Arap Dünyasında Milliyetçilik Ve Sınıf Mücadelesi-Ahmet El Kudsi

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 81

Arap Dünyasında Milliyetçilik

ve
Sınıf Mücadeleleri

Ahmet El KUDSi

Çeviren:
Orhan KOCAK

* KÖZ YAYlNLARI
B i rinci Baskı : Ekim 1 975

KÖZ YAYl N LARI


Çatalçeşme Sok. ü retmen l ş-Hanı 405
P.K. 40- BEYAZlT - ISTAN BUL

Bu kitap Kardeş Matbaasında dizilm iş.


ER-TU Matbaasında bas ı l mıştır.
Kapak baskı : Kelebek Matbaası
ARAP DÜNYASINDA MiLLiYETÇILIK VE
SINIF MÜCADELELERi

H iç kuşkusuz Arap ka muoyu, Fil istin 'de olup bi­


ten herşeye karşı son d erece d uyarl ıdır. Nasıl baş­
ka türlü olsun? Fas'ın Atiantik kıyıları ndan Basra
Körfezine, Akden izden Sahra'nın ortasına ve Yukarı
N il'e kadar seksen m i lyondan fazla insan özü nde
farksız bir d i l i konuşuyor, aynı radyo programlarını
dinl iyor, aynı kitapları okuyor ve aynı filmleri seyre­
diyor. üstel i k za manı mızda da hepsi aynı Avrupa
emperyalizmi ta rafından ezi l m işler. Ama bu i nsa n­
lardan herhangi b i rine m i l l iyeti sorulduğu vakit, hiç­
biri ya da çok azı ken d i l iğ i nden «Arap» cevabını ve­
recektir. Bunun yeri ne, « Faslı» , « M ısırlı», «Yemen l i»
g ibi bir şey söyleyecekti r. Bu i nsan la r. günümüz
Arap m i l l iyetçiliğinin ideologlarının öne sürd ü kleri
gibi tek ·b i r «ulus» , «oluşum süreci nde» olan bir
Arap ulusu mudurlar? Yoksa ortodoks Kom ü n izmin
eskiden beri ·idd i a ettiğ i g ibi, b i rbiriyle i lişkili onbeş
ayrı ulus mudurlar? Filistin'e ka rşı tavı rla rı sadece
d uyg usal mıdır, yoksa emperyal izmin ve lsra i l ' i n oy­
nad ı kları rol ü n sonucu olan bir yaşayan pol itik da­
yanışmanın açık ya da bula n ı k bir bil incine mi daya­
l ıdır?
Arap dünyasında ulus sorunu, ister burj uva is­
ter « Ma rksist» . bi r doğma m eselesi değildir. Emper­
yal ist sömü rüden kurtuluşun temel sorunları n ı ört-

5
meye yaraya n «önemsiz bir mesele» de değildir. Sı­
n ı f mü cadelesi n i n çerçevesi ul usa l bir çerçevedir ve
bu bölgenin halklarının maruz kaldığı baskı sadece
«ekonom ik» değil, aynı zamanda ulusal bir baskıdır.
Ulusa l l ı k olgusunu, bu olgunun iyice özel bir
görünüm üyle özdeşleştirmek adet olm uştur. Bu görü­
n ü m , kapita l izmin gel işmesiyle, görece türdeş, ida ri
ve pol itik ba kı mdan merkezileşmiş ve ekonom i k ba­
kı mdan birleşmiş ulus - devletlerin yavaş yavaş ol uş­
tuğu Avrupa tari h i n i n verd iği görü n ümd ür. Bu ul us­
ları n ta rihsel kuruluşunda burjuvazi, b i rleştirici, ha­
k i m sınıf ve ideoloj i n i n ol uşturucusu rol ünü oyna­
mıştır. Bir ulusun va roluşu için gereken beş koşu­
lun Sta l i n tara fından veri len tan ı m ı ( 1 ) . bu tarihsel
deneyim i n ·kusursuz bir özeti n i getirir.

Ama bir kere Avrupa tari h i n i n alanını terkettik­


ten son ra , Sta l in'in ulus teoris in ı n dayandığı kav­
ramlar, gerçekl iği açı· k la maya yetmemekted i r. Bu
teori ulusun kapita l izm ta rafından, ya da daha ke­
sin bir deyişle ul usa l kapital izm tarafından üreti l m iş
toplumsal bir olgu olduğunu varsayar, çünkü ulusu
kuran ul usal burjuvazidir. Bu nedenle, bu teoriye
göre, dü nya kapita l ist sisteminin merkezinin dışında,
yerl i burj uvazinin burj uva devri miyle u l usal otorite­
sini kurduğu bölgelerin dışında uluslar yoktur. Baş­
ka yerlerde u l uslar, ya da en azından bütünüyle
oluşmuş uluslar yoktur. O zaman, kapita l izm öncesi
dü nyada ki, eski bir devlet birl iği geleneğiyle gerçek
bir di lsel ve kültürel birl i ğ i n ras iaştığ ı toplumsal ger­
çekii kiere ne diyeceğiz? Binlerce y ı l l ı k ta rihiyle Mısır

(ll Bu tanım, düzenli bir topluluk, ortak bir dil, toprak,


ekonomik hayat ve ulusal kültür öğelerine dayanıyor­
du.

6
dil ve kültü r ba kımından her zaman b i rl iğe sahıp
ol muştur; ve kısa yozlaşma dönemleri dışında. pol i ­
t i k ba kımdan da birl i k içinde olm uştur. E ğ e r bir (bur­
juva) ulus değilse bu, h i ç kuşkusuz sadece «ha l k­
larm» türdeş ve uzvi olmayan bir kümelenmesi' de
değildir. Üstelik daha önce birleşm i ş ve merkezlleş­
miş devletler halinde örg ütlenmemiş ve kü ltürel ve
d i lsel b i rlikten yoksun bölgeler bile. kolen iler ve ya­
rı bağ ı m l ı ü l keler olara k u l u slararası kapita l ist sis­
temle, bütü n leşmelerinin sonucunda. az ya da çok,
birliğe kavuşmuşlardır. Bu b i rleşme bir ulusal burj u ­
vazi tarafı ndan yürütülmamiştir a ma, g e n e d e önem­
l i bir toplu msal olgudu r.
Bu açıdan, «Arap dü nyası» n ı n yapısı nedir ve
nasıl tan ı m l a nabilir? Eski Dünya'da M uson Asyasm­
dan Atla ntik'e kadar kuşa k g i b i uza nan bir yarı çöl
bölgesinde bulunmaktadır. Avrupa'dan Akdenizle,
Kara Afrika'dan Sahra Cöl üyle, Türk ve Fars dünya­
larından da Torosların, Kürdistan'ın ve Batı i ran'ın
dağ kitleleriyle ayrılara k, bu bölge iç inde kes i n , acık­
ca sın ı rlanmış bir kesiti kapla r. Ara p dünyası, genel
olara k bu yarı çöl bölgenin tümünü kaplayan ve dört
grup halka (Araplar. Tü rkler. i ranlılar. H i n t-Afgan­
lar) böl ünmüş olan islam dü nyasıyla özdeş değ ild ir.
Bu islam dü nyas ı . yarı kura k kuşa ktan M uson lar As­
yasına (Bengal, Endonezya) ve yakın sayı labilecek
za manlarda da Kara Afrika ' n ı n belli bölgelerine doğ­
ru . çok küçük ölçüde ta şmıştır. A rap dünyası etn i k
bir olg uyla d a bir tutu lma malıd ır, çünkü Araplaşma
fa rklı köken l i ve fa rkl ı ı rksal n iteli kteki insa nları bu
bölgede ka rıştı rmıştır. A ra p d ü nyası, bütün tarih i n i n
çok kısa bir döneminde, sadece iki yüz y ı l süreyle,
görece merkezileşmiş bir politik varl ı k oluşturmuş­
tur. üstelik, o dönemde ( m iladi 750 ve 950 yıl la rı

7
arasında, Emev i l er ile i l k Abbasiler çağ ı nda) d ilsel
birl i k bug ünkü nden cok daha az ilerlem işti. Bundan
son ra Arap dünyası görece istikra rlı yöresel pol itik
varl ı klara bölündü ı�e bunlar da Osmanlı boyunduru­
ğuna. ya n i ya bancı bir yöneticiye bağlanıncaya ka­
dar bi raraya gel med i ler (o za ma n bile çok yüzey­
de kaldı bu birl i k ) .
Ş u halde A rap dünyası «a kraba » d iller konuşan
bir halklar kümesi midir? Eğer bu gercekten böyley­
se. nasıl Romans Dilleri ortak bir La tince temel i nden
evri mle Fra nsızca, ltalyanca, ispanyolca, v.b. ye dö­
nüştü lerse. Arapları n konuştuğu d i l lerin gösterece­
ği evrim de arta n farkillaşma yön ü nde ol malıydı.
Ama g erçekte Arap d il leri nin evrirı:ıi ta m ters yönde
olmuştur: «yazı » d i l i Latince g ibi ölü b i r dil olma
yol unda değildir, tam tersine bir bütün olara k Arap
dünyosı ta rafında n konuşulan d i l haline g elmekted i r.
Bu, dünya n ı n bu parcasının evrimiyle ilg i l i olasılıklar
acısı ndan çok önem l i , küçümsenmesi ya nlış olan b i r
olgudur. N i tekim, Arap ü l kelerindeki sınıf ve a nti
emperyal ist kurtuluş mücadelesi, bu ka rmaşı k ve
evrim icindeki «ul uscıl » çercevede ilerlemektedi r; «Fi­
l istin soru n u » da bu genel pla n ı n içine yerleştirilme­
lidir. Arap dünyasının topl umsal biçi mlenmelerin i n
yer aldığı v e sınıf mücadelesinin s ü rdüğü ortam bu
« u l usal» cerceved i r.
Şimdi, Arap ülkeleri n i n türdeş b i r bütün ol u ştur­
mayışları da ta m bu koloni öncesi toplumsal for­
masyonları icin söz konusudur. Yal n ız bir çok ya­
ba ncı arası nda değ i l çok fazla Arap Ma rksisti ara­
sında da benimsenen bir kırsal ve feodal Arap dün­
yası ta nımı. aşırı basitleştiri lmiş bir Marksizm türün­
den çıkan ve hiç bir b i l i msel temeli olmayan basma­
kalıplardan b i ridir. Gerçekte, Arap d ü nyası Orta Çağ

8
Avrupasından cok furklıyd ı . üste l i k, bugün de her
zaman olduğu g ibi. bu Arap dün yası içinde birbi rle­
rinden topl umsal yapı ve s iyasi-ekonomik örgütlen­
me ba kımından ayrılan üç bölgeyi secebi l i riz: Suriye
(ya n i , bugünkü Suriye, Ü rd ü n , Lübna n ve israil d ev­
letleri) . Arabistan ve l rak'ı kapsayan Arap Doğ usu
(Arapçada El Maşrık); öte yanda da, Libya'dan At­
lantik okyanusuna kadar uza nan ve bugünkü Libya,
Tunus, Cezayir, Faa ve Moritanya devletlerini kap­
sayan Arap Batısı (Arapcada El Mağrip). Bu grupta
sadece Arap d ünyası n ı ortasından ayıran M ısır bir
köylü uyg a rlığı olmuştur ve hôlô da öyled i r (bir
feodal toplum d emiyoru m ) , buna karşılık Maşrı k'ın
ve M ağrip' i n topl umsa. l formasyonları, özünde, top­
rak ekicilerine dayanan formasyon lar olmam ıştır.
Çokça unl!tulan bir gerçek, bu ya rı kura k kuşa kta ta­
rımsal faa l iyetin son derece zayıf ' kaldığıdır. Bu y üz­
den, Mısır"ın dışında, ekicilerden alına n a rtık genel­
likle çok düşük kLilmukta d ı r. Tarımsal ü retim teknik­
leri zoru n l u ola rak geri, tarımsal emeğin ü retkenli­
ği cok düşük, tarınısal topl uluğun hayat s tandard ı
geeinme düzeyine ç o k ya kınd ı r, dolayısıyla bu top­
luluğun toplumsal örg ütlenme biçimleri de kocınıl­
maz olara k i l kel kom ü n iz m l e nitelen i r. Bir «feodal»
sınıf yapıs ı n ı ya da pa rl a k bir medan iyeti mü mkün
kılaca k bir artı k'ın elde e d i l mesi için yeterl i bir te­
mel yoktu r.
Ama gene de, Mağri p ve öze l l i kle Maşrık par­
lak, zengin ve üste l i k son derece kentsel nitelikli uy­
garlı kların yatağı ol muştur (bu, Arap dünyası hakkın­
daki çoğu kafa karışıklıklarının kaynağıd ı r) . Bu « mu­
cize» nasıl meydana gelebildi? Bu kura k bölgedeki
tek geniş ve gercekten tarı msal vaha olan zengin
M ısır za monım ıza kadar, kad i m medeniyetin i n bü-

9
yük dönemlerinde bile, görece az kentleşmi ş bir
köylü ülkesi ola ra k kalmışken, daha az kadi m olma­
yan tarih inde a y n ı ölçüde pa rla k dönemlere sahip
olan Maşnk'ın her zaman bir büyük kentler bölgesi
olmasl «ga ripl i ğ i n i » nasıl açı klayacağ ız? Sınıf müca­
delesinin koşullarına ilişkin olarak, bu «garipl iğin»
günü müzde bile h issed ilen sonucları nelerd ir?
Arap dünyası n ı soyutla nmış b i r halde değil de,
Eski Dünyadaki bel l i başlı medeniyet a la nları a ra­
sında büyü k bir geçiş kuşağı, bir çeşit dönel pla tform
olara k anla maya calıştığımızda, bunun aslında esra­
rengiz bir ya nı olmadığı görülecektir. Ta rımsal a cıdan
kocı n ı l maz olara k yoksul ka lan bu yarı çöl kuşak, daha
önce de söylediğim gibi Arap dünyasını ikiye böler ve
tarıma dayanan üç bölgeyi birbirleri nden ayırır: Avru­
pa. Kara Afrika ve Muson Asyası. Bu nedenle, Arap
bölges i, ortadaki a racı olma durumuyla, b i rbirleri hak­
kında doğrudan bir bilg i le ri olmayan ta rı msal toplu­
l u kla rı ilişkiye geeirirken her zaman ticari bir işieve
salıip olmuştur. Kendi meden iyeti n i n yü kselmes inin
temeli olan toplu msal formasyonlar her zaman ticari
n itelikte olmuşlardır. Bununla şunu demek istiyo­
ru m: büyü k kentlerin ca n l ı l ığını sağlayan esas artık,
bölgenin kend i kırsel sakinle ri n i n sömürü l mesinden
değil (bu i kinci pla nda kalma ktadır). aracı l ı kte ki te­
kelci rol ünün ona sağ ladığı uzun mesafeli ticari faa ­
liyetlerin kôrından, ya n i s o n tah l ilde. başka mede­
n iyetlerin egemen sınıfları n ı n kendi köyl ü l ü klerinden
a ldıkları artı ktan gelmiştir.

Bu «ticari» toplum modeli, g ü n ü m üze, 1 914-1918


savaşına kadar Maşrı k'ın özelliği olmuştur. Daha
sonra Arap d ünyas ı n ı n bu bölgesinin emperyalist
dü nya ile bütünleştirilmesi (Osma nlı döneminde çok

10
yüzeyde kalmış bir olay) , Imk'ın sınıf yapısında be­
l i rleyici değ işikli klere yol açacak ama Suriye ile Fi­
l istin 'de pek önemli bir değ işi k l i k yapmayaca ktır.
Arap Doğ usu « burj uvazis i nin» emperyal istlere ( I ngi­
l iz, Fransız ve daha sonra da Amerika n) ve «Fil istin
sorun una» karşı tavrı n ı tah l i l etmek isted iğimiz za­
man bu toplumlarm yapısını ve kapita l ist sistemlerle
bütün leşme yol larını hesaba katmak zorundayız;
çünkü bu olgular bölgen i n siyasi hayatı nın bir çok
yönünün anlaşılması nda bugün de bel irl eyici bir
öneme sah iptirler. Arap d ü nyas ı n ı n öbür yanında,
Mağripte de bu toplum modeli, Fransa tarafından
kolon i leşti rilene kadar, bölgenin öze l l iğ i olmuştur.
Ancak, daha önce başlaya n ve Maşrı k'ın maruz kal­
dığı ndan daha deri nlere i nen bu kolon i leşme bu­
g ünün Mağrip' inde bel irleyici değ işikli klere yol a ça­
caktı . Bu iki bölge arasında, dü nya kapital ist siste­
mi ile ya l n ız daha değişik bir yoldan değ i l aynı za­
manda çok daha sıkıca bütünleşmiş olan M ısır, ver­
gi veren bir köylü topl u m u ol manın tek istisnasını
meydana geti rmeye deva m edecekti .
Islam. Arabistan çöl ü nde, Doğu Roma i mpara­
torl uğu ve i ran'la Güney Arabistan, Etiyopya ve Hin­
d ista n a rasında büyü k ölçekli ticaret yapma k üzere
örg ü tlen miş bir uzun mesafe l i göçebe nüfusun için­
de doğd u . H icaz'ın kentsel tücca r Cumh uriyetleri nin
varl ığını mümkün kılan. b u tica retten elde ed ilen
kôrlardı. Bu kentlerin, ya rı serf bir temel üzerinde
sömürdü kleri küçük kırsal sulak bölgeler üzerindeki
egemen l i kleri. yönetici tüccar s ı n ıflar için başlıca
gel ir kaynağı değildi. Göçebelerin postoral asgari
geç i m ekonom isine gelince, bu ticari faa liyetle yan­
yana yaşıyor ve ona insan ve hayvan sağl ıyor a ma
hiç bir a rtık katkısında bulunmuyordu. Böylece, b i r-

11
birine bağladığı Doğu Roma ve M uson ü l keleri mede­
n iyetlerinin va rlığı, cöl medeniyetin i n önş a rtıyd ı . Eğer
her hangi bir n edenle, uzun mesafeli ticaret faa li­
yetinin kaynaklarını besleyen a rtı k kuruyaca k olur
ya da ticaret yol l a rı değ işirse, cöl ö l ü rdü. Bu, ta rih bo­
yunca bir çok defa meydana geldi; her defasında da,
cöl insa n l a rı fatihler haline g elerek hayatları n ı sü r­
d ü rmeye çal ıştı lar. Maxime Rodinson'un bölgenin
yed inci yüzyıldaki tari hsel koşu lları n ı n ta h lilinde gös­
terdiği gibi (2) , Islam bu tü r bir hare ketin bir örne­
ğini verir.

« Uygar Dü nya» n ı n Araplar tarafından ilk fet­


hs-d!len kesimi Veriır.l i Hilal den ilen bölg eydi (Aro ­
b iEtan Çöl ünün kuzey s ı n ı rındaki Suriye ve Ira k top­
ra kları) . Araplar burada ta nıdı kları bir topra k üze­
ri ndeyd il er, çünkü Kad i m Doğu'nun topl umları d a
cok büyü k ölçüde kendileri g i b i ticari topluluklordı.
Şüphesiz, bu ya rı kura k k uşa kta bir ta kım köylüler
vardı, oysa bu kuşağın g ü n eyinde hemen hemen hiç
köylü yoktu . Bunlar, biça re va rol uşlarını sürd ü rebil­
mek icin yeterl i yağ m u ru n bulunduğu Lübnan tepe­
l i klerine, Cebel E nsariye, Toroslaro ve Kürdista n'a
bağlanan dağ köylül eriyd i . Ama bu kırsol alanlar
yoksuldu, parlak bir meden i yet ici n g erekli ola n ar­
tığı sağlayamayacak kada r yoksuldu. Bu nedenle,
bağı msızl ıklarını kıs ka ncca ve cok etk i l i bir biçimde
koruyan görece tecrit olmuş ve köy topl u l ukları nda
örgütlenmiş « i lkel» topl umlar olara k kald ı l a r bunlar.
Medeniyet iki istisnai bölg ede yü kseld i : Mezopota m­
ya ve Akden iz kıyısı. M ezopotamya, Fırat ve Dicle'­
nin sağladığı istisnai doğ a l koşullar sayesinde, Ilk
gercek tarı msa l medeniyetin gel işmes ini görmüştü.

(2) Maxime Rodinson. Hz. Muharnmet Gün Yayınlan

12
B u rada da, çevredeki kırlardan a l ınan a rtı k'a daya l ı ,
Mısır'da kine benzer bir medeniyet ya ratılm ıştı . Cö­
lün sınırında yerleşmiş bütü n ta rı msol medeniyetler
gibi, barba rlar tarafından yok edilmenin sürekli teh ­
didi al tında yaşıyordu. Gercekten d e . on v e onbirin­
ci yüzyı l la rı n Türk- Moğol istilalarından sonra barbar­
la r tarafından kesin olara k yok edilecek ve anca k
1 9 1 8 d e n sonra Sritanike Poktı 'nın kalkanı a ltında
yeniden doğobilecektir. Batıya doğru, Akdeniz kıyı­
sında ta rımsal mucize m üm kü n olmadığı icin, kıyı
d evletleri Fenike ve S u riye, gelirlerini gemi ya da
kervan yoluyla uzun m esafeli ticaretten cıkaran dev­
letle rden başka bir şey olomamışlord ı r. Bu nedenle
çölden g elen Araplar burada kendilerini evlerinde
hissetmişlerdir ve yeni başkentlerini, yani E meviler
başkentini, Şam'da kuro ra k Medine'nin tüc­
ca r medeniyetini Kuzeye kaydırmışlord ı r. Böylece
iletişim yollarının kontrolunu yeniden ele geçirerek
büyük ölçekli ticaretten yine kôr elde edebildiler ve
bu yoldan uygarlıklarını yeniden canlondırobildiler.
Verimli Hilal'in birliği Birinci Dünya Savaşı son­
ras ına kadar gercekten parcalonmayaca ktır. Ama
bu. ceşitlil·i k içinde birliktir: n e var ki hiç bir zaman
gercekten ckültürel» ol mayan. etnik hiç olmayan bir
çeşitlilik. Bölg edeki insa nların ·k arışmosr o kadar es­
kiye gid e r ki, böyle zayıf bir temel üzerinde bir h a l kı
bir başkasıyla ka rşı laştı rma k boşunadı r. Özü, ayırdı­
ğı bölgeleri birbirleriyle ilişkiye. geçirirken görd üğü
tica ri işlev olan böyle bir m edeniyetin oyırıcı niteli­
ği, diya lektik olarak birleştirici ve parçalayıcı olma­
sıdır. Birleştirici, çünkü ins a n l a rı n hiç durmadan bir
yerden bir yere gitmesine v e böylece geleneklerin
ve dinlerin iletilmesine, bir gezgin llngua franco'sının
(eskiden A kdeniz kıyılarında konuşulan ltalyanca'dan

13
bozma uluslara rası ticari d i l ) ol uşmasına yol acar.
Parçalayıcı , çünkü ra kip tüccar kentlerin rekabetine
dayal ıdır.
Burada esas olan olayların ayrıntılı b i r sıralan­
ması değildir; önemli ola n tek b i r res m i siyasi otori­
ten i n varl ığı ya da yokl uğudur. Eğer bu otorite güç­
l üyse tüccar ·kentler a rasındaki rekabete sınırlar ko­
yacak ve g enel l i kle başkentin önde gelmesini sağ­
layacaktır. Erneviierin merkezi Şa m'da ola n , ve
daha sonra da Abbasi l er'in merkezi Bağdat'ta olan
devletleri böyleyd i . Otoritesini g üvence altına almak
için d evlet çevredeki göçebelerden kolayca topla­
dığı pa ra l ı bir ordu beslemek zoru ndaydı. Köylü lere
gelince, on lar kendi dağları nda ya l n ız kal maya ça­
l ı ştı lar ve her zaman kentl ilerden ve toprağının ba­
şında bulunmayo n mal sah ipleri nden ( tüccarlar, sa­
rayl ı l a r, v.b.) oluşan topra k sahiplerine, sadece kent­
lere yokın yerlerde, ya da bir istisna olarak, «roma»
tipi ticari , :köle emeği i le ça l ışa n plantasyon lar ( bü­
yük çiftliklerı halinde örg ü tlenmiş Aşağ ı I ra k'ta yarı
sert b i r bağ ı m l ı lıl<'icine düştüler. Böylece, oniki yüz­
yıl boyunca Veri m l i H ilal aynı zamanda hem bi rleş­
miş hem de böl ünmüştü . 700 le 1 900 arasında k i bu
oniki yüzyıl boyunca bu b ö l ge Bizan s ve Batı Avru­
,

pa'yı H i nd istan ve Cin'e bağlayan ticaret a kımia rına


bağl ı olarak, h em parl a k dönemler hem de cürü yüş
ve çöküş dönem leri gördü.
Verimli Hilal hızla Araplaştı. Zaten şu ya da bu
çeşit bir lingua franco 'ya her zaman al ışkındı. Da­
ha Islam istilas ı n ı n eşiğinde bir Hi ristiyan bölgesi
olara k Arami d i l i (eski Suriye dil- i - c. ) ile d i lsel bir­
l iğe u laşmıştı. Kend"si de b i r Sami d i l i olduğu icin
Arami dili, büyü k bir zorl u k çıka rmada n yerini Arap­
caya bırakabildL Eğer sadece şive farkl ı l ı kları n ı ve

14
mah a l l i h a l k d eyimlerini a yrı bir dil sayarak sa hte
bir «arı d i l c i l i kıl i benimsemezsek, bölgenin di lsel bir­
l i ğ i g erçekte yüzyı llardan beri ta mamlanmış bulunu­
yor. üste l i k, bu bölgede konuşulan çok a rı bir Arap­
ca biçimidir. ve Kudüs'ten Türkiye sınırlarına kadar
e<Suriye» şivesi denilen aynı şive geçerl id i r. Fil istin
bu Ma şrı k'ın bir parçasıd ı r. o kadar. Bu bölge halk­
ları n ı n aynı kültürel varlığa ait oluşları duygusu, bur­
da çok güçlü bir duygudur.
Maşrı k'ın çok derin k ü l türel birl i ğ i , çeşitl i şeh i r­
ler ve çeşitli küçük kırsal dünyalar arasında farkl ı l ı­
ğın olmadığı anlamına gel mez. Burada, kırsa l böl­
g eler 12 yüzyı ld ır birbirl erinden tecrit ol muştur ve
önemli bir ekonomik ya d a pol iti k ağırlığa sa hip de­
ğ i ld i r. Kend i l erine hakim olmak isteyen i mparatorl u k
otoritesine h e m sil a h l ı hem de d i n i direniş göster­
mişlerdir. Işte bu yl.izden Maşrı k'ın gerçekten kırsal
olan kesi m leri, dini açıdan muha l if bölgelerdir; örne­
ğ i n . Moruni Hıristiyan larla Şiiler a rasında böl ü n m üş
Lübnan dağları. Suriye'de Alevi bölgesi olan Cebel
Ensa riye ve Cebel Dürzi, Şii nüfusuyle Aşağı I ra k.
Müslüman dü nyayı cok ö nceden böl müş olan ŞH
mezhebi, dağların özg ür toplu l ukları nda kend ine uy­
gun bir topra k buldu. Bu koşul larda, « resmi» Sün­
n i doktrin i nden çok daha özg ü r, daha eleştirel ve
hatta eşitl ikçi bir anlayış gel iştird i . Şi·i l iğ i n aşağt
J
I rak'ta isyan eden köle köyl ülerinin ideoloj isi olma­
sının nedeni budur (Karmatiler lsyanı).
Burada «feodcl izmden» sözedemeyiz; Arap Do­
ğusu'nun feodal olduğu düşü ncesi, g erçekl iğe h iç.
uymama ktad ır. Büyük ölçekli ticaretin zayı fladığı
dönemlerde, kentiiierin daha kolayca hakim olduğu
ve böylece, uzun mesafe ticaretindeki gelir kayıp­
larını köylülerden a l ınan haraçla kapotabild ikleri

15
düzlük bölgelerd e «yarı feodal» biçimler geHşmiştir.
Bekaa. Fil·istin, Humus, Hama ve Merkez i Ira k düz­
l ükleri za man zaman öze l l i kle uzun bir ticari gerile­
me dönemi ola n Osmanlı döneminde (1 500'den son ­
ra) . bu şekild e aegözlü topra k sah ipleri n i n deneti­
mi altına g i rmiştir. Çok daha sonra , 1 950'1erden iti­
baren, ta rımsal bölgeleri n sulama ça l ışma larıyla
m ü m kün ıkı l ınan modern sömürüsü, latifundia'lar ta­
rafından kapla nan clanı g enişletecektir. Bu olguya
daha sonra döneceğim.
Bununla birl i kte, burada önem l i olan kır değ i l
kenttir. Ticaret geri lerneye başladığı zaman korkunç
büyük kentler doğmuştur; Antik Çağın, Orta Çağ ı n
v e kapitanst dönemden önceki yen i çağ ın b u e n
kalabalık kentleri Batı ' n ı n kentlerinden çok daha
öneml iydi. H a l ep, Şam, Bağdat. Basra, Anta kya ve
ötekilerd e yüzbi n lerce kişi yaşıyord u . En yüksek dö­
nemlerinde bu kentler bölgenin beş milyonu aşkın
nüfusunun büyü k bir çoğunluğunu ba rındı rıyordu.
Oysa yirm i nci yüzyılm başında bu raka m daha dü­
şük olaca ktır. Bu kentler çevrelerinde bir yığ ı n sa­
natkar ve memurl a birBkte her zaman sarayları n ve
tücca rların merkezi olmuştur. Bunlar da, Orta Çağ
Batısında ıkandi lerine benzeyen ha lya n ve Ha nsea­
ti k Lig kentleri g ibi, tüccar kentleriyd i. Bu kentlerde
zeng i n l iğin para h a l indeki brri kimi, meden i yetlerinin
parla klığını gösteriyordu. Ama bu b i rikim kapita l iz­
me yol açmadı, çünkü tecrit olmuş kırsal alanlar
«feodal» leşmem işti ve b u yüzden de kapita l izmin do­
ğuşu icin şart olan proleterleşme sü reci başlayamı­
yord u. Bu şekilde ticari olan ama kapita l ist olmayan
karakterleri n i koruyan Maşrı k kentleri, b i rbirleriyle
rekabet eden bir küçük d ü nya lar g rubu oluşturdu;
b u nla rın cok gelişmiş zenaat ürünleri de tücca rları -

16
n ı n seyahat ettikleri uzak pazarl arda çıkış bul uyor­
du. Bu egemen kentsel d ün ya n ı n kültürel b i rl iği, h iç
kuşkusuz çok bel irgind i ; b u şeh i rler A ra p-islam kül­
türü n ü n m e rkezleri , Sünni ortodoksiuğunun kalele­
riyd i .

A rap d ü nyasının öteki ucunda, Mağrip'te ta rna­


miyle aynı yapı lar bulunaca ktır. Orada, çok eski za­
manlardan beri göçebeler ve ekici l er denizle dağlar
ve büyük çöl arasında s ıkışmış bir dar toprak şerid i­
ne s a h ip olmak· için biribirleriyle m ücadele etmişler­
dir. Roma imparatorl uğu, bütün l imes ( imparatorl u k
sınırı ) boyunca kaleler ve kışio iar d i kerek, d a h a gü­
neye, Serberi ekiciıerin bölgesine ilerlemiş ve ge­
ne Serberi olan göçebelerin ve yangöçebelerin dola­
şıp d u rduğu topraklcra el uzatmıştı. Zaten, Arapla­
rın gelişinden önce de, Roma Imparatorluğunun za­
yıflaması, göçebelerin eki l i topra klara sokulmasına
yol a çmıştı . Bölgeye gelen A raplar da, kendilerinden
önce gelenlerle aynı d iren işi gördüler ekicilerden.
Ama Araplar ekicileri kendi lerine bağ ı m l ı k ı lmakla
cokça ilgilenmed i l er. Ekicilerin sa klandıkları bölge­
ler olan dağ kitlelerinde durmayara k kentl er kurdu­
lar. Doğu'da kiler gibi b u kentler de, ekicilerden a la­
madrkları a rtık'ı uzun mesafeli geniş ölçekl i tica ret­
te bulmuş olmasalardı, hayatları n ı sürd ürüp zengin­
l eşemezlerdi .
Araplar ticaret gel i rleri n i n peşinde, h e m Akde­
n iz boyunca hem de Sahra'nın içinden, gitti kce da­
ha uza klara sürüklend iler. G üneye doğru i lerlerken
göçebe Berberi l erle ka rşılaştı lar; bunlar da kendi le­
ri gibi, gel i şen bir ticaretin kervan tüccarları haline
gelmek istiyorlardı. Bu yüzden Berberiler, Arapların

F. 2 17
kentsel meden iyetLnden pek fazla çıkarları ol maya"
köy:üiere göre çok daha hızlı ve bütün bütüne Ara p­
laştılar. Sosyal bili m lerin kurucusu olduğ una inandı­
ğı mız !bni Haldun, bu şaşırtıcı b i l i msel zihin, «orta­
çağ» Mağribin i n bu toplumsal formasyon larının ku­
sursuz b i r ta h l i l i n i vermiştir. Haldun, bugünkü Arap
dünyasındaki b i r çok ta rihcl ve sosyaloğun (gerek
burjuva , ve n e yazı k ki, gerekse Marksist) kıskana­
bileceğ i bir zeka ve kesinl ikle, bu formasyonların
böl genin köylü lerinden a l ınan artı k'a değil büyük
ölçekli ticaretten elde edilen kôrlara dayandı ğ ı n ı
gösteriyordu. Mağribin b ü t ü n büy ü k devletleri a l t ı n
ticaretine, Batı Afri ka'dan g e l e n altına daya narak
kurul muştu. Gercekten de Amerika ' n ı n keşfine kadar
Batı Afri ka , yüzyı llar boyunca Eski Dünya'n ın bati'
bölgelerinin, Roma imparatorl uğunun, ortaçağ Avru­
pas ının, Kadim Doğunun ve Arap dünyasının başl ıca
altın kaynağı olmuştur. Altın ticareti Sahra'nın ku­
zeyi nde El murabıd ve Elmuvahit devletlerini ve baş­
ka l a rını, büyük çöl ü n gü neyinde de Gana. M a l i ve
Song hay devletlerini besledi. Bu toplumsal formas­
yonların yapı ları o kadar birbirlerine benziyordu k i ,
i b n i Haldun (ve i b n i Batuta g i b i zamanın Arap gez­
ginleri) hepsini aynı modele dahil etti.
Kentlerle göçebeler a rası nda ki ittifa kla birl i kte
köylülerin mede n i devletin dışında tutul ması, Verim­
l i Hila l'in olduğu kadar M ağ rip medeniyetinin de ka­
rakteristik yönüdür. Mağrip'teki Fra nsız sömürgeci­
liğ inin ideolog ları bu özel l i kleri ı rklar, ya ni Serberi ler
(l<:öy;üier) ve Araplar (göcebeler) a rasındaki catış­
m c:v:a açı kla maya ve Mağribin cöküşünü, bu mede­
niyetın temel indeki tarı m ı ve tarı msal tesisleri yıkan
o.':ıç.,be Ar::1pların yağmalarına bağla maya çal ıştılar.
Benzer «açıklamalar» Arap Doğusuna i l işkin olarak

18
da ortaya s ü rüldü; burada da çöküş göçebelerin
yaptığı yıkıma bağlandı. Ama bu sav bizi ka ndırmı­
yor, çünkü Doğ u'da olduğ u k. a dar M ağri p'te de Arap
m eden iyetin i n parlak dönemleri, ta rı msal a l a ndaki
büyük başarılario değil ticaretin ve 'kentlerin zengin­
leşmesi ile bel irlenmişti ve genel l ikle bu dönemler­
de, ticaretin bel iuğu i l e bağlantı l ı ola ra k. her iki
böl gede de hiç bir zama n çok önem l i olmayan köylü­
l üğün zararına büyük göçebe kabHelerin hakim iyeti
öne çıkıyordu.
Ticaret yol larının koymas ıyla Mağrip'te çöküş
başlad. ı . Bu yollar Batıda n Doğu'ya koyarken. Sah­
ra 'nın kuzeyinde ve güneyindeki meden iyet merkez­
lerinde de batıdan doğuya doğru b i r kayma olduğu­
nu görüyoruz. N ite kim, i l k önce kuzeyde Fas, g ü ney­
de de Gana ve M a l i devletleri va rd ı ; sonra altın yol­
ları Tunus'a, daha sonra da M ısır'a doğru kaydı , gü­
neyde Songhay ve Hausa devletleri gelişti. Mağrip'te
de yaban köylüler Serberi d i l ve kültü rüne sarıla­
ra k özerkl iklerini korudular; aynı şekilde, Arap Do­
ğusunda dil ba kım ından Araplaştırı lmış köyl üler de
d i n i ayrı lık yol uyia özerkliklerini s ü rdü rmeye ça lış­
tılar.

Mısır'ın ta rihi bir hayli fa rkl ıyd ı . Bu ü l ke Arap­


!aı;:masından önce de sonra da , her zaman bir köylü
ü l kesi olm uştur. Bu masa llara konu ol muş çok ve­
rimli vaha d ü nya n ı n en eski hal klarından birini bes­
ler. HO'kim sınıflar tarafından köylü hal ktan büyük
bir artık a l ı na bilmiş ve bu da medeniyetin temelini
yaratm ıştır. Burda hem «doğal» nedenlerle (büyük
öiçekl i sulama tes isleri n i örgütlendirme i htiyacı) hem
de M ısır vahası n ı göçebe!erden g elecek teh l i keye
ka rşı koruma k için, devlet merkezi leşmesi erken ve

19
aşırı bir biçimde ortaya ç ı ktı. Varl ığ ı n ı sürdürebilme k
icin M ısır hep kendi içine çekilmiş olara k yaşa maya
çal ışmış ve göçebelerin sa ldırı l a rı n a karşı koyabil­
mek için sayıca çokluğuna g üvenm iştir. M ısırı n N i l
vadisinin d ışında toprak fethelmesi d e göçebelerin
ve yarı göçebelerin topra kları n ı n ka lbind e (doğuda
Sina ve Suriye'de, batıda· Libya 'da) gemizonlar ku­
rara k köylü medeniyeti n i daha iyi korumak amacını
taşımıştı r. Ama . Mısır'da Helen islik döneme kada r
büyük tica ret kentleri ol mam ıştır. Firavunların baş­
kentleri tarlalar ortasında, çok yoğ un n ü fuslu kırsal
alanlarda kuru l muştur.
Demek ki M ısır'daki «geleneksel» toplumsol for­
masyon tipi Maşrı : k ve Mağrip'inki lerden çok fa rklı
olo n temellere d ayanıyordu. Maşrık ve M ağrip'in ya­
ban köylüleri özerkti, m edaniyetl e pek bütünleşme­
mişti ve ü retici güçleri n i n gel işmesi çok düşük b i r
düzeydeyd i . Ayrıca, büyü k ölçüde köy kom ünleri
içinde örg ütlen mişlerd i . M ısır köylülüğü bu aşama­
yı dört bin yıl önce erkada bıra kmıştır! M ısır'daki for­
masyon, kentlerin ve tüccarların çoğunlu kta ve üs­
tün olduğu bir türde d eğ i l harac ödeyen bir köylü­
l üğ ü n bulunduğu kırsal tü rdedir. Köylülerin, köy ko­
mün lerindeki n isbi özerkl i kleri n i koruyan «gruplar»
olara k değil, küçük a ile birimleri hal i nde «bireysel »
olarak baskı a ltına a!ındığı b u harac ödeyen formas­
yon, böylece kendi başına sahici b i r feodal izm b i ­
çim ine doğru evrim gösterir. M ısır'ın b i r çok bakım­
dan benzediği Cin'deki feodalizmi a ndıra n ve benim
gelişmiş bir h a rac ödeyen formasyon adını vermeyi
tercih ettiğim bu feodalizm. Batı' n ı n feodalizmi nden
sadece devletin merkezileşmiş olmasıyla, a rtı ğ ı a la n
hakim ı:ıı n ıfın güçlü b i r devlet içinde örg ütlenmiş ol­
masıyla ayrıl ı r.

20
iskender' i n istilasınd a n sonra M ısır büyü ı k öl­
çekl i tica rete dayanan imparatorlukları n bir parçası
haline geld i ; Helenistik d ü nyada ki, B izans dü nya­
sındaki ve n i hayet Arap d ünyası ndaki durumu b uy­
du. Bu imparatorlukları n parlak dönemleri nde uzun
mesafel i tica ret yolunda g iderken, M ısır kentsel ti­
cari meden iyet tecrübes i n i yaşadı. Ama b u medeni­
yet, hayatları n ı sağlayan uzun mesafe tica reti geri­
lerneye başlayana kadar g ercekten Mısırlılaşmayan
saray ve tüccar kentlerinde kurulmuş «ya bancı » bir
şey ola ra k 'kald ı ; bu duru m çok tipikti r. Yunan döne­
mi nde lskenderiye, Arap dönem inde Fostat ve daha
sonra da Ka h i re böyle kentlerd i . Kırsal M ıs ı r'ın dün­
yası bütün bunları n dışında ka l d ı . Onun i ç i n tek de­
ğ işen şey, eskiden Firavun'un çevresindeki u l usal
hakim sın ıfa ödediği artı k ' ı şimd i yabancı sarayiara
vermesiyd i .
Gene d e , M ısır d i l b a kım ı ndan Araplaştı. N e
var ki, oldu kca geç, tam A rapların ticaret i m pa ra tor­
luğunun varlık nedenini kaybetmeye başladığı b i r sı­
rada ol du bu. Bunun üzerine ü l ke bir kere daha ken­
di içine kapa nmak zorunda ka ldı ve Arap hakim sı­
nıflar da köyl ü lerle daha çok « i l g i lenerek» M ıs ı ri ı laş­
ma k durumunda ka ldılar. Köyl ü ler b i raz yavaş ol­
makla birl i kte lslam'ı beni msed i l er ve gene ağır ağır
Arapçayı da kabul ettiler (Kıpti dilinin yokoluşu bir
koc yüzyıl a l d ı ) . Bununla birlikte, M ısır halkı Arap­
laşırken kend i ayrı l ı ğ ının b i l incine bağ l ı kaldı. Onlara
göre « ba rbarlarııla eşanlamlı olan «Arap» adı n ı hiç
bir zaman beni msamed i l er ve kendilerini hep « M ısır­
l ı » olara k ta n ı mladılar. Ve M ıs ı r özgünlüğünü d ilsel
düzeyde değil (Mısır'da konuşulan Arapça, şive far­
kı hariç, Maşrı k'ın Arapçasından çok fark l ı değildir)
kültür ve değerler d üzeyinde korud u ; Mısır hep köy-

21
lü değerlerine bağlı ka ldı.
M ısır' ı n g ü neyinde Sudan hem Kara Afrika'ya
hem de Arap d ü nyasına a ittir. Bu ülkenin kuzey kıs­
mında, M ıs ı r'dan değ i l doğuda n, Kızıl Deniz kıyıla­
rında n gelen ve bölgenin kara deri l i yerl ileriyle ev­
lend i kleri a nlaşı lan göçebe Arap kabi leleri bir göçe­
be hayvan yetiştiricileri medaniyeti kurdular. Ayrıca,
sadece M üs l ü m ü n olmakla kalmayıp Ara p d i l i n i de
beni mseyen bu göçC;beler M ısır'la g üneydeki bölge­
ler a rasında tica ret a racılığı görev i n i yaptılar. Buna
karşı l ı k Sud a n ' ı n merkezi bölgeleri, bütün Kara Afri­
ka ' n ı n orta k yapısı olan köy klanları topluluğuna da­
yanan geleneksel ta rı msa l medeniyetlerini korudu­
lar. Bu ka ra deri l i insanlar, bir ' i stisna ola rak, Arap
d i l i n i ben i msediler; oysa başka yerlerde, Batı Afri­
ka'da, aynı türden g rupla r Araplaşmaksızın ya l n ız
Müslümaniiğ ı ben inısemişlerd i . Kuşkusuz bu Arap­
laşma Kuzeyli göçebe Ara pların bu topluluklar üze­
rinde kurd u kları uzun süreli ve tam egemen l i kten
i leri gel iyordu. Da ha son ra , ondokuzuncu yüzyılda,
Meh met Ali Paşa 'nın ( 1 81 0 - 1 848) za manından onu
izleyen H idivlere sonra da Ingiliz işgaline ( 1 882) ve
Mehd i'nin yönettiği ayakla nmaya ( 1 8�2-1 898) kadar
Mısır'ın yaptığı fetihler bu egemen l i ğ i n üstüne Mısır
askeri bü rokrasisinin hakimiyeti n i de bindirdi. Ama
Suda n 'da, Araplaşmış köylü teba, M ısır'da çoktan
unutulmuş olan özerk köy örg ütlenmeleri n i günümü­
ze kadar sürd ü rdü. Anca k çok sonra , I n g i l iz ege­
me nliği dönem inde bel l i kolanya list söm ü rü alanla­
rında, özell ikle Cezire'de, gercek b i r ta rı msal kapi­
ta l iz m yaratıldı; bu kapita l izm, kolanya l ist i ktidarın
sulama tesisleriyle ekilebilir hale getirilen topra kları
verd iğ i göçebe şefiere yarad ı, bölgenin köylüleri de
proleterleşti . Bu, a yn ı dönemde ( i n g i l iz Ma ndası dö-

22
nem i) Irak'ta olan lara bütünüyle benzer bir süreçti;
modern (kapita l ist) ve hem Afri ka hem de Arap ge­
lenekl erine yabancı bir tarımsal e konom iye yol açı­
yordu.
A rap yarımadasının g ü ney kısmı, gerçekten A­
rap geleneğ ine a i t olan b i r g rup toplumsal formas­
yondan oluşma ktadır. Tarım burada meden i yetin ge­
l işmesi nde h iç bir za man belirleyici bir rol oynama­
mı ştır; muson yağmurları n ı n zor şa rtiarda da olsa
bir köylü topluluğunun yaşamasına i m kan verdiği Ye­
men tepeleri n i n dış:nda, bu bölgedeki medeniyet
kentsel ve ticariyd i. M uskat ve Zanzibar' ı n den izci­
lik «i mpara torl ukları» bunun ta m b i r örneğ ini verir: ge­
l i rin i , Akdeniz dünyası, Kara Afri ka'nın doğ u kıyıları
ve H i ndistan arasında ki a racı rol ü nden alan, kent­
sel bir tüccar devleti. Den iz tica retinin hizmetindeki
gbcebelerle kuşatılmış Yemen köylü leri, Verimli H i ­
l a l ' i n köyiLileri g ibi, d i n i ayrı l ığa sığınara k sınırl ı bir
özerkl i k sağlad ılar; Suriye'deki Aleviler g ibi bunlar
da Şii'ydiler.

O halde Arap dünyası n ı en kısa şöyle tan ı m la­


ya biliriz: M ıs ı r'ın tek büyü k « köy l ü » istisnayı meyda­
na getirdiği bir ticari g ruplaşma. Burada hakim sı­
n ı f kentsel d i r ve sa ray görevl i lerinden, tücca rlardan,
dini l iderlerden ve bunların çevresi nde, Doğu kentle­
rine özgü olan o Küçü k zenaatka rla r ve basit me­
murlar d ü n yasından ol uşma ktadır. H a k im sınıf bü­
tün gru plaşmayı birbi rine bağlayan tutka ldır; her yer­
de aynı d i l i ve denn lemesine Islami olan kültürü
paylaşmaktadır ve üstel i k bu d i n de her yerde or­
todokstur (Sünni) . Bir hayli seyyal olan bu s ı n ıf,
çevresini hiç te değ iştirm iş olmadan Tanca 'dan
.Şam'a kadar uza nabilmekted ir. «Arap Meden iyetiııni

23
yaratan d a bu sınıftır. Zeng i n l iği. uzun mesafe tica­
retin i n gelişmes i n e bağ lıdır. Bu tica ret, kendisine
kerva n koruyucu l uğu yapan göçebe kabilelerle itti­
fa kının temelidir. Kend i d i lsel (Berberi) ya da dini
(Şii) kişi l i klerine bağ l ı kalan a ma Arap d ü n yasının
meden iyetinde önem l i bir rol oynamayan tarımsal böl­
geleri n tecrit olmasının nedenini verme kted i r bu.
Köyl ü l ük, M ısır' ı n d ışında sisteme pek g i, r memekte­
dir ve anca k za man zaman ve küçük ölçüde haraç
verme k zorunda bırakılma ktadır. Yani, Arap d ü nya­
sı hem fa rk l ı laşm ıştır. hem de hakim sınıf ta rafından
derin lemesi ne birleştirilm iştir. Bütün bütüne « köyl ü»
· ka ra kterde olan Orta Çağ Avrupasıyle ka rşılaştırıl ­
mamal ıdır. Avrupa'nın ayrı m i l letierin oluşumuna
doğru evrim geç irebilmes i n i n nedeni de herhalde
budur, çünkü köyl ü topl u l u klarında n a l ı na n a rtıkle
yaşayan Avrupa hakim sın ıfları Avrupa'da·ki halkla­
rın çeşitl i l iğ ini vurgula mak zorunda kalaca klardı.
Buna karşılık Arap dünyasında, köylülerin bu rolü
oyna mamasından ötürü birl i k koru n muştu. Ama, ge­
ne aynı nedenle, Arap medaniyeti nazik bir varlı ktı.
Devletlerin ve bu devletlerin temel i olan kentlerin
ölmesi ve sefil bir göçebeler ve yoksu l köy l ü l er dün­
yasının bir çürüme görü n ü müne bürünmes i için ti­
caretin azal ması yeterl iydi. Atianti k denizcilerinin
Arap yarımadas ı n ı n çevresi nden dolaşmayı öğren­
meleri üzerine, Avrupa, Uza k Doğu ve Ka ra Afri·ka
a rası ndaki ticaret yol ları a rtı k Arap d ü nyasından
geçmediği zaman da meydana gelen buydu.
Bu kolay dağıla b i l i r g ruplaşma içinde sadece
�ısır «ebedi» kaldı. Burada n üfusun çok yoğ un ol­
ması ve ü l kenin köylü karakteri, birl i ğ i kolaylaştırı­
yordu; öyle ki, tarihin her aşaması nda bir Mısır mil-
letinden sözetmek mü mkündür ama aynı anlamda

24
b i r Arap milletinden sözetmek mü mkün değ i l d ir.
Emperya l ist saldı rı n ı n başlangıcı nda, ondoku­
zuncu yüzyıl da, ticaretin gerilemesi Arap dünyasını
daha önceki gerçek birliğinden yoksun bıra km ıştı.
Arap dü nyası şimdi, sadece h eterojen bir kümelen­
m e, üstelik yabancı bir güce, Osma n l ı Türklerine tô­
bi bir kümelenme olara k görün üyordu. Emperya l izm
bu dü nyayı hem bölecek hem de birl iğ ini yeniden
canlandı raca ktır.
Arap m edan iyeti demek, göçebelerle ittifak için­
d eki ticari formasyon lar demekti. Köylü ü l kelere g i r­
dikleri zaman Araplar b ural a rda ki halkların üzerl eri­
ne damga l a rını vurmayı başaramadılar; M ısır, bu
tecrit olmuş vaha, bunun tek istisnası oldu. Arapla­
rı n, i re n ve ötesinde old uğu kadar ispa nya'da ki ba­
şa rısızl ı klarını da bu olay a çl' k la maktadı r. i spanya '­
daki Arap tüccar sınıfı, H ı ristiyan bir kırın ortasında
kentsel bir ada olara k ka ldı. ispanya'dan a tıldıkla­
rında Araplar a rka larında a n ıtlardan başka bir şey
bırakmadılar (Türklerin Balkanlardaki yen i lgisinin ay­
n ısıdır bu) . Arap dünyasını ortaçağ Avrupasına ben­
zeyen bir «feodal dünya»ya indirgemek, hem s iya­
sette hem de yeryüzünün ondokuzuncu yüzyıldan iti­
baren emperyalist sömürüye tôb i tutulacak bu par­
çasındaki m i l l i olgunun ta h l i l inde cidd i ya nl ıştoro
yol açm ıştır.

Arap d ü nyas ı , Avrupa emperyal izminden gelecek


tehl ikenin gerçekliğini oldu kca erken sezdi . Daha
16. yüzyıld a ve Merkantiliz m çağı nda, Avrupa l ı tüc­
carlar Osmanlı Devleti ' nden Kapitü lasyonlar adı a l ­
tında k i tica ri imtiyazları kopa rdı la r. Arap tüccar s ı ­
n ı fı da böylece yenilmiş ol uyordu, savaş ı Avrupa ka ­
za nmıştı. Daha sonra ki üçyüz yıl, Doğ u'nun Batı 'da

25
olup bitenlerden habersiz kaldığı uzunca bir uyku
dönem i old u . Ç ü n kü merkantilist Avrupa 'nın ticari
g el işmesinin bir a n lamı da Arapları n ticari dünyası­
nın çöküşüydü. Arap kentle ri dağıldı, köy l ü k bölge­
ler bütün heterojenli k leriyle hakim görüntü hal ine
g eldi ve Doğu dünyas ı n ı n kendi çü rüyüşü n ü sevre­
debileceğ i merkezler de ortadan kal ktı. Uyanış, ol­
d u kca sert bir uyan ış, 19. yüzy ı l ı n başında, Bona­
parte'ın Mısır seferberl iği ile başlad ı .
Arapları n uzun süren direniş çabaları yen i l g iy­
le sonucla naca ktı ; bu yen i l g i n i n bel l i başlı ta ri h leri
şöyle sıralanabilir: 1 882'de Mısır, 1 880 - 1 9 1 4 a ra­
s ı nda Mağrip ve 1 91 9'da da Arap Doğ usu. Daha son­
ra Arap ca n lanışının i kinci dönemi, a nti - emperya­
l ist mücadele dönemi geldi ve şimdi d e devam edi­
yor. Bu yüzyıl boyunca Arap d ü nyas ında bazı böl­
g elerde daha bel i rg i n olan veya daha erken görünen,
iki yen i öze l l i k ortaya çıktı. Birincisi, canla nışe yeni
b i r sınıfın (Arap d ü nyasının emperya l ist sisteme en­
tegre olmasıyla ortaya çıkan modern kent küçük bur­
j uvazisinin) kendi damgasını vurmasıydı. Bu küçük
burj uvazi, h ızla çökmekte olan eski hakim sın ıfla­
rın, h a tta kapita l ist dü nya ile bütün leşme sonucu
yaratı l a n yen i burj uva s ı n ıfının yerini aldı.
G ü nümüzde küçük burj uvazi, bazen «sosya l izm»
adı a l tı nda olsa bile heryerde yabancı sermayenin
ta hakkümün ü n başlıca a racı olmak du rumundadır.
Çok yakın za manlara kadar Arap Marksistlerinin d i k­
katinden kaçan bu olgunun bir açıklamasını yapa­
cak ve önümüzdeki a nt! emperyal ist mücadele ve
sınıf m ücadelesi için önem i n i göstereceğ i m . ikinci­
si, bu canla nış ifadesin i gel işen bir Arap B i rl iği d uy­
gusunda buldu. Arap d ü n yası, M ısır dışarda ka l ı rsa,
h içbir za man bir köylü d ü n yası olmadığı için, ca nla-

26
n ı ş gercek b i r ulusal - köylü k ültürü temel ine daya ­
namıyordu; bu yüzden Arapların dil ve k ü l tür b i rliği­
n i yeniden ca nlandırmak şeh i r burj uvazisinin görevi
oldu. M ısır'da olduğu g i b i canlanışın u l usa l - köyl ü
birl iğine daya nabildiği yerlerde, Arap Birliği d uygu ­
sunun oluşması gecikiyor v e yerine örneğin bir M ı s ı r
m i l l iyetç i l iği gel işiyordu.
Dıştan g elen bir teh d ite karşı Arap d ünyasında
ilk tepkiyi gösteren eyaJet Mısır oldu. Bu bir rasian­
tı olmadığı gibi, bu önceliğin tö 1 948'e gelene kadar
M ısı r'ın u l usa l farklılığının giderek g üçle n mes i n e yol
açması da rasiantı değ i l d i . M ı sır'ı uyandıran ve ka­
derinin Arap dünyası n ı n bütü nüne bağ l ı old uğunu
gösteren şey lsra i l teh l i kesi oldu. Bununla b i rl i kte,
Ara p Doğ usu anca k emperya l izm lsra i l devletin i ku­
ra ra k bölgen i n ka l bine yerleşince gercekten uyana­
bildi. Bu nedenle, başla n g ıcından beri burada anti
emperya l ist m ücadele, Avrupa sömürgeciliğ i n i n bu
bölgede aldığı özel biçim olan Siyonizme karşı mü­
cadeleyle özdeşleşmişti. Coğrafi bakımdan uza k ve
üstelik bir başka güc ( Fra nsa) tarafından söm ürge­
leştiri l m i ş olan Mağrip ise Arap b i rl iğ i soru n larıyla
a ncak 1 967'de karşılaştı ; o da bel i rsiz olmak üzere.
Böylece Filistin sorunu, yavaş yavaş, «Arap sorun u ­
n u n » ka ldıracı, anti emperya l ist u l usal hareketi yö­
netmek isteyen çeşitl i toplumsal sın ıfların yetkinl i k­
lerinin sınanma yeri h a l i n e geldi. i şte sınavla. hem
kampradar - latifu ndia sahibi - burj uva kuşağı hem
de «sosya l ist» küç ü k burj uvazi h üsrana uğradı; Arap
dü nyası bu s ı navla, burjuva ve küçü k burjuva ya n ı l ­
samaları n ı yavaş yavaş b i r y a n a bırakmak v e a ncak
proleterleşmiş kitlelerin gerçek sosya l ist devrim i n i n
emperya l izmden kurtu luş görevini sonuna kadar gö­
tü rebileceğ i n i anlamak zorunda kalıyor.

27
Ondokuzuncu yüzyı l Arap «rönesansı» nı n (Nch­
da) başlıca merkez!eri Su riye ve M ısırdı. Mısı r'da
daha onsekizinci yüzyı lda, Ali Bey'le birl i kte M ısır
Devleti n i modern leştirme k icin bir i l k g i rişimde bulu­
n ul m uştu; tabii, bu Mısır' ı n Osma n l ı boyunduruğun­
dan kurtul masını gerektiren bi· r şeydi . Bono part or­
d u ları n ı n serüven inden sonra ortaya cıka n şartlar
M eh met Ali Paşa t'Jrafından ikinci b i r cabaya yol
actı. M ısır'da ki hak:m s ı n ıf - yabancı . kökenli, yan i
Türk. Arnavut. Cerkez o l malarının burada pek öne­
mi yok - devlet aracılığıyla köyl ülüğün yarattığı ar­
tığa el koya n Paşa'nın as keri . bürokrasisiyd i . Köy­
l ü l ü k, küçük mülk sah i b i a i lelerden ol uştuğ u icin,
önem l i bir fa rklılaşma göstermiyordu. Yarattı kları ar­
tık Mısır devleti tarafından modern leşmen i n finans­
manında, ya n i sulama tes islerinde ve u l usal ordu ile
sanayi i n kuru l masında kullanılıyordu. 1 840'ta ki Tü rk­
I n g i l iz anlaşması bu modern leşme ça basına büyük
bir darbe indirdi. M ısır Pa şası'nın ordularına yen ilen
Osma n l ı Sulta n ı n ı n yard ımına koşan Avrupa, M eh­
met Ali'y i kapitü lasyon lara boyun eğmek zorunda bı­
rakarak sanay i l eşme cabasının sonunu getird i . Pa­
şa'dan sonra gelenler, 1 848 den 1 882 ye kadar. Avru­
pa sermayes i n i n yardımıyla M ısır'ı Avrupal ı laştırmak
ve modern leştirmek, ülkeyi dünya pazarıyle (pamuk
yetişti rmeyi gel işti rerek) bütü nleştirmek umuduyla
(en iyi örnek H idiv isma i l'dir) bu bağımsız politikayı
bıra ktılar ve ou d ışa dönük kalkınma icin gerekli ser­
mayeyi bulmak üzere Avrupa'n ı n m a l i kurumlarına
yoranmaya çal ıştılar.
Mısır haki m s ı n ı fı bu çerceve içinde bir yapı de­
ğ işikliği geçird i ; kendi kontrolündeki devletin yardı­
m ıyla toprağ ı n mül kiyeti n i eline geçirerek, bir man­
da rinveri bürokrasiden bir latifu ndia sah ipleri s ı n ı-

28
fına dönüştü. Çoğu zaman söylendiği gibi «feodal­
ler>> anlamına g elmez bU; burada belirti len, zengin­
liğ ini d ünya paza rıyle bütünleşmes i n e borç l u olan
bir tarım kapital istleri sınıfıdı r. Ha kim sınıf, bu şekil ­
d e M ısır' ı Lancashire i c i n bir «pa m u k plantasyonu»
ha l ine g etirmiş ve ihanet sahnesi de böylece hazır
olmuştur. M ısır'ın bağ ı msızl ığına karşı i n g i l iz tehd idi
gerçekleşince de, ha kim s ı n ıf, i mtiyazların ı n koruna­
cağ ı gara ntisini a lmasıyla, h emen teslim olmuştur.
Ingil izler gercekten cömert davran inı şlar, bu s ı n ıfa
N i l vadisinin acılmasıyla elde edilen kördan e n bü­
yük payı vermişlerd i r.
Eski zaman ların ticari dünyasının ka l ıntısı ule­
mô ve zenaatkarlardan ol uşan şeh irl i ücüncü Sını­
fın ve bunun kırlardaki ka rşı l ıgı köy eşrafının tepki­
leri farklı oldu. Bunla r, geleneksel k ültürü n mirascı­
ları oldukları icin, Arap v e Mısır uygarl ı kları n ı n de­
ğerleri n i yıkan sömürgecil iğin teh l i kesini sezdil er. lt­
hal malları n ı n yıkıcı rekabetiyle karşılaşmaları icin
de çok va · k i t gecmed i. Avrupa egemen l iğ i n i bu ne­
denlerle reddederek ve H id ivler'le Türk - Cerkez Aris­
tokresisinden umduk!arını bulamadıkları icin u l usun
hayatının deva m ı sorunu üzerinde ciddi olara k dü­
şünmek zorunda ka ldılar. M ısı r'da 1 860'da n sonraki
« rönesans» ı başlatan bu ücüncü S ı n ıf oldu. Fakat,
Hassan Riad'ın da bel irtti ğ i gibi, bu girişim, b ütün
önem l i etkilerine rağmen ( d i l i n yeni leşip, kültürel ve
tekn ik gel işmen i n gereklerine uyd urulması, eleştirel
a k l ı n uyan ması) yen i l g i ile sonuçlandı. Riad şöyle di­
vor :

!Emperya l ist] teh l ike karşısında.. aristokratlar


kişisel cıka rları için ve Türk kökefileri neden iyle, ül­
ken in geleneklerini bir yana atmışlar, ama Avrupa

29
kü ltürünü de gerçekten özümseyememişlerdi. Üçün­
cü sınıf, kişiliğ ini koru mak için geleneğe umutsuzca
sarıldı. Yabancıların g ücü onları hem tehdit ediyor,
büyü l ü yor, hem de ü l kelerinin geleneklerini eleştirel
bir gözle in celemeye zorl uyordu. Dış tehlikenin se­
zilmesi (1 840) ve bunun M ısır'ın işgali ile gerçek­
leşmesi (1 882) a rasında tarihin kendi lerine bahşetti­
ği kısa dönemde, Üçüncü Sınıf'ın d üşü n ü rleri, kişi­
l i kleri ni koruma isteği ile geriliklerini yenme isteği
a rasındaki çel işkiyi çözem e diler.. . Zamanla bir çık­
mazda buldular kend ilerini; kişi l i klerinin kof vurgula­
nışı n ı n sonucu, ha reketi felce uğra tan, geleneğe o
hasta l ı kla bağl ı l ı ktan başka birşey kalmadı ortada» .
(3)
Su riye ondokuzuncu yüzyıl Arap uyanışının i kin­
ci me rkezi oldu. Bu ü l ken i n Akdeniz'e geleneksel dö­
nüklüğü burada e mperyalizm teh l i kes inin erken far­
kına va nlmasını açı klayaca ktır. Ama Osmanlıların
boyunduruğunda ki Maşrı k ü l kelerinin e konomisi o
günl erde iyice du rgundu. H em eski zama nların tica­
ret yollarından, hem de pa muk yetiştiriciliğinin' yay­
g ı nlaşmasıyle M ısır'da ki somurge gelişmesinden
uza k olan Suriye şeh irleri, önceki çağ ı n büyük seç­
kin zümrelerinden yoksundu. Bu yüzden M ı sı r'da ol­
duğu g i bi «rönesa ns» , Üçüncü Sınıfın yarı - halk un­
surları (zenaatkarlar. ulemô, dini !iderler) tarafından
yürütüldü.

Böylece M ısır - Su riye Nahda'sı da, emperyalist


saldırıya karşı d iraneb i l mek için gerekli olan tutar­
lı ve etkin bir toplumsal değişim prog ram ı getireme-

(3) Ha,ssan Riad L'Egypte nasserienne, Editions de Minu­


it, Paris, 1964, s. 1�7.

30
d i . Fa kat yine de, :-nodern Arap d uyarf ığı nın biçim­
lenmesi nde bel irleyici b i r uğrak oldu. Çünkü Arap
dünyas ının « eyaletleri» arasındaki fikir dolaşı m ı n ı
canlandırmış v e d i l birl i ğ i n i pekiştirerek modern leş­
menin orta k gelişmeleri ne bu d i l i uygula mıştL Kı.;a­
cası, Arap b i rl iğ i n i sağ layan başl ı ca a raca yeni bir
can vermişti.
Na hda'n:n yen i lgisinden sonra , her eyaletin ken­
di içine kapa ndığ ı kara n l ı k bir dönem geldi ve aşağı
yukarı i kinci Dünya Savaşına kada r sürdü. Zafere
ulaşmış emperya l izmin belle epoque'u [muhteşem
çağ - ç.] idi bu dör.cm. Ayn ı zama nda, Arap dünya­
sının ayrı eya letlerine cekilen burj uva m i l l i yetçi ha­
reketin de yenilgiye uğrama dönemiydi. N ihayet, Si­
yon istle rin Fil isti n'e yerleş meleri de bu dönemde ol­
du.
M ısır'ın s iyas i tari h i , bizim a n layışımıza uyg u n
b i r şeki lde i l k defa Riad'ın k itabında (4) cözümlen­
miştir. Burada on u n açıklamaları n ı n özünü vereceğ iz.
1 882'deki Arap askeri yen i lgisi Na hda'ya bağ­
lanmış umutla rın sonu olmuştu. ücüncü Sınıf önce
siyasi, sonra da i ktisadi bakımdan tari hten silindi.
« [Üçü ncü Sın ıfın] ha lefi olan, dargörüşlü ve tes l i m i ­
yetci k ü ç ü k memurlar kuşağı yaba ncı yönetimini he­
men kabullendi ve careyi modern dünyanın değerle­
rin i inkar etmekte buldu; öyle bir i n kar ki, hem g eri­
c iyd i , hem d e hiçbir teh l i kesi yoktu.» Aynı zamanda
sömü rge gel işmes i çerçevesi iç inde. önceleri ta rı m­
sal, daha sonra ya'ı - tarımsal, yarı - ticari, hatta sı­
n a i bir M ısır burj uvazisi oi uştu. Kapital ist büyük top­
ra k sah ipleri nden oluşan iyice temerküz etmiş bir
a ristokrasi, 1 91 9'dan son ra ticari ve sınai g i rişim iere

(4) İbid.

31
başladı, Mısır'ın Levanten burjuvazisinin (Yunanlılar,
Avrupalllaşmış Yahudi ler, Avrupa l ı laşm ış Doğu H ı ­
r istiyanları vs.) v e ingiliz, Fransız, Bel c i kalı büyü k
sermayen i n katılmasıyla M ısır finans g rubunu kur­
du. Mısır hakim sını fı ha l i ne gelen bu sınıf 1 952'ye
kadar emperya l izmin ta hakkümünün maşa l ığını yaptı.
Riad'ın yazd ığı gibi :

«Ondokuzuncu yüzyıl rönesa nsının başa rısızlı­


ğından sonra M ısır toplumu düşünm eyi bıraktı . Aris­
tokresi ve onun icinden çıkan burj uvazi bir Avrupa
ci lasıyla, küçük burj uvazi ise kahvehane gevezel iği
ile tatmi n oluyorlardı. Proletarya yok denecek kadar
azdı ve sayısı g i ttikce a rta n yoksullaşmış halk kitle­
leri insa n l ı k dışına itilmiş ve ekmeklerini kazanmanın
günlük çabasında kaybolmuşlard ı . . . Şu ha lde, Mısır'­
da bir aydınlar taba kasın ı n oluşması için bütün şart­
lar vardı. Aydınlar, yan i yetersiz gel işme düzeyi yü­
zünden i ç i nde bulundukları toplumla maddi ba kım­
dan bile b i r türlü bütü n l eşemeyen, peşine düştü kleri
doğruyu bu i l kel topl umun sınırları nın ötesinde a ra·
yan bir g ru p i nsan ... 1 900'den Biri nc i Dü nya Sava·
şına kadar ta rih sahnesinde göz ü ken i l k m i l l i yetçi
Mısır partisine (M ustafa Kôm i l ve Muham med Fe­
rit'in partisi) bu çerceve i çinde ba kmak gerekir. Ay­
dın l a rın i l k kuşa ğ ı ndon yetişen kişiler tarafından ku­
ru l m uş... bu i l k m i l l i yetçi partiyi Mısır burj uvazis i nin
partisi olara k görmek müm kün değ i l d i r; za manın Mı­
sır büyük burjuvazisi yabancı ta hakkümü i l e uzlaşan
burj uvalaşmış bir aristokresi id i . Öte ya ndan, «ta­
rım burjuvazis inin» de pa rtisi d eğildi bu .. . ideoloj i k
v e toplumsal sorunlarda son derece tutucu ve bece­
ri kli ingiliz yönetiminin sad ı k b i r taraftarı olan kendi
öz örgütü Umma partisine sah ipti bu sın ıf, bu da gös-

32
termekted ir ki, daha o vakitte bile kırlardaki orta sı­
nıf, gitti kce genişleyen topra ksız köylü kitleleri n i n
teh l i kesi ka rşısında aristokresi i l e dayanışma içinde­
d i r... Bununla birli kte sözcüğ ü n en kes i n anlamıyla
bir burj uva partis iydi, ç ü n kü ideoioj isi Avrupa bur­
i . u va g eleneğ i nden alınm ıştı . .. Yoksullaşm ış kitlelerin
cansızl ığ ına, ilg isiz!öğ;ne, küç ü k burj uvazinin denge­
sizliği ne, kırsal orta sın ıfların gerici tavrına ve aris­
tokresi ile onun içinden ç ı ka n burjuvazinin a ç ı k iha­
netine rağmen mi!!iyetçi partinin yaptığ ı çağrı n ı n
yankılan büyü k o l d u Buna l ı m anları nda parti ulusun
yeri n i aldı, giz l i gücünü si mgeledi. .. Fa kat m i l l iyetçi
partinin ömrü kısa nıacaktı . . . 1 91 9'da ta m bütün m i l ­
letin aya klandığı b i r a n d a sahneden çeki ldi, yeri n i o
za manın M ıs ı r toplumunu daha iyi temsil eden bir
partiye, Wafd'a bıra ktı . » (5)

Ta rihi, 1 9 1 9'1a 1 952 a rasında - k i Mısır tari h iyle öz­


deşleşen bu Wafd da. Mısır burjuvaz isinin partis i de­
ğildi. Burj uvazi Kral ve I n g i l iz ya nlısı olmakta deva m
etti. Wafd 'ın tutars:z!ığı küçük burj uvazi düzey i nde
oldu :

«Wafd'ın temel sorunlar söz konusu olduğunda ,


kra lcı parti ler kadar tutuc u olmas ı n ı n v e sözgelimi
toprak reformuna h iç i l tifat etmemesinin neden i bu­
rada yatar. Yaptığı mill iyetçi d emagoj i lerin hiçbir za­
man i n g i l izleri a ldatma m ı ş ol masın ı n da neden i bu­
dur... Wafd asla Mısır'ın, Büyük Britanya 'nın müş­
teri - devleti olmaktan kurtulabiieceğ i n i düşünmed i .
Şüphesiz, i n g ilizler Mısı r'da yabancı mevcudiyeti n i
açı kca kabullen meye hazır bir krallığın varlığını kul­
lanarak zekice davrand ı l a r ve Wafd'a asgari taviz-

(sı İbid. s. 200-03

F.3 33
den fazlas ı n ı , s a l t b çimsel açıdan bile ta nımadılar.
Fa kat ciddi bir tehlike I n g i liz egemenliğinin bütünü­
nü gerçekten tehdit edince, i n g i l izler derhal bir uz­
laşma teme l i buldular. 1 936'da ve 1 942'de, Faşist
teh l i ke karşısında, olan ta m buydu . . . ( 1 936'da ki ingi­
l iz - M ısır a nlaşması yirm i yıl süreyle ü l kedeki i ng i­
l iz ç ı karları n ı yönetecekti. 1 924'den beri sürünceme­
de kalmış olan müza kereler önceki yıl Etiyopya'ya
yerleşen italyanlar M ısır'ı tehd it etmeye başlayınca,
birdenbire h ızlandırıld ı) . . . Ingiltere ta rafından arka
a rkaya verilen tavizier. . . 1 920 ile 1 945 arası nda ha­
fif sa nayi i n hızlı gel i şmesiyle birli kte. . . uzlaşmayı
kolaylaştırd ı . Bu bütü n leşmeden ötü rü sistem buhran­
lara rağmen işlemesine devam etti: 25 y ı l süreyle
Wafd 'çı parlamentokı rla, kralcı di ktatörl üklerin ard
arda sırala nması her.ı yabancı ların. hem de a ristok­
ras i n i n çıka rları n ı tem inat altına aldı. Bir yandan ge­
l işmenin soluksuz hızı - ya n i son ta h l i ld e aç !<i tlele­
rin durmadan büyüyerek şeh i rsel nüfusun yüzde
40'ını. kırsa l nüfusun da yüzde BO' i n i oluşturu r hale
gel mesi - ile orta taba ka nın yoksullaşması, bir yan­
dan da, siyasi a renada komünizmin · görünmesi ve
_
Asya 'da s öm ü rg e siste m i n i n bunalımı i kinci savaş
sonrası dönemi n i n çatışm a larının başlıca neden leriy­
di. Sömürg e sisteminin çe rçevesi içinde uyumlu i kti­
sadi gelişmenin. i n g i ltere ile d eva m l ı yapılan uzlaş­
maları n sonu gel m işti » . (6)

M ısır'ın taşral ı içe dön üklüğ ü n ü n hakim olduğu.


emperya lizmin temel ine karşı çıkılmayıp. sadece al­
dığı biçimleri eleştirdiği ve «daya n ı l ı r» bir hale g ir­
mesi için çeşitl i yol ların a randığı bu uzun dönemde,
ul usal duya rl ık M ısırl ı l ı k d üzeyinde ka ldı. M ısır'ın an-

(6) a.g.e. s. 209-11.

34
ti - emperya l ist mücadelesine Arap d ü nyasının daha
geniş çerçevesi içinde ba kmak için h içbir çaba sa rfe­
d i l medi. 1 936'daki Fil istin isya n ı , M ısır'da, öze l l ikle
bölgen i n bütünü nün aynı emperyaliz m ta rafından e­
zildiğini ve S iyon izmin de bu em perya l izmin ajanı ol­
duğunu sezen halk kitleleri a rasında yankılar bulm uş­
tur, evet Ama bu seziş, g örüşlerini açı klayaca k bir
örgütleri ol maya n dağı nık halk kitleleri arasında ko­
puk kopuk ka l mıştı r. Seslerini d uyura bilen hareketler
işbirl ikçi burjuvazi ile kararsız, dengesiz küçük bur­
j uvazinin yürü ttükleri hare ketlerd i . Bunların da M ısır
tari h inde kökleri yoktu, sömürgeciliğin ü rü nleriydi
çünkü . Mısır'ın Batı 'ya hiçbir şey borçlu olmadığını,
onun Yunan ve Avrupa uygarl ı kları n ı n çocuğu oldu­
ğunu söyleyen Taha H üseyi n bu köksüzlüğün sözcü­
l üğ ü n ü yaptı. Hassan Riad, «altı nda gerçek bir kül­
türel boşl uğun uzandığı, yüzeyde ka l a n bir Batıcıl ı k»
dan söz ederek şöyle diyor:

« Kişinin kendini çok ucuza tatmin etme imkanı­


n ı bulduğu rahat bir d u ru m ; şöyle: hiçbir zaman « Do­
ğ u l u » olmadığ ı m ız için, her zaman « Batı l ılara» eşit
olmuşuzdur ve Batı l ı lardan öğrenecek h içbir şeyi m iz
yoktur; aristokrasinin «terb iyes i» d e bunu g erekti rir. . .
Yirmi yıl sonra yeni rej i m i n «Arabist» gelenekçiliği­
ne övg üler yağdıran Ta ha H üseyin'in «öz - eleşti risi»
ile kes in olara k temsi l ed ilen bir yen i lg i. . . » (7)

Aynı taş ra l a l ı k bu dönemde Maşrı k'ın siyasi ha­


yatının da bel i rg i n n itel iği idi. Fa kat burada, emper­
yal istler bölgeyi suni bir şekilde i n g i l iz ve Fransız
mandala rına böldü kleri ve Siyon istlerin yerleştiril me­
si doğ rudan doğruya bölgenin hayatına bir tehd i t yö-

(7) a.g.e. s. 217

35
nel ttiğ i icin, ul usal tepki daha bütün ve Arap b i r n i ­
tel i k taşıyordu.
Veri m l i Hilal deki Osmanlı yönetimi bölgenin bü­
tünlüğünü oldu kca gecikmiş bir ta rihe, 1 91 9'a kadar
sürdürdü. Aslında, bu yönetim emperya l izmin bölgeye
girişine karşı etk i l i bir muhafız değ i l d i , çünkü Kapitü­
lasycnların Avrupa sermaye ve maliarına ayrıca lıklar
ta n ı m asından beri, Osma n l ı i mparatorl uğu bir azge­
lişm işlik ve dalayl ı sömü rg e d uru muna g i rmişti. De­
n izci Suriye'nin daha Haçlılar döneminde meyda na
gelen çöküşü, Avrupolı lara ve öze l l i kle ! ta lyan şeh i r­
leri n e Akdeniz bölgesinde deniz ticaretine hakim ol­
ma fırsatın ı vermişti. Atla n ti kte ve Ü m i t Burnu'nun
güneyinde deniz yol larının açılışı, veri m l i Hilal'i ön­
ceki faal ticari rol ünden yoksun bıra ktı. Avrupa ka­
pita l izminin ondokuzuncu yüzyıldan beri geçirdiği ge­
l işme ise Arap Doğusu'nun gerileme sürecini h ızlan­
d ı rd ı . Suriye'de zena atin yıkılışı. ondokuzuncu yüzyı ­
lın b i rinci yarısına rastlar ve nedeni de Ingiliz pa­
muklu malları n ı n bö:geye g irişid ir. Daha sonra, Avru­
pa m a l i sermayes inin nüfuzu da Osmanlı devlet borc­
ları yoluyla oldu. 1 874'de bu borç Osma n l ı devlet ge­
l iri n i n beşte dörd ü n e eşitti. Bu zorunlulu kları karşı­
lamak icin, her bölgeye d üşen vergiyi a rtırdı Istan­
bul, öyle ki ondokuzuncu yüzyılın sonunda Suriye
ve M ezopotamya vilayetlerinde toplanan gelirin %
BO'i merkezi hükümete verg i olara k ayrıl ıyor ve böl­
ge idaresinin harcamalarına ancak % 20 düşüyordu.
Buna Avrupa serme'V esi n i n doğrudan doğ ruya g i rişi
de eklend i . Ama 1 91 9'dan önce bu pek önem l i m i k­
tarda değ i l d i ; hepsi Suriye'de b i rkaç sanayi g i rişimi,
demiryollarının ve limanların idaresi ve b i rtakım ka­
mu h izmetlerinin (elektri k, su) kurul uşundan ibaret­
tL B i rinci Dünya Savaşı patlak verdiği zaman, asıl

36
büyü k tasa rılar daha planlama evresinde i d i (Berlin­
Bağdat Dem i ryol u. Musul'daki petrolün işletilmes i ) .
Veri m l i H ilôl'in ka pita l ist dünya sistemi ile bütün­
leşmesi M ıs ı r ve Mağrip'ten daha gee old u. As l ında
manda 'lar dönem ine kadar fazlaca i l erlemeyen bu
süreç bug ü n e kada r deva m etmiştir. Suriye'de l kin­
ci Savaş sonrasına kadar bütünleşmenin pek derin­
l ere inememesinin nedeni bölgenin ta rımsal kayna k­
l a rının ticari amaçlı bir ta rı m ı n gel işmesine elverme­
yecek kertede fa kir olmasıd ı r. En azından 1 950'ye
kadar, Mısır'ın Lancas h i re i c in b i r pa muk plantasya­
nu h a l i n e gel işi g i bi bir şey, bu bölge icin müm kün
görünmez. 1 950'den sonra Cezire'n in ( Dicle ile Fırat
a ras ındaki kura k ve o vakte kada r yalnız göçebe ço­
ba nların yaşadığı bölge) acılmasına başla nır. Modern
kapita l i st yöntemlerle, tra ktörler. küçük b i r ücretl i
emekçi gücü kul l a nara k devl etten veya göçebe şef­
l erinden toprak kiralanara k gerçekleştirilen bu sö­
m ürgeci kal k ınma deneyi, Suriye şehir burj uvazisi ta­
ra fından yürütüldü. Pa m u k. buğday ve a rpadan i ba­
ret ta rı msa l i h racat hacminde inanıl mayaca k bir bü­
yüme sağlan mıştı r :Jöylece. Köylü n üfustan hemen
hemen yoksun bul unan bu boş bölgen i n Suriye'de tG­
rımsal gelişmenin gerçe kleştiğ i yer olması i l g i çekici­
d i r. Ba şka yerlerde, kırsa l bir geleneğe sahip olan
Batı'da. il erleme köylülüğün toplumsal örg ü tlenmesı
ile engellenm iştir. ÇQnkü eski ticari rol ü n ü kaybe-fen
Su riye birkaç yüzyıldır bir topl umsal gerileme süreci
içindeydi. Antikite ve Abbasi halifeleri çağı nda beş
m i l yon olan ülke nüfusu, Birinci Dü nya Savaşı eşi­
ğ i nde birbuçuk m i lyonu n a ltına düşmüştü. Yine de,
bu nüfus şeh i rl i bir kara kter gösteriyordu; 1 91 3'de
şeh i rler nüfusun ü çte birini ba rı ndırıyor. göçebeler
dörtte birini meydarıa geti riyor ve a nca k geriye ka-

37
lan yüzde onu ta rımsal bölgelerde yaşıyordu. Köy­
lük M ısır'dan çok fc rklı olan bu oranlar Suriye'nin
sosya l formasyonlarının ticari köken i n i ispatlar. Bu
Suriye şehirleri nasıl geçin iyorlard ı? Ticaret pek
önemsizdi, sadece M ezopotamya ve Ara bista n H i n ­
terland'ı a rasında fapıl ıyordu. Avrupa ith a l mal ları­
nın rekabetiyle zenaa tin çöküşü buna l ı m ı daha do
deri n l eştirm işti. işte bundan sonradır ki, Suriye'n i n
şehirli hakim sın ıfları yok olmamak i c i n , kend i leri n i
«feodal leştirdilen> , y a n i ticaretten elde edemed i'kieri
artığı, Batı Suriyel i köyl üle rden alma ya ça l ıştı lar. Riz­
ka ila H ilan'ın çok iyi açıkladığı gibi latifund iaların
oluşumu ondokuzuncu yüzyı lda, işleri n i kaybeden ti­
caret burjuvazisinin kırl ı k bölgelere yönelmesiyle baş­
lar. iki dünya savaşı arası nda Manda idaresinde bu
feodal leşme hız kaza ndı, « Fransızlarla barış» o za­
mana kadar baskıya karşı d irenebilmiş köyl üleri yo­
ıa getirmeyi kolaylaştırdı. Fra nsız sermayesinin ege­
men l i ğ i sanayileşme yol unu kapadığı için şehir bur·
j uvaz isinin başka çıkış i m ka n ı yoktu. Suriye'nin ba­
ğımsızlaşması ile burj uvaz i ikinci adımını a tara k ha­
fif sanayi ( tekstil, gıda) kurdu ve Cezire'nin tarım·
sal yönden zaptını tamamladı. H i lan'ın bel i rttiği g ibi
«Ta rı m ı n gel işmes i şehirl ere ait bir zaferd i n> (8) . An­
cak 1 955'den son ra bu süreç hızını kaybetti ve Su­
riyeyi yeni bir yola, d evlet kapita l izmi yol u na g i rme­
ye zorladı.
Su riye örneğ inde dü nya kapita l ist s iste m i ile
1 920-1 955 dönemi ndeki bütün leşmenin bir yerl i bur­
j uvazinin gel işmesi, bağ ı m l ı ve m üşteri nite l i kleri ta­
şıyan bir u l usal burj uvazinin oluşması sonucunu do-

(Bl Rizkalla Hilan, Culture et developpment en Syrle et


dans Ies pays retardes, Anthropos, Paris, 1969, s. 192.

38
ğurduğ unu çok a ç ı k seç i k görüyoruz. Ve 1 9 1 9'da.
Arabizm ' i n canlı merkezi olan Suriye'nin niçin otuz­
beş yıll ı k bir süre boyun ca vurdumd uymaz bir taşra­
l ı l ı k içinde uyukladığını a nlamak da böylece kolay­
laşır.
Aynı şey I ra k'da da meydana geldi. 1 920'de in­
g i l izler sözü ed ilmeye değer bir şehri bile olmaya n
b u yarı çöl bölgeye ye rleşti ler. Ama ülkenin i m ka n ­
ları büyüktü. ing i l izler y üzyı l l a rca önce kaybol muş
bir ta rı msal hayatı c�nland ı rmaya g i riştiler. Manda dö­
nem i nde üstlenilen sulama tesisleri yeni bir tarım
burjuvazisinin, latifundia sa h ipleri n i n ol uşmasında
bel l i başl ı etken oldular. i n g i l izler toprağın yüzde
90'ını yarı - g öçebe ka bilelerin şefl eri ola n bin ta n e
şeyhe dağ ıttı lar. I rak petrol ş i rketinin açtığı petrol
saha ları da geriye �: olanı başardı, I ra k d evletine uy­
sal bir «refa h » sağ lr::d ı . Böylece bu ka l kı nma süreci
daha önce m evcut ol maya n bir I ra k yarattı. Bu şart­
lar altında, 1 920'de mill iyetçi, Pan - Arabist ve ça l ­
kantılar içinde olan I r a k ' ı n nasıl v e neden 1 958'e ka­
dar Büyük Britanya'nın sadık bir m üşteri - devleti ol­
duğunu ve S u riye gibi sağ ı r bir taşra l ı l ı k içinde uyuş­
tuğ unu anlayabil iyoruz.
Bu şekilde 1 920'1erde Maşrık gerçek bir değ i­
şim, birl i kci Arap m i l l iyetçi l iğ inde taşra l ı bölgec i l iğe
doğru bir geri leyiş geçi rd i .
Osmanlı dönem i nin sonunda, M aşrık'ın şeh irleri
c ok yoks ul d ü şmüş ve ç ürümeye başla mış olmaları­
na rağ men açıkca m i l l iyetçi v e Arap birl iğ inden ya­
na bir tutum içinde idi ler. Emperyal istlerden gelen
tah ri.k karşısında uzun bir süre Osmanlıcı olmuşlar,
« m l l l iyetçil iklerı» «Osma n l ı >> ve «Arap» türleri arası n ­
da oynayan b i r «islam m i l l iyetçiliği» ol muştu. Osma n ­
li reform l a r ı n ı n (özel l i kle 1 839 Tanz ima t) yeters izl i ğ i

39
ile haval kırıklığ ına uğrayan, üste l i k Jön Türklerin
rerorm hareketi 1 908 'den sonra dine-karşı Türk m i l ­
l iyetc i l iği yolunu be:ıi mseyince um utları ıyice boşa
çıka n bölgenin Arap şeh i r hakı, yüzleri n i Arap m i l l i­
yetç iliğine çevird i ler. Suriye'li Cem il Merdan Bey ve
I raklı Harndi el Paçacı ta rafından E l Fatat'ın ( « Gene
Arap» hare keti) 1 9 1 4 savaşının eşiğinde kurul ması
ve Osmanlı ordusundaki Arap subayları n ı n El Ahd
adlı bir g izli örgütte (bu örgütte I ng i l izierin k!rk yıl
süreyle Ira k'da m üsta kbel uşağı N u ri el Said de bu­
lun uyordu) topla n m:::ı !arı böyle oldu.
Bundan son ra , Arap m i l l iyetci leri Osmanlı bas­
kısından kurtulmalarına yardımcı olaca k dış mütte­
fikler aradılar. i n g i l iz d i plomasisin i n Arap m i l l iyetçili­
ğ i n i nasıl kullandığı ve alda ttığı iyi b il i n ir. M ekke Şe­
rifi H üseyi n 1 9 1 6'da kend i n i «Arapların Kra l ı » ilan
ederek Türklere karşı ayaklandı, oğlu E m i r Fay­
sal da 191 9 'da şeh i rlerdeki Arap m i l l iyetç i l i ğ i n i n li­
derlerinin kurduğu Su riye Ulusal Kongresi ta rafın­
dan, bağ ımsız Büyük Suriye'nin (Suriye ve Fil istin)
yasal kra l ı ilan ed ildi. Fa kat büyü k g üçlerin güttüğü
d iplomasinin başka a macları va rd ı ; Sykes - Picot an­
laşması adı altındaki g izli Anglo - Fransız a n laşması
bölgeyi önceden I n g i l iz ve Fra nsız kolonHerine böl­
müştü. Arapların hayal kırıklığı korkunç oldu, Arap
m i l l iyetçiliğinin g a l i p emperya l izmin taleplerine bo­
yun eğ mesi de co k acı. . . i şgal ord u ları n ı n d üzeni
yen iden yerleştirmeleri icin birkoc yıl g erekiyordu.
Şehir burjuvazisi çöl ka bi l eleri n i n şeflerin i « Kra l»
ilan ederek, tica ri şehirlerle göçebeler a rasındaki,
daha önce de görmüş olduğ umuz, geleneksel ittifa­
kı, Arap topl umunun tem e l i olan bir ittifa kı ca nlan­
dı rmak istem işlerd i . i n g i l izler, Arap m i l l iyetçi hareke­
tini böl men i n yolunu, bu hareketin en zayıf unsurları

40
olan g öçebe kab i l e şeflerin i satın almakta buldular.
«Cöl Büyü kleri » , ya n i Hoşi mi a il esi bölünmeyi kabul­
lend i l er ve m ü ka fatlarını Ingiliz Manda'ları n ı n kra ll ı k­
larını yaparak aldılar: ı . Faysal'a I rak, kardeşi Abdul­
lah'a da Ürdün verildi.
Bunu taşra l ı eya l ete i l i k e ğ i l i m i izledi. Bu eğilim
l rak'da, ü l kenin daha pota nsiyel hali ndeki zen g i n l iği
ve bu zeng i n l iğ i n gel işmesi sayesinde güç kaza ndı.
Buna i n g i l izierin kurnaz siyaseti de eklenmelidir. Su­
riye'de ise bazı güclükler ç ı ktı.
I ra k'da 1. Fays� ı·ın saltanat döneminde ( 1 921 -
1 933) . Osmanlılar zama n ı ndaki Arap m i l l iyetçiliğinin
sonu geldi. Pa rlamento ve hükü meti araları nda pay­
laşan üç . «parti» ( U l usal Parti, Halk Partisi. Tera kki
Partis i ) . ka l kınma progra m ı n a a l ınmış topra kların da­
ğ ıtı mı ndan faydalanan; tatmin olmuş eşrafın kendi
klikleri olma ktan öteye g eçm iyord u. I n g i ltere'nin
1 930'da Irakla eşitsiz bir a ntlaşma i mza lama imkanı­
nı elde etmesi bu şa rtlar a ltında oldu. Bu antlaşma
l ra k 'a 1932'de başlayan sözde bir bağımsızl ık ta nır­
ken. aslında ü l keyi ing iltere'nin müşteri-devleti hal ine
getiriyordu. I rak'ın bu ta rihten sonra ki dengesizliği
sadece görün üşte hükümet kHkleri n i n ittifa k değ iş­
meleri düzeyinde idi; çünkü 1 958'e kadar s tatükonun
iki ya nı da - toplumsal (yeni latifundia sahipl eri sı­
nıfı n ı n yükselişi) ve dışsa l ( l ra k'ın bir müşteri-devlet
olma duru mu) - hiçbir re j i m ta rafından ta rtışma
kon usu ya pılmış değ i ldi. 1 930' 1ardaki dengesizliğin
nedeni büyük ölçüde, Kra l 1 . Gazi'nin ( 1 933 - 39) .
babasının katı l ığının tam tersi olan gari p kişiliği idi.
Yine de bu yılla r, Arap m i l l iyetçi muha lefetinin ilk ye­
ni kuşağının şekillenmesine ta n ı k oldu. Ahali kulü­
bündaki ayd ı n g rupleşması «burjuvazinin partisi» ol­
ma n itel iği nde değ i l d : (bu g rup M ısır'daki Wafd 'a pa-

41
ra leldir) . Cünkü , I rak'da da Mısır'da olduğu g ibi bur­
juvazi bütü nüyle işbirlikçi idi. Bu g rup. daha çok tec­
rit olmuş bir «entelija nsya » karakteri gösteriyord u .
A m a bu g ruptarı geleceğ i n bel l i başlı pol itik g ü çleri
çıktı. Ka mil el Cadırcı'nın sosya l izan popülizmi. bu
çevre l erde hakim eğilim, 1 9 1 3'de bir parti ( U lusal De­
mokratik Parti) içinde örg ütlend i . Bu partiye. 1 958' ·

den sonra Abdül Kerim Kasım'ın za manı nda belirle­


yici bir rol oynamak görevi düşece kti. Daha solda
Abd ül Fetta h ibrahim'in örg ütled iği ve daha açıkca
Pan - Arabist olan Ulusal B i rl i kci Pa rti va rdı. Bunun
da sol unda, ki yine Ahali g ru bundan çıkmış ola n. ra­
dikal uns urlar. i kinci Dü nya Savaşında I ra k Komü nist
Partisini kurdu lar. Gruptan başka unsurlar, 1 939'da
Sami Şevket ve Sadık Şon şol 'un çevres inde toplana­
ra k Fütüvvet eğ i l i m i n i doğ u rdula r; bu Kas ı m ' ı n düşü­
şü nden sonra lra k'a h ü kmedecek olan Baas Partisi­
nin bir uza ntısıyd ı . Fa,kat, savaştan önce bu gruplar
M ısır'da Wafd'ın oynadığı rolle karşılaştı rılabi lecek
bir rol oyna madı lar: şüphesiz bunun sebebi I rak'ın
latifundia sahipleri burjuvazisinin i n g i l izierin izniyle
elde ettikleri kaza nçlarından oldu kca hoşnut olmala­
rıydı.
I ra k'da 1 936 i l e 1 941 a rasında pek sık olan coups
d'etat h içbi r ya n ı l g ıya sebep ol masın. 1 936'da Gene­
ral Bekir Sıtkı'nın örgütled i ğ i ilk da rbe. Ahali g rubu
çevresinden gelmiş olan « reformcu» H i kmet Sü ley­
man'ı i ktidara getirdi. H i kmet Süleyma n'ın I rak bur­
juvazisinin temsi lcisi ol madığı çok açıktır; çünkü
sağdan ya n i bu burjuvaziden gelen baskı i l e sol ka­
natta ki Aha l i 'ci arkadaşlarını bıra kınca. kend isi ikti­
dardan indirilmiş ve Genera l Sıtkı da öldürülm üştür.
Asl ı nda Ata türk'ün bir hayra nı olan H i kmet Sü ley ­
man'ın amacı latifundia sahipleri sınıfının imtiyazla-

42
rına dokunmadan « reformları» yukardan g erçekleş­
tirme kıL <dd a rede ısiahat yapmak» g i bi soyut bir
a macı olan «reform !arın>1 darlığı da bı..ı r adan gelir.
Temelli bir s ı nıfın tems il cisi olmamaktan ötürü, H i·k­
met Sü leyman'ın yabancılaşması, lra k' ı Arap daya­
n ışması yol undan saptı rma k için g ü ttüğü çılgınca po­
l i ti ka ile d e açığa çıkmıştır. 1 937'de, Tü rkiye, Afga­
n ista n ve i ra n'la b i rl i kte i mza lanan ve aslında Kürt­
lere yönei tH m iş olan Sodabat Pa ktı çok kötü bir va­
kitte ya pılmıştı; bu, F:l istin'deki Arapların aya kla ndık­
ları ta rihti.
1 937'den 1 941 'e kadar s ı k sık tekrarlanan ve
1 941 'de Raşid Ali el Geyla n i'nin gerçekleştirdiği dar­
be ile sonuelanan «Nazi taraftarı» coups d'etat da,
aynı şekilde hiçbi r ayı ncı öze l l iğe sa h i p değ ildi. Bu­
ra da da sözkonusu olan, egemen sınıf ici ndeki bu­
da laca kavga lard ı , bazı kl i kler M i hver 'kuvvetlerinin
kendil erine Ingil izierin verd iğinden daha büyü k bir
pay ayıraca kları n ı sanıyorl ardı. Kra l naibi Abd u l lah
(ki bu mevkiyi 1 939'da n 1 953'e kadar koru muştur) .
sadokatli N u ri el Sa id ve n ihayet i n g i liz ordusu. bu
tür i kinci sınıf tertipcileri hemen tem izlediler.
I ra k'ın eyaletci bir tutumla kendi içine kapa nışı,
H o şi mi monarşisi n i <� Pan - Arabizm» konusunda de­
magoj i yapma kta n {leri b ı ra kma dı. Bağdatın kra l cık­
ları icin Abbasi haliies i rol ü n ü (Abbasi leri n gücü ol­
maksızın) oyna mak ve Haşimilerin yönetim i ndeki
I rak'ın «başa rıları n ı ·ı . biçimsel bağımsızl ığını Manda­
ter Suriye ve Fil istin'in d u rumu ile ya da Mısır ile
karşılaştırmak gercekten çok kolayd ı . Fa kat bu Pan -
Arabizm komed isi h içbir sonu c vermedi . 1 936'da,
.
I ra k ' l ı gön ü l l ü ler Fevzi Kav u kcu yöneti minde, Fil isti n l i
isyancı lara yardıma g iderken , Hoşimi monarşisi Bağ­
dat'da o ne idüğ ü bel i rsiz Kudüs M üftüs ü Hacı Emin

43
el Hüseyi n ' i ağırlamak ve h ü kü met üyeliğine. ne idü­
ğü belirsizl iği müftüden da·ha az olmayan Raşid
A l i 'yi çağ ı rmakle gösterdil er.
1 958'e kada r işler hep böyle devam etti. Ama
kral na ibi Abd u l l a h ve onu izleyen Kral ll. Faysal
( 1 953 - 58) ve on lara sadık ka lan N u ri el Sa­
id'in, Irak halkıyla olan çel işkisi gitti kçe kes­
kinleşerek açığa ç ı ktı. I l k kez, 1 948'de ülke­
n i n üzerindeki I n g i l iz hôm i l iğ i n i yen i l ernek isteyip de
başa ro mayınce ortaya çıktı bu çelişki ( Portsmouth
M uahedesi tasla ğ ı ) . i kinci kez 1 952'de, I ra k Petrol
Şi rketi n i n imtiyazları yeniden gözden geçiri l i rken ve
n ihayet sonu ncu kez de l ra k'ı anti - Sovyet Bağdat
Paktı'na sokmak ı5ted i klerı zaman Ira k lıu l k ıyla kar­
ş ı ka rşıya buldular kendile rini. Bu üçlünün çatıştığı
kesim, Irak halkı değ i l latifundia sahibi burjuvaziy­
d i . Latifundia burjuvazisi n i n i·haneti, Ahali grubunda­
ki yurtsever aydınları daha 1 930'1arda, ya n i bo� ları­
g ıçtOi: beri, eger H ikmet Sü ieyma n gibi acız kalmak.
ob1ektif olaraK hain duru m u na düşmek istemiyorıur­
sa, sola kaymak, M.:ırksizmi ya da pop ü l izmi ben imse­
rnek zorunda bırakmıştı. Bu yurtsever aydın ların ya­
kınlaşmak isted ikleri «ha l k » kimdi, k i mlerden oluş­
muştu? HaiJi', Musul ve Kerkük'teki petrol işçileri ve
Basra'daki l i man işçilerinden. zenaatka rlar ve büro
işçileri, küçü k m emuriar ve küçük esnaf. ya n i tek ke­
l imeyle şeh ir küçük burjuvazisinden ve köylülerle gö­
çebelerden meyda na gel iyord u. I ra k Komünist Pa rti­
si, Ahali grubunun sola kayması son ucu va kitsiz or­
taya ç ı ka n bu parti, 1 958'e hatta bu ta rihten sonraya
kadar, iki siyasi çizgi (proleter ve küçü k burj uva ç iz­
g i l eri) a rasında kararsız kaldı. Bu çizg i l erden birinci­
sini (proleter ç izg is i r. i ) izlemek ul usal kurtu luş hede­
fini unutmak değil ( l rak'ın ku rtu luşu ve bütün Ara p

44
Doğ usunun kurtuluşu b i rb i rinden bağımsız ol mad ığı
için, anti - emperya l ist b i r anla mda Pan - Arap bir si­
yasettir) fa kat Doğ u'nun o dönemdeki şartlarına bağ­
l ı olarak. bu işin latifundia sahi pleri burj uvazis i tara­
fından yürütülemeyeceğ i n i ya l n ız proleta rya n ı n ide­
olo j i k önderl iği altında şeh irlerin ve köylerin proleter
ve yarı - proleter kitleleri ta rafından gerçekleştirile­
bileceğ i n i bil mek a nlamına gel i r. Y usuf Salman Yu­
suf'un ( 1 949'da Kral'ın pol isi tarafından öldürülen
« Fahd » ) l iderliği a l tındaki Ira k Kom ü nist Partisi, kı­
sa bir süre sonra, bu [prol eter] devrimci çizg iyi seç­
ti, bu da şeh i rlerdeki proleter kitleler arası nda n isbe­
ten büyük başarı lar elde edil mesi ve sağ - kanat u n ­
suriarın saflardan temizlenmesi sonucunu doğurd u .
1 943'de Pa rti böl ü ndü v e Davud Sayı k'ın yöneti m i n ­
de bir s a ğ - k a n a t g rup ol uştu . Aynı süreç iki kez d a ­
ha te kra rland ı , devrimci l iderlerin öld ü rülmesinden
h emen sonra 1 949 - 55 a rasındaki zor yıllarda ve
1 958'de Kası m rej i m inde.
Popü l istler başl ıca başa rıları n ı küç ü k burj uva
kitleler a rası nda kazandıl ar, öyle ki bu kitleler a ra ­
sınd a sağ - kanat Komü n istlerden çok daha etki l i ol­
d u lar. Popül ist sol kanat ve Cadı rcı 'nın Ulusal De­
mokratik Partisi'nin sağ - kanat komünistlerle flört
eden g rupların, mesela Abd ü l Fettah lbmhim ' i n U l u ­
s a l B i rl i k'inin, 1 950'1erde Aziz Şerif'i n yönettiği «Ba­
rış Partizanlamı nın vb., kaynağı oldu. Fa kat bir de,
popülist sağ ka nat vardı ki, sağ kanat olmayan ko­
münistlerin devri mci dina mizminin kendilerine yönel t­
tiğ i tehditten korkuyorla rdı. B u sağ - kanat Popül ist­
ler savaş öncesi dönem indeki Fütüvvet hareketinden
doğmuşlard ı ; ve Raşid Ali'nin Nazi ya n l ısı rej i m i n i
desteklemişlerdi . Bunlar 1 949'da Islah g rubu olara k­
yeniden örg ütlend iler ve 1 950'de Sa l i h Cabr'ın Nas-

45
yonal Sosya l ist Partisiyle kaynaştı lar ve Raşid Ali'nin
mü ritleri n i n etkilediği Pan - Arap ve Anti - Hoşimi El
istiklal g rubuna ya kın laştı lar. Bu, sağcı b i r Baas ola n ,
Ira k Baas Partis inin kökeni oldu.
Öte yandan, köylü kitleleri ta 1 958'e kadar he­
men hemen bütün bu siyasi faa l iyetlerin dışındayd ı ­
la r ; a m a b u n u n nedeni solcu partilerin kendilerini
un utması değildi. Komünistler ve Sol Popül istler,
ta rı m reform unun gerekliliğini beyan ediyorlard ı . H i k­
met S ü l eyman hükümeti bu konuda çok küçük ve
cesaretsiz bir öneri yaptıysa da geri aldı ve l atifun­
diacı burj uvazinin darbelerine hedef oldu. Fa kat kır­
sal kitlel er, Popül istlerin de Kom ün istlerin de eylem­
leri n i n erişmed iği bir a l a n da ka ldılar. Dini ve ulusal
farkl ı l ı klar yüzünden büyü k ölçüde böl ü n m üşferdi ve
bu şekilde kend i yöresel yönetici sın ıfları n ı n ·kontrolü
a ltındaydılar. I ra k'ın nüfusunun beşte biri n i kapsıyan
Kuzeydeki Kürtler köylü klanları içinde örgütlenmiş­
ferdi, kend il eri ne yöneltilen ulusal baskı, Kürt'lerin
geleneksel şeflerine sad ı k ka lmaları n ı sağladı ve Ira k
devletine karşı ü ç kere ayaklanmalarına sebep oldu:
1 927'de Şeyh Ahmet Ba rza n i ' n i n yönetimi a l tında;
1 945'de, kısa ömürlü Kürt Cumhuriyetinin I ra n'da ku­
rulduğu bir vak itte; ve 1 959'dan sonra Molla M usta­
fa Ba rza n i ' n i n yönetim inde. Kom ün istler ve Sol Po­
pul istler, Kürt halkının meşru özl emlerine saygı gös­
teriyorl ard ı , ama lstiklal ve Baas Pa rtisindeki Sağ
Popül istler, her seferinde Pan - Arap ve anti - Kürt
bir tavır ta kındılar ve böylece emperya lizmin ve lati­
fund iacı burjuvazinin ellerine d üştüler.
Ü l ken in merkezi ve g ü neyi eşit önem taşıyan üç
Arap grubuna böl ünmüştü ; bunlar, merkezi I rak'ın
Sünni köylü leri, g üney I ra k'ın Şii köyl ü leri ve içlerin­
de hem Sünni hem Şii barı nd ı ra n göçebelerdi. Gele-

46
neksel göçebe şeflerinden çı kan b i r kısmı Sünni, b i r
kısmı Şii latifu ndiacı burj uvazi (ü lkede i ngiliz yöne­
timindeki ka l kınmadan cıkar sağlayan şeyhler) uzun
bir süre icin bu durumu istismar ederek Komü n istle­
rin kırsal a lanlardaki proleter kitlel eri arasına yayıl­
malarını engelleyebildiler.
Bu yüzden, 1 956 - 57'de kurulan ve 1 958'deki d a r­
ben i n soru mlusu olan U l u sal Cephe, şeh i rlerden öte­
ye geçemeyen bir hare ket, i stikla l ' i , Baas'ı, Ulusal
Demokratik Parti'yi ve Kom ü n ist Partis i n i bir araya
geti ren bir şeh ir hareketi ola rak ka ldı. Cephede ör­
g ü tlenen aydınlar ve şeh i rl i ler kara rlı anti-emperya­
! istlerdi ve bundan ötürü, Ira k'ın tecrit olmuş taşra
eya leti d u rumundan kurtarılması gerektiğini düşünü­
yorl ardı, çünkü Suriye'de Fra nsız emperya l izmine, Fi­
l istin 'de S iyonizm'e ve M ısır'da Kanal bölgesi n i n in­
g i l izler tarafından istila edilmesine (başl ıca 1 951 'de.
1 936 anlaşmasının kara rları bozulu nca) karşı yürütü­
len m ücadele kendi lerinin i n g i ltere'ye, petrol çıkar­
larına ve bunların yerl i asala kları na , Hoşimi monar­
şisi ile latifund iacı burj uvaziye karşı sürdürd ü kleri
mücadele birbirlerine bağl ıydı. 1 936'da Filistin halkı­
n ı n isya nı, Siyon istl erin yerleşmesi ve 1 948'de lsra i l ' i n
kuruluşu, 1 956'da Mısır'a S iyonist - emperyalist sa l d ı ­
rısı; bu olayların herbiri I ra k'daki halk patlayı şları n ­
da çok önemli etken ler oldular ve herb i ri , Arap Do­
ğusu için özg ürlüğün ancak bu bölgenin bütün halk­
larının b i rleşik mücadelesi yoluyla kaza n ı laca ğ ı bilin­
cinin gel işmes inde ya rdımcı oldu. Halkın Pan - Arap
bilinci, lrak'ı Hoşimi taraftarı latifundia sahibi bur­
j uvazisi sayesinde içine düştüğü taşra l ı ice - kapa­
n ı k l ı k duru mundan işte bu a n lamda ku rtardı.

Fransız emperya l izmini Su riye'de, I n g i l izierin


I ra k'da ka rşı laştığından cok daha güç bir görev bek-

47
l i yord u . Su riye'de burj uvaziyi Mandate r rej ime bağ­
l aya cak ne petrol ne de I ra k'da ki ile ka rşı laştı rıla­
b i l i r bir tarımsal gelişme kapasitesi vardı. Üstelik Su­
riye burj uvazisi Osmanlı dönem inin son unda Irak
b u rj uvazisine göre çok daha ca n l ıyd ı , öyle ki [Suri­
ye burj uvazis il bölgen in, deneb i l i rse, kişi l i ğ i n i bel ir­
l i yor, Su riye'ye Akdeniz'den ve dolayısıyla Batı'dan
gelecek etkil ere a ç ı k levan ten karakterini veriyordu.
B u koş ullar a l tında Fra nsız emperya l izmin i n , Su riye
şehir burjuvazisine, ülke n i n batısındaki köyl ü lerin da­
ha yoğ un sömürü l mesi gibi, pek fazla birşey değ iş­
tirmeyecek bir «çı kışını> ötesinde, verebilecekleri da­
h a fazla birşey yoktu. Fra nsız e mperya l izmi, yapabi­
l eceğ i daha iyi b i rşey bulamadığı için, gösterişsiz bir
koz oynad ı ; halk arasındaki dini ayrı l ı kları kullandı.
Bunların yan ı nda, S iyon istlerin l rak'a yerieşmes ıne
ka rşı S uriye'n i n d uyarl ığı I ra k'dan daha keskındi,
ç ü n kü Suriye ve Fil istin daima Arap Doğusu'nun tek
b i r böl gesi n i ol uştu rm uşlardı. I kisi a rasındaki sürek­
l i l i k ta mdı, dolaşı m hiçbir zaman kısıl mamıştı ve Kü­
düs, Şam, Hayfa ve Beyrut burj uva ları çoğ u za man
aynı a i leye mensuptular. Bölge 1 9 1 9'da s u n i olarak
Fransa ve i n g i ltere :Jras ı nd a böl ünmüş ve g ü ney ke­
s i m i Fil istin, 1 91 7 Baltour Beyannamesine uygun ola­
ra k Siyonistlere tes!!m edi l m işti. Suriye hal·kı, bu Arap
bölgesinin yabancı laşmas ı n ı , hemen h emen Fil istin
h a l kı kadar ya kınd a rı d uymuş. yaşam ıştı.
Su riye ve Lübnan üzerindeki hakim iyetini kur­
mak yol unda zorl uklarla karşılaştı Fransa; Dürzi is­
yanı 1 926'ya kadar süren bir askeri g üvensizl ik du­
rumu ya rattı. 1 921 '-:len beri Cenevre'de kuru l u bulu­
nan bir Suriye - Fil istin Kom i tesi'nde örg ütlenen Arap
u l usal hareketi bir partiye dönüştü ve ortaya Ulusal
B lok çıktı; bu blok, Suriye şeh irleri ndeki büyük a i le-

48
leri toplam ıştı ; sözgelimi Şa m , Halep, Humus ve Ha­
ma'daki Şükrü el Kuvvetli, Nazım Kudsi, Fa iz el H u ri
vs. ail eleri, U l usal Blok 1 928 seeim ierinden galip ç ı k­
tı. Bağı msızl ı ktan yana olmaya deva m ettiğ i icin de,
Fransızlar. i n g i l izieri n I ra k'da ki uzlaşmasına benzer
müza kerelere girişarnedi ler Su riye'de. Ulusal Meclis
1 930'da dağ ı l d ı , 1 932'deki h ileli seeimler bile, Fra n­
sızları bir interlocuteur valable' a ( * ) kavuşturamadı,
1 936'da ki Halk Cephes i b i r a n icin m üzakere u m ut­
ları verir gibi göründü ama Su riye ve Lübnan'la ya­
pılaca k a ntlaşma ları n tasla kları iki yı l l ı k bir tartışma
sü resinden sonra Fransa ta rafından redded ildi. Su­
riyel iler Su riye ve Lübnan'ın birl i ğ i konusunda esnek
davranm ıyorlardı, buna karşı l ı k Fransa Lübna n 'da,
Su riye'de gördüğünden daha dostea tutum larla kar­
şıtaşıyor ve i k i devletle ayrı ayrı iş yapmak istiyordu.
Suriye' n i n ta ri h i fa rkl ı l ı ğ ı gördüğü müz g ibi kök­
leri n i eski zamanlarda, Ara p ve Osma n l ı dönemlerin­
de bulur. Bölge, bir yanda , dini bakı mdan ayrı a ma
kültür ve dll yön ü nden bütü n ü ile Arap, tecrit olmuş
ta rımsal cemaatler ( Lübna n 'da Maruni H ristiya n lar
ve Sünni ve Şiilere böl ünmüş M üslümo nlar, Suriye'­
de Alevi ler ve Hu mus ve Hama 'da ki Sünni köyl üler) .
öte yanda göçebe ve yarı göçebeler olmak üzere bö­
l ü n m üştü. Lübna n 'da Levanten bu rjuvazi nin iki par­
tisi de (Emile Edde'nin Birlikci Partisi ile Bişa r el
H uri'nin Meşrutiyetci Pa rtisi) Lübna n'ın, Fransa 'nın
bir müşteri - devleti ola ra k « bağ ı msızlaşması » a nla­
mına gelen Fransız tezini destekl iyorlardı. Suriyeci
ve Pan - Ara p bir pol itikadan yana olan tek g rup,
Antun Sa'ada 'nın Suriye U l usal Partisi de çok g üç­
süz ka ldı, ç ü n kü burj uvaz iden kopmak istemiyordu

( • ) Kabuledilebilir muhatap - çev.

F. 4 49
ve Ikinci Dünya Savaşının a rifesinde faşizan bir tu­
tum takınara k, Fa lanjlar h a l i nde örg ütlend i . Bunlar.
i lerde, Suriye Baas Partisinin oluşmas ında rol oyna­
yaca k olan daha bilineli b i rta kım eğil imleri doğ ura­
caktır. Suriye'de Fransız pol itikası n ı n başarısızlığ ına
rağmen, eyaletc i l iğe doğru bir eğ i l i m I ra k'da olduğ u
gibi latifundia sah ipleri hal ine gelen Su riye burj uva­
zisine Fra nsızla rı n sağladığı küçük avata j ların da
yard ı m ıyla tedrici bir şekilde oluştu. Fakat. Suriye şe­
hir nüfusu nun uyanıı;.ı ve dış dü nyaya açıl ışı. bir Ko­
münis t Partisinin oldu kca erken ortaya çıkmasına
yol açtı . Daha 1 930'da, bugün de bu bölgede Komü­
nizmin kaderi n i be1 i rleyen yönetici g rup, hakim bir
durumda idi. (Su riye'de Halit Bektaş; Lübnan'da
N icolas Şawi, Mustafa el Aris, Fa rjalla el Helu, An­
tun Tabet) . Bu yöneticiler h içbir zaman, Ul usal Blo­
ka mensup burj uvaziyi destekleyen sağ - kanat çiz­
ginin ötesine gecemeyeceklerdi. Bu yalnız bağı msız­
l ı k ve sosyal adalet 1!) den söz eden ve bu rjuvaziyi
karşısına almak korkusuyla gercek b i r ta rım refor­
muna yaklaşmayan :')rogra m ından da bel l i ydi.
·
1 940'da Fransa 'nın düşmesi, Fransız emperya l iz­
minin bölgeden tasfivesi icin gerekli koşu l l a rı yarat­
tı. i ng il iz işg a l i ( 1 94 1 -45) . 1 943 ve 1 945'deki anti ­
Fransız gösterileri a n layışla karşıladı. Bu gösteriler,
o günkü durumda yGni gelen emperyalist güc icin
bir teh l i ke ifade etrr. !yordu. De Gaulle hü kümetinin
ta k:ndığı tutum (Şam'ın bombalanr.ıası) ve bunu iz­
l eyen Rus - i n g i l iz müda h a l esi, 1 945'de Suriye ve Lüb­
na n'a bağımsızl ıkları r ; bağışladı. Bu, b içi msel düzey ·
de, Irak ya da Mıs!r'da olduğundan i l eri uir bağ : rr ­
s:zi ık tü rüyd ü, çünkü bu iki y e n i devlet, Suriye ve
Lübna n , herha ngi blr yaba ncı güce eşitsiz bir an laş­
m a ile bağ l ı değ ildir. Frans ızlarda n devre l a n I n g i l iz:

50
emperya l izmi, selefinin yapabildiğinden daha doğru­
dan bir biçimde Su riye b u rj uvazisi ne dayandı.
Ne va r ki, bundan sonra da, bölgen i n egemen­
l i ğ i n i e l i ne geçirmeık icin yen i bir emperya l izm öne
cıkaca ktı: Amerikan emperya l izmi. i n g i l izler daha ye­
ni yerleşmişlerdi ki, ken d i lerini Amerika l ı müttefikle­
rinin tehdidi a ltında buld ular. 1 949'daki bir dizi h ükü­
met darbesi n i - Hüsnü el Zaim (Mart) . Hinnavi (Ağ us­
tos) ve Edip el Şişaklı (Ara l ı k) ta rafında n ya pılan
darbeler -. bu durum açıklamaktad ı r. Bu da rbeler.
Amerikan em peryal izmin i n 1 954'e kadar bölgeyi kont­
rol altına a l m asını ve bu emperya l izmin hizmetinde­
ki Suriye d i1ktatörl üğünün dar bir vi layet pol itikası
gütmas i n i sağlamıştır.
Suriye Komün istleri n i n oportünist çizgisi sadece
bu gelişmeyi kolaylaştı rma'kla kalma mış. ama aynı
zamanda başka güçlerin de bu d u ruma b i r son ver­
me ava n ta j ı n ı elde etme�ini sağlamıştır. I rak Kom ü ­
n istleri kendi ül kelerinin Yahudi topluluğunu 1 945'de
bir Anti Siyonist Lig içinde örgütlerken, Suriye Ko­
m ü n istleri, M ısır Kom ün istleri gibi 1 947'de Sovyet
d iplomasisinin tezinin çevresinde toplanm ışlar ve is­
ra il'in kurulmasını kabul etmişlerd i r. Ama bu onlara
çok pa hal ıya malolm uştu r; altı yıl süren bir i l legol dö­
nem ve prestij leri n i kaybetmeleri; bu ise Baas Partis i ­
n i n kuru l masını kolaylaştı rmıştır. Bu partin i n köken ieri
1 950'1ere gider; o tari hte öze l l i kle Hama, Humus ve
Latakya'da taşra küçük burj uvazis i n i n verdiği esi nle
Ekrem El Hürani ve Mişel Eflak tarafından yönetilen
Sosya l ist Cumh uriyetçi Parti ortaya çıkmıştır. Parti.
Kom ün ist Pa rtisinin hiç bir za man cesaret edemed i­
ğ i bir şeyi yapmış v.e topra k reformu için kampanya
açmıştır. Ve böylece Şişa kl ı d i ktatörl üğünün d ü şüşü
ve nihayet Suriye'yi taşral ı tecrit ol muşluğundan kur-

51
tarocak olan Baas yöneti m i n i n kuruluşu icin gerek­
li şartları · hazırl a m ıştır.

Demek ki 1 920'den 1 948'e kada r emperyalizm


bölgenin bütün ünün efendisiyd i . Esas itibarıyle ta­
nmsal ve la tifu ndia sahibi M ısır burj uvazisi, Suriye
ve Ira k'ta olduğu gibi, emperya l istlerin peşine ta kı-
' l arak zengin leşti ve güçlendi, yaba ncı efend i lerinin
h izmetinde dar b i r taşra l ı vi layet varol uşunu kabul
etti. Emperya l izmin bu s ı n ıfın aracı l ığ ıyla sürdürülen
· egemenliği, cidd i bir tehd itle karşılaşmıyor g ibiydi,
çünkü gercek bir sınıf desteğ inden yoksun olan «mu­
hal efet» çok zayıftı, emperya lizmin h izmetindeki u l u ­
sal bu rjuvaziya karşı hoşn utsuzl u k v e büyülenme
duyg ul arı a rasında parçalanmış bir çeşit aydın mu­
ha lefetiydi. Bölgedeki Komün ist ha reket, u l usa l bur­
j uvaz i n in çoktan ulusa l iha net yol u n a g i rmiş oldu­
ğunu anla mayı başaramadı. Komünistler aşağı yuka­
rı gönüllü olara k, muhalif entelijansya'nın sol kana­
dı olmakla sınıriadılar kend ilerini ve böylece, kend i­
l erine bir sosya l ist devri m perspe ktifi sunu lmasını
nesnel olara k bekleyen kent ve kırın proleter kitle­
leri içinde gerçek kökler edinme çabasını reddettiler.
Suriye ve Lübnan'ın «güçl ü » Komünist Partisi kadar,
Mısır'daki Hadetto ( Demokratik U l usal K u rtu luş Ha­
reke t i ) . Fağ r El Gedid gibi bölgenin öte ki Komünist
grupların d u rumu da ( Fa hd'ın za manındaki Irak Ko­
mün ist Partisi hariç) aynıydı.
Latifundia sahibi burj uvazi n i n ihaneti n i n bir a n ­
lamı da Fil istin halkının, Siyonist sömürgeleştirme
siyaseti nin i nsafına bırakı l ması ol uyordu. Dolayısıyla
bu u l usal ihanet siyaseti n i n iflasla son uclanması ve
1 948'de lsra i l'in kuru l masının, bölgede emperyalist

52
sistemin bunalımına ve sınıf mücadelesinin canlan­
masına yol açması. şaşırtıcı değildir.
Filistin 'de, Osmanlı dönem i nden sonra, Arap u l u­
sal hareketi n i n Anti - Siyonist b i r a n l a m ta şıması zo­
ru nluyd u, burada Siyonist kolon i lerin i n kuruluşu nun,
ü l kede Avrupa kolonya l izmi n i n başlangıcı olduğu
açı'ktı ç ü n kü . Fil istin i i ierin Osmanlı yönetim i hakkın­
da besleyebi leceğ i herhangi bir yan ı l g ı hemen y ı kıl­
dı, çünkü zaten b i r yarı - sömürge olan Osma n l ı lar.
onları etkin b i r biçi mde koruyamazlardı. Bunun üze­
rine Birinci Dü nya Savaşında, Araplar safça i n g i l iz­
lerden yana döndüler . Fa'kat i n g i l iz emperya l izmiyle
Siyonizm aras ındaki i ttifa k, daha önce Baltour Beya n­
namesi ile m ü h ürlenm işti bile; ingi ltere'n i n kesin
amacı Fil isti n 'de kuracağ ı bir Avrupa tampon devle­
ti yol uyla Mısır üzerinde baskısını kurmak ve Süveyş
kana lının sürekli kontrol ü n ü ele geçirmekti. Çölden
gelen Arap kralcıkları ise, gördüğümüz gibi, Filistin'i
Siyon istlere b ı rakmaya razı old u lar. Irak kralı olan
Faysa l , tacı n ı n bedeli ola ra k. Fil istin 'e ilk ihaneti yap­
mak ayrıcalığını kaza nd ı . 1 91 9'da Weizma nn'la yap­
tığı a n laşmanın anlamı da buyd u ; bu anla şmaya gö­
re. « Fi l istin 'in kuru l uş ve idaresi ile. ingiliz hüküme­
tinin 2 Kasım 1 9 1 7 tari hli beya n ı n ı n (ya n i Baltour Be­
yannamesi) icrasını tem i n edecek her türlü tedbir
ka nuni olaca k . . . şu şartla ki, Araplar. Büyük Britan­
ya hükü meti Dışişleri Bakan lığ ına verdiğ i m 4 Ocak
1919 tari h l i m u htırada · be l i rtilen bağı msızl ı kları n ı el­
de edece kler. » O dönemde. Siyon istler de bundan
. .

fazla bir şey istem iyorlardı .


Filistindeki Ma ndaları boyunca , Ingil izler S iyo­
nist g i rişi mlerd en yana oldular. Daha 1 920'de Fil is­
tin 'deki Araplar. gösteri ler. sald ırılar ve I ng i l izler ta­
rafındrm hemen bastırı lan isya nlarla. protestolarını

53
açıkladıla r. Korkuya kapılan Arap hakim sın ıfları
môli kanelerini S iyon istlere satmaya başl adılar. Fa ­
kat Arap köylüleri , cynı yolu tutmayı reddettiler ve
kendi lerine yöneltilen her türlü bas kıya karşı di ren ­
di ler. 1 947'de Siyon istler hôlô Filistin toprağının an­
cak % 5,7'sine sahipti ler. Arapları ü l kelerinden at­
mak ve topraklarını ca lma'k icin siyasi g üce i h tiyac­
ları vardı.
Manda döneminde, Araplarla Ya hudiler a rasın­
daki i l işkiler adım adım, kolonileştirilen ile kolon i ­
leştiren arasındaki i l işkiler haline g e l d i 1 936'da
Arap halkı ayakla ndı. Altı ay süren bir genel
grevle başlayıp, Fil isti n'in önemli bir böl ümünün
kurta rılmasını sağlayan yöresel direnme mücadele­
leri ile deva m eden isyan, üc yıl dayand ı . Bu devri m­
ci hareketin karşısında S iyon ist sömürgeciler ken­
di başlarına duramayaca klardı, hareketi zorbaca kı­
ran da i n g i l iz ordusu oldu. 1 948'deki lsra i l zaferi,
1 936-39'daki Arap yenilgisi olmadan gerçekleşemez­
di. Ayaklanma, büyü k ölçüde, ken d i l iği nden ve hal­
ka a i t bir n itel i k kaza n m ıştı. Pa niğe kapılan Arap
m ü l k sa h i b i sın ıfları aceleyle, hain Kudüs Müftüsü
Hacı Emin el Hüseyi n'in başka nlığını yaptığı bir Fi­
l istin Yüksek Komitesi kurmuşlar ve emperya l izmin
destekçisi Irak, M ısır vb. hükümetlerin de suc or­
ta'klığı ile, emperyal izmin, halkı i n g i l izierin «iyi n iye­
tine» inand ıra rak, devrimi silahsızl a ndırmasına yar­
dım etmişlerdi. Yine de, bil inmeli k i , daha o zaman­
da, M ısır'da, l ra k'da, en cok da S uriye'de, Fil istin
aya klanması kitleferi coşkuyla dold urmuştu, çünkü
ulusal kurtu luş yol unu gösteriyord u ; bu da halkın
silahlı ayaklanması idi. Arap Kom ü n istlerinin (ki o
zaman sayıları cak azdı) tutumu ağır sonuclar do­
ğu rd u; bunlar, isyanın önderf iğini üstlenmek g ibi ta-

54
rihi bir fırsatı kavrayamamış, bu ayakla nmaya yok­
sun olduğu ideoloji·k ve örgütsel cerceveyl vereme­
mişler ve küçük kahraman Fil istin'in silah l ı aya klan �
ması nı bütün Arap Doğusuna yayma fırsatını kacır­
mışlardır.
Arap a yaklanması kırıld ı ktan sonra, i k i nci Dü nya
Savaşı s ü resince Arap tarafsızlığına i htiyac duydu­
ğu için a rtık savu nma du ru muna geçen ingiliz em­
perya l izmi, zaman kazanmak a m� cıyla oya lanıyordu.
Siyonizm yeni bir koruyucu a ra ması gerektiğini an­
ladı ve Birleşik Devletlerde buldu bu koruyucuyu.
1 948'de Fil istin'in böl ünmesine giden yola, böyle cı­
kıldı. Ameri·ka lılardan doğ rudan doğruya gelen baskı
altında kalan Birleşmiş M i l letler, 1 947'de Fil istin için
onur kırıcı bir ta ks i m biçimi önerdi , öyle ki şimd iye
dek toprağın % 5,7's ini ell erinde tutan S iyon istlere
ü l kenin % 57'si veri lecekti. Böylece, Amerikan em­
perya l izm i S iyonizme devl et teme l i n i vermiş oluyor­
du.
Sovyetler Birliği'nin b u ta ksim plan ı n ı destekle­
mesinin nedeni, şimd i bile anlaşılır olma ktan uza ktır.
Bu desteklayişin bedeli, nesnel koşulların iyice ol­
gunlaşma kta olduğu bu bölgede Komünizm ihtima l i ­
nin yirm i yıl ileriye atı lması _ol m uştur. lsroil'in « ileri­
ci» bir devlet olab i l eceğ i inancı anca k gülüne bir
safl ığın ifadesi olabilird i ; başlangıçtan beri ve hiç
tereddütsüz, israil emperya l izm in sadık bir m ü tte­
fiki olara k çalışmış, 1 950 de Kore'den Vietnam'a
kadar emperya l izmin bütün ta hakküm savaşlarında,
uluslararası i l işkilerde en gerici güçlerin, Portekiz'in
Güney Afri ka'nın v.b. müttefiki olm uştur. Sovyet d ev­
letinin kendi cıka rları da isra i l ' i n desteklan işi icin bir
açıklama değ ildir; çünkü, Rusya 'nın Ortadoğu'ya nü­
fuz ed işini on yıl gecrkti rm iştir bu. Bu ancak, Rus-

55
ların kendi erka riarı için pek önemi olmayan bir me­
selede Amerika l ı ları kızd ı rmamak istemeleri ve Sta­
l in'in Arap ulusa l kurtuluş hareketinin g izil gücünü
ya nlış değerlend i rişi ile açı klanabil i r.
Arap devletl eri de Fil istin davasına a çıkca iha­
net ettiler. 1 947-48'de, Ürdün'de Emir Abdulla h , Ba­
tı Ya kası n ı n i n g i l iz ianeleri ile haya tta ka lan çöl
kra l l ığına i l h a k etmes i icin isra i l yönetici leri ile mü­
zakerelere girerken, kend i hal'kının ulusal hareketi
yüzü nden kaygılanan Kra l Faruk da klasik tipte oya­
lanma ted birlerine başvuruyord u .
Terked ilmiş v e i hanete uğramış Fil isti n halkı di­
renmeye çalıştı . Direnişieri ndeki kahramanl ığa rağ­
men yen i l d L Bundan sonra olanlar iyi b i l iniyor: Sö­
mürgeci ve ı rkçı isra i l devleti n i n iyice sağlamlaşma­
s ı , yüzbinl erce Fil isti n l i' n i n yurtlarından sürü l mesi,
topra kları n ı n ellerinden a l ı n ması ve buna benzer o­
laylar . . .

1 947 ile 1 967 a rasındaki 20 yıl l ı k sürenin ü ç te­


mel özel l i ğ i vard ı r. Birinc isi, Arap u l usal burjuvazi­
sinin iflası ve Komü n istlerin oportün istl i ğ i nden ötü­
rü, «mill iyetçi» küçü k burjuvazinin y ü kselişi. I kinci­
si, i n g i ltere'nin bölgeden iki devin, Birleşi k Devlet­
ler ve Sovyetler B : rl iğ i ' n i n lehine, kovu lması ve bir
modus vivendi (geçici barış) ile böl genin bu iki kuv­
vet a rasında paylaşı l ması. Üçüncüsü, Siyonist sömür­
gecil iğin, yayı lmacı niteliğini, hareketleri ile ka n ı tla­
mas ı . Bu üç uns urun karşılıklı etkileşmesi, bütün bu ·

dönemin ta ri h i n i beli rleyecektir.


1 920 - 1 947 dönem i n i n bağ ucu taşra l ı l ığının te­
meli olan toplumsal denge, bölgedeki hakim emper­
ya l ist güc Ingiltere ( Fransa ikincil d uru mdaydı) ile
çeşitli «devletleri n » latifundia sa h i b i burjuvazisi a -

56
ras ındaki sınıfsa l ittifok tarafından koşullanmıştı.
Gördüğümüz gibi, kolonyo l gel işme küçük burjuvazi­
ye bazı «ekmek kırıntıları» sağlayabi ldiği sürece, bu
sistem işleme istidad ındayd ı . Fa kat emperya l ist ege­
men l ik rej i minin ic çelişkileri bu sistemin sınırlarını
çizdi. Hassan Riad, M ısır'la i lg i l i olarak, I kinci Dün­
ya Savaşı ndan sonra proleter ve yarı-proleter k itle­
lerin büyümesinde, işsizliğin artmasında, tatm i nsiz
küçü k burj uva u nsurların hayret verici büyü mes inde
v.b. ifades i n i bulan ve g i tti kce kes·k inleşen iktisadi
ve toplumsal çel işkileri cözümlemiştir; öte yandan
siyasi düzeyde de, sa hneye yeni güçler çıktı. başlıca
Komün ist hareket ve M üs l ü man Kardeş l iği. Suriye ve
I ra k 'da da aynı temel cel i şki lerin aynı olgu larla mey­
dana çıktığını görüyoruz, fa ka t ülkenin henüz yen i
sayılabilecek kolonyol gel işmesi, çatışma anını M ı ­
sır'dakinden d a h a g e e b i r va kte bıra ktırd ı .
Bütün bunlardan ötürü 1 952 askeri da rbesi ile
yeni dönem i aça n , Mısır old u . Burda da, Hassan Ri­
ad ve Mahmut H üseyin, i ng i l iz emperyalizmi ile lati­
fundia sa h i b i ve kornprador burj uvazi arasında ki it­
tifaka dayana n eski topl umsal il işki lerden Sovyet
devleti ile M ısır d ev let ka pita l izmi a rasındaki i ttifa­
ka g eeişin aşamalarını ta h l i l etmişlerd i r (9) . Bu ge­
çiş, latifu ndia sahipleri n i n i ktidarını yokederek, kır­
lard a kulcıkları hakim d u ruma geçiren 1 952 toprak
reformundan, Batı sermayesi ve ortağı M ıs ı r burju­
vazisine a it teşebbüsleri devlet mül kiyetin e d ev re­
den 1 957 ve 1 96 1 m i l l i leştirme tedb irlerine kada r, ted­
rici bir geçiş ol muştur.
işe ü r'kek başlayan oluşum hal indeki yeni M ısır
hakim sınıfı, i l k önce eski burj uvazin i n vilayetçi l ikle

( 9 ) Hassan Riad, y.a.g e. Mahmut Hüseyin, L a Lutte des


dasses en Egypt 1945 - 1968, Maspero, Paris, 1969.

57
sınırlı pol iti kası n ı s ü ıdürd ü . Ama 1 956'd a k i emperya­
l ist - Siyon ist sald ı n , bu da rl ı ktan k u rtul maya ve bir
Pan-Arap pol itikası ilan etmeye zorladı on u. Yen i
rej i m, aynı ürkeklik içinde, dışarda emperyal ist itti­
fa kı sürdü rmeye çal ıştığı g i bi, içerde de ulusal bur­
j uvaziyle uzlaşmak için epeyce va kit ha rcadı. I n g i l iz
emperya l izminin içinde bul und uğu hafta sonu tatili
durumundan yararlanara k . Wafd'ın 1 950 - 1 951 'de
elde etmeye çal ıştığı şeyi 1 954'te Amerika'nın yard ı ­
mıyla efde etti: i n g i l iz b i rl iklerinin çek i l m esi. Ama
yeni rej im bu a maca güçbela ulaşır ulaşmaz, şimdi
artık hakim du ruma geemiş Ameri kan emperyalizmi
de ondan anti -Sovyet Bağdat Pa ktı'na katı lmasını
isted i ( 1 955) . Bunun üzeri ne, Sovyet diplomasis i , Mı­
sır yöneticilerinin bu meseleyi i ncelemek zorunda ol­
duğu yol undaki demagoj i'Clen usta l ı kla faydalanara k
( Bandung deklarasyanları ve Cekoslova kya 'da n ge­
len s i lahlar, 1 955) Ameri kan sistem inde bir ged i k aç­
tı. Bundan sonra ola nlar bili niyor: Dü nya Bankası'­
nın Assuan Bara j ı icin para vermeyi redd edişi, Na­
sır'ın Süveyş Kanalını m i l l i leştirirerek (Temmuz
1 956) karş ı l ık veri-şi, Kas ı m 1 956'da i n g i l tere, Fran­
sa ve isra i l ' i n yaptığ ı üçlü sal d ı rı . saldırganların A­
merika ve Rusya tarafı ndan durduru l uşu, M ısır rej i ­
m i n i n bir çeşit devlet kapitalizmine doğru sürü kleni­
şi ( 1 957) . Bütün bu dönem boyunca Mısır Komüniz­
mi olayların kuyruğ una ta k ı l ı ka ldı ve 1 957'den son ­
ra da Ruslar tarafıncan desteklenen yeni Mısır dev­
let kapita l izmi i l e ·«işbirliği» içine girdi.

M ısır örneğ i , Arap Doğ usunun başka yerlerinde


de büyük bir etki yaratacaktı. Su riye'de 1 954'te Şi­
şe klı d i ktatörl üğünij :ı düşüşü, ( Komünistler tarafın­
dan desteklenen) Baas Partisiniri yeni küçük burj u -

58
va toplu msal g üçleri i le U l usal Blok' un geleneksel
burj uvazisinin g üçlerinden ol uşa n heterojen bir koa ­
l isyonu i ktidara getird i . Eylül 1 954'te Arap parlamen­
tosu nda i l k kez bir Kom ü n ist m i l letvek i l i ( H a l i t Bek­
taş) yer a l ı rken, Maruf Dawa l ibi ve Halit el Azm gi­
bi başka mil letvekilleri de Komü n istlerin d esteğ i ile
seçil iyorla rdı. S uriye'de Fil istin davasına ka rşı çok
duyarlı olan h a l k kitleleri n i kontrol edemeyen yeni
Suriye rej i m i 1 956 savaşından sonra ü l'keyi Nasır'a
tes l i m etti: 1 958 Şubatında Mısır ve Suriye birleşe­
rek Birleşik Arap Cumh u riyetini kurdular. Oportü­
n istli'kleri n i n karşı l ığ ı nda Suriye Kom ü n istleri n i n eli­
ne geçen, bir kenara itilmek olmuştu gene.
BAC, ü ç yıl s ü rdü sadece; 1 961 'de Suriye burjuva ­
z i s i , Nasırcı bürokratik zorba l ı ğ ı n «ha talarından» ve
hal>k ta rafından sev i l m emesi nden yara rlanarak ü l ke­
nin kontrol unu yeniden ele geçirmek isted i . 1 958'de
M ıs ı r model ine uyg u n olara k yapılan topra k reformu
ve m i l l i leştirme tedbirleri, bir a n için teh l i keye g i rdi.
Ama Suriye'nin geleneksel burj uvazisinin «zaferi»
kısa sürd ü . Yükselen küç ü k burj uvazinin g üçleri, so­
nunda dönüşsüz bir durum yara tmıştı. 1963 darbesi,
bu sefer tek başına olmak üzere, Su riye Baas Parti­
s i n i i ktid a ra getirdi ve yen i bir devlet kapita l izmine
doğru hareket yen iden royına oturdu. Hôlô Suriyeli
ve Batı l ı özel sermayenin aktif katkıları gibi ya nıl­
samolara daya l ı 1 965-1 966'deki i l k «plamı la , m i l l i leş­
t i rm e tedbirleri ve Sovyet yard ı m ı n ı n öne geçtiği
1 965-1 970 pla n ı a rasındaki evri m , Mısır'da 1 957 önce­
si dönem l e 1 960-1 965 «pl a n ı » a rasındaki evri min ay­
n ısıydı. 1 966'da bir başka darbe, Baas Partisinin Sa­
lah Ced id tarafından temsil ed il en «SOl» kanad ı n ı
iktidara getirerek bu değişi kliği güven a l tına a l d ı .
Batı i ç i n , Suriye'n i n b i r SSCB << Uyd usuı> h a l i ne gel-

59
mesi demekti bu. ve Su riye hükümetin i n Ira k Petrol
Şirketine sa ldırması da bunun işaretiyd i . M ısır'da ol­
d uğu g i bi burdaki gelişmeler de. Batı 'ya Orta Doğ u'­
d a ki bekçi köpeğ inin, ya n i isra il 'in, ipleri n i çözmeyi
dü şündürdq.
I ra k'ta da olayların gel işimi aynıydı. 1 957'de ku­
rulan Cephe. Temmuz 1 958 darbesiyle Hoşimi hane­
danının ve l atifundia sahibi burj uvazinin i ktidarına
son verdi. Yeni rej im 1 958'den 1 963'e kadar. Nasır
tipinde bir « sağ-ka nat» çizgi ile bir «sol-kanat» çiz­
gi arası nda g idip geldi. Bunun n eden i . I ra k ' ta M ısır
ve Suriye'den farklı bir g e l işim i n varl ığıyd ı . Anglo ­
Hoşimi egemenliği öyle eksiksiz olmuş ve öyle uzun
s ü rm ü ştü ki, ( l ra k' taki Kom ünist partis i de ötekiler­
den daha az oportün ist ol unca) kitlelerin müdaha·
lesi çok şiddetl i old u. Hal kçı Direniş Güçleri (dev­
ri mci m i l isler) latifundia sah ibi burjuvaziyi ortadan
kaldıra rak düşmanlarıyle adama kıllı hesa plaştı lar.
Yeni d evlet başka n ı Kası m. hemen bu « tehl ike»ye
son verdi. ama bu yüzden az d a ha kend i ayağı da
«sağ-'ka nat» u nsurlar ta rafından kayd ırıl ıyordu. Bu
unsurlar. ancak bu olay üzerine Eyl ü l 1 958'de orta ­
dan ka ldırılan Abd ü lselam Arif i l e Mart 1 959'da Mu­
sul 'da bir da rbe yapmaya ka l kan Şavvaf'tı. Bu darbe
başa rısızl ıkla sonuclan ı nca. rej i m kendi sağ kanat
u nsu rla rı nı. hem j stikla l ' i , hem de Baas' ı n içindeki le­
ri ( Raşid Ali, Fuad Rikabi, Abdü lselam Arif ve Şov­
vet'ın çevres indeki unsurl a r) tem izlemek zorunda
kaldı. Kasım'ı destekleyenler, Demokratik Pa rti'nin
eski m u hafızları. Kom ü n ist Partisinin karşısı nda yal­
nız bıra kıldı; bu arada, toprak reformu. her yerde ol­
d uğu g ibi burada da eski latifundia sah ibi burj uva­
z i n i n temel lerini bir ölçüde ortadan ka ldırd ı .
M ustafa Barza n i ' n i n affedil mesi ve SSCB'den

60
dönmesi ve Ira k Kürtleri n i n Demokratik Partisi'nin
kurul ması yol uyla rej i m i n Kürtlerle sağlamağa ça­
l ıştığı ya kınlaşma, bu alanda yen i bir dönem i n baş­
langıcı olacak ve Kürtl eri n u l usal sorun una demok­
ra ti k doğ rultuda nihai bir çözüm getirecek m iyd i ?
Ne yazı k ki, Komünistlerle i l işkisinde olduğu g i b i b u
a landa d a , Sağ ı n gücleri n i ka rşısına o l mama cabası
içine giren Kası m boca lama gösterdi. Uzun bir sü­
re, kabinesine Kom ün ist bakan a l mayı kabul etme­
di ve (yeni bir böl ünme ya ratarak ra kip bir Kom ün ist
Parti kura n ) Davud Sayı k ' ı n oportünist h izb i n i Ko­
mün ist Pa rtisine karşı kullandı. Temmuz 1 959'da
Kerkü k'te meydana gelen kara n l ı k olaylar hôlô ayo
d ı n latılmam ıştır. Bu, s uçsuz Türkmenlerin mi, yoksa
Sağ ı n al etleri n i n mi katl ed i l mesiydi? Halkın soru m ­
s u z unsurları nın ya ptığ ı b i r «hata >ı m ıydı (olayda n
çok sonra Komün ist Partisinin yaptığı açıklamada
bel i rttiği g ibi) . Gercek ne olursa olsun, Kasım bu
olayı sağa kaymak icin bir bahane olarak kullandı
ve Komün ist Partis i n i elinde tuttuğu i ktidar mevzi­
lerinden uzaklaştırd ı ; 1 961 'de yapılmak istenen grev­
leri ezdi ve böylece işçileri kend isinden uza klaştı r­
dı.
Bağdat rej i m i n i n Kürtlerin isted iği özerkliği ver­
mekte çok gee kalmasından ötürü, 1 961 yazı , Kürt
isya n ı n ı n yeniden başlamasına da sahne old u. Bun­
dan son ra Kasım öldürücü bir tecrite s ü rüklendi. Os­
manlı dönemi nde Basra v i layeti n i n bir parçası olan
ama 1 91 3'de I n g i l iz h i mayesine geçen, ve Ikinci Dün­
ya Savaşından son ra da, çok iyi bilindiği gibi, dün­
yanın en zengin petrol ü retici ü l kelerinden b iri h a ­
l ine gelen Kuveyt «soru n u n u » ortaya atara k h a l k
kitleleri icindeki desteğ i n i tazelemek istedi . A m a b u
manevra işe yarama d ı ; tecrit olmuş Kasım, 1 963'te

61
Abdü lselam Arif' i n darbes iyle devri ldi ve 1 958 yılın­
da ki eski dostu tarafından öld ü rüldü.
I ra k'ta Kasım'dan sonraki· rej i m , Reşit Ali'nin
sefil g eleneğ i çizgisinde b i r sağ kanat küçük burju­
va rej i miyd i . Bin lerce Kom ü n ist mil itanı, i şçiyi, köy­
l üyü ve solc u aydını katiederek bir kan gölüyle açtı
kendi dönem ini. Sonra da, 1 963 Kasımında hôlô çok
fazla «SOl» olara k görü len Baas u nsurlarını da tem iz­
ledi ve hem toprak reform una hem de devlet kapi­
ta lizm i n i geliştirme pol iti kasına bir son verd i . Emper­
yalizme ve emperya l izmin icerdeki müttefiklerine tes­
l i m oluşunu «Araplık» demagoj isiyle telafi etti ; hem
i ran'ın hem de I rak'ın h a k iddia ettiği Şattülarap
üzeri ndeki tartışma, «Siyonist a janları mı dönem dö­
nem asılmaları, vb., buna örnektir. Aynı zamanda,
hôlô isyan hal inde bulunan Kürdista n ' ı n bastırı lma­
s ı nda du y ıprandı. Bütün bu sağ kanat unsurlar, Na­
sır'ın h ü kümeti tarafından tam olara k desteklendi.
1 959'da Şavvaf'ın Musul'daki da rbesi sırasında Su­
riye'de üslenmiş M ısır ordusundan, darben i n başa­
nya u laşması halinde, doğ rudan doğ ruya I ra k'ın
BAC'a ilhakı istenmişti.

Demek ki, 1 948'de d e 1 956'da da Arap devlet­


lerinin !atifundia sahib i komprador burj uvazisinin
gercek nitel i klerin i ortaya çıkaran, emperya l izmle
i şbirl i ğ i n i ve taşra l ı vilayetci darlığını teşhir eden,
3ırf sözde kalan « Pan-Arabizm» inin demegoj ik ve
ikiyüzlü niteliğini gösteren şey isra i l'in yayı l macı po­
l itikası oldu . Arap devletl erini karşılıklı tecrit du­
ru mları ndan cı kmaya gercekten zorlayan bu isra i l
yayı lmacılığıydı: eğer lsrail, dünyadaki Yahudilerin
çoğunun yaşadığı bir devlet yara tmak g ibi bir Siyo­
n ist amacı gerce:kleştirecekse, bu ü l kelerden daha

62
fazla topra k almak zorunda olduğu için onların var­
lığını mutlaka tehdit edecektir.
O halde, iki kere, 1 948'de ve 1 956'da lsra i l sal­
d ı rıs ı n ı n başlıca sonucu, A rap kitlelerinin hükümet­
lerine karşı isyan etmes i oldu. Ama bölgenin Ko­
münistleri, ü l kelerindeki u l usal burj uvazilerin b ütü­
n üyle emperya l i�tlerden yana old uğ u n u a n layama­
d ı kları, emperyçı l izmin baskısından kurtuluşun tek
yolu olara k proletarya n ı n i d eoloj i k önderl iğ i n de b i r si­
la hlı hal·k mücadelesi hedefini göstermeyi reddede­
rek oportünist bir çizgiyi seçtikleri için, bu ülkelerde
i ktida rın komprador ve l a tifundia sahibi burjuvazi­
den küçük burj uvaziya g eçmes i n i sağlad ı lar. Bunu
yapa rken, Rusya'nın izled iği politikadan d a destek
a l d ılar.
Dü nya ölçüsünde bir güç haline gel m iş ola n
Rusya, Arap Doğ usunu, A meri ka l ı hasmı n ı n egemen
olduğu kend i güney ka nad ı na d üşen bir bölge olarak
görmekted ir sadece. Bu d üşman ka lesini yıkmayı
seemiştir ve bunu başarm a k icin de, ü l kele rin i A me­
rikan etki a la nından çıkarabi leceklerine en fazla ih­
timal verd iğ i pol itik g rupla ra ve topl umsal tabaka­
lara dayandırma ktadır faa l iyetlerini. Bu politikanın
« teori k ya n i » ( « u l usa l demokras i » ve «ka pita l ist ol­
mayan yol » ) . her yerde olduğu gibi burda da, barış
içi nde birl i kte yaşama politikasını sosya l ist devri­
min yayı lmasından coğaca k teh l i kelere ma ruz bırak­
madan , Üçüncü Dünya'nın bel l i ül keleri n i Ameri kan
yörüngesinden çekip ç ı ka rma işlev i n i yerine getir­
mekted ir. Bölgen i n Komün ist Pa rtileri de, Moskova­
ya uymakla, ister b:l inçli ister bilinçsiz, kendi halk­
larını a ldatma kta, si lahsızlandırma kta ve onlara kü­
çük burjuva iktidarian tarafı ndan yerleştirilmekte
olan devlet ka pitalizmi yol unu göstermekted ir.

63
Sovyet diplomasisi, b u dönemde büyük bir ba­
şarı kazandı. M ısır ve Su riye'yi Batı sisteminden bü­
yü k ölçüde kopardı ve aynı ölçüde olma ma·kla bir­
l i kte l rak'ı da Batı'dan çekmeyi başardı.
Yavaş yavaş, yeni bir statüko, yeni bir «taksim»
kurul muştu Arap Doğusunda. Rusla r iki üç devlete
egemendi, Ameri ka lılar do petrol ya tağı Arap yarım­
odas ı n ı n e konom i k ba k ı mdan önemli ü l kelerinin
kontrol unu ellerinde tutmuşlard ı . Denge, lsra i l 'le A­
rap d evletleri arasındaki geçici barışla korunuyordu;
Batı emperya lizmi ta rafından deste klenen isra i l sa l­
d ı rıdan kacınaca'k, buna karşı l ı k Arap d evletleri de,
Filistin halkının ülkesindeki lsra i l sömürgeleştirme­
s ine karşı çıkmasını engelleyeceklerdi . lsrajl'in ya
da Fil isti n i i i erin bu geçici barışı bozmaları hal inde,
her şeyin yen i baştan ta rtışma kon usu olması ka ­
çınıl mazdı.
Arap devletleri, 1 947 ile 1 967 a rasında, Fil istin
halkının a ncak devrimci bir n i tel i k taşıvabilecek
kendi özg ürlük savaşını vermes ini önleyerek, taa h­
hütlerine a ktif b i r biçimd e «sayg ı » gösterd i ler. Arap
Filistin inde (Batı Yakası ve Gazze Şerid i) Ü rdün ve
M ısır idareleri bu görevi yerine getirdiler. 1 948'1e
1 955 a rasında, yenik Filistinii ieri s usmaya zorladı­
lar. N e var ki 1 955'te !sra i l yeni b i r ilhak saldırısı
planlayora k i n isiyatifi kend i el i ne a l d ı . 1 955'te Ben
Gurion iktidara döndüğü vakit şunları söyledi: «Gü­
neye doğru yayılmak icin her şeyi yapma kaydıyla
kabul ediyorum hükü meti kurmay ı . » Bu dolaysız teh­
dit karşısında Mısır'ın tepki göstermekten başka ca­
resi ka lmam ıştı . Mısır yetkilileri, geçici barışı koru.:­
mak açısından «en teh l i kesiz» şeki lde yapmaya ça­
l ıştı bunu: lsra i l 'e baskı yapmak ve Gü neye d oğru
yayıl ma·ktan vazgeçirmek Için kendi kontrol unda ko-
mando g rupları ( Feda iler) kurdu. Ama Mısır hükü­
meti b u baskı aracını hic kendi kontrolunda n cıkar­
mak istemiyo rdu; bu yüzden Fil istinliferin kendi öz­
gürlük mücadeleleri icin kendileri n i örgütlemeleri ne
izin verilmed i ; örgütsüz b i r mülteciler sürüsü ola­
ra k kald ı lar.
ısra il'in 1 956'daki olaylar kon jön ktüründen ya­
ra rlanarak Fransız - i ng i l iz desteğ i ile Sina'yı il ha·k
etmeye kara r verd iğini bil iyoruz; Fransa Cezayi r'de­
ki dertlerinden ötü rü, ingiltere de Amerika tarafın­
dan cıkarı l d ı ğ ı Orta Doğu'ya yeniden g i rmek isteğ iy­
le isra i l ' i d estekleyeceklerd i . Sovyet-Ameri ka n a n ­
laşması, geçici barışa sayg ı gösterilmes i n i sağladı v e
Fra nsız, I n g i l iz, israil b i rl i klerı çeki ldi. Arap devletle ri
bir kez daha, taahh ütlerine «saygı » ve Fil istin halkı­
n ı n bastırıl m ası politikalarına döndüler. Ama gene,
lsra i l sömü rgeciliğini kocı n ı l maz olarak genişleme­
ye iten aynı içsel d:r.amik aynı sonucları doğ uraca·k­
tı. ısra i l'e Yahudi göçüyle a rta n buna lım, 1 963'ten
itibaren ısra i l'in Arap komşularına yeni b i r sa ldırı
tasariamasına yol açtı: Şeria sularının başka ka na­
la akıtılması ve «önleyici savaş» tehditleri, 1 967'de
olacakların b i r habercisiydi.
Arap devletleri � 964'te FKÖ (Fil istin Kurtuluş Ö r­
gütünün) kurulması yla karşı l ı k verd i ler.
Bu FKÖ'nün Fil istin halkını kendi kurtuluş mü­
cadeleleri icin seferber ederneyecek cılız bir olay ol­
duğunu ve örgütün gerçek işlevinin bunun ta m
tersine halkın bu mücadeleye g i rmes i n i önlemek
olduğunu a nlamak icin Ara p devletlerinin ( isken­
deriye'deki zirve toplantısında) kendi a raların­
da uzun paza rl ı klarda n sonra . örg ütün «l iderl i ğ i h i n »
ş u iğrenç d emagog Ahmet el Şu keyri'ye verildiğini
hatırlamak yeter. Bu sözde FKÖ (Fil istin Kurtu luş

F. 5 65
Örg ütü) . Arap ordu lerının bir parçasıydı. Fil isti niiie­
re hareket özg ü rlüğü veri lmemişti. FKÖ, olaylar ta­
rafından çoktan aşılmış küçük burj uva ve burjuva
unsurları, kendi halkları n ı n kurtu luş m ü cadelesine
daha 1936-1 939 isya n ı nda i hanet etmiş u nsurları bü­
rokratik b i r ta rzda bir araya getirdi. Arap devletleri
Filistin'in kurtu l uşunun kendi orduları tarafınd a n
sağ lanacağını i leri sü rmeye d evam etti ler. Bunun
imkansız olduğu sadece deneylerle kanıtlanma mıştı
(1 967 ve sonras ında gene kan ıtlanaca ktı) aynı za­
manda bu idd ia bütünüyle d emegoj i k ve ikiyüzl üy-.
dü, çünkü Arap devletleri, sorunun böyle çözümlen­
mes i n i yasa klayan geçici barışı kabul ed iyorlardı as­
l ı nda.
Küçük burj uvazi nin, yerine geçtiği komprador
ve l atifundia sah ibi burjuvaziden daha önemli b i r şey
yapamamasının a ltında yatan neden le ri , h em isra i l
le i l g i l i olarak h e m de A rap birl i ğ i i l e ilgili olarak
uğradı kları i k i l i yenilginin nedenleri n i tah l i l etmeli­
yiz. Mısır'da «yeni sınıfın» ol uşu m u ndaki aşama ları.
bu sı nıfın h ükümet biçi m i n i ve ideolojisi n i ta h l i l eden
Mahmut H üseyin, devlet kapita l izm inin, gene de ka­
pitalizm olmasından ötürü , dünya kapital ist sistemi
içinde kalmak zorunda olduğunu ve bu yüzden em­
perya Hzmden gercekten kopamayacağını gösteriyor.
Bu topl u m u n dünya kapita l ist s istemi ne bağl ılığı, b u
yüzden azgelişmişl iğ! kaçınılmaz olarak s ü rdürecek
ve bütün gercek bağ ı msızlık ve i lerleme umutları n ı
boşa cıka raca·ktır. Ticari orta k v e sermaye kaynağı
('buna «yardım» adı verilecek) olarak SSCB'nin Ame­
rika 'n ı n yeri n i a l ması, bu temel bağım l ı l ı k i ilşkisinde
hiç bir değişi kl i k yapmaz. Cün1kü gel işme. dü nya
sisteminin merkezlerine baı:l ımhlığı s ü rdüren, sürekli
kılan maha lli a racıyı esctın a lmak» a macını taşıyan,

66
bu çerceve içinde boşarılamaz. Za manım ızda küçü k
burj uvazi, yani mahal l i bağımlı devlet kapitalizminin
temel daya nağı, kendi döneminde bağımlı özel kapi­
talizmin temel dayanağı olan eski latifundia sahibi
ve komprador burjuvazinin başlıca i letme kayışı ha­
l i ne gelmekted ir. Bu küçük burjuvazinin ideoloj isini
ta hlil ettiğ i m iz za man, bu i letme kayışı rolü iyice gö­
rü l ecektir. Bu sınıfın ideolojik boşluğu, herşeye uyum
gösterme eği limi, oynadığı bu rol ü , dünya ölçüsün­
de burj uva ideoloj isinin taşıyı cısı rol ünü yansıtmak­
tad ır.
Bu yüzden, bu yeni bağ ı m l ı sın ıfın «Sosya l izm » i ,
bağı m l ı devlet burjuvazisi olarak gercek karakteri n i
g izlemek icin b i r masked ir sadece. Bu «sosyalizm»
kitleleri ka ndıramaz; onları b i r süre için hareketsiz
kılab i l i r ama aktif şekilde seferber edemez. Işte
Arap ordularının göstermiş old ukları nerdeyse biyo­
loj i k zayıfl ı ğ ı n kaynağı budu r. Aynı şekilde, bu sını­
fın uğrunda çal ıştığını iddia ettiği Arap b i rliği de o­
nun gercek a macı değild i r. Bu «birl i·k» ona süregiden
lsra i l istilası ve bu istilaya karşı kendi hal·kının re­
aksiyonu tarafı ndan zorlan m ıştır. Birlik a nca k em­
perya l izme ka rşı mücadelede birl i k olabil ir. Kend ile­
rini emperya l izmden ku rta rmayı, bizzat e mperya l izm
tarafından ya ratıl mış olan «devletlerin» s ı kışık çer­
çevesi içinde başara mayaca kları n ı ancak kitleler
takdir edebi l i rler. Ayrı ayrı düşünüldü klerinde M ısır' ı n
veya Suriye'nin ya d a I rak'ın kurtul uşu a n lamsızdı r.
israil, bu ü lkelerin herbirini tehdit eden a rdarda sal­
d ı rı la rıyla, i l g i l i herkese tecrit olmuş bir halde kur­
tuluşun imkansızl ığını hatırlatmaya devam etmekte­
d i r. Bir devlet burj uvazisi olmuş olmakla ve bu dev­
letlerin kaderinin soru m l u l uğunu taşı ma·kla küçÜ'k
burjuvazi Arap birliğini gerçekten Ilerietmek Için her-

67
hangi bir çaba göstermiş midir? Hayır. Bu burj uvazı­
lerln en edieri olanı. sadece d iğerlerini zaptetmeye
ba km ıştı r: M ısır'ın Suriye'deki « Firavunculuğunumı ,
I ra kl a olan i l işkisindeki i l hamların ve bu ü l ke halka­
ları ve burj uvazilerinin tepkileri n i n a n lamı budur; bu
da emperya l izmin ekmeğine yağ sürmüştür. Gercek
birl i k, biri c i k olası birl ik, emperyal izme karşı müca­
delede hal kların birl iği, bu burj uvaziler tarafından is­
tenmemektedi r: tam ters i ne onlar bundan korkmak­
tadı rlar.

Böylece kaçınıl maz bir şekilde 1 967 felaketi­


ne doğru i lerledi dur um. 1 956 ile 1 967 a rasında lsra ­
il toplumundaki çe! işkilerin g i ttikce hızlanan gel iş­
mes i, Ya h ud i göçünün azalması, ü l ke i ci ndeki top­
lumsal ve ırksal çatışma lar (Batı l ı ve Doğ ulu Yahu­
d i ler arasında) Haziran 1 967 j s ra i l saldırısına yol aç­
tı. j sra i l ' i n askeri zaferi ile birl i kte Ü rdün'den, Suri­
ye 'den ve M ısır'dan topra k ilhak ed i lmesi ve böylece
lsra i l sömü rgec i l iğine tabi olan Arapları n 300,000'den
1 ,300,000'e çı kması, bölgenin, her biri kend i yerl i
iletme kayışına sa hip olan Amerika ile Rusya a rası n ­
da taksim ed i l m i ş olmasına daya l ı geçici barışa ve
statüko'ya son verdi.
Ruslar ve Ameri ka l ı l a r, statüko'nun bu altüst ol­
ması ndan ilk zara ra uğrayanlardı. lsrail birl i k l erin i n
sald ı rıdan önceki mevzi lerine c ekilmesi n.i isteyen 22
Kası m 1 967 tari h l i ü n l ü Birleşmiş M il letler kararı n ı
çıka rtmalarının nedeni de buydu. Mısır ve Ü rdün d a ­
hil, bel l i başlı Arap devletleri ta rafından kabul edi­
len bu kara r hiç bir şeyi cözriıedi, çünkü Siyonizm'in
saldırı gücünü h iç dokun madan olduğu gibi bıra k­
mıştı ; Eski statuko'ya dönerek 1 956 ameliyatını tek­
rar etmek gibi · « d i ndar bir arzu»dan çıkıyordu. Ama

68
1 967'nin lsra il'i, 1 956'nın lsra i l ' i değildi. lsra i l « m i k­
ro-emperya l izmi» o zamandan bu yana güc kazan ­
m ıştı ve zaferinin meyvalarından vazgecmek zorun­
da değ ildi. Gene o va kitten beri, Arap devletleri de
kend i halkları ile uğraşma·k zorunda kal mıştır ve bu
h a lkı lafzi demagoj i ile a ldatma i mka n ları da a rtık
s ı n ı rlanmıştır. Sina'yı d üzenli güçlerle yeniden ele
g eçirmeyi vaat etmek kolaydır; ama her geçen g ü n ,
b u n u n imkansız olduğunu, ucakları Yuka rı M ısır'ın
üzeri nden k ı l ı na dekunul madan g eçen ve Ka h i ra'yi
bombalaya n , Suriye hava sahasına tecavüz eden ve
Beyrut hava alanını imha eden Isra i l ordusunun ha­
sımları ndan daha güçlü olmaya devam ettiğ i n i gös-
·

teriyor.
üstel ik, lsra i l ' i n «zaferi» Fi l istin halkını Arap
bürokratlarına ku lluktan kurta rm ış ve kendi kurtul uş­
ları için devrimci mücadeleye g i rmeleri n i sağlamış­
tır. Siyon ist söm ü rgeci tahakkümünün sonuçlarıyla
en « i lgili» taraf olmak Fil istin halkının zaten başka
bir a lternatifi olmam ıştır. Fil isti n l ilerin, I kinci Dü nya
Savaşı önces inde bile, öteki Arap halklarından çok
daha radikal olmaları n ı n n edeni de buyd u. 1 920'1er­
de bazı Ya hudi aydı nla rı tarafı ndan kurulan Filistin
Kom ü n ist Partisi 1 930'1arda Araplaştı. 1 924'te i l eri
sürülen «Partiyi Araplaştırma» sloga nından da anla­
şılacağı g ibi, o günlerde Komün ist E nternasyonal
hôlô devri mci bir rol oynuyordu. Arap « ha ki m » s ı n ıf­
ları n ı n ihanetiyle yüz yüze ka l ı nca Fil istin KP'si, ulu­
sal kurtul uştan yana ola n tek Arap partisi h a l i ne
geldi; ne yazık ki, 1936-1 939 isyanını Komünist l ider­
l iğinde dön üşsüz bir devrime dönüştürerek zafere
ula ştı racak kada r kuwetle köklenmemişti halkın
içinde. Dünya savaşı, Sovyetlerin Batı emperya l iz­
m i n i yetıştırme pol itikası , ve sava şta n sonra da «dev-

69
Jet poli ti kası» ve bunu Izleyen yozlaşması, Fil istin
Kom ü nizm i n i n gerilemesine yol açtı . Savaş sırasın­
da Parti, bel irsiz bir «Ul usal Cephe» hal ine dönüş­
türüldü ve 1947 ta ksi m i n i n kabul edil mesiyle bir
«lsra i l Kom ünist Partisi» kuruldu; bu parti, en azın­
dan Ya hudi seksiyonu ile. Siyon izme gömül meye
mo h kumdu.
Böylece Arap k itleleri caresiz b i r dağını klığa
terked ilm işlerdi. Kendi ül kelerinden çıkarılmış ve
darmadağınık ol muş Filistinl iler, önce, i ltica ettikleri
komşu ü l kelerin, özel l i kle Ü rdün, Suriye ve Lübnan'­
ı n pol iUk hayatına katılmaya çal ıştı l a r. Bu ül kelerde
Baas Partis inin «sola dön üşüne» yol actı lar. Sonra ,
kendileri n i Fi l istinl iler olarak örgütlernek için ça ­
l ışmaya başladılar. Bir kac ay süreyle isra i l'in ka rşı­
sında hiç bir «Arap h imayesi» olmadan yanlız ka l ­
dıkları kısa 1 956 deneyi o n l a r i ç i n ç o k yararlı oldu:
bir kez daha savaşmayı öğrend i l er. 1 Oca k 1 959'da
El Feti h'i, F i l istin halkının büyü k savaş örgütünü iş­
te bu deney doğ u rdu. 1 965'te El Fetih ve askeri kol u
El Asifa, caresiz FKÖ'nü a şa ra k si lahlı mücadeleye
başladı lar. Haz i ra n savaşı, FKÖ'nün sahtekarl rkları­
na son verd i ve El Feti h ' i Fil istin h a l k ı n ı n kurtu luş
mücadelesinin bilfiil l ideri haline getirdi. 1 968 Mart'­
ındaki Karôme savaşı, lsrail söm ü rgeci l iğine karşı
başl ıca engel i n Fil istin h a l kı olduğunu kanıtlad ı . E l
Fetih ' i n amacı, Arap y a d a Yahudi bütün vatandaş­
ları sadece «kanun önünde» değ i l gerçekte de eşit
olan bir bağımsız, demokratik Filistin devleti (bu, is­
ra il'in sömü rgeci ve ı rksal ayrıcalı klarının, ve dolayı­
sıyla da bu ayrıca lığın a ltında yatan kapital ist siste­
min kaldırılmasını öngerektirir) . devrimin önündeki
tek mümkün yol u tanımla r.
Ü n i ter ·bir devlet mi, yoksa i ki u l uslu bir devlet

70
m i , bir Orta Doğu Konfederasyonu mu, yoksa baş­
ka bir şey m i : Arap Doğusunun sorunları n ı n cözüle­
.ceğ i n i hai biçimleri mücadele ve ya l n ız mücadele be­
l irleyecektir. Şu anda bu kon ular üzerinde tartış­
mak, i leriye giden tek yol olan anti emperyalist kav­
gayı engellemek isteyenlerin a maciarına h izmet et­
me k olacaktır.
Fil istini iierin mücadel esinde yera lan tek örg üt
El Fetih değildir. 1 960 s ıralarında Suriye'de Baas
Partis i n i n üyeleri ta rafından kurulan Fil istin Halk
Kurtu l uş Cephesi de, öncelikle Filistin hal·kının ken­
di davasında n sorumlu old uğunu ilan etmiştir. Bu
örgütün sol kanadı, Fil isti n Demokrati k Halk K urtu­
luş Cephesi, Markoist-Len i nist olduğunu vurgula­
ma ktc ama eylemde El Fetih 'ten ayı rmamakta d ı r
kendi n i . üstel ik, farkl ı savaş örg ütleri ortak b i r Fi­
l istin Ul usal Konseyi kurmuşlard ı r. Fil isti n i i ierin sa­
vaş örgütündeki ceşltl i g rup ve eğ i l imiere M a rksizm
«sertifikaları» dağıtmak b ize d üşmez: ya l n ız F i l istin
halkının bu kon ularda kon uşmaya ha kkı vardır. Böy­
le yapmaya kal·kmak (ne yazı k ki, yeni Fil istin solu
ve özel l i kle Avrupada kücük d evrimci g ruplarda ör­
gütlenmiş sol unsurlar s ı ksık yapıyor bunu) sadece
kendi işi ol mayan şeylere karışmak ve çeki l mez b i r
c< ideoloj ik pederşah i l i-k» örneğ i vermek olmaz, aynı
zamanda Fil istin i i ierin m ücadelesine de zarar geti­
rir.

Fil istin hal·kının savaş olanına g i rişi, ya l n ız Fi­


l istin'de değ i l Fil istin m ü l tecileri n i n de bulunduğu
komşu Ara p ü l kelerinde (özel l i kle Ü rdün ve Lübnan'­
·da) ve dolayısıyla bütün Amp d ünyasında, sorunun
öğe l eri n i köklü bir bicimd e değiştirmiştir.
Emir Abdullah'a ( 1 946'da kra l lığa getirildi) ve-

71
rilen kukla . Ü rdün devleti, 1 948'de Fi listin'in
Batı Yakası bölges i n i i l ha k etmeden önce, bir pol i ­
t i k hayata sah i p değ i ldi. Abdul lah haini ( is rail'le ça­
tışmaya düşmesinden ötürü 1 951 'de öldürüldü) , oğ­
lu Talat ve daha sonra da taru n u Hüseyin, yavaş
yavaş ülkenin kontrolunu kaybettiler. Fil istin Komü­
nizminin bir kol u olan Ul usal Kurtu luş Birliği önce­
leri, 1 949'1e 1 955 a rasında ülkenin gercekten örgüt­
lü tek pol itik hareketiyd i . Ama oportü n ist c ızgısı
( « isra i l sömürgeciliğine saldırmadan önce Arnman'­
daki hakim gücü değ işti rmek») kitleleri kazanması­
nı engelledi (bunun icin d evri mci eylem gerekiyordu)
ve etkisi n i Fil istin aydın çevreleriyle s ın ırlı tuttu.
1 956'da bunal ı m gelip dayandığı va kit, U l usal Kurtu­
luş Birl iğ i n i n Komü n istleri tarafından desteklenen
Süleyman el Nabulsi'nin kısa ömürl ü h ü kü meti için
yol açılm ıştı böylece. Daha sonra b u « i lerici» hükü­
meti n Kra l Hüseyi n tarafından görevden atılması,
bunun doğru çizgi olmad ığını gösterdi. Doğru çizg i,
Ürd ü n 'de m ü l teci kamplarının içinde ve d ışında,
kukla kra l ı ve yönetim i n i h içe saya rak kendi otori­
tes i n i kura n - ve bu otoriteyi fiili olarak, işgal edil­
miş Fil isti n 'deki silahlı mücadelen i n bir işlevi ola­
rak kura n - El Fetih ta rafından pra tiğe konuldu.
Filistin halkının sah neye g irmesiyle, küçü k ve
sessiz Lübnan'da bile pol itik şartlar a l tüst oldu. O
zamana kadar, Lübnan devleti, küçük burjuvazi ta­
rafından Su riye, I ra k ve Fil istin'de bağ ı m l ı devlet
kapita l izmlerinin kuru l masına yol açan değişi kli kler­
den etkilenmemişti. Sermaye icin b i r g izienme yeri
ve bir turist genelevi ola ra k Lübnan ' ı n emperyal ist
sistem içindeki özel görevleri, «Orta Doğu'nun lsvic­
resi» nin daima halk kurtuluş hareketlerinden uza k
kalacağı sanısını yaratm ı ştı. 1 952'de, sistemin « iş -

72
leyişin i n » garantisi ola n yozl aşmış plütokrasinin sim­
gesi Bişar El Huri'nin düşüşü d e, 1 958 yazı n da A­
meri kan deniz piyadeleri n i n cıkarması ve daha s on­
ra da cekil mesi üzerine C a m i l le Şamun'a yöneltilen
meyda n okuma gibi pratikte hic bir şey i değ iştirme­
di. Ama 1 967'de Lübnan'daki Fil istin mü lteci lerinin
muha rebe vaziyatine gecmeleriyle birl i kte her şey
değ işti. B i l i ndiğ i gibi, Lübnan'ın müzika l - komedi
durumu, o günden beri Arap em irlerin i n ve «sosya­
l ist» bürokratların sermayeleri icin emin bir yer de­
ğildir artık.
Arap yarımadası. Sud a n , Libya ve uza·kta kalan
Mağrip te. Filistin halkının sa'KIŞ a lanına girişinin
etkileri n i d uymuşlard ı r.
Arap yarımadasında petrol şirketlerinin ve göçe­
be şeyh leri nin hic ;tirazsız hüküm sürd ü kleri dö­
nemler geride ka lm ıştır. Birinci Dü nya Savaşın ı n so­
nunda Şerif H üseyin'in Me kke'den atıl masından
sonra kurulan Suudi Arabista n , hôlô bir Ararneo
kra l l ı ğ ıdı r. ama a rtık kentsel işci ve küçü k burj uva
çekirdekleri bulunma ktad ı r ve bunlar da i ktidardaki
hanedanı bazı tavizler vermek zorunda kırakmışla r­
dır. Eylül 1 962'de Yemen'de i ma m B edir'in düşme­
si, G üney Yemen 'deki kitle hareketleri, bütün böl­
gede ulusal kurtuluş hareketin i n güçl enmesi, kadim
Soba kra l l ığ ı n ı g ü n limüz d ü nyası na çekm iştir. Suudi
Arabistan'ın Yemen'de Bedir'e bağ l ı kabilaferin ya­
nında sürekl i m üdaha leleri, ve cumhuriyet rej i m i i­
cindeki « ı l ı m l ı » unsurlara (Sallal ve son ra da Kadı
Abd ü l rahman el l rya ni) dayanan M ısır askeri mü­
dahales i n i n 1 962'den itiba ren karşı laştığı aynı ölçü­
de sürekl i yenilg iler ( Hazira n 1 967 savaşından son­
ra M ısır birlikleri n i n cekilmesine kadar) . yeni cum­
hu riyetin cökmesin& yol açmadı. Ters i ne, Yemen 'de

73
devri mci g üçlerin görece yen ilgisinden ders alan
Güney Yem en halkı, güney -doğ u Arabistan'ın küçü k
sulta n i l kiara (Aden, Abu Dabi, Muskat. vb.) böl ün­
mes i n i devam etti rmek isteyen I ng i l iz planını başa­
rısızlığa m a h ku m ooere'k daha i leri zaferler elde
edeb ilecekler.
Daha çok Arap d ünyasının s ı n ı rları nda kal ma k ·
la birl ikte, Sudan d o a rtık bölgenin kurtuluş hareke­
tine uzak ka lamıyor . 1 953 Ingiliz-M ısır a nlaşmasıy�a
yerl i iktidarın ü l kenin geleneksel hakim sınıfia rına
(Ensar ve Aşikka d i n i cem iyetl eri n i n «ya rı feodalla­
m ) verilmesi, emperyalist egemenl iğin tartışmasız
deva mını sağlayamamıştır. Zama n zaman «tatmin­
sizl ikleri n i » dışa vuranlar yalnız (1 944'ten beri örgüt­
lü olan) Komü n istler, işçi sınıfı _(özell ikle güçlü de­
m i ryolu işçileri sen d i kası) ve «eğiti m l i » küçük bur­
j uvaziyle ka lmamıştır. Geleneksel hakim s ı n ıflar ta­
rafı ndan kontrol edilen sahte parlamento s isteminin
ve bundan son ra da ·kent küçük b urjuvazisine da­
yanmaya çalışa n Abud'un askeri d i ktatörlüğünün
düşüşüyle birl i kte kent ve kır kitleleri hare ket etme­
ye başlamışlard ı r. S:.ıdan'ın Ara p olmayan güney ke­
siminde artık bütün bölgeye yayılmış olan isyan,
hem bölgedeki köylülüğün kuzeydeki bürokrasi ara­
cılığıyla uygulanan emperyalist tahakküme verd i k­
leri cevap, hem de emperya l izmin kendisine h izmet
eden bu bürokrasiye baskı yapmak için kullandığı
a raçtır.
Libya g ibi petrol şi rketlerin i n egemen l i k alanı
olan bir çöl ü l kesi bile, g eçtiğ imiz yılda ( * ) , Filistin hal­
kının harekete g eçm&s i n i n etkilerini d uymuştur. Es­
kimiş monarşinin yeri ne öteki Arap ü l kelerindekilere

c•ı Bu kitabın ilk basım tarihi 1970 dir - çev.

74
benzeyen, küçü k burj uva köken l i bir s ubay ta kımını
geei ren da !'lbe, büyük ölçüde 1 967 lsra i l sa ldırısı ve
sonrasının sonucudur.
M ağrip ise, Fransız sömürgec i l iğ i n i n özel ta hak­
küm biç i m leri ve yarattığı maha l l i sorunlar kadar
coğrafi uza klığı ve kend ine özgü çizg i leri, özell i kle
de Serberi kara kterinde oluşu n edeniyle, Arap Do­
ğusunu sarsan akımlardan uzak kal m ıştır. C ezayir­
deki Fransız sömürgeciliği, herh a lde emperya l izm
cağı ndan çok önce başlad ığı için ve Fra nsız kapita­
l izminin geriliği nden ötürü , kısmen «yoksul beyaz»
kolon i yerleşmeleri biçimini a ldı. Bu ta rımsal sömü r­
gel eştirme hedefi, T"unus ve Fas için de geçerl iyd i .
Mağrip'te v e özell ikle Fransız finans kapita l i n i n m a ­
dencil iğe v e hatta sanayi işletmelerine ya ptığı ya­
tırı m l a rla öne çıkan Fas'ta , daha i leri kolonyal izm
biçimleri, ancak son radan sonraya gel işti. Bu üç ü l ­
ken i n h e r birinde kolonya l izmin doğurduğu toplum­
sal yapıda ki fa rk l ı lı kları ta h l i l eden Sa m i r Emin, şun­
ları yazıyor:

Cezay i r'de topra k a ristokrasisinin çoktan orta­


dan ka l kmış olmasının nedeni, kolonya l izmin etkile­
rinden çok, Abd ü l kadir'in ( 1 830-1 848) indird i ğ i darbe­
lerd i r: oysa Fas'ta bunun tam tersine. toprak a ris­
tokrcsisi kolonya l izm ta rafından g üçlendirilm iştir;
Tu nus'un durumuysa, bu iki gel işme tipin in arasın­
da bir yere düşer. Her üç ü l kede de küçük burj uvazi­
nin belirg i n yükselişi ned e n iyle bu yapı fa rklılıkları
bugün yavaş yavaş önem i n i kaybetmekteyse de, da­
ha uzun bir süre u l usal h a reketi etkilerneye deva m
edecektir. ( 1 0)

cıo> Samir Emin, Le Maghreb modeme, Paris, 1970.

75
1
Cezayir'in feth i s ı rasında, 1 848'e kadar yürütü­
len yoketme savaşı. Cezayir d i renişine bir hal·kçı -
köylü kara kter verdi ve aynı zama nda kentsol seç­
kinlerin i mhasına ya da büyük ölçüde göçüne yol
açtı. Kolonya l istler <arafından seçilen yeni kentsel
ta ba kanın gerek k;rsal kesimlerle g erekse kentler­
deki eski hakim s ı nıflario h iç bir bağı yoktu. Ferhat
.Aibbas'ın bel irtti ğ i g ibi, çok uzun bir süre m i l l iyetcl­
l i kleri n in yüzeyde kalması n ı n ve taleplerinin de «asi­
m ilasyoncu» bir kara kter taşımasının nedeni buydu.
Fransız kolonları pieds noirs'dan(•) gelen muhalefet,
zaten bu saçma asimilasyon düşüncesini iyiden iyi­
ye olanaksızlaştı rmıştır. Zamanla, d i reniş hareket­
leri, ta bon larını kentlerdeki halk unsurlarına ve Fran­
sa'daki Cezayirl i işçilere kaydırdılar. 1 954'teki silah�
l ı ayaklanmayı gerçekleştiren hareketin evri m i de
böyle ol muştu. Ve Cezayir m i l l iyetç i l i ğ i d e uzun ve
korkunç Cezayir savaşı ( 1 954-1 962) içinde gerçek
anlam ıyla yeniden d oğ muştur.
1 850 ile 1 945 arasında, Cezayir m i l l iyetçiliğinin
i l k dönemiyle günü müzde yeniden doğuşu a rasında­
ki uzun boşluğun, Ceza y i r'den daha sonra kolon ileş­
tirilen Tunus ve Fas'ta b i r pa raleli yoktur. Samir
Emin'e göre. bu olgu, n eden Tunus ve Fas'ta « ko­
lonya l feth in şartla rı farklı olduğu için modern ulu­
sal ha reketin Cezayi r'deki gibi kitle iç inde geçmiş
bulunmayışını açı klar» . Tunus'ta 1 930'1arda burjuva
ve "küçük burjuva çevrelerde kurulan ul usa l hareket
h i ç bir zaman asimi lasyon haya l lerine d ü şmedi ama
öte yandan da, her za man « burjuva» ve « ı l ımlı» bir
karakter taşıdı; bu, başından beri onu temsil eden
insanın Burg iba oluşundan da bel l i d i r. 1 954'te bu

(0) Cezayirde yerleşen beyazlar - çev.

76
« ı l ı m l ı ıı hareket köylü kitlelerinin isya n ıyla s ı kıştırı­
l ı nca. Fransa'nın izlediği ve 1956'da Tunusun ba­
ğ ı msızlığı ile son uelanan taviz pol itikası, durumu
kurta rdı. Kolonyol yön etim� bunlardan sonra g irm iş
Fas'ta. s ü rekl i l i k daha da belirg i ndir. Fas'ta, « mo­
d ern kentsel mi l l iyetçi hare ket. . . bağ ımsızl ı k elde
ed ilene kadar bu har eketin tartışmasız l iderf iğini ya­
pan ü l ken i n geleneksel seekinlerinin yan ı nd a yer
almak zorunda kalmıştır.»
Fransız kolonya l izm i n i n uzun sürmüş ka ranlığın­
dan ç ı kan Mağ rip, Arap Doğusundan tecrit olduğu
için. a nca k zorl ukla yeniden kaza nabildi kişil iğini.
Arap dünyasına a i t olma duygusu tamamen yok de­
ğild iyse de, Mağrip' i n m i l l iyetciliğı salt ma halli Dir
n itöl ı kteydi. Cezayirli, Tunuslu. Faslı. Bu üç ülkenin
boğı msııl ı klarını kazandığı şartlar. ta rihsel neden'cır­
le, fa rklı da olsa. Sam i r E m i n bağı msızlıktan bu ya­
rıo geçen dönem hakkında şunları yazıyor:

Mağrip devletlerin i n son yıllarda gösterd iği po­


l itik evrim. derin lards yata n toplumsal gercekliklerin
kolonya l iz m ta rafından biçi mfendirilen görünüşteki
pol itik gercekl i k Ü'!eri ndeki zaferini ya nsıtmaktadır
bir ölçüde. Cezayir ul usal hareketi. bağı ms ızl ı k sa­
vaşın ı n i l k yılla rında rad i ka l izm i n doruğuna cıkma­
sından sonra , kücli k burj uva tabakalar ta rafından
ele geçirilmiş ve sonueta bağımsızl ığın meyvalarını
toplayanlar bunlar ol muştur. . . Tunus'ta. yükselen
küçü k burj uvazinin gitti kce a rtan nüfuzu ile. Des­
tur Pa rtisi yavaş yavaş kapital ist l ibera l izmden «ulu­
sal sosyal izme» kaymıştı r. . . Cezayir soldan sağa
doğ ru evrim gösterirken. Tunus'ta bunun tersi ol­
muştur. . . Fas'ta, rej i m henüz kendi n i dengeye ka­
vuştu ra ma m ıştır: küçük burj uvazinin baskısı 1 960'ta

n
rej i m i sürükleyip götü rme k üzereyk en yen i l g iyle kar­
şılaşmış ve bu da geleneksel tutucu g ü çleri yeniden
i ktidara getirmiştir. Cezayir ve Tunus evri m leri n i he­
m en hemen ta mamlamışlard ı r. Cezayir'de devrimci
köylü radika l izminden, Tunusta ise ı l ı m l ı m i l l iyetçi l i k­
ten ka l kılmış ve h er i kisind e de küçük burj uva u l usal
«sosya l izmine» varılmıştır. Fas, tari h i n i n bu bölü­
münü henüz kapa mış değ ildir, küçük burj uva sosya­
l izminin toplumsal ve pol itik gücleri şimd iden mev­
zilanmiştir bu ü l kede.

Zaman ı m ızda, «azgel işmişliğin» sürd ürü lmesine


yard ı m ettiğ i için emperya l ist egeme n l iğin dayandığı
temel olan «·küçü k o urjuva mill iyetç i» otorite, her
yerde aynıd ı r. «Yard ı m » , ister Cezayir'deki g ibi Sov­
yetlerden gelsin, ister Tunus'ta ki g i bi Amerikan
yardımı olsun. bu bağı m l ı politi.k otoritenin yerinde
ka lmas ı n ı ve güçlenmas i n i sağlama görev i n i yerine
getirm ekted ir. Ayn ı zamanda, Mağ rip coğrafi bakım­
dan Fil istin'den uzak olduğu ve tsrc i l ' i n tehd idini his­
setmediği icin, anti emperya l ist mücadelenin zorun­
lu birl iğ i n i n b i l inci, burda Arap Doğ usunda olduğun­
dan da fazla kitle üzerinde etkisi b u l unmaya n dev­
rimci çevrelerle s ı n ı rlıdır. Bu da göstermiyor mu Arap
birliğinin dar, cansız bir vilayetcil iğe sa planmış küçük
burjuva yöneticiler ta rafından gerçekleştirilemiyece­
ğ i n i ? üstelik, sonuna kadar beni msed ikleri bu
vi layetçiliğin neden i , kendi yönetimlerinin şartların­
dan biri olan dış g üçlere (Sovyetler de dahil) bağ ım­
l ı l ı kken. Ayn ı zamanda , bu birliğin, lsra i l kolonyol iz­
m i n i n sürekl i sa ldırı la rı ile söz konusu devletlere dı­
şardan zorlanan bir şey olduğunun da kan ıtı değ i l
m i b u ? Birliğin, yal n ız anti emperyalist mücadele
Içinde birlik olarak bir anlam taşıdığını göstermiyor

78
mu? Geri kalan her şey, yani « u l usal sorunun çözül­
mesi">> (tek bir Arap devleti m i yoksa bir kaç Arap
devleti mi) a rkadan gelecektir: sadece kitlelerin bu
devri mci mücadelesi bu sorunu çözüme bağlayacak­
tır, yoksa « u l us teorisi» ha kkında ki gevezelikler de­
ğil.

işte böyle, 1 967 !sra i l sald ı rısı daha önceki yir­


m i yılın sta tükosuna bir son verd i . Tarihin istihzası.
isra i l icin bu statükoyu n ihayet Arap devletlerine
kabul ettirerek perçiniemek amacını taşıyan bu sal­
d ı rının tam ters bir sonuc vermesine yol açtı. ister
Batı tarafından ister SSCB tarafından desteklensin,
i ster yerli «libera l » kapita l izmin ister devlet kapita­
lizminin temel lerini hazırlas ı n burj uva ve küçü k bur­
j uva m i l l iyetçiliğinin aczini teşh i r etmeye yara mıştır
isra i l ' i n zaferi, o kada r. Zaman ımızda, « azgel işmiş
ü l kelerdeki» kapita l izmin a n ca k bağımlı ve dolayısıy­
l a da g üçsüz bir ka pita l iz m olabileceğ ini göstermiş­
tir. Tek bir gücü «özg ü rl eştirmiştir» : Fil istin halkının
gücünü. Ama böylece Arap dü nyasında yeni bir çağ
açmıştır; bölgenin halkları n ı n emperya l izme ve Siyo­
nizme karşı orta k m ücadele cağ ı n ı , sosyal ist devrim
savaşıyla bi rleşmekten başka çaresi olmayan ve
proletarya n ı n ideolojisi ta ra fından yönetilen bir öz­
gürl ü k savaşı cağ ını açm ıştır.

You might also like