Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 496

SHAW

Milliyet G EN EL KÜLTÜR D İZİS İ


YAYINLARI

Genç
bir bayana
sosyalizm
ve
kapitalizm
üzerine

> fi:*
£
T
5 2

i-
GENÇ B İR BAYAN A
S O S Y A L İZ M V E K A P İT A L İZ M
Ü Z E R İN E Ö Ğ Ü T L E R
GEORGE B E R N A R D SH AW
M İL L İY E T Y A Y IN LTD. ŞT I. Y A Y IN L A R I
G enel K ü lt ü r D iz is i: 7


Y a y ın h a k k ı (C o p yrigh t): M illiyet Y a y ın Ltd. Ştî.


B irin c i b a s k ı: M a rt 197}

Bu kitop SÜM ER M a tb a a sın d a d iz ilip dü zen len m iş v e b asılm ıştır.


G- B E R N A R D S H A W

Genç bir Bayana


sosyalizm ve kapitalizm
üzerine öğütler

T ü rk ç e s i:
M ehm et HAR M AN C I

Milliyet
YAYINLARI
Birinci Bölüm
KAPALI K U TU YU A Ç A LIM

S e VGİLİ GENÇ B AY A N , 1880 yıllarından bu yana


yayınlanan kitaplardan pek çoğunu size salık vermek
run olmasından sonra, çağdaş Sosyalizm konusunda
yayınlanan kitaplardan pek çoğunu size salık vermek
epey kolay bir iş olacaktı. Am a ben, sizin arkadaşlarınız­
la güzel güzel oturup kibar ve uygar bir ülkede servetin
nasıl dağıtılması gerektiğini tartışm adan ve varabilece­
ğiniz en iyi bir sonuca varmadan, bu konuda tek bir sa­
tır bile okumamanızı öğütlerim .
Çünkü Sosyalizm, bir takım insanların bu konudaki
düşüncelerinden başka hiçbir şey değildir. Onların bu
düşündükleri de hiç bir zaman sizin ya da başka birinin
düşündüklerinden de daha üstün değildir. Size düşen
m iktar ne olmalı? Komşularınız ne kadar almalı? Sizin
bu sorulara cevabınız nedir?
Bu, üzerinde bir karara varılmış bir sorun olmadığı
için, gelirleri dağıtan ve insanların m ülkiyet sahibi ol­

7
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

malarına izin veren hukuk yolları da dahil olmak


üzere, egemenliği altında yaşadığımız bütün kurum la-
rın, hava gibi tabii oldukları düşüncesini — bu, ta ço­
cukluğumuzda kapıldığımız bir d ü ş tü r— kafanızdan
silip atmanız gerekiyor. Çünkü bunlar tabii değildirler.
Fakat bu kurum lar küçücük dünyamızın her yanında
var olduklarından, biz bunların her zaman var ol­
duklarını; olmaları gerektiğini ve kendi kendine işler o l­
duklarını kabul etm işizdir. Bunlar çok tehlikeli yanılm a­
lar, geçici uydurmalardır.
Civarda bir polis ve yakında bir hapishane olm a­
sa, en iyi insanlar bile bunlara itaat etm iyeceklerdir.
Gerçekte biz bunlardan hiçbir zaman memnun olm a­
dığımızdan ötürü Parlamento onları sürekli olarak de­
ğiştirip durm aktadır: Bazan, bunların yerine yenilerini
koyar, bazan değiştirir bazan da gereksiz bir başağrısı
diye büsbütün kaldırıp atarlar. Yargıçlar, yenilerini uy­
durabilmek için bunları enine boyuna çekiştirirler; ya da
eğer beğenmiyorlarsa uygulanmalarına engel olmaya ça­
lışırlar. Bu yenileme, düzeltme ve atmanın ardı arkası ke­
silmez. Yeni kanunlar, insanları hiç akıllarına gelmeyen
şeyleri yapmaya zorlar (sözgelişi, savunma pulları almak
g ib i); bazan eski kanunlar değiştirilip, insanların eskiden
yaptıklarında cezalandırıldıkları şeyleri yapmalarına izin
verilir (sözgelişi, ölen karılarının kızkardeşleri ya da ko­
calarının kardeşleri ile evlenmeleri g ib i). Kaldırılm a­
yan kanunlar da, yeni eklerle öyle yamanırlar, öyle
yam anırlar ki, sonunda çocuk pantolonu gibi dikildiği
kum aştan eser meser kalmaz. Bazı adaylar seçim ko­
nuşmalarında yeni kanunlar yapmayı ya da eskilerini
kaldırmayı vaadederek oy koparmaya çalışırlar. Hatta
bazıları da, her şeyi eskisi gibi bırakacaklarına söz ve-

8
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

rlrler. Oysa, bu, imkânsızdır. Çünkü hiçbir şey eskisi


gibi kalamaz ki!
Birkaç kuşak geçince hiç kimsenin inanamıyaca-
ğı değişiklikler ortaya çıkar. Şim diki çocuklar dokuz yıl­
lık eğitim in, ihtiyarlık ve dulluk sigortasının, kadınlara
tanınan oy hakkının ve Parlamentodaki kısa etekli ka­
dınların Tabiat'ın bir parçası ve bunun oldum olası
böyle olduğuna ve sonsuza kadar da böyle kalacağına
inanırlar. Oysa, bunların büyükanneleri kendilerine böy­
le şeyler olacağını söyleyenlere deli gözü ile bakarlar,
bunları isteyeni de şeytan çarpm ış sanırlardı.
Her yıl üretilen servetin aramızda nasıl bölüne­
ceğini incelerken, ne çocuklar ne de büyükanneleri
gibi olmamalıyız. Parlamentoda oturum olduğu her
gün, şu ya da bu bakımdan paylarımızın sürekli ola­
rak değiştiğini, biz ölmeden önce payımızın bugünkün­
den iyi ya da kötü bir değişikliğe uğrayacağım, bu­
günkü bölüşmenin bile Kraliçe V ictoria'nın aklına ge-
tirem iyeceği kadar Ondokuzuncu yüzyıldakinden de­
ğişik olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.
Bugünkü bölüşm e düzenimizin artık değişmez
olduğunu kabul ettiğiniz takdirde fosilleşm iş sayılır­
sınız. Her değişiklik, ya doğrudan doğruya ya da do­
lambaçlı olarak birisinin cebinden (belki de sizinkin­
den) bir m iktar paranın alınıp başkasının cebine g ir­
mesi sonucunu doğurur. İşte bunun için, bir kısım po­
litikacılar değişiklik isterken, diğerleri buna karşı çı­
karlar.
Yine bundan ötürü sizin hesaplamanız gereken
nokta, büyük değişikliklerin nasıl olsa olduğuna göre,
olup olmayacakları değil, siz ve arkadaşlarınızın dü­
şünüp tartıştıktan sonra bu dünyanın daha iyi yaşanır

9
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

bir yer olabilmesi için hangi değişikliklerin size daha


çok uyacağı ve hangilerine de, daha kötü durum lar
yaratacağı gerekçesiyle karşı çıkacağınızdır. Bu yo l­
la varacağınız her düşünce, kamu oyunun itici gücü­
nü meydana getirecektir. Bu itici güç de, eğer devam
etm ek istiyorsa, bütün değişikliklerin arkasında; yani,
bunları uygulamak zorunda olan polislerin ve hapisha-
necilerin arkasında olmalıdır.
Bu konuda kendi düşüncelerinizin olması çok
önemlidir. Tabiatçı filozofların eski bir kanunu olan
Tabiat'ın boşluktan kaçtığı kanununun, insan kafası
için de geçerli olduğunu unutmamalısınız. Elbette ki,
bom boş bir kafa diye birşey yoktur. Y o ktu r ama, yeni
düşüncelerin içine girem ediği öyle kafalar vardır ki,
akla seslenen amaçlar bakımından, bunlar, bilârdo
topları kadar katıdırlar. Sizin böyle bir kafanız olm adı­
ğına eminim, yoksa şim di bu kitabı okuyor olm azdı­
nız. Bunun için sizi hemen uyarayım; kafanızın en
ufak bir köşesini bile bir anlığına boş bıraksanız, in­
sanların düşünceleri dört bir yandan beyninize üşüşe-
ceklerdir: İlânlardan, gazetelerden, kitaplardan, dedi­
kodudan, siyasal demeçlerden, oyunlardan, resim ler­
den ve hatta elinizdeki bu kitaptan bile...
Elbette şunu da inkâr ediyor değilim: Sizi kendi
başınıza düşünm eye zorluyorsam da (bütün dadıla­
rımız, analarımız, öğretm enlerim iz de böyle yaparlar
ve sonra da, onlardan ayrı birşey düşündük mü, he­
mencecik tokadı basarlardı) herkesin düşüncelerine
gözünüzü kapayın da dem iyorum . Ben kendim bile
meslekten bir düşünür olmama rağmen, kendim bir fi­
kir edinemediğim ya da başkalarından aldığım fikirleri
tartışamadığım zamanlar, nice önemli konuda elden

10
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

düşme fikirlerle yetinirim . Saatin oniki olduğu konu­


sunda Krallık gökbilgininin düşüncesini kabul ederim;
yabancı bir ülkedeysem, sokakta ilk rastladığım in­
sandan aldığım tren istasyonu ta rifin i kabul ederim.
Kanuna başvuracaksam. Kralın herzaman haklı oldu­
ğu konusundaki saçma, fakat gerekli kurala rıza gös­
teririm . A ksi halde trenlerin bana faydası dokunmaz,
dâvalar hiç sona ermezdi. Bizden daha iyi bilm eleri
gereken insanların bize söylediklerine inanmazsak, ne
bir yere gidebilir, ne de birşey yapabiliriz. Hatta ya-
nılabileceklerini bildiğim iz yetkililerin yanılmazlığı ko­
nusundaki kurallara da saygı gösterm eliyiz. Böylece,
kendi kendimiz için düşünm ek ve özellikle orijinal ol­
mak için yapılan bütün uyarmalara karşılık, pek çok
konulardaki cahilliğim iz yüzünden kapalı zihinlerle ha­
reket etm ek zorunda kalırız.
Telâşçı ve kadınlara karşı olan nefretinin de ispat
e ttiğ i gibi, pek derin bir adam sayılmayacak olan Aziz
Paul, 'herşeyi ispat edin, iyi olana sıkı tu tu n u n / de­
m işti. Bir kadının herşeyi ispat etm esinin imkânsız
olduğunu unutm uştu. Hatta bir kadının bilgisi olsa bi­
le, bu iş için ayıracak zamanı y o k tu r ki! M eşgul bir
kadın için 'A çık Sorun' diye birşey yoktur: Havadan
başka her şey çözüm lenm iştir; hatta o sorun bile, yaz
ve kış m evsim leri için ayrı elbiseler alacak kadar,
kendisi için çözülm üştür. Şu halde Aziz Paul niçin,
beş dakika bile düşünm üş olsaydı, uygulanamıyaca-
ğım anladığı bir öğütte bulunm uştur?
Bunun nedeni, çözüm lenm iş sorunların aslında
çözümlenm edikleri, bunların cevaplarının hiçbir zaman
tam ve kesin gerçekler olmadığıdır. Biz toplum da on­
lar olmaksızın yaşayamadığımızdan kanun ve kurum la-

11
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

rı yaparız. Kendimiz kusursuz olmadığımız için yaptığı­


mız kurum lar da kusursuz değildirler. Bunları kusursuz
yapabilsek bile, şartlar değiştiği için, sürekli ve evrensel
yapamayız. Bir manastıra kapanmış kırk rahibe için u y­
gun olan kuruluşlar, tüm ü ortaya salınmış kırk m ilyonluk
bir ulus için uygulanamaz. Bunun için biz, bu anda eli­
mizden geleni yapar, daha iyisini yapmayı da gelecek-
tekilere bırakırız. Kanunlarımızı bu uydurm a yollarla ya­
pınca da, bunların ilişkin oldukları sorunlar ancak o
anlık çözüm lenm iş olurlar. Bu bir an, politikada on iki
ay da olur, bin iki yüz yıl da olur; bu, hiç belli olmaz.
Bunun sonucunda da, yüzyıllar boyunca kapalı
olan sorunlar tarihte öyle bir an gelir ki, birden ardı­
na kadar açılırlar. İşte bu dehşetli esneme anlarından
birinde Aziz Paul kalkm ış, çözüm lenm iş hiçbir sorun
olmadığını, herşeyi kendimizin yeni baştan düşünm e­
miz gerektiğini söylem işti. Onun M usevilik dünyasın­
da, M usa'nın kanunlarından daha kutsal ve sünnet
geleneğinden daha az vazgeçilebilen birşey yoktu. Bü­
tün kanunlar ve din bunlara dayanıyordu. Am a yine
de Aziz Paul, m usevilere M usa kanunlarını atıp, ye ­
rine ona karşıt olan Isa kanunlarını almalarını, sün­
netin önemli olmadığını, kurtuluş için gerekli olanın
vaftiz olduğunu söyledi. Bütün kanunlara ve kurum -
lara karşıt olarak akıl açıklığını ve iç aydınlığını öğüt
verm eyip de ne yapabilirdi sanki?
işte şimdi siz de Aziz Paul'un cemaati durum un­
dasınız. Hepimiz aynı durumdayız bugün. Şim di kar­
şımızda, bütün bir devir süresince çözüm lenm iş bir
sorun, servetin dağılımı ve m ülkiyetin özü sorunu,
açılmış duruyor. Biz de buna uyarak, kapalı akılları­
mızı açmalıyız artık.

12
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Bunun, şim di birdenbire ardına kadar açılmış o l­


duğunu söylerken, işleri güçleri kuruluşları eleştirm ek
olan, düşünceli bir takım insanlar için hiçbir zaman
bütünüyle kapanmamış olduğunu unutuyor değilim.
Aziz Paul doğmadan yüzlerce yıl önce, M usa kanun­
larının yarattığı bozukluklara karşı çıkan peygam ber­
ler çöllerde dolaşıyorlar ve bizi bunların insaniyetsiz­
liğinden kurtaracak bir Kurtarıcının geleceğini m üjde­
liyorlardı. Şair ya da filozof diye adlandırdığımız bi­
zim kendi peygam berlerimizin yüzlerce yıldanberi ulus­
ların zengin ve yoksul, tem bel ve çok çalışkan diye
bölünm esini protesto ettiklerini de unutm uyorum .
Fakat öyle b ir an gelir ki, yalnızca gadre uğramış
peygamberlerce, onların üç beş m üritlerine aralanmış
olan sorun, birdenbire herkes için açılır ve küçük ce-
maatlı peygamberler yine birdenbire önemli Parlamen­
to muhalifleri haline gelir; sonra da güçlü hüküm etler
oluverirler.
Langland, Latimer, Thomas More, John Bünyan,
George Fox, G oldsm ith, Crabbe ve Shelley, Cariyle,
Ruskin, M orris ve bunlar gibi kiliselerde olsun, dışar-
da olsun adlarını bile bilm ediğiniz pek çok gözüpek
vâiz, bizim İngiliz peygamberlerimizdir. Kendilerinin il­
ham kıvılcımlarına sahip olanlar için sorunu açık tu t­
tu bunlar. Ta ki, bizim hayatımız sırasında b ir an gel­
di ve birdenbire A vam Kamarasının ön sıralarında ve
bütün Avrupa M eclislerinde oturan bir kısım politika­
cılar, peşlerinde geniş ve gittikçe büyüyen bir seçmen
kitlesiyle, kalkıp kurulu servet dağıtımı düzeninin o
kadar akıl dışı, o kadar dehşetli, korkunç, gülünç ve
ahlâksızca olduğunu ve eğer bu kötülüğün bütün b il­
diğimiz eski uygarlıklara getirdiği sonu bizim kendi uy­

13
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

garlığımıza da getirm esini istem iyorsak, hemen bunu


kökünden değiştirm em iz gerektiğini söylemeye baş­
ladılar.
işte bunun için bu soruna aklınızı açabildiğiniz
kadar açıp öyle bakmalısınız. Kendi deneylerimden
yararlanarak size, benden de, başkasından da hazır
b ir çözüm beklemeden, bu sorunu herşeyden önce
kendiniz ve kendiniz için çözümlemeniz gereğini ö ğ ü t­
lerim. Bütünü ile yanlış çözseniz bile, onunla öylesi­
ne ilgileneceksiniz ki, sonunda karşınıza doğru çözüm
çıkınca bunu çok daha iyi anlayıp ta kd ir edebileceksi­
niz.

I
BÖLÜNME

ARTIK herkes Sosyalizmin, bir ülkenin gelirini ye­


ni bir biçim de bölme te klifi olduğunu bilm ektedir.
Sizin belki de dikkat etm em iş olduğunuz nokta; ül­
kenin gelirinin hergün ve her an bölünm ekte olduğu
ve yeryüzünde iki insan kalana kadar da bunun bö­
lünm ekte devam edeceğidir. Tek düşünce farkı, bu­
nun bölünüp bölünm em esinde değil, herkesin ne ka­
dar ve bunu hangi şartlar altında alacağıdır. Aziz
Paul, 'Çalışmayan yem eyecek' dem işti. Ama kendisi
kadınlar hakkında iyi bir kanıya sahip olmadığından,
çocukları da unutm uştu. Bebekler, yalnızca çalışma­
makla kalmayıp üstelik korkunç derecede de obur­
durlar. Eğer onları beslemiyecek olsak, dünyada kısa

14
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

zamanda insan kalmaz. Bunun için buna imkân y o k­


tur.
Bazı insanlar para biriktird ikleri için, dünyadaki
servetin de saklanabileceğini sanırlar. Saçma! Bizi ya­
şatan servetin çoğu bir hafta bile dayanmaz. Biz an­
cak kazandığımızı boğazımıza harcayarak yaşayabili­
riz. Bir köm ür maşası öm ür boyu dayanır, ama biz kö­
m ür maşasını yiyem eyiz ki. Yiyeceklerim izin ömrünü
uzatmak için yum urtaları sıcak suya sokar, balığı sa­
lamura yapar; eti dondurur ve sütü toz haline g e tiri­
riz. Am a gerçek şudur; yiyeceklerim izin çoğunu pi­
şirdikten bir iki gün sonra yemeye kalksak, bunlar ya
çürüm üş olur ya bayatlar ya da bizi zehirlerler. Hat­
ta çok çalıştığımız ta ktirde elbiselerimiz bile uzun süre
dayanmaz, üstelik b ir de yıkanmaları işi vardır. Pa­
buçlarınızın altına kauçuk taban geçirseniz de yine
aşınır bir süre sonra.
Her yıl yeni bir ürün, yeni bir koyun ve davar
nesli ortaya çıkar. Geçen yılın ürününden kalanla ye-
tinem iyeceğim iz için ve gelecek yılınki de ortada ol­
madığından bu yılın ürününden faydalanmamız; bir
şeyler yapıp bunları kullanmamız, üretmemiz, benim
gibi etyemez değilseniz öldürmemiz, kirletm em iz ve
yıkamamız gerektir. A çlıktan ve pislikten ölür gideriz
yoksa. B iriktirm ek denilen şey, ancak gelecek için pa­
zarlıklar yapm aktır. Sözgelişi, ben şim di yüzbir tane
ekmek pişirsem , bunun ancak bir tanesini yiyebilirim ;
bir hafta içinde bozulacağından gerisini de saklaya-
mam. Bütün yapabileceğim şey, ailesi ve yanında ça­
lıştırdıklarının bir oturuşta bu ekmekleri yiyeceği bir
adamla pazarlığa girişm ektir. Ben ona yüz ekmeği ve­
rirsem; diyelim ki, o da bana gelecekte her yıl beş

15
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

ekmek verecektir. Am a bu, ekmekleri biriktirm ek de­


ğildir. İki grup arasında b ir pazarlıktır bu: Birisi gele­
ceğini sağlama bağlamak istem ektedir, öbürü de şim ­
diki zamanda parasını harcamaya hazırdır. Bunun so­
nucunda, parasını harcamaya hazır birini bulamazsam,
ben de elim dekini biriktirem em . Hepimizin birlikte tu ­
tum lu olmamız düşüncesi kadar budalaca birşey ola­
maz. Gerçek olan, kendilerine yeteceğinden çoğuna
sahip birkaç kişinin geleceklerini bu yolla güven altı­
na almalarıdır. Ahm et, Mehmedin biriktirdiğini harca-
malıdır; yoksa Mehmedin b iriktirdikleri çürümeye
m ahkûm dur ve ikisi arasında hiçbir şey b iriktirilm e ­
miş olur. Ulus da bir bütün olarak yaşamaya devam
ettikçe, hem ekmeğini pişirmeli, hem de yem elidir. Ça­
lışmayı kesen bir ulusun bütün erkek, kadın ve ço­
cuklarının evleri, toprakları, bankalarda m ilyonluk he­
sapları da olsa, on beş güne varmaz hepsi ölüp gi­
derler. Zengin bir adamın karısının (ya da herhangi
b ir adamın karısının), tu tu m lu olm adıkları için y o k ­
sulların haline acıyıp kafasını salladığını gördüğünüz­
de, kadının cahilliğine siz acıyın, ama sakın gidip onun
saçmalarını yoksullara tekrarlayarak onların da canını
sıkmayın !

2
HERKESE NE MİKTAR?

ŞİM Dİ anlıyorsunuz ya, ne büyük bir pişirme, yap­


ma, sunma ve sayma işlemlerinin yapılması gereki­
yor her bir gün için. Sonunda da, ekmeklerin ve daha

16
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

bir sürü şeyin yapılmasından sonra, bir de bunların


hemen bölüşülm esi ve herkesin kanunla kendisine
tanınan payı alması gerekm ektedir. Bu pay ne kadar
olmalıdır? Herbirimiz ne kadar almalıyız? Ve niçin herbi-
rimiz şu kadar, bu kadar alacağız da, daha az ya da
daha çok almayacağız?
Gece gündüz çalışan altı çocuklu bir dul kadın
haftada iki somun alırken; zevkine düşkün bekâr bir
adam, her gün altı işçi ailesini besliyecek kadarını har­
cıyorsa, bu, akıl m antık alan bir pay biçim i midir?
Dul kadına biraz daha fazla, bekâr adama da epey ek­
sik vermek daha yerinde olmaz mı? Bu sorunlar ken­
di kendilerine çözümlenmezler: Bunları kanun çözüm ­
ler. Dul kadın bekâr adamın somunlarından birini alır­
sa, kendisini hapse, çocuklarını da yetim lerevine yo l­
larlar. Onun payının iki somun olduğunu belirten bir
kanun olduğundan yaparlar bunu. Eğer halk ister ve
oyunu gereğince kullanırsa, bu kanun kaldırılır ya da
değiştirilir. Bunu ilk defa öğrenen pek çok kişi kanunun
değiştirilm esi gerektiği kanısındadır. Bunlar, gazeteler­
de bir Amerikalı dul kadının, mirastan kendisine kalan
yüz elli sterlinin çocuğunu yetiştirm eye yetm ediğini ve
mahkemeye başvurarak bunu iki yüz sterline çıkardığı­
nı okudukları ve bütün öm ürleri boyunca gece gündüz
demeden didişen ve geniş aileler yetiştiren ve sonunda
da yoksullar evine düşen diğer dulların da varolduğu­
nu hatırladıkları zaman, böyle bir paylaşma düzeninin
korkunç derecede haksız ve kötü birşey olduğunu,
bunun değiştirilm esi gerektiğini düşünürler. Am erikalı
dulun payından vergi yolu ile bir kısım alıp, bunu ih ti­
yarlık sigortası, dul maaşı, işsizlik sigortası ve 'bedava'
ilkeğitim filân gibi yollarla yoksullara vererek değişti­

17
GENÇ BİR BAYANÂ SOSYALİZM

rirler de. Ama Am erikalı dul, yine tek bir çocuğunu ge­
çindirm ek için yüz sterlinden fazla alır, bunun yanında
da kendisinin büyük bir geliri varken, şehrin öteki
ucunda yaşayan zavallı bir dul kadın haftada on lira
yardım alırken, biz bu değişikliğin farkına bile varama­
y ı z . cn çok yararlananlar dışında, herkes, daha âdil bir
paylaşma istem ektedir. Bu yararlananlar da, nüfusun
ancak onda birini meydana getirdiğinden ve bunların
çoğu da durumlarının haksızlığını bildiklerinden, bu­
günkü servet bölümü düzeninden büyük bir ta tm in ­
sizlik doğduğunu ve bunu gerçekleştirebilecekler ara­
sında üstelik onu en kısa zamanda değiştirm e isteği­
nin bulunduğunu kabul edebiliriz.
Ama neyi değiştireceğinizi bilmeden birşey değiş­
tiremezsiniz ki! Bayan A.'nın günde bin lira harcadı­
ğını, Bayan B.'nin ise ancak bir lira kazandığını, bu­
nun kepazelik olduğunu söylem ek hiç bir fayda getir­
mez. Kanunun değişmesini istiyorsanız. Bayan A.'nın
ve Bayan B.'nin günde kaç para almaları gerektiği­
ni söylemeniz gerekir. Bütün gürültü de bundan çı­
kar işte! Hepimiz Bayan B.'nin daha çok. Bayan A .'-
nm da daha az alması gerektiğini söylemeye hazırız;
ama, kesin olarak bu m iktarları belirtm em iz söylenin­
ce kimsenin bir dediği bir dediğini tutm az olur.
Bu konuyu hiç düşünm em iş kişiler, en iyisinin,
bu anda kim in parası varsa, onun istediğini alması
olduğunu söylerler. Bu da bizi açık bir yola çıkarmaz
ki! Para, sahibine şu kadar ekmek, bira, mücevherat,
araba ve daha bir sürü şey almak konusunda kanu­
nî bir hak veren bir kâğıt ya da maden parçasıdır.
Parayı ne yer, ne içer, ne de giyebiliriz. Para bölündü­
ğü zaman, bölünen, paranın alabildiği eşyalardır. Her-

18
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

şey para ile hesap edilir. Y etm iş yaşına geldiği za­


man Bayan B.'ye haftada on lira ve daha yedi dakikalık
bile olmadan Küçük A .'ya üç bin lira ayıran kanun;
somunları, balıkları, elbiseleri, evleri, otom obilleri
ve çocuk arabalarını bunların arasında bölm ektedir
işte. Sanki bunları alacak para yerine doğrudan doğ­
ruya bu malları veriyorm uş g ib i...

3
Ç A L IŞ M A Y A N A SERVET YOK

BÖLÜŞÜLECEK servetten önce, ortada çalışan


bir güç olmalıdır. Ç iftçiler ve fırıncılar olmasaydı, ek­
mek de olmazdı. Binlerce mil ötede öyle bir takım
adalar vardır ki, burada erkekler ve kadınlar bütün
gün güneş altında sırtüstü yatıp maymunların ağaç­
lardan kendilerine attığı hindistan cevizleri ile beslenirler.
Ama bizim için böyle birşey söz konusu değildir. De­
vamlı ve günlük çalışmamızı yapmazsak açlıktan ölü­
rüz biz. Eğer birisi tem bellik ediyorsa başka biri onun
yerine çalışmalıdır, yoksa ikisi de yiyecek birşey bula­
mazlar. Bunun için Aziz Paul, 'Çalışmayana yem ek yo k,'
dem iştir. Çalışma yükünü sırtımıza tabiat yüklem iştir.
Ve elbette bu da, ürettiği servet gibi aramızda bölüşül-
melidir.
Bu iki şeyin bölüşülm esi birbirine benzemese de
olur. Bir insan kendini doyuracaktan fazlasını üret­
melidir. Yoksa küçük çocuklar beslenemez, ih ti­
yarlar da açlıktan ölürlerdi sonra. Kendi iki elinden
başka yardımcısı olmayan pek çok kadın, kendi kazan­

19
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

cı ile hem bir aile geçindirm iş, hem ihtiyar ana babasına
bakmış, hem de toprak sahibine üstelik bir gelir de sağ­
lamıştır. Su, buhar, elektrik güçleri ve modern m aki­
neler yardımı ile çalışma öyle örgütlenm iştir ki, bu­
gün; bir kadın, 150 yıl önce bin kadının çıkardığı işten
çoğunu çıkarm aktadır.
M akineleri tabii kuvvetlere bağlayarak elde edi­
len bu emek fazlasından yine de bölünm esi gereken
bir boş vakit doğmaktadır. Bir insanın on saatlik eme­
ği bir günde on kişiyi geçindirebiliyorsa, bu on kişi
zamanlarını çeşitli biçim lerde bölebilirler. Ya on saat­
lik çalışmayı bir kişiye yükleyip, diğerleri serbest ka­
lırlar, ya da her biri her gün birer saat çalışarak, gün­
de dokuz saatin keyfini çıkarırlar; bu iki kutup arasın­
da istediklerini yaparlar; Ya da üç kişi günde onar
saat çalışıp otuz kişiye yetecek bir üretim sağlarlar
ve diğer yedisi de, yalnızca boş oturm akla kalmayıp,
on dört kişilik yemek yer, işlerini görecek on üç hiz­
m etçi tu ta r ve üstelik o üç kişiye de iş sağlarlar.
Başka bir çıkar yol da hepsinin ihtiyaçlarından
çok daha fazla çalışmaları ve tam yetişm iş ve oku­
m uş olana kadar çalışmamaları şartı ile, elli yaşında
emekliye ayrılıp keyiflerine bakmalarıdır. Tam köle­
lik ile, emek, rahatlık ve servetin hakça bölüm ü ara­
sında pek çok çeşitli sıralamalar m üm kündür. Kölelik,
Serflik, Feodalizm, Kapitalizm ve Kom ünizm tem el­
lerinde hep bu bölünmenin çeşitli düzenlemeleridir.
Devrim ler tarihi bu düzenlemenin, insanlar ve sınıf­
lar tarafından kendi yararlarına değiştirilm e çabaları­
dır. Fakat şim di biz emeğin ürettiği gelirin bölünme
sorununa dönelim, çünkü, iki insanın emek ve boş
zamanları arasındaki en büyük fark; çağdaş yöntem

20
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ve makinelerin, onların gelirleri arasında ortaya çıkar­


dığı akıl almaz büyüklükteki farklar karşısında solda
sıfır kalır. Zengin adamın gününe yirm id ö rt saatten
fazlasını sığdıramazsınız, ama, parmağını bile oynat­
masını söylemeden cebine yirm id ö rt m ilyonu indire­
bilirsiniz.

4
K O M Ü N İZM

ÜLKENİZİN gelirinin her bir gün nasıl bölünm esi


gerektiğini düşünmeye karar verebildiniz mi acaba? Si­
zin için karar verm elerini istiyerek sosyalistlere, kapita­
listlere ya da günlük gazetenize koşmayın. Bunlar, bile­
rek sizi aldatmadıkları zaman ancak aklınızı karıştırırlar.
Kendi kendinize düşünün bunu. Ülkenizin bütün geli­
rinin, herkesin en yüksek yarar ve refahını sağlayacak
biçimde dağıtılmak üzere elinize verildiğini bir anlığına
kabul edin.
Kişisel duygularınızın kararınızı etkilem em esi için
sakın ailenizin, yakınlarınızın ve kendinizin payını ko ­
nu dışı bırakmayı ihmal etm eyin. Bazı kadınlar, 'ben
kim seyi tanım am , ben kim seyi dü şün m e m / derler
ama, toplum sal sorunlar da böyle sözlerle çözüm len­
mezler elbette. Kapitalizm ve Sosyalizm, servetin tek
bir kadının çevresinde dağıtılması değil, herkese da­
ğıtılmasıdır. Her yıl dağıtılacak servet de sınırlı o ldu­
ğundan, Bayan Dickson'un çocuğu ve kardeşinin çocu­
ğu, ya da sevgili kom şusu daha fazla alırsa; Bayan Jon-
son'un çocuğuyla kardeşinin çocuğu ya da sevgili kom ­

21
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

şusu daha az alacaktır. Bayan D ickson'un sadece


kendisini, ailesini ve arkadaşlarını değil, sınıfını da
unutm alı, kendisini bir an için Tanrının meleği yerine
koymalıdır.
Tabii, bu işi hiçbirim izin yapamayacağını b iliyo­
rum ama, m üm kün olduğu kadar yaklaşmalıyız buna.
En iyisi ben size bu konuda gerek kendim, gerek
başkaları tarafından yapılan çözümleri bir bir anla­
tayım da çıkmaz sokak olduğu anlaşılmış yollara gi­
dip de düş kırıklığına uğramayın.
İşte denenen ya da öğütlenen yollardan birkaç
tanesi:
Önce en basiti ile başlıyalım: Azizlerin ve on­
ları izleyenlerin aile planıdır bu. Herkes malını ortaya
koyar ve oradan ihtiyacı olanı alır.
İlkel saflıkta Komünizm olan bu plan, bugün
bile insanların hep birbirlerini tanıdığı ve bir arada
yaşadıkları dinsel toplum larda uygulanmaktadır. Fa­
kat insanların birbirlerini tanım adıkları ve bir arada
yaşamadıkları büyük nüfuslu yerlerde bu o kadar ko­
lay değildir. A ile içinde bile bunu ancak kısmen uygu­
lamaktayız: Baba — ve çalışıyorlarsa çocuklar— kazanç­
larından bir bölüm ünü anaya verirler, o da onlara y i­
yecek alır ve hepsinin birden yemesi için önlerine
koyar. Am a hepsi de kazançlarının birazını kendi ayrı
ihtiyaçları için saklarlar. Demek, aile hayatı saf K o­
münizm değil, yarı Komünizm ile yarı özel M ü lkiye t­
tir.
Hem zaten aile Kom ünizm i kom şuya kadar uzan­
maz. Her evin ayrı sofrası vardır. Diğer kom şular bu­
na birşey katm azlar ve bunun için de paylaşmada bir
hakları yoktur. Fakat çağdaş şehirlerde bunun istisna-

22
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lan da vardır. Her aile birasını ayrı ayrı aldığı halde,


suyunu ortak (ko m ü n ist) yolla sağlar, ortak bir fo ­
na su parası denen bir para ödeyip, ihtiyaçları kadar
suyu alırlar.
Sokakların aydınlanması, taş döşenmesi, üzer­
lerinde polislerin devriye gezmeleri, akarsuların üstün­
den geçen köprüler, çöplerin toplanıp yokedilm esi
hep bu yoldan yapılm aktadır. Hiç kimse, «ben haya­
tımda geceleri sokağa çıkmadım; hayatımda polise
ihtiyacım olmadı; ırmağın öte yanında işim olmadığı
için köprüden geçmem; bu yüzden de bu işler için pa­
ra vermiyeceğim ,» diyemez. Bunlar olmadan şehir ha­
yatının sağlanamayacağını herkes bilir. Bütün bu
gerekler polis gibi kara ve deniz kuvvetleri için; so­
kak lâmbasında olduğu kadar deniz fenerleri için;
Parlamento binasına olduğu kadar Belediye Binası
için de hep böyledir. Bunların hepsi bizden toplanan
vergilerle yapılır ve hiçbir fark gözetmeden herkesin
yaram adırlar. Kısacası, bunlar kom ünist (o rta k ) nite­
liktedirler.
Bu Komünizm i yaşatm ak için biz payımıza dü­
şeni verdiğim iz zaman elimizde olanın hepsini orta­
ya koymayız. Geçinmemize uygun bir katkıda bulu­
nuruz. Bu uygunluğu niteleyecek de, içinde yaşadığı­
mız evin değeridir. Fakat az bir katkıda bulunanlar da
kendilerinden pek çok verenler gibi kamu hizm etle­
rinden aynı derecede faydalanırlar. Bu kadar masraflı
olmalarına karşılık bu octak hizmetlerden genç ve ih­
tiyar, zengin ve yoksul, şerefli ve ahlâksız, kara, beyaz,
sarı; m üsrif ve tu tum lu, sarhoş ve ayık, dilenci ve
hırsız; tenekeci, terzi, asker, denizci, herkes ama her­
kes eşit olarak faydalanır. Bir sokaktan geçmek için

23
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

kimsenin aklına para ödemek ya da bir iyi hal kâğıdı


gösterm ek gelmez. Oysa sokaklar, tiya tro gibi yerler­
den çok daha pahalıya malolmaktadır.

5
K O M Ü N İZM İN SINIRLARI

KO M Ü N İZM İN Rus devrim cilerinin ya da İngiliz


ve Amerikalı gangsterlerin kötü bir icadı yerine, ser­
vetim izi paylaşacak şerefli bir yol olduğunu; bunun
aziz'ler tarafından salık verilip uygulandığını, günlük
hayatımızın ve uygarlığımızın vazgeçilemez bir kısmı
olduğunu, hiç gazete okuyarak anlıyabilir misiniz? Ne
kadar çok Komünizm olursa o kadar çok uygarlaş­
ma yolundayız demektir. Onsuz yaşayamadığımız gibi,
onu devamlı olarak genişletm ekteyiz de. istesek bu­
nun bir kısmından vazgeçebiliriz. Yollara turnikeler
koyar, gelip geçenden para toplarız: Zaten eski turnike­
lerin durdukları yerlerdeki kulübeleri hâlâ görm üyor
muyuz? Sokak lâmbalarını kaldırır, yerine geceleri y o ­
lumuzu aydınlatması için eli meşaleli adamlar tu ta ­
rız. Hatta polis ile orduyu terhis edip bizi korumaları
için kendimiz de adam tutabiliriz. Tutabiliriz ama, böy­
le birşeyler yapmamak için de elimizden geleni ardım ı­
za koym uyoruz.
İnsanlar ödedikleri vergiler konusunda söylenip
dururlar ya, buna karşılık, diğer bütün harcadıkları
paradan daha değerli birşey almaktadırlar. Hiç düşün­
meden ya da para ödemeden ırmağın karşı kıyısına
geçecek bir köprü bulmak; bazılarımızı — tıpkı çocuklar

24
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

gibi— bunları tabiatın sağladığını ya da bedavaya malol-


duklarını düşünmeye itelem ektedir. Am a eğer köprü­
ler, yıkılmaya bırakılsa, ırmağı yüzerek ya da bir san­
dal kiralayarak geçmek zorunda kalsak; o zaman
bu ortakçı düzenin ne kadar iyi birşey olduğuna ina­
nır ve köprünün bakımı için ödeyeceğimiz birkaç ku ­
ruş için diş bilemeyiz. Hatta bunun çok esaslı birşey
olduğunu ve herşeyin ortaklaşa kullanılmasının ge­
rektiğini düşünürüz.
Ama bu, hiç de iyi bir sonuç vermez. Köprünün
ortaklaşa kullanılmasının nedeni, herkesin köprüyü
kullanması ve ondan faydalanmasıdır. Şu halde genel
kural olarak, herkes tarafından kullanılan ya da her­
kesin yararına olan birşeyin komünize edilebilece­
ğini söyleyebiliriz. Şehirlerde yollar, köprüler, sokak
ışıkları ve su ortaklaşa olduğu halde, köylerde insan­
lar geceleri biryerden biryere gitm ek için fener satın
alıp taşım akta ve sularını kendi kuyularından çekm ek­
tedirler. Ekmeğin de ortaklaştırılm am ası için hiçbir
neden yoktur. Ülkede aç tek bir çocuğun kalmaması
herkesin yararınadır tabii. Demiryolları da o rtaklaştı­
rılabilir. Herkese yararlı olan ve böylece ortaklaştırıl-
maları gereken pek çok şeyi düşünerek kendinizi bir
güzel eğlendirebilirsiniz.
Yalnız, herkese yararlı olmayan şeylere gelince
hemen durdururlar sizi. Suyu rahat rahat ortaklaştırı­
yoruz, ama, ya birayı? İçki içmeyen birinden, kom şu­
sunun gönlünce içmesi için vergi istenirse, adam bu
işe ne der? İki bakımdan karşı çıkar buna: Önce kendi
kullanmadığı birşey için para vermek istemez; sonra
da, ona göre, bira kötü birşey olmakla kalmayıp aynı
zamanda hastalık, suç, sarhoşluk gibi bin türlü belâ

25
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

yaratan birşeydir. Böyle bir amaca hizmet etm ekten­


se, hapse girm eyi yeğ görür.
Bu yüzden de, yolları ve köprüleri hiçbir itiraz se­
si yükselmeden ortaklaştırırız da, herhangi bir kamu
dinsel biçim ini ya da su işinde olduğu gibi alkol ve
birayı ortak düzene sokm aya kalkışınca bütün vergi
ödeyenleri karşımızda buluruz.

Çeşitli şeyler isteyen insanlar arasında bir den­


ge kurarak bu güçlüğü yenebiliriz. Sözgelişi, bir ta ­
kım insanlar çiçek sevdikleri halde müziğe katlana­
mazlar; başkaları da, yalnız spordan hoşlandıkları hal­
de, ne çiçek ne de müzik isterler. Fakat bu ayrı dü­
şüncelerdeki insanlar, yüzecek ya da yarışacak bir
gölü; oyun alanları, çiçek bahçeleri, bandosu olan bir
kamu parkının bakımı için vergi verm ekten kaçınmaz­
lar.
Bunun yanında öyle şeyler de vardır ki; bunları
pek az insan anladığı ya da kullandığı halde, bunlar
için kendisine düşeni ödemekten kimse çekinmez. Çün­
kü bunlar olmasa, ne bilgi, ne kitap, ne resim, ne de
yüksek uygarlık olabilirdi. En değerli resim ve heykel­
lerin bulunduğu müzeler, en iyi kitapların bulunduğu
kitaplıklar, gökbilginlerinin yıldızları gözlediği, bilginle­
rin evren konusundaki bilgilerimize bilgi katm ak için
içinde çalıştıkları kamu araştırma merkezleri vardır.
Hepimizin katkıda bulunmamız gereken bu kurum lar
çok pahalıya malolurlar. Pek çoğumuz, yakınında o-
tursak bile, müzeye, kitaplığa, resim galerisine girm e­
yiz bile. Hele on kişide bir kişi bulamazsınız; m atema­
tik, gökbilim ya da fizik ile ilgili olsun. Ama hepimizin
bunların gerekli olduğu konusunda bir düşüncemiz

26
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

vardır. Bu yüzden de bunlar için para ödemeye ses


çıkarmayız.
Hem zaten çoğumuz bunlar için para ödediğim i­
zi bilmeyiz bile. Bunları tanımadığımız birinin bize ar­
mağanları olarak kabul ederiz. Bu yoldan da, hiç fa r­
kında olmadan ortaklık düzeni içimize kadar sokulm uş
olur. O rtaklaştırılm ış şeylerden bedava olarak söz edişi­
miz de bunu gösterir. M illî Galeri'ye, British M useum 'a
ya da Katedrallere kapılarında para ödemeden girebil­
diğimiz için çoğum uz bunları yol kenarında biten ya­
ban çiçekleri gibi kendi kendine büyüm üş sanırız. O y­
sa, her hafta az para mı ödem ekteyiz bunlara? British
Museum, herhangi özel bir evden daha çok tem izlenip
süpürülm elidir. Burasını yöneten bilgili adamların yıl­
lık ücretleri, orasını tem iz tutm a giderleri yanında hiç
kalır. Bir kamu parkı da, özel bir bahçeden daha çok
bakıma, bahçıvana, çiçeğe, tohum a m uhtaçtır. Hiç-
birşey vermeden hiçbirşey alamayız. Bu yerlere g ittiğ i­
mizde de, kapıda birşey vermememizin nedeni bunu
vergilerimizle ödem ekte olduğum uzdur. Yoksul bir di­
lenci kırlarda yatarak çeşitli vergilerden kurtulsa bile,
tütün aldığı zaman yine de vergisini ödem iş olur. Çün­
kü tütün, ye tiştirilip pazara sunma m aliyetinden sekiz
kat fazlasına satılm aktadır. Aradaki farkı hüküm et a-
lır ve kamu hizmetlerine harcar. Yani ortaklık düze­
nini (K om ünizm i) sağlamak için harcar. Bunun gibi,
yoksul bir kadın da üzerinde vergi olan bir yiyecek
maddesi aldığı zaman bu vergiyi ödem iş olur. Eğer
Kraliyet gökbilgininin maaşını ödem ekte olduğunu,
ya da M illî Galeriye yeni bir tablo alınması için ken­
disini zora soktuğunu bilseydi; gelecek seçimde hü­
küm ete oy vermezdi. Fakat bunu bilmediğinden; y ü k ­

27
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

selen fiyatların kurak mevsim den, sıkışık zamanlar­


dan ve grevlerden ileri geldiğini sanarak söylenir du­
rur. Kral ve Kraliçe için ödediğini bildiği için pek ses
çıkarmaz ama. Parlamentonun ve daha bir sürü kamu
binalarının taş m erdivenlerini temizleyen kadınların üc­
retlerini de ödediğini bir bilse; kendi geçim ini sağlaya­
cağı yerde onlarınkini düşündüğünden ötürü hiç de
memnun kalmayacaktı.
Uygulam akta olduğumuz ortaklık düzeninin, fa r­
kında olmadan bize yüklendiğini ve yine farkında olm a­
dan bunun bedelini ödediğimizi görüyoruz. Fakat esas
olarak ortak düzen, gerçeğini anlıyacak kadar okum uş
olsak da olmasak da; hepimizin kullandığı ya da he­
pimize yarayan nesnelerle ilgilidir.
Şimdi de zevklerin çeşitli olduğu konulara döne­
lim: Biranın, şarabın ve genel olarak alkolün bazı ki­
şilerce hayatın gereği olduğunu, bazılarınca da gerek­
siz ve zehirli kabul edildiklerini görm üştük. Hatta çay
ve et konusunda bile uyuşm uş değiliz, ö y le şeyler
vardır ki, bunlardan bir zarar görülm ediği halde,
hiçkim se tarafından istenmezler. Bir kadına ne hediye
istediğini sorarsanız; birisi bir köpek yavrusu, ötekisi
bir gramofon isteyecektir. Ciddi bir kız m ikroskop,
gezmekten hoşlanan bir diğeri de m otosiklet ister.
Evde oturm ayı sevenler piyano, resim ve kitap iste­
dikleri halde, kır hayatından hoşlananlar olta, tüfek,
at, araba, isteyeceklerdir. Yol ve köprüler gibi, bu eş­
yaları komünize etm ek gülünç bir israftır. Her kadına
verecek kadar gram ofon yapıp köpek yetiştirseniz ya da
her kıza bir m ikroskop ve bir m otosiklet vermeye kalkış­
sanız; bunlardan birini istem iyecek olanlardan eliniz-
da kalanları koyacak yer bile bulamazdınız. Herkesin

28
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

elinde birer tane olacağı için, isteseler de satamazlar­


dı bunları.
Bu güçlükten kurtulm ak için ancak bir tek çare
vardır: İnsanlara eşya vereceğinize, para verip iste­
dikleri şeyleri kendilerinin satın almasını sağlamalı­
sınız. Gramofon isteyen Bayan Sm ith'e hem gramofon,
hem köpek yavrusu, köpek yavrusu isteyen Bayan Jo-
nes'e hem köpek yavrusu ve hem de gram ofon verirse­
niz ve bunlardan herbiri beşer lira olsa. Bayan Smith kö­
pek yavrusunu sokağa. Bayan Jones da gram ofonu çöp
tenekesine attığında on lira boşa harcanmış olacaktır.
Ama herbirinin eline beşer lira verirsek; biri köpek yav­
rusunu, diğeri de gram ofonu alacak ve öm ürlerinin so­
nuna kadar m utlu yaşayacaklardır. Onları tatm in ede­
cekten fazla gram ofon yapm am ak ve köpek üretm e­
mek, elbette dikkat edilmesi gereken birşeydir.

İşte paranın faydası budur: Başkalarının bizim


istediğim izi sandıkları şeyler yerine kendi istedikle­
rimizi almamızı sağlar. Bir kız evlendiği zaman arka­
daşları ona para yerine hediye verirler. En sonunda
kızcağız bir de bakar ki, elinde altı tane balık bıçağı,
yedi tane masa saati olduğu halde tek bir ipek çorap
bile yok. Eğer arkadaşlarında ona para verecek kadar
akıl olsaydı (ben hep para veririm ) kızın bir balık bı­
çağı, bir masa saati (böyle birşeyi istiyorsa ta b ii) ve bir
sürü de çorabı olurdu. Para, dünyanın en kullanışlı
nesnesidir. Onsuz yaşayamayız. Para sevgisinin bü­
tün kötülüklerin başı olduğu söylenir; oysa, en yarar­
lı bir buluştur. Bazı kişilerin ona, kendi ruhlarından
daha düşkün olacak kadar budala ya da pinti olm a­
ları paranın kusuru değildir.

29
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Her yıl, her ay, her hafta, her gün, her saat ve hat­
ta her dakika yapılması gereken paylaşılmayı görü­
yorsunuz ya! Bunların bir kısmı eski aile komünizmi;
bir kısmı yol, köprü ve sokak lâmbaları örneklerinde
olduğu gibi vergi ödeyenler kom ünizm i gibi yapılabi­
lirse de, aslında bütün bunların paranın bölünm esi biçi­
mini alması gerekir. Bu da bizi başladığımız yere geti­
rir: Herkese ne kadar verilm eli? Benim âdil olan payım
nedir? Senin âdil payın ne kadardır? Niçin? Komünizm
bunu ancak kısmen çözümlediğinden, biz de ayrı bir
deneme yapmalıyız.

6
SALIK VERİLEN YEDİ ÇÖ ZÜM YOLU

ÇOK DEFA salık verilen ve işçi sınıfının da ak­


lına yatan bir çözüm yolu; herkesin, ülkenin üretim
yaptığı bölüm ünün servetini paylaşmasıdır. Diğerleri,
herkesin hakkı olanı almasını; tem bel, işsiz ve zayıf­
ların hiçbir şey alamayarak yokolm alarını; iyilerin, ça­
lışkanların ve gayretlilerin herşeyi alarak hayatlarım
sağlamalarını savunurlar. Bazıları, şim di pek açık se­
çik söylem em ekle birlikte, «kudreti olan alır ve alabilen
sahip olun) eski kuralına inanırlar. Bazıları da alt sı­
nıfların, kendilerini Tanrı'nın lâyık gördüğü hayat
standardında tutacak kadarını almalarını ve gerisinin
de soylular tarafından paylaşılmasını isterler. Ama
bu şimdi Onsekizinci yüzyıldaki kadar açık söylen-
memektedir. Bazıları da, kendimizi sınıflara ayırm am ı­
zı ve bölüşmenin sınıflar arasında eşit olmadığı hal­

30
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

de, sınıf içindekiler için eşit olmasını isterler. Öyle ki,


işçiler haftada otuz şilin, ustalar üç dört sterlin, pisko­
poslar yılda ikibin beş yüz sterlin, yargıçlar beş bin,
başpiskoposlar onbeş bin sterlin ve karıları da onlar­
dan ne koparabilirlerse onu alabilsinler. Bir kısmı da
işi oluruna, şim diki durum unda bırakalım, derler.
Sosyalistlerin dediği ise, bu planların hiçbirinin
işe yaramıyacağı ve tek kabul edilecek planın; insanın
ne biçim olduğuna, yaşına, yaptığı işe, babasının kim
ve ne olduğuna bakmadan eşit pay veren plan olduğu­
dur.
Bu, ya da diğer planlardan biri sizi şaşırtmışsa,
sakın suçu bende bulup kitabım ı kaldırdığınız soba­
ya atmayın. Ben size sadece zaman zaman ileri sü­
rülen ve bir dereceye kadar gerçekten uygulanmış
olan şeylerden sözediyorum. Bunları beğenmek zo­
runda değilsiniz; hatta eğer bunlardan daha iyisini dü­
şünebilirseniz, onu da söylem ekte serbestsiniz. Fakat,
'bu benim işim değil,' diyerek onu kafanızdan atmak
özgürlüğüne de sahip değilsiniz. Bu, sizin yiyecek ve
yatacak sorununuzdur; yani, hayatınızın bir parçası­
dır. Bunu siz kendiniz çözümleyemezseniz, sizi bunu
bir yana atmaya zorlayan insanlar, sizin için bunu çö­
zümleyeceklerdir. O zaman da sizinkini değil, kendi
paylarını düşüneceklerinden emin olabilirsiniz. Yani,
günün birinde ipi billâh sivri külâh orta yerde kalıve-
rirsiniz.
Kendi hayatım süresince bunun zalim bir biçim ­
de yapıldığını çok görm üşüm dür. Benim doğduğum
ve en yakın noktası Ingiltere'den bir saat uzaklıkta­
ki ülkede, o an zengin oldukları için bu sorunun ken­
dilerini ilgilendirm ediğini sanan pek çok soylu bayan

31
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

sonunda acınacak bir biçimde düşkünler evi'ne düş­


tüler. Çok acı çektiler, bu durumu yaratanları nefret­
le andılar; ama bir an bile bunun oluş nedenini anla­
yamadılar. İşin başında bunun nasıl ve niçin olabile­
ceğini anlamış olsalardı; kendi yıkım larını hızlandıra­
cak yerde, buna engel olabilirlerdi.
İşte şim di siz de olup biteni anlamazsanız, onla­
rın kaderini kolaylıkla paylaşabilirsiniz. Dünya durma­
dan değişiyor. Tıpkı, onlar dünyanın çevrelerindeki
dağlar gibi hep aynı kaldığını sandıklarında da değiş­
mekte olduğu gibi. Bu, şim dilerde daha da hızlı de­
ğişm ektedir. Bu kitabı bitirecek kadar sabırlı olabilir­
seniz (hele siz bir de benim sabrımı düşünün, oturup
oyun yazacak yerde size bunu yazdığım için ), okul
kitaplarından öğrendiğinizden daha çok, dünyanın na­
sıl değiştiğini, rizikolarınızın ve geleceğinizin ne ola­
bileceğini öğreneceğinize size söz veriyorum .
İşte bunun için, bu planları teke r teker ele alıp,
bu konuda lehte ve aleyhte neler söylenm iş, hepsini
bir bir anlatacağım size.

7
HERKESE KENDİ ÜRETTİĞİ KADAR

HERKESE ancak kendi emeği ile ürettiğini verm e­


yi öngören birinci plan, âdil görünm ektedir. Fakat bu­
nu uygulamaya geçince; önce insanın ne kadar üret­
tiğinin tayininin imkânsız olduğunu ve sonra da dün­
yadaki işlerin çoğunun yalnızca maddesel şeyler üret­
mek ya da Tabiat'ın yarattığı şeyleri değiştirm ek ol-

32
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

madiğim ve bunun aksine bir takım hizm etler oldu­


ğunu görürüz.
Bir çiftçi ile yardımcıları, bir tarlayı ekip biçtikle­
rinde, dünyada hiç kimse bunlardan bir tanesinin ne
kadar buğday ürettiğini söyleyemez. Bir fabrikada bir
makine, milyonlarca topluiğne çıkardığı zaman, ma­
kineye bakan adamın emeğine, makineyi icat edene,
imal eden mühendislere ne kadar topluiğne düştüğü­
nü hiç kimse bilemez. Kendi acılı, uzun ve tehlikeli
emeğiyle birşey üreten insanın en açık örneği, dünya­
ya bir çocuk getiren kadındır. Ama o da bebeğini yiye­
rek yaşıyamaz, tersine bebek onu yiyerek yaşar.
Tek başına yaşadığı adada, Tabiat'ın kendisine
verdiği maddelerle yaptığı iskemle, kayık vb.nin yal­
nızca emeği ürünü olduğu için kendisine ait olduğu­
nu söyleyebilen Robinson Crusoe, uygar dünyaya
dönünce, evinde bir çok adamın emeği geçmemiş bir
masaya, bir iskemleye dokunabilir mi? Ormancılar
ağaçları devirm iş, oduncular kesmiş, denizciler nak­
letm iş, marangozlar keresteleri masa ve iskemle bi­
çimine sokm uşlar; bu arada da bu işlere bir sürü in­
san tüccar ve aracı olarak katılm ışlardır. Bir an için
düşünen bir insan, herkese kendi ürettiğinin verilm e­
sinin imkânsız olduğunu hemen görecektir.
Bunun çaresi, çalışan herkese çalıştığı saat sü­
resince para ödem ektir. Zaman, sayılarla ölçülebilen
birşeydir. Bir işçiye iki saat çalışmasının karşılığı ola­
rak bir saatte aldığının iki katını ödemek çok kolay­
dır. Saatte bir liraya çalışacak insan da vardır, on li­
raya da, yüz liraya da, bin liraya da. Bu fiyatlar, o iş
kolunda iş arayan insanların sayısına ve o işin yapıl­
masını isteyen insanların zengin ya da yoksul olm a­

33
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

larına bağlıdır. Çevrede işsiz terziler ve aç işçiler var­


ken, bir terziye saatte elli kuruş, bir işçiye odun kır­
ması için on kuruş verebilirsiniz. Hatta bunlar arasın­
da işi kapayım diye, insanı açlıktan öldürm eyecek bir
paradan aşağısına çalışmaya hazır olanlar bile vardır.
Ünlü bir sanatçıya haftada üç dört yüz sterlin, ünlü
bir opera şarkıcısına da gecede bir bu kadar ödeyebi­
lirsiniz. Halk onu dinlemek için daha çok para verecek­
tir çünkü. Apandisitinizi alması için ünlü bir cerraha,
dâvanızı savunması için ünlü bir avukata yüz elli ster­
lin ödersiniz. Çok ünlü cerrahlarla, ünlü avukatların sa­
yısı az olup, pek çok kişi onlara daha çok para te klif
ederek, sizin işinizin yerine, kendi işlerini almalarını
sağlamaya çalışacaklardır. Bu, bir işçinin zamanının
fiyatını ayarlamak ya da daha doğrusu, arz ve taleple
bunun kendini ayarlamasıdır.
Fakat, arz ve talep istenm iyen sonuçlar da doğu­
rabilir: Bir kadının bir saat çalışma karşılığı üç lira, bir
diğerinin üç bin lira aldığı bir bölüşme düzeninde er­
demli bir anlam yoktur. Bu, sadece olan birşeydir; ve
olmaması gerekir.
Hem bir işin yapılmasındaki zamanın ölçülm esi,
ilk bakışta göründüğü gibi pek öyle kolay değildir. Bir
işçiye iki saatlik iş karşılığı, bir saatte aldığının iki ka­
tını ödemek kolaydır; çünkü bir kere iki, iki eder.
Ama bir opera şarkıcısı ile onu giydiren kadın arasın­
da ve acemi bir işçi ile b ir doktor arasında b ir bölüşme
yapm ak gerekince buna ne kadar zaman tayin edece­
ğinizi bilmediğinizi göreceksiniz. Terzi kadın ve işçi,
herhangi bir insanın uzun süreli bir eğitim ya da çırak­
lık geçirmeden yapabilecekleri bir iş yapm aktadırlar.
Doktor, iyi bir öğrenim süresinin sonunda altı yıl m es­

34
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lek öğrenim i yapm aktadır. Yatağınızın yanında durdu­


ğu her dakikanın ardında altı yıllık parasız bir çalışma­
nın olduğunu söylem ektedir. Usta bir işçi de, her sal­
ladığı çekiç darbesinin gerisinde yedi yıllık çıraklık sü­
resinin olduğunu söyleyecektir. Opera şarkıcısı da— ba-
zan hiç şarkı okumasını bilmese bile— okuyacağını öğ­
renmek için uzun süre çalışm aktadır. Herkes bu fa rk­
lılıkları kabul eder; ama kim se bunu ne parayla ne de
zamanla ölçemez.
Aynı güçlük, akıllı bir kadın ile budala bir kadının
işlerinin değerini karşılaştırm ak istediğim izde de o rta ­
ya çıkar. Akıllı b ir kadının işinin daha çok para edece­
ğini sanırsınız; fakat hele bunu bir paraya vurmanız is­
tenince, şaşıracak ve bu farkın parayla hesaplanamı-
yacağını söyleyerek yine arz ve talep'e döneceksiniz.
Bu örneklerde, birşey yapma ile bir hizmet görm e­
yi birbirine karıştırdım , ama, şim di bunu daha ayrıntı­
lı olarak belirtm eliyim ; yoksa düşüncesiz bir takım in­
sanlar kalkıp da, bir duvarcı ustasının bir papazdan da­
ha çok üretici olduğunu düşünürler sonra. Bir köy ma­
rangozu hayvanların tarlaya girmelerine engel olmak
için kapı yaptığı zaman — ç iftç i parasını ödeyene kadar—
elinde kendisinin olduğunu söyleyebileceği bir eşya
vardır. Ama bir köy çocuğu o tarladan kuşları kovm ak
için gürültü yaptığında, bu gürültünün kapı kadar
önemli olmasına karşılık, elinde bunu gösterecek bir­
şey yoktur. Postacı hiçbir şey yapmaz, yalnızca m ek­
tup dağıtır. Polis de birşey yapmaz; asker ise, birşey
yapmamakla kalm ayıp üstelik yapılanları bozar. D ok­
to rla r bazan hap yaparlar, ama bu onların asıl işleri
değildir. Doktorun asıl işi size hap almanızı, hangi ha­
pı almanızı (eğer hiç hap almamanızı söyleyecek ka­

35
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

dar kafası yoksa ta b ii) söylem ektir. A vu ka t da


maddesel birşey yapmaz, papaz da, Parlamento üye­
si de, evdeki hizmetçi de (ama bu bazan birşeyler
kırar). Kraliçe de, Kral da, bir oyuncu da hiçbir şey
yapmazlar. İşleri bitince ellerinde ölçülecek, sayıla­
cak birşey yoktur; parasını alana kadar kendilerine ait
olacak hiçbir şeyleri yoktur. Hepsi bir hizmet gör­
m ektedirler. Hizmetçi ev hizm etindedir; çırak tücca­
rın, postacı hüküm etin. Kral da devletin hizm etinde­
dir; tam gelişm iş bir vicdana sahip bizler de kendim i­
zi Tanrının hizmetinde kabul ederiz.
Maddesel şeyler yapan insanların yanında, bir de
bunların nasıl yapılacağını bulan insanlar vardır. İş
yapan insanların yanısıra da, bu işlerin nasıl, ne za­
man ve ne kadar yapılması gerektiğini söyleyecek in­
sanlar bulunur. Basit köy hayatında insan demirci,
marangoz ya da inşaatçı ise, yapmak ve düşünm ek iş­
lemleri aynı insana aittir. Ama büyük şehirlerde, ge­
lişm iş uygar ülkelerde bu imkânsızdır. Bir kısım insan­
lar yapacak, diğer bir kısım da onların ne zaman, ne
yapacaklarını kararlaştıracaklardır.
Böyle bir işbölüm ü ile köylerim iz biraz gelişme
imkânına kavuşacaklardır. Bir çiftçiden pek çok işi
birden yapmasını beklemek, köy hayatına yararlı de­
ğildir. Ç iftçi hem üretim yapm ak hem hayvan y e tiş­
tirm ekle kalmayıp iş adamı da olmalı, hesap tutm alı,
ürettiğini ve hayvanını satabilm elidir de. Bunlar, hep
ayrı ayrı insanlara ihtiyaç gösteren işlerdir. Sanki bun­
lar yetm ezm iş gibi, b ir de işinin niteliği gereğince, evi­
ni de ayakta tu tm a k zorundadır. Yani, kendisinden
hem bir meslek adamlığı, hem bir iş adamlığı, hem
de bir çeşit bir köy efendiliği beklenm ektedir. Bunun

36
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

sonucunda, ç iftç ilik karm akarışık bir hale gelir. İyi bir
çiftçi, kötü bir iş adamı olduğu için yoksuldur. İyi bir
iş adamı da, kötü bir ç iftç i olduğu için yoksuldur.
Bunların her ikisi de, işlerini evlerinden ayıramadıkla­
rından ve dertlerini, şehir adamları gibi yazıhanelerine
kilitliyem eyip evlerine getirdiklerinden, çoğunlukla kö­
tü birer kocadırlar da. Şehirlerde b ir kısım insanlar el
işlerini yaparlar; bir kısmı hesapları tu tar, diğer bir
kısmı da alım satım pazarlarını seçer. Ve bunların
hepsi de akşam evlerine dönerlerken işlerini geride
bırakırlar.
Aynı güçlük bir kadının ev idaresinde de görüle­
bilir. Tek bir kadın pek çok şeyi tek başına yapm ak
zorundadır. Çok iyi bir idaresi olduğu halde, çok kö­
tü bir aşçı olabilir. Bir Fransız şehrinde bunun hiçbir
sakıncası yoktur; çünkü bütün aile ciddi bir ilgi iste­
yen bütün yem eklerini lokantada yiyebilirler. Ama
köyde kadınlar eğer aşçı tutam azlarsa, hem ev işi,
hem de aşçılık yapm ak zorundadırlar. Bir kadın hem
iyi bir ev idarecisi, hem de iyi bir aşçı olabilir. Ama
bu kez de çocuklarına bakam lyacaktır. Eğer bir dadı
tutacak parası yoksa, işte yine iyi yaptığı işlerin ya­
nında bir de kötü yaptığı bir iş olacak ve sonunda da
hayatının keyfi kaçacaktır. Okulun (bu, az çok bir or­
taklık düzenidir) günün büyük bir kısmında çocukla­
rını elinden alması; hem kadın, hem de çocuklar için
çok hayırlıdır. Hizmetçiler, lokantalar ve okulların yar­
dım ettiği bir kadının hayatta her üçünü birden yap­
maya çalışan kadından çok daha fazla bir şansı var­
dır. Bir kişinin m em leketine ve insanlığa yapabileceği
en büyük hizmet, belki de bir aile yetiştirm ektir. Fa­
kat yine burada da, ortada satacak birşey olm adığın­

37
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

dan, evli bir kadının işini iş kabul etm em ek ve bunun


için ona para verm em ek konusunda yaygın bir eğilim
vardır. Bir erkek, bakacağı ailesi olduğu için bir ka­
dından daha çok ücret alır. Buna karşılık da, bu faz­
la parayı içkide ya da kumarda harcarsa, kadın onun­
la evli olması nedeniyle buna bir çare bulamaz. Fakat
onun ev işlerine bakan aylıklı kâhyası ise, kanuna
başvurarak parasını alabilir. Evli bir erkek de aynı te h ­
like ile karşı karşıyadır. Karısı ev parasını içkiye har­
cadığı zaman elinde bir çare olmamasına karşılık, ay­
nı şeyi yapan kâhya kadını hırsızlık suçundan hapse
attırabilir.
İşte şim di bütün bu örnekleri gözönüne alarak,
'akıllı bir kadın', kendi zamanının para olarak değeri­
nin kocasınınkine kıyasla ne olduğunu nasıl hesap
edecektir? Aklınıza bir kocanın buna bir iş konusu
olarak baktığını getirin:
'Ben bir kâhyaya şu kadar, bir dadıya şu kadar,
b ir aşçıya şu kadar, bana dostluk edecek güzel bir
hanıma şu kadar verebilirim . Bütün bunları topladı­
ğımda da, bir 'karı'nın kaça m alolduğu ortaya çıkar.
Am a bu da, benim haddimden çok fazladır.'
Ya da bir kadının kocasını taksi gibi saatle tu t­
tuğunu düşünün!
Ama ülkenin serveti, yabancılar arasında olduğu
gibi, erkek ile karısı arasında da bölünm elidir. Erkek­
lere herşeyi veren ve kadınlara ancak kocalarından
sızdırabildiklerini tanıyan eski kanun öylesine bir te p ­
ki ile karşılanm ıştı ki, bunu değiştiren 'Evli Kadınların
M ü lk iye t Kanunu', yoksul kocalı zengin kadınların bü­
tün malını kendisine alıkoyacağını öngörm ektedir.
Hem de öylesine ki, kocası karısının vergilerini öde­

38
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

medi diye ömrü boyunca hapse bile girebilir. Ama on


aileden dokuzunun m ülkü olmadığı için kocanın ka­
zancı ile geçinmek zorundadırlar. Burada da işler iyi­
ce karışık bir biçim almaktadır. Kadının hiçbir kazan­
cı yoktur; büyücek çocuklar haftada birkaç lira ka­
zanmakta ve bu kazandıkları ile bir geçinme parası
arasındaki fark babalarınca karşılanm aktadır. Çocukla­
rı ucuza çalıştıranlar, aslında onların babalarını te rle t­
mektedirler. Oysa, bu adamlar da zaten kendi patron­
ları tarafından yeterince terletilm ektedirler. Biz, bütün
bunlara daha sonra değineceğiz.
Bu karışıklığın önüne her erkeğin, kadının ve ço­
cuğun ancak kendi emekleri sonucu ürettikleriyle ya­
şayabilecekleri planı ile geçmeye bakınca da, görür­
sünüz, karşınıza ne işler çıkacaktır. Bu planı ancak
ve ancak bir deli uygulanma alanına koyabilir.

8
HERKESE HAK ETTİĞİ

İNCELEYECEĞİMİZ ikinci plan, herkese hak e tti­


ğini vermeyi öngören plandır. Çok kişi, özellikle ç ifti
çubuğu yerinde olanlar, şim di bu planın uygulandığı­
nı sanırlar: Çalışkan, aklı başında ve tu tum lu lar hiç
sıkıntı çekmezler ve yoksulluk da ancak tem bellik, iç­
ki, kum ar ve kötü kişilikli olmanın sonucudur. Kişiliği
kötü olan bir işçinin, iyi olandan çok daha güç iş bul­
duğunu belirtirler; kum ar oynayan ve topraklarını ipo­
tek edip m üsrif bir hayat yaşayan ç iftçi ve köy ağa­
larının kısa sürede yoksulluğa düştüklerini; işine gere­

39
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

ken dikkati vermeyen tem bel bir adamın hemen iflâs


edeceğini söylerler. Fakat bu, insanın hem elindekini
yeyip, hem de ona sahip olamıyacağından başka bir-
şeyi ispatlamaz ve elinizdekinin hakça bölünm üş bir
parça olduğunu da ispatlamaz!
Bizi yoksulluğa düşüren birtakım kötü huy ve
zayıflıkları gösterm esine gösterir ama, insanı zengin
yapan diğer kötü huylardan söz açmaz. Bencil, zalim,
katı yürekli ve her an kom şusunun elindekini almaya
hazır insanlar, kendi sınırları dışına çıkmayacak kadar
da akıllı iseler, pek kısa sürede zengin olurlar. Diğer
yandan açık gönüllü, herkese yardım eden iyi insanlar
— çok üstün yetenekleri yoksa — her zaman yoksul ka­
lırlar. Ü stelik birtakım insanlar yoksul, birtakım in­
sanlar da ağızlarında güm üş kaşıkla doğarlar. Yani,
herhangi bir kişiliğe sahip olacak yaşa gelmeden, zen­
gin ve yoksul diye sınıflara ayrılm ışlardır bile. Ş im di­
ki düzenimizin, serveti hak etm ek esasına göre dağıt­
tığı düşüncesi pek gülünçtür. Herkes bunun aksine
bir etki bulunduğunu görm ektedir. Tembel bir kaç in­
san çok zengin; çok çalışan büyük bir çoğunluk ise,
yoksuldur.
Ey Akıllı Kadın, şimdi, eğer servet hak etme te ­
meli üzerine dağıtılmıyorsa; hemen böyle yapılması
gerektiğini ve derhal kanunlarımızı değiştirerek iyi in­
sanların iyilikleri oranında zengin, kötülerin de k ö tü ­
lüklerince yoksul olmaları gerektiğini düşünm üş-
sündür. Buna da pek çok itiraz yapılm ıştır; En
başta geleni, bunu her zaman için çözümlemeye
yeterlidir. Yani kısacası, bu te k lif imkânsızdır. İnsanın
iyilik ya da kötülüğü parayla ölçülebilir mi? Bir köyde
yaşadığınızı düşünelim; nalbant ile papazı ya da çama­

40
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

şırcı kadın ile öğretm eni ele alalım: Bu anda, papaz ge­
nellikle nalbanttan daha az para almaktadır. Fakat şim ­
di biz bunu sana bırakalım da, ikisinin de hak e ttikle ­
rini alabilecekleri bir düzeni düşünelim. Yapılacak iş,
bunlara bir para ayırm ak değil, aralarındaki orantıyı
bulm aktır. Nalbant, papaz kadar mı almalıdır? Onun
iki katı kadar mı? Yoksa onun yarısı kadar mı? Biri­
nin daha az, diğerinin daha çok alması gerektiğini söy­
lemek, faydasızdır. Bunun kesin m iktarını söylemeniz
gerekmektedir.
Düşünelim şu halde: Papazın kolej öğrenim i var­
dır, fakat bu onu haklı kılacak birşey değildir. Bunu
babasına borçludur, onun için bundan ötürü ona bir­
şey ayıramayız. Fakat bu öğrenim i ile, Kutsal Kitabı
eski Yunancasından okuyabilm ektedir, bizim nalbant
bunu yapamaz. Diğer yandan, nalbantın yaptığı at
nalını da papaz yapamaz. Kaç eski Yunanca sayfa
bir nal etm ektedir? İşte bu saçma soruyu sorunca,
buna karşılık verilem iyeceğini göreceksiniz.
Şu halde bunların iyi yanlarını ölçm ek bir işe ya­
ramıyorsa, niçin kusurlarını karşılaştırm ayalım ? Nal-
bantın küfürbaz olduğunu ve arasıra içtiğini kabul ede­
lim. Bunu köyde yaşayan herkes bilm ektedir. Ama bir
papaz kusurlarını kendine saklamalıdır. Karısı bunla­
rı bilir; ama, eğer, kocasının aylığını keseceğini de b i­
lirse bunu size söylemez. Onun da giderek bir insan
olduğunu ve m utlaka birtakım kusurları olduğunu ka­
bul edersiniz. Bilirsiniz ya, bunları bulamazsınız. Pe­
ki, bir de bazı kusurlarını bulduğunuzu düşünelim; Pa­
pazın boş konuşan, züppe, dinden çok spor ve sos­
yeteye düşkün biri olduğunu öğrendiğinizi kabul ede­
lim. Bu, onu nalbanttan iki kat kötü mü yapar, yarım

41
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

kat kötü mü, yoksa çeyreği kadar kötü mü? Diğer bir
deyimle, nalbant bir şilin alırsa, papaz da bir şilin mi
alacak, yoksa iki mi, yarım mı? Elbette bütün bunlar
deli saçmalarıdır. İnsan kişilikleri ile para arasında bir
ilişki kurulamıyacağı belirlidir. Bir boksörün bir diğe­
rine on saniye yerden kalkamıyacağı kadar şiddetli bir
yum ruk indirm esi karşılığı aldığı paranın Canterbury
Başpiskoposunun dokuz aylığına eşit olduğunu söy­
lemek bir rezaletse de; bunu rezalet olarak görenler­
den hiçbiri, bu ikisi arasındaki farkı para ile başka
türlü gösteremezler. Boksörün, Başpiskopostan daha
az alması gerektiğini söyleyenler, ne kadar az olması
gerektiğini bilemezler. Bunun bir çözüm yolu olmadığı
için, insanların iyilik ve kötülüklerine göre para dağıt­
manın, insan ölçü ve yargısı dışında olduğunu kabul
etm ek gerekir.

9
HERKESE KOPARABİLDİĞİ KADAR

HERKESE koparabildiğine sahip olm ak hakkını


veren üçüncü plan, içinde hiçbir güvenlik ve barış ol­
mayan bir dünya yaratır. Hepimiz eşit derecede güçlü
ve kurnaz olsaydık, hepimizin şansları da eşit olurdu.
Ama çocukların, ihtiyarların ve yatalakların olduğu,
aynı yaş ve güçlerdeki, yetişkin insanların bile obur­
lukta ve kötülükte değişik nitelikteki bir dünyada bu
imkânsızdır. Korsanlar ve haydutlar bile yağma e ttik ­
lerini paylaşmaya gelince, barışçı ve anlayışlı bir bö­
lüşm eyi ararlar.

42
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Bizim kendi aramızda haydutluk ve şiddet yasak


olduğu halde, işlerimizi herkesin kendinden başkasını
düşünmeden yapacağı biçim de ayarlamışızdır. Bir
dükkâncı ya da bir köm ürcü sizin cebinizden paranızı
aşırmaz. Aşırm az ama, size sattığı malına gönlünün
istediği fiyatı da koyar. İş alanında herkes m üşterile­
rinden elinden geldiği kadar çok para alıp az mal sat­
maya çalışır. Ev kiraları, ev m aliyetleriyle kiracının
malî durumu düşünülmeden artırılır. Fakat bu özgür­
lük öyle kötü sonuçlar doğurur ki, sürekli olarak bu­
nu engellemeye çalışan kanunlar yapılm aktadır. Pa­
ramızı dilediğimiz gibi harcamak ve malımızı kullan­
mak, özgürlüğümüzün gerekli bir bölüm ü ise de, yine
de bu işe başlamak için elimizde b ir para ya da mal
olmalıdır. Bu dağıtım da, şu ya da bu kanuna göre ya­
pılmalıdır. Anarşi (kanun yo kluğu) olmamalıdır. Ger­
çekçi ve uygulanabilir bir kanun aramaya devam e t­
meliyiz.

10
OLİGARŞİ

DÖRDÜNCÜ PLAN, on kişide birini alıp diğer do­


kuzunu her gün çalıştırıp ürettiklerinin ancak kendi­
lerini ve (onlar ölünce yerlerini alacak olan) ailelerini
geçindirecek kadar az bir kısmını ellerine vererek ge­
ri kalanını bu bir kişiye verm ek ve onu zengin etm ek­
tir. Şim diki durum , aşağı yukarı budur. Ingiliz ulusu­
nun onda biri, ülkedeki malların onda dokuzuna sa­
hiptir. Diğer onda dokuzun hiçbir malı yoktur. Bunlar

43
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

haftadan haftaya aldıkları paralarla, ölm eyecek kadar


birşeyler yiyerek yaşamaya çalışırlar. Bu planın fay­
dasının bize soylu bir sınıf kazandırması olduğu söy­
lenm ektedir. Yani öyle bir soylu ve zengin sınıf ki,
bunlar pahalı öğrenim yaparak kendilerini inceltirler;
ülkeyi yönetir, kanunları yaparlar, m illî savunma için
ordular örgütleyip subay kadrosunu meydana g e tirir­
ler; bilim, sanat, edebiyat, felsefe ve din gibi büyük
uygarlıkları basit köylerden ayıran kuruluşların başına
geçerler ve büyük yapılar yaparak ve pahalı elbiseler
giyerek yoksulların yüreğine korkular sala sala, gör­
gü ve iyi yaşama örneği olurlar. Bunlardan da önem li­
si, iş adamlarına göre; onlara harcayabileceklerinden
çok para verip sermaye denen büyük paraları b irik tir­
melerini sağlamamızdır. Bu para ile de, büyük servet­
lerin üretilebildiği dem iryolları, madenler ve makine do­
lu fabrikalar filân yaparlar.
Oligarşi adı verilen bu plan, m ülklerinin geliri ile
geçinen ağalar ve emeği ile geçinen halk diye bir ayı­
rım yapan eski İngiliz düzeninin aynıdır. Uzun süreden-
beri de işlem ektedir. Şu da bellidir; zenginlerin gelirle­
ri ellerinden alınsa ve bugünkü durumumuzda y o k s u l­
lar arasında bolünse; yoksullar belki biraz daha az
yoksul olacaklar, kim se para biriktirem ediği için serm a­
ye tükenecek, malikâneler yıkılacak, k ü ltü r dediğimiz
bütün kuruluşlar yokolacaktır. Bunun için şim di pek
çok insan bugünkü düzeni desteklem ektedir. Ve ken­
dileri yoksul oldukları halde, ağaların yanında yeral-
maktadırlar. On kadın, bir yıllık emekleri ile insan ba­
şına 110 sterlin ürettiklerini görünce, dokuzunun yılda
50 sterlinle yetinm elerinin ve onuncuyu da okum uş bir
kadın yapmalarının kendileri için daha iyi olacağını an­

44
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lıyorlar. Şimdi zorda olduğum uz için bu düzeni yaptığı­


mız ve hatta çoğunlukla yaptığımızın farkında bile o l­
madığımızdan, kendimiz için iyi olanı yapm ak özgürlü­
ğüm üz olsa idi; hepsi el işçisi olan yoksul bir kitlenin
meydana getirdiği dünya yerine, yine de iyi şeyleri
saklayacak bir soylu topluluğu başımızda tutm ayı te r­
cih ederdik.
Fakat bu planın uygulanmasından doğan kö tü lü k­
ler o kadar dehşetli o lm u ştur ki, bütün dünya artık bu­
nun karşısındadır. Biz bunu uygulamaya karar verir­
sek, ilk adım bu onuncu insanın kim olacağıdır. Buna
nasıl karar verilecektir? İşe kur'a çekerek başlıyabili-
riz. Bundan sonra da bu kur'ada adları çıkan insanlar
kendi aralarında evlenerek, yerlerini ilk evlâtlarına bıra­
kabilirler. Ama bunları bir kere oraya o tu rttu k mu, bi­
zim onlardan istediğim iz ve yapmaları için para verdi­
ğimiz şeyleri yerine getireceklerine dair ne güvenimiz
olabilir ki? N iyetleri iyi de olsa, bunlar halktan o kadar
kopm uşlardır ki, onların ihtiyaçlarını bilm ediklerinden
kötü bir yönetim kuracaklardır. Halkı daha çok çalışıp
daha azla yetinm eye zorlayarak ellerindeki ye tkiyi ken­
dilerini daha da zenginleştirm ek için kullanacaklardır.
Spor ve eğlence için çok para harcayacaklar; bilim , sa­
nat ve eğitim e pek az birşey ayıracaklardır. Emeği üre­
tim den çekerek ev hizmetlerinde kullanıp geniş çaplı
bir yoksulluk meydana getireceklerdir. Ya kendileri as­
kerî görevlerden kaçacaklar, ya da orduyu içerde bas­
kı, dışarda istilâ aracı olarak kullanacaklardır. Okul ve
üniversitelerde eğitim i bozarak kendilerini göklere çı­
kartacaklardır. Kendi yaptıkları kötü işleri saklayacak­
lardır. Kiliseyi de aynı biçim de kullanacaklar; halkı y o k­
sul, cahil ve uşak ruhlu tutarak, kendilerini vazgeçilmez

45
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

yapacaklardır. En sonunda görevleri ellerinden alınarak.


Parlamentolar, M em urlar, Savunma Bakanlıkları, Be­
lediye M eclisleri, il M eclisleri ve kamu üyeliğine ya da
vergilendirilm esine dayanan çeşitli kurum ve top lu m ­
lar tarafından yapılacaktır.
Bu olduğu zaman da (şim di o lm u ş tu r), bu ağalı­
ğın sürdürülm esi için bütün kültürel ve siyasal neden­
ler ortadan yokolur. Şehir hayatı ağır basıp köy haya­
tının yerini alınca, sonuç daima bu olm uştur.
Şu halde, artık Oligarşiye istiyerek rıza g österil­
memesine şaşmamak gerekir. Bu yönetim cilerin aldık­
ları paranın büyük bir kısmı şimdi gelir ve miras ver­
gileri yolu ile kendilerinden alınmaktadır. Eski aileler
hızla sıradan vatandaş düzeyine indirilm ektedir. Şim di­
ki ağır miras vergileri sürdürülürse de, birkaç nesil son­
ra ünvanları yoksulluklarını gülünç kılacaktır. Daha
şimdiden bunların ünlü malikânelerinde ya halk sınıfın­
dan zengin iş adamları oturm akta ya da bunlar dinlen­
me ve eğlence yerleri, otel, okul ya da tımarhane ola­
rak kullanılm aktadır.
Halk çoğunluğunun şehirlerde yaşadığı bizim ki gi­
bi bir uygarlıkta, bir kısım insanları çok zengin yapm ak
için diğerlerini ancak bir geçim sağlayacak kadar ça­
lıştıran nedenler yokolm uştur.
Yine de diğerlerinin hayatı pahasına çok zengin
bir sınıfı sürdürm enin bir nedeni vardır. İş adamları bu­
nun çok güçlü bir neden olduğunu söylerler. Bu da,
b ir kısım insanlara harcayabileceklerinden çok para ve­
rerek ortaya sermaye çıkarm aktır. Bunlar paralarını
hiçbir sınırlama olmadan biriktirirler. (Sermaye, b irik­
miş paradır). Eğer bütün servet eşit olarak dağıtılsay-
dı, hepimize çok az düşeceğinden elim izdekini boğazı-

46
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

miza harcayacaktık. M akineler yapacak, fabrikalar ku­


racak, demiryolları açacak paramız olm ayacaktı. Elbet
yüksek bir uygarlık için bu paranın biriktirilm esi gerek­
lidir. Fakat bunu yapm ak için de, bundan İsrafil bir yol
bulunamadı doğrusu.
Yeterli bir harcama olmadan biriktirm e olmaması
çok önemlidir. Harcama önden gelmelidir. Çocukları­
nın bacaklarını güçlendirecek kadar sütü olmayan bir
ulusun buhar makineleri yapması kadar budalaca bir-
şey olamaz. Am a birkaç kişiyi zengin, çoğunluğu y o k­
sul yapmakla, bizim yaptığım ız da bundan başka birşey
değildir. Hatta buhar makinesinin sütten önce geleceği­
ni kabul etsek bile, bu makinenin bizim çevremizde kul­
lanılacağını bize kim tem in eder? Bizim, oligarşlara
yatırım yapmaları için, sermaye olarak verdiğim iz pa­
ra, onlarca zevklerine harcanmaktadır. Çok zenginler
ise, artık para harcayacak bir yerleri kalmayınca b i­
riktirm eyi düşünebilirler. Oysa, her gün, yüz yıl önce
imkânsız görülen yeni gider kapıları açmaktadırlar.
Gelirleri artık harcayamayacak kadar artıp bunu m u t­
laka sermaye olarak kullanmaları gerekince de, bu
adamların Güney Am erika'da, Güney A frika'da, Rus­
ya'da ya da Çin'de yatırım yapmamaları için hiçbir
engel yoktur. Her yıl bu yoldan yüz milyonlarca ster­
lin dışarı çıkmaktadır. Biz ise, kapitalistlerim izin on­
lara verdikleri para ile bize yaptıkları rekabetten şikâ­
yet edip durmaktayız.
Elbette kapitalistler, bizim bu süreç sonunda da­
ha yoksullaşmadığımızı ve yatırım yaptıkları ülkeler­
den faiz aldıklarını söylerler. Fakat diğer yandan, dı-
şarda faiz oranı daha yüksek diye bu yeni kârları da

47
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

dışarıya aktarırlar. Bize de, bu yolla daha zengin o l­


duklarını, böyle olunca da ilerde daha çok para har­
cayacaklarını ve bunun sonucunda da İngiliz işçilerine iş
alanları yarattıklarını söyler dururlar. Fakat bu para­
ları da burada harcayacaklarını kim tem in eder bize?
M onte Carlo'ya, M adeira'ya, M ısır'a gidip bunları ora­
larda harcarlar aslında. Burada harcayıp da iş alanı
yarattıkları zaman, ne gibi işler yaratıyorlardır acaba?
Ç iftliklerim iz, değirmenlerimiz, kumaş fabrikalarımız
hep dışardan yiyecek ve giyecek ithal etmemiz yü ­
zünden kapanmışken; kapitalistlerin bize, onların ye­
rine dünyanın en üstün golf sahalarına sahip olduğu­
muzu söylemeleri yeterli midir? Ya da değirmen ve
fabrika yerine krallara lâyık otellerimiz; mühendis, kal­
fa, değirmenci, marangoz, dokumacı yerine garsonla­
rımız, hizmetçilerimiz, uşaklarımız olduğunu söylem e­
leri... Peki, ya işçilerim iz ne kendilerinin ne de bizim
geçimim izi sağlayamayacak duruma gelince ne yapa­
cağız? Ya yabancı ülkeler, Rusya'daki gibi bir dev­
rim sonucunda borçlarını reddederek bize mal yolla­
mazlarsa; ya da yatırım lardan elde edilen kazançlara
çok yüksek gelir vergileri koyarlarsa, halimiz nice
olur? Daha şimdiden dış ülkeler yatırım lara sürekli
olarak artan vergiler koydukça halimiz ne oluyor? In­
giliz uşak, yine de Ingiltere'nin, bir m ultim ilyonerin pa­
bucuna sürdüğü cilâyı kimsenin sürem iyeceğini söyle­
yerek övünür ama, o m ultim ilyonerin malı elinden alınır­
sa ya da o, parlatılacak pabucu bile olmayan bir cebi-
delik haline gelirse, ne olacağız biz?
Bu sermaye sorununa ilerde daha ayrıntılı ola­
rak değineceğiz. Bu bölüm de şunu söylem ek yeterli-
dir; millî sermayemiz için oligarşiye başvurma yolu

48
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

hem çok israflıdır, hem de dünyadaki her siyasal ge­


lişme ile artan bir tehlikeye maruzdur. Buna karşı söy­
lenebilecek tek şey, bunun başka bir çaresi olm adı­
ğıdır. Fakat buna bir an bile inanmamak gerekir. Hü­
küm et, oligarşiden çok daha etkili olarak, kişisel gi­
derlerimizi denetliyebilir ve gelirimizin bir kısmını ser­
maye olarak kullanmaya zorlayabilir. Bunu yapm akta­
dır da. Daha ilerde göreceğimiz gibi, bankacılığı m il­
lileştirebilir ki, bu da oligarşiyi tek ekonom ik daya­
nağından yoksun bırakır.

II
SINIF YOLU İLE DA Ğ ITIM

BEŞİNCİ PLAN toplum daki işler sayısınca sınıf­


lar olmasını, ayrı sınıfların işleri için ayrı ayrı ödeme­
ler yapılmasını ve herkesin çalışmasını öngörm ekte­
dir. Sözgelişi; çöpçüler, orta hizmetçileri, çamaşırcılar
genellikle doktorlardan, din adamlarından, öğretm en­
lerden ve opera şarkıcılarından; bunlar da yargıçlar­
dan, başbakanlardan, kral ve kraliçelerden daha az pa­
ra almalıdırlar.
Şim diki düzenin de zaten bu olduğunu söyleye­
ceksiniz. Tabii bir çok bakımdan bunu andırır ama, bir
işte çalışan insanın başka bir işte çalışandan daha
çok ya da daha az alacağı konusunda bir kanun y o k­
tu r k i... Okul öğretm enlerinin, din adamlarının ve dok­
torların; okum uş hanım ve beyler olduklarından ö tü ­
rü, el emekleriyle çalışan cahil insanlardan fazla al­

49
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

maları gerektiğini düşünmeye alışmışızdır. Fakat şim ­


di, yüksek öğrenim yapmamış ve soylu bir kişi oldu­
ğunu ileri sürmeyen bir m akinist, pek çok din adamın­
dan ve doktordan daha fazla kazanmaktadır. Bir okul
öğretmeni iyi bir aşçıdan çok kazandığında kendisinin
talihli olduğuna inanmaktadır. Pek çok ünlü doktorum uz
kırk elli yaşlarına kadar k ıt kanaat geçinmişler, pek çok
din adamı da yılda yetm iş sterline çoluk çocuk geçindir-
m iştir. Şu halde, vücut kuvveti ya da tabii kurnazlık
yerine soyluluk ve öğrenime daha çok ödeme yapm a­
mız gerektiği yanlış kanısına karşı te tikte olmalısınız.
Çok okum uş adamlar ya hiçbir şey kazanmazlar ya
da çok az kazanırlar. M ülksüz bir soyluluk da, haya­
tını kazanmak isteyen birine yük olm aktan başka bir-
şey değildir. Büyük servetlerin çoğu ticari ya da malî
alanda, genellikle doğum ve öğrenimden yana y o k­
sul kişiler tarafından kazanılmıştır.
Bir kısım işçilerin yaşayabilm ek için diğerlerinden
daha çok paraya ihtiyaçları olduğu düşüncesinden
vazgeçmelisiniz. Bir işçiyi sağlıklı tutacak kadar ye­
mek, bir kralı yaşatm aya da yeterlidir. Pek çok işçi
Kraldan çok yiyip içer ve hepsi de giyim -kuşam larını
çok daha çabuk eskitirler. Zaten Kralımız da artık bu­
gün zengin sayılmaz ya, neyse! Kralın parasını iki ka­
tına çıkartsak; ne iki katı daha çok yer, ne iki katı
daha çok içer; ne iki katı daha çok uyur, ne Bucking-
ham'ın iki katı bir saray yaptırır, ne de kendine bir
kraliçe daha alıp iki eve birden bakar.
Bu durumda niçin bir takım insanlara ihtiyaçla­
rından çok, diğerlerine de az veriyoruz? diye sorabi­
lirsiniz. Bunun cevabı, çoğunlukla bunu bizim verme-
diğimizdir. Bu, herkesin ne kadar alacağını te sp it et­

50
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

mediğimiz ve herşeyi tesadüfe ve kapıp götürm eye


bıraktığımız için böyle olm aktadır. Kral ve öbür ka­
mu kişileri özel bir saygı görsünler diye daha fazla al­
malarını biz istem işizdir. Fakat deneyler g österm iştir
ki, otorite, gelir ile orantılı değildir. A vrupa'da kendi­
sinden en çok korkulan adam Papa olduğu halde,
kim se Papa'yı zengin bir insan olarak düşünmez. Ba-
zan ana babası, kardeşleri basit kim selerdir; hatta
kendisi bile terzisinden ya da bakkalından daha y o k ­
suldur. Bir geminin kaptanı, kendi yıllık maaşını gö­
zünü bile kırpmadan denize fırlatabilecek kadar zen­
gin insanlarla bir masada oturur; ama otoritesi öyle­
sine ku vvetlidir ki, en küstah yolcu bile ona saygısız­
lığa cesaret edemez. Para, emretmenin sırrı değildir.
Aramızda kişisel otoritelerini kullanan insanlar
zengin olanlarımız değillerdir. Pahalı arabalarının için­
deki m ilyonerler de, polise itaat ederler. Toplum sal
düzenimizde, önde soylular, bunların arkasından to p ­
rak ağaları, ondan sonra meslek adamları, sonra tü c ­
carlar, sonra dükkâncılar, sonra usta işçiler, en son­
ra da emekçiler gelir. Ama bu toplum sal düzen gelire
göre yapılmış olsaydı; bu sıralanış bütünü ile değişe­
cek, tüccarlar en öne geçecek ve Papa ile Kral, içki
imalatçıları ile sucukçulara el açacaklardı.
Zenginin kudretinden söz ettiğim iz zaman çok
gerçek birşeyi söylem iş oluyoruz. Zengin bir adam,
kendisini hoşnut etmeyen birini işinden atar, kendisi­
ne saygısızlık eden tüccarla alışveriş etmez. Fakat
bir kişinin başka bir kişiyi mahvetm ek için kudretinden
faydalanması, toplum da kanun ve nizamı sağlamak için
gerekli olan otoriteden farklıdır. Kafanıza tabancasını
dayayıp, 'ya malınızı ya canınızı' diyen hayduda itaat

51
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

edersiniz. Yine bunun gibi, ya daha çok kira ödemenizi,


ya da veletlerinizi toplayıp defolmanızı söyleyen evsa-
hibine de itaat edersiniz. Fakat bu, otoriteye itaat değil­
dir. Gerçek otoritenin para ile ilgisi yoktur. Ve gerçekte.
Kraldan köy bekçisine kadar, bu otoriteyi kullanan in­
sanlar kendilerine itaat eden insanların çoğundan y o k ­
suldurlar.

12
«LAİSSEZ - FAİRE»

PEKİ, ya herşeyi olduğu gibi bırakmaya ne b uyru­


lur ?
İşte pek çok kişi oylarını buna verirler. A lışık o l­
dukları şeyleri beğenmeseler bile, değişiklikten bucak
bucak kaçınırlar. Herşeyin eskisinden beter olacağın­
dan korkarlar. Bunlara 'm uhafazakâr' denilir ama, aklı
başında hiçbir muhafazakâr devlet adamı da, (hiçkim -
senin doğruyu söylem ediği seçim zamanlan dışında)
herhangi birşeyin el sürülmeden bırakılıp korunacağı­
na inanmaz.
Bu, en kolay ve en emin b ir plan olarak görünü­
yor. Ama gerçekte, yalnız güç değil, aynı zamanda im ­
kânsızdır da.
Mesele, işlerin kötü gitm esi ve bunun ne kadar
kötü olduğunu bilmeyen insanların onları olduğu gibi
bırakmak istem esi de değildir. Bunun cevabı, onları
olduğu gibi kabul etmeleri, çünkü değiştirm e im kânla­
rının olmadığıdır. Fakat gerçek güçlük, siz ne kadar
bulandırmamaya çalışsanız da, işlerin olduğu gibi de

52
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

kalmayacaklarıdır. Odanızın tozunu almayı bırakıp, ge­


lecek bu vakit aynı şekilde tem iz bulacağınızı um ut e t­
mek bile bundan daha iyidir.

Gerçek olan, başıboş bırakıldığı ta ktird e herşeyin


çok daha hızlı ve tehlikeli olarak değiştiğidir. Herkesin
üzerine alması gereken işi, kim se iş edinmediği ve ba­
şı boş bıraktığından, bu sözünü ettiğim iz konuda (m il­
lî gelirin üretim i ve dağıtımı konusu) son yüz elli yılda
öylesine şaşırtıcı değişiklikler olagelm iştir ki! Buhar
gücü ile çalışan makineler, evden eve su ve gaz gibi
iletilen elektrik, trenleri toprağın üzerinde, gemileri de
denizin hem üstünde hem altında yürüten makinelerin
icadı; bizi ve mallarımızı havalarda uçuran makineler,
hep servet üretme kudretim izi çoğaltm ış ve artık y o k ­
sul olmamızı gerektirm eyecek kadar işlerimizi çabuk­
laştırıp kolay yapmamızı sağlamışlardır. Gaz sobalı,
elektrik ışıklı, telefonlu, elektrik süpürgeli ve radyolu
bir ev, otom a tik makinelerle dolu b ir fabrikanın ne ola­
bileceğini anlatmaya yeterlidir. Savaş sırasında olduğu
gibi barışta da, hepimiz sırayla kendi işimizi görebil-
sek; bugünkü çalıştığımız zamanın yarısında işlerimizi
b itirir ve geri kalan zamanımızı sanata, bilime, öğren­
meye, eğlenmeye ve gezmeye ayırabilirdik.

Bu, yeni b ir durum dur: Biz herşeyi eski halinde


bırakmayı düşünürken, üzerimize bir değişiklik çökm üş
bulunuyor. Buna ilgi gösterm eyişim izin ve bunu ülke­
mizin yararına yöneltm em izin sonucunda da yo ksu l­
lar, makine olmadığı zamanlardan daha yoksul, zengin­
ler ise m antık almayacak kadar daha zengin olm uşlar­
dır. Açlara ekmek, çıplaklara giyecek, evsizlere ev yap­
malar gereken kişiler de, artık eski anlamında soylu

53
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

bile olmayan tem bel zenginlere hizmetten başka bir iş


yapmamaktadırlar.
Bu durum, aynı zamanda siyasal iktidarda, iki
buçuk 'ih tilâ l'in nedeni olm uştur. İşverenler toprak
ağalarını devirm işler, m aliyeciler de işverenleri devir­
miş, işçi Sendikaları da maliyecileri yarı yarıya devir­
mişlerdir. Bunu ilerde daha ayrıntılı olarak açıklıyaca-
ğım. Bu arada siz de, işçi Partisi'nin yükselm esinden,
milyonlarca eski kafalı insanın 'M uhafazakârlık' dedik­
leri şeye ille de oy vermelerinin nedeniyle, sanayi gibi
politikanın da olduğu yerde durmayacağını anlamış ola­
cağınızdan, bana inanacaksınız. Bunların 'M uhafazakâr­
lık' dedikleri şey, ağzımızı açıp gözümüzü kapatm ak­
tan başka hiçbir şey değildir.
Hüküm etin ticarete karışmıyacağı, ya da kendisi­
nin ticaret yapmayacağı anlamında işleri oluruna bırak­
maya, iktisatçılar ve politikacılar 'Laissez-faire' adını
verirler. Uygulamada çok hırpalanan bu ilke, artık arka­
da bırakılm ıştır. Fakat yüz yıl kadar önce çok moda
idi; bugün de, kamu yararını düşünmeden, istedikleri
kadar para kazanmalarına izin verilm esini isteyen iş
adamları ve bunların destekçileri tarafından etkili bir
biçimde savunulm aktadır.

13
YETERLİ M İK TA R NE KADARDIR?

SOSYALİST olanından gayri bütün planları bir ke­


nara atm ış bulunuyoruz. Onu ele almadan, dikkatinizi,
diğerlerini incelerken ortaya çıkan bir noktaya çekmek

54
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

isterim. Para dağıtma konusunda sağlam bir yol arı­


yorduk. Parayı kişisel erdemlere, başarıya ya da nite­
liklere göre dağıtmak istediğim izde, bu plan bize saçma
görünm üştü. Para ile iş arasında bir ilişki kurmaya ça­
lışınca hemen teslim bayrağını çekiverdik. Para ile kişilik
arasında bir ilişki kurmaya çalıştık, yine yenildik. Para
ile otoritenin tem eli olan liyâkat arasındaki ilişkiyi araş­
tırınca da bir kez daha yenildik. Hiçbir şey yapamaya­
cağımızı anlayıp, işleri olduğu gibi bırakmaya kalktık,
bunun da olamayacağını gördük işte.
Buna göre bir an düşünelim bakalım, bir planın ka­
bul edilir olması için nasıl olması gereklidir? Önce, her­
kes yoksulluğu ortadan kaldırmadıkça, bir planın geçer­
li olamayacağını söylediğinden bir an yoksulluk konu­
sunu ele alalım.
Genel olarak yoksulluğun, yoksul olan kişi için te ­
dirginlik verici bir talihsizlik olduğu kabul edilm ektedir.
Fakat sürekli açlık ve şiddetli soğuktan acı çekm edik­
leri zaman, yoksullar zenginlerden daha çok m utsuz
değillerdir. Hatta çokluk daha da m utludurlar. A ltm ış
yaşında yirm i yaşındakinden on kat zengin olan insanla­
ra çok sık rastlayabilirsiniz ama, bunların hiçbiri size on
kat daha çok m utlu olduklarını söylemeyeceklerdir. Dü­
şünmesini bilenler size m utluluğun da, m utsuzluğun da
insanın tabiatı gereği olduğunu, para ile ilgisi bulunm adı­
ğını açıklayacaklardır. Para açlığı dindirir, fakat m utsuz­
luğu gideremez. Yiyecek ancak insanın karnını doyurur,
ruhunu doyurmaz. Ünlü bir Alm an toplum cusu olan
Ferdinand Lassalle, yoksulları yoksulluklarına karşı baş­
kaldırma çabasında kendisini yıkan tek şeyin, bu in­
sanların istem sizlikleri olduğunu söyler. Elbette, bunlar
tatm in olmuş değillerdi (kim se değildir y a ), ama du­

55
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

rumlarım değiştirm ek için ciddi bir çabaya girecek ka­


dar tatm in olm am ış da değildiler. Kocaman bir evi, sürü
ile hizmetçisi, dolap dolusu elbiseleri, güzel bir teni ve
iyi taranm ış bir saçı olmak; yoksul bir kadına çekici
görünebilir. Fakat günde iki üç saatim yıkanm ak, giyin­
mek, taranm ak ve süslenmek ile geçirmeye zorunlu
olan zengin bir kadın, bunlardan kurtulm ak için gider,
bunları gerektirm eyecek başka yerlere yolculuğa çıkar.
Hizm etçiler insana o kadar sıkıntı verirler ki, bir ara­
ya gelen üç beş zengin hanım bundan başka konuşa­
cak birşey bulamazlar. Sarhoş bir adam, sarhoş olm a­
yandan daha m u tlu d u r: Bunun için de pek çok insan
içkiye düşer. Bedeninizi ve ruhunuzu berbat ettikleri
halde, sizi çok m utlu kılan ilâçlar vardır. Çağdaş y o k­
sulluk, Hazreti Isa tarafından takdis edilen yoksulluk
değildir artık. Yoksulluğa karşı çıkış, insanları mutsuz
kıldığından değil, onları alçalttığındandır. Bu alçalışta
da, kendilerinden iyi durumda olanların yükselm elerin­
deki gibi m utlu olmaları işleri kötüleştirm ektedir.
Bugün büyük şehirlerimizdeki yoksulluk, yoksulla­
rı alçaltm akta ve bu alçaltmasını onların yaşadıkları
çevreye de bulaştırm aktadır. Bir kom şu çevreyi alçal­
tan birşey; bir ülkeyi, bir kıtayı ve en sonra da, büyük
bir komşu çevresi olan bütün uygar dünyayı alçaltır.
Zenginler bile bunun kötü etkilerinden kaçınamazlar.
Yoksulluk, eninde sonunda m ikroplu bir hastalık üret­
tiği zaman; zenginler de bu hastalığa tu tu lu r, çocukları­
nın bu hastalıktan öldüğünü görürler. Y oksulluk suç ve
tepki yarattığında zenginler bundan korkarlar ve kendi­
leri ile mallarını korum ak için epey masraflara girerler.
Y oksulluk kötü huylar ve kötü 'lisan' doğurunca da
— zengin çocukları ne kadar kapalı tutulsa la r da— bun-

56
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lan kaparlar ve hem de bu kapalı tu tu lm a k onlara fa y­


dadan çok zarar verir. Yoksul ve güzel genç kadınlar
da, namuslu çalışma yerine kötü yollara saparak daha
çok para kazanabileceklerini anlayınca zengin delikanlı­
ların kanlarını öylesine zehirlerler ki, bunlar evlenince
bu m ikrobu karılarına, çocuklarına geçirirler ve onların
çoğu zaman sakat ya da kör kalmalarına, hatta ölüm le­
rine yol açarlar. İnsanların 'kendi kendilerine' yaşayacak­
ları ve çevrelerinde, hatta yüz mil ötede bile olup biten­
le ilgilenmeyecekleri eski bir düşünce biçim i çok tehli­
kelidir. Şehrin zengin ucunda yaşayanlar yoksul köşe-
sindekilerle bir arada yaşayamazlarsa da, salgın hasta­
lık geldi mi, pekâlâ hep birlikte ölürler. İnsanlar ancak
yoksulluğun önünü aldıktan sonradır ki, kendi kendi­
leriyle yaşıyabileceklerdir. Fakat o zamana kadar, gün­
lük yürüyüşlerinde yoksulluğun manzaralarını, g ü rü ltü ­
lerini ve kokularım hayatlarından çıkarıp atam ayacak­
lar, en şiddetli ve öldürücü kötülüklerin kendilerini sa­
ran en kuvvetli polis kordonundan bile sızmayacağın­
dan hiçbir zaman emin olamayacaklardır.
Ü stelik yoksulluğun devam ettiği sürede, onun bir
gün gelip bizi de pençesine geçirmeyeceğinden emin
olamayız. Başkalarına kazdığımız kuyuya kendimiz dü­
şebiliriz pekâlâ. Uçurum un kenarını tahtaperde ile ö rt­
mezsek, çocuklarım ız oynarken düşebilirler. Her gün,
en masum ve saygıdeğer ailelerin çocuklarının böyle
örtülm em iş yoksulluk uçurumlarına düştüğünü görü­
yoruz. Yarın bizim de sıramızın gelmeyeceğini nere­
den bilebiliriz?.
Yoksulluğu, hapisle cezalandırmadığı suçlara ce­
za olarak kullanmaya çalışmak, bir m illetin düşebilece­
ği en büyük yanlışlıktır. Tembel bir insan için, «bırak

57
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

yoksul kalsın, tem belliğinin cezasını bulur, bu ona bir


ders olur,» demek kolaydır. Bunu söylerken düşünmek
istemediğimizden dolayı gerçekte tem bellik eden bizle-
riz. İster tem bel ya da çalışkan, ister sarhoş ya da ayık,
ister erdemli ya da ahlâksız; ister tu tu m lu, ister m üsrif,
ister akıllı, ister budala olsunlar; toplum um uzun y o k­
sulları barındırmaya gücü yoktur. Eğer bunlar acı çek­
meyi hak etm işlerse, bu acıyı bunlara başka yoldan
çektirm elidir. Çünkü tek başına yoksulluk onlara, ma­
sum komşularının yarısı kadar bile zarar verm eyecektir.
Buna katlanm ak, m illî bir suçtur.
Demek ki, serveti dağıtırken herkesin kendisini
yoksulluktan uzak tutacak yeterli bir pay sahibi olm a­
sını sağlamalıyız. Bu, yeni birşey değildir. Kraliçe Eli-
zabeth'in günlerinden bu yana kimsenin sefalete terke-
dilmemesi kanun halini alm ıştır. Herhangi bir insan ha-
ketmese bile, bir yoksul olarak hüküm ete başvurursa,
hüküm et o kişiyi yedirip, giydirip barındırmaya zorun­
ludur. Bu yardımı istem eyerek ve saygısızca yapabilir;
bu yardımı almak için akıllarına gelecek en kötü ve al-
çaltıcı şartları koşabilirler; yardım isteyen güçlü ku v­
vetli ise, ona anlamsız işler verirler ve bunları yapmayı
reddederse üstelik hapse tıkarlar. Yoksul adamın, eğer
varsa, oyunu elinden alıp bu yardıma sosyal bir leke
vururlar ve insanı birtakım kamu hizmetleri görm ekten,
ya da belirli kamu m evkilerine seçilm ekten alıkoyarlar.
Kısacası, hakeden ve saygıya lâyık yoksulu yardıma
başvurm aktan kaçındıracak her tedbiri alırlar. Fakat
bütün bunlara rağmen yoksul adam yine de isterse, ona
yardıma zorunludurlar.
Bu anlamda Ingiliz kanunu, tem elinde kom ünist bir
kanundur. Uygulam asındaki bütün sertlik ve kötülük.

58
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ancak büyük yanlışlardır. Çünkü ülkeyi yoksulluktan


kurtaracakları yerde, yoksulluğu gerektiğinden daha al-
çaltıcı yapm aktadırlar. Oysa, Kraliçe Elizabeth, hiçkim -
senin açlıktan ve çıplaklıktan ölm em esi gerektiğini söy­
lem işti. Yoksulluğun, zengin ya da yoksul, bütün m illet
üzerindeki etkisini görm üş olan bizler; daha da ileri g i­
derek hiçkim senin yoksul olmaması gerektiğini söyle­
mekteyiz.
Servetim izi günbegün bölerken ilk düşüneceğimiz
nokta, herkese yeterli bir m ikta r verebilm ektir. Eğer in­
sanlar bu parayı haketm edikleri söylentisini yaratacak
şeyler yapmışlarsa, onların bu işleri yapmalarına baş­
ka bir yoldan engel olmalı ve onların, yoksul birer insan
olarak bu eksikliklerinin cezasını başkalarına çektirm e­
lerine izin vermemeliyiz.
İnsanların, ne olursa olsun yoksul olmalarına izin
verilm em esini kabul ettikten sonra, sıra, onların zengin
olmalarına izin verilip verilm eyeceğini düşünmeye gele­
cektir. Y oksulluk ortadan kalkınca lükse ve israfa k a t­
lanacak mıyız? Bu, güç bir sorudur; çünkü yoksulluğun
ne olduğunu söylem ek, lüksü tanım lam aktan kolaydır.
Bir kadın paçavralar içinde ise ya da kendi başına ya­
tacağı tem iz bir odası yoksa, yoksulluk içindedir demek­
tir. Bir mahalledeki çocuk ölüm oranı diğer bir mahalle­
den yüksekse; yaşayan çocukların ortalama ağırlığı iyi
beslenmiş çocuklarınkinden düşük ise; yetişkin insan­
ların ortalama ölüm yaşı Kutsal K itap'taki yetm iş yaş­
tan çok aşağı ise, o mahalledeki insanların yoksulluk
çekm ekte olduklarını kesinlikle söyleyebilirsiniz. Fakat
zenginliğin çektirdiği acılar böyle kolay ölçülemezler.
Onların hayatlarını yakından izleyenler zenginlerin de
çok acı çektiklerini bilirler. Bu adamlar öylesine sıhhat-

59
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

sîzdirler ki, hiç durmadan tedaviler ve am eliyatlar pe­


şinde koşarlar. Gerçekten hasta olmadıkları zaman bile
hasta olduklarını sanırlar. Mallarından, hizmetçilerinden,
yoksul akrabalarından, yatırım larından, toplum daki yer­
lerini sürdürm e gerekliliğinden, hele çok çocukları da
varsa; bu çocuklara yaşadıkları hayatı götürecek para­
yı bırakamama imkânsızlığından dolayı üzülür dururlar.
Yılda elli bin sterlin geliri olan bir karı kocanın beş ço­
cuğu varsa; bunları yılda bu kadar bir para ile geçindir­
meye alıştırdıktan sonra, her birine ancak yılda on
bin lira bırakabileceklerdir. Bu yüzden de bu düşük
gelir düzeyindeki toplum a girecek olan çocuklar, zengin
kişilerle evlenem ediklerinde gelirlerinden fazlasını har­
cayacaklardır (çünkü daha ucuz yaşamasını bilm em ek­
te d irler). Sonunda borç içinde boğulacaklar ve bu du­
rum da, kuşaklardan kuşaklara g ittikçe daha berbat­
la şa ca ktı. İşte bunun için şim di çevremizde durum la­
rını sürdürm e yolları olmayan ve böylece genellikle y o k ­
sullardan çok daha perişan olan çeşit çeşit hanımlarla
beyler görm ekteyiz.
Belki de paralarının çokluğundan ötürü acı çek­
meyen zengin aileler de tanırsınız. Bunlar kendi kendi­
lerini yemezler; kendilerini sağlıklı tutacak işler bulur­
lar, toplum daki yerleri için üzülmezler, paralarını güven­
likli yerlere yatırırlar, düşük faizlerle yetinirler ve çocuk­
larını da basit bir hayat yaşayacak ve faydalı işler ya­
pacak biçim de yetiştirirler. Şu halde alelade bir gelir
onlara yetecektir. Genellikle zenginler ne yapacaklarını
bilmezler ve sonunda da çoğunlukla kendilerini W e st
End mağazaları tarafından yaratılan toplum sal hizm et­
lere ve zevklere kaptırırlar, ö y le ki, bir m evsim sonun­
da, zenginler hizm etçilerinden bile daha yorgun düşer­

60
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ler. Sporu sevm iyor olabilirler; fakat toplum daki yer­


leri gereğince büyük yarışlara giderler ve köpek pe­
şinde at koştururlar. M üzik sevm iyebilirler; faka t zama­
nın modası olan konserlere giderler. Bunlar, ne istedik­
lerini giyebilirler, ne de istediklerini yapabilirler. Zengin
oldukları için, bütün diğer zenginler ne yapıyorsa onları
yapm ak zorundadırlar. Çalışmaktan başka yapacak hiç­
bir şeyleri yoktur; oysa çalışmak, onları alelâde bir in­
san durumuna inderecektir. Böylece, istediklerini yapa­
madıklarından, yaptıklarından zevk duymaya çalışırlar.
Yetenekli ve enerjik olanlar bu sıkıntıdan kurtulm ak
için Parlam ento'ya, D ışişleri'ne ya da orduya girerler:
Kâhyalar elinde bıraktıkları çiftliklerinin başına geçerler
ya da büyük tehlikelere katlanarak bilinmeyen ülkeleri
keşfe çıkarlar. Bu bakımdan hayatları, bu işlerle geçim ­
lerini sağlayan insanların hayatlarından değişik değildir.
Böylelikle onların üzerlerine yığılm ış olan servete yazık
olur. Şimdi hepimizi ürküten yoksulluğa düşm ek ko rku­
su olmasaydı, elbette ki, bunlar bu malı m ülkü istem e­
yeceklerdi. Başkalarından daha zengin olm aktan özel
bir tatm in duyan insanlar, tem bellikten zevk duyan in­
sanlardır. Bunlar komşularından daha üstün oldukları­
nı sanırlar ve kendilerine böyle davranılmasını isterler.
Fakat hiçbir ülke züppeliği te şvik edemez. Tem bellik ve
kendini beğenmişlik teşvik edilecek erdemler değildir.
Ü stelik tatm in doğru olsa bile, çevrede hükmedilecek
yoksul insan yoksa, tem bel ve boş olm ak ve yoksul
insanlara hükm etm ek arzusu tatm in edilemez. Bize ge­
reken, yoksul ve zengin insanlar değil, fakat yeteri ka­
darına sahip insanlarla, yeterinden fazlasına sahip in­
sanlardır. Bu da en sonunda tem el soruna bizi getirm iş
o lu y o r: Acaba yeterli m iktar ne kadardır?

61
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Hiçkim se yeterin ne kadar olduğunu söyleyemez.


Bir çingeneye yeterli olan bir hanımefendiye yeterli de­
ğildir. Bir hanımefendiye yeterli olan da, diğer bir ha­
nım efendiyi tatm in etm eyebilir. Bir kere yoksulluk çiz­
gisini aştınız mı, artık orada durm ak için hiç sebep y o k­
tur. Çağdaş makinelerle kendimizi besleyecek, g iydi­
recek ve barındıracaktan çoğunu üretebiliyoruz. Kullan­
maya alışacağımız yeni şeylerin ya da kullanm akta ol­
duğumuz eşyalarda yapabileceğimiz yeniliklerin sonu
yoktur. Büyükanalarımız havagazı ocağı, elektrik, o to ­
m obil ve telefon olmadan yaşayabiliyorlardı. Am a bugün
bunlar birtakım gariplikler ya da lüks eşyalar sayılma­
maktadır. Şim di bunlar olağan gereçler olup, bunlara
sahip olmayan insanlar orta halli bile sayılm am aktadır­
lar.
Eğitim ve k ü ltü r standardları da aynı biçim de y ü k­
selm iştir. Bugünlerde, Kraliçe V ictoria'nın tahta çıktığı
zamanki kadar bilgisiz olan bir hizm etçi kızı akıldan sa­
kat olarak kabul ediyoruz. Evimize yarı uygar bir kız
alsak, ve bu kız yüksek uygarlığa sahip bir kızdan da­
ha kuvvetli, daha istekli, daha iyi huylu olabileceği hal­
de, dikkatli davranış isteyen herşeyi kırıp dökecektir.
Okuyup yazması olmayacak; saat, banyo, dikiş m aki­
nesi, elektrik sobası, süpürgesi gibi uygarlık araçlarını
kullanamayacaktır. M usluğu açık bırakacağı yerde ka­
patmasını öğretebilirseniz talihli sayılırsınız. Bütün bu
araçları kendisine gönül rahatlığı ile bırakabileceğiniz uy­
gar hizmetçiniz de, uzman bilim adamlarının gayet has­
sas m akineler ve aletlerle çalıştıkları bir laboratuvara g i­
rince, tıpkı o önceki vahşi gibi kalacaktır.
Laboratuvarda çalışan kızların eğitilm esi bir ev hiz­
metçisinden daha pahalıya, ev hizm etçisinin de y e tiş ti­

62
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

rilmesi bir vahşi yakalam aktan daha pahalıya malol-


maktadır. Birinde yeterli olan, diğerinde değildir. Onun
için, kalkıp kabak gibi, geçinm ek için ne kadarın yeterli
olduğunu sorm ak, cevabı olmayan bir soru sorm aktır.
Bu, nasıl bir hayat yaşamak istediğinize bakar. Bir dilen­
cinin hayatı için yeterli olan, müzik, sanat, edebiyat, din,
bilim ve felsefe havasına ve kişisel inceliklere sahip y ü k­
sek uygarlıklı bir hayat için yeterli değildir. Bunların da
ardı arkası gelmez : Her an bulunacak yeni birşey, dur­
madan yenilenmesi gerekecek eski birşey bulunacaktır.
Kısacası, herhangi bir anda yeter ekmek ve yeter pabuç
olduğu gibi, yeter bir uygarlık yoktur. Eğer yoksul olmak
elimizdekinden daha iyi ve daha çok birşey istemekse
— ki, yoksulluğun bundan başka birşey olduğunu söyle­
mek g ü ç tü r— şu halde, ne kadar çok paramız da olsa,
kendimizi yine yoksul bulacağız demektir. Çünkü elim iz­
de şundan ya da bundan yeteri kadar olabilirse de, hiç­
bir zaman hepsinden yeteri kadar olam ayacaktır. Bu­
nun sonucunda da, birtakım insanlara yeteri kadar, di­
ğer birtakım ına da yeterinden çok verm ek öngörülü­
yorsa, bu plan da uygulamaya geçilmeden yenilmeye
mahkûmdur. Çünkü hiçkim se tatm in olmadan bütün
para suyunu çekecektir. En sonunda kendilerinden y o k­
sul komşularından bile daha doym am ış olacak pohpoh­
lanmış bir sınıfı yaratıp yaşatm ak için kim se daha fazla
istemekten vazgeçecek değildir.

Bu güçlükten kurtulm anın tek çaresi herkese eşit


m iktarlarda verm ektir ki, bu da dağıtım sorununun Sos­
yalist çözümüdür. Fakat siz ise. Sosyalizmi yutm ak ye­
rine, bu güçlüğü yutm aya razı olduğunuzu söylemeye
hazırsınız.

63
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Çoğumuz böyle başlarız zaten. Bizi çeviren şey,


çevrem izdeki göz yum m aya cesaret edemediğimiz teh­
likelerin farkına varmamızdır. Gelir eşitliğinde bir güzel­
lik görmeyebilirsiniz. Fakat hergün karşısına çıkan k ö tü ­
lüklerin kökünün nerede olduğunu bilince, artık en ül­
kücü bir kadın bile eşitsizliğin tehlikelerini görecektir.
Şimdi size bunların ilişkilerini göstereceğim.

14
İLK SATIN A LACAĞ IM IZ ŞEY NE OLMALIDIR?

M İLLÎ GELİRİN eşit olmayan bölüşülm esinin millî


kurumların ve halkın hayat ve refahı üzerindeki etkile­
rini anlamak için ülkenin sanayiini gözden geçirmeli ve
gelir eşitsizliğinin bunun üzerindeki etkisini iyice bir gör­
meliyiz. Evlilik kurum unu, yargı makamlarının çalışma­
sını, Parlamentomuzun namusluluğunu, Kilisenin ruh­
sal özgürlüğünü, okullarımızın yararlılığını ve gazetele­
rimizin niteliklerini teker teker gözden geçirm eli ve bun­
lardan herbirinin paranın dağıtılma düzenine nasıl bağlı
olduğunu da incelemeliyiz.
İşe sanayiden başlayınca, ilk olarak bunun hepim i­
zin çok iyi bildiği ev ekonom isinden ayrı olan siyasal
ekonom i olduğunu görürüz. İnsanlar siyasal ekonom i
konusunu kupkuru ve anlaşılması güç bir konu olarak
görürler ve tıpkı ev hizmetlerinden olduğu gibi, bundan
da kaçınırlar. Eğer erkekler kaçınırsa, kadınlar bunlarla
meşgul olmaya zorunlu kalacaklardır. Tıpkı bir kâhya
kadın gibi, m illetin de harcayacağı belirli bir geliri var­

64
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

dır. Bütün iş, bu geliri en faydalı biçimde harcayabil-


mektir.
Bir kâhya kadının ilk yapacağı şey; en çok istenen
şeylerle hemen olmasa da zarar vermeyecek olanları
birbirinden ayırm aktır. Bu da onun, eşyaların istek sı­
rası düzenini kurması dem ektir. Sözgelişi, evde yeteri
kadar yiyecek olmadığı zaman gidip de bütün parasını
bir şişe esans ile ta k lit bir kolyeye harcayan kadına
'm ü srif' ve 'budala bir kadın' ve 'k ö tü bir ana' denilir.
Fakat devlet adamları buna ancak 'k ö tü bir iktisa tçı'
derler. Yani, para harcanacağı zaman ilk önce ne alın­
ması gerektiğini bilmeyen biri ! Yiyecek, giyecek, barın­
ma ve ısınma harcamalarının ilk önce gelmesi gerekti­
ğini bilmeyen bir kadına evin yönetim i verilemez. Şişe
şişe esanslar, ta k lit ya da gerçek inci kolyeler; sırada
çok daha sonra gelmelidir. Hatta kuyum cu dükkânında
bile yararlılık bakımından bir kol saati, kolyeden önde
gelmektedir. Güzel şeylerin yararlı olmadıklarını söyle­
m iyorum , bunlar da kendi sıraları geldiği zaman yararlı
ve yerindedirler. Fakat hiçbir zaman ilk sırada gelmezler.
Incil, bir çocuğa verilecek gayet yerinde bir hediye ola­
bilirse de; açlıktan kıvranan bir çocuğa, ekmek ve süt
yerine Incil verm ek ancak delilerin yapacağı birşeydir.
Bir kadının aklı, etinden çok üstündür; fakat etini bes­
lemediğiniz takdirde aklı yokolacaktır; ama, etini bes­
lerseniz, aklı hem kendisinin, hem de etinin gereğine
bakabilecektir. Yiyecek, herşeyden önce gelmektedir.
Bütün ülkeyi büyük bir ev, bütün m illeti de büyük
b ir aile olarak kabul edin. Zaten gerçekte de böyledir
ya! Bu açıdan bakınca gördüğüm üz nedir?
Her tarafta yarı aç, yarı giyinik, kötü evlerde yaşa­
yan çocuklar dolaşmakta; bunların giyim lerine, beslen­

65
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

melerine, barınmalarına harcanacak paralar ise, m ilyon­


lar halinde, şişe şişe esanslara, inci kolyelere, ev köpek­
lerine, yarış arabalarına, şişe mantarı lezzetinde olan
turfanda çileklere ve daha bir sürü gereksiz şeylere har­
canmaktadır. M illî ailenin bir kızının bütün kış burnunu
nezleden kurtarm ayacak altı delik bir ç ift pabucu vardır
ve burnunu silecek bir m endili bile yoktur. Diğer bir kı­
zın ise, kırk tane uzun topuklu pabucu ile yüzlerce men­
dili vardır. Küçük bir kardeş günde elli kuruşluk yem ek­
le büyüm eye çalışıp ve sürekli olarak daha çoğunu is­
teyip anasının yüreğini üzüntüden parçalayarak sabrını
taşırırken, ağabeyisi lüks bir lokantada bir öğün yemeğe
yedi sekiz sterlin harcamakta ve çok yiyip içtiğinden
dolayı da tedaviden tedaviye koşm aktadır.
Bu, çok kötü bir siyasal ekonom idir. Bunu açıkla­
maları kendilerinden istenen düşüncesiz insanlar; «kırk
pabuçlu kadın ile lokantadaki adam paralarını kauçuk
spekülâsyonu yapan babalarından almışlardır; anasının
kafasına bir yum ruk indirdiği şu ağlayıp sızlayan çocuk
da gecekondularda yaşayan serserilerden biridir,» der­
ler. Bu, gerçektir; fakat yine de m illetin, bebeklerine ye­
teri kadar süt bulmadan parasını şampanyaya harcadı­
ğı gerçeğini de değiştirmez. Çocuk ölümü oranı, ülkenin
çocuklarının açlık yüzünden binlerle öldüklerini gösterir­
ken, cins köpeklere itina ile hazırlanmış yem ekler ver­
mek, bu m illetin kötü yönetilen, budala, kendini beğen­
miş ve bilgisiz bir m illet olduğunu gösterir. İnci kolye­
leri ve cins köpekleri servet sayarak ve bu köpekler çift
başına altı yavru yaptıkları zaman da, kendini üç kat
daha fazla zengin sayarak, gerçek durum unu kendisin­
den saklamaya ne kadar çalışırsa çalışsın, böyle bir
m illetin sonu kötüye varacaktır. Bir m illetin zengin ve

66
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

refah içinde olmasının yolu, iyi bir ev yönetim i; yani,


isteklerini önemleri sırasına göre karşılaması ve gerekli
olanlar karşılanana kadar kapris ve lüks için para har­
canmasına izin vermem esidir.
Fakat köpek sahiplerini suçlu bulmak, hiçbir işe
yaramaz. Bu zararlı saçmalıkların varoluş nedenleri; akıl­
lı insanların bunu istediklerinden değil, bazı ailelerin di­
ğerlerinden çok fazla zengin olmalarındandır. Zengin
adam, bir koca ve baba olarak, karısını da peşinden
sürükler ve herkesin başladığı gibi başlayarak ailesine
yiyecek, giyecek ve barınak sağlamaya çalışır. Fakat
yoksul adam bütün elindekini bu gerekli şeylere harca­
dığında bunların hepsini karşılayamamış olur: Yiyeceği
az, üstübaşı eski ve pis, barınağı ise ya bir oda ya da
bir odanın bir köşesidir. Fakat zengin adam karnını do­
yurduktan, sırtını giydirdikten ve kendisini iyi bir eve
yerleştirdikten sonra, yine de zevklerini ve kaprislerini
karşılayacak ve dünyaya gösteriş yapacak b ir m iktar
parayı cebinde bulur. Y oksul adam, «ailem için daha
çok ekmek, daha çok giyecek, daha iyi bir ev istiyorum ,
fakat bunlar için param yok,» dediği zaman; zengin
adam, «bir kaç otom obil, bir yat, karım ve kızlarıma in­
ciler, pırlantalar, Iskoçya'da bir av köşkü istiyorum . Pa­
ranın hiç önemi yok, istenenin on katını ödeyebilirim ,»
demektedir. Ve bunun için de, iş adamları hemen ha­
rekete geçip otom obilleri ve yatları imâl ederler; av
köşkünü inşa ettirirler, A frika'da pırlanta madenleri
açarlar ve cebi boş yoksul adamın yakarışlarına kulak
bile vermezler.
Başka bir deyimle, yoksul adamın eksik olan şeyle­
rini elde edebilmesi için bir emek kullanması gerekm ek­
tedir; yani fırıncı, dokumacı, terzi ve inşaatçı çalıştır­

67
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

malıdır. Oysa, bunlara emeklerinin karşılığını ödeyecek


parası yoktur. Bu arada zengin adam da, kendi zevkle­
rini karşılayacak emeğe iyi bir ücret ödem ektedir. Zen­
ginin parasını alan bu kişiler gerçekten çok çalışıyor
olabilirler; faka t emekleri, pek az şeyleri olan insanları
besleyeceği yerde, çok fazla şeyleri olan insanları şı­
m artm aktadır. Bu yüzde bu emekleri yerinde uygulan­
mamış olup, birkaç kişiyi zengin tutm a pahasına, ül­
keyi yoksul duruma düşürm ektedir.
Zenginlerin bu insanlara iş sağlamakta olmaları bir
'm azeret' değildir, iş sağlamakta bir m arifet yoktur.
Bir katil cellâda, bir çocuğu ezen otom obil sürücüsü
cankurtaran şoförüne, doktora, din adamına, matem
elbisesi imalatçısına, mezar kazıcıya; yani, kısacası o
kadar insana iş sağlar ki, sonunda kendisini öldürdüğü
zaman kamu yararına çalışmış birisi diye heykelini dik­
memek nankörlük olur. Zenginlerin yanlış emeğe öde­
dikleri paralar, eğer eşit bir dağıtım olm uş olsa idi, ge­
rekli emeğe ödenecekti. Çünkü o zaman herkes yiyip,
giyinip, başını sokacak bir dam bulana kadar otom obil­
lere, pırlantalara para ödenm eyecekti. İnsanlar da fayda­
lı işleri bırakarak tem bellere hizmet etm ek için koşuş­
m a y a c a k la rı. Daha az gösteriş, daha az tem bellik, da­
ha az harcama, daha az faydasızlık olacak, bunun yerine
daha çok yiyecek, daha çok giyecek, daha iyi evler, da­
ha çok güvenlik, daha çok sağlık, daha çok erdem; kı­
sacası. daha çok gerçek refah olacaktı.

68
15
IRKI ISLAH

ŞÖYLE bir soru sorulm uştu : Daha çok paraları o l­


saydı, kitleler daha iyi durumda olacaklar mıydı? Bunu
ilk kez işiten birisinin ilk duygusu, soruyu soran hanımı
omuzlarından yakalayıp şöyle bir sarsm ak olacaktır, iyi
besili, doğru dürüst giyim li, tem iz bir evde yaşayan;
orta derecede okum uş, iyi huylu bir aile, yarı aç, paçav­
ralar içinde ve evsiz barksız bir aileden daha iyi durum ­
da değilse, kelimelerin anlamı yok demektir.
Bazılarına göre; eğer daha iyi insanlar istiyorsak,
bunları tıpkı safkan at üretir gibi dikkatle üretm em iz ge­
rekir. Bu, hiç şüphesiz, böyledir. Fakat karşımıza çıkan
iki güçlük vardır; Kadın ve erkekler, kendilerine seçim
hakkı tanınmadan, boğa ve inekler gibi, at ve kısraklar
gibi çiftleştirilem ezler. İkinci olarak da, eğer bunu yapa-
bilseniz bile, nasıl yapılacağını bilemezsiniz; çünkü üret­
mek istediğiniz insan cinsinin nasıl olması gerektiğini
bilmezsiniz k i ! A t ya da domuz konusunda bu iş çok
kolaydır; ya yarıştırm ak için süratli ya da yük taşım ak
için kuvvetli bir at istersiniz; domuza gelince, eti bol
olsun da nasıl olursa olsun, dersiniz. Am a bunun böyle
kolay göründüğüne bakıp aldanmayın; bir üreticiye so­
rarsanız, ne kadar dikkat ederse etsin, sık sık başarı­
sızlığa uğradığını söyleyecektir size.
Kız ya da oğlan olması dışında, çocuğunuzda ne
gibi nitelikler aradığınızı kendi kendinize sorduğunuzda,
bunun cevabını bilm ediğinizi itiraf edeceksiniz. Ancak
ancak istemediğiniz birkaç şeyi sayabileceksiniz: Sözge­

69
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

lişi, sakat, dilsiz, sağır, kör, budala, saralı ya da ayyaş


bir evlât istem ediğinizi söyleyeceksiniz. Ama çoğu za­
man böyle çocukların ana-babalarında gözle görünen
bir kusur olmadığı için, bunlara nasıl engel olacağınızı
bilemezsiniz. Ne istem ediğinizi bir yana bırakıp, ne is­
tediğinize dönünce de, ancak iyi bir çocuk istediğinizi
söyleyebilirsiniz. Fakat iyi çocuk, ana babasına sıkıntı
vermeyen çocuk demektir. Çok yararlı kadın ve erkek­
lerin çok zararlı çocukları olduğu görülm üştür. Ana ba­
baların görüşleri açısından enerjik, hayalleri kuvvetli,
atılgan ve cesaretli olan çocuklar bir zarar yapmadan
duramazlar. Yetişkin dahiler ise ancak öldükten sonra
sevilmeye başlanırlar. S okrat'ı zehirlediğimiz, İsa'yı çar­
mıha gerdiğimiz, Jean d 'A rc'ı yaktığım ız ve bunları so­
rum lu yargıçlar ve Kilise adamları tarafından yargıla­
dıktan ve yaşamalarına izin verilemeyecek kadar kötü
olduklarına karar verdikten sonra yaptığım ız için, iyili­
ğin yargıcı olduğumuz ya da ona gerçekten sevgi duy­
duğumuz söylenemez.
Am a yine de, kocalarımızı ya da karılarımızı, ırkı­
mızı ıslah amacı ile siyasal bir makamın seçimine bı­
rakmaya razı gelsek bile, bu makam nasıl bir seçim ya­
pacağını bilem eyecektir. Ailelerinde verem, delilik, fren­
gi ya da alkoliklik olan insanların evlenmelerine engel
olmakla işe başlasalar bile, bir süre sonra bu lekelerden
arınmış hiçbir aile olmadığı için evlendirecek insan bu­
lamayacaklardır. Ya ahlâkî üstünlük örneği olarak kim i
örnek alacaklardır?
Dünyayı dolduran insanlar çeşitlidir; bir hüküm et
dairesinin gerekli olan çeşitli tipleri sınıflandırması, bun­
lardan örnekler alması ve uygun evliliklerle bunları üret­
mesini düşünm ek, hoş fakat uygulanması imkânsız bir

70
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

düşüncedir. İnsanları eş seçim inde özgür bırakmak ve


bundan iyi bir sonuç çıkacağını um ut ederek gerisini
'Tabiat'a terketm ekten başka yapacak bir şey yoktur.
Bazıları buna, «tam şim diki gibi» diyeceklerdir. Fa­
kat aslında bu, tam bizim şim di yapmadığımız birşeydir.
Kendimize bir eş seçecek yaşa geldiğimiz zaman, kaçı­
mız istediğim iz seçimi yapm akta özgürüz ki? Tabiat,
kendisine en uygun olacağı erkeğe ilk görüşte âşık ol­
masını sağlayarak, bir kadına eşini gösterebilir; ama bu
erkek, kadının babası ile eşit bir gelir düzeyinde değil­
se, ister daha yüksek, ister daha alçak olsun o kadının
sınıfında değildir. Kadın, beğendiği bir erkekle değil,
bulabildiği bir erkekle evlenmesinin gerektiğini görecek­
tir. Bu iki erkek de çoğu zaman aynı adam değildir.
Erkeğin durum u da bunun benzeridir. Hepimiz içgü­
dülerimizle, aşk yerine para ya da toplum sal durum için
evlenmenin hiç de tabii olmadığını biliriz; ama yine de
işleri öylesine ayarlarız ki, ya para ya toplum sal durum
ya da her ikisi için birden evleniriz. Bayan Sm ith'e, ya
da Bayan Jones'a; «şekerim kalbinin sesini dinle. İster
çöpçü ile ister dükle evlen!» deriz. Ama ne o çöpçü ile
evlenir, ne de dük onunla. Çünkü bunlar ve aileleri aynı
görenek ve geleneklere sahip değillerdir ve aynı görenek
ve geleneklere sahip olmayan insanlar da bir arada ya­
şayamazlar. Bu niteliklerin ayrıcalığını yaratan da ge­
lirlerdeki farklılıktır. Bu iki hanım en sonunda beğen­
diklerini alamayınca, bulduklarını beğenmek zorunda
kalacaklardır. Bugünkü evliliklerin pek çoğunda 'Tabiat'
ın hiçbir rolü olmadığı rahatça söylenebilir. Uygun o l­
mayan evlenmeler, kötü talihli yuvalar ve çirkin çocuk­
lar bugün çok yaygındır. Ülkedeki bütün bekârların se­
çim için hazır bulması gereken genç bir kız, karşısında

71
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

ancak kendi sınıfının bir iki erkeğini bulm akta ve bun­


lardan en az nefret ettiğini gerçekten sevdiğine kendi­
sini inandırmaktadır.
Bu şartlar altında hiçbir zaman iyi-üretilm iş bir ırk
elde edemeyeceğiz. İşte bu da, gelir eşitsizliğinin suçu­
dur. Eğer bütün aileler aynı para ile yetiştirilm iş olsalardı;
hepimiz aynı görenek, huy, kü ltü r ve zevke sahip ola­
caktık. O zaman da çöpçünün kızı, şim di borsacının
oğlunun bankerin kızı ile evlenebildiği kolaylıkla, dük'-
ün oğlu ile evlenebilecekti. Evlilikle kazanacak ya da
kaybedecek para olmadığı için de kimse para için ev-
lenmeyecekti. Sevdiği erkek yoksul diye hiçbir kadın
ona sırtını çevirm eye zorlanmayacak ya da aynı ne­
denle kendisine sırt çevrilm eyecekti. Bütün düş kırık­
lıkları tabii ve kaçınılmaz düş kırıklıkları olacaktı. Bu
şartlar altında 'ıslah' olmayan bir ırk da, artık 'ıslah' ol­
maz bir ırk olarak rahatça kabul edilebilir. Şim di dün­
yayı ve özellikle kadınları böylesine m utsuz eden küs­
künlüğün yerini m utluluk alacağından; bu, başka hiçbir
sebep olmasa bile, gelirin eşitleştirilm esini değerli bir-
şey yapacaktı.

16
MAHKEMELER

SIRA, mahkemelere gelince; gelir eşitsizliğinin,


adalet ile uyuşamayacağını çok açık ve seçik olarak gö­
rürüz. Hukukî adaletin ilk şartı; insanların kişiliklerine
önem verilmemesi, bir işçi kadın ile bir m ilyoner karısı
arasında adalet terazisinin ibresinin oynatılm am ası, bir

72
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

insan hayat ve özgürlüğünün ancak kendi eşitlerinden


kurulu bir jüri kararı ile kendisinden alınabilmesidir. Oy­
sa, şim di tek bir işçi bile eşitlerinden kurulu bir jüri tara­
fından yargılanmamakta; aksine, kendisinden çok ge­
lirleri olan ve bu yüzden de kendilerini ondan üstün tu ­
tan ve bu nedenlerle de ona karşı kuvvetli bir sınıf ön
yargısı bulunan vergi yüküm lüleri tarafından yargılan­
maktadır. Sıradan bir jü ri tarafından yargılanan zengin
bir adam da, onların servet kölelikleri kadar, servete
olan gıptalarını da hesaba katm ak zorundadır. Aramızda
yaygın olan bir deyişe göre; zenginlere başka kanun,
yoksullara başka kanun uygulanır. Bu, gerçek değildir;
kanun herkes için aynıdır: Değişmesi gereken, gelirler­
dir. Her türlü işlemin görüldüğü medeni kanun öylesine
bir hukuk bilgisi ve 'belagat ku dreti'ni gerektirir ki, bunu
harekete geçirm ek isteyen ve ne hukuk bilgisi ne de
'belagat'i kuvvetli olan bir kadın ancak çok paralar öde­
yeceği avukatlar tutarak bundan yararlanabilir. Bu da,
zengin kadının mahkemeye gidebileceği, yoksulun ise gi­
demeyeceği dem ektir tabii. Zengin kadın, eğer istekleri
karşılanmazsa mahkemeye başvuracağını söyleyerek
yoksul kadını korku ve dehşete düşürebilir. Yoksul ka­
dının haklarını hiç gözönüne almaz ve isterse gidip ken­
disini mahkemeye verm esini söyler. Oysa, kurbanının
yoksulluğunu, onun gerekli hukukî öğüt ve korunm ayı
elde etmesine engel olacağını bilir. Yoksul kadının ko­
cası zengin kadının ilgisini çeker de, bu kadın adama
karısını terkettirirse; terkedilm iş kadını yeterli bir nafa­
ka tem ini için boşanmak üzere mahkemeye başvurm ak
ya da açlıktan ölüme mahkûm olmak şıkları karşısında
bırakarak gerçekte istediği adamı satın almış olur. Ter­
kedilm iş kadın, açlığa mahkûm edilip boşanma dâvası

73
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

açmaya kandırılamaz ise, kocasının yeniden evlenme­


sine izin vermek için yüksek bir para isteyebilir; terke­
dilm iş bir koca da kendisini aynı biçim de satar. İnsanlar
şimdi bu amaçla birbirlerini evlenme tuzağına düşür­
mektedirler. ö y le ki, bazı Devletlerde (A m erika gibi)
nafaka sözü, şantaj anlamına gelmektedir. D ikkat edin,
boşanmayı ya da nafakayı küçük gösterm ek istem i­
yorum . Kötü olan, geliri çok olan bir kadının başka bir
kadının kocasını çok daha fazla rahata kavuşturm a im ­
kânının olması; ya da bir erkeğin başka bir erkeğin ka­
rısına, kocasının veremeyeceği lüksü sağlayamayaca­
ğını ileri sürm esidir. Kısacası, bir evliliği meydana ge­
tirm ekte ya da sona erdirm ekte paranın hiç bir rolü ol­
maması gerekir.

Cinayet dâvalarının haberlerini o kadar tutkuyla


okumamıza karşılık, ceza hukuku, medeni hukuktan da­
ha az önem lidir. Çünkü herkes evlendiği ya da çeşitli
medeni bağlantılar yaptığı halde, pek az insan suç iş­
ler. Bundan başka, polis de zarar gören tarafa hiçbir
masraf yüklemeden, ceza hukukunu harekete geçirir.
Buna rağmen zengin tutukluların kendilerini savunm ak
için ünlü avukatlar tutm aya; bütün ülkede hatta bütün
dünyada delil aramaya, tanıkları kandırıp rüşvet verm e­
ye, bütün tem yiz ve geciktirm e yollarını kullanmaya ye­
tecek kadar paraları vardır. Eğer yoksul olsalardı, ço k­
tan asılacak ya da elektrikli sandalyaya oturacak zengin
insanların Am erika'da hâlâ serbest dolaştıklarını birb iri­
mize anlatır dururuz. Fakat eğer savunmalarına harcaya­
cak birkaç yüz sterlinleri olsa idi, bu anda Ingiliz hapisha­
nelerinde yatm akta olan kaç yoksul insanın serbest ka­
lacağını kim bilebilir ki?

74
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Kanunları zenginler yaptıklarından, bunlar ta te ­


mellerine kadar bulaşmışlardır. Elbette bütün yetişkin
erkek ve kadınlar, eğer yeter sayıda insanı kendilerini
seçmeye ikna edebilirlerse, Parlamento'ya girer ve ka­
nunları yapabilirler. Son yıllarda yoksul insanların da bu
haklarını kullanmaları için gerekli değişiklikler yapılm ış­
tır. Parlamento üyeleri artık aylık almaktadırlar. Eskiden
adayların yaptığı bazı gerekli m asraflar şimdi kamu ta ­
rafından karşılanmaktadır. Fakat yine de, ilk ağızda bir
adayın yüz elli sterlin yatırm ası gerekm ektedir. Bir par­
lamento seçimine girebilm ek için de, beş yüz'le bin ster­
linlik bir masraf gereklidir. A day kazansa bile, sonunda
emekli aylığı olmayan ve yılda ancak dört yüz sterlin
getiren sandalyesi ona Londra'da bir Parlamento üye­
sinin yaşamasını gerektiren hayatı yaşatam ayacaktır.
Bu da zenginlere, yoksulların üzerinde öyle bir üstünlük
sağlar ki, m illetin onda dokuzunun Parlam ento'daki te m ­
silcileri ancak ufak bir azınlıktır. Parlamento'nun zama­
nının çoğu da, ülkenin en yararına olanı görüşm ekle ve
buna uygun kanunları çıkarmakla değil de, zengin ço­
ğunluğun yoksul azınlığa karşı olan imtiyazlarının korun­
ması ve geliştirilm esi için yaptıkları sınıf mücadelesiyle
ve yoksul azınlığın buna karşı direnmesine harcanır. Y a­
ni; kısacası, zamanı israf olur gider.
Zenginlerin en kötü ve en haksız im tiyaz istekle­
rinden biri de, tam bir hukuki dayanak ile tem bel yaşa­
ma imtiyazıdır. Ve yazık ki, bu imtiyazı öylesine sağlam
elde etm işlerdir ki, biz bunu gayet olağan olarak kabul
etm ekte, eşya tüketen ve hizmet kabul eden ve karşılı­
ğında aynı türden şeyleri üretmeyen bir insanın ülkeye
bir hırsız kadar zararlı olduğunu düşünmeden, bu im ti­
yazı bir kadın ya da erkekte saygı duyulması gereken

75
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

bir işaret olarak görürüz. Aslında da, bu, hırsızlığın ta


kendisidir. Çalışkan bir atasından yılda bin sterlin ya
da bir arazi kaldı diye bir insanın cinayet işlemesine, in­
san kaçırmasına, hırsızlık etmesine, karada ya da deniz­
de yıkıp yakmasına, batırmasına, ya da askerlik hizme­
tinden kaçmasına göz yum m ak aklımıza bile gelmez;
ama bir yılda, bütün dünyada on yılda işlenen hukukça
cezalandırılacak suçlardan daha çok zararlı olan te m ­
belliğe izin verm ekteyiz. Parlam ento'daki çoğunlukları
yolu ile zenginler; sahtekârlık, dolandırıcılık, yankesici­
lik, soygunculuk gibi hırsızlık biçim lerini merhametsiz
bir şiddetle cezalandırırken, zengin tem belliğini bunun
dışında tutm akta ve hatta bunu şerefli bir yaşama yolu
olarak gösterip çocuklarımıza geçinmek için yaşamanın
alçaltıcı ve ayıp birşey olduğunu öğretm ektedirler. Baş­
kalarının emek ve hizmetlerinden sülük gibi geçinm ek
bir hanımefendi ya da beyefendi olm aktır da, ülkeyi
emek ya da hizmeti ile zenginleştirm ek küçültücü ve nef­
ret edilecek bir insan olm aktır. Bu, 'Tabiat'ın düzenini
tersyüz etm ek çabasından başka birşey değildir. Bunda
ısrar edecek olursak, geçmişin büyük im paratorlukları­
nı yıkan bir uygarlık çözülm esini üzerimize çekeceğimiz
şüphesizdir. Fakat gelirin eşit dağıtılmadığı yerlerde bu­
na engel olunamaz. Çünkü kanunlar her zaman zengin­
ler tarafından yapılacak ve her kanundan önce gelme­
si gereken herkesin çalışması gerektiği kanununu da,
zenginler, hiçbir zaman yapmayacaklardır.

76
17
TEMBEL ZENGİNLER

K A Z A N ILM A M IŞ gelirleri olan kişilerin hepsinin


her zaman tem bel olm adıklarını ya da hiçbir iş yapm a­
dıklarını sanmayın. Bunlardan, çok enerjik olanları çoğu
kendi güçlerinden fazla iş yaparlar ve sonunda «dinlen­
me kürleri»ne gitm ek zorunda kalırlar. Hayatlarını uzun
bir ta til yapm ak isteyenler, bir süre sonra bundan da
bir ta til almak zorunluğunu duyarlar. Tem bellik o kadar
tabii olmayan, o kadar sıkıcı birşeydir ki, zenginlerin
dünyası, en yorucu cinsinden sürekli bir faaliyetler dün­
yasıdır. Sporları öylesine inceden inceye ö rgütlenm iştir
ki, yılın her ayının kendisine özgü bir özelliği vardır. A v
için gereken balıklar, kuşlar ve hayvanlar öyle dikkatle
üretilir ve korunurlar ki, her an öldürecek birşey bulu­
nabilir. Spor yetmezse, her zaman oyunlara başvurula­
b ilir : Ski, polo, tenis, yapma buz üzerinde kaym ak gibi
yoksul bir kadınınkinden çok fazla bedenî yorgunluk
doğuran oyunlar vardır. Böyle yorucu bir günün sonun­
da, yemek ile yatm ak zamanı arasında genç b ir kadın,
bir postacının bir günde yürüdüğü yoldan çok yolu dans
ederek arşınlar. N efretim izi doğuran tem bellik, aslında
ancak yeni zenginlerin çocuklarında görülür. Bu zavallı­
lar eski zenginlerin sahip olduğu atletik eğitim ve sosyal
disiplinden yoksundurlar. Ne yapacaklarını bilmeyen bu
insanların otom obilleri ile bir otelden diğerine giderken,
içtikleri sigaralar, içkiler, yedikleri dondurm alar ve oku­
dukları budalaca rom anlar insanı ancak acıma duygusu
ile doldurur. Fakat bir sonraki kuşakta bunlar ya tam

77
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

yoksulluğa düşerler ya da artık imkânları içindeki sını­


fın okullarına gider ve o sınıfın disiplinini, göreneklerini
ve başarılarını elde ederler.
Tıpkı eski kabile düzenindeki erkeklerin avlanmaya
g ittikle ri ve kadınların ev işi yapmalarına benzeyen ve
geçinmeleri için insanların çalışmalarının gerekli olm adı­
ğı bu düzende, eğer bütün siyasal kudreti elinde tutm ak
istiyorsa, yöneten sınıfın yapması gereken bazı kamu
hizmetleri vardır. Bu hizmetlere karşılık hiçbir ücret öde­
meyerek ya da geçinm esini sağlamayacak bir ücret öde­
yerek, kazanılmamış geliri olmayan insanların bu hiz­
metleri görm esi engellenir. Üstelik yüksek kamu hiz­
m etlerine ancak pahalı bir eğitim görm üş kişilerin kaza­
nabilecekleri sınavlar konarak, bu hizmetlerin zenginle­
rin elinde kalması sağlanır. M ülkiyet sahibi sınıfın ken­
dileri Parlamento üyeleri oldukları halde, Parlamento
üyelerinin aylıklarını yeterli bir düzeye çıkarmadan yana
olan her harekete karşı olmalarının bundan başka bir
açıklaması oJamaz. Kendileri ordunun subay kadrosunu
meydana getirdikleri halde, bir subayın, aylığı ile geçi­
nebilmesi imkânını yaratm am ışlardır. Bütün Parlamento
sandalyelerine adaylıklarını koydukları halde. Parlamen­
to üyelerinin ve bunların seçim masraflarının kamuca
ödenmesinin her zaman karşısında olm uşlardır. D iplo­
m atik görevleri küçük oğulları için ayırm ışlar ve kişisel
geliri yılda dört yüz sterlini bulmayan hiçbir gencin bu
görevlere atanmaması şartını da koym uşlardır. Hüküm et
görevlerinin, insanın kendisini geçindirm esine yeter bir
meslek olmasına karşı savaşm ışlar ve hâlâ da savaş­
maktadırlar. A ksi halde, bu alan m ülk sahibi olmayan
sınıfa açılacak ve kendi tekelleri sona erecektir.
Fakat hüküm et işlerinin yapılması gerektiğinden ve

78
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜT'ER

bu işleri başkalarına kaptırm ak istem ediklerinden, ken­


dileri yapm ak zorunluğundadırlar. Bunun sonucunda da.
Parlamentoda, dışişlerinde, orduda, hukuk alanında, ma­
halli kamu örgütlerinde ve bunlara ek olarak kendi özel
işlerinin yönetim inde çalışan birtakım zengin kişiler gör­
mekteyiz. Böylesine çalışan insanlara zengin tem bel adı
verilemez. Ama yazık ki, bu yönetim işlerini kendi sı­
nıflarının tem bellik imtiyazını gözönünde tutarak yap­
maktadırlar. Sınıflarının geri kalan kişileri gibi bunlar da
kendilerini eğlenceye terketseler ve yönetim işlerini, ya­
rarları bütün m illetinki ile eşit olan ve iyi ücret alan kişi­
lere bıraksalar, kamu yararı bakımından bu çok daha
iyi olacaktır.
'Tembel Zengin' sözünün bütün tanımlamalarını
yaptığımız zaman, bunun hiçbir şey yapmamak değil
(bu, im kânsızdır), fakat faydalı birşey yapmamak; üret­
meden tüketm ek olduğunu, bu terim in halkın onda b iri­
ni meydana getiren bir sınıfa uygulandığını ve bunların
tem belliklerini devam ettirm eleri için diğer onda dokuzu­
nun kölelik durumunda bırakıldığım görürüz. Ü stelik bu,
kanunun tanım ış olduğu bir kölelik olm ayıp efendilerine
pek pahalıya malolan zorunlu şartları yüklemeden, açlı­
ğın yeter derecede düzen altında tu ttu ğ u bir köleliktir.
Bundan başka, zengin bir kadının sağlığı için alelade bir
iş yapması da yoksullar tarafından hoş karşılanm aya­
caktır; çünkü, böyle yapmakla yoksul bir kadını işinden
etm iş olacaktır.

79
18
KİLİSE, OKUL VE BASIN

PARLAMENTO ve Mahkeme gibi Kilise de zenginler


tarafından kapılm ıştır. Herhangi bir din adamı bir kasa­
ba kilisesinde eşitlik ve nam usluluk öğretmez. Zengin­
lere itaat etm esini öğretir ve buna da bağlılık ve din adı­
nı verir. Din adamları, zenginlerin parlam entosunun zen­
ginlerin çıkarlarına yaptığı kanunları «hakem» olarak uy­
gulayan ve buna da adalet adını veren köy ağasının yar­
dakçısıdır. Başka bir din ya da kanun ile ilişkileri olm a­
yan köylüler, kısa sürede bu ikisine olan saygılarını y i­
tirirle r ve yalnızca şüpheci olurlar. Karşılaştıklarında el­
lerini şapkalarına götürüp saygı ile selâm verirler ama
birbirlerine — karısı Noelde iyi davranıyor olsa bile —
ağanın yoksulları ezici ve soyguncu, papazın da lâf ebe­
sinin biri olduğunu söylerler. İhtilâllerde malikâneleri, pa­
paz evlerini yakan, katedrallerdeki heykellerin yüzlerini
parçalayan, renkli camları kıran, orgu yerle yeksan eden
hep köylülerdir.
Hiç de böyle olmayan din adamları tanıyor olabilir­
siniz. Ben bile birkaç tanesini tanırım bunların. Ne kadar
refah içinde yaşasalar ve haklarında iyi konuşulsa bile,
adaletsizliğe karşı çıkacak kadın ve erkekler vardır. Ama
sonucunda bunlar da etkili çevrelerde kötü ün bırakır­
lar. Toplum um uz birkaç başkaldırıcısı ile değil, m ilyon­
larca itaatli tebasıyla yargılanmalıdır.
Aynı bozulma okul çocuklarım ız arasında da yay­
gındır. Öğrencilerine, toplum sal teknenin küreklerine
asılmayan bütün yetişkinlerden nefret etm elerini ve bun­

80
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

ları kovalamalarının ülkelerine karşı görevleri olduğu te ­


mel gerçeklerini öğreten öğretm enler, işlerinden atılm ak­
ta ve bazan da gençliği zehirleme suçu ile mahkûm edil­
m ektedir. Bu en basit ahlâk kuralından, üniversitelerde­
ki en derin öğretim lere kadar aynı bozulma vardır. Bilim,
zenginlerin hisse senedi sahibi oldukları şirketler tara­
fından yoksulların hastalıkları için imal edilen sahte ilâç­
ların propagandası olm aktadır. Oysa, yoksullar daha iyi
besin ve daha iyi yaşama şartları ile, zenginler de fa y ­
dalı bir çalışmayla bütün hastalıklarından kurtulacaklar­
dır. Siyasal ekonom i, tem bel zenginler olmasaydı işsiz­
lik ve sermayesizlikten yokolacağımız ve eğer yo ksul­
lar daha az çocuk sahibi olmaya dikkat etseler dünya­
daki kötülüklerin çoğunun eksileceği konusunda bir gös­
teri olmaktadır.
Böylece yoksullar, bilgisizlikleriyle yoksul kalmakta
devam etm ektedirler. Baba zenginliğinin kendilerinin b il­
gisiz kalmalarına imkân verdiği insanlarla tam bir eğitim
gördükleri sanılan insanlara gerçekte öyle yanlış şeyler
öğretilm ektedir ki; bunların bu yanlış bilgileri, vahşilerin
tabii zekâlarından bin kere daha tehlikelidir. Hohenzol-
lern hanedanının, yani Kayzer'in kendi zengin ailesinin,
insan toplum unda m üm kün olan en iyi hüküm et biçim i
olduğunu ispatlayan tarih, bilim ve din bilgilerini öğret­
meyen bütün öğretm enleri Alm an Okul ve üniversitele­
rinden kovan Kayzer'i hepimiz haksız buluruz. Oysa, biz
de aynı işi yapm aktayız. Yalnız, tek bir Hohenzollern
ailesi yerine bütün tem bel zenginlere tapılmasını öne
almışızdır.
İnsanlar düşüncelerinin çoğunu okudukları gazete­
lerden edindiklerinden; basın özgür olsaydı, okullardaki
bozulma o kadar önemli sayılmazdı.

81
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE Ö ĞÜT l ER

Fakat basın özgür değildir. Londra'da bir günlük


gazete çıkarm ak en azından çeyrek m ilyon sterlin ge­
rektirdiğinden, gazete sahipleri hep zengin kişilerdir.
Bunlar da diğer zenginlerin ilânlarına m uhtaçtırlar. Zen­
ginlerin düşüncelerine aykırı düşünce ileri süren gaze­
teci ve yazıişleri m üdürlerinin işlerine son verilir ve yer­
lerine bunların düşüncelerine uyanlar alınır. Gazeteler;
böylelikle, okul ve üniversitelerin başladığı işe devam
etm ektedirler. Öyle ki, ancak en kuvvetli ve bağımsız
zihinler; Parlamento'nun, mahkemelerin. Kilisenin, okul­
ların ve basının ortak ve sürekli imâ ve iknasının zor­
ladığı yanlış doktrin kütlesinden kaçabilirler. Başkal­
dırmak için değil, iyi huylu köleler olarak kalmak için
yetiştirilm ekteyiz.
Bunu anlayıp buna inanmayı çok güç kılan şey, bu
yanlış öğretim in büyük bir ölçüde gerçek ile karışmış
olmasındandır. Çünkü bir noktaya kadar zenginlerin çı­
karları herkesinki ile aynı derecededir. Bu çıkarlarının
kom şularınınkinden değişik olduğu noktada yalancılık
başlar. Sözgelişi, zenginler de yoksullar kadar tren kaza­
larından korkarlar. Bu nedenle de, tren kazası kanunları,
tren kazası konusunda konferanslar, okulda öğretilenler
ve gazete makaleleri hep namuslu olup, tren kazalarını
önlemeye yönelm iştir. Fakat biri çıkar da, eğer tren iş­
çileri daha az saat çalışsalar ve daha fazla ücret alsalar;
ya da tren biletleri ücretlerinin hissedarlar ile işçiler ara­
sındaki bölünm esinde hissedarlar daha az, işçiler daha
çok alsa; ya da posta ve telgraf gibi dem iryollarının da
m illet elinde olursa daha az kaza olacağını söylese, bu
gibi tekliflere hemen basın ve Parlamento'dan itirazlar
yükselir ve bunları ileri sürenlere 'B o lşe vik' damgası, ya
da zamana en uygun küçültücü terim ne ise, o yapıştırılır.

82
19
BUNA NİÇİN KATLANIYORUZ?

NİÇİN sadece zenginlerin değil de, yoksulların bi­


le buna katlandıklarını ve hatta bunu, iyilikçi kamu ah­
lâkı olarak tu tku yla savunduklarını sorabilirsiniz. Bu
savunmanın 'ittifa k la ' olmadığını ve kamu ruhlu reform ­
cular ya da çektikleri dayanılmaz hale gelmiş kişiler
tarafından her zaman saldırıldığım söyleyebilirim .
Fakat bir bütün olarak ele alındığında bu çözülü­
şün kötü etkileri ve hukuk, din, eğitim ve kamuoyunun
tahrifi, öylesine b ü yü ktür ki, bunu alelade insanların
akılları alamaz. Bu insanlar bu ta h rifin küçük yararlı ta ­
raflarını anlarlar ve ancak bunlara sarılırlar. Zenginler
çok iyiliksever insanlardır; zenginlikleri için bir fidye
ödemeleri gerektiğini bilirler. Kocası orman bekçisi ya
da bahçıvan olan ve kızları köşkte hizm etçilik yaparak
görgülü yetişen bir köylü kadın, efendisini kendilerine
iş veren iyi bir adam; hanımını da hastalara ilâç, elbise,
battaniye gibi eşyalar veren, köy kliniğine, çalışmanın
m onotonluğunu ve hastalığın dehşetini azaltan bütün
müsamere, oyun ve diğer faaliyetlere başkanlık eden
iyi bir kadın olarak bilir.
Zengin ve yoksulların birbirlerini tanım adıkla­
rı büyük şehirlerde bile zenginlerin kıyasıya para harca­
maları her zaman hoşgörülür. Bu, insanların seyrine ve
dedikodusuna doyamadıkları b ir manzara meydana ge­
tirir. Dükkân sahibi, zengin m üşterileri olmasından; hiz­
metçi ise zengin bir evde çalışmaktan zevk duyar. Zen­
ginlerin eğlence yerlerinde her zaman yoksullar için ucuz

83
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

koltu klar bulunur. Sıradan insanlar bütün bu zenginlik


gösterisi karşısında kendilerinden geçerler. Bu konular­
daki yazıları hevesle okurlar, dergilerdeki resimlere ilgi
ile bakarlar. Oysa, bu gazetelerde beş yaşından küçük
çocukların ölüm oranının azalmış ya da çoğalm ış oldu­
ğu haberini okuduklarında bu, onlara gazeteyi cansıkıcı
yapan kuru bir ista tistikte n başka birşey olarak görün­
mez. İnsanlar, «bu, beni beş dakika kadar eğlendirm ek­
tedir. Fakat aynı biçim de hepimizin yararına mıdır?» di­
ye sormalarını öğrendikleri zaman, iyi giyinm iş bir kadı­
nın on bebeğin hayatına malolduğunu öğrenme yoluna
girm işlerdir, demektir.
O zaman bile, iyi giyinm iş zengin kadınların olm a­
masının bütün kadınların kötü giyinm iş olmaları demek
olduğunu sanırlar. Bundan korkm aları için hiçbir sebep
y o k tu r aslında. Bu anda on kadının dokuzu kötü g iyin­
m ektedir. Gelirin mantıklı bir yolda dağıtılması sonun­
da da, on kadından herbiri en iyi bir biçim de giyinebile-
cektir. Bütün kadınlar temiz bir giyim e sahip olana ka­
dar hiçbir kadının pırlantası olmaması, en m antıklı bir
kuraldır. Bu kural elbette, başkalarının giyim i kendisini
ilgilendirm eyen ve pırlantalarına da ne olursa olsun sa­
hip olm ak isteyen b ir kadına çekici gelm iyecektir. Hat­
ta, böyle bir kadın diğer kadınların kötü giyim li oldukla­
rını görerek sevinebilir de. Fakat bu darkafalılığın ka­
çınılmaz sonucu da Rusya'daki gibi bir 'ih tilâ l'in kop­
masıdır. Böyle bir durumda da, kim se pırlanta taka­
cak kudrette olmadığından, pırlantalar hep rehinci eline
düşerler. İyi giyinm iş hanımlar da eski elbiselerini ve ha­
zır aldıkları ucuz elbiseleri giyip eskittikte n sonra artık
üstlerine geçirecek hiçbir şey bulamaz olurlar. Am a bü­
tün bunlar hep birden olup bitm iyeceğinden, düşüncesiz

84
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

insanlar polisin böyle şeylere izin verm iyeceğini sanırlar;


bir kısmı da, kendileri öldükten sonra dünyanın ne ola­
cağını düşünmezler bile.
Bizi bu piyangoya sarılmaya zorlayan nedenlerden
birisi de, bir rastlantı eseri zengin olacağımız düşüncesi­
dir. A vusturalya'da ölen ve burada kendi varlığından ha­
beri bile olmayan akrabası bir işçiye yüz bin sterlin bıra­
kan amcaların hikâyelerini çok dinlemişizdir. Bizden pek
üstün olmayan insanların piyangoda büyük ikram iyeyi
kazandıklarını okuyoruz. Gelir eşit olarak dağıtılmış o l­
saydı, bu türden hayaller kuram ayacaktık. Oysa, insanlar
at üstüne oynayacak beş kuruşları olmadığı zamanlar
bile hayal kurarlar.
Bu kumarbaz hayallerine dalmayacak kadar aklı ba­
şında olan pek çok yoksul kadın oğullarını yoksulluktan
eğitim in kurtaracağını sanarak fedakârlıklarda bulunur.
Burslar kazanan ve belirli bir üstün zekâya sahip olan
pek çok insan yükselm esini anasına borçludur. Fakat
ne kadar göz kam aştırıcı olsa da, özellik gösteren olay­
lar, sıradan insanlara bir um ut ışığı olamaz. Dünya ise
sıradan insanlarla doludur. Zengin bir kadının çocuğu ile
yoksul bir kadının çocuğu doğdukları zaman eşit beyin­
lere sahiptirler. Fakat yetişkin birer insan olarak hayata
atıldıkları zaman, zengin kadının çocuğu yüksek görev­
ler elde etmesine yarayacak iyi konuşma, görgü ve kü l­
türü elde edebilm iştir. Y oksul kadının çocuğu ise, ken­
disini kibar insanlarla karşı karşıya getirecek bir işe gi­
rebilecek kadar gösterişli olam am ıştır. Ülkenin beyin
kudretinin büyük bir kısmı bu yolda harcanıp gitm ekte­
dir. Tabiat zengine, yoksula aldırmaz. Sözgelişi, yine Ta­
biat herkese yöneticilik yeteneği vermez. Belki de bunu
y irm i kişide birine verir. Fakat bu kıskançlıkla sakladığı

85
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

hediyelerini dağıtırken de; insanları, zengin çocuğu, y o k­


sul çocuğu diye ayırmaz. İki yüz kişi içinde yirm i tane
zengin varsa, bu yönetm ecilik hediyesi dokuz yoksula
ve tek bir zengin çocuğa düşecektir. Fakat bu hediyeyi
yalnızca zenginler geliştirebileceklerse, şu halde ülkenin
yönetm enlik yeteneğinin onda dokuzu kaybolacak de­
m ektir. Bu eksiği kapatm ak için de, yalnızca yoksulla­
ra em retm ek alışkanlıkları olduğu gerekçesi ile, bu y ö ­
netm enlik görevlerine nice kafasız adamlar atanacaktır.

20
EŞİTLİK İÇİN OLUMLU NEDENLER

ŞİM DİYE KADAR halkın zengin ve yoksul diye ayı­


rımının, yani, gelir eşitsizliğinin kötü sonuçlarından ken­
disini kurtaran te k bir büyük millî kuruma rastlamadık.
Size daha çok örnek sayabilirim , faka t bunlar durumu
daha da kötüleştirecektir. Zengin subaylarla yoksul as­
kerlerin orduda ikilik yarattığını, kral ailesi ile m illetin bü­
yük kitlesi arasındaki ilişkinin tek bir zengin aile ile m il­
yonlarca yoksul aile arasındaki ilişki gibi olduğundan,
sadakatsizliğin alıp yürüdüğünü, barış dediğimiz şeyin
gerçekte, zenginler ve yoksullar arasında, felâketli
grevler yolu ile yapılan bir iç savaş olduğunu; kıskançlık,
isyan ve sınıf darılmalarının bizim müzmin ahlakî hasta­
lıklarımız olduğunu gösterebilirim . Fakat bunları birbiri
arkasından sıralamaya kalksam siz, 'Allah aşkına yeter
artık. Bu kadar sayma, yoksa sonunu bulamıyacağız!' di­
yeceksiniz. Haklısınız da! Bu ana kadar sizi Devletin, ge­

86
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lirin eşitsizliğine karşı çok kuvvetli nedenleri olduğuna


inandıramamışsam, benden nefret ettiğinize inanmaya
başlıyacağım.
Bundan başka, Sosyalist eşit dağıtım planının olum ­
lu nedenlerini de ele almalıyız. Bu, benim en sevdiğim
çözüm yolu olduğu için bununla çok ilgilenm ekteyim .
Onun için dikkat edin de, gelirin eşitliği konusunda söy­
lenenlerin gelirin eşitsizliği konusunda söylenenlerden
üstün olduğunu incelemenize yardım ederken, bir hak­
sızlık etm iyeyim .
Eşit dağıtım, yalnızca imkânlı değil, aynı zamanda
uzun denemelerden de geçm iş bir çözüm yoludur. U y­
gar dünyanın günlük işlerinin en büyük kısmı insanla­
rın uzun ya da kısa, esmer ya da sarışın, hareketli ya da
ağır, genç ya da yaşlı, ayyaş ya da yeşilaycı, evli ya da
bekâr, aksi ya da uysal, dindar ya da inkârcı olduklarına
bakmadan; kısacası, bir insanı diğerinden başka yapan
ayrılıkları dikkate almadan, eşit ücret alan insanlar tara­
fından yapılm aktadır, yapılacaktır ve yapılmalıdır. Her
zanaatta belirli bir ücret, her kamu hizmetinin belirli
b ir bedeli vardır. Her meslekte ücretler, o meslek ada­
mının, o meslek sahiplerinin tüm ünün yaşayışına uygun
bir hayatı devam ettirm esini sağlayacak biçimde ayar­
lanmıştır. Polisin, askerin, postacının aylıkları; işçinin,
marangozun ve dülgerin ücretleri; yargıcın, Parlamento
üyesinin yıllıkları değişebilir. Kimi yılda yüz sterlinden
az, kim i beş bin sterlinden çok alabilir. Fakat bütün as­
kerler aynı, bütün yargıçlar aynı, bütün Parlamento üye­
leri aynı parayı alırlar. Bir doktora, ücretinin niçin şu ka­
dar değil de, bu kadar olduğunu sorarsanız; size bütün
doktorların o kadar aldığını söylem ekten başka tatm in
edici bir cevap verem iyecektir. Bütün doktorlar da, da­

87
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

ha azı kendilerini o seviyede tutam ıyacağı için, o m ikta­


rı istem ektedirler.
Onun için, düşüncesiz biri kalkıp da papağan gibi,
eğer herkese aynı parayı verirsek, aradan bir yıl geçme­
den yine eskisi gibi zengin ve yoksul ayırımının ortaya
çıkacağını söylerse; ona çevresine bakıp da yıllar yılı
aynı parayı alan ve durumlarında hiçbir değişiklik olm a­
dan hayatlarını sürdüren m ilyonlarca insanı görmesini
söylersiniz. Yoksul insanların zengin oldukları çok en­
derdir; bunlar, günlük olaylardan olm ayıp ancak rastlan­
tı sonucudurlar. Genel kural, aynı meslek ve sınıfta olan
işçilerin eşit ücret almalarıdır; bunlar ne durumlarının
üstüne çıkabilir, ne de altına düşerler. Eğer geliri ülkenin
halkına eşit olarak dağıtabilseydik; bu insanların, tıpkı
postacının zengin-yoksul ayırımı yapmadığı gibi, kendi
kendilerini zengin ve yoksul diye ayırmayacaklarını ar­
tık pratik uygulama ile kesinleşm iş olarak kabul edebi­
liriz.
Burada ileri sürülen tek yenilik, postacının da pos­
ta müdürü kadar alması ve posta m üdürünün de kim se­
den daha az almamasıdır. Bütün yargıçlara aynı geliri,
bütün kaptanlara aynı geliri uygun görüyorsak, niçin
yargıçlara kaptanlardan beş kat daha çok ücret verme­
ye devam edelim? İşte kaptanların bilm ek istediği de
budur. Siz şim di ona, eğer onun eline de bir yargıç ka­
dar para geçecek olursa aradan bir yıl geçmeden yine
eskisi kadar yoksul olacağını söylerseniz, korsanlar­
dan başka kimsenin kulağına yakışm ayacak sözlerle
size cevap verecektir. Onun için böyle şeyleri söylem e­
den önce düşünmeniz gerekm ektedir.
Şu halde eşit dağıtım, sadece o an için değil, fakat
sürekli olarak imkânlı ve uygulanabilir birşeydir. Bu, ay­

88
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

nı zamanda basit ve anlaşılır birşeydir de. Herkesin ne


kadar alması gerektiği konusundaki tartışm aları da ön­
ler. Daha yetenekli olanların hakettiklerini elde etmeleri
konusunda da onlara çok büyük fayda sağlar.

21

DEĞİM (L İY A K A T ) VE PARA

BU son cümle, aklını bu konuya ciddi olarak ver­


memiş en akıllı kadını bile şaşırtacağı için bunu biraz
daha açıklamam gerekecek.
Gelirlerdeki farklılık kadar hiçbir şey bir insan ile
diğeri arasındaki 'd e ğim lilik' derecesini gizleyemez. ö r ­
nek olarak, 'm in n e tta r' bir m illetin parlam entosu yolu ile
büyük bir kâşife, büyük bir mucide ya da büyük bir ko­
mutana yirm i bin sterlin hediye ettiğini düşünelim, (ö r­
nek olarak bir erkeği almak zorundayım; çünkü kadınla­
ra ancak öldüklerinden sonra heykel dikerler). Bu adam
bu m üjdeyi karısına iletm ek üzere sokakta giderken de­
ğil topu topu yirm i bin sterlini, yılda yirm i bin ya da da­
ha çok geliri olan ünlü bir budala ile ya da ahlâksız ada­
mın biri ile karşılaşabilir. Büyük adamın yirm i bin ster­
lini kendisine yılda ancak bin sterlin getirecek ve ken­
disi, toplum um uzda, hayatlarında vatandaşlarının kötü
huylan ya da budalalıkları yüzünden para kazanmaktan
başka hiçbir şey yapmadıkları halde ondan on kat zen­
gin olan tüccarlar, bankacılar ve düzenbazlar tarafından
'zavallı adam ' diye nitelenecektir. Ucuz bir kurnazlıkla
kötü viski yapan, buğday ürününü is tif edip üç katına

89
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

satan, yalan ilânlar yayınlayan aptalca gazete ve dergi­


ler çıkartan bir insanın şereflere garkedilmesi, Parlamen-
to 'y a alınması ve sonunda ülkenin soyluları arasına so­
kulması çok korkunç birşeydir. Oysa, insan bilgisi ve re­
fahının ilerlemesi için en yüksek yeteneklerini ortaya koy­
muş, hayatını tehlikeye atm ış bir insan, kendi birkaç ku­
ruşu ile kapkaççının serveti arasındaki çelişki nedeniyle
küçük düşürülm ektedir.
Değim lilik yani liyakat, ancak maddî eşitliğin ol­
duğu yerde kendisini gösterebilir. Rütbe, şeref ve ün pa­
ra ile alınabildiği takdirde faydadan çok zarar getirir.
Kraliçe Victoria, durum unu koruyacak kadar parası o l­
mayana rütbe vermeyeceğini söylediği zaman sağduyu­
sunu gösterm işti. Fakat bunun sonucunda da, rütbeler
en iyiye değil, en zengine gitm iş oldu. Geliri eşit olm a­
yan insanlar arasında bütün değim lilikler arka plana itilir.
Yılda bin sterlini olan bir kadın, ne kadar değimsiz olsa
da, yılda yüz sterlin geliri olandan önce gelir. Ve bu ka­
dın, çocuklarına da, aynı ya da daha fazla tabii yetenek­
lere sahip yoksul çocuklarından daha yüksek işlere g i­
rebilme imkânları sağlayabilir.
Eşit gelirli insanlar arasında değim farklılığından
başka bir toplum sal farklılık yoktur. Para önemsizdir; ki­
şilik, davranış ve yetenek herşeydir. Bütün işçilerin dü­
şük ücret düzeyine ve bütün zenginlerin de günün m o­
dası olan gelir düzeyine inip ya da çıkacakları yerde, eşit
gelirler düzeninde, herkes kendi düzeyini bulacaktır. Bü­
yük insanlar, sıradan insanlar ve küçük insanlar yine
olacaktır; fakat büyükler, daima büyük işler başarmış in­
sanlar olacaklar ve analarının şım arttığı ve babalarının
yılda yüz bin sterlin bıraktığı budalalar olmayacaklardır.
Küçük insanlar da, hayatlarında ellerine bir fırsat geçire-

90
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

memiş insanlar değil de, yalnızca dar kafalı ve aksi kişi­


likli insanlar olacaklardır. Bunun için budalalar her zaman
gelir eşitsizliğini (çünkü kendilerini gösterebilm ede tek
fırsa ttır bu) ve gerçek büyükler de gelir eşitliğini savu­
nurlar.

22
DÜRTÜCÜ ETKENLER

GELİRİN eşit dağıtımına karşı ileri sürülen itirazlara


gelince; bunların aşağı yukarı şunlardan meydana gel­
diğini görürüz: Biz buna alışmamış ve sınıflar arasındaki
gelir eşitsizliğini o kadar olağan kabul etm işiz ki, işlerin
başka türlü olabileceğini hiç düşünm em işizdir; zengin sı­
nıf tarafından atanan öğretm enler ve vâizler bize ta ço­
cukluğumuzdan beri bir takım insanların diğerlerinden
daha zegin olabilme haklarını şüphe ile karşılamamızın
günah ve budalaca birşey olduğunu öğretm eye çalışm ış­
lardır.
Bundan başka itirazlar da vardır. Eşit olmayan gelir
planlarında bunların çoğunu 'bertaraf' ettiğim iz için bu­
rada yalnızca ikisi ile ilgileneceğiz.
Birincisi, eğer bir kadının diğer bir başkasından da­
ha fazla para almasına izin verilirse, bu kadının daha çok
çalışmak için kendisini dürtecek b ir nedenin kalm aya­
cağıdır.
Buna verilecek cevap, hiç kimsenin m illî görevi yeri­
ne getirirken kendisinin bir başkasından daha fazla ça­
lışmasını istem ediğidir. Aksine, çalışma yükü (bu olm a­

91
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

dan dağıtılacak gelir olm ayacaktır) bütün işçiler tarafın­


dan eşit olarak paylaşılmalıdır. Çalışmadıkları zaman
m utlu olmayan insanlar isterlerse kendilerini memnun
etm ek için daha çok çalışabilirler; fakat bu çalışmanın,
karşılığında para almaları gereken acı verici bir fedakâr­
lık olduğunu söylem em elidirler. Çünkü fazla enerjilerini
her zaman zevklerine harcayabilirler.
Diğer yandan, çalıştıkları her dakikayı çok gören in­
sanlar da vardır. Bu görüş de, onları paylarına düştüğü
kadar çalışmaktan alıkoyacak bir özür değildir. Kendine
düşenden azını yaptığı halde, emek tarafından üretilen
servetten tam payını alan herkes hırsızdır ve diğer bütün
sıradan hırsızlar gibi muamele görm esi gerekir.
Yorgun A hm et çalışm aktan nefret ettiğini ve daha
az kazanmaya razı olduğunu ve daha az çalışmak için
yoksul, pis, paçavralar içinde, hatta çıplak yaşayabilece­
ğini söyleyebilir. Fakat yukarda gördüğüm üz gibi bu ka­
bul edilemez: İstem yolu ile yoksulluk, toplum bakım ın­
dan, istem dışı yoksulluk kadar kötüdür. Saygılı m illetler
vatandaşlarının saygılı hayatlar yaşamasında ve gelirden
tam paylarını almalarında ısrar etm elidirler. Yorgun A h ­
met, payına düşeni yaptıktan sonra istediği kadar te m ­
bellik edebilir. S ırtüstü yatıp kuşların ötüşünü dinleye­
cek ya da kom şularının spor, keşif, sanat, edebiyat, bilim
(ya da maddî gerekleri tatm in edildiği zaman uğraştık­
ları her neyse) dallarındaki çalışmalarını seyredebile­
cektir. Ancak yoksulluk ve toplum sal sorum suzluk ya­
sak lüksler olacaktır. Zavallı A hm et, şim diki zorunlu
yoksulluk yerine, bundan çok daha fazla çekindiği zo­
runlu refaha boyun eğmek zorunda kalacaktır.
Fakat genel m illî üretim konusunda, başkalarından
az ya da çok çalışabilmek özgürlüğü konusunda birtakım

92
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

mekanik güçlükler de vardır. Böyle bir çalışma bugün ar­


tık ayrı bir kişisel çalışma olm ayıp, çalışmanın belirli sa­
atlerde başlayıp belirli saatlerde sona erdiği büyük fab­
rika ve bürolarda örgütlenm iş ortak çalışmadır. Sözgeli­
şi eskiden bir kadının kendi teknesinde yıkadığı, kendi
eliyle ütülediği elbiselerimiz artık genellikle tem izleme
evlerinde tem izlenm ektedir. Buralarda çalışan kadınlar,
imkânları olup alabilseler bile, tek başlarına kullanamı-
yacakları makinelerde ve binalarda bu işleri yapm akta,
buhar makinelerini çalıştıran erkekler de onlara yardım
etm ektedirler. Bu kadın ve erkeklerden bir kısmı işe bir
saat erken başlamak ve işi iki saat geç bırakm ak istese­
ler; bazı işler işbirliği olmadan yapılamıyacağı için, bu is­
tekleri kabul edilm iyecektir. M otorlar çalışmazsa m aki­
neler de işlem iyecektir. Ya herkes hep birden çalışacak
ya da kimse çalışm ıyacaktır.
Kısacası, ortak iş ya da fabrika işi, yani büyük çağ­
daş uygar halklarımızın var olmasını sağlayan türden iş­
ler, bir işçi canının çektiği saat işe başlayıp istediği saat
bıraksaydı, imkânsız hale girecekti. Birçok fabrikalarda
makineler, iş düzenini, tem beller ve çalışkanlar için eş
olarak ayarlarlar. M akinisti ve hat bekçisi canları istediği
zaman durup da b ir fu tb o l maçı seyretselerdi, dem iryolu
hizmeti hiçbir işe yaramazdı. Çağdaş sanayide tem bel
insanların yeri yoktur. Başkalarından daha uzun ve daha
çok çalışmak isteyenler de bu imkânı kendi başlarına
yapabilecekleri işlerde bulabilirler.
İyi işçinin elinden gelenin en iyisini yapması için
dıştan bir dürtüklem e gerekmez. Onun sıkıntısı böyle bir
çalışma ile geçim ini pek seyrek olarak sağlayabilmesidir.
Halen iyi işler, en büyük düş kırıklığı şartları altında ya­
pılm aktadır. Bunları yaparken sıradan bir iş kadar bile

93
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

para alamama imkânı vardır. Karşılığında hiç para öden­


mediği zaman, geçim ini sağlamak için sıradan bir iş ya­
pan insan bunda pek bir zevk bulamaz. İnsanlar yapabi­
leceklerine inandıkları yüksek işleri pek seyrek olarak
reddederler. Reddettikleri zaman da bu yüksek iş ya çok
az ücretlidir ya da toplum sal durumlarına uygun düşmez.
Bunun tip ik örneği, orduda bir assubayın subaylığı
reddetmesidir. Bir başçavuşun geliri ve gideri bir suba-
yınkinden fazla değilse ve her ikisi de aynı sınıfın insanı
iseler, bir askerin kendisini göstereceğine inandığı en
yüksek rütbeye terfiini kabul etmesi için fazladan bir
para teklifine gereklilik yoktur. Bazan duyduğum uz üze­
re bunu reddetmişse, bu, o yüksek rütbede alt rütbede-
kinden daha yoksul ve daha huzursuz olacağını bilme-
sindendir.
Peki pis işler ne olacak? Pis işlerin, pis ve az ücret
alan insanlar tarafından yapılmasına öylesine alışmışız-
dır ki, bunu yapmanın utanç verici olduğunu ve eğer
pis ve aşağı bir sınıf olmasaydı, bu işlerin yapılm ayaca­
ğını düşünm üşüzdür. Bu, saçmalamanın ta kendisidir.
Dünyanın en pis işlerinden bazıları yüksek öğrenim gör­
müş, çok yüksek ücretler alan ve en yüksek çevrelerde
dolaşan ünlü cerrahlar ve doktorlar tarafından yapılır.
Bunlara yardım eden hastabakıcılar genellikle kültürde
onların eşitleri ve bazan da rütbece üstleridir. Hiç kimse
hastabakıcılara, işleri çok daha tem iz olan daktilo kız­
lardan daha az para verm eyi ya da daha az saygı gös­
term eyi aklına bile getirmez. Kadavra kesm eyi ve canlı­
ların dışkılarını tahlil etm eyi içine alan laboratuvar ça­
lışmaları, tem iz bir ev kadınının görüş açısından iğrenç
derecede pis görünür; yine de bu işler meslek sınıfından
beyler ve hanımlar tarafından yapılır. Her temiz ev ka-

94
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

dini b ilir ki, evler, pis işler olmadan temizlenemez. Ço­


cukların doğurulması ve büyütülm esi hiçbir zaman kibar
salon eğlenceleri değildir; fa kat ne kim se bunların şeref­
li bir iş olmadığını ileri sürer, ne de en titiz bir kadın sı­
rası gelince bunlardan kaçar.
Şunu da hatırlam ak gerekir; bu anda pis insanlar
tarafından kaba bir biçim de yapıldığı için pis olan iş, te ­
miz insanlar tarafından tem iz bir biçim de de yapılabilir,
özel otom obilleri ile uğraşan hanımlar ve beyler bu işi,
kendilerini, uşaklarının üst başlarını pisletm elerinden çok
daha az kirleterek yapabilirler. Dünyada yapılması ge­
rekli olan işler, bütün sınıfların sağlıklı insanlarının kat-
lanabileceğinden çok fazla olmayan pislikle yapılabilir.
İşin esası, itiraz edilenin, işten çok, işin ilişkin olduğu
yoksulluk- ve küçültücülüktür. Böylece taşralı bir bey
kendi arabasını sürm eye itiraz etmez de, şoförünün üni­
formasını giym eye itiraz eder. Bir hanımefendi de, hiç
umursamadan bir odayı tem izliyeceği halde, temiz ve
yakışmış olsa bile, bir hizmetçi başlığı ya da önlüğü için­
de görünm ektense ölm eyi tercih eder. Oysa, bunlar her­
hangi bir üniform a kadar ve hatta tem bel bir kadının süs­
lü elbiselerinden çok daha şereflidirler. Oda hizm etçisi
de, hanımı da, eğer çiçek ve hayvanlara düşkünlerse bü­
tün gün bahçede çalışacaklar ya da büyük bir dikkatle
köpeklerini yıkayıp bitlerini ayıklayacaklardır. Ve bu iş­
lerdeki pisliği hiç de şereflerini alçaltıcı olarak görm eye­
ceklerdir. Bütün sokak süpürücüleri dük olsalardı, kimse
toza toprağa itiraz etmezdi. Eğer gelmeye tenezzül etse,
süpürücüyü yemeğe çağırmaktan herkes şeref duyacak­
tı. Kimsenin yalnızca işin konusu nedeniyle gerekli bir işe
itiraz etmeyeceğini kabul ediyoruz: Herkesin itiraz ettiği
şey, genellikle aşağı sınıftan insanlar ya da zenciler tara­

95
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

fından yapılan bir işi yaparken görülm ektir. Bir işi iyi ya­
pan kişiler bizden düşük olarak sınıflandırıldıktan için,
bazan bir takım işleri bile bile kötü yaparız. Sözgelişi,
zengin bir budala sırf kâtipler iyi yazdığı için kötü yazı
yazar.
Kafamızdan pis iş konusunda pekçok saçma düşün­
ceyi attıktan sonra, yine de, bütün faydalı işler eşit de­
recede şerefli oldukları halde, bunların hepsinin eşit de­
recede hoş olmadığı gerçeği ortadadır elbette. Bu ger­
çekle yüzyüze gelmekten kaçmak için, bazı insanların
garip zevkleri olduğunu ve akla gelebilecek her işin bir
meraklısı olduğunu söyleriz. H içbir zaman istekli bir
cellat bulm akta güçlük çekmeyiz. Denizin ortasında,
uzak ve tehlikeli kayalar üzerindeki fenerlerde nöbetleri
aylarca değişmediği halde m utluluk içinde yaşayan in­
sanlar vardır. M adencilik korkunç ve hiç de tabii o l­
mayan bir iş olarak gözükürse de madenci sıkıntısı çe­
kilmez. Tıpkı bir hamamböceğinin, bütün ev emrinde
olduğu halde bodrum u salona tercih etmesi gibi, ken­
di başlarına bırakılan çocuklar da eğlenmek için en ra­
hatsız ve hoş olmayan işleri yaparlar. Tanrının her iş
için bir insan yarattığı söylentisi bir noktaya kadar ger­
çektir.
Bu huy farklılıklarının gerektirdiği ayrılıkları bir ke­
nara bırakırsak, ortaya çıkan gerçek şudur: Bahçıvan
ya da m akinist olm ak isteyen bir oğlanla, artis t ya da
santral memuresi olm ak isteyen bir kızı, lağımcı olmak
isteyen bir oğlan ya da eskici olm ak isteyen bir kızdan
çok daha kolay bulabiliriz. Sevilmeyen işlerin daha hoş
b ir duruma getirilm esi için çok şey yapılabilir: Bazı iş­
ler bütün bütüne kaldırılabilir. Zaten bunlarla uğraşacak
çok yoksul ve kaba bir sınıf olmasaydı, bunlar çoktan

96
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

kaldırılmıştı. Fakat bu yapılana kadar da, şu ya da bu


cinsten belirli bir zevki olmayan insanlar her zaman
için daha hoşa gidecek işleri yapm ak isteyeceklerdir.
Neyse ki, çeşitli işlerin çekiciliklerini eşitleştirm e
yolu vardır elimizde. Bu da bizi, hayatımızın boş va kit
dediğimiz en önem li bölüm üne getirir. Denizciler buna
'izin' adı verirler.
Hepimizin istediği te k birşey vardır: Özgürlük! Bu­
nunla, istediğimizden başka birşey yapmak zorunluğun-
da olmamak özgürlüğünü kastederiz. Yarınki yem eği­
mizin nereden geleceğini ya da bizi köle yapan diğer
gereklilikleri düşünmek istemeyiz. 'Zamanım benim dir'
diyebildiğim iz sürece özgürüzdür. İşçiler günde on saat
yerine sekiz saat çalışmak için karışıklık çıkardıkların­
da, gerçekten istedikleri on yerine sekiz saat çalışmak
değil, fakat on dört yerine on altı saat boş kalmaktır.
Bu on altı saatin sekiz saati uyku, birkaç saati yemek,
içmek, giyinm ek, yıkanm ak ve dinlenmek gibi işlere ay­
rılacağından, günde sekiz saat çalışan bir işçinin ge­
rekli şekilde yedikten, giyindikten ve dinlendikten son­
ra istediği birşeyle uğraşmasına kalan zamanı ancak
bir iki saat olm aktadır. Bu bir kaç saat da, kış ayların­
da günlerin kısalığı, yaz aylarında da bir eğlence yeri­
ne gitm e zamanının uzunluğu nedeniyle değerinden çok
şey kaybetm ektedir. Çalışma yerleri çalışan erkeğinin
yuvası olan evli kadınlar, dinlenmek için evlerinden
çıkmak istedikleri halde, erkekler de dinlenmek için ev­
lerine gelirler. Aile kavgaları da hep bu yüzden çıkar.
Kadınlar otellere bayılırlar, erkekler ise nefret eder­
ler.
Aşağı yukarı hoşa giden ve kolay işler yapan in­
sanlar arasında uzlaştırıcı ayarlamaları nasıl yapacağı­

97
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

mızı görüyoruz. Daha az hoşlanılan işler karşılığında


daha çok boş zaman, daha çabuk emekli sınıfına ka­
tılm a imkânı, daha çok ta til verin; bu işler de, çok da­
ha hoş olanlar kadar ısrarla aranılacaktır.
Resim satılan galeriler, saygı uyandıran üniforma
giym ek ve seyircilerin sigara içmemelerini, tabloları aşır­
mamalarını ve birbirlerine bir resmin güzelliğini gösterir­
ken bastonları ile tabloyu delmemelerini sağlamaktan
başka hiçbir görevleri olmayan bekçilere ihtiyaç göste­
rirler. Bunu bir de, alışmamış bir insanın yeryüzünde
cehennem olarak niteliyeceği bir çelik fabrikasında,
alev alev yanan ocaklar ve erim iş madenler arasında
büyük beden kuvveti harcayarak çalışan bir işçinin işi
ile karşılaştırın. Demir işçisinin kısa bir zamanda gale­
ri bekçisinin işinden bıkacağı ve bir an önce fırınlarına,
erim iş madenlerine dönmek isteyeceği doğrudur. Gale­
ri bekçisi ise, ya çok yaşlı, ya çok tembel, ya çok za­
yıf ya da bu üç niteliğe hep birden sahip olduğu için
dem ir işçisinin işini yapamıyacaktır. Biri genç işi, diğe­
ri ihtiyar işidir. Biz şimdi dem ir işçisine daha çok para
vererek bunları dengede tutuyoruz. A ynı sonucu bu iş­
çiye ta til ya da az çalışma saati ile daha çok boş zaman
vererek sağlayabiliriz. İmkân buldukça işçiler bu kolay­
lığı kendileri de yaparlar zaten. Saatla değil de parça
başına aldıkları ya da fiyatların yükselm esi nedeniyle
sipariş çoğalınca bir haftada geçim lerini sağlayacak
miktarın iki katını kazanma imkânı belirdiği zaman, ç ift
haftalık ile ç ift boş zaman arasında seçme yaparlar.
Genellikle iki katı boş zamanı seçerler ve yine aynı pa­
rayı alarak pazartesinden çarşambaya kadar çalışmayı
ve perşembeden cum artesine kadar uzanan bir ta til al­
mayı seçerler. Çok iş ve çok para istemezler. Aynı

98
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

paraya daha az çalışmak isterler ki, bu da paranın; ça­


lışmanın ne tek ne de en güçlü dürtükleyicisi olm adığı­
nı ispat eder. İş, kendi başına hoş olmayınca, boş za­
man ya da özgürlük çok daha kuvvetlidir.

23
T A B İA T IN ZORBALIĞI

A N LA Y A C A K yaşa geldiğimizde bize öğretilm esi


gereken ilk ders; çalışma zorunluğundan tam bir kur­
tuluş olmadığı, bunun kanunsuz olması gerektiği, ken­
di çalışma yüküm üzden kaçmak yolunun, bunu ancak
başkasının sırtına yüklem ekle m üm kün olduğudur. Ta­
biat, çalışmayı bıraktığı zaman insan soyunun açlıktan
öleceğini öngörm ektedir. Bizim çözmeye uğraşacağı­
mız sorun, kendimize ne kadar boş zaman ayırabiiece-
ğimizdir. Çalışırken köle gibi çalışsak bile, payımıza
düşeni yaptığımızı ve ertesi güne kadar serbest olm a­
ya hakkımız olduğunu bilerek vicdanımız tertem iz, işi­
mizi ne zaman bırakmalıyız? Bu soruya hiçbir zaman
cevap verilm em iştir ve şim diki düzenimizde de, pek
çok işçinin faydasız ve aynı zamanda zararlı işler yap­
malarından dolayı, cevap da verilemez. Fakat bunun ce­
vabı, eğer gelirin eşit dağıtımı ve işin hakça bir bölü­
şülmesi sonunda bulabiliniyorsa; şu halde, payımıza dü­
şen iş bize şu kadar para ile birlikte, şu kadar özgürlük
de kazandırıyor demektir.
Garip bir durum daha vardır: Kendimizi 'Tabiat'ın
ya da 'G erekliliğin' kölesi değil de, patronlarımızın ya

99
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

da onlar adına bize iş verenlerin kölesi olarak sayaca­


ğımızdan, iş köleliğine başkaldırırız. Bu yüzden de ça­
lışmaktan nefret eder, bunu bir lânetlenme olarak gö­
rürüz. Fakat herkes yükü ve m ükâfatı eşit olarak pay­
laşmış olsa, bu duyguya kapılmıyacağız tabii. K im ­
se kazık yediğini sanmıyacak ve herkes, üretilen işin
dağıtımının eşit olduğunu bildiği için, daha çok çalış­
manın herkese daha çok pay anlamına geldiğini bile­
cekti. Aşırı olmadığı sürece, fabrika işleri çok içtenlikli
ve çok zevk verici olabilir. Bunun için kızlar tek başla­
rına bir m utfakta oturm aktansa, kulakları sağır eden
makine gürültüleri arasında dokum acılık yapmayı te r­
cih ederler. Çevre şartlarından dolayı zevk duyulan iş­
lerden başka, bir de filozofların ve hiç iş yapmamak-
tansa parasız çalışmayı yeğ bulan sanatçıların yap tık­
ları işler vardır. Fakat eşit bir dağıtım düzeni altında bu
herhalde zorunlu sanayi yerine bir boş zaman ürünü
olacaktır.
Şimdi de bize işten daha zevkli oldukları söylenen
şeylere bir bakalım. Trenle gezinti, deniz kıyısındaki
tatil evleri, insanın parasını çeken gösteriler, içki, fu t­
bol ve kriket konusundaki çocukça heyecan, bayağı ve
budalaca oldukları halde kom ik ve güzel olmaya çalı­
şan küçük tiy a tro grupları ve aslında soyulduğu, sıkıl­
dığı ve evine aksi ve sıkıntılı döndüğü halde akıllı bir
kadını çok eğlendiği sanısına kaptırm aya çalışan diğer
bütün eğlence davranışları hep insanların uzun aralar­
dan sonra kendilerine verilen birkaç günlük boş zaman­
larını değişik geçirm ek için önlerine gelene sarıldıkları­
nı göstermez mi?
Oysa, her gün işleri olduğu gibi boş zamanları da
olsaydı, kendilerini eğlendirmeyi bileceklerdi. Şim dilik

100
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

bu önemli sanatın acem isidirler. Ya da bildikleri tek şey


ancak kendilerine para karşılığı takdim edilen ve böy-
lesine çekici şekilde reklâmları yapılan zevkleri satın
almaktır. Bu zevklerin kendi başlarına zevk olm adıkla­
rını, ancak günlük çalışmanın m onotonluğundan bir kur­
tuluş yolu olduğunu anlayacak kadar akılları pek var­
dır denemez. İnsanların yaşamasını ve gerçek ile yalan­
cı eğlence arasındaki farkı bilecek kadar öğrenm eleri­
ne yeterli boş zamanları olunca, yalnızca işlerinden
zevk duymakla kalmayacak, aynı zamanda Sir George
Cornevvall Levvis'in hayatın zevkleri olmasa katlanıla­
cak birşey olacağını söylem esinin anlamını da kavraya­
caklardır. Sir George, bu eğlencelerin kendisini eğlen­
direcekleri yerde, zamanını ve parasını aldıklarını ve
sinirlerini bozduğunu görecek kadar akıllıydı. Sağlıklı
bir insana zamanını boşa harcamak kadar hoş olmayan
birşey yoktur. Biz eğlence saatlarımızda hiç de çalış­
mak istemeyiz; istediğim iz sadece, zamanımızı alacak,
zihnimizi ve adelelerimizi çalıştıracak ve bize zevk ve­
recek bir iştir. Çok fazla çalışan ve pek az saygı gören
bir köle bunu anlayamaz; o, işinden kaçabildiği zaman­
lar, kendi kaba ve aşağı çalışmasına uygun, kaba ve
aşağı kötü huylara kapılır. Onu serbest bırakırsanız, es­
ki çalışma korkusunu ve eski kötü huylarını terkede-
m iyecektir; fakat umurunuzda bile olmasın bu! O ve
onun kuşağındakiler ölecek ve onların çocukları özgür­
lüklerinin zevkine varacaklardır. Bunun zevkine varm a­
larının bir yolu da faydalı şeyleri güzel, iyi şeyleri daha
iyi yapm ak ve kötü şeyleri ortadan yok etm ek için daha
fazla bir emek harcamak olacaktır. Dünya bir bahçe gi­
bidir; çiçek dikm ek kadar, kötü otları ayıklamak da ge­

101
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

reklidir. İnşa etm ekte olduğu kadar yıkm akta da fayda ve


zevk vardır; herbiri diğeri kadar gereklidir bunların.
Bu konuda tam bir anlayışa varmak için yalnızca
çalışma ile boş zaman arasındaki farkı anlamak yetmez;
boş zaman ile dinlenme arasındaki farkı da bilm ek ge­
rekir. Çalışma, yapmamız gereken şey; boş zaman, is­
tediğim izi yapmamız; dinlenme ise, zihnimizin ve vücu­
dumuzun yorgunluğunu giderirken hiçbir şey yapm a­
maktır. İstediğim izi yapmak, genellikle yapmaya zorun­
lu olduğumuz şey kadar emek isteyebilir. Bunun, bir
meydan boyunca bir topa tekm e atmak için yukarı aşa­
ğı bir koşma olduğunu düşünün! Bu, pek çok gerekli
çalışmadan daha güç bir iştir. Başka insanların bu işi
yapmalarını seyretm ekse, kitap yazmak yerine okum ak
gibi bir dinlenme yoludur. Eğer hepimizin tam bir boş
zamanı olsaydı; bunun hepsini topa vurm ak, golf sopa­
sı sallamak, hayvan öldürm ek ve avlanmakla geçirmez­
dik. Bu zamanımızın çoğunu faydalı bir işe ayıracaktık.
Zorunlu çalışmamız bir kaç saata in dirilse ve bunu ih­
mal etmek bir suç olsa da, boş zamanımızda bu süreye
kendimizden saatlar ekleyecek ve şim di bedava ya da
parayla yaptıramadığımız ve millî yararımıza olan pek
çok işi seve seve yapacaktık. Kocası ilginç bir işle uğ­
raşan her kadın, onu yemeğe bile güçlükle çağırabildi­
ğim pekâlâ bilir; hatta bir adamın işini kıskanması ba-
zan aile içinde ciddi sıkıntılara yol açar. Bir kadın ken­
disini saran bir işe dalıp da, onu ve onunla ilişkili şey­
leri kocasından ve kocasının dostlarından daha ilginç
bulursa, yine aynı şey olur. Büro ya da fabrika saatla-
rından ve makinelerden uzak ve tek başına çalışan
mesleklerde fazla çalışma ile sağlıklarını bozan ve hat­
ta kendilerini öldüren insanların sayısı o kadar kabarık­

102
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

tır ki, filozof Herbert Spencer, çalışma delisi olan in­


sanları uyarmak için tek bir fırsat bile kaçırmamıştır.
Çok çalışma, tıpkı içki gibi başa vurur. Bunun kurban­
ları halsiz düştükten sonra bile o kadar uzun zaman ça­
lışmaya devam ederler ki, sonunda faydadan çok za­
rar meydana getirirler.

24
NÜFUS SORUNU

GELİRİN eşit bölüm üne karşı ikinci büyük itiraz,


bu bölünmenin faydalarının (eğer varsa ta bii) kısa za­
manda çok çocuklu evli çiftle r tarafından yutulacağı­
dır. Bunu söyleyen insanlar, aynı zamanda var olan
yoksulluğun nedeninin de, dünyada haddinden fazla in­
san bulunması olduğunu söylerler. Yani, 'dünya, üs­
tündeki bütün insanlara yeterli yiyecek üretem iyecek
kadar küçüktür,' derler.
Eğer gerçek olsaydı bile, bu, gelirin eşit bölüm üne
bir itiraz olamaz. Elimizdekinin az olduğu oranda eşit
paylaşılması daha çok önem kazanır. Böylece bu eli­
mizdekini imkân olduğu kadar idareye bakar, eşitsizli­
ğin kötülüklerine bir de yoksulluğunkileri katmazdık.
Fakat bu gerçek değildir. Gerçek olan, insanların uy­
garlığı oranında dünyada yoksulluğun da artm ış olm a­
sıdır. Bunun açık nedeni de, insanların ürettiği servetin
ve sağladığı boş zamanın, aralarında öylesine eşitsiz
olarak bölünm üş olm asıdır ve bunlardan yarısı diğerle­

103
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

rinin üzerinde parazit gibi yaşamakta, kendileri için hiç­


bir şey üretm em ektedirler.
Ev hizmetçilerinin durumunu gözönüne alın: Hizmet­
çi tutm aya iktidarı olan çok kimse ancak bir hizmetçi
tutar. Fakat M ayfair'de en zengin çevrelerde yaşayan
bir çift, daha çocukları bile olmadan, dokuz hizm etçi­
den aşağısı ile idare edemezler. Fakat herkes bilir; bir
ya da iki hizm etçisi olan çiftle r (hatta hiç olmayanlar
bile) dokuz yetişkin insana yer bulm ak ve aralarında
düzeni sağlamak zorunda olan talihsiz insanlardan çok
daha rahat ve bakımlıdırlar.
Hiç şüphe yok, gerçek olan, bu dokuz hizmetçinin
genellikle birbirlerine baktıkları ve işverenlerine bakm a­
dıklarıdır. Moda diye bir uşak ve bir kapıcı tutan insan­
lar bir de bunların yataklarını yapacak ve yem eklerini
pişirecek insan tutm alıdırlar. Hanımların özel hizm etçi­
leri, hanımları kadar özen gösterip ellerini kendi işle­
rinden olmayan işlere sokm am ak konusunda çok dik­
kat gösterirler. Bundan dolayı iki insanın dokuz hiz­
m etçiye ihtiyacı bulunmasının gülünç olduğunu söyle­
m ek yanlıştır. Evde bakılacak on bir kişi olduğu ve
bunlardan dokuzunun devamlı birbirlerine baktığı dü­
şünülürse, geri kalan ikisinin neden her zaman hizm et­
çilerin yetersizliğinden söz ettikleri ve işlerini gördür­
mek için daha birtakım çamaşırcılar, gündelikçiler ve
garsonlar tu ttu kla rı hiç de garipsenemez.
Bu hizm etçi sürülerinin kendi geçim lerini sağlama­
dıkları, bunların geçimlerinin işverenleri tarafından sağ­
landığı ortadadır. Efendileri de kira ve hisse senetleri
geliri ile geçinen tem bel bir zenginse (yani geçimi kira­
cılarının ve hissedarı olduğu şirketlerdeki işçilerin eme­
ği ile sağlanıyorsa), bütün hizmetçilerin de kendi ken­

104
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

dilerini geçindirem edikleri — dünya bunların on katını ala­


cak kadar geniş olsa bile— ortadadır. Dünyada fazla in­
san değil, fazla tem bel ve zamanlarını tem bellere hiz­
metle geçiren fazla sayıda işçi vardır. Tembelleri orta­
dan kaldırın, bu işçileri faydalı işlere koşun, dünyanın
kalabalık olduğu konusunda daha uzun bir süre bir ya­
kınma duymayacaksınız. Belki de bunu hiçbir zaman
duymayacağız. Tabiat'ın bu konularda kendi bildiği
özel yolları vardır.
Bu durum u m atem atik terim leri ile anlatırsam, ba­
zıları bunu daha kolay anlayacaklardır. 20 adamın,
emekleri ile yılda adam başına 100 sterlin ürettiğini dü­
şünün. Bu adamlar ya aralarında anlaşarak ya da ka­
nun zoru ile bu paranın 50 sterlinini çalıştıkları to pra­
ğın sahibine verm ektedirler. Toprak sahibi çalışmak ne­
deniyle değil de, sadece m alik olm ak nedeniyle yılda
1000 sterlin alacaktır. Bunun 500'ünü kendisine harca­
dığı zaman, o yirm i işçinin her birinden on kat zengin
olm uş olacaktır. Diğer 500 sterlini ile de, kendisine
50'şer sterlini vermemek için başkaldırabilecek olan y ir­
mi adamı baskı altında tutacak silahlı altı kişi ve bir de
genç uşak kiralayacaktır. Kendileri yılda 75'er sterlin
aldıkları için bu altı adam hiçbir zaman yılda 50'şer
sterlin alanların tarafını tutm ayacaklardır. Ve hepsi de,
bir araya gelip toprak sahibini ortadan kaldırarak, fa y­
dalı işi kendileri yaptıkları takdirde yılda 100'er sterlin
alabileceklerini görecek kadar akıllı değillerdir.
Y irm i işçiyi ya da altı yedi hizmetkârı m ilyonlara
çarparsanız; mallarını korum ak için büyük bir polis kuv­
veti, ordusu, kendilerine hizmet için çok sayıda hiz­
m etçileri, lükslerini sağlayan işçi kitleleri olan m ülk sa­
hibi sınıfın bulunduğu her ülkede var olan tem eli elde

— 105 —
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

edersiniz. Bütün bu çalışan kim seler de, aynı zamanda


kendilerinin geçim ini sağlayan gerçekten faydalı işçile­
rin emekleri ile geçinm ektedirler. Nüfusun artmasının
ülkeyi zengin mi yoksa yoksul mu yapacağı, yeryüzü­
nün doğal verim ine değil, artan nüfusun faydalı bir iş
yapıp yapmayacağına bağlıdır. Faydalı bir iş yaparlar­
sa ülke zenginleşecektir. Fakat aksine bu artan nüfus,
m ülk sahiplerinin hizmetçileri, m ülkiyet hakkının silahlı
bekçileri olarak ya da yalnız m aliklerin hizmetine sunul­
muş başka bir takım mesleklerde faydasız işler yapa­
rak çalışacaklarsa; m ülk sahipleri zenginleşecek, pır­
lanta, pahalı elbise ve özel otom obil gösterileri daha
parlak olacaktır. Hizm etçiler ve diğer uşaklar büyükba­
balarından daha çok ücret alsalar ve daha iyi bir eği­
tim görseler bile, ülke yine yoksullaşacaktır.
Tabii, nüfusu çok olan bir ülke, iş bölümü avanta­
jına sahip olacağı için daha zengin olmalıdır. İş bölümü;
herkesin Robenson gibi her işi kendisinin yapması yeri­
ne, çeşitli işlerin çeşitli insanlar tarafından yapılması
demektir. Bu yol ile de insanlar, başka bir iş yapm adık­
ları için, işlerinde çok hızlı ve usta kesilirler. Yine bun­
ların yaptıkları işler, bütün zihinlerini işin yönetim ine
veren insanlar tarafından yönetilir. Bu yolda sağlanacak
zamanda da makineler, yollar ve ilerde daha çok zaman
ve işgücü tasarrufu yaptıracak bir sürü şeyler yapı­
lır. İşte böylece, yirm i kişi on kişinin ürettiğinin iki ka­
tından çok fazlasını ve yüz adam da, beş tane yirm i
adamın ürettiğinin kat kat fazlasını üretebilir. Servet ve
onu üreten emek eşit olarak bölüşülm üş olsaydı, yüz
kişilik bir nüfus on kişilik bir nüfustan çok daha bolluk
içinde olacak ve böylece milyonlara varan nüfusa sa­
hip ülkeler de onbin nüfuslulardan bin kere daha bol­

106
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

luk içinde olacaklardır. Bunların pek az refahlı ya da ger­


çekten yoksul olmaları sadece tem bellerin ve onları tıp ­
kı bizim zavallı arıları söm ürdüğüm üz gibi sömüren tem ­
bel parazitlerin varlığına bağlıdır.
Geliri hepimizin eşit olarak paylaşmamız halinde
de adam başına düşen servet artışının devamlı olarak
yükseleceğini sanmamalısınız. Gelecek kuşaklar savaş,
salgın hastalık ve zamansız ölüme engel olunacak bi­
çimde ayarlanabilse te k bir çiftin dört yüz yıl sonra ha-
hayatta olan yirm i m ilyon torunu olurdu. Şim di yaşa­
yan bütün ç iftler bu hızla üreseler; değil buğday ye tiş­
tirecek, ayakta duracak yer bile kalmazdı dünyada. Yer­
yüzünde emek karşılığı üretilebilecek yiyeceğin bir sını­
rı vardır; bu yüzden eğer nüfus artışının da bir sınırı
olmasaydı, çok insan üremesi sonunda yiyecek payı­
mızın artacağı yerde eksileceğini görecektik.
İnsan yalnız ekm ekle yaşayamaz; hem çok tok,
hem de çok kalabalık olmak imkânı da vardır. Savaş
sonunda İngiltere'de büyük bir yiyecek kıtlığı yoktu,
fakat gayet şiddetli bir mesken sıkıntısı vardı. Şehirleri­
miz korkunç derecede kalabalıktır; her aileye rahat, ge­
niş bir ev ve bahçe ayırmaya kalksak, bazı sokakları­
mızın uzunluğu kilom etreleri bulur. Bir gün, hepimizin
sağlıklı olması için ne kadar sayıda insanın gerekli ol­
duğuna karar vereceğiz ve değiştirm eye bir neden gör­
medikçe bu sayıda kalmaya çalışacağız.
Çocukları doğuran kadınları da düşünmeliyiz. Bir
kadın yirm i çocuk doğurabilir. Avrupada bazı bölgeler­
de onbeş çocuklu ailelere hiç de garip gözle bakılmaz.
İyi bakımlı, kuvvetli bir kadın — doğum lar arası da elve­
rişli biçimde aralıklı ise— herhangi bir sakatlık ya da teh­
like karşısında kalmadan bu yüke dayanabilir. Hatta

107
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

hiç çocuk doğurmamış kadınlar kadar kuvvetli ve sağ­


lam kalabilir. Fakat her bir çocuğun doğumu uzun bir
rahatsızlık ve hastalık süresi sonunda geçici bir sa­
katlık, şiddetli sancılar ve ölüm tehlikesi getirm ekte­
dir. Baba işin bu yanını atlatırsa da, çocukları büyü­
yene kadar onları besleyecek bir ücret kazanmak zo­
rundadır. Çocuklar çalışma çağına geldikleri zaman iş
da, ülkeye ve dünyaya faydalı olan bir nüfus artışı ana­
lara ekmek ve peynir sağlayamaz. Bunun sonucunda
da, ülkeye ve dünyaya faydalı olan bir nüfus artışı ana
babaya taşınmaz bir yük olur. Anababa, nasıl yapılaca­
ğını bilm edikleri ya da dinleri doğum kontrolünü ya­
saklamadığı sürece, ailelerini ya babanın geçindirebi-
leceği ya da ananın doğurm ak isteyeceği sayıda tu tm a ­
ya çalışırlar.
Bu durumun gelirin eşit bölünm esi üzerinde çok
önem li bir etkisi vardır. Bunu anlatabilm ek için biraz
geri gitm em ve konuyu değiştirm em gerekecek; fakat
aralarındaki ilişki de hemen ortaya çıkacaktır.

Bütün işlerde çalışan işçiler aynı geliri elde edi­


yor olsalar; ister filozof, ister ç iftlik işçisi olsun, yaşa­
ma masrafları aynı olacağı halde, yaptıkları işin m ali­
yetlerinin değişik olması gerçeği karşısında ne gibi bir
tutum takınacağız? Bir kadın günlük işi sırasında bir
kaç kuruşluk bir iplik yumağı sarfediyorsa, belki de bi­
limsel bir işçi olan kocası gramı 12,500 sterlin olan rad­
yum u kullanıyordun Flanders'de hayatlarını savaş m ey­
danına atarak çalışan topçuların kendileri için pek az
paraya ihtiyaçları vardı; oysa, te k bir günde bile kullan­
dıkları malzemenin m aliyeti korkunç yüksekti. Eskit­
tikleri topların ve harcadıkları mermilerin parasını ken­

108
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

di kazançlarından vermek zorunluğu olsaydı, ortada


savaş diye birşey kalmazdı.
Bu m aliyet eşitsizliğini, ta til zamanları ile, boş za­
manla, şu ya da bu şekilde verilecek tavizlerle düzelteme­
yiz. Eşit olmayan ücretlerle de, bu, hiç düzeltilemez.
Binlerce liralık bir hava basınçlı çekiç kullanan bir ada­
mın, bir kaç liralık bir çekiç kullanandan fazla para al­
masını şim diki düzenin en çılgın savunucuları bile is­
teyemezler. M illî gelirden eşit pay alacaksa işçiden
aletlerinin masrafını çekm esi istenemez. Ya bu aletler
ona ücretsiz sağlanmalı, ya da kendisi sağlayacaksa
bedeli verilm elidir.
Bu durumu çocuk doğurmanın emeğine ve çocuk­
ları besleme masrafına uygularsak, bu iki masrafın da
anababa tarafından karşılanmaması gerektiği açık ola­
rak belirir. Bunlara şim di doğum yardımı ve çocuk ba­
şına gelir vergisi indirim i olarak çok yetersiz bir m ik­
tar tanınm aktadır. Gelirin eşit olarak dağıtılacağı bir
düzende her çocuk doğduğu andan itibaren payına sa­
hip olacak, anababası da çocuğun velisi olacaklardır.
Elbette bunlar da, çocuklarının gelirinden tam olarak
faydalandığı konusunda 'K am u V eli'sini tatm in edecek­
lerdir. Bu uygulama ile yetişen çocukları olan bir aile
daima refah içinde olacak, kadın da analığın doğal üs­
tünlüğü, şerefi ve ta tm in i için doğurma işlemine kat-
lanabilecektir.
Fakat böyle rahatlıkların ve erken evlilik ile bu­
günkü korkunç çocuk ölüm lerinin azalmaları sonucun­
da, ya istenilenden fazla bir nüfus artışı olacağı ya da
bu artış tem posunun çok hızlanacağı akla yakın birşey-
dir. A rtış tem posu çok önem lidir. Bir nüfusu yüz yıl­
da iki katına çıkartm ak çok arzulanan, ama elli yıl­

109
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

da iki katma çıkartm ak hiç arzulanmayan birşey ola­


bilir. Böylece sayılarımızı yeni yollarla sanırlamak zo­
runda kalabiliriz.
Şimdi kullanılan yollar nelerdir? Nüfus, gelirin
eşitsizce paylaşıldığı bu düzenimizde gereken sayıda
nasıl tutulm aktadır? Bu yollar genellikle çok korkunç
ve kötü yollardır. Savaş, salgın hastalık ve daha bir ya­
şına gelmeden bir sürü çocuğun kötü beslenme, g i­
yinm e ve barınma sonucunda ölmelerini sağlayan y o k­
sulluk bunların içindedir. Bu dehşet verici olayların ya-
nısıra, okum uş sınıfların ve usta zanaatkâr sınıfının bü­
yük ölçüde başvurduğu sun'i doğum kontrolünün uy­
gulanması nüfusu ciddi bir ölçüde azaltmaktadır. A s ­
ker kıtlığından korkan Fransız Hüküm eti, Alm anya ile
arasındaki yirm i m ilyonluk farkı kapatmak için halkı ço­
cuk sahibi olmaya teşvik etm ektedir. Nüfusun bu şekilde
sınırlanmasına, bir de suç olan çocuk aldırtm ayı ve özel­
likle doğu ülkelerinde istenmeyen çocuğun — hele kız
çocuklarının— ölüme terkedilm e geleneğini de ekleme­
miz gerekir. İnsansever bir kişi olan Muham m ed bile
Arapları bunun günah olduğuna inandıramamıştı. Onlara
böylesine ölüm e terkedilen kızların Yargı günü kalkıp,
«Benim suçum neydi?» diye soracaklarını söylem işti.
Muhammed'e, rağmen A sya'da bu gelenek bugün de
devam etm ektedir. Bunun 'kanunen cevaz' görülm e­
diği Hristiyan ülkelerinde ise; istenmeyen çocuklar, aç­
lık ve kötü davranış yüzünden öylesine büyük sayılar­
da ölm ektedirler ki, bunlar da, yargı günü kalkıp, «Bizi
ölüme terketm eniz daha şefkatli olamaz mıydı?» diye
sorabilirler.
Nüfus artışını engelleyen bütün yöntem lerin en
uygar ve en insancıl olanı, elbette doğum kontrolü; ya­

110
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ni, döllenmenin engellenmesidir. Piskoposlar ve kardi­


naller bunu günah olarak yaftalam ışlarsa da, bu konu­
daki otoriteleri, zamanlarında nüfus sorunu diye birşey
olmayan ilk Hristiyanlarm geleneklerine tabi olm aların­
dan ötürü, sallantıdadır. Bu adamlar, döllenmeye engel
olunsun ya da olunmasın, evliliğin günah olduğuna ina­
nıyorlardı. Bu yüzden de bizim kilise adamlarımız, cin­
siyetin Havva anamızın ilk günahından bu yana sırtı­
mıza yüklenm iş bir lânet olduğu kanısı ile işe başla­
mışlardır. Fakat bunu bir lânet olarak görm ek ve omuz
silkm ek bir gerçeği ortadan kaldıramaz. Bir yandan do­
ğum kontrolü, diğer yanda cinsel tabiatımızın gerçek­
leri gözönünde tutulm alıdır. İnsanlığın büyük bir k it­
lesi için esas sorun, nüfusun artışına engel olunup olun­
mayacağı değil; bu engellemenin döllenmeyi önleye­
rek mi, yoksa çoçcukları dünyaya getirip de açlık, ba­
kımsızlık, kötü davranış, salgın hastalık, savaş ve cina­
yetle mi yapılacağıdır. Bu ikinci şıkkı seçecek bir pis­
kopos ya da kardinal varsa, çıksın meydana bakalım!
Aziz Paul de evlilikten nefret ederdi ama, «evlenmek,
yanm aktan iyidir» demişti. Bizim piskoposlar ve kar­
dinaller de doğum kontrolundan nefret etseler bile (söz
aramızda, ben de onlar gibi düşünüyorum ), hangisi
«Şim diki gibi çocuk yapıp öldüreceğimize, çocuk yap­
mamaya çalışalım,» demiyecektir.
Eldeki millî gelirin eşit olmayan bölüşülm esi düze­
ninin nasıl olup da, bugün dünyada pek çok boş yer
varken bize bu Doğum Kontrolü sorununu zorladığını
gördük. Kanada ve Avustralya'da çok az insan yaşa­
maktadır. A vustralyalIlar boş topraklarının yaşamaya
elverişli olmadığını söylerlerken, dolup taşm ış bir Ja­
ponya ancak bizim askerî prestijim izle, «Siz oraları dol­

111
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

durmazsanız biz doldururuz» demekten alıkonmakta-


dır. Kiliselerin en güçlü çabalarını harcadığı yerlerde bi­
le doğum kontrolü vardır. Bunu durduracak tek şey,
bu durumu zamansız olarak ortaya çıkaran suni y o k ­
sulluğun kaldırılmasıdır. Eğer gelirin eşit bölünm esi bu­
nu başaracaksa, doğum kontrolundan nefret eden ve
bunu mümkün olan en son dakikaya bırakmak isteyen­
lerle incelediğimiz diğer kişilerin bu eşit bölünm eyi is­
temeleri, haklarıdır.

25
SO SYALİZM BELİRTİLERİ

GELİRİN eşit bölüşülm esine yapılan itirazları, şim ­


diye kadar bu konuda sosyalistlerin ne dediklerini dü­
şünmeden ve onların yazdıklarına başvurmadan sa­
vuşturduk. Herhangi bir akıllı genç kadının. Sos­
yalizm sözcüğünü işitmeden ve sosyalist bir yaza­
rın yazılarını okumadan, oturup da millî gelirin nasıl da­
ğıtılması gerektiğini düşündüğünde; kendi sağduyusu
ve dünya bilgisiyle, özgür bir toplulukta te k sürekli
ve refahlı bir planın ancak eşit bölüşm e planı olacağı
sonucuna vardığını gördünüz. Şim diki karışıklık ve y o k ­
sulluktan bizi kurtaracak başka bir yol bulabilirseniz,
dünyanın en büyük kâşiflerinden biri olarak karşılana­
cağınızdan hiç şüphe olmasın!
«Ya bulamazsam? O zaman da herhalde sosya­
listlere katılm am ı söyleyeceksin,» diyeceksiniz.

112
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Sayın Bayan, siç hiç Aziz A ugustine 'i okudunuz


mu? Okumuşsanız, onun ilk Hristiyanların pek karışık
bir kitle olduğunu, içlerinden bazılarının kendilerini
'cezbettiler' diye karılarının gözlerini m orartm aya ve
puta tapanların tapınaklarını yıkmaya, kendi dinlerinin
ilkelerini tutm aktan daha çok eğilim li olduklarını söy­
lediğini hatırlıyacaksımz. Hatta şim diki Hristiyanların
bile çok karışık bir kitle olduğumuzu ve ülkemizin iyi­
liği için her yıl içimizden belli bir m iktarını asmak ge­
rektiğini görebilirsiniz. Ben de, Aziz A ugustine kadar
dürüst olacak, sosyalist olduklarını açıklayanların da
çok karmaşık bir kitle olduklarım ve onlara katılmayı
— onları çaya davet etmek anlamında alacak olursanız—
bunu sakın yapmamanızı salık vereceğim. Çünkü on­
lar da diğer insanlara benzerler; yani, içlerinde fırsat
bulunca kaşık çalanları da vardır. İyileri, gerçekten iyi­
dirler; genellikle hiçbiri komşularından daha kötü değil­
lerdir; berbatları ise, her yanda rastlayacağınız haydut­
lardan farksızdırlar. Fakat katılm ayı arzuladığınız siya­
sal bir partiden başka ne bekleyebilirsiniz ki? Sizin me­
leklerden yana olduğunuzu ümidederim, ama ölmeden
onların arasına da karışamazsınız ki! Bu arada ise M u ­
hafazakârlar, Liberaller, Sosyalistler, Protestanlar, Ka-
tolikler ve daha bir çok ölüm lü erkek ve kadın to p lu ­
lukları içinde yaşamak zorundasınız. Bunların hepsi de
pek karışık topluluklar olduğundan, bunlara katıldığınız
zaman hiçbirinin üzerinde etiketleri yokm uş ve size
büsbütün yabancı im işler gibi dikkatle hareket etmek
zorundasınız. Cariyle, bunların hepsini tek bir sözcükle,
'budalalar' diye tanım lam ıştı; bunu haketm ediklerini de
kimse söyleyemez ya!
Fakat siz akıllı bir genç bayansınız ve bunu be­

113
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

nim kadar iyi bilirsiniz. Hazırlıklı olmadığınız tek şey,


kendilerine sosyalist adını veren pek çok kimsenin, ke­
sin olarak Sosyalizmin ne olduğunu bilm edikleridir.
Bunlar lord ve işçi, yeni doğmuş bebek ve yetişkin
insan, ayyaş ve yeşilaycı, piskopos ve zangoç, günah­
kâr ve aziz ayırımı yapmadan ülkenin gelirini eşit ola­
rak dağıtmak lehinde olduğunuzu söylediğiniz zaman
hayretten donakalacaklardır. Sizi, bunun, sokaktaki
adamın bilgisizce bir hayali olduğuna inandırmaya çalı­
şacaklardır. Okum uş bir sosyalistin böyle deli saçma­
larına inanmıyacağını söyleyeceklerdir. Kendilerince is­
tediklerinin fırsat eşitliği olduğunu açıklıyacaklardır.
Yani, herkesin kapitalist olabilme fırsat eşitliği olursa.
Kapitalizmin önemsiz olduğunu söylemeye çalışacak­
lardır. Ama gelir eşitliği olmadan fırsat eşitliğinin nasıl
gerçekleşeceğini belirtem iyeceklerdir. Fırsat eşitliği im ­
kânsızdır. Oğlunuza bir kalem ile bir tom ar kağıt verin de,
kendisine benimle tiy a tro oyunu yazmada eşit fırsat
sahibi olduğunu söyleyin bakalım, size ne cevap ve­
recektir. Böyle parlak sözlerle, ya da Sosyalizmden,
gerçekten Sosyalizmi öngörm ediği gerekçesiyle kork­
mamanız gerektiği sözleriyle sakın ha kandırılmayın!
Çünkü Sosyalizm, Sosyalizm dem ektir ve Sosyalizm
de yalnızca gelir eşitliği demektir. Başka hiçbir şey de­
ğil. Diğer bütün şeyler bunun şartları ya da sonuç­
larıdır.
Eğer canınız çekerse Sosyalizmi açıklamak için ya­
zılmış bütün kitapları okuyabilirsiniz. Sir Thomas M ore'-
un ütopyacı Sosyalizmini, Inka'ların Teokratik Sosya­
lizmini, Saint-Sim on'un hayallerini, Fourier ve Robert
Ovven'in kom üncülüğünü. Kari M arx'ın Bilimsel Sosya­
lizmini, Kingsley ve F. D. M aurice'in Hristiyan Sosya­

114
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lizmini, W illiam M orris'in Hiçlikten Haberler ini, Sidney


ve Béatrice W eb b'in ve pek ünlü Fabian Derneği'nin
M eşrutiyetçi Sosyalizm ini ve henüz ün kazanacak kadar
zaman bulamamış pek çok genç adamın ileri sürdükleri
çeşit çeşit Sosyalizm leri okuyabilirsiniz. Fakat bunlar
ne kadar akıllıca yazılmış olursa olsunlar; gelirin eşitliği
anlamına gelm iyorlarsa, uygarlığı kurtaracak birşey söy­
lem iyorlar dem ektir. Geçim derdinin önce ve erdemin
sonra geldiği kuralı, A ris to kadar eski ve bu kitap kadar
yenidir. Isa'nın, Platon'un ve bütün büyük dinsel ta ri­
katların Komünizmi, yeryüzünde Tanrı Krallığını kurm ak
için ilk şart olarak maddî geçim imkânlarında eşitliği ön­
görm ektedir. Bu sonuca varan herkes, buna hangi yolla
varmış olursa olsun 's o s y a lis t'tir. Ve buna varmayan
kimse de, ülkenin bir ucundan diğer ucuna kadar sosya­
list ya da kom ünist olduğunu yaysa ve bu uğurda canı­
nı verse bile, sosyalist değildir.
işte şim di — kabul etseniz de etmeseniz de— Sos­
yalizmin tam olarak ne olduğunu ve niçin bunun bütün
sınıfların en düşünen ve tecrübeli insanları tarafından
savunulduğunu öğrendiniz. A rtık gerçek sosyalistlerle,
bütün herşeye düşman oldukları için bilgisizce 'sosya­
lis t', 'ko m ü n is t' ya da 'b o lşevik' olarak tanımlanan
'anarşist', 'sen dikalist', 'm illiye tçi', 'radikal' ve diğer bü­
tün durumundan memnun olmayanları ayırt edebilirsi­
niz.

115
26
KİŞİSEL DOĞRULUK

ŞİM D İ Sosyalizmin ne olduğunu öğrendiğinize gö­


re; izin verirseniz, sizi bir konuda uyarayım ve eğer bu
uyarmam gereksizse, önceden de b ir özür dileyeyim.
İngiliz halkı — özellikle Ingiliz kadınları— öylesine kişi­
lik sahibi olarak ye tiştirilm işle rd ir ki, herhangi birşeyin
haklı olduğuna inandıkları zaman onu hemen uygulaya­
caklarını bildirirler ve hizm etçileriyle çocuklarına da öyle
davranmalarını emrederler. Üstün tabii zekâ ve ener­
jiye sahip öyle kadınlar tanıdım ki, bunlar bağımsız bas­
kıcı kişisel doğruluk gösterileri ile dünyanın iyiye çevrile­
bileceğine inanıyorlardı. Eşitliğin haklılığına inandıkları
zaman da hizmetçilerine yem eklerini aile sofrasında ye­
melerini em retm ek gibi gülünç işler yapmaya başladılar.
Hizmetçilerin kendi dostluklarını da satışa çıkarm adık­
larını ve buna itiraz edeceklerini düşünm ediler bile. Ve
bunun gibi yaptıkları bir sürü saçmalığın sonunda hiz­
metçileri kaçırdılar ve kocaları bile kendilerini terkede-
ceklerini söylediler; bir kısmı fırsa t bilip kaçtı bile.
Bilgisiz ve yoksul kadınların, eşitsizliğin zengin ka­
dınların suçu olduğunu düşünmeleri belki de olağan bir-
şeydir. Bundan daha çok şaşılacak bir başka şey de,
zengin olarak doğm uş olmanın yoksul doğmak kadar
insanın elinde olmadığını bilmeleri gereken pek çok
zengin kadının bu servetlerinden utanç ve suçluluk duy­
maları ve hastalıklı vicdanlarını rahat ettirm ek için y o k­
sullara sadaka vermeye kalkışmalarıdır. Bunlar Sosya-

116
lizmi, yoksullara yardım için kurulm uş bir hayır örgütü
olarak görürler. Gerçekten bu kadar uzak bir inanış ola­
maz. Sosyalizm, yoksulluktan nefret eder ve yoksulluğu
ortadan kaldırm ak ister. Y oksul insanlardan nefret ve
onları onaylam am ak iyi bir 'E şitçi'nin ilk niteliğidir. İn­
sanlar nasıl şim di çıplak dolaşınca cezalandırılıyorsa.
Sosyalizm düzeninde de yoksul olurlarsa ceza görecek­
lerdir. Sosyalizm sadaka verilm esinden nefret eder ve
bunu yalnızca dilencileri küçülttüğü, sadaka verenleri
kötü bir gurura kaptırdığı ve her ikisini de nefretle dol­
durduğundan değil fakat adaletle yönetilen bir ülkede
buna ne yoksul ne de zengin açısından 'cevaz' verilm e­
yeceği için yapar. İyi insan rolü oynam ak isteyenler
şunu hatırdan çıkarmamalıdırlar; hırsızlar olmadan iyi
insanlar olamazlar.
Istırabın beslediği erdem ler pek şüpheli erdem ler­
dir. Yardım Derneklerinde, hastanelerde zevkten dört
köşe olan öyle insanlar vardır ki, bunların yardım sever
çabalarına olan ihtiyaç ortadan kaldırılacak olursa, bu
aşırı enerjilerini kendi huylarını düzeltmeye ve kendi iş­
lerine bakmayı öğrenmeye harcayabilirler. Dünyada her
zaman şefkate ihtiyaç duyulacaktır; fakat bu önlenme
imkânı olan açlığa ve hastalığa harcanmamalıdır. Sadece
kendi iyi niyetlerim izi harcayabilmek için bu dehşet ve­
rici ortam ı ayakta tu tm ak, itfaiyem izin yüreklilik ve ye­
teneğini görm ek için kendi evlerimizi yakmaya benzer.
Yoksulluğa son verecek insanlar, yoksulluktan nefret
eden insanlardır; ona acıma duyanlar değil. Şim di işsiz­
lere verdiğim iz para, onları sevdiğimizden değil, kendi­
lerini açlıktan ölm eye terkedersek, işe pencerelerimizi
kırmakla başlayıp dükkânlarımızı yağma ve evlerimizi
de yakma ile son vereceklerindendir.

117
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Bu paranın üçte birinin yoksulların kendi ceplerin­


den çıktığı doğrudur. Fakat bunun onlara geri verilm esi
biçim i çok onur kırıcı olm aktadır. Kendileri bir katkıda
bulunsalar da bulunm asalar da zenginlerin nasıl olsa
fidye ödeyeceklerini bilirler. Eski Roma'da işsizler sadece
karınlarını doyuracak ekmek değil, aynı zamanda kendi­
lerini eğlendirecek gladyatör oyunları da istem işlerdi.
Bunun sonucu da Roma hiç çalışmayan insanlarla dolup
taşm ış ve bunlar taşradan alınan para ile beslenip eğ-
lendirilm işlerdi. Bu eski Roma'nın sonunun başlangıcı
idi. Biz de ekmek ile futbola (ya da boksa) kadar gele­
biliriz: Hatta yardımlar, ekmeği ayağımıza g e tirm iştir bi­
le. Ü stelik bunun şefkatle ilişkisi de yoktur: Hepimiz
kendi cebimizden çıkan bu yardımı verm ek istem em ek­
teyiz ve kendimizde kuvvet bulsak, yarın buna bir son
veririz.
Gelirin eşitliği, her kadının bunu kendi özel işi de­
ğil de, kamu işi yapması ile gerçekleştirilecektir. Yani,
kanunla gerçekleşecektir. Bu da tek bir kanunla değil,
bir kanunlar dizisi yolu ile olacaktır. Bu kanunlar şunu
yapacaksın, bunu yapmayacaksın biçim inde olm ayacak­
tır. On Emir, İsraillilere kanunlarının çiğneyemeyeceği
bir ilkeler dizisi verm işti; fakat kendilerini etkili kılacak
kanun ve kuruluşlar sağlanmadan bu em irler siyasal ba­
kımdan faydasızdılar. Sosyalizmin ilk ve son emri,
'Kom şundan daha çok, ya da daha az gelirin olm aya-
cak'tır. Fakat bu emre kabaca bile saygı gösterilm e­
den önce yüzlerce kanunu değiştirm em iz, bir o kadar
yeni kanun yapmamız; yeni hüküm et daireleri bulmamız
ve örgütlem em iz, kamu görevlisi olarak sayısız kadın
ve erkeği eğitmemiz; çocuklara ülkelerinin işlerine baş­
ka bir gözle bakmalarına imkân verecek bilgi vermemiz

118
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ve her adımda zenginlerin önceden kazanılmış çıkarları


ile bilgisizlik, budalalık, görenek ve ön yargı rekabeti ile
uğraşmamız gerekm ektedir.
Bu kitabın bundan önceki bölüm lerini okum uş,
bunlara inanmış fakat başka bir değişikliğe hazırlıklı
olmayan bir insan çoğunluğunun iş başına geçirdiği
sosyalist bir hüküm et düşünün. Bu hüküm etin karşısı­
na da aç bir kadının çıktığını düşünün: Kadın, 'ben iş
istiyorum , sadaka d e ğ il/ demektedir. Elinde kadına ve­
recek bir iş olmayan Hüküm et, «Shavv'u oku, herşeyi
anlıyacaksın» diye cevap verecektir. Kadın, «ne kadar
aydınlatıcı bir yazar olursa olsun, Shavv'u bile okuya-
m ıyacak kadar açım. Ne olur, bana bir az ekm ek ve
onun bedelini nam uslu yoldan ödemek için bir iş ve ­
rin,» diyecektir. Hüküm et, elinde kadına verecek iş o l­
madığını itiraftan ve ona şim diki gibi sadaka verm ek­
ten başka ne yapabilir ki?
Şimdi özel iş verenlerin elinde olan bütün iş ver­
me imkânlarını eline almadıkça Hükümet, tıpkı bütün
sosyalist olmayan hüküm etler gibi; işverenler, mülk
sahipleri ve malî yatırım cılardan vergi yolu ile aldığı
paradan başka hiçbir şey veremez açlıktan ölmek üzere
olan bu kadına. Bu imkânları elde etmek için de kendisi
millî m ülk sahibi, millî maliyeci ve millî işveren olm alı­
dır. Diğer bir deyimle, özel sahipler yerine kendisi m il­
lî gelire sahip olmadıkça, millî geliri eşit olarak dağı­
tamaz. Bunu yapmadan da, isteseniz bile Sosyalizmi
uygulayamazsınız; hatta buna kalkıştığınız için şiddetle
cezalandırılırsınız da. Gelirin eşitliğini getirecek bütün
adımlar için oy verip çalışırsınız ama, özel hayatınızda,
şimdikinden fazla birşey yapamazsınız; yani, to p lu m ­
daki yerinizi muhafaza eder, belirli ücretleri verir ya

119
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

da alır, paranızı kendinizin en çok yararına olan yer­


lere yatırır ve bunun için işler yaparsınız ancak.
Görüyorsunuz ya; Sosyalizmin amacını anlamak
başka şey, onu uygulamak, hatta nasıl uygulanabile­
ceğini söyleyebilm ek başka birşeydir. İsa, size yarının
yemeğini ya da giyeceğini düşünmemenizi söylüyor.
Mathevv A rnold, eşitliği seçmenizi söylüyor. Ama bun­
lar kanun olmayan emirlerdir. Bunlara şim diki zamanda
nasıl itaat edebilirsiniz? Şimdi yaptığımız gibi, yarını
düşünmemek dilenci olm aktır; kimse de gerçekten akıl­
lı bir kadını, uygarlığın sorunlarının dilencilikle çözüle­
ceğine inandıramıyacaktır. Eşitliği seçmeye gelince; se­
çelim bakalım, ama nasıl? Bir kadın sokağa çıkıp da,
kendisinden fazla parası var diye bir adamın cebine
elini daldıramaz ve kendisinden az parası olana da
çıkarıp cebinden para veremez; polis ona engel olup ya
hapse, ya tımarhaneye tıkar. Bir kadın, bir insanın
yapmasına 'cevaz' olmayan şeyleri Hüküm etin kanun
yolu ile yapabildiğini bilir. Hüküm et Bayan Jobson'a;
"eğer Bayan D obson'u (ya da başka birini) öldürürsen
asılırsın," diyebilir. Ama Bayan Dobson'un kocası kal­
kıp da; "eğer karımı öldürürsen, seni boğarım ," derse;
bir tehditte bulunm uş olur ki. Bayan Jobson ne kadar
kötü ve tehlikeli olsa da, adam, bu yüzden ağır bir ce­
za yiyebilir. Am erika'da insanlar bazan katilleri kanu­
nun elinden alıp linç ederler. İngiltere'de bunu yapmaya
kalkışsalar, ya polis kendilerini dağıtacak, ya da asker­
ler üzerlerine ateş edeceklerdir. Suçlunun kötülüğü ve
kendilerinin buna karşı duydukları tepki hiç de önemli
değildir.
Uygar bir halkın siyasal bakımdan öğrenmesi ge­
reken ilk kural, kanunu kendi ellerine almaya kalkışma-

120
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

maktır. Sosyalizm, başından sonuna kadar bir kanun


konusudur. Tembelleri çalışmaya zorlayacak, fakat ki­
şilerin bu işi kendi ellerine almalarına izin verm eye­
cektir. Sözgelişi, genç Bayan, tem bel biri karşısında
kalınca süpürge sapını yakalayıp, "iş in i yapmazsan ka­
fanı kırarım ," demek ister. Bu davranışa şim di pek sık
rastlanılm aktadır da. Fakat böyle bir korkutm aca — hele
bunun yapılması— tem bel insan dayağı gerçekten ha-
ketm işse bile, tem bellikten beter bir suçtur. Bunun çaresi
kanun yoludur. Tembele dayak atılacaksa bu mahke­
me emri ile ve âdil bir yargılama sonunda kanun gö­
revlisi tarafından atılmalıdır. A ksi takdirde hayat yaşa­
nılmaz olurdu.
Bundan da ötesi, Genç Bayan tembelden kuvvetli
olm ayabilir de. Bu takdirde tem bel süpürgeyi elinden
kapıp, Bayanı çok çalıştığı için bir temiz haklayabilir.
Bu da gayretli sendikacılar tarafından sık sık yapılmış
birşeydir.
Bu konuda daha ileri gitm iyeceğim . Sosyalizme
dönecek olursanız, özel hayatınızda hiçbir değişiklik
yapm ak zorunda kalmayacaksınız. Sosyalist Başbaka­
nın otom obilinin olup olmayacağı, sosyalist oyun yaza­
rının oynanan oyunları karşılığında para alıp alamıya-
cağı, sosyalist toprak sahiplerinin topraklarından kira
alıp almıyacağı konularında gazetelerdeki bugünkü ta r­
tışm alar değil yalnız Sosyalizm, bütün uygarlık konu­
sunda bilgisizlik gösterisinden başka birşey değildir.

121
İKİNCİ BÖLÜM
K AP İTALİZM

K A P İT A L İZ M İ bilmeyen hiç kim se bunu Sosya­


lizme dönüştüremez ve Sosyalizmin nasıl işliyeceği ko­
nusunda bir düşünceye de sahip olamaz. Bunun için
Kapitalizm i de. Sosyalizm gibi dikkatle incelememiz
gerekmektedir. İlk olarak kapitalizm deyiminin yanlış
anlamlı olduğunu söyleyelim . Düzenimizin asıl adı 'Pro-
leteryanizm 'dir. Düzenimizi anlayan her ilgisiz kişi, bu
düzenin sermayeyi korkunç bir şekilde harcadığı ve
hepimizi kilise faresi kadar yoksul bıraktığı için sona
erdirilm esini isterse; buna 'Kapitalizm ' denemez. Bu,
insanları, sosyalistlerin sermayeyi yoketm ek istedikle­
rine ve onsuz yaşayabileceklerine inandıklarını düşün­
meye zorlamaktadır. Kısacası bunlar, komşularından
daha budala kişilerdir.
Ama gazete sahipleri sizin de sosyalistler hakkın­
da bunları düşünmenizi istem ektedirler. Bu arada İn­
giliz m illetinin bağımsız ve özgür bir ırk olduğuna ve
proleter olm ak istem ediğine (birkaç sarhoş haydut.

122
Rus ve meslekten kışkırtıcı dışında) sizi inandırmaya
çalışacaklardır. Bu yüzden de o çirkin 'proleter' sözcü­
ğünü kullanm aktan kaçınacaklar ve kapitalistlerin o
gerekli şeyi; yani, 'S erm aye'yi savunduklarını gösteren
'K apitalizm ' deyim ini kullanacaklardır.
Fakat siz de, ben de bu deyimleri bulduğum uz gibi
almak zorundayız. Şu halde aramızda Kapitalizm dedi­
ğimiz zaman, bir ülkenin topraklarının m illetin elinde
değil de, toprak ağalarının elinde olduğu ve onların ken­
di şartları dışında bu toprakların herhangi b ir insan ta ­
rafından kullanılmasına engel olabilecekleri düzeni kas­
tetm ekteyiz. A vukatla r size toprakta 'özel m ü lkiye t' di­
ye birşeyin olamıyacağını, bütün toprakların Krala ait
olduğunu ve istediği zaman bunları geri alabileceğini
söyleyeceklerdir. Fakat bugünlerde Kralın toprağım ge­
ri istem ediği ve maliki de sizi onun üstünde yaşam ak­
tan menedebileceği için, toprak özel m ülkiyeti, kanuna
rağmen vardır.
Bu düzenin ileri sürülen tek faydası, toprak sahip­
lerine sermaye adı verilen yedek bir para biriktirecek
kadar zengin olma fırsatını yaratmasıdır. Bu yedek pa­
ra da özel m ülkiyettedir. Bunun sonucunda da, toprak
ve sermaye olmadan varolm ayacak bütün ülke sanayii
özel m ülkiyete tabidir. Fakat sanayi emek olmadan va-
rolamıyacağına göre, sahipler kendi çıkarları için sahip
olmayanlara (bunlara proleterler denilir) iş vermek,
onları yaşatacak, evlenmelerine, çocuk sahibi olm ala­
rına; yani, kendilerini üretm eye (fakat hiçbir zaman
artık çalışmalarına ihtiyaç kalmayacak kadar çok de­
ğ il) yetecek bir ücret verm ek zorundadır.
Bu yolla, m ülk sahipleri bencil olmayı görevleri
haline getirecekler ve emeği m üm kün olan en alçak

123
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

düzeyde tutarak ülkenin sanayii devam ettirilecek, hal­


ka devamlı bir geçinme sağlanacak, fakat bunlar işe
yaramaz hale gelinceye kadar sürecek bir çalışma ge­
rekliliği altında tutulacaklardır. Bu düzeni bütünü ile
anlayanlar, bunun büyük bir gelir eşitsizliği doğurduğu­
nu; nüfus artışından doğan emek ucuzlamasının ta t­
m insizlik, yoksulluk, suç, hastalık ve tehlikeli başkal­
dırma olayları ile son bulacağını ve bunun ancak işve­
renlerin iş bulabilecekleri bir noktada nüfus artışının
durdurulm asıyla önleneceğini bilm ektedirler. İnsan ta ­
biatının tem elinde bencillik yattığı, maddî kazançtan
başka bir etki ile harekete geçirilem ediği ve çağdaş
büyük bir uygarlık kurabilm em iz için önümüzde başka
açık bir kapı olmadığı için buna katlanmamız gerektiği
söylenm ektedir.
Bu doktrine "M a n ch e ste r O kulu d o k trin i" adı ve­
rilirdi. Fakat bu ad gözden düştüğü için şim di artık
Kapitalizm denmektedir. Şu halde Kapitalizm, Hüküm e­
tin tek görevinin toprakta ve sermayede özel m ülkiyeti
korum ak ve kişilerin kendi çıkarları için yaptıkları bü­
tün özel anlaşmaların zorla uygulanması için yeterli
bir polis kuvveti ve yargı makamı bulundurm ası ve
bundan başka — pek tabii olarak — iç düzeni ko ru­
mak ve askerî savunmayı sağlamak demektir.
Kapitalizmin karşıtı olarak da Sosyalizm, Hüküm e­
tin başta gelen görevinin gelir eşitliğini sağlamak oldu­
ğunu ileri sürm ekte ve özel m ülkiyet hakkım bütünü ile
reddetm ektedir. Her anlaşmayı, m illetin taraflarından
biri olduğu bir anlaşma olarak görm ekte, en önem li un­
surun m illetin refahı olduğunu kabul etm ekte ve bir
kadının kendini küçülten b ir yoksulluk içinde ölesiye
çalışırken diğer birinin onun bu emeği üzerinde tem bel­

124
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ce ve m üsrifçe yaşamasına b ir an bile katlanm am akta-


dır. Böylece Sosyalizmin özel m ülkiyeti ve anlaşma öz­
gürlüğünü ortadan kaldıracağı bir gerçek olm aktadır:
Hatta bunu halkın anladığından çok daha geniş bir bi­
çimde yapm ıştır da. Sosyalizm ile Kapitalizm arasında­
ki siyasal çatışma son bir yüzyıldır devam etm ekte ve
Kapitalizm , en kötü sonuçlarının uyandırdığı kamu ö f­
kesine azar azar yenilerek onları yatıştırm ak için bölük
pörçük Sosyalizmi kabul etm ektedir.
özel m ülkiyet terim inin kişisel m ülkiyet demek ol­
duğu sakın aklınıza gelmesin. Kanun, 'Gerçek M ü lk i­
y e t' (lo rd lu k ) ile 'K işise l M ü lk iy e t' arasında bir ayırım
yapıyordu. Fakat toprak m ülkiyeti ile sermaye m ülkiye­
ti ayırım çabaları öyle bir karışıklığa saplandı ki, 1926'da
bu terkedildi. Sosyalizm, kişisel m ülkiyeti reddedecek
yerde, bunun vazgeçilmez olduğunu bilm ektedir ve
bunların arttırılm asını istem ektedir. Fakat bu gerçek
m ülkiyetle bütünü ile çatışm aktadır.
Bu ayırımı belirtm ek için bir örnek vereyim: Şem­
siyenizi ve yemeğinizi özel m ülkiyetinizde sanırsınız.
Fakat hiç de öyle değildirler: Bunları ancak kamu şart­
ları altında elde tutabilirsiniz. Bunlarla istediğinizi yapa­
mazsınız. Şemsiyenizi benim başıma indiremezsiniz;
yemeğinizin içine fare zehiri koyup bana yediremezsi-
niz, hatta kendinizi bile öldüremezsiniz; İngiliz kanun­
larına göre, intihar suçtur. Şemsiyenizi ve yemeğinizi
kullanma ve faydalanma hakkınız kişisel bir haktır, fa­
kat kamu düşünceleri ile bu kaskatı sınırlanmıştır. O y­
sa, bir yerde bir araziniz varsa, burada oturan insanla­
rı — hele gidecek yerleri de yoksa — isterseniz, de­
nize bile sürebilirsiniz. Arazinizin üstünde yaşayan
b ir kadın ile yeni doğm uş çocuğunu evinden alıp ka­

125
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

muya ait olan sokağa atabilirsiniz ve bunu, koyun ve


geyik yetiştirm enin daha çok para getireceği nedeniyle
yapm ış olabilirsiniz. Yılda onbeş gün oturmasanız bi­
le, yatak odasının manzarasını bozacak diye, deniz ke­
narındaki köy halkının ticaretlerini geliştirm ek için yap­
mak istedikleri vapur iskelesine engel olabilirsiniz. Bun­
lar uydurma örnekler değildir: Zaman zaman yapılmış
ve bugün de yapılagelen şeylerdir. Bunlar, benim kafa­
ma şemsiyenizi indirm ekten çok ağır birer suçtur. T op­
rak sahiplerinin sizin şemsiyenizle yapamadığınız şey­
leri yapmalarına niçin 'cevaz' olduğunu sorduğunuzda
alacağınız cevap, toprağın özel m ülkiyette olduğu, ya
da avukatların deyim i ile, gerçek m ülkiyette olduğu,
şemsiyenizin ise ancak kişisel m ülkiyete konu teşkil
ettiğidir, işte bunun için sosyalistlerin özel m ülkiyetin
bir an önce kaldırılmasının çok iyi olacağını söyledikle­
rini işittiğiniz zaman şaşmayacaksınız.
Kapitalizm de. Sosyalizm de amaçlarının insanlar
için en yüksek refahı elde etmek olduğunu söylerler.
Aralarındaki fark, iyi hüküm eti ne anlama aldıkların-
dadır. Kapitalizm için bu, toprak ve sermayede özel
m ülkiyetin korunması, özel anlaşmaların zorla uygulan­
ması ve iç düzeni korumanın dışında hiçbir şey, Devle­
tin sanayi ve ticarete müdahale etm em esidir. Sosya­
lizm için de bu; özel yerine kişisel m ülkiyetin getirilm e­
si, gelirin eşitleştirilm esi, eşitliğin te h d it edildiği durum ­
larda polis müdahalesi, sanayi ve ürünlerinin Devlet
eliyle düzenlenmesi ve yönetilm esidir.
Siyasal teori bakımından bundan daha çelişik bir-
şey olamaz; gerçekte de Parlamentomuza baktığınız
zaman, aşağı yukarı Kapitalizmi ve Sosyalizmi tem sil
eden iki parti görürsünüz: Muhafazakâr Parti ve İşçi

126
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Partisi. Fakat Parlamento üyelerinin siyasal eğitimden


geçmeleri zorunlu olmadığından — hatta herhangi bir
eğitim görm üş olm ak zorunlukları olmadığından —
şimdi sizin yapm akta olduğunuz gibi, sosyal ve siyasal
sorunları incelemiş olan pek az sayıdaki üyeleri pa rti­
lerinin tem sil ettiği ilkeleri anlayabilirler. M uhafazakâr­
ların çoğu T ory adı verilen feodal aristokratlardır. Bun­
lar bir güçlükten diğerine koşm akta, herhangi bir ilke
ve düzene dayanmaksızın en uygun buldukları çözüme
sarılmaktadırlar. Muhafazakâr Parti'nin eğer bir p o liti­
kası varsa bunun kapitalist politikası; İşçi Partisi'nin
de, eğer varsa, sosyalist politikası olduğunu söyleyebi­
lirsiniz. Bunun için de Sosyalizm aleyhinde oy kullan­
mak isterseniz oyunuzu M uhafazakârlara, Kapitalizm
aleyhinde kullanm ak isterseniz işçi'lere verirsiniz. Size
bunu bu şekilde açıklamamın nedeni, insanların oy ver­
meye çok güç ikna edilebildiklerindendir. Herhangi bir-
şey lehine oy vereceğimiz yerde, oy sandığına ancak
birşey aleyhine oy vermek için koşarız.

Şimdi de Kapitalizmin kendi kapımızın önüne ge­


lince aldığı biçim i inceleyelim. Konumuzda derinleştik­
çe, sizin özel hayatınızda ne olduğunuzu bilmediğimden
ötürü elverişsiz durumda olacağımı gözönünden kaçır­
mamalısınız. Belki kapitalistsiniz, belki de bir proleter.
Belki de kendinizi geçindirecek kadar bir geliriniz var­
dır ama bu bir sermaye birikim i için yeterli değildir. Si­
zi bazan öyle yoksul kabul edeceğim ki, köm ürün to ­
nunda bir iki liralık bir fark, ev düzeninizi altüst etm e­
ye yetecektir; bazan da öyle zengin olarak düşünece­
ğim ki, tek endişeniz harcayamadığınız binlerce s te rli­
ni nereye yatıracağınızı bilememek olacaktır.

127
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Sizin de benim hakkımda aynı derecede karanlıkta


kalmanıza gerek yok. Kiminle tanıştığınızı söyleyeyim:
Ben, çok yüksek vergi verecek kadar zengin bir toprak
ağası ve kapitalistim ; bunlara ek olarak bir de edebî
m ülkiyet denilen özel bir m ülkiyetim daha vardır ki,
tıpkı toprak sahibinin kiraladığı gibi, ben de bunu kul­
lanandan kira alırım. Gelir eşitsizliğine azgelirli bir in­
san olarak değil, ortadan yukarı gelirli biri olarak karşı
çıkm aktayım . Fakat proleter olmayı, hele yoksul olmayı
çok iyi bilirim . Gençliğimde bir büroda çalışmıştım,
uzun yıllar da annemin çalışması pahasına işsiz kaldı­
ğım olm uştur. Başarı ve başarısızlık uçlarını çok iyi bi­
lirim. Doğduğum sınıf bütün sınıfların en talihsiziydi:
Soyluluğunu ileri süren ve elinde pek az eşya bulun­
duğu halde soyluluğun gerektirdiği görünüşü korum ak
isteyen sınıf. Size bütün bunları benim kişisel taraf
tutuculuğum hakkında bir karara varmanız için anlatı­
yorum . Zenginler yoksullar hakkında, yoksullar da zen­
ginler hakkında ve çoğu zaman ikisi de birbiri hakkın­
da hiçbir şey bilmeden yazarlar. Ben kişisel tecrübele­
rimle — gerçek açlık ve evsizlik d ışın d a — hepsini çok
iyi biliyorum . Üzüm ekşi dersem, elim yetişm iyor da
ondan diyorum sanmayın; çünkü en iyileri ve en olgun­
ları hep elimin altındadır.
Şim di işe başlayalım artık. Ne dersiniz?

128
I
ALIŞVERİŞİNİZ

ŞU soruyu sorun kendinize : «M illi gelirin eşitsiz


olarak dağıtımı beni günlük hayatımın neresinde incite­
cektir?»
Cevap, aynı derecede açıktır. Alışverişe çıktığınız
zaman her aldığınız şeyde bunun zararım göreceksiniz.
Aldığınız her lahanada, her somun ekm ekte, her koyun
budunda, her şişe birada, her ton kömürde, her o tobü­
se bindiğinizde, her tiya tro biletinde, doktora her g it­
tiğinizde, çamaşırcı kadının her gelişinde, avukatınız­
dan danıştığınız her fikirde sadece bunların malolduğu
parayı değil; bir de en sonunda size hiçbir şey yapm a­
yan adamlara ödenecek olan ek bir parayı da ödemek
zorundasınız.
Şimdi, her akıllı kadın eğitim , gereç, emek, yöne­
tim, dağıtım gibi konularda eşyaların ve hizmetlerin
maliyetinden aşağı elde edilemiyeceğini bilir. Bilir ama,
hiçbir akıllı kadın da eğer imkânı varsa ve hele iki ucu­
nu bir araya getirm ek için canı çıkana kadar çalışıyor­
sa, bu tembellerin israflarına ve lükslerine m aliyetle­
rinden fazla bir para vermeye razı olamaz.
Sosyalistler, onu bu fazlalıktan kurtarm ak için sa­
nayii m illileştirerek bütün malları herkese m aliyet f i ­
yatından verm eyi öngörürler. Bu, tem belleri ve onlara
bağlı olanları öylesine ko rku tu r ki, gazetelerinde, ko­
nuşmalarında ve vaızlarında sizi, m illîleştirm enin ülke­
yi harabedecek tabiat dışı bir suç olduğuna inandırma­

129
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

ya çalışırlar. Ordu, Donanma, Devlet memurluğu. Pos­


ta, Telgraf ve Telefon, Yollar ve Köprüler, Fenerler, Ter­
saneler ve Cephanelikler hep m illileştirilm iş hizm etler­
dir; bunların tabiat dışı bir suç olduğunu ve ülkeyi yı­
kıma sürüklediklerini söyleyen insanı da, yine bir millî
kuruluş olan tımarhaneye tıkarlar.
Bir de belediyeleştirme biçim inde daha çok sayı­
da m illîleştirm e hareketleri vardır. Aradaki fark Parla-
m ento'nun, m illet adına, sanayie sahip olup yönetm esi
yerine; sanayie, mahallî vergi m ükellefleri adına. Bele­
diyeler tarafından sahip olunm akta ve yönetilm ektedir.
Bu yolla da halk, elektrik işletmelerine, gaz işletm eleri­
ne, su işletmelerine, tram vaylara, müzelere, hamamla­
ra, kitaplıklara, helalara, parklara ve daha hiçbirini bil­
mediği ve İm paratorluğun devamını sağlayan birçok
kamu hizmetlerine sahiptir.
Bu işlerden birçoğu özel şirketler ve ticarethane­
ler tarafından yapılabilir; hatta şim di Londra'da birta­
kım işler hem özel, hem de kamu teşebbüsü tarafın­
dan yapılmaktadır: Sözgelişi, bir mahallede elektriği özel
elektrik şirketleri verm ekte, diğer yerlerde bu, beledi­
ye tarafından karşılanmaktadır. Belediye elektriği da­
ha ucuzdur. Ve namuslu ve yetenekli bir yönetim altın­
da özel şirketinkinden daima da daha ucuz olacaktır.
Niçin, diye soracaksınız. Kısaca, sermayesine, yö­
netimine çok daha az para ödediği ve hiç kör etmedi-
ğindendir bu. Bu üç avantaj da tüketiciye ucuzluk bi­
çiminde sunulm aktadır. Fakat kamu teşebbüsleri ile
özel teşebbüsün karşılaştırılmasına m illîleştirilm iş hiz­
metlerle başlayalım. Niçin m illîleştirilm iş posta idaresi
özel bir posta şirketinden daha ucuz ve çok daha ge­

130
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

niş bir ala na m ektup taşıyabilecektir ve neaen Kanun


özel şirketlerin m ektup taşımasını yasaklam ıştır?
Bunun nedeni m ektup taşıma m aliyetinin m ek­
tuplar arasında çok farklı olmasıdır. A ynı sokakta ev­
den eve m ektup taşım ak m aliyeti o kadar önem sizdir
ki, bu, para ile ifade edilemez bile. Bunun birşey ifade
etmesi için bir m ektup yerine bin mektuba düşen ma­
liyeti ele almak gerekir. Fakat aynı te k m ektubu Ingil­
tere'den San Francisco'ya taşım a m aliyeti ise çok bü­
yüktür. Trenle Southam pton ya da Liverpool'a taşına­
cak; orada gemiye konulup okyanus aşılacak, sonra
da Am erika kıtasının öteki ucuna götürülecektir. Pos­
ta idaresinin aynı mahallede m ektupları bir kuruşa da­
ğıtırken, San Francisco'ya gidecek mektuba birkaç
sterlin alacağını düşünürsünüz. Oysa bütün yaptığı,
bütün mektuplardan birbuçuk peni alm aktır. Uzun me­
safelerde m aliyetten aşağı, kısa mesafelerde ise m ali­
yetten yukarı bir para almaktadır. Fakat elindeki bin­
lerce kısa mesafe m ektubuna karşılık, birkaç yüz uzun
mesafe m ektubu olduğundan bu aradaki farkı kapa­
tabilm ektedir. Bu, bütün m ektuplara aynı parayı almak
işine 'iktisadi ortalam a' denilir.
Özel şirketlerin m ektup taşımasını yasaklam am ı­
zın nedeni; eğer bu işe karışmalarına izin verilseydi, az
mesafedeki yerler için düzinesi üç peniye pul satacak
şirketlerin hemen türeyeceği idi. Posta İdaresi'ne an­
cak uzun mesafe m ektupları, yani yüksek m aliyetli
olanlar düşecekti. 0 da, pullarının fiyatlarını arttırm ak
zorunda kalacak, biz de bir iki mil yakınımızda oturan
birine bir iki meteliğe m ektup gönderebildiğim iz halde,
on m il ötede birine yazmak istediğim iz zaman birkaç
lira vermemiz gerektiğini görünce aldatıldığımızı sana-

131
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

çaktık. Bu işten tek kazançlı çıkacaklar, posta düzeni­


mizi altüst etm iş olan özel şirketler olacaktı. Bu işi de
berbat ettikten sonra ilk yapacakları şey, kısa mesafe
ücretlerini eski fiyatına, belki de daha yükseğe çıkart­
mak isteyecekleridir. Şimdi, bu iyi yerleşm iş ve millî-
leştirilm iş hizmetten, ülkedeki her ev kadınını ilgilendi­
ren ve m illileştirilebilecek olan bir başkasına dönelim.
Köm ür madenlerinden söz ediyorum . Bizim iklim im iz­
de hayatın gerekli bir maddesi olan köm ür çok pahalı­
dır. Maliyetinden çok yukarı satılır. Ben neden bu pa­
rayı ödemek zorunda bırakılıyorum ? Neden siz bu pa­
rayı ödemek zorundasınız? Bunun te k nedeni köm ü­
rün m illileştirilm em iş olmasıdır. Kömür, özel m ülkiyet­
tedir de ondan. Bütün ülkede taşıma ve dağıtma m as­
raflarını hesaba katmazsak kömürün m aliyeti bedava­
dan, tonunda bir sterline kadar değişir. Belki de köm ü­
rün bedava olacağına inanmazsınız: Sunderland kıyıla­
rında deniz çekildiği zaman isteyenler taş to p lar gibi
köm ür toplayabilirler. Ben bunu kendi gözlerimle gör­
düm. insanın küçük çaplı bir köm ür tüccarı olması ya
da evinde köm ürlüğünü tıkabasa doldurması için büyü­
cek bir çuvalla sağlam bir sırttan başka şey gerekmez.
Ülkemizin diğer bölgelerinde köm ürün toplanm ası ö yle­
sine güçtür ki; denizlerin altına uzanan madenler kazıl­
mış, kuyular açılmış ve bazı yerlerde yirm i yıllık bir ça­
lışma ve masraf sonunda hâlâ köm üre erişilem em iştir.
Bu iki uç arasında birçok madenler bulunur. Bunlardan
bir kısmında m aliyet çok yüksek olduğundan bunlar an­
cak köm ür fiyatları yükseldiği zaman işletilirler. Diğerle­
rinde ise öyle çok köm ür vardır ki, fiya tla r düşük olduğu
zaman bile çıkarm ak kârlı olur. Maden açma masrafı 50
sterlinden başlayıp m ilyonları bulur. Fakat sizin köm üre

132
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ödediğiniz para hiçbir zaman en pahalı bir madenin ma­


liyetinden aşağı düşmez. Bunun nedeni şudur: Fiyatla­
rı yükselten yokluktur, düşüren de bolluk. Köm ür f i­
yatları da çilek fiyatları gibi yükselir ve düşer. Az oldu­
ğu zaman pahalı, çok olduğu zaman da ucuzdur.
Bir malın bulunamaması birkaç şekilde olur. Bu
yollardan biri, o malın üretim ini azaltarak ya da bütünüy­
le kaldırarak piyasada m iktarını azaltmaktır. Bir diğeri
de, o malı almak isteyen ve buna parası yeten insan
sayısını arttırm aktır. Daha bir başkası da, o mala yeni
kullanma alanları bulm aktır. Köm ür kıtlığı, yalnızca nü­
fus artışı ile değil, önceleri m utfaklarında yakm ak için
birkaç küfe köm ür istiyenlerin şimdi döküm haneler ve
büyük gem iler için bilerce ton köm ür istemeleri ile ya­
ratılır. Bu yollarla yaratılan kıtlık bugün köm ür fiyatını
o derece yü kse ltm iştir ki, artık deniz dibinde maden
açmak bile kazançlı olm uştur. Bu madenlerin maliyeti
çok yüksektir, fakat köm ür fiyatları bir kâr gösterecek
kadar yükselm işse bunun zararı yoktur. Eğer fiyatlar
düşüp de kâr ortadan kalkarsa, madende çalışma dur­
durulur ve maden kapatılır. Bunun sonucu nedir? M a­
denin durdurulm ası pazarlara yolladığı köm ürün ardının
kesilmesi demektir; bunun da meydana getirdiği kıtlık,
fiyatları madenin tekrar zarar etmeden çalışmasına im­
kân verecek düzeye çıkaracaktır.
İşte bu yolla akıllı bir kadının (hatta akıllı olm aya­
nın bile) ödediği para her zaman köm ürü, işletm esi en
pahalı olan madenden çıkartm a parasıdır. Oysa, kendi­
si köm ürün büyük bir miktarının düşük m aliyetle maden­
lerden geldiğini bilm ektedir, itiraz edecek olursa ona,
ödediği paranın bazı madenleri işletm eye devam ettire-
miyecek kadar az olduğu söylenecektir. Bu, gerçek ol­

133
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

duğu halde ona söylenm iyen şey, daha iyi madenlerin


onun sırtından büyük kâr elde ettikleri ve toprak sa­
hiplerine kazanç sağladıklarıdır.
Burada ortaya bir güçlük daha çıkm aktadır. Daha
iyi madenlerden köm ür çıkaran işçilere, masrafını an­
cak karşılayan madenlerde çalışanlardan daha fazla bir
ücret verilm em ektedir. Köm ürün aksine, insanlar ma­
denden madene gidebildiklerinden, en yoksul madenci­
nin kabul etmeye zorunlu olduğu ücreti hepsi kabul zo­
rundadırlar. Böylece bütün madenci ücretleri en kötü
madenlerin yoksulluğu düzeyinde, köm ür fiyatı da en
yüksek m aliyetli madenler düzeyinde tutulm aktadır. T at­
min olmayan madencilerin grevi, köm ürü daha kıt ve
daha pahalı yapacaktır. Halk hom urdanmakta fakat fi­
yatları düşürem em ektedir. Hep aracıları suçlu bulm ak­
tadır. Daha iyi madenlerin sahiplerinden başka kimse
tatm in edilm iş değildir.
Bunun çaresi Posta idaresinin ortalama sistem i­
dir elbette. Bütün köm ür madenleri bir Köm ür İdaresi'-
ne bağlı olsaydı. Köm ür müdürü kötü madenler ile iyi
madenleri birbirine vu ru r ve köm ürü ikisinin ortalaması
bir fiyata satardı. Bir ticarî Köm ür Tröstü bütün ma­
denlere sahip olsa da, bunu yapmaz. Çünkü Tröstün
amacı size en ucuz köm ürü sağlamak değil, hisse sene­
di sahiplerine en yüksek kârı dağıtm aktır. Oysa, kö­
m ür idaresinde kâr elde etm ek istem iyen ve sadece si­
zin yararınıza çalışan tek sahip vardır. O da, m illet adı­
na hareket eden; yani, sizin ve sizin gibi diğer bütün
köm ür kullananların adına hareket eden K öm ür M üdü­
rüdür.
Şimdi niçin maden işçilerinin ve köm ür kullanan
ve satın alan akıllı insanların köm ür madenlerinin mil-

134
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

üleştirilm esini istediklerini; bütün maden sahipleri ile


köm ür satıcılarının niçin madenlerin m illileştirilm esinin
israf, yıkıcı yüksek fiyatlar, im paratorluğun sonu, tica ­
ret ve sanayiin baltalanması olduğunu ve bize maliye­
tinden çok yüksek para ödeterek elde ettikleri kârın
kaybolması tehlikesi karşısında akıllarına gelen daha
bir sürü şeyi öne sürdüklerini görüyorsunuz. Fakat ne
kadar kayıtsızca bağırıp çağırsalar bile işin püf nokta­
sını ağızlarına almamaya dikkat etm ektedirler; yani, kö ­
mürü herkese m aliyet fiyatına satmayı. Halkın dikkatini
bundan uzağa çekmek için m illîleştirm enin Bolşevikle-
rin kötü bir icadı olduğunu, İngiliz Hüküm etinin değil
bir köm ür madenini, pişm iş bir patatesi bile ayakta tu-
tam ıyacak kadar yeteneksiz ve çürüm üş olduğunu söy-
liyeceklerdir. Avam Kamarası'nda yapılan on konuşm a­
yı, gazetelerde bu konuşm alar hakkında yazılan yüz ma­
kaleyi okursanız da yine, size anlattığım şu madenler
arasında farkı ve bunların işletm e masraflarını ortalaya­
rak köm ür fiyatlarında önemli bir düşme elde edilece­
ğini öğrenemezsiniz. Bu gerçekler bir kere bilinip anla­
şıldı mı, artık başka bir tartışm anın yeri yoktur. Her
köm ür satıcısı da son kuruşuyla m illîleştirm eyi kötüle­
meye ve engellemeye hazır olduğu halde, her köm ür
satın alan bir anda m illîleştirm e taraflısı olur.
İşte böylece köm ür madenlerindeki özel m ülkiye­
tin her köm ür aldığında bir kadının karşısına nasıl çıktı­
ğını görüyorsunuz. İşte bu, makas da alsa, bir çatal bı­
çak takım ı da alsa, bir ütü de alsa yine karşısına çı­
kacaktır. Çünkü demir ve güm üş madenleri de, köm ür
madenleri gibi çeşitlidir. Her somun ekmek alışında da
bununla karşılaşacaktır, çünkü tıpkı madenler gibi buğ­
day tarlaları da verim liliklerinde çeşitlidirler, bir teneke

135
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM.

buğdayın m aliyeti bir çiftlikte n diğerine değişebilir. Fab­


rika malı olan herhangi birşey alınca yine bununla kar­
şılaşacaktır; çünkü fabrikalar da demiryolundan, lim an­
lardan, büyük pazar şehirlerinden ya da hammaddeleri­
nin bol bulunduğu yerlerden uzaklıkları, ya da kurulu
oldukları yerlerde doğal su gücü olup olmadığı ile de­
ğişirler. Bir malın satış fiyatı, üretim m aliyetinin en y ü k ­
sek olduğu bir iki maden ya da fabrikanın m aliyetlerini
tem sil eder. Hiçbir zaman gerçek millî m aliyet olan, iki
fabrikanın ya da madenin ortalama maliyetleri değildir
bu. Böylece bir malın iyisi ile kötüsü arasındaki fark,
halka malı maliyetinden fazlasına satan maden ve fa b ­
rika sahiplerinin cebine girdiğinden, insan zengin bir
ülkede yoksul kalır. İşte halkı bu korkunç ezgiden kur­
tarm ak için sosyalistler ve kendilerine sosyalist deme­
yi hatırlarına bile getirm iyen insanlar, madenlerin ve
fabrikaların özel m ülkiyetten millî m ülkiyete geçirilm e­
sini öngörürler. Sosyalist ve sosyalist-olm ayan millî-
leştiriciler arasındaki fark, sosyalist olmayanların amaç­
larının ucuz olması ve sosyalistlerin de madenleri ve
fabrikaları bir gelir eşitsizliği aracı halinde kalmaktan
kurtarm ak için millî m ülkiyete geçirilm eyi istemeleridir.
M illîleştirm enin âcil bir sorun olduğunda birleşiktirler.
İşte Sosyalizm bu yolla, Parlamento'da sosyalist çoğun­
luğu olmamasına — hatta hiç sosyalist olmamasına
rağmen — ilerleyebilir.
En kötü şartlar altındaki en yüksek üretim mali­
yeti ile daha iyi şartlar altındaki alçak m aliyet arasın­
daki farka iktisatçılar 'ra n t' derler. Maden rantlarına,
te lif rantlarına ve patent haklarına 'm alik hissesi' denir;
çoğu insan ancak evine ve toprağına ödediğine rant
(kira) der. Fakat rant, kömünize olan ya da en kötü

136
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

şartlar altında üretilenler dışında, fiyatı olan her m eta­


nın fiyatının bir kısmıdır.

2
VERGİLERİNİZ

D Ü KKÂ N LAR D A alış veriş yapışınız dışında baş­


ka vergiler (sözgelişi telefonunuz varsa) telefon vergi­
si, ev ve toprak kirası ödemek zorundasınız. Bu mas­
raflarınızı inceleyelim de bakalım burada da zarar gö­
rüyor musunuz?
İnsanlar vergiler hakkında homurdanır dururlar,
çünkü karşılığında hiçbir şey almamaktadırlar; aldık­
larını da herkesle paylaştıklarından elbiseleri, evleri ve
mobilyalarında olduğu gibi bunlarda bir kişisel m ü lki­
yet havası yoktur. Fakat taş döşenmiş, aydınlatılm ış
ve polisçe korunm uş sokaklar, su ve kanalizasyon ve
vergilerin karşıladığı diğer hizm etler olmasa idi, bu el­
bise, ev ve mobilyalarını uzun bir süre ellerinde tu ta m a­
yacaklardı. Bu konuları incelemeye başlayan Akıllı Ka­
dın vergi karşılığında, diğer bütün masraflarından daha
çok bir değer elde ettiğini hemen anlar. Belediye ver­
gilerini azaltacak ya da büsbütün kaldıracaklarını söyle­
yerek (neyse ki, yapamazlar) oy almaya çalışan bele­
diye meclisi adayları ya budala ya yalancıdırlar. Eğer
ikisi de değilseler elbette, insan, bu hizmetleri imkân
olduğu kadar mahallî idareye m aloluş fiyatına aldığını
bilerek tatm in de olur. Mahallî idare hem kişi aleyhine

137
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

fazla kâr etmez, hem özel teşebbüsde çok para ödene­


cek olan ve şimdi kamu teşebbüslerinde bile karşılığın­
da para ödenmesi gereken idari işleri bedava yapar.
Aynı faydanın diğer vergilerde de var olduğu söy­
lenir. Karşılığında Hükümete vergi ödenen bütün kamu
hizmetlerinde doğrudan doğruya kâr olmadığı, bunların
Hükümete maloluş fiyatına satıldıkları; yani, eğer işe
özel teşebbüs karışsaydı, ödenmesi gerekenden çok
daha azının ödeneceği söylenir.
Şu halde vergi ve belediye resmi ödediğimiz za­
man diğer şekillerde para harcarken sizden zorla alınan
paradan kurtulduğunuzu sanacaksınız. Belki de bir da­
ha vergi memurunun kapı çalışını sevinçle karşılayaca­
ğınızı, onu istekle veren bir insanın gülüm sem esiyle
karşılayacağınızı düşünüyorsunuz.
Bu hayalinizi bozduğum için özür dilerim; ama ger­
çek olan Kapitalizmin sizi dükkânlar yolu ile olduğu ka­
dar Hükümet, belediyeler ve kaym akam lıklar yoluyla da
soyduğudur. Kamu hizmetlerini yerine getirm ek için. Hü­
küm et ve mahallî idareler pekçok malı, maliyetinden yu ­
karı mal satan özel karaborsacılardan almaktadırlar; bu
fazla ödeme de, vergi m ükellefi olarak size yansıtıl­
maktadır. M illet adına iş gören H üküm et bile, ülkenin
toprağını birtakım özel kişilere gayet yüksek paralar
ödemeden kullanamaz. Bu yüksek fiyatları önleme yo l­
ları vardır. H üküm et yapacağı işler için bir arazi satın
alabilir; ama buna ödeyeceği parayı ya sadece toprak
sahiplerinin ödediği kiraya vergi koyarak ya da kaza­
nılmamış gelirlere koyduğu vergi ile sermaye toplayarak
biriktirir.
Bu yolla size tam ve gerçek m aliyet fiyatına hiz­
met edebilir ve bu anda ediyordur da.. Hatta bunu

138
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

halka bedavaya verip parasını zenginlerin ödemesini bi­


le sağlar.
Fakat siz, sadece herkese aynı derecede faydalı
olan kamu hizmetlerinin masraflarını karşılamak için
vergilendirilmezsiniz. Daha bir sürü şey vardır vergisini
ödediğiniz. Sıra bunlara geldiği zaman — eğer zengin­
seniz — sosyalistlerin sizi yoksulları çıkarına soydu­
ğundan; yoksulsanız da, kendi ceplerinden ödemeleri
gereken belirli masrafları vergilere ve kiraya yükleyen
kapitalistler tarafından soyulduğunuzdan sözedersiniz.
Hele bir bakalım, bu yakınmaların tem elinde neler
yatıyorm uş! Önce zengini ele alalım: Vergi yolu ile zen­
gin gelirlerinin dörtte ya da üçte biri, hatta çok zengin­
lerin gelirlerinin yarısı Hüküm et tarafından belirli bir ka­
mu hizmeti için değil de, gelirlerinin o kısmının hiçbir
karşılığı olmadan ve zor yolu ile, saf bir m illîleştirm e
(kom ünizasyon) hareketiyle ellerinden alınır. Bu artık
öylesine olağan kabul edilm ektedir ki, zenginler ne bir
tazm inat istemeyi, ne malları zorla ellerinden alınana ka­
dar vergilerini ödememeyi, ne de buna bir bolşevik tipi
el koyma adını verm eyi düşünmezler. Bizler bunların an­
cak kötü kom ünistlerin düşüncesinde var olduklarını
düşünebiliriz. Ama aslında bunlar, her Ocak ayında İn­
giltere'de olm akta ve bunları m eşrulaştıran kanunlar da
her Nisan ayında kabul edilm ektedir. Maliye Bakanı
bunların Maliye ve Tahsis Kanunları olduğu konusunda
bizi inandırmaya çalışırsa da bunlar gerçekte 'Elkoyma
kanunları'dır.
Ne kanunda, ne Anayasada, ne âdet ve gelenek ve
Parlamento uygulamalarında, ne de yerleşm iş ahlâk­
lılığınızda bu el konulan üçte bir ya da yarının dörtte
üçe, onda dokuza ve hatta bütününe çıkarılmasını en­

139
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

gelleyecek birşey yoktur. Ü stelik çok zengin bir insan


öldüğünde H üküm et onun bıraktığı mülkün sekiz yıllık
gelirine el koyar. En az vergilendirilen m ülkler on aylık
gelirlerini verm ek zorundadırlar. Diğerleri de, m iktarları
ile oranlı olarak bu iki uç arasında ödeme yaparlar.
Bundan başka zengin ve yoksul tarafından eşit
olarak ödenen ve adına dolaylı vergiler denen bazı
vergiler de vardır. Bunlardan bazıları birtakım yiyecek
maddeleri, tütün ve içki alırken bunların fiyatının bir
kısmı olarak ödenir. Diğerleri damga pulu resm idir; iki
sterlinlik bir makbuz verirseniz iki peni, basit bir yazılı
anlaşmaya altı peni, m ülksüz insanların hiç kullanm adı­
ğı diğer birtakım kâğıtlara da yüzlerce sterlin ödersiniz.
Bu vergilerden hiçbiri zabıta görevi gibi, su gibi belirli
bir hizmet için alınmaz; bunlar sadece gelirin özel cep­
lerden millî cebe aktarılmasıdır, yani, saf Komünizm
hareketleridir. Bütün sınıfların hep birlikte yüklendiği
yiyecek vergilerini saymadan, bu şekilde komünize edi­
len özel m ülkiyetin günde bir milyon sterline vardığını
öğrenmek tabii, sizi şaşırtacaktır.
Zenginler bu rakkamı işitince küçük dillerini yutup
Hükümetin bu kadar parayla ne yaptığını soracaklardır.
Gelirimizi günde m ilyonlarla değil de yılda yüzlerle sa­
yan pek çoğumuza böylesine büyük gelen bu katkı kar­
şısında ne değer elde etm ektedirler? H üküm et orduyu
ve donanmayı besler, memurları, mahkemeleri besler
ve bunları da ya m aliyetleri karşılığında ya da ticarî bir
işletmenin arzedeceğinden çok daha az bir fiyatla halka
arzeder. Bu paranın yılda yüz milyon sterlinden fazlası
da ya hiç geliri olmayan ya da pek küçük bir geliri olan
insanlara verilm ektedir.
Bu, gelirin tam bir yeniden dağıtılmasıdır, yani tam

140
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

bir Sosyalizmdir. H üküm et memurları, yoksulun elinde


yeteri kadar olmadığı ve zenginin elinde de yeterinden
fazlası olduğu için, zenginden alır yoksula verirler. Es­
kiden vergilendirm enin gelirin daha eşit dağıtımını sağ­
layacak bir araç olduğu düşünülmezdi. Şimdi ise bu ver­
ginin baş kullanış yollarından biridir ve yıllık mali si­
yasetimizde hiçbir değişiklik yapmadan tam eşitliğe bi­
le varılabilir.
Buraya kadar bu işten yararlı çıkan yoksullardrr.
Fakat bazı zenginler de vergiden çok kazançlı çıkarlar.
Hüküm et masrafının en yüklü tek maddesi, savaş için
ödünç aldığımız paranın yıllık taksitleridir. Bunun hep­
si harcanmış ve tükenm iştir, fakat bedelini daha yıllar­
ca ödemek zorundayız. Bu paranın çoğu zenginlerden
ödünç alınmıştı, çünkü borç verecek fazla para ancak
onların elindeydi. Bunun sonucunda da H üküm et her
yıl bütün zenginlerden büyük bir m iktar alır ve hemen
bunu savaş için ödünç verm işlere geri verir. Bu iş­
lemin sonucu, gelirin zenginler arasında tekrar bö­
lünmesidir. Bundan zararlı çıkanlar 'M illi B orç' dedik­
leri şey hakkında, ileri geri konuşan insanlardır. M il­
let de bunun bir İngiliz'den alınıp ötekine verilm esin­
den dolayı te k bir kuruş bile zarara girm iş değildir.
Bu el değiştirm enin zararlı ya da yararlı olduğu, var
olan eşitsizliği arttırıp eksiltm esine bağlıdır. Am a, Hü­
küm et birkaç kapitalistten alıp bütün kapitalistlere da­
ğıtacağı yerde bütün kapitalistlerden alıp birkaçına da­
ğıttığı için; bu, sonuç olarak eşitsizliği arttırm aktadır.
Kendi halkımıza olduğu için gerçekten borç sayılm a­
yan 'M ili! Borç'un başlıca kötülüğü de buradadır. Buna
şöyle bir örnek verebiliriz; kendi ağırlığını kendi ayak­
ları taşıdığı için vücudu bir file yük olm am aktadır;

141
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

fakat bu ağırlık eşit olarak bacaklar arasında dağıtıl­


mış olacağı yerde yalnız bir tarafta olsaydı, fil kendi­
sini taşıyamayacak ve en küçük bir engel karşısında
tökezliyecekti. İşte şim diki eşitsiz düzende bizim t i­
caretimiz de bunu yapm aktadır.
Hükümete savaş için ödünç para veren kapita­
listlerin fedakârlık yaptıkları için bunu hakettikleri ba-
zan söylenm ektedir. Ben de bunlardan biri olduğum
için içimde hiçbir kötülük olmadan bunun duygusal bit
saçmalık olduğunu söyliyebilirim . Bir fedakârlık yap­
maları için çağrılan tek insan onlar değildi; üstelik
yüzde dörde bile razı oldukları halde, yüzde beşten
en sağlam yatırım imkânları veriliyordu kendilerine. Sa­
vaşta gözlerini kaybeden, yaralanan, ölen insanlardı
asıl fedakârlıkta bulunanlar; çalışan ve çarpışanlardı
ülkelerinin kurtarıcıları; hiçbir iş yapmayan, başkaları­
nın yaptığı millî somunu alan ve bundan büyük bir lok­
ma koparan (hem kendileri hem de hizm etçileri) ve ar­
ta kalanını askerlere veren kim seler hiçbir yardımda
bulunmamışlar, aksine yiyecek kıtlığını daha da arttır­
mışlardı. Onları bu saçma biçimde şımartmanın nede­
ni, kendilerinin yaptıkları hizm etler ve haketm iş olduk­
ları şeyler değildir. Bu, belirli bir sınıfı şımartmaz ve
kendisine harcayabileceğinden fazla para vermezsek,
gerektiği zaman yedek para bulamayacağımız korku-
sundandır. Sermayenin özünü incelediğimiz zaman bu­
nu daha açık olarak göreceğiz.
Bu arada siz hava saldırılarında b ir gözünüzü kay­
bedecek kadar talihsizseniz, ya da kocanızı ya da oğ­
lunuzu kaybetm işseniz ya da bütün savaş sırasında
«kendinize düşeni» yapm ış ve şim di de vergi ödüyor-
sanız, paranızın H üküm et tarafından alınıp tem belce

142
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

yaşamaktan başka hiçbir şey yapm am ış olan bir kadı­


na verilmesi, size gülünç gelecektir. Kocanızın bacak­
ları ya da oğlunuzun hayatı yerine Hüküm etin onun
parasını almasının daha korkunç birşey olacağına sizi
inandırmak kolay olm ayacaktır. Bu konuda söylenecek
en fazla şey bunun daha gerekli olduğudur.
Sizden alınan vergilerle size hizmet edileceği yer­
de bunların vurguncuları zenginleştirm ek için kullanıl­
masına ait bir örnek daha verelim: Savaşın başında
vurguncuların etkisi öylesine kuvvetliydi ki, bunlar Hü­
küm etten mermilerin millî fabrikalar yerine kendi fab­
rikalarında yapılması için izin aldılar. Bunun sonucunda
da vurguncu firm aların bütün işi bir kâr karşılığında
yapması için sizin ödediğiniz vergiler W o olw ich Cep­
hane Fabrikası'nda işsizlikten boş duran işçilerin tam
gündeliklerini ödemeye harcandı. Ü stelik bu vurguncu­
ların işçilerinin gündelikleri ile kârları sizin cebinizden
çıktı. Bir süre sonra bunların yeteri kadar mermi yapa­
madıkları anlaşıldı. Yaptıkları da gereksiz olarak pa­
halıydı ve her zaman da patlam ıyordu. Bunun sonucu
da, cephelerde cephane yokluğuyla savunmasız kalan
genç delikanlılarımızın öldürülm esi oldu. H üküm et işi
eline alıp da millî fabrikalar açmasaydı (bunlarda siz
de çalışmışsınızdır) sadece savaşacak insan yokluğun­
dan savaşı kaybedecektik. Bu fabrikalarda öylesine
cephane imal edildi ki, vurguncuları durdurup onlara
işlerini öğretm ekten (basit bir hesap tutm asını bile
bilm iyor, su gibi para harcıyorlardı) ve kârlarında
önemli bir kısıntı yaptıktan başka, savaştan sonra bile
elimizde çok m iktarda cephane kalmıştı. Fakat yine de,
(elbette m illileştirilm iş sanayi savunucuları için ola­
ğanüstü bir başarı olan) bu deneme karşısında, savaş

143
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

biter bitmez kapitalist gazeteler Hüküm etlerin öylesine


beceriksiz, namussuz ve savurgan işverenler oldukları
ve özel firmaların da öylesine yetenekli ve namuslu o l­
dukları ve yine özel firm aların kâr elde ederek ya ptık­
ları işleri Hüküm etlerin yapmaması gerektiği hakkında
yayına başladılar. Sonunda millî fabrikalar bedava de­
nilecek fiyatlara vurgunculara satıldı ve şimdi terhis
edilm iş askerlerle birlikte sayıları iki m ilyonu bulan
m illî işçiler sokaklara düşerek Hüküm et yardımı ile ya­
şamaya başladılar.
Bu sürekli devam eden birşeyin; yani. Hüküm etler
tarafından üzerine kâr eklenmeden daha iyi bir şekilde
yapılacak işin, özel vurguncu şirketler aracılığı ile ya­
pılarak paranızın boşa harcanmasının heyecanlı bir ö r­
neğidir.
Böylece görüyorsunuz vergilerim izi ödediğimiz za­
man, yalnızca kamu hizmetlerinin m aliyet bedelini öde­
mekle kalmayıp özel işverenlere gereksiz ve aşırı kâr
olarak giden büyük paraları, bu işve-renlerin toprağını
ve sermayesini kullandıkları toprak ağalarıyla kapita­
listlere giden paraları ve 'M illî Borç'u meydana getiren
Savaş Bonoları ve diğer hisse senetlerine sahip olanla­
ra verilen paraları da ödemektesiniz. Fakat siz de bir
emekli ya da Hüküm etten yardım gören ya da Savaş
Bonosu sahibi olarak bunun bir kısmını geri alıyor ola­
bilirsiniz. Sizin kâr ya da zararda olduğunuzu pek bile­
meyeceğim; yalnız bire on koyarak şunu söyliyebilirim ;
siz zarardasınız ve zenginler H üküm et aracılığı ile siz­
den, sizin onlardan kopardığınızdan çok daha fazlasını
koparıyorlardır.

144
3
BELEDİYE VERGİLERİ

BELEDİYE VERGİLERİNİ de herkes eşit olarak


ödemez. Hüküm et gibi, mahalli idareler de, bazı kişile­
rin diğerlerinden daha fazla ödeyebilecekleri gerçeğini
kabul edip buna göre tahsilat yaparlar. Bunu, vergi m ü­
kellefinin yaşadığı evin, işyerinin değerini hesap ederek
yaparlar ve yılda yüz sterlinlik değeri olan bir evi ya da
dükkânı olan bir insanın yılda yirm i sterlin değerindeki
ev ya da dükkân sahibinden daha zengin olacağını ka­
bul ederler. Vergileri de bu değerlendirmeye göre sa­
larlar.
Böylece her vergi bir kamu hizmetleri ödemesi o l­
duğu kadar dereceli bir gelir vergisidir de. Bundan baş­
ka, m illî borç gibi, belediye borçları da vardır. Beledi­
yeler de, merkezî hüküm etler gibi tembel ve m üsrif ol­
duklarından ve kamu işlerinin yapılmasını vurguncu
müteahhitlere devrettiklerinden, vergilerin doğurduğu
her şeyi belediye vergileri de daha ufak çaplı olarak do­
ğurur.
Fakat bunun kendjne özgü birtakım başka yanla­
rı vardır.
Vergilendirm e yolu ile masraflarını namusluca kar­
şılayan bizim m illî ve beledî kom ünizm im izin kim i çok
zengin, kim i de çok yoksul bir halka uygulandığı zaman
olanlara bir bakalım hele. Memedeki çocuğunu besle­
yecek kadar kendine yeter yiyecek bulamayan bir ka­
dın, elbette Buckingham Sarayı'nın ahırlarındaki süt

145
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

beyazı atların bakımına bir katkıda bulunamaz. Kocası


ve çocuklarıyla kenar mahallelerin birinde tek bir oda­
da ve şehrin çiçekli, havuzlu, sandallı ve bandolu park­
larından uzakta yaşıyorsa; buralara girm ek için gereken
üç beş kuruşu rahatlıkla ödeyebilecek olan zenginlerin
genellikle dolaştığı bu yerlerin bakımı için ondan ken­
disine düşeni istemek, çok ağır bir yük yüklem ektir
ona.
Kısacası, kom ünistçe masraf zorunlu masraf o l­
duğundan ve eşit olarak uygulandığından, gelirleri eşit
olmadığı sürece herkes tarafından kolayca ödenemez.
Bunun çaresi, parkları ve süt beyazı atları satm ak ve
her yoksul kadının oğlunun iki pantolonu olmadan
— W ales Prensi’nin birden fazla pantolonu olmasını
önlemek değil — gelirleri eşitleştirm ektir. Bu arada da,
vergilerim izi m üm kün olduğu oranda ödemeliyiz ve
kamu harcamalarını en kötü özel yoksulluk düzeyine
indirirsek, hayatımızın vahşilerin bile kazanam ayacak­
ları bir hayat olacağını bilmeliyiz.
Fakat bu, vergi m ükellefinin 'söm ürüldüğü' belirli
birtakım yollara uygulanamaz. Bir insanı söm ürm ek,
eşit bir karşılığını vermeden ondan para almaktır. A şa­
ğı yukarı bütün özel işverenler, vergi mükelleflerini
— eğer bunlar bu konuda şimdi bizim yapm akta oldu­
ğumuz derin incelemelere girm em işlerse— söm ürür­
ler. Bunun yolu da şöyledir:
Evinde hizmetçileri olan bir kadın bunların çoğuna
sürekli bir iş verdiği halde bir kısmına da geçici iş ve­
rir. Orta hizm etçisi ile aşçı sürekli iştedir; dadının işi
geçicidir, gündeliğe gelen kadın günlük iştedir; yani,
bir gün için tu tu lu r ve sonra yine öyle kısa süreli bir
iş bulana kadar boşta kalır. Bu kadın hastalandığı za­

146
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

man, işverenlerinden hiçbiri buna bakmaz. Zengin


adamlar ölüp de vasiyetnam elerinde hizmetçilerine pa­
ra bıraktıklarında, bu gündelikçi kadınları hiç hatırla­
mazlar.
Bir kadını, taksi gibi birkaç saatlığına tu tu p ondan
sonra başkaca bir sorum luluk altında kalmadan eline
birkaç kuruş verip sokağa atm ak çok rahat birşeydir.
Ama bu, o kadının hastalandığı ya da iş bulamadığı
ya da yerine genç ve kudretli kadınların seçileceği ka­
dar yaşlandığı zaman birisinin ona bakmasını gerek­
tirir. Bu birisi de sosyal yardım, düşkünler evi, ihtiyar­
lık sigortası gibi şeylerin kendisi tarafından sağlandığı
vergi mükellefidir. Vergi m ükellefi bunların parasını öde-
meseydi; ya ev sahibi gündelikçi kadın tutam ayacak ya
da ona daha çok para verecekti. Bugün olduğu gibi
sürekli hizm etçiler bile — vergi verenler onlara gerekli
yardımı sağlamamış o lsa la rd ı— yaşlandıkları zaman
sigortadan para almadan işten çıkarılmayacaklardı. İş­
te evsahibi böylece çoğu gündelikçi kadın tutam ayan
diğer vergi m ükelleflerine kendi ev hizmeti m asrafları­
nın bir kısmını ödetm ektedir.
Fakat siz tecrübeli bir kadın olarak, gündelikçi ka­
dınların o kadar kötü durumda olmadıklarını ve elde
edilmelerinin çok güç olduğunu, iyilerinin işlerini ken­
dileri seçtiğini söyleyeceğiniz için bu belki de çok e t­
kili bir örnek değildir. Fakat büyük geçici işçi ordularını
içinde barındıran koskoca sanayi işletm elerini bir dü­
şünün hele.
Liman işletm elerini ele alın. Gemileri yükleyip bo­
şaltan adamların yüzlercesi saat hesabıyla tutulurlar.
Bunlar bir saat mı, yoksa sekiz saat mı çalışacaklarını,
haftada iki gün mü yoksa altı gün mü iş bulacaklarını

147
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

önceden bilemezler. Bunların saatta beş kuruş aldıkları


zamanı bilirim ben. Hele grev yapıp da saat ücretlerini
onbeş kuruşa çıkarmaları ne büyük bir olay olm uştu !
Liman şirketleri daima kâr ederler, ama bu adamlar ve
aileleri çoğunlukla vergi m ükellefinin sırtından geçinir­
ler.
Bunun en aşırı bir örneğini alalım: Vergi m ükellef­
leri, düşkünler evini ayakta tutarlar. Bir insan, hiçbir ge­
çim i olmayan yoksul biri olarak buraya başvurunca ora­
ya alınır; yedirilir içirilir, g iyd irilir ve yatacak bir yer sağ­
lanır. Bir kısım insanlar canları içki ve sefahat çekene
kadar güçlü kuvvetli yoksullar olarak orada yaşarlar.
Canları içki çekti mi de, artık çalışacaklarını ve dışarı
salıverilm elerini isterler. Bir süre bir gemi boşaltma
işinde çalışırlar, kazandıkları parayı zevkleri uğruna har­
carlar ve ertesi sabah yine yoksul bir insan olarak düş­
künler evine dönerler. Ancak geçici işler bulabilen bir
kadın da bunu yapabilir. Fakat bu, çok aşırı bir örnek­
tir. Saygılı emekçiler böyle davranışlarda bulunmazlar;
ama geçici iş de, insanları saygılı yapmaz. Bu insanlar
kaygusuz olmasalar ve kendilerine zararlı olacak kadar
ruhlarını ayakta tu tm a k için içmeseler, bu tü r kararsız­
lığa dayanamazlardı.
Liman işçiliği tehlikeli bir iştir. İşin çok olduğu za­
manlarda her yirm i dakikada bir, b ir kaza olur. Fakat
liman şirketinin yaralanan geçici işçileri için bir hasta­
nesi yoktur. Niçin olsun ki? Hemen yakında masrafını
vergi m ükelleflerinin karşıladığı bir Yoksullar Dispan­
seri ya da onların yardım sever bağışlarıyla desteklenen
bir hastane vardır. Yaralanan adamı oraya taşıyıp şir­
kete bir yük olmadan, kamu hesabına iyileştirm ekten
daha kolay ne olabilir? Bu yüzden liman şirketlerinin

148
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

yöneticilerinin kamu yardım severliğinin en ateşli savu­


nucuları olduğuna hiç şaşmamak gerekir.

Vergi m ükelleflerinin ayakta tu ttu ğ u diğer bir ku ­


ruluş da; polisi, mahkemeleri, yargıçları ve diğer bütün
pahalı personeli ile hapishanelerdir. Hapishaneleri dol­
duran kalabalığın büyük bir kısmı içki sonucu işledikle­
ri suçlardan dolayı orada bulunm aktadırlar. İçki ticareti
çok kârlı bir iştir; hatta öyle ki yalnızca Ticaret adı
verilir buna. Fakat niçin bu, bu kadar kârlıdır? Çünkü
içki satanlar ayyaşların içki karşılığı ödedikleri paraları
alırlar ve adamlar sarhoş olunca da onları sokağa atıp
yapacakları kötülüklerle işleyecekleri suçların, kendile­
rine ve ailelerine getirecekleri hastalıkların ve içine dü­
şecekleri yoksulluğun ceremesini çekm eyi vergi m ü­
kelleflerine bırakırlar. Bunların masrafları polis ya da
yoksullar bütçesi yerine içki satanlara yükletilecek ol­
saydı, bu ticaretin kârı birdenbire uçar giderdi.

Şim diki halde, tüccar bütün parayı toplam akta ve


vergi rrtükellefi de bütün zararı karşılamaktadır. İşte
bunun için içki ticaretini yasaklamışlardı Am erika'da.
Meyhaneler kapanınca hapishanelerin de kolaylıkla ka­
patılabileceği ortaya çıkm ıştı. Fakat içki ticaretini bele-
diyeleştırselerdi — yani, m ükellefler hapishane gibi
meyhaneyi de ayakta tutm aya çalışsalardı — sarhoşlu­
ğa engel olm ak için pek çok tedbir alınacaktı. Çünkü o
zaman sarhoşluk belediye hesaplarında kâr yerine za­
rar meydana getirecekti. Şimdi, vergi m ükellefi içki t i­
careti yoluyla korkunç bir şekilde söm ürülm ekte ve bir
avuç insanın olağanüstü zenginleşmeleri karşılığı bütün
m illet zayıflatılm akta ve ahlâkı bozulmaktadır. Bu bir
avuç insanın ara sıra yıkık dökük kiliseleri ta m ir e ttir­

149
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

dikleri gerçektir; gerçektir ama bunlar da bu iş karşılı­


ğında soyluluk ünvanları beklemektedirler.
Hem belediyenin hem de Hüküm etin size oynadığı
bir oyun daha vardır. Kâr etmemek ve size her hizmeti
maliyetine vermek zorunda bulunmalarına rağmen ço ­
ğunlukla açık açık kâr ederler ve iş yeteneklerinin delili
olan bu kâr ile de gerçekten övünürler. Bu, o hizmetin
karşılığını vergi ya da rüsum yolu ile ödediğinizde de­
ğil de, tükettiğinizin bedelini doğrudan doğruya ödediği­
niz zaman ortaya çıkar. Bir m ektup göndermek için Hü­
kümete peşin olarak bir para ödersiniz. Elektriğin bele­
diye tarafından sağlandığı yerlerde, elektrik parasını
vergi yolu ile değil de, tükettiğiniz her kilovat karşılığı
peşin para olarak ödersiniz.
Yazık ki şunu da eklemek zorundayım: Posta M ü­
dürlüğü bundan yararlanarak sizden m ektubunuzu taşı­
ma maliyetinden yüksek bir ücret alır. Bu yolla elde et­
tiğ i kârı Maliye Bakanına devreder, o da bu parayı ge­
lir vergisini düşük tu tm a k için kullanır. Böylece gelir
vergisi ödeyenlerin daha az bir ödeme yapmaları için
siz daha fazla para ödem iş olursunuz. Sizin üç beş ku­
ruşunuzun bir kısmı m ilyonerlerin cebine gider. Elbette
eğer siz de gelir vergisi m ükellefiyseniz bunun bir kısmı
da sizin cebinize dönm üş olur ama, insanların çoğunlu­
ğu gelir vergisi ödem edikleri halde posta pulu satın al­
dıklarından gelir vergisi mükellefleri böylece pul alıcı­
larını söm ürm üş olm aktadırlar. Bu yanlış bir ilkedir ve
bunun uygulanması tehlikeli bir söm ürüdür. Fakat bu
tutum alkışlanmakta ve hüküm et postaya telgrafı, te l­
grafa telefonu ve her ikisine de telsizi katarak bunu g it­
tikçe genişletm ektedir.
Vergileriniz konusunda şim dilik bu kadar söz ye­

150
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ter. Vergi ve resim ler tüm ü ile kaldırılmış olsa ve yer­


lerini Devlet ve belediye hizm etlerini kâr gayesi güde­
rek karşılayan işletmelere bıraksalar; sonuç Devlet ve
belediye Sosyalizmi olmaz, Devlet ve belediye Kapita­
lizmi olur. Şim diki durumda vergilerinizde bile, sıradan
alışverişlerinizde olduğu gibi 'söm ürülm ekte' olduğu­
nuzu görüyorsunuz.

4
KİRANIZ

VERGİLERİNİZİ bırakıp kiranızdan söz açmaya


gelince yakınmalarınız daha da artacaktır. Kiranızı öde­
diğiniz an parayı doğrudan doğruya onunla istediğini
yapacak olan söm ürücüye verirsiniz. Kira ödemek ko­
lay bir iştir. Bir toprak parçası kiralayıp üzerinde çalış­
tığınızda, toprak sahibinin sizin kazancınız ile yaşadığı
apaçık ortadadır. Ona engel olamazsınız. Çünkü kanun
kendisine toprağını kullanmanıza izin vermesi için para
ödemezseniz, sizi yerinizden atabilme hakkını verm iştir.
Buna o kadar alışmışsınızdır ki, herhangi bir insanın
toprak kendisine aitm iş gibi hareket etmesi hiç de ola­
ğan dışı gelmez size. Oysa bir insan havanın, denizin
ya da güneş ışığının kendisine ait olduğunu söylerse
ona deli gözü ile bakarsınız. Belki de bir eve kira ödü-
yorsunuzdur. Evi yaptıran adamın bunun karşılığında
böyle bir para almasını mantıklı bulabilirsiniz. Fakat bir
evin kaça m alolduğunu öğrenmek kolaydır. Bu hesap­

151
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

tan da sizin ödediğinizin, evin değerinin kaçta kaçı ol­


duğu ortaya çıkarılabilir.
Eğer evsahibinizin hizmetinde çalışmıyorsanız ya
da orta çağdan kalma şatolar gibi, eviniz yapıldığı amaç­
lar için kullanılm ıyorsa, ödediğiniz paranın evin değeri­
nin kat kat üstünde olduğunu göreceksiniz. Londra gibi
büyük şehirlerde bu rakam öylesine büyüktü r ki, bina­
nın değeriyle kıyas bile edilemez. Issız yerlerde de bu
fazlalık öyle az olabilir ki, evi inşa etmenin riskine kar­
şılık edilecek kâr, m antıklı bir oranı aşmaz. Fakat kira
tüm olarak bütün ülkede yılda yüz milyonlarca sterlini
bulur. Bu evlerin içinde değil, üzerinde evler yapılmış
toprak üstünde yaşayabilm ek için evsahiplerinin iznine
ödenen paradır.
Herhangi bir insanın bir İngiliz'e, Ingiltere'de ya­
şamak iznini verme ya da reddetme yetkisine sahip ola­
bilmesi bütün adalet kavramlarına aykırıdır ve her .avu­
kat size toprak üzerinde m utlak bir m ülkiyetin olam aya­
cağını ve bütün toprakların kendisine emanet edilmiş
bulunduğu Kralın, uygun gördüğü takdirde toprağı
şim diki sahiplerinin elinden alacağını söyleyecektir. Fa­
kat toprak sahipleri uzun yüzyıllar boyunca hem kanun
hem de kral yapıcı olduklarından, kral olsun olmasın,
toprağın herhangi bir eşya gibi m ülkiyete konu olmasını
öngörm üşler ve buna — avukatlara ücret ödemeden —
birtakım kâğıtlar imzalanmadan alınıp satılamayacağı
kuralını da eklemişlerdi. Toprak üzerindeki bu özel y e t­
ki öylesine çok alınıp satılm ıştır ki, evsahibinizin, Fatih
W illiam devrindenberi kiracıları üzerinde küçük bir kral
gibi hüküm süren bir baron mu, yoksa bütün ömrünce
biriktirdiği parasını bir tapuya yatırm ış yoksul bir dul
kadın mı olduğunu bilemezsiniz.

152
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Ne olursa olsun, m alsahibi kiracı ilişkilerindeki


gerçek şudur; tem bel ve tabiatıyla şerefsiz bir insan,
arkasında polis oldıiğu halde çalışkan ve saygıdeğer
bir kadının karşısına utanmadan çıkıp, «Ya bana kazan­
cının dörtte birini verirsin ya da oturduğun yerden de­
folur gidersin!» diyebilm ektedir. M alsahibi, hatta kirayı
bile reddedip kadını hiçbir şarta bağlı olmadan yerinden
atabilir ve bunu bazan yapar da. İskoçya'da çok sayıda
çiftçi ve balıkçı ailelerini, malsahiplerinin bunların o tu r­
dukları yeri geyik ormanı haline getirm ek istedikleri ge­
rekçesiyle yerlerinden tu tu p A m erika'nın insan ayağı
basmamış ormanlarına göçe zorladıklarını bilirsiniz. İn­
giltere'de de koyun sürülerinin malsahibine insanlardan
çok para getirm esi yüzünden, insanların yaşadıkları
yerlerden uzaklara sürüldükleri gerçektir. Londra'nın
büyük demiryolu istasyonları ilk yapıldıkları zaman pek
çok insanın evi yıkılm ış, bu insanlar sokaklarda kal­
mışlardı. Bunun sonucunda m üthiş bir şekilde kalaba­
lıklaşan o bölge uzun yıllar bir hastalık yatağı haline
geldi. Savaş sonunda kiracıları korum ak için çıkarılan
birkaç kanuna ve İrlanda'da Hükümetin tarım arazisini
satın alıp çiftçilere satmasına (bu da sonunda sadece
bir malsahibi değişikliğidir) ve böylece de sorunun bir
süre için çözümlenmesine rağmen bu gibi şeyler hâlâ
olm aktadır ve her an başınıza böyle bir iş gelebilir.
Akıllı bir kadın, büyük şehirlerde malsahibinin ken­
disinden en çok ne kadar alabileceğini öğrendikten baş­
ka, onun, kendisi için değilse bile kiracıları için gelir
eşitliğine inandığını görür. Şehrin göbeğinde kiralar çok
yüksektir. Kadın ya da kocası oralarda bir yerde çalı­
şıyorlarsa, kenar mahallelerin birinde bir yer tutm ayı
düşünürler. Burada kiralar daha ucuzdur, gidiş gelişte

153
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

tram vaya binilebileceği için belki de biraz para b irik tir­


me imkânı da bulurlar. Fakat malsahibinin de bunu bil­
diğini hemen farkedeceklerdir. Şehirden ne kadar uzak­
laşırsa uzaklaşsın ve kiralar ne kadar düşük olursa o l­
sun, yol parasını hesap edince bunun şehrin ortasında
oturup işe yürüyerek gitm ekten çok ucuza çıkm ayaca­
ğını göreceklerdir. Bu ç ift kendisine ne kadar faydalı
bir yol aramaya kalksa da, malsahibi ergeç bunun pa­
ra olarak değerini ondan kira biçim inde alacaktır. En
aptal bir kadın bile açıkça anlamalıdır; toprak az sayı­
da insanın elinde olursa, bu kimseler, yaşayıp çalış­
mak için toprağa ihtiyacı olan ve aksi takdirde ya so
kaklarda açlıktan ölüp ya denizlerde boğulacak olan di­
ğer insanlara istediklerini yaptıracaklardır. M alsahipleri
bu insanları, ancak kendilerine para kazandıracak ve
yeni kuşakta aynı işi yapacak ailelerini yaşatacak ka­
darından fazlasını ellerinden alacak şekilde soyarlar.

Bu saçma durumun nasıl olup da ortaya çıktığını


anlamak çok kolaydır. Herkes için toprak olduğu süre­
ce toprağın özel m ülkiyeti gayet iyi işlem ektedir. M al­
sahipleri kimsenin toprak sahibi olmasını engellemez­
ler; hatta ekm edikleri topraklarını sürm ek isteyen hay­
dutları kovalamak için en güçlü kanunları yaparlar. Fa­
kat nüfus arttıkça bu durum devam edemez. Sonunda
bütün topraklar biter ve yeni gelenlere toprak kalmaz.
Hatta bu olmadan çok önce bütün iyi topraklar biter
ve sonradan gelenler iyi toprağı işlemek için kira öde­
menin kötü toprağa sahip olm aktan daha faydalı ol­
duğunu görürler. Bu kira m iktarı kötü toprak ile iyi
toprak arasındaki verim lilik farkıdır. İşte bu anda iyi
toprak sahipleri topraklarını kiraya verirler, çalışm ak­

154
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

tan ellerini eteklerini çekerler ve kira üzerinde — yani,


başkalarının emeği üzerinde— yaşamaya başlarlar.
Büyük şehirler ve büyük sanayiler ortaya çıktıkça
toprağın değeri de başdöndürecek kadar yükselir: Lon­
dra'da önemli caddelere yüzü olan arsaların dönümü
bir milyon sterline satılm aktadır; kırk mil ötede beda­
va denecek bir paraya alabilecekleri toprak olduğu hal­
de insanlar böyle değerli arsalara yüksek kiralar
yeceklerdir. Son yüzelli yılda A vrupa'daki köyler ve
diğer kıtalardaki yerleşme kampları yüz milyonlarca
sterlinlik gelirleri olan şehirler haline gelm işlerdir. Am a
yine de bütün bu serveti yapan o toprak sakinlerin­
den, orasının değeri dönümü bir sterlin bile değilken
oturanlardan çoğu hiç de durumlarını düzeltememişler,
hatta çoğu çok daha kötü duruma düşm üştür. Bu ara­
da toprak sahipleri inanılmaz servetlerin sahibi olm uş­
lardır. Bunların bir kısmı hiçbir şey yapm am ak karşı­
lığı bir günde, pek çok kadının altm ış yıllık didinme so­
nunda elde edemeyeceği parayı ceplerine indirm ektedir­
ler.
Kanunun teorisinde olduğu gibi, gerçekte de, to p ­
rağın m illî emlâk olarak kalmasında ve bütün kiraların
ortaya ödenerek kamu hizmetleri için kullanılmasında
ısrar edecek ileri görüşüm üz ve kafamız olsaydı, bütün
bunlardan kurtulm uş olurduk. Bu yapılmış olsaydı bu­
gün ne gecekondular, ne çirkin sokak ve binalar, ne
de vergiler olurdu. Ödenen kiradan herkes faydalanır­
dı, herkes ona emeğiyle bir katkıda bulunurdu; tek bir
tem bel bile başkasının emeğiyle geçinemezdi. 0 zaman
büyük şehirlerimizin refahı gerçek bir refah olur ve
bu herkes tarafından paylaşılırdı. Yoksa şim diki gibi
bir kişinin tem bel ve zengin, m üsrif ve faydasız olması

155
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

için dokuz kişinin köleleştirilm esi ve sefalete düşürülm e­


si pahasına değil! En akıllı bir malsahibinin ileri süreceği
bahaneler karşısında bile bu kötülük o kadar açık ve
seçiktir ki. Sosyalizmin adının bilinm ediği zamanlarda
bile malsahiplerininki dışında bütün vergilerin kaldırıl­
ması istenm işti. Şimdi bile aramızda aynı şeyi savunan­
lara 'Tek V ergici' adını vermekteyiz.

5
SERMAYE

TEK VERGİCİ'ler ilkelerinde yanılmış değildirler,


fakat çok eski görüşlüdürler. Karşılığında birşey ver­
meden insanların emekleriyle yaşamanın toprak m ül­
kiyetinden daha tem belce bir yolu ortaya çıkm ıştır.
Toprak, sahibine kira getiren tek m ülkiyet biçim i de­
ğildir. Gereğince kullanıldığı takdirde yedek para da
aynı işi yapar. Yedek paraya 'K apital' adı verilir; sahi­
bi kapitalisttir, ülkenin bütün yedek parasını özel elle­
re bırakan düzenimiz de 'K apitalizm ' düzenidir. Kapi­
talizm i anlamadan, şim diki insan toplum unu anlaya­
mazsınız. Bugün bir budalalar cennetinde yaşıyorsu­
nuz ve Kapitalizm de sizi orada tu tm a k için elinden ge­
leni esirgememektedir.
Çevrenizdeki bütün yoksulluk ve sefaleti görür de
bundan kurtulm a çaresini düşünemezseniz, dar kafalı­
lıktan başka hiçbir şey sizi um utsuzluktan kurtaramaz.
Eğer siz dar kafalı olsaydınız bu kitabı satın alıp oku­
mayı aklınıza bile getirm eyecektiniz. Çok şükür ki, Ka­

156
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

pitalizm im iz hakkındaki gerçekle yüzyüze gelmekten


korkmanıza hiçbir sebep yoktur. Bir kere ne olduğunu
anladığınız zaman, bunun sonsuz ya da çok eski birşey
olmadığını ve tedavi edilemeyeceğini ya da bilimsel te ş­
hisi konulduktan sonra tedavisinin çok güç olmadığını
göreceksiniz. Tedavi sözcüğünü kullanıyorum ; çünkü
Kapitalizmin doğurduğu uygarlık, kısa görüş ve kötü
ahlâktan doğan bir hastalıktır. Eğer toplum um uz, hep­
si de Kapitalizm ilkelerine bütünüyle aykırı olan 'On
Emir'e, azizlerin kitaplarına ve filozofların mantıklarına
dayanmamış olsaydı, hepimiz çoktan bu hastalıktan
göçm üş olurduk. Pek çok uygarlığı yoketm esine ve
dikkatli davranmazsak bizim kini de yokedeceği m utlak
olmasına rağmen Kapitalizm ancak iki yüz yıllık geç­
mişe sahip bir olaydır.
«Kısaca, insanların sahip oldukları yedek paradan
meydana geldiğini söylediğin Kapitalizmin bütün bun­
larla ne ilgisi var?» dediğinizi duyar gibiyim . Size veri­
lecek cevabım; ne kadar uzak görünürse görünsün o
temiz başlangıcın bize bugünkü yoksulluk, sefalet, ay­
yaşlık, suç ve erken ölüm yüklerini sırtlandığıdır. Bu
basit görünen yedek para — diğer adıyla kapital —
olayını incelediğimizde bunun bütün kötülüklerin tem e­
li olduğunu fakat daha iyiye götürm e yollarının olabi­
leceğini ve böyle yapılması gerektiğini de göreceksi­
niz.
Yedek para nedir? Sizi hayattaki mevkiinize u y­
gun bir biçim de yaşatmaya yetecek herşeyi satın aldık­
tan sonra elinizde kalan paradır bu. Alıştığınız ve m utlu
olduğunuz hayatı sürdürm ek için haftada onbeş sterlin
size yetiyorsa ve hafta sonunda elinizde beş sterlin
kalıyorsa, siz işte bu m iktarlık bir kapitalistsiniz. Şu

157
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

halde, kapitalist olmak için geçiminize yeterli olandan


fazlasına sahip olmak gerekmektedir.
Bunun sonucunda da yoksul bir insanın kapitalist
olamayacağı ortaya çıkar. Yoksulluğun şim dikinden bin
beter olduğu bir zamanda, Londra'nın doğu mahallele­
rinden birinde, bildiğinden çok daha fazla şeyler bil­
mesi gereken bir piskoposun, yoksullara para b irik ti­
rerek kapitalist olmalarını telkin ettiğini hatırlıyorum .
Aslında halkın huzurunda bu adamın papaz giysileri
çıkarılmalı ve küreğe benzeyen şapkası üzerinde res­
men tepinilm esi gerekirdi; böylesine korkunç kötü bir
düşünceye sahip olduğu için. Çocuklarını adamakıllı
yedirecek, temiz ve sağlıklı bir şekilde giydirecek ka­
dar parası olmayan bir kadının onları daha da aç bıra­
kıp daha çok pis ve çıplak dolaştırarak Tasarruf Bono­
su aldığını ya da parasını bankada biriktirerek günün
birinde bir hisse senedi alacağını düşünün hele! Ço­
cuklarını ihmal ettiği için hapse tıkılsa yeridir böyle bir
insanın. Bu olağan dışı suçu işlemeye kendisini pisko­
posun teşvik ettiğini söylerse alacağı cevap, piskopo­
sun söylediklerinin çocuklarının boğazından keserek
para biriktirm esi anlamına gelmediğidir. Şu halde pis­
koposun neden öyle konuştuğunu soracak olursa da
kendisine sesini kesmesi söylenecek ve kadını hapse
tıkm ası için gardiyana em ir verilecektir.
Yoksul kişiler para biriktirem ezler, buna kalkışma­
malıdırlar da. Para harcamak, sadece gerekli değil aynı
zamanda ilk görevdir. On aileden dokuzunun kendisini
geçindirecek parası yoktur; bunlara para biriktirm elerini
salık vermek hem budalaca hem de kötü birşeydir. A l­
lahtan, yoksulların büyük bir çoğunluğu ne para bi­
riktirm ektedirler ne de biriktirm eye çalışm aktadırlar. Ta­

158
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

sarruf hesaplarına, Kooperatiflere, Tasarruf Bonolarına


yatırılan ve hepsinin de işçi sınıfına ait olduğu söylenen
paralar toplam olarak yüz m ilyonları bulduğu halde, ya­
tırılan bütün paranın öylesine küçük bir kısmını m ey­
dana getirm ektedirler ki; bunların yoksul sahipleri
— eğer zenginlerin sahip olduğu sermaye de içine katı­
lacaksa — bunu ortak bir yere seve seve yatıracaklar­
dır. Ingiliz sermayesinin en büyük kısmı — yani, işe ya­
rayan serm aye— geçinmesine yetenden çok parası
olanlarındır. Bu, sahibine herhangi bir sınırlama yükle­
meden biriktirilm ektedir. Bütün sorun bununla ne yapı­
lacağıdır. Bunun cevabı, «Ak akçe kara gün içindir»
olabilir. Bu kolaydır, fakat ya para saklanamazsa? El­
bette kâğıt paralar, madeni paralar, çek defterleri ve
bankadaki kayıtlar saklanabilir. Ama bunlar, ihtiyacımız
olan mallara karşı 'm eşru' isteklerim izdir. Yani, yiyeceğe
karşı. Ve bildiğiniz gibi, yiyecek de saklanamaz. Tem ­
sil ettiği yiyecek çürüdükten sonra yedek paranın bize
ne faydası olurmuş?
Paranın ancak satın alınabilecek şeyler olduğunu
ve bunlardan en önemlilerinin çabuk bozulabilir olduğu­
nu gören akıllı bir kadın, yedek paranın biriktirilem eye-
ceğini görecektir. Bunun hemen harcanması gerekm ek­
tedir. Ancak basit bir kadın yedek parasını eski çora­
bına doldurup döşemenin altına saklar. O, paranın hep
para kalacağını sanır. Oysa, çok yanılm aktadır. A ltın
sikkelerin herzaman maden değerinde oldukları doğru­
dur; fakat bu anda Avrupa'da altın sikke yo k tu r ve sa­
dece kâğıt para vardır. Son birkaç yıl içinde de Ingiliz
kâğıt parasının değerinde büyük bir düşme olduğunu
gördük. Bütün bunlar hep paraya güvenm ekten geldi
başlarına.

159
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Hükümetin karşılığı olmayan kâğıt para basm asıy­


la halk bütün biriktirdiği parayı bu yolda kaybederken
pek çok varlıklı iş adamı, borca mal aldıklarından ve
şimdi de bu borçlarını değersiz para ile ödediklerinden
korkunç derecede zenginleştiler. Tabiidir, bu zengin
adamlar bütün kudret ve etkilerini Hüküm etin karşılık­
sız para basması lehinde kullandılar. Diğer yandan, bor­
cu yerine alacağı olan diğer birtakım çok zengin iş adam­
ları da etkilerini ters yönden kullandılar ve hüküm et­
ler ne yapacaklarını şaşırdılar; bir kısım iş adamları pa­
ra basılmasını, bir kısmı basılmamasını söylüyor ve bu
arada hiçbiri halkın ekmeği ile oynandığını düşünm ü­
yordu. Hüküm etler de borçlu olduklarından kötü ö ğ ü t­
leri tu ttu la r ve para basarak kendi borçlarını da ucuz
kâğıtla ödeme yoluna gittiler.
Akıllı b ir kadın — haklı o la ra k — para saklama­
nın güvenli bir para biriktirm e yolu olmadığını göre­
cektir. Eğer parası bir an önce harcanmazsa bunun on
yıl sonraki, hatta savaş zamanlarında on gün ya da
on dakika sonraki değerinden hiçbir zaman emin ol­
mayacaktır.
Fakat siz, tedbirli Genç Bayan, siz bana yedek
paranızı harcamak istem eyip saklamak istediğinizi söy­
leyeceksiniz. Onun satın alabileceği birşeyi istediğiniz
takdirde, bu, yedek para olm aktan çıkacaktır, iyi bir
yemek yem iş bir kadına, parasının karşılığında birşey
almış olması için hemen bir yemek daha ısmarlayıp ye­
mesini öğütlem ek faydasızdır. Bunun yerine parasını
sokağa atması daha iyidir. Onun bilmek istediği, para­
sını nasıl hem harcayıp hem de biriktirebileceğidir. Bu,
imkânsızdır; fakat parasını hem harcayıp hem de bu
harcama ile gelirini arttırabilir. Bunun nasıl yapılacağını

160
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

öğrenmek istiyorsanız aşağıdaki bölümü okuyun bir


kere.

6
Y A TIR IM VE TEŞEBBÜS

YEMEĞİNİZİ bitirdikten sonra size, sözgelişi bir


yıl sonunda bedava bir yem ek vereceğinden emib ol­
duğunuz aç bir insan bulup da yedek paranızı ona bir
yemek ısmarlamak için elden çıkarırsanız; hem para­
nızı derhal harcamış hem de bir yıl sonrası için b irik­
tirm iş olursunuz. Diğer bir deyimle, yedek yiyeceğiniz
taze iken yenm iş olur ve yine bir yıl geçtikten sonra
taze yiyecek bulursunuz.
Buna cevap olarak, kolaylıkla bir milyon aç insan
bulabileceğinizi fakat bunların bir yıl sonra değil size,
kendilerine bile yiyecek bir lokma bulabileceklerinin ga­
ranti edilemeyeceğini söyleyeceksiniz. Böyle bir im kân­
ları olsaydı zaten bugün aç kalmayacaklardı. Haklısınız,
fakat bunun da bir kolayı vardır. Siz kendi başınıza sö ­
züne güvenebileceğiniz bir insan bulamazsanız; banke­
riniz, kom isyoncunuz ya da borsacınız size aşağı yukarı
güvenilebilir ve hatta kendileri olağanüstü zengin ve tı-
kabasa doym uş oldukları halde daima büyük m ikta r­
larda yedek yiyeceğe ihtiyacı olan insanlar bulabilirler.
Bunlar bu parayı niçin istem ektedirler? Elbette
kendilerine güvenilemeyen aç insanları beslemek için.
Fakat bunların bir yıl sonra kendilerine yapılan yardımı
geri vermelerini beklediklerinden değil de, sonraları pa­

161
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

ra getirecek bir işi o anda yapmaları içindir bu. Yeteri


kadar aklı ve iş yeteneği olduğu takdirde ve yedek pa­
rası da varsa herhangi bir akıllı kadının bunu yapm a­
sına hiçbir engel yoktur.
Örnek olarak bu kadının büyük bir arazi içinde bir
malikânesi olduğunu düşünelim: Bu arazi de bir kasaba­
dan diğer kasabaya giden en kısa yolu kesiyor olsun
ve onun çevresinden dolaşan kamuya açık yol da teh­
likeli dönemeçlerle ve tepelerle dolu kötü bir yol olsun.
Bu kadın yedek parasını arazisinin içinde bir otom obil
yolu yapan aç adamları beslemek için kullanır. Bu iş
bitince aç adamları kendilerine başka bir iş bulmaları
için gönderir ve yeni yol kendisine kalır. Bu yoldan ge­
çecek her otom obil başına da rahatça bir lira geçiş pa­
rası ister. Diğer yolun tehlikesinden ve uzunluğundan
kurtulacakları için herkes bu parayı seve seve ödeye­
cektir. Kadın, aç adamlardan birini para toplam a işi ile
görevlendirir. Bu şekilde de yedek yiyeceğini devamlı
bir gelir haline dönüştürm üş olur. Şehir dilinde buna,
'kendi sermayesi ile yol yapımı işine girişm ek' adı ve­
rilir.
Şimdi yolda trafik artar da liralar ve tem sil e ttik ­
leri yedek yiyecekler kadının harcayacağından (ya da
yiyeceğinden) çok fazla olarak elinde birikirse; bu kadın
yeni yedek yiyeceğinin bozulmaması için yeni harcama
yolları arayacaktır. Aç adamları yeniden çağıracak ve
onlara yaptıracak yeni işler bulacaktır. Belki de yol ke­
narına bir dizi ev yaptıracaktır. O zaman daha önce yap­
tırdığı yolu kamu yolu olarak vergi m ükellefleri tarafın­
dan bakılması ve onarılması için mahalli idareye vere­
cek, fakat evleri kiralayarak gelirini kat kat arttırabile­
cektir. Bunun sonunda yedek parası yine artacağın­

162
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

dan, kiracılarının iş bulma imkânlarını arttırm ak için en


yakın şehire otobüs hattı ve kiracılarının kullanması
için bir elektrik ve gaz işletm esi kuracaktır. Büyük ma­
likânesini bir otel haline getirebilecek ya da onu yıkıp
yerine yeni bir mahalle dikecektir. A çlar bütün yönetim
işlerini kendisi adına yapacaklardır: O, ancak gerekli
emirleri verecek ve onların bu arada kendisinin yedek
yiyeceği ile geçinmelerine izin verecektir.
Siz bütün bunları ancak çok çalışan ve olağanüstü
yeteneklere sahip bir kadının başarabileceğini söyleye­
ceksiniz. Ya bu kadın bu işleri düşünemeyecek kadar
aptal ya da tem bel, ya da sanat, bilim , din ve p o litikay­
la uğraşan biri olursa? Bunun hiç önemi yoktur; yeter
ki cebinde yedek parası olsun. Gerekli yeteneklere sa­
hip aç kadın ve erkekler gelip onu bulacaklar ve arazi­
sini geliştirm ek, toprağın ve yedek parasını ku l­
lanmak için kendisine yılda şu kadar para ödemeyi
te klif edeceklerdir. Bu işleri kadının vekilleri konuşa­
cak ve halledeceklerdir; bundan sonra kadının arasıra
imza atmaktan başka şey için parmağını bile o yn at­
masına ihtiyaç kalmayacaktır. İş dilinde buna 'serm a­
yeyi toprağın geliştirilm esine yatırm ak' adı verilir.
Şimdi bu işlemlerin, tek bir kadının biriktirdiği pa­
ranın yatırım ından ve tek bir kadının arazisinin geliş­
mesinden daha büyük bir çapta yapıldığını düşünün:
Ellerindeki imkânlar oranında hisse senedi almak iste­
yen ülkenin bütün insanlarından irili ufaklı yedek pa­
rayı milyonlarca toplayan büyük şirketler, denizin al­
tına kadar uzanan ve köm üre erişmek için yirm i yıl ça­
lışılmasını gerektiren madenleri açmak için aç insanla­
rı çalıştırırlar. Demiryolları ve dev gemiler yaparlar; bin­
lerce işçinin çalıştığı fabrikalar kurup bunları makine-

163
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

gören topraksız yoksul kişiler de işin sonunda ta ba­


şındaki gibi yoksul kalırlar.
lerle donatırlar; okyanusların dibine kablolar döşerler,
hazırlıklar bitip de işler para getirm eye başlayıncaya
kadar çalıştırdıkları aç adamlara yetecek m iktarda ye­
dek yiyeceği alabildikleri sürece yapabileceklerinin so­
nu ya da sınırı yoktur.
İşte sermaye denilen yedek kazancın tılsım ı budur.
Böylece toprağı ve yedek kazancı olan tem bel kişiler
hiç farkına varmadan zenginleşirler, çocuklarını daha
beşiklerindeyken refaha kavuştururlar ve bu arada da,
sabahtan akşamadek köle gibi çalışarak bütün işleri
gören topraksız yoksul kişiler de işin sonunda ta başın­
daki gibi yoksul kalırlar.

7
KAPİTALİZMİN SINIRLARI

KAPİTALİZM İN başarısı sayısız insanı etkilem iş­


tir ve bunlar Kapitalizm yıkılırsa uygarlığın da yıkılaca­
ğına inanırlar. Kapitalizm onlar için vazgeçilmez birşey
olarak görünür. Şu halde bunu bu şekilde yapmanın
zararlarının ne olduğunu ve başka çıkar bir yol olup
olmadığını araştırmalıyız.
Bir anlamda alındığı takdirde başkaca bir yol y o k­
tur. Para getirm eye başlamadan önce büyük insan to p ­
luluklarının haftalarca, aylarca ve yıllarca çalışmasını
gerektiren bütün işlerin büyük m iktarda yedek kazanç­
lara ihtiyacı vardır. Bir liman yapm ak için on yıl ya da
bir köm ür madeni kazmak için yirm i yıl gerekiyorsa,
bu süre içinde burada çalışan işçiler yemek yiyecek­

164
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lerdir. Tıpkı ana-babanın büyüyen çocuklarına baktıkla­


rı gibi başka insanlar da bu adamlara yiyecek, giyecek,
barınak gibi şeyler sağlamalıdırlar. Bu bakımdan, Ka-
pitalizm 'e ya da Sosyalizm 'e oy vermemizin hiç bir far-
rı gibi başka insanlar da bu adamlara yiyecek, giyecek,
meyen, ne de herhangi bir toplum sal örgütlenm e yön te­
miyle kurtulunm ayacak doğal bir ihtiyaç sürecidir.
Fakat bu amaçlar için gerekli yedek kazancın to p ­
lanması ve kullanılmasının, çok zengin kimselerin har­
cayabildiklerinden fazlası ile orta halli kişilerin kara gün
için sakladıkları paranın sim sarlığındaki özel şirketlerin
eliyle yapılması uygun olmaz.
Yapıldıkları zaman halkın bunların bedellerini öde­
yemeyeceği öyle gerekli şeyler vardır ki, özel şirketler
ve işverenler bunları bu nedenle yapmaya yanaşmazlar.
Örnek olarak deniz fenerlerini ele alalım: Deniz fenerleri
olmasaydı denize açılmaya cesaret edemezdik; ticarî
gemiler çok ağır ve dikkatli gitm ek zorunda kalırlar ve
yine buna rağmen öyle çok kaza olurdu ki, taşıdıkları
malların maliyetleri hemen yükselirdi. Şu halde, hiç
deniz yolculuğu yapmamış ve yapmayacak olanlarımız
da dahil hepimiz deniz fenerlerinden yararlanmaktayız.
Fakat kapitalistler bu gereklilik karşısında bile deniz fe ­
neri yapımına yanaşmazlar. Fener bekçileri her geçen
gemiden bir ücret alabilmenin yolunu bulsalardı, şehir­
ler gibi ışıklı oluncayadek bütün kıyıları fenerlerle do-
natırlardı. Fakat bu imkânsız bulunduğundan ve kap­
tanların ellerini ceplerine daldırmasına ihtiyaç kalm ak­
sızın fenerler bütün gemilere yol gösterm ek zorunda
olduklarından, kapitalistler kıyıları karanlıkta bırakırlar.
İşte bundan ötürü Hüküm et araya girer, gemilerden fe ­
ner resmi adı altında yedek kazanç toplar (bundan her­

165
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

kes yararlandığı için yalnız gemilerden alınması haksız­


dır) ve fenerleri inşa eder. Bu durumda da, bizim gibi
denizci bir m illetin yaşaması için en gerekli birşeyi (ge­
m iciliğim iz olmasaydı açlıktan ölürdük) sağlamaktan
kaçınan ve bunu ortaklaşa olarak yapıp bedelini gemi
sahiplerinden almamıza sebep olan Kapitalizm i gör­
mekteyiz.
Kapitalizm, doğrudan doğruya para kazanabileceği
gerekli birtakım işleri yapm aktan da sık sık kaçınm ak­
tadır.
Deniz feneri, aklımıza yine onun kadar gerekli olan
limanları getirm ektedir. Limana giren her gemi bir liman
vergisi öder; şu halde liman inşa eden bir kimse bun­
dan para kazanabilir. Fakat dalgakıranları ve rıhtımları
ile büyük bir limanın yapımı yıllarca sürebilir. Üstelik
bunların fırtınalar karşısında aşınmaları ve hatta yıkıl­
maları m üm kündür ve o kadar çok ve gemilerden alı­
nacak liman vergisinin tavan sınırı o kadar alçaktır ki,
özel sermaye bundan kaçar ve daha az masraflı, daha
çabuk biten ve çok daha fazla para getiren işlere kayar.
Sözgelişi, içki fabrikaları çok kâr getirirler. Bir içki fa b ­
rikasının m aliyetinde şüpheli bir yan yoktur; hazır bir
viski pazarına da her an için güvenilebilir. Birkaç yüz
sterlinlik bir yanılma ile bir içki fabrikasının kaça çıka­
cağını söyleyebilirsiniz; ama büyük bir liman m aliyetin­
de yanılma payı birkaç m ilyona çıkar. Yeni bir içki fa b ­
rikasının mı, yoksa yeni bir limanın mı m illetin yararına
olduğunu düşünen Hüküm eti bu hesaplar ilgilendirmez.
Fakat kapitalistler m illetin yararını düşünmezler; onların
düşündükleri, yedek paralarını en sağlam ve en kârlı
bir işe yatırm ak ve kendilerine, ailelerine olan görevleri­
dir. Bunun sonucunda da içki fabrikasına yatırım ya­

166
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

parlar. İşimiz yalnızca özel sermayecilere kalsaydı, v is­


ki pazarının dayanabildiği kadar viski fabrikam ız olur
ve hiç limanımız olmazdı. Fabrikalarını diktikten sonra
büyük paralar harcayacaklar ve kendi viskilerinin diğer­
lerinden daha iyi, daha eski, daha ünlü olduğunu rek­
lâm edecekler ve herkesin bütün gün viski içmesini sa­
lık vereceklerdi. Bu söylediklerinin hiçbiri de gerçek o l­
mayacağından bu ilânların basılması — m illet bakım ın­
dan — bir servet israfı, emeğin söm ürülm esi ve kötü
bir yalanın propagandasıdır.
Özel serm ayeciler kendilerine yalnızca en çok para
kazandıracak şeyi değil, aynı zamanda bunu en az güç­
lükle kazandıracak şeyi seçerler. Yani, parayı kazanmak
için mümkün olduğu kadar az gayret harcarlar. Bir mal
ya da bir hizmet sattıkları zaman, bunu m üm kün olduğu
kadar ucuz yerine alabildiğine pahalıya satarlar. Düşün­
cesiz insanların hayallerindeki gibi fiya t düşük olursa
satış çok, satış çok olunca kâr da fazla olsaydı bunun
bir önemi olmazdı. Pek çok durumlarda fiyatın düşük
olduğu zaman satışın çok olduğu gerçektir ama satış
çok olursa kârın fazla olduğu doğru değildir. Kârın hep
aynı kaldığı on ayrı fiya t (ve sonucunda satış) olabilir.
Örnek olarak yabancı ülkelerle haberleşmek için
okyanusların altına döşenen telgraf kablolarını ele ala­
lım. Şirket, iletilecek haberlerin kelimesine kaç para ala­
caktır? Kelime başına bir sterlin alsa haberleşme çok
az olacaktır. Kelimesi bir peni olsa kablo gündüz gece
durmadan haber iletip duracaktır. Bu iki durumda da
kâr aynı olabilir ve eğer böyleyse, kelimesi bir sterline
haber iletmek elbette kelimesi bir peniden iki yüz kırk
kelime gönderm ekten çok daha az zahm etlidir. (240
peni 1 sterlin eder.)

167
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Bu gibi şeyleri çok açık ve seçik olarak anlamak


gerekir. İnsanların pek çoğu büyük işler hakkında çok
saf, çok bilgisizdirler ve özel teşebbüsçüler gerçekten
de onları sırf kâr getirm esi nedeni ile Kapitalizmin ba­
şarılı olduğuna ve hiç kâr getirm ediği için de kamu hiz­
metinin (ya da Kom ünizm in) başarısız olduğuna inan­
dırırlar. Bu aptallar kârın kendi ceplerinden çıktığını ve
bu konuda özel kapitalistlerin yararına olan şeyin kendi
zararlarına olduğunu, kârın ortadan kalkmasının sadece
fiyat fazlalığının kalkması olduğunu unuturlar.

8
SANAYİ DEVRİMİ

ŞEHİR lâğımından deniz fenerlerine kadar 'hayati'


öneme sahip bir sürü gerekli şeyi yapmadığı için özel
sermayeye bir m illetin güvenemeyeceğini gördünüz. Bu
adamlar yaptıkları şeylere de hep tersinden başlarlar ve
sözgelişi, müm kün olduğu kadar çok içki fabrikası yap­
madan kalkıp da bir liman inşa etmezler.
Kısacası, özel sermayeciler ilk olarak en çok arzu­
lanan şeyi yapacaklarına işlere ters taraftan başlarlar.
Bu politikanın lehinde söylenecek tek şey, bir kere ters
taraftan başladınız ve yapabileceğiniz en büyük k ö tü ­
lüğü yaptınız mı, artık gidecek başka yön olmadığından
doğru tarafa yönelineceğidir. İşte pek saygıdeğer kapi­
talistlerim izin çoğu sırf bu durum nedeniyle buraya yö­
nelmektedirler. Y oksullar ayırabildikleri bütün paraları­
nı sert içkilere yatırıp zenginler yarış atları alarak karı­

168
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

larının boyunlarını incilerle donattıktan sonra kapita­


listler, gelecek yılın biriken sermayesini daha gerekli
şeylerin üretim ine yatırm ak zorunda kalırlar.
A ç insanlar fabrikaları inşa edip onları doyuracak
makineleri yapmadan önce biri çıkıp bu makineleri icat
etmelidir. Kapitalistler bu insanın icadını satın alırlar.
Eğer bunu icat eden kadın işini bilirse — hiç bir m ucit
bilmez aslında — kendisi bir kapitalist olacak kadar pa­
ra sızdırır onlardan. Fakat çok kez gerekli m odelleri ve
denemeleri yapabilm ek için icadının aslan payını yok
pahasına satm ak zorunda kalır. Yöntem ve örgütlem ede
yaratıcılığın mekanik ustalığa eklenm esiyle çağdaş Bü­
yük İş'in sermaye karşısında bir şansı vardır. Büyük İş
sahipleri sizin patentlerinizi almaya uğraşmayacaklar-
dır; iyi bir fiya t vererek sizi alacaklardır işlerine. Fakat
basit zekalı bir makine m ucidinin böyle talihi yoktur.
Hem zaten kapitalistler kom ünistçe bir kanun ile bütün
patentleri alınış tarihinden on dört yıl sonra m illileştir­
mektedirler. O zaman da kendileri mucide hiçbir şey
ödemeden onun icadından faydalanmaktadırlar. M aki­
neleri kendilerinin yarattıklarına kendilerini hemen inan­
dırırlar ve başkalarını da buna inandırmak isterler; yara­
tıcılık yeteneklerinden dolayı kendilerini bütün zengin­
liklere sahip olm akta haklı görürler. Pek çok kişi de
inanır bunlara.
Böylece küçük üreticilerin hadlerinin dışında olan
mekanik aletlerle donanmış olan büyük kapitalistler
bunları silip süpürm eye başlarlar. Evinde el tezgâhında
çalışan dokumacının işini elinden alıp bunu buhar gü­
cüyle işleyen pahalı makinelerle dolu fabrikalarında çok
ucuza yaparlar. Su ya da yel değirmeninde buğday öğü­
ten değirmencinin elinden işini alırlar ve bunu güçlü ma­

169
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

kineler ve dem ir silindirler dolu çok büyük fabrikaların­


da yaparlar. Demircinin karşısına bin tane Vulcan'ın
kaldıramayacağı çekiçler, konserve kutusunu açar gibi
kolaylıkla koca koca demirleri kesen makaslar çıkarır­
lar. K ristof Kolom b'un gemici ustalarının şeytan işi di­
yeceği o büyük çelik gemileri suya indirirler. Yüz tane
evi birbiri üstüne dizerek bir yatay cadde yerine bir sürü
dikey caddeler yaparlar. Makine ile dantel yaparlar,
hem de günde on bin kadının işleyeceğinden daha çok !
Ayakkabıları, saatleri ve iğneleri makineyle yaparlar.
Eski yer süpürgenizin yerine, evinizde kendinizin kulla­
nabileceği elektrikli süpürgeler satarlar size. Fabrika­
larında kullandıkları elektrik gücünü evinize su ya da ha­
vagazı gibi iletirler; evinizi aydınlatır, ısıtır ve merdiven
çıkmak zahmetine katlanmadan bodrumdan tavanarası-
na kadar asansörle inip çıkabilirsiniz. Elektrikle tencere­
nizi kaynatır, yemeğinizi pişirebilirsiniz. Hatta ekmek bile
kızartabilirsiniz; ekmeği köm ür gibi yapmadan biraz
kızarınca dışarı atacak donatımlı aletleri bile vardır.
Makine ile yapılan şeyler ilk başlarda elle yapılan­
lardan daha kötü oldukları halde, sonraları onlardan
daha iyi olurlar. Üstelik daha ucuz olan bu makine m al­
larını aldıkça da, en sonunda piyasada bunlardan baş­
ka mal bulunmaz olur. El sanatlarını yaşatm ak için ça­
ba harcayan sanatçılara rağmen el ile eşya yapmayı
unutur ve gittikçe büyük makine sanayiine bağımlı ka­
lırız. Tek avuntum uz makine ile yapılan eşyanın ucuz
olması ve eski eşyalarımızı onarmaya ihtiyaç kalmadan
yenileyebilmemizdir. Bu durumda kazanç kayıptan faz­
ladır. Makineleri işleten insanlar da eski el işi yapan­
lardan daha iyi bir hayat sürüyorlarsa, şu halde deği­
şiklik yararımıza olm uştur.

170
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Bu faydaların daima şim diki zamanda elde edilmiş


olduğunu söylem ediğim e dikkat edin. Pek çoğumuz
ucuz ve kötü eşyalar kullanm akta, ucuz ve kötü ha­
yatlar yaşamaktayız; bu, ne makinelerin ne büyük fa b ­
rikaların kusurlarından, ne de bunları inşa etmek için
harcanan yedek paranın suçundan değildir. Bu, ürün­
lerin ve emekte yapılan tu tu m sonunda kazanılan boş
zamanın eşit olmayan bölüştürülm esinin suçudur.
Eğer yedek para özel ellerde olmasaydı, bu yanlış
dağıtım olm ayacaktı. Bu para hepimizin yararını göz-
önünde tutan m illî bankalar elinde olsaydı, geniş çaplı
bir sanayi kapitalizasyonu hepimiz için çok hayırlı o lur­
du.
En akıllı karşı-sosyalistlerim izden bazıları m akine­
lerin ve fabrikaların kuruluşundan önceki zamana, On-
sekizinci yüzyıl hayatına dönüşü savunm aktadırlar. Fa­
kat bu, eski yöntem lerin kırkiki m ilyonluk nüfusu bes­
leyecek kadar üretim yapamayacağı için, o zamanın az
nüfusuna dönmek demek olacaktır. Bir m ilyonluk bir
paranın harcanarak herkese on kuruşluk iplik makara­
ları sağladığı büyük sanayileşme gitm em ek üzere yer­
leşm iştir; eğer Sosyalizm egemen olursa, bu m ilyonluk
servet özel kişilerin değil halkın olacak ve iplik maka­
raları beş kuruşa düşecektir. Kısaca söylem ek gerekir­
se, kapitalizasyon başka birşeydir; Kapitalizm bam baş­
ka birşeydir. Sermaye efendimiz değil, kölemiz oldukça
kapitalizasyon bize zarar vermez. Kapitalizm ise enin­
de sonunda onu kölemiz değil, efendimiz yapar. Kamu
hizmetinde çalışanlar yerine hepimiz özel kölelerizdir o
zaman.
Şunu unutm ayın; Onsekiz ve Ondokuzuncu yüz­
yıllarda ev imalâthanelerinden fabrikalara dönüşüme, ik ­

171
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

tisatçılar ve tarihçiler «Sanayi Devrimi» adını verm işler­


dir.

9
SERMAYEYİ ÜLKEDEN DIŞARI ÇIKARTM AK

ŞİMDİYE KADAR Kapitalizmin ülkenin içindeki ge­


lişmesini izledik. Aslında sermayenin ülkesi yoktur, da­
ha doğrusu her yerde kendini evinde hisseder. Ne tu ­
haftır, sosyalistler ve kom ünistler kendilerine «Beynel­
milelci» derler ve bütün m illetlerin işçilerinin bayrağı
olan kızıl bayrağı taşırlar. Oysa, pekçok kapitalistin m il­
liyetçi olduğu ve her fırsatta İngiliz bayrağını salladık­
ları halde, palavraları geçip gerçeklere göz attığınız­
da; İngiliz sosyalistlerinin ileri sürdüğü her tutum un
İngiliz sermayesini ülkelerinin durum unu iyileştirm ek
için İngiltere'de harcanmak üzere kalmasını öngörm esi­
ne karşılık, İngiliz kapitalistleri dünyanın dört bir ucuna
her yıl yüz milyonlarca İngiliz lirası gönderm ektedirler.
Ellerindeki bütün İngiliz yedek parasını İngiltere adala­
rına harcamak zorunda olsalardı, — ya da böyle bir zo-
runluğa kalmadan bunu yapacak kadar kamu ruhlu ve
vatansever olsalardı — hiç olmazsa akla yatkın bir bi­
çimde kendilerine vatansever denilebilirdi. Yazık ki, biz
onların bu parayı istedikleri yerde harcamalarına izin
verm ekteyiz; onların bunu harcamak için seçtikleri yer
de — daha önce gördüğüm üz gibi — kendilerine en
çok gelir getirecek yerdir. Bunun sonucunda da, ülke­
lerinde işe ters taraftan başlayıp da burasının im kânla­

172
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

rını tü kettikte n sonra dış ülkelerde de ters yönün im ­


kânlarını tüketm eden doğru tarafa yönelm em ektedirler.
Ticarî açıdan en kârlı olan ters yön örneği diye
yine içki ticaretini ele alalım.
İngiltere'de içki konusunda başıboş kalan Kapita­
lizmin ülkeyi mahvedeceği belli olunca Hüküm et işe ka­
rışmak zorunda kalmıştı. İçki son derece ucuza male-
dilm ektedir ve bir kadını «beş kuruşa sarhoş, on kuru­
şa küfelik etm ek» ve bunu yaparken de tatlı bir kâr
sağlamak pekâlâ m üm kündür. Kapitalistler bu işi yaptık­
ları zaman hiç acıma duym am ışlar ve kendi ticarî ka­
zançlarından başka hiçbir şeyi düşünm em işlerdir. Hü­
küm et insanların kendilerini ucuz içkilerle zehirledikle­
rini, m ahvettiklerini ve delirttiklerini görm üştü. Bunun
sonunda her içki imalâtçısının ürettiği beher galon içki
için Hükümete şu kadar para verm esini öngören bir
kanun yapıldı. Bu vergiyi içki fiyatına bindirm edikçe hiç
kâr edemeyecekti. Bu da içki fiyatını öylesine arttırdı
ama yine de ayyaşlık alıp yürüdüğü halde, işçiler eski­
den olduğu kadar düşüncesiz ve zararlı şekilde içeme-
meye başladılar.
Am erika Birleşik Devletleri'nde ise, Hüküm etin tu ­
tum u çok daha ileri gitm iştir. Burada bütün Devletlerde
değil içki satmayı, üzerinde içki bulundurm ayı bile suç
haline getiren kanunlar çıkarılmıştı. Fakat içki yasağı'-
nın, içki ticaretinin büyük kârları ile savaşta etkili bir
yöntem olmasına rağmen içki sorununu çözümleyen
ideal bir yol olduğu kanısına çabucak varmayın sakın.
Kapitalizmi ortadan kaldırsak bile, bunun çözümlene­
ceği şüphelidir. Bunu daha sonra inceleyeceğiz Bizim
şimdi belirtm ek istediğim iz nokta, sermayenin ne vicda­
nı ne de vatanı olmadığıdır. U ygar bir ülkede İçki ya­

173
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

sağı tarafından yenilgiye uğratılan Kapitalizm; serm aye­


sini, istediğini yapabileceği uygar olmayan bir ülkeye
yollayabilir. Kanun kendi vatandaşlarını içki yoluyla öl­
dürmeyi yasaklayınca, kapitalistlerim iz aynı hareketi ka­
ra adamlara yapmışlardır. İnsanları zehirlemek yerine
— satarlarsa daha çok kâr elde edeceklerini anlamamış
o lsa la rd ı— A frika 'yı, ayyaşların kem iklerinin bembeyaz
hale getirdiği bir çöl yapacaklardı.
İçki ticareti kârlı, fakat köle ticareti ondan da kâr­
lıydı. Gemiler dolusu zenciyi satarak çok büyük paralar
elde ettiler. Bristol gibi bazı şehirler o kara tem eller
üzerine kurulm uştur. Bu işe beyaz kraliçeler bile para
yatırdılar. Gözleri dünyanın uçlarına çevrilm iş Ingiliz iyi­
likseverlerinin çabaları olmasaydı, köle ticareti hâlâ ka­
nunen yasaklanm am ış bir İngiliz ticareti diye kalacaktı.
Oysa, bu iyiniyetli adamlar İngiliz çocuklarının İngiliz
fabrikalarında, çiftliklerdeki zenci çocukları kadar dayak
yeyip onlar kadar çok çalıştırıldıklarını görm üyorlardı.
Bizim kapitalistlerim iz işe 'k ö tü adam 'lar olarak
başlamadılar. Kendi ellerini bu işlerle kirletm iş değiller­
dir. Genellikle elleri en üstün m evkilerdeki kibar, iy ilik­
çi ve kültürlü kadınların pamuk gibi beyaz elleriydi. Bü­
tün yaptıkları — ya da ya p a b ild ikle ri— kendilerine en
büyük geliri getirecek işe yedek paralarını yatırm ak­
tı. Süt içkiden ya da zencileri Hristiyan yapm ak köle
yapmaktan daha çok para getirseydi, içki ve köle t i­
careti yerine seve seve — ya da çaresizlikle— süt ve
İncil ticareti yapacaklardı.
İçki ticareti sona erip köle ticareti de engellenince
bu adamlar sıradan sanayi işlerine atıldılar. Köleleri ya­
kalayıp satm ak yerine kendilerine iş vererek de kâr
edilebileceğini öğrendiler. Bunun üzerine siyasal kud­

174
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

retlerini kullanarak İngiliz Hüküm etini, A frika'nın büyük


bölgelerini ülkelerine katm aya ve yerlilere vergi yükle­
meye zorladılar. İngiliz işçileri gibi kapitalistlerin hizme­
tinde çalışmadıkları sürece bu yerlilerin bu ağır vergi­
leri ödeme imkânları yoktu elbette. Ü stelik bunlar da­
ha az ücretler alacaklar, İngiliz Fabrika Kanunları'nm vc
İngiliz kamuoyunun korumasından faydalanam ayacak­
lardı. İm paratorluk genişlem işti: «Ticaret, bayrağı izledi»
diyorlardı; yani, aslında bayrağın ticareti izlediğini ve
bundan böyle de gittikçe artan bir ticaretin bayrağı iz­
leyeceğini söylem ek istiyorlardı. İngiliz sermayesi bü­
tün dünyaya yayılm ıştı. Gazeteler herşeyin yolunda o l­
duğunu yazıyorlar, Lord Robert gibi generaller, dünya­
nın dörtte üçünün bizim kendi okullarımızdan çıkan
genç baylar tarafından yönetilm esinin bir Tanrı buyruğu
olduğunu söylüyorlardı. Oysa bu okullarda onlara, dün­
yanın kalkınması için kendi ülkelerinin böylesine insaf­
sızca söm ürülm esinin ancak kendi küçük sınıflarının sü­
rekli olmayacak bir zenginleşmesini doğurduğunu açık­
layacak hiçbir şey öğretilm iyordu.
Bütün siyasal tarihim izde, kendi üretim gücümüzü
tam anlamı ile gerçekleştirm ek, toplum sal kötülük y u ­
vaları olan kenar mahalleleri tem izlem ek için şiddetle
ihtiyacımız olan Ingiliz yedek parasının iki yüz m ilyo­
nunun dışarı çıkmasına izin verecek kadar büyük bir
tedbirsizlikten daha şiddetli birşey olamaz. Bu tutum ,
işsizlerimizin sayısını çoğaltm ış, göçlerle gücümüzü
azaltmış; üzerimize çok ağır bir kara ve deniz ordusu
yükü yüklem iş, korktuğum uz düşmanlarımızı güçlendir­
miş, kendi yapabileceğimiz ve hatta yapmamız gereken
herşeyi yabancı sanayilere yapma kolaylıkları göstere­
rek kendi geçinme gücümüzü yoketm iştir. Kapitalistler,

175
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Güney Am erika'da demiryollarına, madenlere ve fabri­


kalara harcadıkları paranın çeyreğini doğal lim anlarımı­
za yol açmaya, Iskoçya ve İrlanda'daki vahşi akarsula­
rın kaybolup giden güçlerinden faydalanmaya harca-
saydılar; şimdi, kendi yedek paramızın kalkındırdığı ül­
keler tüccarlarının bizden ucuza mal satarak bizim tü c ­
carlarımızı batırdıklarından ve işçilerimizi işsizlikten do­
layı yardıma m uhtaç hale düşürmelerinden yakınmazdık.

10
YARDIMLAR, NÜFUS AZALTILMASI VE
ASALAK CENNETLERİ

ÖNCEKİ BÖLÜM ÜN sonunda biraz tum turaklı ko­


nuştum galiba. Ama benim gibi halk önünde konuşma
huyunu benimsemiş sosyalistler hep böyle konuşurlar
zaten. Umarım, bundan ötürü bana kızıp da, bütün bu
korkunç şeyler olup biterken dışarı giden sermayenin
kârlarının bedava olarak (karşılığında ihraç olmadan it­
hal yolu) getirilip buradaki kapitalistler tarafından har­
canıp yeni iş alanları yarattığını görm ezlikten gelme-
mişsinizdir. Sermaye dışarı gidiyor ve kârı geri geliyor.
Şimdi bütün sorun şu Başka m illetlerin emeği üzerin­
de yaşayan biz refah içindeki yoksullar daha iyi bir
durumda mıyız? Gelir olarak gelen para sermaye olarak
gidenden daha fazlaysa daha zenginleşmiş sayılmaz
mıyız?
İnsanın ilk aklına gelen, bunun doğru olmadığı ve
ülkenin içinde sermaye olarak harcanan paranın aynı
m iktarda, hatta daha büyük bir gelir getirebileceği, an­

176
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

cak kapitalistlerin bundan aynı payı belki de alamaya­


caklarıdır. Hatta bu sermaye gecekondu mahallelerini te ­
mizlemek, yol yapmak, okul ve üniversiteleri parasız ha­
le getirm ek ve bunlar gibi vergi yolundan başka bir y o l­
la parası tahsil edilemeyen diğer faydalı büyük kamu
işlerine harcansaydı, bu paranın kuruşunu bile göre­
mezlerdi ya, neyse ! Fakat gerçekte sorun bundan çok
daha karışıktır.
Kendinizi fabrikada bir makine başında çalışan ve
şehrin yoksul bir mahallesinde ailenizle birlikte yaşayan
bir işçinin yerine koyun. Günlerden bir gün, ticaretin
esrarlı bir şekilde birdenbire başka bir ülkeye göç etm e­
sinden dolayı fabrikayı kapalı ve kendinizi de işten a tıl­
mış olarak düşünün. Fabrika işçisinin istenm ediğini, fa ­
kat kibar mağazalarda çalışacak tezgâhtarların; hafta
sonu tatilleri geçirilen m otellerde çalışacak garsonların,
terzilerin, çamaşırcıların, iyi aşçıların ve tem bel zengin­
lerin hizmetlerine ihtiyaçları olduğu bir sürü kadının
arandığını göreceksiniz. Fakat bu işlerden hiçbirini bil­
mediğiniz, o nitelikte bir insan olmadığınız ve gerekli
sayılan konuşma adabına, giyim e ve davranışa sahip o l­
madığınız için bu işlerden birine bile kapılamazsınız. Bir
süre açlık ve um utsuzluktan sonra bir çikolata ya da
konserve fabrikasında bir iş bulur ya da bir orta hiz­
m etçisi olursunuz. Üstelik bir de kızınız varsa, onu da
dokumacı olarak değil de, konserve işçisi ya da hizm et­
çi olarak yetiştirirsiniz.
Sonunda kızınız daha çok ücret alabilir; daha iyi
giyinir, daha düzgün konuşur ve sizin eski fabrikada
çalıştığınız zamankinden daha çok bir hanımefendiyi
andırabilir. Bir H intlinin, Çinlinin ya da bir zencinin si­
zin eskiden yaptığınız işi yaptığı ve kızınızı daha çok

177
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

para getiren, daha saygıdeğer yapan bir işe girm ekte


serbest bıraktığı için Tanrı'ya şükredebilirsiniz. Oğlu­
nuz, yarış atı bakıcısı olarak, babasının demir döküm ­
cülüğü yaparken aldığı paradan fazlasını kazanabilir
ve daha çok saygıya lâyık olabilir. W ales ovalarının, ma­
den açılarak delik deşik edilmeden önceki tabii güzelli­
ğine kavuştuğunu görebilirsiniz. Bütün bu değişikliklere
refah demeniz, bunlara oy vermeniz, bunların hepsinin,
yabancı emeği parazit gibi emen m illetin son hızla ce­
henneme doğru gitm esi demek olduğunu söyleyenler­
den içtenlikle nefret etmeniz pek olağandır.
Fakat bu, yerinde bir uyarmadır. M ille t kaba saba,
fabrika işçilerini iyi eğitilm iş, iyi giyinm iş, düzgün konu­
şan, hanım hanımcık fabrika yöneticileri yapsa, gerekli
saygıyı gösterse, üretm eye yardım ettikleri servetin
haklı bir bölüm ünü kendilerine verse; o zaman kendisi
de bu değişiklikten dolayı daha kuvvetli, daha zengin
ve daha m utlu olur.
Fakat onları orta hizm etçileri ya da yirm i liralık
şapka satıcıları haline getirirse, kendi belkem iğini kır­
mış ve tarihinin şerefli bir sayfasını im paratorlukların
yıkılışı bölüm üne atm ış olur. M illet, geçim i için dayan­
dığı yabancı ülkeleri haraç vermeleri için zorlayama-
yacak kadar tem bel ve lükse düşkün olur; sonunda da,
kendini beslemek sanatını kaybetm iş olduğundan bü­
tün ihtişamı ortasında çöker g-der.
Fakat kendilerini başka ülkelerin emeğine bağımlı
olmaya terkeden ülkelerin geleceklerinin bu iç kapayı-
cı görüntüsü aslında çok iyim ser bir görüşe dayanm ak­
tadır. Eğer bütün fabrika ustalarımız peri değneğinin tıl­
sımlı bir doknuşuyla hepten garson olabilseler, buna
ne kendileri ne de karıları itiraz ederdi. Oysa, olan bu

178
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

değildir. Fabrika ustası oğlunu garson olarak ye tiştirir


ama kendisi işsiz güçsüz kalır. Yeni işlerden hiçbirine
uygun değilse ve öğrenemeyecek kadar da yaşlı ve
yaptığı iş de olağan b ir bunalım geçirm eyip bütünlük ül­
keden dışarı göçm üşse, şim di o sürekli işsiz ve bunun
sonucunda da aç bir insan olm uş sayılır. Siyasal düşün­
celeri ne kadar saygıdeğer olursa olsun, aç insan te h li­
keli insandır. Karnı to k bir adam hiçbir zaman bir ih ti­
lâlci d e ğ ild ir: Onun politikası sözden ibarettir. Fakat aç
insanlar açlıktan ölm ek yerine, eğer polisin üstesinden
de gelecek sayıdaysalar başkaldırmayla eyleme başlar­
lar ve zenginlerin evlerini yakıp hüküm eti devirerek ve
uygarlığı da yokederek işi sona erdirirler. Kadınlar da
çocuklarının açlıktan ölm elerini görm ektense kocaları­
nı bunları yapmaya kışkırtırlar. Bundan ötürü kendileri­
ni kınayamayız.
Bunun ta bii sonucu olarak, vatanlarında sürekli iş
verm ek için kullanacakları halde sermayelerini dışarı
gönderen kapitalistler; uygun iş bulamadıkları um utsuz
kitlelerle karşı karşıya kalınca ya onları bedava tarafın­
dan beslemek ya da bir ihtilâlle karşılaşm ak zorunda­
dırlar. İşte, Hüküm etin yoksullara yardımı dediğimiz şey
de burada ortaya çıkar. Yardım ne kadar az olursa o l­
sun, geçinmeye yeterli olm alıdır m utlaka. Bir aile için­
de iki üç kişi aldıkları yardımı ortaya koyunca iş ara­
maya karşı istekleri azalır, hanımlar beyler gibi yaşamak
isterler. Yani, birşey kazanacakları yerde başkalarının
cebinden gönüllerini eğlendirmeye kalkarlar. Bunun es­
ki Roma’nın çöküş nedeni olduğunu kendi kendimize
çok söylem işizdir ama uzun zamandan beri biz de bu
yolda ilerlemekteyiz ve savaş da bizi artık bunun içine
tepetaklak devirm iştir. Çünkü savaştan sonra kapita-

179
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

üstler, dört yıldanberi sadece yedirilip giydirilm ekle ka-


lınmayıp aynı zamanda öldürür, yakar, yokeder ve ken­
di de yokolm a tehlikesi karşısındayken silah kullanm a­
sını bilen iki milyon terhis edilmiş askere iş bulam am ış­
lardı. Eğer bu adamlara geçinecek para verilm em iş o l­
saydı, onlar bunu zorla alacaklardı. H üküm et kapitalist­
lerden milyonlarca lira yedek para alıp bu terhis olan
askerlere verdi. Bu para hâlâ da verilm eye devam edil­
mektedir. Kapitalistler bundan acı acı yakındıkları hal­
de — bunu verm eyi reddederlerse herşeyi kaybedecek­
lerinden korkarak — yine de verm ektedirler.
Bu noktaya gelince, Kapitalizm artık um utsuzlaşır
ve açıktan açığa işsizleri yoketm eye çalışır. Yani, ülke­
nin nüfusunun fazlalaştığını ileri sürerek nüfusu azaltma
yoluna gider. Bu, nasıl yapılacaktır? İşsizler açlıktan ö l­
meye razı olmayacakları gibi, — tam m antıklı b ir kapita­
list çözümü olan — zehirlenerek ya da kurşunlanarak ö l­
dürülmelerine de engel olacaklardır. Ama eğer H üküm et
onların yol parasının tüm ünü ya da büyük bir kısmını
verirse belki de ülkelerini terkedip talihlerini başka yer­
lerde aramaya kandırılabilirler. Ben bu satırları yazar­
ken Hükümet, İngiltere'den dünyanın öteki ucuna göçet-
meye razı olacak her Ingiliz'in bu işi onbeş sterlin yeri­
ne üç sterline yapabileceğini ilân etm ektedir. Aradaki
oniki sterlini H üküm et ödemeye hazırdır. Bu satırlar
baskıya verilene kadar, yeterince istekli çıkmazsa. Hü­
küm et onları bedava tarafından gönderm eye ve hatta
cep harçlığı olarak onar sterlin vermeye hazır olduğunu
da bildirecektir. Çünkü bu, eninde sonunda onları ana­
vatanda beslemekten daha ucuza gelecektir.
Böylece Kapitalizmin bir ülkenin insanlarının, ülke­
ye zararlı oldukları ve sanki m ikropm uşlar gibi icapla-

180
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

rina bakılmasr gerektiği (soylu kişiler buna «Destekli


Göç» adını verirler) şaşırtıcı ve inanılmaz sonucunu
meydana çıkardığını görm ekteyiz. Onlara bakılırsa ül­
kede kendilerinden, toprak sahiplerinden ve hizm etçiler­
den başka kim se kalmamalı ve bunlar da ithal edilmiş
yiyecek ve eşyalarla yaşayarak hiç üretim olmadan bol
tüketim yapılacak hayali bir ülke gerçekleşm elidir. Fab-
rikasız, madensiz, dumansız, gecekondusuz ve nüfusun
artışına engel olacak tam bir nüfus planlaması ile harika
bir ülke!
Kapitalizm bütün bunları getirecekse, gerçekten de
yeryüzüne cenneti indirecek dem ektir. Eğer gerçekle­
şirse bunun bir aptallar cenneti olup olmadığı sorununu
(yazık ki, hepimiz böyle bir durumun insan toplum unun
en mükemmele erişmesi olarak görecek biçim de yetiş-
tirilm işizdir) bir yana bırakırsak ve M onte Carlo gibi
yerlerde bunun yarıyarıya gerçekleştiğini kabul etsek
bile, bütün bir ülke için hiçbir zaman geçerli olmadığını
görürüz. Bu tu tum . Roma ve İspanya gibi kudretli im­
paratorlukları, kendilerini bağımlı kıldıkları yabancılar
tarafından soyulup yıkılmalarına imkân verecek kadar
bozmuştu. Fakat hiçbir zaman, kapitalistlerin zenginlik­
lerini paylaştıkları için bütün işçilerin m utlu oldukları
ve kapitalistlerin de sefil gecekondular ve üstübaşı y ır­
tık pırtık çirkin insanlar görm ekten nefret edecek kadar
ince zevkli olmaları sonucunda bu insanların temiz ve
sağlıklı tutuldukları bir Asalak Devleti ne kurulabilm iş­
tir ve ne de kurulacaktır.
Kapitalistler bütün toplum un sağlıklı, rahat ve m ut­
lu olup olmadığını düşünecek kadar akıllandıkları an
«Sosyalist» olurlar. Çünkü hizmetçilerinize, uşaklarını­
za ve alışveriş ettiğiniz kimselere sanki kendi ailenizden-

181
m işler gibi özenle baktığınızda (yani, gelirinizi onlarla
paylaştığınızda) kapitalist olmanın hiçbir eğlenceli yanı
kalmamış olur. İnsanın uşaklarına iyi davranmasının,
yalnızca bir insanlık gereği olduğu için değil, aksi ta k ­
tirde bunların namussuz, faydasız ve sevim siz olacak­
ları için gerektiğini söyleyebilirsiniz. Fakat hizmetçinize
kendinizm işsiniz gibi davranırsanız — bu da ona kendini­
ze harcadığınız kadar para harcamak dem ektir— hizm et­
çi tutm anın faydası mı olur sanki? Böyle olunca bunlar
sırtınıza tam bir yü k olurlar. Zamanınızın yarısını onlar
adına düşünm ekle, yarısını da onlar hakkında konuş­
makla geçiririsiniz. İşte bunun için rahat evinizden ka­
çar — eğer imkânınız varsa — gider, otellerde yaşarsı­
nız. Otelde faturanızı ödeyip garsona, odalara bakan
çocuğa ve tem izlik yapan kadına bahşişlerini verdiniz
mi, artık onlarla işiniz kalmamış dem ektir. Hepsine ay­
rıca bir de analık etmenizin gereği yoktur.
Hem zaten size hizmet edenlerin pekçoğunun si­
zinle doğrudan doğruya bir ilişkileri y o k tu r ki I Bunlar
çoğunlukla alışveriş ettiğiniz yerlerde çalışan kişiler­
dir. Bunların patronları da işlerini kapitalist kurallara
göre yürüttüklerinden, kapitalist toplum un barış ya da
sürekliliği yaratm asına engel olan gelir eşitsizliği, işsiz­
lik, toplum un sınıflara bölünm esi ve daha bir sürü kö­
tü lü k böylece ortaya saçılır. Kendi kendine yeterli, ken­
di kendini besleyen bir Kapitalizm, savaş sırasındaki
bütün askerî başarılarına rağmen açlık geçiren Alm an­
ya haline gelmez. Am a tam bir asalak olan Kapitalizm,
ne kadar moda olursa olsun, bu açlık tehlikesinin en son
sınırına gelm iş b ir Kapitalizm olarak kalacaktır.

182
II
DIŞ TİCARET VE B AYR AK

SAN AYİ dallarında kapitalistlerim izin adına iş gö­


ren ve kapitalist gelişmenin ilk aşamalarında az çok ka­
p ita list olan işverenlerimiz; kendi ülkelerinde kendi m al­
larını değil kâr ederek satm ak, bazan hiç satamaz hale
de düşerler. İşte bu durum dayken sermayemizi dışarı
göndermek ve sonucunda işsiz kalan kadın ve erkek­
lerden kurtulm ak için ödenen göç paralarını vergi y o ­
luyla ödemeye razı gelmenin. Kapitalizm in bütün yapıp
yapacağı iş mi olduğu sorununu bir gözden geçirelim.
Tabii, bunlar yatırdıkları serm ayeyi dışarı göndere­
mezler. Çünkü bu sermaye işçiler tarafından yenm iş; ye­
rine fabrikalar, dem iryolları, madenler ve bunlara ben­
zeyen şeyler yapılm ıştır. Bunlar da geminin ambarına
tıkılıp A frik a ’ya gönderilemez ya ! Ülkeden çıkartılabi­
lecek olan, ancak yeni b iriktirilm iş sermayedir, ö n c e ­
den de gördüğüm üz gibi bu para yığınlar halinde ihraç
edilm ektedir. Fakat uzun süre için kiraladığı Ingiliz to p ­
rağına çakılı sermayesi ile çalışan Ingiliz işvereni, Ingiliz
alıcılarının alabilecekleri bütün malları sattıktan sonra
ya m üşterileri ellerindeki malı kullanana kadar fabrika­
sını kapatmalı — toprak sahibi kira için bekleyemeye-
ceğinden, bu, onun iflâs etm esi dem ektir, — ya da
fazla mallarını başka bir yere satmalı, yani ihraç etm e­
lidir.
Fakat bu malları uygar ülkelere yollam ak o kadar
kolay değildir. Bu ülkeler yabancı mallardan ağır vergi­
ler alm aktadırlar ("K o ru y u c u T arife" denir buna). Böyle

183
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

"K oruyucu T arife"si olmayan ve alacalı bulacalı basma­


larla ucuz incik boncuğun yerlilerine parıltılı ve harika
yenilikler olarak göründüğü uygar olmayan ülkeler, ilk
başvurulacak en iyi yerlerdir.
Fakat ticaret, yabancıları soyma alışkanlığını bastı­
racak yerleşm iş bir Hüküm eti gerektirir. Bu da, genel­
likle namuslu ve dost olan saf kabilelerin bir alışkanlığı
değildir. Kendilerine engel olacak bir kanun bulmayınca
uygar insanların kapıldığı bir alışkanlıktır daha çok. Pek
yakın zamanlara kadar kendi kıyılarımızda bir geminin
karaya oturm ası çok tehlikeli birşeydi. Karaya oturm ak,
tayfaların hayatını kurtarm ak için bir çabaya girişmeden
parçalanan gemiyi yağma etmek demek olduğundan,
bu olay kıyılarımızda çok kârlı bir iş olarak kabul edilir­
di. Kanunun ortadan kaldırıldığı ve paha biçilmez sanat
eserlerinin kapanın elinde kaldığı zamanlarda İngiliz ka­
dınlarının yaptıkları şaşırtıcı elçabukluklarını Ç inliler
hâlâ çok iyi hatırlarlar.
İlkel insanlarla ticaret, tek bir geminin oraları zi­
yareti ile başlar. Yerliler bir iş çıkarmaya kalkarlarsa bu
geminin topları ve kılıçları onları korkutm aya yeterli ola­
bilir. Asıl güçlük, birkaç geminin gelmesi, üçbeş beyaz­
dan meydana gelen koloninin genişlemesi ve kanun bas­
kısı ile uygarlık dışına çıkartılan işsiz güçsü2 serseri be­
yaz takımının buralara dolmalarıyla başlar. Ülkeyi kısa
bir süre içinde m isyonerlerin öldürüldüğü, tüccarların
soyulduğu bir cehennem haline getirenler, işte bu ser­
serilerdir. Karışıklık çıkınca anavatan Hüküm etine ora­
daki düzeni koruması için başvurulur. Bir gam bot gön­
derilerek soruşturm aya başlanır. Soruşturm a sonucun­
da da, postahanesi, polis kuvveti, askeri ve savaş gem i­
leri ile uygar bir hüküm et kurm aktan başka birşey yapı­

184
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lamayacağı ortaya çıkar. Kısacası, orası da uygar bir


imparatorluğa katılm ış olur. Vergi m ükellefi de aradaki
kârdan tek bir kuruş bile almadan bu masrafları öder
durur.
Elbette iş bu kadarla kalmaz. Bu durumu yaratan
serseriler yeni ilhak edilen topraklardan da atılırlar.
Tüccarlar buradaki yerlilerin satın alma güçlerini tü k e ­
tip de yeni m üşteri aramaya çıkınca yine bu adamlar
başlarına belâ kesilirler. Tüccarlar bir kere daha kendi
Hükümetlerini yardıma çağırırlar. Böylece uygar İmpa­
ratorluk, bölük pörçük, anavatandaki vergi m ükellefi­
nin cebinden büyüm eye devam eder. Gerçek vatanse­
verlikleri kendi halklarına, kendi vatanlarına, kendi hü­
kümdarlarına ve kendi dinsel inançlarına dayanan bu
insanlar bir de bakarlar ki, hiç kendi haber ve rızaları
olmadan, sevgili ülkelerinin başkenti öteki yarıküreye
göçedivermiş. İşte Britanya Adaları'nda yaşayan bizler
günün birinde başkentim izin Londra'dan Süveyş Kana-
lı'na göçtüğüne tanık olduk. Öyle ki, şimdi savunm ak
için kanımızın son damlasını akıtacağımız vatandaşla­
rımızın yüz tanesinin ancak onbiri beyaz ve hatta hris-
tiyandır. Şaşkınlığa kapıldığımız anlarda kim im iz İmpa­
ratorluğun artık bir yük olduğunu söyleriz. Fakat ne
siz ne de ben bu insanlarla tartışamayız; çünkü bizim
söylemeye çalıştığımız şey, İngiliz İm paratorluğu'nun
önceden tasarlanmadan ortaya çıkm ış olduğudur, ince
elenip sık dokunm uş bir siyasal kalkınma olarak ele
alınması gereken şey, kendi ülkelerinin ihtiyaçlarının
onda biri karşılanmadığı halde, düzenleri tarafından ya­
bancı m üşteriler aramaya zorlanan kapitalistlerin bize
yükledikleri bir ticarî maceralar dizisi olm uştur.

185
12
ÇATIŞAN İM PARATORLUKLAR

BRİTAN YA İMPARATORLUĞU yeryüzündeki tek


Devlet olsaydı, bütün yeryüzü Ingiliz bayrağı altında uy-
garlaşana kadar bu oluşum barış içinde sürer giderdi.
Bu, Britanya Emperyalizmi'nin rüyasıdır. Fakat evdeki
pazar hiçbir zaman çarşıya uymaz. Hepsinin de em per­
yalist rüyaları, dış pazarları kapmakta usta tüccarları,
bu tüccarları destekleyecek ve bu pazarları ülkelerine
katacak donanmaları ve orduları olan irili ufaklı bir sürü
devlet vardır. Bunlar Asya ve A frika kıtalarındaki sı­
nırlarını genişlettikçe ergeç bir gün karşı karşıya gele­
ceklerdir. Bu türden bir çatışma neredeyse bizi Fransa
ile savaşa sokacaktı. Neyse, Fransa o anda bizimle sa­
vaşa hazır olmadığından geri çekildi de olay kapanmış
oldu. Fakat Ingiltere ile Fransa bu arada Sudan'ı bölü­
şüverdiler. Bundan önce de Fransa, Cezayir'i ve Tunus'u
kendi ülkesine katm ıştı. İspanya, Fas’a girm ek üzerey­
di. Kendisine birşey kalmayacağından telâşa düşen İtal­
ya da Trablusgarb'a dalıverdi. Ingiltere ise, hem M ısır'­
da hem de Hindistan'daydı.
Kendinizi bir an için elinde Alm anya'da satabilece­
ğinden çok malı olan, fabrikasını kapatıp iflâs edecek
ya da A frika'd a yabancı bir pazar aramak zorunda kalan
bir Alm an tüccarının yerine koyun. A frika haritasını açıp
bir inceliyorsunuz. Kıtanın kaymağı olan bütün A kde­
niz kıyısı Ingiliz, Fransız, Italyan ve İspanyolların elin­
de. İç bölgelerde Ingilizler ve Fransızlar egemen. Ingiliz
egemenliğinde olan Süveyş Kanalı'ndan ya da Ü m it

186
Burnu'ndan dolaşmadan kıtanın en ayak basmamış bir
yerine bile varmanız imkânsız. İşte şim di Kayzer'in A l­
manya'ya «güneşte bir yer» bırakılmadığını söylediğin­
de neyi kastettiğini anladınız ya I O çirkin 1914-1918
savaşının temelinde, bir yanda Ingiliz, Fransız ve Ital­
yan kapitalistleri ile diğer yanda Alm an kapitalistleri
arasındaki A frika pazarlarının ele geçirilm esi nedeni ya­
tıyordu. Tabii uzaktan baktığınızda ortada başka neden­
ler vardı: A rşidük'ünün öldürülm esini A vusturya'nın
Sırbistan'ı istilâ nedeni sayması; Rusya'nın buna engel
olm ak için askerlerini silah altına çağırması, A vusturya
ile olan anlaşmalarından dolayı Alm anya'nın bu A vus-
turya-Rus çatışmasına girm esi; Rusya ile olan bağların­
dan ötürü Fransa'nın işe karışması, Rus orduları yardı­
mına yetişm eden Alm anya'nın Fransa'yı istila çabası,
Fransa ve Rusya ile yapm ış olduğu anlaşmalara daya­
narak Ingiltere'nin Alm anya'ya saldırm ak zorunda kal­
ması, eğer Alm anya istilâya kalkışırsa İngiltere'den ya r­
dım alacağına dair Belçika'nın Ingiltere ile yaptığı gizli
anlaşmayı bilmeyen Alm an ordularının Belçika ü stün­
den kestirm e olarak Fransa'ya girm ek istem eleril.. Elbet­
te ilk silah patlar patlamaz bütün Ingilizler, Belçikalılar,
Alm anlar, Fransızlar, A vusturyalIlar ve Ruslar savaşa­
cak bir sürü rom antik nedenler icadedip işe giriştiler.
Aradan çok geçmeden Türkler, Bulgarlar, Japonlar, A m e­
rikalılar ve ilk çatışma nedeniyle ilgileri bulunmayan
daha bir sürü Devlet dalsilah işe katıldılar. Bütün dün­
ya bir anda çılgına dönm üştü. Kayzer'in güneşte bir
yer aramak isteği ile alay etm ek dışında hiçkim se pa­
zarların sözünü bile etm iyordu.
Yine de arada ittifa kla r olmasaydı, savaş da ol­
m ayacaktı. Taraflar yabancı pazar ve sınırları korum ak

187
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

için — özellikle Alm an donanması gibi büyük ordular


kurm asalardı— savaşmayacaklardı. Bir güvenlik duy­
gusu yaratm ak için kurulan bu ordular, büyük K uv­
vetlere karşı bir şansları olamayacak kadar küçük m il­
letlerden başkalarının silahsız olmaya cesaret edemi-
yecekleri bir dehşet havası yaratıyorlardı. Aradan bir
süre geçince, silahsız kalmaya cesaret edemeyen m il­
letler iyice korkup yalnız kalmak da istemediler. A nlaş­
malar yaparak tıpkı hırsız mahallelerinde dolaşan po­
lisler gibi ikisi üçü bir araya geldiler. Bir yanda A lm an­
ya ile A vusturya, diğer yanda İngiltere, Fransa ve Rus­
ya vardı. Bu grupların ikisi de İtalya, Türkiye ve Am e­
rika'yı kendi taraflarına çekmeye çalışıyorlardı. Bunla­
rın çatışma nedenleri kendi ülkeleri konusunda değildi:
Ne Alman donanması Portsm outh'u, ne de Ingiliz do­
nanması Bremerhaven'i bombardımana tutm ak üzere
yapılmıştı.
Fakat Alm an donanması kuruluş nedenini gerçek­
leştirerek Kuzey A frika işlerine karışmaya başladığı ve
İngilizlerle Fransız donanmaları onu o pazarlardan kor­
kutup kaçırdığı zaman, bu iki m illetin kapitalist diplo­
matları ele alınacak ilk sorunun pazarlar yerine herhan­
gi bir nedene dayanarak Alm an donanmasının denizin
dibine yollanması olduğunu gördüler.
Denizde donanmalar çarpışırken, karada ordular
boş duramayacağından onlar da donanmalar gibi bü­
yüdüler. Silahlanma yarışı Derby A t Yarışı gibi birşey
oldu. Uygar beyaz m illetlerin birbirlerine karşı tabii ve
iyi duyguları nefret, kö tülü k ve korkuya dönüştü. M il­
yonları yokeden bu duygu birdenbire patladığında bu­
nun nedeni; A frika pazarları konusunda değil, reka-
betli kapitalist şartları yerine insan ilişkileri şartları al­

188
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

tında olm uş olsalardı, tek bir damla kan bile akıtm a­


dan Büyük Kuvvetler'in aralarında halledecekleri Avus-
turya-Sırbistan arasındaki saçma kavga olm uştu.
Bu savaş sorununu, vicdanınızı rahatsız ettiğine
inandığım için bilerek ele aldım. Avrupalı erkeklerin mil-
yonlarcasının birbirlerini öldürdüklerini gözlerinizle gör-
müşsünüzdür. Belki sizin oğlunuz uçağına atlayıp bir
geceyarısı uyuyan bir köyü bombalamış ve beş on ço­
cuğu öldürüp ana-babalarını sakat bırakmış olduğu için
madalya bile alm ıştır. Askerî, m illiyetçi ya da vatanse­
verlik açılarından bu gibi hareketler şerefli sayılabilirler;
fakat evrensel geçerliğe sahip ahlâklılık açısından
— sözgelişi, hiç fark gözetmeksizin bütün Ingilizlerin,
Fransızların ve Türklerin babalarının tek Tanrı olduğu
açısından — bunlar en cehennemi kötülük patlayışları
olarak görünm ektedirler.
İnsanlar bu duruma nasıl düşm üşlerdir? Ü lkeleri­
nin, «yeryüzündeki bütün insanların» refahı amacı ye­
rine, kapitalistlere kâr amacıyla yönetilm esine rıza gös­
term ek olan ilk günahları sonunda elbette ! Ülke içinde
satış yapamadıkları gerekçesiyle A frika yerlilerine ma­
liyetinden fazlasına satış yapmaya giden ilk gemi, yal­
nızca bu savaşı yaratm akla kalmayıp kazancımız ve
ahlâklılığımız için Kapitalizme dayandığımız sürece da­
ha beter savaşlar da yaratacaktır. Bu dehşetli kö tü lü k­
ler herzaman küçük ve görünürde zararsız nedenlerle
başlayacaktır. Elinde bölecek beş lirası olan bir m illet,
bunu faydalı bir iş yapmaları karşılığında Ayşe ile
Fatma arasında eşit olarak böleceği yerde, birine bir
lira diğerine dört lira verirse, bu m illetin bütün kö tü lü k­
lerin tohum unu ekm ekte olduğunu söylem ek yanlış de­
ğildir.

189
13
SİHİRBAZ ÇIRAĞI

BU N A RAĞMEN sakın dış ticareti küçüm sem eye


kalkm ayın I Dış ticaretin kendisinde kötü bir yan y o k­
tur. Dış tica re t olmasaydı altınımız olm ayacaktı; altı­
nın ise sayısız kullanma yerleri ve pek çok güzellikleri
vardır. Dış tica re t olmasaydı çayımız da olm ayacaktı
diye ilâve etm iyorum ; çünkü bana kalırsa bu sinsi Çin
içkisi olmasa çok daha hayırlı olacaktı. Eskimoların çok
güç şartlar altında yaptıkları gibi bir m illetin kendi üret­
tiğ i yiyecek ve içecekle yetinm esi çok daha güvenlikli
ve çok daha sağlık verici olurdu. Fakat m illetlerin ken­
di sınırları içinde bulamadıkları ve birbirlerinden alma­
ları gereken sayısız yüksek uygarlık ihtiyaçları vardır.
Kürenin yaşanabilen yerlerinde dolaşmalı, ticaret yap­
malı, birbirim izi tanımalıyız. M illî olduğu kadar m illetler
arası örgütler kurm alıyız ve buna Ticaret Anlaşmaları,
Posta Anlaşm aları, T elif Hakkı Anlaşm aları ile başla­
yıp M illetler Birliği'ne kadar gitm eliyiz. Ticaret ve gezi
gereğinden ve bütün m illetlerin sanat eserlerine; edebi­
yata, bilim e olan ortak ilgileri yüzünden m illetler birbir-
leriyle evrensel anlaşmalar yapm aktadırlar. Namuslu dış
ticaret hiç bir zaman bizim başımızı belâya sokm aya­
caktır.
Küçük Devletlerin büyük Federasyonlar ve M il­
letler Toplulukları halinde birleşm eleri de istenmeyen
birşey değildir; aksine, ne kadar az sınır olursa o kadar
iyi olur. Uygar olmayan yerlerde kanun ve nizamın yer­
leştirilm esi bizi oralarda nefret edilen durumuna sokma-

190
malıydı: Sevilm eliydik oralarda, zaten başlarda da
böyleydi. Gerçekten gerekli olduğu zaman başka ülke­
lerin bizim bayrağımız altına alınması, ilhak edilen ül­
kelerin yerlilerince iyi karşılanan bir im tiyaz ve k u v­
vetlendirici bir ortaklık olmalıydı. Aslında biz her za­
man durumun böyle olduğunu savunm uşuzdur; yaban­
cı ülkelerde bulunmamızın nedeninin kendi çıkarımız
olduğu için değil de oralar halkının iyiliği için olduğunu
söylemişizdir. Yazık ki bu aldatmacaları sonuna kadar
devam ettirem em işizdir. Emperyalist idealistlerim izin
arzuları ne kadar soylu olursa olsun, kapitalist tüccar­
larımız o ülkelerde sadece, halklarından m üm kün oldu­
ğu kadar fazla kâr elde etm ek için bulunm aktadırlar.
Kendi ülkelerini, artık kâr elde edemedikleri için terket-
mişlerdir; yabancı ülkelere ayak basar basmaz bu ideal­
lerini unutmaları kendilerinden beklenemez. Bunlar " Ü l­
kemizle yetinelim "cileri, genişleme hareketine m uhalif
olanları, "K ü ç ü k -in g ilte re " çileri kendi ülkelerinden baş­
ka herkesin dostu olarak damgalamışlardır. Fakat bun­
ların kendileri — kendi ülkeleri de dahil olm ak üzere —
kendilerine kâr sağlayacak terli bir emekçisi olan her
ülkenin düşmanlarıydılar. İlhak edilen ülkenin uygar­
lığının "beyaz adam y ü k ü " olduğunu ileri sürüyorlar ve
Tanrı'nın sırtlarına başka m illetlerin kamu hizm etlerini
yüklediği yorgun Titan rolünü oynuyorlardı. Fakat uy­
garlığa kavuşturulan yerliler artık kendilerini yönetm e­
ye hazır olduklarını söyledikleri zaman da, kapitalistler
pazarlarına kartalın avına sarılması gibi sıkı sıkı sarılı­
yorlar ve aziz m askelerini atarak ilhak ettikleri yerleri
ateş ve kılıçla savunmaya başlıyorlardı. "İm paratorluğun
bütünlüğü iç in " kanlarının son damlasına kadar sava­
şacaklarını söylüyorlardı; hatta binlerce aç insanı para

191
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

ödeyerek kanlarının son damlasına kadar savaştırdılar


da. Bunlara rağmen kuzey Am erika'nın yarısı onlardan
koptu. Çıkan savaşın geride bıraktığı nefret volkanı
Am erikan bağımsızlığından yüz yıl geçtikten sonra şim ­
di bile hâlâ tütü yo r. Katolik İrlanda, Güney A frika ve
M ısır elimizden kendi kendilerini yönetm ek hakkını al­
mışlardır. Hindistan da aynı şeyi yapm aktadır. Kapita­
lizmin kendilerini bırakm akta ne kadar isteksiz olduğu­
nu bildikleri için bize bundan dolayı teşekkür borçlu
değildirler.
Diğer yandan bir de A vusturalya, Yeni Zelanda ve
Kanada'ya bakın. Kuzey Am erika'daki başarısızlığımız­
dan sonra onları zorlamaya cesaret edemedik. Kıyıla­
rını istilâdan korum ak için bedava tarafından büyük
masraflı filolar gönderdik. Onlara ticarî kolaylıklar tanı­
yıp kendi mallarımıza ağır koruyucu güm rük vergileri
koymalarına razı olduk. Sanki bağımsız ülkelerm iş gibi
milletlerarası kongrelerde tem sil edilmelerine rıza gös­
terdik. Hatta Londra Kabinesi'ne danışmadan Kral'ın
huzuruna çıkmalarına bile izin verdik. Hepsi bizim ar­
kamızdan o kadar cesaretle savaşa atılm aktadırlar k,,
acaba günün birinde bizi kendi peşlerinden savaşa sü­
rüklerler mi diye içimize bir ku rt düşm üştür şimdi. Bri­
tanya İm paratorluğu'nun bağımsızlık isteyecek son to p ­
rağı Protestan İngiltere'nin kendi olacaktır belki de; o
zaman U lster ve Iskoçya onun m üttefiki, Bağımsız İr­
landa Hüküm eti de em peryalist muhalifleri olacaktır.
Fakat Kapitalizm in bütün bu birleşmeleri ve bağ­
lılıkları bozacağından hiç şüphe yoktur. A rtık söm ür­
geleri kapitalistçe söm ürm ediğim iz gerçektir; biz şim ­
di bu işi kendilerine yaptırıyor ve buna da «Kendi ken­
dini yönetim» adım veriyoruz. Biz onları yönetirken baş­

192
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

larına gelen bütün kötülüklerin suçlusu diye kapitalizmi


görüyorlardı; sonunda da artık bizim hüküm etim ize da­
ha fazla katlanmayı reddettiler. Kendi kendilerini yön et­
mede serbest bırakınca bize karşı düşman davranışları
değişti. Fakat değişiklik onları hep yoksullaştırır ve ka­
rışıklığa boğar. Bizi suçlandırdıkları kapitalist k ö tü lü k­
ler yine onlara baskı yapm akta devam etm ektedir. On­
ların kendi hüküm etleri bizim yabancı hüküm etin cesa­
ret edebileceğinden çok daha fazla zorbadır. En liberal
bir hüküm et bile, kapitalistler pazarlar için rekabet e t­
tikleri sürece halkı uzlaştıramaz. Saldırıya uğradıkların­
da m illiyetçilikleri İngiliz ve Fransızları, İngiliz ve İrlan­
dalIları vahşi düşmanlar haline getirir. İrlandalIlar, İngi­
liz egemenliğinden kurtulm ak için kendi ülkelerini yerle
bir etmişlerdi. Kapitalizm ise ırk, renk ve mezhep ayrı­
lıklarına bakmadan bütün insanları her zaman birbirinin
düşmanı yapar. Bütün m illetler kendilerini özgürlüğe ka­
vuşturduktan sonra Kapitalizm onları eskisinden beter
bir savaşa sokacaktır. Biz buna izin verecek kadar buda­
laysak, tabii.
1914 yılında Sırbistan'da bir avuç insan bir cina­
yet işlediler. Bir dakika sonra da Avrupa'nın yarısı di­
ğer yarısını kesmeye başladı. Bu korkunç iç gerilim ve
dengesizlik durumu insan tabiatı tarafından yaratılm a­
mıştır. Tekrar ediyorum ; sonunda dayanılmayan bir
korku anı olan bu durum, insan tabiatına aykırıdır. Ölüm
korkusuna dayanamadığı için sonunda intihar eden ka­
dının ruh durumuna benzer. Bunu Kapitalizm hazırla­
mıştır. Kapitalizmin tem elinde aç gözlülükten başka
birşey olmadığını ve aç gözlülüğün de insan tabiatı
olduğunu söyleyeceksiniz. Doğrudur; fakat aç gözlülük
.tnsan tabiatının tüm ü değildir. Bir parçasıdır; hem de

193
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

doyurulduğu zaman kaybolan bir parçası. Kapitalizmde


bu, yoksulluk ve kölelik korkusu haline gelir. Sermaye
de — biraz önce gördüğüm üz gibi — kendi tabiatının
ötesine, hem insan açgözlülüğünün hem insanın vic­
danının kontrolü dışına çıkar. Öyle ki bir yanda, kan
dökme nöbetleri ile duygularını boşaltan yoksulluğa
mahkûm insan kitleleri, diğer yanda da g ittikçe büyü­
yen milyonları altında soluk soluğa kalan m ilyonerler
belirir. Bu milyonerler, paralarını denize dökerlerse deli
diye tımarhaneye tıkılm am ak için, um utsuz bir çaba ile
milyonlarım dağıtmaya çalışırlar. Bilgisizlik ve yo ksu l­
luk üreten bir düzenin ellerinde biriktirdiklerini Rocke­
feller Enstitüleri, Carnegie Kitaplıkları, hastahaneler,
üniversiteler, okullar ve kiliselere dönüştürürler. Bu çıl­
gınca kusmaları karşısında bu talihsiz milyarderlere aç­
gözlü canavarlar demek saçmadır. Bunlar daha çok ken­
dine bir içki getirm esi için şeytanı çağıran ve yeteri ka­
dar getirdiği zaman da artık durmasını söylem eyi bilm e­
diği için şarap denizi içinde boğulan sihirbaz çırağına
benzemektedirler.

14
SERVET NASIL BİRİKİR VE İNSANLAR NASIL ÇÜRÜR?

BÜTÜN BİLGİ ve denetimimiz dışına çıkm ış olan bu


düzenin karşısında düştüğüm üz kişisel çaresizliği be­
lirtm ek isterim . Konuya daha yakından bakabilmek için
im paratorluklarla savaşlarını bir yana bırakalım da da­
ha iyi tanıdığımız şeyleri ele alalım: Karım, elinin altın­
da kutular dolusu toplu iğne olmadan rahat edemez­

194
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ken ben niçin bunları kullanm am , anlamam doğrusu. Fa­


kat gerçek de budur. Bunun için kadınlar bakımından
özel bir önemi olduğundan toplu iğne ile işe başlayaca­
ğım.
Bir zamanlar iğne yapıcıları ham maddeyi satın alır­
lar, biçim lendirirler, bir baş ve uç yaparlar, süslerler ya
pazara götürür ya da kapınıza getirip size satarlardı.
Üç hünere birden sahip olmaları gerekiyordu o zaman­
lar: Satmalına, yapma ve satma ! Sadece yapmak bile
çeşitli yetenekleri gerektiriyordu. Bu işi yalnızca başın­
dan sonuna kadar yapmasını bilm ekle kalmayıp aynı
zamanda yapıyorlardı da. Fakat o zaman da düzinesini
bir kuruşa satamıyorlardı. Toplu iğne o kadar pahalı bir-
şey idi ki, kadınların giyim kuşam harçlıklarına "to p lu
iğne parası" denirdi.
Onsekizinci yüzyılın sonlarına doğru. Adam Smith,
bir toplu iğneyi yapm ak için on sekiz insanın uğraştığı­
nı söyleyerek övünm ekteydi. Bu insanlardan herbiri iğ­
nenin bir kısmını yapıp devam etm esi için diğerine ve­
riyor ve hiçbiri ne tam bir iğne yapabiliyor ne de ham
maddesini satın alıp bitm iş iğneyi satabiliyordu. Onlar
hakkında söylenebilecek en fazla şey; bütününü yapa­
madıkları halde nasıl yapılacağı konusunda bir bilgiye
sahip olduklarıydı. Bu, onların eski toplu iğne yapıcıların­
dan daha az bilgiye ve yeteneğe sahip olduklarını gös­
terdiği halde niçin Adam S m ith'in kalkıp da bunu uygar­
lığın bir başarısı olarak gösterm ek istediğini sorabilirsi­
niz. Bunun nedeni, her adama yalnızca küçük bir iş yap­
tırıp — bundan başka iş yaptırmadan — hep bununla uğ­
raştırınca, o adamın sonunda yaptığı işte çok hızlı o l­
masıydı. Bu adamların herbirinin günde beşbin iğne
yaptıkları söyleniyordu. Bunun sonucu da iğnelerin bol­

195
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

laşması ve ucuzlaması olm uştu. Ülkede daha çok toplu


iğne olduğu için ülkenin zenginleştiği sanılıyordu. Oysa
birtakım yetenekli insanlar, — bir makinenin köm ür ve
yağ ile beslendiği gibi — kapitalistlerin yedek yiyecek­
leri ile beslenerek işlerini akıl yardımı ile yapmayan
makineler haline gelmişlerdi. İşte bunun için ileri gö­
rüşlü bir şair olan G oldsm ith, "insanlar çürüdükçe ser­
vetin b iriktiğ i"nd e n yakınm aktaydı.
Bugünlerde Adam Sm ith'in onsekiz adamı dinozor
gibi yokolm uşlardır. O onsekiz et ve kem ikten makine
şimdi yüz milyonlarca iğne kusan çelik makinelerle yer
değiştirm iştir. İğneleri pembe kâğıtlara dizmek işi bile
makineler tarafından yapılm aktadır. Sonuç olarak da,
makineleri çizen birkaç kişi dışında kimse iğne yapm a­
sını ya da iğnelerin nasıl yapıldığını bilm em ektedir. Ya­
ni, çağdaş toplu iğne üretim inde çalışan bir işçi eski iğ­
necinin onda biri kadar akıllı ve yetenekli olm ayabilir
artık. Bu çürüm eye karşı elimizdeki tek avunma, bir
iğnenin değerinin deyimlenmeyecek kadar küçük olm a­
sıdır. M aliyet üstüne büyük bir kâr bindirildiği halde bir
kuruşa birkaç düzine alabilirsiniz artık. Toplu iğneler şim ­
di öylesine israf edilm ekte, öylesine fırlatılıp atılm ak­
tadır ki, çocuklara bir toplu iğne çalmanın günah oldu­
ğunu öğreten — başarısız kalm ıştır tabii — şiirler bo­
şuna yazılmışlardır.
Goldsm ith gibi, John Ruskin ve W illiam M orris
de bu durumdan hoşlanm am ışlar ve toplu iğneleri to n ­
larca israf edebilmek için maharetimizi kaybetm enin
ve işçilerimizi alçaltmanın serveti çoğalttığına gerçek­
ten inanıp inanmadığımızı sorm uşlardır. İleride, 'Boş
Zamanın D ağıtım ı'nı gözden geçirdiğim izde bunun ça­
resinin eski yola dönmek olmadığını göreceğiz. Çünkü

196
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

eğer çağdaş makinelerle kazanılan zaman aramızda


eşit olarak bölünseydi, hepimiz iğne yapm aktan ya da
onun gibi işlerden daha yüksek bir iş yapardık. Fakat
bu arada gerçek şudur: Toplu iğneler şimdi kendi baş­
larına birşey yapamayan, hatta birşeyin küçük küçük
parçalarını bile yapamayan kadın ve erkekler tarafından
yapılmaktadır. Bunlar cahil ve zavallı insanlardır; işve­
renleri hazırlamadıkça günlük işlerine başlamak için kü ­
çük parmaklarını bile oynatmazlar. İşverenleri ise, satın
aldıkları makinelerden kendileri anlamazlar ve makine
yapımcısının direktiflerini izleyerek onları çalıştıracak
adamlara kucak dolusu para öderler.
Aynı şey elbise konusunda da geçerlidir. Eski­
den bütün elbise yapım işi, (koyunu kırpm aktan bitm iş
ve yıkanmış elbiseyi hazırlamaya kadar bütün iş) köyler­
de, — özellikle kadınlar ta ra fın d a n — evlerde yapılır­
dı. Onun için bugün bile evde kalmış kızlara « s p in s te r-
büküm cü» denilir. Bugün bütün bunlardan geriye ka­
lan sadece koyun kırpm adır ki, o da— inek sağma gi­
bi — makine ile yapılm aktadır. Bugün bir kadına bir
koyun verin de size yünlü bir elbise yapmasını söyle­
yin bakalım: Bunu becerememekle kalmayıp koyun ile
elbise arasındaki ilişkiyi bile bilm ediğini göreceksiniz.
Dükkândan elbise alırken yün, pamuk ve ipekli arasın­
da bir fark olduğunu bilir ama bunların nasıl yapıldığını,
nelerden yapıldığını, dükkâna satın alınmak üzere ha­
zır olarak nasıl geldiğini bilmez bile. Alışveriş ettiği tez­
gâhtar da ondan fazlasını bilmez. Bunları yapan insan­
lar da çeşitli kum aşlar arasındaki farkın neden ileri
geldiğini bilemezler; çünkü çoğu, iş kendi elbiselerini al­
maya gelince pek seçim yapacak kadar zengin değildir­
ler.

197
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

K apitalist düzen böylece eşyaların nasıl yapıldığı


konusunda hemen hemen evrensel bir cahillik yaratm ış­
tır. O arada da bu eşyaların dev bir ölçüde yapılm ası­
nın nedeni olm aktan da geri kalmamıştır. Bütün gün
yaptıklarımızın ne olduğunu anlamak için kitaplar ve
ansiklopediler alırız; oysa, kitaplar da bunları yapm a­
yan insanlar tarafından yazıldığından ve bu bilgilerini
başka kitaplardan aldıklarından bize anlattıkları en azın­
dan otuz kırk yıllık şeylerdir, uygulanma imkânları da
yoktur. Tabii, çoğumuz da eve geldiğimizde oturup bun­
ları okuyamayacak kadar yorgun olduğumuzdan; bütün
istediğimiz, düşüncemizi bunlardan uzaklaştıracak ve
hayalimizi besleyecek bir sinemaya gitm ektir.
Kapitalizm dünyasının bütün bu şaşırtıcı cahillik
ve çaresizliği yarattığı halde kü ltü r ve aydınlanma ya­
rattığı iddiasıyla övünm esi gülünç birşeydir. İşte her
yanda binlerce m ülkiyet sahibi ile milyonlarca ücretli
durm akta, hiçbiri birşey yapamamakta, birisi söyleyene
kadar hiçbiri ne yapacağını bilm em ekte, insanların ken­
dilerine nasıl olup da para ödeyebildikleri konusunda tek
bir fikirleri bile bulunm am akta, bu para ile nasıl olup da
dükkânlarda satın alacak eşya bulabildiklerini bilm e­
mektedirler. Yolculuğa çıkınca da, vahşilerin ve Eskimo-
ların herşeylerini kendilerinin yaptığım görüp şaşırm ak­
ta, onları kendilerinden akıllı ve faydalı bulm aktadırlar.
Başka türlü düşünselerdi, şaşılacak birşey olurdu ya,
neyse! Kafalarımızı resimli dergilerdeki, romanlardaki,
oyun ve filim lerdeki rom antik palavralarla doldurm asay-
dık zihnî yeteneklerim izi kullanm aktan çıldırıp ölürdük.
Bunlar bizi hayatta tutm aktadır, fakat herşeyi o kadar
yanlış olarak yansıtm aktadırlar ki gerçek dünyada aşağı
yukarı tehlikeli deliller gibi dımdızlak kalmışızdır.

198
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Böyle şeyler söylediğim için özür dilerim, ama ben


kendim bir kitap ve tiy a tro yazarı olduğum için bunların
saçmalık ve tehlikelerini sizden iyi bilirim . Bu en büyük
cahillik ve cesaretsizlik, aldanma ve budalalık anımıza
Kapitalizmin kör kuvvetleri herkese oy hakkı vermekle
çelme takm ıştır. Bunun sonucunda, eğer bir siyasal dü­
şüncelerinin olduğu söylenebilirse; bunu sinemalardan
elde ettikleri şüphesiz olan binlerce kadının, birkaç akıl­
lı kadını ezdiğini gördüğüm den bir süre için tiya tro ya­
zarlığını bırakıp beni dinleyecek kadar akıllı olanlarla bu
kitapta siyasal ve toplum sal gerçekleri tartışm anın da­
ha iyi olacağı kanısındayım.

15
ÜSTTE VE ALTTA SAKATLIK

BU SON SÖYLEDİKLERİMDEN sakın benim in­


sanların eğlencelerini hor gördüğüm ü sanmayın. Ben
paramın çoğunu onları eğlendirerek kazanmışımdır. İn­
sanların açlıktan ve çıplaklıktan ölm em ek kadar haya­
tın keyfini çıkarmak için de çalıştıklarını bilirim . İnsa­
nın aldığı ücret kadar boş zamana ihtiyacı vardır ve bu­
nu ister de. Fakat ekmek parası eğlenceden de, sine­
madan da önde gelir. Eğer hayatın lükslerini elde ede­
bilirse, gereklileri olmadan da yaşayabileceğini söyleyen
Fransız beyine saygı duyarım; ama ne yazık ki, tabiat
bizim duygularımızı paylaşm am akta ve ekmek parasını
acımasız bir ölüm tehdidiyle en ön sıraya koym aktadır.
Fransız beyi, günde sekiz saatlik çalışma isteyen ka­

199
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM,

dınlardan daha az önem lidir. Bu kadınlar dinlendikten,


uyuduktan, yemek pişirdikten, yedikten ve yıkandıktan
sonra birkaç saat de boş zaman istem ektedirler. Bu
boş zaman için çalışmalarının gerektiğini, hiç kimsenin
işini başkasına yükleyip onun boş zamanını kısaltm a­
dan işten kaçınamayacağını biliyorlardı.
Bunun için Kapitalizmin insanları işçi olarak, üre­
tici yeteneklerinde acınacak bir zavallılık ve cahillik du­
rumuna düşürdüğünü söylediğim de bana işçi kızların
dedikodu yapmaya ve eğlenmeye gelince hiç de aptal
olmadıklarını; gürültülü makinelerin yanında dudak boya­
masını öğrendiklerini; dans, piknik gibi toplantılarının,,
giyim kuşamlarının ve radyo konserlerine gitm elerinin
ninelerinin zamanında düşünülem iyecek kadar genişle­
yip onları eğittiğini, korkunç şeker yediklerini; çok ana­
lık etmemek için ailelerini planladıklarını söyleyip beni-
imkânı yok kandıramazsınız. Onlar bu eğlencelerle uğ­
raştıkları zaman önceden ne olduğunu ve sonradan ne
olacağını bilm edikleri bir programda yer almaktadırlar.
Bütün çalışmayı bir sınıfa, bütün boş zamanı da
kanunun izin verdiği kadar diğer bir sınıfa veren Kapi­
talist düzen, zengini de yoksul kadar zayıflatır. Zengin­
ler başkalarına topraklarını kiraya, yedek paralarını
— S erm aye— borç vererek küçük parmaklarını bile
kaldırmadan bol bol yiyecek ve eğlence bulurlar. A dam ­
ları topraklarının kirasını toplayıp bankaya yatırırlar. Ye­
dek paralarını kiralayan şirketler de yıllık "te m e ttü "
öderler. Bismarck, bunların "yalnızca makası alıp birkaç
kupon kesmelerinin y e te rli" olduğunu söylem işti. Ya­
nılmıştı oysa; bugün bunu bile banka yapm aktadır. Zen­
ginlerin bütün yapmak zorunda oldukları şey, bir çekin
altına imza atm aktır. Kendilerini eğlendirm ekten başka

200
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

işleri yoktur. Bunu bile yapm asalar gelirleri yine de ak­


maya devam edecektir. Yalnız atalarının üretim de ça­
lışmış olduklarını söyliyebilirler. Oysa kim in atası üre­
tim de çalışm am ıştır ki? Ya da bu atalarının harika ö r­
neğini izlememek için yeterli bir nedenmiş gibi? Nine­
lerimizin erdem iyle yaşayamayız ki! Belki de onlar ken­
di topraklarını kendileri sürm üşler, yedek paralarını to p ­
rağa yatırarak kendilerini daha zengin yapan yollar bul­
muşlardır. Fakat bunların çocukları bütün bu zahmetleri
başkasının yapabileceğini öğrenince toprağı kiralam ış­
lar, yedek paralarını da çeşitli yerlere yatırm ışlardır.
Büyük toprak sahiplerimizden çoğuna toprakları de­
rebeylik zamanından miras kalm ıştır. O zaman ne fa b ri­
ka, ne de dem iryolu vardı; hatta, şehirler şim diki bahçeler
gibi duvarlarla çevriliydi. 0 günlerde başlarında bir kral
bulunan toprak sahipleri kendi ceplerinden ordu beslerler
ve ülkeyi savunurlardı. Kanunlar yapıp bunları uygular­
lar; her çeşit askerî, polis ve yönetim işleriyle uğraşır­
lardı. Çok çalışmaktan ölen Dördüncü Henry, aramızda
en yüksek olanın bütün diğerlerine hizmet etm esi gerek­
tiğinin ne kadar gerçek olduğunu hayatı pahasına öğren­
mişti.
Şimdi ise işler tam aksidir bunun: En yüksek
olanın hizm etçileridir diğerleri. Derebeylerinin yaptığı
bütün işler ve görevler şim di ücretli m em urlar tara­
fından yapılm aktadır. Derebeylik baronları taşrada
hâlâ ücretsiz yargıç olarak görev alırlar; bunların
oğulları için en uygun mesleğin subaylık olduğu hâlâ
devamedegelen bir inanıştır. Bu baronların bir kısmı
kâhyalar ve avukatlar yardımı ile halen yaşadıkları
malikâneleri yönetirler ya da bu işi karılarına bı­
rakmışlardır. Fakat bunlar geçmiş bir düzenin kalıntı­

201
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

larıdır. Bunların çoğunluğunu da köy efendisi ve hanıme­


fendisi olarak tanınm ak için bu toprakları satın alanlar
meydana getirir. Gerçek bir köy efendisinin taşradaki ye­
rini almak için bu boş hayale kapılıp topraklarını satın
alan yeni zenginler her zaman bulunur. Fakat bu toprak
sahiplerimiz, — ister miras yolu ile ister satın alma yo­
lu ile bu toprakları elde etm iş o ls u n la r— istedikleri an­
da köşklerini de, bahçelerini de satarak hiçbir kamu gö­
revi ve sorum luluğu yüklenmeden uygar dünyanın iste­
dikleri bir köşesinde yaşayabilirler. Er ya da geç hepsi
bunu yaparlar ve adlarıyla Unvanlarından başka kendi­
lerini eski derebeylik aristokrasisine bağlayan son dü­
ğümü de koparırlar.
Gerçek dünyanın amaçları bakımından bugün artık
bir derebeylik aristokrasisi yoktur: Bu, ilişkisi bulundu­
ğu ve hiçbir ayrıntı gözetmeden kız alıp verdiği sanayici
kapitalist sınıfla kaynaşmıştır. Zenginlere hâlâ bir 'okrasi'
sıfatı vermek gerekirse, buna plütokrasi (zenginler ege­
m enliği) diyebiliriz. Bu düzende en eski derebeylik to p ­
rağıyla işten kazanılmış en yeni servet yalnızca serma­
ye biçim leri olup sahiplerine hiçbir kamu görevi yükle­
mez.
Çok çalışıp az eğlenen ve hayatın uzun bir tatilden
daha iyi birşey olamayacağını hayal edenler için bu plü-
tokrasinin durumu pek hoş görünebilir. Fakat bu hayatın
zararlı yanı da, kendi hayatlarını kazanmak zoruna dü­
şünce plütokratları sütteki bebekler gibi zavallı bir hale
düşürmesidir. Yeryüzünde birdenbire bütün m ülkünü
kaybetm iş bir hanımefendiden ya da beyefendiden daha
çok acınacak birşey olmadığını bilirsiniz. Fakat ya m ülk­
leri ellerine verilip de kendi başlarına bırakılsalar, bunun
onları aynı derecede acınacak bir duruma düşüreceğini

202
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

bilir misiniz? Topraklarını sürm eyi, madenlerini işletm e­


yi, gemilerini ve trenlerini yürütm eyi beceremiyecekler-
dir. A çlar onlarsız yaşar ve pek de rahat ederler; ama
onlar, açlar olmadan yaşayamazlar.
Yine de açların çoğu tek başlarına bırakılırsa plü-
tokratlar kadar çaresiz kalacaklardır. Bir ev idare ede­
cek kadar akıllı bir kadının hizm etçisini düşünün: Kadın
çok iyi bir hizmetçi olabilir, fakat işe başlamadan önce
ona bir ev bulmanız ve bu evi idare etmeniz gerekir.
Nice üstün hizm etçiler evlendikleri zaman pek kötü ev
kadınları olurlar. Yüzlerce hizm etçisi olan bir oteli idare
etmelerini söyleyin; alay mı ediyor diye yüzünüze ba­
kacaklardır. Ingiltere Bankası'nın kapıcısına bankayı y ö ­
netmesini söylem ek bile bundan daha akıllı bir iştir. Bir
duvarcı iyi bir duvarcı olabilir; fakat ne bir ev yapabilir,
ne de üstüste dizdiği tuğlaları! Her işçi b ir derenin üs­
tüne bir kalas atabilir, fakat hele ondan küçücük bir
köprü yapmasını isteyin de görün sonucu bakalım!
Uygarlık ilerledikçe bu çaresizlik gitgide daha faz­
lalaşır. Köylerde hâlâ birşeyler yapabilen demircilere,
marangozlara rastlayabilirsiniz. Hatta bunlar kendi ham­
maddelerini seçer, satın alır ve yaptıkları şeyi satarlar
da. Fakat şim di varlığımızın tem eli olan şehirlerde hiçbir
şey yapamayan, birşeyin nasıl yapılacağını bilmeyen
ve alış verişte öylesine acemiliğiyle eğer tek fiyatlı dük­
kânlar olmasaydı mahvolacak olan sürü ile işçilere ve
plütokratlara rastlarsınız.

203
16
HAYATIN ORTA DURAĞI

EĞER toprak sahipleri ve kapitalistler ne birşey


yapabiliyorlar, ne de başkalarına nasıl yapılacağını söy-
leyebiliyorlarsa; işçiler, kendilerine ne yapmaları gerektiği
söylenene kadar hiçbir şey yapamıyorlarsa; şu halde
hayat nasıl devam edip gidiyor? M ü lkiyet sahibi sınıfla
m ülkiyet sahibi olmayan sınıf arasında bir üçüncü sınıf
olmalı; toprağı kiralayıp parayı yatırm alı ve işçilere bun­
larla neler yapmalarının gerektiğini söylem elidir. Böyle
bir sınıf vardır. Bütün bilim, sanat ve edebiyat m eslek­
lerini sırtlarında taşım aktan başfca, m illetin bütün yöne­
tim ve karar verme işlerini yapan bir orta sınıf olduğunu
hepiniz bir bakışta görebilirsiniz. Şimdi bu sınıfın nasıl
ortaya çıktığını ve nasıl kapitalist ailelerden ikmal edil­
diğini bir görelim bakalım.
Kapitalistler yalnızca sahip olm aktan başka şeyler
de yaparlar: Evlenir, çoluk çocuk sahibi olurlar. İki kişi
için yeterli olan bir gelir; ilave ve üç dört, hatta bunun iki
üç katı için yeterli değildir. Üç dört çocuk da büyüyüp
evlenir ve her biri de üçer dörder çocuk sahibi olursa
büyükbabalar için zenginlik olan şeyler torunlar için yok­
sulluk olur.
Bundan kaçınmak için m ülkiyet sahibi aileler ser­
vetlerini en büyük oğullarına bırakıp küçük oğullarını
kendi başlarının çaresini aramaya terkeder ve imkân
bulurlarsa kızlarını da zengin kişilerle evlendirirler. Buna
prim ogeniture (ilk evlât hakkı) adı verilir. 1923 yılına
kadar, bir toprak sahibi aksine vasiyetnam e bırakmadan
öldüğü takdirde yürürlükte olan kanun bu idi. Bu kanun-

204
ların olmadığı yerlerde bütün çocuklar ana-babalarının
m ülklerini eşit olarak bölüşürler. Bu durumda da aile
kendi arasında eskisine benzer bir anlaşma yapm ak zo­
rundadır. A ksi takdirde toprağı sattıkları zaman herbi-
rinin eline geçecek para onları uzun bir süre yaşatmaya
yeterli olamaz. Bunun için en büyüğün toprağa sahip
olup işletmesinde, diğer çocukların da açlar gibi çalış­
masında karar kılarlar. M iras, toprak değil de sermaye
ise, — ve bütün aile bunun gelirinden geçiniyorsa —
bu yola başvurulamaz elbette.
Fakat şunu unutm ayın; hayatlarım kazanmak üze­
re dünyaya atılan bu genç evlâtların da zengin adam
zevkleri, görünüşleri, konuşm aları ve kültürleri vardır.
En yakın akrabaları belki de soylu kişilerdir. Bir kısmı
Eton'da, Harrow 'da okum uş, Oxford ya da Cambridge -
de doktora yapm ış olabilirler. Diğer bir kısmının tanı­
dıkları pek o kadar soylu kişiler olm ayabilirler. Babaları
ya da büyükbabaları servetlerini iş hayatında ve kendi­
leri de öğrenim lerini devlet okullarında yapmış, yeni de­
m okratik üniversitelerden birine gitm iş, ya da hiç üni­
versite öğrenim i yapmamış olabilirler. En önemli akra­
baları bir belediye reisi ya da bir belediye meclis üyesi
olabilir. Fakat bunlar da pahalı bir eğitim görm edikleri
halde, kapitalist sınıfın gelenek, görünüş ve konuşma
biçimlerine sahiptirler ve m ektuplarda kendilerine 'M is ­
te r' yerine 'Esquire' diye hitap edilir. Bütün bu m ülkiyet
sahibi sınıfın kü ltü r ve tavırlarım kendilerinde toplam ış
m ülkiyet sahibi olmayan sınıf yalnızca aklı ile yaşamak
zorundadır. Subay olarak orduya, donanmaya ya da
memurluğun yüksek derecelerine girerler. Papaz, dok­
tor, avukat, yazar, ressam, heykeltraş, mimar, öğretm en
ve profesör gibi mesleklerde profesyonel sınıfı m eyda­

205
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

na getirirler. Toplum sal bakımdan özel bir saygı görür­


ler; fakat iş hayatının gelirleri daha yüksek olan başarılı
adamlarını bilgi, yetenek, nitelik ve kamu ruhu bakı­
mından kendilerinden aşağı görürler. Zihnî işlerin en yük­
sekleri o kadar az kazançlıdır ki, bunlarla geçinmek im ­
kânsızdır. Spinoza gözlük camı yaparak, Rousseau nota
kopya ederek geçimlerini sağlamışlardı. Einstein profe­
sörlük yapardı. N ew ton, yerçekim i kanununu bularak
değil, herhangi bir insanın yapacağı Darphane M üdür­
lüğü ile geçim yolunu bulm uştu.
Bir meslek kârlı ve yaygın olduğu zaman bile, bü­
tün işin meslek sahibi tarafından yapılması ile sınırlıdır;
bir cerrah, bir sabun kralının bir milyon m üşterisi ile uğ­
raşmak için tu ttu ğ u bin adamı, hastaları ile uğraşmaları
için tutamaz; ne de Kraliyet Akadem isinin Başkanı iki
bin sterlinlik bir portrenin çizilm esini sekreterine kolay
kolay verir.
M eslekî başarı yıllarının gerisinde, genellikle uzun
sıkıntı yılları vardır. Ben kendim, edebî mesleğin en kâr­
lı dalında bir başarı örneği olarak sık sık gösterilirim ;
oysa, otuz yaşıma kadar kalemle kendimi geçindirm ek­
ten bile âcizdim. Otuzsekiz yaşımda haftada yedi sekiz
sterlin kazandığımda kendimi zengin sanırdım; hatta
şimdi yetm iş yaşma gelm iş ve işimde ticarî bakımdan
elde edilebilecek bütün başarıyı sağlamış olduğum hal­
de, hergün gazetenin «Vasiyetnam eler Sütunu»nda ba­
şarılı bir iş adamının dul karısının, benim bütün kazanç­
larımı sıfıra indiren bir miktarı arkasında bırakıp göç­
tüğünü okuyorum .
Bunun sonucu şudur; ticareti ailelerin şerefi ile kı­
yaslanmayacak kadar alçak görecek eski biçim züppe­
lerden değilseler ve oğullarının mesleklerden birine k;ır-

206
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

şı aşırı bir eğilimi yoksa, meslek adamları ve memurlar


çocuklarına iş hayatına atılmayı salık verm ektedirler. İş
adamının parasını verip, çevresinde bir park yaptırıp
doğduğu yere hediye etm ediği takdirde, heykelinin di­
kilmesi umudu pek azdır. Cebine ne kadar çok para in­
dirse de işi sıkıcı bir iş olabilir. Fakat ressam ve cerrah
gibi yalnızca kendi çalışmasından değil, daha binlerce
insanın çalışmasından para kazanır. İşinin de mutlaka
sıkıcı olması gerekmez; çağdaş işler birçok meslekî
işlerden daha ilginç, daha önemli ve hatta daha bilimsel
olmuşlardır.
İş adamlarının faaliyetleri çok daha çeşitlidir. Ger­
çekte beş on ayrı işi yönettikleri zaman, sıradan meslek
adamından daha fazla zihnî bakımdan gelişm iş ve bilgili
olurlar. Bundan da üstünü, en yetenekli profesörleri ve
devlet memurlarını düşünürler, diplom atlar ve ticarî bi­
lim adamları olarak işlerine almaktadırlar. Meslek adam­
ları, ancak sanayice azgelişmiş ülkelerde, aydınlar aris­
tokrasisini meydana getirirler. Bugün A vrupa'da ticarî
toplum , meslekî toplum dan daha etkili bir kü ltü r depo­
sudur. Bir meslek adamı ya da bir devlet memuru oğ­
luna memurluğun çıkmaz yol olduğunu ya da gece ya­
rısı hastaya çağrılmanın köpek hayatından beter oldu­
ğunu söylediği ve bunu iş hayatının kişisel teşebbüse
verdiği sınırsız imkânları ile karşılaştırdığı zaman, genç
adamı toplum sal merdivenin altına indirm em ekte, ona
babasının durumunu geliştirm e yollarını öğretm ektedir.
İş dediğimiz nedir? Toprak sahiplerinden toprağı,
kapitalistlerden parayı kiralayıp bunlardan, açları gün­
begün boğaz tokluğuna çalıştırarak, para kazanmak
demektir. İş hayatının gerektirdiği o özel açıkgözlük ve
inada sahip ve gerekli yetenek ve karar verme kuvveti

207
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

olan kadın ve erkekler bu yolla akla hayale sığmayacak


servetler elde etm ektedirler. Bazan da iş adamının hal­
kın hoşuna giden birşeyi bir rastlantı sonucu bulmasıyla
çok daha şaşırtıcı kârlar elde edilir. İnsanın sağlığını dü­
zelteceği yerde bozan ilâçlar ve yine insanı eskiden
olduğu kadar kabak kafalı bırakan saç losyonları yü­
zünden m ilyonluk servetler yapılm ıştır. Kimsenin ihtiya­
cı olmayan şeyler, ancak yorgunluk ve iç sıkıntısı veren
pahalı ve yapmacık zevkler, insanları bunlarsız edemi-
yeceklerine inandırana kadar reklâm edilip durm akta­
dır.
Fakat iş hayatının esas alanı, şerefli ve faydalı fa­
aliyetlere ayrılm ıştır: Yiyecek yetiştirm ek, ev yapmak,
elbise yapmak, kürek ya da dikiş makinesi imal etmek,
dünyanın çevresine kablo döşemek, büyük gemiler,
uçaklar yapıp okyanusları ve havayı caddeler haline sok­
mak gibi. Bütün bu işlerin planlaması, yönetim i ve de­
netimi, servetleri olmayan fakat m ülkiyet sahibi sınıfın
kültürüne ve görünüşüne sahip yetenekli ve enerjik in­
sanlara iş alanları yaratır. Ne yetenekli ne de enerjik
olan ve meslek sahibi de olamamış okum uşlar, yetenek­
li olanların kurup yönettikleri işlerde yönetici ve kâtip
olarak çalışir, defter tutarlar. Kendi sınıflarının kadınla­
rı da yaşamak için onlarla evlenmek zorundadırlar.
İşte böylece m ülkiyet sahibi sınıf ile aç kitle ara­
sında, her ikisine bir çeşit Tanrı olarak hizmet gören
bir orta sınıf elde etm iş oluruz. Bu sınıf toprak sahip­
lerinin toprağını eker biçer, sermayelerine iş bulur; on­
ların parmaklarını bile oynatmadan topraklarının kirası­
nı ve yedek paralarının gelirini almalarını sağlar. Açlara
da, ellerindeki küçük bir işten başka birşey düşünm e­
den, bilmeden ve karar verme zorunluğu olmadan ücret

208
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

olabilme imkânları sağlarlar. A çlar, ne hammadde ala­


caklar, ne yaptıklarını satacaklar ve ne de bir hizmet
örgütleyip bir m üşteri arayacaklardır. Tıpkı çocuklar gibi
kendilerine ne yapmaları gerektiği söylenm ektedir; bunu
yaparken de, pek mükem m el olmasa bile, yedirilip, g iydi­
rilip, barındırılm aktadırlar. Hiç olmazsa kendileri işe ya­
ramaz hale gelince yerlerini alacak yeni bir açlar sürü­
sünü dünyaya getirebilm ektedirler. Bu yöneticilik işle­
rinin, m ülkiyet sahiplerinin çocukları tarafından değil de
açların en açından çıkm ış insanlar tarafından yapıldık­
ları da görülm üştür.
Bunlar ihtiyaçları olan eğitim i kendi başlarına elde
eden ve diğer insanların bilm eleri gereken şeylerin ço­
ğunu bilen dahîlerdir. Fakat sayıları o kadar azdır ki, hiç
hesaba katılm asalar da olur. Büyük toplum sal sorunlar­
da biz sıradan vatandaşların yetenekleri ile ilgileniriz;
Yani, sakatlar ve aptallar dışında, herkeste güvenebile­
ceğimiz yeteneklerle; yoksa onbinde bir kişinin yapabile­
cekleri ile değil. Aksine birkaç örneğe rağmen okuyup
yazma bilmeyen, defter tutam ayan, m ülkiyet sahibi gibi
giyinemeyen, konuşamayan ve para harcamasını bilm e­
yen insanlara iş ve meslek kapılarının kapalı olduğunu
söyleyebiliriz. Bu da elli yıl öncesine kadar büyük halk
kitlesinin mesleklere ve ticaret hayatına girm ekten alı­
koyacak bir kanun varm ış gibi, ücretle çalışmalarının
gerektiğinin diğer bir deyimidir.
Ben çocukken babamın değirmeninde çalışan bir
adamı hâlâ hayretle anarım. Ne okuyup yazar ne de
kâğıt üstünde hesap yapabilirdi. Fakat tabii hesap yap­
ma yeteneği öylesine kuvvetliydi ki, işi gereği ortaya
çıkan bütün hesapla ilgili şeyleri saniyesinde çözüm ler­
di. Sözgelişi, çuvalı şu kadardan, şu kadar çuvalın kaç

209
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

para ettiğini hiç düşünmeden bir an içinde söylerdi ki,


bu; babamın da, kâtiplerinin de böylesine çabuk yapa­
mayacakları birşeydi. Ama okuyup yazmasını bilm edi­
ğinden, tüccarların ve fabrikatörlerin ya da avukatların,
doktorların ve rahiplerin yanına çıkabilecek giyim ku­
şamıyla konuşması ve davranışı olmadığından orta sı­
nıfa yükselm ek için tek bir umudu olmaksızın yoksul bir
işçi olarak öldü gitti. Mal m ülk sahibi olmayan ve önce­
leri orta sınıftan bir m em ur sonraları tüccar olarak ça­
lışan babam da orta sınıfa mensup bulunm aktan pek
hoşnut değildi. Aksine, bu tanımlamadan nefret ediyor­
du ve şimdi aklı sayesinde pek başarılı olmayan bir ha­
yat sürdürm ek zorunda olan bir centilm en sıfatı ile, genç
oğlun genç oğlu olarak m ülkiyet sahibi sınıfla olan eski
ilişkisini devam ettirm ek hevesindeydi.
Fakat bu, altm ış yıl önceydi. O zamandan bu yana
eğitim de Komünizmi yerleştirm işizdir. Babamın işçisi
şimdi bir çocuk olsaydı, ana-babası istese de istemese
de bedeli bütün toplum dan karşılanarak dokuz yıl okula
gidecekti. Bu hesap gücü onu burslu olarak liseye so­
kabilecek, oradan da başka bir bursla üniversiteye gire­
rek bir meslek sahibi olm ak fırsatını elde edecekti. En
azından bir hesap uzmanı ya da bir muhasip olabilirdi.
Ne olursa olsun orta sınıfa ait işlerden birine girebile­
cek ve orta sınıfa dahil olacaktı.
Bunun toplum sal önemi, eskiden genç oğulların
ve bunların kuşağından olanların istedikleri en iyi yerle­
ri aldıkları orta sınıfın şim di artık işçi sınıfından da saf­
ları arasına adam kabul etm ekte olduğudur. Centilmen
saçmalıklarına sahip olmayan bu yeni kişiler ucuz orta
sınıf okullarına gidenlerden daha çok eğitim görmekle
kalmayıp aynı zamanda hayatın gerçekleriyle yüz yüze

210
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

gelmede çok daha tecrübelidirler. Giyim kuşam ve ko­


nuşma arasındaki farklar da artık eskisi kadar belirli de­
ğildir. işçi sınıfı orta sınıf davranışlarını benimsemekte
ve bundan da üstünü kendi davranış ve konuşmalarını
orta sınıfa zorlamaktadır. Babam gibi yarı tüccar olan
ve bundan utanan ve gösterişini destekleyecek mülkü
olmayan yarı centilm en bir adam bugün çocuk olsaydı,
büyükbabalarının kendi önünde oturm ayı aklına bile ge­
tirem eyecekleri insanlar tarafından toprakta olsun, ser­
mayede olsun ve devlet hizmeti alanlarında olsun reka­
betten yenile yenile yamru yum ru olurdu. M ülksüz cen­
tilm e n le r— Dickens'in ta rif ettiği saygısız m em urlar —
bugün hep orta sınıfın artıkları ile yetinm ek zorundadır­
lar. Bunlar tatm in olmamış, m utluluktan uzak, züğürt,
yapmacık bir durumu yaşatmaya çalışan, akrabaların­
dan borç alan (gerçekte dilenen) ve m ülk sahibi sınıf­
tan düştüklerini — hem de orta bir sınıfa değil de, aç­
lık hayatını yaşanabilir hale getirecek sertleşm eyi elde
edemeden açların saflarına düştüklerini — anlamak is­
temeyen insanlardır.
Ya bunların kızları ne durumdadır? Bunların görev­
leri evlenm ektir. Hayatta bundan başka um ut kapıları
olmadığı zamanları çok iyi hatırlarım. Koca bulam adık­
ları, kendileri için özel bir tahsisat ayrılmadığı zaman
mürebbiye, okul öğretm eni ya da yoksul akrabalar ge­
nel sınıflandırılmasına giren soylu dilenciler olurlardı.
Çalışmanın hanımefendiliğe yakışmadığı duygusu ile
yetiştirilm işler ve erkeklere evlenme te k lif etmenin ka­
dınsı olmadığına inanmışlardı. Meslek kapıları kendile­
rine kapalıydı. Üniversite kapıları da. iş hayatı kapalıy­
dı. Yoksullukları onları m ülkiyet sahibi toplum dan kesip
atıyordu. Hanımefendilikleri onları kendileri kadar y o k ­

211
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

sul olan işçi toplum unda ve onlarla evlenmekten alıko­


yuyordu. Hayat çok korkunç birşeydi bu kadınlar için.
Şim di kadınlara pek çok meslek alanları açılmıştır.
Bugün kadın doktorlarım ız, kadın avukatlarım ız vardır.
Doğrudur, kendi zararına olarak Kilise onlara kapıları­
nı açm am ıştır ama, devlet hizmetleri artık açık olduğun­
dan kadınlar bunsuz da yapabilirler. A skerlik görevinin
de kadınlara kapalı olması toplum sal gerekliliğindendir.
Kadınlar çocuk doğurmada olduğu gibi hayatlarını sa­
vaş meydanlarında da tehlikeye atm ayacak kadar kıy­
metlidirler. Yüz genç erkekten doksanı ölse bu kayıptan
kurtuluruz ama, yüz kadından doksanı ölse m illetin sonu
gelmiş olur.
Ü stelik şimdi kadınlar da erkekler kadar eğitim gör­
mektedirler: İmkânları varsa üniversite ve te kn ik okulla­
ra gitm ekteler. Bu sıralarda Ev İdaresi Özel Kolejlerde
okutulan bir eğitim konusu olduğu için bunu öğrenm ek­
tedirler. Bugün bir kadın, bir otel yönetm ek üzere bile
eğitilm ektedir. Kısacası ön yargı, eski kafalılık, eski bi­
çim ana-baba, utangaçlık, çağdaş dünya konusunda
cahillik, züppelik ve çaresi çağdaş düşünceler ve ka­
rakter kuvveti olan diğer bütün aptallıklar dışında, bir
kadının iş ya da meslek hayatına atılmasını önleyecek
hiçbir şey yoktur.
Kadınların meslek hayatlarındaki bu artış, kapita­
list üretim in dev gibi düzeni ile hızlandırılmıştır. Pişir­
mek, kaynatm ak, bükm ek ve dokum aktan meydana ge­
len eski ev işleri yerini önceleri ayrı ayrı dükkânlardan
alış veriş etmeye, sonraları da günlük alış verişi tek bü­
yük bir dükkândan telefonla yapmaya bırakm ıştır. Bu­
nun orta sınıf ailelerinde nüfus azalmasına sebep olan
Nüfus Planlaması'nın da nedeni olduğunu daha önce be-

212
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lırtm iştik. Pek çok orta sınıf kadını eskiden gerçek ola­
rak insanın evde işten başını kaşıyacak zamanı olm adı­
ğını söylerken, şim di hizm etçi bulma güçlüğüne rağmen
çok daha az çalışm aktadırlar. Kadınların, pek çok şehir
bürolarından attıkları gibi orta sınıf m esleklerinden de
erkekleri atacakları kendilerinden beklenir. Ticareti ve
meslekleri erkek işi olarak görm ek huyunu yavaş yavaş
kaybetm ekteyiz.
Buna rağmen bu alanlarda erkekler her zaman için
geniş bir çoğunluk meydana getirirler ve getirm elidirler
de. Çünkü çocuk doğurm ak, yetiştirm ek ve evi yönetm ek
kadının tekelindedir. İnsanlığın en önem li görevleri ol­
duğu için bu, kadına diğer hiçbir mesleğin veremeyeceği
ve hiç bir erkeğin elde edemeyeceği kudret ve önemi
verir. Buna "k ö le lik " denilirse, bu "E rkek k ö le s i" olmak
değil, "T abia t'ın k ö le s i" olm aktır. Bu, kadınların erkek­
leri köle ettikleri ve yanlış olarak "K ad ın S o ru nu " diye
adlandırılan "E rkek S orunu"nu yaratma yoludur. M ü lki­
yet sahibi sınıftan ticaret ve meslek sahibi orta sınıfın
nasıl çıktığını incelediğimiz bu bölümde, kadını Karı ve
Ana olarak görm ekteyiz. Cinsiyet ile ilişkisi olmayan bir
gelişm edir bu. Evlenmemiş kızlar, genç oğullar gibi dok­
tor, avukat, yönetici, dükkâncı oldukları zaman tıpkı er­
kekler gibi cinsiyetlerini arkada bırakm aktadırlar. İş ve
meslek hayatında kadınla erkek yoktur; İktisadî bakım ­
dan hepsi cinsiyetsizdir. Kadının erkekle rakabetinde
erkeğin zararına olan tek nokta, erkeğin işinde ya Şa­
şarı kazanması ya da hayatında bütünü ile başarısızlı­
ğa uğramasının gerekmesidir. Oysa, kadın iş hayatında
başarısızlığa uğradı mı, gidip evlenebilir, işini, koca bu­
lana kadar kendisini destekleyecek bir araç olarak gö­
ren kadın, hiçbir zaman o işin sahibi olamayacaktır.

213
17
İŞVERENİN ÇÖKÜŞÜ

BAŞKALARI kendilerine karşı hiçbir şey yapama­


dıkları için işverenler, ilk bakışta toplum un en kudret­
li sınıfı olarak görünm ektedirler. Yüz yıl öncesine kadar
da öyleydiler. O zaman egemen olan; ne kapitalistti, ne
toprak sahibi, ne de emekçi. Egemen; sermayeyi, to p ­
rağı ve emeği işe koşan işverendi. Bu işverenler meslek
hayatına büro memurları olarak başlamışlardır. 0 za­
manlar işler öylesine ufak çaplıydı ki, işin gidişatını öğ­
renen orta sınıf bir m em ur birkaç yüz sterlin de birikti-
rebilmişse, kendi gibi bir adamla ortak olarak bir iş açıp
patron olurdu.
Fakat yedek paranın g ittikçe artması karşısında
teşebbüs de buna göre genişledi. Sonunda bu küçük
işyerleri, m üşterilerini büyük sermayeli, pahalı m akine­
lere sahip büyük teşebbüslerin ve anonim şirketlerin
kaptığını gördüler. Bunlar malı hem daha ucuza satı­
yorlar, hem de bu düşük fiyatlardan daha büyük kârlar
elde ediyorlardı. Kadınlar alışverişlerinde bunu daha ya­
kından görm ektedirler. Eskiden şemsiyelerini şemsiye-
ciden, kunduralarını kunduracıdan, kitaplarını kitapçı­
dan alırlar, yem eklerini lokantada yerlerdi. Oysa şimdi
bunların hepsini aynı mağazadan aldıkları gibi yem ek­
lerini bile orada yiyorlar. İstenilen herşeyin satıldığı bu
büyük mağazalar küçük dükkânların m üşterilerini elle­
rinden almakta ve onları iflâsa sürüklem ektedirler. D ük­
kânlarını ellerinden kaçıran bu adamlar da büyük ma-

214
gazalarda bir tezgâhtarlık ya da bölüm şefliği bulabilir­
lerse kendilerini m utlu saym aktadırlar.
Bazan bu değişiklik gözle görülm üyor. Bazı pera­
kende işler her tarafa yayılm ış küçük dükkânlarda ya­
pılır. Meyhaneler ve tü tün cüle r buna birer örnektir. Bun­
lar bağımsız küçük işler olarak görünürse de, aslında
hiç de böyle değildirler. Meyhaneler büyük içki fa bri­
kalarına, tütün cüle r de " T rö s t" adı verilen tek büyük
bir şirkete bağlıdırlar. Sermayeleri birkaç yüz sterlin olan
iki adam tarafından kurulm uş ilk işyerleri sermayeleri
binlerce sterlin olan şirketlere nasıl yerlerini bırakm ış­
larsa, bu şirketler de ortak sermayeleri milyonlarca ster­
lini bulan Tröstler halinde birleşmeye zorlanmaktadır.
Bu değişim ler siyasal bakımdan pek önemli olan
bir değişikliği daha öngörür. İşverenler, bağımsız olarak
ve ayrı ayrı kendi işleriyle uğraştıklarında küçük serma­
yelerle yetinirler ve bunu bulm akta da hiç güçlük çek­
mezlerdi. İleride göreceğimiz gibi, yedek paranın sakla-
yıcıları olan bankerler bunlara zorla para verirlerdi. O
günler, m ağrur pamuklu lordlarının ve tüccar prenslerin
çağıydı. Bir işi yöneten insan, mülk sahibi kirasını ve
sermayedar (çoğunlukla, bu, kendisiydi) faizini ve iş­
çiler de ücretlerini aldıktan sonra kasada kalan bütün
parayı cebine indirirdi. Eğer yetenekli bir adamsa, ken­
disine kâr olarak kalan para, istediği takdirde onu Par-
lam ento'ya sokm ak için yeter de artardı bile. Hatta bu,
bazan bir lordluk almaya bile yetecek nitelikte olurdu.
Kendisi olmasa, sermaye yararsız, emek de âciz olaca­
ğı için — bir Am erikalı iktisatçının dediği g ib i— duru­
mun tam hâkimiydi.
İlk önceleri ancak bankacılık ve sigortacılık işleri
için uygun görülen anonim şirketler, genel olarak bütün

215
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM,

iş kollarına el atınca işverenin durumu değişmeye baş­


ladı. Bir anonim şirkette bir iki kapitalist yerine hisse­
dar adı verilen yüzlerce kapitalist vardır. Bunlardan her
biri, ayırabildiği yedek para kadar katkıda bulunur. Bu
hisseler ilk zamanları 100'er sterlinlikken şim di 10 ve
hatta 1 sterlinlik hisselere dönüşm üşlerdir. Öyle ki, bu­
gün bir şirketin hissedarları arasında, şirket günlerinden
önce mal m ülk sahibi olamayacak kadar yoksulları var­
dır. Bu durum da iki sonuç doğurm uştur: Bir kenara ayı­
racak 5 sterlini olan bir kadın, bunu harcaması için şir­
kete vererek, yılda sözgelişi 5 şilin kâr almaya razı ol­
m uştur. Böylece de Kapitalizm hem zenginlerin çok, hem
de yoksulların az olan yedek paralarını toplayarak ku v­
vetlenm iştir. Fakat işverenler zayıflam ışlar ve sonunda
üstünlüklerini kaybederek işçi durumuna düşmüşlerdir.
Bu, şu şekilde olagelm iştir: Anonim şirketler, eski
tek tek firmaların toplayabildiğinden daha çok sermaye
toplayarak işe atılmışlardır. Bin sterlinlik bir makineye
ve diğer üretim gereçlerine sahip bir işverenin, yirm i
bin sterlinlik başka bir işveren tarafından kolaylıkla if­
lâsa sürükleneceği zaten biliniyordu. Fakat o zaman bile,
işverenler kâr sağladıkları takdirde rahat rahat yirm ibin
sterlin ödünç para bulabiliyorlardı. Fakat yüzbinlerce
sterlinlik sermayeli şirketler kurulup bunlar da sonra
milyonlara varan sermayeli T rö s t’ ler halinde birleşince,
işverenlerin sonu görünm üş oldu. Tanıdıklarından böy-
lesine büyük paraları borç almalarına imkân yoktu. Ban­
kalar kendilerine bu kadar büyük kredi vermezlerdi. So­
nunda sermaye bulm ak için işlerini anonim şirketler ha­
line getirm ek zorunda kaldılar.
Bu, size kolay görünürse de işverenler için hiç de
öyle olmadı tabii. Umarım sîzler hissedarları arasında

216
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

zengin, güvenlik verici, toplum da m evki sahibi ve iyi iş­


adamı olmayan kişilerin bulunduğu bir şirketin hisse se­
netlerinden almazsınız. Eğer alıp da bir gün pişman
olursanız, kendinizi dosdoğru düşkünler evinde bula­
cağınızı şimdiden söyliyeyim . İyi üne sahip insanları el­
de etmek, onları sözkonusu işle ilgilendirm ek sanatı,
genellikle işverenlerin sahip olmadıkları bir niteliktir.
Bundan ötürü, bu işverenler çağdaş iş şartları altında
bir sermaye aradıkları zaman, bunu bulmayı meslek
edinmiş birtakım insanlara başvururlar. Bu insanlar
"A racılar"dır, ama genellikle kendilerine "B a n k e r" adı­
nı verirler. Tabii, yaptıkları hizmeti çok pahalıya satan
kişilerdir bunlar. Ünleri güvenlik veren malî danışman­
lar da adlarını pahalıya satanlar arasındadırlar. Büyük
sermayeler toplam akla çok kâr ettiklerini gören bu in­
sanlar küçük sermayelerle uğraşmaya tenezzül bile e t­
mezler. Öyle ki, insan 20 bin sterlin arıyorsa kendisine
kapının yolu gösterilir ancak. Ama 100 bin sterlin arı­
yorsa kendisini küçüm seyen bir tavırla dinlerler; bazan
da bu aradığını bulur. Yalnız arada küçük bir fark vardır:
Bu işadamı yüzbin sterlinin faizini ödeyeceği ve o m ik­
tarda borçlandığı halde, eline 70 bin sterlin ya alır ya
almaz. 30 bin sterlini bu parayı toplam ak için adlarını
ve ünlerini ortaya koyan aracılar ve bankerler alırlar. İş­
adamları bunlar karşısında çaresiz durumdadırlar; ya
dediklerini kabul edecekler ya da ellerini havaya aça­
caklardır. Böylece şimdi artık egemen duruma geçen
bankerlerle aracılarıdır. Ülkenin sanayiini gerçekten yö ­
neten ve Kraliçe V ictoria'nın zamanında büyük ticaret
kralları sayılacak insanlar artık, ne bir işçi kullanmış,
ne de hayatlarında bir fabrikaya ya da bir maden ocağı­

217
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

na ayak basmamış ve basmaya niyetli de olmayan in­


sanların elinde oyuncaktırlar.
Hepsi bu kadarla kalsa yine iyi. İşveren işini ano­
nim şirkete dönüştürünce kendisi de 'm üstahdem ' olur.
Diğer müstahdemlere em ir veren, onları işe alan, işleri­
ne son veren bir baş m em urdur şimdi. Fakat ne de olsa
yine m em ur sayılır ve hissedarlar herzaman onu yerin­
den atm ak yetkisine sahiptirler. İşveren bu ihtimalin
önüne geçmek için firm asını şirkete satarken genellikle
bunun karşılığında diğer hissedarlardan daha fazla bir
hisse elde etmeye bakar (her hisse bir oy dem ektir);
zaten önceki işinin başı olması nedeniyle diğer hissedar­
ları biraz etkilem iş de sayılır. Fakat bu adam sonsuzadek
yaşamaz. Ölünce ya da emekliye ayrılınca yerine yeni
bir yönetici bulm ak gerekir. Bu yeni yönetici hiçbir za­
man onun mirasçısı değildir. Bu adam,' işi bir ücret ve
belki de bir yüzde karşılığında yönetecek ve her an de­
ğiştirilm esi m üm kün olan bir m em ur olacaktır ancak.
Şimdi bütün bu gelişmeleri birbiri arkasından sıra­
layarak, şu Orta S ın ıfın durumunu bir gözden geçire­
lim. Bu sınıfın, m ülkiyet sahibi sınıfın m ülkiyet sahibi
olmayan genç oğullarından çıktığını ve bu adamların
geçimlerini ya meslek sahibi olarak ya da m ülkiyet sa­
hibi sınıfın işlerini yaparak sağladıklarını gördük. Çağ­
daş makinelerin gelişmesinin, işleri, ne işçi sınıfının ne
de m ülkiyet sahibi sınıfın anlayamayacağı kadar büyü­
tü p karıştırm ası sonunda orta sınıf insanlarının (bunla­
ra genellikle "P a tro n " adı verilir) duruma hâkim olarak
en büyük servet ve yetkileri elde ettiklerini de gördük.
İlk patronlar kuşağının bu işleri kolaylıkla yapma yolla­
rını bulduktan ve herhangi okum uş bir insanın yapabi­
leceği kolay yolları belirttikten sonra, işler büyüdükçe

218
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

daha çok sermaye gerektiğini ve o zaman da egemenli­


ğin, bunu şim di ellerinde tutan, bankerlere geçtiğini öğ­
rendik. M ülkiye t sahibi sınıftan toprak ve sermaye kira­
layıp, işçilerden de emeklerini satın alan ve bunlara be­
lirli kira, faiz ve ücret ödedikten sonra kalanı (eğer kal­
mışsa ta b ii), hammadde masrafını da düştükten sonra
kâr olarak cebe indiren patronların şimdi şirketler ve
tröstler tarafından yönetici olarak tutulduklarını ve artık
hem faizi hem de kârı hissedarların aldığını da gördük.
Bu eski patronlar şim di bu m evkileri ararken, eskiden
olduğu gibi yalnızca diğer orta sınıf insanlarıyla değil,
devlet bursları ile yüksek öğrenim görerek orta sınıfa
yükselen işçi sınıfının akıllı oğullarıyla da rekabet et­
mektedirler. Bu yalnız eski patronlar için değil, bunların
kâtipleri için de böyledir. Eskiden yalnızca orta sınıfın
atılgan olmayan oğullarının tekelinde olan kâtiplik, şimdi
herkesin okula gidip okuma yazma öğrenm esiyle ellerin­
den uçup g itm iştir. Usta el işçileri artık kâtiplerden çok
para kazanmakta ve daha az bulunm aktadırlar. 'Hayatın
O rta Y olu', para getiren cinsten özel bir yeteneğe sahip
olm ayanlar için bugün toplum da en az elverişli olan
yoldur.

18

PROLETERYA

ORTA SINIFLARIN işini bitirdik; şim di de "A şağı


Sınıf"lara, "A ç "la ra , "İş ç i Sım flan"na, "K itle "y e , "G ü -
ruh"a ya da başka ne ad verirseniz işte onlara döne­
lim. Hangi m illetten, renkten, cinsten ve mezhepten

219
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

olurlarsa olsunlar, toprak ve sermayeleri (yani m ülki­


yetleri) olmayanlara, geçim lerini sağlamak için kendile­
rini kiralayanlara klâsik kültürün verdiği bir ad vardır:
"P ro le te rle r" ya da "P ro lete rya". 1818'de Alm anya'da
doğan ve 1883'de Londra'da ölen ve hayatının son otuz
dört yılını Kapitalizmin gelişmesi konusunda inceleme­
lere vakfeden Karl M arx, Proleteryanın en ünlü savunu­
cusuydu ve bugün de öyledir. M arx, «Bütün ülkelerin
proleterleri birleşiniz» dediği zaman, em eklerini satarak
ya da kiralayarak geçinenlerin birleşip toprak ve serma­
ye özel m ülkiyetini kaldırmalarını, herkesin dünyadaki
işlerden payına düşeni yapmasını ve ortaya çıkan ürünü
tek bir tem bele bile birşey ödemeden aralarında paylaş­
malarını kastetm ekteydi.
0 zamanlar bunların karşılarına çıkan güçlük — da­
ha önce de yukarıda gördüğüm üz g ib i— patronlardı.
Patronlar çok güçlü, bağımsız ve egemendiler proleter­
ler karşısında. Patronlar hem kendileri toprak ve serma­
ye sahibiydiler, hem de iş hayatından çekilince m ülk
sahibi olarak kalmak istiyorlardı. Ü cretli sınıfa yani pro­
leterlere kaymaya başlayınca onlar da Karl M arx'i din­
lemeye koyuldular. Onlar da özel m ülkiyete olan kişisel
ilgilerini yitiriyo rla r ve yapacakları hizm et karşılığı to p ­
rak sahiplerinden ve kapitalistlerden elde edebilecekle­
ri parayla; yani, kol ve kafa emeği karşılığında alacakla­
rı parayla ilgileniyorlardı. Emeğe m üm kün olan en azı
verip ondan müm kün olanın en çoğunu almak yerine,
m ülkiyet sahiplerinin en azını alıp kendi yaptıkları işleri
yapanların en çoğunu almalarını istiyorlardı. Usta el eme­
ğinin, hatta acemi kol kuvvetinin bile kâtiplikten, yöne­
ticilikten ve meslekî işlerden daha çok para getirdiğini
görmeye başlamışlardı.

220
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

İnsanın yoksulken başkalarından üstün olduğunu


iddia etmesinin pek bir anlamı yoktur. Bu sadece az para
ile pahalı gösteriş yapmaya ve çocuklarınızı birçok in­
sanın çocuklarıyla görüşm ekten alıkoymaya yol açar
Ana-babaların bu tutum un anlamsızlığını pek farkede-
memelerine karşılık çocuklar bunu çok iyi anlarlar. Ben
küçük bir çocukken, tücca r olan babamın kendisini te r­
zisinden ne kadar üstün gördüğünü hatırlarım. Oysa,
terzisi, babamın kendisinden ne kadar yoksul olduğunu
bilecek durum daydı. Bizim yazları geçirdiğim iz altı oda­
lı evin olduğu mahallede terzinin kocaman bir konağı,
çiçeklerle dolu geniş bir bahçesi ve yelkenlileri vardı.
Dublin'in Grafton Caddesi'ndeki mağaza sahipleri sa­
rayları ve yatları ile bizim terziyi gölgede bırakıyorlar­
dı. Bunların çocukları benim bile aklıma gelemeyecek
bir lüks içindeydiler. Ü stelik benden çok daha pahalı
bir eğitim görm üşlerdi. Onlarla bir ilişki kuramayacak
kadar yoksulken, babamın onların bizden çok aşağı o l­
dukları gerekçesiyle benim onlarla görüşm em i yasakla­
ması kendisi için geçerli olabilirdi. Fakat bence bu, züp­
pece bir saçmalıktan başka birşey değildi. Zamanı ge­
lince o çocukların İrlandalI lordları ve V ali'yi bütün eski
toplum sal engelleri yıkarak evlerine çağırdıklarını ve
lordların da bundan pek memnun kaldıklarını sonradan
gördüm. O mağazaların daha büyüklerinin birer parçası
olduklarını ve bu büyük mağazaları yöneten ücretli me­
murların, — Kralın çöpçüyü kabul etmeyeceği gibi —
lordları yanlarına kabul etm eyi akıllarının ucuna bile ge­
tirm ediklerini gördüm.
Babam, ortağı ile birlikte koyduğu sermayesinin
şim diki büyük şirketlerden birinin aylık posta masrafını
bile karşılayamayacak kadar az olduğu bir patrondu.

221
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Fakat ben onbeş yaşımda kâtipliğe başlayarak hayata


atıldığım zaman onun gibi patron olabilmenin im kân­
sızlığını gördüm . Gizlisi kapaklısı olmayan bir proleter
olduğumdan politikaya karşı ilgi duymaya başlayınca
Muhafazakâr Parti'ye girm edim . Bu, toprak sahiplerinin
partisiydi ve ben toprak sahibi filân değildim. Liberal
Partiye de girm edim . Liberal Parti bir işveren partisiydi,
bense işçiydim . Babam oyunu canı çekince Liberallere,
canı çekince Muhafazakârlara verirdi; bunlardan başka
bir Parti olabileceğini düşünmezdi bile. Bana gelince,
ben proleter bir parti arıyordum. Kari M arx'ın sözleri A v ­
rupa'nın dört bir yanında yankı uyandırarak proleter si­
yasal toplum ların kurulmasına yardım cı oluyordu. Bun­
lar, sınıf önyargılarına ve m ülkiyet çıkarlarına karşı to p ­
lumun bir bütün olarak refahı amacını güttüklerinden,
sosyalist toplum lar diye anılıyorlardı. Ben de hemen
bunlardan birine girdim ve kendime sosyalist denmesin­
den gurur duymaya başladım.

Benim girdiğim o sosyalist derneğin bir özelliği de


bütün üyelerinin orta sınıftan olmasıydı. Liderleri ve yö ­
neticileri bazan yukarı orta sınıf denilen gruba giriyor­
lardı: Yani, ya benim gibi profesyonel kişilerdi (ben kâ­
tiplikten edebiyat alanına kaçm ıştım ) ya da üst kademe­
lerdeki memurlardı. Pek çoğu fikirlerini ya da Derneği
terketm edikleri halde sonraları m esleklerinde çok ilerle­
mişlerdir.

Muhafazakâr ve Liberal ana-babalarına, teyzeleri­


ne, amcalarına önceleri bunların sosyalist olmaları ina­
nılmaz ve korkunç birşey olarak görünm üştü. Hayatta
bütün başarı olanaklarını yitirm iş oldukları sanılıyordu.
Gerçekte ise bu pek tabii ve kaçınılmaz birşeydi. Kari

222
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Marx yoksul bir emekçi değildi; zengin bir M usevi avu­


katın yüksek öğrenim görm üş oğluydu. Kendisi ile eş
derecede ünlü arkadaşı Friedrich Engels ise hali vakti
yerinde bir patrondu. Bu adamlar liberal bir eğitim gör­
düklerinden el emeğiyle çalışm aktan kaçma yerine iş­
lerin nasıl yapıldığını düşünecek biçim de ye tiştirild ikle ­
rinden, tıpkı benim "Fabian D erneği"ndeki dostlarım g i­
bi (buna dikkat edin, derneğimize ancak klâsik eğitim
görm üş insanların aklına gelebilecek bir ad ta k m ış tık).
Kapitalizmin kendi sınıflarını proleter durumuna indirdi­
ğini anlıyorlardı. M illî gelirin bir köle payından daha ço­
ğunu elde etme yolunun ancak sınıf ve ülke ayrımı yap­
madan bütün proleterlerin birleşerek Kapitalizmi sona
erdirm eleriyle m üm kün olacağına inanıyorlardı. Ya da
bu yolun pek çok din adamımızın salık verdikleri gibi
«Para» yerine «Tanrı»ya tapm akla açılacağına inanılı­
yordu.
Şunu da açıklayayım; kurulduktan hemen sonra
1884'de — benim "Fabian D erneği"ne giridiğim sıralar­
da — Londra'da buna rakip iki dernek daha vardı. Bun­
lar Fabian'ın aksine işçi sınıfı dernekleri olduklarını ileri
sürüyorlardı. Fakat birinin başında dinsel kuruluşlara
büyük bağışlarda bulunan ve oğullarına iyi bir öğrenim
sağlayan çok zengin bir adam vardı. Diğeri ise, saray
ve kiliseleri tefriş eden dokuma sanayiinin başarılı pat­
ronlarından ve aynı zamanda sanatçı bir dekoratör, ka­
yıp sanatların keşfedicisiyle Ingiltere'nin en büyük ya­
zar ve şairlerinden biri tarafından yönetiliyordu. Bu iki
adam, Henry Mayers Hyndman ve W illiam M orris, Sos­
yalizm vâizleri olarak işçi sınıfı proleterleri üzerinde et­
kili oldular. Fakat kendi yukarı orta sınıflarında yeni bir
işçi sınıfı Sosyalist Partisi kurma çabalarında başarısız­

223
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

lığa uğradılar. Çünkü işçi sınıfları, kendilerini kendi yo l­


larında ve kendi liderleri eliyle çoktan örgütlem işlerdi.
«Fabian Derneği» yalnız kendi sınıfına hitap ettiğinden
ve bütün sınıfların sosyalist örgütlenm e planlaması için
gerekli akıl çalışmasını yapmaya yol açtığından başarı
kazandı. Bu arada da insan toplum unun sosyalist kav­
ram içinde toplanm asını öngören bütün diğer kurulu si­
yasal örgütlerin üstüne çıkmaya çalışmadan, onları ol­
duğu gibi kabul etti.
İşçi sınıfının kurulu örgüt biçim i "S endikalizm "di.
Sendikalizm, Sosyalizm değildir: Proleterlerin Kapitaliz-
m i’dir. Buna kendi başına bir bölüm ayırmak gerekir.
Çünkü Sendikalizm daha şimdiden çok güçlenm iş olup
m illeti arasıra haftalarca köm ürsüz ve trensiz bırakm ak­
tadır. Bunu anlamadan önce, bunun içinden çıkm ış o l­
duğu Emek Pazarı'nı incelemeliyiz.

19
EMEK PAZARI VE FABRİKA KAN U N LAR I

HAFTALIK ÜCRET almak için çalışan işçi kadın,


bir yönden patronunu andırır. Onun da satacak birşeyi
vardır ve bunun getireceği para ile yaşayacaktır. Sata­
cak bu şeyi, kendi emeğidir. Bunun karşılığında ne ka­
dar çok para alırsa durumu o kadar iyi olacaktır. Emeği
karşılığında hiçbir şey alamazsa, ya açlıktan ölecek ya
da dilencilik yapacaktır. Evlendiği zaman kocasının da
aynı durumda olacağını görecektir. Kocası sanayide har­
cadığı emeğinin karşılığıyla onun ev içinde harcadığı

224
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

emeğin bedelini ödeyecektir. Bu şartlar altında elbette


her ikisi de erkeğin emeğine karşılık en çok ücreti alma­
ya çalışacaklardır. Ve aldıkları para karşılığında da el­
lerinden geldiği kadar az emek verm ek isteyeceklerdir.
Bu da, en yüksek ücret ile en az çalışma saatim iste­
mek demektir. Çok düşünceli ve kamu ruhlu insanlar
değilseler, fikirleri bu sınırlar içinde kalacaktır.
Patron da aynı durumdadır. O emek satın alır; y ö ­
netimi altında üretilen eşya ve hizmetleri satar. O da
sattığını imkân bulabildiği en yüksek fiyata satm ak ve
alacağı fiy a t karşısında imkân olanın en azını vermekle
sınırlıdır. Emeği satın alma politikası, alabileceği en çok
emeğe en az parayı verm ek olduğundan bütünüyle işçi­
nin çıkar ve politikası karşısındadır.
Bu yalnızca işçilerle işverenler arasında Sınıf Sa­
vaşı denilen o tehlikeli duygu ve çıkar çatışmasını ya­
ratmakla kalmaz. Uygar insanlara hiç de yakışmayan
toplum sal kötülük sınırlarına kadar yayılır. Onların kar­
şılıklı pazarlıklarını insanlık sınırları içinde tutm a k için
Hüküm et defalarca 'm üdahale' zorunda kalm ıştır. İşve­
renin istediği emektir. Bu emeğin bir çocuk, kadın ya da
erkek tarafından sağlanmış olması onu hiç ilgilendirmez.
O, en ucuz emeği satın alır. Çalışanın sağlığı ve ahlâkı
üzerinde işin etkisi de — kârında bir değişiklik yapm a­
dığı sürece— işvereni ilgilendirmez.
Bunu daha iyi belirtm ek için size Londra tram vay­
larının atla çekildiği zamana ait bir örnekle, kölelik kal­
dırılmadan önce A m erika'daki birtakım çiftliklerden
birkaç örnek verm ek isterim . Tram vay yöneticilerinin
karar vermeleri gereken bir sorun, tram vay çeken a t­
lara nasıl en çok para getirecek biçim de bakılacağıdır,
iyi bakımlı bir at — çok çalıştırılm azsa— yirm i yıl.

225
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

hatta W ellington Dükü'nün atı gibi kırk yıl yaşayabilir.


Öte yandan kayıtsız bir kötü bakım hayvanı bir yılda
öldürecektir. A tla r bedava ve yaşlısı ölünce sokaktan
bir yenisini toplam ak imkânı olsaydı, ticarî bakımdan
bir atı altı ay öldüresiye çalıştırm ak çok daha kârlı olur­
du. Fakat at pahalı bir hayvandır ve tram vay şirketi y ö ­
neticileri de hayvanı çabuk yorarlarsa masrafını çıkar­
mayacağını bilirler. Uzun hesaplardan sonra tram vay
çeken atları dört yılda eskitm enin kendileri için en kârlı
bir yol olduğunu anladılar. Aynı hesaplar çiftliklerde de
yapılıyordu. Tıpkı at gibi, köleler de çok pahalıya malolu-
yorlardı. Köle çabuk ölürse sahibi zarar ederdi. İşgüzar
ç iftlik sahipleri en kârlı yolun köleleri yedi yılda eskit­
mek olduğunu görm üşler ve kâhyalarına bu konuda sıkı
emirler vermişlerdi.
Elbette, Genç Bayan şimdi; «Şirket atı ya da.
ç iftlik kölesi olmak ne korkunç birşeym iş !» diyecektir.
Ama hele durun bir bakalım. Atların ve kölelerin bir de­
ğeri vardır; bunları öldürürseniz yenisini para ile almanız
gerekir. Ama at ve köle yerine «bedava» çocuk, kadın
ve erkek işçi tutarsanız bunları istediğiniz gibi öldüresi­
ye çalıştırabilirsiniz. Nasıl olsa ardı arkası kesilmeyecek
kadar boldur bunlar. Üstelik, iş olmadığı zamanlar köle­
leri beslemek zorunda olduğunuz gibi bir zorunluluğunuz
da yo ktu r bunlara karşı. Bu adamları haftalık hesabı ile
tu ta r ve işler kötü giderse ya da yaptıracak işiniz kal­
mamışsa işten atıverirsiniz. Kapitalizmin heyheyli gün­
lerinde bu düzen tam olarak uygulanmaktaydı. Bu kötü
kullanılmayı önleyecek kanunlar henüz çıkarılmamışken
küçük çocuklar kırbaç zoruyla öylesine çalıştırılırdı ki.
Kuzey İngiltere fabrikalarında bir kuşak boyunca dokuz
kuşak çocuk tü ketild iği söylenirdi. Kadınların madenler­

226
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

de çalıştırıldıkları şartlar Güney Karolina'lı bir zenci ka­


dına hayretten küçük dilini yutturacak kadar ağırdı. Er­
kek işçiler vahşilerin nefret edecekleri bir hayatı yaşa­
mak zorunda bırakılırlardı. Bu insanların yaşama şartla­
rını anlatmak imkânsızdır. Kolera ve çiçek salgınları ül­
keyi bir uçtan bir uca kasıp kavururdu. Tifüs, bugünün
kızamığından daha yaygındı. Bu emekçilerin terleriyle
zenginleşen orta sınıfların ve m ülkiyet sahibi sınıfların
refah ve soylulukları bir dehşet uçurum unu gizlemek­
teydi. Karl M arx, o çağı yaratan kitabı "K a p ita l" ile bu
uçurumun örtüsünü açtığı için insanlığın Kapitalizme
karşı büyük başkaldırmasının peygamberi olm uştu.
Marx, kitabını yayınlamadan çok daha önce Hü­
küm et işe müdahale etm ek zorunluğunu duym uştu.
Madenlerin ve diğer sanayi kollarının düzenlenmesini,
belirli bir yaş altındaki çocukların çalıştırılmamasım, ka­
dınların ve çocukların çalışma şartlarıyla bu cinsten iş­
çi çalıştıran fabrikaların açılış ve kapanış saatlarını; dik­
katsizlikle sürtündükleri zaman ellerini kollarını parçala­
yan makinelerden işçilerin korunması için bunların çev­
resine korkuluk çevrilm esini, işverenin dükkânında pa­
halı satılan kötü yiyecek ve kötü giyecek kredisi yeri­
ne işçilere para verilm esini, sağlık kolaylıkları sağlan­
masını; belirli sürelerde fabrikaların badana ettirilm esini
ve bütün bunların uygulanmasını denetleyecek fabrika
denetçileri bulunmasını zorunlu kılan Fabrika Kanunları
yapılmıştı. Bütün bu kanunlar sosyalistlerin değil, soylu
bir Muhafazakâr olan Lord Shaftesbury'nin yarattığı ka­
rışıklık sonunda çıkarılm ıştı.
Bütün işverenlerin bu Fabrika Kanunları'na karşı
çıktıklarından ve bütün işçilerin de bunları destekledik­
lerinden kimse şüphe etmez. Oysa, kötüsünün yanında

227
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

iyi işverenler olduğu gibi akıllılar kadar bilgisiz ve kısa


görüşlü işçiler de vardır, iyiniyetli işverenler işçilerinin
bu durumlarından rahatsız oluyorlardı. Şu halde nasıl
olup da bunların işçilerine karşı daha iyi davranm adık­
larını soracaksınız. Bunun cevabı, eğer böyle yapm ış o l­
salardı kısa zamanda iflâs edecekleri idi.
Bu, şu şekilde olacaktı: Ucuz emek yalnız daha çok
kâr değil, aynı zamanda daha ucuz mal da demektir.
İyi bir işveren işçilerine yeterli bir ücret ödem iş ve onları
oniki ya da onaltı saat yerine sekiz saat çalıştırm ış o l­
saydı, ürettiği malların fiyatını arttırm ak zorunda kala­
caktı. Fakat o zaman da, kötü işveren aynı malı piyasaya
daha ucuza sunacak ve iyi işverenin m üşterilerini elin­
den alacaktı. Bunun için iyi işverenler de Lord Shaftes­
bury ile birlikte Hüküm ete başvurarak bütün işverenleri
daha iyi bir davranışa zorlayacak kanunlar çıkartılmazsa,
durumda hiçbir düzelme olamayacağını söylemeye baş­
ladılar. iyi işverenler ya kötüleri gibi işçilerini terletecek
ya da iflâs bayrağını çekip piyasadan çekileceklerdi. Bu
toplum sal sorunların kişisel doğrulukla çözümlenemeye­
ceğini, Kapitalist Düzen'de insanların ancak Parlamento
kanunları ile ahlâk yoluna çekileceğini ve bunun başka
hiçbir çaresi olamayacağını anladılar.
işçilerin Fabrika Kanunları'na tepkileri, işverenle-
rinkinden çok daha ağır oldu, işverenler kanun zoruyla
denemeler yapm ak zorunda kalınca altın yum urta yu ­
murtlayan kazın öldürülm esi gibi, kâr getiren işçinin de
ölesiye çalıştırılmasının zararlı olduğunu ve biraz ka­
falarını işlettikleri takdirde Kanun'un em irlerini yerine ge­
tirm ek için yapacakları masrafın kolayca üstesinden ge­
lebileceklerini görm üşlerdi. Eğer yolculuk yapmışsanız
İş Saati kanunu olmayan ülkelerde herkes yattıktan son-

228
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ıii bile açık kalan dükkânlar görm üşsünüzdür. Burada


çalışan dükkâncılar ve tezgâhtarlar saat geceyarısını
(jösterdiği halde, İngilizlerin saat beşte olduklarından
çok daha az yorgundurlar. Ü stelik İngiltere'de dükkân­
lar saat altıda kapanır. Belki inanmayacaksınız ama, ak­
sine kanunlar çıkarılmadığı zamanlar Bom bay'da iplik
fabrikalarında çocuklar saatla değil ay ile çalışırlardı.
Gece ve gündüz için ayrı garsonları olmadığı halde gü­
nün yirm i dört saati açık olan İtalyan kahveleri vardır.
Buralarda çalışan garsonlar fırsa t buldukça bir iki saat
kestirip işlerine devam ederler. Bu kaygısızca çalışma
insan sağlığına büyük bir zarar verm eyebilir. Fakat çağ­
daş bilimsel yönetim altında sekiz saatlik bir çalışma o
kadar sıkı bir çalışma olabilir ki, işçiler güçlerinin son
damlasına kadar çalışmak zorunda kalabilirler. Bunu da
ancak yetişkin insanlar, onlar da sürekli olarak ancak
birkaç ay dayanabilirler.
Kanunların çok küçük çocukların çalıştırılmalarını en­
gelleyen maddeleri yüzünden ilk tepkiyi gösteren işçiler
oldu. Çalışması engellenen bu çocuklar işçi çocuklarıydı-
ler ve yoksul işçinin — evini geçindirm ek zorunda oldu­
ğu— kazancına bir katkıda bulunuyorlardı. İnsanlar
çok yoksulsalar haftada bir liralık bir kayıp, bir m ilyone­
rin beş yüz sterlinlik kaybından çok daha önemlidir.
Um utsuz bir mücadele ile cum artesinden cum artesini
bulmaya çalışan bir kadın için bu, görevini yapamamak
durumuna düşmek olabilir. Hali va kti yerinde olanların,
«Bu şartlar altında çocuğunuzu çalıştırmamaksınız» ya
da «Böyle kötülüklere son verdiği için yeni Fabrika Ka-
nunları'na ne kadar şükretseniz azdır» demeleri çok ko ­
laydır. Fakat onların sözlerini dinlemenin sonucu o za­
mana kadar yarı aç yarı to k olan çocukların bundan böy­

229
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

le dörtte üç aç olmalarıysa, bu tü r iyilik gösterileri in­


sanı sıkmaktan başka b ir işe yaramaz. Acı gerçek şu­
dur; çocukların ilk önce ondört sonraları onaltı yaşından
önce fabrikalarda çalıştırılmamalarını ve belirli bir yaşa
kadar zamanlarının yarısını okulda geçirmelerini öngö­
ren Fabrika Kanunları'na en ateşli biçimde karşı koyan­
lar ana-babalar olm uştur. Hele oy hakkını da ellerine alın­
ca bu ana-babalar, çocukların çalıştırıldığı fabrika şe­
hirlerinin adaylarına, bu adaylar çocuk çalıştırılmasını
kısıtlayan kanunları değiştirm eye söz verm edikçe oy
vermez oldular. Ana-babaların çocuklarının çıkarlarını
en üstün tutacak insanlar oldukları deyişi bir dereceye
kadar geçerlidir. Bu yalnızca ana-babanın ne biçim in­
sanlar olduğuna bakmaz, aynı zamanda doğal ana-baba
güdülerine kendilerini bırakacak kadar refah içinde olup
olmamalarına da ilişkindir. Pek az sayıda ana-baba
— bunlar en yoksulları d e ğ ild ir— çocuklarını hırsız ya
da orospu yetiştirirler. Fakat bütün ana-babalar, eğer
kendileri çocuklarının getireceği birkaç kuruşa muhtaç
olmadan geçinemiyorlarsa, onları kendileri gibi te rle t­
mekten kaçınmayacaklardır.
Ana-babanın bu dıştan görünen merham etsizliğinin
nedenini anladıktan sonra, şimdi bana bu insanların
çocuklarını patronların kâr oburluğuna terkedecek kadar
az bir ücreti nasıl olup da kabul ettiklerini soracaksınız.
Bunun cevabı, genç oğulları m ülkiyet sahibi ve sonunda
da orta sınıf halkı yapan nüfus artışının, el emekleriyle
geçinenlerin sayısını da arttırm ış olmasıdır. El emeği ba­
lık ya da kuşkonm az gibidir: Az olursa pahalı, çok oldu­
ğunda da ucuzdur. M ü lkiyet sahibi olmayan işçi sayısı
binlerden milyonlara yükselince emeğin fiyatı da g ittik ­
çe düşm üştür. Ondokuzuncu yüzyılda işçi azlığından

230
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

dolayı Am erika ve A vusturalya'da ücretlerin yüksek ol­


duğu biliniyordu. İmkân bulanlar bu ülkelere göç etm iş­
lerdir. İrlanda nüfusunun yarısı A m erika'ya gitm iştir.
işte bu durum emek pazarımızın ağzına kadar do­
lu olduğunu gösterir. Buzhane dolu olduğu zaman ba­
lıklar denize dökülür. Göç de, gerçekte kadın ve erkek­
leri erişecek bir toprak parçası bulacakları üm idiyle de­
nize salıvermekten başka birşey değildir. Halen aranı­
lan bir işte çalışmadıkları zaman İngiltere'de kadın ve
erkeklerin değerleri sıfıra düşm üştü. Doktor, dişçi ve din
adamlarının yine bir değerleri vardı. Çok usta ya da
çok kuvvetli işçiler yoksulca din adamlarından biraz da­
ha fazla kazanabiliyorlardı. Fakat em ir almadan hiçbir
şey yapamayan emekçi kitlesinin ise beş paralık de­
ğeri yoktu. Bunları bir yemek ve eskidikleri zaman yerle­
rini alacak birkaç çocuk yetiştirm ek parasına tu ta b ilird i­
niz. Bu kadar çok sayıda lokom otif yapılabilm iş olsaydı,
yapımcıları alıp götürebilene bedava bile verirlerdi. Bun­
ları alan insan çalıştırabilm ek için yine köm ür ve yağ ile
beslerdi; ama bu, makinelerin bir değeri olduğunu ya da
çok özen gösterilm esi gerektiğini ya da köm ürle yağın
cn üstün nitelikte olması gerektiğini gösterm ezdi ki.
İşte bunun için m ülkiyet sahibi olmayan kişiler ya­
şamak için kendilerini pazar değerine göre satmaya zo­
runluydular. Değerleri de sıfıra düşünce, kendilerini bes­
leyecek birinin yanında parasız da çalışmaya razı gelir­
lerdi. Toprakları yoktu, alacak paraları da yoktu; hatta
kendilerine parasız toprak verilse pek azı bunu işleme­
sini bilecekti. Sermaye yedek para ve kendilerinin yede­
ğe alacak paraları olmadığından kapitalist de olamazlar­
dı. Borç para ile iş de açamazlardı, kimse kendilerine
ödünç vermezdi k i ! Bir veren çıksa bile, gerekli eğitim i

231
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

görm edikleri için kısa zamanda hepsini batırır, iflâs eder­


lerdi. Şu halde yapabilecekleri tek şey ya bir patron
bulmak ya da açlıktan ölüp gitm ekti. Fakat geçinecek
miktardan biraz fazlasını istemeye kalksalar ve kendile­
rine verileni beğenmeseler, bunu bile isteyeceğin çok
olacağı söylenirdi.

Bütün bu şartlara rağmen hepsine yetecek kadar iş


de yoktu. M anchester Okulu'nun profesörleri Kapitaliz­
mi savunurken her işçiyi geçindirecek parayı verecek
bir işin bulunacağını söylem işlerdi ama bunun da boş
olduğu ortaya çıkm ıştı. İşverenler bir «yedek işsiz ordu-
su»na olan ihtiyaçlarını en sonunda açıklamışlardı. İş­
ler iyi gittiğinde bu işsizler arasından yeteri kadar adam
alacaklar, kötü gittiğinde de bunları yine sokağa ata­
caklardı. Bunların sokağa atılması demek, biriktirdikleri
birkaç liranın yenmesi, elbiselerinin, eşyalarının rehine
verilmesi ve sonunda hüküm et yardımına m uhtaç kal­
maları demekti. Vergi mükellefleri, de, işverenin istem e­
diği zaman sokağa attığı işçileri geçindirm ek istem iyor­
lardı. En sonunda kapitalist düzen geniş bir ölçüde ya­
yılınca, vergi m ükellefleri bu Y oksullar Kanunu nu öyle
haşin, öyle zalim, öyle küçültücü yaptılar ki; tem iz işçi
aileleri buna başvurm aktansa ölm eyi tercih ettiler.

Biz açlıktan ölm ek üzere olan bir aile reisine şöyle


seslendik: «Yoksulluğa düşmüşsen, Elisabeth Kanunu
gereğince seni ve çocuklarını beslemek zorundayız. Fa­
kat çocuklarını seninle birlikte, sarhoşlar, orospular, di­
lenciler, aptallar, saralılar ve eski katillerle bir arada ya­
şamak üzere D üşkünler Evi'ne getirm elisin. Bu insanlı­
ğın süprüntüleri arasında yaşadıktan sonra bir daha in­
sanlar arasında başın yukarıda dolaşamayacaksın.»

232
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Adam da elbette ki; «Teşekkür ederim ama çocuk­


larımın ölmesini tercih ederim,» diyecektir. Ve açlıktan
ölene kadar da önüne gelen her işe, parasına bakmadan,
sarılacaktır. Çocukları da b ir fabrikaya kapılanıp geçin­
mesine bir katkıda bulunabilirlerse kendisi için ölm eye­
cek kadar bir ücrete haydi haydi razı olacaktır. Çocuk
larını çalıştırdığı ve onların kazançlarını kendi kazancına
kattığı zaman ancak geçinebiliyordu. Şimdi kanun ara­
ya girip de çocukların çalışmasını engelleyince bu ka­
zancını kaybetm iş oluyordu, işçiler de bundan ötürü bu
Fabrika Kanunları'nın karşısında yer almışlardır.

20
EMEK PAZARINDA KADIN

BU DÜZENİN kadınlardaki etkisi erkekler üzerinde


olduğundan çok daha olumsuzdu. A ynı parayı verdiği
sürece erkek işçi tutabilen bir sanayi işvereni, kadın işçi
istemeyeceği için, sanayi işlerine girm ek isteyen kadın­
lar daha az paraya çalışmaya razı olarak bu isteklerine
kavuşuyorlardı. Ellerine geçen para açlıktan kurtulm a­
larına imkân vermese de, bir erkeğin aldığı ücret bütün
bir ailenin açlıktan ölm em esini sağladığı için buna k a t­
lanabiliyorlardı. Bir erkek aldığı ücretle hem karısını hem
de çocuklarını beslemek zorundaydı. Bunun için erkek
lerin ücreti karı ve çocuklarını geçindirecek en alt dü­
zeyde olduğu zaman bile, tek bir kadın evli kom şuların­
dan daha kötü bir hayat yaşamadan daha az ücretle ça­
lışabilirdi. Böylece, kadınların erkeklerden daha az üc­

233
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

ret alması gerektiği ilkesi yerleşm iş oldu. Kadınlar aynı


iş karşılığında erkeklerle eşit ücret istedikleri zaman da
(e şit işe eşit ü cret) işveren iki sözle bu isteklerini ağız­
larına tıkadı bunların: «Az ücreti kabul etmezsen, bunu
kabul edecek çok insan bulurum » ve «Sana erkek ücre­
ti ödeyecek olsaydım erkek işçi alırdım.»
Kadınların en önem li ve en vazgeçilmez işleri olan
çocuk doğurma, yetiştirm e ve evi yönetm e işlerinin kar­
şılığı hiçbir zaman doğrudan doğruya kadınlara öden­
mez. Bu para her zaman erkeğin aracılığıyla ödenm ek­
tedir. Öyle ki, pek çok akılsız insan artık bu işlerin bir
emek sarfı olduğunu unutm uş ve Erkeğe, «Evin Ekme­
ğini Getiren» gözü ile bakmaya başlamışlardır. Bu, saç­
ma birşeydir. M ilyonlarca erkek gereksiz ya da kötü iş­
lerle uğraşırken, toplum un varolması için gereken bü­
tün işler kadınlar tarafından evlerinde yapılm aktadır.
Fakat erkekler, kısmen kendini beğenm işlikten, kısmen
düşüncesizlikten ve genellikle de kendi değerleri anlaşı­
lınca karılarının başkaldırıp aile reisi olacakları korku­
sundan, kadınların hiçbir şey kazanmadıklarını, herşeyi
erkeğin sağladığını ileri sürm üşler ve ev yönetim ine ay­
rılan paranın harcanmasında karılarına kanunî bir hak ta ­
nımamışlardır. Bir kadın evlenince sahip olduğu bütün
malı m ülkü kanunen kocasına ait olur. Bu durum öyle­
sine yozlaştırılm ıştır ki, m ülkiyet sahibi sınıf inceden
inceye bir evlilik sözleşmeleri düzeni kurm uştur. Dah?
sonraları da orta sınıflar, Parlamento'dan 'Evli Kadının
M ülkiyet Kanunu’ nu çıkartm ışlardır. Bu kanunlar, konu­
nun zihinlerde yarattığı karışıklık sonucunda, arzulanan
hedefi aşmış ve erkeklere adaletsizlik getirm işlerdir. Bu,
başka bir hikâyedir. Bizim burada belirtm ek istediğimiz
nokta, kapitalist düzende kadınların erkeklerden daha

234
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

kötü bir duruma düşürülm üş olduğudur. Kapitalizm ilk


önce erkeği köle yapmış, sonra da kadına onun aracılı­
ğıyla para vererek onu da erkeğin kölesi haline g etir­
miştir. Yani, kölenin kölesi yapm ıştır ki, bu da köleliğin
en berbat biçim idir.

21

SENDİKA KAPİTALİZMİ

ŞİM Dİ DE sıra proleterlerin kapitalistlere karşı di­


renmelerini gözden geçirmeye geldi. Tek bir kadın ya
da erkeğin işverene karşı birşey yapamayacağı belliydi.
«Sana verilen ücreti almaz ve istenilen işi yapmazsan,
bunu yapacak çok insan vardır» cevabı, bir yaşama üc­
reti ve belirli bir saat çalışmak isteyen işçiyi m at etm e­
ye yetiyordu. Etkili bir direnme için işçilerin bir örgüt
kurmaları ve dayanışmaları gerekiyordu. Fakat çoğun­
lukla buna imkân bulunamıyordu. İşçiler birbirlerini ta ­
nımadıkları için bir araya gelip ortak bir tutu m takına-
mıyorlardı. Sözgelişi, ev hizm etçileri sendika kuramı-
yorlardı. Ülkenin çeşitli m utfaklarına dağılmışlar, âdeta
tek tek bu m utfaklarda hapsedilmişlerdi. Bir de tarım iş­
çilerini düşünün. Bunları bir sendika halinde örgütlem ek
de, bu sendikaları uzun zaman bir arada tu tm a k da güç­
tür. Bu işçiler birbirlerinden çok uzakta yaşam aktadır­
lar. Fabrika, maden ve dem iryolu işçilerinden başka her
iş kolunda çalışanlar için bu geçerli bir nedendir.
Bazı mesleklerde üyeler arasında öyle toplum sal
durum ve ücret ayrılıkları vardır ki, bunlar bir araya ge-

235
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

lebilseler dahi, birbirleri ile kaynaşamazlar. Sözgelişi,


sahnede Ham let'i oynayan oyuncu uzun Unvanlı bir be­
yefendi ya da Portia'yı oynayan kadın oyuncu da soylu
bir hanım olabilir; bunların haftalık ücretleri yüzlerce
sterlini bulur. Bu soylu kişilerle birlikte oynayan ve ağız­
larından tek bir söz bile çıkmayan daha bir sürü erkek
ve kadın oyuncu vardır. Bunlar bir konuşmaya kalksa­
lar, elbiselerini giydikleri saray adamlarına benzer bir
yanları olmadığı, hatta sahneleri değiştiren marangoz­
lardan bile daha az para aldıkları hemen anlaşılırdı. Bir
canbaz ya da bir palyaço Ham let'ten daha çok para al­
dıkları halde özel hayatlarında öylesine bilgisiz olabilirler,
öylesine kötü yemek huyları olabilir ki, soylu Hamlet ne
onlarla konuşur ne de bir masada yemek yer. Bu yüz­
den bir oyuncular sendikasının kurulm ası çok güçtür:
Bir sınıf bölünm esi kaçınılmaz birşeydir. Sendika kurul­
ması, üyelerin çok sayıda birlikte çalıştıkları, birlikte ya­
şadıkları, aynı toplum sınıfına dahil oldukları ve aynı pa­
rayı kazandıkları yerlerde müm kün olabilm ektedir. Kö­
mür ocaklarındaki madenciler. Lanchashire'ın fabrika
şehirlerindeki dokumacılar, M idlands'deki çelik işçileri
ilk olarak uzun süreli ve kudretli sendikalar kurabilm iş­
lerdir. Dülgerler, marangozlar ve diğer yapı işçileri de bu
alanda ilk çabayı harcayanlar arasında sayılabilir. Bunlar,
dayanılmaz bir baskının ağırlığı altında birleşiyorlar, pat­
ronlara kendi görüşlerini belirtiyorlar ve istediklerini ka­
zandıktan ya da yenildikten sonra yeni bir güçlük çıka­
na kadar dağılıyorlardı. Daha sonraları işsizliğe karşı bir
fon biriktirm ek üzere para verm eye başladılar. Bu da
onları sendikayı devam ettirm eye zorladı. İşte bu yolla
da sendikalar, süreksiz başkaldırmalardan bugünkü sü­
rekli İşçi Sendikaları haline dönüştüler.

236
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Şimdi de bir proleter sendikasının varlığını Kapita­


lizmin sürekli saldırısından korum ak için neler yapa­
bileceğine bir göz atalım. Sendika tam olarak kurulun­
ca; patronun karşısına, eğer kendi şartlarına razı olun­
mazsa yerlerine başka işçiler bulunabileceği tehdidine
kulak asmadan çıkabilir. Bir şehirdeki bütün dülgerler
bir sendika halinde birleşseler ve hepsi haftalıklarının
küçük bir kısmım bir işsizlik fonu birikinceye kadar ayır-
salar ve çalışmayarak bu b iriktirdikleri ile yaşamaya
kalksalar, bu fonun büyüklüğü oranında patronların iş­
lerini haftalar ya da aylar boyunca durdurabilirler. Buna
'G rev' adı verilir. Yalnız ücretlerin indirilm esine karşı de­
ğil, yükseltilm esi için de grev yapılabilir. Hatta işveren­
le aralarında çıkan her anlaşmazlık konusunda greve g i­
debilirler. Başarıları, patronun işinin durumuna bağlıdır.
Patronlar isterlerse işçilerin grev fonunun tükenm esi­
ni bekleyebilirler ve grevcileri açlıktan ölm ek pahasına
çalışmaya zorlayabilirler. Fakat o anda işleri iyi gidiyor­
sa, patronlar kâr etmeye devamda öylesine aceleci dav­
ranırlar ki, işlerin aksaması kendilerine daha zararlı ola­
cak diye, işçilerin isteklerini hemen kabul ediverirler.
Fakat patronlar da karşı darbeyi indirm ek için bir
fırsat kollarlar. İşler kötü g ittiğ i ve fabrikalarını bir süre
kapatırlarsa zarar etm eyecekleri zaman ücretleri indi­
rirler ve bu indirim e razı olmayan işçileri işe almazlar.
Bu patron grevine 'L o k a v t' adı verilir. İşlerde bir artış
her zaman sonu başarılı olan grevler doğurur. İşlerin dur­
gunluğu da yine genellikle başarı ile sonuçlanan lo ka vt­
ları doğurur. Fakat şim di bunu bir kenara bırakalım da,
yine ilkel Sendikacılığı incelememize devam edelim.
Durumun ilk gereği, aynı meslekten olan herkesin
sendikaya girm esiydi. A ksi takdirde işverenler sendika

237
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

üyesi olmayan işçileri işe alarak grevi bozguna uğrata-


bilirlerdi. Bunun sonucunda da sendika üyesi olm ayan­
lara karşı şiddetli bir nefret doğdu. Bunlara kötü adlar
verildi, sendikalı işçiler bunları boykot ettiler. Fakat ha­
karet ve boykot yıldırm ıyordu bu adamları. Grev yapan
sendikalar, bu gibi adamların girm esine engel olmak için
işyerlerinin kapısına gözcüler dikiyorlardı. Tabii, o rta­
lıkta güçlü bir polis kuvvetinin olmadığı zamanlar bu
adamların dayaktan öldürülmemelerinm bir mucize o l­
duğunu anlamak akıllı b ir kadın için zor birşey değildir.
Sonunda öyle bir an geldi ki, Sheffield ve M anchester'-
deki işyerlerinde çalışan bu sendikasız işçiler makineler
arasına sıkıştırılm ış bombalarla param parça oldular.
Fakat sendikanın istediğinden daha az bir ücreti
kabul etmek, bir işçinin arkadaşlarını alaşağı etmesinin
tek yolu değildi. Birçok işlerde, bir işçinin çıkaracağı işin
m iktarını belirtm eden ücretini sabitleştirm enin faydası
yoktur. Kapitalist gazetelerin, sendikalarının günde üç
tuğladan fazla yerleştirm em elerini öngördüğü dülgerler­
den sözetmelerini artık kanıksamışsınızdır. Patronu yap­
tırdığı binayı istediği en yüksek fiyata satabilirken, bir
dülgerin de günde üç tuğla yerleştirm ek karşılığında
gündeliğini tam olarak istemeye hakkı vardır. Bunların
ikisini de suçlu bulanlar iyi bolşevikler gibi kapitalist
düzeni suçlam aktadırlar. Bir insanın ne kadar iş çıkar­
tabileceğini anlamak için işverenler çok çalışmaktan yıl­
mayan bir işçi seçerler ve onun yapabildiğini diğerlerine
zorlamaya çalışırlar. Sendikalar da pek tabii olarak üye­
lerini belirli b ir m iktar tuğladan fazlasını yerleştirm em e­
ye zorlamaktadırlar. En çoğu yerine en azını yapmak
demek olan bu durumdan en çok yakınan işverenlerdir.
Oysa, onlar da aynı şeyi yapm akta ve «üretim i sınırla­

238
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ma» sözü altında az mal üretip pahalı satm ak yollarını


aramaktadırlar. Zaten kapitalist düzenin üzerinde kurul­
muş olduğu ilke budur.
Kapitalizm böylece işverenleri işçilere karşı kötü
davranmaya, işçileri de ellerinden gelenin en azını yap­
maya itelem iştir. Ve bu arada da her ikisinin en iyi yan­
larını ortaya çıkarttığı için övünm ektedir de. Bunun niçin
bir çıkmaza girm ekle sonuçlanmadığını sorabilirsiniz.
Oysa bu, günde birkaç kere çıkmaza girm ek demektir.
Kralın Parlamento'yıı açış söylevlerinde artık hep işçi­
lere ve işverenlere iyi insanlar olmaları ve bağdaşmaz
çıkarları ile m illetin sanayiini baltalamamaları konusun­
da öğütler bulunm aktadır. Kapitalist düzenin şim diye ka­
dar birkaç aylık duruşlardan fazla bir zarara uğramadan
işe devam etmesinin nedeni, bu düzenin henüz insan ta ­
biatını bütünüyle, herkesin tam bir iş ilkesine göre hare­
ket edeceği biçim de ele geçirememiş olmasıdır. M illetin
büyük bir kitlesi, bilgisizce ve alçakgönüllülükle, p a t­
ronların kendilerine verdiğini hiç ses çıkarmadan alm ak­
ta ve elinden geldiği kadar fazla çalışmaya gayret e t­
mektedir. Bunu yaparken de, ya Tanrı'nın hayatta ken­
dine lâyık gördüğü görevi yaptığına inanmakta ya da
hava şartları gibi karşı koyamayacağı birşey olarak bu­
na razı gelmektedir.
Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında bile ülkede cn-
dört m ilyon işçi varken bunun ancak bir buçuk m ilyonu
sendikalıydı. Yani, ancak birbuçuk m ilyonu emeklerini
Kapitalizmin düzenli iş ilkelerine göre satm aktaydılar.
Bugün bunların dört buçuk milyona yaklaşan kısmı Ka­
pitalizme dönm üşler ve m ilitan sendikalara üye olm uş­
lardır. Bunlar, yılda altı yedi yüz kere, iş anlaşmazlıkla­
rı adı verilen savaşlar verm ektedirler. M illetin bu yüzden

239
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

kaybettiği işgünü sayısı on m ilyonları bulm aktadır. Du­


rum bu kadar ciddi olmasaydı, insanların, gerçekte ken­
dilerini tehd it eden Kapitalizmin genişlemesiyken, kal­
kıp da Sosyalizmin yayılmasından budalaca yakınm ala­
rına kahkahalarla gülebilirdik. M ü lkiyet sahibi olmayan
işçiler yoksulluklarında Tanrı'nın parmağını görm ekten
vazgeçip, emeklerini en yüksek değerine satabilmek için
örgütlenm elidirler. Tıpkı toprak sahibinin toprağından,
kapitalistin sermayesinden, işverenin iş bilgisinden en
yüksek geliri elde etmeye çalıştıkları gibi I Sonunda,
varlığımızın bağlı bulunduğu ülke sanayii karşılıklı iki
tepeden hızla aşağı yuvarlanmaya başlar ve bu tepele­
rin birleştikleri yerde çarpışarak durur. Ya M ülkiyet,
Emeği açık seçik ve istemediği bir köleliğe mahkûm eder
ya da Emek galip gelir ve savaş, toprak sahibi kapita­
listten işverene, işverenden anonim şirkete, anonim şir­
ketten tröste ve son olarak da sanayicilerden m aliyeci­
lere geçiş aşamaları sonunda egemenliğin sermayedar
Emeğe geçmesi ile sona erer.
Bu açık savaşın ilk ilân edildiği günlerde işverenler
Parlamento üstünlüklerini kullanıp bunu suç olarak ce­
zalandırmaya kalkıştılar. Sendikalar fesat yuvaları ola­
rak ilân edildiler, sendika üyesi bütün işçiler fesatçı ola­
rak cezalandırıldılar. Bu hareket sendikaların kurulm a­
sına engel olacağı yerde bunların 'yeraltı'na geçmelerine
yol açtı. Yani, bunlar gizli to p lulu kla r haline geldiler ve
daha kararlı ve kanuna daha az saygılı insanların eline
geçtiler. Sonunda H üküm et bu sorunun baskı yoluyla
çözümlenemeyeceğini anladı. Kanunu uygulamaya ça­
lıştıkları birkaç olay ancak 'şe h it'le r yaratm ış ve Sendi­
kacılığı bastıracağı yerde güçlendirm işti.
Bunu gören patronlar işi kendi ellerine aldılar. Sen-

240
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

(İlkahlara iş vermemeye başladılar. Am a bunda da ba-


•,;arılı olamadılar, çünkü kendilerine yetecek kadar sen­
dikasız işçi bulam ıyorlardı. İşe aldıkları sendikalılar da
sendikasızlarla bir arada çalışmayı reddediyorlardı. Bu­
nu gören patronlar bu kez sendikaları 'tanım adılar'. Ya­
nı, ücret konularını sendika sekreterleri ile görüşecek
yerde doğrudan doğruya işçilerle teker teker görüşe­
rek çözümlemeye çalıştılar. Bu da başarısızlığa uğradı.
Yüzlerce, binlerce işçinin çalıştığı yerlerde bu adamlarla
leker teker bir anlaşmaya varm ak imkânsızdı. Bunu söz
konusu eden büyük iş adamları aslında hiçbir pazarlığa
girişmeme amacını güdüyorlardı. İşçiler gelecek ve fa b ­
rikanın verdiği ücret olduğu söylenen parayı alacaklar ve
hiçbir suretle pazarlık etm eyeceklerdi. Sendikaların ku ­
rulması pazarlık etm ek imkânını verdiği an, büyük iş-
.idamları kendi zamanlarından tasarruf etm ek için, bu
pazarlığın işçilerden tek biri ile, bu iş konusunda ve
pazarlık etm ekte yetenekli birisi ile, yani Sendikanın
sekreteri ile yapılmasını öngördüler. Böylece de sonun­
da, bütün gürültü, sendikaların büyük iş adamları ta ra­
lından tanınması ve sanayiin bir bölümü olarak kabui
edilmesiyle sona erdi. En sonunda çıkartılan kanunlar­
la sendikalar meşrulaştırıldılar.
İşçi Sendikaları karşısında işverenler de birleşmek
ihtiyacını duydular. Bunlar da, 'İşveren Federasyonu'
adını verdikleri sendikalar kurdular. Sermaye ve Emek
savaşı artık İşçi Sendikası ile İşveren Federasyonu sa­
vaşına dönüşm üştü. Bunların savaşları olan lokavt ve
grevlerin çağdaş askerî çatışm alar gibi aylarca sürdüğü
olur.
Bu savaşların bazıları, doğrudan doğruya kişileri
ilgilendirdiği halde, (Sendikacılığı açıkça savunan bir

241
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

işçinin işten atılması ya da grev sona erince elebaşının


işe alınmaması g ib i), kazanç ya da kayıp ücretler ve
çalışma saatları konusundadır. İki ayrı ücret düzeninin
olduğunu unutmamalısınız: Zamana göre ücret ve par­
ça başına göre ücret. Zamana göre ücret aylık, haftalık,
gündelik ya da saatlik olup bu süre içinde çıkan iş m ik­
tarı hesaba katılmaz. Parça başına ücretse çıkarılan iş
m iktarı karşılığında verilen ücrettir.
İşçilerin zaman ücretine, işverenlerin de parça ba­
şına ücrete taraftar olduğunu sanırsınız. Gerçekten de
ilk başlarda böyleydi. Fakat makineler bütün düzeni a lt­
üst ettiler. Parça başına ücret, işçiyi boş zaman harcat­
mayacak biçim de düzenlenmiş zaman ücretidir aslında.
İşçi, ücretini kazanmak için çok çalışmak zorundadır.
Ücretin m iktarını tayin edecek şey, kendi geçim ini sağ­
layacak m iktarı bir haftada, bir günde ya da bir saatta
çıkarabileceğidir. Günde onun çıkardığının iki katını çı­
karacak bir makinenin icat edildiğini düşünün. O zaman
cumartesi akşamı kazanacağı parayı çarşamba akşamı
eline geçirebilecektir.
Şimdi siz, onun yine eskisi gibi bütün hafta çalı­
şıp, eve iki misli para getirerek karısını sevindireceğini
düşünürsünüz. Fakat insan tabiatı böyle değildir. Bir li­
ralık bir boş zamanı, bir liralık ekmeğe ya da karısına
yeni bir şapka almaya tercih eder. Aslında yaptığı, yine
karısına her zaman verdiğini verm ek ve perşembe, cu­
ma, cum artesi günleri ta til yaparak patronunu işçisiz ve
belki de yetiştirm esi gereken işi teslim edememe duru­
munda bırakm aktadır. Onu bütün hafta işinin başında
tutabilm ek için patronu parça başına ücreti yarıya indir­
mek zorunda kalır. İşte kıyam et de o zaman kopar: Sen­
dika, indirime şiddetle karşı çıkarak, yeni makine işçilere

242
VI. KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

l>ir fayda sağlamayacaksa işçilerin artık çalışm ayacak­


larını öne sürer. Bir zamanlar yeni makinelerin konulm a­
nı işçileri başkaldırmaya sürükler, elişçilerinin yeni ma­
kinelerle donatılm ış fabrikaları yakıp yıkmalarına yol
uçardı. Bu öfkeli kitlelerin yerini Sendikalar alınca, yeni
makinelerin ortaya çıkması her zaman grev ve lokavtlar­
la son buldu. Fakat hırslı işçilerle öfkeli işverenlerin kar­
şılıklı tartışm aları yerini İşverenler Federasyonu ile işçi
Sendikalarının tecrübeli sekreterlerinin sakin konuşm a­
larına bırakınca; parça başı ücretini, yeni makineden iş­
çilerin de faydalanacağı bir biçim de ayarlamak gelenek
halini aldı. Şimdi artık tek sorun bunlardan herbirinin ne
kadar alacağıydı.
Zaman esaslı ücret düzeninde işçi yeni makinele­
rin konmasından hiçbir fayda elde edemez. Emeğinin
ürünü yüz katına da çıksa, kendisi yine eskisi kadar
yoksul kalır. İşte bunun için işçiler herzaman parça ba­
şına ücret isterler, işverenler de saat başına ücret ver­
mekten hoşlanırlar. Çünkü makineler işin içine girdiği
/.iman, insan makineyi çalıştıracağı yerde makine in­
sanı çalıştırır, iş başında dalga geçmek ya imkânsızla­
şır ya da denetlemesi çok kolay hale gelir.
Fakat çoğunlukla ne parça başına, ne de saat he­
sabıyla çalışanın bu konuda söyleyeceği bir şey olamaz.
Çünkü makineler işverenin bütün işçilerini işten çıkar­
ması ve yerlerine makinelerin sadece başlarında dura­
cak kızlar alması imkânını ortaya çıkarırlar. Biraz yuka­
rıda kadın ve kızların emeklerinin ücretler üzerindeki et­
kisini görm üştük. Bundan ayrı olarak da Sendikacılık
kadınlar arasında çok daha az yaygındır. Kadınlar sa­
nayi işçiliğini evleninceye kadar kendilerini geçindirecek
i|oçici bir iş olarak görürler ve işçiliklerini, bütün hayat­

243
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

ları boyunca sanayi işçisi olarak kalacaklarını bilen er­


kekler kadar ciddiye almazlar. Kadınların evlendikleri
zaman çalışma hayatından çekilm edikleri Lancashire do­
kuma sanayiinde kadın sendikaları erkeklerinki kadar
kuvvetlidir.
A kıllı bir kadın, yüzyıl önce Parlamento da olan
toprak sahiplerinin ve patronların bu kitabı okum adık­
larını ve mesleklerinin, geleneklerinin ve toplum sal du­
rumlarının farklılığına rağmen çıkarlarının aynı oldukla­
rını bilm ediklerini unutmamalıdır. Köy ağası, patronları
adi birer tüccar olarak görüyor ve onlardan nefret edi­
yordu. Patronlarsa, taşrada doğm ak talihine erişm iş olan
her aptalın bir köy ağası ya da soylu bir kişi olabilece­
ğini, oysa iş alanında başarıya kavuşm ak için iş yap­
ma yeteneğinin bulunması gerektiğini biliyorlardı. Ü stü­
ne üstelik toprak ağalarının üstünlüklerini ortadan kalr
dırmak arzusundaydılar. Fransa'da bu, 1789 yılında bir
devrim ile yapılm ıştı. Aynı biçim de bir devrim tehdidi
ile İngiliz işverenleri 1832'de Kral ve soyluları devamlı
bir halk kışkırtm ası sonunda ünlü Reform Kanunu'nu
çıkartm aya zorladılar. Bu kanunun çıkması sonunda
Parlamento egemenliği, toprak sahibi soylulardan sana­
yi patronlarının eline geçti.
Halkı kışkırtm anın ne demek olduğunu bilirsiniz.
Bu biraz mantık, biraz da karşı tarafa sövüp saymak de­
m ektir. 1832'den önce patronlar, Parlamento'da kosko­
ca Birmingham şehri tem sil edilm ediği halde, bir toprak
ağasının taşrada birkaç evi var diye Parlamento'ya gir­
mesinin saçmalığını belirtm ekten geri kalmıyorlardı. Çok
kim se büyük insanların büyük imtiyazlara sahip olm ala­
rı gerektiğini düşünüyor ve pis bir yer olduğunu iş ittik ­
leri Birmingham 'a aldırm ıyorlardı bile, işte bunun için

244
VI KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

işverenler toprak ağalarının bütün kötülüklerini açıklaya-


tnk kamuoyunu kışkırtm aya başladılar. Onların, koyun­
lun ve geyikleri için halkı kitleler halinde oturdukları
yerlerden sürdüklerini, A v Kanunu'nu merhametsizce
uygulayarak bir iki tavşan ya da kuş avlayan insanları
nn kötü katillerle bir araya kapattıklarını, malikânelerin­
de yaşayan köylülerin korkunç hayat şartlarını, bunla-
Mi ödedikleri acınacak derecede az ücreti, kendi to p ra k­
lım üzerinde İngiliz Kilisesinden başka bir tapınak ya­
pımına izin verm eyerek başka mezhepten olanlara çek­
tirdikleri cefayı; seçimlerde kendi adaylarına oy verm e­
yen dükkâncıları bo ykot ettirdiklerini ve o zamanlar iş
■idamları arasında pek yaygın olan "lo rd u n hoşnutsuzlu­
ğu ölüm h ü km ü dü r" deyim ini yaratan bütün diğer za­
limliklerini açık açık ortaya serdiler.
Bu korkunç durumların üstünde işleyen işverenler
sonunda kam uoyunu toprak ağalarına karşı öylesine kış­
kırttılar ki Fransız Devrim inin İngiltere'de tekrarlanm ası
korkusu Reform Kanunu'na olan muhalefeti yıkıverdi.
İşverenler, Kral IV. W illiam 'ın borçlarını ödeyerek ken­
disinin saygısını kazandıktan sonra, Parlamentoyu ta ­
sarıyı kanunlaştırm aya zorlayabildiler. Böylece bu olayla
da, Kraliçe V ictoria'nın önderliğinde, para delisi İngiliz
orta sınıfının egemenlik çağı açılmış oldu.
Toprak ağaları elbette ki bu yenilgiyi sessiz seda­
sız sineye çekecek değildiler. Lord S haftesbury'nin Fab-
ı ika Kanunları konusunda yarattığı ortam dan faydala­
narak kamuoyuna, patronlarının küçük parmaklarının bi­
le toprak ağalarının göbeklerinden daha geniş olduğunu
göstererek öç aldılar. Fabrika işçilerinin durumlarının
Am erika'daki çiftliklerde çalışan kölelerden beter o ldu­
ğunu, en berbat toprak ağasının işçisinin en kötü evi­

245
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

nin bile şehirde işçilerin oturdukları gecekondulardan


havadar olduğunu, patronların işçilerin İngiliz ya da
M ethodist kilisesine bağlı olduklarına aldırmıyorlarsa
da. Tanrı yerine Para'ya taptıkları için işçilerinin dindar
olup olmadıklarına da bakmadıklarını, siyasal bakımdan
işçilerini suçlam ıyorlarsa bunun nedeninin işçilerin oy
hakkı bulunmaması olduğunu, sendikacıları m erham et­
sizce suçlayıp hapislere tıktıklarını belirttiler. Ayrıca,
kadınların taşra malikânelerinde hizm etçilik ederek edin­
dikleri iyi huy ve göreneklere, köylüler ile ağalar arasın­
daki içtenlikli ilişkiye, büyük çiftliklerde yaşlılara ve has­
talara gösterilen saygı ve iyiliğe karşılık İngiliz fabrika
şehirlerindeki sefaletin, vahşetin, dinsizliğin, kalabalığın,
korkunç hastalık salgınlarının hep patronların oburlu­
ğundan ileri geldiğini söylediler.
Bunların hiçbiri de gerçekten uzak olmadığı halde,
"tencere dibin kara, seninki benden kara"dan başka
birşey değildi. Toprak sahibi beyler, patronların maden­
lerden ve fabrikalardan kendilerine sağladıkları hisse se­
nedi tem ettülerini reddetm iyorlar, Lancashire'daki to p ­
raklarında fabrika ve gecekondu yapılmasına karşı ko y­
muyorlardı. Ne de patronlar, para sahibi olduktan son­
ra büyük malikâneler almakta tereddüt ediyorlardı. İşte
bunların arasındaki kavga, Parlamentonun bütünü ile
toprak ağaları ve kapitalist patronlar, ya da onların tem ­
silcilerinden meydana geldiğini, proleterlerin oy hakkı
olmadığı halde Fabrika Kanunları'nın nasıl çıkabildiğini
gösterm ektedir. Fabrika Kanunları, toprak ağalarının Re­
form Kanunu'na karşı öçleriydi.
Yoksulların tamamen oyları yok değildi. Yılda kırk
şilin değeri olan bir tem ellük hakkına sahip kimselerin
birer oyu vardı. Eskiden kalma birtakım im tiyazlar epey

246
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

bir yoksul kitleye seçim lerde ağırlıklarını ortaya ko y­


mak fırsatını veriyordu. Bir İşçi m illetvekili çıkaramıyor-
lardı (işitilm em iş birşeydi bu) ama bazan Muhafazakâr
bir toprak ağası ile Liberal b ir patron arasındaki denge­
yi istedikleri tarafa kaydırabiliyorlardı. Muhafazakârlar
ve Liberaller, siyasal çıkarlarının aynı olduğunu ve İşçi ­
lere karşı birleşik bir cephe kurm ak gerektiğini anlamış
olsalardı, işçiler kendilerine devrimden başka bir çıkar
yol kalmadığını göreceklerdi. Oysa, bu iki parti ticarî
çıkarlarını bilm iyorlardı. Muhafazakâr, eski imtiyazlarına
sıkı sıkı sarılmıştı; Liberal de yeni kârlarının izini, köpe­
ğin tilk iy i kovaladığı gibi düşüncesizce kovalam aktaydı.
Bunların her ikisi de kendilerine kişisel bir önem lilik ver­
diği için Parlamento'ya girm ek istiyorlardı. Böylece ba­
kanların oturduğu ön sıraların, baronlukların, düklükle­
rin yolu açılacaktı akılları sıra. Liberaller Reform Kanu-
nu'nu çıkarttıklarından dolayı kendilerini bir reform par­
tisi olarak görüyorlar ve işçilerin de her zaman reforma
ihtiyaçları olacaklarından, liberal adayları m innetle seçe­
ceklerinden emin bulunuyorlardı.
Bu hayal ile liberal bir Hüküm et, işçi sınıfına oy
hakkı vaadederek onların desteğini elde etmeye kalkıştı.
Muhafazakârlar ilk başta buna öyle bir şiddetle karşı
koydular ki, hemen bir sonraki seçimde Liberalleri ik ti­
dardan atıverdiler. Fakat Benjamin Disraeli adında. Kari
Marx gibi siyasal hayatına proleterlerin savunucusu ola­
rak başlamış akıllı b ir Muhafazakâr lider, M uhafazakâr­
ları ülkede Liberallerden daha çok tutulduklarına ikna
edip, karşı koydukları birtakım ilkeleri kabule zorladı.
İşçilerin bir kısmı oy hakkını elde edince yine bu yolu
kullanarak bunu genişletmeye çalıştılar. Sonunda herkes
oy sahibi oldu. Yalnız kadınlar bu konuda özel ve şid­

247
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

detli bir savaş verdiler ve oy haklarını, 1914-18 sava­


şında yerlerini aldıkları erkeklerin işlerini yaparak ülke­
lerini utandırdıkları zaman elde edebildiler.
Önceleri M uhafazakârlar ile Liberaller arasındaki
dengeyi bozabilen proleter seçmenler, şimdi her ikisini,
de kovup kendi adaylarını seçebilir duruma gelmişlerdi.
Bunun farkına ilk önceleri pek varamamışlardı, halen de-
tam olarak varmış değildirler. Utana sıkıla Parlamento'ya
yolladıkları beş on m illetvekilinin «İşçi» sıfatları y o k­
tu. Bunlar Liberal Parti'nin işçi sınıfı üyeleriydiler. Libe­
ral Hüküm etlerin, fabrika kanunları ve halk eğitim i ile-
ilgilenen kendi halinde bir orta sınıf profesörüne ufak bir
bakanlık koltuğu vermeleri gelenek halini almıştı. Bu
bakan, diğer kabine üyeleri gözünde bir hiçti.
Bu sıralarda Kari M arx'ın Kapitalizmin günahlarını
açıklayan ünlü eserinin okuyucuları, aralarında sosyalist
dernekler kuruyorlardı. Bu dernekler, işçileri M arx'ın sı­
nıf bilinci dediği şeye vardırarak Liberal Parti'ye olan
geleneksel proleter bağımlılıklarını kopartıyorlardı. O
zamana kadar taşra çiftçileri ile toprak ağalarının ve şe­
hirdeki işadamları ile kapitalistlerin iki büyük iktisadi çı­
karını tem sil eden iki siyasal parti olduğunu sanan seç­
menler, artık Muhafazakâr ve Liberaller arasında işçi
görüşü bakımından bir fark olmadığını anlamışlardı. Bun­
ların her ikisinin de kazancı işçinin kaybı oluyordu. İşçi­
ler artık çıkarları çatışması gereken iki partinin, aslında,
m ülkiyet sahibi sınıfın partisi ile m ülkiyet sahibi olm a­
yan proleteryanın partisi olduğunu, yani Kapital partisi
ile Emek partisi olduğunu öğrenm işlerdi. Liberal Mr.
Gladstone ile Muhafazakâr Mr. Disraeli'nin hangisinin
Başbakan olacağı konusundaki Parlamento çatışması
önemli değildi. Sınıf bilincine varm ış proletere bütün

248
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

bunlar palavra gelir: Dünyayı döndüren şey Sınıf Çatış­


ması, ülkenin toprak ve sermayesine (Ü retim Araçları)
sahip olmak için mal sahipleri ile proleterler arasındaki
Sınıf Savaşıdır. Bunu kavrayan bir kimseye, sınıf bi­
lincine varm ış denilirdi.
Sosyalist Dernekler, Parlam ento'ya düşman gözü
ile baktıklarından işe kötü başlamış oldular. İşçileri Ka­
pitalizme boyun eğmeye kandırdıkları için Kiliseyi boy­
kot ediyorlar. Sendikacılığı yanlış bir çare olarak redde­
diyorlardı. M arx ve Engels'in, M orris ve Hyndm an'ın ön­
derliğindeki Sosyalizm; okum uş insansever erkek ve ka­
dınların vicdanlarının Kapitalizm in adaletsizlik ve zalim­
liğine başkaldırması sonucunda ortaya çıkan bir sınıf
hareketiydi. Bu türden en güçlü ve en soylu duygular,
haftalık ücretle çalışan sınıfın tarihinden ve proleter ha­
yat konusundan habersiz olmakla rahatça uyuşabilir.
Ücretli sınıfın en sadık orta sınıf savunucuları hizm et­
çileri, bahçıvanları, dem iryolu işçilerini, postacıları ta ­
nıyorlardı; fakat fabrika işçileri, madenciler ve liman iş­
çileri onların dünyaları dışında hayal insanlardı.
1880 yıllarında sosyalistler kabahatlarını anladılar.
Fabian Derneği kendisini anarşistlerden tem izleyerek
Sosyalizmi parlam enter tedbirler dizisi biçim inde ortaya
sundu. Böylece sıradan, kibar ve dindar bir vatandaşın
sosyalist olabilmesine ve hiçbir kanun dışı şüpheye yer
vermeden sosyalist bir derneğe üye olabilmesine imkân
verdi. Derneğin başkanlarından olan Mr. Sidney W ebb,
işçi sınıfı hayatını ve örgütlenm esini yakından incelemiş
ve işbirliği konusunda bir de kitap yazmış olan M iss
Beatrice Potter ile evlendi. Bu ikisi Sendikacılığın ger­
çekten bilimsel bir tarihini ilk kez yazdılar. Ve yalnızca
ücretlileri kendi siyasal tarihlerinin şerefinin bilincine

249
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

vardırmakla kalmayıp (M a rk s is t sınıf bilinçlenm esinde


çok önem li bir adım dır b u ), orta sınıf sosyalistlerine
ücretli dünyanın nasıl bir yer olduğunu gösterdiler ve
onları sosyalistlerin, insanların kendi kendilerine kur­
muş oldukları örgütlen görm ezlikten gelemeyeceğine
inandırdılar. Gerçekten güçlü bir proleter hareket ancak
bu kurulu örgütler üzerine Sosyalizmi yam ayarak elde
edilebilirdi.
Kendilerini hâlâ ilerici bir parti olarak gören Libe­
raller, bütün ilerici hareketlerin tabii olarak Liberal Par-
ti'y e yamanacağına inanıyorlardı. Fabian Derneği'nin
ileri gelen gazetelerin birinde ücretli işçilere karşı tu tu m ­
da Muhafazakârlardan daha tepkici ve düşmanca oldu­
ğu için Liberal Hüküm eti yeren bir yazısı çıkınca hem
çok şaşırmışlar, hem de çok bozulmuşlardı. Liberaller
öylesine şaşkına dönm üşlerdi ki, bu siyasal hainliğin
ancak Muhafazakârların rüşvet verm esiyle yapıldığını
ileri sürm üşlerdir. Fakat bir süre sonra gözleri faltaşı gi­
bi açılacaktı. Fabian Derneği saldırısını. Parlamentoda
hem Muhafazakârların hem de Liberallerin rakibi olacak
bir İşçi Partisi kurulması te k lifi ile geliştirdi. Eski bir
madenci ve işçi sınıfı önderlerinden biri olan Keir Hardie,
Bağımsız İşçi Partisi adında bir dernek kurarak bu te k ­
lifi uygulama alanına soktu. Bu yeni derneğin önderle­
rinden biri de, Fabian Derneği'nden Mr. Ramsay Mac-
Donald'dı. Öğrenimi ve işçi sınıfı dışındaki dünya üs­
tündeki bilgisi ile MacDonald, Parlamento'da Keir Har-
die'den daha başarılı olacaktı. Bağımsız işçi Partisi'nden
de siyasal bir federasyon olan İşçi Partisi ortaya çıktı.
Bu, sendikalardan ve Sosyalist Derneklerden meydana
gelmiş ve yönetim kurulunda bu örgütlerin delegeleri
bulunan bir Parti'ydi. O sıralarda Sendika üyesi olan

250
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

herkes her hafta bir penilik bağışta bulunduğundan bu


örgütün 325.000 sterlinlik bir siyasal fonu olacaktı. 1906
seçimlerinde Parlamento'da bağımsız bir parti kuracak
sayıda İşçi m illetvekili seçilm işti. 1923'de ise bunların sa­
yısı öylesine artm ıştı ki, ne Liberaller ne de Muhafazakâr­
lar tek başlarına çoğunluğu sağlayamıyorlardı. Mr. M ac­
Donald, İngiltere Başbakanı oldu ve Sosyalistlerden ve
Sendikacılardan meydana gelen bir kabine kurdu. Bu,
kendisinden önceki M uhafazakâr H üküm et'inkinden da­
ha becerikli bir kabine oldu. Bunun nedeni, kısmen üye­
lerinin kendi kişisel yetenekleri ile hiçlikten bu yüksek
makama erişm iş olmaları, kısmen de hiçbirinin kapita­
list sınıfın 'pam uklu baronu' düşlerini görm em eleriydi.
Gerçekte İşçi liderleri, İktisadî hayat okulu yerine iki soy­
lu üniversite bitirdikleri için zenginlerin daha üstün eği­
tim gördüklerini sanan rakiplerinden daha üstün ve daha
tecrübeliydiler.
Bu sonuçtan hoşnut olmayan Liberaller ve M uha­
fazakârlar, beceriksizliğini ispat için işçilere verdikleri
fırsattan pişman olarak, birleşm işler ve 1924 yılında
M acDonald'ı yerinden atm aya çalışmışlardır. Daha ül­
kede çoğunluğu sağlayamamış olmasına rağmen, İşçi­
lerin özellikle rezil olacaklarını sandıkları Dışişleri Bakan­
lığındaki başarıları ile rakiplerinin ödlerini patlatan M ac
Donald'ın Rus Kom ünist Hüküm eti ile ilgisi olduğunu
yayarak ülkeyi kandırmaya çalıştılar. Seçimlerin sonu­
na kadar süren panik havası sonunda ortadan silinen
İşçi Partisi değil fakat masum Liberal Parti oldu.
Genel bir seçime panik katmanın tehlikesi de, nor­
mal zamanlarda kimsenin ciddiye almayacağı siyasî de­
lilerin, ülkenin tehlike içinde olduğu avazelerini kopa­
rarak aklı başında adaylar yenilirken, m illetvekili seçil­

251
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

meleridir. 1906'da Çinli işçiler sorunu ortaya atılınca


üçüncü sınıf Liberal adaylar, birinci sınıf Muhafazakâr­
ları yerlerinden attılar. 1924'de Kızıl Rus korkusu üçün­
cü sınıf Muhafazakârların birinci sınıf Liberalleri kovm a­
sının nedeni oldu. Her iki durumda da sonuç, kazanan
partinin niteliğini kaybetm esi olm uştur. M ısır'daki ada­
mımız Serdar, İngiliz seçim lerinin hemen sonrasında ö l­
dürülünce zaferlerinden başı dönm üş Muhafazakârların
M ısır'ı, suyunu kesmekle te hd it etmelerine Başbakan
M r. Baldvvin engel olamadı. Bütün A vrupa'yı hayrete
düşüren bu hareketi Mr. M acDonald'ın yapm ayaca­
ğından herkes emindi. H üküm et ne tehdidini yerine ge­
tirebileceğini, ne de bu saçma tehdidi savurmakla ülke
içinde ve dışında taraftar toplayam adığını görünce epey
süksesini kaybetti. Bunun sonunda da Rus korkusu ile
elde ettiği desteği M ısır fiyaskosu ile kaybetm iş oldu.
Bundan sonra Hüküm et, Sendikaların delicesine bir
genel grev tehdidi ile yine ipin ucunu kaçırdı. Ruslar
grev fonuna epey yüklü bir para gönderdiler. Ürkek ve
öfkeli Hüküm et de, bir fareyi bile korkutam ayacak bu
tehlikenin derecesini ölçm ekten âciz olduğundan Sen­
dikacılığı yasaklayan bir kanun tasarısı getirdi. Rusya
ile diplom atik ilişkileri kesti. Bu arada da seçim şokun­
dan kurtulm uş olan İşçi m illetvekilleri resmî M uhalefet
koltuklarına iyice yerleştiler.
Hikâyeyi bugüne (1927) kadar uzatırsak, orduları­
nı Sendikalar biçim inde örgütleyerek Sınıf Savaşı'ndaki
savunma hareketlerine başlamış olan Proleterya, kazan­
dıklarını kanun haline getirmeden elinde tutam ayacağı­
nı anladığı için, kendisini siyasal bakımdan bir İşçi Par­
tisi olarak örgütlem işti. Bu Parti bundan sonra, kendi­
lerine Muhafazakâr ve Liberal adlarını veren iki kapita­

252
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

list partinin arasına yeter sayıda Parlamento üyesi ile


girm iş ve Proleterya ile Proprieterya'nın (M ü lk sahip­
leri), aslında iki esas sorunun parçaları olan çeşitli so­
runlar üzerinde karşıkarşıya kaldıkları er meydanına atıl­
mıştı. Bu iki sorundan birincisi m illi toprağa, sermayeye
ve sanayie m illet tarafından m illet için mi sahip olunup
yönetileceği, yoksa bunlarla istediklerini yapm akta ser­
best olan bir özel kişi azınlığına mı bırakılacağıydı. İkin­
cisi de, kapitalist düzen devam ettikçe kim in üstte ka­
lacağıydı. Sermayenin sahibi mi yoksa emeğin sahibi
mi? Bunlardan birincisi Sosyalist bir sorundur. Çünkü
toprak, sermaye ve sanayiin yönetim i kendi eline geçin­
ceye kadar Hüküm et, ne ürünlerin ne de onları üreten
emeğin dağıtımını eşitleştiremez.
İkinci sorun. Sendikacılık sorunudur. İşçi Partisi'n-
de yalnızca gelir eşitliğini amaç edinm iş sosyalistler de­
ğil, aynı zamanda Emeğin aslan payını alması şartıyla
sanayide kapitalist yöntem in uygulanmasına hiçbir iti­
razı olmayan Sendikacılar da vardır. Proleterlerin aslan
payını almaları ve toprak sahiplerinin, kapitalistlerin ve
patronların yoksulluğa terkedilm eleri şartı ile kapitalist
düzeni devam ettirm ek, bugünkü düzeni devam e ttir­
mekten kolaydır. Çünkü işçiler, ustalar, teknisyenler ve
bunların karıları, kızları nüfusun onda dokuzunu m ey­
dana getirm ektedirler. Dokuz tatm in edilm iş insana kar­
şı bir tatm in edilm em işi olm ak, hiç şüphesiz, dokuz ta t­
min edilmemişe karşı bir tatm in edilm işi olm aktan daha
çok tercih edilecek bir şeydir. Başka bir deyimle, seç­
menlerin onda dokuzu tarafından desteklenen bir H ükü­
metin toprak sahiplerinden ve kapitalistlerden, bunları
malikânelerini ve arabalarını kiracılarına satm ak zorunda
bırakacak kadar ağır bir vergi alması kolay birşeydir.

253
Böylece, arkasında halk kitlesi olan Sendikacı bir
Hükümet, hakedilmemiş kazançları acımadan vergilen­
direrek, Fabrika Kanunları ile, ücretleri ayarlayan Ücret
Kom isyonları ile, fiyatları ayarlayan Fiyat Komisyonları
ile m illi geliri öylesine dağıtabilir ki; şim diki zengin­
ler yoksullaşır, yoksullar da kalkınırlar. Üstelik bu düzen­
leme sonunda durum şim diki çoğunluğun yoksul azınlık
olduğu durumundan çok daha dengeli olur. Bunun sü­
rekliliğini tehd it eden tek nokta; m ülkiyet sahiplerinin,
hemen hemen hepsi ve vergi tahsildarları tarafından el­
lerinden alınacak olan kira ve faizleri toplamamalarıdır.
Yılda bin sterlin geliriniz ve iş yapma yeteneğiniz
varsa kendinizi H üküm et adına yüzde yetm iş beş kom is­
yonla çalışıyor farzedebilirsiniz. Ama bu kom isyon yüz­
de yirm i beşe düşer de, bin sterlininizden 750'sini öde­
mek zorunda kalırsanız, ne yaparsınız? Parlamento ya
hakim oldukları zaman m ülkiyet sahipleri nasıl Emeğin
elinden son kuruşunu alabilmek için çaba gösterm işler­
se, tabii. Emek de, eşit dağıtım bir doğma haline gelme­
dikçe, M ü lkiye t'in elinden son kuruşunu alabilmek için
elinden geleni ardına koym ayacaktır. Bu anda m ülkiyet
sahibi sınıflar kendilerini Sosyalizmden kurtarm ası için
Sendikalara sarılmaktadırlar. Kendilerini Sendikalizmden,
yani Sermayedar Emek'ten kurtarm ası için Sosyalizme
sarılacakları zaman da yaklaşm aktadır. Am erika'da Sen­
dikacılık, Büyük İş çevreleri ile birleşerek uykuda olan
ortağını iyice sıkıştırm aya başlamıştır. Buna ilerde daha
ayrıntılı olarak değineceğiz.

254
22
YERLİ SERMAYE

KAPİTALİZM İ bir bütün olarak uzun uzun inceledik.


Şimdi de bir kaç bölümde, küçük bir sermaye sahibi ka­
dın olsaydınız, bunun sizi nasıl etkileyeceğini inceliyelim:
Yani, kendi sınıfına özgü biçim de yaşayabildikten sonra
alinde gelirini arttırm ak için sermaye olarak kalan bir pa­
raya sahip bir kadın olduğunuzu düşünelim. Bir işçi ola­
rak değil de, kendi el emeğiyle para kazanan bir kadını
ele alacağım.
Diyelim ki, bu kadının işi hesap yapmakla ilgilidir
(m uhasebecidir), ya da yazı yazar (sekreter ya da yazar
olabilir) ya da m üşterilerini bürosunda bekleyeceği yer­
de onların ayağına gitm ektedir (söz gelişi, d o kto rd u r).
Eğer üç sekreterin yapacağı işi yapan bir hesap makinesi
alacak kadar bir para biriktirebilse ya da duruma göre
bir dikiş makinesi, yazı makinesi, bisiklet ya da o to ­
mobil alabilirse; bunların yardımı ile kendi başına yapa­
cağından daha çok iş yapacak ve daha çok para kazana­
caktır. Bu makineye onun sermayesi denecektir (çok
kimse iktisattan sözederken bu yanlışlığa düşer). Oysa,
sermaye o makineyi almak için biriktirilen paraydı ve
şimdi makine yapımcıları tarafından yutulduğu için artık
ortada yoktur. Şimdi var olan yalnızca m akinedir ve bu
da devamlı olarak eskim ektedir ve hiçbir zaman yenisi
(iyatına satılm ıyacaktır. Değeri yıldan yıla düşer ve so­
nunda ilk maddesi olan demirin fiyatına eşit olur.
Şimdi de bu kadının evlendiğini ve mesleğini bir ka­
nlık, analık ve bunlara benzer bir mesleğe dönüştürdü­

255
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

ğünü düşünelim. Ya da tram vay hattının işletm eye açıl­


ması ya da sokaklardaki taksilerin artması ona istediği
yere özel arabası ile gideceğinden daha çabuk ve daha
ucuz gitm ek imkânını verm iş olsun. O zaman hesap ma­
kinesini, yazı makinesini, dikiş m akinesini ya da araba­
sını ne yapacaktır? Bunları ne yiyebilir ne de giyebilir.
Hesap makinesi göm lek ütülemez, dikiş makinesi yum ur­
ta pişirmez, yazı makinesi toz almaz ve bütün üstünlük­
lerine karşı otom obil bebeği yıkamaz.
Bu yazdıklarımı kendisini pratik bir iş adamı zanne­
den bir erkeğe gösterirseniz; size benim çocukça bir
yanlışlığa düştüğüm ü, bir hesap ya da yazı makinesini
yiyebileceğini, bir otom obille en azından yüz bebeği yıka­
yabileceğini söyleyecektir. Bütün yapılması gereken şey
makineyi satjp parası ile yiyecek almak ve otom obil sa­
tıp bir kaç dadı tutm aktır. Bu işleri aynı zamanda pek
çok kimse yapmadığı sürece bu iddiasında haklıdır da.
Pratik iş adamları bir noktayı her zaman unuttukları için
siyasal bakımdan tedavisi olmayan birer budaladırlar. D i­
kiş m akinesini satıp parası ile yiyecek aldığınız zaman,
gerçekten dikiş makinesini yiyecek haline getirm iş sayıl­
mazsınız. Dikiş makinesi yine eskisi gibi yenmez birşey
olarak kalır, hatta bir devekuşu bile ona diş geçiremez.
Bütün olup biten ş u d u r: Elinizde artık istem ediğiniz bir
dikiş makinesi olan siz yiyecek birşeyler istediğinizden,
elinde yedek yiyeceği olan fakat bir dikiş makinesi iste­
yen başka bir kadın bulm uşsunuzdur. Sizin elinizde ih ti­
yacınız olmayan bir dikiş makinesi var ve karnınız açtır.
Onun da karnı to k tu r ve bir dikiş makinesine ihtiyacı
vardır. Aranızda bir değiş tokuş yaparsınız, hepsi bu ka­
dar. Bundan kolay birşey olamaz!
Fakat bir noktaya dikkatinizi çekerim: Bu pazarlığı

256
VI KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

yapmak için iki ayrı şeyi isteyen iki insan gereklidir. Eğer
her ikisi de aynı şeyi istese ya da aynı eşyadan k u rtu l­
mak isteselerdi, aralarında bir anlaşma olamazdı. Maliye
Hakanının pratik bir iş adamı olarak, gelir yerine serma­
yeden vergi almak istediğini düşünelim. Tanesi 5 sterlin
mJen dikiş makinelerine sahip binlerce kadından makine
haşına rahatlıkla 3 sterlin vergi ödeyebileceklerini söyle­
yerek bu vergiyi tahsile kalktığı zaman ne olacaktır? Ü ş­
üme üstelik bir de Parlamento'dan Sermaye Vergisi di­
ye bir kanun çıkartabilirse, bütün kadınlar makinelerini
satmak zorunda kalacaklardır. Bunun sonu nereye vara­
caktır?
Makinesini satışa çıkaran kadın, karşısında bir alıcı
hulamıyacaktır. Bunu belki de ancak birkaç şiline sata­
cak ve bu da vergisini ödemeye yeterli olmayacaktır.
Vergiyi tahsil edemiyen tahsildar onun mallarına haciz
koyacak; yani, dikiş makinesini alacaktır. Fakat o da bu
kadar makineyi satamıyacağı için bunları olduğu gibi M a­
liye Bakanlığına devredecektir. Bakanlık ise beklediği
binlerce sterlin yerine, elinde satılmayan bir sürü dikiş
makinesi olduğunu görecektir. Pratik iş adamlarının di­
kiş makinelerinin ekmek haline getirilebileceklerini söyle­
dikleri için Bakanlık parasız, kadınlarsa dikiş makinesiz
kalacaklardır sonunda.
Bu konu üstünde biraz düşünürseniz, özel işlerle
Devlet işleri arasındaki ayrılığı hemen anlayacaksınız.
Özel işler, insanların kendi başlarına teker teker ve ara­
da sırada yaptıkları işlerdir. Devlet işleriyse hepimizin ka­
nunen aynı anda yapmaya zorunlu olduğumuz işlerdir.
Evinizde özel işlerini yapan özel bir kadınsınız. Fakat
Parlamento'ya ve hatta Kabineye girerseniz, bir devlet
adamı olursunuz, özel kişi olarak, «Şunu ya da bunu ya­

257
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

parsam,» diye düşünürsünüz. Fakat Devlet adamı ola­


rak, «Herkes şunu ya da bunu yaparsa,» diye düşünm e­
lisiniz. Buna «Kant Testi» adı verilir.
Sözgelişi, siz M aliye Bakanı olsanız, sağduyunuz
evinizdeki 5 sterlinin dikiş makinesi ile bir tutulam ıyaca-
ğım size söyler. Fakat yine o aynı sağduyunuz yılda 5
sterlinlik bir gelirin 100 sterlinlik bir hazır paraya eş o l­
duğunda sizi kandıracaktır. Çünkü 100 sterlin istediğiniz
takdirde kom isyoncunuzun bunu size yılda 5 sterlin fa­
izle bulacağını bilirsiniz. Şu halde yılda 5 sterlin geliri
olan herkese yılda 30 sterlin vergi koyabilirsiniz. Bunu
yaparken de, siz 30 sterlini aldığınız halde vergi m ükelle­
finin kendisine de 70 sterlin kalacağını düşünebilirsiniz.
Şimdi izin verirseniz bu 5 sterlinin size özel olarak 100
sterlin değerinde olduğunu, M aliye'ye ise 5 sterlinden bir
metelik bile fazla değeri olmadığını anlatıvereyim.
Size para biriktirm enin imkânsızlığını anlatırken,
gündelik pek çok işin para biriktirm eye benzediğini ve
bunlara biriktirm e adının verildiğini söylem iştim . Oysa,
bunlar, dikiş m akinesini satıp parası ile yiyecek almak ne
kadar dikiş makinesini yemek sayılırsa o kadar para bi­
riktirm ek sayılabilirler. Şimdi onları hatırlamaya çalışma­
yın; yeniden anlatmak daha kolay olacaktır. 100 sterlini­
nizin olduğunu ve bunu biriktirm ek istediğinizi düşüne­
lim. Yani, şu an yerine, gelecek bir zamanda bunu harca­
mak istiyorsunuz. Paranın karşılığı olan eşyalar hemen
kullanılmazsa çürüyeceğinden, bu imkânsızdır. Fakat bir
sokak ötede, ana-babasının ölm esi ile kendisine yılda
yalnız 5 sterlin kalmış bir kadının yaşadığını düşünün. Bu
kadın, elbette bu para ile yaşıyamaz. Ama 100 sterlin ha­
zır parası olm uş olsaydı, başka bir yere göç edebilir, bir
daktilo bürosu açabilir; küçük bir dükkân tutar, para ka-

258
VL KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

/anmak yollarını öğrenmek için ders alabilir, iyi iş bulma


şansını arttırm ak için üstbaşını düzeltebilir ve bunun g i­
bi daha bir sürü şey yapabilirdi. İşte şim di sizin bu ka­
dınla değiştokuş yapmanızdan kolay birşey olamaz. Size
her yıl 5 sterlin verm eyi vaadederse, siz ona hemen har­
caması için 100 sterlininizi verirsiniz. Bankeriniz ya da
komisyoncunuz sizi bir araya getirecektir. Siz ona gidip
yüzde beş faizle 100 sterlininizi yatırm ak istediğinizi söy­
lersiniz; diğer kadın da yine ona gidip yılda 5 sterlinini
hazır para karşılığında satm ak istediğini bildirir. Adam
küçük bir kom isyon karşılığında bu işi yapar. Fakat bu
alışveriş öyle garip adlar altında yapılır ki, ne siz ne de
diğer kadın gerçekte olup biteni anlıyamazsınız. Size 100
sterlin 'yatırım ' yapmış, 100 sterlin değerinde ve ülkenin
toplam sermayesine 100 sterlin katkıda bulunm uş bir
kadın gözü ile bakılır. Diğer kadın da 'serm ayesini ger-
çekleştirm iş'tir. Fakat aslında bütün olup biten, sizin 100
sterlininizin harcaması için diğer kadına verilm iş olması
v e sizin hiç çalışmadan ülkenin gelirinden yılda 5 sterlin
alma hakkını elde etm iş olduğunuzdur.
Şimdi yılda 5 sterlinlik gelire 30 sterlinlik vergiyi
koyduğunuzu düşünelim. Ya da Muhafazakâr bir H ükü­
metin, yılda 5 sterlini olanların istedikleri zaman bunu
100 sterline satabileceklerini bilen pratik iş adamları ta ­
rafından kandırılarak bu kanunu çıkarttığını düşünelim.
Ya da, sermayeyi özel ellerden alıp, Devlete vermek is­
leyen bir İşçi Hüküm eti bunu yapmış olsun. Hükümet,
sermayeye yüzde otuz bir vergi ister ve m illetvekillerin­
den büyük bir çoğunluk da bunu gerçekte ne olduğunu
bilmeden lehinde oy kullanırlar. M uhalefettekiler de aynı
bilgisizlikle, konunun özünü kavramadan oylarını tasarı­
nın aleyhinde kullanırlar. Sonunda ne olur? Yılda 5 ster­

259
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

lin geliri olan hiç bir insan 30 sterlin ödeyemiyeceğine


göre, bu 5 sterlini 100 sterline satar ve vergisini ödedik­
ten sonra kalan 700 sterlini yeniden bir işe yatırır. Fakat
parasına karşılık alacağı m iktar 100 sterlin olmayacaktır.
Çünkü herkes gelecekteki gelirini hazır para karşılığı sat­
mak isteyeceğinden, kimse bu hazır parayı bulamıyacak-
tır. İş eninde sonunda yine dikiş makinesi hikâyesine dö­
necektir. Kadın, vergi tahsildarına vergisini ödeyemiyece-
ğini, isterse ev eşyasına haciz koydurup satabileceğini ve
cehenneme kadar yolu olduğunu söyleyecektir (böyle
durumlarda akıllı kadınlar sert konuşurlar). Fakat vergi
tahsildarı, ona eşyasının işe yaramadığını, bütün kapita-
litslerin eşyalarını satm ak zorunda olduklarından ve bun­
ları ancak vergilendirecek sermayesi olmayan yoksul ki­
şiler almaya talip çıktıklarından söz edecek ve sonunda
mobilyalarının beş para bile etm ediğini ve bunları alıp gö­
türm enin nakil masrafını bile karşılamıyacağım söyleye­
cektir. Bunun üzerine Hükümetin yapacağı tek şey, kadı­
nın 5 sterlinini altı yıl ve dört ay süre ile elinden alması­
dır. Bu son dört ay, beklemesi için gereken zamanın fai­
zidir. Diğer bir deyimle Hükümet, kadının gelirinin gerçek
sermayesinin de hayalî olduğunu anlayacaktır.
Fakat bu vergi, gelir vergisi gibi her yıl uygulanacak­
sa yine de yeterli olamaz. Çünkü altı yıl sonra kadının
180 sterlin borcu olacaktır ki, yılda 5 sterlinlik gelirinden
vazgeçip, çalışarak hayatını kazanması kendisi için daha
hayırlı olacaktır. H üküm et de sermaye üzerinden vergi
almanın imkânsız olduğunu, sermayenin varolan birşey
olmayıp, uzun zaman önce yenm iş birşey olduğunu ka­
bul zorunda kalacaktır.
Bu gibi vergilerin imkânsızlığını ispat eden ve halen
yürürlükte olan bir sermaye vergisi de vardır. Bu, öldü-

260
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

flümüz zaman geride bıraktığım ız malların hayalî serma­


ye değerinden alınan M iras V ergisi'dir. İnsanların bunu
ödeyebilmelerinin tek nedeni, hepimizin bir anda ölmedi-
(jimizdir. Biz insanlar çok seyrek ve yavaş yavaş ölürüz.
Yılda bin kişide yirm isi ya ölür ya ölmez. Bu yirm i kişi­
den ikisinden fazlasının da sermayesi yoktur. İnsan, bun­
ların mirasçılarının gelirlerinin bir kısmını, miras vergisi­
ni ödemek için kolaylıkla satabileceğini sanır. Nasıl olsa
bunların alıcıları da, babaları ya da amcaları son zaman­
larda ölmem iş diğer kapitalistlerdir. Ama buna rağmen
Hükümet alacağını tahsil için uzun bir süre beklemek zo­
rundadır. Bu vergi çok budalaca bir vergidir. Bu, Devleti
mirasın bir bölüm üne ortak edip, mal mülke el koyma fır­
satını verdiğinden değil, uygulanmasının çok zalimce ve
haksızca olmasındandır. Bir yüz yıl içinde üç kere el de­
riştiren bir mülk bunun ağırlığını pek duymaz. Ama bir
yıl içinde üç kere el değiştiren (sözgelişi, salgın hastalık
zamanlarında) diğer bir mülk, vergileri ödendikten sonra
sıfıra düşer ve mirasçıları da zenginlikten yoksulluğa te ­
petaklak yuvarlanıverirler. Vasiyetnam enizi hazırlarken
yoksul kişilere değerli eşyalar bırakmamaya gayret edin.
Bu malları saklamak isterlerse imkânları dışında bir m i­
ras vergisi ödemek zorunda kalacaklardır. Ve belki de bu
vergiyi ödeyebilmek için, bıraktığınız malları satacaklar­
dır.
Bu, öylesine az anlaşılan bir şeydir ki, başka konu­
larda aklı başında kim seler bu konuda ülkenin serm aye­
sinin savaştan önceki on bin m ilyondan savaş sonunda
otuz bin milyona çıkmış olduğunu hesap ederler (sanki
savaş ülkeyi yoksullaştırdığı yerde zenginleştirm iş g ib i),
ve Parlamento'da bu otuz bin m ilyonu sanki varolan bir
servetm iş gibi vergilendirm eye ve bununla savaş m as­

261
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

raflarını ödemeye kalkışırlar. Bu korkunç savaşa yedi bin


milyon, madenler, demiryolları ve fabrikalara yirm i bin
milyon harcadığımızdan ve bunlar İngiltere Bankası ile
diğer Şirket ve Tröstlerin defterlerine yazıldıklarından,
bunların halen var olduğunu ve bizim, herkesin nüfusun
onda dokuzunun halini görüp anlıyacağı gibi feci şekilde
yoksul bir m illet olduğumuz halde çok zengin bir m illet
olduğumuzu sanırlar.

23
PARA PAZARI

ŞİMDİ DE sizi yine para sahibi bir kadın kabul ede­


rek, para alışverişinizin yapıldığı ve adına «Para Pazarı»
denen o esrarlı kuruluşu anlatayım.
Paranın alınıp satıldığı bir pazar ilk bakışta saçma
birşey olarak görünür. Akla uygun olarak, «Beş liralık
balık istiyorum ,» diyebilirsiniz ama, «Beş liralık para is­
tiyoruz,» demek çok gülünç birşeydir. Beş liralık para,
beş liradır. Beş lirayı başka bir beş lira ile değiştirm eyi
kim ister ki? Para değiştiricilerinden başka hiç kimse pa­
ra satın almak istemez. Bunlar da yabancı paraları satın
alır ve siz başka ülkelere giderken size satarlar. Fakat
İngiltere'de kimse İngiliz parası almak istem ediği halde,
biz paramızı kiralamak; yani, ödünç almak isteriz. Ödünç
almak ve kiralamak her zaman aynı şeyler değildirler.
Komşunun tavasını ödünç alıp ertesi günü kupkuru bir
teşekkürle geri verebilirsiniz. Fakat para pazarında kibar­
lık yoktur: Aldığınızın bedelini öder, verdiğinizin bede-

262
VL KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

İmi alırsınız. Ve üstelik ödünç aldığınızı geri vermek diye


bırşey yoktur; bunu hemen tüketirsiniz. Komşunuzdan
ödünç olarak tava değil de, bir somun ekmekle bir mum
i deseniz, ekmeği yiyeceğiniz ve mumu yakacağınız bel­
lidir. Ona daha sonra yeni bir mum ile taze bir somun
vereceksiniz. Para aldığınız zaman ise, gerçekten aldığı­
nız şey, paranın satın alacağı şeylerdir. Yani, hemen tü ­
ketilecek mumlar, ekm ekler ve diğer eşyalar. Bir lira
ödünç alırsanız demek ki bir liralık bir eşyaya ihtiyacınız
vardır. O eşyayı geri veremezsiniz; bütün yapabileceği­
niz iş bir lira değeri olan yeni bir şey ya da bir hizmet
yapmak ve bunun karşılığında alacağınız lirayı geri ver­
mektir. Hem ne olursa olsun, siz borcunuzu ödeyinceye
kadar, alacaklınız o liranın karşılığı olan şeyleri tükete-
miyecektir. Eğer ona beklediği süre için fazladan bir şey
öderseniz, ondan aldığınız paranın kullanılma kirasını
ödüyorsunuz demektir.
O zaman ona karşı hiçbir m ükellefiyetiniz olmaz;
günkü onun size yaptığı gibi, siz de ona bir hizm ette bu­
lunuyor sayılırsınız. Bunu ilk bakışta görm eyebilirsiniz,
(akat hele bir düşünün bakalım Ödünç verilen bütün pa­
ralar yedek paralardır, insanların kendilerini geçindirmeye
yetecek paraları olmadan borç verecek paraları olamaz.
Bu yedek para yedek eşyalara, özellikle yiyeceğe, yani,
hemen kullanılmazsa çürüyüp yokolacak şeylere sahip
olmak için elverişli bir senettir. Komşunuzun geçen haf-
ladan artakalan bir somun ekmeği varsa ve siz bunu y i­
yip ona gelecek hafta taze bir somun verm eyi vaadeder-
seniz, ona karşı bir hizmette bulunm uş olursunuz. Ger­
çekte, ailesinin yiyeceğinden fazla bir somunu bulunan
kadın, bunu çöp tenekesine atacağı yerde komşusuna,
<!stersen sen bu somunu al ama bana haftaya taze bir

263
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

yarım somun ver,» diyebilir. Yani, ekmeği çöpe atarak


gireceği zarardan kurtarm a hizmeti olarak yarım somunu
te klif edebilir.
İktisatçılar buna 'Olumsuz Faiz' adını verirler. Bu da,
siz paranızı isteyene kadar sizin için yedek paranızı sak­
laması için başkalarına verdiğiniz paradır. 'Olumlu Faiz'
de, başkalarından sizin paranızı saklamaları için aldığınız
paraya denir. Bunlardan biri de diğeri kadar olağandır.
Kimsenin size borç vermek için üstüne para verm em esi­
nin, aksine sizden borç alanın size faiz vermesinin tek
nedeni; bu gelirin eşit olmayan bölünm esi düzenimizde,
borç verecek kadar yedek parası olan insanın çok az ve
hemen yiyeceğine yetecekten azına sahip olan insanın
çok fazla olmasıdır. Öyle ki, her zaman yedek parayı hem
hemen sarfedecek ve hem de ilerde bunu taze mallarla
iade edecek ve borç verene üstelik fazla para verecek in­
sanlar bulunur. İktisatçılar bu paraya 'perhiz ödülü' adı­
nı verm işlerdir. Aptalca birşeydir bu. İnsanlara ikinci bir
yemek yiyem em ekten ya da aynı anda yarım düzine elbi­
se giymem ekten ya da on evde aynı zamanda oturm a­
malarından dolayı ödül verilm esi gerekmez aslında. A k ­
sine, bu fazlalıkları kendileri adına kullanan insanlara
bunlar m üteşekkir olmalı ve üstüne bir para da verm e­
lidirler. Pek çok yoksul içinde bir kaç zengin olacağı yer­
de, bir çok zengin olsaydı; bankerler paranızı saklamak
için sizden yüksek bir faiz istiyeceklerdi. O zaman 100
sterlininiz olsa ve bunu gelecek yıla kadar saklamak is­
teseniz ve bunun için bir bankaya başvursanız, banka
müdürü; «Özür dilerim,» diyecekti. «Ama yüz sterlininiz
gelecek yıla belki yetm iş sterlin kalır. Elinizde bu kadar
yedek paranız olduğu için Tanrıya şükretm elisiniz. Hiç
para biriktirm em eniz çok daha iyi olur sizin için. M asrafı­

264
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

nızı arttırın; paranızı, tem sil ettiği şeyler çürümeden, ke­


yifle yemeye bakın. Bankacılık eski bankacılık değil ar­
tık!»
Elbette bu. Kapitalizm düzeninde olamaz. Çünkü
Kapitalizm ülkenin gelirini öylesine dağıtır ki, çoğunluk
yoksul kaldığı halde bir kaç kişi çok zengin olur. Bunun
için şimdi, bütün yedek paranızı ödünç verebilir (yatırım
yapar) ve tamamını geri alana kadar yılda şu kadar faiz
alabilirsiniz. Bu bekleme bedeline faiz, ya da İncil dilinde,
'Tefecilik' adı verilir. 'Faiz', kibar bir sözcüktür. Kısaca­
sı, ödünç alan yedek paranızın kullanılmasını kiralamış
olur ve bu alışverişte dürüstlükten uzak ya da şerefsiz
bir yan yoktur.
Para Pazarı, şehirde yıllık gelirlerin hazır yedek pa­
ra karşılığında alındığı yerdir. Kiralanmaya sunulan ye­
dek para ile satışa sunulan gelirlerin çok ya da azlığına
göre, 100 sterline alabileceğiniz gelir günden güne deği­
şir. Bu aynı zamanda, gelirin sağlamlığına ve yıldan yıla
değerinde olabilecek farklılıklara göre de değişir. Yedek
100 sterlininizi bir yere yatırması için borsacınıza g ö tü r­
düğünüz zaman (yani para pazarında size bir gelir kira­
laması için ), o size benim bu satırları yazdığım sırada
sağlam olarak yılda dört buçuk sterlin, sallantılı olarak
altı sterlin ve hiçbir şey alamama olanağını göre alırsa­
nız 10 sterlin bulabilir.
Bu resmî para pazarı ile yoksulların hiçbir alışverişi
yoktur. Onların hazır para almak için gösterecekleri tek
garanti kazançlarından haftada ancak şu kadar ödeyebi­
lecekleri vaadidir. Bu da, bir hisse senedinden ya da ta ­
pudan çok daha fazla şüpheli birşey olduğu için bunlar
alacakları paraya karşılık büyük faizler ödemek zorunda­
dırlar. Sözgelişi bir kadın haftada on kuruş karşılığı bir

265
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

lira alabilir. Alışılagelm iş faiz oranı budur ve bu da y o k­


sul insanlara çok olağan gelm ektedir. Bu, 100 sterlini
kullanmak için yılda 433.50 sterlin ödemek anlamına gel­
diği için, yüzde 433.50 faiz demektir. Zengin insanlar
böyle bir m iktarı ödemeyi hayallerinden bile geçirmezler.
Ödeme imkânsızlığı tehlikesi daha büyük olduğundan in­
san, yoksulluğu oranında daha çok faiz öder. Bundan do­
layı gazetelerde, kiralık para fiyatının İngiltere Bankası
tarafından tespit edildiğini (bunun için adına Banka Fa­
izi denir) ve bu m iktarın yüzde beş olduğunu ya da yüz­
de dört buçuğa düşürüldüğünü ya da yüzde altıya çıka­
rılacağını okuduğunuz zaman sakın kendinizin ya da baş­
ka birinin bu faizle para bulabileceğiniz hayaline kapılma­
yın. Bu, ancak Hüküm et gibi, büyük şirketler ve ban­
kacılar gibi, aldıklarını ödemeleri şüphesiz olanların ban­
kalara ödeyecekleri faizdir. Bu durumda da, faiz oranı,
bunların ödeyip ödememelerindeki sağlamlığa göre değil
ortada ödünç verilecek paranın miktarına bağlıdır. Bu
faiz oranı ne kadar düşerse düşsün, çamaşırcı kadın y i­
ne yüzde 433.50 ödeyecektir. Çünkü hem onun aldığını
geri ödeyememe tehlikesi büyüktür; hem de parayı lira
olarak verip karşılığını haftadan haftaya toplam ak, m il­
yonları birden verip faizini altı ayda bir toptan almaktan
çok daha güçtür. Üstelik bu çamaşırcı kadın, en iyi dos­
tu sandığı komşu tefecinin kendisine bir m ilyonerden çok
faiz ödettiğini bilmeyecek kadar bilgisiz ve çaresizdir.
Paranın fiyatı ödünç alındığı amaca göre de değişir.
Sizin bu para pazarı ile, ödünç alıcıdan çok ödünç verici
olarak ilgilendiğinizi umarım. Faizci olm aktan korkmayın
sakın( tekrar ediyorum bunda şerefsiz birşey y o k tu r),
kimse sizin yatırımlarınıza ödünç verme adını verm eye­
cektir. Oysa, ne denirse densin bunlar ödünç verm edir

266
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

gerçekte. Yalnız bu borç kişilere değil özel şartlarla şir­


ketlere verilm ektedir. Şehirlerdeki iş adamları devamlı
olarak böyle şirketler kurarlar ve giriştikleri büyük bir iş
için onlara ödünç para vermenizi isterler. Bu büyük iş
yanıbaşınızdaki sokakta bir mağaza, bir otobüs işletm e­
si, And dağları altında bir tünel, Pasifikte bir liman, Ma-
laya'da bir kauçuk çiftliğ i ya da para getireceğine inan­
dıkları herhangi birşey olabilir. Fakat bu adamlar sizden
paranızı, geri verinceye kadar faiz ödemeleri şartına bağlı
olarak almazlar. Onların teklifine göre, iş kurulduğu za­
man size ve sizin gibi diğer ödünç verenlere (ki, bunlara
hisse sahipleri denilir) ait olacak ve kâr etmeye başlayın­
ca bu kâr herkese, ödünç verdiği para oranında dağıtıla­
caktır. Diğer yandan şirket kâr etmezse paranızı kaybet­
miş olursunuz. Şirket sizin ona verdiğinizden fazlasını
harcamışsa siz bunu ödemek zorunda değilsiniz. Onla­
rın deyimlerine göre sorum luluğunuz sınırlıdır.
Bu rastlantıya kalmış bir iş tir: Eğer utangaç (ya
da tedbirli) iseniz, bu şirketler sizi cesaretlendirmek için
paranızı belirli bir faiz karşılığı vermenizi söyleyebilirler.
Sözgelişi yüzde altı ya da yedi bir faize razı gelirseniz, di­
ğer ortaklar ellerine birşey almaya başlamadan siz bu
faizi alırsınız. Fakat bu takdirde de, ne kadar çok olsa bi­
le kârdan buna ek birşey alamazsınız. Bu hisselere te r­
cihli hisseler, diğerlerine adi hisseler adı verilir. Bu her
ikisinin de bir kaç çeşidi vardır; fakat hepsi de yedek pa­
rayı kiralamak yollarıdır. Tek ayrı oldukları nokta, size
paranızı vermeniz için ileri sürdükleri şartlardır.
Bir hisse senedi aldıktan ve bu size bir gelir g e tir­
meye başladıktan sonra, hazır paraya ihtiyacınız olduğu
her an bunu yedek parası olan ve bu yedek parayı bir
gelir ile değiştirerek 'biriktirmek' isteyen birisine pazar

267
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

fiyatı üzerinden satabilirsiniz. Para Pazarının hisse senet­


lerinin bu şekilde alınıp satıldığı bu bölüm üne 'B orsa' adı
verilir. Hisse senedinizi satm ak için bir kimsenin aracı­
lığı gerekir. Bu kişiye, 'Borsa Kom isyoncusu' denilir.
Borsacı, şirketin durumunu, gelirleri için arz edilen yedek
paranın m iktarını, satışa sunulan senetlerin miktarını
gözönünde tutarak bir fiya t tayin eder.
Böylece Borsa'nın meşru işi, kurulm uş olan şirket­
lerin hisse senetlerini alıp satm aktır. Borsa aynı zaman­
da spekülasyon adı verilen ve hayalî hisse senetlerine
büyük fiyatların te k lif edildiği garip bir oyun ile de uğ­
raşır ama biz bir an için bunu bırakalım da, alışverişi ya­
pılan hisselerin aşağı yukarı hep kurulm uş şirketlere ait
olduğuna dikkat edelim. M illî bakımdan önemli olan, ye­
dek paranın uygulanma biçim idir. Bu da eski şirketlerin
senetlerini almakla olmaz; yeni şirketlerin kurulmasına,
ya da hiç olmazsa eskilerin genişletilm esi amacına yönel­
melidir. Borsa'da yapılan alışveriş bunun ölçüsü olamaz.
Sözgelişi, 50 bin sterlininiz olduğunu ve bunu dem ir yolu
hisse senetlerine yatırdığınızı düşünelim. Böyle yapm ak­
la ne bir metre ray döşenmesini ne de fazladan bir katar
kaldırılmasını sağlayabilir, hatta ne de varolan vagonlara
bir battaniye satın aldırabilirsiniz. Paranızın demiryolları
üzerinde hiçbir etkisi olm ayacaktır. Bütün olup biten, si­
zin adınızın başka bir hisse senedi sahibinin adı yerine
geçtiği ve eğer o hissesini size satmasaydı; ne alacak
idiyse, onu şim di sizin alacağınızdır. Ü stelik onlar sizin
verdiğiniz 50 bin sterlini alacak ve bununla istediklerini
yapacaklardır. İsterlerse bunu M onte Karlo kum arhane­
lerinde harcayacaklar ya da İşçi Partisi'ne bağışta bulu­
nacaklardır. Siz kumardan nefret edebilir ya da İşçi Par-
tisi'nden tiksinebilirsiniz. «Eğer bunu bilseydim , hisseleri

268
VL KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

prensiplerini iyice bildiğim ve parayı har vurup harman


savurmayacağına güvendiğim bir insandan alırdım da,
p.ıracıklarımın ne olduğuna aldırmayan o namussuz bor­
sacıdan almazdım,» diyebilirsiniz. Ama bu telâşınız boş
yere olurdu. Uygulama alanına gelince, hisse senetlerini
ancak Borsa'da kayıtlı şirketlerden alabileceğinizi, para­
n ı n gerçek sonunun sizin denetiniz dışında olduğunu öğ­
renirsiniz.

24
SPEKÜLASYON

BUNDAN ÖNCEKİ bölüm de sizin bir kapitalist o l­


duğunuzu kabul edip işe başlamıştım. Şimdi de belki b i­
raz kumarbaz olduğunuzu düşüneceğim. Kumardan nef­
ret etseniz bile çağdaş toplum şartları bunun nasıl o y ­
nandığını bilmenizi öngörm ektedir. Eğer böyle bir bilgi­
niz olmasaydı; bir adamın hayatında elini oyun kâğıdına
sürmemiş, rulet masasına oturm am ış, at üstüne para ya­
tırmamış ve yalnızca Borsa'da mali işlerle uğraştığını bi­
lerek gönül rahatlığı ile onunla evlenebilirdiniz. Bir de ba­
kardınız ki, bir hafta sizin su gibi para harcamanıza ses
çıkarmadığı halde, bir sonraki hafta yeni bir şapka bile
alamıyacak kadar yoksul olduğunuzu söyleyiverecekti.
Kısacası, kocanız kumarbaz tabiatlı bir adam olmadığı
halde siz kumarbaz bir adamın karısı rolüne girecektiniz.
Bir iki sayfa önce Borsa'da oynanan ve adına «Spe­
külasyon» denen bir oyundan söz etm iştim . Şimdi size
bu oyunu açıklıyacağım. A rtık ister bundan kaçınır, is­
ter balıklama içine dalarsınız; bu yalnızca size kalmış bir

269
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

iştir. Kapitalizmin doğurduğu en yaygın ve en heyecanlı


bir kum ar biçim idir bu.
Bunu anlamak için şunu bilmeniz ge re kir: Londra
Borsası'nda bir hisse senedi alıp parasım hemen verm e­
yebilir ya da bir hisse senedi satıp parasını hemen alma­
yabilirsiniz. Bu hesaplar belki de onbeş gün sonraya dü­
şen bir hesap gününde görülür. İlk bakışta bunun nasıl
bir değişiklik yaratacağını anlamayabilirsiniz. Ama kau­
çuk, petrol, kömür, bakır ve tarım ürünlerinin iyi ya da
kötü olması ile şirketlerin işlerinin ve üm itlerinin nasıl ar­
tıp eksildiğini bir düşünün hele. Bütün bunlar hisse sa­
hipleri arasında bölüştürülecek paranın az ya da çok ola­
cağını belirleyen unsurlardır. Hisse senedi fiyatları yıldan
yıla değil, günden güne saattan saata ve hatta Borsa-
nın çok heyecanlı anlarında dakikadan dakikaya değişir.
Yıllar ya da yüzyıllar önce yeni bir şirketin kurulması için
verilen 100 sterlin şim diki sahibine yılda 5000 sterlin de
getirebilir, 5 sterlin de. Hatta hiçbir şey getirm iyebilir de.
Yeni iken sahibine 100 sterline m alolm uş o hisse senedi
şimdi bu gün 100 bin sterline, yarın 30 sterline satılabi­
lir ve bir başka gün hiç satılm ayabilir. insan sabahları ga­
zetesini açınca hemen Borsa haberlerine bakıp ne kadar
zengin ya da yoksul olduğunu öğrenir. Parasını Hüküm e­
te ya da Belediyeye ödünç verip bunların hisse senetle­
rinden almadıysa, elindeki senetlerin hiçbir hafta aynı de­
ğerde kalmadığını görecektir.
Şimdi bu iki şeyi birbirine ekleyin bakalım Hisse
senedi değerindeki bu sürekli artış ve ertesi hesap gü­
nüne kadar para verilm esi gerekmediği konusundaki
Londra Borsa'sının kuralı.
Cebinizde ne bir kuruş yedek para ne de satacak
bir hisse senedi olmadığını düşünün. A şirketinin hisse­

270
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lerinin birkaç gün içinde değerlerinin yükseleceğini öğ­


rendiğinizi kabul edelim. Aynı zamanda B şirketinin hisse
senetlerinin de düşeceğini duym uş olabilirsiniz. Eğer bu
gerçekse, para kazanmak için bütün yapmanız gereken
şey A şirketinin hisselerini satın alıp B şirketininkileri
satmaktır. «Param olmayınca nasıl alabilirim, senedim
olmayınca nasıl satabilirim ?» diye soracaksınız. Buna
cevap vermek çok k o la y d ır: Ne parayı ne de senetleri
hesap gününe kadar meydana çıkartm ak zorunluluğunda
değilsiniz. Hesap gününden önce de A senetlerini alış
fiyatınızın üstüne satar, B senetlerini de satacağınızdan
ucuza alırsınız. Hesap günü gelince, bir yandan sattığı­
nız senetlerin parasını, diğer yandan satın aldığınız se­
netleri teslim alırsınız. A senetlerinin parasını ödeyip, B
senetlerini sahibine teslim ettikte n sonra, satın aldığınız
gün ile hesap günü arasındaki değer farkını cebe indirir­
siniz. Ne kadar basit değil mi?
Buna «Spekülasyon Oyunu» adı verilir. Fakat ya
tahminlerim yanlışsa diye düşünebilirsiniz. Ya A senet­
leri değerlerini kaybeder ve B senetleri yükselirse ne ola­
caktır? Sık sık olan birşeydir bu. Öylesine korkulacak bir
durum da y o k tu r ortada. Bütün kaybedeceğiniz, iki se­
net arasındaki fiy a t farkıdır. Bu da her yüz sterlinde beş
on sterlinlik bir zarar olacağından, malınızı mülkünüzü re­
hine koyar ve yine işe başlayabilirsiniz. Hatta bazı du­
rumlarda talihinizin dönmesini bekleyerek bu hesabınızı
bir sonraki hesap gününe ertelemeniz imkânı da vardır.
Bu oyun bir talih oyunu olduğu kadar bir bilgi, ma­
haret ve karakter (ya da karaktersizlik) oyunudur. İnsa­
nın başarılı olması için iyi bir tahm in kuvveti ya da hisse
senetleri fiyatlarını etkileyecek nedenleri bilen işin içinde
bir tanıdığı olmalıdır. Bazı kadınlar bu oyunu at yarışı o y­

271
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

nar gibi oynarlar. Bazıları da oyunun kurallarını bilen bor­


sacıların aracılığına başvururlar. Bazıları ise kapkaççıla­
rın vaadlerine aldanırlar.
İşte şimdi Londra Borsasında oynanan kumarları an­
lamış bulunuyorsunuz. Bu oyunun çeşitli biçim leri, cins­
leri, kuralları vardır. Fakat oyunun özünü değiştirmez
bunlar. Hergün N ew York, Londra ve diğer Avrupa Bor-
salarında milyonlarca sterlinlik spekülasyon oyunları oy­
nanır. Ne alıcının parası, ne satıcının malı vardır oysa. Bu
borsaların bulunduğu ülkelerse bu alışveriş sonunda
M onte Karlo'nun rulet masalarından kazandığından fazla
birşey kazanm ıyorlardı. Bu işe harcanan insan enerjisi,
cesareti kurnazlığı doğru yola yöneltilm iş olsa, gecekon­
dularımız ortadan kalkar, salgın hastalıklar yokolur, ha­
pishaneler boşalırdı. Ve bütün bunlar da, Kapitalizmin
bunları yarattığı gün sayısından daha az bir saatte olur
biterdi.

25
BANKACILIK

BORSA, Para Pazarının ancak bir bölüm üdür. İş


yapmak için para kiralamanın en yaygın yolu bankada
bir hesap açtırm ak ve ihtiyacınız olduğu zaman yedek
parayı oradan kiralamaktır. Geri ödeyebileceğinize gü­
vendiği sürece banka müdürü istediğiniz parayı verir; as­
lında da, biraz ilerde göreceğimiz gibi bu onun işidir za­
ten. Hesabınızda olandan fazla para çekmenize izin ve­
rerek size bu kolaylığı sağlar. Ya da iş yaptığınız birisi
size gelecekteki bir tarihte belirli bir parayı ödeyeceğini
belirten bir kâğıt verm işse (bu yazılı vaade 'bono' deni­

272
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lir) ve banka m üdür de bu adamın vaadini tutacağına gü­


veniyorsa, o m iktar parayı size hemen öder. Yalnız o
adamın parayı ödemesine kadar geçecek zaman için bir
kira bedeli (faiz) düşer. Buna, bonoyu 'isko n to etm ek'
adı verilir. Bu alışveriş yedek parayı kiralama yoludur.
Gazetede paranın ucuzladığını ya da değerlendiğini oku­
duğunuz zaman bu, yedek para kiralamak için bankaya
verilecek bedelin düştüğü ya da yükseldiği anlamına gel­
mektedir.
Ingiltere Bankası'nın Banka Faiz Oranını yükselttiği
ya da düşürdüğü için bazan birtakım gürültülerin kop­
tuğunu duyarsınız. Bu, Banka'nın, bonoları daha çok ya
da daha aza kıracağı dem ektir. Bu oran yükseltildiği za­
man bankanızdan hesabınızdan fazla para çekmişseniz;
banka müdüründen gelen bir m ektup sizi hemen hesabı­
nızı ödediğiniz takdirde çok memnun olacağı konusunda
uyarır. Aslında ise, yedek kazançların ortadan kalktığını
ve size bunları sağlamakta devam edemiyeceğini ve şim ­
diye kadar verdiklerini iade etmenizi söylem ektedir. Bu
durum sizin için çok zararlı olabilir, işinizi genişletemez-
siniz. Bundan dolayı Banka Faiz Oranları yükselince iş
adamları ağlayıp sızlarlar, düşünce de sevinçlerinden
havalara zıplarlar. Banka Faiz Oranı genel olarak yedek
para kiralamanın fiyatının göstergesidir.
Peki bu bankalar bu kadar yedek parayı nereden
toplarlar? İşi gücü olmayan ya da bankada hesabı varsa
çekmeyen ve senet iskonto ettirm eyen akıllı bir kadın
için banka; çeklerinin ödendiği, parasının saklandığı ve
bunun için kendisinden bir ücretin alınmadığı bir yerdir.
Hatta elinde fazla parası varsa, belirli bir süreden önce
haber vermeden, çekmemek şartıyla, bu parasını kiralar­
lar da. Akıllı kadın kendi kendine nasıl olup da böylesine

273
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

bedava hizm etler gördükleri halde; koca koca binalar


yaptırm alarının, temiz giyim li memurlar, terbiyeli m üdür­
ler tutm anın m üm kün olduğunu soracaktır.
Bunun sırrı, insanların bankalardan yatırdıkları ka­
dar para çekmemeleridir. Hatta bunu çekseler bile az bir
süre için dahi olsa bankada kalır bu para. Sözgelişi cu­
martesi günü yazacağınız bir çekin karşılığı olan 100
sterlini sağlam bir yerde saklamak için bankaya yatırdı­
ğınızı düşünelim: Bu çek ancak gelecek Pazartesi günü
tahsil edilecektir. Yani, sizin yüz sterlininiz bir hafta ban­
kada kalacaktır ki, banka bu parayı bir haftalığına iki şi­
lin karşılığında kiralayabilir.
Banka işlemleri arasında bu kadar kârsız olanları pek
az yer tutar. Çoğu insan parasını bütün yıl bankada tu ­
tar, her hafta ödeyecekleri m iktarı yatıracak yerde yuvar­
lak bir rakam yatırıp bütün yıl buradan ödemelerini ya­
parlar. Bir hesap açtırabilm iş en yoksul bir kadın bile en
son kuruşunu çekmek zorunda kalacağı sefalete pek
seyrek olarak düşer. Hesabı bir kaç liraya düştüğü za­
man beş on lira daha koyması gerektiğini bilir. Bu tü r­
den işleri her banka yapmaz ya! Böyle bir hesap açtır­
mak isteseniz İngiltere Bankası M üdürü öfkesinden m os­
m or kesilip sizi hemen kapı dışarı ettirir. Banka m üşteri­
leri öyle insanlardır ki; kim inin her zaman için 20, kiminin
100, kiminin de 1000 sterlini bankada durur. Yani, ban­
kaya ne kadar çok para yatırsalar ya da çekseler her za­
man çekm edikleri bir para kalm aktadır. Bütün bu para­
lar toplandığı zaman da bankanın elinde olağanüstü m ik­
tarda yedek para birikm iş olur. İşte bankalar bu paraları
kiraya vererek o büyük kârlarını elde ederler. Bu yüz­
den de size saygılı davranabilm ektedirler.
Bankada parası olan ve hesabını belirli bir miktarın

274
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

altına düşürm em ekte titiz lik gösteren akıllı kadın şimdi


de, korku ile, bankasının kendi parasını kendi ihtiyacı
olana kadar saklayacağı yerde gerçekten bunu başkala­
rına ödünç mü verdiğini soracaktır. Evet! Banka zaten
bu işi yapmak için kurulm uştur. Bu kez akıllı kadın, ya
bir çek yazdığım zaman bankada bunu ödeyecek para o l­
mazsa, diye kuşkuya düşecektir. Elbette bütün m üşteri­
leri aynı günde bütün paralarını çekmek isterlerse olacak
olan budur. Fakat bu hiçbir zaman yapılmaz. Yine de,
belki olabilir ama diyeceksiniz. Aldırm ayın; banka olabi­
leceklerle değil, olanlarla ilgilidir. Olan da, bankalar ya tı­
rılan her bir liraya karşı kasalarında istendiğinde verilm ek
üzere on kuruş saklarlarsa bunun yeterli olduğudur.
Bankacılığın ne olduğunu ve bankacıların kiraladık­
ları yedek parayı Kereden bulduklarını öğrenm iş bulunu­
yorsunuz. Size sıkıcı gelecekse de şunu tekrar hatırlat­
malıyım : Bu yedek para gerçekte, genellikle çabuk bozu­
lur maddelerden meydana gelen yedek kazançtır. G ünü­
müzün en büyük kamu tehlikelerinden biri de bankacıla­
rın bunu bilmemeleridir. Bu adamların kiralama düzeni
içinde bu parayı alıp kullanma hakkını satmaları «Kredi»
adı altında gizlenmektedir. Bunun sonucunda da banka­
cılar Kredi'yi yenip içilebilen, giyilebilen, kendisinden ev,
demiryolu, fabrika yapılabilen birşey olarak görm ektedir­
ler. Oysa, gerçek Kredi, borç verenin, borç alanın aldığı
bu parayı ödemeye imkân olacağı konusundaki düşün­
cesidir.
Ama düşünceler ile işçiler beslenmez, evler yapıl­
maz. Bir kadının kredi ile yaşadığını, kredi ile ev yaptır­
dığını ya da kredi ile bir otom obil aldığını duyduğunuz za­
man bunların hiçbirini yapm am ış olduğuna emin olabilir­
siniz. Gerçekte yiyecek ile yaşamakta, evini doyurucu

275
GENÇ BİR BAYANA SO SYALİZM

yem ekler yiyen insanlara tuğla ve harç ile yaptırm akta,


gayet patlayıcı benzin dolu bir otom obille oradan oraya
gitm ektedir. Eğer bütün bunların parasını kendi verme-
diyse başka biri verm iş demektir. Bunlara kredi ile sahip
olması demek, banka m üdürünün onun gelecekteki bir
zamanda bunları eşit değerde mallarla ödeyebileceğine
inanmış olması demektir. Fakat bu kadın bankaya gidin­
ce, müdürden yiyecek, tuğla ya da otom obil istemez :
Kredi ister. Banka müdürü de ona şu m ikta r para çekm e­
si için izin verdiği zaman bu, gerçekte şu kadar yiyecek,
şu kadar tuğla ve bir otom obil alması için gerekli bir
izindir. M üdür ise kadına kredi verdiğini zanneder ve
söyler. Böylece de bütün banka m üdürleri kredinin yenip
içilecek ya da maddi birşey olduğuna inanmışlardır. Aynı
zamanda kendilerinin krediyi çoğaltıp azaltarak bu har­
manı çoğaltıp azaltacaklarına da inanırlar. Gazetelerdeki
haberler, banka m üdürlerinin yıllık toplantı konuşmaları,
Parlamento'daki mali tartışm alar hep 'krediyi çoğaltm ak',
'krediyi kısm ak', 'krediyi kaldırm ak' gibi saçma sözlerle
doludur. Sanki birisi krediyi kürekliyorm uş gibi! A kıllı
adamlar, bankanın birisine beş bin sterlinlik yedek geçin­
ce verdiği zaman, bunun beş bin sterlinlik kredi de de­
mek olduğunu ve ikisinin bir arada on bin sterlin ettiğini
hesap edip dururlar. En yakın tım arhaneye tıkılm aları ge­
reken bu insanlar hem halk arasında hem de Parlamen-
to'da taraftarlar bulurlar oysa. Bunlar sanayiimizi (yani
gemiler, fabrikalar, lokom otifler yapm am ızı) kredi ile ge­
nişletmemizi savunurlar. 2 rakamını kalemle 4 haline ge­
tirerek ülkedeki malların m iktarını arttıracaklarını sanır­
lar bunlar. Yedek geçince eksikliği Ingiltere Bankasını
Faiz Oranını arttırm aya zorlayınca bunlar kendilerinin iş­
lerini genişletm esine engel olduğu için Ingiltere Bankası

276
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

yöneticilerini suçlarlar. Sanki iyi havada civayı alçak dü­


zeyde tutam ıyan barometreden bir farkları varm ış gibi bu
yöneticilerin. Bu adamlar 'p ra tik iş adam ları' oldukları
için herşeyi kendilerinin daha iyi bildiklerine inanırlar. Fa­
kat m illi amaçlar açısından bunlar tehlikeli hayallere ka­
pılmış m anyaklardır ve bunların öğütlerini tuta n H ükü­
met, gemilerini kısa zamanda kayalara otu rtu r.
Şu halde bankadan aldığınız paranın, bankaya ya tır­
dığınız paranın, hisse senedi alarak şirketlere. Belediye­
ye, Hükümete verdiğiniz paranın fiyatını te s p it eden şey
nedir? Borsada hazır para karşılığında satılan gelirlerin
fiyatını te sp it eden kim dir?
Bu, piyasada kiralanmaya hazır yedek geçincenin
( 'b iriktirilm iş ' paranın) m iktarı ile bu parayı kullanm ak
isteyen ve bedelini vermeye hazır olan insanların m iktarı
arasındaki orana göre değişir. Bir yanda gelirlerinden da­
ha az bir para ile geçinen ve ellerindeki yedek mallar çü­
rümeden bunları elden çıkarm ak isteyen m ülkiyet sahip­
leri vardır. Diğer yanda ise, m ülkiyet sahiplerinin tüke-
tem ediklerini, yeni işler kurm ak ya da eski işlerini geniş­
letm ek için çalıştıracakları emekçilere yedirm ek için al­
m ak isteyen iş adamları vardır. Bunların yanında da, ge­
lirlerinin fazlasını yem iş m üsrif m ülkiyet sahipleri bulu­
nur. Bu adamlar gelirlerini (ya da bunun bir kısm ını) sat­
mak ve borçlarını ödem ek isterler. İşte bütün bunların
arasında yedek paranın ve gelirlerin ucuz ya da pahalı
olmasını ayarlayan bir 'A rz ' ve T a le p ' doğar. İstek çoğa­
lır ya da mal azalırsa fiy a t yükselir, aksi olursa düşer.

277
26
PARA

PARA PAZARI konusunda artık pek çok kişiden


fazla bir bilginiz olm uştur. Fakat hisse senetlerinin de­
ğerlerini günden güne etkileyen nedeni bilm ek yeterli de­
ğildir. Bütün paramız yedek para halinde bulunmaz. Y i­
yecek, giyecek ve barınak için para harcayanlarımız ya­
nında hisse senedi alanlar azınlıktadır. Yedek parası ol­
mayan çoğum uz İskoçyada av köşkleri, Borsada spekü­
lasyon yapma hayalleri kurarız ama yine de para kullanı­
rız. Yeryüzünde para diye birşey olmasaydı paranın de­
ğerini ne te s p it edecekti? Para nedir?
Sözgelişi, altın parayı ele alalım Belki de savaşın
altın sikkeleri silip süpürüp yerine 'Hazine Parası' deni­
len kâğıt parayı sürdüğünü hatırlayacak kadar yaşlı ve
belki de tekrar altın sikkelerin piyasaya çıkışını görecek
kadar gençsiniz. A ltın para nedir? Gümüş bir kaşığın bir
yum urta yeme aracı olduğu gibi altın para da birşeyler
satın alma aracıdır. Bu tü r araçlar olmasaydı, alım satım
imkânsız olurdu. Para diye birşeyin olmadığını ve o to ­
büsle bir yerden bir yere gitm ek istediğinizi düşünün. Bi­
letçi bilet kesmeye gelince kendisine eşeğinizi te k lif edip
bilet parasının üstünü patates ile ya da bir kaz te klif
edip üstünü yum urta ile tamamlamasını istersiniz. Bu
öylesine güç, pazarlık öylesine uzun olurdu ki; bir daha­
ki sefere otobüse binm ek yerine eşeğe binm eyi tercih
ederdiniz. Gerçekten de otobüsler komünize edilip, paralı
bilet usulü kaldırılmadıkça kim se bu zahmete katlanıp
otobüse binmeyeceği için, hiç otobüs olmazdı ya.

278
Bir eşeği oradan oraya taşım ak, hatta eşek sizi ta-
şısa bile, onun değeri kadar altını taşım aktan çok daha
fazla sıkıntılıdır. Bunu gören H üküm et de, altını her biri
eşit ölçülerde parçalar halinde keserek bunları alım satım
işlerinde kullandırm aktadır. A ltın kadar kıym etli bir ma­
denin kullanılmasını gerektirm eyecek alışverişlerde ku l­
lanılmak üzere H üküm et ayrıca güm üş ve bronz paralar
bastırmış ve bunların şu kadarının bir altın değerinde o l­
duğunu kanunla te s p it etm iştir. Alışveriş de bundan son­
ra kolaylaşmış olur. Biletçiye eşeğinizi verecek yerde, bi­
let değerinde para verirsiniz ve hiçbir gürültü çıkmadan
iki saniyede işinizi bitirm iş olursunuz.
İşte böylece paranın yalnızca alışveriş için gerekli
bir araç olmakla kalmayıp aynı zamanda bir eğer ölçüsü
de olduğunu görüyorsunuz. Elde para varken, bir eşeğin
şu kadar kaz ya da yarım at değerinde olduğunu söyle­
meyi bırakıp şu kadar para ettiğini söyleriz. Bu da, he­
sapların tutulm asını ve ticaretin m üm kün olmasını sağ­
lar.
Bu, A B C demek kadar kolaydır. Kolay olmayan
şey, eşeğin değerinin niçin on beş şilin olduğunu söyle­
yebilm ektir. Ya da niçin on beş şilin bir eşek değerinde­
dir? Buna vereceğiniz karşılık, on beş şilini olan bir
insanın on beş şilinden çok bir eşek istediği ve bu fiyata
satıcı olanın da eşekten çok on beş şilini istediğidir. A lı­
cı eşek istediği halde, bunu ona on beş şilinden fazla
verecek kadar çok istem iyordur. Alıcı da, paraya ihtiyacı
olduğu halde eşeği on beş şilinden aşağı verm iyecektir.
Böylece bir değiş tokuş yapm ış olurlar. Karşılıklı ihtiyaç­
ları o rakamda dengelenmiştir.
Bir eşek ancak bir eşektir; ama on beş şilin, yiyecek­
ten başlayıp ucuz bir şemsiye kadar on beş şilinin alabi­

279
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

leceği herşeyi tem sil eder. Herhangi m iktarda bir para bir
geçinceyi tem sil eder. Fakat geçincsyi yeyip, içip giye­
bildiğiniz halde Hazine kâğıtlarını ya da madenî paraları
yeyip içemiyeceğinizi unutmamalısınız. İki şilinlik b ir ma­
denî paranız varsa sütçü size yarım kilo yağ verecektir.
Fakat bir kedinin bir ütü olmadığı gibi bir kilo yağ da bir
maden parçası değildir. Yağ olmamış olsaydı, m ilyonlar­
ca şilininiz olsa bile, kuru ekmek yemek zorunluğunda
kalacaktınız.

Üstelik yağ da her zaman iki şilin değildir. Bazan iki


buçuk şiline yükseldiği olur. Kilosuna bunun dörtte birini
verm iş oldukları halde bunu çok pahalı bulan insanlar
hâlâ aramızda yaşamaktadırlar. Yağın bol olduğu zaman
ucuz, az olduğu zaman pahalı olduğunu söylem ek ko­
laydır, fakat işin tek bir yanıdır bu. On kilo yağ Pazartesi
günü bir sterlin ve Cum artesi günü bir buçuk sterlinse,
bu daha az yağ, ya da daha çok altın mı dem ektir?

Belki biri, belki diğeri belki de her ikisi dem ektir bu.
Hüküm et Darphane'de, tedavüldeki sterlinleri iki katına
çıkaracak kadar sterlin bastırırsa, on kilo yağa iki ster­
lin ödemek zorunda kalırız. Bu yağın azaldığından değil,
altının çoğaldığından böyle olm aktadır. Fakat gerçekte
buna imkân yoktur, çünkü altın o kadar az bulunan bir
madendir ki. H üküm et bizim işimize yarayandan çoğunu
para olarak bastırırsa, aksine kanun bulunmakla birlikte
halk bunları eritip başka amaçlar için kullanır. Bunun için
insanlar altın para karşısında kendilerini güvenli duyar­
lar. Alışveriş dışındaki amaçlar için de altın değerini m u­
hafaza eder. En kötüsü başımıza gelip de M erihliler İn­
giltere İm paratorluğunu ilhak etseler ve tedavülde ancak
Merih parası kullanılsa, altın sterlinlerle yine yağ satın

280
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER
I S

alınabilir. Çünkü altın bakımından Ingiliz sterlini aynı


ağırlıktaki Merih altın sterlini ile aynı değerde olacaktır.
Ama bir de başa namussuz bir hüküm etin geçtiğini
düşünün! Ülkenin ve Darphane'nin hırsız bir kral tara­
fından yönetildiğini düşünün. Belki de bu adamın büyük
borçları vardır ve alacaklılarını aldatm ak istiyordur. Bu­
nu kurşundan yapılmış ve üzeri altın kaplanmış sikkeler­
le ödeyerek rahatça yapabilir. VIII. Henry eksik gümüşlü
para vererek bu işi yapm ıştı. Para sıkıntısına düşünce
aynı numaraya başvuran tek hüküm dar yalnız o değildir.
Bu tip sahtekârlıklar ortaya çıkınca fiy a tla r yü kselir ve
ücretler de fiyatları izler. Bundan kazançlı çıkaklar, kral
gibi, ancak ağır borca girip bunu hafif para ile ödeyenler­
dir. Bunların kazançları, alacaklıların kaybıdır. Bu alçak­
çasına hile, bütün Ingiliz halkının kredisini düşürm üştü;
çünkü bütün vatandaşlar istem edikleri halde bu sahte­
kârlığa kralları kadar bulaşmışlardı.
Bir m illetin en çok korktuğu şey başında namussuz
bir yönetici olmasıdır. Henry'nin o numarasını şim di yal­
nızca krallar değil, yüzde doksanı proleter olan seçm en­
lerin oylarıyla işbaşına gelen cum huriyetçi hüküm etler de
yapmaktadılar. Bu konu öylesine ciddidir ki, size bunu
ayrıntılarıyla anlatmaya çalışacağım.
Bu anda artık altın sikke kullanmamaktayız. Bunun
yerine, bir yüzünde Bir Pound yazan, diğer yüzünde de
Parlamento binalarının resmi bulunan ve genellikle pis
ve kokulu bir takım kâğıt parçaları kullanm aktayız. Yine
bir kenarında bulunan kâğıt para olduğu ve Parlamento'-
nun şu sayılı kanunu gereğince birisine olan bir sterlin
borcunuzu bu kâğıtla ödeyebileceğiniz ve onun da hoşu­
na gitsin gitm esin, bunu kabule zorunlu olduğunu yaz­
maktadır.

281
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Bu kâğıdın, kâğıt olarak değerinin bir sterlin oldu­


ğunu söylemenin hiçbir anlamı yoktur. Kâğıt olarak kul-
lanılamıyacak kadar küçük ve üstü resim ve yazı dolu­
dur. Ama yine alacaklılarına 7.700 m ilyon sterlin borçlu
olan Hüküm etin, bu bir sterlinlik kâğıtlardan 7.700 m il­
yon tane basmasında ve bunlardan bin tanesi ile bir si­
gara bile alınmazken, borçlarını bununla ödemesine hiç­
bir engel yoktur.
Bunun inanılmıyacak derecede korkunç bir şey ol­
duğunu söyleyebilirsiniz. Fakat bu iş çok yakın zaman­
larda bile yapılm ıştır. Savaş sonunda galipler çılgınca bir
ısrarla Almanlardan savaş tazm inatı olarak ellerinde bu­
lunmayan paraları isteyince. Alm an Hüküm eti bu yola
başvurm uştur. A vusturya ve Rus hüküm etleri de bu işi
yapmışlardır. Bu ülkelerin bana, beni öm rüm ün sonuna
kadar rahatça geçindirecek kadar bir borçları vardı. So­
nunda bu dört bin milyon sterlin borçlarının karşılığını
kâğıt para ile ödediler: Bu da bizim para ile tam beş ku­
ruş ediyordu. İngiliz Hüküm eti Alm anya'ya savaş mas­
raflarını ödettiğini sanıyordu. Ama gerçekte bunu öde­
yen ben ve benim gibi Alm anya'dan alacaklı olanlardı.
Ben bir yabancı ve bir düşman olduğum için hiç bir şüp­
he yok ki Alm anlar benim durumuma acımamışlardır.
Fakat aynı durum vatandaşlarından Alm an parası alacak­
lı olan Almanların da başına geldi. A ltı ay vade ile mal
almış tüccarlar altı ay sonra borçlarını kâğıt marklarla
ödeyince malları bedavaya almış oldular. Toprak ve bi­
naların üzerindeki ipotekler, borçlar hep bu yolla tem iz­
lendi. Bunun beklenilmeyen bir sonucu da, İngiliz işve­
renlerinin sırtlarında olan ipotek, borç ve bunun gibi sı­
kıntılardan kurtulm uş olan Alm an işverenlerinin İngiliz
pazarlarında İngilizlerden ucuza mal satmaları oldu. Ga-

282
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER
/

rip şeyler oluyordu. Saatten saate değeri düştüğü için


kim se para biriktirem iyordu: insanlar beş m ilyonluk bir
öğle yemeği yem ek için lokantaya giriyorlar, çıkarken
borçlarının yedi m ilyona yükselm iş olduğunu görüyor­
lardı. Eline para geçiren herkes koşup birşeyler satın alı­
yordu. Çünkü aldığı eşya faydalılığını saklıyacak, oysa
karşılığı olan para ertesi günü o malın onda birini bile
alamayacaktı. Evinizde iki tane bile olsa, bir tavaya on
milyon mark ödemek hiçbir şey almamaktan daha kâr­
lıydı. En sonunda tava tavadır ve kızartacak birşey bu­
lursanız içinde güzelce kızartabilirsiniz. Oysa, on milyon
mark aynı akşam belki bir tram vay bileti bile alamıya-
caktır.
Bulabildiğiniz takdirde Alm anya'da hisse senedi al­
mak yapılacak iyi şeydi: Fabrikalar ve dem iryolları da
tavalar gibi değerlerini saklıyabiliyorlardı. Böylece insan­
lar paralarını harcamak için acele ettikleri oranda bir de
yatırım alanı arıyorlardı. Fakat paralarını nasıl harcarlar­
sa harcasınlar, herkesin amacı bunu, değerini değiştirm e­
yecek birşeyle değişm ekti. Kısa zamanda yabancı para
(özellikle Am erikan doları) kullanmaya başladılar. Hü­
küm et yeni bir altın para düzenine girene kadar da bu
yolla işlerini idare ettiler.
Alacaklıları aldatm ak için Hüküm et tarafından pa­
ranın bu biçimde düşürülm esine kibar bir ad v e rilir:
'Enflâsyon'! Bunun karşıtı olan kıym etli madene dönüş
de 'D eflâsyon'dur. Bu çare, hastalık kadar acı vericidir;
çünkü Enflâsyon fiyatları yükselterek borçlunun alacak­
lıyı dolandırmasına imkân veriyorsa, Deflâsyon da, fiy a t­
ları düşürerek alacaklının borçluyu dolandırmasına yar­
dım eder. İşte bunun için Hüküm etin en kutsal görevi pa­
ranın değerini sabit tutm aktır. Ve işte hüküm etlerin, bu

283
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

kadar hayati önemi olan para değeri ile oynayabildikle­


rinden dolayı namuslu ve para konusunu çok iyi anlayan
insanlardan kurulm ası gerekm ektedir.
Bu anda dünyada bu tanımlamaya uyan bir hükü­
m et yoktur. Savaşı altın para düzeninden kâğıt para dü­
zenine dönm ek için bahane kabul eden bizim H üküm eti­
mizle, bir kam yon dolusu parayla tek bir pul alınmıyacak
kadar para basan Alm an ve Rus hüküm etleri arasındaki
fark ancak bir derece farkıdır. Bu derece de Ingiliz, Alm an
ve Rusların nam usluluk derecesi değil, çevrelerinin onla­
ra baskısının ve onların da buna kapılmalarının derecesi­
dir. Yenilen ve galiplere olağanüstü paralar ödemek zo­
runda kalan ya da Çarlığın devrilm esiyle bir an Rusya
gibi güçsüzleşen biz olsaydık, bundan daha namuslu o l­
mayacaktık. Buradaki fiyatların iki katına çıkışını fazla
kâğıt para basılmasından çok eşya ve emek eksikliğine
yoran bizler, hâlâ Enflâsyonu sanayie ek sermaye sağla­
mak yolu olarak gören beyefendileri yüksek maliye uz­
manları olarak kabul etm ekteyiz. Bu adamların gerçekten
para m iktarını iki katına çıkarırsak servetim izin de iki kat
artacağına inandıklarına mı, yoksa borçlarının o kadar
çok olduğunu ve bunu ancak yarı değerindeki kâğıt pa­
ra ile ödeyerek kurtulacaklarını mı düşündüklerini hiçbir
zaman bilemeyiz.
Şimdi siz de benim gibi Hüküm etin görevinin para­
nın değerini imkân olduğu oranda aynı düzeyde tutm ası
olduğunu düşünüyorsanız, sizin de karşınıza aynı soru
ç ık a c a k tır: «Hangi düzey?» Bunun en basit cevabı, var
olan düzeydir; ya da bununla oynanm ış ve sallanmaya
başlamışsa, «sallanmaya başlamadan önceki düzey»dir.
Fakat gerçek bir cevap istiyorsanız, önce kâğıt ve made­
nî paralara yanınızda taşıyabildiğiniz faydalı eşyalar gö­

284
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

züyle bakmalısınız. Bunlardan size ve diğer bütün alışve­


riş yapacak insanlara yetecek kadar bulunmalıdır. Kısa­
cası; kâğıt olsun, madenî olsun para, iğne ya da kürek g i­
bidir: Değeri aynı yolla tayin edilir. Herkesin istediğinden
on kat fazla iğne yapılırsa, iğnenin iğne olarak hiçbir de­
ğeri olmayacaktır. Çünkü çevresinde bedava dokuz tane
bulduğu zaman hiçbir kadın gidip de bir iğneye para ver­
meyecektir. Şu halde yapılması gereken şey, dokuz işe
yaramaz iğneyi alarak bunların çeliğinden yararlı birşey
yapm aktır. Bundan sonra değersiz iğne kalmıyacak ve
kalanlara da ihtiyacı olan terziler gerçek değerlerini ve­
receklerdir. Akıllı b ir toplum , iğne m iktarını değerini hep
aynı düzeyde tutacak biçim de ayarlamaya çalışacaktır.
Kapitalist bir toplum ise bunun aksine, iğneleri kapita­
liste en çok kârı sağlayacak şekilde ayarlayacaktır. Fa­
kat ne de olsa değer, elde edilebilen m iktara bağlıdır.
Bir iğnenin yalnız dikiş işine yaraması gibi, para da
insanların alışveriş yapmalarına yarar ve başka işte ku l­
lanılmaz. Bir dikiş iğnesinin pek çok mendil kenarı bas­
tırdığı gibi bir para da elden ele geçerek birçok alışveriş­
lerde kullanılır. İşte bu durum, ne m iktar iğnenin ve ne
m iktar paranın gerekli olduğunu önceden bilm eyi çok
güçleştirir. «Ülkede kenarı bastırılacak şu kadar mendil
var, onun için şu kadar iğne yapalım,» diyemezsiniz. Ya
da, «Her sabah satılacak şu kadar ekmek var, şu halde
bunları almak için şu kadar para bastıralım,» da diyemez­
siniz. Yeryüzünde hiçbir insan ve hiçbir H üküm et ne ka­
dar iğnenin ve ne kadar paranın gerekli olacağını önce­
den söyleyemez. Beslemek zorunda olduğunuz ağızları
sayıp bunları dolduracak şu kadar somun ekmeğin ge­
rekli olduğunu söyleyebilirsiniz ama bir iğne ile bir para
defalarca kullanılırlar. Şu halde Hüküm et ne kadar para

285
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

basacağını nasıl tayin edecektir? Bir iğne yapımcısı kaç


tane iğne üreteceğini nasıl bilecektir?
Bunu yapmanın tek bir yolu vardır, iğne yapımcıları
artık satamayana kadar pahalı iğne yapm akta devam
ederler, sonra yavaş yavaş fiyatları düşürürler, fakat bu
zaman da daha çok satmaya başlarlar (iğneler ucuz oldu­
ğu için) sonunda fiy a t o noktaya iner ki, biraz daha in-
dirseler artık kâr edemiyeceklerdir. İşte bundan sonra
ellerindeki stoku tam am lıyacaktan fazla iğne yapmazlar.
Fiyat da o noktada tespit edilmiş olur. H üküm et de altın
parayı bu yolla ayarlar. A ltın herşeyden çok para biçi­
minde kullanılırsa faydalı olacağından, bir ons'luk al­
tın para bir ons'luk para biçim inde olmayan altından
(bunlara külçe adı verilir) daha değerlidir. Fakat H ükü­
m et alışveriş ihtiyacımızdan çok altın para basarsa, bu
istenilenden çok altın para demek olduğundan, bir ons'-
unun değeri külçe fiyatının altına düşecektir. Bu da, bü­
tün fiyatların ve özellikle külçe altın fiyatlarının yüksel­
mesi ile kendini gösterecektir. Bunun sonunda altın tü c ­
carları altın sterlinleri eriterek bu altınları saat, bilezik gi­
bi şeylerin yapımında kullanırlar. Fakat bu eritm e işlemi
sonunda tedavüldeki altın para m iktarı eksileceğinden,
altın para fiyatı, diğer biçim lerdeki altın fiyatı düzeyine
yükselir. Böylece para altından meydana geldiği sürece,
para değeri otom atik olarak kendisini ayarlar.
A ltın para değeri böylece bulunur; fakat bir sterlinin
iki yüz kırkta biri olan bir fa rth in g ’lik para altından yapı­
lamaz. A ksi takdirde bunun kullanılamıyacak kadar kü­
çük olması gerekecektir. Bundan başka beş bin sterlinlik
bir borç ödemek ya da alacağınızı almak zorunda kalırsa­
nız, bu kadar parayı birden taşıyamıyacağınızı göreceksi­
niz. Farthing ve peni'leri bronz ve güm üşten yaparak bu
güçlükten kurtuluruz. Beş bin sterlinlik güçlükten de İn--

286
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

giltere Bankası'nı kâğıt para çıkartm aya zorlayarak kur­


tulm uş oluruz. Bu kâğıt para karşılığında Banka'nın iste­
nildiği takdirde altın para verm esini de kanun haline so­
karız. İnsanlar alışverişlerinde bu paraları birbirlerine ver­
diklerinde bunların 'altın kadar sağlam ' olduklarını b ilir­
ler.
Böylece kâğıt paraya da, bronz ve güm üş sikkelere
de alışmış oluruz. Yani filigranlı bir kâğıt parçasının 615
grain altın, ancak yarısı güm üş olan bir madenî sikkenin
de o boyda saf güm üşten daha değerli olduğu düşünce­
sine alışmış oluruz. Bu ucuz paraların da altın para ka­
dar işe yaradığını görünce pek tabii olarak altın paranın
gerçekten gerekli olup olmadığını sormaya başlarız. Kâ­
ğıt da altın gibi bir değiş to ku ş aracı olm uştur, üstelik
kullanılması daha kolaydır. Fiyatları altına oranla ölçeriz
ama, hayalî altın da gerçek altın kadar iş görm ektedir.
Hükümetlerin namusluluğu sağlanabilseydi; para için al­
tın kullanmanın, altın çengelli iğne ile pırlanta kol düğ­
mesi kadar lüks olduğu ortaya çıkardı.
Gerçek bir altın para düzeni olduğu zaman, para­
nın alış gücü Hüküm etin namusluluğuna bağlı değildir.
Para, değerli bir maden olarak değerini korur ve H ükü­
m et alışverişte kullanılacaktan fazlasını basarsa başka
amaçlar için kullanılabilir. Fakat Hüküm et tamamen de­
ğerini kaybettirene kadar kağıt para basabilir. Altının
otom atik ayarlaması olmadığı zaman H üküm et bu para
basımını ne zaman durduracaktır? Biraz önce gördüğü­
müz gibi genel bir artış görüldüğü zaman bunu durdur­
ma anı gelmiş demektir. Çünkü fiyatların genel artışının
nedeni, ancak para değerinin düşmesidir. Şu ya da bu
eşya yeni bir üretim tekniğinin bulunması nedeniyle
ucuzlayabilir ya da tarım ürünlerinin kötü bir yılıysa f i­

287
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

yatlar yükselebilir; ama bütün eşyaların fiyatları bu ne­


denlerle inip çıkmazlar. Hep birden fiyatların yükselm esi
ya da düşmesi karşısında değerini değiştiren eşyalar de­
ğil, paradır. Kâğıt para düzenindeki bir ülkede Hüküm et
bu hareketleri dikkatle izlemeli ve fiyatları bütün olarak
yükseldiği zaman, tedavüldeki parayı fiya tla r normale
düşene kadar çekm elidir. Bütün fiya tla r hep birden düş­
tüğü zaman da yine H üküm et fiyatla r yükselene kadar
para basmalıdır. Gerekli olan, ülkedeki bütün alışverişe
yetecek hazır parayı sağlamaktır. Namuslu ve anlayışlı
bir Hüküm etin işi, arz'ı taleb'e göre ayarlamaktır. Hükü­
m etler namussuz ya da bilgisiz ya da her ikisi iseler; o
zaman değerli maden düzeninden başka bir em niyet sü-
pabı yoktur.
Bu arada çağdaş bankacılığın, herhangi bir para iş­
lemi olmadan olağanüstü işler çevirdiğini de unutm am ak
gerekir, işiniz dolayısıyle birisine borcunuz olduğu zaman
bir çek verirsiniz. B m adam sizin bankanıza gidip de çeki
tahsil edeceği yerde, bunu, tahsil edilm ek üzere kendi
bankasına verir. Böylece bankaların elinde diğer banka­
lardan tahsil edilecek çeklerle, diğer bankalara ödenecek
borçlar birikir. Bu çekler tek tek ele alındığı zaman m il­
yonlarca sterline vardığı halde, tahsil edileceklerle öde­
necekler arasındaki fark bir kaç sterlin olabilir. Bunu
gören bankalar Ingiltere Bankası'nda birer hesap açm ış­
lardır. Şimdi birbirleri ile olan hesapları bu Banka'nın
defterlerinde iki satır yazı ile kapanmakta ve m ilyonlar­
ca sterlinlik hesaplar hiç para kullanılmadan ödenm ekte­
dir. Hepimiz banka hesabı açtıracak kadar zengin olsay­
dık, para ancak birbirini tanımayan yabancılar arasında
kullanılan birşey olurdu.
Böylece gerçek paranın yerini yavaş yavaş bir he­

288
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

sap parası almaktadır; yani, biz kazançlarımızı ve borç­


larımızı para ile ölçm ekte, durum um uzu aynı biçimde d e -/
ğerlendirmekte, şu kadar yüz sterlin kazanmakta, şu ka­
dar yüz sterlin ödem ekte ve şu kadar yüz sterlinlik eş­
yaya sahip olm akta, fakat bunlara rağmen cebimizde hiç­
bir zaman bir kaç sterlinden fazla para bulundurm am ak­
tayız. Ülkenin alım satım işlerinde kullanılan kağıt ve
madeni parayı tem in etme masrafı, alınıp satılan mallara
oranla devamlı olarak alçalmaktadır.
Kısaca söylemek gerekirse, para konusunda en
önemli şey onun dengesini sağlamaktır. Öyle ki bir ster­
lin bir yıl sonra da, on yıl sonra da, elli yıl sonra da bu­
gün satın alabildiği eşyaları satın alabilsin. Kağıt para
düzeninde bu dengeyi sağlayacak H üküm et'tir. A ltın pa­
ra düzenindeyse yeni altın madenleri bulunsa bile para
kendi dengesini sağlar. Çünkü garip birşeydir ki, dünya­
nın altına olan açlığı hiçbir zaman doyurulam amaktadır.
Siz bir seçmen olarak, altının tabii dengeliliği ile Hüküm et
üyelerinin namus ve akıllarının tabii dengeliliği arasında
bir seçim yapmak zorundasınız. Bu beyefendilere lâyık
oldukları saygıyı göstererek size kapitalist düzen devam
ettiği sürece altını seçmenizi salık veririm.

27
BANKACILIĞIN MİLLİLEŞTİRİLMESİ

ARTIK uygarlığın ihtiyaçları arasında olduğunu an­


layacak kadar bankacılık ve para konusunda bilgi sahibi
olm uş sayılırsınız. Bunlar, bir bakıma çok tuhaf işlerdir.
Bankacılık, içine koyacak bir kasa ve hesabım tutacak

289
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

mem urlar dışında hiçbir yük yüklemeden bankacının


elinde yığın halinde sermaye birikim ine sebep olur. Pa­
racılık da, paraların gerçekliğini garantileyen bir H ükü­
met ve herhangi bir insanın sahte para basmasını ya­
saklayan kanunlar olmadıkça, faydasızdır. Bu kanunlar
paraların üzerine basılacak ve maden değerlerinden y ü k­
sek olacak fiyatları da sınırlarlar.
Bu para şartlarını en iyi bir biçimde hiçbir özel kişi
ya da şirket yerine getirem iyeceği için para yapımı pa­
buç yapımına benzemez. M illileştirilm iş bir iştir bu. Her
sokakta gördüğünüz kunduracı gibi darphane göremez­
siniz. Bütün paralar Hüküm etin para fabrikası olan bir
tek Darphane'de basılır. Savaştan bu yana, o güzelim
gümüş şilinlerin yerine çıkartılan beyaz madeni şilinler­
den hoşlanmayıp da kendi başınıza bir darphane açmaya
kalksanız, sahte para basmak suçu ile soluğu hapiste
alırsınız. Hatta sizin güzel şilinlerinizin Hükümetin o kötü
paralarından daha değerli olduğunu ispatlasanız bile!
Eskiden olsaydı, elinizdeki külçe altını Darphane'ye
götürür ve küçük bir ücret karşılığında bunlardan ster­
lin döktürebilirdiniz. Fakat bu işi kendiniz yapamazdınız.
Bugün ise Darphane artık bu işi yapm am aktadır. Çünkü
artık altınlarınızı bankacınıza vermek ve karşılığında de-
ğerince kredi almak çok daha kolaydır. Böylece bu iş
de. Posta hizmeti kadar m illile ştirilm iştir bugün. Belki de
m ektubunuzu postaya verecek yerde başka birine üc­
ret karşılığı taşıtm anın suç olduğunu bilm iyorsunuzdur
bile! Tıpkı para bastığınızda olduğu gibi, m ektup ta ş ıttı­
ğınız takdirde de hapse girersiniz, kimse de buna itiraz
etmez. Oysa köm ür madenleri ile demiryollarının m illi­
leştirilm esi söz konusu olunca, m illileştirm enin soygun­
culuk olduğunu söyleyenler, Darphane'nin m illileştiril­

290
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

miş olmasından dolayı öylesine m utludurlar ki, bunun


farkına bile varmazlar. Zavallılar!
Fakat özel kişiler. Hüküm et parasının taklidi olm a­
dığı sürece kendi adlarına para çıkartabilirler. Bir çek,
bir bono yazabilir ve bunu kâğıt para olarak istediğiniz
kadar kullanabilirsiniz. Tahsile verildiği zaman hesabı­
nızda yeteri kadar H üküm et parası varsa ve çekinizin
basılı olduğu kâğıt H üküm et parasına benzemiyorsa po­
lis sizin kılınıza bile dokunamaz. Bugünkü işlerin çok bü­
yük bir kısmı bu çekler ve bonolarla yapılm aktadır. Fa­
kat bunlar para değildir, tıpkı paranın birtakım eşyanın
tapusu olduğu gibi bunlar da paranın tapusudur. Bak­
kala borcunuzu çekle ödemeye kalkarsanız belki kabul
etmez, ama H üküm et parası verirseniz bunu kabul et­
mek zorundadır.
Daha önce de gördüğüm üz gibi para, bir değer ö l­
çüsüdür. Çeklerin ve bonoların bu özelliği yoktur. Çekler
ve bonolar para ile değerlendirilm ediği sürece hiçbir an­
lam taşımazlar. Para karşılıkları olmasaydı bunların da
hiçbir geçerliği olmazdı. Şu halde hem çek hem de bono
varlıklarını, m illileştirilm iş paranın varlığına borçludurlar.
Bankacılık henüz m illileştirilm em iştir. Fakat m illileş­
tirm enin halka doğuracağı kazanç, halkı bunun lehinde
oy kullanmaya sürükleyecektir. Tıpkı köm ür m adenleri­
nin m illileştirilm esine oy verecekleri gibi! İş sahiplerinin
kendilerini ısıtm ak için köm üre ihtiyaçları olduğu gibi,
işe başlamak ve işlerini genişletm ek için sermayeye ih­
tiyaçları vardır. Demin de gördüğüm üz gibi, bu adamlar
istedikleri yüzbinlerce sterlini çok büyük kom isyonlar
ödeyerek sağlayabilirler. Bankerler elde ettikleri büyük
kârlarla öylesine şım arm ışlardır ki, küçük iş dedikleri
şeylere başlarını çevirip bakmazlar bile. On bin sterlin

291
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

arayanın istediği yerine getirilmez, hele birkaç yüz ster-/


lin isteyenler, banka m üdürlerinin bu istekleri karşıla­
manın değersiz olduğunu düşünmeleri yüzünden büyük
faizler ödeyerek tefecilerden para almaya çalışırlar. Eğer
bu tüccarlara m üşterisinin zararına kâr etmeyen ve ülke­
nin yararı için bütün iş sahiplerine en ucuz sermayeyi
dağıtan bir banka gösterebilirseniz, hepsi oraya akın
edecek ve kâr peşinde olan bankalara bakm ıyacaklardır
bile. İşte m illi bir banka bu işi yapabilir. Aradaki kom is­
yoncunun ortadan kaldırılması, tıpkı köm ürün m illileş­
tirileceği zaman köm ür fiyatlarının düşeceği gibi, serm a­
ye fiyatlarını da düşürür. Bankacılar ve m aliyeciler dışın­
da bütün kâr peşinde olanlar sonunda bu işleme razı
geleceklerdir. Çünkü bu adamlar onlarla alışveriş yaptı­
ğınız zaman sizden en yüksek kârı elde etm ek iste d ik­
leri halde, kendilerinin sırtlarından m üm kün olduğu ka­
dar az kâr edilmesini arzularlar.
Şu halde bankacılığın m illileştirilm esi, bunu orta sı­
nıfa salık verecek bir sosyalist düzeni gerektirmez. M u­
hafazakâr bir Hüküm et de bunu bir İşçi Hüküm eti kadar
başarıyla yapabilir. Bunun ispatı; ilk belediye Bankası­
nın oniki m illetvekilinden onbirinin Muhafazakâr olduğu
Birmingham şehrinde kurulmasıdır.
Bu arada bankacılar, işlerinin korkunç karmaşık ve
içinden çıkılmaz olduğunu ve Hüküm etin ya da Beledi­
yenin bununla başa çıkamıyacağım ileri sürer dururlar.
Bunun esrarlı bir tarafı olduğunda haklıdırlar, çünkü ken­
dilerinin ancak yarım yamalak anladığı bu işi m üşterileri
hiç anlamamaktadır. Sîzinse artık bu güçlüğü herhangi
bir bankacıdan daha çok anladığınıza eminim. Banka­
nın yaptığı işleri bir kere daha gözden geçirelim.
Halkın parasını güvenlikli bir yerde saklamak, on­

292
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ların istedikleri kimselere para ödemek (çek ile), bu


ödemelerin hesabını tutm ayı vaadetm ekle işe başlayıp
ellerini büyük bir yedek para yığını içine daldırırlar. M üş­
terilerin emirlerine hazır tu ttu kla rın ı söyledikleri bu para­
ların dörtte üçünü başkalarına kiralarlar. Tecrübeleri on­
lara m üşterilerin bu paraları hep birden çekm iyeceklerini
gösterdiği için bu konuda içleri rahattır. Bunda esrarlı
ya da karışık birşey yoktur. Bu işlerin çoğunu tasarruf
sandıklarımız yaptığı için bunlar m illi ya da belediye
bankaları tarafından yapılabilirler. Bunun başarılı olm a­
yan yanı paranın başkasına kiralanmasıdır. Yanlış karar­
lar veren bir banka müdürü bu yedek paraları, işleri kö­
tü durumda olanlara, çok namuslu olanlara ya da hiç
namuslu olmayanlara; iyi iş adamı olmayanlara ya da
ayyaş ve tem bel iş adamlarına kiralarsa bankasını güç
duruma sokabilir. Fakat parasını kiralam akta çok te dbir­
li davranan bir banka m üdürüyse çok daha tehlikeli ola­
caktır. Bankalardaki yedek paranın tem sil ettiği şeylerin
uzun süre dayanmıyacağını her zaman hatırımızda tu t­
malıyız. Geçen yılın ürününden elli m ilyar liralık yiyecek
birikm iş ve bir Devlet bankasına (ya da herhangi bir
bankaya) yatırılm ışsa, bu ürün gelecek yılların ürünleri
için çalışan işçiler tarafından yenilmezse, çürür gider.
Banka m üdürünün ödünç para vereceği adam konusun­
da bir seçim hakkı vardır ama ödünç verip vermemek
konusunda böyle bir hakkı yoktur. Tıpkı bir fırıncının
alabildiği bütün hazır para karşılığında ekm eklerini sat­
tıktan sonra geri kalanlar için ya birisine kredi açması ya
da kaldırıp bunları çöp tenekesine atması gerektiği gibi!
Yalnız fırıncı ile bankacı arasında bir fark vardır. Fı­
rıncı satabileceğinden çok ekmek yapm ayabilir; fakat
bankacı elinde, güvenebilecek kiracı bulabileceğinden

293
çok yedek para biriktirir. O zaman hem rizikoyu göze
almak hem de iş sahiplerini düşük faizlerle kendine çek­
mek zorundadır. (Gazeteler «banka bedava kredi veri­
yor» diye yazarlar) oysa yedek parası kıt olduğu zaman­
lar dilediğini seçip, yüksek faizler ister («bankalar faiz
oranını yü kse ltti» başlıkları), işte bunun için bankayı
yönetm ek fırını yönetm ekten daha çok bilgi ve yargıyı
gerektirir.
Bankacılar, büyük kârlarının, bankaların m illile ştiril­
mesi ile sona ereceğini görünce Hüküm etin bu güç işi
yapamıyacağını, bu işten yalnız kendileri anladığı için
bunun kendi ellerine bırakılmalarını söylerler. Oysa, on­
lar ne bu işten anlarlar, ne de bunu kendileri yaparlar.
İşlerinin en basit tem ellerini anlamadıkları için savaştan
sonra bütün Avrupayı mahveden gayet kötü öğütler ver­
mişlerdi. Harcanmış sermayenin hâlâ varolduğunu ka­
bul etmişler; kredinin yenip içilebilen, giyilebilen, içinde
oturulabilen birşey olduğunu sanmışlardı. Bankalardaki
yığınlarla yedek parayı iş sahiplerine başarılı bir şekilde
kiralayan insanlar bankacılar değil, banka m üdürleridir.
Bunlar da ücretli memurlardır. Paraca ya da toplum sal
durum bakımından hüküm et memurlarının üst tabaka­
sından daha seçkin insanlar değildirler, özel sektö r me­
murluğu yerine devlet memuru olmaya razıdırlar. Tek tek
kredi verm ek yerine bütün yedek paranın toptan yatırı­
mı ile ilgili işlemlere gelince, bunun Maliye tarafından ya
da çağdaş bir kamu maliye dairesince yapılamıyacağı
iddiasını ise kim se yutm az. İngiltere Bankası, yönetim
kurulunda eski bir M aliye memuruna, Londra M idland ve
İskoçya dem iryolu da Yönetim Kurulu başkanı olarak es­
ki bir devlet memuruna sahip bulunm aktan büyük kıvanç
duymaktadırlar.

294
28
MİLLİLEŞTİRME TA ZM İN A TI

BANKACILIĞ IN m illileştirilm esinin gerekliliğini an­


lattığım zaman sizin bir banka hissedarı olabileceğinizi
unutm uş değilim. Bankalar m illileşince hisselerinizin ne
olacağı konusunda düşünceye dalıp dikkatinizi dağıtmış
olabilirsiniz. Karım da bir bankanın hissedarları arasın­
da bulunduğundan bu konuyu inceden inceye düşün­
düm. Çünkü herkes onun hissedar olduğu banka yerine
milli bir bankaya giderse, hiç şüphe yok bizim de ev
masraflarımızı kısmamız gerekecektir. Hatta bankacılık
m illileştirilince herhalde özel' bankacılık da, özel para
basma ve özel m ektup taşıma gibi bir suç haline getiri­
lecektir. O zaman da biz. Hüküm etin karımın hisselerini
satın almasında ısrar edeceğiz şüphesiz.
Hüküm et bunları severek alacaktır. Çünkü bu his­
selere vereceği parayı kapitalistlerin gelirlerini vergilen­
direrek toplayacaktır. Karım ülkedeki tek kapitalist o l­
saydı, Hüküm et sağ eli ile aldığım sol eli ile kendisine
iade edecekti. Neyse onunla birlikte vergilendirilecek bir
sürü kapitalist bulunduğundan, karım kendi hisselerini
satın alacak bütün parayı hüküm ete kendisi sağlıyacağı
yerde bunun ancak bir kısmını verecek, diğer kap italist­
lerin vereceği bütün küçük kısım lar da onun cebine gi­
recektir? Buna Tazminat adı verilir.
Bu kadar basit ve adil görünen bu garip süreci an­
lamanız çok önem lidir. Bu durum. Hüküm etlerin nasıl
olup da gerçekten tazm inat vermeden elkoydukları şey­
lerin bedelini ödediklerini ve bu gerçekte bir elkoym a ol­
duğundan, millete de hiçbir şeye malolmadığını ortaya

295
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

çıkarmaktadır. Düşünün hele. Hüküm et bir parça to p ­


rak, bir dem iryolu, bir banka, bir köm ür madeni satın
alırsa ve bunların bedelini topladığı vergilerden öderse,
aldığı şeylere karşılık hiçbir şey ödemediği açık ve seçik­
tir. Bunların bedelini ödeyenler vergi m ükellefleridir. Ver­
gi de, gelir vergisi gibi, halkın çoğunluğunun tamamen ya
da kısmen muaf olduğu, ya da miras vergisi gibi, yalnız
kapitalist sınıfların ödediği bir vergiyse, Hüküm et kapi­
ta list sınıfı kendilerinden birinin malını satın almaya ve
hiçbir tazm inat ödemeden millete hediye etmeye zorla­
mış demektir. Bu tazm inat denilen şey, elinden toprağı,
banka hissesi ya da başka bir malı alınan tek bir kişi
yerine bütün kapitalist sınıfın bu zararı paylaşmasının
düzenlenmesinden başka bir şey değildir.
Bunu rakamlara vurursak daha açık göreceksiniz.
Hükümetin pazar değeri 1000 sterlin olan bir toprak par­
çasını istediğini düşünelim: Bu parayı, bütün m illeti ver­
gilendirerek değil de, o yerin sahibi de içinde olm ak üze­
re yüz zengin toprak sahibini vergilendirerek ödediğini
kabul edelim. Bu zenginlerden herbiri onar sterlin vere­
cektir. H üküm et de toprağı alacak ve 1000 sterlini büyük
bir ciddiyetle toprak sahibine verecek, üstelik mırın kı­
rın edecek birşeyi olmadığını, Bolşeviklerin 1917'de Rus
toprak sahiplerinin ellerinden topraklarını «ihtilâlci şid­
detle» aldıklarını; oysa, kendisinin bu toprağa pazar de­
ğerini ödediğini söyleyecektir. Bundan daha akla yatkın,
meşru ve alışılmış birşey olamaz. En Muhafazakâr bir
Hüküm et bile bunu yapabilir; hatta (yüz seçkin toprak
sahibi yerine bütün toprak sahiplerini koym ak dışında)
Muhafazakâr H üküm etler bunu defalarca yapmışlardır.
Bu işlemler sonunda bir kısım toprak özel m ülkiyetten
kamu m ülkiyetine geçmiş ve yüz toprak sahibinin gelir­

296
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

leri yılda 10 şilin kadar azalm ıştır (10 sterlinin % 5'ten


yıllık faizi). Bu tü r işlem ler sık sık tekrarlanırsa, her ka­
rış toprağın, sahibinden piyasa değerine göre alınması­
na karşılık bütün toprakların m illetin olacağı ve toprak
ağalarının gelirlerinin sıfıra indirileceği açıktır. Bu işlem
toprağa olduğu kadar banka ya da diğer hisse senetleri­
ne de uygulanabilir.
Bunun yeni yapılacak birşey olmadığını, çoktandır
yapıldığını ve bugün de yapılm akta olduğunu tekrarla­
mama izin verin. Eskiden özel m ülkiyette bulunan pek
çok şey şimdi Hüküm etin ve belediyelerin malıdır: Yani,
m illetin malıdır. Vergiler de o kadar arttırılm ıştır ki, zen­
ginler ellerindeki her sterlinin ancak onüç buçuk şilinin
kendilerinin olduğunu her fırsatta söylem ektedirler (1
sterlin 20 şilin dir). Çünkü geri kalan altıbuçuk şilini Hü­
küm et vergi ve süper vergi olarak almakta, hatta ellerin­
deki onüç buçuk şilinden bir de evlerinin (zenginlerin
çoğunun iki ilâ beş tane evleri vardır) belediye vergileri
alınmaktadır. Şim diki günde bu zenginler evlerini ya
Enflasyonda ya da Savaşta büyük servetler yapan spe­
külatörlere ve müteahhitlere satmak için yarışa girm iş­
lerdir. Fakat bu Yeni Zengin'ler de sırası gelince Eski
Zengin'ler (ya da şim diki adları ile «Yeni Yoksullar») gi­
bi birbirlerinin mallarını almaya zorlanacaklardır.
Bu yoldan giderek özei m ülkiyetin m illileştirilm esi­
nin kanuni kuralını; yani, m illileştirilm iş mülklerin sahip­
lerine mallarının değerini son kuruşuna kadar ödemeye
varırız. Bu ödeme, m ülkiyetten alınan vergilerle yapılır
(tabii, vergilendirm eye tazm inat ödenm ez). Sizin seç­
men olarak kuralınız kendisine ister sosyalist, ister ko­
m ünist, ister liberal adını versin; tazm inat ödemeden is-
tim lâ k'i savunan adaylara oy vermemek olmalıdır.

297
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Özel sanayiin m illileştirilm esinin bir başka yolu da­


ha vardır. Hüküm et, niçin m illileştirm ek istediği sanayii
kendi kurmasın ve özel teşebbüsdeki rakiplerini, büyük
mağazaların küçük dükkânları iflâsa sürüklediği gibi, re­
kabetti ticaretin bütün yöntem lerini kullanarak ortadan
kaldırmasın? Birmingham belediyesi özel bankaları hiç
düşünmeden bankacılığı m illileştirm eye başlamıştır. Bü­
tün yaptığı bir banka açıp işe başlamak olm uştur. Paket
postası hizmeti, özel taşıyıcılara bir tazm inat ödemeden
kurulm uştu. Ödemeli posta hizmeti, yerini aldığı kom is­
yonculara birşey verm eyi düşünm em işti bile. Özel teşeb­
büs sahipleri rekabet ilkelerine dayanarak her zaman bu
yoldan yürüm üşlerdir. Şu halde kamu teşebbüsü sahi­
bi olarak Devlet de niçin aynen bunu uygulamasın?

Bunun nedeni rekabetli yöntem in çok masraflı o l­


masıdır. Tek bir fırının ye ttiğ i bir mahallede iki fırın açı­
lırsa, aynı sokakta iki sütçü dolaşıp birbirlerinin işini elin­
den almaya çalışırsa, birisini işletme İle ikisini işletme
arasındaki fark sokağa atılmış olur. Bir kadın şapkasını
eskitince, ya da daha doğrusu, giydiği şapka yarıyarıya
eskimeden şapkacılar onun yeni bir şapka alması için
modayı değiştirirlerse ve elli şapkacı birden ona bir şap­
ka satmak umudu ile şapka yaparlarsa, fazla üretim ya­
pılmış olur ve sonunda işsizlik başgösterir.

Şimdi de bunu demiryollarının m illileştirilm esine uy­


gulayalım. Elbette Hüküm et, bugünkü dem iryolunun ya­
nına bir Devlet dem iryolu döşetebilir. Sonra da rakiple­
rinden daha ucuza bilet satarak onların elinden yolcula­
rını alır. Buna «rekabetli yöntem» denilir. O zaman ül­
kenin her yanına giden iki dem iryolu olacak; biri bütün
yolcuyu taşıyacak diğeri de ancak bundan artakalanla­

298
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

rı ve ta til günleri kalabalığını taşıyarak um utsuz ve te h ­


likeli bir sona doğru ilerliyecektir.
Bundan daha budalaca İsrafil birşey düşünebilir m i­
siniz? Rakip Devlet dem iryolunu kurm ak hem çok mas­
raflı hem de gereksizdir. Özel dem iryolunu iflâsa sürük­
lemek de, başta çok büyük masraflarla kurulm uş faydalı
ve yeterli olan bir ulaştırma yolunu bütünü ile yok etm ek
olacaktır. Bu demiryollarından birinin üzerinden geçtiği
toprak israf edilecektir. Hazır olan dem iryolunun sahip­
lerine tazm inat verip bunu almak dururken (ve üstelik bu
yukarda anlattığım gibi millete tek bir kuruşa bile ma-
lolm ıyacaksa) hangi aklı başında H üküm et bu işe g iriş­
meye kalkışır?
Devlet bankaları m illileştirirken de bunu gözetmek
zorundadır. Birmingham örneğindeki belediye bankaları
gibi rekabet eden bankalar olabilir: Fakat m illi banka hiz­
meti geldiği zaman bu, varolan özel bankaların m illileşti­
rilmesi yoluyla olacaktır.
Rekabetli yöntem e karşı bir itiraz daha vardır. Dev­
let özel teşebbüsle rekabet edecekse, özel teşebbüsün
de Devlet'le rekabet etm esine izin verilm elidir. M illileş­
tirm enin bütün faydalarından yararlanmak isteniyorsa,
bu, uygulanır birşey değildir. Posta idaresi her köye bir
posta servisi, çoğuna da telefon ve telgraf hattı koya­
bilir; fakat kâr peşinde koşanların bu işleri yapmaya kal­
kışmamaları şartıyla. Yoksa onların işlerin kolay kısım la­
rını yapmalarına razı gelmez. Posta idaresi, millete hiçbir
kâr arayan insanın yapmayacağı hizmetleri yapar, fakat
kuralı, ya Hep ya H iç'tir.
Bir Banka Bakanlığı da aynı kuralı uygulamak iste­
yecektir. Her yerde değilse bile, özel teşebbüsün hayali­

299
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

ne bile getirm iyeceği yerlerde bankalar açacaktır. Fakat


o da, «Ya Hep ya Hiç» diyecektir.
Ama bütün Devlet faaliyetlerinin Devlet tekelleri
olacağını sanmayın. Hatta bankacılığın m illileştirilm esi
bile pek çok bakımdan özel teşebbüs imkânlarını a rttı­
racaktır. Fakat bu büyük kamu hizm etleri aşağı yukarı
bedava olduğundan ve aynı zamanda büyük harcamala­
rı gerektirdiğinden, bir oranda özel rekabete karşı korun­
malıdır. Yoksa şimdi belediye inşaat işlerinde olanlar her
alanda karşımıza çıkıverirler. Şimdi zengin evleri, kapita­
list büroları, kiliseler ve çeşitli kurum lar inşaatı gibi kâr­
lı işler hep özel teşebbüse gitm ekte ve belediyelere an­
cak, yoksullara zararına barınaklar inşa etm ek işleri kal­
maktadır. Belediye inşaatları hiç kâra geçemezler. Oysa,
bu konuda tekelleri olsaydı, ülkedeki her kasabayı bir
kiracı ve vergi m ükellefi cenneti haline getirebilirlerdi.
Sırası gelmişken şunu da ekliyeyim ki, herhangi bir
hizmet ya da sanayiin m illileştirilm esi Devlet tarafından
bir kısım toprağın işgalini gerektirir. Bu toprak her za­
man satın alma ve tazm inat yolu ile m illileştirilm elidir.
Çünkü bu toprak kiralanmaya kalkılsa, kira m iktarı kadar
halka binecek yük de arttırılacak ve toprak sahibine bu
m illileştirm enin faydalarının bütün para olarak karşılığı­
nı sağlayacaktır.
Bir teşebbüsü satın almak yerine bunu rekabetle or­
tadan kaldırmanın en zalim etkilerinden birini daha söy­
lemedim. Bu yol, eskidenberi bu işi yapanları yavaş ya­
vaş yoksulluğa ve mahvolmaya sürüklem ekten başka bir
şey değildir. Bu noktada Kapitalizm in hiç mi hiç acıması
yoktur: Kapitalizm in ilkesi «Herkes kendisine, sonda ka­
lanın canı cehenneme»dir. Fakat Devletin kazanan ka­
dar kaybedeni de düşünm esi gerekir. Devlet kim seyi

300
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

yoksulluğa sürüklem em elidir. Kaybedeni yerinden ya­


vaş yavaş indirm elidir; bunu da satın alma ve tazm inat
ödemeden başka bir yolla yapamaz.

29
MİLLİLEŞTİRME HAZIRLIKLARI

MİLLİLEŞTİRMENİN ve belediyeleştirmenin hepi­


mizin ihtiyacı olan şeylerin ucuzlatılmasının bir yolu ol­
duğunu ve en A nti-S o syalist Parlamentoların ve belediye
kuruluşlarının bile geçm işte bir takım m illileştirilm iş sa­
nayiler kurduklarını ve Muhafazakâr seçmenlerden gelen
dürtü ile gelecekte de bunlara devam edeceklerini öğren­
miş bulunuyorsunuz. K öm ür madenlerinin m illileştirilm esi
konusu ortaya çıkınca bunları özel teşebbüsün elinden
tazm inat vererek satınalmanın çok masraflı olacağı söy­
lentileri de dayanaksızdır. Çünkü bu masrafı m ülkiyet
sahibi sınıf hakedilm em iş gelirlerinden ödeyeceği için bu
işlem sonunda m illet yoksullaşm ıyacak, aksine zenginle­
şecektir. Buraya kadar hiçbir pürüze rastlamadan gelmiş
bulunuyoruz. Teorik bakımdan m illileştirm e mükemmel
birşeydir.
Şu ya da bu sanayiin m illileştirileceğinin ilânı, o sa­
nayinin durdurulmasından başka bir işe yaramaz. Bir
hizm et ya da sanayi m illileştirilm eden önce, onu devam
ettirecek bir Hüküm et Dairesinin kurulması gerekm ekte­
dir. Savaş Bakanlığı olmasaydı, hiç ordum uz olm ayacak­
tı. Çünkü o zaman askerler ne ücretlerini, ne üniform a­
larını ne de silahlarını alamıyacaklardı. Posta İdaresi o l­
masaydı sabahları m ektuplar dağıtılamaz; Darphane ve

301
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Darphane M üdürü olmasaydı para basılamaz ve Scot-


land Yard ve buna bağlı kuruluşlar olmasaydı polis ol­
mazdı. Şimdi için olduğu gibi gelecekte de bu böyledir.
Maliye genişletilmeden bankacılık, yeni bir Maden M ü­
dürlüğü kurulmadan köm ür madenleri millileştirilemez.
Bu gibi kuruluşlar ancak dengeli ve ileri biçim de ör­
gütlenm iş Devletler tarafından yapılabilir. Bu kuruluş­
lar ihtilâller, diktatörlükler ve hatta Am erika'daki gibi.
M uhalefet iktidara gelince bütün memurların değiştiril­
diği Devletler tarafından yapılamazlar. İhtilâlin m illileştir­
meye katkısı, m illileştirm eye karşı çıkan sınıfın siyasal
kudretini yıkm aktır. Fakat böyle bir ihtilâl kendi başına
m illileştirm e yapamaz ve bunun sonunda kurulan Hükü­
met de m evcut olan m illileşm iş hizmetleri devam ettire-
meyip bunları özel teşebbüse devretm ek zorunda kala­
bilir.
M illileştirici bir Hüküm et malî bakımdan namuslu,
m illileştirm eyi başarmada kararlı olmalı ve bunu ne ge­
nel bir vergilendirm e ile yapmalı, ne de m illileştirilm iş
hizmetlerin yeniden özel teşebbüsçülere verilm esi için
bahane yaratacak kadar berbat etm elidir. Devlet dem ir­
yolları bazan Devlet yönetm esinin en kötü örneklerini
verm iştir. Demiryollarını devamlı olarak onaracakları yer­
de, halkın ödediği bilet ve nakliye paralarına elkoyup
bunlarla genel vergi yükünü hafifletm eye çalıştılar. Va­
gonlar, lokom otifler ve raylar Ingiliz dem iryollarını dün­
yanın en kötü dem iryolu olarak nitelendirecek kadar ber­
battı. Bunların m illileştirm eden çıkarılmaları için genel
bir istek başgösterm işti. özel teşebbüsün bundan daha
kötü durumlara düştüğü olm uştur, fakat bunlar ancak
kendilerine karşı sorum lu olduklarından, başarısızlıkları
ve dalavereleri dikkati çekmemiş, oysa Hüküm etlerin ba-

302
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

şansızlık ve dalavereleri halkı kışkırtm ış, hatta başkal­


dırmaların nedeni olm uştur. Hüküm etlerin yaptıkları yan­
lış işler açık seçik ortadadır, özel teşebbüsünkiler ise.
aşağı yukarı gizlidir. Böylece Hüküm etin özel teşebbüs-
den daha az namuslu ve daha az yetenekli oldukları ha­
yali yaratılm ıştır. Fakat ne olursa olsun, m illileştirilm iş
konularda iyi niyet ve namus özel teşebbüsteki kadar
gereklidir. M illileştirilm iş İngiliz hizmetleri doğruluk ö r­
nekleri olarak gösterilirse de, Posta İdaresi yine bizden
m ektup taşıma için biraz fazla bir para alır ve kârını, ge­
lir vergisi indirim i yolu ile m ülkiyet sahibi sınıfın cebine
aktarır.
Bu küçük bir örne ktir ama, seçmenlerin dikkatli ve
iyi eğitilm iş olmadıkları zaman neler olabileceğini açıkça
gösterm ektedir.

30
TA ZM İN A T ÖDEMEDEN ELKOYMA

T A Z M İN A T KARŞILIĞI m illileştirm e konusundaki


incelememiz sizi tazm inat ödenmeden m illileştirm enin
gerekli olduğu endişesinden kurtarm ıştır artık. Fakat or­
tada her zaman için ağzı kalabalık, öfkeli bir siyasal grup
vardır. Bunlar tazm inat ödenmesine karşı olan Libera­
lizm geleneklerinden henüz kurtulam am ışlardır. Onlara
göre, m ülkiyet sahipleri eğer hırsızsalar, niçin bunlara
kötülük yapmamak için zorlanmalı ve iyilik yapmayı öğ­
renmeleri karşılığında bir de tazm inat ödemeliyiz. Yine
bunlar, eğer biz vergilendirm e ile kapitalist sınıfın bütün
köm ür madenlerini satın almalarını m üm kün kılabiliyor

303
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

ve böylece mallarını millete devredebiliyorsak, neden el­


lerinde kalan diğer malları da alıp millete devretm iyelim,
demektedirler.
Anonim şirketlerim iz zaten hiçbir zaman aynı his­
sedarların elinde değildir; bunlar Borsada hergün yüzler­
ce sahip değiştirirler ve bu şirketler hiç de sahiplerine
bağlı kalmadan çalışmalarına devam ederler. Yani, bü­
tün Demiryolu hisseleri pazartesi günü Park Lane sakin­
lerinin, salı günü de H üküm et elinde olm uş olsa, dem ir­
yolları aynı biçimde işlemeye devam edecektir. Şimdi
anonim şirketler elinde olan pek çok sanayi kuruluşunun
devredilmesi de aynı sonucu doğurur. Toprak sahibi, ya­
rım düzine çiftliğ iyle bir köy sokağının tapusunu Hükü­
mete teslim etse, köylüler tarlalarım sürmeye devam
ederler. Kiracıların da, kiralarını, dükün ya da başka bir
plükratın adamı yerine Hüküm ete ödemek zorunda kal­
maları onlarda hiçbir değişiklik yaratm ıyacaktır.
Şu halde sermaye vergisini o kadar yükselteiim ki,
bunu ödeyecek parayı bulamıyan kapitalist vergi m ü­
kellefleri hisse senetlerini, Savaş Tahvillerini ve tapuları­
nı Hükümete teslim zorunda kalsınlar. Ne alıcı ne de sa­
tıcı olmadığından hisse senetleri borsada beş para et­
m eyecektir ama, her hisse senedi tıpkı tapu senedi gibi
ülkenin gelecekteki ürününden bir gelire hak kazandır­
maktadır. Eğer H üküm et bu geliri m illetin yararına ku l­
lanabilirse, bu senetleri üzerlerinde yazılı değerlere almak
faydalı bir iş olacaktır.
Hatta Hükümfet bunu bir iyilik göstererek de yapa­
bilir; kapitaliste şöyle diyebilir: «Senin bin sterlin vergi
borcun var. Fakat biz tahsildara senin bütün malını m ül­
künü satacak yerde, herbiri yüzer sterlinlik on hisse se­
nedi karşılığında vergi borcunu silme yetkisini verdik.

304
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Zaten bu hisse senetlerin Londra'nın en kurnaz Borsa


kom isyoncusunun elinde bile olsa sana beş kuruş bile
getirm iyecektir.»
Kapana sıkışan kapitalist: «Fakat benim gelirim ne
olacak? Ben neyle geçinirim sonra?» diye soracaktır. Bu­
nun da cevabı hazırdır: «Sen de g it diğerleri gibi çalış!»
Kısacası sosyalist savunucuların görüş açılarına
göre sermayenin vergilendirilm esi. H üküm et masrafları
İçin para bulmanın saçma bir yoluysa da; kapitalistlerin
şimdi özel m ülkiyetlerinde bulunan toprağı, madenleri,
demiryollarını ve bütün diğer sanayii tazm inat ödemeden
elde etmenin yani, m illileştirm enin de başka bir yoludur.

31
ASALAK PROLETER YAN İN BAŞKALDIRMASI

FAKAT buna yükselecek itirazı sokakta rastlayaca­


ğınız en budala bir kadının ağzından bile işitebilirsiniz.
O bile size zenginin malını elinden almamanızı, çünkü
zenginlerin yoksullara «iş verdiklerini» söyleyecektir. Da­
ha önce gördüğüm üz gibi üretici olmayan bir zenginin iş
vermesi, delinin tımarhaneciye iş verm esi kadar saçma­
dır. Tembel bir zengin kadın üretici bir iş veremez: Onun
verdiği bütün işler israftan başka bir şey değildir. Fakat
ister İsraf olsun ister olmasın, zenginler iş verirler ve
karşılığını öderler. Ödediği parayı kendisi kazanmamış
olabilir, fakat bu para ülkede namusluca kazanılmış pa­
ra kadar iyi yiyecek ve giyecek alır. Tembel insan asa­
laktır, tembelin işçisi de, ne kadar çalışkan olursa olsun,
asalağın asalağıdır. Am a asalağı hiçsiz bırakırsanız, asa­

305
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

lağın asalaklarını da hiçsiz bırakmış olursunuz Ve bun­


lara üretici bir iş hazırlamamışsanız, ya açlıktan ölmele­
rine ya da çalıp çırpıp başkaldırmalarına neden olursu­
nuz. Bu adamlar açlıktan ölm eyi tercih etm iyecekleri için,
kalan iki şıktan seçecekleri (m utlaka ikisini de birleşti­
receklerdir), eğer sayıları da çoksa. Hüküm eti altüst e t­
meye yeter de artar bile. Gerçekten de, her Genel Se­
çimde kısmen ya da tamamen asalak işlerde çalışan in­
sanların verdikleri Muhafazakâr oylar sayılırsa, bunların
pek öyle azınlık olmadıkları görülecektir. Proleterlerin
söm ürülm esi, söm ürücüler tarafından kendileri ile pay­
laşılmaktadır. Eğer kapitalistlerim iz proleterlerim izi sö­
mürmeseler, proleteryamız ve onların orta sınıf örgütçü­
leri kapitalistlerim izin hizmetinde yaşayamazlar. İşte bu­
nun için ne Bond S treet'in zengin ne de Bournem outh'-
un yoksul sakinleri tazm inatsız elkoym ak lehinde oy kul­
lanmazlar ve iş, oy yerine savaşa kalsa, buna karşı sa­
vaşacaklardır.
Karışıklık m illileştirilm iş sanayide değil, diğerlerin­
de başlayacaktır. Önceden de gördüğüm üz gibi, zaten
örgütlenm iş işletm eler olan madenler, bankalar ve de­
miryolları, hisse senedi sahiplerinin oylarıyla seçilen yö ­
neticiler tarafından yönetilm ektedirler. Bu hisse senedi
sahipleri vergi yerine hisselerini Hüküm ete verecek ka­
dar ağır bir şekilde vergilendirilince bu işletmelere el
konmuş olur. Fakat bu hisselerden gelen gelir, sahipleri­
nin cebi yerine Hüküm etin cebine girecektir. Bu yolla da
hisse senedi sahiplerinin satınalma gücü Hüküm ete geç­
miş olacak ve m üşterisi Hüküm et olan her fabrika, her
mağaza kapanıp işçilerine yol vermek zorunda kalacak­
tır. Senet sahiplerinin biriktirm e gücü de Hüküm ete ge­
çecektir. Oysa biz bunun yeni sanayi teşebbüsleri ku r­

306
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

mak ya da zamana ayak uyduram ıyan eskilerini yenile­


mek için gerekli yedek parayı sağladığını bilmekteyiz.
Bir anlık bir kesintiye bile uğramadan işlemesi gereken
bu kuruluşlar devamlı masraf (özellikle ev m asrafları) ve
bütün özel gelirlerimizin büyük toplam ının sürekli olarak
yatırıma ayrılması ile ayakta durmaktadırlar.

Hüküm et bu büyük para toplam ını ne yapacaktır?


Bunu m illi bir kasaya doldurup üstüne otursa, çoğu çü­
rüyüp gidecektir. Bu arada pek çok insan da m ahvola­
caktır. Dev bir iflâs ve işsizlik salgını yayılacaktır. Bu
felâketin dalgası. D iktatörlüğünü ilân etmeyen ve halkın
üçte birini diğer üçte birini öldürm ek için ve geri kalan
üçte birini de emekleri ile masrafları karşılamak için kul-
lanmıyan her Hükünrçeti sürükleyip götürecektir. Bunu
önlemek için, aptallığından dolayı özür dileyerek elkoy-
duğu malları sahiplerine geri vermek dışında Hükümet
ne yapabilir?

32
GÜVENLİK TEDBİRLERİ

HÜKÜM ET parayı yardım biçim inde dağıtır; fakat


bu ortadan kaldırm ak istediği kötülüğü, yani hakedilme-
miş gelir kötülüğünü yaym aktan başka bir şey değildir.
Bundan çok daha sağlam bir yol, bütün parayı elkonul-
muş bankalara doldurm ak ve bunları işverenlere çok
ucuz faizlerle verm ektir. Başka bir yol da, elkonulm uş
sanayi dallarındaki ücretleri arttırm aktır. Bir başkası ve
en kötüsü de savaşa girip, önceleri plütokratların harca­

307
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

dıkları paraları bu kez askerlere harcayarak israf etm ek­


tir.
Bu yollardan birine başvurulması diğerlerinin bir ke­
nara atılmasını gerektirmez. Yardım, H üküm et banka­
larından alınan ucuz sermaye ve yüksek ücretler hep
birden satınalma ve işverme gücünü arttırm ak için ku l­
lanılabilirler. Yardım lar ve emekli aylıkları, eski zenginle­
rin işten çıkarılan ve m esleklerini değiştirem iyecek ka­
dar yaşlı işçilerinin ve hatta m ahvolm uş zenginlerin geri
kalan günlerini rahatça yaşamalarını sağlar. Bankalarda­
ki ucuz sermaye, işverenlerin yeni işlere başlamalarını,
eski işlerini değiştirm elerine ücretleri artm ış olan işçile­
rin artan satınalma güçlerini karşılamalarına ve işlerin­
den atılm ış olan işçilere yeni iş alanları açmaya yarar.
Bir bunalım olacağı şüphesizdir, fakat ne çıkar bundan?
Kapitalizm, az mı büyük halk kitlelerinin satın alma gü­
cünü düşürm üş, kazançlarını kaybettirm iş, onları yar­
dıma m uhtaç etm iştir? Niçin herzamanki gibi yuvarla­
nıp gitm eyelim ?
Belki de yuvarlanıp giderdik. Am a Kapitalizmin en
büyük bunalımları ne kadar ciddi olursa olsun, hem m al­
larına el konm uş m ülkiyet sahiplerine hem de bunların
lükslerini sağlayan büyük asalak proleteryaya üretici bir
iş sağlanmadan, bütün malların H üküm et tarafından
alınmasını izleyecek bunalım kadar büyük olamaz.
Güvenlik süpabı hızlı hareket edecek, yeteri kadar
geniş açılabilecek m idir? Bunlar hakkında yargı verm e­
den önce iyice incelemeliyiz bunları.
Canlı bir hayvanın yaşamak için kan dolaşımına ih­
tiyacı olduğu gibi uygar bir ülkenin de paranın dolaşımı­
na ihtiyacı vardır. Özel m ülkiyete ve gelirlere elkonulm a-
sı bütün ülkedeki parayı. Hâzinenin bulunduğu Londra'­

308
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ya akıtarak burada bir tıkanıklık meydana getirecektir.


Bu birikm iş parayı ülkenin en uzak köşelerine kadar
pompalamak Hüküm etin bir öjüm kalım sorunudur. Şu­
nu unutmayın ki biriken para, kapitalist düzende birike­
cekten daha fazla olacaktır. Çünkü kapitalistler biriken­
den fazla harcadıklarından, bu harcamaların büyük bir
kısmı tasarruf edilerek Hüküm etin elkoyduğu malların
gelirine eklenecektir.
Şimdi de güvenlik süpablarına bir bakalım: Biriken
paranın büyük bir kısmı köylerde ve şehirlerde elkonm uş
toprakların kiralarından gelecektir. Şim diki sahipleri bu
kiraları diledikleri yerde harcam aktadırlar; diledikleri yer
de, pek seyrek olarak bunların üretildikleri yerde oturan­
ların yaşadığı bölgedir. Bir plüto-krat Biarritz'de yaşaya­
bilecekken gidip de Bootle'da oturmaz. Bootle'de yaşa­
yanlar da onun harcamalarından faydalanamazlar. Şe­
hirlerde oturanlar belediye kom ünizm inden epey fayda­
lanırlarsa da, buna karşılık şim di heryerde çok ağır olan
belediye vergilerini ödemek zorundadırlar. Eğer Hüküm et
belediyelere para yardımı yapmamış olsaydı bu vergiler
çok daha ağır olacaklardı.
Vergi m ükelleflerinin hoşlandığı bir güvenlik süpa-
bı da, belediye vergilerinin M aliye'ce m uafiyete tabi tu ­
tulm asıdır? Siz kiracı olsanız ve evsahibiniz bir gün size
bundan böyle belediye vergilerini kendisinin ödeyeceğini
söylese, o m iktar parayı kendinize harcayacağınız için
sevinirsiniz. M aliye Bakanlığının böyle birşeyi bildirm esi
de aynı derecede hoştur. Bu tedbir. Hâzinedeki tıkanık­
lığı giderir ve en uzak köşelere yayılan bir para dalgası
yaratır.
Bundan başka, elkonulm uş sanayi dallarında y ü k ­
seltilen ücretlerle, elkonulm uş bankalar yoluyla bütün

309
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

iş merkezlerine pompalanan ucuz sermaye akımının bir­


leşmesi vardır.
Ayrıca yollara, denizden toprak kazanılmasına, bü­
yük barajlar, büyük köprüler yapımına, sudan elde edilen
enerji istasyonlarına, zaten hiç yapılmamış olması gere­
ken gecekondu mahallelerinin yıkımına, bunların yerleri­
ne yapılacak planlı, sağlıklı ve güzel şehirlere ve kâr el­
de edemiyeceği gerekçesiyle kapitalizm in el atmadığı
bin türlü şeye kamu harcamaları yapılır. Bu işlemlerin ya­
ratacağı işçi isteği bütün işsizleri emer ve geriye ancak
hasta işçiler, ihtiyarlar ve tabii, kendilerine şimdikinden
çok daha fazla para harcanması gereken çocuklar kalır.
Bunlar insana güven verici şeylerdir ve oturup bun­
ları kâğıda dökm ek hiçbir masrafa malolmaz. Fakat bir
anlık bir düşünce bunun göz açıp kapayana kadar ola­
cağı ve karşılığı ödenmemiş bütün hisse senetlerinin ve
tapuların Hükümete devredileceği um udunu yıkmaya
yeterlidir.
Şehirlere yardım için Sağlık Bakanlığı büyük plan­
lar hazırlayacak. Parlamento aylarca bunun üstünde ta r­
tışacaktır. Kurulu bankalara da kendileri hiç karışmadan
dağıtmaları için yedek para vermek, bir rekabetli teşeb­
büs cüm büşü, sermaye çokluğu, fazla üretim, tecrübesiz
aceleci ve aptal insanların düşüncesizce atıldıkları işler
yani kısacası bir düşüş, bir işsizlik ve iflâslarla sonuçla­
nacak bir durum yaratacaktır.
Tazminat ödemeden topluca m illileştirm e felâket
doğurur: Hasta, ilâç etkisini gösterm eden ölür gider. Ya
da mekanik bir örnek isterseniz, güvenlik süpabları işle­
mediği için kazan patlayıverir. Girişilen m illileştirm e ça­
bası bir ihtilâl doğurur. Şimdi şöyle bir düşünce gelebi­
lir aklınıza: «Ne olurm uş ihtilâl koparsa? Bu kitapta oku­

310
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

duklarım beni ihtilâl için sabırsızlandırdı. Bir tedbirin so­


nunda ihtilâl kopacağını söylem ek onu övm ektir bana
kalırsa.»
Çok kişi bu görüşünüzü paylaşm aktadırlar. Fakat
konunun derinliklerine inerseniz, ihtilâllerin hiçbir şeyi
m illileştirm ediklerini; eğer insanlar biraz daha ekonomi
politik bilselerdi, bunları m illileştirm enin ihtilâlsiz daha
kolay olacağını anlardınız. Acem i bir Sosyalizm ihtilâl do­
ğurursa (halen Parlam ento'daki bütün partilerim iz ace­
m idir) bu, ilerleme yerine tepki yaratacak ve Kapitalizme
yeni bir hayat bağışlıyacaktır. O zaman Sosyalizm adı,
halkın burnunda bir nesil geçmeyecek bir koku olarak
kalacaktı. İşte bu da bütün malları m illileştirm enin ateş­
leyeceği bir ihtilâl tipidir.
Şu halde tazm inat ödenmeden ve önceden hazırlığı
yapılmadan yapılacak bir m illileştirm e yerine dikkatle
hazırlanmış, tazm inatı ödenm iş ve birbiri arkasından ya­
pılan bir m illileştirm e hareketi gerekm ektedir.
İleride ihtilâllerin neler yapıp neler yapmıyacağını
göreceğiz. Bu arada m illileştirm enin bir kuralı olarak, bü­
tün m illileştirm e hareketlerinin önceden hazırlıklı olması
ve karşılığında tazm inat ödenmesi gereğine dikkat ede­
lim. Bu, aynı anda kalkışılan birçok m illileştirm e hareket­
lerine karşı bir güvenlik süpabı meydana getirir. Fakat
şunu da unutm am ak g e re k ir: Şimdi sanayi kolları öylesi­
ne içiçe geçm işlerdir ki, birisini m illileştirm ek onun pe­
şinden daha yarım düzinesini m illileştirm eye yol açar.
Bir dem iryolu şirketinin tren işletm ekten başka ne işler
yaptığını bilseydiniz şaşa kalırdınız. Hele kocaman bir
gemi ile yolculuk yapmışsanız; çevrenize baktığınızda,
bunun yapımına gemi yapımı mı, yoksa otel yapımı mı
adının verildiğinde şüpheye düşm üşsünüzdür mutlaka.

311
33
ELKOYMA NİÇİN ŞİM DİYE KADAR BAŞARILI
OLMUŞTUR

SİZİ m illileştirm enin başlıca kuralının Parlamento­


nun, işsahiplerinin ellerinden işlerini tazm inat ödeyerek
alması olduğunu söyleyerek etkilem iş oldum. Şimdi de
siz bana bunun gerçeğe uygun düşm ediğini ve m ülkiye­
te karşı saldırının elkonma ile olduğunu, yani Hüküm e­
tin, kapitalistlerin parasını alarak kamu hâzinesine tık ­
tıklarını söyliyebilirsiniz. Bu, hiçbir isyan ya da ihtilâl fi­
tilin i ateşlemeden, şim diye kadar Muhafazakâr ve Libe­
ral Hüküm etler tarafından yapılm ıştır; yani, adı değişik
olmak şartıyla İngiltere'ye her ölçüde Sosyalizm ve Ko­
münizm sokulacağı ispat edilm iştir. Zenginlerin gelirleri­
ni ellerinden almayı öngören Sosyalist planı te k lif edince
bütün ülkenin bu Rus namussuzluğunu defetmek için
ayağa fırladığını göreceksiniz. Oysa, buna vergi, süper
vergi ve miras vergisi adlarını verirseniz; m ülkiyet sahi­
bi sınıfın cebinden Sovyet Sosyalist Cum huriyetlerini
kıskançlıktan yem yeşil yapacak kadar yüzlerce milyon
sızdırabilirsiniz.
Bir iki örnek verelim: Gladstone, Maliye Bakanı
olarak gelir vergisini sterlin başına iki peniye indirm eyi
en büyük başarısı saymış ve ileride bunu da kaldırabile­
ceğini um ut etm işti. Oysa, bu m iktar 1920'de yetm işiki
peniye yükselm iş ve ancak yüksek gelirlere konulan bir
ek vergi (süper vergi) ve öldüğümüz zaman m illeti ma­
lımızın büyük bir kısmının mirasçısı yapan miras vergisi
ile daha da yükselm esi önlenebilm işti. Bir de bunun, sos­
yalist bir Başbakan tarafından Elkonma, İstim lâk ve M i­

312
\

rasın M illileştirilm esi adı altında ve M arx'ın kom ünist il­


kelerine uygun bir biçim de te klif edildiğinde kopacak gü­
rültüyü düşünün hele! Biz ise o zaman bunu sesimizi bi­
le çıkarmadan kabul etm iştik.
Belki de bu verginin Parlamento'dan nasıl çıktığı
hakkında bir bilginiz yoktur. Maliye Bakanı, m illî ev ida­
resini o yıl için düzenleyecek ve bunun için gereken pa­
rayı Avam Kamarasından sızdıracak olan adamdır. Kimi
vergilendireceği o yıl seçilen Parlamento üyelerine göre
değişir. Onların onayı olmadan Bütçesini, yani vergilen­
dirme tekliflerini, kanunlaştıramaz. Kanun haline gelme­
dikçe de kimse vergi vermeye zorlanamaz. Gladstone'un
zamanında Parlamento'nun aşağı yukarı tüm ü toprak
ağaları, kapitalist ve patronlardan meydana geliyordu.
Bir avuç olan işçi sınıfı üyesi azınlıktaydı. Pek tabii ola­
rak da, bu gruplardan herbiri vergi yükünü diğerlerinin
üzerine yıkmaya çalışıyorlardı. Fakat her üçü de, gelecek
seçimde işçi sınıfı oylarını kaybetm ek tehlikesine g ir­
meden bunu, imkân olduğu oranda işçilere yüklem ek is­
tiyorlardı. Bunların istem edikleri tek şey, doğrudan doğ­
ruya kendi ceplerinden çıkacak olan gelir vergisiydi. İş­
çi sınıfı gelir vergisi ödemediği için bundan ancak ken­
dileri zarar görürlerdi. Bu yüzden de gelir vergisine en
son çare olarak başvurulurdu. Gladstone, bu vergiyi altı
peniden dörde, dörtten ikiye indirip de büsbütün kaldır­
mak niyetinde olduğunu söylediği zaman çok büyük bir
M aliye Bakanı olarak karşılandı. Ama bunu yapabilmek
için yiyeceğe, içeceğe, tütüne, kıym etli kâğıtlara vergi
koym uş, güm rük vergilerini arttırm ıştı. Büyük ham m ad­
de ithalatçıları olan ve ucuz yiyeceğin ucuz işçi demek
olduğunu bilen sanayi patronları yiyeceğin ucuzlatılm a­
sını istem ekte ve, «Bırakın yiyecek güm rüksüz girsin.

313
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Onun yerine toprak sahiplerini vergilendirin,» dem ektey­


diler. Toprak sahipleri ise, «Tarımı korum ak için ithalatı
özellikle mısır ithalatını yasaklayın,» diyorlardı, işlie bu­
nun sonunda çıkan Serbest Ticaret anlaşmazlığında M u­
hafazakârlarla Liberaller yıllar boyu çatışıp durdular. Fa­
kat her iki parti de, bütün diğer para bulma yolları ka­
panmadıkça gelir vergisinin konmamasına ve konduğu
takdirde de bunun en düşük düzeyde olması gerektiğin­
de anlaşmışlardı.
Sosyalizm, Fabiancı olup da Parlamento yu yeni
proleter İşçi Partisi yolu ile etkilem eye başlayınca b ü t­
çe yapımı da yeni bir biçime girdi. İşçi Partisi, kapitalist­
lerin son olarak değil ilk olarak vergilendirilm esini ve
hakedilmemiş gelirlerin vergisinin hakedilmişlerden daha
yüksek olması gerektiği tezini savunuyordu.
Vergilendirm e, parayı hakkı ile kazanmamış in­
sanlardan alıp, bunu okullar, daha iyi evler, düzgün şe­
hirler ve kamu yararına olan çeşitli kurum lar yolu ile ger­
çekten hakedenlere vermekten ibaret olduğu zaman, da­
ha fazla verginin m illet için daha yararlı olacağı şüphe­
sizdir. Gladstone'un, «Ülkenin gelir vergisi ödeyenlerine
bir milyon sterlin kazandırdım. Yaşasın!» diye bağırma­
sından bir İşçi Maliye Bakanının, «Süper vergilerle te m ­
bellerden bir milyon daha kopartıp bunu m illetim izin re­
fahı için harcadım. Yaşasın!» diye bağırması bin kat da­
ha iyidir.
Böylece son onbeş yıldanberi Kapitalist ve İşçi Par­
tileri Parlamentoda gelir vergisini, süper vergiyi, miras
vergisini ve genel olarak kamu harcamalarını indirip y ü k­
seltmeye çalışmaktadırlar. Yıllık Bütçe konuşmalarının
temel noktası hep budur. Ve G ladstone'un sterlinde iki
peni olan vergisi bugün yetm iş iki peniye, 2000 sterlini

314
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

geçen gelirlerdeki süper vergi oranı da onsekiz peniden


yetm işiki peniye çıkm ıştır. M iras vergisi de, miras 100
sterlin civarındaysa bunun yüzde biri, bir iki m ilyonluk
birşeyse yüzde kırkını kapsamaktadır.

Eskiye kıyasla zenginlerden alınan paraların bu y ü k­


sekliği çok şaşırtıcıysa da, bunlar hiçbir zaman zengin­
lerin gelirlerinden nakit olarak ödem iyecekleri ya da Hü­
küm etin bunu hemen harcayarak tedavüle sokamıyacağı
kadar büyük m iktarlar değildirler. Bu vergiler yolu ile sa­
tmalına gücü zenginlerden alınıp yoksullara verilm iştir.
Bu durum, arada sırada küçük ticari bunalım lar ve y o k ­
sullaşan eski zenginler yaratm ışsa d^, kapitalizm öylesi­
ne gelişm iştir ki, zenginler eskisinden daha zengin ol­
m uşlar ve lüks eşya ile uğraşan ticaret dalları daralaca­
ğına alabildiğine genişlemiş, buralarda çalışan insanlar
eksileceğine artm ışlardır. Bu, aynı zamanda, hemen da­
ğıtm ak şartı ile m ülkiyet gelirine rahatlıkla elkonulabile-
ceğini de ispatlam ıştır. Fakat bu m ülkiyet, öldürücü bir
darbe ile son kuruşuna kadar vergilendirilm em elidir. Hü­
küm etin hemen kullanmaya ihtiyacı olduğu m iktarda ver­
gilendirm esi kuralı değişmez bir kuraldır. Her zaman için
geçerlidir bu. Kurulu bir sanayi dalının ya da bir hizme­
tin m illileştirileceği zaman, bu işi üzerine almaya hazır
b ir kamu kuruluşunun bulunması kuralı da değişmez ve
geçerli bir kuraldır. Elkonulmuş mallar karşılığında tazm i­
nat ödenmesi de böyledir.

Şimdi de hakedilmemiş gelir doğuran bir olayı ince-


liyelim. Bu gelir halk tarafından öylesine nefretle karşı­
lanm aktadır ki ister İşçi ister Muhafazakâr olsun. Hü­
küm et bu paranın yeniden dağıtılması isteği karşısında
duramıyacaktır.

315
34
SAVAŞ MASRAFI NEREDEN ÖDENDİ?

1914'DE savaşa girdik. Savaş çok masraflı ve yıkıcı


bir şeydir. Para bakımından ele alınırsa tam bir kayıp
demektir. Savaşta herşeyin karşılığı peşin ödenmelidir:
Almanları bono ile, ipotek ile, m illi borçlarla ödüremez-
siniz. Yiyeceğiniz, giyeceğiniz, silahınız, cephaneniz, sa­
vaşacak insanlarınız, askerlik çağına gelm iş olan hasta­
bakıcı, şöför, cephane üreticisi olarak çalışacak kadın­
larınız olmalıdır. Ordu üniformasını eskitip, yemeğini y i­
yip, cephanesini harcayıp, kanını sel gibi akıttığı zaman
geride bunu gösterecek yenecek, giyilecek ya da o tu ru ­
lacak bir şey yoktur. Hüküm et bu eşyaları biriktirm ek
için 1914-18 arası çok ağır bir borcun altına girm işti.
Gençlerin em eklerini ve canlarını doğal birşeym iş gibi
almış, onları zorla hizmete m ecbur etm iş, işleri varsa
hiçbir tazm inat ödemeden bunların bozulmasına sebep
olm uştu. Fakat kapitalist bir H üküm et olduğundan, ka­
pitalistlerin hazır paralarını ellerinden aynı kolaylıkla ala­
mamıştı. Bunun bir kısmını onlardan vergi yolu ile al­
dığı halde esas kısmını borç olarak edinm işti.

İşçi Partisi, yoksulların hayatlarına ve kazançlarına


uygulanan bu silah altına alınmadan zenginlerinin para­
larının istisna edilmesine şiddetle karşı çıktı. Fakat bu
itirazları hiç dikkate alınmadı. Askerleri beslemek, cep­
hane yetiştirm ek için çalışan işçileri desteklem ek için ge­
rekli yedek kazanç, tazm inat ödenmeden vergilendirm e
yoluyla alınacağı yerde, genellikle kapitalistlerden ödünç
alınarak elde edildi. Bunun karşılığında da onlara her yüz

316
sterline karşı ülkenin gelecekteki gelirinden her yıl beş
sterlin verilecekti.
Kısacası, 1914 yılında eski savaşlardan arta kalan
milli borç 600 m ilyondan 7000 m ilyona yükseldi. Bunun
bütününü ödeyene kadar, her yıl bu ödünç verenlere 350
milyondan fazla bekleme ücreti ödemekteyiz. Bu anda
bütün hüküm et memurlarının, ordunun ve diğer bütün
sosyalize olm uş m illi kuruluşlarımızın masrafları da aşa­
ğı yukarı bu kadar ettiğinden, demek ki M aliye Bakanı
şimdi günde iki m ilyon sterlini bulan bir bütçe düzenle­
mek ve bu parayı da bizim ceplerimizden almak zorun­
dadır. Bir m ilyondan fazlası işsiz güçsüzken bu parayı
proleterlerden almak faydasız olacağından bunu, an­
cak m ülkiyet sahiplerinden gelir vergisi, süper vergi
ve miras vergisi yollarıyla toplam aktadır. Bu şekilde to p ­
lanan para 380 m ilyonu; yani, bütün vergilerin yarısını
geçtiğinden buna intikam nedeniyle elkoym aktan başka
bir ad verilemez.
İyice bir düşünün bakalım, bir gariplik çarpm ıyor
mu burada gözünüze? 7000 m ilyonun çoğunu kendi ka­
pitalistlerim izden, yılda 325 milyon bekleme ücreti vere­
ceğimizi vaadederek alıyoruz ve ondan sonra kendilerin­
den, hem kendi bekleme paraları hem de yabancı alacak­
lılara vereceğimiz paralar karşılığı olarak yılda 382 m il­
yon vergi topluyoruz. Yani, her yıl aldıklarından elli m il­
yon fazlasını ödem iş oluyorlar ve sınıf olarak alışveriş­
ten zararlı çıkıyorlar. H üküm et bir eli ile verdiğini diğer
eli ile % 17 faiziyle birlikte geri almış oluyor. Bu adamlar
buna niçin hiç seslerini çıkarmadan katlanm aktadırlar?
Bunu çok basit olarak açıklayabiliriz. Bir örnek vere­
yim ; karım da ben de kapitalistiz. Onun bütün parası
banka, dem iryolları ve diğer şirket hisselerinde yattığı

317
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

halde, benim ki Savaş Tahvllleri'ne yatırılm ıştır. Benim


Tahvillerimin faizini ödemek için Hüküm et ikimizden de
aynı m iktarda vergi alır. Fakat işin sonunda ben faiz al­
dığımdan, o da almadığından dolayı ben kârlı çıkarım.
Şimdi biz eğer karı koca olmasaydık, bu konuda anlaşa­
bilene imkânımız yoktu. Çoğu kapitalistler bunu anlamaz
ve yutarlar. Bunu anlayanlar da hiçbir zaman buna tep­
ki gösterm ek konusunda birleşemiyeceklerinden seçim ­
lerde herhangi bir ağırlıkları olmaz.
Bu garip durum İşçi Partisi'nin bu M illi Borcu sona
erdirm ek ve gerçekte paranın çoğunu kendisine borçlu
olduğu halde bunun yükü altında ezildiğinden yakınan
milletin saçma durumuna son vermek için bir bütün ola­
rak m ülkiyet sahibi sınıfa ne ödeyeceğini gösterm esine
imkân verm ektedir. Borcun ortadan kaldırılması (yaban­
cılara ödenecek kısım dışında) bütün olarak millete tek
bir kuruşa bile malolmadan gelirin yeniden dağıtılması
demektir.

35
MİLLİ BORCU SİLEN VERGİLER

SERMAYENİN vergilendirilm esi anlamsız birşeyse


de, bu biçim deki her teklifin mutlaka uygulanamaz olm a­
sı demek değildir. Hazır paraya ihtiyacı olduğu zaman
Hükümetin gelire el koyarak bunu elde edebileceği doğ­
rudur. Fakat bu, ne hazır paranın gerekmediği işlemlerin
olmadığı, ne de Hüküm etin bir mal sahibinin yalnız geli­
rini değil, aynı zamanda gelir kaynağını; yani, malını da
almayacağı anlamına gelmez. Başınızdan geçmesi ihti­

318
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

mali olan bir konuyu ele alalım: Ya M illi Borç faizinin ge­
rektirdiği vergilendirm enin kapitalist teşebbüsü baltaladı­
ğı gerekçesi ile (bu, bir Muhafazakâr Hüküm et gerekçe­
sidir) ya da geliri daha eşit olarak dağıtmak gerekçesi
ile (bu da Sosyalist H ü küm etinkidir), Hüküm etin M illi
Borcun tamamının ya da bir kısmının silinm esi gerektiği
kararına vardığını kabul edelim. Am erika'dan ya da diğer
ülkelerden aldığımız parayı ödemek için hazır para gere­
kir. Onun için bu borcu defterden silm ek ancak bunu
toptan reddetmekle olabilir ki, bu da bizim dışardaki
prestijim izin düşmesine sebep olur. Hatta başımıza bir
de savaş belâsı açabilir. Fakat kendi kendimize olan bor­
cumuz tek bir kuruş ödenmeden, sermaye üzerine konan
vergi ile ödenebilir.
Savaş borcunu örnek alalım. İşi kolaylaştırm ak için
Hüküm etin tebasına borcu olan M illi Borcun 100 sterlin
olduğunu ve bunun hepsinin M ary Anne adında bir ka­
dın tarafından verildiğini kabul edelim. Şüphesiz ki bu
para çoktan harcanmış, yıkılıp gitm iş, yerine Hükümetin
M ary Anne'a her yıl topladığı vergilerden 5 sterlin vere­
ceğinden başka birşey bırakm am ıştır. Yine ülkede tek
bir kapitalist (Sarah Jane) olduğunu ve bunun da bü­
tün mülkünün yılda 5 sterlin getiren 100 sterlinlik to p ­
rak ve hisse senedi olduğunu düşünelim. Yani Sarah Ja­
ne ülkenin bütün sanayi işletmelerinin sahibidir; Mary
Anne da tek iç alacaklı. Maliye Bakanı sermayeye 100
sterlinlik bir vergi koyarak bunların her ikisinden de
100'er sterlin ister. İkisi de beşer sterlinlik hazır parala­
rından bu 100 sterlini ödeyemezler. Fakat Sarah Jane
bütün hisse senetleri ile topraklarını Hükümete devreder,
Hüküm et de M ary A nne’ ın 100 sterlinlik Savaş Tahvili­
ni alır. Parasız kalan M ary ile Sarah şim di geçinmeleri

319
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

için çalışmak zorunda kalmış olurlar ve ülkenin bütün


sanayi işletmeleri de Hükümetin eline geçmiş, yani, m il­
lileştirilm iş olur.
Bu alışverişte ne bir imkânsızlık, ne değersiz hisse
senetlerinin ortada hazır olmayan para karşılığı satılm a­
ları, ne de Banka Faizlerinin göklere fırlaması diye birşey
yoktur. Basit bir elkoym adır bu. İki yüz sterlinin gerçek­
te milyonlarca sterlin, M ary ile Jane'in yanında daha bir­
çok kimsenin olması bu işin yalnızca çapını değiştirir,
özünü değil. Bu, yapılabilir birşeydir. Birden ve toptan el-
koymanın yaratacağı karışıklık çok büyük olacaksa bu
ta k s it ta ksit de yapılabilir. Sermayeye konan faiz %100
olmaz da, % 50 olur, % 5 olur, ya da on yılda bir % 2,5
olur, kısacası nasıl isterseniz öyle olur.
Böyle bir zorunlu vergi ile H üküm et ülke dahilinde­
ki Savaş Tahvilleri borçlarını ödemek için ayırdığı vergi­
leri kaldırabilir. El koyduğu hisse senetlerinin gelirleri ile
dış borçlarımızı öder ve bu iş için koyduğu vergileri de
kaldırabilir. Bunu yapan eğer Muhafazakâr bir Hüküm et­
se bunu gelir vergisi, süper vergi, miras vergisi ve büyük
teşebbüslere yüklenen diğer vergileri indirerek yapar. Bir
İşçi Hüküm etiyse bu vergilere dokunmaz, yiyecekten alı­
nan vergiyi düşürür ve proleterlere yardımı dokunacak
her işe para yardımı yapar. Böylece zorunlu vergi zengini
daha zengin yapm akta kullanılabileceği gibi genel refa­
hın yükseltilm esinde de kullanılabilir.
Bu tü r özel vergilere karşı çıkarılan itiraz bunların
özel m ülkiyete «tecavüz» etm ekte olmasıdır. Oysa, özel
m ülkiyetin düzenli ve azar azar kamu m ülkiyeti haline
getirilm esi gereklidir. Bu saldırma hareketi hazır para sa­
hiplerinin yatırım yapmaları için gereken güvenlik duygu­
sunu yok eder. Güvensizlik de para biriktirebilecekler

320
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

arasında para biriktirm eye karşı olan bir eğilim yaratır


ve düşüncesizce harcamayı teşvik eder. B iriktirm iş oldu­
ğunuz bin sterlininiz olsa ve bunu bir yere yatırarak yal­
nızca gelir vergisine tabi yılda 50 sterlin gelir sağlayabi­
leceğinizden emin olsanız, bunu hemen o işe yatırırsı­
nız. Fakat bunun «M illi Borcu Silme Vergisi» gibi bir ad­
la elinizden alınacağından şüpheniz varsa, «bari param
elimdeyken harcıyayım» deyip bu yatırım ı yapmazsınız.
Hükümetin malınızı m ülkünüzü piyasa değeri üzerinden
satın alacağını bilmeniz ya da bunun uygulanamıyacağı
bir durumda karşılığının size tazmin edileceğinden emin
olmanız; hem kendiniz, hem de ülkeniz için çok daha ha­
yırlı olacaktır. Bu birdenbire saldırma yöntem iyle yaratı­
lan güvensizlik insanın ahlâkını bozar. Bunu en iyi ola­
rak Thucydides'in A tina'daki veba salgınını anlatan yazı­
sını okursanız anlayabilirsiniz. İster patolojik, ister malî
olsun bütün salgın hastalıklar eştirler. Salgın hastalıklar
hayat güvenliği duygusunu yokederler: insan nasıl olsa
bir hafta sonra öleceğini bildiği için bir günlük zevk uğ­
runa bütün iyi huylarını bir kenara iter. Kapitalistler de,
güvenlik kalmadığını anlayınca paralarını böyle harcarlar.
Düzenli bir yıllık gelir vergisi yerine m ülkiyete yapılan bu
türden saldırı, bu bakımdan salgın hastalık gibidir. Ü ste­
lik bu tutum bu geleneğin yerleşmesine de yol açar, işte
bunun için bu M illi Borcu Silme Vergileri uygulanabilir
«,olduğu halde çok haksızdırlar.

321
36
YAPICI SORUNUN ÇÖZÜLMESİ

ARTIK derin bir soluk alabilirsiniz; çünkü değil yal­


nızca Sosyalizm amacına sahip olm ak — bu bir gelir eşit­
liğinden başka birşey değildir— fakat bunu elde etme
yollarını da öğrenmiş bulunuyorsunuz. Madenciliğin ve
bankacılığın neden m illileştirilm eleri gerektiğini, kişilere
karşı haksızlığı önlemek ve yedek paranın sermaye ola­
rak yatırımını ürkütm em ek için madencilere ve banka­
cılara, elkonulan malları karşılığında tazm inat verilm esi­
nin gerektiğini de biliyorsunuz. İşte şimdi, biri çok ağır
kol işini kapsayan sanayiin ve diğeri de bir kafa işi olan
bir hizmetin m illileştirilm esi için bir form ül bulabilirseniz,
bütün m illileştinlm eler için geçerli bir form ül elde etm iş
sayılırsınız.
Yine aynı biçim de, madencilerin ve bankacıların ka­
nunlaşmış tazm inatlarını vergilendirm eyle ödeme yo lu­
nu elde edince bütün m ülk sahiplerinin mallarına elkoy-
ma form ülünü bulm uş olursunuz. Sanayii m illileştirm e­
yi becerdiğiniz zaman da Hüküm eti, sanayiin ürettiği ge­
lirin dağıtımının denetimi işinin başına geçirmeyi bilirsi­
niz. Biz yalnızca bu form ülleri bulmakla kalmayıp aynı za­
manda bunların, varolan çeşitli kuruluşlarımızda uygula­
nışını deneyerek işleyebileceklerinden de emin olduk. Şu
halde artık yapıcı program lar diye adlandırılan istem ler
karşısında endişelenmemize yer yoktur. İşte herşey ön­
lerinde apaçık durm aktadır ve onları şaşırtacak şey, bun­
da tek bir yeniliğin bile bulunmamasıdır. G üçlükler ve
yenilikler onların hayal ettikleri gibi işin uygulama ala­
nında değil, m etafizik alandadır: Yani, eşitlik isteğinde-

322
dir. M illi gelirin dağıtımını özel m ülkiyet sahiplerinin elin­
den alıp Hüküm etin denetine nasıl bırakabileceğimizi bi­
liyoruz. Fakat H üküm et istediği ta ktird e bunu eşit olm a­
yan biçim de de dağıtabilir. Varolan eşitsizliği ortadan
kaldıracağı yerde bunu güçlendirebilir. Büyük gelirlere
sahip imtiyazlı bir tem bel sınıfı destekler ve onlara bu
gelirlerinin devamlılığı konusunda Hüküm et güvenliği
sağlar.
işte bu imkân, Sosyalizmin en kararlı m uhalifleri­
ni bile m illileştirm e, elkoyma biçim inde vergilendirm e ve
Sosyalizmin diğer bütün yapıcı siyasal mekanizması ya­
nına çekm iş ve çekm ekte devam edecektir. Bunlar, Sos­
yalizmin geliri yeniden dağıtımını kabul etm ekte fakat bu
yeniden dağıtımı eşit dağıtım olarak değil de. Devlet te ­
minatı altında olan eşit olmayan dağıtım olarak görm ek­
tedirler. Garip fakat derin görüşlere sahip John Bünyan
uzun zaman önce, cehenneme cennetin kapısından ayrı­
lan bir yolun da g ittiğ ini, şu halde cennet yolunun aynı
zamanda cehennem yolu olduğunu ve bu yoldan cehen­
neme giden beyefendinin adının «Bilgisizlik» olduğunu
söylem işti. Sosyalizme giden yol da, bilgisizce izlenirse,
bizi Devlet Kapitalizm ine götürür. Her ikisi de aynı yolda
yürüm elidir; işte Bünyan'dan daha az görüşlü olan Lenin,
Fabian yöntem lerini Devlet Kapitalizm i olarak nitelediği
zaman bunu görem em iştir. Ü stelik Devlet Kapitalizmi ile
Kapitalist D iktatörlük (Faşizm ) şim diki durumumuzda
en kötü noktaları tem izlem ekte yarışa g ire c e k le rd ir: Ü c­
retleri yükseltecekler, ölüm oranını azaltacaklar, yete­
neklilere yeni meslek alanları açacaklardır.
İşte bu nedenle, sosyalistlerden yapıcı planlar, uy­
gulanabilir grogramlar, meşru bir parlam enter yol iste­
yenlere karşı dört başı m am ur bir cevabınız olduğu hal­

323
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

de henüz bu kitabın sonuna gelemediniz. Şim di sizi uyar­


dığım yapmacık Sosyalizmi incelemeden önce, dünyanın
bir gün içinde kızıl kravatlı pis bir Rus ve elinde bir te ­
neke benzin olan saçı taranm am ış bir kadın tarafından al­
tü s t edilebileceğine inanan korkaklara karşı savunmasız
bırakmamak için anlatacağım bir kaç şey daha var. Bu
korkak zavallılar size, ihtilâlden ne haber, diye soracak­
lardır. Evlilikten ne haber? Çocuklar ne olacak? Cinsel
durum ne olacak? Çünkü bunlara göre Sosyalizm bütün
kuruluşlarımızı altüst edecek ve şim diki koyun sürüsü
nüfusum uz yerine bir sürü çılgın köpek yaratacaktır.
Şüphesiz ki bu insanlara başınızdan çekilm elerini ve an­
cak anladıkları konularda ağızlarını açmalarını söyliyebi-
lirsiniz. Ama bu düşünce biçim inin, çok olağan bir düşün­
cenin aşırıya kaçmış biçim i olduğunu göreceksiniz. Şim ­
di Sosyalizmin ne istediğini ve bunu nasıl elde edebilece­
ğimizi bildiğim izi kabul ederek biraz konunun çevresinde
dolanalım.

37
YA PM A C IK SOSYALİZM

SAVAŞ ÖRNEĞİ, bir hüküm etin bir kısım vatanda­


şın gelirlerine el koyarak, bunları hiçbir gelir eşitleştir­
me düşüncesi olm ayıp sanayi ile hizmetleri m illileştir­
meden diğer bir kısım vatandaşa verm esinin ne kadar
kolay olduğunu gösterm ektedir. Eger bir sınıf, meslek
ya da klik Parlamento denetini elde ederse, bu yetkisini
kendi çıkarına diğer bir sınıf ya da meslek üyelerini ve
hatta bütün olarak m illeti söm ürm ek için kullanabilir. Ta­

324
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

bii, bu türden faaliyetler, şu ya da bu reform hareketle­


riyle siyasal ihtiyaçlar olarak m askelenm ektedir; fakat
bunlar gerçekte. Devleti çıkarcı amaçlar için kullanma
yollarıdır. Bütün reform lar herkese tatlı gelir. Sözgelişi,
bir şehirdeki ev sahipleri, sokak onarımlarının ve şehri
içinde yaşayanlara ve turistle re daha çekici yapacak her
türlü kamu projesinin en hararetli destekleyicileridir.
Çünkü bu adamlar bu reformların kiraların yükselm esi
biçim inde değerlenmesiyle büyük paralar vurm ayı um ut
etm ektedirler. Bir şehir parkı açıldığında o parka bakan
apartman katlarının kiraları hemen yükselir. Buna rağ­
men reform lar reform olarak kalır. Faust, M efisto'ya ne
olduğunu sorduğu zaman; M efisto kendisinin herzaman
kötülük düşünen fakat iyilik yapan bir kudretin bir par­
çası olduğunu söylem işti. Bizim toprak sahiplerimiz ve
kapitalistlerim iz de ne herzaman kötülük düşündükleri,
ne de herzaman iyilik yaptıkları halde, yine de Kapitalizm
kendini haklı kılm ış ve insanların kendi çıkarlarına olan­
dan başka birşey yapmayacaklarına dayanarak, iyilik
yapm ak için bencil nedenler sağladığı gerekçesiyle ik ti­
sadi bir ilke olarak kabul edilm iştir.

Kapitalizm in, kamu yararına olduğu gerekçesi ileri


sürülerek birtakım özel teşebbüs faaliyetlerine Hüküm et
desteği istenm esi yerleşm iş bir yoldur. Bu yolla birtakım
iyi işler başarılmıştır: Sözgelişi, hissedarlarının herbirinin
200 sterlinden az sermayeli yoksul kişiler olduğunu belir­
ten bazı şirketler Hüküm etten sermayelerinin büyük bir
kısmını almamış olsalardı, bugün pek çok şehirlerimiz ve
sayfiyelerim iz kurulamazdı. Fakat bu kısıtlama çok haya­
lî birşeydir; çünkü Şirket herhangi bir ortağa 200 sterlin­
den yukarı hisse vermese bile, bunlar «İkraz Hissesi» de­

325
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

nilen şeyi yaratarak sonsuz meblağlar ödünç alabilirler


ve alırlar da.
Böylece 200 sterlinden fazla hisseye sahip olması
yasaklanan bir kimsenin, eğer Şirketin kullanma imkânı
varsa, İkraz Hisse'sinde 200 milyon sterlini olabilir. Bu
işlem sonucunda bu bahçeler içindeki beldeler gerçekte
zengin kapitalistlerin malı olur. Benim de bu tü r şirket­
lerde hatırı sayılır bir hissem olduğu için size açıkyürek-
Iilikle şunu söyliyebilirim ki, bu hisse sahipleri özellikle
iyiliksever ve kamu yararını düşünen kim seler olup ser­
mayelerini en çok kâr getirecek yere değil, en faydalı
olacak yere yatırm ışlardır. Fakat bu insanlar ölümsüz
değildirler; bunların mirasçılarının da bu yardımseverce
düşünceyi miras alacaklarına dair elimizde bir garanti yok
tur. Bu arada ortadaki gerçek de, bunların m ülklerini ka­
mu parası ile yaptıkları; yani, halkın ödediği vergileri kul­
lanarak yaptıklarıdır. Ve bu durum m illeti, o bahçeli bel­
delerin değil sahibi, bir hissedarı bile yapmaz. H üküm et
ancak sonunda koca şehirleri kapitalist sahiplerinin elin­
de bırakarak, parasını alıp gidecek olan bir alacaklıdır.
Şehrin artan kârlarından bir hisse bekleyen kiracılar ise
bu kârların daima yeni yatırım cıların emirlerine hazır tu ­
tulduğunu görürler.
Devletin, Kapitalizm ve Sendikacılık tarafından bu
söm ürülm esinin diğer bir örneği de Hüküm etin 1925 yı­
lında köm ür işçilerinin grevini önlemek için maden sahip­
lerine verdiği 10 m ilyon sterlin yardım dır. Maden işçi­
leri şu kadar ücret artışı almadıkları takdirde çalışmıya-
caklarını söylem işlerdi. İşverenler de, işçilerin istedikle­
rinden daha azına razı gelm edikleri takdirde madenlerini
kapatmak zorunda kalacaklarında direndiler. Eski zaman­
lara kıyasla ülke refah içinde olduğu halde, aşırı ücret is­

326
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

tekleri nedeniyle ülkenin iflâsa sürüklendiği konusunda


büyük bir basın kampanyası açıldı. Sonunda Hükümet,
ülkenin temel sanayilerini felce uğratacak bir greve engel
olm ak için ya işçi isteklerini vergilerden çıkartm ak ya da
madenleri m illileştirm ek şıkları arasında kaldı. H içbir şeyi
m illileştirm em eye söz verm iş kapitalist bir hüküm et o l­
duğu için ücret farklarını vergilerden çıkartm a yolunu
seçti. 10 milyon sterlin bitince gürültü yeni baştan kop­
tu. Hüküm et yardımı yenilem eyi reddetti; işverenler, ma­
denciler yedi saat yerine sekiz saat çalışmazlarsa ma­
denleri kapatacaklarını söylediler, madenciler ne çok ça­
lışmayı ne de daha az almayı istediler; büyük bir grev
oldu, ilk başlarda diğer sanayi kollarındaki işçiler de
«sem pati grevleri»ne başladılar. Fakat bunlar sonunda
bu işi yapmakla Sendikaların paralarını tü ke ttikle rin i gör­
düklerinden bundan vezgeçtiler. Bu tü r olaylarda pek sık
olduğu gibi pek çok saygıdeğer vatandaş ülkenin bir ih­
tilâle doğru yolaldığını sanarak korktular. Bunda haklıy­
dılar da: Gelişmiş bir kapitalist düzende uygarlık daima
bir ihtilâl arifesindedir. Vezüv yanardağının tepesinde bir
villada oturuyorm uşuz gibiyizdir.

Grev sırasında vergi mükellefi, patronlar tarafından


söm ürülm ediği halde, belediye vergisi ödeyenler işçiler
tarafından söm ürülm üş oldu. Grev yapan bir işçi yardı­
ma hak kazanamazsa da karısı ile çocukları bu yardımı
alırlar. Böylece iki çocuklu bir madenci çalışmadığı süre­
ce halkın cebinden çıkan haftada bir sterline hak kazanı­
yordu. Böylece ilk önce Hüküm et vergi mükelleflerinin
cebinden on milyon sterlin yardım yapm ış oldu patron­
lara, sonra da mahalli idareler belediye vergi m ükellefle­
rinin cebinden proleterlere yardımda bulundular. H ükü­

327
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

met kapitalistlerden, mahalli idareler de proleterlerden


meydana geliyordu.
Maden sahipleri ya da diğer patronlar tem bellikleri,
bilgisizlikleri, kurnazlıkları ya da eski kafalıkları yüzünden
güçlüklerle düştükleri zaman Hüküm etin vergi m ükellef­
lerinin gelirlerine elkoyarak onlara yardım ettiğini görür­
lerse, işlerinin kötü gitm esine hiç aldırmazlar. A ynı şekil­
de madenciler ya da diğer işçiler, boş kaldıklarında ma­
halli idarelerin vergi mükellefleri sırtından kendilerini ge­
çindirdiklerini görürlerse, çalışma şevkleri gözle görülür
derecede azalır. M illet sanayii özel sahiplerin elinden al­
madığı sürece onların bunlardan kâr edip etmemelerine
bakmadan çalıştırmalarını sağlamalıdır.
Patronlar yardım etmezlerse m illet bu yardımı yap­
mak zorundadır; m illet, evlatlarının aç kalmasına, sivil ve
askerî gücünün zayıflamasına katlanamaz. Yardım hem
patronlar hem de proleterler için ahlâk bozucu birşeydir:
Fakat bu Sosyalizmi geriye atmaya yetm ektedir.

Hükümetlerin bu yardım konusunda bu kadar işbil-


mez görünm elerinin hiç de gereği yoktur. Ingiliz H ükü­
meti bu yardım huyunu savaş sırasında edinm işti. 0 za­
man bir takım firm aların, hizmetlerine çok ihtiyaç oldu­
ğu gerekçesiyle kâr etsinler ya da etm esinler işlerine de­
vam etmeleri zorunluğu vardı. Bu kapitalist ilkelerine ay­
kırı idi, aıfrıa savaş zamanında ekonom ik ilkeler tıpkı
H ristiyanlık ilkeleri gibi bir kenara atılırlar; savaşta edini­
len huylar da m ütareke ile bir anda ortadan kalkmazlar,
1925'de Hüküm et vergi mükelleflerinin on milyon ster­
linim ödemesi için şantaja maruz kalınca hiç olmazsa bu­
nun karşılığında bize madenlerden birer hisse alsaydı
bari. Böylece maden sahiplerinin, tıpkı ticari yollarla pa­

328
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ra buldukları zaman yapacakları gibi, madenlerini m ille­


te ipotek etmelerini zorlamış olurdu.
Hükümet, bütün Kapitalizm ilkelerine dayanarak, iş­
çiliğini ödeyemeyen yüksek m aliyetli madenlere yardımı
reddedip bunların kapanmasına göz yum m alıydı. Ya da
bunlara yardım ettiği zaman iyi çalışan madenleri de ipo­
tek etm eliydi. O zaman ipotek faizi iyi çalışan madenler
tarafından millete ödenmiş olurdu. Bu faizi ödemedikleri
takdirde de Hüküm et satın alacağı yerde haciz yoluyla
madenleri m illileştirirdi.
Fakat kapitalistler Devletle olan ilişkilerinde kendi­
lerine kapitalist ilkelerin uygulanmasını pek istemezler.
Ü stelik kâr eden madenlerin talihli sahipleri niçin kâr e t­
meyenlere yardım etm iş olsunlar? H üküm et kârsız ma­
denlere yardım edecekse, onları ipotek eder, olur biter.
Sonunda Hüküm et on m ilyonu hediye edip kurtuldu bu
işten. Patronlar da bu parayı ücret olarak madencilere
verdiler. Fakat biz bunu ister maden sahiplerine ister ma­
dencilere bir yardım olarak kabul edelim, bunun vergi
mükelleflerinden alınıp belirli insanlara hediye edildiği
gerçeğini görm em ezlikten gelemeyiz.
Bu tü r yardımları sosyalistçe olduklarını söyleyerek
sosyalistleri kötüleyen ya da üstün gören insanlar saç­
malamaktadırlar. ikinci Charles'in gayrim eşru çocukları­
na bağladığı öm ür boyu gelirlerin de sosyalist tedbirleri
olduğunu söylesinler daha iyi!
Bu yol sadece iflâs etm iş Kapitalizmin ve onun pro­
leter bağımlılarının vergi m ükellefini soymasıdır. Sosya­
list kışkırtıcılar, bu tü r yardımları desteklemek bir yana,
patronlar bütün kârı aldıkları halde, sizin madencilerin
ücretlerini ödem ekte olduğunuzu söyleyeceklerdir. M il­
lileştirm e için para ödüyor ve karşılığında m illileştirm eyi

329
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

elde edemiyorsunuz. Buna razı olursanız, her şeye razı


olacaksınız demektir. Patronların attıkları işçileri siz ge­
çindirm ekle mükellefsiniz. Toprağı, sermayeyi ve emeği
har vurup harman savuran kapitalistler şimdi de Hâzine­
ye el atmışlardır. Her aldığınız şeyden büyük kârlar elde
etm ekle yetinm eyen bu adamlar şimdi H üküm et tahsil­
darı yoluyla cebinize ellerini daldırmaktadırlar. Sizden bu
yolla aldıklarının bir kısmını ücret olarak ödedikleri için.
Sendikalar İşçi Partisinin Parlamentoda yardım tasarısı­
nı desteklemesine gayret etm ektedirler. İşte sosyalistle­
rin söyleyeceği bunlardır.
Kapitalistler bilinçli olarak sizi soymaya kalkışma-
maktadırlar. Onlar, sizin bu kitabı okumaya başladığınız
zaman ne kadar bilginiz varsa, o kadar bilgi sahibi olduk­
ları düzenlerinin çarkında birer sinekten başka birşey de­
ğildirler. Bütün bildikleri. Sendikacılığın, kendi oyunları­
nı artık kendilerine karşı oynadıkları ve eskiden kâr ola­
rak ayrılan bölüm ün çoğunun şimdi işçilere ücret olarak
gittiğidir. Kendilerini kurtarm ası için Hüküm ete yalva-
maktadırlar. H üküm et de, kısmen büyük bir grevden
korktuğundan, kısmen m illileştirm eyi m üm kün olduğu
kadar geri atm ak istediğinden, kısmen bir sonraki seçim ­
de proleter oylarını kaybetm ek istemediğinden, fakat ço­
ğunlukla da daha uygun birşey düşünemediğinden ö tü ­
rü bu yardımı onlardan esirgememektedir. Ingiliz işve­
renlerinin, Ingiliz Sendikacılarının ve Ingiliz Hüküm etinin
daha büyük düşünceleri y o k tu r ve şim di ancak ayakta
durmaya çalışm aktadırlar, onun için bunlara kızmanın
hiçbir gereği yoktur.
Son cümlede Ingiliz sözcüğünü üç kere ve şimdi
sözcüğünü de bir kere kullandığıma dikkatinizi çekerim.
Am erikalı işverenler ve m aliyeciler bu işte daha çok piş­

330
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

miş olup yöntem lerini bizim kilere öğretm ektedirler. Çağ­


daş bilim sel buluşlar onları çok artm ış üretim hayallerine
dalmaya yöneltm iştir. Kendi beyinlerini kullanarak bu
hayallerini gerçekleştirm eyeceklerini bildikleri için şimdi
bütün işleri yalnızca kendileri adına düşünm ek olan kim ­
selere büyük paralar ödem ektedirler.
Büyük bir iş kolunun yöneticisi olduğunuzu ve işçi­
lerinizin arasında Sendikacılığın yayılmasını istem ediği­
nizi ve onların bunu istem elerini önlemek için kendileri­
ne iyi davranmanız gerektiğini düşünün. Bir gün karşı­
nıza iyi giyinm iş bir hanım ya da beyin geldiğini düşüne­
lim. Bu kadın, kendisinin tem silcisi olduğu b ir işçi sen­
dikasına işçilerinizi kaydettirm enizi istem ek için gelmiş
olsun. Siz hayretten küçük dilinizi yutacak ve cesareti­
niz olsa kadına hemen çıkış kapısını göstereceksiniz.
Fakat bu kadar üstün görünen ve kendinden emin bir
insanı kapı dışarı etmek kolay mıdır? Kadın, siz gözle­
riniz faltaşı gibi açılmış kendisine bakarken durum u size
açıklıyacaktır. Sendikasının işinize para yatırm aya hazır
olduğunu, bir çok konularda size yardım cı olacağını sö y­
leyecektir. Tembel hissedarlarınızın kâr hisselerini a rttır­
maya çalışacağınız yerde onlara almaya alıştıklarını ve­
rebileceğinizi ve artan parayı, işi yapan insanların (siz de
içlerinde olm ak üzere elbette) durumlarını düzeltmek
için kullanabileceğinizi anlatacaktır. Hiç hayalinize gelme­
yen yollar öğretecektir size. Böylesine bir te k lifi reddet­
mek için aptalca bir tutu culu kta n başka bir neden var
mıdır?
Bu tablo hayalî değildir. Sendikaların, en parlak be­
yinleri kendilerine toplayıp ve onlara oniki işçinin ücreti­
ni verm ekten kaçınmamaları sonunda Am erika'da bu iş
her gün olm aktadır. Ingiliz Sendikaları da Am erikalı-

331
laşınca burada da aynen bu olacaktır. Bizim iş adamları­
mız bu tü r işleri yapmaları için üniversiteden adam to p ­
lama yoluna girm işlerdir. Hem iş adamları hem sendika­
lar artık işlerini bilimsel yoldan halledeceklerdir. Ve bunu
yaptıkları zaman acemi ve örgütlenm em iş proleterlerle
para kazanma yetenekleri olmayan orta sınıf halkını ve
hatta Hüküm eti köleleştireceklerdir. Bunu çoğunlukla
Sosyalizm yöntem leriyle yapacaklardır. Halk kitlelerinin
durumunu düzeltmek amacında olduklarından onlara en­
gel olmak insanlık dışı sayılacaktır.
Elde edilen kârlar eşit olmayan bir şekilde dağıtıldı­
ğı takdirde bunu yaratan düzeni yıkacak ve m illeti felâ­
kete sürükleyecektir. A rtan iş yeteneğinin görünen zafe­
rine rağmen Sosyalistler gelirin dağıtımının ve eşitleşti­
rilmesinin kamu denetinde olmasını isteyeceklerdir. Bu
olmadığı takdirde. Sendikacılık aristokrasisi ile ortak
olan büyük kapitalist iş çevreleri Hüküm eti kendi özel
çıkarları için denetim leri altına alacaklardır. Ve siz bir
seçmen olarak, sanayiimizi özel m ülkiyetten kamu m ül­
kiyetine dönüştüren gerçek Sosyalizm ile, bir grup va­
tandaştan tazm inat ödemeden parasını alıp diğer bir
gruba veren yapmacık Sosyalizm arasındaki farkı anla­
mayı çok güç bulacaksınız. Yapmacık Sosyalizm bunu
gelirlerimizi eşitleştirm ek için değil, zaten elinde çok ola­
na daha çok vermek için yapacaktır.
38
SONSUZ HAREKET HALİNDEKİ K AP İTALİZM

VE ŞİM Dİ DE benim bilgiç genç Bayan okuyucum


(çünkü şim diye kadar ülkenizin ve dünyanın tarihi ve
önem li toplum sal konuları hakkında sıradan bir Başba-
kan'dan fazla bilginiz o lm u ştu r) hiç dikkat etm iş misiniz-
dir ki, hepimizi yedirip giydiren ve hatta bazılarımızı şı­
martan bu sonsuz faaliyet sırasında HİÇBİR ŞEY O LDU­
ĞU GİBİ K A L M A M A K T A D IR ? insan toplum u buzul g i­
bidir; hareket etmeyen sonsuz bir buzluğa benzer; oysa,
gerçekte bir nehir gibi akm aktadır ve bu sürekli hareketi
sonucunda üstünün cam gibi sert olmasına rağmen al­
tında yer yer çatlaklar ve yarıklar oluşm uştur. Babanızın,
kocanızın ya da sizin iflâsınız, sizi her an böyle bir yarığa
yuvarlayabilir. Büyük bir yarık ise koskoca bir impara­
torluğu yutabilir.
1918'de böyle üç im paratorluk yutulm uştu. Dünya­
nın sürekli hüküm etler, yerleşm iş kuruluşlar ve bütün
saygıdeğer insanların inandığı değişmez kurallar üzerin­
de kurulduğu bir yer olduğu düşüncesiyle y etiştirilm iş
bir insansanız, bu kitabın sonuna vardığınızda herşeyin
değişeceğini söylediğim zaman, «öyleyse bütün bu açık­
lamaları ve örnekleri okumaya ne lüzum var?» diyecek­
siniz. Size ancak şunu söyleyebilirim : Bugün meydana
gelen değişiklikleri anlamak için geçm işte olan değişik­
likleri bilmek gerekir ve bunları anlamamış kadınlar ha­
yatlarını berbat etm işler, çocuklarını yanlış yollara sü­
rüklemişlerdir.
Ü stelik bu kadar zamandır anlattığım şeylerin hiç­
biri tamamen geçm işte kalmış değildir. Hâlâ taşrada yüz­

333
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

yıllarca önceki ataları gibi toprak ağalığı yapan ve teba-


larına bazan iyilikle davranıp bazan da onları koyun ve
geyik yetiştirm ek için yaşadıkları yerlerden süren insan­
lar vardır. Hâlâ büyüklü küçüklü çiftçiler vardır. Hâlâ tek
başlarına ya da ikisi üçü bir arada ticaret yapan küçük
işverenler bulunm aktadır. Hâlâ T röst halinde birleşme-
miş şirketler vardır. Hâlâ hiçbir Sendikaya girm em iş yı-
ğınlarca işçi vardır ve bunlar hâlâ gayet kötü davranışla­
ra hedef olm aktadırlar. Yalnızca fabrikalara ve atelyelere
uzanan Parlamento Kanunları dışında kalıp da zalimce­
sine uzun saatler çalıştırılan çocuklar hâlâ aramızda ya­
şamaktadırlar. Dünyada Londra, Paris ve N ew York gibi
şehirler olduğu kadar Kral A lfred devrinde olduğu gibi
gazdan, elektrikten ve kanalizasyondan habersiz köyler
bulunm aktadır. Ünlü üniversitelerim iz, kitaplıklarım ız ve
sanat galerilerimiz vahşi kabilelerden, yamyamlardan ve
barbar imparatorluklarından bir yolculuk boyu ötededir.
Böylece size anlattığım «K apitalist Düzen»in aşamaları­
nın hepsini çevrenizde görebilirsiniz.
Değişm ekte olan ve Değişm iş olan'ın karşısında
Henüz Değişm em iş Olan bulunm aktadır. Günlük hayatı­
mızda bu üçü ile uğraşmak zorundayız. Değişmiş olan'ın
ne olduğunu bilm edikçe Henüz Değişmemiş Olan'a ne­
ler olacağını bilemeyiz. Ve en iyi niyetlerle kalkıp yanlış
şeyler yaparak faydalı olanı berbat edebiliriz. Eğer doğru
yolu parti gazetelerimizde, (hepsi karaborsacıların ilan­
ları ile yaşarlar bunların) parti politikacılarının söylevle­
rinde ya da siyasal bakımdan bilgisiz ve sınıflarını tutan
komşularımız ve akrabalarımızın dedikodularında arar­
sak; ya yanlış yere geliriz, ya bozuluruz ya da bıkarız.
Kâr peşinde olan Kapitalizmin maceralarını anlat­
tığım bölüm leri şöyle bir hatırlayın. Bu olaylar kitaplarda

334
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ve gazetelerde hep Ingiliz ırkının, Fransız m illetinin ya


da Latin asıllı Alm anın tarihi olarak anlatılır. Bunların uy­
garlıklarını uzak ülkelerdeki vahşilerin arasına korkusuz­
ca götürdüklerinden sözedilir. Kapitalizm kağıt üzerinde
gösterişli olarak anlatılabilir gerçekten. Fakat bütün bu
m illetçe kendimizi beğenmemiz ve kendimize hayranlı­
ğımızı palavra olarak dinlememelisiniz. Büyük kaşifler,
m ucitler, araştırıcılar, mühendisler, askerler, yürekli de­
nizciler, büyük kim yager ve m atem atikçiler, sadık m is­
yonerler olmasa, kapitalistlerim iz Grönland ya da T ib e t'­
te yaşamış olsalardı; elde edeceklerinden fazla birşey
elde edemezlerdi.
Fakat bu üstün başarılarıyla kapitalistleri zengin
eden kim seler aslında kapitalist değildiler. Yaptıkları iş­
lerden giriştikleri maceralardan hemen bir kâr elde edile-
miyeceği için kapitalistlerden pek bir te şvik görm üş de
sayılmazlar. Bunların pek çoğu sadece yoksul olarak kal­
mayıp sonradan birtakım suçlarla suçlanm ışlardır da.
Bunların buluşlarını günlük hayata uygulama zamanı ge­
lince (ki, çoğ-unlukla bu, onların ölüm lerinden sonradır),
iş yine açlar tarafından yapılır: Kapitalistler ancak ne ek­
tikleri ne biçtikleri ne de pişirdikleri fakat kira ve faiz ola­
rak açlardan topladıkları yedek yiyeceği sağlarlar.

Ingiliz aklı, Ingiliz dehası, Ingiliz yürekliliği Ingiltere-


nin ününü yaym ıştır; tıpkı diğer m illetlerinkinin onların
ününü yaydığı gibi. Fakat ne aklı, ne dehayı, ne yürek­
liliği ne kararlılığı kapitalistler şağlamış değildirler. Bun­
lar sadece bu dahilerin yediği yedek yiyeceği verebilm iş­
lerdir. Ve bunu da kendileri üretm iş değillerdir. Sadece
bunu üreten aç insanlardan tüketen aç insanlara geçir­
mekte aracı olmuşlardır.

335
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Bir insanın hem kapitalist hem dahi olması; hem


dahi hem yoksul olması kadar olağan birşeydir. Tabiat
parayı dikkate almaz. Doğuştan kapitalist olan bir kim ­
senin (yani bir servetin mirasçısının) bir dahi olması ih­
tim ali çok uzaktır; ama bu olayın kendisinin, çok az rast­
lanılır olmasından ötürüdür. Yoksa arada sırada kapita­
listlerin de dahi olduklarına rastlanılm aktadır. Kraliçe
Elizabeth, bakanlarına eğer kendisini sadece elbiseleri
ile sokağa atacak olsalar; onlar kadar geçim ini sağlaya­
cağını söylerdi. Bu sırada Iskoç Kraliçesi M ary ise yüz-
milyonlarca sterlin para ve elli bin askerle birlikte soka­
ğa atılsa, yine de işleri berbat edeceğini ispat etmekle
meşguldü. Onların kraliçe olmalarının bu işle hiçbir ilgi­
si yoktur. Kadın olarak nitelikleriydi bütün farklılığı ya­
ratan. Aynı şekilde doğuştan kapitalist iki kişinin biri da­
hi, diğeri m üsrif olabilir; sermaye, ne yetenek ne de de­
ğerlilik veremez bunlara. Ellerinden sermayelerini alın,
yine aynen kalacaklardır; sermayelerini iki katına çıkar­
tın, ne birinin yeteneğini ne de ötekinin budalalığını art­
tırm ış olmayacaksınız.
Ülkenin en budala insanı en zengini olabilir: En akıl­
lı ve en büyüğü de bir gün sonraki yemeğini nereden
sağlayacağını bilmeyebilir. Tekrar ediyorum , kapitalistle­
rin özel bir yeteneğe ihtiyaçları y o k tu r ve bu olmadığı
takdirde de birşey kaybetm iş sayılmazlar. İşçi Ahm ed'i
besliyorlarsa, bunun nedeni, yiyeceği Ç iftçi M ehm et'ten
almış olmalarıdır. Hatta bunu da kendileri yapmamışlar,
bu işi görmesi için Kom isyoncu Hasan'a para verm işler,
bu verdikleri parayı da dükkâncı Hüseyin'den alm ışlar­
dır. Ahm et işçi, M ehm et mühendis, Haşan Tröst başka­
nı, Hüseyin de bankacı olm uş olsalar; ortada yine de
hiçbir şey değişmezdi. Ahm et, Mehm et, Haşan, Hüseyin

336
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

bütün işleri yaparlar, kapitalist de onları açlıktan öld ür­


meden tütün ürettiklerini ellerinden alırdı (altın yu m u rt­
layan kazı öldürm em ek).
Onun için tarihim izi kapitalist erdem ve yetenekleri­
nin meyvesi olarak gösteren kapitalist gazetelerimizle,
tarihim izin bütün utanç verici sayfalarını kapitalizmin
oburluğuna bağlayan Kapitalizm aleyhtarı gazetelere boş
verin siz! Ne hayranlığınızı, ne de öfkenizi boş yere har­
camayın. Düzeni anladıkça, en fazla kişisel dürüstlüğün
bile bütün m illeti kurtaracak siyasal değişiklikler olm a­
dan hiçbir işe yaramadığını göreceksiniz.
Kapitalist parasını yatırm aktan başka birşey yap­
madığı halde, Kapitalizmin yaptığı çok şey vardır. Hal­
kın ücreti ile alabileceği bütün malları ve zenginlerin sa­
tın alacakları bütün lüks eşyaları piyasaya sürdükten
sonra Kapitalizm yeni birikm iş yedek parasını daha baş­
ka teşebbüslere yatırm ak zorundadır. İşte bu anda Ka­
pitalizm maceracı ve deneyci olur; büyük m ucitler, kim ­
yagerler ya da mühendislerin fikirlerini dinler; telefon,
telsiz, uçak seferleri gibi yeni sanayiler ve hizm etler ku­
rar. Daha önce de gördüğüm üz gibi içki fabrikası yapmak
dururken aklına bile getirem iyeceği liman inşaatlarını dü­
şünür.
A çlar Hüküm etten yardım istedikleri zaman çok ö f­
kelenen kapitalistler yardım isteme sırası kendilerine ge­
lince hiç gocunmazlar. Demiryolları, Hüküm etten kârla­
rını garanti etm esini isterler; hava yolları, uçaklarını onar­
mak ve onlardan para kazanmak için Hüküm etten bü­
yük paralar isterler. Maden sahipleri ile maden işçileri
aralarında anlaşıp H üküm et kendilerine para vermezse
greve gidecekleri tehditlerini savururlar. Kapitalistlerin
ticari şirketleri Hüküm eti kandırarak Borneo gibi zengin

337
GENÇ BİR BAYANA S O S /Â ..ı_

nüfuslu adaları, Hindistan gibi büyük im paratorlukları ve


Rodezya gibi büyük ülkeleri ele geçirip bunlardan m üm ­
kün olduğu kadar para sızdırmaya çalışmaktadırlar. Fa­
kat İngiliz bayrağını dikmeye önem verm işler ve fe th et­
tikleri bu yerleri ellerinde tutm ak için Ingiliz vergi m ükel­
leflerinin ceplerinden Ingiliz ordu ve donanmasını kul­
lanmışlardır. Sonunda C om m onwealth, onların sorum lu­
luklarını üstüne almış ve böylece Britanya İm parator­
luğu denilen şey ortaya çıkm ıştır. Şimdi Ingiliz halkının
isteğinin tam aksine, İm paratorluğun merkezi Ingiltere
yerine Doğu'ya kaym ış olup yüz vatandaşımızdan ancak
yedisi beyaz ve Hristiyandırlar. Böylece Kapitalizm bizi,
içte ve dışta, hiç istemediğimiz ve denetimiz dışında
olan teşebbüslere yöneltm iştir. Bunlar kötü teşebbüsler
değildir, hatta bazıları çok iyidir fakat bütün sorun, bun­
ların hisse senedi sahiplerine para getirm esi dışında. Ka­
pitalizmin bu teşebbüslerin bizler için iyi ya da kötü o l­
duğuna aldırış etmemesidir. Kapitalizmin bundan sonra
nereye el atacağını bilemeyiz ve gerçek eğer halk tara­
fından tutulm ayacak bir şeyse, gazetelerin bu konuda
yazdıklarına da inanamayız.
Bir sabah uyanıp da gazetenizden Parlamento ile
Kralın, İstanbul'a, Bağdad'a ya da Zengibar'a taşındığını
ve bu önemsiz adanın bundan böyle bir m eteroloji istas­
yonu, bir kuş barınağı ve Am erikalı turistlere bir ziyaret
yeri olarak bırakıldığını öğrenmek ihtim ali inanılmaz bir-
şeydir. Fakat gerçekten de böyle birşey olursa ne yapa­
bilirsiniz ki? Kapitalizmin m antıkî gelişmesinin bir sonu­
cu olacaktır. Koskoca Roma İm paratorluğunun Roma'-
dan İstanbul'a taşınmasından daha imkânsız birşey de­
ğildir bu. Sizin yapabileceğiniz tek şey eğer modayı izle­
mek istiyorsanız sizin ya da kocanızın işi ancak büyük

338
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

bir merkezden yönetilebiliyorsa Kral ve Parlamento'nun


peşinden gitm ek, ya da A m erika'ya göçüp Ingilizlikten
vazgeçmektir.
Neyse ki hemen eşyalarınızı toparlam aya ihtiyaç
y o ktu r bu anda. Eski gelenekleri ve kuruluşları sevmek
anlamında olan Tutuculuğun kafanızdan atılması gerek­
tiğini ve bunun Kapitalizme karşı kullamlamıyacağmı bil­
meniz yeterlidir. Yatırım yapmak için durup dinlenmek
bilmeyen araştırmasında ve yedek ekmeğini bayatlam a­
dan yedirecek aç insan bulmak ihtiyacında olan Kapita­
lizm her engeli yıkar, her sınırı devirir, her dini yutar, kar­
şısına çıkan her kuruluşu yerle bir eder ve tıpkı banka
kurduğu, kablo döşediği gibi bu işlerini kolaylaştıracak
ahlâk kuralları koyar. Siz ya bunu onaylamalı ve buna
uymalı ya da m ahvolup gitm elisiniz.

39
KAPİTALİZMİN KAÇAK ARABASI

ŞU HALDE Kapitalizm bizi sürekli bir hareket halin­


de tutm aktadır. Hareket kötü birşey değildir: Çürüme ve
felce ve ölüme karşı olan hayattır. M onotonluğa karşı
yeniliktir; yenilik de bize öylesine gereklidir ki, elinizin
erişebileceği en iyi şeyi alsanız (sözgelişi, en iyi yiyece­
ği, en iyi müziği, en iyi kitabı ya da herhangi birşeyin da­
ima aynı kalan en iyisini) ve uzun süre bununla birlikte
yaşasanız sonunda bundan nefret edersiniz. Değişken
huylu kadınlar m onoton kadınlardan daha çok tercih edi­
lirler, hatta bu değişiklikleri ne kadar katlanılmaz olsa bi­
le. Bu tip kadınlar bazan öldürülürler ama hiçbir zaman

339
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

terkedilmezler. Evlilik hayatını yaşanır yapan onun inişli


çıkışlı olmasıdır. Çok hareketli bir çağda yaşadığımızdan
yakınan insanlara sorun bakalım, hiçbir değişikliğin o l­
madığı bir hayatı isterler m iydi? Bir otom obil satın alan
bir insan hiçbir zaman, «Ne kadar yavaş giderse o kadar
iyi,» demez. Denetebildiğimiz, yönetebildiğim iz ve bizi
tehlikeye sürüklediği zaman durdurabildiğim iz sürece,
hareket, zevk veren birşeydir.
Denetlenemiyen hareket ise felâkettir. Deposu tü-
kenmiyecek kadar benzin dolu olan ve saatte elli mil
hızla, taşlı ve uçurumlu bir yolda durdurmasını bilm edi­
ğiniz bir otom obilde gittiğinizi düşünün! işte işin içyü­
zünü anladığınız zaman, kapitalist düzende yaşamanın
da bu demek olduğunu görürsünüz. Sermaye de bizim ­
le birlikte gitm ektedir; bizi son hızla götürdüğü uçuru­
mun dibinde birçok im paratorlukların bulunduğunu b il­
mekteyiz. Şu anda bütün hüküm etlerin en ivedi sorun­
ları bu hareketi denetleri altına almak, güvenli yollar yap­
mak ve arabayı bu yollarda sürm ektir. Oturup düşünür­
ken bari araba dursa ya! Fakat, ne gezer! Araba duraca­
ğı yerde, sermayenin daha büyük m iktarlarda artması ve
nüfusumuzun çoğalmasıyla hızlanmaktadır. Birbiri arka­
sından bir sürü devlet adamı direksiyonu ele almaya ça­
lışmaktadırlar. Krallar, diktatörler, dem okrat başbakan­
lar, Kom iteler ve Sovyetler hep direksiyonu yönetim leri
altına almaya uğraşmaktadırlar. Biz bunların hepsine bir
an için um utla bakarız. Üzerlerine çöken otoriteli hava­
ya bakıp yönetim i ele aldıklarını sanırız. Oysa, Serma­
ye onlarla birlikte yol almaya devam etm ektedir. Biz ise
denetilmesi imkânsız arabamız m utlu bir vadiye geldiği
zaman ferahlarız, uçurum ların dibindeki dalgaların sesi
giderek arttıkça um utsuzluğa düşer, korkarız. Hiçbir

340
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

bilmeyen ve düşünmeyen insanlar ne m utludurlar: Ha­


yat, onlar için arada sırada hoş olmayan kazaları olan ne­
şeli bir yolculuktur. En iyi yöneticiler bazan bunların ara­
sından çıkar: Tıpkı en iyi dem iryolu işaretçisinin ödünü
patlatacak sorum luluğunun farkında olmadığı gibi. Fakat
sonunda uygarlığımız, hüküm etlerim izin, Kapitalizmle
birlikte kaçan güçlerim izi akıllı bir biçim de denetlemesi­
ne bağlıdır. Bunu başarmak için de bu güçlerin anlaşıl­
ması gerekir. Ne kadar hayran olsak da sadece karakter
ve enerji, akıl ve bilgi olmadan hiç bir işe yaramazlar.
Şim diki sıkıntımız, bir iki öğrenci dışında hiç kim se­
nin okumadığı kitapları anlayanın çıkmaması ve orada
burada çıkan bir peygamberin basın tarafından ihmal
edilmesi ya da kendisine deli gözü ile bakılmasındandır.
Yöneticilerim iz 5 sterlinlik yıllık geliri 100 sterlin sana­
cak kadar para pazarından habersizdirler. Seçmenlerimiz
bu kadarını bile bilmezler. Kadın olsun erkek olsun onlar
da, yün kendi sırtından çıktığı halde bir koyunun yün
ipliği fabrikasından habersiz olduğu kadar sermayeden
habersizdirler.
Fakat hüküm et edenle edilen arasında önemli bir
fark vardır. Hüküm etler yönetm eyi bilm em ektedirler, fa­
kat hüküm etin gerekli olduğunu ve bunun karşılığının
ödenmesi gerektiğini anlamaktadırlar. Seçmenler de hü­
küm eti kişisel özgürlüklerine zalimcesine bir müdahale,
vergilendirm eyi de zalim bir devletin memurlarının özel
vatandaşları soyması olarak görm ektedirler. Eskiden
halkın seçme hakkı olmadığı için bunun pek önemi y o k ­
tu. Söz gelişi, Kraliçe Elizabeth, halka ve hatta zamanın­
da Parlamento'yu meydana getiren Bölge soylularına,
Devlet işlerinin kendilerini ilgilendirm ediğini ve bu konu­
da bir fikre sahip olmalarının çok büyük bir haddini bil­

341
GENÇ BİR B A Y A N A ÖGGVALİZ,.

mezlik olduğunu söylem işti. Kendisi zamanının en ye te ­


nekli kişisi olduğundan halkın ve soyluların yeteneksiz
olduklarını haklı olarak söyleyebilirdi. Kendisi ile tartışa­
cak olsalar hiç düşünmeden hapse tıktırıverirdi onları.
Fakat o bile, siyasal başarılarının ardmeun onlardan ver­
gi Sizdıramamıştı. İşbilir bir insan olduğu için halkın sa­
dakatine güvenebilirdi. Haleneri de onun kadar zorba
olmaya kalkıştıkları zaman, onun gibi işbilir olm adıkla­
rından birinin kafası kesildi, diğeri de ülkenin dışına sü­
rüldü. Elizabeth'in yetenekliliğiyle boy ölçüşebilecek tek
insan Crom vell'di: Ama o bile, bir parlamento adamı ol­
duğu halde Parlamento'yu sindirdi ve ancak ordu gücü
ile iktidara geldi.
Sıradan halka gelince; benim hayatımın başlangıcı­
na kadar bunların yoksullukları ve siyasal bilgisizlikleri
nedeni ile ülkenin yönetim ine karışamıyacakları düşün­
cesi egemendi. Babamın zamanında her erkeğe bir oy
hakkı tanımak gülünç bir şey olarak düşünülürdü. Daha
geçenlerde Mr. W inston Churchill İşçi'lerin hüküm eti y ö ­
netmeye lâyık olmadıklarım söylem iştir.
Siz de herhalde Kraliçe Elizabeth, C rom w ell ve Mr.
W inston Churchill gibi düşünm ektesiniz. Böyle düşün­
mekte haklı olabilirsiniz de. Mr. Ramsay MacDonald'ın
İşçi Hüküm etinin ülkeyi Muhafazakâr ya da Liberal bir
Hüküm et kadar iyi yöneteceğini ispat etmesine karşılık
gerçek olan bunların hiçbirinin yönetm eyi bilm edikleri­
dir: Kapitalizm onları beraberinde sürükleyip götürm ek­
tedir. Oy hakkının önce erkeklere ve sonra kadınlara, ya­
ni bütün yetişkin vatandaşlara tanınm ış olması Kapita­
lizmin denetlenmesi açısından hayal kırıklığı uyandırm ış­
tır. Kadınlar ilk oy kullandıkları zaman Mr. M acD onald’ı
Parlamentodan attılar ve Kayzer'i asmak ve savaş m as­

342
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

raflarını Alm anya'ya ödetm ek istediler. Oysa, bu son


ikisi erkek bir seçmenin bile başvurmaması gereken im ­
kânsız şeylerdi. Kadınlar oy hakkını siyasal bakımdan
erkekler kadar yetenekli oldukları iddiası ile aldılar ve bu­
nu elde edince de ilk işleri onlar kadar yeteneksiz o lduk­
larını ispat etmek oldu. Oyları ile Leicester'de Mr. Mac-
Donald'ı yenilgiye uğrattıkları zaman da, muhaliflerinin
en budalalarının iddia ettikleri gibi, en yakışıklı adayı
seçmeyeceklerini de ispat etm iş oldular.
Siyasal iktidarın bütün toplum a yayılması («D em ok­
rasi» derler bunun adına) hüküm et ve vergilendirm eye
karşı halk direnişinin güçlenmesine sebep oldu. Oysa,
Kapitalizmin uçuruma doğru götürüşünü önleyecek tek
şey, hüküm et kuvvetinin ve vergilendirm enin daha çok
yayılmasıydı. Bu durum siyasal bilinçli ve azınlıkta olan
grubun (çoğunluğun siyasal bir görüşü olduğu söylene­
m ez), parlamento hüküm etinin yerine yırtıcı kapitalistle­
ri, enflasyonist maliyecileri, kötü ve züppe bürokratları
adam edecek kuvvetli zorbaların getirilm esini istem ele­
rinin nedeni oldu. Düş kırıklığına uğramış dem okratlar
disiplini savunurlar. Fransa, milli borcun yüzde sekseni­
ni reddettiği için M ösyö Poincare'yi desteklem ektedir.
İtalya, parlam entosunu bir sillede devirmiş, İtalyan de­
mokrasisiyle bürokrasisini çalışabilir bir düzenlilik içine
sokması için kırbacı Sinyor M ussolini'nin eline verm iş­
tir. İspanya'da Kral ve Başkumandan dem okratik saçma­
lıklardan bıkıp kanunu ellerine almışlardır. Rusya'da sa­
dık M arksist azgınlık, şiddetli serkeş bir köylü nüfusu
karşısında m üm kün olduğu kadar iktidarda tutunm aya
çalışmaktadırlar. İngiltere'de de yeni bir CromvveH'e ih­
tiyaç vardır ama önce iki noktayı düşünmek gerekir. Bi­
rincisi, elimizde böyle bir Cromvvell olmadığıdır. İkincisi

343
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

de, eğer böyle birini bulsak ve bu adam her türlü parla­


m ento yolunu denedikten sonra yine askerî yönetime
dönse bile, bir kaç yıl içinde bitkinlikten ölecektir. O za­
man tıpkı domuzun çamurun içinde debelenmeye dön­
dükleri gibi, ihtikârcıların bitkin despotun cesedinden
öçlerini alması çağına döneceğiz. Böylece kendi kendi­
mizi yönetm ek konusundaki yeteneksizliğimiz bizi öyle
bir duruma sokm aktadır ki, bu işi, yüklenebilecek kuv­
vette olan bir insana devretm eye hazırızdır. Fakat son­
ra yönetilm ek istemediğimizden hemen bu Cromvvell'in,
M ussolini'nin ya da başkasının aleyhine dönüveririz.
Anarşik durumun sıkıntısı içindeyken despotik bir disip­
lin ararız, bunu bulunca da, özgürlüğümüz dediğimiz ka­
nun ve düzenimizin tekrar elimize verilm esi için söylen­
meye başlarız. Bir uçtan diğer uca her koşuşumuzda
banyonun suyunu boşaltırken bebeği de suyla birlikte
boşaltır, deneylerimizden hiçbir ders almayız.
İnsan neslini bütünü ile bir kenara atmadan önce
bu hüküm et ve özgürlük konusunu biraz daha açıklayıp
açıklıyamıyacağımıza bir bakalım hele.

40
ÖZGÜRLÜĞÜN TABİİ SINIRI

BİZ İNSANLAR özgür doğmayız ve hiçbir zaman


da özgür olamayız. Bütün insan neslinden olan despot­
lar öldürüldüğü ya da yerlerinden indirildikleri zaman y i­
ne de öldürülm iyen ve yerinden atılmayan bir tek despot
kalır; o da tabiat'dır. Güney Denizi Adalarında tabiat ne
kadar rahatlık verici olsa, ne kadar istediğiniz gibi güneş­

344
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

te yatsanız, elinizi uzatıp yiyeceğinizi kopartsanız yine


de orada bile kendinize bir kulübe yapm ak ve kadın o l­
duğunuz için de doğurm ak zorundasınız. Erkekler yakı­
şıklı, kavgacı ve kıskanç olduklarından ve sevişmekten
başka yapacak işleri olmadığından, spor ile birbirlerini
öldürm eyi mükemmelen birleştirebildiklerinden siz ken­
dinizi kendi ellerinizle savunm ak zorunda bırakılırsınız.
Fakat bizim paralel dairelerine doğru çıktıkça tabiat
epey güçlük çıkaran bir efendi olm aktadır. İlkel zaman­
larda, iklim şartlarına dayanmak için ancak çok zor şart­
lar altında çalışarak kendimize yiyecek, giyecek birşeyler
bulur, başımızı sokacak bir barınak yapardık. A çlık ve
sel baskınları, kurtlar ve zamansız yağm urlar ve fırtına­
lar canımıza okurdu; kadınlar ölen çocuklarının yerini
doldurm ak için durmadan doğurm ak zorunda kalırlardı.
Ailenin giyeceğini hazırlarlar, ekmeğini pişirirler, yem e­
ğini yaparlardı. Çağdaş kadının sahip olduğu refahı dü­
şünmek imkânsızdı. Kabile Reisi kanun yapıcı, yönetici
ve polis müdürü görevlerini haketmek için çok çalışmak
zorundaydı. En nazlı karısı bugünkü kadınların binlerce-
sinin yaşadığı gibi tem bel ve m üsrifçe yaşayacak olsa
onu parmağı kalınlığında sopa ile yola getirdiği zaman
sadece suçsuz olmakla kalmaz üstelik gerekli toplum sal
görevini yaptığı için övülürdü bile. Kadınların da aynı
şeyi kızlarına yapmaları beklenirdi. Victoria çağı kadın­
larının yaptığı gibi kızlarına faydalı olan herşeyin küçül­
tücü olduğu ve faydalı birşey yapmak gerektiği zaman
elinizi sürmeyip hizm etçiyi çağırmanın gerektiğini öğ-
retmezlerdi.
Ticari uygarlık, temelde, Tabiat'ın yüklediği görev­
leri daha az çalışma ile yapma yollarını bulm uş olm ak­
tan başka birşey değildir. Bilim adamları Tabiat'ın sırla­

345
GENÇ ElIR BAYANA SOSYALİZM

rını öğrenmek için birşeyler icat ederler; fakat ok ve yay,


kürek ve saban, tekerlek ve dingil gibi tutulan icatlar ev
dışındaki işleri daiıa kolaylaştırm ak arzusuyla yapılm ış­
tırlar; çıkrık ve el tezgâhı, dikiş iğnesi ve çengelli iğne,
fırça ile sabun da ev içindeki işleri kolaylaştırm ış olan
icatlardır. Bazı icatlar işleri güçleştirir, fakat aynı zaman­
da kısaltır, daha akla uygun yapar, ve eskiden imkânsız
olan şeyleri imkân dahiline sokarlar: Sözgelişi, alfabe, sa­
yılar, logaritma ve cebir gibi. İşinizi kendiniz sırtlayaca­
ğınız yerde atınızın ya da öküzünüzün sırtına yüklediği­
nizde, daha sonra da ağrıyan sırtların işini buhar, elek­
trik ve patlayıcı gazlara yaptırmanız zamanı gelince in­
sanların işleri azalmaya başlar. Dikiş iğnesi dikiş m aki­
nesine, çalı süpürgesi elektrik süpürgesine dönüşür el
ve ayakla işletileceği yerde kilom etrelerce ötedeki bir
m otorun duvardaki düğmesi ile işletilirler.
Fakat bütün bunların müreffeh sınıfımızın en sevdi­
ği konu ile, kişisel özgürlüğümüz konusu ile ilişkisini
gözden ayırmayalım.
Özgürlük nedir? Rahatlıktır. Rahatlık nedir? Özgür­
lüktür. Günün herhangi bir anında «Bir saat süre ile canı­
mın istediğini yaparım» dediğiniz zaman o bir saat için
özgürsünüz demektir. «İstesem de istemesem de şu sa-
atta şunu ve şunu yapmam gerekiyor,» dediğiniz zaman
Magna Carta ya ve İnsan Hakları Beyannamesi'ne kar­
şılık o saat için özgür değilsin izdir.
İşinize fazla karışmadan günlük hayatınız sırasında
sizi izlememe izin verin. Hoşunuza gitse de gitm ese de
sabahları ya bir hizmetçi ya da sinirleri paramparça eden
çıngıraklı bir saatin sesiyle uyandırılırsınız. Yatağınızdan
kalkar, yıkanır, giyinir, kahvaltınızı hazırlayıp yersiniz.
Henüz bir özgürlüğünüz yoktur. Bunları yapmak zorun­

346
vAr>|-TAüZ;V: ÜZERİNE ÖĞÜTLER

dasınız. Sonra yatağınızı düzeltir, kahvaltı bulaşığını yı­


kar, evinizi süpürür toparlar ve gerekli alışverişi yapmak
için uygun bir şekilde giyinirsiniz. Yediğiniz her yemek,
pişirm e ve sonradan bulaşığını yıkama da dahil olmak
üzere bir hazırlığa ihtiyaç gösterir. Bu işler sırasında ora­
dan oraya yürüm ek zorundasınız. Arasıra dinlenmeye
bile ihtiyacınız olur. Sonunda da sekiz saatlik bir uykuya
yatarsınız.
Bütün bunların yanı sıra alışverişinizi yapacak, kira
ve verginizi ödeyecek parayı da kazanmanız gerekm ek­
tedir. Bunu başlıca iki yolla yapabilirsiniz. Günde en azın­
dan sekiz saat bir işte çalışabilirsiniz, ya da evlenirsiniz.
Evlendiğiniz takdirdeyse de, daha önce kendiniz için
yaptığınız alışverişi ve hazırladığınız yemekleri bu kere
kocanız ve çocuklarınız için yapar ve hazırlarsınız. Ço­
cuklar kendi başlarına yıkanıp giyinebilene kadar onları
yıkar ve giydirir; aile gelirinin büyük bir kısmının idaresi
de dahil olmak üzere, diğer analık ve karılık işlerini de
yaparsınız. Bu işlerde harcamak zorunda olduğunuz sa­
atleri toplar ve bu toplam ı Tabiat'ın size bunları yapmak
için tanıdığı yirm idö rt saatten çıkarırsanız geriye kalan
zaman sizin boş saatiniz, yani özgüriüğünüzdür. Tarihçi­
ler, gazeteciler ve siyasal konuşm acılar size Arm ada'nın
yenilmesinin, Kral Charles'm kafasının kesilmesinin, tah­
ta Iskoçyalı James yerine Hollanda'lı VVilliam'ın geçiril­
mesinin, Evli Kadın'ın M ülkiyet Kanunun çıkarılmasının,
Kadınlara Oy Hakkı tanınmasının sizi özgürlüğe kavuş­
turduğunu söyliyeceklerdir. Bu bilgilerin yarattığı heye­
can anlarında büyük bir coşkunlukla İngilizlerin hiç ama
hiç köle olmayacaklarını terennüm edersiniz. Fakat bu
olaylar, birtakım yakınmalarınızı önlemiş olsalar bile, boş
zamanınıza ve bu nedenle de özgürlüğünüze hiçbirşey

347
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

katmış değillerdir. Özgürlüğü gerçekten arttıran; yani,


bir kadının kendisine ait olan zamana birkaç dakika ekle­
yen Parlamento Kanun'ları yalnızca çalışma saatlerini in­
diren Fabrika Kanunlarıdır.
Böylece hepimiz ya köle ya da bağımsızmışız gibi
özgürlükten söz etmenin ne kadar saçma bir şey olduğu­
nu görüyorsunuz ya. Tabiat, hiçbirim izin tam özgür o l­
mamıza imkân verm em ektedir. Yemek, içmek, yıkan­
mak, giyinm ek ve uyum ak bakımından her türlü kibarlı­
ğı ve namusluluğu özgürlüğü uğruna feda eden en islâh
olmaz serseri bile, hemen hemen her anını düzenli bir
biçim de yaşamak zorunda olan bir kral kadar günün on
ya da oniki saati köle olarak yaşar. Kendisine altı saat
boş saati kalan köle bir zenci kadın, sadece üç saati olan
«hür» bir beyaz kadından daha fazla özgürlüğe sahiptir.
Beyaz kadının grev yapma özgürlüğü vardır; zenci ka­
dınsa özgürlüğünü kendisini öldürerek gösterir (her iki­
si de aynı şeydir bunların). Ve üstelik zenci kadın, y o k ­
sul beyaz kadına daha az özgürlüğü olduğu için acır da
üstelik.
Biz özgürlüğü arzuladığımız sürece, boş gezen ser­
serinin tarafını tutarız. Ondan olan farkım ız (eğer varsa
e lbette), bizim boş zamana sahip olm ak için kölelerden
çok daha fazla ve daha ağır şartlar altında çalışmak zo­
runda olmamızdır. Boşgezer boş zaman ister ve kötü bir
hayat yaşar, biz boş zamanımızı kullanıp m utlu olmak
isteriz. Gerçek boş zaman, hiçbir şey yapmamakla de­
ğil, istediğim izi yapabilm ek özgürlüğü ile kazanılır.
Ben bu satırları yazarken madencilerle maden sa­
hipleri arasındaki şiddetli kavga, madencilerin günlük ça­
lışma saatlarının yedi saatten sekize çıkarılmasıyla so­
nuçlanmıştır. M adencilerin yedi saatlik bir çalışma günü

348
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

istedikleri söylenm ektedir. Oysa, bu yanlış birşeydir.


Madenciler yedi saatlik çalışma değil, onyedi saatlik boş
zaman istem ektedirler. Bu onyedi saatin onunu zaten
tabiat kendi ihtiyaçları için onlardan alacak, bir kısmı da
işyerine gidip gelmek sırasında eksilecektir. Böylece
madenci yedi saat çalışıp, on bir saat da uyumak, din­
lenmek ve işyerine gidip gelmek zamanı harcayınca
kendisine istediğini yapacağı gerçek bir altı saat kalm ak­
tadır. İşte onun arttırm ak istediği Jau altı saatlik boş
zamandır. Daha az çalışmak istemesi yine eskisi kadar
çalışıp son bir saatında da mesai yapıp fazla para kazan­
mak arzusunun maskelenmiş şeklidir ancak. Bu fazla
saatta çalışıp daha fazla kazandığını da yine boş zama­
nında harcamak istem ektedir aslında. Parça başına iş
yapanlar, bir haftada kazandıklarını üç günde bitirirle r­
se, üç gün boş kalmak yerine yine aynı süre çalışıp iki
misli para kazanmak istemezler çoğunlukla. Paradan çok
boş zamanı isterler.
Bunun en belirgin biçim i m ülkiyette ortaya çıkar. Ka­
dınlar, m ülkiyet kendilerine en fazla boş zamanı sağladı­
ğı için m ülk sahibi birer kadın olmayı isterler. M ülkiyet
sahibi kadının sabahın altısında kalkıp ateş yakmasına
ihtiyaç yoktur. Ne kendisinin ne de kocasının kahvaltısı­
nı hazırlamak zorunda değildir. Bulaşık yıkamak, çöp bo­
şaltmak, yatak yapmak zorunluğu yoktur. Canının iste­
diği alışverişten başka alışveriş yapmaz. Kendi saçını fır­
çalama zorunluğu bile yoktur; yine de yemek yiyecek,
uyuyacak, yıkanacak ve oradan oraya gidecekse bun­
ları en rahat bir şekilde yapabilir. Günde en az oniki saat
boş zamanı olur. Yeni elbise provalarında, avlanmakta,
dansetmekte, misafirliğe gitm ekte, m isafir kabul etm ek­
te, briç ve tenis oynamakta ya da gönlünü eğlendirecek

349
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

binbir işte bir işçi karısının zorunlu çalışmasında yo rul­


duğundan daha fazla yorulabilir. Fakat yapmak zorunda
olduğu şeyleri değil, canının istediğini yapmaktadır.
Ve böylece özgürlük sahibi olduğu için, bu im tiya­
zını koruyan her siyasal hareketi yürekten destekler ve
bunu önlemeye yöneltilen her harekete bazan çok büyük
bir şiddetle karşı koyar. Kendisine en fazla özgürlüğü
verdiği için durumuna sıkı sıkı yapışır; tek yakındığı şey,
hizmetçi bulamamasıdır. Onlara sanayi işlerinde çalıştık­
larında kazandıklarından daha fazla para, daha iyi yaşa­
ma imkânı verdiği halde, özgürlüklerini kısıtladığı için bu­
lamamaktadır aradığı bu kadınları. Çünkü hizmetçilerin
arasıra akşamları birkaç saat dışarı çıktıkları süre dışın­
da, zamanları kendilerinin değildir. Eskiden bütün sınıf
kadınları, çok kötü yaşama şartlarından, kötü arkadaşlar­
dan kaçmak istediklerinden ve genellikle bilgisiz ve oku­
ma yazması kıt kişiler olduklarından ev hizm etçiliğini te r­
cih ederlerdi. Şimdi, eskiden sadece erkeklere açık olan
işlerden bir çoğu kadınlara da açılm ıştır artık. Üstelik
çalıştıkları yerler ve iş arkadaşları eskisi kadar kaba sa­
ba insanlarla dolup taşm am aktadır. Sonra kadınlar V ic ­
toria çağında kendilerini yarı sakat durumuna sokan
elbiselerinden de kurtulm uşlardır. Bugün hepsi boş saat-
larında 'genç hanım ' kılığındadırlar. Bir sanayi ya da bir
balıkçı şehrinde yarı budalalar dışında evlerde çalışacak
hizmetçilerin bulunmamasının nedeni bunların evde ça­
lıştıkları zaman fabrikalarda çalıştıklarından daha az boş
zamanları olmalarıdır.
Erkekler için de durum böyledir. Fakat her erkeğin
ve her kadının özgürlüklerini her şeyin üstünde tuttu kları
kanısına varmayın sakın. Bazı insanlar bundan korkar­
lar. Kendi başlarına yaşayamıyacaklarına o kadar inan­

350
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

mışlardır ki, kendileri için en güven verici durumun, biri­


sinin onlara ne yapmalarını, nasıl davranmaları gerekti-
tiğini söylemesi olduklarına inanırlar. Bu tip kadınlar ev
hizmetçileri, erkekler de asker olurlar. Bu durum o l­
masaydı hizmetçi ve asker bulm ak önemli bir sorun ha­
line gelecekti. Fakat hizm etçinin ve askerin de ideali, sü­
rekli bir korunma ve hizmet d e ğ ild ir: Bunun yanısıra ara-
sıra boş bir zaman da isterler. Yüreklilikleri oranında öz­
gür kalmak isterler bunlar. Sıradan bir sanayi işçisinin de
en son istediği şey işi hakkında düşünme zorunda o l­
maktır. Bu iş, yöneticinin görevidir. İşçi sadece eğlence­
sini düşünmek ister. Bunun için de çalışma saatlarımn
m ümkün olduğu kadar kısa, eğlence zamanının da elin­
deki imkânlar oranında uzun olmasını ister. Kadınlar,
alışkanlıklarından ve ev ihtiyaçlarından ötürü, işlerini er­
keklerden çok düşünmek eğilimine sahiptirler. Bir ev ka­
dını hem çalışmak hem yönetm ek zorundadır, fakat o da
işi bitince büyük bir m utluluk duyar.
Böylece m illi geliri dağıtma sorunu aynı zamanda
gerekli işi, boş zamanı ve özgürlüğü dağıtma sorununu
da kapsamıştır. Bu boş zaman ya da özgürlük, arzuladığı­
mız tek şeydir. Çalışma zamanı önceden belirli ve zorun­
lu bir gerçek olduğu halde, boş zaman bir hayal ve son­
suz imkânlar zamanıdır. Emeği daha üretici hale getiren
ve ilerici olarak tanımlanan bütün kolaylıklar ve icatlar,
özgürlüğümüzü imkân dahiline soktukları için sevinçle
karşılanırlar. Ne yazıktır ki, makinelerin icat edilmesiyle
kazandığımız boş zamanı akla hayale gelebilecek en saç­
ma şekillerde harcarız. Yirm i dört saatinin onbeş saati
boş olan ve biraz önce sözünü ettiğim iz m ülkiyet sahibi
kadını ele alın. Bu boş zamanı ne ile elde etm iştir? Bir-
şey icat etm ekle değil de, başkalarının icat ettiği m aki­

351
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

nelere sahip olmakla! Böylece bütün boş zamanı kendisi


almakta ve o makineleri gerçekten kullanan insanları es­
ki hallerinde bırakm aktadır. Fakat onda kabahat bulm a­
ya kalkışmayın. Kapitalist kanunu budur. Ne yapsın za­
vallı kadın?
Bir de bütün m illeti ele alarak duruma bir bakalım:
Çağdaş üretim yöntem leri herkesin, kendilerini yaşata­
cak ve nesillerini devam ettireceğinden fazlasını üretm e­
sini m üm kün kılm ıştır. Yani çağdaş yöntem ler yalnızca
bir servet fonu değil, bir boş zaman ve özgürlük fonu da
yaratm aktadırlar. Bazı insanları korkunç derecede zengin
yapıp diğerlerini yoksul bırakacak şekilde serveti dağıta­
bildiğiniz gibi, boş zamanı da bir kısım insanın günde on
beş saat keyiflerine bakacak diğerlerinin boş zamanını
dört saata indirecek şekilde dağıtabilirsiniz. İşte özel
m ülkiyetin yaptığı da budur. Onun için Sosyalizm bayra­
ğı altında, bütün m illetin arasında boş zamanın ya da öz­
gürlüğün bütün m illete eşit olarak dağıtımı ve özel m ül­
kiyetin ortadan kaldırılması için bir hareket başlamıştır.
Boş zamanın ve tabii ki aynı zamanda üretici işin
eşit olarak dağıtılması halinde neler olacağına bir göz
atalım Hepimizin otuzbeş yıl süre ile günde dört saat
çalışarak, şim di yılda en az bin sterlin geliri olan insan­
lar gibi yaşadığımızı düşünelim. Ve bu duruma da gün­
de iki saat çalışıp yılda beşyüz sterline geçinmeye razı
olanlarla günde dört saat çalışıp bunun iki katı kadar da­
ha refahlı yaşamak isteyenler arasında yapılan bir an­
laşmayla varıldığını kabul edelim.
İlk çıkacak olan güçlük bazı işlerin günde dört saat­
lik taksitlere bölünemiyeceğidir. Evli olduğunuzu düşü­
nün. Kocanızın kendi başına bir işi varsa mesele yoktur.
Şimdi cum artesileri yaptığını o zaman her gün yapacak­

352
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

tır; yani, sabah dokuzda işe gidecek öğlen birde döne­


cektir. Fakat ya sizin işiniz? Dünyanın en önemli işi ço­
cuk doğurmak ve ye tiştirm e ktir; bu olmazsa insan soyu
tükenir giderdi çünkü. Kadınların bütün imtiyazları bu
gerçeğe dayanmaktadır. Şimdi, bir kadın günün dört
saati gebe, diğer yirm i saati normal olamaz. Ne de ço­
cuğunu dört saat emzirip, sabah saat dokuza kadar aç
bırakabilir.
Şu halde dört saatlik çalışma günü herkesin sabah
dokuzda işe başlayıp öğlen birde bırakması demek de­
ğildir. Gebelik ve emzirme, düdük çalınca başlanıp düdük
çalınca bırakılmayacak işlerin koskoca listesinde ancak
iki yeri işgal etm ektedirler. Bir fabrikada da, dört saatlik
altı posta çalıştırm ak ve işi yirm i dört saat hiç kesinti­
siz sürdürm ek imkânı vardır. Ama bir gemiye altı posta-
lık m ürettebat dolduramazsınız. Hatta 5000 kişilik dev
savaş gemileri yapsak ve içlerini altı postalık asker ve
bunlara yetecek yiyecekle doldursak, dördüncü saatin
sonunda bunlar savaşı terkedip çekilemezler.
Şu halde, insan taham m ülünü en son sınırına kadar
uzatan ve hep aynı insan tarafından yapılması gereken
ve posta yöntem ine girmeyen işler de vardır. Bir deney
yapan bir kim yacı ya da fizikçi, yıldızları gözleyen bir as­
tronom , bir hastanın başında bekleyen bir doktor ya da
hastabakıcı, cepheden gelen haberleri dinleyen bir Ba­
kan, yaklaşan kötü havadan korum ak için samanını to p ­
layan bir çiftçi, sokakları karlardan temizleyen çöpçüler
yorgunluktan yıkılana kadar işlerine devam etm ek zo­
rundadırlar.
Bugünkü sekiz saatlik çalışma günü ya da en son
moda olan beş günlük iş haftası gibi, dört saatlik çalış­
ma günü de uygulamada ancak bir hesap işidir. Fabrika­

353
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

da olsun büroda olsun bu uygulanabilir. Kısa ve sık ya


da uzun ve seyrek ta tille r dem ektir bu. Sizin bu konuda
neler yaptığınızı bilm iyorum ama ben, işim i ne kadar
düzenli yapmaya karar versem de — genel olarak bir
yazarın işi belirli saatlara bölünebildiği halde b ile — ben
kendimi yıpratana kadar çok çalışıp, sonra haftalar sü­
ren bir tatile çıkmayı tercih ederim. Meslek adamları
arasında sekiz dokuz ay aşırı çalışma ve arkasından üç
dört aylık bir dinlenme ve boş zaman pek yaygın bir
usuldür.
Sıradan işlerle, yaratıcı adı verilen işler arasında da
bir farklılık vardır. Bir kim senin otuz yıl süre ile günde
onaltı saat çalışarak ün kazandığını duyduğunuz zaman
bu üstün başarısından dolayı kendisine hayranlık duya­
bilirsiniz. Fakat bu adamın başka bir yeteneği olduğu so­
nucunu çıkarmamanız gerekir bundan. Hatta onun, da­
ha önce yapılmamış olan bir şeyi yapmadığına ve bunu
da eski yöntem lerle yaptığına rahatça kani olabilirsiniz.
Onun düşünecek ya da icat edecek bir şeyi yoktur. Onun
açısından bugünün işi dünkü işinin tekrarıdır. Sözgelişi,
Napolyon'la kıyaslayın bakalım bu adamı. Büyük adam­
ların hayatlarına ilgi duyuyorsanız m utlaka Napolyon'un
bütün konsey üyeleri dayanamayıp masa başında uyuk­
ladıkları zaman bile o m üthiş enerjisi ile çalışmaya de­
vam ettiğini okum uşsunuzdur. Fakat yaveri Bourienne'ın
pek az sözü edilen anılarını okumuşsanız, Napolyon'un
da arada sırada bir iki hafta hiçbir iş yapm ayıp çocukla­
rıyla oynadığını, değersiz bir sürü kitap okuduğunu ya
da boş oturduğunu öğreneceksiniz. St. Helena adasında
zorunlu olarak kaldığı zaman kendisine bir generalin iş
hayatının ne kadar olduğu sorulduğunda, «A ltı yıl,» ce­
vabını verm iştir. Am erika Cumhurbaşkam'nın çalışma

354
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

süresi dört yıldır. Daha sıradan örnekler vermek gere­


kirse, bir muhasebeciyi bir katip ya da bir tarihçiyi bir
yazıcı kadar çok çalıştıramazsınız. Oysa, bunların hepsi
de aynı yazı ve m atem atik işlem leriyle uğraşm aktadır­
lar. Birisi üç saatta yorulur, diğeri sıkıntısını geçirecek
bir iki çay içtiği sürece sekiz saat hiç umursamadan ça­
lışır. Bu gibi farklılıklar olduğu sürece de işi eşit olarak
ve belirli sürelere bölerek dağıtamazsınız. Yapabileceği­
niz tek şey, işçilere eşit boş zaman verm ek ve dinlen­
me zamanlarının boş zaman olmadığını onlara anlat­
maktır.
Uzun lafın kısası; Tabiat'ta büyük Ö harfli özgürlü­
ğün yeri yoktur. Bu konuda uygulama alanında ortaya
çıkan sorunlardan biri kendimize ne kadar boş zaman
ayırabileceğimizdir. İkincisi de, boş zamanımızda istedi­
ğimizi ne dereceye kadar yapmamıza izin verileceğidir.
Sözgelişi Dartm oor'da geyik avlayabilir miyiz? Bazıları­
mız buna hayır cevabını verirler: Bu düşünce kanunlaşır­
sa, Dartm oor'da avlanma özgürlüğü sınırlanmış demek­
tir. Pazar günleri Kiliseye gitm e saatında golf oynayabilir
miyiz? Kraliçe Elizabeth olsa buna izin vermez, Kiliseye
gitm eyi zorunlu hale g etirir ve böylece tam günlük Pazar
tatilin i yarım güne indirirdi. Oysa şimdi Pazar günleri golf
oynayabilmekteyiz. İkinci Charles devrinde kadınların
Quaker mezhebi toplantılarına katılmaları yasaktı, katı-
lanlar kırbaçla cezalandırılırlardı. Gerçekte İngiltere Kili-
sesi'nden başka dini bir kuruluşun ayinlerine katılm ak
ağır bir suçtu. Aşağı yukarı bir 'vicdan özgürlüğü'ne ka­
vuşmak bize bir ihtilâle patlamıştı.
Diğer yandan eskiden şim di yapmamız yasak olan
bir takım şeyleri yapabilirdik. Daha yakın zamana kadar
İngiltere'de, tıpkı bugün İtalya'da olduğu gibi bir kadın

355
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

evlenince, bütün malı mülkü kocasına geçerdi. Hele de


ayyaş bir serseri ile evlenmişse, adam, kadını ve çocuk­
larını ölmemek için çalışmak zorunda bırakır, kadının
malını m ülkünü satıp savar içmesine devam ederdi. Bu
durumu düzeltme çabaları m utlu bir evlilik yapan din­
dar kadınlar tarafından evlilik bağının kutsallığını boz­
ma olarak nitelendirilm iş ve bunu isteyen kadınlar ka­
dınsı olmamakla suçlanm ıştılar. Fakat sonunda sağduyu
galip gelmiş ve kadınlar kocalarının soygunculuk ve
söm ürücülüğünden kurtulm uşlardır. Hatta öylesine sağ­
lam bir şekilde korunm uşlardır ki, şimdi de bir Evli Er­
kekler Kanunu çıkarılması ihtiyacından söz edilmeye
başlanmıştır.
Bir fabrika patronu, evi dışında hiç acımadan küçü­
cük çocukları öldüresiyle çalıştırır, fabrikasında ali kı­
ran baş kesen olabilirdi. Bugün W e stm inster Kilisesi'n-
de yapamıyacağınız hiçbir şeyi yapamaz artık kendi fa b ­
rikasında. İstese de istemese de yapıp yapamıyacağı
şeyleri bir liste halinde hazırlayıp görünebilir bir yere as­
mak zorundadır. Boş zamanında bile özgürlüğünü sınır­
layan ve kendisine görevler yükleyen bir takım kanun­
lara boyun eğmek zorundadır. Arabasını saatte yirm i
milden hızlı süremez (sürer oysa), İngilterede soldan
gidip öndeki aracı sağından geçmeli, Fransa'da ise sağ­
dan gidip solundan geçmelidir. Güneş banyosu yapıyor
bile olsa insanlar arasında olduğu zamanlar üstüne bir-
şeyler giym elidir. Yılın belirli m evsim leri dışında eğlen­
ce için avlanması yasaktır. Ve bu konularda kadınların
özgürlükleri de erkeklerinki kadar kısıtlıdır.
Sizi daha fazla örnekle sıkmanın hiç gereği yok; is­
teseniz düzinelercesini bulabilirsiniz bunların. Boş za­
man olmadığı zaman özgürlük olmadığını ve kanun o l­

356
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

madan da güvenli bir boş zamanın olmayacağını aklınız­


da tu tu n yeter!
Sınırlamalarını anlamadan özgürlük isteyen ve yeni
özgürlüklerle birlikte yeni kanunlar getirdiği için Sosya­
lizmi ya da uygarlık köleliğinde daha ileri bir düzeni iste­
yenler, boş zamanın ve özgürlüğün engellenmesine kat­
kıda bulunm aktan başka birşey yapmazlar.

41
YETENEĞİN K İR A LA N M A S I

SERMAYEDEN sözederken konudan ayrılıp özgür­


lük sorununu açıkladık. Şimdi de yine konudan ayrıiıp
bir insanla diğeri arasındaki yetenek farklılıklarından söz
edersek yerinde olur sanırım. Çünkü sahip olmadıkları
özgürlükleri devamlı olarak kaybetm ek korkusunda olan
aynı insanlar bu farklılıklardan da çok rahatsızlık duyar­
lar. Yıllarca önce «Sosyalizm ve Ü stün Beyinler» adında
bir kitapçık yayınlam ıştım . Bu kitap, dünyada zekanın
m illi gelirin daha büyük bir payını aptalların elinden al­
mak için kullanılması gerektiğini savunan W illiam Hur-
rel M allock'a bir cevaptı. Ne kadar haydutça da olsa
çok yaygın olduğu için bu fik ri önemsememezlik ede­
meyiz. Beynin gerçek toplum sal kullanılma amacı bö­
lünecek serveti çoğaltm aktır, yoksa onun haksız bir pa­
yını kapmak değil. Kapitalizmin bir ilkesi de herkesin en
çok parayı elde etm ek için yalnızca toprağını ve serma­
yesini değil fakat kurnazlığını da kullanması olduğun­
dan, en güç sorunlarımızdan biri bu kapkaççılığı önle­
m ektir. Akıllıların, akıllılardan başka türlü faydalanma

357
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

tedbirini getirm ediği için gerçekte Kapitalizm onları bu­


na zorlamaktadır.
Hepimizin gözünü kamaştıran ve hoşuna giden ö r­
neklerle işe başlayalım: Yani, kendilerine kâr getiren k i­
şisel yeteneğe sahip insanlarla. Şahane sesi olan bir ba­
yan şarkı söyleyeceği bir salon tu ta r ve içeri para öde­
meyen kim seyi sokm ayabilir. Güzel resim yapan bir
bay yaptığı resimleri astığı galerinin kapısına bir tu rn i­
ke koyar ve giriş ücretini vermeyeni içeri almaz. Tehli­
keli bir ameliyatı başarı ile yapmış bir cerrah hastasına
dönüp, «Ya paranı ya canını,» diyebilir. Devler, cüceler,
yapışık ikizler, iki başlı şarkıcılar canavar adı altında ken­
dilerini para ile halka gösterirler. Güzel hanımefendiler
daha çirkin ve daha vicdanlı komşularından zengin ola­
cak kadar çok hediye alabilirler.
Fakat bunlardan endişelenmemizin gereği yoktur.
Bunlar çok seyrek rastlanan örneklerdir: Hatta daha sık
rastlanır olsalar bu zenginleştirici güçleri hemen kaybo­
lurdu. Bunlar sahibine ne sanayi dalında bir güç ne de
siyasi bir imtiyaz kazandırmazlar. Dünya m aliyeciler ve
sanayi yöneticileri ile yönetilm ektedir, yoksa primadonna
larla, ressamlarla, iki başlı bülbüllerle, cerrah baronlar­
la değil. Dahiler ve canavarlar çok para kazanabilirler
ama bunun için de çok çalışmaları gerekir.
Ben kendim, kârlı bir yeteneğe sahip olarak bazı za­
manlar bir yılda babamın bütün hayatı boyunca ka­
zandığı paranın yüz katını kazanmışımdır, ama o bir iş­
veren olarak başkalarının hayatı üzerinde benden çok bir
kuvvete sahipti. Basit bir siyasal meslek benim m esle­
ğimi bir anda durdurm ak kuvvetine sahiptir. Benim ya
da diğer kârlı yetenek sahiplerinin yedek paramızla to p ­
rak ya da sanayi gelirleri satın alabildiğim iz ve böylece

358
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

toprak ağası ve kapitalist olabileceğimiz doğrudur. Ama


Sosyalizm ya da toplum un kuruluşunu değiştiren başka
bir düzende bu kaynak kurutulursa kimsenin bizim yedek
paramızı harcamamızı bize çok görmeyeceğinden em i­
nim. Hüküm etin bunu vergilendirerek bizi sıradan ölüm ­
lüler sırasına indirm ek istem esi mutlaka hoşnutsuzluk­
la karşılanacaktır. Çünkü bizim insanlara verdiğim iz zevk
onların çok hoşlarına giden yaygın bir şeydir; kendimizi
beğenmişliğimiz, kıskançlığımız, şımarıklığımızla yaptı­
ğımız zararlarsa ancak bizimle çok yakından ilişkisi olan
birkaç kişiye dokunur. Boynunda on metre uzunluğunda
bir inci kolyesi ve başında Kohinor elmaslarından tacı
olan bir primadonna, kendisini dinlemek için beş şilin
veren bir kadının hayatını zehirlemez, aksine ona renk
katarak güzelleştirir.
Sonra kendi tecrübelerim izden de biliriz ki, ister
primadonna olsun ister tücca r m ilyoner olsun, günlük
kişisel harcamalar toplum daki en zengin sınıfın har­
cayacağı m iktarı aşamaz. Bunlardan daha zengin kim ­
seler, sözgelişi Cecil Rhodes, A ndrew Carnegie ve A lf­
red Nobel (yalnız ölüleri sayıyorum ) gelirlerini harca-
yamam ışlar ve müzelere, galerilere, üniversitelere, k ili­
selere, burslara ya da hoşlarına giden herhangi bir şeye
milyonlarca sterlin bağışlarda bulunm uşlardır. Eğer
gelir eşitliği olsaydı, orada burada tek tük başgöstere-
cek bir gelir fazlalığı sahibinin diğerlerinden farklı bir ha­
yat yaşamasını sağlayamazdı.
Tutulan bir soprano, giriş ücretini adam başına 50
lira yapıp A lbert Salonu'nu yüz gece sıra ile kiralayabi­
lirdi ama, hizm etçilik toplum sal bir kurum olmasaydı,
tek bir hizmetçi bile bulamazdı. Miras, toplum sal bir ku ­
rum olmasaydı, çocuklarına tek bir kuruş bile bırakamaz­

359
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

dı, ya da Kapitalizm bir toplum düzeni olmasaydı, onla­


ra kazanılmamış ve henüz üretilm em iş bir gelir sağla­
yamazdı. Böylece Hüküm etin, herhangi bir insanın kom ­
şularından daha zengin olması onu doğrudan doğru­
ya vergilendirerek ya da bu kazanç yöntem lerini engel­
leyerek önleyebilmesi kolaysa da, bu yöntem kişisel ye­
teneğin uygulanması olduğu takdirde bunu yapması de­
ğerli olmayabilir.
Fakat başkasının yeteneklerinden para kazanma ye­
teneğine gelince, durum ciddileşir. Kleopatra'nın doğal
yeteneklerinden para kazanmasına izin vermek başka
şeydir, bir tüccarın haftada on sterline beş yüz Kleopat­
ra tu tu p bunları gecesi on sterline kiralayıp para kazan­
masına göz yum m ak başka şeydir. Ustalığı ve yü re klili­
ği için hırsıza hayranlık duyarız ama çaldığı malı onda
bir değerine satın alarak para kazanan adama hiç de
sempati beslemeyiz. Namuslu kadınlarla dürüst erkekle­
ri ele aldığımız zaman bunların da aynı şekilde sömü-
rüldüklerini görm ekteyiz. Uygarlık emeğin bölünm esi
demek olduğu için bu konudaki uygarlık işleri büsbütün
kötüleştirm ektedir. Toplu iğne yapımcıları ile iğne ma­
kinelerini hatırlayın.
İlkel toplum larda birşeyin yapımcısı hammadde al­
mak için para biriktirir, alacağı hammaddeyi seçer, bun­
lardan birşey yaptıktan sonra bunu kullanıcısına ya da
tüketicisine satardı. Bugün ise hammadde almak için
para bulmak bir iş, seçip satın almak başka bir iştir. Ya­
pım ise, birtakım işçiler arasında ya da makineye bakan
genç bir insan arasında bölünm üştür. Üretilen malı pa­
zarlamak ise apayrı bir iştir. Gerçekte iş bundan da ka­
rışıktır ya, çünkü hammaddeyi satın almak ve pazarla­
mak da kendi içinde bir takım bölümlere ayrılm ıştır. So­

360
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

nunda hammaddenin Tabiat'tan çıkışından mağazanın


tezgâhına girinceye kadar işin içine bir sürü aracı karış­
mış olur. Bunların hepsi aynı malın üstünden bir para
aldıkları için siz hazır malın fiyatından yakınır durursu­
nuz. Ve bunlardan hangisinin gerekli aracı olduklarını
hangilerinin asalak olduğunu imkânı yok bilemezsiniz.
Aynı karm aşıklık eşyaların yapımında değil, hizm et­
lerde de göze çarpar. Bir zamanlar kocasının kırptığı ko ­
yunun yününü alıp kendi elleriyle bunu elbise haline so­
kan ve giyecek insana satan ya da çocuklarını giydiren
bir kadının yerini şimdi bir maliyeci, bir nakliyatçı, yün­
cü, yün kumaş fabrikası, toptancı, dükkancı, tezgâhtar
ve daha Tanrı bilir, ne kadar insan alm ıştır. Bunlar bu
işte sadece kendilerine düşen bölümü yaparlar, diğer­
lerinin yaptıkları işi bilmezler ve herbiri aynı zamanda
kendine düşen işi yapmazsa kendi başlarına hiçbir şey
yapamazlar. Biri olmadan diğeri, m erm isi olmayan bir
topçuya ya da satacak birşeyi olmayan tezgâhtara ben­
zer.
Bu herbiri kendi çapında önemli kişilerden bir sana­
yi ya da hizmet dalına doğru yürürseniz, en tehlikeli bi­
çim deki istisnai yetenek sorunumuzla karşılaşacaksınız.
Sözgelişi bir kadının iyi bir tezgâhtar, bir steno, ö ğret­
men, fabrika işçisi olarak yetiştirilebileceği halde yüz k i­
şiden beşinin bile büyük bir işi yönetem iyeceğini göre­
ceksiniz. Başkalarını söyledikleri işi yapanlar her zaman
başkalarına yapacakları işleri söyleyenlerden azdırlar.
Öğrenim görm üş bir kadın bir işte haftada dört beş ster­
linden fazla ücret isterse kimse ona iyi ya da kötü olup
olmadığını sorm ayacaktır. Bütün sorun kendi kendisine
karar vermek zorunluğu olan bir işin olup olmadığıdır.
Ve eğer varsa bu kararı verebileceğine güvenilecek m i­

361
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

dir. Cevap evetse bir geçim ücretinden fazlasını alabile­


cektir, hayırsa, iş yoktur.
Karar vermek sorunu olmasa bile ve bütün iş diğer
insanların işleri başında dalga geçmeden çalışmalarını
sağlamak, düzeni korum ak olsa, bunu yapabilme yete­
neği de çok değerli ve önemlidir. Bu niteliğin varlığı in­
sanı fabrikada ustabaşı, hapishanede gardiyan, orduda
çavuş, okulda m üdür yapar. Yöneticiler de disiplini
sağlayanlar da nefret edilen insanlardır, fakat bunlar o
kadar gerekli kişilerdir ki, sıradan insanlar, başlarında
üstleri olmasaydı, ilk işleri bunları seçmek olacaktı. Ta­
biat kanunlarından başka hiçbir kanun tanımayan kor­
sanlar hemen bir kaptan seçerler. Napolyon'un ihtilâl­
ci ordusundaki bir birliğin subayı korkm uş ve hastalığı­
nı bahane ederek çekilm işti. Erler, sırf aristokrat olduğu
için aralarından birini, on altı yaşında bir delikanlıyı baş­
larına geçirm işlerdi. Kendileri için soyluların düşünm e­
lerine alışmışlardı çünkü. Bu delikanlı sonradan ünlü Ge­
neral M arbot olm uştur; bu olayı da anılarında okuya­
bilirsiniz. Her kadın, bir evin en iradeli kadınının evin ba­
şına belâ kesildiğini bilir. Yöneticiler olmasa çoğumuz
kalabalık sokaklardaki başıboş atlara benzeriz. Çok akıl­
lı bir adam olmasına rağmen filozof Herbert Spencer'in
zorlamadan nefret eden bir huyu vardı. Atını bile zor­
lamaya taham m ül edemezdi. Sonunda zorlanmayan hay­
van yolda durup otlam aya başladığı için atı satıp, gide­
ceği yere yaya gitm ek zorunda kalm ıştır. Aynı şekilde
insansever olan T olstoy ise en vahşi atları bile terbiye
ederdi: Fakat bunu hayvana hiç de hoş olmayan şeyler
yaparak elde ederdi.
Atların ve insanların birbirlerine benzeyen bir huy­
ları yönetilm eye pek ses çıkarmamalarıdır. Hatta kendi

362
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

başlarına düşünmek ve plan kurm ak zahmetinden ku r­


tarılmalarına sevinirler bile. Yönetilem eyen insanlar ku­
ral değil kural dışıdırlar. O torite kötüye kullanılır, bo­
yun eğme durumu bir küçülm e olarak görülürse başkal­
dırmadan ihtilâle kadar her şey olabilir. Ama iyi niyetle
ve ustalıkla uygulanan bir otoriteye tepki uyandığı şim ­
diye kadar görülm em iştir. Zihni tem belliğim iz uysallığı­
mızın garantisidir. «Bana sormadan nasıl sokağa çıkar­
sın?» diyen bir anne bir süre sonra, «Her işini bana so­
racağına kafanı yorsana,» der. Ü stelik kaba bir otom obil
satıcısı kendisine, «Arabam kendin yapacağına niçin ba­
na geliyorsun?» derse, şaşırır da.

Ben meslek bakımından bir düşünürüm ; benim işim


varolan düşünce kurallarını ve inançları gözden geçir­
mek, hangisinin zaman aşımına uğradığını tespit etmek
ve hatta yerlerine yenilerini getirm ektir. Fakat bunlar iyi
bir hayatın gereği olan yüzlerce şeyin iki tanesidir ancak.
Bütün diğerlerini ben, bana sunulduğu gibi kabul etmek
bir çok bakımdan da çok uysal olmak zorundayım. Tren
memuru beni on numaralı perona yönelttiği zaman ada­
mın kafasına bir yum ruk indirip, «Kahrolsun istibdat!»
diye bağırarak bir numaralı perona koşmam. Doğru
yola yöneltilm ek ve trene binm ek istediğim için onun
sözünü dinlerim. Şüphesiz ki m em ur bana hakaret etm iş,
beni hor görm üş olsa ve benim trenim de gerçekten ye­
di numaralı perondan kalkıyorsa ve ben onun sözünü
dinleyip Birmingham'a gideceğim yerde kendimi Ports-
m outh'da bulsam, o memuru yerinden atm ak için elim ­
den geleni esirgemem. Ama bana saygılı davranmış ve
doğru yolu gösterm işse, onu yerinden atacaklara karşı
savunmaya koşarım. Ne yapacağımı bilmediğim durum ­

363
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

larda başkalarının yardımını kabul eder ve bu yardımı


kullanabilm ekten memnun olurum.
Esas noktamızdan ayrıldığımı sanacaksınız: Ama
ben sizin zihninizin gerisinde tabiatımızın otoriteye ve
boyuneğmeye karşı olduğunu ve onu buna ancak isten­
meyen bir zorbalığın zorlayacağına inandığınız düşünce­
sinin dolaştığını çok iyi bilm ekteyim . Bu anda dünyada
çekilen sıkıntıların büyük bir kısmının sadece kötü hü­
küm etler yüzünden değil de bizim yönetilm e istem em e­
mizden doğduğunu söylem edim mi?
Yine de bunların aralarındaki farkı anlamak gere­
kir. İşimize müdahale edilmemesi, canımız çektiği zaman
istediğim izi ya da istediğim izi sandığımız şeyi yapm ak is­
teriz. Fakat gerçekten yapılacak bir iş oldu mu yüz tane­
mizden ancak beşi bunun nasıl yapılacağını bilir, geri ka­
lan doksanbeşi ise o beş kişi tarafından yönetilm ek is­
terler. Hatta liderlerini engelleyecek insanları gerekirse
öldürürler bile. Onun için hırslı sahtekârların lider olarak
kabul edilmeleri bu kadar kolaydır. Şüphe yok ki kötü
davranış ve üstünlük iddiaları yetenekli bir lideri halkın
sevgisinden uzaklaştırır, ona boyun eğmeyi bir küçüklük
haline getirir. Bu sonuçları doğuran liderler diğer bakım ­
lardan ne kadar üstün olsalar bile hemen alaşağı edilme­
lidirler. Çünkü bunlar kendine saygıyı ve m utluluğu yoke-
derler, yönettikleri insanlarda hiddet uyandıran ve on­
ların yeteneklerini azaltan çok tehlikeli bir güceniklik
kom pleksi yaratırlar. O toritenin ve otoriteye boyun eğ­
menin kendi başlarına pek sevilmeyen şeyler olmadığına
ve en şiddetli toplum sal dalgalanışlar sonunda bile yine
yüzeyde kalacağına emin olabilirsiniz. Korkulacak şey
o toritesini başarı ile yürüten bir insanın putlaştırılm asın-
dan çok onun alaşağı edilm esidir. Nelson denizcileri ta ­

364
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

rafından putlaştınlm ıştı, Lenin ihtilâlci Rusya tarafından


bir aziz” olarak göm ülm üştü; Sinyor M ussolini'ye bugün
Lider (İl Duce) diye tapılm aktadır. Oysa, otoriteye karşı
tepki gösterilm esi gerektiğini söyleyen tek bir anarşist
bile halk tarafından bugünedek tutulm am ış ve tu tu lm a ­
yacaktır.
Tabii otoritenin ve boyuneğmenin vazgeçilmez bir
yanı olan toplum sal eşitliği bozması, kapitalist düzenin
en büyük kötülüklerinden biridir. Bu düzende yönetici ye­
tenek balık gibi satılır, ve kılıç balığı gibi de az .olduğu
için pahalıdır. Yöneticiye yönetilenden fazla bir para
ödemek onlar arasında bir sınıf farkı yaratır, sınıf fa r­
kı da aslında istenen ve özlenen bir yönetilm eyi, şiddet­
le tepki gösterilen bir sınıf üstünlüğü ispatına dönüştü­
rür. Albay Smith, Teğmen Dük Bilm em ne'ye bir emir
verdiği zaman teğmen: «Sen kim oluyorsun da bana emir
veriyorsun? Ben de senin kadar insanım.» diye düşün­
mez. Fakat büyük bir caddede oturan Bayan H unting­
don Howard gecekondu mahallesinde oturan Bayan
Hicks'e, onun aşağı sınıftan bir hayvan olduğunu belli
edecek şekilde bir em ir verdiği zaman bu itiraz Bayan
H icks’in dudaklarına kadar yükselir (fakat kibarlığından
ya da sonucundan korktuğundan açıkça söylem eyebilir).
Lady M ilyarder, Bayan H ow ard'i görm em ezlikten gelin­
ce Bayan Howard bunun Lord M ilyarder'in parasından
ileri geldiğini, kendi kocacığının ondan çok daha iyi bir
insan olduğunu bilir. Yüksek gelirli kom şusunu bir iki
basamak aşağı indirm ek kendisini m utlu kılmaya yete­
cektir. Oysa bu üç kadının da gelirleri eşit olsa ve ço­
cukları birbirleriyle evlenebilseler o zaman kendilerinin
bilm edikleri bir şeyi diğerine soracakları için hiç kavga
etmezlerdi. Yapılacak işin söylenmesi, söylenen kim se­

365
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

nin onun sonuçlarının sorum luluğundan kaçması de­


mektir; eşitler arasında böyle bir şeyi söylem ekten nef­
ret duyanlarsa insan tabiatı konusunda hiçbir şey bilm i­
yorlar demektir.
Kapitalizm 'in en büyük kötülüğü, kibarca verilen
bir emre cevap verm ekten yoksun olacak kadar kü çü ltü l­
müş sefil bir insan sınıfı yetiştirm iş olmasıdır. Bunlara
artık iş yaptırabilm ek için azarlanmak, kü für edilmeli, tek-
melenmelidirler. Bu zavallı insanları da başka türlü di­
siplin kurmayı beceremeyen köle sürücüleri y e tiştirm e k­
tedirler. Bunun çaresi böyle insanları yaratm am aktır.
Bunlar yoksulluğun yaratıklarıdır ve yoksullukla b irlik­
te yokolacaklardır.
Emri yerine getirm eyi istememek daha ciddi bir
güçlük çıkartm aktadır ortaya. Herhangi bir göreve iki
asker gönderildiği zaman bunlardan birinin onbaşı o l­
masına dikkat edilir, çünkü karar verecek ve bundan so­
rumlu olacak birisinin olması gerekm ektedir. Genellik­
le her ikisi de itiraz eder, yükü birbirlerine atmaya çalı­
şırlar. Bu durum karşısında kural işi istemeyen adamı
seçmektir. Büyük bir ihtimalle işe hevesli olanı, anlama­
dığı için sorum luluğunu kavrayamayan kendini beğenmiş
aptalın biridir. Bu tü r istememezlik fazla ücret verilerek
giderilemez. Jüri üyelerinin durumunda olduğu gibi basit
bir zorlama ile halledilir bu iş. Bildiğiniz gibi dürüst bir
vergi m ükellefiyseniz herhangi bir an jü ri görevine çağı­
rılır, ve hemcinslerinizin özgürlükleri ya da yaşamaları
konusunda karar vermek zorunda bırakılırsınız. Bu görev
için size bir para ödenmez. Bunu yapmaya zorunlusunuz,
hepsi o kadar.
Vatandaşları, yapm aktan kaçındıkları görevleri al­
mak için son çare onları zorlamaksa da, uygulama ala­

366
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

nında bazı işlerin, maddi yoksunluklar pahasına, arzu­


landığı da doğrudur. M ozart, besteci olacağı yerde uşak
olsaydı çok daha fazla para kazanabilirdi, fakat buna rağ­
men o uşaklığı değil de besteciliği seçm iştir. Kötü bir
uşak, fakat iyi bir besteci olacağını biliyordu. Bu bilgisi
de bütün para düşüncesini kafasından silip atmasına
yetm işti. Napolyon bir assubayken hiç de başarılı değil­
di. Nelson ise kaptan olarak öylesine başarısızdı ki ge­
m isini elinden alıp yarım maaşla kızağa çekm işlerdi ken­
disini. Fakat Napolyon büyük bir general, Nelson da bü­
yük bir amiral olm uşlardır. Onların aynı para karşılığında
birisinin davulcu diğerinin de miço olması te k lif edilseydi
yine de general ve amiral olarak kalmak isteyeceklerin­
de şüpheniz olmasın. Çünkü ikisi de yeteneklerini en
fazla geliştirebilecekleri alanda kalmak isteyeceklerdi.
İstedikleri işi elde etmek için daha az paraya çalışmaya
razı geleceklerdi.
Şu halde üstün yetenekli insanların bu yetenekleri­
ni en üst noktasına kadar geliştirm eleri için kendilerine
özel tavizler verilm esi gerektiği korkusunu bir yana ata­
biliriz. Tecrübeler bize gösterm iştir ki en ağır şartlar ve
cezalar bile onları bunu yapmaya çalışmaktan alıkoya­
maz. Yine gerçek toplum sal sorunumuza dönelim: Yani
onların bu belirli yeteneklerine olan ihtiyaçtan faydala­
nıp aşırı gelirler elde etmelerine engel olm ak sorununa.
Sosyalize olm uş hizmetlerde böyle bir güçlüğe rast­
lanmaz. Devlet memuru, yargıç, donanma kaptanı, ma­
reşal ve piskopos gibi insanlar ne kadar yetenekli olsa­
lar da eş rütbedeki meslektaşlarından fazla bir para al­
mazlar. Gerçek bir centilmen kendisini en yüksek ücre­
ti verene satan adam değildir: O ülkesine yapabileceği
yararlık için gerekli bir geçince ve şerefli bir mevki ister

367
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

sadece. Gerçek bir hanım için de bu böyledir. Fakat kapi­


talist ticaret düzeninde her ikisi de hizmetlerinin gerekli
olduğu kişileri yolarlar ve onların sırtından zenginleşir-
ler. Basit bir disiplinci, disiplinciler çok seyrek bulunan
insanlar olmadıklarından, pek bir şeyler koparamaz.
Ama örgütçünün ve m aliyecinin durumu güçlüdür.
Büyük bir işin sahibi, işçileri üretilen maldan bir geçince
payından fazlasını istedikleri takdirde her zaman, «Eğer
memnun değilsen, geç işin başına da ben olmadan yönet
bakalım,» diyebilir. İşçiler bunu yapamazlar elbette, iş ­
çilerin bağlı oldukları Sendika patronun söylediğini yap­
maya kalkışırsa, o tü r yöneticilik kendi işi olmadığı için,
kısa zamanda bunu başaramıyacağını görecektir. Pat­
ron açıkçasına, «Ben olmadan iş yapamazsınız, şu halde
benim şartlarımda çalışmak zorundasınız,» demektedir.
Buna cevap, «Sen de biz olmadan bir iş yapamazsın, gö­
relim bakalım yönetilecek işçi bulamazsan kimi yönete­
ceksin,» olabilir. Fakat sonunda patron kazanır ve bu da
işçilerin ona, kendisinin onlara olan ihtiyacından daha
fazla olduğundan değildir. Aslında o yeteneğini onlara
değil, toprağını kiraladığı toprakağalarına ve paralarını
kiraladığı kapitalistlere kiralamış durumdadır. Patron an­
cak onlara, «Bensiz iş yapamazsınız,» diyebilir. Onlar
da, «öyle bir yaparız ki,» diye cevap verirler.
«İşçilere bizim toprağımızdan ve sermayemizden el­
de ettiklerinden kendilerine ancak geçinecek bir m iktar
ayırıp üstünü bize vermesini söyleriz. Onlar toprak ve
sermaye olmayınca üretim yapam ıyacaklardır nasıl ol­
sa. Bu ikisi de bizde bol m iktarda var.» Yetenekli yö­
netici, «Doğru, haklısınız,» diyecektir. «Fakat şunu unut­
mayın ki, inceden inceye düzenlenmiş bilim sel bir ö r­
gütlenm e olmadan onların emekleri, onuncu asır kölele-

368
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

/rnden daha fazla üretici olamaz. Oysa ben onları sizm


için sanayi ve mali bakımdan örgütlersem üretim lerini
bin kat kadar arttırabilirim . Benim yeteneğim sayesinde
elde edeceğiniz artıştan bana yüklüce bir pay verseniz
bile yine de elinizde benim işe karışmadığım zamandan
çok para kalacaktır.» İşte bu söze verilecek cevap yok­
tur artık. Böylece K apitalist düzende toprak kirası ve ser­
maye kirası (faiz)nın yanısıra bir de yetenek kiralanması
(kâr adı verilir) vardır. Gelir eşitliğini sağlamak için na­
sıl toprak ve sermayeyi m illileştirm ek gerekiyorsa, bu
yeteneği de m illileştirm ek gerekir. Biz bunu şimdi kıs­
men kârları vergilendirerek yapmaktayız. Fakat bunun
asıl yolu, kamu hizmetlerinde olduğu gibi, bu yeteneğe
doğrudan doğruya milli ya da belediye işi verm ektir.
Yeteneğin kiralanmasının bir emek kiralanması
biçim i olduğuna dikkatinizi çekerim. Kira sözcüğü çok iyi
anlaşılması gereken bir sözcüktür, oysa, bunu gerçek­
ten anlayan o kadar az insan vardır ki. Herkes bunun
evsahibine ödemek zorunda oldukları para olduğunu
sanır. Oysa teknik olarak kira, bir servet kaynağının ge­
lirinde farklılıklar olduğu zaman ortaya çıkan fiyattır. Bir
tarla ile diğeri, bir köm ür madeni ile bir başkası, bir in­
şaat alanı ile başka bir inşaat alanı arasında doğal bir
farklılık varsa herkes daha elverişli durumda olana daha
fazla para ödeyecektir; işte bu fazla para, kiradır. Aym
şekilde bir insanın iş yeteneği ile diğerininki arasında bir
fark varsa bu farklılığın fiya tı da kiradır. Bir tarla ile di­
ğeri, bir maden ile öteki, bir insanla bir başkası arasında­
ki farkı kaldıramıyacağınız için kirayı da kaldıramazsınız.
Fakat toprağı, madeni m illileştirebildiğiniz gibi, ya doğru­
dan doğruya ya da ürünlerini vergilendirerek ülkenin e-
meğini de m illileştirebilirsiniz. Bu yapılana kadar da, kâr

369
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

edebilme yeteneğinin kiralanması sahiplerini, çocuklarını


boş toprak ağaları ve kapitalistler haline getirecek ve ik­
tisadi düzeni altüst edecek kadar zenginleştirir. Büyük
astronom lar, kimyagerler, m atem atikçiler, fizikçiler, filo ­
zoflar, kâşifler, öğretm enler, sosyologlar ve azizler öyle­
sine yoksul olabilirler ki bunların karıları iki uçlarını bir
araya getirip konuya komşuya adam gibi görünm ek için
harcadıkları çabalarla erir giderler. Oysa tüccarlar m il­
yonlar üstüne m ilyonlar yığdırdıkça bunların zavallı kız­
ları anababalarının bu zenginliğini ortalığa yaym ak için
samur kürkler, pırlantalar içinde dolaşır, sonunda cer­
rahlara para verip midelerini açtıracak kadar kokteyl içer
dururlar. Bu aşırı kazançları için bu adamlara söz edecek
olsanız size kazandıkları her kuruşun başkaları için de
kazanılmış bir para olduğunu söyleyeceklerdir. Kendile­
rine metelik harcamadan önce toprak sahibine kira, ka­
pitaliste faiz, proleterlere ücret ödemek zorundadırlar.
Kendilerinin ve kendileri gibi olanların örgütlem esi ve
mali bakımdan desteklemeleri sayesinde ingilterenin
şimdi yüz yıl öncekinden beş kat fazla insanı besleyebi­
leceğini söyleyeceklerdir.
Bu sözün karşısında apışıp kalmanız gereksizdir,
çünkü hangimiz evsahibine kira, kapitaliste faiz, em ekçi­
ye ücret ödemeden kendimize bir kuruş harcayabiliriz
ki? Bir örgütleyici ve mali destekleyici niçin bu özel ye­
teneğini kullandığı için fazla para alsın? Bizim kendi
özel yeteneklerim izle işbirliği yapmasa bir bardak süt
ya da bir somun ekmek çıkarabilir m iydi ki ortaya? Ka­
pitalizm düzeninin rekabetli ticaret hayatında bu adam
her zaman hemcinslerinden fazla bir paya konacaktır.
Bu devam ettiği sürece de m aliyecinin kızı çöpçünün kı­
zına «Yakında lord olacak babam olmasaydı, senin o

370
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

aşağılık ve pis baban ne olurdu?» diye soracak ve çöp­


çünün kızı da buna, «Benim babam sokakları temizleme-
seydi, senin o açgözlü haydut baban ne yapardı?» diye
cevap verecektir. Elbette bir genç kızın ya da hanıme­
fendinin böyle konuştuğunu duymamışsınızdır. Belki
de hiç duymayacaksınız. Bunlar babalarının durum ların­
dan sözetmeyecek kadar saygılı ve düşüncesizdirler. Fa­
kat konuşacak olsalar ve kendilerini kaybetseler, iş yum ­
ruğa gelmeden söyleyecekleri son sözler bu yukarıda
saydıklarımdır. Eğer bundan şu kadarcık bir şüpheniz
varsa, kapitalist gazetelerin sendikacılar ve sosyalist­
ler, proleter gazetelerin de toprak ağaları, kapitalistler
ve patronlar hakkında yazdıklarını bir okuyun hele. Bü­
tün hayatı boyunca herhangi bir maliyeciden çok çalış­
mış ve sonunda kızına kovasından ve fırçasından başka
bir şey bırakamamış bir tem izlikçi kadının, maliyeci ba­
basından tonlarla para miras almış olan Bayan M ilyar-
der'in bu paraya hakkı olduğuna inandığını ya da inana­
cağını sanır mısınız? Ya da sizin babanız çalışmasının
sonunda relativite teorisini bulm uş olsa ve dünyada New
ton'dan sonra en büyük zekaya sahip olan adam diye ün
salsa, bu ünlü babanızın bir kattan fazla bir elbisesi olsun
diye Şikagolu domuz kralının oğlunun evlenme teklifini
hiç düşünmeden kabuJ eder misiniz? Özel olarak elkonul-
muş kiralar, ister toprak kirası ister yetenek kirası o l­
sun, kanı bozarlar; uygarlıklar da kan bozukluğundan
göçüp giderler. Bunun için bizim ilk görevimiz Lord M il-
yarder'in Einstein'dan fazla almamasını, ve her ikisinin de
tem izleyici kadının aldığından fazlasını almamasını sağ­
lamaktır. Bunların yeteneklerini eşitleştirem eyiz, ama
neyse ki gelirlerini eşitleştirebiliriz. Bu eşitleştirm eyi yap­
tınız mı bunların oğullarının ve kızlarının da birbirleri ile

371
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

evlenebileceklerini göreceksiniz, bu da kalitesinin dünya­


nın en önemli şeyi olduğu insan neslinin gelişmesini sağ­
layacaktır.

42
PARTİ POLİTİKASI

ŞİMDİ artık dünyada sanayi ve siyaset bakımından


neler olup bittiğini anlayacak kadar Sosyalizm ve Kapi­
talizm konusunda bilgi edinmiş sayılırsınız. Fakat bun­
ları komşularınızla tartışmanızı salık vermem. Sizi deh­
şetli bir sessizlik içinde dinleyecek ve konukom şuya si­
zin bir Bolşevik olduğunuzu yayacaklardır.
Parti politikası ile ilgilenm ekte olmanız müm kündür.
Belki de parti toplantılarına katılıyor, parti adaylarını al­
kışlıyor, partinin alacağı oylar için tahm inlerde bulunu­
yor, partiye sadakat duym uş partili heyecanlarını ta t­
mış, diğer partinin ve onun adayının insan neslinin düş­
manları olduğu konusundaki parti kanaatini benimsemiş
olabilirsiniz.
Sosyalizmin bir sosyalist parti tarafından kurulaca­
ğı ve buna sosyalist olmayan bir partinin muhalefet ede­
ceği sonucuna varmayın hemen! Ben kendi hayatım bo­
yunca muhalefette olan Muhafazakârların, Liberallerin
ileri sürdüğü bir teklife şiddetle itiraz ettiklerini, fakat
kendileri iktidara geçince aynı teklifi daha da geliştirip ka­
nunlaştırdıklarını görm üşüm dür. Liberallerin de aynı şe­
yi Serbest Ticaret, işçi sınıfına oy hakkı verilmesi, ma­
halli hüküm et idarelerinin dem okratikleştirilm esi, İrlan­
dalI toprakağalarının topraklarını satın almak konuların­
da yaptıklarına tanık oldum. Byron'un bir şiirde «'Razı

372
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

gelm iyeceğim ' diye fısıldayan kadın, razı oldu» diye anı­
lan İspanyol kadını bizim parti hüküm etlerim izle kıyas­
lanınca bir kararlılık örneğidir doğrusu. Bu anda Kapi­
ta list parti iktidarda, işçi partisi muhalefettedir. Fakat
Sosyalizme varacak bütün meşru adımların sosyalist
aleyhtarı parti iktidardayken atılacağında şüphe yoktur
denilebilir. Bu tedbirler kapitalist Hüküm et tarafından ile­
ri sürülünce İşçi'lerin muhalefetine, İşçi Hüküm eti tarafın­
dan teklif edildiklerinde de kapitalistlerin muhalefetine
uğrayacaklardır. Çünkü «M uhalefet'in görevi muhalefet
yapm aktır.»
Üm itlerinizi kıracak bir gelişme daha vardır ortalık­
ta. İşçi Partisi gittikçe gelişm ektedir. Oysa yirm i yıl ön­
ce Parlamento'da resmen tek bir sandalyesi bile yoktu.
Bugünse resmi muhalefet haline gelm iştir. Bu hızla büyü­
meye devam edecek olursa Avam Kamarası'nı ele geçir­
mesi yakındır. Geride kalan Muhafazakârlar ve Liberal­
ler koalisyona gitseler bile, değil Hüküm et kurabilmek,
güçlü bir muhalefet bile yapamıyacak duruma itilm ekte­
dirler. Fakat İşçilerin Avam Kamarası'ndaki çoğunluk­
ları ile muhalefetsiz bir İşçi Hüküm etlerinin istediğini ya­
pabileceğini sanmayın sakın! Hatta İşçi Partisi'nin biri
Tutucu diğeri İlerici diye ikiye bölüneceğini bile sanma­
yın. Bu eldeki ihtimallerin en m utlusu olacaktır.
Asıl tehlike partinin birbirleri ile anlaşması im kân­
sız bir düzine gruba ayrılması ve parlamento hüküm e­
tinin çalışmasına sekte vurulmasıdır. Onyedinci yüzyılda,
Uzun Parlamento'da da böyle olm uştu. O zaman da in­
sanlar şimdikilerden farklı değildiler, sadece telefonları,
uçakları yoktu o kadar. Uzun Parlamento, ilk önce Kral'a
karşı muhalefette birleşm iş ve sonra Kralın kafasını kes­
tikten sonra öylesine bölünm üştü ki, bugünün Sinyor

373
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

M ussolini'si Crom well, çatışmaları askerî güçle bas­


tırm ış ve kralın cesaret edeceğinden çok aaha zorba bir
yönetim kurm uştu. C rom well öldüğü zaman Parlamento
yeniden toplanm ış ve tekrar bölünm üştü. Sonunda hü­
küm et öyle bir çıkmaza girm işti ki öldürülen Kralın oğlu
başa çağrılmış ve kendisine babasınmkileri çok aşan
yetkiler verilmek zorunda kalınmıştı.
Eğer bir sonraki seçimde altı yüz İşçi adayı seçilir­
se tarih yine kendini tekrarlıyacaktır. Sosyalistler, sos­
yalist olmayan Sendikalistler, Kom ünist değil de ılımlı
Bolşevik olan Kom ünistler, Cum huriyetçiler, Monarşi
taraftarları, gerçek fırsatçılar olan eski Parlamento üye­
leri, kimseye boyun eğmeyen İdealistler, Dindarlar ve
Dinsizler hep birden çatışmaya başlayacaklardır o za­
man. Sosyalizmin gerçek anlamını bilen ve bunun kurul­
ması için bütün geleneksel siyasi ve dini farklılıklarını
bir kenara atmaya hazır olan sosyalist bir çoğunluk o l­
madan Onyedinci yüzyılın ya da bugünkü ispanya ve
İtalya felâketinin tekrarlanmaması için hiçbir neden g ör­
müyorum. Ne yazık ki, bugün kendilerine sosyalist adı­
nı veren insanların çoğu Sosyalizmin ne anlama geldiği­
ni bilmemekte, bunu, gerçekte hiçbir ilişkisi olmadığı bir­
takım modalara, inançlara, gücenikliklere ve kepazelik­
lere bağlamaktadırlar. İşçilerin seçimi kazanmaları eğer
elde varsa, bir C rom w ell'in, bir üçüncü N apolyon'un bir
M ussolini'nin ya da bir Primo de Rivera'nın ortaya çık­
masıyla sonuçlanabilir. Ya da iktidar, dayanışmaları ko­
y u n lu la rın d a n ve korkularından ileri gelen bir partili
kitlesinin oy verdiği herhangi bir partiye geçebilir. A p ­
tallık ve korkaklık bu avantajlarını hiç kaybetmezler.
Kendi tanıdıklarınız arasında bile, geleneklere bağlı olan­
ların hep aynı düşünceye sahip olduklarını, olmayanların

374
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ise hep yeni fik irle r ileri sürüp birbirleriyle kavga edip,
birbirlerinden nefret ettiklerini görm üşsünüzdür. Bu­
nun için bütün ilericilik bu herşeyi değiştirm ek isteyen
fakat siyasal etkileri olmayan insanların elindedir. Bun­
lar halatı çekerken bütün güçleri ile çekerler ama hep bir­
likte çekmezler ve herbiri ayrı bir yöne çekerler. A p ta l­
lıkları sinirinize dokunan insanlarsa ya hep birlikte ya
da hep bir yöne çekerler (genellikle geriye) halatı ve o l­
dukları yerde kalırlar.
Schiller'in dediğine göre, aptallığa karşı tanrılar bile
boşuna savaşırlarmış.
Yine de aptal kimselerin aralarında kavga etm edik­
leri için aptallığa oy vermek yanlıştır. Tutuculuk sınırla­
rı içinde bunlar daha mantıksızca, daha uzlaşmaz şe­
kilde kavga ederler. Onun için bunlara domuzkafalı de­
riz. Eğer Seçim'de bunların altı yüz tanesi İşçi'lerden ya
da Liberal'lerden hiçbir korku duym ayarak seçilip gel­
miş olsalar bunları bir arada tutm ak, bir sürü proleteri
birarada tutm aktan daha kolay değildir. 1924'te gülünç
bir Rus korkusuna kapılan m illet Sosyalizm aleyhtarını
bire karşı iki çoğunlukla Parlamento'ya getirdi. Sonuç,
çok sağlam bir Hüküm et olmadı, aksine çok bölünm üş
bir Hüküm et oldu.
Ben hayatımın ilk yarısında; yani, Ondokuzuncu
yüzyılın son yarısında Muhafazakâr ve Liberal partilerin
şim dikinden çok daha dengeli bir durumda olduğunu
görm üşüm dür. Çoğunlukları pek az olduğu için H ükü­
m etler tutum larında iyiydiler. O zamanlar Avam Kama-
rası'na saygı duyulurdu, güçlüydü. Güney A frika savaşı
ile büyük çoğunluklar çağı da başlamış oldu. Hüküm et-
istediğini yapar hale geldi. Ingiliz devlet adamlarının na­
muslu kalmak için icat ettikleri o eski biçim vicdanlılık

375
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

— herkes buna 'K am uoyu' derdi — bir kenara atıldı ve


seçmenin unutkanlığı ve saçmalığı ticareti başladı. A l­
manya ile savaş için yapılan hazırlıklar herkesten gizlen­
di, ve ortaya çıkınca da yalanlandı. Sonunda 1 9 1 4 -1 8
felâketine daldığımız zaman İngiliz Kilisesi utanca düşü­
rülmüş, büyük Avrupa im paratorlukları Cumhuriyetlere
dönüşmüş (savaşa başlayanların en son isteyecekleri
şeydi b u ), dünya parlam enter hüküm ete olan inancını
kaybetm işti. Öyle ki bir omuz silkmeden başka bir de­
m okratik tepki uyandırmadan İtalya, Ispanya ve Rusya
diktatörlük yönetim ine geçm işti. Eski parlam enter de­
m okratlar becerikli ve susmasını bilmeyen kimselerdi;
bunlar, halkın çoğunluğu tarafından anlaşılıp istenm edik­
çe hiçbir şeyin yapılmaması gerektiğini savundukların­
dan (yani, gerçekte siyasal hiçbir şeyin yapılmaması
dem ektir b u ), politika alanından çekilm işlerdi. Sabırsız
ve sorumsuz proleter eylem adamları hüküm etin mahi­
yetini ve gerekliliğini anlamadan ya da nasıl yapılacağını
bilmeden Kapitalizmi yıkmaya kalkışarak Sinyor M usso-
lini'nin İtalyan m illetinin m utlak hakimi olmasına yol aç­
tılar.
Fakat Sosyalizm, bu siyasal fırtınalarda ve değişik­
liklerde yokolup gidecek birşey değildir. Sosyalistler,
Dem okrasi'ye yanaşmışlar, hatta her ikisinin de tek şey
olduğunu anlatmak için Sosyalizm e 'Sosyal-D em okrasi'
adını vermişlerdir. Oysa, Sosyalizm, ne o yoldadır ne bu
yolda. Gelir eşitliği olmadan dengeli ve refahlı bir Dev­
let olamıyacağım söyleyerek Sezarların ve Sovyetlerin,
Cumhurbaşkanlarının ve Patriklerinin, İngiliz Kabineleri­
nin ve İtalyan D iktatörlerinin ya da Papalarının karşısın-
dadır. Bunlar böyle bir eşitliğin gülünç olduğunu söyle­
yebilirler. Bunu söylemek onları gelir eşitsizliğinin sonuç­

376
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE OGUTLER

larından kurtarm ıyacaktır. Ya eşitliği yaratmalı ya da


yokolup gitm elidirler. Başım değerli bulan bir despot
ve özgürlüğünün gideceğinden korkan bir kitle aynı de­
recede ilgilidirler bu sorunla.

43
PARTİ DÜZENİ

PARTİ Düzeni, pek çok insanın sandığı gibi, düşün­


ce farklılıklarımızın insanları partilere bölmesi demek de­
ğildir. Bu tü r farklılıklar akla Parti Düzeni gelmeden yüz­
yıllarca önce bile vardı.
Bizim kullandığımız anlamda Parti Düzeni şu demek
tir: Kralımız ülkesini yönetm ek için Bakan olarak canının
istediğini seçecek yerde ('H ükü m e t Kurm ak' deriz bu­
na), Avam Kamarası'nda çoğunlukta olan parti üyelerin­
den bir kısmını, bunlardan ne kadar nefret etse ya da
yeteneklerinden şüphe etse bile seçme zorundadır. Hat­
ta her iki partinin en yetenekli elemanlarını seçerek daha
mükemmel bir Kabine kurulacağını bilse bile, bu böyle
yapılır.
Bu düzenin getirdiği bir takım gariplikler vardır.
Kral'ın şahsen beğenmediği ve siyasal ve dinsel ilkelerin­
den nefret ettiği adamları en yüksek mevkilere getirm ek
zorunda olmasının yanısıra. Parlamento üyeleri ve sı­
radan seçmenler bile bu duruma düşürülm ektedir. Avam
Kamarasında ya da genel seçimlerde kullanılan her bir
oy iktidardaki partinin orada kalıp kalmaması konusun­
da bir oy olmaktadır. Hükümetin kadınlara oy hakkı ver­
me, bekârları vergilendirm e, dul kadınlara aylık bağla­
ma, on tane savaş gemisi yaptırma, boşanmayı ge­

377
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

nişletme ya da büsbütün kaldırma, vergiyi indirme ya da


canınızın istediği bir konuda bir te klif getirdiğini düşü­
nün. Bu tasarının Muhafazakâr bir Hüküm et tarafından
getirildiğini ve sizin de Parlamentonun Muhafazakâr bir
üyesi olduğunuzu farzedelim. Bu tasarıdan nefret edi­
yor olabilirsiniz. Fakat bunun aleyhinde oy kullanır ve
Tasarı reddedilirse o zaman artık Muhafazakâr Hükümet
çoğunlukta olmaz ya da diğer bir deyimle M eclisin güve­
nini kaybeder.
O zaman Hüküm et Krala gidip istifasını vermek zo­
runda kalır, Kral da Parlamento'yu dağıtır. Sonunda hiç­
bir şey yapılmadan yeniden bir Genel Seçim'e gidilir.
Oysa, iyi bir Muhafazakârsanız şu ya da bu Tasarı'yı be­
ğenmeniz bile bunun lehinde oy kullanmanın Hükümetin
düşürülmesinden ve belki de İşti Partisi'nin iktidara
geçmesinden evlâ olduğunu bilirsiniz. Bunun için yüzü­
nüzü buruşturur, bütün inançlarınıza aykırı olarak tasarı­
yı yutuverirsiniz.
Bir de İşçi Partisi üyesi olduğunuzu ve Tasarı'yı
beğendiğinizi düşünelim. Yine aynı duruma düşmüş
sayılırsınız. Hüküm eti devirmek ve iktidara geçmek şan­
sı olduğu için bütün inançlarınızı bir kenara atar, Tasa-
rı'mn aleyhinde oyunuzu kullanırsınız. Üstelik Tasarı
gerçekten iyi ise, İşçilerin çoğunluğu kazandıkları za­
man İşçi Partisi hüküm etinin bunu tekrar te k lif edip ka­
nunlaştıracağını da düşünürsünüz.
Basit bir seçmen olsanız bile aynı çıkmazın için­
desiniz demektir. Partinizin adayının aptal, züppe, kendi­
ni beğenmiş biri ve rakibinin de namuslu, akıllı, kendi­
ni halka adamış olduğunu bilebilirsiniz. Fakat ne olur­
sa olsun, karşı partinin iktidara geçmemesi için kendi
partinizin adayına oy vermeniz gerekm ektedir. Fakat so­

378
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

nunda beğendiğiniz aday seçilip de Parlamentoya g i­


rerse o da ancak Parti büyüklerinin sözünü dinleyip, on­
ların istediği şekilde oy kullanacağından onun kişisel
nitelikleri hiç de önemli değildir.
Ancak meclis kapısından içeri girecek kadar zekâ­
ları olan 590 budala ve yirm i beş m uhaliften meydana
gelen Avam Kamarasında hüküm et işleri gayet düzgün
olarak yürüdüğü halde, herbirinin kendi düşünceleri ve
inançları olan ve her zaman bunlara göre oy kullanm a­
ya kalkan 615 bağımsız insan parti düzenini imkânsız
kılarlar. Parti düzeninin devam ettirilm esinin bir nedeni
bu olduğu halde kuruluş nedeni bu değildi. HollandalI
Kralımız Üçüncü W illiam , Fransız Kralı Ondördüncü Lui-
yi Avam Kamarasının kendisine gerekli malzemeyi ve
askeri vermemesi yüzünden yenemediğini görünce bu
işe bir çare aramıştı. Zamanın akıllı bir devlet adamı olan
Robert Spencer ona bakanlarını Avam Kamarasının en
kuvvetli partisinden seçmesini salık verm işti. Böylece
o zaman Meclise her istediğini yaptırabilecekti. Kral W il­
liam o zaman çoğunlukta olan partiyi tutm adığı ve
Sunderland'ın öğüdünü beğenmediği halde buna razı gel­
di ve böylece ortaya şimdi hepimizin ona göre yönetildi­
ğimiz Parti Düzeni'ni çıkardı.
Parti düzeni'nin bir başka uygulanabilir şıkkı var
mıdır? Bağımsız adayların bütün parti adaylarını yendik­
lerini ya da bu biraz fazla iyim serlik olursa, oyları ile ik ti­
darda olan herhangi bir Hüküm eti yenilgiye uğratabil-
diklerini kabul edelim. Böylece bir başkaldırma şimdi de
vardır, her zaman da olacaktır. Genel Seçim'in kaderi
partilerine oy verenlerce değil de, bir seçimde şu pa rti­
ye, öteki seçimde bu partiye oy veren bağımsız seçmen­
lerin oylarıyla tayin edilir. Bunlar ya Parti Düzeni'nden

379
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

habersizdirler ya da omuzlarını silkip canlarının istediği­


ne oy verirler. Bunlar, oylarının parti üyelerinin oyları
karşısında kat kat fazla olmasına rağmen, genellikle se­
çilecek bağımsız bir aday olmadığı için Parlamento üye­
leri seçilebilirler.
Bir gün gelir, Kral karşısında hiçbir partinin çoğun­
luğuna sahip olmadığı bir Avam Kamarası bulabilir. O
zaman parti liderlerine başvurarak bir Hüküm et kurm a­
larını ister. Bu durum son zamanlarda Fransa'da göze
çarpmaktadır. Fransız M eclisinde o kadar çok parti tem ­
sil edilm ektedir ki herhangi birisinin çoğunluğu alması­
na ihtimal yoktur. Ancak bu partilerden bir kısmı birbir­
leri ile anlaşarak bir Hüküm et kurabilirler. Buna Blok adı
verilir. Fakat bu da kolay bir iş değildir, Blok kurulduğu
zaman Blok kurucusu Hüküm eti kurar. Fakat bu hiçbir
zaman sürekli olamaz. Hayat süresi bir hafta ile altı ay
arasıdır. Fransa'da öyle zamanlar olm uştur ki, o gün
kimin Başbakan olduğunu bilmek bile imkânsızlaşmış-
tır. Büyük bir parti çoğunluğunun partiyi bölmesi halin­
de burada da aynı şey olacaktır. Şimdi siz haklı olarak
endişelenecek ve bana Parlamento'nun Parti Düzeni'n-
den başka bir düzen altında çalışıp çalışmıyacağını so­
racaksınız.
Gerçeğe bakarsanız, bu ülkede Avam Kamarası dı­
şında, her baktığınız yerde bir parlam ento görürsünüz.
Şehir Encümenleri, İlçe Konseyleri, Kasaba Konseyleri,
Köy Konseyleri diye sayısız birtakım kuruluşlar vardır.
Bunların hiçbiri Parti Düzeni'nin uygulanması ile çalış­
maz. Hatta bu Düzen olmadan işlerini pekâlâ yürütürler.
Bunu söylediğiniz zaman, bu kuruluşların çoğunda parti
heyecanının hakim olması yüzünden, hemen şiddetli iti­
razlarla karşılaşırsınız. Bunların üyeleri parti seçimleri

380
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

yaparlar. Azınlıkta olan partinin üyeleri başkanlık göre­


vinden uzaklaştırılırlar, seçim ler parti sloganları ile yapı­
lır. Fakat un ve yağın kendi başlarına helva demek ol­
madığı gibi bu da Parti Düzeni demek değildir. Başbakan
ve Kabine yoktur. Kral işlere burnunu sokmaz. En ünlü
adamları çağırtıp bir H üküm et kurmalarını istemez. Şe­
hir ya da ilçe yönetildikleri, hem de çoğu zaman Avam
Kamarasını utandıracak bir beceriklilikle yönetildikleri
halde Hüküm et denilen bir şey yo k tu r ortada. Her üye
canının istediği gibi, partisini iktidardan düşüreceği ve
yeni bir Genel Seçime gidileceği korkusu olmadan oyu­
nu kullanır. Bir tasarı reddedilirse kimse istifa etmez,
kabul edilirse de kimsenin durumunda bir değişiklik o l­
maz. İşler o şaşırtıcı şekilde yapılmaz buralarda.
Bu kuruluşların işleyiş biçim leri çok b a sittir aslında.
Konsey üç yıl için seçilir ve üç yıl dolmadan Genel Se-
çim 'e gidilmez. İşleri çeşitli kom iteler yürütür: Halk
Sağlığı Komitesi, Elektrik İdaresi Kom itesi, Mali Kom i­
te gibi. Bu kom iteler ayrı ayrı toplanıp kendi konularında
neler yapılması gerektiğini bir karar tasarısı şeklinde ha­
zırlarlar. Konsey toplantılarında bu tasarılar Kom ite ra­
porları olarak sunulur ve ya kabul edilir, ya reddedilir
ya da değiştirilirler. Avam Kamarasındaki İşçi üyelerin
çoğu parlemento çıraklıklarını bu kuruluşlarda yapm ış­
lardır.
Bugün birbirinden çok ayrılmış olan bu iki düzen
aslında aynı kökten çıkmışlardır. Sunderland, Üçüncü
W illiam 'i Parti Düzeni'ni koyması için kandırmadan ön­
ce Kral, Hükümetin çeşitli kollarındaki işleriyle meşgul
olmak üzere kabine adı verilen kom iteler tayin ederdi. Bu
kabineler Konsey'in kom iteleri olur ve biraz önce sözet-
tiğ im belediye kom itelerini andırırlardı. Bu kabinelerin

381
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

sekreterleri Devlet Sekreterleri olarak dolandırılırlar ve


faaliyetlerinin uyumunu sağlamak için toplantılar yapar­
lardı. Bu faaliyetleri böylece politikalarım meydana geti­
rirdi. Kendileri de hep kabine bakanlan olduğu için m ey­
dana getirdikleri topluluğa sonunda Kabine adı verildi.
Ve bundan sonra bu sözcük yalnız bu anlamda kullanıl­
dı. Bugünün siyaset hayatında eski kabinelere Bakan­
lık adı verilm ekteydi (İçişleri, Savaş, Dışişleri Bakanlık­
ları gibi).
Parti Düzeni'nin katıldığı. Avam Kamarasındaki bir
bölünme sonunda Hükümetin yenilgiye uğradığı zaman
'halka başvurm ak' zorunda olduğu inancından doğm ak­
tadır. Yani Kabine Bakanları görevlerinden istifa edecek­
ler, Kral Parlamento'yu dağıtacak ve yeni seçime gidile­
cektir. Fakat sözkonusu olan sorun önemsiz olduğu za­
man ve pek çok üyenin olmadığı bir sırada oya başvu­
rulması halinde bunun öyle saçma sonuçları olm aktadır
ki, m illetvekilleri basit birer oy verme makinesi haline
getirilm ektedirler. Evlerinde oturup, şirket toplantıların­
da olduğu gibi, vekâletle oy verseler daha iyi olur. De­
ğil yalnız insan beyninin, parlamento üyelerinin bile is­
yan edecekleri bu kölelik karşısında hüküm etler bazı
tasarıların 'P arti Sorunu' olmadığını belirterek üyelerin
Partiyi iktidardan düşürm ek korkusu olmadan istedikleri
şekilde oylarını kullanacaklarını söylem ektedirler. Üye­
ler giderek bağımsızlaştıkça ve böylece de aralarında bö­
lünmeler oldukça bu uygulamanın gelişmesi beklenebi­
lir.
Bir ihtim ali daha belirtm em gerekiyor. Bugünkü iki
meclisimiz (A vam Kamarası ve Lordlar Kamara­
sı) bir ç ift atla çekilen otobüs kadar çağdışıdır kamu
hizmeti görmek için. 1920 yılında ünlü iki Sosyalist si­

382
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

yaset bilimi profesörü, Sidney ve Beatrice W ebb, Sos­


yalist Büyük Britanya Anayasası'nı yayımlamışlardır.
Buna göre halen W estm inster'd e yürürlükte olan eski
siyasal mekanizma artık kullanılmaz bir hale gelm iştir.
Bunun yerine biri siyasal diğeri sınai, iki parlamento ku­
rulması teklif edilm ektedir. Siyasal olanı kabine düzenini
muhafaza edecek, sınai olanı belediye düzeninde çalışa­
caktır. Bunun ayrıntılarını o kitapta bulacağınız için bu­
rada sözünü edecek değilim. Böyle birşeyin olması ih ti­
maline hazırlıklı olmanız için söylüyorum bunu. Fakat
şurası gerçektir, eski biçim W e stm in ste r makinemiz Ka­
pitalizmin çağdaş gelişmelerinin karşısına çıkarılsa. Ka­
pitalizm bunu patlatacaktır. O zaman biz beğensek de
beğenmesek de daha elverişli bir yol bulunacaktır.

44
İŞÇİ PARTİSİ İÇİNDE BÖLÜNMELER

İSTER İşçi ister başka bir Hüküm et olsun, Parlamen­


to Düzeninin çalışması için Kabine'nin arkasında birleş­
miş ve M eclisteki diğer bütün partilerin oylarından fazla
oya sahip bir partinin bulunmasının ne kadar gerekli
olduğunu gördünüz. Bu, çoğunluğa ancak sahip bir par­
tiyse bunu te kvü cu t halinde tutan şeyin yenilgi korkusu
olduğunu, bütün Meclise sahip büyük bir partiyse de bir
Kabine kurulamadan çeşitli bloklara bölünebileceğini de
öğrendiniz. Ondokuzuncu yüzyılda böyle bir şeyin ola­
bileceği aklımızdan bile geçmezdi. Yirm inci yüzyılda ise
Proleterya'nın bütün Parlamento'yu ele geçirene kadar

383
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

yayılacağına inanıyoruz artık. Onun için biraz da İşçi


Partisi'ndeki insanı aldatan birliği gözden geçirelim.

Sizi bu konuyla ilgilendirmek için önce kadınların


bazı işlere alınmaması sorununu ele almak istiyorum.
Daha bu sabah Pencap'dan, Lahor Hüküm et Kolejinden
aldığım bir m ektupta şunlar yazılıydı: «Hindistan'da Or­
du dilini konuşan insanların sayısı 96 m ilyondur. Bunla­
rın 46 m ilyonu kalın peçeli kadınlar olup, sokağa bile çık­
mazlar.» Size İşçi Partisi içinde kadınların en uygun ye­
rinin evleri olduğunu düşünen kaç kişinin olduğunu söy­
lemeye cesaret edemem. Fakat yine de şunu söyliyeyim
-de !>|epuıseje uue|>ja>|j0 B|je|uıpe>) 'ısıAes uue|unq ¡>|
macık farklılıkları kaldırm ak isteyenlerle esaslı bir kav­
gaya girecek kadar fazladır. Fakat ne kadar önemli de
olsa bu konunun eski partileri bölemediği gibi İşçi Parti-
si'ni de bölemiyeceğine inandığım için bunun üzerinde
durmayacağım.

Sosyalizmin temel kurallarından biri ne şart altında


olursa olsun boş gezmeye izin verilm em esidir. Sendika­
cılığın temel kurallarından başlıcası da işçinin istekleri
yerine getirilm ediği sürece istediği anda aletlerini bırakıp
boş oturmasıdır. Bu kadar çelişik başka bir durum düşü­
nülemez. Grev hakkı sorunu da g ittikçe daha çok yaygın­
laşmaktadır. Küçük işlerin büyük işlere, büyük işlerin de
koskoca sanayi dallarını denetlemeleri altına alan T rö st­
lere vardığını gördük. Sendikalar da bu gelişmeye ayak
uydurmuşlardır. Küçük sendikalar büyüm üş, büyük sen­
dikalar sendika federasyonları haline gelm iştir. Bunun
sonucunda da küçük grevler çok büyük grevler olm uş­
tur. Elektrik işçilerinin, dem iryolcuların, madencilerin
grevleri bu iş kollarında olduğu gibi bunlara bağlı işkol-

384
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

larını da durdurur ve bütün m illetin sıkıntıya düşmesine


sebep olur.
Grevleri daha etkili yapabilm ek için yeni bir Sendi­
ka biçimi doğm uştur. Bunu eski Zanaat Sendikalarından
ayırmak için 'Sanayi Sendikası' diye adlandırm aktadır­
lar. 'Zanaat Sendikası' belirli bir zanaatta olan insanları
birleştirirdi, sözgelişi, marangozlar, dülgerler, dericiler
gibi. Fakat çağdaş sanayide bir düzeye kadar çeşitli za­
naat adamı bir işte çalışabilir: Sözgelişi, yapı sanayiinde
marangozlar, dülgerler, tesisatçılar, boyacılar ve daha
bir sürü zanaat erbabı çalışmaktadırlar. Bunların hepsi
ayrı ayrı sendikalarda olsalar ve bu sendikalardan birinin
grev ilânı, sanayii, hepsinin grev yapmasında olacağı g i­
bi etkileyemez.
Bunun için zanaatı gözetmeden bütün sanayi alanı­
nı kapsayan sendikalar kurulm uştur.. Şimdi Ulaştırma
İşçileri Sendikası, D em iryolcular M illî Sendikası gibi bir
takım çeşitli zanaat erbabını kapsayan büyük sendikala­
rımız vardır. Bunlar bir greve giderek bütün sanayii fe l­
ce uğratabilirler. Ondokuzuncu yüzyılda halkın farkına
vardığı pek az büyük grev ya da lokavt yapılm ıştı. Oy­
sa yirm inci yüzyılda bugünedek millî felaketler doğuran
kaç tane olm uştur. H üküm et ya yardım yoluyla grevci­
leri satın almış ya da işçilerle işverenlerin bir anlaşmaya
varmasında aracı olm uştur. Fakat Hükümetin işçileri iş­
başı yaptırm ak, ya da işverenleri onların isteklerine bo­
yun eğdirmek gücü olmadığından bu müdahalesi hiçbir
zaman faydalı olm am ıştır ve büyük bir takım zararlar
olmadan başarılı da olamaz. 1927 yılında çıkarılan bir ka­
nunla 'sem pati' grevleri yasaklanarak, grevlerin bütün
sanayi kollarına dalbudak salmasını önlem iştir. Fakat bu
kanun sanayi sendikalarının kurulmasını ya da bir grev

385
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

ya da lokavtın yapılma hakkını ortadan kaldırmamıştır.


Bu sadece elinden hiçbir şey gelmeyen bir öfkenin sa­
bırsızlığını gösterm esi bakımından da önemlidir. Bunlar
Sermaye ile Emek arasındaki iç savaşlar olup; bundan
bütün m illet zarar görm ektedir.
Bu tehlikeli belanın çaresi vardır. Nasıl savaş sıra­
sında askerlik çağında olan bütün erkeklere askerî hiz­
met zorunluğu yüklenm işse, Sosyalizm de bütün hizmet
görebilecek vatandaşlara zorunlu bir hizmet yükleyecek­
tir. Bugün bir savaş sırasında hiç kimse yılda bin ster­
lin geliri olduğunu ve geçinmek için askerlik yapmaya
ihtiyacı bulunmadığını söyleyem em ektedir. Yılda elli
bin geliri bile olsa ötekiler gibi 'kendine düşeni' yapacak­
tır. Kendisinin bir centilmen olduğunu ve sıradan asker­
lerle bir araya gelmek istem ediğini boş yere söyleyecek­
tir. Hele subay değilse, çavuşunun eski uşağı, teğm eni­
nin, binbaşısının, albayının ve generalinin sırasıyla te r­
zisi, kunduracısı, avukatı ve en sevdiği otelinin y ö n e ti­
cisi olduğunu görecektir. Görevini, tam ve zamanında
yapm amak cezası, ölüm dür. Fakat askerlik hizmetinin
haklılığı şüphe götürür; bunu yapmak istem iyen bir in­
san eğer herkes kendisi gibi düşünseydi o zaman dün­
yanın çok daha güvenlikli, m utlu ve iyi bir yer olacağını
ileri sürebilir.
Sosyal bir hizmet böyle bir gerekçe ile reddedile­
mez. Eğer herkes çalışmaktan kaçsaydı şu üstünde ya­
şadığımız adaların sakinlerinin onda dokuzu bir ay içinde
ölür, geri kalanlar da onların akibetlerine uğramadan ö lü­
leri gömecek kuvveti bulamazlardı kendilerinde. Bir ha­
nımefendinin elinde kendisini çalışmadan geçindirecek
parası olduğunu söylem esi boşunadır; Eğer kendi yiye­
cek ve giyeceğini kendisi üretiyorsa demek ki bunları

386
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

onun için bir başkası üretm ektedir. Onlara buna karşılık


bir hizmette bulunmadığı takdirde de onları soyuyor de­
mektir. Çalışkan büyükannesinin biriktirdiği paralarla
geçindiğini iddia etmesi çok saçmadır. Tabii imkânsız­
lık bir yana, büyükannesinin çalışarak ortaya koyduğu
iyiliği kendisinin tem belliği ile berbat etmesine izin ve­
rilmesi için hiçbir neden yoktur. Zorunlu toplum sal hiz­
met o kadar haklı bir şeydir ki, her hüküm etin ilk göre­
vi herkesin yaşaması için çalışmasını ve ülkenin ve dün­
yanın geliştirilm esi için birşeyler bırakmasını sağlam ak­
tır. Fakat bu bir hüküm etin ele alacağı en son görev­
dir. Hüküm etler şimdi halk kitlesini silah zoru ile ya
kapitalistler için çalışmak ya da açlıktan ölme şıkları kar­
şısında bırakmaktadırlar. Kapitalistleri bu yüküm lülük
altına sokmadıklarından onlar tembel kalm aktalar ve
emeği üretici sanayiden çekerek kendi tem belliklerini de­
vam ettirm ek için kullanm aktadırlar. İşte K apitalist hü­
küm etlerim izin m ülkiyeti korum ak ve kişisel özgürlüğü
sağlamak dedikleri şey budur. Fakat sosyalistler bu
anlamdaki m ülkiyetin hırsızlık olduğuna ve bu kişisel
özgürlüğün tem bellik etm ek ve adam öldürm ek hakkın­
dan başka bir şey olmadığına inanmaktadırlar.
Bundan dolayı İşçi bir Avam Kamarası'nın millî
bir greve karşı köklü tedbirler almak zorunda kalacakla­
rını, İşçi Partisindeki sosyalistlerin de bu tedbirin bütün
çalışabilir durumda olan insanların Zorunlu Sosyal Ça­
lışm aları olduğunu ilân edeceklerini bekleyebiliriz. Eski
partilerin ve İşçi Partisindeki Sosyalist olmayan Sendi­
kacıların buna karşı birleşecekleri ve grevcileri satın al­
mayı teklif edecekleri şüphesizdir. Vardım olsun olmasın
sosyalize sanayilerde bile Sendikacıların grev hakkı­
nı vermek istem iyecekleri m utlaktır. Grev, Sendika'nın

387
tek silahıdır. İşverenler de aynı kararlılıkla lokavt hak­
larını korum ak isteyeceklerdir. Kapitalistlere ve toprak
ağalarına gelince bunların hali gözönüne getirilebilir.
Bunlar işverenlerden ve maliyecilerden daha çok ilgile­
neceklerdir bu işle; çünkü işverenler ve maliyeciler işçi­
dirler eninde sonunda: Çalışmak zorunda kalmak, onlar
için pek bir güçlük yaratm ıyacaktır. Fakat ellerinde bir
zanaatları olmayan, üretici işin toplum sal küçüklük fab­
rika ve bürolarda hapsedilme, zorunlu erken kalkış, yo k­
sulluk, kaba davranışlar ve pislik anlamına geldiği kendi­
lerine öğretilen bizim gibi hanımlar ve beyler zorunlu to p ­
lum hizmetinin kendilerinin ve sınıflarının sonu olacağını
görürler. Bunlardan bir çoğunun durumu öylesine acı­
nacak bir hale gelecektir ki (ya da kendileri öyle oldu­
ğunu sanacaklardır) ölene kadar çalışamıyacaklarım
gösteren sağlık karneleri verilecektir ellerine. Ne de olsa
tembel, m üsrif ve faydasız olarak yetiştirilm iş olm aları­
nın kabahati kendilerinin değildir.
Bu faydasız sınıfların Sendikacılarla birleşerek Z o­
runlu Toplum Hizmeti'ne karşı çıkacaklarından şüphe
yoktur. Şim diki gibi sosyalist olan İşçi Bakanları bu Z o­
runlu Toplum Hizmeti Tasarısını getirdikleri takdirde bu
işbirliği karşısında mutlaka yenilgiye uğrayacaklar ve
yeni bir seçime gidilecektir. Bu yeni genel seçimde ra­
kipler İşçi Partisi ile kapitalistler değil, İşçi Partisi'nin
Tutucu ya da Sendikacı kanadı ile (Sağcı) Sosyalist ka­
nadı (S olcu) olacaktır. Böylece Muhafazakârları Parla­
mentodan süpürüp atsak bile yine iktidara geçmek is­
teyen iki parti bulacağız karşımızda. Genç Bayan'dan da
şimdi Muhafazakâr ya da İşçi Partisine mi oy vereceği
sorulacağı yerde o zaman Sağ'a mı Sol'a mı; belki de
Beyaz’a mı Kızıl'a mı oy vereceği sorulacaktır.

388
45
DİNSEL ÇEKİŞMELER

BİRİ İKTİDARDA olan ve diğeri de sürekli olarak


ona muhalefet edip yerine geçmeye çalışan iki partinin
varlığı Avam Kamarası’na bir zarar vermez. Bu ikili dü­
zen, aynı politikaları savunan iki bölümün bulunduğu an­
lamda iki partili bir düzen değildir. Bunlar iktidara geç­
mek dışında her konuda aynı politikayı izliyor olabilirler.
Proleter görüş açısından 1832'den bu yana Liberallerle
Muhafazakârlar arasında bir fark yoktur. Avam Kamara-
sı'nın aynı politikalara sahip iki parti arasında bölünmüş
olması bile durumu pek değiştirmez. Fakat yarım düzine
parti arasında bölünm esi bütün hüküm et işlerini, yuka­
rıda da gördüğüm üz gibi altüst eder. Oysa İngiliz pro­
leterleri arasında yarım düzine partiyi meşgul edecek
sayıda sorun fazlasıyla vardır. Devlet ilkokullarında eği­
tim sorununa bağlı olan din konusunu ele alın. Proleter
bir Avam Kamarası'nın m illetin evlâtlarına din maskesi
altında Kapitalist ve Emperyalist ahlâkının öğretilm esi­
ne katlanamıyacağı açıktır. Ama bu konuya dokununca
arı kovanının kapağı açılmış gibi olur her zaman. Ana-
baba hep din konusunda kendi taraflarına yontucud ur­
lar, çocuklarının dinini tayin hakkının kendilerinde bulun­
duğuna inanırlar. Anababa açıkça dinsiz olmadığı ve
çocuklar devlet okullarına, din okullarına ya da
Devlet dininin geçerli olduğu üniversitelere g ittikleri za­
man bu hak tartışm a konusu değildi. Ama şimdi anababa
ya da veliler tarafından kendi dinsel inançlarına uygun
bir sürü mezhep okullarından birinin seçilme olanağı
vardır.

389
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Fakat okullar millî bir kuruluş haline getirilince ve


Hükümet ülkenin dört bir yanında okullar kurup ço­
cuklarım bu Devlet okullarından başkasına gönderm e­
ye durumları elverişli olmayan anababaları çocuklarını
bu okullarda okutm aya zorlayınca ortaya çocukların ruh­
ları konusunda bir çatışma çıkm aktadır. Devlet okulların­
da hangi din öğretilecektir?
İşte bu anda çıkan düşünce farklılıkları öylesine bağ­
daşmaz, düşmanlık öylesine şiddetlidir ki, zorunlu eğitim
kanununu getiren Hüküm et ve herkese uyacak bir ta ­
rafsız din bulmak ya da okulda din konusunun konu­
şulmasını yasaklamak zorunda kalacaktır. İlk şıkka ö r­
nek 1870 Öğretim Kanunu'na eklenen Covvper-Temple
maddesidir. Buna göre okullarda 'h içb ir din ve mezhep
farkı gözetilm eksizin' İncil okutulacaktı. Laik Eğitim
denilen ikinci şık ise, Avustralya'da denenmektedir.
Bir çocuğa sabah saat onda din dersinde dünyanın
düz ve hareketsiz olduğunu, üzerinde tavan gibi asılı du­
ran gökyüzünde kral sarayı gibi döşenmiş bir cennet
bulunduğunu anlatmak ve sonra da saat onbirde dün­
yanın merkezi çevresinde topaç gibi dönen ve güneş
çevresinde sayısız milyonlarca dünya gibi dolanan bir
küre olduğunu söylem ek biraz saçma birşeydir. Ya da
din dersinde çocuklara dünyadaki bütün hayatın altı
günde yaratıldığını ve koskoca bir kadının bir erkeğin
kaburga kemiğinden çıkarıldığını anlatıp da diğer ders
zili çalar çalmaz çeşitli hayat biçim lerinin bugüne kadar
ancak milyonlarca yıl süren değişim ler sonunda gele­
bildiklerini söylem ek pek m antık çerçevesine girmez.
Eğer öğretmen Incil'in astronom i ve biyolojisinin artık
modası geçtiğini ve şimdi artık bunları daha iyi bildiği­
mizi söylerse pek bir mesele yoktur. Ama bu türden

390
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

açıklamalar, çocukların dinsel ve laik öğrenim leri arasın­


daki çelişkileri kendilerinin çözmesini öngören Covvper
Temple maddesine aykırı düşer. Sonunda çocuklar eğer
anababaları kendilerini rahat bırakırsa bu konularda hiç
düşünmemeyi seçerler.
Hiçbir dinî eğitim vermeme şıkkına yani öğrenimi
Laik'leştirm eye gelince bu pek uygulanabilir bir plan de­
ğildir. Çünkü çocuklara m atem atik öğretildiği gibi ahlâk
da öğretilm elidir. Ahlâkın en büyük cezası m etafiziktir.
Yani, basit bir görüş açısından bakıldığı takdirde hırsız­
lık ile çalışma, bilgisizlik ile bilgi için öğrenme, yalancı­
lıkla doğruyu söyleme arasında bir fark yoktur. Bunla­
rın hepsi insan faaliyetleri olup, duruma ve faydasına gö­
re ya birisi ya ötekisi seçilir. Çocuklarınızın (tıpkı bü­
yükler gibi) gayet laik olarak yalan söylediklerini, çal­
dıklarını ya da tem bellik ettiklerini gördüğünüz zaman
onlara bu kötü şeyleri terkedip doğru yola dönmeleri
için ya gerçek ya da dinsel bir neden göstermeniz gere­
kir. Gerçek ve sıradan nedeni icat etmek kolaydır. «Bir
daha öyle yaptığını görürsem kafanı kırarım, ya da kıçına
tekm eyi yersin, ya da aç aç yatarsın,» gibi birşeyler sö y­
lersiniz. Uydurması ve uygulanması kolay ve eğer eğili­
miniz elverişliyse hatta hoş olan bu laik davranışlardan
kurnazlık ya da daha fazla yalan söyleme ile kurtulun-
ması m üm kündür. Çocuğunuzu kırbaçlayıp arkanızı dön­
düğünüz zaman verdiğiniz bu ahlâk dersinin neye yaradı­
ğını çok iyi bilirsiniz. Bütün ömrünüz boyunca elinizde
sopa çocukların peşinden koşacaksanız bu yaşadığınız
da hayat mıdır yani. Çocuklarınızı dövmek arzunuz on­
ları kendi yararları için doğru yola yöneltm ek amacıyla
değil, size en elverişli olan şekilde davranmalarına zor­
lamak içindir.

391
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Eğer kendinizi beğenmiş ve zalim bir insan değilse­


niz, kimse kendilerini gözetlemediği zaman çocuklarını­
zın iyi davranmalarını sağlayacak bir neden gösterm eli­
siniz kendilerine. Onlara Tanrının kendilerini gözetledi­
ğini ve öldükleri zaman cezalandıracağını söyleyebilirsi­
niz. Fakat ölümden sonraki cezaların biraz yüreklice bir
çocuğu yola getirecek kadar çabuk etkili ve gerçek olm a­
dığını göreceksiniz. En sonunda çocuğun ruh dediğiniz
fakat yerini belirtemediğiniz bir parçasını tehdit edecek­
siniz. Ruh sözcüğünü kullanmanıza gerek yoktur, onun
'şerefini' sözkonusu edebilirsiniz. Fakat şeref de henüz
hiçbir cerrahın kesip çıkartıp, örnek olsun diye bir şişe
ispirtonun içine sokabildiği bir parça değildir. Çocuk çok
aşırı giderse onu azarlayabilir, yaramaz, pis ve obur o l­
duğunu söyleyebilirsiniz. Ya da kendisine ders verir,
'b ir toplu iğne bile çalmanın günah' olduğunu anlatırsı­
nız. Fakat bütün azarlamaları ve dersleri içinde hiçbir
tepki uyanmadan karşılayacak kadar vurdum duym az bir
canavar olabilir çocuğunuz; kalkıp da size; «Ne olacak­
mış yani? Günah nedir? Yaramaz, obur ne dem ektir? Pis
demekle ne söylem ek istediğini anlıyorum , ama pisken
rahat ediyorsam ellerimi niçin yıkayacakm ışım ? A çgöz­
lüyü anlıyorum ama ben çukulata seviyorsam ne diye
yarısını Jane'e verecekm işim ?» diyebilir. Siz de, «Se­
nin vicdanın yok mu, çocuk?» dersiniz. Fakat vurd u m ­
duymaz çocuk bu sefer de, «Vicdan nedir?» diye sora­
caktır.
Bu kadar şüphecilik karşısında yapacağınız tek şey
çocuğunuza davranışlarının dinsel bir görev olduğunu
öğretm ektir. İyi ahlâklı olmak m istik bir şekilde insanın
borçlu olduğu bir şeydir ve insanlar bu kendine saygı­
ya sahip oldukları oranda yönetilebilirler. Yetişkin bir

392
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

insana, «Kendine saygın yok mu senin?» diyebilirsiniz.


Ama her nasılsa aynı şey bir çocuğa söylenemez. Ço­
cuk bir yalan söylediği zaman, «Gerçeği söylem eyi ken­
dine borçlusun» diyemezsiniz, çünkü küçük hayvancık,
sonraları duyacağı bu duyguyu o anda duymamaktadır.
«Kimsenin söylediklerine inanmıyacağı için yalan söyle-
memelisin,» derseniz yalanın büyüğünü kendiniz söyle­
miş olursunuz; çünkü çok iyi bilm ektesiniz ki çok yalan­
lar gayet başarılıdır ve insan toplum u bir sürü iyi niyetli
yalan söylenm em iş olduğu takdirde devam edemez.
«Yalan söylememelisin aksi takdirde sana söylenilen hiç­
bir şeye inanamazsın,» derseniz gerçeğe daha çok yak­
laşmış olursunuz ama bu da çocuğun anlayamıyacağı
bir gerçektir. «Sevgili anababacığını üzdüğü için yalan
söylememelisin,» derseniz bu da çocuğun anababasının
üzülmesine ne kadar aldırdığına bakar. Pek çok küçük
çocuğa anababası, üzülmelerine fırsat verilmeyecek ta n ­
rılardır. Fakat hem sevilm ek hem de korkulm ak çok kolay
bir şey değildir. Çocuklarına tanrı olarak gözüken ana-
baba onlarla sevgi ilişkisine pek girişm em elidir ve ço­
cukları gerçekten kendilerinden nefret etmezlerse talihli
sayılırlar. 0 zaman herkesin hatta babanın babasının da
babası olan bir Büyük Baba icat edip onu çocuğa Tanrı
olarak tanıtm ak gerekir. Bu bir soyut şekil, bir ilke, bir
güdü ya da ne vücudu ne organları ne de tutkuları olan
bir İngiliz Kilisesi Tanrısı olmamalıdır. Gerçek baba gibi
iyi giyim li, çok iyi yürekli, çok kudretli ve herşeyi gören
yani kimse bakmadığı zaman yaptıklarınızı gören bir
insan olm alıdır bu.
Böylece yeteri kadar gelişmiş bir kendine saygısı
ve şeref duyduğu, yani kısacası vicdanı olmayacak ka­
dar küçük bir çocuğa Tanrı düşüncesine ciddi bir anlam

393
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

verecek yaşa gelinceye kadar, yapmacık, geçici ve bir


dereceye kadar uydurma bir vicdan yerleştirilm iş olur.
İşte böylece Voltaire'in 'Tanrı olmasaydı. Onu ya­
ratm ak gerekecekti' demesinden çok önce Tanrı icat
edilmiş oldu. Voltaire'in ölümünden sonra Fransız Dev­
rimi, Fransa hüküm etini bu işi bilmeyen adamların eline
atmıştı. Çocuklara Tanrı hakkında anlatılan hikâyelerin
çoğunun yalan olduğundan, ve papazlardan çok Kilise'-
nin İhtilâle karşı olmasından dolayı Tanrı'sız bir yön eti­
me giriştiler. Sonunda herkesin kafasını kesmeye çalış­
tıktan sonra birbirlerinin kafasını kestiler. Baş sözcüleri
Robespierre Tanrı tarafındandı ama onun da kafasını
kestiler. M antık Tapınağına, Özgürlük sembolü olarak
güzelce bir kadın heykeli dikip halkın ille de bir şeye ta ­
pınması gerekiyorsa ona tapınmasını söylediler. Bunun
başarılı olmamasının nedeni onun bir tanrıça olm am a­
sından değil, iyi ahlâkın mantıkla değil mantık dışı bir
ilahi güdü ile güdüldüğünden dolayı idi. M antık ancak
en kısa yolu bulur, hedefi bulamaz. Komşunun parasını
kendinizin daha yerinde harcayabileceğinizi bilirseniz
onun cebinden bunu çalmanız mantıklı birşeydir; fakat
şerefli birşey değildir bu. Şeref ise ilahiliğin bir bölüm ü­
dür, m etafiziktir, dindir.
Bu arada İnançlarımızın sürekli olarak m etafizik aşa­
madan bilimsel aşamaya geçtiğini unutmamalıyız. Çin'de
güneş tutulduğu zaman bütün akıllı ve enerjik kadınlar
dışarı çıkıp kovaları, kürekleri, tencereleri, kapakları bir­
birine vurarak güneşi yutm akta olan canavarı korkutup
kaçırmaya çalışırlar. H içbir zaman canavarı kaçırmaktan
geri kalmayan bu hareketin başarısı onları bunun yapı­
lacak en doğru şey olduğuna inandırmıştır. Fakat sizin
güneş tutulm ası hakkındaki bilgileriniz m etafizik değil

394
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

de bilim sel olduğu için, elinize isli bir cam parçası alıp
sakin sakin bu olayı seyredersiniz. Çin'de tencereleri b ir­
birine vuran kadınların bir budala sürüsü olduğunu dü­
şünürsünüz belki de; ama hiç de budala değildirler. A s ­
tronom inin m etafizik aşamada olduğu bir ülkede yaşıyor
olsaydınız siz de aynı hareketi yapacaktınız.
Onların bu davranışlarını gülünç bulduğunuz için,
ve ortada canavar filân olmadığını bildiğinizden güneş
tutulm ası olayı diye bir şey olmadığı sonucuna varm ak­
tan kaçınmalısınız. Bu konuda kimse yanılamaz diye­
ceksiniz; ama pek çok kimsenin tanrı kavramına ilişkin
gülünç törenleri ve çocukça masalları görüp dinledikten
sonra tanrı diye bir şey olmadığı sonucuna vardıklarına
ben sizi temin ederim. Tanrı'nın bembeyaz sakallı yaşlı
bir beyefendi olduğuna inandıkları yaşı aşınca, o yaşlı
beyefendinin çocukça zihinlerinde tem sil ettiği her şeyi
bir kenara fırlatıp attıklarını sanırlar bunlar. Oysa tam
aksine, gerçeğe biraz daha yaklaşm ışlardır.
İngiliz m illeti iyi ahlâk konusundaki aynı inanç aşa­
malarında olmayan milyonlarca anababa ve çocuktan
meydana gelm iştir. Anababanın pek çoğu daha bebeklik
aşamasında oldukları halde çocukların çoğu onlara kı­
yasla bilimsel aşamaya varrmşlardır. Çoğu bu konuda
hiç düşünmezler, komşularının yaptıklarını yaparlar ve
komşularının inandıklarını söyledikleri şeylere inanırlar.
Pek çok kadın dinsel konularda hâlâ öylesine ilkel
ve kişisel düşüncelidirler ki, bu konuların tartışıldığını
işittiklerinde ilk söyledikleri şey gerçek inancın kendi-
lerininki olduğu ve bunun herkese zorla kabul ettirilm esi
gerektiği ve diğer bütün inançların cezalandırılmasının
doğru olduğudur. Yehova, Allah ve Brahma'nın Tanrı'-
nın ayrı adları olduğunu kabul etmezler ve eğer Tanrı'ya

395
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Brahma diyorlarsa, Allah ve Yehova'yı putlar olarak ve


Müslümanlarla Hristiyanları kimsenin ziyaretlerine g it­
memesi gerektiği puta tapanlar olarak görürler. Ya da
Tanrı olarak Yehova'yı kabul ediyorlarsa Müslümanları
ve Hintlileri 'kâfir' diye niteleyip onları gerçek dine çek­
meleri için ülkelerine bir sürü m isyonerler gönderirler.
Fakat hüküm et adamlarımız bu kendini beğenmişliğe
boyun eğecek olsalar im paratorluk hemen yıkılıverirdi.
Tebamızın ancak yüzde 11'i Hristiyan olup, büyük bir
kısmı Tanrı'ya Allah ve Brahma adını verirler ve İsa'nın
adını ya işitm em işlerdir; ya da onun kendi inançlarına
göre başka bir takım peygamberlerden hiçbir ayrılığı
yoktur. İşte bu yüzden bir kadın, bölgesel olsun merkezî
olsun, Parlamento'ya girince dininin mezhepçi tarafını
bir kenara bırakmalı, bütün mezheplere ve Kiliselere or­
tak olan yanını düşünm elidir. Y a » k ki seçilen insanların
yapacakları en son işlerden biridir bu. Hepsi kendi bölge­
sel geleneklerinin, kuruluşlarının ve hatta dinlerinin zorla
bütün okul çocuklarına öğretilm esi için uğraşır dururlar.
Bugün varolandan daha soylu inançlar ve daha iyi
kuruluşlar koym ak çabasının, ilericilik olduğunun söy­
lenmesi gerekir. Sözgelişi, her sosyalist Komünizmin
özel m ülkiyetten ve rekabetten daha soylu ve daha iyi
uygulanabilir olduğuna inandığı için, Parlamento'ya gi­
ren her hanım bütün okul çocuklarına bunun öğretilm e­
sini ister. Şimdi bu anda ise karşısında daha az bir süre
önce sosyalist bir Hüküm et olduğu için Rus Hüküm e­
tine karşı yapılan savaşları desteklemek için Ingiliz hal­
kının milyonlarca sterlinini harcamış devlet adamları çı­
kacaktır. Bu devlet adamları gözünde Sosyalist; Kom ü­
nist, ve Bolşevik, Haydut, Hırsız ve Katil'le eş anlamlı­
dır. Bunlara karşılık sosyalistler de toprakağaları ve ka­

396
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

pitalistler tarafından sömürülen emeği, iki hırsız arasında


çarmıha gerilm iş İsa'ya benzetm ektedirler Her ikisi de
bugün artık din adına kim senin suçlanmadığını söyle­
mektedirler. Fakat bu sadece suçladıkları inançlara din
adını verm edikleri anlamına gelmektedir. Din dedikleri
inançlara ise ilgisizdirler.
Size şimdi bir İşçi Partisi'nin neden muhaliflerini
yokederek Sosyalizmi kuramıyacağını ve muhaliflerinin
de neden sosyalistleri ortadan kaldırarak Sosyalizmden
kaçınamıyacaklarını anlatacağım.

397
Üçüncü Bölüm
DEVRİMLER

İL K önce devrim (en iyisi bu kelim eyi eski deyim iy­


le yani, ihtilâl diye kullanalım ) ihtilâl ile toplum sal deği­
şiklikler arasındaki ayrımı kavramanız gerekm ektedir.
İhtilâl; siyasal iktidarı bir partiden diğerine, bir sınıftan
ötekisine ve hatta bir insandan bir başkasına devreder.
Şiddet ya da şiddet tehdidi ile yapılabilir ve yapılm akta­
dır. İngiltere tarihinde iki ihtilâl olmuş, Onyedinci yüz­
yılda siyasal iktidar, Kral'dan Avam Kamarası'na geçer­
ken iç savaş başlamıştır. İkinci ihtilâl, Kral kaçtığı için
kansız geçm iştir. 1832'de siyasal iktidarın büyük toprak
ağalarından sanayi patronlarına geçişinde şiddet tehdidi
yeterli gelm işti. Bir parti ya da Cumhurbaşkanını diğeri­
nin yerine geçiren Güney Am erika ihtilâlleri ise oy ver­
mek yerine kurşun atılarak yapılan genel seçimlerdir.
Siyasal iktidarın kapitalistlerim izden proleterlerim i­
ze geçmesi biçim bakımından tam am lanm ıştır. Zaten bu
olmasaydı, Hüküm et sosyalist propagandayı isyana kış­

398
kırtma diye yasaklar, soyalist kanunların çıkması im kân­
sız olurdu. Proleterler canları çektiği zaman kapitalistleri
oyları ile ezebilirler. Sosyalizm - Kapitalizm sorununda
bütün proleterler Sosyalizm ve bütün kapitalistler de Ka­
pitalizm tarafında olsaydı Kapitalizmin çoktan sonu gel­
miş olurdu. Fakat kapitalistlerin hizmetçileri, alışveriş
ettikleri dükkâncıları, lüks sanayide çalışan işçileri, avu­
katları, doktorları, onların m ülklerini korum ak için bes­
ledikleri askerleri (Am erikada böyle özel ordular var­
dır) olarak kapitalist gelirleri ile yaşayan proleterler, ka­
pitalistlerden çok daha fazla M uhafazakârdırlar. Robert
Owen, W illiam M orris ve benim gibi kapitalistler ise
ateşli sosyalist taraftarı olmuşuzdur. W a rw ic k Kontesi
ünlü bir sosyalisttir; yani, hiç olmazsa gazetedeki resim ­
lerinden sosyalist bir Kontes görm üşsünüzdür. Fakat
içinizde hiç kimse bir Kontesin sosyalist olan terzisine
rastlam ış mıdır? K apitalistler parlamentoda aleyhlerine
olan bir kararı reddetseler ve bunun için silaha sarılsalar,
yanlarında büyük bir proleter çoğunluğu bulacaklardır.
Parlamento m eşrutiyeti bir noktaya kadar geçerli-
dir; Oylamada yenilgiye uğrayan grubun bu yenilgisini
kabul ettiği noktaya kadar. Fakat insanlar bir çok sorun­
lar üzerinde öylesine kararlıdır, bunlardan öyle büyük
çıkarları vardır ki, ancak kazanabileceklerine emin o l­
dukları zaman bu konuda kararı Parlamento'ya bırakır­
lar. Parlamento'dan aleyhlerine bir karar çıkarsa ve ba­
şarılı bir direnme ihtim ali görüyorlarsa Parlamento'yu de­
virip çatışmaya başlarlar. İrlanda Bağımsız Hüküm eti için
otuz yıl süren bir parlam ento kampanyası yapılm ıştı.
Doğrudan doğruya hareket taraftarları, «İngiliz Parlamen-
to'suna başvurm ak çok yersiz, B irlik'çiler İrlanda'yı ter-
ketmemek kararındalar. Hiç olmazsa son ana kadar

399
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

savaşalım,» diyorlardı. Bu adamlar sonunda haklı çık­


mışlardır. Kral, kraliçeyi denetleyemediğl, kraliçe de
m eşrutiyetçi bir ihtilâl istemediği için Fransızlar hem kra­
lın hem de kraliçenin başını kesmişlerdir, İngilterede kral
Liberal Parlamento'ya karşı savaştığı ve yenildiği hal­
de sonunda ona aldırış etmediği için başını kaybetm iş­
tir. Bu anda İspanya'da Kral ve ordu Parlam ento'yu bas­
kıları altına almış ve ilahi hakka dayanarak silah gücüy­
le iktidarlarını sürdürm ektedirler. Bir sosyalist olan Sin­
yor M ussolini parlam entoyu saf dışı etm iş olup taraf­
tarları bir dehşet hakim iyeti kurmuşlardır.
İspanya ve İtalya'da bu m eşrutiyetçiliğe karşı çı­
kış toplum sal bir değişiklik yaratm ak için değil fakat Is­
panya ve İtalya hüküm etlerinin çok beceriksiz olmaların-
dandı. Kamu düzenini kurm ak için en kolay yol yeteri
kadar enerjik kimselerin kanunu kendi ellerine almaları
ve hizaya gelmeyenlerin kafalarını kırmalarıydı. İngiltere­
de de Sosyalizmin meşru bir şekilde bütünlenm esi için
en mükemmel Fabian Kanunlarını Parlamento'dan çı­
kartacak olsak, kapitalistler, tıpkı Sinyor M ussolini gibi,
Parlamento'yu tehlikeli ve hain ilan edip Fabian Ka­
nunlarının uygulanmasına zorla karşı çıkacaklardır. İşte
o zaman hiç şüphesiz bir iç savaşın içine dalmış olaca­
ğız.
Daha önce de gördüğüm üz gibi, kapitalistler proleter
asker bulm akta güçlük çekmeyeceklerdir. Bu savaş,
M arksist doktrinciler tarafından hayal edilen Sınıf Sava-
şı'na benzemiyecektir. Gelirin eşit olmayan dağıtımını
incelediğimiz zaman yoksulların sırtından sadece zen­
ginlerin değil, zenginlerin harcadıkları parayla geçinen
hizmetçilerin ve tüccarların da geçindiklerini görm üştük.
Büyük şehirlerin zengin sayfiyelerinden ya da merkezle­

400
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

rinden ya da Güney İngiltere'nin zengin m alikaneler bu­


lunan bölgelerinden bir işçi m illetvekili çıkarmak im kân­
sız gibi birşeydir.
Zenginlerin kazanılmamış gelirleri ortadan kaldırılsa
Bournemouth gibi şehirler eski Ninova ya da Babil gibi
yokolurlar; ya da buralarda yaşayanlar başka sınıf in­
sanlara hizmet zorunda kalırlar ve bir çoğu da kendi­
lerini bu değişikliğe uyduramadan ölür gider. Bunlara iyi
para karşılığında her türlü maceraya atılacak işsiz genç­
leri, her türlü değişiklikten korkan insanları, gazeteleri
okuya okuya sosyalistleri haydut güruhu olarak gören­
leri, ucuz bir gazete okuyacağı yerde bu kitabı okumaya
kandırsanız bile aptallıklarından bundan birşey anlıya-
mıyacakları eklerseniz, zenginlerin sırtından geçinen­
lerle yoksulların sırtından geçinenlerin arasındaki çizgiyi
görürsünüz. Yani, Kapitalizmin devamını isteyenlerle,
bunun yerine Sosyalizmin getirilm esini isteyenler arasın­
daki çizgi zengin ve yoksul, kapitalist ve proleter ara­
sında olmayıp proleteryam n tam ortasından en yoksul
kesimine kadar inen çizgidir. Bunun için de Kapitalizmin
devamı için çıkan bir iç savaşta kapitalistler toplum un
her sınıfında destekleyici bulacaklardır. İşte bu bilgi böy­
le bir savaşın bir İç Savaş olacağını söyleyen aşırıcılar
karşısında işçi Partisi liderlerini sabırsızlığa itm ektedir.
K apitalistler bunu her seçimde yoksullardan aldıkları oy
sayısından dolayı çok iyi bildiklerinden, sonunda Parla-
m ento'da İşçi Partisi tarafından kaçınılmaz bir yenilgiye
uğratıldıkları zaman, bunu sessiz sedasız yutacakların­
dan pek de emin olmanızı salık vermem.
Ülkenin yönetim i kapitalistlerden sosyalistlere is­
te r barışçı parlam enter yollarla ister en kanlı iç savaşla
geçsin, sonunda sağ kalanlar. Komünizm açısından.

401
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

başladıkları yerde sayılacaklardır. Parlamento'ya bir sos­


yalist çoğunluğu getirm ek gelir eşitliğini sağlayacak şe­
kilde bütün ekonom ik düzeni yeni baştan kurm uş olmak
demek değildir. Sosyalizm düşmanlarının binalarını ya­
kıp kendilerini öldürm ek ve bu arada birkaç sosyalis­
tin de ölüm üne sebep olmakla da bu becerilemez. Ü lke­
nin üzerinde tılsım lı bir değnek sallayıp, «Sosyalizm ku­
rulsun,» diyemezsiniz; zaten deseniz de birşey olmaz
ya!
Rusya örneği bunu en iyi şekilde belirtm ektedir.
1917'deki büyük ihtilâlden sonra M arksist Kom ünistler
öylesine güçlenm işlerdi ki Çar'ınkinden çok daha kuv­
vetli bir Hüküm et kurm uşlardı. Fakat Çar'ın Sosyalizmi
bir kanun düzeni haline getirecek Fabian Derneklerinin
Rusyada kurulmasına izin vermemesi gibi, bu yeni Rus
hüküm eti de ne yapacağını bilm iyordu. Bir takım ama­
törce denemelerden sonra ülkenin sanayiini yine özel
işverenlerin eline bıraktı, köylü çiftçilerin tıpkı Fransa'­
da ya da Ingiltere'de olduğu gibi ürettiklerini satmalarına
izin verdi.
Fakat bu, Rus ihtilâlinin başarılı olmadığı demek
değildir. Şimdi Rusya'da sermayenin İnsan için olduğu,
İnsanın Kapitalizm için varolmadığı kuralı yerleşm iştir.
Çocuklara Kapitalizmin Para ahlâkı yerine Komünizmin
Hristiyan ahlâkı öğretilm ektedir. Plütokratların sarayları
ve eğlence yerleri şim di işçilerin dinlenme yerleri olarak
kullanılmaktadır. Tembel hanımlar ve beyler hakaret gör­
mekte, işçi tulum lu insanlara saygılı davranılmaktadır.
Bizim Çin'de yaptığım ız soygunculuğun aksine sanat
eserleri büyük bir kültürel bilinçlilikle korunm akta, saygı
görm ekte ve herkese açık tutulm aktadır. O rtodoks Ki­
lisesi ayaktadır, fakat İngiliz Kilisesi gibi çocuklara din­

402
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

sel terbiye vermek maskesi altında yalanlar söylem esi­


ne ve zenginlere üstün insanlar olarak saygı gösterm e­
lerini öğretmesine izin verilm em ektedir.

Bütün bunlar inanılmayacak kadar iyi şeyler olarak


görülm ektedir. Îy¡niyet sözkonusu olduğu sürece bu
Sovyet Hüküm etini kü ltü r uygarlığının en ön safına çı­
karmıştır. Fakat bu. Sosyalizm değildir. Bütün başarıla­
rına karşı sonunda K om ünist Cum huriyetini, Kapitalist
Fransız ve Am erika C um huriyetleri düzeyine indirecek
yeterli bir gelir eşitsizliği m evcuttur. Kısacası ihtilâllerin
amacı olan siyasal iktidarın el değiştirm esi başarılı ol­
muş ve Rus devleti Kapitalist taraftan durumundan Ka­
pitalist aleyhtarı duruma gelm iştir ama henüz bizim İn­
giltere'de varolduğu kadar gerçek bir Komünizm y o k­
tu r ve Rus ücretleri İngiliz ücret düzeyine erişem em iştir.

Bunun nedeni. Komünizmin ancak Kapitalizm gibi


yayılabilm esidir: Yani, varolan ekonom ik uygarlığın geliş­
mesi ile, yoksa onun birdenbire bütünüyle kaldırılıp atıl­
masıyla değil. Komünizm, Kapitalizmden devraldığı m ad­
di şeyleri yoketm ek değil onları yönetecek yeni yollar
bulmak ve ürettikleri serveti dağıtmak istem ektedir. Ka­
pitalizm, bu cins bir sosyalizasyonu m üm kün kılacak ka­
dar gelişm em işti Rusya'da. 1917'de Kom ünist Bolşevik-
ler, üzerinde gelişmeler yapacakları geniş çapta ö rg ü t­
lenmiş bir Kapitalist sanayi bulamadılar. Bilgisiz, oku­
ması yazması olmayan, boş inançlara sahip, kaba ve
toprağa aç bir köylü nüfus ile dolu olağanüstü bir tarım
ülkesine sahip oldular. Çok az ve birbirinden çok uzak
olan şehirlerdeki sanayiler önemsiz, yöneticileri genel­
likle yabancılar, şehir proleterleri güçbelâ geçinen ve
servet ve boş zamanın kötü dağılımına başkaldıran

403
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

insanlarla doluydu. Fakat bunlar Sosyalizm için örgüt­


lenmeye hazır değildiler
Rusya'da haftada beş gün çalışan, günde dokuz
dolar alan Ford işçileri yoktu. M illi çapta sanayi trö s t­
leri, araba sahibi işçiler, halk kitaplıkları, iş arayan usta
işçiler ve sanayi yöneticileri, milli sigorta, milyonlarca
işçiyi tem sil eden ve kapitalist hüküm etleri trenleri dur­
durma, köm ür çıkarmama ile tehdit ederek soyan İşçi
Sendikaları yoktu. Ö rgütlenm iş sanayi kişisel tarımın
kat kat üstünde değildi, savaş sıkıntısı ile Kapitalizm
henüz çözülm em işti Rusya'da. Bay Troçki, Rus Proleter
ihtilâlinin Rus Kapitalist uygarlığına galip gelmesinin ne­
deninin; galip gelinecek bir Kapitalist uygarlık olm am a­
sı olduğunu söyleyebilir. Hatta Rus halkının burjuva fi­
kirlerinin kendilerini bozmasından M arx'ın filozof Hegel'-
den miras aldığı ünlü metafizik diyalektik sayesinde de­
ğil de, hâlâ orta sınıf fikirlerine sahip olamıyacak kadar
ilkel olmaları sayesinde olduğunu bile sözlerine ekleye­
bilir. İngiltere'de Sosyalizm galip gelince kızıl bayrağı
kurulm uş bir piram idin üstüne dikecektir. Oysa, Rusla­
rın henüz piramidi inşa etmeleri gerekm ektedir. Kapi­
talizmi Sosyalizme dönüştürm eden önce onu kurmalıyız
bir kere. Ve bu arada da şim diye kadar bilgisizliğimizden
dolayı yaptığımız gibi onun bizim şevkimizi kırmasına,
bizi öldürüp yoketm esine engel olmalıyız.
Sovyetlerin, aynı şeyi Çarlık Rusyasında te n kit e t­
tikleri halde, kendilerinin denetilen Kapitalizm ve burju­
va teşebbüslerine dönm üş olmaları, bizim de İngiltere'de
siyasal iktidarın m ülkiyet sahibi sınıftan sosyalist pro­
leterlere geçtiği zaman aynı şeyi yapacağımız anlamına
gelmez. Rus Hüküm etinin hoşgördüğü Kapitalizm bizi
geri götürm ekten başka birşey yapmaz. İstesek de geri

404
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

dönemeyiz ya. Bunun yolu ancak makineleri parçala­


mak, sanayi örgütlerim izi dağıtmak, bunların tekrar ya­
pılabileceği bütün planları yakm ak ve Onsekizinci yüz­
yıl nüfusuna sahip olmakla olabilir.
Kıssadan çıkan hisse, Sosyalizm m uhalifleri bunu
bir parlamento reformu olarak kabul etmezlerse ya da
Kapitalizmin D iktatoryasını kurm ak için bir darbe ya da
şim diki adıyla Faşizme başvururlarsa, siyasal bir ihtilâ­
lin gerekeceğidir. Fakat ne şiddetli bir ihtilâl ne de barış
içinde kabul edilen parlam ento reformları kendi başlarına
Sosyalizmi yaratmaya yeterli değillerdir. Sosyalizm ne
bir savaş çığlığı ne de bir slogandır: Sosyalizm herke­
sin gelirinin eşit olması için üretim im izin düzenlenmesi
ve servetin dağıtılması demektir. Onun için işini bilen
Sosyalistler her zaman kan dökmeye karşıdırlar. On­
lar başka insanlardan daha yum uşak başlı değildirler,
fakat kan dökme ile istediklerini elde edemiyeceklerini;
bir iç şavaşın ise, bekledikleri anı geciktireceğini b ilir­
ler. Sidney VVebb'in çok sözü edilen ve bazı kimselerce
alay konusu yapılan «tedriciliğin kaçınılmazlığı» bir ger­
çektir. Fakat bu, barışçılığın kaçınılmazlığı anlamına gel­
memektedir. Yeteri kadar budalaysak adım adım dövüş­
mek elimizdedir. Asalak proleteryanın kapitalist lider­
leri Parlamento ile Anayasayı rafa kaldırıp seçim yolu
ile anlaşma yerine, kan ve silah yoluyla anlaşmayı se­
çerlerse siyasal iktidarı elde etmek için asalak proleter-
ya ile sosyalist proleterya savaşacaklardır. Ama sava­
şın sonunda daha akıllı değil daha yoksul düşeceğiz ve
birçoğumuz da ölm üş bulunacaktır. Sosyalistler kazanır­
sa, Sosyalizm yolu açılmış olur ama hedef yine aynı
uzaklıkta kalır.
Bütün tarihsel geçmiş bunu gösterm ektedir. Mo-

405
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

narşik bir yönetim bir cum huriyete, bir oligarşi bir de­
m okrasiye ya da başka bir oligarşiye dönüştürülebilir
eğer bunları isteyen insanlar karşı taraftan yeteri kadar
adam öldürebilirlerse. Sonunda ihtilâl o kadar doğal bir-
şey olur ki. Güney Am erika'da olduğu gibi kimse nere­
de ne zaman ihtilâl olduğunu bilemez hale gelir. Fakat
ne kadar savaşılsa, ne kadar insan öldürülse bu, serve­
tin üretim ini ve dağıtımını değiştiremez. Fransız İhtilâli sı­
rasında onsekiz ayda 4000 kişinin giyotinle kafasının
kesilmesi halkı eskisinden daha yoksul duruma düşür­
müştü. Sonunda 4000 kişiyi giyotine gönderen Kamu
Savcısı kendisi giyotine giderken halk yüzüne karşı ha­
karet edince; «Budalalar, ekmeğiniz yarın daha mı ucuz
olacak sanki?» demişti. Fransız İhtilâlini yapan Kapita­
listler buna aldırmamışlardı; onlar ekmeği ucuzlatmak
değil, Fransa hüküm etini Kral ve soylularından alıp orta
sınıfın eline geçirmek istiyorlardı. İnsan hayatından baş­
ka herşeyi ucuzlatmak isteyen sosyalistler olsalardı,
haklı olanın Vatandaş Fouquier Tinville (Kam u Savcısı)
olduğunu anlayacaklardı.
Hüküm et yardımı günlerinden önce (1885'te) şehir
proleterleri işsiz kalınca zenginlerin evlerini yakmaya
kalkıştıkları zaman, sosyalistler; «Yapmayın,» dem işler­
di: «Eğer ev yakmanın işsizliği önleyeceğini sanacak ka­
dar budalaysanız, hiç olmazsa çoğu insan yaşamasına
elverişli olmayan kendi evlerinizi yakın. Zengin evleri ül­
kemizde zaten çok az olan iyi evlerdir.»
Kapitalizm yalnızca gecekondu mahalleleri değil,
güzel villalar ve köşkler, yalnız kötü işyerleri değil, bi­
rinci sınıf fabrikalar, tersaneler, vapurlar, hem m illi hem
milletlerarası hizm etler ve daha bunun gibi binbir türlü
şey yaratm ıştır. Büyük bir m iktar da Komünizm yarat­

406
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

m ıştır ki, eğer bu olmasaydı, bir gün bile yaşayamazdık


(daha önce verdiğim iz yol, köprü gibi örneklere tekrar
girmeyelim burada). Bütün bunları yakıp yıkacak ve ga­
lip gelse de, partisine yanık enkaz mezarlık bırakacak
olan bir iç savaşı hangi aklı başında sosyalist ister?
Kapitalizm sanayii geliştirir, büyütür ve kamu eline
hazır biçime getirir. Bunları yoketm ek demek Sosyaliz­
min geleceğini yoketm ek demektir. Bu el değiştirm enin
bir hırsızlık olduğunu düşünen m ülkiyet sahipleri bile
hırsızın malına zarar verm iyeceği ve ona kendisi kadar
özen göstereceği avunmasının içindedir.
Yöneticilere gelince. Sosyalizmin bunlara şim dikin­
den çok m iktarlarda ihtiyacı olacak ve onlara Kapitalizm
düzeninde bulmayı umduklarından daha çok güvenlik
ve şeref verecektir.

I
DEĞİŞİKLİK PARLAMENTO YOLU İLE OLMALIDIR

KAPİTALİSTLERLE sosyalistler arasındaki kavga­


ların er geç parlam enter yollarla y a tış tıra b ile c e ğ i kanı­
sına varmış olalım. Yalnız şunu akıldan çıkarmayın; ka­
dınların ve erkeklerin ne biçim insanlar olduklarını bildi­
ğimden bu işin gürültüsüz patırtısız olacağı konusunda
bir tem inat verm iyorum size. Bunlar yorulup bitkin bir
halde yere serilmeden her türlü kötülüğü deneyebilirler.
Bir çeşit milli intihar demek olan genel greve başvur­
ma çabaları, ister İşçi ister Muhafazakâr olsun. H ükü­
metin Sıkı Yönetim ilân etmesine yol açar. Bunun ar­
kasından da halkın kitle halinde öldürülm esi, şehirlerin

407
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

top ateşine tutulm ası (D ublin'de olduğu g ib i), zengin


malikanelerinin yakılıp yağma edilmesi, polislerin üni­
form alı halk düşmanları olarak öldürülm eleri gelir. Sa­
vaşmayı ve öldürm eyi hayatı yaşanılır yapan ve ölümü
de uğrunda ölmeye değer bir spor olarak görenlere gün
doğar. M akineli tüfek, bombardıman uçakları, zehirli gaz,
askerî güce boyun eğmeyi zorunlu kılarsa ya da genel
grevi yapanlar barikatların ve boykotların ilk kurban­
ları kendileri olacağından üretici proleterya için elve­
rişli yollar olmadığını anlarlarsa bile yine de Parlamento
kendi içinde gruplara ayrılabilir ve m illet, diktatörlüğe
gitm ek zorunda kalır. D iktatö r de ya kral adına yönetim i
alan bir Bismarck ya Muhammed, Brigham Young
(Am erika'da M orm on mezhebi kurucusu) ve Sinyor
M ussolini gibi halk arasından çıkan güçlü bir kişi; ya da
Sezar, Napolyon ve Primo de Rivera gibi bir general
olabilir.
Bu toplum sal sarsıntı sırasında herhangi biri gibi
siz de ben de hakarete uğrayabiliriz, zehirli gaz bombaları
altında kalabiliriz, evimiz yuvamız yıkılabilir, para bakı­
mından iflâsa sürüklenebiliriz. Kızamık salgını karşısın­
da nasıl çaresizsek, bu insan vahşeti ve egoizmi kar­
şısında da öyle çaresiz kalırız. Kızamık daha az acı ve­
rir çünkü onu geliştirecek bir şey yapmayız. Oysa bü­
yük bir aldırışsızlıkla çocuklarımıza vahşeti gözlerinde
büyütm eyi; şerefin yoksulu aşağıda, zengini yüksekte
tutm ak olduğunu öğretm ekteyiz. Bundan doğan sonuç
da şiddet ve sınıf nefreti salgınlarının yayılmasına elve­
rişli bir halk ahlâkı sağlığı ortamının çıkmasıdır.
Fakat ergeç en üstün çıkan kuvvet bütün ötekile­
rini yokettikten sonra kendini de yoketm eye başlar. D ik­
tatörler, Crom well gibi ölürler ya da M ism arc gibi yaş­

408
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lanınca, genç ve hırslı krallar tarafından çöp tenekesine


atılırlar. Bugünün diktatörleri ve hırslı hükümdarları ar­
tık otokrasinin uygulanabilir bir hüküm et biçim i olm a­
dığını anlamışlardır. Birliği sağlayacak en ideal duruma
yakın olanı bugün Am erika Birleşik Devletlerindeki Baş­
kanlık sayılabilir. Orada başkan dört yıl için tam bir o to k­
rat olduğu halde yine de bir Kabinesi, uğraşacağı bir
Kongre'si ve Senato'su vardır ve genel seçimin sonuç­
larına boyun eğmek zorundadır. Yani, sonunda hep dö­
nüp dolaşıp bu parlam enter yola gelinecektir.

Her budala kendinin doğuştan insanların hakimi


olduğuna inanır; her züppe sıradan halkın olduğu yer­
den yükselmem esi, yoksa vurulm ası gerektiğini düşünür;
durumundan hoşnut olmayan her proleter soyut kapita­
lizm düzeni yerine karşısına çıkan her dişe dokunur şeyi
yıkıp indirm ek ister. Fakat bunların hepsi de istediklerini
yaptıktan sonra, ölüler göm ülm eli, yakılan evlerin ye­
rine yenisi yapılmalı, meydana getirdikleri bin türlü za­
rar ziyan aklı başında ve yum ruk yum ruğa gelmeden
birbirleriyle anlaşan kadın ve erkekler tarafından ö rg ü t­
lü bir şekilde toparlanm alıdır. Aklı başında olanların bu
akılları ta baştan beri yerinde olm ayabilir, acı tecrübe­
ler geçirerek ya da anarşinin yarattığı fecaati görerek
bugün bu hale gelm iş olabilirler. Fakat doğuştan akıllı­
larla sonradan akıllanm ışlar arasında sonunda ülkenin
işlerini yürütm ek için bir Parlamento kurulacaktır. Ta­
bii eğer ilk kavgalar sırasında ortada m illet diye bir şey
kalmayacak kadar uygarlık çökmemişse; ki, bu da çok
kere böyle olm uştur.
Fakat biz bir an için bütün bu hoş olmayan ihtim al­
leri bir kenara atalım da, iktidar peşinde olan iki başlıca

409
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

partinin kurulm asıyla Parlamento'nun Sosyalizmi nasıl


gerçekleştirebileceğine bir bakalım.
Birisi Sosyalizmi yerleştirm eye, diğeri buna engel
olmaya çalışsın fakat ikisinin de son hızla ilerliyen Ka­
pitalizm arabasının kontrolünü ele geçirmeye ihtiyacı ol­
sun. Bunun için de her iki parti, m uhalefette iken şid­
detle karşı koydukları tedbirleri alacaklar ve sonunda
milli gelirin başka bir biçimde dağıtımına ve toprak ve
sanayi kuruluşlarında özel m ülkiyet yerine kamu m ülki­
yetini yerleştirm eye katkıda bulunacaklardır.
Size dört başı m am ur bir program hazırlamakta
olduğumu sanmayın. Böyle bir şeyi yapabileceğimi kes-
tirsem bile sizi o derece yorm ak istemem. Benim bütün
istediğim, bunu yapm ak için ne biçim kanunların kon­
masının gerektiği, nasıl bir tepkinin uyanacağı konu­
larında sizi aydınlatm aktır. Böylece bir seçim sırasında
size fırsat düşerse oyunuzu ne tarafa vermek gerektiğin­
de kesin bir yargıya varabilirsiniz. Sizi iyi bir parti üyesi
durumuna getirm ek istem ediğim i anlamanızı isterim . A k ­
sine, sağduyu ve yeteneklerin değiştiğini düşünüyorsa­
nız (liderlerin yaşlanmasıyla olabilir bu) bugün bu par­
tiye, yarın muhalif partiye oy vermeye hazır açık fikirli
seçmenler arasında görm ek isterim sizi. Belki de çok
önemli bir konuda sizin tuttuğunuz parti yanlış bir tu ­
tuma düşmüş olabilir. İyi parti üyeliği bu açıkfikirliliği sa­
dakatsizlik olarak görür, fakat politika hayatında kamu
yararına olandan başka şeye sadakat olmamalıdır. Fa­
kat ille de aynı partiye oy vermek niyetindeyseniz, ni­
çin karşı partide de aynı inançta olan bir kadının bu­
lunabileceğini düşünm üyorsunuz? O zaman, Parlamento
diliyle, onunla çiftleşirsiniz; yani, ikiniz de hiç oy kullan­
mamaya karar verirsiniz. Bu, zaten aksi yönde oy kul­

410
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lanmanızın sonucunu doğuracaktır. Arada da siz oy


vermek zahmetinden kurtulm uş olursunuz.
Hükümetin tazm inat ödeyerek, sanayi kollarım bi­
rer birer m illileştirerek Sosyalizmi uygulamaya geçece­
ğinde karar kılm ıştık aklımda kaldıysa. Hüküm et önce­
den bunları yönetecek m em ur sınıfını hazırlayacaktı. Bu
m em urlar çoğunlukla eski işçilerden meydana gelecek
fakat başlarında, bugün bütün geçincemizin ellerinde
olduğu ihtikârcılar ve kumarbazlar yerine yetenekli, eği­
tim görm üş ve toplum sal haysiyete sahip insanların yer-
aldığı Hüküm et daireleri bulunacaktı.
Seçmenler Hüküm etin ne yaptığı konusunda kaba
bir fikre sahip olmazlarsa ve bunu onaylamazlarsa, bü­
tün bu hazırlıklar ve m illileştirm eler boşa gider. M illet
Sosyalizmi belki bütün olarak anlayamaz, ama köm ür
madenlerinin m illileştirilm esini, bunu isteyecek ve taraf­
tarlarına oy verecek kadar anlayabilir. Bunu m illetin re­
fahı için olmasa bile köm ürünü daha ucuza almak için
yapar. Demiryolları ve diğer ulaşım hizmetleri için de
bu böyledir. En koyu Muhafazakârlar bile daha ucuza
yolculuk yapmak ve ürünlerin iç piyasada daha ucuza
taşınması için bunun lehinde oy kullanırlar. Böyle geniş
halk desteğine sahip birkaç hizmetin m illileştirilm esi
m illileştirm eyi, şim di em eklilikte olduğu gibi, sosyal po­
litikamızın normal bir bölümü haline getirir. Oysa em ek­
lilik aylıklarının, bunun Komünizm olduğu gerekçesiyle
rededilmesi henüz daha dün olm uş gibi yenidir. Ve ger­
çekten de Kom ünizm dir bu.
Şu halde Sovyetleri toprak sorununda güçlüğe uğ­
ratan güçlükler Kapitalizm için bir kurtuluş yolu olamaz.
Rus halkı kom ünist olmadığı için ancak çok geniş bir
şekilde uygulanan zorunlu düzen dışında kom ünist dü­

411
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

zende çalışamazlardı. Bunun uygulanması ise imkânsız


gibi birşeydi. Çünkü bir düzen ancak, eliayağı tu ta r hal­
kının yarısının diğerinin başında elde silah nöbet bekle­
mesiyle ayakta durabiliyorsa bu uygulanabilir bir dü­
zen değildir. Fakat önceden dikkatle hazırlanmış bir seri
m illileştirm e hareketi ilk başlarda kendilerine sosyalist
diyecek olursanız şaşkına dönecek bir m illet tarafından
mükemmelen anlaşılabilir ve onaylanabilir. Çünkü halk
ekmeğini nereden olsa alır ve bunun nereden geldiğini
düşünmez bile. Onlar için değişiklik ancak bir efendi
değişikliğidir. Buna da alışmışlardır zaten. Üstelik bu
kendileri için, her zaman istedikleri iş imkânlarını ve
saygıyı da yaratacaktır.
Bütün reformcuların rastladığı güçlük böylece o r­
tadan kalkm ış olur. Halkı, kendileri için kötü olsa bile,
alıştıkları şeyleri alıştıkları yolda yapmaya ikna etmek,
kendileri için sonsuz iyilik vaadetse bile, yeni bir düzeni
denemeleri için zorlamaktan kolaydır.
Sosyalist kanunlar, halkın zengin olmasını yasak­
layan ve ihlâl edilince polisin çağrılmasını gerektiren
kanunlar demek değildir. Bu, m illetin gelirinin üre­
tim i ve dağıtımına müdahale etmek demektir. Ve her
adım başında bu işi yönetecek bir hizmetin kurulmasını
ya da varolan hizmetin genişletilm esini öngörm ektedir.
Yoksul olsun zengin olsun her bebeğin yeteri kadar
süt ve ekmeği ve barınacağı iyi bir evi olmasını kanun
haline getirecek kadar aklımız olsaydı, gerekli fırınlar,
çiftlikler ve yapı malzemeleri hazırlanana kadar bu kanun
ölü bir kanun olarak kalırdı. Ya da her eli ayağı tutan in­
sanın her gün ülkesi için gerekli bir iş yapması gerektiği
kanununu çıkarsaydık, herkese iş bulana kadar bunu
uygulayamazdık. Yapıcı ve üretici kanunlar, On Emir'e

412
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

benzemezler. Halk yığınlarına iş bulunması, büro ve fab­


rikaların kurulması, işe başlamak için gerekli büyük m ik­
tarlarda paranın sağlanması, bunları yönetecek özel ye­
tenekli insanların bulunması lâzımdır. Bunlar olmadığı
sürece bütün Kraliyet Emirleri, D ikta tör Buyrukları, bü­
tün Kom ünist M anifesto'ları Sosyalizmin uygulanması
bakımından kâğıt sarfından başka bir şey olamaz.
Gelir eşitsizliğinden gelir eşitliğine dönmenin yolu,
yalnız ve yalnız kanunla olacağı halde, bunun m atem a­
tik bir yöntem le herkesin eşit geliri alacağı konusunda
tek bir Parlamento Kanunu ile olamıyacağını anlamış­
sınızdır. Kamu ve belediye hizmetlerinin geliştirilm esi,
birbiri arkasından sıralanan m illileştirm eler, düzinelerce
yıllık bütçeler ancak bizi Gelir Eşitliği'ne yaklaştıracak­
tır. Bunların hiçbir tartışm asız olmayacak fakat sonun­
da bu gibi küçük ayrıntılar bile artık üstünde düşünül­
meyecek kadar küçük görünecektir gözümüze. Bu an­
da bir bebeğin yılda yüz bin lira geliri varken ve yüz ta ­
nesi de yeterli yiyecek bulamamaktan ölürken, gelir eşit­
liği, uğrunda savaşılacak ve gerekirse ölünecek bir şey­
dir. Fakat her bebek yeteri kadar yiyecek buluyorsa,
şurada ya da burada bir bebeğin anasının ya da babası­
nın fazladan üç beş lira almış olması başkasının buna
engel olmak için karşı kaldırıma geçmesini icap ettirecek
kadar bile önemli değildir.
Bütün toplum sal reformlar, m antıkî ve m atem atik bir
noktada değil, görevlerini yeteri kadar yerine getirdikleri
noktada dururlar. Yoksul bir kadın için haftada beş lira
ile on lira arasındaki fark çok önemlidir, onun beş kuru­
şu bile çok büyük bir paradır kendisi için. Fakat hafta­
da yirm i lira geliri olan bir kadın başka bir kadın haf­
tada kırk lira alıyor diye iç savaşa başlamıyacaktır. A ra­

413
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

daki farkı hissetm iyecektir bile. Onun için bir kadının


şarkı söyleyerek ya da krizantem satarak üç beş kuruş
fazla kazandığı için polisin çağrılması gerektiği bir to p ­
lumu düşünmemeliyiz. Hepimiz refah içinde oldukça ve
herhangi bir insanın kızı sınıf farkı gözetmeksizin her­
hangi birinin oğlu ile evlenebildikçe, m illi gelirin dağıtı­
mındaki üç beş kuruşluk farklar için tartışm aya girm eye­
cek kadar doym uş olacağız. Buna rağmen gelir eşitliği
temel ilke olarak kalmalı ve bu konuda aşırılığa kaçılma-
ması için gözlerimizi dört açmalıyız. Bunun uygulanma
çeşitlerinin sınırı yoktur.
Fakat bu. Sosyalizmin yollarının sınırsız olması anla­
mına gelmez. Sözgelişi sanayii m illileştirm enin ve özel
işyerlerinde çalışanların Hüküm et memurları olmalarının
da bir sınırı vardır. M illileştirm e delisi olduktan sonra
herşeyi m illileştirebiliriz. Fakat hiçbir zaman gazetelerde
geçen çarşamba günü İngiltere'de Sosyalizmin kuruldu­
ğunu; Kraliçe'nin Üçüncü Enternasyonal'in kendisine
hediye ettiği kızıl eşarbı omzuna yakutlarla tu ttu rd u ğ u ­
nu ve yakutların ortasında da Kari M arx'ın resmi ile ün­
lü «Bütün M illetlerin P ro le te rle ri: Birleşiniz!» yazılı bir
plaka bulunduğunu okuyamıyacaksınız. M illileştirm e ku­
ral ve özel teşebbüs de kural dışı olunca; Sosyalizm o
çağların en karanlığında, Ondokuzuncu yüzyılda fanatik
bir mezhebin çılgın dini olarak anılacaktır. Hatta şimdi
bile Sosyalizmin modasının geçmiş olduğunu ve pratik
insanlar olarak, köm ür madenlerini m illileştirip milli elek­
trifikasyon planını geliştirm e işine başlamamızın daha
iyi olacağını söyleyenler vardır. Kırk yıl önce Sosyalist­
ler olmamış olsaydı. Sosyalizme kavuşm uş olacağımızı
söylem iş olan ben bile, eğer bir işe yarayacaksa bu adı
bırakmaya razıyım.

414
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

1880'lerin Sosyalistlerine sataşm aktaki maksadım,


herşeyi bir anda yapamıyacaklarım anlıyamıyan insanla­
rın hiçbir şey yapamamaları ve yapılacaklara da köstek
vurduklarını anlatm aktır.

2
Y A R D IM GÖREN ÖZEL TEŞEBBÜS

BÜYÜK S A N AY İİ ve toptan ticareti m illile ştirir­


ken bir takım özel perakendecileri şim diki dağıtım iş­
lerinde bırakabiliriz. Yalnız bugün Tröstlerde olduğu
gibi bunların satış fiyatları denetim altında tutulabilir.
Bu adamlar devamlı iflâs tehdidinden uzak bulunacakla­
rından bugün m ülksahiplerinin ve kapitalistlerin onlara
tanıdığı geçim düzeyinden daha yüksek bir düzeye de
erişirler. Köy dem ircisini m illileştirm eden ve köydeki
nalbantı hüküm et memuru yapmadan çok önce maden­
leri millileştireceğiz. Elektrik gücünü kullanan sanatçıla­
rın, zanaatkârların, bilim sel araştırmacıların ve hatta
elektrik süpürgesi kullanan hizm etçilerin işlerine karış­
madan önce m illileştirilm iş ya da belediyeleştirilm iş elek­
trik gücünü evden eve nakledeceğiz. M eyvecilik ve seb­
zecilik alanlarına dokunmadan toprağı ve büyük çapi:
çiftçiliği millileştireceğiz. Bugün feodalizmin ortadan
kalkm ış olmasından daha çok oranda, Kapitalizmin or­
tadan kalkmasından sonra bile kendi işlerinde çalışan
kadın ve erkekler olacaktır.
Bankacılığın m illileştirilm esi Sosyalizm düzeninde
özel teşebbüsün işlerini kolaylaştıracak hatta süratlen­
direcektir. Bu işlerden gelen gelirin ortak düzeye indiril­

415
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

mesi bunları vergilendirm ekle m üm kün olacaktır. Fakat


güçlük tam aksi yönde o la c a k tır: Özel teşebbüste ça­
lışanlar kendilerini, şim di çoğunluğun olduğu gibi, ka­
mu işlerinde çalışanlardan daha yoksul bulacaklardır.
Bugün özel teşebbüste elde edilen olağanüstü ser­
vetler, toprak ve sermaye ürünlerine sahip olamıyan ve
mülk sahipleri ve kapitalistler için kendi ürettiklerinin de­
ğerinin çok azına çalışanlar sayesinde m üm kün olm ak­
tadır. Fakat herkes m illileştirilm iş sanayi dallarından bi­
rinde çalıştığı, m illileştirilm iş toprağın kirasından payına
düşeni gelir olarak aldığı ve m illileştirilm iş sermayenin
faizini aldığı zaman, hiçbir özel işveren bu kadar çok
ücret veremedikçe işçi bulamıyacaktır.
İşte o zaman özel işverenlik yoksulluk yaratm ıya-
cak ve işverenler halktan kendi hizmetlerine karşılık iyi
bir para alamıyacak kadar akıllı değilseler iflâs edecek­
lerdir. Gelirlerini milli düzeyde tutabilm ek için bazıları­
nın Hüküm etten yardım bile almaya ihtiyaçları olacak­
tır. Çok basit bir örnek verm ek gerekirse, çok uzak ve
ıssız köyde ulaşım çok pahalıya malolacaksa Hükümet
ya da bölge ye tkilisi en iyi şeyin bölgenin hancısına, ara­
bası ile gerekli ulaşım sağlaması şartı ile yardım etmesi
olduğunu görecektir.
Daha önce de gördüğüm üz gibi büyük çaplı işler­
de, bu, başlam ıştır bile. Sendikacılık maden işçilerinin
ücretlerini en elverişsiz köm ür madenlerinin çalışmasına
imkân verm iyecek kadar yükseltince, maden sahipleri,
sadık Sosyalizm aleyhtarları olmalarına rağmen. Hükü­
metten iki uçlarını bir araya getirm ek için 10 milyon
sterlin istem işler ve almışlardır. Fakat bir kaç kötü ma­
deni işletebilm ek ve bu arada köm ür fiyatlarını çok y ü k­
sekte tutm ak için halkı vergilendirm ek çok gülünç bir

416
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

şeydi. Genel olarak madenler Sendikanın İstediği geçim


parasını verebilecek durumdaydılar. Sonunda yardım
kesildi. Korkunç bir lokavt hareketi başladı. Oysa, ma­
denleri m illileştirip ücretleri yükselterek ve köm ür fiy a ­
tını düşürerek buna engel olunabilinirdi. Fakat şim diki
konumuz bu değildir. Bütün nokta, kapitalistlerin kendi­
lerine yeteri kadar kâr vermeyen özel işlerinde sosyalist
yardım yöntem ini kullanm ış olmalarıdır. Bunun yeniliği
sıradan işlere yardımı sağlamaktan ibarettir. Yoksa bi­
limsel araştırmalar, eğitim , din, kitaplıklar, ülke dışına
mektup taşınması ve daha bunun gibi birçok iş çoktan-
beri Hüküm et yardımı ile ayakta durmaktadırlar.
Üstelik şimdi kapitalistler açıkça özel teşebbüs iş­
lerinde de yardım istem ektedirler. Sözgelişi, havayolla­
rı Hükümetin kendilerine tıpkı savaşta boya sanayiine
yardım ettiği (ve sonra da pişman olduğu) gibi yardım
etmesi gerektiğini hiç arlanmadan söyleyebilm ektedirler.
Sosyalizm düzeni kurulunca vergi m ükelleflerinin
bu kapitalistçe söm ürülm eleri yeni sanayilere, yöntem ­
lere ya da icatlara yardım için bir örnek meydana g e tir­
miş olacaktır. Böylece o an için m illileştirilm e değerinde
olmayan bir işi yapan bir insan zahmetinin mükâfatını
alacaktır. Sosyalizmin akıllı iş adamlarına en ilginç gelen
yanı bu olacaktır ya! Doğrudan doğruya ve tam m illileş­
tirm eler ancak yerleşm iş hizmetlerde olacaktır.
Sosyalist bir Hüküm etin özel teşebbüsle bir arada
yaşaması ve hatta onu para bakımından desteklemesi
te klifi karşısında hayrete düşecek doktrinci sosyalistler
vardır. Sosyalist yöneticilerin görevi bu tü r özel teşeb­
büsü ortadan kaldırmak değil, gelir eşitliğini yerleştirip
devam ettirm ektir. Özel teşebbüs yerine kamu teşeb­
büslerini getirm ek bu amaca varan yollardan birisidir.

417
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Eğer o anda amaca uygun gelen özel teşebbüs ise. Hü­


küm et özel teşebbüse göz yum acak, yardım edecek ve
hatta onu te şvik edecektir. Gerçekten de Sosyalizm
Kapitalizmden daha hoşgörülü ve esnek olacaktır. Ka­
pitalizme kalsa özel bir ulaşımcının kâr edemiyeceği böl­
geyi büsbütün ulaşımsız bırakırdı.
Fakat şunu hatırdan çıkarmayın; Hüküm etin yar­
dım ettiği bir özel teşebbüs yeni bir sanayi kurm uş ya
da milli üretim in ve hizmetin gelişmesinde katkısı olan
bir icatla yöntem bulmuşsa, o zaman m illileştirilecektir.
O zaman özel teşebbüs yine yeni sanayi ve hizmet dal­
ları aramakta serbest bırakılacak, artık tecrübe dönemi­
ni aşmış bir sanayiin kârını almasına izin verilm iyecek-
tir. Sözgelişi, demiryollarımızı m illileştireceğim iz yerde
yıllardır özel teşebbüsün elinde bırakmış olmamız çok
budalaca birşeydir. M illileştirm e amaçları için gereken
herşey bilinm ektedir bu konuda. Fakat uçak hizmetleri
henüz deneme çağında olduğu için Devlet yardımı gö­
ren özel teşebbüs olarak kabul edilebilirler.
Ama bunu kapitalistlerim iz pek anlayam am aktadır­
lar. Onlar, ajanları olan işverenler ve m aliyeciler aracılı­
ğıyla Muhafazakâr hüküm etlerim izi kendilerine yardım
etmeleri için kandırm aktadırlar. Vergi m ükellefinin cebin­
den çıkan bu paradan mükellefin teşebbüste elde etmesi
gereken faiz hiç hesaplanmamaktadır.
Sözgelişi, maden sahiplerine verilen 10 milyon ster­
linlik yardım, madenleri ipotek etm e yoluyla verilm eliy­
di. Hüküm et özel teşebbüse verdiği her 100 sterlinlik
yardım karşılığında bir hisse senedi istem elidir. A ksi
halde sonunda madenleri m illileştirm e karşılığı maden
sahiplerine vereceği tazm inat, hüküm etin kendi serma­
yesine verdiği tazm inat olacaktır. Tazm inat bölüm ünde

418
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

gördüğümüz gibi bu gerçekten çok önemli değilse de,


hükümetin hiç olmazsa madenlerde bir hisse sahibinin
denetim hakkı olması gerekir. Özel maceracılara şartsız
olarak halkın parasını verm ek Hâzineyi yağma etm ek ve
vergi mükelleflerini soym ak demektir.
İşte gördüğünüz gibi kapitalist ve sosyalist hükü­
m etler arasındaki fark, m illileştirilm enin yapılıp yapılmı-
yacağı değildir. Çünkü her ikisi de m illileştirm e olmadan
bir gün bile yaşayamazlar. Aralarındaki fark bu hareketin
ne dereceye kadar ve ne süratle yapılacağı konusunda­
dır. Kapitalist hüküm etler m illileştirm eyi ve belediyeleş-
tirm eyi ticari bakımdan kârsız olan işlere hasredip, kârlı
olan herşeyi kapitalistlere bırakmak eğilimindedirler. Ka­
pitalist hüküm etler geçici bir kamu işi için bir toprak al­
salar ve işleri bitince bunu özel bir kişiye satsalar, bu­
nun gelirini gelir vergisini indirm ek için kullanırlar. Böy-
lece önceleri m illi emlak olan bir toprak parçası özel
m ülkiyete geçer ve gelir vergisi m ükelleflerinin kazanıl­
mamış gelirleri, vergiden kurtuldukları için artar.
Diğer yandan Sosyalist H üküm etler m üm kün oldu­
ğu kadar çok toprağı kapitalistlerin zararı pahasına m il­
let adına satın alırlar ve bu toprakların tekrar özel kişi­
lere satılmasına şiddetle karşı çıkarlar. Fakat Rus Sov-
yeti örneğinde olduğu gibi toprağı ve sermayeyi sürekli
kullanma zorunluğu yüzünden bunlar bu işi başaramı-
yabilirler. Hüküm et bir dönüm verim li tarla ya da bir ton
yedek geçince (serm aye) alır da tarlayı hemen sürm e­
ye, geçince ile de üretici emeği beslemeye hazırlıklı de­
ğilse; o zaman istese de istemese de, bunu tekrar özel
kişilere satm ak zorunda kalacaktır. Böylece yeteri kadar
hazırlıklı olmadığı için Sosyalizme doğru attığı adımı geri
almış olacaktır. Savaş sırasında özel teşebbüs yıkıldığı

419
zaman orduyu cephanesiz bıraktığı için Flanders cephe­
sinde nice genç askerimizin ölüm ünün nedeni bu olm uş­
tu. Bundan sonra cephane milli fabrikalarda yapılmaya
başlanmıştı. Savaş sona erer ermez 1918 Kapitalist
Hükümeti, İşçi Partisi'nin bütün muhalefetine rağmen bu
fabrikaları yok pahasına elden çıkardı. Çok uzak yer­
lerdeki fabrikalar (aksi takdirde bombalanmış olacaklar­
dı) ya özel teşebbüs başka yerde daha çok iş yapabile­
ceğini düşündüğünden, ya da özel teşebbüs öylesine
sefilcesine teşebbüssüz olduğundan satılamamışlardı.
İktidara İşçi Hüküm eti geçince, o da barışçı amaçlarla
kullanılabilecek yeni kamu teşebbüsleri örgütleyem edi-
ğinden bu fabrikaları satmaya kalkışmıştı.
Bu da size sırf sosyalist bir yöntem dir diye, üretici­
liğini hazırlayamadıktan sonra toprağı toprak sahiplerin­
den ve sermayeyi kapitalistlerden almanın imkânsızlığını
gösterir. Eğer alırsanız, M oskova Sovyeti gibi geri ver­
mek zorunda kalırsınız. Elinizde onu kullanacak bir im ­
kân ve hemen ertesi sabah işe başlama fırsatı varsa
ancak o zaman bunu almalısınız. Başarılı bir Sosyalist
propaganda dalgasına kapılan bir K apitalist Hükümet
yönetebileceğinden çok şeye el koyarsa, bunları özel
işverenlere millete bugün malolduğundan çok daha ağır
şartlara malolmak üzere devretmek zorunda kalır. Ve
üstelik de «Ben size demedim mi?» avazeleri koparır.

420
3
NE KADAR SÜRECEKTİR BU?

BU DEĞİŞİKLİK hızı ne kadar olacaktır? Eğer çok


geçe bırakılırsa ya da çok yavaş yapılırsa patlayacak
bir ihtilâl, sonunda sağ kalanlara iç kapayıcı bir eşitlik
getirecektir. Böylesine oluşm uş bir eşitlik de pek uzun
sürmez. Yerleşm iş ve yüksek uygarlığa sahip ve ku v­
vetli bir Hüküm eti olan toplum larda, ancak çok dürüst
kanunlarla bir gelir eşitliği yaratılabilir ve korunabilir.
'K u vvetli Hüküm et' elinde çok askeri olan hüküm et de­
mek değildir; bu, daha çok korkak bir Hüküm eti belir­
leyen bir niteliktir. Kuvvetli hüküm et halkın çoğunluğu­
nun ahlâkî beğenisine sahip hüküm ettir. Daha açık söy­
lemek gerekirse, polisin ve diğer yönetici Hüküm et me­
murlarının vatandaşların sempatisine ve gerektiği hal­
lerde, işbirliğine sahip olan hükümetlerdir.
Ahlâkı sağlam olmayan bir hüküm et bugünkü dü­
zenimizden Sosyalizme geçiş için gerekli değişlikleri ne
yapabilir ne de kendisi uzun bir süre başta kalabilir. Bu
geçiş de en sonunda Kamu Hizmetlerinin düzenlenmesi
ve genişletilm esidir. Bu ağır ağır ve düşünerek yapılma­
lıdır. Hüküm et değişikliklerinin kendilerini sarsmıyacağı
kadar halk tarafından tutulm alıdırlar. Tıpkı bugünkü pos­
ta düzenimiz ya da yollardaki, köprülerdeki, polis hizme­
tindeki, lâğımlardaki Komünizmimiz gibi.
Bu değişikliğin daha çabuk yapılamaması çok üzü­
cüdür. Ama şunu da unutmamalıdır; Musa, kölelikten
kurtardığı İsraillileri o kadar özgürlüğe hazırlıksız bulm uş­
tu ki, onları, M ısır'da köle olanların çoğu ölene kadar
kırk yıl çöllerde dolaştırm ıştı. Esas güçlük M ısır ile

421
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

'Vaadedilen Ü lke’ arasında, topu topu kırk haftada yürü­


nerek alınacak olan mesafe değildi. Köle olarak güvenli
ve iyi hayat yaşayan insanların özgür maceracılar ola­
rak tehlikeye ve sıkıntılara katlanm aktaki tereddütleri
ve şartlarla huylardaki ve fikirlerdeki değişiklikti onları bu
kadar yıl dolaştıran. Hazırlanmamış bir halk kitlesine
Sosyalizmi bir külçe halinde zorlamaya kalkarsak, işin
sonunda olacak olan budur. Sosyalizmi anlamıyacakları,
kuruluşlarını işletem iyecekleri için bunu bir haftada ber­
bat edeceklerdir. Hatta bazıları bundan nefret bile ede­
cektir.
Gerçek şudur; biz bu anda eski Komersiyalizm ile
yeni Sosyalizm arasındaki çölde başıboş dolaşm ak­
tayız. Sanayilerimiz, karakterlerim iz, kanunlarımız ve din­
lerimiz kısmen ticarileştirilm iş, kısmen m illileştirilm iş,
kısmen belediyeleştirilm iş, kısmen kom ünistleştirilm iş-
tir. Ve bu değişikliğin tamamlanması da başlangıcı gibi
olacaktır. Yani, akıllı olmayan kadın ne olduğunu anla-
mıyacak, sadece hayatın bazan daha sıkıntılı bazan daha
rahat olduğunu görüp kâh bu dünyanın sonunun nereye
varacağını soracak, kâh durumun eskisinden çok daha
iyi olduğunu söyleyecektir. M ark Twain; «Onarmak için
geç diye birşey y o k tu r: Aceleciliğin gereği yoktur» de­
mişti. Değişiklikten korkanlar varsa bunlar değişikliğin
ağır ağır olmasının, birdenbire olmasından çok daha
tehlikeli olduğunu düşünsünler. Yetiştirilm em iz gereği
Sosyalizme uyması imkânı olmayanlarımızın sonsuzadek
yaşamayacakları kendileri için çok iyi olacaktır. Çocuk­
larımızı bozmaktan vazgeçme imkânımız olsaydı, siya­
sal boş inançlarımız ve önyargılarımız bizimle birlikte
ölür giderdi. Neyse ki. Sosyalizmin proleterlere getire­
ceği büyük kazancın ve proleter ana-baba!arın seçm en­

422
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lerin büyük bir bölüm ünü meydana getirm iş olmasının,


ahlâkî eğitim i Sosyalizm yoluna doğru çekmesi beklene­
bilir.
iktisadi bencilliğe karşı kam uoyunun ahlâkî bas­
kısından sözetmekten kaçınıyorum . Nasıl ki Kapitalizm
düzeninde çocuklara hayatta başarının herkesten çok
zengin olmak ve bunun için de hiç çalışmamak olduğu
öğretiliyorsa. Sosyalizm düzeninde de bu baskı milli bi­
lincin bir parçası olacaktır. Fakat kamuoyunun böylesine
tam bir şekilde değişebileceğine inanmanın size çok güç
geleceğini biliyorum .
Şu anda herkesin her zaman en çok parayı kaza­
nacakları işi seçmedikleri ve hatta daha sıradan işler
için kârlı işlerini terkettikle ri halde, bir kere bir iş seçti­
ler mi bundan m üm kün olan en çok parayı almaya ça­
lıştıklarını bilirsiniz. Ne kadar çok almaya çalışırlarsa,
haklarında o kadar iyi şeyler de düşünülür. Bunların bu
huylarının devam edeceğini kabul ediyorum (gerçekte
şimdi pek azı bu özgürlüğe sahiptir y a ). Fakat sosyalist
bir gelecekte komşusundan üstün bir ekonom ik varlığa
sahip olm ak çabası herhalde şimdi kâğıt oyununda hile
yaparken yakalanan biri örneğinde olduğu gibi o insanın
toplum daki yerini kaybetm esiyle sonuçlanacaktır.

423
Dördüncü Bölüm
SO SYALİZM VE .

S OSYALİZM İ anlamayan asabî insanların bu dü­


zende çok kanun olacağı ve her hareketimizin polis ta ­
rafından düzenleneceği gerekçesiyle bundan korkm ala­
rı cahil insanların bütün kanunun ortadan kalkacağından
korkmalarından daha akla yakındır. Çünkü Kapitalizm,
proleterleri yokolm aktan kurtarm ak ya da hiç olmazsa
onları başkaldırmaya götürecek aşırılıklardan kaçınmak
için sosyalizme bir m illetçe hiç bir anlamı olmayan bir­
takım sınırlamalar getirm iştir, işte size küçük bir ö r­
nek: Bir arkadaşım sanatla ilgili bir işte yanında birkaç
kız çalıştırıyordu. Yaptığı işte rekabet fazla olm adığın­
dan işçilerinin canlarını çıkarmasına da hiç gerek yoktu.
Bu adam nehir kenarında güzel bir ev tu ttu ; duvarları
değerli kâğıtlarla kaplattı, kızların çalıştıkları yerde ev­
lerindeymiş gibi çaylarını içmelerine imkân verdi. Gü­

424
nün birinde gelen bir adam kendisini fabrika m üfettişi
diye tanıtıp eve girdi. Şaşkın şaşkın çevresine ba ktık­
tan sonra kadınların nerede çalıştığını sordu. Arkadaşım,
haklı bir gururla ve m üfettişin bu kadar güzel bir fabrika
görm em iş olduğuna emin olarak; «İşte burada,» diye
cevap verdi. Fakat m üfettişler; «Kanun gereğince işçi­
lerinizin görebileceği bir yere asmanız gereken çalışma
tüzüğü nerede?» diye sordu.
Arkadaşım ; «Böylesine değerli kâğıtlarla kapladığım
duvarlara ve salon haline getirdiğim işyerim i o kötü şey­
leri asmamı beklemezdiniz herhalde,» dedi. M üfettiş;
«Tüzüğü asmadığınız için ceza göreceksiniz, fakat bun­
dan da ötesi duvarlarınızı tüzüğe göre belirli sürelerde
badanalayacağınız yerde kâğıtla kaplamış olduğunuzdan
dolayı da suç işlemiş sayılıyorsunuz,» dedi buna karşı­
lık olarak. Arkadaşım ; «Hay Allah kahretsin!» diye si­
nirlendi. «Ben burasını insanın evi gibi, yuvası gibi güzel
yapmaya çalışıyorum. Unutm ayın ki, kızlar çaylarını da
burada iç iy o rla r»
M üfettiş; «İşçilerinizi çalıştıkları yerde yemek ye­
meye zorladığınız için ayrı bir cezaya daha çarptırılacak­
sınız. Bu Fabrika Kanunları'nın ağır bir ihlâlidir,» dedi.
Adam kapıdan çıkarken arkadaşım suçüstü yakalanmış
bir cani imiş gibi hissediyordu kendini.
Fakat nasılsa m üfettiş aklı başında bir insanmış.
Geri gelmemiş, cezalar tahakkuk ettirilm em iş, duvarlar
kâğıtlı kalmış ve yasak çay saatleri devam etmiş. Fakat
bu olay Kapitalizm düzeninde kişisel özgürlüğün kötü
yollarda olduğu kadar iyi yollarda da ne kadar kısıtlan­
mış olduğunun iyi bir örneğidir. Kadınların söz konusu
olduğu yerlerde, onların erkeklerden daha çok korunm a­
ları gerektiği kabul edilir (sanki erkekler fabrika içinde

425
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

kadınlardan daha özgürm üşler g ib i). Bu nedenle de tü ­


zükler öylesine sıkı olarak düzenlenm işlerdir ki erkek­
lerin girdiği pek çok işe kadınlar giremezler. İş m ü fe tti­
şinin yanısıra gelirinizi didik didik edip büyük bir kısmını
elinizden alan Vergi M üfettişleri, çocuğunuzun okula
devam edip etm ediğini kontrol için gelip çocuğunuzu
elinizden alan m üfettişler; evinizi ve lâğımınızı kendi
gönlünüze göre değil de emirlerine göre yapmak zorun­
da olduğunuz bölgesel belediye m üfettişleri, Yoksulluk
Kanunu m üfettişleri, aşı m üfettişleri ve şimdi aklıma
gelmeyen daha bir sürü m üfettiş vardır. Kapitalist dü­
zenimizin kötüye kullanılmasına taham m ülüm üz azal­
dıkça bunları çoğaltm ak eğilimi de artm aktadır. Fakat
özgürlüğümüze olan bu müdahaleleri yakından inceleye­
cek olursanız bunların kendilerine bakacak kadar zengin
olanlara uygulanmadığını göreceksiniz. Sözgelişi, okula
devam m üfettişi değeri belli bir m iktardan yukarı olan
evlere uğramaz, oysa bunların içindeki çocukların e ğiti­
mi de utanç verici bir şekilde ihmal edilm ektedir çoğun­
lukla. Yoksullar olmasaydı Y oksullar Kanunu m ü fe ttiş­
leri de olmazdı. Bizi aşırı çalıştırarak, ya da rahatsız,
güvenliksiz, sağlığa zararlı fabrika ve işyerlerinde çalış­
maya zorlayarak sırtımızdan kâr edecek insanlar olm a­
saydı bugünkü işyeri tüzüklerim izin pek çoğu gereksiz
olurdu ve hatta bunların bir kısmı yapılan işi bile engel­
lerdi.
Bir de polisi düşünün: Namuslu kadının dostları ve
hırsızların, serserilerin, dolandırıcıların, isyancıların, üç­
kâğıtçıların, sarhoşların ve fahişelerin düşmanları olan
polisleri. Polis memuru, tıpkı arkasında bekleyen asker
gibi, bugün ancak yoksulların meşru bir yoldan so yul­
malarını korum aktadır. Üretici bir emekçinin emeğiyle

426
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

üretilen servetin kira ya da faiz olarak bir boşgezerin


ya da onun asalağının cebine g ittiğ i her yerde bu m eş­
ru soyulma olayı vardır. Hatta herhagi bir mal sahibine
kapalı bir yerde yatıp uyum ak için kira vermek istem e­
diğiniz zaman 'sokakta yatm ak' gerekçesiyle bizi tu tu k ­
lama hakları bile ve rilm iştir kendilerine. Polisin görevi­
nin bu bölüm ünü, bunun uygulama alanı bulduğu yo ksu l­
luğu ve yoksulluğun yarattığı hırsızlığı, dolandırıcılığı,
isyancılığı, üçkâğıtçılığı ve fahişeliği kaldırıp attığınız
zaman polis görevinin en hoş olmayan tarafını ortadan
yoketm iş olursunuz.
Yoksulluğu yokedince bunun doğurduğu üzüntü ve
m utsuzluğu da yoketm iş olacağız. Bu üzüntü ve m ut­
suzluğa karşı insanlar, tıpkı acı verici bir am eliyat ge­
çirdikleri zaman sun'i duygusuzluğa başvurdukları gibi,
sun'i mutluluğa başvururlar. A lkol sun'i m utluluk, sun'i
yüreklilik, sun'i neşe, sun'i tatm in doğurur ve böylece
aksi halde durumlarına katlanamıyacak milyonlarca in­
san için hayatı yaşanabilir bir hale sokar. A lkol bir nim et­
tir onlar için. Fakat yazık ki vicdanı, kendine hakim iyeti
ve nomdal vücut faaliyetlerini bozarak etki yaptığı için
suç, hastalık ve büyük çaplı ahlâk düşüklüğü de yara­
tır. Bu öylesine büyük bir sorun haline gelm iştir ki Bir­
leşik Am erika Devletlerinde içki yapımı ve satışı b ü tü ­
nüyle yasaklanm ıştır. Burada da aynı şeyin yapılması
konusunda kuvvetli bir hareket başlamıştır.
Sun'i m utluluğu ortadan kaldırmak için gösterilen
bu çabaya karşı olan direnmenin şiddeti, bunun Kapita­
lizm düzeninde ne kadar vazgeçilemez birşey olduğunu
ortaya koym uştur. Geçenlerde de Londra'da güpegün­
düz ünlü bir Am erikalı İçki Yasakçısı, tıp öğrencilerinin
saldırısına uğramış ve bir gözünün çıkması ve birkaç

427
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

yerinin kırılması pahasına ellerinden kurtulabilm işti. E-


ğer bu adam başka bir konuda aynı derecede ünlü ol­
muş olsaydı Am erika Birleşik Devletleri Hüküm eti sal­
dırganların ağır bir cezaya çarptırılmalarını isteyecekti.
Ve bu isteği yerine getirilm ediği takdirde öfkeli A m eri­
kalılar savaş açılması için tepinm eye başlayacaklardı.
Fakat yoksulun sefaletini ve zenginin boşluğunu katla­
nabilir yapan alkolün bu düşmanı için ne kendi ülkesinin
halkı ne bizim halkımız ağızlarını bile açmadılar. Anlaşı­
lan iki bacağından tu tu lu p ikiye ayrılsaydı, kam uoyu bu­
nun çok yerinde bir hareket olduğunu söylem ekle y e ti­
necekti.
Fakat çağdaş m utluluk verici ilâçlar yanında alkol
pek hafif kalmaktadır. Bu ilâçlar insanda basit bir tatm in
ve kendini beğenme değil, aşırı bir heyecan uyandırm ak­
tadırlar. Etkisi geçtikten sonra düşeceğiniz korkunç ra­
hatsızlıktan gittikçe daha fazla ilâç alarak kurtulabilirsi­
niz. Sonunda öyle bir yaşayan ölü haline gelirsiniz ki,
gerçekten öldüğünüz zaman çevrenizdekiler ferahlamış
olurlar. Fakat bu ilâçlara çok parası ve hiç işi olmayan
sınıfların öylesine ihtiyaçları vardır ki, en ağır cezalara
rağmen, gayet kolay ve kârlı olan kaçakçılık işi rahatça
yürütülebilm ektedir. Bu sun'i m utluluk ticaretini önle­
me çabalarımız bizi kişisel özgürlüklerim izde kısıtlanm ış
duruma düşürm üştür bugün. Doktora reçete yazması
için vizite ücreti ödemediğiniz takdirde (rü şvet demiye-
lim buna) bütünüyle masum amaçlar için bile birçok
faydalı ilâçları satın almamızın imkânı kalmamıştır.
Yine de birtakım kuvvetli uyuşturucu ilâçların ya­
saklanması halk tarafından desteklenm ektedir. Alkolün
yasaklanması, buna cesaret edilen yerlerde maddi refa­
hı arttırdığı halde, en güçlü hüküm etler bile bu yasakla­

428
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

maya karşı yükselecek tepkiden kaçınmaktadırlar. Siz


m illete Yeşilaycı olarak gecekondu yerine kendi katla­
rında oturabileceklerini; kendi arabaları olabileceğini,
bankada hesap açtırabileceklerini ve üstüne üstelik on
yıl daha fazla yaşayabileceklerini ispat edersiniz. Onlar
buna inanmıyacaklardır. Fakat karşılarına bu konularda
yapılmış olumlu Am erikan istatistiklerini çıkardığınız za­
man da, gecekondularında otuz yıl m utlu yaşamayı, kırk
yıl arabalarıyla, banka hesaplarıyla, evleriyle mutsuz
yaşamaya tercih edeceklerini söyleyeceklerdir.
Kocasının ayyaş olduğundan, kendisini ve çocuklarını
m ahvettiğinden yakınan bir kadın bulun, onu Yeşilaycı
olmaya kandırın; bir de bakacaksınız az sonra yine ko­
casını içmeye teşvik edecektir. Kocasının ayık olduğu
zaman birlikte yaşanmıyacak kadar asık suratlı olduğu­
nu görecektir çünkü. Onun ayyaşlığına katlanabilmek
için kendisi de içkiye başlıyacak ve her ikisi de içkiden
ölene kadar bu aşağılık durumda m utluluk içinde yaşa­
yacaklardır.
Bugünkü içkicilerin çoğu, hiç içmeseler sahip ola­
cakları fazla yararlığı aramazlar. Çok az kimse çalışma
sınırının sonuna kadar çalışm aktadır bugün. Gözle gö­
rünür derecede sarhoş olmadıkça bir hanım bahçıvanın,
kâtibenin ya da tezgâhtarın Yeşilaycı olup olmadığına
kim a|dırır sanki? Bir kadeh içkinin ölüm kalım sorunu ol­
ması ancak otom obil ve uçak kullananlarda önemlidir.
Profesyonel bir bilardo oyuncusunun içki içmesi onun
sonu demek olabilir. Sıradan bir iş arasında içilen bir
kadeh içki, sıradan işçi eğer golf oynuyorsa 'vuruşunu
zedelediği' gerekçesiyle reddedilebilir. Böylece bir işçi­
ye daha çok boş zaman vererek onu içki içmekten kıs­
men ya da tamamen menedebileceğiniz! görüyorsunuz.

429
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

İşini gerektiği kadar mükemmel yapacak derecede ayık


olan bir insanın, oyununu istediği kadar iyi oynayam adı­
ğı görülecektir. İnsanlar ister işlerinde olsun, ister eğlen­
celerinde olsun durumlarını korum ak zorundaysalar al­
kolün kendilerine kaybettirdiği faydaları feda etm ek is­
temezler. Birinci sınıf ile ikinci sınıf insan arasındaki fark
da buradan çıkar. Bu kitap niteliğinin bir kısmını alkole
ya da başka bir ilâca borçlu olsaydı, belki sizi daha çok
eğlendirirdi; ama fik ir bakımından daha az doğru olaca­
ğı için zihninize daha zararlı olurdu.
Bütün bu anlattıklarım ı birbirine eklerseniz, yo ksul­
luğu kaldıran ve sıradan işçilerin boş zamanlarını arttı­
ran herhangi bir sosyal değişikliğin sun'i m utluluk ih ti­
yacım yokedeceğini göreceksiniz.
M ülkiyeti insanlık pahasına koruyan ve m ülk sahip­
lerini koyunların ya da geyiklerin daha kârlı oldukları ge­
rekçesiyle bütün bir köy halkım topraklarından sürm esi­
ne izin veren baskıcı ve haksız kanunlar konusunda za­
ten çok şeyler söyledik. Hiç şüphe yok ki özel m ülki­
yeti kaldırdığımız zaman onlar da ortadan kaldırılacak­
tır.
Şimdi de Sosyalizm düzeninde kişisel özgürlüğe ya­
pılacak ve derecesini şimdiden hayal bile edemiyeceği-
niz bir müdahaleye geliyorum . Cebimizde paramız var­
sa, istediğim iz kadar tembel olabiliriz. Ve ne kadar çok
hayatımızda tek bir gün bile çalışmamış ve çalışmaya
da niyetim iz yokm uş gibi görünürsek her karşılaştığımız
memur bize saygı gösterir; herkes bizi kıskanır, bize dal­
kavukluk etmeye kalkar. Bir köy okuluna girdiğim iz za­
man bütün çocuklar saygıyla ayağa kalkıp bizi selâmlar­
lar. Oysa, içeri giren bir marangoz ya da m uslukçu olsa
kıllarını bile kıpırdatmazlar.

430
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Kızına zengin bir tem bel bulan ana bundan gurur


duyar; bir m ilyon kazanan bir baba bunu, çocuklarını zen­
gin tem beller yapm ak için kullanır. Çalışmak dinimize
sövgüdür; toplum sal kanunlarımızın ilk maddesine göre
çalışmak utanılacak birşeydir. Sokakta elinde bir paket
taşımak sadece güç bir iş değil aynı zamanda olduğun­
dan aşağı görünm ektir de. Güney A frika'da olduğu
gibi, ortalıkta paketi taşıyacak kara adamlar varsa, bu
işi yapan bir beyaz göremezsiniz. Londra'da bu aşırılık­
ları züppelik olarak karşılamaktayız, ama bir Mayıs öğ­
leden sonrası kaç hanımefendi Bond Sokağında bir gü­
ğüm süt taşır dersiniz?
İnsan tem belliği bilinen bir şey olduğundan Sosya­
lizm düzeninde de bir kadının paketini ya da güğümünü
başkasına (sözgelişi, kocasına) taşıttırabileceği sürece
bunu taşımayacağı şüphesizdir. Fakat paket taşım ak ça­
lışmak demek olduğu için kimse bunu yapmanın utanı­
lacak bir şey olduğunu aklına getirm iyecektir. Tembel
insan yalnızca bir haydut ve serseri olarak değil, hırsız­
ların en kötüsü, m illetin parasını dolandıran bir insan ola­
rak kabul edilecektir. Polis bu tipleri yakalam akta çok
güçlük çekm eyecektir. «Payına düşeni» yapmadan payı­
nı alan tem belleri herkes kıskanacağından bunlar hemen
ihbar edileceklerdir. Payından çok iş yapan ve ülkeyi bul­
duğundan biraz daha zengin bırakan kadın gerçek bir
hanımefendi olacaktır.
Bugün işçiler arasında varolan züppelik de sona
erecektir. El işi ile kafa işi, toptan tica re t ile parakende
ticaret arasındaki gülünç toplum sal ayrımlarımız gerçek­
te sınıf ayrımlarıdır. Sözgelişi bir doktor gayet pis bir
am eliyat yapma ustalığından gurur duyuyor fa kat bir
kova köm ürü b ir odadan diğerine taşım ayı şerefine ye­

431
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

direm iyor olabilir. Bunun nedeni bu işlerden birinin di­


ğerinden daha çok el işi olmasından değildir. Bunun tek
nedeni, cerrahi ameliyatların m ülkiyet sahibi sınıfın genç
oğulları, köm ür taşımanın ise proleterlerle ilişkili olm a­
sıdır. Küçük bir hırdavatçının kızı büyük bir dem ir tü c ­
carının oğlu ile evlenmeye layık görülm üyorsa, bu, de­
miri kilo ile ya da tonla satmanın iki ayrı cins iş olm a­
sından değildir. Küçük hırdavatçıların genellikle yoksul,
büyük demir tüccarlarının ise zengin olmasındandır.
Ortada zengin ve yoksul diye birşey kalmayıp m ül­
kiyet sahibi sınıftan gelm iş olm ak üstün tutulm ayınca,
herkes her işe koşacak ve kendilerini bedenî güçlerini
harcamaktan meneden her çeşit iş bölüm üne başkaldı­
racaklardır. Benim özellikle bir yere oturm uş olarak ça­
lışmak zorunluğum bende bir kol işçisi olm ak özlemi ya­
ratm ıştır. Parmaklarım artık yazamıyacak hale gelince
çalışma delisi olan bahçıvana bana da bir kaç iş bırak­
ması için yalvarırım. Çünkü sokağa çıkıp yol işçileriyle
birlikte çalışamam, hem adamların elinden ekmeklerini
almış olurum hem de birbirinden ayrı huylarımız, ko­
nuşmamız ve yetiştirilm em iz yüzünden bir arada rahat
dostluk edemeyiz. Bütün farklılıkları doğuran şey ana-
babamızın gelir ve sınıflarındaki farklılıktır.
Fakat Sosyalizm bir kere bütün bu farklılıkları silip
süpürdü mü, kendi gücümün ye ttiğ i her işe, arkadaşları­
ma zarar yerine fayda vereceğime inanarak, el atabili­
rim. Ü stelik şim di ancak meslek sahiplerine ve zenginle­
re iyi bir dost olabildiğim halde o zaman onlarla da d o st­
luk kurabilirim . O zaman her şey çalışmak lehine ve te m ­
bellik aleyhine düzenlenmiş olacaktır: Herhalde tem bel
olmak şim di yankesici olm aktan çok güç olacaktır. Tem ­
bellik sadece büyük bir suç değil aynı zamanda en aşağı

432
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

cinsinden terbiyesizlik olarak kabul edileceği için kimse


bu kanunları tabii özgürlüğün ihlâli anlamına almıya-
caktır.
Sermayenin serveti arttırdığından dolayı hiçkimse-
nin sizin aklınızı insanların çalışmadan sermaye ile ya­
şayacaklarını söyleyerek çelmemesi için izin verirseniz
bir an geri dönüp, sermayenin üretici niteliğini nasıl al­
dığını açıklıyayım.
Sermayenin, savaşta olduğu gibi yıkıcı amaçlar için
değil de üretim i arttırm ak için, yani gelecekteki işin zah­
metinden ve zamanından tasarruf yapmak için kullanıldı­
ğı durumları ele alalım. Ülkenin bütün malları üreticile­
rinden tüketicilerine kötü yollardan hayvan sırtında ya
da arabayla getirildiği zamanlar insanın, hayvanın emeği­
nin ve zahmetinin ve zamanın m aliyeti o kadar yüksek
oluyordu ki çoğu şeyler üretildiği yerde tüketiliyordu.
Bir köyden diğerine yiyecek yollam ak imkânsız olduğun­
dan, bir yerde açlık varken yüz mil ötede bir köyde bol­
luk olabiliyordu. Eğer yol işçilerini, m ühendisleri ve di­
ğer işçileri ülkeyi dem iryolları, kanallar, karayolları ile
donatırken ve bunların üstünde gidecek trenler, gemiler
ve otom obiller yaparken onları besleyecek kadar yedek
geçince (serm aye) olursa o zaman her türlü mal bir
yerden bir yere hem kolay hem de ucuz olarak gönderi­
lebilir. Eskiden yüz mil öteden yiyecek getirtem ediği için
açlıktan ölüme mahkûm olan bir köy şim di Rusya'da ya
da Am erika'da yetişen buğdayı ve Alm anya ve Japon­
ya'da yapılan ev eşyasını gayet ucuza alabilir. Bu işlem
sırasında yedek geçincenin tamamı kullanılacaktır. Tıp­
kı savaş için ödünç verilen sermaye gibi tükenecektir bu.
Fakat geride karayolları, demiryolları ve m akineler kal­
mış olacaktır. Bu emeğe yardımcı olan şeyleri yoketm ek

433
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

her yıl vergilendirm e ile M illi Borca el koymamızdan bam ­


başka bir şeydir. Bu bizi daha yoksul ve uygarlıktan da­
ha uzak bırakacaktır. Hatta çağdaş nüfus demiryolları
ve m akineler olmadan kendisini besliyemiyeceği için
birçoğum uz açlıktan ölürüz bile.
Herşeye rağmen yollar ve makineler kendi başlarına
hiçbir şey üretemezler. Bunlar ancak emeğe yardımcı o-
labilirler. Bunların sürekli olarak em ekçiler tarafından
onarılmaları ve yenilenm eleri gerekir. Eğer m illeti çalış­
mazsa, fabrikalarla ve makinelerle tıkabasa dolu olan,
dört bir tarafı çeşitli yollarla kaplanan, içleri uçak ve
otom obil dolu hangarları ve garajları olan bir ülkede pas­
tan başka hiçbir şey üretilemez. Sabah kahvaltısı diye
demiryolunu, öğle yemeği diye kaynamış uçakları, ak­
şam yemeği diye kızarmış, buharlı çekiçleri yiyem iyece-
ğimiz için bütün bu uygarlık başarılarının ortasında aç­
lıktan ölüverirdik. Tabiat bize çalışmadan yaşama im kâ­
nını tanım am ıştır. Geçmiş emek bize yardım cı olabilir,
ama bugünkü emekle yaşayabiliriz ancak.
Bir işçi grubuna tükettiklerinden çoğunu üretm e­
lerini ve diğer bir gruba da yolları ve makineleri yapar­
ken bu fazlalıkla geçinmelerini söylersek emeği daha üre­
tici yapmış oluruz. Fakat yollar ve makineler bize her ko ­
laylığı sağlayıp biz parmağımızı bile oynatm adan bütün
işleri yaparlarken biz çalışmadan oturam ayız. Günlük
çalışma saatim izi iki saata indirebilir ya da gelirim izi on
katına çıkarır ya da bunların her ikisini birden yapabili­
riz, fakat tılsım lı bir değnek dokunmuşçasına hiçbirimiz
namuslu yoldan tem bel olamayız.
Bir insanın üretici b ir iş ya da bir hizmet yapm adı­
ğını gördüğünüz zaman onun başka insanların emeğini
sömürdüğüne emin olabilirsiniz. Belirli kimselere bu ayrı-

434
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

çalığı tanımak bazan gerekli bazan gereksiz olabilir. Şim ­


diki düzenimizde emek tasarrufunu sağlayan bir kim se­
ye patent hakkı diye bir şey verdiğim izi söylem iştim :
Yani, ondört yıl süre ile o makinede çalışan işçilerin üret­
tiklerinin bir payını alabilir bu adam. Bir insan bir oyun
ya da bir roman yazarsa ona bir te lif hakkı tanırız; bu da
o kitabı okuyan ya da o oyunu seyreden insanların ona
ve mirasçılarına elli yıl süreyle bir m iktar para ödemesi
demektir. İşte bu eski elişleri ile, Kutsal Kitap'la ya da
Shakespeare'in eserleri ile yetineceğimiz yerde insanla­
rın makine icat etmeleri, kitap ve oyun yazmaları için on­
ları teşvik etmenin yoludur.
Bunu gözlerimiz açık ve belirli bir amaç için yaptı­
ğımızdan ve verilen imtiyazın o şeyi yaratmak için ge­
rekenden çok uzun süreli olmamasını sağladığımızdan
dolayı, bunun iyi bir şey olduğunu söyleyebiliriz. Fakat
Birinci James devrinde Su Ş irketi'ne bir iki yüz sterlin
yatırm ış olan bir kimsenin mirasçılarının ve torunlarının
sonsuzadek Londra şehri vergi mükelleflerinin sırtından
geçinip tembelce yaşamalarına göz yum m ak kötü ve bu­
dalaca birşeydir.
Herkesi dünyadaki gündelik işlerden payına düşe­
ni yapmaya zorlayacağı için Sosyalizmin bir istibdat yö ­
netimi olduğunu söylemek, bir budala beyni ile serseri
bir ruha sahip olunduğunu itiraf etm ek demektir.
Genel bir deyimle, kanunun olmamasının istibdadın
olamıyacağı demek olduğunu düşünmek yanlıştır. M o­
da istibdadını alın örnek olarak; bu kanun başkalarının
önüne üstümüze birşeyler giyerek çıkabildiğimizi ön­
görm ektedir. Kanun hiçbir zaman bir kadının ne giye­
ceğini belirtm em ektedir. Bütün söylediği halk içine çık­
tığı zaman çıplak olamıyacağı, üstünü birşeylerle örtm e­

435
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

si gerektiğidir. Fakat bu, kadının canının istediğini giye­


ceği anlamına mı gelm ektedir? Kanun bakımından evet,
fakat toplum sal bakımdan kadın, her kanunun onu zor­
layabileceğinden daha ağır bir köleliğe itilm ektedir. Gar­
son ya da hizmetçi ise ne giyeceği sözkonusu bile edi­
lemez: Ya üniforma giym eli ya da işini kaybedip açlıktan
ölmelidir. Yok eğer bir düşes ise ya moda olan biçimde
giyinm eli ya da herkesin gözünde gülünç duruma düş-
melidir. Evi dışında çalışarak kazancını sağlamak zorun­
da olan bir kadın da iyi giyinm esinin gerekliliğini duya­
caktır. Yani kendisine yakışsa da yakışmasa da ya da
dolabında daha çok iş görecek ama modası geçmiş el
biseleri de olsa modaya göre giyinm ek zorunluluğunda­
dır. Çalıştığı yerin sınıfı yükseldikçe bu bağlar daha da
sıkıştırır kendisini. Çöpçü bir otel yöneticisinden daha
im tiyazlıdır giyeceğini seçmek konusunda, ama bu öz­
gürlüğünü otel yöneticisi gibi iyi giyinm ek zorunluluğu
ile her an değiştirm eye hazırdır.
Giyim sorunu bugünkü özel işlerde çalışmanın bizi
kanunda yeri olmayan sınırlamalara sokmasının pek bi­
linen bir örneğidir. Kamu hizmetinde, sosyalize hizm et­
lerde çalışan bir koca sosyalize olm am ış hizmetlerde
çalışan bir kocadan daha özgürdür. Üçüncü mevkide yo l­
culuk edebilir, sırtına kendisine rahat gelen bir elbise g i­
yebilir; pazar günlerini canının istediği gibi harcıyabilir.
Oysa, diğeri birinci mevkide yolculuk edecek, uzun bir
palto ile silindir .şapka giyecek; iyi bir mahallede otura­
cak ve pazar günleri mutlaka kiliseye gidecektir. Karıla­
rı da tıpkı kocaları gibi yaşamak zorundadırlar.
Daha önce de gördüğüm üz gibi çocuksu insanlar
hayatlarını hep başkalarının düzene koym asını isterler.
Ve bu tekdüzeliği (m o no ton lu k) değıtmak için de arası-

436
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ra yaramazlık tatilleri yapm aktan zevk alırlar. Güçlü kuv­


vetli olanların da asker ya da iyi m em urlar olduklarını
görm üştük. Bu insanlar kendi başlarına bırakılırlarsa m o­
da, görenek, görgü kanunları icat ederler, kendi ruhla­
rına sahip bile çıkamayıp hep «başkaları ne der?» kay-
gusuyla yaşarlar. Hatta istediklerini yapacak kadar zen­
gin olsalar bile böylece yaşamayı tercih ederler. Bir öz­
gürlük aracı olan paraya yazık olm aktadır bunların elin­
de. Sosyalizmin kendilerinin her içeceğini, yiyeceğini ve
giyeceğini düzenliyeceği için katlanılmaz bir şey oldu­
ğunu söylediklerini duyduğunuz zaman güleceğiniz gelir.
Bunlar kibar bir sokakta kibar bir şapka giyemeden do-
laşamıyacak kadar kendilerini ezen ve yiyeceklerini, içe­
ceklerini, giyeceklerini, çalışma saatlarını, dinlerini ve
politikalarını düzenleyen toplum sal bir istibdadın altında
titrem ektedirler oysa.
Gelenekçi olanların bu koyun gibi düşüncelerini pek
de değersiz bulmayın! Hiçkim se bir toplum da gelenekler
olmadan yaşayamaz. Bunun nedeni, gelenekçiliğin ken­
dilerine daha çok özgürlük verebileceğidir

I
SOSYALİZM VE EVLİLİK

SOSYALİSTLER yeni özgürlükler vaadettikleri zaman


insanların yeni kanunlardan çok yeni özgürlüklere kar­
şı çıktıklarını unuturlar. Bir kadın bütün öm rünce zincire
bağlı dolaşmışsa ve bütün diğer kadınların da öyle ol­
duklarını görüyorsa, zincirlerini çıkartm ak düşüncesi o-
nu korkutur. Zincirleri olmadan kendisini çıplak hisse­

437
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

der ve kendisi gibi düşünmeyen herhangi bir küstah ka­


dının polis tarafından tutuklanm asını ister. Çinli kadın­
lar çarpık ayaklarını düzeltecek modaya karşı çıkmaya
cesaret edebilmişlerdir. Eğer zincirler insanı saygıdeğer
gösteriyorsa onları koym ak çıkartm aktan çok daha ko­
laydır.
Rusya'da Çarlık devrinde evlilik kopmaz bir bağ idi.
Boşanma diye birşey söz konusu değildi, değildi ama,
bizde de olduğu gibi, yaygın bir gayrim eşru çok eşlilik
hayatı da sürüp giderdi. Bir kadın evlenme zorunluğu
duymadan bir erkekle yaşayabilirdi. Bir erkek de aynı
şekilde bir kadını evlenmeden evine alabilirdi. Gerçek­
ten de herbirinin bir çok eşi olabilirdi. Komünizm yö­
netim inde Rusya'da bu durum tam tersine çevrilm iştir.
Evli bir çift anlaşamıyorsa, Protestan İngiltere'de olduğu
gibi kendilerini rezil etmeden boşanabilm ektedirler. Bu
durum, evlenmiş ya da evlenmemiş pek çok Ingiliz ka­
dınını dehşete düşürm ektedir. Fakat Sovyetler gayri­
meşru ilişkilere izin verm em ektedirler. Bir erkek bir ka­
dınla karı koca hayatı yaşıyorsa, önceki karısını boşa­
mak pahasına onunla evlenmek zorunluğundadır. Onun­
la birlikte yaşayan kadının karılık hakkı vardır ve bunu
istemelidir. Pek çok İngiliz beyefendisi erkek özgürlü­
ğüne bu derece müdahale ettiğ i için Sovyet kanun ya­
pıcılarını canavarlar gibi görm ektedirler. Kendileriyle ay­
nı düşünceyi paylaşan kadın sayısı da pek o kadar az
değildir.
Çok evliliğin meşru olduğu ülkelerde, kocanın bü­
tün karılarına eşit derecede ilgi gösterm esini sağlayan
kanunlar, şim di kanunen tek bir karısına ilgi gösterme
zorunluğu olmayan bir İngiliz erkeğine dehşetli gelm ek­
tedir.

438
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Evlilik kuruluşu Sosyalizmin bir parçası değildir.


Sanki bütün dünyada aynı şeym iş gibi sözünü ettiğim iz
evlilik, ülkeden ülkeye, dinden dine bir takım değişiklik­
ler gösterir. Bir Katoliğin tek eşli ve boşanma imkânı
olmayan evliliği ile H indistan'daki sınırsız eş alabilme
şeklinde anlaşılan evlilik arasında çok dereceler vardır.
Bazı evlilikleri yalnız ölüm ya da Papa'nın bildirisi bo­
zabilir, bazı boşanmalar da bir şampanya gibi ısmarla­
nır birtakım otellerde. Hepsi de birbirinden ayrı olan
İngiliz, İskoç ve İrlanda evlilikleri vardır. Dinsel nikâh
ve belediye nikâhı vardır. Evliliğin tam karşısında rahip­
ler, rahibeler, bazı Kom ünist mezheplerde rastlanan evli­
likten imtina vardır. Sosyalizmin bütün bunlarla doğru­
dan doğruya bir ilişkisi yoktur. Gelir eşitliği tarafsız ola­
rak her din, her mezhep ve her D evlet'te uygulanabilir
olup, tek evlilik taraftarları için de, çok evlilik taraftar­
ları için de, hiç evlenmeyenler, evlenme ehliyeti olmayan
bebekler ve evlenme çağını çoktan aşmış doksanlıklar
için de geçerlidir.
Şu halde Sosyalizmin şu ya da bu biçimde evlilik
kuruluşunu değiştireceği ve hatta onu büsbütün ortadan
kaldıracağı konusundaki köklü inanış nereden gelm ek­
tedir? Niçin pek kibar İngiliz gazeteleri bile 1917 Rus
ihtilâlinden sonra, Sovyetlerin toprağı ve sermayeyi m il­
lileştirdikten sonra Sosyalizm mantığı gereği olarak, ka­
dınları da m illileştireceği sonucunu çıkardılar?
Elbette bu görüşün en başta gelen açıklaması, söz-
konusu gazetelerin kadınları hâlâ diğer mallar gibi m illi­
leştirebilecek bir mal olarak gördükleridir. Böylece de
bir kom ünistin bu gayet erkekçe görüşü nasıl olup da
anlayamadıklarına akıl erdirem em ektedirler. Fakat bü­
tün bu saçma sözlerin altında yatan gerçek. Sosyalizmin

439
GENÇ BİR BAYANA SO SYALİZM ,

evlilik ve aile hayatı üzerinde çok büyük bir etkisi ola­


cağıdır. Bugün evli bir kadın, erkek bir köleye zincirlen­
miş dişi bir köle, genç bir kız ise anababasının elinde ve
evinde bir tutukludur. Kişiler arasındaki ilişkiler şefkat-
liyse ve kuvvetlerini kötüye kullanm ıyorlarsa, bu durum,
bunu olağan olarak görecek şekilde y e tiştirilm iş insanlar
tarafından katlanılabilecek bir durum olabilir. Fakat ta ra f­
lar bencil, zorba, kıskanç, zalimseler ve çatışan zevk­
lere ve inançlara sahipseler, birbirlerini anlıyamıyorlar-
sa, bu durum ancak anlatılması imkânsız m utsuzluk
doğurur.

Kapı kilitli olmadığı ve kurbanlar istedikleri anda


sokağa çıkabilecekleri halde niçin bu mutsuzluğa kat­
lanılmaktadır? Kapının öte yanında kendilerini açlıktan
ölümün beklediği için elbette. Yem inler ve görevler m u t­
suz kadınlar ve asi genç kızları başka çareleri olmadığı
için evde tutabilm ektedirler. Ama tek bir yemeklerini,
tek bir gecelik barınaklarını ve sonunda toplum sal du­
rumlarını kaybetm e tehlikesi olmasaydı; İbsen'in ünlü
oyunundaki Nora Helmer gibi evinden kaçacak pek çok
karı-koca ve çocuk olacaktı.

İşte Sosyalizm onlara bu imkânı tanıyacağı için bir­


çok m utsuz evlilikleri ve yuvaları yıkacaktır. Bu aslında
istenilen bir şey olduğundan bundan nefret ediyor ta ­
vırları takınmamalıyız. Fakat olacağından çok aile yıkıl­
masını da beklememiz gerekir. Sonucunun çocuklarının
ortadan kaybolması olduğunu anlayınca hiçbir anababa
şimdi bazılarının yaptığı gibi onları ezmeye kalkışm aya­
caktır. Evliliklerinin ancak her ikisini de m utlu kılması
şartıyla devam edeceğini bilen karı ve kocalar birbirle­
rine şimdi hayal bile edemiyecekleri kadar iyi davranmak

440
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

zorunda kalacaklardır. Bütün olarak aile ilişkilerinde ö y ­


lesine gözle görünür bir iyileşme olacaktır ki, Sosyalizm
düzeninde şimdikinden daha az yuvanın yıkılabileceğini
söyleyebiliriz. Fakat yine de bir farklılık, iyiye yönelen
bir farklılık olacaktır. Bir kadının kocasını bir iki haftalık
değil de bir daha hiç dönmemeye niyetli olarak terket-
mesi halinde, isteseler de istem eseler de derhal boşana­
caklardır. Oysa, bugün terkedilm iş b!r kadın ya da erkek,
sırf öç almak amacıyla boşanmaya rıza gösterm iyerek
terkeden eşin yeniden evlenm esini engellemektedir. Bu
durumlara katlanm am ak için Rusya örneğini benim se­
meliyiz. «Sana ben sahip olamazsam, kimse olamaz!»
zihniyeti açık olarak kamu ahlâkına aykırı düşm ektedir.
Laik Devlet bu evlilik konusunda Kilise ile büyük kav­
galara girecektir. Kiliseler, evliliğin. Tanrının ancak ken­
dilerine tanıdığı m utlak bir hak ile yönetileceği m etafi­
zik bir iş olduğunu ileri sürm ektedirler. Onlara göre Dev-
let'in hiçbir şeyi değiştirmeden onların doğru olduğunu
söyledikleri şeyleri zorla yaptırm ası gerekm ektedir. Dev­
let bakımından evlilik, iki vatandaşın çocuk yapm ak için
bir belge almalarıdır. Devletin, kendisini meydana g e ti­
ren topluluğun sayısı hakkında konuşmaya bir hakkı o l­
madığım ve bir değişiklik yapmak gerekince, bu m ikta­
rın ne kadar arttırılıp eksiltileceğine karar veremiyece-
ğini söylemek, millete, aklı başında bir insanın bir ka­
yıkçıya yapmıyacağı davranışta bulunmak dem ektir. Ka­
yıkçının kayığı on kişi taşıyabiliyorsa ve siz ona Tanrı'-
nın size onun karşı kıyıya geçmek isteyen herkesi hatta
bin kişi olsa bile alması gerektiğini açıklamış olduğunu
söyleyecek olursanız, kayıkçı on kişiden fazlasını alma­
makta ısrar edecektir. Buna karşılık siz inatçılık eder ve
kayığa iki kişi daha sokmaya kalkışırsanız kafanıza kü­

441
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

reği yersiniz. Ve hiç şüphesiz kayıktaki on yolcu da bu


işte ona yardımcı olacaklardır.
Kapitalizmin emekçileri üretici işlerden çekmesiyle
yarattığı suni nüfus artışını Sosyalizm hallettikten son­
ra Devlet gerçek bir nüfus sorunuyla karşı karşıya kala­
caktır: Ülkede ne kadar insan olması uygundur? Kapi­
talistlerin iş bulamadıkları bir milyon kadar insandan
kurtulm ak için Dev'et şim di savaşa ve özellikle çocuk­
larda yüksek ölüm oranına başvurm aktadır. A frika, A -
merika ve A vustralya milyonlarca insanımızı arı sürüleri
gibi çekip alm ıştır. Fakat zamanla göç edilebilecek ülke­
ler de dolar ve şimdi Am erika ve Avustralya'nın yaptı­
ğı gibi kapılarını yeni gelenlere kapatırlar. Nüfusum uz
yine de artm akta devam ederse, yeni doğan bebekleri,
tıpkı kedilere yaptığımız gibi, sepete koyup denize a t­
mak yöntem ini düşünm ek zorunda kalabiliriz. Aslında
bu bugün önüne geçilmesi imkânı olan çocuk ölüm üne
ve kürtajlar sonunda öldürülen çocukların ölüm üne göz
yum m aktan daha feci birşey değildir. Bunun bir çaresi
evli çiftlerin belirli bir sayıdan fazla çocuk sahibi olmaları
halinde kendilerini ağır cezalara çarptırm ak olabilir. Fa­
kat anababayı cezalandırmak, istenm iyen çocukları or­
tadan yoketm ez ki. Gayrimeşru çocuk analarının en ağır
şekilde cezalandırılmaları bile gayrim eşru çocuk sayı­
sında bir azalma yaratm am ıştır. Herhangi bir Devletin
aile başına düşen çocuk sayısını sınırlaması onun do­
ğum kontroluna razı olması ve hatta bunu kadınlara öğ­
retmesi ile sonuçlanacaktır. Bu da hemen kilise ile ça­
tışmasına sebep olacaktır.
Fransa'da bugünkü Devlet nüfusu arttırm a çabası
içindedir. Böylece İsraillilerin ve 1843'te lllin ois'te Joseph
Smith ve M orm onlarının durumuna düşm üştür. İsrailli­

442
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lerin ve M orm onların sayılarının artması kendilerini çok


sayıda olan düşmanlarından kurtaracaktı. Joseph Smith
de Hazreti İbrahim 'in yaptığını yaptı: Çok evliliğe izin
verdi. Biz böyle bir tehlike içinde olmadığımız için, onun
bu hareketinde m üstehcen şakalar yapma fırsatı gördük
ancak.
Bu olay batı uygarlığının da ihtiyaç doğduğu zaman
doğulu ülkeler gibi çok evliliğe yanaşabileceğini ispat
ettiği halde, Fransız Hüküm eti, pek geçerli nedenlerle
Fransa'ya bu çareyi te k lif etmedi. Bunun başka bir yolu
da çok çocuklu ailelere ödüller ve madalyalar vermek
(onbeş kişilik ailelerin resimleri dergilerde yayınlanır),
onları vergiden muaf tutm ak, doğum kontrolünü ahlâk
dışı olarak suçlamak; yeni bir evliliğin yapılacağı durum ­
larda boşanmayı kolaylaştırm aktadır. Bu tedbirlerin hiç­
birine Kilise itiraz etm iyecektir. Zorunlu anababalık zo­
runlu askerlik hizmeti gibi yapılabilir: Fakat hizmet zorun­
da olan askerin masrafını nasıl Devlet kendi cebinden
ödüyorsa, bir ana olmaya zorlanan bir kadından da bu­
nun masrafını ödemesi pek beklenemez.
Fakat tek evliliğin devam etmesi için de kadın ve
erkek sayısının aşağı yukarı eşit olması gerekm ektedir.
Eğer savaş erkek nüfusunu yüzde 70, kadın nüfusunu
da yüzde bir oranında azaltmışsa o zaman derhal çok
evlilik düzeni kurulacak, anababalık zorunlu kılınacak,
bütün kiliseler de bunu canü gönülden destekleyecek­
lerdir.
Böylece sonunda, Kiliseler ne derse desinler, ev­
lilik konusunda karar verecek olan K apitalist ya da S os­
yalist D evlet'tir. Kapitalizmin yarattığı nüfus karışıklığı­
nı önlemek için Sosyalist Devlet, Kapitalist devletten
daha müdahaleci olacaktır. Demin de söylediğim gibi

443
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Devlet işte o zaman gerçek nüfus sorunuyla karşılaşmış


olacaktır. Fakat şim di hiç kimse en iyi bir hayatın dö­
nüm başına kaç kişiyle yaşanabileceğini bilmediği için,
bu gerçek nüfus sorununun da nasıl olacağını bileme­
m ektedir. Boer'ler gibi kom şunun bacasının görünm e­
yeceği kadar uzakta yaşamak ideali vardır. Bass Rock'-
ta olduğu gibi bir yere m üm kün olan en çok insanı sığ-
dırabilme ideali vardır. Sayfiye evleri ideali ve dev otel­
ler ideali vardır. Toplum sorunu pratik bir şekle sokacak
kadar örgütlenm edikçe, gelecektekilerin bu konuda ne
karara varacaklarını ne siz ne de ben bilemeyiz.

2
SOSYALİZM VE ÇOCUKLAR

KÜÇÜK ÇOCUKLAR konusunda müdahalede doğ­


rusu eski Romalıların anababa haklarını çoktan aşmış
durumdayız. Tam dokuz yıl süreyle günün en önemli sa-
atlarında çocuk anababasımn elinden alınmakta ve özel
bir çocuk yerine bir Devlet okulu çocuğu olarak y e tiş ti­
rilm ektedir. Çocuklara İşkenceyi Önleme Derneği'nin ka­
yıtları çocukların anababalarına karşı hâlâ korunmalarını
haklı kılacak belgelerle doludur. Fakat bu anababanın ce­
zalandırılmasından başka bir işe yaramamaktadır: Ana-
babalar hapisten çıktıktan sonra çocuklarını yine elleri­
ne geçirm ektedirler. Biz zalim liği için kedimizi cezalan­
dırdıktan sonra faresini tekrar veririz ona. Fakat şimdi
evlat edinme kanunlarında yapılan bir değişiklikle mane­
vi anababanın gerçek anababa haklarına sahip olm aları­
nı sağlamış durumdayız. Şim di artık asıl anababasımn

444
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

canlan istediği zaman çocuklarını geri almak tehlikesi


olmadan manevi evlat edinebilirsiniz. Bütün hakları doğ­
rudan doğruya size geçm iş olm am aktadır. Böylece kötü
anababaların yerine iyi yürekli manevi anababalar geçe­
bilm ektedir. Şim di bütün iş gerektiği durumlarda bunu
zorunlu kılabilm ektir. Y oksullar Kanunu'nun Velayet bö­
lümünde zaten eskidenberi böyle bir madde bulunm ak­
tadır. Oliver T w is t zorunlu olarak evlatlık verilm iş bir
çocuktu. Neyse ki kötü manevi anababalar da artık
ayıklanmaktadır. Fakat yine de O liver'i evlat alacak bir
kimsenin bulunması gerekir. Gelir eşitliği toplum sal za­
rarlara son verince çocuksuz gönüllüler de çoğalacaktır.

Bugünkü okul düzenimizde, eğitim in, anababaların


çocuklarını kibar bir deyimle okul adı verilen çocuk ha­
pishanelerine ya da çiftliklerine yollayabilm eleri için bir
maske olduğu konusunda artık gözlerimiz açılmıştır.
Çocukların birtakım kuruluşlar yoluyla eğitilm elerinin
bebekler için öldürücü, daha büyücek bütün çocuklar
için çok kötü olduğunu biliyoruz, ya da bilmemiz gere­
kir. Evsiz barksız çocuklar bundan manevi evlat alınma
yoluyla kurtulabilm ektedirler. Fakat daha büyük çocuk­
lar bizi çocuğun hayatım örgütlem e sorunu karşısında
bırakm aktadır. Kadınlara olduğu gibi onlara da kanuni
haklar verilm esi gerekm ektedir. Kadını nasıl kocasının
malı olm aktan kurtarm ışsak çocuğu da babasının (ya
da gayrimeşru ise anasının) malı olm aktan kurtarm alı­
yız. Bu tü r örgütlerin tohum u İzci kuruluşlarıyla atılmış
bulunm aktadır. Fakat Devletin yetişkinlere yüklediği zo-
runluklar ve onların özgürlüklerini sınırlaması çocuklar
için de zorunlu olmalıdır. Çocuklar da isteseler de iste­
meseler de, yetişkin vatandaş olm ak için belirli nitelikler

445
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

kazanmak zorundadırlar. İşte okul için mazeretimiz bu-


dur: Çocukların eğitim görmeleri gerekm ektedir.
Eğitim, ağzımıza aldığımızda pek çok şeyi kapsayan
bir terim dir. Şu anda, her zaman olduğu gibi, istem iye-
rek ve keyifsizce, bu konudaki en büyük aptallıklarım ız­
dan yavaş yavaş kendimizi kurtarm aya çalışmaktayız.
Bu aptallıklarımızdan biri eğitim in ders öğrenm ek de­
mek olduğunu, dersi ancak çocukların öğreneceğini ve
onlar da bir yaşa geldikten sonra artık bunu öğrenemi-
yeceklerini sanmamızdır. Yetm işine gelm iş bir insan ola­
rak ben, sağlığımız elverişli olduğu sürece öğrenme ye­
teneğimizin sınırına kadar birşeyler öğrenm ekte olduğu­
muza sizi temin ederim. Okulda ve üniversitelerde öğre­
tilen şeylere gelince, bunun büyük bir kısmının yanlış
ve ancak çok küçük bir kısmının doğru olduğunu anla­
mak için hayatımızın aşağı yukarı hepsini harcarız. «K ül­
türlü» olanların en az şeyi bildiğini farketm ek hiç de şa­
şırtıcı değildir. Hem çocukların hem de büyüklerin doğal
kabiliyetleri olmadığı bir konuyu öğrenmeye çalışmaya
zorlanmaları her ikisine de zarar verir. Bu konuda ısrar
etmenin yarattığı sakatlık sınav geçme için okunan ders­
lerde belirli olarak ortaya çıkm aktadır.
Tabii bir «istidat» olduğu hallerde bile bu, zorunlu öğ­
retim yöntem leriyle nefrete dönüştürülebilir. Müziğe ye­
teneği olmayan bir kıza Beethoven'in sonatlarını çalması­
nı öğretm eye kalkışm ak hem ona hem de öğretm enlerine
işkence etm ekten başka bir şey değildir. Bir de anababa-
sı kızlarının ustalığını m isafirlerinin önünde gösterm eleri­
ni isterlerse misafirlerin çekeceği ıstırabı düşünün hele.
Fakat müziğe kabiliyeti olmayan bir kıza da sağır bir kız
kadar az rastlanır. Normal kabiliyetli ve hayatında kula­
ğına güzel gelecek biçim de çalınmış bir parça duymamış

446
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

bir kıza soğuk bir odada, yanlış yaptığı zaman parmakla­


rına sopa darbeleri indirerek müzik öğretm ek, bağırarak
çağırarak, küfür ederek sonunda «Patetik Sonatın yan­
lışsız çalmasını sağlamak, onu ancak müzikten nefret
ettirecektir. Bugün hâlâ okulda müzik eğitim i bu yolda
yapılm aktadır. Bu zavallı m üzik kurbanları Sosyalizmin
zorunlu müzik eğitim i demek olduğunu düşünecek olsa­
lar, son nefeslerine kadar buna karşı savaşacaklar ve bu
savaşlarında da haklı olacaklardır.
Bu kitabı erkekler için yazmış olsaydım, müzikten
söz açmıyacaktım . Latince ve Eski Yunanca yazılmış
şiirlerden, cebirden sözedecektim o zaman. Kendi iste­
ği ile V irgilius'u, Horace'ı ve Hom er'i okuyacak kadar La­
tince ve Yunanca öğrenebilecek ya da Descartes'a New-
ton'a ve Einstein'a kahraman gözüyle bakacak pek çok
genç oğlan şimdi bir gazete ya da detektif romanı dışın­
daki her türlü basılı kâğıttan nefret etm ektedir. Bir cebir
denkleminden ya da paralelogram kuvvetleri diyagra­
mından bir tutuklunu n hapisten kaçtığı gibi kaçm aktadır­
lar şimdi.
İşte eğitim manyaklığımızın sonucu budur. Eton ko­
leji kurulduğu zaman düşünülen te k şey çocukların sa­
bahın altısında yataklarından kaldırılıp gece yatana ka­
dar bir anlık oyuna va kit ayırmadan Latince çalıştırılm a­
larıydı. Oysa şim diki eğilim onları bir an bile serbest bı­
rakmadan oyun oynamalarına zorladığı halde durumları
pek bir gelecek vaadetm em ektedir. Her iki şekilde de
kendi çocukluğunu hatırlayan akıllı bir kadın, çocukların
sıradan insan haklarının bu şekilde dikkate alınmaması
karşısında dehşete düşm ektedir. Çocuk, ehlileştirilm esi
gereken bir vahşi hayvan gibi görülm ektedir ki eğer vah-
ş f hayvan terbiyecisinin yöntem leri kullanılmazsa pek

447
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

fena bir görüş sayılmaz. Bazı kişiler de çocukları içlerine


keyiflerine göre bilgi doldurulacak çuvallar gibi görm ek­
tedirler. Bunun da Engizisyon devrinde kurbanların ağ­
zından içeri su doldurarak onları şişirip öldürm ek işken­
cesinden pek geri kalır bir yeri yoktur. Fakat bütün bu
çılgınlıkların içinde bir yöntem vardır. Size daha önce de
mutlaka bildiğiniz bir şeyi hatırlatm ıştım . Çocuklar sa­
kin, sessiz, hareketsiz olmazlar ve anababalarıyla hiç
tabii olmayan bir ilişkiye girmezlerse evde o kadar hır­
gür çıkarırlar ki insani tarafları ağırbasan anababalar
onlara karşı zalim ve baskıcı davranmak yerine hayvanat
bahçesinde yaşamayı tercih ederler. Ve bu durumda da
onları eğiteceğini söyleyen herkesin eline çocuklarını hiç
düşünmeden teslim ederler. Kibar ve yeteneksiz genç
oğullar ve evlenmemiş kızlar da bir geçince tem ini için
gayet büyük mazeretler ileri sürerek bu işi üstlerine
alırlar.
Sosyalizm bu sınıf insanlarını daha az nefret e ttik ­
leri işleri bularak rahata kavuşturacaktır. Gerçekten öğ­
retime istidatı olmayan insanlar meslek olarak öğret­
menliği seçm eyeceklerdir o zaman. Şimdi hiç bir cezaya
çarptırılmaları korkusu olmadan çocukları ellerine geçi­
rip onlara işkence eden erkek ve kadın sadistler, çocuk­
ların kaçtıkları evlerinden dönebilecekleri başka bir yer­
leri bulunduğu takdirde bu imkânları bulamıyacaklardır.
Bunu yazmadan birkaç gün önce gazetelerde bir anne­
nin oğlunun öğretm enini dâva ettiğini okum uştum . Sı­
nıfta hıçkırığı tutan çocuğu kamçı ile dövm üş. Yargıç­
lar bu konularda tıpkı kocaların karılarını dövme vakala­
rında olduğu gibi (karıların kocalarını dövm esi olayları
neşe ile karşılanır) pek hoşgörülü davranırlar. Hatta
dayak kurbanını korkaklıkla suçlarlar. Fakat bu olayda

448
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

öğretm eninin verdiği cezanın (bunu ceza diye adlandır­


m ışlardı) çok ağır olduğunu ve kadına hastahane mas­
rafını ödemesini öngörm üşlerdir. Hiç kimse öğretmenin
görevine uygun olup olmadığını araştırm am ıştır bile.
Zaten evli çiftlerin birbirlerine öldürm ek kastı olmaksızın
veriştirdikleri gibi bu öğretm enin de vahşi ya da Sadist
olduğu sonucu çıkarılamaz doğrusu. Tek odalı b ir evde
çocuk olmasa bile, yaşanacak bir evlilik hayatı insan ta ­
biatına nasıl aykırıysa, işinden nefret eden bir öğretm e­
nin de okul denilen hapishanelerde bir sürü isteksiz,
düşman ve hareketli çocuk arasında kapalı kalması da
aynı şekilde tabiata aykırıdır. Sonunda öyle bir an gelir
ki değil hıçkırmaya, konuşm aya, fısıldaşmaya, pence­
reden dışarı bakmaya hatta kımıldamaya bile kamçı ile
karşı koym ak zorunda .kalınır. Çağdaş psikolojik araş­
tırm alar bize bu sinirlilik, baskı ve korku atm osferinden
ne gibi zararlar doğacağını gösterm ektedir. Psikoloji ile
ilgisi olm ayanlar bile köpekleri zincire vurmanın onları
daha tehlikeli hale getirdiğini görmeye başlamışlardır.
Bunlar yakında çocuklarını da zincire bağlı tutm anın,
ağızlarına tasma takm anın gerçekten bir çare olup o l­
madığını da düşüneceklerdir.
Sonuç olarak, eğitim dediğimiz şeyin başarısız ol­
duğunu görm ekteyiz. Yoksul b ir kadının çocuğu, kendi
dilini okumasını, yazmasını ve konuşmasını öğretilece­
ği mazereti altında dokuz yıl hapsedilmektedir. Oysa
bunlar bilemediniz bir yılı ancak alacak b ir iştir. Dokuz
yıl sonunda tu tu klu bu işlerden hiçbirini mükemmel ola­
rak yapm am aktadır. 1896 yılında, yirm i altı yıllık zorun­
lu bir genel eğitim süresi sonunda. M atem atik Araçları
Yapımcıları Sendikası sekreteri bana üyelerinin pek ço­
ğunun imza yerine parmak bastıklarını söylem işti. Zen­

449
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM-;

gin erkek çocuklar üç ayrı hapishaneye tıkılm aktadırlar;


İlkokul, Ortaokul ve Üniversite. T utukluluk süresi oniki
ile ondört yıldır. Eskiden m ürebbiye adındaki kadın gar­
diyanlar tarafından aile hapishanelerinde tutulan zengin
kız çocukları da şim di ağabeyleri gibi dış hapishanelere
gönderilm ektedirler.
Fakat bunun faydalı yanları da vardır. Birşey öğren­
memeye azmeden üniversite öğrencisi toplum sal m ev­
kii olan bir yerdeki ortak hayattan birşeyler kazanmak­
tadır. Bu, hiç şüphe yok, tuğladan bir kutu içinde, iki çok
yaşlı ve üç dört tane kendinden genç insanın arasında
yetişm ekten çok daha iyidir. Oğullarını üniversiteye
gönderemiyen ve on beş yaşına geldiklerinde bir işe sok­
mak zorunda olan bu orta sınıf ailelerin, üniversiteden
çıkanlarımız yanında pek kaba göründüklerini kimşe in­
kâr edemez. Tuğla kutuda yaşayan kadın toplum sal
durum unu kendinden aşağı olanları küçük görerek ko­
rum akta, tüm kibarlığını kendisi gibi toplum sal uçurumun
kenarına tutunabilm iş bir kaç kişiye saklamaktadır. Ge­
lir eşitsizliği insan toplum unu geniş, güvenli ve verim li
toprağından alıp bir uçurum un kenarına bırakm ıştır. Her­
kes ayağını bastığı yerde durmaya çalışmakta ve bu
arada da çevresindekileri tekm eleyip durm aktadır. Ken­
disine fırsat verilecek olsa üstlerine yaltaklık edecektir.
Oysa bir kadın üniversitede aynı şartlar altında yüzlerce
genç kadınla tanışacak ve hiç olmazsa herkese karşı
saygılı davranmak zorunda olacaktır. Üniversitelerde
edinilen huyların en iyi huylar olmadığı gerçektir ve üni­
versiteli züppelerin bütün züppelerin en ıslah olm ayan­
ları oldukları doğrudur. Fakat herşeye rağmen bu, tu ğ ­
ladan kutunun züppeliği kadar zayıflatıcı bir şey değil­
dir.

450
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Üniversiteli kadın, tuğladan kutuda oturan kadının


nasıl ilişki kuracağını bilemediği, yüksek olsun aşağı sı­
nıftan olsun, pek çok kimse ile arada bir yabancılık ve
sürtüşm e olmadan yaşayabilir. Üniversitede öğretilen­
lerin bununla bir ilgisi yoktur. Aksine dersinden burnu­
nu ayıramıyan insan bunu yapamaz, dalga geçenler ise
mükemmelliğe eriştirilir. Ve bu durum şimdi tuğla ku­
tularından kurtulup da klüplerin ve resmi olmayan kül­
tü r derneklerinin daha geniş toplum sal hayatına atılan
gençler tarafından da elde edilm ekte ve geliştirilebil-
mektedir.
Bütün bunların eğitim le ne ilişkisi var, diyeceksiniz.
Konumuzdan fazla uzaklaştık sayılmaz mıyız? Tam aksi­
ne: Eğitimimizin büyük bir kısmı toplum sal ilişkilerim izle
kazanılır. Birbirim izi eğitebiliriz, ama bunu bir yarımız
diğer yarımızın konuşm aya değmez olduğunu düşündük­
çe yapamayız. Çocukların da yetişkinleri gibi çevrelerin­
den kaptıkları toplum sal nitelikleri bir yana bırakalım
da. Devletin onlara zorla yüklediği şeylere dönelim.
Bütün uygar Devletlerde halkın vatandaş olarak gö­
revini yapması için bilmesi gereken bir takım şeyler var­
dır. Öğrenilecek bir sürü te kn ik şeyler, anlaşılması ge­
reken bir sürü fik ir kavramları bulunm aktadır. Sözgelişi,
çarpım tablosunu bilmezseniz ve kanunu uygulamayı
kendi elinize almamaya söz vermezseniz çağdaş bir şe­
hirde yaşamaya uygun değilsiniz demektir. Bu kadarcık
bir teknik ve liberal eğitim vazgeçilmez birşeydir: Bilet
parasını ödemeyi, bozuk parasını saymayı bilmeyen
ve aynı fikirde olmadığı kimselerin üstlerine atlayıp göz­
lerini oymaya kalkan bir kadın tıpkı vahşi bir kedi gibi
uygar hayata alışamaz. M illet sokak adlarını okuyarak
yolunu bulacağından büyük şehirlerimizde okum ak bil­

451
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

mek gereklidir. Küçük bir kasabada ya da köyde polise,


istasyon memuruna ya da herhangi birine yolunuzu so­
rabileceğiniz halde Londra'da beş dakika için bile buna
kalkışılması bütün iş ve ulaşım hayatını durdurm ak için
yeterlidir. Zaten başka ülkelerden gelen yabancıların so­
rularına cevap yetiştirm ekte güçlük çeken polis ve dem ir­
yolu memurları herkese herşeyi söylem ek zorunluğun-
da kalırlarsa az sonra çıldırırlar. Dünyanın dönmesinden
başka hiçbir şeyin olmadığı bir köyde heyecan verici
bir olay bir yabancı ile konuşmanın yerini Londra şeh­
rinde gazeteler, ilân tahtaları ve yol göstergeleri gibi şey­
ler almışlardır.
En büyük şehirlerin bugünkü büyücek kasabaları­
mızdan daha büyük olmadığı günlerde, okum ak yazmak
bir gereklilik halini almamıştı. Bu az rastlanan ve kişinin
kendi zevki için zihnî kültürünü geliştirm esi anlamına ge­
len bir şeydi. Bu düşünceyi hâlâ zihnimizin bir köşesinde
saklamaktayız. Bir kızı okuma öğrenmeye zorladığımız
ve bunu onu bir okula tıkm a nedeni yaptığımız zaman
amacımızfn onun kişiliğini geliştirm ek, kendisine edebi­
yat hâzinelerini açmak olduğunu söyleriz. İşte bunun
için bu işi bu kadar kötü ve uzun sürede yaparız ya.
Fakat kızı kendi iradesi aksine belirli bir yolda y e tiş tir­
mek hakkımız pek o kadar açık ve anlaşılır bir şey de­
ğildir. Sert tahta bir iskemlede oturup, kımıldamamak ve
konuşmam ak ya da öğretm enine dikkat etm ekten başka
bir şey yapmamanın, bütün bunların engel olduğu ser­
best hareketlerden o kızı daha iyi yetiştirdiğini ileri sür-
sek bile, bu hak pek öyle belirli değildir. Her şey pahası­
na onu günün ihtiyacına yetecek kadar okuma yazma
ve hesap yapma öğretm eye zorlamak için tek geçerli
neden çağdaş uygar hayatın bunlar olmadan imkânsız

452
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

olacağıdır. Emzirilmeye, yürüm e öğretilm eye tabii bir


hakkı olduğu gibi bunların öğretilm esine de tabii bir
hakkı olduğu söylenebilir.
Buraya kadar tartışılacak birşey yoktur. Şüphesiz
ona yazı yazmasını öğretm ekle sahte çek yazmasını, te r­
biyesiz imzasız m ektuplar yazmasını da öğretiyor, oku­
ma öğretm ekle de kötü ve aptalca kitaplar okumasına
zihnini açıyor, eline beş para etmeyen romanları (yüz
romanın doksandokuzu böyledir) veriyorsunuzdur. Fa­
kat bütün bu itirazlar çağdaş hayatı m üm kün kılan işle­
rin başarılması gerekliliği karşısında sönm ektedir. Y i­
yeceğini kesmesi için bıçak kullanmasını öğretm ekle
ilerde bebeğinin kafasını kesmesini de öğretm iş olduğu­
nuzu iddia edebilirsiniz isterseniz! İyilik yapmak için el­
de edilen her teknik nitelik, kötülük yapmak için elde
edilmiş bir n ite lik tir aynı zamanda. Fakat bu nedeni
ileri sürerek vatandaşlarımızı hiç teknik bilgisiz bırak­
mak da doğru olamaz.
Fakat bu da bizi çocuklarımıza teknik eğitim ver­
memizi ve sonucunda da omuz silkm em izi haklı çıka­
ramaz. Bu sonuç bize pahalıya m alolabilir. Bir kıza ö l­
dürmemesi gerektiğini öğretmeden silah kullanmasını
öğretirsek, sinirlenince yapacağı ilk iş beynimize bir kur­
şun sıkmak olabilir. Bunun için de onu asmaya kalkar­
sak bize, şimdi pek çok kadının başı dara düşünce de­
diği gibi, «Niçin kimse bana bunu öğretm edi?» olacak­
tır. İşte bunun için zorunlu eğitim yalnız teknik eğitim
alanında bırakılamaz.
Çağdaş toplum hayatında okuma ve yazma kadar
gerekli olan öğrenilecek şeyler vardır. Devletin çocu­
ğun rızası olmadan onun zihnine ve bedenine karışma
hakkı olmadığı yeri tayinde güçlüğü çıkaran da bu nok­

453
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

tadır işte. Daha sonraları bir takım şartlar ileri süreriz:


Sözgelişi bir kadastro görevlisinin trigonom etri bilm esi­
ni, kaptanın denizcilikten anlamasını, bir cerrahın deri
ve kem ik üzerinde bıçak ve testere kullanabilmesi için
hiç olmazsa bir kasap kadar tecrübe sahibi olmasını
şart koşarız. Fakat bu, herkesin kadastro memuru, kap­
tan ve cerrah olmasını şart koşm ak demek değildir. Biz
şimdi herkesin uygar bir şehirde yaşamak için en az ne­
ler öğrenmesi zorunluğunda bulunduğu konusunu in­
celemekteyiz. Hüküm et bir kadını Latince şiir yazmak
sanatını öğrenmeye zorlarsa, onu hiçbir zaman uygula-
yamıyacağı birşeyi öğrenmeye zorluyor demektir. Za­
ten bunu uygulamak isteyecek kadar kaçıksa, nasıl olsa
bu işi bir iki ay içinde kendiliğinden öğrenebilecektir.
A ynı itiraz onu trigonom etri öğrenmesine zorlamaya da
yükseltilebilir. Ama onu okuma yazma öğrenmeye ve
iki kere ikinin dört ettiğini bilmeye, Horace tip i şiir yaz­
maya ya da trigonom etri öğrenmeye zorlamak arasında
bir çizgi çekilm elidir. İşte bütün iş, bu çizginin nerede
çekileceğidir.
Eğitimin liberal yanı ele alınınca belirli bir m iktar­
da hukuk, tarih ve iktisat bilgisinin b ir seçmen için vaz­
geçilmez nitelikler olduğu ortaya çıkar. Küçük çocuklar
konusunda ise hırsızlığa, adam öldürm eye karşı dogm a­
tik em irler m utlaka gereklidir. En büyük tartışm a da bu­
rada çıkacaktır.' Eğitimin bu kısmım ihmal edip bu ih­
male Laik Eğitim adını vermemizin imkânsızlığını daha
önce belirtm iştim . Konunun tartışm alı olduğu gerekçe­
siyle çocuğu dünyanın yuvarlak mı yoksa düz mü oldu­
ğunu kendisinin keşfetm esine bıraksanız, düz olduğun­
da karar kılacaktır. Birçok yanılmalara ve boş inançla­
ra kapıldıktan sonra kendisine dünyanın yuvarlak oldu­

454
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

ğunu öğretm ediğiniz için size öyle kızacaktır ki yetişkin


bir seçmen olunca ilk işi kendi çocuklarına bu konuda
olumlu bilgi verilm esinde ısrar etm ek olacaktır.
Fizik dalında geçerli olmayan şeyler m etafizik ala­
nında da geçerli olamaz. S osyalist olsun, A n ti Sosyalist
ya da tarafsız olsun hiçbir Hüküm et, her vatandaşın ga­
yet sun'i çağdaş vicdanı olmadıkça gayet sun i çağdaş
Devleti yönetemez. Yani herkeste, ilkel bir kadının aklı­
na gelmeyecek itikatla r birikim i ile, yine bir ilkel kadına
göre görünmeyen güçlerin gazabını kabilesi üstüne çe­
kecek inançsızlıklar birikim i olmalıdır. Çağdaş hüküm et­
ler bu inançlarla inançsızlıkları halkın kafasına sokm alı­
lar ya da sokmanın bir çaresini b u lm a lıd ırla r Yoksa
-ayakta duramazlar.
Bugün bu kadar berbat bir halde oluşum uzun ne­
deni de hüküm etlerim izin çoktan göçm üş uygarlıklara
ve bilim dönemlerine ait olan bu inanç ve inançsızlık
grupları ile iş görm eye çalışmalarıdır. Çağdaş para pa­
zarını düzenleyecek bir kanun için M usa'ya ya da Mu-
hammed'e başvurmayı düşünün hele!
Hepimizin inandığı ve inanmadığı şeyler aynı olsa
belki de sonsuzadek gayet rahat gider dururduk. Ama
evrimin çeşitli dönemlerinde çeşitli insan tipleri olduğu
sürece inançlar arasındaki çatışma da devam edecektir.
Sonunda da okulda dinsel dogma ve liberal eğitim ad­
ları altında neler öğretileceği konusundaki fikirle r ça­
tışm ası doğacaktır. Bugün pekçok kimse çocuklara bir
günah meyvesi olduklarını ve cehennem alevlerinde son­
suzadek yanm aktan kurtulm ak için su ile vaftiz edilme­
leri gerektiğini, doğduğu zaman birlikte getirdiği bütün
günahlarından İsa'nın çarmıha gerilm esiyle kurtulm uş
•olduğunu ama bu kurtuluşun ancak ona inananlar için ge­

455
GENÇ BİR BAYANA SO SYALİZM

çerli olduğunun öğretilm esini istem ektedirler. Buna inan­


mamak vaftizin getirdiği kurtuluşu yoketm ekte ve ce­
hennem yolu yeniden açılmaktadır. Bugün ülkemizin
resmî ve Devletçe yardım gören dini budur. Kanunda
bunun geçerliğini reddedenlere ağır cezalar veren hü­
küm ler bulunm aktadır ve hiçbir Kabine bunu değiştirm e­
ye cesaret edememektedir.
Tam olarak gelişm iş sosyalist bir Devletin çocuk­
lara bu inancı yerleştireceği ya da çocuğun belirli bir
yaşa gelinceye kadar başkaları tarafından bunlara inan­
maya zorlanacağına izin vereceği düşünülemez. Devlet
çocukların bedenleri kadar ruhlarını da korum ak zorun-
luğundadır. Çağdaş psikolojinin gösterdiğine göre ço­
cuğu cehennem alevleri ile te hd it etm ek, kendisinin kü­
çük bir günahkâr olduğunu söylem ek onu hayatı bo­
yunca sürecek bir ıstırabın içine atm aktır.
Açık söylem ek gerekirse, benim anladığım kadarı.
S osyalist Devlet çocuğa çarpım tablosunu öğretecek,
Kilise'nin anladığı anlamda dinden sözetm iyecektir. H at­
ta Kutsal Kitabı ilginç bir tarihi belgeden başka bir an­
lamda öğrettiklerini anlarsa, anababanın elinden çocuğu
çekip alacaktır. Tıpkı büyükanaları, damadının dinsiz ol­
duğunu iddia ettiği zaman Hüküm etin şair Shelley'in ço­
cuklarını elinden aldığı gibi!
Sosyalist Devlet çocuklara çok evliliğin, savaş esir­
lerinin öldürülm esinin, insan kurban etmenin ilahi kuru­
luşlar olduğunun öğretilm esine de izin verm iyecektir.
Bunun anlamı Kutsal Kitabın okullarda ancak M arko
Polo'nun «Seyahatnamesi», Goethe'nin «Faust»u Carly-
le'ın eserleri gibi bir eski belgeler, şiirler ve kehanetler
kitabı olarak okutulabileceğidir. Bu dünyadaki hayatın
gelecek dünyaya bir hazırlık dönemi olduğu ve bu dün­

456
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

yada ne kadar yoksul ve sefil olursak olalım buna sa­


bırla katlanmasını bilirsek öteki dünyada m ükafatlandırı-
lacağımız doktrini de bir fesat ve sövgü doktrini ola­
rak cezalandırılacaktır.
Gerçekte bugün bu doktrin konusunda samimi ol­
m uş olsaydık bu değişiklik ve ihtilâl yaratacağı halde,
şimdi pek çoğumuzun korktuğu tepkiyi bile uyandırma-
yacaktır. Bunları ciddiye alanlar, hatta sözlerin söyleniş
biçimlerine belirli anlamlar uyduranlar bu gün o kadar
azdırlar ki! Bugün İngiliz Kilisesine bağlı olduğunu söy­
leyen, çocuklarını vaftiz ettiren, konfirm asyon ayini yap­
tıran insanların yüzde biri bile Kilise'nin dogmalarını bil­
mezler ve inanmazlar. Hatta bunların her sabah okuduk­
ları gazetelerine daha çok inandıklarını bile söyleyebi­
liriz.
K apitalist bir Hüküm et sıradan halkı ücret tutsağı
yapacak her doktrini yaym ak zorundadır. Sosyalist Hü­
küm et ise egemen halkı iyi sosyalist yapabilecek her
doktrini kafalarına yerleştirm elidir. Siyaseti ne olursa o l­
sun hiçbir Hüküm et m illetin ortak inancının biçim lenm e­
sine seyirci kalamaz. Sıradan davranışlarda neyin doğ­
ru neyin yanlış olduğu konusunda toplum u meydana
getiren insanlar aynı inançlara sahip değilseler toplum
kurulamaz. Kraliçe M ary Tudor, Kraliçe Elizabeth, İkin­
ci James ve Üçüncü W illiam Gerçek Varlık konusunda
anlaşamazlardı, ama hepsi de hırsızlığın, adam öldür­
menin, komşunun evini yakmanın yanlış olduğunda b i ­
leşiyorlardı. Buckingham Sarayının nöbetçisi Kabine po­
litikasından başlayıp Dua Kitabının değiştirilm esine. Der­
by yarışında hangi ata oynanması gerektiğine dair bir­
çok konularda Kral Ailesi ile aynı düşüncede olm aya­
bilir. Ama silahı ile süngüsünün kullanılması konusunda

457
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

aralarında tam bir anlaşma olmasaydı toplum sal ilişki­


leri devam edemezdi: Ortada ne Kral kalırdı ne de nöbet­
çi o zaman. Hepimiz ön yargıdan nefret ederiz, fakat he­
pimiz canlı önyargı çuvalları olmasaydık ve bu önyargıla­
rın onda dokuzu içimizde sağduyu diyebileceğimiz kadar
sağlamca yerleşm iş olmasaydı, yılanlar kadar bile bir
topluluk meydana getiremezdik.
Bu sağduyunun tamamı da doğuştan gelmez. Bir kıs­
mı doğuştandır: Sözgelişi bir kadın kendisine söylenm e­
diği halde bebeğini yememesi ve onu bütün tehlikelere
karşı besleyip koruması gerektiğini bilir. Fakat bebekle­
rin büyütülm esi insanlık hayatına ne kadar gerekliyse,
toplum un hayatı için de o kadar gerekli olan vergilerini
ödemek konusunda aynı duyguyu duymaz. Gayet k ü ltü r­
lü bir hanım tanıdığım, ki kendisi aynı zamanda Londra'
nın kuzeyinde bir kolejin m üdiresidir, belediye idaresinin
kolejin lağım sistem ini kontrol etmek için bir kamu sağ­
lık m üfettişi göndermesi hakkı olmadığım şiddetle sa­
vunm uştu. Özel bir evde yetişm iş kıskanç bir özel kadı­
nın inançlarına sahipti bu hanım, tanımadığı bir insanın
kendi daveti olmadan kolejin en özel kısımlarına girebil­
me imtiyazına sahip olmasını bir hakaret olarak kabul
ediyordu. Fakat toplum un sağlığı bu imtiyazın mantıklı
ve gerekli olduğu genel inancına bağlıdır. Kolera salgınla­
rıyla başa çıkabilmenin tek çaresi toplum sal inancın bu
kadar genişletilm esiyle m üm kündür. Fakat hayatının en
olgun çağında olan bu gayet yetenekli ve kültürlü kadın,
işte bunu öğrenemiyecek kadar da yaşlıydı.
Toplumsal inanç kuralları bize çocukluğumuzda öğ­
retilm elidir. Bu ata binm ek ya da nota okum ak gibidir.
Bunu yetişkin olduktan sonra öğrenmeye kalkanlar bir
huy olarak sahip olamazlar bu inançlara. Toplum sal

458
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

inançların etkili olabilm eleri için de içimize ikinci bir huy


olarak yerleşmeleri gerekm ektedir. İnsanları tam çağında
yakalıyabildiğiniz takdirde onlara bazı huyları aşılamak
m üm kündür. Ne kadar korkunç olsa dahi insanın çocuk­
luğunda aşılanırsa ve önünde reddedilmezse onun ta b i­
atının bir parçası haline getirilem iyecek hiçbir şey y o k­
tur. Şimdi artık yetişkin birer insan olduğunuza göre hiç
kimse size hayvan gibi serbestçe dolaşabilmenin kadın­
ca birşey olmadığı gerekçesiyle her kadının ayağını ço­
cukluğunda sıkı sıkı bağlamanın doğru olduğuna ikna
edemez. Bir general ya da bir amiral karısıysanız hiç bir
şey sizi Kralınız ölünce kocanızla birlikte intihar ederek
onu öteki dünyaya kadar izlemenize kandıramaz. Koca­
sının cesedi ile birlikte canlı canlı yakılmanın bir dulun
görevi olduğuna dünyada inandıramazlar sizi. Fakat bir
süre önce doğm uş olsaydınız Çin, Japon ve Hintli ka­
dınların inandıkları ve yaptıkları gibi siz de bunlara ina­
nacak ve yapacaktınız. Onların kafir doğulular oldukla­
rını, sizin ise Batılı bir Hristiyan olduğunuzu söyleyebi­
lirsiniz. Fakat ben sizin Batılı bir Hristiyan olan büyük-
ananızın sokakta ayak bileklerini gösterirse ömrü boyun­
ca rezil olacağına inandığı zamanları bilirim .
Bu konuda hâlâ şüpheniz varsa, erkeklerin görevle­
ri olduğuna inandıkları için savaşa gidip orada ne vahşi
şeyler yaptıklarına bakın bir kez. Savaşa gitm ekten ka­
çınırlarsa, kadınların yüzlerine tüküreceklerini de b ilir­
ler. Bütün bunlar ta çocukluklarında onların zihinlerine
aşılanmış inançlardır. Böylece yaratılan kam uoyu H ükü­
metin hevesli gönüllü orduları bulmasına ve toptan ö l­
dürm eyi vatanseverce kabul etmeyen birkaç kişiye de
ağır cezalar tehdidi altında zorunlu askerlik yaptırm ası­
na imkân verir.

459
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Bütün kız çocuklarının zihinlerinin. Kraliçe V ic to ­


ria'nın zihninin çocukluğunda geliştiği gibi gelişeceği
düşünülürse Sosyalist Devleti kurma olanağı yoktur.
Bunun için proleterlerin Parlamentoya yerleşmesinden
sonra Hüküm etin elindeki bütün kuvvetleri kullanarak
çocukların o şekilde yetiştirilm esinin önleneceği kesin
olarak düşünülebilir. Çocuklara Tanrı'dan ağaları ve ai­
lelerini kutsamaları ve bizleri olduğumuz durumda bırak­
mak istemeleri öğretilm iyecektir. Başkalarının açlık­
tan ölürken kendilerine yiyecek verdiği için Tanrıya şük­
retmelerinin tabii görüldüğü bir şekilde de yetiştirilm eye-
ceklerdir. Öğretm enler bunu öğretirlerse işlerinden atı­
lacaklar, dadıların belgeleri ellerinden alınacak, bunlara
çocuklarla ilişkileri olmayan başka işler bulunacaktır.
V ictoria örneği anababalar Shelley'in kaderini paylaşa­
caklardır.
Çocuk toplum sal inanç kurallarını öğrendiği, oku­
yup yazıp hesap yapıp ellerini kullanabildiği zaman, kı­
sacası modern şehirlerde yolunu bulabilecek ve faydalı
bir iş yapabilecek çağa geldiği zaman, daha yüksek kül­
türe erişmek için ne yapması gerektiğini kendisi bula­
caktır. Kendisi bir N ew ton ya da bir Shakespeare ise
cebiri ile tiy a tro sanatını boğazından aşağı tıkılm adan
kendi başına bulabilecektir. Bunun için bütün gereken
şey kitaplara, öğretm enlere ve tiyatrolara serbestçe gi­
rebilme imkânıdır. Eğer daha yüksek bir k ü ltü r düzeyine
erişmek istem iyorsa, kendisinin en iyisini bileceği dü­
şüncesi ile serbest bırakılmalıdır. Nadas, toprak için o l­
duğu kadar zihin için de faydalıdır. İnsan vücutları bile
çok çalışma ile yorgun düşerler. Hiç ayrım yapmadan
insanları şampiyon atlet yapmaya çalışmak onları ille de
Bilim Adamı yapmaya çalışmak kadar aptalca bir şeydir.

460
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Sosyalist yönetim in Eton ve H orrow 'u, O xford ve


Cambridge'i yaratan yönetim den daha aptalca bir yöne­
tim olacağını beklemek için hiçbir sebep yo k tu r

3
Ş İM D İK İ KARIŞIKLIKLAR

BU KO N U D A yıllarca sözü uzatıp devam edebilirim,


ama artık size Sosyalizm ile Kapitalizm konusunu, ara­
larında süregelen çatışmayı akıllı bir şekilde izleyebile­
cek kadar şey söylediğim e eminim.
Gazetelerde bu konudaki yazılanları okuduğunuz,
konuşulanları işittiğiniz zaman yazanların ve konuşan­
ların ne yazdıklarını ve ne söylediklerini bilm ediklerini bi­
leceğiniz için ilk önceleri biraz sıkılacaksınız. Gazetelere
makale döşenmek, konuşanlara müdahale edip doğrusu­
nu söylemek için içinizde dayanılmaz bir istek uyanacak.
Fakat buna boyun eğmemelisiniz, yoksa bir başlarsa­
nız sonu gelmez bunun. Komşularınız politikadan konu­
şuyorum sanısıyla sevm edikleri insanlardan Sosyalist,
Bolşevik, Sendikalist, A n a rşist ve Kom ünist, ya da Ka­
pitalist, Emperyalist, Faşist, Gerici ve Burjuva diye söz-
ederken ve bu sözcüklerinin tek birinin bile ne anlama
geldiklerini bilm edikleri halde, siz, sakin bir saygılılıkla
yerinizde oturmalısınız. Yüz yıl önce olsaydı, birbirlerine
Jakobin, Radikal, Ş artist, Cum huriyetçi, Dinsiz ve hatta
en şerefsizini belirtm ek için işbirlikçi diyeceklerdi.
Bu adlardan hiçbiri bugün bir hakaret olarak kabul
edilmemektedir. Belirli grupların dilinde dolaşan adla­
rın hiçbir anlamı olm am ıştır. Bunlar sadece seçim slo­

461
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

ganlarıdır. Fransa'da seçimlerde M uhalefet afişleri, seç­


menleri 'K a tille r' ve Hırsızlar (yani H üküm et) aleyhinde
oy kullanmaya davet ederler. Hüküm et partisinin afiş­
leri de m uhalifler için aynı anlamda sözcükler kullan­
maktadır. Gerçekte hepsi anlamsızdır bunların. Birbirle­
rine 'Eşekler' ve 'Köpekler' deseler daha yerinde olurdu
(söz aramızda bazan bunu da derler ya!) çünkü herkes
bir adamın eşek, bir kadının da köpek olmadığını ve
onlara bu adların verilm esinin kendilerine hakaret edil­
mek istenmesi olduğunu bilir. Oysa, halkın çoğunluğu
Bolşevik, Anarşist, K om ünist gibi sıfatların anlamını bil­
mediğinden bunların her türlü hırsızlık, yağmacılık ve
adam öldürm ek fiillerini kapsadığına kolayca inandırıla-
bilirler. Bize çok korkunç gelen 'B o lşe vik' sözcüğü Rus­
ça olup, parlam ento çoğunluğunun bir üyesi demektir.
Fakat İngiliz dilinde bu, söyleyenin kendisi ile aynı dü­
şünceyi paylaşmadığı için birine 'H aydut' falan demesi
gibi kullanılır.
Fakat bizim kendimize verdiğim iz adlar birbirimize
fırlattığım ız lâkaplardan çok daha karışıktır. Sözgelişi,
gayet sakin görünen bir takım kişiler kendilerine 'K o ­
m ünist - A n arşist'le r adını verm işlerdir. M uhafazakârlar
bunu 'Ç ift-ka tlı H aydutlar' diye çevirirler kendi dillerine.
Oysa Kom ünist- A narşist, Katolik Protestan, Hristiyan
M usevi, kısa boylu dev, sarışın esmer, evli dul gibi çe­
lişen bir sözcüktür. Anarşizm; kanunun. Hüküm etin ve
Devletin ortadan kaldırılmasını öngörür, komünizm de
ülkenin bütün gerekli işlerinin kamu kuruluşları tarafın­
da yapılacağını ve kamu hukuku ile düzenleneceğini va­
zeder. M antıklı hiçkim se bunların ikisini birden isteye­
mez. K om ünist-A na rşist'in söylem ek istediği şudur:
«Toplumu sağlıklı ve düzenli tutm ak için kamu hukuku­

462
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

na boyun eğmeye ve ona göre çalışmaya razı gelecek


kadar Kom ünist'im ama ondan sonra kendi istediğim i
yaparım.» Yani, bu kadın görevi ve sorum luluğu kadar
boş zamanını ve özgürlüğünü de istem ektedir. Bütün
yetenekli kadınların davranışı böyledir, fakat buna Ko-
m ünist-A narşist damgasını basmak işleri karmakarışık
etmekten başka bir şeye yaramaz.
Gerçek şudur, biz bir takım adlandırma karışıklı­
ğının bize toplum sal yapıyı tam am lattırm adığı bir Babil
Kulesi'nde yaşamaktayız. Kilisenin öğretilerini bilmeyen
Katolik, İngiltere Kilisesinin yasasının Otuz-Dokuz mad­
desinin nereden alındığı söylenmeden kendisine okuna­
cak olursa bütünüyle reddecek olan Ingiliz Kilisesi üye­
si, M ançester Okulu ilkelerini işitm em iş olan, işitse de
bir şey anlamıyacak olan Liberal; De Q uincey'in Siyasal
Ekonom isinden tamamen habersiz olan Muhafazakâr
hep aramızdadırlar. Bu Katolik, Protestan, Liberal ve M u ­
hafazakâr çoğunluğun karşısında yine aynı şekilde bir
çoğunluk meydana getiren Sosyalistler, Kom ünistler,
Sendikalistler, Anarşistler, Emekçiler vardır. Gazeteleri
okuyan siz, Genç Bayan, bütün bunları gözönüne al­
malısınız. Her 'S osyalistim ' diyenin gerekli olarak Sen-
dikalist olmayabileceğini, A narşist olmıyacağım ve ba-
zan da pek az sosyalist olabileceğini düşünm elidir.
Şu anda Kapitalizmin parlamento yolu ile hiçbir za­
man kaldırılamıyacağına, bunun ancak M oskova'lı M ark-
sistler tarafından yardım görecek silahlı bir ihtilâl yo lu y­
la olacağına inananlara 'K o m ü n ist' denilm ektedir. Buna
kibarca 'Doğrudan Doğruya Eylem' adı verilm ektedir.
Muhafazakârlar ise, hükümetin bu yolla kapitalistlerin eli­
ne geçmesine 'H ü kü m et Darbesi' adım verm ektedirler.
Fakat bir proleter zerre kadar Kom ünist olmadan Eylem

463
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

taraftarı olabilir. Madenlerin madencilere, dem iryolları­


nın demiryolculara, ordunun askerlere, kiliselerin papaz­
lara, gemilerin tayfalara ait olduğuna inanabilir. Hatta,
hele kendisi hizmetçiyse, evlerin de hizmetçilere ait o l­
ması gerektiğine inanabilir. Sosyalizm bunların hiçbi­
rine kulak asmaz.
Sosyalizme göre sanayi bütün toplum undur, hiç
kimseye kâr ödemeden bir malı gerçek m aliyet fiyatına
alacak olan tüketicinin çıkarına göre düzenlenmelidir.
Sözgelişi, bir mağaza tezgahtarların olup onlar tarafın­
dan bir kâr elde etm ek amacıyla işletilm em elidir. M ü ş­
terilerin kârı gözönünde tutularak işletilm eli ve tezgah­
ta r da kendisinin başka mağazalarda m üşteri olarak ay­
nı faydayı elde edeceğini bilm elidir. Gelirler eşit olduğu
ve herkes hem üretici hem tüketici olduğu zaman, üre­
ticiler ve tüke ticiler birbirlerine karşı dürüst davrana­
caklardır. Fakat o zamana kadar sanayii işçilerin m ülki­
yetine vermek, bugünkü tem bel hissedarların yerine ça­
lışan hissedarların kâr etm esini sağlamaktır. En zengin
madenlerde çalışan madencilerle en verim siz toprakta
çalışan çiftçiler arasındaki gelir eşitsizliği korkunç ola­
caktır o zaman. Fakat bu tartışm alarla başınızı ağrıtm ak
istemem: Zaten böyle bir düzen imkânsızdır. G ünüm ü­
zün proleter sloganları ve teklifleri (Sendikacılık Üre­
ticile r Kooperatifleri, İşçi Denetimi, Köylü M ülkiyeti gi­
bi) ve Sendikalizmin ve Sosyalizmin yanlış anlaşılması
şim di kalyadaki proleter hareketi yıkm ış ve S inyor M us-
solini'nin diktatörlüğüne yol açmıştır.
Proleter Izm'lerinin olum suz yanları birbirlerine
benzerler: Hepsi de Kapitalizm i aynı suçla suçlarlar.
Kapitalizm ise hepsi kendisine düşman olduğu için ara­
larında hiçbir ayrım yapmaz. Fakat olum lu yanlarında

464
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

farklılıkları dünya kadar çoktur. Sosyalizme oy veriyo­


rum diye Komünizm maskesi altında gizlenm iş Sendi-
kalizm'e, Anarşizm 'e ya da Doğrudan Doğruya Eylem­
ciliğe oy verm iş kadın aldanmıştır. Tıpkı Sosyalizm
aleyhinde oy verdiğini sanarak oyunu Muhafazakârlara
ya da Liberalistlere ya da Emperyalistlere, Kiliseye, Dev­
lete, Krala verm iş bir kadın gibi.
Hepsi de ilke bakımından Kom ünist olması gere­
ken Sosyalistlerin öncülüğündeki İşçi Partisi şu anda
Komünizmin yayılmasını önlemeye çalışmakta, Kom ü­
nist Partisi'ni safları arasından atm aktadır. Buna karşı­
lık Kom ünist Partisi, İşçi'leri burjuva gericiler olarak ni­
telem ektedir. İngiltere'de rakip proleter arasındaki bu
dâva Komünizm -Sosyalizm çatışması değil m eşrutiyet­
çi eylem ile (Fabiancılık) Doğrudan Doğruya Eylem ara­
sındaki dâvadır. Liberal'lerin m eşrutiyetçi Kapitalizmine
karşı İnatçı Muhafazakârlar, arkasından bir d iktatörlü­
ğün geleceği İngiliz-Faşist bir hüküm et darbesi dene­
mesine girm ek istediklerinden aynı karm aşıklık ve bula­
nıklılık İşçiler safında olduğu gibi karşı tarafta da faz­
lası ile vardır. Sağ'ın ve Sol'un aşırı uçları Parlamento'-
nun bir kuruluş olarak ortadan kalkmasını istem ekte­
dirler. Sağ'ın bir Sağ Kanadı olduğu gibi Sol'un da bir
Sol Kanadı vardır; M eşrutiyetçi Merkez ise Kapitalizm
ile Sosyalizm arasında bölünm üş durumdadır. Gelecek­
teki değişikliklerde nerede olduğunuzu anlamak ve ora­
da kalmak için bütün aklınızı başınıza toplamanız gere­
kecektir.
Proleteryen parti, Sendikacılık hareketinden grevin
klâsik bir silah olduğu ve proleter emekçilerin bundan
başka em niyet süpabı bulunmadığı düşüncesini miras
almıştır. Bugün şurada bir köm ür madeninde, yarın bir

465
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

demiryolunda, öbür gün bir kibrit fabrikasında, daha


başka gün lokantalarda yapılacak grevler yerine bunların
hepsinin bir anda ve birbirini destekleyerek yapıldığı
takdirde Kapitalizmin dizüstü çökertileceğine inanmaları
çok tehlikelidir. Buna 'Genel G rev' adı verilir. Sözgelişi,
subayların baskısından bezmiş olan bir gemi m üretteba-
,tı, aptal bir miçonun sözüne kanarak gemiyi batırıp bü­
tün subayları ve yolcuları boğduktan sonra yönetim i ele
almak isteyebilirler. Başlarında subayları kaptanları olm a­
dan gemiyi yürütem iyeceklerini söylem ek anlamsızdır
çünkü onlarla birlikte kendileri de boğulm uş olacaklar­
dır zaten. Karadaki Genel Grevde de işverenler, kapita­
listler, asalak proleterlerden önce üretici proleterler aç­
lıktan öleceklerdir. Bu adamların kendilerini bir süre
geçindirecek yedek geçinceleri vardır. M illetçe toptan
intihar demek olur bu.
Bu pek açık seçik birşey olduğu halde defalarca
denenmiş ve sonuç alınamamıştır. Hâlâ da Kapitalizmi
ezmenin çaresinin emeği proleterlerin sermayesi olarak
kabul etmek (yani paraları olmayanların yedek geçince-
leri) ve Kapitalistleri, şimdiye kadar onların proleterlere
yaptıkları gibi, açlıkla tehdit etme yolunu ileri sürenler
vardır. Bu adamlar kapitalistlerin genel bir lokavta baş­
vuracak kadar enayilik etm ediklerini görm em ektedirler.
Oysa, tek bir yerde grev ilân edip diğer bütün em ekçi­
lerin malî bakımdan bunu desteklemelerini sağlamak çok
daha akıllıca bir iş olacaktır. Fakat daha önce de, en so­
nunda bunun olumsuzluğuna değinm iştik. Düello m oda­
sının geçtiği gibi grev modası da geçecektir.
Genel Grev taraftarlarının bir mazeretleri de bunun
savaşı önleyeceğidir. Genel Grev korkusunun hüküm et­
lerin bazı halk tarafından tutulm ayan savaşlara atılm a­

466
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

sını önlediği bir dereceye kadar doğrudur. Ama ne yazık


ki tek bir vatandaş öldüğü ya da tek bir bebek bile bom ­
balandığı zaman halk tarafından tutulm ayan savaş y o k­
tur. Aksine, bizim kapitalist hüküm etlerim izin çok iyi
bildiği gibi Rusya İm paratoriçesi olan o akıllı kadın, Ka-
terina, halk başkaldırma eğilimi gösterdiği zaman onları
Tac'ın çevresinde toplam ak için 'küçücük bir savaştan'
başka bir çare olmadığını söylem işti.
Savaş, kişilerin hatta bir takım mesleklerin silah
altına alınmalarına karşı çıkmalarıyla durdurulamaz. Sa­
vaşa engel olacak tek çare egemenlik haklarını dünya­
nın iyiliği için feda edebilecek m illetlerin birleşmeleridir.
M illiyetçiliğin bu geri plana itilm esine üstün-m illi-
yetçilik adı verilir. Bu halen gayet şiddetli bir savaş so­
nunda birleşm iş olan Am erika Birleşik Devletlerinde
görülm ektedir. Avrupa devletlerinin de aynı amaçlarla
birleşmemeleri için hiçbir engel yoktur. İm paratorluklar
artık insani amaçlarla M illetler Topluluk'larına, federas­
yona dönüşm ektedirler. Gerçek barış umudu bu davra­
nışlardadır, bölgesel grevlerde değil.
Sosyalizmin gerektirdiği toplum sal disiplinle De­
mokrasi dediğimiz canımızın çektiğini yapabilm e arzu­
muz arasındaki sürekli çatışma nedeniyle m eşruti de­
ğişiklikleri özellikle sıkıcı bulacaksınız.
Demokrasi örgütlenm iş emek üzerinde çok ku vvet­
li bir etkiye sahiptir. Sendikalarda bütün sendikanın oyu­
nu en üstün yapm ak için çeşitli çarelere başvurulur. Sen­
dikalar Birliği Kongrelerinde delegelerin sendikaları adı­
na birer oy kullanmaya hakları vardır. Gerçekte tem sil
ettikleri yüzbinlerce oyu kullandıkları zaman ortadaki
sorun daha önce karara bağlanmış olmaktadır. Öyle ki
delegeler Kongre'de tem silci değil, sendikalarının karar­

467
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

larını bildiren sözcüler olm aktadırlar. Fakat bu kaba de­


m okratik tedbirler kendi amaçlarına karşı çıkm aktadır­
lar. Uygulama alanında. Sendika sekreteri yeryüzünde
en yerinden atılamaz otokratlardan biri sayılır. En basit
bir Sendika sekreterinin bile üstün bir iş yeteneği ve
insan yönetm e kudretinin olması gerekir. Kamu amaçları
bakımından bir budala olabilir ama ağzı lâf yapan bir bu­
dala olmalıdır. Yoksa eşitlerini, kendisini içinde bulun­
duğu yığından ayırıp seçmelerine kandıramazdı kolay
kolay.
Bürokratların ve demagogların bu oligarşisi en kıs­
kanç bir demokrasinin sonucu olduğundan, emek oli-
garşları da kendilerini iktidara geçiren düzeni korum ak
isterler. Kocalarına, kızlarına ve hizmetçilerine tahak­
küm eden gayet iradeli kadınların Kadın Hakları'nın en
güçlü m uhalifleri olduklarını görm üşsünüzdür. Bunun
nedeni, erkeklerin yönetm e işine devam ettikleri sürece
kendilerinin de onları yönetebileceklerini bilm iş olm ala­
rıdır. Sendikaların da en yetenekli ve keyfî liderleri İşçi
politikasında bütünüyle dem okratiktirler. İşçilerin oy
hakkı olduğu sürece onları kendi istedikleri şekilde oy
kullandıracaklarını bilm ektedirler. Bunlar halk kitlesinin
yargısına, bilgisine ve teşebbüsüne olan inançlarından
değil, halkın bilgisiz, ahmak ve koyun sürüsü olduğunu
bildiklerinden dolayı dem okrattırlar. Halkın sesinin Tan-
rı'nın sesi olduğuna inananlar ancak m ülkiyet sahibi vs
okum uş orta sınıf idealistleridir. Tipik proleter bir lider
bu konuda çok şüphecidir: İşçi sınıfının kamu işlerine
karışmasına izin verilebilm esi için daha çok fırın ekmek
yemesi gerektiğine gizli gizli inanır o. Çoğunlukla da
kuvvetli bir anti-S osyalisttir. Böylece hem şüpheciler
hem de idealistler demokrasi şampiyonlarıdır. 1867 Oy
Kanunu ile başlayan ve Kadın Oy Hakkı ile sonuçlanan

468
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

oluşumu insanın istibdattan kurtuluşu tarihinin şerefli


bir sayfası olarak görürler.
Oysa, çıplak olan gerçek demokrasinin ya da halk
oyu ile halkın yönetim inin hiçbir zaman gerçekleşmediği
ve gerçekleştiği sınıra kadar da başarılı olmadığıdır. Bu­
nu genişletmeye yönelen her hayal, kırıklığa uğramıştır.
Kadınların uğruna savaştıkları ve öldükleri oy hakkı, si­
yaseti daha soylu bir düzeye yükseltecek ve hayatı saf
ve temiz yapacak sanılıyordu. Ama daha ilk seçimde
kadınlar Kayzer'in asılması için oy kullandılar, en kötü
erkek adayların çevresinde birleştiler, denenmiş yete­
nek sahibi kadınları aralarından attılar, çok zengin ve
demagoji yeteneği çok yüksek bir kadını seçebildiler.
Eskiden iş adamının siyasal bakımdan köy ağasından,
ya da kol işçisinin orta sınıf insanından üstün olduğu ko ­
nusunda nasıl yanılgıya düşülmüşse, kadın seçmenin de
erkek seçmenden daha akıllı ya da kibar olacağı düşün­
cesinde de öyle yanılgıya düşülm üştür. Dem okratlarım ı­
zın üm itlerini yöneltecekleri henüz oy sahibi olmayan bir
sınıf varsa ona saldıracakları ve demokrasinin bir süre
daha dayanabileceği beklenebilir. Belki de dem okratik
yapıyı tam am lam ak için çocuklara ve hatta hayvanlara
oy hakkı vermeyi düşünen çılgınlar vardır. Fakat çoğun­
luk artık buna yeter deme zamanının geldiğini g öster­
mektedir. Ispanya ve İtalya'da şimdi moda Herkese kar­
şı Disiplin ve Hiçkimseye Oy Hakkı dır. Son birkaç yıldır
Rusya'da proleter hüküm et, muhalif oylarını İngiliz yar­
gıcının Hintli jürinin kararını dikkate aldığı kadar bile
önemsememektedir.
Kapitalizmin ilk olarak yöneticilik, sorum luluk ya da
büyük paralar kullanabilm e konularında eğitim vermeden
yarattığı büyük proleter çoğunluğa, siyasal bilim diye bir-
şeyin varlığını da söylemeden, onların desteğini kazan­

469
mak için oy hakkı verdiği her yerde Demokrasiye karşı
bu nefret tepkileri doğaldır. Bizim proleterlerimizin kö­
leler olduğu ve şimdi orta ve yukarı sınıflar dediklerim i­
zin oy hakkına sahip oldukları eski Yunanda bile bu
tepki görülm üştür. A tina demokrasisinin en ünlü işlerin­
den biri, demokrasinin saçmalığını ortaya vurmak için o
üstün beynini kullanan Sokrat'ı öldürm ek olm uştur.
Herşeye rağmen ben size oyunuza sıkı sıkı sarılma­
nızı salık vereceğim. Bunun olumlu etkisi faydadan çok
zarar getirse, olumsuz etkisi de çok değerli olsa bile!
Adaylardan biri Sokrat tipi bir insansa, ve diğeri de si­
zin kendi saçmalıklarınızı yansıtıp onlara bir vatanse­
verce hava vererek sizi çeken bir kimse ise siz tutup
oyunuzu bu aptala verirsiniz. Ve böylece de oyunuzu kö­
tüye kullanm ış olursunuz.
Fakat sizin tek bir oyunuzun, bir seçimde terazinin
dengesini bozabileceği ve Parlamento'da tem sil için
önemli olabileceği düşünülürse bunu bir kenara atmak
korkakça ve çılgınca birşey olur. Bunun için oyunuzu
her ne kadar akıllı bir şekilde kullanma yeteneğiniz y o k­
sa da sıkı sıkı sarılın, elinizden kaçırmayın onu.
Demokrasinin bizi mahvetmesini istem iyorsak
adayların seçilmeye kalkışmadan önce niteliklerini be­
lirtecek güvenii bir yöntem i bulmamız gerekm ektedir.
Bunu yaptığımız zaman da gerekli insanların ortaya çık­
maları için onları kandırmakta güçlük çekeceğimiz şüp­
hesizdir. Hatta onları zorlamamız bile gerekebilir. Hü­
küm et sorum luluklarının ne kadar ağır ve görevlerinin
yerine getirilm esinin ne kadar yorgunluk verici olduğu­
nu tam olarak anlayanlar pek bu işe gönüllü olmazlar.
Platon'un dediği gibi ideal aday isteksiz olan aday­
dır.

470
Beşinci Bölüm
FAŞİZM

F AŞİZM düzeninin, şimdi uygulanmakta olduğu


şartlar dışında yeni olan hiçbir şeyi yoktur. Jül Sezar,
Cromvvell, Napolyon ve yeğeni Louis Napolyon, hakla­
rında en çok söz edilen geçmiş faşist liderlerdir. Bun­
lar, görevini yapacak kadar hızlı çalışamayan hükümet
makinesine karşı hüküm et darbesi adı verilen kanunsuz
başkaldırmaların başında bulunan sayısız maceracılar­
dan dört tanesidir yalnızca. Yüz yıl önce hükümetlerden
polis görevi yapmasından başka birşey beklenmezdi.
Sanayi, eğitim ve halk sağlığı özel teşebbüsün ve yar­
dımseverlerin elinde bırakılm ıştı; Parlamento'nun tem ­
belce hareketi ve kamu hizmetlerinin yetersizliği karşı­
sında bugünkü sabırsızlığa rastlanılmazdı. Bugün Hükü­
metler, milli hayatın her dalına el atmaya çağrılm aktadır­
lar. III. VVilliam’ ın Parlamento'ya Parti Düzeni'ni sokm a­
sıyla Avam Kamarasının bir tartışm a ve entrika kulübü
haline geldiğini ve hiçbir köklü tedbir alamadığını anlat­

471
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

mıştım. Öyle ki, bütün uygar dünyanın değişmez ve ka­


çınılmaz olarak kabul ettiği yoksulluk ve diğer bütün
dehşetli durumlardan m illeti— Sovyet Hüküm etinin Rus-
yayı işsizlikten kurtardığı gibi— kurtaracak tedbirleri al­
maktan âciz kalm ıştı Parlamento. 1832'de burjuva erkek­
lere, 1867'de erkek kol işçilerine ve ta k s it ta ksit 1918'e
kadar kadınlara oy hakkı tanınarak Parlamentoyu bir
reforma sokma çabalarında bulunulm uştur. Böylece de
Parlamento'nun m üm kün olan en son dem okratik k o n t­
rol sınırına varılmıştır.
Bütün Ondokuzuncu yüzyıl boyunca ihtilâl ihtim ali­
ni uzaklaştıran durum da böylece sona erm işti. 1832'den
önce büyük Reform Kanunu çıkarılınca herşeyin yola
gireceği sanılıyordu. Bunun sonunda çıkan hayal kırık­
lığı, yıllık genel seçimlere ve erkeklerin oy hakkı için
Ş artist'lerin kışkırtm a hareketlerine girm elerini sağladı.
1867'de bir kısım kol işçisine oy hakkı verilm esini 1880'-
de Sosyalizmin ortaya çıkışı izledi. Fakat herkesin oy
sahibi olması ve Parlamento'nun bir İşçi Partisinin eline
geçmesinin bütün toplum sal sorunları m utlu bir şekilde
çözümleyeceği ümidi sönmediğinden, savaştan hemen
önce kadınların oy hakkı için kışkırtm a hareketleri baş­
ladı. O zamanın 'kadın oyu' savunucuları kadar heyecan­
lı konuşm acılar ve öylesine çılgınca toplantılar gördüğü­
mü hiç hatırlam ıyorum . Oy tılsımına inanç öylesine ku v­
vetliydi ki, bu kadın oy hakkı savunucuları oy hakkına
sahip olmalarının kendilerini Parlamento dışında tutm ak
anlamına geleceğini söylediğim zaman beni affetm edi­
ler. Ben onlara, oy hakları olsun olmasın, gereken şeyin,
bütün kamu kuruluşlarında nüfusa oranla kadınlara yer
verecek bir anayasanın varlığı olduğunu söylüyordum .
Bir sonraki genel seçim bütün bu heveslilerin üm itlerini.

472
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

yıktı ve kendi partilerinin çıkarına olduğunu gördükleri


için kadınlara oy haki verilm esini savunan Muhafazakâr­
ları ve gericileri sevindirdi. Kadınlar için verdikleri savaş­
larda ün kazanmış bütün kadın adaylar yenilm işlerdi.
Üstüne üstelik işçi Partisinin Sosyalist lideri de bundan
önce çok sağlam olan Parlamento üyeliğini kadınların
oylarıyla kaybetm işti. Seçimden sonraki parlam ento pek
ilginçti doğrusu: Ondokuz m ilyon erkek ve yirm ib ir m il­
yon kadından meydana gelen bir topluluğun Parlamen-
to'sunda 614 erkek, bir kadın tem silci vardı. Neyse ki,
özellikle kadınları ilgilendiren pek çok sorunun görüşül­
mesi sırasında tek bir kadının varlığı bile, ancak gören­
lerin takdir edebileceği bir farklılık yaratm aktadır.
Tam yüzyıldan beri seçmen eşeğini gütm ek için
burnunun önünde tutulan havuç demeti kapılıp yenm iş
ve zavallı hayvana bir nebze dinlenme hakkı tanınm a­
mıştı. İşte bunun için Alm anya ve İtalya'da Parlamen­
to, Faşist liderler tarafından bir kenara itilm iş, Rusya'da
da uzun aralıklarla toplanıp reformları kanunlaştıran fa ­
kat bunların yapılmasında emeği geçmeyen bir meclis
haline getirilm iştir.
Fakat bundan daha olum lu birşey de olm uştur. İn­
giliz Parlamento düzeninin ve bunun yabancı kopyacı­
larının karşılaştıkları en kötü sonuçlardan biri iktidara ve
kamu hizmetine varm ak için gerekli ilk adımın Avam
Kamarası'na— ya da başka ülkelerde bunun eşiti olan ku­
ruluşa— girebilm ek zorunluğu olmasıdır. Yoksul insanlar
hayatlarının en iyi yıllarını bu moral bozucu ve pahalı
zevk peşinde harcarlarken, elden düşme fikirlere sahip
olan ya da hiçbir fikre sahip olamayan genç Muhafaza­
kâr beyler bu işi, önceden itina ile seçilm iş bölgelerde
altı haftada başarabilm ektedirler. Proleter adaylar so­

473
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

nunda başarılı çıkarlarsa ellerinde tartışm aya girm ekten


başka hiçbir şeyleri olmadığını göreceklerdir. Kullanılm a­
ya kullanılmaya herhangi bir iş yapmak yeteneğini kay­
bettikleri zaman Kamara adabına öylesine alışacaklardır
ki, hiç kimse onların konuşm aktan başka bir şey ya­
pacakları konusunda korkuya düşm eyecektir. Kişilikleri
varsa Başbakan bile olabilirler. Fakat ilikleri çürüm üş
başbakanların tek faydaları genç ihtilâlci liderlere bir
uyarma olmalarıdır: Eğer bu gençler de parlamento ha­
yatına sırt çevirmezler ve parlam enter kuvvetleri ko r­
kutm ak için kendilerine sadık m ilitan bir faşist kuvvet
yaratmazlarsa kendilerinin de ilikleri çürüyecektir.
Bu kolay birşey olarak görülmez, hatta imkânsız bile
bulunabilir. Buna kalkışan macera meraklılarının sonları
kötü olabilir. Fakat bu insanlar arasında olağanüstü ba­
şarılar kazanmış olanlar da vardır. Napolyon da, yeğeni
Louis Napolyon da yenik olarak hapiste ölm üşlerdir; fa­
kat amcası onüç yıl, yeğeniyse onsekiz yıl im paratorluk
etm işlerdir. Hiç şüphesiz bu da, bir hiç olm aktan çok
daha keyifli birşeydi.
Durumu bir düşünün hele. Kendinizi hırslı bir alçak
olarak değil de. Particilik oynamak ve durup dinlenme­
den konuşm aktan başka bir yeteneği olmayan bir par­
lamentonun ya da iktidarsız bir krallığın elinde uygar­
lığın paramparça olduğuna tanık olan ateşli ve yetenek­
li bir reformcu olarak görün. Bu şartlar altında kim, «Ah,
on yıl için m utlak bir iktidar elimde olsa! Hatta beş yıla
bile razıyım,» demez.
Bu insanlar her türlü proleter kışkırtm a, örgütlen­
me ve yeraltı faaliyetlerini denerler, hatta hapiste y a ttık ­
ları da olur. Bu tecrübelerinden, proleter toplum ların ve
¡¡derlerinin, sendikacılar ya da idealistler gibi gayet dar

474
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

görüşlü olduklarını, hüküm et gerçeklerinden haberleri o l­


madığını, savaşma güçlerinin bulunmadığını ve birbirle-
riyle tıpkı eski zamanın Hristiyan din bilginleri gibi kavga
ettiklerini öğrenirler. Hepsi um utsuz şekilde küçük azın­
lık gruplarına bölünm üşlerdir ve hiçbir zaman daha bü­
yük ya da daha iyi bir şekilde birleşip gelişme olanakları
yoktur.
Karşılığı çok kolaydır bunun. Bütün bu politika par­
tizanlarına, Liberal ve Cum huriyetçi, Sendikacı ve Ko-
operatifçi, Sosyalist, Bolşevik, A narşist ve diğer azın­
lıklara sırtını dönecek ve bunların karşısında kurulu dü­
zene karşı eyleme geçmeyi hayal bile etmeyen büyük
çoğunluğu örgütleyecektir. Bu çoğunluk o adi toplum la-
rın polis eliyle bastırılmasını ister; her pazar en iyi el­
biselerini giyip kiliseye gider; son moda spor kıyafetle­
riyle golf ya da tenis oynar; taç giyme törenlerine, kral
ailesinin evlenme törenlerine, Kral sarayı önünde nöbet
değiştirm e törenlerine koşar; ölü bir kralın tabutu önün­
den geçmek için beş kilom etrelik bir kuyrukta sıraya g i­
rer; bir inanç ve kuralı olduğunu sanır ama gerçekte her­
kesin yaptığını yapar ve kendisi gibi davranmayanları
ayıplar; gazetelerdeki bilmeceleri çözerek beynini çalıştı­
rır. Ve büyük bir çoğunlukla da bunların hiçbirini yap­
mayıp hayatını kazanır, evine bakar, çocuklarını y e tiş ti­
rir. Bu kitabı okuyacak kadar siyasal ve toplum sal iliş­
kilere sahip olan siz akıllı Genç Bayan, bunları çok iyi bi­
lirsiniz. Siz de bu insanlar tarafından şüphe altında tu tu ­
lur, nefret edilir ve biraz da 'kaçık' olarak kabul edilirsi­
niz. Fakat neyse ki bu kalabalık, ciddi kitaplar okuyan
herkese karşı öylesine bir saygı besler ki, sizi çok akıllı
olarak görür ve nedenini bilmeden sizi tanıdıklarından
dolayı gurur duyarlar.

475
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

Bu insanlar yurtseverdirler. Yani bununla, Tanrı nın


kendilerini başka ülkelerin milletlerinden daha üstün ya­
ratmış olduğunu kastederler. Bu kendini beğenmelerini
beslemek için de zafer özlemi duyarlar, yani kahraman
oğullarının ya da kardeşlerinin kazandıkları savaşların
haberini işitm ek isterler. Bildikleri tarih, ancak kendi ta ­
raflarının kazandığı savaşların silsüesidir. Fakat daha
çok ayrıntıya girmenin gereği yok: Bilirsiniz bunların ne
tü r insaniar olduklarını!
İşte bu sıradan insanların çoğunluğu siyasal bakım ­
dan örgütlenebilirlerse, siyasal bilince sahip küçük grup­
ları oylarıyla silip süpürürler ve hatta gerektiği zaman
onları öldürürler bile. M üstakbel diktatörün yapması ge­
reken şey; onlara yutm ayı sevdikleri şeylerden bol bol
vermek, herkesin sağduyusuna hitap edecek reformlar
üzerine hararetle eğilmek ve m evcut düzenin göze batan
bozukluklarım ortadan kaldırm aktır, ilk atacağı adım,
köyleri, kasabaları, şehirleri yönetm ek için birbirlerini se­
çen küçük mahallî tüccar kuruluşlarını ortadan kaldır­
mak olacaktır. Bunların yerine m utlak iktidarı kendisin­
den alan genç yöneticiler yollayacaktır. Böylece sadece
mahallî hüküm ette bir takım süratli tedbirler almış ol­
makla kalmayıp, halkın bir sürü kaba saba tüccarı o rta­
dan kaldırma isteğini de tatm in etm iş olacaktır.
Bundan sonraki adım, halkın d ikta tö r iktidarından
bağımsız olarak meydana getirdiği bütün ekonom ik ve
siyasal kuruluşları yoketm ek olacaktır. Bu basit yoldan,
şiddet kullanarak yapılabilir. D iktatöre sadık, genç ve
sağlam yapılı insanların meydana getirdiği kuruluşlar,
en masum kooperatifleri ya da en saygıdeğer eski sen­
dikaları Lider'lerin düşmanı olarak ilân edip bu kuruluş­
ların bürolarına girerler, oradakileri döverler, eşyaları par­

476
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

çalarlar, kasayı boşaltırlar ve dernek listesinden üyelerin


adlarını elde edip bu derneklere üye oldukları gerekçe­
siyle hepsini sıra dayağından geçirirler. Çoğunlukla bu
yıkıcıların görüşünü paylaşan polis, bu insanları koru­
mak için müdahale etm eyecektir.
Bu İş tam am landıktan sonra, lider düzeni yerine ge­
tirm e işine başlar. Birkaç büronun basılması, birtakım
insanların dayak yemesi bankada paraları, yatırımları ve
daha birtakım şeyleri olan derneklerin yokedilm esi için
yeterli değildir. Bunun çözümü de çok kolaydır. Faşist
d iktatör bu derneklerin malına elkoyar ve bunları tam
bir Hüküm et kontrolü altında yeni Devlet'ln bölümleri
haline getirir. Propagandasından başka hiçbir şeyi olm a­
yan siyasi partilere gelince, bunlar, ilk saldırıda ortadan
süpürülürler ve bunları canlandırmak için yapılacak her
hareket kanundışı ilân edilir.
Kapitalizmlerinin tem eli olan liberal özgürlük görü­
şünü, demokrasiyi, konuşma hakkını, düşünme hürriye­
tini, özel m ülkiyeti ve özel teşebbüsü ihlâl ettikleri ge­
rekçesiyle Liberaller bu davranışlar karşısında dehşete
düşerler. Şunu unutm am alıdır ki, büyük bir halk k itle ­
sini örgütlem ekten ve onların istedikleri şekilde kamu
hizmetlerini yapm aktan daha dem okratik bir şey olamaz.
Gerçekte İse, bu üstün kişilerin 'aşağı sınıfları' tam ola­
rak bertaraf edecek şekilde, zorba İktidarını uygulaması
biçim inde olur. Lider, Liberallerden ve onların hak ve öz­
gürlüklerinden ustaca bir hakaretle söz edip de, kendi­
sinin tim sali olduğu disiplin, düzen, sükûnet, vatanse­
verlik ve Devlete bağlılığı istediği zaman, halk Liberal­
leri atıldıkları hapishanelerde, toplam a kamplarında çü­
rümeye ya da öldürüldükleri sokakların ortasında kokuş­
maya terkeder. Sadece sıradan bir vatandaşın fikirleri

477
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

uygulama alanına konulm uş olmakla kalmayıp, bunun


sonuçları çok çabuk ve başarılı da olm uştur. Genç ve
enerjik valiler acele İhtiyaç olan kamu hizmetlerini altı ay
içinde bir sürü içi geçmiş ihtiyar tüccarın altı yılda ya­
pacağından çok daha başarılı olarak yaparlar. Paris,
Louis Napolyon yönetim inde Haussman tarafından baş­
tanbaşa yeniden yapılm ıştır. M ussolini yönetim inde ise,
— İtalya tarihinde ilk defa olarak— trenler zamanında
kalkıp zamanında yerlerine varmışlardır. Bu arada Lider
çok sayıda törenler düzenlenmesine, rom antik söylevler
verilmesine, basın propagandası, okul ve üniversitelerde
Faşist tipi öğretim yapılmasına ve iktidarının mümkün
olduğu kadar az eleştirilm esine de dikkat eder. Böylece,
bir süre için, iyi bir Lider'in öncülüğünde gelişen Faşizm
tam olarak dem okratiktir, halk tarafından tutu lur. Sıra­
dan bir vatandaşın, tabiatı ve öğrenim i dışında da Fa­
şizme eğilim duymasının nedeni budur. Onun için bu
vatandaş reformcuları ve devrim cileri vatan haini kaçık­
lar azınlığı olarak görür. İşçi sınıfı örgütlerinin şiddet ve
söm ürülm e yoluyla ortadan kaldırılması kadar özgürlük
ve düzen fikirlerim izi zedeleyen bir şey yoktur. Bunların
Devlet daireleri olarak yeniden düzenlenmeleri, proleter-
yanın dağılmış olan büyük gücünün tek bir Birleşmiş
Cephe'de toplanmalarını sağlar. Parti programlarının ve
basının m illetçe denetilmesi bunların m ilyonerler deneti­
mi yoluyla kullanılmasından daha iyidir. Kamu işinin
herkesin işi demek olduğu yolundaki dem okratik ilke,
uygulamada, herkesin işinin hiç kimsenin işi olmadığı
gerçeğine uygun olarak işlediği ve kamu işlerine ilişkin
bütün gerçek sorum lulukları yokettiği için, Faşizm düze­
ninde sorum luluğundan kaçamayan bir faşist diktatör
ya da vali başa gelir.

478
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

Faşizm, Parlam ento'nun yarı üyelerinin ülkeyi yö ­


netmeye çalışmakta, diğer yarısının da onlara engel o l­
mak için çaba sarfetm ekte oldukları engelleyici Parti
M uhalefeti saçmalığını da ortadan kaldırır. Bu avan­
tajları kullanan bir Napolyon'un parlam ento'yu feshet­
mesi ve ülkesinin kurtarıcısı olarak kabul görm esi çok
kolaydır. Bunun, aksak tarafı, faşist dahilerin ölümsüz
olmadıkları ve Napolyon'ların başına geldiği gibi ölm e­
den önce eskime ihtim allerinin de bulunmasıdır. Bu
adamlar Faşizmi yeteneksiz ya da kötü ellere bırakacak
olurlarsa sonuç, beter, hatta cehennemi olabilir. Bütün
canavarlığına rağmen Büyük Petro, Rusya'da, kendi ha­
yatı süresince hiçbir parlam ento'nun yapamayacağı de­
ğişiklikler yapmış, bu arada Petersburg şehrini de inşa
ettirm işti, ikinci Katerina, sınıfının düşünce ve kültürünü
şahane bir şekilde liberalleştirm işti. Fakat ondan sonra
gelen Çar Paul, aynı oto kra tik iktidarı kullandığı halde,
kendini kaybetm iş ve sonunda yaşamaya lâyık olmayan
bir yaratık olarak kendi m aiyeti ve muhafızları tarafından
öldürülm üştü. Julius'un ya da A ugustus'un siyasal ze­
kâsına ve düşünce kudretine sahip olmayan Neron, ta n ­
rılaştırıldıktan sonra delirm işti. Onu da öldürm ek gerek­
mişti.
işte bu yüzden m illetin yetenekli bir yöneticiden
sonra diğer bir yetenekli yönetici bulması arasında ge­
çen zaman içinde zararsız bir şekilde işieyecek bir ana­
yasaya ihtiyacı vardır. Bugünkü faşist liderlerimizden
hiçbiri «Senden sonra kim gelecek?» sorusuna cevap
veremezler. Bundan dolayı da diplom atlar hiçbir şeyin
yapılamadığı parlamento düzenine sıkı sıkı sarılm ışlar­
dır.
Liderlerin tatm in etmek zorunda oldukları ya da ta t-

479
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

inin etm syi vaadettikleri askerî zafer için duyulan rom an­
tik özlemi de hesaba katm ak gerekir. İkinci Katerina va­
tandaşlarının huzursuz olduklarını görünce, kendi görüş
açısı bakımından, gayet akıllı olarak, «Onları bir savaş­
la eğlendirelim biraz,» demişti. Şu anda bile savaş kor­
kusu bir Barışçılık dalgası getirm iş olduğu halde Lider­
ler, tıpkı Hohenzollern'ler gibi kılıçlarını şakırdatm akta­
dırlar. Destekleyicilerin onların yaptığı kamu reformlarını
anlamıyacak kadar bilgisiz oldukları için, tıpkı iki Napol-
yonlar gibi belki de bir savaşa başvurm ak zorunda ka­
lacaklardır. Çünkü halkın onlardan istediği Zulu'luların
dediği gibi, 'mızraklarını yıkam ak' ve bayraklarını savaş
alanları üzerinde muzaffer görm ektir.
Fakat Faşizmin bütün bu zayıflıkları onun bütün
kapitalist uygarlıkların gittiğ i uçuruma gitm eyi önleye-
meme kötülüğü yanında önemsiz kalmaktadır. Halkın
bilgisizliği ve rom antik düşünceleri, onu yeteneksiz hü­
küm etleri devirmeye, bir lideri putlaştırm aya, savaşa g i­
den askerleri görünce zevkten çılgına dönmeye, törenler­
de sesi kısılıncaya kadar bağırmaya götürür. Hepsinin
üstünde de, yoksulların küçük ve dağınık örgütlerini ha­
inlik, tehlikeli olm ak ve küstahlıkla suçlayarak soymaya,
yıkmaya, üyelerini öldürm eye kadar vardırır. Bu, uygar­
lığı kurtarma yolu değildir; bu, ancak onu yıkımına gö­
türen geniş bir yoldur. Faşist bir Lider tarihin kendisin­
den güçlüleri yerlerinden atan, aşağı sınıfları yükselten
bir insan olarak sözetm esini içtenlikle isteyebilir. Çağ­
daş bir devletin dengeli ve müreffeh olması için gerekli
ekonomik eşitliğin tem el işlemi budur. Fakat Faşistler
böyle şeylere razı değildirler. Onlar hakkında söylenecek
şudur: Doymuşları iyi şeylere boğdular, yoksulları da
■elleri boş gönderdiler. Faziletli bir öfke anında bir Irlan-

480
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

dalı mandrasım, bir İtalyan Dost Derneği'ni, bir Koope­


ra tifi, bir Sendika merkezini ya da Kızıl basının herhan­
gi bir matbaasını yakacaklardır. Fakat kendilerinden bir
köy ağasının evini yakmalarını, İngiltere Bankasını soy­
malarını, ya da Muhafazakâr bir Bakanı linç etmelerini
isteyin, size ya deli gözüyle bakacaklar ya da Kızıllara
katıldığınıza inanacaklardır. Faşist Lider, tıpkı eski dos­
tumuz sihirbaz çırağı gibi, şeytanları kolaylıkla çağırabil­
diğim fakat işleri bitince bunları yerlerine gönderecek
tılsımı bilm ediğini görecektir.
Böylece Lider gülünecek bir basitlikle yoksullarla
kuka oynadıktan, onların biriktirdiklerini ellerinden aldık­
tan sonra toplum sal düzenlemenin büyük planlarını uy­
gulayabilmek için zenginleri de soyması gerektiğini an­
layınca, birbenbire güçsüz olduğunu görecektir. Her­
hangi bir kanunsuz harekete katılm ak için tereddüt e t­
meyen gangsterler rahatlıkla bir şato ya da bankayı so­
yar, bir prens ve bankacıyı öldürebilirler. Bu kim seler
proleter kuruluşlara karşı saldırının en ileri saflarında ol­
dukları halde Lider kısa bir zamanda bunları dağıtıp ait
oldukları yerlere gönderm ek ihtiyacını duyar. Bu yerler
de hapishanelerdir. Liderin birliklerinin esas grubunu
meydana getiren dürüst gençlere gelince bunların bir
kısmı resmî polis kuvvetince disiplin altına alınabilirler,
fakat büyük bir çoğunluğu normal hayatlarına döndürül-
melidir. Bu gençler. Lideri özel m ülkiyete ve özel teşeb­
büse yapacağı saldırılarda desteklem iyeceklerdir. Lider
sanayii denetlemek için belirli b ir aşırılığa kadar gidebilir.
Daha yoksulca işverenleri makinelerini m odernleştirm e­
ye ve yöntem lerini 'rasyonelleştiım eye' zorlayabilir; bu
zaten kendileri için faydalı olacaktır. Bundan çok yoksul
olanlar, yani hiçbir önemi olmayanlar, zarar görüp yok-

481
GENÇ BİR BAYANA SO SYALİZM -

olacaklardır. Yine lider patronları büyük işletm eler halin­


de birleşmeye zorlayabilir. Sermayesi binlerle ölçülebilea
tüccarlar yedi sıfırlı sermayeye sahip büyük işletmeler
karşısında güçsüzdürler. A n ti-fa ş is t yabancılara karşı
korunmaları gerektiği gerekçesiyle onları korkutarak kâr
ve kiralarını vergilendirir ve büyük bir ordu donanma
beslemek zorunda bırakabilir. Az bir sosyal reform un t i­
carî bakımdan kârlı olacağına inandırabilir onları. Hatta
Devlete, 'Ş irk e t D evleti' adını verip, onların işletm elerini
de şirketler diye adlandırarak. Devlet çerçevesi içinde
onlara da bir yer tanıyabilir, fakat patronlar bundan hoş-
lanmıyacaklar ve bunun gösterm elikten öteye gitm esine
razı gelmiyeceklerdir.
Lider, Sosyalizm doğrultusunda bundan daha ileriye
giderse bir ihtilâlci, bir Bolşevik olacaktır. Oysa çağdaş
Lider'in elindeki koz, toplum u Bolşevizm'den, diğer
adıyla Komünizm 'den, yani herhangi bir proleter hare­
ketten kurtarm aya gelmiş olmasıdır. Bu karışıklıktan
faydalanıp canı istediği zaman herhangi bir kamu hare­
ketine Faşizm, istem ediği zaman da Bolşevizm adını ve­
rebilir. Fakat sosyalist doğrultuda fazla ileri gidecek o lur­
sa plütokrasi hemen dikkat kesilir. Sözgelişi, Lider’in
Louis N apolyon'un başarılı örneğini izleyerek, şehrini
Haussmann gibi güzelleştirm eye kalkıştığını düşünelim.
Herkes, gerçekten de önem li olan bu işi alkışlayacaktır.
Fakat sonuç şehrin inşa edildiği toprağın ticari değerinin
m üthiş bir şekilde artması olacaktır. Yenileştirilen cad­
delere bakan binaların kiraları akla hayale gelmeyecek
kadar yükselecektir. Ve bütün bu değer artışı şehrin
inşa edildiği toprağın sahiplerinin cebine inecek, vatan­
daşlar yine eskisi kadar yoksul ve yorgun kalacaklardır.
Hükümetim iz otom obili ve kam yonu olan sınıflara hiz­

482
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

met için büyük anayollar yapm aktadır; bu yolların iki ya­


nındaki değersiz tarım toprakları şim di çok yüksek de­
ğerlere ulaşmışlardır. Ondokuzunca yüzyılda toprak sa­
hibi sınıfın 'kazanılmamış gelirleri' ne karşı çıkılmıştı.
Fakat şimdi Kapitalizm bizi öylesine u y s a lla ş tırm ış tı ki,
bu kolayca önlenebilecek kazanılmamış gelir, normal
olarak kabul edilmektedir.
Louis Napolyon Paris sokaklarını adam ederken,
kiraları ve inşaat işlerini de belediyeleştirseydi, Sedan
savaşı Fransız im paratorluğuna son vermeden on yıl ön­
ce Fransa'dan kovulurdu. Rusya'da 1929 bunalımından
bugüne kadar yapılanlarla. Faşizmin o sürenin iki katında
yaptıklarını karşılaştırırsak. Faşizmin, Kapitalizmin bütün
kötülük ve sınırlılıklarına sahip olduğunu ve bugün her­
hangi bir uygarlığı kurtaramıyacağını anlarız. Sanayii di­
siplin altına soktuğu, rasyonelleştirdiği, ekonom ikleştir-
diği zaman bile sonunda daha çok işçi işsiz kalmaktadır.
0 zaman da bunları yardımla beslemek zorunluğu doğ­
maktadır. İşçiler bütün bataklıkları kuruttuktan , toprak
sahiplerini zenginleştirecek bütün yolları yaptıktan son­
ra Faşizmin neden kendilerini beslemek için örgütlenm e­
diğini sordukları zaman alacakları karşılık, onlara önle­
rine biraz yardım atm aktan başka bir şey yapılcmıyacağı
olacaktır. Proleterlerin, patronlara para sağlayacak yer­
de kendi ihtiyaçlarını sağlamak için örgütlenm eleri Fa­
şizm değil, Kom ünizm ’ dir.
Faşizm'in, yoksulu canı istediği gibi söm ürebilm e­
sine karşılık zengini sömürem ediği kuralının istisnaları
da vardır. Bazan zenginlerin bir bölümü öylesine zengin­
leşir ki, eğer dinî ya da siyasî bir gerekçe ile yeterli bir
önyargı yaratılabilirse, o grubu soymak tutkusu dayanı-
lamıyacak bir hal alabilir. VIII. Henry, Kiliseyi yağma e t­

483
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

miş ve Katolik papazı olmayı suç ilân etm işti. Fakat ga­
nim etini valileri ve aileleri arasında paylaştırm ak zorunda
kalmıştı. Aynı şekilde Führer H itler de M usevileri soy­
muş ve Alm anya'da M usevi olmayı suç saym ıştır. Fakat
o da M usevilerin işlerini ve mallarını Alm an patronlarına
bırakmıştır. Oysa bu Alm an patronlar Alm an proleter­
lerini de herhangi bir M usevi kadar çalıştırıp terletm ek­
tedirler. Hitler Alman m illetinin nabzını yoklayarak M a­
teryalizm in ve M ilitarizm in Kiliseyi yağma etm eyi m üm ­
kün kılıp kılmadığını araştırm ıştır. Fakat bu konuda
olum suz sonuçlara varmıştır.
Komünizmin ve Faşizmin bazı bakımlardan aynı de­
ğişiklikleri meydana getirdiklerini görm ek çok ilginç ve
önem lidir. Her ikisi de Liberal'lerin anladığı anlamda Öz­
gürlük ve Dem okrasi'yi yoketm ektedirler. Liberal'in anla­
yışına göre özgürlük. Devlet müdahalesinin olmaması­
dır. Demokrasiyse, herkesin sınırsız bir siyasal yetenek­
le doğmuş olduğunu, sadece kendisi için değil ülkesi için
de en iyinin ne olduğunu bildiğini kabul eder; halkın bü­
tün Devlet görevlerine yönetici seçme yeteneği olduğu­
na ve kamu sorunlarını plebisit ve referandum yollarıyla
çözümleyebileceğine inanır. Plebisit ve referandum ise
bütün putlaştırılm ış liderlerin en çok hoşlarına giden bir
çaredir. Louis Napolyon bu yola iki kere başvurm uş, H it­
ler de onun yolunu izlem iştir. Toprağın ve sermayenin
aslan payına sahip olan ve ancak bunların m illîleştirilm e-
sinden korkan mülk sahibi sınıfların ağzından «Özgürlük»
sözü eksik olmaz. Çünkü hüküm et müdahalesi ne ka­
dar az olursa halk o kadar çok özgürlüğe sahip demek­
tir ve böylece de statüko 'yu destekleyen düşüncesizler
kolayca seçilebilirler.
Kabinenin amacının Hüküm eti m ümkün olduğu ka-

484
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

dar hareketsiz ve yetersiz bırakmak olduğu kabul edilir­


se, bu şekilde anlaşılan bir Özgürlük ve Demokrasi dü­
zeni gayet düzgün bir şekilde işler. Fakat enerjik bir
Faşist Lider'in bu ahırı temizlemeye kalkışmasıyla ya da
K apitalist düzeni kaldırıp kanundışı ilân eden bir Sov­
yet'in her işi eline alıp halkı beslemeye ve onlara iş bul­
maya kalkışmasıyla meydana gelen karışık durumda biri
yanlış diğeri gülünç olan bu iki tanımın safdışı edilmesi
gerekir.

Böylece kom ünistlerin adlandırdığı üzere «Proleter-


ya D iktatörlüğü», bütün olum suz geleneklere, haklara
ve özgürlüklere karşı duyduğu nefret yüzünden bütün
diğer diktatörlükleri andırır. Oysa bu hakir görülen şey­
ler, kanunun baskı altında tutm aktan başka bir amaçla
yoksulların kapısını çalmadığı zamanlarda gelişm iş kav­
ramlardır.

O rtalıkta özgürlük olmadığı zaman Özgürlük diye


bağıranlar, barış olmadığı zaman Barış diye bağırıp çağı­
ranlar kadar katlanılmaz kişilerdir. Faşizm ile Komünizm
arasında en büyük çatlak üretim yöntem leri ve sanayiin
disiplin altına sokulması alanlarında değil, temel dağıtım
sorunundadır. Komünizmin üretim yöntem leri ve sanayi
disiplini hakkında Kapitalizmden öğrenecek çok şeyi
varsa da, dağıtım konusunda Kapitalizm tam bir başa­
rısızlığa uğramıştır. Bu konuda Faşizm'e faydalı olacak
tek şey Kom ünizm 'dir. Oysa Faşizm halkı Komünizmden
nefret etmek üzere eğitm ekte ve örgütlem ektedir. Fa­
şizm için söylenecek tek şey vatandaşları, hayatlarını
daha katlanılabilir yapacak özel kişisel çabalarına önem
verecek yerde herşey için Devlete bağlı bir kuruluş gibi
yetiştirm esidir. Onları daha on altı yaşında makineli tü ­

485
fek kullanabilir duruma getirip, gerektiğinde kendi muha­
fızları gibi hareket etm elerini sağlamaktadır.
Faşizm kamuya dönük bir Birleşik Cephe yarattığı
sürece Liberalizm'den daha iyidir. Fakat özel teşebbüsün
varlığına gözyum duğu sürece de, genel bir yoksulluk ve
aşırı bir zenginlik, kölelik, asalaklıkla son bulacaktır. Her
zaman tehdidi altında bulunduğu proleter ihtilâlini, eski
Roma Faşizminin Ekmek ve Sirklerinden daha az çekici
olan ianelerle uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Tıpkı Roma
İmparatorluğunun çökerken Avrupa uygarlığını da bir­
likte götürm esi gibi Faşizm de. Kapitalizmin en yeni
maskesi olarak kalmakta devam ederse aynı akıbete va­
racaktır.

486
SON SÖZ

3 0 N olarak da sizin ruhsal durumunuzla ilgili bir kaç


söz edelim. Bu kitabın ilk sayfasından beri halkı ele al-
• dık ve sizin de benim de halktan birer kişi olduğumuzu
düşündük. Vatandaş olarak da görevim iz budur zaten.
Fakat kamuya ilişkin kötülükleri milyonlara çarpmaya
devam edersek sonunda aklımızı kaçırabiliriz. Oysa,
ortada böyle birşey yoktur. Sizin çektiğiniz acı, yeryü­
zünde çekilebilecek acının en yükseğidir. Siz açlıktan
ölme tecrübesi geçirirseniz, gelm iş ve geleçek bütün aç­
lık tecrübelerini geçirm iş sayılırsınız. Sizinle birlikte daha
on bin kadın açlıktan ölse, onların çektikleri acı zerre ka­
dar bile artm ıyacaktır. Onların sizin kaderinizi paylaşma­
ları ne sizi on bin kere daha aç yapacak, ne de acınızı on
bin katı uzatacaktır. Onun için, «insan acısının to pla­
mı» sözü sakın sizi baskı altına almasın! Böyle bir top-
Jam yoktur. Ne iki zayıf kadın, bir zayıf kadının iki katı

487
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

kadar zayıf, ne de iki şişman kadın bir kadının iki katı


kadar şişmandır.
Y oksulluk ve acı biriken birşey değildir. Bunun böy­
le olduğuna inanarak ruhunuzu azaba sokmanın gereği
de yoktur. Tek bir insanın acı çekmesine katlanabiliyor-
sanız, bir m ilyon insanın acı çekmesinin bundan daha
korkunç olmadığını düşünerek yüreğinizi kuvvetlendire­
bilirsiniz. Hiç kimsenin doldurabileceği tek bir mideden
fazla bir midesi olamaz. Gereksiz bir acıma ile zihninizi
boş yere sakatlamayın. Gerçek bir sosyalistin başkaldır­
dığı şey, birikm e imkânı olmayan acı değil, birikebilen
israftır. Bin tane sağlıklı, m utlu ve şerefli kadın tek bir
kadından bin kere daha sağlıklı, m utlu ve şerefli değildir.
Fakat bunlar işbirliği yaparak herbirinin payına düşen
sağlık, m utluluk ve şerefi arttırabilirler. Şim diki durum ­
da hiç kimse sağlıklı, m utlu ve şerefli olamaz. Bugünkü
ölçülerim iz öylesine alçaktır ki, kendimize bu sıfatları
verdiğim iz zaman ancak, kapitalist düzenimiz altında
gereğinden çok hasta olmadığımızı, ağlamadığımızı ve
(m eşru ya da gayrim eşru) hırsızlık yapmadığımızı be­
lirtm ekteyiz sadece.
İtiraf etm eliyiz ki Kapitalizm insanlığı, nefret edile­
cek bir yığındır. Sınıf nefreti yalnızca yoksullar açısın­
dan kıskançlık, ve zenginler açısından küçük görme de­
ğildir. Zenginler olsun yoksullar olsun hepsi nefretle do­
ludurlar. Ben kendi hesabıma yoksullardan nefret eder
ve ortadan kaldırılmalarını dört gözle beklerim. Zenginle­
re biraz acıyorsam da onların da ortadan kaldırılmaları
isteğim aynı derecede kuvvetlidir. İşçi sınıfı, işveren sı­
nıfı, meslek sınıfları, m ülk sahibi sınıflar, egemen sınıflar
hepsi birbirinden bin beterdir. Bunlardan hiçbirinin yaşa­
maya hakkı yoktur. Eğer bir süre sonra hepsinin ölmüş

488
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

olacaklarını bilm eseydim üm itsizliğim den neler yapar­


dım imkânı yok kestirem iyorum . Onların yerlerine ken­
dileri gibi insanlar yetiştirm elerinin de hiçbir gereği y o k­
tur. Ben hiçbir insan yavrusunun benim gibi ya da ta ­
nıdığım insanlardan biri gibi yetiştirilm esini istemem. Siz
ister misiniz?
Üstelik ben hiç de insandan nefret eden bir kişi
değilim. Herhalde sizin de olduğunuz gibi, normal duy­
gulara sahip bir insanım. Fakat sadece bu nedenle olsa
bile, çıkarları benden m üm kün olanın en fazlasını elde
etmek olan ve bunun karşılığında bana m üm kün olanın
en azını veren insanlar arasında bulunm ak istemem. Eğer
yoksul olm uş olsaydım; şim di artık ihtiyarlam ış olduğu­
ma göre, akrabalarım beni düşkünler evine sokm am ak
için çalışmak zorunda kalacaklardı. Yani, benim ö lü­
mümden bir çıkarları olacaktı anlamına gelir bu. Oysa,
bir miras bırakacak kadar zengin olduğum için, eğer ço­
cuklarım olm uş olsaydı; onlar da yine dört gözle cenaze
törenim i ve vasiyetim in okunmasını bekleyeceklerdi.
Bütün m ülkiyet sahibi sınıf her geçen dakika bir
ölünün mirasına konmayı beklemektedir. Hasta olup
doktor çağırtsam, adam benim hastalığımı uzatmaya­
cak, beni pahalı kliniklere yatırtıp pahalı am eliyatlar yap-
tırtm ayacak olsa çocuklarının ağzından lokmalarını aldı­
ğını düşünecektir. Avukatım bana dâvalar açtırtm aya
ve bunların m üm kün olduğu kadar yüksek ücretli ve
uzun süreli olmasına çalışacaktır. Komşumun çocukla­
rının ahlâkça biçim lendirildiği okulun öğretm eni öğren­
cilerine, çalışmadan bir gelir elde etmenin bir hırsızın
tehlikesine atılmadan hırsız hayatı yaşamak demek ol­
duğunu öğretecek olsa, kendini bir anda sokağın orta­
sında bulacaktır. Alışveriş yaptığım dükkâncıların işleri,

489
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

beni rakiplerine kaptıracak raddeye gelmeyecek kadar


yolm aktır. Evsahibimin işi, şu yeryüzünde bana bir par­
ça toprak üzerinde yaşama hakkı verm esi karşılığında
gelirim in müm kün olan en fazlasını kendi cebine indir­
mektir.
Evli olmasaydım peşimden, hepsi de bir kocanın
gelirine ihtiyaçları olan bir sürü kadın koşacak ve bun­
lardan hiçbiri de kara gözlerimin hatırı için benimle ev-
lenm iyecekti. Kendimden zengin kimselerin dostlukla­
rına yetecek param yoktur; tıpkı benden yoksul olanla­
rın benim dostluğum a yetecek paraları olmadığı gibi.
Evimin işlerini gören ve böylece de benim işimin
gerekli ortakları olan insanlarla benim aramdaki sınıf
uçurumu, sadece ve sadece gelirin eşit olmayan dağıtı­
mının yarattığı bir sınıf uçurum udur. Hayat gereksiz ola­
rak binbir türlü biçim e bürünüp güç, sıkıntılı ve yapayal­
nız gelm ektedir bana. Başkalarına zarar vermeden ya da
başkalarından zarar görmeden dünyada yaşayan akıllı,
mantıklı ve kendini bilen o kadar az insan vardır ki.
Kapitalizm insanının en başta gelen niteliği kavgacı o l­
masıdır.
Sokaklarımızda, ıssız dağ başlarından ya da Arap
çöllerinden çok daha fazla kan dâvaları güdülm ektedir.
Gelir eşitsizliğinin yarattığı gerginlik çok şiddetlidir. T op­
lum, eşitlik yağı ile saat gibi çalışacak bir makinedir. Oy­
sa, kötü bir şeytan kalkm ış bilyalı yataklarına durmadan
kum döküp durm aktadır. Çeşitli düzeylerde geniş eşitlik
tabakaları olmasaydı, makine çoktan durm uştu bile. Şim ­
di bile elkoymalar, yıkmalar, durdurmalar, patlam alar
olmadan bir gün bile geçm em ektedir. Bir dem iryolu ma­
kasında ezilen bir işçiden m ilyonlarca insanın birbirle­
rini öldürdüğü dünya savaşlarına, tek odalı bir evde bir

490
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

metelik için yapılan kavgalardan yirm i yıl süren dâvalara


kadar dereceli olarak gitm ektedir bu. Fakat arada her­
kes yoksulluğa sürüklenm ektedir. Bu kötü durum u o l­
duğundan başka türlü gösterm ek için yılda bir kere yer­
yüzünde barıştan ve insanlara iyi niyet beslemekten söz
ederiz. Yani, dağıttığımız gelirlerin kim ine ancak açlık­
tan ölmeyecek kadar kim ine de günde binlerce sterlin
olduğu insanlar arasındaki barıştan. Ve bu gelirleri alan­
lara da birbirlerini sevm elerini salık veririz.
Fakat belki de siz iyi huylu, hoş sözlü, dost sever
bir insansınızdır. Bana pek öyle paraya fazla düşkün o l­
madığınızı söyleyebilirsiniz. Herşeyin benim gördüğüm
gibi olmadığım; doktorunuzun sizi hasta görm ekten nef­
ret ettiği için iyileştirm eye çalıştığını; siz öfkeye kapılıp
ona buna dâva açmak isteyince avukatınızın sizi sakin­
leştirip buna engel olduğunu; çocuklarınızın babaları ö l­
düğü zaman çok üzüldüklerini ve sizin kocanızla mal
m ülk konusunda hiçbir tartışm aya girmediğinizi; hizm et­
çilerinizin kırk yıldan beri sizinle birlikte oturduklarını ve
kendi çocuklarınız evlenip sizi terkettiklerinde onların
size sadık kaldıklarını; alışveriş ettiğiniz dükkânlarda
kimsenin size kazık atmadığını ve hatta borca mal ve­
rerek Sıkıntılı günlerinizi atlatmanıza yardım ettiklerini;
yani kısacası, ben ne söylersem söyleyeyim , bu kapita­
list dünyanın şefkat, sevgi, iyilik ve gerçek din ile dolu
olduğunu söyleyebilirsiniz.
Bütün bu avunmalara, ben de bu kitapta Kapita­
lizmin, M arx ve Ruskin'in hakkında söylediği bütün kö­
tülükleri haketmesine rağmen, yine de ilk doğuşunda iyi
niyetli olduğunu ekleyebildim. Kapitalizm, dünyayı ilk
günah için bir ceza yeri olarak gören ilkel Hristiyanlık-
tan daha iyi niyetli idi şüphesiz. Turgot ve Adam Smith

491
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

dünya refahının göstericileri olarak Aziz Paul'dan kıyas


kabul etm iyecek kadar samimi idiler. İlkelerinin Ondo-
kuzuncu yüzyıl İngiltere'sinde uygulanışını önceden gö­
rebilmiş olsalardı, ürküp kaçarlardı. Tıpkı Kari M arx'ın,
kendi öğretilerini uygulayanların 1917 ile 1921 yılları ara­
sındaki Rusyada yaptıklarını önceden görm üş olsa, ya­
pacağı gibi. İyi insanlar bazan şeytanın ta kendisi olur­
lar. Çünkü bunların iy¡niyetleri yanlış bir yola saptı mı,
yollarına devam ederler ve kötü insanlardan daha acıma­
sız olurlar. Fakat bunların iyi niyetli olmaları her zaman
için bir üm it payı bırakır. Bunların yaptıkları kötülükler
ancak yanlışlarıdır, başarıları değil. Oysa, kötü insanla­
rın yarattıkları kötülükler, onların zaferleridir. Tıpkı me­
kanik başarılar gibi bütün ahlâki başarılara da deneme
ve yanılma ile varılacağından, insan tabiatından üm idi­
mizi kesmeden de, Demokrasi ve Kapitalizmden ü m it­
sizliğe düşebiliriz. Ve hatta şimdi bunların ne olduğunu
bildiğimize göre üm itsizliğe düşmezsek, kendimizin öyle­
sine değersiz olduğunu ispatlamış oluruz ki; dünyanın,
bizim kaldığımız yerden başlayacak yeni bir ırkın yara­
tılmasını beklem ekten başka işi kalmamış olur.
Niyet oldu mu bir yol bulunur, deyim ini bilirsiniz.
Yazık ki iyiniyet herzaman doğru yolu bulamaz. İyi,
kötü ve ne iyi ne de kötü düzinelerce yol vardır. Kötü
niyetlerle doğru olanı yapan kötü kadınların yanısıra
dünyanın en iyi niyeti ile kötü şeyleri yapan iyi kadın­
lar olduğunu bilirsiniz. Sözgelişi, bilgisiz fakat şefkatli
anaları tarafından yanlış bakımla ölüm lerine sebep olu­
nan çocukların — özellikle ilk ç o cu kla rın — ana nefreti
ve ihmali yüzünden ölenlerden daha çok olması gerekir.
A ptal insanlar (bazı yazarlar da bunların içindedir) se­
ven bir yüreğin yeterli olduğunu söyledikleri zaman on­

492
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

lara budalaların çoğunlukla haydutlardan daha tehlikeli


olduklarını ve seven kadınların da çoğunlukla acınacak
budalalar olduklarını söyleyin. Doğru yolu bulmak duy­
guya kalmış bir iş değildir. Bu, gözlem, m antık ve vic-
danlılık isteyen bilim sel bir iştir.
Biz hep en sonunda inanmak istediğim ize inanırız.
Yapımız böyledir. Birşeye inanmak istediğimizde hep
onun lehinde olan noktaları görür, aleyhinde olanlara
karşı birden körleşiriz. Eskiden inandığımız birşeye
inanmamak isteyince; birdenbire, değil ona karşı bir
yığın delil bulmakla yetinm ek, bu karşı delillerin ta baş­
tan beri gözlerimizin önünde durduğunu bile görürüz.
'Kitabı M u ka d d e s'te n dünyanın yaratılışı bölümünü
inanç gözüyle okursanız bunda çelişik te k bir noktaya
bile rastlamıyacaksınız. A m a -b ir de eleştirici bilim gö­
züyle okursanız, bunun birbiriyle çelişen iki ayrı anlatı­
dan meydana geldiğini göreceksiniz.
Sosyalizm ve Kapitalizm in, inancın çoğunlukla ta ­
rafgirlik olduğu gerçeğiyle ne ilgisi var? diye soracak­
sınız. Bunun cevabı çok basittir. Eğer gelir eşitsizliği ile
doktorunuza, evsahibinize, yöneticilerinize herhangi bir
inançta ya da m eslekte aşırı bir ekonom ik çıkar veriyor­
sanız; onlar o inanç ya da mesleğin lehine bir sürü delil­
ler görecekler ve bunun aleyhinde olanlara karşı körleşe-
ceklerdir. Doktorları, avukatları, m ülk sahiplerini, rahip­
leri ve yöneticileri zenginleştirecek her doktrine bunlar
heves ve üm itle sarılacaklar ve kendilerini yoksullukla
tehdit eden her doktrini de hiç acımadan eleştirecekler
ve reddedeceklerdir.
Böylece tıpta, hukukta, dinde ve hüküm ette b ilim ­
sel, hukuki, dini, meşru ve ahlâki olarak sağlam taraf­
gir bir öğretim kurulacak ve standardize edilecektir. Bu

493
GENÇ BİR BAYANA SOSYALİZM

mesleklere girecek bütün gençlere bunlar öğretilecektir.


Buna karşı çıkanlar şarlatan, dinsiz, kışkırtıcı ve hainler
diye adlandırılacaklardır. Doktorunuz dünyanın en dü­
rüst, en m üşfik doktoru, avukatınız size anababanız ka­
dar yakın, papazınız bir aziz, Parlamento tem silciniz yeni
bir Musa ya da Solon olabilir. Sizin sağlığınızı, refahınızı,
ruhunuzun selâmetini ve haksızlıklardan korunmanızı
herşeyin önünde, — hatta sizden fazladan birkaç lira
koparmayı düşünmeden — tutabilirler. Fakat meslekle­
rinin teorisi ve uygulanması daha en başında para çıkar­
ları ile bozulmuşsa bunun size ne gibi bir faydası ola­
bilir? Onlar ancak tıp okullarının, hastahanelerinin, mah­
kemelerin, Kilisenin, Parlamento'nun kendilerine öğret­
tiklerini uygulayabilirler. Eğer bu arada bütün bunları
yapan gücün altında para kazanmak ve im tiyazlar ko­
parmak yatıyorsa o zaman bu adamların en iyi niyetleri
sonunda siz sağlığınızı kaybedersiniz, cebiniz boşalır,
ruhunuz cehennemlik olur ve özgürlükleriniz de en iyi
arkadaşlarınız tarafından bilim, hukuk, din ve İngiltere
Anayasası adına ortadan yokedilir.
Dıştan bakılınca siz, görevleri hayatı kurtarm ak,
acıyı azaltmak, meşru haklarınızın çiğnenmesine engel
olmak, size ruhsal yardımda bulunm ak olan insanlarca
korunm akta ve hizmet edilm ektesiniz. Fakat bu hizm et­
lere doğrudan doğruya ihtiyacınız olduğu anda bütün
bunların maskelenmiş sendikalar tarafından denetlendi­
ğini göreceksiniz. Ve tek te k bu insanların yüksek kişi­
sel şerefleri ve şefkatleri Sendikacılığın ahlâklılığına ta ­
bidir. Ve onların sendikalarına sadakatları (bu, tem e­
linde halka karşı kendini savunan bir birleşm edir) önce;
hasta, müşteri, işçi ya da vatandaş olarak size olan sa-
dakatları da sonra gelecektir. Onların tabii erdemlerini bu

494
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER

baskıdan kurtarm anın tek yolu onlara gelir eşitliği sağ­


lamanız olacaktır. Diğerlerinin gelirini de aynı miktarda
arttırm adıkça kendi gelirlerini arttıram ıyacakları bir düzen
kuracaksınız. Böylece işlerini daha ehliyetle ve daha ik­
tisadi olarak yaparlarsa, işleri daha çok kolaylaşacak ve
gördükleri saygı da artacaktır.
Bu şartlar altında insan tabiatını bütün mantıkiı
amaçlarınız için yeterli bulacaksınız. Şimdi başkalarına
aynı karşılığı vermeden onlardan bir hizmet bekleyen
insanlar için kullanılan hanımefendi ve beyefendi te rim ­
leri sonunda daha basit ve soylu bir anlam kazanacak
ve her eli ayağı tu ta r insanın elde edebileceği birşey
olacaktır. O zaman adi kadın, ülkesinden, ona verdiğin­
den daha çok şey alan kadın; sıradan insan, aldığını ye­
rine koym aktan fazla birşey yapmayan insan olacaktır.
Hanımefendi de, gelirini fazlasıyla hakkeden ve dünyayı,
bulduğundan daha iyi bir dünya olarak bırakan kadın
olacaktır.
İnsanlık ancak böyle hanımefendilerle ve onların
oğullarıyla kurtarılabilir, başka bir yolla değil.

— BİTTİ —
Genç bir Bayana
sosyalizm ve
kapitalizm
üzerine öğütler

G .B.Shavv

.. . 1 8 8 0 y ılla rın d a n bu yana


s o s y a liz m in sa yg ı g ö s te rile n £
b ir m e ş ru tî s o ru n o lm a s ın d a n s o n ra ,
ç a ğ d a ş s o s y a liz m k o n u s u n d a
y a y ın la n a n k ita p la rd a n pek ç o ğ u n u
s ize s a lık v e rm e k
e p e y k o la y b ir iş o la c a k tı.
A m a be n, e y s e v g ili G enç B ayan ,
s iz in a rk a d a ş la rın ız la
gü ze l g ü zel o tu ru p
k ib a r ve u y g a r b ir ü lk e d e s e rv e tin
n a sıl d a ğ ıtılm a s ı g e re k tiğ in i ta rtış m a d a n
ve v a r a b ile c e ğ in iz en iy i s o n u c a v a rm a d a n ,
bu ko n u d a
te k b ir s a tır b ile o k u m a m a n ız ı ö ğ ü tle rim .
Ç ü n k ü s o s y a liz m ,
b ir ta k ım in s a n la rın
bu k o n u d a k i d ü ş ü n c e le rin d e n başka
h iç b ir şe y d e ğ ild ir .
O n la rın bu d ü ş ü n d ü k le ri de
h iç b ir za m a n s iz in ya da ba şka b ir in in
d ü ş ü n d ü k le rin d e n d e da ha ü s tü n d e ğ ild ir .4 H f c
B e rn a rd S h a w 'u n
«GENÇ BİR BAYANA SO SYALİZM
VE KAPİTALİZM ÜZERİNE ÖĞÜTLER»İ
ta m S h a w a y a ra ş ır S h a w 'c a b ir k ita p tır
v e tü r k ç e m iz d e de ilk o la ra k y a y ın la n m a k ta d ır.

20 Lira

You might also like