Kıyı - Sayı 65 - Ağustos 1991

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 32

KÜLTÜR VE SANAT DERGiSi

YIL: 6 e
65
AGUSTOS 1991 e 4000 TL

bu sayida: • sami n. Ozerdlm • ahmet Ozer • gülseren engin • hallt


çakır e nazım mutlu e yavuz tanyen e orhan Ozdemlr e gündoğdu sanımer e
lbrahlm yıldız e mustafa duman e bekir semercı e vedat günyol • mithat ya­
ban e mustafa kademoğlu e m. güner demiray e nazif evren • nuri can •
şaban akbaba e sıtkı salih gOr e osman bolulu e yanı rltsos (tOrkçesl: engin
aşkın) e çiğdem sezer e oğuz (tansel) lyemoğlu e lbrahlm uysal e s ub u t a y
hikmet • hasan akarsu • lbrahlm dizman e kenan sarıalloğlu • lbrahlm tığ
e Yunus Nadl Ödülleri belli oldu. da yaşamı ve yapıtlarında söz ettiğimiz
Y u n u s Nadl Armağanı Yarışması Şükrü Gümüş'ü ölümünün yeni bir yıl­
1946'da kuruldu. 45 yıldır düzenli olarak dönümünde sevgi ve saygıyla anıyoruz.
gerçekleştirilen yarışma öncelerde tek bir e Selçuk Üniversitesi öğretim üyelerinden
dalda veriliyordu. 1988 - 89'da beş dalda, Prof. Dr. Saim SakaoQiu'nun basıma hazır­
1 989 - 90'da dört ana başlıkta 18 ödülle ladığı FOLKLOR BIBLIYOGRAFYALARI
e Nabl Üçüncüoğlu ŞIIr Ödülü gerçekleştirilmişti. BIBLIYOGRAFYASI ÜZERINE BIR DENE­
Kıyı, çoQu kez 'kıyıda kalmış' sanatçılara el 1 990 - 1 991 dönemi yarışma sonuçları ise ME adıyla bu yıl yayımlanan kitabın 82, 83 ve
verdi. Dünyanın akıp giden nice yaşamsal şöyledir: 88. sayfalarında HAMAMlZADE IHSAN,
değerlerinin içinden onlarla birlikte olmayı Ülkü Tamer "Allaben öyküleri" adlı öykü ki­ SÜLEYMAN KAZMAZ, MURAT URAZ1a ilgili
temel ilke saydı. Son dönemde yayımlanan tabıyla, Almudena Lopez "Öyküler", "Dost dergimizde yer alan çalışmalardan söz edi­
65 sayı bunun en belirgin gösiBrgesidir. Körpe•, "Gölge• ;ıdlı yayımlanmamış öykü liyor. Bu çalışmaların ikisini -Murat Uraz'la,
Bu kez yöremiz için son derece önemli bir kitaplarıyla; Tarık Dursun K. "Ağaçlar Gibi Hamamizade lhsan'ı- arkadaşımız 1. Gün­
kişilik olan Nabl Üçüncüoğlu gündemde. Ayakta" adlı romanıyla, Kemal Özer •Insan dağ KayaoQiu basıma hazırlamıştı.
Nabl Üçüncüoğl u kıyı'lar tarihinde 'ilk Yüzünün Tarihinden Bir Cümle" adlı şiir ki­ e KARŞI, 50. sayıya ulaştı.
Kıyı'nın çıkış günlerine tanık oldu. Bu der­ tabıyla, Güven Turan "Bir Albümde Dört Ankara'da 1 986 ocak ayında yayım ına
giye şiirler verdi. Kıyı'nın serüvenine katıldı. Mevsim" adlı yayımlanmamış şiir kitabıyla, başlayan KARŞI dergisi, haziran 1 99 1 'de
Işte o kadarlık bir ömrü oldu. Oysa Kıyı Zeynep Ankara "Güneşi Vurdular· adlı çıkan sayısıyla elli sayılık bir birikimi geride
öncesinde V a r l ık 'ta, Y ü c el'de, K a y­ röportajıyla, ödül kazandılar. b ı rakt ı . Başlang ıçta iki sayı birlikte
n a k 'ta, Yeni Ufu k l a r'da ş i i rleri Afiş dalında Cavit K. Emültay, Fotoğraf yayımlanan, bir süre de yayımına ara veren
yayımlanmıştı. Bir eğilirnci olarak Tlrebo· dalında Mustafa Kocabaş ı , Karikatür KARŞI, aylık olarak düzenli yayımlıyor.
lu'da, Torul'da, Trabzon'da öğretmenlik dalında Muhammet Şengöz, Uzun metrajlı KARŞI'ya yayın yaşamında başarılar dili­
yapmıştı. Nice öğrenciler yetiştirmiş, nice film dalında Iki Başlı Dev yapıtıyla Orhan yor, yazışma adresini veriyoruz: Burhan
dostluklar, arkadaşlıklar kurmuştu. 1 922- Oğuz, Kısa metrajlı film dalında ise "Düerıe Güne! P.K. 371 Kızılay - 06423 1 ANKARA.
1 969 tarihleri arasında 47 yıllık bir zaman eli­ Yeşim Ustaoğlu , "Onlarla Pek S ı k e lsmet Zeki Eyuboğlu'nun TÜRK DILININ
limine çok şeyler sığdırmışb. 1 992 yılı onun Görüşmedik"le de Hakkı MısırlıoQiu ödül ka­ ETIMOLOJI SOZLü<'iü adl ı özgün
doQumunun 70. yılı. Onu hep bizimle birlikiB zandılar. Uzun Metrajlı Film Senaryosu çalışmasının ikinci basımı çıktı. lık bası mı
yaşayan bir deQer olarak bildiQimizden, dalında Ali Ulvi HankAr "Karşılıksız Aşkların haziran 1986'da yapılan sözlük 406 sayfa­
Trabzon'daki her kültür - sanat etkin­ Mitolojisi" adlı yapıtıyla ödül alırken, Prof. dan oluııuyordu. EyuboQiu bu özgün
liQinde içimizde duyumsadıQımızdan dolayı Dr. Gönül Tangut da Bir Başkentin lman An­ söziOCIOnO genişletip gözden geçirerek 782
adına oluşturulacak ödüiOn doQumunun 70. kara: (1929- 1 939) adlı yapıtıyla Sosyal Bi­ sayfaya ulaştırdı. Alanında son derece ya­
yılına denk gelmesi ilkesini benimsedik. limler Araştırması dalında.ödOI sahibi oldu. rarlı bir çalışma olan yapıt, yine Sosyal
Gelecek sayımızda yarışma koşullarını, 1 4 dalda 15 ödOIOn verildiQi 1990 - 1991 Yu­ Yayınlarının bir arona. Edinmek isiByenler
seçici kurul üyelerini açıklayacaQız. Daha nus Nadi ÖdOHerine bu yıl 622 kişi 920 için adres: Sosyal Yayınlar, Babı41i Cad.
sonraki sayılarımızda da onun ilk ve tek ki­ yapıtıyla katılmıştı. No.: 1 4 - ISTANBUL.
tabı MEMLEKET'i tOm okurlanmıza bir bölüm e Şükrü GOmOş'On ölüm yıldönoma e De v r a k'te bu yıl 8.si gerçekleştirilen
olarak sunacaQız. Kuşkusuz bununla da 1 948 yılında ÇORUM'un Göcenovacık Beston ve Kültür •Sanat Şenliğin e
yetinilmeyeoek, onunla ilgili nice anılara yer köyünde doQan Şükrü Gümüt, Çorum yurdun dört bir yanından nice yazarlar,
v e rece Q i z . ÖdO I O n s o n u çl a r ı n ı n llköQretmen Okulu'nu bitirdikten sonra çairler, bilim adamları ve sendikacılar
açıklanacaQı günlerde ise adına görkemli bir gönüllü olarak olarak HakkAri yöresinde katıldı. 6 1 7 Temmuz 1 99 1 günlerinde
'gece' düzenleyeceQiz. görev aldı. ZAP BOYLARI romanını 22 gerçekleştirilen şenliQin yankılarının, daha
e Mavi Çizgi adıyla yeni bir dergi yayın yaşındaykan bu yörede yazdı. Bu romanıyla uzuı:ı bir sOr.e etkinliğini koruyacaQına
yaşamına katıldı. KOltür - Sanat dergisi 1974 yılında "Mi16yet Roman Yarışması"nda inanıyoruz. Arkadaşımız Ahmet özer bu
"Mavi Çlzgl"nin aydınlık bir dünya dereceye girdi. Gümüş, 28 AQustos 1 984 yılki şenliQin de konukları arasındaydı.
görüşünü, Ince bir sanat anlayı'ı lle gono yaşamını yitirdi. öıama. ardından dergi­ Şenlikte; Ahmet Özer, Burhan Günal,
birleştirmek amacıyla çıktığı belirtiliyor. mizde, KARŞI'da, VARLIK'ta yaşamı ve Feyza Hepçlllnglr ler ve Naflz e
24 sayfalık derginin Sahip ve Yazı Işleri yapıtı üzerine yazılar yazılan G ÜMÜŞ'an Oztok'un gerçekleştirdikleri söyleşi TAT
MOdOriOğ OnO Tülay Koçak, Sanat ZAP BOYLARI Kerem Yayınları'nca yeni­ 1'e baOiı r.adyolarca 15 Temmuz 1 991 sa­
YönetmenliQini de Mustafa Emre yapıyor. den basıldı. ŞOkiii GOmOş'On yeteneQi, bahı yayınlandı.
Derginin Yazışma Adresi: P .K. 730 0 1 324 - çalışmaları, arettikleri yeniden değerlen­ e Eylül sayımızda buluşmak dileQiyle,
ADANA. Mavi Çizgi'ye yayın yaşamında dirildi. Dergimizin 5, 17, 29, 4 1 , 53. sayılann- başarılar, esenlikler, güzell ikler . . .
başarılar diliyoruz.

Kurucusu: Ahmet Selim TEYMUR Abone Koşulları : Yıllık: 40.000 TL.


Sahibi: Kuzey Gazetecilik Matbaacılık ve Ambalaj San. A.Ş. Adına Yurtdışı Abone : 40 DM
M. Nacl Ö ZKAN Yazışma Adresi : P.K. 183 TRABZON
-

Ederi : 4000 TL. (KDV Dahil)


Yazı Işleri Yönetmeni : GOndoğdu SANIMER
Aylık Derg i
Müessese Müdürü Mellh S. ERTÜ Z Ü N
Dizgi - Sayfa Düzeni l small FANDAKLI
Film - Montaj Ahmet Ö ZKAN
Kapak Düzeni M. Reşat S Ü MERKAN

Gönderilen ürünlerin daktiloyla yazılması rica olunur.


Baskı: -karya mathaacıhk Kunduraçılar Cad. No.: 42 1 D Ürünleryayınlansın, yayımlanmas ın geri verilmez.
Tel.: (03) 1 1 72 32 - 1 1 91 59 Fax: (03) 1 1 91 59 61200- TRABZON (PK 183) Kod No.: 61001- TRABZON

2
büyük bir yazar ile okuyucusu
e Sami N. ÖZERDi M

Bundan otuz beş yıl önce, Califomia'nın bir üniversite ka­ nin arkasından ağlamaya başlamıştı. Konuğu olan bir arka­
sabasında, gözlerimi göz hekimine baktırdım. Doktor iki gün daşı, onu avutmaya çalıştı. Almanakların her sayfasında bir
uğraştı, sonunda, sa!;i gözümle okuduğumu, sol gözümle iki özdeyiş bulunur. Gürpınar'a, kitabın bir sayfasını açıp o
uza!;iı gördüğümü, gözlü!;ie gereksinmem olmadığını bildirdi. sayfanın özdeyişini okumasını, bundan bir yapıt
Bundan dört yıl önce, sa!;i gözümde rahatsızlıklar duydum; çıkarmasını öğütledi. Bu öneriye önce aldırmayan romancı,
başvurdu!;ium hekim, bu gözüm için verdi!;) i gözlükle, okuya­ az sonra arkadaşının açtığı sayfada şu özdeyişi buldu
ca!;iım kitap ya da yazıya otuz beş santim uzaktan bakmam (bugünkü dilde) WYıkıma uğramış bir kimse için, umutsuz­
gerektiğini söyledi. Ne var ki, ancak on puntoyu bu uzak­ IUğun en acı veren görünümü, gözyaşlarından çok, kendisi­
lıktan görebiliyordum. Hekime gittim; küçük puntoları oku­ nin acı gülüşünü görmektedir.w (Mustafa Nihat Özön'ün sa­
maya kalkarsam, bir metre uzaktan bakmam zorunluluğunu deleştirdiği Atlas Kitabevi yayınında, romanın adı wAcı
belirtti . Bu olanaksızdı. Bırakın, küçük puntoları, irilerini Gülüşw olarak Türkçeleştirilmiştir). Romancı, hemen oturur,
okumak için otuz santim öteye bakmak da beni sıkıyordu. otuz sayfalık bir taslak yazar; arkadaşı bu olaya şaşar; bir
Umarsız, ölmekte olan gözümle, kısa yazıları okumakla ye­ çocuğun doğumunu görmüştüm; ama, bir öykünün
tinecektim. Şimdi bu durumdayım. doğuşuna bulunmuş dei:iildim, diyerek duygularını belirtir.
Arap harfli kitapların puntoları genellikle iridir. Bu sabah, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne girdiğim zaman, oku­
Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın, çocukluğumda okuduğum Te­ lun henüz kendi binası yapılmamıştı; Evkaf Aparımanında
bessOm-1 Elem romanının önsözünü anımsadım. çalışıyordu. Karşısında bir küçük otel vardı. Milletvekili olan
Gürpınar'ı ilkokuldan beri okuduğumu sanıyorum. Babam bir Gürpınar'ı bir gün, otelin önünde oturur görmüştüm. Yanına
gün elimde, daha çok Köroğlu, Karagöz gibi o günlerin halk gidip: WBen sizin kitaplarınızla yetiştimw demek, elini öpmek
gazetelerini yayımlamakla tanınmış bir gazeteci olan Bur­ için içim titredi. Cesaret edemediğime şimdi ne denli ya­
han Cahit Morkaya'nın bir romanını gördü. Yazdığı romanlar narım!
hafif şeylerdi, babam belki bunların arasında açık saçıkiarı Yaşamım boyunca kitaptopladım. Ankara Radyosu ki­
da bulunduğunu dikkate alarak bana, Hüseyin Rahmi'Yi oku­ tap saati ile gazete ve dergilerdeki tanıtımiarım nedeniyle,
mamı salık vermişti. Gürpınar'ı yaşamım boyunca okudum. satın aldıklarıma birçok kitap ekleniyordu. Ne var ki, ki!a
Kimi romanlarını dört, kimilerini üç. geri kalanlarını da ki kez. evinden bir başkasına taşındıkça kitapları arıtmak zorunda
Bir tek romanını bir kez okuduğumu söyleyebilirim. Ablamla kalıyordum. Arada satılanlar da olduysa da, çoCju
birlikte 1934ıe satın aldığımız, yukarıda adını andığım ro­ bağışlandı. Yalnız, bir üniversite kitaplı!;iına on yıldır iki bini
manı bugün de en çok �endiğimiz yapıtıydı. Yazar, bu ro­ aşkın kitap verdim. Bu sayı, ba!;iışlarımın üçte birinden
manı 1330 Temmuzunda (1914) bitirmişti. Bu sabah da oku­ artıktır. Son taşınma, gerçekten sonun başlangıcı oldu. Ev
maya çalıştığım on beş sayfalık önsözü WYangından arayacak gücüm, param yoktu. Yakınlardaki, bir yakınırnın
Kurtulan Hakikatlarw baş- küçük evine taşınmakta
lığını taşıyordu. Istan­ kurtuluşu buldum. Bir sa­
bul'un ünlü yangınları on­
zaman• n bah, bu kararı verirken,
lara da uğramış, evleri koynun da kitaplarımın da "fedaw edil-
yanmıştı. Yeni taşındıkları mesi çıkar yoldur, dedim.
eve getirilen kurtanimış
ahmet özer Ancak, içimdeki duygu
çarşı cami aralıQı terziler sokaQında
şeyler arasında -pek sanki sadlstçe bir kararı·
kokulu üzCrnler asması 1 mavii!QI biçen anlar
doğaldır ki- önce kita­ yansıtıyordu. En çok ge­
bir adam geçmiş zeımanın koynundan
plarını arıyordu. Vol­ rekli kitapları elden
taşıyor soluQuna sevgisini bir babanın.
taire'in, doksan iki ciltlik çıkaracaktım. WYangında
bütün yapıtlarının sadece ii k kurtarılacak .. de­
duvarda acem halılan 1 nakışlı örtüler
.•

son dizin cildi yanmış, geri diğim yetmiş bir citt (cilt­
bir tavuskuşu 1 sevdiQI teridsinde bir şahzade
kalanı kurtulmuştu. Kur­ lenmiş) TOrkiye Blbll·
bir çayevinin şafakla doQan tazeUgl
tulan gereksiz öteberi yografyası b u n lnr ı n
dökülür zamana tanık anısına /Ihtiyar bekçlnln.
arasında ise sadece b a ş ı n da ge!!yor du.
Haşet Almanağının bir cildi Türkiye'nin en büyük ki­
birazdan ya()murlar dökülecek karadenlz'e
yardı. taplığı bile bir zaman bu
sonbahar yapraklamı savuracak 1 eteklerine şadırvanın
O günlerde elli yaşla­ d e r l e rne y e istekli
meydanın soafl vuracak 1 son otobüsler girecek geceye
rında olan yazar, yanıp kül çıkmıştı: wBizdeki bu denli
bir taze gelin pencerede 1 düşleri salmcaQında sevincin.
olmuş bir kitap hazinesi- düzenli deQill" demişlerdi.

3
anı
Şimdi düşünüyorum da, �sadistçe�
-

sözünü geri alıyorum. Çünkü, ik elde bu


diziyi çıkarmanın nedeni, benden sonra dalgalar• n sesinde
daQılmaması, bir üniversite kitapi!Qında
yaşaması idi. Ikinci dizi ise, Hüseyin e Gülseren ENGIN
Rahmi Gürpınar'ın, Atlas Kitabevi'nin -
dilini sadeleştirilerek- yayımladıgı elli
dört ciltlik kitapları idi. Bunlara, onun için
yazılmış bütün kitaplar, kimilerinin foto­
kopileri, kupürler de eklenmişti. Bende
Arsin'de gerçekten çok gozel günler daldırıp aQz ı ma attım. birden neye
ise, yine ileride verilmek üzere; Arap
geçircim. Sabah uyancl ıl)ı mda ikişim pen­ ul)radığımı şaşırdım. Tadı yiyeceQimi sa­
harili seki� on romanı ile, sadeleştiriimiş ceredeki tahta kepenkleri açmak oluyor­ narlum al)zıma tuzlu bir şey dolmuştu. Bir
başka Latin yazılı kimi roman, öykü ve du. Güneşle birlikte daQiardan gelen bin­ tOriO yutamıyordum. Epeyi uQraştıktan
oyunları kalmıştı. Bu iki derlemeden bir çeşit ot kokusu doluyordu içeri. Az sonra yuttum. SOtiO, pirinçli ama tuzlu bir
öteye, daha nice kitaplar gitti. Kimileri, ilerde durgun, uysal ve masmavi Karade­ sOUaçtı bu. Daha sonra Anadolu'nun
taşıniT)a giderlerini karşılayarak satıldı. niz -adını yalanlarcasına- ışıl ışıl se­ çeşitli yörelerinde dolaşı rken sık sık
Çogu ise baQışlandı. Arkamdan lamlıyordu beni. lık kez Arsin'de, kumsal­ karşılaşacaktım bu yemekle, Ostelik ko­
bırakacak başka neyim vardı ki! Hem, daki kara renkli kumu görünce nasıl da nuklara sunulan özel ve deQerli bir yemek
ben, bir özdeyişin verdi!;!i esinla, yeni bir şaşırmıştım. Gözlerime inanamıyordum. olduQunu öQrenecekti m ; ama o gün
Daha önce ne böyle bir şey görmüş, ne de gerçekten çok şaşırmıştım. Evsahibine
kitap yazacak güçte bir yazar deQildim.
duymuştum. Sanırım Karadeniz, adını bu ayıp olmasın diye bir kaç kaşık daha alıp
Çok yakın arkadaşım Mehmet De­
kumlardan alıyordu. Gerçekten öyle mi? bıraktım. Aslında çorba niyetine içseydim
ligönül, bir zamanlar bana: "VerdiQin ki­ Bunu halA öQrenebilmiş deQilim. tadı fena değildi ama ben tadı beklediğim
taplarını sonradan özlüyorsun, deQil Günün her saati güzeldi deniz. için midem bulanmıştı.
mi?� demişti. Buna yanıt verememiştim; Fırtınalı havalarda bile... Hele yaz gecele­ Arsin'de çalışırken çevre ilçeleri de
şimdi de veremiyorum. Tek avuntum, ri, bir başka güzel olurdu. SaQiık OcaQının gezme olanaQı buldum. Akçaabarta bir
gözümün, tek okuyan gözümün artık bahçesinde, yıldızların altında oturup kOçOk hastaneyi gezdim. Içinde hemen
okumaya elverişli olmayan bir duruma seyrederdim denizi. Ay ışıQının sudaki her türlü alet vardı; ama kullanan yoktu.
gelmiş olmasıdır. Her ölümlü, bir gün bu çalkantısını, uzakta yanıp sönen balıkçı Sağlık Ocağının doktoru bize kutularda
dünyadan ayrılacaktır. Ancak, okuyan­ fenerlerini ... Balıkçıların, kOreklerini suya bekleyen aletleri gösterirken, uzman he­
lar için kitaplardan .ayrılmak, dünyadan "Pat Pat" wrurken çıkardıkları ses, dalga­ kime olan gereksinimi anlatı yordu .
ların şıpırtısına karışırdı. Yıldızsız, ka­ Sanırım daha sonraki yıllarda, hele zorun­
ayrılmaktan daha güçtür. YaşadıQımız
ranlık gecelerde bile otururdu m bahçede. lu hizmetten sonra bu ve benzeri hasta­
sürece kitaplarımızdan sadece biz ya­ Denizi görmesem bile orada olduQunu bi­ neler uzman doktora kavuşup hizmet
rarlanmayız, başkalarını da yarar­ lirdim. Dalgaların sesi yeterdi bana. vermeye başladı. Ancak o gün gördüğüm
landırırız. Benim üzüntüm, bundan son­ Bazı sabahlar, balıkçılar yeni tutul­ kapısına kilit vurulmuş hastanenin içler
ra başkalarına da yarartı olamayacaQım muş barbunya balıQı getirirlerdi. Trabzon­ acısı görünümünü hiç unutamıyorum.
gerçegiyle, daha da büyük... lular "Barbun· diyorlardı ona. TereyaQında Haftada iki - Oç kez yapbQımız köy ge­
Ek: H. R. Gü rpınar' ın , Atlas Kitaba­ kızartı l m ı ş barbunu ilk kez orada zilerini çok seviyordum. Yörenin doQal
vi'nce yayımianmış elli dört cildi: roman, yemiştim. Tadını hali unutamam. Trab­ gOzelliQi beni" büyülüyordu. Ayrıca
öykü ve oyunlarını içerir. Bunların da zonlulann her yemeği tereyaQı ile yaptıQını köyiOierle iç içe olmak, onları yakından
dışında, gençliginde yazdığı yazıları bir öQrenince, doQrusu çok şaşırmıştım. Biz tanımak·da gOzeldi. Sabahtan akşama
genellikle ayçiçeOi yaQı gibi sıvı yaQiar dek fındık ve sebze bahçelerinde çalışan
araya getiren iki cilt, halk için çevirdiği
kullanıyorduk Ankara'da. Yalnız saQiık bu toprak insanları için, işini gOcOnü
romanlar, sadece araştırmacıları bek­ bırakıp Arsin'e, SaQiık ocaQına gitmek çok
açısından deQi, pahalı olduQundan da
liyor. Ne var ki, Cadı romanı dolayısıyla; alamıyorduk. Tuzlu terayağıyla da ilk kez zordu. Bu nedenle hastalıkları adamakıllı
kendisini, halk için sanat olamayacağı Trabzon'da tanışmıştım. Taze, sıcak mısır ilerlemeden, bıçak kemiQe dayanmadan
gerekçesiyle hırpalamaya kalkanlara ekmeğinin içine sürüp yemesini de orada gelmiyorlardı . Ben köylerine, ayaklarına
yanıtlarını oluşturan: Cadı Çarpıyor, öQrendim. Trabzon'da kaldıQım süre gittiğimde, bu nedenle çok seviniyorlardı.
Şekavet-ı Edeblye adlı kitapları La­ içinde, yöreye has pek çok yemekle Müezzin caminin hoparlöründen gel­
tin yazısına aktarılmamıştır. RObab tanıştım. Gerek Arsin'de gerekse Trab­ diğimizi bildirdiQinde, kimi kez ellerinde
dergisinde ona yönelik eleştiriler; Ali zon'da yeni dosdar edinmişti m. Beni sık çapaları, toprak bulaŞıQı ile koşuyarlardı
sık sofralarına konuk ediyorlardı. Böylece muayeneye. . . Hasta olsun olmasın,
Naci (Karacan)nin Feth-I Meyylt adlı
birbirinden gOzel ve lezzedi yöre yemek­ köyOn çocuklarını topluyor, muayeneden
yüklenişi; Gürpınar'ı savunan iki kitap:
lerini tabna fırsab buldum. Ancak biranımı geçiriyordum. Aşılarını kontrol ediyor,
Akalınoglu Sadri Nüzhet: Cadı hiç unutamam. gerekiyorsa yapıyordum. Çok zevkli bir
MOnasebatlyle Feth-I ""•yylt'a Köylerden birine, hastaya çaOrılmış­ çalışmaydı.
I syan; Tevfik Mecdi: Cadı Maaale­ tım. lşim bittikten sonra, evsahibi hanım, Yazık ki bu güzel ilçede ancak bir kaç
sine D air, Latin yazısı ile biraz oturup dinlenmem için ısarr etti. Ha­ ay çalışabildim. Senelik iznimi alıp, evlen­
basılmamıştır. Rahmetli arkadaşım Ad­ yata çıkıp oturduk. AşaQıda fındık bahçe­ mek üzere Ankara'ya gittim. Dönüşümde
nan Öneiçin (1919 - 1989), onun bir ke­ leri yemyeşil uzanıyordu. Evsahibi hanım: Trabzon'da çalışacaktım. Zaten Arsin'in
sim yazılarını, Abdullah Tanrınınkulu ile - Sana südüaş getirdim Doktor Hanım, eski doktoru, raporu bittiQi için geri
birlikte Sanat ve Ebedlyat adlı bir ki­ diyerek bir kasa uzatb. dönüyordu. Böylece benim vekaleten
Bunun bildiQimiz sütlaç olduğunu yaptıQım çalışma da sona eriyordu. Çok
tapta toplamışıı. (Ali Naci, 1930'da özür
düşündüm. GörünüşO benziyordu. Epiyi­ kısa sOre yaşamama karşın Arsin bende
diledi.)e
dir sOtlaç yemiyordum. Hevesle kaşığı derin ve gOzel izler bıraktı.e

4
dilde umursamazlik
e Halil ÇAKIR

EQitim BakanlıQı eskiden "klas ikler" diye bilinen batının ba, izahat, kabiliyet, kanun, mana, mahsul, merhamet, muhit,
başyapıtlarını yeniden basmaya başladı. Şimdiden, Batıdan ve müstakbel, netice, reis, saadet, sual, sebep, şahit, şuur, tabi­
doOudan, temel sayılan birçok kitap bakanlı Q ı n satış at, tahsil, tatbikat, tarif, telm ih, tesir, teşebbüs, tecrübe, teori,
dükkaniarında yerlerini almıştır. Ardından ötekiler gelecek ve umumi, vazife vb. Pek ince eleyip sık dokumadan deriediğim ve
1 940 başlarında, okumaya susamış, binlerce kişinin büyük yazı uzamasın diye yarısından çoğunu buraya almadığım yukar­
coşku ile kucakladıQı, sonraları aoır aksak, kirnileyin duraksa­ daki sözcüklerin Türkçeleri yok mudur? Dünya yazınından
yarak sürdürülen bu yayınların umarız tümü okurlara sunula­ seçilmiş yapıtları yeniden basanlar, kendi alışkanlıklarını bir ya­
caktır. Fiyatları , alım gücü kısıtlı olanlara uygun düzeyde sap­ na koyup, öncelikle genç kuşakları düşünmekle görevli değiller
tayan Eğitim Bakan lı(! ı ne kadar öVOise azdır. midir? Bugün yazılan öykü ya da romanlarda yukardaki sözcük­
Dünya yazı nından seçilen bu kitapların çevirmenlarinin bir lerin hemen hemen hiçbiri yoktur. Öylesine yerleşmiştir Türkçe­
bölüQü kuşkusuz şimdi yaşamıyordur. Bugün sağ olanlar da var leri bunların yerine. Ulusun ödediği vergilerle basılan bu kitapları
elbet. Kırk - elli yıl önce yapılmış çevirilerin, ne de olsa eskiyen dili geriye doğru çekmede kullanmak niçin? Bu yolla dilin özleş­
dilleri üzerinde neler yapılmış, kesinlikle bilmiyorum. Bilinen ya mesinin durdurulacağ ı mı sanılıyor? Bunun sökmediği 1 950 son­
da anlaşılan tek şey, eski baskıların sözcükleri üzerinde bir rası uyugulamalarında açıkça görüldü. O zaman bile çoktan unu­
takım değişiklikler yapıldı(lıdır. Herhalde basıma geçmeden tulmuş olan koyu Osmanlıca sözcükleri. 1 924 Anayasasını geri
önce, bugün yaşayan çevirmenlar çağrılıp sözcükler ayıklatıl­ getirerek hortlatanlar maçiarına ulaşabildi mi? I şte, Türkçe
mış; ölmüş bulunanların çevirileri de bir kurula ya da güvenilen günden güne gürül gürül çağiayarak anlaşıp serpili yor.
yazarlara bırakılmıştır. Incelediğimiz örneklerden biçerek söylersek, bu kitapların
Ben yayınlardan ikisini, Dostoyevski'nin Yeraltından dil anlayışı belirli bir doğrultudan da yoksun. Bakıyorsunuz bir
Notlar'ı ile Puşkin'in Dubrovskl'sini baştan sona inceledim. yerde "düşünce", bir başka yerde "fikir" denmiş; "vazife"yi unu­
Kitapların dillerini inceleyenlerin bir dil kaygıları olmadı(lı, ellerine tup "ödev" sözcüğ ünü kullanmış. Bunlar gibi "geçmiş - mazi",
verilen bir yönergeye göre işlerini gördükleri hemen anlaşılıyor. "önem - ehemmiyer. "doğal - tabii", "anlam - mana", ayrı anlamlı
AndıQım kitapların ikincisi biraz daha Türkçeden yana, ama ge­ sözcüklermiş gibi şurada burada boy vermiş. Bildiği bilmediği
nelde ikisi de eski sözcükleri kullanmada yarışı yer gibidir. Oku­ her konuefa konuşmaya can atan bir 12 Eylül büyüğünün
dukça, bundan önceki genel müdür döneminin TAT'de sözcük sandığ ı gibi, bunlarla herhalde dilin ne kadar vars ıl olduğu
ayıklayan "yasakçısı"nın sayfalar arasında kol gezdiği izlenimini kanıtlanmak istenmiş. Öte yandan, okuru şaş ırtan bir yön
ediniyorsunuz. değişikliği ile "kural", "çağ rı", "izlenim", "tanık" ve "kuşak" gibi
Şunlara bakınız: asil, beraber, bilhassa, cevap, ehemmiyet, sözcüklere de yer vermeda bir sakınca görmemiş.
fiil, fikir, fedakarlık, gaye, g ıda, hadise, hakim, hikaye, hudut, Eğitim Bakanlığı verdiği bu güzel hizmeti neden gölgelemek
hürriyet, idrak, irade, imkan, inkar, istidat, ihtiyaç, içtimai, inti- istemiş?e

(Desen: Yavuz TANYELI)

5
egemenlik ilişkileri ve yabanci dil 1 3

türkiye•de bat• dillerine yöneliş


e Orhan ÖZDEMIR

Türklerin Müslümaniiğı kabul etmesi Karahanlılar ekonomik düzeyindedir. Kopyacı yaklaşım, doğal olarak
dönemine (932 - 1212) rastlar. Karahanlılar, Müslümanlı­ Batı'daki bilimsel, teknolojik ve ekonomik gelişmenin ne­
ğı kabul etmelerine karşın, Türkçeye çok önem verirler. denlerini anlamaya yetmemektedir. Çeşitli savaşlardaki
Devletin resmi fermanlarında Türkçe kullanılır. Ne var ki, yenilgilerden sonra, Batı düzeyine ulaşmanın ancak re­
inançsal bir boşluğu dolduran Islam dini ve onunla ilgili formlarla olanaklı olacağına inanılmaya başlanır. En
bilgiler, dinle birlikte kutsallaşan Arap harflerini okuyabil­ başta Batı'daki biçimiyle çağdaş bir eğitim sistemi kur­
mekle öğrenilebilirdi. Bu nedenle Türkler, Karahanlılar mak, Batı teknii:jini alabilmek için okullara yabancı dil
döneminden başlayarak adım adım Arap kültürüne dersleri koymak, giderek yabancı dilde öğretim yapan
yönelirler. Arapçanın yanında Farsça da bilim ve yazın okullar açmak gereği duyulur. Reformlarda askerlik ön
dili olarak kullanılmaya başlar. planda tutulur. Çünkü, toplumsal üretim düzeyini ordu­
7. yüzyılda kurulan Islam dini, daha başlangıç aşa• nun savaş gücü belirlemektedir (11).
masında düşünsel alandaki yenilikler için umut vermeye Osmanlı Devleti'nin Batı dillerine yörielişi, onun Batı
başlar. Islam dini ile birlikte gelişen Islam uygarlğı, Islam karşısında üstünlüğünü yitirmesiyle başlar. 1733'te Hen­
olmayanların da katkılarıyla 12. yüzyılda doruğuna ula­ desehane açılır (1O). Bu okulun açılmasıyla, Batı bilgi ve
şır. Doğu'da bir tür Rönesans yaşanmaktadır bu dönem­ teknikleri kullanılmaya başlanır. Batı kitapları Türkçeye
de. Islam olmayan ülkelerdeki düşünsel ve bilimsel ya­ çevrilir. Eski Mühendishane 1792 ve 1795 yıliiarında
pıtlar Arapçaya çevrilir. Arapça kutsal bir dil oluşunun genişletilir. Bu okulun ö()retmenlerinin çoğu Türk, bir
yanında, bilim ve yazın dili olarak da önem kazanır. Özel­ kısmı Fransız ve lsveçlidir. Öğretim programına Fransız-
likle belirtmek gerekir ki, yeni Islam kültürüne kim katkı­ . ca konarak ilk kez bu dönemde yabancı dil öğretimine
da bulunursa bulunsun, önemli olan kültür dilinin Arapça başlanır (10). 1820'den sonra devlet memurlarının ve bi­
olmasıdır. Bu nedenle Islam kültüründen söz edilebilir lim adamlarının yabancı dil bilmeleri bir gereklilik haline
(9). Işte bu kültürden zamanla Türkler de etkilenir. Fars­ gelir. Bu amaçla ilk dil okulu olan "Babıali Tercüme
ça, Arapça karşısında bilim ve yazın dili olarak varlığını Odası• açılır (12). Tercüme odası sırf devlet görevlilerine
korurken; Arapça ve Farsça, Türkçeye karşı egemenlik­ yabancı dil öğretmekle kalmaz, aynı zamanda yeni bir
lerini ilan eder. dünya görüşünün geliştiği bir okul olur. Tanzimat edebi­
Üç kıtada egemenlik kurmuş Osmanlı Devleti'nin, yatma geçiş de bu okul aracılığı ile gerçekleşir (10).
Türkçede değerler üretmek yerine Arap ve Fars kültürün­ 19. yüzyılın başlarında Avrupa'da sosyal bilimlerin
de ısrar etmesinin, Arapça ve Farsçanın Türkçede ege­ öncüleri ortaya çıkarken, Osmanlı Imparatorluğu henüz
men olmasının nedenlerini, Islam uygarlığının 16. yüzyıla Ortaçall skolastik düşüncesinin egemen olduğu feodal
kadar süren üstünlüğünde aramak gerekir. Bununla bir­ bir devlettir (11). Batı'nın üstünlüğü giderek daha çok
likte, gerek Arapçadaki, gerekse diğer dillerdeki değerle­ duyumsanmaktadır. Halil Rıfat Paşa (ö. 1855), Osmanlı
rin Türkçeye aktarılamaması, Türkçede bilimsel ve dü­ Devleti ile ilgili kaygılarını şöyle dile getirmektedir:
şünsel alanlarda özgün değerler üretilememesi, Osmanlı "Devlet-i Aliye'nin yaşaması için Garb'ı (Batı'yı) taklit
tarihi boyunca bir olumsuzluk olarak karşımıza çıkmak­ etmekten başka çaresi yoktur: (13)
tadır. 1838'de Tıbbiye kurulur. Bu okula yerli ve yabancı
Arapça ve Farsçanın Türkçedeki egemenliği, Osman­ hocalar atanır. Batı kültürünü alabilmek için, öğretimin
lı Devleti'nin yıkılmasına ve Cumhuriyet dönemine kadar tümüyle Fransızca yapılması kararlaştırılır. ll. Mahmut,
uzanırken, 16. yüzyıl sonları ve 17. yüzyılda Doğu'da dü­ Tıbbiye'nin açılış konuşmasında özetle, tıp öğretiminin
şünsel ve bilimsel alanlardaki gelişmeler durur. Bu kez, Fransızca yapılacağını, tıp üzerine yazılmış Arapça ki­
düşünsel ve bilimsel alanlardaki yenilikler Batı'ya kayar. tapların Avrupa yapıtiarına kıyasla yetersiz olduğunu be­
Bu dönemde, Batı'da Rönesans ve Reform hareketleri, lirtir. Ardından şunları söyler:
Ortaçağ skolastik düşüncesini kökünden sarsmaktadır. "Bu yüzden Fransızcayı öğrenmenizi isternekten
Bilimde, düşüncede, sanatta yeni bir dönem açılmıştır. maksadım, onu sırf bu dilin hatırı için öğrenmeniz değil,
16. yüzyılın sonları ve 17. yüzyıl, Osmanlı Devleti'nin tıbbı öğrenmeniz ve bu bilimi adım adım kendi dilimize ka­
duraklama dönemidir. 16. yüzyılın sonlarına kadar Ba­ zandırmaktır. Ancak bu yapıldığı zaman kendi dilimizde
tı'daki düşünsel, bilimsel ve teknolojik gelişmelere seyir­ okutulur hale gelecektir. • (1O)
ci kalınmıştır. 17. yüzyılın sonuna kadar da Osmanlı Dev­ Batı düşüncesi adım adım yaygınlaşırken, devlet
leti'nde düşünsel alanda bir yenilik yoktur (1 O). Avru­ 1839'da Avrupalllaşmayı resmi program olarak ilan eder
pa'nın tekniği alınıp geliştirilecek yerde, daha çok kopye (14).
etmekle yetinilmiştir. 18. yüzyılda Batı'da makine çağı Askeri öğrencilerin Fransızca öğrenmelerini sağla­
başlarken, Osmanlı Devleti henüz Rönesans'ın teknik ve mak amacıyla 1859'da Paris'te bir Mekteb-i Osmani

6
açılır. Gönderilen öQrenciler kendi aralarında Türkçe
konuştukları için beklenen yarar sal}lanamaz ve 1875ıe
kapatılır (12).
1867'de daha önce bir Fransız lisesi olan Galatasa­
ray Lisesi açılır (12). Berkes'e göre, bu lisenin
açılmasıyla Fransa; Müslüman, Rum, Ermeni ve Musevi
öl}rencilerin Fransız dili ve kOltürü içinde birbirine yak­
laştırılmasını, Batı yanlısı olanlara Batı uygarlıQı
tanıtılarak ayrı dinlerden Rmilletler" arasında Fransa uy­
dusu bir Osmanlılık duygusu yaratmayı amaçlar. Bu li­
sede okululacak dersler Fransızca olacak, ayrıca
Türkçe, Latince, Grekçe, tarih ve pozitif bilimler okulula­
caktır (10). Oorelim dili baştan beri Fransızca olan Gala­
tasaray Lisesi, öQretimini bugün de Fransızca olarak
sürdürmektedir.
Osmanlı Devleti'nde yabancı dil giderek daha çok
önem kazanırken, 1860 - 1870 yılları arasında çeviri et­
kinliklerinde de bir yoQunlaşma görülmektedir. Fene­
lan'un RTelemaqueRı, Defoe'nun RRobinson Cruseo"u,
Hugo ve Duma'nın romanları, Molier'in komedileri
Türkçeye çevrilir. Çeviri yazınının ulusal kültürün
gelişmesine ve ulusal bilincin güçlenmesine önemli
katkıları olur. Çünkü, çeviri etkinliOinin, geçmişin ve
günümüzün kültürel del}erlerini anadiline aktarmak, bu
deQerlerin anadilinde yeniden üretilmesini saQiamak gibi
bir işlevi vardır.
Yabancı dil, Batı karşısında sürekli gerileyen Osmanlı
Devleti'nde dünyayı tanımanın, Batı'yı anlamanın tek
. koşulu olur. Ziya Paşa (1825 - 1880) bu konuda şunları
söyler:
"Ister isen anlamak cihanı,
öOrenmeli Avrupa lisanı" (13)
1908'den sonra yabancı dil öQretimi biraz daha
önemsenir. Fransızca bütün okullarda zorunlu tutulmak­
la birlikte, Ingilizce ve Almancanın da yabancı dil olarak
öQretilmesi benimsenir. Ne var ki, Osmanlı Devleti'nin tu­
tarlı bir eQitim politikası olmadıQından, ne yabancı dil
öQretiminde, ne de yabancı dil aracılıl}ı ile çal}daş bilgiye
ulaşmada önemli bir yol alınamaz. Ilginçtir, daha 15.
yüzyılda Osmanlı Devleti içindeki azınlıklara matbaa kur­
ma izni verilirken, Türkçe v� Arapça kitap basma yasaQı
ancak 1727 yılında kaldırılmıştır. lbrahim Müteferrika'nın
kurdul}u ilk matbaa ile 1729 - 1741 arasında 17 kitap
basılır. 18. yüzyılın sonuna kadar basılan kitaplar 45'i
geçmez. 1875'e kadar 2900 kitap basılır. 1875 - 1923
arasında Osmanlı lrnparatorluQu'nda basılan kitap sayısı
20550 kadardır (15).e leke
- SOrecek - lbrahlm YILDIZ
(9) Tanilli, S.: Yüzyıliann Gerçeği ve Mlraaı, Inaanlık Ta· bir dl.ınya var yorgl..fl
rlhlne Girit ll art.çaA. Say Kitap Pazarlama, 1. Basım, ·
kanla suladık Işte
lstanbul1986.
(10) 'Berkes, N.: Türkiye'de Çağdatlatma, OoQu Batı
-
Insan Insana doyduk
Yayı�. Istanbul. ışıQı karanlıida slleceQiz bu gldlşte
(11) Steinhaus, K.: Aı.türk Devrimi Soayolojlal, Sander yanlış baktık
Yayınlan,lstanbu11973. sevgiye
(12) Ergin, 0.: Türkiye u..rlf Tarihi, 5 . Cilt,lstanbul.
sanata
(13) Borelina, 1.- Sonina, 1.: "Türk Aydınlanma Edebiyalının
Temel Sorunlan", Sovyet Sosyologlannın TOrk Edebiyatı Ince­ o güzelim şllre
lemeleri, Redaksiyon: Uturgauri, S., Cem Yayınları, Istanbul netsin sanat Insanı Insan edemediysa
1980, s.41 . ,

(14) Tanpınar, A. H.: 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, ÇaCılayan 25.01.1991
Basımevi, lstarıbul1980. 01.02.1991
(15) :Cumhuriyet Dönemi Türkiye Analklopedlal, Iletişim
Yayınlan, Cilt 10, 11. 2824.
7
sohum (batum) feneri•nin trabzon•a
getirilişi söylencesi ve destanlari

e Mustafa DUMAN

rirse affedilip edilmeyeceğini sorar. Baba Salim "Güzel Trabzon"uma"


Bazı sosyal olaylar ve olayları ya­
Osman Paşa "Olur", der. Bu anlaşma adlı şiirinde de şöyle der:
ratan kişiler aradan uzun bir zaman
üzerine Mustafa Reis denizci arka­ "Sohum'un Feneri göğsünde nişan
geçmemiş olsa bile giderek halk di­
daşları ile Sohum Kalesine denizden Pirağanın Mustafa ona kavuşan
linde efsaneleşirler. Bu olay ve kişiler
bir bask ı n düze n ler, zorlu Binlerce Moskof'u etti perişan
üzerine türküler destanlar düzülür
Sendedir bu şeref bu şan Trabzon" (5)
söylenir. Örne�in Köro�lu, Dadalo�l � çatışmalardan sonra Sohum Feneri'ni
alır ve Trabzon'a getirir. Döner deniz Sohum Feneri'nin a l ı n ması olayı
hikayeleri gibi. Bu kişilerin gerçek
feneri Güzelhisar'a konur ve bu olay­ üzerine söylenen bir türkü Ömer Ak­
yaşamları ile halk dilinde anlatılan ef­
da gösterdiği olağanüstü kahramanlık bulut taraf ı ndan d erlen miş ve Trab­
sanevi yaşamları öyle içiçe girmiştir
ve başarısı ndan dolayı da Mustafa zon'da yay ı n la n an Hakimiyet Ga­
ki hangisi gerçek hangisi efsane artık
A�a Trabzon Valisi Osman Paşa ta­ zetesl'nin 24 Şubat 1 9 59 tarihli sa­
kolayca ayı rdedilemez olur.
rafından affedilir. Bu olay üzerine yıs ında yer alm ıştır. Aşağ ıda "Fener
Yazım ız ı n konusu olan Trabzonlu
türküler, destanlar söylenir. Örneğin Türküsü" olarak verilen şiir budur.
Pirağazade Mustafa Ağa (Reis) da
bu destan lardan tesbit edilebilen bir Ikinci şiir ise, Vaysel Arseven tarafın­
gerçek yaşamı yavaş yavaş unutulan
parça şöyle: dan Beşikdüzü Köy Enstitüsü öğ ren­
ve atsanevi yaşamı daha çok bilinen
"Ausiye'den ald ım cebrile fener cilerinden derlenmiş, notaya a l ı n m ı ş
bir halk kahraman ıdır. 1 835'1erde Ha­
Yirmi iki saltat peşume döner v e 1 9 48 y ı l ı nda notasıyla birlikte ya­
zinedaroğlu Osman Paşa'nın Trabzon
Yadigarım olsun sana Trabzon" (2) yınlanmış "Fener Destanı"dır. Bu des­
valili�i yaptığı dönemde Sohum (Ba­
Olay ı n bundan sonraki bölümü tanda Sohum Feneri Olayı aniatılmak­
tum) Kalesi'ndeki deniz fenerini alıp
üzücüdür. Trabzon'da bir kahvehane la beraber Mustafa Reis'in öldürülme­
Trabzon'a getirmiştir.
işleten Mustafa Reis halk arasında si konu ediliyor. Üçüncü şiir Trabzon­
çok sevilir, sayı lır. Efsa n evi bir lu halk şairi Polathaneli Karari taraf ı n ­
1. TARIHTE SOHUM (BATUM)
. kişiliktir art ık. Mustafa Ağa' n ı n bu du­ dan söyle n e n "Mustafa Ağa Desta­
FENERI OLAYI :
rumunu çekemeye n le rd e n Tozoğlu n ı"d ı r. 1 933 y ı l ı nda Murat Uraz tara­
1 835 yılında, Trabzon lu Pirağaza­
Rahmi adındaki bir külhanbeyi bir gün fı ndan yayın lanan bu deslanda da li­
de Mustafa Reis arkadaşları Sürme­
onu lqkantada yemek yerken arka­ man fenerinden sözediliyor ve Musta­
ne'nin So�uksu Mahallesi'nden Ah­
dan bıçaklayarak öldürür. Olay Trab­ fa Ağa'n ı n öldürü l m esi olayı 1 9.
met Çebioğlu Yusuf A�a. Sürme­
zon'da büyük üzüntüyle karş ılanır. yüzyı l ı n son larında çok yaygı n olan
ne'nin Orta Mahallesi'nden Köseoğlu
Mustafa Ağa'nın cenazesi görülme­ destanların tipik bir örneğiyle dile ge­
Zorali'nin Ali Osman Reis, Sürme­
miş bir kalabalıkla kaldırı l ı r. Bu olay tiriliyor. Bu destanlard a çokça görül­
n e'nin Gölensa Mahallesi'nden Şük­
üzerine de destanlar, ağıtlar düzülür. düğü gibi şair baz ı dörtlükleri ö l e n
rüoğlu Hüseyin Reis, Sürmene'nin Zar­
Sohum Feneri olayı ve Mustafa olay kah raman ı n ı n ağz ından anlatı­
h a Mahal lesi'nde n Köseoğlu Motu
Ağa'n ı n hayat ı etraf ı nd a teşekkül yor. K ı saca tan ıtt ığ ı m ız bu şiirlerin
Pehlivan'la Sohum Kalesi'ne d eniz­
eden söylence - hikaye günümüze metinlerini veriyoruz:
den bir bask ı n düzenler ve kaledeki
kadar gelir böylece. (3)
deniz fenerini alarak Trabzon'a geti­
1 . FE NER T ÜRK Ü S Ü
rir. Fener Güzelhisar'a yerleştirilir. (1)
lll.
SOHUM FENERI OLA YI
Bu olaydan sonra Mustafa Reis bir
VE M U STAFA AG A ' N I N Sohum dedikleri bir küçük çarşı
halk kahramanı olur.
YAŞAMI Ü ST Ü NE S Ö YLENMiŞ Dükkanlar açılır kıbleye karşı
HA LK ŞliRLERi: Sohum'dan almışım bir döner fener
ll. HALK D I L I N DE SOHUM
Sohum Feneri olayı ve Mustafa Güzelhisar'da as ı l ı döner
FENER I OLAY I :
Reis'in yaşamı türkülere, yazarı bilin­ Yirmi iki saltat peşime döner
Pira�azade Mustafa Reis'in So­
meyen destaniara girdiği gibi tan ı nmış Yadigarım olsun sana Trabzon
hum Fenerini alıp Trabzon'a getirmesi
halk şairlerimizden Trabzonlu Baba
olayı üzerine halk aras ı nd a an latı lan
S al i m ' i n P o l at h a n e l i K a rari ' n i n Saltatlar vardı üstü me pür figan ile
hikayelerden en yaygın ı şöyle -ki bu­
şiirlerine de girmiştir. Loververi s ıyırd ı m başı can ile
na söylence (efsane) de diyebiliriz-:
Baba Salim "Eşsiz Trabzon'uma" Kılıfımız doldu kızıl kan ile
Trabzon lu Pira�azade Mustafa
adlı şiirinde şöyle der: Hücum borusu vurdu borazan ile
Reis işledi�i bir suçtan dolayı tutuk­
"Savaşta daima düşman ı yener Vurun arslanlar vurun der Osman
lanır. Devrin valisi Osman Paşa'ya
Kahraman halkında büyüktür hüner Paşam. (6)
h aber göndererek Sohum'un dillere
Etrafa nur saçar bağrında döner
destan döner deniz fenerini alıp geti-
Sohum'un Feneri şen Trabzon'un"(4)
S
2. FENER DESTANI Tütün vermediler onlar bir yaprak Anası tabuta düştü sarıldı
Altı saat kadar harp etti mutlak Mustafa Rels'ten canım ayrıldı
Saat birde düştüm Meydan yoluna Her nine d�urmaz öyle bir kolçak Bu eel şerbati ba�rım da�ladı
MSOer vadem dolmuş ecel yoluna Ne çare ki dünya tanidir fani Kimse nuş etmesin böyle peyman ı
Rusiye'den aldım cebrile fener
Sarayburnu'nda asılı döner Mustafa Rels tuttu bir kahvehane Kardaşı Kerim vurur başını taşa
Işinde gücünde sakin merdane Kader böyle imiş bozulmaz haşa
Gida gida aşhaneye dayandım Dünya gitse kin etmezdi bir cane Mevla rahmet etsin ol Kadir Paşa
biraz yemek yemek idi muradım Olsaydı bu dehrin bir Süleyman'ı . O katile mesken etti zindanı
lştahım yok ekşi yemek aradım
Içeriye girdi Tozoğlu külhan Bir çarşamba günü kalktı gezerek Cenaze gaslolup çıktı içerden
Ecel setinesin doldurdu felek Kadınlar döküldü pencerelerden
Hayın herif kurdu kalbinde hile Lokantada taam kaydı görerek Asker silah yerde gider ilerdan
Geldi benim ile bolaştı dile Hayli de beraber refik mihmanı Caddeler almıyor geçen insanı
Yeme�imi yedim sildim mendille
Dedim Allah,an bul ey zalim �lan Me�erse yaklaşmış o ecel tı�ı Ortahisar Camii'nde cemaat
Bilinmez ecelin gayip şemşiri Cenaze namazın ettiler niyet
Yaremi anladım düştüm peşine Hem Tozoğlu Rahmi girdi içeri Çarşılar sokaklar sı�maz nihayet
Bir kaç sandaliye vurdum başına Kendi sarhoş bozuk söyler lisanı Alimi hacası hem dervişanı
Silahı kolu elimde düşmez ba§ına
Dedim Allah,an bul ey zalim �lan Mustafa Rels der ne münasiptir Felek ecel harmanını savurdu
Lokantada söz söylemek ayıptır Döndü bütün kabristana çevirdi
Sol semtimde oldu bıçak yarası Ecel yakın gelmiş bu bir gariptir Işiten ahbabı yaktı kavurdu
Gitti geldi gülüm gözüm karası Kimse sevindirmez nefs-i düşmanı Mustafa Rels'in suz-i hicranı
Belki beş dakika geçti arası
Can çıktı vücuttan kalmadı derman. m Evvel Rahmi çıktı dem telaşında Mustafa rels'i bir dem gören göz
Seyreyle feleOi harp savaşında Öyle bir kolçağa ağlamaz mı söz
3. MUSTAFA AGA DESTANI Saidırma elinde köşe başında Ba�ladı üstünü çayır çimen toz
Habersizden vurdu gelen merdanı Mekan eyleyince mezaristanı
Hikmet-i mukadder tecelli böyle
Bozulmaz Hüda'nfn emr-ü fermanı Bir kere ah çekti eyvah vuruldum Yüre�im tutmuyor söyliyem bari
Hayr-ü şer Hak'tandır sen de fikreyle Evlat iyalime hasiret kaldım Bu kadar naklettim bu yadigarı
Bırakma dilinden virdi mennanı Bu garip başımı tutana saldım Şehr-i Trabzon'dan AŞlK KARARI
Gam yemezdim e�er tutaydım anı Hakkında söyledim bu dasitanı. ıaıe
Mustafa Re ls 'tir pira�azade
Onun vastın kılam size ifade Saidırma girince memeden cana 1) Ömer Akbulut, Trabzon Methurları
Şöhreti var idi hadden ziyade Gövdesi boyandı al kızıl kana Blbllyografyası, Ankara, 1970, s.66,
YiMii�i kapiarnıştı her yanı Yüzünü döndürdü kıbleden yana GOzeltıisar Kalepark'ın eski adıdır.
Iki dizlerinin gitti dermanı 2) Necati BalaşoQiu, Karadeniz Des­
tan ve Deyltlerl, Istanbul, 1946, s.25,
Trabzon şehridir semti ilinde
Saltat Rus askeri.
Şeker bal akardı tatlı dilinde Polis asker koptu her karakoldan
3) Olayın halk arasında anlatılan bu
Martini elinde çifte belinde Adalet ve kanun sa� ile soldan şeklinin kişileri deQiştirilmiş bir varyantı
Sevmeyen var mıydı acep ol canı Geçenler a�ladı can-ü yürekten için bkz: Vaysel Arseven, Karadeniz
Kim görse acımaz o kahramanı Bölgesi Halk TOrküleri, Kastamonu, 1948,
Bozuldu fele�in gülşeni bağı s.17.
Soldu güllerinin taze yapra�ı Kaldırdılar cenazeyi nihayet 4) Baba Salim .Divanı, 3. Kitap, Trab­
Otuz beş liraya ordu sanca�ı Boztepe'ye yaklaşınca işaret zon 1951, s.14.
Harp için yaptırdı gör kahramanı Öyle zannolundu koptu kıyamet 5) Diva n-ı Baba Salim, 4. Kitap,
Her milletin arşa çıktı figanı Eskişehir, 1952, s.7.
6) Ömer Akbulut, "Trabzon Feneri ve
Nasıl methedeyim size ol eri
Türküsü", Hakimiyet, 24. 2.959 tarihli
Şöhreti tutmuştu her bir diyarı �lu Rıfat der ki ben kaldım yetim
say ı , Trabzon. Bu sayının fotokopisini
Anın yadigarı LIMAN FENERI Hasmı kahreylesin ol Rabb-ı Kerim gönderen sayın Arslan Pulathaneli'ye bu­
Getirip düşmandan aldı meyd:ını Eyleyüptür bana matem ağiarım rada teşekkür ederim. Aynı türkü için bkz:
Neylerim babasız ben bu cihanı ·
Ömer akbulut, Trabzon Meşhurları
Can feda ayierdi her dem dostuna Blbllyografyası, s .66.
ldris Reis silah aldı destine lyali bir yanda düştü a�ladı 7) Veysel Arseven, Karadeniz Bölgesi
Yüz martinli ikisinin üstüne Gözlerinden kanlar saçtı ağladı Halk Türkülerl, Kastamonu, 1 948,
Ünya civarında bastılar anı Asım'ı bağrına bastı a�ladı s.16.
Geçti çifte kuzuların zamanı 8) Murat (Uraz), Halk Edebiyatı ŞIIr
ve Dil Örnekleri, Istanbul, 1933, s.408
- 412.

9
- tanıdıklaflm 12 ----

hürrem arman
e Bekir SEMERCi

21 Ağustos 1989'da yitirdiğimiz Hocam Hürrem Arman'la


Ankara Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nde tanışmış­
tım. O, müdür, ben öğrencisiydim. Toplumcu bir eğitimci idi.
Öğrencilerini çok severdi. Okul yaşamında öğrenci dövül­
mesine, hakarete karşıydı. Öğrencilerini hep güleryüzle
karşılardı. Kitap okuyanlarla, yazı yazanlarla, araştırma ya­
panlarla arkadaş olur, çalışmalarını yapıcı bir dille eleştirir,
kutlardı. Öğrencilerinin kişilikli yetişmelerine özen gösterir­
di. Köy Enstitüleri davasına candan bağlıydı. Hakkı Ton­
guç'un Gazi Terbiye Enstitüsü'nden öğrencisiydi. Ton­
guçıa Hürrem Arman kardeş, arkadaş ve bir dost gibiydiler.
Tonguç onu oğlu gibi, Hürrem Arman da Tonguç'u bir baba
gibi severdi. Köy Enstitüsü davasında biribirlerinin sırdaşı
idiler.
Hürrem Arman, 19 40'ta Denizli Milli Eğitim Müdürü iken
Tonguç onu Beşikdüzü Köy Enstitüsü müdürü yapmak için
Ankara'ya çağırır: "Hürrem, sen bütün Köy Enstitüleri'ni
gez. Onlar hakkında bilgi edin. Sonra da Beşikdüzü Köy Ens­
titüsü'nü kur" der.
Hürrem Arman bütün Köy Enstitülerini gezer. Hepsi de
(Desen: Yavuz TANYEL I)
kuruldukları binlerce dönüm arazide çok başarılı üretim yap­
maktadırlar. Beşikdüzü'ne vardığında köylüler ona Köy
Enstitüsü yapılması için aralarında topladıkları parayla satın vaşta, sayısız başarılarınızdan sonra Karadeniz'i de fethe
aldıkları 4,5 dönüm araziyi gösterirler. Hürrem Arman kara başladınız. Bu savaşı n öncüleri olan çocuklarımızı, sizleri,
kara düşünmeye başlar. Ankara'ya döndüğünde Tonguç'a hepinizi daha büyük başarılar bekleyerek kutlar, ayrı ayrı
gözlerinizden öperim." der. Balıkçılık sonraki yıllarda daha
4,5 dönümlük bir tarlada nasıl Köy Enstitüsü kurulabilece­
ğini sorar. Tonguç da: "Hürrem, senin tarlan Karadeniz ola­ çok gelişir. Enstitünün tüketiminden fazlası öteki ensti­
cak. Büyük çapta balıkçılığa girişeceksin ... Üretim amacın tülere ucuz ucuz satılır, 1 4500 lira sağlanır. Bu para enstitü­
Karadeniz'i sömürmek olacak. Köy Enstitülerinin balık ge­ nün balıkçılık işletmesi yatırımının 3 - 4 katıdır. Beşikdüzü
rersinimini siz sağlayacaksınız. Belki ilerde balık tozu balık Köy Enstitüsü ilk yıl295 ton balık tutar. ikinci yılda 500 ton
: hamsi, 60.000 çift palamut, 45 ton da diğer balık türleriyle Ka­
gübresi, balık konservesi fabrikaları da kuracaksınız. der.
Tonguç'u çok seven Hürrem Arman, Beşikdüzü Köy radeniz'de rekor kırar. Hürrem Arman Karadeniz'i gerçekten
Enstitüsü'nü 1940'ta kurar. Karadeniz'de öğrencilerine tarla yapar.

balı tutmayı öğretecek usta bir balıkçı arar. o gelinceye Hürrem Arman 1 943 yılında Ankara Hasanoğlan Köy
dağın, o semtten alınan eğitmenlerle balık tutmaya başlar. Enstitü�ü'ne müdür olarak atanır. Enstitü kuruluş durumun­
Kendisine yardımcı olan eski bir balıkçı ustası Recep Ağa dadır. Oteki enstitülerden birçok yapıcı ekipleri gelir, birer
ona Karadeniz'in en ünlü balıkçılarından Fehmi Reis'i bulur. ikişer bina yaparlar. Bu dönemde Yüksek Köy Enstitüsünün
Fehmi Reis 60 lira maaşla, enstitüye ustaöğretici olarak de müdürüdür. Köy Enstitülerine öğretmen yetiştirecek
alınır. Fehmi Reis, Hürrem Arman'dan Enstitüde bir balıkçılık olan bu·Enstitür,e Köy Enstitülerinin en seçkin başanli öğ­
işletmesinin kurulmasını ister. Hürrem Arman,2 balıkçı mo­ rencileri alınır. Oğrenciler arasında herkesin kendi e nstitü­
toru, 1 taşıma motoru, 1 8 kayık,2 hamsi ığrıpı, 1 palamut gır­ sünü üstün görme iddiasıyla sağ sol gruplaşması da vardır.
gın, 3 manyat, 3 barabat, 3 molozma, 30 kalkan ağı ile Be­ Kitap tanıtma, şiir, öykü yazma, konferanslar düzenleme,

�ikdüzü �� y Enstitüsü'nde Karadeniz'in en güçlü balı kçılık Köy Enstitüleri Dergisi çıkarma dallarında solcu grup etkin­
ışletmesını kurar. Balıkçılığa başlayan ekip ilk günün sa­ dir. Hürrem Arman da Tonguç da bu kültür atılımını destekler­
bahında 3 ton balık tuttuğunu Enstitüye te lle bildirir. Birkaç ler. Hürrem Arman "içimle, kafamla inandığım, bağlandığım
saat sonra on ton daha balık tuttuklarını tellerler. Ertesi gün insan Tonguç'tur" der. Kültür atılımı yapan öğrenciler de Ton­
sabah toplantısında balıkçıların başarısı bütün öğrencilere guç'u çok severler.
· Hürrem Arman çok kitap okuyan bir eğitimciydi. Gazi
duyurulur. Çocuklar bir bayram sevinci yaşarlar. Hürrem Ar-
man bu ilk günün başarısını Tonguç'a bildirir. Eğitim Enstitüsünde öğretmeni olan Dr. Halil Fikret Ka­
Tonguç, Hürrem Arman'a çektiği telgrafta: "Doğa ile sa- nat'ın Milliyet ldeall ve TopyekOn Milli Terbiye adlı

10
kitabını okur. Ankara'ya bir geldiQinde Dr. Halil Flkret'le Efendi, BaltacıoQiu ve özellikle Halil Fikretıen söz ediyor,
Ulusıa karşılaşır. Kendisine yeni çıkan kitabı hakkında ama Tonguç'un adı hiç geçmiyor.. " der. Köy Enstitüleri kar­
görüşmek istedi!;jini bildirir. O da "söyle bakalım" der. şılaştırılırken "Çifteler örneQinin yaratıcısı" diye adlandırılan
Hürrem Arman da "Hocam, kitabınııda Oretlm ve Rauf lnan'ı, öQrencilerinden Mehmet Emiralj()Qiu'nun IME­
fayda amacıyla yapılan Iş, Köy Enstıtüsü öğren­ CE dergisinin 99. sayısında yazdıgı olaydan ötürü kınar:
cilerin i fayd aya, d o la y ı s ıyla maddeciliğe ve "Tonguç, Talim Terbiye Dairesi'nden çıkmış, Anafartalar'a
ahiAksızlığa yöneltlr diyorsun uz. Oysa köylü­ dogru yürüyordu. Belli ki evine gidiyordu. O günlerde Ba­
müz, köy çocukları yaşamları boyunca geçimle­ kanlık müfettişi olan ünlü m üdürlerimizden Rauf lnan da Ba­
rini sağlamak amacıyla ve fayda Için Iş ve Oretlm kanlıktan çıkmış Taüm Terbiye tarafına gidiyordu. Tonguç
yaparlar. Dediğiniz doğru olsa halkımızın o/o kendisine göre Bakanlık tarafındaki kaldırırnda yürüyordu.
90'nın ahiAksız olması gerekmez ml?" deyince, Dr. Ünlü müdürümüz de aynı kaldırırndan ona doQru gidecekti.
Halil Flkret Kanat, Köy Enstitüleri'nin yıkımında gericile­ Tonguç'u gördügü halde sokagın içine indi. Ve Tonguç'u
rin sözcüsü oldugunu unutarak "Böyle bir neticeyi hiç görmezlikten gelerek yoluna devam etti."
düşünmemlştlm" der. Ama Hürrem Arman bu yanrtı yeter­ Talim Terbiye üyesi ve Yüksek Köy Enstitüsü'nün ma­
li bulmaz: "Enstitüler olanakları oranında yeni araçlar kulla­ tematik öQretmeni Halit Zıya Kalkancı, Milli Egitim Bakanı Ha­
narak, bilimi de dikkate alarak üretim yapıyor. Ve öQ­ san Ali Yücel ve llköQretim Genel Müdürü I.H. Tonguç'la fik­
rencilerine öl)retiyorlar... Elde edilen ürün yapanların degil ren uyum halindeydi. "Yüksek Köy Enstitüsü'nün açılışında
toplumun oluyor. Gerçek ahlaklılık bu olsa gerek" deyince da imzası vardı. Bakan Sirer, BanguoQiu ve Tevfik Ileri dö­
Kanat, biraz düşündükten sonra "Ama bu yol cemiyet­ nemlerinde Tonguç'a karşı onların yanında yer aldı. Birgün
leri sosyalizme götürür" der. Hürrem Arman: "Ho­ Harndi Keskin'i Talim Terbiye'de görmeye gittigirnde Halit
cam, bu t utum ahiAksızlık mı değil ml? cevabın ı Ziya Kalkancı kolumdan tuttu, odasına götürdü. Kahve.
vermediniz. Yani kitabınııda önerdiğiniz yol ne- · içerken "Tonguç'la ilgini kes... Çoluk çocugun var, başına bir
reye götürür? Galiba faşizme! değil ml?" iş gelebilir. Yazık olur" dedi.
"Yok, benim tav s lyelerlm milliyetçi olman ın "Tonguçıan sonra genel müdür olan Yunus Kazım Köni
yo lud ur ••• " ile ev taksiti yatırmaya gittigim bankada karşılaştım. Onu
" Hocam, emeğin yarattığı her tür değerleri,
.•• görmezlikten geldim. Ama O, benim yanıma geldi. Özen Pas­
türlü dalaverelerle ve pek az karşılıkla alanlar tanesine gidip oturduk. KÖY ve EGITIM DAIRESI'nde çıkan
asıl ahiAksızlar değil midir " deyince Halil Fikret Ka­
••• yazıda Yüksek .Köy Enstitüsü'nde öQretmeni olan kendi­
nat, eşinin erzak istediQini öne sürerek tartışmadan uzak­ siyle Farruh Sanır'ın Köy Enstitüleri'nin yıkımına, öQrencile­
laşır. rinin kıyımına araç oldular dendigini kınıyordu. Ben de O'na
Hürrem Arman, Tonguç'un Köy Enstitüleri'nde beraber Yüksek Köy Enstitüsü YönetmeliQi'nde ve açılışında im­
çalıştıgı müdür ve öQretmenlerden bazılarının bu enstitülerin zanız var. Köy Enstitüleri'nin sınav sistemi üzerindeki
yıkımı döneminde degişik bir karaktere büründüklerinden konuşmayı bana yaptıran sizdiniz. Bu kurumların yıkımı si­
yakınır. Piramidin Tabanı cilt 1-ll'de bunları etraflıca anlatır. zin elinizle yapıldı. Yüksek Köy Enstitüsü'nü kapattınız.
Çok sevdigi arkadaşı Recep Gürerin adını Tonguç1a olum­ Kendi ögrencilerinizin kıyımını yaptınız. Sizin için yazıfen
suz tartışmalara girerek enstitü müdürlügünü terketti diye yazıda kişiliQiniz sözediliyor. Hiçbir yıkıma hayır demeden
kitabından çıkarır. aracı oldunuz. Yazı yazan öQrencilerimiz haklıdır dedim."
"Sayın Şevket Gediko!}lu, 'Niçin Egitmen Kursları ve Köy Hocam Hürrem Arman'ın 1969'da yayınladıgı PIRAMI­
Enstitüleri' kitabında, eQitmen kurslarıyla Köy Enstitüleri­ DIN TABANI-1- adlı kitabını ekim 1970ıe IMECE dergisinde
nin kuruluş nedenlerini incelerken Etem Nejat, Emrullah ötedünya'ya Mektup başlıgı altında tanıtmıştım. Mektubu
yazdıQım Mustafa Bugday11l öte dünyadaydı. Benim çok
sevdiQim arkadaşım, Hacamın da en çok sevdiQi öQrencisiy­
di. Her ikisinin de beraber anılmasını sevenlerinin takdir
edeceQini bildi!;jim için mektub.umun son paragrafını buraya
aktarıyorum:
"BuQday, Hürrem Hocam, birgün 1ışkırmak" diye bir ko­
nu atmıştı ortaya. Bir suyun topragı delip fışkırrnası, bir aga­
cın gür sürgünler vermesi, bir bitkinin çiçekle, meyve ile eaş­
ması, bir güzelin taranıp, takıştırıp sokaQa çıkması, bir şairin
"hayda ok yayda" demesi birer fışkırma idi. Rönesanslar, re­
formlar, devrimler, icatlar, keşifler.. birer fışkırma idi. Köy
Enstitüleri de bir fışkırma idi. Ben ilave edeceQim. Köy Ens­
titüleri'nden sözeden her kitap da bir fışkırrnadır."
Gönlümda yaşattıQım Hocam, sizi yaşantınızla, kitap­
larınızla anarken saygıyla selamlarım. Ananların çok ol­
sun.•
(1) Mustafa Bu�day, benimle beraber Yedek Subay Okulu'ndan
çavuş Çikanlan arkadaşlanmdandlf. Biz k1tada iken Ankara askeri
hastanesine ameliyat edilmek üzere yatmld1�m1 bildiren bir mek­
tup yazar Hürrem Hoca)'a: "Beniyarm ameliyat edecekler. Belki
bir daha gtirOşemeyiz. Sizi bekliyorum• der. Hoca hastaneye
vard1ğ1nda -6/dü" derler...

11
vedat günyol•la söyleş i
e Söyleşen : Mithat YABAN

- Sayın Vedat Günyol, kısaca ken d i n izi hümanist düşüncenin savunusuna önem verdik. Don­
tan ıtır mısın ız? muş, kalıplaşmış düşüncelere savaş açan ve bu yolda
çağına damgası nı vurmuş düşünürlere öncelik ve son­
- 191 1 do!;jumluyum. Bu konuda, Behçet Necatigil'in,
ralık tanıdık.
Şükran Kurdakul'un Isimler sözlüklerine, bir de Mehmet
Sayda'nı n Edebiyat Dostları adlı kitabına bakıverin di­ - Bazı çevirileri kend iniz yaptığınız halde
yeceğim. bazılarını, I k i, Oç, hatta a ltı arka daşın ızia
Sözü edilen yapıtlardan birine bakıyorum:
yaptınız, b una neden gerek d uydun uz?
- Çevirilerimin bir bölümünü Sabahattin Eyüboğlu ile
·ıstanbul 'da do!;jdu. Ortaöğrenimini Saint - Benoit u�
başbaşa, gönül gönüle verip kotard ık. Bunun dışındaki
s esi'nde (1943), Yüksekö!;jrenimini Istanbul Üniversitesi
çoQu ortak çeviriler, ayrı ayrı yap ılıp, dil bakım ından de­
Hukuk Fakültesi'nde tamamladı (1937). Üç yıl devam
netimimden geçmiş çevirilerdir. Bunlarda, çevirinin bir an
ettiği Paris Hukuk fakültesi doktora bölümü'nden iktisat ·

ve uluslararası hukuk sertifikaları aldı (1939). Askerlik önce kotarılması iste!;ji ağır basmaktayd ı.
görevinden sonra Mil li Eğitim Bakan l ı Q ı Tercüme - Son yıllardaki yakın arkadaşların ız kim­
Bürosu'nda (1942 - 1948), Islam Ansiklopedisi Yazı Ku­ lerd ir?
rulu'nda (1949 - 1959) çalıştı. Yabancı Diller Okulu'nda - Son yıllardaki yakın arkadaşlarım, M. Başaran ve
Fransızca okutmanlığı yaptı (1959 - 1962). Istanbul Sami Karaören yan ı nda, otuz yılı aşkın süredir sık sık
Atatürk Erkek Lisesi'ndeki son görevinden emekli oldu kapımı çalan, sayıları yirmiyi aşkın öğrencilerim ve her
(1972). Yıllarca Yeni Ufuklar dergisini ve Çan Yayınevi'ni zamanki yakın dostlarımdır.
yönetti. Yücel (1938 - 1956), Yeni Ufuklar (1953 - 1976)
- Siz pekçok fest iva l ve k itap I mza
dergilerindeki kitap tan ıtma yazıları, deneme ve
gün lerine katı l ıyorsunuz, ü l kem iz Insan ı n ı n
eleştirmeleriyle birlikte çaQdaş düşün, sanat adam­
kitapiara bakış açısını an latır m ısın ız?
larından çeviriler yayımlad ı. Babeuf'ün Devrim Yazı ları
kitabından ötürü, Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte Ağır - Ülkemiz insanı -okuryazar tak ımı tabii- kitapla yakın
Ceza Mahkemesinde yargı landı, baraat etti (1967). 12 ilişki kuramıyor, özellikle 12 Eylül döneminden beri.
Mart döneminde, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat ile - Devletin k itap a lanındaki . katkı ları yeterli
birlikte sık ıyönetimce tutuklandı. Açılan dava beraatle midir, daha neler yapılması gerekir?
sonuçland ı : (Şükran Kurdakul, Şairler ve Yazarlar - Ü lkenin kaderine egemen politikac ı lar, kitap
Sözlüğü) düşmanlıQına prim verir durumdalar adeta. Devlet
- B ildiğim kadarıyla, sizin Çan Yayınların­ yönetimini ellerinde tutanlardan bir kişi gösterebilir misin­
da çıkmış b irçok kltab ınız var. Çevirisin i ya­ iz ki, belli bir düşünce konusunda bir kitabı olsun. Bu
pacağınız eserlerde neler ararsınız? bakımdan bir çorak ülkedir bizimki. Durum böyleyken,
- Çevirisini yapt ıQ ı m (ız) yapıtlarda laik, özgür ve devletin kitap üretimine ve satışında katkıda bulunması
söz konusu olabilir mi?
- Son kltabın ız, "Uzak Ya kın Anılar 1"
hakkında, a z da olsa bilgi verir · misiniz?
- Son kitabım Uzak Yakın Anılar 1 , bir tadımlık an ı lar
birikimidir, dört aylı k bir hapis yaşamımdan yola çıkıp,
çocukluğuma, ilk gençliğime şöyle bir kulaç atarak daha
yakın bir geçmişe el atma isteğimin öncü öncüsüdür
bence.
- Başka söylemek Istedikleriniz var mıdır?
- Başkaca söyleyecek bir şey bulamıyorum,
bağışlayın.
- Sayın Vedat Günyo l, sevg ili a ğabey, asıl
siz bağışlayın, çok t e şe k k ü r ederim,
sa ğolun.e
Vedat Günyol, Mithat Yaban, Mehmet Başaran. 22. 12. 1990, Karabük

12
Dergimiz Kwı 'nm son on iki ayında yer alan Natardamar" bölümünde değişik
türde pek çok konuyu gündeme getirdik. Son bir yıllık birikimde ilk kez bir ya­
zarın, bir önemli sanatçımızm der/i - toplu çabası okurlara sunuluyor.
Bu sanatçımız Ahmet Naim Çıladır'dır.
Konya Sultanisinde bir öğrenciyken, öğrenim gördüğü ·kentte yayımlanan
Babalık ve Öğüt gazetelerinde ürünler yayimfayan Ahmet Naim 'in ağabeyinin
Zonguldak 'a atanmaswta bu kentin damarına bağll!nır. Ve ilk öyküsü KAHRA­
MAN 23 Mart 1 923 tarihinde yayıma başlayan Zonguldak gazetesinde yer alır.
Ahmet Naim 'in Zonguldak günleri zamanla dal - budak salarak bir ken tin
kendini dünyaya tanıtan önemli bir doruğuna ulaşır.
Karae/mas adı verilen kömürün bin bir serüveni, bu yanartaşın yaktığı nice
canlarm söndürdüğü ocaklar bıkıp usanmadan yazdığı yazılarda konu edini/ir.
Kömürün işletimindeki çarpıklığın boyutları, maden ocaklarının yüzlerce metre
derinlerdeki damarına kazma vuran madencinin yalnızlığı göçüklerin, grizu­
larm, ölüm ve ağıtlarm hüznü yapıtlarında boy verir.
Ahmet Naim, bir yerde Istanbul'da kalem efendisi olup, Babıali'de ünlü bir
yazar olarak yaşamını sürdürebilirdi. Oysa o bütün yaşamını, sevinç/erini,
hüznünü, a01farın1, yaşamma sokulan çaresizliği yeğleyerek Zonguldak 'a gitti.
Bir yerde gidiş o gidiş oldu. Öykü/er, denemeler, inceleme ve araştırmalar,
röportajlar, köşe yazıları yazdı. Bir kısmı bugün de aşılamayan yapıtlar
hazırladı. Yazınımızın en büyülü alanlarından özgün çalışmalar ortaya koydu.
Ahmet Naim Çıladır, Zonguldak 'ta yaşarken bir ipekböceği sabrıyla ko­
zasmı ördü. Dönemin önemli yazın adamlarına çalışmalarının önemini onayfat­
masını bildi. Evlat acısından, hapisanenin özgürlüğünü yok eden kötü
koşullarına, yüzlerce metre derinlerde ekmek adına yanartaşın damarına kaz­
y
ma sallayanlarm dramından, düşündüklerini du up gördüklerini yazmanın da­
yanılmaz sancılarına değin yoğun bir yaşamın içinden yazınımıza özgün bir
kimlik bıraktı.
Bir derginin 'atardamar' bölümüne sığmayacak, belki de kitaplar dolusu bir
yaşamdan bir sayfadır okurumuza sunulan.
Kwıda kalmışlığın hüznünü sevince dönüştürmenin, Kıyı 'nın bir görevi
olduğu düşüncesiyle yayımladlğımız yazwa emeği geçen herkese içten
teşekkür ederiz.
KlYI

13
zongu ldak havzas1n1n özgün yazari
ahmet naim ç 1 lad 1r
e Mustafa KADEMOGLU

KIYI'nm dergici/ikteki soylu yan­ *


larmdan biri de "ANADOLU'DA KA Y­ O, I stanbul'da do�du ve Zongul-
BOLMUŞ, YA DA KlYlDA KÖŞEDE dak'ta yaşadı. Ölüm onu Zonguldak'ta
KALMIŞ DEGERLER"e sahip çıkması­ yakaladı. 63 yaşın ana çizgileriyle öy­
dir. Özellikle :4 TARDAMAR: bu işievin küsü budur. Yeditepe dergisi Sayı: 1 34
yoğunlaşt1ğ1 bir !XJIOm oldu. Benim bu (330) Haziran 1 967, s.5 ölüm haberini
bö/Omde yer a/mama olanak tamyan Do�an Şadıllıoğlu'nun bir söyleşisiyle
Ahmet ÖZER'e, yüreklendiren Mehmet vermişti. Ahmet Naim'in yaşam öyküsü
Yaşar BILEN'e, arşivlerini açan BAR­ aynı zamanda Türkiyeli yazarın, sa­
TIN gazetesi sahibi Esen ALIŞ'e, /. natçının talihsizli�i sorunudur. Acı, ama
Behçet KALA YCI'ya, Doğan ŞADILLI­ ne yazık ki gerçek budur.
OGLU'na, Behzat BARU6N0 ve Ahmet yaz1n1m1zdaki yeri
Naim'in oğlu Sina Ç/LADIR'a teşekkür­ Hikfıyelerinde, yaşadı� ı çevre Zon­
lerimi sunuyonım. guldak ve yöresinin insanını konu edi­
M .K . nen Ahmet Naim, Anadolu'daki kapalı
özgeçmişi çevrenin asılsız göreneklerini, boş
1 904'de Istanbul'da do�du. EyOp inançlarını, kaba baskısını çok etkin ve
Sultan Reşadiye lıkokulu'nu bitirdikten yalın bir biçimde sunmuştur. Gözlem­
sonra öl:jrenimine devam etmeyerek cili�i hemen farkedilen yazarın, sıcak,
hayata atıldı. Yaşamını sürdürmek için insancıl duyarlığı ile açık ve usta bir kur­
bir yandan çalışırken, bir yandan da­ gu gücüne de sahip oldul:ju görülmek­
Fransızcası nı ilerietmeyi sürdürdü. tedir. Bu nedenledir ki hikayelerinin sa­
Çeşitli beden işleri arasında kendi ken­ natla bezenmiş belgeler olarak değer­
dini yetiştirme istemini yitirmeden ay­ lendirilmesi gerekiyor.
akta kalmasını bilen Ahmet Naim, genç ı-.�.­ 24 Nisan 1 967 günü Zonguldak'ta
yaşır.da Zonguldak'a giderek oraya yaşa-mını yitiren Ahmet Naim'in
Ahmet Naim Çıladır ölümünden sonra ÇIG dergisi onun için
yerleşti. Askerlik sonrasında Ticaret Istanbul, 1904 - Zonguldak, 24 Nisan 1967
Odası'nda memur olarak görev yaptı. öz�l sayı düzenledi.2
*
Daha sonra EKI'de Istatistik Şefli�i'nde _
Ahmet NAIM�n hikayelerinde "ÖLÜM" temasının a�ır bastı�ını
çalıştı. EKI müfettişlik kadrosunda iken, 1 957 yılında emekliye
görüyoruz. Bu son derece doğal. Çünkü onun yaşadığı çevre ZO­
ayrıldı.
NULDAK, yanartaş bulunalı beri hep a�ıtlara yakın durmuştur. Ma­
1 930'1u yılların başında hikayeler yazarak yazın yaşamına
den ocaklarındaki su baskınları, göçükler, işçilerin ateşnefes de­
adımını atan Ahmet Naim için, 1 934 - 1 938 yılları kitap yayımlama
dikleri GRIZU patlamaları, günlük olaylardan ve ölüm nedenlerin­
bakımından en verimli yıllar olur. Zonguldak Kömür Havzası,
den biri olarak yaşanmıştır hep. Mehmet Sayda: "Bizim Zongul·
bir Müstemleke Harblnln Tarihi ( Ekonomik Inceleme­
ler) Deflne, Uzun Mehmet (oyunlar) adlı dört kitabı bu

dak'ta çalışıtğımız yıllarda, Etlban 'a glde_� bl r aylık
raporda şu türnce yer alıyordu: Agır End� strl.nin b u
dön�mde yayımlanır. Ayrıca roman ve makale çevirileri yap���·
bunları gazetelere SON POSTA, -uzun süre Z?.nguldak temsıl?lı­
tehlikeli çarkı, alınan bütün tedbirlere ragmen sa_? l �
Insan kanı Içmeden dönememektedlr. Bu ayın olu
ğini üstlenc:fi- BARTIN, YENI ZOOGULDAK, 7 GUN, YURT ve DUN­
sayısı 9'dur." diyerek konuya açıklık getirmektedir.3
YA, YEDITEPE, YENI OCAK, YENI ADAM, TOPRAK gibi dergilere
_

Hikayelerinde, yöresel �öyiO tipleri�in, yöres�l törelenn yer al­


gönderir. ö .. -
mas ı ; yeraltı dOnyasını (ocaklara inerek, orac;1aki msanlarla yaşa­
1 933 yılında, Zonguldak HALKEVI'nin oluşturdu�u 'K MU­
yarak gözleyip öykOlayerek do�allı�_ıyla) yansıtması, Ahmet Na­
RÜN BULUNUŞ'nu araştıran komisyonda, Hüseyin Fehmi IMER,
im'in özgün yanını oluşturmaktadır. UniO olduktan sonra rahatlıkla
Tahir KARAOGUZ'la birlikte görev alır. (8 Kasım 1 829 olarak sap­
ocaklara giremeyece�ini çok iyi bilen Ahmet Naim, dostlukları ne­
tanan bu gün, halen ZONGULDAK'ta KÖMÜR BAYRAMI olarak
deniyle de uzak - yakın köylerdeki düğünlere giderek, daha rahat
kullanmaktadır.)
gözlem ve birikim sa�layacak rahatlıQı bulu�� rdu. Bu nede � l�
Ahmet Naim, 1 940 yazında dört arkadaşıyla birlikte tutuklan­ _
yapıtlarında, kömür ocaklarının bu� ulu gızemını, somut emeğını,
mış; Mehmet SEYDA ile birlikte nezarette geçirdikleri o gü� lerin�
kömür kokusunu duyumsar insan.
"BISMILLAH" adlı öyküsünde konu etmiştir. Bartın gazetesındekı
Sina ÇILADIR, 'Ereğli GünlüQü' (UYANlŞ gazetesi 1 Zonguldak
yazılarından dolayı da zaman zaman kendini mahkeme kapıların­
Al:justos '90)nde şunları yazmış: "Tiyatro sanatçı_�, Yaman OKAY
da bulmuştur. Mehmet SEYDA: "Bu olaylar nedeniyle çevre­

tarahndan 'ARKADAŞ SEVGISI' adlı öyküsü (7 GUN, 1 942) senar­


alnin selamı sabahı kesmesine aldırmıyor gibi görünse
yolaştırılacak. 'TOPRAGA DÖNÜŞ'ün de sen�ry�l �şmasını ken­
de, bu ona çok dokunuyordu."1 demektedir. Büyük o�lu Fa·
disine önerdim. Babam, bir gün, yeraltı emekçılennın olanca ger­
rabrnin genç yaştaki ölümü, küçük o�lu Sina'nın sa�ırlaşması,
çeklikleriyle hatırtanacağını, buram buram ekmek v� e�ekçi ko­
eşinden ayrılması, kara yazgısının ürünleriydi. Içki severliği, bu
kan bir yeraltı filmi çıkaca�ını biliyordu. O günler geldı galıba... Gel
yüzdEm bir düşkünlüğe dönüşmüştü.
de sevinmaL •

14
* dünyasının ilgisine sunmaya çalıştım. Ne ses, ne bir nefes!..
Ahmet Naim, yerel gazetelerde yazdığı güncel yazılannda *
(özellikle BARTIN gazetesindeki 'HAFTANIN IZLERI' sütununda Nisan 1 990'da oğlu Sina ÇILADI R'a, Ahmet NAIM'Ie ilgili ne
KANCA rumuzu ile uzun süre yazdı) Zonguldak yaşamından kesit­ varsa, bana ulaştırmasını isteyen bir mektup yazdım . . Sina mektu­
leri, politik, sosyal ve kOitOrel etkinlikler ve yerel hizmetler konu­ buma şu yanıtı vermişti : "Ahmet NAIM'in sanat mirasına, 1 971
larındaki görüşlerini dile getirdi. Yakın çevresinden esinlenip, fan­ yılında siyasi polis elkoydu : Sarı ve kareli defterler... Eski Türkçe
tezi karışığı, mizahi anlatımla öyküsel yazılar da yazdı Bartın'da. yazılı ... Yayınlanmamış radyo ve sahne oyunları . . Yayımlanma­
Çevirileri, inceleme - araştırma yazıları, gezi notları sundu okur­ mış birkaç hikaye. . . Eski kitaplar, benim kitaplarım, araştırmala­
lanna. Bu onun çok yönlü ve yoğun bir ilgi alanı içinde yaşadığının rım, "Zonguldak Havzası'ndaki Işçi Hareketlerinin Tarihi -2-" araş­
belgesldir. tırma kitabımın müsvette ve dökümanları ile birlikte yok oldu. En
Ahmet Naim, anılarını SONPOSTA gazetesi'nde yayımlan- son SELIMIYE ADLI MÜŞAVI RLIGI'ne gönderildiğini öğrenmiş­
dığını yazmışsa da, hangi tarihlerde olduğunu belirtmemiştir. tim; orda kayboldu. Hem de, anam'ın armağını bir bavulla birlikte.
Bu bakımdan bende, Ahmet NAIM'den kalma hiçbir şey yok; fo­
ahmet naim (çllad.r)in
toğrafı bile! Sizlerin de ilgisi olmasa Ahmet NAIM'i (bir anlamda ya­
yaz1n öyküsü şamını Zonguldak'a vermiştir) ZONGULDAK'ta bile kimseler anım­
Tek caddeli bir şehir ZONGULDAK: "Açılmış yerin altında 1 samayacaktı. O, yaşamının son yıllarında buna alışmıştı; yahut
Sayısız kanlı - kara kapak 1 Bu kapaklar üstOne kurulmuş ZON­ öyle görünüyordu. Bizim alışamadığımızı görse, duysa sevinir
GULDAK." (Mehmet Sayda). Bu ZONGULDAK'ta bir AHMET NAl M miydi?"
yaşamış ... Ne yazık ki ZONGULDAKLI, bugüne kadar bu güzel in­ *
sanı, değerli ve özgün yazarı gün yüzüne çıkarmak, yaşatmak Behçet N ECATIGIL Hocamın 'EDEBIYATIMIZDA ISIMLER
değerbilirliğinden yoksun kalmış ... SOZLÜGÜ' kitabında vardı adı : Ne ki yeterli bilgi yoktu. Oysa Ne­
* catigil'in ZONGULDAK YILLARI, Ahmet NAIM'Ii olmalıydı. Bunu,
1 989 Mart başlarıydı. Ahmet ÖZER, KlYI için BARTIN gazete- ÇIG dergisinde yayımlanan Necatigil'in bir mektubu, açığa çıkardı :
sini araştırmamı önermiş, beni özendirip yüreklendirmişti. BAR­ "Sayın Ahmet Nalm Çılad ır, sizi tabii biliyorum. Şu an
TIN'ın ciltleri arasında kaybolduğu m o günlerde 'YE RALTl NDA 45 hatırlayamıyorum, tanışlık m ıydı. Orda, 41 - 43 yılla­
YIL - Maden Kurdu ETEM ÇAVUŞ' öyküsü ilgi mi çekti. Çünkü Etem rında Iki yıl öğretmenllğlm var. 4. kez basılacak kita·
YEMELEK, bir DEVREKLI 'ydi. Öykünün yazarı KANCA (Ahmet bım Için dergi ve kitaplarda bulamadım; bir biyograflni·
NAIM)'di. 'YERALTI ŞEHR!' ile ilgim yoğunlaştı. Sadi Yaver ATA­ zl rica edebilir miyim?" ( 1 2 Şubat 1 967 tarihli mektup).
MAN'ın onu tanıtan röportajından sonra da konuyu BI LEN ve Daha sonra BARTIN gazetesi yönetmeni Esen ALlŞ, "BIR YU­
ÖZER'e aktardım. Bu arada da Ahmet Naim'i ölümünden 22 yıl son­ DUM SOLUK" ve "KUDUZ DÜGÜNÜ" adlı kitaplarını armağan edin­
ra ilk kez, DEVREK POSTASI'nın sanat sayfası'yla yeniden yazın ce onu, eserleriyle de tanıma olanağını buldum. "BIR MÜSTEMLE­
KE HARSININ TARIHI", "UZUN MEHMET'TEN BUGÜNE ZONGUL­
DAK HAVZASI", "UZUN MEHMET" ve "DEFI N E" adlı kitaplarının
yayınlandığını da 'BARTI N' gazetesinde çıkan duyurulardan öğ­
renmiştim, ÇIG, YEDITEPE, YENI OCAK dergilerini ise DOGAN
ŞADILLIOOLU ulaştırınca, kaynakçam zenginleşmiş oldu.
*
KUDUZ DÜGÜNÜ'nün önsözü'nde Mehmet SEYDA, son sözü
söylemiş: "Bu kitabı ilgi görürse, sıra öbür hikayelerine gelecek:
Gelecek mi? Ne yazık ki gelmemiş...
Sina ÇILADIR'ın mektubu duruma açıklık getiriyor: "Geçen­
lerde H Ü R RiYET g azetesi arşlvi'nden '7 GÜN'de ya­
yımlanmış 'TOPRAGA DÖN ÜŞ' adlı romanı lle 'KÜMÜK
AVRAT', 'ARKADAŞ SEVGISi', 'SIRAT KÖPR ÜSÜ' gibi
bir kaç hikayesini çıi<arttık. Tanınmış bir Iki kayınevl,

'Toprağa Dünüş!ün dilini eskimiş buldu. (ki haklıydı­


lar; yayı n lanışı üzerinden neredeyse yarım yüzyıl
geçmiş) Şu an pazar bulamayacaklarını söylediler.
Hikayeleri Ise, sinema oyuncusu, san atçı Yaman
OKAY'a verdim. Romanı da Istedi. Bakalım ne çıkar?"
Oysa 'ZONGULDAK HAVZASI' kitabı için Ahmet NAl M: "Bin bir
müşkülat içinde yoksulluğunu acı acı anladığımız rehberliği yapa­
bilirse . . BütOn emeklerimin, karşılaştığım güçlüklerin manevi kar­
şılığını işte ancak böyle bir haz ödeyebilecekti" diye belirtiyordu
duygularını.
Ne yazık ki, bu dileği ölümünden bunca yıl sonra da yeterince
gerçekleşebilmiş değildir.
*
Zonguldak'ta 'YENI OCAK' adlı dergi, 1 965 yılında yayın haya-
tına girer. Bu dergide, 40'1ı yılların ünlü öykücüsü Ahmet NAIM'in,
yeniden edebiyat çalışmalarına başladığını görürüz. Böylece Yeni
Ocak, bu sanatçımızın anımsanmasını, adının sanat çevrelerinde
yeniden yankılanmasını sağlar. Çünkü, 1 940'1ı yılların başlarına
kadar edebiy'atımızın konusu dışında kalan, yeraltı ve çalışanlarını
(madeni ve madencileri) ilk kez 'sanat'a Ahmet NAl M sokmuştur.
Ayrıca 20'1i yaşlarında 'ZONGULDAK HALKEVI'nin yayın komite­
Ahmet Naim Çıladır'm pek çok ürününe yer veren, 1943 1950 yılları arasmda
·
sinde gÖrev alan ÇILADIR, Sabahattin All ve Orhan KEMAL'le bir­
Zonguldak'ta yayımlanan A Karauğuz'un yönettiği DoGU gazetesi. (Arslan Pu· likte 'TEZLI HIKAYE'nin öncü yazarlarından biri olma özelliğine sa­
fathaneli'nin arşıvinden) hiptir.

15
*
ZONGULDAK, sanatsal geleneği ve birikimi olan bir kenttir.
1 940'1ı yıllardaki sanatsal yoğunluk ne yazık ki 50'1i yıllarda
görülmemiştir.
*
"Büyük sanatçı olmasına karş ı n , Ahmet NAIM taşrada
kalmıştır. Eğer lstanbul'a taşınmış olsaydı, bugün Türkiye'nin en
büyük sanatçılarından biri olurdu. Taşra adeta törpülüyor insanı.
Soyutlanıyorsunuz bir yerde, günışığına çıkamıyorsunuz." 4
(Doğan Şadıllıoğlu ile söyleşi)
250 KURUŞ
* AYLlK SANAT DERGiSi
Şair: "Zonguldak cennet kokan 1 Müşkül kentidir emeğin 1
Uzun Mehmerten beriye 1 Madenci cehennemde rehin." diyor.5 Ya­
nartaş'ın acılı yazgısını dile getiren bu dizeler, bir anlamda Ahmet
Naim'i de anlatıyor. Istanbul'da doğan, gencecik yaşında Zongul­
dak'a gelen, ömrünü buraya veren ve yaşam ı n ı burada yitiren
ÇILADIR, mezarıyla, ZONGULDAK'ta yazdıklarıyla dergi - gazete
sayiaiırında rehin kalmış adeta. Bu inceleme - araştırma yazım ız, AHMET NAİM
diyelim ki onu rehinden kurtaracak ilk adım olsun ... i ç i n
*
1 990 aralı k sonlarında bir madenci grevi yaşadık. Bu grev ÖZEL SA YI
şunu vurguladı bir kez daha: "Zonguldak'ta ocaklar, 1 9.yy
ocaklarını hatırlatan bir atmosfere sahiptir." Madenci ,
'insanca yaşamak' uğruna bir grev yapıyordu. Bir anlamda grev,
Ahmet Naim'i de güncelleştiriyordu. Çünkü yazan - çizenler,
( 191)4 1967 )
sürekli olarak ocak içi yaşamının, Ahmet Naim'in yazdıklarından
-

pek farklı olmadığını anlatıyordu.


*
�--�--·----·------·----- ����
·zonguldak'ın kara yazg ı s ı : KÖMÜR I ŞÇ I LIGI. . . Zonuldak-
lı'nın karayazgısı: Yerin altındaki KÖMÜR IŞÇISI. .. Zonguldak­ Sina Çıladır/Behçet Necatigii/Enver Bayam/irtan Yalçın
l ı'nı n kara haberi: GÖÇÜ K ve GRIZU . . . Zonguldaklı'nın kara sev­ Doğan Şadıllıoğlu/ Ahniet Naim/Sedat Simavi/Gülhan
dası : INSANCA YAŞAMAK." diyorlardı. o/Mahonat E rg ü n
*
Ahmet Naim'in öyküleri de böyle sürüyordu. Ama sözcükleri
farklıydı sadece... Üstelik Ahmet Naim, Yeraltı dünyasını ocaklara "doğu"da ahmet naim ç1lad1r
inerek, onlarla birlikte yaşayarak yazıyordu. Çünkü madenci ma­ Tahir Akın KARAUGUZ'un sahipliğini ve yöneticiliğini yaptığ ı
hallesi 1 0 Temmuz'da oturuyordu. Eski maden işçileriyle arka­ Zonuldak Karaelmas Basımevi'nde basılıp, 1 943 yı lında okur­
daşlıklar kuruyor, dost oluyordu. Ahmet Naim'in asıl ünü de bura­ larıyla tanışan DOGU gazetesi (dergisi), o yıllarda Zonguldak'ta
dan geliyordu ... yaşamını sürdüren Ahmet Naim'e de sayfaları nı açar. Dergi o
* yılların Zonuldak'ında çıkmasına karşın sanat ve kültürün özellikle
En son hikayelerini 1 946'da yayımiayan Ahmet Nai m , de edebiyatın nabz ı n ı tutan bir yayın organı olur. Tek partili
1 950'1erden 1 965'1ere kadar suskun kalıyordu . Bu suskunluğun döneminin Halkevleri dergileri koşulunda bir özellik taşıyan
nedenleri arasında tutuklanmaları, işsizliği, DP'nin silindirinden DOGU'nun görebildiğimiz pek çok sayısında Ahmet Naim'den
geçmesi yer alıyordu. Oğlu Sina, 1 960 başlarında bu suskunluğu­ değişik türde ürünler yayımlanır.
nun nedenini sorduğunda babasından şu yanıtı alır: "Ikinci dünya Bir başka yaz ı kon usu olabilecek bu say ı ları ilk kez
savaşı içinde ve sonrası, anti - faşist direniş hikayeleri de yazmak görebilmemizi sağlayarak yazı mıza kaynak oluşturan Sayın Ar­
istedim , yazdım da. Ne ki bunları yayımlamak olanağını bulama­ slan Pulathaneli'ye içten teşekkür ederken, bu yazıda, salt·sözü
dım. 'Büyük lkram' bunlardan birisidir. Yazdığım direniş hikaye­ edilen ürünlerin başlıklarını vermekle yetiniyoruz:
lerini yayımlama olanağını bulamayışım çok etkilemiş, çok üzmüş­ Havzamızın Kömür istihsali Eksiimiyer Artıyor
tü beni. Sonra büyük kentlerdeki dergilerle, yayınevleriyle dost­ Sütanne (öykü) Kolcu (öykü) lkramiye (öykü)
larımla yeterli kadar canlı bağlar kuramamıştım. Bunun başlıca ne­ Ekmek Geliyor ( öykü) Bir Memur ( öykü) G ü n l ü k
deni, Zonguldak'tan bir türlü ayrılamayışımdır. Herşeye rağmen Hayat (öykü)
ayrılabilirdim tabii ; ama olmadı işte. Üstelik seviyordum bu yöre­ Hüseyin Rahmi ile Nasıl Tanıştım, il Genel Kuru lun­
yi. .. Sanat merkezlerinden uzakta sanat yapabirnek oldukça güç. da Zonguldak köm ü r Havzamız Dr. Emin Bellğ'ln Belli
1 946'1ardan sonra hikaye yayınlamayışımın bir başka nedeni de Olmayan Kabri.
günlük yazmak zorunda kalışı m. Gazetecilik, bana kalırsa, este­ Ahmet Naim Çıladır, aynı zamanda derginin yönetmeni A. Ka­
tik yönünü yok ediyor sanatçının. "6 rauğuz'la birlikte, "ZONGULDAK KÖMÜR HAVZAMIZ" üzerine bir
* dizi yazıyı derginin birkaç sayısında yayımlar. Bunun yanında Fu­
1 965 / 1 966 dönemi, Yeni Ocak'ta, 'ATEŞ NEFES"i yayımlanır. zuli' n i n Duası B a rbaros Hayrett i n , Yirmi Dokuz Y ı l
Bu ise onun yeniden dirilişi olur. "Sanat Kaygısıyla" yazdığı ve der­ O l m u ş , Yeni B i r Yıldız Doğdu, Bizde Böyle Adamlara Va­
gi sayfalarında kalmasını istemediği hikayelerini ( 1 5 adet) Hüsa­ tansever Derler, Fevzi Çakmak, Recep Peker, B i liyoru m ,
mettin BOZOK'a (Yedipete'yi yönetmektedir) gönderir bu dönem­ Zonguldak Gazetesi başl ığını taşıyan yazıları d a DOGU'nun
de. 'bir Yudum Soluk' ve taslak halinde kalan bir romanı da bu dö­ sayfalarında yer alır.
nemin ürünlerindendir. Ölümünden sonra bu onbeş hikayenin ?'si
'KUDUZ DÜGÜNÜ" adıyla Mehmet SEYDA tarafından kitaplaştırı­
ahmet naim'in "bartm"ll y1llar1
Sadi Yaver Ataman, Ahmet Naim'le yaptığı bir röportajda, onu
lır. Birçok yazarın birbirini çelmelediği, birçok derginin ve yayınevi­
şöyle tanıtıyor: "Tatlı gülüşü, yüzünde samirniyetten emin oldu­
nin bir 'ahbap çavuş'lar oluşturduğu bir dönemde SEYDA'nın bu
tavrı bir erdem ve değerbilirlik örneğini oluşturur. 7 ğum bir sürü manalara karışıyor. Iki göz kuyruklarından şakakla­
rına doğru çizgilenen vakitsiz buruşuklar, saçının perçemi daima
üzerine dOŞim aln ı n ı n çizgilerine kaşlarının sivri ucunda karışa­ yalnız olsam Iyi, bizim lbrahlm Cemal de beraber.
rak, gençliği ile adeta alay ediyor. Gözleri sıkı bir nezlenin nekahe­ I stanbul'daki mu h a rrlr arkad aşlardan Hüseyin
tini geçiren hastalarınki gibi çakmak çakmak, hafif kırmızı. .. Bir Avnl, gazeteelliği n en derll toplu ve en veclz ·ıarlflnl
zeka sembolü olan sivri bumunun iki yanındaki hatlar ince dudak­ yapan adamdır. O der ki:
lan ile kaide)eşen Oç 'dıl'ı mOsavi bir müsellese ne kadar benziyor. Gazetecilik, sert rüzgarlı bir havada kotra kullan­

Bir yanı muhasip; bir yanı kfıtip ve her tarafı pişkin bir gaZeteci ve maya benzer. Eğer rüzgara göre yelken kullanmasını
muharrir, ince kıyım bir genç. •8 bllmezs�n devrilmak an meselesldir.
Bu röportajda, Ahmet Naim, yazarlık öyküsünü şöyle anlatı­ Haftanın Izleri'ni ilk kez (B. H. lmzasıyla) Zongul­
yor: "Mektep sıralarında güzel yazı yazmaya h eveslm dak gazetesinde yazmaya başladım; 'BARTIN' gaze­
vardı. lık yazımı mektepte çıkardığımız' 'Hortlak' Isimli tesinde kemale etdl. Kemale (olgunluk) erdi diyorum;
mlzah gazetesine yazmıştım. Bugün bir kaç gazete sık sık mecburi tatlle çıkan bu gazeteden sonra, sık
(yerel ve ulusal), bir kaç mecmuada fıkra, hikaye ve sık yazma Imkanını Bartın'da bulduğum Için.''
mad d e neşredlyorum. B artın'da ve Yeni Adam'da *
hlkayeler. yazıyorum." Haftanın Izleri, Kancasız yayınlanmak durumunda kalınca,
Bartın'daki "Haftanın lzleri"9 sütununda hikayeciliği konusun­ buna gönlü razı olmayan lbrahim Cemal Aliş, bu kez ·canca• rumu­
da da şunları söylüyor: "Ben hikayeyl hayallerin uydurma zu ile sOrdürür sütunu ve çok sürmez, sütun Kancasına yeniden
vakaları telakki etmem. Yalnız önüme çıkan değil, be­ kavuşur.
nim önüne çıktığım bir sürü hadise, benim için, yaza· *
Ahmet Naim'in Bartın'daki yazı ve öykülerinden, yaptığı çevi-
cağım hikayenin en hakiki mevzu udurlar. Bu mevzuu­
ların Içine gömüldüğüm, beraber yaşadığım da olur. rilerinden şöyle bir dizi oluşuyor:
Hlkayecl demek, aynı zamanda folklorcu da demektir. çevi rileri
Cemiyet hayatını analiz edebilmek Için onun yara­ YERALTI ŞEHRI (Fenni Roman - George PRICE, (sayı : 567) 1
larına parmak basmak, yalnız dıştan ve Iyi taraflarını Ileri ile Gerinin Çarpıştığı Memleket, ISPANYA - Madeleine JACOP
değil, kötü taraflarını, hakiki mahiyetierini de görerek (say ı : 574) 1 MUSTAFA KEMAL - PETIT PARISIEN'den bir MA­
meydana koyab ilmek hünerdl r... Işte oturduğum KALE 1 EKONOMIK YAZlLAR - BOLLUK IÇINDE SEFALET (Dizi
yerden yazmaya çalıştığım hikayelere vermek Iste­ yazı) 1 DEVREK MAHYASINDA NELER GöRDÜM?
diğim kıymet, üsl up, teknik, fikir Itibarıyle olmasalar
h i kayeleri
bile hakikale uygunluk itibariyledir."
1 - Mizahi tipik hikfıyeler: CEMAZIYELEVVEL (sayı : 357) CE­

Sadi Yaver Ataman'ın. söz konusu röportajında; "Ahmet


MAZIYELAHIR (duyurusu var, yayınlanmamış) TUFEYLI (sayı:
Naim'ln asıl hususlyetl, etraflı görüt ve hayatın ka­
325) 1 DEFINE (oyunlaşan öyküsüdür)
rakteristik taraflarını ve Içyüzünü sezerek buluş ka·
2- Geçmiş Günlerin lzlerinden : HAFIZ HAN l M (sayı: 389) 1
blliyetldlr. Orjlnal ve sürükleylcl bir üslupta konuş­
GöZDAGI (sayı: 393)
tuğu kadaj, yazmasını da bilen bir adamdır. Bu clhetl
3- Saltanat Devrinde Maden Amelesi adlı seri: IKI HAMIT (sayı:
fıkra ve hlkiiyeletlndekl en belirgin bir özelllktlr. HI·
428) 1 YERIN ALTI ve ÜSTÜ (sayı: 429) 1 MADEN KUYULARlNDA
kayelerinde rol verdiği kişiler, Içimizde yaşayan tip­
YARIM ASlR (sayı : 574) 1 20 LIRA MÜI<AFAT (sayı : 422)
lerdir. Hikayelerinin sosyal bakımdan benzerlerini ha­
4- Tipik Hikfıyeler: CÜNBÜŞ (sayı: 318) 1 ŞÖHRET H l RSI 1 ÜÇ
yatta her · gün görmekteyiz. Kültür seviyesini, görüş
DERDlM VARDI (sayı: 425) 1 BIR BONO HIKAYESI (sayı: 555)
ve zekastnı lnklşaf ettirecek kadar Fransızca takip
5- Haftanın Izleri: CUMHURIYET ONÜÇ YAŞlNDA (sayı: 5 1 8) 1
edebilen Ahmet Nalm, tercümelerinde bile Ince zeka­
BOZOMBO (sayı : 580) 1 RADYO 1 BELEDIYE TOPCU (sayı: 550) 1
sının ve çekici üslubunun hayranlığını uyandırırdı." de­
BEDRI GÜNERI (sayı: 694) vb ...
mektedir.
6- Gezi - Inceleme: BIR HAVA YOLCULUGU (sayı: 645) 1 MA­
Ahmet Naim, yazma alışkaniiğı için de şunlan söylüyor: "Mev­
zuyu tasarlamak, planını yapmak, katada Iyice yağur­ DEN KÖMÜRÜNÜN TARIHI (sayı: 658)
mak gerek. Fakat ben, çok kere, oturdum mu tasar­
ladığım mevzuyu lkmal etmiş olarak kalkarım."
Ahmet Naim, 'Haftanın Izleri' için de şunları yazıyordu köşe­
sinde: "Okuduğunuz& takip edlldiğlnlze, harcac!ığınız
kafa enerjisinin boşa gitmediğine en güzel bir delildir
bu yazılar. Zaten yazıcı lığın bir çok muhatarasına Sedat Simavi'den Size iyi bir

mahrumiyeline filan rağmen, tadına doyum olmayan Oim Kitapçı Semih

manevi zevkl de bunun burasında ya Bartın'da çı­


..•
Ahmet Naim'e A. B. çok
hareketini �renmış
ı

fı.. 9 nlacıık zııt


sir olmuş. Doksan


Romanıı•ı:<:r
kan yazıların Işaret ettiğim h ususiyetlnl bildiğim Için, okumuş. Bana gf'tı r dı Ve bin
varlık vergisini vermek
ıün varını yo\1unu ip:ltek
dereden su getirerek kendı tn­
r

bu fıkraları gazeteye vaktinde yetiştirmeye azami bir "aşki" olmadı{Jı için ts


sine rağıu·m sııf benim be!}
di{Jrm bir eseri basmak arzu
dikkat gösterlrlm. 'Haftanın Izleri' bir hafta boş kalsa f'ıti{Jini söyledi.

Tepe
söylemeye bilmem
ile romanınıza talip oldu. B

Içimi bir üzüntü kaplar; o haftanın yazı faaliyeti ne ka·


de ötekine inat. ro.nanın ı z
var mı7 Romanı elindon
mak için senıbolik bir ücr
ı ve kendisini ,d efeıtim... a
dar çok olursa olsun yine kendimde bir boşluk ve ··Dişi kuş•' gibi gençliğin ruhu
lan elli lira vermf'lsi kAfi
{Junu söyledim. Bana d

boşalma duyarım. parayı verdi. Size telfen


vafe gönderiyorum Elli
Bu hafta 'Haftanın Izleri'ne ne yazacağım diye dü­ bizim BayH Nazif Ayta n·
atınız. ve Semih LUıfü B(
şünüyorum. Mevzu yok mu? Var. lakin, bu düşünce bır makbuz gönderin·z.

arasında yine düşünüyoru m : falan şeyi yazsam filan­


ca kes darılacak. lık karşılaşmada:
•Kanca'nın ucu bize de ml takıldı? diye takaza ya­
pacak. Şunu yazayım, o zaman da Bay küplere bl­
••**

necek. PekAla, Belediyenin şu müzmln elektrik Işini


ele alayım ve 'evlerlmlzde lspermecet mumu sakla­
maktan ne zaman k urtulacağız.' diye sorayım. Üzerln·
de Matbuat kanununun 30 uncu ve Türk Ceza Kanu­
nu'nun iki yüz kaçıncı maddesi yazılı bir mahkeme eel·
biyle burun buruna gelmek Ihtimali mevcut! Hem de
17
.. bart•n .. dan aşan yaşına bakarak Etem Çavuşu artık köşe minderinde pinek­
lemeOe namzet bir ihtiyar zannetmeyiniz; aldanırsınız.
HAFTANIN IZLERI
Iri kıyım bir gövde, geniş omuzlar, sert çizgilerle bezenmiş ve
"cumhuriyet onüç yaııında"
kı na ile beyaziiğı giderilmiş saçlar.
Ne idk, ne okiık?
Işte "Bartın" karilerine, yeraltında geçen kırk beş yıllık iş ha­
Bir yarım müstemleke .. ecnebilerin kasalarını dolduran açık bir
yatının akislerini canladıracak, maden kuyuların ın acı, tatlı taraf­
pazar.. garp sanayiini besleyen bir hammadde memleketi.. gırtla­
larını, başından geçen ve şahidi olduOu bir çok korkunç maden ka­
Oına kadar borca batmış ve bu borcun faizlerini karşılamak için en
zalarının en enterasanların ı anlatacak olan adamın muhtasar bir
bereketli gelir kaynaklarını emperyalist devletlerin hırs ve iştihası­
portres i.
na bırakmış, düyunu umumiyeli, kapitülasyonlu bir memleket!..
Işte Etem Çavuş da geldi. Yeraltı kurdunun elindeki bastonu
Bu memleket, Osmanlı lmparatorluOu'nun TOrkiye'sidir.
hayli garib buldunuz anlaşılan .. Bir taratı küçük bir kazma, öbür ta­
Siyasal, finansal ve ekonomik isiikialine sahip bir yurt .. bere­
rafı küçük bir çekiçten ibaret, çelik bir sap altında uzun bir çubuk!
ketli topraklanndan yer yer ulusal sanayiin birer sembolü gibi baca
Bu acayip basicnun büyük martetleri vardır. Etem Çavuş, bu bas­
fışkıran mübarek bir yurt parçası.. dOzgün maliye, denk bütçe . .
tonla ocak hBOlarının sağlamını, çürüğünü ayırdeder.
gelirkaynakları ulusal mentaatlere akan düyunu umumiyesiz,
"Ocak bağı"nın ne olduğunu bilmem biliyor musunuz? maden
kapitülasyonsuz bir memleket. .
işlendikçe altı oyulan toprak tabakalarının çökmemesi için galeri­
Bu, cumhuriyetin Türkiyesidir.
lere, tersine dönmüş bir ·u· şeklinde vurulan direkiere "bağ" derler.
"Türk, Ermeni, Rum, Musevi hep Osmanlı, hep kardeşiz".
Etem Çavuş, altı oyulan koca dağlan sırtında taşıyan bu direklere,
Bu parça, Osmanlı mekteblerinde okutulan şarkılarla Türk
işte o elindeki acayip bastonun çekiç tarafıyla vurur. Bu vuruş,
çocuouna ö{ıretilen Osmanlı milliyetçiliOi düsturudur.
tıpkı bir piyanistin piyano tuşlarını yoklaması na benzer. Tuşuna
"Türküm. DoOruyum, çalışkanım. Yasam: büyüklerimi sev­
dokunulan akortsuz bir tel, nasıl ki düzensiz bir sesle "ben bura­
mek, küçüklerimi korumaktır. . ."
dayım" derse, bastonun çekiç tarafıyla yoklanan direk bağları da,
Bu da, Cumhuriyet rnektaplerinde Türk çocuOuna belietilan
sağlamlıkları nı, çürüklüklerini öylece açığa vururlar.
"Türkün amentüsü"dür.
"Düşlii rahmi maderden Osman" kitaplari hakk1 nda yazilanlar
"Dört yüz arslandan bu vatan kaldı bize yadigar". BIR YU DUM SOLUK:ı ı (7 GÜN'de 'YERALTl ŞEHRI NI BERA­
Bu Osmanlı taih telakkisidir. BER GEZEUM' adıyla yayınlanmış)
"Türk" en eski bir tarihe ve eski bir medeniyete sahip bir millet­ Sina ÇILADIR kitabının önsözünde şu dilekte bulunmuş: "Hiç
tir; cihana medeniyet taşımış bir ulustur. değilse önümüzdeki 38 y ı l da ( 1 9 3 3 de yazılmış) artık
'

Bu da cumhuriyetin tarih telakkisidir. eskisin bu kitapl " bu kitabın bir özelliği de, 1 35 yıllık havzada
.•

Cumhuriyetin yapııoı inkılablar o kadar çok ve o kadar baş emekçilerin en acılı dönemine ışık tutan ve hikaye stiliyle yazılan
döndürücüdür ki, söze başlarken söylediOi gibi bu satırlar ana hat­ ilk maden röportajı olmasıdır. lik yazılışı üzerinden geçen 38 yıla
lardan bazılan nı bile çizmeoe kafi d90il. karşın, bugün bile hala, özellikle maden işçilerinin ocak içi yaşan­
Kanunlarda inkılab, kıyafeıte inkılab, yaşamda inkılab, kültür- tısı açısından sanki dün yazılmış gibi taze ve güncel . . . ( 1 971 ) .

de inkılab . . . inkılab, inkılab!.. Ne yazı)< ki eskimedi . . . 2000'e 1 0 kala ZONGULDAK, büyük bir
Ve, madenci grevini yaşadı .
Türk topraklarında Türk bayraoı. B I R MÜSTEMLEKE HARSI N I N TAR I H I : "Ahmet Naim, yazı
Türk sulannda Türk bayarğı, dünyasına, Bartın ve Zonguldak gazetelerinde neşredilen içtimai
Türk göklerinde Türk bayraoı. .. mizah hikayeleriyle girmiş; çok ince ve nükteli buluşları ile muhi­
Işte, on ikinci yıldönümüne erdiOimiz cumhuriyet buqur. tine kendini çabucak tan ıtmış, yazdıklarını beğendirmişti.
Zonguldak: Kanca 1 931 yılı sonlanna doğru Ahmet Naim'in Istanbul gazetelerin­
de, bilhassa havzam ız hakkındaiktisadi etütleri okunmaya başla­
barti n'dan ahnt1lar
dı. Türkiye yazıcılığını hemen hemen inhisar altında tutan ve sü­
DUYURU (Bartın gazetesi sayı 656)
tunlarını yeni bir kaleme açmakta çok hasis olan Istanbul gazetel­
"Yazarım ız Ahmet Naim'in (KANCA)- arkadaşı Celal BORA ile
erinde kolayca yer bulan Ahmet Naim'in, çok geçmeden belli başlı
birlikte yazdıkları "UZUN MEHMET" isimli dört perdelik oyunu,
Ostat kalemlerin satırladığı sütunlara yükseliverdiği görüldü. Iki yıl
Cumhuriyet Halk Partisi Genyönkurulunca, Halkevleri sahneleri
önce de "Zonguldak havzası Uzun Mehmet'ten Bugüne
için oyun olarak seçilmişti. Bu eserin basımının bitmek üzere oldu­

Kadar" eserini verdi. Fransızcaya çevrilen, Kültür Bakanlığ ınca


O unu ve parti kanalıyla Halkevlerine dağıtılacağını öğrendik. Bilin­
da kabul edilen bu kitap, havzamız hakkında yazılan ilmi ve ilk o�i­
diği gibi bu oyun, ilk kez ANKARA HALKEVI'nde, sonra da 'ZON­
nal eser olduğu gibi, Ahmet Naim'in de ilk verimidir. Birçok kritikle­
G U LDAK HALKEVI'nde aynanmış ve büyük ilgi görmüştü. Hav­
rin verdikleri hüküm, tek bir nokta etrafında toplanm ıştı: Eser her
za'da kömürü ilk bulanın UZUN MEHMET olduğunu ortaya çıkaran
bakımdan muvaffaktı, ifadenin inandırıcılığı yazı tarzının olgun­
da Ahmet NAIM'dir. Kendilerini kutluyoruz.
luğu ve muharririnin ihatal ı görüşleriyle tahlilleri çok beğenilmişti.
*
'ÜÇ DERDlM VARDI'dan bir bölüm: "Bir Müstemleke Harbinin Tarihi" adını verdiği bu kitap, ltalyan -
"Benim Oç derdim vardı: Anamın burnu, Kerime hanımın karnı, Habeş �gayri resmi" harbinden mülhem olmuştur. "Bir Müstemleke
benim de cebim . . . Bunlardan ilk ikisi ameliyat ve ciddi tedavi ile Harbinin Tarihi" kitabının son satırlarında da okunduğu gibi "dava",
geçen arızi dertler. Sonuncusu ise - Yunus Nadi Bey gibi asrın Ka­ bir ltalyan - Habeş davası değildir. Dava, başkasının gözyaşı ızdı­
run'unu istisna edersek - bütün meslektaşiara mukadder ezeli ve rap ve esareti bahasına kasalarına altın akılmak hırsıyla azıyan
ebedi illet ZÜGÜRTLÜK." (Bartın gazetesi, sayı : 425) emperyalizmle, bu kanlı emperyalizmin yuvarladı ğı medeniyet si­
MADEN KUYULARlNDA YARIM ASlR lindirinin altında hurdahaş olmamak için çabalayanların davası­
toprak kurdu elem çavu ş ı o dır." Ahmet Naim'in ikinci eseri için seçtiği bu çok çetin mevzu, on­
- Elma kurdu d90ilim be n ! Ben toprak kurduyum , işçiyim, işçi! yedinci ve onsekizinci asırlara kadar uzanmaktadır. "Bir MOstem­
Baba evinden madenierden dört yaşında, kendi unumla. kendi tu­ leke Harbinin tarihi", emperyalizm devrinin anası kapitalizmi doğu­
zumla ve kendi çarığımla geldim. ran şövalye uşaklarının, federal ırgatlarının, kalkınmalarından
Elma kurdu olmadıOını söyleyen adam, yeraltı işçisi Eteriı başlar. Dünyanın bir kıtasından ayaklandığı halde diğer dört kıtaya
Çavuştur. Pardon! Size Elem Çavuşu tanıtmadan önce, sözlerini kuduz ihtiraslarını sığdıramayan emperyalizmin yirminci asırda,
nakle başladım . Bir halk çocuğu olduğum için, ne de olsa protokol­ bütün yeryüzünde verdiği meydan muharebesinin kanlı sayfaları­
de noksanlarımız oluyor. Masaadenizle ewela işi tamamlayayım: na gömülen hadisat, diyalektik bir tokuşturuşla didiklenmiş, ilgileri
Elem Çavuş, şimdi altmış yaşındadır. Fakat yarım asrı on yıl sadeliği, gerek ifade ve yazı tarzı, ilk eserinden çok daha olgun-

18
laşmış çok daha tekamUilere ermiş." CeLal BORA 1 ZONGULDAK12 parçası kalmamacasına dağılan işçilerin, birkaç saat içinde saç­
lbrahim Cemal AUŞ de bu kitap için, Bartın'da CANCA rumuzu ları apak olan Akbaş Muratların öykülerini, destanlarını kuşaklar
ile ve HAFTANIN IZLERI satununda şunları yazmış: "KANCA (Ah­ boyu aktaracak ne bir tarkO, ne bir mani ve ne de bir deyiş ya­
met Naim) beklenen kitabını çıkardı (Bir MOstamleke Harbinin Tari­ ratılıyor.
hi. Memleket Basımevi - Bartın 1 1 937). Bu kitap bir çekirde�in Zonguldak'ı madeni ve insanı ile mahvetmeye çalışan ve bun­
etrafına sarılan kat kat kabuk �il, kabukları ayıklanmış hakiki bir da bir ölçOda başanlı olan Fransız sömOrgecileri olmuştur. Ben ma­
özdOr. Kanca, bu özO meydana çıkarmak için çok u�raşmış, çok denlere gelmeden önce buranın işçisi için: "Kundurasını kap yapa­
kabuk ayıklam ış, bir "mOstemleke"nin ne oldu�unu, "mOstemleke­ rak su içer, vücudundaki firengi yarasına köstebe{li karnından ya­
ci"lik tarihinin en karakteristik ve ibret verici olaylarını bir yere top­ rarak baQiar" gibi bir.takım inanılmayacak şeyler işitmiştim. Kendi­
lamıştır. mi fiilen bir yeraltı adamı olduktan ve onlarla kaynaştıktan sonra
Daha ilk kitabı : "Uzun Mehmet'ten Bugüne Havzanın Tarihi" gördüm ki, aniabianlar gerçek dışı şeyler �ildir. Ve bunun suçu,
eseriyle gele�e kıymetli verimler, yazı dOnyasına, Bartın ve ta Osmanlı lmparatorluQu'ndan bu yana Türkiye'nin gelişmesine
Zonguldak gazetelerinde neşredilen içtimai mizah hikayeleriyle engel olan yabancı sermayedir, yani emperyalist sömürüdür.14
girmiş; çok ince ve nOkteli buluşlarıyla muhitine kendini çabucak uzun mehmet'ten gün ümüze
tanıtmış, yazdıklarıyla b�eni kazanmıştı . Kitaptaki iladelerin i­
nandırıcılıQı, yazı tarzının olgunlu�u ve yazann ihatalı görüşleriyle
zonguldak
tahlilleri her tilriO takdirin üzerindedir.•13 Zonguldak'taki kömür madeninin işletmeye açılışı, Türkiye'yi
Batı kapitalizminin boyunduruğu altına sokan 1 838 ticaret anlaş­
kitaplarindan ahnt1lar masından on yıl sonraya rastlar ( 1 848). Oysa, kömürOn bulunuş
BIR YUOUM SOLUK'TAN tarihi, 1829'dur.
BöiOm - 1 - KÖR KARANUKLAR IÇINDE Köylüye göre maden, bir iş kapısıdır; ca.nkurtarandırl
Öyle bir "şehir" dOşOnOn ki en az ikiyüz elli metre yerin altında KöylünOn hangi şartlar altında madende çalışmaya razı oldu­
batmış olsun. Tıpkı, bir yerüstü şehrinde oldu�u gibi; ana caddele­ ğunu bilmek, bu konuda okura temel bir fikir verecektir:
ri, ·semt yolları", aralıkları ve "çıkmaz"ları bulunsun. Bir insanın • . . . Hazine-i Hassa idaresi zamanında ( 1 848 - 1 865) Zongul­
zorlukla sı�abilece{li kadar dar, güçlükle inebil�i kerte inişleri dak köyiOsü maden ocaklarında tıpkı mOstemlekelerdeki arnele­
mi soruyorsunuz? Onlar da boldur yeraltı şehrinde ... nin şeriati hayatiyesi içinde, bir orta zamanı ırgadı gibi çalıştırılıyor­
Kaldırıyoruz kafamızı, "nakıs ikiyOz elli"deki bu şehrin tavanını du.
gökkubbenin �il; taş, toprak ve kömür blokları ile kaplı kara bir "Bolu Salnamesi", 1 822 yılında, Ereğli'nin Köseağzı mevkiinde
duvarın sınırladı{lını görüyoruz ... "yanan taşlar"ın bulunduğunu yazmaktadır. Ancak, Zonguldak
Işte bu şehirde otuz bin can soluk alır. Bu ob.Jz bin canın evleri Halkevi, 1 933 yılında, Hüseyin Fehmi lmer, Tahir Karaoğuz ve A.
karanlık galeriler, aralıksız emek ö�Oten "bacaıardır. Burada da Naim'den kurulu bir komisyonu, kömürün bulunuş tarihini tesbitle
bir yerüstil şehrinde oldu�u gibi canlı bir kaynaşma vardır; birbirini görevlendirmiş; Komisyon, Bolu Salnamesi'nde verilen bilgiden
tamamlayarak, destekleyerek sOrdürülen yaman bir iş kay­ de yararlanmak suretiyle, Türkiye'de maden kömürünün ilk defa,
naşması . . . EreQii'de, Uzun Mehmet isminde bir köylü tarafından ve 1 829 tari­
BöiOm - 3 - B I R EDEBIYATÇI'NIN DILINDEN ZONGULDAK hinin 8 Kasım günü bulunmuş olduğunu tesbit etmiştir. Bu dönem
KÖMÜR HAVZASI içinde, köylü - işçiye ödenen taban Ocretinin ne olduğunu (hattfı
Yeraltı gündelikçilerinin en gençlerinden şair Ahmet Turgut: ücret ödenip ödenmediğini) bilmiyoruz. Yalnız. 1870'1erde kömür
MADEN EDEBIYATI yaratabilmek için işçi olmuş oca{la. . . Işte ocaklarında çalışmaya başlayan Ethem Çavuş (Yemelek) isminde
söyledikleri: bir işçinin, Ahmet Naim tarafından derlenen anılarında madende
- Öğrenim hayalım boyunca koyu bir edebiyat heveslisi olarak çalışan köyiO - işçiye gündelik olarak para yerine kalay, Amerikan
tanındım. Bu amatörlük gayretiyle edebiyat çeşitlerinin hemen bezi ve basma verildiği belirtilmektedir .. Gene aynı anılarda, işçiye
hepsini inceledim. Çalışmalarım sırasında yana yakıla gördüm ki, ilk defa, işgücü karşılığını para olarak ödeyen kumpanyanın "Kurci
aşa{lı yukarı yazyirmi yılı aşkın bir körnUr madencili�i tarihi olan Kumpanyas ı" olduğu yazılmaktadır. Sözü edilen kumpanya kömür
yurdumuzda, Behçet Kemal Ça{llar'ın bir - iki şiiri, senin birkaç hi­ işletmeciliğine 1 885'1erde başladıQına göre, bu tarihten önce hav­
kfıyenden başka maden kuyularını, kuyulardaki iş hayatını konu zada maden işleten yabancı kumpanyalar ile şahısların, köylo -
alan edebi çalışmalar yok. Diyebilirim ki TOrkiye edebiyatında ma­ işçiye işgüçleri karşılıQı para ödemediği ortaya çıkmaktadır. ıs
dencili{limiz hemen hiç yer almamıştır. Zonguldak, bu do{lrultuda
çalışacak olanlar için öylesine geniş bir kaynak ki. .. Olayları böy­
hakkinda yazilanlar
lesine sıca{lı sıca{lına yo{lurarak onu kitlelere mal etmesini bilen Behçet KALAYCI , 'Eski Soğuksu Köprüsü' adlı şiirinde şu
bu memlekette, Zonguldak gibi Türkiye ekonomisinin temel dire{li dizelerle tanıbyor Ahmet Naim'i: "Birden tersine aktı zaman şeridi 1
olan bu yerde, nasıl oluyor da o gUzelim madenciliğin acı, tatlı ta­ Koltuğuncia dergiler kitaplar 1 Egzotik yüzünde bir özbek hüznü 1
rafları anlatılamıyor? GöçOk altında sönen solukları n, ateşnefeste Ahmet Naim Çıladır göründü 1 Şapkarn yoktu çıkaramadım 1 Öykü­
nün bu büyük ustasına 1 Tamennah çeklik karşılıklı 1 Dudakla-

Tanesi (S} kuruş

Bcavfın
Sahibi ve baty�.zarı

IBRAHIM CEMAL ALl Ş ABONE VE ILAN


. Yıllık abone 250, allı aylık 130, tiçaylık
Idare evi: HU.ktimet caddesi No : 8 70 kuruştur. lcra, mıhkeme ve tapu
B:ısımevi: Yukarı Çarşı No.15 ilinlarının salın 5, di�er rl!'smi
B A R T I N ilanların 10 kuruştur. Ticaret .iliinları
pazarlıkladır.
Telrr�r- adresi : BARTIN GAZETESI

Kuruluş tarihi : 6 Eylül 1924 Ahone ilin bedelleri peıtin alın1r.


H A F T A Ll K - M E M L E K.E T GAZETESI ve

Sıı.yı: 582 18- Şubat 1937 - Perşembe Yı1: 13

M A D E N
Kritik:
HAfT ANlK iZ LERi Oirekçilik �akkında mü­
BlHM O STEMLEU Be�enilen Halk Evi
�iın �ir rapor
K Ö M Ü R Ü N Ü N H A R B i N i H T A R I Hi -1 inci sayfarlan arıarı -
- :Jünii(:ii �a\·fadaıı <ırlJn

Rhmed Naim-Bartm: rlaima <wahları lı:ı':'ı ıl·l.ı lııılıııı

T A R İ H İ uı.:ılarınrları :ııııf'lt':-iııiıı irı iLıl

� - NAIM

19
rımızda acı gülücüklar 1 Dante'nin cehenneminde ürpermedim 1 Ahmet Naim, kendi kendini yeliştirmiş ve Zonguldak'ın dar ko­
Onun öykülerinde Orperdi!)im kadar 1 O öyküleri ki eme!)in sonsuz şullarında bile Türkiye ölçüsünde bir One erişebilmiştir. Kömür
çilesinden 1 Karanlıkta açmış gOller gibiydiler." (Yayımlanmamış ocaklarında da çalışan Naim, oca(lı, kömOrO, yeraltı işçisinin dra­
bir şiirinden) mını çok iyi bilir. Bu öykülerinden de bellidir. Yazık ki bir sanat çev­
* resinden uzakta oluşu, sanatını ikinci plana itmesine neden ol­
Mehmet SEYDA da, Ahmet NAIM'i nasıl tanıdı!) ını şöy ie an- muştur."
latıyor: " 1 937 güz'O başlarında Zonguldak'a yollanırken, da(larcı­ *
Qıma bir şeyler koymak, hazır1ıklı gitmek isteyip, Eminönü Halkevi 1 904 yılinda Istanbul'da dünyaya gözlerini açan . . . Acılarla
Kütüphanesi'ni altası ettim. Koskoca kitaplıkta Türkiye'nin bu en geçen 63 yıllık bir ömür sürüp, Zonguldak'ta gözidrini yuman . . .
büyük al) ır endüstri, kömür üretim bölgesiyle ilgili bii" tek kitap bula­ Zonguldak'ın Tarihçesini yazan . . . Yeraltı dünyasını, g ü n yüzOne
bildim: UZUN MEHMET'TEN BUGÜNEKADAR ZONGULDAK HAV­ çıkaran . . . Cenazesini, Oç beş dostu kaldıran ... Yazınımızın nice
ZASI ( 1 934). Yazar Ahmet NAI M. Yedisinden yetmişine bütün büyükleriyle aynı yazgıyı paylaşan . . . Çok yönlü, özlü, sanatçı,
Zonguldaklılar'ın KANCA AHMET'ini ilkin böyle tanıdım. Sonra Se­ öykücü, araştırmacı yazar Ahmet NAIM'in aziz anısı önünde say­
dal SI MAVI, bir mektubunda: "Orda çok kıymetli bir yazar (Ahmet gıyla e!)iliyor, yazımı dönemin usta yazar ve yayıncısı Sedat Sima­
Naim) vardır; hikayecilik konusunda size faydalı olabilir" diye ya­ vi'nin Ahmet Naim'e yazdığı mektuplana bitiriyorum:
zıyordu. O zamanlar ticaret odası kalibiydi. 1 946'da Zonguldak sedat simavi •den
DP il merkezine gidip onu görüşüm, me!)er son görüşü mm oş. As­
kerdim. Ayak üzeri bir kaç sözcük konuşabildik. Bana, bütün
ahmet naim•e üç mektup
umutlarını bu yeni partiye ba!)lamış gibi gelmişti. Sonrasında neler 1. M EKTUP
oldu bilmiyorum; yirmi yıl birbirimizi yitirdik. Derken 1 966'da bir Azizim Naim Bey,
mektuplaşmadır başladı aramızda. Dergilerde kalmış öykülerini bir Romanınızı A.B adlı kişi okumuş: 'Aşki' olmadığı için tereddüt
araya getirip bastırmak istiyordu.· (KUDUZ DÜGÜNÜ'nOn ÖNSö­ etmiş. Romanı elinden aldım. Kendisini kovdum. 'Dişi Kuş' gibi
ZÜ'nden) gençliğin ruhunu yıpratan, konu ve dil sorununu dikkate almadan,
ahlak düşürücü yayın yapan bu adamların, Babıali'de kitapçılık
ahmet naim diye biri yaptıkları bir zamanda yaşıyoruz. Ne kadar üzülsek yeridir.
GOçsOziOQO mO yoksa olanaksızlı!)ı mı ununurdu Ahmet Roman yayıncı lı (lı yapsaydım, onlara inat basardım romanını­
NAIM'i? Bence, OLANAKSIZLIGI. .. zı. Yalancı bir adamın ipiyle kuyuya inmek saflı(lına düştüm, üzgü­
Ahmet Naim, hayat rnektabinden yetişme bir öykücü. Peki ne­ nüm. Romanınız bende, isterseniz hemen göndereyim.
dir Ahmet Naim'in öykülerinin nitelikleri? Her şeyden önce bir yöre Sevgi ve Saygılanmla
öykücüsüdür O. 2. M EKTU P
Mehmet Seyda ve Ahmet Naim uzun bir dönem Zonguldak'ta Azizim Naim Bey,
beraber olduklarından, her ikisinin öykülerinde birbirlerinin çalış­ Mektubunuzu aldım. Sözünü etli!)iniz kitabın ız beni ilgilendir­
malarına ışık tutabilecek bölümlere rastlamak olanakl ıdır. Ama Ah­ cli. Zannedersem yayınlayabilece(lim. Resimleri ve başlıkları göz­
met Naim gözlemcidir h�p: Yazar - kahraman özdeşli(li içinde ola­ den geçirmem gerek, gönderiniz. Tercümesi, sizin dürüst ifadeni­
yın akışına yön vermez aksine, olayı dışardan etkileyerek onun zia olaca(lına göre herhalde iyi olacaktır. Buradaki kitapçılar, ace­
yön de!)iştirmesini sa(llar. Bununla birlikte Ahmet Naim'in yapıt­ mi tercümanlara, pek ucuza tercüme etiirdikleri için· bunlara bas­
larındaki gerçekçilik, duruk, gerçe!)in fotoğrafik bir tesbiti de!)il, tırmanızı önermem. 7 GÜN, önümüzdeki hafta 20 sayfa olarak
tam aksi dinamik ve devingendir. 'Bir Yudum Soluk'ta iyicene us­ çıkıyor. Bu hafta Reşat Nuri'ninkini koyduk. Gelecek sayıya da si­
talaşan Ahmet Naim, 'Kuduz Düğünü'nde sıcak, başarılı yedi öy­ zin öykünüzü koyacağım. Kitabı gönderiniz.
küyü bir araya getirebilmiştir:ıs Hürmetlerimle
*
3. MEKTUP
"Ahmet Naim öleli, 5 yıl oldu. Toprak ve özellikle toprakaltı in-
Azizim Naim Bey,
sanlarının büyük savaşımını, özel yaşamlarını anlatarak TOrk öy­
Size iyi bir haber verece!)im. Kitapçı Semih lütfi Bey A.B
kOcülü(IOne gerçek nitelikte maden öykülerini yerleştiren ilk sa­
olayını ö(lrenmiş ve üzülmüş. Sırf benim be!)endi(lim bir eseri bas­
natçıdır. Kendi döneminde gerek öykü tekniği, gerekse öykülerine
mak arzusuyla romanınızı istedi. Ben de ötekine inat, 50 lira sem­
seçti!)i konuların özelli!)i bakımından bir çok sanatçıyı etkileyen
bolik ücret alarak, basması için romanınızı ona verdim.
Ahmet Naim, iki kitabıyla da olsa gelecek kuşaklar için aydın bir
Hoover'in kitabını aldım. Bir göz gezclirdim, enterasan buldum.
çizgi olmaya devam edecektir. O, çok yönlü ve özlü bir sanatçıydı.
Çok uzun. 7 GÜN'de tefrika etmek üzere 1 0 sayılık bir özel yapar­
(Enver Bayam, Çı!), sayı: 3, 1 972)
sanız yayınlayabilirim. Cevabınızı bekler, sevgilerimi sunarım.e
*
"Ahmet Naim, her şeyden önce bir yazardı. Kendine has bir
KAYNAKÇA:
1- Kuduz Dü!)ünü, Öyküler, Yeditepe Yayınları, lııtanbul, Mart 1 968, 83 s.
üslubu vardı. Yazılannda konuşurdu sanki. Okur, fakat derinli(line ("Birkaç söz" ÖNSÖZÜ Mehıı-ıet Seyda'nın).
inemezdiniz yazılarının. Çünkü O da inememiştir. Çünkü O yaz­ 2- Çı!), Aylık danat düşün dergisi, sayı: 3, ZongLJdak 1 972 - Ahmet Naim ÖZel
dıkça, derinler daha derin oluyordu. Kendine özgü bir dünyası Sayısı - (Sayıyı hazırlayan Mehmet Yılmaz Karaibrahimooıuı.
vardı ve oraya giciyordu tilm öyküleri. 3- Kuduz Dü!)ünü (t.'ehmet Sayda'nın "Birkaç söz" ÖNSÖZÜ, s.7).
Şakacıydı, nükteciydi. Telaşı sevmez, ağır ve ciddi konu­ 4- Ekim, 89 - Zonguldak, Uyanış Gazetesi.
şurdu." (Aiaatlin Uysal, Çı(!, sayı : 3, 1 972) S. TUSAK, Kanpostallarından alıntı.
ÖLÜM AGzl'nın yazan lrfan YALÇIN da Ahmet Naim için ÇIG'a 6- Çı!) dergisi, sayı: 3, Zonguldak 1972 -Ahmet Naim özel sayısı-.

şunları yazmış: "O(Iulları Farabi ve Sina'nın (çocukluk arkadaşla­ 7- Sina Çıladır, Ahmet Naim1n Sanal Mrası, ÇıQ, sayı: 3, s.3
8- 5. Y.A (Sadi Yaver Ataman) Tanıdıklarımız Arasında, Röportajlar, Bartın
rımdılar) babalanyla bir arkadaş gibi konuşmalanna şaşar kalırdı k.
Haftalık Memleket gazetesi, 18 Şubat 1973, sayı: 582
Kuduz Dü(lünü adlı kitabını okuduktan sonra (ortaokuldaydım o 9- Haftanın Izleri (Yazan Kanca), Barbn Cumhuriyetci Memleket gazeatesi ,
zaman) Ahmet Naim, bir başka anlam, daha başka bir büyüklük 1 5 teşrinewel 1 936, sayı: 565.
kazanmıştı bende. 1o- Bartın gazetesi, sayı: 579
O(llu Farabi'nin cenazesinde Ahmet Naim, bilinçli bir tasa 1 1 - Ahmet Naim, Bir Yudum Soluk, Şirin EreQii Yayınlan (Baskıya hazırlayan
içindeydi. Benim gözüm hep onun üzerindeydi: A(llamıyordu ama, Sina Çıladır), ikinci basım, 1 983, n s.
dokunsan, dökülecek gibiydi. 12- Barnn gazetesi, sayı : 544 .
Artık içki ve Sina, onun iki tutkusu olmuştu. lçkiliyken daha 13- Barnn gazetesi, sayı : 547.
gerçekçi gelirdi bana. Dişsiz a(lzıyla çok kıvrak Fransızca konu­ 14- Bir Yudum Soluk, s. 75.
15- Sina Çıladır, Zonguldak Havzasında Empeıyalizm Aydınlık Yayınları.
şurdu benimle. En küçük ayrıntılardan uzun, tadı öyküler çıkanrdı.
16- t.'ehmet Ergün (Çı!), sayı: 3), Basından Yankılar (alıntı).

20
sesini ke ndi yaratan ozan
e M. Giiner DEMiRAY

Leyla Şahin'in Acı Toplayan lpekli Çardak Kuşu'nu okuyorum.


Kilimini ince bir duyarlılıkla dokumuş ozan. Dizelerine daldıkça bir dünyanın kabuğu çallıyor
yerierirnde karanlıktan kurtulmuş gibi bir duygu içinde kıpırdan­ ciaOlar birbirine değdi
malar oluyor, yOreQimde gizli bir bahçenin tomurcukları patlıyor . . . .. . . . . . . . . . .... . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . (SESINI SESI ME VER)
sanki. Balikteki şiirlerle bilinçaltım arasında kendiliğinden bir ışık Derinde biri var, kimdir? Soğuk bir gece. Şarkılar kırık günler
köprOsO kuruluyor. Sonra yavaş yavaş hOzOn sıvalı güneş sal­ içinde.
kımları oluştuQunu seziyorum derinimde. Bir başka evrende bu­
luyorum kencimi. sordım seni inci gülüşlerin açtığı sulara
Hemen okuyup geçemiyorum şiirleri, yeniden yeniden okuyor­ ıssız duyguların ucunda 1 gece
um. Alışılmamış, taze duyarlılıklar yaşeriyor içimde. Doğal kay­
nağından büngOideyen bir özgün imgeler ırmağında yüzüyorum. (KIMSE EVINE ÇIÇEK GÖTüRMÜYOR)
Adasını içine gizleyen bir ırmaktır hüzün yüklü. Akar kıyımlarla
akşamOstO şarkılarını severim dolu gençlik çayırlarından bir evrensel denize. Hep sevdadır
döküiOp giderim bir dizenin peşi sıra omuzları nda.
kuşlar havalanır yüreğimden ben sana aşklar getirdim
anlanm eyiOideyiz umuHu bir güne pençe vururken korkak bir aslan
sana aşklar getirdim, bir geyik güzelliğiyle
(ACI TOPLAYAN IPEKU ÇARDAK KUŞU) girdim gecelere
Bu şiirleri yaşamış Leyla Şahin, yaşamın içinden almış ay sulara düşerken
özsOyünO. YOrek torundan sOzerek geçirmiş acı gerçekleri ve ye­
niden katmış yaşama. Bunlar, bir destan serüveninin çağrışımları. (ADASI NI IÇINDE GIZLEYEN IRMAK)
Belli ki göçmenliği de yaşamıştır; içinin ta derinlerinde duymuştur "Acı Toplayan lpekli Çardak Kuşu·, "Kederli lrmak" simgeleri
ayrılığın acılannı. ve bunun gibi hüzünler çağrıştıran motifler bana Amerikalı ozan
Langstan Hughes'i anımsattı. Leyla Şahin ve Hughes derinlerdeki
uzakdüştağüm yerlerin öykOsO yazılıdır bir hüznün şarkısını ortak söylüyorlar sanki. Duyarlılıklarında yer
hasret defterime yer bir koşutluk buluyorum. Aynı zamanda iki ozan da yalın ve ge­
divitle reksizden uzak. Langstan Hughes bir şiirinde şöyle diyor:

(ACI TOPLAYAN IPEKU ÇARDAK KUŞU) Fırarta yıkandım körpe şafaklarda


Sevgi ve ernektir bağlandığı değerler. Nasıl olmasın, bunlar in­ Kongo kıyısında kulübemi kurdum, deliksiz
san soyunun ölümsüz çiçekleri. uykular çektim içinde.
Nil'e baktım, ehramlar diktim üstüne.
gülün ve terin içinde bOyOtOrOm yaşamı
ellerim sevda izidir Nehirler bilirim:
bütan coğrafyalarda Görmüş geçirmiş, kederli nehirler.
Ruhum nehir1er gibi derin.
(ACI TOPLAYAN IPEKU ÇARDAK KUŞU) Ancak Leyla Şahin'in esiatiği daha bir ağır basar, imgeleri zen­
Bir iç diyalektiğin uç verdiğini sezmemek olanaksız ozanda. gindir. Langstan Hughes'in şiirleri ise yinelemeleri çok olan şarkı
Çünkü orman içinde bir aykırı daldır o, kavuşmalara varmak için. niteliği taşır. Cazdaki hüznü duyar gibi oluruz onun şiirlerinde.
Bu dalda çok zaman acılar açan ölüm ve yalnızlık çiçekleri görOiür. Leyla Şahin'in şiirlerinde söz gücü egemen. Dizeler yoruma
Bunu hazırlayan neden de gençliğinin kederli bir ırmak gibi ak­ açık, bunların bir derinliği var. Acı Toplayan Çardak Kuşu ve Uçu·
masıdır. Ama ozandır, fırtınalara açıktır hep. rum Gibi Bir Yaz şiirlerinin dize başlarında kendi ölçütlerine uygun
yineleme tekniğine başvuruyor ozan. Bu tekrarlar ustalıkla yapıl­
sevdalara süzülürOm dığı için şiirlerde müzikal bir hava oluşuyor, dizeler okuyan üzerin­
ölümlere dizilirim de daha etkili kılınıyor, insan, çağrışımların aydınlığına ulaşarak
edresim ateşe yazılı şiiri derinden duyumsuyor. Kimse Evine Çiçek Götürmüyor şiiri ise
geri döneceği yok geleneksel divan şiiri düzeninden - kaside, gazel gibi - yarar­
içimdeki yolcunun lanılarak özgür koşuk anlayışı kapsamında anlam ağırlıklı img9-
lerle zenginleştirHip kendine özgü bir doku içinde ses getirmiş.
(ACI TOPLAYAN IPEKU ÇARDAK KUŞU) Kısaca söylemek gerekirse Leyla Şahin "sesini kendi yaratan"
Dağların öte yüzünü yaşamış biri olarak her coğrafyada bir ozan. Kendine benziyor, başka birine değil. Bunun için şiirleri
büyütür subaşlarını. Artık gezegenimiz yeni bir evreye geldi . Işık özgün ve belli bir kimliği içeriyor. O, şiirin soylu ve çileli yoluna ko­
çağlar görOnmek üzere. yulm uş, yeni yaratımiaris değerlerine değerler katarak ışıklı
adımlarla yürüme çabasında. e

21
-- ant ----

çeyrek yüzyi l sonra


e Nazif EVREN

Nazif Evren, 1909'da Salihli'de d�du. /zmir *


Oğretmen Okulu'nu, G.E.E. Pedagoji bölümünü bi­ Eşimle birlikte kurmaya çalıştığımız bir kurumu ayrılışım-
tirdi. Ilkokul ö�retmenli�i, ilköğretim müfettişli�i, dan 25 yıl sonra görmek istedim. Oralarda öl}rencilerimle bir­
Savaştepe E�itmen Kursu Müdürl�ü, Çifteler·Köy likte yaşadığım acı - tatlı anıları m vardı. TopraQına alnımın teri
Enstitüsü .meslek dersleri ö�retmenli�i ve damlamıştı, yapıtaşında elimin nasırlı izi vardı.
�itimbaşlt�t, DICLE KÖY ENSTITOSO kunıculugu, Hiçbir makamdan, yolluk, günlük, uydurulmuş bir görev
Erzincan Milli E�itim Müdüri�O, Ankara Milli E�itim .istemeden, kendi olanağımla, kurumu bir saat görebilmek iz­
Müdür Yardtmctlt�t, Halk E�itimi Genel Müdürlü�ü niyle Diyarbakır'ın yolunu tuttum. Diyarbakır - Erganl
Şube Müdürlü�ü gibi.görevlerde bulundu. 37 ytlltk yolu asfaltlanmış, yarım saatte otobüsle Ergan l'ye
hizmetten sonra emekli oldu. Şimdilerde Ankara 'da ulaştık. Bizi ilk gören ilçenin "Ahras"ı oldu. Sırtında bir bo­
yaştyor. yacı sandığı vardı. Onu yere bıraktı, elime sarıldı. Elleriyle,
Nazif Evren Hocamtzm yaztstm, yaztda geçen kollarıyla işaretler yaptı; yetmedi, boynuma sarıldı, elimi
·
kimi yerel adlarla ilgili açtklamalar yaparak bize bırakıp yüzümü öptü. Çok duygulandım. Sonra Dicle Köy
gönderen Evren'in ö�rencisi d�erli �itimci - şair Enstıtüsü çıkışli öğretmenlerden Enver Atılgan, Rem­
Saym Enver Attlgan'a içten teşekkür eder; Evren zl lpek ve arkadaşları geldiler. Sarıldık, kucaklaştık. Bun­
Hocamtza sa�ltklar, esenlikler dileriz. lar Dicle'nin ilk öğrencileri idi. Dicle'yi öteki enstitülerden
KlYI gelen ekiplerle onlar kurmuş, onlar yaşatmaya çalışmışlar­
Yaşam şösesinin 81. kilometre taşında durup, gerilere dı. Sabrımız yoktu, hemen Enstitüye gitmek gerekiyordu.
doQru baktım. Sıfırile seksen bir arasında, yaşadıgım bazı Arkadaşların bulduğu bir taksiye atlayıp, yola çıktık. Bir süre
olayların anılmasının gereı;jini düşündüm; ama anmak, sonra, taksi bir kasisten atlamış olmalı ki bir sarsıntı ile dav­
söylemek. neyi çözecek? Dinleyen olursa olaylar birkaç ranıp çevrame baktım. Köylülerin parasız olarak verdikleri
saat, ya da birkaç gün belleklerde konuk olup toz olacaklar. tarladaki yola gelmişiz. (o yolun öyküsü, ayrı bir konu)
Bir kuraldır "söylenenden yazılan daha uzun •olmadı• dedim içimden, "böyle çabuk gelmeyecektik* ...
ö mOriO o lur." Erganl'den Enstitüye dönmek için Keskar'in taş kam­
Yüzyıllar önce düşündüklerini, yaşadıklarını yazanların yonunu bekleyecektim, gelmeyecekti. Köfteci l shak
adları hep belleQimizdedir.Tanırız onları. Dini, dinimize; dili Usta'nın acılı köftesinden üç tane yiyip, BagOr'den yola
dilimize uymaz; aynı yüzyılda, aynı toprakta yaşamamışız, çıkacaktım. Boğaz'dan ya da Sallar I sta syonu ndan
ama düşündüklerini, yaşantılarını yazıp, dünya alanında çıkacak kara trenin karadumanını, kara vagonlarını, Ens­
ölümsüzleşmişlerdir. Sonsuza kadar da yaşayıp gidecek­ titünün kırmızı kiremitlerini, istasyondan Gervan ovasına
lerdir. Böyledir insanoQiunun ölümsüzlül}ü: Tutar ya da tut­ doğru yol alan atlı, eşekli, develi, yaya yolcuları seyrede­
maz konuşacaklarını, söyleyeceklerini yazmalıdır kişi. cektim. lgde çiçeklerinin kokularını doya doya ciğerlerime
Öyle ise yazalım... dolduracaktım. Enstitü'ye yaklaşınca duyacagım akerde­
•• on, mandolin sesleriyle dinlenecektim, olmadı...
Kurulmasında emegim olan bir egitim yuvasını, "klremltll binalar sayred ilir .ml, ondan ne zevk
ayrılışımdan 25 yıl sonra görmek için dönemin Milli EğHim duyulur?" demeyin. Ben daha başka türlOsünü de yaşa­
Bakan lığ ı Gene l MOdOriOğO'nden izin aldım. "Siz dım. Ondan da zevk duydum.
öğretmenslnlz orada da çalışmışsınız, Izin al­ Enstitü kurulurken her akşam üzeri Hllar deresinin öte
manıza ne gerek var?" gibi bir soru aklınıza gelebilir; geçesindeki yamaca çıkar; ordan, yapılan işleri sayrederek
ama sorun, sizin düşündüğünüz gibi degil. Adı geçen kuru­ dinlenirdim. Bu benim için bir zevkti. Uzun zaman bu yamaç
mun adı "Köy EnstltOsO"dür, "Dicle Köy EnstltO­ benim dinlenme yerim oldu.
so dor . Buralarda geliştirilmaya çalışılan ulusal bir eğitim
· Arkadaşlara sordum: "Bu Seyfo'nun taksisi ml?"
hareketi idi. Kısaca bu eğitimin gereği "eğitim yoluyla Bana Güldüler. Seyfo'nun taksisi çoktan eskimiş şimdi.
TOrk köyOnO ve köylOsOnO kalkındırmak" idi. Nasıl Ilçede pek çok taksi varmış. Ben hep Seyfo'nun taksisini
oldu? Neler yapıldı? Neler dendi? Buralarda çalışanlar, bura­ düşündüm. Ona herkes binemezdi. Ben de binemedim. An­
lardan yetişenler neler yaptılar? cak, hakimler, savcılar, hükümet tabipleri keşfe giderken bi­
Gözaltı lar, sürgünler, karaçalmalar bir dönemin politi­ nerlerdi. Bir de Demokrat Parti nin kuruluşunda üyeler
'

kası olmuştur. Bugün karalamacılarin hiçbiri meydanda Dlyarbakır'a gitmek için binmişlerdi.
yok. Meydan, gerçeklerin yapıtlarıyla dopdolu. Oralarda Enstitüde taksiden indik. Giriş yerinde oldukça büyük
yetişenler, çaplı yapıtlarıyla karanlıkçıların çanına ot bir bina yapılmış. Çevrede futbol, voleybol alanları vardı. Bir­
tıkadılar. Benim konum başka... kaç çocuk top oynuyordu. Gözüm hep eli mandolinli, .c::ebi ki-

22
ki bir kere idam yaftası yapıştırılmıştı.
Enstitü alanına süslü bir çeşme yapılmış, ama kitabesi,
levhası çıkarılmış. Nedenini ö�retmen arkad �şlardan ög­
rendim. Bu çeşme daha önceki milliyetçi bir müdür tarafın­
dan yaptırılmış ve levhasına da kendi adı yazılmış. Sonraki
müdür de taşı yerinden çıkarmış ... Bir eğitim alanında günlük
kaprislerin kötü görüntüsü idi bu. Öte yandan D� ulu
çocukların yapıtlan dev gibi ayakta idi. Onların levhası nı kim­
se değiştiremiyordu: Fikirler değişse de...
Kavaklık ve meyve bahçelesini göremedim. Belki yerle­
rinde de değillerdi.
Geziden sonra dinlerırnek için tekrar müdürün evinde
oturduk. Müdür, bu yıl dört milyon liralık bir ödenek istedikle­
ri n i, geldiğinde Nafıanın bir bina yapacağını, gezerken
gördü�ümüz aksaklıkların da planını yaptırdı�ını, planı
iliştirip Bakanlıktan ödenek istediğini, geldiğinde hepsini ta­
mamlattıraca�ını anlattı.
*
Bizim çalıştığ ı m ız günlerin d üş ü nce ve ilkeleri ile
bugünküler arası ndaki fark meydanda id i . Bizim
öğrencilerimiz Enstitü alanında bozulmuş, onarıma muhtaç
hiçbir konuya dayanamazlardı. Onlar bizim haberimiz olma­
dan, okul başkanının sorumluluğunda yapılırdı. Enstitüde 4
(Desen: Nuri CAN) yıl kald ım. Ayrılışımda, 1 2 parça bina, 350 öğrencinin iaşe
ibatesine harcanan para, beş yüz bin liranın içinde idi.
taplı öğrenileri aradı. Meydanda plana göre ters yapılmış bir Müdür, Enstitü çıkışına kadar bizi uğurlad ı. Gönlüm is­
bina vard ı. Bizim zaman ı m ııda burası çardak olarak terdi ki bir gece kalayım, öğrencilerle bir konuşma yapayım.
Akçadağ Köy Enstitüsü ö�rencileri taraf ı nd a n Onlara "şu blnaları, bütün çevredeki varlıkları or­
yapılm ıştı. B i z etrafını duvariayıp e�reti olarak ambar ve tadan kald ırın, size 850 dekarlık bir Hoşot Ovası
idare odası yapmıştık. Burası şimdi kulüp imiş. Bizi müdür kalacaktır. Bu ovada size bir çift öküz, bir araba,
yardımcısı karşıladı, müdürün evine götürdü. Müdür atanalı Iki at vererek b i r kaç a y Içinde öğrenime
birkaç ay olmuş. Rahmetli ömer Epçem'in öğrencilerle bir- hazırlanacak b i r kurum yapacaksın ız, deseler
lik yaptı�ı lojmanda oturuyor. Eşi çay yaptı, içtik. Acele edi­ ne yapardınız?" diye soracaktım. Müdürden teklif gelme­
yorduk. Hemen Enstitüyü dolaşmak istedik. Çok kalmak di. Son olarak Müdür "Bakanlıktan emir aldım, bu
müdüre de zarar g etirebilirdi. Çünkü, bu tarihe kadar müessesenin tari h i n i Istiyorlar" dedi. Kend isine
geliştirilen düşüncelere göre, bu kurumlarda çalışanlar, bu­ yardımı m olup olamayacağını sordum. Cevapsız kaldı. Oy­
ralardaokuyanlar, içi "komonlsljen' doldurulmuş atom saki Enstitünün tarihi, canlı olarak karşısında idi.
bombaları idi. Enstttü alar.ır.a- gir.gr girmez:; bu bombalar pat- Ergan l'den Dlyarbakır'a dönecektik. Öğretmen ar­
lar, çevre komonlsljen maddeleriyle dolar, ayıklanması kadaşlar, hissettirmeden otobüsü kaçırdılar. O gece En­
da olanaksız olurdu. Bu korku hala yüreklerde mevcuttur.
ver At ılg an ın evinde konuk olduk. Eşinin aş ını yedik. Geç
'

Önce motor dairesini gördük. Elektrik sağlayan üç motor vakte kadar taş plakları çalıp dinledik.e
vardı. Birisi bizim dönemimizde, 20 bin liraya alınan Grosley
marka 340 devir sayılı yatık silindirli motordu. Onu bakır ma­ D i P NOTLA R :
deni teknisyenleriyle kurmuştuk. En azından elli yıl dayanır
Kesker: Bakmn ayrimında ka talizör göre vi yapan
demişlerdi. Arızası varm ış, uzanmış yatıyordu. Acı acı baktı
çakmaktaşlarını Ergani'den Bak1r Maden ilçesi fabrikasına sev­
yüzüme, ama konuşamadık. Hasan Gülel'in monte ettiği, keden Etibank'a bağlı bir işletme.
1 800 devir sayılı akuple motor, yeni alınana yardım ediyordu. ·
lshak Usta: Ergani'nin o zamanki en ünlü ahçısı. Şimdi rahmetli
Hasan Gülel Hasanoğlan Köy Enstıtüsü öğ rencisi olmuş.
idi. Gerek kurduğu motorun gerekse arızalı olan motorun ku­ Bag ür: Ergani'nin Namık Kemal Mahallesi'nin eski adı. Enstitüye
ruluşlarına ait an.ılar uzundur. Planya ve h ızarlar kaldırılmış, giderkerı önünden geçilirdi.
yerine modem bir duşhane yapılmış. Anahtarı bulamadıkları Gevran Ovası: Ergani'nin buğday, arpa, dan, mıslf ve kavun,
için içini göremedik. Ayrıld ığımız yıl yapımına başlanan su karpuz ekilen en büyük tanm alanı. Aynı zamanda Diyabrakır'ın da
en büyük ovası ve hububat ambafl olan yer.
deposunu görmek istedik. Hava çisentili olduğu için Müdür
Hllar: Ergani'nin tarihi değeri olan bir köyü. Arkeo/oji
Bey gitmek istemedi: Müdürün iskarpinleri çamur olabilirdi!
profesörlerinin her yıl öğrencileriyle kazı yaptıklafi açık müzesi bu­
Müdür, Pazarören K�y Enstıtüsü ekibinin yaptığı,
lunan turistik bir yer. Aynı zamanda onlarca mağarasJ bu/unmak­
yanında Enstitünün ekmeğini yapan bircia iır'iii b�!:.!rıan ham­ tadlf. Mağaralafln kapısında tarihi değerler taşıyan yontu/ar
am binası n ı uzaktan gösterdi. " B u n u yıktıracağ ız. �-
vairfii. :J!j!! !<'& Enstitüsü'ne 2 - 3 uzaklıktadır.
.
Esasen malll lnhldam" dedi. Dayanamadım. "Müdür Seyfo: Ergani'deki ilk taksi sahibi. Aym iami!r:da usta blf şoför.
Bey, o binanın temeli 'direm' denilen sert bir taba� Hasan Gülel: Dicle Köy EnstitasO'na e/ektriğe kavuşturan Ha­
ka ldl Temeli morçla açıldı, yapı· h arcının do­ sanoğlan Yüksek Köy Enstitaso lJ/jrencisi. Tonguç tarafından
zajında her metreküp harca, yarım torba çimento gönderilen 10 günde yıldızlan yere indiren korkunç zeki, çalışkan,
fazla kondu. Malll lnhldam olamaz" dedim. Ne fayda işinin ehli bir insan.

23
-- öykü ------��--
korkunun ad1 : suusss! . � .
e Şaban AKBABA

Öyle güzel ki baharl Öyle dinlendirici, yaşama sevin­ sıyırmak istiyordu. Hem de çok, çok istiyordu. Hava, su,
ci ve umut vericiydi ki!... Öyle çok papatya getirip serp­ ekmek, tuz kadar.
mişti ki okulun bahçesine, öyle çok güneş . . . Uzan ıp yat­ Pat küt ayak sesleri, ard ında homurtular...
maması için deli, ya da ölü olması gerekiyordu insan ı n. "Foto muhabirieri mi yoksa, basıldık mı? Tüm gizler su
Uzanıp yatmaması için papatyaları n ve güneşin kuştüyü yüzüne mi çıkacak, herkes baş m·ı kaldı racak? Bir daha
s ıcaklı ğ ı n a . . . H e m , romatizması ned e n iyle böylesi böylesi olanaklara kavuşamayacak mıyım? . ." Neyse ki
günleri iple çekmiyar muydu Murat öğretmen? Romatiz­ d eğilmiş. Foto muhabirieri ne aras ı n Eskidinaşment
ması mı yaln ızca? Sinirsel ağrıları, zihinsel yorgunluğu ... köyü nde. Kelesli "Yüzbaş; Akif" neyine yetmiyormuş .
M i nder, yast ık atm ı ş , kulakları n ı kuşların rüzgarla sanki. Hem de ne "yüzbaşı"!
söyleşisine, bed e n i n i g ü neşin s ıcak okşamalar ı na - Emredersiniz komutan ı m , geliyorum komutanım,
bırakmı ştı. Buram buram sıcak kokuyordu toprak ve vardım kommommom ...
hava, sıcak üflüyordu yeğni esen rüzgar. Çimen, çiçek, Bir anda düşlerinden sıyrı lmış, Orhaneli'nin ünlü delil­
kuş üflüyordu. Iyiden iyiye mayışmıştı Murat öğretmen. erinden Kelesli Yüzbaşı 'yla yüzyüze kalm ıştı Mu rat
Sırtüstü uzan ıp kolların ı çaprazlama yüzüne koymuş, öğretm en. Kelesli tam bir asker tavrıyla, yaşamsal
yarattığı sıcak karanlıkta derin d üş üncelere, imgelere önemde bir buyruk almış gibi ciddi, koşarak yan ına yak­
dalmıştı : Bir yat limanındayd ı en son. Ad ı n ı duyup yüzü­ laşıyordu. Geld i, birkaç ad ım kala d urup "küt" diye bir
nü görmediği, ancak varsılların, ünlülerin gidabildiği bir . selam çaktı ki, Mu rat öğretmeni toz toprak içinde
yat limanı nda. Tıpkı başbakanlar, bakanlar g ibi, genel bı rakasıya. Toz toprakla birlikte fesleğen, ter ve ikisinin
müdürler, iş adamları g ibi dörtdörtlük bir din lencede. karışımı berbat bir koku da getirm işti. Hep asker botu
Içinde kuş sütü bile bulunan, alabildiğine görkemli, kon­ giyerdi. Kış, yaz . . . Kupkuru derisiyle, sayısız düğümlü
foru d illere d estan bir yatta. Nefis yem ekler, ünlü bağcıkları ve bir kayık biçiminde kıvrı lmış altlarıyla uzun
şaraplar, danslar, valsler ve daha n ice güzelliklerin konçlu botlardan. Karakol komutanı na, askerlere yal­
içinde . . . Doktoru beslenme yetersizliğinden (dengesiz varır, yaltaklanır, eski - yeni, mutlaka iyi bir topuk selamı
beslenmeden) söz etm işti zate n. Iyi beslen menin için gerekli olan askeri batları bulurdu.
gereğ inden , gü neşten , de nizden, kumdan . . . Romatiz­ N üfusuna oran la deli say ı s ı n ı n en çok olduğu bir
ması için bol bol kum banyosu önerm işti. Öyle bir, iki gün
falan da d e ğ i l , h aftalarca. . . Bir ara iki serçen i n
sevişmesini (belki de kavgasını, kimbilir) duydu kulakto­
zunda. 'Hey g idi kahpenin dü nyası hey!.." diye geçirdi
içinden. Kollar ı n ı n çapraz ından evrene baktı. Yenice
süpürülmüş gibi pırıl pırıl ve masmaviydi gökyüzü. Bir an­
da tüy gibi yeğnileşip o sonsuz, duru derinliğe savruldu:
Atlas bir yataktaydı . Bulutları örtünmüştü üstüne. Alabe­
ra . . . Uçuyord u. Uçmak . .. "Ne kadar güzel ! . . " diye
düşündü. "Kanatlanmak!. .. Ama mutlaka kanatlanmak.
Yoksa rastgele yerlere sürüklenip götürülür insan."
Günlük yaşamda da öyle d eğil miydi. Kanad ı, cı rnağ ı
olanlar diledikleri g ibi, diledikleri yöne uçup yaşam ın
tadını çıkarı rlarken, kanadı - kuyruğu yoluk çırnaksız­
larsa sağa sola savru lup yerlerd e sü rükleniyorlard ı.
Üflendiğinde tüyün baş ına neler gelirse, öyl�. Uçmak ...
Ölüden iz'e doğru . . . Bir pike yaparak yatıria konmak.
Sonsuz serinlik, Çin mutfağ ı, Japonca sevişmek . . . Her
şey onu bekliyordu. Gözleri kendiliğ inden kapanm ıştı.
Oradaydı. O yat limanı nda. Herkesle
doluydu) çıktığı bu
e kafası n ı bir güzelce dinlendirmek, şu öğ ­
retmenlik denen sinir bozucu mesleğin verdiği sıkıntıları
atmak, şu yoks ul hastalığ ı romatiz madan paçay (Desen: Yavuz TANYEL/ı

24
ilçemiz olsa gerek Orhaneli. Her caddede, her sokakta
en � bir deli görmek olasıdır burada. Bunlardan Aplı
� .
(eskı pa ıler�en AP'ye olan baQiı lıQı nedeniyle, parti bay­
unutu luşa gazel gibi
raQını suraklı olarak şapkasında taşıdıQı için bu ad veril­ 2
m işti ona), H acı Yaşar (kimi h acılar onu Hac'da Sıtkı Salih GÖR
gördüklerini söyleyeli beri wHacıw Yaşar olarak anılır), Deli
Osman, Hafız, Yolcu Sait (nerde akşam, arda sabah dur­ DoQudur. ağacını büyütür dağlann, Doğu
up din lenmek�izin dolaştığından bu adı almıştı), Kamyon çünkü onadır düşünmenin zor bôreQL buğu.
Rem�ı. <hep bır kamyon özlemiyle direksiyon çevirmesi,
.
kendını kamyon yerine koyarak günboyu yollarda ileri Fırtınalar Içinde geçer şahinleriyle hüzün,
geri gidip gelmesi nedeniyle bu adı almıştı) ve daha nice­ yaralı güvercin kanadındaki sancı gibi. yüzün.
leri... Kelesli Yüzbaşı da bunlardan biriydi. Ama en sevi­
lenlerinden biri... Şarkıl ı , türkü lü, kahkahal ı , askerce Uzaklarda kalsan da, seni arar, seni
tavırla�ıyla k� ndini delilerin gözdesi yapmayı başarmıştı. rüzgônn terkislne oturtur atın, bedenini.
<? nu dığerlerınden üstün kılan bir özelliği de bilgeliğiydi.
� zellikle de askeri konularda Tüm ciddiyetini takın ır, Unutuldun yine bak, Gör, unutuldun Işte,
dışe damağa dokunur sözler ederdi. En güzel yanıysa ateşle oyunun, denize yansıyan yüzün, bir yudumda,
çocukları korumak için gösterdiQi çabayd ı. ah, yüzün, ah bir yudumda, bir lçlşte.
- Len , dedi Murat öğretmen Orhaneli ağzıyla. wlen
Kelesli d üşlerimi bozdun, çök şuraya bakayım.w Sonra
Kelesliwnin ceketinin ön (mendil) cebinden sarkan yabani
öğretmen, wN'oluyoruz Kelesli?w diye sordu sertçe
fesleğeni alıp derin derin koklad ı.
kaşlarını çatarak. Şaka olsun diyeydi, ama Kelesli iyiden
- Çök l diye yine led i Kelesli de. Sonra da askerce
iyiye korkmuş, yarım porsiyonluk yaşlı, sıska bedeni tit­
çöküp, asaya benzeyen budaklı sapasını omuzuna da­
rem eye durmuştu.
yad ı . Kutsal bir emanet tutuyor gibiydi. Bir yandan da
- Şey, d iyecektim hanımkızım, kibrit kibrit... Benim
hoşnutluğunu dile getiriyordu nakarat ı n ı yineleyerek:
kızım, kibrit. Annatabildi m mi? Allah m ırm ırm ır... Bir de bi­
"Afiyet olsun, Allah devlete millete m ı rm ı rmır. . . w Mu rat
raz zeytin ekmek... Şööle bi karn ımı d iyom, doyuruver­
öğretmen gülümsayerek onu izliyordu.
sem. Ha, vaa mı?
Kelesli mendil diye kullandıQ ı kirli, büyük bir bez
Bir yandan bunları gevelerken, bir yandan da Murat
çıkardı ceplerinin birinden. Gü neşliğ i ve çevresi kirden
öğretmenin gülümsemesinden yüz bu larak, gözlerindeki
ışıl ışıl parlayan şapkasını da. Mavi olması gereken men­
karanlık, korkulu bakışları silip atm ış, yerine çipil ışıltıları
d ilimsiyle üçgen biçimindeki kır saçlı başını, kıllı, kırışık
oturtm uştu.
boyn u n u sild i . Yetmedi, s ı msıkı i l ikled i ğ i göğ üs
- Olmaz m ı yüzbaşım dedi öteden Murat öğretmenin
düğmelerini çözerek öküz boynunu anı msatan boğazını
hanımı Hangül. wsizin gibi değerli bir subayım ıza hizmet

g ğsünü kuruladı. Terden vıcık vıcıktı. Mendili sürdükç � etmek bizim için onurdur. Bu onurdan kendimizi alıkoyar
kırler rulolonup göğsünde, boynunda, ellerinin üştünde,
mıyız sandın, ha? . . . w
alnında iğrenç bir parlaklık oluşturuyord u. Kendince sili­
Hangül'ün sözlerindeki alay havas ı n ı n ayrım ında
nip kurulandıktan sonra,
değildi Kelesli. "Değme keyfine .. ." olmuş, böbürlendikçe
- Adını bağ ışlar mısın komutanım, şey ... yani muhte­
böbürleniyordu. O kadar ki, torbamsı ceplerinden birin­
r� m hocam? diye sordu. Artık onu bir asker ol::ırak değil,
.. den çıkardığı bir defter ve kalemle göstermeye durdu
bır oğretmen olarak algı lamaya başlam ıştı. Iki ucu da
kend ini. Yaz ıp çizmeye . . . Bilg i l i , kültürl ü bir subay
çapaklı, çapakları sinekli çipil gözlerine iki tatlı bakış
olduğunu kanıtlamaya . . . Başını kaldırıp gözlerini havaya
yüklem işti. Bir o kadar da bilgelik. .. Üstten üstten
dikiyor, derin düşüncelerdaymiş nu marasına yatarak
bakıyordu.
varl ı ğ ı n ı iyice pekiştirebileceği inancıyla m utlan ıyor,
- Murat, diye yanıtladı öğretmen.
gülüm süyordu. B ütün yazd ıkları değ işik biçim lerden
Sivri çeneli, geriye doğru uzam ış başını aşağı yukarı
oluşan çizgilerdi. Soldan sağa doğru uzayan . . .
saliayarak büyük bir hoşnutlukla,
- Sıvaslıyd ınız değilmi sayın hocam? Gözünün birini
- Murat, öyle m i ? . . . Oh oh çok g üzel, dedi ve
k � r�ar gibi yarı yum muş! ince kaşlarından birini de yay
sürdürd ü : WMuradıma eremedim, bu dağları delemedim
gıbı kıvırarak sormuştu. Önemli bir iz üstündaymiş izleni­
oy ... Mırmırmır. . . Ben askerde m ırmır yedim mı rm ırmır ... w
mini vermeye çalı şıyordu.
Son sözlerini derin bir iç çekmeyle birlikte söylemişti.
- Evet Sıvaslıyım. N'olacak? Oysa Sıvaslı değildi Mu­
Fırtınaya tutulmuş bulutlar gibiydi bakışları.
rat öğretmen.
Uzun zamand ır Orhaneli'de görev yapıyordu Mu rat
- Hii - iç ... Sordum işte. Biz askerler m ırm ırm ır ... Sen
öğretmen. Kendi deyişiyle waçık cezaeviwnde. Bilmezi,
hiç askerlik yapt ın mı? askerlik diyorum mırmırmır .. .
yoksulu, ormanı, madeni, güçlükleri ve delisi bol bir yerdi
- Onu bunu boşver Kelesli. S e n , askerleri n
bura. Hiç bir yerde o lmayacak denli bol. Kalasli'nin
yaşamından söz et hele biraz. Durumun uzdan hoşnut
sözleri bir kez daha bunları anımsattı ona.
musunuz, geçiminiz nasıldır, maaşı nız yetiyor mu? ...
wAllah .. ." diye diye derin iç çekmelerle ünleyen Keles­
Kelesli umsuk olmuşlara özgü bir eziklikle,
li, ayn ı zamanda kaçamak bakış lardayd ı . Murat
- Tabii, dedi. wallaha şükür. Allah devlete mırm ırm ır...
öğretmenin, az ileride bahçe işleriyle uğraşan hanımına
Ne parası, ne maaşı? Şey, bir sürü ev, para da elbet.
bakıyordu ara ara. Bunun ay rım ı na varan Mu rat
Cemseler, cipler hep bizim emrim izde. Ben aylığ ı m ı

25
alm ıyorum o başka. Sen bilmezsin hayır kurumları vardır.
Cami mam i g ibi, kuran kursları, hafızlık filan ... Ben
aylı!) ımı onlara ba!)ladım. Hayrıma... m ırm ı rmır.. ." Bu ara­
şiirler
da biraz uzam ış, duasız sakalına selavatlar getirip duru­
yordu. O arada bir de gözlük çıkarıp takınm ıştı: Şimdi
gözleri tarla faresinin gözlerine benzer olm uştu. Daha
Osman BOLULU
dikkatli yazıp çiziyordu . Daha kayg ı l ı, daha ikircikli. Bir
çıkmazda gibiydi. Kafası karmakarışıkmış gibi. "En iyisi
bir sigara ... • diye yüksek sesle söylenip büyük ceplerini
karıştırmaya d urdu yine. Bir paket Maltepe sigarası
çıkardı. "Yak" dedi Murat ö!)retmene. •Ister zengin ol, is­
g i di ş
ter fukara, yemekten sonra de!)il mi, yak bir sigara. Yak
bir sigara 'sayın hocam. Allah m ı rm ırm ır ... " oysa daha bir Terse döndü eski sürüler, şimdi
şey yememişti. Neden sonra Hangül hazırladı!)ı sofrayla Hıra toklu başta, birinci oldu.
çıkageldi. Kibrit de getirmişti.
Her şeye karş ın kibar bir d eliydi Kelesli. Yemek Zurnanın zırttı ğı yere gelindi,
yiyişinde bile bir kibarlık vardı. Ekmeği küçük küçük lok­ Usta yedekçiler nalıncı old u .
malara bölüyor, çatal kullanıyor, mendiliyle dudakların ı
sık s ı k siliyordu. Vılkının başını çekiyor iğdiş,
- Peki, dedi Murat ö!)retmen. "Sana bir soru daha so­ işler tüm değişti; gidiş, o gidiş . . .
raca!) ım."
- Hay hay sayın hocam, sor. Seni dinniyorum. H�ra: S1ska, ciilZ, çelimsiz.
- Şu ihtilaller var ya, hani siz askerlerin ikide bir
Tok/u: Bir yillik kuzu.
yönetimi silah zoruyla ele geçirmeniz ... Ne dersin, iyi mi
bu yaptıklarınız?
Biraz da iş olsun diye sormuştu. Ama o da ne? Kales­
li soruya sözlü yanıt vermek yerine el, kol, kaş, göz imie­
riyle yanıtlamaya durmuştu. Yağ ız bir at gibi başını göğe
eksi l di kçe
dikip büyük bir dikkatle iki yanı nı, önünü, arkasını ve hat­ b üyüyenl e r
ta a!)açların ötesini kolaçan etmişti (gözleriyle) önce.
Sonra da bir iyice ciddileşip,
- Sus! demişti sertçe. "Sus!" Sesi koyu korku rengin­ içini boşaltarak kazdıkça,
deydi. Yüzü, kırışıklarla dolu çenesi -alnı, çipil- çapaklı Boyut kazanıp genişler çukur.
gözleri, ince - çatma kaşları, kansız - kuru dudakları her
biri korkunun bir tür rengini ele veriyordu. "karıştırma Hırsızlıkta, rüşvette azdıkça,
onu, o işi karıştırma!" Bunları söylerken sa!) elinin im par­ Kimileri büyük adam olur.
ma!) ını dudaklarına götürmüş burnunun ucu na de!)dire
değdire iki yana sallıyordu. Bakışiarına gölge düşmüş,
matlaş m ıştı gözbebekleri. Sanki birileri g ı rtlağ ı n ı
sıkıyordu. Nefes almakta güçlük çekiyor, böğrüne koca süper ayd1n
bir bıçak saplanm ı ş gibi acı acı inliyordu. Bütün bu
(karışık) an latım teknikleriyle birlikte konuşmas ı n ı da
Ne suyu noksan, ne ekmeği noksan,
sürd ürüyordu: "Allah devlete m illete mırm ı r. . . yoksa .. .

Aman ha hocam, amanı bilir misin? Aman ki mı rm ırmır .. . Kitabı da kelamı da tastamam.
Sus! Sus ki mırmırmır ... susss ! ! Alnındaki damarlar okia­
Ayaklanamaz, belkemiği noksan,
vaya dönmüştü, yüzünün biçimi yıldırım düşmüş toprak­
lara ... Darılır gibiydi Murat öğretmene, sitem eder gibi. . . Bu türdendir bizdeki aydın adam.
Neden kendisini böyle zorda bırakıyordu sanki? Dahası,
onun yeni bir soru sormaya hazırland ı!) ını aniayarak to­
parlanmaya durdu. Gidecekti. Sigarasını, şapkas ını, men­
dilini, gülücüklerini, defter - kalemini, kibritini, tatlı söy­ meme d i stan
leşisini, çakısını renkli taşlarını, korkusunu bir bir top­
layıp ceplerine yerleştirip ka!!�t :. Oysa daha karn ını bile Tek başına destan
doyurmam ıştı. Kalkıp tak diye bir selam çaktı ve büyük
bir sessizl iği ardında bı rakarak oradan ayrıld ı. Amma
·
Gökyüzündeki kuşlar, bulutlar ve efil efil esen Ulu­ Memed'in üst yanı kabristan .
dağ rüzgarları da çekip gitti Kelesli Yüzbaşı'yla birlikte.
Sessizlik konuşmaya durdu onun yerine. Fısır !ısır . . . Memed'in iskôn olup
Sonra Murat öğretmen bacaklarındaki romatizmalar, Esamesinin okunmadığı yer:
Eskidanişment köyünün anlatı lamaz yoksulluğunda . . e
M E M E DiSTAN .
.

1 986 1 Orhaneli 1 Eskidanişment Köyü

26
kent ve yaşam

Çiğdem SEZER

Sisli yüzünü siliyor gün


Dil vermez söğüt dalı Kavak Meydanı'nda
Aynı rüzgôrı çekiyor ciğerlerine
Beline dek bembeyaz
Boyuyoruz kavakları
Senin burcun ötelerde
Benimkinde ilk aşkın cıvıltısı

Mandalina ağaçlannın kokusu


Daliarına sinmiş çocukluğum
Düşüyor bir akşam üstü
Turuncu gölgesiyle güneşin
Aşıklar Parkı' nın yaşlı çimenieri ne

(Desen: Yavuz TANYEL/)


Tanıdık bir ezgi Ganita'da
Dev kanatlarıyla ilkyaz d üşleri
ilk aşk , ilk öğreti , parke taşlar
yani ritsos Deniz koşuyor eteklerinde
Soluksuz tırmandığım Gazi Paşa Yokuşu
1909 doğumlu büyük Yunan ozam 30 şiir
kitabı çıkardı. Ozan Türk şiirseverince de
Dünden kala n . sevgilim
yakından tanmıyor.
Dudak izlerimiz aynı bardakta
e
Alevl yazıp suyla sildiğimiz
Bem beyaz bir sevda Uzun Sokak'ta

Türkçesi : Engin AŞKIN Bekleşen iki bakire


Kent ve yaşam
Süzerek göz ucuyla birbirini
Kırlangıçlar g ibi ürkek
duyul an, Çırpınıp duruyor avuçlarımda
duyu l mayan
Bir kıpırtı beklenmeyen ansızın
Ve kavrar elleriyle göğsündeki yarayı
Bulaşır tüm parmaklara kan
b i l inç •ş•ğ• . �

Oğuz (Tansel) IYEMOGLU


Bir tabancadan sesini duymadığ ınız
Sessizce saplanmış bir ölümcül kurşun
Sevgi dolu yürekleri ,
Bir düş süresi, sonra açılan kirpikler Canım dü nya çocukları;
El diziere inmiş, bir acı gülüş yüzlerde Işık özünden hamuru .
Anılar fısıldarken el gene uzanır gider Mayası kardeşlik, barış,
Koyar avucunu o kapanmamış yaraya Yapalım tükenmez ekmeği;
Sunalım yeryüzü sofrasına.
Sıyrılır zincirden d üşünceler
Dağı bağ yapan bu bilin ç .
o el iç cebinde cüzdanına uzanır Güneş olur çalışan elle rde.
Kalkıp hesabı öder. garson gülümser Savaş. kıyım. yıkım korkusu .
Karartmasın g üneşimizi bir daha.
Fincanlar kıpırdar ansızın o ürkek g izemle Özg ürlük, barış, kardeşlik
Duyulan duyulmayanı yeniden özetler. En köklü, en soylu yasa.

27
-- öykü -------

ç a n ta
e ibrahim UYSAL

Muzaffer, Almanya'ya altm ışlı yılların başlarında gel­ fer, karısı Naciye, Yorgo, karısı Maria teypteki kasetin
mişti. O zamanlar iş yerinde tek tük Türk arkadaşı vardı. ritm ine uyarak halay çekmeye başlad ılar. Sokak
Almanca bir kaç sözcük ezberledi. lik ö�rendi�i bozuk gösterilerinin sergilendi�i. uluslararası folklorun yarıştığı
manasını taşıyan •kaput•, hasta anlamı ndaki •krank• ve bir günü yaşıyor gibiydi.
çok yakınlarından, dostlarından ayrı lırken içtenlikle Maria ve Naciye kardeş gibiydiler; konuşmadıkları
hoşça kalın, Allah'a ısmarlad ık, yerine söyledikleri konu olmazd ı. Konu bazen dedikod u, bazen kendi
�schüs• sözcükleriydi. Bu ilk say ılan yıllarda Muzaffer gençlik yılları , bazen de çocuklarıyla ilgili olurdu. Onların
evi ile işi arasında dolaştı durdu. Ev içinde, bahçede okulları, gelecekleriyle ilgili. ..
kendine iş buldu, oyaland ı. Bazen karısının zorda oldu�u
Muzaffer ve Naciye, kendilerine her zaman dostça
zamanlar, evin temizli� i n e , ütüsüne, yeme�ine,
davranan, sıkıld ıkları zamanlarda yard ı miarına koşan,
bulaşı� ı na yard ı m ett i . K i m i zaman çocuklu� unu
güler yüzlülüğ ünü hiç değiştirmeyen, altlarında oturan
çocu�unu toplayıp tanıdıklarına, dostlarına ziyarete gitti;
Weber çiftini çok beğ enirler, içten içe bu kültürlü çifte
yahut havaların elverişli olduğu boş zamanlarda göl ke­
saygı duyarlardı. N aciye Hanım sevgisini somutlaştırmak
narına, kırlara çıkıp, onlara temiz hava aldırırdı, yedirirdi,
için pişirdiği enfes yemeklerden bayan Weber'e kendisi
içirirdi eğlendirirdi. ..
verir, yahut kızıyla gönderirdi. iki aile de zaman zaman
Yıllar geçtikçe çocuklar da büyüdüler. Muzaffer ve birbirlerinin konukları olu rlard ı . Naciye Hanı m'lar izin­
karısının Almancaları, dertlerini anlatabilecekleri kadar daykan evlerinin anahtarını onlara verirler; Weber'ler de
ilerledi. Çocukları okulda Alman çocuklarından farks ızdı. onların evlerini kontrol ederler, kalan çiçekleri sularlard ı.
Çocuklar büyüd ükçe evleri küçü ldü; yet m e m aya Naciye Han ım, iyiliğin altında kalmamak için Türkiye'den
başladı . Büyükçe bir ev için gazetelere ilanlar verdiler; armağanlar getirirdi.
kiralık ev listelerine baktılar. En sonunda bir sürü komis­
Muzaffer, bazen iş yerinde hoş olmayan olaylardan
yon ve depozit parası ödeyip, şehrin eski bir semtine
üzülür, böyle gü nlerin akşam ında, Naciye'yi üzmemek
taşındılar.
için doğruca eve gelmez, arkadaşları nın sık sık gittikleri
Evlerinin bu lundu�u sokaktaki binalar yüz, yüz elli Ferd inand'ın kahvesine uğrar, o rada arkadaşlarına
y ıllık yapılard ı . Bu dört beş katlı binalar, bir sürü insanı takılır, kalır, beyaz birası n ı yudum lard ı. Gereği kadar
barı nd ırıyord u . Burası, çeşitli ulustan insanların kader eğlenir, efkarını dağıttıktan sonra da, meiroyla evin yolu­
birliği ettikleri sokaktı. Çoğu yabancı olan sokak sakinle­ nu tutard ı.
ri, genelde şehir dışına kaym ış işyerlerinde çalışan hal­
Biraz geç kald ığ ında Naciye'si sorard ı:
yan , Yugoslav, Yunan, Türk, lspanyol hatta siyah Afri­
ka'dan, uzak do�udan bile gelmiş, kader birliği etmiş in­ "Yine kime takıld ın hee?"
sanlardı bunlar. Bu insancıklar koalisyonu aralarında kırk "Ne oldu yan i, ben kulları n ıza bir emriniz falan mı
göbek akrabaymışcasına bir birine g id ip geli rler, bozul­ oldu? Üzülme sen güzelim. Bak şimdi yanındayım. Söyle
maz dostluklar kurarlard ı. ne istersen yapayım. Sana seve seve kanımı, can ımı her
Muzaffer'in en candan dostu Yu nan l ıyd ı . Yorgo, bir şeylerimi verebi lirim;" d ediği zaman Naciye "dalga
Türkçe de biliyordu . An lattığ ı na göre, babası izm ir'de, geçecek bir başkasını bul; ben senin dalga geçeceğin in­
annesi de Bursa'da doğup büy ümüşler, mübadeleden san değ ilim ;" derdi.
sonra Atina'ya yerleşmişler. Evlerinde anne ve babası istanbul'dan ald ıkları ev ve d ükkandan kalan kredi
Türkçe konuşurlarm ış, Yunancayı öğrenemeden ölüp git­ borçlarından artanlar da ödendikten sonra Muzaffer elin­
mişler. Yorgo ise, Yun ancay ı önce m ahalle arka­ de beş paratutmaz oldu. Kimi zaman evin hiç gereksinimi
daşlarından, sonra da okuldan öğrenm iş. olmayan şeyleri alıp eve getiriyo rd u . Bu onun önüne
Havaların ısınmaya başlad ığı bahar aylarında sokak geçernediğ i tutkusu old u. Bazen karısı çok kızar ve:
şenlikleri yapılır. Şenlik günü sokaklara daha sabahtan "Ayol, n'ol uyor kuzum sana? evi depo ettin. Bari işe
sandalyeler, masalar taş ı n ı r. Insanlar ülkelerinin u lusal yarayacak şeyler olsa ald ıkları n ;" dediğinde kocası ;
g iys ilerini giyerler. Kendi gele neklerini s ü rd ü rmeye "Fazla m a l göz çıkarmaz;" derdi.
çalışırlar.
M uzaffer'in alka le olan düşkünlüğü de artmaya
Şenlik günü Yorgo'nun kızları Yunan, M uzaffer'inkiler başlad ı. Şişelerle dostluğu fazlalaşıyor gibiydi.
de Türk ul usal giysilerini giydiler. Babalar ı n ı n o rt ak
Naciye, bir gün kocasına ·vallahi Muzaffer can ıma
yaptığı dönerden komşularına dağıttı lar. Bir ara M uzaf-
tak dedi artık. Bir gün çekip gideceğim istanbul'a; evde

28
oturur, dükkanın kira parasıyla gül gibi geçinirim;• dedi.
Muzaffer huyunun iyiye gitmedi!;Jini biliyordu. Ancak
bu kötü alışkanlıklarını da bırakmasını bir türlü becere­
miyordu.
Aradan kısa bir zaman geçti. Iş yerindeki ustayla
kavga etti. Iş çıkışı arkadaşlarıyla karş ılaştı. Birlikte
içkili bir Türk lokantasına gittiler. Garsonlar masayı
rakıya uyumlu yemeklerle, salatalarla doRattılar. Muzaf­
fer'le arkadaşları geç vakitlere kadar yediler ... Içtiler...
Konuştular... Yetmiş likleri yeni yetmişlikler kovalarken,
zamanlar da zamanları kovaladı. Muzaffer'in aklına saat
geldi. Kolunu uzatıp zamanı öj;Jrenmek istedi. Epeyce
geç kald ı!)ını görd ü. Arkadaş larından izin istedi;
öpüştüler; oradan ayrıldı.
Soka!)ın temiz ve serin havası Muzaffer'i biraz ayılttı.
Kendini zorlayarak dengesini bozmadan yürümeye
çalışıyordu. Yalpalaya yalpalaya metroya indi. Son met­
ro seferini de kaçırmadıj;Jına sevindi. Bu saatten sonra
eve ulaşmak zor işti. Sokaklarina girdi.
Naciye'sinin uyuyup uyumadıj;Jını kontrol için evin
ışıj;Jına baktı; lambalar sönüktü. Evin genel giriş kapısına
geldi. Ceplerinde anahtar arad ı ; ama bulamadı. •Kör
şeytan• deyip kapıdaki düğmeye bastı. Kapı açıldı; girdi.
Merdivenleri yürüyüp yukarı çıktı!;) ında kapıyı açık buldu.
Alt katta oturan komşuları Susanne Weber'in kocası
öj;Jie vardiyesinde çalıştığı günler ayn ı saatte evde olur­
du. Bay Weber, zili çalınca karısı kapıyı açar, kocasının
gelmesini beklemeden tekrar yataj;Jına gider yatardı.
Muzaffer içeri girdi. Salonda yatan misafir kızı ra­
hatsız etmemek, uyand ırmamak için lambayı yakmadı.
Ayakkabı larını çıkardı, çantasını yere koydu. Paltesunu
duvardaki askıya asmak istedi. Askı yerinde yoktu. Ken­
di kendine mırıldandı ; sonra duvar dibine koyduQu çan­
tan ın üstüne paltesunu koyup, ayak parmakları üstünde
sessizce yatak odasına gird i. Amacı karısını uyan­
dırmamak, zıgıdı yememekti; sabaha Allah kerimdi. Oda­ uykulu çocuk
da alışık olmadıQı, iç g ıcıklayıcı bir kokuyla loş bir
aydınlık vardı. Oda yeni döşenmiş, karyola deQişmişti.
DeQişikliQe bir anlam veremedi. Karyolaya daha yaklaştı;
yatanı bütün ayrıntılarıyla daha net görüyordu. Yataj;Ja
yüzükoyun çıplak bir kadın yatmıştı. Gözüne inanamadı. Hasan AKARSU
Dilini dudakların ı ısırdı. Acı duydu. Uyanıktı. Hayal falan
dej;Jildi. Gördüklerine inanamadı. lrkildi. Kalbi h ızlı hızlı
atmaya başladı . Rakın ın verdiQi sersemlik gitti; yerini
korku aldı. Yabancı bir ailenin evine, hatta yatak odasına - Sokakta havlayan köpek
girmenin verdi!;Ji şoku yaşad ı ... Geldi!;) i yoldan rüzgar gibi
dışarı fırlarken, ayakkabılarını, pallosunu da aldı. Kapının Hiç eve girebilir mi ktztm
önüne çıktı; ayakkabıları nı giydi; paltosu elinde üst kata Uyu sen.
çıktı. Kendi kapısı önünde bir süre durup korkuyu yen­
mek, daha sakin olmak istedi. Kendi yatak odasına gir­
diğinde karısının uyuduğunu görüp sevindi. Sessizce - Söyle anne gelmesin.
yatağa yattı; bir süre uyuyamadı.
O gece Suzanne'nin kapısı ikinci kez çalındı. Ko­
casını içeri alırken, daha önce kapıyı çalan kirndi diye - Dut ağactnda
düşünd ü ; durdu. Sabahleyin holde bulduj;Ju çantayla Biber olur mu anne?
düğüm çözü lür gibi oldu. Ancak, olayın tam aydınlığa
kavuşması Suzanne'nin Muzaffer'e •bu çanta sizin mi?• (Ktrmtzt biber
sorusuna karş ılık, Muzaffer'in verdi!;Ji •evet•yanıtında Asmtşlar da gündüzden.)
oldu.e

29
tra bzon va kf 1•n1n yay 1n1 : tra bzon
e i brahim DiZMAN

Trabzon, Trabzon Vakf ı'nın (Trab­ "Trabzon v e H avalisi Adem-i Merke­ yar.
zon ili ve. Ilçeleri Eğit i m , Kültür ve ziyet Cem iyeti Beyannamesi". Kudret Derg id e Trabzon l u iki sanatçı da
Sosyal Yard ı m laşma Vakf ı ) yayı mla­ E m i ro ğ l u , d iğ e r y az ı s ı n d a d a tan ıt ı l ı yo r. Bun lardan biri, şair Ömer
d ığ ı bir dergi. 1 987'den bu yana her yıl g eçtiğ imiz y ı l lard a ortaya ç ı ka r ı l an Kayaoğ l u . Dr. M u stafa Duman'ın ka­
yayımlanan derginin 3. sayısı sunuld u G ü rcü Kralı Salomon'un türbesin i ve l e m i n d e n tan ı t ı la n Ö m e r Kayaoğ­
okuy ucularına. yıkılış ı n ı ele alıyor. lu'n u n şiirlerinden d e örnekler verili­
Dergi, Trabzon'u tarih, kültür ve Trabzon tari h i n e ı ş ı k tutmay a yor. "Türk ü n ü n Şairi" o l arak tan ım­
sanat açılarından i ncelemeye yönelik yön el i k bir b a ş k a y a z ı d a çeviri lanan Kayaoğ l u 'n u n tü rkü tadı ndaki
bir yay ı n . Bu yanıyla, bölgeyi değişik t ü r ü nde. E lla M a i ll a rt ' ı n La Voie şiirleri yöre k ü ltürü çerçevesinde in­
açılardan irdeleyen yayınlara önemli Cruelle (Vahşi Yol) roman ı ndaki Trab­ celen iyo r.
k atkı l a r d a b u l u n uyor. B u öze l l ik zon'a ilişkin bölümler Deha Özden'in Prof. Dr. Turan Erol d a yine Trab­
s u n uş yaz ıs ı nda ş u sözl erle vurgu­ çevirisiyle sunuluyor. 1 930'1u y ılların z o n l u ressam Orhan Pe ker'i an­
l an ıyor: "Güzel Trabzon'umuzu her Trabzo n ' u n d a n i l g i nç kesit l e r ak­ latıyor. Otuz üç y ı l l ı k bir arkadaşlığ ı n
yönüyle tanıtmak ve şanlı tarih i kim­ tarıyo r çeviri. ü r ü n ü o l a n yaz ı d a E ro l , sanatçıya
liğine uyg un bir yapıda gelişmes i n i Trabzon'un k ü lt ü r ve sanat tarihi ilişkin anı ları n ı aktarıyor.
sağlamak şüphesiz hepimizin içte n üzerine incelemeler de yer al ıyor der­ Dergide g eçtiğimiz yı llarda yörede
a rzusud ur." ·
g ide. A h m et Özer ve Arslan Pulat­ yaşanan yerkayması üzerine de bir
Derg i n in i l k yaz ı s ı ayn ı zamanda haneli'nin bi rlikte kaleme ald ı kları in­ yazı yer alıyor. Erol Zih n i Gürsoy im­
ilin milletvekili de olan Necmettin Ka­ celeme, Trabzon H alkevi'ne ilişkin. zas ı n ı taş ıyan yazıda bölged eki yer
raduman imzas ı n ı taş ı yo r. Karadu ­ Özer ve Pulathaneli, Trabzon Halke­ kay m alar ı n ı n g eçm i şteki örnekleri
m a n "Çeşitli Yön leriyle Trabzon ve vi'nin çeşitli alanlardaki etki nliklerini üzerinde duruluyor. Ömer Güner d e
Karadenizli" başlıklı yaz ısında Theap­ ve bu etki nliklerin ö ncülerini d ikkatli bu bölüme bölgedeki yerkaymaları n ı n
h ile Deyrol le'nin "Trabzon'dan Erzu­ bir inceleme ile sun uyorlar. k ı s a b i r tarihçesi i l e katkıda bulunu­
rum'a" adl ı yap ı t ı ndan kentle i l g i l i Dergide ayrıca Trabzon'un eğ itim yor.
bölümleri a l ı nt ı lıyor. Prof. D r. Micheal tarih inde özel bir yeri o lan "Tatbikat B e k i r G e rç e k d e Akçaabat
E. Meeker'in y i ne Karad e n iz l i l er'e i lkok u l u " ince l e n iyor. Söz ko n u su i lçesindeki Orta M a h alle'nin m i m ari
i l işkin g ö r ü ş l e ri n i n de aktan l d ı ğ ı okulda öğre n i m g ö rm ü ş k i ş i l e r i n öze lliğ i n i ele alan yaz ısıyla kat ı l ıyor
yazıda "Karadenizlilik" olgusu incele­ a n ı larıyla bezenen yazıda, Tatbikat dergi sayfalarına.
n iyor. i lkoku lu'nun kısa bir tarihçesi verili- Derg i d e Tuncer B u lutay, Atilla
Derginin ikinci yazısı Mustafa Ke­ Erden ve Ziyad Nem l i'nin a n ı l ardan
m al Say ı l imzas ı n ı taşıyor. Say ı l , spora uzanan değişik türdeki yaz ı l arı
Atatürk'ün Trabzon'a i l k gelişini ince­ d a bu l u n uyor.
liyor y az ı s ı nda. Atat ü r k ' ü n Trab­
Trabzon derg isinde ayrıca çeşitli
zon'da yapt ı ğ ı konuşmalardan yola
resim ve fotoğraf sanatçıları n ı n yanı
ç ıkan Say ı l , "Demokratikleşme süre­
sıra Yaşar M i raÇ, lhsan Topçu, llhan
c i ndeki bug ünkü politikac ı ları n , bir
Dem iras l a n , Zekeriya Saka,
çok alanda old u ğ u g ibi, çağdaşlaş­
Gü ndoğdu Sanı mer, Ati l la Aşut Sadri
mada da Atat ürk devrim lerinin özü n­
K a rakoy u n l u , E. E rtan Tok i n a n ,
den çok öğ renecekleri ve alacakları
Ş i n a s i Özd e n o ğ l u v e Özer Girav­
sayısız dersler vard ır." saptamasında
oğ lu'n u n ş iirleri yer a l ıyor. Derg i n i n
b u l u n uyor.
son sayf a l a r ı , Trabz o n ' u n e s k i
Trabzon tarihine ilişkin iki yazı Kud­ fotoğrafiarına ayrı l m ış.
ret Em iroğlu imzas ı n ı taşıyor. Em ir­
Y ay ı n y ö n et m e n l iğ i n i B i l g i n
oğlu, "Trabzon'da Jön Türkler" ad l ı in­
Ayg ü l ' ü n yapt ığı derg i özenli, temiz
cele mes inde Jön Türkler'in ve ittihat
baskıs ıyla, içeriğiyle yola çıkış nede­
Terakki'nin Trabzon düşünce ve poli­
n i n i gerçekleştirmeda önemli bir yol
tik yaşam ı n a etk i l e r i n i i nc e l iyor.
al ıyor. e
Yaz ı n ı n ard ı ndan iki de belge sunu­
l uyor: "Trabzon Vilay eti Terakki ve E d i n m e ad res i : Necatibey Cad .
T e a l i K u l ü b ü N iz a m n a m e s i " ve No.: 88 1 3 Bakanlıklar - AN KARA.

30
e SUYUN INCE SESIN DE, Gündoğdu Sanımer, Şiirler, Kerem
Yayınları, Ankara Şubat 1 991 , 63 s.
e SESI M DEGDI YAGMURLARA, Dilber Saka, Öyküler, Kerem
Yayınları, Ankara Şubat 1 99 1 , 1 03 s.
e I NSAN SELI N I N DAMARLARI, Yaşar Çiçekdemir, Öyküler,
Yazıt Yayınları, ankara Temmuz 1 990, 55 s.
------ - -----

dergiler gazeteler
·

e EŞKIYA BIR KARTAL SURETI, Metin Güven, Şiirler, ulusal ------

Kültür Yayı nları, (Şairin 'Güvercin Yüreğinde Gül Yüzlü . KARŞI; P.K. 371 06423 Kızılay - A NKARA
Çocuklar' adlı kitabının ikinci basımı, Istanbul, 1 99 1 , 64 s. e YAZIT; P.K. 227 Yenişehir - A N KARA
e I RMAK OLMAK, Adem Eryürük, Öyküler, Aydın Kitabevi e KUZEYSU ; Kökten Kitabevi, Karadeniz Mah. Lise Cad. No. :
Yayınları, Ankara, Mart 1 99 1 , 76 s. 20, 55060 - SAMSUN
e SEN BENI SEV, Salah Birsel, Ikili Fiskoslar, Broy Yayınları , e ŞIIR OKULU ; P . K. 90 3471 1 Bakırköy - ISTANBUL
Istanbul, Mart 1 99 1 , 76 s. (Ikinci Basım). e ÖGRETMEN D Ü NYAS I ; Selanik Cad. SSK lşhan ı , A Blok,
e TONGUÇ BABA (Ülkeyi kucaklayan Adam) Mehmet Cimi, Kat: 8, No. : 5 1 2 06420 Yenişehir - ANKARA
Inceleme - Araştırma, Akyüz Yayınları, Istanbul Nisan 1 990, e ABECE ; P.K. 1 31 Yenişehir - AN KARA
325 s. e TÜRK DILI DERGISI; P.K. 1 1 8 Kadıköy - ISTANBUL
e YUNUS E MRE ŞI I RLERI - Güldeste, Hazırlayanlar: Tahir e BEŞPARMAK; Hacı Halil Paşa Halk Kütüphanesi, Söke - AY­
Kutsi, lrfan Ünver, inceleme - Araştırma, Fatih Rotary Kulübü DIN
Yayınları, Istanbul 1 991 , 1 36 s. e DAMLA; P.K. 209 221 00 - EDIRNE
e ÜVEYLIKLER, Islam Çankaya, Şiirler, 1 7 Nisan Yayınları, e I N VIVO; Klodfarer cad. I leti şim Han, Kat: 3 34400 -
Ankara Haziran 1 991 , 1 03 s. Cağaloğlu - ISTA N BUL
e G IZ KOKAN SUSKUNLUK, Mehmet Başaran , Anı , Çağdaş e KIRKMERDIVEN; P . K. 705 - ANTALYA
Yayınları , lstanbul 1 99 1 , 1 1 2 s. e SESLER; N I RPO "Nova Makedonija" Mito Hadöivasilev -
e ZIN DANDAKI ŞAI R , Şükran Kurdakul (Tek Kişilik Oyun) Jasmin bb. 9 1 000 Üsküp - YUGOSLAVYA
Gerçek Sanat Yayınları, Istanbul Kasım 1 990, 48 s. e ÇEVREN ; Basın Sarayı , XV Kat 3800 Priştine - YUGOSLAV­
• HAYKIRMAK, Füruzan Toprak, Uzun Öykü, Gerçek Sanat YA
Yayı nları, Istanbul Nisan 1 99 1 , 1 1 0 s. e I NSANC l L; Mollafeneri Sokak, Nadir Han, No. : 40-42 Kat: 5
e ANDIKÇA, Mustafa Kemal Sayıl, Anı, Kendi Yayın ı , Istanbul Cağaloğlu - ISTANBUL
1 99 1 , 1 60 s. e AKDENIZ SANAT; P.K. 30 Muratpaşa - ANTALYA
e SON KÖY ENSTITÜLÜ, Hayati Tahsin Yılmaz, Anı, Görkem e MAVI DERINLIK; Ortak Kitap, 260 Sokak, 80, 3/7 Hatay ­
Yayınları, Istanbul Nisan 1 991 , 94 s. IZMIR
e DOGRU OLAMAZ YA OLURSA, Hürrem Efe, Öyküler, Mem­ e ANADOLU EKI N I ; 2. lnkılap Sokak, 2712 06650 Kızılay - AN­
leket Yayınları, Ankara Mart 1 99 1 , 1 33 s. KARA
e ISKAMBIL EVLER, llyas Halil, Öyküler, Memleket Yayınları, e KUŞ ; Tan'ın Aylık Çocuk Dergisi, Kuş Dergisi 38000 Priştine
Ankara Mart 1 99 1 , 1 1 7 s. Basın Sarayı Kat: XV YUGOSLAVYA
e HERKESE PARASI KADAR ÖZGÜ RLÜK, Mustafa Serdar e ISIRGAN ; P.K. 63 28001 - GI RESUN
Sergen, Şiirler, Memleket Yayınları, Ankara 1 991 , 79's. e BASTON ; DEVREK Belediyesi Devrek - ZONGULDAK
e IZI KALlR, H. Recai Atalay, Şi irler, Ozan Yay ınları , lzmir e YANlT; 847 Sok. No.: 1 9/D Kemeraltı - IZMIR
1 99 1 , 63 s. e MAVI ÇIZGI; P.K. 730 01 324 - ADANA
e IHBARLI GÜL, Müslim Çelik, Şiirler, Cem Yayınları, Istanbul e SESLENIŞ; Suphi Koyuncuoğlu Ortaokulu Yayın Organı Bor-
1 990, 1 03 s. nova - lZMlR
e P ERYAVŞAN, Müslik Çelik, Şiirler, Cem Yayınları , I stanbul e ÜMIT; Salihli Lisesi Yayın Organı, Salihli - MANISA
1 99 1 , 1 02 s. (2. basım)
e DAMAR; Necatibey cad. 54/1 O 06440 Demirtepe - ANKARA
e FUZULI, Cemil Yener, I nceleme, Altın Kitaplar, Istanbul
e EFE; P.K. 28 Ödemiş - IZMI R
1 991 , 240 s.
e SESI MIZ; Balıkesir Lisesi Yayın Organı - BALIKESIR
e NAMIK KEMAL, Şükran Kurdakul, Inceleme, Altın Kitaplar,
e SÖKE REHBERI ; Kültür çatısı Kitabevi, Aydı n Cad. 72/A
lstanbul 1 99 1 , 238 s.
Söke - AYDIN
• SAl.AH BIRSEL, Muzaffer Uyguner, Inceleme, Altın Kitaplar,
e Ş I I R B ÜLTENI ; A. GÖK, PTT Ege Ü niversitesi P K. 33 -
lstanbul 1 99 1 , 239 s.
IZMIR
e ORHAN VELI, Asım Bezirci, Inceleme, Altın Kitaplar,
e ŞAFAK; Korai 20 - 69 1 00 Kornotini - GREECE
Istanbul 1 99 1 , 1 88 s.
e TAN ; Gazete Yayın I ş Örgütü, 3800 Priştine YUGOSLAVYA
e YAŞAMI N ÖZGE YORUMU, Tacim Çiçek, Öyküler, Yazıt
Yayınları, Ankara Mart 1 99 1 , 63 s. e BARTIN ; Y Çarşı Cad, Esentepe Pasaj ı 2-3 67400 Bartın -
ZONULDAK
e FIDANCIG I N Ç I LESI, Feriha Altıok, Şiirler, Kendi Yayını, Lef­
koşa Eylül 1 985, 90 s. e SON REÇETE; Mithatpaşa Cad. 54/ 1 8 Kızılay - ANKARA
e H ELE BIR DÜŞÜN, Feriha Altıok, Şiirler, Cem Yayınlar ı , e KARABÜK IÇIN ELELE ; H ürriyet Cad. Bedesten Iş Merkezi
Istanbul Şubat 1 987, 6 3 s . Kat: 4 No. : 1 1 1 - 1 1 9 Karabük 1 ZORGULDAK
e Ş I I R V E SÖYLEŞILER, Feriha Altıok, Şiirler, Kendi Yayın ı , e ADA'N IN SESI ; Adalıoğlu lşhanı No: 2 Kuşadası 1 AYDI N
Lefkoşa Şubat 1 99 1 , 7 2 s. e YENI ADANA; P.K. 1 1 7 - ADANA

e EY SAMANDAG SAMANDAG, Fikret Otyam, Röportajlar, • YENI Ü LKE ; Atatürk Bulvarı , Matbaacı lar Sitesi, No. : 35-40 -
Gerçek Sanat Yayınları, Istanbul Mart 1 99 1 , 1 57 s. SIVAS
e MEVSIMSIZ PEMBE, Kemal Bayram, Şiirler, Gerçek Sanat e ZEYTI NBURNU'NUN SES I ; Meral Mavinil, P.K. 43 Zeytinbur­
Yayınları, Istanbul Şubat 1 99 1 , 80 s. nu - ISTANBUL
e DEVREK'I N SES I ; Devrek - ZONGU LDAK

31
·ferit oğuz bay1 r düşün
ve sanat odülü .. oykü .. ye
verilecek
Türk kültür v e sanatına katkılar yapma amacıyla kurulan
Ferit Oğuz Bayır DOşOn ve Sanat Ö dOIO, •öykü"ye ve­
rilecek:
1 - Ödüle 1 991 yılında yayımianmış öykü kitapları, ya da ya­
yımlanmaya hazır dosya halindeki yapıtlar katılabilir. (Yayım­
lanmamış yapıtlar makinayla ve iki aralıkla yazılmış olmalı)
2- Ödül 1 .000.000 (Bir milyon) liradır.
3- Seçici kurul Vedat Günyol, Talip Apayd ı n, Mehmet
Başaran, Fakir Baykurt, Sami Karaören ve Emin Özdemir'den
oluşmaktadı r.
4- Ödüle katılacak yapıtlar, altı nüsha olarak 31 Aralık 1 991
akşamına d�in ödül yazmanlıQı adresine postalan malıdır.
5- Sonuç, Köy Enstitülerinin kuruluş günü olan 1 7 N isan
1 992'de açıklanacak, ödül Foça'da yapılacak bir törenle sahi­
bine verilecektir.
Aday yapıtların gönderileceQi adres:

Değirmendere cad. Kumrular Sk. No. : 1 1


81 570Küçükyalı - I STAN BUL

sevişmek,
gözyaşlariyia yaln 1zhğ1n
Kenan SARIALiOGLU

Dağlar çevirdim yüzünü denizi gördüm


Denize döndü m , suda yanan sesini gördüm . .

Sildim kanbuğusunu ruhumun, kırıldı aynam


kültür •sanat olaylar•
Güneşin kanından soğuk elini gördüm . .
haber l er
Derleyen :
Her akşam yola çıktım yıldız yüklü kervanlarla M. Reşat SÜMER KAN
Uyandım her sabah, kendimi yeni gördüm . .
SERGI e Yaz sezonu nedeniyle sanat et­
kinliklerine ara verilen kantimizde
A l ateşler tek etkinlik, FOTO FORUM'un
Mavi düşler içinde g iriş imiyle Tra b zo n 'd a açı lan
fotoQ raf serg isi oldu. "Kırk Sa­
başımı arıyordum
natçıdan Birer Fotoğraf" ad l ı
Kesik başlar içinde sergi Y ı l d ı z Ü n i v e rs i t e s i
Canıma biçtiğim keteni gördüm . . . Meslek YOksak Oku l u
Fotoğraf Programı taraf ı n dan
derlenerek Doç. Meh met Bay­
Sevişmek gözyaşlarıyla yalnızlığın, ne güzel han aracılıQ ı ile kantimize iletiidi.
Ve en güzel acıda ben , seni gördüm . . . Sergi 1 1 - 25 temmuz tarihleri
aras ı nda M a h mut Goloğlu
KOltür Merkezi'nde izlendi.

You might also like