiler. Liouville 8 Eylül
1 876'da yetmiş üç yaşında Paris'te yaşamını yitirdi. Eşi ve tek oğlu
ise ondan dört yıl önce ölmüşlerdi.
Araştırma söz konusu olduğunda Liouville, zamanının önemli
Fransız matematikçisi Cauchy ve bir sonraki kuşağın önde gelen
ismi Hermite'ten geri kalır. Yine de övgüye değer bazı sıra dışı ke­
şifleri olmuştur. 1 836-37'de dostu Sturm'la birlikte daha sonra fi­
zik alanında önemli bir kuram olacak ve Sturm-Liouville kuramı
olarak adlandırılacak ortak bir çalışma yayımladı. Daha sonra ce­
birsel işlemler kullanılarak tam sayılardan elde edilemeyen gerçel
sayılar olan aşkın sayıların varlığını kanıtladı. Eliptik fonksiyon
kuramının geliştirilmesinde önemli bir rol oynadı. Ayrıca gökci­
simleri mekaniği ve sayılar kuramına da katkıda bulundu ama
belki elde ettiği sonuçlar arasında en fazla bilineni kompleks de­
ğişkenli sınırlı bir holomorf fonksiyonun sabit olması gerektiğini
söyleyen kompleks analiz teoremidir.
Hermann Grassmann (1809-1877)

n dokuzuncu yüzyılda bir üniversite öğretim üyesinin meslek


O yaşantısına ortaöğretim öğretmeni olarak başlaması olağanüs­
tü bir durum değildi. Doğal olarak üniversitedeki araştırma olanak­
ları çok daha fazlaydı ama yine de matematiğin gelişiminde önemli
katkılarda bulunmuş orta dereceli okul öğretmenlerine rastlanır.
Hermann Grassmann bu duruma iyi bir örnektir. Görüşleri Grass­
mann henüz hayattayken çok az etki yapmış olsa da bu düşünceler
gereği gibi anlaşıldıklarında Grassmann on dokuzuncu yüzyılın
önemli öncü kişilerinden biri olarak hak ettiği saygıyı kazandı.
Juster Günther Grassmann ve karısı Johanne (kızlık soyadı
Medenwald) Berlin'in kuzeydoğusunda bulunan ve şimdi Polon-
1 76 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ya sınırları içindeki Szczecin kenti olarak bilinen Alman şehri


Stettin'de yaşıyordu. Johanne papaz kızıydı; Juster de iyi dona­
nımlı bir okul olan Stettin Gymnasium'da öğretmen olmadan
önce papazlık yapmıştı. Juster bu okulda matematik ve fizik
dersleri verdi, temel ders kitapları yazdı ve fizik alanında araştır­
malar yaptı. On iki çocuklarından üçüncüsü Hermann Günther
1 5 Nisan 1 809'da dünyaya geldi. Liseden mezun olduktan sonra
Universitat Berlin'de ilahiyat ve klasik eğitimi aldı, muhtemelen
sonra da kiliseye girdi. Matematik ve fiziğe kuvvetli bir şekilde
gönül vermesi ancak 1 830'da yirmi bir yaşındayken Stettin'e dön­
mesi üzerine gerçekleşti. Babasının izinden giderek öğretmen ol­
maya karar verdi. Önce Berlin'de daha sonra da Stettin'de, sonun­
cusu gymnasium olan çeşitli okullarda bu kararını hayata geçirdi.
Grassmann'ın ilgi duyduğu pek çok konu olsa da okulda verdiği
dersleri pek de önemsemiyor gibiydi. Sınıfta disiplini sağlamakta
güçlük çekiyordu.
Öğretmenlik yapmak için yeterlilik kazanma sürecinde Grass­
mann'dan gelgit kuramına ilişkin bir makale yazması istendi.
Bunun için Grassmann, Lagrange'ın Mechanique Analitique'in
bazı kısımlarındaki açıklamaları basitleştirmesini ve Laplace'ın
Mecanique Celeste'inde sunulan gelgit kuramının ele alınma­
sında iyileştirmeler yapmasını sağlayan yeni bir geometrik ana­
liz geliştirdi. Düşüncelerini bu aşamada daha fazla geliştirme­
miş olsa da Grassmann görüşlerinin potansiyelinin farkındaydı.
1 840'a gelindiğinde okuldaki görevleri izin verdiği ölçüde mate­
matik araştırmaları üzerine yoğunlaşmaya karar verdi. O ana dek
Dirichlet, Stettin'den çok uzakta olmayan Berlin'de iyi bir ko­
numa gelmişti ama Dirichlet'in, Göttingen'deki Gauss'un ya da
Königsberg'deki Jacobi'nin Grassmann üzerinde bir etkisi olduğu­
na ilişkin hiçbir kayıt bulunmuyor.
Grassmann geometrik kuramlarını 1 844'te çıkan Die lineale
Ausdehnungslehre (Doğrusal Genişleme Kuramı) adlı kitapta ya­
yımlamak üzere kaleme aldı. Konu üzerine çıkacak çok sayıda cildin
ilki olarak düşünülen kitap soyut ve lafı fazlasıyla uzatan bir eser­
di. Grassmann kendi genişleme analizinin Leibniz'in bazı düşünce-
HERMANN GRASSMANN 1 77

!eriyle ilişkili olduğuna inanıyordu. Christiaan Huygens'e 1679'da


yazdığı bir mektupta Leibniz, büyüklükten çok konumla (Latincede
situs) ilgilenen yeni bir tür matematiğe gereksinim olduğunu yaz­
mıştı. Leibniz bunu bir tür geometri olarak görüyor ve buna
analysis situs ya da geometria situs adını veriyordu. Bu terminolo­
jiyi kullandığı başka yerlerde genellikle bugün topoloji olarak bil­
diğimiz matematik dalına gönderme yaptığı düşünülür. Bununla
birlikte mektuptaki çizimlerin farklı bir yapısı vardı ve bu nedenle
Grassmann görüşlerini Leibniz'inkilerle bağdaştırmakta haklı ola­
bilirdi. Eserdeki açıklamalar anlaşılması güç felsefi parantezlerle
kesintiye uğrar. August Möbius kitaba ilişkin bir değerlendirme yaz­
ması teklifini kitabın çok soyut olduğu gerekçesiyle geri çevirdi ama
yine de Grassmann'ın ne yapmaya çalıştığıyla yakından ilgilendiği
anlaşılıyor. Sonraki on yıl boyunca Grassmann kuramını elektrodi­
namik, mekanik ve cebirsel geometriye uyguladığı bir dizi makale
yayımladı.
Grassmann genel olarak zamanının ötesinde biriydi. Örneğin
1 86 1 'de, Dedekind ve Peano'nun zamanından yıllar önce tam sa­
yılar için tümevarımsal olarak aritmetik işlemleri tanımlayarak
bunların cebirsel özelliklerini ortaya koydu. Daha önceki eseri üze­
rinde tekrar çalışarak bunu 1 861 'de Die Ausdehnungslehre (Geniş­
leme Kuramı) adıyla yeniden yayımladı. İlk eserde sözlü ifadelere
çok yer vermiş olsa da yeni baskıda matematiksel ifadelerden daha
çok yararlandı. İlk kitapta temelde afin uzaylarla ilgilenirken ikin­
ci kitapta ilgisi vektör uzaylarına çevrildi. Doğrusal cebirin temel
düşüncelerine ya da en azından bugün bizim vektör analizi olarak
adlandırdığımız konuya dair düşüncelere bu çalışmada rastlana­
bilir. Yeni bir gelişmenin tüm onurunu tek bir kişiye yüklemek ge­
nellikle pek doğru bir tutum olmasa da koordinatlardan bağımsız
kavramların önemini anlayan ilk kişi Grassmann gibi görünüyor.
Ayrıca, geometrinin hala Eukleides yüzeyleri ve üç boyutlu fiziksel
uzayla sınırlı olduğu bir zamanda daha yüksek boyutlara yelken
açmaya hazırdı. Grassmann'ın belki de en kayda değer teknik kat­
kısı Grassmann cebiri olarak da bilinen kullanışlı dış cebir kavra­
mını ortaya koymasıydı. Grassmann cebiri, diferansiyel formların
modern kuramı açısından tam da doğru çerçeveyi sunmaktadır.
1 78 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Kuramının iki yorumu arasında neredeyse yirmi yıl geçmişti.


Bu zaman diliminde çeşitli uygulama alanları bulmasının yanında
Grassmann konusu, Leibniz'in Huygens'e yazmış olduğu mektupta
kullandığı ifadeyle "karakteristik" olan ödüllü bir yarışmaya ka­
tıldı; bu ifade Leibniz'in kapsamlı "evrensel karakteristik" kavra­
mına bir göndermedir ve Euler'in ünlü karakteristik terimiyle ka­
rıştırılmamalıdır. Grassmann, Geometrische Analyse geknüpft an
die von Leibniz erfundene Geometrische Characteristik (Leibniz'in
Geometrik Karakteristiğine İlişkin Geometrik Analiz) adlı eseriyle
ödüle layık görüldü. Hakemlerden biri olan Möbius, Grassmann'ın
açıklamalarının tamamıyla soyut ve okunmasının zor olduğunu
belirtmişti. Yine de ödüllü makale 1 84 7'de Möbius'un bir vektör
uzayındaki doğruların ilgili izdüşümsel uzayda noktalar olarak na­
sıl kabul edilebileceğini açıkladığı (modern terminolojiyi kullana­
rak) bir ekle birlikte usulünce yayımlandı. Bu başarının ardından
Grassmann üniversitede bir pozisyon peşinde koşmanın zamanının
geldiğini düşündü. Ernst Kummer'e Grassmann'ın ödüllü makale­
si hakkındaki düşünceleri sorulduğunda Kummer çalışmanın zayıf
bir biçimde ortaya konmuş övülmeye değer iyi malzemeler içerdiği­
ni belirtti. Kummer'in yapmış olduğu ve daha sonra Weierstrass'ın
da yapacağı gibi okuldan üniversiteye geçmek olanaksız olmasa da
bu hedefin peşinden koşmayı hiçbir zaman bırakmayan Grassmann
meslek yaşantısı boyunca öğretmen olarak kaldı.
Grassmann 1 849'da Pomeranya'lı bir toprak sahibinin kızı
Marie Therese Knappe'yle evlendi. On bir çocuklarından ikisi
bebekken ikisi ise yetişkinlik çağlarına ulaşamadan yaşamlarını
kaybetti. Hayatta kalan oğullarından ikisi Stettin Gymansium'da
matematik öğretmeni, biri doktor, biri Universitat Giessen'de
matematik profesörü ve biri de Karlsruhe Technische Hochschu­
le' de makine mühendisliği profesörü oldular. Grassmann Luther­
ci kilisenin misyonerlik çalışmalarında aktif olarak yer aldı. Al­
man halk şarkılarının bir derlemesini yaptı. Latince ve Almanca
bazı temel ders kitapları yazdı. On dokuzuncu yüzyılın ortaları
modern Alman devletinin oluşması açısından kritik bir dönemdi.
Grassmann'ın hayali Prusya liderliğinde birleşmiş anayasal monar-
HERMANN GRASSMANN 1 79

şiyle yönetilen bir Almanya'ydı. Bu hedefe ulaşmak için devrim ve


iç savaşın doğru yollar olmadığını düşünüyordu. Bu siyasi düşün­
celeri yayabilmek adına kardeşlerinden biriyle birlikte bir gazete
kurdu.
Grassmann'ın bir diğer ilgi alanı fizikti. Helmholtz rengin doğa­
sına ilişkin bir kuram geliştirmekteydi; Grassmann buna alternatif
bir kuram ortaya koydu. Ayrıca insan seslerinin fiziksel niteliğiyle
ilgili de bir kuram geliştirmişti. Fizik alanındaki. araştırmalarından
ötürü Leopoldina'ya' seçildi. Ne var ki, daha önce gördüğümüz
gibi kitabının üzerinde yaptığı tekrar çalışmanın ötesinde matema­
tikle daha fazla ilgilenmedi. Bununla birlikte kendisine ait görüşle­
rin benzerleri başta Cauchy olmak üzere başka kişilerin yayınların­
da da ortaya konuyordu; elbette ki keşiflerin birbirinden habersiz
olarak yapılması da her zaman rastlanan bir şeydir.
Matematikten sonra Grassmann'ın asıl akademik uğraşı kar­
şılaştırmalı dilbilimleriydi ve bu konuda çok daha başarılı oldu
(Gauss ve Jacobi'nin de filolojiye ilgi duyduğunu hatırlatmakta
yarar var). Sanskritçe ve bu dilin Avrupa dilleriyle olan ilişkisinde
uzmanlaştı. Matematik alanındaki çalışmalarının kabulüne tezat
olarak dilbilimi araştırmalarının önemi üniversite hocaları tarafın­
dan çok geçmeden fark edildi. Örneğin, Universitat Tübingen'den
1 8 76'da onursal doktora unvanı aldı. Giderek artan bir zafiyet ya­
şadığı dönemin ardından kalp krizi sonucunda 26 Eylül 1 8 77'de
yetmiş sekiz yaşında yaşamını yitirdi.
1 862 tarihli Ausdehnungslehre'nin önsözünde Grassmann şu
satırlara yer vermişti: "Burada ortaya koyduğum bilim için ver­
diğim ve gücümün yeteceği en zorlu uygulama olmasının yanı sıra
yaşamımın önemli bir kısmını ayırdığım bu çabanın yitip gitme­
yeceğinden son derece eminim. Ama şunu belirtmek isterim ki bu
çalışma bir on yedi yıl ya da daha uzun süre başkaları tarafından
bilimin güncel gelişimine katkıda bulunacak biçimde kullanılma­
dan kalsa bile unutulmuşluğun tozlu raflarından yeniden indirile­
ceği ve şu an için atıl durumda olan düşüncelerin meyve verece-

'" Deutsche Akademie der Naturforscher Leopoldina. (ç.n.)


1 80 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ği bir zamanın geleceğini biliyorum. " Grassmann'ın görüşlerinin


diğer matematikçiler tarafından kabul görmeye başlaması onun
ölümünden çok da sonra değildi; o zamanlar için büyük bir onur
olan toplu eserlerinin yayımlanmasına yalnızca on yedi yıl sonra
başlandı. Belki de dönemin en önemli Alman matematikçisi Alfred
Clebsch, bu eserlerin önemine dikkat çeken ilk kişilerden biriydi;
zamansız ölümünün ardından bu eserlerin yayılması konusunda
çaba harcayansa kendisini " Grassmanncılar" dan özellikle uzak
tutan Felix Klein'dı.
Annalen' de Grassmann için yazılan anma yazısında Klein,
Grassmann yandaşlarının onun yaşamı boyunca hak ettiği saygıyı
kazanmamasından dolayı şimdi onu bir şehit olarak gördüklerini
ve dördeylerin önemine inanan "Hamiltoncular"a şiddetli muha­
lefet ettiklerini gözlemlemişti. Grassmann'ın çalışmasındaki ayırt
edici özellik onun kapalı tanım -matematiksel bir birimin açıkça
inşa edilmesi yerine biçimsel özellikleri aracılığıyla tanımlanma­
sı- tercihiydi. Bunu başarıyla yerine getirmek için temel bir kü­
me-kuramsal dayanak gerekli olsa da Grassmann'ın halka ve vek­
tör uzayı gibi soyut cebrin temel kavramlarına bu kadar yaklaşmış
olması dikkate değer bir durumdur. Çoğu zaman öncü kişilerin
çalışmaları sahiplerine hiçbir atıfta bulunulmadan ana akım içinde
yutulur gider.
iV

KU M M E R ' D E N CAYLEY ' E


Ernst Kummer (1810-1893)

n dokuzuncu yüzyılın son bölümlerinde Bedin matematik


O dünyasının lider üniversitesi haline geldi. Dirichlet'in ardın­
da üç kişi buna katkıda bulunmuştu. Bu isimler yaş sırasına göre
Kummer, Weierstrass ve Kronecker' di. Her biri farklı kişiliklere ve
farklı meslek yaşantılarına sahipti. Kummer ve Weierstrass mesle­
ğe öğretmen olarak başlarken Kronecker işadamıydı. Bu üçlü için­
de en çok öne çıkmış olan Weierstrass olsa da biz yaşça en büyük
olduğundan Ernst Kummer'le başlıyoruz.
Bedin ile Breslau arasında bulunan ve bugün bir Polonya ka­
sabası olan Zary on dokuzuncu yüzyılda Sorau adıyla bilinen bir
yerleşim yeriydi. Tam adıyla Ernst Eduard Kummer, Liouville'den
1 84 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

bir yıl sonra 29 Ocak 1 8 1 0'da bu kasabada dünyaya geldi. Dok­


tor olan babası Carl Gotthelf Kummer'in tifo nedeniyle 1 81 3 'teki
ölümünün ardından Ernst ve ağabeyi Karl anneleri Friederike
Sophie (kızlık soyadı Rothe) tarafından büyütüldü. Anne, iki oğlu­
nu ancak büyük bir güçlükle bölgedeki liseye gönderebilmişti. Bu
okuldan 1 828'de mezun olmasının ardından Ernst, Protestanlık
üzerine çalışma yapmak amacıyla Universitiit Halle'ye girdi. Çok
geçmeden bu kararından vazgeçerek matematiğe geçiş yaptı. Kum­
mer 1 83 1'de, hevesli bir eski tarz öğretmen olan matematik pro­
fesörünün trigonometrik fonksiyonlar üzerine ortaya attığı soruya
ilişkin yazmış olduğu makaleyle üniversite ödülüne layık görüldü.
O zamanlar bu tür çalışmalar hep Latince yazılırdı; daha sonra
Kummer Alman üniversitelerinde akademik Latince yerine anadi­
lin kullanılmasını savunan harekete destek verdi.
Aynı yıl Kummer orta dereceli okullarda öğretmenlik yapabilmek
için gerekli olan yeterlilik sınavını geçti ve ödüllü makalesinin etkisiy­
le doktora programına kabul edildi. Eski okulundaki bir yıllık dene­
me süresinin ardından Breslau yakınlarında önemli bir yerleşim yeri
olan Liegnitz'deki (bugünkü Legnica) gymnasium'da on yıl boyunca
sürdüreceği öğretmenlik görevine başladı. Sıra dışı öğretme yeteneği
kısa sürede ortaya çıktı. Genellikle matematik ve fizik dersleri ver­
diği bu dönemdeki öğrencileri arasında her ikisini de matematikçi
olmaları konusunda yönlendirdiği Leopold Kronecker ve Ferdinand
Joachimstal bulunuyordu. Öğretmenlik yaptığı bu dönem aynı za­
manda fonksiyon kuramı ve özellikle de hipergeometrik seriler üzeri­
ne yaptığı araştırmalarla ilk yaratıcı dönemine denk düşüyordu.
Jacobi, Kummer'in yaptıklarından etkilenmişti. Böylece ikili ara­
sında düzenli bir mektuplaşma başladı. Dirichlet de Kummer'den
etkilenenler arasındaydı ve 1 839'da Kummer'e Preussischen
Akademie der Wissenschaften muhabir üyeliğini teklif etti. Bu sıra­
da Jacobi de Kummer için üniversitede bir görev ayarlama peşin­
deydi. Bunun sonucunda 1 842'de Kummer, Universitiit Breslau'da
profesörlüğe getirildi. On üç yıl boyunca sürdürdüğü bu görevde
Kummer, temel düzeyden başlayarak en tepeye kadar tüm matema­
tik derslerinden sorumluydu. Araştırma kısmına gelince, Kummer
ERNST KUMMER 1 85

sayılar kuramında uzmanlaşmaya başladı ve sonraki yirmi yıl bo­


yunca özellikle ideal sayılar kuramı olmak üzere en çok tanındığı
konular üzerine görüşlerini geliştirdi.
Bildiğimiz gibi Dirichlet, Göttingen'de Gauss'un yerine geç­
mek üzere 1 855'te Berlin'den ayrılmıştı. Bunu bir dizi matematik­
çinin Alman üniversiteleri arasındaki yer değiştirmesi takip etti.
Dirichlet'in Berlin'de ardılı olarak Kummer'i önermesi kabul gör­
dü. Kummer Preussischen Akademie der Wissenschaften'in tam
üyeliğine yükseltildi. Dirichlet gibi o da üniversitedeki görevinin
yanı sıra Preussische Kriegsakademie'de profesörlüğe getirildi.
Eski öğrencisi Kronecker'in de akademi üyeliğine seçildiği 1 86 1 'de
Kummer, Kronecker'i üniversitede ders verme ayrıcalığını kullan­
ması yönünde cesaretlendirdi. Böylece geleceğin üçlüsünün iki ele­
manı Berlin'e yerleşmiş oldu ve Kummer 1 855'te Breslau'da bo­
şaltmış olduğu kürsünün adaylarından biri olan Weierstrass'ı da
bu ekibe dahil etmek için kolları sıvadı. Kummer eski öğrencisi
Joachimstal'ın Breslau'a gitmesini ayarlayarak Weierstrass'ın Ber­
lin üçlüsünü tamamlamasını sağladı.
On dokuzuncu yüzyıl Alman üniversitelerinde araştırma yön­
temleri ve becerileri bilhassa seminerler, enstitüler, laboratuvarlar
ve müzeler aracılığıyla gelişti. Seminer teriminin anlamı zaman için­
de hayli değiştiğinden bu dönemdeki seminerlerin ilgili üniversitede
resmi olarak oluşturulmuş birimler olduğunu belirtmekte yarar var.
Her bir seminerin kendi bütçesi ve imkan dahilinde kendi kütüp­
hanesi vardı. Öğrenciler kısıtlı olarak seminerlere üye olabiliyordu.
Her seminer öğrencisinin kararlaştırılmış bir konu üzerinde ders
vermesi ve başka işlerde de etkin bir biçimde yer alması gerekiyor­
du. O zaman için beşeri bilimlerde seminerlere sıklıkla rastlanıyor
olsa da ilk Alman bilim semineri ancak 1 825'te Berlin'de kuruldu
ve hayli önemli bir yer haline geldi. Görünüşe göre bu seminerin
kurulmasında Königsberg'de bulunan Jacobi'nin önderliğindeki
gayri resmi seminer ve önce Bedin daha sonra da Göttingen'de
Dirichlet'in idaresindeki bir diğer gayri resmi seminerin etkisi ol­
muştu. Yetkilileri bu seminerin kurulması yönünde ikna eden kişi
Weierstrass'ın desteğini almış olan Kummer'di.
1 86 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Kummer'in her zaman büyük bir titizlikle hazırladığı Berlin'deki


dersleri analitik geometri, mekanik, yüzeyler kuramı ve sayılar ku­
ramını kapsıyordu. Derslere çok sayıda öğrenci katılıyordu -kimi
zaman bu sayı 250'ye kadar varıyordu. Weierstrass ve Kronecker
derslerde kendilerinin son araştırma konularından bahsederken
Kummer yalnızca sağlam temeller atmakla yetiniyordu. Kendi araş­
tırmalarını seminerde tartışıyor ve diğer katılımcıları da bağımsız
konularda araştırma yapmaları için teşvik ediyordu. Preussische
Kriegsakademie' de ise tamamen farklı bir dinleyici kitlesine dersler
veriyordu. Burada balistikle ilgili yaptığı deneysel çalışmalarla her­
kesi şaşkına çeviriyordu.
Kummer'in profesör olmasından kaynaklanan popülaritesi yal­
nızca derslerindeki açıklıktan değil aynı zamanda cazibesi ve mi­
zahi yanından da kaynaklanıyordu. Ayrıca hem üniversite hem de
Preussische Kriegsakademie' deki öğrencilerinin durumlarıyla da
yakından ilgileniyor, sıkıntılı anlarında onlara büyük bir istekle
yardım ediyordu. Bu nedenle öğrencilerinin ona olan bağlılıkları
kimi zaman büyük bir coşkuya dönüşüyordu. Kummer'in resmi ka­
yıtları onun tipik nesnelliğini, muhafazakar tutumunu ve inatçılığı­
nı yansıtır. Jacobi olayları abartma alışkanlığıyla bilimin zaferinin
hiçbir işe yaramamasına bağlı olduğunu belirttiğinde Kummer bu
görüşe katıldı. O da matematiksel araştırmanın amacının herhan­
gi bir uygulamaya bağlı olmaksızın bilginin zenginleşmesi olduğu
görüşündeydi; matematiğin en ileri düzeyine ancak onun peşinden
dışarıdaki dünyanın gerçeklerinden bağımsız olarak bizzat kendisi­
ni bir hedef olarak görerek gidilmesi halinde ulaşılabileceğine ina­
nıyordu. Onun yüksek boyutlu geometriye olan itirazı da bu bağ­
lamda değerlendirilmelidir.
Pek çokları için ağır bir yük olabilecek şey, araştırma yapması­
nı büyük ölçüde engellemedikten sonra her türlü öğretme biçimine
karşı duyduğu isteği açık bir şekilde göstermiş olan Kummer için
bir zevkti. Kriegsakademie'deki ek görevinden 1 8 74'e dek vazgeç­
medi. Üniversitede 1 857-58 ile 1865-66 dönemlerinde dekan ve
1 868-69 döneminde rektör olarak görev yaptı. 1 865'ten 1 8 78'e
değin Preussischen Akademie der Wissenschaften'in daimi sekre­
terlik görevini sürdürdü. Görevleri arasında devlet törenlerinde ko-
ERNST KUMMER 1 87

nuşma yapmak da bulunuyordu. Kummer aynı zamanda Academie


Royale des Sciences ve Royal Society of London'ın yabancı üyesiydi.
1 857'de katılmadığı bir yarışmada Academie Royale des Sciences
tarafından büyük ödüllerden birini layık görülünce hayli şaşırdı.
Kummer'in büyüklüğü ve sınırları (başka durumların yanı sıra)
hiç ders kitabı yayımlamaması ve yalnızca makaleler ve ders notla­
rıyla yetinmesiyle ortaya konan bir tür kendini tutma halinde yatı­
yordu. Etki alanı meslektaşları Kronecker ve Weierstrass'a oranla
çok daha genişti. Weierstrass, Kummer'in bir ölçüye kadar kendi
döneminde ve bundan daha fazla bir biçimde sonraki dönemlerde
matematikte neler olup bittiğiyle artık pek de ilgilenmediğini belir­
tecekti. " Ona Eukleides geometrisinin kanıtlanmamış bir aksiyo­
ma dayandığını söyleseniz bunu onaylar; ancak bu görüşten yola
çıkarak şu soru sorulabilir: Bu aksiyom olmadan geometri nasıl bir
şeye benzer? Bu onun doğasına ters düşer; bu soruya yönelik ola­
rak harcanan çabalar ve sonuçta elde edilen, ampirik olarak veril­
miş ya da varsayılmış olandan kendini azat eden genel düşünceler
ona göre boş spekülasyonlar ya da yalnızca bir hilkat garibesidir. "
Kummer Dirichlet'in karısının kuzini Ottolie Mendelssohn'la
1 840'ta evlendi. Ottolie sekiz yıl sonra ölünce Kummer yeniden ev­
lendi. 1 883'te yetmiş üç yaşındayken hafızasının ve düşüncelerini
mantıklı, tutarlı ve toplu bir biçimde rahatça geliştirme becerisinin
zayıfladığını belirterek beklenmedik bir biçimde emekli olmaya ka­
rar verdiğinde meslektaşlarını şaşırttı. Kimse böyle bir kötülemeyi
fark etmemiş olsa da Kummer kararından vazgeçirilemedi ve öğre­
tim üyelerini kendisinin yerine geçecek kişiyi bulma konusunda zor­
ladı. Bu kişi, hakkındaki bilgileri daha sonra öğreneceğimiz eski öğ­
rencisi Kronecker olacaktı. Kummer yaşamının son yıllarında sakin
bir emeklilik dönemi geçirerek 14 Mayıs 1 893'te seksen üç yaşında
yaşama veda etti. Ardında ikinci eşi Bertha ve dokuz çocuğu kaldı.
Kummer'in üzerinde en uzun süreyle etki eden matematikçiler
Gauss ve Dirichlet'ti. Kummer'in her üç yaratıcı dönemi de Gauss'un
çalışmalarına ilişkin yazdığı bir makaleyle başlar. Dirichlet'e duydu­
ğu saygıyı 1 860'ta Preussischen Akademie der Wissenschaften'de
onun anısına yaptığı bir konuşmada duygulu bir biçimde ifade et­
mişti. Kummer'in üzerinde en fazla etki bıraktığı kişi ise 1 8 8 1 tarihli
1 88 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

bir mektupta entelektüel yaşamının matematiksel ve aslında en te­


mel kısmı için kendisine teşekkür eden Kronecker'di. Bu saptamadan
emin olmak için bu yorumun hangi zamanda yapılmış olduğu unu­
tulmamalıdır; Kummer, Kronecker ve Weierstrass dostça, uyum için­
de bir anlaşma ve yakın bilimsel ilişki içinde birlikte çalıştıkları yirmi
yılın ardından 1 870'lerin ortalarında neredeyse tamamen ayrılmala­
rına yol açan bir uzaklaşma yaşamışlardı. Kummer'in Kronecker'le
devam eden dostluğu Weierstrass'ın Kummer'e yönelik tutumunda
yansımasını göstermişti.
Bugün Kummer'in adı en çok her biri ayrı yaratıcılık dönem­
lerinden üç başarısıyla anılır. Fonksiyon kuramı döneminden,
Gauss'tan çok daha öteye giderek hipergeometrik seriler kuramına
uzanan araştırmalarında özellikle monodromi grupları ilk hesapla­
yan kişi olmasıyla hatırlanır. Aritmetik dönem Fermat'nın son "teo­
remini" çarpımsal ele alma tarzıyla göstermeye çabalaması sırasında
ortaya koyduğu "ideal sayılara" tanıklık etmişti. Dirichlet Kummer'e
asal olarak sayı cisimlerine yapılan çarpanlara ayırmanın sanki sa­
rih bir genelgeçerliliği olmadığını gösterdiğinde Kummer ideal asal
çarpanlar kuramını oluşturdu. Genel sayı cisimlerine sarih ayrışım
yapılmasını sağlayan bu kuram sayesinde Kummer bazı durumlar
için Fermat'nın teoremini açıklayabildi. Kummer'in kuramını yalnız­
ca ilgi duyduğu problemler -Fermat'nın teoreminin ispatı ve genel
karşılıklı ilişki yasası- açısından gerekli olacak şekilde titizlikle ha­
zırlaması tam Kummer'e göre bir davranıştır. Kummer'in çalışmala­
rı Dedekind ve Kronecker'in araştırmalarıyla geliştirildi ve böylece
bu çalışmalar matematiğin aritmetikleştirilmesine büyük bir katkı
yaptı. Hilbert'in Zahlbereicht'ı da (Sayılar Üzerine) büyük ölçüde
Kummer'in düşüncelerine dayanır. Son olarak da Kummer'in kendi­
sini Hamilton'ın izinden tamamen cebirsel olarak giderek ele aldığı
genel ışın sistemleri kuramına adadığı geometrik dönemi gelir. Bu dö­
nemde ayrıca, on altı yalıtılmış konik noktaya ve on altı tekil teğet
düzleme sahip, kendi adıyla anılan dördüncü dereceden yüzeyi de
keşfetmiştir. Bunlar ve elde ettiği diğer başarılar Kummer'in adının
on dokuzuncu yüzyıl matematikçileri arasında yaratıcı bir öncü ola­
rak yazılmasını sağlamıştır.
Evariste Galois (1811-1832)

� imdi tekrar keskin ayrılıkların devam ettiği Fransa'ya dönüyo­


ruz. Galois'nın kısa yaşamındaki melodram ve trajedi büyük
o çüde gönüllü bir tercihmiş gibi görünüyor. Ölümüne giden yol
her türlü mantıklı açıklamayı saf dışı bırakıyor. Ölümünün hemen
öncesinde yazdığı bir mektup şöyle sona erer: "Hatıramı canlı tu­
tun çünkü kader bana adımı ülkeye duyurabileceğim kadar uzun
bir yaşam vermedi. " Tam anlamıyla anlaşılabilmesi belirli bir za­
man aldıysa da Galois kuramı modern cebirin en önemli ve en
güzel kısımlarından birini oluşturur.
Evariste Galois 25 Ekim 1 8 1 1'de Paris'in biraz dışındaki
Bourg-la-Reine kasabasında dünyaya geldi. Evariste, buradaki
1 90 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yatılı okulun müdürü ve daha sonra da kasabanın belediye baş­


kanı olan Nicholas-Gabriel Galois ile hukukçu bir aileden gelen
Adelaide-Marie'nin (kızlık soyadı Demante) ikinci oğullarıydı.
Her ikisi de iyi eğitim almış olan ebeveynlerden baba yaratıcı ve
özgür düşünceli, anne ise dik kafalı ve aykırı biriydi. Evariste'in
alışıldık olmasa da mutlu bir çocukluğu oldu. Onun da Gauss gibi
olağanüstü bir hafızası vardı. On iki yaşına dek eğitimi bütünüy­
le annesi tarafından verildi. Anne oğluna klasik alanında bilgiler
ve dine karşı kuşkucu bir tutum aşıladı. Adelaide-Marie güçlü bir
karaktere sahip zeki, hayat dolu ve eli açık biriydi ama anlaşılan
o ki sonradan parlak, hassas ama dik kafalı oğlunu zapt etme ko­
nusunda hayli büyük güçlük yaşamıştı.
1 823'te geleceğin matematikçisi, yatılı öğrenci olarak girdiği
zorlu ama itibarlı okul Lycee Louis-le-Grand'da resmi eğitimine
başladı. Okula gelmesinin hemen ertesinde, yetkililerin muhafa­
zakar Cizvitleri yeniden personelin arasına almayı planladığından
kuşkulanan bir grup öğrencinin yarattığı isyan benzeri bir durum
gerçekleşti; olaylar kırk öğrencinin okuldan uzaklaştırılmasıyla so­
nuçlandı. İlk başlarda Galois sınavlarda hayli başarılıydı, retorikte
zayıf olmasına karşın Concours General'de üst sıralarda yer aldı.
Görünüşe göre Galois ailesinde matematiğe karşı özel bir ilgi yok­
tu ve Galois da matematik çalışmalarına Lycee Louis-le-Grand'da­
ki dördüncü yılına dek başlamadı. Öğretim programının geri kalan
kısmını göz ardı ederek bir anda matematikte olağanüstü bir iler­
leme kaydetti. Bu dönemdeki okul kayıtlarında karakteriyle ilgili
"yalnız" ve "kapanık" ama "özgün" gibi yorumlar görünmeye
başlar. Çok geçmeden genç adam Legendre'ın geometri ders kitabı­
nı ve Lagrange'ın diferansiyel denklemler ve analitik fonksiyonlar
üzerine çalışmalarını incelemeye başladı. Ecole Polytechnique'e gi­
rebileceğini düşünse de standart ders programıyla ilgili hazırlığının
yetersiz olması nedeniyle zorlu giriş sınavında başarılı olamadı.
Ertesi yıl Galois, onun sıra dışı yeteneklerini fark eden Louis
Paul Emile Richard adındaki seçkin öğretmenle birlikte matema­
tik çalışma şansına kavuştu. Daha sonra Hermite'in de öğretmen­
liğini yapacak olan Richard, Galois'nın matematik çalışmaları
EVARISTE GALOIS 191

konusunda son derece takdirkardı. Bu sayede Galois henüz on


yedi yaşındayken pek de önemli olmayan bir makale yayımladı.
Makale sürekli kesirlere ilişkindi ve Mart 1 829'da Gergonne'un
Annales'inde yayımlandı. Galois bir süredir denklemler kuramı
üzerinde çalışıyordu ve konuya ilişkin ilk makalesini iki ay son­
ra Academie Royale des Sciences'a gönderdi. Burada hakem olan
Cauchy çalışmadan hayli etkilenerek bu çalışmayı akademiye ken­
disinin sunacağını söyledi; Galois henüz öğrenciydi. Ne yazık ki
sunumu yapması gereken gün Cauchy rahatsızlandı ve bu olayın
hemen ertesinde Galois ( belki de Cauchy'nin tavsiyesiyle) mate­
matik alanındaki büyük ödüllü yarışmaya teslim etmek üzere araş­
tırmalarını bir raporda topladı. Bu konuya daha sonra döneceğiz.
Genç adamın babası kral yanlılarının yükselişe geçtiği bir dö­
nemde ateşli bir Bonapartçı'ydı. Temmuz 1 829'da intihar etti. Bu
durumun en önemli nedeni onu belediye başkanlığı görevinden
uzaklaştırmak isteyen bazı kral yanlılarının kasaba papazı liderli­
ğinde yürüttüğü yıkıcı kampanyaydı. Belediye başkanı kasabada
çok sevilen biriydi ve Bourg-la-Reine'in sakinleri onun adına yapılan
bir anıtın masraflarını hep beraber karşıladı. Oğlu büyük bir keder
içindeydi; bu olay onun yaşamında dönüm noktası oldu. Babasının
ölümünden birkaç gün sonra Ecole Polytechnique giriş sınavında
yine başarısız oldu (yalnızca iki hak tanınıyordu). Bunun üzerine
itibarı daha az ama yine de saygın bir okul olan ve daha sonra Ecole
Normale Superieure adını alacak olan Ecole Preparatoire'e girmeyi
denedi. Ne yazık ki laik bir kurum olması beklenen okulun o anda
başında, öğrencileri dini uygulamalara yönlendiren sadık bir kral
yanlısı bulunuyordu. Galois okula giriş şartlarını sağladı ve devlet
eğitim sisteminde on yıl süreyle kalma zorunluluğuna ilişkin stan­
dart koşula tabi olarak Şubat 1 830'da okula kabul edildi. Okula
girmesinden çok kısa bir süre sonra Abel'in öldüğünü öğrenmesiy­
le Abel'in Crell'in Journal'ında çıkan makalelerinden de haberdar
oldu. Galois, bu makalelerde kendisinin henüz keşfetmiş olduğu
bazı sonuçlara Abel'in çoktan ulaşmış olduğunu görmüştü.
Galois 1 830'un Nisan ve Haziran aylarında, normalde yalnızca
tanınmış bilimcilerin çalışmalarını yayımlayan Baron de Ferussac'ın
1 92 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

dergisi Bulletin des Sciences mathematiques'te (Matematik Bilim­


leri Bülteni) birkaç kısa makale yayımladı. Derginin o zamanki
yazı işleri müdürü Liouville'in arkadaşı olan ve bir Galois destek­
çisi haline gelen Sturm'du. Aynı sayıda Chasles, Cauchy, Jacobi ve
Poisson'un da makaleleri yer alıyordu. Galois'nın dergideki ma­
kaleleri bizim şimdi Galois kuramı olarak bildiğimiz, Galois'nın
denklemler kuramı üzerine çalışmalarının büyük bir kısmından
oluşuyordu. Kurama ilişkin bir raporu da akademiye büyük ödül­
lü yarışma için teslim etse de bildiğimiz gibi ilgili sekreter, Fourier
ağır hastaydı ve kısa bir süre sonra da yaşamını yitirmişti. Aslında
Fourier raporu okumak üzere evine götürmüş ama rapor akademi­
ye hiç geri gelmemişti. Bu arada Galois Ecole Preparatoire' de dife­
ransiyel ve integral analizi üzerine yapılan ilk yıl sınavını geçmesine
karşın sekiz aday arasında ancak dördüncü olabilmişti. Giderek
daha fazla siyasi etkinliklere karışmaya başlamıştı.
Aşırı muhafazakar Kral X. Charles'ın yönetimine karşı tırma­
nan protestolar Paris sokaklarında genişleyerek bir isyana dönüş­
tüğünde tarih 1 830'un yazını gösteriyordu. O zamanlar cumhu­
riyetçilerin merkezi olan Ecole Polytechnique'teki öğrenciler bu
isyanda yer alırken Ecole Preparatoire öğrencileri bina kapıları
kilit altına alındığından sokaklara çıkarak Ecole Polytechnique
öğrencilerine katılamadı. Binlerce kişinin öldüğü "üç görkemli gü­
nün" ardından asiler başkente hakim olmuş, kontrolü kaybeden
kral tahttan feragat ederek kaçmıştı. Ancak çoğunlukla Bonapartçı
ve cumhuriyetçi olan asiler, daha ılımlı ama yine de muhafazakar
olan Orleans dükünün Kral Louis-Philippe olarak tahta çıkmasına
engel olamadı.
Galois gibi cumhuriyetçiler bu durum karşısında son derece
büyük hayal kırıklığına uğradı. Monarşinin yeniden kurulma­
sı ona babasının ölümünden ve utancından dolayı yaşadığı kız­
gınlığı yöneltebileceği makul bir odak vermiş oldu. Yaz tatili için
Bourg-la-Reine'e döndüğünde ailesi onun kişiliğindeki değişim
karşısında hayrete düştü, delifişek bir cumhuriyetçi olup çıkmıştı.
Galois Blanqui ve Raspail gibi cumhuriyetçi liderlerin etkisi altın­
daydı. Galois'nın cumhuriyetçi aktivistlerin yer aldığı Societe des
EVARISTE GALOIS 1 93

Amis du Peuple adlı bir gruba katıldığı sanılıyor. Çok geçmeden


bu grup dağıtıldı ve grubun daha militan üyeleri cumhuriyetçilerin
kalesi Garde Nationale'e katıldı. Bu grup düzenli ordunun kontro­
lü altında olmayan silahlı bir organizasyondu ve beklendiği gibi yıl
sona ermeden yasaklandı.
Bu arada Galois yaz aylarında Ecole Normale Superieure adını
alan Ecole Preparatoire'den atılmıştı. Atılma sebebi olarak öğrenci­
leri silahlanmaya çağıran ve onun yazdığı düşünülen bir makalenin
yayımlanması gösteriliyordu. Arkadaşlarını politik olarak heyecan­
landırmak için uğraşıyor ama arkadaşları, verdikleri yetersiz destek­
ten öteye geçemiyordu. Galois ayrıca kendi deneyimlerine dayanarak
Gazette des Ecoles'e Paris'teki orta dereceli okullara ve yükseköğ­
retimde verilen matematik eğitimine ilişkin düşüncelerini yazdı. Al­
makta olduğu burs okuldan atılması nedeniyle kesilmişti. Geçimini
öğretmenlik yaparak, yatılı okul öğrencilerine özel matematik ders­
leri vererek sağlamaya çalıştı. Kendi kuramlarına ilişkin verdiği bir
ders başarısız oldu. Aynı zamanda akademide de seminerlere katıldı.
Daha önce gördüğümüz gibi bu seminerlerden birinin sonrasında
Sophie Germain, o günkü konuşmayı yapmış olan Libri'ye "Vermiş
olduğun en iyi konuşmadan sonra sana da bir örneğini verdiği renci­
de edici davranışlarını sürdürdü," diye yazmıştı.
Ulusal Muhafızlar'ın yasaklanmasının ardından grubun on do­
kuz üyesi silahlarını teslim etmeyi reddettiği için Nisan 1 83 1 'de
mahkemeye verildi. Bu, hükümete bir saldırı düzenlemek için iyi
bir fırsat sunmuştu. Beraat ettiklerinde Vendanges de Bourgogne
adlı lokantada bir kutlama yemeği düzenlendi. Orada bulunan­
lardan romancı Alexandre Dumas daha sonra "Tüm Paris'te bu
denli hükümet aleyhtarı iki yüz kişi bulmak neredeyse imkansız­
dır," diye yazmıştı. Gruptan bazıları yasadışı olmasına karşın Ulu­
sal Muhafızlar'ın üniformasını giymişti. Galois da bu kişilerden
biriydi. Yemeği düzenleyenler polisle başlarının derde girmesini
istemiyor olsalar da Galois ayağa kalkarak elindeki hançerle yeni
kralın şerefine kadehini kaldırdığında işler kontrolden çıktı. Di­
ğerleri onu takip etti ve yemek tam bir karmaşa içinde sona erdi.
Dumas'yla birlikte pek çok kişi pencereden çıkarak lokantayı terk
1 94 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

etti. Galois ertesi gün annesinin evinde tutuklanarak 1 5 Haziran'a


dek Sainte Pelagie Hapishanesi'nde tutuldu. Louis-Philippe'in ya­
şamına kastetmekten yargılandı, ancak, genç olması ve akılsızca
hareket ettiği gerekçesiyle hemen beraat etti. Duruşma sırasında
Galois tüm düşüncelerini olduğu gibi ortaya serdiğinden beraat
kararı ciddi boyutta bir yumuşama göstergesiydi. Galois duruşma­
da "eğer ihanet ederse" kralı hala öldürme niyetinde olduğunu be­
lirterek "Louis-Philippe şimdi değilse bile yakında bir vatan haini
olacak" şeklindeki düşüncesini de ekledi.
Bu arada Galois hala büyük ödül için teslim ettiği çalışmanın
bir parçası olan denklemler kuramına ilişkin raporuyla ilgili bir
haber bekliyordu. En sonunda hala hapishanedeyken akademiden,
hakem Poisson'un şöyle bir rapor verdiği haberini aldı:

Mösyö Galois'nın kanıtlarını anlayabilmek için her yolu denedik. İ ddiaları,


doğruluklarına karar verebilmemiz açısından ne yeterince açık ne de yeterin­
ce geliştirilmiş ve bizler bu raporda bu durumun çerçevesini çizme durumun­
da değiliz. Yazar makalesinin temel noktası olan savın pek çok uygulamaya
açık genel bir kuramın parçası olduğunu belirtmektedir. Genellikle bir kura­
mın farklı kısımları, ayrı ayrı olmasındansa birlikte ele alındığında birbirlerini
açıklığa kavuşturarak daha kolay anlaşılır. Bu nedenle yazarın çalışmasını
bir bütünlük içinde yayımlayacağını ve böylece bizim de net bir fikir oluştura­
bileceğimizi umuyoruz. Ancak akademiye teslim edildiği haliyle bu rapor için
onay vermenizi tavsiye edemeyiz.

Bu hiç de mantıksız olmayan mektup devamında Galois'yı ku­


ramına ilişkin daha eksiksiz bir rapor sunma konusunda cesaret­
lendirecek şekilde sürüyordu. Galois bu mektuba çok sinirlenerek
akademicilerle işinin bittiğine karar verdi. Aslında çalışmasını özel
bir yayıncıyla anlaşma düşüncesiyle gözden geçirdi (asıl kopya gü­
nümüze ulaşmamıştır) ama çabasını büyük ölçüde bilimsel kurum­
ları ve özellikle de "vicdanlarında hala Abel'in ölümünü taşıyan"
akademicileri ağır bir dille kınadığı beş sayfalık önsöze yöneltti.
Galois 1 83 1 Bastille Günü'nde yasadışı silah bulundurmaktan
(dolu bir tüfek ve birkaç tabancının yanı sıra bir de hançer) ve
EVARISTE GALOIS 1 95

yasadışı Ulusal Muhafızlar'ın üniformasını giymekten yeniden tu­


tuklandı. Polis onu tutuklamaya geldiğinde o, sokakta bir kortejin
başında yürüyordu. Ekime dek Sainte Pelagie'de tutuldu ve üst
mahkemece onaylanan altı aylık hapis cezasına çarptırıldı. Umut­
suzluk içindeydi ve bir bunalım anında sevgili babasını düşünerek
intihar girişiminde bulundu. 27 Temmuz günü mahkumlara "üç
görkemli günde" öldürülenlerin anısına düzenlenen ayine katılma
izni verilmişti. İçlerinden çoğu siyasi mahkum olduğundan ortam
gergindi ve her an bir ayaklanmanın patlak vermesi bekleniyordu.
Ertesi akşam sokağın karşı tarafından, gardiyanlardan birinin ya­
şadığı çatı katından bir el silah atılana dek hiçbir şey olmadı. Bir
kişi yaralandı. Galois yaşananlar nedeniyle hapishane müdürü­
nü suçlayınca zindana kapatıldı. Bunun ardından başlayan isyanı
bastırmak üzere hapishaneye askerler çağrıldı. Mahkumlar karşı
koymadan teslim oldular ve böylece kimse yaralanmadan isyan
sona erdi.
Mahkumiyetinin son altı haftasında Galois şartlı tahliye edil-
di. O sırada Paris 'te baş gösteren kolera salgınına karşı bir önlem
olarak bir bakımevine gönderildi. Bu görece hoş ortamda Galois
yeniden matematik düşünmeye başladı ve birkaç felsefi makale ka­
leme almayı başardı. 29 Nisan 1 832'de serbest bırakıldı. Ne yazık
ki yaşamının bir sonraki ve son olacak ayıyla ilgili çok az şey bi­
liniyor. Bu günlere biraz olsun ışık tutabilecek olan polis kayıtla­
rı da 1 871'deki Paris Komünü sırasında imha edildi. Galois, 25
Mayıs'ta Ecole Normale Superieure'den yakın bir arkadaşı olan
Chevalier'ye yaşamdan genel olarak duyduğu hoşnutsuzluktan
bahsettiği ve bunun sebebinin de sona ermiş bir aşk macerası ol­
duğu yönünde ipuçları verdiği bir mektup yazdı. Söz konusu ka­
dın, bakımevindeki doktorun kızı Stephanie Dumotel' di. Ondan
aldığı iki mektubun Galois tarafından çıkarılmış kopyaları mevcut
olsa da bunlar eksiktir ve bazı bölümleri okunamaz durumdadır.
Dumotel 14 Mayıs tarihli ilk mektupta "Lütfen bu ilişkiyi bitire­
lim," diye yazar. Diğer mektupta ise başka birinin ona yaşatmış ol­
duğu acılardan Galois'nın kendini, onu korumaya gelmek zorunda
hissedebilecek bir biçimde bahseder.
1 96 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

30 Mayıs'ta Galois tabancayla bir düelloya katıldı. Karşısın­


daki kişinin kimliğine ilişkin bazı tereddütler olsa da bu kişinin
bir önceki yıl mahkeme önüne çıkan on dokuz kişiden biri olan
Pescheux d'Herbinville adındaki ünlü cumhuriyetçi aktivist ol­
duğu sanılıyor. Ne olursa olsun, düello Galois'nm karnından
vurulması ve saatler sonra yoldan geçen biri tarafından Hôpital
Cochin'e kaldırılana dek öylece sokakta yatmasıyla sonuçlandı.
Papazın yapacağı dini töreni reddeden Galois ertesi gün karın zan
iltihabından yirmi yaşında yaşamını yitirdi. Ölürken yanı başında
kardeşi Alfred vardı. Evariste Galois Montparnasse'daki toplu me­
zara gömüldü. Bugün bize saçma gibi görünen nedenlerden dolayı
düello yapmak o günlerde hayli sık karşılaşılan bir durumdu. Ya­
şadığı paranoya da dikkate alınırsa ölümle sonuçlanan bu düello
için mantıklı bir açıklama bulunamayabilir ama hiç şüphe yok ki
sevgili babasının intihan ve kendine zarar veren eğilimleri bu sonu­
cun etkenleri arasındaydı.
Galois ölümünün küçük ve alçakça bir şeyden dolayı olacağına
inanmıştı. Trajik olansa bunun olmasına izin vermesiydi. Belki de
sona eren aşk macerasının bununla bir ilgisi vardı ama Galois'nın
çok daha önceden beri ölüme mahkum olduğuna inandığını göste­
ren işaretler vardır. 1 83 1 'de ilk kez hapishaneye girdiğinde bura­
daki dostlarından biri de Raspail'di. 25 Temmuz'da hapishaneden
yazdığı mektupta Raspail, Galois'nın ağzından şu sözleri aktarıyor­
du: "Ve söylüyorum size, ölümüm aşağı sınıftan bir koket yüzün­
den yapılan bir düelloda olacak. Peki neden? Çünkü o kadın, bir
başkasının lekelediği onurunun öcünü almam için beni çağıracak. "
Düellodan bir gece önce dostlarına yazdığı mektuplarda Galois
yine "adı kötüye çıkmış bir koketten" bahsetmişti. Galois şu cüm­
leyi de mektubuna ekler: "İyi niyetli olduklarından beni öldürenleri
bağışla. "
B u tuhaf sözcüklere ilişkin hayal gücünün sınırlan içinde çe­
şitli senaryolar oluşturuldu. Pek çoğundan daha akla yatkın olan
yakın zamanlı bir kurama göre Galois, cumhuriyetçi dava uğruna
şehit olma arzusuyla öleceği biçimde sahte bir düello düzenlemişti.
Amaç, suçun polisin üzerine kalması ve böylece yapılacak protesto-
EVARISTE GALOIS 1 97

ların bir isyana dönüşmesiydi. Siyasi arkadaşlarının suçlanmaması


için bıraktığı mesajlarla insanları yanlış yerlere yönlendirmeye ça­
lışmıştır. Normal bir düelloya girmesi durumunda mektupları ve
yazdığı diğer şeyler hiçbir anlam ifade etmezdi. Bu kurama ilişkin
söylenebilecek tek şey fedakarlığının işe yaramamış olabileceğidir
çünkü ölümünün ardından bir ayaklanma baş göstermiş olsa da
ayaklanmanın asıl nedeni başka bir şeydi.
Ölümünden önceki gece Galois, kendisi de matematikçi olan
arkadaşı Chevalier'ye uzun uzun yazarken keşiflerini özetlemişti:
"Yaşamımda çoğu kez emin olmadığım teşebbüsleri ileriye taşı­
mak için tehlikeye atıldım ama burada yazmış olduklarım nere­
deyse bir yıldır kafamın içindeki şeylerdi. Tam ispatını yapama­
dığım teoremleri açıkladığımdan şüphelenildiği şeklinde kendimi
aldatmamam benim iyiliğime olacaktır. . . Jacobi ya da Gauss'tan
bu kuramların doğruluğuna ilişkin değil bunların önemlerine dair
düşüncelerini söylemeleri için açıkça istekte bulun. Umarım bun­
dan sonra bazıları, bu dağınıklığı düzenlemenin yararlı bir şey
olacağını düşünecektir." Chevalier ve Evariste'in kardeşi Alfred
matematik makalelerinin kopyasını çıkardı. Bunları Gauss, Jacobi
ve diğer matematikçilere göndermiş de olabilirler ama kayıtlarda
bunlara bir yanıt verildiğine dair bir bilgi bulunmuyor.
Mektubunda değindiği pek çok sonuç Galois'nın bilinen çalış­
masından olsa da Galois cebirsel denklemler ile aşkın fonksiyonlar
arasındaki bağlantıdan bahseder ve " muğlaklık kuramına" da giz­
li bir gönderme yapar. "Muğlaklık kuramı" muhtemelen cebirsel
fonksiyonların çok değerliliğine ilişkin bir şeydi ve Galois'nın keş­
fettiği şey her ne idiyse bunun daha sonra Riemann'ın eline geçmiş
olduğundan kesinlikle emin olabiliriz. Aşkın fonksiyonlara gelin­
ce, ileride Galois'nın beşinci dereceden denklemlerin eliptik modü­
ler fonksiyonlar aracılığıyla çözülmesi konusundaki araştırmasını
Hermite'in başarıyla tamamladığını ve Jordan'ın da böylesi fonk­
siyonların davranışına ilişkin olarak grup kuramını ortaya attığını
göreceğiz. Matematik açısından trajedi ise Evariste Galois'nın ya­
şamının yirmi birinci yılındaki ölümü nedeniyle tamamlanamamış
çalışmalarıydı.
J. J. Sylvester (1814-1897)

Ş imdi Büyük Britanya'ya dönüyoruz. Victoria döneminin bü­


yük matematikçilerinin yaşamlarında ve bu dönemin kendi­
sınde matematik tarihçilerinin ilgisini çekecek çok fazla şey var­
dır. Zihninin üretkenliği, duyarlı kişiliği ve meslek yaşantısındaki
değişimler Sylvester'ı özellikle ilgi çekici bir konu yapar. Bilimsel
çalışmalarının önemi Sylvester henüz hayattayken kabul görmüş
olsa da bugün Sylvester adı, Amerika'daki matematiksel araştırma
ekolünün temellerinin atılmasında oynadığı rolle büyük bir saygıy­
la hatırlanır.
James Joseph Sylvester 3 Eylül 1 8 14'te Londra'da dünyaya
geldi. Babası, Londra Kulesi yakınlarında şarap ve alkollü içe-
200 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

cek ticaretiyle uğraşıyordu. Aile adının Joseph olmasına karşın


James, kardeşlerinden birinin de yaptığı gibi soyadı olarak kendine
Sylvester'ı aldı ve genellikle de bu adla tanındı. Matematiğe karşı
olan yeteneğinin kısa sürede fark edildiği kuzey Londra'daki Ya­
hudi okullarına gitmesinin ardından on dört yaşında Londra'daki
University College'a girdi. Sylvester'ın buradaki öğretmenlerinden
biri Augustus De Morgan'dı. Ancak birkaç ay sonra asabiyetini ve
tahrikler karşısında verdiği heyecanlı tepkileri açığa çıkaran, yaşa­
mı boyunca karşılaşacağı çok sayıda olayın ilk örneği sonucunda
buradan ayrıldı. Bunun üzerine Liverpool'da başka bir okula geçti.
Burada da diğer öğrencilerin çok ilerisinde olduğundan eğitimine
bir sınıfta tek başına devam etti. Zor sorular sorarak öğretmenleri­
ni alt etme eğiliminde, şaşırtıcı bir öğrenciydi. Henüz öğrenciyken,
Birleşik Devletler'de Contractors for Lotteries (Piyango Yükleni­
cileri) adında bir kuruluşu birkaç yıldır uğraştıran kombinatorik*
alanındaki zor bir uygulama problemini çözerek 500 dolar gibi
büyük miktardaki ödüle sahip oldu.
Liverpool' da geçirdiği iki yıldan az bir sürenin ardından
Sylvester Cambridge'deki St. John's College'ın eski bir hocası ta­
rafından birkaç ay içinde yetiştirilerek 1 83 1 'de on yedi yaşınday­
ken bu okula kabul edildi. Üniversite yılları yaşadığı hastalıklar
nedeniyle kesintilere uğradı. Tripos'* sınavını ancak altı yıl sonra
tamamlayarak Junior Wrangler""* ilan edildi. (Bu, başarı değerlen­
dirme sırasında ikinci olduğu anlamına geliyordu. George Green
ise bu sıralamada dördüncü olmuştu; terim bize matematiğin orta­
çağda üniversite derslerinin başlıca konusu olan Aristoteles man­
tığının yerine matematiğin konmuş olduğunu gösterir.) 1 856'ya
dek Cambridge' de yüksek lisans eğitimine devam edilebilmesi için
İngiltere Kilisesi'nin 39 maddesinin resmi olarak kabul edilme­
si gerekiyordu. Bu kural Katolikler ve Anglikan Kilisesi'ne karşı
olanlar kadar Sylvester gibi Yahudileri de etkiliyordu. İngiltere Ki-
Sonlu ya da kesikli bir sistemdeki diziliş biçimleri ile seçme ve benzeri işlemleri konu
edinen matematik dalı. (ç.n.)
University of Cambridge'de verilen matematik eğitimi bu adla anılır. (ç.n.)
* * *
University of Cambridge Tripos'unu üç yılda üstün dereceyle tamamlayan öğrenci.
(ç.n.)
J. J. SYLVESTER 201

lisesi'ne katılmaya hazır olmadığından onun için öğretim kadrosu


açılacak olmasına karşın bu göreve uygun değildi. Yıllar sonra
bu koşul kaldırıldıktan sonra bile bu adaletsizliğin acısını unut­
mamıştı: "Bu konu üzerinde samimiyetle konuşabiliyorsam bu iç
hesaplaşmamı yapmış olmamdandır çünkü, tam bir zihinsel geli­
şim ve üretici gücün gelişimi için ülke içinde ve dışındaki çalışma
olanakları açısından benim yaşadığım telafi edilemeyecek kaybın,
bu zalim kuralın, bu kadar uzun süren ve varlığını müzmin bir
inatçılıkla sürdüren bu zehirli koruma sisteminin etkisiyle yararlı
olabileceğim olanaklardan mahrum bırakılmamın ne olduğunu
anlayabiliyorum."
Londra'daki University College'da bu tür sorunlar yaşanma­
mıştı. 1 83 8'de Sylvester bu üniversiteye doğa felsefesi profesörü
olarak döndü. Böylece eski öğretmeni De Morgan'ın da iş arkadaşı
olmuştu. Sylvester burada genel olarak fen ve özelde de fizik ders­
leri vermekle yükümlüydü. Kolejdeki ilk iki üç yılında öğretmen
olarak pek başarılı olmasa da kendisine Royal Society of London
üyeliği getirecek nitelikte araştırmalar yayımlamaya başladı. On
sekizinci yüzyılın ortalarından on dokuzuncu yüzyıl ortalarına dek
cemiyet bir bilim derneğinden çok bir centilmenler kulübü' niteli­
ğine bürünmüş olsa da gerçekleştirilen düzenlemeler sayesinde ce­
miyet üyeliğine özellikle de yirmi beş yaş gibi hayli genç bir yaşta
seçilmek yeniden onur verici bir durum haline gelmeye başlamıştı.
Sylvester, Cambridge'deki başarısı sayesinde Dublin' deki Trinity
College' dan da üniversite diploması almıştı.
Sylvester 184l'de University of Virginia'da matematik profe­
sörü olmak üzere Atlantik'in diğer yakasına geçti; bir Amerikan
üniversitesinde kürsü sahibi olan ilk Yahudiydi. Savaş öncesinin
Charlottesville'i pek de huzurlu bir yer değildi. Önceki yıl bir öğ­
renci bir hukuk profesörünü vurmuştu. Jefferson'ın'* akademik
köyündeki elit öğrenciler Sylvester'ı sıcak bir biçimde karşıladı.
Yine de hem Yahudi hem de yabancı olduğundan gelmesine karşı

»
İngiliz üst sınıf erkeklerin kabul edildiği ve yalnızca üyelerin dahil olduğu özel kulüp­
ler. (ç.n.)
University of Virginia kimi zaman kurucusu Thomas Jefferson'ın adıyla da anılır. (ç.n.)
202 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

çıkanlar da vardı. Sylvester'ın yalnızca birkaç ay sonraki beklen­


meyen ayrılığına yol açan ortam tam anlamıyla net değildir ama
bu durumun sınıfındaki bir öğrencinin dahil olduğu bir olaydan
kaynaklandığına hiç şüphe yok. Bu durumu bir dizi şiddet içerikli
olay izlerken Sylvester hak ettiğini düşündüğü desteği üniversite­
den alamadı.
Sonuçta olaya ilişkin yanlış ve abartılı raporlar Sylvester'ın adı­
na ve beklentilerine büyük bir darbe vurmuştu. Sonraki iki yıl bo­
yunca herhangi bir sonuç elde edemeden Columbia, Harvard ve
Güney Carolina gibi üniversitelerde akademik görev almaya çaba­
layarak New York'ta yaşadı. Ailenin diğer bireyleri New York'ta
iş hayatı içindeydi ve görünüşe göre Sylvester da bu dönemde bazı
kullanışlı pratik deneyimler elde etti. Yine de Sylvester'ın Birleşik
Devletler'de bulunduğu zaman içinde Londra'daki üretken yılla­
rına tezat oluşturacak şekilde tek bir yayın bile yapmamış olması
dikkat çekicidir. Matematiksel yeteneğine duyduğu güveni yeniden
kazanması uzun süre alacaktı.
Meslek yaşantısını Amerika'da sürdürmek adına gösterdiği ça­
balarında başarıya ulaşamayan Slyvester 1 843 'ün sonlarında İngil­
tere'ye dönmeye karar verdi. New York'ta kazandığı iş deneyimi
sayesinde Sylvester, Equity and Law Life Assurance Company'nin
sorumluluk isteyen bir iş olan aktüerlik ve yazmanlık görevine ge­
tirildi. Arkadaşı Joseph Henry'ye şöyle yazmıştı: "Cemiyetin bi­
limsel danışmanı olmaktan biraz üstün bir görevle başladım ancak
olaylar yönetimin tüm sorumluluğunu benim ellerime verecek şe­
kilde gelişti ve işte şimdi mesleğim işadamlığı. . . Ofisin tüm yazış­
malarının yürütülmesi, defterlerin kontrol edilmesi, zabıtların tu­
tulması. Yani uzun lafın kısası yeni bir insana dönüştüm ve on iki
ay önce üstlenmemem gerektiğini düşüneceğim işleri yapmak zo­
rundayım. " Düzenli olarak kıymet takdirinde bulunuyor ve Equity
and Law Life Assurance Company'nin yanı sıra başka şirketlerin
yöneticileri için de teftiş memurluğu ve bilimsel danışmanlık yapı­
yordu. Kurulmasında etkin rol oynadığı Institute of Actuaries'de
ilk beş yıl boyunca başkan yardımcılığı görevini sürdürdü ve daha
sonra da onursal üye seçildi.
J. J. SYLVESTER 203

Aktüerya iş hayatında yasal yetki sahibi olmak bir üstünlük


getirdiğinden Sylvester hukuk eğitimine başladı. 1 846'da Inner
Temple'a'' girdi ve dört yıl sonra avukat olarak baroya yazıldı.
Hukuk eğitimi aldığı dönemde matematikçi Arthur Cayley'le uzun
sürecek, önemli bir dostluk kurdu. Cayley, Cambridge'deki Trinity
College'ın eski bir hocasıydı ve o dönemde avukatlık stajına başla­
mak üzereydi. Sylvester ve Cayley komşuydu. Sylvester, Equity and
Law Life Assurance Company'nin ofislerinin bulunduğu Lincoln's
Inn Fields"' No: 26'da yaşarken Cayley de Lincoln's Inn'de'** 2 nu­
marada bulunanStone Buildings 'te ***·yaşamını sürdürüyordu. Hayli
farklı kişiliklere sahip olmalarına karşın yakın arkadaş oldular ve
uzun yıllar boyunca üretken bir ortaklık yürüttüler.
1 850'ler Sylvester'ın adının uluslararası boyutta duyulmaya
başladığı yıllardı. Bu dönemin ilk yıllarında gündüzleri aktüerya
işleri akşamları ise matematik araştırmalarıyla uğraşıyordu: "Bir
akşam doğanın zayıf enerjisini yeniden güçlendirmek üzere bir sü­
rahi dolusu porto şarabıyla birlikte Lincoln's Inn Fields'taki ofis­
lerden birinde otururken tek dereceler için ve hatta şimdiye dek an­
layabildiğim kadarıyla çift dereceler için de ikili formlar kuramını
bir bütün olarak keşfettim ve geliştirdim. İş bitmişti hem de çok iyi
bir biçimde bitmişti ama bunun bedeli her zamanki gergin düşün­
celer oldu -kızışmış bir beyin, ayağın bir buz kovasına daldırıldığı
andaki his ya da hissizlik. O gece hiç uyumadık. "
Sylvester hala akademik bir görev peşindeydi. 1 854 yılında
Woolwich'teki Royal War Academy'de matematik profesörlüğü
boşalmıştı. Sylvester bu göreve atandı, ertesi yıl göreve başladı.
Yılda kazanacağı 500 doların yanı sıra resmi ikametgaha ve diğer
bazı haklara sahip olacaktı. Tahsis edilen ev, güzel bir bahçe için­
de ferah bir yerdi. Sylvester, Londra'dan gelen dostlarıyla seçkin
yabancı matematikçileri burada ağırlardı. Bahçesinin tam orta ye-

İngiltere'deki avukat ve yargıçların baroya kaydolabilmek için üyesi olmaları gere­


ken dört mesleki örgütten ( lonca) biri. Bu loncalar aynı zamanda hukuk okulu işlevi
görür. (ç.n.)
* *
Londra'nın en büyük park alanıdır. Çevresinde pek çok önemli yapı bulunur. (ç.n.)
Dört adli meslek örgütünden bir diğeri. (ç.n . )
*
"*
*
Lincoln's Inn'deki yapılardan biri. (ç.n.)
204 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

rindeki ceviz ağacının altında, adının birlikte anıldığı bazı büyük


buluşlara imza attı.
Sylvester'ın Royal War Academy'de verdiği derslere ilişkin gö­
revi çok ağır olmadığından başka işlere de zaman ayırabiliyordu.
Cayley'le sürekli yazışıyorlar, sık sık Lewisham yakınlarındaki bir
yerde buluşuyorlardı. Cayley bu buluşmalara Londra'nın merke­
zinden Sylvester ise Woolwich'ten kolayca gelebiliyordu. Sylvester
içlerinden biri de Florence Nightingale olan özel öğrenciler aldı.
Sonraki yıllarda kadınların eğitimine yönelik tutumuyla zamanı­
nın çok ötesinde biri olduğunu gösterecekti. Yabancı akademis­
yenlerden payeler aldı. Ülke içinde ise Sylvester'a Royal Society
of London'ın Kraliyet Madalyası verildi. Sylvester, ilk üyelerinden
biri olduğu 1 865'te kurulan Landon Mathematical Society'nin
ikinci başkanı olmuştu.
Emeklilik yaşını elli beş olarak belirleyen genel bir düzenleme­
nin ardından Sylvester Woolwich'ten emekli olmak zorunda kalsa
da ilk başta emekli aylığı alamayacak gibiydi. Bu durum en so­
nunda düzeltilince Sylvester da üyesi olduğu Athenaeum'u kendi­
ne merkez olarak seçti. Her zaman şarkı söylemeye düşkün biri
olmuştu. Bu nedenle 1 870 ile 1 875 arasında Londra'da yaşamış
besteci Charles Grounod'tan ders aldı. İşçi sınıfı toplantılarında
konuşmalar yaptı. Landon School Board'a seçilmek amacıyla gir­
diği seçimleri kaybetti. Hamilton ve o dönemdeki diğer pek çok
eğitimli kişi gibi Sylvester da klasikler konusunda çok bilgiliydi ve
yazılarını edebi şeylerle ve anıştırmalarla süslemekten çok hoşla -
nırdı. Hemen hemen her zaman ve özellikle de matematik alanın­
daki etkinliği durduğunda büyük bir tutkuyla kendini şiire verirdi.
"Milton'un görkemli kadansına rakip olabileceğine inandı ve adı
yaptığı matematik kadar yazdığı dizelerle de hatırlanacaktır," ifa­
desi Sylvester'ın bir dostuna aittir. Editörler ve basımcılar açısından
ise bu, çıldırtıcı bir deneyimdi: "Şiirlerinden biri tam çıkmak üze­
reyken değişiklikler ve düzeltmelerle dolu mektuplar, kartpostal­
lar ve telgraflar yağmaya başlardı. Sanki son haline hiçbir zaman
ulaşılamayacakmış gibiydi. " The Laws of Verse (Şiirin Yasaları)
adlı monografisi için "kişiliğine tuttuğu ışık nedeniyle son derece
J. J. SYLVESTER 205

değerli" değerlendirmesi yapılmaktadır. İki şair karşılaştırıldığında


daha okunabilir olanı Hamilton'dı.
Sylvester artık akademik yaşantısının sonuna gelmiş olduğu­
nu düşünebilirdi ama durum hiç de böyle değildi. 1 8 76 yılında
Baltimore'da Johns Hopkins University açılmıştı. İlk rektör Daniel
Coit Gilman şu tavsiyede bulunmuştu: "Büyük bir matematikçiyi
ve bir Yunanı kadroya katın. Böylesi adamlar bir konutta da bir
sarayda da ders verebilirler... Bunların peşi sıra diğer hocalar ge­
lecektir." Kendisine de fikri sorulan Joseph Henry ise şu tavsiyeyi
vermişti: "Dolgun ücretler verilmeli. Böylelikle dünyadaki en iyi
adam ayarlanmalıdır. " Henry'nin önerisiyle Sylvester matematik
profesörlüğüne getirildi.
Böylece Sylvester, Birleşik Devletler' de profesörlük görevine baş­
lamak üzere ikinci kez Atlantik'i geçti. Bu kez başarıya ulaşmıştı.
Johns Hopkins'te koşulların kusursuz olduğunu gördü. Ağır, rutin
işlerle boğulmadığı gibi çevresinde becerikli asistanlar ve yetenekli
öğrenciler vardı. Slyvester, daha sonra matematik alanında Ameri­
ka'daki ilk araştırma okuluna dönüşecek olan The Mathematical
Seminary'yi kurdu. Bu okulun öğrencileri matematiği ilerletmek
adına pek çok yerde araştırmalarını sürdürdüler. İlk başta yalnız­
ca üç öğrencisi bulunmasına karşın bu öğrencilerden biri, hakkın­
daki bilgileri daha sonra okuyacağımız George Bruce Halsted' di.
Halsted'in gelmesinden çok kısa bir süre sonra Sylvester yine Ame­
rika' da bir ilk olan yeni bir matematik araştırmaları dergisini ha­
yata geçirmekle uğraşıyordu. American ]ournal of Mathematics'in
(Amerikan Matematik Dergisi) Johns Hopkins'te başlayan yolcu­
luğu bugün hala devam etmektedir. İlk başlarda dergide büyük öl­
çüde Amerikan üniversitelerinden, özellikle de Johns Hopkins'ten
kişilerin makaleleri yer alsa da Cayley ve diğer bazı Avrupalı mate­
matikçiler de dergiye katkıda bulunmuştu.
Sylvester'a Voolwich'tekine oranla çok daha fazla değer veri­
liyordu. Sylvester enikonu meslek yaşantısının en güzel günlerini
yaşıyordu. Önde gelen bilim akademilerinin yabancı yardımcı üye­
siydi ve başta Royal Society of London'ın Copley Madalyası ol­
mak üzere sayısız akademik payenin sahibi olmuştu. University of
206 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Oxford medeni kanun dalında ona doktora derecesi verirken


Cambridge'deki eski koleji de onu onursal öğretim üyeliğine seç­
ti. Amerika'da mutlu gibi görünse de İngiltere'ye dönme ola­
sılığı Sylvester'a çekici gelmeye başlamış, 1883'te de böyle bir fırsat
doğmuştu.
Çok yakın bir zamana dek University of Oxford ve University
of Cambridge'de, bağımsız kolejlerden farklı olarak çok az sayı­
da akademik görev, esas olarak da sınırlı sayıda profesörlük bu­
lunurdu. University of Oxford'da yalnızca astronomi ve geometri
alanlarında 1 6 12'de oluşturulan "Savile profesörlükleri" vardı. O
zamanki Savile geometri profesörlüğü görevini yürüten kişi, yaşam
öyküsünü daha sonra göreceğimiz seçkin sayı kuramcısı Henry
Smith'ti. Smith'in ani ölümü profesörlüğün boşalmasına neden ol­
muş ve yaşanan tereddüdün ardından bu boşluğu Sylvester'ın dol­
durmasına karar verilmişti. Sylvester nihayetinde Baltimore'u, en
itibarlı kürsülerden birine sahip olmak üzere 1 883'ün sonlarında
terk ettiğinde ülkesinde bir övgü dalgası yaşandı -şerefine bir altın
madalya basıldı. New College'da öğretim üyeliğine seçildi ve evli
olmadığından okul içinde kendisine oda tahsis edildi. Kolej öğre­
tim üyeliği yapan ilk olmasa da Oxford'da profesörlüğe getirilmiş
olan ilk Yahudiydi. Sylvester meslek yaşantısındaki bu yeni aşama­
ya büyük bir coşkuyla başlarken Cayley'e şöyle yazmıştı: "Oxford
benim açımdan enfes bir ev olmaya başlıyor. Buradaki üniversite­
miz sevgi dolu bir anne gibi tüm çocuklarını ve hatta kendi kuca­
ğında yetiştirmediklerini de bağrına basmak için kollarını herkese
eşit bir şefkat duygusuyla uzatıyor. " Bu keyif dönemi çok uzun
sürmedi. Birkaç yıl sonra Gilman'a "Laf aramızda bu üniversite,
tat alınacak ve zarif hafif bir edebiyat okulu olması dışında koca
bir yalan," diye yazmıştı.
Savile profesörlüğüne getirildiğinde Sylvester neredeyse yetmiş
yaşındaydı. Bir başka deyişle yaşı, bugün İngiliz üniversitelerin­
de geçerli olan normal emeklilik yaşından birkaç yıl daha ileri­
deydi. İlk başta matematik alanındaki yeteneklerini kaybetmemiş
gibi görünüyordu. Ne var ki, University of Oxford'da geçirdiği on
yılın ardından seksen yaşına yaklaşırken görmesi ve sağlığı öyle-
J. J. SYLVESTER 207

sine kötülemişti ki Sylvester üniversiteden kendisine bir yardım­


cı atanmasını talep etti. Bunun ardından Sylveter University of
Oxford'da pek kalmayarak çoğu zaman Londra'da yaşadı. Bir sü­
reliğine matematiğe ilişkin hiçbir şey düşünememesi nedeniyle üz­
gün ve neşesizdi. Ağustos 1 896 civarında gücü ve zihni yerine ge­
lince yeniden çalışmaya başlayarak Landon Mathematical Society
için en son çalışması olacak makaleyi tamamladı. Birkaç ay sonra
işteyken kalemini düşürdü. Kalemini yerden almak için eğildiğinde
felç geçirdi. Bu olaydan sonra hiç konuşamadı ve 1 5 Mart 1 897'de
seksen iki yaşındayken yenik düştüğü ölümüne dek sağlığı sürekli
olarak kötüledi.
Dış görünüşüne gelince, Sylvester hafif kısa biri olarak tarif edi­
lirdi. Geniş ve iri bir başı, düzgün yüz hatları ve hoş gri gözleri
vardı. Üç yağlıboya resim, iki madalya ve çeşitli fotoğraflardan
oluşan bir dizi portresi bulunmaktadır. İlki Sylvester'ı Virginia'ya
gitmesinin hemen öncesinde oturarak göründüğü ve ikinci kuşak­
tan akrabalarının elinde bulunan George Patten'ın yapmış olduğu
yağlıboya tablodur. Mükemmel bir benzerliğe sahip olduğu söyle­
nen tablo koyu kıvırcık saçları olan ve gözlüklü Sylvester'ı başın­
daki kep ve üzerindeki cüppeyle (Dublin'deki Trinity College'dan
alınan) masa başında elinde tuttuğu bir kitapla resmeder. Kitap­
taki resim bu tablonun röprodüksiyonudur. Diğer bir tablo ise
Sylvester'ın eski kolejine sunulmak üzere A. E. Elmslie tarafından
yapılmıştır. Bu tablonun da Sylvester'ın ilerlemiş yaşındaki haline
benzediği söylense de Sylvester'ın yorgun olduğu gözlenir. Sylvester
bu tablo için poz verdiğinde yorgun gözlerine gelen ışık nedeniyle
gözünü zar zor açık tutabildiğini belirtmiştir.
Okulda öğrenci olduğu zamanlarda Sylvester "müşfik ve cesur
ama haddinden fazla hassas" biri olarak betimlenmişti. Yıllar son­
ra Oxford Magazine "acı çekecek derecede hassas" biri olduğunu
yazmış ve "mutlu olabilmesi için sürekli olarak insanların onun
hakkındaki iyi düşüncelerine ve takdirine gereksinimi vardı" diye
eklemişti. "Her zaman yaşamla mücadele etmek" onun kendisine
ilişkin değerlendirmelerinden biriydi; kesinlikle kişisel düşmanlıklar
yaratabilecek biriydi ve sonuçta kendini tartışmaların içinde bulu-
208 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yordu. Johns Hopkins University'deki ardılı onu özetle şöyle değer­


lendiriyordu: "Sylvester asabi ve sabırsızdı ama eli açık, yardımsever
ve yufka yürekli biriydi. Başkalarının çalışmalarına karşı son derece
takdirkardı ve öğrencilerinin göstermiş olduğu herhangi bir hüner
ya da beceriyi en sıcak şekilde karşılardı. Azıcık bir kışkırtmayla
tutkunun sınırlarına geçebilirdi ancak içinde hiç kin beslemez ve
mümkün olan ilk fırsatta tartışmanın sebebini unutmak isterdi. " Bu
satırlar 1 859'da Sylvester'ı "Hayli cana yakın buldum, keşke bera­
ber yaşasaydık, benden onunla Woolwich'e gelmemi istedi," diyen
günlük yazarı Hirst'ün deneyimleriyle pek de uyuşmuyordu ama
çok geçmeden Hirst "Benim her yaptığımı ve söylediğimi öylesine
yanlış anladı ki ilişkiyi devam ettirmek imkansızdı," diyecekti.
Felix Klein on dokuzuncu yüzyılda matematiğin gelişimine iliş­
kin hazırladığı raporda "Kişilik olarak Sylvester dışarıya karşı ha­
yat dolu, esprili ve kıpır kıpırdı; vurucu ve zeki şiirselliğiyle sık sık
kendini farklılaştıran muhteşem bir konuşmacıydı; ruhunun par­
laklığı ve çok yönlülüğüyle ırkının gerçek bir temsilcisiydi," şeklin­
de yazmıştı. Ne var ki, herkes onun muhteşem bir konuşmacı oldu­
ğu konusunda hemfikir değildi, en azından tüm konuşmalarında
değil. Slyvester'ın London Mathematical Society'nin ilk toplantıla­
rından birinde yapmış olduğu konuşmanın ardından De Morgan
şunları yazmıştı: "Sylvester hoşuma gitti. Yaptığı gösteride yeni ve
mükemmel bir teoremden (Newton kuralı üstüne) daha sıra dışı
olan bir şey vardı: Güzel bir konuşma yaptı. Anlatacaklarını açık
bir biçimde ortaya koyan bir konuşmacı olmuş. Bizimle birliktey­
ken (University College'da) tam anlamıyla bir felaketti. Derslikte
ya da özel anlatımlarda olsun düşüncelerini bir arada tutamazdı.
Ancak geçen gece aktarma, düzenleme ve yardımcı ayrıntıları pro
re rata ' ortaya koyma becerisi gösterdi. Böyle bir değişimin olabi­
leceğine inanamazdım. "
Johns Hopkins'e gitmeden Sylvester'ın tekniği gelişmiş olmalı
ve her halükarda orada ders verdiği öğrenciler onun sıra dışı tarzı­
nın hakkını daha iyi vermiş olmalılar. Mathematical Seminary'den
iki öğrenci onu hayli net hatırlıyordu:

,,. Gerektiği kadar. (ç.n.)


J. J. SYLVESTER 209

Beyaz sakalı ve birkaç tutam aklaşmış saçı, düşünceleriyle kırışmış al­


nıyla onu şekilleri ve formülleri tahtaya yazarken şimdi bile görebiliyorum.
Ama bir dakika, doğru olmayan bir şeyler var; ara veriyor, eli düşüncelerine
yardım etmek için alnına gidiyor; yaptığı işin üzerinden tekrar geçiyor, belli
başlı noktalara dikkat çekerek en sonunda sorunlu yeri buluyor. Sebep belki
şekillerindeki bir hata belki de düşünürken kaçırdığı bir şey. Yine de bazen
karşılaşılan güçlük açıklanamıyor ve dersin geri kalanında yapacak bir şey
kalmıyor. Ama bir sonraki ders bu güçlüğün bir sonucu olarak yeni bir buluş
ve Journal için hazırlamaya başladığı bir makaleden haberdar olacağız. Dö­
nemin başında bir ders kitabına takip edilme niyetiyle başlanmışsa o kitap
büyük olasılıkla dönemin geri kalanında ya da karşılaşılan o ilk güçlüğün bir
sonucu olarak kafasındaki laboratuvardan fışkıran her bir yeni düşünce ve
ilke sınıf tarafından dinlenene dek unutulmaya yüz tutacaktır. Kısa zamanda
başka güçlükler ortaya çıkacak ve böylece hiçbir ders kitabının ömrü yarım
dönemden daha fazla olmayacaktır.
Çok ilginç biriydi ama çok hızlı ve sürekli olarak o an için ilgisini çeken
konu üzerine konuştuğundan söylediklerini not almak neredeyse olanaksızdı.
Hiç durmadan silgiyi yerinden alır ama ne zaman bir şey silmek istese bu işi
eliyle yapar sonra da elini alnına silerdi . . .
Yazlarını hep İ ngiltere'de geçirirdi. Hatırlıyorum d a bir yaz Atlantik'i ge­
çerken o zaman ilgilendiği konuyla ilgili makaleleri unuttuğunu fark ediyor.
Liverpool'a doğru gitmesi gerekirken New York'a giden başka bir gemiye
geçiyor ve makalelerini almak için Baltimore'a dönüyor. Dersi olduğunu
unutması çok olasıyd ı . Sabah saat on dolayında kütüphaneye gelirdi, ben
de aynı saatte orada olmaya dikkat ederdim. Dersi öğleden sonra saat bir­
deydi ve ders saati yaklaştıkça yapması gereken bir şey olduğunun bilinciyle
huzursuzlanırd ı . Ayağa kalkıp odayı terk ederken ben de onu yolun karşı
tarafına doğru takip ederdim. Şehir merkezinde bulunan her zamanki ku­
lübe doğru gitmeye başlardı. Ondan daha hızlı yürüyerek karşısına çıkar
ve yolunu keserdim. Bunun üzerine "Profesör, bugün ders yok mu?" diye
sorduğumda istisnasız olarak, "Hay aksi, unutmuşum. Hadi dönelim," diye
yanıt verirdi.

Altmış yıla yayılan yaratıcı bir etkinliğin ürünü The Mathe­


matical Papers of Sylvester (Slyvester'ın Matematik Makaleleri)
tamamı yaklaşık üç bin sayfa olan dört büyük cilde ulaştı. Bazı
21 0 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

makaleleri ilgili oldukları konular üzerinde monografilere dönüş­


tü. Sık sık ]ournal of the Landon Mathematical Society'de (Londra
Matematik Derneği Dergisi) yayımlanması için makaleler teslim
ediyordu. Bir keresinde gönderdiği makaleye bunun on yıldır yap­
mış olduğu en iyi çalışma olduğunu belirten bir not ekledi ve ma­
kale derneğin bu makaleyi zaten daha önce yayımlamış olduğunu
bildiren bir notla geri döndü.
Sylvester'ın en önemli başarıları cebir alanındaydı. Cayley'le
birlikte determinant kuramının geliştirilmesini ve bunun cebirsel
olmayan konulara uygulanmasını sağladı. Cebircilerin dikkatinin
denklemler kuramı (ki bu alanda da önemli çalışmalar yaptı) gibi
çalışmalardan form, değişmezler ve bunun gibi kuramlara çevril­
mesinde hayli etkiliydi. Elde ettiği pek çok sonuç temel ders kitap­
larında yerini buldu. Cayley ve Sylvester'ın önemi sonradan anla­
şılan zahmetli hesapları, yanlış yollara sapmış olsa da değişmezler
kuramı "ölüme direniyor" ve özellikle cebircilerin ilgisini çekmeye
devam ediyor. Sylvester cebir dışında yoğun bir biçimde başta bö­
lüntü kuramı olmak üzere sayılar kuramı ve analitik olarak ge­
ometri üzerine çalıştı. Kombinatoriğe olan ilgisi yaşamı boyunca
devam etti. Zaman zaman erken dönem yayınlarının konusu ma­
tematiksel fiziğe dönüş yaptı.
Victoria döneminde Britanya'da yapılan matematik araştır­
malarının çoğunun dar görüşlü doğalara sahip olduğu yadsına­
maz. Kıta Avrupa'sında Abel, Cauchy, Jacobi, Poincare, Riemann,
Weierstrass ve daha pek çokları matematiği devrime uğratmışlar­
dı. Sylvester kıtadaki ve özellikle de Fransız matematikçilerle iliş­
ki içinde olsa da yeni düşüncelere derinlemesine dalamıyordu. Bu
duruma ilişkin en belirgin örnek birkaç yabancı dergide yayımla­
mış olduğu siklotomik fonksiyonlar kuramıydı. Yaptığı çalışma­
nın daha önceden Kummer tarafından gerçekleştirilmiş olduğunu
gördü. "Bilge profesörün Kummer'in ideal asal sayılar kuramında
elde ettiği temel sonuçları okumamış olduğu aşikardır. Hem de
Kummer'in kuramının tam bir özetinin yer aldığı Henry Smith'e
ait sayılar kuramı raporu Profesör Sylvester'ın devamlı rehberiy­
ken," biçimindeki eleştiri durumu ortaya koymaktaydı.
J. J. SYLVESTER 21 1

Ölümünün ardından Max Noether, Mathematische Annalen


için Sylvester'ın matematik alanındaki başarılarına takdirle­
rini sunan bir yazı kaleme aldı. Noether bu yazısında, modern
matematiğin temel kavramı olan sürekli fonksiyon kavramının
Sylvester'ın çalışmalarında hiç yer almadığını, daha doğrusu yal­
nızca çok kısıtlı bir biçimde değinildiğini belirtir. Yorumlarına
şöyle devam eder:

Sylvester'ın kendi çalışmasına duyduğu şevk onun tipik özelliklerinden


birine işaret eder: Eserlerinde ve yayınlarında var olan yüksek derecedeki
öznellik. Sylvester o an için dikkatini yönelttiği konuya kendisini öylesine
kaptırırdı ki ona önemli olan, kayda değer olan ve gelecek vaat eden her
şeyin zirvesinde bu konu varmış gibi gelirdi ve durumu da bu şekilde adlan­
dırırdı. Böylece fantezi ve hayal gücü, kendisinin konuyu aktarabileceğinden
çok daha fazla harekete geçer ve bu nedenle de ana konusunun hakkından
gelme becerisini göstermek şöyle dursun konuyu düzenli bir biçimde suna­
mazdı.
Karl Weierstrass (1815-1897)

arl Weierstrass, Gauss ve Riemann'ın ardından on dokuzuncu


K yüzyıldaki en önemli Alman matematikçiydi. Cauchy'nin ana­
lizdeki ilk keskin devrimi gerçekleştirdiğini söylersek Weierstrass
için de ikinci devrimin sorumlusu diyebiliriz. Meslek yaşantısının
ilk yılları pek de kolay geçmemişti ama daha sonra Berlin'de en
parlak dönemlerinin yaşandığı bir zamanda matematiğe yön ver­
di. Bu mütevazı ama aynı zamanda ürkütücü matematikçi, Sonya
Kovalevskaya'yla karşılaşıp ona destek olduğunda kişiliğinin, hak­
kında çok az şey bildiğimiz cana yakın yanını da görürüz. Eliptik
fonksiyonlara ilişkin klasik kuram esas olarak her biri farklı bakış
açılarına sahip Abel, Jacobi ve Weierstrass'ın eseridir.
214 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Ostenfelde, Münster yakınlarında küçük bir Alman kasaba­


sıdır. Tam adıyla Karl Theodor Wilhelm Weierstrass burada 3 1
Ekim 1 8 15'te dünyaya geldi. Yani Kummer'den beş yaş küçüktü.
Babası Wilhelm belediye başkanının katibiydi; adının Theodora
(kızlık soyadı von der Forst) olduğu ve tıpkı kocası gibi içten bir
liberal Katolik olduğu dışında annesiyle ilgili fazla şey bilinmi­
yor. Oğulları Karl doğduğunda beş aylık evliydiler. Karl en büyük
çocuklarıydı. Karl'ın üç kardeşi daha oldu: Peter, Klara ve Elise.
Elise'in 1 826'daki doğumundan kısa bir süre sonra Karl'ın annesi
yaşamını yitirirken babası bir yıl sonra yeniden evlendi. Bir zaman­
lar öğretmenlik yapmış olan zeki ve eğitimli babası, kendini be­
ğenmişliği ve ödün vermeyen otoritesiyle bilinirdi. Oğullarının iyi
bir eğitim alarak kamu yönetiminde, kendilerine rahat bir yaşam
sağlayacak birer meslek sahibi olmalarını istiyordu.
Ailenin yaşadığı Ostenfelde' de ortaokul olmadığından küçük Karl
eğitimine yakınlardaki Münster'de başladı. Karl, on dört yaşına gel­
diğinde babasının gümrük bürosunda önce yardımcı personel daha
sonra da mali işler müdürü olduğu Paderborn'daki gymnasium'a
gitti. Fransa'da olduğu gibi buradaki okul da öğrenciler arasında
rekabeti teşvik ediyordu ve genç Weierstrass bu rekabet ortamında
başarılı oldu. Weierstrass, 1 834'te okulu, hemen hemen her alan­
da ödüller kazanmış olarak, döneminin en iyileri arasında tamam­
lamıştı. Genç adam hukuk, yönetim ve ekonomi eğitimi almasının
beklendiği Universitat Bonn'a kaydoldu. Daha sonra Weierstrass'ın
o zamanlar pek de iyi verilmeyen matematik alanına daha yatkın
olduğu anlaşılacaktı. Derslerden uzak durarak kendi başına mate­
matik çalıştı, eskrim dersleri aldı ve öğrenciliğin tasasız yaşamının ta­
dını çıkardı. Weierstrass, dört yılın ardından herhangi bir derece elde
etmeden evine döndü ama daha sonra büyük başarıyla geliştireceği
temel matematiksel ilkeleri çoktan kurmuştu.
Olanları tam bir başarısızlık olarak değerlendiren babası onun
bürokrat değil de öğretmen olmasının daha iyi olacağına karar ver­
di. Weierstrass bunun üzerine gerekli sertifikayı almak için 1 839'da
Münster'deki Theologische und Philosophische Akademie'ye gitti.
Laplace'ın Mecanique Celeste adlı eserine zaten aşina olan Weier-
KARL WEIERSTRASS 21 5

strass, Jacobi'nin eliptik fonksiyonlar kuramını anlamaya çalışıyor­


du. Weierstrass, akademide tek öğrenci olarak takip ettiği eliptik
fonksiyonlar dersini veren matematikçi Christoff Gudermann'dan
etkilenmeye başladı. Eliptik fonksiyonları güç serileri kullanarak
ifade etme problemi Gudermann'ın özellikle ilgilendiği bir konuy­
du. Bu analiz yaklaşımı Gudermann'ın öğrencilerinin meslek ya­
şantılarında derin etkiler bırakacaktı. Weierstrass yalnızca öğret­
menlik yapabilmesi için bir sertifikaya gereksinim duyduğu halde
Gudermann'ı, sertifika sınavına bu problemi de dahil etmesi konu­
sunda ikna etti. Gudermann, Weierstrass'ın yazdıklarından etkile­
nerek genç adama üniversitede derhal bir görev verilmesi gerektiği­
ni salık verdi. Ancak akademinin tek yapabildiği ona öğretmenlik
yapmasını sağlayacak sertifikayı vermek oldu.
Weierstrass, bir yıllık deneme süresi geçireceği öğretmenlik
mesleğine 1 841 'de Münster' deki gymnasium' da başladı ama erte­
si yıl Batı Prusya'da Deutsche-Krone olarak bilinen gösterişsiz bir
yerdeki benzer bir okula geçti. Aynı yıl ilk matematiksel çalışması
Analitik Faktöriyeller Üzerine Notlar (bugünkü tabirle Gamına
fonksiyonları) okulun bir yayınında basıldı. Derginin kısıtlı sayıda
insana ulaşıyor olması bu çalışmanın öneminin hemen anlaşılma­
sını engelledi. Aslında çalışmanın önemi ancak on yıl sonra anla­
şılabilmişti. Bu arada Weierstrass genellikle geceleri olmak üzere
derslerden arta kalan tüm zamanlarında araştırmalarına devam
etmişti.
Weierstrass, 1 848'in sonbaharında Baltık Denizi kıyısında yer
alan Doğu Prusya kenti Braunsberg'deki gymnasium'a geçti. Bu­
rada matematik ve fiziğin yanı sıra Almanca, botanik, coğrafya,
tarih, jimnastik ve hatta güzel yazı dersleri veriyordu. Bu yıllarda
Weierstrass'ın ne matematik üzerine konuşabileceği bir meslektaşı
ne de yararlanabileceği bir matematik kütüphanesi vardı. Mektup­
la bilimsel yazışmalar yapmak bile onun için karşılanamayacak bir
lükstü. Tüm boş zamanlarını matematik araştırmalarına ayırıyor
özellikle de Abel'in çalışmasıyla ilgileniyordu. Sonuçta okul dergi­
sine "Abel integralleri kuramına katkılar" başlıklı bir makale yaz­
dı. Bu derginin de sınırlı sayıda insana ulaşması buluşlarının fazla
21 6 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

dikkat çekmeyeceği anlamına geliyordu. Aşağıdaki öykü Weier­


strass'ın o zamanlardaki yaşamına ilişkin küçük bir fikir verebilir:

Bir sabah (Braunsberg Gymnasium'daki) sınıfların birinden büyük bir gü­


rültü geliyordu. Sorup soruşturunca anlaşıldı ki problem saatine gelmesi ge­
reken Weierstrass henüz ortalarda görünmemişti. Müdür Weierstrass'ın evine
bizzat giderek kapıyı çaldı. Müdür içeri girdiğinde Weierstrass'ı kapkaranlık bir
odada hafifçe ışık veren bir lambanın altında oturur buldu. Dışarısıysa çoktan
aydınlanmıştı. Müdür Weierstrass'a öğrencilerinin kopardığı yaygaradan bah­
settiğinde onun verdiği tek yanıt o an için çalışmasını bölemeyeceğiydi. Bilim
çevrelerinin dikkatini çekecek önemli bir buluş yapmak üzereydi.

Bu arada Weierstrass'ın babası ve üvey annesi Vestfalya'nın


Lippstadt kenti yakınlarındaki bir köye taşınmıştı. Weierstrass on­
ları ziyaret ettiği 1 853 yazında Abel integrallerine ilişkin bir makale
daha yazarak bu kez makaleyi öğrencilik yıllarından beri tutkulu
bir okuyucusu olduğu Crelle'in Journal'ına gönderdi. Bu makale
1 854'te yayımlandığında Weierstrass neredeyse bir gecede şöhrete
kavuşmuştu. Hipereliptik integrallere ilişkin çok önemli bir prob­
lemi başarıyla çözen mütevazı öğretmen bir anda zamanının en
önde gelen analizcilerinden biri oluvermişti. Universitat Königsberg
Weierstrass'a derhal onursal doktora derecesi verdi. Braunsberg
Gymnasium'u Weierstrass'a izin vererek onun tam zamanlı ola­
rak araştırmalarına devam etmesini sağladı. Neredeyse kırk yaşın­
daydı ve akademik kariyeri ciddi anlamda daha yeni başlıyordu.
Breslau'da bir kürsü sahibi olmayı denedi ama bu çabası sonuç­
suz kaldı. Avusturya üniversitelerinden aldığı teklifler çekici gelme­
di. Yine de 1 8 56'ya gelindiğinde daha önce de gördüğümüz gibi
Kummer, Weierstrass'ın Berlin'e taşınması için bir fırsat yaratmıştı.
O yıl Weierstrass Technische Hochschule Berlin'de profesör­
lüğe ve üniversitede doçentliğe getirildi. Preussischen Akademie
der Wissenschaften'in de üyeliğine seçildi. Daha önceki çalışması
Analitik Faktöriyeller Üzerine Notlar'ın genişletilmiş bir versiyonu
Crelle'in ]ournal'ında yeniden yayımlanarak nihayet makul sayıda
bir okuyucuya ulaştı. Weierstrass Berlin' de vakit geçirmeden ağır
KARL WEIERSTRASS 21 7

bir ders programı yüklendi. İlk başta hiçbir surette açık ve düzenli
olmayan derslerine yine de çok sayıda öğrenci katılıyordu. 1 864'te
üniversitede profesörlüğe getirilince diğer görevinden ayrıldı. Gide­
rek büyüyen bir dinleyici kitlesinin önünde kuramlarını açıklayarak
yıllar içinde derslerine katılan önemli bir çevre oluşturdu. Derslere
katılanlar yalnızca Almanya' dan değil, başka ülkelerden ve hatta
Amerika'dan geliyordu. Kendi araştırmalarını kaleme alma konu­
sunda isteksizdi. Görüşlerinin geniş kesimlerce öğrenilmesi esas
olarak izinsiz yayın yapmanın sınırlarında dolaşan öğrencilerinin
çalışmaları sayesinde gerçekleşmişti. En sonunda öğrencilerinden
biri 1 886'da onun da onayını alarak Weierstrass eliptik fonksiyon­
lar kuramına ilişkin kapsamlı bir rapor yayımladı.
Araştırmasının esasını güç serilerinin analitik sürekliliği yönte­
mi oluşturuyordu. Düzgün yakınsama kavramını ilk kullanan kişi
olurken pek çok açıdan da modern fonksiyon kuramının temelle­
rini oluşturmuş kişiydi. Weierstrass, analiz dışında Gauss'un gerçel
sayılar cisminin tek değişmeli cebirsel genişletmesinin kompleks
sayılar cismi olduğunu öne süren ifadesini kanıtladı. Sonraki yıl­
larda güneş sisteminin uzun dönemli kararlılığına ilişkin astrono­
mi problemine de ilgi gösterdi. Ancak, eksiksiz olduklarını düşün­
mediğinden geometrik ispatlara pek de aldırış etmedi.
Weierstrass kötü bir konuşmacı olmasına karşın anlaşılan iyi
bir öğretmendi. 1 8 74'te Weierstrass'ın bir dersine katılmasının
ardından Mittag-Leffler, Abel'in yol göstericisi Holmboe'ya şöyle
yazmıştı:

Bilimsel açıdan değerlendirdiğimde Berlin'de geçirdiğim zamandan son


derece memnunum. Burada öğrendiğim kadar bilgiye hiçbir yerde rastlama­
mıştım. Weierstrass ve Kronecker'in Almanya için pek de alışılmış olmayan
bir tutumları var: Mümkün olduğunca yayın yapmaktan kaçınıyorlar. Bilindiği
gibi Weierstrass neredeyse hiçbir şey yayımlamıyor. Kronecker ise yalnız­
ca elde ettiği sonuçları kanıtlarına yer vermeden yayımlamayı tercih ediyor.
Araştırmalarının sonuçlarını derslerinde sunuyorlar. Günümüz matematiğinin
Weierstrass'ın fonksiyon kuramı ya da Kronecker'in cebiriyle rekabet edebi­
lecek herhangi bir şeyi işaret etmesi pek mümkün görünmüyor. Weierstrass,
21 8 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

fonksiyon kuramını derslerinde iki üç yıllık döngüler halinde anlatıyor. En basit


ve açık temel düşüncelerle başlayarak eliptik fonksiyonlar kuramının tamamını
ve bu kuramın Abel fonksiyonlarına, varyasyonlar analizine vd. uygulanışını
adım adım kuruyor. Tüm bunların ötesinde sisteminin asıl özelliği tamamen
analitik olması. Çok ender geometriye başvuruyor ve bunu yaptığında da ge­
ometriyi yalnızca tasvir amaçlı kullanıyor. Bana göre bu, Riemann ve Clebsch
ekollerine kıyasla kesinlikle bir üstünlük. Çıkış noktası olarak Riemann yü­
zeylerini alarak tamamen eksiksiz bir fonksiyon teoremi oluşturmak elbette
mümkün ve Riemann'ın geometrik sistemi Abel fonksiyonlarının şu an için
bildiğimiz özellikleri açısından yeterli. Ama Riemann'ın yaklaşımı bir yandan
yüksek dereceli aşkın fonksiyonların özelliklerini ortaya koymakta başarısız
olurken bir yandan da fonksiyon kuramına esas itibariyle bütünüyle yabancı
unsurlar eklemekte. Clebsch'in sistemine gelince, yüksek dereceli aşkın fonk­
siyonların en temel özelliklerini dahi açıklayamamakla ki bu çok doğal çünkü
analiz, geometriye göre son derece genel.
Weierstrass'ın bir diğer özelliği de çoğunlukla tüm genel tanımlardan ve
fonksiyonlara ilişkin tüm kanıtlardan kaçınması. Ona göre bir fonksiyon ile bir
güç serisi özdeş olduğundan her şeyi güç serilerini kullanarak çıkarsamak­
ta. Yine de bu bana kimi zaman hayli zorlu bir yol gibi görünüyor. İnsanın
Cauchy ve Liouville gibi genel ve aynı zamanda eksiksiz tanımlarla yola çı­
karak hedefine daha kolay ulaşamamasını aklım pek almıyor. Weierstrass'ın
ve onunla birlikte Kronecker'in bir diğer özelliği ise kanıtlarının açıklığı ve ke­
sinliği. Aynı şekilde, temel matematiksel düşüncelerine herhangi bir metafizik
düşüncenin akın etmesine karşı duydukları Gauss'tan miras kalan kaygıları,
çıkarımlarını basit ve doğal kılmış. Şimdiye dek bu kadar sistematik ve kesin
çıkarımlara hemen hemen hiç rastlanmamıştır.

Aynı mektuba Mittag-Leffler şöyle devam etmişti: "Şu anda


Weierstrass'ın büyük umut bağladığı birkaç genç ve gayretli mate­
matikçi var. Bu isimlerin en başında Weierstrass'ın 'şimdiye kadar­
ki en iyi öğrencim' dediği Rus kontes genç Sofiya V. Kovalevskaya
geliyor. Kovalevskaya, kısa bir süre önce Göttingen'deki fakülte­
den doktora derecesini aldı. Doktora derecesi Kovalevskaya'nın
gıyabında yakında Crelle'in dergisinde yayımlanacak iki çalışma­
sına atfen verildi. Bu çalışmalardan biri kısmi diferansiyel denk­
lemler diğeri ise Satürn'ün halkaları üzerineydi." Bu büyük kadın
KARL WEIERSTRASS 219

matematikçi, daha bilinen adıyla Sonya Kovalevskaya'nın öyküsü­


ne 6. Bölüm'de geri döneceğiz.
Weierstrass'ın çoğu öğrencisi onun kuramlarını ilahi sözlermiş­
çesine kabul ederdi. Kuramlara dair şüphe duyulması bile söz ko­
nusu değildi ve Weierstrass kendi çalışmaları dışında çok az kayna­
ğa gönderme yaptığından bunların kontrol edilmesi de neredeyse
olanaksızdı. Weierstrass'ın çok etkili bir öğretmen olmasından do­
layı Riemann'ın kuramlarına karşı gösterdiği direnç maksadının
çok ötesinde sonuçlar doğurdu. 1 8 75'te bir meslektaşına yazdığı
mektupta bu durumu şöyle açıklamıştı:

Fonksiyon kuramı üzerinde uzun uzun düşündükçe ki buna ara vermek­


sizin devam ediyorum, kuramın basit cebirsel doğrular üzerine kurulması
konusunda daha fazla ikna oluyorum . Bu nedenle basit ve temel cebirsel
önermeler üzerine inşa etmek yerine -kısaca söylemek gerekirse- "aşkın
fonksiyonlara" başvurulursa, örneğin R iemann'ın cebirsel fonksiyonların çok
sayıda önemli özelliğini keşfetmesiyle ortaya çıkan yansımalar ilk bakışta
ne kadar etkileyici olursa olsun yanlış yol seçilmiş demektir. Bir araştırma­
cının araştırmalarında takip ettiği asli rota boyunca tüm yolların açık olması
gerektiği aşikardır. Buradaki asıl konu yalnızca sistematik kuramsal temel
sorunudur.

Weierstrass Universitiit Berlin'de sahip olduğu geniş yetkiden


hoşnut olsa da ara sıra meslektaşlarının muhalefetiyle karşılaşırdı.
Bu durumun hoş olmayan bir örneği 1 870'lerin sonlarında meslek­
taşı Kronecker'le aralarındaki dostluğun ciddi biçimde yara almasıy­
la yaşandı. Bunun nedeni bir parça da Kronecker'in Weierstrass'ın
öğrencilerinden biri gibi olan Cantor'la yaşamaya başladığı şiddetli
anlaşmazlıktı. Reductio ad absurdum'a* dayanan iddiaları kabul
etmeyen Kronecker çok geçmeden Weierstrass'ın kendi çalışmaları­
nı da eleştirmeye başladı. Kronecker, Weierstrass'ın çok sayıda de­
ğişkenin teta fonksiyonları üzerine yapmış olduğu tüm çalışmada
öncelik iddia edince ve hatta Weierstrass'ın aslında onun öğrencisi
olduğunu söylemeye kadar işi vardırınca aralarındaki ilişki kop-

'" Bir şeyin mantıksızlığının ispatı. ( ç.n.)


220 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ma noktasına geldi. Olanlar karşısında büyük bir sıkıntı yaşayan


Weierstrass İsviçre'ye gitmeyi ciddi olarak düşündü. Weierstrass,
Jacobi ve Kronecker gibi Yahudi matematikçilerin Riemann ve
kendisi gibi Yahudi olmayan matematikçilere göre daha az yaratıcı
olduğu görüşündeydi. O zamanlar çok yaygın olan bu görüş daha
sonra Klein tarafından da benimsenecekti.
Weierstrass felsefi görüş itibariyle bir Kant takipçisiydi. Şaşmaz
bir pasifist olarak on dokuzuncu yüzyıl ortalarında Prusya'nın
Avrupa kıtasının büyük bir kısmını istikrarsızlaştıran egemenlik
hareketinde hiçbir şekilde yer almadı. Ilımlı ve hoşgörülü dini gö­
rüşlere sahipti. Katolik inanışına göre yetiştirilmiş olmasına karşın
1 873'te Universitat Bedin rektörlüğüne getirilmesi sonrası yaptığı
konuşmasında Reform'un kültürel önemine dikkat çekmişti. Eği­
tim konusundaki tutumuna yönelik olarak da şunları söylemişti:

(Eğitimdeki) başarı büyük ölçüde öğretmenin öğrenciyi sürekli olarak


araştırmaya yöneltmesine bağlıdır. Ancak bu şans eseri olacak bir şey de­
ğildir aksine, esas olarak öğretmenin ders konusunu ve önemli noktaları iyi
düzenlemesinden geçer. Öğretmenin dersi bir disiplin içinde sunması öğren­
cilerin en yeni düşünceleri düzgün bir biçimde anlamasını sağlar. Böylece
konuya aşina olan düşünür, bir mantık çerçevesinde daha önceki olgun
araştırmadan ilerleyerek yeni sonuçlara ya da var olandan daha iyi temellere
ulaşacaktır. Sonrasında öğretmen, bilimin henüz aşmadığı sınırları ve ileriye
dönük hamlelerin yapılabileceği olası noktaları belirleme konusunda hata­
ya düşmemelidir. Bir üniversite öğretim üyesi, öğrencilerinin araştırmalarına
daha derinlemesine girmelerinden kaçınmamalı ve geçmişte yaşadığı hata
ve hayal kırıklıkları konusunda da sessiz kalmamalıdır.

Bu ifadeyi, Mittag-Leffler'in daha önce de alıntı yaptığımız


Holmboe'ya yazılan mektuptakilerle karşılaştırmak ilgi çekicidir:

Biçim açısından Weierstrass'ın ders verme şekli her türlü eleştiriyi hak
ediyordu. En sıradan Fransız matematikçisi bile böylesi dersler verecek olsa
tamamıyla yetersiz bir öğretmen olarak değerlendirilir. Yine de Weierstrass'ın
verdiği ders, büyük zorluklarla onun kafasında tasarlamış olduğu biçime dö­
nüştürülebilirse her şeyin açık, basit ve sistematik olduğu görülür. Belki de
KARL WEIERSTRASS 221

onu bütünüyle anlamış gerçekten çok az sayıda öğrencisinin bulunmasının


ve buna bağlı olarak araştırma yönetimine ilişkin çalışmaların bu denli az kal­
masının nedeni bu yetenek eksikliğiydi. Yine de bu durum onun çoğu zaman
neredeyse bir tanrı gibi kabul görmesini etkilememişti.

Ustanın 1 8 85'teki yetmişinci yaş günü ona yücelik ithaf edilen


ve tüm Avrupa'dan takipçileri ile eski öğrencilerinin toplandığı bir
olay haline gelmişti. Kendisine bir altın madalyayla beraber çok
çeşitli ülkelerden öğrenci, arkadaş ve meslektaşının fotoğrafları­
nın bulunduğu harika bir albüm hediye edildi. Mermerden büstü
törenle açıldı. Daha sonra evine az sayıda öğrencisini çağırmaya
devam etse de giderek daha az sayıda kamuya açık dersler verdi.
Öğrencileriyle yaptığı matematik konuşmalarını sona erdirdikten
sonra gençlik günlerinden bahsetmeye başlardı. Bedin' de geçirdiği
otuz yıl boyunca sağlığı sürekli olarak kötü durumdaydı. Baş dön­
mesi, bronşit ve flebitten şikayetçiydi. 1 894'te tekerlekli sandalyeye
mahkum oldu. Karl Weierstrass 1 9 Şubat 1 897'de seksen bir yaşın­
dayken grip sonrası yakalandığı zatürree nedeniyle Berlin'de yaşa­
mını yitirdi. Hiç evlenmeyen Weierstrass, yetişkin yaşamının büyük
çoğunluğunu beraber geçirdiği ve ondan önce yaşamlarını yitiren
iki kız kardeşinin yanına defnedildi. İki kız kardeş, anne ve babası
tam olarak bilinmeyen Franz adında bir erkek çocuk yetiştirmişler­
di. Mittag-Leffler'e göre çocuk kesinlikle Sonya Kovalevskaya'dan
değildi. Weierstrass'ın sayısız cilde sığan toplu eserlerinde ne yazık
ki bütün çalışmaları yer almamaktadır. Weierstrass, sık sık yaptığı
seyahatlere içinde tüm notlarının ve makale taslaklarının bulun­
duğu beyaz, tahta bir kutuyu da beraberinde götürürdü. 1 880'de
yine seyahatte olduğu bir sırada kaybolan kutu bir daha hiç bulu­
namadı. Öğrencilerin ödünç aldığı kimi makalelerse bir daha geri
dönmedi.
Weierstrass'ın son derece detaylı incelediği özel fonksiyonlar
ve geliştirdiği kuram, yöntemlerinin şaşmaz bütünlüklerine göre
artık daha az ilgi çekiyor. Matematiksel analizi sağlam temeller
üzerine oturtma konusunda elde ettiği başarı artık kendisinin en
büyük başarısı olarak kabul ettiği şeyden çok daha büyük öneme
222 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

sahiptir. Onun sayesinde gerçekleşen matematiğin sistematik geli­


şimi kuşaklar boyunca matematikçileri etkilemeye devam etti. Bu
matematikçiler de Weierstrass'ın açıklamanın açık ve doğru olması
gerektiği yönündeki görüşünü öğrencilerine aktardı. Weierstrass'ın
Cauchy başta olmak üzere öncüllerinden nasıl daha da ileri git­
tiğini anlayabilmek için analizin yalnızca problem çözümlerinde
kullanılacak yöntemlerin bir araya getirilmesi anlamına geldiği on
sekizinci yüzyıla dönüp bakmamız gerekir. Cauchy analizi, temel­
leri yakınsama ve sürekliliğe, limit kavramı ile birlikte türev ve in­
tegrale ait temel kavramların açık tanımlarına dayanan tutarlı bir
çıkarsamalı kuram haline getirmişti. Cauchy bu yeni "kavramsal
aletini" asıl olarak mevcut analize sağlam bir temel oluşturmak
için kullanmıştı. Onun matematiğinde bir fonksiyona her zaman
bir formül eşlik ederdi.
Cauchy'den sonra kavramların daha da geliştirilmesi ve mü­
kemmelleştirilmesi kaçınılmazdı. On dokuzuncu yüzyılın ikinci
yarısında bu "kavramsal aletin" ta kendisi araştırmanın konusu
haline gelmişti. Bu, çok daha genel bir fonksiyon kavramıyla bir­
likte mümkün olmuştu. Esas itibariyle bir fonksiyon, sayı kümeleri
arasındaki tamamen keyfi bir uygunluktan başka bir şey değildi.
Özellikle, on dokuzuncu yüzyılın başlarında süreksiz fonksiyon­
ların Fourier serileriyle temsil edilebileceklerinin keşfedilmesi, bu
değişimin gerçekleşmesinde büyük ölçüde etkili oldu.
Daha sonra göreceğimiz gibi Riemann 1 854 tarihli Habilita­
tionsschrift'inde neredeyse bir sınıf oluşturacak kadar çok fonk­
siyonu Fourier serileriyle temsil etme problemini incelemişti. Bu
çalışma doğal olarak büyük ölçüde süreksiz fonksiyonların integ­
rallenebilen fonksiyonlar olup olmadığı problemini doğurmuş­
tu. Riemann, belirli bir aralıkta sonsuz sayıda süreksizlik nok­
tasına sahip bir fonksiyonun da integrallenebileceğini bulmuştu
(Cauchy-Riemann). Bu tür büyük ölçüde süreksiz fonksiyonlar
üzerinde yine de çalışma yapılabileceği anlaşıldı. Araştırma kıs­
men, belirli bir formül ya da formüllerle tanımlanan fonksiyonlar
bulma çabasından fonksiyonları çok daha geniş bir açıdan incele­
meye doğru kaymıştı. Aynı zamanda gerçel sayılar, fonksiyonlar,
KARL WEIERSTRASS 223

seriler, yakınsama, limit, süreklilik, türevlenebilirlik ve integralle­


nebilme gibi kavramlar da inceleme konuları haline gelmişti.
Bu noktada Cauchy'nin görüşleri yetersiz kalıyordu. Örneğin
Cauchy açık bir şekilde, düzgün ile düzgün olmayan yakınsama
arasındaki farkı yeteri kadar ayırt etmemişti. Cauchy'nin aslında
gerçel sayıların özelliklerini ve örneğin tamlık denen temel özelli­
ği de sorgusuz sualsiz kabul ettiği anlaşılmıştı. Weierstrass'a borçlu
olduğumuz "Kapalı ve sınırlı bir aralıkta sürekli olan reel değerli
bir fonksiyon maksimum değerine ulaşır" şeklindeki teoremin ispa­
tı Cauchy'nin çalışmasında anakronik kalacaktır. Bununla beraber,
geometrik gelenekten gelen daha sezgisel matematik anlayışının Ber­
lin'de değer kaybetmesiyle bu anlayışa karşı bir tepki oluşmaya baş­
ladı. Cauchy'nin yeterli olduğunu düşündüğü eksiksizlikten daha
fazlasına gereksinim duyulduğunu göstermek için Weierstrass'ın
kurduğu farklı marazi fonksiyonlar Hermite gibi matematikçiler
tarafından fazlasıyla yapay bulundu. Lie, Weierstrass'ın ortaya koy­
duğu analizin aritmetik temellerinin mantıksal kesinlik açısından bir
ilerleme olduğunu ama matematiğin temelleri için eksiksiz bir daya­
nak oluşturmadığı görüşündeydi.
P. L. Çebışev (1821-1894)

uler ve diğer bazı matematikçiler sayesinde on sekizinci yüzyıl­


Eda Sen Petersburg'da matematik hayli iyi bir konumdaydı ama
on dokuzuncu yüzyılın ortalarına gelindiğinde matematiğin yeni­
den canlandırılması gerekiyordu. Bu canlanmayı asıl olarak sağ­
layan Çebışev'in kurduğu Sen Petersburg okulu, yirminci yüzyıla
dek Rusya'da sözü geçen bir okul olmayı başardı. Bu önemli dö­
nemdeki diğer büyük Rus matematikçilerle ilgili ne yazık ki çok az
kayıt bulunmakta ama Çebışev'de biraz daha fazla bilgiye sahibiz.
Pafnuti Lvoviç Çebışev, 14 Mayıs 1 82 1 'de Moskova'nın güne­
yinde, Kaluga bölgesinin Borovsk kasabası yakınlarındaki küçük
bir köyde dünyaya geldi. Topal gibi görünmesine neden olan za-
226 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yıf bir bacağı ve sonradan ortaya çıkan konuşma bozukluğuyla


özürlü biriydi. Babası Lev Pavloviç Napoleon dönemi savaşlarında
görev almış emekli bir subaydı. Annesi İvanovna Poznyakova'nın
sekiz çocuğu daha vardı. Pafnuti'nin erkek kardeşi orduda gene­
ralliğe kadar yükselecek ve aynı zamanda da Sen Petersburg Topçu
Okulu'nda profesörlük yapacaktı. Pafnuti'nin çocukluk yıllarında
ailecek küçük bir köy evinde yaşıyorlardı. Pafnuti'ye okuma yaz­
mayı annesi öğretirken evlerinde mürebbiye olarak çalışan genç
bir akrabaları da küçük çocuğa aritmetik ve Fransızca öğretmişti.
On bir yaşına geldiğinde aile Moskova'ya taşınınca Pafnuti de eği­
timine okulda devam etti. Matematik eğitimini o zamanın en iyi
öğretmenlerinden Pogorelskiy'den aldı.
1 83 7' de Çebışev Moskovskiy Gosudarstvennıy Universitet'in
(MGU) fizik ve matematik bölümüne girdi. Bu bölümdeki mate­
matik eğitimi usta ellere teslim edilmişti. Çebışev'in baş yol gös­
tericisi N. D. Brashman'dı. Brashman, Çebışev'in de ilk üyeleri
arasında yer aldığı Moskovskoye Matematiçeskoye Obşestvo'nun
önde gelen kurucularından biri olacaktı. Derneğin ilk başkanlık
görevini de yine Brashman yürütecekti. Üniversitedeki ilk yılının
sonunda Çebışev denklem köklerinin hesaplanmasına ilişkin ma­
kalesiyle ödüllü yarışmada madalya kazandı. Çebışev yarışmaya
ardışık yaklaşımlarla yaklaşık çözümlere ulaştığı özgün bir yöntem
sunmuştu ki bu, ileride onun bir özelliği olacak olan matematik
tipiydi.
1 840'ta Rusya'nın büyük bir kesiminde kıtlık baş göstermişti.
Bu durumdan ekonomik olarak kötü etkilenen Çebışev'in ailesi
üniversitedeki oğullarına artık daha fazla destek olamayacaktı.
Yine de perişan halde geçen son yılın ardından 1 841 'de üniver­
siteden mezun oldu. Çalışmalarında yaşamı boyunca ilgisini sür­
düreceği olasılık kuramına yönelerek 1 846 tarihli yüksek lisans
tezinde kuramın temel önermelerinin eksiksiz bir çıkarımını verdi.
Çebışev'in en belirgin özelliği en basit yöntemleri kullanmaya ça­
lışması, problemin kesin sonucunun elde edilemeyeceği durumlar­
da da olası hata miktarının hassas hesaplarının da verilmesine dik­
kat ederek yaklaşık çözümlerin peşine düşmesiydi.
P. L. ÇEBIŞEV 227

Çebışev'in Moskova'da akademik bir görev elde etme şansı­


nın pek de bulunmadığı bir ortamda 1 84 7' de başkent Sen Peters­
burg' da bir fırsat doğdu. Görevi elde edebilmek için MGU'ya "Lo­
garitma Yardımıyla İntegral" başlıklı bir bir tez sundu. Çalışmanın
ana sonuçları 1 853'e dek yayımlanmadı. Sen Petersburg'da sonra­
ki otuz beş yıl boyunca sürdüreceği okutmanlık görevine getirildi.
İlk başlarda verdiği yüksek cebir ve sayılar kuramı derslerinin son­
rasında yıllar içinde çok geniş bir yelpazede dersler vermeye baş­
ladı. Derslerinden bazılarına katılmış olan A. M. Lyapunov şöyle
demişti:

Çok fazla ders vermediği gibi aktardığı bilginin niceliğiyle de ilgilenmezdi.


Daha ziyade üzerinde konuştuğu konunun en önemli yanlarını açıklamaya
can atardı. Renkli dersleri insanı içine alırdı. Belli problemler ve bilimsel yön­
temlerin önemine ilişkin merak uyandıran düşünceler eksik olmazdı. Kimi za­
man istisnai bir vaka olduğunu düşündüğü bir olaya ilişkin düşüncesini öyle­
sine belirtse de oradaki hiç kimse bunu unutmazdı. Sonuç olarak dersleri son
derece harekete geçiriciydi. Her derste öğrenciler yeni ve esaslı bir şeyler
öğrenirdi. Öğrencilerine daha geniş bakış açılarından dersler verir, alışılma­
dık düşünceler sunardı.

Sen Petersburg Akademisi'nde zengin bir Euler arşivi bulun­


maktadır. Tamamı yayımlanmamış olsa da Euler'in sayılar kuramı
çalışmalarına Rusya'da özel bir ilgi duyulmaktaydı. Çebışev'i asis­
tan olarak alan V. J. Bunyakovskiy bu çalışmaların yeni ve daha
eksiksiz bir baskısını hazırlamaktaydı. Sonuçta Euler'in yayımlan­
mış araştırmalarının yanı sıra pek çok yayımlanmamış malzeme­
nin de yer aldığı iki ciltlik eser 1 849' da yayımlandı. Bunyakovskiy
ve Çebışev eserin içeriğine ilişkin sistematik bir değerlendirmey­
le katkıda bulunmuşlardı. Bu projeyle Çebışev'in ilgisi de sayılar
kuramı araştırmasına doğru dönmüştü. Eşleşim kuramı üzerine
yaptığı 1 849 tarihli doktora teziyle başlayarak sonraki birkaç yıl
boyunca gerçekleştirdiği incelemeler bu konu üzerine iki raporla
sonuçlandı. Euler'den fazlasıyla etkilenmiş olsa da raporlarda asal
sayıların dağılımı gibi problemlere ilişkin özgün çalışmalar yer
228 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

alıyordu. Daha sonra Çebışev sayılar kuramı üzerine çalışmaktan


vazgeçse de diğer Rus matematikçiler onun kaldığı yerden devam
etmişlerdi.
Ailesinin mali durumunun perişan olduğu tüm bu süreç boyun­
ca Çebışev, üniversiteden aldığı çok düşük bir maaşla geçiniyordu.
Daha sonra mali durumu iyileştiğinde bile bu dönemde sürdürmek
zorunda olduğu yaşam şeklini devam ettirerek biriktirdiği tüm pa­
rayı seyahatlere harcadı. Çebışev sayılar kuramı üzerine yaptığı
çalışmalarla çoktan uluslararası bir üne kavuşmuş olsa da henüz
Rusya'nın dışına hiç çıkmamıştı. 1 852'nin yazında altı ay sürecek
resmi bir görevle Berlin, Londra ve Paris'e gönderildi. Bu seyahatin
asıl amacı fabrika ve atölyelerdeki buhar makinesi ve diğer maki­
nelerin nasıl çalıştıklarının incelenmesiydi. Örneğin Çebışev Fran­
sa'da, Paris'teki Conservatoire des Arts et Metiers'yi, Paris ile St.
Germain arasındaki demiryolunu, Lorraine'deki maden döküm­
hanelerini, Lille'deki rüzgar değirmenlerini ve Chatellerault'daki
silah fabrikalarını ziyaret etmişti.
Gündüzleri yeni teknolojileri incelerken akşamları da bulundu­
ğu yerlerdeki en ünlü matematikçilerle tanışma fırsatı elde ediyor­
du. Örneğin Berlin'de Dirichlet'le, Londra'da Cayley ve Sylvester'la
çokça vakit geçirmiş, Paris'te de kendisini diğer matematikçilerle
tanıştıran Liouville tarafından sıcak bir şekilde karşılanmıştı. Daha
sonra o günleri hatırladığında "Bir keresinde Paris'te Hermite,
Sylvester ve ben birlikte oturuyorduk. Fransa'nın önde gelen mate­
matikçisi Hermite, İngiltere'nin önde gelen matematikçisi Sylvester
ve ben," diyecekti. Çebışev'in kendisi de çok geçmeden Rusya'nın
önde gelen matematikçisi olarak tanınacaktı. Zamanının çoğu eği­
timli Rus'u gibi o da çok iyi Fransızca biliyordu. Bilimsel çalış­
malarını Fransızca olarak düşünüyor, Rusçaya sonradan tercüme
ediyordu. Paris'e sık sık giden Çebışev, Fransız matematikçilerden
özellikle Liouville'le ömür boyu süren bir dostluk geliştirdi.
Çebışev 1 854'te Sen Petersburg Akademisi üyeliğine seçildi.
İlk başta yalnızca eklenik üye olan Çebışev basamakları hızla tır­
manarak beş yıl içinde akademinin tam üyesi oldu. Üniversitede
P. L. ÇEBIŞEV 229

doçentliğe getirilen Çebışev benzer şekilde birkaç yıl içinde profe­


sörlüğe kadar yükseldi. İlgisini olasılık kuramına çevirirken öner­
melerin eksiksiz kanıtlar gerektirdiği konuyu saf bir matematik
disiplini olarak ele aldı. Kuramın iki ana başlığı büyük sayılar
yasası ve merkezi limit teoreminde büyük ilerleme kaydetti. Yine
aynı zamanlarda makine mühendisliğine de ilgi duymaya başlaya­
rak birkaç yıl boyunca önce üniversitede daha sonra da yakınlar­
daki Alexander Lyceum'da uygulamalı mekanik dersleri verdi. Bu
yeni ilgisi sayesinde bir dizi yepyeni matematik problemi üzerine
de düşünmeye başladı. Daha önce üzerinde çalıştığı yaklaşım ku­
ramı da bu problemlerle bağlantılıydı. O zamanlar yeni teknoloji­
lerin matematiğine ilişkin yayımladığı öncü makaleler Çebışev'in
yaşamının sonuna dek içinde olacağı büyük yayın döngüsünün
de başlangıcının işaretçisiydi. Bu çalışmanın büyük çoğunluğu
uygulamalarla ilgili olsa da içinde önemli kuramsal sonuçlar da
barındırıyordu.
Bir akademi üyesi olarak Çebışev' den bilimsel konularda hükü­
mete ve orduya tavsiyelerde bulunması giderek daha fazla istenir
olmuştu. Eğitim Bakanlığı'nda orta dereceli okullardaki matema­
tik, fizik ve astronomi eğitiminin iyileştirilmesi için çalışan bilimsel
komiteye seçilmiş, burada etkin bir şekilde görev yapmıştı. Ko­
mitenin değerlendirmekle yükümlü olduğu temel ders kitaplarının
yazarları açısından kısa fakat güvenilir yorumları son derece de­
ğerliydi. Çebışev'in seçildiği bir diğer komite ise topçulukla ilgiliy­
di. Burada da balistiğe ilişkin bazı problemlerin çözümüne katkıda
bulunabiliyordu. Uygulamayla ilgili sorunlar çok ilgisini çekiyor­
du. Aralarında bir hesap makinesinin de bulunduğu birkaç maki­
ne icat etmişti. Kendi cebinden büyük miktarda para harcayarak
1 870'lerin sonunda imal ettiği bu hesap makinesinin örneklerine
Moskova ve Paris'teki müzelerde rastlanabilir. Çebışev, çeşitli bilim
derneklerinin çalışmalarında yer alıyor ve bilimsel konferanslara
katılıyordu. Bazı yabancı seçkin matematikçileri de Sen Petersburg
Akademisi'ne üye olmaları için aday göstermişti.
Eski öğrencilerinden A. M. Markov ve N. Y. Sonine, Çebışev'in
nasıl bir öğretmen olduğunu şöyle anlatmışlardı:
230 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Çebışev öğretmen olarak kılı kırk yaran bir titizliğe sahipti. Tek bir dersi
bile kaçırmaz, derse bir dakika bile geç kalmaz ve dersi bir dakika bile uzat­
mazdı ki cümlenin tam ortasında dersi bitirdiği olmuştu. Tamamlayamadığı
bir tartışmayı, konuyla hiç ilgisi olmasa da bir sonraki derste mutlaka tamam­
lardı. Karmaşık olsun olmasın yapacağı her hesaptan önce bu hesaplamanın
amacına ve başlıca aşamalarına ilişkin bir şeyler söylerdi. Hemen hemen her
zaman hesaplamalarını sessizlik içinde yaparak öğrencilerin onu kulaklarıyla
değil gözleriyle takip etmelerini sağlardı. Hesaplama çabuk ve ayrıntılı bir şe­
kilde yapıldığından tüm aşamalar kolayca takip edilirdi. Çebışev, derslerdeki
sistematik ilerlemeden genellikle saparak derslerinde yöneltilen soruların
karşılaştırmalı önemleri ve diğer matematik sorularıyla olan ilişkileri üzerine
kendi düşüncelerini belirtirdi. Bu konular üzerinde diğer matematikçilerle yap­
tığı tartışmaları da aktarırdı . Bu konu dışına çıkışlar ders anlatımını canlan­
dırır, konuya yoğunlaşmış dinleyicileri rahatlatarak dinleyicilerin konuya daha
fazla ilgi duymalarını sağlardı .

Çebışev, 1 882'nin yazında üniversitedeki otuz beş yıllık hizme­


tinin ardından profesörlükten emekli oldu. Emekli olur olmaz bir
kez daha Paris'e gitti. Burada kendisiyle tanışan Sophus Lie onu
" bir genç kadar canlı, çarpıcı yaşlı bir beyefendi" diye anlatmıştı.
Çebışev, Sen Petersburg'a dönüşünde bir yandan akademi üyeli­
ğine devam ederken bir yandan da genç bilimcileri teşvik etmek
amacıyla yeni gelişmelerin tartışıldığı "açık ev" toplantıları düzen­
lemeye büyük önem veriyordu: "Her hafta aynı saatte evinin kapı­
ları, çalışmalarının sonuçlarını bu büyük matematikçiye anlatmak
ve ondan bazı yorumlar almak isteyen herkese açık olurdu. Buraya
gelen bir ziyaretçinin yeni bir düşünceye sahip olmadan ya da çalış­
maları konusunda teşvik edilmeden çıktığı pek enderdi." Çebışev,
Rus üniversitelerinden ve kurumlarından çok sayıda akademik ve
diğer alanlardaki onurların sahibiydi. Bunun yanı sıra bazı yabancı
akademilerin de onursal üyesiydi. Bununla birlikte Çebışev, sahip
olduğu bu itibarı gerekli olan reform çalışmalarının yapılması için
hiç kullanmaya çalışmamıştı. Kovalevskaya, ülkesinde bir kariyer
oluşturmaya çabaladığı dönemlerde Çebışev'i arkadaş canlısı ama
yerleşmiş önyargılarının üstesinden gelme konusunda başarısız biri
olarak değerlendirmişti.
P. L. ÇEBIŞEV 231

Çebışev 1 893'te Paris'e, sonuncusu olacağı anlaşılan kapsamlı


bir ziyaret daha yaptı. 26 Kasım 1 894'te Sen Petersburg'da kalp
krizi sonucu yaşamını yitirdiğinde yetmiş üç yaşındaydı. Ölümü­
nün hemen ardından yayınlarının ilk derlemesi yayımlanırken bazı
çalışmaları ise daha sonra yayımlanacaktı. Kimi önemli çalışmaları
başka dillere çevrildi.
Çebışev matematik çalışmalarıyla uluslararası ün kazanan ilk
Rustu. Yalnızca yapmış olduğu keşiflerle değil aynı zamanda Sen
Petersburg matematik okulunun kurulması açısından da önemli
biriydi. Okulun bu kadar önemli olmasının nedeni, pek çok men­
subunun üniversite eğitimi alması ve burada ya da akademide
çalışmasındandı. Çebışev'in çalışmaları elbette öncüllerinin yap­
tıkları üzerine inşa ediliyordu ama on dokuzuncu yüzyılın ikinci
yarısında matematiğe yön ve ilham veren Çebışev' den başkası de­
ğildi. Matematik eğitiminin veriliş şekline, Sankt-Peterburgskaya
Gosudarstvennaya Universitet'te olduğu kadar eski öğrencileri ve
takipçilerinin etkili oldukları diğer Rus üniversitelerinde de büyük
etki yaptı. Sen Petersburg'daki okul, on dokuzuncu yüzyıl sonu ve
yirminci yüzyıl başında Rusya'nın başta gelen matematik araştır­
ma camiası olmakla kalmayıp dünyadaki en önemli merkezlerden
biriydi. Son bölümde Aleksandrov ve Kolmogorov'un yaşam öy­
külerinde de göreceğimiz gibi daha sonra bu okul lider konumunu
Moskova' daki okula bırakacaktır.
Kişilik olarak çok farklı olsalar da mesleki olarak Çebışev ile
Euler birbirlerine çok benziyordu. Hatta Sen Petersburg okulu
Euler geleneğinden geliyordu. Çebışev'in düşüncesine göre mate­
matiksel ilerlemenin itici gücü kuram ve uygulama birlikteliğiydi:

Antik dönemden beri matematik bilimleri özel bir ilgi uyandırmaktadır. Bu­
gün matematik, sanayi ve toplum bilimleri üzerindeki etkisinden dolayı daha
da fazla merak uyandırıyor. Kuramla uygulamanın uyumu en iyi sonuçları da
beraberinde getirirken bu birliktelikten tek kazançlı çıkan da yalnızca uygula­
ma alanı olmuyor. Bilim bu durumun etkisiyle, araştırılacak yeni nesneleri ve
çoktandır bilinen nesnelerin yeni yönlerini keşfederek ilerliyor. Son üç yüzyı­
l ı n olağanüstü matematikçilerinin çabalarıyla matematik bilimlerinde gerçek-
leşen büyük gelişime rağmen uygulamada pek çok eksiklik göze çarpmakta.
Ortaya yeni problemler çıktıkça yeni yöntemlere ihtiyaç duyuluyor.
Arthur Cayley (1821-1895)

nalytical Society, University of Cambridge'deki matematik


A anlayışını çağdaşlaştırma çabası içindeki okulun eski lisans
öğrencilerine ait resmi olmayan bir kulüptü. Örneğin Babbage ve
Herschel, Lacroix'nın analiz ders kitabını İngilizceye çevirmişlerdi.
Çok geçmeden Britanya'da da kısıtlı ölçüde de olsa kıtada olup
bitenlerden haberdar matematikçiler görülmeye başlanmıştı. Bu
matematikçilerden biri olan Sylvester'a daha önce değinmiştik ve
şimdi de Sylvester' dan yedi yaş küçük olsa da onunla yakından
ilişkili bir diğer Cambridge'li matematikçi Arthur Cayley'le bu bö­
lümü sona erdiriyoruz.
Henry Cayley, on dokuzuncu yüzyılın başlarında Sen Peters­
burg'da ticaretle uğraşan az sayıdaki İngilizden biriydi. Geleceğin
234 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

matematikçisi Arthur 1 6 Ağustos 1 82 1 'de Londra'nın güneyba­


tısındaki Richmond-on-Thames'de dünyaya geldiğinde Henry
ve karısı Marie Antonia (kızlık soyadı Doughty) kısa bir ziyaret
için İngiltere'de bulunuyorlardı. Annesinin kısmen Rus kanı ta­
şıdığı düşünülen Cayley, Çebışev'den yalnızca birkaç ay küçük­
tü. Oğlunun doğumundan sonra Rusya'da sekiz yıl daha geçiren
Henry Cayley emekli olmaya karar verince artık beş çocuklu bir
aile olan Cayley'ler İngiltere'ye dönerek Greenwich yakınlarındaki
Blackheath'e yerleşti. Arthur, on dört yaşındayken Londra'daki
King's College'ın kıdemliler sınıfına olması gerekenden iki yıl önce
katıldı. Arthur'un babası oğlunun, onun izinden giderek "Rusya
taciri" oimasını istiyordu ama sonuçta genç adamın üniversiteye
gitmesi konusunda ikna olmuştu.
Ekim 1 838'de Cambridge'deki Trinity College'a giderek eğiti­
mini sürdüren genç Cayley ilk fırsatta bir üniversite bursu kazandı.
Eğitiminin ana konusu matematikte, öğrencilerine kıtanın önemli
matematikçilerinin çalışmalarını okumalarını salık veren William
Hopkins tarafından yönlendirildi. O dönemlerde Cambridge ve
Oxford'da matematik eğitimi genellikle öğrencileri bu şekilde yön­
lendiren kişiler tarafından veriliyordu. Bu kişiler mutlaka kolejin
eğitim kadrosunda yer almasa da üniversite sınavlarında başarılı
olmaları için öğrencilere ders verme konusunda uzmanlaşmışlardı.
Büyük bir rekabetin yaşandığı Tripos sınavında Cayley'in, döne­
mindeki tüm öğrencileri ardında bırakarak elde ettiği birinciliği
onu 1 842'nin en başarılı Wrangler'ı yapmıştı. Bir başka yarışmada
herkesin almak için can attığı Smith Ödülü'nü" kazanarak başarı­
larına devam etti.
Cayley'in bir dönem arkadaşı o günleri "Lisans öğrencisi oldu­
ğu dönemlerde onun yalnızca bir matematikçi olduğu söylenirdi
ki bu ona karşı büyük bir haksızlıktı. Pek çok değişik konuda ve
hatta bilimsel olmayan bazı konularda da hayli bilgi sahibiydi. Ör­
neğin, roman okumanın pek de popüler olmadığı Cambridge' de
güncel romanları yakından takip ederdi," şeklinde anlatmıştı.
" University of Cambridge'de kuramsal fizik, matematik ve uygulamalı matematik alan­
larında her yıl iki öğrenciye verilen ödül. ( ç.n.)
ARTHUR CAYLEY 235

Cayley'in en sevdiği yazarlar Jane Austen ve Sir Walter Scott'tı.


Okumanın yanı sıra mimarlık ve resimden de keyif alırdı. Büyük
bir sevgiyle çıktığı seyahatlerinde gittiği yerlerdeki belli başlı bina­
ların çizimlerini yapardı. Alpler'de dolanmaktan aldığı büyük ke­
yif, onun, dağcılık kulübünün ilk üyelerinden biri olmasına neden
olmuştu.
Cayley'in elde ettiği akademik başarılar onun on dokuzun­
cu yüzyıldaki en genç üniversite öğretim üyesi unvanıyla birlik­
te Trinity College'a hoca olarak seçilmesini sağladı. Çoğu zaman
ders verildiği de olsa ileri düzeyde çalışma ve araştırma yapılması
beklentisi dışında hiçbir zorunluluğun olmadığı bu görevin süresi
genellikle yedi yıldı. Cayley için sınırsız özgürlüğün yaşandığı bu
yıllar en verimli dönemiydi. Yalnızca 1 845'te matematiğin değişik
alanlarında on üçten fazla araştırma makalesi yayımlamıştı. Öğ­
retmenlik görevi sona erdiğinde hukuk eğitimi almaya karar verdi.
Burada şunu belirtmekte yarar var: İngiltere'de şimdi olduğu gibi
o zamanlarda da bazı hukuki işler avukatlara has bir ayrıcalık ola­
rak kabul edilmekteydi. Avukat olabilmek içinse lnns of Court'lar­
dan birinin üyesi olmak ve uygulamalı hukuk alanında deneyimli
bir hukukçunun gözetiminde staj yapmak gerekmektedir. Nisan
1 846'da, yirmi dört yaşındaki Cayley, Lincoln's Inn'e kabul edile­
rek ünlü noter J. H. Christie'nin öğrencisi oldu:

Bay Cayley Stone Buildings'e geldi, kartvizitini verdi, içeriye davet edildi
ve bir hukuk öğrencisi olma isteğini dile getirdi. Christie, Cayley'in elinde
herhangi bir tavsiye mektubu olup olmadığını sordu. Yanıt olumsuzdu. Ü ni­
versiteye gitmiş miydi? Evet. Öğrenci odasındaki koltuğun hemen hemen
hiç boş kalmadığı bu yerde Christie, tek sözcüklü yanıtlar veren karşısındaki
bu adaydan pek de hoşlanmamıştı. Yine de aday üniversiteye gitmişti ve
hakkında biraz daha bilgi almak iyi olabilirdi. Christie de öyle yaptı. Birbirinin
peşi sıra ve ayrı ayrı sorduğu sorular sonrasında Cayley'in U niversity of
Cambridge'den mezun olduğunu, Cambridge'de Trinity College'ı bitirdiğini,
koleji dereceyle hatta onur derecesiyle tamamladığını, dereceyi matematik
alanında aldığını, Wrangler olduğunu ve hatta en başarılı Wrangler olduğu­
nu öğrendi.
236 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Bu kadarı Christie için yeterliydi. Cambridge'den "en başarılı


Wrangler" ve "Smith Ödülü sahibi" unvanlarına sahip birini kad­
roya katmak avukatlık bürosunun seçkinliğini artırmıştı. Cayley,
Christie'nin öğrenci odasında hukuki dokümanların hazırlanma­
sında deneyim kazandı. Odadaki arkadaşlarından biri Cayley'in
sıkılgan yapısına vurgu yaparak o günlerle ilgili şunları söylemişti:
" Cayley, gördüğüm en saf zihinlerden birine sahipti. Öğrenci oda­
sındaki şakalar ve takılmalar onun için eğlenceli birer değişiklikten
başka bir şey değildi. Konuşmalara pek dahil olmadan, her zaman
zevkine uygun olmasa da elindeki işe dikkatli bir şekilde kendini
vererek konuşulanları dinler, aldığı keyifle gözlerinin içi gülerdi. "
Bu dönemde arkadaşlık kurduğu kişilerden biri de Sylvester'dı.
Kişilikleri birbirlerine hiç benzemezdi. Cayley sabırlı ve sakin ya­
pılı, Sylvester ise öfkesi burnunda ve tutkulu biriydi. Cayley mate­
matik makalesini hukuki dokümanlara gösterdiği özenle tamam­
larken Sylvester'ın hiçbir makalesinde değişiklikler ve düzeltmeler
eksik olmazdı. Cayley güncel matematiğe ilişkin hayli fazla okur­
ken Sylvester yalnızca o anki araştırmasında acil olarak gereksinim
duyduklarını okurdu. Cayley güçlü duygulara sahipken Sylvester
dünyevi ilişkilere hiç girmezdi. Cayley ılımlı ve sıkılgan biriyken
Sylvester gözü pek ve kendi öneminin farkında biriydi. Cayley'in
bu dönemde matematik dünyasından edindiği bir diğer arkadaşı
ise mantıkçı George Boole'du. Boole, değişmezleri Cayley'in çalış­
malarına sokmuş ve Cayley'i daha sonra birlikte çalışacağı mate­
matikçi George Salmon'la tanıştırmıştı.
Cayley 1 849'da baroya yazılarak deneyimli bir avukat oldu.
Cayley, Lincoln's Inn'de noterlik işlemleri yapmadığı zamanlarda
matematik çalışmalarını sürdürebileceği sakin bir ofise yerleşti.
Bir makale teslim etmiş olduğu Royal Society of London üyeliğine
Sylvester ve üyeliğin kabul edilmesini sağlayacak kadar matema­
tikçi tarafından önerilmişti.
Bunun ardından Cayley matematik kariyerinin en üretken dö­
nemine girmişti. Birlikte hiç makale yazmamalarına karşın Cay­
ley'in zamanının büyük kısmını adadığı matematik dalı değişmez­
ler kuramına duydukları ortak ilgi nedeniyle Cayley ve Sylvester'ın
ARTHUR CAYLEY 237

adları sürekli birlikte anılıyordu. Temel düşünce doğrusal dönü­


şümlerin ikili formlar gibi cebirsel ifadeler ki bunlara "kuantik"
diyorlardı, üzerindeki etkisini incelemekti. Formda değişmeden
kalan kısım ise "değişmez" olarak adlandırılıyordu. Cayley araş­
tırmalarını genellikle Philosophical Transactions of the Royal Soci­
ety adlı dergide yayımlıyor olsa da ara sıra Crelle ve Liouville'inki
gibi kıta dergilerinde de yayın yapıyordu. Çalışmalarından bazıları
kıtada tanınırken başta Felix Klein olmak üzere kıta matematikçi­
lerini etkilemişti.
Birkaç yıl boyunca Cayley mesleki işleri ile matematik araş­
tırmalarını birleştirmeye devam etti. 1 840'lı yıllar sona ererken
Royal Society of London'ın konsey dahil olmak üzere çeşitli komi­
telerinde görevlendirilen Cayley, Royal Astronomical Society'nin
de etkin bir üyesiydi. Cayley, babasının 1 8 50'deki ölümünün ar­
dından annesi ve iki kız kardeşine bakmak durumunda kaldı. Bu
sorumluluğun paylaşılmasında iki erkek kardeşi pek de yardımcı
olmadı. Dolayısıyla Cayley akademik görevlere başvurularda bu­
lunmaya ve başlamış olduğu yayınlarının sayısını daha da artırma
olanağı aramaya başlamıştı. Uygun görevlerin sayısı çok da fazla
değildi. University of Aberdeen'deki kürsü için yaptığı başvuru, bu
göreve Clerk Maxwell'in getirilmesiyle sonuçsuz kalmıştı. Boşta­
ki bir diğer kürsü, Cambridge' deki Lowndean kürsüsü denemesi
de başarısız olmuştu. En sonunda Cambridge'de yeni oluşturulan
Sadleir kürsüsüne 1 863 'te seçildi. Otuz iki yıl sonraki ölümüne
dek bu kürsüde kalacaktı.
Eylül 1 863'te Cayley, Greenwich'li Robert Moline'in kızı
Susan'la evlendi. Mary ve Henry adlarındaki iki çocuklarıyla bir­
likte Cambridge'e yerleştiler. Cayley'in daha öncesinde hiçbir öğ­
retmenlik deneyimi yoktu ama ilk başta ondan yılda yalnızca bir
ders vermesi bekleniyordu. Cayley de bu ders için genellikle ilk
dönemi tercih ediyordu. Daha sonra, statülerde yapılan değişik­
liklerin ardından bahar döneminde de bir ders vermeye başladı.
Cayley uzun yıllar boyunca derslerini, muhtemelen az sayıda öğ­
rencisi olduğundan tahta ve tebeşir kullanmadan anlatmıştı. Bunun
yerine bir kağıda yazdığı ders notları üzerinden geçerek yorumlar
238 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yapardı. Cayley, kağıdı masanın üstünde kendisinin okuyabileceği


şekilde tuttuğundan aynı masanın karşı tarafında oturan öğren­
cileri için kağıt baş aşağı duruyor olurdu. Genellikle o anki araş­
tırma konusuna ilişkin dersler verirdi. İyi bir öğretmen olmadığı
düşünülürdü. Bir lisans öğrencisi şöyle anlatmıştı: "Cayley'i bir
problemi çözerken görmek yaşanabilecek en ilginç, değerli ve eği­
tici deneyimdir. En iyi yöntemi seçmeye pek de takılmadan aklına
gelen ilk yöntemi uygulardı. Bu da son derece karmaşık ve tuhaf
görünen analitik ifadeleri ortaya çıkarırdı. Cayley yine de hiç isti­
fini bozmadan devam ederek sembollerden oluşan şekilsiz kütleyi
birkaç satırda güzel simetrik ifadelere dönüştürüverirdi. "
Cayley'in evde nasıl biri olduğunu anlamak için istatistiğin
öncüsü Karl Pearson'ın Smith Ödülü'nü almak için Cayley'in
Cambridge'deki evinde girdiği özel sınava ilişkin anılarına bir göz
atalım:

Cayley'in ilk sözleri "Cüppeni çıkar bayım, daha kolay çalışırsın," olmuş­
tu. Öğle yemeğinde Cayley ortalarda görünmedi. Öğle yemeği için tepsinin
üstünde sandviçler, bisküviler ve birkaç hafif yiyecekle birlikte bir sürahi muh­
teşem porto şarabı vardı. Cayley mahzenini bizden esirgememişti. Şarabın
tadına baktıktan sonra birlikte sınava girdiğim arkadaşları da aynı şeyi yap­
maları konusunda ikna etmeye çalıştım. Yazmaya geri döndüğümüzde ben
Cayley'in porto şarabıyla kendimi daha iyi hissederken diğerleri de yaptıkla­
rının sınav heyecanı altında doğru olduğunu düşünerek vicdanlarını rahatla­
tıyordu. Besbelli ki Cayley, güzel bir porto şarabının değişmezler ve yüksek
cebir tartışmasıyla uyumlu olduğunu düşünüyordu.

Günlük yazarı Hirst yakından tanıdığı Cayley için şöyle yaz­


mıştı: "Ne güzel bir kafası vardı. Tam yuvarlak değil de en büyük
çapı gözlerine ve hatta kulaklarını birleştiren çizgiye paralel bir
sferoit. Sandalyesinde hiç dik oturmazdı. Kaba eti sandalyenin en
ucuna yerleşmiş halde bir dirseğini sandalyenin oturağına yaslar­
ken diğer kolunu da arkaya atardı. Keskin bakışlı ve sıra dışı, sanı­
rım yumuşak huylu ve bir zamanlar çekingen, mütevazı ve suskun
biriydi. Konuşma yaparken çoğu zaman gözlerini kapatarak sanki
ARTHUR CAYLEY 239

görünmeyen bir kitaptan okuyormuş gibi konuşurdu ve bunu soh­


bet ederken de yaptığından onu takip edebilmek için insan gözle­
rini açık tutardı."
Cayley başka çalışmalara sık sık katkıda bulunmuş olsa da ken­
di başına yalnızca 1 8 76 tarihli A Treatise on Elliptic Functions
(Eliptik Fonksiyonlar Üzerine İnceleme) adlı kitabı yayımladı. O
zamanlar eliptik fonksiyonlara ilişkin literatürün çoğu Fransızca
ya da Almancaydı. Cayley'in incelemesi sayesinde bu iki dili bil­
meyen matematikçiler için kuram daha ulaşılabilir oldu. Cayley de
kimi zaman Fransızca yazar ve çalışmalarını Fransız dergilerinde
yayımlardı. Almanca ve İtalyancanın yanı sıra klasik dilleri de iyi
bilirdi. Hirst, Liouville'in yorumlarını şöyle aktarıyor: "Cayley'in
ürettiklerine ilişkin düşüncelerini duymaktan memnun oldum.
Liouville, Cayley'in yaptıklarının değerini teslim ederken bunların
kasıtlı meçhullüklerinin de karşısında duruyor. Bu anlamda Cayley
ve Sylvester'ı bir noktaya kadar Cauchy'nin takipçisi olarak değer­
lendiriyor... Kesin ve net olmak gerekirse sıkıcı olma konusunda
onların gözünde Cauchy'nin dengi. Emin ve kararlı adımlarla kar­
şılaştıkları zorlukların üzerine gitmek ve zapt ettikleri bölgede yol
almak yerine üzerinden atlayarak takla atıyorlar. Böyle yaparak
konularında hızlı bir şekilde yeterli bir görüşe sahip olmaları muh­
temel ama başka insanlar başları yukarıdayken her şeyi kesinlikle
daha iyi görebiliyorlar. "
Yayınları arasında pek çok kısa not bulunduğu gerçeğini teslim
etmekle birlikte Cayley'in yayımladığı SOO'ü aşkın eser gerçekten
sıra dışı bir durum. On üç ciltlik toplu eserlerinin sayfalarını çevirir­
ken bir hayal kırıklığı yaşamamak hayli güç. Ara sıra kübik yüzey
üzerinde yirmi yedi doğru bulunmasının keşfi gibi değerli taşlara
da rastlanmıyor değil. Heyecan verici olasılıklara gebe olduğunu
sonradan anladığımız bazı düşünceler de bulunuyor ama Cayley
bunların peşinden gitmeyi tercih etmemiş. Bu nedenle Cayley per­
mütasyon gruplarının karşısına soyut grup kavramını koyuyor ama
bunun da nereye varacağını bulma işini Burnside ile Jordan'a bıra­
kıyor. Determinantlar ve matrisler hakkında yazıyor ama bunlarla
neler yapılabileceğini Frobenius'a bırakıyor. Sayfalar dolusu yom-
240 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

cu işlemler yaparak tekrar tekrar değişmezler kuramına dönüyor.


Zaman zaman özellikle de gençlik yıllarında kuramsal dinamik ve
gökcisimleri mekaniği üzerine yazılar kaleme alsa da o zamanlar
kuramsal fizikte gerçekleşen gelişmelerin içinde yer almıyor.
Arkadaşı Sylvester gibi Cayley de özellikle ileride Newnham
College'a dönüşecek kurumun konsey başkanlığını yaptığı dönem­
de kadınların eğitimiyle yakından ilgilendi. 1948'e dek derece sa­
hibi olamasalar da kadınların University of Cambridge mensubu
olabilmelerinde kısmen Cayley'in etkisi vardı. Cayley aynı zaman­
da Cambridge'deki ilk kadın koleji olan Girton'da öğrencilere ders
verirdi. Konudan biraz saparak bu öğrencilerden birinin meslek
yaşantısını ana hatlarıyla verirsek kadınların karşılaştıkları güç­
lükleri daha iyi anlayabiliriz.
Charlotte Angas Scott 1 8 76'da on altı yaşındayken Girton'a
girdiğinde kolej yedi yıldır öğrenci kabul ediyordu. Cambridge'de
kadınlar yalnızca dersleri o da hocanın izin vermesi durumunda
takip edebiliyordu. Bu durumda dahi tahtayı görmelerini engelle­
yen bir perdenin ardında oturmak zorundaydılar ve üniversitedeki
sınavlara da ancak özel izinle girebiliyorlardı. 1 8 80'de Charlotte
Scott Senate House» sınavına girerek sekizinci olduğunda büyük
bir kalabalık tarafından coşkuyla karşılandı. O akşam alkış ve te­
zahüratın eşlik ettiği yemekte Charlotte'un başında defne yapra­
ğından bir taç vardı. Charlotte'un başarısı İngiltere'de kadınların
yüksek eğitime devam edebilmesi için bir dönüm noktasıydı. Üni­
versite kadınların da herhangi bir izin almadan sınavlara girebile­
ceği yönünde bir karar aldı. Charlotte Cayley'in derslerine katıldı,
onun gözetiminde tezini yazdı ve 1 885'te doktoraya seçilene dek
Girton'da geçici öğretmenlik görevine getirildi. Ne kadar nitelikli
olursa olsun Cambridge'de bir kadının derece sahibi olması müm­
kün değildi. University of London'da durum farklıydı. Charlotte
girdiği ilave sınavların ardından bu üniversiteden 1 8 82'de lisans ve
üç yıl sonra da doktora derecelerini aldı.

*
University of Cambridge'de genellikle diploma törenlerinin yapıldığı ve yıl sonunda
derece alanların duyurulduğu bina. (ç.n.)
ARTHUR CAYLEY 241

1 8 82'de Sylvester'ın daveti üzerine Cayley, Johns Hopkins


University'de konuk öğretim üyesi olduğu Amerika'ya gitti. Beş ay
boyunca burada kaldı. Bu ziyareti ve 1 885'te Londra'da doktora­
sını alarak akademik göreve getirilen eski öğrencisi Charlotte Scott
üzerinden dolaylı ilişkisi dışında Amerika'yla pek bir bağ kura­
mamış gibiydi. Okyanusun diğer yakasında, Philadelphia yakınla­
rındaki Bryn Mawr College lisans ve lisansüstü eğitimi yapmaları
için kadınlara kapılarını açmıştı. Avrupa'da eşdeğer iş imkanları
neredeyse hiç olmadığından Charlotte Scott, Bryn Mawr'a gide­
rek kurucu kadrodaki tek kadın matematikçi oldu. Meslek yaşamı
boyunca burada kaldı. İlk başlarda üçü lisans ve biri lisansüstü
olmak üzere yalnızca dört ciddi öğrencisi varken zamanla öğren­
cilerinin sayısı artarak dokuzuncu yılın sonunda ikisi lisans dördü
lisansüstü olmak üzere toplam altı yeni öğrencisi olmuştu. Lisan­
süstü öğrencilerinden ikisi Scott'ın ilk başarılı doktora adaylarıydı.
Scott'ın Bryn Mawr'un rektörüyle resmi ve hatta hayli soğuk bir
ilişkisi vardı. Bir keresinde rektöre şöyle yazmıştı: "Entelektüel et­
kinliklerin kadınlara uygun hale getirilmesi için hafifletilmesini ve
bir kadın kolejinde erkek kolejine nazaran daha düşük standart­
ların uygulanmasını gerektiren bir konum aldığınızı görmek beni
son derece rahatsız etti ve hayal kırıklığına uğrattı. "
Cambridge Okulu'nun soyut matematikçileri ile Fransa ve Al­
manya'nın önemli matematikçileri arasındaki ilişki hala arzulana­
nın çok altındaydı. Yine de Cayley'in çalışmaları kıtada, özellikle
de Almanya' da büyük bir saygıyla karşılanıyordu. İnanılmaz çalış­
ma kapasitesi ve yaptığı açık ve zarif analizler nedeniyle Hermite,
Cayley'i Cauchy'yle karşılaştırırken onu Euler'le kıyaslayanlar da
vardı. Doğa felsefecesi Tait ise şöyle diyordu: "Böylesine sıra dışı
bir adamın yeteneklerini tamamen boş problemlere yöneltmesi acı
değil mi? " Daha sonra, G. H. Hardy'ye Cayley'in iyi bir matema­
tikçi olup olmadığı sorulduğunda Hardy susmayı tercih edecekti.
Hukuki konularda kendi kolejinin itibar ettiği tavsiyeler ve­
ren Cayley'i Trinity College 1 872'de onursal üyeliğe seçti. On altı
yıl boyunca senato konseyinde görev yapan Cayley aynı zamanda
üniversiteyle ilgili işlerde de sözü dinlenen biriydi. Farklı zaman-
242 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

larda London Mathematical Society ve British Association for


the Advancement of Science'ın başkanlıklarını yaptı. Ülke içi
ve dışındaki üniversitelerden aldığı onursal ödüllerin yanı sıra
Royal Society of London'ın Kraliyet ve Copley madalyalarının da
sahibi oldu. 1 888'de kolejindeki Wren kütüphanesine bir büstü
yerleştirildi. Oysa, o dönemden bir öğrenci Cambridge'deki at­
mosferi boğucu olarak nitelendirirken eleştiri oklarını da Cayley'e
yöneltiyordu: " Kaide üzerindeki bir Buda figürü gibi otururdu.
Cambridge matematik okulunun üstünde ölü bir yük gibiydi. " Ar­
tık sağlığı eskisi gibi değildi. 26 Ocak 1 895'te yetmiş üç yaşında
yaşamını yitirdi.
v

H E R M ITE 'TE N S O P H U S L I E 'YE


Charles Hermite (1822-1901)

auchy'nin ölümünün ardından Hermite Fransa'nın en önemli


C matematikçisi olarak kabul ediliyordu. Yüksek aritmetik ve
analiz asasının Gauss ve Cauchy'den ona geçmiş olduğu ağız birli­
ği etmişçesine söylenirdi. Hermite, Weierstrass ile Riemann'ın Abel
fonksiyonları ve Kronecker ile Smith'in sayılar kuramı ve eliptik
fonksiyonlar arasındaki gizemli ilişkiler üzerine yaptığı çalışma­
ların derinliklerinde kendi başına gezinebilirdi. Emile Borel'in hiç
kimsenin insanlara matematiği Hermite kadar sevdiremediğini
söylediği aktarılır. Hermite'in yaşamı hayli durgun olduğundan
yaşam öyküsü de en kısalardan biri.
Ferdinand ve Madeleine Hermite'in oğlu Charles, 24 Ara­
lık 1 822'de dünyaya geldi. Alman ve Fransız atalara sahip olan
246 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Hermite'in, Lorraine'in Moselle bölgesindeki doğum yeri Dieuze


köyü de hem Fransa'nın hem de Almanya'nın hak iddia ettiği bir
yerdi. Yine de kendini her zaman Fransız hisseden, yedi çocuk­
lu bir ailenin altıncı çocuğu olan geleceğin matematikçisi, Fran­
sız matematiğinin yapılanmasında temel direklerden biri olacaktı.
Gençliğinde mühendislik eğitimi almış, sanata düşkün biri olan
babası Dieuze'de kumaş ticaretiyle uğraşıyordu. Hermite'ın babası
karısının ailesinden dolayı girdiği bu işi, tamamen sanatsal uğra­
şılara yönelmek için daha sonra karısına devretti. 1 829' da aile,
işlerini Nancy'ye taşıdı.
Anne ve baba çocuklarının eğitimiyle özel olarak ilgilenmemiş­
lerdi. Çocukların hepsi de eğitimlerine Nancy'deki College'e gide­
rek başladı. Bununla birlikte Charles eğitimine ilk başta, önceden
College Napolfon olarak bilinen College Henri IV'te ve daha son­
ra 1 840-41 'de ünlü Lycee Louis-le Grand' da olmak üzere Paris'te
devam etti. Hermite'in Lycee Louis-le Grand'daki matematik öğ­
retmeni bundan on beş yıl önce Galois'nın çalışmalarına da gözet­
menlik yapmış Richard'dı. Richard, zamanını sürekli Lagrange'ın
Traite sur la resolution des equations numeriques (Sayısal Denk­
lemlerin Çözümü Üzerine) adlı eseri gibi çalışmaları okuyarak ge­
çiren genç Hermite'e "un petit Lagrange" " adını vermişti. Ruffini
ve Abel'in çalışmalarından habersiz olan Hermite, beşinci derece­
den genel denklemlerin kökler kullanılarak çözülmesinin olanak­
sızlığını ispatlamaya çalışıyordu. Hermite'in Nouvelles annales de
mathematiques'de yayımlanan ilk iki araştırma makalesinin tarih­
leri bu okul yıllarına denk düşmektedir.
Hermite 1 842'de ülke çapında yapılan giriş sınavında geomet­
ri konusundaki zayıflığı nedeniyle Ecole Polytechnique'e ancak
altmış sekizinci olarak girebilmişti. Buradaki ilk yılının ardından
baston kullanmasını gerektiren sağ ayağındaki doğuştan gelen bir
sorun nedeniyle eğitimine devam etmesine izin verilmedi. Nüfuz
sahibi kişilerin araya girmesiyle Hermite'in kabul edilemez buldu­
ğu şartlar altında bu karardan dönüldü. Sonuçta Hermite, Ecole

·� Küçük Lagrange. (ç.n.)


CHARLES HERMITE 247

Polytechnique'in ardından Ecole d' Applications adındaki eğitim


kurumlarından birinde devam etmek yerine gönlünü akademik
kariyerle avutarak 1 84 7' deki giriş sınavlarına katıldı. Yaşamı bo­
yunca Hermite sınavlardan hiç hoşlanmamıştı. Bilgileri bir araya
getirirken kısıtlı süre baskısı altında olmaktansa serbest zamana
sahip olmayı tercih etmişti.
Hermite'in büyük analizci olarak kabul edilmesi eliptik fonksi­
yonlar üzerine yaptığı çalışmalar sayesinde olmuştur. 1 830'lu yıl­
ların başlarında Jacobi hipereliptik integrallerden elde edilen ters
fonksiyonlar üzerine çalışmaya başlamıştı ama bu yeni aşkın fonk­
siyonların temel özellikleri hala bilinmiyordu. Diğer başarılarının
yanı sıra Hermite, Abel'in eliptik fonksiyon değişkeninin hipere­
liptik hale bölünmesine ilişkin teoremini genelleştirmişti. 1 843'ün
başlarında neler yaptığını Jacobi'ye yazdığında Jacobi bu durumdan
çok etkilendi. Jacobi cevaben "Bayım, şayet keşiflerinizden bazıla­
rı benim eski çalışmamla çakışırsa lütfen canınızı sıkmayın. Benim
bıraktığım yerden başlamanız gerektiğinden küçük bir temas kü­
resinin bulunması tabiidir. İleride beni mektuplarınızla onurlandı­
rırsanız ben de neler olduğunu öğrenmiş olurum," diye yazmıştı.
Hermite Jacobi'ye sık sık elde ettiği sonuçları gönderirken Jacobi
de bunların Crelle'in journal'ında ya da başka dergilerde yayım­
lanmasını sağlıyordu. Hermite sayılar kuramıyla nispeten çok ilgi­
lendiği bir dönemin ardından yeniden eliptik fonksiyonlara döndü­
ğünde 1877'de yayımlanan başyapıtı Sur quelques applications des
fonctions elliptiques (Bazı Eliptik Fonksiyon Uygulamaları Üzerine)
adlı eserinde Abel ve Jacobi'nin kuramlarının bir sentezine ulaşmayı
başarmıştı. 1 880'in hemen sonrasında Weierstrass'ın çalışmalarına
ilişkin dersler vermeye başlayarak bir anlamda bu büyük Berlinli'nin
görüşlerini Fransa'ya sokmuş oldu. Hermite'in yazdığı ders kitapları
geniş kesimlerce büyük bir takdirle okundu.
Hermite 1 848'de Ecole Polytechnique'te asistan ve giriş sınavı
sorumlusu oldu. İki yıl sonra Academie Royale des Sciences üyeli­
ğine seçildi. 1 862'de okutmanlığa ve ertesi yıl da mezuniyet sına­
vı sorumluluğuna getirildi. 1 869'da Ecole Polytechnique'te analiz
profesörü olurken benzer bir görevi de Sorbonne'da sürdürdü. Öğ-
248 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

retmen olarak nasıl bir izlenim bıraktığına Hadamard'ın şu söz­


leriyle bir göz atalım: "Hermite'i hiç dinlememiş olanların onun
sesiyle hayata gelen ve iliklerine kadar hissettiği güzelliğini bize ak­
tarmaktan hiç vazgeçmediği bilime karşı büyük bir coşkuyla kaba­
ran öğretmenliğinin ne kadar muhteşem olduğunu anlayabilecek­
lerini sanmam. " Hermite, Ecole Polytechnique'teki kürsüsünden
1 876'da ayrılmış olsa da yalnızca yedi yıl sonra yirmi bir yıl daha
yapmak üzere bu görevine Sorbonne'da devam edecekti.
Hermite 1 856'da çiçek hastalığına yakalandıktan sonra
Cauchy'nin etkisiyle sadık bir Katolik olmuştu. Hermite'in ma­
tematik felsefesi Platoncu bir idealizm şeklindeydi. Matematikçi­
lerin hiçbir şey icat etmediklerini aksine insan aklından bağımsız
olarak varlığını sürdüren matematiksel dünyanın düzenini zaman
zaman keşfedebildiklerini düşünürdü. Daha sonra Hadamard
geriye dönüp Hermite'le olan buluşmalarına baktığında şunları
görüyordu: " Genç bir öğrenciyken içinde bulunduğum hoş or­
tam sayesinde birkaç dakikalığına da olsa ustayı düzenli olarak
ziyaret edebiliyordum. Böylesi zamanlarda yalnızca kendisinin ve
Weierstrass'ın yöntemleri yüzünden değil aynı zamanda bilime
karşı duyduğu büyük coşku ve sevgiyle de bizler üzerinde derin
etkiler bırakırdı. Kısa süren ama verimli geçen sohbetlerimizde
Hermite doğrudan bana şöyle sözler sarf ederdi: 'Her kim ki Tan­
rı'nın yolundan ayrılır o büyük başarısızlıklara uğrar.' Bunlar son
derece dindar birinin sözleriydi. Yine de benim gibi bir ateist onun
ne demek istediğini, özellikle başka zamanlarda söylediği 'Mate­
matikteki rolümüz efendilik değil uşaklıktır' şeklindeki sözleriyle
çok daha iyi anlıyordu. "
Aile yaşantısı bir yandan Hermite'in, Fransız matematik dün­
yasında giderek daha merkezileşen konumunu yansıtıyordu.
Hermite'in karısı matematikçi Joseph Bertrand'ın kardeşiyken bir
kızı da Emile Picard'la evlendi. Ecole Polytechnique'te geçirdiği
dönem boyunca Hermite zamanının çoğunu farklı düzeyden öğ­
rencilerle çalışarak geçiriyordu. Weierstrass'ın aksine sezgiye bü­
yük önem veriyor, temel bilgilerin öğretilmesinde her şeyin eksiksiz
olmasına çalışmanın gereksiz olduğuna inanıyordu.
CHARLES HERMITE 249

Hermite araştırma alanında, usta olduğu analiz aracılığıyla


aşılması güç engelleri geçmesini bilmişti. Örneğin ikinci dereceden
genel denklemlerin çözümü eski zamanlardan beri bilinmekteydi.
Üçüncü ve dördüncü dereceden denklemlerin çözümü benzer şekil­
de İtalyan Rönesansı zamanında oluşturulmuştu. Galois'nın beşin­
ci dereceden genel denklemlerin basit cebirsel yöntemlerle çözüle­
meyeceğini göstermesiyle bu mesele sona ermiş gibi görünüyordu.
Ancak Hermite, eliptik modüler fonksiyonların kullanılması halin­
de bu denklemlerin çözülebileceğini göstermişti.
Hermite'in adının bu kadar duyulmasını belki de elde ettiği tek
bir sonuç sağlamıştı. Hermite, doğal logaritma tabanı "e" sayısının
aşkın bir sayı, yani rasyonel katsayılı hiçbir cebirsel denklemin kökü
olmadığını ispat etmişti. Aşkın sayılar üzerine çalışan Liouville bu
sayıların varlığını ortaya koymuş olsa da kendiliğinden ortaya çı­
kan sabitlerin bu tip sayılar olduklarını ilk kez Hermite göstermişti.
Aslında :rt sayısının da aşkın sayı olduğunu Hermite'in "e" için kul­
landığı yöntemi kısa bir süre sonra uyarlayan adı çok duyulmamış
bir matematikçi Carl Louis Ferdinand von Lindemann göstermişti.
Bu olay Hermite'in düşüncelerinin başkaları tarafından geliştirilme­
sinin tek örneğiydi.
Hermite ülke içi ve dışında çok sayıda akademik ödülle onur­
landırıldı. Yetmişinci yaş gününde tüm Avrupa'dan gördüğü aşırı
övgü onun yalnızca deneyimli bir matematik adamı oluşundan de­
ğil o zamanların önemli matematikçileriyle sürdürdüğü geniş kap­
samlı yazışmalardan da ileri geliyordu.
Hermite araştırma konusunda geniş ilgi alanlarına sahipti. Ge­
ometriciden ziyade cebirci ve analizciydi. Yine de Minkowski'nin
sayılar geometrisinden büyük keyif alıyordu. Bununla birlikte dü­
zenli yazıştığı kişilerden İngiliz matematikçi Sylvester gibi o da on
dokuzuncu yüzyılda Almanya'da gelişen engin düşünceleri tam
anlamıyla sindirememişti. Hermite 14 Ocak 1901'de yetmiş sekiz
yaşında yaşamını yitirdi.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındaki önemli Fransız mate­
matikçilerin pek çoğu Hermite'in öğrencisiydi. Bu kişiler arasında
Appell, Borel, Darboux, Hadamard, Jordan, Painleve, Picard ve
250 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Poincare vardır. Borel, Hadamard ve Poincare'nin yaşam öyküle­


rine geri döneceğiz. Diğerlerine metinlerde değinilecek olmasına
karşın dünyanın diğer yerlerinden gelen büyük matematikçilere
de yer açabilmek için burada tümünün yaşam öykülerine yer ver­
mek mümkün değil.
Leopold Kronecker (1823-1891)

uradaki yaşam öyküleri kahramanlarının çoğu kendi geçim­


B lerini öğretmenlik yaparak ya da iş hayatında yer alarak sağ­
lamak zorunda olan insanlardı ve gençlik yılları hiç de kolay geç­
memişti. Oysa kitaptaki matematikçilerin birkaçı varlıklı ailelerin
çocuklarıydı, iyi eğitim almışlardı ve hayatlarını sürdürmek için
çalışmak zorunda değillerdi. Matematiksel araştırma, hayatların­
da bir hedef olmasını sağlarken bir yandan da rekabet etmeleri için
hiçbir maddi gereksinimleri olmamasına karşın yine de bu rekabe­
tin içinde yer aldılar. Kronecker bunun en uç örneklerinden biriydi.
Leopold Kronecker 7 Aralık 1 823'te şimdi Polonya sınırları
içindeki, o zamanlar Prusya'nın Silezya bölgesinin önemli kenti
252 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Liegnitz'de dünyaya geldi. Babası Isidore başarılı bir işadamı, an­


nesi Johanna (kızlık soyadı Prausnitzer) ise aileden varlıklı biriydi.
Isidore ve Johanna bariz yeteneklere sahip oğullarının eğitimine
büyük özen göstermişti. Bölge gym nas ium 'undaki matematik öğ­
retmeni, ileride yalnızca araştırmalarıyla değil öğretmenliğiyle de
ünlü olacak genç Kummer'di. Küçük Kronecker matematik konu­
sunda iyi olsa da tüm yaşamı boyunca olacağı gibi felsefe, tarih
ve klasikler gibi başka konularla da ilgileniyordu. Başarılı bir jim­
nastikçi ve usta bir yüzücüydü, daha sonra ilk dağcılık heveslile­
rinden biri olacaktı. Müzik dersleri alarak başarılı bir piyanist ve
vokalist oldu.
Genç Kronecker 1 841 'de, Dirichlet'in mesleğinin zirvesinde ol­
duğu Universitat Berlin'de öğrenci oldu. Eisenstein ve Jacobi de bö­
lümün öğretim kadrosunda yer alıyordu. O zamanlar Alman üni­
versitelerindeki öğrenciler bir ya da iki öğretim dönemini başka bir
yerde geçirmeleri konusunda teşvik edilirlerdi. Kronecker de bir dö­
nemi Kummer'in geçiş yaptığı Breslau'daki üniversitede ve diğerini
de bir Burschenschaft (öğrenci birliği) kurduğu Bonn'da geçirdi.
Kronecker yirmi iki yaşında birin kompleks kökleri üzerine yaptığı
tezle Berlin'den doktorasını aldı. Daha sonra en yakın dostlarından
biri olacak Dirichlet raporunda Kronecker'in fevkalade bir anlayış,
büyük bir gayret ve matematiğin mevcut durumuna ilişkin tam bir
bilgi ortaya koyduğunu yazmıştı. Dirichlet Kronecker'i Berlin'in
önemli kişileriyle de tanıştırmıştı. Bu kişiler arasında kayınbiraderi
besteci Felix Mendelssohn ve bilimci Alexander von Humboldt da
yer alıyordu.
Kronecker'in dayısı bir yandan bankacılık işinde çalışan bir
yandan da çok geniş çiftlik işletmelerini elinde bulunduran varlık­
lı biriydi. Dayısı öldüğünde tüm malvarlığının yönetimi yeğenine
kalmıştı. Derecesini henüz yeni almış olan genç adam bankacılık
işini canlandırmak ve arazilerle ilgilenmek için Silezya'ya döndü
ve bu işlerde de gayet başarılı oldu. Eski öğretmeni Kummer'le
sürdürdüğü hararetli yazışmalardan da anlaşılabileceği gibi se­
kiz yıl süren bu dönem boyunca bir yandan da matematiği dü­
şünüyordu. Berlin'den ayrılmasının üstünden geçen on dört yılın
LEOPOLD KRONECKER 253

ardından nihayet araştırmalarını yayımlamaya başladığında onu


çok az kişi anlayabilmişti. İki yıl sonra Kronecker işlerle tüm il­
gisini keserek Berlin'e döndü. Kronecker, bundan yedi yıl önce
müteveffa dayısının kızı Fanny Prausnitzer'le evlenmişti. Çiftin
altı çocukları oldu. Kronecker'ler içinde bulundukları büyük zen­
ginliğin keyfini sürüyor, Berlin elitlerinin arasına karışıyor ve bol
bol seyahat ediyorlardı.
Bu arada Kummer üniversitede Dirichlet'in görevini devralmış,
üniversite ekibine Weierstrass da dahil olmuştu. Kronecker, bazı
yabancı matematikçileri üyeliğine seçilmiş olduğu Preussischen
Akademie der Wissenschaften üyeliğine aday göstermişti. Bu isim­
ler arasında Büyük Britanya'dan Smith ve Sylvester, İtalya'dan
Beltrami, Betti, Brioschi, Casorati ve Cremona vardı. Kronecker de
1 8 68'de Academie Royale des Sciences ve 1 884'te Royal Society of
London'a üye seçilmişti. Almanya dışına görevlendirmelerle ilgili
sık sık görüşlerine başvuruluyor ve görüşlerinin çok etkisi oluyor­
du. Akademi üyesi olarak üniversitede ders verip vermemek kendi
tercihine kalmış olsa da Kronecker Kummer'in teşvikiyle üniversi­
tede profesörmüş gibi düzenli dersler veriyordu.
Riemann 1 866'da yaşamını yitirdiğinde Göttingen'deki kürsü­
sü Kronecker' e teklif edilmişti. Kronecker akademi üyesi olarak
Berlin'de sahip olduğu özgürlüğü kaybetmek istemediğinden bu
teklifi geri çevirdi. Kronecker Universitat Berlin'de ancak 1 863'te
Kummer emekliye ayrılmaya karar verdiğinde onun yerine pro­
fesörlüğe getirildi. Karısının 1 89 1 'deki ölümüyle dağılan Leopold
Kronecker de onun ardından aynı yılın 29 Aralık günü, altmış do­
kuzuncu yaş gününden kısa bir süre sonra yaşamını yitirdi. Yaşa­
mının son yıllarında resmi olarak Hıristiyanlığa geçmişti.
Kronecker'in matematik felsefesine ilişkin tartışmalara neden
olan keskin görüşleri vardı. Ne yazık ki bu görüşlerine ilişkin az sa­
yıda yayın yapmış olduğundan bildiklerimizin büyük çoğunluğunu
onun görüşlerine şiddetle karşı çıkanların yazdıkları oluşturuyor.
Kronecker'in görüşleri alışılmışın dışında ve hatta genel kabul gör­
müş inanışlara terstir. Çoğunlukla saptırılmışlardır. Kronecker'in
sayılar kuramı ders notlarının, takipçisi Hensel tarafından yazılan
254 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

önsözünden alınan şu pasaj onun görüşlerine ilişkin makul bir fikir


verecektir:

Kronecker'in sayılar kuramı ve cebire yaklaşımını neredeyse diğer her­


kesten ayıran katı göreneği , genel aritmetiğin tanım ve kavramlarını bilinç­
li olarak empoze etmesine dikkat çekmek isterim. Kronecker, matematiğin
bu alanlarında herhangi bir tanımın verilen herhangi bir niceliğe uygulanıp
uygulanamayacağını sınırlı sayıda basamakta test edebilecek biçimde dü­
zenlenebilmesi ve hatta düzenlenmesi gerektiğine inanırdı. Aynı şekilde bir
niceliğin mevcudiyetinin ispatı ancak mevcudiyeti kanıtlanacak olan niceli­
ğin gerçekten bulunabileceği bir yönteme sahip olması durumunda eksiksiz
olarak kabul edilebilirdi. Kronecker bu aşırı talebi karşılamayan tanı m ya da
ispatı bütünüyle saf dışı bırakma arzusunda da değildi ama bu tür durumlar­
da bir şeylerin eksik olduğunu düşünüyor, temel bir noktaya ilişkin bilgimizi
genişletebilecek bu kusurun ortadan kaldırılmasını önemli bir sorun olarak
görüyordu . Ayrıca bu anlamda eksiksiz olan bir formülasyonun, bu şartları
sağlamayan bir diğerine kıyasla daha basit bir forma sahip olacağını düşü­
nüp derslerinde de pek çok durumda bu durumu bol bol gösteriyordu.

Şu sözlerin Kronecker'e ait olduğu söylenir: "Tanrı yalnızca tam


sayıları yarattı, geri kalan her şey insanların ürünüdür. " Yine de
Kronecker'in tam olarak nerede durduğu konusunda kafa karışık­
lığı vardır. "Kronecker esas olarak, sonraki yıllarda tüm matema­
tik çalışmalarında kati bir zihinsel norma yükselttiği aritmetik ve
cebir üzerine çalışmıştı. Felsefi gerekçelerle yalnızca tam sayıları ya
da en iyi olasılıkla rasyonel sayıların varlığını kabul edip irrasyonel
sayıları tamamıyla kafasından atmak isteyen Kronecker'le birlik­
te matematikte Weierstrass'çı fonksiyon kuramını yetersiz bulan
yeni bir doğrultu ortaya çıktı," diyen Klein, Kronecker'in püriz­
minden özellikle memnuniyetsizdi. Klein, daha sonra on dokuzun­
cu yüzyılda matematiğin gelişimiyle ilgili kaleme aldığı raporunda
Kronecker'e ilişkin daha olumlu bir değerlendirme yapacaktı:

İ şte o Kronecker, yaşamının son dönemlerinde dahi gençlere özgü bir tut­
kuyla bilimimize yeni düşünceler sunabiliyor ve böylece Berlin'in matematik­
sel araştırmaların merkezi olarak sahip olduğu eski şöhretini yeni bir biçime
LEOPOLO KRONECKER 255

sokuyordu. Bu, insanın hiç tereddüt etmeden saygı duyacağı bir başarıdır.
Benim tek eleştirim felsefi açıdan Kronecker'in kendisine uzak olan çeşitli
bilimsel yönelimlere karşı sürdürdüğü mücadelenin tek taraflılığına yöneliktir.
Muhtemelen bu tek taraflılık Kronecker'in mizacından ziyade özgün yetenek­
lerinde daha temelsizdir. Gösterebildiği tüm beceri ve azimle Alman matema­
tiğinin mümkünse tümü üzerinde koşulsuz bir hakimiyet kurmak giderek daha
fazla peşinden koştuğu bir hedef haline gelmişti.

Kronecker özellikle meslektaşı Weierstrass'ın yaptığı matema­


tik tarzını eleştiriyordu. İkilinin arasındaki bu anlaşmazlık kişisel
ilişkileri üzerinde de talihsiz sonuçlar doğurdu. Birlikte çalıştık­
ları ilk yıllarda yakın arkadaşlarken daha sonra birbirlerine düş­
man olacak kadar yabancılaştılar. Sonya Kovalevskaya 1 8 85'te
Mittag-Leffler'e şöyle yazmıştı: " Enestrom, Berlin'de ziyaret et­
tiği Kronecker'in fonksiyon kuramına hayli eleştirel baktığını,
Cantor'dan da pek hoşlanmadığını belirtmişti. Weierstrass, bizim
yarışmamıza hakem olarak çağırılmadığından Kronecker'in üzgün
göründüğünü de yazmıştı. Bunun hakkında hiç konuşmaması çok
kızgın olduğunun bir işareti. " Bahsi geçen yarışma İsveç Kralı II.
Oskar'ın himayesinde 2 1 Ocak 1 889'da altmışıncı yaş günü şerefine
düzenlenen ödüllü, uluslararası bir yarışmaydı. Yarışmanın hakem­
leri Hermite, Weierstrass ve Mittag-Leffler'di. Kronecker kendisinin
de hakemlerden biri olması gerektiğini düşünüyordu. Yarışmanın
ayrıntılarını düzenleyicisi Mittag-Leffler'in sonraki bölümdeki ya­
şam öyküsüne saklıyoruz.
Ömrünün son dönemlerinde yaşadığı çekişmelerin Kronecker'in
araştırma alanındaki başarılarını gölgelediğini söylemek doğru ol­
maz. Bu başarıları, rasyonellerin Abel genişletmeleri olduğu kolay­
ca görülebilen siklotomik cisimlerin alt cisimlerinin aslında böy­
lesi tüm genişletmeleri içerdiğini gösteren 1 853 tarihli makaleyle
başlar. Bu, cebirsel sayılar kuramında şimdiye dek pek çok kanıtı
sunulmuş temel bir sonuçtur. Kronecker'in kendisinin bir ispata
kavuşup kavuşmadığı belirsizdir. Belki Kronecker de Gauss gibi bir
sonucun keşfedilmesi ile bu sonucun kurallı bir kanıtının yapılması
arasında bir fark gözetiyordu.
256 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Çok daha sonra 1 880'de " meinen liebsten Jugendtraum"


(gençliğimin sevgili düşü) dediği şeyle ilgili Dedekind'e yazmıştı.
Kronecker, Abel ve Jacobi'nin de üzerinde çalıştığı eliptik fonksi­
yonların kompleks çarpımı problemiyle ilgilenmişti. Bu problem,
verili bir f eliptik fonksiyonu için f (wz)'yi iki yönde de periyodik
f (z) fonksiyonu ile aynı periyotlara sahip ve iki yönde de periyo­
dik yapacak biçimde bir w kompleks sayısı bulma problemiydi.
Kronecker, çembersel fonksiyonların rasyonel cisimlere yaptığını
yani tüm Abel genişletmelerini üretmesini, kompleks çarpımı olan
eliptik fonksiyonların sanal kompleks sayı cisimlerine yapacağı
sanısını ortaya atmıştı. Kronecker bununla ilişkili olabilecek elip­
tik fonksiyonlar üzerine bir dizi makale yayımlamış olsa da ölüm,
Jugendtraum teoreminin kanıtına ulaşmasına izin vermedi. Yine
de teorem doğru bir şey söylüyordu ve daha sonra göreceğimiz gibi
Japon matematikçi Takagi, Birinci Dünya Savaşı dönemi civarında
teoremi ispatladı.
Weierstrass şöyle yazmıştı: "Kronecker Kummer'den fark­
lı biri. Yeni olan her şeyden çok çabuk haberdar oluyor. Düşün­
celeri kolayca kapabilmesi bunu yapabilmesini sağlıyor. Yine de
bu işi konunun içine tamamıyla dalacak bir biçimde yapmıyor.
Kendi incelemelerine gösterdiği ilginin aynısını aşina olmadı­
ğı bir çalışmanın içine girerken gösterme becerisine sahip değil. "
Frobenius' a göre Kronecker, peşinden gittiği alanlardaki büyük mate­
matikçilerin dengi değildi: "Kronecker'in düzeyi analizde Cauchy ve
Jacobi'nin, fonksiyon kuramında Riemann ve Weierstrass'ın, arit­
metikte Kummer ve Dirichlet'in ve cebirde de Galois'nın altında
kalıyordu. " Böyle olsa da Kronecker'in on dokuzuncu yüzyılın en
özgün matematikçileri arasında sağlam bir yeri var gibi görünüyor.
Belki de haddinden fazla dogmatik görüşleri değerinin yeterince an­
laşılamamasına neden oldu. Oluşturmacılık (konstrüktivizm) bay­
rağını daha sonra göreceğimiz gibi Brouwer devraldı. Hayatımıza
bilgisayarların girmesiyle Kronecker'in peşinden tutkuyla gittiği so­
rulara yönelik yeniden bir ilgi doğdu.
Bernhard Riemann (1826-1866)

n dokuzuncu yüzyılın seçkin matematikçileri arasında


O Bernhard Riemann'ın özel bir yeri vardır. Yalnızca on beş
yıl süren etkinlik döneminde matematiğin hemen her alanına çok
büyük katkıları olmuştur. İntegral kuramı, kompleks değişkenli
fonksiyonlar kuramı, geometri, varyasyonlar analizi, elektrik ku­
ramı ve bunlar gibi pek çok konuda çalışmalar yapmıştır. Yine de
Riemann'ın çalışmalarını değerli yapan yalnızca başardıkları değil
olağanüstü verimli düşüncelerinin matematiğin yanı sıra mekanik,
fizik ve bir bütün olarak doğa bilimlerinde çok sayıda gelişmeye
yol açmış olmasıdır.
Riemann'ın sağlığı çocukluk döneminde de iyi değildi ve aslın­
da yakın aile çevresinin tümü hastalıklar ve erken ölümlerle bo-
258 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ğuşuyordu. Annesi, Riemann henüz yirmi yaşındayken yaşamını


yitirirken bir erkek ve üç kız kardeşi de annelerinin ölümünün he­
men sonrasında yaşama veda etmişlerdi. Ölüm sebeplerinin verem
olduğu neredeyse kesin gibi. Hastalığa neden olan basilin keşfine
dek veremin Kuzey Avrupa'da kalıtsal bir hastalık olduğu düşü­
nülüyordu. Oysa biraz güneyde veremin enfeksiyonla bulaşan bir
hastalık olduğu biliniyordu.
Breselenz köyü Hannover Krallığı'nın sapa bir bölgesin­
de, Dannenberg kenti yakınlarında yer alır. Tam adıyla Georg
Friedrich Bernhard Riemann burada 1 7 Eylül 1 826'da dünya­
ya geldi. Babası Friedrich Bernhard Riemann 1 8 12-14 arasında
Napolfon dönemi savaşlarında teğmen olarak hizmet etmiş
Lutherci bir vaizdi. Baba Riemann, Hamburg kuşatmasında adı
ön plana çıkmış Avusturyalı general Kont Ludwig Wallmoden'in
ordusunda yer almıştı. Friedrich Riemann, mahkeme üyesinin
kızı Charlotte Ebell'le evlendiğinde orta yaşlı biriydi. 1 833 'te aile
Breselenz'den yakınlardaki Quickborn köyüne taşınarak Friedrich
Bernhard'ın 1 855'teki ölümüne dek burada kaldı. Ailesine çok bağlı
olan geleceğin matematikçisi Bernhard aile bireyleriyle yakın ilişki­
sini ömrünün sonuna dek sürdürdü. Sıkılgan ve çekingen Bernhard
kendini yalnızca ailesiyle birlikteyken rahat hissediyordu.
Bernhard'ın beş yaşındayken ilgisini en çok çeken şey tarihti
(hatırlanacağı gibi çocukluk dönemlerinde Gauss filolojiye, Jacobi
ise eski dillere ilgi duyuyordu). Çok geçmeden ailede küçük çocu­
ğun hesap yapma konusundaki çarpıcı yeteneği fark edildi. Altı
yaşında babasının verdiği eğitim sayesinde aritmetik problemlerini
çözüyordu. On dört yaşında Hannover'deki gymnasium'un son
sınıfına başlaması onu çok mutsuz etmişti ki iki yıl sonra daha
yakınlardaki Luneburg gymanasium'una geçti. On dokuz yaşına
dek eğitimini burada sürdürdü. Legendre'ın sayılar kuramı üzerine
incelemesinin de yer aldığı okul müdürünün kişisel kütüphanesi­
ni kendisinden aldığı izinle kullanabiliyordu. Genç Riemann bu
900 sayfalık eseri altı günde bir çırpıda okumuştu. Sonraki yıllar­
da Riemann'ın sayılar kuramına yaptığı katkılarda bu eserin etkisi
aşikardı.
BERNHARD RIEMANN 259

1 846'da Riemann babasının isteği doğrultusunda Georg­


August'ta ilahiyat fakültesine kaydoldu. Riemann'ın matemati­
ğe olan ilgisi öylesine güçlüydü ki babasından bu ilgisine uygun
felsefe bölümüne geçmek için izin istedi. O zamanlar Gauss hala
Göttingen'deydi ama Riemann'ın Gauss'la çok sonra gerçekleşen
tanışmalarına dek bir ilişkileri olmamış gibi görünüyor.
Riemann, Georg-August'ta geçirdiği bir yılın ardından Dirichlet,
Eisenstein, Jacobi ve Steiner'ın profesörlük görevlerini sürdürdüğü
Berlin'e geçti. İçlerinde Riemann'a en yakın davranan Eisenstein olsa
da Riemann en çok Dirichlet'in derslerinden etkilenmişti. Riemann
iki yıl sonra Göttingen'e dönerek Gauss'un öğrencilerinden Weber'in
verdiği elektrodinamik dersine katıldı. Riemann bir buçuk yıl kadar
Weber'in laboratuvarında asistanlık yaparken fiziğe karşı ilgisi de şe­
killenmeye başlamıştı. 1 850'de matematiksel fizik ve ilgili konular
üzerine Riemann'ın da katıldığı bir seminer düzenlenmişti. Seminere
katılan diğer bir kişi ise daha sonra topoloji üzerine iki monogra­
fi yayımlayacak Listing'di. Topoloji, Leibniz tarafından kullanılan
analysis situs terimine Listing'in bulduğu karşılıktı.
Kasım 1 85 1 'in sonlarında Riemann "Grundlagen für eine all­
gemeine theorie der funktionen einer veranderlichen complexe
grösse" (Kompleks Değişkenli Fonksiyonların Genel Kuramının
Temelleri) başlıklı doktora tezini sundu. Tez, analitik fonksiyon­
ların geometrik özelliklerinin araştırılmasına adanmıştı. Riemann
Gauss'un bıraktığı yerden, aynı geometrik yaklaşımı kullanarak
devam etmişti. Riemann'ın Cauchy'nin çalışmalarından haberdar
olup olmadığı belirsiz olsa da kuramı bu çalışmalarının çok ötesine
geçmişti. Üstüne üstlük tüm sonuçlar bugün bizim Riemann yüzey­
leri kuramı ya da cebirsel eğriler olarak bildiğimiz büyük resmin
bir parçası olarak ortaya çıkmaktadır. Trigonometrik fonksiyon­
ların diğer bir deyişle çembersel fonksiyonların bir çember üzerin­
de tanımlanmış reel değerli fonksiyonlar olarak düşünülebileceği
gibi eliptik fonksiyonlar da bir simit (torus) üzerinde tanımlanmış
kompleks değerli fonksiyonlar olarak kabul edilebilir. Riemann'ın
tezi modern holomorfik fonksiyonlar kuramının özünü barındırır­
ken sistematik topoloji çalışmalarını başlatmış, cebirsel geometride
260 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

devrim yaratmış ve Riemann'ın diferansiyel geometri yaklaşımının


yolunu açmıştır. Genç insanlara karşı genellikle soğuk ve eleştirel
yaklaşan Gauss bile tezin "yazarın sıra dışı bağımsızlığını açığa
çıkaran, bir doktora tezi için ortaya konan şartları fazlasıyla karşı­
layan" bir çalışma olduğunu belirten övgü dolu bir değerlendirme
yazısı kaleme almıştı. Riemann'ın öne sürdüğü pek çok düşünceyi
Gauss'un zaten biliyor olması ve her zamanki gibi bunları kendine
saklamış olması kuvvetle muhtemeldir.
Matematiğin çeşitli alanlarında iki yıl süren yoğun çalışmala­
rın ardından Riemann Habilitationsschrift'ini Aralık 1 853'te sun­
du. Ancak ölümünden sonra yayımlanan bu çalışmanın başlığı
"Bir fonksiyonun trigonometrik serilerle gösterilebilirliği üstüne"
şeklindeydi. Konu üzerindeki çalışmaların kaynaklarıyla veril­
diği uzun bir girişe sahip çalışma ustaca hazırlanmış bir eserdi.
Riemann integrali olarak bildiğimiz integral çeşidini de bu çalış­
masında ortaya koymuştu. Habilitasyon sürecinin ikinci aşaması
" deneme dersi" için ise Riemann üç konu başlığı önermişti. Bu
konuların ikisi zaten hazırlığını yapmış olduğu elektrik kuramı
üzerineydi ama Riemann bu iki konunun da seçilmemesi üzerine
şaşkınlığa uğradı. Bunların yerine Gauss'un tavsiyesiyle geomet­
rinin temelini oluşturan varsayımlara ilişkin üçüncü konu başlığı
seçilmişti. Riemann babasına şöyle yazmıştı:

Bu konu üzerine hazırlık yapmam gerektiğinden şimdi yine ne yapacağı­


mı bilemez durumdayım. Şimdiye dek elektrik, manyetizma, ışık ve yerçekimi
arasındaki bağlantıya ilişkin incelemelerime devam etmiştim ve bu konuda
öylesine bir ilerleme kaydettim ki hiçbir tereddüt yaşamadan bunu yayımla­
yabilirim. Gauss'un da yıllardır bu konu üzerinde çalıştığı ve bundan da dost­
larına (başta Weber olmak üzere) bahsettiğinden giderek daha fazla emin
olmaya başladım. Belki de küstahça gelecek ama sana büyük bir güvenle
şunu söylemek isterim. Umarım her şey için çok geç değildir ve yine umarım
ileride bağımsız bir araştırmacı olarak tanınırım.

Deneme dersi yapıldıktan sonra Riemann babasına yeniden


yazar:
BERNHARD RIEMANN 261

Tüm fizik yasalarının tekliğine ilişkin incelememe öylesine gömülmüştüm


ki deneme dersinin konusu bana söylendiğinde kendimi araştırmalarımdan
ayıramadım. Daha sonra kısmen bu konu üzerinde kara kara düşünmekten
kısmense bu kötü havalarda sürekli içeride olmaktan hastalandı m . Eski so­
runum büyük bir inatçılıkla tekrarlayınca işimin başına geçemedim. Havalar
biraz düzelip ben insanların arasına biraz daha karışarak kendimi daha iyi
hissetmeye başladığımda hastalığımın üzerinden tam yedi hafta geçmişti.
Yaz için bahçeli bir ev kiraladığımdan sağlığım beni pek de rahatsız etme­
di. Bırakamadığım bir problemi paskalyadan iki hafta sonra tamamlayarak
yeniden deneme dersi üzerinde çalışmaya başladım. Çalışmam ancak ham­
sin yortusunda' sona erdi. Dersim için hemen bir tarih ayarlama konusunda
yaşadığım sıkıntılar nedeniyle neredeyse bunu halledemeden Quickborn'a
dönmem gerekecekti. Doktorlar ağır hasta olan Gauss'un ölüm döşeğinde
olduğunu söylüyorlardı . Beni sınava alamayacak kadar güçsüz olan Gauss
iyileşme umuduyla ve zaten sonbahara dek ders de veremeyeceğimden ben­
den ağustosa kadar beklememi istedi . Daha sonra da hamsin yortusundan
sonraki cuma günü dersi ertesi gün saat on bir buçuğa koymaya karar verdi.
Cumartesi günü büyük bir mutlulukla her şeyi geride bırakmıştım.

Dersi takip edenler arasında yalnızca Gauss, Riemann'ın düşün­


ce tarzının derinliğini takdir edebilirdi. Ders, tüm beklentilerini aşa­
rak Gauss'u büyük bir şaşkınlığa sevk etmişti. Daha sonra Gauss
dersten büyük bir övgü ve eşine az rastlanır bir coşkuyla bahsetmiş­
ti. Ders matematiksel olduğu kadar felsefiydi de. Riemann, fiziksel
uzaya ilişkin kesin olarak ne bilebileceğimiz sorusunu ortaya atmış­
tı. Fiziksel uzayda geçerli olan belirli aksiyomları deneyim sonucu
belirlemeden önce uzay deneyiminde hangi koşullar ve gerçekler
kabul edilmiştir? Riemann, Eukleides aksiyomlarının aşikar doğ­
rular değil ampirik olduklarını iddia etmekteydi. Riemann, açık bir
şekilde bilinmeyen doğruları algılarımıza dayanarak kabul etmenin
bizi yanlış yönlendirebileceği gerekçesiyle analitik yaklaşımı benim­
semişti. Böylece uzaya ilişkin analize dayanan kesinlikle a priori
olandan yola çıkarak gerekli sonuçlara ulaşabilirdik. Bu durumda
uzayın bunun dışında kalan tüm özellikleri ampirik olacaktır.

*
Paskalya yortusundan sonraki yedinci pazar. ( ç.n.)
262 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Böylece Riemann nihayet resmen ders vermeye başlayabilirdi.


Kısmi diferansiyel denklemler üzerine verdiği ilk derse yalnızca
sekiz öğrenci katılmış olsa da ilk başlardaki çekingenliğinden gi­
derek kurtularak aralarında Dedekind'in de bulunduğu dinleyici­
leriyle bir yakınlık sağladı. Babasına şöyle yazmıştı: "Artık düzenli
olarak derslere giriyorum. İlk baştaki çekingenliğim ve zorlanmam
yavaş yavaş azaldıkça kendimi düşünmektense dinleyicilerimi
düşünmeye başladım. Yüzlerindeki ifadeden konuya devam edip
daha fazla şey anlatıp anlatmamam gerektiğini anlayabiliyorum. "
Oysa Dedekind, Riemann'ın ders verme şeklinin ilerleme kaydet­
mediğini düşünüyordu. Riemann tüm yaşamı boyunca insanlarla
ilişkiye geçme konusunda güçlük çekmişti.
Riemann'ın bilinebildiği kadarıyla elde ettiği bilimsel başarılar
meslektaşlarınca hayli temkinli karşılanıyordu. Gauss'un 1 855'teki
ölümünün ardından yerini Berlin'den gelen Dirichlet'in alması şa­
şırtıcı değildi. Riemann Dirichlet'e büyük bir hayranlık duyuyor­
du. Riemann ve Dirichlet'in düşünce şekillerinin yanı sıra bilimsel
merakları da birbirine yakındı. Klein, matematiğin on dokuzuncu
yüzyıldaki gelişimini aktardığı raporunda bu durumu şöyle orta­
ya koyuyordu: "Riemann Dirichlet'e benzer düşünce yapısından
kaynaklanan içten bir yakınlıkla bağlıydı. Dirichlet her şeyi sezgi­
sel bir altyapıyla açıklamaya bayılırdı. Bunun yanı sıra temel so­
rulara güçlü, mantıksal analizler sunarak uzun hesaplamalardan
mümkün olduğunca kaçınırdı. Hoşuna giden bu tarzı benimseyen
Riemann çalışmalarında da Dirchlet'in yöntemlerini kullanırdı. "
Dirichlet ayrıca Riemann'a bir miktar para ve gözlemevinde kira
vermeden oturacağı küçük bir ev sağlayan küçük bir işin ayarlan­
ması gibi günlük konularda da yardımcı oluyordu.
Bu zorlu yıllarda Riemann mesleki destekten fazlasına gereksi­
nim duyuyordu. Ailesiyle ilgili bazı talihsizlikler yaşadı. Babasının
1 855'teki ölümünün hemen ardından kız kardeşi Clara da yaşamı­
nı yitirdi. Hayatta kalan üç kız kardeşi Bremen'deki erkek kardeş­
lerinin yanına taşınınca Riemann'ın Quickborn'da sığınabileceği
bir ev kalmamıştı. Aşırı çalışmanın getirdiği sinir bozukluğunun
üzerine eklenen tüm bu gelişmeler Riemann'ı depresyona sokmuş-
BERNHARD R I EMANN 263

tu. Dinlenmek için yakınlardaki Harı dağlarına giden Riemann'ı


izleyen Dedekind kız kardeşine şöyle yazmıştı: "İnsan Riemann
gibi mükemmel ve bilimsel açıdan önemli birisini şu an içinde
bulunduğu son derece mutsuz durumdan kurtarmak için niyetini
açıkça belli etmeden elinden ne geliyorsa yapmalı. İyiliği için bir
şeyler yapmak zaten her zaman güç olmuştur. Ona yardım edebil­
menin tek yoluysa kişinin yaptıklarını onun için olduğu kadar ken­
disi için de yaptığına ikna edebilmek. Riemann başkalarına sıkıntı
vermekten hiç hoşlanmaz. Sırf hiç kimsenin ona katlanamadığını
düşündüğünden buradayken en tuhaf şeyleri yaptı. .. "

Yeni talihsizlikler kapıdaydı. Önce erkek kardeşi öldü. Onunla


Bremen'de yaşayan üç kız kardeşi de bu nedenle Göttingen'e gel­
di. Neyse ki Riemann en sonunda doçentliğe atanmıştı ama üç
kardeşe bakmak kısıtlı imkanlara sahip Riemann'a ağır bir mali
yük getirmişti. Çok geçmeden kardeşlerinden birini daha kaybet­
ti. On sekiz ay sonra Dirichlet'in ölümü Riemann için bir darbe
daha olmuştu. Yine de Riemann artık hak ettiği saygıyı görmeye
başlamıştı. 1 859'da Georg-August'ta Dirichlet'ten boşalan pro­
fesörlüğe getirildi. Preussischen Akademie der Wissenschaften'in
muhabir üyeliğine seçilmesi sonrasında bu unvanı almak üzere
Prusya başkentine gittiğinde burada Dedekind'in yanında kaldı.
Riemann, üçlü* tarafından çok sıcak bir şekilde karşılanmıştı. Er­
tesi yıl baharda bir aylığına Paris'e gittiğinde de Hermite ve di­
ğer matematikçilerce hayli sıcak karşılanmıştı. Riemann ayrıca,
Academie Royale des Sciences ve Royal Society of London'ın aka­
demik ödüllerine de layık görüldü.
Artık tam zamanlı bir profesör olan Riemann evlilik masrafla­
rını karşılayabilecek durumdaydı. Gelin adayı, kız kardeşlerinin
Mecklenberg-Schwerin'li bir arkadaşları Elise Koch'tu. Temmuz
1 862' de gerçekleşen evlilik Riemann'ın kalan son birkaç yılına
neşe saçmıştı. Çok kısa bir süre sonra Riemann'da veremin vücu­
dunda yerleştiğinin ilk belirtisi, zatülcenp görüldü. Bir süre sonra
Dedekind "Derslerini büyük bir güçlükle veriyor. Yorgunluğu ve

,_
Kummer, Weierstrass ve Kronecker. (ç.n.)
264 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

bitkinliği açıkça görülüyor. Düşünceleri sık sık onu yanıltıp en ba­


sit şeyleri bile açıklayamaz hale getiriyor," diye yazacaktı.
Riemann yaşamının son yıllarının neredeyse tamamında karısı
Elise'yle birlikte İtalya' da yaşadı. İtalya'ya gidişlerindeki esas neden
sağlık sorunları olsa da Riemann'ın sanat ve eski eserlere duyduğu
ilgi de bunda etkiliydi. 1 862-63 kışını Sicilya' da tarihi alanları do­
laşarak geçiren Riemann'lar Almanya'ya dönüş yolunda Palermo,
Napoli, Roma, Livorno, Pisa, Floransa ve Milan'da vakit geçirdi­
ler. Riemann İtalyan matematikçiler Betti, Brioschi ve Casorati'yi
1858'de Göttingen'e yapmış oldukları ziyaretten dolayı zaten ta­
nıyordu. Pisa' da kendisine önerilen görevi ders veremeyecek kadar
bitkin olduğunda bu görevi dostlarına yükleyemeyeceğini düşü­
nerek reddetti. Yine de Betti'nin daha sonra Betti sayıları olarak
bilinecek sayısal değişmezleri ortaya koyduğu önemli ama özgün
olmayan makalelerinde Riemann'ın etkisi görülebilir. Birliğini yeni
sağlamış olan İtalya'da Riemann bir otorite olarak büyük bir saygı
görüyor ve hiç şüphesiz matematiğin bu ülkedeki gelişiminde do­
laylı da olsa güçlü bir etki yapıyordu.
Riemann'lar Göttingen'e son kez döndüklerinde kış şartları
onun için fazlasıyla ağırdı. Kız kardeşlerinden biri daha yaşamını
yitirince yalnızca tek kardeşi kaldı. Riemann ders vermeyi bıraka­
rak yanında karısı ve üç yaşındaki kızı Ida olduğu halde 1 866'nın
Haziran ayı sonlarında İtalya'ya yeniden gitti. Maggiore Gölü'nün
kuzey ucunda küçük bir köy olan Selasca'da beraberce birkaç haf­
ta geçirdiler. Hızla güçten düşen Riemann ölümünün yakın oldu­
ğunu hissediyordu. Dedekind anma konuşmasında Riemann'ın
ölümünden bir gün öncesini "İncir ağacının altında, ruhu harika
manzarayla neşeyle kaplanmış olarak dinleniyordu. Ne yazık ki
tamamlayacak zamanı olmadığı son çalışması üzerinde çalışıyor­
du," şeklinde anlatacaktı. 20 Temmuz 1 866'da henüz kırk yaşına
varmadan yaşamını yitirdi. Yakınlardaki Biganzola köyüne defne­
dildi. Ölümünden sonra notlarının arasında şöyle bir not bulundu:
" (s)'in bu özellikleri yayımlayacak kadar basitleştiremediğim bir
ifadeden çıkarıldı." Bu özelliklerden biri bugün bile hala kanıtla­
namamış olan Riemann varsayımıydı.
BERNHARD RIEMANN 265

Ortaya attığı kavramların günümüzde modern matematiğin te­


melleri olarak kabul edilmesi nedeniyle Riemann için ilk modern
matematikçi değerlendirmesi yapılabilir. Yine de çalışmalarının
önemli bir kısmı, hatta belki de en önemlisi Riemann hayattayken
çok az biliniyordu. Bu çalışmaların çok azı yayımlanmıştı. Rie­
mann yüzeyi düşüncesinin tamamıyla anlaşılabilmesi için bir elli
yıl daha geçmesi gerekirken Riemann geometrisi ancak Einstein'ın
bu geometrinin genel göreliliğin çerçevesini oluşturduğunu fark et­
mesiyle hak ettiği yeri aldı. Aslında Riemann yaşamının son on
yılını bir tür birleşik alan kuramı gibi görünen öngörüsünü oluş­
turmakla geçirmişti. "Sonsuz küçük geometrisindeki önvarsayım­
larının geçerlilik problemi metriğin içsel mantığıyla alakalıdır. Bu
soruda ayrık bir manifoldda metrik ilkesinin manifoldun bizzat
içinde yer alırken sürekli bir manifoldda bunun başka bir yerden
geldiğine dikkat edilmelidir. " Bugün bile Riemann'ın görüşlerinin
kapsamı tam anlamıyla anlaşılabilmiş değildir.
Riemann esas olarak matematikçi olarak kabul edilse de fizik
ve matematiğin fiziksel dünyayla olan ilişkisi de ilgisini çekerdi.
Riemann gazlar kuramı, akışkanlar dinamiği, ısı, ışık, manyetizma
ve akustik üzerine yazılar kaleme almıştı. İnsan kulağının mekaniz­
masını da incelemişti. Geometrinin temellerine ilişkin çalışmasında
fiziksel uzaya ilişkin bilgilerimizin ne kadar güvenilir olduğunun
yanıtını aramıştı. Kendisi için en büyük ilgi alanının fizik yasaları
olduğunu belirtmişti. Matematiksel çalışmalarında fiziksel kanıt­
ları da rahat bir şekilde kullanmıştı. Klein'ın verdiği kanıtlara da­
yanarak Riemann'ın kompleks fonksiyonlara ilişkin düşüncelerine
elektrik üzerine yaptığı çalışmaların fikir vermiş olması kuvvetle
muhtemel gibi görünüyor. Elektrik konusunda oldukça merkezi
bir konuma sahip olan potansiyel denklemi, Riemann'ın kompleks
analizinde de bu özelliğini sürdürmektedir.
Henry Smith (1826-1883)

u dönemde matematikte Fransız ekolü ya da Alman ekolün­


B den (ya da ekollerinden) bahsedilebilecekken kayda değer bir
seçkinliğe ulaşmış çok az sayıda İngiliz matematikçi olduğundan
matematikte bir İngiliz ekolünün varlığından söz etmek güçtür.
Jacobi'nin 1 842'de Cambridge kolejlerinden birinde öğretim üye­
leriyle birlikte yemek yediği bir sırada kendisine İngiltere'nin en
büyük matematikçisinin kim olduğu yönündeki düşüncesi sorul­
duğu, onun da " Hiç yok," diye yanıt verdiği şeklinde bir anek­
dot anlatılır. Daha sonrası için bu, pek de insaflı bir yanıt olma­
yacaktır. Bu dönemde soyut matematik alanında İngiltere'deki en
seçkin matematikçinin kim olduğunu sorduğumuzda Sylvester ve
268 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Cayley'in isimleri ön plana çıkacaktır ama aslında bugün adı çok


daha az bilinen Henry Smith'in bu unvana sahip olması gerektiğini
düşünüyorum.
Öncelikle o dönemde matematiğin konumu göz önüne alın­
dığında Cambridge' den daha farklı bir yerde duran Oxford' daki
matematiğe ilişkin birkaç şeyin söylenmesi gerekiyor. Oxford'da
öğrenciler sınavlarda elde ettikleri başarılara göre sıralanmadıkla­
rından bu okulda rekabet daha düşük düzeydeydi. Cambridge'de
okuyan bir öğrencinin matematik Tripos'unu başarıyla tamamla­
madan klasik Tripos'a geçmesine izin verilmezdi. Bununla kıyas­
landığında Oxford'da çok az sayıda öğrenci temel matematik eği­
timinin ötesine geçerdi.
Tam adıyla Henry John Stephen Smith, tanınmış İrlandalı avu­
kat John Smith ile eğitimli ve zeki karısı Mary'nin (kızlık soyadı
Murphy) ikinci oğullarıydı. Çiftin ikisi bebekken ölen dört çocuk­
ları olmuştu. Kızları Eleanor ile 2 Kasım 1 826'da Dublin'de dünya­
ya gelen Henry hayatta kalan çocuklardı. Henry Smith, Riemann'la
hemen hemen aynı yaşta olsa da bu ikili birbirinden dağlar kadar
farklıydı. Küçük Henry daha iki yaşına bile gelmeden kaybettiği ba­
basını hiç tanımıyordu. İhtilaflı vasiyetname nedeniyle Henry'nin
annesi bir süreliğine büyük darlık içinde kaldı. Sorun olumlu bir
şekilde sonuçlanınca Mary İngiltere'ye taşınarak en sonunda
Wight Adası'ndaki Ryde kasabasına yerleşti. Mary oğlunun eğiti­
mini de verebilecek kadar bilgili ve dirayetli bir kadındı. Henry'nin,
hastalıklı bir çocuk olmasına karşın çok geçmeden son derece zeki
olduğu anlaşıldı. Henry on bir yaşına geldiğinde annesi ona özel bir
öğretmen tutmuştu. Küçük çocuktan oldukça etkilenen öğretmen
onun hayli ilginç, kendi halinde, cana yakın ve sıcakkanlı bir çocuk
olduğunu belirtmişti. Günde beş saatlik eğitimi boyunca Henry, te­
mel klasik yazarların pek çoğunu okudu, Latince ve Yunanca'yla
birlikte biraz İbranice öğrendi ve matematik üzerine çalıştı.
Ne yazık ki bir süre sonra görevinden ayrılan öğretmenin yeri­
nin doldurulması pek kolay değildi. Bu nedenle aile, sonradan iyi
bir matematikçi olduğunu anladıkları iyi bir öğretmen buldukları
Oxford'a taşındı. Yeni öğretmen, o zamanlar ününün zirvesindeki
HENRY SMITH 269

Rugby School'a geçince Henry de onu takip etti. Ancak iki yılın
ardından annesi, velisi olan dayısıyla birlikte Henry'nin bu okulda
bir yıl daha geçirmesindense bir süre kıta Avrupa'sında kalmasının
daha iyi olacağına karar verdi. Bunun üzerine aile kışı geçirmek
üzere Nice'e ve ardından da yaz için Luzern'e gitti. Henry, Ballior
bursu için de başvurmuştu. Henry bu bursu kazanınca 1 845 pas­
kalyasında Oxford'a gidebilirdi. Kolejde Henry'yle mülakat yapan
ve daha sonra ömür boyu dost olacakları Benjamin Jowett şöyle
demişti: "Henry, Oxford'da tanıdığım herkesten çok daha büyük
doğal yeteneklere sahipti. Gördüğüm en berrak ve duru zihnin
yanı sıra böylesine genç bir yaşta çok zor rastlanacak doğal bir ya­
şam deneyimine sahipti. İnsanları iyi tanırdı. " Ne yazık ki Henry,
Luzern'den Roma'ya taşınan annesi ve kız kardeşini ziyarete gitti­
ğinde çiçek hastalığına yakalandı. Oxford'da geçirdiği ilk dönemin
ardından yeniden Roma'ya gittiğinde bu sefer de sıtmaya yakalan­
dı. O kış İngiltere'ye dönmek yerine Paris'te kalarak çalışmalarını
Sorbonne ve College de France'ta sürdürmesinin daha iyi olacağı
düşünüldü. Bu deneyim Henry'nin matematiksel gelişimi açısından
çok önemliydi.
Henry 1 847 paskalyasında Oxford'a döndüğünde üniversite­
nin, kendisinin ilgisiz kaldığı dini bir tartışma içinde bulunduğunu
gördü. İki yıl sonra, klasik ve matematik alanında en yüksek onur
derecelerini elde ettiği parlak bir lisans öğrenciliğinin ardından
Balliol'da hocalığa seçildi. Jowett'in yönetimi altında entelektüel
seçkinlik açısından Oxford'un en üstün koleji Balliol, Smith'in ma­
tematik bölümünde hoca olmasıyla bu seçkinliğini daha da ileriye
taşıdı. Smith klasik alanında da adından söz ettirebilecekken ve
babasının izinden giderek hukuk okumayı da düşünmüş olmasına
karşın matematikte uzmanlaşmayı tercih etmişti. Bu kararı alma­
sında okumayı onun için sıkıntılı hale getiren gözlerindeki sorun
da etkili olmuştu. Smith, Gauss'un usta anlatımlarına kapılarak
matematikte sayılar kuramında uzmanlaşmayı tercih ederken
bir yandan da eliptik fonksiyon kuramı ve daha az olmak üzere

*
University of Oxford'daki kolejlerden biri. (ç.n.)
270 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

de geometriyle ilgileniyordu. Aynı zamanda çok değişik konular


üzerinde çalışmalarını da sürdürüyordu. Örneğin kimya dersleri
veriyordu. Daha sonra bir meslektaşı ondan şöyle bahsedecekti:
"Hiçbir şey bilmediğini söylediği mesleki bir konuda onun yanına
gidip herhangi bir kimseden öğrenebileceğimden çok daha fazlası­
nı öğreniyorsam bildiğini söylediği konularda Henry Smith'in ne­
ler yapabileceğini düşünemiyorum."
1 857'de annesinin ölmesi üzerine Smith'in kız kardeşi Eleanor
ev işlerini çekip çevirmek için kardeşinin yanına geldi. Yaptıkla­
rı anlaşmaya göre Eleanor eğitim dönemleri boyunca Oxford'da
olacak, yılın diğer zamanlarında ise ayrı yaşayacaklardı. Eleanor
tüm enerjisini yardım ve eğitim işlerine yöneltmiş, sıra dışı yetenek
ve sağduyuya sahip olağanüstü bir kadındı. Oxford'da ilk kez ka­
dınlara yönelik bir dizi dersler açmış ve daha sonra da Somerville
College'a dönüşecek "kadınlar birliğini" kuran komitede görev al­
mıştı. Oxford' da bulunduğu zamanlar Eleanor ve kardeşi birlikte
çok iyi vakit geçirirlerken tatillerde Henry genellikle İsveç, Norveç,
İtalya, İspanya ve Yunanistan'da olurdu. Genellikle iyi sonuçlar
elde edemese de madencilik şirketlerinin hisselerine yatırım yap­
maktan vazgeçmezdi. İki kardeş yaşamlarını Henry'nin çeşitli gö­
revlerinden eline geçen mütevazı gelirle devam ettiriyorlardı.
Savile Kürsüsü'nde zorunlu geometri profesörü Baden Powell'ın
1 860'taki ölümüyle Smith'in başvurmak için can attığı bir görev
boşalmış oldu. Seçici kurulun üniversiteden bağımsız bir şekilde
haklarında karar alabildiği Savile profesörlükleri "Hıristiyan dün­
yadan" gelen tüm adaylara açıktı. Boole'un şansının daha fazla ol­
duğunu düşünerek başvurmakta tereddüt etse de Smith, otuz dört
yaşında bu göreve seçildi. Profesörlüğe geometri dersleri vererek
başladı. Daha sonra kendi araştırma konularının gelişimine paralel
olarak verdiği derslere daha analitik olanlarını da ekledi. Smith,
ardılı Sylvester'ın aksine öğrencileri derslere çekme konusunda
fevkalade başarılıydı. 1 861 'de Royal Society of Landon üyeliğine
seçilmesinden sonra Cambridge ve Dublin üniversitelerinden onur­
sal dereceler kazandı. Smith, Landon Mathematical Society'nin ilk
başkanlarından biriydi.
HENRY SMITH 271

Smith profesörlük görevlerinin yanı sıra Balliol'deki lisans öğ­


rencilerine hocalık yapmayı da bir diğer Oxford koleji Corpus
Christi'den 1 873'te hocalık teklifi alana dek sürdürdü (o zamanlar
Oxford hocaları otomatik olarak kolej personeli de sayılmıyor­
lardı) . Bu yeni görevde Smith'in ders verme yükümlülüğü yoktu.
Smith aynı zamanda hoş bir eve yerleşmesini sağlayan üniversite
müzesi müdürlüğüne de getirilmişti. Ancak Smith çok güler yüz­
lü, nazik ve barışçıl biri olduğundan Oxford içinde ve dışında bir
komisyona seçilmesi ya da benzer bir göreve getirilmesi neredey­
se kaçınılmaz, üstüne çok fazla görev yüklendiği de bir o kadar
kesindi. Politik açıdan liberal görüşlüydü. Hatta istemese de üni­
versitenin adayı olarak parlamento seçimlerine girmesi konusunda
ikna edildi ama seçilemedi. Smith kamuya açık bir yerde son kez,
parlamenter hakkı çiftlik çalışanları ve benzeri kişileri de kapsaya­
cak biçimde genişletmeye yönelik öneri lehinde Oxford belediye
binasında yaptığı konuşmada görülmüştü.
Smith kürsüden inerek doğruca evine gittiğinde aslında ölüme
gidiyordu. Çok çalışmaktan dolayı sağlığı yavaş yavaş bozulmuş,
tekrarlayan sıtmayla birlikte karaciğerindeki bir hastalık ve daha
pek çok sağlık sorunu onu 9 Şubat 1 883'te elli yedi yaşında ölü­
me sürüklemişti. Birleşik Krallık'ın her yerinden lisans öğrencile­
ri, kıdemli akademisyenler ve seçkin kişilerden oluşan büyük bir
kalabalık ona son kez saygılarını sunmak için cenazesine gelmiş­
ti. Onun Oxford'un gelmiş geçmiş en seçkin hocası olduğu, ölü­
münün bir üniversitenin yaşayabileceği en büyük kayıp olduğu
belirtilmişti. Doğa bilimci Thomas Huxley, Smith'i şöyle anla­
tır: " Şimdiye dek tanıdığım en yetenekli kişilerden biriydi. Sahip
olduğu büyük kudretin etkisi, davranışlarının aşırı kibarlığı ve
yaptığı nüktelerle neşe dolu tarzı nedeniyle neredeyse tuhaf de­
nebilecek bir şekilde abartılırdı. Mükemmelliğe yaklaşan keskin
zekası ve garip biçimde çeşitlenmiş engin bilgisine herhangi bir
amaca ulaşmayı ciddi biçimde umursama yeteneği de ekleseydi
sanırım zamanımızın en büyük adamlarından biri olurdu . " Smith
hırstan yoksun biri olsa da güçlü bir kamusal sorumluluk anla­
yışına sahipti.
272 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Smith, British Association for the Advancement of Science et­


kinliklerinde ön saflarda yer almıştı. Bu kurum, İngiliz biliminin
altın çağını hazırlayacak heyecan verici yeni düşüncelerin gayretle
tartışıldığı bir platformdu. Bu tartışmaların en hararetli yapıldığı
yer Oxford'du ama yine de soyut matematik bu tartışma prog­
ramının bir parçası değildi. Smith, kurumun 1 873'teki Bradford
toplantısının matematik ve fizik ayağına başkanlık yaptığında ko­
nuşma yapmaları için Hermite ve Klein'ı davet etmişti. Görünen
o ki Smith kıtanın önemli matematikçileriyle sık sık karşılıklı zi­
yaretler yapıyordu. Smith'in iki ciltlik görkemli toplu matematik
makaleleri bugün çok az okunmaktadır. İlginç biyografik bilgilerin
de yer aldığı bu çalışmalardan Smith'in neden Avrupalı matema­
tikçiler arasında ön sıralarda yer aldığı ki bu görüş yalnızca alma
mater'inin kabulü değildir, hemen anlaşılamayabilir.
1 858'de British Association for the Advancement of Science
Smith'ten çeşitli bilim dallarındaki bir dizi rapordan biri olarak
sayılar kuramının mevcut durumuna ilişkin bir rapor yazmasını
istedi. Sonuçta Smith 1 859-65 arasında sayılar kuramının farklı
yönleri üzerine kendi bakış açısından kuramın ayrıntılı bir ince­
lemesini veren altı adet mükemmel rapor yazdı. Smith çalışma­
sına Fermat, Legendre ve Gauss'un incelemelerinden başlayarak,
Jacobi'nin eliptik fonksiyonlar üzerine çalışmaları, Kummer'in
ideal sayılar kuramı ile Hermite ve Kronecker'in elde ettikleri
son sonuçları tartışarak devam etti. Çok daha sonra Hilbert ve
Minkowski'den bu incelemenin güncellenmiş Almanca versiyonu,
Zahlbericht'i hazırlamaları istenecekti. Minkowski çalışmadan ay­
rıldığından sayı kuramcılarının kutsal kitabı, Smith'in raporların­
dan çokça yararlanan Hilbert'ın hanesine yazılacaktı.
Smith 1 854'te sayılar kuramına ilişkin bir makale yayımlamıştı
bile. Bu çalışma belki de Gauss'un Disquisitiones adlı eserine bir
saygı göstergesi olarak Latinceydi. Bilim çevrelerinin yüzyıllardır
ortak dili Latince belki de son kez bu doğrultuda kullanılmıştı.
Artık yalnızca resmi toplantılarda kullanılmaya başlanan Latince­
nin yerini uzun bir süre boyunca Fransızca ve kısmen de Almanca
alacaktı. Smith sayılar kuramı raporlarını hazırlarken başka ince-
HENRY SMITH 273

lemelere de sürüklendi. Elde ettiği sonuçların bazılarına raporlar­


da yer verirken bazılarınıysa ayrı ayrı yayımladı. Smith örneğin
bir sayının başka sayıların kareleri toplamı cinsinden gösterilmesi
problemiyle ilgilenmişti. Herhangi bir tam sayının böyle kaç şe­
kilde gösterilebileceğine ilişkin Waring problemiyle özellikle ilgi­
lenmişti. Bu problemi cebirsel yöntemler kullanan Gauss ve daha
yakın zamanlarda problemin çözümü için eliptik fonksiyonlara
başvuran Jacobi başta olmak üzere başka matematikçiler de ele
almıştı. Smith, Gauss'un yöntemine dönerek elde ettiği yeni sonuç­
ları 1 8 67'de Proceedings of the Royal Society'de yayımladı.
Hikaye burada son bulmuyor. Yaşamının son yılı 1 8 8 1 'de at
binerken geçirdiği kazanın nekahet döneminde Smith, Comptes
Rendus'un" eski bir sayısında Academie Royale des Sciences'ın
bu soruya yönelik ödüllü yarışmasının ilanını görür. Yarışma so­
rusu tam olarak bir tam sayının beş sayının karelerinin toplamı
şeklinde kaç farklı biçimde yazılabileceğinin formülünü sormak­
tadır. Çok geçmeden Gauss'un koruyuculuğundaki Eisenstein
nasıl elde ettiği konusunda fazla bir şey söylemeden bir çözüm
önerir. Smith bu problemle on beş yıl önce yayımladığı makale­
de ilgilenmiş olduğundan konuyla ilgili Hermite'e yazar. Mahcup
bir şekilde yapılan görüşmelerin ardından Smith'in makalesini is­
tenen biçimde yeniden yazmasına karar verilir. Böylece Hermite
adaleti sağlamış olacaktır. Yarışmaya iki katılım daha olmuştur.
Bunlardan biri problemi çözemezken diğeri, Smith'le benzer yön­
temler kullanarak sonuca ulaşmıştır. Çözümün sahibi o zamanlar
Universitat Königsberg öğrencisi, henüz on sekiz yaşındaki
Hermann Minkowski'dir. Minkowski önceki çalışmadan tama­
men habersiz olarak herhangi sayıda değişken için integral kuad­
ratik formlar kuramını yeniden oluşturmuştu. Minkowski formun
cinsine ilişkin daha genel bir tanım vermiş olduğundan rakibine
göre daha iyi bir formülasyon sunmuştu. Minkowski'nin intihalle
suçlanması büyük bir hoşnutsuzluk doğurur. En sonunda büyük
ödülün Minkowski ile Smith arasında paylaştırılmasına karar ve­
rilse de Smith artık hayatta değildir.
*
Academie Royale des Sciences'ın 1 83 5 'ten beri çıkardığı bilimsel dergi. (ç.n.)
274 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Smith'in analitik çalışmaları üzerine de bir şeyler söylemek ge­


rekir. Smith 1 8 75 'te "Süreksiz Fonksiyonların İntegrallerinin Alın­
ması Üzerine" adında önemli bir makale yayımladı. Smith, bugün
Cantor kümesi adı verilen kavramı bu çalışmasında ortaya koy­
muştu. Bu küme, Cantor'un sekiz yıl sonraki çalışmasına dek hiç­
bir yerde yer almazken Cantor daha sonra herhangi bir özgünlük
iddiasında da bulunmaz. Ayrıca Smith'in, her ne kadar Borel ve
Lebesgue farkında olmasalar da integral kuramı ile ölçü kavramı
arasındaki ilişkiyi ilk gören matematikçi olduğu söylenebilir. Ge­
ometrik incelemeleri Smith'in 1 868'de Preussischen Akademie der
Wissenschaften'in verdiği Steiner Ödülü'nün ortaklarından biri
olmasını sağladı. Smith kırk yaşından sonra büyük ölçüde araş­
tırma yapmayı bırakınca sonraki yıllarda yaptığı yayınlarda erken
dönem düşüncelerinden yararlanmıştı. Koşullar uygun olsaydı ma­
tematiğe daha ne kadar katkıda bulunabilirdi kim bilir.
Smith zamanın en iyi konuşmacılarından biri olarak görülür,
çok iyi ders anlatırdı. Eski bir probleme verilen yeni bir çözümü
açıkladığı bir sırada şu unutulmaz ifadeyi kullanmıştı: "Baylar,
bu yöntemin güzelliği ve bilimsel akla çekici gelen tarafı hiçbir
koşulda küçük yararlar elde etmek için kullanılacak bir yöntem
olmamasıdır. "
Richard Dedekind ( 1 8 3 1- 1 9 1 6 )

ichard Dedekind, Henry Smith gibi Gauss'un son dönem ta­


Rkipçilerinden biri olarak kabul edilebilse de aslında onun doğ­
rudan etkilendiği kişi Dirichlet'tir. Meslek yaşantısının erken bir
döneminde memleketi Brunswick'e dönen Dedekind yaşamının so­
nuna dek burada kız kardeşiyle kalırken modern cebirin temellerini
de sessiz sedasız atmıştı. Ölümünden sonra Dedekind için şöyle söy­
lenmişti: "Richard Dedekind yalnızca büyük bir matematikçi değil
aynı zamanda şimdi ve geçmişte matematik tarihindeki en büyük
isimlerden biri, büyük dönemin son kahramanı ve çalışmalarından
yalnızca bizim değil, öğretmenlerimizin ve hatta öğretmenlerimizin
öğretmenlerinin yararlandığı Gauss'un son öğrencisiydi."
276 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Tam adıyla Julius Wilhelm Richard Dedekind, 5 Ekim 1831'de


Gauss'un da doğum yeri olan Brunswick'te dünyaya geldi. Ailesi,
özellikle de anne tarafı Almanya'nın o bölgesinde tanınmış kişilerdi.
Doktor ve eczacı çocuğu olan babası Julius Levin Ulrich Dedekind,
Gauss'un da gitmiş olduğu bir üniversite öncesi kurum olan
Collegium Carolinum'da görevli bir hukukçu, profesör ve kurum
avukatıydı. Dedekind'in annesi Caroline Henriette (kızlık soyadı
Emperius) Collegium Carolinum'da görevli bir profesörün kızı ve
bir imparatorluk postane müdürünün de torunuydu. Richard, dört
kardeşten en küçüğüydü. Tek ağabeyi Adolf, Brunswick'te bölge
mahkemesi başkanı olurken kız kardeşi Mathilde ise 1 860'ta ya­
şamını yitirdi. Dedekind yaşamının sonraki bölümlerinde, roman
yazarı olan diğer kız kardeşi Julie'yle birlikte yaşayacaktı.
Genç Dedekind yedi ve on altı yaşları arasında Brunswick'teki
gymnasium'a gitti. Okulda ilk başlarda ilgisi matematikten ziyade
kimya ve fiziğe yönelmişti. Ancak kısa bir süre sonra doğal bilim­
lerin düzgün bir mantıksal yapıdan yoksun olduğunu düşünerek
matematik üzerine yoğunlaşmaya karar verdi. 1 848'de Collegium
Carolinum' a girerek burada analitik geometri, cebir, mekanik ve
analiz öğrenmeye başladı. Sonuçta 1 850'de Georg-August'a gir­
diğinde Dedekind doğrudan okuldan gelen öğrencilere göre çok
daha donanımlı durumdaydı. Gymnasium öğretmenleri için eğiti­
me yönelik bir matematik semineri düzenlenmişti. Dedekind, bir
yıl sonra Riemann'ın da katılacağı bu seminerde yerini almıştı. Ku­
ramsal bilimle ilgileniyor ve Riemann'ın aksine deneysel çalışmayı
pek de umursamıyordu. Yine de çok sayıda ortak ilgi alanına sahip
bu ikili dostluklarını uzun yıllar boyunca sürdürecekti.
Dedekind 1 850-Sl 'in kış öğretim döneminde Gauss'un en kü­
çük kareler yöntemi üzerine verdiği derse katıldı. İkinci bölümde
Gauss'un yaşam öyküsünde bir yönüyle verdiğimiz bu ilişkinin,
Dedekind'in ağzından kimi ilginç ayrıntılara sahip daha geniş bir
değerlendirmesine (bir miktar kısaltılmış olarak) bir göz atalım:

Bir Brunswick'li olarak Gauss'un adını çok küçükken duymuş ve ardında


yatanı n ne olduğunu bilmediğim büyüklüğüne gönülden inanmıştım. Onun
RICHARD DEDEKIND 277

sanal ya da o zamanlardaki adıyla olanaksız niceliklere ilişkin geometrik gös­


terimini ilk kez duyduğumda daha da derinden etkilendim. Henüz Collegium
Carolinum'da öğrenci olduğum o dönemlerde yüksek matematiğe fazla gir­
memiştim. Kısa bir süre sonra 1 849'da doktorasının ellinci yılını kutlayan
Gauss'a bizim fakültemiz de bir kutlama mesajı gönderdi. 1 850 paskalyasın­
da Göttingen'e g'ıttiğimde Stern'in sayılar kuramı üzerine verdiği kısa ama
ilginç dersten sonra konuyu kavrayışım daha da arttı. Ara sıra karşılaştığım
Gauss'un görkemli ve heybetli görüntüsü bana mutluluk verirdi. Gauss'u ga­
zete okumak için sürekli gittiği Edebiyat Müzesi'ndeki her zamanki yerinde
sık sık yakından da görürdüm.

Anlaşılan Gauss okumak istediği gazeteyi elinde tutan kişilere


hayli sert bakıyordu. Öğrenciler ona "gazete kaplanı" adını tak­
mıştı. Dedekind'in anılarıyla devam edelim:

Bir sonraki kış döneminin başında Gauss'un en küçük kareler yöntemi


üzerine verdiği dersi alacak kadar olgun olduğum düşüncesiyle, elimde der­
sin kayıt listesi en ufak bir kalp çarpıntısı hissetmeden oturma odasına gir­
dim. Masasının başında oturuyordu. Kararımdan pek de memnun olmuşa
benzemiyordu. Derslerle ilgili karar vermekten hoşlanmadığını söyledi. Kayıt
listesine adını yazdıktan sonra kısa bir sessizlik oldu. Daha sonra şöyle dedi:
"Belki biliyorsundur, benim derslerimin açılıp açılmayacağı her zaman be­
lirsizdir. Nerede kalıyorsun? Berber Vogel'in yerinde mi? İ şte bu iyi . Vogel
benim de berberimdir. Gelişmeleri ondan öğrenirsin." Birkaç gün sonra bütün
şehrin tanıdığı Vogel, görevinin vermiş olduğu itibarla odama girerek bana
birkaç öğrencinin daha derse adını yazdırdığını ve Geheimrat Gauss'un dersi
vereceğini iletti.
Derste toplam dokuz öğrenciydik. Gözlemevine giden yol kışın kimi za­
manlar elverişsiz olsa da hepimiz düzenli olarak derse katılıyorduk. İ çimizden
birinin derse katılmadığı çok ender oluyordu. Gauss'un ofisinden bir bekleme
salonuyla ayrılan toplantı salonu hayli küçüktü. Ü ç kişinin rahatça oturabile­
ceği genişlikte uzun kenarlara sahip bir masanın çevresine otururduk. Gauss,
kapının karşısındaki uzak kenarda masadan biraz açıkta otururdu. Herkes
geldiğinde en son gelen iki kişi Gauss'un epeyce yakınına giderek oturmak,
defterlerini de kucaklarına koymak zorunda kalırlard ı . Gauss hafif, siyah bir
kep, uzun kahverengi bir ceket ve gri bir pantolon giyerdi. Genellikle gözleri
278 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

aşağı bakar, hafifçe kambur ve elleri bacaklarının biraz üzerinde kenetlenmiş


bir şekilde rahat bir tavırla otururdu.
Gauss notlarına bakmadan rahat, açık, basit ve sade bir şekilde konuşurdu
ama yeni bir noktaya dikkat çekmek istediğinde ki bu durum için oldukça tipik
bir sözcük kullanırdı, başını hızla kaldırır, yanında oturanlardan birine güzel,
delip geçen mavi gözleriyle bakardı . Unutulmaz anlardı. İ lkeleri açıklamaktan
matematiksel formülleri oluşturmaya geçtiyse ayağa kalkarak görkemli ve dik
duruşuyla hemen yanı başında duran tahtaya kendine has güzel yazısıyla bir
şeyler yazardı . Tahtayı hep çok iyi kullanır, ufacık alanlara pek çok şey sığ­
dırırdı. Titiz bir şekilde tamamlanmasına büyük önem verdiği sayısal örnekler
için gerekli olan veriyi küçük kağıt parçalarına yazarak sınıfa getirirdi.
Gauss 24 Ocak 1 851 'deki dersinin ilk kısmını en küçük kareler yönte­
minin mantığını anlatarak tamamladı. Bunu, yöntemin oluşturulmasının bu­
rada ayrıntılarına girmeyeceğim ikinci ve üçüncü yollarına bir giriş olarak,
olasılık analizinin orijinal örneklerle gösterilmiş temel kavramları ve belli başlı
ilkelerinin son derece açık bir şekilde geliştirilmesi takip etti. Tek söyleyebi­
leceğim belirli integraller kuramına ilişkin birkaç örneğin de ele alındığı bu
seçkin dersleri giderek daha büyük bir ilgiyle takip ediyor oluşumuzdur. Bize
öyle geliyordu ki dersi vermek konusunda pek istekli görünmese de Gauss,
bunları öğretiyor olmaktan keyif alıyordu. Böylece 1 3 Mart'ta dersin sonuna
geldik. Ayağa kalktı ve onu takiben ayağa kalkan bizlere dersin sona erdiğini
şu dostça kapanış konuşmasıyla bildirdi: "Belki de hayli sıkıcı denebilecek
derslerime gösterdiğiniz büyük devamlılık ve dikkat için bana sizlere teşekkür
etmekten başka bir şey kalmıyor." O anın üzerinden yarım yüzyıl geçti ama
güya sıkıcı olan bu dersler hayatımda aldığım en iyi dersler olarak hafızam­
dan hiç çıkmadı.

Dedekind bir sonraki öğretim döneminde Gauss'un bu kez ile­


ri jeodezi üzerine yine ders verdiğini öğrendi. Dedekind yalnızca
dört dönemin ardından 1 852'de, Gauss'la çalışan son öğrenci ola­
rak Euler integralleri üzerine verdiği tezle doktorasını tamamladı.
Gauss, Dedekind'in çok fazla şey bildiğine ve bağımsız biri olduğu­
na tanıklık ederken "gelecekte yapacaklarına ilişkin güçlü beklen­
tilere" sahip olduğunu da eklemişti.
Bununla birlikte Dedekind henüz Georg-August'ta doktora son­
rası çalışma için kabul alacak kadar çalışma yapmamıştı. Bu neden-
RICHARD DEDEKIND 279

le Dedekind sonraki iki yıl boyunca eksikliklerini gidermek için ça­


lışarak Riemann'dan yalnızca bir iki hafta sonra privatdozent oldu.
Dirichlet'in 1 855'te Göttingen'e gelmesinin ardından Dedekind,
Dirichlet'in sayılar kuramı, potansiyel kuramı, belirli integraller
ve kısmi diferansiyel denklemler derslerine girdi. Çok geçmeden
Dirichlet'le samimi bir ilişkiye giren Dedekind onun sosyal çevre­
sinde de yerini almıştı.
Dedekind 1 855 ile 1 857 arasındaki kış öğretim dönemlerin­
de Riemann'ın Abel fonksiyonları ve eliptik fonksiyonlar üzerine
derslerine katıldı. Öğretmen olmasına karşın hala bir öğrenci gibi
yoğun bir şekilde derslere girmeye devam ediyordu. Bu arada ken­
di verdiği dersler de üniversitede Galois kuramını muhtemelen ilk
anlatan kişi olması nedeniyle kayda değerdi. Dedekind dersinde
cebirsel anlamda cisim kavramını ele alıyordu. Az sayıda öğrenci­
nin takip ettiği bu dersin, Dedekind'in Galois'dan bir adım ileriye
geçerek, permütasyon grupları yerine Jordan'a ilham kaynağı olan
soyut grupları koyduğu saatinde yalnızca iki öğrenci vardı.
1858 yılında Dedekind, daha sonra Eidgenössische Technische
Hochschule ya da kısaca ETH olarak bilinen okula dönüşecek
olan Zürich'teki Polytechnikum'da profesörlüğe getirildi. Böylece
Dedekind, Almanya'daki bir üniversiteden görev alana dek Zürich'i
ilk basamak olarak kullanan Alman matematikçiler kervanının
da ilk temsilcisi oluyordu. Eylül 1 859' da Dedekind, Preussischen
Akademie der Wissenschaften'in muhabir üyeliğine yeni seçilmiş
Riemann'ın yanına Berlin'e gitti. Bu ziyareti sırasında Dedekind,
Weierstrass ve Berlin okulunun diğer önde gelen matematikçile­
riyle tanışma fırsatı buldu. 1 862'de Dedekind, Brunswick'teki eski
Collegium'un içinden çıkan Polytechnikum'da kürsü sahibi oldu.
Dedekind, daha itibarlı bir kuruma geçmesi yönünde gelen tüm
teklifleri göz ardı ederek bütün yaşamı boyunca burada kaldı.
Ağabeyi ve ablasıyla yakın ilişki içinde yaşadığı küçük ve tanıdık
dünya Dedekind'in tüm gereksinimlerine karşılık veriyordu. Sahip
olduğu konum, bilimsel araştırmalarını yapabileceği tüm boş za­
manı ve özgürlüğü sağlıyordu.
280 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Dedekind 1 872'de üç yıllığına Polytechnikum'un başkanlı­


ğına getirildiğinde okulun teknik üniversiteye dönüştürülme sü­
recinde yer aldı. Tirol, İsviçre ve Karaorman'da geçirdiği tatiller
dışında çok az seyahat etti. Dedekind'in müziğe karşı büyük bir
yeteneği vardı. Usta bir piyanist ve viyolonselist olan Dedekind
ağabeyi Adolf'un yazdığı bir libretto için oda operası bestelemişti.
Dedekind 1 Nisan 1 894'te resmi olarak emekliye ayrılmasının ar­
dından ara sıra ders verse de sakin bir yaşantı sürdürdü. Bir kere­
sinde öldüğünün yanlışlıkla duyurulması üzerine Dedekind bu ha­
tadan sorumlu olan kişiye yazma gereği hissetmişti: "Haberinizin
şu şu sayfasındaki tarihin, en azından yıl olarak yanlış olduğunu
söylemek isterim. O günü hayli sağlıklı bir şekilde dostum Georg
Cantor'la son derece ufuk açıcı bir konuşma yaparak geçirdim. "
Gerçekten de 1 8 72'de babasının ölümü sonrasında yaşadığı ağır
bir hastalık dışında Richard Dedekind, 1 2 Şubat 191 6'da seksen
dört yaşında huzur içinde yaşamını yitirene dek hayli sağlıklı yaşa­
mıştı. Dedekind'in Brunswick'e döndüğünden beri beraber yaşadı­
ğı ablası Julie ise ondan iki yıl önce yaşamını yitirmişti.
Cantor'un Cauchy serilerini kullandığı yöntemine alternatif ola­
rak Dedekind'in gerçel sayıları oluşturmak için dizili rasyonel sayı
kümelerinden "kesitler" aldığı yöntem, adının günümüz öğrencile­
ri tarafından tanınmasını sağlamıştır. Aynı düşünce Hamilton'ın ve
belki başkalarının da aklına gelmiş olsa da yöntemi sistematik ola­
rak ilk geliştiren Dedekind olmuştu. Dedekind kümelere ilişkin gö­
rüşlerini 1 8 8 8 tarihli Was sind und was sollen die Zahlen? (Sayılar
Nedir ve Ne Olmalıdır?) adlı kitabında daha da genişletti. Yine de
Dedekind'in cebire yaptığı katkılar çok daha önemlidir. Dedekind,
daha sonra Emmy Noether'in modern cebir kavramlarını kullana­
rak genişleteceği cebirsel tam sayılar kuramını geliştirdi. Noether,
Dedekind'in yaptıkları karşısındaki hayranlığını dile getirirken
konuya ilişkin verdiği derslerde sık sık şöyle derdi: "Bunu zaten
Dedekind' de bulabilirsiniz. " Dirichlet'in ölümünün ardından
Dedekind 1871'de dostu ve yol göstericisinin Vorlesungen über
Zahlentheorie (Sayılar Kuramı Üzerine Dersler) adlı kitabını kendi
incelemeleriyle ilgili ufak birkaç eklemeyle birlikte yayımladı. İde-
RICHARD DEDEKIND 281

al sayılar kuramının oluşturulmasındaki en önemli kaynaklardan


biri olarak kabul edilen bu ekler cebirsel sayılar kuramının da te­
melinde yer almaktadır. Dedekind on yıl sonra öğrencisi Heinrich
Weber'in de yardımını alarak Crelle'in ]ournal'ına "Theorie der
algebraischen Funktionen einer Veranderlichen" (Tek Değişkenli
Cebirsel Fonksiyonlar Kuramı) başlıklı makalesini yazdı.
1 8 62'den itibaren Akademie Göttingen, 1 8 88'den itibaren
Preussischen Akademie der Wissenschaften ve 191 0'dan itibaren
Academie Royale des Sciences muhabir üyelikleri Dedekind'in
seçkinliğinin henüz yaşarken teslim edildiğinin göstergeleriydi.
Dedekind'e özellikle doktorasının ellinci yılı kutlamalarında çok
sayıda bilimsel paye verildi. Dedekind, kişilik ve yaşam tarzı açı­
sından Gauss'a çok benziyordu. Gauss'un çok daha geniş bir yel­
pazede olmakla birlikte her ikisinin de matematik üslupları hayli
benzerdi. Dedekind'in bilimsel çalışmaları, pek çok zevk ve tavrı
paylaştığı Dirichlet ve Riemann'dan da etkilenmişti. Bu üçlü ken­
di önemlerinin farkında olsalar da utangaçlığın sınırlarındaki bir
mütevazılıkla bunu hiçbir zaman meslektaşlarına hissettirmemiş­
lerdi. Hırstan uzak olan Dedekind, Dirichlet ve Riemann zekala­
rının parlaklığı ve zarafetiyle karşılaştıklarında mahcup olmuşlar­
dır. Dedekind, Gauss'un da görüşlerini yansıttığı sözlerinde şöyle
diyordu: "Şimdiye dek ne yaptıysam ve ne olduysam tüm bunları
sıra dışı bir yetenekten ziyade çalışkanlığıma ve bunun da ötesinde
yorulmak bilmez çalışmama borçluyum. "
Sophus Lie {1842-1899)

odern matematiği Lie grubu olmaksızın düşünmek epeyce


M güçtür. Bu kavram şaşırtıcı bir biçimde hayli erken bir za­
manda, grup kavramının doğmasından hemen sonra ortaya çık­
mıştır. İşin daha da ilginç yanı bu kavramı öne süren Fransız ya da
Alman bir matematikçi değil Sophus Lie adında Norveçli bir mate­
matikçidir. Topolojinin henüz yeni doğmakta olduğu bu dönemde
Lie'nin düşünceleri küresel olmaktan ziyade yereldi. Bu nedenle
bu dönemde kullanılan Lie grubu terimi aslında Lie cebiri olarak
düşünülmelidir. Bugün bizim Lie grupları olarak bildiğimiz kuram
çıkışından yarım yüzyıl sonra Hermann Weyl tarafından mükem­
melleştirilmiştir.
284 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Johann Herman Lie Norveç'in batısındaki Nordfjordeid'in ra­


hibiydi. Karısı, Trondheim'ın belli başlı ailelerinden birinden geli­
yordu. Geleceğin matematikçisi Marius Sophus 1 7 Aralık 1 842'de
dünyaya geldi. Yani Jordan'dan dört yaş küçüktü. Marius henüz
çok küçükken aile Christiania (bugünkü Oslo) yakınlarındaki
Moss kentine taşındı. Marius'un çocukluğu da burada geçti. Daha
sonra Marius, 1 859'da mezun olacağı Christiania'daki Nissen's
Latin-og Realskole'ye gönderildi. Lie'nin okuldaki notları olduk­
ça iyi olsa da matematik öğretmeni, öncü grup kuramcısı Ludvig
Sylow daha sonra Lie'deki potansiyeli fark etmemiş olduğunu söy­
leyecekti. Zaten Lie de matematiğe giden yolu uzun ve zorlu bul­
duğunu söylemişti.
Sophus Lie, geniş bir yüze sahip, yüksek sesle gülen, uzun
boylu ve güçlü biriydi. Sporda, özellikle de jimnastikte iyi oldu­
ğundan asker olmayı düşünmesi gayet doğaldı ama astigmatı yü­
zünden orduya alınmadı. O da 1 859'da dil eğitimi almak üze­
re üniversiteye girdi ama Yunancadan kalınca bilim eğitiminde
karar kıldı. Eski öğretmeni Sylow üniversitede o zamanlar pek
fazla yerde okutulmayan bir konu olan grup kuramı üzerine ders
vermeye başlamıştı. Lie, ilerideki araştırmaları açısından önemli
bir yere sahip olacak bu derse katıldı. Christiania'da Lie'nin fi­
ziksel üstünlüklerine ilişkin pek çok olay anlatılırdı. Lie bir hafta
sonu Moss'taki ailesini ziyaret etmek için altmış kilometrelik yolu
yürüyerek gitmiş, evde olmadıklarını görünce de aynı yolu yine
yürüyerek geri dönmüştü.
Lie üniversiteden istediği başarıyı elde edemeden 1 865'te me­
zun oldu. Sonraki birkaç yıl onun için pek kolay geçmedi. Farklı
alanlarda yeteneklere sahip olduğundan ne yapacağı konusunda
bir türlü karar veremiyordu. Bir süre okulda matematik öğretmen­
liği, ardından gözlemevinde asistanlık yapsa da her iki işi de onu
tatmin etmemişti. 1 868'de Poncelet ve Plücker'in modern geometri
üzerine yaptıkları çalışmaları keşfetmesi hayatının dönüm noktası
olmuştu. Lie en sonunda yeteneklerinin meyve vereceği bir alan
bulduğunu hissediyordu. Plücker'in bir uzay elemanı olarak nokta
SOPHUS LIE 285

yerine doğru, eğri ya da yüzey gibi daha karmaşık yapılar koy­


ma düşüncesinden özellikle büyük bir heyecan duymuştu. Bunun
ardından gönül rahatlığıyla kendini matematiğe adayabileceğini
düşündü.
Lie, kabul alana dek Det Norske Videnskaps-Akademi'yle bazı
sorunlar yaşadığı ilk makalesini 1 869'da yayımladı. Makalede
kompleks düzlemin yeni bir gösterimi sunuluyordu. Bu makale sa­
yesinde kazandığı bursla yurtdışına giderek çalışmalarını burada
sürdürebilirdi. O zamanlar gidilebilecek yerlerin başında Paris ve
birkaç Alman üniversitesi vardı. Lie ilkin Bedin' e giderek 1 869-70
kışını burada geçirdi. Berlin'de bir diğer yetenekli genç matema­
tikçi Felix Klein'la tanışma fırsatını yakaladı. İki matematikçinin
kişilikleri ve olaylara bakış açıları hayli farklı olsa da Lie ve Klein
yakın arkadaş oldular. Bu ikili sonraki yıllarda da birbirlerini çok
etkileyeceklerdi. Plücker'in doğru kompleksleri kuramından çok
etkilenen bu iki genç adam, Hamilton'ın ışın kuramı ve eşleşim­
lerin diferansiyel geometrisine ilişkin konular üzerine Kummer'in
verdiği seminerde etkin bir şekilde yer aldı.
Lie Berlin'den ayrılınca Göttingen üzerinden Paris'e geçti. Klein
da bir süre sonra Paris'te Lie'ye katıldı. Fransız matematikçileri
arasında asıl iletişimde oldukları diferansiyel matematikçi Gaston
Darboux'ydu. Jordan'ın Traite des substitutions et fes equations
algebriques (Ornatmalar ve Cebirsel Denklemler Üzerine Araş­
tırma) adlı büyük eseri henüz yayımlanmıştı. Lie, daha sonra en
önemli araştırma alanlarından biri olacak dönüşüm grupları üzeri­
ne çalışmaya Paris'te bulunduğu bu dönemde başlamıştı.
Fransa-Prusya Savaşı'nın patlak vermesiyle Klein, ülkesine dön­
mek zorunda kaldı. Lie'nin de Paris'ten ayrılması gerekiyordu. Lie bu
yolculuğu yürüyerek yapmaya karar verdi. Daha Fontainebleau'ya'
ancak varmıştı ki Prusya casusu olduğu gerekçesiyle tutuklandı.
Matematikle ilgili aldığı notların şifreli askeri sırlar olduğu zannedil­
di. Klein'ın gönderdiği Almanca yazılmış mektup şüpheleri daha da
artırdı. Darboux'ya kulak verelim:

,. Paris'in 55 km kadar güneybatısındaki yerleşim merkezi. (ç.n.)


286 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Kafasında mayalanmakta olan düşüncelerin rahatsızlığıyla her gün or


manda yürüyüşe çıkar, herkesin geçtiği yollardan uzakta bir yerde durur, noı
alır ve kurşunkalemiyle şekiller çizerdi. O zaman için bu yaptıkları, şüphe
uyandırmak için yeter de artardı bile. Fontainebleau'da tutuklanıp hapse atıl­
dıktan sonra Mösyö Charles, Mösyö Bertrand ve birkaç kişiyle daha temasa
geçti. Fontainebleau'ya kadar giderek ele geçirdiği tüm notların kompleksler,
ortogonal sistemler ve matematikçi adlarına ilişkin olduğu ve hiçbir şekilde
ülke savunmasıyla ilgili olmadıkları konusunda imparatorluk savcısını ikna
ettim.

Darboux'nun aracılığı sayesinde Lie bir ay sonra serbest bıra­


kıldı. Prusya'nın Paris'e uyguladığı ablukanın hemen öncesinde
kurtulan Lie, başına başka bir dert açmadan İsviçre ve Almanya
üzerinden Norveç'e döndü.
Lie hemen sonra Universitetet i Christiania' da göreve getirildi.
Böylece "Bir Geometrik Dönüşüm Sınıfı Üzerine" başlıklı tezini
tamamla ya bilecekti. Lie doktora derecesini 1 871 'de aldı. Tezi er­
tesi yıl uzun bir makale formatında Annales'te yayımlandı. Lie,
İsveç'teki Lunds Universitet'e profesörlük için başvurarak bura­
da kısa bir süre için dersler verdi ama onu Christiania' da tutmak
isteyen bazı arkadaşları Norveç hükümetine başvurarak 1 872'de
kendi okulunda doçentlik almasını sağladı. Lie tam bu sıralarda
Tvedestrand'lı Anna Birch'le nişanlanmıştı. İki yıl sonra evlenen
çiftin ikisi erkek biri kız toplam üç çocukları oldu. Mutlu bir evli­
liği olan Lie kendini ailesine adamıştı. Onların desteği Lie'nin ken­
dini iyi hissetmesi bakımından son derece önemliydi.
Lie, bilimsel araştırmalar açısından en üretken dönemine giri­
yordu. Geometriyle başladığı çalışmalarında şimdi diferansiyel
denklemler kuramına dönmüştü. Dönüşüm grupları ile genel simet­
riler arasında bazı ilişkiler görmeye başlamıştı. O ana dek Lie araş­
tırmalarını sürekli gruplar üzerine yoğunlaştırmışken Klein ayrık
gruplar üzerinde çalışıyordu. İki genç adam sürekli yazışıyorlardı.
Daha sonra Klein ikisinin arasındaki farklılığı şöyle anlatacaktı:
"Lie tamamıyla üretken bir araştırmacıydı. Kendi düşüncelerinin
peşinden gider ve başkasından bir şeyi ancak dolaysız olarak işi-
SOPHUS LIE 287

ne yaradığında kullanırdı. Bense daha Bonn' dayken oluşturduğum


bir düşüncenin peşinden sadakatle gidiyorum. Bilimde bir şey­
ler gerçekleştirebilmek için çeşitli bakış noktalarını anlamaya ve
karşılaştırmaya çalışıyorum. Hatta ben o zamanlar ve sonrasında
uzunca bir dönem fizikle ilgilendim. Yani hiçbir şekilde Lie gibi sırf
matematiksel değilim. "
Kendi ülkesindeki mesleki yalıtılmışlığına rağmen 1 870'ler
Lie'nin yaşamındaki en yoğun ve yaratıcı yıllardı. Yine de Lie gö­
rüşlerinin ülke dışında daha fazla ilgi çekmemesinden dolayı son
derece üzgündü. Alman bir meslektaşıyla yaptığı yazışmada şöyle
demişti: "Dönüşüm grupları ve uygulamalarıyla ilgilenen matema­
tikçilerin ilgilerini diferansiyel denklemelere bir çekebilsem emi­
nim, hatta kesinlikle eminim ki bu kuramlar gelecekte temel olarak
kabul edilecekler. Şimdi, yapabileceğim şeyin on katı bir izlenim ya­
ratmak istiyorum. " Bu hayal kırıklığı Lie'nin yeniden diferansiyel
geometriye dönmesine neden oldu. 1 882'nin sonbaharında Paris'e
tekrar gittiğinde Fransız matematikçileri etkilemiş gibiydi. Klein'a
şöyle yazmıştı: "Akademide hepsi de çok lütufkar olan Halphen,
Darboux, Poincare, Levy ve Stephanos'la buluştum. Ne olursa ol­
sun geometrik çalışmalarım Paris'te Almanya'da olduğundan daha
fazla biliniyor. Dönüşüm gruplarıyla ilgilenecek birilerini de bul­
mayı ümit ediyorum." Klein'ın Erlangen Programı'ndan haberdar
olmayan Poincare Lie'ye "Matematik, gruplara ilişkin bir öyküden
başka bir şey değil," demişti. Lie yeniden Klein'a yazdı: "Darboux
benim çalışmamı baştan sona detaylı bir şekilde inceledi. Bu bir
yere kadar iyi çünkü Sorbonne'da benim kuramlarıma ilişkin daha
çok ders vermeye başladı. Örneğin, doğru ve küme geometrisi, te­
mas dönüşümleri ve birinci dereceden kısmi diferansiyel denklem­
ler üzerine dersler. Sorun, çalışmamı sürekli talan etmesi. Gereksiz
değişiklikler yapıp sonra da benim adımdan hiç bahsetmeden bun­
ları yayımlıyor. Şimdi de sabit eğrilikli yüzeylere geçti."
Klein, Christiania'da etrafında düşüncelerini paylaşabileceği
kimse olmamasından dolayı Lie'nin mesleki açıdan kendini na­
sıl yalnız hissettiğini anlayabiliyordu. Bu yüzden Klein, Friedrich
Engel adlı öğrencisini Lie'yle birlikte çalışması için dokuz aylığına
288 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Christiania'ya gönderdi. Engel, Lie'nin çoğu zaman sezgisel olan


geometrik düşüncelerine daha kurala bağlı matematiksel biçimler
vererek bu çalışmaların yayına hazır hale getirilebilmesini sağladı.
Engel ve Lie'nin arasında gelişen sıcak dostluk yaşamları boyunca
sürecekti.
İki yıl sonra Lie, Leipzig'den gelen profesörlük teklifini kabul
etti. Bu görev Klein'ın Göttingen'e gitmesiyle boşalmıştı. Lie böyle­
ce görüşlerini yeni düşüncelere açık bir dinleyici kitlesinin önünde
açıklayabileceği önemli bir matematik merkezinde çalışma fırsatı­
nı yakalamış oluyordu. Dönüşüm grupları kuramının diferansiyel
denklemler kuramıyla ilişkili olduğundan artık kesinlikle emindi.
Bu düşüncenin altında yatan grup kuramını ortaya koymak uzun
soluklu bir projeydi. Nitekim, üç ciltlik Dönüşüm Grupları Kura­
mı ancak 1 893'te tamamlanabildi. Lie eserin yalnızca önsözünü
yazarken diğer her şey Engel ve Lie'nin öğrencisi Georg Scheffers
tarafından kaleme alınmıştı.
Tam bu zamanlarda Lie'nin Paris'te kurduğu ilişkiler meyvesi­
ni vermeye başlamıştı. O zamanlar genç Fransız matematikçilerin
Almanya'da eğitim görmesi alışıldık bir durum değildi. Lie, Ecole
Normale Superieure'ün en iyi öğrencilerinden bazılarını kendisine
göndermiş olmasından büyük gurur duyuyordu. Lie'nin belki de
teklifsiz öğretim şeklinden etkilenen birkaç Amerikalı öğrenci de
onunla çalışmak üzere Leipzig'e gelmişti. Bu öğrencilerden biri o
günleri şöyle hatırlıyor: "Lie hiç kravat takmazdı. Derslerine 'Bay­
lar, geçen sefer neler yaptığımı hatırlayabilmem için bana notlarınızı
gösterebilir misiniz?' diyerek başlardı. Bunun üzerine ön sıralardan
biri atlayarak ona defterini gösterirken Lie de memnuniyetle başını
sallayarak 'Şimdi hatırladım' derdi." Yine de Lie'yle ilgili hatırlanan
her şey olumlu değildi. Örneğin Klein, bir yandan Weierstrass'ın di­
ğer yandan da Sophus Lie'nin sürekli olarak birbirlerinden farklı
bakış açılarını savunmaya çalıştıklarından şikayet ederdi.
Lie, Leipzig'deki hayattan pek de memnun değildi. Öncelikle
dil yüzünden bazı sıkıntılar yaşıyordu. Ders yükü Christiania'da­
kinden çok daha fazlaydı. İlk başlarda aralarında Friedrich Schur,
Eduard Study ve Felix Hausdorff'un da bulunduğu çok iyi lisans
SOPHUS LIE 289

öğrencileri varken çalışmalarını tamamlayıp başka bir yerde göre­


ve başladıklarından doğal olarak Leipzig'den ayrıldılar. Lie, zeki
olmayan ve bağımlı öğrencilerle uğraşmaktan sıkılmıştı. Özellikle
meslektaşlarının ona Klein'ın öğrencisiymiş gibi davranmaların­
dan usanmıştı. Uykusuzluk çekmeye başladı ve 1 889'un sonbaha­
rında sinir krizi geçirdi. Hannover yakınlarında, kendisine verilen
afyon tedavisini reddettiği bir psikiyatri kliniğine yattı. Kendini çe­
kilmez bir hasta olarak değerlendiriyordu. Ertesi yıl yeniden ders
vermeye başlasa da mektuplarından anlaşıldığına göre tamamen
iyileşmesi iki yılı bulmuştu. Eski sağlığına yeniden kavuştuğunu
yazarak "Uykuyla birlikte yaşamanın ve çalışmanın keyfi geri gel­
di," demişti.
Bilimsel becerileri yeniden yerine gelmiş gibi görünse de kriz­
den sonra Lie'nin açık yürekli kişiliği bir hayli değişmişti. Gide­
rek daha hassas, huysuz, kuşkucu ve insanları sevmeyen biri olup
çıkmıştı. Gösterdiği depresyon ve paranoya belirtileri muhtemelen
tanısı konulmamış ama yaşamına mal olacak pernisiyöz anemiden
kaynaklanıyordu. Lie, meslektaşlarıyla sert polemiklere girmeye
başlamıştı ve hatta sadık öğrencisi Engel'le araları bozulmuştu.
1 892'de Klein ile Lie arasında büyük bir anlaşmazlık baş göster­
di. Klein yirmi yıllık Erlangen Programı'nı Lie'nin çalışmalarını
da dahil ederek yeniden düzenlemek istiyordu. Ancak bunun nasıl
yapılacağı konusunda iki dostun görüşleri hayli farklıydı. Üstüne
üstlük daha önce aralarında yapmış oldukları anlaşmaya aykırı
olarak Klein, Lie'nin 1 8 77'ye dek gönderdiği mektupların tümünü
yakmıştı. Lie 1 8 9 3 'te, artık Alman matematik çevrelerinde yüksek
bir konuma ulaşmış Klein'a açıkça saldırıya geçerek Alman mate­
matikçilerini sarsmıştı. Lie şöyle yazmıştı: "Ne ben Klein'ın öğren­
cisiyim ne de o benim. Gerçi ikinci olasılık gerçeğe daha yakın olsa
da durum bu."
Lie Leipzig'e giderken Christiania'daki görevinden ayrılmamış,
yalnızca izin almıştı. Altı ya da sekiz yılın ardından artık geri dön­
meye hazırdı. Norveç'teki arkadaşlarına yazdı: "Norveç'e dönmeyi
ne kadar arzuladığımı sözcüklerle ifade edemem. Spor yapamadı­
ğım ve doğanın manevi etkisinden mahrum kaldığım Leipzig'de si-
290 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

nirlerim çok bozuldu." Lie'nin nasıl bir ruh hali içinde olduğunun
bilincindeki Norveç hükümeti Lie için Universitetet i Christiania'da
dönüşüm grupları kuramı üzerine özel bir kürsü oluşturdu. Yüksek
bir maaşın da bağlandığı bu göreviyle Lie herhangi bir maddi kay­
ba da uğramayacaktı. Bu olaylar 1 894'te gerçekleşmişti ama Lie
Leipzig'den dört yıl daha ayrılmadı. 1 898 güzünde ders vermeye
başlasa da birkaç ay içinde dersi bırakmak zorunda kaldı. Artık
o zamanlarda ölümle sonuçlanan pernisiyöz anemi hastası olduğu
açıktı. Sağlığı hızla bozuldu. Sophus Lie 1 8 Şubat 1899'da elli yedi
yaşında yaşamını yitirdi.
Yıllar sonra Klein'ın dul eşi Anna, Lie'nin bu son yıllarını şöyle
naklediyordu:

Kocamın Lie'yle ilişkisi hem matematik alanında hem de kişisel olarak ya­
kın bir dostluktu. Lie, Leipzig'de bizim ziyaretimize geldiğinde de hala öyley­
diler. Sıcacık bakışlı, neşeli bir g ülüşe sahip bu kuzey insanından ben de çok
hoşlanırdım. O, bulunduğu ortamda sıradan ve ortalama bir insanın kendini
göstermeye cüret edemeyeceği bir kahramandı . Sonra Leipzig'de kocamın
ardılı oldu. Memleket hasreti çekmeye başladığı yer de burasıydı. Onu çok iyi
anlayabiliyorum ! Onun gibi özgür, kuzeydeki kaba ama güzel ülkesine alışkın
biri bu büyük, dumanlı şehre, yüksek binalara, dar sokaklara ve çelimsiz Sak­
sonyalılara nasıl dayanabilirdi? Melankolinin içine yuvarlanmış, sanatoryuma
kaldırılmıştı ama onu çalışmalarından ve özgürlüğünden alıkoydukları için
işler burada daha da kötüye gitti. Kocamın incitici ve anlaşılamaz bulduğu
kötü niyetli şeyleri de burada içinde bulunduğu acılı ruh halinde yazmış olma­
lı. Çok geçmeden kocam en iyi dostunun hasta olduğunu ve yaptıklarından
sorumlu tutulamayacağını fark etti. Lie'yle herhangi bir polemiğe girmeyerek
sorunun küllenmesini beklemesi kocamın yüce gönüllülüğü ve iyiliğinin yanı
sıra bilgeliğinden de kaynaklanıyordu. Dostu konusunda yanılmamıştı. Ge­
zintiden döndüğümüz bir yaz akşamı kapının önünde soluk benizli, hasta bir
adam oturuyordu. Bu sevindirici sürpriz karşısında "Lie" diye haykırıvermiştik.
İ ki dost el sıkıştılar, birbirlerinin gözlerinin içine baktılar ve son karşılaşma­
larından beri tüm yaşananlar u nutulup gitmişti. Sevgili dostum Lie bizimle
bir gün kaldı ve yine değişmişti. Onu ve trajik yazgısını duygulanmadan dü­
şünemiyorum. Kısa bir süre sonra yaşama veda etti. Bu büyük matematikçi
ölmeden Norveç'te bir kral gibi karşılandığını görmüştü.
VI

CANTO R 'DAN H I LB E RT'E


Georg Cantor (1845-1918)

n dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren matematiğin


O temellerine özellikle Almanya' da pek çok düşünceyle katkıda
bulunuldu. Sonluötesi kümeler kuramının kurucusu Georg Cantor
bu alandaki matematiksel düşünceyi devrime uğratmıştır. Bununla
birlikte yaşamı boyunca hayli tartışmalı olarak görülen düşünce­
lerinin gerçek gücü yirminci yüzyılın ilerleyen yıllarına dek tam
anlamıyla anlaşılamamıştır. Ölümünün ardından Hilbert "Cantor
hiçbirimizin kovulmayacağı bir cennet yaratmıştır," demişti. Gü­
nümüzde pek çok matematikçi de bu görüştedir.
Aslen Kopenhag'lı olan Georg Woldemar Cantor borsa sim­
sarlığı yaptığı Sen Petersburg'a gençlik yıllarında taşınmıştı. Karısı
294 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Maria Anna (kızlık soyadı Bohm) müzisyen bir aileden geliyordu.


Oğulları Georg Ferdinand Ludwig Philipp Cantor 3 Mart 1 845'te
dünyaya geldi. Georg, çiftin altı çocuğunun ilkiydi. Annesi Katolik
olan Georg hayli dindar bir ortamda yetiştirildi. Georg'un babası ise
Lutherci anlayışla büyütülmüş Yahudilikten dönme sadık bir Protes­
tandı. Oğlunun kiliseye kabul ayininde duyarlı ve yetenekli biri olan
babası, Georg'a hiç unutamayacağı bir mektup yazmıştı. Mektup
yıllar sonra Cantor'un başına geleceklerin habercisi gibiydi:

Hiç kimse içine düşeceği inanılmaz zor şartları ve mesleki ortamları , ya­
şamın çeşitli evrelerinde mücadele edeceği görünemeyen ve öngörülemeyen
musibet ve zorlukları önceden bilemez. En ümit vaat edenler arasında bile
yaşamda karşılarına çıkan ilk ciddi mücadelede yaşadıkları küçük ve zayıf
bir direnç karşısında bile yenilgiye uğramış ne kadar çok insan vardır. Cesa­
retleri kırılır, bunun üzerine tamamıyla körelirler ve en iyi durumda bile harap
olmuş bir dahiden daha fazlası olamazlar. Ama her şeyin başı olan güçlü bir
yürekleri yoktur! İşte, sevgili oğlum! İ nan bana, içimizde yaşaması gereken
senin en yakın , en doğru ve en deneyimli dostun olan bu yürek, içten gelen
dinsel ruhtur.
Ama tüm bu zorlukların yanı sıra kendi mesleğimizde ya da işimizde ba­
şarıya ulaşmak için kurduğumuz açgözlü düşlerimizdeki açık ya da gizli düş­
manlarımızın kıskançlığı ve iftiralarından kaynaklanarak kaçınılmaz olarak
karşımıza çıkabilecek sıkıntı ve zorluklardan kaçabilmek ve bunlarla başarılı
bir şekilde başa çıkabilmek için kişinin her şeyden önce en temel teknik bilgi
ve becerinin muhtelif çeşidine sahip olması ve bunları benimsemesi gerekir.
Günümüzün gayretli ve hırslı adamı, düşmanları tarafından bir köşeye atılmak
ve ikinci, üçüncü sıralara düşmek istemiyorsa bu mutlak bir zorunluluktur.

1 8 56'da Cantor on bir yaşındayken aile Rusya'dan Alman­


ya'ya taşındı. İlk olarak, Cantor'un on beş yaşına geldiğinde
gymnasium'una gittiği Weisbaden'de yaşamaya başladılar. Her
alanda başarılı olan Cantor özellikle matematik ve fen derslerin­
de çok iyiydi. Babası Cantor'un mühendis olması gerektiğini dü­
şünüyordu. Bu düşünceyle Cantor yüksek eğitimine Zürich'teki
Polytechnikum'da başladı. Cantor, mühendislik yerine matematik
eğitimi almak üzere Universitat Berlin'e geçmesi konusunda kısa
GEORG CANTOR 295

bir süre sonra yaşama veda edecek olan babasını ikna etmıştı.
Cantor, Universitat Berlin'de istisnai olmasa da iyi bir öğrenciydi.
Cantor, "De aequationibus secundi gradus indeterminatis"
(İkinci Dereceden Belirsiz Denklemler Üzerine) başlıklı tezini sun­
madan önce Georg-August'ta bir öğretim dönemi geçirdi. Artık
yirmi iki yaşına gelmiş olan Cantor yaşamının ilerleyen bölümle­
rinde çok daha ciddi bir hal alacak depresyon dönemlerine girmeye
başlamıştı. 1 867' de doktorasını almasının ardından kısa bir süre
için öğretmenlik yaptı. Hemen sonrasında Leipzig yakınlarındaki
Universitat Halle'de privatdozent'liğe getirildi. Varlıklı babasının
bıraktığı miras sayesinde doçent olana dek geçen beş ve daha son­
ra profesörlüğe yükseltilene dek geçen yedi yıl boyunca hiç maddi
sıkıntı yaşamadı. Cantor, yüksek ücretler almasa da meslek yaşan­
tısının sonuna dek Halle' de kalmıştı.
Genellikle neşeli, içten biri olan Cantor kendisini "sanata ol­
dukça eğilimli" biri olarak tanımlamaktadır. Kimi zaman babası­
nın kemancı olmasına izin vermemesinden dolayı üzüntü duyardı.
1 8 74'te kız kardeşinin arkadaşı Vally Gutmann'la yaptığı evlilik­
ten altı çocuğu oldu. Harz dağlarında geçirdikleri halaylarında,
o andan itibaren Cantor'un dostu ve matematik sırdaşı olacak
Dedekind'le karşılaştılar.
Berlin'de bulunduğu dönemde Cantor sayılar kuramıyla ilgi­
lenmeye başlayınca Kronecker'in ilgisini çekmişti. Ancak, Halle'ye
yerleşmesinin ardından trigonometrik serilere, özellikle de belirli
bir fonksiyonun Fourier gösteriminin tekliği sorusuna yöneldi. Bu
soru onu, rasyoneller gibi sayılabilir sonsuz kümelerle gerçel sayı­
lar gibi sürekli kümeler arasındaki fark üzerine daha derin düşün­
meye itti. Bu aşamada Cantor ile Dedekind'in görüşleri arasında
pek çok ortak nokta vardı. Birincil hedef için her iki yöntem eşit
derecede iyiyken Dedekind'in gerçel sayıları rasyonel kesitlerle,
Cantor'un ise Cauchy-yakınsak rasyonel serileriyle oluşturduğu
yaklaşımlar genelleme yapılabilmesi açısından birbirlerinden hayli
farklıydı. Bolzano bu alanda ilgi çekici bir öncü olsa da kümeler
kuramının kurucusu Cantor'du. Dedekind daha çok modern cebi­
rin kurucusu olarak kabul edilebilir.
296 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

O zamanlar gerçel sayıların sayılabilir olup olmadıkları henüz


bilinmiyordu. Cantor Aralık 1 873'te Dedekind'e gerçel sayıların
sayılabilir olmadıklarını gösterebileceğini yazmıştı. Aşina olduğu­
muz köşegen yöntemi ise daha sonra geldi. Bu önemli keşfi diğerle­
ri izledi. Eski ve genel kabul görmüş fiziksel uzayın üç boyutlu ol­
duğu kavramı genel anlamda üzerinde tartışılmayan bir konuydu.
Dört ve daha yüksek boyutlu "hiperuzayların" anlamına yönelik
metafizik sorular ortaya atılırken matematikçiler boyut kavramını
sezgisel bir temelde kabul ediyordu. Cantor, bir karenin gönderi­
minin doğru parçası üzerine bire bir sürekli bir fonksiyon kullanı­
larak oluşturulmasının daha yüksek boyutlarda benzer sonuçları
vermesi için yeterli olmayacağını gösterdi. Cantor da elde ettiği
sonuç karşısında şaşırmıştı. Hayretini "Görüyorum ama inanmı­
yorum," şeklinde ifade etmişti. Sonuç, pek çok şeyin dayandığı bü­
tün sezgisel boyut kavramını zayıflatmış gibi görünüyordu. Elbette
ki önemli olan nokta yalnızca fonksiyonun kendisinin değil tersi­
nin de sürekli olması gereken homeomorfi durumunda boyutun
değişmez olmasıydı. Bu değişmezliğin tamamıyla anlaşılabilmesi
neredeyse kırk yıl almıştı ama Cantor'un sonuçları, sezgisel kav­
ramların bu alanda hayli yanıltıcı olabileceğini göstermişti.
Cantor, bugün sonluötesi kümeler kuramı olarak bildiğimiz
konu üzerine 1 879 ile 1 884 arasında yaptığı bir dizi yayınla devrim­
ci düşüncelerini geliştirmeye devam etti. Bu makalelerin Grundlagen
einer allgemeinen Mannigfaltigkeitslehre (Kümeler Üstüne Genel
Bir Kuramın Temelleri) başlığıyla ayrı bir kitapçık olarak yayım­
lanan beşincisi, Cantor'un araştırmalarında bir dönüm noktası ol­
muştur. Kısaca Grundlagen olarak bilinen eser şöyle başlar:

Kümeler kuramında bugüne kadar yapmış olduğum incelemelerimin su­


numu, tam sayı kavramının bugünkü sınırlarının ötesine genişletilmesi du­
rumunda ilerleyebileceği bir noktaya varmıştır. Bildiğim kadarıyla bu geniş­
lemeyi şimdiye dek kimse incelememiştir. Sayı kavramının genişletilmesine
olan bağımlılığım öylesine büyüktür ki bu gerçekleşmeden benim kümeler
kuramında ileriye doğru küçük bir adım dahi atmam mümkün değildir. Bu
durum, incelemelerime neden yabancı düşünceler eklediğime ilişkin bir açık-
GEORG CANTOR 297

lama ya da gerekliyse bir özür sunabilir. Şöyle ki ben, tam sayı serilerinin
sonsuzdan öteye genişlemesi, uzanımıyla ilgileniyorum. Bu, gözü pek bir
çaba olarak görülse de bu genişletmenin zamanla hayli basit, uygun ve doğal
görüneceğini umut değil iddia ediyorum . Bu girişimimle, genel kabul görmüş
matematiksel sonsuzluk düşüncesi ve sayıların özüne ilişkin sıklıkla dile geti­
rilen görüşlerin karşısında yer alacağımın son derece farkındayım.

Topolojik nitelikli kavramlar ilk kez Grundlagen'de görülme­


ye başlandı. Yoğun altküme tanımı, kapanış düşüncesi ve benzeri
kavramlar Cantor'la ortaya çıkmıştı. Daha sonra Frechet'in soyut
uzaylar üzerine yazdığı 1908 tarihli raporunda ve daha da sonra
Hausdorff'un 1914 tarihli Grundzüge der Mengenlehre (Kümeler
Kuramının İlkeleri) adlı klasik eserinde bu kavramlar önemli bir
yer tutmuştur.
Tam sayıların sonluötesi genişletilmesi, programın yalnızca ilk
adımıydı. Ne var ki, kuramın mükemmelleştirilebilmesi için ken­
disinin de fark etmiş olduğu gibi Cantor'un sürem varsayımına ve
en iyi çabalarını yenilgiye uğratan kavramın ispatına gereksinimi
vardı. Bugünden bakıldığında Cantor'un mantıksal konumu daha
iyi anlaşılabilir ama Cantor'un ilk ortaya atıldıklarında hayli tar­
tışmalı olan görüşleriyle ilk kez karşılaşan matematik öğrencileri
bugün hala tedirgin olmaktadır. Hilbert, Cantor'un sonluötesi sa­
yılar kuramının insan ruhunun gerçekleştirdiği en büyük başarıla­
rından biri olduğunu belirtmektedir.
Cantor'un devrimci kuramları ilk kez su yüzüne çıktığında ge­
nellikle kuşku ve hatta kimi zaman husumetle karşılandı. Özellik­
le Kronecker, Cantor'un çalışmasının yayımlanmasını engelleme­
ye, en azından geciktirmeye çalıştı. Cantor, matematik açısından
çok daha ufuk açıcı bir ortam olan Berlin'e dönmek istiyordu
ama Kronecker bu isteğin gerçekleşmesine de engel oldu. Klein ve
Poincare gibi bazı nüfuzlu matematikçiler de Cantor'a karşı soğuktu
ama bazı istisnalar da yok değildi. Bunlardan biri, kurmuş olduğu
Acta Mathematica adlı dergide Cantor'un kimsenin yayımlamaya
yanaşmadığı yeni çalışmasını yayımlamak isteyen, bir sonraki ya­
şam öyküsünün kahramanı İsveçli matematikçi Mittag-Leffler'di.
298 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Cantor'un ilk olarak Almanca yayımlanan belli başlı makalelerinin


birkaçı Fransızcaya çevrilerek 1 883'te Acta Mathematica'da yeni­
den yayımlandı. Mittag-Leffler'e göre çeviriyi yapanlar Hermite'in
öğrencileriydi ve bunlardan biri de Poincare'ydi. Cantor 1 8 84'teki
Paris ziyaretinde, içeriği olmadan biçimleri oldukları gerekçesiyle
eleştirilen çalışmalarının önemli Fransız matematikçiler tarafından
olumlu bir şekilde ele alındığını gördü.
Artık yayımladığı bazı matematik çalışmaları yüzünden bir tered­
düt yaşamaya başlayan Mittag-Leffler, Cantor'un daha felsefi içerikli
yazılarınıysa yayımlamak istemiyordu. 1885'te Cantor ordinal sayı­
lara ilişkin yeni düşüncelerin yer aldığı iki kısa makaleyi Acta'da ya­
yımlamak isteyince Mittag-Leffler kibarca bu isteği geri çevirir:

Olumlu yeni sonuçlar açıklamadan yeni çalışmanızı yayımlamanın ma­


tematikçiler arasındaki saygınlığınıza büyük zarar vereceğini düşünüyorum.
Temelde tüm bunların sizin için aynı olduğunu çok iyi biliyorum. Ama kura­
mınıza yönelik güven bir kez bile bu şekilde sarsılırsa matematik dünyasının
dikkatini yeniden çekmek çok zaman alabilir. Ö mrünüz boyunca size ve kura­
mınıza hak ettiğiniz insaf hiçbir zaman verilmeyebilir de. Yüz yıl sonra kura­
mınız bir başkası tarafından yeniden keşfedilirken en nihayetinde bu kuramın
size ait olduğu anlaşılacaktır. En azından o zaman size insaflı davranacaklar­
dır. Ama bu şekilde (makaleyi yayımlayarak) bilimsel araştırma yapan herke­
sin doğal olarak arzuladığı önemli etkiyi yaratamayacaksınız.

Yaşam öyküsüne bu bölümün ilerleyen kısımlarında yer veri­


len Kovalevskaya'nın Mittag-Leffler'e yazdığı eğlenceli bir mek­
tup vardır. Kovalevskaya mektubunda Cantor'un, Leibniz felsefesi
üzerine verdiği derste yaşananları anlatmıştır: "Başlangıçta 25 öğ­
rencisi vardı. Ama yavaş yavaş sınıf mevcudu önce dörde, sonra
üçe, sonra ikiye ve en sonunda da bire düştü. Cantor yine de dire­
nerek derse devam etti. Heyhat! Bir gün Mohikanların sonuncusu
sıkıntılı bir şekilde Cantor'un yanına gelerek yapması gereken çok
fazla şey olduğundan profesörün dersini bundan böyle takip ede­
meyeceğini söyleyerek ona teşekkür etti. Bunun üzerine Cantor,
karısını tarifsiz bir sevince boğan vakur sözünü verdi: Bir daha asla
felsefe dersi vermeyecekti! "
GEORG CANTOR 299

Poincare'nin de dahil olduğu pek çok kişi nokta-küme kura­


mından memnunken Cantor'un sonluötesi sayılarının genelliğine
ilişkin çekincelere sahipti. Grundlagen'in yayımlanmasının ardın­
dan geçen on yıl boyunca kuramlarına yönelik genel husumetten
bezginliğe kapılan Cantor matematikten uzaklaştı. Felsefe dergi­
lerinde yayınlar yapmaya başladı. Cantor'un yazışmalarından o
dönemde Gül-Haçlı Biraderleri' ve Özgür Masonlar gibi oluşum­
lar ile Bacon-Shakespeare tartışması gibi edebi konularla meşgul
olduğu anlaşılıyor.
Cantor, Beitrage zur Begründung der transfiniten Mengenlehre
(Sonluötesi Sayılar Kuramına Katkılar) adlı önemli çalışmasıyla
tekrar matematiğe döndü. Bu çalışmanın basit sıralı kümeler üzeri­
ne olan ilk kısmı 1 895'te yayımlanırken aynı zamanlarda yazılmış
olduğu anlaşılan iyi sıralı kümelere ilişkin ikinci kısmı ise ancak iki
yıl sonra yayımlanabildi. Bu çalışmalarda Cantor, daha sonra çok
öne çıkacak Seçme Beliti gibi sorulara yer vermişti.
Özet niteliğindeki Beitrage ve hemen ardından Fransızca ve
İtalyanca çevirilerinin yayımlanmasıyla geniş kesimlerce öğrenilen
Cantor'un düşünceleri tüm dünyadaki matematikçiler arasında ya­
yıldı. Sonluötesi kümeler kuramının değeri kısa zamanda anlaşılan
Cantor'un düşünceleri, kamplara böldüğü matematik dünyasında
ateşli polemikler yaşanmasına neden oldu. Cantor bir yandan da,
tartışmalara yol açan düşüncelerinin daha insaflı bir şekilde de­
ğerlendirilmelerini sağlayabilmek için 1 8 89'da kurulan Deutsche
Mathematiker Vereinigung'un kuruluş aşamasında yer aldı. Bu
arada başka matematikçiler Cantor'un düşüncelerini benimseme­
ye başlarken Friedrich Ludwig Gottlob Frege ve daha sonra Kurt
Gödel, Cantor'un ortaya attığı derin soruların daha anlaşılır olma­
larını sağladı.
Cantor, çalışmalarının tartışma ve ayrılık yaratmasından hiçbir
zaman kaçınamamış olsa da 1 895'ten sonra genç kuşaktan daha
enerjik matematikçiler Cantor'un kuramlarını giderek daha fazla
savunur oldular. Artık karşı çıkışlara tek başına dayanmak zorun-

Çok eski çağlardan aktarılmış içrek bilgilere sahip olduğunu öne süren dünya çapında­
ki bir kardeşlik tarikatı. (ç.n.)
300 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

da değildi. Kronecker'in fikri muhalefeti benzer inanışlara sahip


kişilerin eleştirileriyle ayakta duruyor olsa da Cantor çevresinde,
sonluötesi kümeler kuramını savunmaya istekli, etkileyici ve gide­
rek artan sayıda matematikçi görebiliyordu. Onun için bu kutsal
savaş neredeyse sona ermek üzereydi. Kuramsal zorluklar tam an­
lamıyla aşılamamış olsa da Cantor'un matematik dünyasına yap­
tığı kalıcı önemdeki katkılar kabul görmüştü. Matematik bir daha
asla eskisi gibi olmayacaktı.
Cantor'un yaşamının ikinci yarısı sürekli tekrarlayan akıl has­
talığı ataklarıyla geçmişti. Tanrı vergisi yeteneklere sahip pek çok
sıra dışı insan gibi Cantor da manik depresifti. O zamanlar ma­
nik evre depresif evreden daha çok kaygı uyandırırdı. Cantor ilk
önemli atağını 1 8 84'te Paris'ten Halle'ye döndüğünde yaşadı. İyi­
leşir iyileşmez Kronecker'le yeniden barışmayı denedi. Aldığı tepki
hayli samimiydi. 1 899'da gelen ikinci bir krizin ardından Cantor,
on üç yaşındaki yetenekli en küçük oğlunun ölüm haberini aldı.
Tüm aile derin bir kedere boğulmuştu. Cantor 1 904'ten itiba­
ren giderek daha çok sanatoryumda tedavi görmeye başlamıştı.
Cantor, 6 Ocak 1 9 1 8'de yetmiş üç yaşındayken Halle'deki akıl
hastanesinde yaşamını yitirdi . Meslek yaşantısının sonlarına doğ­
ru başarıları çeşitli akademik ve bilimsel payelerle ödüllendirildi.
Cantor'un bir büstü 1928'de üniversiteye yerleştirildi. Ne yazık
ki yazışmalarının ve çalışmalarının büyük bir kısmı İkinci Dünya
Savaşı'nda kayboldu.
Cantor'un meslek yaşantısının çeşitli yönleri edebiyat alanında
yanlış yansıtılmıştır. Yakın zamanlarda Cantor'un yaşam öykü­
sünü kaleme alan pek çok kişi de bu durumun düzeltilmesinin
çok güç olduğunu düşünmektedir. "Cantor'un Berlin'deki profe­
sörlerinden Leopold Kronecker onu 'bir bilim şarlatanı, dönek,
gençliği yozlaştıran biri' olarak görürdü," şeklindeki bir ifade her
ne kadar doğru olsa da bu yoruma "Böylesi husumetler yüzün­
den Cantor sık sık akıl hastalığı krizleri geçirdiğinden yaşamının
son beş yılını sanatoryumda geçirmek zorunda kalmıştı," şeklinde
devam etmek uygun olmayabilir. Cantor'un daha yakın zamanlı
yaşam öykülerinde "böylesi husumetler yüzünden" gibi ifadelere
GEORG CANTOR 301

gerekçe olabilecek hiçbir bilgi bulunmadığı gibi Cantor'un akıl


hastalığının doğuştan kaynaklandığı ve Kronecker'in onun yaptı­
ğı matematikten zerre kadar hoşlanmamasıyla hiçbir ilgisinin ol­
madığına dair güçlü kanıtlar vardır. Cantor'un kuramının "tama­
mıyla beklenmedik" bir dizi çelişki nedeniyle sorunlu olduğu öne
sürülse de Cantor, bunların gerçek anlamlarını belki de sonradan
fark etmiş olmasına karşın en başından itibaren bu "paradoksla­
rın" farkındaydı.
Gösta Mittag-Leffler (1846-1927)

ittag-Leffler'in adı daha önceki yaşam öykülerinde birkaç


Mkez geçmişti. Mittag-Leffler, Stockholm'ün yeni üniversite­
sindeki ilk profesör ve aynı zamanda da saygın uluslararası dergi
Acta Mathematica'nın kurucusuydu. Mittag-Leffler, önde gelen
araştırmacılardan biri olmasa da zamanının matematik dünyasın­
da hayli etkili olmuştu. Mittag-Leffler, İsveç matematiğinin babası
olarak kabul edilir.
Gösta Mittag-Leffler, Olof Leffler ile Gustava Wilhelmina'nın
(kızlık soyadı Mittag) ilk çocuklarıydı. 1 6 Mart 1 846'da babası­
nın öğretmenlik yaptığı eski tarz okulun lojmanında dünyaya gel­
di. Çiftin hepsi de yetenekli üç çocukları daha oldu. Bu çocuklar
304 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ilerleyen yıllarda yazar Anne Charlotte Edgren-Leffler, dilbilimci


Fritz Leffler ve inşaat mühendisi Artur Leffler olarak tanınacaktı.
İsveçli Leffler'ler asıl olarak Silezya'daki Breslau'dan geliyorlardı.
Aile üyelerinden biri 1655'te İsveç'e göç ederek burada büyük bir
aile kurmuştu. Geleceğin matematikçisinin Göteborg'lu bir yelken
yapımcısı olan büyükbabası İsveç Parlamentosu'nun da bir üyesiy­
di. Gösta'nın ailesinin anne tarafı da Alman kökenliydi. Annesinin
babası tanınmış din adamlarındandı. Anneanne ve dedesine son
derece bağlı olan küçük çocuk bunun bir göstergesi olarak daha
sonra soyadına Mittag'ı ekleyecekti.
Kendisi de bir dönem parlamentoda görev yapan Mittag­
Leffler'in babası Stockholm'deki bir okulun müdürlüğüne terfi etti­
rilmişti. Geniş bir arkadaş çevresine sahip Olof Leffler'in çocukları,
güzel bir sosyal ortamın bulunduğu evde büyüyorlardı. Küçük ço­
cuk matematiğe karşı öylesine bir yetenek göstermişti ki ortaöğreti­
min Stockholm' de geçirdiği son üç yılında matematik derslerinden
muaf tutulmuştu. Eğitimine tarihi Uppsala Universitet'te devam
etti. O zamanlarda tutmaya başladığı günlük, farklı ilgi alanlarına
sahip, tutkuları artan, eğitimli ve sosyal genç bir adamın ipuçlarını
veriyordu. Onun konumunda olan pek çok kişi gibi o da özel ders­
ler vererek geçimini sağlıyordu. Öğrencilerinin çoğu toprak sahibi
soylulardandı. 1 8 72 tarihli tezi kayda değer bir çalışma olarak ka­
bul edilmese de Mittag-Leffler'e docent unvanını sağlamıştı.
Mittag-Leffler'in meslek yaşantısındaki dönüm noktası erte­
si yıl yirmi yedi yaşındayken İstanbul' da yaşayan bir İsveçli'nin
verdiği "Bizans" bursunu kazanmasıyla gerçekleşti. Burs, ülke dı­
şında ileri düzeyde çalışmalar yapılması için üç yıllığına veriliyor­
du. Mittag-Leffler bu bursu kullanarak Ekim 1 873'te önce P�ris'e
gitti. Burada ilişkide olduğu esas kişi Hermite'ti. Hermite'in elip­
tik fonksiyonlar üzerine verdiği derslere giren Mittag-Leffler bu
dersleri anlamakta zorlanmıştı. Hermite konuşmalarında, en iyi
zamanlarını yaşayan Berlin okulundan büyük bir coşkuyla bah­
sedince Mittag-Leffler ikinci durak olarak Prusya başkentini seçti.
Bu arada başka Fransız matematikçilerle de tanışmış, Paris'in sos­
yal yaşantısından hoşlanmaya başlamıştı.
GÖSTA MITIAG-LEFFLEA 305

Böylece Mittag-Leffler ülke dışındaki ikinci yılını Bedin' de ge­


çirdi. Fransa için oldukça yıkıcı olan Fransa-Prusya Savaşı çok
yakın bir zamanda sona ermişti. Paris'te Alman karşıtı duygular
hüküm sürerken Berlin'deki Almanlar büyük bir mutluluk yaşı­
yordu. Mittag-Leffler daha sonra yaptığı bir konuşmada şöyle di­
yecekti: "İki başkente yaptığım ziyaretler sırasında Paris ile Bedin
akademik çevreleri arasında gördüğüm yüksek gerilimi net bir şe­
kilde hatırlıyorum. Bu yüzden Herrnite ve Weierstrass'ın her türlü
milliyetçi duygu ve eğilimden arınmış olmalarından dolayı büyük
şaşkınlık yaşamıştım." Mittag-Leffler'in Bedin deneyimlerine daha
önce Weierstrass'ın yaşam öyküsünde değinilmişti. Mittag-Leffler
Weierstrass'çı eliptik fonksiyon kuramının, Hermite'in dersle­
rinde anlattığı kuramı epeyce geliştirdiğini gördü. Kısa zamanda
Kronecker ve özellikle de Weierstrass'la yakın ilişkiye geçti.
Mittag-Leffler bunun sonrasında kendini, fonksiyon kuramında
güç serileri yaklaşımını izlediği Weierstrass'ın bir takipçisi olarak
kabul etti.
1 809 ile 1 9 1 9 arasında Finlandiya, Rusya'nın yönetimi altın­
daydı. 1 875'te hala Bedin' de olduğu bir sırada Mittag-Leffler,
Helsingin Yliopisto'ya bir eleman alınmak üzere olduğunu duya­
rak bu görev için başvurmaya karar verdi. Mittag-Leffler niyetin­
den Weierstrass'a bahsettiğinde Weierstrass ona, kısa bir süre önce
benzer bir fırsatın Bedin'de de doğduğunu ve Helsinki yerine bu­
raya başvurmasının daha iyi olacağını söyledi. Matematikte mü­
kemmellik merkezi olması bakımından Berlin'in Helsinki'den çok
daha ileride olduğunu gayet iyi bilen Mittag-Leffler, Weierstrass'ın
desteğini arkasına alsa bile Berlin'deki görev için rekabetin çok üst
düzeyde olacağını düşündü. Üstüne üstlük Mittag-Leffler Prusya
şovenizmini dayanılmaz buluyordu. Sonuçta Mittag-Leffler Hel­
sinki'deki görev için başvuruda bulunmayı seçti.
Önemli Alman üniversitelerinin ayarında olmasa da Helsingin
Yliopisto da o zamanlar saygın bir matematik merkeziydi. Kürsü
için yaptığı başvuruda Mittag-Leffler'in eliptik fonksiyonlar üze­
rine sunduğu makaleyi yönetici profesör Ernst Leonhard Lindelöf
incelemişti. Lindelöf, Mittag-Leffler'in başvuruda bulunan dört
306 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

adayın en iyisi olduğunu düşünüyor olsa da üniversite hocalarının


Fince bilmelerini şart koşan bir kural vardı. Bununla birlikte her
zaman istisnalar olabilirdi ve böylece Mittag-Leffler göreve alındı.
Helsinki'de, bazılarıyla daha sonra birlikte Stockholm'e gideceği
pek çok öğrencisi olmuştu. Üniversitedeki görevlerinin yanı sıra
Fin başkentinin sosyal yaşantısı da hoşuna gitmişti. Kısa bir süre
sonra Finlandiya'daki İsveçli nüfusun seçkin ve varlıklı bir üyesi­
nin kızı genç Signe af Lindfors'la evlendi.
İsveç'teki en eski üniversite 14 77 yılında kurulan Uppsala
Universitet'tir. O zamanlar Güney İsveç, Danimarka toprakları­
na dahildi. Bu bölgenin 1 65 8 'de yeniden kazanılmasıyla Lund'da
ikinci bir üniversite kuruldu. Üçüncü üniversite ise bundan an­
cak iki yüz yıl sonra Uppsala'nın başkentlik unvanını teslim ettiği
Stockholm'de kurulacaktı. Diğer iki üniversitenin aksine 1 880'de
kurulan yükseköğretimin bu yeni merkezi maddi olarak bir miktar
özel şahıslar tarafından destekleniyordu. İlk baştaki adı H0gskola
olan bu kurum pek çok açıdan bir üniversiteden ziyade araştır­
ma enstitüsü gibiydi. En başta okulda hiç sınav yapılmıyordu.
Mittag-Leffler burada göreve getirilen ilk profesör oldu.
Mittag-Leffler'in yaptığı ilk işlerden biri Acta Mathematica
adlı araştırma dergisini kurmaktı. Derginin kurulmasına yönelik
ilk girişim o zamanlar Leipzig'de bulunan Sophus Lie'den gelmiş­
ti. Lie'nin kafasındaki plana göre yazı kurulu ve dergiye katkıda
bulanacakların büyük çoğunluğu Finlandiya ve diğer İskandinav
ülkelerinden olacaktı. Mittag-Leffler'in devreye girmesinin ardın­
dan yazı kurulunun Lie'nin teklif ettiği gibi yine kuzey ülkelerin­
den oluşturulması ama dergiye daha geniş bir coğrafyadan katılım
sağlanmasının daha iyi olacağına karar verildi. Acta'nın 1 882'deki
ilk sayısında Mittag-Leffler, Poincare'nin Fuchs grupları üzerine
kaleme aldığı önemli raporunun yer almasını sağladı. Kendisi de
matematikçi olan Kral II. Oskar bu yeni girişime desteğini sundu.
Çok geçmeden Acta geleceğini güvence altına alacak kadar abone­
ye ulaşmıştı.
Mittag-Leffler'in Berlin'de olduğu sırada Weierstrass'tan Rus
matematikçi Sonya Kovalevskaya'nın adını duyduğunu biliyo-
GÖSTA MITIAG-LEFFLER 307

ruz. 1 876'da Sen Petersburg'a Kovalevskaya'yı görmeye giden


Mittag-Leffler onun tinselliğinden, cazibesinden ve matematik
bilgisinden şaşkına dönmüştü. İkili dört yıl sonra her ikisinin de
konuşma yaptığı altıncı Rus Bilim Kongresi'nde yeniden karşılaş­
tı. Kovalevskaya matematikçi olarak çalışabileceği bir iş arıyordu
ve Mittag-Leffler'e Helsinki'de böyle bir iş bulma şansının olup
olmadığını sordu. Mittag-Leffler, radikal düşüncelere sahip etkin
biri olarak tanınan Rus uyruklu Kovalevskaya'nın böyle bir göreve
getirilmesinin pek mümkün olmadığını kısa sürede fark etti. Yine
de Stockholm'e yerleşir yerleşmez Kovalevskaya'nın H0gskola'ya
gelmesi için girişimlerde bulundu. 1 8 84'e gelindiğinde hedefine
ulaşmıştı. Bundan sonra olanlara Kovalevskaya'nın bu bölümün
ilerleyen sayfalarındaki yaşam öyküsünde yer vereceğiz.
Kronecker'in yaşam öyküsünden hatırlayacağımız gibi İsveç
kralının altmışıncı yaş günü nedeniyle özel ödüllü bir yarışma dü­
zenlenmişti. Ödül, belirli dört konudan herhangi birindeki en iyi
matematik makalesine verilecekti. Yarışmadaki üç konu eliptik ve
hipereliptik fonksiyonlara ilişkinken ilk konu gökcisimleri meka­
niğinde üç cisim problemiyle ilgiliydi. Poincare beklenildiği gibi
yarışmaya katıldı. Kurallar gereğince kimliğini belirtmeksizin tes­
lim etse de tarzından ve konuyu ele alış şeklinden yazarı kolayca
anlaşılabilen "Üç Cisim Problemi ve Dinamik Denklemleri Üze­
rine" adlı çalışması ödüle layık görülerek yayımlanması için ha­
zırlıklara başlandı. Ancak, son aşamada Poincare'nin makalesinde
önemli hatalar tespit edilince zaten maddi sıkıntı içindeki yazar
maliyetleri kendi karşılayarak makaleyi düzeltmek zorunda kaldı.
Sonuçta Poincare kazandığı ödülden daha fazlasını harcamak du­
rumunda kaldı.
Mittag-Leffler herkes tarafından sevilen biri olmasa da artık
uluslararası üne sahipti. Sanayici Alfred Nobel'in kendi adını taşı­
yan biyoloji, kimya, fizik gibi konularda vereceği ödüllerin konu
başlıkları seçilerek onaylaması için Mittag-Leffler'e sunulmuştu.
Listedeki konulardan biri de matematikti. Matematikte bir ödül ve­
rilecekse bu ödül için Mittag-Leffler'in uygun olup olmadığını soran
Nobel'e bunun mümkün olduğu yanıtı verilince Nobel, listesinden
matematiği çıkardığından böyle bir ödül şimdiye dek hiç verilmedi.
308 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Mittag-Leffler farklı türde pek çok akademik onurun sahibi


olmuştu. Bunlar arasında kırkı aşkın akademi ve derneğin onur­
sal üyelikleri vardı. Uluslararası ilişkiler kurma konusunda çok
hevesli olan Mittag-Leffler, üzerinde daha sonra konuşacağı­
mız uluslararası kongreler dizisinin başlatıcılarındandı. Mittag­
Leffler'ler varlıklı bir aileydi. Karısı Signe'nin sahip olduğu büyük
miktardaki paranın yanı sıra Mittag-Leffler de başarılı bir girişim­
ciydi. 191 6'da Mittag-Leffler yetmiş yaşındayken ailecek evlerini
ve kütüphanelerini önemli miktarda bir bağışla birlikte Kungliga
Vetenskapsakademien'e hediye ettiler. Bundaki amaç, bir yöneti­
cinin öncülüğünde matematiğin gelişimini daha da ileriye götü­
recek bir enstitü kurulmasıydı. İlk yöneticinin de Mittag-Leffler
olması düşünülüyordu. Ne yazık ki savaşın ekonomik etkileri ilk
başta verilen bağışın yetersiz kalmasına yol açtı. Yine de Institut
Mittag-Leffler en nihayetinde kurulabilmişti.
İsveç matematiğinin babası 7 Temmuz 1 927'de seksen bir ya­
şında yaşamını yitirdi. Tüm yetişkin yaşamı boyunca soyut ma­
tematiğe beslediği tutku ve zamanının büyük matematikçilerine
duyduğu hayranlık onu yönlendirmişti. Yayımladığı yüzü aşkın
araştırma makalesiyle kompleks analiz alanında uzmanlaşmıştı.
Bunun yanı sıra başarılı bir öğretmen ve girişimciydi. Sophus Lie
onun bir matematik diplomatı olduğunu söylerdi. Kralın yakın
çevresindeki kişilerden biri olan Mittag-Leffler İsveç'te önemli bir
halk kahramanıydı. Mittag-Leffler bir konferans salonuna girdi­
ğinde tüm dinleyiciler ayağa kalkardı.
Felix Klein ( 1849-1925)

elix Klein Mittag-Leffler'e kıyasla daha da önde bir matema­


F tik siyasetçisiydi. Gençlik yıllarında adını duyuran Klein, ma­
tematikteki rekabetin çok güçlü olduğunu görmüştü. Henüz genç
olduğu bir dönemde matematikle ilgilenmek yerine bilim politikası
geliştirmek şeklinde tanımlanabilecek asıl mesleğine doğru geçiş
yaptı. Klein ünlü Erlangen Programı'nda bir yandan birleşik geo­
metri düşüncelerini sunarken bir yandan da matematik öğretiminin
reformuna yönelik görüşlerini ortaya koyuyordu. Önce Leipzig'de
daha sonra da esas olarak Göttingen'de matematik ile uygulama
alanları arasındaki yakın ilişkiyi yenileyerek konuyu yeniden can­
landırmaya çalıştı. Nüfuzunu en çok hissettirdiği Almanya'nın
31 0 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yanı sıra matematiğin Birleşik Devletler'deki gelişiminde de etkili


oldu. Hem sözlü hem de yazılı olarak ortaya koyduğu açıklayıcı
çalışmaları son derece yüksek standartlıydı.
Ren bölgesindeki Düsseldorf kentinde 25 Nisan 1 849 gecesi
" Regierungsprasident ( belediye başkanı) katibinin evinde bir te­
laş vardı. Evin dışında, Prusyalı yöneticilere başkaldıran Renlilerin
siperlerinden top sesleri yükselirken evin içindeyse nereye gidece­
ğini bilmeden kaçmaya hazırlanmış insanlar vardı. İşte o gece katı
Prusyalı katibin oğlu dünyaya geldi. Oğlanın adı Christian Felix
Klein' dı. " On dokuzuncu yüzyıl matematik dünyasının en önemli
isimlerinden birine ithafen yazılmış bir anma yazısı işte böyle baş­
lamaktadır.
Sonraki yirmi yıl boyunca Prusya önemli bir Avrupalı güç olma
iddiasını sürdürdü. Neredeyse kesintisiz devam eden çalkantılı dö­
nemlerden sonra Fransa-Prusya Savaşı patlak verdi. Yine de genç
Klein mümkün olduğunca normal bir çevrede büyüdü. 1 865'te
doğa bilimleri eğitimi aldığı Universitat Bonn'a girmeden önce
Düsseldorf'taki gymnasium'a gitti. İki yılın ardından fiziksel bilim­
ler bölümüne geçti. Burada çizgi geometrisi kuramının kurucusu ye­
tenekli matematikçi ve fizikçi Julius Plücker'den ders aldı. Plücker'in
beklenmedik ölümünden sonra Klein, Alfred Clebsch'in öğrencisi
olsa da Clebsch daha sonra Göttingen'e gitti. Klein, Plücker'in bı­
raktığı bazı araştırma makalelerini yayına hazırlarken bir yandan
da Rudolf Lipschitz gözetiminde yaptığı doktora tezi üzerinde ça­
lışıyordu. Bonn'daki doktora sınavını başarıyla geçince Clebsch'i
ziyaret etmek için Georg-August'a gitti. Klein burada Clebsch ön­
derliğindeki hareketli araştırma grubundan bazı kişilerle tanıştı.
Daha sonra Klein, Clebsch'in tavsiyesine uymayarak 1 869-70
dönemi için Berlin'e gitti. Önde gelen Berlinliler, Weierstrass,
Kummer ve Kronecker geometriyle pek ilgilenmiyor ama bu dö­
nemde birlikte çalışıyorlardı. Matematik eğitiminin gelişimi için
bu üçlünün çabalarıyla Berlin semineri bir esas oluşturmuştu. Ber­
lin, matematikte ileri düzeyde çalışmalar yapmak isteyen hevesli
lisansüstü öğrencileri ve doktora sonrası çalışma yapanlar için
kutsal bir yer haline gelmişti.
FELIX KLEIN 31 1

Klein Berlin'e geldiğinde Cantor, Frobenius, Killing ve


Mittag-Leffler burada öğrenciydi. Klein bu etkileyici grup içinde
kendini gösteremedi. Mittag-Leffler'e göre Klein, Kronecker ve
Weierstrass'ın derslerinden pek de yararlanamıyordu. Bildiğimiz
gibi Klein, o zamanlar Berlin'e uğramış olan Sophus Lie'yle dost­
luk kurmuştu. Klein annesine şöyle yazmıştı: "Tanıştığım genç
matematikçiler arasında biri özellikle hoşuma gitti. Adı Lie. Adını
Christiania'dayken yayımladığı bir makaleden daha önce duymuş
olduğum bir Norveçli. Kendimizi benzer şeylerle meşgul ettiği­
mizden konuşacak konu bulmakta hiç sıkıntı çekmiyoruz. Ancak
yine de yalnızca bu ortak sevgiyle birbirimize bağlanmadık. Mate­
matiğin burada diğer insanlar özellikle de yabancıların başarıları
üzerinde ve karşısında olacak şekilde var olma biçimine yönelik
tiksinti de bu bağın oluşmasını sağladı." Klein, Kummer'in semi­
oez-Jode L/e o/o Çill/fmillcıa azeaae bir konuşma. ya.pmışn.
1 870'in ilkbaharında daha önce de gördüğümüz gibi beraberce
Paris'teydiler. "Odalardan odalara geçiyor, insanlarla ve özellikle
de genç matematikçilerle şahsen iletişime geçerek bilimsel ilhamın
peşinden gidiyorduk," diyen Klein, yaşamlarından bir kesiti de
şöyle aktarır:

1 870'in Temmuz ayında bir sabah çok erken kalkmıştım. Tam dışarı çık­
mak üzereydim ki henüz yataktan çıkmamış olan Lie odasına gelmem için
seslendi. Odasına girdiğimde bana dün gece bulduğu şeyi, eğrilik çizgileri
ile minimal doğrular arasındaki ilişkiyi anlatmaya başladı . Söylediklerinin tek
kelimesini anlamadım. Her neyse bana Kummer yüzeyindeki minimal doğ­
ruların kesinlikle on altıncı dereceden cebirsel eğriler olması gerektiğini söy­
leyerek konuşmasına devam etti. Sabah Conservatoire des Arts et Metiers'i
gezerken birden bu on altıncı dereceden eğrilerin benim birinci ve ikinci dere­
ceden doğru kompleksleri kuramı mda karşıma çıkanlarla aynı olduğu aklıma
düşüverdi. Lie'nin dönüşümlerinden bağ ı msız olarak geometrik kanıtını elde
etmeyi başardım. Öğleden sonra saat dörtte geri döndüğümde Lie çıkmıştı.
Lie'ye kanıtımın yer aldığı bir mektup bıraktım.

Fransa-Prusya Savaşı patlak verdiğinde Klein orduya katılmak


için Almanya'ya döndü. Sıhhiye sınıfına verilen Klein burada tifüse
312 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yakalanınca evine gönderildi. Prusya'nın savaştan zaferle çıktığı


ertesi yıl Klein, Lie'yle birlikte çalışmaya kaldığı yerden devam etti.
Georg-August'ta privatdozent'liğe yükselmişti. Bu sırada Alman­
ya ve diğer ülkelerde yeni geliştirilen Eukleides dışı geometrilerin
geçerliliğine yönelik büyük bir tartışma sürmekteydi. Klein bunla­
rın Eukleides geometrisiyle ilişkili olarak izdüşümsel geometrilerle
modellenebileceğini gösterdi. Eukleides geometrisinden hiçbir şe­
kilde kuşku duyulmadığından kuşkuyla yaklaşan kimi insanların
varlığını sürdürmesine karşın bu önemli bilgi Eukleides dışı geo­
metrilerin geçerliliğine katkı sağladı.
Klein 1 872'de Bavyera'daki Universitat Erlangen'de profe­
sörlüğe getirildi. Dışa dönük ve hareketli biri olan Klein önceli
Möbius'la tam bir tezat oluşturuyordu. Klein parlak bir hoca ola­
rak tanınmıştı. Derslerini her zaman kılı kırk yararak hazırlarken,
tahtaya yazılacaklar ders bittiğinde anlattıklarının bir özeti tahta­
da görünecek şekilde önceden titizlikle planlanırdı. Buna karşın
ilk dersini dinlemeye yalnızca iki öğrenci geldi. Daha sonra bu iki
öğrenciden biri ara sıra derslere gelmeye başlarken diğeri ise derse
hiç uğramamıştı.
Erlangen'deki geleneksel açılış törenleri kapsamında Klein'ın bir
Antrittsrede" yapması gerekiyordu. Klein bu konuşma için çok güç­
lü görüşlere sahip olduğu matematik eğitimi konusunu seçti. Ancak
Klein'ın bu görüşleri yıllar içinde çok değişecekti. Bunun yanında
Erlangen'e özgü bir diğer özellik de Klein'ın bir Programmschrift'*
hazırlaması zorunluluğuydu. Klein bu manifestoya "Vergleichende
betrachtungen über neuere geometrische Forschungen" (Geomet­
rideki Son Dönem Araştırmaların Karşılaştırmalı İncelemesi) adını
verdi. Bu manifesto daha sonra Erlangen Programı olarak biline­
cekti. O zamanlar tüm geometri çeşitleri, Eukleidesçi, eliptik, hiper­
bolik, izdüşümsel ve diğerleri ayn ayrı ele alınırdı. Klein daha önce
tasarlanmış olan her şeyden çok daha geniş ve toplu, birleştirici bir
geometri görüşü ortaya koymuştu. Klein'ın ortaya attığı kavram
geometri alanındaki araştırmalara yeni bir hız katsa da geometriyi

* Açılış konuşması. (ç.n.)


** Manifesto. (ç.n. )
FELIX KLEIN 31 3

tanımlamaya yönelik çabalar sonuçsuz kaldı. Bundan elli yıl sonra


bu konu üzerinde çok kafa yormuş biri olarak Veblen konuyu şöyle
özetlemişti: "Matematiğin bir dalına bu ad, yeterli sayıda ehil in­
sana duygusal ve geleneksel gerekçelerle güzel geldiği için geometri
adı verilir. "
Erlangen Programı Klein'ın tek önemli matematiksel başarısı
olarak nitelendirilir. Ne var ki programın yalnızca Erlangen'deki
bir kitapçık olarak kaldığı sonraki yirmi yıl boyunca program çok
az duyulmuştu. Bu dönemde başta Poincare olmak üzere pek çok
matematikçi de Klein'dan habersiz benzer düşüncelere ulaşmıştı.
Hatta bu düşünceler Klein'nınkilerden çok daha etkiliydi. Daha
sonra Lie Paris'ten Klein'a şöyle yazacaktı: "Poincare bir vesiley­
le matematiğin tamamıyla gruplardan ibaret olduğundan söz etti.
Ona senin Erlangen Programı'ndan bahsettim. Bu konuda hiçbir
fikri yoktu. " Lie ekolüyle birlikte yirminci yüzyıl matematiğini
şekillendirecek yapısal düşünce biçiminin yaratılmasında Klein'a
kıyasla daha özlü bir çabanın içinde yer alıyordu. En sonunda
Klein, Lie ve Poincare'yle birlikte grup kavramının birleştirici ilke
olduğunu gördü ama özgün programında bu görüşe o an için yer
vermedi.
Sonraki üç yıl Klein için araştırma açısından üretken geçti. Klein
daha sonra 1 875'te Münih'teki Technische Hochschule'de (teknik
okul ya da enstitü) Ludwig Hesse'nin ardılı olarak görevlendirildi.
Bu yeni görevi Klein'ın aralarında birer klasik haline gelecek birka­
çının da yer aldığı yetmişe yakın makale yayımladığı hayli üretken
bir· başka beş yılı beraberinde getirdi. Klein'ın makaleleri, konuları
geometrik bakış açılarından değerlendirdiği grup kuramı, cebirsel
denklemler ve fonksiyon kuramına ilişkindi. Erlangen'de verdiği
derslere gelen çok sınırlı dinleyicilerin aksine öğrenciler Münih'te­
ki derslerini dinlemeye akın akın geliyordu.
Berlinli matematikçilerin yayına hazırladığı Crelle'in Journal'ı
artık neredeyse kırk yıllıktı. Klein'ın yol göstericisi Clebsch ölü­
münden kısa bir süre önce kurduğu Die Mathematische Annalen
adlı dergiyi meslektaşı Carl Neumann'la birlikte yayına hazırlı­
yordu. 1 876'da Klein da derginin yayın kuruluna katıldı. Daha
31 4 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

sonra genel yayın yönetmenliğine yükselen Klein'ın yönetimindeki


Annalen'in ünü, Crelle'in kurduğu ve Bedin egemenliğindeki der­
giyi geçmeye başladı. 1 880'de Leipzig'deki üniversite matematik
alanında ilk sıralarda yer almamasına karşın burada yeni kurulan
geometri kürsüsü teklif edildiğinde Klein hiç tereddüt etmeden bu
teklifi kabul etti. Bir yandan Klein Alman matematiğinin yükselen
yıldızı olarak kabul edilirken Leipzig'de geçirdiği altı yılın ardın­
dan üniversitenin adı da duyulmaya başlamıştı.
Poincare Klein'dan beş yaş küçüktü. 1 8 8 1 'de Klein Leipzig'e
geldiğinde genç Fransız da Fuchs fonksiyonları üzerine büyük ke­
şiflerini yapıyordu. Klein, Poincare'den Annalen için bir özet yaz­
masını istedi. Poincare Alman ekolünün bu alandaki son dönem
çalışmalarını pek bilmiyordu ama Klein'ın yardımıyla kısa sürede
işi yoluna koydu. Birlikte çalışmadan ziyade rekabet içinde ge­
çen ertesi yıl her iki matematikçi birbirlerinden bağımsız olarak
Eukleides dışı geometrinin temel bir rol oynadığı uniformizasyon
probleminde önemli keşiflere imza attı. Mittag-Leffler'in daveti
üzerine Poincare araştırmasını Acta'nın ilk sayısında beş makalelik
bir dizi olarak yayımlarken Klein bundan kısa bir süre önce kendi
incelemelerinin ön baskılarını çevresine dağıtmaya başlamıştı. Lie
Paris'ten Klein'a şöyle yazmıştı: "Poincare ilk başta senin çalışmanı
okumakta zorlandığını ama şimdi daha kolay ilerlediğini söyledi.
Darboux ve Jordan gibi bazı matematikçiler okuyucudan çok fazla
şey beklediğinden kanıtlara pek fazla yer vermediğini söylüyorlar. "
Poincare, Klein'ın önüne geçme çabalarına devam ederken Klein,
güzel ve yalın kısa çalışması "Vorlesungen über das Ikosaeder und
die Auflösung der Gleichungen von 5 Grade" (Yirmiyüzlü ve Beşinci
Dereceden Denklemler Üzerine Dersler) dışında sonraki iki yıl bo­
yunca çok az yayın yaptı. Poincare'yle girdiği rekabet Klein'ın zihin
sağlığı üzerinde büyük bir baskı oluşturmuştu. İçine girdiği atalet
ve buhran durumuyla mücadele eden Klein, Leipzig'deki meslektaş­
larından giderek uzaklaştı. Bu zorlu dönem 1 884'te Amerika'daki
Johns Hopkins University'de Sylvester'dan boşalan görevin Klein'a
teklif edilmesiyle sona erdi. Klein, ciddi biçimde ilgilenmesine karşın
sonuçta teklifi kabul etmedi. Yine de bu teklif moralini düzelterek
FELIX KLEIN 315

Klein'ın gelecekteki meslek yaşantısı üzerine düşünmesini sağladı.


Klein rekabetin uç noktalarında araştırma yapmak yerine matema­
tiğe başka şekillerde katkıda bulunmaya karar verdi.
Klein'ın Alman matematik çevrelerince kabulü ancak aşamalı
olarak gerçekleşiyordu. Özellikle Berlinliler Klein'a şüpheyle yak­
laşıyordu. Mittag-Leffler 1 8 8 1 'de Hermite'e yazdığı bir mektupta
şöyle diyordu: "Bana Klein ile büyük Berlinliler arasındaki ilişkiyi
sormuşsun ... Weierstrass Klein'ın yetenekli olduğunu düşünmek­
le birlikte onu oldukça yüzeysel ve hatta kimi zaman neredeyse
bir şarlatan olarak görüyor. Kronecker ise Klein'ın hiçbir meziyete
sahip olmayan bir şarlatan olduğunu düşünüyor. Kummer'in de
aynı şekilde düşündüğünü zannediyorum. " Berlinlilerin görüşleri
1 892'de Weierstrass'ın ardılının kim olması gerektiği konusunda
düşünceleri sorulan fakülte kurulu "göz kamaştırıcı bir şarlatan"
ve "derleyici" biri olarak gördükleri Klein'ı reddettiğinde de değiş­
memişti. Klein'ın dostu ve müttefiki Lie'nin bile bazı çekinceleri
vardı: "Üst düzeyde yeteneklere sahip Klein'ın benim bilimsel ça­
balarıma eşlik ederkenki içten anlayışını hiçbir zaman unutamam.
Ama yine de onun örneğin sonuç çıkarma ile kanıt arasında ve bir
kavramın ortaya konması ile bu kavramdan yararlanılması arasın­
da yeterince ayrım yapmadığı kanısındayım. "
B u arada Klein, Berlin'in eski öğrencileri aracılığıyla yalnızca
Almanya'da değil diğer ülkelerde de kurmuş olduğu nüfuz ağın­
dan etkilenmişti. Bununla birlikte Klein Almanya'daki geometri
araştırmalarının kıtlığından da Bedin ekolünün "kibrini" sorumlu
tutuyordu. Temel çalışmalarda Bonn ve Göttingen'deki matema­
tikçiler uzamsal sezgi ve fiziksel deneyime başvururken Berlin'in
etkisi altındaki üniversitelerde bu çalışmalar çoğu zaman hayli uz­
manlaşmış bir matematiğin yalnızca kendisi içindi. Yine de yüzyılın
sonuna doğru Berlin'in egemenliğinin istenen bir şey olup olmadığı
sorgulanmaya başlanmıştı. Bu sorgulama kısmen, mühendislerin
eğitimi için kurulan Technische Hochschule'ler döneminin aşırı
akademik matematiğine bir tepki olarak doğmuştu. Kısa süre için­
de bu teknik okulların en iyileri üniversitelerle doğrudan rekabet
içine girmişlerdi. Bu okullardan bazıları daha en başından itibaren
31 6 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

bölgesel kurumlar olmuşken bazılarıysa bir üniversiteden çok bir


lise karakterindeydi.
Klein 1 8 8 6'da beklediği fırsat doğunca üssü haline getireceği
Göttingen'e gitti. Klein, Georg-August'u bilim alanında güçlendir­
me politikası güden kültür bakanlığında nüfuza sahipti. Klein'ın
askerlik yaptığı dönemden bir arkadaşı üniversitelere yapılan gö­
revlendirmelerle ilgileniyordu. Klein'ın genç bir matematikçi ola�
rak kariyer sahibi olmada başarılı olup olmayacağı bilinemiyordu.
Sıra dışı yetenekleri sezmesini sağlayan gizemli bir yeteneğe sahipti
ama görevlendirmeler söz konusu olduğunda önyargısız ve dengeli
olmaya çalışıyordu. Daha sonra büyük bir güce erişse de ilk baş­
larda her zaman onun istediği şekilde kararlar alınmıyordu. Adolf
Hurwitz'i Zürich'ten Georg-August'a getirme çabası sonuçsuz
kalmışsa da ikinci tercihi, Georg-August'a gelme düşünü gerçek­
leştirecek ve burayı matematik dünyası için kutsal bir yer haline
getirecek biriydi.
Klein halen Königsberg'de olan ama ilerlemek için fırsat kol­
layan genç Hilbert'ten hayli etkilenmişti. 1 894'te beklenen fırsat
doğduğunda Klein Hilbert'i Georg-August'a aldırdı. Sonraki yirmi
yıl boyunca Klein ve Hilbert, soyut matematiğin oldukça baskın
olduğu Göttingen'i Berlin'den çok daha çekici bir merkez haline
getiren açık uçlu disiplinler arası yaklaşımlarını uygulamaya koy­
du. Yine de Berlinli ve Göttingenli matematikçiler arasında yirmin­
ci yüzyılın ilerleyen yıllarına dek devam eden derin bir rekabet söz
konusuydu.
Klein sık sık İngiltere'ye gitti. Lord Rayleigh'in 1 878' de Alman­
ca çevirisinin de yayımlandığı Theory of Sound (Ses Kuramı) gibi
ders kitapları misali İngiliz uygulamalı matematik yaklaşımını be­
nimsedi. Kısmen Amerikalı matematikçilerin Atlantik'in karşı kı­
yısına geçerek Georg-August'ta yaptıkları sürekli çalışmaların bir
sonucu olarak Amerika'ya kısa ama etkili iki ziyarette bulundu.
Amerikalıların Avrupa'ya gelişleri o kadar yoğundu ki yeni çık­
maya başlayan Bulletin of the American Mathematical Society
(Amerikan Matematik Derneği Bülteni) Göttingen ve diğer Avru­
pa üniversitelerindeki ders programlarını basmaktaydı. Klein'ın
FELIX KLEIN 31 7

Amerika'daki sıra dışı etkisi, 1 893'te Chicago'da Dünya Fuarı'y­


la birlikte düzenlenen matematik kongresinde oynadığı rolle de­
ğerlendirilebilir. Bu kongre, daha sonra gerçekleştirilmeye devam
eden uluslararası kongrelerden biri olmasa da sonraki bölümde
göreceğimiz gibi Amerika'daki matematik çalışmaları üzerinde
büyük etki yapmıştır. Klein düşüncelerini Amerika'da sunmak
için uzun süredir beklediği fırsatı kongre sonrası Northwestern
University'de düzenlenen kolokyumda yakalamıştı. Klein konuş­
malarını İngilizce yapmıştı. Söylenenlere göre konuşmalar daha
çok bir nutuk havasındaydı. Tam metniyle yayımlanmış konuşma­
lardan şu kısımlar çokça alıntılanmıştır:

İçinde bulunduğumuz on dokuzuncu yüzyılda matematiğin gelişimini dü­


şündüğümüzde diğer bilim dallarında gerçekleşenlere benzer şeylerle karşı­
laşırız. Daha önceki dönemin ünlü araştırmacıları Lagrange, Laplace, Gauss
hepsi de matematiğin tüm dallarını ve bunların uygulamalarını kucaklayabi­
lecek denli büyüktüler. Özellikle onların döneminde astronomi ve matematik
ayrılmaz bir ikili gibiydi. Bununla birlikte sonraki kuşakta uzmanlaşmaya doğ­
ru giden bir eğilim kendini göstermişti . Gelişen bilim aynı zamanda orijinal
kapsamından ve amacından ayrılmaya başlayarak daha önceki birliğini tehdit
eder bir noktaya gelmekte ve ayrı kollara ayrılmaktadır. -

Klein sözlerine son yirmi yıl içinde genel Gauss programı ola­
rak tanımladığı duruma bir dönüş biçiminde gerçekleşen belirgin
bir gelişme olduğunu söyleyerek devam etmektedir. Ama şimdi ile
geçmiş dönem arasındaki farka dikkat edilmelidir. Geçmiş dönem­
de tek bir usta aklın yerine getirdiğine şimdi ancak birleştirilmiş
çabalar ve işbirliğiyle ulaşılabilmektedir. Bu ifadeyi, Weierstrass
ve şüphesiz onunla birlikte pek çok matematikçiyle aynı görüşteki
Klein'ın bilimsel ve özellikle de matematiksel yeteneğin ırkla olan
ilişkisi üzerine sözleri takip etmektedir:

Uzay sezgisinde kesinlik derecesinin farklı kişilerde ve hatta farklı ırklarda


farklı olabileceğini söylememiz gerekir. Görünen o ki, güçlü ve saf bir uzay
sezgisi esas olarak Germen ırkının bir özelliğiyken eleştirel, saf mantıkçı bir
sezgiyse Latin ve İbrani ırklarına özgü . Bir kısmına Francis Galton'un kalıtı-
318 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ma ilişkin çalışmalarında yer verdiği satırlarda rastlanan bu konunun detaylı


olarak incelenmesi ilgi çekici olabilir.

Klein sezgiye mantıktan kesinlikle daha fazla değer verdiğin­


den Hadamard, bu ifadesinden Klein'ın Germen ırkını Fransız ve
Yahudilerden daha üstün gördüğünü çıkarsamaktadır. Ama en
azından Yahudi matematikçiler söz konusu olduğunda Klein'ın
Georg-August'ta ve diğer yerlerde göreve getirdiği Yahudi mate­
matikçilerin yeteneklerini ne denli üstün gördüğünü ve gerekçelen­
direbildiği durumlarda da bu matematikçileri Ari ırktan nitelikli
kişilere karşı nasıl savunduğunu hatırlamakta yarar var. Bununla
beraber iktidarda olduğu dönemlerde Nazileri destekleyen bilimci­
ler Klein'dan sık sık büyük beğeniyle alıntılar yapmıştır. Biyomet­
rinin kurucusu Galton'un pek çok ilgi alanından biri de öjenikti.
Dönemin en büyük tartışma konularından biri olan eğitim po­
litikasına ilişkin çok şey yazılmıştı. Bu konuda epey yazı kaleme
alanlardan biri de Klein'dı. Matematiğin kültürel ve teknolojik iş­
levleri arasında öteden beri gelen bir çekişme vardır. Almanya'da
bu problemin bir parçası da Prusya gibi Protestan devletler ile Bav­
yera gibi Katolik devletler arasındaki yaklaşım farkıydı. Burada bu
konuyu ayrıntılarıyla tartışmayacak olsak da yıllar içinde Klein'ın
ortaöğretimde bilim reformu gibi davalara kendini verdiğini söy­
lemek gerekir. Bu reformlar özellikle analizin öğretim programı­
na girmesi, öğretmenler ve mühendisler için kapsamlı matematik
derslerinin geliştirilmesi, matematik ve diğer bilim dalları ile ma­
tematiğin kendisi ve uygulama alanları arasındaki bağın güçlendi­
rilmesi ve bilim ile sanayi arasında yakın ilişkiler kurulması gibi
alanları kapsamaktaydı. Klein Amerikalıların kaynaklarından ve
becerikliliklerinden öylesine etkilenmişti ki kendi ülkesinin reka -
bete girebilmesi için Almanya'yı matematiğin sanayiye, özellikle de
havacılık ve akışkanlar mekaniğine uygulanmasında en üst düzeye
çıkartmak için kutsal bir savaş başlatmıştı.
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında Almanya'daki matematik
büyük bir değişime uğruyordu. Soyut matematik araştırmaları
fonksiyon kuramı, değişmezler kuramı ve cebirsel geometri gibi
FEUX KLEIN 31 9

geleneksel alanlardan kümeler kuramı ve nokta-küme topolojisi


gibi yeni alanlara kayıyordu. Soyut yapılar matematikçileri büyü­
lemeye başlamıştı. Yeni matematiğin tensör analizi ve matris cebiri
gibi alanlarının daha sonra görelilikte ve kuantum mekaniğindeki
problemlerin ele alınmasında hayati öneme sahip oldukları anla­
şılacaktı. Üstüne üstlük ikinci sanayi devriminin yarattığı baskı
gemi yapım mühendisliği, aerodinamik bilimi ve finans alanların­
daki olası uygulamalara yönelik ilgiyi de körüklemişti. Bu genişle­
yen uygulama alanları ortamında soyut ve uygulamalı matematik
arasındaki çizgi belirsizleşirken eski neo-hümanist ideoloji de artık
matematikle ilgili mesleklere yön vermiyordu. Klein daha sonra
onun gençliğinde otomorf fonksiyonlar, Abel integralleri ve temel
cebirsel geometriye ilişkin tüm sorulara yanıt verebilecek bir bilgi­
ye sahip olmanın tüm matematikçiler için kesinlikle gerekli olduğu
düşünülürken genç araştırmacıların bu düşünceler dizisine hiçbir
ilgi göstermediği bir dönemi görmüş olduğundan yakınmıştı.
Klein Georg-August'ta resmi olarak hiç idari görevde bulunma­
mıştı. Weyl'in de daha sonra yazacağı gibi Klein burada matema­
tiği bir tanrıymışçasına yönetiyordu. Klein'ın tanrısal gücü kişili­
ğinin, adanmışlığının, çalışma isteğinin gücünden ve işleri yoluna
koyma becerisinden geliyordu. Klein Göttingen'de matematiğin,
uygulamalarla fiziksel ve zihinsel olarak yakından ilişkili olaca­
ğı bir kurum oluşturulma projesiniyse gerçekleştirememişti. Fizik
enstitüsünün yanındaki arazinin üniversiteye verilmesiyle proje,
bina için planların çizilmesi ve inşaata başlanma aşamasına dek
gelmişse de Birinci Dünya Savaşı başlayınca proje belirsiz bir süre
boyunca askıya alındı.
Bozulan sağlık durumu gerekçesiyle erkenden emekli olduğu
1913'e gelindiğinde Klein matematik araştırmaları yapan eşi ben­
zeri olmayan bir çevreyi bir araya getirmiş olmanın gururunu ya­
şıyordu. Emekliliğinin ardından Klein, derslerini evinde vermeye
başladı. Üniversiteye gelince Klein, bölümün aldığı kararlara yön
vermede hala en güçlü kişi, üniversitenin sanayiyle olan ilişkisinde
temsilcisi ve Berlin'deki bakanlıkta en etkili akademik sesti. Bunun­
la birlikte savaşın başlangıcında pek çok Alman öğretim üyesiyle
320 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

birlikte Almanya'nın savaşçılığını makul göstermeye yönelik şove­


nist Kültür Dünyasına Çağrı bildirisine destek verdiğinde uluslara­
rası arenadaki ünü büyük ölçüde zedelenmişti. Bildiriye imza veren
tek matematikçi olarak Klein, kendisinden telefonda içerik olarak
tamamen farklı bir ifade için destek istendiğini öne sürmüştü.
Savaş sona erdiğinde Klein idari ve örgütsel faaliyetlerinin bü­
yük çoğunluğundan uzaklaşmıştı. Toplu eserlerinin iki cildi ya­
yımlanmıştı. Araştırma kariyeri boyunca elde ettiği başarılarına
ilişkin üçüncü ciltteyse 1 8 8 1 -82'de Poincare'yle yaptığı yazışma­
lar yer alacaktı. Bundan yalnızca birkaç ay önce Poincare'nin yaz­
dığı ve Klein'ın bir şekilde kaybetmiş olduğu bir mektubun ancak
yarısına ulaşabilmişti. Evden artık yalnızca tekerlekli sandalyeyle
çok seyrek ayrılabildiği meslek yaşantısının bu son günlerinde,
Hilbert'in altmışıncı yaş günü şerefine verilen yemeğe katılabil �
di. Klein, Hilbert'e Leipzig'deki 1885 tarihli seminerde meslek­
taşının yaptığı konuşmanın bir kopyasını hediye etti. Daha sonra
Courant'ın New York'a getirttiği genç K. O. Friedrichs 1 922'de
Klein'a uğramıştı: "Klein'ın zarafeti ve cazibesi karşısında şaş­
kınlığa uğramış, ayaklarım yerden kesilmişti. " Friedrichs daha
sonra şöyle diyecekti: " Her şey istediği gibi gittiğinde Klein çok
cana yakın ve kibarken ona karşı gelen birine karşı tam bir zorba
olabilirdi. " İkili, bir gün önce sağ görüşlü teröristlerce gerçekleş­
tirilen suikast sonucu Alman dışişleri bakanının yaşamını yitir­
mesi üzerine konuşmuştu. " Klein çok üzgündü. Böyle bir şeyin
gerçekleşmesi onu gerçekten rahatsız etmişti. Bunun cumhuriyete
büyük bir darbe olduğunu düşünüyor, Almanya'nın geleceğine
ilişkin kaygılar besliyordu." Klein, o dönemlerde Almanya' da çok
yaygın görülen kaderciliğe yenik düşüyordu. Bundan kısa bir süre
sonra kaleme aldığı otobiyografik çalışmada Klein şöyle diyordu:
" Zamanla insanların kendi kaderlerini kontrol edebilmelerinin
ancak çok kısıtlı şartlarda mümkün olabildiğini açık bir biçimde
fark ettim. Bizim irademiz dışında gerçekleşecek harici şartlar her
zaman devreye girecektir. "
Klein birkaç yıl daha yaşasaydı tüm yaşamı boyunca kurmaya
onca çabaladığı şeylerin pek çoğunun Naziler tarafından yerle bir
FELIX KLEIN 321

edildiğini görecekti. İşin ilginci, Naziler Klein'ın görüşlerini pek


çok yönüyle benimsemişlerdi. Yine de Klein, Alman matematik eği­
timinde gerçekleştirilen reform hareketinde sahip olduğu liderlik
konumu ve kısmen de Amerikan matematik araştırma çevresinin
gelişmesinde oynadığı rolle kalıcı bir miras bırakmıştır. Çok ciltlik
Enzyklopadie der mathematischen wissenschaften mit einschluss
ihre Anwendungen (Uygulamalarıyla Birlikte Matematik Bilim­
leri Ansiklopedisi) adlı eserin yazı işleri sorumlusu Klein'ın eski
öğrencisi von Dyck olsa da bu büyük projeyi tasarlayan, katkıda
bulunanların çoğunu seçen ve mekanik üzerine dört cildi bizzat
düzenleyen Klein' dı. Berlinlilerin hiçbiri esere önemli katkılarda
bulunmamıştı. Klein ayrıca daha önce birkaç alıntı yapmış oldu­
ğumuz on dokuzuncu yüzyılda matematiğin gelişimine ilişkin iki
ciltlik bir rapor hazırlamıştı. Cantor'dan yalnızca laf arasında bah­
seden rapor tarihçilerin gözünde yanlı bir çalışmadır. Zamanında
çok sayıda kitabında ayrıntılı ispatlara yer vermemesi nedeniyle
eleştirilse de Klein usta bir yorumcuydu. Anlatı tarzı matematiğin
genelde yazılma şeklinden çok farklıydı.
Klein gür, dalgalı kahverengi saçlara, dikkat çekici parlaklıkta
açık mavi gözlere ve dik bir duruşa sahip ince, uzun boylu biriydi.
Erlangen dönemi sırasında Ağustos 1 875'te bir felsefecinin torunu
güzel Anne Hegel'le evlendi. Çiftin bu evlilikten bir erkek, üç kız
çocukları oldu. Ne yazık ki Anne duyma yetisini hızla kaybetti.
Bununla birlikte kesinlikle müzik kulağına sahip olmayan Klein'ın
işitme duyusuysa olağanüstü keskindi. Klein yaşamının son yılla­
rında oğlunu Birinci Dünya Savaşı'nda kaybetmenin üzüntüsünü
yaşadı. Sahip olduğu pek çok payenin yanında Klein 1912'de, kırk
yıl boyunca yabancı üyesi olduğu Royal Society of London'ın en
üstün payesi Copley Madalyası'na layık görüldü.
Klein'ın doğumu 1 848 devriminin parçalanmasına, yaşamı
Prusya'nın Almanya üzerindeki artan hakimiyetine ve son hasta­
lığı da Almanya'nın çöküşüne denk gelmişti. Zaman zaman ciddi
uyarılar yapan kronik sinir hastalığı yavaş yavaş ama kaçınılmaz
olarak Klein'ı halsiz bıraktı. Klein bu hastalığın kısmen anne ta­
rafından kalıtımsal olduğunu kısmense dizginlenemeyen zihinsel
322 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

enerjisinden kaynaklandığını düşünüyordu. Bu enerjisi öylesine


tükenmezdi ki tamamıyla yardıma muhtaç olarak geçirdiği yaşa­
mının son iki yılında bile hiç şikayet etmeyerek berrak bir zihinle
ölümüne dek baskı provaları üzerinde çalışmaya ve bunları dü­
zeltmeye devam etti. Felix Klein yetmiş beş yaşında, 22 Haziran
1 925 Pazartesi günü akşam sekiz buçukta hiç acı çekmeden yaşa­
ma veda etti.
Sonya Kovalevskaya (185 0-1891)

adın matematikçilere ait ikinci yaşam öykümüzün kahrama­


Knı, meslek yaşantısında karşılaştığı tüm engelleri aşmış gibi
göründüğü bir dönemde maceralı yaşamı son bulan, Weierstrass
ve Mittag-Leffler'in koruması altındaki bir Rus'tur. Genç sayılabi­
lecek bir yaşta yaşama veda etmesine karşın ilk kez olarak yalnızca
kişiliğiyle değil yeteneğiyle de daha önce hiçbir kadının yer alma­
dığı araştırma çevresinin bir üyesi olarak kabul görmüş bir kadın
matematikçiden söz edeceğiz. Onun zamanında Avrupa üniversite­
leri nihayet kapılarını kadınlara açmaya başlamıştı.
Geleceğin matematikçisi Sofiya Vasiliyevna Krukovskaya,
Gregoryen takvime göre 1 5 Ocak 1 850'de Moskova'da dünyaya
324 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

geldi. Sofiya'nın baba tarafı Rusya'nın Avrupa'daki topraklarının


batısından gelen düşük soylu sınıfına mensup sıradan bir aileydi.
Almanya göçmeni olan anne tarafındaysa entelektüel seçkinliğe
sahip kişiler vardı. Örneğin, Sofiya'nın anne tarafından üçüncü
kuşak dedelerinden biri Gauss, Laplace ve dönemin diğer büyük
matematikçileriyle iletişim halinde bir Sen Petersburg Akademisi
üyesiydi; astronomi, jeodezi ve coğrafya alanlarında kitaplar yaz­
mış dedelerinden biri de akademinin onursal üyesiydi.
İyi bir piyanist olan Sofiya'nın annesi Yelizaveta Fyodorovna
(kızlık soyadı Schubert) arkadaş canlısı bir kadındı. Yine de o dö­
nemdeki Rus kadınlan gibi o da çok az okul eğitimi almıştı. Yeli­
zaveta günlüğünde kendisinden yirmi yaş büyük ilgisiz ve kayıtsız
kocasından acı acı bahseder. Yelizaveta kocasına bir oğlan ve iki
kız çocuğu vermiştir. Büyük kız Anna aile içinde Aniuta adıyla çağ­
rılırken Sofiya kendisine ileride de sürekli kullanacağı Sonya adını
vermişti. İki kız kardeşin eğitimleri Polonyalı bir özel öğretmen ile
katı bir İngiliz mürebbiyenin ellerine teslim edilmişti.
Bundan böyle kendi seçtiği adını kullanacağımız Sonya'nın ba­
bası, İngilizce ve Fransızcayı akıcı biçimde konuşabilen iyi eğitim
almış biriydi. Babasının general olarak görev yaptığı Rus topçu
birliğinden 1 858'de emekliye ayrılması üzerine aile Sen Peters­
burg ile Kiev arasında yer alan Palibino'daki arazilerine yerleşti.
Sonya'nın babası kendisine bir soyluluk unvanı sağlayan ve il için
önemli bir konum olan polis müdürlüğü görevini yapmaktan son
derece memnundu. Taşraya taşınmalarından önce Sonya sekiz ya­
şına dek ailesiyle Moskova'nın güneyindeki Kaluga'da yaşamıştı.
Otobiyografik çalışmasında da değindiği gibi taşınmanın Sonya
açısından etkileyici bir sonucu olmuştu: "Kaluga'dan taşraya ta­
şındığımızda bütün ev boyanmış ve duvarlar kağıtlarla kaplan­
mıştı. Sen Petesburg'dan sipariş edilen duvar kağıtlarının miktarı
doğru bir şekilde hesaplanmadığından bir oda için kağıt kalma­
mıştı. Diğer tüm odalar bir düzene girdiğinden çocuk odasının
duvarlarında özel kağıtlar olmasa da olur diye düşünülmüştü."
Böylece çocuk odasının duvarlarında çatı katında duran kağıt­
lar kullanıldı. Büyük bir şans eseri kullanılan kağıtların üzerinde,
SONYA KOVALEVSKAYA 325

analizci M. V. Ostragradskiy'in babasının gençliğinde eline geçen


taşbaskıyla basılmış analiz dersi notları vardı. Sonya şöyle devam
ediyor: "Üzerleri, anlamlarını bilmediğim ama çok bilgece ve il­
ginç bir şeyleri ifade ettiğini hissettiğim bir tür hiyeroglif yazıyla
benek benek olmuş bu zamanla sararmış sayfaları incelerken çok
eğleniyordum. Saatlerce duvarın kenarında durup orada yazılanla­
rı okuyor, okuyor, okuyordum. Duvarın en göze çarpan yerindeki
kağıt parçası üzerinde sonsuz küçük ve limit kavramlarına ilişkin
açıklamalar olduğunu çok iyi hatırlıyorum. "
Küçük kardeşinin taptığı, zevk peşinde koşan Aniuta kısa öykü­
ler yazmaya başlamıştı. Öykülerinden ikisini Fyodor Dostoyevski'ye
göndermiş, bu öykülerden etkilenen Dostoyevski de öykülerin ba­
sılmasını sağlamıştı. Aniuta babasıyla yaşadığı tartışmaların son­
rasında yazarı evlerine davet etmeyi başarmıştı. Dostoyevski'nin
yirmi iki yaşındaki Aniuta'ya evlilik teklifinde bulunduğu ama
geri çevrildiğine dair güçlü kanıtlar mevcuttur. Daha sonra Sonya,
kendi çocukluğuna dayandığı anlaşılan Çocukluk Anılarım adında
başarılı bir roman yazmıştı. Sonya ayrıca denemeler, tek perdelik
oyunlar ve başka edebi eserler kaleme almıştı.
Sonya'nın biri biyolojiyle ilgilenen bir diğeriyse matematiğe me­
rak duyan iki amcası vardı. Belki de bu nedenle Sonya her iki alan
üzerinde birden çalışmaya başladı. Matematik daha ağır basacak­
tı. Fizikçi Nikolay Nikanoroviç Tirtov aile dostlarıydı. Tirtov"un
içinde trigonometri bilgisi de bulunan bir kitabını okuyup çok ze­
kice yorumlar yapması üzerine Tirtov Sonya'nın babasını küçük
kızının yüksek matematik eğitimi alması için sıkıştırdı. Kadınların
eğitim alması konusunda önyargılı olan babası yine de on yedi ya­
şındaki Sonya'nın Sen Petersburg'da analiz üzerine özel dersler al­
masını sağladı. Hocası, Sonya'nın çocuk odasındaki duvar kağıtla­
rı sayesinde kavramları bellemesindeki hızından şaşkınlığa uğradı.
Rusya'da kadınlar için yüksek eğitim ya da mesleki yaşantıda bir
yer şansı bulunmadığından Aniuta ile Sonya eğer ilerlemek istiyor­
larsa ülkeden ayrılmaları gerektiğine karar verdiler. Bir kadın ancak
kocası ya da en azından bir şaperon" eşliğinde seyahat edebildiğin-
'' Genç kızlara eşlik eden yaşlı kadın. (ç.n.)
326 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

den zorunlu seyahat belgelerinin elde edilmesi bir sorun yaratıyordu.


Genellikle uygulanan yöntem formalite evliliği yapmaktı. Bu evlili­
ğin yasal olarak geçerli olmasının dışında başka hiçbir amacı yoktu.
Bu rolü oynaması için radikal görüşlere sahip Vladimir Onufrieviç
Kovalevskiy adında genç bir yayıncı buldular. Alt sınıfa mensup bir
aileden gelen komşuları Kovalevskiy, Batı Avrupa'ya çokça gitmiş
biriydi. Kovalevskiy seyahatleri sırasında sürgünde yaşayan, radikal
görüşlere sahip Aleksandr Herzen'le tanışmış ve bu da çarın ajanla­
rınca sürekli olarak takip edilmesine yetmişti. Rusya'ya döndüğün­
de bilimsel eser yayıncılığına başlasa da Herzen'in tartışmalı Kaba­
hat Kimde? adlı eserini yayın listesine ekleyince sansür memurları
devreye girerek eserin tüm kopyalarını imha etti.
Sonya ile Vladimir Kovalevskiy'in formalite evliliği, on sekiz
yaşındaki Sonya'nın babasından gelen güçlü itirazlara karşın Ey­
lül 1 868'de gerçekleşti. Bu andan itibaren Sonya'nın soyadı Ko­
valevskaya olmuştu. Ertesi yıl iki kız kardeş, Vladimir'le birlikte
Rusya'dan ayrılarak Viyana'ya gitti. Aniuta burada Heidelberg'e
giden Sonya ve Vladimir'den ayrılarak bazı siyasi eylemcilerle iliş­
ki kurmak üzere Paris'e geçti.
Kovalevskaya hiçbir zorlukla karşılaşmadan üniversitede ders­
lere katılma izni elde etti. Sonuç olarak Bunsen, Helmholtz ve
Kirchhoff'la fen bilimi, Weierstrass'ın eski öğrencileri Du Bois­
Reymond ve Königsberger'le de matematik üzerine çalıştı. Son­
ya'nın üniversitedeki ders programı hayli ağır olmasına karşın yeni
evliler İngiltere'ye gitme fırsatı buldu. Vladimir burada biyolog
Charles Darwin ve Thomas Huxley'le buluşurken Sonya, pek çok
ortak noktaları olduğunu gördüğü -kadın- yazar George Eliot'la
tanıştı. Sonya, felsefeci Herbert Spencer'la da kadınların soyut dü­
şünce kapasitelerine ilişkin bir tartışmaya girdi.
Kısa süre sonra formalite evliliğinde bazı sorunlar yaşanmaya
başlanınca çift, zaten ilk başta olması gerektiği gibi ayrıldı. 1 870'in
sonbaharında Kovalevskaya, Weierstrass'la bizzat ilişkiye geçmek
için Berlin'e gitti. Sınamak amacıyla sorduğu sorulara verdiği ya­
nıtlardan etkilenen Weierstrass, Kovalevskaya'ya üniversitede
verdiği derslerle hemen hemen aynı kapsama sahip özel dersler
SONYA KOVALEVSKAYA 327

vermeye başladı. Bedin' deki kurallar gereğince kadınların üniver­


sitedeki derslere katılması yasaktı. Kovalevskaya daha sonra şöyle
diyecekti: "Bu dersler matematik kariyerimde mümkün olan en
derin etkiyi yapmıştı. Nihai olarak ve geri dönüşü olmamak üzere
bilimsel çalışmalarımda takip edeceğim yolu bana gösterdi. Tüm
çalışmalarımı tamı tamına Weierstrass ruhuyla gerçekleştirdim. "
Weierstrass Sonya'yla tanıştığında Sonya yirmi, kendisi elli beş
yaşındaydı. Weierstrass'ın Kovalevskaya'nın bilimsel ve kişisel iliş­
kilerindeki konumu olağan öğrenci-öğretmen ilişkisinin çok ötesine
geçmişti. Weierstrass onda "düşüncelerinde yer alan canlandırıcı,
şevkli bir katılımcı" bulmuş ve "onunla yaptığı konuşmalarda gö­
rüşleri iyice netleşmişti" . 1 8 73'te tatilden Kovalevskaya'ya şöyle
yazmıştı: "Burada kaldığım süre boyunca sık sık seni düşündüm.
Seninle birlikte burada, bu muhteşem doğa manzarası içinde yal­
nızca birkaç hafta geçirmenin nasıl olacağını hayal ettim, sevgili
dostum. Ne kadar da mükemmel olurdu. Sen ve senin o yaratı­
cı zihnin, senin coşkunla ben harekete geçiyor ve tazeleniyorum.
Sonlu ve sonsuz uzaylarla, güneş sisteminin kararlılığı, hatta ma­
tematik ve fizikteki geleceğin tüm büyük problemlerine ilişkin bir
çözüm getirmemizi bekleyen pek çok bilmeceye ilişkin rüyalar ve
hayaller. Yine de ben çok önceleri her güzel rüyanın illa ki ger­
çekleşmeyeceğini kabullenmeyi öğrendim. " Weierstrass'a göre
onun tüm yaşamı boyunca çok yakın olmuşlardı. "Bilimin yüce
hedeflerine yönelik böylesine bir anlayışı bana kazandıran, me­
ramıma ve en temel ilkelerime senin gibi büyük bir neşeyle uyum
sağlayan başka biri olmamıştı. " Yine de ilişkileri sorunsuz devam
etmedi. Kovalevskaya'nın sosyalist çevrelerle bağlantıları, ede­
biyat çalışmaları ve kadınların erkeklerle eşit haklara sahip ol­
ması için verdiği çaba Weierstrass'ın itirazlarına maruz kalmıştı.
Kovalevskaya, Weierstrass'ın pek çok mektubuna yanıt vermez
olmuştu. Bir ara Kovalevskaya tam üç yıl boyunca Weierstrass'a
yanıt yazmamıştı.
Bu arada Sonya Kovalevskaya'nın kardeşi Aniuta, aralarında
beraber yaşadığı Victor adlı birinin de olduğu Parisli radikallerle
giderek daha içlidışlı olmuştu. Yetkililerle başları öylesine büyük
328 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

dertlere giriyordu ki Victor her an yargısız infaza uğrayabilirdi.


Sonya ve Vladimir, Aniuta ve Victor'un kaçmalarına yardım etme
umuduyla büyük güçlüklerle o zamanlar kuşatma altındaki Paris'e
girdi. Birkaç aylığına Paris Komünü'nde yaşama şansı elde ettiler.
Kovalevskaya'nın anne ve babası da Aniuta'yı merak ettiklerinden
Paris'e gelmişti. Babası askeri çevrelerdeki nüfuzunu kullanarak
Victor'un İsviçre'ye, Aniuta'nın da İngiltere'ye kaçmasını sağladı.
Aniuta daha sonra İsviçre'ye geçti ve çift burada evlendi.
Bu çarpıcı olayların ardından Kovalevskaya Berlin'e dönerek
Weierstrass'la yaptıkları matematik çalışmalarına kaldığı yerden
devam etti. Weierstrass'ın yönetiminde Kovalevskaya diferansiyel
denklemler kuramı üzerine araştırmalarına başladı. Weierstrass,
Kovalevskaya'ya her türlü desteği veriyordu ve ona gönderdiği mek­
tuplara bakılırsa Weierstrass duygusal bir yakınlık da hissediyordu.
Weierstrass Universitat Berlin rektörlüğüne getirilince Kovalevskaya
artık birlikte çalışacak zamanları olmayacağından endişe etse de bu
korkusu gerçekleşmedi. Weierstrass, doktora yapması konusunda
Kovalevskaya'yı teşvik etse de bunun Berlin'de gerçekleşmesi müm­
kün değildi. Georg-August'taki düzenlemeler kadınları dışlamadı­
ğından 1 874'ün sonbaharında Kovalevskaya'ya gıyabında Summa
cum laude" derecesi verildi. Kovalevskaya diferansiyel denklemler
üzerine yaptığı çalışmaların yanı sıra Abel integrallerine ilişkin bir
makaleyle birlikte Weierstrass'a düşünce olarak bağımlı olmadığını
gösteren bir konuda, Satürn halkalarının şekli üzerine bir başka
makale teslim etti.
Kovalevskaya'nın elde ettiği asıl sonuçlar ise ertesi yıl Crelle'in
Journal'ında yayımlandı. Bu yayınla Kovalevskaya'nın Cauchy'nin
çalışmalarından esinlendiği görülse de Weierstrass bunun farkın­
da değildi. Ayrıca, Darboux'nun çok kısa bir süre önce açıkladığı
sonuçlarla da bir çakışma söz konusuydu. Neyse ki bir öncelik
tartışması yaşanmadı. Diferansiyel denklemler kuramı açısından
önemli olan ana sonuç genellikle Cauchy-Kovalevskaya teoremi
olarak adlandırılmaktadır.

*
En yüksek onur dereceli diploma sahibi. (ç.n.)
SONYA KOVALEVSKAYA 329

Kovalevskaya artık neredeyse yirmi beş yaşına gelmişti. 1 873'te


yeniden bir araya gelen Kovalevskaya ve kocası birlikte bir gelecek
planı yapmaya başlamışlardı. Vladimir de doktora derecesi elde
etmişti. Yedi yıl süren platonik bir ilişkiden sonra nihayet gerçek
anlamda evli bir çift olmuşlardı. 1 8 74'ün sonbaharında Rusya'ya
döndüler. Bilimcilerin sanatçı, üniversite hocası, yazar ve idealistler
kadar yer almadığı Sen Petersburg aydın kesimi tarafından hoşça
ağırlandılar. Radikal çevrelerden hemen hemen hiç kopmayan çift,
zamanlarının çoğunu genellikle sonuçsuz kalan reform projelerine
ayırdı. Kovalevskaya kendi deneyimlerine dayanarak romanlar yaz­
maya devam etti. Nihilist Kız adlı eser de bu romanlardan biriydi.
Ne var ki Sonya ve Vladimir için kendi ülkelerinde yaşayacak­
ları düş kırıklığı uzakta değildi. Almanya'dan doktora derecesine
sahip olunsa bile Rusya'da temel düzeyin üstünde eğitim vere­
bilmek için kadınların girmesine izin verilmeyen resmi sınavdan
başarıyla geçmek gerekiyordu. İlk denemesinde sınavı geçemeyen
Kovalevskaya'nın kocası 1 875'te başarılı oldu. Buna rağmen uy­
gun gördüğü bir göreve getirilmesini sağlayamadı. Vladimir, kendi
servetini oluşturma umuduyla yasallığı kuşkulu ticaret spekülas­
yonları yapmaya başladı.
Bildiğimiz gibi o dönemlerde Kovalevskaya'nın ziyaretine
Weierstrass'ın takipçisi, genç İsveçli matematikçi Mittag-Leffler gel­
mişti. Mittag-Leffler daha sonra şöyle diyecekti: "Sen Petersburg'da
benim en çok ilgimi çeken şey Kovalevskaya'yla tanışmam oldu ...
Büyüleyici bir kadın. Çok güzel ve konuştuğunda yüzüne yayılan
kadınsı iyilik ve yüksek zekayla tam anlamıyla baş döndürücü. Bil­
giçlik taslamayan ve gösterişten uzak davranışları sade ve doğal. O
tam bir 'dünya kadını'. Öğreticiliğine gelince, olağanüstü bir açıklı­
ğa ve kesin ifadelere sahip biri ... Weierstrass'ın onu niye en yetenekli
öğrencilerinden biri olarak gördüğünü şimdi daha iyi anlıyorum. "
1 878'de Kovalevskaya, Sofiya Vladimirovna ya da aile içinde­
ki adıyla Fufa isminde bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Bir meslek
sahibi olamamanın sıkıntısı ve kendisini büyük bir borç batağına
sokan iş ortaklarının birer dolandırıcı olduğu anlayan Vladimir işe
ve insanlara yönelik tüm ilgisini kaybederek kendini toplumun dı­
şına itti. Buna karşılık eğitimi için verdiği çabaların boşa gitmeme-
330 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

si gerektiğini düşünen Kovalevskaya yeniden matematik çalışma­


larına döndü. Daha önce de gördüğümüz gibi yeteneklerinden çok
etkilenen Mittag-Leffler Kovalevskaya'ya Helsingin Yliopisto'da
bir görev ayarlamaya çalışmış ama bunda başarılı olamamıştı.
Kovalevskaya kocasını kızı Fufa'yla birlikte Rusya'da bıraka­
rak 1 8 8 1 'de Berlin'e döndü. Burada Weierstrass, Kovalevskaya'ya
yeni bir çalışma konusu önerdi. Bu arada Mittag-Leffler de hala
Kovalevskaya'ya bir görev ayarlama çabalarını sürdürüyordu.
Kovalevskaya ertesi yıl kızı Fufa'yı Odessa'daki akrabalarına bıra­
karak Paris'e gitti. Bu arada kocası umutsuzca mali sıkıntılarından
kurtulmaya çalışıyordu. En sonunda 27 Nisan 1 883'te kendi yaşa­
mına son verdi. Sonya bu olayın ilk etkisinden kurtulur kurtulmaz
Rusya'ya döndü. İşlerini düzene koyarak kocasının adının temize
çıkmasını sağlarken kızı için de geçici bazı düzenlemeler yaptı.
Yaklaşık bu zamanlarda Avrupa'daki bazı üniversiteler kadın­
ları öğretim kadrolarına katmaya başlamışlardı. Bu alanda İsveç
ilk ülkelerden biriydi. Daha önce gördüğümüz gibi Mittag-Leffler,
Kovalevskaya'yı geçiş yaptığı Stockholm'deki H0gskola'ya al­
dırmayı başarmıştı. Böylece Kovalevskaya Stockholm'e giderek
H0gskola'da privatdozent olarak çalışmaya başladı. Sınıfta bulun­
maya alışık olmayan ve akıcı bir şekilde Almanca konuşamayan
Kovalevskaya ilk başlardaki güvensizliğini çabuk yendi. Dönem
sonunda öğrencileri onun onuruna kadeh kaldırırken çerçeve­
lettikleri bir resmini de hediye etmişlerdi. Büyük olasılıkla hedi­
ye edilen fotoğraf bu yaşam öyküsünde kullanılanın aynısıydı.
Çok başarılı geçen deneme döneminin ardından Mittag-Leffler,
Kovalevskaya'ya beş yıllığına profesörlük görevi vermeleri konu­
sunda H0gskola'yı kolayca ikna edebilmişti.
Kovalevskaya aynı zamanda Acta'nın ilk editörlerinden biri
olmuştu. O zamanlar Stockholm'ün matematik açısından durgun
ve sıkıcı bir yer olmasına karşın Bedin ve Paris'e ara sıra gerçek­
leştirdiği seyahatlerle desteklenen Acta' da yaptıkları sayesinde
Kovalevskaya, dönemin önemli pek çok matematikçisiyle ilişki
içinde olabiliyordu. Kovalevskaya başlangıçta İsveç başkentin­
de hayli mutluydu. İşleri iyi gidiyordu. Sosyal yaşamda heyecan
uyandıran bir kadın, sonu gelmeyen yemekli davetlerin yıldızıy-
SONYA KOVALEVSKAYA 331

dı. Kızını Rusya'da bırakmış olması bazı olumsuz yorumlara yol


açsa da bir dul olarak ağırbaşlı İsveç toplumunda, hayatta olan bir
eşten ayrı yaşayan bir kadının görmeyeceği bir kabul görüyordu.
Mittag-Leffler'in kız kardeşi Anne-Charlotte'yle yakın arka­
daş oldular. Birlikte Mutluluk Mücadelesi adında bir oyun yaz­
dılar. Oyun, Moskova'da sahnelendiğinde büyük beğeni topladı.
Kovalevskaya muhabir üyesi olduğu Sen Petersburg Akademisi'nin
kendisini tam üyeliğe seçeceği umudunu taşısa da bu üyeliğe karşı
çok fazla muhalefet vardı.
Kovalevskaya'nın bir süredir hasta olan kardeşi Aniuta'nın sağ­
lığı 1 886'nın yazında daha da bozulmuştu. Aniuta ve kocası Rus­
ya'dan sınır dışı edilince Paris'e gitmiş, burada geçirdiği başarısız
bir ameliyat sonrasında da Aniuta yaşamını yitirmişti. Tam da bu
zamanlarda Kovalevskaya H0gskola'daki beş yıllık profesörlük
görevinin sonlarına yaklaşmaktaydı. Büyük şans eseri, Academie
Royale des Sciences'ın itibarlı Bordin Ödülü'nün 1 888'deki yarış­
ma konusu katı cisim hareketiydi ve "Kovalevskaya zirvesi" ola­
rak adlandırılacak kuramı geliştirdiği çalışması Kovalevskaya'ya
uluslararası bir ün getirmişti. Ertesi yıl H0gskola'nın sürekli kad­
roda profesörlük vermesiyle Kovalevskaya'nın geleceği garanti al­
tına alınmış oldu.
Ancak özellikle kız kardeşi Aniuta'nın ölümü olmak üzere ge­
çen birkaç yılda olanlar Kovalevskaya'yı bir hayli hırpalamıştı. Kızı
Fufa'yı Mittag-Leffler'lerde bırakan Kovalevskaya 1 890'ın ilk bö­
lümünü yeniden sağlığına kavuşmaya çalıştığı Paris'te geçirdi. Güz
dönemi için yeniden Stockholm'e dönse de tatilde Cenova'ya gitti.
Dönüş yolculuğunda muhtemelen grip yüzünden hastalandı. Sonya
Kovalevskaya 10 Ocak 1 89 1 'de akciğer enfeksiyonu nedeniyle kırk
yaşında yaşamını yitirdi. En olgun dönemindeki bu zamansız ölü­
mü Weierstrass'ı çok kederlendirmişti. Kovalevskaya'nın kendisine
yazdığı tüm mektupları yaktı. Yalnızca Stockholm'e varışını haber
verdiği ve yaşamının son yıllarını geçirdiği bu kente ait ilk izlenim­
lerini anlattığı mektup yanmaktan kurtuldu. Kovalevskaya'nın elde
ettiği başarılar akademi kapılarının kadınlara açılmasında çok etki­
li oldu. Sonya Kovalevskaya'yı tanımış olan herkes onu üstün tabi­
atlı, yaratıcı bir kadın olarak hatırlamaktadır.
Henri Poincare (1854-1912)

n dokuzuncu yüzyılda matematiğin gelişimi bir devin il­


O ham vermesiyle başlamış bir başka devle de noktalanmıştı.
Poincare matematiğin pek çok dalını dönüştürürken matematiksel
fizik, özellikle de gökcisimleri mekaniğine büyük katkılarda bu­
lundu. Yüz yıl önce Gauss'un yapmış olduğu gibi o da hep yalnız
çalıştı, çok az öğrencisi oldu ve hiç okul kurmadı ama Gauss'un
aksine bol bol yayın yaparken pek çok ortamda matematik, bilim
ve felsefe üzerine yazdı, konuştu.
Poincare'nin anne ve babası kuşaklar boyunca Lorraine'de, özel­
likle de Nancy kentinde yaşamış burjuva ailelerden geliyordu. Aile­
nin önceki kuşaklarında seçkin bilginler çıkmıştı. Kuzeni Raymond
334 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Poincare, Fransa başbakanlığı ve Birinci Dünya Savaşı sırasında


da cumhurbaşkanlığı görevlerinde bulunmuştu. Tam adıyla Jules
Henri Poincare 29 Nisan 1 854'te Nancy'de dünyaya geldi. Baba­
sı Leon doktorluğun yanı sıra Nancy Universite'de tıp fakültesinde
profesörlük görevini sürdürüyordu. Henri ve kız kardeşi Aline'in eği­
timleri ilk başlarda anneleri tarafından verildi. Poincare daha sonra
matematik yeteneğinin anneannesine dek uzandığını keşfedecekti.
Beş yaşında geçirdiği difteri nedeniyle neredeyse bir yıl boyunca ko­
nuşamadı. Bu durum bir yandan sağlığını zayıflatırken çocukluğun
coşkulu oyunlarına katılamadığı gibi sekiz yaşında ilk kez okula git­
tiğinde de diğer çocukların onunla alay etmesine neden oldu. Euler
ve Gauss gibi Poincare de olağandışı bir hafızaya sahipti ama hem
motor koordinasyonu zayıf hem de aşırı derecede miyoptu.
Poincare huzurlu bir akademik ortamda büyüdü. Okumaya ve
çalışmaya ayırabileceği bolca vaktinin olması hızlı bir ilerleme kay­
detmesini sağladı. Okulda sıra dışı yeteneği ilk Fransızca kompozis­
yon dersinde fark edilse de okulu bitirdiğinde muhteşem matematik
yeteneği açıkça ortadaydı. Sınıf arkadaşı Appell onu şöyle hatır­
lıyor: "Kendi düşüncelerine dalıp giderdi. Konuştuğunda gözleri
bir yandan bir iyilik ifadesiyle dolarken bir yandan da kötü niyetli
ve derinden bakar gibi olurdu. Aralarında uzun sessizlikler olan
kısa, kesik kesik cümleleri karşısında şaşkınlığımı gizleyemezdim. "
Fransa-Prusya Savaşı'nda memleketi Alsace-Lorraine Alman işgali­
nin en ağır darbesine maruz kalınca Ponicare'nin okul yaşantısı da
sekteye uğradı. Bu dönemde babasının seyyar hastaneyle katıldığı
seferlere eşlik eden Poincare ateşli bir Fransız yurtseverine dönüştü.
Haber bültenlerini okuyabilmek için savaş sırasında Almanca öğ­
rendi. Daha sonraki yaşantısında Alman matematikçilerle dostça
ilişkiler sürdürdü.
Poincare temel matematik alanındaki Concours General'de bi­
rincilik ödülünü kazanırken 1 8 73'te yapılan Ecole Polytechnique
giriş sınavında da çok başarılı bir performansın ardından birinciliğe
ulaştı. Ecole Normale Superieure sınavlarına da girerek aday liste­
sinde beşinciliğe yerleşen Poincare çağdaşları Borel ve Hadamard'ın
aksine mühendis olmak istediği için Ecole Polytechnique'i seçti.
HENRI POINCARE 335

Çizim ve deneysel çalışmalardaki beceriksizliği final sınavında


elde edebileceği birinciliğe mal olsa da Poincare Polytechnique'te
de hızlı bir ilerleme kaydetti. Sonraki dört yıl boyunca Ecole des
Mines'a devam etti. Maden mühendisliği diplomasını alırken bir
yandan da diferansiyel denklemlerle tanımlanan fonksiyonların
özellikleri üzerine daha sonra ]ournal de l'Ecole Polytechnique'te
yayımlanan bir doktora tezi yazdı. Kısa süre maden mühendi­
si olarak çalıştıktan sonra kendini matematiğe adamaya karar
vererek Normandiya'daki Universite de Caen'de bir görev elde
etti. Poincare ilk önemli keşfi, otomorf fonksiyonlar kuramında
Eukleides dışı geometrilerin varlığına Caen' de ulaşmıştı. Bu keşifle
de Poincare'nin Klein'la girdiği rekabet başlamış oldu. Poincare'nin
kendi açısından keşif yapma koşulları hayli ilgi çekicidir. Poincare,
Lazarus Fuchs'un çalışmalarında periyodikliğe sahip fonksiyonlar­
la karşılaşmasının ardından doğrusal kesirli dönüşümler açısından
bu özellik üzerine düşünmeye başlamıştı. Poincare diferansiyel
denklemlerden kaynaklanan bu fonksiyonları analitik olarak anla­
mak için büyük çaba gösterirken beklemediği geometrik bir ilham­
la şaşkına döndü. Olanları kendi sözlerinden okuyalım:

On beş gün boyunca Fuchs fonksiyonları adını verdiğim fonksiyonların


bir benzerinin olamayacağını ispatlamaya çabaladım. O zamanlar gözüm
kapalıymış. Her gün bir iki saatimi geçirdiğim çalışma masama oturuyor, pek
çok kombinasyon deniyor ve hiçbir sonuç elde edemiyordum. Bir akşam hiç
alışkanlığım olmasa da sade kahve içtim. Uyku tutmuyor, düşünceler kafa­
ma üşüşüyordu. Tabiri caizse uygun kombinasyonu oluşturacak çift birbirini
bulana dek çarpışma devam edecekti. Sabah olduğunda hipergeometrik seri­
lerden türetilmiş bir Fuchs fonksiyonları sınıfının varlığını ortaya koymuştum.
Yapmam gereken yalnızca sonuçları kağıda dökmekti. Bu en fazla birkaç
saatimi alacaktı.

Poincare'nin bilinçdışının ortaya çıkardığı çalışmaların farkın­


da olduğu anlaşılan bu deneyimine psikologlar "idrak dışı" adını
vermektedir. Bu durum oldukça ender rastlanan bir olgu olmakla
birlikte bilinçdışının yaratıcı işlerde rol oynadığı vakalar son de-
336 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

rece yaygındır. Aslında bir kişinin üzerinde düşündüğü bir prob­


lem olduğu durumlarda uykuya yatması sonucu genellikle uyanır
uyanmaz bir çözüme ulaşacağı düşüncesi genel kabul görmüş gibi­
dir. Bu tür konularla yakından ilgilenen Poincare de kendi deneyi­
minden çarpıcı bir örnek vererek devam eder:

Ecole des Mines'ırı düzenlediği jeoloji gezisine katılmak üzere o zamanlar


yaşadığım Caen'den ayrıldım. Seyahatin koşuşturması içinde matematikteki
uğraşlarımı tamamen unuttum. Coutances'a' varışımızın ardından bir arazi
gezisinden diğerine sürekli otobüslere biniyorduk. Otobüsün basamağına
adımımı attığım bir anda kesinlikle daha önce hiç aklımda olmayan bir fikir
geldi çattı. Fuchs fonksiyonlarını tanı mlamak için kullandığım dönüşümler
Eukleides dışı geometride kullanılanların ayn ısıydı. Bu düşüncenin doğru­
lamasın ı yapamadım. Zamanı m olmadı çünkü otobüse bindiğim anda yarım
kalan bir sohbete devam etmiştim. Ama yine de o an için eksiksiz bir kesinlik
hissediyordum. Caen'e döndüğümde vicdanımı rahatlatmak için boş zama­
nımda sonucun doğrulamasını yaptım.

Poincare'yi üne kavuşturan bu keşfi olmuştu. Keşiflerinin pek


çoğunu genellikle etrafta gezinirken yapmıştı. Poincare şöyle de­
vam ediyor:

Daha sonra pek başarı elde edemediğim ve daha önceki çalışmalarımla


bağlantısı olduğundan en ufak bir şüphe duymadığım bazı aritmetik sorular
üzerine çalışmaya daldım. Başarıya ulaşamamamı n verdiği bezginlikle bir­
kaç günlüğüne deniz kenarına giderek başka şeyler düşündüm. Kayalıkların
üzerinde dolaştığım bir gün yine aynı kısa ve ani şekliyle dolaysız kesinlikte
aklıma bir düşünce geldi. Belirsiz üçlü formların dönüşümü Eukleides dışı
geometri dönüşümleriyle aynıyd ı .
Caen'e döndüğümde b u n u n üzerine derinlemesine düşünerek bazı so­
nuçlara ulaştım. İ kinci dereceden form örneği bana hipergeometrik serilere
karşılık gelenlerden başka Fuchs grupları olduğunu gösterdi. Bu gruplara
tetafuchs fonksiyonları kuramın ı uygulayabileceğimi ve böylece de hiper­
geometrik serilerden türetilenlerden başka tetafuchs fonksiyonları olduğunu

*
Normandiya'da bir yerleşim yeri. (ç.n.)
HENRI POINCARE 337

gördüm ki o zamana dek bildiğim tek tetafuchs fonksiyonu bunlardı. Doğal


olarak tüm bu fonksiyonları oluşturmaya koyuldum. Sistematik bir kuşatma
planı güderek birbirinin peşi sıra tüm siperleri ele geçirdim. Yine de dayanan
ve düşmesiyle tüm mevzinin düşmesini de beraberinde getirecek tek bir siper
kalmıştı. Ama tüm çabalarım, içinde bir şeyler barındıran bu zorluğu daha
yakından tanımam dışında bir şey sağlamad ı .
B u noktada askerlik görevimi yerine getireceğim Mont-Valerien'e gitmek
için Caen'den ayrıldım. Bu nedenle çok farklı meşguliyetlerim olmuştu. Bir
gün, caddenin karşısına geçerken bir anda beni durduran zorluğun çözümü
aklıma geliverdi. Hemen bu fikrin peşinden gitmeye çalışmadım. Hatta so­
ruya ancak askerlik görevimi bitirdikten sonra döndüm. Elimde tüm parçalar
mevcuttu. Tek yapmam gereken bunları bir araya getirerek düzenlemekti.
Böylece eksiksiz raporumu bir hamlede ve hiç zorlanmadan kaleme aldım.

Altında yatan geometrinin (ve kısa bir süre sonra da topolo­


jinin) keşfi Fuchs fonksiyonlarına tamamıyla yeni bir bakış açısı
kazandırdı. Sonraki birkaç yıl boyunca Poincare bu düşünceleri
geliştirmek için Klein'la girdiği dostça rekabetin içinde hararetli
bir biçimde çalıştı. Poincare'nin çalışma tarzına yönelik bazı çe­
kinceler vardı. Poincare'nin çalışmaları disiplinsiz görülüyor, kolay
okunabilir olsa da eksikliklerinin olduğu düşünülüyordu ama yine
de zekasının parlaklığını herkes teslim ediyordu.
Poincare 1 8 8 1 'de yirmi yedi yaşındayken Paris'e döndü. Aynı
yıl benzer bir aile geçmişine sahip Jeanne Louise Marie Poulain
d'Andecy'yle evlendi. Çiftin biri erkek, üçü kız toplam dört çocuk­
ları oldu. Sylvester'ın Poincare'yi rue Gay-Lussac'daki " havadar
tüneğinde" ziyaret etmesi de yaklaşık bu zamanlarda gerçekleşmiş
olmalıdır. Sylvester, Poincare'nin çalışma odasına ulaşmak için üç
kat dar merdiveni zar zor çıktığında Cauchy'nin artık bir ardılının
olduğunun habercisi bir yığın makalenin yazarı olarak "sapsarışın
ve çok genç" bir oğlanla karşılaşmıştı.
Sylvester Poincare'yi zamanla çok iyi tanıyacaktı. Bir kere­
sinde Camille Jordan, Sylvester onuruna verilen bir yemek için
Poincare'nin de aralarında bulunduğu pek çok kişiyi bir araya top­
lamıştı. Poincare eve vardığında ev sahibesini selamlamaya fırsat
bulamadan dikkatini Sylvester'a kaptırmıştı: "Sana göstereceğim
338 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

çok güzel bir teorem var," diye söze başlayan Sylvester, teoremi
hemen Poincare'ye anlatmaya başlamıştı. O andan itibaren tek ke­
lime etmeyen Poincare yemeğini bir robot gibi yedi. Yemek son­
rası dışarıdaki dünyanın yeniden farkına varan Poincare, hızla
Sylvester'ın yanına giderek " Ama teoremin yanlış! " diye haykırdı
ve bunu da orada Sylvester'a kanıtladı.
İlk başta Poincare Sorbonne'da yalnızca matematiksel analiz
hocalığı yaparken 1 886'ya gelindiğinde matematiksel fizik profe­
sörü olmuş bir yandan da yaşamının sonuna dek elinde tutacağı
olasılıklar analizi kürsüsüne getirilmişti. Yıllar içinde daha yüksek
onurlara layık görüldü. 1 887'de otomorf fonksiyonlara ilişkin ça­
lışmaları nedeniyle Academie Royale des Sciences, altı yıl sonra
da Bureau des Longitudes üyeliğine seçildi. Ertesi yılsa gelecekteki
benzer payelerin ilki olacak olan Royal Society of Landon üyeliği­
ne seçilirken daha sonra da aynı kurumun verdiği Sylvester Madal­
yası'nın ilk sahiplerinden biri olmuştu.
Çalışma başında yorulmak bilmeyen Poincare'nin bir tasviri­
ne yeğeninin Mittag-Leffler'e yazdığı bir mektupta rastlayabiliriz:
"Paris'teki huzurlu çalışma odasında ya da Lozere'deki bahçesinin
gölgesinde Henri Poincare çizgili kağıt destesinin önünde saatlerce
otururdu. Yaprakların ince ve köşeli yazısıyla, hayret verici bir dü­
zenle dolduğunu görebilirdiniz. Hemen hemen hiç silinti olmadan
ve çok seyrek bir tereddüt yaşayarak. Birkaç gün sonra baskıya
hazır halde uzun bir rapor tamamlanır ve amcam da o andan iti­
baren bu raporun geçmişte kaldığını düşünürdü. Editörlerden ge­
len düzeltmelere hızlıca bir göz atması için bile onu ikna etmek
çok zordu ... " Mektup şöyle devam ediyor: "Henri Poincare'nin
çoğu zaman düşüncelerini kendine sakladığı görülürdü. Diğer bazı
bilimcilerin aksine sözlü iletişimin, sözlü fikir alışverişlerinin ke­
şifleri kolaylaştıracağına inanmazdı. Amcam matematiksel keşfi,
birlikte çalışma olasılığını tamamıyla dışlayan bir düşünce olarak
görürdü. Keşiflerin yapılmasını sağlayan sezgi, ruh ve gerçek ara­
sındaki aracısız görüş alışverişidir. "
Poincare çalışma yaşamının sonraki kısmında en çok kombinato­
rik topolojiyle ilgilendi. Daha önceden bilinen dağınık sonuçları dü-
HENRI POINCARE 339

zenleyerek ve sonraki yıllarda gerçekleştirilecek çalışmaların planını


ortaya koyarak konuyu fiilen geliştiren Poincare olmuştu. Topolojik
düşünceleri kompleks analize ve mekaniğe yeni bir hayat vermekle
kalmamış önemli ve yeni bir alanın da yaratılmasına olanak sağ­
lamıştır. 1 892 ile 1 904 arasında yaptığı yayınlarla topolojinin et­
rafında geliştiği bir yöntemler ve kavramlar birikimi oluşturmuştu.
1901 'de "Yaptığım her şey beni 'analysis situs'a getirmektedir," diye
yazan Poincare şöyle devam etmiştir: "Yüksek dereceli diferansiyel
denklemlerle tanımlanan eğrilere ilişkin yaptığım çalışmaları sürdü­
rebilmem için bu bilgiye ihtiyacım vardı. Bu bilgiye iki değişkenli
düzensiz fonksiyonlar çalışmam için ihtiyacım vardı. Bu bilgiye çok
katlı integrallerin periyodu çalışmam ve bu çalışmanın dürtme fonk­
siyonun geliştirilmesi için kullanılmasında ihtiyacım vardı. Bunun
üzerine grup kuramında önemli bir problem aracılığıyla belli sürekli
gruplarda ayrık grupların mı yoksa sonlu grupların mı olduğuna
ilişkin araştırmayla 'analysis situs'a girdim. "
Poincare'nin büyük buluşlarından biri de diferansiyel denklemle­
rin nitelik kuramıydı. Dinamik sistemlerin uzun dönemli kararlılığı
gibi sorulara ilişkin kuramı Poincare "Les methodes nouvelles de la
mecanique celeste" (Gök Mekaniğinde Yeni Yöntemler) adlı ma­
kalesinde kullanmıştı. Makale, Newton'un Principia'sından sonra
gökcisimleri mekaniğindeki muhtemelen en büyük ilerlemeydi.
Daha önce gördüğümüz gibi Poincare'nin üç cisim problemine
ilişkin raporu İsveç ve Norveç kralının himayesindeki uluslarara­
sı ödüllü yarışmanın kazananı olmuştu. Bu çalışma, Poincare'nin
aynı adı taşıyan, dinamik bir sistemdeki kaotik davranışın ilk ma­
tematiksel tanımının yer aldığı üç ciltlik eserinin temelini oluş­
turmuştu. Poincare daha sonra yine benzer konuları kapsayan
ama bu kez teknik açıdan daha az zorlayıcı Leçons de mecanique
celeste (Gök Mekaniği Üzerine Dersler) adlı üç ciltlik bir eser ya­
yımladı.
Poincare, Weierstrass ekolüyle ilişkilendirilen patolojik fonksi­
yonlara karşı eleştirel yaklaşıyordu: "Mantık kimi zaman canavar­
lar yaratıyor. Elli yıldır bir amaca hizmet eden dosdoğru fonksiyon­
lara zorla ve mümkün olduğunca az benzetilmeye çalışılan yığınla
340 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

tuhaf fonksiyon görmekteyiz . . . Mantık açısından bu garip fonksi­


yonlar en genel olanları. Öte yandan aramadığınız halde karşınıza
çıkan ve basit yasaları izleyen bazı fonksiyonlarsa küçük bir köşe­
den daha fazlasını oluşturmayan özel durumlar gibi görünüyor. . .
Eski zamanlarda yeni bir fonksiyon icat edildiğinde bunun uygu­
lamaya dönük bir amacı vardı. Bugünse fonksiyonlar atalarımızın
akıl yürütmelerindeki hataları özel olarak göstermek amacıyla icat
ediliyor ve zaten insan da bunlardan başka bir sonuç çıkaramıyor."
Poincare yaşını aldıkça matematiğin doğasına ilişkin temel so­
rularla daha fazla ilgilenir olmuştu. Hilbert, Peano ve Russell'ın
mantıksal ve rasyonel felsefelerini eleştiren bir dizi yazı kaleme
almıştı. Çalışmaları bir noktaya kadar Brouwer'in kimi sezgici
tartışmalarının habercisi gibiydi. Courant Yale'de yaptığı bir ko­
nuşmada Poincare'nin ölümünden kısa bir süre önce Göttingen'e
gelerek farklı konular üzerinde yaptığı konuşmalara değinmiştir.
Bu konulardan biri elektromanyetik dalganın Dünya'nın etrafında
ilerlemesine ilişkinken bir diğeri ise matematiğin temelleri üzeri­
neydi. İkinci konuşma Cantorculuğa ve seçme beliti ile iyi sıralama
ilkesinin kullanımına karşı sert bir konuşmaydı. Poincare kibar ol­
maya çalışarak (istediğinde son derece kaba olabiliyordu) Cantor
tavrına ve bu doğrultuda bir şeyler yapma eğilimine ateş püskürdü.
Dinleyiciler arasında bulunan biri Poincare'yi oldukça nezaketsiz,
hafif kamburu çıkmış, sert kısa sakalları ve hüzünlü gözleri olan
bodur biri olarak anlatmıştı.
Poincare'nin kümeler kuramına ilişkin görüşleri yıllar içinde
değişmiş gibi görünüyor. İlk olarak 1 8 80'lerde Cantor'la ilişkilen­
dirdiği ve bugün bizim nokta-küme kuramı olarak adlandırdığı­
mız sonuç ve kavramları tanımlamak üzere Mengenlehre terimi­
ni kullanmıştı. Bu konular hakkında hayli coşkulu olan Poincare
1 885'te, yeni kurulmuş olan Societe Mathematique de France'ın
sekreterliğini yaptığı dönemde Cantor'u dernek üyeliğine öner­
di. Poincare'nin ilerleyen yıllarda nokta-küme kuramı açısından
Mengenlehre'ye duyduğu şevkten pişman olduğunu düşündürecek
hiçbir neden yok. Poincare'nin Göttingen'de aleyhinde konuştuğu
şey ise aksiyomatik kümeler kuramıydı.
HENRI POINCARE 341

Poincare matematiğin tüm dallarında genel bir fikir sahibi olan


evrensel matematikçilerin son örneklerinden biriydi. Konunun her
alanında akıcı ve bol bol yazmasıyla benzediği Euler'i popüler ya­
zılar söz konusu olduğunda gölgede bırakmıştı. Enstitünün ede­
biyat bölümü Academie Française'e 1 908'de seçilmesi açıklayıcı
çalışmalarının niteliği sayesinde gerçekleşmişti. Bu onura layık gö­
rülen diğer matematikçiler d' Alembert, Laplace, Fourier ve daha
sonra olmak üzere de Picard'la sınırlıydı. Poincare yirminci yüzyı­
lın ilk yıllarında bilim ve bilim felsefesi üzerine çoksatar kitaplar
yazdı. Tüm doğal zekasına ve resmi eğitimine karşın matematik
literatürüne karşı açık bir biçimde kayıtsızdı. Bu durumun bir so­
nucu olarak her yeni duyduğu konuyla ilgi alanı yeni bir doğrul­
tuya çevriliyordu. Riemann ve Weierstrass'ın Abel fonksiyonları
üzerine çalışmalarından haberdar olur olmaz bu konuya atıldı.
Poincare, Riemann'ın yöntemlerini "esas olarak bir keşif yönte­
mi" , Weierstrass ve Dedekind'in yöntemlerini ise "esas olarak bir
gösterme yöntemi" olarak tanımlamıştı.
Çalışmalarında önemli bir yer tutan sezgi, zaman zaman da olsa
Poincare'yi yolundan çıkarmıştı. Örneğin analysis situs üzerine yaz­
dığı ilk makalelerde burulma olgusuna gereken önemi vermemişti.
Ayrıca, örneğin bir teoremi ispatlarken manifoldun bir tanımını, bir
başka teoremi ispatlarken de tamamen farklı bir tanımını, bu ta­
nımların birbirine denk olduğunu göstermeden kullanma konusun­
da pek özen göstermemiş gibi görünüyor. Güçlü geometrik sezgisi
Poincare'nin kimi zaman kanıtların kılı kırk yaran katılığını yok
saymasına yol açtığını söylemek gerekir. Burada yine de işin başka
bir yönü var: Kendini matematiğin çok çeşitli alanından sürekli bir
fikir akışı içinde bulan Poincare eksiksiz çalışmalar yapmaya fırsat
bulamıyordu. Söylenildiğine göre Poincare için şu ya da bu teore­
min kanıtının bütünüyle mantıksal bir tamamlama yoluyla yapıla­
bileceğine sezgisel olarak ikna olması genellikle yeterliydi. Poincare
kanıtın tamamlanma işiniyse başkalarına havale ederdi.
Poincare soyut matematik kısmındaysa özellikle diferansiyel
denklemler, genel fonksiyon kuramı ve analysis situs olmak üzere
konunun pek çok farklı alanında temel nitelikte katkılar yaptı. Bu
342 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

çalışmaların pek çoğunda hemen hemen doğrudan olası uygulama


alanları amaçlanmıştı. Yaklaşık 500 civarındaki makalelerinin yet­
mişe yakını ışık, elektrik, kılcallık, termodinamik, ısı, elastisite ve
telgraf sistemi gibi fizik problemleriyle yakından ilgiliydi. Özellikle
kuramsal fiziğe büyük bir ilgi duyuyordu. Henüz 1 899'da mutlak
hareketin mümkün olmadığını öne sürmüştü. Ertesi yıl hiçbir şeyin
ışıktan daha hızlı hareket edemeyeceği düşüncesini ortaya koydu. Bu
iki kavram Einstein'ın ancak 1 905'te açıkladığı özel görelilik kura­
mının tam merkezinde yer alıyordu ama Poincare'nin bu kavramları
tüm boyutlarıyla kestirebildiğine dair bir işaret bulunmamaktadır.
Poincare sık sık bilimsel toplantılarda konuşma yapmaya davet
edilirdi. Örneğin 1900' de iki haftalık bir zaman dilimi içinde İkinci
Uluslararası Matematikçiler Kongresi'nde sezgi ve mantığın yeri
üzerine yaptığı başkanlık konuşmasının yanı sıra Uluslararası Fel­
sefe Kongresi'nde mekaniğin ilkelerine ilişkin ve Uluslararası Fizik
Kongresi'nde de deneysel fizik ile matematiksel fizik arasındaki
ilişki üzerine birer konuşma yaptı. 1 903'te St. Louis'deki Ulusla­
rarası Sanat ve Bilim Kongresi'nde matematiksel fiziğin mevcut
ve gelecekteki durumuna ilişkin bir konuşma yapmak için Atlas
Okyanusu'nun karşı kıyısına geçerken Birleşik Devletler'in farklı
yerlerini gezme fırsatı buldu.
Daha 1908'de Roma'da düzenlenen Dördüncü Uluslararası
Matematikçiler Kongresi'nde hazır bulunanlar Poincare'nin mate­
matiğin geleceğine ilişkin konuşmasını yapmadan Paris'e dönme­
si ve burada tedavi görmesi konusunda kaygılarını dile getirmişti.
Poincare 1911 'de üç cisim probleminin periyodik çözümlerine iliş­
kin bir çalışmayı, tamamlayabilecek kadar yaşamayabileceği korku­
suyla alışılmadık bir şekilde tamamlanmadan yayımladı. Daha son­
ra göreceğimiz gibi Poincare'nin Son Geometrik Teoremi'nin ispatı
Amerikalı genç matematikçi George Birkhoff tarafından ertesi yıl
tamamlanacaktı. Henri Poincare geçirdiği ameliyat sonrası yaşanan
emboli nedeniyle 1 7 Temmuz 1912'de elli sekiz yaşında beklenme­
dik bir biçimde yaşamını yitirdi. Matematik dünyası, gelmiş geçmiş
en büyük matematikçiler arasında yer alan döneminin en büyük ma­
tematikçisinin bu zamansız ölümü karşısında derinden sarsıldı.
David Hilbert ( 1862-1943)

eniden Almanya'ya dönüyoruz. İlham veren bir öğretmen


Y olmasının yanı sıra büyük bir araştırmacı da olan Hilbert,
Poincare'nin ölümünden sonraki yıllarda matematik dünyasının
muhtemelen en önemli isimlerinden biriydi. Göttingen'e öğrenci,
öğretim üyesi ya da konuk olarak gelen pek çok kişi onun büyü­
süne kapılmıştır. Bu kişilerden bazılarının anılarından Hilbert'in
istisnai karizmasına ilişkin küçük bir fikir edinebiliriz. Hilbert
matematiğin pek çok alanını tamamıyla değiştirip yeni araştırma
alanları açarken ufuk açıcı yazıları da matematik dünyası üzerin­
de çok etkili olmuştur. Hilbert'in meslek yaşantısındaki en önemli
aşama yirminci yüzyılın ilk çeyreğine denk gelmektedir.
344 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

David Hilbert, 23 Ocak 1 8 62'de o zamanlar Doğu Prusya'nın


en önemli kenti Königsberg yakınlarındaki Wehlau'da dünyaya
geldi. Hilbert, ataları on yedinci yüzyılda Saksonya'daki Freiberg'e
yerleşmiş orta sınıf Protestan bir aileden geliyordu. Hilbert'in ai­
lesinin baba tarafı, Prusya krallarının taç giydikleri şehir olması
itibariyle kendine özgü kültürel bir gelenek geliştirmiş başkentte
birkaç kuşaktır iş hayatının içindeki kişilerdi. Hilbert'in babası
Otto yargıçtı, annesi Maria Theresa (kızlık soyadı Erdtmann) ise
matematiğe ilgi duyardı. Hilbert'in yeteneklerini anne tarafından
aldığı söylenirdi. Geleceğin matematikçisi, çiftin tek oğullarıydı.
Hilbert'in kız kardeşi yirmi sekiz yaşında doğum yaparken yaşa­
mını yitirmişti.
Baba Otto Hilbert daha kıdemli bir yargıç olduğunda ailecek
Königsberg'in merkezine taşındılar. David sekiz yaşında buradaki
Friedrichskolleg'e kaydoldu. Burası klasik eğitimine önem veren
geleneksel bir gramer okuluydu. Öğretilen az miktardaki mate­
matik dışında hiç fen dersi yoktu. David Hilbert gibi birisi için
bu okul Königsberg'deki en uygun yer değildi. Daha sonra yakın
arkadaş olacağı kişiler daha ilerici bir kimliğe sahip Wilhelms
Gymanasium'a gidiyordu. Hilbert gerçek yeteneklerini ancak bir
yılını gymnasium'da geçirdiği okul yaşamının sona ermesinden son­
ra gösterebildi. Okulun ardından üç yıl Universitat Königsberg'de
eğitim gören Hilbert, alışılmış olduğu üzere kendi okulu dışında
geçirilen iki öğretim dönemini de Heidelberg' de tamamladı.
O dönemlerde Universitat Königsberg öğrencisi olan bir diğer
kişi de bahsi Henry Smith'in yaşam öyküsünde geçen harika çocuk
Hermann Minkowski'ydi. Hilbert'ten iki yaş küçük olmasına kar­
şın akademik açıdan daha ileri düzeydeki Minkowski, Hilbert'in
yol göstericisi gibiydi. Kurdukları dostluk uzun yıllar devam etti.
Hilbert'in etkilendiği bir diğer kişiyse kendisinden üç yaş büyük,
Göttingen'den mezun olmuş ve halen burada doçentlik görevini
sürdüren Adolf Hurwitz'di. Hilbert'in öğrencilik yıllarındaki en
önemli matematikçi Dedekind'in "Tek Değişkenli Cebirsel Fonk­
siyonlar" adlı raporunda birlikte çalıştığı yetenekli ve çok yönlü
Heinrich Weber'di. Weber 1 8 83'te üniversiteden ayrılınca yerine
DAVID HILBERT 345

n sayısının aşkınlığını ispatlamasıyla adını duyuran Lindemann


getirildi. Lindemann birinci sınıf bir matematikçi olmasa da değiş­
mezler kuramının da aralarında yer aldığı geniş bir yelpazede ilgi
alanlarına sahipti. Hilbert de tezini bu konu üzerine yazmıştı.
Hilbert 1 8 84'ün sonlarında doktora sınavını geçerek diğer
merkezlere yapılan alışılmış ziyarete çıktı. İlk olarak uzun süre­
li bir dostluğun başlangıcının yaşandığı Leipzig'e Klein'ın yanına
gitti. Daha sonra Hermite, Jordan, Poincare ve daha pek çok ma­
tematikçiyle tanıştığı Paris'e geçti. Königsberg'e dönüş yolunda
Kummer'in üniversitedeki görevini yakın bir zamanda devralan
Kronecker'i görmek için Berlin'e uğradı. 1 886'ya gelindiğinde
Köningsberg'de altı yıl boyunca sürdüreceği privatdozent konu­
muna yükselmişti. Hilbert 1 892'de Zürich'e giden Hurwitz'in
yerine doçentliğe getirildi. Aynı yıl bölgesel bir tüccarın bağımsız
düşüncelere sahip kızı Kathe Jerosch'la evlendi. Çiftin tek çocuğu
Franz ertesi yıl dünyaya geldi. Bir tür akıl hastalığı bulunan ve
yirmi bir yaşından itibaren sık sık akıl hastanesine yatan Franz hiç
normal bir yaşam süremedi.
Hilbert'in bu dönemdeki asıl araştırma konusu değişmezler
kuramıydı. Çalışmalarının sonucunu Chicago Matematik Kong­
resi'nde sunduğu bir makaleyle toparlayan Hilbert büyük sükse
yapmıştı. Öncelikle İngiltere'de Cayley ve Sylvester ardından da
Almanya'da Clebsch ve Gordan yoğun bir çabayla değişmezler
tablosunu oluşturmaya çalışıyorlardı. İncelemeleri sonucunda de­
ğişmezler kümesinin her zaman için sonlu bir tabana sahip olduğu
sonucuna varsalar da kullandıkları algoritmik yöntemlerle bu savı
kanıtlamada sınırlı bir başarı elde ettiler. Hilbert, Dedekind'e dek
uzanan görüşlerin yer aldığı bir soyut cebir gövde gösterisiyle bu
savı birkaç sayfada kanıtladı. Gordan'ın bunu duyduğundaki tep­
kisi "Bu matematik değil, olsa olsa ilahiyattır," şeklindeydi.
Çok daha sonralan Courant, Hilbert'in bir problemle ilgilenme
yöntemini şöyle anlatacaktı: "Hilbert bir ilke geliştirmiş ve bunu
bilinçli bir şekilde kullanmış en somut ve sezgisel matematikçiydi.
Ona göre eğer bir problemi çözmek istiyorsanız öncelikle problemi
gerekli olmayan her şeyden arındırmanız gerekirdi. Basitleştirmek
346 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

gerekirse, problemi özüne dokunmadan mümkün olduğunca özel­


leştirin. Böylece problem etkisini kaybetmeden olabildiğince ba­
sitleşince problemi çözmek mümkün olacak. Genelleme yapmak
üzerinde durulmayacak bir saçmalık. Bu ilke Hilbert ve bu ilkeyi
ondan öğrenenler için son derece yararlı olmuştu ama ne yazık ki
unutulup gitti. "
Yon Lindemann 1 893'te Königsberg'den Münih'e gidince on­
dan boşalan yere büyük itirazlara karşın doçentliğinin ilk yılındaki
Hilbert getirildi. Henüz otuz yaşına yeni giren Hilbert artık iyi bir
üniversitenin profesörü konumundaydı. Bazı çekişmelerin ardın­
dan Minkowski de Hilbert'ten boşalan pozisyona getirilse de çok
geçmeden o da Hurwitz'in ardından Zürich'e gitti. Königsberg'de
geçirdiği on yıl içinde Hilbert sayılar kuramından fonksiyon kura­
mı, izdüşümsel ve diferansiyel geometri, Galois kuramı, hidrodi­
namik ve diferansiyel denklemlere değin pek çok konuda dersler
verdi. Üstüne üstlük determinantlara ilişkin bir saatlik bir ders dı­
şında aynı konu üzerinde iki kez ders verdiği hiç olmadı. Yavaş ve
yapmacıksız konuşurdu. Verdiği derslerde her saatin ilk kısmını
okullarda yapıldığı gibi bir önceki saatin özetine ayırırdı.
Hilbert doğup büyüdüğü kente derinden bir bağlılık hissetse de
Königsberg'dekilerden daha iyi matematik öğrencilerinin bulun­
duğu başka bir yere gitme arzusu taşıyordu. Hilbert'ler her sabah
tüm Avrupa'daki matematik profesörlerinin sağlık durumundan
haberdar olabilmek için kahvaltı sırasında gazeteleri okurlardı.
Profesörler açısından hayli sağlıklı geçen bir dönemdi. 1 895'te
Hilbert'in beklediği fırsat ayağına geldi. Bir matematikçi yaşamını
yitirdiğinde bu, Alman üniversitelerinde profesörlerin ardı arka­
sına görev yerlerinin değişmesine yol açardı. Bu sürecin sonunda
Klein, Hilbert'in adıyla özdeşleşen ve mesleki yaşantısının sonuna
dek kalacağı Georg-August'ta görevlendirilmesini sağladı. Aynı
zamanda Hilbert, Klein'in yürüttüğü Annalen'in baş editörlük gö­
revini de üstlenmişti. Courant'a göre "Hilbert bu işi çok ciddiye
alıyor, makaleleri tamamen hoşgörüsüz bir şiddetle reddediyordu.
Hilbert, Caratheodory ve diğer benzer kişilerle editörlük görevini
devam ettirdiği zaman boyunca Annalen, yüksek düzeyde hatta
DAVID HILBERT 347

belki de dünyanın en yüksek düzeydeki matematik dergisi olmuş­


tu. Bu dergide bir makale yayımlatabilmek gerçekten büyük bir ba­
şarıydı. " Hilbert'in meslek yaşantısında zirvede olduğu bu yıllarda
nüfuzu gayet yerinde olsa da Klein çoktan araştırma yapmaktan
uzaklaşmıştı. Klein'ın soyut ve uygulamalı matematiğin birleştiril­
mesinin önemine yaptığı vurgu, Hilbert'in sağlam bir aksiyomatik
temelin esas olduğu ve sezgisel iddiaların pek değer taşımadığı gö­
rüşleriyle çelişiyordu.
İki matematikçi başka konularda da birbirlerinden ayrılıyor­
du. Hilbert'in aksine Klein profesörler ile öğrenciler arasındaki
geleneksel mesafeli ilişkinin korunması gerektiğine inanıyordu.
Courant'a kulak verelim:

Eski kayıtlara göz atarsanız Göttingen çevrelerinde bir profesörün yarı


tanrı olduğunu ve bu konumunun bir hayli farkında olduğuna görürsünüz.
Hatta bu oyuna profesörün eşini de dahil edebilirsiniz. Hilbert Göttingen'e
geldiğinde durum çok can sıkıcıydı . Kimi yaşlı profesörlerin eşleriyle karşı­
laştığında ona şöyle diyorlard ı : "Yeni gelen matematikçiyi duydun mu? Bura­
daki tüm düzeni altüst ediyor. Geçen akşam bir lokantada privatdozenf lerle
bilardo oynadığını duydum." Bir profesörün genç insanlarla arkadaş olmak
için kendini küçültmesinin bütünüyle olanaksız olduğu düşünülüyordu. Ama
Hilbert bu geleneği tamamen kırarak yeni bir bilimsel yaşam kurma konusun­
da önemli bir adım attı. Genç öğrenciler onun evine çay içmeye ya da yemek
yemeye geliyorlardı. Frau Hilbert asistan ve öğrenciler için büyük ve zengin
sofralar hazırlıyordu. Hilbert ormanda öğrencileriyle, aslında kim gelmek is­
terse onlarla birlikte matematik, siyaset ve ekonomi tartışmalarının yapıldığı
saatler süren yürüyüşlere çıkıyordu.

Courant, Hilbert'in çalışırkenki halini de aktarıyor:

Tüm zamanını bahçeyle uğraşarak geçiriyordu. Bahçe işleri ve diğer kü­


çük işlerinin arasında neredeyse yedi metre uzunluğundaki kocaman yazı
tahtasının başına geçiyordu. Tahtanın bulunduğu yerin üstü kapalı olduğun­
dan yağmur yağsa da Hilbert tahta boyunca bir aşağı bir yukarı yürüyebili­
yordu. Çiçek tarhlarını çapalıyor sonra yine matematiğine geri dönüyordu.
İnsan bütün gün boyunca onu izleyebilirdi. Beşinci kattaki öğrenci odamın
348 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

penceresinden Hilbert'i bahçesinde çalışırken seyredebiliyordum. Bisikletinin


üstünde küçük hünerlerini gösterirdi. Hilbert çevresindeki öğrenci ve meslek­
taşlarıyla birlikte son derece mütevazı ve hoş bir yaşantıya sahipti. Yaşantısı
onunla temasa geçen herkese ilham verirdi.

Hilbert değişmezler kuramı sonrasında cebirsel sayılar kuramı­


na döndü. Sonraki dört yıl boyunca ünlü Bericht über die Theorie
der algebraischen Zahlkörper (Cebirsel Sayı Cisimleri Kuramı Üze­
rine Rapor) adlı eserini hazırladı. Henry Smith'in yaşam öyküsünde
aktarıldığı gibi bu eser Minkowski'yle birlikte gerçekleştirilecek or­
tak çalışmanın bir parçası olarak hazırlanmıştı ama Minkowski bu
projeye hiç katkıda bulunmadı. Pek çok sayı kuramcısı Zahlbericht'e
gönülden inanırken bazılarıysa bu eserin cebirsel sayılar kuramının
gelişimini uzun yıllar boyunca engellediği düşüncesindeydi. Raporun
önsözü şu ifadelerle son bulmaktadır:

Sayı cisimleri kuramı nadide bir güzellik ve uyum tapınağıdır. Bu yapının


en gösterişli şekilde yapılan kısmı bana göre Kummer'in karşılıklılığın yük­
sek yasaları üzerine yaptığı çalışmalar ve Kronecker'in eliptik fonksiyonların
kompleks çarpımına ilişkin incelemeleriyle yolunu açtığı Abel cisimleri kura­
mıdır. Bu iki matematikçinin çalışmaları sayesinde bu kuramın daha da derin­
lerine yaptığımız analizler bu bölgede hala inanılmaz miktarda paha biçilmez
hazinenin yattığını ortaya koymuştur. Böylesi bir hazinenin değerini bilen ve
bunu elde etmek için sevgiyle peşinden koşan bir kaşifin yüklü ödülü.

1 893'te düzenlenen Chicago Kongresi'ni 1 897'de Zürich'teki


ilk gerçek Uluslararası Matematik Kongresi takip etti. Bunun son­
rasında 1900'den itibaren savaş zamanlarındaki kesintiler dışın­
da dört yılda bir farklı yerlerde kongreler düzenlenmeye başladı.
Hilbert bu kongrelerin ilkine katılmazken 1 900'de Paris'te düzen­
lenen ikinci kongrede bir konuşma yaptı. Hilbert konuşmasının so­
nunda özellikle önemli olduğunu düşündüğü on matematik prob­
lemini sundu. Bu problemlerden ilki sürem varsayımının kanıtıydı.
Daha sonra yayımlandığında yirmi üçe çıkan bu problemler listesi
muhtemelen hak ettiğinden çok ve kesinlikle Hilbert'in amaçla­
dığından daha çok ilgi çekmişti. Liste, Hilbert'in o zamanlar üze-
DAVID HILBERT 349

rinde düşündüğü sorulardan çıkardığı kısa notlardan hazırlanmış


gibidir. Listedeki bir iki problem neredeyse hemen çözüme kavuş­
turulmuştur. Bugün, çözüm sözcüğünü kullanmanın hiç uygun ol­
mayacağı birtakım yaklaşımları bir tarafa bırakırsak üzerinde en
az ilerleme kaydedilmiş problem zeta fonksiyonundaki sıfırların
dağılımına ilişkin Riemann varsayımıdır.
Hilbert matematikte, burada tek tek anlatılamayacak kadar ge­
niş bir yelpazedeki konuyla ilgileniyordu. Courant'ın dediği gibi:
"Onunla ilgili en etkileyici şey ilgi alanlarının engin çeşitliliği ve
geniş yelpazesiydi. Hilbert matematiğin her alanındaki çeşitliliğe
tüm yaşamı boyunca çok büyük önem vermişti." Belirleyici olarak
Hilbert matematiğin bir dalında kesin bir etki yapar sonra da tama­
men farklı bir konuya geçerdi. Bu şekilde önce değişmezler kuramı,
ardından cebirsel sayılar kuramı ve onun da ardından geometrinin
temelleriyle ilgilenmişti. Sayılar kuramındaki Waring problemine
sarılmış ve problemin çözümüne de 1 908'de Brouwer'e yaptığı
bir ziyarette ulaşmıştı. Bir diğer seferinde ise Weierstrass'ın sorgu­
lamaya açtığı Dirichlet ilkesi üzerinde düşünürken varyasyonlar
analizinde kullandığı bu yararlı yönteme saygınlığını iade etmiştir.
Daha sonra Hilbert, özel görelilik kuramı ve büyük bir devrimin
yaklaşmakta olduğunun habercisi diğer merak uyandıran düşün­
celerin peşinde daha çok fizikle ilgilenmeye başladı. Ancak yine de
matematiksel fiziğe yaptığı katkıların matematiğe yaptıkları kadar
önemli olmadığını belirtmekte yarar var.
Hilbert'in en önemli kitaplarından biri 1 899 tarihli Über die
Grundlagen der Geometrie ( Geometrinin Temelleri Üzerine) adlı
eseriydi. Kitap, içindeki pek de yeni olmayan düşüncelerden ziyade
bu düşüncelerin ortaya konma şiddetiyle bir öneme sahip olmuştu.
Kitabın pek çok kez alıntılanmış sonuç bölümünde şöyle yazar:

Elinizdeki bu rapor geometrinin ilkelerine yönelik ciddi bir incelemedir.


Problemlerin öngörülmüş belli bir şekilde bazı kısıtlı yardımlarla çözülüp çö­
zülemeyeceğini araştırmayı kendimize düstur edindik. Benim görüşüme göre
böylesi bir düstur genel ve doğal bir talimatı da kendi içinde barındırır. Aslın­
da matematik mülahazalarımızda ne zaman bir problemle karşılaşsak ya da
350 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

bir teorem tasarlasak tam çözüme ve kesin kanıta ulaşmadan ya da başarı­


sızlığımızın olanaksızlığını ve gerekliliğini tam olarak anlamadan bilgiye karşı
duyduğumuz hevesi tatmin edememiş olacağız. Bu geometrik inceleme esas
olarak aksiyom, sanı ya da yardımların temel bir geometrik doğrunun kanıtı
için gerekli olup olmadığı sorusunu yanıtlamaya çalışmaktadır. Sonrası kişi­
nin tercih ettiği kanıt yöntemine göre ortaya çıkacak bakış açısına bağlıdır.

Hilbert'in bu ifadesindeki felsefe, Paris Kongresi'nde sunduğu


problem listesini oluşturmasındaki düşüncesiyle benzeştirilebilir:

Kuram ile uygulama, düşünce ile gözlem arasında aracı olan şey mate­
matiktir. Aradaki köprüleri kurarak en güvenilir formları yaratan da yine ma­
tematiktir. Bu düşünceden hareketle tüm çağdaş kültürümüzün temellerinin
zihinsel anlayışımız ve doğayı kendi çıkarlarımız için kullanmamıza dayan­
masının yanı sıra matematikte yattığını söylemek mümkündür. Galilei'nin
dediği gibi: Doğayı ancak onun bizimle konuştuğu dili ve işaretleri öğrendi­
ğimiz takdirde anlayabiliriz ki bu dil matematik ve kullanılan işaretler de ma­
tematiksel işaretlerdir. Kant şu beyanı vermiştir: Herhangi bir doğa biliminde
insanın ancak matematiğin var olduğu kadar hakiki bilimsel zenginlikle karşı­
laşabileceğini temin ederim. Aslına bakarsak bilimsel bir kurama, matematik­
sel özünün kabuklarını tamamen soyarak bunu dışarıya çıkarmadan hakim
olamıyoruz. Matematik olmadan bugünün astronomisi ve fiziği de olmazdı.
Bu bilimler kuramsal bağlamda fiilen matematiğin içinde erimişlerdir. Pek çok
diğer uygulamayla birlikte bu bilimler saygın matematiğin halkın gözünde
gördüğü kabul oranında bir şeylerden sorumludur.

Gauss ve Kronecker'den bazı alıntılar yaptıktan sonra Hilbert


yazısını şöyle tamamlar: "Bugün bir üstünlük edasıyla felsefi bir
hava yaratarak kültürün çöktüğü kehanetinde bulunan ve duru­
mundan memnun bir şekilde 'bilinmezle' yetinenlere inanmama­
mız gerekiyor. Bizim için bilinmez yoktur ve bana göre tüm doğa
bilimleri için de bu geçerlidir. Bu mantıksız 'bilinmez' terimi yerine
bizim parolamız da tersine 'Bilmeliyiz, bileceğiz' olsun. "
Hilbert, Klein'a büyük saygı duymasına karşın ilgi alanları ve
kişiliği ona daha yakın bir meslektaşa gereksinim duyuyordu. Böy­
le biri için en uygun aday, Zürich'te geçirdiği on yılın ardından
DAVID HILBERT 351

Almanya'ya dönme fırsatı kollayan eski arkadaşı Minkowski'y­


di. Hilbert'in ısrarlarıyla Georg-August'ta Minkowski için yeni
bir kürsü kuruldu. Hilbert gibi Minkowski'nin de çok geniş ilgi
alanları vardı. Minkowski Zürich'teyken sayıların güzel geomet­
risini yaratmış, Göttingen'deyken de dört boyutlu, Eukleides dışı,
uzay-zaman sürekliliğine sahip uzay çalışmalarını başlatmıştı.
Hilbert ve Minkowski birlikte o zamanlar yeni olan özel görelilik
kuramının temellerini geliştirmeye çabalıyorlardı. Minkowski'nin
eski bir öğrencisi olan Einstein bu çalışmadan hiç etkilenmemişti.
Hilbert'in düşüncelerini çocuksu bulan Einstein çok daha sonra
genel görelilik kuramında Minkowski'nin uzay-zamana ilişkin gö­
rüşlerini benimseyecekti. Minkowski'nin apandisitinin patlaması
sonucu 1 2 Ocak 1 909'daki ölümü, Hilbert ile Minkowski arasın­
daki ümit vaat eden ortaklığın da ani bir şekilde sona ermesine
neden oldu. Minkowski'nin ertesi yıl yayımlanan toplu eserlerini
dostunun bu zamansız ölümünden dolayı büyük sıkıntı yaşayan
Hilbert düzenlemişti.
Hilbert'in ilgi alanlarının çok geniş olmasının bazı sakıncaları
da vardı. 1 9 1 0 dolaylarında Hilbert'in lisans derslerine katılan­
lardan Weyl, Hilbert'in hiçbir motivasyon sağlamadan, konuların
geçmişine yönelik hiçbir açıklamada bulunmadan, kaynaklarına
hiçbir kesin referans göstermeden, herhangi bir düşüncenin ince­
lenmesi için duraksamadan, herhangi bir iddiayı ayrıntılı olarak
kanıtlamadan ve tüm bunlara ilişkin sanki birleşik tek bir görüşe
sahipmişçesine bir kuramdan diğerine ya da bir disiplinden diğeri­
ne geçtiğini belirtmişti. Hilbert'ten hayli etkilenmiş olsa da Weyl,
Hilbert'in öğrencileri çok iyi anlamadığını düşünüyordu. Bu görüş
Courant'ın Hilbert'in ders anlatma şekline ait söyledikleriyle tezat
teşkil edebilir:

Dersleri biçimsel olarak mükemmel değildi. Hatta genellikle derslere yete­


rince hazırlanmadığından ders saatinin sonunda anlatacak bir şeyi kalmaz ve
o anda aklına gelenleri anlatmaya başladığından konuşurken dili dolaşır ve
duraklardı. Dostları ve öğrencileri onu alaya alır, yaş günlerinde onun işi daha
da abartmasını sağlamak için her türlü kinayeli hediyeyi verirlerdi. Derslerde
352 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

hata yapar, kanıtlar sırasında takılıp kalırd ı . Siz de onu kimi zaman çok basit
matematik sorularına bir çözüm yolu bulmak için uğraşırken izleyebilirdiniz.
Bu, kusursuz bir ders anlatımından çok daha esinlendiriciydi.

Fransa-Prusya Savaşı Hilbert henüz küçük bir çocukken başla­


mıştı. Paris kuşatması sırasındaysa Hilbert öğrenciydi. Savaş son­
rasında Fransa ile Almanya'da şiddetli bir milliyetçilik baş gösterse
ve matematik çevrelerindeki rekabet devam ediyor olsa da Hilbert,
Poincare'yi Göttingen'de takdim ederken "Pek saygıdeğer mes­
lektaşım, sizin ve bizlerin de bildiği gibi Fransa ile Almanya'nın
matematiksel ilişkileri her zaman için düzenli ve yakın olmuştur
ve böyle olmaya da devam edecektir. . . Fransa ile Almanya'yı bir­
birine bağlayan matematiksel bağlar hiçbir iki ulus arasında olma­
dığı kadar çeşitli ve güçlüdür. Bu nedenle Fransa ile Almanya'yı
matematik açısından tek bir ülkeymiş gibi kabul edebiliriz," diye­
bilmişti. Birkaç yıl sonra Almanya Fransa'yı işgal edince iki ülke
savaşa tutuşmuştu. Daha önce gördüğümüz gibi Klein'ın imza ve­
renler arasında yer aldığı Kültür Dünyasına Çağrı kampanyasına
Hilbert katılmamıştı. Klein, Academie Royale des Sciences'dan
ihraç edilirken Hilbert'in üyeliği devam etmişti. Hilbert savaşın
aptalca olduğunu düşünüyor ve bunu söylemekten de çekinmiyor­
du. Bunun sonucunda kimi öğrencileri Hilbert'in derslerini boykot
etse de daha ileriye giden herhangi bir şey yaşanmadı.
"En ulu dahi" Poincare Hilbert'ten altı yaş büyüktü. Poincare'nin
1912'deki ölümünün ardından genel olarak herkes Hilbert'i yaşa­
yan en büyük matematikçi olarak kabul ediyordu. Königsberg yıl­
larındaki yol arkadaşı Hurwitz 1919'da yaşamını yitirince Hilbert,
Zürich'te ondan boşalan pozisyona geçmeyi düşündü. Savaş sonra­
sı Almanya'sında durum çok kötü olsa da Hilbert yaşamına eskisi
gibi devam etmeyi seçti. Sağlık durumu daha önce gördüğümüz gibi
bir hayli kötüye giden Klein'ın varlığı hala kendini Göttingen'de
hissettirse de üniversitenin savaş sonrasında yeniden yapılanma­
sında Klein gerçek anlamda yer almadı. Hilbert kendi verdiği adla
"matematiksel düzenlemelerden" bir türlü kendini alamıyordu.
Matematiğin Göttingen'de yeniden canlanması Hilbert'in eski öğ-
DAVID HILBERT 353

rencilerinden Richard Courant'ın önderliğinde gerçekleşti (bu ko­


nunun ayrıntılarına sondan bir önceki bölümde döneceğiz).
1920'li yıllarda Göttingen'i saran parıltıya karşın üniversi­
tenin öğretim kadrosuna yönelik hem Almanya içinden hem de
ülke dışından bir husumet besleniyordu. Bunun nedeni kısmen
kıskançlık olsa da Georg-August'ta diğer yerlerde olup biten­
lerle ilgilenmeme eğiliminin, atıflar konusunda pek de dikkatli
davranılmamasına neden olduğunu belirtmekte yarar var. Hatta
bu durum bilerek ya da bilmeyerek yapılsın öğrenciler uygun bir
ad takmışlardı bile: "denklik alma " . Hilbert'in bilmeden ve dik­
katsiz bir biçimde yaptığı denklik alma konusunda adı çıkmıştı.
Courant'ın da durumu ondan aşağı kalır değildi. Courant bu ko­
nuya ilişkin şunları söylemişti:

Hilbert bütünüyle açık biriydi. Eleştiriye, farklı bakış açılarına ve bütün


öğrencilere. Onu tanıyan herkes akli bir dev ve bilimde gerçekten önemli
bir güç olmasına karşın onunla (elbette konuşulacak bir konusu varsa) eşit
şartlarda konuşabileceğini bilirdi. Hilbert dünyada olup biten her şeyi bildiği­
ni söyleyen meslektaşları gibi değildi. Her makaleyi okumadığı gibi var olan
her şeyi bulabileceği bir kataloğa da sahip değildi. Tersine, insanları çok
dikkatli dinleyerek bundan esinlenmesi onun güçlü yanlarından biriydi. Aynı
zamanda bu özelliği esinin nereden geldiğini sık sık unuttuğundan onun ku­
surlarından da biriydi.

Hilbert'in temel nitelikteki sorulara yönelik ilgisi tüm yaşamı


boyunca devam etti. 1 899 tarihli Grundlagen onun aksiyomlara
dönük tercihinin yalnızca bir örneğiydi. Hilbert için tutarlılık çok
önemliydi. Matematiğin bütünü için olmasa da en azından geo­
metri gibi bazı alanlar için bu gerekliydi. Şiddetli bir anlaşmazlığa
dönüşen fikir ayrılığında Hilbert'in karşısında yer alan Brouwer
önemli olanın tutarlılık değil gerçeklik olduğu düşüncesini taşıyor,
reductio ad absurdum iddiaları reddediyordu. 1 9 3 l 'de Kurt Gödel
matematiksel mantığın modern yaklaşımının dayandığı çalışması­
nı yayımlayınca Hilbert'in kuralcılığı çok büyük bir darbe aldı.
Temellere ilişkin Brouwer'le girdiği tartışma haddinden fazla kişi-
354 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

selleştiği gibi tartışma, bu iki büyük adamın da en iyi zamanların­


da olmadıklarını göstermişti. Yine de Pavel Aleksandrov otobiyog­
rafisinde bu konuya ilişkin şunları yazmıştı:

Brouwer ile Hilbert'i barıştırabilmek için planlar yapılmıştı. Emmy Noether'in


evinde bir akşam yemeği yenmesine karar verildi. Emmy Noether'in çalışma
odası, salon ve yemek odası olarak kullandığı rahat tavan arasında Brouwer,
Hilbert, Courant ve Landau'nun yanı sıra Hopf ve benim gibi birkaç genç ma­
tematikçi hep birlikte oturuyorduk. Barıştırma konuşmasını yapma görevi bana
verilmişti. Herkesin çok iyi bildiği gibi iki insanı yeniden bir araya getirmenin
en iyi yolu, konuyu her ikisinin de eleştirmeye can atacağı üçüncü bir kişiye
getirmektir. Bu düşünceyi takip ederek konuşmayı düzenlilik kuramı üzerine
çalışmasıyla adını duyuran fonksiyon kuramcısı Luckenwald'e getirdim. Bu
hamlenin başarısı tahminlerimizin çok ötesine geçerek Hilbert ve Brouwer'in
kısa sürede ateşli bir biçimde fikir alışverişine başlamalarını sağladı. Hilbert ve
Brouwer, üçüncü kişi üzerinde giderek ortak bir görüşe doğru yanaşıyorlardı.
Birbirlerinin düşüncelerini daha dostça dinler hale gelmişlerdi. En sonunda bir­
birlerinin onuruna kadeh kaldırdılar.

Ne yazık ki ikili arasındaki barış dönemi uzun sürmedi. Alman­


ya 'nın 1 928'deki uluslararası kongreye katılması gerekip gerekme­
diğine ilişkin bütünüyle farklı bir konuda yeniden bir anlaşmazlık
su yüzüne çıktı. Başta Picard olmak üzere bazı etkili Fransız ma­
tematikçilerin baskısıyla savaş zamanının İttifak Devletleri'nden
gelen matematikçiler 1 920'de Strasbourg'da düzenlenen uluslara­
rası kongreye çağrılmamışlardı. Savaştan sonra ilk kez düzenlenen
bu kongre bu nedenle büyük çoğunlukla kongreler serisinin bir
parçası olarak kabul görmez. Bu konu matematik camiasını ikiye
bölmüştü. Örneğin Fransa' da Painleve Picard'ın görüşüne şiddetle
karşı çıkıyordu. 1924'te Toronto'da yapılan bir sonraki kongreye
bu matematikçiler yine davet edilmezken ateşli tartışmaların so­
nucunda Bologna'da düzenlenecek bir sonraki kongreye çağrılma­
larına karar verilmişti. Alman matematikçiler de bu çağrıyı kabul
edip etmeme konusunda kendi aralarında ciddi biçimde fikir ay­
rılığına düşmüşlerdi. Brouwer'in de düşüncelerini paylaştığı milli­
yetçiler davetin yapılış biçiminin aşağılayıcı olduğunu düşünürken
OAVID HILBERT 355

Hilbert gibi enternasyonalistlerse artık savaşı geride bırakmanın


zamanının geldiğine inanıyordu.
Sonuçta sağlığı kötü olsa da Geheimrat Hilbert yirmi altı mate­
matikçiden oluşan Alman heyetinin başında Bologna'ya gitti. Sa­
lona girdiklerinde yaşanan birkaç dakikalık sessizliğin ardından
tüm salon ayağa kalkarak Alman heyetini alkışladı. Bununla bir­
likte Brouwer ve diğer bazı matematikçiler Almanların " Gauss ve
Riemann'ın hatıralarına, matematiksel bilimlerin insancıl yanına
ve insan ruhunun bağımsızlığına ihanet etmeden" nasıl olur da
kongreye katılabildiklerini anlayamıyorlardı. Hilbert bu tepkiye
Brouwer'i Annalen'in yazı kurulundan çıkararak karşılık verdi.
Daha sonra göreceğimiz gibi olanlar karşısında incinen Brouwer,
Compositio Mathematicae adlı kendi dergisini kuracaktı.
Hilbert'in en üretken yılları artık sona ermişti. Hastalığına per­
nisiyöz anemi teşhisi konuldu ki bu hastalık o zamanlar ölümcül
olabiliyordu. Sophus Lie'nin durumunda da gördüğümüz gibi be­
lirtiler hem fiziksel hem de psikolojikti. George Birkhoff'un bulun­
duğu yüksek mevkii sayesinde Harvard University'de yeni gelişti­
rilen bir tedavi uygulansa da Hilbert tam olarak iyileşemedi. Bu
durum hiç kuşku yok ki meslek yaşantısının son yıllarındaki dav­
ranışlarını etkiledi. Ara sıra ders vermeye devam etse de 1929'da
emekliye ayrıldı. Göttingen'de bir sokağa onun ismi verilirken doğ­
duğu şehir Königsberg, Hilbert'e onursal vatandaşlık payesi verdi.
1 932'de Hilbert'in doğumunun yetmişinci yılı Göttingen'de fener
alayıyla kutlandı. 1 934'ten sonra Hilbert, enstitüye bir daha adım
atmadı. Yemekli bir toplantıda yanına oturan yeni Nazi eğitim ba­
kanının matematik enstitüsünün Yahudileri ve onların dostlarını
bünyesinden uzaklaştırmasından sonra zor duruma düştüğüne iliş­
kin söylentilerin doğru olup olmadığını sorması üzerine Hilbert
"Zor duruma düşmek mi? " diye acı acı yanıtladı. "Zor duruma
düşmedi sayın bakan. Öyle bir kurum kalmadı. "
Hilbert hafızasını kaybetmeye başlamıştı. Hala Königsberg'de
yaşadığını zannediyordu. Yaşadığı bunaklık sonrasında 1 3 Şubat
1 943'te Nazilerin iktidara gelişlerinin onuncu yılında Göttingen'de
yaşamını yitirdi. Savaşın tam ortasında gerçekleştirilen cenaze tö-
356 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

renine yalnızca bir avuç insan katılabildi. İyi zamanlarındaki fizik­


sel görünümüne atfen onu çok iyi tanıyanlardan biri 1955'te şöyle
demişti: "Ressam olsaydım Hilbert'in portresini yapardım. Kırk yıl
önce yaşamının zirvesinde olduğu dönemlerdeki yüz hatları öyle­
sine zihnime işlemiş ki. Açık alnını, gözlüklerinin ardındaki keskin
bakışlı parlak gözlerini, kısa sakalıyla daha da belirginleşen sivri
çenesini ve hatta kalın panama şapkasını hala çok iyi hatırlıyorum.
Keskin Doğu Prusyalı sesi hala kulaklarımda. " Hilbert, bu kitap­
ta yer verilen portresinde de tam böyle görünüyor. Son cümleleri
Hilbert'in en yetenekli öğrencisi Weyl'den alarak tamamlayalım:

Onun dönemindeki bir bilimcinin etkisi araştırmasının bilimsel olarak


ağırlığıyla orantılı değildir. Hiç şüphesiz Hilbert'in matematik alanındaki ça­
lışmaları derinlikli ve evrensel ölçüde çalışmalardı. Yine de Hilbert'in muaz­
zam etkisi yalnızca bunlardan ileri gelmiyordu. Gauss ve Riemann elbette ki
daha önemsiz matematikçiler değildi ama çağdaşları arasında fazla heyecan
uyandıramadıkları gibi etraflarında adanmış takipçilerin yer aldığı bir ekol de
yaratmamışlardı. Hilbert ise yaşamaktan zevk alan, başta genç bilimciler ol­
mak üzere insanlarla ilişkiye geçmeye çalışan ve fikir alışverişinden büyük
keyif duyan biriydi. İyimserliği, manevi tutkusu, bilimin yüce değerine olan
sarsılmaz inancı, basit ve net sorulara basit ve net yanıtlar bulmak gerek­
tiğine olan güçlü güven duygusu karşı konulmaz bir şekilde etrafındakilere
yayılırdı.
Vll

E . H . M OO R E ' DAN TAKAG İ 'YE


E. H. Moore (1862-1932)

tlas Okyanusu'nun diğer kıyısında neler olduğuna bakmanın


A zamanı geldi. On dokuzuncu yüzyıl sona ermeden hemen önce
doğmuş önemli Amerikalı matematikçileri düşündüğümüzde Avru­
palı büyük meslektaşlarıyla yalnızca birkaçının boy ölçüşebildiğini
görürüz. Lefschetz, P6lya ve Zariski gibi Amerika doğumlu olma­
yanları da dışarıda bıraktığımızda elimizde çok kısıtlı sayıda mate­
matikçi kalır. İlerleyen bölümlerde Amerika doğumlu ve kesinlikle
üst düzey matematikçi kabul edilen birkaç kişinin yaşam öykülerine
yer vereceğiz. Kimi Amerikalı matematikçilerse araştırma alanında­
ki başarılarıyla üst düzey matematikçiler arasında yer almasalar da
matematiğe başka yollardan katkıda bulunmuşlardır. Bu kişilerden
360 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

biri de Amerikan matematik araştırma çevresinin gelişmesinde çok


etkili olmuş az sayıdaki kişinin arasından bir adım öne çıkan E. H.
Moore'dur. Yirminci yüzyılın ilk yarısındaki kayda değer Amerikalı
matematikçilerin pek çoğu ya Moore'un eski öğrencileridir ya da
eski öğrencilerinin öğrencileridir. Moore yaşadığı dönemde Birleşik
Devletler'in en büyük matematikçisi olarak kabul edilirdi.
David Hastings Moore Amerikan İç Savaşı'nda rahiplik gö­
revinin yanı sıra yarbay olarak da hizmet etmiş bilge bir Meto­
dist rahipti. Bulunduğu görevler arasında Cincinnati Wesleyan
College rektörlüğü, University of Denver'ın kuruculuğu ve ilk rek­
törlüğü ile Şanghay Metodist Piskoposluk Kilisesi başrahipliği var­
dı. Geleceğin matematikçisi Eliakim Hastings 26 Ocak 1 862'de
dünyaya geldiğinde David Hastings Moore karısı Julia Sophia'yla
(kızlık soyadı Carpenter) birlikte Ohio ile Batı Virginia sınırındaki
küçük ama ilginç yerleşim yeri Marietta kasabasında yaşıyordu.
Küçüklüğünde ailesi sürekli bir yerden diğerine taşınmış olsa da
Moore'un çocukluğunun büyük kısmı Ohio'da bir başka küçük
yerleşim yeri Athens'ta geçti. Hali vakti yerinde olan büyükba­
bası kasabanın ileri gelenleri arasında yer almakla kalmıyor aynı
zamanda Washington'da kongre üyeliği görevini de sürdürüyor­
du. Bu görev sayesinde genç Moore henüz lisedeyken bir yazını
Washington'da kongre ulağı olarak geçirdi (bu uygulama, istekli
gençlerin Amerikan Kongresi'nde gerçekleşen olaylar konusunda
deneyim kazanmasının bir yoludur). Moore bir başka yazını ise
matematiğe ilgi duymasını sağlayan Cincinnati Observatory'nin
müdürünün asistanlığını yaparak geçirdi.
Moore 1 879 yılında henüz on yedi yaşındayken girdiği Yale
University'den yüksek onur derecesiyle dört yıl sonra mezun ola­
rak doktora çalışmasına başladı. 1 885'te "Extensions of certain
theorems of Clifford and Cayley in the geometry of n dimensions"
(Clifford ve Cayley'in Bazı Teoremlerinin n boyutlu Geometride
Genişletilmesi) başlıklı teziyle doktora derecesini elde etti. Yale'de­
ki yol göstericisi matematikçi H. A. Newton, Almanya'da bir yıllık
bir çalışma yapmasını sağladı. Moore Göttingen'de geçirdiği 1885
yazında Almanca öğrenip kışı Kronecker ve Weierstrass'ın ders ver-
E. H. MOORE 361

diği Berlin'de geçirdi. Moore, Weierstrass'ın eksiksiz yöntemlerin­


den etkilenmiş olsa da onu esas büyüleyen Kronecker'in dersleri
olmuştu. Anlaşılan Moore o zamanlar Leipzig'de olan Klein'la da
tanışmıştı.
Moore 1 886'da Birleşik Devletler'e döndüğünde akademik kari­
yerine Nortwestern University'de bir yıllığına okutman olarak baş­
ladı. Bu görevi iki yıllığına Yale'de yaptığı hocalık izledi. 1 8 89'da
yardımcı doçent olarak döndüğü Northwestern University'de iki
yıl sonra doçentliğe yükseldi. O yıl Athens'tan eski bir oyun ar­
kadaşı Martha Morris Young'la evlendi. Çiftin David ve Eliakim
adlarında iki oğulları oldu. Evlenmeden önce Martha, Ohio State
University'de Latin dilleri bölümünde öğretim üyeliği yapıyordu.
Ünlü matematikçi John Wesley Young, Martha'nın kardeşiydi.
Moore'un meslek yaşantısındaki en önemli aşama 1 892'de
University of Chicago kurulup rektör William Rainey Harper yir­
mi dokuz yaşındaki Moore'u vekaleten matematik bölümü baş­
kanlığına getirince yaşandı. Moore, Harper'ı iki üst düzey Alman
matematikçiyi kadroya dahil etme konusunda ikna etmişti. Bu iki
matematikçi Georg-August'ta Klein'ın yönetiminde doktoraları­
nı aldıktan sonra Amerika'ya giden analizci Oskar Bolza ve geo­
metrici Heinrich Maschke'ydi. Moore, ateşli bir taraftarı olduğu
kendi zamanının matematik araştırmaları hareketleriyle çok ya­
kından ilgilenen biriydi. Weierstrass önderliğindeki kılı kırk yaran
Alman analizciler ekolünden yetişmiş Bolza yetenekli ve çok oku­
nan bir araştırmacıydı. Diğer ikisine kıyasla çok daha temkinli olan
Maschke ise bilge, araştırma alanında üstün ve geometri konu­
sunda büyüleyici bir hocaydı. University of Chicago bu ekiple çok
geçmeden Amerika Birleşik Devletleri'ndeki en önemli matematik
bölümüne sahip olurken Moore da bölüm başkanlığı görevine asa­
leten getirildi.
Bu başarılı başlangıcın hemen ardından yaşanan bir diğer ge­
lişme Chicago'nun matematik araştırmalarında bir merkez olma
durumunu daha da güçlendirdi. Columbus'un 1493'te Ameri­
ka kıtasına çıkışının dört yüzüncü yılı kutlamaları çerçevesinde
Chicago'da dünya fuarı düzenlenmişti. Fuarla bağlantılı olarak
çeşitli konular üzerinde bir dizi "kongre" düzenlenmişti. Konular-
362 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

dan biri matematik olunca Moore ekibiyle birlikte gerekli düzenle­


meleri yapmakla görevlendirildi.
Matematik kongresi büyük ölçekli olmasa da ülke dışından
da bazı katılımlar oldu. Bunların arasında en etkileyicisi Klein'ın
önderliğindeki Alman heyetiydi. Kongre sonrasında bir süre daha
kalmaya razı edilen Klein, Northwestern University'de bir dizi ko­
nuşma yaptı. Chicago'lu matematikçiler açısından olumlu sonuçlar
verecek bu konuşmalar zinciri aynı zamanda Almanya'nın Ameri­
kan matematik sahnesinde ortaya koyacağı etkinliğin de kapılarını
açmıştı. Yıllardır kafasında bu hedefle yaşayan Klein Almanya'ya
dönüşünde Prusya kültür bakanına kongre sonrasında çabalarının
sonuç verdiğini ve Chicago gibi üst düzey bir üniversitede bulunan
iki Alman matematikçi sayesinde bu ülkedeki Alman etkisinin sü­
rekli olacağını bildirmişti.
Kongre tutanaklarının yayımlanma maliyetlerinin karşılanabilme­
si için Moore, New York Mathematical Society'den yardım talebinde
bulunmuştu. İstenen maddi yardımı kabul eden derneğin adının da
"American Mathematical Society" şeklinde değiştirilmesine karar
verildi. Moore, derneğin yeni açılan Chicago şubesinin ilk başkanı
olurken daha sonra da başkan yardımcılığına getirildiği derneğin
işleriyle giderek daha fazla meşgul oldu. Matematiksel araştırmala­
rın yayımlanması için Transactions of the American Mathematical
Society adlı derginin çıkarılmasına karar verildiğinde Moore dergi­
nin genel yayın yönetmenliğine getirildi. Moore en baştan itibaren
derginin standartlarını çok yüksek tutmuştu. Çok geçmeden Moore
derneğin başkanlığına seçildi. İki yıl boyunca sürdürdüğü bu göreve,
Amerika'nın orta batısından gelerek layık görülen ilk kişiydi. Moore
derneğin matematik konusunda belirli standartların tutturulabilme­
si için uygun bir kurum olduğuna inanırken okullardaki matematik
eğitimi kalitesiyle de özel olarak ilgilendi.
1 892- 1 908 arası dönemde University of Chicago, yüksek mate­
matik çalışmalarında Birleşik Devletler içinde emsalsiz bir kurum­
du. Moore'un eski öğrencilerinden biri şöyle yazmıştı: "Profesör
Moore'un derslikte uyguladığı yöntemler pedagojinin en yerleşmiş
kurallarına meydan okurdu. İşin aslı, bu tür kurallar ileri düzeyde-
E. H. MOORE 363

ki derslerini verirken ona hiçbir anlam ifade etmiyordu. Derslerde


matematiğe kendisini öylesine kaptırırdı ki ne ders saatinin sona
ermesi ne de öğle arası matematik konuşulmasına bir son verebi­
lirdi. Konuşmasını ancak anlattığı konunun o gün için tükendiğini
söyleyen bir tür içgüdüyle sonlandırırdı. "
İyi öğrenciler ve Birleşik Devletler'in yetenekli matematikçileri
açısından Moore inanılmaz bir esin kaynağıydı. Yirminci yüzyılın
ilk yarısında ondan esinlenmiş sayısız insan bulunuyordu. Moore,
en iyi çağlarında hayli başarılı bir öğretmendi de. Bölümdeki mes­
lektaşları Bolza ve Maschke'yle birlikte matematik eğitiminde yep­
yeni yöntemler geliştirmişlerdi. Örneğin, öğrencilerin dergilerde
yayımlanmış makaleleri okuduğu, sunduğu ve bunlara dayanarak
yeni teoremler geliştirmeye çalıştıkları bir matematik kulübü kur­
muştu. Moore kulüp toplantılarında öğrencilere sorular sorar kimi
zaman da yorumlar yapardı. Muhtemelen bu yöntemle Alman­
ya' da olduğu dönemde karşılaşmıştı ama Amerika için bu yeni bir
uygulamaydı. Daha sonra göreceğimiz gibi bu yöntem, eğitimini
Chicago'da almış Robert Lee Moore (akraba değiller) tarafından
alınarak yoğun bir araştırma eğitimi sistemine dönüştürülecekti.
Robert Lee Moore, University of Texas'ta özellikle topologların
eğitiminde lisansüstü öğrencileri için bu yöntemi kullanarak çok
büyük başarılar elde etmiştir.
E. H. Moore kırk yıllık bir dönem içinde otuz doktora adayı­
nın çalışmalarını idare etmiştir. Moore'un ilk dönem öğrencileri
arasında L. E. Dickson, George Birkhoff ve Oswald Veblen yer
almaktadır. Bununla birlikte 1 908-20 arası dönemde University of
Chicago matematik bölümünün ilk başlardaki kendine özgü ener­
jisi ve canlılığı yavaş yavaş sönmeye başlamıştı. Maschke 1908'de
yaşamını yitirince meslektaşı Bolza da Almanya'ya döndü. Bir on
yıl boyunca daha bölüm seçkinliğini sürdürse de kadroların sürekli
bölüm içinden gelenlerce doldurulmaya başlandığı görülüyordu.
1 920'ye gelindiğinde ise Chicago, artık üst düzeyde bir matema­
tik bölümüne sahip değildi. Moore kendisini geometrik analizin
Banach öncesi bir biçimi olan genel analize kaptırmıştı. Ancak bu
çalışma üniversite dışında hiçbir zaman büyük ilgi uyandırmamış-
364 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

tı. Bölümden sürekli çıkmaya devam eden doktora tezleri ilk za­
manlardakiler gibi etkileyici değildi.
Chicago matematik bölümünün adının yeniden duyulması uzun
zaman alacak olsa da bölümle ilgili önemli bir gelişme yaşanmış­
tı. Chicago'lu bir işadamının maddi desteğiyle matematik bölümü
için bir bina yaptırılmıştı. Eckhart Hali adı verilen bu binada güzel
bir toplantı salonu, kütüphane, öğretim üyeleri için ofisler ve li­
sansüstü öğrencilerinin kıdemlilerle rahatlıkla ilişkiye geçebilecek­
leri biçimde tasarlanmış mekanlar mevcuttu. Kısa bir süre sonra
Princeton' daki Fine Hall'ün gölgesinde kalsa da Eckhart Hail bir
bölümün nasıl yerleşeceği konusunda çıtayı bir hayli yukarı çek­
mişti. Moore 1931 'de, Eckert Hall'ün tamamlanmasından kısa bir
süre sonra yaklaşık otuz yıl süren bölüm başkanlığını bırakarak
emekliye ayrıldı. Bir süredir sağlık durumu iyi değildi. 30 Aralık
1932'de yetmiş yaşında Chicago'da yaşama veda etti.
Moore'un çalışkanlığı ve coşkusu yalnızca matematik bölümü­
nün değil bir bütün olarak University of Chicago'nun ilk yılların­
daki gelişimine büyük katkıda bulundu. Moore'un mesleki etkinliği
Chicago dışında Amerika Birleşik Devletleri ve hatta genelde orta
batıyla sınırlıydı. Kurucu, eğitimci ve araştırmacı olarak gerçekleş­
tirdiği seçkin çalışmalarla başta Amerika' dan olmak üzere çok sayı­
da onura layık görüldü. Amerika dışında Georg-August'tan onursal
derece alırken Poincare'nin topoloji üzerine ufuk açıcı çalışmasını
yayımladığı Rendiconti del Circolo Matematico di Palermo dergisi­
nin yazı kurulunda yer aldı. Yeni bir yüzyıla girilirken Amerika'da­
ki matematiğin "rüştünü kazanması" Sylvester'a dek ve hatta onun
da öncesine uzanan çabaların bir sonucuydu. Ancak bu süreci sona
erdiren Moore olmuştu.
Amerikan eğitim sistemi üzerindeki Alman etkisi genellikle ya­
rarlı olsa da esas etkili olduğu dönem, Hilbert ve diğer bazı ma­
tematikçilerin Alman matematiğini reforma uğratmalarından ön­
ceki on dokuzuncu yüzyıl sonlarıydı. Amerika'da en büyük etkiyi
Göttingen ekolünün yeni tarz matematiği değil Berlin ekolünün
eski Alman matematiği yapmıştı. Uygulamalı matematiğin İkinci
Dünya Savaşı'na dek Amerika' da göz ardı edilmesi elbette Klein'ın
hatası değildi.
Jacques Hadamard (1865-1963)

eçkimizin en cana yakın kişiliklerinden biriyle yeniden Fransa'ya


S dönüyoruz. Jacques Hadamard eğitimde olduğu kadar araştır­
ma alanında da güçlü, pek çok konuyla ilgilenen, çok yönlü biriy­
di. Doymak bilmez bir bilimsel meraka sahipti. Uzun süren yaşamı
boyunca büyük çapta değişen matematiği yakalamasını hep bildi.
Paris'in güneybatısındaki Versailles' da 8 Aralık 1 865'te doğan
Jacques-Salomon Hadamard'ın anne ve babası öğretmendi. Ailenin
her iki tarafında da 1808'de Paris'e yerleşmiş Yahudi kökenli ente­
lektüeller vardı. Hadamard'ın babası Amadee, Lycee Charlemagne'de
Latince dersleri verirken annesi Claude-Marie-Jeanne (kızlık soyadı
Picard) tanınmış bir müzik öğretmeniydi. Claude-Marie oğluna kü­
çük yaşlarda keman çalmayı öğretmişti.
366 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

1871'de Paris Komünü son bulurken evleri yakılan aile tüm


malvarlığını yitirmişti. Bu güç durumdan kurtularak yeniden to­
parlandıklarında çift, oğullarını babasının öğretmenlik yaptığı
lycee'ye gönderdi. Jacques, pek fazla umursamadığı matematik dı­
şında tüm derslerde kendini göstermişti. Ulusal çaptaki Concours
General'in diğer alanlarında ödüller kazanmış olsa da matematik
alanında hiçbir yetenek gösterememişti. Bununla birlikte 1 875'te
babası daha itibarlı Lycee Louis-le-Grand'a geçince genç Jacques da
onun peşinden giderek bu okuldaki üstün nitelikli matematik eği­
timiyle karşılaştı. Matematik dalında Concours General'e girerek
tüm Fransa'da ikinciliği elde etti. Hadamard tüm yaşamı boyunca
bu sınavda birinci olamamanın üzüntüsünü yaşayacaktı. Çok geç­
meden Hadamard okul dergilerinde küçük matematik yazıları yaz­
maya başladı. Ecole Polytechnique ve Ecole Normale Superieure
giriş sınavlarına katıldı.
Her iki okula da girmek çok zordu. Her yıl kırk ya da elli ki­
şilik kontenjan için binlerce aday başvuruda bulunurdu. Örneğin
Ecole Normale giriş sınavının ilk aşaması iki gün boyunca tüm
Fransa'daki "college" ve "lycee"lerde gerçekleştirildi. İlk önce her
biri altı saat süren matematik, fizik ve felsefe alanlarında yazılı
sınavlar yapılır, ikinci günse adaylar dört saat boyunca Latince­
den çeviriler yapardı. Bu aşamalardan geçen en iyi adaylar Paris'te
Ecole Normale' de düzenlenen son bir sözlü ve yazılı sınava çağrılır­
ken adayların başarılarına göre sıralandıkları bir liste yayımlanırdı.
1 884'te Hadamard on sekiz yaşındayken Fransa çapında her
iki sınavın da birincisi olunca zorlu bir karar vermesi gerekti. On
dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Ecole Polytechnique'teki ma­
tematik eğitiminin niteliği bir miktar düşerken Ecole Normale
Superieure'ün itibarı ise yükselmişti. Hadamard yaşadığı kısa te­
reddüdün ardından yirmi yıl kadar önce her iki sınavda da birinci
olan Darboux'nun izinden giderek daha akademik olan kurumu,
Ecole Normale Superieure'ü seçti.
1 888 yılında Ecole Normale'den mezun olmasının ardından
Hadamard Paris'te bir yıl daha geçirerek çalışmalarına devam etti.
Hadamard, bu dönemde geçimini, çok çalışmasını gerektirmeyen
JACQUES HADAMARD 367

Caen'deki öğretmenlik görevi sayesinde sağlıyordu. Daha sonra üç


yıl boyunca Lycee Buffon'da dersler verdi. Bu konuda pek başarı­
lı değildi. Okul müdürünün Eğitim Bakanlığı'na bildirdiğine göre
··Mösyö Hadamard müthiş matematiksel yeteneklerinden dola­
yı kendinin her şeyden muaf olduğunu düşünüyordu" . Gene de
Hadamard'ın okulda özel olarak ilgilendiği bir öğrencisi vardı.
:\faurice Frechet adındaki bu çocuk yıllar sonra Hadamard'a şöyle
diyecekti: "Matematikçi olmamda çok etkili oldunuz. " Frechet'in
sonraki meslek yaşantısına ileride döneceğiz.
Hadamard ders vermediği zamanlarda "Taylar Açılımıyla Tem­
sil Edilen F onksiyanlar Üzerine Bir Çalışma" başlıklı doktora tezi
üzerinde çalışıyordu. Tezi okuyan Hermite bunun uygulanabile­
ceği bazı yerler bulmanın iyi olacağını düşündü. İstenen olmuş­
tu. Tam o sıralarda Academie Royale des Sciences Riemann zeta
fonksiyonu kuramına ilişkin ödüllü bir yarışma düzenlemişti.
Hadamard, bu çalışmasıyla akademiden alacağı sayısız ödülün il­
kine büyük ödülü kazanarak ulaşmıştı. Aynı yıl kendisiyle benzer
bir geçmişe sahip, çocukluk aşkı Louise-Anna Trene! ile evlendi.
Hadamard gibi müziğe büyük bir sevgi duyan Louise-Anna hayat
dolu genç bir kadındı. 1 894'te Pierre, 1 897'de Etienne, 1 899'da
Mathieu, 1901'de Cecile ve 1 902'de Jacqueline'nin doğmasıyla
yedi kişilik bir aile olmuşlardı. Çift, çocuklarını en azından bir mü­
zik aleti çalmaları gerektiğini düşünerek yetiştirmişti. Bir dönem
Hadamard'lar benzer kafa yapısındaki akademisyenlerle birlikte
çocuklarının eğitimini evde vermişti. Ne yazık ki Louise-Anna ve
Jacques en büyük oğullarını Birinci Dünya Savaşı'nda, en küçük
oğullarını ise İkinci Dünya Savaşı'nda kaybedeceklerdi.
Hadamard artık öğretim üyeliğine geçmişti. İlk üniversitesi
1 893'ten 1 897'ye dek çalıştığı Universite de Bordeaux'ydu. Tanın­
masını sağlayan teorem ispatını da burada yapmıştı. Daha önceki
çalışmaları başta tekillik konusu olmak üzere kompleks analiz üze­
rineydi. Sonra bu çalışmasını sayılar kuramına uygulamıştı. Pek
çok matematikçi asal sayılar kümesinin tüm doğal sayılar içindeki
yoğunluğunu hesaplamanın yollarını arıyordu. Hadamard komp­
leks analiz yöntemlerini kullanarak birbirlerinden habersiz olarak
368 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Vallee Poussin'le birlikte n'den az asal sayı için n / log n asimptotik


değerine ulaştı. 1 896 tarihli bu asal sayı teoreminin temel düzey­
de kanıtlanması için yapılan tüm çabalar 1 949'da Atle Selberg ve
Paul Erdös'ün kompleks analiz kullanmadan gerçekleştirdikleri is­
patlarına dek sonuçsuz kaldı.
Bordeaux'ya gelişinden yalnızca iki yıl sonra Hadamard ast­
ronomi ve rasyonel mekanik profesörlüğüne getirildi. Hadamard
yaşamı boyunca Academie Royale des Sciences'ın düzenlediği çok
sayıda ödüllü yarışmaya katılmış, bunların birçoğundan da başa­
rıyla ayrılmıştı. İlk olarak 1 896'da "Dinamikte Yörüngelerin Bazı
Özellikleri Üzerine" başlıklı çalışmasıyla Bordin Ödülü'nü kazan­
mıştı. İki yıl sonra geçmiş on yıl boyunca araştırma alanındaki
başarılardan dolayı Poncelet Ödülü'ne layık görülürken ertesi yıl
da Georg-August'tan, alacağı sayısız onursal derecenin ilkine sa­
hip oldu.
Hadamard'lar bir yandan Bordeaux'da yaşamaktan memnun­
ken diğer yandan da Fransa'nın entelektüel merkezi Paris'e dön­
meyi ümit ediyorlardı. Paris'ten uzakta geçen beş yılın ardından
Hadamard Sorbonne' da okutmanlık elde etti. Aynı zamanda
College de France'ta yardımcı profesörlük görevine getirilmişti.
College de France'ta ders verme işi zahmetli olmasa da derslerde
mutlaka yeni bilgilere yer verilmesi gerekiyordu. Ders içeriklerinin
yanı sıra derslerin adı da okutmanlarca belirleniyor, daha sonra
yalnızca idarenin onayına sunuluyordu. Hadamard matematiksel
fizik üzerine ders vermeyi seçerken ilk yılın konusu kinematikti.
Legendre'ın Geometry adlı eseri hala yaygın bir biçimde kullanılı­
yor olsa da Hadamard öğretmenlik yaptığı dönemdeki deneyimle­
rinden yararlanarak alternatif bir tarz oluşturmuştu.
Otuz dört yaşındaki Hadamard yirminci yüzyılı kafasındaki
planlarla enerji dolu karşılamıştı. Yaklaşık bu zamanlarda gaz di­
namiğine ilişkin çalışmalarından kaynaklanan kısmi diferansiyel
denklemler üzerine araştırmalarına başlamıştı. Hayranlarından
biri Hadamard'ın zekasını en çarpıcı biçimde bu kuramda gös­
terdiğini belirtmişti. 1901 'de Yale University'nin kuruluşunun iki
yüzüncü yıldönümü törenlerine Sorbonne'u temsilen katıldı. Ame-
JACQUES HADAMARD 369

rika'ya yapacağı çok sayıda ziyaretin ilkini gerçekleştirdiği bu se­


yahatinde bir onursal dereceyle daha ödüllendirildi. İki kitap daha
yayımlamıştı: 1901 tarihli "Taylor Serileri ve Analitik Uzanımları"
ile 1903 tarihli "Dalga Yayımı ve Hidrodinamik Denklemler Üze­
rine Dersler" .
Hadamard 1 904'te matematiğin temellerine yönelik seçme
beliti çevresinde dönen bilim camiasındaki şiddetli tartışmalara
dahil oldu. Dört yıl sonra Roma'daki Uluslararası Matematikçi­
ler Kongresi'nde tanışan Brouwer ile Hadamard önemli bilimsel
yazışmalar yapmaya başladı. Hadamard, Petit d'Ormoy Ödülü,
Vaillant Ödülü, Estrade Delcros Ödülü gibi akademinin verdi­
ği pek çok ödülü de bu dönemde kazandı. Hadamard 1909' da
Sorbonne'dan ayrılarak kompleks analiz ve sayılar kuramına uy­
gulanması üzerine dersler verdiği College de France'a mekanik
profesörü olarak geçti. İki yıl sonra aldığı davet sonucunda New
York'taki Columbia University'de diferansiyel denklemler kuramı,
özellikle de topolojinin Poincare'nin gösterdiği biçimde bu kuram­
daki yerine ilişkin bir konuşma yaptı. Hadamard, konuşmasının
bir bölümünde şöyle demişti:

Analysis situs, integral analizin ilgili olduğu her şeyle bağlantılıdır. Analiz­
den geometrinin öcünü almaktadır. Descartes'tan beri tüm geometrik ilişkile­
rin yerine sayılar arasında buna karşılık gelen bir başka ilişki koyarak analizin
bir şekilde üstün olmasını sağladık. Kendilerini analizin karşısına yerleştiren
pek çok matematikçi bu üstünlükten kaçarak kendilerini salt geometrici olarak
gördü. Ancak yine de bu matematikçilerin çoğu bunu benim kabul edemeye­
ceğim bir biçimde yaptı. Kendilerini yalnızca, diğer matematikçilerin analitik
yollarla oldukça basit bir biçimde ele alacağı geometri sorularıyla sınırlan­
dırdılar. Böylece sorularını genellikle gerçek bilimsel meraklarının peşinden
giderek değil de analizin müdahil olmayacağı olasılıklar üzerinden seçmek
zorunda kaldılar. Hatta bazılarının hiç kimsenin ilgisini çekmeyen problemler­
le uğraştığını da belirtmek zorundayım. İşte bu ilgi eksikliği bu tür problemle­
rin analizcilerce bir tarafa bırakılmasının yegane sebebidir.

Hadamard 1 912'de Ecole Polytechnique'te Jordan'dan boşa­


lan analiz kürsüsüne profesör olarak getirildi. 1912 aynı zamanda
370 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Poincare'nin de yaşamını yitirdiği yıldı. Hadamard dostu ve mes­


lektaşı Poincare'nin yaşamı ve çalışmaları üzerine yazmak için
her şeyi bir tarafa bıraktı. En büyük hayranlarından biri olan
Hadamard Poincare'nin "üstün bir deha" olduğunu söylüyor­
du. Poincare'nin başarılarına ilişkin biri Revue de metaphysique,
diğeri de Acta'da yayımlanmak üzere iki rapor kaleme almıştı.
Poincare'nin ölümüyle Academie Royale des Sciences'da boşalan
göreve, daha önce pek çok kez aday gösterilmiş Hadamard kırk
yedi yaşında seçildi.
College de France'ta profesörlere tahsis edilen ofisler olmadı­
ğından Hadamard genellikle evinde çalışırdı. Bir güçlükle karşılaş­
tığında çoğunlukla kemanına sarılırdı. Hadamard'ın çalışırkenki
halini kızı Jacqueline şöyle anlatıyor:

Neredeyse tek bir sözcük bile yazmazdı . Bana hep sözcükler olmadan
düşündüğünü ve onun için en zorlu şeyin düşüncelerini sözcüklere dökmek
olduğunu söylerdi. Yalnızca bazı denklemler karalardı. Bu işlemi de masa­
da değil o zamanlar üzerine büst koymak için genellikle ahşaptan yapılan bir
kaidenin üstünde yapardı (babaannemin evinde elbette Beethoven'ın büstü
vardı). Koridorda bir aşağı bir yukarı yürürken formüller yazardı . Yıllar boyun­
ca babamın anneme yazdırdığı şöyle cümleler duydum: "Dıt integralini alırsak
dıt dıt dıt denkleminin sıfıra eşit olduğunu görürüz. D ıt dıt dıt dıt şeklini alır."
"Dıtların" sayısı formüller için bırakılması gereken boşluk miktarını belirliyordu.

Hadamard'lar konuksever insanlardı. Birinci Dünya Savaşı ön­


cesindeki dönemi özellikle Hadamard çok mutlu geçirmişti. Yeni
teoremler, dersler, çok sevdiği eşi ve çocukları, dostları ve müzik
sesi eksik olmayan huzurlu bir ev. Küçük bir grup kurarak birlikte
çaldıkları da olurdu. Einstein Paris'te olduğu zamanlar gruba ka­
tılır, yazar Duhamel flüt, Hadamard keman çalar, Hadamard'ın
karısı da piyanoda onlara eşlik ederdi. Oğlanlar tıpkı babaları gibi
Lycee Louis-le-Grand'a gidiyorlardı. En büyük olanları Pierre sa­
vaş başladığında Ecole Polytechnique'e kabul edilmişken ikinci ço­
cuk Etienne de ağabeyinden iki yıl sonra Ecole Normale' den kabul
almıştı. Her ikisi de batı cephesinde yaşamlarını yitirmişti. Savaşın
sonuna doğru, yolu Ecole Polytechnique'ten geçecek Hadamard'ın
JACQUES HADAMARD 371

en küçük erkek çocuğu Mathieu da askere çağrılmış ama daha gü­


venli İtalya cephesine gönderilince hayatta kalmıştı. Emile Borel ve
Paul Painleve'nin "Direction des Inventions" kurumunda yönettiği
askeri bir araştırmada Hadamard bizzat yer alırken karısı Louise
de hemşirelik yapmıştı.
1 920'de Hadamard, yetmiş bir yaşındaki emekliliğine dek
görev yapacağı Ecole Centrale des Arts et Manufactures'de ma­
tematiksel analiz profesörlüğüne getirildi. Hadamard bir yandan
Ecole Polytechnique ve College de France'taki görevlerine de de­
vam ediyordu. Ertesi yıl, yirmi yıldan fazla bir süre haftada iki kez
yapılacak ve matematiğin neredeyse tüm dallarını kapsayan semi­
ner konuşmalarını başlattı. Dünyanın önemli matematikçileri bu
seminerlerde konuşmalar yaparken son sözü söyleyen ve sunulan
araştırmanın önemi ya da potansiyeline ilişkin kesin yargıyı veren
hep Hadamard olmuştu. Hadamard'ın yüzüncü doğum günü tö­
renlerinde, hamiliğini yaptığı Benoit Mandelbrojt o günleri şöyle
hatırlatacaktı:

Salı ve cuma günleri gerçekleştirilen oturumlar iki savaş arasında Fran­


sa'nın toplu matematik düşünce yaşamının deneyimlediği kesinlikle en yo­
ğun anlardı. Fransız olsun olmasın tüm matematikçiler büyük usta tarafından
kendi araştırma konusu üzerinde konuşmak ya da sadece yeni yayımlanmış
bir araştırma üzerine düşünce ve yorumlarını söylemek üzere davet edilmeyi
büyük bir onur ve bilimsel saygınlıklarının bir kanıtı olarak kabul ediyordu ...
Paris'e birkaç günlüğüne gelmiş herkes en son çalışmasında elde ettiği yeni
sonuçları Paris matematik çevresiyle birlikte yolu Paris'ten geçen matema­
tikçiler ve herkesten önce Hadamard'tan oluşan dinleyici topluluğuna su­
nuyordu. Hadamard çoğu zaman ele alınan konunun özünü matematiğin o
dalında uzmanlaşmış davetli kişiden daha iyi kavrıyor, elde edilen sonuçları
eski sonuçlarla karşılaştırıyor ve kimi zaman da tamamen farklı bir alanla
ilişkiler kuruyordu.

Wiener de izlenimleri şöyle aktarıyor:

Fransız matematiği yine de oldukça resmi bir yol izlemişti. Bir profesör
kendi küçük ofisine çekilip verdiği derslerden elini eteğini çektiğinde o profe-
372 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

sörün, öğrencilerin ve daha genç kuşaktan meslektaşlarının yaşamlarından


çıkması da alışılmış bir şeydi. Hadamard'ın ortamdan çekilme durumu ise
bir istisnaydı. Kendisine her zaman ulaşabilen öğrencileriyle gerçekten ilgile­
niyordu. Öğrencilerinin meslek yaşantılarında ilerlemelerinin onun görevinin
önemli bir parçası olduğunu düşünüyordu. Şahsi etkisi sayesinde günümüz
Fransız matematikçileri, genç kuşak ile yaşlı kuşak arasındaki gelenek­
sel engeli ortadan kaldırabilecek bir duruma ulaşmışlardı. Ben de şahsen
Hadamard'ın bu geniş bakış açısından yararlandım. Hadamard'ın Atlas Ok­
yanusu'nun karşı kıyısından gelen ve henüz meslek yaşantısının başında
olan bir barbara özel bir ilgi göstermesi için hiçbir neden yoktu. Bunun tek se­
bebi Hadamard'ın iyi yürekliliği ve en ufak bir belirtisini gördüğü matematiksel
yeteneği gün ışığına çıkarma arzusuydu.

1920'de Hadamard, Houston'da yeni kurulan Rice lnstitute'da


Poincare'nin erken dönem çalışmaları ve Yale'de ikinci dereceden
hiperbolik fonksiyonlar üzerine birer konuşma yapmak için yeni­
den Amerika'daydı. Yale'deki konuşma sonucunda ünlü Lectures
on Cauchy's Problem in Linear Partial Differential Equations
(Cauchy'nin Doğrusal Kısmi Diferansiyel Denklemler Problemi
Üzerine Dersler) adlı kitap yayımlanmıştı. 1925'te Poincare'nin ileri
dönem çalışmaları üzerine bir konuşma yapmak için yeniden Rice'a
gelmişti. Hadamard Avrupa içinde ve dışında düzenlenen konfe­
ranslarda aranan bir konuşmacıydı. Çin ve Sovyetler Birliği'ne bir
hayli uzun süreli ziyaretlerde bulunmuştu. Hadamard, Kudüs'te
atılım içindeki HaUniversita Halvrit BeYeruşalayim'le de özel ola­
rak ilgilenmişti. Üniversitenin idare meclisi ve akademik konseyin­
de yer almıştı.
Hadamard'ın Cours d'Analyse de l'Ecole Polytechnique (Ecole
Polytechnique Analiz Dersleri) adlı eserinin birinci ve ikinci ciltleri
sırasıyla 1 927 ve 1 930'da yayımlandı. Bu eser, Jordan ve ardılları­
nın klasik dersleriyle boy ölçüşme amacı taşımayan fizikçi, astro­
nom ve mühendislere yönelik bir kitaptı. Hadamard gençliğindeki
kadar ses getiren başarılara imza atmasa da zamanının ve enerjisi­
nin çoğunu eğitime ayırdığı ilerleyen dönemlerinde de hep araştır­
ma dünyasının içinde yer aldı. Seminer konuşmaları emekliliğe ay­
rıldığı 1936'ya dek büyüyerek devam etti. Bu seminerlerin başarısı
JACQUES HADAMARD 373

yalnızca Hadamard'ın istisnai matematiksel yeteneklerinden değil


samimiyeti, insancıllığı ve mizah duygusundan da kaynaklanıyor­
du. Andre Weil şöyle yazmıştı: "Hadamard'la tanışmış olan her­
kes bilir ki çok uzun süren yaşamı boyunca aklının ve kişiliğinin
diriliğini muhafaza edebilmiştir. Pek çok yönden davranışları on
dört yaşındaki bir çocuğunkiler gibiydi. Sınır tanımayan bir iyiliğe
sahipti. "
Fransa'nın 1940'ta işgal edilmesinin ardından Hadamard'lar
Birleşik Devletler'e kaçtı. İki yıl sonra İngiltere'ye giderek sava­
şın sona ermesine dek orada yaşadılar. Savaş sonrasında Paris'e
döndüler ve yaşamlarının sonuna dek burada sessiz sakin bir
hayat sürdürdüler. Fransa'da bulunmadıkları dönemde Alman­
lar Hadamard'ların evini yağmaladığından evraklarına bir daha
hiç ulaşamadılar. Son yıllarında yayımlanan en önemli çalışması
The Psychology of Invention in the Mathematical Field (Mate­
matik Alanında İcat Psikolojisi) adlı öncü eseriydi. Hadamard'ın
bu eseri, matematikçilerin düşüncelerini nasıl ürettiklerini anla­
maya çabaladığı bir ömür boyu süren uğraşının bir ürünüydü.
Hadamard'ın karısı Louise 1 960'ta yaşamını yitirdi. Evlilikleri
tam altmış sekiz yıl sürmüştü. Hadamard'ın kendi sağlık durumu
da kötüye gidiyordu. Zor duyuyor, yürürken güçlük çekiyordu.
Jacques Hadamard 1 7 Ekim 1963'te yaşama veda ettiğinde dok­
san yedi yaşındaydı. Cenazesi Pere Lachaise mezarlığına defnedil­
di. Hadamard Fransa' da verilen tüm ödüllerin yanı sıra ülke dışın­
dan da pek çok ödül kazanmıştı. Hadamard ayrıca doksanıncı yaş
günü şerefine Legion d'Honneur'ün en yüksek mertebesi Grand­
croix'la onurlandırılmıştı.
Hadamard'ın yaşamı yalnızca matematikten ibaret değildi. Hu­
kuka karşı bitip tükenmez bir merak duyuyordu. Dreyfus davası,
kurbanın uzaktan bir akrabası olmasından da öte onun için bir
saplantı haline gelmişti. Dava süreciyle Komünist Parti sempatiza­
nı olmuş, barışseverliğini açıkça bildirmişti. Hadamard yaşamı bo­
yunca bitkilere özellikle de çok büyük bir koleksiyona sahip olduğu
mantar ve eğreltiotlarına büyük bir ilgi göstermişti. Trans-Sibirya
demiryoluyla Sovyetler Birliği boyunca yol alırken her istasyonda
374 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

trenden iniyor, tren yeniden harekete geçtiğinde orada kalacağın­


dan endişe duyan karısının haykırışlarını duyana dek örnek peşin­
de koşuyordu. Dağcılık yapmaktan büyük zevk alan Hadanıard
altmış yaşını geçmiş olmasına karşın Mont-Blanc'a tırmanmış ol­
masından büyük gurur duyuyordu. Seyahat etmeye bayılıyordu. O
ya da bu sebeple mutlaka her yıl başka bir ülkeye gidiyordu.
Hadamard fonksiyon kuramı, varyasyonlar analizi, sayılar
kuramı, elastisite, hidrodinamik, kısmi diferansiyel denklemler,
topoloji, mantık, eğitim, psikoloji ve matematik tarihçesi üzeri­
ne yazdığı yazılarla durmamacasına çalışmıştı. Kompleks değiş­
kenli fonksiyonlar kuramının klasik değerdeki sonuçları arasında
Hadanıard'ın üç çember, gedik serileri ve tekilliklerin çarpımı teo­
remleri vardır. Sayılar kuramında asal sayıların dağılımına ilişkin
asinıptotik yasanın kanıtı da Hadanıard'a aittir. Hadanıard adı
aynı zamanda matematiksel fizik alanında da önemli bir kavra­
mı işaret eder. Öğrenciler güç serilerinin yakınsaklık yarıçapının
hesaplanmasında Cauchy-Hadanıard formülünü öğrenirler. Lis­
teyi Hadamard matrisleri, determinantlar için Hadamard eşitsiz­
liği, Green fonksiyonu için Hadanıard'ın varyasyonlar formülü
ve hiperbolik denklemler üzerine Cauchy probleminin çözümle­
rinin inşasında, katı bir cismin akustik tensörünün pozitifliğinin
Legendre-Hadanıard koşulu, su dalgaları için Hadamard denklemı
şeklinde devanı ettirmek mümkün.
Felix Hausdorff (1868-1942)

A
lmanya' da yaşayan Yahudiler tam vatandaşl ı k haklarına ancak ka­
demeli olarak u laşabildiler. Yahudilerin özgürlüğe kavuşması güçlü
bir muhalefetle karş ı laşılan neredeyse yüz y ı l l ı k bir süreçti. Diyaspora­
daki tüm Yahudiler g i bi Almanya'dakiler de iki uç konum arası nda seçim
yapmaya zorlanm ışlard ı . İ lk seçenek Yahudi topluluğunun bir parçası
olarak toplumdan ayrı bir şekilde yaşamakt ı . İ kinci seçenek ise Yahudi
olmayan topluluğun içine mümkün olduğunca karışabilmenin yolları n ı
aramaktı . B i r bütün olarak Almanya'daki Yahudilerin Alman toplumuna
entegre olabilmelerinin yolu ki mi ayırt edici özelliklerinden vazgeçme­
lerinden geçiyordu (örneği n , Jacobi ve Kronecker bu yolu izlemişlerd i ) .
Yahudiler giderek diğer vatandaşlarla eşit haklara kavuşurken bu konu­
daki son a d ı m N isan 1 871 'de ç ı karılan Alman İ mparatorl uğu Anayasa­
s ı 'yla atıld ı .
376 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Sonraki altm ış yıl boyunca devam eden bu durum Nazilerin iktidara


gelmesin i n ard ı ndan özellikle Yahudileri hedef alan ı rkçı politikalarla de­
ğ işime uğrad ı . Bundan etkilenen çok sayıdaki Yahudi matematikçiden
bu kitapta değineceğ imiz ilk matematikçi Hausdorff'u n yaşam öyküsü
pek çok açıdan da en trajik olanlarından b i riydi. D iğer pek çok benzer
d u rumdaki kişi gibi Hausdorff da olayların gelişimini değerlendirmede
hataya düşerek artık her şey için çok geç olduğu bir zamana dek Al­
manya'da kalmayı seçti . Hausdorff küme kuramsal topolojinin temelle­
rini, modern matematiğin klasiklerinden biri olarak kabul edilen eseriyle
ortaya koymuş yüksek kültürlü biriyd i . Hausdorff'un makaleleri n i n ince­
lenmeye başlanmas ı , yaşamı ve çal ı şmalarına dönük daha net bilgileri n
ortaya ç ı kması ancak yakın bir zamanda, ölümünden altmış y ı l sonra
mümkün olabild i .

Felix Hausdorff 8 Kasım 1 868'de yüz yılı aşkın bir süredir Prus­
ya idaresi altındaki Silezya'nın eyalet başkenti Breslau'da dünyaya
geldi. Babası Louis kardeşi Siegfried'le birlikte tekstil işi yapan bir
tüccardı. Kızlık soyadı Tietz olan annesi Hedwig ise Prusya eyaleti
Poznaiı'daki küçük Birnbaum kasabasından geliyordu. Aile, Prus­
ya'nın 1 772'de Polonya'ya ait bu toprağı ele geçirmesinin ardın­
dan edindikleri arazide elli yılı aşkın bir süredir yaşıyordu.
Yani Felix Hausdorff'un ataları neredeyse yüz yıldır Prusya va­
tandaşları olarak yaşıyordu. Fransa'ya karşı elde edilen askeri zafe­
rin getirdiği zenginlik içindeki yeni imparatorluk Yahudi tüccarlara
yeni olanaklar sunmuştu. Louis Hausdorff ailesiyle birlikte Leipzig'e
taşındı. Louis'in kardeşi Siegfried'le evlenen Hedwig'in kız karde­
şi Natalie de onlara katılmıştı. Oldukça varlıklı olan Louis, İğ ve
Dokumacı adındaki ticaret dergisinin yayımcısı olmuştu. Geleceğin
matematikçisi oğlu Felix ise klasiklerde iyi bir temel edindiği Nicolai
Gymnasium'a gidiyordu. Mart 1887'de Abitur'u geçmesinin ardın­
dan Felix okuldan ayrılarak tarihi Universitat Leipzig'de astronomi
ve matematik eğitimi gördü. Alışıldığı üzere üniversitede geçirece­
ği dokuz dönemin ikisinde başka üniversitelere gitti. Felix tercihi­
ni Universitat Freiburg ve Universitat Berlin'den yana kullanmıştı.
Hausdorff matematik ve astronominin yanı sıra ilahiyat, felsefe,
dilbilim, edebiyat, müzik ve sosyal bilimler gibi çok değişik konu­
larda dersler almıştı. 189l'de "Zur Theorie der astronomischen
FELIX HAUSDORFF 377

Strahlenbrechung" (Astronomik Kırınım Kuramı Üzerine) başlıklı


teziyle Leipzig'de doktora derecesini elde etti. Daha sonra gönül-
1 ü olarak piyade birliğine katıldı. Yeni anayasada ne yazarsa yazsın
Hausdorff Yahudilerin Alman ordusunda subay olmalarının çok zor
olduğunu gördü.
Bilimsel çalışmalarına devam eden Hausdorff 1 895'te "Über die
Extinktion des Lichtes in der Atmosphare" (Atmosferdeki Işığın So­
ğurulması Üzerine) başlıklı Habilitationsschrift'ini sundu ve kısa bir
süre sonra da privatdozent'liğe getirildi. Leipzig'de privatdozent'le­
re insanca davranılmadığından şikayet ediyordu. 1901'de çalışma­
larının karşılığında, özellikle de yeni konu olasılık kuramı üzerine
verdiği dersler sayesinde doçentliğe getirildi. Hausdorff'un Yahudi
olmasından dolayı öğretim kadrosunun üçte birlik gibi önemli bir
kısmı bu görevlendirmeye karşı oy kullanmıştı. Tüm bunlar ileride
yaşanacakların bir işaretiydi (bildiğimiz kadarıyla ne Jacobi ne de
Kronecker böylesi bir tutumla karşılaşmıştı).
Hausdorff 1900'de, Leipzigli bir hahamın oğlu Yahudi doktor
Sigismund Goldschmidt'in üç kızından biri Charlotte'la evlendi.
Sigismund annesini erken yaşta kaybetmişti. Üvey annesi kadınların
daha iyi eğitim almaları ve özgürleşmeleri için çok çaba sarf etmiş
önemli bir kadındı. Sigismund'un kendisi de Alman Yahudilerinin
kültürel kaynaşmasına inanan, özgürlüğünü elde etmiş bir Yahudiy­
di. Kızları Charlotte ve Sitta, Lutherciliği seçerek yetişkin yaşlarında
vaftiz edilmişlerdi. Charlotte ile Felix'in evlenmelerinin hemen son­
rasında doğan kızları Lenore da vaftiz edilmişti. Hausdorff'un ken­
disi hiç vaftiz edilmemiş olsa da aile tartışmasız bir şekilde "asimile
olmuş" olarak değerlendirilebilirdi.
Hausdorff ailesinin dostları ve tanıdıkları arasında bir hukuk­
çu, bir sanat yayımcısı, bir edebiyat profesörü, bir sanatçı ve bir
şair vardı. Elbette bu kişilerle sınırlı olmayan bu geniş sosyal çevre
Hausdorff'un ilk birkaç yayınının matematiğe ilişkin olmaması
durumunu da açıklamaktadır. Bu yayınlar arasında insanın onu­
runu korumak için düelloya girmesi geleneğinin yeniden canlan­
masını alaya alan Doktorun Onuru adlı bir oyun, "Kozmik Se­
çimde Kaos" başlıklı karanlık nitelikli felsefi bir deneme, Büyük
378 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Sevinçler başlığı altında toplanmış bir şiir seçkisi ve Hausdorff'un


görüşlerini yakından takip ettiği Nietzsche'nin felsefesinden et­
kilenmiş bir aforizmalar kitabı vardı. Tüm bu çalışmalar Paul
Mongre takma adıyla yayımlanmıştı çünkü bir privatdozent'in
böyle şeyler yazmasının uygunsuz olduğu düşünülürdü. Bu eser­
ler yalnızca bir amatörün kaleminden çıkmış çalışmalar değildi.
Örneğin tiyatro eseri Berlin'de son kez sahnelendiğinde yüzüncü
temsile ulaşılmıştı.
O yıllarda Hausdorff'ların evindeki yaşantıya kısaca bir göz
atalım. Akşam saatleri aile üyeleri ve dostlarla birlikte geçirilirdi.
Birbirleriyle muhabbet etmekten büyük keyif alırlar, kimi zaman
da müzik yaparlardı. Hausdorff ara sıra besteler de yapan çok iyi
bir piyanistti. Daha sonra Hausdorff koyu çay ve puroları eşli­
ğinde çalışma odasına çekilirdi. Çalışma odası kolay kolay kim­
senin giremediği kutsal bir yerdi. Sabahları Hausdorff'un karısı
çocuklara "Babanız uyuyor, sessiz olun," diye fısıldar, daha sonra
Hausdorff uyanıp üniversiteye giderdi. Oldukça hassas bir kişili­
ğe sahip Hausdorff bunalımın sınırlarındaydı. Ayırtmanlık yaptı­
ğı dönemlerde öğrenciler onun alaycılığına maruz kalmaktan çok
korkardı.
Yakınlardaki Universitat Halle'de ders veren Cantor'un ortaya
attığı yeni kümeler kuramıyla tanışması Hausdorff'un yaşamında
bir dönüm noktası oldu. Hausdorff Leipzig, Halle ve Jena'daki
matematikçilerin düzenli olarak gerçekleştirdikleri toplantılardan
birinde Cantor'la tanıştı. Bildiğimiz gibi bu yeni kuram matema­
tikçi ve felsefecilerden çok büyük bir tepki almıştı. Üstüne üstlük
kuramın temel kavramlarına ilişkin Russell paradoksu gibi çeliş­
kiler ortaya çıkmaya başlamıştı. Yine de Hausdorff, Nietzsche'nin
izinden giderek bilimin her zaman oynak temeller üzerinde durdu­
ğuna inanıyordu.
Hausdorff 1910'da Leipzig'de elde edemediği sürekli kadroya
kavuştuğu Bonn'a doçent olarak gitti. Burada 1912'de kümeler
kuramı üzerine ders verdi. Komşuluk kavramının temel olarak alı­
nacağı küme-kuramsal topolojinin temel kavramlarının tanımlan­
masında kararlı bir ilerleme kaydetti. Dört yıl sonra Baltık Denizi
FELIX HAUSDORFF 379

kıyısındaki Universitat Greifswald'da profesörlüğe yükseldi. Baş­


yapıtı Grundzüge der Mengenlehre (Kümeler Kuramının Temel
Özellikleri) adlı eserini de 1914'ün ilkbaharında burada tamamladı.
Hausdorff bu eserle adını uluslararası boyutta duyururken matema­
tiğin pek çok alanındaki gelişmelerde eserin büyük bir etkisi oldu.
Pek çok açıdan Grundzüge'nin en özgün kısmı Hausdorff'un
topolojik uzay kavramını komşuluklar sistemi terimleriyle ifa­
de edilen bir dizi aksiyom aracılığıyla ortaya koyduğu bölümdü.
Bu bölüme, daha sonra kısaltılmış haliyle pek çok baskısı yapılan
Mengenlehre'de özetlenerek yer verilecekti. Bu yaklaşımın ipuç­
larına Hilbert, Hurwitz, Frigyes Riesz, Weyl ve diğerlerinin özel­
likle manifoldlara ilişkin çalışmalarında rastlamak mümkündür.
Bununla birlikte küme-kuramsal topolojinin temellerini oluşturan
kişi olarak Hausdorff'un adı tartışmasız bir biçimde öne çıkar.
Hausdorff tanımlarında dört aksiyom ortaya koyar. Bu aksi­
yomların sonuncusu bugün Hausdorff ayrılma aksiyomu olarak
bilinmektedir. Kitabın anlatımı sistematik ve açıktır. Grundzüge
Almanya, Avrupa'nın diğer ülkeleri ve Amerika Birleşik Devlet­
leri'nde ileri matematik çalışan sonraki kuşak üniversite öğretim
üyeleri ve öğrencilerince sürekli kullanılan bir kitap olmuştur.
Hausdorff, Hadamard'ın hamiliğini yaptığı Frechet'in 1 906 ta­
rihli tezini gayet iyi biliyordu. Bu tezde soyut genel topolojiye ilişkin
ilk geçerli kuram yer almaktaydı. Tezde temel kavramların yanı sıra
metrik uzay, tamlık kavramı, tıkızlık ve ayrılabilirlik gibi kavramla­
ra da yer verilmişti. Avrupa ve Birleşik Devletler'de ilk büyük etkiyi
yapan aslında Frechet'in kuramıydı. Yine de 1 920'lerin ortalarına
gelindiğinde Frechet'in öncü çalışması Hausdorff'un çalışmalarınca
gölgede bırakılmıştı. Grundzüge 1 9 14'te yayımlanmış olsa da savaş
koşulları yüzünden Frechet bu eseri ancak beş yıl sonra inceleye­
bilmişti. O zamana dek Hausdorff topolojinin temellerini ele alış
biçimini Frechet'in çalışmasını pek göz önüne almadan oturtmuştu.
Kendi yaklaşımını daha ileriye taşıyabilmek için Frechet, soyut
uzayların genel kuramı üzerine fonksiyon kuramına giriş olarak
tasarladığı bir kitap kaleme aldı. Ne yazık ki kitap, ders kitabı
olabilecek bir biçimde yazılmamıştı. Örneğin, çoğu zaman is-
380 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

patlar atlanmıştı. Her ikisi de çok hassas kişiler olan Frechet ile
Hausdorff anlaşılan hiç tanışmamışlar ve yazışmamışlardı.
Topolojinin öncüsü olarak Frechet'e, Aleksandrov ve Sierpifıski
gibi kuramı geliştirmeye devam eden bir sonraki kuşağın temsilci­
lerince saygıyla yaklaşılmıştı. Yine de Frechet'in katkıları sonraki
gelişmelerde merkezi bir rol oynamamıştı. Frechet'in çalışmasının
Fransız akademi çevrelerince kabul görmesinde ilk başlarda yaşa­
nan gecikmenin nedenlerinden biri de eserin soyut yapısıydı. Dö­
nemin çok sayıda Fransız matematikçisi uygulamalar kısmından
daha öteye geçememişti. Ayrıca, Cantor'un kümeler kuramı diğer
ülkelere kıyasla daha az olsa da Fransa'da hala tartışmalıydı. Bu­
nunla birlikte tüm meziyetlerine karşın Hausdorff'un kuramınca
gölgelenen -ki bu Frechet'in kolay kabul edebileceği bir durum
değildi- kendi kuramında ısrar etmesi daha sonra yaşanan anla -
şılamama sorununun belki de tek nedeniydi. Frechet gençliğinde
özellikle Doğu Avrupalı matematikçiler olmak üzere çok sayıda
yabancı matematikçiyle iletişim halindeydi. Doğu Avrupa ülke­
leri güçlü küme-kuramsal topoloji ekollerinin gelişeceği yerlerdi.
Frechet 1 929'da Polska Akademia Nauk üyeliğine seçilirken pek
çok kez aday gösterildiği Academie Royale des Sciences üyeliği
içinse 1956'ya dek beklemesi gerekmişti.
Grundzüge'nin yayımlanmasından hemen birkaç ay sonra Av­
rupa savaşa tutuşmuştu. Sıradan vatandaşların yanı sıra Alman
entelektüel dünyasının seçkinleri de yurtsever bir coşkuyla kuşatıl­
mıştı. Yine de Almanya'nın yenilgisini takiben 191 8'de gerçekleşen
devrimin ardından kurulan yeni demokratik cumhuriyeti aynı seç­
kin sınıf desteklememişti. Profesörlerin büyük çoğunluğunun sa­
vaş öncesi muhafazakar görüşleriyle tanındığı Greifswald' de yeni
hükümeti destekleyen çok az kişi vardı. Hausdorff aktif bir üye­
si olmadığı Alman Demokrat Partisi'nin yıllarca üyeliğini yaptı.
Weimar Cumhuriyeti'ni destekleyen bu liberal partiye pek çok Ya­
hudi de oy vermişti. Ne yazık ki ekonomik şartların kötüye gitme­
siyle parti seçmenlerini kaybetti.
Bu arada Hausdorff bilimsel çalışmalarına devam ediyordu.
Artık edebi eserler üretmez olmuştu. Başyapıtının yayımlanma-
FELIX HAUSDORFF 381

sının ardından Avrupa ve Amerika'nın her yerinden matema­


tikçilerle yazışmaya başlamış, özellikle Doğu Avrupa'nın ümit
nat eden genç matematikçileri onunla beraber çalışmaya gelir
olmuştu. Bazı ölçüler üzerine çalışmış ve bu ölçülerle beraber ke­
sirli değerler alabilen, bu ölçülerle ilişkili bir tür boyut ortaya
atmıştı. Bu önemli kavramlar Hausdorff ölçüsü ve Hausdorff bo­
\·utu olarak bilinmektedir. Yakın bir zamana dek Hausdorff'un
hızla gelişen kombinatorik topoloji konusuyla hiç ilgilenmediği
düşünülürdü ama Rus topolog Aleksandrov'la yapmış olduğu
yazışmaların gün ışığına çıkmasıyla durumun böyle olmadığı
anlaşılmıştır. Hausdorff özellikle Aleksandrov'un kombinasyon
yöntemlerinin açık örtülerin sinir komplekslerinin limitlerinin
alınması yoluyla genel topolojik uzaylara uygulanması düşünce­
sinden çok etkilenmişti.
Hausdorff 1 921 'de profesör olarak Bonn'a döndü. İlk başta di­
ğer matematik kürsüsünün sahibi Study'ydi. Study altı yıl sonra
emekliye ayrıldığında yerine asıl ilgi alanı matematik eğitimi olan
Otta Toeplitz getirildi. Hausdorff, Toeplitz'le iyi anlaşsa da her
ikisi de hayli farklı kişiliklere ve bilimsel ilgi alanlarına sahipti.
Her ikisi de Alman kültürü içinde erimiş, özgürlüklerini kazanmış
Yahudilerdi. Toeplitz ailesi bazı Yahudi geleneklerini terk etmiş­
ti. Yine de Hausdorff ailesinden daha Yahudi oldukları kesindi.
Hilbert'e göre Hausdorff o kadar Yahudi değildi ki Yahudi isim­
lerin bir profesörlük ataması için gündeme geldiği bir toplantıda
Hilbert şöyle demişti: "Yahudi olmayan bir matematikçi ismi is­
terseniz pek de heveslisi olmadığım Bieberbach'ı ve Hausdorff'u
söyleyebilirim. " (Ludwig Bieberbach daha sonra matematik dün­
yasında Nazi politikalarını destekleyenlerin başında gelen kişiler­
den biri olarak öne çıkacaktı. )
Hausdorff meslek yaşantısının sonuna dek Bonn'da kaldı. Aile,
o zamanki adı Hindenburgstrasse şimdiyse Hausdorffstrasse adını
alan sakin bir sokaktaki huzurlu evlerinde yaşıyordu. Hausdorff
mükemmel bir hocaydı, üniversitenin en yetenekli hocası olduğu
düşünülüyordu. Araştırma alanındaysa Bonn'da geçirdiği ilk on
yıl çok verimliydi. Genellikle kümeler kuramı ve küme-kuramsal
382 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

topoloji üzerine makaleler yayımladı. Daha sonra 1 932'de Nazi­


ler iktidara geldi. III. Reich'ın ilk üç ayı beraberinde Yahudi ve sol
entelektüeller ile kültür dünyasının müzisyen, sanatçı ve yazar gibi
seçkinlerine yönelik saldırıyı getirdi. Bu durumu çok daha ileriye
giden " mesleki kamu görevlerinin yeniden tesisi" içerikli yasal dü­
zenleme takip etti. Bu düzenlemenin amacı insanların yeni rejime
bağlılıklarını temin edecek biçimde devlet bürokrasisini yeniden
düzenlemekti. Bu düzenlemeyle devlet ve belediye hizmetlerinden
Yahudilerin yanı sıra "güvenilmez unsurlar" , komünistler ve diğer
politik muhalifler çıkarıldı. "Ari ırktan olmayanlar" ifadesinin
açık şekli "Ari olmayan bir ırktan, özellikle de Yahudi anne-baba
ya da büyükanne-büyükbabadan gelenler. Ebeveynlerden ya da
büyükanne-büyükbabadan birinin Yahudi olması yeterlidir" idi.
Almanya'da üniversite profesörleri devlet memuru olduğun­
dan yasa onlar için de geçerliydi. Sonuçta 1933'te 1200'e yakın
akademik personel üniversitelerden atıldı. Yasanın bir diğer doğal
sonucu akademik bir görev elde etme düşüncesindeki daha genç
insanlar için de bu yolun kapanmasıydı. Yaşı daha ilerlemiş olan­
lar da ne yapacaklarına karar vermek zorundaydı. Bonn'da bu ya­
sadan etkilenen on yedi akademik personel vardı. Bununla birlikte
kapsam dışı kalanlar da oldu. Örneğin, savaşta yer almış olanlar
ve Ağustos 1 9 14'ten önce devlet hizmetine girmiş olanlar yasadan
etkilenmemişti. Hausdorff ve Toeplitz ikinci koşulu sağladıkların­
dan bu aşamada üniversiteden uzaklaştırılmadılar.
Hausdorff emeklilik yaşı olan altmış yediye varıncaya dek ders
vermeye ve bilimsel çalışmalarına devam etti. Hausdorff'un üni­
versitedeki son öğretim dönemi 1 934-35 kış sömestriydi. Bu dö­
nemde tüm devlet memurlarından (kalan Yahudiler de dahil ol­
mak üzere) Hitler'e bağlılık yemini etmeleri istendi. Ek hükümler
yürürlüğe konarak Alman ya da akraba kanından gelip vatandaş
olabilecekler ile Yahudiler gibi vatandaş olamayacaklar arasında
bir ayrım getirildi. Daha da açık söylemek gerekirse Yahudilerin
vatandaşlık hakları ortadan kaldırılarak o zamana dek kapsam
dışı tutulmuş devlet görevindeki tüm Yahudi profesör, öğretmen,
doktor, avukat ve noterler işlerini kaybetti. Böylece Toeplitz Aralık
FELIX HAUSDORFF 383

1 935'te kendisine çok düşük bir emekli aylığı bağlanarak üniversi­


teden uzaklaştırıldı. Hausdorff tam zamanında emekliye ayrılarak
normal miktarda emekli aylığı almaya hak kazanmıştı.
Nazilerin Yahudi düşmanı politikaları önceden kolayca kestiri­
lebilecek bir yapısı olan bir plan izlemiyordu. Geriye dönüp bak­
tığımızda farklı aşamalar gözlemleyebilsek de çok sayıda Yahudi
olayların olası gelişimlerini doğru okuyamamış ve yanlış bir karar
sonucu Almanya' da kalmışlardır. Almanya' da yaşadıkları baskıya
karşın yaşlı Yahudiler genellikle göç etmemeyi tercih etmişlerdi.
Göç ettikleri takdirde yeni konulan sıkı düzenlemeler gereği tüm
birikimlerini teslim etmeleri gerekiyordu. Bu durumda ülke dı­
şında yeni bir hayata başlayabilmeleri için yalnızca on markları
kalıyordu. 1 933'ü takip eden ilk birkaç yılda çok sayıda göçmen
Amerika'ya öğretmenlik yapmaya gitti. Bunun nedeni yaşı ilerle­
miş profesörlerin orada yeni bir hayata başlamalarının neredeyse
imkansız olmasıydı. O zamanlar Avrupa ülkeleri bir yabancıya
vatandaşlık hakkını ancak ülkeye gelen kişi kendi geçimini sağ­
layabiliyor ve sahip olduğu her şeyi beraberinde getiriyorsa veri­
yordu.
Yaklaşık 1936'ya dek süren ilk aşamada sayısız yasa ve kararna­
meyle Yahudiler aşağılandı, sindirildi ve tüm haklarından yoksun
bırakıldı. Yine de önemli Yahudi firmalarının çoğu belki de Alman
ekonomisinin hala çok istikrarsız olmasından dolayı çalışmalarına
devam edebildi. İçlerinde Hausdorff basım işinin de yer aldığı daha
küçük firmalar ise "Arileştirildi" . Bu ana dek Hausdorff emekli bir
Yahudi akademisyen için "hayatın tamamıyla dayanılmaz olmadı­
ğını" düşünüyordu. Hausdorff teslimiyetçi bir tavır takınmışken
Toeplitz daha aktifti. Toeplitz devlet okullarında aşağılanan Yahu­
di çocuklar için özel bir okul kurmuştu. Üniversitelerdeki durumu
yakından takip ediyor, eski meslektaşlarının ve hatta dostlarının
kayıtsızlığına tanık oluyordu. Toeplitz yakında neler olabileceğini
gayet açık biçimde görüyordu.
İkinci aşama 1936'dan İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasına
dek sürdü. Bu aşamadaki plan Yahudilerin Almanya'daki yaşam­
larını çekilmez kılarak onları göç etmeye zorlamaktı. Örneğin Ya-
384 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

hudilere ait mülkler büyük ölçekte kamulaştırıldı. Bunun ardında


yatan düşünce ülke dışında bulunan varlıklı Yahudilerin sermaye­
lerini yoksullaşmış Yahudilerin göç etme maliyetlerini karşılamak
için kullanmaktı. Ancak dünyadaki diğer ülkeler Almanya'dan ge­
lecek bu kadar büyük bir göçmen akımını karşılayabilecek durum­
da değildi. Toeplitz de Filistin'e göç edebilmek için elinden geleni
yapıyordu ve nihayet bunda da başarılı oldu.
9 Kasım 1938'de Kristallnacht pogrom (Kristal Gece Pogro­
mu) adını alan büyük çaplı sinagog yangınları, Yahudilerin ev ve
mülklerinin tahrip edilmesi, dövülmeler ve tutuklamalar yaşandı.
Bu olaylar Hausdorff'un ailesi ve arkadaşlarıyla yetmişinci yaş
gününü kutlamasının hemen ertesi günü gerçekleşmişti. Aynı gece
kalabalık bir topluluk Hausdorff'un evine gelerek "İşte orada,
hahamların başı. Ayağınızı denk alın. Sizi Madagaskar'a gönde­
receğiz. Orada maymunlara matematik öğretirsiniz," diye bağır­
mışlardı. Hausdorff derinden sarsılmıştı. Naziler, Yahudi karşıtı
bir dizi ağır önlem almaya devam etti. Yahudiler her türlü ticari
etkinlikten çekilmek ve sahip oldukları tüm yatırım ve mülklerini
devlete satmak zorundaydılar. Ayrıca, Yahudi toplumuna yönelik
ağır para cezaları uygulanıyordu. Çok geçmeden, daha önce hazır­
lanmış olan toplama kampları, evlerinden sürüklenerek çıkarılan
Yahudilerle dolup taşmaya başladı. Ertesi yıl Almanya'da yaşayan
tüm Yahudilerin bir listesi yapıldı. Çoğu zaman yeni adlar almak
durumunda kaldılar. Böylece Felix Hausdorff'un adı Felix Israel
olmuştu. Yahudilere Üzerlerine "]" " harfinin basıldığı yeni kimlik
kartları dağıtıldı.
Hausdorff matematik çalışmalarına devam etse de yayın yap­
mayı kesmişti. 1939'un başlarında New York'taki Courant'a
Amerika'da bir araştırma görevi bulunup bulunamayacağını sor­
duğu "kısa ama dokunaklı" bir mektup yazdı. Yapılabilecek hiç­
bir şey yoktu. Tehcir tüm hızıyla sürerken 1 941 'de "nihai çözüm"
başlatıldı. Hausdorff'ları kurtarabilmenin yolları aransa da artık
her şey için çok geçti. Bir süreliğine evlerinde, kaderlerini bek-

,,. Almanca Yahudi anlamına gelen Jüdisch sözcüğünün baş harfi. (ç.n.)
FELIX HAUSDORFF 385

le�·erek kalmalarına izin verilse de Ocak 1 942'de Endenich adlı


banliyödeki manastıra gitmeleri emredildi. Bu manastır Bonn'da­
ki pek çok Yahudinin Theresienstadt'taki kampa gönderilmeden
önce tutuldukları yerdi. Yetmiş üç yaşındaki Felix Hausdorff ve
karısı Charlotte çok miktarda uyku hapı alarak 26 Ocak 1 942'de
sükunet içinde ölmeyi seçti.
Elie Cartan (1869-1951)

Ş imdiki yaşam öykümüzün kahramanı, Poincare ve Hilbert'in


ardından modern matematiğin önde gelen mimarlarından biri­
r. Tam adıyla Elie Joseph Cartan, Lyon ile Grenoble arasındaki
Dauphine bölgesinin büyükçe bir köyü olan Dolomieu'da 9 Nisan
1 8 69'da dünyaya geldi. Köylü bir ailenin çocuğuydu. Kızlık soyadı
Anne Cottaz olan annesi Dolomieu'nun yerlisiydi. Yakınlardaki
başka bir köyden gelen babası Joseph Cartan ise köyün demirci­
siydi. Geleceğin matematikçisi çiftin dört çocuğundan ikincisiydi.
Ablası Jeanne-Marie kadın terzisi, küçük erkek kardeşiyse baba­
sı gibi demirciydi. Kızlara yönelik Ecole Normale Superieure'den
mezun olduktan sonra çeşitli /ycee'lerde matematik öğretmenliği
388 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yapmış kız kardeşi Anna ise okullarda okutulan iki başarılı ders
kitabının yazarıydı.
Köydeki ilkokulda eğitim hayatına başlayan Elie Cartan bura­
daki öğretmenlerinden sevgiyle söz ederdi. Bir öğretmeni onu şöy­
le hatırlıyordu: " Gözlerinin içinde parlayan fevkalade büyük bir
zeka ışıltısının yanında harikulade bir hafızaya sahip utangaç bir
öğrenciydi. Onun için sorun oluşturabilecek hiçbir problem yoktu.
Sınıfta anlatılanları daha öğretmen açıklamalarını bitirmeden an­
lardı. " Fiziksel olarak küçük yapılı biriydi. Bu konuda babasına ya
da kardeşine benzemiyordu.
Cartan'ın Fransız bilimcilerinin en ünlülerinden biri olması daha
sonra adalet bakanı ve senato başkanı olacak genç siyasetçi Antonin
Dubost'un teftiş için köydeki okula gelmesiyle mümkün olmuştu.
Cartan, Dubost'u sürekli gelişen sağlam bir görüşe, güçlü bir zeka­
ya, gerçeği bulma ve hep iyi şeyler yapma arzusu üzerine inşa edilmiş
güçlü bir iyimserliğe sahip biri olarak tasvir ediyordu. Daha sonra
Cartan şu notu düşecekti: "Dubost'un ziyareti tüm yaşamımı de­
ğiştirdi." Küçük çocuğun sıra dışı yeteneklerinden hayli etkilenen
Dubost, Cartan'a ulusal eğitim sisteminin ikinci basamağını oluşturan
okullardan bir lycee'ye girmesini sağlayacak bir burs peşinde koşma­
sını tavsiye etti. Henüz on yaşındaki Cartan, Dauphine'nin eski mer­
kezi Vienne'deki college'e girmesini sağlayan bir burs kazandı.
Vienne' de geçirdiği beş yılın ardından Cartan, o zamanki mer­
kez olan Grenoble'daki benzer bir okula geçiş yaptı. Buradaki iki
yılın sonrasında bir yıllığına Paris'teki Lycee Janson-de-Sailly'de
matematik bilimleri eğitimi aldı. ileride Fransa'nın en ünlü fi­
zikçilerinden ve aynı zamanda Cartan'ın ömür boyu dostu ola­
cak Jean-Baptiste Perrin'le Paris'te sınıf arkadaşıydı. Matematik­
çi olmaya karar veren Cartan on dokuz yaşında Ecole Normale
Superieure'e kaydını yaptırdı. Cartan, bu okulda ve Sorbonne'da
kendisini en çok etkileyen hocaları Hermite, Tannery, Darboux,
Appell, Picard ve Goursat şeklinde sayıyordu. Bu matematikçilerin
izlerine Cartan'ın daha sonraki çalışmalarında rastlamak müm­
kün. Yine de en büyük etkiyi, Cartan'ın dikkatini grup kuramının
geometrik uygulamalarına çeviren Poincare yapmıştı.
ELIE CARTAN 389

Ecole Normale Superieure'den mezun olmasının ardından


Canan bir yıllık mecburi askerlik görevini çavuş olarak yerine ge­
tirdi. Bu sırada dostu ve sınıf arkadaşı Anhur Tresse, o zaman­
lar pek çok Fransız matematikçinin yaptığı gibi bir yıllığına gittiği
Leipzig'de Sophus Lie'nin yanında çalışmalarını sürdürüyordu.
Lie'nin çalışmalarıyla ilgilenmeye başlayan Cartan, 1 892' de
Darboux ve Paul Tannery'nin daveti üzerine altı aylığına Paris'e
gelen Lie'yle tanışma fırsatını yakaladı. Canan, Lie'nin "büyük bir
iyi niyetle genç Fransız matematikçilerin araştırmalarıyla" ilgilen­
diğini hatırlıyordu. Bu dönemde Lie'yi sık sık genç matematikçiler­
le birlikte Saint-Michel Bulvarı'ndaki Cafe de la Source'da görmek
mümkündü. Cartan şöyle devam ediyor: "Beyaz mermer masanın
üstünün Lie'nin düşüncelerini anlatmak için kurşunkalemle yazdı­
ğı formüllerle kaplanması alışılmadık bir durum değildi. Lie uzun
yapısıyla tam bir kuzeyli gibi görünüyordu. Yüzünü çevreleyen
sarı sakalları ve gözlüklerinin ardından parlayan gri-mavi gözleri
vardı. İnsan kendini onun yanında peşinen ortaya koyduğu sami­
miyeti ve bağlılık duygusuyla çok rahat hissederdi. Gelecek kuşak­
lar onu dönüşüm grupları kuramını yaratan dahi olarak tanıya­
caklardır. Biz Fransızlarsa, bizi ona bağlayan ve hatırasını ölümsüz
kılan bağları asla unutamayacağız. "
Şimdi öykümüze dahil olacak Wilhelm Killing, Weierstrass'ın
yanında yaptığı doktorasını tamamlarken Kummer'den de çok et­
kilenmişti. Killing, doktorasından sonra on dört yıl boyunca öğ­
retmenlik yapmıştı. Killing 1 8 82'de Weierstrass'ın önerisiyle Doğu
Prusya kasabası Braunsberg'deki Roman Katolik okulunda ma­
tematik profesörlüğüne getirildi. Killing on yıl sonra benzer bir
görevle memleketi Vestfalya'daki Universitat Münster'e geçti. Bu­
rada Annalen'de çıkan "Die zusammensetzung der stetigen endli­
chen transformationsgruppen" (Sonlu Sürekli Dönüşüm Grupları­
nın Yapısı) başlıklı klasikleşmiş raporunu kaleme aldı. Bu raporda
kompleks sayılar üzerindeki tüm sonlu boyutlu Lie cebirlerinin sa­
yılmasına yer verilmişti. Yayımlanmasının ardından raporda bazı
hatalar bulundu. Lie, Killing'in çalışmasına şiddetle karşı çıkarak
öğrencilerinden bu eseri okumamalarını istedi.
390 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

İki yıl boyunca Killing'in çalışmasını derinlemesine inceleyen


Cartan, bazı kusurlar ve eksik ifadeler olmasına karşın çalışmanın
temelde doğru olduğu düşüncesine vardı. Cartan doktora tezi kap­
samında hatalarından uzak durduğu Killing'in güçlü yöntemlerini
kullanarak basit Lie gruplarının eksiksiz bir sınıflandırmasını yap­
tı. "Sürekli Dönüşüm Gruplarının Yapısı" başlıklı tezi kitap olarak
yayımlandı. Daha sonra beklenebileceği gibi Cartan'ın adı, Cartan
integralleri ya da Cartan cebiri gibi kuramın bazı önemli kavram­
larıyla bütünleşmeye başladı. Aslında bu kavramlar bazı hatalar
içerse de esas olarak Killing'e aitti. Yine de bizlere, tartışmasız
Cartan'a ait pek çok matematik bilgisi kalmıştır.
Cartan'ın mesleki yaşantısı 1 894'te iki yıllığına okutmanlık yap­
tığı Universite de Montpellier'de başlamıştı. Bu görevi takiben yedi
yıl boyunca Universite de Lyon'da çalıştı. Lyon'dayken 1903'te
Marie-Louise Bianconi'yle evlendi. Marie-Louise'in babası Korsi­
ka doğumlu, Chambery' de görev yapmış eski bir kimya profesö­
rüydü. O dönemde Lyon'da "inspecteur d'Academie" ' görevinde
bulunuyordu. Aynı yıl Cartan, Nancy Universite'de profesörlük
görevine getirildi. Bu görevini Sorbonne' da önce okutman daha
sonra da profesör olmak için Paris'e gittiği 1 909'a dek sürdürecek­
ti. 1915'te kırk altı yaşındayken askere çağırılarak Ecole Normale
Superieure yakınlarındaki bir hastanede çalışması istendi. Cartan
1 9 17'den 1936'ya dek ailesiyle birlikte Versailles yakınlarında,
o zamanki adıyla Le Chesnay köyünde yaşadı. Buradan Paris'e
taşındılar. Porte d'Orleans yakınlarında tuttukları bir ev dışında
Cartan, ailecek tatillerini geçirdikleri doğum yeri Dolomieu'da da
bir ev yaptırdı.
Cartan araştırmalarında asıl olarak Riemann geometrisine
doğru yöneliyordu. Ortaya koyduğu küresel yöntemler sayesinde
tüm konu yeniden canlılık kazanmış, lif demeti kavramına daya­
nan modern yaklaşımın yolunu açmıştı. Cartan yıllar boyunca hep
kendi başına çalışmıştı. Bu denli yalnız kalması kısmen aşırı alçak­
gönüllülüğünden kaynaklanırken kısmen de yirminci yüzyılın ilk

* Akademi müfettişi. (ç.n.)


ELIE CARTAN 391

:>1llarında Fransız matematiğinin geometriden ziyade analiz üze­


rine yoğunlaşmasındandı. 1 920'lerde Hermann Weyl, Cartan'ın
.;alışmalarıyla ilgilenmeye başladığında durum değişti. Ancak bu
gelişmeden sonra Cartan matematik dünyasının dev isimlerinden
biri olarak kabul görmeye başlamıştı. Lie gibi o da sürekli grup­
ların davranışını anlamaya çalışan bir geometriciydi. Lie çok sayı­
da doğurgan düşünceye sahipken Cartan, kuramın Grassmann'ın
öncü çalışmasından kaynağını alan cebirsel yönleriyle ilgilenme
konusunda çok daha büyük bir hünere sahipti. Lie kuramını mo­
dern matematiğin temel bir bileşeni haline getiren genişletme ve
uygulamalarda öncelikle Cartan ve daha sonra Weyl'in adı ön pla­
na çıkıyordu.
Cartan Sorbonne'dan 1 940'ta emekliye ayrılarak yaşamının
son yıllarını Ecole Normale Superieure'de kadınlara matematik
dersleri vererek geçirdi. Uzun süren bir hastalık dönemi sonrasında
6 Mayıs 1 95 1 'de seksen bir yaşında Paris'te yaşamını yitirdi.
Kendisine verilen pek çok akademik onurun yanı sıra 1 93 1 'de
Academie Royale des Sciences üyeliğine seçildi. Dört çocuğun­
dan Helene, Lycee Fenelon'da matematik öğretmeni olurken
besteci olan Jean genç yaşta veremden öldü. Louis, Universite de
Poitiers'de doktordu. İkinci Dünya Savaşı'nda Direniş'te aktif bir
şekilde yer aldı. Hapiste tutulduğu on beş ayın ardından Alman
yetkililer otuz dört yaşındaki Louis'yi giyotine gönderdi. Dört
kardeşten tek hayatta kalan Henri, kendi kuşağının başta gelen
matematikçilerinden biridir. Potansiyel kuramı, cebirsel topoloji ve
çok sayıda kompleks değişkene sahip fonksiyonlar kuramı üzerine
yaptığı çalışmalarla tanınmaktadır.
Elie Cartan 1940'ta yaptığı bir konuşmada matematiğe ilişkin
genel düşüncelerini şöyle açıklamıştır:

Matematik, herhangi bir bilim dalından daha fazla birbirini takip eden bir
dizi soyutlamayla ilerler. Hata yapmama isteği matematikçileri ele alınan
problemlerin ve birimlerin özünü bulmaya ve bunu tecrit etmeye zorlar. Bu
durumu uç noktaya taşırsak bu yöntem, bir matematikçi ne, ne üzerine ko­
nuştuğunu bilen bir bilimcidir ne de üzerine konuştuğu şeyin var olup olmadı-
392 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ğı belli bile olmayan biridir şeklindeki ünlü şakayı doğrular niteliktedir. Yine de
Fransız matematikçiler hiçbir zaman kendilerini gerçeklikten koparmayı iste­
memişlerdir. İhtiyaç duyulsa dahi mantığın vazgeçilmez olmadığını bilmekte­
dirler. İnsani herhangi bir etkinlikte olduğu gibi matematiksel etkinlikte de kişi
değerler arasında bir denge tutturmalıdır. Doğru düşünce biçiminin önemi
tartışılmaz ama doğru problemleri masaya yatırmak bundan daha da önem­
lidir. Bu açıdan bakıldığında Fransız matematikçilerin her zaman ne üzerine
konuştuklarını bildiklerini ve aynı zamanda çözümleri bilimin bir bütün olarak
gelişmesinde en büyük etkiye sahip en temel problemleri seçme konusunda
doğru bir sezgiye sahip olduklarını rahatça söylemek mümkündür.
Emile Borel (1871-1956)

u kitapta yaşam öykülerine yer verdiğimiz ünlü Fransız mate­


B matikçiler dizisinin son üyesi Emile Borel yirminci yüzyılın en
güçlü matematikçilerinden biriydi. Borel, kompleks analiz başta
olmak üzere matematiğin farklı alanlarındaki çalışmalarında bü­
yük bir hüner sergilemiş olmasının yanı sıra popüler yazılarıyla
birlikte akademik ve ulusal politikaların belirlenmesinde oynadığı
rol sayesinde aynı zamanda matematik çevrelerinin kamu önünde­
ki temsilcisi konumundaydı. Matematiğe ve matematiğin nasıl des­
teklenmesi gerektiğine ilişkin düşünceleri, Fransa'nın bu konudaki
ulusal politikası üzerinde büyük etki yapmıştır.
Saint-Affrique Güneybatı Fransa'da Aveyron İli'ndeki bir ka­
sabadır. Protestan Reform Kilisesi'nde rahip olan Honan� Borel
394 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yakınlardaki Montauban kentinden bir sanatçının oğluydu. Karısı


Emilie (kızlık soyadı Teissie-Solier) ise bölgenin kumaş ticaretiyle
uğraşan varlıklı bir ailesinden geliyordu. Oğulları Felix Edouard
Justin Emile, kısaca Emile, 7 Ocak 1 871 'de dünyaya geldi. En kü­
çük ve aynı zamanda tek erkek çocuktu. Ablaları yaşça ondan epey
büyüklerdi. Borel ailesi, babalarının mahallelerindeki Protestan
ailelerin çocuklarına yönelik bir okul yönettiği on sekizinci yüz­
yıldan kalma büyük bir evde yaşıyordu. Geleceğin matematikçisi
de eğitimine bu okulda başlamıştı. Emile on iki yaşına geldiğinde
Montauban'daki lycee'ye gönderildi. Burada Lebeau adında Pro­
testan bir rahiple evlenmiş küçük ablasının yanında kaldı.
Montauban'dan sonra genç Borel Paris'teki Saint-Barbe Kole­
ji'ne gitti. Burada olduğu dönemde ünlü Lycee Louis-le-Grand'daki
derslere katılarak Ecole Normale ve Ecole Polytechnique'in zorlu
giriş sınavlarına hazırlandı. Çok küçük yaşlardan itibaren parlak
biri olduğu anlaşılan Borel on sekiz yaşında tıpkı kendisinden önce
Darboux ve Hadamard'ın yaptığı gibi her iki okula giriş listesinde
de en üst sırada yer aldı. Borel ayrıca 1 889'da yapılan matema­
tik alanındaki ulusal Concours General'de de birincilik ödülünü
kazandı. Hadamard ise kendi girdiği yıldaki sınavda ancak ikinci
olabilmişti.
Darboux'nun oğluyla aynı lycee'de okuyan Borel kurduğu arka­
daşlık sayesinde Darboux ailesinin bir parçası gibi olmuştu. Borel
o günleri daha sonra şöyle hatırlayacaktı: "Rue Gay-Lussac'taki
sade, beş katlı binanın kapıları taşralı genç öğrenciye sıcacık bir
iyi niyetle açılmıştı. Oradayken pek çok şey öğrenmiştim. En baş­
ta Ecole Normale, insanın yalnızca öğretmen olmasını sağlamıyor
bilimsel araştırmalara hazırlanmasının da yolunu açıyordu. Araş­
tırmaya adanmış bir yaşamdan alınabilecek entelektüel tatminin
değerini daha iyi anlamaya başlamıştım. " Seçkin Fransız entelektü­
ellerinin beşiği Ecole Polytechnique'ten ziyade ülkenin en parlak ve
en yetenekli gençlerinin çalışarak, konuşarak ve birbirine sıkı sıkıya
bağlı bir topluluk içinde iyice kaynaşarak gelişimlerinin en etkili üç
yılını geçirdikleri Ecole Normale'di. Ecole Polytechnique'in bir iş
sahibi olabilmek açısından daha avantajlı bir okul olduğunu ileri
EMiLE BOREL 395

süren aile dostlarının aksine Borel, Darboux ve Hadamard'ın izin­


den giderek Ecole Normale'i tercih etti. Borel'in burada edindiği
dostluklar onun sonraki yıllarda gerçekleştirdiği geniş bir yelpa­
zedeki kültürel ve siyasal etkinliklerinin de yolunu açmıştı. Parlak
bir öğrencilik döneminin ardından 1 892'de mezun oldu. Aynı yıl
.ıgregation sınavında birinci oldu. Yine aynı yıl Darboux'nun öner­
diği bir konu üzerine ilk önemli raporunu yayımladı.
Borel iki yıl sonraki tezinde tamamen farklı ve bağımsız bir
konuya yönelecekti. Borel, ileride geliştirecekleri düşüncelerin
tohumlarını, yaptıkları tezlerde atmış olan matematikçilerden bi­
riydi. Tez 1 895'te mütevazı Sur quelques points de la theorie des
fonctions (Fonksiyonlar Kuramında Bazı Noktalar Üzerine) baş­
lığıyla yayımlanmasının hemen ardından uluslararası boyutta ilgi
çekti. Elli sayfayı geçmeyen tez çok sayıda düşünceyle doluydu.
Ölçü kuramı, ıraksak seriler kuramı, analitik olmayan uzanım ku­
ramı ve sözde analitik fonksiyonlar kuramının tümü ilk kez bu
tezde yer alan düşüncelerden türemiş çalışmalardı.
Borel zorunlu askerlik görevini Montpellier'de mühendisler
arasında, matematik çalışmalarından tamamen kopmak zorunda
kalmadan yapmıştı. Henüz 1 893'te Universite de Lille'de okut­
man olarak ilk akademik görevine getirilmişti. Lille' de geçirdiği
dört yıl çok verimliydi. Yayımlanan yirmi iki araştırma makalesi­
nin yanı sıra hala yayımlanmayı bekleyenler vardı. 1 897'nin ba­
şında mezun olduğu okula geri döndü. Kökleri Güneybatı Fran­
sa' da olsa ve Saint-Affrique'e duyduğu bağlılık hiç eksilmeden
sonuna dek devam etse de Paris, Borel'in yaşamının sonuna dek
kalacağı üssüydü.
Tezinin hemen ardından birkaç önemli çalışma geldi. 1 896'nın
başlarında Borel'in ıraksak serilerin toplamına ilişkin ilk raporu ya­
yımlandı. Bunu 1 899'daki ıraksak serilere ilişkin ünlü rapor takip
etti. 1 898'de Academie Royale des Sciences'ın büyük ödülüne layık
görülen bu rapor konuyu sistematik olarak ele alan ilk çalışmaydı.
Borel 1 896'da meromorf fonksiyonların esaslı tekilliklerin yakınla­
rında aldığı değerlerden yola çıkarak Picard teoreminin de basit bir
ispatını yapmıştı. Picard bu önemli sonuca on yedi yıl önce ulaştı-
396 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ğından beri peşinde koşulan bu ispat o zaman büyük bir heyecan


uyandırmıştı. Borel'in ertesi yıl Acta'da yayımlanan "Tam Fonksi­
yonların Sıfırları" başlıklı raporunda daha da geliştirdiği yöntemi,
analitik fonksiyonların aldığı değerlerin dağılımına ilişkin metrik
kuramın da başlangıcı oldu. Bu kuram, bir kuşaktan daha uzun bir
süre için fonksiyon kuramında önemli bir konu olacaktı.
Borel 1 898'de ilk ve belki de en etkili kitabını yayımladı.
Leçons sur la thıiorie des fonctions (Fonksiyon Kuramı Üzerine
Dersler) adındaki bu kitap Ecole Normale Superieure'de verdiği
derslere dayanıyordu. Borel eserin ilk üç bölümünde kümeler ku­
ramını didaktik bir tarzla anlatmaktadır. Kümeler kuramının bu
ölçekte anlatılışı herhangi bir dilde ilk kez gerçekleşmiştir. Borel
üçüncü bölümün sonunda, kitaba sıra dışı özelliğini ve önemini ve­
ren ölçülebilir kümeleri (Borel bugünkü şekliyle kullanmıştır) açık­
ça tanımlayarak ilk kez kendi ölçü kuramını açıklar. Kitabın geri
kalan kısmı daha çok tezinin bir özeti şeklindeydi. Leçons sur la
thıiorie des fonctions kitabı, B orel Risaleleri olarak bilinen birkaç
ciltlik bir dizinin yayımlanmasına neden olmuştu. İlk başta bu cilt­
lerin tamamı Borel tarafından yazılmıştı. Toplam sayısı elliye ula­
şan ciltlerden yalnızca onunu Borel'in kaleme aldığı dizi, en yeni
ve güncel çalışmaları düzenli bir şekilde sunarak matematiğe çok
önemli bir hizmette bulunmuştu. Bu hizmetlerin en başında küme­
ler kuramının gerçek ve kompleks fonksiyonlara uygulanması yer
alıyordu ki tüm bunlar bu düşüncelerin henüz çok iyi bilinmediği
bir zamanda gerçekleşmişti.
Borel'in ağzından düşüncelerinin kökenini ve nasıl geliştikleri­
ni dinleyelim: "Beni fonksiyonlar kuramına doğru yönelten, her
şeyden önce Hermite'in öğretisiydi. Cauchy'yi öğrenmemi ve ona
hayran olmamı sağlayan Hermite'tir ve bu hayranlığım modern
analizin gerçek kurucusu olan bu adamı daha yakından tanıdık­
ça artarak devam etmiştir." Cauchy'ye duyulan bu hayranlık be­
raberinde bir tarafgirliği de getirir. Borel, Cauchy'nin bir türevin
varlığına dayanan monojen fonksiyon kavramın Weierstrass'ın
bütünüyle güç serilerinin uzanımınca tanımlanan analitik fonksi­
yon kavramına kıyasla çok daha genel olduğunu gösterme arzusu
EMiLE BOREL 397

taşıyordu. Şimdi herkesin kabul ettiği bu düşünce o zamanlar sap­


kınlık gibi görülüyordu.
Borel bilimsel jübile töreninde, gençlik yıllarında üzerinde etkisi
olmuş bazı matematikçilere değindikten sonra konuşmasını şöyle
sürdürmüştü: "Kendisiyle daha sonra 1 897'deki Zürich Kongresi'n­
de tanışma mutluluğuna eriştiğim Georg Cantor'un eserlerini daha
yirmi yaşımda okumaya başlayarak çoktan yoldan çıkmıştım."
Cantor'un çalışmaları bazı çevrelerce biliniyor, takdir ediliyor ve
Poincare'nin otomorf fonksiyonlar kuramında yaptığı gibi küme­
ler kuramının sınırlı uygulamaları bulunmuş olsa da Borel, Baire ve
Lebesgue çağdaş reel değişkenli fonksiyonlar kuramına giden yolu
açana dek bu konuda önemli hiçbir ilerleme kaydedilememişti.
Borel'in ölçü kuramı ilerleme yönünde atılan ilk adımdı. Borel
ve Lebesgue'in yaklaşımları esas olarak metrikken Baire'inkiyse
daha topolojikti. Daha sonra Borel ile Lebesgue arasında yaşanan
öncelik tartışması Borel'i çok üzmüş ve mutsuz etmişti. Lebesgue
şöyle diyordu: "Mösyö Borel (ölçü) kuramı(nı) tamamlamamış
yalnızca onun temellerini ortaya koymuştur. Mösyö Borel'in ana
hatlarıyla ortaya koyduğu kuramı gerektiğinde tamamlamak ve
kullanıma sunmak benim için çok kolay oldu." Lebesgue'in integ­
ral almanın nasıl tanımlanacağı gibi konularda Borel'in düşünce­
lerini geliştirdiği çok açıktı ama Lebesgue ölçü kavramının sahibi
Borel'e hak ettiği övgüyü verme konusunda isteksizdi. Görünüşe
göre hiçbiri Henry Smith'in yirmi yılı aşkın bir süre önce ölçü kav­
ramı ile integrasyon kuramı arasındaki ilişki üzerine yazmış olduk­
larından haberdar değildi.
Borel'in yaşamında daha sonra çok yer kaplayacak idari ma­
kamlardaki staj dönemi çok erken başlamıştı. Borel Paris'e dö­
nüşünde Sociere Mathematique de France'ın sekreterliğine ve
derneğin Bulletin adlı dergisinin yazı işleri müdürlüğüne getiril­
di. 1905'te derneğin başkanlığını yaptı. Borel, 1 897'de Zürich'te
düzenlenen ilk Uluslararası Matematikçiler Kongresi'nin yaz­
manlarından biriydi. 1900'de on yıl boyunca sürdüreceği Ecole
Navale giriş sınavları ayırtmanlığına getirildi. Böylece yirmi beş yıl
sonra bakanlığına atanacağı donanmayla ilk resmi ilişkisine girmiş
398 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

oldu. Borel Ekim 1 90 l 'de meslektaşı Paul Appell'in on yedi ya­


şındaki kızı Marguerite'le evlendi. Kocasına pek çok konuda yar­
dımcı olan Marguerite aynı zamanda başarılı bir yazardı. Camille
Marbo takma adıyla otuzu aşkın kitap yazmış, Sociere des Gens
de Lettres'in başkanlığına getirilmişti. Çiftin hiç çocuğu olmayınca
Borel'in yeğeni Fernard Lebeau'yu anne ve babasının ölümünün
ardında evlat edindiler.
Sonraki birkaç yıl boyunca Borel daha çok, öncü çalışması­
nı geliştirmek ve bunu mümkün olduğunca kullanabilmek için
çalışmalar yaptı. Akademiden üç ödül daha kazandı. Bunlardan
1 905'te verilen sonuncusu, Petit-d'Ormoy Ödülü Borel için la
Revue du Mois adıyla bir dergi çıkarmaya başlamasına yetecek
denli değerliydi. Yayın hayatına 1 906'da başlayan dergi ilk baş­
larda çok başarılı oldu. Borel'in yönetimindeki dergiye mutlaka
bilimle ilgisi olması gerekmeyen çok değişik konular üzerine seçkin
yazarlarca kaleme alınmış yazılar geliyordu. Ne yazık ki Birinci
Dünya Savaşı'ndan sonra yaşanan maddi sıkıntılar yüzünden dergi
1 920'de kapandı. Bu durum Borel'i büyük bir hayal kırıklığına
uğratmasına karşın dergi bir daha yayın hayatına dönmedi.
Hemen hemen Revue'nün kurulduğu zamanlarda Borel'in sa­
yıları yüze yaklaşan yayınlarının başlıkları da çok geniş bir alan­
daki konu başlıklarını özellikle de olasılık konusunu yansıtıyor­
du. 1 905'te Borel popüler bir kitapla birlikte olasılığa ilişkin ilk
araştırma makalesini yayımladı. Borel makalesinde olasılık dilinin
nokta-kümeler ölçülerine ilişkin bir şeyler söyleyebilmek için uy­
gun olduğuna dair önemli gözlemine yer veriyordu. Dört yıl sonra
sayılabilir olay üzerinde olasılık kavramını ortaya attığında gele­
neksel sonlu ve "geometrik" (sürekli) olasılık arasındaki boşluğu
da doldurmuş oldu. 1 909 tarihli aynı makalede Borel, büyük sayı­
lara ilişkin güçlü yasanın özel bir durumunu da kanıtlamıştı. Yine
de Borel sayılabilirin ötesindeki gerçek sonsuz kavramına ve yapıcı
olmayan tanımlara şüpheyle yaklaşıyordu. Borel bu temkinli yak­
laşımı sayesinde diğer matematikçilerin düştüğü tuzaklardan ken­
dini uzak tutabilse de gözü pekliğin sağlayacağı bazı fırsatlardan
da kendini mahrum bırakmış oldu. Lebesgue, Baire, Frechet ve di­
ğer bazı matematikçiler küre-kuramsal ve ölçü-kuramsal düşünce-
EMiLE BOREL 399

lerden çok daha fazla yararlanmış, böylece yirminci yüzyılın orta­


larında rastlanan soyut analize giden yolu açan kişiler olmuşlardı.
Borel'in esas ilgi alanı geleneksel analizdi. Tezinde ortaya attığı
bir fonksiyonun tekilliklerden oluşan yeterince ince bir engelden
uzanımı olasılığına ilişkin geniş kapsamlı problem için hala do­
yurucu bir çözüm bulunamamıştı. 1909'da Universite de Paris'de
kendisi için kurulan fonksiyonlar kuramı kürsüsünde profesörlüğe
getirildi. 1910'da yirmi altı yıldır Ecole Normale'in bilimsel yöne­
ticiliğini yapan Paul Tannery'nin beklenmedik ölümü üzerine bu
göreve getirildi. Borel bu görevlendirmeyi o ana dek meslek yaşan­
tısında gerçekleşmiş en önemli olay olarak görmüştü. Pasteur'den
sonra bu göreve getirilen kesinlikle en seçkin kişilerden biriydi.
Borel'in göreve başlaması ile savaşın patlak vermesi arasında geçen
dört yıl kendi deyimiyle yaşamının en mutlu dönemlerinden biriy­
di. İlk bakışta Borel'in konumunda, kariyerinin zirvesindeki bir
matematikçinin neden yalnızca çalışmaların yönetimini üstlenip
okuldaki "scientifique'lerin " " de sorumluluğunu in loca parentis" '
almak istemediğini düşünmek şaşırtıcı olabilir. Ancak bu konuda
Borel'in herhangi bir tereddüdü yok gibiydi. Kendi tabiriyle bura­
da yaptığı görev "un honneur immerite" '"" idi. Borel'in görevi gereği
okulda ikamet etmesi gerektiğinden evlat edindikleri çocuklarıy­
la birlikte Arago Bulvarı'ndaki evlerinden ayrılarak ailecek Ecole
Normale'deki lojmana yerleştiler.
Sorbonne' daki büyük amfilerin birinde kalabalık bir dinleyici
topluluğunun önündeki üniversite öğretim üyesi Borel'e kısa bir
göz atmak için seçkin İngiliz analizci Edward Collingwood'a (daha
sonra "sir" unvanı aldı) kulak verelim: "Tavırları tumturaklı ama
tarzı canlı ve eğlendiriciydi. Ağzından dökülen sözcükler bugün
bile aklımdadır. Ders dinleyicilerden gelen ürkek bir alkışla sona
erdi. Her zaman ufuk açıcı bir deneyimdi. Kabul, Borel ürkütücü
görünebilir ama genç bir yabancı olarak rue de Bac'taki evinde na­
sıl sıcak bir şekilde karşılandığım ve bana Paris ziyaretim boyunca

Fransızca " bilimci" anlamına gelen sözcük. (ç.n.)


"Ebeveynleri gibi " , "ebeveynleri yerine" anlamında kullanılan Latince söz öbeği. (ç.n.)
Fransızca, "hak edilmemiş onur". (ç.n.)
400 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

verdiği yardım ve tavsiyeler hep aklımdadır. Zihinsel gücü ve oto­


ritesinin etkisi de bundan daha aşağı kalır değildi."
1911 'de Borel'ler meşhur bir davanın ortasında kaldı. Marguerite
bir süredir, aralarında yakın zamanda karısından ayrılmış fizikçi
Paul Langevin ve bir süre önce kocasını kaybetmiş ünlü kimyacı
Marie Curie'nin de yer aldığı Paris'in genç bilimcilerinin müdavimi
olduğu salon toplantıları düzenliyordu. Aralarındaki hayli masum
ilişkiye karşın basın, Curie'nin Langevin'e dikkatsizce yazdığı mek­
tuplara ulaştı. İkilinin gizlice kaçtığına ilişkin (gerçek olmayan)
hikaye Paris gazetelerinde yayımlanınca çok geçmeden herkes bu
haberi konuşur olmuştu. Birkaç gün sonra Stockholm'den Marie
Curie'nin Nobel Kimya Ödülü'nü (daha önce de kocasıyla Nobel
Fizik Ödülü'nü paylaşmıştı) aldığını haber veren telgraf geldiğinde
olay daha da bilinir hale geldi. Daha sonra mektuplardan pasajlar
yayımlanmaya başladı. Marie altüst olmuş, intihar etmeyi düşünür
hale gelmişti. Marguerite Marie'yi alarak onu gazetecilerden uzak­
ta olabileceği Ecole Normale Superieure'e götürdü. Eğitim bakanı,
Borel'e Curie'yi burada saklamamaları gerektiğini bildirdi. Fen fa­
kültesi dekanı ve aynı zamanda Borel'in kayınpederi Paul Appell o
ana dek Marie Curie'nin sadık bir destekçisi olsa da Borel'lerin bu
işe dahil olmaları nedeniyle küplere binmişti. Diğer pek çok kişiyle
birlikte Paul Appell de Marie'nin, ailesinin bazı fertlerinin yaptığı
gibi doğum yeri Polonya'ya dönmesi gerektiğini düşünüyordu. En
sonunda Curie bütün bu olanlara göğüs gererek Stockholm'e git­
meye karar verdi. Nobel Ödülü'nü kendi elleriyle alacaktı.
Ağustos 1914'te savaşın başlamasıyla Borel'in meslek yaşantı­
sındaki ilk aşama da sona ermiş oldu. Savaş, olayların akışının bir
süreliğine sekteye uğrayıp sonra yeniden düzeldiği tatsız bir kesinti
dönemi değildi. Her şey tamamıyla değişmişti. Özellikle işi savaş­
tan çok etkilenmişti. Yeni araştırma alanlarının hızla çoğalmasının
yanında yeni girişimler de ortaya çıkmıştı. 191 0'da Borel'in Paul
Painleve'yle birlikte yazdığı ilk popüler çalışması l'aviation (Hava­
cılık) yayımlanmıştı. Bu kitap La nouvelle collection scientifique
(Yeni Bilimsel Seçki) adlı yeni bir serinin ilk eseriydi. Borel diğer
işlerinin üzerine bir de bu serinin editörlüğünü üstlenmişti. Aynı
EMiLE BOREL 401

seriden 1914 yılında şans oyunları üzerine yazdığı ünlü kitabı Le


/.ıazard'ı (Risk) çıkardı. Aynı yıl görelilik kuramı üzerine kısa ders
notlarının yer aldığı bir kitapla birlikte Introduction geometrique
,i quelques theories physiques (Bazı Fiziksel Kuramlara Fiziksel
Giriş) adıyla, kinetik gaz kuramına ilişkin olanların da dahil ol­
duğu matematiksel fizik yazılarından bir seçki yayımladı. Borel
yine aynı dönem içinde, monojen analitik olmayan fonksiyonlar
kuramının 1 912'de yayımlanması ve beş yıl sonra da bu kuramın
bir kitap halinde kati olarak ele alınmasıyla fonksiyonlar kuramı
üzerine yaptığı çalışmaları tamamlamıştı.
Birinci Dünya Savaşı'nın ilk zamanlarında Marguerite bir has­
tanenin yönetimini üzerine alırken Borel de kısmen Paris'te kısmen
de cephede yürüttüğü ses dalgalarıyla mesafe bulma projesine gi­
rişti. Fransa'da genç bilimciler cepheye gönderilirken İngiltere'de
ve Almanya'da ise durum farklıydı. Savaş bakanlığına getirilen
Painleve Borel'i, Hadamard gibi matematikçilerin çalıştığı askeri
araştırmaların merkezi konumundaki Direction des Inventions
başkanı olarak görevlendirdi. Daha sonra başbakanlığa yükselen
Painleve bu kez de Borel'i bakanlar kurulu genel sekreterliğine ge­
tirdi. Painleve hükümeti düştüğünde Borel bir süreliğine yeniden
cepheye döndü ama yaşamış olduğu bu deneyimden sonra kamu
yaşamı üzerine daha fazla düşünür olmuştu.
Savaş sona erdiğinde Borel, Ecole Normale'deki görevlerine
geri döndü. Savaş Borel'in genç Ecole Normale'lilerden oluşan
"ailesinin" yarısını yok etmişti. Yaşamını yitirenler arasında öz
yeğeni, evlatlık oğlu, umut vaat eden genç fizikçi Fernand da var­
dı. Bu uzun koridorlarda çok fazla hayalet var diyen Borel onur­
sal yöneticilik sıfatını alarak 1 920'de görevinden ayrıldı. Aynı yıl
fonksiyonlar kuramı kürsüsündeki görev yerini de bir zamanlar
Poincare'nin görev yaptığı olasılık ve matematiksel fizik kürsüsüyle
değiştirdi. Savaş öncesinde açık bir biçimde görülen, önem verdiği
konulardaki değişim artık resmileşmişti. 1 922'de Borel Risaleleri
adıyla çıkan serinin dokuzuncu kitabı Methodes et problemes de la
theorie des fonctions (Fonksiyonlar Kuramı Yöntemleri ve Prob­
lemleri) yayımlandığında son mühür de vurulmuş oldu. Önsözünde
402 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Borel, bu kitabın fonksiyonlar kuramı üzerine yazdığı muhtemelen


son kitap olduğunu belirtiyordu. Kitapta daha önce yayımlanmış
makalelerinden yapılan bir seçki kısa yorumlarla birlikte sunulu­
yordu. Gerçekte olan ise Borel'in fonksiyonlar kuramındaki kişisel
mirasını resmen tasfiye edip bunu ardıllarına bırakmasıydı.
Borel yeni kürsüsünde sergilediği isteği 1 921'de Academie Royale
des Sciences üyeliğine seçildiği zaman etkili bir biçimde ifade etmişti:
"Olasılık ve olasılığın uygulamalarına ilişkin son elli yılda yapılan
önemli miktardaki araştırmayı düzenlemek bana Pascal, Laplace ve
Poicare'nin kendi vatanlarında yerine getirilmesi gereken kaçınılmaz
bir görevmiş gibi geliyor. Bu göreve gücümün yettiği oranda kat­
kı sağlamaya çalışacağımı söylemek isterim." Ortaya çıkan sonuç
1925 ile 1 939 arasında bölümler halinde çıkan Traite de calcul des
probabilites et de ses applications (Olasılık Analizi ve Uygulamaları
Üzerine Bilimsel İnceleme) idi. Bu esere ek olarak olasılık kuramın­
daki araştırma konuları ve güncel gelişmeler üzerine bir dizi monog­
rafi yayımlandı. Borel bu seriye, Andre Cheron'la birlikte kaleme
aldığı ve 1 940'ta yayımlanan muazzam eser Theorie mathematique
de bridge'le (Briçin Matematiksel Kuramı) katkıda bulundu.
Traite de calcul des probabilites adlı eserin tamamlanması
Borel'in kürsüsünden emekliye ayrılması ve matematiksel yazı­
larından seçilen Selecta'nın 1 940'ın başlarında yayımlanmasıyla
yaptığı bilimsel jübilesiyle aynı zamana denk düşmüştür. Böyle­
ce meslek yaşantısının ikinci aşaması da ilkinde olduğu gibi yine
Avrupa'da savaşın patlak vermesiyle sona ermiştir. İlk aşama gibi
bu dönem de kamu yaşamının talepleri doğrultusunda çok daha
geniş alanlara yayılan yoğun etkinliklerle geçmiştir. Fransız aydın­
ları için politik ve sosyal etkinliklerde bulunmak alışılmadık bir
durum değildir ama Borel bu alanlara başkalarıyla karşılaştırıla­
mayacak denli yoğun dalmıştı. Painleve'nin de liderliğini yaptığı
Cumhuriyetçi Sosyalist Parti'de etkin olarak yer almış, Cartel des
Gauches'i" iktidara taşıyan 1 924 genel seçimlerinde Aveyron İli'n­
den milletvekili seçilmiştir. Painleve, Borel'i yıllar önce Monge'un
da oturduğu donanma bakanlığı koltuğuna getirmiştir. 1 925 inşa
*
Fransızca "sol koalisyon". (ç.n . )
EMiLE BOREL 403

programı çerçevesinde yapılan tüm Fransız denizaltılarına da


Pascal, Pasteur, Henri Poincare, Poncelet, Fresnel, Archiriıedes ve
Monge gibi ünlü bilimcilerin adları verilmiştir.
Aynı yıl Borel'in en etkili politik yazılarından biri, La politique
republicaine (Politik Cumhuriyetçi) yayımlandı. Saint-Affrique'in
belediye başkanı ve Aveyron İli conseiller-general'i (genel danış­
man) olmuştu. Saint-Affrique milletvekilliği yaptığı sonraki iki
parlamento dönemi boyunca Borel, Fransız bilimi yararına çeşit­
li projeler lehinde nüfuzunu kullandı. Öncülüğünü Jean Perrin'le
birlikte yaptığı ölçülerin düzenlenmesine yönelik çabaları Centre
National de la Recherche Scientifique'in kurulmasına dek uzan­
mıştı. Institut Henri-Poincare'nin 1 927'de kurulmasıyla sonuçla­
nan görüşme ve planlamalardaki itici güç de Borel'di. Borel'in ya­
şamının sonuna dek başkanlığını yürüttüğü bu enstitü, Fransa'daki
matematik çalışmalarının merkezi olacaktı. Enstitünün yapım ma­
liyetlerine The Rockefeller Foundation katkıda bulunmuştu. Aynı
vakıf kısa bir süre sonra Göttingen'de kurulan Mathematisches
lnstitut'e de benzer bir katkıda bulunacaktı. Artık halkın yakın­
dan tanıdığı bir isim olan Borel'e matematikçilerin kişisel olarak
ulaşması daha önceki zamanlara kıyasla daha zordu. Bununla bir­
likte Borel konumunu ve nüfuzunu kullanarak matematik ve genel
olarak bilim için yapabileceği her şeyi yapmaya çalışıyordu.
Borel'in yaşamının, emekliliğinin ve yaşlılığının son aşaması sa­
vaşın getirdiği tedirginlik ve yıkımlarla gölgelenmişti. Her zaman
ateşli bir yurtsever olan Borel yıkıcı faaliyetlerde bulunduğu şüp­
hesiyle Ekim 1941'de yetmiş yaşındayken Academie Royale des
Sciences'ın üç üyesiyle birlikte Alman makamlarınca Fresnes'de
hapse gönderildi. Hapishanedeki kötü koşullar Borel'in sağlığının
bozulmasına neden oldu. Serbest bırakılmasının ardından bitmek
tükenmek bilmeyen çalışkanlığıyla çalışmalarına geri dönen Borel
yaşamının kalan on beş yılında elliyi aşkın bildiri, makale ve kitap
yayımladı. Borel bu dönemde konunun uzmanı olmayan ama eği­
timli kişilere yönelik matematik ve fizik üzerine çokça yazdı. Borel
bilimin üst düzeyde kitleselleşmesinde bir üstattı. Son dönemlerin­
deki araştırma makaleleri bir ikisi dışında kısa bildirilerdi. Önceki
404 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

dönemlerden kalan konulara ilişkin yaptığı tek çalışma, ulaşılmaz


sayılara ilişkin 1 952'de seksen bir yaşındayken yayımladığı Borel
Risaleleri'nin sondan bir önceki kitabıydı. Eserin büyük çoğunlu­
ğunda finitistik düşüncelerin etkisi görülüyordu. Borel'in bu son
kitabı, sonlu bir alfabe kullanarak en çok sayılabilir bir altkümeden
bahsedebileceğimiz düşüncesiyle gerçel sayıların "ulaşılmaz" olma­
sı gerektiği yönündeki görüşünü yansıtır. Borel yaşamının sonlarına
doğru bir çöküş yaşasa da bu kadar farklı konuda hiç ara vermeden
bu kadar üst düzeyde çalışmış olması sıra dışı bir başarı örneğiy­
di. Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemden kalan büyük çalışması
klasik matematiğin bir parçası olarak yaşamaya devam etmektedir.
Borel yaşamının son dönemlerinde sürekli seyahat ediyordu.
Aranılan bir konuşmacıydı ve kendisine gelen davetleri seve seve
kabul ediyordu. Avrupa'nın bütün ülkelerine gitmiş olmasının yanı
sıra Kuzey ve Güney Amerika, Hindistan, İran, Mısır, Levant," Ka­
rayibler'e ve Painleve'yle birlikte 1 920'de beş ay boyunca kaldı­
ğı Çin'e seyahatler yapmıştı. 1955'in yazında seksen dört yaşın­
da olmasına karşın Brezilya'da uluslararası çaptaki istatistikçiler
toplantısına katılmıştı. Dönüş yolculuğunda geminin güvertesinde
düşmesinden kaynaklanan sağlık sorunlarından tam olarak kur­
tulamadı. 3 Şubat 1 956'da seksen beş yaşında Paris'te yaşamını
yitirdi. Cenazesi Saint-Affrique'te toprağa verildi.
Borel yaşamı boyunca yabancı akademi, üniversite ve meslek
derneklerinden çok sayıda ödül ve payeye layık görüldü. 1 92 1 'den
itibaren üyesi olduğu Academie Royale des Sciences'a 1 934'te
başkan seçildi. Borel, Legion d'Honneur'ün en yüksek mertebesi
Grand-croix ile onurlandırılırken nişan kurulunda da görev aldı.
Birinci Dünya Savaşı'nın sonrasında Croix de Guerre (Savaş Haçı)
nişanı alan Borel İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ise Medaille de la
Resistance (Direniş Madalyası) ile ödüllendirildi. Uzun boylu olan
Borel ağırbaşlı ve kibar biriydi. Eski öğrencilerinden birinin de
ifade ettiği gibi Borel'in ölümüyle modern matematiğin en önemli
şahsiyetlerinden birinin ve hakim bir kişiliğin daha sahneden çekil­
diğine şahit olduk.
'' Batıda Akdeniz, güneyde Arabistan Çölü ve doğuda Mezopotamya'yla sınırlanmış
bölgeye tarihte verilen ad. ( ç.n . )
Teici Takagi (1875-1960)

Ş Avrupalı'ydı
imdiye dek ele aldığımız matematikçilerin hepsi, biri dışında
ama sıradaki yaşam öyküsünün kahramanı dün­
yanın tamamen farklı bir yerinden geliyor. Bugün bildiğimiz gibi
Japon matematikçilerin matematiğe katkıları çok büyük olmuştur.
Japonya' da geleneksel matematik oldukça uzun bir geçmişe sahip­
ken modern matematiğin ülkeye ulaşması epeyce geç gerçekleşmiş­
tir. Dünya çapında üne kavuşan çok sayıda Japon matematikçinin
ilki sınıf cisim kuramının kurucusu Teici Takagi 'dir.
Gifu İli Japonya'nın ortasında yer alan dağlık bir bölgedir. Teici
Takagi bu bölgedeki, çiftçilikle geçinen Kasuya köyünde 21 Nisan
1 8 75'te dünyaya geldi. Doğduğu yıl İmparator Meici'nin hüküm-
406 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ranlığının sekizinci yılına denk düşüyordu. Teici'nin annesi Tsune


Takagi, Kitagata kasabasından arazi sahibi Mitsuzo Kinomura'yla
evlenmiş ama çocuğunu büyütmek için ailesinin evine geri dön­
müştü. Tsune bir daha kocasının yanına dönmedi. İşin ardında ya­
tan gerçek Tsune'nin, kocasının pirinç tarlalarındaki sülüklerden
tiksinmesiydi. Teici'nin çocuğu olmayan dayısı Kansuke Takagi,
o zaman Japonya'da mirasçısı olmayan varlıklı ailelerin sıklıkla
başvurduğu bir uygulamayla küçük çocuğu evlat edindi. Böylece
Teici'nin soyadı da Kinomura'dan Takagi'ye değişmiş oldu. Sonra­
ki yıllarda Takagi iyi bir eğitim alarak matematikçi olmasını sülük­
lere borçlu olduğunu söyleyecekti.
Çelimsiz bir çocuk olan Takagi çocukluğunu diğer çocuklarla
oynamak yerine babalığının gözetimi altında ders çalışarak geçirdi.
Takagi, okul köyünün altı yıllık eğitim süresini üç yılda tamamla­
yan seçkin bir öğrenciydi. Beş yıl sonra ilin en büyük kenti Gifu'da­
ki ortaokuldan da birincilikle mezun oldu. Takagi, 1 891 ile 1 894
arasında eski başkent Kyoto'daki Üçüncü Ulusal Lise'ye devam
etti. O zamanlar Japonya'daki tek üniversite yeni başkent Tokyo' da
bulunuyordu. Tokyo'daki üniversitenin ilk başta Teikoku Daigaku
olan adı Kyoto'da bir üniversite daha açılması üzerine önce Tok­
yo Teikoku Daigaku'ya daha sonra da Tokyo Daigaku'ya çevrildi.
Takagi, 1 894'te girdiği Tokyo Daigaku'dan üç yıl sonra mezun
oldu. Çok iyi bir öğrenci olmasına karşın arkadaşları onun sessiz
ve içine kapanık biri olduğunu düşünüyordu. Uzun süreler bo­
yunca duruşunu hiç değiştirmeden kalabildiği için arkadaşları ona
"Buda" adını takmıştı.
Üniversitede o zamanki matematik profesörü Rikitaro Fucisava
idi. Fucisava University College London'a gitmesinin ardından
o zamanlar Alman işgali altındaki Strasbourg'a geçmiş, burada
Christoffel ve Reye'yle birlikte çalışmıştı. 1 886'da aldığı dokto­
rasının ardından bir yıllığına Berlin'e gitmişti. Berlin'de özellikle
Kronecker'den çok etkilenen Fucisava Japonya'ya dönüşünde, Al­
manların araştırma ruhunu da beraberinde getirmiştir. Sonraki yıl­
larda idari işlerle giderek daha çok ilgilenmeye başlayan Fucisava,
"Diet"te'' senatörlük görevinde de bulunmuştu. Fucisava'nın ana
*
Japonya'nın iki meclisli yönetim şekli. (ç.n.)
TEİCİ TAKAGİ 407

konusu hep cebir olmuştu ama Takagi, Jacobi'nin eliptik fonksi­


yonlar kuramı üzerine de çalışarak iki temel matematik ders kitabı
yazmıştı.
Teikoku Daigaku'da yüksek lisans çalışması yaptığı bir yılın
ardından Takagi, çalışmalarına Almanya'da devam etmesi için
Japon hükümetince Berlin'e gönderildi. Ne yazık ki Weierstrass ,
Kronecker ve Kummer artık hayatta değillerdi. Bu büyük mate­
matikçilerin ardıllarından Hermann Schwarz'ın Takagi üzerinde
etkisi olsa da Takagi'nin esas olarak etkilendiği kişi, o zamanlar
en iyi dönemlerini yaşayan Frobenius'tu. Daha sonra Takagi şöyle
diyecekti:

O zamanlar Fuchs ve Schwarz öylesine yaşlıydılar ki bugünün Japon­


ya'sında yaşıyor olsalardı yaş haddinden emekliye ayrılmaları gerekirdi. Pro­
fesörlerin en genci Frobenius, Galois kuramı ve sayılar kuramı üzerine dersler
veriyordu. Derste sıradan şeyler anlatmasına karşın dersi hiç not kullanma­
dan anlattığından tavırları hayli canlıyd ı . Daha önce hiç böylesine canlı ge­
çen bir derse katılmamıştım. Yine de işin gerçeği, Frobenius'a karşı korkuyla
karışık bir saygı duyardım. Durum kısaca şöyleydi: Almanya'ya yapacağım
seyahate çıkmadan kısa bir süre önce Teikoku Daigaku'daki fen fakültesin­
den birkaç genç profesör Almanya'dan yeni dönmüşlerdi. Çeşitli konularda
Almanya'ya ilişkin düşüncelerini dinledim. İçlerinden biri bana "Frobenius'un
yanına gidersen çok dikkatli olmalısın," demişti. Ona göre Frobenius rektör
olduğu zaman yaptığı konuşmada Alman biliminin ilerleyişini göklere çıkar­
mıştı : "Almanya'da bilim alanında çalışmak için bu ülkeye pek çok yabancı
geliyor, Amerikalılar ve diğerleri ve hatta son zamanlarda Japonlar. Gelecek­
te hiç şüphe yok ki maymunlar bile gelecek... " Frobenius Japonları öylesine
küçümsüyordu ki her halükarda onun yanına giderken bir şey beklemeden
gitmem konusunda uyarıldım. Halbuki onunla şahsen görüştüğümde hiç de
öyle korkunç biri olmadığını şaşırarak gördüm.

Takagi Berlin'den sonra Hilbert ve Klein'ın en iyi dönemlerini


yaşadıkları Göttingen'e gitti. Takagi artık Japonya'da öğrendiği
matematiğin çağdaş Alman araştırmacılarca üretilen matematik­
ten çok çok uzak olduğunun farkına varmıştı. Takagi anılarında
şöyle yazmıştı:
408 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Göttingen ve Berlin'deki matematik bölümleri arasındaki çarpıcı tezat


beni şaşkına uğratmıştı. Göttingen'de her hafta sanki burası matematik dün­
yasının merkeziymişçesine dünyanın dört bir yanından gelen parlak genç­
lerin katıldığı toplantılar düzenlenirdi. Yirmi beş yaşındaydı m ve matematik
bilgimin o günün bilgi düzeyinden elli yıl geride olduğunu büyük bir acı içinde
görüyordum. Bu elli yıllık farkı kapatmak hiç kolay değildi. Ama Göttingen or­
tamında geçirdiğim üç dönem içinde bu farkı neredeyse kapadığımı hissedi­
yordum. Böylece bana, bilimsel gerçekliğin peşinden gidebilmek için ortamın
ne kadar önemli olduğunu öğretmiş oldular...
Klein'ın dersleri o zamanlar çok popülerdi. Alman ü niversitelerindeki dü­
zenlemelere göre herhangi bir öğrenci dersin ücretini ödemek kaydıyla is­
tediği derse katılabilirdi. Derse düzenli olarak devam edip etmemeye karar
verebilmesi için herhangi bir ücret ödemeden altı hafta boyunca derslere
katılabilirdi. Doğruyu söylemem gerekirse ben Klein'ın derslerine hiç para
ödemedim. Derslere altı hafta kadar giriyor sonra vazgeçiyordum. Benim
için fazlasıyla yeterliydi. Altı hafta boyunca girdiğim dersler elli yıllık farkı ka­
patmamda bana çok yardımcı oldu. Sanırım derslere sonuna kadar devam
etmem amacıma daha az hizmet edecekti. Her halükarda derslerin başında
verilen genel özetler hayli ilgi çekiciydi. Klein sık sık "üç büyük A" ifadesini kul­
lanırdı. Bunlar "Aritmetik, Cebir ve Analiz"di.' Onun örtülü niyetini ben şöyle
anlıyordum : "Genellikle insanlar matematiği farklı alanlara bölerek çalışırken
ben tüm bu alanları geometrimle birleştiriyorum." Altı haftalık dersler böylesi
bir birleştirici ruhla yapıldığından bu dersleri büyük bir ilgiyle takip ettim.

Takagi'nin üzerinde çalıştığı kitaplardan biri Hilbert'in yakın


bir zamanda yayımlanmış Zahlbericht'iydi. Böylece Takagi araştır­
ma konusu olarak kendine Kronecker'in ]ugendtraum savını seçti.
Daha sonra Takagi'nin anılarında bu karar şöyle yer edecekti:

Çalışma konusuna ilişkin fikrini almak için yanına gittiğimde Hilbert bana
şüphe duyan gözlerle tepeden bakıyormuş gibi geldi. Bana "Cebirsel sayı­
lar kuramı üzerine çalışma niyetinde olduğunu söylüyorsun. Bu gerçekten
doğru mu?" diye sordu. O zamanlar bu kuramın üzerine neredeyse yalnızca
Göttingen'de çalışılıyordu. Yani bir Doğulu'nun bunu yapmak istemesini hiç

Almancada her üç sözcük de " a " harfiyle başlar: Arithmetik, Algebra ve Analysis.
(ç.n.)
TEİCİ TAKAGİ 409

beklemediği çok açıktı. "Niyetim o yönde," diye yanıt verdim. Hiç duraksa­
madan "O zaman cebirsel bir fonksiyon hangi nesneyle belirlenir?" diye sor­
du. Ben hemen yanıt veremedim. Yanıt profesörden geldi: "Fonksiyona ait
Riemann yüzeyiyle belirlenir." Yanıt gerçekten doğru olduğundan "Ah, evet
doğru!" diye karşılık verdim. Belki de matematiksel yeteneğimin pek güvenilir
olmadığını düşünmüştü. Sonra eve gitmek üzere olduğundan yolda ona eş­
lik etmemi söyledi. Ona Kronecker'in Jugendtraum'unu, temel cismin Gauss
cismi olduğu özel haliyle çalışma niyetinde olduğumu söyledim. Yani kelebek
eğrisi fonksiyonun kompleks çarpımıyla uğraşıyordum. "Ah, bu güzel !" diye­
rek sokağın Wilhelm-Weber Strasse'yle kesişen köşesinde durdu. Yere iki
şekil çizmişti. Biri kare biri çember olan bu şekiller Schwarz'ın çalışmasında
kelebek eğrisi fonksiyonlara ilişkin olarak rastlayabileceğimiz şekillerdi. Bana
dönerek "Schwarz'la çalışmış olduğundan bunları mutlaka biliyorsundur,"
dedi. O yeri şimdi bile hatırlıyorum.

Takagi araştırmalarını başarılı bir biçimde "Rasyonel Komp­


leks Sayılar Cismi Üzerindeki Abel Cisimleri Üzerine" başlıklı te­
zinde sonuca ulaştırdı. Tezini Japonya' da bilim doktorluğu derece­
si için sunarak 1903'te kabul aldı. Takagi 1901 'de Göttingen'den
ayrılmasından bir yıl önce Teikoku Daigaku'da doçentliğe geti­
rilmişti bile. Yurtdışından yeni dönmüş birine özgü bir biçimde
Takagi modaya uygun, çok kaliteli kıyafetler giyiyor, burnunun
hemen üstünde duran gözlükler takıyor ve Alman İmparatoru
II. Wilhelm gibi bıyık bırakıyordu. Komşuları kendi aralarında
onun için "şuradaki evde oturan züppe beyefendi" diyordu.
Oturduğu evin sahibi Tokyo Ticaret Yüksekokulu'nda profe­
sörlük yapan Tetsuya Mizuşima'ydı. Mizuşima'nın karısı Mitsu
neşeli, arkadaş canlısı bir kadın olan kardeşi Toşi'nin sessiz sakin
Takagi için çok uygun bir eş olacağını düşünüyordu. Ailesinin de
iznini alan Takagi, Toşi'yle Nisan 1902'de evlendi. Takagi'lerin üç
erkek, beş kız toplam sekiz çocukları oldu. Çiftin bir oğlu Teikoku
Daigaku' da fizik profesörlüğüne dek yükselecekti.
Takagi 1903'te profesörlüğe yükseltildi. Çok sayıda öğrenci­
ye başarılı bir öğretmenlik yaptığı 1 903 ile 1914 arası dönemde
hiç yayın yapmadı. Takagi bu durumu " Genellikle birilerinden
esinlenmeden hiçbir şey yapamayan biriyim," diye açıklıyordu.
410 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

"Bugünkü koşullardan farklı olarak Japonya' da benimle aynı uz­


manlık alanında çalışan kimse yoktu. Bu nedenle de başkalarından
hiç esinlenemiyordum." Oysa Takagi'nin daha sonra sınıf cisim
kuramı olarak adlandırılacak kuramı yaratması Avrupa ile Ja­
ponya arasındaki bilimsel iletişimin sekteye uğradığı Birinci Dün­
ya Savaşı yıllarında gerçekleşmişti. Takagi böylece Kronecker'in
Jugendtraum'unun doğru olduğunu göstermişti. Takagi daha sonra
şöyle diyecekti: "O zamanlar hiç beklenmedik bir sonuç olduğun­
dan elde ettiğim sonucun kesinlikle yanlış olduğunu düşündüm.
Bu yüzden nerede hata yapmış olabileceğime bakmaya başladım.
O dönem belki de biraz nevrotiktim. Sürekli çalışmamla ilgili rü­
yalar görüyordum. Bir keresinde bir problemi çözdüğümü gördüm
ve kalkınca hemen masamda bunun üzerine çalışmaya başladım.
Heyhat, yaptığım şeyde hata olduğunu gördüm. Boşu boşuna kar­
şı örnekler bulmaya çalıştım. Uzun süre sonuçlarımdaki hataları
aradım. Kuramı inşa ettikten sonra bile elde ettiğim sonuçlara zar
zor güveniyordum."
Takagi elde ettiği sonuçları 1920'de "Göreceli Abel Sayı Cisim­
leri Kuramı Üzerine" adlı önemli raporunda yayımladı. Savaştan
sonra ilk kez Strasbourg' da düzenlenen uluslararası kongreye ka­
tılan Takagi "Cebirsel Sayılar Kuramındaki Bazı Genel Teoremler
Üzerine" başlıklı bir raporu Fransızca olarak sundu. Takagi ra­
porda kendi kuramının tüm asli sonuçlarına yer vermesinin yanı
sıra kuramı Galois problemine genişletme olasılıklarını da tartıştı.
Bugün hala bu başarılabilmiş değildir.
O zamanlar cebirsel sayı kuramı Almanya'nın dışında pek çalı­
şılmadığından ve Almanlar Fransızların bastırmasıyla Strasbourg
Kongresi'nden ihraç edildiklerinden Takagi'nin başarıları hak etti­
ği karşılığı alamadı. Yine de çalışması genç Emil Artin'in dikkatini
çekmişti. Artin kuramı bir adım daha ileri götürecekti. Takagi'nin
1922'de "Keyfi Cebirsel Sayı Alanları İçin Karşılıklılık Yasası Üze­
rine" başlıklı makalesini yayımlamasının ardından Artin bu dü­
şünceyi genel karşılıklılık yasasına evrilterek Takagi'nin sınıf cisim
kuramını daha da kesinleştirmişti. Artin'in sonuçları Hamburg
Abhandlungen'de çıkar çıkmaz Takagi bu çalışmaya duyduğu hay-
TEİCİ TAKAGİ 41 1

ranlığı dile getirdi. Bu arada Deutsche Mathematiker Vereinigung


de 1 925'teki yıllık toplantısı için Helmut Hasse' den sınıf cisim ku­
ramı üzerine bir rapor hazırlamasını istemişti. Rapor ana hatla­
rıyla ertesi yıl yayımlandıktan sonra ispatların da yer aldığı daha
ayrıntılı hali bir sonraki yıl çıktı. Hasse'nin Klassenkörperbericht'i
Takagi-Artin sınıf cisim kuramının uluslararası matematik camia­
sında yayılmasında çok büyük katkı sağlamıştı.
Takagi artık ünlü biri olmuştu. 1 925'te İmparatorluk Akade­
misi'nin üyesi yapıldı, 1 929'da Universitetet i Oslo'dan onursal
derece aldı. 1 932'de Zürich'te gerçekleştirilen uluslararası kong­
reye katıldığında Takagi başkan yardımcılığı görevini Hilbert ve
Hadamard gibi matematikçilerle birlikte üstlendi. Takagi bunu,
sınıf cisim kuramının geliştirilmesinde yardımcı olan herkes için
bir yemek vererek kutladı.
1939'da Avrupa'da başlayan İkinci Dünya Savaşı'na Japonya
1 941 'de dahil oldu. O yıl Japonya hükümeti kendisine uluslara­
rası arenada gösterilen saygı ve itibarı göz önüne alarak Takagi'yi
saygın Kültür Madalyası'yla onurlandırdı. Madalyanın kendisine
verilmesinin ardından yaptığı yukarıda bazı alıntılar okuduğunuz
konuşmasında yer yer anılarından söz etti. Takagi 1 936'da zorun­
lu emeklilik yaşı altmışa gelmiş olduğundan onursal profesör un­
vanıyla üniversiteden ayrıldı.
1 943'te savaşın sonlarına doğru yaklaşılırken Takagi'nin
1 902'den beri ailesiyle birlikte oturduğu üniversite mahallesinde­
ki ev, Amerikalıların düzenlediği bir hava saldırısında yanıp kül
oldu. Bu durum karşısında Gifu İli'ndeki köyüne gitmek zorunda
kalan Takagi iki yıl sonra yeniden Tokyo'ya dönerek en büyük
oğlu ve ailesiyle birlikte yaşamaya başladı. 1 952'de karısı Toşi ak­
ciğer kanserinden yaşama veda ederken Takagi de geçirdiği felç
sonrasında 28 Şubat 1 960'ta seksen dört yaşında yaşamını yitirdi.
Cenazesine binlerce kişi katıldı. Takagi'nin toplu eserleri 1 974'te
yayımlandı.
Takagi daha önceki yıllarda cebir, analiz, sayılar kuramı ve on
dokuzuncu yüzyıl matematik tarihi üzerine ders kitapları yazmıştı.
Kaynağını Takagi'nin Teikoku Daigaku'daki uzun öğretim kariye-
412 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

rinden alan bu kitaplar kuşaklar boyunca Japon matematikçilerin


eğitiminde çok etkili oldu. Ayrıca yazdığı bir dizi popüler eser de
büyük bir kitleye ulaşarak Japonya'da özellikle gençler arasında
matematiğe olan ilginin artmasını sağlamıştır. Matematik çalışma­
larının Japonya'daki geleceğine ilişkin görüşleri etkisini her zaman
göstermiştir.
Vl l l

H A R DY' D E N L E FS C H ETZ ' E


G. H. Hardy (1877-1947)

eniden İngiltere'ye dönüyoruz. Her yönüyle G. H. Hardy yir­


Y minci yüzyılın ilk yarısında İngiltere'nin en önde gelen soyut
matematikçisiydi. İlkeli biri olan Hardy etik konulara ilişkin dü­
şüncelerini açık bir biçimde dile getirmişti. Matematik yazılarını
hiç kimsenin yakınına dahi ulaşamadığı bir üslupla yazardı. Ayrıca
İngilizceyi çok iyi kullanırdı. Hardy sevimli görünen tuhaflıkları­
nın ardına gizlediği çok hassas bir kişiliğe sahipti.
Godfrey Harold Hardy 7 Şubat 1 877'de Surrey bölgesinde yer
alan Guildford kasabası yakınlarındaki Cranleigh köyünde dün­
yaya geldi. Godfrey ve kız kardeşi Gertrude, Isaac ve Sophia Hall
Hardy'nin çocuklarıydılar. Hardy'nin ne annesi ne de babası üni-
41 6 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

versiteye gitmiş olsa da her ikisi de bazı entelektüel ve kültürel


tatların peşinden koşan insanlardı. Cranleigh School'da coğrafya
ve resim öğretmenliği yapan Hardy'nin babası aynı zamanda mü­
zik dersleri veriyor, okul gazetesini hazırlıyor ve futbol oynuyordu.
Kibar, hoşgörülü ve bir dereceye kadar da vurdumduymaz biri ola­
rak tanınırdı. Piyano dersleri veren, okuldaki yaşı küçük öğrenciler
için işletilen pansiyona yardımcı olan annesiyse tam tersine çocuk­
larının sağlığı ve eğitimiyle takıntılı derecede ilgilenen biriydi.
Hardy küçük yaşlardan itibaren matematiğe karşı özel bir ye­
tenek ve ilgi göstermişti. Kiliseye götürüldüğünde zamanını ilahi­
lerin sayılarını çarpanlarına ayırmakla geçirirdi. Okuldaki mate­
matik derslerine katılmak yerine özel öğretmenden aldığı dersler
sayesinde on üç yaşına geldiğinde Cranleigh'de elde ettiği en üst
düzeye ulaşarak sınıfındaki ikinci en başarılı öğrenci oldu. En iyi
yatılı okullardan biri olan Winchester'dan burs kazandı. Hardy,
1 896'da Cambridge'deki Trinity College'a gitmeden önce bu okul­
da altı mutsuz yıl geçirecekti. Winchester okul takımında kriket
oynayamaması içinde hep bir ukde olarak kaldı.
Hardy, Cambridge'i özellikle de Trinity'yi sahip olduğu ma­
tematik geleneği için seçmişti ama araştırma alanında bir meslek
yaşantısına sahip olmayı hedefleyen birisi için Trinity, Paris ya da
Berlin'le kıyaslandığında zayıf kalıyordu. Özellikle sınav sisteminin
ciddi bir reformdan geçmesi gerekiyordu. Öğrenciler Senate House
sınavına özel öğretmenlerce hazırlanıyordu. Bu sınavda öğrencile­
re dört gün boyunca sekiz sayfa dolusu problem yöneltiliyordu.
Sınav öğrencinin yetenek ve anlayışını ölçmekten ziyade dayanık­
lılığı ve formül ve denklemleri ezberleme yeteneğini sınadığından
Hardy bu sınavdan ölesiye nefret ediyordu. Tripos'u tamamen bir
zaman kaybı olarak gören Hardy matematikten tarih bölümüne
geçmeye çalıştı. Ancak A Mathematician's Apology (Bir Matema­
tikçinin Savunması) adlı yaşam öyküsünde şöyle diyecekti:

Gözlerimi ilk açan, bana birkaç terim öğreten ve analizin ne olduğuna


ilişkin ilk ciddi düşünceleri aşılayan Profesör Love olmuştu. Ama ona duydu­
ğum minnettarlığın asıl nedeni -her şeyden önce ilk başta uygulamalı mate-
G. H. HARDY 41 7

matikçiydi- Jordan'ın Cours d'Analyse (Analiz Dersleri) adlı eserini okumam


doğrultusunda verdiği tavsiyeydi. Bu olağanüstü çalışmayı nasıl büyük bir
şaşkınlık içinde okuduğumu unutamam. Benim kuşağımdan pek çok mate­
matikçinin ufkunu açmış olan bu kitabı okurken ilk kez matematiğin gerçekten
ne anlama geldiğini anladım. O andan itibaren de matematiğe yönelik anlamlı
isteklere ve içtenlikli bir tutkuya sahip gerçek bir matematikçi olma yolunda
ilerledim.

Jordan'ın kitabıyla matematikten kopamayan Hardy, Tripos'a


karşı hissettiği büyük hoşnutsuzluğa karşın gerçek matematiği
bir kenara bırakarak iki yıl boyunca Tripos'a hazırlandı. Hardy
1 898'de yapılan Tripos'un ilk kısmında dördüncü oldu. İki yıl
sonra sınavın ikinci kısmına girdiğindeyse birinci sınıfa yerleştiril­
di. 1901 'de mezun olmasının ardından Trinity'den akademik bir
ödül, ertesi yıl da herkesin almak için can attığı Smith Ödülü'nü
kazandı. Tüm bu olanlar İngiliz matematikçilerin doktora derece­
si almanın iyi bir şey olabileceğini düşündükleri zamandan önce
gerçekleşmişti.
Hardy artık hoca olduğundan zamanının tamamını rahatça so­
yut matematik çalışmalarına ayırabilirdi ve nitekim o da büyük
bir şevk ve gayretle öyle yaptı. Sonraki on yıl içinde analizci ola­
rak tanınmasını sağlayan çok sayıda makale üretirken A Course of
Pure Mathematics (Soyut Matematik Dersi) adlı klasikleşmiş ders
kitabını yazdı. İlk kez 1908'de yayımlanan bu kitap reel değişkenli
analizin temel kavramları üzerine İngilizce yazılmış eksiksiz bir ra­
pordu. O zamana dek İngiltere'deki kitaplarda tek tük formüllere,
örneklere ve uygulamalara rastlanırdı. Öğretmenler için de aynı
durum söz konusuydu. Yüzyıllardır kıta Avrupa'sında gerçekleşen
ilerlemeler İngiltere'yi çok az etkileyebilmişti. Hardy'nin kitabı
Cours d'analyse adlı eserden tarz ve içerik olarak bir miktar fark­
lıydı. Örneğin Hardy'nin kitabında çok daha fazla zorlayıcı alıştır­
malar yer alıyordu. On baskısı yapılan kitap, İkinci Dünya Sava­
şı'nın sonrasındaki döneme dek İngiliz üniversitelerinde ve hatta
okullarında temel eser olarak kullanılmıştı. Aynı zamanda Hardy
ve onun düşüncelerini paylaşan kimileri Tripos'ta değişikliklere gi-
41 8 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

dilmesi için çalışmaya koyularak sistemin en kötü özelliklerinden


bazılarını saf dışı bırakmayı başardılar. Hardy hocalık görevi sona
erdiğinde haftada altı ders verme koşuluyla kolej okutmanlığına
getirildi.
Yine 1 908'de Hardy Amerikan dergisi Science'a gönderdiği bir
mektupla uygulamalı matematiğe yaptığı yegane katkıyı gerçekleş­
tirmiş oldu. O zamanlar Mendeki genetik bilgisi sık sık tartışmaların
ana konusunu oluşturuyordu. Kısa bir süre önce Mendel'in kalıtıma
ilişkin kuramlarını tartışmaya açan bir makale Proceedings of the
Royal Society of Medicine'de yayımlanmıştı. Hardy mektubunda
basit cebirsel ilkeleri kullanarak makalede bir hata olduğunu gös­
termiş, kalıtımın nasıl işlediğini öngören bir denklem oluşturmuştu.
Aynı yıl, Alman doktor Wilhelm Weinberg de benzer bir öngörü
yöntemi ortaya atmıştı. Sonuçta ortaya çıkan ilkeye her iki bilimci­
nin şerefine Hardy-Weinberg yasası adı verilmişti. Hardy-Weinberg
yasası bugün, kan grupları ve seyrek görülen hastalıkların genetik
aktarımı üzerine yapılan çalışmalarda popülasyon genetiğinin temel
ilkesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hardy 1910'da Royal Society of Landon üyeliğine seçildi. Pek
çok kişinin üretken bir dönem olarak değerlendirdiği 1 900 ile 191 O
arasındaki yıllarda Hardy gerçekten değerli yayınlar yapmadığını
düşünüyordu. Hardy bu düşüncesini Apology kitabında da aktarı­
yordu: "Sonraki on yılda sayıca çok şey yazmış olsam da bunların
içinde önemli olabilecek pek fazla çalışma yoktu. Gerçekten beni
tatmin eden dört ya da beş makale hatırlayabiliyorum." Hardy en
iyi çalışmalarını Littlewood ve Ramanucan'la yaptığı işbirliği sa­
yesinde daha sonra ürettiğini düşünüyordu. Ramanucan'ın yaşam
öyküsüne bir sonraki bölümde döneceğiz.
Hardy, kendisinden sekiz yaş küçük Littlewood'la ortak çalış­
masına 1 9 1 1 'de başladı. Yüzü aşkın makalenin yayımlandığı otuz
beş yılı aşkın bir süre devam eden bu ortaklık Apology'nin önsö­
zünü kaleme alan C. P. Snow tarafından şöyle anlatılmaktadır:
"Matematik tarihinin en ünlü işbirliğidir. Herhangi bir bilim da­
lında ya da herhangi başka bir yaratıcı etkinlik alanında böylesine
rastlanmamıştır. " İki matematikçi genellikle ve hatta aynı kolejde
G. H. HARDY 41 9

bulundukları dönemlerde bile mektuplaşarak çalışmışlardı. 1 920


ile 19 31 arasında birlikte üretimlerinin zirvesinde oldukları yıllarda
aynı üniversitede bile değillerdi. Toplantı ve konferanslarda ortak
çalışmalarını sunan her zaman Hardy oluyordu. Hatta Littlewood
böylesi buluşmalara o kadar seyrek katılırdı ki diğer matematikçiler
kendi aralarında Littlewood diye birinin var olmadığı ve Hardy'nin
uydurduğu biri olduğu şeklinde şakalar yaparlardı.
Hardy'nin, Birinci Dünya Savaşı'ndan kaynaklanan bazı ih­
tilafların başını çektiği kimi sorunlardan dolayı Cambridge'deki
yaşantıdan duyduğu hoşnutsuzluk artıyordu. Littlewood askere
çağrıldığından üniversitede değildi. Hardy Cambridge'de geçirdiği
ilk yıllarda Apostles adıyla bilinen seçkin deneme kulübü gibi çe­
şitli sosyal gruplara katılırdı. Kulüpte haftada bir kez toplanılarak
felsefi konular üzerine tartışılırdı. Yıllar boyunca grup üyelerinden
parlak zekalı pek çok kişi çıkmıştı. Hardy en yakın dostlarından
bazılarıyla bu kulüpte tanışmıştı. Bu kişilerden biri de ünlü felsefe­
ci, matematikçi ve barışsever Bertrand Russell'dı. Hardy, Russell'ın
savaş karşıtlığı nedeniyle üniversiteyle ilişiğinin kesilmesinin insaf­
sızlık olduğunu düşünüyordu. Hardy yıllar sonra bu olaya ilişkin
bir kitap yazacaktı.
Sylvester'ın ölümünden sonra Oxford'da Savile kürsüsü geo­
metri profesörlüğüne yardımcısı William Esson getirildi. Kürsünün
1 9 19'da yeniden boşalması üzerine Hardy bunu Cambridge'den
ayrılmak için bir fırsat olarak değerlendirdi. Cambridge'de giderek
daha fazla idari işlere dalıyor, bu da araştırma çalışmalarını ak­
satıyordu. Hardy Oxford'da meslek yaşantısının zirvesine ulaştı.
Hızla büyüyen bir araştırma okulu kurmuştu. Cambridge' de kalan
Littlewood'la gerçekleştirdikleri işbirliğinin en güzel yıllarını ya­
şıyordu. Hardy şöyle yazmıştı: "Oxford'da matematik, gelenek­
sel çalışma alanlarından biri olsa da muhtemelen diğer herhangi
önemli bir üniversiteye kıyasla çok daha az dikkat çekiyor. Ma­
tematik ve fizik yalnızca edebiyat bölümleri değil diğer tüm bi­
lim dallarınca da gölgeleniyordu." Hardy'nin alışılmışın dışındaki
bu düşünceleri New College'da takdir edilince otomatik olarak
kolejin kadrosuna geçti. Hardy, sosyal toplantılarda çok değişik
420 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

konular üzerine eğlenceli konuşmalar yapabilen biriydi. İnsanlar­


la sohbet etmek onun için eğlenceli bir oyundu ama çoğu zaman
gerçek düşüncelerini anlamak pek kolay olmazdı. Aşırı hassas ve
utangaç yapıya sahip Hardy derinlerdeki ciddiyetini hafif kaçık bir
üniversite hocası kimliğine bürünerek gizlerdi. Kesinlikle saat tak­
maz ve telefon kullanmazdı. Yazışmalarını çoğunlukla telgraf ve
kartpostallarla yürütürdü.
Kişiliğinin daha ciddi yanını Birinci Dünya Savaşı sonrası Al­
man matematikçilerle yeniden bir araya gelme çabaları sırasında
ve daha sonra da Nazi işgali altındaki Avrupa'dan kaçan mülteci
akademisyenlere yardım ederken göstermişti. İngiltere'de bu kişi­
lere yardım etmek amacıyla 1 933'te kurulan Academic Assistance
Council'in yanı sıra esas yardım Hardy'nin de bizzat yaptığı gibi
şahıslardan geliyordu. Konsey, hangi ülkeden gelirse gelsin yerin­
den edilmiş üniversite hocalarının geçimlerini sağlayabilmeleri için
bir fon oluşturmuş, bu kişilere en çok yararı dokunabilecek ku­
rumlarla ilişkiye geçebilmeleri için de bir tür bilgi merkezi gibi ça­
lışmaya başlamıştı. Kamuoyuna hakim olan genel görüş gibi hükü­
met de konseyin "Kuramsal bilimler, uygulamalı bilimler... müzik
ve sanatta kendine bir yer edinmiş ve Almanya' dan sınır dışı edilen
önemli Yahudileri (İngiltere adına) kazanmaya çalışan bir kurum"
olduğu düşüncesiyle konseye hoşgörüyle yaklaşıyordu. Matema­
tikçilere ilişkin bir konu olduğunda genellikle düşüncelerine ku­
lak verilen Hardy bu durumun İngiltere'de, özellikle de Oxford
ve Cambridge'de matematiğin güçlendirilebilmesi için iyi bir fırsat
olduğunu düşünüyordu. İlk yılın ardından yerlerinden olmuş dört,
daha sonraki yıllarda da yedi matematikçi İngiltere'ye yerleştiri­
lecekti. Hardy bu zahmetli iş için çok zaman ve emek harcamıştı.
Hardy insanlarla birlikte çalışma konusunda çok başarılıydı.
Littlewood ve Ramanucan'ın yanı sıra o dönemin pek çok önemli
matematikçisiyle de işbirliğine gitti. 1 928-29 dönemini Princeton
ve California Institute of Technology' de konuk profesör olarak ge­
çirirken Veblen de onun yerine Oxford'a gelmişti. Hardy 1931 'de
Cambridge'e Sadleir kürsüsünde soyut matematik profesörü ola­
rak döndü. Aynı zamanda Trinity'de yeniden ders vermesi için
G. H. HARDY 421

davet aldı. Bu kararı almasındaki nedenlerden biri de gün gelip


zorunlu emeklilik yaşına ulaştığında kolejde yaşamaya devam ede­
bilecek olmasıydı. Oxford' da ise bu, normalde hoş görülmeyen
bir durumdu. Yine de New College'ın onursal hocası olduğundan
Oxford'la ilişkilerini koparmadı. Hardy, hafta sonlarını ve tatilleri
genellikle Oxford' da geçiriyordu.
Hardy'nin yaşantısında London Mathematical Society'nin
büyük bir yeri vardı. 1 905 ile 1 90 8 arasında ve 1 9 1 4'ten itiba­
ren de 1 945'teki emekliliğine değin neredeyse kesintisiz olarak
dernek kurulunda görev almıştı. Hardy 1 9 1 7 ile 1 945 arasında
derneğin yazmanlarından biri, iki kez başkanı olmuş, hiçbir top­
lantıyı kaçırmamıştı. Dernek için yaptığı işlerden birini örnek ver­
mek gerekirse, 1924'te derneğin uzun süredir yayınını sürdürdüğü
Proceedings dergisine ek olarak yeni bir dergi çıkarılması ihtiyacı
gündeme geldiğinde Hardy, Rockefeller International Education
Board'un kapısını çalarak maddi destek talebinde bulunmuştu.
"Matematiğin şu an karşı karşıya olduğu güçlüklerin en büyüğü
yayın problemidir. Problem her yerde çok büyük ama özellikle İn­
giltere ve Amerika' da önemli matematik dergileri yalnızca dernek­
lerce yayımlandığından problem bu ülkelerde özel bir durum arz
etmektedir. " Beklenen yardım gelmiş, iki yıl sonra Journal yayın
hayatına başlamıştı.
Hardy hayattayken kitaplarının telif haklarını derneğe vermişti.
Ölümünün ardından kız kardeşi Gertrude'a yaşam boyu geçimini
·sağlayacağı bir gelir ayırması dışında malvarlığının geri kalanını
yine derneğe bıraktı. Gertrude'un yaşama veda etmesi üzerine bu
mirasın bir kısmı Hardy Visiting Lectureship'i finanse etmek için
kullanıldı. Fon, İngiliz üniversitelerinde bir program çerçevesinde
konuşmalar yapacak kişilerin kullanımına yönelikti. Mirasın diğer
bir kısmı ise New College'da genç araştırmacıları desteklemek üze­
re verilen Hardy Junior Research Fellowship için ayrılmıştı. Hardy
çok seyahat eden biri olmasa da çok sayıda dost edindiği Ameri­
ka'ya birkaç kez gitmişti. Bu ziyaretlerin birinde The Rockefeller
Foundation yetkililerinin ilgisini daha önce Göttingen'de ve Pa­
ris'te olduğu gibi Oxford'da da bir matematik enstitüsü kurulması
422 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

düşüncesine çekmeye çalışsa da bunda başarılı olamadı. Ne yazık


ki, Hardy ne politik beceriye ne de Courant ya da Borel'in kararlı­
lığına sahipti. Bu nedenle uzun yıllar sonrasına dek önemli bir şey
elde edilemedi.
Matematiğe gelince Hardy analizle, özellikle de analitik sayı­
lar kuramıyla ilgileniyordu. İki dünya savaşı arasında İngiltere'de
çalışan analizcilerin çoğu Hardy'nin eski doktora öğrencileriydi.
Hardy-Littlewood ekolü öylesine baskındı ki modern soyut cebir
gibi kıta Avrupa'sında yaşanan gelişmeler İngiltere' de tamamen göz
ardı ediliyordu. Matematik dışında Hardy'nin en büyük tutkusu
seyretmeyi ve üzerine konuşmayı çok sevdiği kriketti. Hardy'nin
ara sıra kriket oynadığı da olurdu. Örneğin, New College hocala­
rının her yıl kilise korosundakilere karşı yaptıkları maça takımının
başında kaptan olarak çıkardı. Bazıları kendi başına bazılarıysa
başkalarıyla yaptığı ortak çalışmanın sonucu matematiğe ilişkin
aralarında klasikleşmiş olanların da bulunduğu çok sayıda eser ka­
leme almıştı. Hardy, en ünlülerinden biri Apology olan matematik
dışı kitaplar da yazmıştı.
Hardy'yi çok yakından tanıyan George P6lya şöyle demişti:
"Hardy'nin kendine özgü bir karizması vardı. Karizmasının tam
olarak ne olduğunu söyleyemesem de kadın ya da erkek, matema­
tikçi ya da değil, entelektüel ya da sıradan insan olsun herkesin on­
dan etkilendiğini söyleyebilirim. " Aslında Hardy'nin çocuksu bir
yanı vardı. Belki de karizmasının nedeni bu çocuksuluğuydu ama
kimilerine göreyse Hardy bu durumu aşırıya kaçırırdı. Örneğin,
Tanrı'nın onun kişisel düşmanı olduğunu düşünürdü. Bir deniz
yolculuğuna çıkarken arkadaşlarından birine hitaben "Riemann
varsayımını ispatladım," yazılı bir kart bırakırdı. Eğer yolculuktan
dönmezse bu not bulunacak ve Hardy de tarihe (yöntem bilinmese
de) varsayımı ispatlayan adam olarak geçecekti. Tanrı onun ölü­
münden sonra böyle bir üne kavuşmasını istemeyeceğinden Hardy
de sağ salim evine dönebilecekti. Eve dönüşünde de not hiç kimse
görmeden yok edilecekti.
Hardy hiç evlenmemişti. Genç erkeklere duygusal olarak bağlan­
ma eğilimindeydi. Tanrı vergisi matematik yeteneğine sahip sadık
G. H. HARDY 423

kız kardeşine çok şey borçluydu. Hardy 1 939'da koronerlerde pıhtı


oluşması nedeniyle kriket ve gerçek tenis (ya da kralların oyunu*)
gibi yapmaktan çok keyif aldığı sporları bırakmak zorunda kaldı.
Hardy, kız kardeşi ona kriketin Cambridge'deki tarihçesi üzerine
yazılmış bir kitaptan bölümler okurken 1 Aralık 1 947'de yetmiş
yaşında yaşamını yitirdi. Hardy, Landon Mathematical Society'nin
De Morgan Madalyası, Londra'daki Royal Society of London'ın
önce Kraliyet, sonra da Copley Madalyası dahil çok sayıda ödülün
sahibi olmuştu. Öldüğü gün kendisine Royal Society of London'ın
Copley Madalyası verilecekti. Littlewood, Hardy'den tam otuz yıl
sonra yaşama veda edecekti.
Hardy kendi ülkesinde hayli takdir edilen biri olsa da belki de
esas takdiri ülke dışında özellikle Almanya'da toplamıştı. Hilbert
onun İngiltere' deki en iyi matematikçi olduğunu düşünüyordu. Bu
tespit Hardy'nin Littlewood'la işbirliği yaptığı dönemler için özel­
likle doğruydu. Hardy ise bilinen mütevazılığıyla Littlewood'un
tanıdığı en iyi matematikçi olduğunu söylüyordu. Hardy'ye göre
anlayış, yöntem ve gücü Littlewood gibi bir araya getirebilen baş­
ka biri yoktu. Hardy'nin hala kapsamlı bir biyografisinin bulun­
muyor olması şaşırtıcı gelebilir. Onun kattığı çeşninin biraz olsun
tadına bakmak isteyenler 1 940'ta yazmış olduğu Apology adlı
eserini okuyabilir. Hala basılan bu mücevher değerindeki kitap
pek çok dile de çevrilmiştir. Yakın zamanlı baskılarda Hardy'nin
ölümünden sonra Snow tarafından kaleme alınmış önsöz yer al­
maktadır. Snow'un hatıraları eğlenceli olsa da kimi yönleriyle
gerçeği aktarma konusunda sorunlu olabilir. Apology şöyle sona
ermektedir:

Ben "yararlı" hiçbir şey yapmadım. Hiçbir buluşum doğrudan ya da do­


laylı, iyi ya da kötü dünyanın hoşluğuna en ufak bir şey katmadı , katacağı da
yok. Başka matematikçiler yetiştirmeye yardı mcı oldum ama bana benzeyen
matematikçiler. Onların çalışmaları da, benim yardım ettiğim kadarıyla, en
az benimkiler kadar yararsız. Tüm pratik değerlendirmeler göz önüne alın­
dığında matematik yaşamım koca bir sıfır ... O halde benim ya da benim gibi

,,. Modern tenisin atası sayılabilecek salon oyunu. (ç.n.)


424 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

matematik yapmış olan herhangi birinin yaşamındaki durum şudur: Bilgi bi­
rikimine bir şeyler kattım ve başkalarının da katmasına yardımcı oldum. Bu
bir şeyler büyük matematikçilerin ya da büyük olsun küçük olsun arkalarında
adlarının yaşayacağı bir şeyler bırakmış bir sanatçının yarattıklarından nitelik
değil yalnızca nicelik olarak farklıdır.
Oswald Veblen (1880-1960)

öttingen ile Princeton arasında karşılaştırma yapmak insana


G çok çekici geliyor. Nazilerin iktidara gelmesiyle Almanya'nın
yaşadığı kayıp büyük ölçüde Amerika'nın kazancı haline dönüş­
müştü. Princeton bu durumdan sonuna kadar yararlandı. Bu geliş­
menin ardında yatan gerçekleri anlayabilmek için Princeton'ın ku­
rumsal tarihçesine yüzyılın başından itibaren ele alarak kısaca bir
göz atalım. Göttingen'in adının duyulmasında Felix Klein'ın oy­
nadığı başrolün benzerini Oswald Veblen de Princeton'da sergile­
miştir. Ayrıca her iki matematikçi kendi ülkelerinde ulusal boyutta
büyük etkiye sahip olmuşlardır. Saygın araştırmacılar olmalarına
426 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

karşın her ikisi de bu açıdan çevrelerindeki diğer matematikçiler


ayarında değildi. Matematiğe yaptıkları önemli katkıları başka
yollardan gerçekleştirmeyi seçmişlerdi. Klein'ı esas olarak mate­
matik siyasetçisi diye değerlendirebilirsek Veblen'i matematiksel
devlet adamı biçiminde değerlendirmek yerinde olacaktır.
Birleşik Devletler' de araştırma düzeyinde matematiğin on doku­
zuncu yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıktığı görülür. Bu dönemde
Johns Hopkins, Clark, University of Chicago gibi yeni kurumların
araştırma yapmak ve geleceğin araştırmacılarını yetiştirmek gibi
belirli hedefleri vardı. Ancak Princeton gibi daha eski kurumları
da bunun dışında tutmamak gerekir. Princeton University 1 896'ya
değin College of New Jersey adıyla biliniyordu. Harvard ile Yale
gibi burası da esasen bir eğitim kurumuydu ve bilimsel araştırma­
lara katkısı çok azdı. Princeton'ın matematik araştırmalarında ve
ileri düzey eğitimde bir dünya merkezi olması ancak kırk yıl sonra
gerçekleşmişti.
Bu yönde atılan ilk adım kolejin lisansüstü eğitim veren bir üni­
versite doğrultusunda yeniden düzenlenmesi kararının alınmasıy­
dı. Daha sonra yapacağı Birleşik Devletler başkanlığından daha
başarılı işler çıkardığı üniversite rektörlüğü döneminde Woodrow
Wilson, çeşitli reformları yürürlüğe koydu. Reformların en önemli­
lerinden biri sınıfların daha küçük ve eğitimin daha kişisel olması­
nı sağlayan bir sisteme geçilmesiydi. Fizik ve doğa bilimleri bölüm­
lerinde bu politikayı uygulama görevi fiilen fen fakültesi dekanlığı
yapan matematikçi Henry Burchard Fine'a verilmişti. University of
Texas'tan mezun olmasının ardından Avrupa'ya gitmiş olan Fine,
önce 1 8 84-85 döneminde Leipzig'de Klein'la, daha sonra ise 1 89 1
yazında Berlin'de Kronecker'le birlikte çalışmıştı. Uygulamaya
yeni konan sisteme yürekten bağlı olan Fine yeni sistem gereği,
bölüme yeni görevlendirmeler yapılarak matematik programının
güçlendirilebileceğini fark etti. Princeton'a bu yolla ilk gelenler
arasında yer alan biri üniversitenin gelişiminde de önemli bir paya
sahip olacaktı.
Oswald Veblen 24 Haziran 1 880'de Iowa'nın çiftçi kasabası
Decorah'ta dünyaya gedi. Veblen dört erkek, dört kız kardeşten
OSWALD VEBLEN 427

oluşan sekiz çocuklu ailenin en büyük çocuğuydu. Veblen'in Nor­


veçli ataları on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Amerika'nın ba­
tısına ilk yerleşenlerdendi. Oswald doğduğunda babası Andrew
Veblen, Decorah'taki Luther College'da matematik ve İngilizce
öğretmenliği yapıyordu ama kısa bir süre sonra lisansüstü eğitim
almak için iki yıllığına Johns Hopkins University'ye gitti. Aldığı
eğitimin ardından ailesiyle birlikte Iowa City'ye taşınan Andrew
Weblen Iowa State University'de matematik ve fizik dersleri ver­
meye başladı. Oğlu Oswald da ilk üniversite derecesini 1 898'de
burada aldı. Oswald, Iowa State University'de bir yıl fizik asistan­
lığı yapmasının ardından 1 900'de ikinci bir lisans diploması sahibi
daha olduğu Harvard'a gitti.
Amerika Birleşik Devletleri'nde matematik alanında iyi bir li­
sansüstü eğitimi alabilmek ancak son on yıldır mümkündü. Önce­
sinde umut vaat eden genç Amerikalı matematikçiler ileri düzeyde
eğitim almak için genellikle Avrupa'ya, çoğunlukla da Almanya'ya
giderdi. Oswald Veblen lisansüstü eğitimi için seçkin ekonomist ve
sosyal kuramcı amcası Thorstein'ın da eğitim kadrosunda yer al­
dığı University of Chicago'yu seçti. O dönemdeki diğer matematik
öğrencileri arasında G. D. Birkhoff, N. ]. Lennes ve R. L. Moore
gibi isimler de yer alıyordu. Veblen, matematik derslerinin yanı
sıra John Dewey'den felsefe dersi aldı. E. H. Moore yönetiminde
gerçekleştirdiği doktorasını 1 903'te geometrinin temelleri üzerine
yazdığı teziyle tamamlamasının ardından matematik bölümünde
doçent olarak geçirdiği iki yıl boyunca Chicago'da kaldı. Bunun
sonrasında Veblen Princeton'da uygulanan yeni sistemin bir hocası
olarak bu okula geçti. 1 907'de Veblen'in Lennes'le birlikte yazdı­
ğı Introduction to Infinitesimal Analysis, Functions of One Real
Variable (Sonsuz Küçük Hesabına Giriş, Tek Gerçel Değişkenli
Fonksiyonlar) adlı ilk kitabı yayımlandı. Henüz yirmili yaşlarında­
ki Veblen ertesi yıl Princeton'da profesörlüğe getirildi.
Dekan Fine'ın kafasındaki plana göre umut vaat eden genç ma­
tematikçilerin göreve getirilmesiyle matematik bölümünde yavaş
yavaş güçlü bir araştırma programı oluşacaktı. Veblen, topolog
G. D. Birkhoff, analizci G. A. Bliss, diferansiyel geometrici Luther
428 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Eisenhart ve cebirci Joseph Wedderburn'le birlikte bu düşünceyle gö­


reve alınan ilk matematikçilerdendi. Pine, bu genç matematikçilerin
yardımlarıyla araştırma ortamının iyileştirilme hamlesine öncülük
etti. Birkaç yıl sonra Bliss Chicago'ya, Birkhoff da Harvard'a gitmek
üzere bölümden ayrıldı. Bu arada aralarında topolog J. W. Alexander
ve matematiksel mantıkçı Alonzo Church'ün de yer aldığı Veblen'in
Princeton'lı eski doktora öğrencileri bölüm kadrosuna dahil edilmişler­
di. 1924'te cebirsel geometrici Lefschetz Kuzey Amerika'nın geniş ça­
yırlarından" getirtilerek kadroya katıldı. Lefschetz kısa sürede bölüm­
de önemli bir rol üstlenmişti. Annals ofMathematics adlı dergi 1911 'de
Princeton' a nakledildi. İlk önce Wedderburn daha sonra Lefschetz'in
genel yayın yönetmenliğini yaptığı dergi kısa sürede dünya çapında
bir araştırma dergisine dönüştü.
1920'lerde daha önce de gördüğümüz gibi University of Chicago
eski günlerini arıyordu. Eckhart Hall'ün matematik bölümünün
yeni yeri olarak inşa edilmesi eski günlere dönüşün ilk işaretiy­
di. Mezun olduğu okulla hala bağlarını koparmayan Veblen yeni
bina hakkında sürekli bilgilendiriliyordu. Veblen, dekan Fine'ı
Princeton' da da en az Eckhart Hall kadar güzel olacak bir bina
yapılması konusunda ikna etmeye çalışıyordu. Lefschetz'in aktar­
dığına göre daha önce herkes evinde çalışıyordu. Fine'ın eski bir
dostu ve sınıf arkadaşı varlıklı Thomas Jones, kardeşi David ve
yeğeni Gwethalyn'le birlikte Princeton'a yüklü miktarda bir ba­
ğış yapmıştı. Fine'ın 1 928'deki beklenmedik ölümü sonrasında bu
bonkör bağışçılar Fine'ın anısına " bir matematikçinin ayrılmak
istemeyeceği" bir bina inşa edilmesi ve bakımının sağlanabilmesi
için bir miktar daha yardımda bulundular. Veblen bu işin sorum­
luluğunu üstüne aldı. Sonuçta ortaya çıkan, üniversite binaları için
çıtayı bir hayli yükselten Fine Hall adlı binaydı.
Veblen binayı "benzer zihinsel ilgi alanlarına sahip kişilerin bir­
birlerini teşvik edecek ve destekleyecek şekilde bir araya gelebile­
ceği ve kadroya yeni katılanlar kadar eski tüfekler için de önemli
olan birbirleriyle teklifsiz ve kolay bir iletişimin sağlanabileceği"

Lefschetz'in Princeton'a gelmeden önce çalıştığı Nebraska ve Kansas'taki üniversitele­


re gönderme yapmak için bu kentlerin yer aldığı coğrafya kullanılmıştır. (ç.n.)
OSWALD VEBLEN 429

bir merkez olacak şekilde titizlikle planlamıştı. Veblen, fizikçilerle


iletişimin iyi olmasını sağlayabilmek için de kampüste fizik labo­
ratuvarına komşu bir arazi seçmişti. Yeni bina bir koridorla bu
laboratuvara bağlıydı. Veblen 1928-29 dönemini konuk hoca ola­
rak geçirdiği Oxford'dan yeni dönmüştü. Binanın dış cephesi için
"Oxford kolej stilinde" kırmızı tuğla ve kireçtaşı karışımını seçti.
Veblen bina içi döşemeleri içinse New York'tan kaliteli bir deko­
rasyon firmasıyla anlaştı. Yeni binada öğretim üyelerinin "ofisle­
ri" değil "çalışma odaları" vardı. Bunların bazıları şömine, oymalı
meşe kaplamalar, deri koltuklar, şark halıları, gizli yazı tahtaları ve
vitraylı pencerelerle donatılmış çok geniş odalardı. Binada ayrıca
birinci sınıf bir bölüm kütüphanesi, toplantı odaları ve diğer başka
olanaklar da mevcuttu.
1930'da Institute for Advanced Study'nin kurulması Veblen'in
önüne aşılması gereken yeni güçlükler çıkartmıştı. Bamberger
ve Fuld aileleri New Jersey eyaleti içinde ya da yakınlarında bir
araştırma enstitüsü kurulması için bağışta bulunmuşlardı. Sa­
hip olduğu kırsal atmosferin, saf bilimsel çabaların ortaya kon­
masında aracı olacağı düşünülen ve bünyesinde iyi bir araştırma
kütüphanesi barındıran Princeton'ın bu iş için uygun bir tercih
olacağına karar verildi. Enstitünün ilk baştaki hedefi matematik
olarak belirlendi. Öğretim kadrosuna ilk atanan Veblen'e School of
Mathematics'in ilk kadrosunu oluşturma görevi verildi. Başlangıç­
ta Alexander, von Neumann, Einstein ve Weyl göreve getirilirken
iki yıl sonra bu isimlere Marstan Morse eklendi. Enstitüye her
yıl pek çok konuk geliyor, sürekli üye olarak adlandırılan birkaç
araştırma görevlisi burada çalışıyor olsa da matematik okulunun
devamlı kadrosu ilk on yıl boyunca yukarıdaki altı isimden olu­
şuyordu. Enstitünün doktora sonrası çalışmaya odaklanma politi­
kasından büyük ölçüde Veblen sorumluydu. Veblen'in bu konuya
ilişkin düşünceleri üniversite yıllarından elde ettiği deneyimle şekil­
lenmişti. Veblen enstitünün akademik kadrosunda yer almasının
yanı sıra ilk yıllardan itibaren vakfın mütevelli heyetinin de bir
üyesiydi. Bugün enstitü binalarının bulunduğu arazinin satın alın­
ma işinin ayarlanmasında Veblen'in büyük katkıları olmuştur. Bu
430 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

binalar 1 939'da tamamlanana dek enstitü üniversitenin imkanla­


rından yararlanmıştı. Enstitü kadrosundaki matematikçilerin ofis­
leri Fine Hall'de yer alıyordu.
Veblen'in arabuluculuk, kaynak yaratma ve organizasyon yete­
nekleri olağanüstüydü. Daha 1 9 1 9'da National Academy of Sciences
üyeliğine seçilen Veblen Washington'daki güçlü ve tutkulu bilimciler
çevresine dahil olmuştu. Veblen 1923'te The Rockefeller Foundation
ile National Research Council'i fen alanında yapılan doktora son­
rası çalışmalara verdikleri burs programına matematiği de dahil et­
meleri konusunda ikna etti. Bu burslar genç bilimcilerin geçimlerini
sağlayarak kendilerini tamamıyla araştırma çalışmalarına adamala­
rına hizmet ediyordu. Veblen aynı zamanda American Mathematical
Society'nin kritik bir dönemde gerçekleştirdiği ilişkilerinde etkin bir
biçimde yer alarak matematik araştırmaları için kaynak yaratılması­
nı sağlamıştı.
Veblen 1 932'de bir dizi konuşma yapmak üzere Almanya'da
Göttingen, Berlin ve Hamburg'a gitti. Hemen sonrasında yaşanan
Nazi döneminde yerlerinden edilen çok sayıda Avrupalı matema­
tikçinin Birleşik Devletler' e yerleşmesinde etkin bir rol oynadı.
Uluslararası toplum bu süreçte hızlı davransa da gelişmelerden et­
kilenen üniversite hocası sayısı çok fazlaydı. İşsizliğin öncelikli bir
sorun olduğu ekonomik buhran döneminde çoğu işe alınabilir ko­
numda olmayan bu kadar çok sayıda göçmene iş bulmak da çok
kolay değildi. Yine de dünyanın en iyi bilimcilerinden bazılarını
kadrollarına katmak isteyen Amerikan üniversiteleri bu durum­
dan mümkün olduğunca yararlandı. İngiltere ve diğer bazı Avru­
pa ülkeleri de daha küçük çapta benzer uygulamalara gitmiş olsa
da bu ülkeler bir yandan da öncelikle Nazilerden kaçmak ve daha
sonra Amerika'ya gitmek isteyenlerin geçiş noktaları oldular. The
Rockefeller Foundation'la finanse edilen New York'taki lnterna­
tional Education Board bir süredir Avrupalı üniversite hocalarına,
Avrupa ve Amerika'daki merkezlere gitmelerini sağlayan bir burs
programı yürütmekteydi. The Rockefeller Foundation ve diğer bazı
bilim sever kuruluşlar, işlerinden edilmiş olanların Amerika'ya göç
etmelerine yardım etme çabasına yönelmişlerdi.
OSWALD VEBLEN 431

Daha sonra, erken bir dönemde henüz koşullar güçleşmemişken


Nazilerden kaçarak Amerika'da yeni bir hayata başlayan birkaç
göçmen hikayesi göreceğiz. Veblen, İngiltere'de Hardy, Fransa'da
Hadamard, Hollanda'da Freudenthal ve diğer bazı kişilerle işbir­
liği halinde çoğu zaman ümitsiz bir çaba içinde Nazilerden kaç­
maya çalışan insanlara yardım etmek için engin deneyimi ve ikna
gücünü kullanmıştı. Veblen bütün bunları yaparken daha sonra
göreceğimiz gibi akademik dünyaya adım atmaya çabalayan genç
Amerikalıların pahasına bu işlerde çok ileriye gidildiğini savunan
Harvard' dan Birkhoff'un muhalefetiyle karşılaşacaktı.
Çoğu zaman zorlu geçmesi muhtemel görüşmeler Veblen'e ha­
vale edilirdi ama kendini geri planda tutan kişiliği nedeniyle gö­
rüşmelere nerede dahil olduğunu kestirmek bizim açımızdan pek
kolay değil. 1930'ların sonunda matematiksel araştırma yayınla­
rının gözden geçirilmesine ilişkin ciddi bir sorunu halletme çabası
Veblen'in önemli rol oynadığı olaylardan biriydi. On dokuzuncu
yüzyılın sonlarından itibaren bu işi Preussischen Akademie der
Wissenschaften'in yayımladığı jahrbuch über die Fortschritte der
Mathematik yerine getiriyordu ama önemli makalelere ait değer­
lendirmeler bile genellikle yetersiz oluyor, uzun gecikmeler yaşa­
nıyordu. 1931 'de Springer Yayınevi, yayın kurulunda Avrupa ve
Amerika'dan seçkin matematikçilerin bulunduğu Zentralblatt für
Mathematik und ihre Grenzgebiete'yi çıkarmaya başladı. Yazı işle­
ri yöneticiliğini Georg-August'tan Otto Neugebauer'in yaptığı bu
yeni değerlendirme dergisi verimliliğiyle kısa sürede adından söz
ettirdi. Ne var ki, Bieberbach yönetimindeki Fortschritte editörleri
ideolojik müdahalelerde bulunmaya başlamış, 1 937'den itibaren
de bu durum Zentralblatt'a sirayet etmişti. Örneğin, Sovyet eleş­
tirmenlerin yanı sıra mülteci Yahudilerin değerlendirme yapmaları
engellenmişti. K0benhavns Universitet'e geçmiş olan Neugebauer
bu noktada yayın kurulundan çok sayıda kişiye katılarak baş edi­
törlük görevinden ayrıldı. Bunun sonucunda Zentralblatt çok bü­
yük güç kaybına uğradı. Tam bu sıralarda American Mathematical
Society kendi değerlendirme dergisini çıkarmayı düşünüyordu.
Springer'den bir temsilci derneği temsil eden Veblen'le görüşmeye
432 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

gitti. Farklı seçeneklerin değerlendirildiği görüşmeler sonrasında


Amerika'da Mathematical Reviews yayımlanmaya başlarken Al­
manya'da Zentralblatt savaş yıllarında ayakta kalabilmek için mü­
cadele veriyordu.
Birinci Dünya Savaşı'nda Veblen, Maryland'deki Aberdeen
Proving Ground'da poligon ve balistik çalışmalardan sorumlu
önce yüzbaşı, ardından binbaşı rütbesiyle görev yaptı. Veblen,
Amerika'nın İkinci Dünya Savaşı'na girmesinin ardından balis­
tik çalışmaları yapmak üzere aynı yere döndü. Veblen acil çözüm
bekleyen problemler üzerine çalışacak matematikçilerin burada
görevlendirilmesinde etkili oldu. Örneğin, şok dalgaları üzerine
çalışması için von Neumann'ın buraya getirilmesini büyük ölçü­
de Veblen'in ayarladığı belirtilmektedir. İlk elektronik bilgisayar
üretimine yönelik 1 943 tarihli öneri Veblen'in yürekten ve ka­
rarlı desteğini almıştır. Tıpkı daha sonra Institute for Advanced
Study'de (von Neumann) elektronik bilgisayar önerisinin alacağı
gibi. Savaş sonrasında uluslararası matematik etkinlikleri 1950'de
Massachusetts, Cambridge'de düzenlenen Uluslararası Mate­
matikçiler Kongresi'yle resmi olarak kaldığı yerden devam etti.
Kongre başkanlığını Veblen yapıyordu. Veblen aynı yıl Institute
for Advanced Study'den emekli olsa da matematiğin gelişimine yö­
nelik çalışmalarına devam etti. Oslo, Oxford, Hamburg, Chicago,
Princeton, Edinburgh ve Glasgow üniversitelerinden onursal dere­
celer alan Veblen aynı zamanda çok sayıda bilim akademisinin de
onursal üyesiydi.
Kendi tabiriyle bu "eski kafalı liberalin" yaptıkları, burada yer
verilemeyecek denli uzun bir liste oluşturuyor. Oswald Veblen,
1 0 Ağustos 1 960'ta Maine, Brooklin'deki yazlık evinde seksen
yaşında yaşamını yitirdi. Veblen 1 908'de Yorkshire'lı Elizabeth
Richardson'la evlenmişti. Çiftin hiç çocuğu olmadı. Veblen'ler açık
havada olmaktan büyük keyif alırlar, Princeton civarındaki kırlık
alanlarda arkadaşlarıyla uzun yürüyüşlere çıkarlardı. Veblen'ler
1957'de Princeton yakınlarındaki yaklaşık 330 dönümlük arazile­
rini "insanın arabalardan uzakta yürüyüp oturacağı bir yer olması
umuduyla halka açık bir arboretum (şimdi Herrontown Arbore-
OSWALD VEBLEN 433

tumu olarak bilinen yer) oluşturulması" için bağışladılar. Yaklaşık


bu zamanlarda bir danışmanlık işiyle uğraşan Veblen geçirdiği bir
kaza sonucu görüşünde ciddi sorunlar yaşamaya başladı. Yine de
bu kaza Veblen'in iyi ve içten ruhunda hiçbir iz bırakmamıştı.
Matematikte ise Veblen öncelikle ve kesinlikle geometriciydi.
Daha önce gördüğümüz gibi Veblen'in geometrinin temellerine
ilişkin, kaynağını Herbert'in aksiyomatik yaklaşımından alan es­
kilere dayanan bir ilgisi vardı. Veblen buradan hareketle ikinci
büyük ilgi alanı mantığa yöneldi. Veblen özellikle izdüşümsel ge­
ometriyle ilgileniyordu ve bu ilgisinin sonucunda ilk cildi 1910'da
ikincisiyse 191 8'de yayımlanan Projective Geometry (İzdüşümsel
Geometri) adlı yapıtını kaleme aldı. Princeton'dan meslektaşı John
Wesley Young'la beraber yazdığı ilk cildin önsözünde şu satırlar
yer almaktadır:

Bu ciltte geometrinin temellerine ayrılan bu kısıtlı alanda bile kimi mate­


matikçilere göre pedagojik açıdan bazı olumsuzluklar varmış gibi görünebilir.
Buna bizim verebileceğimiz tek yanıt bize göre temellerine dikkat etmeden
geometri hakkında yeterli bir bilgi edinmek mümkün değildir. Ayrıca, daha
ileri geometrik disiplinler arası eşgüdüm en kolay izdüşümsel geometri ara­
cılığıyla sağlandığından izdüşümsel geometride soyut yaklaşımların özellikle
istenen bir şey olduğuna inanıyoruz. Eukleides, Descartes, Lobaçevskiy'le
ilişkilendirilen geometrik disiplinlerin izdüşümsel geometriden türetilmesi,
izdüşümsel geometriyi bu disiplinlerden birinden türetmekten daha doğal
olduğundan izdüşümsel geometrinin temellerini geometrinin temelleri olarak
kabul etmek de daha doğaldır.

Veblen ilgisini daha sonra diferansiyel geometriye yönelterek


o zamanlar kendisinin gözetiminde çalışan J. H. C. Whitehead'le
birlikte The Foundations of Differantial Geometry (Diferansiyel
Geometrinin Temelleri) adlı kitabını yazdı. Kitap, büyük etki ya­
ratan Cambridge Matematik Serisi'nden çıkmıştı. Bu monografide
modern anlamda tanımlanmış diferansiyel manifoldlara ve tam ol­
masa da yaklaşık olarak lif demeti kavramına rastlanabilir. Veblen
daha sonra yol geometrisi (bugün afin bağlantılarıyla ele alınıyor)
ve kendi verdiği adla izdüşümsel görelilik üzerine çalıştı.
434 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Veblen aslen geometrici olsa da ikincil ilgi alanı da topolojiy-


di. Topoloji üzerine araştırma yaptığı dönem görece kısaydı. Yir­
mi yıldan az sürmüştü. Bu çalışmalara henüz Chicago'da olduğu
dönemde Jordan eğrisi teoreminin ilk eksiksiz kanıtını yaptığı ya­
yınla başlamıştı. Princeton'a gitmesinin ardından kombinatorik
topolojiyle daha yakından ilgilenmeye başlayarak bazıları koruyu­
culuğunu yaptığı J. W. Alexander'la birlikte olmak üzere bir dizi
araştırma makalesi yayımladı. Veblen, New Haven'da American
Mathematical Society'nin düzenlediği 1916 tarihli kolokyum ko­
nuşmalarında o zamanlardaki adıyla homoloji kuramı ve temel
grup üzerine bir rapor sundu. Veblen bu konuşmalara büyük etki
yaratan 1 922 tarihli Analysis Situs (Konum Analizi) adlı kitabında
yer verdi. Bu eser kombinatorik topoloji üzerine yayımlanan ilk
ders kitabıydı. Veblen topolojiyle ilgilenmeye devam etse de sonra­
ki yıllarda konuya ilişkin pek araştırma yayımlamadı.
L. E. J. Brouwer (1881-1966)

ollanda, ülke büyüklüğüyle kıyaslandığında şaşırtıcı sayıda


Hüst düzey matematikçi çıkarmıştır. Bu matematikçiler içinde
yirminci yüzyıldaki en göze çarpanı L. E. J. Brouwer'dir. Şimdiye
dek Brouwer'in matematiğin temellerine ilişkin çalışmaları üzerine
çokça, büyük bir tarihi öneme sahip olsa da diğer matematiksel
çalışması üzerine daha az yazılıp çizilmiş olmasına karşın sahip
olduğu mistik düşünceler çok kısıtlı bir çevre dışında hiç ciddiye
alınmamıştır. Son yıllarda yapılan biyografik araştırmalar çok iş­
ler başarmış, zamanını ve enerjisini sert tartışmalarla geçirmeseydi
çok daha fazlasını yapabilecek olan bu büyük matematikçinin ya­
şamına ışık tutmuştur.
436 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Aile içindeki adı Bertus olan Luitzen Egbertus Jan Brouwer,


27 Şubat 1 88 l 'de şimdi Rotterdam'ın içinde kalan Overschie adın­
daki küçük bir kasabada dünyaya geldi. Babası Egbertus Luitzen
ile annesi Hendrika (kızlık soyadı Poutsma) Hollanda'nın Frizya
bölgesinden geliyordu. Aslen öğretmen olan babası daha sonra
Haarlem'de orta dereceli bir okulda müdür olmuştu. Bu gerçek­
leşmeden önce ise aile Overschie' den, başka bir küçük kasaba
Medemblik'e taşınmıştı. Bertus'un iki erkek kardeşi burada dünyaya
geldi. Eğitimine kasaba okulunda başlayan geleceğin matematikçisi,
lise eğitimi için Hoorn'a gitti. Aile Haarlem'e taşınınca Brouwer de
eğitimine buradaki gymnasium'da devam etti. Brouwer iki yıl sonra
erken sayılabilecek bir yaşta, on altısındayken Universiteit van Ams­
terdam' a girdi. Gerçi üniversiteden ancak yedi yılda mezun olabi­
lecekti. Bu gecikmede araya giren askerlik hizmetinin de etkisi var­
dı. Brouwer ordunun içinde olmaktan hoşlanmadığı gibi bu süreçte
sağlığını da kaybetti. Öğrencilik yıllarında karşısına çıkan bazı ilginç
okul arkadaşları Brouwer'in entelektüel ufkunu genişletti. Protestan
kilisesinin Remonstrantlar· olarak bilinen küçük bir akımına katıldı.
İtalya'ya yürüyerek giden Brouwer yaşamı boyunca uzun yürüyüşle­
re çıkmaktan ve beden egzersizleri yapmaktan keyif almıştı.
Brouwer 1 904'te yirmi üç yaşındayken kendisinden on bir yaş
büyük Reinharda Bernadina Frederica Elizabeth de Holl'le evlen-­
di. Karısının ilk evliliğinden bir kızı vardı. Karısıyla Brouwer sağ­
lık, beslenme ve çıplaklık üzerine benzer düşüncelere sahiplerdi.
Reinharda kocasının mistik düşüncelerine de hoşgörüyle yaklaşı­
yordu. Aynı yılın ilerleyen zamanlarında Amsterdam yakınlarında­
ki Laren'de sahip oldukları eve ek olarak Blaricum'da bir kır evi
inşa ettirdiler. Blaricum, Amsterdam'dan çok uzakta olmayan, kıyı
şeridinde komünal hayat ve benzeri uygulamalarla erken dönem­
lerde hippi kültürünün hüküm sürdüğü bir yerdi. Çok sayıda kişi,
bugün varlığını hala sürdüren kulübelerde yaşardı. Brouwer'ler
burada kendilerini mistisizme vermiş, bitkisel tedavi uygulamala­
rıyla ilgilenmişlerdi.

*
Hollanda Protestanlığı'nın Kalvenizm'den ayrı duran kolu. (ç.n.)
L. E. J. BROUWER 437

Brouwer henüz öğrenciyken dört boyutlu Eukleides uzayının


döndürme grubunun yapısına ilişkin üç araştırma makalesi ya­
yımlamıştı. Bu makaleleri potansiyel kuramı üzerine iki makale
izledi. Matematik söz konusu olduğunda bu dönemde Brouwer'in
en çok etkilendiği isimler Universiteit van Amsterdam'dan seçkin
uygulamalı matematik profesörü Diederik Johannes Korteweg ile
o zamanlar öğretmenlik yapan yetenekli matematikçi ve felsefe­
ci Gerrit Mannoury'ydi. Brouwer içeriği daha sonra Yaşam, Sa­
nat ve Mistisizm adıyla yayımlanacak bir dizi konuşma yapmıştı.
Brouwer'in 1 907 tarihli "Matematiğin Temelleri Üzerine" başlık­
lı doktora tezi birkaç konunun karışımı gibiydi. Tez danışmanı
Korteweg, Brouwer'i tezine bir felsefe bölümü eklemekten vazge­
çirmişti. Brouwer 1900 Uluslararası Matematikçiler Kongresi'nde
Hilbert'in öne sürdüğü üç problemi çözdüğünü iddia ediyordu.
Bunlar sürem varsayımına ilişkin olan birinci problem, aritmetiğin
tutarlılığına ilişkin olan ikinci problem ve Lie grupları kuramın­
da türevli olma koşuluna ilişkin olan beşinci problemdi. Ancak
Brouwer'in her bir konu üzerinde söyleyecek bir şeyleri olsa da ilk
iki problemde asıl konuya çok değinilmeden yapısal bir çerçeve
çiziliyor, son problemde ise yalnızca tek parametre durumu ele alı­
nıyordu. Brouwer tüm bu konu başlıklarına ileride yine dönecekti.
Brouwer 1 908'de Roma' da iki konuşma yaptığı Dördüncü Ulus­
lararası Kongre'ye katıldı. Brouwer konuşmaların birinde artık iki
boyutlu duruma genişlettiği Hilbert'in beşinci problemi üzerine
yaptığı çalışmayı anlatmış, bu çalışmayı daha sonra Annalen'de ya­
yımlamıştı. Brouwer kongrede diğer matematikçilerle de tanışma
fırsatı yakalamıştı. Tanıştığı kişilerden özellikle Hadamard Brouwer
için önemli bir tavsiye ve bilgi kaynağı haline gelecekti. Darboux ve
Picard'dan etkilenirken görüntüsünden hoşlanmadığı Mittag­
Leffler ise üzerinde aynı etkiyi bırakmamıştı. Poincare, Brouwer
için tam bir keşif olmuştu. Anlaşılan henüz Poincare'nin yayınla­
rına ulaşamamıştı.
O dönemde düzlem kümeleri topolojisinde en büyük otorite
Arthur Moritz Schoenflies'ti. Schoenflies'in çok iyi bir hoca ol­
duğu söylense de yayımlanacak çalışmalarını yazarken yeterince
438 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

özen göstermiyordu. Brouwer, Schoenflies'in ortaya koyduğu bazı


sonuçların -ki kendi çalışmalarını bu sonuçlara dayandırmıştı­
doğru olarak ispatlanmadığını ve hatta yanlış olduklarını fark etti.
Brouwer, Hilbert'e bu konuya ilişkin bir eleştiri raporu gönderdi.
Hilbert de bu raporu Schoenflies'in gönderdiği yorumlarla birlik­
te biraz gönülsüzce de olsa Annalen'de yayımlamayı kabul etti.
Brouwer artık nokta-küme topolojisinde derinlemesine inceleme
yapmaya koyulmuştu. Brouwer, "Zur Analysis Situs" (Topoloji
Üzerine) başlıklı makalesiyle bu konudaki öncü kişilerin yapmış
olduğu sezgisel kabullerin hala büyük bir çoğunluğunun geçer­
siz olduğunu gösterdi. Bunun ardından nokta-küme topolojisine
ilişkin başka makaleler yazmaya devanı etti. Bu makalelerin bi­
rinde Jordan eğrisi teoreminin zarif bir ispatını yaptı. Brouwer'in
nokta-küme topolojisine yaklaşımı Hausdorff'tan hayli farklıydı.
Brouwer'in matematiğin aksiyomlardan ziyade anlamlı sezgilere
dayanması gerektiği düşüncesiyle reddettiği aksiyonıatik yönteme
Hausdorff gönülden bağlıydı.
Yine de Brouwer'in o dönemdeki en önemli çalışmaları sabit
noktaların varlığına ilişkindi. Örneğin Brouwer "Bir küreden hiç­
bir nokta yerinde kalmayacak biçimde bire bir sürekli bir gön­
derim yapmak mümkün müdür ? " gibi sorularla ilgileniyordu.
Brouwer bu soruya verdiği olumsuz yanıtın ardından tartışmasını
yüksek boyutlara çıkmadan yüzeylere taşıdı. Sabit nokta prob­
lemleri daha önce de Poincare tarafından diferansiyel denklemler
bağlamında dikkate alınmıştı ama Poincare'nin yaklaşımında ilgili
fonksiyonlar üzerinde her zaman için Brouwer'in yöntemlerinin
�erektirnıediği bir kısıtlama söz konusuydu. Çok çeşitli yollarla
genelleştirilen Brouwer'in sabit nokta teoremi topolojinin klasik
sonuçlarından biridir. Bugün öğrencilerce bilinen bir diğer sonuç
ise bir yüzey üzerindeki tekillikler çevresinde vektör alanlarının
davranışıyla ilgilenen tüylü top teorenıidir.
1909 bütünüyle topoloji araştırmalarıyla geçen bir yıl olmuştu.
Brouwer'in Amsterdanı'da privat docent'liğe getirilmesiyle geomet­
ri eğitiminin güçlendirilmesi hedefleniyordu. Brouwer açılış dersini
" Geometrinin Doğası" adıyla vermişti. Matematiksel kuramların
L. E. J. BROUWER 439

özellikle geometride Hilbert'in Über die Grundlagen der Geometrie


adlı eserinin ruhuna uygun olarak topolojiye dayanması gerektiği­
ni öne sürdü. Brouwer, Hilbert'le ilk kez Scheveningen'de tatilini
geçirdiği bir zamanda karşılaşmış ve onu Blaricum' da ağırlamıştı:
"Bu yaz dünyanın bir numaralı matematikçisi Scheveningen'dey­
di. Onunla zaten çalışmalarım aracılığıyla iletişim içindeydim ama
bu kez onunla sayısız yürüyüşe çıktım. Peygamberiyle konuşan bir
mürit gibiydim." Brouwer Noel'i kardeşiyle birlikte Pahs'te geçir­
di. Sürekli fonksiyonlara simplisiyal yaklaşım düşüncesine de bura­
da ulaşmıştı. Brouwer bu yapı sayesinde Gauss'tan beri bilinen ve
Kronecker tarafından kullanılan çok iyi anlaşılmış cebirsel kavram
"derecenin" tüm sürekli fonksiyonlara genişletilebileceğini gördü.
Büyük bir heyecanla 1910 yılının ilk günü Hilbert'e yazdığı mek­
tupta bundan söz etti.
Brouwer muhteşem geçen iki yıl boyunca topolojiyi, beş yıl
öncesinde Poincare'nin bıraktığı noktadan çok daha ileriye taşı­
yarak dönüştürdü. Brouwer önemli bir çalışmada Fransız analizci
Henri Lebesgue'le bıkkınlık veren bir öncelik tartışmasına girdi.
Sezgisel olarak boyut kavramı uzun bir süredir biliniyor olsa da
Cantor sezginin bu açıdan hayli yanıltıcı olabileceğini göstermiş­
ti. Bu görüş boyutun topolojik değişmezliğine ilişkin temel nite­
likte bir soruyu ortaya çıkarmıştı. Brouwer değişmezliğe ilişkin
kanıtını Ekim 191 0'da Koninklijk Wiskundig Genootschap'a
sunarken aynı çalışmayı birkaç ay sonra Annalen'de yayımladı.
Çalışma Annalen'de, Lebesgue'in derginin editörüne gönderdiği
büyüklük taslayan mektubunun bir özetiyle birlikte yayımlanınca
Brouwer çılgına döndü. Lebesgue mektubunda aynı sonucun ispa­
tına ulaşırken kullandığı başka bir yolu ana hatlarıyla aktarmıştı.
Brouwer, Lebesgue'in yönteminin işe yarar hale getirilebileceğinin
ama yine de çok büyük bir güçlükle karşı karşıya olunduğunu fark
etmekte gecikmedi. Bu durum pek çok tatsızlığa neden oldu. Kısa
bir süre sonra Brouwer bu kez de Paul Koebe'yle otomorf fonk­
siyonlar kuramı üzerine yine böyle bir tartışmaya girdi. Brouwer
bölgenin değişmezliği ispatıyla Poincare'nin düşünce şeklini daha
da sağlamlaştırmıştı.
440 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Brouwer'in, ispatların genellikle okuyucuya bırakıldığı konula­


rı açıklama tarzı çalışmalarını takip etmeyi çok güçleştiriyordu. Ne
olursa olsun en üretken çağının sonlarına doğru Brouwer biraz geç
kalınmış olsa da uluslararası boyutta tanınıyor, çalışmaları Hollanda
içinde de kabul görmeye başlıyordu. Brouwer 1 912'de Koninklijke
Akademie van Wetenschappen üyeliğine seçilirken üniversitede de
doçentliğe getirildi. Ertesi yıl Brouwer Universitat Göttingen'de pro­
fesörlük teklifi aldı ama Korteweg, yıldız öğrencisiyle görev yerlerini
değiştirme konusunda anlaşınca Brouwer Amsterdam' da derhal pro­
fesörlüğe getirildi. Böylece Brouwer privaat docent olduğu dönemde
giderek artan maddi sıkıntılarından da kurtulmuş oldu.
Annalen'e gönderilen makalelere yaptığı hakemlik bir yandan
çok zamanını alırken Brouwer, Birinci Dünya Savaşı uluslararası
ilişkilere darbe vurana dek Alman matematikçilerle bağlarını da
güçlendirebilmişti. Brouwer'in hakemliği genellikle kılı kırk yaran
bir titizlikteydi. Yine de yazı işleri kuruluna dahil edilmesi onun
kabul gördüğünün bir işaretiydi. 1 915'te evinde verdiği bir yemeğe
katılan bir konuğun gözünden Brouwer'e bakalım: "Etkileyici zeki
tavırları olan sempatik biri. Matematiksel bir dehanın çoğu zaman
muhakeme özgürlüğü ve asil bir kişilikle el ele olması ilginçtir. Kibar,
keskin ve maneviyatla dolu bir kafa, küçük kırışıklıkların görüldüğü
tıraşlı bir yüz. Henüz otuz dört yaşında. Beyaz, keten bir takım giy­
miş. Konuşurken düşüncelere daldığı zamanlarda yere oturuyor."
Savaşın sona ermesinin ardından Brouwer yüzey topolojisine
ilişkin bir dizi makale yayımlasa da ana ilgi alanı giderek matema­
tiğin temellerine doğru kayıyordu. Universitat Berlin, Universitat
Göttingen ve Universiteit Leiden Brouwer'i Amsterdam'dan ay­
rıln<ası yönünde ikna etmeye çabaladı. Berlin'deki ilgili komite
Brouwer'in o zamana dek elde ettiği başarıları çok güzel özetlemişti:

Genellikle makaleleri analysis situs üzerinedir. Analysis situs un uzun yıl­


'

larca boşu boşuna aranan temellerini sağlam bir şekilde ortaya koymuştur.
Araştırmalarını en önemli sonuçları arasında burada yalnızca kapalı yüzeyler
aracılığıyla boyut değişmezliği ve uzay ayrışması ispatı, bölge değişmezliği
teoremi, topun sürekli dönüşümünün sabit noktasının varlığı teoremi ve sü-
L. E. J. BROUWER 441

rekli dönüşümler üzerine geniş kapsamlı grup kuramsal araştırmalara deği­


neceğiz. Brouwer'in fonksiyon kuramında temel uniformizasyon teoreminin
ispatı için en doğurgan uygulamaları gerçekleştirmiş olduğu bu teoremler,
modern fiziksel ve astronomik diferansiyel denklemler kuramı için en hayal
edilmedik sonuçları da vaat etmektedir. Brouwer'in yöntemlerinin özgünlü­
ğüne daha sonraki kuşaktan hiçbir matematikçi yaklaşamamıştır. Yalnızca
soyut değil uygulamalı matematikte de sahip olduğu geniş kapsamlı ve derin
bilgi Brouwer'in emrine amadeydi. Almancayı akıcı konuşur, akademik der­
neklerde bu dilde konuşmalar yapmışlığı vardır. Genel olarak Almanya'ya
hoşgörüyle bakan siyasi bir görüşe sahiptir.

Brouwer gelen bu teklifleri Amsterdam'dan elde edebileceği tüm


ödünleri almak için kullandı. Brouwer'in isteği Göttingen'dekine
rakip olabilecek bir bölüm yaratmaktı. Brouwer sezgisel matema­
tiğe eğilimli Weyl'e yeni bölümde kürsü teklif etti. Weyl Zürich'te
kalmayı seçince Brouwer bu kez teklifi Hollandalı kökenlere sahip
Birkhoff'a götürdü. Ne yazık ki sonuçta Brouwer, Utrecht'e gelen
Fransız matematikçi Denjoy dışında ekibine üstün fnitelikli yabancı
meslektaşlarını katma konusunda başarısız oldu. Brouwer bu ba­
şarısızlığın nedeni olarak Amsterdam' daki yetkilileri görüyordu.
Brouwer sık sık Göttingen'e gidiyordu. Burada Gesellschaft der
Wissenschaften üyeliğine seçilmişti. Oldukça yakınlardaki Harz
dağlarında tatillerini geçirebileceği bir ev satın almıştı.
Brouwer'in topolojideki yenilikçi yöntemleri artık diğer matema­
tikçilerce, özellikle de Berlin'den Erhard Schimdt ve Princeton'dan
Alexander ve Veblen tarafından benimsenmişti. Brouwer Göttin­
gen'de Rus topologlar Aleksandrov ve Urison'la tanıştığında yeni­
den bu konuya dönüş yapmış, iki Rus matematikçiyi Blaricum'daki
evine davet etmişti. Brouwer bir guru gibi kabul edilmesinin tadına
giderek daha çok varırken evi de matematikçiler için kutsal bir yere
dönüşmüştü. Kendisine akıl danışmak için sürekli evine gelen genç
topologlar arasında Hopf, Hurewicz, Menger, Newman, Emmy
Noether ve Vietoris gibi isimler vardı. Bazılarıysa tekrar tekrar geli­
yordu. Ne yazık ki Brouwer'in tuttuğu günlüğü 1 928'de çalındı ve
bir daha bulunamadı. Evde yaşanan tartışmalara bir de Brouwer'in
açısından bakmak çok ilginç olabilirdi.
442 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Karl Menger ve Witold Hurewicz boyut kuramı üzerine


Brouwer'le birlikte çalışmak için Viyana'dan Amsterdam'a gel­
mişlerdi ama ne yazık ki çok geçmeden Brouwer ile Menger'in
arası açıldı. Brouwer'in asistanlığına getirilen Hurewicz "araştır­
ma notları" adlı klasikleşmiş seride homotopi kuramının temelle­
rini attı. Sürekli fonksiyonların homotopisi ya da bir başka deyişle
sürekli deformasyonu Brouwer'in 1 912'den beri ilgilendiği bir ko­
nuydu. Brouwer derecenin bir homotopi değişmezi olduğunu ve
daha sonra da bu sayının belirli durumlarda homotopi sınıfını be­
lirlediğini göstermişti. Brouwer'in asistanlığını yapan ve yeni ku­
rama pek çok katkıda bulunan Hans Freudenthal, ustanın zihnini
matematiğin sezgisel ilkelere dayanarak yeniden inşası programı
meşgul etse de " bir şekilde varlığının iki asistanına esin kaynağı
olduğunu" yazmıştı.
Hilbert'in yaşam öyküsüne Brouwer'inkinden daha önce yer
verdiğimizden ikiliyi bütünüyle birbirinden ayıran meseleyi za­
ten ele almıştık. Burada kısa bir hatırlatma yapalım. İlk olarak
Brouwer ile Hilbert'in matematiğin temellerine ilişkin düşünceleri
birbirlerine zıttı. Hilbert, matematiğin tutarlılıklarının ispat edil­
mesi gereken bir dizi aksiyomlara dayandığını düşünen bir biçim­
ciydi. Brouwer ise üçüncünün olmazlığı ilkesine dayanan iddia­
ları kabul etmeyen bir oluşturmacıydı. Brouwer'in kendine özgü
oluşturmacılığı sezgicilik olarak adlandırılıyordu. İkinci olarak,
Bologna'da 1 928'de düzenlenen uluslararası kongreye Almanların
1::atılıp katılmayacağı meselesi vardı. Brouwer davetin yapılış biçimi­
nin aşağılayıcı olduğunu düşünüyordu. Daha önce gördüğümüz gibi
o zamanlar sağlık durumu kötü olan Hilbert, Brouwer'in tutumuna
aşırı tepki göstererek meslektaşlarının gönülsüzce verdiği destekle­
riyle birlikte Brouwer'in Annalen yazı kurulundan çıkarılması için
çabaladı. Bu gelişme Brouwer'i öylesine soğuttu ki ikinci evi olarak
gördüğü Göttingen'e bir daha asla dönmediği gibi daha önce dün­
yanın en büyük matematikçisi kabul ettiği kişiye de sırtını döndü.
Hilbert'in yaptıklarına Brouwer 1934 yılında Compositio
Mathematicae adlı yeni bir dergi kurarak yanıt verdi. Kimilerinin
beklentilerinin aksine Compositio, sezgiselciliğin dillendirildiği bir
L. E J. BROUWER 443

kürsü değil kaliteli, normal bir matematik araştırmaları dergisiy­


di. Artık ellili yaşlarına gelmiş olduğu bu dönemde Brouwer esas
olarak, sıradan matematiğin yerine geçmesi gerektiğini düşündüğü
sezgisel matematiği geliştirmekle meşguldü. Bu, Brouwer'in ken­
di sabit nokta teoremi gibi çok sayıda kabul görmüş sonucu red­
detmesi anlamına gelse de bunun karşılığında Brouwer geleneksel
matematikte karşılığı olmayan bazı yeni sonuçlara ulaşmayı başar­
mıştı. Görünüşe göre Hilbert'in gönül yaralayıcı saldırıları karşı­
sında bezginliğe kapılan Brouwer bir köşeye çekilerek kendi başına
çalışıyordu. Bu dönemde hangi konular üzerine düşündüğüne dair
bir fikir verebilecek makaleleri ne yazık ki 1 943 yangınında yok
oldu. Topoloji alanında yeni bir şeyler yayımlamadığı u�n bir ara­
lığın ardından 1 939'da türevli manifoldların üçgenlere ayrılması
üzerine bir makalesi çıktı. Muhtemeldir ki Brouwer yeniden topo­
loji üzerine düşünmeye başlamıştı.
Çok az yayın yaptığı İkinci Dünya Savaşı'nın ertesinde Brouwer
temeller üzerine çalışmalarına devam etti. 1 946 ile 1 95 1 arasında
Cambridge University'de konuya ilişkin bir dizi konuşma yaptı.
Bu konuşmalar 1927'de Berlin'de Hilbert karşıtı gruba yaptığı ko­
nuşmalara dayanıyordu. Brouwer konuşmalarını bir kitap forma­
tında bir araya getirse de bu çalışma hiç yayımlanmadı. Sezgicilik
adına yürüttüğü kutsal savaşta çok fazla taraftar toplayamasa da
Brouwer'in bilimsel alandaki yeri hiçbir zaman sorgulanmadı. An­
cak, Alman milliyetçiliğine verdiği destek Hollanda' da unutulmadı.
Doğru olmadığı görülse de kısa bir süreliğine Brouwer'in Alman­
larla işbirliği içinde olduğundan şüphelenildi. Kurduğu Compositio
Mathematicae dergisi savaş sırasında yayınına ara verdi. Dergi ye­
niden yayın hayatına döndüğünde Brouwer artık bir editör değil
derginin başında yalnızca bir kukla figür olduğunu gördü.
Brouwer uzun boylu, zayıf, kaslı biriydi. Keskin yüz hatlarında
kendini dünya nimetlerinden çekmiş birinin ifadesi vardı. Konuş­
ması yumuşak ve içtendi. Onu tanıyanlar özellikle dinleyicilerin
hoşgörüsünden emin olduğu küçük gruplar önünde iyi bir konuş­
macı olduğunu ama iş konferans salonuna geldiğinde tam bir fela­
ket olduğunu söylüyor. Freudenthal ile Heyting'in belirttikleri gibi
444 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

" özenli ve kusursuz kesin ifadeleri kuşaklar boyu matematikçile­


rin gözünü korkutarak onları uzak tuttu" . Günümüzde sezgicilik,
mantıkçı ve felsefecilerin ilgisini çekmeye devam ederken sezgisel
analizin peşinden giden kişilere rastlamak da mümkün. Zaten ko­
lay geçinilen biri olmayan Brouwer sonraki yıllarda giderek daha
da aksileşti. Kavgacı ve aykırı biri olmuştu. Makalelerinin çoğu
pek çok yazışmasıyla birlikte evinde çıkan yangın sonucu yok
oldu. Bu olaydan sonra Brouwer seyahate çıkarken tüm önemli
evraklarını da yanında götürmeye başladı.
Brouwer 1951'de üniversiteden emekli oldu. Kraliçe Wilhelmina
1 932'de Brouwer'i Hollanda Aslan Nişanı şövalyeliğine getirmişti.
Daha sonra alacağı ödüllerin çoğu ülke dışından olacaktı. Brouwer
son yıllarında felsefeye katkılarının yeterince takdir edilmediğini
düşünüyordu ama matematik felsefecisi ve ondan da önce öncü bir
topolog olarak tarihteki yerini almıştı. Brouwer 2 Aralık 1966'da
Blaricum'daki evinin yakınlarında karşıdan karşıya geçmeye çalı­
şırken bir arabanın kendisine çarpması sonucu seksen beş yaşında
yaşamını yitirdi. Eşi Elizabeth ondan yedi yıl önce yaşama veda
etmişti. Brouwer'in kendisinden hiç hoşlanmayan üvey kızından
başka çocuğu yoktu. Brouwer'lerin evinde üvey kızının yakın dos­
tu bir kadın daha vardı. Üvey kızının henüz okula gittiği dönemde
eve katılan bu kişi daha sonra Brouwer'in sekreteri ve çok samimi
arkadaşı da olmuştu. Eve gelen ziyaretçiler genellikle bu kadının
aile içindeki konumunu anlamakta zorlanırdı.
Emmy Noether (1882-1935)

Ş imdi sırada tartışmasız "büyük" olarak nitelendirilebilecek


ilk kadın matematikçi var. Weyl'in cenaze töreninde belirttiği
gıbi "Bilim adına yaptığı çalışmaların ve kişiliğinin hatırası çalış­
ma arkadaşlarınca kolay kolay unutulmayacak. Hemcinsleri için­
den çıkan büyük bir matematikçi, hatta en büyüğü olduğuna ve
ayrıca harika bir kadın olduğuna yürekten inanıyorum." Emmy
Noether'in modern soyut cebire getirdiği yenilikçi yaklaşım yal­
nızca önemli sonuçlar üretmekle kalmamış onun tekniklerine öy­
künen öğrenci ve meslektaşlarınca ortaya konan oldukça yaratıcı
çalışmalara da esin kaynağı olmuştur. Nazilerin Almanya'da ikti­
dara gelmesinin ardından üniversitedeki görevinden uzaklaştırılan
446 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Noether Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti. Burada parlak bir


başlangıç yaptığı yeni meslek yaşantısı zamansız ölümü nedeniyle
kısa sürdü.
Amalie Emmy Noether, babası Max Noether'in üniversitede
matematik profesörü olduğu Erlangen'de 23 Mart 1 8 82'de dün­
yaya geldi. Max Noether'in çağdaşlarının ölümleri ardından yaz­
dığı ferasetli biyografiler değerli birer bilgi kaynağı olmuşlardır.
Emmy'nin annesi Ida Amalia'nın (kızlık soyadı Kaufmann) ailesi
varlıklı Köln Yahudilerindendi. Emmy de diğer çocuklar gibi yetiş­
tirilmiş, on sekiz yaşında Kadın Eğitim ve Öğretim Enstitüsü'nde
Fransızca ve İngilizce öğretmeni olana dek Belediye Kız Yükseko­
kulu'na devam etmişti. Kadınların üniversiteye kayıt yaptırmasına
Fransa'da 1 86 1 , İngiltere'de 1 878 ve İtalya'da 1885'ten itibaren
izin verilmeye başlanmıştı. Oysa Almanya'da 1 900'de bile hala
buna izin verilmiyordu. Profesörler kadınların dersleri dinleme
taleplerini bile çoğunlukla geri çevirirken çok az sayıda kadının
üniversite giriş sınavına katılmasına izin veriliyordu. Universitat
Erlangen senatosu 1 898' de aldığı bir kararla kadın öğrencilerin
üniversiteye alınmasının "tüm akademik düzeni altüst edeceğini"
bildirmişti.
Oysa Emmy Noether üniversite eğitimi alma konusunda ka­
rarlıydı ve kolay kolay yılgınlığa kapılacak biri değildi. Noether,
Erlangen ve Göttingen'de matematik ve diğer bilim dallarında
bazı derslere katılmayı başardı. Bunun ardından 1904'te kadınlara
üniversiteye girme hakkı ilk tanındığında Universitat Erlangen'e
kaydını yaptırdı. Gerçek yeteneklerini gösterme konusunda hay­
li yavaştı. Yine de 1908'de daha çocukken tanıdığı ve babasının
meslektaşı Paul Albert Gordan yönetimindeki "Üçlü Bikuadratik
Formlar İçin Tam Değişmezler Sistemi Üzerine" başlıklı tezini ve­
rerek summa cum laude derecesiyle doktorasını aldı.
Noether sonraki yedi yıl boyunca herhangi bir görevi olma­
dan, birkaç ders verip genellikle araştırmalarına odaklanmış bir
biçimde Erlangen'de kalmaya devam etti. Bu dönemde cebirci
Ernst Fischer'le birlikte çalışmaya başladı. Fischer onu Gordan'ın
algoritmik yöntemlerinden kopararak Hilbert'in geniş kuram-
EMMY NOETHER 447

sal tarzına doğru sürükledi. Bu değişiklik, Hilbert ve Klein'ın


Noether'i birlikte çalışmak için Göttingen'e davet etmelerine yol
açtı. O zamanlar yeni görelilik kuramı büyük bir heyecan yarat­
maktaydı. Kuramdan yapılabilecek çıkarımları ilk anlayan kişiler­
den biri olan Emmy Noether genel kuram açısından önemli iki
yeni sonuca ulaşmıştı. Hilbert şiddetli muhalefete karşın Noether'e
üniversitede bir görev ayarlamaya çalışıyordu. Hilbert bu durum
karşısındaki ünlü feveranını bölüm toplantısında şöyle ifade etmiş­
ti: "Adayın privatdozent olarak alınması meselesinde cinsiyetinin
bir argüman olabileceğini düşünmüyorum. Her şeyden önce bu­
rası bir üniversite, yüzme havuzu değil. " Oysaki karşı çıkışların
asıl nedeninin adayın cinsiyetinden ziyade sahip olduğu radikal
politik görüşler olduğuna inanılıyor. Noether 1 919'da gerçekleş­
tirilen reformlardan sonra ancak otuz yedi yaşında privatdozent
olabilmişti. Noether üç yıl sonra resmi bir niteliği olmayan onursal
doçentliğe getirildi. Herhangi bir yükümlülüğü olmadığı gibi maaş
da almıyordu. Gene de Noether, Göttingen'deki bazı doktora öğ­
rencilerinin tez danışmanlığını yaptı.
Emmy Noether'in keskin zekası ve başkalarına da kolaylıkla
geçirdiği matematiksel araştırmalara karşı duyduğu coşku onu, iyi
bir konuşmacı olmasa da etkili bir öğretmen yapmıştı. Yalnızca
ders anlatmak yerine konuların üzerinden öğrencileriyle birlikte
geçtiği tartışma saatleri düzenliyordu. Boş zamanlarını öğrencile­
riyle birlikte geçirmeyi, özellikle de onlarla uzun yürüyüşler yap­
mayı çok seviyordu. Kimi zaman konuşmalara kendisini öylesine
kaptırırdı ki öğrencileri onu trafiğe dikkat etmesi konusunda uyar­
mak durumunda kalırlardı. Bir keresinde ders anlattığı bir sırada
gerçekleşen olay unutulmazdır: İç çamaşırı aşağı doğru kayınca
Noether eğilmiş, iç çamaşırını çekip çıkararak koridora fırlatmış
ve sonra da ders anlatmaya devam etmiştir.
Seçkin matematikçiler en büyük katkılarını genellikle meslek
yaşantılarının başlarında yapar. Emmy Noether ise bir istisnadır.
Noether en güçlü ve yaratıcı çalışmalarını kırk yaş civarındayken
üretmeye başlamıştı. Tarzındaki değişim, değişmeli olmayan alan­
lar ( dördeyler gibi) üzerine yaptığı 1 920 tarihli makalesiyle baş-
448 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

lamıştır. Takip eden yıllarda cebirin aksiyomatik gelişimine çok


soyut ve genel bir yaklaşım geliştirmiştir. Weyl'in de ifade ettiği
gibi Noether cebir üzerine yepyeni ve çığır açan bir düşünme tar­
zı oluşturmuştu. Bu tarz daha sonra eski öğrencilerinden van der
Waerden'in modern cebir üzerine yazdığı ünlü ders kitabında dü­
zenlenecekti. Noether'in ideal kuramına ilişkin, Noether halkaları
kavramının ortaya çıktığı 1921 tarihli devrim niteliğindeki maka­
lesi tartışmasız en iyi çalışmasıdır. Noether sürekli olarak "Bunu
zaten Dedekind'de bulabilirsiniz," dese de Dedekind'in konuya
ilişkin temel düşüncelere sahip olmasına karşın modern cebir üze­
rinde böylesine büyük bir etki yapan kuramı tüm zenginliğiyle ge­
liştiren Emmy Noether'di.
Emmy Noether artık yeteneklerinin zirvesine ulaşmış, düşünce­
leri giderek daha fazla kabul görür olmuştu. 1 928'de Bologna'da
düzenlenen uluslararası kongrede bir konuşma yapmış, 1 928-
29 kışında Moskovskiy Gosudarstvennıy Universitet ile Komü­
nist Akademi'de dersler vermiş ve 1 932'de Zürich'te düzenlenen
uluslararası kongrede baş konuşmacı olarak yer almıştı. Georg­
August'ta nihayet doçentliğe getirilmişti. Göttingen'in Avrupa'nın
ve hatta kimilerine göre dünyanın en üst düzey matematik merkezi
olmasında çok emeği geçmiş olsa da Noether en yüksek kademe
olan profesörlüğü hiç elde edemedi. Ellinci yaş gününde Noether
ailesi olarak adlandırılan cebirciler grubu onun onuruna bir kut­
lama düzenledi.
Yalnızca bir yıl sonra Naziler iktidarı elde ettiğinde bildiğimiz
gibi ilk icraatlarından biri üniversite hocaları da dahil olacak bi­
çimde "Ari ırktan olmayan" tüm devlet memurlarını bazı istisnai
durumlar dışında görevlerinden almaktı. Georg-August matema­
tik bölümünün çoğu hocası Yahudiydi. Bundan sonra üniversite­
de ders vermeleri ve hatta bölüme girmeleri yasaklanmıştı. Emmy
Noether bir süre öğrencileriyle ve meslektaşlarıyla gayri resmi ola­
rak buluşmaya devam etti. Gruplar halinde insanları evine davet
ediyor, umutsuz meslektaşlarıyla birlikte ne yapılması gerektiğine
karar vermeye çalışıyordu. Noether, yandaşı bir grubun bulun­
duğu Moskova'ya gitmeyi ciddi olarak düşünse de Aleksandrov
EMMY NOETHER 449

üniversite makamlarını hızlı davranma konusunda ikna edemedi.


Bu arada onun adına Amerika'da girişimlerde bulunuluyordu.
Noether 1933 sona ermeden Bryn Mawr College'da elde ettiği geçi­
ci bir görevle Amerika'ya gitti. İlk başta Noether'i Oxford'a davet
etme düşüncesi olsa da en sonunda The Rockefeller Foundation'ca
desteklenen Bryn Mawr 1 933-34 dönemi için Noether'e görev tek­
lif eden kurum olmuştu. Normalde The Rockefeller Foundation
bağışları, yalnızca kalıcı bir görev verilmesinin kesin olduğu du­
rumlarda kullanılabiliyordu. Noether lisans eğitimiyle ilgilenmedi­
ğinden Bryn Mawr'ın böylesi bir teklifte bulunma olasılığı yoktu.
Ne var ki, Noether'in Birkhoff, Lefschetz ve Wiener gibi destekçile­
ri koleji görev süresinin uzatılması konusunda ikna etmeyi başardı.
Kolej belli ölçülerde bir matematik geleneğine sahip olsa da bil­
diğimiz gibi bölümde yalnızca dört öğretim üyesi ve hiçbiri de o
ana dek soyut cebirle ilgilenmemiş beş lisansüstü öğrencisi bulun­
maktaydı. Emmy Noether lisansüstü öğrencilerinden dördünü ka­
natlarının altına alarak Almanca ve İngilizce karışımı bir dille bu
öğrencileri yetiştirmeye başladı. Meraklı kişiliği ve yumuşak başlı­
lığıyla Noether yeni yuvasına mutlu bir şekilde yerleşti. En baştan
itibaren İngilizce konuşabilmek için elinden geleni yaptı. Konu ister
çaya insanları davet etmek olsun isterse doktora derecesinin nasıl
alındığı Amerika'da işlerin nasıl yürüdüğünü öğrenmek istiyordu.
Her konuya uzlaştırıcı bir dürüstlük ve büyük bir dikkatle atılıyor,
onu tanıyan herkesin kalbini kazanıyordu. Çalışması nefes almak
gibi kaçınılmaz ve doğal, yaşamı sürdürmenin doğal bir parçasıy­
dı ama bu çalışma öğrencileriyle ilişkilerinin yalnızca çekirdeğini
oluşturuyordu. Hiçbir şekilde sıkılmadan öğrencileriyle birlikte ve
onlar için yaşıyordu. Dünyaya dolaysız bir sokulganlık ve içten
bir merakla bakıyor, öğrencilerinden de aynı şeyi yapmalarını is­
tiyordu. Yürüyüşe çıkmaya bayılırdı. Çoğu cumartesileri yanına
beş altı öğrencisini de alarak kötü havaya hiç aldırış etmeden kolej
etrafındaki yollarda ağır ağır yürüyerek gezinti yapardı.
Noether, Almanya'dan Amerika'ya gelmiş eski dostlarını ve
meslektaşlarını ziyaret edebiliyordu. Her hafta Princeton'da cebir
üzerine ders veriyordu. Seçkin dinleyiciler arasında A. A. Albert,
450 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Richard Brauer, Nathan Jacobson, H. S. Vandiver ve Oscar Zariski


bulunuyordu. Göttingen'deki asistanı Olga Taussky onun ardın­
dan Bryn Mawr'a gelmişti. Princeton'a yaptığı ziyaretlerde Emmy
Noether'e eşlik eden Taussky şöyle diyordu: "Bir keresinde binom
teoremini çok özel bir duruma uygulaması gerektiğini hatırlıyo­
rum. Zor soyut yapıları çok iyi kavrayabilse de bu hesap işi onun
için gerçekten zorlu bir mücadeleydi. Bir şekilde işin üstesinden
gelince çok mutlu oldu. Hatta o kadar mutlu oldu ki yaklaşık üç
kez bize doğru dönüp büyük bir gururla tebessüm etti."
Peki Noether nasıl biriydi? Weyl şöyle yazıyor: "Tıpkı bir somun
sıcak ekmek gibi ondan da esaslı, iç rahatlatıcı, canlı bir sıcaklık
yayılırdı. Aşırı derecede miyop olduğundan kalın camlı gözlükler
takardı. Tombul, hoyrat ve gürültücüydü ama öylesine iyiydi ki ta­
nıyan herkes onu çok severdi. Ne giymesi ya da ne yemesi gerekti­
ğini pek düşünmezdi. Meramı, özellikle onu tanımayanlar üzerinde
görüntüsünün bıraktığı etkiden daha öteye gitmezdi. Tabii bir de
mendili vardı. Mendilini bluzunun altına sıkıştırırdı. Ders anlattı­
ğı sırada mendilini büyük bir çabayla bluzundan çıkarır sonra yine
aynı yere sokuşturuverirdi. Bu hareket de dinleyicilerin gözünden
kaçmazdı. Saçını sürekli kısa kestirmeye başlamadan önceki yıllarda
saçını toplar, dersin heyecanı içinde saçları yavaş yavaş dağılırdı. "
Noether Amerika'da geçirdiği ilk yılın sonlarına doğru kısa sü­
reliğine gittiği Almanya'da her şeyin ne kadar kötüye gittiğini göre­
rek dehşete düştü. Bryn Mawr'da ikinci yılının sonlarına doğru ise
rahmindeki tümörü aldırmak için hastaneye yattı. Riskli olmasına
karşın ameliyat başarılı geçti. Ne var ki Noether henüz hastaneden
çıkmadan baş gösteren yüksek ateş nedeniyle 14 Nisan 1935'te elli
üç yaşındayken yaşamını yitirdi. Ölüm sebebi muhtemelen ameli­
yat sonrasında yaşanan bir emboli ya da enfeksiyondu. Noether
yaşama veda etmeden kısa bir süre önce Princeton'da Veblen'e, ge­
çen bir buçuk yılın hayatının en mutlu dönemi olduğunu söylemiş­
ti. Kendi ülkesinde hiçbir zaman görmediği takdiri bu dönem için­
de Bryn Mawr ve Princeton'da görmüştü. Cesedinin yakılmasının
ardından külleri kolej kütüphanesinin yakınlarına gömüldü. Weyl,
cenaze töreninde yaptığı anma konuşmasını şöyle sona erdirmişti:
EMMY NOETHER 451

Onunla ilk kez karşılaşan ya da yaratıcı gücünü hiç bilmeyen biri için onun
tuhaf biri olduğunu düşünmek ya da onu üzecek şekilde alay etmek gerçek­
ten çok kolaydı . İ ri yapılı, gür sesli biriydi ve ondan söz almak gerçekten pek
kolay değildi. Konuşmaların ı vaaz verirmiş gibi bilgece yaparken birilerine
akıl verme niyeti taşımazdı. Kaba ve yal ın bir ruhu olsa da her şeye karşın iyi
niyetliydi. Açık sözlüiüğü hiçbir şekilde saldırgan değildi. Günlük hayatta son
derece gösterişsiz ve inanılmaz özveriliydi. İ yi ve hoşgörülü bir mizaca sa­
hipti. Gene de kendisine saygı gösterilmesi hoşuna giderdi. Övgü dolu sözler
söyleyen birine bir genç kız gibi kızaran yüzündeki gülücükle karşılık verirdi.
Kimse onu tanrıçaların kolladığını iddia edemez ama Göttingen'de ona şaka
yollu "der Noether" (eril artikelle birlikte) diye hitap etmemiz aynı zamanda
cinsiyet engelini aşmış gibi görünen bu yaratıcı düşünürün yeteneğine olan
saygımızdandı . Nadide bir mizah anlayışına sahip sokulgan yapıda biriydi.
Evinde içeceğiniz bir çay çok hoş olabilirdi. Her zaman yardım etmeye hazır,
yürekten sadakat ve bağlılık gösterebilecek iyi niyetli ve iyi yürekli biriydi.
Tanıdığım tüm insanlar içinde de kesinlikle en mutlusuydu.
Mizacını iki özelliği belirliyordu. İ lki, matematiksel dehasının üretici güçle­
riydi. Tanrı'nın sanatkar ellerinde ahenkli bir biçim almış bir çamurdan ziyade
Tanrı'nın yaratıcı nefesini içine üflediği çok eski çağlardan kalma insan biçi­
minde bir kaya yığınıydı. İkincisi, kalbi kötülük nedir bilmezdi. Kötülüğe inan­
maz, hatta bu duygunun erkekler dünyasında önemli bir rolünün olabileceğini
aklı na bile getirmezdi. Noether'in bu halini Göttingen'de beraber geçirdiğimiz
1 933'ün o son sıkıntılı yazından daha açık bir biçimde görmemiştim. Böyle­
sine mücadele dolu zamanlar insanları birbirine bağlar. O aylara ait anılarım
hayli canlı hatırımda. Emmy Noether tüm cesareti, açıklığı, kendi yazgısına
karşı kayıtsızlığı, barışçıl ruhuyla bizi çevreleyen tüm o nefret, ahlaksızlık,
umutsuzluk ve acı içinde manevi bir teselliydi.
R. L. Moore (1882-1974)

§ imdiki yaşam öykümüzün kahramanı, araştırmacı kimliği eği­


timciliğince gölgelenmiş olsa da yirminci yüzyılın en etkili Ame­
an matematikçilerinden biridir. Tartışmalara açık yöntemleriyle
Moore büyük başarılara imza atmıştır. Aynı yöntemleri kullanan
diğer matematikçilerse benzer bir başarıya ulaşamamıştır. Moore
araştırma alanında Klein'cı bir sezgiciden çok neredeyse tamamıy­
la aksiyomlarla çalışan Hilbert'çi bir biçimciydi.
Robert Lee Moore 14 Kasım 1 882'de o zamanlar Teksas'ın sınır
kasabası olan Dallas'ta dünyaya geldi. Moore, ailenin altı çocuğu­
nun beşincisiydi. Düşüncelerini söylemekten hiçbir zaman çekin­
meyen Teksas tarzı bir güneyliydi. Moore gençlik yıllarında eski bir
454 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

konfederasyon subayı olan babasının tahakkümü altındaydı. Ken­


dine özgü davranışlarını açıklamaya yeterli olur mu bilinmez ama
Moore önemli ölçüde kendi kendini eğitmiş biriydi. Yine de lisede
her şey yolunda gitti. Moore 1 898'de Austin'e gelip University of
Texas'ta öğrenime başladıktan kısa süre sonra kampüsteki en etki­
li kişilerden birinin koruyuculuğu altına girdi. Bu kişi, Sylvester'ın
eski öğrencisi George Bruce Halsted'di. Halsted Austin'de kad­
roya alınmasının öncesinde Princeton'da okutmanlık yapıyordu.
Halsted'in eski öğrencileri arasında 1920'lerde Princeton'da önemli
bir yeri olan Henry Burchard Fine da bulunuyordu.
Genç Moore'un (yaşı daha büyük olan E. H. Moore'la karış­
tırılma tehlikesi olduğunda bu şekilde adlandırıyoruz) Austin'de
öğrencilik yaptığı dönemde Halsted, Hilbert'in yakın zamanda
yayımlanan Die Grundlagen der Geometrie adlı çalışmasıyla ya­
kından ilgileniyordu. Bu etkili çalışmanın en göze çarpan özelliği,
düzlem ve cisim geometrisini eksiksiz bir aksiyomatik temel üzeri­
ne yerleştirme çabasıydı. Halsted bu çalışmayı Moore'a göstererek
ondan aksiyomların bağımsızlığını kontrol etmesini istedi. Moore
aksiyomlardan birinin gereksiz olduğunu bulunca Halsted bu keşfi
Chicago'daki E. H. Moore'a bir mektupla bildirdi. Halsted aldığı
yanıtta, E. H. Moore'un da yalnızca birkaç ay önce aynı sonuca
ulaşmış olduğunu öğrenecekti. Yine de genç adamın muhakemesi
daha kısa ve daha zarif olduğundan Halsted bu çalışmayı American
Mathematical Monthly'de yayımlanması için kısa bir not biçiminde
kaleme aldı.
Genç Moore 1901'de mezun olmasının ardından University of
Texas'ta öğretim üyesi olarak iki yıl daha kaldı. Ertesi yılın sonunda
yol göstericisi Halsted üniversite makamlarıyla karşı karşıya kaldı­
ğı bir dizi olay nedeniyle üniversiteden uzaklaştırıldı. Halsted eski
öğrencisine yaşadığı adaletsizliği yazarken yeniden bir iş bulduğun­
da Moore'la birlikte çalışmak istediğini de belirtti. Genç adamın
geleceğine yönelik önerilerini sıralarken pek çok tavsiyede bulun­
du. Zaman içinde Halsted, Moore'dan kendi akademik çabalarına
ilişkin daha çok fikir almaya başladı. Aralık 1904'te Moore'a şöyle
diyordu: "Bildiğin gibi senin yargılarına bütünüyle güvenmeye baş-
R. L. MOORE 455

ladım. " Halsted yol göstericiliğinden takdir eden bir meslektaş ko­
numuna geçmişti. Temmuz 1905'te Moore'a şöyle yazmıştı: "Kendi
isteklerinin peşinden gitmelisin. Kimsenin bir dahiye gereği gibi akıl
vermesi mümkün değildir."
Halsted'in tavsiyesi ve E. H. Moore'un bu genç adamda bir po­
tansiyel görmesiyle University of Chicago genç Moore'u lisansüs­
tü öğrencisi olarak 1903'te kabul etti. Burada Moore, Halsted'in
Austin' de kurduğunun doğal bir devamı niteliğindeki araştırma
çevresiyle karşılaştı. R. L. Moore'un Chicago'ya geldiği sırada
doktora çalışmasını E. H. Moore'un idaresinde henüz tamamlamış
olan Veblen doçentliğe getirilmiş, genç Moore'un tez çalışmasının
idaresinde yardımcı olmakla görevlendirilmişti. Veblen'in kendi
tezi gibi genç Moore'un da tez çalışması geometrinin aksiyomatik
temellerine adanmıştı. Aslında R. L. Moore'un ilk başlardaki ça­
lışması Veblen'in çalışmalarıyla yakından ilişkiliydi. İki genç adam
arasındaki birlik bir süre için hayli samimileşti. Matematik dışın­
da, boks gibi ortak ilgi alanları oluşmuştu.
Chicago'dan doktorasını 1905'te almasının ardından R. L.
Moore Knoxville'deki University of Tennessee'de bir yıl geçirdi.
Moore burada pozitif tam sayılar ve bunların aritmetiğine ilişkin
kendi aksiyom sistemini kurduğu hiç yayımlanmayan bir makale
kaleme aldı. Borel'in çalışmalarıyla da ilgilenmeye başladı. Yine de
ileride olacaklar açısından daha önemlisi Moore'un aynı zaman­
da eğrilere ilişkin bazı problemler üzerinde çalışmasıydı. Burada,
kendisi de Chicago'da lisansüstü öğrencisi olan ve bildiğimiz gibi
o dönemde Veblen'le birlikte bir analiz ders kitabı yazan Lennes'in
etkisini görebiliriz. Lennes, Moore'un çalışmasında önemli bir yere
sahip yay, basit kapalı eğri (Jordan) ve bağlantılı uzay gibi bazı
kavramları geliştirmişti.
Moore'un ilgi alanları Chicago'ya gelişinin ardından geçen on
yıl içinde yavaş yavaş değişime uğradı. Knoxville'den ayrılmasının
ardından 1 9 1 1-15 arasında kalacağı University of Pennsylvania'ya
geçmeden önce ikişer yıllığına Princeton ve Northwestern'de ders­
ler verdi. Philadelphia'da olduğu dönemde pek çok doktora tezi
yönetse de Philadelphia yılları kendi araştırmaları açısından verim-
456 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

siz sayılabilirdi. 1 915'e gelindiğinde düşünceleri geometrinin aksi­


yomatik temellerinden hayatının çalışmasına yön verecek sorulara
doğru kaymaya başladı. Yaşlı Moore ile Veblen bir süreliğine genç
Moore'u daha fazla matematiksel mantık, başta seçme beliti ve sü­
rem varsayımı olmak üzere özellikle kümeler kuramının temelleri­
ne ilişkin Annalen' de çıkan makaleleri okuması konusunda ikna
etmeye çabaladılar. Ne var ki, aksiyomu tutarlılığının ya da geçer­
liliğinin inceleneceği bir araştırma olarak değil de mutlak bir ilke
olarak kabul eden Moore bu tür konularda tam bir Platoncu'ydu.
Bu konudaki görüşleri Veblen'inkilerle taban tabana zıttı. Veblen
1 924'te American Mathematical Society başkanlık konuşmasında
şöyle demişti: "Sonuçta biçimsel mantığın matematikçilerce devra­
lınması kaçınılmaz gibi görünüyor. Gerçek şu ki şu anda biçimsel
mantık diye bir şey yok ve matematikçiler bunu yaratmadıkça da
kimsenin yapacağı yok. " Doktora derecesini Veblen'in yönetimi al­
tında alan Alonzo Church'ün kümeler kuramına ilişkin tezindeki
seçme belitinin hatalı olması da bir yandan ilginçtir.
1915'te Moore'un (genç olan) Austin'e, mezun olduğu okula
dönmesinin ardından meslek yaşantısı University of Texas'a sıkı sı­
kıya bağlandı. Artık nokta-küme topolojisinde uzmanlaşmış biriydi
(ancak analysis situs ve topoloji terimlerini kullanmaktan çekini­
yordu). Daha önce gördüğümüz gibi genel haliyle nokta-küme to­
polojisinin geçmişi yalnızca Hausdorff'un 1914 tarihli Grundziige
der Mengenlehre adlı eserine dek uzanıyordu. Hausdorff bu tarz to­
polojiyi kümeler kuramının bir dalı olarak görüyordu. Nokta-küme
topolojisi bir dizi aksiyomdan mantık kurallarıyla gelişmişti ama
düzlem kümeleri topolojisi bile henüz araştırma aşamasındaydı.
Oysa kombinatorik topoloji özellikle Poincare'nin ellerinde güçlü
bir sezgisel içeriğe kavuşmuşken bunu sağlam mantıksal temellere
oturtma süreci henüz tamamlanmamıştı. Veblen'in yönetimi altın­
daki Princeton, kombinatorik topoloji ve cebirsel topolojide uz­
manlaşmıştı. Çok geçmeden Austin ile Princeton arasında şiddetli
bir rekabet baş gösterdi.
Yüzyılın ortalarına dek her iki topoloji türü birbirlerine dolan­
mış vaziyette kalmaya devam etse de sonunda iki tür Avrupa'da da
R. L. MOORE 457

birbirinden ayrıldı. Amerika'da böylesi şiddetli bir rekabetin yaşan­


masının kısmen de olsa bir nedeni işe dahil olan güçlü kişiliklerdi.
Princeton'da kombinasyoncuların başını Veblen'den çok Lefschetz
çekiyordu. Lefschetz ile Moore arasındaki hoşnutsuzluk çoğu zaman
abartılsa da iyi anlaştıkları da söylenemezdi. Moore 1931 'de Ameri­
can Mathematical Society tarafından "konuk öğretim üyesi" olarak
görevlendirildi. Bu onura layık görülen ilk Amerikalıydı. Konuşma
programının bir parçası olarak Princeton'a geldi. Lefschetz'in asista­
nı Tucker'ın cümleleriyle olanlara bir göz atalım:

Bence düpedüz rezillik olsun diye Moore ilk konuşmasını cumartesi ak­
şamına koydu . Konuşmalar pazartesi ve salı öğleden sonraları devam etti.
Lefschetz'le Alexander da tüm lisansüstü öğrencilerine giderek "Katılmanızın
şart olduğu tek sefer bu. Başka seçeneğiniz yok. Orada olmak zorundasınız,"
dediler. Böylece tüm salon dolmuştu. Lefschetz diğer herhangi bir konuş­
macıya göstereceği ilgiyi sorular yönelterek Moore'a da gösterdi. Lefschetz
bunu aynı zamanda lisansüstü öğrencilerine de az da olsa yardım etmek için
yapmıştı. Moore aksiyomlarını tahtaya yazarak işe koyuldu. Yaklaşık beş da­
kika boyunca tahta üzerindeki tebeşir sesinden başka hiçbir şey duyulmadı.
Neyse, Lefschetz çok ama çok huzursuzdu. Nihayet bir soru sorarak
araya girdi. Moore yavaşça arkasını dönerek Lefschetz'e baktı ve "Tahta­
ya yazdıklarımı okusaydınız böyle bir soru sormanıza gerek olmazdı," dedi.
Lefschetz durmaksızın sorularına devam etti. Biz bunun Lefschetz'in tarzı
olduğunu biliyorduk ama Moore soruların her birini kendisine atılmış bir olta
gibi görüyor, küçük gören bir tavırla yanıtlar veriyordu. Alexander araya gire­
rek Lefschetz'e biraz olsun yardım etmeye çalışsa da Moore mücadeleden
kolayca galip geldi. Görebildiğim kadarıyla herkes Moore'a ilgi, yakınlık ve
saygısını gösterebilmek için büyük bir zahmete katlanmıştı. Ama Moore daha
sonra gittiği yerlerde Princeton'da kendisine özellikle Profesör Lefschetz ta­
rafından nasıl davranıldığına ilişkin kınayıcı sözler sarf etmişti.

1919'dan başlayarak 1932'ye dek geçen sürede Moore toplam­


da yazdığı makalelerin yarısından fazla, tam otuz sekiz araştırma
makalesi yayımladı. Foundations of Point-set Theory (Nokta-Küme
Kuramının Temelleri) adlı kitabının ilk baskısı 1932'de çıktı. Kitap,
bir önceki yıl American Mathematical Society adına yaptığı kolok-
458 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yum konuşmalarına dayanıyordu. Yayınları dikkatle incelendiğinde


Moore'un aksiyomatik yönteme olan eğilimi çarpıcı bir biçimde ken­
dini gösterir. Yalnızca kitabı değil altmış altı araştırma makalesinden
en az on beşi aksiyomlar üzerine kurulmuştur. 1900'lerin başında
Chicago'da geçirdiği yılların izini Moore yaşamı boyunca en çok bu
konuda yansıtmıştır.
Moore 1930'dan başlayarak araştırmalarına daha az zaman
ayırırken daha çok eğitimle ilgilenmeye başladı. Verdiği eğitim ve
dolayısıyla lisansüstü öğrencilerince gerçekleştirilen çalışmalar,
kitabına dayanıyordu. Adının daha da çok duyulmasını sağlayan
eğitim yöntemlerinin kökeninde, bir önceki bölümde ele aldığımız
E. H. Moore'un uygulamaları vardı. Her iki matematikçinin uy­
gulaması da en nihayetinde E. H. Moore'un Almanya'da edindi­
ği deneyimlere dayanıyordu. Her halükarda E. H. Moore seçkin
yöntemlerinin, üzerine kurulduğu temel düşüncelere Chicago'da
öğrenci olduğu dönemde ulaşmıştı. Derslerde sırf eğlence olsun
diye, verilen bir teoremin ispatına hoca dersi bitirmeden ulaşma­
ya çalışırdı. Bunda her zaman başarılı olamasa da yine de bunun
denemeye değer olduğunu düşünürdü. Böylece öğrencilerin teo­
remleri kendi başına ispatlamaları halinde hem konuyu daha iyi
kavrayacaklarına, yeteneklerinin gelişeceğine hem de ilgilerinin
artacağına karar verdi. Elbette çok zorlu olan teoremlerin uygun
parçalara ayrılması gerekiyordu. Bu yöntemin Sokratesçi yöntem
adı verilen bir benzeri Oxford'daki kolej hocalarınca sıklıkla uy­
gulanmaktadır.
Öğrencilerin konunun özünü kendilerinin keşfetmeleri gerek­
tiğine olan inancı arttıkça yaptıkları şeylerin gerçekten işe yara­
dığını görmelerinin de öğrenciler için cazip olacağını düşünmeye
başladı. University of Pennsylvania'da bu düşüncesini uygulama
fırsatı yakaladığında özellikle geometrinin temelleri üzerine ver­
diği derste bunun başarıya ulaştığını gördü. Bu, bazı teoremlerde
Moore'un da bizzat zorluklar yaşadığı cüretkar, hayli yeni bir alandı.
Austin'e dönmesinin ardından geçen yıllarda Moore kısmen uygu­
ladığı ders yöntemini diğer tüm sınıflarına, özellikle de geometri­
nin temelleri ve (lisansüstü düzeyinde) topoloji derslerine dek ge-
R. L. MOORE 459

nişletti. Doktora sonrası araştırma verimliliğine bakıldığında elde


edilen sonuç inanılmazdı.
Moore lisansüstü topoloji dersine katılacak öğrencileri büyük
bir titizlikle seçerdi. Öğrenci başka bir yerde topoloji dersi aldıy­
sa ya da çok fazla topoloji okuması yapmışsa derse alınmazdı
(Moore kimi zaman böyle öğrenciler için ayrı bir sınıf açardı).
Moore topolojik açıdan mümkün olduğunca bilgisiz bir sınıf oluş­
turma derdindeydi. Genellikle sınıfını topolojiye ilişkin hiçbir şey
okumamaları, yalnızca kendi yeteneklerini kullanmaları konusun­
da uyarırdı. Moore, ilgili olabilecek tüm kitapları kütüphaneden
uzaklaştırmasıyla ünlüdür. Tek yapmak istediği, rekabetin itici
güçlerden biri olduğuna inanmasından ötürü olabildiğince adil bir
rekabet ortamı hazırlamaktı. Sınıf mevcudu oldukça düşük tutu­
lurdu. Princeton'da uygulanan sistemde edindiği deneyim bu nok­
tada yaptığı hazırlıklarda çok yararlı olmuştu.
Öğrencileri Moore'un mantıksal temellere ilişkin sorulardan
hiç hoşlanmadığını çok iyi bilirlerdi. Moore nokta-küme kuramı­
nın içine cebirsel yöntemlerin sokulmasına da şiddetle karşı çıkı­
yordu. Eski öğrencisi Wilder bu durumu şöyle aktarıyor: "Moore
şahsen cebirsel topolojiye girişmeye hiç yeltenmedi. Sahip olduğu
dogmatik önyargılarla cebirsel yöntemlerden imtina ederken bir
yandan aksiyomatik temellerin gerekliliğini sürekli vaaz eder, diğer
yandan da matematiğe ilişkin kendi düşünce ve inançlarını hiçbir
biçimde değiştirilmesi mümkün olmayan yargılara sahip bir tür
mutlak sezgiye dayandırdı. Ona göre "seçme beliti" bir kolaylık
değil gerçeğin ta kendisiydi ve onun olduğu bir ortamda bunu sor­
gulamak onu deliye döndürürdü. " Moore aşırı derecede doktriner
olsa da elbette o dönemlerde böyle düşünen tek kişi değildi. Çoğu
"geleneksel" matematikçi seçme belitini sorgulamak için bir neden
görmüyordu. Austin ekolünün, homolojik tartışmadan mümkün
olduğunca kaçınılması gerektiğini savunan Polonya topoloji eko­
lüyle pek çok ortak noktası vardı. Brouwer'in tercihinin de bu yön­
de olduğu anlaşılıyor.
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki önde gelen nokta-küme topo­
loglarının çoğu Moore'un eski öğrencileriydi. Bu isimler arasından
460 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

en bilinenleri University of Michigan'dan R. L. Wilder, University


of Virginia'dan G. T. Whyburn, University of Texas'tan R. H. Bing,
Harvard University'den E. E. Moise, Tulane University'den Gail
Young, University of Wisconsin'den Mary Ellen Rudin ve Louisiana
State University'den R. D. Anderson'dır. Moore'un, eski bir öğrenci­
sinin ya da onun bir öğrencisinin denetiminde yaklaşık beş yüz dok­
tora çalışması yapıldığı tahmin edilmektedir. Bu çalışmaların kırk
üçü bizzat Moore tarafından yönetilmiştir.
Moore üniversitede nüfuzunu giderek daha fazla kullanır ol­
muştu. Toplantılarda söyleyeceklerini önceden büyük bir titizlikle
hazırlar, bunları da güçlü bir şekilde şöyle dile getirirdi: "Benim
görüşüme göre bu mevzuatı benimsersek üniversiteyi bir adım
daha vasata yaklaştırmış oluruz. Halihazırda burada bu tür bir
vasatlık haddinden fazla zaten bulunmakta. " Moore üniversiteye
zenci öğrencilerin alınmasına şiddetle karşı çıkarken kadınların
üniversiteye girmesine ise razıydı. Moore'un nüfuzunu azaltabil­
mek için bazı çabalarda bulunuldu. Örneğin 1 9 5 1 'de Moore'un
yol göstericisi Halsted'in onuruna açılacak bir öğretim elemanı
kadrosu önerisi kısmen Moore'un üzerine gitme düşüncesiyle red­
dedildi. Matematik bölümünde, üst düzey bazı matematikçilerin
Moore'un bölümde olması nedeniyle Austin'e gelmek istemediği
düşünülüyordu.
Moore 1930'da National Academy of Sciences of Washinton
üyeliğine seçildi. American Mathematical Society' de daha etkin
bir hale gelen Moore 1937-38 dönemi için de dernek başkanlığı­
na seçildi. Moore 1 952'de zorunlu emeklilik yaşı elliye vardığında
üniversitede her yıl verdiği beş dersin tamamını vermeye birkaç
yıllığına devam etti. En sonunda tam olarak emekli olmaya zorlan­
dıysa da bu ancak 1 969'da gerçekleşti. Artık seksen yedi yaşına ge­
len Moore bir efsaneye dönüşmüştü. Austin kampüsünde 1 973'te
açılan matematik bölümünün yeni binasına Moore'un adı veril­
di. Çok kısa bir süre sonra geçirdiği hafif bir felç Moore'u yatağa
mahkum etti. Ardından Haziran 1974'te daha şiddetli geçirdiği
felç sonucu aynı yılın 4 Ekim'inde doksan bir yaşında yaşamını
yitirdi. Tam altmış dört yıl önce, Northwestern'dan ayrılmasının
R. L. MOORE 461

hemen öncesinde Margaret MacLellan Keyn'le evlenmişti. Moore,


Teksaslı Margaret'ı tanıdığında Margaret henüz öğrenciydi. Çiftin
hiç çocukları olmadı. Moore'un Princeton'dayken geçirdiği kaba­
kulak kısır kalmasına yol açmıştı. Eşinin ölümünden bir yıl sonra
Margaret da yaşama veda etti.
Moore, bir araştırmacıdan çok bir eğitimci olarak yirminci
yüzyılın ilk yarısında Amerika'nın en etkili matematikçilerinden
biri olmuştu. Moore'un düsturu şuydu: " En az şeyi öğreten öğret­
men en iyi öğretmendir. " Moore'un çok sayıda öğrencisi kariyer­
lerini akademide sürdürse de diğer öğrencileri üzerinde de büyük
bir etki yapmıştı. Bu öğrencilerinden biri Moore'u "gelmiş geçmiş
en iyi matematik öğretmeni" diye nitelendirmişti. Bununla birlik­
te büyük miktarda bilgi peşinde koşan ya da öğrenci grubu için­
de pasif kalmayı uman biri onun derslerinden uzak durmalıydı.
Moore'un mizacına yönelik pek çok hikaye anlatılmıştır. Araba­
sını ne kadar hızlı sürerse o kadar güvenli olacağını matematiksel
olarak kanıtlayabileceğini öne sürmüştür. Ayrıca Moore mikrop­
lara karşı aşırı duyarlıydı. Umumi tuvalete girdiğinde musluğu
eliyle değil ayağıyla açardı.
Solomon Lefschetz (1884-1972)

ünümüzdeki seçkin Amerikalı matematikçilerin pek çoğu


G Amerika'da doğmuş ve büyümüşlerdir ama yirminci yüzyı­
lın başlarında bu durum böyle değildi. Nazi işgali altındaki Avru­
pa' dan kaçarak Amerika Birleşik Devletleri'nde meslek yaşantıla­
rına yeniden başlayanlar ise istisnai bir durumdur. Emmy Noether
ya da Hermann Weyl'i birer Amerikalı matematikçi olarak kabul
etmek güçtür. Bununla birlikte daha önceki dönemlerde Ameri­
ka'ya gelmiş çok sayıda göçmen bulunmaktadır. Bu göçmenlerin
en kayda değerlerinden biri de daha önce adını yeri geldiğinde bir­
kaç kez andığımız Solomon Lefschetz' dir.
Moskova'da yaşayan Alexander ve Verba Lefschetz, Rusya'da­
ki Yahudilerin maruz kaldığı birtakım engellerden kaçabilmek için
464 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Türk vatandaşlığına geçmişlerdi. Oğulları, geleceğin matematikçisi


Solomon 3 Eylül 1 884'te dünyaya geldi. Yani, bir sonraki yaşam
öykümüzün kahramanı Birkhoff'la yaşıttı. Solomon'un ticaretle
uğraşan ve işi gereği hayatının çoğunu evinden uzakta geçiren ba­
bası ailenin Paris'e yerleşmesinin daha iyi olacağına karar verdi.
Solomon'un on sekiz yaşına geldiğinde Appell ve Picard ayarında
kişilerin ders verdiği Ecole Centrale des Arts et Manufactures'de
öğrenci olmasına değin geçen döneme ait yaşamına ilişkin kayıt­
larda fazla bir bilgiye rastlanmıyor.
Ecole Centrale des Arts et Manufactures'de geçirdiği üç yılın ar­
dından genç Lefschetz ingenieur des arts et manufactures (sanat ve
üretim mühendisi) derecesiyle mezun oldu. Bunun üzerine Lefschetz
Kasım 1905'te Birleşik Devletler'e göç etti. Kısa bir staj döneminin
ardından Pittsburgh'daki Westinghouse Electric and Manufacturing
Company'de mühendis oldu. Lefschetz 1907'den 1910'a dek bu fir­
mada çalıştı ama işyerinde yaşadığı kaza sonucunda her iki kolunu
da dirseklerinden itibaren kaybedince mühendislik alanında planla­
dığı meslek yaşantısı ani bir şekilde sonlanmış oldu.
Lefschetz hastanede geçirdiği dönemin ardından soyut mate­
matik alanına geçiş yapmaya karar vererek Clark University'de
lisansüstü öğrencisi oldu. Bu önemli kurum, yüksek eğitimle ya­
kından ilgilenen başarılı işadamı Jonas Gilman Clark tarafından
kurulmuştu. Clark belki de dostu Leland Stanford'un teşvik et­
mesiyle kendi üniversitesini kurmaya karar vermişti. 1 8 87'ye ge­
lindiğinde Massachusetts yasama meclisi "bilim, edebiyat ve sa­
nat alanlarında eğitim ve incelemelere katkıda bulunulması için
Massachusetts'in Worcester kentinde Clark University adıyla bir
kurumun kurulmasına" karar vermişti. Clark bu iş için bağışla­
dığı paraya ek olarak yakında kamu kaynaklarından da destek
alacağını düşünüyordu.
Jonas Gilman Clark en baştan itibaren kafasındaki yeni üni­
versiteyi "Harvard'dan daha yüksek" olacak şekilde tasarlıyordu.
Clark, Fransa ve Prusya'da gördüğü üniversitelerden çok etki­
lenmişti (ama İngiliz üniversitelerini sevmemişti). Amerika'da ise
Cornell'i beğeniyor ama on yıl önce kurulmuş olan Johns Hopkins
SOLOMON LEFSCHETZ 465

University'nin asıl gıpta edilesi yer olduğunu düşünüyordu. Ne var


ki, çoğunlukla Harvard University mezunlarından oluşan Clark'ın
mütevelli heyeti Worcester'da güçlü bir okulun kurulmasının ya­
kındaki daha eskiden kurulmuş üniversitenin menfaatine ters dü­
şeceğinden çekiniyordu. Mütevelli heyetindekiler yalnızca bir alan
üzerine yoğunlaşma, bunu da lisansüstü düzeyinde gerçekleştirme
konusunda Clark'ı ikna ederek işe başladılar. İlk rektör Hall bu
düşünce üzerinden devam ederken görünüşe bakılırsa Clark tek
başına hala tam bir üniversite oluşturma peşindeydi. Yeni okul,
matematik, fizik, kimya, biyoloji ve psikoloji alanlarındaki lisan­
süstü bölümleriyle kapılarını Ekim 1 889'da açtı. Okula gelen yak­
laşık otuz beş öğrenci beş bölüme dağılmış toplam on dokuz öğre­
tim üyesince yetiştirilecekti.
Matematik bölümünde Hall, tıpkı ondan önce Johns Hopkins
University'den Gilman'ın da yaptığı gibi Klein'ın ilgisini bu okula
çekmeye çalıştı. Hall Avrupa' dan Clark'a gönderdiği raporda şöyle
yazmıştı: "Bizlerin de kendisinden Avrupa'nın en iyi matematikçisi
olarak bahsettiğimiz Profesör Klein'ın burada işin en ehli kişilerce
de öyle göründüğünü tüm çevrelerden duyuyorum. Son zaman­
larda kendisiyle Worcester'da bize katılma olasılığına ilişkin uzun
konuşmalar yaptım. Yılda beş bin dolar kazandığı takdirde -ki
bu miktarı Baltimore kendisine teklif etmiş- gelebileceğini söyledi.
Bana, araştırmalarına birlikte devam edebileceği birkaç kişiyle yal­
nızca çok ileri düzeyde çalışmalar yapma fırsatının kendisini ger­
çekten çok cezbettiğini söyledi. "
Ne var ki, Johns Hopkins durumundaki gibi görüşmelerden
yine bir sonuç çıkmadı. Klein, Georg-August'a daha yeni geçmiş­
ti ve esas derdi burada bir güç merkezi oluşturabilmekti. Aslında
buradan ayrılması pek mümkün gibi görünmüyordu. Klein aslen
düzenli bir şekilde konuk öğretim üyesi olarak görevlendirilmek
istiyor gibiydi ama Prusya makamlarının onun Amerika'ya gitmesi
yerine Amerikalı öğrencilerin Almanya'da eğitim görmesini ter­
cih ettiklerini fark etti. Bu aksiliğe karşın Hall, Amerika Birleşik
Devletleri'nde o ana dek kurulmuş en güçlü matematik bölümünü
oluşturmayı başardı. Çok geçmeden yeni kurumda etkisini artıran
466 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

mali sıkıntılar on bir kalıcı kadrodaki öğretim üyesinden dokuzu­


nun toplu olarak istifa etmesine yol açtı. Rockefeller's University
of Chicago'nun kurulması ve üniversitenin ilk rektörü Harper'ın
Clark'ın en iyi öğretim elemanlarından bazılarını kendi kadrosuna
katmasıyla Clark'ın beklentileri iyice dibe vurdu.
Lefschetz'in meslek yaşantısına geri dönersek, Paris'te edindiği
sağlam temeller sayesinde okula girişinin hemen bir yıl sonrasında
cebirsel geometri üzerine yaptığı tezle 191 l 'de doktora derecesini
aldı. Clark University aslında olması gerekenin donuk bir gölge­
sinden başka bir şey olmamasına karşın Lefschetz burada aldığı
eğitimin kıymetini biliyordu: "Clark'ta neyse ki birinci sınıf bir kü­
tüphaneci, Dr. L. N. Wilson ve çok düzenli tutulan bir matematik
kütüphanesi vardı. Bu kütüphanenin tadını yalnızca iki kişi çıka­
rıyorduk, ben ve lisansüstü çalışmasından arkadaşım, müstakbel
karım. Kütüphane sayesinde hayli ilginç pek çok konuda, en başta
İtalyanların mükemmel cebirsel geometri ekolü hakkında çok fazla
şey öğrendim."
Lefschetz İtalyan cebirsel geometricileri Castelnuovo, Enriques,
Severi ve diğerlerine (Gian-Carlo Rota bu kişilerin, düşünce derin­
liği ve iddiaların özensizliğinde Lefschetz'e denk olduğunu düşü­
nüyordu) büyük saygı gösteriyordu. Lefschetz 1912'de Amerikan
vatandaşlığına geçtikten bir yıl sonra lisansüstü eğitiminden arka­
daşı Alice Hayes'le evlendi. Alice, Lefschetz'e bir yuva hazırlamak,
umutsuzluğunu bir kenara atarak yaşamla yeniden yüzleşmesini
sağlamak için kendi kariyerini bir kenara bıraktı. Alice daha son­
raları Lefschetz'in taşkınlıkları tüm sınırları aştığında onu sakin­
leştirme işini de aynı ustalıkla halletmeyi bilmişti.
Lefschetz Clark'tan ayrılmasının ardından hiyerarşik olarak
yükseldiği farklı görevlerde 1 9 1 3'e dek University of Nebraska'da,
sonraki altmış yıl boyunca da University of Kansas'ta çalıştı.
Lefschetz'in sakatlığını artık kabullenerek yeniden özgüvenini ka­
zandığı ve yeni bir meslek yaşantısının temellerini attığı yıllar Ku­
zey Amerika'nın geniş çayırlarında geçirdiği işte bu yıllardı. Ken­
disinin de söylediği gibi artık matematiksel tecridi sona ermişti.
İçinde bulunduğu ortam, matematiksel anlamda tam bir sükunet
SOLOMON LEFSCHETZ 467

içinde topolojik yöntemleri cebirsel yüzeyler kuramına, özellikle de


İtalyan ekolünün ortaya koyduğu işlere uygulayarak düşüncelerini
geliştirebilmesi açısından hayli değerliydi. Bu geniş çayırlara geldi­
ğinde tanınmayan biriydi. On dört yıl sonra buradan ayrılırken ise
zamanının en seçkin geometricilerinden biri olarak çoktan kabul
edilmişti. Onun tabiriyle "cebirsel topoloji zıpkını cebirsel geomet­
ri balinasına saplanmıştı" . Lefschetz'in cebirsel geometriye yaptığı
büyük katkı Kansas'tan ayrılmasının öncesinde sona ermişti.
Lefschetz 1 924 yılını, sonunda bir çalışanı olacağı Princeton'da
geçirdi. Princeton'a gidişi yaşamının dönüm noktası olmuştu.
Lefschetz ünlü sabit nokta teoremini Princeton'a geldikten çok
kısa bir süre sonra yayımladı. Yine de adını duyurduğu önemli dü­
şüncelerin hepsi de geniş çayırlarda geçirdiği yıllara aitti. Lefschetz
Princeton'da kendini çok sayıda ehil matematikçiyle yakın ilişki
içinde buldu. Bu matematikçiler arasında yalnızca bölüm eleman­
ları değil bölüme gelen seçkin konuklar da yer alıyordu. Lefschetz
lisansüstü öğrencileriyle de yakından ilgileniyordu. Hepsi de topo­
log olan Hugh Dowker, Paul Smith, Norman Steenrod, Al Tucker,
Henry Wallman ve Shaun Wylie'nin doktora derecelerini almaları­
na destek oldu. Bir süreliğine Lefschetz'in asistanlığını da yapmış
olan Tucker çoğu zaman bu anlamda Lefschetz'in yardımcılığını
da yapmıştı. Wylie, Leftschetz'in derslerinin hayli bilgilendirici
olduğunu düşünüyordu: "Elbette neyin önemli olduğunu ve bü­
tün bunların ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu ama ayrıntılara
gelince Lefschetz o kadar iyi değildi. Ayrıntılara, derslerini dinle­
yen kalabalık bir grupla (ki Lefschetz bu durumdan çok hoşnuttu)
birlikte demokratik yollarla karar veriliyordu. İnsanlar çok fazla
şey öğreniyordu. Lefschetz aynı zamanda bazen anlamamış gibi
yaparak bazen de düşünceleri geliştirmek için sık sık soru sorardı. "
Tucker, Lefschetz'in "İnsanlar önce karar vermeli, sebeplerini
sonra bulmalı," sözünü aktardıktan sonra kendi yorumunu yap­
maktadır: "Bu tam Lefschetz'e göre. Kendi kararlarını bir anda
verir, sonra da savlarını bir araya toplardı. Çok hızlı ve çok yara­
tıcıydı. Ancak eksiksiz bir sav ortaya koyma konusunda da çok
zorlanırdı. İnsanların Lefschetz'in ortaya koyacağı herhangi bir
468 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ispatın yanlış ama elde edeceği herhangi bir sonucun ise doğru
olacağını söylediklerini duymuştum. İnanılmaz güçlü bir sezgiye
sahip olmasına karşın eksiksiz bir ispat yapamayacak denli tez
canlı ve sabırsızdı. " Yeniden Tucker'a kulak verirsek: "Lefschetz
çok açık sözlü biriydi. Hatta çoğu insan onu epeyce saldırgan bu­
lurdu. Zaman zaman bu nedenle talihsiz durumlar da yaşanmıştı.
Princeton'da birkaç lisansüstü öğrencisi Lefschetz'in sert paylama­
larının ardından okuldan ayrılmıştı. Niyeti iyi olsa da genellikle
düşünmeden konuşurdu. Ona aynı şekilde karşılık verebilenlerden
etkilenirdi. Genelde söylediği ağır sözler altında eğilip bükülenle­
reyse hiç saygısı yoktu."
Lefschetz genellikle hep doğruyu bulsa da büyük hatalar yaptığı
da olurdu. Bunların içinde belki de en bilineni harmonik integral­
lere ilişkin Hodge kuramını ilk başta reddetmesiydi. Yine Tucker'a
dönelim: "Onunla ilgili bir diğer şey de hatalı olduğunu bildiği hal­
de bunu asla kabul etmemesiydi. En azından o anda ve orada. Çok
şiddetli tartışmalarımız olmuştu. Bu tartışmalardan, onunla birlik­
teyken bir arpa boyu yol bile alamadığım düşüncesiyle ayrılırdım.
Bir iki gün sonra Lefschetz'in benim savımı kabul ederek çalışma­
ya devam ettiğini görürdüm. Lefschetz emekliye ayrıldıktan yıllar
sonra fark ettim ki bir gün içinde onunla yaptığım bir tartışmayı
kazanmam onun artık yaşlanmış olduğunu gösteriyordu."
Bununla beraber Lefschetz neler söylemiş olursa olsun sözlerinde
kötü niyet izlerine rastlanmadığından kendine düşmanlar edinme­
miş gibi görünüyordu. Lefschetz insanlarda olağanüstü bir bağlılık,
hatta adanmışlık yaratma kapasitesine sahipti. Tucker Lefschetz'in
takma ellerini hiç gündeme getirmediğini söylüyor. Onu hiç "Şunu
benim için yapabilir misin, ben yapamıyorum," derken duyamazdı­
nız. Lefschetz bunun yerine yapılmasını istediği şeyler için kibarca
basit isteklerde bulunurdu: "Şu kapıyı açabilir misin?" New York'a
tek başına gider, metroda hiç tanımadığı insanlardan cebinden bir
jeton alarak turnikeye atmalarını rica ederdi. Takma elleri olduğun­
dan hiç bahsetmez, ısrarı sonuç verinceye dek isteğini yinelerdi.
Lefschetz 1 943'te Amerikan donanması için danışmanlık yap­
maya başladı. Kılavuz sistemleri ve gemilerin dengesine ilişkin
GEORGE PÔLYA 489

P6lya 191 1 yılını matematikte altın çağını yaşayan Universitat


Wien'de geçirdi. Buradaki önemli geometriciler arasında Klein'ın
yakın arkadaşı Wilhelm Wirtinger bulunuyordu. Wirtinger olduk­
ça yetenekli genç matematikçileri üniversiteye kazandırıyordu.
Bununla birlikte İkili Monarşi'nin iki başkentindeki ortam bir­
birlerinden hayli farklıydı. Hükümet merkezi Viyana'da açık bir
biçimde Yahudi düşmanlığı seziliyordu. Buradaki yaşantıdan pek
de hoşlanmayan P6lya doktorasını tamamlayacağı Budapeşte'ye
dönerek rahatlamıştı.
Bu dönemde belki Paris'i dışarıda tutarsak matematik alanında
Göttingen benzersizdi. P6lya iki yıllığına Georg-August'a giderek,
en iyi dönemlerini yaşayan Hilbert'in kısmi diferansiyel denklem­
ler kuramı, fiziğin matematiksel temelleri ve matematiğin temel­
leri üzerine verdiği derslere girme şansına kavuştu. P6lya ayrıca
Toeplitz'den değişmezler kuramı, Carathfodory'den varyasyonlar
analizi ve Hecke'den cebirsel sayı cisimleri dersleri aldı. P6lya, o za­
manlar henüz privatdozent olan Weyl' den integral denklemleri ve
bunların matematiksel fiziğe uygulanmaları üzerine bir ders aldı.
Landau'dan ise sonsuz seriler, özellikle Fourier serileri üzerine bir
ders aldı. Landau ayrıca matematiksel problemler üzerine de bir ders
veriyordu. Bu dersteki matematik tipi çok geçmeden P6lya'nın uz­
manlık alanı olacaktı. Üstelik P6lya, emekliye yeni ayrılmış Klein'la
da görüşmeler yapmıştı. P6lya sonraki yıllarda privatdozent olarak
alınma olasılığının olduğu Georg-August'taki günlerini sık sık anım­
sayacaktı. Bu arada, P6lya bir tatil sonrası trenle Göttingen'e dönü­
şü sırasında çantasını bagaj rafına yerleştirmeye çalışırken çantası
düşmüş ve Alman bir yolcuya çarpmıştı. Üniversite öğrencisi olan
bu gencin bir Geheimrat'ın oğlu olduğu ortaya çıktı. Sinirlerin geril­
diği ortamda düello lafı edilmeye başlamıştı. Bu olaydan haberdar
olan üniversite makamları P6lya'dan üniversiteden ayrılmasını iste-
di. Bunun üzerine P6lya 1914'ün başlarında Paris'e gitti.
Poincare'nin kaybına rağmen o zamanların Paris'inde mate­
matiğin önde gelen kişilerinin oluşturduğu yıldızlar geçidi Göttin­
gen'dekinden aşağı kalır değildi. Gerçi Paris'e çok daha fazla res­
miyet hakimdi. P6lya, Borel, Cartan, Frechet, Lebesgue ve Picard
470 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

tırma ekolü yaratmaktaki başarılarından ötürü Aztek Kartalı Ni­


şanı'yla ödüllendirildi. Bu ödül, Italian Accademia dei Lincei'nin*
verdiği Feltrinelli Ödülü, Amerikan Ulusal Bilim Madalyası gibi
pek çok payenin bulunduğu uzun bir listenin yalnızca bir parça­
sıydı. Solomon Lefschetz 5 Ekim 1 972'de seksen sekiz yaşında
Princeton'da yaşamını yitirdi.

*
İtalya'nın Roma kentindeki bilim akademisi. Sözcük anlamı Vaşaklar Akademisi'dir.
(ç.n.)
IX

B I R K H O F F 'TAN ALEXAN D E R 'A


George Birkhoff (1884-1944)

eorge Birkhoff (oğlu Garrett da çok ünlü bir matematikçi­


G dir) çalışmalarıyla yirminci yüzyıl Amerikan matematikçileri
arasında yalnızca eğitim ve araştırma alanlarında değil Veblen'in­
kilere eşdeğer katkılar sunduğu uluslararası bilim çevrelerinin bir
üyesi olarak da ilk sıralarda yer alır. Birkhoff araştırma alanında
kendini Poincare'nin takipçisi olarak konumlandırır. Çağdaş dina­
mik sistemler kuramını Poincare'nin bıraktığı yerden devam ede­
rek kuranlardan biridir.
George David Birkhoff 2 1 Mart 1 884'te Michigan eyaletinde­
ki Overisel'de dünyaya geldi. Chicago'da doktorluk yapan David
Birkhoff ile Jane Gertrude'un (kızlık soyadı Droppers) altı çocuğu-
474 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

nun en büyükleriydi. George'un aslen Hollanda kökenli olan anne


ve babası Nederduits Gereformeerde Kerk'e mensuplardı. Oğul­
ları iki yaşına geldiğinde çift çocuklarının büyüyeceği Chicago'ya
taşındı. George 1 896'dan 1902'ye dek Lewis Institute'ta (şimdiki
adıyla Illinois Institute of Technology) eğitim gördü. George daha
sonra meslek yaşantısının büyük bir kısmında ilişki içinde olacağı
Harvard'a gitmeden önce bir yıllığına University of Chicago'ya ge­
çiş yaptı. 1904'te henüz bir lisans öğrencisiyken H. S. Vandiver'la
birlikte sayılar kuramı üzerine bir araştırma makalesi kaleme aldı.
Harvard'dan 1905'te mezun olurken ertesi yıl da yüksek lisans dere­
cesini aldı. Doktora çalışması için yeniden University of Chicago'ya
gelen Birkhoff, E. H. Moore denetiminde diferansiyel denklemler
üzerine tezini hazırladı. 1907'de summa cum laude derecesiyle dok­
torasını tamamladı. Birkhoff, kıdemli Moore'a büyük saygı göste­
riyor olsa da iki matematikçinin araştırma konuları birbirlerinden
çok farklıydı.
Sonraki iki yıl boyunca Birkhoff, University of Wisconsin' de
okutman olarak çalıştı. Bu sırada Margaret Elizabeth Grafius'la
evlendi. Çiftin Garrett ve Rodney adlarında iki oğulları ve Barbara
adında bir kızları oldu. Birkhoff daha sonra, 1909'da uygulanan
yeni sisteme göre ders vermek için gittiği Princeton' da iki yılın ar­
dından Harvard'ın onu tekrar kadrosuna katma çabalarına giriş­
mesinin ardından profesörlüğe yükseldi. Ertesi yıl Harvard amacına
ulaştı. Birkhoff 1 91 2'de Harvard'a dönmeyi kabul etti. Burada­
ki unvanı yalnızca yardımcı doçent olsa da o dönemlerde bunun
Harvard'da daha üstün bir akademik unvan olduğu düşüncesi
hakimdi. Birkhoff yedi yıl sonra profesörlüğe getirilirken ancak
1932'de bir kürsü sahibi olabildi. O andan itibaren Birkhoff ar­
tık akademik kariyerini tamamıyla matematik araştırmalarına ve
lisansüstü öğrencilerinin yönlendirilmesine adaya bilirdi.
Tüm bunlar gerçekleşmeden önce Birkhoff, Harvard dışında
pek çok işle uğraşır olmuştu. Princeton'da olduğu sıralar Annals
of Mathematics dergisinin editörlüğünü yapıyordu. Harvard'a
geçtiğinde bu kez Transactions of the American Mathematical
Society'nin editörlüğünü üstlendi. Bu görevini derneğin olağan iki
GEORGE BIRKHOFF 475

yıllık süreyle başkanlığına getirildiği 1 925'e dek sürdürdü. Bu gö­


rev, Birkhoff'u Rockefeller International Education Board'la iliş­
kiye geçirmiş gibi görünüyor. Birkhoff yeni göreviyle birlikte bu
önemli kurulun danışmanı ve rehberi gibi davranmaya başlamıştı.
Örneğin, Birkhoff 1 926'da öğretim üyesi izninde Avrupa'ya ilk
ziyaretini gerçekleştirdi. Burada bulunduğu dönem içinde kurum
adına bazı önemli matematik merkezlerine gitti. Birkhoff görevi­
nin bir parçası olarak kurumdan mali destek alan Avrupalı ma­
tematikçilerin kaydettikleri mesleki ilerlemeleri incelerken bir
yandan da Amerika Birleşik Devletleri'nde matematiği daha da
güçlendirmek için neler yapılması gerektiğine ilişkin önemli Avru­
palı matematikçilerden fikir aldı. Birkhoff soyut matematiğe çok
fazla önem verildiği sonucuna varmıştı. Avrupa'dan birkaç üst dü­
zey uygulamalı matematikçiyi Amerika'ya getirtmek gerekiyordu.
Gezisinin sonunda Birkhoff şöyle diyecekti: "En iyi merkezlere hiç
uğramamış ve en nihayetinde bilimsel coşkusunu kaybetmiş üstün
nitelikli çok sayıda insanımız var. İnanıyorum ki Avrupa bu açıdan
Amerika'dan çok daha iyi durumda. "
Harvard'a alınacak yeni elemanlar konusunda Birkhoff çok et­
kiliydi. Genç yetenekleri erken yaşlarında keşfedebileceğine ina­
nıyordu. Harvard'a gelen kişiler arasında da böylesi insanlara
sıklıkla rastlıyordu. Özellikle fen ve edebiyat fakültesi dekanlığı
yaptığı 1 935-39 arası dönemde Birkhoff sık sık, genç Amerikalı­
lar ile Nazilerin baskısından kaçan mülteciler arasında yaptığı se­
çimlerde bir denge kurmakta zorlanıyordu. Harvard' da genellikle
Amerikalıların seçilmesi Yahudi karşıtlığı iddialarına ve Veblen'le
karşılaştırılan Birkhoff'un tutumuna ilişkin olumsuz yorumlara se­
bep oluyordu.
Harvard'la birlikte diğer önemli Amerikan üniversitelerinde
kota sistemi uygulanıyordu. Numerus clausus* adı verilen bu siste­
me göre Yahudi öğrenciler ile öğretim elemanları arasındaki oran
belirli bir sınırı aşmamalıydı. Kota hayli düşük olduğundan bu uy­
gulama yalnızca genel hatlarıyla uygulansa bile belirli bir etkisi

*
Latince "kapalı sayı" anlamında. (ç.n. )
476 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

vardı. Oscar Zariski, Birkhoff'la ilk kez 1 926'da Roma'da kar­


şılaştığında "Bir Yahudinin Harvard'da öğrenci olması zor mu? "
diye sorunca Birkhoff "Hayır, kesinlikle değil. Gerçi doğal olarak
bir oran tutturmaya çalışıyoruz. Yahudi popülasyonu yaklaşık
yüzde 3, yüzde 4, yüzde 5. Bu nedenle biz de yalnızca yüzde 3, yüz­
de 4, yüzde 5 Yahudi öğrenci alıyoruz," demişti. Çok daha sonra
Zariski, Harvard'a öğretim üyesi olarak alınmasında Birkhoff'un
kendisini güçlü bir şekilde desteklediğini öğrenince çok şaşıracaktı.
Diğer yandan Norbert Wiener kendisine Harvard'da teklif edilen
göreve Birkhoff'un itirazları sonucu getirilmediğine kesin bir bi­
çimde inanıyordu. Bu doğru bile olsa Wiener'in MIT' de daha iyi
durumda olacağına inanmak için pek çok mantıklı neden bulmak
mümkün.
Bununla birlikte Birkhoff'un Lefschetz' den hiç hoşlanmadığı
çok açıktı. Lefschetz 1934'te American Mathematical Society baş­
kanlığı için aday gösterildiğinde bu hoşnutsuzluk en üst seviyesine
çıktı. Lefschetz hakkıyla başkanlığa seçilse de Birkhoff daha önce­
sinde o zamanki dernek sekreteri Roland Richardson'a bir mek­
tup göndermişti. Mektupta şu satırlar yer alıyordu: " Lefschetz'in
eskisinden de sevimsiz biri olacağını ve şu andan başlayarak kendi
ırkının iyiliği için daha çok çalışmaya başlayacağına ait içimde bir
his var. Canım ABD'de kendi güçlerine ve nüfuzlarına aşırı dere­
cede güveniyorlar. Lefschetz kendini beğenmiş biri olacak, ırka
dayalı davranışlarda bulunacak, Annals'ı da ırksal bir ek gelir ka­
pısı olarak kullanacaktır." Bu tür Yahudi düşmanlığı Avrupa'dan
Amerika'ya yayılmıştı. Birkhoff pek çok kişinin paylaştığı bu
düşünceleri dikkatsizce ifade etmişti. İşin ilginç yanı Birkhoff'un
yalnızca birinci kuşak Amerikalı olması Latin Amerika ziyaretle­
ri sırasında işine yaramış, Birkhoff'a daha çok bir Avrupalı'ymış
gibi davranmışlardı.
Dersleri iyi düzenlenmemiş ve açıklık konusunda örnek teşkil
etmekten uzak olsalar da başkalarına da yaydığı coşkusu nedeniyle
Birkhoff ufuk açıcı bir öğretmendi. Aralarında Marstan Morse,
Marshall Stone ve Hassler Whitney'in de bulunduğu yirminci yüz­
yılın ortalarında etkili olmuş çok sayıda Amerikan matematikçisi
GEORGE BIRKHOFF 4 77

doktora ya da doktora sonrası çalışmalarını Birkhoff'la beraber


yapmıştı. Altı eski öğrencisi tıpkı onun gibi National Academy of
Sciences of Washington üyeliğine dek yükseldi. Birkhoff hem Ame­
rika Birleşik Devletleri içinde hem de uluslararası alanda zamanının
en önemli Amerikan matematikçisi olarak tıpkı daha önce hocası
E. H. Moore'un gördüğü gibi büyük saygı görürdü. Birkhoff kendi
payına düşen askeri araştırma çalışmalarını her iki savaşta da ye­
rine getirdi. Önemli makalelerinin bazılarını belki de Poincare'ye
saygısı gereği, (çok iyi bildiği) Fransızca yazmıştı. Derslerini İspan­
yolca da verebiliyordu. Birkhoff düşüncelerini uluslararası alan­
daki bilimci dostlarına yayabilmek için çok fazla seyahat etmişti.
Araştırma alanında sahip olduğu itibar Birkhoff'un sık sık bilim
çevrelerinde matematik dünyasını temsil etmesi için çağrılması­
na yol açıyordu. Birinci Dünya Savaşı'nın ardından matematiğin
Göttingen' de ve diğer yerlerde yeniden canlandırılmasında önemli
rol oynamıştı.
Birkhoff'un yaşamının ilerleyen dönemlerindeki en büyük ça­
balarından biri Başkan Franklin Roosevelt'in "iyi komşuluk po­
litikası" uyarınca Latin Amerika'da bilimsel araştırmaların teşvik
edilmesiydi. Birkhoff bu amaçla Rockefeller Foundation'ın (daha
önce International Education Board) desteğiyle Meksika, Peru,
Şili, Arjantin ve Uruguay'da bir süre geçirdi. Ülkeye geri dönüşün­
de Birkhoff Latin Amerika matematiği davasının savunuculuğu­
nu yaparak başka girişimlerin yanı sıra Guggenheim Foundation'ı
Latin Amerika'da konuk profesörlük oluşturması yönünde ikna
etti. Lefschetz bu unvanı alan ilk kişiydi. Çalışmalarını 1942'den
itibaren Meksika üzerine yoğunlaştıran Lefschetz büyük başarılar
elde etti. Brezilya'nın matematikte adını duyurması hayli etkileyi­
ciydi. Birkhoff bu ülkeyi ziyaret etmemiş olsa da Brezilya, özellikle
Birkhoff'un uzmanlık alanı dinamik sistemler kuramında büyük
ilerleme kaydetmişti.
Birkhoff'un Avrupa'da, özellikle Fransa'da pek çok dostu var­
dı. Hiç karşılaşmamış olsalar da Birkhoff en büyük ustası olarak
gördüğü Poincare'ye çok büyük hayranlık duyuyordu. Birkhoff'un
Poincare dışındaki hocaları Harvard' dan Maxime Bôcher ve
478 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Chicago'dan E. H. Moore'du. Moore, Birkhoff'u en çok etkileyen


isimdi. Birkhoff, klasik analiz ve cebirle Bôcher aracılığıyla, "ge­
nel analizle" de E. H. Moore aracılığıyla tanışmıştı. Moore gibi
Birkhoff da Amerikan matematiğinin artık rüştünü ispatladığını
düşünüyordu. Harvard'ın 1936'da gerçekleşen üç yüzüncü kuru­
luş yılı kutlamalarında Hardy, Amerika Birleşik Devletleri'nde di­
ğer herhangi bir ülkedekinin üç katı yaratıcı matematik gerçekleş­
tirildiği düşüncesinde olduğunu belirtmişti. Birkhoff'un 1938'deki
"Amerikan Matematiğinin Elli Yılı" üzerine yaptığı konuşma bu
dönemde gerçekleştirilmiş olanları gözler önüne serer. İleriye dö­
nük olaraksa Birkhoff "büyük göçle" gelen Avrupalı bilimcilerin
işe alınmalarının yarattığı etki üzerine konuşmuştur:

Aramızdaki bu güzide grupla birlikte umut vaat eden genç Amerikalı ma­
tematikçilerimizin omuzlarına kaçınılmaz bir yük biniyor. Aslına bakarsanız
yeni gelenlerin pek çoğu mütevazı aylıklar aldıkları ama ders verme yükü
altında ezilmeden incelemelerini gerçekleştirebilecekleri bol imkanlara sahip
oldukları araştırma işlerinde çalışıyor. Böyle olunca da genç Amerikalı ma­
tematikçilerin erişebileceği benzer görevlerin sayısı azalıyor. Bu gençlerden
bazılarının da "fuzuli işleri yapmak" zorunda kalacakları olasılığını göz ardı
etmemek gerekir. Bu tehlikeden artık uzak durmamız gereken bir doyum nok­
tasına ulaştığımıza inanıyorum.

Mathematical Association of America 1 933'ten itibaren "son


birkaç yıl içinde gerçekleşen olaylar sonucunda ülke dışından
Amerika'ya gelen matematikçilerin" hareketini takip etmektedir.
Monthly'de yer alan değerlere göre 1 933-37 arasındaki beş yıl- ·
lık dönemde ülke dışından gelen toplam matematikçi sayısı kırk
beştir. Birkhoff açık bir şekilde bu sayının çok yüksek olduğunu
düşünüyordu ama yine de konuşmasına şöyle devam etti:

Yine de belirtmek gerekir ki, şu an görülmeye başlayan durum genel


olarak matematiğimizin gidişatı açısından yararımıza olabilecek bir etkenin
de önemine vurgu yapıyor. Hizmet ettikleri kurumların entelektüel statülerini
yükseltme arzusu içindeki uzak görüşlü kimi üniversite ve kolej rektörleri
matematik bölüm kadrolarını g üçlendirmenin yapılabilecek en kolay şeyler-
GEORGE BIRKHOFF 479

den biri olduğu sonucuna vardılar. Bunu gerçekleştirebilmek için olağanüstü


laboratuvar ya da kütüphane masrafları yapmak da gerekmiyordu. Ayrıca
matematik konuları sürekli bir yaratıcı büyüme içindedir. Mühendisler, bi­
limciler, felsefeciler ve benzerleri için eskisinden de önemli hale gelmiştir.
Buradaki ve yurtdışındaki muhteşem matematikçiler de mali yönden erişi­
lebilir durumdadır.

Birkhoff'un analizdeki başlıca ilgi alanı Poincare'nin başta gök­


cisimleri mekaniği olmak üzere çalışmalarını genişletmek istediği
dinamik sistemler kuramıydı. Belki de Birkhoff'un meslek yaşa­
mındaki en önemli olay Poincare'nin son geometrik teoremini is­
patlamasıydı. Bu, kısıtlı üç cisim problemi için büyük öneme sahip
bir sonuçtu. Birkhoff'un elde ettiği ikinci en önemli sonuç noktasal
ergodik teoremiydi. Birkhoff ayrıca uzun yıllardır görelilik kura­
mına büyük bir ilgi duyuyordu. Daha az ilgi duyduğu bir başka
konuysa kuantum mekaniğiydi. Ancak her iki konuda inşa ettiği
fiziksel modeller bugün yalnızca tarihi anlamlara sahip. Birkhoff
temel geometriden, haritaların renklendirilm�sine ve fonksiyon
uzayları kuramına dek çok çeşitli konularda makaleler yazdı. Ken­
di buluşu estetiğin matematiksel kuramı üzerine de çokça yazı ka­
leme aldı. Birkhoff'un tüm bu zengin yayınlarına toplu eserlerinde
rastlanabilir. American Mathematical Society'nin Bôcher Ödülü
dahil bazı payeleri meslek yaşantısının erken dönemlerinden itiba­
ren kazanan Birkhoff daha sonra çok sayıda onursal derecenin de
sahibi oldu.
Birkhoff yaşamının sonlarına doğru kalp rahatsızlıklarından
şikayetçi olmaya başladıysa da kendini hiç sakınmadı. 12 Kasım
1 944'te altmış yaşındayken uykusunda yaşamını yitirdi. Birkhoff
gençliğinde "oldukça sosyal ve enerjik" biri olarak anlatılırdı.
Yirmili ve otuzlu yıllarda Birkhoff'lar neredeyse büyükelçiler gibi
ağırlandı. Yaşamının sonuna doğru onu tanıyanlarsa Birkhoff'un
kendi düşüncelerine kapanmaya meyilli, sert ve çekingen biri oldu­
ğunu söylerdi. Bu yaşam öyküsünde kullanılan fotoğrafta Birkhoff
elli yedi yaşındayken görülüyor.
Hermann Weyl (1885-195 5)

ermann Weyl kendi kuşağının önemli matematikçilerinden


H biri, David Hilbert'in de değerli bir öğrencisi ve ardılıdır.
Weyl pek çok yöne eşit derecede dağılmış ilgi alanlarına sahipti.
Matematiğin temellerine, matematiksel fiziğe ve ikisi arasında ka­
lan çok sayıda matematiksel araştırma alanına katkı sağlamıştı;
matematiğin geniş kitlelere anlatılmasına özellikle büyük önem
vermişti. Açıklayıcı tarzı modern ölçütlere göre fazlasıyla yavaş
olsa da teknik hünerlerini sıra dışı hayal gücüyle birleştirdiği tarzı,
olağanüstü bir düşünce zenginliğine sahipti.
Tam adıyla Claus Hugo Hermann Weyl, Hamburg yakınların­
daki küçük kasaba Elmshorn'da 9 Kasım 1 885'te dünyaya geldi.
482 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Babası Ludwig bankacılık işindeydi. Annesi Anna (kızlık soyadı


Dieck) varlıklı bir aileden geliyordu. 1 895'ten 1 904'e değin oğul­
ları Hermann Altona'daki gymnasium'a gitti. Hermann'ın burada
gösterdiği performans Hilbert'in bir akrabası olan okul müdürü­
nün dikkatini çekti. Weyl çok geçmeden kendini Georg-August'ta
buldu. Çok daha sonra Weyl, yeni ve genç bir öğrenci olarak
Hilbert'in dersine katılışını şöyle hatırlayacaktı: "Tüm masumiyet
ve cahilliğimle Hilbert'in o dönem açacağını duyurduğu derse ka­
tılmaya cüret etmiştim. Ders, sayı kavramı ve çember dördüllemesi
üzerineydi. Derste anlatılanların çoğu benim boyumu aşan şeyler­
di. Ancak önümde yeni bir dünyanın kapıları açılmıştı. Hilbert'in
ayaklarının dibinden ayrılmadan geçirdiğim kısa sürenin sonunda
genç kalbimle bu adamın yazdığı her şeyi mutlaka okumam ve öğ­
renmem gerektiğine karar verdim."
Hilbert'in en yetenekli öğrencisi Weyl 1 908'de diplomasını ala­
rak iki yıl sonra Georg-August'ta privatdozent kadrosuyla göreve
başladı. 1913'te Mecklenburg yakınlarındaki Ribnitz kasabasın­
dan Helen Joseph'le evlendi. Doktor kızı olan Helen, Weyl'in fel­
sefeye, yaratıcı ve şiirsel edebiyata olan ilgisini tümüyle paylaştı.
Çiftin oğulları, Weyl'in aileye yüksek sesle şiir okuduğu anlarda
sesinin şiddeti ve yüksekliği nedeniyle duvarların sarsıldığını ak­
tarıyordu. Weyl, insanın kalbine seslenen şiir türlerini seviyor, ma­
tematik yazılarına insani bir boyut katmak için şiirlerden alıntılar
yapıyordu.
Aynı yıl içinde Weyl, daha önceki bazı seçkin Alman matema­
tikçiler gibi Zürich'teki Eidgenössiche Technische Hochschule'de
profesörlüğe getirildi. On yıl sonra Georg-August'ta Klein'ın ye­
rine geçme fırsatını geri çevirdi. Bu kararında belki de bir süreli­
ğine Hilbert'ten uzak kalma düşüncesi etkili olmuştu. Weyl'in ilk
dönem çalışmaları üzerinde Hilbert'in etkisi hayli açıktı. Örneğin
Weyl'in privatdozent olabilmek için sınır değerler üzerine yazdı­
ğı tez böylesi bir çalışmaydı. Ne var ki, Weyl kısa sürede on do­
kuzuncu yüzyıl geometri ve analiziyle yirminci yüzyıl topolojisini
kaynaştırarak kendi farklı ilgi alanlarını yarattı. Örneğin Riemann
yüzeylerine ilişkin 1 9 1 3 tarihli monografisinde Weyl, topolojik fi-
HERMANN WEYL 483

kirlerin kompleks fonksiyonların davranışlarını aydınlatma yolu­


nu zarif bir biçimde açıklamıştı.
Weyl'in Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında Alman ordu­
sunda yaptığı kısa süreli hizmet en önemli düşüncelerinden birinin
üzerine yaptığı çalışmaya başlamasının hemen sonrasına rastla­
mıştı. Weyl birim aralıkta irrasyonel sayıların nasıl dağıldıklarına
baktığında irrasyonel bir sayının kesirli kısmı ile tam sayı katları­
nın düzenli bir dağılım gösterdiğini görürken rasyonel sayılar için
bu durum geçerli değildi. Bu düşünce daha sonra Kronecker-Weyl
teoremine evrildi.
O dönem fizikte ortaya çıkan çok sayıda devrimsel düşünce­
yi yakından izleyen matematikçiler arasında Weyl de vardı. Daha
önce Minkowski'nin yapmış olduğu gibi Weyl de Einstein'ın
Zürich'te bulunmasından yararlanarak onunla bir yıl birlikte ça­
lıştı. Ortak çalışmalarının ürünü Weyl'in "Uzay, Zaman, Mad­
de" başlıklı 1 9 1 8 tarihli monografisiydi. Yerçekiminin kütlenin
uzay-zamanı bükmesi yoluyla tanımlandığı genel görelilik kuramı­
nın bu erken dönemlerinde Einstein'ın kimi düşüncelerinin mate­
matiksel açıdan en iyi formülasyonu hala tam olarak net değildi.
Einstein konunun uzmanı olmasa da çalışmalarında on dokuzuncu
yüzyıl diferansiyel geometri bilgisinden dayanak alıyordu. Weyl,
tensör analizini kullanarak genel göreliliğin Einstein'ın elde etmiş
olduğundan daha düzgün bir formülasyonuna ulaştı. Weyl modern
fiziğe olan ilgisini fizikçiden ziyade aslen bir matematikçi olarak
sürdürüyor olsa da yeni fiziğe yaptığı katkılar işin matematiğini
geliştirmenin çok ötesine geçti. Örneğin Weyl, kozmolojide hay­
li farklı şekillerde ortaya çıkan iki farklı sayı arasındaki şaşırtıcı
uyuma dikkat çekmişti. Bunu fark eden tek kişi Weyl olmasa da bu
görüş Weyl varsayımı olarak bilinecekti.
Birinci Dünya Savaşı'nın ertesinde Weyl o zamanların tartışma­
lı konusu matematiğin temelleriyle ilgilenmeye başladı. Riemann
yüzeyleri üzerine yaptığı çalışmasında Brouwer'in topolojik sonuç­
larını kullanmıştı. Şimdi de Brouwer'in matematik felsefesi üzerine
ciddiye alınması gerektiğini düşündüğü fikirlerini inceliyordu. Bil­
diğimiz gibi Hilbert daha önce Brouwer'in çalışmalarıyla ilgilendi-
484 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ğini ifade etmişse de Brouwer'le aynı fikirde olmasının mümkün


olmadığını fark etmişti. Weyl, Brouwer kadar doktriner değildi.
Yine de Weyl'in Brouwer'e verdiği destek Hilbert'i rahatsız etmişti.
Weyl her zaman ön doğrulamanın (postülasyon) önem ve değeri­
ni kaybettirmeden inşanın (konstrüksüyon) yerine geçemeyeceğini
savunmuştu. Bu görüşü öylesine sıkı bir biçimde savunuyordu ki
tüm yaşamı boyunca Weyl, "seçme beliti"ni esaslı ve sistematik bir
biçimde kullanan matematiksel kuramlardan uzak durmaya çalıştı.
Hatırlarsanız Brouwer Zürich'ten ayrılarak Amsterdam'a gel­
mesi konusunda Weyl'i ikna etmeye çalışmış ama başarısız ol­
muştu. On yıl sonra Hilbert Georg-August'tan emekli olduğunda
Weyl'e onun yerine geçmesi teklif edildi. Weyl bu kez çektiği onca
acının ardından teklifi kabul etti. Göttingen'e dönüşünde şöyle
demişti: " Onlar olmadan yaşlılığın katı bir yalnızlığa dönüştüğü
gençlerle iletişimimi devam ettirme şansımı yitirmemek istediğim­
den, bilimsel gelişmenin doğru adresinin entelektüel bir çevre ol­
duğunu bildiğimden ve bu nedenle bilim geleneğini geliştirmenin
önemli bir görev olduğunu düşünmemden ve son olarak kendi in­
sanlarımın arasında bulunmak istememden dolayı geri döndüm. "
Ne yazık ki Weyl ders verme konusunda Hilbert kadar yetenekli
değildi. En temel düzeydeki dersleri bile çoğu öğrencinin sahip ol­
duğunun çok ötesinde bir bilgi birikimi gerektiriyordu. Temel ana­
liz dersini verme sırası ona geldiğinde Weyl dersi sezgici bir bakış
açısıyla anlatmıştı.
Weyl, Georg-August'un tanıdık çevresine geri dönme keyfini
uzun süre yaşayamadı. Nazilerin iktidara gelmesinin öncesinde
bile Weyl Almanya' daki bilimsel yaşamın niteliğinden hoşnutsuz,
uğursuz politik ve ekonomik durumdan endişeliydi. Araştırma­
larındaki üretkenlik düşmüştü. 1933'te Yahudilerin görevlerin­
den uzaklaştırılmasıyla geçici olarak Mathematisches lnstitut'ta
Courant'ın yöneticilik görevini devralsa da kısa bir süre sonra Nazi
Almanya'sında daha fazla yaşamak istemediğine karar verdi. Weyl
Yahudi olmasa da en azından karısı Helen kısmen Yahudiydi. Bu
da yetkililerin dikkatini çekmeye zaten yeterdi. İspanya'ya gitmeyi
düşündü ama bir sonuç elde edemedi.
HERMANN WEYL 485

Weyl Zürich'ten aldığı öğretim üyesi izniyle 1 928-29 dönemini


Princeton'da geçirmişti. 1933'ün başlarında Pinceton'da yeni ku­
rulan Institute for Advanced Study'de kendisi için uygun bir pozis­
yon olup olmadığını sorduğunda Weyl'e derhal bir teklif sundu­
lar. Weyl ve karısı günler boyunca bu teklifi kabul edip etmemeyi
konuştular. Weyl'in masasının üzerinde biri teklifi kabul ettiğini
söyleyen diğeriyse reddeden iki telgraf taslağı duruyordu. En so­
nunda Weyl'in yanıtı olumsuz oldu. Courant bu durumu Veblen'e
şöyle açıklamıştı: "Weyl'in tutumu gerçekten çok tuhaf ve karma­
şık. Onun bu davranışı ancak sahip olduğu muazzam yeteneklere
karşın, içten içe kendini güvensiz hisseden biri olduğunu gördüğü­
nüzde anlam kazanır. Weyl için tüm yaşamını etkileyecek sonuç­
lar doğuracak bir karar almak son derece güçtür; zihinsel olarak
böyle bir kararın ağırlığını kaldıramaz ve başka yerlerden güçlü
destek arayışlarına girer." Oysa Weyl yılın ilerleyen aylarında Al­
manya' da kalma kararından vazgeçerek Princeton'dan gelen tek­
lifin hala geçerli olup olmadığını sordu. Teklif geçerliydi ve bu kez
kabul etti. Weyl Amerika Birleşik Devletleri'ne vardığında ruhsal
ve bedensel olarak tükenmişti.
Enstitünün devamlı kadrosunda yer aldığından Weyl araştırma­
larına devam edebileceği en uygun ortama sahipti. Gerçi Princeton
yılları, gücünün zirvesinde olduğu Zürich'te geçen 1 9 1 7-1927 ara­
sı dönem kadar verimli değildi. Geç dönem çalışmalarının çoğu
matematiğin soyut kısmı üzerineydi. Yine de matematiksel fiziğe
ilgisi güçlü bir biçimde devam ediyordu. Daha 1 929'da atom altı
parçacığı nötrino için matematiksel bir kuram geliştirmişti. Ken­
di içinde tutarlı olan kuram sol-sağ simetrisini koruyamadığından
terk edildi. Bununla birlikte daha sonra gerçekleştirilen deneysel
çalışmalar simetrinin her durumda mutlaka korunmadığını göste­
rince Weyl'in kuramı yeniden araştırma çalışmalarına dahil oldu.
Matematik ve fiziğin ilişki içinde olduğu bir diğer alan da kuantum
mekaniğinde geniş kullanım alanı olduğu anlaşılan bir tür tensör
olan spinorlar üzerine yapılan çalışmalardı. Spinorlar, Cartan ve
diğerlerince daha önce ele alınmış olsa da özelliklerine ilişkin ilk
sistematik yaklaşımı Weyl gerçekleştirmişti.
486 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Fiziksel kuramların hedeflerinden biri de değişen koşullar al­


tında korunabilen nicelikler bulmaktır. Weyl Klein'ın düşüncele­
rini modern fiziğe uyarlayarak görelilik ve kuantum mekaniğin­
de böylesi değişmez nicelikler tanımlamıştı. Weyl'in 1 928 tarihli
Gruppentheorie und Quantenmechanik ( Gruplar Kuramı ve Ku­
antum Mekaniği) adlı kitabı onun bakış açısını göz önüne sererken
bir yandan da fizikçilerin daha önce elde ettikleri çeşitli sonuçları
da bir araya toplar.
American Mathematical M o nthly 'nin 1951 'deki sayısında çı­
kan, yirminci yüzyılın ilk yarısında matematiğin gelişimine iliş­
kin kaleme aldığı araştırma yazısından da anlaşılabileceği gibi
Weyl, matematik tarihiyle de ilgileniyordu. Weyl o yıl Institute far
Advanced Study'den emekliye ayrıldı. İngilizcesini hiçbir zaman
Almancası kadar geliştiremese de edebiyat ve yazım tarzına ilişkin
konulara aşırı önem verirdi. Yazılarındaki açıklayıcı tarzın başarısı
da verdiği bu önemden kaynaklanmaktadır. Bilimsel gelişmelerden
halkın haberdar olması gerektiğini düşünüyordu ve bu görüşe hep
bağlı kaldı.
Weyl'in ilk karısı Helene, Ortega y Gasset'in eserleri gibi çok
sayıda İspanyol edebiyat ürününü Almancaya kazandırmış bir
çevirmendi. 1 948'deki ölümünün ardından Weyl iki yıl sonra,
Zürich'li Ellen Baer Lohnstein'la evlendi. Yılın yarısını Zürich'te
geçiriyorlardı. Weyl, sonradan Amerikan vatandaşlığına geçenle­
rin vatandaşlık haklarını kaybetmeden ülke dışında geçirebileceği
süreyle ilgili kurallardan habersizdi. Weyl bu süreyi geçirince Ame­
rikan vatandaşlığını kaybetti. Bu durumun düzeltilebilmesi ancak
kongreden çıkacak özel bir yasayla mümkündü.
Kasım 1955'te Weyl'in yetmişinci yaş günü kutlandığında ailecek
Zürich'teydiler. İnsanların önüne son kez, çalışmalarından derlenen
Selecta adlı kitabın kendisine hediye edilmesi sırasında çıktı. Daha
sonra, kendisine gönderilen tebrik mektuplarına teşekkür notları
yazarken kalp krizi geçirerek 9 Aralık 1 955'te yaşamını yitirdi. Ölü­
müyle dünya, muazzam Göttingen matematiği çağıyla arasındaki
bir bağı, seçkin bir matematikçiyi, çağdaş fiziğin kurucularından ve
en üst düzey yorumculardan birini daha kaybetmiş oldu.
George P6lya (1887-1985)

A
vusturya-Macaristan İ mparatorluğu Habsburg'la daha yakından
i l işki l i olsa da akla daha yatkın olan terim Mitteleuropa' d ı r: Kavra­
m ı n tam olarak nereye oturduğunu söylemek güç. Mitteleuropa kentli ,
kültüre l , entelektüel, etnik olarak karışmış (esasen Germenler, Slav­
lar ve Macarlar) ve iki d i l l iydi (hemen hemen herkes Almanca bilirdi).
Mitteleuropa esas olarak kültürel b i r olguyd u . Çok sayıda Yahudinin
varl ı ğ ı na rağmen esas itibariyle d i n , Katoliklik ve Protestanl ı k'tı . Merkez
Viyana olsa da Breslau, Budapeşte, Krak6w ve Prag gibi şehirler de
büyük öneme sahi pti.
On dokuzuncu yüzy ı l ı n sonlarından başlayarak en azından yirminci
yüzy ı l ı n ortalarına dek süren dönem Macar matematikçilerin altın çağıy-

" "Orta Avrupa " anlamında Almanca sözcük. (ç.n.)


488 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

d ı . Avusturya ve Macarista n ' ı n ikili monarşiyi oluşturduğu Biri nci Dünya


Savaşı öncesinde Avusturya tarafı n ı n daha etkileyici olduğu düşünü­
lebil i r ama Macar matematikçileri art arda s ı ralamaya başlad ı ğ ı m ızda
Macar tarafı n ı n da bir o kadar önem l i , hatta bazı açılardan daha da
önemli olduğunu görürüz. Riesz kardeşler, Fejer, Haar, Rad6, Szegö.
von Kerekjart6, von Neuma n n , von Karman , Erdelyi ve Erdös gibilerinin
katkı ları önemlidir. Bu büyük i n sa n ları bir nebze de olsa aşan isimse
George P61ya'dı r.

György (George) Pôlya 1 3 Aralık 1 887'de Budapeşte'de dün­


yaya geldi. Yahudi babası Jakab bir sigorta şirketinde avukat ola­
rak çalışmasının yanı sıra üniversitede de görevliydi. Annesi Anna
(kızlık soyadı Deutsch) toplumun üst sınıflarına ait bir kadındı.
Çiftin ünlü bir cerrah olan en büyük oğulları İkinci Dünya Sava­
şı'nın sonlarına doğru Nazilerce öldürülürken bir diğer yetenekli
çocukları, en küçük oğulları da Birinci Dünya Savaşı'nda ölmüştü.
Ailenin çocuklarından geriye yine sigorta şirketinde çalışan iki kız
ve bundan sonra kısaca Pôlya diyeceğimiz geleceğin matematikçisi
kalmıştı.
Pôlya bölgedeki liseye gitti. Genel anlamda iyi eğitim veren lise
matematik alanında güçlü bir okul değildi. Üniversitede ilk önce
hukukta şansını deneyen Pôlya daha sonra iki yıllığına filoloji eği­
timi aldı. Pôlya bunun üzerine başka alanlarda da şansını denedi.
Felsefeden etkilenmezken, fizik onun için çok zor geldi ve en so­
nunda bir tür uzlaşma olarak matematikte karar kıldı. O dönem
üniversitedeki en önemli matematikçi henüz otuz bir yaşındayken
profesörlüğe yükselen Lipôt Fejer'di. Fejer'i kendisine örnek kişilik
olarak almış gibi görünen Pôlya onu şöyle tanımlıyordu: "Sanat­
sal zevklere sahipti. Müziği çok sever, iyi piyano çalardı. Güzel
öykü anlatma becerisini titizlikle işlerdi. Kendine özgü jestleriyle
büyük bir matematikçinin kusurlarını anlatırken dayanılmaz olur­
du. Fejer'le matematik konuşarak ve öyküler anlatarak kafelerde
geçen saatler pek çoğumuz için tatlı birer hatıra. Fejer matematik­
sel gözlemlerini öykülerini anlatırkenki canlılığıyla sunardı. Bu da
problemlerine pek çok genç insanın kalıcı ilgisini çekmesine yar­
dımcı olurdu."
GEORGE PÔLYA 489

P6lya 1 9 1 1 yılını matematikte altın çağını yaşayan Universitat


Wien' de geçirdi. Buradaki önemli geometriciler arasında Klein'ın
yakın arkadaşı Wilhelm Wirtinger bulunuyordu. Wirtinger olduk­
ça yetenekli genç matematikçileri üniversiteye kazandırıyordu.
Bununla birlikte İkili Monarşi'nin iki başkentindeki ortam bir­
birlerinden hayli farklıydı. Hükümet merkezi Viyana'da açık bir
biçimde Yahudi düşmanlığı seziliyordu. Buradaki yaşantıdan pek
de hoşlanmayan P6lya doktorasını tamamlayacağı Budapeşte'ye
dönerek rahatlamıştı.
Bu dönemde belki Paris'i dışarıda tutarsak matematik alanında
Göttingen benzersizdi. P6lya iki yıllığına Georg-August'a giderek,
en iyi dönemlerini yaşayan Hilbert'in kısmi diferansiyel denklem­
ler kuramı, fiziğin matematiksel temelleri ve matematiğin temel­
leri üzerine verdiği derslere girme şansına kavuştu. P6lya ayrıca
Toeplitz'den değişmezler kuramı, Caratheodory'den varyasyonlar
analizi ve Hecke'den cebirsel sayı cisimleri dersleri aldı. P6lya, o za­
manlar henüz privatdozent olan Weyl' den integral denklemleri ve
bunların matematiksel fiziğe uygulanmaları üzerine bir ders aldı.
Landau'dan ise sonsuz seriler, özellikle Fourier serileri üzerine bir
ders aldı. Landau ayrıca matematiksel problemler üzerine de bir ders
veriyordu. Bu dersteki matematik tipi çok geçmeden P6lya'nın uz­
manlık alanı olacaktı. Üstelik P6lya, emekliye yeni ayrılmış Klein'la
da görüşmeler yapmıştı. P6lya sonraki yıllarda privatdozent olarak
alınma olasılığının olduğu Georg-August'taki günlerini sık sık anım­
sayacaktı. Bu arada, P6lya bir tatil sonrası trenle Göttingen'e dönü­
şü sırasında çantasını bagaj rafına yerleştirmeye çalışırken çantası
düşmüş ve Alman bir yolcuya çarpmıştı. Üniversite öğrencisi olan
bu gencin bir Geheimrat'ın oğlu olduğu ortaya çıktı. Sinirlerin geril­
diği ortamda düello lafı edilmeye başlamıştı. Bu olaydan haberdar
olan üniversite makamları P6lya'dan üniversiteden ayrılmasını iste-
di. Bunun üzerine P6lya 1 914'ün başlarında Paris'e gitti.
Poincare'nin kaybına rağmen o zamanların Paris'inde mate­
matiğin önde gelen kişilerinin oluşturduğu yıldızlar geçidi Göttin­
gen'dekinden aşağı kalır değildi. Gerçi Paris'e çok daha fazla res­
miyet hakimdi. P6lya, Borel, Cartan, Frechet, Lebesgue ve Picard
490 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ayarında matematikçilerden dersler dinleyebiliyordu. Kimi profe­


sörler P6lya'nın gözüne korkutucu gelse de daha yaklaşılabilir bir
insan olan Hadamard College de France'ta görevine devam ediyor­
du. P6lya Hadamard'ın ünlü seminerine katılma şansı bulmuştu.
Paris'te bir yıldan az kalmasına karşın Fransızcayı bir hayli akıcı
konuşabilecek kadar öğrenmiş, bazı Fransız matematikçilerle de
kalıcı dostluklar kurmuştu. Ne yazık ki Paris'in zengin yaşamının
tadını tümüyle çıkaracak kadar parası yoktu.
P6lya Eidgenössische Technische Hochschule'den aldığı privat­
dozent'lik teklifini büyük bir hevesle kabul etti. Bir süredir Buda­
peşte'ye dönmeyi düşünse de Zürich onun için daha iyi bir tercihti.
Bunun bir nedeni de Hilbert'in öğretmenim ve yol göstericim de­
diği matematikçi Adolf Hurwitz'le tanışma fırsatını elde edecek
olmasıydı. Klasik tarzdaki Hurwitz bohem Fejer'le taban tabana
zıttı. Matematik tarzları birbirine benzese de Hurwitz çok daha
geniş bir alanda çalışmalar yapıyordu. Esas ilgi alanı fonksiyon
kuramı olan Hurwitz cebir ve sayılar kuramıyla da bir o kadar
ilgiliydi. Hurwitz'i daha yakından tanıyan P6lya daha sonra şöy­
le yazmıştı: " 1914'te orada görevlendirilmemden onun ölümüne
dek geçen dönemde onunla sürekli iletişim içindeydim. Özel bir
çalışma tarzımız vardı. Onun ziyaretine giderdim. Birlikte çalışma
odasında oturur, purosunu bitirene kadar başka konulara pek dal­
madan matematik konuşurduk. Sonra yürüyüşe çıkar, matematik
tartışmamızı böyle devam ettirirdik. Sağlığı çok iyi olmadığından
yürüyüşleri düz alanlarda yapmamız gerekirdi ki bu, Zürich'in en­
gebeli kısımlarında pek de kolay bir iş değildi. Yokuş yukarı çı­
karken çok yavaş yürürdük . . . Diğer herhangi bir matematikçiyle
kıyasladığımda Hurwitz'le olan bağım daha derin, ona olan min­
nettarlığım daha büyüktü. "
Hurwitz'in ölümünün ardından toplu eserlerinin gözden ge­
çirilmesinde P6lya'nın payı büyüktü. Almanya'ya dönme planla­
rı yapmaya başlayan P6lya, Universitat Frankfurt'ta boşalan bir
pozisyon için başvuruda bulundu. Universitat Frankfurt'a Weyl'in
kaleme aldığı tavsiye mektubu ulaşmıştı. Burada aktarılması gere­
ken bir mektup:
GEORGE PÔLYA 491

Öncelikle bir P61ya gerçeği var. Matematik yapma şekli bana tamamıy­
la yabancı . Bilginin kendisindense bilginin peşinden koşarken alacağı keyif
onun için daha önemli. Yine de parlak zekasına hayranım. Düşünceleri, bil­
ginin önemli ilişkileri üzerine ışık tutacak cinsten kesinlikle değil. Makaleleri,
tamamıyla karanlıkta kalacak keşfedilmemiş topraklarda çok özel, dar alan­
lara doğru yapılmış yalnız ve cesur ilerlemeler. Yine de sorduğu sorular bir
bakıma olağandışı. Kafasındaki pek çok problemle matematik çevrelerinde
fevkalade ufuk açıcı biri. İncelemelerini iyi tanımlanmış, kesin problemlere
dönüştürme konusundaki kuruntulu isteği bir eğitmen olarak bir bakıma onu
gölgeliyor gibi. Yine de öğrencilerine tam bir "candan hoca" gibi önem ve­
riyor. Uygulamalı matematik söz konusu olduğunda özellikle olasılık kura­
mında çok iyi ve bu alanda yayınları da var. Ü stelik, uygulamalarda da (fizik,
istatistik, vd.) çok bilgili.

Pôlya Yahudi olması nedeniyle Weimar makamlarının bu gö­


revlendirmeyi engelleyebileceğinden çekinirken asıl sakınca sol
sempatizanı olduğu yönündeki kanıydı.
Zürich'e gitmesinin hemen öncesinde ya da sonrasında Pôlya
Budapeşte'ye uğradığında yurttaşı Gabor Szegö'yle buluşmuştu.
Szegö Pôlya'dan yedi yaş küçüktü. Doktorasını 1918'de Universitiit
Wien'den aldıktan sonra savaş döneminde askerlik görevini yerine
getirmişti. Ardından önce Universitat Wien'de, sonra Königsberg'de
privatdozent'lik yaptı. Königsberg'de 1926'da profesörlüğe yük­
seldi. Naziler sekiz yıl sonra Yahudileri görevlerinden uzaklaş­
tırana dek de bu görevde kaldı. Bunun üzerine Szegö Amerika
Birleşik Devletleri'ne göç ederek önce St. Louis'deki Washington
University'de, ardından da 1938'de Stanford University'de görev
yaptı. Pôlya ve Szegö ortaya bir problem atmaktan ve bunu çöz­
mekten çok hoşlanıyorlardı. Bu ilgileri iki ciltlik klasik Aufgaben
und Lehrsatze aus der Analysis (Analiz Problemler ve Teoremleri)
adlı eserlerinin 1 925'te yayımlanmasını sağlamıştı. Bir matematik­
çi, Pôlya ve Szegö'nün kitabındaki problemlerle uğraşarak uzun ve
verimli bir zaman geçirebilecek olsa da ikili kitaplarının bir prob­
lem seçkisinden ibaret olmadığını düşünüyordu. Kitabın önsözün­
de şöyle diyorlardı:
492 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Bu kitabın, gerçekdışı olmadığını düşündüğümüz başlıca amacı ileri


düzey matematik öğrencilerini analizin bazı önemli alanlarında sistematik
olarak düzenlenmiş problemler aracılığıyla bağımsız düşünce ve araştı rma
tarz ve araçlarına alıştırmaktır. Kitabın, bireysel etkin çalışma gereksinimini
hem öğrenci hem de öğretmen açısından karşılaması hedeflenmiştir. Öğ­
renci, okuma ya da ders konularını genişletmek için bu kitabı kullanabile­
ceği gibi kitabın belirli bölümleri üzerinde tamamen bağımsız olarak detaylı
bir şekilde çalışabilir. Öğretmen ise kitabı pratik çalışma ve seminerleri için
kullanabilir.
Kitap yalnızca bir problem seçkisi değildir. Kitabın en önemli özelliği ko­
nuların okuyucuyu bağımsız çalışmaya yönlendirecek ve yararlı düşünce
sıralarını gösterecek şekilde sistematik olarak düzenlenmiş olmasıdır. Konu­
ların en verimli şekilde sunulabilmesini sağlamak amacıyla bu işe, ilk bakışta
konuya hakim olmayanların tahmin edebileceğinden çok daha fazla zaman
ayırdık, özen ve etraflı bir çaba gösterdik. Olaylara dayanan bilgiyi aktar­
mak bizim için ikinci plandaydı. Her şeyden önce okuyucuda doğru bir tavır,
matematikte diğer tüm bilim alanlarından daha asli olan mutlak bir düşünce
disiplini oluşturmayı hedefledik.

1 924'te Hardy, Pôlya'yı bir yıllığına Oxford'a davet etmişti.


Davete en sonunda Cambridge de eklenecekti. O dönemde Hardy
ile Littlewood ünlü Cambridge Tripos sınavında gerçekleştirdikleri
reformları daha da ileriye götürmeye çabalıyordu. İkili Pôlya'dan
o yıl yapılan sınava girmesini istedi. Beklentileri, böylesi yapay ve
zorlama soruların olduğu bir sınavda Pôlya'nın pek fazla başarı
elde edemeyeceği yönündeydi. Böylece Pôlya gibi seçkin bir ya­
bancı matematikçinin bile Tripos sınavında başarılı olamadığını
göstererek yapılması gereken reformlar konusunda ellerini güçlen­
direceklerdi. Pôlya diğer tüm adaylardan daha iyi bir sonuç elde
edince Hardy ile Littlewood epeyce bozuldu. Bunun dışında İn­
giltere ziyareti her şeyiyle iyi geçmişti. Hardy ile Pôlya dost ol­
muşlar, ortak makalelere imza atmışlar ama en önemlisi Hardy,
Pôlya ve Littlewood 1 934'te çıkan Inequalities (Eşitsizlikler) adlı
kitabın hazırlanmasında birlikte çalışmışlardı. Pôlya birkaç yılla
Ramanucan'la tanışma şansını kaçırmıştı ama yine de ünlü defter­
deki formüllere hayran olan çok sayıda kişiden biriydi.
GEORGE PÔLYA 493

P6lya daha sonra terfi için başvuruda bulunduğunda Hardy


aşağıdaki görüşlerin yer aldığı bir tavsiye mektubu yazmıştı:

P61ya'nın hem iyi bir matematikçi hem de iyi bir insan olduğunu düşünü­
yorum. Bu düşüncem onun burada kaldığı süre içinde daha da pekişti. Aynı
zamanda yapabileceklerinin en iyisini belki de son yıllarda yaşadığı hayal
kırıklıklarından dolayı henüz görememiş olmamamızın da kuvvetle muhtemel
olduğunu düşünüyorum. Konumunda gerçekleşecek bir iyileştirmenin neden
olacağı cesaretlendirme onu çok daha iyi çalışmalar yapmaya yönlendirecek­
tir. Hep zamanın az olduğunu düşündüğünden bu kısıtlı zamanının en ufak
bir parçasını bile hiçbir yere ulaşmayabilecek zor problemlerle heba etme
riskine girmek istemiyor. Elbette iyi bir matematikçi ciddi bir tehlike olduğunu
hissetmeye başladığında yeteneklerini hakkıyla kullanamayabilir.

P6lya 1928'de ETH'de profesörlüğe getirilirken hemen ardın­


dan da İsviçre vatandaşlığına geçti. Bu sırada P6lya evliliğinin
onuncu yılına girmişti. Karısı Stella, Universite de Neuchatel'de
görevli bir fizik profesörünün kızıydı. P6lya aşırı çalıştığını düşü­
nüyor, karısı da bu durumun P6lya'nın sağlığını bozacağından en­
dişe ediyordu. Çift İsviçre Alpleri'ndeki Engelberg'de bir dağ evi
satın aldı. 1930'lar boyunca dostlarını bu dağ evinde ağırlamışlar­
dı. P6lya sıkça seyahat etmesine karşın Macaristan'a dönmekten
korkuyordu çünkü Birinci Dünya Savaşı'nda kısmen sağlık so­
runları kısmen de barışçı düşünceleri nedeniyle orduya katılma­
mıştı. Konuk öğretim üyesi sıfatıyla çeşitli yerlere çağrılıyordu.
1929'da Paris'ten, üç yıl sonra da altın çağının sonlarına gelmiş
Göttingen'den davetler aldı. Yine de davetlerin en önemlisi 1 933'ün
yarısını Birleşik Devletler'de geçirmesi için yapılan teklifti. P6lya
ilk üç ayı Princeton University'de, sonraki üç ayı ise Stanford'da
geçirdi. Amerika'da bulunduğu dönem içinde eski öğrencisi John
von Neumann'la yeniden karşılaştı. Onun dışında başta Birkhoff
ve Veblen olmak üzere pek çok insanla tanıştı.
Avrupa'nın yeniden savaşa tutuştuğu 1930'ların sonunda Alman­
ların İsviçre'yi işgal edeceği söylentileri dolaşıyordu. Bu, Yahudiler
için tam bir felaket olurdu. Her halükarda P6lya 1940'a gelindiğin-
494 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

de Zürich'te yeterince kaldığına karar verdi. Bu kararı duyulduğun­


da Pôlya Stanford University'den bir, Brown University'den de iki
yıllık iş teklifleri aldı. İkinci teklifi kabul eden Pôlya yine de daha
kalıcı bir iş bulabilmeyi ümit ediyordu. Stanford kendisine yardım­
cı doçentlik teklif ettiğinde bu isteği gerçekleşmiş oldu. Avrupa'dan
gelen, iş bulması en kolay göçmenlerin bile Amerika'da doyuru­
cu işler bulmasının güçleştiği bir dönemde Pôlya epeyce şanslıydı.
Pôlya 1 947'de Amerikan vatandaşlığına kabul edildi.
Bu arada Szegö birkaç yıldır bulunduğu Stanford'da matema­
tik bölüm başkanı olarak birinci sınıf bir bölüm oluşturuyordu.
Son birkaç yıldır pek yayın yapmamış olan Pôlya, Palo Alto'ya''
yerleşmesinin ardından yine üretken bir döneme girmişti. Szegö'y­
le yeniden birlikte çalışmaya başladılar. Ancak Pôlya'nın bu son
dönemdeki asıl ilgi alanı araştırma yapmak değildi. Pôlya her za­
man problem çözme tekniklerine, özellikle buluşsal yöntemlere
ilgi duymuş, şimdi de bu konuya ilişkin How to Solve it (Nasıl
Çözmeli) adında bir kitap yazmıştı. Kitabı basacak bir yayımcı
bulmakta zorlansa da kitap 1 945'te piyasaya çıktığında büyük
başarı elde etti. Pôlya 1 953'te Stanford'dan emekli olmasının
ardından genel okuyucu kitlesine yönelik iki kitap daha yazdı:
Mathematics and Plausible Reasoning (Matematik ve İnandırıcı
Muhakeme) [1 954] ve iki ciltlik Mathematical Discovery (Mate­
matiksel Keşif) [ 1 962, 1 964].
Pôlya artık yetmişli yaşlarındaydı ama yine de hayat doluydu.
Her zaman olağanüstü bir öğretmen olarak değerlendirilmiş olan
Pôlya 1 955'te lise ve kolej öğretmenleri için bir dizi yaz okulu dü­
zenledi. Her birinde aktif bir şekilde yer alan Pôlya aslında bütün
ilginin de odağı olmuştu. Tam bir şovmen olan Pôlya mümkün ol­
duğunca çok görsel araç kullandı. Pôlya'nın yaklaşımı, bütünüyle
eksiksiz bir anlayışa sahip "yeni matematik" akımının kurucuları­
nın yaklaşımlarına tamamen zıttı.

*
Amerika Birleşik Devletleri'nin Kaliforniya eyaletinde Stanford University'yle birlikte
Silikon Vadisi'nin de yer aldığı bir kent. (ç.n.)
GEORGE PÔLYA 495

Pôlya ödüllere hayli geç layık görüldü. Bunun nedeni büyük


olasılıkla standart matematikçi akademisyen tipinden çok farklı
olmasıydı. 1947'de Academie Royale des Sciences muhabir üye­
liğine seçildi. Buna benzer diğer üyeliklerinin yanı sıra 1976'da
doksan yaşındayken National Academy of Sciences of Washington
üyeliğine seçildi. Çoğu insan bu payenin çok daha önceden veril­
mesi gerektiğini düşünüyordu. Georg Pôlya 7 Eylül 1985'te Pala
Alto'da doksan yedi yaşında yaşamını yitirdi. Ölümünden çok
kısa bir süre önce felç geçirmişti. Toplu eserlerine yazılan önsöz
Pôlya'nın ayırt edici matematik tarzını şöyle özetler: "Pôlya'nın
tüm eserlerinden şenlikli kişiliği, harikulade zevki, duru metodolo­
jisi, basit araçları, güçlü sonuçları yayılır. "
Srinivasa İyengar Ramanucan (1887-1920)

rinivasa İyengar Ramanucan annesinin memleketi Erode'de 22


S Aralık 1 887'de dünyaya geldi. Çocukluğu Hindistan'ın Madras
İli'nin Tancavur bölgesindeki Kumbakonam kentinde geçti. Aile
geleneksel Brahmandı ama yoksuldu. Babası kumaş ticaretiyle uğ­
raşan bir işletmede muhasebeci olarak çalışıyordu. Anlayışlı, kül­
türlü ve hepsinden önce koyu bir dindar olan annesi ailenin geçi­
mine katkıda bulunabilmek amacıyla yakınlardaki bir tapınakta
bir grupla birlikte ilahiler söylüyordu. Matematiksel yeteneğe sa­
hip anne, oğlunun sıra dışı güçlerinin Tanrı vergisi olduğuna inanı­
yordu. Ramanucan ilk eğitiminin tamamını Kumbakonam'da aldı.
İlkokulda İngilizce öğrenmiş bunun ardından kentte İngilizce eği-
498 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

tim veren ortaokula gitmişti. Matematiksel yetenekleri çok küçük


yaşlarında ortaya çıkmıştı. Henüz on bir yaşındayken matematik
öğretmenlerine yanıtlayamayacakları sorular yöneltiyordu. Mate­
matiğe olan ilgisini gören bazı üniversite öğrencileri Ramanucan'a
kendi kitaplarını ödünç verdi. Ramanucan on üç yaşına geldiğinde
kendinden yaşça büyük öğrencilerin kullandığı çok bilinen bir tri­
gonometri ders kitabının üstesinden gelmişti bile. 1904'te özel bir
ödülün sahibi olarak okuldan mezun olan Ramanucan üniversite
bursu kazandı.
Bundan kısa bir süre önce Ramanucan, 1 8 80'lerde İngiliz bir
matematikçi tarafından yazılan A Synopsis of Elementary Results
in Pure and Applied Mathematics (Soyut ve Uygulamalı Matema­
tikte Temel Bilgiler Özeti) adındaki bir kitaba rast gelmişti. Kitapta
açıklamalarına girilmeden binlerce sonuç, formül ve denkleme yer
verilmişti. Kitap Ramanucan'ın matematiğe öylesine karşı konul­
maz bir tutkuyla bağlanmasına neden olmuştu ki diğer her şeyi bir
kenara bırakarak matematik çalışmaya koyuldu. Sınavlarda başa­
rısız sonuçlar almaya başlayınca bursu kesildi. Synopsis'te yer al­
mayan ispatları kendi yapmaya başlamıştı. Hatta bunların bazıları
tamamen yeni ispatlardı. Elde ettiği sonuçları defterine not alıyor,
bunları ilgilenebileceğini düşündüğü kişilere gösteriyordu.
Üniversite diploması olmadan uygun bir iş bulması çok zor­
du. Ramanucan hayli yoksul geçirdiği birkaç yıl boyunca geçimini
arkadaşları ve ailesinin yardımlarıyla sağlıyordu. Ara sıra öğren­
cilere matematik dersi veriyor ama bunda da öğretim programını
ve standart yöntemleri izlemediğinden çok başarılı olamıyordu.
Ramanucan 1909'da kendinden on yaş küçük Canaki adında bir
kızla evlendi. Hemen sonrasında Güney Hindistan'ın başlıca kenti
Madras'a giderek geçimini sağlayabileceği bir iş aramaya başladı.
En nihayetinde itibarlı Presidency College'da Rao adındaki ma­
tematik profesörü Ramanucan'ın kendisine gösterdiği çalışmalar­
dan etkilenerek bir süreliğine para yardımında bulundu. Rao daha
sonra Ramanucan'ın o dönem kendisine nasıl göründüğünü şöyle
anlatacaktı:
SRİNİVASA İYENGAR RAMANUCAN 499

Kısa, kaba, kalın, tıraşsız, üstü başı pek de temiz olmayan biri göze çar­
pan tek özelliği parlayan gözleri ve kolunun altındaki yıpranmış defteriyle
odaya girdi. İ nanılmaz derecede yoksuldu. Kendine boş zaman yaratıp ça­
lışmalarının peşinden gitmek için Kumbakonam'dan Madras'a kaçmıştı. Şan
şöhret aramıyordu. Tek istediği boş zamandı . Bir başka deyişle istediği, hiç
çaba göstermeden önüne basit bir yemeğin gelmesi ve hayalleriyle baş başa
bırakılmasıydı. Defterini açarak bazı buluşlarını anlatmaya koyuldu. Hemen
bir şeylerin normal olmadığını fark ettim ama söylediklerinin anlamlı mı yoksa
saçma mı olduğunu anlayacak kadar bilgiye sahip değildim. Karar vermeyi
sonraya bırakarak ondan daha sonra tekrar gelmesini istedim. O da geldi.
Benim bilgisizliğimi fark etmiş olduğundan bu kez bana daha basit sonuçlar
gösterdi. Tüm bu sonuçlar mevcut kitapların çok ötesindeydi ve bu gencin
kayda değer bir adam olduğundan hiç şüphem yoktu. Sonra adım adım beni
eliptik fonksiyonlara, hipergeometrik serilere ve en sonunda da benim bildi­
ğim dünyaya henüz duyurulmamış kendi ıraksak seriler kuramına götürdü.
Ne istediğini sordum. Araştırmalarına devam edebilmek için yaşamını sürdü­
rebileceği kadar para istediğini söyledi.

Nihayet 1912'de Ramanucan Madras Liman İşletmesi'nde


hesap sorumlusu olarak çok düşük ücretli bir iş buldu. Bu ara­
da çalışmaları başka üniversite hocalarının da dikkatini çekmişti.
Ramanucan'ın yeteneklerini gören bu kişiler de araştırmalarına
devam etmesi yönünde Ramanucan'ı cesaretlendirmişti. Ramanu­
can'ın literatüre yaptığı ilk katkı 1 9 1 O dolaylarında ]ournal of the
Indian Mathematical Society'de (Hindistan Matematik Derneği
Dergisi) yayımlanan "Bernoulli Sayılarının Bazı Özellikleri" baş­
lıklı makalesiydi. Bu makaleyi birkaç kısa tebliğ izledi.
Ramanucan 1913'te buluşları hakkında Cambridge'deki önemli
matematikçilere yazmaya başladı. Ulaşmaya çalıştığı ilk iki matema­
tikçiden bir yanıt alamadı. Üçüncü isimse Hardy'ydi. Ramanucan
Hardy'ye yazdığı mektupta, tek paragraflık bir girişin hemen ardın­
dan formüllere ve teoremlere dalmıştı. Hardy, hiçbir kanıtla destek­
lenmemiş güvenilmez iddialar ve tuhaf teoremlerle dolu bu çalış­
manın kaçık birinin işleri olduğunu düşünerek ilk başta mektuba
önem vermedi. Ama mektuba ilişkin bir şey belki de aşırı tuhaflığı
Hardy'nin aklını çeldi. Hardy mektubu bir kez de yakından gözden
500 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

geçirdikten sonra Littlewood'a haber verdi. Mektubu üç saat bo­


yunca dikkatle inceleyen Hardy ve Littlewood karşılarında bir dahı
olduğuna karar verdiler. Hardy Ramanucan'a yazarak bazı ispatlar
göndermesini istese de Ramanucan bu ispatları ya sağlayamadı ya
da zaten sağlayamazdı. Ramanucan bir sonraki mektubunda yine
kanıtlar olmadan daha da fazla sonuç göndermişti. Weierstrass'ın
eksiksizlik anlayışını İngiliz analiz ekolüne yeniden sokan Hardy
için Ramanucan'ın ortaya koyduğu bu sezgisel akıl yürütme moral
bozucuydu. Yine de Ramanucan sırlarını bir yabancıya verme konu­
sunda isteksiz davranmış da olabilirdi.
Hardy, Littlewood'a danıştıktan sonra Ramanucan'ı Cam­
bridge'e getirerek denemeye karar verdi. Ne var ki, Brahman
olan Ramanucan dini nedenlerden dolayı bu fikre karşı koyunca
University of Madras'ta iki yıllık bir burs ayarlandı. Hardy doğal
olarak hayal kırıklığına uğramıştı. Ramanucan'ı Cambridge'e gel­
mesi için ikna etme çabalarına devam etti. En sonunda, 1914'te
Madras'a bir ziyarette bulunan meslektaşı E. H. Neville'in de
yardımlarıyla engeller aşıldı. Hindistan'dan ayrılmasından önce
Ramanucan'a epeyce hatalı bir biçimde Batılı kıyafetler giymesi ve
başka şekillerde de uyum göstermesi gerektiği söylenmişti. Bu da
Ramanucan'ı çok mutsuz etti. Ramanucan Cambridge'de Hardy
ve Littlewood'un, özellikle de Hardy'nin rehberliğinde hızlı bir ge­
lişim gösterdi. Ancak üniversitede yaşamak Ramanucan'a sıkın­
tı veriyordu. İngiltere'ye gelmesinden hemen sonra "Şimdiye dek
kendimi hiç rahat hissetmedim ve buraya neden geldiğimi de bil­
miyorum. Bunun nedeni yiyecek düzgün bir şeyler bulmanın çok
güç olması," diye yazmıştı. Ramanucan dini nedenlerden dolayı
yemek konusunda çok dikkatliydi. Kendi yemeklerini hazırlama
konusunda da ısrarcıydı. En büyüğü bu olsa da başka sıkıntılar da
vardı. Yatarken üşüdüğünden şikayet edince Ramanucan'a yatak
örtüsünün üstünde değil de altında uyuması önerildi.
Hindistan'dan gelen konuklar bir bahaneyle Ramanucan'a uğ­
ramanın yolunu buluyorlardı. Ramanucan'ın mistisizminden çok
etkileniyorlardı. Bu ziyaretçilerden biri Ramanucan'ı şöyle tarif
etmişti:
SRİNİVASA İYENGAR RAMANUCAN 501

Açık bir ten, yüzünde hafif oyuklar, dalgın bakışlı hülyalı gözler, kendi­
sini yapılı gösteren ortalama boy ve hafifçe çarpık bir vücut. İşte bu büyük
matematikçi Ramanucan'dı. Ramanucan'ın Cambridge, Trinity College'ın
dış avlusundaki odası, sahibi kadar gösterişsizdi. .. Onunla beraber kalma
ayrıcalığına eriştiğim kısa dönemde bile büyük dahinin gösterişsiz kişiliğin­
den ve neredeyse boş duran raflardan şaşkına dönen ziyaretçilerinin "Büyük
matematikçi siz misiniz?" diye sorduklarına defalarca tanık oldum. Elbette
böyle bir sorunun muhatabı genellikle sandalyesine daha da bir gömülürdü.
Ziyaretçi odadan ayrıldığında Ramanucan bana "Bu soruya verilebilecek uy­
gun yanıtı ve bu yanıt verilirken takınılacak etkileyici duruşu bana söyleyebilir
misin?" diye sorardı.

Ramanucan'ın aşırı hassas bir yapısı vardı. Hindistan'dan ay­


rılmadan önce bile ani "kayıplara karışmalarıyla" biliniyordu. Bir
keresinde, 1 91 6' da Cambridge' deki dairesinde Hintli dostlarını
ağırlıyordu. Ramanucan iyi yemek pişirmesiyle hep gurur duyardı.
Konukları Ramanucan'ın hazırladığı çok sayıda Güney Hindistan
yemeğini yiyip teşekkürlerini ilettikten sonra Ramanucan biraz
daha yemelerini istedi. Yemekte hazır bulunan hanımlar kibarca
bu teklifi reddedince Ramanucan tek bir şey söylemeden taksiye
atlamış, hakarete uğradığı hissiyle bir hafta boyunca Oxford'da
kayıplara karışmıştı.
Ramanucan'ın defterindeki sonuçların büyük bir kısmının za­
ten bilinen şeylerin yeniden keşfi olması kaçınılmazdı. Hiç siste­
matik bir eğitimden geçmemiş ve iyi bir kütüphaneye erişimi olma­
mıştı. Hardy'ye kulak verirsek: "Ona modern matematiği öğretme
yolunda neler yapılması gerekir? Bilgisinin sınırları en az derinliği
kadar ürkütücü. İkili periyodikliğe ilişkin en ufak bir bilgisi olma­
dan eliptik modüler fonksiyonlarla, kompleks analiz üzerine çok
belirsiz düşüncelere sahipken analitik sayılar kuramıyla çalışmış.
Defterindeki sonuçların pek çoğu kanıtlanmamış, yalnızca 'akla
yatkın' gibi görünmesi sağlanmış. Matematiksel kanıtın ne oldu­
ğuna dair düşünceleriyse tamamıyla muğlak."
Ramanucan'ın en çarpıcı buluşları arasında doğal sayıların bö­
lüntüsüne yönelik olanlar bulunmaktaydı. Taksim fonksiyonunun
asal sayılar ve üslerine göre basit eşleşim özellikleri olması gerek-
502 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

tiği savını ileri sürmüş, bunu da eliptik fonksiyonları kullanarak


göstermişti. Ramanucan İngiltere' de geçirdiği beş yıl içinde pek
çoğunu Hardy'yle beraber yazdığı yirmi bir makale yayımlamıştı.
Bu makaleler içinde belki de en kayda değer olanı taksim fonksi­
yonunun asimptotik değeri için çok güzel bir ifade vermiş olduğu
çalışmaydı. Fonksiyonun değeri mutlaka tam sayı olması gerekti­
ğinden alacağı değerler tam olarak hesaplanabilecekti.
Ramanucan 1917'nin ilkbaharında ağır bir şekilde hastalana­
rak birkaç ay verem tedavisi gördü. Şimdiyse hastalığının hepatik
amibiyaz olduğu düşünülüyor. Yazık ki sanatoryumun çok uzak bir
yerde bulunması nedeniyle dostlarından ayrı düşmesi, buna ilave­
ten sıkı yemek rejimi ve hepsinden önce yemeyi kabul edeceği ye­
meklerin olmayışı Ramanucan'ı derin bir sıkıntıya soktu. Neville,
bu durumda bile Ramanucan'ın İngiltere'ye gelmekle iyi yaptığı­
nı düşündüğünü söylüyordu. Bu arada Hardy, Littlewood'un da
desteğini alarak Ramanucan'ın dehasının takdir edilmesi için elin­
den geleni yapıyordu. Bu çabalar sonucunda Ramanucan 191 8'de
Royal Society of London üyeliğine seçilmiş, Trinity College'da öğ­
retim üyeliğine getirilmişti. Hemen sonrasında sağlık durumundan
duyulan endişe nedeniyle Hindistan'a dönebilmesi için University
of Madras'ta profesörlük beklentisiyle bazı düzenlemeler yapıldı.
1919'da Madras'a giden Ramanucan kısa bir süreliğine profesör­
lüğü aldı. Ancak sağlığı artık daha da kötülemişti. Tedavi görmeyi
reddederek Madras yakınlarındaki Çetput'ta 26 Nisan 1 920'de
otuz iki yaşında yaşama veda etti. En son ana dek matematiğe tut­
kuyla bağlı kalmaya ve ölüm döşeğinde bile önemli yeni sonuçlar
elde etmeye devam etti.
Ramanucan'ı yakından tanıyan Neville onun kişiliğini şu söz­
lerle özetlemişti: "Ramanucan, çok terbiyeli, basit, kavgadan uzak
duran, şöhretten şımarmamış, herkesle iyi geçinmeye çalışan ve
kendini her şeyden çok dostlarına adamış büyük bir matematikçi
olduğu kadar da sevilen bir adamdı." Hardy ise şöyle demişti: "Bir
istisna dışında dünyadaki herkesten çok ona minnet borçluyum.
Onunla yaptığım arkadaşlık hayatımın en duygusal olayıdır. "
Tüm bunlara karşın, Ramanucan'ın matematiksel gücünün kay-
SRİNİVASA İYENGAR RAMANUCAN 503

nağı gizemini korumaya devam ediyor. Olağanüstü bir hafızanın


bunda belirli bir rolünün olduğu besbelli ama tam olarak hangi
kitapların onun eline geçtiği ve bu kitaplardan ne öğrendiği bilin­
mezliğini sürdürüyor. Bunu sormak da kimsenin aklına gelmemiş.
Ramanucan'ın kendisi ise olağanüstü güçlerini ailesinin tanrısal
varlığı, tanrıça Namagiri'yle ilişkilendiriyordu. Koyu bir dindar
olan Ramanucan tutkusunu inancıyla birleştiriyordu. Bir keresin­
de bir arkadaşına şöyle demişti: "Tanrı'nın bir hükmünü dile ge­
tirmedikten sonra bir denklemin benim için hiçbir anlamı yok."
Richard Courant (1888-1972)

ıradaki yaşam öykümüzün kahramanı, Klein'ın hayalindeki


S Göttingen matematik kurumunu gerçeğe dönüştüren, Naziler
büyük ölçüde buna bir son verdikten sonra Amerika Birleşik Dev­
letleri'nde yeniden işe koyularak benzer bir kurumu New York'ta
geliştirme çabasından başarıyla ayrılan biri. Kendisinden önce
Mittag-Leffler, Klein ve Veblen'in de olduğu gibi o, öğretmen ve
araştırmacı kişiliğiyle dikkate değer biri olsa da bundan daha da
önemlisi işlerin gerçekleştirilmesinde yol gösterme, etkileme ve or­
ganize etme becerisiyle öne çıkan matematikçi tarzının bir örneği.
Richard Courant 1 7 Şubat 1 888'de yukarı Silezya'daki küçük
Alman kasabası (şimdi Polonya sınırları içinde) Lublinitz'de dün-
506 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yaya geldi. Babası Siegmund ve annesi Martha, Siegmund'un ba­


basının evinde diğer akrabalarıyla birlikte yaşıyordu. Richard'ı bir
yıl sonra çiftin ikinci oğulları Fritz, ondan iki yıl sonra da üçün -
cü oğulları Ernst izledi. Bu sırada Siegmund küçük yaşlardan beri
içinde olduğu aile işinden ayrılarak yakınlardaki Glatz kasabasın­
da kendi işini kurdu. Aile ilk önce Glatz'a, ardından da 1 895'te
eyalet başkenti Breslau'ya taşındı. Okul yaşamı Glatz'da başlamış
olan geleceğin matematikçisi burada gymnasium'a gitti. Ne var ki
Siegmund'un da hala bir parçası olduğu aile işinde bazı sıkıntılar
yaşanınca Siegmund iflas etti. O andan itibaren Richard'ın ebe­
veynleri büyük darlık içinde yaşamak zorunda kaldı. Richard, he­
nüz öğrenci olmasına karşın özel dersler vererek geçimini sağladı.
Bu konuda hayli başarılı olan Richard, ailesi Berlin'e taşındığında
Breslau'da kalmayı tercih etti.
Genç Courant bir süredir üniversitede derslere katılıyordu.
Okuldan mezun olur olmaz üniversitenin devamlı öğrencisi oldu.
İlk başta fizik alanında uzmanlaşmak isteyen Richard eğitimin eski
tarz ve kötü olduğunu görünce matematiğe geçiş yaptı. Richard
buradaki eğitimi de ufuk açıcılıktan uzak bulmuştu. Üniversitenin
eski bir öğrencisi ve o dönem Georg-August'ta privatdozent olan
Otto Toeplitz'e danışmasının ardından Richard bu üniversiteye ge­
çiş yapmaya karar verdi. Öncesinde Hurwitz'in derslerine katıldığı
Zürich'te bir dönem geçirdi. Hurwitz, Hilbert'in de kendisinden
çok şey öğrendiği biriydi. 1 907'ye gelindiğinde Courant Georg­
August' a gelmiş, çok geçmeden de Hilbert'in büyüsüne kapılmıştı.
Göttingen genellikle cennet gibi küçük bir kasaba, bir ortaçağ
şiiri gibi tasvir edilmiş ve kesinlikle çok güzel bir bölgede yer alıyor
olsa da bölgedeki deri sanayiinin çıkardığı koku her yere hakimdi.
Courant gibi yoksul bir öğrencinin yaşam koşulları pek de cennet
gibi sayılmazdı. Odalar kirli, yemekler kötü, yıkanma olanakları
kısıtlıydı. Üniversitenin bir öğrencisi durumu " Genellikle Leine'de
yıkanırdık. Banyo yapmanın doğru düzgün tek yolu da buydu.
Bu arada Leine de öyle pek temiz bir nehir sayılmazdı," şeklinde
özetlemişti. İlk başlarda kendini yalnız hisseden Courant'ı dersle­
rin kalitesi de hüsrana uğratmıştı. Hilbert, Courant'ı matematik-
RICHARD COURANT 507

sel fiziğe ilişkin seminerine dahil ettiğinde durum değişti. Bunun


anlamı Courant'ın da belirli bir konu üzerinde konuşma yapması
gerektiğiydi. Courant, elektrostatik kuram ve ilgili elektromanye­
tik olaylara ilişkin bir konuşma yapacaktı. İlk denemesi pek başa­
rılı geçmese de en azından Courant orada bulunanların dikkatini
çekmişti. Ertesi hafta yaptığı ikinci denemesinde konuşması hoşa
gitmiş, Courant da artık kendini iyi hissetmeye başlamıştı. Hilbert,
Klein buna karşı çıksa da Courant'ı Mathematische Gesellschaft'ın
haftalık toplantılarına davet etti.
Courant'ın bu aşamada en büyük arzusu Hilbert'in özel asista­
nı olarak işe alınmaktı. Hayli mütevazı olan bu görevin esas çekici
yanı ustayla yakın ilişki içinde bulunmak, ona ve Minkowski'ye
Göttingen ormanlarında yaptıkları yürüyüşlerde eşlik etme ay­
rıcalığına sahip olmaktı. Hilbert ile Minkowski bu yürüyüşlerde
yalnızca matematik değil türlü türlü felsefi, sosyal ve politik prob­
lemler üzerine konuşurlardı. 1908'de bu göreve getirilecek birine
ihtiyaç duyulunca bu ayrıcalığa kavuşmak isteyen çok fazla kişi
oldu. Mutlu sona Courant ulaştı. Courant daha sonra bu görev
için "Yaşadığım en büyük talih," diyecekti. Hilbert'in analiz üzeri­
ne ders verdiği o dönemlerde Courant'tan ders için literatür araştır­
ması yapması ve daha sonra bunları kaleme alması bekleniyordu.
Courant'ın doktora tezinin başlığı "Dirichlet İlkesinin Açıko­
rur Gönderim Problemlerine Uygulanması Üzerine" idi. Ne yazık
ki uniformizasyona ilişkin her şeyi, diğer insanların düşünceleri­
ni aşırma konusunda kötü bir üne sahip Paul Koebe kendine mal
etme eğilimi içindeydi. Bu sefer de durum farklı değildi ama yine
de Courant doktora derecesini alabildi. Courant bir yıllık zorunlu
askerlik hizmetini yapmaya hazırlanırken Koebe başka bir yerde
profesör olmak için Göttingen'den ayrıldı. Ordudaki hayat, ken­
disi de bu işe şaşırmış olsa da Courant'ın hoşuna gitmişti. Bir yıl
sona erdiğinde Marburg'dan gelen cazip bir teklif olmasına karşın
Courant Göttingen'e döndü. Courant 1912'de Habilitasyonu için
varyasyonlar analizi, özellikle de tartışmalı Dirichlet ilkesi üze­
rinde durduğu bir tez hazırladı. Courant hemen sonrasında Nelly
Neumann adında kendinden iki yaş büyük bir matematikçi öğre-
508 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

tim üyesiyle evlendi. Nelly mali yönden, Courant'ın tüm kaygıları­


nı sona erdirecek kadar iyi durumdaydı.
Birinci Dünya Savaşı başlayınca Courant kendini yeniden ordu­
da buldu. Pek çok genç adam gibi Courant da ülkesine hizmet et­
mek için can atıyor, savaşın kısa sürede Almanya'nın zaferiyle so­
nuçlanacağını bekliyordu. On iki ay sonra bir çarpışma sırasında
yaralanmış, nekahet döneminde kendisini ziyarete gelen karısının
boşanmak istediğini öğrenmişti. Courant birkaç ay sonra yeniden
ordudaki görevinin başındaydı. Artık piyade değil telgraf aracılı­
ğıyla sahra haberleşmesini sağlayan bir sistem üzerinde çalışan bi­
riydi. Sistem en nihayetinde orduda kullanıldı. Courant'ın kardeşi
Ernst bir çarpışmada yaşamını yitirdi.
Boşanmanın gelip geçmesinin ardından Courant, daha çok
Nina olarak bilinen Nerina Runge'ye aşık oldu. Courant ile Nina
22 Ocak 1919'da evlendi. Nina'nın ailesinde seçkin akademisyen­
ler bulunuyordu. Babası, Alman üniversitelerinde göreve getirilen
ilk uygulamalı matematik profesörüydü ve evliliğin gerçekleştiği
dönemde Georg-August rektörüydü. İlk başta Courant'ın Y<lhudi
ve daha önce boşanmış olmasından dolayı Göttingen çevresi bu
evliliği onaylamamıştı. Courant'ın gösterişsiz Nelly'yle birlikte tut­
kularını daha ileriye götüremeyeceğine karar verdiği söyleniyordu.
Courant tüm yaşamı boyunca hovardalık yapmaya devam etse de
ikinci evliliği iyi gitmişti.
Savaş sonrası dönemde Göttingen'de savaştan dönmüş çok sa­
yıda öğrenci vardı. Artık privatdozent olmuş Courant da bu öğ­
renciler nedeniyle epey yoğundu. Klein'ın önerisiyle kent meclisi
seçimlerine giren Courant seçilmeyi başardı. Courant, özellikle
bilim ve üniversitenin etkilenmesi söz konusu olduğunda her za­
man politikayla ilgilenmişti. Aynı zamanda bilimsel yayınlarla da
ilgileniyordu. Bilimsel ilerlemenin yalnızca dergilerde yayımlanan
özel makalelerle değil müstakil monografi ve yazarın araştırma­
larının geniş bir literatür taramasıyla birleştirildiği ileri düzeyde
ders kitaplarıyla da sunulması gerektiği düşüncesindeydi. Henüz
savaş sona ermeden matematiğin fizikle kurduğu bağların ele alı­
nacağı bir dizi kitabın yayımlanması için Springer Yayınevi'yle
RICHARD COURANT 509

temasa geçti. Bu düşünce ünlü Grundlehren der Mathematischen


Wissenschaften (Matematiksel Bilimlerin İlkeleri) şeklinde gerçe­
ğe dönüştü. Courant uzun yıllar bu serinin editörlüğünü yaptı.
Klein 1913'te emekliye ayrılınca kürsüsüne önce Constantine
Caratheodory daha sonraysa 191 9'da Hamburg'a giden Erich
Hecke sahip oldu. Hecke'nin ayrılmasıyla Göttingen'deki kürsü
bir kez daha boş kalmıştı. Klein ve Hilbert bu kürsüde Courant'ın
görevlendirilmesini istiyordu. Ne var ki, eğitim bakanlığı kurum
içi bu tür bir terfiye onay vermediğinden Courant'ın yeniden
Göttingen'e dönme şartları olgunlaşana dek yakınlardaki Müns­
ter'de Killing'in ardılı olması uygun görüldü. Bir yıldan az bir sü­
rede de bu gerçekleşti. Klein yaşlı ve bıkkın olmasına karşın hala
işleri yoluna koymayı başarabiliyordu.
Courant çok geçmeden Klein'dan "matematiksel düzenleme­
leri" devraldı. Georg-August'a Emil Artin ve Carl Ludwig Siegel
gibi olağanüstü yetenekli genç insanları çekmeyi başarmakla kal­
mayıp kürsü sahibi olmak için başka yerlere gidenlerin bazıla­
rını da yeniden kazandı. Oybirliğiyle o zamanlar Zürich'te olan
Hermann Weyl öncelikliydi. Daha 1 9 1 8'de felsefede bir kadro bo­
şaldığında Courant Weyl'i buraya aldırmaya çalışmış ama başarılı
olamamıştı. Yine de dört yıl sonra matematik bölümünde yeni
bir kürsü açılması için Courant görüşmeler yapmış, açılan kür­
sü Weyl'e teklif edilmişti. Bu sırada Almanya'da enflasyon başını
alıp gitmişken politik durum da hayli belirsizdi. Her zamanki gibi
Weyl kararsızdı. Uzun bir bekleyişten sonra Weyl kabul ettiğini
bildirmek üzere telgrafhaneye gitmek için yola koyuldu. Telgraf­
haneye gidene kadar kararını değiştirerek teklifi reddettiğini bil­
diren bir telgraf çekti.
Almanya ekonomik ve politik kargaşa batağına saplanırken
Courant meslek yaşantısının en üretken dönemlerinden birini
yaşıyordu. Hilbert'le ortak bir çalışma yapma düşüncesinde olsa
da ilk işbirliği yaptığı Hurwitz oldu. Aslında, Hurwitz 1919'un
sonlarında yaşamını yitirince Courant, Hurwitz'in ders notlarının
mutlaka Zürich'teki öğrencilerden daha geniş kesimlere yayılması
gerektiğine karar verdi. Gerçi Courant, Hurwitz'in notlarının ufuk
510 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

açıcı olmak için fazlasıyla nazik olduğunu düşünüyordu. Notlar


fonksiyon kuramı üzerine Weierstrass ruhuna uygun olarak veril­
miş derslere aitti. Anlaşılması kolay, kesin, açıklığıyla ve estetik
kalitesiyle dikkate değer notlardı. Courant bir yandan bu notlara
hayranlık duyarken bir yandan da bunların analitikten çok geo­
metrik, aksiyomatikten çok sezgisel Riemann'cı yaklaşımla den­
gelenmesi gerektiğine inanıyordu. Bu nedenle Courant çalışmaya
soyut matematikten çok fizikten esinlenilmiş bir bölüm ekledi. Bir
okuyucu şöyle demişti: "Eser sanki ince sezgisel yetenekler bah­
şedilmiş ama disiplinden ve güveni meydana getiren ciddi algıdan
yoksun birinin çalışmasıymış gibi görünüyor. " Bununla birlikte bir
diğer okuyucu ise eserin, okuduğu en iyi şey olduğunu belirtmişti.
Bunun sonrasında Courant, Grundlehren serisinden çıkan
Methoden der Mathematischen Physik (Matematiksel Fizik Yön­
temleri) kitabını tamamladı. Her yerde "Courant ve Hilbert" adıy­
la tanınacak olan bu kitabın yazımı için Courant 1918'de Hilbert'e
beraber çalışmayı önermişti. Hilbert eski öğrencisinin yazmakta
olduğu kitapla ilgilense de kitabın yazımında aktif olarak yer al­
madı, ilgi alanı belirgin bir kesinlikle fizikten matematiğin temel-
"

!erine kaymıştı. Matematiksel yöntemler fiziğin elastisite, akustik,


hidrodinamik ve diğer klasik konularından kaynaklananlardı.
Matematikçilerin ellerinde -kökleri fiziksel sezgiye dayanan- bu
yöntemler genel kuramlarla desteklenen eksiksiz araçlara dönüş­
müştü. Kitap, Hilbert'in derslerine olduğu kadar Courant'ın kendi
incelemelerine de dayanıyordu.
Courant'ın amacı, geliştirilmiş bu araçları kendi çalışmalarında
kullanmaları için yeniden fizikçilere sunmaktı. Ne var ki, kitap ilk
yayımlandığında fizikçilerden çok matematikçilerin ilgisini çekmiş
gibiydi. Kitaptaki fizik, 1924'te kuantum kuramını anlama çaba­
sındaki fizikçiler için epeyce eski modaydı. Akıllara soyut matema­
tik için yapılan "Fiziğin, artık fizikçilerin ilgilenmediği alanları"
şeklindeki tanımı getirmişti. Yine de Courant kitabın matematik­
çiler kadar fizikçiler için de önemli olacağına inanmıştı. Çok geç­
meden de haklı çıktı. 1 926'da Schrödinger dalga mekaniği kuramı
ortaya atıldığında yeni kuram için gereksinim duyulan matemati-
RICHARD COURANT 51 1

ğin "Courant ve Hilbert"te kullanılabilir şekilde yer aldığı anlaşıl­


dı. Courant pek çok kitabın yazarı ya da yardımcı yazarı olsa da
"Courant ve Hilbert" onun başyapıtıydı.
Courant aynı zamanda eğitim yöntemlerini geliştirme konusun­
da bir şeyler yapmak için de çok hevesliydi. O dönemde diğer Al­
man üniversitelerinde olduğu gibi Georg-August'ta da sistem pro­
fesörlerin ders anlatması, öğrencilerin de not tutması ya da yalnızca
dersi dinlemesi üzerine kurulmuştu. Ders kitapları pek kullanılmaz­
dı. Öğrenci birkaç yıl sonra devletin yaptığı öğretmenlik sınavı ya
da üniversitenin yaptığı doktoraya giriş sınavıyla karşılaşana dek
hiçbir sınava girmez ya da sınamaya tabi tutulmazdı. Courant,
derslerle aynı zamanda gerçekleştirilen Anfangerpraktikum (yeni
başlayanlar için deneyim dönemi) uygulamasını başlattı. Sayıları
yaklaşık yüzü bulan öğrencilere bir kağıdın iki yüzünü kaplayan
problemler veriliyordu. Bu problemlerden bazıları ders konularına
ilişkin bilginin yanı sıra yaratıcı düşünme becerisi de gerektiriyor­
du. Bunun üzerine dersi veren profesör yanına daha üst sınıftan öğ­
rencileri de alarak bir konferans düzenliyor, çeşitli yaklaşım nokta­
larını göstererek problemler üzerine konuşuyordu. Daha sonra üst
sınıf öğrencileri yeni başlayan öğrencilerle birlikte Praktikum'da
problemlerin üzerinden geçerken birbirleriyle de tanışmış oluyor­
lardı. Kaleme alınan çözümler notlandırılıyordu. Birlikte çalışmalar
özendirilirken devam tamamıyla isteğe bağlıydı. Courant'ın yap­
tıkları devrimsel nitelikte görünmeyebilir ama yine de öğrencilerin
yetiştirilmesinde çok büyük gelişmeler sağlamıştı.
Courant, Georg-August'taki araştırmayla birleşen matematik­
sel-fiziksel eğitim geleneğinin neredeyse tamamen Klein'ın kişisel
eseri olduğuna inanıyordu. Klein, Courant'ın gözünde Hilbert'ten
sonraki ikinci büyük kişiydi. Klein, Georg-August'un Birinci Dün­
ya Savaşı'nın ertesinde yeniden önemli bir merkez haline gelişini
görecek kadar uzun yaşamıştı ama ölümünün ardından yeni bir
enstitü kurma planı gerçekleştirilemez gibi görünüyordu. Ancak
ölümünün birkaç ay sonrasında beklenmedik bir fırsat doğdu.
Kent yönetimi bir liseyi mevcut yerinden uzağa, fizik enstitüsü­
nün yakınlarında yeni bir alana taşımak istiyordu. Üniversite ara-
51 2 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ziyi sağladığı takdirde devlet bu yeni kurumun binasını inşa etme


niyetindeydi. Kent yönetimiyse yeni okulun yapımı için gerekli
parayı üniversitenin bulması halinde üniversitenin, eski binanın
bulunduğu araziyi almasına izin verecekti. Bu noktada Courant,
Paris'teki Institut Henri Poincare'nin yapımına maddi destek veren
Rockefeller Foundation'ın kapısını çalmaya karar verdi. Courant
günü geldiğinde işine yarayabileceğini düşündüğü kişilerle tanış­
mak için her fırsatı değerlendiren biri olduğundan New York'ta
da bazı bağlantıları vardı. Çok geçmeden Courant yeterli miktar­
da maddi yardımın verileceği haberini aldı. Diğer kaynaklardan
gelen ödeneklerle birleştirildiğinde bu yardım Klein'ın ölümünün
üzerinden geçen yalnızca on sekiz ay sonra projenin sürdürülebil­
mesine olanak sağlayacaktı. Yeni enstitünün resmi açılışı 2 Aralık
1 929'da gerçekleşti. Courant mütevazı bir şekilde bunun Klein'ın
eseri olduğunu teslim etse de Hilbert ve diğerleri Courant olmadan
bu projenin asla hayata geçirilemeyeceğini biliyordu.
Enstitünün açılmasından kısa bir süre sonra Hilbert emekliye
ayrıldı. O zamana gelindiğinde Courant'ın öğrencilik yıllarının
kahramanlarının hepsi öğretim kadrosundan ayrılmıştı ama yer­
lerine gelenler de en az onlar kadar başarılıydı. Otuzlu yaşlarının
sonlarına gelen Courant da içinde bulunduğu durumdan hoşnut­
tu. Üniversitede profesör, o dönemin Almanya'sında özellikle de
Göttingen gibi küçük bir kasabada huzur ve güven içinde yaşayan,
saygı gören biriydi. Ev yaşantısı da hayli doyurucuydu. Evdeki iki
hizmetli, karısı Nina'nın ev işleri ile çocukların büyütülmesinde­
ki sorumluluğunu büyük ölçüde hafifletiyordu. Nina'nın müziğe
karşı müthiş bir yeteneği vardı. Koro şefliği yapan Nina, yaylı çal­
gılarda büyük bir ustalığa sahipti ve iyi bir oda müziği solistiydi.
Courant da daha çok notasız çalsa da iyi bir piyanistti. Courant
öğrencilerini evinde düzenlediği müzik gecelerine davet ederdi.
Her yıl ailecek İsviçre'ye kayak yapmaya gidiyor, çoğu zaman da
bazı asistanları beraberlerinde götürüyorlardı.
Courant çoğu insanın kendisine onun tabiriyle "hasmane"
davrandığını düşünüyordu. Elde ettiği başarılar karşısında kıs­
kançlık duyanlar olsa da yaptığı sessiz ve dolaylı konuşmalarla ya
da düpedüz kararsızlıklarıyla insanların kafasında gerçekten neyi
RICHARD COURANT 513

kastettiğine dair şüpheler uyandıran rahatsız edici bir yanı vardı.


İki kişi arasında kasten husumet yaratacağını bile bile bir şekil­
de bundan yararlanmak için insanların belirli durumlarda nasıl
davranacağını incelemeye bayılıyordu. Yine de birilerine yardım­
cı olmak için sık sık bundan farklı davrandığı da olurdu. Onu
destekleyenlerin ona karşı duyduğu bağlılık çarpıcıydı. Courant
oldukça kısa boyluydu. Görünürlerde olmasa bile kendisinin pe­
şine düşen bir grubun içinde nerede durması gerektiğini söylemesi
beklenmedik bir durum değildi.
Yayın hayatına gelince, Springer Yayınevi'yle içine girdiği ba­
şarılı işbirliği gelişmeye devam ediyordu. "Courant ve Hilbert"in
ikinci cildini hazırlamaya girişmişti. Verdiği analiz derslerini, ana­
liz ve uygulama alanları arasındaki yakın ilişkiye vurgu yaparak
yayımlanmak üzere kaleme aldı. Bu işte büyük ölçüde asistanları­
na bel bağlamıştı. Hatta bu işi büyük ölçüde bizzat ele almadığına
ilişkin söylentiler dolaşıyordu.
Tüm bunlar olurken fizikçilerin "Courant ve Hilbert"teki
matematiksel yöntemlere gereksinim duymaya başladığı bir sıra­
da Courant, heyecanlı bir beklemeye yol açacak farklı bir konu
üzerine yoğunlaşmıştı. Courant, kesin sonucun zorlu kısmi dife­
ransiyel denklem çözümleri gerektirdiği problemlere yaklaşık çö­
zümler getiren ve mühendislerin uzun zamandır kullandıkları özel
bir yöntem üzerinde çalışıyordu. Courant bu düşünceyi, sonlu fark
yöntemini yalnızca yaklaşık çözümler değil kesin çözümler de ve­
rebilecek hale getirene dek kafasında evirip çevirdi ya da en azın­
dan kesin çözümlerin var olduğunu ortaya koydu. Bu çalışmanın,
İkinci Dünya Savaşı'nda hesap yapma kapasitesinin geliştirilme­
sinde yaşamsal bir öneme sahip olduğu görüldü.
O zamana dek Avrupa' dan hiç ayrılmamış olan Courant'a şimdi
bir dizi konuşma yapması için Amerika'dan davet geliyordu. Uzun
yıllar Amerikalı öğrenciler eğitim almak için Avrupa'ya geliyor, özel­
likle matematikçiler Göttingen'e büyük ilgi duyuyordu. Bu sayede
Courant yeni dünyada pek çok bağlantıya sahip olmuştu. Courant
konuşmalarını lvy League, * orta batı ve çok sayıda eski Göttingen
*
Aslında bir spor birliği olarak kurulan ancak daha sonra farklı anlamlar kazanan,
ABD'nin kuzeydoğusundaki sekiz üniversitenin oluşturduğu birlik. (ç.n.)
514 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

öğrencisi ile Göttingen'e gelmiş konukla karşılaştığı Kaliforniya


üniversitelerinde gerçekleştirdi. Rockefeller Foundation yetkilile­
riyle ilişkilerini tazelemeye özel bir önem verirken bir yandan da
ileride yararlı olabilecek başka Amerikalılarla da tanıştı. Courant
aynı zamanda işe gereksinim duyan Göttingen'li bazı yetenekli genç
insanlar için uygun fırsatlar kolluyordu. Ne var ki tüm bunlar eko­
nomik buhranın en kötü dönemlerinin yaşandığı 1932'de gerçekle­
şiyordu. Almanya'da da endişe verici politik bir durum söz konu­
suydu. Matematik enstitüsü kurumsal olarak serbest düşüncenin
güçlü bir savunucusu olsa da bunun Göttingen kasabası ve hatta
bir bütün olarak üniversite için geçerli olmadığı açıktı.
Daha önce gördüğümüz gibi Naziler 1933'te iktidara geldiğinde
Hitler'in ilk icraatı bazı istisnalar dışında "Ari ırktan olmayanla­
rı" kamu hizmetinden uzaklaştıran Reichsgesetze'yi ilan etmekti.
Courant açığa alındı. Gazi olduğu için emekli olmaya zorlanmadı. Bu
durum daha sonra Courant'ın aleyhine gelişecekti çünkü diğer Yahu­
di matematikçiler gibi göç etmesi gerektiğine karar verene dek Al­
manya dışındaki çekici pozisyonların pek çoğu kapılmıştı. Courant,
Kemal Atatürk'ün İstanbul'da kurmak istediği dünya ölçeğindeki
üniversiteye gelmesi için Türkiye'den teklif aldı. İngiltere'de konuk
öğretim üyesi olarak Cambridge'de bir yıl geçirdi ama üniversiteyi
pek umursadığı yoktu. Pek çok meslektaşı gibi o da Amerika'da bir
şeyler bulabilmenin peşindeydi. İlişkilerini kullanarak bulabildiği en
iyi seçenek New York University'de iki yıllık bir görevlendirmeydi.
NYU bugün üst sınıf bir uzmanlık merkezi olsa da o günlerin üniver­
sitesini Courant şöyle aktarmıştı: "Almanya'da alışık olduğumdan
çok farklı bir yer. NYU'da gerçekten bilimsel hiçbir şey yok. "
Yine de Courant kolayca yılgınlığa kapılacak biri değildi. Birle­
şik Devletler'e gelmesinin ardından ailesini Long Island'da bir eve
yerleştirdi. Kalabalık bir üniversite olan NYU' daki öğrencilerin
çoğunluğunu Doğu Avrupa'dan göç etmiş Yahudilerin çocukları
oluşturuyordu. Courant lisansüstü çalışma yapmak için başvuruda
bulunanların bilgi açısından genellikle çok zayıf olduklarını görü­
yordu. Gene de Courant New York'un büyük bir yetenek deposu
olduğu düşüncesiyle bundan yararlanmak için yola koyuldu.
RICHARD COURANT 51 5

Courant'ın gösterdiği çabaları destekleyen NYU rektörü kısa


bir süre sonra geçici görevlendirmeyi kalıcıya çevirdi. Bu arada
Courant'a özel bir kini varmış gibi görünen Alman devleti, kırk
altı yaşında zorunlu emekliliğe sevk ederek Courant'ın Georg­
August'ta askıya alınan görevine son verdi. Dostları, Courant'ın
işleri organize etmeye başlamadan Amerikalıların tarzını öğren­
mesi konusunda ısrarcı olsalar da NYU'daki yetersiz matematik
kütüphanesi karşısında ümitsizce beklemek Courant'a göre de­
ğildi. Kendi kitaplarını kütüphaneye bağışlayan Courant, Alman
dergilerine ve diğer bazı güncel serilere aboneliğin sağlanması için
de mültecilerin Almanya'da bırakmak zorunda kaldıkları paranın
bir kısmının bu işte kullanılmasına çalıştı. Yine de adının bu işin
içinde duyulmamasına dikkat ediyordu.
1 936'ya gelindiğinde Courant'ın grubu Graduate Center of
Mathematics'in çekirdeğini oluşturuyordu. Courant, Almanya'da
ardında bıraktığı enstitünün bir benzerinin Amerika'da kurulma­
sının mümkün olabileceğini düşünmeye başladı. O yaz Oslo'da
düzenlenen uluslararası kongrede Amerika'ya gelebilecek ola­
sı meslektaşlar arama fırsatını yakaladı. Hayli yetenekli iki genç
matematikçiyi de kadrosuna katmayı başardı. Bu matematikçiler
Alman K. O. Friedrichs ve Amerikalı J. J. Stoker'dı. Eski dostlarını
görebilmek için kendisini tehlikeye atarak Almanya'ya gitti ama
Göttingen'e uğramadı. Durum daha da kötüleştiğinden umutsuz­
luğa düşmüş insanlar Courant'tan yardım talep ediyor, onun artık
tüm ipleri elinde tuttuğu bir pozisyonda olmadığına inanamıyor­
lardı. Almanya'da artık Emil Artin durumunda olduğu gibi Yahudi
bir eşe sahip olmak bile Nazilerin dikkatini çekmeye başlamıştı.
Yeni bir göç dalgası yoldaydı.
Courant zamanının ve emeğinin büyük kısmını Graduate
Center'ın kurulmasına harcasa da bir yandan da kitaplar yazı­
yordu. Harold Robbins'le birlikte kaleme aldığı popüler eser Was
ist Mathematik ? (Matematik Nedir?) tam bir başarıya ulaşmıştı.
Courant ayrıca "Courant ve Hilbert"in ikinci cildini tamamlama­
ya çalışıyordu. Friedrichs bu işte esaslı bir rol oynayacaktı. An­
cak Amerika, İkinci Dünya Savaşı'na girince bu tür projelerin bir
51 6 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

yana bırakılması gerekti. Birinci Dünya Savaşı'nda Almanya adına


çarpışmış olan Courant ikinci savaşta yeni ülkesine hizmet etmek­
ten geri durmadı. NYU' daki sınıf mevcutları giderek küçülürken
Graduate Center ise şok dalgaları matematiği gibi savaşla ilintili
işlerin projelerini kazanıyordu. Courant mesleği pahasına bu araş­
tırmada önemli rol oynadı.
Savaşın ardından Courant Almanya'ya yeniden gitti. Savaş
sonrası yeniden kapılarını açan ilk Alman üniversitesi Georg­
August'un bulunduğu Göttingen'e duygusal bir ziyaret gerçekleş­
tirdi. Bunun öncesinde Courant'ın Amerika'daki meslek yaşan­
tısı NYU'da Institute for Mathematical Sciences'ın kurulmasıyla
taçlanmıştı. Bu yeni kurum çok geçmeden tüm dünyada Courant
Institute adıyla tanınacaktı. Enstitünün açılışı 29 Kasım 1 954'te
Göttingen'deki benzerinin açılışından neredeyse çeyrek yüzyıl son­
ra gerçekleşmişti. Göttingen'deki açılış sırasında orada bulunan­
lardan Hilbert'in "Bunun gibi bir enstitü daha olmayacak! Böyle
bir enstitünün daha var olabilmesi için başka bir Courant daha
olması lazım! " dediğini hatırlayanlar var.
Courant beş yıl boyunca enstitünün yöneticiliğini yaptı.
Göttingen'deki enstitünün yöneticiliğini de tam bu kadar sürdü­
rebilmişti. Courant 1958'de emeklilik yaşı yetmişe vardığında bir
heyetin kendisine gelerek devam etmesi için ricada bulunacağını
bekliyordu. Bu, aslında mümkün değildi ama yine de yeni birinin
görevi üstlenmesinin zamanı zaten gelmişti. Yeni yönetici Stoker
oldu. Courant Institute'ta artık önemli matematikçilerden oluşan
çekirdek bir kadro oluşmuştu. Bu ekibin içinden dokuz kişi daha
sonra National Academy of Sciences üyeliğine seçilecekti. Stoker'ın
yönetimi altında araştırma ve lisansüstü programında çarpıcı bir
gelişme yaşanmış, 1965'te de enstitü Washington Square yakınla­
rında on dört katlı bir binaya taşınmıştı. Enstitü bünyesinde bilim­
ci, yönetici ve diğer çalışanlardan oluşan 346 kişi çalışmaktaydı.
Friedrichs'in katkılarıyla " Courant ve Hilbert"in ikinci cildi
tamamlanmış, üçüncü cildin yazılması için planlar yapılıyordu.
Ancak organizasyon becerilerini kullanabileceği bir ortam sıkıntısı
yaşayan Courant'ın enstitüye gelmesinin ve enstitüyü eskisi gibi
RICHARD COURANT 51 7

yönetmeye çalışmasının önüne geçilmesi gerekiyordu. Yetmişli yaş­


larında bile Courant, meslektaşları ve öğrencilerle yayan ya da ka­
yakla uzun gezintilere çıkıyordu. Seksenli yaşlarının başlarındaysa
hala enstitünün geleceğinden endişe ediyordu. Richard Courant
27 Ocak 1 972'de iki ay öncesinde geçirdiği felcin ardından seksen
dört yaşında yaşamını yitirdi. Karısı Nina, Courant'tan yaklaşık
yirmi yıl sonra 1 991 'de yaşama veda ettiğinde yüz yaşındaydı.
Courant hayattayken Amerika Birleşik Devletleri, Alman­
ya ve diğer ülkelerden çok sayıda ödüle layık görüldü. National
Academy of Sciences of Washington'ın asli ve çok sayıda akade­
minin yabancı üyesiydi. Dolayısıyla bu kitapta yaşam öyküsüne
yer verilen son Alman matematikçi daha önce değinilen matema­
tikçilerden farklı bir biçimde de olsa en büyük matematikçilerden
biridir. Mittag-Leffler örneğinde olduğu gibi Courant'ı da aslen
bir matematik girişimcisi olarak tanımlamak mümkün. Matema­
tik dünyasının bu tür işleri yapabilen insanlara gereksinimi var.
Bunu da Richard Courant kadar iyi yapabilen yalnızca birkaç kişi
olmuştur.
J. W. Alexander (1888-1971)

irminci yüzyılın ilk yarısı Princeton matematiğinin altın ça­


Y ğıydı. Bu durum özellikle topoloji için geçerliydi ve bu dö­
nemin büyük bir kısmında Princeton'lı topologların prensi, James
Waddell Alexander'dı. Alexander'ın ailesinde özellikle üç isim
öne çıkmaktadır. Dördüncü kuşaktan dedesi James Waddell bin­
lerce İrlandalı'nın on sekizinci yüzyılın başlarında Virginia'daki
Shenandoah Valley'e göç etmesini sağlamış ünlü bir vaizdir. Kör
olan James Waddell halkı için çok sayıda Presbiteriyen kilise ve
okul kurmuştur. Üçüncü kuşaktan dedesi Archibald Alexander ise
Princeton Theological Seminary'nin kadrosundaki ilk profesör ol­
muş ve kurumun 1 8 12'deki kuruluşundan 1 85 1 'de yaşama veda
520 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

edene dek yöneticiliğini yapmıştır. Princeton'da Alexander Road


(Alexander Caddesi) ve kampüsteki Alexander Hall binasına onun
adı verilmiştir. En büyük oğlu James Waddell Alexander da önem­
li Presbiteriyenlerdendir. 1 849'dan on yıl sonraki ölümüne değin
New York'taki Fifth Avenue Church'ün papazlığını yapmış, var­
lıklı, liberal ve nüfuz sahibi bir cemaate hizmet etmişti. Kiliseye
mensup kişilerden biri Amerika'da hala önemli bir hayat sigortası
şirketi olan Equitable'ın kurucusuydu. Alexander ailesinden pek
çok kişi bu şirkette yüksek düzeyli görevlerde bulunmuştur.
Geleceğin matematikçisinin annesi Elizabeth de Equitable' da
müdür ya da müdür yardımcılığı yapmış çok sayıda aile üyesinden
birinin kızıydı. Elizabeth, Pittsburgh'lu John White Alexander'la
evlendi. Aynı soyadım taşımalarına karşın akraba değillerdi. John
White henüz bir çocukken sanat alanında umut vaat eden biriydi
(ailesinin ölümü üzerine bir iyiliksever tarafından evlat edinilmiş­
ti). Avrupa' da resim eğitimi aldıktan sonra ilk çalışmalarını 1 890'a
dek Amerika'da sonra da 1901'e dek Paris'te sürdürmüş, en so­
nunda yeniden Amerika'ya dönmüştü. Aldığı çok sayıda portre ve
duvar resmi siparişleriyle yirminci yüzyılın ilk yıllarında Ameri­
ka Birleşik Devletleri'ndeki en önemli sanatçılar arasına girmiş­
tir. Alexander'lar hem Fransa'da hem de Amerika'da sosyal ola­
rak öne çıkmış kişilerdi. Claude Debussy, Henry James, Stephane
Mallarme, Auguste Rodin, John Singer Sargent ve daha pek çok
isim Paris'teki yakın çevrelerinde bulunan kişilerdi. 1 930'ların son­
larında artık kocası hayatta olmayan Elizabeth Alexander'ın evi
New York sanat çevresinin buluşma yeri olarak bilinirdi.
Çiftin tek çocuğu, geleceğin matematikçisi tam adıyla James
Waddell Alexander II, 1 9 Eylül 1 8 88'de New Jersey, Sea Bright'ta
dünyaya geldi. İlk eğitimini Paris'te ve New York'taki Browning
School'da gördü. 1 906'da Princeton University'ye kabul edilen
Alexander matematik ve fizik bölümlerinden 1910'da mezun olur­
ken ertesi yıl da yüksek lisans derecesini aldı. James gençliğinde
Shaw'cu politik görüşleriyle uyumlu olacak biçimde "kızıl kum"
rengindeki sakallarını uzatır, Nassau Street'teki (Princeton'ın ana­
caddesi) gösteri yürüyüşlerine katılır, New Jersey eyaletinin merke-
J. W. ALEXANDER 521

zi Trenton'da kurulan halka açık kürsülerden konuşmalar yapardı.


Babasının yaptığı, büyüme çağına ait çok sayıda portresi vardı.
1 91 0'a gelindiğinde Alexander, Veblen'in koruması altına gir­
mişti bile. Princeton'da yaptığı bir yıllık öğretim üyeliği görevin­
den sonra 1912'de Paris ve Bologna üniversitelerine ziyaretlerde
bulunmak için Avrupa'ya gitti. Alexander'ın Paris'te Hadamard'ı,
Bologna'da da Enriques'i görmüş olması muhtemel. Princeton'a
dönmesinin ardından Alexander gecikmiş doktora tezini yazma­
ya koyuldu. Doktorasını İsveç kökenli Amerikalı matematikçi
T. H. Gronwall yönetimi altında yapıyordu. Anlaşılan Veblen,
Alexander'a topoloji gibi yeni bir konuda tez yazdırmanın tehlike­
li olabileceğini düşünmüştü. Bu nedenle Alexander tezini schlicht
(tek değerli) fonksiyonlar üzerine yazdı. "Functions which Map
the lnterior of the Unit Circle upon Simple Regions" (Basit Alan­
lar Üzerindeki Birim Çemberin İçini Eşleyen Fonksiyonlar) başlıklı
tez kompleks analizde önemli bir öncü çalışma olacaktı. Mittag­
Leffler'in Stockholm'deki araştırma grubunun bir üyesi olan
Gronwall 1 913-14 döneminde Princeton'da ders vermeye başlamış,
ertesi yıl da yardımcı doçentliğe getirilmişti. Alexander'ın 1915'te
doktorasını aldığı tez Annals of Mathematics dergisinde yayımlan­
dı. Alexander, Zuethen-Segre değişmezinin cebirsel yüzeyler için
topolojik olarak türetilmesi ve Cremona dönüşümleri için Noether
teoreminin ispatı gibi cebirsel geometri araştırmaları da yayımladı.
Alexander topolojik incelemelerine başladığında Poincare'nin
konuyu düzenleme girişiminin tamamlanmasının üzerinden yal­
nızca on yıl geçmişti. Brouwer konunun daha da ileri götürüle­
bilmesi için tamamen yeni yöntemlerin nasıl kullanılabileceğini
henüz göstermişti. Veblen, topoloji üzerine ilk ders kitabı Analysis
Situs'un dayanacağı kolokyum konuşmalarını daha yapmamıştı.
Poincare konuya çok büyük katkılarda bulunmuş olsa da bu kat­
kılar her zaman mantıksal temellere dayanmıyordu. Alexander'ın
topolojiye yaptığı ilk katkı (Veblen'le işbirliği içinde) konuya daha
fazla mantığın girmesini sağlamaktı. Bu çaba sonucunda, Betti sa­
yılarının ve burulma katsayılarının topolojik değişmezliğini ortaya
koyan 1915 tarihli ünlü makale ortaya çıkmıştı. Alexander yalnız-
522 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ca üç boyuttaki durumla ilgilenmiş olsa da bu ispat kolayca genel


duruma genişletilebilirdi. Yine de bu erken dönem çalışmasının
bütünüyle tatmin edici olarak kabul edilebilmesi için, 1 926 tarihli
raporunda olduğu gibi üzerinde bazı değişikliklerin yapılmasının
gerektiğini söylemek yerinde olacaktır.
Alexander iki yıl daha Princeton' da kaldı. Amerika Birleşik
Devletleri Birinci Dünya Savaşı'na girince Alexander, kara kuv­
vetlerine teğmen (daha sonra yüzbaşı) olarak önce ülkesinde
Aberdeen Proving Ground'da daha sonra da Avrupa'da hizmet
etmişti. Paris'teyken tanıştığı Beyaz Rus Natalia Levitzky'yle 1 1
Ocak 1 9 1 8 'de Washington'da evlendi. Alexander ordudan ay­
rılmasının ardından yardımcı doçent sıfatıyla yeniden Princeton
kadrolarına katıldı. 1 920'den itibaren araştırmalarında yalnızca
topolojiye yoğunlaştı.
Poincare'nin planlarındaki en temel sorun manifoldların, özel­
likle de üç boyutlu kapalı manifoldların sınıflandırılmasıydı. Son­
raki on yıl boyunca Alexander konunun bu yönüne ilişkin bir
dizi önemli makale yayımladı. Poincare bu sorunu ele aldığında
ilk başta bu tür manifoldların sınıflandırılması için homeomorfiye
ulaşıncaya dek homolojinin yeterli olabileceğini düşünmüştü. Üç
boyutlu küreyle aynı homolojiye fakat farklı temel gruplara sahip
örnekler bulması üzerine bu kez homoloji ve temel grubun yeter­
li olabileceği savını ortaya koydu. Alexander 191 9'da üç boyut­
lu manifoldlar ailesi, mercek uzaylarını bularak bu sava da karşı
örnekler getirmiş oldu. Bugün bile küreye homeomorfik olmayan
basit bağlantılı üç boyutlu manifoldların olup olmadığı yanıtsız
kalmış bir sorudur.
Ertesi yıl Jordan eğrisi teoreminin zarif bir ispatıyla başlarken
ardından Jordan-Brouwer teoreminin ispatı ve genişletilmesi gel­
di. Bunun sonucunda daha sonra çok değişik yönlere genişletilen
1 922 tarihli ünlü Alexander eşleklik teoremi ortaya çıktı. Bu te­
orem yalnız kendi başına önemli olmakla kalmayıp içinde barın­
dırdığı bazı kuralsızlıkların çözümüyle de farklı katsayılara sahip
homoloji kuramlarının gelişmesinde ve daha sonra kohomoloji
kuramlarının geliştirmesinde de çok büyük etki yaptı. Bu üretken
J. W. ALEXANDER 523

dönem, kombinatorik topoloji üzerine kaleme aldığı 1 926 tarih­


li daha önceki çalışmalarını genişlettiği ve açıklığa kavuşturdu­
ğu temel niteliğindeki incelemesiyle doruğa ulaştı. Alexander bu
çalışmasıyla 1929'da American Mathematical Society'nin itibarlı
Bôcher Ödülü'nü kazandı.
1 920'lerin sonuna doğru düğüm kuramı Alexander'ın ilgisini
giderek daha fazla çekmeye başlamıştı. Alexander 1 928'de temel
bir keşfe imza attı. Verili bir düğüm diyagramı için bir polinom
matrisi oluşturarak bu matrisin denklik sınıfının (denklik burada
normaldekinden biraz daha geniş bir anlama sahiptir) düğüm çe­
şidinin bir değişmezi olduğunu gösterdi. Bu matris denkliğinden
yola çıkan Alexander esas olarak klasik yollarla bir polinom serisi
oluşturdu. Bu polinomlardan biri de şimdi Alexander polinomu
olarak bilinen ve on dokuzuncu yüzyılda derlenmiş düğüm tablo­
larında bulunan pek çok düğümü kolayca ayırt edebilen hassas bir
değişmezdir. Diğer polinomiyal düğüm değişmezleri de yakın bir
zamanda keşfedilmiştir.
Bu dönemde Alexander, Lefschetz'in araştırmalarından hayli
etkilenmişti. Bildiğimiz gibi Alexander 1 924'te Lefschetz'i nere­
deyse tamamen bir yalıtılmışlık içinde çalışmalarını sürdürdüğü
Kansas'tan Princeton'a getirme konusunda Veblen'i ikna etmişti.
Alexander ile Lefschetz pek çok yönden birbirlerine tersti. Yıllar
sonra Hassler Whitney bu iki matematikçinin ilişkisi üzerine şun­
ları söylemişti: "Doğal olarak topoloji üzerine çok konuşurlardı.
Ancak Alexander giderek bundan sakınmaya başladı. Lefschetz
elindeki sonuçların daha önce Alexander' dan gelmiş olduğunun
farkına varmadan bu sonuçlarla çıkıp gelecekti. Alexander sıkı ve
titiz çalışan biriydi. Lefschetz'in zihni ise her zaman nereden gel­
diği belli olmayan düşüncelerle dolu olurdu. " Gene de Alexander
ile Lefschetz, beraberlerindeki Veblen'le güçlü bir ortaklık oluş­
turarak Avrupa başta olmak üzere dünyanın her yerinden hem
yetenekli lisansüstü öğrencilerini hem de deneyimli konukları
Princeton'a çekiyorlardı. Alexander 1 926'da doçentliğe, bun­
dan iki yıl sonra da yarı zamanlı ders veriyor ve bunun karşılı­
ğında maaşının yarısını almayı kabul ediyor olsa da profesörlüğe
524 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

terfi etti. Otuzlu yıllarda Princeton ismi Avrupa'dan aralarında


Aleksandrov, Cech, Hopf ve Hurewicz gibi matematikçilerin de
olduğu çok sayıda önemli araştırmacıyı cezbetmişti. 1 933 yılın­
da Alexander ile Veblen, kadrosunda Einstein, von Neumann ve
Weyl'in de yer aldığı yeni kurulan Institute for Advanced Study'ye
geçmişti. Lefschetz bu görev için Alexander'ın yerine kendisinin
seçilmesi gerektiğini düşünüyor, bunun sorumlusu olarak Veblen'i
görüyordu. Sonuçta zor durumda kalan Alexander olmuştu.
Kombinatorik topoloji artık nokta-küme topolojisi olarak de­
ğerlendirilmeyen hemen hemen her şey anlamına gelmeye başla­
mıştı. Alexander bu durumu nasıl gördüğünü 1 932'de Zürich'te
düzenlenen Uluslararası Matematikçiler Kongresi'nde şöyle ifade
etmişti:

Genelde analysis situs ya da topolojinin, keyfi sürekli dönüşümlere uğra­


dığında değişmeden kalan geometrik şekillerin özellikleriyle ilgilendiğini söy­
leyebiliriz. Ne var ki, matematik dilinde sürekliliğin fiziksel anlamını yorum­
lamanın birbirinden farklı çok çeşitli yolu olduğundan farklı pek çok analysis
situs çeşidi de bulunmaktadır. Ö rneğin, ilk olarak Leibniz tarafından önerilen
analysis situs türünden hem anlam hem de içerik olarak farklı nokta-kuramsal
adını verdiğimiz bir analysis situs'tan söz edebiliriz. Bilimin bu dalı esas ola­
rak fonksiyon kuramından gelişerek büyümüştür. Halbuki Leibniz'in kafasın­
daki, özellikle fonksiyon kuramının olumsuzluklarından kaçmak ve geometrik
problemlerin bütünüyle nicel yönleriyle doğrudan ilgilenmek için tasarlanmış
yeni ve bağımsız bir matematik çeşidiydi. Kombinatorik analysis situs'un
Leibniz'in orijinal düşüncesinden gelişmiş olan bir alan olmaya daha yakın
durduğu şüphesizdir.

Otuzlu yılların ortalarında kohomoloji kuramı emekleme döne­


mindeydi. 1 935'te Moskova'da düzenlenen ilk uluslararası topo­
loji kongresinde Alexander ve Kolmogorov birbirlerinden habersiz
olarak, bir çarpım için bugün kohomoloji olarak adlandıracağımız
benzer formülleri açıklamışlardı. Çarpımlar epey tuhaftı, yanlış
boyutta sonuçlanıyordu. Yine de Cech ve Whitney konferansın he­
men sonrasında doğru yapıya ulaşmayı başarmışlardı. Alexander
J. W. ALEXANDER 525

bir on yıl daha yayın yapmaya devam etse de önemli çalışması


tamamlanmıştı bile.
Alexander İkinci Dünya Savaşı'nda Birleşik Devletler Hava Kuv­
vetleri için Office of the Scientific Research and Development'ta
sivil memur olarak çalışmıştı. "Kafesler" (gratings) üzerine yaptı­
ğı bir dizi makaleden biri olan Alexander'ın son araştırma maka­
lesi 1 94 7' de yayımlandı. Bunun ardından Lefschetz'in ifadesiyle
Alexander araştırma alanını, birden ortaya çıkan genç kuşaktan sa­
yısız araştırmacıya bıraktı. Alexander 1948'de profesörlük yerine
maaş almadan enstitünün devamlı elemanı olmayı talep etti ama
burada bir ofise sahip olmasına karşın meslektaşlarıyla çok az iliş­
kisi vardı. Üç yıl sonra tamamen emekliye ayrılan Alexander mate­
matik sahnesinden fiilen ayrıldı. Tucker, Lefschetz'in emekliliği için
bir sempozyum düzenlemişti. Tucker yakından tanıdığı Alexander'ı
bu sempozyuma katılmaya ikna etme çabasını şöyle anlatıyor:
" 1953'te Lefschetz'in emekli olacağı dönemde onun onuruna bir
sempozyum düzenledik. Alexander'ı arayarak onu sempozyuma
mümkün olursa katılması ama Lefschetz'e sunum yapacağımız ye­
meğe mutlaka gelmesi için özel olarak davet ettim. Alexander 'Gel­
mek isterim ama kalabalık yerlere gitmiyorum,' diye yanıt verdi ve
ekledi: 'Yine de bir düşüneyim.' Sonra 'Gelmek istiyorum,' dedi.
Daha sonra sempozyumun başlamasına bir hafta kala aradı. Ben
kendisiyle konuşamadım, o da mesaj bırakmış: 'Üzgünüm, gele­
meyeceğim.' "
Karısı Natalia'nın 1967'deki ölümünün ardından Alexander'ın
sağlığı yavaş yavaş bozuldu. Daha önce çocuk felci geçirmiş, bu
hastalıktan tam olarak kurtulamamıştı. Gençliğinde savunduğu sol
politik düşünceler McCarthy döneminde onun da şüpheliler liste­
sine girmesine neden oldu. Yaşamının sonlarına doğru Alexander
amatör telsizciliğe merak salarak saatler boyunca dünyanın dört
bir yanındaki telsiz heveslileriyle iletişime geçerdi. Alexander, 23
Eylül 1971'de seksen üç yaşında Princeton Hospital'da zatürreeden
yaşamını yitirdi. Ardında oğlu John ve kızı Irina kalmıştı.
Alexander'ın nasıl biri olduğunu daha iyi anlayabilmek için
Tucker'ın anılarına tekrar dönelim:
526 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

(Alexander) lisans ve lisansüstü eğitimini burada almış olduğundan hem


eğitim açısından hem de doğuştan Princeton'lıydı. Daha sonra Princeton
öğretim kadrosuna dahil oldu. Geçmişi eskiye dayanan Princeton'lı bir ai­
leden geliyordu. Hali vakti hayli yerinde olduğundan aslında geçimini sağla­
mak için çalışması gerekmiyordu. Gençlik yıllarında, yaklaşık 1 920 civarında
sosyalist hareketle çok yakından ilgilenmişti. O dönemde Norman Thomas
uzun bir süre boyunca devlet başkanlığının sosyalist adayıydı. Norman
Thomas da Princeton mezunuydu. Politik görüşlerine katılsın katılmasınlar
tüm Princeton'lılar Thomas'a büyük saygı duyardı. Alexander'ın Norman
Thomas'ın politik görüşleriyle uyuştuğu çok açıktı. Sanırım Alexander sosya­
list partinin New York ve çevresinde örgütlenmesi işinde de bir dönem aktif
olarak yer almıştı. Nasıl biri olduğunu anlatmaya çalışayım. Alexander her
zaman resmi olmayan güzel, spor kıyafetler giyen çok yakışıklı biriydi. Öğ­
rencilerine bir baba gibi çok iyi davranırdı. Ondan herhangi bir şekilde hoşlan­
mamak mümkün değildi çünkü çok iyi, kibar ve düşünceliydi. Ancak hiçbir itici
güce ya da rekabet duygusuna sahip değildi. Belki bir tek dağcılık yaparken
ama kesinlikle matematikte ya da akademik olarak değil.

Aslında Alexander kendi kuşağının önde gelen Amerikan


dağcılarından biriydi. Dağcılığa 1 92 1 'de Colorado' da Long's
Peak'e tırmanarak başladı. İki yıl sonra da Alpler'e tırmandı.
Alpler'e çoğu büyük tırmanışlar olmak üzere 200'ü aşkın kez
çıktı. Alexander ustalaştıkça daha zor hedeflere yöneliyor, yeni
rota arayışlarına giriyor ve rehbersiz tırmanmayı tercih ediyor­
du. Leon Cohen ve Hassler Whitney gibi lisansüstü öğrencileri­
ne matematiğin dağcılıkla birleştirileceği Alpler'e birlikte gitme
teklifinde bulunmuştu. Önemli zirvelerin pek çoğuna tırmanmış
olsa da Chamonix bölgesine özel bir düşkünlüğü vardı. Karısı
Natalia'yla birlikte her yıl bu bölgeye tekrar tekrar gelirlerdi.
Les Houches'de mütevazı bir kulübeleri vardı. Natalia bu işe pek
hevesli olmasa da genellikle birlikte tırmanırlardı. Ayrıca, yaz
aylarını Chamonix bölgesinde geçiren hayli kibirli Fransız sos­
yetesiyle birlikte olmaktan da keyif alırlardı. Her ikisi de çok iyi
Fransızca konuşuyordu. Ne var ki, 1 937'den sonra Avrupa'ya
yaptıkları bu seyahatlerden vazgeçerek dağcılık etkinliklerini Ku­
zey Amerika'yla sınırlandırmışlardı.
J. W. ALEXANDER 527

Alexander, Cleveland kulesi gibi üniversitedeki binalara tır­


manma maharetiyle de Princeton çevresinde adını duyurmuştu.
Fine Hall binasının en üst katındaki ofisine binanın dış cephesin­
den tırmanarak ulaşmayı ve ofise pencereden girmeyi çok seviyor­
du. Bu nedenle ofis penceresini hep aralık bırakıyordu. Alexander
aynı zamanda binada duş ve soyunma dolapları olması gerektiği,
böylece boks, tenis, squash gibi sporlar yapan insanların bunları
kullanabileceği konusunda ısrar ediyordu. Usta bir kayakçıydı ve
beysbola bayılırdı.
Alexander'lar şüphesiz varlıklıydılar ama gösterişli bir yaşantı­
ları yoktu. Yine de, Tucker'ın da bu konuya ilişkin söylediği gibi
"Alexander, diğer sıradan profesörlerden epey farklıydı çünkü ka­
sabanın batı ucunun biraz ötesinde çok güzel bir evi vardı. Lisan­
süstü öğrencilerini pazar akşam üstüleri çay içmeye evine davet
ederdi. Evde hizmetçiler bulunurdu. Açıkça bir refah eviydi. " Üni­
versitedeki pek çok insana kıyasla Alexander'lar çok daha büyük
bir sosyal itibara sahipti. Verdikleri partilere yalnızca akademis­
yenler değil öteki Princeton' dan da konuklar gelirdi. Üniversite
dışından gelen bu konuklar Philadelphia ya da New York'ta iş sa­
hibi olup kasabada yaşamayı tercih eden kişilerdi. Genellikle dans
edilirdi. Alexander özellikle tango yapmayı çok severdi. New York
sosyetesinin dans ettiği Rockefeller Center' daki Rainbow Room'un
müdavimlerindendi. Dans edenlerin attığı adımları ve yaptığı ha­
reketleri kaydetmek için bir notasyon geliştirmişti. Alexander'ın
sevdiği bir başka şey ise nükteli şiirler yazmaktı.
Alexander'ın mükemmel bir öğretmen ve Princeton'lı matema­
tikçilerin en iyisi olduğu konusunda herkes hemfikirdi. Kesinlikten
hiç ödün vermediği, dinlemesi insana hoş gelen doğal bir tarzı var­
dı. Kimilerine göreyse daha az şık bir dersten daha çok şey öğreni­
lebilirdi. Tucker şöyle diyor: "İyi bir hocaydı, mükemmel bir ho­
caydı ama ben onun ders vermekten hoşlandığını zannetmiyorum.
Maaşa ihtiyacı olmadığından ilgisini çekmeyen bir dersi vermeyi
usandırıcı buluyordu. Eğer bir ders vermeyi kabul etmişse artık
bu konuda daha insaflı olacak biriydi. Bir lisans dersi veriyorsa o
zaman da kendi zevkine uygun bir ders kitabı bulamayacak, bu-
528 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

nun üzerine öğrencilerin yardımıyla bir dizi ders notu hazırlamaya


çalışarak dersi kitap kullanmadan sürdürecektir. Tabii bu da bir
sürü iş demek."
Alexander'ın kişisel ve mesleki evrakından çok azı günümüze
kalmış gibi görünüyor. Çok seyrek mektup yazmış olan Alexander
mükemmeliyetçiliği nedeniyle de araştırmalarının çoğunu yayımla­
madan bırakmıştır. Yeniden Tucker'a kulak verelim:

Alexander gençlik günlerinde dosyalar tutardı. Yazdığı çoğu makaleyi


hiç yayımlamadı. 1 930'1arda yapılan bir topoloji seminerinde doktora son­
rası çalışma yapan bazı genç matematikçiler bir şeyler üzerine konuşmakta,
Alexander da dinleyiciler arasında bulunmaktadır. Konuşma sonrasında sıra
sorulara geldiğinde Alexander konuşmacıya "Peki, yöntemini şöyle şöyle bir
soruya uyguladın mı?" diye sorar. Tabii ki yaptıklarını bile zar zor yapmış
olan genç adam "Hayır, bunun ne sonuç vereceğini bilmiyorum," diye yanıt
verir. Bunun üzerine Alexander sanki kendi kendine konuşuyormuşçasına
"Bir keresinde ben de senin ulaştığın yere kadar gittiğimi ama şunu şunu
yapmazsam bunu yayımlamaya değmeyeceğini düşündüğümü hatırlıyorum,"
der. Zavallı genç adam. Alexander aslında bunu kastetmemiştir. Yalnızca bu
genç adamın önündeki dağa tırmanmamış olmasından duyduğu pişmanlığı
dile getirir.

Alexander, American Mathematical Society'nin kurulunda gö­


rev yaptığı gibi ( 1 923-25) derneğin başkan yardımcılığını da yü­
rüttü ( 1 933-34). 1930'da National Academy of Sciences üyeliğine
seçildi. Princeton'dan aldığı onursal dereceyle Princeton diploma­
larını sayısını toplamda dörde çıkardı.
x

BANAC H 'TAN VO N N E U MAN N 'A


Stefan Banach (1892-1945)

O
n dokuzuncu yüzy ı l ı n sonları n a doğru h e m Macaristan'da h e m d e
Polonya'da büyük ölçüde Avusturya etkisinden bağ ı msız olarak
önemli matematik ekolleri ortaya ç ı km ıştı . Birinci Dünya Savaşı son­
rasında bu ülkelerin bağ ı msızl ı kları n ı kazanmalarıyla bu ekoller daha
da gelişti. Daha önce gördüğümüz gibi P61ya, Macar ekolünün önemli
bir temsilcisiyken şimdiki yaşam öykümüzün kahramanı daha Doğu Av­
rupal ı b i r karaktere sahi p Polonya ekolünden göze çarpan b i r örnektir.

Stefan Banach 30 Mart 1 8 92'de tarihi Polonya kenti Krak6w'da


dünyaya geldi. Babası Stefan Greczek, dağ köyü Ostrowsko'dan
gelen düşük kademede bir devlet memuruydu. İki kez evlenen
Greczek'in ilk evliliğinden bir (oğlu), ikincisinden de dört çocuğu
532 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

olmuştu. Doğum belgesinde adının Katarzyna Banach olduğunun


yazılması dışında Stefan'ın annesi hakkında bir bilgi mevcut de­
ğil. Babası, annesinin kimliğini Stefan'dan hep saklamış. Stefan'ı
büyütmek de Ostrowsko'da yaşayan babaannesine kalmış. Baba­
annesi hastalanınca Stefan'ın babası çocuğu yeniden Krak6w'a ge­
tirerek Plowa soyadım taşıyan bakıcı aileye teslim etmiş.
Banach'ın yeteneklerinin ilk farkına varan, küçük çocuğu kanat­
larının altına almış Fransız kökenli bir entelektüeldi. Koruyucusu
Stefan'a Fransızca öğretmiş, eğitimiyle de genel olarak ilgilenmişti.
Bununla birlikte, Stefan Greczek kendi meşru ailesini kurduğun­
da bile oğlunu hiç unutmamıştı. Maddi yardımda bulunmasının
yanı sıra üniversiteye gidene dek Banach'ın yetiştirilmesini üstlen­
miş, Plowa'larla da yakın ilişkisini sürdürmüştür. Banach 1 902'de
fen derslerinden çok sanata önem verilen bölge lisesine girdi.
Krak6w' daki diğer okullar gibi bu okulda da yükseköğretim ku­
rumlarının üyelerince verilen temel eğitimden yararlanılıyordu. Bu
kurumlar arasında en başta geleni ünlü Universytet Jagiellofıski'ydi.
Banach genellikle matematikten mükemmel, diğer derslerdense iyi
ya da çok iyi notlar alıyordu. Bir sınıf arkadaşı onu şöyle tanımla­
mıştı: "Arkadaşlarıyla ilişki içinde olmaktan memnun ama mate­
matik dışında hiçbir şeye ilgi göstermeyen biriydi. Konuştuğu en­
der zamanlarda çok hızlı konuşurdu, matematik düşündüğündeki
kadar hızlı. Öylesine inanılmaz bir hızla düşünme ve hesap yapma
yeteneği vardı ki muhatapları onun gözle görünmeyen şeyleri göre­
bilen biri olduğu izlenimini edinebilirdi. "
Banach 1 9 1 0'da okuldan mezun olmasının ardından cebinde
beş kuruş olmadan ve babasıyla samimi ilişkisi devam etse de ondan
daha fazla maddi yardım beklentisi içine girmeden Krak6w' dan
ayrıldı. Politechnika Lw6wska'ya mühendislik öğrencisi olarak
girse de geçimini sağlamak için çalışması gerektiğinden okulda­
ki ilerlemesi yavaştı. 1 9 l 4'te savaş çıktığında henüz ikinci sınıfı
tamamlayabilmişti. Gözlerinin iyi görmemesi sayesinde orduya
katılması gerekmiyordu. Savaş sırasında geçimini bir şantiyede
formenlik yaparak sağladı. Bu dönemdeki yaşantısına ilişkin pek
fazla şey bilinmese de Universytet Jagiellofıski'de resmi kayıt yap­
tırmadan zaman zaman derslere katıldığı anlaşılıyor.
STEFAN BANACH 533

1 920'ye gelindiğinde Banach'ı hayatının en büyük keşfi ola­


rak niteleyen Hugo Steinhaus, Banach'ı koruması altına almıştı.
Steinhaus Banach'tan yalnızca beş yaş büyük olsa da mesleki açı­
dan çok daha ilerideydi. Trigonometrik seriler üzerine yaptığı dok­
torasını Hilbert'in yönetiminde tamamladıktan sonra tarihi Lviv
kentindeki Uniwersytet Jana Kazimierza'da profesör olmuştu. Ge­
niş bir yelpazede matematiksel ilgi alanlarına, ders verme ve ma­
tematiğin sevdirilmesinde de büyük bir yeteneğe sahipti. Banach
müstakbel karısı Lucja Braus'la Steinhaus aracılığıyla tanışmıştı.
Çift, 1 9 Ekim 1 920'de evlendi. Lucja, Banach'ın hayatının kalan
son yirmi beş yılında yaşayacağı değişimlerde en yakın ve sadık yol
arkadaşı olacaktı.
Kısa bir süre sonra Banach "Sur les operations dans les en­
sembles abstraits, et leur application aux equations integrales"
(Soyut Kümeler Üzerine İşlemler ve İntegral Denklemlerine Uygu­
lanması Üzerine) başlıklı doktora tezini tamamladı. Banach uzayı
olarak bildiğimiz kavram ilk kez bu tezde ortaya çıkmıştı. Benzer
doğrultuda çalışmalar yapan başka matematikçiler de vardı ama
Banach'ın ortaya koyduğu kavramın ayırt edici özelliği söz ko­
nusu uzayın ilave tamlık koşulunu sağlaması gerektiğiydi. Tezde
ayrıca yine kendi adıyla anılacak temel sabit nokta teoremine de
yer verilmişti. Banach düşüncelerini asla kağıda geçiremiyordu.
Bunun yerine düşüncelerini bir asistanına dikte ettiriyor daha son­
ra da sonuçları gözden geçiriyordu. Aslen Lehçe yazılan tezi Fran­
sızcaya çevrilerek kümeler kuramı ve matematiğin temellerine
adanan yeni Fundamenta Mathematicae dergisinde yayımlandı.
Banach 1 922'de Habilitasyon'unu aldıktan sonra Uniwersytet
Jana Kazimierza'da yardımcı doçentliğe atandı. Sosyal yaşantının
büyük ölçüde kafelerde şekillendiği Lviv, Polonya kültür ve bili­
minde önemli bir merkezdi. Polonya'da ve ülke dışında söylenip
yazılanlara göre kafe kültürü bu ülkede matematik yapmanın bir
parçasıydı ve Banach da bu tarz bir çalışma kültürünün oluşmasın­
da katkısı olan önemli isimlerden biriydi. Kentteki matematikçiler
merkezi bir yerdeki İskoç kafesini üsleri haline getirmişti. Pek çok
teoremin keşfedildiği, savların ortaya atıldığı ve ünlü İskoç defte-
534 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

rine problemlerin kaydedildiği yer işte bu kafeydi. Tüm bu olup


bitenlerde Banach önemli bir paya sahipti.
Eldeki bilgi kısıtlı olsa da Banach'ın 1 924'te bazı konuşmalar
yaptığı Paris'e mesleki bir ziyarette bulunduğu ve belli ki bura­
da ömür boyu dost kalacakları Lebesgue'le tanıştığı anlaşılıyor.
Banach 1 927'de profesörlüğe getirildi. 1 929'da Lviv ekolünün
yayın organı niteliğindeki etkili Studia Mathematica dergisi ku­
ruldu. Dergide asıl vurgu Fundamenta'da pek yer bulamayan
fonksiyonel analize yapılacaktı. Derginin ilk sayısında Banach, so­
nucu Hahn-Banach teoremi olarak bilinen çalışmasını yayımladı.
Banach ve Steinhaus, Studia'nın kurulmasının baş yönlendiricisiy­
di ve iki yıl sonra da büyük ölçüde fonksiyonel analizi konu alan
Monografie Matematyczne (Matematiksel Monografiler) adlı bir
diziye başladılar.
Banach'ın elde ettiği başarılar ülke içinde ve dışında giderek du­
yulmaya başlıyordu. 1936'da Oslo'daki uluslararası kongrede tüm
üyelerin hazır bulunduğu bir oturumda konuşma yaptı. 1939'da
yirmi yıl önce kurulma aşamasında yer aldığı Polskie Towarzystwo
Matematyczne başkanlığına seçildi. Pek çok yabancı matematik­
çi, derneğin himayesinde Polonya'ya çalışma ziyaretleri yapmıştı.
Aynı yıl Polska Akademia Umiej tno ci tarafından verilen büyük
ödüle layık görüldü ama İkinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla
banka hesapları dondurulduğundan bu ödülü hiç alamadı.
Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı'nın bir sonucu olarak Sovyet­
ler Birliği 1 7 Eylül 1 939'da Polonya'ya saldırdı ve çok geçmeden
de Sovyet birlikleri Lviv'i işgal etmişti. Bunu Polonya halkının yı­
ğınlar halinde sürgüne gönderilmesi izledi. Banach 1 940'ta kent
meclisine seçildi. Böylece nüfuzunu kullanarak baskı altındaki Po­
lonyalı topluluğa yardım edebilecekti. Banach'ın babası ve bazı ak­
rabaları Krak6w'dan Lviv'e taşınmışlardı. Banach burada onlara
korunma sağlayabilirdi.
Sovyetler Birliği'nin önemli matematikçileri Banach'ı zaten çok
iyi tanıyordu. Banach onları görmeye gidebiliyor, Aleksandrov,
Sobolev ve diğer bazı matematikçiler de onu Lviv'de ziyaret edi­
yordu. Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı'nın 1941'de lağvedilmesi
STEFAN BANACH 535

üzerine Almanlar Sovyetler Birliği'ne saldırdığında Banach bir kon­


ferans için geldiği Kiev'deydi. Banach kendi güvenliğini hiç umur­
samadan bir an önce karısı ve oğluna kavuşabilmek için hemen bir
trene atladı. Bu tren, Kiev'den Lviv'e kalkan son tren olacaktı.
Alman birlikleri Haziran 1941 'de Lviv'e girdiğinde Banach ai­
lesi çok güç bir durumda kaldı. Banach, Almanların kendisinden
Sovyet matematikçilerle olan dostane ilişkilerinin hesabını sora­
caklarından endişeleniyordu. İşin gerçeği asıl tehlike Banach'ın Po­
lonya istihbaratının bir üyesi olmasından kaynaklanıyordu. Gesta­
po Banach'ı Alman parası kaçakçılığı yaptığı şüphesiyle tutuklasa
da birkaç hafta sonra salıverdi. Banach hapishanedeyken de birkaç
teorem ispat etmişti.
3 Haziran 1941 gecesi üniversite öğretim üyeleri, yazarlar ve
Lviv'deki aydın sınıfının diğer önemli temsilcilerinden oluşan kırk
kişilik Polonyalı bir grup kötülüğüyle ün salmış SS Nachtigall ta­
burundan Nazi ve Ukraynalıların ellerinde can verdi. Özel tasfiye
komandoları ortaya çıkmış, ilerleyen cephe birliklerinin hemen
arkasında eyleme geçmiş, işini yapmış ve yeniden gözlerden kay­
bolmuştu. Sergilenen gaddarlık sözüm ona Wehrmacht'tan * resmi
onay almamış olsa da o dönemde kente gelen Himmler'in doğru­
dan verdiği emirle yerine getirilmişti. İnfazlar, Lviv'deki Polonya
entelektüel yaşamının imhasına yönelik daha geniş bir hareketin
yalnızca başlangıcıydı.
Banach hayatını kurtarmıştı ama Alman işgali boyunca koşul­
lar gerçekten çok acımasızdı. Pek çok Polonyalı entelektüel gibi o
da haysiyet kırıcı bir işe verilmişti. Tifo için etkili bir aşı geliştiren
bir Alman laboratuvarında bitleri beslemekle görevliydi. Sovyet
birlikleri Temmuz 1944'te yeniden Lviv'e girince Banach'ın ko­
şulları da iyileşmeye başladı. Rus matematikçi Sobolev Banach'la
Sovyetskaya Akademiya Nauk'un Moskova yakınlarındaki ileri
karakolunda buluştu: "Alman işgali altında geçen savaş yıllarının
derin izlerine ve gücünü zayıflatan ölümcül hastalığına (kanser)
rağmen Banach'ın gözleri hala canlılığını koruyordu. Hala savaş

*
Nazi döneminde Almanya Silahlı Kuvvetleri'ne verilen genel ad. (ç.n.)
536 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

öncesi Lviv'de gördüğüm aynı arkadaş canlısı, neşeli, inanılmaz


derecede iyi niyetli ve sevimli Stefan Banach'tı. Benim zihnimde
işte böyle kalmıştı: Büyük bir mizah anlayışı, çalışkan bir insan,
güzel bir ruh ve büyük bir yetenek. "
Banach, Universytet Jagiellonski'den gelen kürsü teklifini ka­
bul etti. Banach'a aynı zamanda savaş sonrası hükümette eğitim
bakanlığı da teklif edilmişti. Ne var ki, yakalandığı akciğer kanse­
ri ilerliyordu. Banach, 3 1 Ağustos 1945'te elli üç yaşında Lviv'de
yaşamını yitirdi. Cenazesine aralarında ellerinde bir demet çiçek
tutan çok sayıda kadın üniversite öğrencisinin de bulunduğu yüz­
lerce kişi katılmıştı. Karısı Lucja, Banach'ın ölümünün ardından
on yıl daha hayatta kaldı. Yirminci yüzyılın en büyük matematik­
çilerinden Banach, çok geniş bir yelpazede özellikle de fonksiyonel
analiz alanında temel ve özgün bir matematikle ilişkilendirilmekte­
dir. Polonya'da ulusal bir kahraman olarak kabul edilir.
Banach'a ilişkin çok sayıda hatıratın arasında önce Steinhaus'a ait
olanla başlayalım:

Banach'ın çalışmalarına tanıklık etmiş biri olarak Kazimierz Bartel'in bir


keresinde belirttiği gibi "neredeyse nahoş" denebilecek bir düşünce durulu­
ğuna sahip olduğunu söylememe izin verin. Hiçbir zaman işini şansa bırak­
mayan ya da arzu edilen kabullerin ancak gerektiği zaman sağlanmasını bek­
lemeyen biriydi. Sık sık "Umut enayiliklere yol açar," derdi. İyimserliğe karşı
bu küçümsemeyi yalnızca matematiğe değil politik kehanetlere de yöneltirdi.
Problemlere doğrudan saldırmasıyla Hilbert'e benzerdi. Örneklerle tüm yan
yolları saf dışı bıraktıktan sonra doğrudan hedefe giden tek yola odaklanırdı.
Bir problemin bir satranç oyuncusunun zor bir pozisyon karşısında yaptığı
analize benzer şekilde yapılan mantıksal analizinin ya bir teoremin ispatına
ya da bir karşı örneğe varması gerektiğine yürekten inanırdı.

Meslektaşlarından biri de şunları ekliyor:

Banach elbette en önemli şeyleri yayımlamıştı ama her şeyi değil. Bunun
nedenlerini açıklayabilirim. Banach teoremleri kağıda dökmeyi ve gözden
geçirmeyi pek de hızlı yapabilen biri değildi. Banach yeni sonuçlara ulaşma
hızıyla ise tüm rekorları altüst etmişti. Bir problemin çözülmesi genellikle bir
STEFAN BANACH 537

başka probleme yol açıyordu. Dolayısıyla Banach bilimsel keşiflerine ilişkin


hiç not almazdı. Bunları Lviv çevresine yalnızca sözlü olarak duyururdu. Bu
kişilerden iki ya da üçü Banach'tan duyduklarını gözden geçirmeye girişmiş
olsa tüm eserleri kayıt altına alınabilirdi. Ancak herkesin tercihi elbette baş­
ka birinin teoremlerini kaydetmektense yaratıcılık isteyen kendi çalışmasına
odaklanmaktı.

Eski bir öğrencisi ise şunları anımsıyor:

Banach'ın mükemmel bir öğretmen olduğu konusunda herkes hemfikir-


di. Asla ayrıntılarda kaybolmaz ve tahtayı karmaşık sayısız formülle dol­
durmazdı . Konuşurken sözlerinin kusursuz olmasını umursamazdı. Tüm
insancıl incelikler ona yabancıydı . Hemen hemen hiç mektup yazmazdı .
Asistanlarına karşı neredeyse bir baba gibi yardı mseverdi. Onlara lütuftan,
paternalizmden ve üstten bakan duygulardan uzak ortaklarıymış gibi dav­
ranırdı. Matematik tartışmalarında ya da genel konulara ilişkin yaptığı kısa
açıklamalarda hemen büyük zihin g ücü hissedilebilirdi. Aşırı yoğunlukta
çalışır, çalışma dönemlerinin arasındaki uzun zamanları da hiçbir şey yap­
madan geçirirdi. Ü niversitedeki ofisinde olduğu gibi bir istasyonun bekleme
salonunda da çalışabilirdi.

Tüm anlatılanlar onun bir işkolik olduğu konusunda uzlaşıyor.


Bir meslektaşı şöyle yazmış:

Bu doğru ama onun aşırı çalışma alışkanlığı diğer insanlarınkine pek


benzemezdi. Bir öğretim üyesi genellikle işlerini yapmak için huzura ve ses­
sizliğe ihtiyaç duyar. Bu, Banach için geçerli değildi. Çoğu zamanını kafe­
lerde geçirirdi. Her zaman yanında birileri bulunmaz, kimi zaman tek başına
olurdu. Etraftaki gürültü ve müzik hoşuna giderdi. Bunlar onu düşünmekten
ve konsantre olmaktan alıkoymazdı . Kateler geceleri kapandığında kafeter­
yanın yirmi dört saat boyunca açık olduğu tren istasyonuna gittiği zamanlar
vardı . Burada bir bardak bira eşliğinde elindeki problemler üzerine düşü­
nürdü. İşin doğrusu, her problemin üstesinden çabucak gelemediğini ekle­
mem gerekir. Bir keresinde bana bir problemin onu aylar boyunca her gün
saatlerce meşgul ettiğini söylemişti. Ancak daha az karmaşı k durumlarda
teoremler bir fıskıyeden çıkarmışçasına fışkırıverirdi. Bu gerçekten şaşırtıcı
ve sıra dışıyd ı .
538 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Banach'a ait fotoğraflar açık alınlı, düzgünce taranarak ayrılmış


saçlar ve yarı kuşkucu yarı alaycı bir gülüşe sahip sağlam yapılı,
uzun boylu ve geniş omuzlu bir insanı betimler. Yüzünün en göz
alıcı özelliği mavi gözlerindeki büyüleyici ifadedir. Sanki boşlukta
başka bir yere bakıyormuş gibi görünen bu mavi gözler konuştuğu
kişinin röntgenini çekerken parıldar ve insanın içine işler. Banach'la
hayattayken karşılaşmış kişiler onun bu ifadesi ve bakışını teyit et­
mektedir. Bir meslektaşı şöyle diyor: "Bana her zaman çok genç
gelirdi. Uzun boylu, sarı saçlı, mavi gözlü ve hayli sağlam yapılıydı.
Konuşma tarzının dolaysız, etkili ve belki de haddinden fazla kaba
(daha sonra fark ettim ki bu özelliği bir nebze kendisinin kasten
geliştirdiği bir şeydi) oluşu beni etkilemişti. "
Tüm yaşamı boyunca Banach konuşma ve tavırlarıyla tam bir
Krak6w'lu sokak çocuğuydu. Banach Steinhaus'a "Biliyor musun
dostum, lisede beşeri bilimlerin okunması matematik okunmasın­
dan daha önemli. Matematik çocuklar için uygun olmayacak ka­
dar keskin bir alet," demişti. Banach futbol izlemeyi çok severdi.
İnsanlar içtiği içki ve kahveye ilişkin hikayeler anlatmaya bayılır­
dı. Üvey kardeşi ona ilişkin şunları söylüyor: "Kardeşim litrelerce
kahve ve çok fazla içki içerdi. Bir keresinde Gürcistan'da bir ma­
tematik toplantısına gitmişti. Oranın geleneğine göre bir ziyafette
sırasıyla herkesin sağlığına içmek gerekiyor. Her kadeh kaldırma­
da da büyük bir kadeh Gürcistan votkası devirmek kural olmuş.
Banach, diğer matematikçiler teker teker masanın altında kaybol­
duktan sonra yemeğe katılan deneyimli tüm bölge insanlarından
daha fazla içip hala ayakta duruyormuş."
Norbert Wiener (1894-1964)

Y
eniden Atlas Okyanusu'nun karşı kıyısına geçiyoruz. Şimdiye dek
dah i l i ğ i n psikolojisine i lişkin çok şey yazıld ı . Bu bir tür delilik mi yok­
sa yal n ızca tuhafl ı kla mı ilişkili? Norbert Wiener ilginç bir örnek oluştu­
racak biri . Kendisini çok yakından tan ıyan Santillana onun için 'Tepkile­
rinde bir çocuk, yarg ı ları nda bir filozof gibi," demişti. Kendi yetenekleri n i
çok önemsiyordu v e bunda da haklıyd ı . Öylesine büyük bir usta l ı ğa ve
özgünlüğe sahipti ki ölümü sonrası nda basında çıkan haberlerde ken­
disi nden Amerikal ı Lei bniz olarak söz ediliyord u .

Norbert Wiener 26 Kasım 1 894'te Missouri eyaletinin Columbia


kentinde dünyaya geldi. Annesi Martha (kızlık soyadı Kahn) babası
Leo Wiener'le Kansas City'deki bir edebiyat kulübünde tanışmıştı.
540 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Şair Browning'in ilahlaştırıldığı bu kulübün üyeleri olan çift, çocuk­


larına Browning'in "On a Balcony" şiirindeki karakterlerin adlarını
vermişti. Norbert de bu adlardan biriydi. Leo, o zamanlar Rusya
sınırları içindeki Bialystok'ta doğmuştu. Leo, aralarında Yiddiş ede­
biyatı tarihi gibi eserlerin de olduğu pek çok kitap yazmış olağa­
nüstü başarılı bir dilbilimciydi. Tolstoy'un tüm eserlerini çevirmişti.
1 880'de Beyaz Rusya'dan çok az para ama büyük bir kararlılık­
la yola çıkarak New Orleans'a gelmişti. Çok geçmeden University
of Missouri'de yabancı diller profesörü oldu. 1895'e gelindiğinde
Harvard University'de Slav dilleri ve edebiyatı bölümünde öğretim
üyeliğine getirildi. Daha sonra aynı üniversitede profesörlüğünü
aldı. Burada uygulanan Yahudi "numerus clausus" sistemine yaptığı
büyük itirazlara karşın 1930'da emekli olana dek Harvard'da kaldı.
Dokuz yıl sonra da yaşamını yitirdi.
Leo Wiener, oğlunun eğitimi üzerinde aşırı etki eden katı disip­
line sahip biriydi. Büyük bir mağaza sahibinin kızı olan Norbert'in
annesinin bu konu üzerinde pek söz hakkı yokmuş gibi görünüyor.
Çocuk dahi Norbert, eğitiminin bir kısmını okulda bir kısmını da
evde babasından alıyordu. Massachusetts, Cambridge yakınların­
da yaşamını sürdüren aile 1903'e gelindiğinde kırsal bölgeye taşın­
dı. Norbert burada çok daha mutlu olmuştu. Sonraki yıllarda kü­
çük New England kasabalarının demokratik yapılarına duyduğu
hayranlığı ifade edecekti.
Norbert Wiener on bir yaşında Tufts College'ın öğrenci­
si olmuştu. Fen derslerine, özellikle biyolojiye büyük ilgi duyan
Norbert dört yıl sonra bu okuldan mezun oldu. Bunun sonrasın­
da Harvard'da zooloji eğitimine ve yeniden Harvard'a dönmeden
önce de Cornell'de felsefe eğitimine başladı. Harvard'daki ikin­
ci seferinde felsefe ve matematik eğitimi görerek 1913'te henüz
on dokuz yaşındayken doktorasını aldı. Doktora tezinin konusu
Russell-Whitehead mantık sisteminin daha önce Ernst Schröder'in
yarattığı sistemle karşılaştırılmasıydı. Bu dönem boyunca Wiener
ergenlik bunalımından büyük ölçüde sıkıntı çekmiş gibi görünü­
yor. Wiener Yahudi olduğunu ilk kez belli ki Harvard'da olduğu
bu dönemde fark etmişti. Aslında dolaylı olarak büyük ortaçağ
NORBERT WIENER 541

öğretmeni İbni Meymun'un (Moşe ben Maimon) soyundan geli­


yordu. Musevilik onun için hiçbir zaman büyük bir anlam ifade
etmemiş olsa da Yahudilerin matematikte ve diğer bilim dallarında
elde ettiği olağanüstü başarılardan gurur duyardı.
Genç Wiener, Harvard'dan kazandığı bursla çalışmalarını Av­
rupa'da sürdürebilecekti. En sonunda babasının yönlendirmelerin­
den kurtulmuştu. Haziran 1913'ten ertesi nisana dek University of
Cambridge'deydi. Şöyle söylediği aktarılır: "Çoğu yeniyetme gibi
sonunu görmeden, hatta bir son olup olmadığını dahi bilmeden
karanlık bir tünelde yürüyordum. Neredeyse on dokuz yaşıma
gelip Cambridge'de çalışmalarıma başlayana dek de bu tünelden
çıkmadım." Wiener ilk başlarda Bertrand Russell'la birlikte ma­
tematiksel mantık okumaları yapıyordu. Russell, Wiener'in felsefe
anlayışından hiç etkilenmemiş, ona daha çok matematik, özellikle
de matematiksel fizik ve en başta da Einstein'ın yeni kuramları­
nı öğrenmesini tavsiye etmişti. Bu tavsiyeyi dikkate alan Wiener
Hardy'nin analiz derslerine katıldı. \XTiener daha sonra "Matema­
tik derslerine girdiğim bunca yıl boyunca merak ve zihinsel güç
açısından Hardy kadar anlaşılır birine rastlamamıştım," diyecek­
ti. Russell bahar dönemini Harvard'da geçirmeyi planladığından
Wiener de Göttingen'e geçerek kısa süreliğine buradaki bazı ünlü
matematikçilerle çalıştı.
1 9 14'te Birinci Dünya Savaşı başlayınca Wiener, meslek yaşan­
tısının ileride nasıl bir rota izleyeceğinin belirsizliğiyle Amerika'ya
döndü. Çeşitli işlerde çalışmayı denedi, hatta bir gazetede muha­
birlik yaptı. Columbia University'de John Dewey yönetiminde
gerçekleştirdiği felsefe çalışmalarıyla geçen birkaç huzursuz ay ve
Harvard' da kısa süreliğine verdiği derslerin ardından University
of Maine matematik bölümünde öğretim üyesi oldu. Wiener daha
sonra bu deneyimini tam bir kabus olarak nitelendirecekti. Bunu
kısa süreli başka işler izledi. Amerika Birleşik Devletleri'nin savaşa
girmesi üzerine Maryland'deki Aberdeen Proving Ground'da ba­
listik üzerine çalışmalar yapan bilimciler ve mühendisler grubuna
dahil oldu. Wiener burada karşılaştığı Veblen'in askeri açıdan ya­
rarlı sonuçları elde etmedeki başarısından çok etkilendi. Görünüşe
542 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

göre bu deneyim Wiener'in dikkatini uygulamalara dönük mate­


matik çalışmalarına yoğunlaştırmasına neden olmuştu.
Savaş bittiğinde Wiener öğretim üyesi olarak Massachusetts
Institue of Technology'ye (MIT) girerek 1 960'taki emekliliğine dek
burada kaldı. Tercihinin Harvard'dan yana olduğunu saklamıyor­
du. O zamanlar matematik bölümü MIT'deki güçlü bölümlerden
biri değildi ama bunun karşılığında MIT mühendisler ve fizikçiler­
le ilişkiye geçme kolaylığı sağlıyordu. Wiener'in ilk araştırma ince­
lemesi matematiksel bir kuram oluşturduğu Brown hareketine iliş­
kindi. Bu deneysel olguyu daha önce Einstein da incelemişti. Belli
ki Wiener'in dikkatini bu konuya çeken Russell olmuştu. Wiener
bunun sonrasında varyasyonlar analizinde yakın bir zamanda
Hilbert'in iyileştirdiği Dirichlet yöntemine yöneldi. Wiener bu
yöntemi daha da geliştirmek için bir ölçü oluşturmuştu. Wiener
ölçüsü olarak bilinen bu ölçü Wiener'in meslek yaşantısının ilk
aşamalarındaki en mükemmel başarısıydı.
Wiener 1 926'da babasının eski öğrencisi Margaret Engemann'la
evlendi. Margaret on dört yaşında ailesiyle birlikte Almanya'dan
göç etmiş, Pennsylvania, Huntingdon'da Juniata College modern
diller bölümünde yardımcı doçent olmuştu. Barbara ( 1 928 do­
ğumlu) ve Peggy ( 1 929 doğumlu) adlarında iki kız çocuğu dünya­
ya getirdi.
Wiener 1 922 ile 1927 arasında hemen hemen her yıl Avrupa'ya
gitti. Courant'la aralarındaki sürtüşmeden dolayı Göttingen'de
çok az zaman geçiriyordu. Wiener, Courant'ın sonlu fark yöntemi­
ne ilişkin düşüncelerinin, yazarlarından biri olduğu bir makalede
zaten bulunabileceğini göstermişti. Bu tür şeyler zaman zaman ya­
şanıyor olsa da Wiener kızgınlığını bir roman yazarak göstermişti.
Yayımlanmayan bu kitaptaki karakter yetenekli genç insanların
düşüncelerini alarak onlara haksızlık eden bir profesördü. Wiener
bu karakteri açık bir şekilde Courant'tan esinlenerek yaratmıştı.
Wiener 1 928'de Avustralya'daki University of Melbourne'a bir
görev için başvursa da Caratheodory, Hardy, Hilbert ve Veblen'in
desteklerini almasına karşın görevi elde edemedi. Bununla bera­
ber bu girişim MIT'yi Wiener'e sürekli kadroda hocalık verme
NORBERT WIENER 543

konusunda harekete geçirmiş, Wiener 1932'de profesörlüğe geti­


rilmişti. Bu göreve getirilmeden önce Hardy'nin yardımcısı olarak
Cambridge' de geçirdiği dönemde Wiener yetenekli genç analizci
R. E. A. C. Paley'yle tanışmıştı. Wiener, Paley'nin MIT'ye gel­
mesini sağlayarak 1 933'te kayak yaparken geçirdiği kaza sonucu
zamansız ölümüne dek Paley'yle verimli bir işbirliğine girmişti.
Paley-Wiener teoremleri doğrusal kısmi diferansiyel denklemler
kuramının temel bir aracı olmuştu.
Wiener, Naziler Almanya'da iktidara geldikten sonra kurulan
American Emergency Committee in Aid of Displaced German
Scholars'ın etkin bir çalışanıydı. Viyanalı mantıkçı Karl Men­
ger'e de bu yolla şahsen yardımcı olmuştu. İkinci Dünya Savaşı
patlak verdiğinde Wiener savaşa ilişkin çalışmalarda bilgisayar­
ların kullanılması fikrini ortaya attı ama o zamanlar bu düşünce
uygulanabilir olmadığından büyük ölçüde göz ardı edildi. Savaş
sona erdiğinde de Wiener farklı konular üzerinde, özellikle ista­
tistik, mühendislik ve biyoloji üzerinde düşünmeye devam etti.
Mühendislik alanından geri besleme düşüncesini alarak kapsa­
mını sibernetik adı altında büyük ölçüde genişletti. Wiener çoğu
zaman "otomasyonun babası" olarak değerlendirilmektedir. Bazı
düşünceleri bunlardan çok daha etkili bir biçimde yararlanan von
Neumann tarafından ele alındı. Wiener'in burada kullanılan fo­
toğrafı elli yaşına yeni girdiği bir dönemde çekilmişti.
Freudenthal'e göre Wiener inanılmaz ölçüde kötü bir yorum­
cuydu:

Çalışkan bir ikinci sınıf öğrencisine alıştırma olarak verilse çok kolay çö­
zeceği bir olguyu uzun uğraşlar sonucu ispatladıktan sonra bir önceki konuy­
la ilişkisi olmayan derin bir teoremi ispat olmaksızın kabul eder, daha sonra
kafa karıştırıcı ama ilgisiz öğelerle dolu bir ispatla yoluna devam eder, ardın­
dan tamamen alakasız tarihsel bir açıklamayla ispata ara verir, bu arada da
bir kitabın aslında ilk bölümünde yer alan bir bilgiyi "son bölümde" yer aldığı
şeklinde aktarır ve böyle devam ederdi. Çoğunlukla birbiriyle ilgisiz soruları
arka arkaya ele alır, bu sorular kolay anlaşılır, eksiksiz ve güzel bir şekilde
tartışılmış olsa da aralarındaki kopukluk nedeniyle okuyucu kafası karışmış
544 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

bir halde kalırdı. Wiener çok sık yüksek kapasiteli zihnine üşüşen her şeyi an­
latma isteğinin baştan çıkarıcılığına karşı koyamaz, genellikle de ilgili mate­
matik bilgisini düzgün bir biçimde bilimsel ve sosyal çıkarımlarından ve hatta
kendi deneyimlerinden ayıramazdı . Hitap ediyormuş gibi göründüğü okuyucu
rasgele bir sırayla meslek dışı biri, matematik lisans öğrencisi, ortalama bir
matematikçi ve Wiener'in bizzat kendisi arasında gider gelirdi.

Wiener'i Freudenthal'dan daha iyi tanıyan Struik biraz daha


farklı bir tablo çiziyor: "Yılların yok edemediği muazzam bir bi­
limsel canlılığa sahipti ama bu özelliğine aşırı bir hassasiyet eşlik
ediyordu. Wiener'in ruh hali şimdiye dek duyduklarımın en kö­
tüsünden en iyisine uzanan bir aralıkta sürekli değişir, bunu da
derslerinde belli ederdi. Kimi zaman dinleyicilerini uyutur ya da
kendi hesapları içinde kaybolup giderdi. Özellikle Göttingen'de
yaptıklarıyla adı çıkmıştı. Ama bazı durumlarda da düşüncelerini
gerçekten parlak bir biçimde anlatırken bir grup meslektaşının onu
nefes almadan büyük bir dikkatle dinlediklerini görmüşlüğüm de
vardır. "
Wiener yarı popüler nitelikte çok sayıda yazı ve birkaç kitap
kaleme almıştı. Bu çalışmalarında genellikle yalnız istediği şeyleri
hatırına getirirken matematiğe ilişkin görüşlerinin etkili bir propa­
gandasını büyük bir şevkle yapıyordu. Sibernetik üzerine yazdığı
kitap geniş kesimlerce beğenilse de eser, bilimsel ününe hiçbir şey
katmayan üçüncü sınıf yazılarının belki de en iyisidir. Wiener ayrıca
"en görülmedik" otobiyografiyi yazmıştı. Yeniden Freudenthal'dan
aktarırsak: "Eser, aşırı benmerkezci bir dünya görüşünü nakletse
de ben bunu makul bir öykü olarak görüyorum. Doğal bir açık
sözlülük ve yapmacıksız haliyle, en azından sahte tevazuuyla bence
kırıcı da değil. Her şeyi hesaba kattığımızda başkalarının gözünde
kendisinin nasıl göründüğüne ilişkin en ufak bir fikre sahip olma­
dığı çok açık."
Wiener Stockholm'e yaptığı bir ziyaret sırasında geçirdiği kalp
krizi sonucu 1 8 Mart 1 964'te altmış dokuz yaşında yaşamını yitir­
di. İnsan kendini matematik dünyasının diğer bir ünlü manik-dep­
resifi Sylvester'la Wiener'i karşılaştırmaktan alıkoyamıyor. Yine de
NORBERT WIENER 545

Wiener'in düşünceleri çok daha üretkendi ve en iyi dönemlerinde


Wiener Sylvester'la kıyaslanmayacak denli etkili bir öğretmendi.
Wiener'le ilgili her türlü hikaye, özellikle de dalgınlığı, güvensiz­
lik duygusu, el becerisinden yoksunluğu ve miyopluğuyla eğlenen
pek çok hikaye anlatılmaktadır. Örneğin, Wiener görme yetisini
kaybedeceği korkusuyla MIT koridorlarında yolunu yalnızca et­
rafa dokunarak bulmaya çalışır, bu sırada bir dersliğe denk ge­
lirse içeride bulunan hoca ve öğrencilerin şaşkın bakışları altında
tüm duvarları yoklayarak sınıfı dolaşırdı. Doğruluğu şüpheli olan
bir diğer hikayeye göre Wiener'ler bir gün evlerinden taşınmıştı.
MIT'de geçirdiği günün ardından yeniden eski evine giden Wiener
kapıdaki küçük kıza Wiener'lerin nereye taşındıklarını bilip bil­
mediğini sordu. Küçük kız da "Evet babacım. Ben senin kızınım
ve seni yeni evimize götürmem için beni buraya gönderdiler," diye
karşılık verdi.
Çağdaş matematikçilerin çok azı Wiener kadar geniş ilgi alan­
larına sahiptir. Yalnızca birkaç yıllık bir zaman dilimi içinde
Wiener, Heaviside analizi, kuantum mekaniği, diferansiyel geo­
metri ve istatistiksel fizik gibi farklı konularla çok yakından ilgi­
lenmişti. Wiener meslek yaşantısının epey başlarında çalışmaların­
dan dolayı American Mathematical Society'nin Bôcher Ödülü ve
National Academy of Sciences üyeliğiyle onurlandırılmıştı. Daha
sonra ülke içinden başka onurlara da layık görüldü. Avrupa' da çok
iyi tanınmasına karşın belki de aşırı bencilliğine bir tepki olarak ça­
lışmalarına Amerika dışında pek itibar edilmezdi. Avrupa'dan hiç­
bir ödüle layık görülmemesi de dikkat çekiciydi. Wiener birkaç yıl
sonra tam açık olmasa da görünen o ki adayların akademi üyeliği­
ne seçimleri öncesinde yürütülen oy isteme kampanyalarına ilişkin
bazı sebeplerden dolayı National Academy of Sciences'dan ayrıldı.
Wiener 1930'lu yıllar boyunca matematik çalışmalarının ni­
teliği konusunda kendini huzursuz hissediyor, meslektaşlarından
üretkenliğinin azalmadığını duymak için onları sıkıştırıyordu.
Wiener'in alışıldık selamlama cümlesi "Söylesene, düşüş içinde
miyim? " idi. Bu soru karşısında yapılabilecek tek mantıklı hareket
şiddetle inkar etmekti. Ne var ki çoğu zaman bu da yeterli olmaz,
546 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

ne üzerine çalıştığını bilip bilmeden son araştırmasının ne kadar


mükemmel olduğunu hararetle onaylamak gerekirdi. P6lya bir ke­
resinde, Wiener'in trafiğin tam ortasında arabayı durdurarak ona
"Ben gerçekten iyi bir matematikçi miyim? " diye sorduğunu hatır­
lıyor. P6lya daha sonra şöyle diyecekti: "Böyle bir durumda başka
bir yanıt verme seçeneğiniz var mı? Her taraftan klakson sesleri
duyuluyordu. " Yeniden Freudenthal'e kulak verelim: "Görünüş ve
tavır olarak Norbert Wiener bir barok figürü gibiydi. Kısa, topar­
lak, miyop. Bunlarla birlikte diğer özelliklerinin hepsi aşırıya kaçı­
yordu. Konuşması tafra ile lakaytlığın garip bir karışımıydı. Çok
kötü bir dinleyiciydi. Övünmesi eğlenceli ve inandırıcı olur, asla
kimseyi kırmazdı. Çok sayıda yabancı dil bilirdi ama ne söylediği­
ni anlamak epey zordu. "
Wiener'in fizik, mühendislik ve biyoloji alanlarına yaptığı bas­
kınlar matematik araştırmalarının seyrini değiştiren yeni problem
ve anlayışları getirirdi. Diğer taraftan matematikteki en son tek­
nikleri kullanarak Brown hareketi için Einstein'ın önerdiği formü­
lasyonun ilk sağlam temellerini oluşturmuş, elektrostatik kapasi­
tenin Laplace denklemi çözümlerinin analizinde oynadığı asli rolü
açıklamıştı. Wiener sinyal işlemenin temel düşüncelerinden yola
çıkarak genelleştirilmiş harmonik analiz Tauber teoremlerini ge­
liştirdi. Bu teoremler harmonik analizcileri kuşaklar boyunca ha­
rekete geçiren spektral sentezin daha derinlemesine anlaşılmasını
sağladı. Yol uzayına ilişkin Wiener ölçüsünün sonuçları, kuantum
kuramından ekonomideki stokastik işleme ve kusurlu gen arama­
sına dek uzanan geniş bir kapsama sahipti. Wiener-Hopf kuramı
ile tahmin kuramından ve bu kuramların elektrik mühendisliğin­
deki uygulamalarından söz etmeye bile gerek yok.
P. S. Aleksandrov (1896-1982)

usya dışındaki ülkelerde otobiyografi türünde eserler yazan


R matematikçi sayısı kısıtlıdır. Bunun birkaç örneğini kitabın
sonundaki listede bulabilirsiniz. Ne var ki Ruslar için bu çok ola­
ğandır. En ilginç otobiyografilerden birinin yazarı Aleksandrov'dur.
Bir Otobiyografiden Sayfalar adındaki bu eser Aleksandrov'un ya­
şamındaki önemli olayları canlı bir dille anlatır. Aleksandrov, ese­
rin sona ermesinden kısa bir süre sonra da yaşama veda etmiştir.
Güzel yazılmış bu sürükleyici metin Ann Dowker tarafından ustaca
İngilizceye çevrilmiştir. Otobiyografi, yazarın hareketli yaşantısını
anlatmakla kalmaz en seçkin ve kültürlü vatandaşlardan birinin
gözünden Devrim zamanı ve sonrası Rusya koşullarının aydınlatıcı
548 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

bir resmini de verir. Aleksandrov topolojinin gelişmesinde önemli


bir rol oynamıştır. Aleksandrov'un otobiyografik ve diğer türler­
deki yazıları bu gelişime değerli bakış açıları sağlamıştır. Bununla
beraber Aleksandrov'un etkinlik alanı, matematik ve Rusya'yla sı­
nırlı değildi. Engin bir kültüre sahip, iyi eğitim görmüş Aleksandrov
toplumda kendine farklı yerler de edinebilecek biriydi.
Pavel Sergeyeviç Aleksandrov 7 Mayıs 1 896'da Bogorodsk
(daha önceki adıyla Noginsk) kasabasında dünyaya geldi. Hemen
bir yıl sonra aile Moskova ile Batı Avrupa arasında önemli bir kent
olan Smolensk'e taşındı. Aleksandrov'un çocukluk yıllarında ba­
bası Sergey Aleksandroviç Smolensk hastanesinde doktorluk yapı­
yordu. Tıp eğitimini Moskovskiy Gosudarstvennıy Universitet'te
(MGU) alan Sergey Aleksandroviç'e yetenekli bir öğrenci olması
nedeniyle üniversitede kalarak lisansüstü çalışma yapma fırsa­
tı sunulmuştu. Ne var ki son yılında yasadışı öğrenci gruplarına
karışmış, bunun sonucunda hem üniversiteden atılmakla hem de
Moskova'dan sürülmekle korkutulmuştu. Sergey Aleksandroviç
bir doktor, halkın yakından tanıdığı bir kişilik ve oğlunun ileride
göstereceği gelişmede büyük etkisi olan bir adam olarak sıra dışı
biriydi. Aleksandrov tüm yaşamı boyunca babasının şu sözünü
hep hatırladığını söylerdi: "Yaptığın işi sevmelisin hem de kendi
çıkarını gözetmeden. İşini gerçekten sevdiğin için sev, kendin için
bir başarı ya da herhangi bir menfaat elde etmek için değil. "
Aleksandrov altı çocuklu bir ailenin en küçük bireyiydi. Ken­
dini altı çocuğunun eğitimine adamış olan Aleksandrov'un anne­
si Tsezariya Akimovna, Zdanovskiy'li soylu bir Polonyalı aileden
geliyordu. Ailesinin kökenlerine on sekizinci yüzyıl öncesine dek
ulaşılabiliyordu. Ancak on dokuzuncu yüzyıl ortalarından itibaren
ailenin iyice yoksullaşmış bireyleri çiftçilikten çok avcılıkla uğra­
şan küçük toprak sahiplerine dönüşmüştü. Aleksandrov'un anne
tarafından dedesi 1 863 Polonya ayaklanmasından etkilenerek aile­
sini büyük bir aceleyle Rusya'ya taşımak zorunda kalmıştı. O dö­
nemlerde zor duruma düşen tüm Polonyalı soylular gibi o da em­
lak komisyonculuğu yapmaya başladı. Kızı Tsezariya Akimovna,
Fisher'ın Moskova'daki kızlara yönelik ünlü lisesinde iyi bir klasik
P. S. ALEKSANDROV 549

eğitimi aldı. Bu okulu zamanın diğer okullarından ayıran en önemli


özelliği öğretim programının oğlanlara yönelik okullarda uygula­
nan eğitim programından farklı olmamasıydı. Okulda matematik,
fizik ve klasik diller eğitimi veriliyordu.
Aleksandrov iyi edebiyatla annesi sayesinde tanışmıştı. Annesi
ona ilk başlarda Rus peri masalları ile Zukolovskiy ve Puşkin'in
kimi şiirlerini daha sonra ise Rus klasiklerinin yanı sıra Schiller
ve Shakespeare'in eserlerini (Rusça çevirilerini) okumuştu. Ayrıca
oğlunun müziğe ve dillere karşı duyduğu ilgiyi de teşvik etmişti.
Aleksandrov iyi derecede Almanca öğrendi, Alman edebiyatını,
özellikle de Goethe'yi çok sevdi. 1 902 yazında yaşamının önem­
li olaylarından biri gerçekleşti. Annesi onu Dinyeper Nehri'ne
götürerek yüzme öğretmeye başlamıştı. O günden sonra annesi
Aleksandrov'u mümkün olduğu zamanlarda tek bir gün bile sek­
tirmeden yüzmeye götürdü. Aleksandrov kısa zamanda usta bir
yüzücü olup çıkmıştı. Yüzme artık onun için Rusya kışlarının en
soğuk zamanlarında bile vazgeçmediği sürekli bir eğlence olmuş ve
bu, yaşamının sonuna dek de böyle devam etmişti.
Aleksandrov Moskova'da hemen hemen tüm öğretmenlerin mü­
kemmel olduğu bir özel okula gitti. Okula yalnızca erkek öğrenci­
ler kabul ediliyordu. Matematik öğretmeni Aleksandr Romanoviç
Eyges, Aleksandrov'un cebir sınav kağıdına şöyle yazmıştı: "Prob­
lemleri güzel ve zekice çözmüşsün ama cebirde işaretler de önem­
lidir ve sen bu konuda çok dikkatsizsin. " İşaret hataları Aleksand­
rov için her zaman bir sorun olacaktı. Yirmi yıl sonra Aleksandrov,
Hopf'un homoloji mod 2'nin Aleksandrov gibi matematikçiler için
icat edildiğini söyleyerek ona nasıl güldüğünü hatırlayacaktı. Eyges
ve okul müdürü Korostelov, Aleksandrov'un potansiyelinin farkına
vararak onu MGU'da matematik bölümüne kaydolması için teşvik
etti. Bu iki kişi daha sonra da Aleksandrov'u cesaretlendirmeye de­
vam etmişti.
Böylece Aleksandrov 1913'ün ilkbaharında meslek yaşantısının
büyük bir kısmını geçireceği üniversitede öğrenci oldu. Geçimini
anne ve babasından maddi yardım almadan kendi sağlaması ge­
rektiğini düşündüğünden öğrencilik yıllarında özel dersler verdi.
550 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Üniversitedeki dersler genelde onu bir miktar hayal kırıklığına


uğratsa da karizmatik genç matematikçi N. N. Luzin'in verdiği
bir ders ona esin kaynağı olmuştu. Aleksandrov daha sonra şöyle
diyecekti: "Dışarıdan bakıldığında parlaklıktan ve hitabet bece­
risinden yoksun görünen Luzin'in dersleri yaratıcı yoğunluğuyla
dinleyicileri sarıp sarmalardı. Luzin matematiksel bir sonucu ola­
ğanüstü bir ustalıkla sunar böylece de dinleyici sonuca ulaşma
sürecine dahil olma durumunda kalırdı. Dersi de bir tür düşünce
laboratuvarına dönüştürmüş olurdu. "
Aleksandrov Cantor'un kümeler kuramına ilişkin kütüphanede
rastladığı incelemelerinden ve Baire'nin aynı konudaki kitabından
da çok etkilenmişti. Üniversitedeki ikinci yılında Aleksandrov sa­
yılamaz Borel kümelerinin mükemmel kümeler olduğunu ortaya
koyarak ilk önemli teoremini ispat etti. Daha sonra bu ispatın, elde
ettiği en iyi sonuçlardan biri olduğunu söyleyecekti. Aleksandrov
ispatını öğrenci matematik derneğinde anlattığında Moskovalı kı­
demli matematikçiler de onu dinlemeye gelmişti. Dinleyiciler ara­
sında kısa bir süre sonra en yakın dostu ve aynı zamanda çalışma
arkadaşı olacak Pavel Samuyloviç Urison da bulunuyordu.
Aleksandrov'un atıldığı bir sonraki konu sürem varsayımıydı. O
zamanlar bu tür çabaların başarısız kalmaya mahkum olduğu bilin­
miyordu. Başarıya ulaşamamanın verdiği sıkıntıyla Aleksandrov bir
süreliğine Moskova'dan ayrılmaya karar verdi. Aleksandrov sonraki
bir iki yıl boyunca kendini edebi konularda dersler vererek ve tiyatro
işleriyle oyaladı. Tiyatroda oyunculuk yapmıyor, oyun sahneye ko­
yuyordu. Bu arada Rusya'da devrim kapıdaydı ve Aleksandrov da
Bolşevik yandaşı olduğundan kısa bir süre için hapse gönderilmişti.
Aynı yılın ilerleyen zamanlarında Aleksandrov uzun süren bir hasta­
lığa yakalandı. Yeniden çalışmalarına dönebilmesi 1 920'yi bulmuştu.
Aleksandrov bu dönemde genellikle ailesiyle Smolensk'te yaşamış,
ara sıra Moskova'ya gidip gelmişti.
Ekim Devrimi'nin sonrasında yaşanan karışıklıklara rağmen
1914'le başlayan on yıllık dönem Moskova'da matematiğin al­
tın çağı gibiydi. Luzin artık en önemli isimlerden biri olmuştu.
Aleksandrov'un da yer aldığı büyük araştırma grubu Luzitanya
P. S. ALEKSANDROV 551

adıyla anılıyordu. Daha sonraki yıllarda Luzin uğradığı baskılar


nedeniyle hayata küsse de o dönemde çok sayıda genç insanın esin
kaynağıydı. Bu kişilere Aleksandrov da dahildi. 1921'in yazında
aralarında her ikisinin adı da P. S. olarak kısaltılan Aleksandrov
ve Urison'un da bulunduğu bu genç insanlardan bir grup, Mosko­
va yakınlarındaki Burkovo'da bir daça* kiraladı. Urison, topolojik
uzayların boyutuna ilişkin tanımını Kliyazma nehri üzerindeki bu
evde tasarlamıştı. Urison, Aleksandrov'la birlikte metrikleştirme
üzerine ortak çalışmalarının yer aldığı "Tıkız Topolojik Uzaylar
Üzerine İnceleme"yi yazdı. Aleksandrov için bu dönem araştır­
ma açısından çok üretkendi. Ayrıca, eski matematik öğretmeni
Eyges'in kız kardeşiyle de bu dönemde evlenmişti. Evliliği uzun
sürmedi. Aynı yıl Aleksandrov MGU'da öğretim üyesi oldu. Hala
emekleme dönemindeki genel topoloji ve diğer bazı konular üzeri­
ne dersler vermeye başladı.
1 923'e gelindiğinde Almanya'da hiperenflasyon sorunu baş
göstermiş, temel gereksinimleri karşılamada büyük sıkıntılar yaşa­
nır olmuştu. Bununla birlikte dış dünyayla yeniden normal ilişkiler
kurmanın sinyalleri alınıyordu. Alman matematikçilerin hala hoş
karşılanmadığı bazı yerler olsa da yabancı matematikçiler yeniden
Alman üniversitelerini ziyaret etmeye başlamışlardı. 1922-23'ün
kışında iki P. S. ertesi yaz Göttingen'e gitmeye karar verdi. Ge­
rekli parayı özel dersler vererek kazandıktan sonra Mayıs 1 923'te
Luzin'in Klein'a hitaben yazdığı tavsiye mektuplarıyla yola koyul­
dular. Sovyetler Birliği'nden ülke dışına çıkan ilk matematikçiler
olmalarından dolayı Klein, Hilbert, Landau, Courant ve Emmy
Noether tarafından en sıcak şekilde karşılandılar. Bu sıcak karşıla­
madaki en büyük etken Göttingen'de pek iyi bilinmeyen bazı ma­
tematik alanlarında bu ikilinin epeyce iyi olmalarıydı. Konuklar
Hilbert, Landau ve Courant'ın verdiği derslere girdi. Ancak onları
en çok etkileyen ideal kuramı üzerine Emmy Noether'in verdiği
dersti. Aleksandrov otobiyografisinde Göttingen'de o dönem ya­
şantısının canlı bir resmini sunmaktadır:

*
Rusça "sayfiye evi " . (ç.n.)
552 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Yaklaşık 1 920 ile Hitler'in iktidara geldiği 1 933 arasında geçen dönem
Göttingen matematik ekolünün parlak çiçekler açtığı ve ekolün dünya ma­
tematik düşüncesinin (uluslararası genel kabulle) yoğunlaştığı başlıca yer­
lerden biri olduğu bir dönemdi. Dünyanın her yerinden, tüm tarzlardan ve
her yaştan matematikçinin geldiği bir yerdi. Nerede ortaya çıkarsa çıksın her
türlü matematiksel düşünce ve keşfin hemen değiş tokuş edildiği bir yerdi. Bu
düşünce ve keşiflerin yeniden tüm dünyaya iletildiği bir yerdi, böylece her­
hangi bir matematik disiplininde ileride gerçekleşecek gelişmelerin de yönü­
nü belirliyordu. Kısaca Göttingen o zamanlar dünyanın en önemli matematik
başkentlerinden biriydi.
Courant matematik okulunun en çekici özelliklerinden biri burada bulu­
nanların birbirlerine ve ekolün öncüsüne dostane ilişkilerle bağlı olmaları ve
tam anlamıyla bir takım oluşturmuş olmalarıyd ı . Ancak, bu takım bir tarikat
değildi. Çok geniş bir yelpazede uzmanlık alanlarına ya da farklı bilimsel
doğrultulara sahip matematikçiler için bu grup kolaylıkla ulaşılabilecek bir
uzaklıktaydı . Örneğin, bildiğimiz gibi Courant'ın ekolü esasen matematiksel
fiziğe ve hayli geniş uygulamalara yönelmişken Emmy Noether ekolü bu uy­
gulamalardan uzak bir soyut cebir ekolüydü. Yine de her iki ekol de birbirle­
rine yakından bağlıydı. Bu yakınlık yalnızca insanlar arası dostça ilişkilerden
değil tam da bu iki ekolün bir dereceye kadar çağdaş Göttingen'in, belki de
sadece Göttingen değil çağdaş matematiğin yüzünü yansıtıyor olmalarının
farkındalığından kaynaklanıyordu. Her iki ekol matematik bilimine yönelik
ortak yaklaşımları , ortak şevkleri, karşılıksız matematik sevgileri, insan dü­
şüncesinin çarpıcı bir yaratımı olarak gördükleri matematiğin kusursuzluğu­
nun farkında olmalarıyla da birbirlerine bağlıydı. Bu kursuzluğu, bu ekolleri
oluşturan matematikçilerin özel ilgi alanları ya da özlemleriyle hiçbir şekilde
çelişmeyen matematiğin kaçınılmaz birliği takip eder. Matematiğin birliği ve
içkin kusursuzluğu düşüncesi ve bu düşüncenin mutlak suretle insanların iyi­
liğine yönelen sınırsız bilişsel gücü bir bilimci olarak Hilbert'in amentüsüydü.
Aynı şekilde Courant ve Noether ekollerinin de.

Göttingen yaz döneminin ardından iki P. S. Norveç'e dek 500


kilometre sürecek çoğu zaman yalınayak yol aldıkları bir yürüyüş
turuna çıktı. Mükemmel kütüphanesinde çalışabilmek için eylülde
yeniden Göttingen'e daha sonra da Moskova'ya döndüler. Ertesi
mayıs, yaz dönemi için yeniden Göttingen'deydiler. Bu kez ilk ola-
P. S. ALEKSANDROV 553

rak Bonn'da Hausdorff'u, Blaricum'da da Brouwer'i ziyaret ettiler.


Urison'u topolojik araştırmalarını devam ettirecek kişi olarak gör­
meye başlayan Brouwer ertesi yıl daha uzun bir süre geçirmeleri
için iki matematikçiyi sıcak bir şekilde davet etti.
İki P. S. Blaricum'dan ayrılarak önce Paris'e, ardından da
Braton'a gitti. Fırtınalı Atlantik kıyısındaki küçük Le Batz köyü­
ne yerleştiler. Urison kimi düşüncelerini kaleme alıyordu. Buraya
gelişlerinden birkaç gün sonra 1 7 Ağustos akşamında denizin iyice
kabarmasına rağmen yaşadıkları kısa tereddüdün ardından denize
girmeye karar verdiler. Her ikisi de çok iyi yüzücüydü. Açık de­
nize doğru bir süre kulaç attıktan sonra gelen büyük bir dalgayla
Aleksandrov sahile Urison da kayalıkların üzerine savrulmuştu.
Ağır yaralanan Urison tüm çabalara rağmen kurtarılamadı.
Aleksandrov yıkılmış bir halde Moskova'ya dönerek arkadaşının
ölümü sonrasında kendini tamamen çalışmalarına gömdü. Ertesi yaz
Blaricum'a yeniden gelerek Brouwer'in de yardımlarıyla Urison'un
son çalışmalarını yayına hazırladı. Aleksandrov Göttingen'e de git­
mişti. Hilbert kendisinden genel topoloji üzerine bir ders vermesini
istedi. Aleksandrov buradan da trajedinin yaşandığı Le Batz'a ye­
niden döndü. Aleksandrov Le Batz'dayken örtü siniriyle oluşan
kompleksten yararlanma düşüncesi aklına gelmişti. Hausdorff'un
yaşam öyküsünde de değinilen kombinatorik ve nokta-küme to­
polojisini bu şekilde birleştirme yöntemi Aleksandrov'un daha
sonraki çalışmalarında temel bir nitelik kazanacaktı. Brouwer
Aleksandrov'un yanına Le Batz'a geldi, ikisi beraber Blaricum'a
döndüler. Aleksandrov bütün bir yılı Blaricum' da geçirdi.
Ertesi ilkbaharda Aleksandrov Göttingen'e döndü. Yakın bir
işbirliği ve dostluk geliştireceği Alman topolog Heinz Hopf'la da
ilk kez burada karşılaştı. Hopf Göttingen'e, Erhard Schmidt'ten
topolojideki son gelişmeleri öğrendiği Bedin' den gelmişti. Hopf,
doktorası ile Habilitasyon'u arasında kalan akademik yılı Georg­
August'ta geçiriyordu. Courant-Hilbert-Noether grubuna sıcak
bir şekilde kabul edildi. Aleksandrov ve Hopf yaz tatillerini bera­
ber, çoğunlukla da Fransa'da gezerek geçiriyorlardı. Kimi zaman
Neugebauer de bu ikiliye katılıyordu. Göttingen'de boş zamanla-
554 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

rında diğer matematikçilerle birlikte çevrede yürüyüşler yapıyor


ya da nehirde yüzmeye gidiyorlardı. Aleksandrov'un Hopf'a iliş­
kin hatıratında da söylediği gibi pek çok matematiksel düşünce
bu şekilde doğmuştu. Göttingen'in bir diğer sürekli ziyaretçisi
de Brouwer'di. Brouwer, Aleksandrov ve Hopf'u Blaricum'a da­
vet etmişti. Aralık ayında Emmy Noether de, öğrencisi van der
Waerden'le birlikte Blaricum'a gelmişti. Aleksandrov Noether'in
teşvik ettiği matematik tartışmalarını çok net hatırlıyordu. Bir
keresinde Noether homolojinin yalnızca bir sayısal değişmezler
kümesi yani Betti sayıları olarak algılanmaması, bir Abel grupla­
rı kümesi olarak kabul edilmesi gerektiği yönündeki düşüncesini
açıklamıştı. Bu düşünce hemen tutmuştu ama Hopf her zamanki
tuhaflıklarından birini sergileyerek herkesin homoloji grupları ola­
rak adlandırdığı şeye ısrarla Betti grupları diyordu.
1926'da Hopf privatdozent olarak döndüğü Berlin'de kombina­
torik topoloji üzerine bir ders verdi. Ders notları Hopf'un öğren­
cisi Erika Pannwitz tarafından kaleme alınmıştı. Aleksandrov ve
Hopf ertesi yılı Rockefeller bursuyla Princeton'da geçirdi. Burada
diğer matematikçilerin yanı sıra Alexander, Lefschetz ve Veblen'le
tanıştılar. Yeniden Göttingen'e döndükleri 1928 yazında Courant
iki matematikçiye Springer'in Grundlehren serisinden çıkacak bir
topoloji ders kitabı yazmalarını önerdi. Kitabın yazılmasının tam
yedi yıllarını alacağını hiç tahmin etmemişlerdi. Yedi yılın sonunda
üç ciltlik olması düşünülen çalışmanın yalnızca ilk cildi yayımla -
nabilmişti. Nokta-küme ve kombinatorik topolojiyi bütünüyle ele
almayı hedeflemişlerdi ama kapsamın çok geniş olması ve özellikle
kombinatorik kısmında sürekli yeni gelişmelerin gerçekleşmesi ese­
rin tamamlanmasını güçleştiriyordu. Üstelik araya bir de savaş gir­
mişti. Hepsinden öte Hopf belki de fazlasıyla mükemmeliyetçiydi.
Böylece Aleksandrov 1923'te başlayan beş yıllık dönemin büyük
bir kısmını Moskova'dan uzakta geçirmiş oldu. Bu dönem 1928'de
Bologna' da düzenlenen uluslararası kongreyle son buldu. Kongre­
den sonra Aleksandrov zamanının büyük çoğunluğunu Sovyetler
Birliği'nde geçirmeye başladı. Kendi araştırma grubunu kurdu. Bı..:
grubun ilk üyelerinden biri A. N. Tikhonov, daha sonra gruba ka-
P. S. ALEKSANDROV 555

tılacak bir başka üye de kısa bir süre sonra Sovyet matematiğinin
süper starı olacak kör matematikçi L. S. Pontriagin'di. Yine de bu
dönemin belki de en büyük Sovyet matematikçisi yaşam öyküsü­
nü birazdan göreceğimiz A. N. Kolmogorov'du. Kolmogorov,
Aleksandrov'la ilk kez 1922'de karşılaşmış ama birbirlerini daha iyi
tanımaları ve ömür boyu sürdürecekleri bir dostluk kurmaları an­
cak 1929'da gerçekleşmişti. Bu ilişkinin belirgin olarak başlaması
Yaroslavl'dan yola çıkarak önce gemiyle Volga boyunca Samara'ya,
oradan Kafkaslar ve Van Gölü'ne uzanan yirmi bir günlük gezi sıra­
sında olmuştu. Gölün kıyısında Aleksandrov Hopf'la birlikte yazdı­
ğı topoloji kitabının bölümleri üzerinde çalışırken Kolmogorov da
sürekli zaman içinde sürekli durumlara sahip Markov süreçlerine
ilişkin bir makale çıkaracağı konu üzerine derin düşüncelere dalmış­
tı. Bu konu çağdaş dağılım kuramının temelini oluşturacaktı. Ertesi
yıl iki matematikçi birlikte Göttingen'e gitti, Fransa'da bir miktar
zaman geçirdi.
1 932'de Zürich'te düzenlenen uluslararası kongre pek çok yön­
den bir devrin kapanışına işaret ediyordu. Aleksandrov kongreye
katılarak Hopf'u Zürich'te ziyaret etme fırsatını yakaladı. Hopf ya­
kın bir zamanda Zürich'te Weyl'in yerine geçmişti. Kongre sonra­
sında Hopf ve Aleksandrov, İtalyan göllerine bir seyahate çıktı. İki
matematikçi bir süreliğine tatillerini burada geçiren Hausdorff'la­
ra katılmıştı. Aleksandrov, Moskova'ya dönerken Göttingen'e uğ­
ramıştı. Bu ziyaret otuz beş yılı aşkın bir dönemde yapmış olduğu
son ziyaret olacaktı. Birkaç ay sonra Naziler iktidara gelince altın
çağ da sona ermiş oldu. Aleksandrov Courant'ın ölümünün ardın­
dan yazdığı anma yazısında şöyle demişti:

Matematiğin Göttingen'inin canlı yaşamı , muazzam ışık ve sıcaklık yay­


mış bu zengin, yaratıcı ve mutlu yaşam 1 933'te Hitler iktidara geldiğinde san­
ki insanlığın düşmanı kötü bir büyücü asasıyla dokunmuş gibi aniden yok
oluverdi. Savaştan önce Göttingen'e en son 1 932'de gitmiştim. Her şey eski­
den olduğu gibiydi. Matematik enstitüsünde seminerler devam ediyor, dersler
veriliyordu. Courant'ın evindeki müzikli geceler de hala sürüyordu. Ne var
ki tüm Almanya'da olduğu gibi Göttingen'de de havada alarm zilleri çalıyor,
556 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

sanki garip ve kötü bir şeyler oluyordu. Hitler Gençliği kitleler halinde şarkılar
söyleyerek sokaklarda dolaşıyordu. Bir darbenin geleceği çok açıktı . Vakit
geçirmeden ülkeme dönmem gerekiyordu.

1935'te Aleksandrov ve Kolmogorov'un yaşamlarında önemli


bir olay meydana geldi. Bolşevo yakınlarındaki Kamarovka kö­
yünde eski bir köşkün bir kısmını satın aldılar. Aleksandrov ev
için şunları söylemişti: "Kamarovka'daki ev tüm ihtiyaçlarımıza
cevap veriyordu: Büyük bir kütüphane oluşturabileceğimiz alan,
konuklarımızı birkaç günlüğüne, hatta daha uzun süreler boyun­
ca yerleştirebileceğimiz ayrı odalar. " Aleksandrov ve Kolmogorov
beden hareketleri yapmanın gerekliliğine inanıyorlardı. Konuk­
larından her gün "ayazın çok aşırı olmadığı günlerde Üzerlerinde
yalnızca bir şortla" yalınayak bir kilometre koşmalarını bekliyor­
lardı. 1935'teki uluslararası topoloji kongresi süresince Hopf'lar,
Aleksandrov ile Kolmogorov'un konukları olmuştu. Kongre son­
rasında hep birlikte tatil için Kırım'a gittiler. Aieksandrov ve Hopf
Yalta'dayken Topologie (Topoloji) adlı eserlerinin ilk ve son ola­
cak cildine son halini verdi. İkili on beş yıl sonrasına dek yeniden
bir araya gelmeyecekti.
Sovyetler Birliği 1941 'de İkinci Dünya Savaşı'na girince
Aleksandrov ve Kolmogorov ailelerini diğer akademisyenler gibi
Kazan'a gönderildiler ama ertesi yıl Moskova'ya döndüler. Karga­
şanın devam ettiği bir dönemde akademik hayat da güçlükle iler­
liyordu. Kargaşa sona erdiğinde Aleksandrov henüz elli yaşında
olmasına karşın araştırmacı matematikçi olarak en iyi dönemlerini
artık geride bıraktığını düşünerek mevcut ve eski öğrencilerinin
başarılarından payına düşenle mutlu olmaya yöneldi. Okuldan
mezun olduğunda ilk düşüncesi öğretmen olmaktı. Onun için biri­
lerini yetiştirmek araştırma yapmak kadar önemliydi.
Aleksandrov güçlü bir kişiliğe sahip, gönlü zengin, çok duy­
gusal, çok çekici ama gerektiğinde sert ve inatçı olabilen biriydi.
Pek çok özelliğinin yanı sıra özellikle edebiyat ve müzik üzerine
iyi hikaye anlatmasıyla bilinen başarılı bir oyun yazarıydı. Ustaca
kaleme alınmış anıları kalıcı bir ilgi odağıdır. Hopf'la birlikte yaz-
P. S. ALEKSANDROV 557

dıkları klasikleşmiş eseri dışında mesleki çalışmaları aynı derecede


ilgi çekici değildir. Öğrenci-öğretmen ilişkisi üzerine itinalı yazı­
lar yazmıştır. Sovyetler Birliği'nde "Sosyalist Emek Kahramanı"
titriyle onurlandırılmasına eşlik eden altı kez Lenin Nişanı, Ekim
Devrimi Nişanı ve Kızıl Bayrak Nişanı'nın yanı sıra sayısız nişan
ve madalya kazanmıştır. Aleksandrov, ülke dışında çok sayıda bi­
lim akademisinin de üyesiydi. Büyük saygı duyulan ve çok sevilen
Pavel Sergeyeviç Aleksandrov 1 6 Kasım 1982'de seksen altı ya­
şında yaşamını yitirdi. Yaşamının son üç yılında tamamıyla kör
olmuştu.
Aleksandrov'un belirgin bir rol oynadığı Moskova matematik
ekolü özellikle yirminci yüzyılın ilk yarısında Sovyetler Birliği'nde­
ki başlıca ekoldü. Kimilerine göre Göttingen'le rekabet edebilecek
kadar iyiydi. Her iki kurumda da güçlü bir iletişim ve kardeşlik
duygusu hakimdi. Bununla birlikte Georg-August'taki en önemli
matematikçiler Moskova'dakilerin büyük çoğunluğunun aksine
on dokuzuncu yüzyılda doğmuşlardı. İki dünya savaşının yaptığı
darbenin üzerine gelen Sovyet dönemindeki politik müdahaleler ve
daha sonraki ekonomik çöküş tıpkı Göttingen örneğinde olduğu
gibi bu ekolün de trajik bir hikayeye sahip olmasına neden oldu.
Oscar Zariski (1899-1986)

Y
i rminci yüzy ı l ı n başlarında dünyadaki Yahudi nüfusun u n yarısından
fazlası Rus İmparatorluğu s ı n ı rları içinde yaşıyord u . Bu insanları n
ezici bir çoğunluğu da daha sonra Rusların eline geçecek olan Beyaz
Rusya ve Doğu Polonya'daki S ı n ırlı Yerleşim Alan ı 'nda yaşamak zoru n­
dayd ı . Çarcı Yahudi düşma n l ı ğ ı n ı n temelleri , Almanya'da olduğu gibi
ı rka değ i l dine daya n ı yord u . Yahud iliğini devam ettirenlerin bazı vatan­
daşl ı k hakları ellerinden al ı n ı rken Ortodoksluğa geçenlerse diğer H ı ­
ristiyanlarla aynı haklara sahip oluyord u . Yahudiliğini devam ettirenlere
uygulanan kısıtlamalardan biri de lise ve ü niversitelere g i rişte maruz
kal d ı kları kota sistemiyd i . Başkentte uygulanan kota liseler için yüzde
5, ü niversiteler içinse yüzde 3'tü . S ı n ırlı Yerleşim Alan ı 'ndaysa bu kota
değerlerinde yüzde 5'1ik bir artış söz konusuyd u .
560 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Çok sayıda Rus kökenli olağanüstü matematikçi arasında


meslek yaşantılarının erken dönemlerinde Amerika Birleşik Dev­
letleri'ne göç etmiş birkaç matematikçi vardır. Lefschetz'e daha
önce değinmiştik, şimdiki yaşam öykümüz için bir diğer isme,
Zariski'ye bakacağız. Pek çok ortak noktaya sahip bu iki Rus kö­
kenli Amerikalı'nın yaşam öyküleri birbirlerinden hayli farklıdır.
Zariski, kuşağının en önemli cebirsel geometricilerinden biriydi.
Her zaman " Geometri hayatın ta kendisi," derdi. Daha sonra ta­
nınacağı adıyla Oscar Zariski 24 Nisan 1 899'da Beyaz Rusya'nın
büyük yerleşim yerlerinden Kobrin'de dünyaya geldi. Bezaliel ve
Hannah Zaritskiy'in altıncı çocuğu ve üçüncü oğullarıydı. Doğdu­
ğunda ona verilen ad Askher'di. Bilgili bir adam olan babası askere
gitmemek için içtiği zehirli bir karışım yüzünden sağlığını altüst et­
mişti. Annesi, işleri iyi olan bir hancının kızıydı ve bu işte babasına
yardım ederdi. Bezaliel 1 90 1'de yaşamını yitirince varlıklı bir kar­
deşi ailenin geçimine yardımcı oldu. Böylece yoksulluk çekmediler.
Rus Yahudileri çoğunlukla Yiddiş dilinde konuşurdu. Gelece­
ğin matematikçisinin annesi oğluna Rusça ve aritmetik öğretmesi
için özel bir öğretmen tuttu. Oscar hızlı öğrenen ve hevesli bir öğ­
renciydi. Liseye gitmesine izin verilen Yahudi oranına ilişkin kota
imparatorluk emriyle iki katına çıkarılınca Oscar da Kobrin'den
biraz uzaktaki bir liseye gitme hakkı kazandı. Burada geçirdiği se­
kiz yılın ardından yeteneklerinden etkilenen öğretmenleri ondan
üniversiteye gitmesini istediler. Bu isteğin asıl anlamı Oscar'ın Hı­
ristiyanlığa geçmesi gerektiğiydi. Bu isteği, bir ateist ve Marksist
olduğu için reddeden Oscar, Yahudi inancı ve kültürüne de oldum
olası ilgi duymamıştı.
Rusya Birinci Dünya Savaşı'na girince genç adam doğuya, Uk­
rayna'daki Onenigo'ya gitti. Oscar, 1 9 1 8'de Ukrayna'nın başken­
tinde Kiyevskiy Natsionalniy Universitet'e kaydoldu. Matematik
bölümünde yeterli kontenjan olmadığından ilk önce felsefe bölü­
müne girse de daha sonra matematik bölümüne geçebildi. Bu sıra­
da devrim tüm hızıyla devam etmekteydi. Yerel bir Marksist gaze­
teye yazılar yazan Zariski yaşanan bir arbede sırasında yaralandı.
Bu arada maddi olarak ağır bir darbe almış ailesi artık ona mali
yardım sağlayamayacak kadar yoksullaşmıştı.
OSCAR ZARISKI 561

Sonucunda Sovyetler Birliği'nin ortaya çıkacağı bir türlü durul­


mayan koşullar altında Zariski göç etme kararı aldı. Geçim maliye­
tinin düşük olmasından ve İtalyan üniversitelerinin yabancılardan
ücret talep etmemesinden dolayı Zariski İtalya'yı gözüne kestir­
mişti. Makul bir rüşvet karşılığında elde ettiği Polonya pasapor­
tuyla seyahat eden Zariski İtalya'ya vardı ve Universita di Pisa'da
çalışmalarına başladı. Ne var ki Kiev'le kıyasladığında buradaki
üniversitedeki matematik eğitimini çok yetersiz görerek ilk fırsatta
Roma'ya geçiş yaptı. O zamanlar Universita di Roma matematik
alanında özellikle de cebirsel geometride önemli üniversitelerden
biriydi. Buradaki en kıdemli geometriciler Guido Castelnuovo ve
Francesco Severi'ydi. Castelnuovo, Zariski'nin resmi araştırma
danışmanı olsa da Zariski'nin asıl yol göstericisi Castelnuovo'dan
ziyade onun kayınbiraderi ve aynı zamanda hem arkadaşı hem de
iş ortağı Federigo Enriques olmuştu. Enriques çok daha ulaşılabilir
biriydi. Daha sonra Zariski, Enriques'nin eksiksiz kanıtlara du­
yulan gereksinime yönelik kibirli tavrının İtalyan ekolünde sonun
başlangıcının bir işareti olduğunu iddia edecekti. Enriques "Biz
aristokratların kanıta ihtiyacımız yok, kanıtlar ayaktakımının işi,"
diyecekti.
Zariski artık son derece yoksuldu ve yaşamını ancak dost can­
lısı İtalyanların yüce gönüllülüğüyle zar zor sürdürebiliyordu.
Zariski, İtalyan Yahudisi olan edebiyat öğrencisi Yole Cagli'yle
de bu dönmede tanıştı. Cagli, Adriyatik kıyısındaki Ancona ken­
tinden geliyordu. Zariski ile Cagli birbirlerine Rusça ve İtalyanca
öğretiyorlardı. Çok geçmeden nişanlandılar ve 1 1 Eylül 1 924'te
Kobrin'de evlendiler. Zariski ve Cagli ders vererek kısıtlı miktarda
para kazanırken Kobrin'deki aile işi de yeniden rayına oturmuştu.
Enriques'nin bu dönemdeki başlıca ilgi alanları felsefe ve bilim
tarihiydi. Hoşgörülü yönetimi altında Zariski kökler yardımıyla
çözülebilen polinom denklemleri üzerine yaptığı tezle doktorasını
aldı. Castelnuovo, Zariski'nin eksiksizlik konusundaki ısrarı, İtal­
yan ekolü yöntemlerinin çıkmaz sokağa girdiği ve bu yöntemlerin
cebirsel geometri alanında daha fazla ilerleme kaydedebilmek için
yetersiz olduğu yönündeki hissiyatına gönderme yaparak pek de
562 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

kibar olmayan bir biçimde "Zariski, bizimlesin ama bizden biri


değilsin," demişti. Castelnuovo Zariski'yi, yakın bir zamanda
Princeton'a geçen Lefschetz'in cebirsel topolojinin cebirsel geo­
metri alanında nasıl kullanılabileceğini göstermesi üzerine yaratıcı
çalışmalarını incelemesi için teşvik etti. Zariski büyük bir coşkuy­
la bu öneriyi dikkate alarak Lefschetz'in çalışmalarının etkisinde
kombinatorik topoloji üzerine birkaç araştırma makalesi yazdı.
Zariski daha sonra şöyle diyecekti: "Ne yazık ki İtalyan öğret­
menlerim bana cebir alanında cebirsel geometriyle bağlantılı böy­
lesine şahane bir gelişme olduğunu hiç söylememişlerdi. Bunu an­
cak yıllar geçip de Amerika Birleşik Devletleri'ne geldikten sonra
keşfedebilmiştim. " Bu dönemde Alman ve İtalyan ekolleri arasın­
daki ilişki genellikle çok zayıftı. Kısmen bu soruna bir çare olma­
sı için Severi, Zariski'den Dedekind'in bazı eserlerini İtalyancaya
çevirmesini isterken Enriques de Zariski'den kümeler kuramına
ilişkin bazı açıklayıcı makaleler yazmasını istedi. Böylece Zariski
bütünüyle yoğun bir döneme girmişken karısı Yole de tam zamanlı
olarak dersler veriyordu. 1 925'te çiftin ilk çocukları Raphael dün­
yaya geldi.
Bu arada faşistler iktidarı ele geçirmiş, Mussolini diktatör ol­
muş ve daha sonra Almanya'da olacağı gibi Yahudi düşmanı po­
litikalar yürürlüğe konmuştu. İtalyan matematikçiler bu duruma
farklı tepkiler vermişti. Örneğin Severi yeni rejimle işbirliğine gi­
derken Castelnuovo Universita di Roma'daki görevinden 1935'te
emekliye ayrıldı ve birkaç yıl sonra da Mussolini'nin ırk ayrımcı­
lığı güden politikalarına karşı harekete geçmede öncü rol oynadı.
Castelnuovo yeni yasalar uyarınca üniversiteden uzaklaştırılanlar
için "Universita segreta" (Saklı Üniversite) adında yöneticiliğini
de yaptığı küçük ölçekli bir oluşum kurdu. Bu üniversitenin ver­
diği diplomalar İsviçre'deki Freiburg Hochschule für Technick
und Architecktur tarafından onaylanıyordu. Açık kaldığı 1 940
ile 1 942 arasında yaklaşık kırk öğrenci üniversiteye kaydolmuştu.
Roma'nın Alman işgali altında olduğu dönemde Castelnuovo izini
kaybettirdi. Savaşın sona ermesiyle Lincei'nin yeniden dünyanın
en iyi bilimsel akademileri arasındaki yerini alması için yoğun çaba
OSCAR ZARISKI 563

sarf etti. Taşıdığı ömür boyu senatörlük unvanıyla da ulusal çapta­


ki işlerde büyük rol oynadı.
Zariski İtalya'da daha uzun süre kalmanın ne kadar akıllıca
bir davranış olduğunu sorgulamaya başlamıştı. Yalnızca bir yıl­
lığına daha, Rockefeller International Education Board bursuyla
Roma' da kalabilirdi ama düzenli bir akademik göreve ihtiyacı var­
dı. Sovyetler Birliği'ne dönmeyi düşündü ama Marksist geçmişine
karşın onun gibi bir göçmenin orada pek de hoş karşılanmaya­
cağını öğrendi. İşin aslı Stalinist baskı altındaki Ukrayna'da ko­
şullar hiç de iç açıcı değildi, annesi ve bazı akrabalarının açlıktan
öldüklerini öğrenmişti. Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etmenin
yollarını aramaya karar verdi.
Lefschetz ile Zariski'nin pek çok ortak noktaları olsa da
Lefschetz, Zariski'den on beş yaş büyüktü ve Birleşik Devletler'de
düzenini çoktan kurmuştu. Zariski çeşitli olasılıkları denedikten
sonra Lefschetz'e onun için Amerika'da uygun herhangi bir şey bu­
lunup bulunmayacağını sordu. Sonuçta Zariski 1927-28 dönemi
için Johns Hopkins University'den burs teklifi aldı. Zariski bu tek­
lifi kabul etse de ne yazık ki vize problemleri nedeniyle Baltimore'a
Yole ve Raphael olmadan gidebilecekti. Zariski, Johns Hopkins
University'yi " hayli sönük" bulmuştu. Lefschetz'in davetine uya­
rak Princeton'da son çalışmaları üzerine konuşmalar yaptı. Yole'a
büyük bir coşkuyla şöyle yazmıştı: " İnsan burada çok iyi çalışıyor.
Her yeri kaplamış güzel mimarilere sahip üniversite binalarıyla bu
kasaba çalışmak için yapılmış bir yer. Kasabanın etkileyici bir gö­
rüntüsü var, renkli görüntüler sunuyor. Baltimore sokaklarının sı­
kıcı monotonluğundan sonra gözlerim sonunda biraz huzur buldu.
Lefschetz bana çok iyi davranıyor, samimi arkadaş olduk. " Tucker
anılarında Lefschetz ile Zariski arasında yaşanan bir tartışmayı
aktarır: "Lefschetz cebirsel geometrinin topolojinin, Zariski de ce­
birin bir parçası olduğu görüşlerini savunuyordu. Zariski, biraz da
Lefschetz'e takılmak için 'Cebir ile topoloji arasındaki sınırı nasıl
çiziyorsun ?' diye sordu. Lefschetz hiç duraksamadan 'Eğer mesele
çarkı döndürmekse bu cebirdir ama eğer işin içinde bir düşünce
varsa bu topolojidir,' yanıtını verdi. "
564 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Johns Hopkins'teki ilk yılının ardından Zariski yardımcı do­


çentliğe getirildi. Böylece Yole ve Raphael'in Amerika Birleşik
Devletleri vizesi almaları kolaylaşmış oldu. Zariski ailesiyle bir­
likte olmak için İtalya'ya gitti. Burada Amerikan konsolosunu
görmeye gittiğinde vizelerin çıkmak üzere olduğunu öğrendi. Aile
Baltimore'da yeniden bir araya geldiğinde Zariski'nin keyfi daha
da yerine gelmişti. 1932'de Yole, çiftin Vera adındaki kızlarını do­
ğurdu. Bu arada matematik bölümü de ümit vaat eden genç Hol­
landalı topolog E. R. van Kampen'in kadroya katılmasıyla daha
da güçlenmişti ama ne yazık ki, birkaç yıl sonra genç Hollandalı
beyin tümöründen yaşamını yitirdi.
Zariski kendini Emmy Noether'in çağdaş cebirine kaptırmış­
tı. Konunun kendisiyle ilgilenmiyor yalnızca bunun cebirsel geo­
metri için iyi bir temel olabileceğini düşünüyordu. Konuya hem
Lefschetz'in geliştirdiği topolojik yöntemleri hem de Göttingen'de
geliştirilen cebirsel yöntemleri uygulayabilmişti. Cebirsel yüzey­
ler üzerine klasikleşecek kitabının yayımlanmasıyla Zariski'nin
çalışmalarının önemi geniş kesimlerce kabul edilmeye başlandı.
Zariski 1934-35 dönemini Princeton'da Weyl ve diğer bazı Al­
manya göçmenleriyle tanışma fırsatını yakaladığı yeni kurulan
Institute for Advanced Study'de konuk araştırmacı olarak geçirdi.
Zariski 1935'te Moskova'daki topoloji konferansı için yıllar son­
ra Rusya'ya gitti. Bu ziyareti, İkinci Dünya Savaşı sona erinceye
dek Zariski'nin Avrupa'ya yapacağı son ziyaret olacaktı. Ertesi yıl
Zariski'!er Amerikan vatandaşlığına geçti. Zariski Amerikan
matematik dünyasında daha fazla rol almaya başladı. Örneğin,
American ]ournal of Mathematics'in yazı işleri müdürü ve Annals
of Mathematics'in yazı işleri müdür yardımcısı olmuştu. 1 942'de
National Academy of Sciences üyeliğine seçildi. Zariski 1941 do­
laylarında Princeton'da bir kolokyum konuşması yapmış, konuşma
sonrasında yapılan tartışmalardan "Zariski topolojisi" adı verilen
bereketli bir kavram doğmuştu.
İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Zariski, Sao Paolo'da verimli
bir yıl geçirmişti. Aynı zamanlarda Andre Weil de bu kentte ko­
nuk olarak bulunuyordu. Bu arada Zariski'ye başka üniversiteler-
OSCAR ZARISKI 565

den sürekli teklifler geliyordu. Zariski ilk başta bu teklifleri Johns


Hopkins University'yi ders yükünü azaltması yönünde ikna edebil­
mek için kullanmayı denedi. Böylece araştırmalarına daha fazla za­
man ayırabilecekti ama ne yazık ki bu girişiminden bir sonuç elde
edemedi. Artık yeni bir şeyler yapma zamanının geldiğini düşünü­
yordu. Zariski 1947'de California Institute of Technology'den ca­
zip bir teklif aldı. Harvard University'den gelen çok daha cazip bir
teklifin hemen öncesinde bu teklifi kabul etmişti. Yaptığı şeyden
çok mahcup olsa da Caltech'ten ona izin vermelerini istedi. Böy­
lece Harvard' dan gelen profesörlük teklifini kabul edebilecekti.
Zariski, Harvard matematik bölümünde sürekli kadro elde eden
ilk Yahudiydi. Yole Harvard'a geldiğinde işini bırakması, ilköğ­
retim düzeyinde İtalyanca öğretmesi ve böylece Harvard'daki di­
ğer öğretim üyeleri eşleri gibi olması yönünde ikna edildi. Aslında
Zariski'ler Harvard'ın herkesçe bilinen eski tarz resmi sosyal ya­
şantısından hoşlanmıştı. Zariski Harvard'da çok başarılı oldu.
Sertliğiyle ün salan Zariski çok iyi bir öğretmen olduğunu göstere­
rek çok iyi araştırma öğrencilerini de yavaş yavaş kendine çekmeye
başladı. Bu öğrenciler arasında sonuncu ardılı John Tate ve yüksek
boyutlardaki tekilliklerin çözülmesini gösteren ilk kişi olan ünlü
Japon geometrici Hironaka da bulunuyordu. Ancak Hironaka
araştırma öğrencisi değil bazı teknik sorunlar nedeniyle yalnızca
öğrenci olarak kaydedilebilmişti.
Zariski 1950'de Massachusetts, Cambridge'de düzenlenen
uluslararası kongreye doğal olarak fazlasıyla dahil olmuştu. Faşist
destekçisi olduğundan kendisine sırt çevrilmiş Severi'yi özellikle
görmek istiyordu. Zariski, American Mathematical Society'nin dü­
zenlediği kolokyum konuşmalarını bir yıl Yale University'de yap­
mayı başarmıştı. Harvard'da da kısa sürede büyük üne kavuşan
seminerleri bizzat düzenledi. Bu kitabın yazarı da bir keresinde bu
seminerdeki konuşmalardan birinin, güçlü yeni kuramları cebirsel
geometriyi devrime uğratan ve pek çok açıdan Zariski'nin yöntem­
lerini geride bırakmış olan Alexandre Grothendieck tarafından ve­
rildiğini hatırlamaktadır. Zariski güler yüzle Grothendieck'i açık­
lamakta olduğu karmaşık soyut yöntemleri kullanarak temel bir
566 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

sonucu ispatlamaya davet etti. Grothendieck hiç duraksamadan


bunu başarınca Zariski de hayli etkilenmişti.
Nisan 1 964'te altmış beş yaşındaki Zariski'ye, normal emeklilik
yaşına geldikten sonra Harvard'daki görevine beş yıl daha devam
etmesi teklif edildi. Zariski bu görevini ancak yarı zamanlı olarak
gerçekleştirebilecekti. Zariski American Mathematical Society'nin
bir ölçüde politikleşmeye başladığı (Zariski bunun dernek için arzu
edilen bir durum olmadığını düşünüyordu) bu dönemde derneğin
başkanlığını yaptı. Yetmiş beşinci doğum günü kutlamaları çerçe­
vesinde Harvard matematik bölümü toplantı salonuna bronzdan
bir büstü yerleştirildi. Bundan kısa bir süre sonra sağlığı kötüleme­
ye başladı. İlk önce işitme kaybı yaşadı ardından da, daha sonra
Alzheimer teşhisi konacak hastalığının belirtileri gözlendi. Oscar
Zariski 4 Temmuz 1986'da seksen yedi yaşında evinde yaşamını
yitirdi.
A. N. Kolmogorov (1903-1987)

irminci yüzyılda matematikçilerin büyük bir çoğunluğu yalnız­


Y ca kendi konularında uzmanlaşmış kişilerdi. Matematik ko­
nularının çok genişlediği ve gelişmesine de hızla devam ettiği, bu
nedenle genellikle birden fazla alanda katkı sağlamanın çok güç
olduğu söyleniyordu. Yine de bu durumun istisnaları vardı. Son
iki yaşam öykümüzün kahramanları, birbirleriyle hiçbir biçimde
ilişkili olmayan farklı alanlarda önemli katkılar yapmış biri Macar
diğeri de Rus iki matematikçidir. Andrey Nikolayeviç Kolmogorov
25 Nisan 1903'te dünyaya geldi. Andrey'in annesi Mariya Yakov­
levna Kolmogorova oğlunu Kırım'dan dönüşünde arkadaşlarıy­
la birlikte kaldığı Rus kasabası Tambov'da dünyaya getirmişti.
568 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Anne ve babası resmi nikahlı değildi. Mariya Yakovlevna doğum


sırasında yaşamını yitirince kız kardeşi Vera Yakovlevna Kolmo­
gorova hemen Andrey Nikolayeviç'i evlat edindi. Vera, yeğenine
bir annenin verebileceği tüm sevgiyi veriyor Andrey Nikolayeviç
de teyzesine aynı duygularla karşılık veriyordu. 1 950'ye dek ya­
şamını sürdüren Vera evlatlık oğlunun bazı büyük başarılarına da
tanıklık edebilmişti.
Rusya dışındaki matematikçiler Andrey Nikolayeviç'i genellikle,
Ugliç soylularının önemli isimlerinden dedesi Yakov Stepanoviç'in
soyadı olan Kolmogorov ismiyle tanıyordu. Kolmogorov soyadına
sahip üç kız kardeş Mariya, Vera ve Nadezhsa liberal politik dü­
şüncelere sahip bağımsız kadınlardı. Mariya ve Vera önceki yıllarda
Sen Petersburg'da tutuklanarak birkaç aylığına hapsedilmişlerdi.
Kolmogorov'ların, Andrey Nikolayeviç'in de çocukluğunun erken
dönemlerinde kaldığı Tunoşna köyündeki (Volga Irmağı kıyısın­
daki Yaroslavl yakınlarında) evleri bir gizli baskı merkeziydi. Aile
içinde anlatılanlara göre kimi zaman tehlikeli belgelerin Andrey'in
beşiğinin altında saklandığı oluyordu. Geleceğin matematikçisinin
babası Nikolay Matveyeviç Katayev'e ilişkin bildiklerimiz ise bir
papazın oğlu olduğu, mesleki eğitim almış bir tarım uzmanı oldu­
ğu, Yaroslavl'a sürüldüğü, devrimden sonra tarım bakanlığında
eğitim şefi olduğu ve 1919 çarpışmasında güney cephesinde hayatı­
nı kaybetmiş olduğudur.
Andrey Nikolayeviç ilk eğitimini evde aldı. Vera Yakovlevna
1 9 1 0'da Andrey'i Moskova'ya götürerek bir grup demokrat ente­
lektüelin kurduğu özel bir okula yazdırdı. Daha sonra Nikolayeviç
okulu "mükemmel" olarak tanımlayacak ve şöyle diyecekti:

Sınıflar kalabalık değildi (1 5-20 öğrenci). Öğretmenlerin önemli bir bölü­


mü bilim sevdalısıydı. Zaman zaman üniversiteden hocalar gelirdi. Coğrafya
öğretmenimiz ilgi çekici arazi gezilerine katılırdı. Öğrencilerin çoğu kendi baş­
larına daha çok şey öğrenmek için bir yarış içindeydiler. Kimi zaman öğrenci­
ler bu bilgilerini sinsice bir niyetle deneyimsiz öğretmenlerini utandırmak için
kullanırlardı ... Matematikte sınıfın en iyilerinden biriydim ama benim okuldaki
asıl tutkularım öncelikle biyoloji daha sonraysa Rus tarihiydi.
A. N. KOLMOGOROV 569

1 91 8- 1 920 döneminde Moskova'da yaşam hiç kolay değildi. Yalnızca


en inatçı olanlar okulda ciddi çalışmalar yapabiliyordu. O dönemde ben de
üst sınıflardan bazı öğrencilerle birlikte demiryolu inşaatında çalışmak üze­
re okuldan ayrılmak zorunda kaldım. Bu arada yüksekokul sınavlarına gire­
bilmek için kendi başıma çalışmalarıma da bir yandan devam ediyordum.
Moskova'ya dönüşümde büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Bana sınav hakkı
tanıma zahmetine bile girmeden elime mezuniyet belgemi tutuşturuverdiler.

Andrey Nikolayeviç 1 920'de Moskovskiy Gosudarstvennıy


Universitet'e (MGU) matematik öğrencisi olarak kaydolurken
bir yandan da üniversitede metalurji derslerine giriyordu. Ayrıca,
Rus tarihi üzerine ilk araştırma çalışmasını sunduğu bir seminere
de katıldı. Seminerde sunduğu çalışma Novgorod'da on beşin­
ci ve on altıncı yüzyıllardaki arazi mülkiyetini konu ediniyordu.
Anlatılanlara göre sunum sonrasında öğretmeni şöyle demişti:
"Öne sürdüğün tez için bize tek bir kanıt gösterdin. Çalışma ala­
nın matematikte bu belki yeterli olabilir ama biz tarihçiler en az
on kanıt isteriz. " Daha sonra yapılan bir arazi araştırması Kol­
mogorov'un arazi yerleşimine yönelik ileri sürdüğü savın doğru
olduğunu göstermişti.
Andrey Nikolayeviç ilk yıl sınavlarında başarılı olmasının ar­
dından ekmek ve tereyağı istihkakına hak kazandığı gibi çok az
bir öğrenci bursu da almaya başladı. Ancak daha fazla paraya ge­
reksinimi vardı. Deneysel bir okulda iş bulmuştu. Matematik ve fi­
zik dersleri verecek, okul konseyinin yazmanlığını yapacak ve aynı
zamanda okul yatakhanesinde görevli olacaktı. Üniversitede esas
olarak ileri düzey derslere ve seminerlere katılıyordu. Bunlardan
biri de topolog Urison tarafından verilmişti. Andrey Nikolayeviç
bir gösterimde hata bulması üzerine Urison on sekiz yaşındaki
genci birlikte çalışmaları için davet etti. Andrey Nikolayeviç şöyle
diyor:

Moskova matematik dünyasında o zamanlar çok sayıda parlak ve ye­


tenekli kişi yer alıyordu. Ama Pavel Samuyloviç U rison ilgi alanlarının ev­
renselliği bir yana araştırma konularının seçiminde koyduğu net hedefler,
570 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

problemler, mütalaalarındaki anlaşılabilirliği (özellikle de benim için, benim


çalışmalarımın yönünü belirleme konusunda kendini sorumlu hissetmişti),
kendisinin ve diğer insanların başarılarına yönelik duru değerlendirmeleri ve
özellikle gençlerin başarılı olmaları için gönülden yaptığı yardımlarla bir adım
öne çıkıyordu.

Aleksandrov, Luzin, Suslin ve Urison'un hepsi de farklı şe­


killerde Kolmogorov'un ilk dönem araştırmalarını teşvik etti.
Kolmogorov 1 922'de noktasal tasarım kümeleri kuramı üze­
rine Fransız ve Rus çalışmalarının bir sentezini yaptı. Aynı yıl
Fourier serisi hemen hemen her yerde ıraksayan ünlü toplanabilir
fonksiyon örneğini oluşturdu. On dokuz yaşındaki Kolmogorov
bir anda tüm dünyanın tanıdığı biri oluvermişti. Kolmogorov'un
uluslararası ünü, elde ettiği sonuçtaki "hemen hemen her yerde"
ifadesini " her yerde" şeklinde kesinleştirdiğinde daha da artmıştı.
Kolmogorov 1 925'te Luzin'in yönetiminde doktora sonrası ça­
lışmasına başladı. Dört yıl sonra kendi adını taşıyan tam on se­
kiz matematik makalesi sahibiydi. Bu makaleler arasında büyük
sayılara ilişkin güçlü yasa ve yinelemeli logaritmalar yasasına ge­
tirdiği yorumları, türev ve integral işlemlerine ait bazı genelleştir­
meler ve sezgisel mantığa katkılarının bulunduğu çalışmalar yer
alıyordu. Sezgisel mantık alanındaki iki makalesi konunun uzman­
larınca büyük bir hayranlıkla karşılanmıştı. Kolmogorov Haziran
1 929'da, MGU'daki Matematik ve Mekanik Enstitüsü'nde araştır­
ma görevlisi oldu. İki yıl sonra profesörlüğe, bundan iki yıl sonra
da Matematik Enstitüsü'nün yöneticiliğine getirildi. Bu gelişmeler
Kolmog9rov'un da büyük katkısının bulunduğu Moskova mate­
matiğinin altın çağında yaşanmıştı.
Hemen hemen tüm meslek yaşantısı Moskova'da geçmiş olsa da
Kolmogorov Rusya'nın kırlık bölgelerine bayılırdı. Aleksandrov'un
yaşam öyküsünde de gördüğümüz gibi iki matematikçinin yapmış
oldukları uzun seyahat uzun bir dostluğun da başlangıcı olmuştu.
Kolmogorov'un sekseninci yaş günü kutlamalarında kendisinden
yedi yaş büyük olan Aleksandrov bu dostluğu şu sözlerle anlatmıştı:
A. N. KOLMOGOROV 571

Kolmogorov'la olan dostluğun benim hayatımda hayli önemli ve eşsiz


bir yeri vardı r. 1 979'da bu dostluğun ellinci yılını devirdik ve bu yarım yüzyıl
boyunca hiçbir tatsızlık ya da tartışma yaşanmadı. Bu dönemde yaşama ba­
kışımızla ilişkili hiçbir önemli sorunda yanlış anlaşılma yaşanmadı. Bir konu
üzerindeki görüşlerimiz farklı bile olsa bu durumu büyük bir anlayış ve hoş­
görüyle karşıladık.

Kolmogorov da Aleksandrov'la dostluğunun sürdüğü onca yıl


için aynı samimi duyguları besliyordu: "Bu yıllar hayatımın böyle­
sine mutluluk içinde geçmesinin tek nedeniydi. Bu mutluluğun te­
melinde de Aleksandrov'un gösterdiği bitmek tükenmek bilmeyen
düşünceliliği yatıyordu. Büyük olasılıkla kendi başıma olsam da
matematikçi olurdum ama insani niteliklerim önemli ölçüde Pavel
Sergeyeviç'in etkisiyle şekillendi. Aleksandrov düşüncelerinin zen­
ginliği ve genişliğiyle yalnızca Rusya'da değil tüm dünyada inanıl­
maz biriydi. Müzik ve resim bilgisi, insanlara duyduğu içten saygı
olağanüstüydü. "
Kolmogorov'un matematiksel etkinlikleri 1 920'lerin sonu ile
1930'ların başında hızla zenginleşti. Temel nitelikteki olasılık ku­
ramına yönelik ilk denemesini yayımladı. Bu çalışmasını gölgede
bırakan, küçük bir akarsuyun kıyısında orman içinde yazdığı 1 933
tarihli Grundbegriffe der Wahrscheinlichkeitsrechnung (Olası­
lık Kuramının Temelleri) adlı monografisi Berlin'de yayımlandı.
Kolmogorov bu eseriyle olasılık kuramı için aksiyomatik bir te­
mel oluşturmayı hedeflemişti. Eserin önsözünde Kolmogorov,
Lebesgue ölçüsü ve integrali olmadan bu çalışmanın ümitsiz bir
vaka olacağı yorumunda bulunmuştu.
Haziran 19 30 ile Mart 19 31 arasında Aleksandrov ve Kolmo­
gorov Almanya (Berlin, Göttingen, Münih) ve Fransa (Paris ve
Akdeniz kıyıları) boyunca bilimsel bir geziye çıkmışlardı. İkili, o
dönemde Markov zincirleri üzerine çalışan Frechet'in yanında de­
niz kıyısında "hayli monoton bir ay" geçirmişti. Bunun sonrasında
Kolmogorov anlaşılabilir bir merak duygusuyla "çalışmalarının
nasıl karşılandığını görmek ve Borel ile Lebesgue gibi bir önceki
kuşağın önemli isimlerinden çalışmalarına nasıl devam etmesi ge-
572 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

rektiğine ilişkin tavsiyeler almak" üzere Paris'e gitti. Kolmogorov


"Ne yazık ki bu kişilerle ilişkim kısıtlı sayıda resmi ziyaretin ötesi­
ne geçemedi," diye eklemişti.
Kolmogorov'un en iyi çalışmaları cebir, geometri ya da sayılar
kuramı değil hep analize ilişkindi. Stokastik işlemler kuramını Kol­
mogorov'un oluşturduğu söylenebilir. Gökcisimleri mekaniğine ve
türbülans kuramına katkıları temel niteliktedir. Tüm bunların dı­
şında yine de çok büyük katkılarının olduğu alanlar vardır. Ör­
neğin, İkinci Dünya Savaşı sırasında balistik kuramını tamamıyla
dönüştürmüş, daha sonra da bilgi kuramının matematiksel temel­
lerini atmıştır. Kolmogorov'un önemli bir katkıda bulunmadığı bi­
lim dalı hemen hemen yok gibidir. Pek çok Rus gibi Kolmogorov da
şiire büyük ilgi duyardı. Filoloji, dilbilim, düzyazı, manzum yazı ve
hitabet alanlarında istatistiksel çalışmalar gerçekleştirmiştir. Ona
göre tüm bunlar uygulamalı matematik alanındaki çalışmalarının
ciddi ve önemli birer parçasıydı.
Tüm meslek yaşantısı boyunca Kolmogorov aynı anda b irden
fazla cephede uğraş veriyordu. Yaşamının sonlarına doğru bu du­
rum daha da belirginleşti. Örneğin matematik eğitimine giderek
daha fazla ilgi duymaya başlamıştı. MGU'nun desteğiyle oluştu­
rulan yetenekli çocuklara yönelik özel bir okulla bağlantılı ola­
rak ağır sorumluluklar yüklenmişti. Müfredat programını plan­
lamak, ders kitapları yazmak, çocuklarla birlikte saatlerce ders
yapmak, çocukları edebiyat ve müzikle tanıştırmak, boş zaman­
larında onlarla birlikte olmak, onları yürüyüşe, gezintiye ve keşif
gezilerine çıkarmak gibi işlerle yıllar boyunca zamanının büyük
bir kısmını bu okula adadı. Kolmogorov okuldaki çocukların ile­
ride mateıüatikçi olup olmamalarını hiç önemsemeden kişilikle­
rinin zengin ve doğal bir biçimde gelişmesine çabaladı. Seçecek­
leri meslek ne olursa olsun çocukların geniş bir dünya görüşüne
sahip olmaları ve meraklarının hiç körelmemesi Kolmogorov'u
mutlu etmeye yeterdi.
Kolmogorov 1 939'da Sovyetskaya Akademiya Nauk üyeliğine
seçildi. Daha sonra da akademinin hükümet yönetim kurulunun
bir üyesi oldu. Kolmogorov mesleki nitelikli çok sayıda başka
A. N. KOLMOGOROV 573

göreve de getirilmişti. Kolmogorov 1942'de Anna Dmitriyevna


Egorova'yla evlendi. Yaklaşık 1980'e dek çok iyi durumda olan
sağlığı yavaş yavaş bozulmaya başladı. Glokom nedeniyle nere­
deyse tamamen kör oldu. Parkinson hastalığına yakalandığı anla­
şıldı. Uzun dönemler boyunca konuşma yetisini kaybetti. Araştır­
ma öğrencilerine yaptığı dokunaklı son konuşmasında onlara özel
bir sorumluluk yükledi. Genç kuşağın daha iyi eğitim alması için
yaptığı çalışmalara onların devam etmelerini istemişti. Sovyet dö­
neminin en hüyük Rus matematikçisi 26 Ekim 1987'de yaşamını
yitirdi. Kolmogorov'un sayısız ödül ve payeye layık görüldüğünü
söylemeye gerek bile yok. Kolmogorov, Sosyalist Emek Kahramanı
olmasının yanı sıra yedi kez de Lenin Nişanı'yla ödüllendirilmişti.
Kolmogorov ayrıca Lenin ve Lobaçevskiy ödüllerini de kazanmış­
tı. Kolmogorov'a ülke dışındaki üniversitelerden verilen onursal
dereceler ve meslek derneklerinin layık gördüğü üyeliklerin sayısı
ise sayılamayacak kadar çoktu.
John von Neumann (1903-1957)

irinci Dünya Savaşı'nın yaşandığı dönemde yirmi yıl boyun­


Bca Budapeşte bilimsel yetenekler doğuran bereketli bir toprak
görünümündeydi. Bilimcilerden oluşan bu takımyıldız içinde belki
de en parlak yıldız von Neumann'dı. Böylesine bir olağanüstülü­
ğe neyin sebep olduğu konusunda kendi düşüncesi sorulduğunda
von Neumann bunun, tam olarak kestiremediği bazı kültürel et­
kenler sonucu ortaya çıkmış bir rastlantı olduğunu söylerdi; Orta
Avrupa'nın o bölgesinde tüm toplumun maruz kaldığı dış baskı,
bireylerde bilinçaltında gözlenen aşırı güvensizlik duygusu ve yok
olmamak için alışılmadık olanı üretme gereksinimi. Birinci Dünya
Savaşı mevcut tüm ekonomik ve sosyal yapıyı yerle bir etmişti.
576 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun ikinci başkenti olarak


görkemli bir geçmişe sahip Budapeşte artık yalnızca küçük bir
ülkenin en büyük kentiydi. Çok sayıda bilimci kısıtların daha az
olduğu ve daha az taşralı olan başka yerlere göç ederek yeni bir
hayata başlamaları gerektiğinin çok açık olduğunu düşünüyordu.
Üç erkek kardeşin en büyüğü Janos von Neumann 28 Aralık
1 903'te Budapeşte'de doğdu. Ailesinin hali vakti yerindeydi. Yahu­
di kökenli babası Max Neumann ipotek karşılığında para veren bir
bankerdi. Annesi Margit (kızlık soyadı Kann) de varlıklı bir Yahu­
di aileden geliyordu. Çift, oğullarına küçük yaşlardaki eğitimi için
mürebbiyeler tutmuştu. Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı 1914'te
on yaşındaki Janos, yüksek niteliklere sahip bir papaz okulu olan
Lutherci gymnasium'a girdi. Giderek şiddetlenen Yahudi düşmanlı­
ğı dalgasından korunabilmek için aile göstermelik olarak Katolikli­
ğe geçti. Böylece Neumann adı da "Neumann von Margitta "ya dö­
nüşmüş oldu. Janos, yirmi yedi yaşında Amerika'ya gidip kendine
John von Neumann adını verene dek de bu adı kullandı.
Von Neumann'ın okulda sergilediği olağanüstü yeteneklerin
hemen farkına varıldı. Von Neumann aldığı olağan eğitimin yanı
sıra üniversiteden gelen Gabor Szegö tarafından da özel olarak
yetiştirildi. 192l 'de okuldan ayrılmasının ardından üniversiteye
matematik öğrencisi olarak kaydolsa da sonraki dört yılın bü­
yük çoğunluğunu Zürich'teki ETH'de ve Berlin'de geçirdi. Babası
onun kimya mühendisi olmasını istiyordu. Von Neumann, Buda­
peşte'den matematik doktorası derecesini alırken aynı zamanda da
Zürich'ten kimya mühendisliği diploması almıştı. ETH'deki öğret­
menlerinden P6lya onu şöyle anlatıyordu: "Şimdiye dek gözümü
korkutan tek öğrencim. Öylesine hızlı ki ... Bir teoreme geldim ve
bunun henüz ispatlamadığını, ispatının da zor olabileceğini söy­
ledim. Von Neumann hiçbir şey söylemedi. Beş dakika sonra eli­
ni kaldırdı. Ona söz verdiğimde tahtaya giderek ispatı yazmaya
başladı. O andan sonra von Neumann'dan korkmaya başladım. "
Von Neumann Weyl'in koruması altına da girmişti. Bir keresinde
Weyl kısa süreliğine Zürich'ten ayrıldığında onun derslerini von
Neumann vermişti.
JOHN VON NEUMANN 577

Erken yaşlarda özgün matematiksel çalışmalar yapmak Orta Av­


rupa için nadir görülen bir durum olmasa da von Neunıann genç
dahiler arasında bile sıra dışıydı. Von Neunıann neredeyse hiçbir
şeyi unutmadığı fotografik bir belleğe sahipti. Örneğin tarihsel olay­
lara ait ansiklopedik bilgileri ayrıntılarıyla aklında tutabiliyordu.
Almanca ve Macarca'nın yanı sıra İngilizce ve Fransızcayı da çok
iyi konuşuyordu. Henüz öğrenciyken özgün çalışmalar yayımlamış,
1926'da gittiği Göttingen'de Hilbert'i etkilemiş, kendisi de genç
olan fizikçi Heisenberg'den çok etkilenmişti. Von Neunıann ertesi
yıl Berlin Universitat'ta üç yıl boyunca sürdüreceği privatdozent'liğe
getirilmişti. Bu dönem boyunca neredeyse her ay bir tane önemli
makale yayımlamıştı. Von Neumann Berlin'de yaşamdan zevk al­
mayı bilen, kentin ünlü kabarelerinin gediklisi olarak biliniyordu.
Von Neunıann'ın adının matematiğin birbirlerinden hayli farklı
üç alanında gerçekleştirdiği çalışmalarla uluslararası arenada ta­
nınması da bu döneme rastlamaktadır. Bu alanlardan biri Emile
Borel'in son ilgi alanı oyun kuramıydı. Von Neunıann bu konuya
yaşamının sonuna doğru yeniden dönecekti. İkinci alan o zaman­
lar hayli tartışmalı bir konu olan kümeler kuramının temelleriy­
di. Yine de geriye dönüp bakıldığında bu üç alan içinde belki de
en önemlisi kuantunı mekaniğinin matematiksel temelleri üzerine
yaptığı çalışmalardır. Heisenberg tarafından 1 925'te keşfinin he­
men birkaç yıl sonrasında kuantunı mekaniğinin, von Neunıann
ayarında bir matematik dehasının dikkatini çekmesi epeyce talihli
bir durumdu. Sonuçta kuramın matematiksel çerçevesi geliştirildi.
Ortaya çıkan bütünüyle yeni yorum kurallarının biçimsel görünüş­
leri, iki yıl gibi bir zaman dilimi içinde tek bir adanı tarafından
analiz edildi. Matematik ile fizik arasındaki iki yönlü çarpıcı bir
etkileşim örneği sunan von Neunıann yeni bir matematiksel ince­
leme alanına girdi. Bu alan, en olağanüstü sonuçlarını elde ettiği
operatör kuramıydı. Günümüze daha yakın bir zamanda ise von
Neunıann cebirleri tamamıyla farklı bir bağlamda, düğüm kura­
mında yeniden ortaya çıktı.
Von Neunıann 1929'da Universitat Hanıburg'a geçti. Hala
privatdozent kadrosundaydı. Ertesi yıl Princeton University'ye
578 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

konuk öğretim üyesi olarak gitti. Bu, Amerika Birleşik Devletle­


ri'ne yaptığı ilk seyahatti. Bu ziyaret, von Neumann'ın ertesi yıl
Princeton'a konuk profesör olarak davet edilmesini, iki yıl son­
ra da Institute for Advanced Study'ye profesör olarak atanmasını
sağladı. Enstitünün sürekli kadrodaki en genç personeli olmuştu.
1930'da Budapesti Müszaki es Gazdasagtudomanyi Egyetem'de
ekonomi eğitimi gören ve Macar başkentinin sosyal yaşantısının
önemli ismi göz alıcı Marietta Kovesi'yle evlendi. Kızları Marina
1 935'te doğdu. Sorunun ne olduğu tam olarak bilinmese de çift
1937'de ayrıldı, daha sonra da boşandılar.
Von Neumann 1939 yazında ziyarete gittiği Budapeşte'de ye­
niden evlendi. Princeton'a dönüşünde, yakın bir zaman önce art
arda iki evliliğini boşanmayla noktalayan ikinci karısı Klari Dan'ı
da beraberinde getirdi. Daha sonra Klari, elektronik bilgisayarlar
için matematik problemlerini ilk kodlayanlardan biri olacaktı. Von
Neumann Avrupa'da savaşın başlamasına dek, Hilbert uzayı, ölçü
kuramı, operatör halkaları ve sürekli geometri gibi konularda hayli
düzenli bir biçimde heyecan verici dersler anlatmıştı. Araştırma ala­
nında ise von Neumann, Lie grupları üzerine beşinci Hilbert proble­
minden hidrodinamikte karşılaşılan doğrusal olmayan diferansiyel
denklemlere dek farklı ilgi alanlarına sahipti. 1937'ye gelindiğinde
von Neumann, çıkacağına kesin gözüyle baktığı bir sonraki savaşta
hizmetlerine gereksinim duyulabileceği inancıyla uygulamalı mate­
matiğe doğru kaymaya başladı. Savaş çıkana dek yazları genellik­
le Avrupa'da geçiren von Neumann savaşın başlamasından sonra
Amerika' dan ayrılma konusunda isteksizdi. Daha sonra dul annesi,
kardeşleri Michael ve Nicholas, karısının anne ve babası hepsi de
Amerika'ya, von Neuman'ın yanına geldi ama kayınpederinin inti­
har etmesinin hemen ertesinde kayınvalidesi Macaristan'a döndü.
1 940'tan itibaren von Neumann giderek daha fazla silah ve
teçhizat işlerine dalmaya başladı. İlk başta esas olarak balistik ve
patlamaların yol açtığı şok dalgalarıyla ilgilenirken 1 943'te atom
bombası geliştirmek için çalışılan Manhattan projesinde önemli
bir katkı sağladı. Von Neumann, Oppenheimer'ın Los Alamos'ta­
ki ekibine dahil edilmişti. Ekipte üç Macar fizikçi daha vardı:
JOHN VON NEUMANN 579

Wigner, Szilard ve Teller. Von Neumann'ın son yayını 1944 tarihli


The Theory of Games and Economic Behavior (Oyun Kuramı ve
İktisadi Davranış) adlı kitabıydı. Von Neumann büyük etki yapan
bu kitabı, Avusturyalı ekonomist Oskar Morgenstern'le birlikte
kaleme almıştı. Kitabın tamamlanmasının ardından von Neumann
dikkatini elektronik bilgisayarlara yöneltti. Bu aletlerin yardımıyla
sayısal yöntemlerin her türlü problemi çözeceğine inanıyordu. Von
Neumann kendi elektronik bilgisayarını tasarlamaya karar verdi.
Transistorlar olmadan böyle bir makine bir odayı doldururdu. Ens­
titü kadrosunun büyük bir kısmı bu düşünceye şiddetle karşı çıkı­
yordu. Neyse ki o zamanki enstitü yöneticisi Frank Aydelotte ve
nüfuz sahibi deneyimli "devlet adamı" Oswald Veblen daha ileri
görüşlüydü ki makinenin yapımı gerçekleştirildi. Makine başarılı
bir şekilde çalıştıktan sonra von Neumann makinenin kayda değer
bir örneğini oluşturduğu otomat kuramına yöneldi.
Institute for Advanced Study'nin ilk yıllarında kuruma gelen
konuklar burada teklifsiz ama yoğun bir bilimsel ortamla karşı­
laşırdı. Kurumdaki bu hoş sosyal ortam Veblen'lerin eseriydi ama
Alexander'lar ve von Neumann'ların evleri de sık sık arkadaş
toplantılarına sahne oluyordu. Hareketli toplantılarda bile von
Neumann'ı bir problem üzerinde çalışırken görmek mümkün olsa
da von Neumann insanlarla sıcak ilişkiler kurar, dedikodu yap­
maya bayılırdı. Kalabalık toplantılarda mükemmel bir hikaye
anlatıcısıydı. Sahip olduğu soyut espri beğenisinden hayli farklı
olsa da kaba komedi ve mizaha da büyük bir hayranlık duyardı.
Von Neumann gençliğinde, asıl matematiksel güçlerin yirmi altı
yaş civarında azalmaya başlayacağını ama deneyimle gelişen bir
nebze daha yavan bir kurnazlığın bu kademeli kaybı en azından
bir süreliğine telafi edeceğini söylerdi. Daha sonra bu yaş sınırı
yavaş yavaş yükselse de von Neumann yine de adının zamana ye­
nik düşmesinden endişe ederdi. Von Neumann gençliğinde incecik
yapılı, söylendiğine göre tavırlarında da bir parça kaba biriymiş.
Daha sonra aşırı şişmanlayan von Neumann ancak küçük adımlar
atarak etrafta dolanabiliyor, hızını bir artırıyor bir azaltıyor ama
hiç hızlı yürüyemiyordu. Kibar ve kendine güvenen biriydi. Her
zaman bir bankeri andıran kıyafetlerle dolaşırdı.
580 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

1944'ten itibaren von Neumann'ın etkinliklerinin tarzı değiş­


meye başladı. Bir anda başta askeri kurumlar olmak üzere Ameri­
ka'nın çeşitli sektörlerindeki kuruluşlara danışmanlık yapan çok
meşgul ve aranan biri oluvermişti. Silahlanma programları ya da
nükleer enerji kullanımına ilişkin ulusal kurul ve komitelere gi­
derek daha fazla çağrılır oldu. Institute for Advanced Study'nin
kendi çok yönlü etkinlikleri için özellikle deneysel çalışmalar
açısından yeterli ortamı sağlayamadığını düşünmeye başlamıştı.
Von Neumann University of California'ya geçmeye hazırlanırken
sağlığı çoktan yaşamının erken noktalanabileceğinin işaretlerini
veriyordu.
Von Neumann'ın sağlığı 1 955'e dek iyi durumda devam etti.
Röntgen muayenesinde ameliyat edilemez bir kanser tipine rast­
lanmıştı. Pek çok kişi hastalığının nedeninin 1946'da Bikini Ada­
sı'nda yapılan nükleer denemelere katılması olabileceğini düşü­
nüyordu. Uzun süren dayanılmaz hastalığı von Neumann'ı yavaş
yavaş elden ayaktan düşürdü. 8 Şubat 1957'de elli üç yaşında
Washington'da yaşamını yitirdi. Von Neumann bir önceki yıl çok
sayıda payenin arasında Özgürlük Madalyası, Albert Einstein Anma
Ödülü ve Enrico Permi Ödülü'nü kazanmıştı. Von Neumann, daha
öncesinde Bôcher Ödülü'nü kazandığı, adına Gibbs dersleri ver­
diği ve kolokyum konuşmaları yaptığı American Mathematical
Society'nin 1951-53 döneminde başkanlığını yaptı. Daha 1 937'de
National Academy of Sciences üyeliğine seçilmişti.
Çok yönlü ve özgünlüklerle dolu meslek yaşantısı boyunca von
Neumann mantık, aksiyomlaştırma ve biçimlendirme sorularına
büyük bir bağlılık gösterdi. Yaptığı tüm katkılar derinlikli değildi.
Von Neumann en iyi çalışmalarının ergodik kuramı ve kuantum
mekaniğinin temellerine yönelik yaptığı çalışmalar olduğunu düşü­
nüyordu. Zihni hep bir matematikçi gibi çalışan von Neumann'ın
geniş bir yelpazedeki ilgi alanları, matematiğin yararlı bir biçimde
uygulanabileceği çok çeşitli durumları da içine almıştı. Bu açıdan
von Neumann, ilk yaşam öykümüzün kahramanı Leonhard Euler'le
karşılaştırılabilir. Kitaptaki son yaşam öyküsünün kahramanının
John von Neumann olması da bu nedenle yerinde olacaktır.
Son söz

Kitabın başında yaşam öykülerinin kahramanları doğum ta­


rihlerine göre sıralanmıştı. Aşağıda, aynı matematikçilerin ölüm
tarihlerine göre sıralanmış bir listesini bulacaksınız.

Leonhard Euler ( 1 707- 1 783 )


Jean-le-Rond d'Alembert ( 1 71 7-1783)
Joseph-Louis Lagrange ( 1 736- 1 8 1 3 )
Gaspard Monge ( 1 746-1 8 1 8)
Pierre-Simon Laplace ( 1 749-1 827)
Niels Abel ( 1 8 02-1 829)
Joseph Fourier ( 1 768-1 830)
Sophie Germain ( 1 776- 1 83 1 )
Evariste Galois ( 1 8 1 1-1 832)
Adrien-Marie Legendre ( 1 752-1833)
Simeon-Denis Poisson ( 178 1 -1 840)
Carl Jacobi ( 1 804-1 8 5 1 )
Carl Friedrich Gauss ( 1 777-1 855)
Augustin Cauchy ( 1 789-1857)
Lejeune Dirichlet ( 1 805-1 859)
William Rowan Hamilton ( 1 805-1865)
Bernhard Riemann ( 1 826-1 866)
582 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Jean Victor Poncelet ( 1 788-1 867)


Hermann Grassmann ( 1 8 09-1 8 77)
Joseph Liouville ( 1 809-1 882)
Henry Smith ( 1 826-1883)
Sonya Kovalevskaya ( 1 850-1 891)
Leopold Kronecker ( 1 823-1 89 1 )
Ernst Kummer ( 1 8 10-1893)
P. L. Çebışev ( 1 821-1894)
Arthur Cayley ( 1 821-1 895)
Kari Weierstrass ( 1 8 1 5-1 897)
J. J. Sylvester ( 1 8 14-1 897)
Sophus Lie ( 1 842-1 899)
Charles Hermite ( 1 822-190 1 )
Henri Poincare ( 1 854-1912)
Richard Dedekind ( 1 831-1916)
Georg Cantor ( 1 845-1 9 1 8 )
Srinivasa Ramanucan ( 1 88 7-1920)
Felix Klein ( 1 849-1 925)
Gösta Mittag-Leffler ( 1 846-1927)
E. H. Moore ( 1 862-1932)
Emmy Noether ( 1 8 82-1935)
Felix Hausdorff ( 1 8 68-1942)
David Hilbert ( 1 862-1943)
George Birkhoff ( 1 8 84-1 944)
Stefan Banach ( 1 892-1945)
G. H. Hardy ( 1 8 77-1947)
Elie Cartan ( 1 869-195 1 )
Hermann Weyl ( 1 885-1 955 )
Emile Borel ( 1 871-1956)
John von Neumann ( 1 903-1 957)
Teici Takagi ( 1 8 75-1960)
Oswald Veblen ( 1 8 80-1960)
Jacques Hadamard ( 1 865-1963)
Norbert Wiener ( 1 894- 1 964)
L. E. J. Brouwer ( 1 8 8 1-1966)
SON SÖZ 583

]. W. Alexander ( 1 88 8-1971 )
Richard Courant ( 1 8 8 8-1972)
Solomon Lefschetz ( 1 8 84-1 972)
R. L. Moore ( 1 882-1 974)
P. S. Aleksandrov ( 1 896-1982)
George P6lya ( 1 887-1985)
Oscar Zariski ( 1 899-1986)
A. N. Kolmogorov ( 1903-1987)

Bu kitabı oluşturan yaşam öykülerinin sahibi altmış matema­


tikçi bir dereceye kadar çeşitlilik sağlanması göz önüne alınarak
seçilmiştir. İçlerinden yalnızca üçünün kadın olması, kitap boyun­
ca anlatılan nedenlerden dolayı hiç de şaşırtıcı değildir. Çok sayıda
Yahudi matematikçi olması da aynı şekilde kimseyi şaşırtmayacak­
tır. Yahudi matematikçileri sıralamak gerekirse: Jacobi, Sylvester,
Kronecker, Hadamard, Hausdorff, Emmy Noether, Lefschetz,
P6lya, Courant, Wiener, Zariski ve von Neumann. Büyük ve önem­
li şehirlerin dışında Alsace-Lorraine bölgesiyle (Poncelet, Liou­
ville, Poincare) birlikte Silezya (Kummer, Kronecker, Hausdorff,
Courant) çok sayıda matematikçi çıkarmış bölgelerdir. Alman­
ya'nın doğu ve batısında yer alan bu sanayi bölgelerinin nüfus­
larındaki kültürel çeşitlilik, özellikle yüksek Yahudi nüfusu bu
durumun gerçekleşmesinde önemli olmuş olabilir. Kahramanları­
mızın kimileri maddi bakımdan hayli iyi durumdaki hatta varlıklı
burjuva ailelerinden gelirlerken büyük bir çoğunluğu ise mütevazı
ailelerin çocuklarıdır. Sonuçta genel olarak hepsi ebeveynleriyle kı­
yaslandığında sınıf atlamışlardır. Bu durum "Grande Ecole"lerden
birine gitmenin sosyal statü kazandırdığı Fransa'da özellikle geçer­
lidir. Bunu yapabilmenin yolu da, özellikle Ecole Polytechnique söz
konusu olduğunda belli bir matematiksel yetenek gerektirmekte­
dir. Kahramanların yaklaşık dörtte biri hiç evlenmemiştir.
Ne var ki, kahramanlarımızın pek çoğunun başarılı olmak
için gereksinim duydukları yardıma ulaşmaları hiçbir şekilde
kolay olmamıştır. Beklenebileceği gibi bu konuda genellikle öğ­
retmenler yardımcı olmuşsa da yalnızca birkaç örnekte zamanın-
584 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

da sergilenen hamilik önemli olmuştur. Monge örneğinde Ecole


du Genie müdür yardımcısı, Fourier örneğinde bazı Auxerre'liler,
Gauss örneğinde Brunswick dükü, Abel örneğinde August Leopold
Crelle, Dirichlet örneğinde General Fay, Cartan örneğinde Antonin
Dubost gibi.
Kahramanlarımızın baba mesleklerine baktığımızda büyük bir
çeşitlilikle karşılaşırız. Yalnızca üç kişinin, Emmy Noether, Oswald
Veblen ve Norbert Wiener'in babaları akademisyen olarak nite­
lendirilebilirken Wiener'in babasının uzmanlık alanı fen bilimleri
değildi. Grassmann, Galois, Mittag-Leffler, Hadamard, Hardy ve
Brouwer öğretmen çocuklarıydı. Borel ise bir rahibin oğluydu.
Kummer, Dedekind, Poincare, Birkhoff ve Aleksandrov doktor
çocukları; Poncelet, Cauchy, Hamilton, Henry Smith, Dedekind,
Hilbert ve P6lya ise avukat çocuklarıydı. Sophie Germain, Jacobi,
Weyl ve von Neumann'ın babaları bankacıydı. D' Alembert, Pois­
son, Liouville, Çebışev ve Sonya Kovalevskaya'nın babaları as­
ker; Lagrange, Dirichlet, Weierstrass, Klein, Banach ve Kolomo­
gorov'un babalarıysa çeşitli görevlerdeki devlet memurlarıydı. La­
place, Sylvester, Cayley, Kronecker, Cantor, Hausdorff, R. L.
Moore, Lefschetz ve Courant'ın babaları farklı alanlarda faali­
yet gösteren işadamlarıydı. Sayacağımız meslekler henüz bitme­
di: Monge'un babası tüccar, Fourier'inki terzi, Gauss'unki işçi,
Hermite'inki tuhafiyeci, Cartan'ınki demirci, Ramanucan'ınki
muhasebeci, Alexander'ınki sanatçıydı. Bunun dışında birkaçının
meslekleri de bilinmiyor. Ne yazık ki kahramanlarımızın anneleri­
ne ilişkin genellikle adları dışında pek fazla şey bilmiyoruz. Kimi
zaman adlarına bile ulaşılamıyor. Anne-oğul ilişkisinin erkeklerde
çok önemli olduğunu gösteren bulgular olmasından dolayı bu, bi­
zim için ne yazık ki talihsiz bir durum.
Euler, Gauss, Abel, Jacobi, Hamilton, Galois, Poincare, Borel,
Ramanucan, Wiener ve von Neumann dışındaki diğer kahraman­
larımız için belki de harika çocuk tanımını yapmak çok doğru
olmayabilir. Çok kısa bir sürede pek çok bilgiyi hatırlayabilme
ya da neredeyse anında büyük hesaplamaları yapabilme yeteneği
nadir görülen bir özelliktir. Kimi zaman çocuklarda da görülebi-
SON SÖZ 585

len bu özelliğe kahramanlarımız arasında yalnızca Euler, Gauss,


Hamilton, Poincare, Ramanucan ve Banach sahipti. Yine de bu ye­
teneğin ileri düzeyde matematik yapmak için bir avantaj sağlayıp
sağlamadığı da ayrıca tartışılabilir.
Kahramanlarımızın büyük çoğunluğu birer çocuk dahiden zi­
yade Tanrı vergisi yeteneklere sahip kişilerdi. Bazıları erken yaş­
larda matematiğe karşı bir heves ve eğilim göstermişken bazılarıy­
sa matematikçi olmaya çok daha sonra karar vermiştir. Bununla
birlikte matematikçilerin en iyi yaratıcı çalışmalarını gençlik yıl­
larında gerçekleştirdikleri söylenebilir. Hardy'nin de bir zamanlar
söylediği gibi matematik genç işidir. Daha açık söylemek gerekirse,
matematikçiler en özgün düşüncelerine bu dönemde ulaşıp sonra­
ki yaşamlarında bu düşünceleri geliştirmektedirler. Bir diğer genel
kanı da matematik ve müzik yeteneklerinin hep bir arada var oldu­
ğudur. Benim görebildiğim kadarıyla yalnızca Sylvester, Dedekind,
Cantor, Hadamard, Hausdorff ve Courant müzik konusunda sıra
dışı bir yetenek göstermişti.
Araştırma konularında elde edilen başarılar üzerinde çok faz­
la durmamaya çalıştım. Bir matematikçinin yalnızca araştırmaya
adanmış bir meslek yaşantısına sahip olması hiçbir zaman olağan
olmamıştır. Kahramanlarımızın çoğu en azından belirli bir süre
ders vermiş, bunda da farklı düzeylerde başarılar elde etmişlerdir.
Jacobi, Dirichlet, Smith, Hilbert, her iki Moore ve Banach gibi ba­
zıları olağanüstü iyi öğretmenlerken diğerleri kesinlikle bu tanıma
uymuyordu. Aralarında Fourier, Liouville, Grassmann, Kummer,
Weierstrass ve Hadamard'ın da bulunduğu çok sayıda matema­
tikçi meslek yaşantılarının bir döneminde okullarda öğretmen ­

lik yapmıştı. Dirichlet ve Cauchy de bir süreliğine özel ders ver­


mişti. Birkaçı -ki bunlardan başlıcaları Euler, Legendre, Jordan,
Hardy, Veblen, P6lya ve Courant'tı- ders kitabı yazmıştı. Monge,
Mittag-Leffler, E. H. Moore, Klein, Courant ve Veblen gibi ba­
zılarıysa olağanüstü organizatörlerdi. Başkalarına yarar sağlayan
çabalarından dolayı matematik politikacıları ve girişimcilerine de
saygı göstermek gerekir. Birkaçı mühendislik, avukatlık ya da yö­
neticilik gibi mesleklerle geçimlerini sağlamıştır.
586 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Kahramanlarımızın çoğunluğu ileri yaşlarına dek yaşamış


olsalar da en iyi çağlarında yaşama veda edenler de olmuştur.
Poisson, Abel ve Riemann'ın ölüm nedenleri verem olmuşken
Sophie Germain, Banach ve von Neumann kanserden, Smith bir
karaciğer hastalığından ölmüştür. Lie pernisiyöz anemiden yaşama
veda ederken Hilbert de aynı hastalık nedeniyle ölümün kıyısın­
dan dönmüştür. Euler büyük olasılıkla skrofula, Jacobi de şeker
hastasıydı. Geriye dönüp bakıldığında Fourier'nin muhtemelen
miksödem, Ramanucan'ın da hepatik amibiyazdan yaşamlarını
yitirdikleri söylenebilir. Daha önce gördüğümüz gibi Fourier, Lie
ve muhtemelen Hilbert'in bazı yaşam öykülerinde de yer verilen
tuhaf davranışları büyük olasılıkla hastalıklarından ileri gelmek­
teydi. Abel, Cantor, Sylvester ve Wiener, yaratıcı bireylerde sıklıkla
rastlanan manik-depresyon belirtileri gösteriyordu.
Bana kalırsa ilgimizi yalnızca on sekizinci, on dokuzuncu yüz­
yıllarda ve yirminci yüzyılın başında doğan matematikçilerle sı­
nırlamakla doğru sayıda yaşam öyküsüne yer verilmiş oldu. Kita­
ba eklemek istediğim başka pek çok isim olsa da çoğu durumda
doyurucu bir yaşam öyküsü oluşturabilecek kadar bilgi kaynağı
yoktu. Böyle bir çalışma için yalnızca bir anma yazısı ya da met­
hiye konuşmasına bağlı kalmak yeterli olmayacaktır. Çoğu zaman
kişisel belgeler kaybolmuş, bir biyografi yazarının üzerinde çalışa­
bileceği yeterli sayıda belge olmayınca da yaşam öyküleri kaleme
alınmamış.
Daha geniş bir coğrafyaya yayılabilmeyi isterdim. Örneğin ki­
tapta, Rusya'nın da dahil olduğu Avrupa'dan Fransa ve Alman­
ya ağırlıklı olmak üzere on iki ülkeden matematikçiler yer aldı.
Ne var ki, Avrupa dışından yalnızca üç ülkeye yer verildi. Bunlar,
Amerika Birleşik Devletleri, Hindistan ve Japonya'ydı. Bu, büyük
ölçüde matematiğin nasıl geliştiğinin de bir göstergesi. Pek çok
ülkede büyük matematikçiler ancak yakın bir zamanda ortaya
çıkmaya başladı. Ancak yirminci yüzyılın ilerleyen dönemlerinde
doğmuş matematikçilerin de dahil edilmesi "görünmez okulun"
böylesine hızlı büyüdüğü bir dönemde zaten epeyce uzun olan bu
kitabı haddinden fazla uzatacaktı.
SONSÖZ 587

Bu kitapta yer alan iki yaşam öyküsüne kardeş kitap Büyük


Fizikçiler' de tekrar yer verilirken burada kısaca değinilen diğerle­
rinin ise tam yaşam öyküleri verilmiştir. Çoğu zaman bir kişiyi ma­
tematikçi mi yoksa fizikçi olarak mı değerlendirmenin daha doğru
olduğuna karar vermek güçtür. Fizikçilerin yaşamları da en az ma­
tematikçiler kadar ilginç olsa da fizik, matematikten daha fark­
lı bir gelişim süreci izlemiştir. Üstüne üstlük belki de en iyi Max
Dehn'in sözleriyle özetlenebilecek bir kültür farkı söz konusudur.
1928'de Universitat Frankfurt'ta öğretim üyeleri ve öğrencilerine
yaptığı "Bir Matematikçinin Zihniyeti" başlıklı konuşmasında
Max Dehn şöyle demişti:

Genel kanının tersine bir matematikçinin başka dünyalara ait tuhaf biri
olmadığını söylemek isterim, her halükarda yaptığı bilim nedeniyle zaten
tuhaf biri olamaz. Matematikçi farklı çalışma alanları, özellikle de ne yazık
ki bizim ülkemizde birbirinden ayrık duran iki küre, beşeri bilimler ile doğa
bilimleri arasında durur. Kullandığı yöntem yalnızca genel bilimsel yöntemin
bir uyarlamasıdır. Üçüncünün olmazlığı ilkesinin öneminden ötürü bu adli bir
yöntemdir. Araştırmasının amacı doğa bilimcininkinden daha manevi, beşeri
bilimcininkinden de daha duyarlıdır. Matematikçi beşeri bilimciye tüm bilim
tarihi üzerinden bağlıdır ki bu tarihin de felsefe tarihiyle girift bağlantıları var­
dır. Doğa bilimleriyle aradaki bağ, tüm müspet doğa bilimlerinin içine işleyen
uygulamaların çok ötesine geçer. Matematikçi en önemli uyarımlarını doğa
bilimlerine borçlu olduğunu bilir. Matematikçi, bir şair ya da bir fatihin tutku­
suyla sarıldığında, argümanlarının eksiksizliği, sorumlu bir devlet adamının
ya da daha basitçe ilgili bir babanınkiler gibidir. Hoşgörüsü ve teslimiyeti ise
yaşlı bir bilgeyi andırır. Matematikçi devrimci ve muhafazakar, kuşkucu ama
yine de içtenlikle iyimserdir.
İ l ave Oku malar

Büyük matematikçilerin ayrıntılı yaşam öyküleri sık sık yayım­


lanmaktadır. Yakın tarihli bazıları aşağıda listelenmiştir. Matema­
tiğin genel tarihi için bir öneride bulunmaktan çekiniyorum. Her
birinin kendi üstün yanları olan çok sayıda iyi kitap var. Yine de
aşağıdaki listeye elinizdeki kitabın doğal bir devamı olacağını dü­
şündüğüm birkaç tanesini ekliyorum.

1 Alexanderson, G. L. (2000), The Random Walks of George


Pôlya, Washington, DC: Mathematical Association of America.
2 Belhoste, Bruno ( 1 99 1 ), Augustin-Louis Cauchy, Bedin:
Springer Verlag (orijinali Fransızca yayımlanmış ) .
3 Berndt, Bruce C. ve Rankin, Robert A. ( 1 995), Ramanujan:
Letters and Commentary, Providence, RI: American Mathe­
matical Society.
4 Biggs, N., Llyod, E. ve Wilson, R. ( 1976), Graph Theory
1 736-1 936, Oxford: Oxford University Press.
5 Boyer, C. ( 1 968), A History of Mathematics, New York: John
Wiley & Sons.
6 Brewer, James W. ve Smith, Martha K. ( 1 9 8 1 ), Emmy
Noether: A Tribute to Her Life and Work, New York: Marcel
Dekker.
590 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

7 Bucciarelli, L. L. ve Dworsky, N. ( 1 980), Sophie Germain: An


Essay in the History of the Theory of Elasticity, Dordrecht: D.
Reidel.
8 Calinger, Ronald ( 1 999), A Contextual History of Mathemat­
ics, New York: Prentice Hall.
9 Cooke, R. ( 1 984), The Mathematics of Sonya Kovalevskaya,
Berlin: Springer Verlag.
10 Dauben, ]. W. ( 1 979), George Cantor, Cambridge, MA: Har­
vard University Press.
11 Dick, A. ( 1 9 8 1 ), Emmy Noether 1 882-1 935, Basel: Birkhau­
ser Verlag (orijinali Almanca yayımlanmış).
12 Dunnington, G. W. ( 1 960), Cari Friedrich Gauss, New York:
Stechert-Hafner.
13 Garding, L. ( 1 99 8 ) , Mathematics and Mathematicians: Math­
ematics in Sweden before 1 950, Providence, RI: American and
London Mathematical Societies.
14 Gillispie, C. C. ve diğerleri (2000), Pierre Siman Laplace,
Princeton, NJ: Princeton University Press.
15 Grattan-Guinness, I. ( 1 972), ]oseph Fourier 1 768-1 830,
Cambridge, MA: MIT Press.
16 Hall, Torel, ( 1 970), Cari Friedrich Gauss, Cambridge, MA:
MIT Press.
17 Halmos, Paul R. ( 1 985), I Want to be a Mathematician, Ber­
lin: Springer Verlag.
18 Hankins, T. L. ( 1 970), ]ean d'Alembert: Science and Enlight­
enment, Oxford: Oxford University Press.
19 Hankins, T. L. ( 1 980), Sir William Rowan Hamilton, Balti­
more, MD: Johns Hopkins University Press.
20 Hawkins, Thomas (2000), The Emergence of the Theory of
Lie Groups, New York: Springer Verlag.
21 Heims, Steve J. ( 1 980), ]ohn von Neumann and Norbert
Wiener: From Mathematics to the Technologies of Life and
Death. Cambridge, MA: MIT Press.
22 Herivel, John ( 1 975 ), ]oseph Fourier. The Man and the Physi­
cist, Oxford: Clarendon Press.
İLAVE OKUMALAR 591

23 Kaluza, R. ( 1 966), Through a Reporter's Eyes: The Life of


Stefan Banach, Basel: Birkhauser Verlag (orijinali Lehçe ya­
yımlanmış).
24 Kaufmann-Bühler, W. ( 1 98 1 ) , Gauss, A Biographical Study,
Berlin: Springer Verlag.
25 Kennedy, Don H. ( 1 98 3 ), Little Sparrow: a Portrait of Sophia
Kovalevskaya. Athens, OH: Ohio University Press.
26 Koblitz, Ann ( 1 98 3 ) , A Convergence of Lives, Basel: Birkhiiu­
ser Verlag.
27 Laubenbacher, Reinhard ve Pengelley, David ( 1 998), Math­
ematical Expeditions: Chronicles of the Explorers, Berlin:
Springer Verlag.
28 Laugwitz, D. ( 1 999), Bernhard Riemann 1 82 6-1 866. Turning
Points in the Conception of Mathematics, Basel: Birkhauser
Verlag (orijinali Almanca yayımlanmış).
29 Lutzen, J . ( 1 990), ]oseph Liouville 1 809-1 830, Berlin: Sprin­
ger Verlag.
30 Macrae, Norman ( 1 992), ]ohn von Neumann, New York:
Pantheon Books.
31 Masani, P. R., Norbert Wiener 1 894-1 964, Basel: Birkhauser
Verlag.
32 Maz'ya, Vladimir ve Shaposhnikova, Tatyana ( 1 998), ]acques
Hadamard, a Universal Mathematician, Providence, RI:
American Mathematical Society.
33 Monastyrsky, Michael ( 1 987), Riemann, Topology and Phys­
ics, Basel: Birkhauser Verlag (orijinali Rusça yayımlanmış).
34 O'Donnell, Sean ( 1 983), William Rowan Hami/ton: Portrait
of a Prodigy, Dublin: Boole Press.
35 üre, 0ystein ( 1 957), Niels Henrik Abel, Minneapolis: Univer­
sity of Minnesota Press.
36 Parikh, C. ( 1 991 ), The Unreal Life of Oscar Zariski, San
Diego, CA: Academic Press.
37 Parshall, K. H. ( 1 99 8 ), ]ames ]oseph Sylvester: Life and Work
in Letters, Oxford: Oxford University Press.
592 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

38 Patterson, Elizabeth Chambers ( 1 970), Mary Somerville and


the Cultivation of Science, 1 81 5-1 840. Dordrecht: Martinus
Nijhoff.
39 Regis, Ed. ( 1987), Who got Einstein's Office?, Reading, MA:
Addison-Wesley.
40 Reid, Constance ( 1 996), Courant, Bedin: Springer Vedag (ori­
jinali başka bir adla yayımlanmış).
41 Reid, Constance ( 1 970), Hilbert, Bedin: Springer Vedag.
42 Rigatelli, Laura Toti ( 1 9 96), Evariste Galois (1 8 1 1 - 1 832),
Basel: Birkhauser Vedag.
43 Schubring, Gert (ed. ) [ 1 9 66], Hermann Günter Grassmann
(1 809- 1 877), Dordrecht: Kluwer.
44 Shiryaev, A. N. (ed.) [2000], Kolmogorov in Perspective,
Providence, RI: American Mathematical Society.
45 Stillwell, John ( 1 989), Mathematics and Its History, Bedin:
Springer Vedag.
46 Stubhang, Arild (2000) , Niels Henrik Abel and His Times,
Bedin: Springer Vedag (orijinali Norveççe yayımlanmış).
47 Stubhang, Arild (2002), The Mathematician Sophus Lie,
Bedin: Springer Vedag (orijinali Norveççe yayımlanmış).
48 Thiele, Rudiger ( 1 982), Leonhard Euler, Bedin: Teubner.
49 Van Dalen, D. ( 1 999), Mystic, Geometer and Intuitionist. The
Life of L. E. ]. Brouwer, Vol 1. Oxford: Oxford University
Press.
50 Weil, A. ( 1 983), Number Theory: An Approach Through
History: From Hammurapi to Legendre, Bostan: Birkhauser
Vedag.
51 Wiener, Norbert ( 1 953), Ex-Prodigy - My Childhood and
Youth, New York: Simon & Schuster.
52 Wiener, Norbert ( 1 956), I am a Mathematician - The Later
Life ofa Prodigy, Garden City, NY: Doubleday.
53 Yaglom, 1. M. ( 1 98 8 ) , Felix Klein and Sophus Lie, Basel:
Birkhauser Vedag.
Derlemeler

Yaşam öykülerinin kahramanlarına ait yayınlara en kolay bu


kişilerin eğer varsa toplu eserlerinden ulaşılabilir. Kitaptaki çoğu
matematikçi için hemen hemen tüm eserlerini içine alan böylesi der­
lemeler mevcuttur. Benim yararlandığım baskıların bir listesi aşa­
ğıda. Görünüşe göre Jean-le-Rond d'Alembert, Adrien-Marie Le­
gendre, Gaspard Monge, Sophie Germain, Simeon-Denis Poisson,
Jean Victor Poncelet, Joseph Liouville, Gösta Mittag-Leffler, Sonya
Kovalevskaya, E. H. Moore, Felix Hausdorff, Oswald Veblen, R.
L. Moore, Richard Courant, J. W. Alexander ve P. S. Aleksand­
rov'un toplu eserleri mevcut değil.

Leonhard Euler ( 1 9 1 1-14), Leonhardi Euler opera omnia (ed.


Ferdinand Rudio ve diğerleri), Leipzig ve Berlin: Teubner.
Joseph-Louis Lagrange ( 1 86 7-92), Oeuvres de Lagrange (ed.
J.-A. Serret), Paris: Gauthiers-Villars.
Pierre-Simon Laplace ( 1 8 78-1912), Oeuvres completes. Paris:
Gauthiers-Villars.
Joseph Fourier ( 1 8 8 8-90), Oeuvres de Fourier (ed. Gaston
Darboux), Paris: Gauthiers-Villars.
Carl Friedrich Gauss ( 1 863), Cari Friedrich Gauss Werke,
Göttingen: Königlichen Gesellschaft der Wissenschaften.
594 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Augustin Cauchy ( 1 8 82-1 9 1 1 ), Oeuvres completes d'Augustin


Cauchy, Paris: Gauthiers-Villars.
George Green ( 1 8 7 1 ) , Mathematical Papers of the Late George
Green (ed. N. M. Ferrers), Londra: MacMillan.
Niels Abel ( 1 839), Oeuvres completes de Niels Henrik Abel
(ed. Bernt Michael Holmboe), Christiania: Grnndahl.
Carl Jacobi ( 1 8 8 1 -91 ), Gesammelte Werke von C. G. ]. ]acobi
(ed. Carl Wilhelm Birchardt), Bedin: Georg Reimer.
Lejeune Dirichlet ( 1 897), C. Lejeune Dirichlect's Werke (ed.
Leopold Kronecker), Berlin: Georg Reimer.
William Rowan Hamilton ( 1 93 1 ), The Mathematical Papers of
Sir William Rowan Hami/ton (ed. Arthur William Conway ve di­
ğerleri), Cambridge: Cambridge University Press.
Hermann Grassmann ( 1 894-1 902), Hermann Grassmanns Ge­
sammelte Mathematische und Physicalische Werke (ed. Friedrich
Engel), Leipzig: Teubner.
Ernst Kummer ( 1 975), Ernst Eduard Kummer, Collected
Papers (ed. Andre Weil), Bedin: Springer Verlag.
Evariste Galois ( 1 962), Oeuvres d'Evariste Galois (ed. Robert
Bourgne ve J-P Azra), Paris: Gauthiers-Villars.
J. J. Sylvester ( 1 904-12), The Collected Mathematical Papers of
]ames ]oseph Sylvester (ed. H. F. Baker), Cambridge: Cambridge
University Press.
Karl Weierstrass ( 1 894-1927), Mathematische Werke von Karl
Weierstrass, Bedin: Mayer & Muller.
P. L. Chebyshev ( 1 8 99-1907), Oeuvres de P.L. Tchebychef (ed.
A. Markoff ve N. Sonin), Sen Petersburg: Academie des Sciences.
Arthur Cayley ( 1 8 89-98 ) , Collected Mathematical Papers of
Arthur Cay/ey, Cambridge: Cambridge University Press.
Charles Hermite ( 1 805- 1 9 1 7), Oeuvres de Charles Hermite
(ed. Emile Picard), Paris: Gauthiers-Villars.
Leopold Kronecker ( 1 895), Leopold Kronecker's Werke (ed. K.
Hensel), Leipzig: Teubner.
Bernhard Riemann ( 1 902), Gesammelte Werke und Wissenschaft­
liche Nachlass (ed. Heinrich Weber), Leipzig ve Berlin: Teubner.
DERLEMELER 595

Henry Smith ( 1 894), The Collected Papers of Henry John


Stephen Smith (ed. A. W. L. Glaisher), Oxford: Clarendon Press.
Richard Dedekind ( 1 930), Gesammelte Mathematische Werke
(ed. Robert Fricke ve diğerleri), Brunswick: Vieweg.
Sophus Lie ( 1 960), Gesammelte Abhandlungen (ed. Friedrich
Engel ve Paul Heegard), Leipzig: Teubner; Oslo: Aschebourg.
Georg Cantor ( 1 962), Gesammelte Abhandlungen (ed. E.
Zermelo), Hildesheim: Georg Olms Verlagsbuchhandlung.
Felix Klein ( 1 92 1 ), Gesammelte Mathematische Abhandlungen
(Robert Fricke ve A. Ostrowski), Berlin: Julius Springer.
Henri Poincare ( 1 9 1 6-56), Oeuvres de Henri Poincare (ed. Paul
Appell), Paris: Gauthiers-Villars.
David Hilbert ( 1 932-35), Gesammelte Abbildungen von David
Hilbert, Berlin: Julius Springer.
Jacques Hadamard ( 1 968), Oeuvres de ]acques Hadamard,
Paris: Central National de Recherche Scientifique.
Elie Cartan ( 1 952-55), Oeuvres Completes, Paris: Gauthiers­
Villars.
Emile Borel ( 1 972), Oeuvres de Emile Borel, Paris: Centre de
Recherche Scientifique.
Teiji Takagi ( 1 973 ), The Collected Works of Teiji Takagi,
Tokyo: Iwanami Shoten.
G. H. Hardy ( 1 966-79), The Collected Papers of G. H. Hardy,
Oxford: Clarendon Press.
L. E. J. Brouwer ( 1 975-76), Collected Works (ed. Arend
Heyting), Amsterdam: North-Holland.
Emmy Noether ( 1 983), Collected Papers, Gesammelte Abbil­
dungen (ed. N. Jacobson ), Berlin: Springer-Verlag.
Solomon Lefschetz ( 1 971 ), Selected Papers, New York: Chelsea
Publishing Company.
George Birkhoff ( 1 950), Collected Mathematical Papers (ed.
D.V. Widder ve diğerleri), New York: American Mathematical
Society.
Hermann Weyl ( 1 96 8 ) , Gesammelte Abbildungen (ed. K.
Chandrasekharan), Bedin: Springer Verlag.
596 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

George P6lya ( 1 974-84), Collected Papers (ed. R. P. Boas),


Cambridge MA: MiT Press.
Srinivasa Ramanujan ( 1 927), Collected Papers (ed. G. H.
Hardy), Cambridge: Cambridge University Press.
Stefan Banach ( 1 979), Oeuvres, Varşova: Academie Polonaise
des Sciences.
Norbert Wiener ( 1 976-8 1 ), Collected Works with Commentar­
ies (ed. P. Masani), Cambridge, MA: MiT Press.
Oscar Zariski ( 1 972-79), Collected Papers (ed. H. Hironaka ve
D. Mumford), Cambridge, MA: MiT Press.
John von Neumann ( 1 96 1 ) , Collected Works (ed. A. H. Taub),
Oxford: Pergamon Press.
Teşekkü r

Tarihsel bir çalışmada hemen hemen tüm ifadeleri belgelemek


olağandır. Bu çalışmada ise böyle bir yol seçmek uygun olmaya­
caktır ama tarihçiler ya da bu yolu takip etmek isteyenler ilgili
kaynaklara ulaşmakta sıkıntı yaşamayacaklar. Yukarıda verilen
kapsamlı biyografilere atıfta bulunan aşağıdaki kısa liste bu an­
lamda yararlı olacaktır: Euler [48 ] , d'Alembert [ 1 8 ] , Laplace [14] ,
Fourier [ 1 5 , 22] , Sophie Germain [7] , Gauss [12, 1 6, 24] , Cauchy
[2] , Abel [35, 46] , Hamilton [19, 34], Liouville [29], Grassmann
[43], Galois [42] , Sylvester [37] , Riemann [28, 33], Lie [20, 47,
53], Cantor [10], Klein [53], Sonya Kovalevskaya [9, 25, 26] ,
Hilbert [4 1 ] , Hadamard [32], Hausdorff [7] , Cartan [20], Brouwer
[49], Emmy Noether [6, 1 1] , P6lya [1], Ramanucan [3], Courant
[40], Banach [23] , Wiener [21 , 3 1 , 5 1 , 52], Zariski [36], Kolmo­
gorov [44] ve von Neumann [21 , 30].
Tüm ilgili maddeler bu sayfalara alınmak istendiğinde çok
fazla yer tutacaktır. Özel bir konuda daha ayrıntılı bilgiye ulaş­
mak isteyen okuyucu Biographical Dictionary of Mathematicians
(Dictionary of Scientific Biography'de yer alan matematikçilere
ilişkin maddeler yer alır) ve !sis Cumulative Bibliography gibi re­
ferans kitaplardan kaynakçalara ulaşabilir. Historia Mathematica
ve Archive for History of Exact Sciences gibi dergilerde de ilgili
olabilecek makaleler bulunabilir.
598 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Ölümlerden sonra kaleme alınan kısa anma yazıları değer­


li birer kaynak olsa da resmin bütününü çoğu kez vermez. Ron
Calinger'in Euler üzerine yazdığı gibi biyografik özelliklere sahip
tarihsel makaleler de hayli değerlidir.
Kitapta yer verilmiş olan uzunca alıntılar aşağıdaki kaynaklar­
dan alınmıştır:

Lagrange, "Şimdiye kadar mekanikle ilgili ... " Mecanique Ana­


lytique adlı eserinin önsözünden.
Monge, "Uzun boyluydu ... " Fourier'nin Dictionary of Scientif­
ic Biography'de (New York: Charles Scribner's Sons, 1 970) alıntı­
lanan anma yazısından.
Laplace, " Cebirsel analiz ... " Exposition du Systeme du Monde
adlı eserinden. "Çalışmalarını okuyan herhangi ... " Poisson'un
Laplace'ın cenazesinde yaptığı konuşmadan.
Fourier, "İlk sebepleri bilmiyoruz .. " Theorie Analytique de
.

Chaleur adlı eserinin önsözünden (çeviren: Alexander Freeman,


Cambridge, 1 878).
Sophie Germain, "Ailesinin yalnızca ... ", " Uzun bir zaman-
dır... " , "Bu denemelerimi ... ", "Hiç şüphesiz ... ", " Ne yazık ki ... " ,
"Mösyö Penerty benim ... ", " Böyle gurur okşayıcı ve değerli ... " ,

"Son mektubunuz ... ", "Sağlığım berbat durumda ... ", "Matmazel
Germain ... ", Libri'nin anma konuşmasından (çeviri [7] ).
Poisson, "Poisson hiçbir zaman ... " Libri'nin anma konuşma-
sından. "Bir matematikçinin şöhreti ... " Larousse'a ( Grand Dic-
tionnarie Universel du XIX Siecle, Paris, 1 87 4) girmiş yazarı belir­
siz bir metinden.
Poncelet, "Hayli katı biri ... " [2]'de çeviri olarak alıntılanmış.
Cauchy, "Yöntemlere gelince ... " [2]'de çeviri olarak alıntılan­
mış.
Abel, "Legendre hayli nazik... " [46]'da çeviri olarak alıntı-
lanmış. "Abel'in tüm çalışmaları ... " Journal für die Reine und
Angewandte Mathematik, 4 ( 1 829)'da yayımlanan Crelle imzalı
" Obituary" (Anma Yazısı) başlıklı yazıdan ( [ 46]'da çeviri olarak
alıntılanmış).
TEŞEKKÜR 599

Jacobi, "Abel'den daha az . . . " C. F. Klein'dan ( Vorlesungen


über die Entwicklung der Mathematik im 1 9. ]ahrhundert, Bedin,
Julius Springer, 1 926-27).
Dirichlet, "Bu kitap onun ... " Dirichlet'in Werke adlı eserinde
yer alan Kummer'in "Obituary" (Anma Yazısı) başlıklı yazısından.
"Dirichlet verdiği dersin . . . " Hirst'ün Royal Institution'daki günlü­
ğünden aktarılarak J. Helen Gardner ve Robin J. Wilson'ın yazısın­
da (American Mathematical Monthly, 100, 1 993) alıntılanmıştır.
Grassmann, "Burada ortaya koyduğum . . . " Ausdehnungslehre
adlı eserinin 1 862 baskısının önsözünden ( [43]'te çeviri olarak alın­
tılanmış).
Galois, "Mösyö Galois'nın kanıtlarını . . . " ve " Yaşamımda çoğu
kez . . . " [42]'de çeviri olarak alıntılanmış.
Sylvester, "Beyaz sakalı ve . . . ", " Çok ilginç biriydi . . . " (W. P.
Durfee'yle sözlü görüşme), "Sylvester'ın kendi çalışmasına . . . " Max
Noether'in kaleme aldığı Matematische Annalen'de (50, 1 898) çı­
kan "Obituary" (Anma Yazısı) başlıklı yazıdan.
Weierstrass, "Bir sabah . . . ", "Başarı büyük ölçüde . . . ", Werke'de
alıntılanmış. "Bilimsel açıdan ... " , "Şu anda ... ", "Biçim açısın­
dan ... " [14 ]'te alıntılanmış.
Çebışev, "Çok fazla ders . . . " A. M. Markov ve N. Y. Sonine'in
Oeuvres'da yer alan incelemelerinden. "Antik dönemden beri ... "
Oeuvres' da alıntılanmış.
Cayley, "Bay Cayley Stone Buildings'e . . . " Tony Crilly'nin
Notes and Records of the Royal Society'de (52[2], 1998) yayım­
lanan "The Young Arthur Cayley" başlıklı yazısından. " Cayley'in
ilk sözleri . . . " Karl Pearson'ın Mathematical Gazette'de (20, 1936)
yayımlanan " Old Tripos Days at Cambridge" adlı yazısından.
Kronecker, "Kronecker'in sayılar kuramı. . . " Hensel'in, Krone­
cker'in Lectures on Number Theory adlı eserine yazdığı önsöz­
den. "İşte o Kronecker. . . " C. F. Klein'dan ( Vorlesungen über die
Entwicklung der Mathematik im 1 9. ]ahrhundert, Bedin, Julius
Springer, 1 926-27).
Riemann, "Bu konu üzerine . . . " , "Tüm fizik yasalarının ... "
Briefe an Familienangehörige.
600 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Berlin'deki Cod. Ms. Nachlass'ta. Bernhard Riemann, Staats­


bibliothek Preussicher Kulturbesitz, [28]'de çeviri olarak alıntılan­
mıştır.
Dedekind, "Bir Brunswick'li olarak . . . ", "Bir sonraki kış döne­
minin ... " Werke' de alıntılanmış.
Lie, "Kafasında mayalanmakta ... ", "Dönüşüm grupları ... " ,
"Akademide hepsi d e çok. . . " , "Darboux benim çalışmamı. . . ",
"Kocamın Lie'yle ilişkisi ... " [4 7]'de çeviri olarak alıntılanmış.
Cantor, "Hiç kimse içine düşeceği ... " ve " Olumlu yeni sonuç­
lar... " [ l l ] 'de çeviri olarak alıntılanmış.
Klein, " 1 870'in Temmuz ayında. . . " [53]'te alıntılanmış. "İçinde
bulunduğumuz ... ", "Uzay sezgisinde ... " The Evanston Colloquium
Lectures adlı eserden (New York, Macmillan, 1 893).
Kovalevskaya, "Kaluga'dan taşraya ... ", "Sen Petersburg'da be­
nim ... " [25] ve [26]' da alıntılanmış.
Poincare, " On beş gün boyunca ... " , "Ecole des Mines'ın düzen-
lediği ... ", "Daha sonra pek başarı . " Science and Method (Nelson,
. .

1 9 14) adlı eserde çevirisi alıntılanan "Mathematical Discovery"


adlı makalesinden.
Hilbert, "Eski kayıtlara göz atarsanız ... " , "Tüm zamanı­
nı ... ", "Sayı cisimleri kuramı. .. " , "Elinizdeki bu rapor... ", "Ders­
leri biçimsel olarak . . . ", "Hilbert bütünüyle ... ", "Brouwer ile
Hilbert'i ... ", " Onun dönemindeki . . . " Courant'ın Yale'de yaptığı
ve Mathematical Intelligencer'de (3, 1 98 1 ) çıkan "Reminiscences
of Hilbert's Göttingen" konulu konuşmadan alıntılanmıştır.
Hadamard, "Analysis situs, integral analizin ... " MacCleary ve
Rowe tarafından alıntılanan Columbia University'de yapılan ko­
nuşmalardan. "Neredeyse tek bir sözcük ... " [32]'de çeviri olarak
alıntılanmış.
Borel, "Tavırları tumturaklı. .. " E. F. Collingwood, "Obituary"
(Anma Yazısı), ]ournal of the Landon Mathematical Society, 34
( 1 959).
Takagi, "O zamanlar Fuchs ve Schwarz ... ", "Göttingen ve Ber­
lin' deki ... ", "Çalışma konusuna ilişkin ... " Sınıf cisim kuramı üze­
rine 1998'de Tokyo'da düzenlenen uluslararası sempozyumda S.
TEŞEKKÜR 601

İyanaga'nın yaptığı "Reminiscences" adlı konuşmadan alıntılan­


mıştır.
Brouwer, "Genellikle makaleleri ... " [49]'da çeviri olarak alın­
tılanmıştır.
Emmy Noether, "Onunla ilk kez karşılaşan ... " Hermann
Weyl'in Noether'in cenazesinde yaptığı anma konuşmasından.
Scripta Mathematica'da (3, 1935) yayımlandı.
R. L. Moore, "Bence düpedüz ... " , "Moore şahsen ... " . Bu alın­
tılar sözlü tarih projesi The Princeton Mathematical Community
in the 1 930s kapsamında A. L. Tucker'la yapılan söyleşilerden çı­
karılmıştır.
Lefschetz, "İnsanlar önce karar vermeli ... ", "Lefschetz çok açık
sözlü ... " , "Onunla ilgili bir diğer şey... " . Bu alıntılar sözlü tarih
projesi The Princeton Mathematical Community in the 1 930s kap­
samında A. L. Tucker'la yapılan söyleşilerden çıkarılmıştır.
Birkhoff, "Aramızdaki bu güzide grupla ... " Fifty Years of
American Mathematics adlı eserden (Providence, RI). American
Mathematical Society ellinci yıl konuşmaları, 1938.
P6lya, "Öncelikle bir P6lya ... " [ l ] 'de çeviri olarak alıntılanmış.
"Bu kitabın, gerçekdışı ... " P6lya ve Szegö'nün 1 925 tarihli Auf­
gaben und Lehrsatze aus der Analysis adlı eserlerinin önsözünden
alıntılanmıştır.
Ramanucan, "Kısa, kaba, kalın ... " , "Açık bir ten ... " [3]'te alın­
tılanmış.
Alexander, " Genelde analysis situs ... " , " (Alexander) lisans
ve lisansüstü ... ", "Alexander gençlik günlerinde... " (bu ya­
şam öyküsünün bir versiyonu Bulletin of the Mathematical
Society'de (38, 200 1 ) çıkmıştır). Bu alıntılar sözlü tarih projesi The
Princeton Mathematical Community in the 1 930s kapsamında
A. L. Tucker'la yapılan söyleşilerden çıkarılmıştır.
Banach, "Banach'ın çalışmalarına tanıklık ... " (Steinhaus),
"Banach elbette ... ", "Banach'ın mükemmel bir... ", "Bu doğru
ama ... " [23]'te çeviri olarak alıntılanmış.
Wiener, "Çalışkan bir ikinci sınıf... " , " Yılların yok edemedi­
ği ... " . Hans Freudenthal'ın kaleme aldığı Dictionary of Scientific
602 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Biography'de (New York, Charles Scribner's Sons, 1 970) yer alan


Wiener'in yaşam öyküsünden.
Aleksandrov, "Yaklaşık 1 920 ile . . . " , "Courant matematik oku­
lunun ... " , "Matematiğin Göttingen'inin canlı yaşamı ... " P. S. Alek­
sandrov'un Russian Mathematical Surveys'de (35, 1980) çıkan
"Pages from an Autobiography" adlı yazısından.
Kolmogorov, "Sınıflar kalabalık değildi ... ", "Moskova mate­
matik dünyasında ... " , "Kolmogorov'la olan dostluğun . . . " [44 ] 'ten
alıntılanmıştır.

Kitapta yer verilen yeniden yapım portrelerin çoğu ilgili mate­


matikçinin yukarıda listelenen toplu eserlerinden alınmıştır. Diğer­
lerinin alındığı kaynaklar da aşağıdaki gibidir:

Leonhard Euler; Thiele, Rudiger ( 1 982). Leonhard Euler,


Bedin: Teubner.
Jean-le-Rond d' Alembert, Ecole Polytechnique.
Gaspard Monge, Ecole Polytechnique.
Pierre-Simon Laplace, Ecole Polytechnique.
Adrien-Marie Legendre, Academie des Sciences.
Joseph Fourier, Ecole Polytechnique.
Sophie Germain, Lycee Sophie Germain.
Carl Friedrich Gauss, Universitats Bibliothek, Basel.
Simfon-Denis Poisson, Ecole Polytechnique.
Jean Victor Poncelet, Academie des Sciences.
Augustin-Louis Cauchy, Ecole Polytechnique.
Niels Abel, Acta Mathematica.
William Rowan Hamilton, Royal Irish Academy.
Joseph Liouville, Ecole Polytechnique.
J. J. Sylvester, özel koleksiyon.
Arthur Cayley, Landon Mathematical Society.
Bernhard Riemann, Universitats Bibliothek, Göttingen.
Gösta Mittag-Leffler, lnstitut Mittag-Leffler, Stockholm.
Sonya Kovalevskaya, Acta Mathematica.
Henri Poincare, Acta Mathematica.
TEŞEKKÜR 603

David Hilbert, Reid, Costance ( 1970), Hilbert, Bedin: Springer


Verlag.
E. H. Moore, University Library, University of Chicago.
Felix Hausdorff, Matematische Forschunginstitut, Oberwolfach.
Teici Takagi, Profesör S. İyanaga.
Oswald Veblen, American Mathematical Society.
Emmy Noether, University Library, Bryn Mawr College.
R. L. Moore, Centre for American History, Austin.
George P6lya, ETH Bibliothek, Zürich.
Richard Courant, Mathematische Forschunginstitut, Oberwol­
fach.
]. W. Alexander, Mathematische Forschunginstitut, Oberwol-
fach.
Stefan Banach, Stefan Banach Merkezi, Varşova.
P. S. Aleksandrov, Rossiiskaya Akademiya Nauk.
A. N. Kolmogorov, Russian Mathematical Surveys.
Kitapta G eçen Ku ru m l arı n
Tü rkçe Karşı l l kl ar ı

Aberdeen Proving Ground: Aberdeen Eğitim Sahası


Academic Assistance Council: Akademik Yardım Konseyi
Academie ( Royale) des Sciences: Fransız Bilimler Akademisi
Academie Française: Fransız Akademisi
Accademia delle Scienze di Torino: Torino Bilimler Akademisi
Akademie Göttingen: Göttingen Akademisi
American Emergency Committee in Aid of Displaced German Scholars:
Yerinden Edilen Alman Bilginlerine Acil Amerikan Yardımı Komitesi
American Mathematical Society: Amerikan Matematik Derneği
Analytical Society: Analitik Derneği
British Association for the Advancement of Science: Britanya Bilim Kurumu
Brown University: Brown Üniversitesi
Budapesti Müszaki es Gazdasagtudomfoyi Egyetem: Budapeşte Teknoloji ve
Ekonomi Üniversitesi
Bureau des Longitudes: Boylam Bürosu
California Institute of Technology: Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü
Centre National de la Recherche Scientifique: Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi
Cincinnati Observatory: Cincinnati Gözlemevi
Clark University: Clark Üniversitesi
College de France: Fransız Koleji
606 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

College de Montaigu: Montaigu Koleji


College de Quatre Nations: Dört Ulus Koleji
College of New Jersey: New Jersey Koleji
College Saint-Louis: Saint-Louis Koleji
Columbia University: Columbia Üniversitesi
Comite de Salut Public: Halkın Güvenliği Komitesi
Commissione per le Scienze e le Arti: Bilim ve Sanat Komisyonu
Congregation de la Sainte Vierge: Sainte Vierge Kongregasyonu
Conseil Royal de L'Instruction Publique: Kraliyet Kamu Eğitimi Konseyi
Conseil Royal de l}Universite: Kraliyet Üniversite Konseyi
Conservatoire des Arts et Metiers: Sanat ve Zanaat Konservatuvarı
Contarctors for Lotteries: Piyango Yüklenicileri
Courant Institute: Courant Enstitüsü
Det Kongelige Frederiks Universitet: Kral Frederik Üniversitesi
Det Kongelige Norske Videnskabers Selskab: Norveç Kraliyet Bilim Derneği
Det Norske Videnskaps-Akademi: Norveç Bilimler Akademisi
Deutsche Akademie der Naturforscher Leopoldina: Alman Ulusal Bilimler
Akademisi
Deutsche Mathematiker Vereinigung: Alman Matematik Derneği
Direcetion des lnventions: Buluşlar İdaresi
Dunsink Observatory: Dunsink Gözlemevi
Ecole (Royale) Militaire: (Kraliyet) Harp Okulu
Ecole Centrale des Arts et Manufactures: Uygulamalı Sanatlar Merkez Okulu
Ecole Centrale des Travaux Publics: Kamu Çalışmaları Merkez Okulu
Ecole d'Applications: Uygulama Okulu
Ecole des Mines: Madencilik Yüksekokulu
Ecole des Ponts et Chaussees: Köprü ve Yol Okulu
Ecole Navale: Deniz Harp Okulu
Ecole Normale (Supfaieure) : (Yüksek) Öğretmen Okulu
Ecole Royale du Genie Militaire: İstihkam Okulu
Eidgenössische Technische Hochschule: İsviçre Federal Teknik Yüksekokulu
Equity and Law Life Assurance Company: Adalet ve Yasa Yaşamı Şirketi
Fifth Avenue Church: Fifth Avenue Kilisesi
Freiburg Hochshule für Technik und Architectur: Freiburg Politeknik Okulu
Georg-August-Universitat: Georg-August Üniversitesi
Gesellschaft der Wissenschaften: Bilim Derneği
KİTAPTA GEÇEN KURUMLARIN TÜRKÇE KARŞILIKLARI 607

Graduate Center of Mathematics: Lisansüstü Matematik Merkezi


Grande Armee: Büyük Ordu
Greenwich Observatory: Greenwich Gözlemevi
Guggenheim Foundation: Guggenheim Vakfı
Harvard University: Harvard Üniversitesi
HaUniversita Halvrit BeYeruşalayim: Kudüs İbrani Üniversitesi
Helsingin Yliopisto: Helsinki Üniversitesi
Hôpital Cochin: Cochin Hastanesi
Illinois Institute of Technology: Illinois Teknoloji Enstitüsü
Institut d'Egypte: Mısır Enstitüsü
Institut de France: Fransa Enstitüsü
Institut de Marat: Marat Enstitüsü
Institut Henri-Poincare: Henri Poincare Enstitüsü
Institut Mittag-Leffler: Mittag-Leffler Enstitüsü
Institute for Advanced Study: İleri Çalışmalar Enstitüsü
Institute for Mathematical Sciences: Matematik Bilimleri Enstitüsü
Institute of Actuaries: Aktüerler Enstitüsü
International Education Board: Uluslararası Eğitim Kurulu
Iowa State University: Iowa Eyalet Üniversitesi
Johns Hopkins University: Johns Hopkins Üniversitesi
Karlsruhe Technische Hochshule: Karlsruhe Teknik Yüksekokulu
Kiyevskiy Natsionalniy Universitet: Kiev Üniversitesi
Kobenhavns Universitet: Kopenhag Üniversitesi
Koninklijk Wiskundig Genootschap: Hollanda Matematik Derneği
Koninklijke Akademie van Wetenschappen: Amsterdam Bilimler Akademisi
Kungliga Vetenskapsakademien: İsveç Bilimler Akademisi
L' Assemblee Constituante: Kurucu Meclis
Lefschetz Center for Dynamical Systems: Lefschetz Dinamik Sistemler Merkezi
Lewis Institute: Lewis Enstitüsü
London Mathematical Society: Londra Matematik Derneği
London School Board: Londra Okul Teftiş Kurulu
Louisiana State University: Louisiana Eyalet Üniversitesi
Lunds Universitet: Lund Üniversitesi
Lycee Louis-le-Grand: Louis-le-Grand Lisesi
Massachusetts Institute of Technology: Massachusetts Teknoloji Enstitüsü
Mathematical Association of America: Amerika Matematik Birliği
608 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Mathematische Gesellschaft: Matematik Derneği


Mathematisches Institut: Matematik Enstitüsü
Moskovskiy Gosudarstvennıy Universitet: Moskova Devlet Üniversitesi
Moskovskoye Matematiçeskoye Obşestvo: Moskova Matematik Derneği
Nancy Universite: Nancy Üniversitesi
National Academy of Sciences (of Washington) : (Washington) Ulusal Bilim-
ler Akademisi
National Research Council: Ulusal Araştırma Konseyi
Nederduits Gereformeerde Kerk: Hollanda Reform Kilisesi
New York Mathematical Society: New York Matematik Derneği
New York University: New York Üniversitesi
Nissen's Latin-og Realskole: Nissen's Latin Ortaokulu
Northwestern University: Northwestern Üniversitesi
Observatoire de Paris: Paris Gözlemevi
Office of Naval Research: Deniz Araştırmaları İdaresi
Office of the Scientific Research and Development: Bilimsel Araştırma ve
Geliştirme İdaresi
Ohio State University: Ohio Eyalet Üniversitesi
Politechnika Lw6wska: Lviv Politeknik Okulu
Polska Akademia Nauk: Polonya Bilimler Akademisi
Polska Akademia Umiej tno ci: Polonya Sanat Akademisi
Polskie Towarzystwo Matematyczne: Polonya Matematik Derneği
Preussische Kriegsakademie: İmparatorluk Harp Akademisi
Preussischen Akademie der Wissenschaften: Prusya Bilimler Akademisi
Princeton Hospital: Princeton Hastanesi
Princeton Theological Seminary: Princeton Ruhban Okulu
Princeton University: Princeton Üniversitesi
Regie Scuole di Artiglieria: Kraliyet Topçu Okulu
Research Institute for Advanced Studies: İleri Çalışmalar Araştırma Kurumu
Rice lnstitute: Rice Enstitüsü
Rockefeller International Education Board: Rockefeller Uluslararası Eğitim
Kurulu
Rockefeller's University of Chicago: Chicago Rockefeller Üniversitesi
Rossiiskaya Akademiya Nauk: Rusya İmparatorluk Bilimler Akademisi
Royal Astronomical Society: Kraliyet Astronomi Derneği
Royal Irish Academy: İrlanda Kraliyet Akademisi
KİTAPTA GEÇEN KURUMLARIN TÜRKÇE KARŞILIKLARI 609

Royal Society of London: Londra Kraliyet Derneği


Royal War Academy: Kraliyet Harp Akademisi
Sankt-Petersburgskaya Gosudarstvennaya Universitet: Sen Petersburg Devlet
Üniversitesi
School of Mathematics: Matematik Okulu
Societe d'Arcueil: Arcueil Derneği
Societe des Amis du Peuple: Halkın Dostları Derneği
Societe des Gens de Letters: Fransız Yazın Adamları Derneği
Societe Mathematique de France: Fransa Matematik Derneği
Societe Philomatique de Paris: Paris Bilim Sevenler Derneği
Sovyetskaya Akademiya Nauk: Sovyet Bilimler Akademisi
Stanford University: Stanford Üniversitesi
Sternwarte Göttingen: Göttingen Gözlemevi
Stortinget: Norveç Parlamentosu
Technische Hochschule Berlin: Berlin Politeknik Okulu
Teikoku Daigaku: İmparatorluk Üniversitesi
The East India Company: Doğu Hindistan Kumpanyası
The Rockefeller Foundation: Rockefeller Vakfı
Theologische und Philosophische Akademie: İlahiyat ve Felsefe Akademisi
Tokyo Daigaku: Tokyo Üniversitesi
Tokyo Teikoku Daigaku: Tokyo İmparatorluk Üniversitesi
Tulane University: Tulane Üniversitesi
United States Military Academy: Birleşik Devletler Harp Akademisi
Universita di Pisa: Pisa Üniversitesi
Universita di Roma: Roma Üniversitesi
Universitiit Basel: Basel Üniversitesi
Universitiit Berlin: Berlin Üniversitesi
Universitiit Bonn: Bonn Üniversitesi
Universitiit Breslau: Breslau Üniversitesi
Universitiit Dorpat: Dorpat Üniversitesi
Universitiit Erlangen: Erlangen Üniversitesi
Universitiit Frankfurt: Frankfurt Üniversitesi
Universitiit Freiburg: Freiburg Üniversitesi
Universitiit Giessen: Giessen Üniversitesi
Universitiit Göttingen: Göttingen Üniversitesi
Universitiit Greifswald: Greifswald Üniversitesi
610 BÜYÜK MATEMATİKÇİLER

Universitiit Halle: Halle Üniversitesi


Universitiit Hamburg: Hamburg Üniversitesi
Universitiit Helmstedt: Helmstedt Üniversitesi
Universitiit Königsberg: Königsberg Üniversitesi
Universitiit Leipzig: Leipzig Üniversitesi
Universitiit Münster: Münster Üniversitesi
Universitiit Tübingen: Tübingen Üniversitesi
Universitiit Wien: Viyana Üniversitesi
Universitiit zu Köln: Köln Üniversitesi
Universite de Bordeaux: Bordeaux Üniversitesi
Universite de Caen: Caen Üniversitesi
Universite de Lille: Lille Üniversitesi
Universite de Lyon: Lyon Üniversitesi
Universite de Montpellier: Montpellier Üniversitesi
Universite de Neuchatel: Neuchatel Üniversitesi
Universite de Paris: Paris Üniversitesi
Universite de Poitiers: Poitiers Üniversitesi
Universiteit Leiden: Leiden Üniversitesi
Universiteit van Amsterdam: Amsterdam Üniversitesi
Universitetet i Christiania: Christiania Üniversitesi
Universitetet i Oslo: Oslo Üniversitesi
University of Aberdeen: Aberdeen Üniversitesi
University of California: Kaliforniya Üniversitesi
University of Cambridge: Cambridge Üniversitesi
University of Chicago: Chicago Üniversitesi
University of Denver: Denver Üniversitesi
University of Kansas: Kansas Üniversitesi
University of London: Londra Üniversitesi
University of Madras: Madras Üniversitesi
University of Maine: Maine Üniversitesi
University of Melbourne: Melbourne Üniversitesi
University of Michigan: Michigan Üniversitesi
University of Missouri: Missouri Üniversitesi
University of Nebraska: Nebraska Üniversitesi
University of Oxford: Oxford Üniversitesi
University of Pennsylvania: Pennsylvania Üniversitesi
KİTAPTA GEÇEN KURUMLARIN TÜRKÇE KARŞILIKLARI 61 1

University of Tennessee: Tennessee Üniversitesi


University of Texas: Teksas Üniversitesi
University of Virginia: Virginia Üniversitesi
University of Wisconsin: Wisconsin Üniversitesi
Universytet Jana Kazimierza: Jan Kazimierz Üniversitesi
Uniwersytet Jagielloiıski: Jagellon Üniversitesi
Uniwersytet Wroclawski: Wroclaw Üniversitesi
Uppsala Universitet: Uppsala Üniversitesi
Washington University: Washington Üniversitesi
Westinghouse Electric and Manufacturing Company: Westinghouse Elektrik
ve Üretim Şirketi
Yale University: Yale Üniversitesi

You might also like