Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 39

DiVAN EDEBiYATI

ders kitabının büyük rolü olmuştu r. Di- len, bu edebiyatın Osmanlı milletine mah-
DivAN EDEBiYATI
van edebiyatı adlandırması bu eserle, sus veya onun sahibinin Osmanlı toplu-
Türk edebiyatının artık şurada burada bazı makalelerde mu olduğu gibi bir düşünce değil , dilde
İslAm medeniyeti dairesinde
rastlanır bir söz olmaktan çıkıp kitapta ve zevkte milli bir edebiyatın karşıtı sa-
Arap ve Fars edebiyatları yanında
sık sık tekrar edilir ve yüzlerce sayfalık yılarak kendisine köhnemiş, milli kültü-
meydana getirdiği
büyük edebiyat kolu. müstakil bir bölüm olan "Eski Divan Ede- . re yabancı kalmış bir zihniyetin temsil-
L
biyatı" başlığı altında adeta resmTieşir. cisi nazarıyla bakılan bir edebiyat oldu-
Tarifi ve Adlandırılışı. Türk edebiyatı­ Ömer Seyfeddin, başlangıçta devrinin bir- ğudur. isme bu manayı getiren bakış,
nın umumi gelişimi içinde, nazari ve es- çok yazarı gibi "enderun edebiyatı" ad- birçok yazar tarafından gayet açık şekil­
tetik esaslarını İslami kültürden alarak landırmasını benimserken (mesela bk. de çeşitli yerlerde ve defalarca ifadesini
meydana gelen ve özellikle örnek kabul "Türk Sözü", Türk Sözü, nr. ı lll Nisan bulur.
ettiği Fars edebiyatının her yönden kuv- ı3301. s. ı-3; "Halk Ne Der", a.g.e., nr. 2 Divan edebiyatı tabiriyle, Osmanlı sa-
vetli ve sürekli tesiri altında şekillenip 11 8 Nisan 13301. s. 9-ı 1; "Türkçeye Karşı ray ve konaklarında teşekkül eden, di-
belirgin örneklerini vermeye başladığı Enderunca", a.g.e., nr. 4 1ı Mayıs 13301. van dedikleri ekabir meclislerine mah-
XIII. yüzyıl sonlarından, XIX. yüzyılın ikin- s. 25-27; "Osmanlıca Değil , Türkçe Türk- sus bir zümre edebiyatı kastedilmiş ol-
ci yarısına kadar, bünyesini sarsıcı ve za- çe", a.g.e., nr. 5 18 Mayıs 13301. s. 33- 34) duğu zamanla gözden kaçarak şairlerin,
yıflatıcı bir tepki ve değişikliğe uğrama­ "Enderunca, divanlarda gömülü eski li- şiirlerini bir araya topladıkları eseriere
dan Arapça- Farsça kelimelerin geniş öl- san, eski divanlardaki Osmanlıca denilen divan dendiği ve netice itibariyle onun
çüde yer aldığı bir dille varlığını altı asır Enderun dili" şeklinde ifade ettiği bu divan adlı şiir mecmualarından meyda-
sürdürmüş bir edebiyat geleneğidir. edebiyata mahsus bir dil kavramından na gelme bir edebiyat olduğu yolunda
Sadece sanat gayesinin hakim oldu- hareketle sonunda "divan edebiyatı" ve bir yorum üretilmiş, bu ismin bu sebep-
ğu bu edebiyata, Batı tesiri altında yeni "divan şairleri" gibi yeni bir adiandınş le konulmuş olduğu sanılmıştır.
bir edebiyatın doğuşundan bu yana, çe- ve kavrama ulaşır ("İskolastik Lisanımı­ Hangi düşünce ile bulunmuş olursa
şitli ve zamanla biri diğerinin yerini alan zın İflası", Milli Ta/im ve Terbiye Cemiye- olsun divan edebiyatı sözü esasında ilmi
adlar verilmiştir. Başlangıçta bu yeni ede- li Mecmuası, nr. 4 INisan ı3351. s. 37-46; ve yeterli bir adiandırma değildir. Türlü
biyattan ayrı tutmak düşüncesiyle "ede- nr. 6 ! Şubat 1335 1. s. ı 1-21) . Ömer Sey- verileriyle altı asır sürmüş koca bir ede-
biyyat-ı cedide" karşıtı olmak üzere ona feddin gibi Ali Canib de bir başkası ve biyatı yalnız divanlara inhisar ettirip onun
"edebiyyat-ı kadime· ve "şi'r-i kudema· yenisi olmadığı için "eski" denmesine ge- çok çeşitli eserler verd i ği birçok edebi
denmiş, mahsullerinden de " asar - ı es- rek bulunmadığı halde, onda bir köhne- nevi dışarıda bırakan , nesri ise hiç he-
laf" diye bahsedilmiştir. Sonraları umu- lik ve eskimişliği vurgulamak kastıyla , saba katmayan bu adlandırışın yanlışlı­
miyetle aşağılayıcı mahiyette bir zihni- haşve düşmek pahasına sık sık "eski ğı kadar yetersizliği de meydandadır.
yeti aksettiren "havas edebiyatı, saray divan edebiyatı " ifadesini kullanır. Her Tabirin bu aksak ve yetersiz mahiye-
veya enderun edebiyatı, skolastik ede- ikisinin de ümmet çağı mahsulü ve Acem tinden dolayı onun yerine "klasik Türk
biyat. medrese edebiyatı, ümmet ede- mukallidi olarak gördükleri bu edebiya- edebiyatı" adı zamanla daha fazla ter-
biyatı, ümmet çağı edebiyatı" adları ve- ta neden bu ismi verdikleri Ali Canib'in cih edilir olmuştur. Ancak bu adiandınş
rildiği gibi bunlara " Osmanlı edebiyatı, şu ifadelerinde açıklamasını bulmakta- da bu edebiyatın ne derece ve nesiyle
yüksek zümre edebiyatı , klasik edebi- dır: "Hulasa divan halinde teşekkül eden, klasik sayılabileceği, gerçek manası ile
yat, klasik Türk edebiyatı" şeklinde yeni ancak saraylarda, zümrevi divanlarda klasik bir edebiyatın ne olduğu veya ne
yeni isimler ilave olunmuştur. Bu edebi- kabule mazhar olan bizim eski edebiya- olması gerektiği münakaşasını da bera-
yatı ifade etmek için doğrudan doğruya tımıza verilecek en doğru ad 'divan ede- berinde getirmiştir. Onda Batı edebiyat-
"litterature classique· sözünün tercüme- biyatı' ta biridir" (Edebiyat !istanbul ı 340, larındaki klasiklik ölçülerini arayanlar
si durumunda olan " edebiyyat-ı tasni- s. 207, 2. bs ., 19261. s. 256) . Onun, dili ve bunları göremedikleri için bu edebiyata
fiyye· adı bile düşünülmüştür (Ali Ekrem, ruhu ile halktan uzak, kendi içine kapa- klasik denemeyeceğini ileri sürmüşler­
"Lisan-ı Nazmda Eşkal ve Efkar", DEFM, lı, imtiyazlı bir zümre edebiyatı olduğu­ dir. Bunlara karşı, mutlaka onlara ben-
nr. ı !Mart 1332]. s. 16) . Ali Ekrem daha nu belirtmek üzere bu deyimle eş de- zemek mecburiyetinde olmayan eski şi­
da öteye giderek "edebiyyat-ı Osmaniy- ğerde ve yine menfi manada "Enderun irin kendi ölçüleri içinde ve kendine mah-
ye-i tasnifiyye· der (Mesalik -i Edebiyye, edebiyatı, medrese edebiyatı " tabirle- sus bir klasik edebiyat olduğunu belirt-
istanbul 1333-1334, s. 28) . ri de sık sık kullanılmıştır. Yabancıların mek suretiyle bu meselede en isabetli
"Divan edebiyatı" sözü bunlar arasın­ Türk edebiyatma verdikleri, yahut yerli hükmü getirmiş olan M. Fuad Köprülü
da en yenisi olduğu kadar en fazla tu- müelliflerin kendi edebiyatları için kul- (Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 192 1, 2.
tulanını da teşkil etmiştir. Mütareke dev- landıkları "Osman lı edebiyatı" tabiri baş­ kitap, s. ı 2 ı- ı 22), Türk edebiyatı tarihi-
rinde ortaya çıkan divan edebiyatı tabi- langıçta milliyet belirleyen bir söz iken nin en yetkili mümessili olmak sıfatı ile
ri önce Ömer Seyfeddin ve Ali Canib 'in sonraları onunla bunun ötesinde bir ma- "divan edebiyatı" sözünü kullanmama-
kalemlerinde kendini hissettirmeye baş­ na kastedilir olmuştu r. Bu haliyle "Os- ya hususi bir dikkat göstermiştir. Sade-
lamış, Cumhuriyet'in ilk yıllarından bu manlı edebiyatı" sözünün arkasında hal- ce 1934 yılında hazırladığı antolojisine.
yana ise gittikçe büyük bir yaygınlık ka- kın anlamadığı , Osmanlı sarayının hima- "Eski Türk Edebiyatı Antolojisi", "Eski Şi­
zanmıştır. Bunda Ali Can i b· in 19Z4'ten ye ve hizmetinde, sadece Osmanlı "gü- ir Antolojisi" gibi, bu edebiyatın dışında­
itibaren yeni baskıları ile yıllarca okutul- zideler tabakası"na hitap eden, halk ve ki sahaların eserlerini de şümulü içine
muş olan, öncekilerden farklı bir zihni- milletten kopuk bir ümmet edebiyatı alacak ve tabiatıyla antolojisinin sınır ve
yet ve kadro ile yazılmış Edebiyat adlı kavramı vardır. Artık bu sözle kastedi- çerçevesine uygun düşmeyecek isimler-

389
DiVAN EDEBiYATI

den kaçmarak ona Eski Şairlerimiz - Di- Atebetü '1- hakayık gibi eserler de di- İslami dilin kitap dünyası ile temasa gel-
van EdebiyatJ. Antolojisi adını verir- van edebiyatının ilk örnekleri arasında diklerinde onların taşıyıcısı olduğu Arap
ken bir defaya mahsus olmak üzere bu sayılmaktadır. Divan edebiyatı İslami dev- ve Fars edebiyatlarını da tanıma imka-
tabiri kullanmaya mecbur olmuştur. ilim renin edebiyatı olmakla beraber İslami nın ı elde ederler. Arapça'nın daha ziya-
hayatının başlang ı cında Şehabeddin Sü- Türk edebiyatı bütünü ile divan edebi- de bir ilim dili olmak hüviyetini göster-
leyman ile birlikte yazdığı Yeni Osman- yatı demek değildir. Divan edebiyatı, İs­ mesine karşılık Farsça ile, Arap edebi-
lı Tarih-i Edebiyydtı'nda (İstanbul 1334, lami Türk edebiyatının özellikle nazım yatından aldığı şekil ve konuları kendi-
s. 37-38, 190, 291) görüldüğü üzere kısa sahasında doğrudan doğruya İran şiiri­ ne adapte ederek oldukça gelişmiş bir
bir süre için "saray edebiyatı" tabirine nin bütün geleneklerini benimsemiş, ta- edebiyat meydana gelm i şti. Bu edebi-
yer vermiş olan Fuad Köprülü, antoloji- mamıyla onu esas almış bir kolunu tem- yat, vezin ve nazım şekillerinden başla­
sinden sonraki bütün yazılarında da di- sil eder. Onun benimsediği bu estetik yarak şiirin her türlü motif ve ilham ko-
van edebiyatı sözüne hiç itibar etme- gaye ve anlayış dışında kalan edebi mah- nularına kadar gelenekleri yerine otur-
yip daima klasik edebiyat veya klasik sulleri divan edebiyatı dairesi içine yer- muş, bütün belagat kaideleri esasa bağ­
Türk edebiyatı adlandırmasını benimse- leştirmeye çalışmak yanlış ve ilmi ger- lanmış, gelişme ve varlığın ı Türk soyun-
miştir. çeğe aykırı bir tutumdur. dan hükümdar saraylarının himaye ve
Divan edebiyatıtabiri sırf eski Osman- Edebi nevi ne olursa olsun İslami de- teşvikine borçlu bir edebiyattı. Saray şa­

lı edebiyatıiçin ortaya atılmış ve onunla virde ortaya konmuş her türlü eseri, ifa- irlerinin hükümdarlar için parlak methi-
hep Osmanlı şiiri kastedilmiştir. Kendi- desinde Arapça, Farsça kelimeler çokça yeler düzdükleri kasideler, hepsinde de-
siyle aynı estetik ve esasları paylaşan, bulunduğu için yahut vezninin aruz ol- ğişmez ve ideal bir güzelin vasfedildiği,
aynı şekilde saray muhitinde gelişen , ması dolayısıyla divan edebiyatından say- vuslatsız bir aşkın ıstıraplarının teren-
hatta ondan çok daha fazla birer saray mak çok hatalı, fakat o derece yaygın nüm edildiğ i sıra sıra gazeller, ağır başlı
edebiyatı olan Çağatay ve Azeri sahası bir görüş halindedir. Dilinin Arapça, Fars- terci' - ben d ve ter ki b- bendler, duygu ve
edebiyatla rı için de aynı tabirio bu ölçü- ça kelimeler taşımasından, İslami kül- düşünceyi en kesif bir halde küçük bir
lere göre geçerli olması gerekeceği dü- tür kaynaklarından beslenmiş olmaktan hacme sığdıran rubafler, kahraman ları
şünülmemiştir. Ne Çağatay ne Azeri ede- ötürü İslami Türk edebiyatı mahsulü her- hep aynı olan aşk maceralarının anlatıl­
biyatı tarihi literatüründe böyle bir ter- hangi bir eserin hemen divan edebiyatı dığı mesneviler . bu edebiyatı meydana
minolojiye yer verilmiş ve ne de her iki dairesine girmesi gerekmez. Yalnız mal- getiriyordu. Tantanalı kasidelerin dış ale-
klasik edebiyat hakkında divan edebi- zemeyi göz önüne a lıp estetik gayeyi hiç me açılan nesfb ve teşbfb l erinde çevre-
yatı diye bir adiandı rm a hatıra gelmiş­ dikkat e almayan bir mantıkla, aruz vez- den ve tabiartan seçilmiş manzaralar,
tir. Ancak son zamanlarda memleketi- niyle de şii rler yazmış olmasına, Arap- gazellerde sevgili yahut saki ile bir arada
mizde popüler mahiyetteki bazı eserler- ça'dan, Farsça'dan gelen kelimeleri kul- olunan gül bahçeleri, şarabın kadehten
de Osmanlı edebiyatma kıyasla "Orta As- lanmasına, üstelik şiirleri divan adı altın­ kadehe devrettiği içki meclisleri, önce
ya divan edebiyatı" kabilinden bazı yakış­ da toplanmış bulunmasına bakılarak ucu sayılanlarla birlikte bu edebiyatın etra-
tırm alara gidildiği göze çarpmaktad ır. bir Yunus Emre'yi bile divan edebiyatı fında döndüğü başlıca ilham konularıydı.

Hiç gözden kaçınlmayacak bir nokta içinde görmeye varacak bir garabete Ünlü şairlerin elden ele dolaşan divanla-
da divan edebiyatma kısa bir devre için düşmekten kurtulmak mümkün değil ­ rındaki şiirlerin nazım şekilleri Türk ede-

değil asırl arca kaynaklık etmiş, estetik dir. Divan edebiyatının kısmen tesiri al- biyatının geleneğ indekilerden çok fark-

esasları ve gelenekleriyle örneklik yap- tında kalmış olmanın da eser ve dolayı­ lı, hele vezni ise kendisinin, kelimeleri

m ış ve tam bir saray edebiyatı olan İran sıyla müellifinin tek başına divan edebi- belirli hece sayı ve duraklarında topla-
edebiyatı tarihi sahasının böyle bir ter- yatma mensup gösterilmesine yetme- yan ritminden bambaşka idi. Arapça ve
minolojiyi timımaması, "İran divan ede- yeceği bellidir. Farsça'nın kah uzayan, kah kısalan he-
biyatı, İran divan şiiri " gibi bir adlandır­ Divan Edebiyatının Teşekkülü ve Onu celerine göre gruplanmış kalıpları ile bir
maya lüzum görülmemesidir. Batılı ol- Hazırlayan Şartlar. Kendisine çeşitliad ahenk oluşturan aruzun, sesleri bu şe­
sun yerli olsun, Fars edebiyatı ve şiiri ve sıfatlar yakıştırılmış, altı asır boyun- kilde uzayıp bükülemeyen Türkçe'ye gel-
hakkındaki literatürde ne eskiden ne de ca kesintisiz devam edebilmek gibi müs- mez sistemiyle mısra dizrnek veya Türk-
günümüzde böyle bir tabire rastlamak tesna bir hüviyet ve varlık göstermiş olan çe'yi ona uydurmak, başlangıçtan belli
mümkündür. bu köklü ve derin maziye sahip edebi- ki çok çetin bir uğraşma ve hayli tecrü-
Divan Edebiyatı Ölçüsü ve Sahası. Di- yatın mahiyetini temelden kavrayabil- be isteyecek bir işti. Divanları dolduran
van edebiyatı sözünde başka aykırı bir mek için onun hangi şart ve tesirlerle şiirlerde adeta bir yaylı saz gibi baştan

taraf da son zamanlarda halk edebiya- nasıl meydana geldiği meselesinden ha- başa ahenk kesilen Farsça karşısında

tı dışında, bütün bir İ slami Türk edebi- reket etmek gerekir. Türkçe ne olabilir, ne yapabilirdi? Türk
yatını ifade için kullanılır olmasıdır. is- Maveraünnehir' de karşılaştıkları is- edebiyatı kendi geleneklerinden çok ay-

lamı eski edebiyatla divan edebiyatı bir- lamiyet'e VIII. asırda girmeye başlayan rılan, yeni ve o nisbette çekici, seviyesi-

biriyle eş değerde ve rahatça biri diğe­ Türkler, sadece inanç ve arnelde kalma- ne kolay erişilmez görünen bir edebiya-
rinin yerini alabilecek birer kavram de- yarak bu dinin yarattığı medeniyeti de ta doğru yön değiştirirken bu türlü prob-
ğildir. Ancak bazılarınca divan edebiyatı bütün müesseseleriyle kabul ediyorlar- lem ve engeller kaçınılmaz surette ken-
ile bütün bir İslami Türk edebiyatının dı. Bu medeniyetin Türk ülkesinde te- disini beklemekteydi.
eş değerde bir kavram olarak alınması şekkül etmiş medrese ve emsali ilim ve Türk edebiyatı, Türk dilinin yayıldığı
sonucu, ilk Kur'an-ı Kerim tercüme ve kültür merkezlerinde Arapça ve Farsça'- sahaların hangisinde ve hangi zamanda
tefsirlerinin yanı sıra Kutadgu Bilig ve yı öğrenen okumuş zümre, bu iki büyük ifadesi, vezni, şekilleri, motifleri, duyuş

390
DiVAN EDEBiYATI

tarz ve zevkleriyle bu edebiyatı nasıl be- hammed ile Taceddin Ali Şah, ayrıca Mer- tam bir benzerlikten söz edilemez. Bü-
nimsedi? Kendi geleneklerine uymayan glnan Meliki Yabgu da Fars diliyle şiir­ tünüyle mesnevi şekl inde yaz ılm ış ol-
bu edebiyata nasıl adapte oldu? Fars ler yazmışlardır (Muhammed Avfi, Lüba· makla beraber nazım örgüsünde milli
edebi kültürünü almış Türk müneweri bü 'l -e lbab l nşr. Safd -i Nefisfl. Tahran 1333 nazım geleneğinden gelen dörtlüklerin
başlangıçta hemen Türkçe mısralarla hş ., s. 34, 36, 40- 41, 43, 45 , 47, 49, 53 ; krş . 173 defa yer alması. hele Atebetü '1- ha-
onu denemeye çalıştı mı? Türk edebi- Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 218) Bü- kayık ' ın baştan sona kadar bu dörtlük-
yatı tarihi, bu geçiş ve klasik iran şiiriy­ tün Selçuklu ailesinin şiire düşkün oldu- lerle yazılması, henüz klasik iran şiirinin
le temas ve deneme devresinin ilk vesi- ğunu kaydeden Nizarnl-i ArOzf, hele Al- nüfuz dairesine tam girilmemiş olduğu­
ka ve mahsullerinden mahrum bulun- parslan'ın oğlu Toganşah ' ın şiir ve şairle­ nun ayrıca bir delilidir. Bundan başka
maktadır. Ancak ortada bilinen bir şey re alakasını büyük bir övgü ile belirtmek- Kutadgu Bilig'de mesnevi tarzı kafi-
varsa o da Xl- XIII. asırlar arasında kla- tedir (Çehar Makale ln ş r. Muhammed b. yeleniş sisteminin de Divanü lugaü 't-
sik iran şiirine heveslenen Türk asıllı şa­ Abdülvehh ab Kazvfnfl. Leiden 1909, s. 43) Türk 'teki şiir parçalarında görüldüğü
irlerin iranlı şairler gibi eserlerini Fars- iran dili ve edebiyatının hakim bulun- üzere Türk nazmının kendi gelenekle-
ça yazdıklarıdır. Nasıl Farabf. ibn sına duğu bu ortamda Türkçe, klasik şiirin rinde mevcut bulunduğu gözden uzak
gibi Türk asıllı alimler eserlerinde Arap- dili olabilmek için gerekli teşvik ve şart­ tutulmamalıdır.
ça'yı ilim dili kabul etmişlerse bu çağın ları henüz bulamamıştı. Divanü lugaü 't - Türk'ün getirdiği şiir
şairleri de başlangıçta Farsça 'yı edebi islamı Türk edebiyatı teşekkül devre- parçalarının bir kısmı. Türkçe'yi aruzda
dil olarak benimsemişlerdir. Yabancı kül- sinde bölgelere göre farklı bir seyir ta- denemenin başka tipte örneklerini ve-
türlerin canlı olduğu ve Farsça konuşan kip etmiştir. Fars kültür havzası içinde rir. Bunlarda, sadece basit bir cüzünün
halkın çoğunluğu teşkil ettiği sahalarda veya yakınındaki Türk siyası hakimiyet kullanıldığı görülen bir parça hariç, hep-
siyası hakimiyet kurmuş Türk hanedan sahalarında Türk münewerleri arasın­ si aruzun Kutadgu Bilig ve Atebetü '1-
saraylarında edebi dil Farsça idi. Sama- da edebi faaliyet önce Farsça ile başla­ hakayık'ın müşterek vezni olan müte-
noğulları'nı takip eden Gazneliler. Büyük mış, Türkçe'ye geçişte çok gecikilmiştir. karib bahrinden başka bahirleri üzerin-
Selçuklular ve Harizmşahlar zamanında Nüfusu yoğun şekilde Türk olan ve hal- de çalışılmış, kaside ve gazeldeki kafiye
saray Fars dili ve edebiyatının adeta bir kın konuşma dilinin Türkçe olduğu da- tertibine gidilmeksizin Türk edebiyatı­
atölyesi halindeydi. Hangi milliyetten ha doğudaki hakimiyet bölgelerinde ise nın kend i geleneğindeki nazım şekilleri
olursa olsun Farsça yazan ve söyleyen islamı Türk edebiyatı Türk diliyle mah- kullanılmıştır. Arapça ve Farsça kelime-
şairler bu saray çevresinde geniş bir tak- sullerini daha erkenden vermeye başla­ lerin yer a lmadığı bu manzumelerden
dir ve himaye görmekteydi. Sultan Melik- mıştır. Karahanlılar ülkesinde Şark Türk- biri bir methiye olup kaside şeklinde ya-
şah'tan (ö ı 092) itibaren Selçuklu Sara- çesi 1070'te Kutadgu Bilig'i verir. Diva- zı lmaya pek müsait ve Kaşgarlı Mah-
yı Farsça söyleyen bir kısmı Türk asıllı nü Jugaü 't - Türk 'te saf bir dille ve aruz mud da başındaki "koşuk" sözünü "ka-
şairlerin ocağı olmuş, sarayı dolduran vezniyle mısralar yer alır; bunları az bir side" diye karşılamış iken. gerek nazım
kasideciler yanında bizzat Melikşah, Sul- zaman farkı ile XII. asra doğru Alebe- şekli gerekse muhtevası itibariyle klasik
tan Sencer'in yeğeni Celaleddin b. Süley- tü '1- hakayık takip eder. XII. asırda yi- iran kasidesi tesirinden herhangi bir iz
man Selçukf, Toganşah b. Alparslan, Kılı­ ne Şark Türkçesi'nde klasik edebiyatın taşımaması bakımından çok dikkate de-
carslan b. ibrahim, Irak Selçuklu Hüküm- başlıca nazım şekillerinden biri olan ru- ğer (Dfuanü lugati 't· Türk, tı pkıbas ı m IAn-
dan Sultan Tuğrul gibi hanedan men- baf varlığını hissettirirken Maveraünne- kara 19901. vr. 95 •; krş. i V Stebleva, Raz-
suplarından başka Harizmşahlardan At- hir'den iran'a uzanan bölgede hep Fars- uitie Tyurksk if). Poetiçeskif). Form u Xl Ve-
sız, Tökiş, onun oğulları Alaeddin Mu- ça ile görülen edebi faaliyet henüz Türk- ke, Moskva 197 I. s. 36, 163; Talat Tekin,
çe bir esere ulaşamaz. Bugün islamı Türk Xl. Yüzyıl Türk Şiiri, Ankara 1989, nr. LIV)
edebiyatının en eski mahsulü sayılan Ku- Batı Karahanlı hükümdar ailesinden ilig
tadgu Bilig ve Atebetü '1- hakayık aruz- Han oğlu ibrahim Tamgaç Han'ın kızı ve
la yazılmalarına, taşıdık ları Arapça ve Alparslan'ın oğlu Sultan Melikşah'ın ka-
Farsça kelimelere. islamı kültürden gel- rısı olan Terken Hatun hakkında aruzun
me çeşitli unsurlara rağmen divan şiiri­ "müstef'ilün feO!ün müstef'ilün " kalıbın­
nin mayasını teşkil eden klasik iran şi iri­ da yazılmış bu methiye kaside gibi ka-
nin belirgin akislerini göstermezler. Ku- fiyelendirilmeyip bütün mısraları aynı ka-
tadgu Bilig'de, eserin kendisine ithaf fiyede (monorime-musarra') tertip edilmiş­
edildiği Kaşgar Hükümdan Tavgaç Uluğ tir. Divanü lugaü't- Türk'ün muhteme-
Buğra Han için, Arap edebiyatından Fars len telif tarihine yakın yıllarda, büyük
şiirine adapte edilmiş kaside geleneği­ bir ihtimalle bizzat Kaşgarlı Mahmud
ne uygun şekilde ve eserin esas nazım tarafından yazılmış olan bu şiirin mev-
Baki
şekli olan mesnevi tarzında yazılmış met- cut parçalarında iran kasidesindeki mo-
d iv an ının
Gazeliyyat hiyenin teşbfb (nesfb) parçasındaki tabi- tif ve unsurlara rastlanmaz.
k ıs m ı n ın at tasvirinde, methiyede teşbfbe yer ve- 1206 yılında tamamlanıp Delhi Sulta-
başlangı ç
rilmesi dışında asıl iran kasideleriyle her- nı Kutbüddin Aybeg'e sunulmuş olan.
sayfası
(T ürk ve hangi bir benzerlik bulunmadığı gibi kla- Fezail-i Etrak yolunda ve müellifi meç-
isitim sik Fars şiirindeki unsur ve motiflerin hul Fars_ça bir eserde Türkler'in yüksek
Eserleri
kullanıldığını gösterecek bir taraf da yok- medeni seviyeleri üzerinde durulurken
Müzesi .
nr . 1959. vr. 38~) tur. Hatta nazım şekli bakımından bile onlarda şiir sanatının da varlığından bah-

391
DiVAN EDEBiYATI

sedilerek kaside ve rubaf gibi nazımları Atabegliler'in hakimiyet kurdukları, İran­ neli Sultan Mahmud'a telmihte bulunul-
olduğu belirtilir; örnek olarak da Şark lı nüfusun ağır bastığı bölgelerde daha duğu şeklindeki yorumlarına ve, "Bizim
Türkçesi ile bir rubaf metni kaydedilir. yazı dili olma durumuna geçmemiş bu- vefamız Türkler'inki gibi değil, ahdimiz
Bu bilgi, XII. asırda Türk dilinin doğu ka- lunuyordu. Türk Sultanı Mahmud'unki gibi de değil
nadında klasik edebiyatın teşekkülünü Klasik Şiirde Türkçe'nin Edebi Dil Ola- ki kırılsın." (Nizami, Name-i Leylf vü Mec-
haber ·vermektedir (bu eser ve onu Ta· rak Öne Çıkışı Meselesi ve İstikliili. İran nün lnşr. Vahfd-i Destgirdfl. Tahran 1313
ril]·i Fal]reddfn Mübarek Şah adı altında edebiyatı hayranlığının hüküm sü rdüğü hş., s. 26) diye açıklamalarına karşı, ora-
Fahreddin Mübarek Şah'a ait gösteren zin- bu hanedan saraylarında Ferruhf, Muiz- da doğrudan doğruya Türkçe'nin kas-
cirleme yanlışlar hakkında bk. Meserret zf, Enver!, Zahir-i Faryabf. Nizarnl-i Gen- tedilmiş olduğu üzerinde durularak bu
Diriöz, "Edebiyat Tarihimizde Gerekli Bir cevr, Hüsrev-i Dihlevf gibi Türk asıllı şa­ tarz yorumlanınaYı haklı gösterecek hü-
Düzeltme", TK, XVlll / 215-216 119801. s. irler şiirlerini Türkçe değil, Arapça· nın kümler yürütülmüştür. Nizarnl-i Gence-
265-281). Kutadgu Bilig ve Atebetü'l- da yerine geçerek edebiyatın asıl dili sa- vf'nin, kasten birkaç manaya çekilecek
hakayık'tan sonra XV. asrın ortalarına yılmakta olan Farsça ile yazıyorlardı. Ba- surette yazdığı bu ifadelerinde, devrin
doğru Çağ?tay edebiyatının doğuşuna zılarının ana dilleri narnma yapabildikle- saray insanının Türkçe'yi kendisine ve
kadar vesikasızlıktan doğan büyük boş­ ri ise Farsça şiirleri arasına serpinti ka- içinde bulunduğu yüksek muhite layık bir
luk dolayısıyla bu klasik şiirin nasıl bir bilinden Türkçe kelimeler ve ibarecikler dil görmeyen tavrı ortaya çıkar. Onun
seyir takip ettiğini bilmek mümkün ol- koymaktan ileri geçmiyordu. Türkçe'nin ifadelerinin bu yönden yorumlandığı ba-
mamaktadır. Yakın zamanlarda ele ge- şiirde mısra hacmine ulaşahilmesi önce zı tercümelerini, meselenin daha iyi görü-
çen bir metin bu uzun boşluk devresin- mülemma'larda başlar. Maveraünnehir'- lebilmesini sağlamaları bakımından zik-
den, Karahanlı bir fıkıh ve kıraat alimi- de yetişmiş olan Selçuklu devri şairi Sü- retmek yerinde olacaktır: "Bak, hikaye-
nin eserinin 1281 yılı Martında istin- zenf-i Semerkandf'nin (ö. ı 173). kafiye- yi yazarken Türk sıfatlık bize vefa değil
sahının tamamlanması hakkında , Şark lerinden bir kısmını Türkçe kelimelerle (Türk'e benzemek bizim için vefasızlıktır) .
Türkçesi ile Kutadgu Bilig ve Atebetü '1- ördüğü mülemma· kasidesi gibi (Divan-ı Türkçe konuşm ak bize yakışmaz ve la-
hakayık'taki müşterek vezinde bir gazel Hakim SQzenf-i Semerl!:andi lnşr. Nasred- yık değildir. Yüksek sütaleden doğan ata-
yazmış olan Ali b. Hüseyin el- Farabi adlı din-Şah Hüseynfl. Tahran 1338, s. 234-235; ma yüksek söz (konuşmak-dil) lazımdır"
11 O yaşında bir edibin varlığını haber ve- Muhammed Avfı, Lübtibü'l-elbtib, Tahran (Resulzade Mehmed Ali, "Genceli Nizamı:" ,
rir (Ahmed Ateş, "Şark Türkçesi İle Eski 1333, s. 386-387; krş. Fuad Köprülü, ~'Kla­ AYB, nr. 31-32 119341. s. 275-276); "Türk-
Bir Şiir ve Bir Risa.J.e", Jean Deny Armağa· sik Türk Nazımnda RuMi Şeklinin Eski- çe ifade tarzı bana sadık değil/ Türkler' e
nı, Ankara ı 958, s. 25- 30). Bu manzume, liği", Araştırmalar, s. 120) çeşitli mülem- mahsus sıfat bana layık değil/ Asilzade-
klasik İran gazellerindeki aşıkane muh- ma'lar Farsça'nın içinden yavaş yavaş lere kim ki neslen ulaşır, onlara ali üslüp,
teva ve mazmunlardan tamamıyla uzak, Türkçe'yi de hissettirmeye başlar. all dil yaraşır" (E. M. Demirçizade, Azeri
sadece istinsah işinin nasıl cereyan etti- Türkçe'nin Batı kesiminde saraylarda Edebi Dili Tarihi, Bakü 1967, s. 68 ve bu-
ğini hikaye eden bir metin olmaktan ileri ve kültür merkezlerinde edebiyat dili ol- nunla ilgili açıklama ve muhakemeler, s.
geçmez. Öte yandan XIII. yüzyıl müellif- maktan uzak kalışının ne zamana kadar 68-69); "Türk dili yaramaz şah neslimi-
lerinden Cemal-i Karşi'nin Mül]Ja~atü'ş­ sürdüğü tam olarak bilinmemektedir. ze 1 Eksiklik getirir Türk dili bize 1 Yük-
Şurd]J'ta yer alan ve XII. asır yahut en Klasik şiirin Oğuz lehçesiyle ne zaman ve sek olmalıdır bizim dilimiz 1 Yüksek ya-
geç XIII. asrın ilk yarısına ait olduğu söy- nerede yekpare şekilde yazılmaya baş­ ranmıştır bizim neslimiz" (Alaeddin Meh-
lenebilecek, son mısraı Şark Türkçesi ile ladığı, nasıl bir seyirle Farsça'nın yerine medoğlu Aliyev, "Türk Dünyasının Ölmez
yazılmış bir rubaf de (Köprülü, "Klasik bu edebiyatın ifade vasıtası haline gele- Şairi", MK, nr. 90 !Kasım 19911. s. 67).
Türk Nazımnda RuMi Şeklinin Eskiliği", bildiği hususu, bu yolda ilk denemeler Türklüğün, Xl. asrın ikinci yarısından
Araştırmalar, istanbul 1934, s. 115-1 16) bu ve ön vesikalar elde olmadığından ede- itibaren yeni ve kesintisiz bir hakimiyet
saha edebiyatında İran klasik şiirinin bir biyat tarihimizin henüz halledilmemiş kurduğu Anadolu Selçukluları Türkiye-
nazım şekline geçiş yolundaki çalışma­ bir meselesidir. si'nde, yerleşme devresinin ilk gaileleri
nın devam edişini göstermektedir. Bu ortamda, Nizarnl-i Geneevi'nin Türk aşılıp siyası ve iktisadi istikrara erişiidi­
Divan şiirinin asıl hüviyetini bulmuş ör- diline karşı yüksek tabakanın tutum ve ği XII. asrın ikinci yarısından sonra, İz­
nekleriyle meydana çıkışı, XI ve XII. yüz- zihniyetini aksettiren bir ifadesini hatır­ zeddin Kılıcarslan zamanından bu yana
yıllarda edebi dil olarak yazılı mahsul- lamak yerinde olacaktır. Hakan-ı Kebfr edebiyat dili sıfatı ile Arapça' dan daha
lerini henüz ortaya koymamış gözüken Minüçihr'in oğlu Sirvanşah Hükümdan da öne çıkan Farsça'nın şiirde, hüküm-
Batı Türkçesi yani Oğuz lehçesi sahasın­ Celalüddevle ve'd-din Ebü'I-Muzaffer dar ve devlet erkanının saraylarında ra-
da ancak XIII. yüzyılda ilk ve sınırlı belir- Ahsitan, 1188'de NizamY'den Leyla ve kipsiz bir hakimiyet ve rağbet elde etti-
tilerini verir. İran kültür sahasına kom- Mecnün'un macerasını kendi narnma ka- ği bilinmektedir. Sultan ve emirlerin hi-
şu bir çevrede daha Xl. asırda, bu kültü- leme almasını isterken gönderdiği mek- mayesinde devrin ünlü İran ediplerinin
rün tesiri altında yeni Farsça'dan azım­ tupta konuyu yazacağı dilin Arapça ve- yanı sıra çeşitli ülkelerden ilim ve düşün­
sanamayacak derecede kelimeler alma- ya Farsça olması dileğini özellikle belir- ce adamlarının bir araya geldikleri sa-
sına karşılık kendi kelime varlığından tir ve, "Türkler'in sıfatı bizim uyabilece- raylar ve medreseler Fars diliyle büyük
bir kısmını unutınaya başlamış olduğu ğimiz bir sıfat değildir. Türkler' e yaraşır bir edebi ve ilmi faaliyete sahne olmak-
Kaşgarlı Mahmud tarafından belirtilen söz söylemek bize yakışmaz, zira yük- ta, bu dilde birçok fikir ve edebiyat eseri
(Divanü lugati't- Türk, tıpkı basım, vr. 26a) sek soydan bir kimseye yakışacak olan meydana getirilmekteydi (Köprülü, Türk
Oğuz lehçesi Türk hanedan sülalelerinin öylece yüksek söz olmalıdır" yolunda bir Edebiyatı Tarihi, s. 245-247; Ahmed Ateş,
Gazne, Büyük Selçuklu, Harizmşahlar ve ifade kullanır. Bazılarının, bununla Gaz- "Hicri VI- Vlll. (Xll-XIV.) Asırlarda Ana-

392
DiVAN EDEBiYATI

dolu'da Farsça Eserler", TM, Vll-VIIJ / 1! ma'lardan ibaret kalmayıp sayısı on ikiyi (1297 -1302) şairi gösterilip ("Selçukiler
119451. s. 94-135). Nisbelerinden Anado- bulan gazelin başından sonuna kadar yer Devrinde Anadolu Şairleri: Hoca Deh-
lu'da doğdukları veya burada yetiştikle­ alabilecek duruma gelir. Sultan Veled bu- hfıni", HM, nr. 1 12 Kanunuevvel 19261. s.
ri anlaşılan yerli şairlerin eser ve şiirle­ nunla da yetinmeyerek İbtidaname'si­ 4-5; "Selçukiler Devri Edebiyatı Hakkın­
rini hep Farsça ile yazdıkları bu devrede nin (telif tarihi 1291) yetmiş altı beytiyle da Bazı Notlar", a.g.e., nr. 103 115 Teşri­
Türk diliyle yazılı bir edebiyattan henüz Rebabname'sinin (telif tarihi 1301) 162 nisanİ 19281. s. 4; "Anadolu Selçukluları
nişan dahi yoktur. beyitlik bir bölümünü de Anadolu Türk- Tarihi'nin Yerli Kaynakları", TTK Belle-
Görülen şudur ki adı geçen bu mer- çesi ile meydana getirir. Gerek 10.000 ten, Vll / 27 119431. s. 396-397) daha son-
kezlerdeki Türk asıllı şairler, divan ede- beyitlik İbtidaname'sinde gerekse 8000 ra zamanını, başka bir araştırmacının ise
biyatı dediğimiz İran edebiyatı estetiği­ beyitlik Rebabname'sinde Türkçe'ye ha- ı. Alaeddin Keykubad çağına ( 1220-1237)
nin mahsulü klasik şiire ilkin kendi ana kim olamadığını bildiren sözlerinde onun almaya çalıştığı (Hikmet İlaydın , "Anado-
dilleri yerine Farsça ile başlamışlardı. aruzlu ifadede nasıl zorlandığı, bu yüz- lu'da Klasik Türk Şiirinin Başlangıcı",
Bu şiirde Türkçe'ye geçiş azdan aza kü- den her ikisinde ara yerde yaptığı bu TDl, nr. 2771Ekim 19741. s. 765-774) Hoca
çük denemelerle olacaktı. Mülemma'lar, Türkçe çıkışlardan sonra söyleyecekle- Dehhani"nin 1361 'de daha hayatta bu-
Farsça mısralar arasındaki Türkçe keli- rini daha rahat anlatabilmek için yine lunduğu ve Anadolu'dan henüz ayrılma­
meler bu geçişin ilk basamakları, ilk ha- Farsça'ya döndüğü görülür. dığı gerçeği ile karşı karşıya gelinmek-
bercileridir. Farsça'dan Türkçe'ye geçiş Farsça yazılmış olsalar da Mevlana Ce- tedir (Ömer Faruk Akün, "Dehhani Divan
vakıası, içinde bulunulan bölgelere ve laleddin'in, Divan-ı Kebir'ini dolduran Şiirinin Anadolu'da İlk Temsilcisi ve Sel-
oralarda mevcut değişik şartlara göre gazellerdeki aşk terennümleriyle Ana- çuklu Devri Şairi ıni İdi?", XII. Türk Tarih
olmuştur. dolu'da klasik edebiyata hazırlayıcı bir Kongresi' ne hazırlanan basılmamış tebli-
Anadolu'da Türk diliyle yazılı bir ede- tesir yarattığı şüphesizdir. Sultan Ve- ği ll9941l.

biyata varışta gözden kaçınlmaması ge- led'in Türkçe mısraları ise daha sonra Ortada XIII. yüzyılda doğuşunu göste-
reken diğer bir husus, bölgede gittikçe geleceklerin bir nevi öncülüğünü yapar recek metinlerinin bulunmamasına kar-
kuvvet kazanmaya başlayan tasawuf ce- (Mevlana Celaleddin ve Sultan Veled'de şılık XIV. asrın daha ilk çeyreğine gelin-
reyanıdır. XIII. asrın ilk çeyreğinin son- Türkçe sözler için bk. M. Şerefeddin IYalt- diğinde divan şiirini temsil edebilecek
larına doğru Moğol istilasından kaçıp kayaJ. "Mevlana'da Türkçe Kelimeler ve mahiyette eserlerle karşılaşılmaya baş­
Anadolu'ya gelen birçok büyük sOnnin Türkçe Şiirler" , TM, IV, 1934, s. 111-168; lanır. Henüz bu devirden kalma Türkçe
tesiriyle 1. Alaeddin Keykubad devrin- Mecdud Mansuroğlu, "Celalüddin Rümi 's divanlar görülmemekle beraber asrın ilk
den ( 1220-1237) başlayarak tasawuff dü- türkische Verse", UAJ, XXIV, 1952, s. 106- yarısı içinde iyiden iyiye teşekkül etmiş
şünce hız kazanır. Öte yandan yine aynı 115; a.mlf. , "Mevlana Celaleddin Rfuni'- bir mesnevi edebiyatı kendini gösterir.
sebeplerle bu defa Orta Asya ve özellik- de Türkçe Beyit ve Kelimeler", TDAY Bunlar, divan şiirinin Anadolu'da bili-
le Horasan sahasından Türkmen şeyh 1!9541. s. 207-220 ; Feridun Nafiz Uzluk, nebilen en eski şairlerinden bazılarının
ve dervişleri de bu çağda akın akın Ana- Mevlana'da Türkçe Sevgisi, TDl, nr. 41 ll isimlerini haber vermektedir. Şeyyad
dolu'ya gelirler. Büyük merkezlerde Fars- Şubat 19551. s. 270-279 ; Veled Çelebi, Di- Hamza ile Dehhani' de bu asırda ve bun-
ça bilen şehir halkına aynı dille hitap uan-ı Türki-i Sultan Veled, İstanbul I 341 ; lar arasında asıl yerlerini alırlar. Haya-
eden eserler yanında. tasawuf fikriyatı­ Mecdut Mansuroğlu, Sultan Veled'in Türk- tı asrın ikinci yarısında da devam eden
nı geniş halk tabakaianna yaymak şev­ çe Manzumeler~ İstanbul 1958). Dehhanfnin şiirlerindeki gelişmiş sevi-
kiyle yazılan dini' ve tasawuff eserlerde Anadolu' da Divan Şiirinin Başladığı ye, kendisine gelene kadar Batı Türkçe-
Oğuz Türkçesi edebiyat ve yazı dili hü- Çağ. Anadolu sahasında XIII. asırdan ele si ile olan klasik şiirde geçirilmiş bir ha-
viyetiyle kendini göstermeye başlar. Böy- geçebiimiş edebi' mahsullerde Türkçe di- zırlık ve tecrübe devresinin varlığını gös-
lece XIII. asrın ilk yarısı içinde, doğrudan ni'- tasawuff ve didaktik bir mi hver etra- termektedir. Dehhani"nin nazi're söyle-
doğruya Farsça bilmeyen bir kitleyi irşad fında dönerken divan edebiyatının este- dikleriyle kendisine nazi're söyleyen di-
gayesini güden Türkçe dini'-tasawuff bir tik hüviyetini ve unsurlarını aksettiren la- van şairleri, geçirilmiş olan böyle bir dev-
edebiyatın doğuşuna şahit olunur. dini' ve lirik şii re nasıl ve ne zamandan reyi mutlaka kabul etmeyi gerekli kılar­
Oğuz Türkçesi'nin Anadolu'daki ilk şa­ beri geçilmiş olduğu henüz aydınlanma­ lar. Aynı durum Azeri' edebiyatında da
irlerinden biri sayabileceğimiz Horasanil mış bir meseledir. M. Fuad Köprülü'nün Azeri' sahasında klasik edebiyatın Türk-
Ahmed Fakih'in, hakkındaki farklı ölüm araştırmaları ile, XIII. asırda divan şiiri­ çe yazmış en eski şairi olarak bilinen Ha-
tarihlerine göre 1220'den yahut en geç nin ilk ve gerçek temsilcileri sanılmış olan sanoğlu'nda görülür. XIII. asır sonları ile

12SO'den önce yazılmış olan Çarhna- Hoca Dehhani' ile Şeyyad Hamza'nın da- XIV. asır başında yaşadığı anlaşılan bu
me'sinde bu edebiyatın günümüze gele- ha sonraki devre ait oldukları gerçeği şairin şiirlerindeki ileri seviye, Azeri' kla-
bilmiş en eski örneğiyle karşılaşılır. Di- ortaya çıkmaktadır. Onları XIII. asırdan sik edebiyatında divan şiirinin ilk dene-
ğer taraftan 1228'de Konya'ya gelmiş XIV. asra almak gereği karşısında XIII. meleri olmanın çok ötesinde bir işlenmiş­
olan Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin şi­ asır için yine bir boşluk bahis konusu - lik ve gelişmişliğe delalet etmektedir.
irinde Türkçe, başlı başına bir manzume dur. Şeyyad Hamza'nın XIII. asır şairi ol- XIII. asır Anadolu'sunda ilk filizlerini
çapına çıkamasa da beyit seviyesine yük- mayıp XIV. asırda yaşadığı ve 1348 ·de vermeye başlayan ve önünde, klasik şiiri
selen dağınık ifadeler halinde kendini henüz sağ olduğu bugün kesin surette Türkçe ile söyleyişin bu kesimde daha
gösterir. Oğlu Sultan Veled'de ise Türk- anlaşıldığı gibi (Metin Akar, "Şeyyad Ham- öneeye ait tecrübelerden gelen bir biri-
çe çok daha ileri bir mevki kazanır. Sul- za Hakkında Yeni Bilgiler", MÜTAD, ll kim bulunmayan divan şiiri, acaba Ana-
tan Veled'in büyük Farsça divanında 119861. s. 1-14), şimdi de Fuad Köprülü dolu dışında başka sahalarda başlamış
Türkçe, dağınık mısra, beyit ve mülem- tarafından lll. Alaeddin Keykubad devri böyle bir tecrübenin örneklerini tanımış

393
DiVAN EDEBiYATI

mıydı? Klasik şiirin Farsça'dan çözülüşü çuklu Devleti'nin son devresinde Karama-
ve Türkçe mısraa geçişin gerçekleşmesi noğlu Mehmed Bey hadisesinde olduğu
hangi bölgede olabilirdi? Bu yolda geçi- gibi Farsça üzerindeki tazyikini çok be-
rilmiş bir tecrübeyle hangi kesim ken- lirgin bir hale getirir. Farsça'nın hakimi-
disine kılavuzluk yapabilirdi? Bu kesim- yeti çözülerek yazı dili olarak filizlenme-
den Anadolu'ya vuku bulmuş bir şairler ye başlayan Batı Türkçesi. Selçuklu Dev-
göçü bahis konusu olabilir mi? Bu hu- leti'nin yerini alan ve baştan başa Türk
suslara geçmeden önce belirtmeliyiz ki toprağı olmuş Anadolu beyliklerinde Fars-
bu devreye ait henüz ele geçmemiş de- ça'dan anlamayan hükümdar ve beyle-
nemelerle bunları yapan şairlerin bilin- rin sa raylarında artık itibar mevkiine geç- Şeyh Galib'in
mez liği aşılıp da XIV. asra gelindiğinde, meye başlar. Bunlar arasında, şairler ve Hüsnü
kökü daha ewele uzanan ilk birikimler- ilim adamları için ötekilerden çok daha Aşk' ını n
mihrabiyesi
le kendine bir mazi kazanmış divan şi­ güçlü bir himaye ve teşvik merkezi olan
(Ömer
irinden şair isimleri ardarda ortaya çık­ Osmanlı sarayında ise divan şiiri için ge- Faruk
maya başlar. Görülen şudur ki geçiril- rekli bütün şartlar hazır bulunmaktay- Akün özel
kütüphanesindeki
miş bir tecrübeler devresinden sonra dı. Sultan Orhan zamanında ( 1324 - 1360) yazmadan)
klasik edebiyat XIV. asırda hemen her Osmanlı ülkesinde kurulan medreseler-
koldan eser verebilecek bir seviyeye ulaş­ den başlayıp Sultan I. Bayezid devrinde biyatına kazandırırlar. Kutadgu Bilig ve
mıştır. ( 1389- 1403) teşekkül eden saray hayatı Atebetü'J-hakayık'tan sonra araya iki
Mevlana Celaleddin· in, içinde Türkçe ile de alt yapısı hazırlanmış olan divan asırlık bir duraklama ve boşluk devresi

kelimeler bulunan bazı mısraları bir ya- şiiri. daha Yıldırım Bayezid zamanında girmiş gözüken Şark Türkçesi'ndeki kla-

na bırakılırsa bugün için Anadolu'da aru- ünlü şairlerini vermeye başlamış bulu- sik edebiyat yavaş ve sessiz bir yürüyüş
zun en eski şairi sayılan Ahmed Fakih nuyordu. Siyasi hakimiyet sahasını ge- içinden Çağatay lehçesi adı altında bi-
ile Mevlana'nın Meşnevi-i Ma'nevi'si nişletme emelleri yanında kültür ve sa- raz daha farklılaşmış, yeni hususiyetler
yolundaki Garibname adlı büyük mes- nat rekabetinin hüküm sürdüğü bir or- kazanmış bir dille XV. asrın hemen ba-
nevisi ve gazelleriyle Türkçe tasawufi tamda şairlerin, birinden öbürüne trans- şından itibaren tekrar sahnede görünür.
edebiyata temel koymuş Aşık Paşa ya- fer olduğu beylikler arasında Osmanlı Asrın ikinci yarısında ise divan şiiri es-

nında Dehhanl ve Hasanoğlu'nun da Ho- sarayı şairler için en cazip ve gelecek va- tetiğinin bu lehçede büyük ve parlak mü-

rasan asıllı oldukla rına dikkat edildiğin­ ad eden bir merkez haline gelmiş, divan messili olur. Timurlular çağında altın dev-
de bunun bir tesadüf olmanın çok öte- şiirinin mümessilleri en emin ve sürekli rine giren bu lehçenin divan şiiri Sekka-
sinde bir durumu ifade ettiği anlaşılır. himayeyi burada bulmuşlardı. Osmanlı kf'den Ali Şlr Nevaf'ye doğru devamlı bir
Bu vakıa iyi değerlendirilince Horasan'ın ülkesinde şiir, sarayın yanı sıra zamanla gelişme ve zenginleşme çizgisi takip eder.

bir kültür ve edebiyat havzası olarak Ana- devreye girecek yeni yeni kültür ve hi- Osmanlı Türkçesi Farsça 'yı kendine bir

dolu'da klasik Türk şiirinin doğuş ve ge- maye çevrelerinin de katılmasıyla birlik- rakip olmaktan çıkarıp mücadele saha-
lişmesinde nasıl bir role sahip olduğu te çağdan çağa zenginleşerek Türkçe'- sından silmişken Çağatayca, şiir ve edebi-
belli olur. Mevcut delil ve veriler karşı ­ nin diğer edebi lehçeleri arasında en ve- yatının bu zenginlik devresinde de Fars-

sında. Anadolu ve Azeri sahasına inti- rimli edebiyat kolunu teşkil edecekti. XIII. ça ile hala mücadele etmek, kendini ona
kal etmeden Oğuz lehçesiyle klasik ede- asır kapanıp XIV. asır başlarken birkaç karşı savunmak mecburiyetinde kalır.

biyatın önce Horasan kültür havzasın­ şair ve eser isminden ibaret gözüken Sonraki asırlar içinde sönükleşen ve ye-
da geçirilmiş bir tecrübe ve hazırlık dev- bu büyük ve çok sürekli edebi ocak. et- ni başka lehçelere iltihak eden bu ede-
resi olduğu kolayca söylenebilir. Türk rafında asırdan asıra yüzlerce şair ye- biyatlar içinde Azeri edebiyatı hayatını
filolojisinin Horasan bölgesi Oğuzcası tiştirip yeni yeni isimlerle kat kat büyü- büyük simalarta devam ettirir.
ile Anadolu Selçukluları Türkçesi arasın­ yüp genişleyerek altı yüzyıl süren yürü- Diğer Türk lehçelerinde klasik şiir XVI.
da bir fark bulunmadığına dair vardığı yüşü içinde muazzam bir şair kadrosu asırdan sonra büyük şairler yetiştirmez
netice ile bu husus filolojik yönden de ile birlikte edebiyat tarihindeki yerini olurken Osmanlı divan şiiri XIX. asra ka-
desteğini bulmaktadır (bu lehçe yakın­ alacaktır. Divan edebiyatı bir nevi ekol dar daha birçok yeni üstat, büyük şair
lık ve beraberliği için bk. Zeynep Korkmaz, olarak şiirde altı yüzyılı tutmuş bir ma- ' vermeye devam eder.
"XI- XIII. Yüzyıllar Arasında Oğuzca", ziye sahip olmak gibi Batılı milletterin Divan Şiirinde Gelenekler - Formalite-
TDAY[I973-19741. s. 41-48; Gerhard Dör- edebi hayatlarında görülmedik bir ha- ler. Divan şiirini dış ve iç yönleriyle tanı­
fer, "Das Vorosmanishe [Die Entwick- dise teşkil edecektir. ma yolunda ilkin umumi çerçevede ba-
lung der Oghuzischen Sprachen von den Klasik Türk Şiirinin Yayılım Sahası. Di- zı ön bilgilerden hareket etmek gereke-
Orchoneninschriften bis zu Veled] ", TDA Y van şiiri, Türkçe'nin edebi dil olarak cektir.
[1975-19761. s. 81-13 1, a.mlf., "Das Chora- Farsça'nın yerini aldığı Beylikler devrin- Divan Şairinin Edebiyat Adı: Mahlas. İlk
san-türkische", TDAY[1977[. s. 127- 204) den başlayarak kendisini temeliendiren dikkate çarpan nokta, divan şairlerinin
Moğol istilası önünde XIII. asrın orta- gelişmesini sürdürür ve Osmanlı asırla­ edebiyat dünyasına kendi adları ile çık­
larından itibaren mütemadiyen batıya rında bütün gelenekleriyle zenginleşme madıklarıdır. Bu edebiyatta her şair, şi­
doğru akmakta olan Oğuz kütlelerinin yolunu tutarken kendisi dışında Kıpçak, irlerinde kullanmak üzere "mahlas" de-
Anadolu'da kesifleştirdiği Türk nüfusun Harizm ve Azeri sahası edebiyatları da nilen takma bir edebiyat adı alır. Şair
tesiriyle Farsça karşısında gittikçe ken- büyük sayılamayacak lehçe farklılıkları daha şiirde ilk adımlarını atmaya baş­
dini kabul ettiren Türkçe, Anadolu Sel- içinde klasik şiirin ilk verilerini Türk ede- larken esas adı yerine kendisini edebi-

394
DiVAN EDEBiYATI

yat dünyasına tanıtacak bir başka isim tırlarda bütün açıklığı


ile ifadesini bulur :
seçer. Bazan bu şairlik ismi kendisine "Şiire başladığım zamanlar her gün bir
üstatları veya yakın çevresindeki başka mahlası beğeniyor. bir müddet sonra ay-
bir şair tarafından verilir. Çok defa bu. nı mahlası kullanan bir şaire rastlayıp al- Divan
şairl e ri n den
mahlası veren şairin kaleminden çıkmış dığım mahlası değiştiriyordum. Nihayet
Usüli'nin
"ma hlasname" adını taşıyan bir şiirle ay- anlaşıldı ki benden ewel gelen şair dost- meclisini
rıca tesbit ve ilan edilir. Divanlarda bu larım ibarelerden ziyade mahlasları ka- gösteren
bir minyatür
mahlasnamelere sık sık rastlanır. Asıl pışmışlar. Düşündüm , eğer şiirde baş­
(Aşık Çelebi,
adı Esad olan Şeyh Galib'e "Galib" mah- kaları ile müşterek bir mahlas alırsam Tezkire.
lasını bulan Neş'et'in divanı. içinde pek muvaffak olamadığım takdirde bana ya- Mill et Ktp ..
Ali Emiri,
çok mahlasnameye yer vermiş olması zık olur. Muvaffak olursam mahlas or- Ta ri h, nr. 772.
bakımından özellikle zikre değer. Rast- tağıma zulmetmiş olurum. Bu benzerli- vr. 113•)

gele seçilmeyen mahlasta şairin karak- ği ortadan kaldırmak için "Fuzüli" mah-
terini veya önde gelen bir eğilimini. ya- lasını aldım ve orta k larımın bana zulme- Va'di, Ümidi... Bir grup mahlasta ise üs-
hut da gönlünde yaşattığı bir vasfı ak- dip beni muztarip etmelerinden kurtul- tünlük iddiası vardır: Ulvi, İzzeti. Bülen-
settirmesine dikkat edilir. Her mahlas mak için mahlasımın himayesine sığın­ di. Re'feti. Rifati. Reffi. Kebiri. Hakani,
bilerek ve özenilerek alınmıştır. Bazı şa­ dım. Bu lakap kimsenin hoşuna gitme- Hüsrevi. Feridi. Arşi, Evci... Bir kısım şair
irler başlangıçta aldıkları mahlaslarını yeceğinden bir başkasının bana ortak çı­ de kendilerine cennete liyakat. ilahi ma-
daha sonra değiştirmişler, yerine başka . karak beni rahatsız etmeyeceğine karar kama yakınlık nisbet eden mahlaslara
hatta onun tamamen zıddı bir mahlas verdim. Hakikaten de bu lakabı almak- yönelmiştir: Adni, Firdevsi. Bihişti. Hul-
almışlardır. Mesela ünlü hezel şairi Sü- la ortaklıktan bana gelebilecek üzüntü- di, Kevseri, Riyazi, Hüdayi, İlahi, Ledün-
rüri önce Hüzni mahlası ile şiire başla­ lerin kapısını kapadım ve şiirlerin karış­ ni, Kurbi, Yaklni... Bazı şairler tabiattan
mışken daha sonra mizacına ve şiirleri­ ması endişesinden kurtuldum" (Al i Ni- alınma şairane ma hlaslar taşımak ister-
nin havasına daha uygun düşen Sürüri had Tarlan, Fuzulf'nin Farsça Divanı Ter· ler : Bahri. Mevci. Abi. Revani, Gülabi,
mahlasını benimsemiştir. Şuara tezkire- cümesi, istanbul 1950, s. 6-7; krş. Fuzüli, Deşti. Fezayi. Afitabi. Şemsi, Mihri. Ha-
leri ve hal tercümesi kaynaklarında böy- Farsça Divan ln ş r. Hasibe Mazıoğlul, An- veri, Necmi, Ahteri, Hilali, Bedri, Ateşi,
le mahlas değiştirmeler hakkında çeşitli kara I 962 , s. I O-lll Nitekim kendisinden Berkı. Ra'di. Nehari, Şami. Bahilri. Haza-
bilgilere rastlanır. Bunlar erken bir çağ­ sonra onun mahlasına heveslenenler çık­ ni, Nesimi, Sabayi. Andelibi, Kebüteri,
da olduğu için şairler asıl şöhretlerini mamıştır. Nabi de böyle hareket etmiş, Nebati. Nergisi... Öte yandan mahviyet,
sonradan aldıkları mahlasları ile yapmış­ başkalarına çekici gelmeyecek bir mah- kendini hor görme. bir düşkünlük hali,
lar. divanları bu son mahlasları ile tanın­ las bulmuştur. Nadir olmakla beraber bir hayat arızası veya talihsizlik bildiren
mıştır. bazı şairler Türkçe ve Farsça şiirlerinde mahlaslara da talip olunmuştur : Guba-
Bir kısmı İran şairlerinden özenilerek ayrı mahlas kullanmışlardır. XIV. asrın ri, Türabi. Haki. Zaifi. Za'fi, Saili. Faklri.
alınmış olan bu mahlaslar. çok defa bir başlarında yaşamış olan Azeri şairi Ha- Gedayi, Garibi. Cüdayi. Fırakl. Hicri, Esi-
şairde kalmayıp başka şairler tarafından sanoğlu Türkçe şiirlerini Hasanoğlu mah- ri. Nahifi. Nizari, Aczi. Mahvi. HelakL Cev-
da benimsenrnek suretiyle ortaklaşa bir lası ile yazarken Farsça manzumelerin- ri, Cefayi, Fani, Fenai, Günahi. özri... Bazı
hüviyet kazanmaktadır. Bu durum. aynı de bunun o dilde karşılığı olan Pür-i Ha- mahlaslar ise bir kavram etrafında bir
mahlası taşıyan şairlerin şiirlerinin bir- san mahlasını kullanmaktaydı. Ali Şir Ne- daire halinde toplanır: BediT. Beyani, Fa-
birleriyle karışmasına. birininkinin di- vai de Farsça şiirleri için Fani mahlasını sihi, Fehmi. Fikri. Kelami, Lafzi. Lisani,
ğerine mal edilmesine yoı · açmıştır. Bazı tercih etmiştir. Güfti. Levhi. MakalL Nutki. Meali. ilmi.
şairler. mahlaslarının başkalarınınki ile Mahlasların büyük çoğunluğu, Farsça Fenni, Fününi... intisap edilen bir şahsi­
karışmasından korkarak herkesin kolay- nisbet ekiyle birlikte işaret edilen bir hal yetten veya babanın meslek ve payesin-
ca kullanmaktan çekineceği mahlaslar ve vasfı ifade eder: Hayali. Basiri. Hale- den gelen mahlaslar da vardır: Askeri.
seçmek istemişlerdir. Bu düşünce. bu- tL Emri, Cevri, Fazli. Nadiri, Nisbeti. Hi- Buhilri, Ca'feri. Destari, Gülşeni, Mekki,
nun en çarpıcı örneğini veren Fuzüli'nin, sali, Kerimi gibi. Mahlasları bazı katego- Miri. Muidi... Baz ı şairlerin mahlasları
olumsuz bir mana taşıyan böyle bir mah- riler içinde değerlendirmek. onlara ha- doğrudan doğruya meslekleriyle hüner

lası almasındaki sebebi anlattığı şu sa- kim olan zihniyet ve imajların çok daha sahibi oldukları iş ve sanatlardan alın­
iyi aniaşılmasını sağlayacaktır . Bunlar mıştır: Katibi. Nişani, Hariri. Kandi. Mu-

arasında psikolojik bir tutum ve vasfı ammayi, Nakşi. Nigari. Na'ti, Şehdi, Huf-
aksettirenler hemen dikkati çeker: Fev- fi ... Müsikişinaslar: Nilyi, Makamı. Ne-
ri. Huzüri, Hürremi, Gami, Neşati, Mate- gami... Tabipler : Şifai. Tabibi. Tıraşi (cer-
Divan
şai rle ri nden mL Sürüri, Figani. Şevki, Hüzni. Safai. rah }. Bazı mahlaslarda şair zevke düş­
Sürü ri Nalişi, Süküni. Zari... Kazanılmış bir me- künlüğü ilan eder : Keyfi, Meşrebi, Rin-
Çelebi' nin
ziyeti, itiyat haline gelmiş bir davranışı di, Mezakl. Ayşi, İşreti, Mesti, Nüşi, Sa-
meclisini
gösteren bildirenler en sevilmiş , en tercih edilmiş bühi, Sagari...
bir minyatür ma hlaslardandır : Azmi. Cezmi. Mera mi, Bütün bunların yanında bir de doğru­
(Aşık Çelebi,
Tezk/re.
Murildi, Bezmi. Mahremi, Refiki. Hem- dan doğruya isim yapısında olan mah-
Millet Kıp .. demi, Ülfeti. ünsi. Niyazi, Edayi. DuayL laslar seçilmiştir. Bunlar da ötekiler gi-
Ali Emiri,
Tarih, nr. 772.
Hamdi. Şükri. Rızai. Sacidi. Zikri. Sücü- bi bir meziyeti. ağır basan bir hususiyeti
vr. 408•) di. Abdi. MutiT. Kabüli, Rağbeti, Gayreti, ifade ederler: Nedim, Selim, Salim. Asım.

395
DiVAN EDEBiYATI

Galib, Kamil, Edib, Zarif, Nazif, Münif, adda eserlerle ortaya koymak yerine "di- eden mesneviler Yusuf u Züleyha, Leyla
Akif... Bu tip mahlaslardan bazıları şa i­ van " diye anonim bir ad altında tek ki- ve Mecnün, Şah u Geda, Şem' u Perva-
rin esas isminden gelir : Azizi (Abdülaziz). tapta toplamalarıdır. Matbaa ve ona bağ­ ne, Hüsn ü Aşk, Ferhadname, iskender-
Baki (Abdülbaki). inayet (inayetullah), Azi - lı olarak basılı kitap ve dergi gibi yayını name gibi esas kahramaniarına göre ;
zi (Aziz), Mesihi (Mesih). Çok az sayıda kolaylaştıracak imkanların bulunmama- konuları didaktik olanlar, küçük küçük
şair de mahlas yerine kendi isimlerini sı neticesinde, şiirleri biriktikçe onları hikayeleri anlatanlar Hilyetü'l-efkar, Nef-
kullanmıştır. Mesela Veliyyüddinzade Ah- bir köşede fazla tut madan, dilediği bir hatü'l-ezhar, Suhbetü'l-esmar, Cilaü'l-
med Paşa , Tacizade Ca'fer, Taşllealı Yah- · tertiple ardarda kitaplaştı rma yolunu kulilb, Riyazü' l-gufran, N akş-ı Hayal,
ya, Şeyhülislam Yahya, Cem Sultan, Fıt­ tanımamış olan şairden beklenen, şiir­ Hayrabad, Genelne-i Raz, Gülşen-i Raz,
nat gibi. lerini gelenekleşmiş bir çerçeveyi dol- Gülşen-i Aşk, Gülşen-i Envar gibi süslü

Şair Osmanlı şehzade ve sultanları da- duracak bir birikime ulaştıktan sonra adlar taşırla r. Bazan da esere ad, sonuna
hi hükümdar olarak şöhretleri ne rağmen "divan" adıyla tek bir kitapta topluca or- "name" sözü eklenm i ş konusundan ge-
divan şiirin i n teşrifatına uymuş, kendi- taya koymasıdır. Bu ise ilhamının rüz- lir: Pendname, firkatname. sergüzeştna­
lerine mahlas seçmişle rdir : Muradf (ll. garına kapılarak bir hamlede bir şiir ki- me, Harname, Hilbanname, Zenanname,
Murad), Avnf (Fatih Sultan Mehmed), Adlf tabı yayımlamaya benzemeyen, kendine surname, Selimname, Süleymanname,
(11. Bayezid), Selfmf (Yavuz Sultan Selim). mahsus bir protokolü olan ve uzunca bir gazavatname gibi.
Harfmf (Şehzade Korkut). Muhibbf (Kanuni bekleyişi gerektiren bir işti. Usul ve şart­
Mevcut edebi telakkiye göre belirli ka-
Sultan Süleyman). Şahf (Şehzade Bayezid), larınca divanını tertibe gitmeden önce tegorideki şiirlerle belirli bir kadroyu dol-
Adnf (lll. Mehmed), Bahtf (1. Ahmed), Fari- yazdığı her yeni şiiri ilkin dost çevresin- duracak hale gelmesi gereken bir divan,
sf (ll. Osman), Vefaf (IV. Mehmed). Ahmed de şiir meraklılarının buluştukları , her şairin edebi hayatının hemen erken bir
(ll. Ahmed), NeCib (lll. Ahmed), Cihangir biri şairler bucağı olmuş , şiir sever, hat-
devresinde değil zamanın getirdiği bir
(lll. Mustafa). ilhamf (lll. Selim). ta kendileri de şair olan esnaf dükkan- birikim sonunda, çok daha ileri bir ça-
larında, içki meclislerinde, kapıları ken- ğında meydana çıkmaktadır. Divanını ter-
Mahlasların içinde en az rastlananı
yer adlarından alınmış olanla rdır : Rilmf, disine açılmışsa devam edilen konak ve- tip edene kadar yazdıklarını önceden ay-
Gülşehri, Niksarf.
ya saraylarda şairi n bizzat okuması ile rı ayrı kitaplaştırmadan nihayet tek bir
edebiyat alemine giriyor, elinde yazılı kitapta bir araya getiren şair, bundan
Görüld üğü üzere bütün bu mahlaslar
olan kağıttan istinsah edilerek şiir mec- sonra kaleme a l dığı şii rlerini başka bir
Arapça ve Farsça· dan gelmektedir. is-
mualarına geçiyordu. Çeş itli zamanlar- eser tertip etmeden yine onun içine ka-
me " oğlu" sözünün ilavesiyle yapılmış
da çeşitli münasebetlerle söylenmiş ga- tar . Bunlar yeni istinsahlarla kronolojik
Hasanoğlu, Manyasoğlu , Hakioğlu gibi
zeller, makam sahibi büyüklere verilmek bir ayırım gözetilmeden divan nüshala-
yarı Türkçe mahlaslar XV. asırdan sonra
için fırsat kollanılmış kasideler, methiye rında yerlerini alırlar. Bir divan böylece,
görülmez olmuştur. Doğrudan doğruya
ve tarihler, şairin diğer nazım şekille­ varsa mesnevileri dışında, bir şairin ha-
Türkçe olan, XV. asır içinde bile birkaç
rindeki deneme ve arayışları ile divanını yatı boyunca yazdığı şiirleri toplayan tek
tane olmaktan ileriye gidemeyen Köylü-
kurmaya doğru bir adım oluyordu. Et- kitap olmaktadır. Divan, şairin eski ve
ce, Dökmeci, Tutmacı mahlasları, bir da-
rafına okuduğu. verdiği veya vermediği yeni bütün şiirleri için adeta bir mahfa-
ha benzerleri görülmeyecek mahlaslar
şiir çalışmalarını bu şekilde sürdüren şa­ za teşkil eder. Nitekim bazı şairler diva-
olarak kalırlar.
irin gayesi, bu yazageldikleriyle sonun- nın , yazdıkları şiirlerin dağılıp kaybol-
Bir manzume hariç Kadı Burhaneddin da bir gün d ivanını tertipleyebilmek. di- maktan korunmasın ı sağladığını açıkça
ile Kemal Paşazade (ibn Kemal) şiirlerin­ van sahibi bir şair olmak gibi kendisi- ifade etmişlerdir. Farklı devrelerde yaz-
de mahlas kullanmaya lüzum görmemiş­ ne itibar getirecek bir paye kazanabil- dıklarını ayrı ayrı divanlarda toplamış
lerdir. mektir. pek az şair vardır. Türk edebiyatında
Bazı şairterin mahlasları onların asıl Divan edebiyatında kendini hemen bel- bunun en eski örneği Ali Şir Nevaf'de gö-
adlarını unutturmuştur. Mesela Fuzillf li eden diğer bir taraf, şiirlerin kendile- rülür. Nevai, Fars edebiyatında Emir Hüs-
mahlası onun asıl adını öyle silmiştir ki rine mahsus, her birinde başka başka rev-i Dihlevi ve Molla Cami'nin yaptıkla­
kendisinden bahseden tezkire müellif- olan birer isim taşımama l arıdır. Bunun rı gibi hayatının değişik zamanlarındaki
lerine bile meçhul kalmış, ancak XVI I. yerine nazım şekillerine, rediflerine, ka- şiirleri için bu devrelere göre ayrı ayrı
yüzyılda Katib Çelebi tarafından tesbit fiyelerinin son harflerine göre "eyler ga- divanlar tertiplemiştir. Bunları önce Be-
edilebilmiştir. zeli", "su kasidesi", "kerem kasidesi ", dayiu'l-bidaye ve Nevadirü'n-niMye
imza hükmünde olan mahlasın man- "kaside-i lamiyye", "kaside-i taiyye" gi- adıyla iki ayrı divanda toplamış, daha
zumede belli bir yeri vardır ; bu çoğun­ bi, yahut kasidenin teşbib kısmındaki sonra bu ikisini yeni yazdıklarını da ka-
lukla makta' beytinde yani son beyitte konuya göre "hazaniyye", "bayramiyye" tarak Hazainü'l-meani adını verdiği di-
olur; kasidelerde de saniara doğru tae gibi adlandırmalarla bu anonimlik biraz vanda birleştirmiş , bunu da yaş devre-
beyitte yer alır. Gazelden küçük nazım giderilir. Ancak bu adlandırmalar da has lerine göre taksim edip sırasıyla çocuk-
şekillerinde ise (rubai, nazım . kıta) mah- isim değil cins ismi seviyesindedir. Aynı luk ve ilk gençlik, esas gençlik, olgunluk,
las kullanılmamaktadır. şekilde tevhid, na't. mi'raciyye, sakina- yaşlılık çağiarına ait olmak üzere Gara-
Şairin Bütün Şiirlerini Toplayan Tek Ki- me gibi ait oldukları nazım nevileri yö- ibü's - sıgar, Nevadirü'ş-şebab, Beda-
tap: Divan. isim meselesi yanında dikkat nünden bir adiandınş bahis konusudur. yiü'l-vasat ve Fevaidü'l-kiber adı al-
edilecek diğer farklı bir durum da şairle­ Divan dışında kalan mesnevi kabilin- tında dört divana ayırmıştır. Ancak bu
rin, hayatlarının çeşitli zamanlarında yaz- den müstakil eserler hususi bir ad ala- kronolojik tasnif kesin olmayıp çocuk-
dıkları şiirleri ayrı ayrı ve her biri başka bilmektedir. Genişçe bir macerayı hikaye luk çağına ait şiirler arasına daha ileri

396
DiVAN EDEBiYATI

yaşta yazdıklarını katmış, gençlik çağı­ tevalarına göre sınıflanarak divanda yer kimselerin evlenmelerine, yahut doğum
nın şiirlerinden bir kısmını
da son divan- alır.Burada klasik edebiyatın divanlara ve ölümler gibi günlük hayatın içinden
larına geçirmiştir. Farklı devreler için ay- şekil veren bir yönü kendini gösterir. Bir birtakım hadiselere dair söylenmiş ta-
rı divanlar tertip etmenin Osmanlı ede- divanın nasıl bir tertiple meydana ko- rih manzumeleri gelir. Bir kısmı kaside
biyatı sahasında ilk örneğini Ali Musta- nacağı. şiirlerin onda hangi grup ve sı­ tarzında olmakla beraber diğerleri daha
fa Efendi verir. Sonuncusu. ölümünden ralar içinde yer alacağı. gelenekçe önce- çok kıta şeklinde olduklarından bunlar
sonra şair Hisali tarafından tertip edi- den tayin edilmiş bir protakale tabidir. divanın gazellerden sonraki küçük ha-
len Türkçe dört divan sahibi olan Ali. ilk Bu önceden ortaya konmuş sınırlama cimli şiirler kısmına da gidebilmektedir.
gençlik çağında yazdıklarını bir araya dolayısıyla divan şairi, eserine şiirlerini Araya bazan manzum kırk hadis ter-
getiren birinci divanından sonraki şiirle ­ rastgele veya istediği bir tertiple koyma cümesi. manzum mektup, sıhhatname.
rini yaş devresi itibariyle iki ayrı divan- serbestliğine sahip değildir. Divanı teş­ arz-ı hal. hasb-i hal. sakiname (sahbiinii-
da toplamış ve ilkine Varidatü '1- enika, kil edecek şiiriere bir hiyerarşi getiren, me, işretniime), şehrengiz nevinden man-
daha sonrakine de Layihatü'l-hakika onları bu hiyerarşiye göre düzenleyen bu zumeler de katabilen şair, belirtildiği üze-
adını vermiştir. Bunlarda tam bir krono- çerçeve. şairleri bir mecburiyet derece- re. son kısma da nakledilebilen kısa çer-
lojik ayırım olmayıp birinden diğerine sinde onu dolduracak. ona uygun düşe­ çeveli tarih manzumeleri istisna edilirse
farklı devrelerin şiirleri aktarılmış, ön- cek surette bazı nazım şekillerine yö- büyük hacimli nazım şekillerinin hakim
cekilere sonradan yazdıklarını da kat- nelmelerine, bu kadro içinde mevcut na- olduğu ve konuları dışa dönük mahiyet-
mıştır. Keçecizade izzet Molla da Bahar-ı zım şekillerinin tamamında değilse bile teki manzumeler grubunun yer aldığı· bu
Efkar adını verdiği esas divanını ortaya tanınm ı ş bir asgari sın ı r içinde kalem oy- ön kısma. kendilerine saygı ve takdir duy-
koyduktan sonra hayatının son yılları­ natmaya sevketmiş ve bunlara tabi ola- duğu şairlerin şiirlerine yaptığı terbf.
nın şiirlerini Hazan-ı Asar adlı divançe- rak konu ve muhtevada bazı mecburi- tahmis ve tesdislerin yanı sıra doğru­
sinde toplamıştır. Ondan önce ise XVIII. yetler altına girmelerine tesir etmiştir. dan doğruya kendi musammatları ile
asır şairi Nazım de dört ayrı divan ter- Hiyerarşiye göre şair konu bakımın­ son verir.
tip etmiş, ilk ikisini baştan başa Hz. Mu- dan. cemiyetçe benimsenmiş değerler Bundan sonra divanda esas merkezin
hammed' e dair şiirlerine ayırmıştır. sisteminde en önce zirveyi teşkil eden artık şairin kendisi olduğu, divanın asıl
Bu birkaç istisna dışında bir divan. şa­ ulühiyyet makamından başlayarak diğer ağırlık ve hacmini bulduğu gazeller kıs­
irin hayatının hangi devresinde yazılmış üst makamlardan kendisine doğru ka- mı gelir. Burada yine geleneğin, gazel-
olursa olsun. araya kronolojik bir ayırım deme kademe gelen bir sırayı takip eder. leri kafiyelerinin son harflerine göre al-
girmeksizin onun bütün şiirlerini içinde Şairin şahsının merkez olduğu manzu- fabetik olarak sıralanması mecburiyeti-
toplayan. çok daha sonrakilerini de her melere gelmeden önceki şiirler muhte- ne uyulur. Çoğunlukla bu kısım manzu-
defasında yine içine alan tek eser olmak- va bakımından kendisinden üst makam- me sayısı bakımından divanın en zengin
tadır. Birçok şair divanlarını . yeni yazdık­ ları temsil eden şahsiyetler etrafında ve kısmıdır. Tercihini en fazla kasideye yö-
larını da ilave etmek suretiyle hayatla- dışa yöneliktir. neltmiş Nef'i, tarih manzumeleri yazma-
rında birkaç defa tertiplemişlerdir. Bun- Şair divanında değerler silsilesinin en yı esas edinmiş Sürüri gibi temayül ve
dan dolayı bu yeni tertiplerle yapılmış üst makamı olarak ilk önce tevhid ve seçimleri başka nazım şekillerinde ağır
sonraki istinsahlarında divan eskisin- münacat manzumeleriyle Tanrı'ya yöne- basan şairlerde gazelin çoğunlukta olma-
den muhtevaca daha zengin hale gelir. lir. O'nu ululayış ve O'na karşı yakarışia­ ması. gazelin divanlarda en hakim na-
Bunlarda devre ve zaman farkı gözetil- rını ifadeden sonra na't ve mi'raciyyele- zım şekli oluşu gerçeğini değiştirmez.
meyip eskilerle yeniler bir araya konul- riyle şiirini Hz. Muhammed üzerine çevi- Gazel hazineleriyle divanlar klasik Türk
duklarından sınırlı ip uçları. kasideler- rir ve onu yüceltir. Bunun ardından dört şiirinin gelişmesinde büyük hizmet ifa
deki bazı kayıtlar dışında şairin şiirleri­ halife ile islam ve tarikat büyükleri hak- etmişler ve ona en güzel söyleyişlerini
nin kronolojik seyrini layıkıyla görmek kındaki manzumeleri sırada yerlerini alır­ kazandırmışlardır.
mümkün değildir. Bazı şairlerin hayat- lar. Daha sonra ise bu defa dünyevi ma- Divanda bu bölümden sonra şairin kü-
larında tamamlamaya fırsat bulamadık­ kamların en üstününü temsil eden hü- çük çerçevedeki çalışmalarını veren ru-
ları divanları ölümlerinden sonra dost- kümdara ve onu takiben de sı rasıyla sad- bai, kıta . nazım , lugaz. muamma. müs-
ları tarafından tertiplenmiştir. Ayrıca şa­ razam. vezir. şeyhülislam ve diğer yük- takil beyit ve mısralar yer alır. Kaside-
irin ölümünden sonra yapılmış bazı is- sek mevki sahiplerine yönelik şiiriere ge- lerle başlayan divan böylece nazım şekil ­
tinsahlarda onun şurada burada kalmış çilir. Arada bazan "hasb-i hal", " arz - ı hal" lerinin en küçüğü ile son bulur.
şiirleri de divanlara ilave edilmektedir. tarzında manzumelerde bazı dilekleri. bir Muhteva itibariyle bir değerler siste-
Eski nüshalarda bulunmayan bazı şiir­ kısım hayat arızalarıyla ilgili ifadeleri yer mine göre kategorilere ayrılıp sıraya kon-
lerin kronolojik durumu hakkında ancak alsa bile esasında hep kendi dışında bu- maları yanında, arada bütünün yapısını
üzerlerinde istinsah tarihleri bulunan lunanı konu edinen bu şiirler dizisinde değiştirmeyen bazı girmeler bir tarafa
nüshaların karşılaştırılmasıyla bir fikir bunların peşinden kazanılmış zaferlere. bırakılırsa. divanlarda nazım şekilleri ba-
edinile bilir. bir savaş gemisinin denize indirilmesi, kımından büyükten küçüğe doğru gidiş
Divan Tertibinde Usul ve Teşrifat. Eski bir çeşmenin açılışı, bir saray veya yalı­ esastır. Divan. sırasıyla kaside. terkib-
edebiyatta divan tertibinde esas olan. nın tamamlanışı, bir cami veya kışianın bend, terci'- bend ve musammatları içi-
şiirlerin kronolojik sıraları değil şekil ba- tamiri gibi hadiselere; erkandan ve dost- ne alan bir dizilenmeyi takiben gittikçe
kımından teşkil ettikleri kategorilerdir. lardan kimselerin getirildikleri vazifele- daralan bir çerçeve ile rubai, kıta. naz-
Şairin şiirleri, nazım şekil ve nevileri ya- re, buradaki terfilerine. tanıdık, dost ve mın peşi sıra müstakil beyit ve mısralar­
nında bir kısmının öncelik tanınan muh- kendi aile çevresindeki şahıslardan bazı la sona erer.

397
DiVAN EDEBiYATI

Bir divanın naz ı m şekilleri itibariyle re musammatla rıngazellerden sonraya ilahf adaletin tecelli edeceği mahkeme-i
ideal kadrosu. grupların adlarıyla birlik- alınması . şarkıların
da artık gazellerden kübra " gibi manaları arasında tevriye
te muhteva bakımından sıralanmalarını önceki kısma değil onlardan sonraki kıs ­ sanatı yapmaktan hoşlanırlar.
da içine alacak surette şöyle teşekkül ma konulması suretiyle alışılmış terti- Kaside ve gazel, bir divanda bulun-
etmektedir : Tevhid - münacat- na 't - mi'- bin kısmen dışına çıkıldığı da olmakta- ması asgari şart olan iki nazım şeklini
raciyye- dört halife. islam ve tarikat bü- dır. Fakat böyle yer değ i ştirme ve kay- teşkil etm i şse de içinde kaside bulun-
yükleri üzerine methiyeler-hükümdar ve malar olsa da usulün şaşmaz prensibi. mayan divanlar yok değildir. Mesela Sul-
devlet büyükleri için methiyeler-terci' - her divanda kasidelerin diğer bütün na- tan Hüseyin Baykara'nın divanı yalnız
ben d ve ter ki b- bendier-küçük mesnevi- zım şekillerinden önce, gazelierin de ka- gazellerle birkaç muhammes ve rubafden
ler- tarih manzumeleri- musammatlar- sidelerden sonra ve rubaflerden. mevcut ibarettir. Kadı Burhaneddin 'in koca di-
şarkılar- gazeller- mukataat : Rubaf - kı­ nazım şekillerinin çok daha küçük çapa vanını ise sadece gazel ve tuyuğlar mey-
ta- nazım- metali ' - müfredat- mesari '. indiğ i müstakil beyit ve azade (serbest) dana getirir. İçinde kaside olsa bile bun-
Gazelierin katiye sonu harflerine göre mısralardan önce gelmesidir. ların sayısı birkaçı geçmeyen divanlara
sıralanmaları gibi. sayıca çok oldukları Şairden beklenen. ideal çerçeveyi ay- da rastlanır. Kemalpaşazade ' nin yüzler-
takdirde rubafler de katiye ve redifleri- nen gerçekleştiremese bile ona mümkün ce gazele mukabil topu topu iki kaside-
nin son harflerine göre alfabetik sıra ile olduğu kadar yaklaşması ve nazım şekil­ nin yer aldığı divanı bunlardan biridir.
tertiplenir. Alfabenin her harfiyle kafi- leri zengin bir divan ortaya koymasıdır. Hele şair hükümdarların divanları bu ba-
yesi bulunan bir gazeller dizisi sunmak Tablodaki nazım şekli ve nevilerin hep- kımdan çok daha farklı özellik gösterir.
şairler için bir maharet gösterisi sayılır. sini mutlaka eksiksiz kullanmak mec- Başka şairler için bir övgü merkezi olan
Nabf ve Seyyid Vehbi'nin divanlarında buriyetinde olmayan şair. bunlar arasın­ şa i r sultanın kendi d ivanında şahıslar
görüldüğü üzere bazı şairler gazeller kıs­ da asgarı bir had dairesinde tercihlerde üzerine övgü kasideleri görülemez. On-
mında katiye sonu harfinin her değiş­ bulunabilir. temayül ve kabiliyetine, sev- ların divanlarında kaside ancak tevhid,
mesinde arayı birer rubaf ile süslemiş­ diklerine uygun gelenlere çok daha faz- münacat ve na't vadisindedir. Bahtf mah-
lerdir. Alfabenin yirmi altı harfinin hep- la yer ve ağırlık verebilir. lasını taşıyan Sultan ı. Ahmed 'in divanın­
siyle eksiksiz surette kafiyelenmiş ga- Bir şairin şii rle rini belirtilen tertip ve da bundan biraz daha ileriye gidilerek
zeller yazmak arzusu, katiye imkanı kıt çerçeve içinde toplayan divanlara. onları birkaç ramazaniyye ile babası lll. Meh-
olan harflerde şairleri çok defa bazı zo- bu vasıfta olmayanlardan farklı kılan bir med için söylediği bir mersiye yer ala-
raki manzumeler yazmak durumunda meziyeti belirlemek için "mürettep di- bilmiştir. Şeyhülislamlığa çok yaklaşmış
bırakmıştır. van" denir. Şiir mevcudu tam bir divan olan Baki'nin divanında da elde mevcut
Belirtilen kadronun bütün divanlarda meydana getirmeye yeterli sayıda olma- nüshalara göre ne tevhid ne de müna-
eksiksiz olarak bulunması söz konusu yıp küçük bir hacim tutuyorsa buna "di- cat vardır. Nedim'in divanı ise tamamıy­
değildir. Buna çok yaklaşanlar. hatta çer- vançe " adı verilir. Daha önce işaret edi- la tevhid, münacat ve na'tsızdır (son za-
çeveyi tam olarak verenlerin yanı sıra len sınırlı örnekler dışında hususi bir ad manlarda Nedi m' in bir na't1 b u l u n mu ş tu r :
onun derece derece bir kısmı ile yer ala- taşımayan divan ve divançeler şairin n ş r. Abdullah Öztemiz H a c ı ta hi roğlu , "Ka-
bildiği divanlar da vardır . adına nisbetle " Dfvan-ı Fuzülf", " Dfvan - ı side-i Nedim Çelebi der Na't -i Re sıll-i
Bazı nazım şekillerinin tertip sırasın­ NefT , "Divançe-i Halet" gibi isimlerle Ekrem ve H abib-i Muhterem Sallalla-
da farklar olabilmektedir. Tarih manw- anılırlar. Erken yaşta ölmüş şairlerin şi ­ hü Aleyhi Vesellem", D iriliş, nr. 5 !Ocak
meleri ve küçük mesnevi parçaları ile irleri çok defa divançe seviyesinde kal- 19751, s. 50 - 52). Bazı şairlerin divanla-
şarkıların yeri kesin olmayıp bazı divan- mıştır. Divançelerde de birden fazla olan rında tarih kıtaları veya rubaflerin gö-

larda gazellerden önceki kısımda , bazı­ nazım şekillerinin sı ralanmasında divan- rülmemesi gibi terci' - bend ve terkib -
larında ise gazellerden sonra gelirler. lardaki tertipten u zaklaşılmaz. Sadece bendiere de her divanda rastlanmaz.
Bazan da bir divanın başka nüshasında tek nazım şeklinden, özellikle gazeller- Osmanlı edebiyatı sahasında nazım
aynı sıranın muhafaza edilmeyerek müs- den ibaret divan veya divançeler vardı r. şekli kadrosu en geniş ve hacim bakı­
tensihin yahut başka bir elin müdahale Divan şairleri içinde Zatf. Seyyid Vehbi. mından en büyük divan. Kanuni Sultan
ve tasarrufu ile değiştiği görülür. Divan Aif Mustafa Efendi, Sabit. Sünbülzade Süleyman devri şairi Edirneli Nazmf'nin
edebiyatının son devirlerinde Enderun- Vehbi. Şeyh Galib ve izzet Molla ' nın di- elinden çıkmıştır. Bu divanda aruzun bü-
lu Fazı! , Enderunlu Vasıf. izzet Molla gi- vanları "complet" denebilecek derecede tün bahirleri ve mevcut nazım şekilleri-
bi şairlerin divanlarında görüldüğü üze- ideal divan kadrosuna yaklaşırlar.
Tezkire müellifleriyle bizzat şairlerin
çok defa divan yanında "defter" sözünü
Divan de kullandıkları görülür. Sık sık bir ara- Divan
ş ai rl e r i n d en da "defter ü dfvan " terkibi içinde birbir- şa irle ri nden
Yetim Aii Müslim
Çelebi' nin
leriyle eş manada. biri diğeri yerine alın ­ Çelebi'nin
meclisini dığını düşündürecek şekilde zikredilmek- meclisin i
göste ren tedir. Defter sözü ile daha ziyade henüz gösteren
bir mlnyatür bir minyatür
mürettep divan haline gelmemiş şiir
(Aşık Çele bi, (Aş ı k Çelebi,
Tezkire, mecmuası kastedilmekte olduğu söyle- Tezkire.
Mille t Kt p. , nebilir. Şairler. divan sözü ile kelimenin Millet Ktp.,
Ali Emiri, All Emiri,
Tarih, nr . 772,
"devlet işlerinin görüşüldüğü yer, büyük Tarih, nr . 772 ,
vr. 132•) şahsiyetlerin bir araya geldikleri meclis, vr. 338")

398
DiVAN EDEBiYATI

nin hemen hepsiyle yazılmış, 7777'si ga- larının baş tarafına koymuşlard ır. Bun- lay olmadığı anlaşılır. Ayrıca Sultan Ve-
zel olmak üzere sayısı 50.000 beyte yak- larda divanı nasıl tertiplediklerini, bu iş­ led'in divanı tertip bakımından da he-
laşan ş iir vardır. Aynı zamanda edebi sa- te kimlerden teşvik gördüklerini anla- nüz klasik divan şeklini almamış bulun-
natlardan hepsi için örnek teşkil etme- tırlar. Tertip edilmesi hükümdar veya maktadır. Divanda şiirler nazım şekille­
leri gayesi de güdülen bu şiirlerde fazla yüksek mevki sahibi bir şahsiyet tara- rine ve nazım nevilerine göre tertip edil-
sayıda şiir ortaya koyma gayretine mu- fından istenmişse divan bir önsöz veya mek yerine karışık bir halde. sadece aru-
kabil sanatça basit bir seviyede kalınmış­ ayrıca bir manzume ile o kimseye ithaf zun bahirlerine ve kafiyelerinin son harf-
tır. Divanı nazım şekillerinin her biriyle edilir. Nabl'nin divanının başındaki tev- lerine göre alfabetik bir sıra esas alına­
şiirler yazarak zengin bir kadro ile dol- hidin sonuna ilave ettiğinden başka ay- rak bir araya getirilmiştir. Babası Mev-
durmak hevesi. divan şairlerini zaman rıca gazeller kısmının başına koyduğu lana Celaleddin'in yalnız gazel ve rubal-
zaman sanat değeri zayıf, zoraki man- diğer bir manzume, Sünbülzade Vehbi'- lerden ibaret Dfvdn-ı Kebfr'i de bu ter-
zumeler yazmaya sevketmiştir. nin münacat ve na 'tlarının hemen ardın­ tiptedir. Sultan Veled kendisine onu ör-
Osmanlı şairlerinin az sayılmayacak dan gelen uzun mesnevisi, Keçecizade nek almıştır. 1320 'de ölen Yünus Emre
bir kısmı, Türkçe divanları ile yetinme- izzet Molla'nın bütün bir önsözü ve bu- üç ayrı şiirinde kendi divanından bahse-
yip Farsça divan veya divançeler de ter- nun içinde başlı başına yer alan manzu- der. Buna göre Yünus Emre'nin Anado-
tip etmiştir. Bunlar arasında Fuzüll ve mesi, hepsinden önce de Taşlıcalı Yah- lu'da Türkçe divan sahibi en eski şair
Nef'l Farsça divanları ile başta gelirler. ya'nın divanının önsözünü dolduran man- olması gerekir. Ancak Yünus Emre'yi,

Fuzüll Türkçe ve Farsça· dan başka bir zumeleri bir divan meydana getirebiime- aruzla yazılmış şiirleri de olmakla bera-
de Arapça divan meydana getirmiştir. nin şevk ve şükrünü ifade eder. Dört ay- ber gerçek manası ile bir divan şairi say-
rı divan tertipleyen Nazim, bunların her mayı düşünmek bile mümkün değildir.
Divan sahibi olabilmek. şair için bir şe­
ref ve paye sayılan bir gaye olduğu ka- birine birer tarih düşürmekten kendini Divan adı altında toplanmış olsalar da
dar aynı zamanda bir divan. onun şiirle­ alamaz. Zaman zaman bir divanın terti- çok büyük kısmı hece vezniyle olan şiir­
rini şurada burada kalıp dağılmaktan bine başka bir şairin de tarih düşürdü­ leri, divan edebiyatının mahsulleri ara-
kurtarma vazifesini de görmüştür. Di- ğü görülür. sına hiçbir suretle konulamaz. Ahmed

vanı olmayan. divan tertibine fırsat bu- İlk veya En Eski Türkçe Oivanlar. İslami Yesevl'nin Dfvdn-ı Hikmet'i gibi Yünus
lamamış şairlerin ekseri şiirleri zaman- Türk edebiyatında Türkçe divanların ilk Emre'ninkini de klasik edebiyattaki ma-
la kaybolmuş, yahut asırdan asıra ek- defa ne zaman, hangi sahada, nasıl ve nada almak yerine. eski ve çok daha ge-
silerek günümüze ancak pek az sayıda kimler tarafından tertip edildiği bilinme- niş manası ile "içinde şiirleri toplu bir

gelebilmiştir. mektedir. Türkçe divanın teşekkülünü. şekilde bulunduran kitap, toplu şiirler

tabii ki klasik şiirde Türkçe'nin Farsça'- mecmuası " şeklinde anlamak gerekir.
Hiç gözden kaçınlmaması gereken bir
nokta da şairlerin bazı şiirlerini bilerek nın hakimiyetinden sıyrılıp kendini ede- Mevcut bilgiye göre varlığından ha-
divanlarına koymamalarıdır. Bunlar daha biyat dili olarak kabul ettirebildiği dev- berdar olunabilen Türkçe en eski divan.
ziyade devrin ileri gelen birtakım şahsi­ reden sonraki bir çağda aramak gere- XIII. asır sonu ile XIV. asır başlarında ya-
yetlerine, cemiyetin belirli bir kesimine kir. Sultan Veled'in. Anadolu'da ortaya şamış olan Azeri şairi Hasanoğlu'nun di-
karşı tenkit ve hücum taşıyan manzu- konulmuş divanların en eskilerinden bi- vanıdır. Devlet Şah'ın Azerbaycan'da çok
melerdir. Taşlıcalı Yahya. Şehzade Mus- ri olan ve baştan aşağı Farsça yazılmış meşhur olduğundan bahsettiği divanın
tafa ' nın katli üzerine yazdığı meşhur büyük hacimli divanında tam olarak an- Anadolu ve Memlük - Kıpçak sahasında
mersiyesini hükümdar ve çevresine kar- cak on iki gazelin yer alabildiği göz önün- da tanındığı anlaşılmaktadır. Bugün el-
şı ağır ithamlar bulunduğu için divanı­ de bulundurulursa doğrudan doğruya de bulunmayan divanın sırf Türkçe mi.
na koymamıştır. Bu mersiye, kendisin- Türkçe bir divana gitmenin çabuk ve ko- yahut şairin Farsça şiirleriyle birlikte mi
den sonraki istinsahlarla bir iki divan olduğu hakkında bir şey söylemek müm-
nüshasına girebilmiştir. Bunun gibi Vey- kün değildir. XIV. asrın ilk yarısında ya-
si de bütün istanbul halkını hicvettiği bir şamış oldukları artık belli olan Hoca Deh-
kasidesini divanı dışında bırakmıştı r. Di- hanl ile Şeyyad Hamza'nın divanla rı olu p
van şairleri. kalemlerinden çıkan hiciv olmadığı bilinmediği gibi yine aynı ça-
manzumelerinin büyük bir kısmını di- ğın Gülşehrl. Hoca Mesud ve diğer mes-
vanlarına koymamışlardır. Şiir meraklı­ nevi şairlerinin bu eserlerinden başka
larının tertipledikleri büyüklü küçüklü ayrıca divan sahibi olup olmadıkları hak-
mecmualar. yazma kitapların sayfa ke- kında da bilgi yoktur. Ancak XIV. asrın
narları ve kapak arkaları. divanlara gir- sonlarına gelindiğinde Türkçe'nin en es-
memiş böyle birçok manzume saklamak- ki divanlarından haberdar olunabilmek-
Divan
tadır. şa i rle r in de n tedir. Neslml ve Kadı Burhaneddin'inki-
Taş l ı cal ı
Yıllar yılı yazdıkları şiirleri
uzun bir bi- ler, Azeri edebiyatı sahasının bugün el-
Y a hy a 'y ı
rikim ve gayretten sonra divan halinde gösteren de mevcut ve geriye çıkabilen en eski
tertiplerneye muvaffak olmak şairler için bir minyatür divanlarını teşkil ederken Niyazi-i Ka-
(Aşı k Çelebi ,
mesut ve müstesna bir hadise olduğun­ Tezkire,
dlm'in ı. Bayezid adına tertip ettiği di-
dan bunun sevincini tesbit eden manw- M illetKtp., van da Osmanlı edebiyatının en eski di-
Ali Emiri,
meler yazmışlar. tarihler düşürmüşler­ vanı olma vasfını taşır. Veliyyüddinzade
Tarih, nr. 772 ,
dir. Bu manzumeleri çok defa da divan- vr. 135a) Ahmed Paşa ' nın içindeki bazı şi irleri ken-

399
DiVAN EDEBiYATI

dine örnek aldığı bu divan XVI. asırda de ve ondan biraz daha fazla olarak Ate- bk. Gerhard Dörfer, "Zur karachanidischen
artık kaybolmuş bulunuyordu (Latifı, Tez- betü '1- hakayık 'ta Arapça ve Farsça Metrik", Der Islam, 69/ 2 119921. s. 3ı3 -
kire, s. 35 1). Ali Mustafa Efendi, divanın kelimeler bulunurken Divanü lugati't- 324) . Bu uzun ünlüler, bizzat kendisi-
Timur vak'ası esnasında kaybolduğu ri- Türk 'teki parçalarda aruzun hiçbir Arap- nin de ifade ettiği gibi daha Kaşgarlı
vayetini nakleder (Künhü 'l-ahbar, istan- ça ve Farsça kelimeye yer verilmeksizin Mahmud 'un zamanında kısalmaya baş­
bul1285, N, ı ı6). Bugün Osmanlı edebi- kullanılmış olması, Kutadgu Bilig'de de lamış, Anadolu Türkçesi'nde ise iyice si-
yatı sahasının elde mevcut en eski diva- içinde Arapça, Farsça kelime olmaksızın linmiştir.
nı Ahmedi'nin eseridir. Divanın mevcut aruzu kusursuz olarak sürdüren parça- Türkçe'nin daha sonraki devirlerinde
olan nüshaları, şairin Germiyan Beyliği'n­ ların sayısının hiç de az olmayışı , aru- uzun hecenin yokluğu , onu aruza tat-
den sonra Osmanlı ülkesinde yerleştiği zun Türk şiirinde başlangıcı konusunda bikte düştükleri zorluk ve sıkıntı yüzün-
1390 yılı sonrasına aittir. Divanını daha açıklama bekleyen bir meseledir. Kutad- den Türk şairlerini bir süre ana dillerin-
önce Germiyan' da bulunduğu esnada, gu Bilig'de aruzun iptidai ve acemi bir den şi kayete sevketmiştir. Atebetü '1-
yahut ı. Bayezid'in sağlığı sırasında ter- seviyeden uzak bulunuşu, aruzda daha hakiiyık'ta böyle bir sızlanış görülme-
tip edip etmediği belli değildir. Ahme- önceden geçirilmiş, fakat vesikaları gü- mesine mukabil Kutadgu Bilig'de bu-
di'ninkinden sonra Ahmed-i Dai ve Şey­ nümüze ulaşmamış bir tecrübenin var- nun hafif bir ifadesi kendini hissettirir.
hi'nin divanları Anadolu Türkçesi'nin en lığını göstermektedir. Kutadgu Bilig'in Eserin müellifi Yüsuf Has Hacib, on se-
eski divanları arasında yerlerini alırlar. aruz bakımından kusurlu ve bozuk sa- kiz aylık bir uğraşmadan sonra kitabı­
Divan Şiirinin Vezni-Aruz. Divan şiiri­ nılan yerlerinin esasında , açık ve kapalı nın son beyitlerine geldiğinde Türkçe'-
nin üzerine kurulduğu temel ve onun ay- hecelerin bitişiklerindeki kelimelerin ilk yi ürkek bir geyiğe benzetip onu ken-
rılmaz bir rüknü, islami edebiyatların or- veya son heceleriyle münasebetlerine disine yani eserine ısındırmayı . onunla
tak vezni olan aruz veznidir. Aruz tek ve dayanan bir sisteme tabi olarak kapalı güzel şeyler başardığını söylerken (Ku-
rakipsiz bir vezin olarak divan şiirine bir hecenin kısa, kısa bir hece görünü- tadgu Bilig lnşr. R. Rahmeti Arat!. İstan­
hükmetmiş, onun ifade ve lugatına yön münde olanın da uzun hece durumuna bul ı947 , s. 65 1-652, beyit: 6617-6619)
vermiştir. Türk şiiri islami edebiyatın girdiğine dair son zamanlarda ortaya ana dilini aruzla ifade etmekte karşılaş­
başlangıcı ile beraber bu vezinle tema- atılan tez, aruzun Türkçe'de ilk kullanı­ tığı zorluğu belirtmek ister. Asıl şikaye­
sa gelmiş, asırlarca onun tesiri altında lışiarı meselesine yeni bir görüş getir- tin daha sonraki asırlarda Batı Türkçesi
yürümüştür. Klasik Türk şiiri bütün ge- miştir (Finn Thiesen, "The Adaptation of ile olan eserlerde görülmesi dikkat çe-
lişmesini aruzla ve aruzun etrafında ya- Classical Persian Prosody to Karakha- kicidir.
par. Divan şiiri asırlar boyunca sesini nidic [Middle East- Turkish]", A Manual XIII. asırda Sultan Veled'in manzum
aruzdan alacak, müsikisini hep onun için- of Classical Persian Prosody, Wiesbaden eserini, arada Farsça'dan geçtiği Türkçe
de arayacaktır. Türk edebiyatı, Arap ede- ı 982, s. 210-2 ı6) . öte yandan Şark Türk- ile sürdürmekte duyduğu sıkıntıyı belir-
biyatının malı olan aruzu İran şiirindeki çesi'nin eski devirlerinde uzun ünlülerin ten ifadesinden başlayarak XVI. asrın ilk
işlenmiş ve farklılaşmış şekliyle kabul var olduğu hususunda varılmış olan fi- yarısını içine alacak kadar uzayan bir za-
etmiş, onun bahirleri arasından zaman- lolojik neticeler (L . Li geti, "Les voyelles man boyunca Türkçe'den. aruza gelmez
la kendine göre bir seçme yapmıştır. langues en turc", JA, 1938, s. 177-204, Itre. yapısı dolayısıyla şikayetler sürer. En
Acem aruzundaki on beş bahirden muk- "Türkçe'de Uzun Vokaller"], TM, VII-VIII, fazla şikayetin de XIV ve XV. asır mes-
tedab, cedid, karib, müşakil, mütedarik 1942, s. 82-94; Talat Tekin, Ana Türkçede nevi şairlerinden geldiğine bilhassa dik-
bahirleri Türk zevkini akşamadıkların­ Asli Uzun Ünlüler, Ankara 1975, özellik- kat edilmelidir. XIV. ası r mesnevi müel-
dan ve Türkçe'nin bünyesine yatkın ol- le, "Orta Türkçede Asll Ünlüler", s. 125- lifi Hoca Mesud b. Ahmed, 1350'de ta-
madıklarından hiç kullanılmamış veya 154). bunun Kaşgarlı Mahmud tarafın­ mamladığı Süheyl ü Nevbahar'ının so-
terkedilmiş bulunmaları sebebiyle Türk dan hususi bir imla sistemi kullanılmak nuna yaklaştığında Arapça ve Farsça ile
aruzu dokuz bahirde toplanmıştır. suretiyle gösterildiği Divanü lugati't- şiir söylemenin kolay olmasına karşılık
Türk şiirinin ele geçebilen aruzlu ilk Türk'teki aruz vezinli şiirlere, Türkçe'- Türkçe'yi nazma sokmanın çok çetin bir
örnekleri Şark Türkçesi'nden ve 1070' li nin aruza tatbiki meselesi bakımından iş olduğunu , Türkçe'yi kusursuz olarak
yıllardan gelmektedir. Kutadgu Bilig ve çok fa rklı bir şekilde bakma imkanını aruza sığdırmada çektiği zahmetlerden
onu az bir zaman mesafesiyle takip eden sağlamıştır. Kısa gözüken heceler Kaş­ vücudunun yarısının eridiğini, eserinde
Atebetü'l -hakiiyık, mütekarib bahrinin garlı Mahmud'un ünlüler için kullandığı Türkçe olmayan sözlere çokça yer ver-
"feülün feülün feülün feül" kalıbı ile ya- imla sisteminde uzun hece değerini ka- mesinin de aruz yüzünden ileri geldiği­
zılmıştır. Aynı dil sahasından ve aynı asır­ zanmaktadır. Böylece Karahanit devri ni söylerken diğer mesnevi şairlerinde
da Divanü lugiiti't- Türk'ün, uzun sü- metinlerinde aruzun hususi bir imla sis- görülen bütün şikayet ve özür dileyişle­
re hece vezninde oldukları sanıldıktan temine dayalı kullanılışı ortaya çıkmakta­ re toptan tercüman olmaktadır (Süheyl
sonra bir kısmının aruzla yazıldığı artık dır (bu hususta bk. 1. V. Stebleva, Razvitie ü Nevbahar ln ş r. Cem Dilçin i. Ankara 1991 ,
farkedilmiş bulunan şiir parçaları , öteki Tyurkskif) Poetiçeskif]. Form v Veke, 1971, s. 573-574, beyit : 5590-5606) . İki asır son-
iki eserin Türk edebiyatında gelenek- İkinci Bölüm, s. 14-71 ; Talat Tekin, "Deter- ra da Fars diliyle şiir söylemek ne ka-
leştirdikleri bahre mukabil, o bahrin ba- mination of Middle- Turkic- Long Vowels dar kotaysa Türkçe'nin nazım için o de-
sit bir cüzü ile bir iki parça dışında, ta- through 'Arü<;l", AOH, XX/2 119671. s. rece zor olduğu düşüncesi Fuzüli'de yi-
mamına yakın denecek derecede "müs- 151-170 ; a.mlf., "Long Vowels in Atabe- ne tekrarlanmakla beraber artık Ley-
tef'ilün" cüzünün teşkil ettiği bahir ve tu'l-Haqa'iq", JSFOu., 68/ 5 1ı 9671. s. 1- la vü Mecnıln müellifı. dikenden gülün
kalıplardadır. Birkaçı da "mefailün" ve 20. Finn Thiesen'inki ile beraber bu görüş­ bitmesi gibi Türk dilinden güzel eserler
"failatün" cüzleriyledir. Kutadgu Bilig'- lerin ayrı ca toplu bir değerlendirilmes i için çıkabileceğine inanır. Başta Baki olmak

400
DiVAN EDEBiYATI

üzere XVI. asır divan şairlerinin elinde ufak tefek farkiara dayanan, kullanış nen benimseyeceği değişmez klasik na-
Türkçe aruza iyice ısınır. XVII. asırda ise sahası bulamamış ferdi denemelerden zım şekilleri meydana gelir.
Osmanlı şiirinde aruza tam bir hakimi- ibaret kalır . Divan Şi irinin Kafiye Yapı ve Sistemi.
yet kazanılmış, aruz rahatlıkla kullanılır Divan Şiirinde Geleneğin Belirlediği Na- Divan şiiri , hiçbir eleme ve değiştirme
bir hale gelmişti. Buna paralel olarak zım Şekilleri. Divan şiirine şekli hüviyeti- yapmadan doğrudan doğruya İran ede-
bu rahatlığı bulmada belirli bir payı olan ni veren. etrafiarında muhtevaya tesir biyatından aldıkiarına kendisinin kattığı
Arapça ve Farsça kelimelerin de o nis- eden gelenekler meydana gelmiş , bazı tuyuğ ve şa rkı ile birlikte sayısı yirmi-
bette arttığı görülür. birimleriyle farklı ve kendine mahsus den ibaret bir nazım şekli repertuvarı­
XIX. yüzyılın bitimine yakın bir zaman- bir estetik doğurmuş olan nazım şekil ­ na sahiptir. Bu. sayı olarak Batı edebi-
dan itibaren uyanan milli edebiyat dü- leri de aruzda olduğu gibi diğer İslami yatlarının sabit kafiyeli nazım şekilleriyle

şüncesiyle hece veznine ilginin harekete edebiyatlarla müşterektir. İslami Türk mukayese edildiğinde ilk bakışta onlar-
gelişine kadar hakimiyetini devam etti- edebiyatı daha başlangıç devresinde da görülmeyen bir zenginliği ifade eder.
ren aruz, XVI. asrın sonlarından bu yana iken bu nazım şekilleri henüz X. asırda Batı edebiyatlarında sabit kafiyeli na-
aşık edebiyatma da tesir ederek divan. İran edebiyatında teşekküllerini tamam- zım şekilleri ancak onu bulurken divan

selis, kalenderT. satranç gibi nazım çe- lamış , asırlarca değişmeden devam ede- şiiri bir misli daha fazla mevcutla bu

şitlerinin doğmasına yol açmıştır. XVI. cek teknik hususiyet ve kaideleriyle ye- edebiyatlardan daha geniş bir nazım
asırda divan şiirinde MahremT. Edirneli rine oturmuştu . Bunların hepsini, Xl. as- şekli varlığı göstermektedir. Fakat asıl

Nazml gibi mümessiller yetiştiren ve Tür- rın bir kısmı Türk soylu İran şairlerinin fark, sayıdan çok bu iki ayrı edebiyat
kl-i Basit adını almış, terkipsiz ve sade divanlarında toplu olarak görmek müm- dairesinin nazım şekillerinin yapısında­
Türkçe düşüncesinde hece veznini dene- kündü. dır. Divan şiirinin nazım şekilleriyle Ba-

mek gibi bir gaye olmamıştır. Yünus tı edebiyatlarınınkiler, mesnevi kafiyesi


MOsikide olduğu gibi farklı medeni-
Emre'den bu yana aruz yanında hece yet dairelerine mensup edebiyatlarda hariç hemen hemen birbirlerine hiç ben-
veznini de kullanan bazı mutasawıf şa ­ nazım şekilleri de farklıdır. Nazım şekil­
zemezler. Nazım birimlerinin değişik ol-
irler görülür. Esas divan şairleri arasın­ ması ve bunlardaki mısra sayısı gibi hu-
leri, içinde sözlerin belirli bir ritmik şe­
da da Usüll. Şahidl. Vahld -i Mahtüml gi- susların çok daha ötesinde olan esas
maya göre sıralandığı mısraları rastge-
bi birkaç şairin arada bir hece veznini le ve alelade bir yığın olmaktan çıkarıp fark kendini kafiye sisteminde gösterir.
kullanmış olması , aruzun sarsılmaz mev- konum ve simetrisi değişik tarzlarda dü- Batı edebiyatları. sabit nazım şekille­
kii üzerinde geriletici bir tesir meydana zenlenmiş kafiyeler etrafında toplaya- rinin yanında şaire şekilce istediği, duy-
getirmiş değildir. Bu heves Nedim ve rak onları mısra sayısı değişmez beyit gularının gerektirdiği kompozisyonu sağ­
Şeyh Galib'de hece vezniyle birer tür- ve kıta gibi birtakım birimler içinde kü- layan serbest şekiliere sahip olmaların ­
kü denemesinden öteye gitmez. melendirdikten başka, bunlara bir dizi- dan başka simetrileri değişik değişik,
Aruz, divan şiirinde asırlar içindeki yü- liş sırası da getirerek hacimlerinin uzun çeşitlilik ve zenginlik gösteren bir kafi -

rüyüşü, bütün bahir ve kalıpları ile ne ve kısa oluşları ile birlikte bir mimari gö- ye yapısındadır. Divan edebiyatında ise
gibi tercihlerden geçtiği, ne gibi med ve rünüm verirler. Medeniyet dairelerine gö- taşıdıkları ad, m ı sra sayı ve kümeleri ne

cezirler gösterdiği yönünden tam tari- re edebiyatların nazım şekilleri arasın­ olursa olsun nazım şekilleri tek kafiye
hiyle henüz incelenmemişti r . Bununla daki fark, değişik medeniyet ve kültür etrafında dönen ve simetrice de sınırlı

beraber kolayca tesbit edilmektedir ki camiasma mensup milletierin mOsiki zevk bir yapıdadır. Kafiye bakımından klasik
divan şa i rleri Acem aruzundan, mısra ve usullerinin başka oluşları kadar şiir Türk şiirinin bütün nazım şekilleri iki
içinde Türkçe'yi zora sokan, ifadede tu- mantıklarının da ayrı oluşlarından ileri grupta toplanır. Bunla rın en başta gele-
tukluk yaratan bahirler ve kalıplar yeri- gelmektedir. Arap şiirinin ilk çağlarında ni ilk beyitteki kafiyenin, manzumenin
ne söyleyişe daha kolay gelen rahat ka- yegane nazım şekli olan kasidenin her başından sonuna kadar ilk mısraları ka-

lıpları seçmişlerdir. Aynı tefilenin ardar- beytinin sadece ikinci mısralarında yer fiyesiz beyitlerin ikinci mısralarında de-
da tekrarlandığı "basit" tabir edilen ba- alan tek kafiyeli ve monoton yapısı . bu ğ i şmeden devam ettiği ve beyit bir imi

hirlerden ziyade, birden fazla ve değiş ik şi i rin içinde meydana ge l d i ğ i çöl haya- üzerine kurulu nazı m şekilleri d i r. Bu ka-
tef'ilenin yer aldığı kalıpları tercih et- tının develerin yürüyüşleriyle gecelerin fiye sisteminin beyit sayısı en azdan en
mişlerdir. Bu arada Türkçe ifadeye yat- içinde uzayıp giden "yaleyli"lerde kendi- çoğa doğru giden bir sıra ile nazm. ru-

kın yapısı dolayısıyla remel bahrinin üç ni gösteren monoton ritmiyle izah edil- baf, tuyuğ , gazel ve kaside olmak üzere
"failatün" bir "failün" tef'ileli ve bunun mektedir. Sonraki asırlarda medeni se- meydana getirdiği dairede, matla' de-
daha kısaltılmış kalıbı başından beri ye- viyenin yükselmesine paralel olarak Arap nilen iki mısraı da birbiriyle kafiyeli ilk
rini korumuş, bunun daha hafif şekli olan şiiri yalnız kasideden ibaret kalmamış, beytin kafiyesi, manzume boyunca bi-
· "feilatün" kalıpları ise Türkçe için sağ­ özellikle Abbasller zamanında ona baş ­ rinci mısraları kafiyesiz olarak bütün be-
l adıkları rahatlık dolayısıyla her zaman ka ve yeni nazım şekilleri de katılmıştır. yitlerin etrafında döndüğü bir mihver
rağbet görmüştür. Başlangıçta daha öte- İran edebiyatı da kökü SasanTier devri teşkil eder. Matıa · yerine ilk beyti, son-

lere gidilmeye cesaret edilemeyen basit edebiyatında olan birkaç nazım şeklini ra gelen birinci mısraları kafiyesiz beyit-
bahirlerde kalınırken XV. yüzyıla gelin- geliştirirken Arap edebiyatından aldığı ler gibi olan kıta da böyle ufak ve ehem-
diğinde divan şiiri artık zengin ve geniş ve çöl hayatının akislerini taşıyan kasi- miyetsiz farkla gruba girer.
bir bahir tablosu içine girer. Çağatay ede- deyi kendi coğrafya ve kültür çevresine Divan şiirinin kafiye mekanizmasını
biyatında Neval ve Babür Şah yeni ka- adapte ederek ona farklı bir mahiyet estetik plandaki neticeleriyle daha iyi
lıplar icadına çalışırlar. Ancak bunlar ba- kazandırmıştır. Böylece İslami edebiyat- kavrayabilmek için sarma veya çapraz
zı tef'ilelerle oynamaktan ileri gitmeyen, ların, daha sonra Türk edebiyatının ay- kafiyeli kıtala rdan meydana gelen, ya-

401
DiVAN EDEBiYATI

hut içinde kafiyelenmemiş mısra bulun- dan musammatlarda her mısra hemen lirli bir kavram veya bir konu etrafında
mayan sabit çerçeveli nazım şekillerin­ hemen bir bütün teşkil eder. toplayan, bir atmosfer yaratan mihver
den ayrıldığı tarafları görmek gereke- Sarma kafiyeyi hiç tanımayan divan olmuştur. Ustaca kullanıldığında şiiri bir
cektir. şiirimurabba', terbi' ve şarkıların ilk kı­ atmosfer içine alır, onu bir dizi çağrışı­
Mısra sayıları eşit olduğu halde dört talarında çapraz kafiyeyi elde ederse de ma açar. Redifin matla'dan itibaren pe-
beyitlik bir gazelle. sarma veya çapraz bu sadece orada kalır, şiirin diğer kıta­ şinden getirdikleri ve manzumenin de-

kafiyede dörder mısralı iki kıtalık bir larının yapısına girmez. vamı boyunca üst üste hazırladığı sürp-

manzume karşılaştırıldığında gazelin rizler ile kendisine mahsus bir zevk ya-
Bütün bu tesbitlerden çıkan netice şu­
matla'dan sonraki üç beytinin üç mısraı ratır. Çok defa şiirde belirli bir duygu
dur ki beyit esasına dayanan nazım şe­
kafiyesiz, matla' beytiyle birlikte beş mıs­ ve düşüneeye zemin hazırlayan redif ona
killerinde bir kafiyesiz, bir kafiyeli mıs­
raı da kafiyeli kalırken öteki manzume, "yek - ahenk" diye vasıflandırılan konu
ra olmak üzere beyitten beyite bir mü-
iki kıtasının ikişerden değişik dört ayrı bütünlüğü kazandırır. Hakim olunmak
navebe bulunmaktadır. Kıta esasına gö-
kafiyesiyle daha çeşitli ve daha zengin yerine onun esareti altına girilip peşin­
re olan musammat şekillerde ise kıtala­
bir kafiye örgüsü gösterir. Gazelde mat- den sürüklenildiğinde ise manzume her
rın son mısraları bir temel kafiye etra-
la' beytiyle birlikte beş defa aynı kafi- telden çalan bir mana dağınıklığı içine
fında toplanırken onlardan önceki iç ka-
yeyi bulmaya zorlanan şair. ötekisinde girer. Redif hece ve ek sınırını aşarak
fiyeli mısralar da beyitteki gibi araya
birbirinden dört ayrı kafiye imkanına ve birçok şiirde başlı başına kelime ve çe-
kafiyesiz mısra girmeksizin bir kafiye
çok sesliliğe sahiptir. Bunun gibi yedi şitli gramer unsurlarını içine alan ibare
etrafında birbirlerini takip ederler.
beyitlik bir gazelle on dört mısradan iba- çapına yükselmektedir.
Görüldüğü üzere divan nazmında be-
ret bulunan bir sone (sonnet). mısra sa- Kafiyeyi redifte daha zengin ve cazip
lirli bir kafiyenin onu takip eden bir ve-
yıları ile birbirlerine denk oldukları hal- kılmak isteyen divan şairi yeni ve gös-
ya birkaç değişik kafiyeden sonra kendi
de sonenin beş değişik kafiye ile örülmüş terişli redifler bulmaya dikkat eder. Ba-
kafiyesini tekrar bulması, yani manzu-
olmasına mukabil gazel, matla'dan son- zan da bir nazfre bahis konusu ise ora-
mede aynı zamanda birkaç değişik ka-
raki a ltı beytin ilk mısralarının altısı ka- daki redifi nazfre yapılan şairi nkinden
fiyenin düzenli aralıklarla münavebeli şe­
fiyesiz oluşundan başka öbür sekiz mıs­ çqk daha farklı ve üstün surette kulla-
kilde birbirini takip etmesi gibi bir kafi-
ra ile de tek bir kafiyeye mahpus kalır. narak şa h siyetini ortaya koyar. Bulunan
ye örgülenişi yoktur. Musarra' veya mü-
Beyit yerine bend yahut kıta yapısın­ selsel denilen manzumelerde yekpare orijinal bir redif ona nazfre yazacakları
da olan nazım şekillerine gelince, kafiye bir kafiyeleniş ortaya çıkar. imtihana çağırış, zamanın şairlerine bir
bunlarda bendden bende veya kıtadan nevi meydan okuyuştur.
kıtaya değişmekle beraber her bir bend
Tek kafiyeli nazım şekillerinin gereği
olarak kafiyelerin birbirlerini çok yakın ­ Redifler çok defa divan şiirinin, Türk-
veya kıta kendi içinde yine tek kafiyeli-
dan takip etmeleri divan şiirinin kafiye- çe'nin ifade imkan larını. söyleyiş husu-
dir. Eski İran edebiyat nazariyecilerinin,
lerine bir tannaniyet vermiştir. Tonali- siyetlerini denediği ve ana dilde kendi-
kasidenin aynı vezinde ve araları birer
tesi yüksek zengin (mukayyed) kafiyeler, sini bulduğu bir tarafıdır. Şiirl erin baş­
bağlama beytiyle bağlı olarak bendiere
aruzun ritmiyle birlikte kendilerini bir ka taraflarında rastlanmayan fiil çekim-
bölünmüş şekli saydıkları terci'- ben d ve
davulun vuruşu gibi hissettirirler. Mu- lerini, atmosfer yaratıcı zaman sigala-
terkib- bendde bir bendden diğerine ka-
sammat denilen usulde daha da ileri gi- rını, deyimler ve cümlecikleri sergile-
fiye değişmekle beraber her bend kendi
dilerek her mısraı sonundan ewel bir de yen redifler, esas çoğunluğu ile Fars şi­
içinde kaside ve gazeldeki beyit yapısını
ortasından kafiyelendirerek matla' bey- irinden tercüme ve nakil olmak bir ta-
ve ona bağlı tek kafiyeliliği sürdürür.
tini dört, diğer beyitleri de üç defa ka- rafa, bilakis orada mukabilleri veya ben-
Mısra sayıları dörttenbaşlayarak ona zerleri bulunmamaları yönünden ayrıca
fiyeli kılarak bu tonalite daha da arttırı­
kadar çıkan kıtalardan meydana gelen
lır. Buna mukabil ses benzerliği yerine orijinallik gösterirler. Divan şiirinin redif-
musammatların murabba', muhammes,
imla benzerliğine dayanan kafiyelendir- leri Arapça ve Farsça kelimelerden çok
müseddes, müsebba', müsemmen. mü- Türk dilinin malzemesi üzerine kurul-
melerde bu tonalite tamamen düşer.
tessa'. muaşşer olmak üzere yedi ayrı muştur.
şeklinin hepsinde ve şarkıda da son ınıs­
Divan şiirinde kafiye, bir şairin nazım­
da kudret ve kabiliyeti hususunda bir Redif divan şairinin üzerinde dikkatle
raları müşterek temel kafiye ile birbir-
ölçü sayılır. Şair kafiyelenmesi güç keli- çalıştığı, getirdiği imkanları değerlen ­
lerine bağlı kıtaların birinden ötekine
meleri seçerek hüner ve nazma hakimi- dirdiği bir zemin olmuştur. Manzumeye
geçişte iç kafiye değişmekle beraber her
yetini göstermek ister. Divanlarda alfa- bir hüviyet kazandıran redifler aynı za-
kıta kendi içinde yine tek kafiyeli yapı­
benin her harfinden kafiye alan gazel- manda şiirin ismi yerine geçmiş, ona
dadır. Musammatlarda beyit esasından
ler s ıralamak bir maharet sayıld ığında n, damgasını vurduğu ölçüde "su kasidesi",
çıkılarak mısra esas olur. Bundan dola-
yı kaside ve gazelin beyitlerinde olduğu
kafiye i mkanı çok dar ve sınırlı olan harf- "eyler gazeli" gibi birer ad vermiştir.
gibi kafiyesiz kalan mısralar da yer al- lerle kafiye yapmak merakı yüzünden Redif divan şiirinin yerli olduğu, baş­
maz, her mısra aynı iç kafiye ile birbiri- zaman zaman zorlama beyitler yazmak ka deyişle yeriiyi en iyi bulduğu bir cep-
ni takip eder. Otuz kırk beyitlik bir ka- durumuna da düşülmüştür. hesidir. Ana dilin öz lugatından gelenler
sidede matlaa uygun otuz kırk kafiye Divan Nazmında Redif ve Şiirdeki Rolü. bir yana memleket coğrafyasından bazı
aramak sıkıntısını çeken şair. musam- Redif divan şiirinin en sevdiği bir kafiye adlar, nehirler, şehirler ona redifin için-
matlarda her kıta için ayrı ve her biri tarzıdır. Kafiyenin bütünleyicisi ve zen- den gelirler. Redif onların etrafında bir
daha az miktarda kafiye kullanma im- ginleşti ricisi olarak ona çok yer verilmiş ­ yığın çağrışım ve duyguyu toplar. Redi-
kanını elde eder. Cümle yapısı bakımın- tir. Redif, simetrik tekerrürü ile şiiri be- fin asırlar içinde seyrini tetkik, klasik

402
DiVAN EDEBiYATI

Türk şiirinin bir tarafı ile daha iyi ania- kaside ile divan şiiri geniş şekillerinden maktadır. Divan şiirini kuran bu nazım
şılmasını sağlayacaktır . birine yükselir. Aynı kafiye yapısını bend- şekilleri burada. teknik ayrıntılar ansik-
Divan Şiirini Kuran Nazım Şekillerinin Iere bölünmüş olarak sürdüren terci'- lopedinin ilgili maddelerine bırakılarak,
Tipolojisi. Divan şiirinin repertuvarında­ ben d ve terkib- ben dde büyük orkestras- divan şiirindeki rolleri. divan şiirine ge-
ki yirmi nazım şekli asırlar boyunca her yonlu iki nazım şekline varılır. Kafiyenin tirdikleri ve estetik mahiyetleri bakımın­
şairin uyduğu hazır çerçeveleri teşkil et- beyte tabi olduğu bu şekillerin yanında dan toplu ve mukayeseli olarak değer­
miştir. Geleneğin belirlediği bu nazım kıta esasına dayanan musammatlar ay- lendirilecektir.
şekilleri dışında şairin daha başka tanı­ rı bir grubu temsil eder. Bunlar hacim- Bir Değer Olarak Mısra ve Beyit. Divan
dıkları olmamıştır. Her şair kendi başı­ ce gazellerden daha geniş, kaside ile ter- şiirinin şekil mimarisinde mısra ve be-
na şekil arayışlarına gitmeden edebi kül- ci'- ben d ve terkib- bende nazaran ise yit en küçük bir nazım birimini teşkil et-
türünün teşekkülünün başından itiba- daha sınırlıdır. Bu grupta kafiye beyte tiği gibi tek başlarına da en küçük birer
ren beraber öğrenmiş bulunduğu bu ha- değil mısraa tabidir. Musammatların kı­ nazım şekli sayılırlar . Batı edebiyatların­
zır çerçeveler ile yetinir. talarında hacim ölçüsü de beyit yerine da bir şiirin sadece bir parçası durumun-
Bu nazım şekillerinin bazıları her ko- mısra sayısına göredir. Bütün bu sabit da olmaktan ileri geçemeyen mısra ve
nunun rastgele işleneceği içi boş çerçe- şekillerden başka bir de hacim itibariy- beyitler, klasik şiirimizde herhangi bir
veler durumunda gözükmez. Nazariyat le bu iki gruba sakulamayacak mesnevi manzume içinde yer almaksızın müsta-
bu hususta sınırlamalar getirmemişse şekli vardır. Her beyti, öbür beyitlerin- kil bir şiir gibi yazılabilmekle başlı başı­
de bunların kullan ılış sahaları bakımın­ den müstakil olarak kendi içinde kapa- na bir manzume imiş gibi muamele gör-
dan etrafiarında teşekkül etmiş itiyat- lı bir daire teşkil eden kafiye yapısı ile mektedirler. Bir manzumeye tabi olma-
lar vardır. Klasik Fars edebiyatının en mesnevi şekli diğer nazım şekillerinin yan. onun bir parçası olmak üzere yazıl­
eski şairlerinden bu yana bazı nazım şe­ kafiye yapısı dışında kalır. İki beyitten mayan bu kabil mısra ve beyitler hacim-
killerinin belirli konularda kullanılması başlamak şartıyla binlerce beyte kadar ce ne kadar küçük olursa olsun kendi
bir görenek ve alışkanlık yaratmıştır. Bü- yükselebilen mesnevide belli bir hacim başlarına bir bütün teşkil ederler. Bun-

yük üstatların. daha önce gelmiş şairle­ sınırı da yoktur. lar. bir manzumeyi doldurabilecek bir
rin eserlerinden böyle bir edebi terbiye Hepsini geleneğin getirdiği bu nazım duygu ve hali tek başına ifade edebile-
alındığından. belirli nazım şekillerinin şekillerinin teşkil ettiği yelpaze içinde cek kesafettedirler. Rastgele söyleyiş­
belirli konu ve sahalarda kullanılacağı gazel ve kaside divan şiirinde daima en ler, manzumelerden kopuk yahut ta-
gibi bir kaide bulunmasa da görenekten önde yer tutmuş, öteki şekillerden hiç- mamlanmamış şiir parçaları şeklinde kal-

gelen bazı tercihler kendini daima his- biri hiçbir devirde bu ikisini gölgede bı­ mayıp divanlarda bunlara özel bir bölüm

settirmiştir. rakamamıştır. Tercihler en başta bu iki- ayrılacak kadar yer verilir. Bu tip bir mıs­

Divan şiirinin dışına çıkılamaz. yerleri- sine olmuş , ötekiler kapasite ve imkan ralık söyleyişlere " mısra-ı azade" veya

ne başkaları alınamaz nazım şekilleri, durumları yönünden onların derecesine "azade" dendiği gibi böyle manzumeden
çerçeveleri küçükten büyüğe doğru bü- ulaşamamıştır. Ancak divan şairi bu yel- ayrı olarak yazılmış beyitler de "müfred"

yüyen bir silsile teşkil eder. Bu edebiyat- pazedekilerden sadece bazılarını seçip adını alır. Bunlarda beşeri çapta kuv-

ta müstakil mısra ve beyitler de bir bi- ötekileri tamamıyla bir tarafa bırakmak vetli ruh halleri ve düşünce tesbitleri,
rim-şekil değerini taşımakla beraber di- gibi bir · tutum da göstermemiştir. Bir okuyanı bir anda saran ustaca söyleyiş­

van şiirinin en küçük nazım şekillerini iki mecburiyet olmamakla beraber tercih- ler çok defa bir veeize kuwetinde oldu-
beyitlik manzumeler meydana getirir. te ağırlık bazılarında olmak üzere mev- ğundan onlar gibi bir yaygınlığa erişir­

Kıta , nazım ve rubai dört mısralık çer- cudun hepsinde kalem oynatmak divan ler. Bir manzumenin en seçme ve en gü-
çeveleriyle nazım şekillerinin ilk basa- şairi için bir idealdir. Mürettep bir diva- zel mısraı için söylenen " mısra-ı berces-
maklarıdır. Bunlardan sonraki kademe- na ulaşmak gayretinde olan her divan te" veya "berceste" tabiri bu noktada
de gazel gelir. Hacimce daha büyük na- şairi bunların hepsinin hakkını vermek. azade mısralar için de geçerli olur. Di-
zım şekillerine basamak olan gazel, der- sayısı az da olsa bunların her birinden van şiirinin asırlar boyunca zihinlerde
li toplu yapısı ile lirik şiir için ideal bir divanında bir örnek bulundurmak ister. yaşayan unutulmaz söyleyişlerini çok de-

şekil olmuştur. Gazel kendi içinden çık­ Her şair mevcut nazım şekillerinin hep- fa bunlar taşımıştır.
tığından kafiye yapısı onunla aynı olan sine hakim olamam ış, bazısında göster- Kaside ve gazel gibi, terci'- ben d ve
diği başarıyı diğerinde aynı ölçüde orta- terkib- ben d dahil tek kafiyeli yapıdaki
ya koyamamıştır. Kimisi gazelde ün sal- şekillerde en küçük nazım biriminin be-
mış , kimisi kasideleriyle göz kamaştır­ yit olmasına mukabil. müşterek bir iç ka-
mış, biri terkib- ben d vadisinde nam yap- fiye ile her mısraı birbirine bağlanmış
Divan mış, bir diğeri rubai üstadı sayılmıştır. olan kıtalardan meydana gelen musam-
sa irı e ri n de n Fakat has şairler bunlardan hangisini mat nazım şekillerinde bu birimi mısra
Sadi eelebi' nin
ele almış olurlarsa olsunlar. onlarda or- teşkil eder. ötekilerde beyit nasıl kendi
meclisini
tasvi r eden taya koydukları bir seviye vardır. içinde bir bütünlük gösteriyorsa musam-
bir minvatü r Bütün divan şairlerinde mevcudun için- matlarda da mısra çok defa aynı vazi-
(Aş ık Çelebi,
dekiler karşısında seçim ve tercihler da- feyi görür.
Tezkire,
Mi!letKtp. , ima kendini hissettirir. Her nazım şek­ Divan şiirinin estetik zihniyeti. mısra
Ali Emlrt
Tarih,
linin divan şiirinde ayrı bir yeri , teknik ve beyitleri bir bütünün alelade parçası
nr. 772, vr. 415b) taraflarını aşan estetik yönleri bulun- olarak görmek yerine onlara şiirin için-

403
DiVAN EDEBiYATI

de bazı değerler tanır ve buna göre isim- yitten beyte her geçişte ona uygun bir Araplar'a geçmiştir. Türk edebiyatma da
lendirme/erde bulunur. Şiirin bir mısraı kafiye bulmak mecburiyeti getirmediği İran şiirinden gelmiş olması düşünülebi­
hafızalara mal olacak surette dikkat çe- için sağladığı serbestlik ve rahatlık do- lirse de Dfvanü lugati't- Türk'teki man-
kici bir ifade güzelliği göstermekteyse layısıyla uzun ve büyük hacim/i manzum zum parçalar arasında rastlanması, Türk
onu "berceste" diye vasıflandırır. Seyit eserler için vazgeçilmez bir nazım şekli şiirinin İslam öncesi devresinde bu nazım
ise aynı şekilde vasıflandırıldıktan baş­ olmuştur. Mesnevi, anlatılması sayfalar şeklinin varlığını göstermektedir. İslami
ka şiirin içindeki estetik fonksiyonuna tutacak uzun hikaye/erin, öğretici konu- Türk edebiyatının bilinebilen ilk büyük
ve kompozisyon durumuna göre çeşitli ların işlendiği. kafiyesine yüzlerce. bin- manzum eseri Kutadgu Bilig'in mesne-
adlar kazanır. Manzumenin üstüne ku- lerce eş kelime bulmayı kald ıramayacak vi şeklinde oluşunu böyle bir geleneğe
rulduğu ve ilk çıkış noktası olan, iki mıs­ geniş çaplı eserler için müracaat edile- bağlamak mümkündür. Dfvanü lugati't-
raı da kafiye/i ilk iki mısraı ile sonraki bilecek tek nazım şeklidir. Uzun mace- Türk'ün mesnevi kafiyesindeki hikemi
bütün kafiyeleri belirleyen beyit, "doğ uş raların hikaye edildiği eserlerde devam- savları ile Kutadgu Bilig'in bazı parça-
yeri" manasında matla' adını alır. "Hüsn -i lı kullanılışı neticesindedir ki mesnevi ları arasındaki benzerlik, böyle bir ihti-
matla"' deni/erek de matla' beytini ta- bir nazım şekli adı olmaktan çıkıp ma- mali daha da kuwetlendirecek mahi-
kip eden ve ondan daha güzel ol masına na genişlemesiyle edebi nevi belirten bir yettedir. Batı edebiyatlarında da "düz
çalışılan beyte işaret edilir. Öte yandan ad olmuştur. Kafiye kolaylığı dolayısıyla kafiye" (rime plate) adıyla var olan bu na-
gazel ve kasidenin en güzel beyti "şah manzum tarihlerde, siyer ve mevlidler- zım şeklinin pratiklik ve basitliği dolayı­
beyit" yahut "beytü'l-gazel" ve "beytü'l - de, manzum lugatlarda, didaktik eser ve sıyla, bir tesir bahis konusu olmaksızın
kaside" diye ayrı bir isimle değerlendi­ ri salelerde yer alışından başka münacat, birçok edebiyatta kendiliğinden bulu-
rilir. Şiirin bu gibi estetik duraklarına na't, mi'raciyye gibi kaside tarzında ya- nup ortaya çıkmış olduğu söylenebilir.
çevri/en dikkat manzumenin sona erdi- zılması matat konularda dahi mesnevi İki Beyirlik Nazım Şekilleri. Seyit sayı­
ği. akışının kesildiği beyte "kesim yeri" yoluna gidildiği olmuştur. Kaside yerine ları daha da arttırılabilecekolan kıta ve
manasında makta' adını vermiş, çeşit­ geçmek üzere mesnevi şeklinde yazıl­ nazım yanında kafiye tertibince onlara
li beyit/eri için bir dizi terminoloji kul- mış methiyelere de rastlanır. Divanlar- benzer, fakat kendilerine mahsus ve-
landığı kasidenin şairin mahlasını taşı­ da seyrek olarak mesnevi şeklinde ga- zinler/e yazıldıklarında rubai ve tuyuğ
yan beytine "taç beyit" ismini yakıştır­ . zel ve kıta ayarı küçük hacim li şiirler, ad ve hüviyetini kazanan dört mısralık
mıştır. kısa hikayelerden ibaret küçük mesnevi şekiller, divan şiirinin küçük hacim/i na-
Manzumede kendi içinde bir bütün parçaları görülürse de gazel yerine ge- zım şekillerini meydana getirir.
teşkil edişi, tek başına bir eser meyda- çebilecek kısa manzumeler için tercih Nazım ve onunla arasında matla'sız,
na getirecek bir alem çapında oluşu ile edilmemiştir. Mesnevi nazım şekillerinin
yani ilk beytinin birinci mısraı kafiyesiz
beyit divan şiirinin estetiğine yön verir. en kolayı sayıldığından şairin asıl sanat olmak gibi ufak bir fark bulunan kıta,
Şair, ayrı bir eser sayareasma her biri kudretini ortaya koyduğu kabul edilen gazele bir basamak mesafede kalmış
üzerinde tek tek çalıştığı. edebi sanat- kaside, gazel ve musammatlar ayarın­ bir ikiz şekildir. Bilhassa kıtada gazelin
ların ve ifadenin bütün imkanlarını kul- da tutulmamıştır. esas konusu olan aşk, sevgili ve bade
lanarak işlediği beyte şiirin bütününden Bu şeklin tatbik edildiği, geniş mev- dışında bir muhteva ağır basar. Bunlar
daha fazla ehemmiyet vermiş, tek kafi- zulu büyük ve uzun eserlerde okuyanı çok defa şairin, hayat arızaları ile sami-
yenin hakimiyetindeki manzumeyi böy- yarmamak için aruzun kısa kalıpları ter- mi duyuş/arının sosyal mahiyetteki ko-
le bir beyit estetiğiyle kurmu ştur. cih edilmiştir. Bunlarda İran edebiyatı­ nulara ilgisinin ifadelerini taşırlar. Onun
nın büyük üstat/ar elinden çıkmış eski düşünüş ve ilgi alanlarından birtakım
Mesnevi. Seyit birimine dayanmakla
beraber divan şiirinin aynı esastaki di- mesnevilerindeki vezinlerin kullanılması ifadeler, daha göze çarpıcı söyleyişler
ğer nazım şekillerinden, onlardaki gibi
bir gelenek olmuş, değişik bahirde yedi getirmeleri, divanının öbür kısımlarında
kısa kalıp büyük mesnevilerin esas vez- açığa çıkmamış bazı taraflarını akset -
belirli bir beyit sayısı ile sınırlanmış sa-
bit bir çerçevesi olmamak, her biri sa- ni haline gelmiştir. tirme/eri bakımından ayrı bir değerleri
dece kendi içinde kafiye/i olan beyitleri Mesnevi, mana ve kafiyece bütünlük vardır. Şairin dış ve reel aleme açılışını

arasında kafiye bağı bulunmamakla ay- teşkil eden beyitlerden meydana gel- en fazla bunlar gösterir. Kıta, ebcedle
rılır. Seyit sayısı istenildiği kadar arttı ­ mekteyse de bunlar gazeldeki gibi ken- tarih düşürmede çok uygun bir şekil ola-
rılabilen mesnevi en aşağı iki beyitten di başlarına mütalaa edilebilecek birer rak da benimsenmiştir.
meydana gelir. Tek beyitte kaldığı tak- alem olma durumunda değildir. Mesne- Rubai. İki beyitlik bir çerçevede olmak-
dirde kendisi gibi iki mısraı birbiriyle vinin her beyti bir fikir silsilesine tabi la beraber çerçevesi aynı olan kıta ve na-
kafiye/i olan matla' beyitlerinden ayırt olarak birbirlerine bağlı surette konu- zımdan sırf hezec bahrinden kendine
edilmesi mümkün değildir. Basit yapısına nun akışını paylaşır; biri diğerine, diğe­ mahsus vezinlerle yazılabilmek, onlarda
rağmen birtakım yetersiz ve yanlış an- ri öbürüne yürümekte olan konuyu t~­ olduğu gibi bazı beyit/er ilavesiyle ge-
laşılmaya müsait tarifleri yapılmış olan şır; onu adım adım geliştiren bir unsur nişletilmesi mümkün olmamak gibi fark-
mesneviyi, kafiyece her biri kendi içine olur. larla ayrılır. Her mısraı istenirse değişik
kapalı, müstakil bir daire teşkil eden be- Ba şlang ıçta Arap edebiyatında mev- vezinde olmak gibi başka nazım şekille­
yitlerin kurduğu ve en aşağı ikiden baş­ cut olmayan ve kökü Pehlevi edebiyatma rinden hiçbirine tanınmamış bir imtiya-
lamak şartıyla beyit sayısı sınırsız olan giden mesnevi şekli, İslami devrio Fars zı vardır. İran edebiyatında Ömer Hay-
nazım şeklidir diye tarif etmek gerekir. edebiyatında X. asırda RQdegi gibi şair­ yam gibi şairler elinde fikir şiiri olma
Kaside ve gazel gibi başından sonuna ka- terin eserleriyle ortaya çıkmış, Firdevsi hüviyet ve geleneğini kazanmış olan ru-
dar her beyti tek kafiyede olmadığı , be- ile büyük bir gelişime ulaştıktan sonra baide, başlı başına hacim/i bir manzu-

404
DiVAN EDEBiYATI

me teşkil edebilecek bir düşünceyi öze ğun kafiyelerinin cinaslı olmasına dik- mesi bakımından gazel divan şiirinin her
indirip dört mısra içine sığdırmak esas- kat edildiğini belirttiği gibi tuyuğ üze- iki manada da kalbidir. İran edebiyatın­
tır. Böyle bir geleneğe sahip olması do- rinde ondan daha fazla, ondan daha et- da olduğu gibi klasik Türk edebiyatının
layısıyla rubafde her şeyden önce fikri raflıca duran Babür Şah da onun cinaslı en sevilen bir nazım şekli olma üstün-
bir derinlik aranır. Hayat ve varlığın ma- kafiye yapısının çeşitlerini gösterdikten lüğünü taşıyan gazel, bütün estetik un-
nası, insan kaderi üzerinde felsefi dü- başka ayrıca cinassız bir tuyuğ şekline surları ve mazmunları ile divan edebiya-
şünceler, onun özellikle etrafında dön- de işaret eder. Nesfmf ve XV. asır Os- tının şiir anlayışını aksettiren esas tem-
düğü meselelerdendir. Bazan aşk gibi manlı şairlerinde görülen tuyuğların bir silcisi durumundadır. Onun en önde ge-
konulara rastlanması. rubafnin düşünce kısmı bu çeşittir. Tuyuğun en fazla 1, 2 len vasfı, bütün divan şairleri tarafından
şiiri olma vasfını gölgeleyememiştir. Her ve 4. mısraları kafiyeli şekli görülürse de benimsenmiş, en fazla şiirin kendisiyle
mısraı arasında kuwetli bir fikir bağı çapraz kafiyeli, yahut bütün mısraları ka- verilmiş olmasıdır. Kemiyetçe de keyfi-
bulunan rubafde, asıl düşüncenin ona ze- fiyelenmiş (musarra') olanlarına da rast- yetçe de gazel her devirde divan edebi-
min hazırlayıcı ilk iki mısradan sonra lanır. yatının öteki nazım şekillerinin önünde
üçüncü mısrada verilmesi, son mısrada Tuyuğun maniler gibi ilk iki, hatta ba- gelmektedir. Öbürlerinin hiçbiri sayıca
hükme ve neticeye gidilmesi bir kompo- zan ilk üç mısraı bir düşünce veya duy- ve işlenişçe gazele yaklaşamamıştır. Mev-
zisyon hususiyetidir. Güç bir nazım tar- guya zemin döşeyen, dördüncü mısraı cut şekillerden birini veya birkaçını ih-
zı olduğundan diğer nazım şekilleri ka- da bir netice veya hükmü ifade eden bir mal etmiş şairlere rastlanabilir, fakat
dar yaygınlık gösterememiştir. Divanlar- kompozisyon yapısı vardır. gazel vadisinde hiç şiir yazmamış bir di-
da rubafye az çok yer verilmiş olması, van şairi görmek mümkün değildir.
Tuyuğ daha ziyade hikemf ve lirik muh-
şairin başka vadilerde olduğu kadar bun- PuzQif, Nabf gibi divan üstatları tara-
tevalıdır. Ali Şfr Nevaf ve Babür Şah 'ın
da da kalem oynatabileceğini göster- fından diğer nazım şekilleri için yapıl­
belirttiğine göre tuyuğ meclislerde şar­
mek, diğerleri gibi bu şekli de eksik bı­ madık surette onun ehemmiyet ve fazi-
kı gibi terennüm edilirdi (Nevaf, Mfzanü 'l-
rakmayarak mürettep bir divan ortaya letlerine dair müstakil manzumeler ya-
evzan jnşr. Kemal Eraslan]. Ankara 1993,
koyabilmek içindir. Bunlarda fikri esas- zılarak birer estetik değerlendirilme ve
s. 58) Babür Şah bu bilgiye ilaveten Türk
tan çok başka konulara kayma eğilimi methiyesinin yapılması. divan şiirinin ga-
hükümdarlarının meclislerinde herkesin
göze çarpar. Rubailer az olmadıkları tak- zele tanıdığı müstesna mevkiin bir ifade-
sıra ile nağmeli bir şekilde tuyuğ oku-
dirde divanlarda gazel gibi kafiye so- sidir. Puzülf şiir üzerine görüşlerini açık­
masının adetten olduğunu söyler (Aruz
nundaki harfiere göre sıralanırlar. Yaz- ladığı divan mukaddimesinde gazele baş­
Risalesi !n ş r. I. V. Stebleva]. Moskva 1972,
dığı rubailer başlı başına bir mecmua lı başına bir manzume ayırarak onu in-
vr. 138a·b) .
teşkil edecek sayıda olan XVII. asır Os- san ruhunu ifadeye en açık, şairin şiir­
manlı şairi Azmizade Mustafa Haletf, biz- Çağatay sahasında Ali Şfr Nevaf ile Ba-
deki sanat derece ve kabiliyetini ortaya
de bu tarzın üstadı olarak tanınmak­ bür Şah, Azeri edebiyatında Kadı Burha-
koyan, şöhretini yükselten bir şiir vadisi
taysa da bu şöhreti bunların parlaklığın­ neddin ve Nesfmf. Osmanlı edebiyatın­
kabul eder. Nabf de gazelin duygulara
dan ziyade biraz da sayıca zengin olu- da İvazpaşazade Atar tuyuğa değer ver- tesir ediciliği. söylenip okunduğu meclis-
şundan kaynaklanır. Diğer divan şairle­ miş şairleri n başında gelirler. Latfff' nin
Ierde nasıl bir zevk uyandırdığı üzerin-
ri içinde Nabf, Nahfff, Şeyh Galib, Esrar bir ifadesinden, Osmanlı edebiyatında de durarak psikolojik yönden bir değer­
Dede rubafye yakın bir ilgi göstermiş­ XVI. asrın ilk yarısında -cinaslı yapısı ile lendirmesini yapar. Gazel yazmanın ko-
lerdir. Bunlarınkilerin arasında , İran ge- halk şiirinin manisini andırdığından ola-
lay bir şey olmadığı görüşünde birleşen
Ieneğindeki parlak seviyeye yaklaşmış cak- tuyuğun artık rağbetten düşmüş üstat şairler, onu şairliğin ve sanatta ba-
olanlar dikkat çekerler. olduğu ve tuyuğ yazmanın şairler için bir
şarı üstünlüğünün bir göstergesi kabul
tezyif vesilesi sayıldığı anlaşılmaktadır. etmektedirler. Bunun için de üstat elin-
Tuyuğ. Divan şiirine ötekilerden bir hay-
XVI. asır sonlarında Misaif ve XVII. asır den çıkmış her yeni gazel öbür şairlere
li sonra katılmış bir nazım şekli olan tu-
başlarında Muhftf gibi bazı hurüfi şair­
yuğ, Azeri edebiyatı sahasında teşekkü­ bu meydanda boy ölçüşmeye bir davet
lerinde son örneklerine rastlanabilen tu- sayılmıştır.
le başlayarak Çağatay edebiyatında ge-
yuğ daha sonraları Osmanlı şiirinde gö-
lişmesini tamamlamış, ilk zamanlar Os- Nazariyatta, gazele dörtten başlaya ­
rülmez olur.
manlı edebiyatında da kabul ve rağbet rak on beş beyte kadar çıkan bir çerçe-
görmüştür. İki beyitten meydana gelişi Rubaf. kıta ve nazımda olduğu gibi tu- ve kabul edilmişse de esas tercih beş ile
ve kafiye tertibi bakımından rubafden yuğda da mahlas belirtilmemektedir. Es- yedi ve dokuz beyitlik olanlarıdır. Divan
farksız görünen tuyuğ, rubafde hiç yeri ki edebiyat nazariyeleri kitaplarının tanı­ şiirinin ilk asırlarında bazı defalar beyit
olmayan "failatün failatün fa il ün" kalı­ madığı, Gibb ' in de çok sathf bir şekil­ sayısı yirmiden yukarılara çıkan gazel,
bında yazılmakla ondan ayrılır. Rubaf- de temas ettiği bu nazım şeklinin tarihi XVI. asırdan bu yana daha az beyitli bir
nin İran halk edebiyatından gelişmiş bir hakkında en geniş ve sağlam bilgiyi M. çerçevede karar kılarak şairi söyleye-
şekil oluşu gibi, tuyuğ da kafiye tertibi Puad Köprülü vermektedir ("Türk Klasik ceklerinde daha seçici ve ölçülü olmaya,
ve yapıca arasında bir fark bulunmayan Edebiyatındaki Husüsi Nazım Şekill eri: titiz tercihler yapmaya sevkeder. Şair­
maninin, on birli hece veznini karşılaya­ Tuyuğ", TM, 1928, ll, 219-242; ayrıca bazı den divan şiirinin bütün mazmunlarını.
cak surette aruza tatbik edilmiş şekli iliivelerle yeni neşri: a.mlf., Türk Dili ve her çeşit hüner ve sanatlarını kesiflik
olarak görülmektedir. Bu görüşü kuv- Edebiyatı Haleleında Araştırmalar, istan- gerektiren bu çerçeveye yerleştirmesi,
vetlendiren bir taraf da bünyesinde ci- bul 1934, s. 204-256) bunları onun içinde bir gergef gibi işle­
naslı kafiyeyi bulundurmasıdır. Tuyuğ Gazel. Hiç eksilmeyen lirik muhtevası mesi beklenir. Rahatça okunup anlaşıl­
hakkında bilgi veren Ali Şfr Nevaf, tuyu- ve bütün divanların merkezini teşkil et- ması meziyeti yanında okuyan ve dinle-

405
DiVAN EDEBiYATI

yenlerde zevk ve şevk yaratıcı bir tesir- ğinden


gazel adını da bu rediften alır ; muştur. Beğenilen ve divan estetiğinin
de bulunması bilhassa istenir. Dilinin ise bu redifiyle şöhret bulur. gazelden beklediklerine, has sanat işçi­
zarif ve seçkin kelimelerle nakış işlerce­ Türk edebiyatı, şiirde konu ve fikir bü- liği, seçkin üslübu, sarıcı edası, göz alıcı
sine işlenmesi onda aranan diğer bir es- tünlüğünü ön planda tutan Batı edebi- kafiye ve redifleriyle cevap getiren ga-
tetik yöndür. Gibb'in dediği gibi gazel yatı örneklerini tanıdıktan sonra bu çe- zeller yazılıp ortaya çıkmalarının hemen
eski şiir şekillerinin en zarifi ve en iyi iş­ şit gazeller divan şiirinin en hırpalana­ ardından "nazlre" adı altında, başka şa­
lenmişidir. Bu çok isabetli tesbit onun cak bir yönü olarak ele alınmıştır. Divan irleri onu model alarak yeni yeni şiirler
şu değerlendirmeleriyle daha da tamam- edebiyatını tenkidi en kolay noktaların­ yazmaya davet ve teşvik etmiştir. Mes-
lanır : " Osmanlı şairleri üslüpçu sıfatı dan ele alan Namık Kemal bu tarafıyla neviler için de kullanılmakla beraber bir
ile, nefis olan maharetlerini gösterme- gazeli, içine her şeyin rastgele tıkıldığı adının da "cevap" olması nazlrelerdeki
ye en çok gazellerde muvaffak olmuş­ bir parça bohçasına benzetir. bu yankılanışı belirtir. Öyle gazeller var-
lardır. Belki bundan dolayı bu şekil, fev- Konu bütünlüğü yerine beyltieri ara- dır ki kendisine sadece bir devir değil
kalade rağbete mazhar olmuş ve !isan- sında sadece kafıye bağlantısı bulunan asırlar boyunca nazlreler söylenegelmiş­
daki gazelierin sayısı diğer bütün şiirle­ bu tarz gazel yapısında bütün Şark sa- tir. Nazlre demek o gazelin, şiir dünya-
rin mecmuunu geçmiştir" (A History of natına hakim olan estetik anlayış ken- sının aktüelinde kalması demektir. De-
Ottoman Poetry, I, 81 itre. Osmanlı Şiiri dini gösterir. Şairin gazel içinde her bey- ğişik asırlarda tertip edilmiş nazlre mec-
Tarihi, s. 751) . ti tek başına alıp ötekilerle bir bağlantı mualarının gazellerle yüklü manzarası,

Kompozisyon itibariyle gazelde tutul- aramaksızın dört başı marnur sanat iş­ en fazla nazlre söylenen şiir çeşidinin
muş iki yol vardır. En yaygını gazelin her çiliğiyle işlemesinde bütüne değil par- gazel olduğunun bir ispatıdır. Nazlre bir
beytinde, kendinden önceki ve sonraki- çaya ehemmiyet veren Şark estetiği ifa- bakıma, üstüne geniş takdir çekmiş gü-

lerle kafiye ve redif dışında bir bağ gö- desini bulmuştur. Bu anlayışta, parça- zel bir gazelin bu güzelliğiyle cevapsız
zetmeksizin, birbirlerinden ayrı manzu- nın bütüne tabi olarak ve onu inşa eden kalmamış, getirdiği davetle kendisine

melermiş gibi farklı şeylerden bahset- bir unsur suretinde alınınayıp her par- yetişilmek, kendisini aşmak yolunda baş­

mek, aralarında ilk bakışta doğrudan çanın ondan ayrı ve kendi başına düşü­ lamış bir yarışı ifade eder. Bu istikamet-

doğruya bir ilgi görünmeyen değişik ko- nülmesi ve işlenmesi esastır. te asırlar sonrasına doğru gidiş, önce-
nu ve tasawurlar işlemektir. Onun vazge- Gazelde öteki yol ise bütün beyltierin lerden başlamış bir ilginin devam üzere
çilmez sahası kabul edilen aşıkane duy- esas bir konu ve tasawur etrafında top- kalışını haber verir.

guların şevki, kafiye ve rediflerinin de lanması , "yek-ahenk" diye adlandırılan Nazlre söylenınesi yolu ile etrafında
sevkiyle her beyti başka bir alem olan bir bütünlük göstermesidir. Layıkıyla ka- geniş ve sürekli bir şiirhareketi yara-
gazeller söylemek, böylece her bir bey- rıştırılmamış divanlar ve eski şiir mec- tan gazel, bununla da kalmayarak he-
tin getireceği sürprizierin beklentisinde muaları bu tip gazellerden sayısı azım­ men yazıldığı zamandan başlayıp sonra-
olmak gazelde çok defa kusur sayılmak sanamayacak örnekler saklamaktadır. ki asırlara doğru giden bir seyirle, baş­
yerine zevk verici bir teknik olarak kar- Şairi bazan konu ve ilgi dışı beyitler yaz- ka şairlerin ortak katılımına imkan ve-
şıianmış ve mubah görülmüştür. Ancak maya zorlayan kafiye ve redif, çok defa ren ve çerçevesini genişleten belirli tek-
bu tutum üstatların şiirlerinde bile za- da konuyu etrafında toplayan bir çağrı­ niklerle, içinden başka nazım şekillerin­
man zaman suistimale uğramış, onlar şım merkezi olmaktadır. de yeni manzumelerin çıktığı bir mer-
derecesinde olmayan şairlerin elinde ise Konuca bütünlüğe, daha çok sevgili kez olmak gibi sırf kendine mahsus bir
müptezelleştirilmiştir. Konu ve fikir mü- ve aşk dışındaki konuların işlendiği ga- imtiyazı vardır. Bu doğurgan kaynak, şa­
nasebeti olmasa da beyitler arasında ka- zellerde rastlanır. Bunlarda, zihnini aşk irin kendisi yanında başka bir veya bir-
fiye ve rediften gelen bir kavram etra- ve sevgiliyle ilgili yığınla mazmunun bas- kaç şairin katılımı ile müşterek gazeller
fında bir tutarlılık ve ahenk yine de ara- kısından uzak tutabilen şair öteki konu- yazılmasından öteye beyltieri ve mısra­
mr. Her beytinde başka başka fikir ve ları daha bir bütünlük içinde ifade ede- ları arasına veya üstüne, yine başka şair­
tasawurlardan hareket edilebilen bu şi­ bilmektedir. Bu tip gazellerde tabiat tas- lerin ilave ettikleri mısralarla taştlr. ter-
irde ilgi meselesi ne olursa olsun, bilhas- virleri. küçük çapta ınünacat, tevhid ve bl', tahmls, tesdls gibi artık beyit yerine
sa redifın manzume boyunca bir sabit . na'tlar. hikeml düşünceler, şahıs ve şe­ kıta yapısına geçmiş ve as lından daha
fikir gibi ısrarlı tekerrürü ile yarattığı hir methiyeleri, ferdi hayatın bazı arıza­ genişlik kazanmış manzumelerin doğ­
hususi bir atmosfer, kendisi etrafında ları bir kon u bütünlüğü içindedir. Eski masını hazırlar. Böylece şairin gıyabın­
bir toplanış vardır ki ona havasını verdi- müelliflerce sevgilinin güzelliğiyle aşkın da gazelinden, o zamanın veya sonrasın­
ve içki zevkinin terennümüne mahsus dan bir şairin kendi mısraları ile iştirak
şiir diye tarif edilen, esasen taşıdığı is- ettiği ortaklaşa bir şiir çalışmasına gi-
min başlangıçtaki kök manasma uygun dilmiş olur.

Divan olarak aşıkane söyleşmeyi, güzellikleriy- Gazelin bu doğurgan yapısının bir baş­
ş air lerin de n le sevgilinin vasfedilişini ifade eden ga- ka mahsulü de her mısra veya beytinin
Aski' nin
zel, hep bu dairenin içinde kalmayarak sonuna bizzat şair tarafından küçük mıs­
meclisini
tasvir eden zamanla, belirtilen çeşitten değişik ko- ralar ilavesiyle "müstezad" denilen na-
bir m inyatür nulara da açılır. zım şeklinin elde edilmesidir. Gazelden
(Aşı k Çelebi,
Tezk ire. Divan şiirinde
gazel kadar akisleri na- geliştirilmiş diğer bir şekil. makta' bey-
Mlllet Ktp., zlrelerde sürmüş başka bir şiir tarzı gö- tine şairin ilave ettiği beyitlerle minya-
Ali Emiri,
rülmemiştir. Gazeı. nazlre denilen şiir tür bir kaside hükmünde olan "gazel-i
Tarih,
nr. 772, vr. 474 a) faaliyetinin merkezi ve esas konusu ol- müzeyyel"dir.

406
DiVAN EDEBiYATI

Edebiyatımıza büyük bir ineelikle iş­ !en beyitlerin katiyesiz olan birinci mis- !erne ile Eş'amame-i Müstezadf adını
lenmiş söyleyişleri kazandıran gazel, Türk ralarının son kelimesiyle kafiyelendiğin­ verdiği mecmuada bir araya getirilmiş
şiirinin gelişiminde ve yüksek bir sanat de müstezad. kulakta hoş bir tesir ya- bulunmaktadır (iü Ktp. , TY. nr. 5446).
seviyesine erişmesinde inkar edilemez ratan çift ve katmerli bir katiye örgüsü- Batı tesiri altında Türk edebiyatının
bir tesirde bu lunmuştur. ne bürünür. Hepsi bir yan şiir kuran bu vezinde ve şekilde dar kalıpların dışına
Müstezad. Gerek İran gerekse Türk ilave mısraların kafiyelenişi, birbirinden çıkmak için arayışlara girdiği Servet-i
edebiyatında olsun. her ikisinin de ken - farklı beş ayrı tertip gösteren bir zen- Fünün devrinde müstezada bu yolda im-
di halk şiirlerinin nazım geleneğinden ginliktedir. Esas mısraa bir yerine çift kanlar vaad eden bir şekil olarak bakıl ­
kaynaklandığı sanılan müstezad, gaze- ziyadenin ilave edi l diği müstezadlar bu mış , müstezad vezince ve teknikçe ya-
lin değişik bir şekli sayılışı yanında di- nazım şekline başka bir çeşitlilik daha pılan çeşitli değişikliklerle asıl gelişme­
van şiirinin. üzerlerinde oynama ve de- getirir. Müstezadlardan, örneklerine az sini bu çağda bulmuştur.Servet-i Fünün-
ğişiklik kabul etmez sabit şekillerinin rastlanmakla beraber beste yapıldığı da cular'ı nelinde müstezad, eskilerden fark-
dışına çıkma yolunda bir adım olarak görülmektedir. Şair Ayni (ö 1837) Fıt­ lı yön ve unsurlar kazanarak süratle ye-
da değerlendirilmiştir . Teknik, kafiyele- nat'ın bir gazelini. ziyadelerini kendi ya- ni bir hal aldı. Böylece ortaya serbest
niş, hatta vezin yönünden birtakım fark- zarak bir müstezad haline sokmak su- müstezad denilen. değişiklikten değişik­
ları olmakla beraber müstezadın esası. retiyle bir yenilik daha katmıştır (Ayni , liğe girmiş bir müstezad tipi ortaya çık­
gazel asıl olmak üzere bir manzumenin Divan, istanbul I 258. s. I 53) Ziyadeleri: mıştır . Yeni devirde müstezaddan bah-
her mısraı veya beyti sonuna. kullanılan başka şairler tarafından mizahi yolda ila- sedenler. divan şairlerinin kendilerine
vezninin birinci ve sonuncu cüzleriyle ya- ve olunmuş müstezatlara da rastlanılır. geleneğin çizdiği şekilci daireyi aşabil­
zılmış birer küçük mısra daha ilave et- Uyumlu ve yerli yerinde söylendikle- mek yolunda bir imkan açmışken müs-
mektir. Manzume bu suretle diğer na- rinde ardından geldikleri mısraa bir ak- tezad ı layıkı ile değerlendiremediklerini
zım şekillerinde görülmeyen bir yapıya sisada gibi cevap getiren. ona nüans ka - hayıfla belirtirler.
girerek nöbetieşe bir uzun. bir kısa mıs­ tan bu ziyadeler manzumede zevkli bir Kaside. Klasik Türk şiiri, Arap edebi-
ra birbirini takip ede ede yürür. Müste- kompozisyon yaratırlar. Bu ilavelerde, yatında esas konusu sevilen kadın ve
zad. öncelikle "mef'ülü mefaflü mefaTiü sırf şekil doldurmak endişesiyle şiire bir bu sevgilinin kabilesiyle terkedip gittiği
feülün" kalibında yazıldığından "ziyade" şey kazandırmayan lüzumsuz bir yama tabiat köşesinde ondan kalan hatıralar
adı verilen ilave mısralar da "mefülü fe- gibi kalan şeyler söylemenin yavanlığı­ önünde içienişler ve çöl hayatından bazı
ülün" tefilesinde olur. Seyrek olmakla na düşmeden. eşlik ettikleri mısralara sahneler etrafında teşekkül etmiş olan
beraber aruzun başka kalıplarında ya- her defasında tamam l ayıcı ve yeni unsur- bu nazım şeklini . daha sonra Fars şiirin­
zılmış müstezadlara da rastlanır. Fıtnat, lar katan bu kısa mısralarla onun adeta de değişik bir yapıya girmiş ve yeni mu-
Sünbülzade Vehbi ve Enderunıu Fazı! gi- gölgesi halinde bir yan şiir örmek çok hitin getirdiği farklı bir muhteva ile zen-
bi bazı XVIII. asır sonu şairlerinin, müs- maharet ve incelik isteyen bir iş oldu- ginleşmiş haliyle almıştır. Divanlarda baş
tezadlarında bu şek lin asırlardan beri ğundan her şair müstezada el atmadığı yeri tutan kaside, isminin de ifade etti-
klasikleşmiş kalıbı dışına çıktıkları gö- gibi onu kullanmış olanlarda da sayısı ği üzere bir maksadı taşıyan. o maksa-
rülür. Bu aynı zamanda müstezadın ga- umumiyetle birkaç taneyi geçmez. En da yönelik olarak yazılan bir şiir tarzı­
zel yerine. başka bir nazım şekli olan kı­ fazla yazmış olanlar arasında altı müs- dır. Bu maksat ise öncelikle övgü yani
taya tatbik edilerek ebcedli tarih man- tezadı ile Hazık. Fazı! , beşer müstezadla birine methiyede bulunmaktır. Tanrı ve
zumelerinde ku llanılması veya na't gibi da Ali Şfr Nevaf. Misli, İlhamf (III. Selim). Hz. Muhammed'den başlayarak dört ha-
bir konuda yazılması nevinden bazı çö- İzzet Molla ve Pertev başta gelir. Her şa­
zülüşlerle kendini gösterir. Şems-i Kays irin cesaret edemediği müstezad örnek-
gibi edebiyat nazariyecileri tarafından leri divanlarda birden ikiden öteye gide-
tanınmamış olmasından dc;ıha sonraları memektedir. İran edebiyatında da müs-
ortaya çıktığı anlaşılan müstezad, İran tezad yaygın bir şekil olamamıştır. XIV.
edebiyatında ilkin daha ziyade rubafler- yüzyı lda Nesfmf'de görülen örneklerin -
le gerçekleştirilmiş, gazele tatbikine son- den başlayarak XIX. asrın sonrasına ka-
raları geçilmiştir. Klasik Türk şiirinde dar divan edebiyatının devamı boyunca
ise başından beri hep gazelle beraber müstezadda kalem oynatmış şairlerin
olmuştur. Gazel dışına çıkılarak başka azlığına bakılarak denilebilir ki, müste-
nazım şekilleriyle birlikte kullanılışma zad divan şiirinde bir fantezi olmaktan
ait örnekler pek sayılı olduğu kadar hep- ileri gidemeyen bir nazım şekli olarak
si de çok sonraki zamanlara aittir. kalmıştır. Müstezad, vazgeçilmesi müm- Divan
Müstezadlarda ziyade adı verilen ilave kün olmayan. bir divanda mutlaka bu- şairlerinden
Cevheri'nin
mısraların kafiyeleniş bakımından bir- lunması şart nazım şekilleri arasına gi-
dost
kaç farklı çeşid i görülür. Bunlar. ardın­ remediğ in den müstezadsız divanların meclisin i
dan geldikleri mısraın katiyesini aldığı sayısı az değildir. Edebiyatımızda
XVIII. gösteren
gibi onunkinden başka bir kafiyede de asrın sonlarına kadar yazılmış müste- bir minyatür
(Aşık Çelebi ,
olabilmektedir. Bu halde müstezad bü- zadların mühimce bir kısmı Hadfkatü'l- Tezk ire,
yük mısraları başka, küçük mısraları baş­ cevami' müellifi Hatız Hüseyin Ayvan- Millet Kip.,
All Emlrt,
ka kafiyede bir görünüme girer. Ziyade- sarayi tarafından , çeşitli divan ve şiir Tarih,
ler, gazelin matıa · beytinden sonra ge- mecmualarından yapılan geniş bir der- nr. 772 , vr. 99b)

407
DiVAN EDEBiYATI

life, tarikat büyükleriyle hükümdar, sad- !ara açılmış kapısıdır "


ifadesiyle (XIX Asır Sanat yönü yanında kaside divan şairi­
razam, vezir, şeyhülislam ve diğer yük- Türk Edebiyatı Tarihi, s. XXXJ) ya-
"Giriş", ne bir caize kapısı olmuş , sarayların, ki-
sek makam sahipleri övgünün baş ko- pılabilecek en iyi değerlendirmesine ka- bar meclislerinin kapıları ona çok defa
nu ve muhataplarıdır. Övgü konusu Tan- vuşur . kasideleri yolu ile açılmıştır.
rı ve Hz. Muhammed olduğunda kaside Yabancı müelliflerce Batı edebiyatının Klasik Türk şiirinin büyük ustaları elin-
sırasıyla tevhid, münacat ve na't adla- "ode"uncil benzer bulunan kasidede şa­ de en debdebeli ve muhteşem ifadele-
rını alarak bir nazım şekli olmanın öte- irler zaman zaman ferdi hayat arızaları­ rini veren kaside tarzı, methiye ve fah-
sinde birer ayrı nazım nevi teşkil eder- na, hallerinden ve düştükleri sıkıntılar­ riye kısımlarının taşıdığı çok aşırı müba-
ler. Mahiyet ve gayesi dolayısıyla esas dan şikayetlere yer vermişler, övgüsü- lağalar dolayısıyla, yeni bir edebiyat zev-
vasfı methiye olduğundan kaside, bir nü yaptıkları şahsiyetten bekledikleri kinin başladığı devirden günümüze ka-
nazım şeklini ifade eden bir ad olmak- himaye ve yardımı dile getirmişlerdir. dar divan şiirinin en şiddetli tenkitlere
tan çıkıp zaman zaman methiye kavra- Burada Kaside, dış aleme yönelik tasvir hedef olan yönünü teşkil etmiştir.
mı yerine geçmekte ve methiye sözü ye- ve konuları yanısıra , yapılan övgünün Musammat Şekiller. Seyit esasına
da-
rine kullanılmaktadır. Belirli bir kompo- muhatatJı bakımından şairin dışına açı­ yanan nazım şekillerinden ayrı ve başlı
zisyon şemasına göre muhtelif kısımlar­ lan bir muhtevada kalmayıp kendi iç ale- başına başka bir grup teşkil eden mu-
dan meydana gelen kaside, içinde çeşit­ minden duygu ve düşünceleri de akset- sammatlar, divan şiirinde nazmı tek ka-
li konuların ele alınabildiği teşbib (nes1b) tirir, yer yer lirik ifadelere de bürüne- fiyelilikten çıkaran bir nazım şekilleri di-
adlı ve tek başına bir manzume olabile- bilir. zisidir. Bunlarda manzume, tek kafiyeye
cek uzunluktaki hususi giriş kısmı ile Kasidenin boyut ve sınırı üzerinde eski bağlı bulunan beyit tertibi yerine her bi-
divan şiirinin dış aleme en açık bir cep- edebiyat nazariyecileri arasında sürüp ri kendi içinde kapalı ve diğerlerinden
hesini meydana getirir. Çeşitli tabiat lev- giden bir tutarsızlık görülür. Bir nazım ayrı kafiyede kıtalarla kurulur. Musam-

halarından bahçelere, yeni yapılmış mi- şekli olarak gazelin bittiği sınırla kasi- mat sisteminde esası, dört mısradan
mari eserlere, at ve savaş tasvirlerine, denin başladığı nokta birbirini tutmayan başlayıp on mısraa kadar yükselen kı­

sosyal hayatın ramazan ve bayram gibi beyit sayıları ile gösterilmiş, son buldu- talar teşkil eder. Bu gruptaki nazım şe­
ğu tavan için de, ortadaki örnekler kar- killeri, kendilerini meydana getiren kı­
tezahürlerine, nihayet ahlaki ve felsefi
şısında hükümsüz kalan birtakım görüş­ taların her birindeki mısra sayısına gö-
düşüncelere kadar birçok konunun gi-
rebildiğ i bu kısmın muhteviyatına göre
ler ileri sürülmüştür. Seyit sayısı on beş­ re ayrı ayrı isim almaktadırlar. Bu suret-
kaside çeşitli adlar alı r. Bir makam sa- leri bulmuş, hatta bazan aşmış gazel- le musammatlar dörtlüden (murabba) on-
lerle, sonundaki methiye unsuru ile kü- luya doğru sırasıyla muhammes, müsed-
hibinin övgüsü için yazılıp sunulan kasi-
çük bir kaside görünümünde olan gazel-i des, müsebba', müsemmen, mütessa' ve
delere, böylece teşblbde akis bulan ya-
müzeyyeller karşısında kasideyi on iki muaşşer olmak üzere yedi ayrı isimli şe­
zılma vesile ve zamanlarına göre baha-
beyitten başlatan tarifler geçerliliğini killer grubu kurarlar. Bunlara şarkı ile,
riyye, nevrOziyye, sayfiyye (temmQziyye),
kaybetmiş, hele ona otuz beyitten baş­ daha değişik mahiyetteki terci'- bend ve
hazaniyye, şitaiyye, yahut ramazaniyye,
latıp doKsan dokuz peyte çıkan bir çer- terkib-bend katılırsa bu daire daha da
bayramiyye (ıydiyye). muharremiyye, sO-
çeve çizen nazariyeler ise azami sınır gös- genişler. Ancak her birinde değişrnek
riyye, cüiOsiyye ve övgüsü yapılan şahsi­
terilen doksan dokuzu aşarak beyit sa- şartıyla bendieri kaside gibi tek kafiyeli
yetin atı veya kılıcı bahis konusu ise rah- olmakla terci'- ben d ve terkib- bendi er
yısı 120'leri, 130'1arı bulmakla kalmaya-
şiyye, tigıyye, yahut bir mimari eser vas-
rak 1SO'Ieri geçen kaside örnekleri kar- ayrı bir gruptur.
fediliyorsa dariyye, savaş veya sulh ve- şısında geçerliliklerini muhafaza edeme- Bütün musammatlarda mısra sayısı
silesiyle yazıldığında cihadiyye, sulhiy- mişlerdir. Gerçekte ise kasidenin uzun- dört ile on arasında olan kıtalarla, bun-
ye gibi adlar verilmiştir. Bundan başka , luğunu tayin eden esas husus, bu birbi- ların son mısralarındaki kafiye etrafın­
redifleri de kasidelere kerem, sühan, rini tutmayan rakamlar değil, tek bir da bir toplanış, bir şekilieniş vardır. Son
sünbüliyye, gül. hançer, su kasidesi gibi kafiye etrafında uzayıp giden manzu- mısraların kafiyesi aynı ve müşterek ka-
isimler getirmiştir. Kasideyi isimsiz bı­ meye şairin kafiye bulma gücü ve söz lırken kendilerinden önce gelen mısra­
rakmamak zihniyet ve arzusu, ona kafi- varlığının müsaade ettiği kafiye yarat- ların, kıtadan kıtaya değişrnek üzere ayrı
yelerinin son harflerine göre kaslde-i la- ma imkanının derecesidir. Bünyesinde bir kafiyeleniş örgüsü gösterdiği musam-
miyye, kaslde-i taiyye gibi adlandırma­ taşıdığı Kafiye güçlüğü ve kendisini mey- matların rolü, şiire kıtalarının sayısı ka-
lar da verir. Netice olarak türlü mevsim- dana getiren kısımlar arasındaki idare- dar çeşitlenen kafiyeler kazandırmala­
ler, dış alemden birtakım tesbitler, ta- si kolay olmayan geniş orkestrasyonu rı, kıtalar içindeki kafiye beraberliğiyle
biattan görünüşler, savaş ve av sahne- ile kaside, divan şiirinde şairler için ka- manzumeyi bir kompozisyon bütünlüğü­
leri, saray, kasır, yalı gibi yeni mimari biliyet ve üstünlüklerini gösterecekleri ne götürmeleridir. Her biri kendi içinde
eserler, kendi coğrafyamızdan Edirne, bir müsabaka sahası sayılmıştır. Kasi- müstakil ve ayrı kafiyeli kıtaların her de-
istanbul gibi şehirler, kasidenin bu met- denin alışılmıştan başka, Ahmed Fakih'in fasında son mısraları ile müşterek bir
hiye öncesi kısımları ile divan şiirinde seksen i,iç beyitlik Çarhname'sinde ol- kafıye mihveri etrafında toplanması, he-
akislerini bulurlar. Kasidenin bu yönü, duğu gibi nesib, methiye, fahriye ve di- le "mütekerrir" denilen şeklinde mısra­
Ahmet Harndi Tanpınar'ın tenkidi bir dü- ğer ara kısımları olmaksızın, matadın ların , müseddeste ise beyitlerin naka-
şüncenin beraberliğ i ndeki. "Vakıa kasi- dışında, bir mesneviden farksız surette rat gibi aynen tekrarlanması, manzume-
de eski şiirin peysaj, tarihi hadise. mev- herhangi bir didaktik konuyu anlatma- yi kaside ve gazel sisteminden farklı bir
simler, hulasa en ferdi şeklinde bile ha- da alelade bir vasıta olarak kullanılışma kompozisyon bütünlüğüne yaklaştırır.
yata ve tabiata hatta estetik mülahaza- ait örneKlere de rastlanır. Musammatlarda, çeşitlerinden hangisi

408
DiVAN EDEBiYATI

olursa olsun, belirli bir konuya bağlanış şekkül etmişse terbf, muhammes orta- çapına yükseltmeye yönelik bir sanat
bakımından mısralar arası düşünce ve ya çıkıyorsa tahmis, bir müseddes elde cehdi isteyen, divan şiirinin nazirelerde
tasawur münasebeti vardır. edilmişse tesdis, aynı şekilde şiir müseb- olduğu gibi daha mükemmeli, daha gü-

Duygu ve düşünceleri gazelden daha ba', müsemmen, mütessa', muaşşer şek­ zeli elde etme yolunda bir başka atölye
line girmişse sırasıyla tesbf, tesmin, tet- çalışmasıdır. Bunu yapandan beklenen.
geniş bir çerçeveye yayabilmek, sağla­
dığı geniş çerçeveye mukabil kasidede- si' ve ta'şir isimlerini alır. öbür şairin şiirine kattıklarının onun elin-
ki kafıye darlığına düşürmemek, özel- Taştir. Ewelce söylenmiş bir şiir üze- den çıkmış gibi tabii ve asla uygun düş­
likle manzumeye daha derli toplu bir hü- rine musammat tarzında yeni bir şiir mesidir.
viyet verebilmek gibi imkanları dolayısıy­ kurmada " taştir" denilen farklı bir yol Tardiyye. Esasında bir muhammes ol-
la musammatlar divan şairlerinin sev- ve teknik daha vardır. Bu yol ile elde makla beraber kendine mahsus bir vezni
dikleri, divanlarında mutlak surette yer edilen musammat şiire. şekline göre oluşu ve ilk kıtasının kafiyelen işindeki
vermek istedikleri birer şekil olmuştur. "terbi' -i mutarraf, tahmis-i mutarraf, fark dolayısıyla onun daha hususi bir şek­
Bunların içinde murabba, muhammes ve tesdis-i mutarraf" diye de isim veril- li sayılır. Herhangi bir muhammes aru-
müseddes, divan şiirinin en ahenkli ve mektedir. Bu usulde, taştir edilmek is- zun her kalıbı ile yazılabilirken tardiyye-
zevk okşayıcı şekillerinden sayılmış, şair­ tenen şiirden alınan beyitlere ilave edi- de kullanılabilecek vezin yalnız "mef'ülü
leri kendilerine hevesiendiren başlıca şe­ lecek mısralar onların üstüne değil her mefailün feülün" kalıbıdır. Her kıtasının
killeri teşkil etmiştir. Divan şiirinin ön- bir beytin iki mısraı arasına yerleştirilir. ilk dörder mısraı her birinde değişrnek
de gelen şairleri musammatlara büyük Böylece esas alınan şiir. bu ilave edilen üzere kendi içlerinde, beşinci mısraları
ilgi göstermişler, musammat şekillerde mısralarla beyit tertibinden çıkıp kıta ise diğer kıtaların beşinci mısraları ile
yazmaktan zevk duymuşlardır. Bunlar tertibine girer. Her beytin serbest yani ortaklaşa kafiyelidir. Birinci kıtanın so-
büyük bir orkestrasyon ve derli toplu- kafiyesiz ilk mısraı ile kafiyelenen ilave nuncu mısraının kendinden önceki mıs­
luk gerektirdiğinden, gazel ve kaside ka- mısralar kıtayı kurarken beyitlerin son ralarla kafiyelenmemesi, tardiyyeyi mu-
dar harcıalem olmayışiarı ve sayıca seç- mısraları da aynı şekilde meydana gel- hammesten farklı kılan diğer bir özel-
kinlikleriyle de ayrı bir değer ifade et- miş kıtalarla bir kafıye bağı teşkil eder. liktir.
mişlerdir. Meydana gelen kıtalarda ilave mısralar Tardiyye sözü esasında, mesnevilerde
Musammat şekiller divan şiirinde ay- beytin ilk mısraı ile ara kafiyeyi, son ınıs­ araya değişik bir hava getirmek maksa-
ra ları da kıtaları birbirine bağlayan ana dıyla hikaye kahramanlarının ağzından
rıca bir şairin, eski olsun çağdaşı olsun
başka bir şairin şiirine kendi mısraları
kafiyeyi kurarlar. Taştir yolu ile meyda- gazel ve murabba şeklinde söylenen man-
ile katılması. kabul edilmiş bir teknikle na getirilen musammatlar terbi', tah- zumelere verilen addır. Bundan dolayı
onun içinde kendisinin de yer alması gi- mis ve tesdislerde görülmektedir. Bun- tardiyye başlığı altında gazel, murabba,
bi nazire söylemeyi andırır, fakat ondan larda diğer bir şair tarafından şiire ka- hatta kıtalara rastlamak mümkündür.
tılan mısra sayısı kıta itibariyle terbi'- Osmanlı Türkçesi'ne ait bazı lugatlarda,
daha ileri ve çok daha güç bir şiir işçili­
ğine zemin teşkil etmişlerdir. Bu çalış­
de iki. tahmiste üç, tesdiste dörttür. "bir hikayenin anlatıldığı manzum eser
mada, beğeniimiş bir şiirin ve özellikle Taştir edebiyatımııda sık rastlanan bir veya şiire ilave edilen saded harici par-
gazelin sırasıyla her beyti üzerine diğer şekil olamamıştır. Terbi' ve tesdis yolu ça" diye açıklanan tardiyyenin (1) . W Red-
bir şair tarafından belirli bir musammat ile yapılanlar az olup daha ziyade tahmis house], İlaveli Lugat-i Osmaniyye, istan-
şeklindeki (mesela murabba, muhammes, durumundakiler görülür. Nedim'in Ne- bul 1303, s. 407; a.mlf., A Turkish and
müseddes) bir kıtanın mısra sayısına eşit dim-i Kadim'e yaptığı çok ustaca bir taş­ English Lexicon, istanbul 1890, s. 1236).
gelecek surette aynı vezin ve kafiyede tir en güzel ve en başarılı örnek olarak bir mesnevi içinde araya bir münasebet
mısralar ilave edilmesiyle, asıl manzu- gösterilir. düşürülerek söylenilen gazel kabilinden

meden çok daha geniş hacimde ve ga- Yakın zamanlarda bazı müelliflerin taş­ parçalara dendiği şeklinde çok daha be-
zeldekinden başka bir kafiye sistemi için- tirin yalnız tahmiste yapıldığı , bu ismin lirli bir tarifi de verilmiştir (Şemseddin
de esas şairin gıyabında müşterek ve tahmise ait bir ıstılah olduğuna dair id- Sami, Kamas-ı Türk[, istanbul 1317, s. 581) .
yeni bir şiir doğar. Böylece ilk kıtası. ele diaları doğru değ ildir. Öte yandan Tahir Eski edebiyat bilgileri kitaplarında, ale-
alınan şiirin matıa· beytiyle eş kafiyede, Olgun da taştirin yalnız terbi' için bahis lade bir muhammes nazarıyla bakıldığı
sonraki kıtalarda ise esas manzumeye konusu olduğunu, taştir zannedilen şe­ için ayrıca bahis konusu edilmeyen bu
ilave edilen mısralar oradaki beyitlerin ye de "tahmis-i mutarraf" demek lazım nazım şekli, XIX. asrın sonlarına doğru
kafiyesiz birinci mısralarının son kelime- geldiğini ileri sürer. yazılmış eserlerde ele alınmaya başlar.
siyle kafiyeli olmak üzere gazelden çok Başkası tarafından yazılmış bir şiirden Muallim Naci'nin IstılaMt-ı Edebiyye'-
farklı ve hacimli bir şiir meydana geti- onun beyitleri üzerine kurulu yeni bir sinde ( 1307) üzerinde durulmamasına
rirler. Neticede, ortaya çıkan yeni bir şe­ manzume çıkarmak, nazire yapmaktan mukabil Manastırlı Mehmed Rifat'ın Me-
kil almış manzumede her kıtanın son çok daha ustalık ve şiire hakimiyet iste- camiu'J-edeb'inden (istanbul 1308) iti-
iki mısraı esas şairin, daha önceki mıs­ yen bir iştir. Meydana getirilen manzu- baren diğer edebiyat bilgisi kitapların­
ralar da o şiiri musammat olarak işle­ menin şiirin aslı derecesinde kuwetli ol- da yavaş yavaş yer alır.
yen şairin olur. mas ı, ona fikir ve tasawurca olduğu ka- Diğer adı "tard u rekb" olan bu nazım
Bu müşterek şiirler. ilave mısraların dar üslüpça da uygunluk göstermesi ge- şekli kendisini XVIII. yüzyılda hissettir-
kıtada meydana getirdiğitoplam sayıya rektiğinden bunda başarılı olmak kolay meye başlamıştır. Tardiyyeyi edebiyatı­
göre, musammatın yedi ayrı şeklinden değildir. Bu yapılan iş, başkasının gaze- mııda canlandıran, aynı zamanda onun
birine tekabül eden isimlerle anılırlar. lini adaptasyon ve özümseme mahsulü en önde gelen üstadı olan Şeyh Galib'dir.
İlave edilen mısralarla bir murabba te- bir katılımla geniş hacimde bir manzume Hüsn ü Aşk'ta mesnevinin kahraman-

409
DiVAN EDEBiYATI

·. lik imkanı bakımından türlü işlenişlere lerinde olan manzumelerinden ve bes-


":'__...J.,
elverişli yapısı itibariyle diğer nazım şe­ telenrnek için yazılmış murabbaların­
-:-'A .:..\;~ ~L,._._ajj i..,....:...Y.w.A~J I ·'-ts' : killerinden farklıdır. İlk kıtası çapraz ka- dan daha sade olmalarını sağlamıştır.
-f..r~.s:;>::-.;MJ'Ii~"r.-6:::>~...~ fiyede olan şarkılarda ikinci mısra , aynı Bunlarda herkesin kolayca kavrayama-
-..:.>-'.).h 1~ tŞ'.;...... t="' kıta ile diğer bütün kıtaların son mısra­ yacağı derecede Arapça ve Farsça keli-
Iarındaki nakaratı meydana getirir. İ l k
.;.ı:,\fS~~Ç...\;.~ 1 ~I_...J.):.ıı.~...ıl~.,sl melerle yüklü ifadelerden hayli uzakla-
kıtanın ikinci ve dördüncü mısralarının şılmış, çoğunluğun anlamakta fazla güç-
.;_ı:.\5J.J ·~.LJ.ı . \.._.. l ..;,.ı....;.:;&'L!.J
birbiriyle kafiyelenerek ikinci mısradan lük çekmeyeceği bir dil hakim olmuş­
;)".;_h~!.;.: ~,.s;;.i.P- itibaren teşkil ettiği temel kafiye ile bü- tur. Şarkıların yaygınlığı ve sürekliliği
~-'j'.;-J~.) "".~ı:ı\..~ ~~~~j~·~~?..J.;sı tün manzumeye hakim oluşu onun mu- halkı onların içindeki bu yabancı keli-
..:.....:. \Jip.\(J.)')\. ..... 1&:;1 =..:IJ~c)~~..ı1Y:~. rabbadan ayrılan başlıca tarafıdır. Ya- melerle aşina kılmış ve onları aniayabi-
.
.:.r".;}-' 1 '-:''>lA> 1~j ~ hut birinci dörtlüğün bütün mısraları lecek bir vokabüler kazanmasına yar-
~l o!.J~,fcli.J: I IJ.L;.,..I; •.)\.4...,..-4-'~ kafiyece aynı olup son mısra diğer kıta ­ dım etmiştir.

.j._l ..;:.,.)~,..;\i"-::-I..)Y-" l..ı-.1 -=--.\...:.<:d.ff.ıJ..IJJ larda nakarat olarak aynen tekrarlanır. Şarkılardaki nisbi sadelik yalnız ifa-
Şarkının bu iki klasik tarzı dışında, kıta ­ dede kalmaz. divan şiirinin yüklü maz-
..;..r.;}_ıl ~\..:..ı:._?',.;~' ı ların son mısrala rı nın böyle tekrarlan- munlarından , edebi süslerinden olduk-
~0 .JJ,._ı.;y)~ ıı.~.G 1.(~.Jie-f-.1.>< mayıp sadece birbiriyle müzdevic usül- ça uzak kalmış bir tutum da görülür.
)::'e,ı:ü:ı ı ~..:..:\/.-- )o.._;.:..IM\.h).Jl~.t. de kafiyeli oluşundan ibaret bir şekli de Şarkıla rın esas konusu en başta aşktır.
-:r-J.h ı '-:' ~ 1.J:J.::-- vardır. Şarkının bu müzdeviç kafiyede Bu aşk gazellerdekine nisbetle daha ger-
},)...,..;)_ı I.;)J 1(J.)AJ ~~~~~.;:_ı ..,ı._ıc}J \>.:. ve nakaratsız tipinden başka, kıtaları çek duygulara dayanır. Gazelierin tasav-
.)~.ılJ I !l.;~~~\i .)~(?-"...,-YJ-P./"J.J. dörtlük yerine beş ve altı mısralı olanla- vufi yöne çekilebilecek sevgilisi yerine
rı da görülür. Bunlarda nakarat artık bir şarkıda gerçeğin içinden gelen bir sev-
J""J)J \ '-:-'l:--.) ..ı ı_.,.;,
mısradan ibaret olmayıp bütünüyle her gili vardır. Sevgilinin kadın hüviyeti bu-
;~ ~-
kıtanın son beyitleri olur. Burada türkü- rada daha açık hissedilir.
3;.:::::;w·~~·\..II ~..:,Jı_,ı ~ı.y nün şekle tesiri çok daha bellidir. Mü- Gazellerdeki sevgilinin yalnız cevrin-
selles denilen, üç mısralı kıtalarla yazıl­ den ve ayrılığından şikayet şeklindeki
Şeyh Galib' in Hüsnü Aş k ' ı nda n bir t ardiwe mış şarkılara da rastlanır. örnekleri öte- ümitsiz ve tek yönlü aşk psikolojisi yeri-
(Ö mer Faruk Akün öze l kütüphanesindeki yazmadan ) kilerden çqk daha az olan bu şarkılarda ne şarkıda tatlı ıstırapları, ümitleri, vi-
nakaratlar da umumiyetle üç mısralı ol- salleri, naz ve ricaları. nedametleri, vaz-
1
maktadır. Nakarat bazan iki mısralı da geçişleri, buluşma vaad ve heyecanları,
olabilir. XVI. asır şair ve müsikişinasla­ kaçamakları, zevk ve neşeleri gibi türlü
rından Ubeydf'deki eski örneklerin yanı halleriyle daha reel ve daha yumuşak
ları ağzından . fakat kendi mahlası ile · sıra (Ali Ni had Tarla n. Şiir Mecmu a la rın· bir aşk duygusu hakim olur. Aşkın elem-
söylediği tardiyyeler şöhretleri derece- da XVI. ve XVII. Asır Divan Şiiri, istanbul li duygularını söylese de şarkının üslüp
sinde çok da sevilmiştir. Bu tesirle Ab- 1948, 11. 13- 14) daha yeni zamanlara ait ve edasında onu yumuşatan bir taraf
dülhak Hamid de Duhter-i Hindu adın­ olanlar da vardır (bk. H aşi m Bey, Mec· vardır. Hafif bir hüzün, şen ve şakrak
daki tiyatro eserinde (ı 876) aynı şekilde maa -i Karha ve /'lalcış ha ve Şarlciyat, is- edalar şarkının vasıfları olmuş gibidir.
bir kahramanına bir tardiyye söyletir. tanbul ı 280. s. 72. 450. 4 74) . Şarkı. gazel ve murabbalarla karşılaştı­
Şeyh Galib'in divanında "tard u rekb" Bestelenrnek gayesiyle meydana ge- rıldığında bu fark kolayca belli olur.
adı altında bir tardiyyesi yanında (Divan, tirilmeleri şarkıların vezin, kompozisyon, Şarkılar divan şiirinin çevreye açılan,
Bulak 1252, s. 102) Nedim'in divanında da dil, üslüp ve muhtevasına kuwetle tesir yerliliğe en fazla yaklaşan bir tarafını
on iki kıtalık uzun bir tardiyyenin yer alı­ etmiştir. Aruzun her kalibında yazılabil­ verir. Nedim'den Enderunlu Vasıf'a uza-
şı (Divan ln şr. Halil Nihadl. istanbul 1340, mekle beraber müsikide usul vuruşuna nan bir silsile içinde istanbul ve Boğazi­
s. 106- ı 08) onun mesnevi dışında müs- kolayca uyum sağlayabilecek vezinler, çi'ni bunlarda gönül maceralarının gezin-
takil bir hüviyet kazandığını gösterir. Kı­ öncelikle "mef'ülü mefailü mefailü feü- ti ve eğlence durakları olarak bulmak
sa vezninden dolayı kı sa ibareli mısrala­ lün " kalıbı tercih edilir. Her kıtanın "ze- mümkündür. Birçok şarkıda istanbul'un
rı ve aynak kafiyelenişiyle tardiyye zevk min" denilen ilk mısraından sonra "me- moda olmuş yerleri~ sevgilinin davet edil-
okşayan, ahenkli bir nazım şekli olarak yan" yahut "meyan - hane" adı verilen ve diği veya onunla buluşma köşeleri akis-
kabul edilmişti r . bestedeki geçişleri sağlayan üçüncü mıs­ ler gösterir. Öyle ki Nedim'in şarkıları
Şa rkı. Arap ve Acem edebiyatlarında ralarının şarkının en tesirli parçaları ol- bu bakımdan Lale Devri'nin istanbul ha-
görülmeyen bu şekil, divan şii rinde halk masına dikkat edilir. Kıtaları beş mısra­ yatının manzum bir jurnali gibi gözükür.

edebiyatından gelen bir tesirle doğmuş­ lı şarkılarda meyan dördüncü mısraa. al- Nedim'deki erişilmezlik bir tarafa Ende-
tur. Kıtalarının dördüncü mısraı aynen tı mısralık olanlarda ise beşinci mısraa runlu Vasıf' ın neredeyse başlı başına bir
tekrarlanan (mütekerrir) murabbaın koş­ alınır. Terennüm edilmek için tertip edil- divan dolduracak 211 şarkısı istanbul
ma ve türkü zevkiyle işlenmiş şeklidir. diklerinden ş?rkılar hacimce geniş tu- hayatı ile insanının aşkları ve zevkleriyle
Bestelenrnek gayesiyle yazılan şarkı . XVII. tulmamış , üç ile beş kıta arasında ol- bir aynası olur.
asırdan itibaren o zamana kadar onun ması ile yetinilmiştir. Şii ri n , geçmiş asırlarda Ahmed Paşa'­
gibi besteler yapılagelen murabbaın ye- Yalnız okumuş zümreye değil umu- da görüldüğü üzere murabbalarla mü-
rini alır. İlk kıtasının değişik tarzlarda ma hitap etmeleri. şarkıların dil ve ifa- sikiye bağlanışı , XVII. asırdan başlayarak
kafiyelenişi ve nakaratlarındaki çeşitli- de bakımından divan şiirinin diğer şekil- şarkıda çok daha gelişmiş bir halde de-

4~0
DiVAN EDEBiYATI

vam eder. Naili. Nazim. Nedim, Şeyh Ga- s. 26) . Vasıta beyti için kullanılan "bend " >DA li'
lib, Enderunlu Fazı! ve Vasıf'ta şarkı baş­ sözü de zaman içinde mana kaymasıy­
.r~~,~w~t:il
. -
lıca temsilcilerini bulur. Şarkı , divan şi­
irini kendi içinde halka açan ve tattıran
la. kendisi ve "terci' -hane" ve "terkib-
hane"nin bir arada teşkil ettiği bütüne
. . . .
')',.i"-"'-v"' ı
bir rol oynar. ait bir ad olur. Yani vasıta beyti mana-
ı:~~;cf/ ..:P..:~ l)/~1 C!'~/~~~<-::1
Terci'-Bend ve Terkib-Bend. Bu iki na- sın ı kaybedip doğrudan doğruya "terci'- t !-'j)'.:.P":"'ı/.;;~!,-'.:i <:)-d:#uft;,ı;:0~
zım şeklinde musammatlar en geniş hac- bend " diye bir nazım nevi manasma gi- 'lfıf/.:.P-:J.;;ı-,hi ~~ ;-;.~
JJ.. ..:..-i/~CI:, _--"lf_ 1

me ulaşır. İ kisinin de yapısını , her biri rer. Neticede "terci ' - bend" ve "terkib-
.:.t7....{(d~i.J,
r: ·" cf)' .fo ' (!.!/~ '~,Ji_f;
yr.d""' .. -;;;;,pt-'ıı
başka kafiyede ve aynı vezinde bendier- bend" deyimleri. onun belirli birer kıs­
mının adı olmaktan çıkarak manzume- '·"ıl')'..;.,ı:!,;;ı)(' u':tJJwi~}'__,.... . S;ı..~ i
le bunları birbirine bağlama vazifesini
gören ve onlardan müstakil olarak kafi-
yelenen ara beyitler meydana getirir. Bir
nin bütününü ifade ederler. Eski İ ranil
edebiyat nazariyedierince terkibden ter-
t:~j)'~c/,;~ı.i_;.~l
ı;~tf)'.!.'J?-(Ôı;J~;.I
;f,;o:p<"f"(.";J~
~t~~ ! 6,,;.~t~ı:
ci'in bir çeşidi olarak bahsedilirken son-
C.11.f'/dJ.,- c(.;, ı~,~
bendden diğerine geçilirken ara beyit ..JJ;l; ' . . · tJJ
nakarat gibi aynen tekrarlanıyorsa man- raları "terkib- ben d" diye müstakil bir &-'-:"~'~...:/
zume "terci'- ben d" a dını alır. Terci' - ben d isim alması terci' - bende analoji yolu ile c.ı:,rf)'.:.JP_.ıJdı
. t,/ ,; ~
_.JJ'.-ıi~'~Jf,~, 1

ile terkib- ben d arasındaki farkı. sadece olmuştur. ı:wc{/.#.,t:fc;liij ..i;,Ç~~..,.;J;-;#1


bu bağlayıcı ara beytin değişmesi veya Bu ikiz nazım şeklinin adlarının . birer ... - ~ tldft.
•!"~/.· ...,..Cl' y ~ ci/k'~f!Y./.v
aynı kalması tayin etmektedir. Geçişleri vasf-ı terkibi teşkil eden "terci 'hane" ve
her defasında değişiyorsa o zaman ismi "terkib-hane"de olduğu gibi "terci'-bend, c'!ıf<d'-:OZ'~.' 1 .J'4(..!-rf;./·?J1;;t.l
•ı
-~;;;;G~jJ&..~_-, 1
1 . . .
. J , .. , .. 1
"terkib-bend " olur. Bu ikiz şeklin söz ko- ter ki b- ben d" şeklinde olması gerekir- c.r,rf/'#.,ı:/ı:;.";,;
ı
1

nusu kısımları hususi terimlerle belirtil- ken bizim eser lerimizde sonraları onu i ~~;"/.:#.,.tr~ '1:; 1 ~ -.~(ı.J:~~:.'
~ ..f _.. _ . ·-J".r~-1
_______:ı
miştir. Bendler. bulundukları manzume- vasf-ı terkibilikten çı karıp birer izafet
ye göre "terci'-hane" veya "terkib-hane" terkibi kılığına sokan "terci'-i bend " ve
adını alır. yahut da kısaca "hane" diye "terkib-i bend " diye bir okunuşa gi r miş­ Charles Vernet' nin d iv an ın d a n bir gazel s a yfa sı
(Pari s 1858. s. 58 ; Ömer Faruk Akün özel kütüph anes i)
zikredilir. Bunları birbirine bağlayan ara tir. Böylece gerçek okunuşları unutulup
beyit ise " vasıta • adını taşır. doğrunun yerine yanlış olan benimsen-
Bu ikiz nazım şeklini meydana geti- miştir. Bunların adları İran edebiyatıyla
ren kısımların adları. zamanla biri diğe­ ilgili bütün literatürde terci' - ben d ve
rinin yerine kullanılması ve aradaki ma- terl<;ib- ben d olarak asıl şekilleriyle mu- Terci' ve terkibd e kafiye hususunda
na kaymaları dolayısıyla diğer nazım şe­ hafaza edilmektedir. ikili bir imkan vardır. istendiğinde ya ga-
killerinde görülmeyen bir terminoloji ka- Terci' - ben d ve terkib- ben d, geniş ha- zeldeki gibi beyit esasına dayalı kafiye
rışıklığı yaratmıştır. Başlangı çta terkib- tertibiyle, yahut da musammatlarda ol-
cim isteyen konulara cevap verebilen çer-
ben d ve terci'- ben d diye bir ayırım ya- çevesi ve kompozisyon bakımından sağ­ duğu üzere kıta nizarnında olarak her
pılmaksızın her ikisi için ortakla şa "terci"'
ladığı bazı teknik imkanlarla diğer nazım
mısraı kafiyeli tarzda yazılabilir. Öte yan-
adı kullanılmış, ileride vasıta adını ala- dan kafiyenin her bendde değişebilirli­
şekilleri içinde imtiyazlı bir mevkiye sa-
cak bağlayıcı ara beyte de "terci'- ben d" hiptir. Bundan dolayı geniş bir zeminde ği, şairi uzun manzumesinde kasidenin
denilmi ştir (Reşid üddi n Vatvat, H ada ' i· tek kafiye sıkıntısından ve bunun getir-
alınıp geliştirilmeyi gerektiren, gazel ve
ku 's·s ihr {f de ka'ii): i 'ş·ş i' r l nş r. Said-i diği monotonluktan kurtarır. Şair kırk
kasidede ifade edildiği vakit darlık ve
Nefisil. Tahran 1339 h ş., s. 706 !ilgil i k ı s ı m beyitlik bir hacim gerektiren bir man-
kafiyece de monotonluğa düşecek çap-
eserin Abbas ikba l n eşri nde yoktu r! ; Şern­ zume için, söyleyeceklerini kaside şekli­
t a olan duygu ve düşüncelerin meyda-
sedd in Muhammed b. Kays, s. 400-40 1) ne d ö ktüğünde kırk defa aynı kafiyede
na getirdiği konuların ifadesi için bu iki-
VIII. (XIV.) asır edebiyat nazariyecisi Ali kelime bulmak mecburiyeti içine düş­
si özellikle müracaat edilen birer ş e kil
b. Muhammed Tae ei -Halavi' nin eserin- mektedi r. Terci' veya t erkibde ise man-
olmuşt u r.
de bu beyte terci ' - ben d a d ın ın ya nı sı ra zume ayrı kafiyede bendiere bölündü-
Ş ems - i Kays ve Ali el- Halavi gibi eski ğünden kırk defa aynı kafiyenin peşin­
tercihen artık "bend " denildiği de görü-
lür. Halavi, Reşidüddin Vatvat ' ın yaptığı edebiyat nazariyedieri terci'i, kasidenin de olmak mecburiyeti ortadan kalkmak-
ay n ı kafiye ve vezinde parçalara bölün- tadır. Buna karşılık kafiyeler bir yandan
gibi terci'i, bend ismini alan bu beyltierin
mü ş , ara l a rı kafiyece farklı birer beyitle çeşitlilik kazandığı gibi sayıca da bir
kafiye durumlarına göre üç çeşide ayı­
bağlanmı ş bir şekli olarak görmüş ve ~enddeki beyit miktarı kasidenin bütü-
rarak her hanede onun değiştiği şekli
henüz "terkib" diye bir ad koymaksı z ın tar if etmişlerdi r . Aynı görüş yakın devir nünden az olduğundan çok daha aşağı­
işaret eder ( Deka'iku 'ş · ş i' r l nş r. Seyyid müelliflerinin ba z ıların ca da benimsen- ya inmekte. üsteli k bunlar bendden ben-
Muhammed Kazım ima ml. Tah ran 1962 , miştir (mesela Ahmed Hamd i, İlm ü ' /-k a · de değiştiği için manzume kasidedeki
s. 67-68) Eserini 1480'1i yılla rda yazan ua{f ue'l -bedf', istanbul 1289, s. 47 ; Ma- t ek kafiye monotonluğundan uza k laş­
Hüseyin Vaiz-i Kaşifi, terci'in bir nevi ol- n ast ı rl ı Mehmed Ri fat. Mecamiu 'l ·edeb, mış olmaktadır.

duğu kaydıyla bu şeklin adını artık "ter- istanbul ı 308. s. 605) Musammatlardaki kafiye tertibi seçil-
kib" diye gösterir. Burada aynı zaman- Bu ikiz şekil bendierin (hane) kafiye diğinde ise, bu defa her bend bütün mıs­
da ara beyit için ter ci'- ben d tabiri ya - örgüsü, beyit sayısı . vasıta beyltierinin ra ları ile kafiyeli bir hale gi rip manzu-
nında vasıta adının da ortaya çıktığı gö- kafiyelenişi ba kımından ş a ire bazı seçe- meye beyit yerine mısraı esas kılan bir
rülür (Beday i' u ' l-e{ka r tr sa nay i'i ' /- eş'ar, nek ve ser bestlikler ta nır . kompozisyon yapısı hakim olur. Kaf iye

411
DiVAN EDEBiYATI

yine bendden bende değişrnek suretiyle !anan ana fikre çıkacak ve aniatılanı pe- Terci' ve terkib için nazariyatta farklı
çeşitlendikten başka beyitlerin sadece riyodik aralıklarla çıkış noktasındaki dü- farklı bend (hane) ve bunlardaki beyit
ikinci mısraı ile sını rlı olması yerine bü- şünceye bağlayacak surette tanzimini sayısı belirtilir, özellikle bu beyitlerin beş­
tün mısraları saran bir örgü ile kesafet gerektirdiğinden terkib- bende nazaran ten aşağı ve ondan yukarı olamayacağı
kazanır. Buna mukabil bütün mısraları daha güçtür. Terkibierde vasıta, bütün kaydedilirse de bendierin ve onların için-
kafiyeli olmak mecburiyeti dolayısıyla bu bendierin daima kendisine yönelik ol- deki beyit miktarını sınırlayan mutlak ve
çeşit terci' ve terkibierde beyit sayısı az masını gerektiren bir mihver olmaktan zorlayıcı bir kaide yoktur. Söylenenlerin
tutu l duğu için bendler (hane) gazel ter- çıktığı ve her bendde değişebildiği için sayıca dışına çıkmış örneklerde görüldü-
tibinde olanlardan daha kısa olur. şair bu nazım şeklini kullanırken kendi- ğü üzere bend sayısı üçten başlayarak
şairin gücü yettiği ölçüde yükselebilmek-
Kafiyece gazel tertibi yerine diğer mu- . ni daha serbest hisseder. Her bendin so-
sammatlardaki gibi her m ı sraı kafiyeli nunda düşünceyi aynı noktaya getirip te, yahut beyitlerde olduğu gibi göste-
bendlerle kurulu terci' ve terkibler, bu bağlamak, bütün bendieri vasıta beytin- rilenlerden de aşağı inebilmektedir. Ru-
bendierde mısra sayısı altı-on (ü ç- beş deki temel düşünce ile ilgili kılmak, va- hi' nin şöhreti asırları tutmuş on yedi
beyit) arasında olduğu zaman müsed- sıta beyitlerini aynı zamanda şiire mono- bendlik terkibi kaideye riayetsizlik itha-
des, müsemmen ve muaşşere benze- tonluk getirmeyecek şekilde idare ede- rnı ile karşılaşmadığı gibi Esrar Dede'-

diklerinden birer müzdevic veya müker- bilmek güç l üğü dolayısıyla terci'- ben d nin de aynı uzunlukta olan terkib- ben-
rer müseddes, müsemmen, muaşşer sa- divan şii rinde sayıca terkib- bendin ge- di, bir tetkike dayanmadan ortaya atıl­
yılmaları yolunda ihtilaflı görüşlere yol risinde kalmıştır. Kasideye nisbetle bü- mış birtakım ölçüleri hükümsüz kılmak­

açarlar. Bunların çok defa terkib- bend-i yük bir orkestrasyon istediğinden divan tadır. Bunun gibi, hanelerin beyit sayı­

müseddes, terci'- bend-i muaşşer gibi şairinin ortaya kayabildiği terci' ve ter- sını dört ile on gösteren sınırlamaların

isimler aldıkları da görülür. Hatta teker- kibler kasidelerin sayısına yaklaşamamış, da FuzQII'nin müseddes terkib-bendin-
rür eden vasıtanın beyit değil mısra ol- onların yanında daima sınırlı bir nokta- de bu sayının üçe inmesi, Ahmed Paşa·­
da kalmıştır. nın terci' - bendinde ise on sekize çı k­
duğu muhammeslerin bile terci'- bend
diye adiandıniışına ve terci'- bendi er ara- Manzumedeki muhtevanın bendiere mış olması gibi miktarı azımsanmaya ­

sına dahil edildiğine rastlanmaktadır (me- bölünerek parsellenmesi, her bendde cak örnekler, ortada sınır koyan mutlak
sela bk. Ş eyh Galib, Divan, s. 61, 75) . manzumenin başka başka kafiyelere gi- bir kaide bulunmadığını belirtmeye ye- .
ri şi, her bir bende eşlik eden vasıta bey- terlidir.
Kasidede beyitlerin tek düze bir s ı ra­
tinin cüzi bir istisna ile onlardan ayrı ka- Terci' ve terkibierin şaire serbestlik
lanışından ibaret kalırken terci' ve ter-
kibde manzumeye bir hareketlilik geti- fiyede oluşu , vasıta beyitlerinin terkib- sağlayan diğer bir yönü de öteki mu-
Ierde bendden bende değişerek şiire dü- sammat şekillerden farklı olarak bend-
ren, onu bendiere dağıtıp sonra kendi
şünce ve konu bakımından istikamet lerde beyit sayısı bakımından bir simetri
üzerlerinde toplayan vasıta beyitlerinin
verişi , terci'lerde ise manzumeye taban gerektirmemesidir. Bundan dolayı bend-
kompozisyonca sağladığı ayrı bir bütün-
teşkil ederek bütün bir şiirin kompozis- lerinin beyit sayısı eşit olmayan terci' ve
lük ve tesirlilik vardır.
yonunu idare eden bir mihver teşkil edi- terkibiere de rastlanır.
Bütün mısraları kafiyeli olanların yanı şiyle terci' ve terkib- bend, divan şiirinin Bundan başka vasıta beyitlerinin ka-
sıra haneleri (bend) gazel tertibinde olan
orkestrasyonu en geniş ve en zengin fiyelenişi bakımından da özellikle ter-
terci' ve terkibierde gazeldeki dağınık, nazım şeklini meydana getirir. kibierde şaire tanınmış bazı serbestlik-
konuca ve manaca daldan dala atiayan ler vardır. Bunları herhangi bir bende
Eski edebiyat nazariyecilerinden bazı­
kompozisyon tarzının aksine bendler ara- bağlı olmaksızın her beyti kendi içinde
larının dikkat ve işaret ettikleri gibi ter-
sında konu ve mana birliği hakimdir.
ci'- bendde vasıta beyti manzumenin esas kafiyeli olarak kullanan şair isterse bu
Özellikle terci'de, yapısı dolayısıyla belir- müstakil kafiyeli vasıta beytini ilk ben-
çıkış noktasıdır. Önce bu çıkış noktasını
li bir düşünce üzerine kurulu olduğun­ din kafiyesine uydurabilir. Yahut ilk be-
yakalayan şair bütün manzumesini bu
dan, beyitler ve bendler arasında rast- yit matla' teşkil edecek surette. sonra-
temel üzerine kurup geliştirir. Bazan ter-
gelelik yerine fikir ve manaca kendini kilerin ise yalnız ikinci mısralarını birbi-
ci'- bendde başka bir şairden alınan bir
çok daha iyi hissettiren bir birlik ve bü- riyle kafiyeli kılarak bunlardan bir gazel
beytin vasıta beyti yapılarak bütün man-
tünlük vardır. örer. Vasıtaların bütün beyitlerini her
zumenin tazmin yolu ile onun üzerine
Terci'de bütün bendlerin, sonlarında yapıland ı ğı görülür (mesela bk. Şeyh Ga- mısraı ile "müselsel " denilen şekilde tek
"leit- motif" gibi kendini tekrarlayan ve lib, Divan, s. 58 vd ., 61 vd., 73 vd ., 74 vd .). kafiyede işler.
manzumeyi muayyen aralıklarla devamlı Bu da terci'lerde çıkış noktasının , düşün­ Terci' ve terkibler hemen her konuya
surette bir ana fikir veya bir esas tasav- cenin merkezi sıfatıyla gerçekten vası­ açık olmuşlardır. Sırf kendilerine mah-
vur yahut bir temel duygu etrafında top- ta beyti olduğunu gösterir. Bu şekilde sus konuları olduğu , yalnız bu konular-
layan vasıta beytine yönelik oluşu, ter- "tazmin " yoluyla yapılan terci'lerde, alı­ da yazıldıkları yolundaki görüşler ger-
kibde ise bendden bende değişen vası­ nan beytin dışarıdan gelen bir unsur ol- çeğe uygun düşmemektedir. Ancak kla-
ta beyitlerinin, söylenenlere her bendin duğu düşüncesiyle sadece bir benddeki sik İran şiirinin eski devrelerinden baş­
sonunda değişik bir bakış veya hüküm beyit sayısına bakılarak doğrudan doğ­ layarak büyük üstatların ortaya koyduk-
getirmesi, muhtevaya diğer nazım şe­ ruya bu sayıya tekabül eden musamma- ları örnekler etrafında konu bakımından
killerinde olmayan bir tesirlilik ve fark- tın adı verildiği görülür (mesela, bk. Ne- bazı geleneklerin teşekkül etmiş oldu-
lılık katar. dim, Divan lnş r. Halil Nihad]. istanbul 1340, ğunu da göz ard ı etmemek gerekir.

Terci' - ben d, bütün bendleri, her bi- s. 78-80: "Muaşşer tazrrıin-i beyt-i €ılem­ Yukarıda da işaret edildiği gibi terci'
rinde söylenenin vasıta beytinde tekrar- p esend-i sadr-ı mükerrem"). ve terkibierde geniş zeminli konular ele

412
DiVAN EDEBiYATI

alınmaktadır. Hayat, varlık, insan talihi hur şairlerinkini aşan üstün örneklerini Şair olabilmek için üstatların elinden
üzerinde felsefi, hikemi düşünüşler, za- vermeyi başarmıştı r. Birçok beyitleri bi- çıkmış örnekleri okuyup ezberlemek, on-
manedeki aksaklık ve yolsuzluklar, de- rer veeize gibi ağızdan ağ ı za dolaşan ter- ların yardımı ile nazım sanatının istedi-
ğerlerin bozuluşu hakkında sosyal ma- kib-bendi, Ruhi'nin XVI. asır sonların­ ği bilgi ve ölçüleri kazanmak ve önceki
hiyette şikayet, tenkit ve hicivler, yahut dan bu yana kimsenin yarışamadığı ter- şairlerin eserlerini her hususta örnek al-
şairin kendi hayat arıza l arı ile ilgili sız­ kib-bendiyle at başı giden bir mükem- mak gerektiği yolunda, Nizarni-i Artizi
lanışları , bir ölünün arkasından duyulan melliktedir. Kainat, varlık hakkında mo- ve Şems-i Kays 'tan başlayıp XIX. asrın
acı lar, yüksek mevki sahiplerine methi- dern ilimlerden kaynaklanan görüşler son çeyreğinde Ali Cemaleddin'in Aruz - ı
yeler terci' ve terkibierin öncelikli konu - taşıyan terci"- bendi ise insanın kainat- Türki'sine kadar klasik belagat ve ede-
larıdır. Edebiyatımızın büyük ve en ta- taki yeri, kaza ve kader karşısındaki du- biyat nazariyatı kitaplarında ayrıca yer
nınmış mersiyeleri daha çok terkib - bend rumu, talih ve hayatın tezatları üzerin- alan tavsiyeler bu sahada nasıl bir ter-
şeklinde yazılmıştır. Bu ikiz şekil, geniş deki düşüncelerle bu şekli en kesif fel- biye ile yetişildiği, nasıl şair olunabildiği
bir çerçeve içinde ele alınmaya ihtiyaç sefi muhtevada bir örneğe ulaştırır. hakkında fikir verir. Nizarni-i Artizi şiir­
göstermeleri dolayısıyla tevhid, müna- Divan Şiirinde Gelen eğin Belirlediği de bir şahsiyet olabilmeyi, insanın genç-
cat ve na 't gibi büyük çaplı konuları da Muhteva. Divan Şairin i Yetiştiren Edebi liğinin erken yıllarından itibaren eski
çok defa kasidelerle paylaşır. İkisi de ka- Terbiye. Divan edebiyatında gelenek, şiirin şairlerden 20.000 beyit ezberlemek, da-
sideler kadar uzun methiyeler için çer- şekli yönünü değişmez ve dışına çıkıla­ ha sonrakilerden de 10.000 beyit mik-
çeve teşkil etmiştir. Kaside yerine geç- maz surette tesbit ettiğ i gibi muhteva- tarında şiiri kendine model almak gibi
tiklerinden "kaside der terci' ... , kaside yı da belirli bir daire içinde sınırlamıştır. bir yetişme şartına bağlar. Ayrıca şiirin
der terkib ... " gibi başlıklar dahi aldık­ Her şairin gelenekçe be l irlenmiş ve mut- çeşitli nevilerini tanımanın, on l arın gü-
ları görülür. Aynı sebeple bazı divanlar- laka seçip kabul etmek mecburiyetinde zel olan veya olmayan taraflarını göre-
da bunlara çok defa kasideler arasında olduğu önceden hazır konu ve duygu- bilecek, ifade inceliklerini kavrayabile-
yer verilir. Terci' ve terkibierde kaside lar, yerlerine başkalarının konulamaya- cek bir seviyeye gelmenin, nihayet bü-
konularının hepsine rastlamak müm- cağı motiflerle sabitleşmiş bir imaj sis- tün bir kabiliyeti geliştirmenin, büyük
kündür. Bu iki şekille yazılmış methiye- temi vardır . Şair, edebi gelenek ve gö- üstatların divanlarını devamlı surette
lerin baş kısımlarında tıpkı kasidelerin reneğin kendisine gösterdikleri ve tanıt­ okumakla mümkün olacağını söyler (Çe·
teşbib kısmında olduğu gibi dış alem- tıkları ile yetinmek, onları aşmamak du- har Maka le [nşr. Muhammed Abdülveh-
den alınma konular işlenir, tabiat tas- rumundadır. Yaşadığı çağın ve aldığı kül- hab Kazvini[. Leiden 1909, s. 30) . Tibyô.-
virleri yapılır. türün icabı olarak kendisine bir muka- nü'l -lugati't-Türki alô.lisô.ni'l-Kangli
Terci' ve terkibler için belirli vezinler yese zemini teşkil edecek, yeni ufuklar adlı eserin müellifı olan Türk asıllı Şems-i
kullanılması gibi bir kayıt olmamakla açacak başka edebiyatları tanıma imka- Kays da şair olmak isteyen kimsenin al-
beraber şöhret kazanmış , çok beğenii­ nından mahrum bulunduğundan edebi ması gereken edebi terbiyeden etraflı
miş bazı terci" ve terkibler daima örnek zevk ve anlayışta mevcudun dışına çık­ şekilde bahsederken, nazımla ilgili bil-
alınmaları dolayısıyla birtakım vezin ter- mak, farklı arayışlara yönelmek diye bir gilerin tam olarak elde edilmesinden
cihlerine zemin hazırlamışlardır. Bağdat­ düşünce ve isteği zaten ol amamıştır. Bü- sonra büyük üstatların meşhur divanla-
lı Ruhi'nin asırlar boyunca erişilmez bir yük cereyanların getirdiklerini gören, rının çok iyi incelenmesinin gereği ve fay-
üstünlükte görülen terkib - bendi örnek edebiyatta değişme denilen hadisenin dası üzerinde ehemmiyetle durur ve an-
alınarak yazılmış yüzlerce terkib- ben d, ne olduğunu bilen, değişik edebiyat tarz- cak onlardaki güzellik ve incelikierin kav-
ondaki "mef'Glü mefailü mefailü feGiün" ları ile tanışan, daha da önemlisi edebi- ramtıp zihne mal edilmesiyle o kimse-
kalibında olduğu gibi Bakı~nin , arkasın­ yat adına uyulması mutlak şart olan bir- nin ilhamının gürleşeceğini ve yaratma
da Muhteşem - i Kaşani'nin mersiyesi bu- takım kaide ve görenekierin çemberi için- gücüne erişeceğini belirtir (Şemseddin
lunan Kanuni Sultan Süleyman mersiye- de bulunmayan yeni zamanlar edebiyat- Muhammed b. Kays, el·Mu'cem tr me'a·
si de FuzGli ile birlikte kendinden önce- çısı gibi kendisini istediği ve yaşadığı yi ri eş 'ari' 1· 'Acem [nşr. Müdenis Rezavi] ,
ki mersiyelerden devrald ı ğı "mef'Glü fa- gibi ifade et me, sanatta ferdi yol seç- Tahran ı 338 hş., s. 445- 447) . Klasik şii rde
ilatü mefailü fa il ün " veznini bu nazım me hürriyetine sahip olmayan eski şair, edebi formasyonun kazanılmasında geç-
nevi için adeta gelenekleştirmiştir. hepsi birer gelenek edebiyatı olan aşık, mişteki büyük şairterin divanlarını ez-
Edebiyatımııda ilk örneklerinin görün- tekke ve divan şiiri dairelerinden birini berleyecek derecede devamlı okumanın,
düğü XIV. yüzyıldan beri asırlar boyun- kabul etmek zorundaydı. Bunlardan han- onlarda ifadesini bulan sanatı kendine
ca birbirini takip eden yenileriyle zengin- gisine girmişse sanatta bütün kainatını ikinci tabiat kılacak şekilde benimseme-
leşen bu ikiz nazım şekli, yenileşme ve o kurmakta, kendisini onun terbiyesin- nin rolü Ali Cemaleddin tarafından şöy­
Batılılaşma devrinde de itibardan düş­ de yetiştirmekteydi. Aşık veya tekke ede- le açıklanmaktadır : "icabı takdirinde ta-
meyerek Recaizade Ekrem ve Abdülhak biyatı yerine divan şiirini benimsediğin­ birat ve teşbihat kullanmak için ibtida-i
Hamid neslinde, hatta bir nesil daha son- de artık onun geleneklerinin emrine gi- halinde meşahfr - i şuara ve ekamil-i hü-
rasında da varlığını sürdürmüş, bu de- riyor, edebiyat kültürü, edebi zevki ve kemanın eş ' ar-ı fesahat-disarını havi
vir şairlerinin elinde gördüğü bazı tasar- değer ölçüleri onunla şekilleniyordu. Ken- olan divan-ı belagat- beyanlarını müta-
ruf ve değişikliklerle yeni çizgi ve nüans- dinden önce gelmiş üstatların, büyük laaya hasr-ı evkatle ekserisini hıfza ala-
lar kazanmıştır. Bu nazım şeklinin her şöhretlerin eserlerinden edebiyat terbi- rak tabiat - ı şi'riyye denilen seciyye-i ce-
ikisinde bilhassa kendini gösterip öne yesini alarak yetişen şairin bütün sanat lileyi istihsale gayret ve o hali tabiat-ı
çıkmış olan Ziya Paşa, terci'- bend ve ter- görgüsünü bu örnekler meydana geti- saniye yani meleke edinmeye sarf-ı me-
kib-bendin Türk edebiyatında diğer meş- riyordu. sai ve himmet ederek üdeba-i eslaf is-

413
DiVAN EDEBiYATI

rine salik olmalıdır. Çünki erbab-ı sühan ci tabiata adapte olarak ifade sahasına şairliğinin yolu, en başta aşıklık rol ve
inşad-ı nazm ü nesrde münasebet ve çıkar. Şövalyelik ocağına giren nasıl bu hüviyetini kabullenişten geçmektedir.
müşabehet arayıp o yolda sarf-ı meza- ocağın nizarnının gerektirdiği başka bir Şair isterse başka duygu ve konulardan
rnin eylediler, yani her nerede 'gül'ü zik- hüviyet, yeni bir yaşayış tarzı benimsi- söz açmayabilir, hayatın başka tezahür-
rettiler ise akabinde 'bülbül' getirdiler" yorsa, aşk ideali ve bağlandığı sevgili ti- lerine ilgisiz kalabilir: fakat şiirlerinde
(Araz-ı Türkf, istanbul 1291, s. 116) pi başka çevrelerin insanlarınınkinden aşkın semtinden geçmeden, aşkı kendi

Girdiği bu yolda ilk şiir denemelerini nasıl ayrılıyorsa, bir derviş kapılandığı macerası olarak anlatmadan, devamlı

yapmaya başladığından itibaren şaire dergahın adab ve erkanına göre nasıl surette aşık pozisyonunda görünmeden
hep okuduğu örnekler ve bunlarla edin- değişik bir hayat üslübu içine giriyorsa şair sayılmak, şair sırasına girmek, di-

diği estetik görgü rehberlik eder. Ken- divan şairi olmak, bu şairliğe kabul edil- van şiiri teşrifatında düşünü lebilece k bir
disinin yegane sanat ufkunu teşkil eden mek isteyen kimse de duygu ve tavırda şey değildir. Gerçek hayatında bir aşk

bu gelenekler şiiri artık onun için bir onun teşrifatını benimseme ve yerine ge- macerası yaşamamış, hayatına henüz

duygu mektebi olur. Onun terbiyesiyle tirme hali içine girmektedir. Öyle ki ha- aşk denilen hadise girmemiş olsa da di-

yetişen şair, beraberinde getirdiği hazır yatında içkinin damlasını ağzına koyma- van şiirinin dünyasına adımını atan kim-
unsurlarla bütün ifade vasıtalarını. bah- mış bir kimse iken onun teşrifatı gere- se daha başından , bütün diğer şairler
sedeceği konuları, bunları nasıl söyleye- ği olarak elinden şarap kadehi eksik ol- gibi aşkı ve aşkın ıstıraplarını dile getir-
ceğini, hangi duyguları dile getirebilece- maz, ayağı meyhaneden dışarı çıkmaz mek, kendisinden devamlı söz edeceği
ğini , şiirini işlerken hangi motif ve maz- bir kişi suretinde görünecek, şeyhülis­ bir sevgilisi olmak durumundadır.
munları kullanacağını , şiirin kelimeler lam veya kazasker dahi olsa şiirinde açık­ Divan şiirinin teşrifatı gereği arada
dünyasını burada öğrenerek sanatını in- tan açığa ve bütün şevkiyle meyi, mey- hiçbir sosyal seviye, yer ve cins farkı bu-
şa eder. Böylece . başlangıçta içten do- haneyi terennüm edecektir. O daireye lunmaksızın ister hükümdar, isterse ale-
ğuş yerine dışarıdan alınmış ve öğrenil­ giren şair, aşkını söyleyecekse onu asıl lade bir divan katibi, ister esnaftan bir
miş bir muhteva. serbest ilhamın ifade- hayatındaki gibi ve sevgilisinin asıl hü- şiir meraklısı, ister kadın, ister genç ve
si olmayıp bünyesini geleneğin getirdiği viyetiyle değil , duygularını divan şiiri ge- yaşlı olsun her kimse kalemi ele aldığın­
hazır unsurların oluşturduğu bir şiir söy- leneğindeki aşk modeline uydurarak, da mutlaka aşık hüviyetine girecek, aş­
leme itiyadı meydana gelir. Bu formas- oradaki aşk tarzı ile ve sevgilisini de ora- kı başkalarınınkilerle aynı olan duygular-
yonla işe başlayan şair için bundan son- daki sevgili tipine adapte etmek sure- la yaşayacak, fizik ve mora l hususiyet-
ra doğrudan doğruya kendisi olmak ye- tiyle ifade edecektir. leri her şairinki ile bir ve müşterek olan
rine geleneğin gösterdiği duyuşların sa- Divan şiirinin teşrifatınca aşk şair için aynı tip bir sevgiliyi sevecektir. Öte yan-
hibi ve ifadecisi olmak, geleneğin öğret­ dışında kalınamaz. mutlaka benimsen- dan bu teşrifatın getirdiği hazır çerçe-
tiklerini yerine getirip onun istediği hü- mesi ve terennüm edilmesi mecburi bir veler dolayısıyla bu aşkın fertten ferde
viyette görünmek esastır. Bu çok defa. duygudur. Şairin aşk duygusunu şiirine dalgalanmalar göstermek, henüz baş­
özellikle aşk ve sevgili bahis konusu ol- mihver yapması. kendini muhakkak aşık langıcında olmak yahut sönüp bitmiş,
duğunda şairin gerçek macerası ve hü- pozisyonunda göstermesi bu edebiyatın geride bir hatıradan ibaret kalmış olmak
viyeti dışında sırf şiire mahsus olmak uyulması şart olan adabındandır. Divan gibi değişik safhalarda bulunması yeri-
üzere bir rol alış şeklinde kendini gös- ne her şairde aynı psikolojik merhale-
terir. Bu noktada, divan şiirine has ve de ve aynı şiddet noktasındadır. Aşığın
onun tarafından şaire empoze edilen bir kadın veya erkek oluşuna göre de ken-
teşrifat meselesiyle karşılaşılır. Bu hu- di şiirinde yer bulan aşk psikolojisinde
sus, divan şiirinin mahiyeti hakkındaki Divan sa irierinden Say'i' nin a h bapl a rı ile sohbet meclisini değişen bir taraf yoktur. Kadın şairterin
gösteren bir minya tür {Aş ı k Çelebi, Tezkire. M illet Ktp., Ali Emi-
değerlendirmelerde kavranılmamış bir terennüm ettiği aşk, erkek şairterin an-
ri, T arih, nr. 772, vr. 4 2 1 bl
taraftır. lattıklarından başka türlü değildir. On-

Divan Şiirinin Teşrifatı - Şairliğin Şart ı lar da erkek şairinkinin hep aynısı olan,
Olara k Aşk. Divan şiiri uyulması gereken araya cinsiyetçe fark girmeyen bir sev-
bir teşrifatı olan, beraberinde şair için giliden bahsederler. Aşk temi şair bir
bir teşrifat getiren bir edebiyattır. Bu hükümdarın şiirinde yer aldığında onun

edebiyatın prensipleri dairesinde şiir yaz- da aşk karşısındaki tavrı ve onu kabul-
ma ve kendini buna göre ifade etme yo- lenişi, yaşadığı psikolojik haller, sosyal

lunu seçen şair onun istediği hüviyette tabakaları kendisinden çok farklı olan

görünecek, onun var olma hakkını tanı­ diğer bütün şairlerle aynı, bahsettiği sev-

dığı duyguları ve duyuş tarzlarını benim- gili çevrece ve fiziğiyle, huy ve ahlakça
seyecek, onun önceden seçmiş oldukla- onla rınki ile bir ve müşterektir.

rını ve uygun gördüklerini konu ve muh- Bütün divan şiiri, işlediği duygu ve ko-
teva diye kabullenecek, varlığı, çevreyi nulara toplu olarak bakılınca görüleceği
ve tabiatı onun gösterdiği gibi görecek, gibi aşk konusu üzerine kurulmuştur.
hissettiklerini ve gördüklerini onun be- Merkezde sadece o vardır. Aşk temi ara-
lirlediği şekilde işleyip ifade edecektir. dan kaldırılacak olsa hemen hemen bü-
Divan şairi bu teşrifatın içinden konu- tün divanlar boşalır: geriye kaside, ter-
şur ve bununla kendine ikinci bir tabiat ci' ve terkib- bendlerle tarih manzume-
kazanır. Onun duyuş ve buluşları. bu ikin- lerinden ibaret küçük bir yekün kalır.

414
DiVAN EDEBiYATI

Aynı zamanda sakfname ve hasbihal ne- benliğ ini "amour courtois"da olduğu gi- çekmesi. isyan edip sevgiliden kopması
vinden bazı manzumeler aradan çıkaca­ bi ondan aşağı bir konumda görür. Ara- gibi bir tavrı yoktur. "M ihr ü vefalar et-
ğından kasideler bile sayıca azalacak, daki fark, "amour courtois"da sevgilinin mez isen dostum n'ola 1 Minnet değil
kasidelerin ayrıca mühim bir kısmı te- mensup olduğu sosyal tabaka bakımın­ mi canıma cevr ü cefaların" (Baki) ; "Ra-
gazzül kısımlarını da kaybedecektir. Bu dan aşıktan daha üst seviyede olması­ sih şikayet etme kerem bil cefasın 1 Kim-
takdirde tamamı denecek derecede aşk dı r. Divan şiirindeki lirik aşkta böyle bir dir o şah-ı memleket bilir misin" yolun-
etrafında dönen gazellerle birlikte mu- sosyal seviye meselesi olmayıp bu üs- daki ifadeler, bu tavrın kendini göster-
sammatların da hepsi divanlardan çekil- tünlük, sevgilinin güzelliği ve kaprisleriy- diği binlerce örnekten birkaç tanesidir.
miş olacaktır . le aşığına hükmeder durumda olmasın­ iradesi elinden gitmiş kararsız aşık,
Geleneğin Belirlediği Aşk Psikolojisi ve dandır. Hüküm ve iradeyi elinde bulun-
bu cefacı sevgilinin tam kelimesiyle mah-
Sevgili Tipi. Bütün edebiyatların en be- duran maş uk aşık için daima bir sultan kumu ve mecburudur. Bu noktada zıt
şerf yönünü teşkil eden aşk, divan şiirin­ (hükümdar, şa h). efendi veya sahip sıfa­ duyguların med ve cezri, divan şiirinin
de konvansiyonel mahiyette bir tema tında, kendisi de onun karşısında bir kul,
aşk psikolojisine beşerfyi. ifadesi kolay
olarak başka edebiyatlardakinden fark- köle yahut geda konumundadır. Konum olmayan bir ruh halini yakaladığı bir de-
lılıklar gösterir. Bu aşk bir bakıma. En- farkı aynı kalmak şartıyla bazan aşık ,
rinlik ve incelik kazandırır: "Gehf visa-
dülüs Arap aşk şiirinin tesiri altında Or- aşkı ile düştüğü derde kendisinden der-
lini anıp gehf firakını Nabf 1 Ne yardan
taçağ şövalyeliği ve aristokrasisinin teş­ man bekleyen bir hasta. maşuk ise bu
geçebildik ne ihtiyar edebildik: Bilmezem
rifatına göre şekillenmiş bir aşk tarzını hastanın muhtaç olduğu çareyi elinde
neyieye derd ü gam-ı canan bana 1 Ne
aksettiren ve belirlenmiş kaideleri olan tutan tabip hüviyetini alır. Yahut da aşık ,
müdaraya meded var ne müdava bilirim "
"amour courtois" ile, mahiyetçe farklı da kendini maşukun zulüm ve kahrına bir
(BakT); "Vasla ersem bfm-i hecrin bir be-
olsa . bazı benzerlikleri bulunan hususi- kurban. onun öldürücü elinde bir şehid
la olur bana 1 Vas! ü hecri sen bana dün-
yetler taşır (Endülüs Arap e d e bi yat ı ndan olarak tasawur eder. Divan şiirinin aşk­
yada yeksan eyledin" (ishak Çelebi)
Ortaça ğ Avrupa şiirine geçen "amour cour- ta istisna tanımaz teşrifatının çok manalı
bir ifadesi. Kanuni Sultan Süleyman'ın Aşkta en korkulan durum ise sevgili-
tois" ve uyulması gereken kanunları hak-
kı nda bk. Robert Bri ffault, Les Troubadours maşuk karşısında şahlıktan vazgeçerek nin eziyet ve cefadan vazgeçmesidir. Bu
et le sentimeni roman esque, Paris 1945; geda durumuna inmeyi kabul ettiği şu onun aşıktan yüz çevirmesi ve artık her
mısralarda yer almaktadır: "Ey Muhib- şeyin , her ümidin bitmesi demektir.
). Lafitte- Houssat, Troubadours et Cours
d'Amour, Paris 1950; G. E. von Grunebaum, bf aleme şah olmaktan 1 DHberin olmak Sevgilinin etrafındaki diğer aşıklar
"The Arab contribution to troubadour po- gedası hoş gelir". "amour courtois"da olduğu gibi aşık için
etry", Bul/etin of Iranian lnstitut, 6 1I 9461. Aşığına eziyet, cefa, naz. kahredici korkulu birer rakiptir. Rakipler yüzün-
s. ı 38- ı 5 ı ı Aşkın ikisinde de şart bir duy- ilgisizlik ve vefasızlık, divan şiirindeki den sevgilinin yanında hiçbir itibarı kal-
gu olması onları ilk bakışta birbirine ben- sevgili tipinin hakim ve değişmez mo- mamak, onun gözünden düşmek, onu
zer kılar. ral vasıflarıdır. Etrafını alan diğer aşık­ büsbütün kaybetmek aşığın duygularını
Divan şiirindeki aşkın "amour courto- larla onu kıskançlık azabı içinde kıvran­ kemiren azap ve korkulardandır. Aşkın
is"dan ayrılan başlıca hususiyeti tek ta- dırmak maşukun cefa metotlarının ba- diğer halleri gibi bu kıskançlık da tek ta-

raflı olmasıdır. Onda seven ve aşkın ıs­ şında gelir. raflıdır ve kıskanan sadece aşıktır. Sev-

tırabını çeken yalnız aşıktır. Sevgili ise Divan şiiri. çektiği ıstıraplara rağmen gilinin aşığına karşı kıskançlık duyması
aşığının duygularına karşı seyirci tavrı bunları isyan etmeden kabullenen ve bir ise asla söz konusu değildir.
takınan. ilgisini ondan esirgeyen bir tu- lutuf gibi karşılayan. aşkın yüksek bir Kendisini seven insana karşı kendisi
tum içinde görünür. Moral yapısı. aşığı­ ruh ve tevekkül terbiyesine erişmiş bir de sevgi ve şefkat duyguları ile dolu, aş­
na ıstırap çektirmekten hoşlanmak, ona aş ık imajını aksettirir. Bütün eziyet ve kın ıstırabını da saadetini de onunla bir-
yüzünü göstermekte nazlanmak olan mihnetleri karşısında aşığın aşktan el likte yaşayan , aşığını mesut etmek is-
sevgilinin onunla kendisi arasına daima teyen, araya hasret ve ayrılık girdiğinde
bir mesafe koyması dolayısıyla ayrılık onun için göz yaşı döken, yahut onunla
ve hasret, buna eşlik eden şikayet bu L A POESIE birlikte olmanın sevincini paylaşan bir
aşkın özünü teşkil eder. Bu. seven ve se- sevgili tipi divan şiirinde mevcut olma-
vilenin iradesi dışında bir tesirle değil mıştır. Şairin kendinden bahsettiği lirik
sadece maşukun cilve ve nazının eseri
OTTOMANS şiirde yer almayan böyle bir sevgili. an-
olan bir ayrılıktır. Karşılık görmeyen aş­ cak İran ve Türk edebiyatlarının müşte­
M"' DORA D'ISTRIA
kında sevgilinin uzaktan yüzünü göster- rek aşk mesnevilerinin kadın kahraman-
mesi, kendisine sadece bakışını çevirme- St;CfiND E l~ ntTIOW
ları arasında görülebilir.
si bile aşık için bir lutuf yerine geçer. Aşığın aşk ıstırabı ile değişik ruh hal-
o Lo r;,.,,.,.,,. ""~~·<ll ,r.,,.. •i<hc"c
t<>•"•· •
Bu karşılıksız aşkta , maşukun ortada l n~oi < ~"" \e J,,.,,IMO ol< 1•
w. n~ ~~u t.
leri yaşamasına karşılık maşuk moral
olmayan varlığının yerini almış hayaliy- bakımdan tek boyutlu ve psikolojik de-
le yetinmek. teselli olduğu kadar bir ol- rinlikten mahrumdur. Kendisini seveni
Dora
gunluğa yükseliş merhalesi de olur. devamlı hasret ve ayrılık duygusu için-
PA!\ IS D' I s tri a' n ın

Zaman zaman gözükerek, vaad eder .\1 11~0:" :'\ l ·: tJVI ·, & c·•, l.llln Ailll'.~-f..nıTF.Un!' La PoEsie de tutmaktan. ümitle ümitsizlik arasın­
des Ottomans
gibi görünerek, duygularını ümitle ümit- da sürüklemekten başka bir tutum bil-
adlı eserinin
sizlik arasında bocalatan maşuk karşı­ iç kap ağı meyen maşuk, aşığa bir ıstırap terbiye-
sında kendisini mahkum hisseden aşık, (Paris 1877} si verme rolünü üzerine almış gibidir.

415
DiVAN EDEBiYATI

Bunun neticesi olarak aşık kendisini, bü- Gelenek, standart sevgili tipinin fizik Divan şiiri estetiğinde sevgilinin en te-
tün ıstırap ve şikayetlerine rağmen aş­ varlığıyla ilgili o kadar çok hazır unsur sir edici tarafı. endamlı boyu ile birlikte
kın terbiye edici tesirinden zevk duyan ve teşbih getirmektedir ki onun vücu- gözleri ve saçıdır. Onun güzelliğini ya-
bir seviyeye erişmiş göstermek ister: dunun çeşitli taraflarını tavsif eden bu pan bu iki unsur özellikle değerlendiri­
"Bela budur ki alıştı belalarınla gönül 1 malzemeyi, şairler için bir rehber hiz- lir. Bunlar sevgilinin en fazla gönül avla-
Gamın da gelse dile bais-i meserret olur" metini görmek üzere toplu bir şekilde yıcı, göreni bir anda sevdanın çemberi
(Nef'T); "İlac etme tabiba derdi me gel 1 gösteren eserlerin kaleme alınması ih- içine alıverici kudrette görülür. Güzele
Bana derman eden derdim gamıdır " tiyacı duyulmuştur. İlk defa iranlı be- en çok bakışlarındaki eda ve tesir yü-
(Muhibbi). Sonunda bütün sızlanışlar, di- lagat müellifi Şerefeddin Rami'nin Fars zünden vurulunmakta, onun ok gibi, han-
van şiirinin aşk adabında, cefaya taham- şiirinden derleyerek bu alanda tertip et- çer gibi bakışiarına kurban gidilmekte-
mül felsefesi içinden aşığın böyle stoik tiği Enisü 'l- cuşşa}{'ı (826 / 1423) örnek dir. "Dil -i zarı haste kıldı ne yaman ne-
bir davranış seviyesine yükselişine varır. alınıp Osmanlı edebiyatında da Kutbüd- zaredir bu" (Naili) ; "Ben şehid-i gamze-
Standart Sevgili Tipinin Fizik Hususiyet- din Ahmed'in Hevesname'si (891 1 1486), yim Isa niyaz eyler bana" (Fehim) gibi
leri. Güzelliği "büt" ve "cennet hürisi " gi- Mufdf'nin Miftahu't - teşbih'i gibi müs- sayısız mısra, divan şiirinin bakışları ca-

bi sıfatlar yanında "afet, bela -yı hüsn" takil eserler meydana getirilmiş, Gelibo- na i şleyici güzel imajını aksettirir. Bu
gibi isimlendirmeler de alan sevgili, bü- lulu Sürüri'nin Bahrü 'l -maarif'inin (956 / güzel, gözlerinden başka bir kemend
tün divan şairlerinde bu belirtilen mo- 1540) dörtte üçünü kaplayan üçüncü bö- gibi saçlarının alımlılığı ile de kendisine
ral tarafından başka aynı fizik hususi- lümü, "Teşbihat ü Mesail-i Enisü'l- cuş­ bakmış olanları aviayıp aşkın tuzağına

yetleri taşıdığından divan şiirinde tek şa}{ Beyanındadır " başlığı altında bu ko- düşürmekte, kendine esir etmektedir.
tip sevgili var olmuştur. Divan şairleri nuya ayrılmıştır. Hevesname'deki ör- Divan Şiirindeki Sevgilinin Prototipi Ola-
hayatlarında, şiirin çizdiği sevgili fiziği nekler Farsça olup Mittah u 't- teşbih 'te- rak Orta Asya Türk Fizyonomisi ve Türk
dışında ondan farklı hiçbir güzelle kar- kiler ise doğrudan doğruya Osmanlı şair­ Gulamları. Divan şiirinde sevgilinin fizik
şılaşmamış, başka başka çehreler gör- lerinden alınmadır. Arapça ve Farsça ör- güzelliğinin tesirini belirten imajlarda,
memiş gibidirler. Hangi asrın, hangi de- nekler yanında Türkçe örnekleri de ih- onu bir savaşçı hüviyetinde ve öldürücü
ğişik coğrafya ve bölgenin şairi olursa mal etmemiş olan Bahrü '1- ma arif, top- silahlarla donanmış gösteren tasawur-
olsun, her birinin hayatına, gerçekte han- ladığı malzeme bakımından bu katego- ların yer alması çok dikkat çekici ve ar-
gi yaş, hangi seviyede bulunursa bulun- rideki eserlerin en zenginidir. Bütün bu ka planı olan bir meseledir. Bu imaj sis-
sun fizik yapıca ne kadar birbirine ben- eserlerde, sevgilinin çeşitli unsurları ile temine göre onun gözü, bakışları, kirpik-
zemez sevgililer girmiş de olsa hepsin- beden güzelliklerini tavsif için şiirde ya- leri ve kaşları sırasıyla kılıç, hançer, ok,
de bütün bu sevgililer aynı hususiyetle- pılabilecek teşbihlerin , kullanılabilecek
zülüfleri de bir kemenddir. Kaşları ay-
ri alarak tek bir güzel imajına dökülür- rıca okunu fırlatmaya hazır bir yaydır .
sıfatiarın neler olduğu , bunlarla hangi
ler. Gelenek bu ideal sevgili ve güzel ti- Hepsi birer silah tasawuruna bağlı bu
mazmunların meydana geldiği gösteri-
pinin boyundan, saçlarından, gözünden teşbihler ona vurucu . ve kan dökücü bir
lir. Bunlardan başka bazı şiir meraklıla­
kaşına ve dudaklarına kadar fizikçe bah- portre çizer.
rının tertip ettiği mecmualarda da sev-
sedilebilecek her tarafını, her bir husu- Sevgilinin sert karakterini aksettiren
gilinin beden güzelliği üzerindeki teşbih
siyetiyle ayrı ayrı tesbit etmiştir. Gele- güzelliğinin bu çarpıcı hüviyeti, esasını
ve sıfatları sıralayan birtakım listelere
neğin boyu servi gibi uzun, ince belli, Ortaçağ Arap ve Fars dünyasının Türk
rastlanmaktadır.
uzun ve siyah saçlı, yanakları gül kırmı­ imajından a l maktadır. Halife ordusun-
zısında, bakışları kılıç gibi keskin, ok gi~ Divan şairleri bu hazır unsurlarla sev- dan başka diğer İslam devletleri hizme-
bi yaralayıcı, daima sıhhatli, yaşı civan- gilinin güzelliğini belirtmeye çalışırlar. tindeki, o devirde çok moda olmuş Türk
lıktan öteye gitmez, ıstırap ve hüzün bil- Sevgilinin üzerinde durulan bu tarafları gulamları etrafında Arap ve Fars edebi-
mez güzeli yerine minyon yapıda, saçla- daima göze hitap eden görünüşlerdir. yatlarında teşekkül eden güzellik tasav-
rı sarı, yüzü soluk, mahzun görünüşlü, Bu arada koku duyusuyla ilgili olarak da vuru, bu silahlı ve vurucu yönüyle, divan
haline bir hastalığın gölgesi vurmuş, iç- onun saçlarının misk kokusundan bah- şiirindeki sevgilinin prototipini meyda-
li ve hassas bir sevgili tipini görebilmek sedilir. Çizilmek istenen fizik portresini na getirmiştir. Arap ordularının Orta As-
için Türk edebiyatı asırlarca bekleyecek, uzun boylu, ince belli oluşu dışında en ya istikametindeki fetihlerinden başla­
XIX. asrın ikinci yarısında ve şiirden de fazla onun büst kısmına ait unsurlar yarak Abbasiler zamanında en yüksek
önce roman ve tiyatroda onunla tanışa­ meydana getirir. Yanak, alın, saç, kaş, noktasına varan temaslar içinden do-
caktır. göz. kirpik, ağız, dudak, çene: diş, hat ğan Türk takdirkarlığında, fizik güzellik-
Divan şiirinin geleneğinde, istisnailiği (yüzdeki tüy), ben ve gerdan yanı sıra boy leri ve dürüst karakterleriyle büyük ilgi
aşamayan birkaç örnek dışında sevgili- da ihmal edilmeksizin bütün bunlar sev- ve güven toplamış genç Türk gulamları­
nin ölümü diye de bir hadise yoktur. Bir gilinin güzelliğini yapan başlıca unsur- nın başlı başına bir rolü olmuştur. Özel-
iki şairde "mahbüb" hüviyetindeki güze- lar olarak parlak bir teşbih kadrosu için- likle bütün kapıları Türk unsuruna açan
lin ölümüne rastlanması, esası ve bütü- de işlenir. Sevgilinin beden güzelliğinden Halife Mu'tasım- Billah (833-842) ordu da
nü temsil eden kanlı canlı , ölüm görme- seçilmiş bu motiflerle onlar etrafında­ en mühim yeri onlara verdiğinde bütün
yen sevgili imajına tesir edecek çapta ki teşbihler ortaya geniş bir mazmunlar İran, Horasan ve Irak-ı Acem bölgeleri
değildir. Buna mukabil aşık, henüz ol- dizisi çıkarır. Bu hazır çerçeve, moral ta- bu genç ve güzel Türk sipahileriyle ta-
mamış bir tasawur şeklinde kendi ölü- rafı gibi fizik görünüşüyle de ası rlar bo- nışır. Abbasiler ülkesinde kendilerine çe-
münü söyler, hatta kendi mezarından yunca bütün şairlerde aynı kalmış tek şitli hizmetler emanet edilen, halifeie-
bahseder. ve değişmez sevgili tipini çizer. rin sarayında birer gözde mevkiine yük-

416
DiVAN EDEBiYATI

selen Türkler güzellik, zarafet ve savaş­ Arap ve İran şairlerine bu endamlı ve Nazariarı kuwetli olmakla beraber ba-
çılık gibi meziyetlerle Samaniler. Ziya- zarif savaşçı Türk güzellerinin en fazla kışlarında bir tatlılık ve aynı zamanda
riler, Büveyhiler'in saray ve aristokra- çekik gözleri tesir etmiş, bunları onların bir kırıklık bulunan o güzellere canım
si muhitinde de esir veya gulam olarak silahları kadar kalbe işleyici bulmuşlar­ kurban olsun. Garip değil midir ki göz-
büyük bir rağbet bulmuşlardır. Gazneli, dır. Bu çekik gözlerin yan bakışı ile kılıç lerin kırık olmaları en kuwetli ve en mü-
Büyük Selçuklu ve Harizmşahlar saray veya hançer arasında "karlne-i teşblh" essir olmalarıdır. Gözler kırık ve fatir
ve aristokrasİ muhitinde el üstünde tu- denilen bir benzeyiş münasebeti kur- (durgun) olurlarsa kuwetli ve müessir
tulan bu genç Türkler, yalnız orduda seç- muşlardır. Türk gulamlarından bahse- olurlar. O güzelin gözleri daralmış ise
kin bir savaşçı olarak değil. zevk ve eğ­ den şiirlerde onların gözlerindeki tesir de baktığı vakit bakışlarının gönülde aç-
lence meclislerinde üzerlerine aldıkları hassası ve çekicilik, en çok ilgi duyulan tığı yara geniştir. Zaif olan göz ile !<anlar
sakilik hizmet ve sıfatıyla da daima ara- ve üzerinde ısrarla durulan bir motif ol- dökmektedir. Evet zaifin kudret sahibi
nan çehreler olmuşlardır (İran edebiya- muştur. Örnekten örneğe geçildikçe di- olmasından Tanrı'ya sığınılmalıdır. O pek
tında yeni bir güzel ve sevgili imajı doğu­ van şiirinde gözleri en vurucu tarafını güzel bir dilber ise de cefalarına son yok-
ran Türk gulamları ve bun l arın Fars şiirin­ teşki l eden sevgili tipinin, çekik gözle- tur. Evet... dünyada sefa ile cefa birbi-
deki akisleri için bk. ŞiblT Nu'mani, Ede· riyle aynı tesiri yapan Türk gulamların­ rinden ayrı değildir " (a.y., s. 32 ı- 322) .
biyyat·ı Manzam-i Tran ]tre. Muhammed dan istihale etmiş bir imaj old~ğu çok "Bu Yafes'in oğlu olan güzeller sabah
Takı Fahr Dai GilaniL Tahran 1316 hş., I, daha iyi görülebilmektedir. Büyük Sel- gibidirler. Bunlara bakılınca başka gü-
132-138 ; Zebihullah Safa, Tarfl]·i Edebiy· çuklular ve Harizmşahlar devrinin göz- zeller bunların yanında gece gibidirler.
yat der Tran, Tahran 1339. ll, 68-77 ; E. de alim ve edibi Harizmli Zemahşerl'nin Bunların gözleri nice kalpleri hasta et-
Yarshater; "The Theme of Wine-Drinking (ö 538 / ı 144) divanında Türkler'le ilgili miştir. O gözler her ne kadar geniş ve
and the Concept of the Beloved in Early şiirlerinde Türk gulamlarının güzellik ve büyük değil ise de onların açtıkları ya-
Persian Poetry", Studia lslamica, 1960, alımlarından bahsedilirken, divan şiirin ­ ralar büyüktür. Onlar silahsız savaş eder-
nr. 13, s. 43-53) . deki sevgili tipinin silah imajına bağlı ola- ler. Gözleri onların en güzel silahlarıdır.
Bunlar alımlı endamları. hafifçe çekik rak gözlerinin cana işleyiciliği çok daha Ben bu gözlerin aşk ve muhabbetlerinin
ve manalı gözleri. adetleri icabı uzun belirgin şekilde ifadesini bulmaktadır. esiriyim . Aşk ve sevdalarından vazgeçe-
saçları ile, kendi ülkelerinin güzellerin- Zemahşerl'nin, Türk güzellerinin hafif rnem ( .. ... .). Ey canları yağma etmek
den farklı ve üstün bir tipte görünüş­ çekik gözlerine mukabil başka kavim- için yaratılmış güzellerı Allah için olsun
leriyle Arap ve Fars şairlerine yeni bir lerden güzelierin geniş ve iri olan göz- beni öldürmeyin" (a.y., s. 320)
güzellik ve sevgili imajı hazırlamışlardır. lerini mana ve çekicilikten mahrum gö- "Tanrı benim yardımcım olsun, ben
Ferruhl, Minüçihrl, Muizzl. Senal. Enverl. ren bir mukayese fikrinin yer aldığı şu bu ahu Türkler'in ellerinden neler çek-
Hakan!, Ebü'I-Meaıı Razı. Kan Zafer-i
manzum~si, Türk güzellerinin gözlerinin mekteyim. Bütün felaketlerimin sebep-
Hemedanfnin Türk gulamlarının güzel-
kılıç ve ok gibi imajlarla vasıflandırılma­ leri onlardır. Bana her türlü fenalık on-
liklerine dair yazdıkları şiirlerde "Türk"
sının bu ilgiyi çağrıştıran çekik şekille ­ lardan gelmiştir . Onların yüzünden ken-
kavramına bağlı bir sevgili ve güzel in-
rinden ileri geldiğini çok iyi göstermek- dimi şaşırdım , aklımı kaçırdım. Öyle ki
san imajı doğar.
tedir : yer ile göğü ayırt edemiyorum. Onların
Aşağıda verilecek örnekler, divan şiiri­
"Sa'da'ya (Arap sevgililerinin adı) söy- yüzleri nazik ve ince ise de huyları öyle
nin ok, hançer, kılıç gibi kesici, öldürü-
le: Bizim sana ihtiyacımız yoktur. Bizi iri değildir. Onlardan benim vefa ummam
cü savaş aletleriyle gözü. kirpiği ve kaş­
ve geniş gözler (Arap maşukalarının göz- boşunadır. Onlardan her ne zaman vefa
ları arasında ilgi kurduğu cefacı sevgili
tipinin Türk gulamı imajı etrafında na- leri) çekmez. Çünkü dar gözler (Türk gü- ümidine kapılıyorsam bu ümidim boşa
zellerinin gözleri) ve gözlüler bizi bizden çıkıyor. Onların bana vermiş oldukları
sıl teşekkül etmiş olduğunu çok belirgin
almışlardır. Bizim aklımız ve fikrimiz on- ahde vefa etmeleri mümkün müdür? Siz
şekilde göstermektedir. NOştegin adlı
bir Türk'ün oğlu olan Sı bt İbnü't- Teavlzl. lara bağlıdır. Onlar bizim düşüncemizi Türk dilinde vefayı ifade eden bir keli-
Abbas! Ha lifesi Nasır- Lidlnillah'ın ordu- ve hayalimizi doldurmuşlardır. Onlar bak- me duydunuz mu? Ben o susuz kalmış
tı kları vakit yalnız gözlerinin siyahlı kla­ insana benziyarum ki kovasını suya sal-
sundaki Türk gulam larını över ken (576 /
ı 180) onların bu vasıflarını şöyle belirt- rı görünür ve gülecek olur larsa göz ka- mış ise de kuyuda bir içim su yoktur. Bu

mektedir: "Savaşlarda onun etrafını ay pakları siyahlıkları örter. O siyahlıklar dünyada birçok felaketler varsa da bun-
parçası gibi Türk gençleri kuşatırlar. Baş­ görünmez olur. Türk yüzleri -ki Tanrı on- ların en büyüğü ve en müşkülü aşk ve

larına daima tolga giymelerine rağmen ları kem gözden esirgesin- gökteki to- sevdadır. Öyle hasta gözlü, öyle kipik ba-
onların saçları dökülmüş değildir. Onla- lun aylardır. Uğurlarında klseler harç ve kışlı güzeller vardır ki onların bir bakışı­

rın keman gibi kaşlarından attıkları ok- sarfedilecek ve yüzlerce altın verilecek na rastgelirsen o hasta göz sana şifalar
lar kalplere isabet etmekte hata etmez. yüzler bu yüzlerdir. Türk güzellerinin yüz- verir. Şarap da böyle değil midir? Kendi
Onlar ne kadar pek giyimli ve aynı za- lerinde insanı mestedecek noktalar var- humarını kendisi def etmez mi? Kendi-
manda fidan boylu iseler de demir gibi dır. Bunlardan dolayı başka güzellere sinin ilacı kendisi değil midir? O hasta-
kuwetlidirler. Müsalemet vaktinde kum- bakmayın, gözlerinizi bunlara döndürün. lıkların en kötüsü veya devaların en ha-
luk geyikleri iseler de, savaş ateş saç- Tanrı'nın yaratmış olduğu ince ince gü- yırlısı değil midir? O güzel gözler insa-
maya başlayınca kaplan kesilirler. Zırh­ zellikler bunlardır. Bunların yüzlerinde- nın ciğerine geçmekte ok gibidir. O gü-
ların içinde aslan olan bu güzel gençle- dir ki insan bunlara baktıkça Tanrı'nın zel gözlülerin boy ve bosları da doğru­
rin yüzleri, tolganın ·içinden ay gibi görü- kudret ve kuwetine hayran olur. Aynı lukta kargılara benzer. Onların yüzleri-
nür" (Şerefeddin Yaltkaya, "Türklere Dair zamanda bunlar parçalayıcı arslanlardır nin güzelliğini siyah saçlar bir kat daha
Arapça Şiirler", TM, V ]1936]. s. 324) ki açtıkları yaralardan mesul olmazlar. süslemiştir. Onlar sabah ile akşamı bir

417
DiVAN EDEBiYATI

yerde toplamışlardır. Ah bilsem, onlar- Görüldüğü üzere Zemahşeri'nin Türk cefa- ger. Türk-i zulm- pişe, Türk- hü,
dan bir ine malik olmak benim için mu- güzelleri hakkındaki bu övgülerinde, can Türk-i bed-hüy, Türk-i mağrür" terkip-
kadder midir?" (a.y., s. 3 ı 9) . alıcı gözleri ve cefacı karakteriyle divan leri meydana ge l diği gibi bunlara onu
"Türk neslinden bir güzel kız beni ken- şiirindeki sevgilinin prototipi tam mana- başka yönlerden vasıflandıran "Türk-i

di isteğimle ölüme götürmektedir. O kı­ sıyla hazırdır. Hitayi, Türk-i hindü- hal" ve "Türk-i har-
zın fettan gözü de öldürücüdür. Zaten Tdrfl].-i Cihdngüşd sahibi Ata Melik gahi" şeklinde başka terkipler de katıl­
Türk'ün öldürücülüğü de meşhur değil Cüveynf'nin bir Türk güzeli hakkındaki mıştır.

midir? Bu kızın oğlan kardeşinin kılıcı her şiiri de divan şiirindeki güzelin gözleri- Semantik seyri içinde zamanla Türk
ne kadar öldürücü ve kesici ise de bu hu- nin çekici ve avlayıcı tesiri tasawurunun sözü "güzel insan " ve "sevgili" ile eş ma-
susta kendisinin gözü erkek kardeşinin Türk güzellerinden gelme bir imaj oldu- nada mecazi bir kavram haline gelmiş,
kılıcından daha müessir ve daha keskin- ğunu bir kere daha gösterir : "Ey Arap insandaki ideal fizik güzelliği ifade eden
dir. Erkek kardeşi aldığ ı esirleri azat badiyeleri, benden uzaklaşın. Benim bağ­ bir ölçü teşkil etmiştir. "MahbOb" ile
ederse de bunun esirleri azat kabul et- Iarım Türk şehirlerine bağlıdır. Ve ey iri "maşuk " aynı kavram içinde birleşerek
mez. Er kek kardeşi bazı i nsanların kan- gözlü olan güzeller, kendi kavminizin ya- Türk ismi, etnik manasının ötesinde Fars
l arını döker. Bu ise herkesin kanını dök- nına gidin. Çünkü beni deli eden iri göz- dilinde "sevgili" sözü yerine geçen bir
mektedir. Bu kızın elinden vay müslü- ler değil, dar ve çekik gözlerdir" (a.y., s. kelime olmuştur. Şiirdeki tasawura gö-
manla rın başına , erkek kardeşinden de 325) re. Türk gulamları cenk meydanlarında
vay kafirlerin başına. Ben o kızın hicra- Ziyaroğulları'ndan Emir Keykavus, sipahi olarak nasıl kılıçları ve okiarı ile
nından ağladıkça bana güler. Ve güldüğü 1082'de telif ettiği ~iibusname ' de çe- savaşıyariarsa Türk mahbüblar da birer
vakit gözlerinin aldığı başka güzellik be- şitli kavimlere mensup gulam ve cariye- ok olan kirpikleri, yay çeken kaşları, çe-
nim gönlümü parça parça eder. O güzel, lerin mukayese ve değerlendirmesini ya- kik gözlerinin kılıç hükmündeki yan ba-
benim hayalimde yaşattığ ı m ülküdür. Ah, parken en üstün yeri Türk güzellerine kışları ile aynı işi yapmaktadırlar.
keşke ben ona malik olsam" (a.y., s. 323). verir ve bunların çeşitli Türk boylarına Arap ve İran şairlerinin. insanda ideal
"Bu hediyen Tür k kızlarından bir kız­ göre meziyetlerini belirtirken öte yan- fizik güzelliğin timsali olarak terennüm
dır ki onun gözleri ahuların gözlerini an- dan sert tabiatlı ve mütekebbir oldukla- ettikleri Türk tipinin cemal vasfı yanın- ·
dırır. O gözler insanın kalbini parça par- rını söylemek suretiyle devrin onlar hak- da bir bakıma celal tarafları olan savaş­
ça dağramakla kılıca benzer. Güldüğü kındaki diğer bir görüşünü de aksettir- çı hüviyetiyle ilgili ok, yay, kılıç , hançer,
vakit bu gözler kılı ç kınına girdiği gibi, miş olur (QabLıs-Nama lnşr. Reuben Levyl, kemend gibi unsurlar. Türk güzellerinin
kınına girer girmez görünmez olur" (a.y., London 1951 , s. 64). ll. Murad devri mü- şahsiyetinde teşekkül eden yeni sevgi-
S. 32 ] ). elliflerinden Bedr-i Dilşad , Muradname li ve güzel imajının bir başka özelliğini
adlı eserinde Kiibusname'deki bu gö- teşkil etmiştir. İran şairlerinin. kadın ol-
rüşleri hemen hemen aynı kelimelerle sun erkek olsun. genç güzel insan için
manzum olarak aktarmaktadır. Esasen kullandıkları Türk sözünde "mahbüb" ile
eser, Kiibusname 'den serbest bir ter- "maşuk"un bir ve aynı olduğu güzel ve
Servan de Sugny' nin d ivan ş iirini Avru pa' ya cümedir. sevgili imajındaki vurucu ve çarpıcı va-
tanıtmak için h a zı rl a d ı ğ ı eserin kapak s a yfa sı
Fizik güzelliklerine mukabil gönülleri- sıfla ilgili olarak savaş aletleri etrafın­
{La Mııse O ttomane. Geneve 1853)
ni çeldikleri kimselere naz ve cefada bu- daki terminoloji işte bu imajın menşe­
lunmak Türk güzeli imajında bir başka indeki savaşçı Türk gulamlarından gel-
LA taraftır. Zemahşerf'de olduğu gibi diğer
mektedir.
şairlerin şiirlerinde de temas edilen bu Divan edebiyatında görülen, gözleri.
MUSE OTTOMANE nokta, Fars dili lugatlarında "Türk" sö- kirpikleri. kaşları ve saçları birer savaş
aleti gibi cana işleyen sevgili imajı özel-
züne bağlı olarak "mahbüb" kavramının
bir ka rakteristiğini meydana getirir : likle İran edebiyatındaki bu protatipten
CIIEFS-D'ffiUVJ\E·DE LA POESIE TU!lQUE gelmekle kalmamış , divan şairleri Türk
"Mahbüba dahi Türk derler. Mahbüb-
sözünü de aynı muhteva ile kullanmış­
lar şive ve naz ile sabr u karar-ı uşşakı
lardır: "Gözü diler ki dile hamle -i Tür-
r .'> ı · ııt:r. ı ~ nı-: ı .' rıı snııı:~: llF. u P ot:s ı E r.rıf.7. Lt.s n· ncs . garet ettikleri için tesmiye olunmak va-
kane kı la" (Kadı Burhaneddin); "Çin saçı
riddir": .-.:.. u .;ı i .Y..::, j ..ft ~ ı..:; ~t..
Türk gamzesi etti gazayı Rüm'da" (Şey­
ll. Enou.um SERYAı'\ DE SUGi\Y
j.iJ' .;,l.5.) ~ r- .:..l;.ı.> ı_,.. ..!)_;
hi) ; " Türk-çeşmin tirkeşinden canı kim
llo•ıoı lor,·o lo•l'.\o·J·Io'ınio• lııı ı•'rblo• oksı:rirıırı'>. Ho• llo•,_I~·U rc; t'l
..ı ,),·b ,.:., .,j,'l ı' Ulh'r-"ln· ,ı,. ı~ nıo'ıno• <lll••, <•ım..,:ı.,nobnl ~ı· ı•lıı;iı•urF
.\1 1••1·• l.y.ou .
"'"''·'lo'·"''""""'.
!"Bütün cihan aşk fitnesinin şehidleriy­ kurtara kim 1 Ne kadar kim gözlesem
le dolu, benim Türk sevgilim ise okunu tir-i kaza eksik değil" (Ahmed Paşa);
henüz yayında tutuyor"! (Şehidi- i Kumi, "Edindi gamzeden ol çeşme-i natüvan
Ferheng-i Şuur[, İstanbul ı 155, 1, 306a-b); hançer 1 Ki resmdir takınır cümle Türk-
"Türk taifesi gibi cefakar ü garetkar-ı man hançer" (Necati Bey); "Yaşımın kat-
sabr u karar oldukları ecilden kinaye ta- resi geydirdi zırıhlar tenime 1 Veh ki ma-
rikiyle civan-ı dilsitan u hatır-şikara ıt­ ni' olımaz Türk-i hadeng-efgenime" (Ne-
PAlllS lak olunur" (Tibyan·L Na{i' der Terceme-i cati Bey); "Hadeng-i gamzenin saydıdır
J! ı EL 1:11 F.B H~~-~~~., ~ ..':.~~: ~~~-11\ 1~-ı:: IJtTEI ' I t
Burhan-ı Katı', istanbull214, s. 242) ey Türk-i keman-ebru" (Hayali Bey) ; Kaş­
ı :E;x t: n:.~ .ltt: ~ıı : .11.\I SH.\' ,

lllU.'n 'Uil Bu görüşe bağlı olarak "Türk-i tannaz, ların fikriyle gönlümde Hayali çeşminin 1
Türk- i dil- sitan, Türk- i dil- k eş, Türk- i .Benzer ol Türk'e iki yayı kamış kırbanı-

418
DiVAN EDEBiYATI

na (Hayali Bey); "İki Türk-i kemankeş-i orduda ücretli asker durumunda kalma- "mutlak güzel"e erişme mertebesine
tir-efken 1 iki ahüdur amma şir-efken " mış, içki ve eğlence meclislerinin eleman- yükselmesi, aşkın Allah bilgisine ulaştır­
!Celflf); "O Türk-çeşm - i kemankeş o na- ları da olmuşlardır. Fars şiirinde rastla - mada bir vasıta olduğu , göze görünen
veg-i müjgan 1 O ebruvan-ı mukawes o nan "Türk-i mest" bunu aksettiren söz- ve insani olandan aşk vasıtasıyla görün-
gamze-i Tatar" (Nev'f); " Cüyüş-i Türk-i lerdendir. Tarihi kayıtların gösterdiği mez sıfattaki ebedi hakikate ulaşma, bu
hüsnün cay ideiden milk-i uşşakı 1 Me- üzere bunla r hükümdarlar ve yüksek yolda aşığa mürşidin yardımcı olması
ta' -ı zühd ü din ü akl u dil hep garet ol- mevkide şahsiyetlerle münasebetlerin- gipi meseleler tasawufi aşk düşünce­
muştur" (Fehim-i Kadim ); "Zülal-i vaslı­ de " maşuk" hüviyetini almışlardır. Ta- sinde birbirini takip eder. islami edebi-
na leb-teşneyem bir Türk-i bed - hüyun " ril].-i B e yha~i, Raha t ü 'ş-sudurve Bün- yatta dünyevi aşk ile ilahi aşk arasında ­
(Fuzüli) ; "Gerek nik ü gerek bed aşıkarn dari'nin Tevôril].u Ali Selcu~ · u gibi kay- ki bağlantı, dünyevi aşk vasıtası ile ilahi
ol Türk-i mağrüra " (Nedim). naklardaki bilgiler, onların saray muhi- aşka nasıl geçildiği H. Ritter'in eserinde

Sevgilinin gözü, kirpik ve kaşı ile ilgili tinde cinsi zevklere nas ı l alet edildikle- esas kaynaklara inilerek etraflı bir şekil ­
bu vasıflarının hükümdar imajından gel- rini göstermektedir. de açıklanmaktadır (Das Meer der See/e.
miş olduğu yorumunun, yerini artık bu Divan şiirinde sevgilinin çok defa er- Mensch, Welt und Gott in den Geschichten
açıklamaların ortaya koyduğu gerçeğe kek hüviyetinde görülmesinin asıl sebe- des Farfduddfn 'A ttar, Leiden 1955 , s. 347-
bırakması gerekecektir. bi tasawufun aşk ve güzellik anlayışın­ 433. 434 -487) Burada divan şiirinin doğ­
Farsça'da "Türk" sözünün "güzel, mah- dan kaynaklanır. Bu anlayışa göre Tanrı rudan doğruya gazellerde ifadesini bu-
büb, maşuka " ve "gulam " manaları için kendi güzelliğini insanda ve güzel insan lan aşk psikolojisini, bir mahbüb etra-
çehresinde aksettirmiştir. Bu güzelliğe fında mecaziden hakiki aşka doğru ge-
Dihhuda ' nın Lugatname adlı eserine ba-
kılabilir (IX. 596-5 99). Burada eski ve ye- karşı duyulacak en saf ve en gerçek aşk, çirilen çeşitli merhaleleri ve hemen he-
ni çeşitli Fars dili lugatlarında bununla şehevi duygular ve ten hazlarından uzak men bütün unsurları ile bizzat kendi ya-
platonik aşktır. Araya cismani zevk ve şadığı bir aşk macerası içinden hikaye
ilgili kayıtlar toplu bir şekilde gösteril-
miştir (ayrıca bk. Ca'fer- i Seccadl, Fer· duyguların karışmayacağı böyle bir aşk ve nakletmesi bakımından XV. asır şair­
heng-i Lugat u lştıla fıat u Ta'bfrat-i 'ir- ise kadın varlığına değil genç erkek ço- lerinden Halilfnin Fürkatname adlı mes-
tani, s. 234 -236 ; Steingass, Persian -English cuğa yönelik olduğunda mümkündür. nevisini anmak yerinde olacaktır.
Dictionary, London 1930, s. 296 ; Ziya Ş ü ­ Bu düşünce Eflatun ' un Phaidros'una ilahi aşk şiirde, her biri tasawufi ma-
kün, Gencine- i Gü{tar, İ s t a n bu l 1944, s. ç ı kmaktadır. Eflatun böyle bir saf aşkın , na taşıyan remizlerle anlatılmaktadır.
579; G. Doerfe r. Türkische und Mango- ruhu yükselten ve sevileni idealize edip Özellikle XII. asırdan başlayarak iran ' ın
llsche Elemente im Neupersischen, Wies- Tanrılaştıran bir duygu olduğunu söyler süfi şairleri , profan aşk ve şarap şiirle-
baden 1965. ll, 483-49 1. Fars edeb i ya tı n­ (Phaidros, 25 1b , 252d·•, tre. Harndi Akver-
da Türk güze ll iği h akkı n da ki bi r k ı s ım ka- di, istanbul 1943, s. 59-6 1) ilahi aşka, cis-
yıt, İ s ma i l Hami D aniş m e nd 'in Tü rklerle mani zevk ve nesli idame ettirmek gibi
Hind - Avrupa lı ların Me nşe Birliğ i ad lı ese- maddi unsurların karışmadığı bir aşkla
rinde yer alır (İ stanbu l 193 5, 1, 296- 312). erişilebilir. Güzel insana duyulan aşk ila-
Joseph von Hammer'in dört ciltlik Geschichte der Osma·
Burada ihmal e dilm iş olan Geneeli Niza- hi aşk için bir geçit, bir köprü olmakta- n ischen Dichtk unst ad lı eserini n 1. cildi nin kapak s ayfa s ı
rni'deki zengin materyal için de bk . Resul- dır. ilahi aşkın yolu ilkin mecazi aşktan , (Pesth 1836 )

zade Mehmed Emin, Azerbaycan Şa iri Gen- yani insan güzelliğine yönelik aşktan ge-
ee li Nizarn i, istanbul 195 1, s. 177- 187 . Mev- çer. Ancak başlangıçtaki bu cismani aşk
lana Celaleddin'de Türk im a jı ile ilgili ka- bir gaye değil geçilmesi gereken bir mer-
y ıtl a r da şu a raşt ı rm a l a rda yer a lm aktad ır : haledir. Esas olan, bu yoldan fakat bu b ı r

Müjgan Cunbur, "Mevlfma ' nın Eserlerin- merhalede kalmadan mecazi güzelliğin ~ a manifd)tn ~idjtfunft
de Türk B oyları ve Türk Kelimesinin De- ötesindeki asıl güzelliğin idrakine var-
fıi~ auf ımfe re Beit.
ğerlendirilmesi", Bildiriler. Mev la na 'nın mak, her şeyde ilahi güzelliğ i n tecellile-
700. Ölüm Yı ldönüm ü Do layısiyle Ulus- r ini görebilecek manevi seviyeye yükse-
lara ras ı
Mev lana Sem ineri, Ankara 11973 1. lerek ilahi güzelliğin aşkına erişebilme k­ 9Jt it r. i u er 5l,U{it tı c u l cft
s. 55-93; a. mlf., Mevlana'ya Göre Türkmen- tir. Her güzel şeyde var olan Allah'ın te- '' n ~
ler, Selçuk Üniversitesi 3. Millf Mevlana cellisi insandaki güzellikle en mükem- ; ıueııtnıı[cııb, ; ıu c ~ııuııbcrt l!lidıtcrıı

Kongres i (Tebliğle r), Konya 1988, s. 47- mel ifadesini bulmaktadır. Güzellik in-
.\j ııtlt1Ue~:~\ Utflfl4 ıl .
53; Aydın Taneri , Mevlana Ailes inde Türk sanın yüzünde Allah ' ın cemalinin bir ak-
Milleti ve Devleti Fikri, Ankara 1987, s. sidir. Aşık maşukun güzelliğinde Allah'ın
52-69). cemalini görebilmelidir. Bir gözüküp
Divan Şiirindeki Sevgilinin Cinsi Hüvi- sonra kendini çeken maşukun hasreti, CE r ft tt O aıt~
yeti ve Bunda Tasawufun Tesiri. Divan şi­ esasında aşık için Allah ' ın cemaline has- t'OII ~tr ffi c 1ıimın (l 12· ıı ft.ın O~ ınan ·~ T. H~ All b~ 1· <2- ıııt.m 0 ııfriıııım ·~

irinde " maşuk " un zaman zaman "mah- ret kalış demektir. Bu noktadan itiba- ı :uıo- w2t.

büb" suretinde görünmesi meselesinin ren de Tanrı ' dan gelen ruhun çıktığı
başlangıcı da bir yönüyle klasik İran şi­ menbaa olan hasreti, her şeyde Allah'ın
irinde bu gulamlar etrafında teşekkül cemalini görüp sevgi yoluyla gittikçe Al-
eden aşk geleneğine çıkmaktadır. Aris- lah· a yaklaşma, kesret hali olan meca- '1,1o f! r,, ıs aG .
tokrasi tabakasının çok büyük paralar zi aşkı aşarak onun ötesindeki vahdete ~ o ıu ntı 1Cb'o l p~ .f> artld'C' n'tı !G n- 1ng.
ka rşılığında edindiği bu gulamlar yalnız yönelme, aşığın bu suretle "mutlak"a,

419
DiVAN EDEBiYATI

rinde geçmekte olan bazı kelimeleri alıp müd-ı Şebüsteri'nin tasawufla ilgili so- olan Südi, Hafız'ın şiirlerinde zannedil-
bunlara tasawufa göre hususi manalar rulara cevap olarak 1318'de yazdığı Gül- diği gibi her zaman tasawufi bir gaye
vermişler. böylece şiirde mecazi kavram- şen-i Rdz mesnevisinin 13- 1S. sorulara olmayıp ekseriya dünyevi aşkı ifade et-
lar taşıyan bir terminoloji meydana ge- ait 285 beyitlik son kısmı, ilahi aşka dair miş olduğunu, hitap ettiği sevgilinin

tirmişlerdir. Bu tasawufi terminolojiye mecazların şerh ve açıklamasını veren mutlak bir varlık olmak yerine doğru­
göre "şarap" ilahi aşkı temsil eder, "pir-i mühim kaynaklardandır. Bu eserin, Şeyh dan doğruya müşahhas insan varlığını
mugan" da (meyhaneci) mürşid dernek- Elvan-ı Sirazi'nin Türkçe'ye manzum ter - temsil ettiğin i söyler.
tir. "Meyhane" aşkın öğrenildiği yer, ya- cümesi yanında Mevlevi şairi İbrahim Şa­ Mutasawıf olmayan divan şairleri de
ni tekke veya dergahın remzidir. "Mah- hidfnin, Gülşen-i Rdz ile Attar'ın Man- tasawuf tabirlerini kullanmaktan geri
büb" veya "maşuk" ise Allah'tır. "Aşık", tıku't-tayr'ını örnek alarak 1536'da yaz- kalmadıkları için bahsettikleri aşkın ta-
kendisini ilahi aşka adamış, bütün var- dığı 448 beyitlik Gülşen-i Vahdet adlı sawufi veya beşeri aşk olup olmadığı
lığı ile Allah sevgisine yönelmiş ve Al - mesnevisi, insan güzelliğine ait remizle- her zaman kesin şekilde ayırt edilemez.
lah'a erişmek isteyen kimse manasını rin tasawufi manalarını Türkçe'de etraf- Divan şiirinin estetiğinde kelimeleri sırf
taşır. "Kabe" vuslat makamı. ulühiyyet lı şekilde açıklayan bir eserdir. Bu mes- kendi mana daireleri içinde kapalı bı ­
alemidir. Bunun gibi "zülüf, gisü, müy, nevide insan yüzünün hakikatte Tanrı'­ rakmayıp diğer kavramları çağrıştıra­
ebrü" Allah'ın birlik sıfatını. esrar-ı ila- nın yüzü demek olduğu düşüncesinden cak surette kullanmak esas olduğun­
hiyi ifade eder. "Ruh (yanak). mahrü, çeh- hareketle insan yüzünün unsurla rınd an dan, şairler tasawufi manadaki söz ve
re -i gülgün" Allah'ın tecelli nurlarının be- zülüf. hat, ebrü, hal, çeşm ve dehenin · remizleri kendileri mutasawıf olmadık­
lirmesi; "hal" (ben) Allah'ın zatının birlik ifade ettikleri manaların, bunlar a rasın­ ları halde rahatlıkla kullanmışlar, böyle-
ve tekli ği; "le b" sı r. yokluk, fena fillah; da münazara suretinde ayrı ayrı açı k­ ce aşk duygularına tasawufi bir görü-
"leb-i la'!, !eb-i şekker" ruhanT lezzet- lanması yapılmaktad ır. nüm vermek istemişlerdir. Gerçek mu-
ler; "tersa- beçe" n ür - ı ilahiye mazhar Tezkire müellifi ve edebiyat tenkitçisi tasawıf sayılmayacak olan şairlerin bu
kamil mürşid: "işve" ilahi cezbe; "şüh" Latifi (ö.l582), şairlerin kullandıkları ma- tarz şiirlerinde daima yor uma açık bir
Allah' a teveccühün lezzetleri içinde be- şuk, şarap, def ve ney, şahid (dilber, mah- taraf vardır. Bu sebeple anlatılanın ila- ·
liren ilahi işve; "naz" kal be kuwet ver- bübe), kad (boy bos) gibi kelimelerin me- hi yahut beşeri aşk olduğu yoruma gö-
mek; "girişme" cemal-i mutlakın iltifatı; cazi olup her birinin zahirdekinden ayrı re değişir. Ayrıca bir şairde hem tasav-
"nale vü zar" mahbubu istemek; "şem"' manaları bulunduğunu ve bunları o şe­ vufi hem dünyevi aşk bir arada buluna-
ilahi nur ; "afitab" ilahi vuslata erişmek; kilde yorumlamak gerektiğini, şairlerin bilir. Nakşibendi şeyhi şair Ahmed Na-
"mehtab" Allah'ın güzellik ve sevgisinin görünen güzelliklerin a rka sındaki ma- mi'nin şiirlerini biri "hüsn -i mecazi", di-
kendisini göstermesi manasma gelmek- nayı keşfeden, o güzellikleri öven kim- ğeri "hüsn-i hakiki" diye iki ayrı divan-
tedir. Öte yandan "harabat" ve "mey" seler olduğunu söylerken (Tezkire, İstan­ da toplamış olması (I 051 1 1642) dikkat
kavramı etrafındaki mecazi manaları ile bul 1314, s. 10-12) divan şiirinin bu re- çekicidir (Dfvan·L Nam~ Süleymaniye Ktp .,
şu remizler aşk şiirlerinde devamlı yer mizler ve mecazlar etrafındaki te'vil ka- Hacı Mahmud Efendi, nr. 3686; İÜ Ktp.,
alır: "Meclis-i işret" ilahi yakınlıktaki !ez- pısına işaret eder. TY, nr. 770). Kadı Burhaneddin, Ahmedi,
zet; "ayş ü tarab" Hak'la ünsiyetin deva- Tasawufi terminolojide bazı remizle- ŞeyhT, Hayali, Hayreti, Fuzüli, Şeyh Ga-
m ı ; "sa ki" mürşid; "hum. humhane, ka- lib gibi şairlerde hem tasawufi hem de
re farklı manalar verildiği de olmuştur.
se, kadeh, cam" aşığın kalbi; "mutrib" Mutasawıf şairlerin eser veya şiirlerine dünyevi aşkın yer aldığı görülür. Öte yan-
ilahi hakikati öğreten, mürşid ; "def" ha- yapılan şerhlerde aynı remzin değişik dan Necati, Baki, Nev'i, Şeyhülislam Yah-
kiki maşuk olan Allah'ı istemek. şekillerde yorumlandığı görülür. Bazan ya, Nef'T, Nedim, Enderunlu Fazı! ve En-
Şairlerin, bu arada şeyhülislam veya bir remizde kullanılış yerine göre iki ay- derunlu Vasıf. Ayni gibi şairlerde beşe ­
onun gibi yüksek dini makamların tem- rı mana bulunabilir. Mesela saç bir ba- ri tarafı çok daha önde olan bir aşk ağır
silcisi durumundaki kalem sahiplerinin kıma kesreti, bir bakıma da vahdeti ifa- basar.
dahi şevkle meyve meyhaneyi terennüm de eder. Çeşitli remizler için Konyalı Meh- Düşüncelerini manzum eserlerle ifa-
edebilmeleri, bunlarla ilgili remizlerin med Vehbi'nin gösterdiğiyle Lamii'nin de eden asıl mutasawıflar başlangıçta
taşıdığı böyle mecazi manalar dolayısıy­ c.livanının mukaddimesinde verdiği ma- kendilerini diğer şairlerden ayrı tutmuş ­
ladır. islami bir edebiyat olan divan şi­ nalar arasında hayli fark vardır. iki ayrı lardır. Sultan Veled belirtir ki onların bir
irinin, İslami akidenin mubah görmeyip müellif bir tarafa, Mehmed Vehbi'nin Hak aşığı sıfatıyla söyledikleri Allah ke~
reddettiği içki ve buna bağlı olarak mey- bizzat kendisi aynı terim için eserinde lamının tefsiri, Hak aşıkları gibi olma-
hane. işret alemi gibi motifleri devam- iki ayrı mana gösterir; "naz"ı bir yerde yan alelade şa irl erin şiirleri ise yalandan
lı söz konusu etmesinde kendini göste- "kalbe kuwet vermek" şeklinde açıkla r­ bir parlaklığı olan, türlü mübalağalarla
ren zahiri çelişki ve tuta rsızlık, içki ve ken az sonra da manasını "izzet bulmak" hayalden uydurulmuş şeylerdir. Bir veli-
pir-i mugan, muğ- beçe vb. bağlantıların diye belirttiği göze çarpar (krş Şerh·i Df· nin şiirde gayesi irşad etmek, Tanrı'yı
gerçek manaları ötesinde birer remiz van·L Ha{LZ, ı. ı 7. ı 8). Aşk şiirlerinde hep övmek iken şairlerinki kendilerini gös-
olarak başka şeyleri ifade etmelerine tasawufi remizler kullandığı kabul edi- termek, üstünlük iddiası gütmektir; var-
dayanır . len Hafız'ın divanı üzerinde yapılmış şern­ lığa bakışları Allah için değildir. Onlarda

Aşk ve sevgiliyle ilgili bu terminoloji- ler, remizlerin farklı yorumlanışı husu- dervişlerin sırlarından bir koku bile yok-
nin delalet ettiği mecazi manalar, Es- sunda en güzel örneği verirler. Birçok- tur. Velinin şiiri ilahi vecdden doğmadır,
seyyid Mehmed Konevi'nin eserinde top- larınca Hafız'ın şiirlerine tasawufi ına­ şairin ilhamı maddi varlığa yöneliktir,
lu bir şekilde gösterilmiştir (Şerh·i Df· nalar verilmesine mukabil onun divanı maddi kaynaktan gelir (Mesnevf-i Veledf
van·L Ha{Lz, İ stanbul 1289, I, 16-20). Mah- için en metotlu şerhi meydana getirmiş [Veledname], haz. CemşTd Kara Beyglu, İs-

420
DiVAN EDEBiYATI

tanbul 1976; s. 82-87, T. tre. ibtida -name, Sünbülzade Vehbi de Romanya'da kadı­ meye, nesilden nesile devralınanı kabul-
Abdülbaki Gölpınarlı , Ankara 1976, s. 65- lık yaparken böyle bir "kafir kızı"nı bir lenmeye mecbur kılmıştır. Bütün bu çağ­
68; ayrıca b k. M. Fuad Köprülü, Türk Ede- şiirinde açıktan açığa konu eder. Mesne- ların anlayış ve itiyatları zemininde ge-
biyatı Tarihi, 2. ki tap, s. 176-177). vilerdeki kadın simaları ile şairin kendi leneğin süregetirdiğinin dışına çıkmak,

Divan şiirinde güzel bir kadınla güzel sevgilisi durumunda olanlar arasındaki sanatın dışına çıkmakla eş değerde bir
bir gencin aynı kelime ve aynı imajlarla farkı gözden kaçırmamalıdır. Bir Ende- mana taşır. Şairin bu edebiyatın bünye-
tavsif edilmeleri sevgilinin cinsiyetini za- runlu Fazırın Zenanname'sindeki ka- sinde yer alabilmesi, bir şair olarak ka-
man zaman belirsiz kılar. Şairin kastet- dınları aynı ele alınışla divanlarda ara- bul görmesi için ilk şart geleneğe mut-
tiği hangi hüviyette olursa olsun, ancak mamak gerekir. İslami edebiyatta aşk lak surette uyması. her şair gibi onun
bir kadın varlığına yakışabilen fizik va- konusunu Ferldüddin Attar' ı ' merkez ya- da kendisinden istenileni eksiksiz ve ku-
sıfları ile güzelliği idealleştirilen bir sev- parak etraflı bir şekilde incelemiş olan sursuz olarak yerine getirmeye çalışma­
gilidir ve erkek tasawurunu uyandırmak Ritter'in, bir Arap halk şairinin bir kız sıdır. Böyle hareket etmediği takdirde

yerine daima bir kadın güzeli akla geti- için söylediği şiirde ona kadın yerine er- acemi ve ehliyetsiz bir şiir heveslisi sa-
rir. Onun bahsettiği güzel. erkek cinsi- keğe ait zamirle hitap etmesinin sebe- yılması veya bir çöğür şairi muamelesi
yetinin belirgin çizgileri öne çıkmaksızın bini sorduğunda onun kız olduğunu be- görmesi kaçınılmazdır. Bu edebiyatın
zihinde hemen kadın hüviyetini alır. He- lirtmesinin "ayıp" olacağını söylemesi, disiplinini kabul ettikten sonra şairden
nüz on beş - on altı yaşına basmış genç İslam cemiyetinde kadın konusunda ale- beklenen, kendisine geleneğin tanıdığı
insanın yüzündeki hat denilen sarımsı niyetten nasıl çekinildiğini gösteren bir imkan ve sınırlar içinde, müesses değer
ayva tüyleri her ne kadar bir motif ola- örnektir (Hellmut Ritter, Das Meer der Se- ölçülerine en uygun ve en üst seviyede
rak geçse de ince güzellikleriyle vasfe- ele, s. 351 ). Divan şiirinde kadın sevgili sanat göstermesidir.
dilen sevgilinin kadın imajına bürünme- meselesi henüz ilmi olarak ele alınma­ Bir şairin ele alabileceği konular, şiiri­
sini engelleyemez. Tabii duygunun ge- mıştır. İslami edebiyatlarda sevgilinin nin dolaşabiieceği ilham sahaları gele-
reği olarak insanda ince ve zarif taraf- özellikle erkek hüviyetinde görülmesi, nek tarafından daha asırlar öncesinden
ları ile tavsif edilen ideal güzelliğin özel- Ritter tarafından ana kaynaklara inile- seçilmiş olduktan başka, bunların hangi
likle kadın varlığında tasawur olunagel- rek yer yer tasawufi görüşlerle birlikte unsurlarla ve nasıl işleneceği de değiş­
mesi, bunun dışında bir duygunun in- tedkik olunmuştur (a.g.e., s. 348, 351 , 364 - mez estetik prensipiere bağlanmıştır.
san tabiatma aykırı düşmesi, aşk şiirle­ 368, 435,443-447, 458-469). Geleneğin sınırlı şekilde sunduğu konu-
rinde muhayyileyi hep kadın güzeli ta- Geleneğin Belirlediği Estetik. Hazır Un- lardan birini şair, o zamana kadar be-
rafına sevkeder. Divan şiirinin güzeli sa- surlar ve Mazmun Estetiği. Divan şiirinin, nimsenmiş unsurları bir tarafa bıraka­
dece kadın olarak hayal edilmiş, bu şiir­ bir teşrifat halini plmış aşk dairesinden rak onlar yokmuşçasına doğrudan doğ­
den mülhem resimlere dahi aşık güzel başka, muhtevaca diğer yönleri de şekil ruya kendi müşahedelerinin, kendi fer-
bir delikanlı. maşuk da oradaki tavsifle- dünyası kadar, başlangıcı İran şiirine çı­ di tesbitlerinin hazırladığı unsurlara da-
re uygun olarak ince ve zarif bir kadın kan geleneğin devamlı tesir ve müda- yanarak işlernek serbestlik ve cesareti-
suretinde geçmiştir (mesela bk. Münif Fe- halesi altında kalmıştır. Bu edebiyatın ni kendinde bulamaz.
him, Eski Şiir Bahçeleri, istanbul 1945) . terbiyesini almış olan şair için gelene- Divan şairi, kendisine geleneğin ge-
Geçmişte cemiyetin, kadına karşı er- ğin dışında bir şey tasawur etmenin, tirdiği hazır unsur ve malzemeden ha-
keğin duygularında aleniyete müsaade onun tanımadığı, getirmediği başka şey­ reket etmek durumundadır. Belirli ko-
etmeyen ahlaki zihniyeti dolayısıyla, ken- leri denemenin yolları kapalıdır. Gelene- nular ve duygular etrafındaki bu hazır
disine olan aşkın terennüm edildiği şiir­ ğin hükmü altındaki bu edebiyatta şair­ unsurlar divan şiirinin değişmez motif-
lerde kadının genç erkek hüviyetinde den şaire değişen ilham konuları, devir- lerini meydana getirir. Bu motifler sis-
kamufle edilmesi yolunun seçilmiş ol- den devire farklılaşan şiir anlayışları ba- teminde şairin ele alacağı her unsur,
ması durumunu da göz ardı etmemek his konusu değildir. Ancak asırlar için- geleneğin önceden belirlemiş olduğu il-
yerinde olur. Aynı zihniyetin tesiriyle aşk de mahallileşmenin ağır bir yürüyüşle giler ve imajlarla kapalı bir daire teşkil
şiirlerinde kadının adı hiçbir şekilde ve- farkına vanlmadan geleneğe ilave etti- eder. Bunlardan her birinin beraberin-
rilmezken sadece erkek isimlerinin anıl­ ği bazı unsurlardan söz edilebilir. Gele- de başka neleri getireceği, nelerle bir-
ması da bu bakımdan dikkate değer. nek dış alemde görülen her şeyi. yaşa­ likte ele alınacağı, çağrıştıracağı unsur-
Şehrengizlerde bu zihniyet yüzünden hep nılan her duygu ve her hayat tecrübesi- lar, hangi imajlarla kullanılacağı önce-
erkek güzellerinden bahsedilmiştir. Ka- ni değil. bunlar arasından yaptığı seçi- den bellidir. "Gül" dendiğinde veya sev-
dının bunlarda zikredilmesi için ayağa min getirdiklerini şiire işlenecek konu gilinin yüzünden bahsedildiğinde ardın­
düşmüş olması gerekir. Azizi'nin istan- olarak verir. Şairin bunları bir tarafa bı­ dan nelerin geleceği, nelerin gelmesi ge-
bul şehrengizinde öbür şehrengizlerden rakıp kendi başına ferdi olarak başka rekeceği başından bilinir. Devamlı okudu-
farklı olarak isimleriyle bahsedilen ka- seçimlerde bulunması düşünülemez . Ona ğu, elinden düşürmediği divanların ter-
dın güzeller ise şehrin aşüfteleridir. düşen, muhteva ve şekilde hazır bulun- biyesini almış olan şairin zihninde bun-
Fuzüll'nin, çok müşahhas bir şekilde mayanı aramaya kalkışma~sızın sadece lar çoktan yerini almış ve hazır vaziyet-
kıyafet ve süslerini tasvir edip açıktan önüne geleneğin getirdiğini, hüner ve tedir. Şair motifler içindeki bu ilgileri
açığa bir kadın güzelden bahsederken sanatını ortaya koyarak arının peteğini parçalayıp unsurları başka şekillerde.
onu "kafir kızı" diye belirtınesi (Divan, doldurduğu gibi işlemektir. Gelenek, di- başka yerlerde kullanarak gelenekteki-
Ankara ı 958, s. 452-454). mevcut zihni- van edebiyatı asırlarında her yeni yeti- ni bozamaz; asırların getirdiği ve öğret­
yet içinde bunun hangi şartlarla müm- şen şairi, kendinden önce ne mevcut ol- tiği ne ise bütün bu hazır unsurları o
kün olabileceği hakkında fikir verebilir. muşsa değiştirmeden onu devam ettir- çerçeveye göre ifade edip işlernek mec-

421
DiVAN EDEBiYATI

buriyetindedir. Divan şiirinde her motif munlarına nazaran 'dehen' yok1uktur. sine "mana, meal, esas fikir" gibi divan
bir bağlı unsurlar grubudur. Bu grubun Öldürmek kelimesi ile bu mazmunun şiirinde ·ifade ettiği hususu karşılama­
içinden herhangi bir unsur zikredildi- hakkı verilmiştir. Ancak öldürmek keli- yan birtakım manalar verilmiştir. Bu-
ğinde öteki unsurlar, biri yahut birkaçı mesinde ölüm ve fena mefhumlarından nunla beraber "bir şeyin diğer bir şeyin
ile onun beraberinde gelir. Bir motif bu maada bir de 'kan' manası vardır. Bunu içinde olması" manasını taşıyan zımn
gibi unsurlarla ne kadar çok yüklü olur- ifade edecek kırmızı renk, ancak bize kelimesinden hareketle bazı lugatlarda
sa ifade o kadar "cemiyetli" olma mezi- -dudağa aidiyeti şartıyla- la'l, şarab, gon- "bir ifadenin içindeki gizli mana" diye
yetini taşır. Burada serbest, herkeste ca mazmunlarını getirir" (a.g.e., s. 29). açıklanmak suretiyle bu kelimenin te-
başka başka olan bir çağrışım yerine, Mazmunun divan şiirinde bir motifte- rim manasma oldukça yaklaşıldığı görül-
hadleri önceden belli ve her şairde be- ki bağlı unsur, yani biri zikredildiğinde mektedir: "Bir ma'na-yı hatiyi mutazam-
raberinde aynı unsurları getiren bir çağ­ diğeri de mutlaka onunla beraber ge- mın olan kelimeye denir" (Hüseyin Rem-
rış ı m mekanizması kendini gösterir. Her len hazır unsurlar ilgisi demek olduğu, zi, Lugat-ı Remzf, istanbul ı305, ll, 572);
bir bağlı motif dairesinde neyin neyle araştırmacıların dikkatinden kaçmış olan "Dikkatle anlaşılan ince ve dakik mana;
beraber olacağı, neyin neyi takip edece- şu metinde de ayrıca görülür: "... Çünki bir söz ve ibareden çıkan gizli mefhum;
ği önceden belirlenmiş bir çağrışımlar erbab-ı suhan, inşad-ı nazm ü nesirde iyi düşünülmüş ince manalı zarif söz,
ağı, hangi şeyin hangi şeye benzetilebi- münasebet ve müşabehet arayıp o yol- mazmun " (Ali Seydf, Resimli KiimQs-ı Os-
leceği başından tesbit edilmiş bir imaj da sarf-ı mezarnin ey1ediler. Yani her man[, istanbul ı 330, s. 948); "Bir şeyden
örgüsü vardır. nerede 'gül' zikrettiler ise akabinde 'bül- zımnen anlaşılan mana, mefhum, meal"

işte motiflerdeki, biri söylenince öte- bül' getirdiler. Hangi mahalde ki nale-i (Hüseyin Kazım Kadri. Türk Lugatı, istan-
kilerin de zihinde ve ifadede onun ardı uşşakı feryad-ı bülbüle nisbette zikret- . bul ı 943, lll, 369) .

sıra hazır bulunduğu bu bağlı unsurlar meyi murad eylediler ise nihai-i karnet-i Tarifinin yapılmasına ihtiyaç görülmek-
"mazmun" denen şeyi meydana getirir. mahbübu güle teşbih ile vird-i mezarni- sizin edebiyatçılar ve edebiyat tarihçile-
Motifterin bünyesinde mevcut bağlı un- ni destelediler" (Ali Cemaleddin, Araz-ı ri tarafından çok defa klişe söz, basma
surlar arasındaki belirli ve değişmez mü- Türk[, istanbul ı29ı, s. 116-117). kalıp hayal veya mecazlı söz yerine kul-
nasebeti ifade için mazmun terimi kul- Bağlı unsurlar arasındaki münasebet lanılagelen mazmun kavramının ne ol-
lanılmıştır. Açık bir tarifi yapılmayan, lu- açık yahut derece derece gizli olabilir. duğu yahut ne olmadığı son zamanlar-
gatlarda gösterilen günümüz için yeter- Mazmun sözünde kök manası itibariyle da münakaşa zeminine getirilmiş, bu
siz manaların ötesinde yeni bir mana bir gizlilik, gizli oluş kavramı vardır. Lu- konuda farklı düşünceler ileri sürülmüş­
almış bulunan bu sözle, bağlı unsurlar gatlarımızın çoğunda mazmun kelime- tür. Bunlardan bazılarında lugatlarda
ve aralarında belirlenmiş münasebetle- gösterilen manaya göre izah şekli geti-
rin kastedilmekte olduğunu, divan şiiri­ rilmeye çalışılmış, bazıları meseleyi edebi
nin büyük bir aliminin ŞU ifadelerinde sanatlar bakımından ele almış, aşağıda­
açıkça görmek mümkündür: "Klasik ede- ki yazılardan sonuncusunda ise mesele-
biyat çok defa muayyen mazmunlar et- nin mahiyetine daha fazla yaklaşılmıştır
Fransız şairi Charles Vernet'nin on altı yaşında iken tertip
rafında dolaştığı için kelimeyi bulmak (Mehmed Çavuşoğlu, "Mazmun", Türk Di-
ettiği divanının kapak sayfası (Paris 1858, taş baskısı ; Ömer
artık kolayiaşmış demektir" (Ali Nihad Faruk Akün özel kütüphanesi) li, nr. 388-389, Nisan-Mayıs ı984, s. ı98-
Tarlan, Metin Tamiri, İstanbul 1937, s. 5). 205; Jamlf.l. "Mazmun", TDEA, 1986, VI,
"Bu beyitte ancak 'hatt'a ait mazmun- ı65- ı66; Mine Mengi, "Divan Şiiri ve
ları düşünebiliriz. Bu mazmunlar için- "bikr-i mana", Dergah, nr. 19, Eylül ı991,
de bahar, bağ ile alakadar olan ancak s. I 0- I I; a.mlf., "Mazmun Üzerine Dü-
'sebz'dir. Beytin manasında ve hududun- şünceler", a.g.e., nr. 34, Aralık ı 992, S. lO-
da başka mazmuna yer yoktur" (a.g.e., ı ı; İskender Pala. «"Mazmun"un Mazmu-
s. 12) "Birinci mısradaki Iate kelimesine nu>>, a.g.e., nr. 35, Ocak ı 993, s. ı. ı 0- ı I).
nazaran ikinci mısrada da bir çiçek bu- Mazmunda. bir ibaredeki kelimelerin
lunması zaruridir. 'Altın piyale' karine- ilk bakışta anlaşılan manasının ardında
siyle bu çiçeğin, sarı kadeh şeklinde ve gizli bir veya birkaç mana vardır. Onun-
şarap mazmununu ihtiva eden bir çiçek la ismi söylenmeden başka bir varlık ve-
olması lazım gelir. Bu vasıfları kendin- ya hale işaret edilir. Esas söylenmek is-
de cemeden ise ancak 'nergis'tir. Çün- tenen şey arka plandadır. Bu gizlenmiş
kü divan edebiyatında çiçekler çok mah- mana, mazmunun bünyesindeki bağlı
duddur. Nergisin bir ismi de zerrin ka- unsurlardan birinin veya birkaçının yar-
dehtir ve nergis daima mest, mahmur dımı ile belli olur. Mazmun esas itiba-
olarak tavsif edilir" (a.g.e., s. 17) "Bula- riyle daha çok, bir objenin veya bir halin
cağımız kelime zülfe ait mazmunlardan kendisini söylemek yerine, bağlı unsur-
olacak ve virane ve hazine ile münase- larda mevcut vasıflarından birini veya
betdar bulunacaktır. Viranede hazineyi daha fazlasını belirtecek ip uçları veril-
bekleyen ejderha tasawuru aynı zaman- mek suretiyle dalaylı bir şekilde ifade
da 'zülf'e ait bir mazmun olup dilrüba l,iı/;'6-iWı:J UI' V.. ı.6'.AI li?'J~L"'J'' olunması demektir. Bir şeyi, adını an-
ile de kafiyedardır. Aranılan kelime de maksızın onu çağrıştıracak yönlerini öne
(-"11 ~~.J('I.;:,.f (ı}i)'/;l>f. ,t,yı1 )/
budur (a.g.e., s. 19). "Divan edebiyatı maz- çıkararak gizli tutma mazmunun meka-

422
DiVAN EDEBiYATI

nizmasını meydana getirir. Mazmunda söz " denmesi bundan dolayıdır. Arap ve kedilebileceği mazmunlar bu gruba gi-
görünüşteki mananın ötesindeki asıl ma- Fars lugatlarında mazmun hakkında yer rer. Bu tip mazmunlarda daha çok mü-
na. ifadeye onu gizleyen bir hünerle yer- almamış bu manalar Türk lugatçıları ta- raat-ı nazir. hüsn-i ta'Jfl ve mecaz-ı mür-
leştirilir. Bu bakımdan mazmun kurma- rafından tesbit edilmiştir. Bu tariflerde sel yapısı vardır. Dış mananın ardında
da edebi sanatların birinci derecede ro- "cinas" sözü ile aniatılmak istenen şey, birden fazla mananın ve birçok bağlı un-
lü vardır. Edebi sanatlar. arka plandaki malum lafız sanatı olmayıp mazmun- surun iç içe bulunduğu mazmunları da
mana münasebetini kurma ve hissettir- da biri dış, öteki iç planda olmak üzere " karmaşık " (mürekkeb, kompli ke) maz-
me yönünden mühim bir fonksiyon gö- çift mana bulunmasıdır. "Na-güfte "nin mun olarak kabul etmelidir. Divan şiiri
rürler. Mazmunlarda en başta teşbih, (söylenmemiş) karşılığı olarak kullanılan estetiğinde asıl makbul olan, takdir uyan-
istiare, müraat-ı nazir ve hüsn-i ta' lfl, "bikr" kelimesi mazmunu alışılmışın , dıran , taşıdığı addaki gizlilik kavramı­
mecaz-ı mürsel ve tevriye yanında tel- söylenilegelenin ötesinde, başkalarında na uygun düşecek yapıdaki bu mazmun-
mih sanatı da başlı başına rol oynamak- görülmedik tarzda kullanmayı belirtir lardır.
tadır. Mazmunda arka planın kurulma- ve buna bağlı olarak aynı zamanda bu- Mazmunlar için, gerçek hayattaki bir
sı, çeşitli çağrışım unsurlarına ve kari- luş inceliği ve zarafet manasını da taşır. müşahedenin gösterdiği gerçek bir mü-
nelere ihtiyaç gösterdiğinden onun rü- Bu söz mazmunda şairin yaratıcı gücü- nasebeti ifade eden ; esası gerçekte ol-
künleri bir mısra , çok defa da bir beyit nü, orijinal olma kabiliyetini ifade eder. mayıp sadece zihinde kurulmuş bir mü-
hacminde yer kaplar. Başka şairlerdekilerin bir tekran ve- nasebeti belirten; cemiyetteki bir inan-
Mazmunlu bir ibarenin kelimelerinin ya taklidi ve benzeri olmaktan çıkmış ca, bir örfe dayanan ; öğrenilmiş bilgile-
sadece lugat manasını bilmek mazmun- mazmunlar böyle bir tavsife layık gö- re. önceden bir bilinene yönelik telmih-
da gizli olan şeyi anlamaya yetmez. Onu rülmüştür . ler ; objeyi başka bir obje ile benzerlik
bulabilmek için başka şeylerin bilinme- Mazmunu tek ve umumi bir çerçeve bakımından münasebetli kılan , bunlar-
sine. her şeyden önce yeterli derecede içinde görmek yerine değişik mazmun dan birini diğerinin yerine geçiren teş­
bir divan şiiri kültürüne ihtiyaç vardır. tiplerinden bahsetmek daha uygun olur. bih, istiare ve müraat-ı nazir sanatı ; me-
Bir ifadenin sadece ön manasına bak- Bunlardan "basit" diye vasıflandırı labi­ caz-ı mürsel sanatı , hüsn-i ta 'lil, tevriye
makla mazmun atlanmış, oradaki este- lecek mazmunlarda, bağlı unsurlar ara- sanatı ve diğer edebi sanatlar üzerine
tik mesaj gözden kaçırı lmış olur. Maz- sındaki sabit ve belirli münasebet kolay- kurulu olmak üzere bir tip tasnif düşü­
munda gizli olarak ifade edilen şey, üze- ca kendini belli eder. "Gül" denince ar- nülebilir. Ancak bir değil birçok sanatın
rinde düşünülerek ve okuyanın divan şi­ dından hemen "bülbül "ün ortaya çıkma­ bir arada yer aldığı mazmunların da
iri kültürünün derecesi nisbetinde çözü- sı gibi aradaki bağlantının kolayca far- bulunduğu ve bunların hiç de az olma-
lebilir. dığı unutulmamalıdır.

Mazmunu sembol ile karıştırmamalı­ Başlangıçta . içindeki gizli mana ve mü-


dır. Sembol, birbirinden çok farklı yo- nasebet kolayca çözülebilen mazmun-
rumlarla manalandırılabilirken mazmun- lar asırdan asıra gittikçe kapalılık ve ke-
da herkesçe aynı şekilde bulunabilecek Frans ı z sa iri Charles Vernet· nin d i vanında Türkçe gazeller siflik kazanmış , hele "sebk-i Hindi" de-
belirli bir mana vardır. Belirli tasawur- kısmının b aş l a n gıc ı (Paris
1858, s. 5; Ömer Faruk Akün özel kü- nilen üsiOp estetiğinin tesiriyle bilhas-
tüphanesi)
ları taşıyan belirli kelimeler arasında ku- sa XVII. asırdan itibaren, anlaşılabilmek
rulan bağlantı ile meydana gelen maz- için okuyucudan ileri bir kültür ve divan
munda şairin ne demek istediği anahtarı şiiri bilgisi isteyen bir giriftliğe bürün-
belli bir şifre gibi çözülebilir. Mazmun- müştür.
lardaki esas manayı bulmak divan şiiri Mazmunlardaki esas maksadı ve ön
kültürünün derecesi nisbetinde müm- mananın ardında asılsöyleornek iste-
kündür. Mazmunları çözecek anahtarı neni hakkıyla kavrayabilmek ve bulabil-
ancak divan şiiri kültürü verir. Divan şi­ mek için ilk şart divan şiirinin imaj sis-
iri motifleri ve bunlardaki bağlı unsu r- temini iyice tanımaktır. Divan şairleri bu-
lar tanındığı nisbette mazmunların dün- nu geçmişin büyük üstatiarını çok oku-
yasına girmek mümkün olmaktadır. mak suretiyle elde edebildikleri gibi oku-
ifadeyi mazmuna dökmek şairde ara- yucunun da aynı yolu takip etmesi ge-
nan baş meziyetlerdendir. "Bikr-i maz- rekir. Bir hocadan edinilen şifahi kültür
mOn" (mazmunda orüinallik) divan şairi yanında Hafız divanı üzerindeki gibi şerh­
için estetik bir ideal olduğu gibi onun ler. birtakım mazmun cedvelleri bu hu-
sanat kabiliyeti için de bir değer ölçüsü susta ayrıca kılavuzluk etmekteydi. XX.
sayılmıştır. Taşıdığı bağlı unsurları . ben- asırda ülkemizde metin şerhinin mOs-
zeyen ile benzetileni, hatta kelimeleri bi- takil bir üniversite disiplini haline gel-
le aşağı yukarı olduğu gibi muhafaza et- mesiyle başlamış olan çalışmalar, Ferit
mek şartıyla bir mazmunu başkaların­ Kam, Ali Nihad Tarlan gibi otoritelerin
dan farklı şekilde ifade edebilmek, ona eser ve katkıları , yeni nesillerden araş­
yeni bir söyleyiş bulmak "nükte" sözü tırmacıların incelemeleri, mazmunların
ile belirtilen bir meziyettir. Bazı lugatlar- günümüz için kapalı kalmış dünyasının
da mazmun için "nükteli, cinaslı, sanatlı kapılarını aralamaktadır.

423
DiVAN EDEBiYATI

Divan şiiri. mazmunların içindeki gizli lurken öte yandan yine bunlar vasıta , muşlardır. Bu mazmun dışı ifadeler çok
alemle temas kurabildiği ölçüde okuyu- sıyla en ince, en zarif buluş ve deyişleri­ defa şairin en samimi ve tabii ifadeleri-
cuya f ikri planda estetik bir zevk verir. ni kazanır. ni meydana getirir . Divan şii ri bunlarda
Çeşitli, iç içe imajlar, üsiOp kıvrılışları, Divan şiirinde mazmunlar, imajlar ne çok defa en seçkin, en unutulmaz mıs­
birbirini kavalayan çağrışımlar içinden kadar hazır ve orta klaşa unsurlar olur- ralarına yükselir. Namık Kemal'in birçok
tattırdığ ı keşif zevki divan şii ri estetiği­ sa olsun divan şai rlerini aralarında fark yönlerinden cephe aldığı divan şiirinde,
nin özellikleri başında gelir. Bu, divan ş i ­ bulunmayan, belirli ve değişmez bir şe­ "sade fikir" diye bir ölçü ile adlandırıp o
irinin zihni ve zevkte kültüre hitap eden matizmin uygulayıcıları durumuna ge- kadar beğendiği ifadeler ekseriya bun-
yönünü meydana getirir. tirmemiştir. Malzemenin müşterek ol- la rdır.
Divan şiirinin imaj sistemi yanında masına mukabil sanatta seviyesini bul- BİBLİYO GRAFYA :
Kur'an-ı Kerim, hadis, kelam, İslam ta- muş her divan şairi bunları işleyişte fark- Eski Kaynaklar. İbn Kuteybe. Introduction
rihi, İran mitolojisi ve astronomi de da- lılık ve ayrı birer şahsiyet göstermiştir. au Livre de la Poesie et des Poetes (Muqaddi-
hil olmak üzere Ortaçağ ilimlerine ait Kullandıkları malzeme birbirinin aynı ol- matu ](jtabi's -si 'ri wa's -su 'ara', tre. Gaude-
lroy-Demombynes l. Paris 1947; Emlr Keyka-
bilgilerle donanmış bir kültür, berabe- duğu halde ne Baki ne FuzOli ne Nef'i
vus, QabU.s·Nama ( nşr. R. Levy), London 1951,
rinde mazmunlarda bunlara dair telmih- ne Nedim ne Şeyh Galib birbirlerinin ay- diğer bir neşir: Kabusname (nşr. Safd -i Neflsf),
lerin anahtarlarını da getirir. Ayrıca es-. nıdır. Nasıl ki beden ve iskelet yapısı ile Tahran 1342 hş.; Muhammed b. Ömer er-Ra-
ki Osmanlı cemiyetini günlük hayatı ile, aynı vücut teşekkülatına sahip oldukla- duyan!, Tercümanü 'l·belaga ( nşr. Ahmed Ateş ),
bunun içinde kıyafetten kullanılan eşya­ rı halde insanlar birbirlerinden ayrı bir İstanbul 1949; Nizaml- i Arüzl, Çe har Makale
(nş r. M . Abdü lveh hab Kazvfnf), Leiden 1909;
ya, çeşitli sosyal görüntü, adet ve inanç- görünüş ve çehrede iseler. divan şiirinin
Reşldüddin Muhammed Vatvat, f:!adayik:u'ş·
larına kadar tanımış olmak, geçmiş ya- malzemece iskeleti hükmünde olan maz- ş i'r tr dekayiki'ş-şi'r (n şr. Ab bas İkbal), Tah·
şayıştan birçok akisler getiren bu maz- mun ve sabit imajların müşterek ve ay- ran 1362; Şemseddin Muhammed b. Kays. el·
munlarda çok şeyi sezmekte yardımcı nı o l masına rağmen şahsiyet sahibi ol- Mu'cem {f me'ayiri eş'ari'l·'Acem (n ş r. Mü-
olacaktır. Hayattan uzak bulunduğu. muş her şair de bunları işleyi ş ve ifade- derris Rezavf), Tahran 1338 hş. ; Avfi, Lübabü'l·
e/bab (nşr. Safd -i Neflsf), Tahran 1334-35 hş . ;
kapılarını gerçek hayata kapamış oldu- lendirişte birbirlerinden farklıd ırla r. Kul-
Ali b. Muhammed ei-Müştehir bi-Tae ei-Hala-
ğu sanılan. yahut böyle bir iddia ile ta- landıkları mazmunların malzemesinin vl, Def<:ayiku 'ş-şi' r (nşr. M . Kazım imam), Tah-
nıtılmaya çalışılan divan şiirinin tabanın­ müşterek ve aynı oluşuna bakarak bü- ran 1962 ; Kemaleddin Hüseyin Vaiz-i Kaşifi,
da nasıl bir sosyal hayatın bulunduğu , tün divan şairleri nin birbirinin tıpatıp Bedayi'u'l·efk.ar Ir şanayi'i'l·eş'ar (n ş r. R.
özellikle mazmu n ların ondan nasıl akis- aynı şeyle r söylediklerini sanmakla, rönt- Musulmankulova), Moskva 1977; Şerefeddin
Ramı. Enfsü 'l-uşşak: (nşr. Abbas ikbal ), Tah·
ler taşıdığı ancak böyle bir hazırlıkla an- . gende beden hususiyetlerinin, dış görü-
ran 1325 hş . ; [Kutbüddin Ahmed]. Hevesname,
laşılabilir. Mazmunlar etrafında yapılan nüşe ait farkların silinip ortadan kalk- Ankara Genel Kütüphane, nr. 439; Mu'idl, M if
ciddi her yeni araştırma ile divan şiiri­ ması ile herkesin sadece aynı iskelet te- tahu't·teşbfh ( nşr. İ s mail E. Erünsal, "Mu'idi'-
nin farkedilmemiş yahut hiÇ görülmek şekkülatında görünmesinden dolayı bü- nin Mift&hu't - teşbih ' i", Osm.Ar. , VII-VIII 119881,
istenınemiş bu cephesi artık kendini gös- tün insanların tamamen birbirlerinin ben- içinde), s. 215·272 ; Surürl, Bahrü' l·maari{, iü
Ktp., TV, nr. 1857 ; Mahmud Şebüsterl. Gülşen-i
termeye başlamıştır. zeri olduğunu söylemek a rasında fa rk
Ri'lz (nş r. Sam ed Muvahhid), Tahran 1364 hş.;
Divan şiirinin mazmun estetiğ i, ken- yoktur. a.mlf., a.e. (tre. Abdülbaki Gölpınarlı), İstanbul
di içinde olumlu yönleri yanında tenkidi Sözü en çok edilen tarafl arından biri 1944; Muhammed Lah i cl, Me{iıtffıü '1· i' caz fl
şerhi Gülşen-i Ri'lz, Tahran 1337 h ş.; İbrahim
davet etmiş aşırılıklara da zemin hazı r­ olmakla beraber divan şiirinin mazmun-
Şahidl, Gülşen-i Vahdet (Ömer Faruk Akün'ün
lamıştı r. Her şeyi mazmuna dökmekte Iarı henüz etraflı ve derin incelemeler-
özel kütüphanesindeki yazma nüsha) ; Südl,
ifrat ve mazmunu giriftleşti rme arzusu den mahrum bulunmaktadır. Farklı tip Şerh·i Dfvan·ı f:li'l{ız, l ·lll, Bulak 1250; Meh-
bu estetik ameliyeyi bir noktada bulma- ve yapıda oldukları hissedilen bu maz- med Konevl. Şerh-i Dfvan·ı Ha{ız, I·II, İstanbul
caya döndü rmüş, onu bir bilmece sevi- munların ciddi bir şekilde incelenmesin- 1289.
yesine indirmiştir. Divan şairlerinin maz- den sonra onlar hakkında isabetli hü- Edebiyat Tarihleri. G. E. von Grunebaum,
Kritik und Dichtkunst Studien zur arabischen
muna verdikleri değer ve mazmun düş­ küm ve değerlendirmelere varmak müm-
Literaturgeschichte, Wiesbaden 1955 ; Ni had
künlüğü dolayısıyla divan şiiri bir maz- kün olacaktır. M. ·Çetin, Eski Arap Şiiri, İstanbul 1973; Browne,
mun edebiyatı sayılmış, onla rın yaptık­ Yalnız şu nokta da hemen belirtilme- A Literary History of Persia, ll·lll, repr., London
ları iş "mazmun avcılığı"ndan, diğer bir lidir ki bütün divan şiiri mazmunlardan 1969; Şi bil Nu'manl. Edebiyyi'lt·ı Manzam-i
tabiri e "mazmun- perdazlık"tan ibaret lran (tre. M. Taki Fahr- i Dal Gflanf), Tahran 1316
ibaret. içinde mazmundan başka bir şey hş . ; Celaleddln-i Humal, Tarfl]·i Edebiyyat·ı lrarı,
görülmüştür. bulunmayan bir edebiyat sarıatı değil­ 2. bs., Tahran 1340 hş . ; Safa, Edebiyyat, 3. bs.,
Mazmunu meydana getiren bağlı un- dir. Çoğunluğu kuran bir unsur olmakla ll, Tahran 1339 hş . ; Neflsl, Tarfl]-i Nazm u Neşr,
su rların belli ve bir noktada sınırlı olu- beraber onun yanında mazmun kadrosu I·U, Tahran 1344 hş.; Zeynelabidln-i Mu'temen .
Tafıavvül·i Şi' r-i Farisf, Tahran 1339 hş . ; a.mlf.,
şu divan şiirinin lugatına da tesir etmiş, içine sakulamayacak söyleyişler de yer
Şi'r u Edeb-i Farisf, Tahran 1342 hş . ; Rypka,
dilin mazmunlar etrafında belirli bir kad- almaktadır. Bunlara umumiyetle ya di-
HIL, Dordrecht 1968; Gibb, HOP, 1, London 1900
ro içinde kalmasına yol açmıştır. Buna van şiirinin icaplarına Iayıkıyla ayak uy- . (tre. Osmanlı Şiiri Tarihi, ı . istanbul ı 943 , Hali-
mukabil mazmunu en ustalıklı bir şekil­ duramamış şairlerde, yahut yüksek se- de Edib 'in IAd ı var] önsözü ile); Fuad Köprülü,
de kurabilmek endişesiyle her kelime ti- viyeli şiirl eri . kulla n dıkları kuwetli maz- Türk Edebiyatı Tarihi, 2. Kitap, İstanbul 1921;
a.mlf., Türk Edebiyat Tarihi, İstanbul 1926;
tizlikle seçilmiş, her birinin çağrışım ka- munları ile kendilerini ispatlamış üstat-
a.mlf.. "Litterature Turque Ofumanli", El ( 1932),
biliyeti dikkatle göz önünde tutulmuştur. larda rastlanır. Sanatia rına her bakım­ IV, 988·1010 ; a.mlf., "Anadoluda Türk Dil ve
Divan şiiri, mazmunlardaki belirli mü- dan hakim olan bu şai rler kendilerinde Edebiyatının Tekfuııülüne Bir Bakış", YT, nr.
nasebetlerin çizdiği daire içinde hapso- mazmun dışına çıkmak cesaretini bul- 4 (İkinci kanun 1932). s. 277-292; nr. 5 (Şubat

424
DiVAN EDEBiYATI

1933), s. 375-394; nr. 7 (Nisan 1933), s. 535· Divan Edebiyatını Umumi Planda Ele Alan bir yaz ısının daktil o müsveddesinden Farsça'-
553 ; A. Bombaci, "The Turkic Literatures. In- Eserler. Ferid [Kam], Asar·ı Edebiyye Tedkika- ya tercümes i verilmişt ir) : a.mlf., "Divan Ede-
troductory No tes on the I-İi.story and Stil e", tı Dersleri, istanbul 133ı · 32; Ali Ekrem [Bola- biyatı", MK, nr. 1, 3 -5, 7·10, Ocak-Ekim 1977
Ph. TF, 1 ( 1965). s. XI-LXXI; a.mlf., Histoire de yır]. Nazariyyat-ıEdebiyye Ders/erinden: Me· (ayrıca Ali Nihad Tarlan, Edebiyat Meselele-
la litterature turque (Fr. tre. I. Melikoff). Paris salik·i Edebiyye, istanbul 1333·34; Agah Sırrı ri, istanbul 1981. s. 82-117; Müjgan Cunbur,
1968; Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara Levend, "Divan Edebiyatı: Kelimeler ve Re- Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan 'm Makalelerinden
1970; Banarlı. RTET, 1·11 (1971-79). nıizler", Felsefe ue İctimaiyat, istanbul, nr. 1· Seçme/er, Ankara 1990, s. 90-125 ; Am il Çele-
Aruz Vezni. Fuad Köprülü, "Arılz", İA, 1 (1942), 4, 6·7, Mayıs 1927- Kanunisiini 1928 ; a.mlf., bioğlu , Ali Nihad Tar/an , Ankara 1989, s. 112-

625-653; a.mlf., "La metrique 'aruz dans la Di uan Edeb iyatı - Kelimeler ue Remizler, M az- 146) ; Ali Nihad Tarla n. Fuzüli Di uan ı Şerh i, 1·111,
poesie turque", Ph. TF, ll (1965), s. 252-266; m unlar ue Me{humlar, istanbul ı943 (divan Ankara ı985 ; Tahir Olgun (Tahirülmevlevl), Şair

Nihad M. Çetin. "Arılz", DİA, lll (1991), s. 424- edebiyatın ı malzeme yönünden en etra flı şe­ Neu 'i ue Sariye Kasidesi, ista nbul ı937; a.mlf..
437; Ekrem Cefer, Eruzun Nezeri Esaslan ue kilde alan, fakat sanat yönünü değerlendirerne­ Bakiye Dair, istanbu l 1938; a.mlf.. Divan Ede-
Azerbaycan Eruzu, Bakı 1977 ; L. P. Elweli-Sut- yen ön ya rgılı bir eserd ir); a.mlf., Ümmet Çağı biyatından Bir Kaç Parça ue izahı, Süleymani-
ton, The Persian Metres, Cambridge 1976; Finn Tür/c Edeb iyatı, Ankara 1962; [a.mlf.], "Divan ye Ktp., Fethi Sezai Türkmen Kitapları, nr. 92
Thiesen, A Manual of Classical Persian Pro- Ed ebiyatı", TA, XIII ( 1966). s. 355·360 (müelli- (yazma içindeki şerh ler : "Baki' nin « Sünbübı
sody, Wiesbaden ı982 ; i. V. Stebleva, Razvitie fin divan edebiyatma karşı ö n yargıları burada Kasidesi ve Şerhi" ls. 1-301; "Bili'nin Kanıl­
Tyurkski!;ı Poetiçeski!;ı Form u Xl Veke, Moskva çok daha ö n plana çıkar) ; Fahir iz. "Divan Şi­ ni Sultan Süleyman Hakkındaki Mersiyesi"
1971 ; Gerhard Dörfer, "Zur Karachanidischen iri", Eski Tür/c Edebiyatında Nazım, 1/ 2, İs· ıs . 35-751 ; "Taşlıcalı Yahya'nın Şehzade Mus-

Metrik", Isi., 69/2 (1992). s. 313-324; ayrıca tanbu l ı967 , XXI·LXXVlll (Giriş); a.mlf.- Günay tafa Mersiyesi" ls. 76-11 21 ! ayrıca Bilgi Yurdu,
bk. Ahmed Hamdi, Teshilü 'l-arüz ue'l·kava{i Kut, "Divan Edebiyatma Giriş", Büyük Türk nr. 25, 30 Ağustos 1939'dan itibaren yedi tefri-
ve 'l·bedayi', istanbul ı288·89 ; Ali Cema led- Klasikleri, istanbul 1985, I, 219·252; Mustafa ka halinde yay ımlanmı ştır!; "Nef'l' nin Hotin
din, Arüz·ı Türk~ istanbul 1291. Uzun. "Divan Edebiyatı", TDEA, ll ( 1977). s. Kasidesi Şerhi" ls 114-161llayrıca islam Yolu,
329·339; Harun Tolasa, "Divan Nesri", a.y., s. nr. 21, 24 Şuba t 1949 itibaren tefrika olarak ya-
Nazım Şekilleri ve Bazı Nazım Nevileri. Ali
340·344; a.mlf.. "Divan Şiiri", a.y ., s. 344·350 ; y ıml a nmıştır! ; "Sabrl'nin Ebılsald Efendi Hak-
Şfr Nevaf. Mfzanü 'l·euzan (nşr. Kemal Eras-
İ smail Erünsal, "Divan Edebiyatı", Meydan La· kındaki Kasidesi" ls. 199-23 11 ; "Fuzılll ' nin
lan ), Ankara 1993 ; Zahfrüddin Muhammed Ba-
Bağdad Kasidesi", "Fuzılll'nin Şikayetnfune­
bur. Arüz Risalesi (nşr. J. V. Ste bleva). Moskva rousse, lll ( 1970), s. 755-756; Mehmed Çavuşoğ­
lu, "Divan Şiiri", TDI., nr. 415-417 (1986). s. 1- si") ; a.mlf., İb ni Kemal'in Yavuz Hakkındaki
1972 ; Tahirülmevlevf, Tedrfsat·ı Edebiyyeden
16; İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Mersiyesi, Sü leymaniye Ktp. , F. S. Türkmen Ki·
Nazım ve Eşkal·i Nazım, istanbul 1329; Hik-
tapları , nr. 88; a.mlf.. Nedim 'in Köşk Kasidesi
met iıaydın, Tür/c Edebiyatında Nazım, 3. bs., Sözlüğü, 1-11, istanbul 1989, 2. bs. 1990 ; a.mlf.,
Di uan Edebiyatı, istanbul 1992; Ahmed Talat ue Namık Kemal ile Ziya Paşa'nın Naziresi, Sü-
istanbul ı959; W. G. Andrews, An Introduction
Onay, Eski Tür/c Edebiyatında Mazmunlar, leymaniye Ktp., F. S. Türkmen Kitapları, nr. 91 ;
to Ottoman Poetry, Chicago ı976 ; Ha lük ipek-
Ankara 1992; "Divan Edebiyatı " , Yeni Tür/c a.mlf.. Sabrinin Ebusaid Efendi Hakkındaki
ten, Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri, An·
Kasidesi, Süleymaniye Ktp. , F. S. Türkmen Ki·
kara ı985 ; Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Ansiklopedisi, istanbul 1985, ll , 681·684; Ha-
tapları , nr. 87; a.mlf.. Vehbinin Tannane Kasi·
Bilgis~ 2. bs., Ankara ı992; Ahmed Ateş, "Ga- luk ipekten - Mustafa isen v.dğr. , Tezkire/ere
desi ue Şerhi, Süleymaniye Ktp., F. S. Türkmen
zel", İA, IV (194 7). s. 730· 733; A. Kh. Kinany, Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ankara
Kitapları, nr. 93; a.mlf., Vehbinin Tayyare Ka·
The Development o{ Gazal in Arabic Uteratur, 1988.
sidesi ue Şerhi, Süleymaniye Ktp ., F. S. Türk·
Damascus ı95ı ; Cem Dilçin, "Divan Şiirinde Divan Tahlilleri ve Metin Şerhleri. Bergamalı men Kitap l arı, nr. 94 (hepsi yazma halinde bu-
Gazel", TDI., nr. 4ı5-417 (1986), s. 78·247 ; F. Kadri, Müyessiretü 'l·ulüm (nşr. Sesi m Atalay), lunan bu şerhle r hakkında bilgi için bk. Atilla
Krenkow, "Kaslde", İA, VI (1953). s. 388·389; İstanbul 1946, s. 94-lı4 (vr. 150- 182) IHaya-
Şentü r k, Tahir'ül-MevlevT. Hayati ve Eserleri,
Mehmed Çavuşoğlu, "Kaside", TDL., nr. 415· 417 li'nin bir gazelinin şe rhil : Veled Çelebi, "Müs- istanbul 1991, s. 68-69, 84 -85, 99- 100, 102,
(1986). s. ı7-77; Halil Erdoğan Cengiz. "Divan tesna Güzeller", TY, ll j ıo (Temmuz 1341), s. 112- 114) ; Mehmed Çavuşoğlu, Necati Bey Di-
Şiirinde Musammatlar", a.y., s. 291· 429; is- 288 ·296; 11I j ı3 (Teşriniewel 134 1), s . 27 -37; uanı 'nın Tahlili, istanbul ı971; a.mlf.. "Bir Bey-
mail Ünver. "Mesnevi", a.y. , s. 430·563 ; Meh- 111 / 15 (Kanunusani 1926). s. 325·336; Jan lin Çevresinde", Divanlar Arasında, Ankara
met Deligönül, "Müstezat", TDA Y ( 1972), s. 93- Rypka, Beitrage zur Biog raphie, Chara/cteris- ı981 , s. 20-29; Harun Tolasa, Ahmet Paşa 'nın
ı 02; Ömer Faruk Akün, "Nesib", İA, IX ( 1962), tik und lnterpretation des türkisehen Dichters Şiir Dünyası, Ankara 1973; a.mlf., "Ahmed Pa-
s. 204-206; Yı lmaz Öztuna, "Şarkı", BTMA, An· Sabi~ Prag 1924; a.mlf., Baqi als Ghaseldichter, şa Divanı Üzerine Düşünceler", Atatür/c Üni·
kara 1990, ll, 33;2·336; Nihad M. Çetin, "Ter- Prag 1926; a.mlf., "Sieben Ghazele aus Ba- versitesi Fen -Edebiyat Fakültesi Araştırmalar
cl"', İA, Xlljı (1971). s. 169-ı73 ; Fuad Köprü- qis Dlwan, Übersetzt und ErkUirt", Annali Dergisi, 1/ 1, Erzurum 1970, s. 33 ·53; Haluk
lü, "Türk Klasik Edebiyatındaki Hususl Na- dell' lstituto Uniuersitario Orientali di Napoli, ipekten, Baki. Hayatı. Edebi Kişiliği ue Bazı
zım Şekilleri: Tuyug", Türk Dili ue Edebiyatı s. I (1940). s. 137·143; a.mlf.. "Ein Ghasel
N. Şiirlerinin Açıklamaları, Erzurum 1963, 2. bs.,
Halekında Araştırma lar, istanbul ı934, s. 204· Biikis, Übersetzt und Erkliirt", AOH, Xll / 1·3 Ankara 1991 ; a.mlf., Naili·i Kadim, Hayatı ue
256; Ali Ca ni b Yöntem. "Seyyid Nesiml ve ( 1960), s. 103·105; Ali Nihad Tarla n, Şeyh i Di- Edebi Kişiliği, Erzuru m 1973, 2. bs., Ankara
Tuyugları", Güneş, nr. 6, istanbul ı Nisan 1927, uanını Tedkik, 1·11, istanbul 1934·36, 2. bs., İs· 1991 ; a.mlf.. Şeyh Galib. Hayatı Eserleri Sa-
s. ı2-ı3; a.mlf., "Divan Edebiyatında Oriji- tanbul 1964; a.mlf., Metinler Şerhine Dair, İs­ natı ue Bazı Ş iirlerinin Açık lamaları, Erzurum
nal Bir Nazım Şekli : Tuyug", İstan bul, nr. 25, tanbul 1937 (ayrıca a. ml f., Edebiyat Meselele- 198ı ; a.mlf.. "Gazel Şerhi Örnekleri", TDI.,
ı Birincikanun 1944, s. 4-5. ri, istanbul 1981, s. 189-202) ; a.mlf .. Divan Ede- nr. 4ı5-4ı7 (1986), s. 260·290 ; Ali Alparslan.
Umumi Yönlü Eserler. Muallim Naci, lstıla· biyatında Teuhidler, 1-N, istanbul 1938 ; a.mlf., "Gazel Şerhi Örnekleri", a.y., s. 243-259; Ce-
hat·ı Edebiyye, istanbul ı307; Ali Ekrem [Bo- Metin Tamiri, istanbul 1937 (ayrı ca a.mlf ., Ede- mal Kurnaz. Hayali Bey Diuanı Tahlili, Ankara
layı rJ, Naza riyyat·ı Edebiyye Dersleri, istanbul biyat Meseleleri, s. 205-226); a.mlf., "Şehri", 1987 ; a.mlf .. "Necatl Beğ, Ahmed Paşa, Ha-
133ı·32; a.mlf., Nazariyyat-ı Edebiyye Ders- TDED, 11 /3 ·4 (1943), s. 223-229; a.mlf.. "Kadı yili! Beğ ve Nev'i Divanlarındaki Teşbih ve
leri, İstanbul ı332 ·33; Ali Canib [Yöntem], Ede- Burhaneddin'de Tasavvuf", TDED, Vlll ( 1958), Mecaz Unsurları", TKA, XXV / 1 (1987). s. 127-
biyat, istanbul 1340, 2. bs., istanbul 1926 ; is- s. 8-15 ; IX (1959), s. 27·32 ; X (1960), s. 1·4 ; 164 ; Amil Çelebioğlu , Fuzılli' nin Bir Beyti Üze-
mail Habib [Sevük], Edebiyat Bilgileri, istanbu l a.mlf .. "Na'tlar Arasında", Hilal, 111 / 26, Anka· rinde Bazı Düşünceler ", Osm.Ar., VII·Vlll ( 1988).
ı942 ; Tahir-ül Mevlevf. Edebiyat Lügati, istan- ra 1962, s. 4; 111 / 28 (1962). s. 2·3 ; N / 43 (1963), s. 199 · 2ıO ; Nahid Aybet, Fuzüli Oluanı'nda
bul 1973; Celaleddin-i Hümaf, Fünün · ı Beta- s. 3, 25; N 1 45 (1963), s. ı ; a.mlf .. Edebiyyat·ı Maddi Kültü r, Ankara ı989; M. Nejat Seferci-
gat u Sına 'at·ı Edeb~ 8. bs., Tahran ı370 hş . ; Diuani· i Türk ue Naili(trc. Hamid-i NutkT), Tah· oğlu , Neu'i Diuanı 'nın Tahlili, Ankara 1990;
Ca'fer-i Seccadi, Ferheng·i Lugat u lstıla~at u ran ı349 h ş. ("Edebiyyat-ı Divam-i Türk" ad ı­ Tunca Kortantamer. "Gül Kasidesi", Dergah,
Ta'birat-ı 'ir{an~ Tahran 1370 hş.; Dihhuda, nı taş ıyan gi ri ş k ısm ı Hamid-i Nutki tarafından nr. 2·4, istanbul 1990, s. 16, 14 (ayrıca a.m lf.,
Lugatname, IX, 596·599; XN, 593-598 ; XXV, yazı l an ls. 1-91 ese rde Ali Nihad Ta rlan ' ın , Na- Eski Türk Edebiyati -Maka/eler, Anka ra 1993,
603·610. ilf'nin yedi gazelin i şe r hettiği yayımlanmam ı ş s. 4 13-435); Atilla Şentürk, "Zati'nin Bir Ga-

425
DiVAN EDEBiYATI

zeli ve Düşündükleri", TDI., nr. 464 (1990). s. ırıne Getirdiği Yenilik, Ankara 1957; a.mlf., · Kortantamer, "Die rhetorischen Elemente in
78-82; Cem Dilçin, "Fuzüli'nin Bir Gazeli- "Selçuklular Devrinde Anadolu'da Türk Ede- der türkisehen Literatur", Die /slamische Welt
nin Şerhi ve Yapısal Yönden incelenmesi", biyatı'nın Başlaması ve Türkçe Yazan Şair­ zwischen Mittelalter und f'/euzeit· Festschri{t
DTCF Türkoloji Dergisi, IX/1, Ankara 1991, s. ler", TTK Malazgirt Armağanı, Ankara 1972, {ür Hans Robert Roemer; Beyrut 1979, s. 365-
43-98 ; İskender Pala, "Hayali'nin Gam Ate- s. 297 -316; a.mlf., "Eski Türk Edebiyatı", TA, 386; a.mlf., "17. Yüzyıl Şiiiri Atayi'nin Ham-
şi", KAM, XXII/I (Ocak 1993), s . 69-77. XXXIl (1982). s. 80-134 ; Mehmet Kaplan, "Ne- se 'sinde Osmarılı İmparatorluğu 'nun Görü-
dim'in Şiirlerinde Mimari, Eşya ve Kıyafet", nüşü", TiD, ll (!983), s . 61·105 (ayrıca a.mlf.,
Çeşitli Tetkikler. L. Massignon, "Les metho-
des de realisation artistiques des peuples istanbul Enstitüsü Dergisi, lll (1957), s. 43-55; Eski Türk Edebiyatı-Makaleler, Ankara ı 993,
de l'Islam", Syria, nr. 2 (192ı) , s . 47-53, 149· Süheyl Ünver - Nezihe Tuna, "XVJII. Asırda s . 89- ı 50); a.mlf., "Nabi'nin Osmanlı impara-
Sırf Türkçe Manzumelere Üç Yeni Örnek", torluğunu Eleştirisi", TiD, lll (ı 984), s. 83 · 116
160; tercümesi : "İslam Sanatlarının Felsefe-
si" (tre. Burhan Toprak), Din ue Sanat İstanbul VIII. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel (ayrıca a.y. , s. !5 ı- ı 92) ; a.mlf.. "Türk Şiirin­
Bildiriler; Ankara 1960, s. 165-168; Agah Sırrı de Ses Konusunda ve Ses Gelişmesinin De-
1937, s . 13-41; G. E. von Grunebaum, "ldeolo-
Levend , Türk Edebiyatında Şehr · engizler ue vamlılığı Üzerine Genel Bazı Düşünceler I",
gie musulmane et esthetique arabe", St./, lll
Şehr· engizlerde istanbul, İstanbul 1958; a.mlf., EÜSBFD Türk Dili ue Edebiyatı Araştırmaları
(ı955), s. 5-23; Hellmut Ritter, Über die Bil·
"İslami Edebiyatın Esasları ve Başlıca Kay- Dergisi, ı (1982), s. 61 -106 (ayrıca a.y , s . 273 -
dersprache NL?amfs, Berlin· Leipzig 1927; a.mlf.,
nakları", TDAY(I971), s. 159-194; a.mlf., "Di- 336); a.mlf.. "Nedim' in Şiirlerinde İstanbul
Das Meer der See/e. Mensch, We lt und Gott in
ni Edebiyatırnızın Başlıca Ürünleri", TDAY Hayatından Sahneler", EÜSBF Türk Dili ue
den Geschichten des Farfduddin 'Attar; Lei·
(1972), s. 35-80; Günay Kut, "Veysi'nin Di- Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, lV (1985), s.
den 1955; Necib Asım, "Mesihi Divanı (Di-
vanında Bulunmayan Bir Kasidesi Üzerine", 20 -59 (ayrıca a.y., s. 337-390) ; Rüştü Şar­
van l arımızdan Tarihce Nas ıl istifade Edilir?)",
TDAY (ı970). s. 169-176; a.mlf., "Fürkat-Na- dağ, Şair Sultan/ar, Ankara 1982; Mehmed Ça-
TOEM, 1/5 (1 Kanunuewel ı326). s. 300-308;
me", TDAY(I977), s. 333-339; Fehim Bayrak- vuşoğlu , "XVl. Yüzyılda Divan Edebiyatı. Di-
Sadeddin Nüzhet [Ergun], "Divan Edebiyatı
tereviç, "Mesihi'nin Dünya Edebiyatında Yer van Edebiyatında Şiir Kavramı", Çeuren, Piriş ·
ve Mazmunları", Gençlik, İstanbul, nr. 1, Ni-
Alan Bahariyesi" (tre. İsmail Eren). TDED, XXIl line, IX / 35, Eylül 1982, s. 47-64; a.mlf., "Maz-
san 1928, s. 6-9; a.mlf., "Divan Edebiyatı ve
(ı 977), s. 213-219; İsmail Eren, "'Bahariye'nin mün", TDl., nr. 388-389 (1984), s. -198-205; Ay-
Hece Vezni", Çınaraltı, İstanbul, nr. 5, 6 Ağus·
Fransızca, Rusça ve Sırpça Çevirileri", a.y., han Gültaş, "Divan Şairlerinde Kendine Gü-
tos 1941, s. ll ; Ali Nihad Tarlan, "Divan Ede-
s. 221 -227; Hikmet İlaydın, "Anadolu'da Kla- ven Duygusu", MK, nr. 37 (Aralık ı 982), s. 16·
biyatında San'at Telakkisi", Üniversite Kon-
sik Türk Şiirinin Başlangıcı", TDL, nr. 277 18; Amil Çelebioğlu, "Türk Edebiyatında Man-
feransları 1945-1946, İstanbul 1946, s. 86-96
(ı974), s. 765-774; Tahir Nejat Gencan, "Mi- zum Dini Eserler", Şükrü E/çin Armağanı, An·
(ayrıca a .mlf., Edebiyat Meseleleri, istanbul
ziin - ı Selim", Ömer Aksoy Armağanı, Ankara kara 1983, s. 153 -166 ; Abdulkerim Abdulka-
ı98ı, s. 4ı-58; Müjgan Cunbur, ProfDr. Ali
1978, s. 91-114; Amil Çelebioğlu, "Kabus-na- diroğlu, "Ser-güzeşt-nfune-i Fakir be-Azi-
Nihad Tarlan'ın Makalelerinden Seçme/er, An-
me Tercümesi Murad -name 'ye Dair", TK, nr. met-i Tokat", TKA, XXlll/2 (1985), s. 75 -89;
kara ı 990, s. 70-80); a.mlf., "Sanat Bakımın­ 192 (ı 978), s. 719· 728; Hüseyin Ayan, "Divan Walter G. Andrews, Poetry's Voice, Society's
dan Edebiyatımızın Dahili Tekfunülü", C H. Edebiyatında Hamseler", EFAD, Xjl ( 1979), Song. Ottoman Lyric Poetry, Washington 1985;
P. Konferans/an, Ankara 1939, Kitap 1, s. 21 · s. 87-99; Harun Tolasa, "Klasik Edebiyatımız­ Zeynep Korkmaz. "Anadolu'da Türkçenin Ya-
36 (ayrıca Ali Nihad Tarlan, Edebiyat Mesele- da Divan Önsöz (Dibaçe)leri-Lami'i Diva- zı Dili Oluşu ve İlk Öncüleri", TDl., nr. 390·
leri, istanbul l98ı, s. 27-40; Müjgan Cunbur, nı Önsözü ve (Buna Göre) Divan Şiiri Sanat 391 (Haziran-Temmuz ı984), s. 272-279; Me-
a.e. , s. 55-69); a.mlf., "Hayili-Baki", TDED, Görüşü", TUBA, lll (1979), s. 385-402; a.mlf., tin Akar, "Şeyyad Hamza Hakkında Yeni Bil-
nr. 1 (1946), s. 26-38 (ayrıca Müjgan Cunbur, "Şair Tezkerelerinde Örnek Verme işlemi", giler", MÜTAD, ll (1986), s. 1·14; a.mlf., Türk
a.e., s. ı 50- ı62); İsmail Hami Danişmend, Türk- EÜSBFD, nr. 1, İzmir 1980, s. 199 -230; a.mlf., Edebiyatında Manzum Mi'rac · f'lameler, Anka·
lerle Hind·Aurupalıların Me~e Birliği, ı, İstan· "Divan Şairlerinin Kendi Şiirleri Üzerine Dü- ra 1987 ; Yaşar Yücel, "XVl -XVli. Yüzyıl Ede-
bul 1935; a.mlf., Destan ue Diuan Edebiyatla· şünce ve Değerlendirmeleri", EÜSBFD Türk bi Metinlerinde Rastlanan Osmanlı Devlet
rında istanbul Seugisi, İstanbul 1941; a.mlf., Dili ue Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, nr. 1, Yapısı ve Toplum Düzenine Ait Bazı Görüş
"Fonoloji Bakırnından Türk Dili ve Divan İzmir 1982, s. 15-46; a.mlf., "18. Yüzyılda Ya- ve Bilgiler", TTK Belleten, Ll/200 (Ağustos
Edebiyyatı", Yeni istanbul, İstanbul, 3, 8, 12, zılmış Bir Divan Edebiyatı Terinıleri Sözlüğü. 1987), s. 897-925 ; Sabahattin Küçük, "Bil.ki'-
19, 27 Aralık 1966 ve 30 Ocak 1967; Nihad Sa- Müstakimzade'nin İstılil.hatü'ş-şi'riyyesi, I", nin Şiirlerinde Sosyal Hayatın izleri", TDA,
mi Banarlı, "Nasıl Tenkid Ederlerdi", Hürri- EÜSBFD, nr. 2, İzmir 1981 , s. 221-229; ll, TDED, nr. 59 (ı 989), s. 153-156; Mustafa isen, "Tez-
yet, İstanbul, 9 Ekim 1948; Ahmed Ateş, "Hic- XXIV-XXV (1986), s. 363-380; a.mlf., Seh~ Latf{t kirelerin Işığında Divan Edebiyatina Bakış­
ri Vl. - VITI. (Xll. -XN.) Asırlarda Anadolu'da Aşık Çelebi Tezkire/erine Göre 16. yy.' da Edebi- lar: Osmanlı Kültür Coğrafyasına Bakış", Be·
Farsça Eserler", TM, Vll-VIII/2 (ı945), s. 94· yat Araştırma ue Eleştirisi, İzmir 1983; Meserret şinci Milletlerarası
Türkoloji Kongresi Tebliğ·
135; a.mlf., "Şark Türkçesi ile Eski Bir Şiir Diriöz, "Türk Edebiyatında Münazara", MK, ler. Türk Edebiyatı 1, İstanbul 1985, s. 145 ·
ve Bir Risale", Jean Deny Armağanı, Ankara ll /1, Haziran 1980, s. 20·22 ; a.mlf., "Edebiyat 152; a.mlf., "Divan Edebiyatında Mahlasdaş
1958, s. 25 -30; Ali Canib Yöntem, "Hem Di- __Tarihiniizde Gerekli Bir Düzeltıne", TK, XVlll/ Şairler", Millf Eğitim, nr. 82, Ankara Şubat 1989,
van, Hem Halk Şairi Vahid Mahtürni", TDED, 215·216 (1980), s. 265-281; İsmail E. Erünsal, s. 22·29 ; a.mlf., "Divan Şairlerinin Mesleki
111/3-4 (1949), s. 267-274; a.mlf., "XVlll. Yüz- "Türk Edebiyatı Tarihine Kaynak Olarak Ar- Konumları", a.y., nr. 83 (Mart ı989), s. 35·41;
yıl Şairlerinden Vahid Malırumi'ye Dair Ba- şivlerin Değeri", TM, XIX (1980), s. 213 -222; a.mlf., "Divan Şairlerinin Tasavvuf. ve Tari-
zı Mülahazalar", TTK Bildiriler; lV (1952), s. a.mlf., "Türk Edebiyatı Tarihinin Arşiv Kay- kat İlişkileri" , a.y. , nr. 84 (Nisan ı 989), s. 21 ·
445 -450; Mecdut Mansuroğlu, "Anadoluda nakları I : II. Bayezid Devrine Ait Bir İn'funat 27; a.mlf., "Şairler ve Şehirler" , a.y., nr. 88
Türk Yazı Dilinin Başlaması ve Gelişmesi", Defteri", TED, X-Xl (1981), s. 303-432; a.mlf., (Ağustos 1989), s. 7 ·9; Cemal Kurnaz, "Divan
TDED, lV /3 (1951), s. 215 -229; Abdülkadir Ka- "Türk Edebiyatı Tarihinin Arşiv Kaynakla- Şiirinde Söz Konusu Edilen Kitap Adları
rahan, "Nabi'de İstanbul Sevgisi", TDl., Il/20 rı II : Kanuni Sultan Süleyman Devrine Ait Bir Üzerine", Millf Eğitim, nr. 86 (Haziran 1989),
(ı953). s. 567 -570; Naimüddin Seyyid, "Nef'i' - İn'funat Defteri", Osm.Ar., lV (1984), s. 1·17; s. 44-51; Tahir Uzgör, Türkçe Dfuan Dfbacele-
de Memleket ve İstanbul Sevgisi", a.y., lll/ a.mlf., "Türk Edebiyatı Tarihinin Arşiv Kay- ri, Ankara 1990; Mine Mengi, "Divan Şiiri ve
26 (1953), s. 83-85 ; E. Yarshater, "The Theme nakları III: Telhisi Mustafa Efendi Ceridesi", 'Bikr-i Mana'" , Dergah, İstanbul, nr. 19, Eylül
of Wine- Drinkirıg and the Concept of the Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili 1991, s. 10-11; a.mlf., "Mazmun Üzerine Dü-
Beloved in Early Persian Poetry", St./, XIII ue Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, nr. ll (1983), şünceler", a.y., nr. 34 (Aralık ı 992), s. 10·11;
(ı960). s. 43-53; Hasibe Mazıoğlu, Fuzülf-Ha- s. 37-42; a.mlf., "Lamii Çelebi'nin Terekesi", İskender Pala, "Divan Şiirinde Harflerin Ele
fız. iki Şair Arasında Bir Karşılaştırma, Ankara TUBA, XXIV (ı990), s. 179-184 ; a.mlf., "Türk Alınışları", Millf Eğitim, nr. 90 (Ekim 1989), s.
1956; a.mlf., "Necati'nin Türk Dili ve Edebi- Edebiyatı Tarihinin Arşiv Kaynakları V: XVI. 27-33; a.mlf., "Mazmun'un Mazmunu", a.y.,
yatının Gelişmesindeki Yeri", TDl., nr. 114 Asır Divan Şilileriyle İlgili Bazı Arşiv Ka- nr. 35 (Ocak 1993), s. 1, 10-11; A. Atilla Şen­
(1961), s. 366·369; a.mlf., Nedim 'in Diuan Şi- yıtları", MÜTAD, Vl ( l 993), s. 243-258; Tunca türk, "Klasik Osmanlı Edebiyatı Işığında Es-

426
DiVAN EDEBiYATI

ki Adetler ve Günlük Hayattan Sahneler", san I 945), s. 2-3 ; a.mlf., "Divan Şiiri Öz Şiir la, "İrsa!-i Mesel, Hayat ve Gelenek", TT, nr.
TDI., nr. 495 (1993). s. 174-188; Cemal Kurnaz, midir", a.y., nr. 49 (1 Aralık 1945). s. 60; a.mlf., 119 (Kasım ı 993), s. 281 · 283.
"Ümmi Divan Şairleri", MÜTAD, VI (1993), s. "Divan Edebiyatı", Hisar, Ankara, nr. 86, Şubat Divan Edebiyatı Antolojileri. a) Yabancı Dil-
367 -391; Emine Yeniterzi. Divan Şiirinde Na'~ 1971, s. 5·6; a.mlf., "Divan Şiirinden Fayda- de Veya Müellifleri Yabancı Olan Antolojiler.
Ankara 1993 ; İsmail Ünver. "Cumhuriyet Dö- lanma", Türk Edebiyatı, nr. 32 (Ağu stos 1974). M. Wickerhauser, Wegweiser zum VersUindnis
neminde Türkiye· de Yayınılanmış Divanlar s. 6-7; a.mlf., "Baki' den Beyiller ve Mısralar, zur türkisehen Sprache, Wien 1853; Servan
I", DTCF·Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Anma Şiir ve Şair, Aşk, Tabiat", Türk Edebiyatı Üze-
de Sugny, LaMuse ottoman, ou Chefs-d'oeuv·
Kitabı, Ankara 1973, s. 201-231 ; Halit Bilte- rinde Araştırmalar, İstanbul 1976, 1, 190-213; re de la poesie turque, Geneve 1853; E. J. W.
kin. "Cumhuriyet Döneminde Yayınlanmış a.mlf., "Türk - Osmanlı Kültür Mirası", Milli· Gibb, Ottoman Literature. The Poets and Poetry
Divanlar Üzerine II", AÜ Türkoloji Dergisi, IX / ye~ İstanbul 2 Kasım 1976; a.mlf., "Divan Şi­
of Turkey, New York-London 1901 ; a.mlf. , Tti-
1 (1991), s. 213-233; Kazım Yetiş, "Türkiyat irinde Kadın Aşkı Yok mu?", Boğaziçi, İstan­ rfh-i Eş 'ar-ı Osmaniyye. Mücelledat-ı Sabıka­
Enstitüsü Kütüphanesindeki Tezlerin Bibli- bul , nr. 34, Nisan 1985, s. 6-7; Alıdülbaki Göl-
da İngilizceye Tercüme Olunmuş Olan Eş 'ar-ı
yografyası", TDED, XXIII (198 I) ; s. 265 · 327 ; pınarlı, Divan Edebiyatı Beyanındadır, İstan·
Osmaniyyenin MütQn·ı Asliyyelerini Havidir
Hatice Aynur, Üniversitelerde Eski Türk Ede· bul 1945 (eserin tenkidi için bk. Orhan Şaik
[A History of Ottoman Poetry], London 1909,
biyatı Çalışmaları, İstanbul 1993. Gökyay, "Bu da 'Divan Edebiyatı Beyanında­
repr. 1963; W. D. Smirnoff, Müntehabat·ı Asar-ı
Divan Edebiyatı Hakkında Görüş ve Değer­ dır"', Yücel, nr. ı I 2 !Şubat 19461. s . ı 86- 193 ;
Osmaniyye (Obrazçovie Proizuedeniya Oss·
lendirmeler. Yahya Kemal, "Eski Şiirinıiz", Ede- yaz ı ayrıca müellifin Destursuz Bağa Girenler,
manskoy Literaturı), Sankt Petersburg 1903;
biyata Dair, İstanbul 1971 , s. 30-31; a.mlf., "Bir istanbul 1982, s. 35-44'tedir) ; Alıdülbaki Göl-
Reşad Nuri Darago, Poetes turcs des XV/erne,
pınarlı, "Divan Edebiyatı Müzesinin Tarihçe-
Musdhebe Başlangıcı", a.y., s. 313-314 ; a.mlf., XVII'm• et xvm•m• siecles, İstanbul 1948; Anne-
"Sade Bir Görüş", Dergfih, İstanbul , nr. 2, 1 Ma· si ve Divan Şiirinden Günümüze Kalanlar"
marie Schimmel, Türkische Gedichte vom 13.
yıs 1337, s. 1-2 (ayrıca a .mlf .. Edebiyata Dair, Milliyet Sanat Dergisi, İstanbul, nr. 165, Ocak
Jahrhundert bis in unsere Zei~ Ankara 1981;
s . 51-58); a.mlf., "Aşk (Lirizm)", Yarın, İstanbul, 1976, s . 12·15; Nurullah Ataç, "Edebiyat", Ka-
Abdülkadir Karahan, Les Poetes classiques a
nr. 18, 16 Şubat 1338, s. 1-2 (ayrıca a.y., s. 34 - ralama Defteri, İstanbul 1946, s. 54 -58; a.mlf.,
l'epoque de Soliman le Magni{ique, Ankara
40); a.mlf., "Bir Hasbıhal Münasebetiyle", Tev· "Şiirimiz Üzerine", a.y., s. 122-126; a.mlf., "Ka-
1991.
hfd-i E{kar, 25 Şubat 1338 (a.y., s. 74-78) ; ralama", Ulus, 18 Ağustos 1948; a.mlf., Kara-
lama Defteri, İstanbul 1952, s. 33-34, 52-53, b) Doğrudan Doğruya Türkçe Antolojiler. Re-
a.mlf., "Tenkit Tecrübesi", Teuhfd·i E{kar, 7
59-60, 67-68; a.mlf., "Eski Edebiyatımız", Ulus caizade Ahmed Cevdet, Zfrıetü 'l- mecalis, İstan·
Mart 1338 (a.y., s. 6 I -65); Ali Can ib [Yöntem],
(I 940) 'tan naklen Varlık, nr. 497, 1 Mart 1959, bul 1258 (seçme mısralar) ; a.mlf., f'levadirü ' l·
"Yeni Edebiyat İçinde Eski Estetik Zihni-
s. 4 ; a.mlf., "Beyitler Ararken", Ararken, İs· aşar tr mütala'ati'l·eş 'ar, Bulak 1256, 2. bs.,
yet", HM, nr. 122 (28 Mart I 929), s. 2·3; a.mlf.,
tanbul 1954, s. 11·15; a.mlf., "Devrim", a.y., s. İstanbul, ts. (seçme beyitler); Nazif, Müntel].a-
"Divan Edebiyatında Mahalli ve Milli Cep-
30-31; a.mlf., "İşin Kolayı", ay., s. 72-76; a.mlf., bat·ı Mfr f'lazff. Bulak 1261; Ziya Paşa , Hara·
he", a.y., nr. 125 (18 Nisan 1929). s. 2; a.mlf.,
"Güldeste", Söz Arasından, İstanbul 1957, s. ba~ 1·111, İstanbull291·92 ; Ata Bey, Tarfh·iAta,
"Divan Edebiyatıın Farikasına Dair", a.y., nr.
126 (25 Nisan 1929), s. 4 ·5; Ahmet Kutsi [Te- 65-69; Rüştü Şardağ, "Divan Şiirine Bugünün IV-V, İstanbul 1293; Anonim, Güldeste-i Şuara,
cer], "Eski ve Yeni Edebiyat", Görüş, Anka· Gözüyle Bakabilsek", Şadırvan, nr. 6, 6 Ma· Bursa 1287 ; Abdülhalim Hilmi, Müntehabat-ı
ra, nr. 2, Eylül 1930, s. 96 -107; Hasan Ali [Yü- yı s 1949, s. 1O; Annemarie Schimmel, "Alman Asar-ı f'ladire, İstanbul 1289; Mehmed Celal,
Gözüyle Divan Edebiyatı", DTCFD, Xl / 1-3 Osmanlı Edebiyatı Numune/eri, İstanbul 1312 ;
cel], Türk Edebiyatma Toplu Bir Bakış, İstan·
bul 1933, s. 148-154; Hüseyin Ca h it Yalçın, (I 953), s . 355-361; a.mlf., Türkische Gedichte H. Sa'di, irsal·i Mesel ve Tezyfn·i Cümel İçin
"Edebiyat Gecesi", Fikir Hareketleri, VIII / 169, uom 13. Jahrhundert bis in unsere le i~ Anka- lradı Mümkün Olan Berceste Mısralar ve Gü-
16 Kilnunusani 1937, s. 203-204; Sabahattin ra 1981, s. 9 -15; Cevdet Kudret Solok, "Divan zfde Beyitler,lstanbul 1325 ; Sursalı Tahir, Mün·
Eyüboğlu, "Fuzuli' de Şiir Telakkisi", İnsan, Şiirine Uzaktan Merhaba", TDL, nr. 290 ( 1975), tehabat- ı Mesari ' ve Ebya~ İstanbul 1328; Hıf­
İstanbul , nr. 2, 15 Mayıs 1938, s . 92-97; İsmail s. 650 -660 ; Nihad Sami Banarlı, "Eski Şiir", Şiir zı Tevfik - Hammamizade İhsan - Hasan Ali,
Habib [Sevük], "Divan Şiirinde Rindlik", Cum· ve Edebiyat Sohbet/eri, İstanbul 1976, s. 9 -13; Türk Edebiyatı Numune/eri, İstanbul 1926, s.
huriye~ İstanbul 12 Haziran 1947 ; a.mlf., "Şi­ a.mlf., "Parça Bohçası", a.y ., s. 51·55; a.mlf., 46'dan itibaren; Fuad Köprülü, Eski Şairleri·
irde Bercestelik", a.y., 9 Mart 1950 ; a.mlf.. "Şi­ "Güle Dair Şiirler", ay., s. 61-70 ; a.mlf., "Gü- miz. Divan Edebiyatı Antolojisi, İstanbul 1934 ;
irde Meselcilik", ay., ll Mayıs 1950; Ahmed le, Gülrneğe Dair", ay., s. 71-74; a.mlf., "Üçün- Raif Necdet Kestelli, Yaşayan Mısralar, istan-
Harndi Tanpınar, "Eski Şiir", Oluş, İstanbul , nr. cü Çizgi", ay., s. 121 ·124; Mehmet Deligönül, bul 1936; Necmettin Halil Onan, izah/ı Divan
18, 30 Nisan 1939, s. 278; a.mlf., "Eski Şair­ "Divan Şiirinden Günümüze", TDL, nr. 317 Şiiri Antolojisi, İstanbul 1940, 1989; Ali Nihad
leri Okurken", Tasvfr-i Efkar, İstanbul 25 Ağus· (1978). s. 93-99; Cemi! Yener, "Divan Edebi- Tarlan, Şiir Mecmualarında XVI ve XVII. Asır
tos 1941; a.mlf., "İki Sonbahar Şiiri", Cum· yatı ve Edebiyatta İçerik Sorunu", a.y., s. Divan Şiiri, 1-IV, İstanbul 1948-49; Asaf Halet
huriyet, 3 İkinciteşrin 1942; a.mlf., "Nedim'e 103-107; Orhan Şaik Gökyay, "Klasik Türk Ede- Çelebi, Divan Şiirinde İstanbul (Antoloji), İs·
Dair Düşünceler", Ülkü, nr. 53, 1 Birincikil· biyatı", Gösteri, nr. 12, İstanbul Kasım 1981, s. tanbul 1953; Alıdülhak Şinasi Hisar. Aşk İmiş
nun 1943, ·s. 2·4; a.mlf., "Fuzı1li'ye Dair", Cum- 46·49; a.mlf., "Divan Edebiyatı Kimin?", TDI., Her Ne Var Alemde, İstanbul 1955 ; Vasfı Ma-
huriyet, 14 ve 28 Şubat 1957; a.mlf., "Fuzı1li nr. 424 (1987). s. 224-236; Hikmet İ l aydın, "Say- hir Kocatürk, Şiir Defteri, Ankara 1956; a.mlf.,
ve Baki", ay., 17 Nisan 1957; a.mlf., XIX. Asır gı Duyuyorum", Gösteri, nr. 17 (Nisan 1982). Divan Şiiri Antolojisi, Ankara 1963; a.mlf. , Di-
Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1956, s. XV· s. 63-64; Hilmi Yavuz, "Divan Şiiri, Sirngeci van Şiiri. Bugünkü Dile Çevrilmişleriyle, 5.
XLVlll: "Giriş"; a.mlf., "Fuzuli ve Leyla ve Mec- Bir Şiir", a.y., s. 65; Rüştü Şardağ, "Divan Şi­ bs., İstanbu l 1967; Fahir iz, Eski Türk Edebi-
nun", Ölümünün 400. Yıldönümü Münasebe· irine Toplum Açısından Bakış", a.y.,s. 68-69; yatında f'lesir, İstanbul 1964; a.mlf., Eski Türk
tiyle Unesco Türkiye Millf Komisyonu Tarafın· İlber Ortaylı, "Osmanlı İmparatorluğunun De- Edebiyatında Nazım, 1·11, İstanbul 1966-67 ; i.
dan Yayınlanmıştır, İstanbul 1959, s. 18-32 ğişimi İçinde Divan Şiiri", ay., s. 73-74 ; Ah- Hilmi Soykut, Açıklamalariyle XIII. Asırdan XX.
(gösterilen yazılar ayrıca Zeynep Kerman, Ah- med B. Ercilasun, "İleri ci Sosyalistler ve Di- Asra Kadar Türk Şiirinde Tasavvu{, Hikmet
met Hamdi Tanpınar. Edebiyat üzerine Maka- van Edebiyatı", Doğuş, Ankara, nr. 27, 3 Hazi· ve Felsefe ile İlgili Unutulmaz Mısralar, İstan ·
leler, istanbul 1969, s . 143- 196, 2 bs. , 1977, s. ran 1982, s. 3-4; Mehmed Çavuşoğlu. Divan· bul 1968; Rüştü Şardağ, Klasik Divan Şiiri­
I 36-185'tedir); a.mlf., "Essai d'interpretation lar Arasında, Ankara 1981; a.mlf., "Nedim' e miz, istanbul 1976; Şemsettin Kutlu, Divan
des images de la vieille poesie amoureuse", Dair", TDI., nr. 426 ( 1987), s. 331-344; Orhan Edebiyatı Antolojisi, istanbul 1983 ; Halil Erdo-
Akten des Vierundzwangzigsten lnternationa· Okay, "Baki'nin Kanuni Mersiyesi'ne Dair", ğan Cengiz, Divan Şiiri Antolojisi, 3. bs. , An-
le n Orientalisten · Kongresses München, Wies· Şükrü E/çin Armağanı, Ankara 1983, s. 235- kara 1983; Hülya Mizyal Özgen - Selim Cihan,
baden 1959, s. 386-389; Mehmed Kaplan, "Fu- 240 ; Turan Alptekin, "Divan Şiirirniz", Göste· Beyitler Saltanatı, İstanbul 1992; Emine Yeni-
zuliden Bir Tabiat Manzarası", İstanbul, nr. ri, nr. 77 (Nisan 1987), s. 12-13; Cemal Kur- terzi, Türk Edebiyatında f'la'tler (Antoloji), An-
32 (15 Mart 1945). s. 10· 11; a.mlf., "Baki'den naz, Halk ve Divan Şiirinin Müşterekleri Üze- kara 1993.
Bir Sonbahar Manzarası", a.y., nr. 33 (1 Ni- rine Denemeler, Ankara 1990; İskender Pa- ~ ÖMER FARUK AKÜN

427

You might also like