Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 81

SARI ZEYB·EK

ATATÜRK'ÜN SON 300-,GüNü

C a n D ·u h d a r
./

i
1

SARI ZEYBEK
Can DÜNDAR

.1

l 1
Can Dündar

SARI ZEYBEK
Atatürk'ün Son 300 Günü

San Zeybek!farih Dizisi


© Türkiye'de Yayın Haklan: Milliyet Yayın A.Ş.
1. Baskı: Kasım 1994
ISBN 975-506-173-8

Yazan: Can DÜNDAR


Yöneten: Yalvaç URAL
Sorumlu Müdür: Hikmet ALTINKAYNAK
Kapak Düzeni: Ertan GÖKEMRE
Düzelti: Süleyman GOL
Dizgi: Hayriye KAYMAZ

Basıldığı Yer: Milliyet Yayın A.Ş.


Doğan Medya Center 34554 Bağcılar-lSTANBUL
Tel: 0.212.505 61 1 J Fax: 0.212.505 61 31
'Z>ad 'e...
ÖNSÖZ
"Sarı Zeybek" bir fikir olarak 80'1erin sonunda Savarona'da doğ­
du. Bu güzelim yat. Atatürk öldükten sonra bir yangın atlatmış ve
sonra kaderine terkedilmişti. Yıllar yılı devlet. Atatürk'ün yatına bak­
mak için ödenek ayıramamış, sonunda bir işadamı yatın restorasyo­
nuna turistik amaçla talip olmuştu.
Savarona'yı o harap haliyle gezerken içim sızladı. Bakım sonrası,
iç lndo bir tarihin kol gezdiği kamaralarında Arap şeyhlerinin ôlem
c1üı nleyeceCJlnl düşündüğümde üzüntüm bir kat daha arttı.
Savarona'nın öyküsünün ayrıntılarına girdikçe, orada yepyeni bir
Atatürk'le karşılaştım. Bize pek anlatmadıkları, öğretmedikleri bir Ata­
türk'tü bu... Okulda anlatılanlar kadar güçlü ve heybetli değildi belki
ama sıcak ve yakındı. Hasta yatağında doktorlara küçük yalanlar
söyleyecek kadar muzip, korumalarını atlatıp, Saray'dan kaçarak
sahil meyhanelerinde horon tepecek kadar yalnız, hayatını ortaya
koyup, yurt gezisine çıkacak kadar gözüpek, ölüm döşeğinde nutuk
dlkt ettirecek kadar güçlü, Ankara'ya Başkentine gidemeyince
oQlayacak kadar insandı.
Bizim gibiydi.
Ama araştırmayı, derinleştirdikçe farkettim ki, O Atatürk' e ilişkin ne
varsa adeta üstü örtülmüştü. Ortalık hamaset yüklü klişe yayınlardan
geçilmezken, O'nun insancıl yönlerini anlatan kitapların son baskı ta­
rihi neredeyse benim doğumumdan önceydi. Ölümü üzerine ciddi
bir tıbbi araştırma yok gibiydi. Müzelerde, 30'1arı yaşamış yaşlı kuşak
mekll olduktan sonra, O'na ait bilgiler de adeta yokolmuş. genç
kuşak müzecilere sadece rivayetler ve hatıralar kalmıştı. Çocukluğu­
muza, gençllCJlmize. hayatımıza damgasını vuran adamla adeta hiç
tanışmamış gibiydik.
Kütüphaneye girince O'na ilişkin renkli ayrıntılar birer ikişer dökül­
dü tozlu ciltlerin satır aralarından... O'nun makyaj yapıp gittiği son

9
balodan, kabus gecelerinde gördügü ilginç rüyalara, Paris'ten gön­
derilen golf çoraplan ve boyunbagından, yakın çevresinin O'na aşk
derecesinde baglılıgına kadar yüzlerce ipucu çıkıverdi eski baskı ha­
tıratlardan ...
Okudukça, O'na ait eski bilgilerimin daha bir yerine oturdugunu,
biraz daha ete kemige büründügünü hissettim.
Ve bu hisleri başkalanyla da paylaşmak istedim.
Bu kitapta yaptıgım şey; yıllar önce basılıp, birer tarih parçası ol­
muş o eski anılan, tutanakları, günlükleri biraraya getirmekten ibaret­ \
·.

tir...
Bu küçük parçalarla örülen mozaigin tümüne baktıgınızda orta­
ya çıkan Atatürk'ü sizin de benim kadar"seveceginizden eminim.

* * *

"Bu belgeselde Atatürk'ün son


·san Zeybek*in hazırlıgı sırasında bana destek olan bir dizi insana
300 gününe tanıklık etmiş kişilerin
şükran borcum var:
Öncelikle belgeseli izleyip faksla, mektupla, telefonla kutlayan, yazdıktan ya da anlattıktan anılardan
öven, omu� veren dostlara sonsuz teşekkür ediyorum. yararlanılmıştır".
Savarona yatının, Yalova Terminali'nin ve Dolmabahçe Sara­
yı'nın yetkilileri araştırma aşamasında yardımlarını esirgemediler.
Meclis Kütüphanesi'nin degerli şefi Ali Rıza Cihan sabrıyla, Hakan
Velidedeogıu da titizligiyle çalışmaya destek oldular.
Sema(Yıldız) günlerce göznuru dökerek ·sarı Zeybek*in dizilmesi­
ne yardım etti.
Nazan (Degiş) her başımız sıkıştıgında yardıma koştu.
Kitabın içindeki bazı fotograf ve bilgileri Cumhurbaşkanlıgı Genel
Sekreteri Hasan Rıza Soyak'ın Gglu Enver Soyak'tan aldım. Çogu ise,
artık bir "arşiv uzmanı-na dönüşen Bülent (Özkam)'ın yardımlarıyla
bulundu. Özge (Sevgilier), çalışmanın başından sonuna temel diregi
oldu. Büyük bir özveriyle çalışarak bu zorlu işin altından başarıyla
kalktı.
Mehmet Ali Birand'ın her aşamada büyük yardım ve destegini
gördüm.
Son olarak eşim Dilek'e teşekkür borçluyum: Başta beni cesaret­
lendirdigi, metnimi gözyaşlarıyla onayladıgı, uykusuz uzun gecelere
gögüs gerdigi için ...
Sabrı ve sevgisi için...
Can Dündar
Ekim 1994/Ankara

11
10
O'NlJ ÖZLÜY ORUM . . .

ASl.INDA O ' NU HİÇ GÖRMEDİM.


YÜZ YÜZE GELMEDİM.

AMA O ' NU TANIYORUM.

Sl�SINI CIZIRTILI BANTLARDAN DİNLEDİM.


.
l IEP SiYAH BEYAZ FİLMLERDE GÖRDÜM YÜZÜNÜ
ÇELiK BAKIŞLARINI ŞilRLERDE OKUDUM.

O'Nll Yt\�IYORUM.

OZLÜ SÖZLERİNİ OKUDUM KÖŞEBAŞLARINDA


ADIN! HER SABAH OKUL SIRALARINDA ANDIM.

Ş I M Dl 55 Y IL SONRA
<l'NUNLA SON YOLCULUGA ÇIKIYORUM
BİR KEZ DAHA ...
< >'NUN GFÇTlôt Y OLLARDAN GEÇİYORUM.
YOLLARDA BIRAKTIGI ANILARIN İZİNİ SÜRÜYORUM.
ÇEKT1G1 ACILARI RUHUMDA TAŞIYORUM.

O'NU ARIYORUM.

"Bütün maddi, manevi varlığında bir göçüş hali seziyorduk. Atatürk, sonsuz
ölüm ülkesinin eşiğinde idi. O 'nun bir dönülmez yolda bizden uzaklaştığını yana
yakıla anlıyorduk".
13
12
1 1 KASIM 1923

Ölümle ilk randevu

l lastaydı. Üstelik, hastalığı Cumhuriyet'le yaşıttı. İlk belirtiler


15 yıl öncesinden başlamıştı. Cumhurbaşkanı seçilmesinden he­
men 10 gün sonra gelmişti ilk kriz. 11 Kasım 1923 günü eşi Lati­
fe lfanım'la birlikte Çankaya'da öğle yemeğindelerdi. Sofra ba­
';ıllldiı hini •neli kalbine gitmiş ve sol kolunun dirseğinden göğsü­
m· v u ru n şiddetli bir sancıyla kıvranmıştı. Neyse ki sofrada, o
ı•llnlcrde ağır bir zatürree geçinnekte olan Latife Hanım'ı tedavi
için Köşk'e gelen Doktor Refik Saydam vardı. Saydam, hemen
Latife Hanım için yanında getirdiği kalbi kuvvetlendirici ilaçları
hazırladı. Ata'ya derhal bir morfin iğnesi yaptı ve yatışmasını
sagladı. Ağrı tam 20 dakika sürmüş ve Ata'ya epey ter döktür­
nıllş, hayl i sıkıntı vermişti.
Ama bitmedi.
lki gün sonra yine bir öğle yemeğinin ardından Köşk'ün bahçe­
sinde gezinirken aynı ağrı yeniden yüklendi. Aniden rengi sarardı
ve ter bastı. Yanındakiler telaşlanınca yakın bir kayanın üzerine
�·öktü ve "Çocuklar, bana bir fenalık geldi" dedi. Bu kez sancı da­
ha hafifti ve daha kısa sürdü. Yaverler koşuştururken Ata doğruldu
ve "Merak etmeyin, geçti, bir şeyim kalmadı" dedi.
Ancak üst üste gelen bu iki kriz Köşk'tekileri endişelendinneye
yetmişti. Derhal İstanbul' dan kalp mütehassısı Neşet Ömer (İr­
delp) Bey çağrıldı. İrdelp, Ata'yı ilk muayenesinde kalbinin çok
çalışmaktan yorgun düştüğünü saptadı. Alkol, tütün ve kahveyi a-
14 15
zaltmasını ve bir süre dinlenmesini tavsiye etti. Hava değişimi için yinl' istediki kadar sigara ve kahve içmeye devam etmişti. Tabii bu
Akdeniz sahillerinde bir tatil önerdi. '"'""" rlı·ııfı•t işleriyle uğraşmaktan ve Meclis'e devam ederek ö -
lrdelp İstanbul ' a dönerken Ata'nın hasta olduğu haberi de bir 111·111/i /.:<Jril,mıelerde bulunmaktan d a geri kalmıyordu. Yani geçir­
·anda virüs gibi yayılmıştı. Muhalif İkdam gazetesi hemen söylenti­ ılı,;ı �ri.:dı·11 epeyce sarsılmış olmasına .rağmen yine eski yaşayış
leri haber yapmış ve Hükümetten açıklama istemişti. Beklenen a­ tor. 1110 vt• .f'rıal hayatına dönmüş bulunuyordu."
çıklamayı 1 7 Kasım günü Haydarpaşa'ya inen Doktor İldelp yaptı:
"Gazi Paşa, fazla mesaiden dolayı biraz yorgunluk belirtileri Sonunda Ankara' da Mustafa Kemal' e hakim olunamayacağ ı
göstermişlerdir, ancak kısa bir istirahatten sonra sağlık durumları anlaşılınca, yakınlan bir İzmir seyahati tavsiye ettiler. Latife Ha­
normale dönmüştür" dedi. nı ın'ın da hava değişimine ihtiyaç duyması üzerine Atatürk bu ö­
Kamuoyu bu açıklamayla rahatladı . Ama O'nu yakından tanı­ nt'riyi kabul etti ve yılın son günü yanına eşini alarak İzmir' in yo­
yanlar tatmin olmadılar. Çünkü kalbin dinlenmesi için kesin istira­ lıı1111 t uttu.
hat ve perhiz gerekiyordu. Oysa Ata'ya bunları yaptırmak her ba­ l .atıfc Hanım'ın Göztepe' deki köşkünde 50 günlük bir dinlen­
bayiğidin harcı değildi. Doktorlar, söz geçiremeyeceklerini anla­ ıııc sonunda Gazi, iyileşmiş olarak Ankara' ya geri döndü. Ve yeni­
yınca bu işi Latife Hanım' a havale ettiler. Latife Hanım, Köşk'ün den işe koyuldu. Oysa atlatıldı sanılan bu ilk kriz O' nun ölümle ilk
hizmetçilerine kesin talimat vererek kahve servisine ambargo koy­ 1 illtdl'VllSUydu.

du. Sigarayı ise IO' la sınırladı. Gazi' nin tabakasına her sabah 10 1 � ııH ısı \,') y ı 1 sonra geldi.
sigara koyuyor ve bununla yetinmesini rica ediyordu. Fakat O, ne
yapıp yapmış, muzip bir çocuk gibi Köş�'teki hizmetçilerden biri­
ni kandırıp, kendisi için yaptırılan özel sigaralardan yüzlük birkaç
paket getirterek, "zulalamıştı". "Zula"sı, her öğleden sonra düzenli
olarak gittiği İstasyon'daki Özel Kalem binasının üst katındaki ça­
lışma odasındaydı . Sigaraları oradaki masanın çekmecesinde saklı­
yordu.
Ama bir gün, "zula"dan tabakaya aktarma yaparken genel
sekreteri Hasan Rıza Soyak'a yakalandı.

HASAN RIZA SOYAK


GENEL SEKRETERİ
"Salona girdiğim zaman bu paketlerden biri, açık olarak masa­
nın üzerinde duruyordu. Beni görünce paketi orada unuttuğunun
farkına varmış, utanır gibi olmuştu. Paketi telaşla aldı, çekmeceye
koyup bana tebessüm etti ve 'Misafirlere veririm diye getirmiştim
de' dedi. Anladım ki, bu konuda da hem doktorların tavsiyeleri,
hem de eşinin titiz önlemleri boşa gitmişti. O, bir yolunu bulmuş,
16 17
22 MAYIS 1927

"O bunakların raporuyla mı


hareket edeceğim r:

Kriz, bu kez Ata'yı gece, yatağında yakaladı. 22 Mayıs gecesi,


sol kolunda ve göğsünde şiddetli bir ağrı ile uyandı. Terlemişti.
Miıksi bulanıyordu. Hemen Doktor Refik (Saydam) ve Sağlık Ba­
� .11111�'1 S.ıplık Koruma Genel Müdürü Doktor Asım İsmail (Arar)
yd ı st ı k ı lstanhul'dan da Profesör Neşet Ömer (İrdelp) çağrıldı.
·ı.ııısiyonu ölçüldü; büyük 14, küçük 9'du. Muayeneler yine aynı
sonucu verdi: Yorgunluk...
O günlerde kafası sürekli Nutuk'la meşguldü. Bu büyük eser i­
\'İn saatler boyu çalışıyor, bazen 30 saat aralıksız yazdığı oluyordu.
< > geceki kriz atlatıldıktan birkaç gün sonra bir akşamüstü, yaver­
lı ı KO�k'tcki kuleli salondan gelen bir çığlıkla irkildiler. Bağıran
\tatOı k 'ili. Göğsüne ve sol koluna yine şiddetli bir ağrı saplanmış­
ıı: "Bu ağrıyı buradan çekin" diye bağırıyordu. Yine doktorlar çağ­
rıldı. Ata'ya birer santigram morfin şırınga edildi. Her türlü çalış­
ına, alkol ve sigara yasaklandı. Bol bol süt içip, sebze yemesi ve
ıstirahat etmesi tavsiye edildi. Neşet Ömer Bey'in teşhisi yine ay­
eser için saatler boyu nıydı "Fazla yorgunluktan doğan bir asabiyet hali..."
O günlerde kafası sürekli Nutuk'la meşguldü. Bu büyük
çalışıyor, bazen 30 saat aralıksız yazdığı oluyordu. Bu kez Hükümet duruma el koyma gereği duydu. Teşhisten emin
olmak için dışardan hekim getirtilecekti. Konu, Atatürk'ün doktoru
Neşet Ömer Bey'e açıldı. Profesör, itiraz etmedi. Hafif kırgın, "Gel­
sinler" dedi, "benim koyduğum teşhisten bir kelime fazlasını söyler­
lerse, diplomamı yırtar, kendimi hekimlikten menederim".
18 19
Gazi'nin de onayı alınarak durum Berlin'deki Türk Büyükelçi­
1936 SONU
liği'ne bildirildi. Doktor Asım İsmail Bey'in yanında asistan ola­
rak çalıştığı Berlin Tıp Fakültesi 2. Dahiliye Kliniği eski Direktörü "Yalnızım çocuk, bunalıyorum. . . "

Profesör Kraus ile O'nun hocası olan Münih Tıp Fakültesi Dahili­
ye Kliniği Direktörü Profesör Yon Romberg Türkiye'ye davet edil­
diler. Avrupa'da bütün hükümdarların ve ailelerinin sağlık prob­
lemlerinde göreve koşan ve yıllar önce bir kez Sultan Reşad'ın bir
hastalığı sırasında İstanbul'a da gelmiş olan iki profesör, Gazi'ye
bakmak için yol paraları hariç lO'ar bin lira istediler. İstekleri ka­
bul edildi ve 6 Haziran 1927 günü Ankara'ya getirtildiler. İki dok­
tor, önce hastanın durumuna ilişkin ayrıntılı bir rapor aldılar:
"Hasta 46 yaşındaydı. Babası genç yaşta had bir hastalıktan öl­ A radan 10 yıl geçti. 10 koca yıl... Neler sığmadı ki o 10 yıla?...
müştü. Annesini ise 65 yaşında kalp yetmezliğinden kaybetmişti. Y ·ni bir cumhuriyetin doğuş sancılan, yerleştirilmeye çalışılan bü­
Sağlam bir bünyesi olmasına karşın çok sigara ve içki içiyor ve yllk reformlar, çok partili demokrasi denemeleri, bir "örnek evli­
'
çok çalışıyordu". lıl. "iıı lıııi'in hir finalle yıkılışı...
İki Alman doktor, uzun muayenelerden sonra Gazi'nin çok si­ \11111lı1111ı;; llı. A rtık 55 yaşındaydı ve güçsüz bedeni tüm bu sav­
gara içmekten dolayı bir göğüs anjini geçirmiş olduğu teşhisine ı11l11�larla iyiden iyiye yıpranmış durumdaydı. Köşküne kapanmış,
vardılar. Alkol ve tütünün çok azaltılmasını ve Gazi'nin yorulma­ 1-l'lldini dil ve tarih çalışmalarına vermişti.
masını tavsiye ettiler. Bunlar, doktor Neşet Ömer Bey'in tavsiyele­ Falih Rıfkı Atay Curnhuriyet'in 10. yılını coşkuyla kutlamaya
rinin aynıydı. Ankara'da 4 gün kalan Alınan uzmanlar ayrılırken, ha:nrlandıklan günlerde Gazi'nin, "Bana gelince... ben hiçbir şey
son bir kez Köşk'e çıktılar. Gazi ikisine de iltifat etti. Öğütlerini lıiss trniyorum" dediğini anlatır ve ekler: "Çankaya Köşkü'nde ya­
tutacağına söz verdi. Ama yanındakiler, Gazi'nin gözlerindeki o parak bir iş bulamadığı için iç sıkıntısına tutulduğu vakit, kendisi­
müstehzi ifadeyi farkettiler. ııı l .ıııpılda n alınarak kafese konmuş bir aslana benzetirdim".
Doktorlar çıkınca Ata, bir sigara yaktı, bir de kahve söyledi. Si­ < > �ııııdi dünya çapında bir lider ve yepyeni bir ülkenin tek ha­
garasızlıktan başı ağrımaya başlamıştı. Genel Sekreteri Hasan Rıza kııniydi ama "küçük" bir sorunu vardı:
Soyak, "Ama doktorların raporu..." diyecek oldu. Gazi, alaycı bir Yalnızdı...
edayla güldü:
"Aman efendim, ben o bunakların raporuyla mı hareket edece- Günün birinde Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'a şöyle içini
ğim ... " dOklli:
Vee eski yaşam tarzına geri döndü...
Kalbinin sapasağlam olduğundan artık emindi. //ASAN RIZA SOYAK
Zaten hastalık yanlış yerde aranıyordu. <IENEL SEKRETERİ
İçki kalbini değil, karaciğerini eziyordu.... "Bunalıyorum çocuk, bunalıyorum.... Ben burada bir nevi mah­
pus hayatı yaşıyorum. Çünkü gündüzleri ekseriye yalnızım. Herkes
20 21
işinde gücünde... Benim ise çoğu günler, bütün günümü değil, bir l'ROF. DR. HERBERT MELZIG
saatimi dahi dolduracak işim yok. Şu halde ya uyuyabilirsem uyu­ YAZAR

yacağım, yahut bir şeyler yazacağım. A rada biraz dinlenmek ve "Sıı/io başındayken ve içerken kendini daha iyi hissediyordu. Asıl
hava almak ihtiyacını duyarsam şehir içinde ve dışında ancak oto­ \ıtlı\ıw•ti ve iç alemi o zaman beliriyordu. içmeden önce sakin, id­
mobiller ile gezintiler yapacağım. Ya sonra? Sonra gene bu hapis­ ılum , lıatta mahçup bir insanken içkisini aldıktan sonra bambaş­

haneye döneceğim. Ve kendi kendime bilardo oynayıp, sofra zama­ �" />11 111.wn oluyordu. "
nını bekleyeceğim. Bari sofrada bir değişiklik olsa... Ne gezer. .. Bu
sofra nerede kurulursa kurulsun karşımda aşağı yukarı hep aynı Sofra O'nun için bir zevk miydi? Tatmin mi? Kaçış mı?

insanlar. .. aynı yüzler. .. Hasılı bıktım, usandım çocuk. ..


"
Belki hepsi... Falih Rıfkı'nın dediği gibi, "Sanki artık gitmeyen,
�·itmek istemeyen bir şeyi, eğilmez, bükülmez iradesi ile kendi i­

Lord Kinross, bu bıkkınlık veren bunaltıcı günlerden birinde ııukn kendisi itiyordu. Kalıp, O'nun eşsiz hayatiyetini kaplayıp

Gazi'nin yaptığı bir muzip kaçamağı nakleder. İstanbul'da bir yaz ıııt .ıııııyordu. Nitekim kendisi de bir gün Genel Sekreteri Hasan

günü Dolmabahçe'nin kasvetinden sıkılmış ve dışarının deli dolu 1<11.a Soyak'a neden içtiğini şöyle açıklamıştı:

çağrısını duymuştur. Lakin geziye çıksa peşinde sayısız araç, ya­ "içiyorum. Çünkü bu vücut artık bu kafayı taşımıyor. Kafam

nında sayısız korumayla ancak arabasının camından görebilecektir Viıl·ııdıınıun çok önünde gidiyor. Beynimi huzura kavuşturmak, bi­

dünyayı ... Düşünür ve kaçmaya karar verir... Hiç kimseye haber t ııı ılııılı ııclıııııl·k için içiyorum".

vermez. Sofradan "Bu gece erken yatacağım" diyerek kalkar. Nö­ Am .ık hu d ınkrıınc pek d e mümkün olmuyordu. Çünkü Ata­

betçilerini ve korumalarını atlatır ve saraydan gizlice kaçıverir. t tl t '-'ün sofrası, sadece yemek yenen ve içki içilen yer değildi.

Korumaları nice sonra farkederler Gazi'nin yokluğunu ... İstanbul Sofra bir "Bilgeler Meclisi" ya da bir "Danışma Kurulu"ydu a­

didik didik aranır. Sonunda Gazi, Boğaz'da bir Rum meyhanesin­ dcla .. Ülkenin her meselesi orada gündeme gelir, devlet adamları,
.

de bulunur. Trabzonlu bir gemici kemençe çalarken, O balıkçılarla dli�lince adamları sabahlara dek süren tartışmalar yaparlardı. Sof­
kolkola horon tepmektedir. İçeri giren zevatı görünce oyuncağı e­ ta, hır sınavın adıydı 1930'lar Ankara'sında ...

linden alınmış bir çocuk edasıyla "Yakalandık" diye söylenir.


Alıp, saraya götürürler... I \/.il/ NIFKI ATAY
YAZAR

Yakın çevresinden aktarılan çoğu hatırada bu "yalnızlık" motifi "Sofrada iken tebeşirli kara tahta daima karşısında idi. Bakan­
öne çıkar. "Kafesteki aslan"ı "aslan sütü"ne iten nedenlerden biri de lar. profesörler, milletvekilleri hep o tahtaya kalkmışızdır. Türk dili
belki budur. Doktom Mim Kemal Öke bir gün sofrada içkisine mü­ ı·ı• Türk tarihi meselelerinin O 'nun sofrasında tam bir fakültelik

dahale etmeye kalkınca aldığı yanıtı yakınlarına şöyle aktarmıştır: 111111111 tutmuş olduğunu tahmin ediyorum. Ondan başka hepimiz
"Bir daha söyleme Kemal ... Sen benim ne kadar yalnız olduğu­ ı·ııı ulur, doğrusu biraz da usanırdık. iş başından artan ömrü sofra­

mu biliyor musun? .." "" geçmiştir. Sofra, dostları ile, hatta düşmanları ile sohbet ve tar­
tışma meclisi idi. Atatürk, hayallerini, tasarılarını, ıstıraplarını,
hatıralarını hep sofrasında anlatmıştır. Selanik 'te askeri dehasını
tanıtan tatbikat oyunlarına sofrasından kalkarak gittiği gibi, her
-
22 23
devrim gününün başlangıcı da bir sofra sabahı idi. Eğlence alemi Tahii hunlar hep 30'lu yılların ilk yarısına ait anılardı. Özellikle
(ve Ata 'nın) aşıp taştığı yer de yine sofra meclisi olmuştur. Bu, ne l'l Hı' dan itibaren sofra dostlan, masadaki devin mavi gözlerinde
zaman bir zevk ve eğlence, ne zaman büyük taarruzu hazırlayan y1111;111 ı�ıkların sönmeye yüz tuttuğunu farkettiler. Artık öğleden

bir kumanda heyeti ve ne zaman en çetin devlet işlerini karara rnııa geç vakit uyanıyor, Ankara'daysa Çankaya çevresinde veya
bağlayan bir topluluktu, tahmin edemezdik. Fakat misafirlerinin <,'ıltlik'tc, lstanbul'daysa Florya çevresinde küçük gezintiler yapı­
çeşidine göre az çok hangisine hazırlanacağımızı bilirdik. Bazen yoı, ama çabuk yoruluyordu. Çehresi birkaç yıl öncesine kıyasla
bir meseleyi daha fazla deşmeye misafir çeşidi elverişli olmadığı ıııllllıı� değişmiş, benzi solmuş, hatları keskinleşmişti. Sağ elini ce­
zaman 'Galiba yorulduk ' der, meclise son verir, vedalaşmak üzere � t tırıın ilik yerinden çıkarmaz olmuştu. Sanki bif yarayı saklar gi­
elini sıkanlardan birtakımına 'Teşekkür ederim ' derken birtakımı­ lııydi.
na da usulca 'Siz biraz daha kalınız ' derdi. Nice sırlarını yıllarca (lc:r.inti sırasında çevresinde olanlara yorulduğunu belli etme-
vicdanı içinde tutan Atatürk 'ün ağzından kaçırmışa benzeyen 'ge­ 1111 1 ı�·ın ya bir sohbet veya bir incelemeyi bahane ediyor ve böy­

vezelik ' ferin yüzde 90 'ı hesaplı ve tertipli idi. Bir vazifede kullana­ lı ı ı lııı süre durarak dinleniyordu. Sonra da gün boyunca başka
cağı adamları hiç söylemeksizin, hissettirmeksizin, içki aleminin lıu�lııı �ey yapmadan akşamüstü gelip sofraya oturuyordu.
pek elverişli olduğu türlü yönlerden yoklardı". Sofra, artık tutundukça O'nu dibe çekecek eski bir dosta dö­
ııll llllhlil.
ŞEVKET SÜREYYA AYDEMiR
YAZAR 1\111( 'ili./
"Sofrayı, sohbeti, içmeyi elbette ki severdi. Etraftndakilerin de '< >RUMASI

içmelerini isterdi. içkiye çok genç yaşlarda alışmıştı. içki alışkanlı­ "O sportmen denilecek kadar zinde, kabına sığmayacak kadar
ğını da kimseden saklamadı. Çünkü riyakar (iki yüzlü) değildi. Sof­ ı ı•vı•ol olan Atatürk 'te son 2 sene içinde, o zamana kadar hiç gö­
ra adamı olmasaydı, aynı zamanda çalışkan, takipci bir büro ve ı ı//ııwyen kırıklıklar, başağrıları birtakım halsizlik/er ve yavaş ya­
hükümet adamı olsaydı daha mı iyi olurdu ? Belki... Ama her insa­ ı•ıı) "" diişkünlükler arız olmaya başlamıştı. O heykel gibi duran,

nı olduğu gibi almalıdır". 111/1111 Mtlıi kükreyen güzel adamın mavi gözleri solmaya başlamış,
11/1111 ıorısı saçlarına kır düşmüştü. Günden güne halsizlik/er daha
Atatürk'ün sofrası genellikle sabahın ilk ışıklarıyla son bulurdu. ıwule/eşiyor, benzi geçen senelere nisbeten daha ziyade soluyor­
Gazi, konuklarını birer ikişer uğurladıktan sonra çoğu zaman yüzü­ d11 ".
nü yıkar, tıraş olur ve yeni güne başlardı. Vücutça ve kafaca güçlü­
lüğü O'nun en tanınan özelliklerinden biriydi. 10. yıl nutkunu yaz­ f)R. ASIM ARAR
dırırken kaç gece sabahladığı ve O dimdik ayaktayken metni dikte l><>KTORU
ettirdiği gençlerin nasıl uyku için nöbet değiştirdikleri hala anlatılır. "Fakat her şeye rağmen 1 936 senesi sonlarında Atatürk yine
Oysa O, uykusuz başladığı günün akşamında yine bir duş alıp sofra­ ı·ı/...i hayat ve itiyatlarında devam ediyor, her akşam muntazaman
ya oturmuş ve dostlanna sabaha kadar yazdığı bölümleri okumuştur. rakı içiyor ve biraz ifrata kaçan içki alemlerinin ertesi gününde
Başladığı bir kitabı bitirmeden uyumadığı ve içtikçe adeta hafızası­ lıiiyük bir yorgunluk hissederek istirahat etmeyi tercih ediyordu ".
nın açıldığı, en yakınındakilerin aktardığı izlenimler arasındadır.
. 24 25
FALiH RIFKI ATAY 25OCAK1937
YAZAR
"Bilhassa 1 937'den sonra sinir dengesinin gitgide bozulduğu­ B ir dostluğun hazin sonu
nu görüyorduk. Pek alıngan olmuştu. Devamlı bir boşanma ihtiya­
cı içinde olan sinirlerini güç tuttuğunu hissederdik. 1 937 sonbaha­
rında uzun bir Almanya seyahatinden dönmüştüm. Florya 'da beni
kabul etti. Hal hatır sordu. Bir müddet sonra da misafirler geldi,
sofraya geçtik. içki alemint:le sabahlara kadar kalsa hafızasının
bulandığına pek az rastladığımız Atatürk, henüz ilk kadehi tamam­
ladıktan biraz sonra, iki gece önce sofrada geçen bir vakayı ele a­
larak bana döndü. O akşam sen de buradaydın. Haklı mıyım, değil
miyim' diye sordu. içim ıstıraptan burkuldu. Yarım saat öncesi bile ı'ı Ocak 1937 günü Kurun Gazetesi'nde ilginç bir makale ya­
haı
f zasından silinip gitmişti... ve nihayet 56 yaşında idi ". yınlandı. Makalenin altında Asım Us imzası vardı. Konusu; Hatay
...ıırıınuydu. Şöyle diyordu:
"Hashakan lsmet İnönü 15 gün evvel Hatay sorunu üzerinde
111111 111 kcn '15 gün bekleyiniz' demişti. Türkiye Cumhuriyeti
ılı•vkıınc ve onun hükümetine hitabediyoruz: 16'ncı gündeyiz. Va­
•Yl'l nedir? Bizi Türk milletini yeniden aydınlatınız".
Aslında hergün rastlanabilecek, sıradan bir eleştiri yazısıydı. A­
ıııa işin aslını bilenlerde şok etkisi yaptı. Çünkü "Asım Us", Kurun
}':ızctesinin başyazarıydı ama zaman zaman Atatürk'ün bu isim al­
tıııda gazeteye yazılar yazdığı da biliniyordu. İşte bu kez de Hükü­
ıııctı eleştiren yazılar yazan bu k�emin gerçek sahibi; Mustafa Ke­
ııı:ıl Atatürk'tü.
Gazetede Hatay üzerine peş peşe tam 5 makale yayınlandı. Bun­
lar, dış kamuoyuna 'Türk basınının duyarlılığını" göstermek için
kaleme ahnmış danışıklı döğüş yazıları mıydı? Herhalde değil...
Hatay konusunda Cumhurbaşkanı Atatürk'le Başbakanı İnö­
ıııı' nün farklı düşündükleri çoktandır biliniyor ve konuşuluyordu.
llatay' da Fransız yönetiminden şikayetler arttıkça, Atatürk
Küşk'te sabırsızlanıyor ve askeri müdahale planları yapıyordu. İ­
nönü ise daha soğukkanlı bir yaklaşımla diplomatik yolları zorla­
yarak sonuç alma yanlısıydı.
İki farklı insan ve iki farklı yaklaşım...
26 27
Erkan-ı Harbiye Mektebi'den, İttihat Terakki kongrelerinden hu l a rihi küslüğün nedenleri kısmen aydınlatıldıysa da bunları tar­
başlayıp, milli mücadele cephelerinde süren 30 yıllık bir dostluk tı�ııınk bu kitabın kapsamı dışında kalıyor.
şimdi iktidar basamaklarında sürüyordu. Ama kendileri gibi dost­ Burada sadece sözkonusu ayrılığın final sahnesini aktarmakla
lukları da yaşlanmış, yıpranmıştı. ı·tıııcceğiz.
Gerçi Atatürk her fırsatta yakınlarına "Çankaya'da rahat edi­ Tarih 17 Eylül 1937'ydi.
yorsam İsmet sayesindedir" diyerek eski dostunu övüyordu ama Alatürk o gün İstanbul'dan trenle Ankara'ya geliyordu. Ama si­
sofranın daimi misafirleri, milli mücadelenin iki kahramanı arasın­ ıııılıydi. Bir diplomatik meseleden İsmet Paşa'yla aralan açılmıştı.
da derinden derine tırmanan gerginliği seziyorlardı. < ;l'rginliğe yolaçan konu, Nyon'da sürmekte olan bir uluslararası
Atatürk'ün İnönü ile dostluğunun çöküşü, O'nun bünyevi çökü­ lo.onferanstı. Toplantıya T ürkiye adına katılan Dışişleri Bakanı Dr.
şüyle aynı takvim dilimine gelip oturdu. 'll'vfik Rüştü Aras, bir yandan Ankara'dan yani Hükümet'ten, öte
Ve yollar 1937 başından itibaren iyiden iyiye ayrılmaya başladı: y ıııdan da İstanbul Florya'dan yani Atatürk'ten ayn ayn talimatlar
ıılıııca şaşkına dönmüş ve bu karışıklık iktidarda bir kaosa dönüş­
ISMET INÖNÜ ıııllşlli.
BAŞBAKAN Atatürk, diğer devlet işlerini büyük oranda Hükümet'e devretse
" 1 936 senesi ve 37 başı olayların gittikçe biriktiği, yorgunluk ık dış politika konularında hala son derece titiz davranıyor ve a­
ve gerginliğin arttığı devirdir. Türlü meselelerden A tatürk'le ara­ ı� ıaıı ııılldahalc ediyordu. Hükümet yönetimi ve ilkeleri konusun­
mızda münakaşa çıkmıştır. 1 936-37 'lerde ben nasıl yorgun, artık ıt.ı ı-on derece titiz olan İsmet Paşa ise bu müdahalelerden tedirgin
geçinmekte güçlük çekilen bir adam haline gelmişsem, Atatürk 'ün ıılııyor ve Başbakan olarak kendisini dışlanmış hissediyordu.
de sıhhatinde başlayan bozukluklarla sükunetini kolaylıkla kaybe­ Nihayet iki eski dost, bir süredir yaşanan bu gerginliğin ardın­
der hale gelmiş olduğu kanaatindeyim. Hasta bir insanın bir tar­ dan trende buluştular. İnönü her zaman yaptığı gibi Atatürk'ü Ga­
tışmada sükuneti daima müteessir olur. Hasta vücut tartışmalarda, ıi Çiftliği istasyonunda karşılamış ve kompartmanına kabul edil­
muhakemelerde daima bir yorgunluk ve az tahammül göstermek is­ ıııışıi. Tren son durağa yaklaşırken, havadaki elektriği daha da artı­
tidadındadır. Muhtelif meselelerde çekişmelerde bunları, benim ü­ ı .ııı hir konu açıldı. Trenin penceresinden akıp giden Çiftlik, Ata­
zerimde bir yorgunluk devri saymak kabil olduğu gibi A tatürk üze­ tllık" ün gözbebeğiydi ve Ata, Ziraat Vekaleti'nin buraya yeterince
rinde de bir hastalık devri, başlamış olan hastalıkların sinirler ü­ ilgi göstermediği kanısındaydı. Konu, akşam "sofra"da -görüşül­
zerindeki yorgunluk devri saymak mümkündür". mek üzere ertelendi.
İşte aylar, belki yıllardır süregelen gerginlikler birikmiş, birik­
İnönü, Atatürk'le aralarındaki anlaşmazlığa bu teşhisi koyuyor­ miş ve patlama noktasına gelmişti. Patlayacağı yer yine, "ülkenin
du. Ancak, ayrıntıları kamuoyunda pek bilinmeyen bu dargınlığa gayri resmi karargahı" sayılan; sofra'ydı.
Atatürk'ün yakın çevresinde bambaşka teşhisler konduğunu da bu­ Tanıkların aktardıklarına bakılırsa o gece işler tersine dönmüş
rada belirtmekte yarar var. gibiydi. Sofrada rakı yoktu. Gerekçe ise Atatürk'ün nezlesiydi. Ya
Cumhuriyeti birlikte kuran bu iki kahramanın baş başa kaldık­ da Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'ın ifadesiyle "bahane" buy­
larında yaptıkları tartışmalar, birer tarihi sır olarak kendileriyle bir­ du. Soyak' a göre sofrada içki olmamasının asıl gerekçesi Ata­
likte toprağa gömüldü. Arkalarından yayınlanan anılar sayesinde türk'ün kopacak fırtınayı tahmin edip, "her ihtimale karşı tabii hal-
.
28 29
de kalmak istemesiydi. Ama hiç beklenmedik bir şey olmuş ve o Bir riv�y� te göre Atatürk bu
noktada İsmet Paşa'ya, "kendi
gece sofraya İsmet Paşa içkili gelmişti. Başvekil de fırtına kokusu b�şvekaletı nın de böyle bir sofr
. ada kararlaştırıldığını" hatırlattı.
almış olacak ki Çankaya'ya çıkmadan Anadolu kulübünde birkaç B.ır başka nva yete göre ise "Anlaşıldı, bu gec
e doğru dürüst konu­
kadeh viski içmiş ve yaşamının en zor kavgalarından birine hazır­ şamayacağız" dedi ve sofrayı terk
etti.
lanmıştı. ?
İn nü, daha sonra yazdığı anıl
arında o talihsiz gece yaptığı
Yalnız Cumhurbaşkanı Atatürk'le değil, dostu, silah arkadaşı kışı şoyle savunacaktır: çı­
Mustafa Kemal'le kavga edecekti...
ISMET /NÖNÜ
ISMET INÖNÜ BAŞBAKAN
BAŞBAKAN :' Evve�ce de beni müteessir ede
n bir olay cereyan etmişti. Ata
"...aynlmayı düşünüyordum. Ben sabırlı ve tahammüllü bir a­ ��rk
.. t n bılh s a
� � � rica ettim: Yapmasın bunu. Vekillerden hangisini
­
dam olarak tanınmışımdır. Arkadaşlanm, siyasi rakiplerim, müna­ tJ t m yor ·a, ıtımadı yoksa söy
.� � . � lesin. Vekile söyleriz. Hiç kim
kaşa ederler. Benim sabırla ve tahammülle geçirdiğim her mesele­ dısının ıtımadına mazhar olm se k;n­
adığı halde vekalette kalma
den sonra, büyük bir gayret sarfederek o işten kurtulmaya çalıştı- sunda değildir. Emin olsun bun k arzu­
dan. Bunu değiştirmek mümk ..
. ğıma, gayretimin bu maksada dayandığına hükmetmezler. Arka­ Bunu rıca ettı.m kendisinden un
·· dur.
·
. Bu nokta üzerinde son der
daşlarım da, herkes de 'O sabırlıdır, dayanır. Dayanma gücü. var­ y rum. Toplanıyoruz. Herhan ece kırılı-
� gi bir vekili istifaya mecbur
dır, ne kadar istesek dayamr' derler. Sonra yine bir gün, yine zor­ çın sert muamele yapmak o etmek i­
vekil için çok ağır bir muam
ladıkları zaman, sabnmın hiç ummadıklan ölçüde tükendiğini gö­ � _

Başvekı olarak enim çin de � çok üzüntü verici bir hadise
ele oluyor.
rünce şaşakalır/ar. Bu sefer beni haksızlıkla itham etmeye kalkar­ .
(0 gece de)Ataturk çagmyor den olu yor.
ildiği zaman, vekillerin türlü
lar. Bütün hayatta kaderim bu". beplerle, çoktan beri birikm se­
iş olan dolgunluk/arla sert
mazhar olmaları ihtimali ben mu am ele ye
im zihnimde bir kabus gibi
İşte o gece, İsmet Paşa'nın sabrının taştığı nadir gecelerden bi­ (S frada) şahıslara karşı çok can lan dı
riydi. Sofrada konu, trende açılan soruna, yani Ziraat Vekili'nin

�ı
mu a aa etmek zorunda kal
kırıcı olmaya başladı. Ben
dım. (...)Evvela sakin idim
onlar �
beceriksizliğine gelince İnönü'nün sabır taşı çatladı ve o suskun a­ �
geçıştırmek �tedi . Halind
"! eki tecavüz manasının arttığı
. Sükunetle
nı gördük­
dam birden kükremeye başladı: çe sabnm tukendı. Sonra
!
"Tıpkı bundan evvel diğer bazı vekiller hakkında yapıldığı gib , .�
şı·dde �ı· o,nu u. unete getırd
.
şiddetle mukabele ettim. Mu
i. (.. .)Bununla sofra hayatım
kab e ıemın ·
_ . � ız ekşi bir
fikrim alınmaya lüzum görülmeden vekillerim istifaya icbar edili­ ·hava ıçınde bıttı ".
yor. Emrivakiler karşısında bulunduruluyorum. İleri sürd� �üm
mütalaalara itimat edilmiyor, bunlar başkalarından tahkik _ edılıyor. ŞEVKET SÜREYYA AYDEMi
R
En mühim memleket davaları alakadar olmayanlarla görüşülerek, YAZAR
hep sofra başında kararlaştırılıyor. Sofradan emirler alıyoruz". � � �
"Atatürk' n e r�e i ? nkü hal
i üzerinde anlatılanlar hep
birbiri­
Bu son cümle, İsmet Paşa'nın sofraya sapladığı son bıçaktı. ne uyar. Ataturk sınırlı dır. Gece de belki hiç uyuma
"Sofra", Atatürk'ün payitahtıydı. O halde isyan sofraya değil, sof­ d e yapacağını da bilmez. mış tır. Kö şkün­
�� Akşama doğru bir aralık yan
ranın başköşesinde oturanaydı. rını ve Cevat Abbas'ı alarak ına Yave­
bir otomobil gezintisine çık
30 ar. Keçiö-
31
i

ren'e vurur, baraja döner, oradaki küçük köşkte bir süre tek başına
kapanır. Sonra gene şehre ... Yanındakilerle hiç konuşmaz. içine
' ler. Nihayet iki eski dost trenin en arkasında Cumhurbaşkanı için
ayrılmış olan özel vagonda baş başa kalmışlardı. Savaşın o cehen­
kapanık ve sıkkındır". nem günlerini omuz omuza yaşamış iki ateşten kahraman gibi de­
ğil, okyanusun ortasında tesadüfen karşılaşmış iki buz kütlesi gibi
HASAN RIZA SOYAK konuştular.
GENEL SEKRETERİ
"O gün Ankara civarında yaptığı uzun otomobil gezintisi esna­ ISMET INÖNÜ
sında yanında bulunan Bolu mebusu Cevat Abbas Gürer'e konu­ BAŞVEKİL
nun muhtelif hal şekillerinden bahsetmiş, hatta meseleyi Büyük "Beraber bir kahve içtik. Ben evvela çok müteessirdim. Ağlaya­
Millet Meclisi'ne intikal ettirmeyi düşündüğünü söylemiş. Gezinti­ cak vaziyette idim. Gönlünü almayı istiyordum. 'Çok mustaribim'
den sonra Meclis binasına uğramış olması da belki bu düşüncesiy­ dedim, 'bilmiyorum nasıl oldu'... 'Alem önünde olmasaydı' dedi...
le ilgiliydi. Fakat oraya geldiği zaman Meclis, olağanüstü toplan­ 'Ne düşünürsün' dedi. Birden uyandım. Her zamanki gibi geçmiş
tısını yapmış, Nyon Anlaşması'nı kabul ve tasdik ederek dağılmış veya geçecek bir hadise addediyordum. Bu sual üzerine ayıldım.
bulunuyordu. Cevat Abbas, bunları anlatırken Meclis'e gelmesini Teessürümü yendim. 'Bir şey düşünmedim. Ne emrederseniz öyle
geciktirmek için büyük gayretler sarfettiğini de ilave ederdi". yaparız' dedim.
'Bir fasıla verelim'.
Meselenin Atatürk'ün kafasındaki "hal" yolu, İnönü'nün istifa
ettirilmesiydi. O sabah görüştüğü Genel Sekreteri Hasan Rıza'ya '
'Hay hay. Size müteşekkir olurum.'
'Şekli?..
'Hastalık? ..'
bu fikrini şöyle açmıştı:
"Bilmiyordum, meğer arkadaşımız bizim ikazlarımızdan 'Evvela izinle yapalım.'
.�
mustarip oluyormuş. Kendisini bu ıstıraptan kurtarmak lazımdır. 'Çok iyi. Kongreden ( Tarih Kurultayı kastediliyor) evvel mi,
Bunun tek yolu da mesai arkadaşlığımıza bir müddet için olsun, sonra mı?'
nihayet vermektir". 'Nasıl istersen. Sofraya gidelim'
Hasan Rıza, durumu yumuşatmaya çalıştı. "Efendim, biliyorsu­ 'Çok yorgunum. Gidip yatayım',
nuz Başvekil Paşa bugünlerde çok kederli ve yorgundur" dedi. 1- ' Gizli tutalım. Kimi düşünürsün?'
nönü'nün birkaç gün önce en küçük kardeşi Hayri Temelli'yi feci 'Mazur gör. Kimseyi söyleyemem.'
bir kazada kaybettiğini hatırlattı. Ama Atatürk kararlıydı: ' Celal Bayar'a ne dersin?'
"Evet haklısın çocuk" dedi, ".. zaten ben, onu da düşündüğüm i­ 'Hakikaten bana iyi tesir etti.'"
çindir ki bu kararı verdim. Maatteessüf arkadaşımız yalnız kederli
ve yorgun değil, aynı zamanda hastadır". En fazla 1 O dakika süren bu diyalog, neredeyse bir ömür süren
Atatürk o akşam ünlü Beyaz trenine bindi ve İstanbul'a doğru dostluğun sonu oldu.
yola çıktı. Yanında yakınlan ve Başvekil İnönü de vardı. Tren ha­ Herkes sofra başında bu esrarengiz görüşmenin sonucunu bek­
reket edince Ata, yanındakilere işaret etti ve "Bizi Paşa'yla yalnız liyordu. Kompartrnanın kapısından önce İnönü çıktı. Y üzü ifade­

.
bırakınız" dedi. Ata'ya eşlik eden erkan birer birer vagonu terketti- sizdi. Yemek salonundan hiçbir şey söylemeden geçti ve odasına
32 33

'
kapandı. Mustafa Kemal ise az sonra sofraya katılclı. Merakla yü­ ŞEVKET SÜREYYA AYDEMiR
züne bakanlara her şeyi iki kelimede özetledi: YAZAR
"Oldu, bitti... " "Dolmabahçe Sarayı 'nda T ürk Tarih Kurultayı açılmıştır. Ata­
O gece yanına çağırclığı Genel Sekreteri' ne şunları öğütleye­ türk locasındadır. ismet lnönü'yü de locasına çağım: Herkes kür­
cekti: süde konuşulanlara dalmıştır. Bir aralık lnönü, kimseye farkettir­
"Biliyorsun, bizde, bilhassa politikacılar arasında kökleşmiş, meden cebinden çıkardığı küçük bir kağıt parçasına birkaç kelime
çok kötü bir itiyad mevcuttur. Bir adam, makamdan çekildi mi der­ yazar. Atatürk 'ün eline sıkıştırır:
hal etrafı boşalır, en yakını gibi görünen kfmseler tarafından dahi 'Bana hii.lô. dargın mısın ? '
terkedilir. Bu sefer arkadaşlar bunun aksini yapmalı. Bu sakim iti­ Kısa bir cevap aynı şekilde gelir:
yadı, medeni insanlara yakışan hareketleriyle fiilen ortadan kaldır­ 'Sana dargın olabilir miyim ? '
mak yoluna gitmelidirler. Bunun için de İnönü ile teması kesme­ 'Bu kağıdı saklayabilir miyim ? '
meleri, kendisini yalnız bırakmamaları, hürmette asla kusur etme­ 'Nasıl istersen. "'
meleri, hatta eskisinden fazla hürmet etmeleri lazımdır. İşte bunu
sağlamaya çalışmalıyız".
Tren ertesi sabah Haydarpaşa'ya varclığında İsmet Paşa artık A­
tatürk' ün yanıbaşında değildi. Karşılayıcılar arasında bulunan Afet
İnan, olup bitenlerden habersiz bir şekilde İnönü' ye yaklaştı ve
"Sarayda odanızı hazırlattım Paşam" dedi. Ama Atatürk' ün verdi­
ği cevapla buz gibi oldu:
"Paşa, evinde istirahat edecektir".
O "eski kötü itiyad" orada işlemeye başlaclı.
Karşılama heyeti Atatürk' ün peşinden garı terketti.
Ve İnönü rıhtımda yapayalnız kalclı.
Aynı gün öğleden sonra Heybeliada' daki evinde Anadolu Ajan­
sı ' nın neşrettiği şu tebliği dinledi:
"Başvekil, Malatya Mebusu İsmet İnönü, şiddetli sürmenaj ne­
ticesi olarak mutlak istirahat şeklinde mezuniyete ihtiyaç hisset­
mekte olduğundan bahis ile tedavisini bitirebilmek üzere 1 ,5 ay
müddetle mezuniyet istemiş ve talebi tensibedilerek Başvekalet' e
İktisat Vekili Celal Bayar' ın tayini muvafık görülmüştür".
Şevket Süreyya Aydemir, "İkinci Adam"da bu hazin öyküyü
'daha sıcak bir finalle noktalar:

34 35
20 Kasım 1 937
''Doktorumu terkederim,
rakımı terketmem"

İlk kriz bir Kası m günü gelmişti. İlk ateş de bir Kasım günü
geldi. Tıpkı son sancının bir Kasım sabahı geleceği gibi...
20 Kasım gecesi Çankaya Köşkü'ne o bildik sofralardan biri
kurulmuş ve yine her zamanki gibi sabaha karşı dağılmıştı. Ama
Atatürk, konuklarını uğurladıktan sonra odasına çekileceği yerde,
sıcak salondan üstünde ince bir kıyafetle aynlmış, ayazda avluya
inmiş ve havuz başında tek başına oturmaya koyulmuştu. Hava,
Kasım ayazında eksi 4 dereceydi. Ata'yı uzaktan endişeli gözlerle
i1leyen zevat, az sonra O' nun oturduğu yerde uyuyakaldığını far­
kctı i . Rahatsız etmemeye çalışarak alıp, yatağına yatırdılar.
Sabah �iddct l i bir titremeyle uyandı. Zatürree kapıdaydı.
Doktorlar ycti�tiğindc ateşi 39'u vurmuştu. Göğsünün sağ tara­
fında bir ağn vardı . Ciğerde kan toplanmıştı. Doktorları bu kez i­
şin çok ciddi olduğunu anlatıp, perhize kesin riayet istediler:
"Peki rakı içmeyeceğim ama, bana rahat bir uyku temin edin"
dedi. Alkolü bırakanlarda ilk rastlanan şikayet olan uykusuzluğu
gidermek için kendisine güçlü bir uyku ilacı verildi. Bu sayede o
gece 9 saat deliksiz uyudu. İzleyen 5 günde de belki de ilk kez per­
hize ve öğütlere harfiyen uydu. Ağzına içki koymaksızın yatağında
Güneş Dil Teorisi üzerinde çalıştı ve hızla iyileşti. Ve yeniden hiç­
bir şey olmamış gibi gündüzleri işe koyuldu, akşamlan sofraya ku­
ruldu...
37
DR. ASIM ARAR derim de şampanyamı terketmem'. Neşet Ömer Bey Atatürk'ün'an­
DOKTORU lattığı bu hikayeyi dinlerken buram buram ter döküyor, yüzünden
" Yemek konusunda son derece kanaatkar idi. Bizde rakı içerken içinin acısı hissediliyordu".
genellikle yenen şeyleri yemekten hoşlanmazdı. Sofrada ekseriya
bir miktar tuzlu leblebi ile yetinir, yalnız bu mezeyle içerdi. Ancak O sofrada O'nun karizmasının karşısına dikilip, "Haytr Paşam,
sofra işi bittikten sonra sabaha karşı bir miktar yemek yerdi. Özel­ artık durmalısınız" diyebilecek kimse yoktu. Bazı geceler dayana­
likle kuru fasulye ile pilavdan hoşlanırdı. O yüzden mutfakta bu mayıp konukların yanında "Kemal çok içtin, yeter" diye isyan e­
yemeklerin bulunması adettendi. Esasen sabah kahvaltısı ve öğle den Latife Hanım da artık uzaklardaydı. Dostları ve doktorları söz­
yemekleri de mutad değildi". geçireıniyorlardı. Sözgeçirebilmesi için Avrupa'dan doktor getirtil­
diğinde ise iş işten geçmiş olacaktı.
KILIÇ AL/ Mustafa Kemal, yaşamının son 1 yılına giriyordu.
KORUMASI
"Bir gün doktoru Neşet Ömer Bey ziyaretine gelmişti. Atatürk
laf arasında; 'Doktor' dedi, 'son zamanlarda bana sık sık ateş ge­
liyor. Eskiden olmazdı böyle şey. Sebebi nedir? Hoca bunu fırsat
bildi ve 'Efendim, bu bir ihbardır' cevabını verdi. Atatürk maksadı
derhal anlamıştı; 'Yaa, o halde biraz tedbirli hareket etmek lazım­
dır' dedi. O akşam sofraya doktor Neşet Bey de davetliydi. Ata­
türk, kadehini dolduran garsona 'Bana koyma' dedi, 'Hoca 'nın i­
fadesine göre ihbar vaki olmuş. Bir müddet alkolü keselim '. Bu
sözlerine derhal şunları ilave etti; 'Bu demek değildir ki, ben içmi ­
yorum diye arkadaşların zevkine mani olacağız. Sen beyefendilere
koy. Onlar içsinler. Bilhassa Neşet Ömer Bey'e koy. Madem ki beni
men ediyor, benim yerime içsin'. Neşet Ömer Bey gündüz yaptığı
tavsiyelerin kabul edilmiş olmasından memnundu. Bir müddet son­
ra Atatürk dayanamadı ve Neşet Ömer Bey 'e dönerek; 'Doktor '
dedi, 'hayli senedir içtiğimiz alkolü böyle bir anda bırakıvermek
de bilmem doğru mudur? 'Zannedersem bunu yavaş yavaş bırak­
mak daha iyi olacak. Mesela bu akşam birkaç kadeh içeriz ve bunu
tedricen azaltarak sonunda tamamen bırakmz '. Bu sözlerden son­
ra kadehinin doldurulmasını emretti ve şu hikayeyi anlattı:
"Bismark çok şampanya içermiş. Doktorları alkolü kesmek za­
manının geldiğini kendisine ima etmişler. Bismark dinlemiş ve
'Söyledikleriniz doğru olabilir' demiş, 'fakat ben doktorumu terke-
38 39
4 0CAK 1 938
Golf çorapları . . . boyunbağı ve
maden suyu . . .

4 Ocak 1 938 akşamı Atatürk sofrada Türk müziği dinledi. Ve


dinlediklerinin etkisiyle olacak, yanındakilere şunları yazdırdı:
"Biz, bir Türk bestesini dinlediğimiz zaman, ondan, geçmişin
uyanma bırakması lazım gelen hikayesini, kalbimize giren oklar
gibi duymak isteriz. Acı olsun, tatlı olsun biz bir beste dinlerken
farkında olmaksızın hislerimizin inceldiğini duymak isteriz".
Aynı akşam, saat 1 6.45' te Ankara' dan Paris'e acele kaydı ile şu
telgraf çekiliyordu:
"Vaccin Enterococcique..stop... 54 Rue Faubourg Saint Honore
. . . stop. . Doktor Cuny mamulatı... stop... 25 kutunun acilen gönde-
rilmesini saygılarımla dilerim... Süreyya Anderiman..."
Köşk'ün Özel Kalem Müdür vekili Anderiman' ın Paris Bü­
yükelçisi Suat Davaz' a çektiği bu telgrafta istenen ilaçlar A­
ta' nın ilaçlanydı. Büyükelçi Davaz telgrafı alınca şaşırdı. O gü­
ne dek Atatürk için boyunbağları, golf çorapları, hatta kostümler
ısmarlanmasına alışmıştı. Ama ilaçlar, "sipariş listesi"nde ye­
niydi.
Bilal Şimşir'in titiz bir araştırmayla ortaya çıkardığı yazışma­
lardan anlaşıldığına göre bu ilaç siparişleri 1 938 başından itibaren
artarak sürdü. 24 Ocak' ta "Başyaver Celal" imzasıyla çekilen ikin­
ci bir telgrafta yine bazı ilaçlarla iki sandık Vichy maden suyu ıs­
Mustafa Kemal, giyimine son derece önem verir ve Paris 'ten giyinirdi. marlandı. Büyükelçi Davaz, siparişleri hemen temin ediyor ve pos-
40 41
taya verir vermez de telgraf başına koşuyordu: 5OCAK 1 938
"naçlar temin edilmiş v� Ankara'ya yollanmıştır... İlaçların be­
deli 750 Frank, posta masrafı 246 Frank'tır...
"
Kırmızı karınca masalı

1 938 başında hastalık iyiden iyiye "geliyorum" demeye başla­


dı. Uzun süredir hissedilen halsizlik ve iştahsızlığa şimdi iki yeni
illet eklenmişti:
Burun kanaması ve kaşıntı. ..
Olur olmaz yerde Atatürk'ün burnundan k� boşanıyor ve an­
cak tamponlar konarak durdurulabiliyordu. Bu arada sol bacağının
kasık bölgesiyle dizkapağı arasında müthiş bir kaşıntı başlamıştı.
Geceleri sofrada öksürük nöbetleri geliyor, soluk almakta zorlanı­
yor, boğuluyormuş gibi oluyordu.

FALiH RIFKI ATA Y


YAZAR
"Sinir dengesinin gitgide bozulduğunu görüyorduk. Pek alın­
gan olmuştu. Devamlı bir boşanma ihtiyacı içinde kıvranan sinir­
lerini güç tuttuğunu hissederdik. Bütün bunların sebebinin karaci­
ğerini için için kemiren onulmaz bir illet olduğunu bilmiyorduk.
Daima yanında bulunan hekimlerin neden bu araza ve umumi çö­
küntüye dikkat etmediklerini ve hepsini pek basit bir sebebe bağla­
yarak geçiştirdiklerini doğrusu hala anlayamıyorum ".

Gerçekten de Atatürk sözde devamlı doktor kontrolü altınday­


dı. Ama şikayetlerine karşı hep anlık tedaviler uygulanıyordu.
Doktorları nasıl iştahsızlığına karşı iştah açıcı mezeler tavsiye edi-
42 43
yorlarsa, burun kanamalarına da tamponla çare bulmaya çalışıyor­ da Çankaya Köşkü'nün bütün pencere ve kapılan kapatılarak gaz
lardı. Kaşıntılara gelince . . . Ona karşı da birbirinden güzel mer­ geçirmez bir hale getirildi. Ve koca Köşk 48 saat yoğun bir gaz a­
hemler ve solüsyonlar önermişlerdi. Ama kaşıntının nedeni bir tür­ teşine tutuldu. 48 saatin sonunda Köşk havalandırıldı. Dedektörler­
lü bulunamıyordu. le tarandı. Gaz kalmadığı anlaşıldı. Her taraf ölü karıncalarla do­
Sonunda günlerden bir gün o talihsiz kara mizah başladı. Gü­ luydu. Bu, tam bir zaferdi. Sonuç hemen Yalova'ya Atatürk'e müj­
lünmeyip, ağlanacak o kara mizah... delendi. Oysa aynı sıralarda Atatürk, Yalova'da gerçek teşhisle
O gün Ata, Çankaya Köşkü'nün bahçesinde kalabalık bir ziya­ yüz yüze gelmek üzereydi.
retçi grubuyla sohbetteydi. Birden kolunda bir kaşıntı hissetti ve
kaşınmaya başladı. Sonra kolunu sıvadı ve kaşıdığı yerdeki fiske
fiske kabartılan oradakilere gösterdi. Konuklar arasında bir doktor
da vardı. O'na dönerek;
"Bu nedir doktor'' diye sordu, "son zamanlarda sık sık oram
buram kabarıyor.. ?"
Doktor eğildi, kendisine uzatılan kolu inceledi ve kendinden e­
min bir edayla teşhisini açıkladı:
"Karınca efendimiz... Bunlar karınca ı sırmasıdır... "
İşte "Ü ahi komedya" ayaküstü konulan bu teşhisle başladı. "Ka­
rınca" lafı geçince Ata'nın çevresindekiler de vücutlarını kaşımaya
başladılar. Hatta bir tanesi çevreden bir karı nca bulup, getirdi. İşte
suçlu bulunmuştu. Atatürk, "Ben geceleri de kaşını yorum. Karınca
yatak odama kadar çıkar mı?" diye sordu. "Tabii çıkar" dediler. Ve
bunun üzerine seferberlik ilan edildi. Bütün devlet, karıncalarla sa­
vaş için alarma geçirildi. Önce Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Dr. A­
sım İsmail Arar uyarıldı. Arar ve eltjbi Köşk'ü incelemeye aldılar
ve gerçekten çevrede küçük kırmızı karıncalar buldular. Ardından
Veteriner Fakültesi Protozooloji ve Entomoloji dalı öğretim üyele­
rinden Parazitolog Dr. Nevzat Tuzdil çağrı larak bulunan karıncalar
incelettirildi. Bunların Çin'den Avrupa'ya gelen ve et yiyerek ya­
şayan türde karıncalar olduğu öğrenildi. Ve savaş karan alındı.
Hemen Atatürk, kaplıca tedavisi için Yalova'daki kaplıcaya
gönderildi. O arada da Donanma'da fare zehiri olarak kullanılan
bir madde bulundu. Yavuz Zırhlısı'ndan ilaçlamada tecrübeli bir e­
kip getirtildi. Sonra da Milli Savunma Bakanlığı Sağlık İşleri Dai­
resi Zehirli Gaz Şubesi'nin ve Sağlık Bakanlığı'nın gözetimi altın-
44 45
...

22 0CAK 1 938
"Şimdi ne yapacağız? . . . "

Atatürk trenle İzmit üzerinden Derince'ye gelmiş, sonra da A­


kay vapuruyla Yalova'ya geçmişti. Yeni yapılan Termal Oteli'ne
kür tedavisine gidiyordu.
Yorgundu.
Bir imparatorluğu çökerten adamı, şimdi içindeki amansız bir
illet çökertiyordu. Amansız ve adını henüz bilmediği bir illet...
"Son 300 gün"üne girerken kaplıca tedavisi görecek, şifayı,
sularda arayacaktı.
O geceyi otelin kendisi için hazırlanan sade döşenmiş odasında
geçirdi. Ertesi sabah da özel banyo dairesinde küre başladı. Bu ara­
da kaplıcanın kurucu müdürü Doktor Nihat Reşat Belger'i çağırttı.
Derdini bir kez de ona anlattı..
İşte müthiş hilküm anı gelmişti.
Ankara'da aylardır O'nu karınca masalıyla oyalayanlara inat,
Dr. Belger hemen karaciğerden kuşkulandı ve büyümeyi farketti.
Karaciğer kaburga altını 3 parmak kadar aşmış ve sertleşmişti. A­
tatürk'e, hastalı�nın karıncayla filan değil, içkiyle ilgili olduğunu
söyledi:

NIHAT REŞAT BELGER


DOKTORU
"Sözlerim o ana kadar kendisine karaciğer rahatsızlığından bir
Termal Oteli 'ne kür tedavisine gidiyordu.
defa bile bahsedilmemiş olan Atatürk üzerinde, hissettim ki bir
47
46
sürpriz tesiri yaptı. Fakat O, hiçbir hayret belirtmeksizin bu sözle­ direcek herhangi bir alamet görülmüyordu, fakat 1 936 sonunda
rimi tam bir sükunetle dinledi ve sordu: halinde bir başkalık olduğunu kabul etmemeye imkan yoktu. Dai­
"Şimdi ne yapacağız? " ma biraz halsiz ve yorgun, hatta solgun görünüyordu. Başlangıçta
görülen bu ufak-tefek delil ve emareleri bir karaciğer kifayetsizli­
Yapılacak şey sıkı bir perhizdi. Hayatını da iyice düzene koyması ğine bağlamak kimsenin aklına gelmemiş ve bu suretle sevgili Ata­
gerekiyordu. Uykusuz gecelerden, elinden hiç düşürmediği sigara­ türk kendisini bekleyen mukadder akibete doğru sürüklenip gitmiş­
dan ve bazı geceler bir büyük şişeye varan rakısından vazgeçmesi tir ".
gerekiyordu.
Karaciğerdeki büyüme "Siroz başlangıcı"nın işaretiydi. Ve bu Teşhis hatasının üzerine "mukadder akibet" örtüsünü örtüp,
teşhiste en az bir yıl gecik.ilmişti. Neden çevresindeki bunca dok­ "sevgili Atatürk'ü" ecele teslim etmek. . .
tordan biri olsun o güne dek karaciğerden kuşkulanmamış ve üs­ Dr. Arar'ın yapması gereken bu mu olmalıydı?
tünkörü tedavi lerle ycl inm i ştı, bilinmiyor. Bu konuda yazılmış Demek 1 936 sonunda teşhis için yeterli alamet vardı ve bu ala­
doktor rapo r l arı, hatıratlar ve yazışmalar incelendiğinde ortaya metler ı 937 yazında bile teşhis edilememişti. Nihayet hastalık
dehşet verici bir soru çıkıyor: 1 938 başında artık kaşıntılar ve burun kanamalarıyla iyiden iyiye
"Atatürk ciddi bir ihmale mi kurban gitti?" kendini göstermiş ve hfila çevredeki doktorlar ordusu karınca sava­
Bu soruya yanıt bulabilmek için teşhis aşamasını bitaz daha ya­ şı ve kaplıca tavsiyesinden öte bir şey yapamamışlardı.
k ı n c l : ı ı ı i ııcl'lcınc k gere ki yor. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Arar, hatıratında Ata'nın meşhur
A t a t li rk iiı ı 1\ıl'I doktoru d u ru m un d a bulunan Prof. Dr. Neşet Ö­
·
burun kanamalarını anımsatırken şöyle diyor:
mer İ rdelp, hasta s ı n ı son lq.h ı stcn yak l a � ı k 6 7 ay önce yani 1937
yazında Yalova' da muayene etmişti. Ata' nın ölümünden sonra ver­ "Burun kanamaları hekimlerce malum olduğu üzre, kandaki ta­
diği demeçlere bakılırsa "o tarihte kendisinde siroz hastalığına ait hassür kabiliyetinin azalmasından doğan bir arazdır. Karaciğer
hiçbir alamet görmemişti". kifayetsizliğinden ve bilhassa bunun en mühim ve vahim şekliyle
Peki alamet yok muydu, yoksa vardı da görülemedi mi? neticelenen atrofik siroz dediğimiz hastalıkta bazen çok sürekli ve
Tabii bu soruya bunca yıl sonra net bir yanıt bulmak kolay de­ mebzul olarak vücudun muhtelif uzuvlarından kan akmaya başlar
ğil. Ancak elimizde Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Dr. İsmail Arar'ın ve müşkülatla durdurulur ".
yayınlanmış hatıratı var. Bakın Dr. Arar, bu hatıralarında 1 936 yı­
lında Atatürk'ü muayene ettikten sonra "atladıkları" küçük bir ay­ Atatürk'te o dönemde, bu derece yoğun değilse de, sık sık bu­
rıntıyı yıllar sonra nasıl ifşa ediyor: run kanamalarına rastlandığı biliniyordu. Ancak bu önemli işaret
"hekimlerce malum olan" şekilde değerlendirilmedi. Bunun yerine
DR. ISMAIL ARAR Köşk'e getirtilen bir kulak, burun, boğaz uzmanının uyguladığı
SAGLIK BAKANLIGI MÜSTEŞARI tampon ya da- burun yakması gibi yöntemlerle kanama durdurul­
"Atatürk'teki öldürücü hastalığın başlangıcını hemen hemen maya çalışıldı. Hastalık içten içe sinsice ilerliyor ve herkes seyre­
1 936 senesinin sonlarına kadar geri götürmek yanlış bir düşünce diyordu.
addedilemez. Gerçi henüz en dikkatli mütehassısları bile şüphelen- Dr. Arar' yıllar sonra Dünya Gazetesi'nde yayınlanan anılarında
48 49
1

burun kanamaları ve kaşıntılar karşısında aslında kendisinin siroz­ rek mesleki ve hususi durumu, gerek vazifesi itibariyle o, 'selahi­
dan kuşkulandığını söylüyor, ama gerekenin yapılmaması sorum­ yetli' dediği kimselerle kati bir münakaşaya girişmesi ve şüphele­
luluğunu başkalarının üzerine atıyor: rini müsbet veya menfi, kesin bir sonuca bağlayıncaya kadar her
türlü tedbir ve teşebbüste bulunması icap etmez miydi, hatta buna
DR. ASIM ISMAIL ARAR '
mecbur değil miydi ? Ne gariptir; Dr. Arar şüphelerini hangi şahıs
SAGLIK BAKANLIGI MÜSTEŞARI ve makamlara açmış olduğunu ve Atatürk'ün yakınlarından olup
"Bir karaciğer kifayetsizliği olarak kabul edilebilecek olan ka­ 1 da, bu şüpheleri varit görmeyen selahiyet sahibi zatların kimler ol­
şıntıların ve burun kanamalarının sık sık tekerrür ettiği vakitlerde duğunu da açıklamamış, bu hususta sarih olmaktan çekinmiştir."
de büyük bir ihtimalle bir karaciğer sirozu başlangıcı karşısında 1 Yoksa bunlar, kendi vekilinin de dahil bulunduğu Hükümet adam
bulunduğumuz şüphesine kapılmış ve fikrimi o zaman icap edenle­ ı ve makamları mıdır ? Kimbilir ? Eğer öyle ise, ki doktorun bulun­
re açmış bulunuyorsam da Atatürk'ün yakınında bulunan selahi­ ı duğu vaziyet ve vazifeye göre öyle olması akla daha yakın geliyor,
1
yetli kimseler, görünüşe nazaran böyle bir ihtimalin mevcut olma­ , o zamanki Hükümet erkanı arasında kendisi gibi vazifeli ve mesu­
dığını söylemiş olduklarından daha ileriye gidememek zorunda liyet sahibi bir fen adamının şüphelerinden habt;rdar olup da, der­
kalmıştım ". hal ve büyük bir ilgi ile üzerine düşmeyecek olan bir kimsenin bu­
lunabileceğine inanmak doğrusu bana pek güç görünüyor ".
Dr. Arar gerçekten de, daha kanamalar ilk başladığında, yani si­
roz teşhisinden yaklaşık 6 ay önce bunları "icap edenler"e söyle­ Tabii 1 938'in o yaman kışında bu eski dosyalar pek açılmadı.
miş miyd�? '
Artık ortada ciddi bir teşhis vardı ve herkes biliyordu ki gecikil­
Kimdi o "icap edenler"? Neden bu kuşkunun üzerine gitmemiş­ mişti.
lerdi? Neden Ata' nın tedavi sine talip olan bir doktor, kendi kuşku­ Prof. Dr. Belger siroz başlangıcı teşhisini koyduktan sonra apar
larını bir kenara koyarak işi, bazı "selahiyetli kimselcr"in sözleriy­ topar Ankara' dan Atatürk' ün doktorlarından Prof. Dr. Neşet Ömer
le ol uruna bırakmıştı? l rdclp getirtildi. Hastayı bir kez de İrdelp muayene etti. Konulan
Hem o "Atatürk ' ü n yakınında bulunan selahiyetli kimseler" 1
teşhisi onayladı . Tedaviyi isabetli gördüğünü söyledi. Sonra da ge­
kimlerdi? ciken teşhisi koyan Dr. Belger'i kutlayarak, "Atatürk'ü istediğiniz
O dönem Atatürk'ün en yakınında bulunmuş olan Genel Sekre­ gibi tedavi ediniz, kardeşim" dedi.
teri Hasan Rıza Soyak, yazdığı anılarında Dr. Arar' ın bu suçlama­ Ve İstanbul ' a döndü. . .
sını hayretle karşılayacaktı: 1 Yıllar yılı, içten içe sorulan "Atatürk kurtarılabilir miydi" soru­
sunun yanıtı işte bu anlatılan olayların içinde gizlidir.
HASAN RIZA SOYAK
GENEL SEKRETERİ
"Anlaşılır şey değil. Bir kere kendisi de doktordu, hem de Ata­
türk'ün yıllarca evvel, hususi ve müdavi doktorları arasına girmiş
bir doktordu. Üstelik beliren arızaları ve tedavilerini Hükümet na­
mına takip etmekle vazifedar olanlardan biriydi. Binaenaleyh ge-
50 51

1
2 ŞUBAT 1 938

Sarı Zeybek

Yalova' da Atatürk 1 1 gün boyunca tam bir kampa alındı. Uzun


sofra muhabbetlerine ara verildi. Sabahlara kadar süren akşam ye­
mekleri en geç gece saat 02.00' de biter oldu. Kendisine hemen her
gün glikozlu serum takıldı. Gerektikçe idrar söktürücü ve sinir ya­
tıştırıcı ilaçlarla bünyesi takviye edildi. Ve tedavi kısa sürede so­
nuç verdi. Kaşıntılar azaldı. Ata iştahlandı. Hatta Yalova'ya geldi­
ğinde 74 olan kilosu 7 5 ' e çıktı. Sofrasındakiler son dönemde solan
çehresinin yeniden gülücüklerle aydınladığını farkettiler.
Ama bu geçici sıhhat alameti yanlış anlaşıldı. Atatürk, içindeki
şeytanı altettiğini sandı. Doktoru "Bu kürü 3 hafta sürdürmemiz
lazım" diye yalvarsa da dinlemedi. Sağlığına yeniden kavuştuğunu
düşünliyorc.lu. l rem dünyaya meydan okumuş bir Başkomutanı, sı­
radan bir karaciğer hastal ığı mı teslim alacaktı?
Şimdi cümle aleme, yalnız ordulara değil, kaderine de hükme­
debildiğini gösterme zamanıydı.
1 Şubat günü Atatürk, Başbakanı Celal Bayar'ı, birkaç bakanı
ve silah arkadaşı Ali Fuat Cebesoy' u yanına alarak Yalova' dan ay­
rıldı ve Bursa'ya hareket etti. B ursalılar sağnak yağmura aldırmak­
sızın karşılama için yollara dökülmüşlerdi. O da buna karşılık Bur­
salıları üstü açık bir arabayla selamladı. Hatta Ulucarni önünde ara­
badan inip, halkın arasına karışarak bir süre onlarla yürüdü. Islandı.
O gün Atatürk ve arkadaşları Çelik Palas'ta kaldılar. Yemekte
Atatürk o korkulan soruyu sordu:
52
53
"Ne yapacağız. bu akşam? Yemek yiyip uyuyacak mıyız? Masa­
hareket Şef 'in dudaklarında bir h ayret nidası çıkarttı:
ların üzerinde de sudan başka birşey yok. Bütün gece su mu içece­
' Vaaay... ! '
ğiz?"
La teli mi, si teli mi, hangisiyse işte biri kopuvermişti.
Böylece perhiz o gece bozulmuş oldu. 'Ne yapacağız şimdi? Başka tel yok mu? '.
Ertesi gün Atatürk, B ursa Merinos Fabrikası' nın açılışını yaptı. ' Yanımda yok. fakat otelde var!'
Gece yüzüne hakim olan pembelik, yerini bir irin sansına bırak­ ' Güzel... getirt '
mıştı . Tanıkların ifadelerine bakılırsa "omuzlarında, dizlerinde,
Y üzünde komşu çocuğunun oyuncağı ile oynarken kazaen oyun­
gözlerinde bir yorgunluk dolaşıyor"du . "Bir gece içinde en az 1 0
cağı kırmış bir yavrunun masum hicabı belirdi. Vaziyeti korumak
yıl yaşlanmış gibi"ydi.
ister gibi, hatta hatasının affedilmesini istiyormuş gibi etrafına ba­
Gece Belediye salonunda şerefine düzenlenen bir balo vardı.
kındı. Orgeneral Cebesoy 'a hitap etti:
Balo öncesi akşam yemeği için saat tam 7 ' ye 10 kala Çelik Pa­ 'insan bilmediği işe bumunu sokmamalı '.
las ' ın salonuna girdiğinde davetliler şaşkına döndüler. Gündüz
Fakat bu derece tevazuu da kendine yediremedi. Ani bir rücu ile:
sapsarı olan yüzünde yapay bir canlılık parıldıyordu. Dikkatli göz­
'Maamafıh .. ' dedi, '...hepiniz de farkına vardınız ki akordu bo-
ler, Ata'nın yüzüne yansıyan sıhhatin, usta bir makyözün elinden zuktu '. '
çıktığını hemen kavradılar.
Saat tam l O ' u çeyrek geçe, saatine baktı ve balo vaktinin geldi­
Evet, Atatürk, hayata meydan okuyacağı o gece, canlı görün­
ğini farketti. Bütün zevat, erkekler siyah smokinler, bayanlar şık
mek için makyaj yapmıştı.
tuvaletler içinde arabalarla Belediye salonuna geçtiler. Bu, iki kat­
Geçen geceki uyandan sonra rakı şişeleri masalardaki eski yeri­
lı, gösterişli ve ahşap bir binaydı. Üst kattaki geniş salonun bir kö­
ni alıvermişti. tık yudumlar alınırken Tanburi Salahattin Bey de,
şesini büyük bir çini soba süslüyordu. B ir başka köşeye de Ege Va­
Ata'nın karşısına kurulmuş ve "Mani oluyor, halimi takrire hica-
' puru ' nun bandosu yerleşmişti. Atatürk, otomobilinden inip, çevik
bım" diye çalmaya başlamıştı.
adımlarla merdivenleri çıktı, şapkasını, eldivenlerini, pardösüsünü
Sonrasını, o geceyi unutulmaz bir film gibi hafızasına nakşeden
ve bastonunu vestiyere bıraktı ve ikinci kata çıkıp kendisine tak­
gazeteci Nizamettin Nazif' in anlattıklarından dinleyelim:
dim edilen bayanl arı selamladı. Sonra da Vali ' nin eşine kolunu
teklif edip salona girdi.
NIZAMEITIN NAZiF TEPEDELENL10GLU
Dev amını yine Nizamettin Nazif' in edebi bir lezzetle yazılmış
GAZETECİ-YAZAR
satırlarından izleyelim:
" Tanburi Sefahattin çalarken Atatürk pek enginlere dalmıştı.
Birdenbire ürperir gibi oldu. Sefahattin 'e işaret etti:
'Dur ' diye bağırdı: 'Bu akort bozuk... La ve si kulağıma yaban­
' NIZAMEITIN NAZiF TEPEDELENL10GLU
GAZETECİ-YAZAR
cı geliyor. Ver bana tanburu '.
Sefahattin hürmetle doğr uldu ve bir mihraba mukaddes "Bando istiklal Marşı 'nı çaldıktan sonra bir iki dakika istira­
bir kitap koyar gibi tanburunu Şef 'in asabi parmakları ara­ hat etti. Akabinde aheste tempolu bir vals başlayınca bayanlardan
sına bıraktı. Bu parmaklar t eller ü z erinde bir iki dolaştı. birinin önünde eğildiği ve 1 8 yaşında bir genç çevikliği ile piste
Sonra mandal/ardan bir ikisini sıkıştırdı . Fakat üçüncü bir çıktığı görüldü. 4,5 ay sonra yataktan çıkamayacak derecede has-
54 55
talığı artacak ve 7,5 ay sonra dünyayı mateme boğacak olan in­ bir halde bir zeybeğin melodisi ni mırıldanmaya çalışırlarken, Ata­
san, daha bir hafta evvel kendisine her türlü yorucu hallerden sa- türk yeniden gürledi:
"Hayır. . . o değil . . San Zeybek. . . "
...--

kınması bildirilen insan raksediyordu. Etrafını çeviren davetliler .

kımıldamadan duruyorlar, gözlerini O'ndan ve bilhassa yere ne B irden salondaki fraklı ve tuvaletli davetliler topluluğ u pistin
Az
zaman değdiği, ne zaman yerden ayrıldığı zor farkedilebilen ayak­ etrafını çevirdi ve bu muhteşe m gösteriyi izlemey e hazırlandı.
larından ayıramıyorlardı. Çok ustalıkla biçilmiş tığ gibi ütülü bir sonra zeybek havasıyl a birlikte Gazi' nin ölüme meydan okuyuş
pantolonun uçlarından çıkan bu iki küçük ve taraksız ayağı süsle­ dansı başladı:
yen kibar hatlı bir çift rugan iskarpinin topukları dans boyunca bir
defa dahi tahtaya değmedi . Muhakkak ki pek mükemmel dansedi­ NIZAMETTIN NAZiF TEPEDELENLIOGLU
yordu. Bütün vücudunu ve pek ahenkli hatları olmasına rağmen yi­ GAZETECİ-YAZAR
ne mutlaka 55 kilodan aşağı bir ağırlığı olmaması lazım gelen za­ · "Anında Ödemiş ve Aydın efelerini de hayran edecek bir zeybe­
rif raks arkadaşını parmaklarının ucu üzerinde döndürüp koşturan ğin kahraman figürlerini icraya başladı. Bu, hakikaten bir kahra­
bu insanın hasta olduğuna nasıl inanılabilirdi? Bu insanın nere­ manlık ayini idi. 'Rejime riayet ederse en çok 9 ay yaşayabilir'
sinde derman kalmamıştı? Kollarında mı, dizlerinde mi? Bu kollar teşhisi konulan ve bunu bilen bir adam, dizlerini yere vura vura
ki frakın yenlerinden çıkan murassa düğmeli kolluklarının sert ko­ zeybek oynuyordu. Bu ayini izleyen saray erkanının gözlerinden
lasından çok daha sert bir geriliş/eri vardı. Bu dizler ki dondurul­ öyle acı bir endişe fışkırıyordu ki bu hal, ancak bir iki dakika meç­
muş gibi dimdik duran bacaklarında en ufak bir bükülüş/eri görül­ hul kalabildi. Sonra birden, bu harikulade bedii raksın akıllara
müyordu. Gayet ki har dansediyordu. Sağ elinin şahadet parmağı i­ durgunluk veren manasına hepsinin akıl erdiriverdiği anlaşıldı.
le ancak sol elinin parmaklarına del!di�i dammın vücudu ile kolalı Gülümseyen yüzlerin bir deruni emre itaat eder gibi, hep birden
gömleği ve beyaz yeleği arasında iki parmaklık bir arayı en seri geri/iverdik/eri görüldü. içlerinde fevkalade bir neşe kıvılcımlanan
notalarda dahi muhafaza ediyordu. Burnu, kadının saçlarından u­ gözlerin hep birden duman/andığı, bakışların donuklaştığı görüldü
zaktı. Gözleri, dansın tempolarına göre istikamet ne kadar değişir­ ve o anda genç kadınların eriyen rimellerinden gözbebeklerinin
se değişsin hep ileriye bakıyordu. Damını yormamak için, turlarda yanmasına ehemmiyet vermeden, delikanlıların beyaz gömlekleri­
hep kendisini sol tarafa bırakıyordu. Bazen üst üste birkaç süratli ne kolalarını eritecek derecede sıcak ve nohut büyüklüğünde dam­
dönüş yaparken sol elinin parmaklarında kadının belini kavramak lalar dökerek ağladıkları görüldü. Yine o anda O'nun sanki bu,
insiyakı beliriyor, fakat buna rağmen kendini tutuyor, parmakların­ gözyaşıyla ifade olunan umumi teessürü hissetmiş gibi, bu teessür­
da sezilen kıpırdanışları frenliyordu". de bir merhamet çeşnisi sezmiş de kızmış gibi, raksına bir kat daha
şiddet verdiği görüldü. Tahtaya vuran dizlerinden çıkan sesler,
Bu raks geceyansına dek sürdü. Bittiğinde At.atürk alkışları za­ şimdi bu meyus bakışların, bu yaşlı gözlerin muhasarasından kur­
rif bir reveransla yanıtladı . O gece az içti. Neşesi yerindeydi. Ya­ tulmak isteyen bir aslanın kükreyişini andırıyordu. Orkestra zeybe­
nındakiler "hazır keyfi yerindeyken otele döndürebilirsek ne ala" ğin son notalarını bitirince kadınlar ve erkekler, göstermemek için
diye umutlandılar. Ama nafile ... Atatürk aniden hareketlenip, vals ipekli mendillerini acele acele gözlerine bastırırlarken Atatürk a­
çalmaya devam eden orkestraya doğru yöneldi. Orkestra şefi Azer­ ğız dolusu bir kahkaha attı".
baycanlı Mehmet' e "Zeybek" diye bağırdı. Orkestra üyeleri şaşkın
56 57
ı

Gece, daha sonra salon ortasında güreş tutan pehlivanlarla sür­ neşeyle zeybek oynayan Gazi, şimdi sofrada sancılar içinde kıvra­
dü. Saat sabahın 4 ' ü nü vurunca Atatürk yavaş yavaş yerinden nıyordu. Saat 23.00'e doğru daha fazla dayanamadı. Sofrayı Ali
kalktı. Valinin zevcesi önünde bir reverans yapıp, müsaade istedi Fuat Cebesoy' a terkederek kamarasına çekildi. Bir doktor, müda­
ve alkışlar arasında salonu terketti. Dimdik adımlarla merdivenlere hale için peşinden koşarken orkestra sustu. Sofra, bir anda sükune­
yöneldi. Silindir şapkasını, eldivenlerini ve bastonunu �ldı. Palto­ 1
te büründü. Geceyarısı Ata' nın can dostu, silah arkadaşı Ali Fuat
suvu giydi. '
Cebesoy, endişe içinde yatağına gidiyordu ki Atatürk' ün kendisini
Kapıda arabası bekliyordu. Ama binmedi. Günün ilk ışıklarıyla çağırdığını duydu. Odasına girip, başucuna oturdu. Harp Oku­
,
selamlaşan kente daldı. Az önce pistte diz vurarak ter döken adam, lu' ndan beri beraber olan iki dost, o geceyarısı Marmara' nın orta­
şimdi Şubat ayazının titrettiği yolda tek başına yürüyordu. Celal sında bir vapurun içinde neredeyse vedalaştılar. Atatürk, kısık bir
Bayar, Şükrü Kaya, Kılıç Ali, Salih Bozok telaşla peşine düştüler. sesle yavaş yavaş konuştu ve Cebesoy' un yüreğini dağlayan şu
Yüz adım kadar, dalgın dalgın önüne bakarak yürüdü. Sonra dılr sözleri söyledi:
yolun ana caddeye kavuştuğu yerde "San Zeybek" sendeledi. Bir­ ,
. "Doktorun müdahalesinden sonra kendimi daha iyi hissediyo­
den durup şapkasını başına geçirdi, eldivenlerini giydi ve bastonu­ rum. Uyuyabileceğim. Fakat bu seferki hastalığımın tedavisi uzun­
nu parmaklan arasında döndürerek gürledi : ca sürecek gibi görünüyor. Yatakta uzun zaman kalacak olursam;
'
"Fakat bizim bir arabamız olacaktı. Yayan mı gideceğiz yok­ çok sıkılacağım, ancak sizin gibi arkadaşlığımız mektep hayatın­
sa . . ?" dan başlayan dostlarımla oyalanabileceğim. Beni yalnız bırakma­
Yaverler koşuştular. Araba yetişti. Atatürk biner binmez başını yınız Fuat Paşa . . . "
bir kenara dayayıp şoföre seslendi:· 1 Yalnızlık duygusu, o güzel ve korkunç kış gecesinden sonra, A­
"Çabuk ol çocuk. Üşür gibi oluyorum". ta' nın beyninden hiç silinmeyecekti.
Yaver arabanın camlarını kaparken ağzından şu sözler döküldü:

"Ne güzel geceydi . . . "

ŞEVKET SÜREYYA AYDEMiR 1

YAZAR
"O'nun raksı bir ayin değil, bir mücadeleydi. Son Makedonya­
lı 'nın tabiatın zulmüne ve zalim kadere karşı son mücadelesi... Bu
mücadele Makedonyalı'nın zaferi ile bitmez. Geceyi yatağında na­
sıl geçirdiğini, ne ruh buhranları içinde kıvrandığını bilmiyoruz".

Ertesi sabah O, Bursa' dan ayrılıp, Mudanya'ya geçerken odası­


nı temizleyen hizmetçiler, havlularında kokulu bir kırmızı boya izi
gördüler. Yüzündeki sahte pembeliğin sım o zaman çözüldü.
Atatürk Mudanya'ya varınca hemen Ege Vapuruna geçti ve İs­
tanbul' a cloğru yola koyuldu. Vapurda herkes tedirgindi. Dün gece
58 59
'
-

ŞUBAT 1 938

"Çocuk ... ben hastayım"

Atatürk, 6 Şubat gecesi yemek için Park Otel' e gitti. Sofrası ca­
mekana yakın bir yere kurulmuştu. O kadar soğuktu ki, hemen ar­
kasında oturan koruması Kılıç Ali'nin omuzları tutulmuştu.
Sabaha karşı Dolmabahçe Sarayı ' ndakiler Atatürk'ün odasın­
dan şiddetli öksürük sesleri geldiğini duydular. Üşütmüştü. Göğsü
eziliyordu. Ateşi 3 8 ' e vurmuştu. Hemen doktoru Neşet Ömer Bey
çağrıldı. Ama dışarda şiddetli bir lodos fırtınası estiğinden Neşet
Ömer gelemedi. Sabahın dördünde Nihat Reşat Belger acele Sa­
ray' a getirtildi ve teşhisi koydu:
"Zatürree" . .
Bursa' daki muhteşem gecenin O ' na mirası; başına açtığı b u ye­
ni dert olacaktı.
1 938 Türkiyesi' nde henüz penisilin olmadığı için yüksek ateş
günlerce düşürülemedi.
Akciğerindeki bu yeni bela da, karaciğerindeki eski hastalığı i­
yiden iyiye azdıracaktı.
Bu en naçar günlerinde yine bir yalnızlık nöbeti sırasında yine
bir eski dosttan haber geldi: İsmet İnönü, hasta olduğunu duymuş,
ziyaret için izin istiyordu. Hemen yanına çağırttı. İsmet Paşa An­
kara' dan geldi. Tam bir hafta Saray' a konuk oldu. "Eski günlerde­
ki gibi arkadaşça bir hafta" geçirdiler. Ve Şubat sonuna doğru be­
raberce trenle Ankara' ya geldiler.
Ankara' da B alkan Antantı toplantısı vardı. Aslında doktorları
61
Atatürk'e gitmemesi için adeta yalvarmışlar, ama söz dinleteme­ Başvekil Celal Bayar'ın yanına götürdü. Yemek sonrası suare sü­
mişlerdi. Ata, trenden inince Ankara' da karşılayan dostları bitkin rerken yabancı konukların yanında panik halinde Atatürk'ün bir
görünüşünden ürktüler. O "dev adam" ayakta zor duruyor, güçlük­ yıldır bekletilen tedavisi konuşuluyordu. B ayar, yabancı konuklar­
le konuşuyordu. dan izin isteyerek doktor Arar'la bir köşeye çekildi. Arar, Ata' nın
27 Şubat akşamı Çankaya Köşkü'nde Balkan Antantı üyeleri burnundan gelen kanın ciğerden geldiği inancındaydı. "Eğer şüp­
şerefine bir yemek verildi. Yunan Başbakanı Metaxas ve Yugoslav helerim doğruysa durum vahim demektir'' dedi. Bayar bu anlatı­
Başbakanı Stoyadinoviç Ata' nın davetlileri arasındalardı. Saat lanları dikkatle dinledi ve "Ne yapalım" diye sordu. Dr. Arar, "A­
20.00' de başlaması planlanan yemek için tüm konuklar gelmiş, an­ tatürk' ü ciddi bir muayeneye tabi tutmak, muntazam bir tedaviye
cak Atatürk, hiç adeti olmadığı halde gecikmişti. Herkes merakla başlamak ve rakı içmesini kesinlikle önlemek zorundayız" dedi.
davet sahibini beklerken, O da, odasında burnundan şiddetle ak­ Ve yabancı bir hekim getirtilmesini önerdi. "Çünkü Atatürk bizle­
maya başlayan kanın durdurulmasını bekliyordu. Yemeğe indiğin­ rin tavsiyelerine itaat etmiyor" diye ekledi.
de bir süre konuklarıyla ilgilendi, sonra halsizliğini hissettirmeme­ Bayar ertesi sabah doğruca Çankaya' ya çıkıp, konuyu Atatürk'e
ye çalışarak elinde bir konyak kadehiyle bir kanepeye oturdu. Ya­ açtı. Ata, henüz. yeni kalkmış, robdöşarnbrı ile şezlongta oturuyor­
nına İçişleri Bakanı Şükrü Kaya' yı çağırdı, "Konuşalım da bizi ra­ du. Sabahın o saatinde B aşbakanını karşısında görünce "Hayrol­
hatsız etmesinler" dedi. sun, ne var" diye sordu. Bayar hemen konuya girdi :
O gece davetliler arasında bulunan Dr. Asım Arar, Ata' nın bu "Hastalığınızı merak ediyorum. Biri Almanya' dan, diğeri Fl{ln­
halini görünce nihayet harekete geçmeye karar verdi: sa' dan iki meşhur mütehassısın adını verdiler. İzin verin de bunları
Artık hastalığın, beklemeye tah amm ü lü kalmamıştı. getirtelim".
Atatürk öneriyi dinledi ve itiraz etti:
ASIM AR AR "Ortada Hatay meselesi var. Hastalığım hariçte duyulursa fena
DOKTORU olur" dedi.
"O anda aylardan beri cereyan eden hadiseler, burun kanama­ O sıralar Hatay'da Türkiye ve Fransa' nın garantörlüğü altında
ları, kaşıntılar, karınca hikayeleri, kendilerinde son zamanlarda müstakil bir cumhuriyet kurulması için aylarca önce kabul edilmiş
müşahede ettiğim yorgunluk ve halsizlik, hülasa bütün bu vakalar bir anlaşmanın uygulanmasıyla ilgili olarak Cenevre'de çetin mü­
kafamdan bir şimşek süratiyle geçti ve kendisinin bazen pek hudut­ zakereler yapılıyordu. Ankara'daki Fransız Büyükelçisi M. Ponsot
suz olan alkol iptilasını da bu hadiselere ilave edince, büyük bir daha 1 937 Aralık' ı nda Hükümetine yazdığı raporlarda Atatürk ' ün
yeis ve teessür içinde, sevgili Atatürk 'ün aman vermez bir hastalı­ sağlık durumunun kötüye gittiğini bildirmişti. Ponsot, bu raporla­
ğın pençesinde büyük bir felakete sürüklenmekte olduğunu düşün­ rında "Büyük Adam'ın yakında göçüp gidebileceğini, Türk devlet
meye başladım. Derhal kararımı verdim: Endişelerimi Hükümet gemisinin de birdenbire motorsuz ve dümensiz kalacağını" haber
erkanına haber vermek lazımdı. Aksi takdirde vazifemi yapmamış veriyor ve Fransız Hükümeti'bi böyle bir gelişme karşısında hazır­
olacak ve derin bir manevi mesuliyet içinde kalacaktım ". lıklı olmaya çağırıyordu . Daha da ilginci Büyükelçi' nin şu satırla­
rıydı:
Dr. Arar, belki 1 yıl önce yapılması gereken bu uyarıyı o gece "Atatürk rahatsızlığı nedeniyle kimi zaman şaşırtıcı davranış­
önce İçişleri B akanı Şükrü Kaya' ya yaptı . Kaya, doktoru hemen larda bulunmaktadır. Hükümet yetkililerini sürprizler karşısında
62 63
bırakmaktadır. Bu durumda herhangi bir çılgınca veya ölçüsüz Doktorlar, bu teşhisten sonra uzun uzun tedavi üzerine konuştu­
davranışta bulunursa, Fransa Hükümeti buna şaşmamalıdır". lar. Hastalığın sonunda mutlaka "ölüm" olduğunu hepsi biliyorlar­
Bu raporlar, belki de Hatay'da alınacak ani bir ulusal kararı, dı. Yapılabilecek tek şey, bu feci akıbeti mümkün olduğunca ge­
"Hasta bir adamın bir anlık çılgınlığı" olarak gösterme hazırlığıy­ ciktirmekten ibaretti. Geciktirmenin yolu ise en başta, Atatürk ' ü
dı . Ancak, işin Atatürk ' ü endişelendiren yanı da buydu. B ir yaban­ içmekten v e çok çalışmaktan alıkoymaktan geçiyordu.
cı doktor ziyaretiyle konu dünya kamuoyunda duyulursa, Hatay işi Bu bulgularını bir rapor halinde kağıda döküp, Atatürk' e ve
iyice zorlaşabilirdi. Bu yüzden yabancı hekim yerine Türk doktor­ Hükümete sunmaya karar verdiler. Raporu Dr. Asım Arar kaleme
larından kurulu bir heyetin, ayrıntılı bir konsultasyon yapması da­ aldı, doktorlar birer birer imzaladılar. Ve huzura çıkıldı. Takdim,
ha uygun olacaktı . "Beni Türk hekimlerine emanet ediniz" sözü yine Dr. Arar' a kalmıştı. Atatürk ayakta bekleyen doktora İnö­
belki de o günlerde ve bu tür zorunluluklarla söylenmiştir. nü' yü göstererek, "Yüksek sesle oku da Paşa da duysun" dedi.
Nihayet Türk hekimleri, emaneti 6 Mart 1 93 8 günü aldılar. Artık bu eski dosttan yarasını saklamayacaktı.
Çankaya' da toplanan bu kurulda 5 doktor vardı :
Prof. Dr. Akil Muhtar Özden, Prof. Dr. Neşet Ömer Irdelp, Prof. ŞEVKET SÜREYYA AYDEMiR
Dr. Hüsamettin Kural, Dr. Asım Arar ve Dr. Ziya Naki Yaltırım ... YAZAR

Kurul, önce Köşk' ün kütüphanesinde kendi arasında bir toplan­ "Bu sahne, Atatürk'ün, kendisinden bıktığı, ürktüğü, kendisin­
tı yaptı. Verileri inceledi. Sonra doktorlar topluca kendilerini yuka­ den uzak ve değersiz gördüğü bir insanla tertiplenecek bir sahne
rı salonda bekleyen kıymetli hastalarının yanına çıktılar. değildir. Bu sahnede, nice hatıralarla birbirine bağlı ve tarih için­
de de bu hatıraları. birbirlerinden ayrılmayacak olan iki eski silah
ASIM ARAR arkadaşının, sanki bir muharebe meydanında birinin yaralanma­
DOKTORU sıyla akıbeti belli olunca, birbirlerinin gözlerine son ve derin derin
"Atatürk, üstünde koyu bir robdöşambr bulunduğu halde kana­ bakışları gibi bir mana vardı r. Bu mana, geçici hislerin, günlük ça­
pe üzerinde oturmakta idi. Yanında o zaman Başvekillikten çekil­ tışmaların, asabi ve değersiz yorumların, gerçekle ilgisi olmayan
miş olan Sayın lnönü vardı. Bizi böyle kalabalık bir heyet halinde düzmece hatıra nakillerinin üstündedir ve onlardan değerlidir".
görünce. 'Korkunç' demekten kendini alamadı. Atatürk için zor bir durumdu: Dünyaya hükmetmiş bir komuta­
"Bütün vücudunu, müsaadeleriyle uzunca bir muayeneden ge­ nın kaderi birazdan okunacak 8- 1 0 satırda yazılıydı.
çirdiğimiz zaman ayağının bileğinde hafif bir ödemin mevcudiyeti­ İnönü için de zor bir durumdu: Gücünün zirvesindeyken danl­
ni ve karaciğerde biraz büyüklük olduğunu müşahade ettik ve mü­ dıkları bir eski dost, şimdi hasta yatağındayken, akıbetine tanıklık
zakere etmek üzere tekrar Köşk'ün kütüphanesine çekildik. Yarım etmesini istiyordu ..
saat kadar devam eden bu istişare neticesinde hepimizin nazarında Ama asıl zorluk Asım Arar' ındı.

Atatürk'ün hastalığının mahiyeti hiçbir şüphe ve tereddüt götür­ Atatürk ve İnönü' nün huzurunda o "kara rapor"u okuyacaktı.
mez şekilde tahakkuk etmiş bulunuyordu. Hastalık, 'karaciğer at­ Hem Atatürk'e o çok sevdiği rakıdan kesinkes vazgeçmesini
rofik sirozu' başlangıcıydı ve Atatürk, ş ifa bulmaz bu hastalığın söyleyecek, hem de bunu hemen yapmazsa kısa zamanda ölümün
tam manasıyla pençesinde idi". pençesine düşeceğini itiraf edecekti.
Doktor Asım Arar, okumaya başladı :
64 65
ı
/

ASIM ARAR içnieyeceğim. Fakat bunlara hastalığımın rakıyla hiçbir alakası ol-
DOKTORU
madığını da ispat edeceğim". .
"Atatürk ara sıra başını sallayarak ve hiç sözümü kesmeden
Ata gerçekten de o günden sonra ölünceye kadar yani 9 ay sü­
dinliyordu. Sıra son fıkralara ve bilhassa bundan sonra ispirtolu
reyle ağzına içki koymadı. Ama bu teşhisin gecesi Yeni Sinema' ya
içkilerin kat 'i surette memnu olduğu noktasına gelince, hafifçe gü­
ses sanatçısı Melek Tokgöz' ün konserine gitti.
lümseyerek sordular: Adeta tıbba direniyordu.
'Bu içki yasağı ne vakte kadar devam edecek? '
'Yıne böyle bir heyet toplanıp, içki kullanmakta mahzur olmadı­ FALiH RIFKI ATAY
ğına karar verinceye kadar ' dedim. '
YAZAR
Yüzündeki gülümseme alamati zail oldu ". "Bir akşam Başvaver beni telefonla a,-ayarak karımla beraber
Atatürk 'e akşam yemeğine davetli olduğumuzu bildirdi. Gittik. Bir­
PROF. DR. AKIL MUHTAR ÖZDEN kaç kişi idik. Atatürk solgun ve sararmış, masaya oturdu:
DOKTORU
'Ben hiçbir şey içmeyeceğim. Fakat siz bir şeyler içiniz. Bir
"Bunun üzerine lnönü; müddet böyle yapalım ' dedi.
'Hep bildiklerimiz ' dedi. Ama Atatürk alkolün tesirini kabul et­ Akşam sessiz ve neşesiz, O ve herkes kendi içine bükülmüş ve
mek istemiyordu: büyük bir sırrın karanlığına gömülmüş olarak geçti. Fırtınadan
'Ben alkolü çok eskiden beri kullanıyorum. Bir şey olmadı.
sonraki deniz gibi bitkin bir durgunluğu vardı. Dudakları güç oy­
Şimdiki hastalığıma başka bir sebep aramanız lazımdır ' dediler. '
nuyordu. Şevk, O 'nun bahçesinde son yapraklarını dökmüştü. O
Diğer arkadaşların bir şey söylemediklerini görerek ben cevabı 1 kadar güzel, ince dudaklarının tatlı ve ısıtıcı gülüşü, bir ıtır gibi
verdim:
uçmuştu. O akşam Çankaya 'da dostlarıyla son sofrasıydı ... "

'Atatürk! Sizin birkaç defa sofranızda bulundum. Çok içiyorsu­


nuz. Lakin bununla dimağı faaliyetinize hemen hiçbir şey olmuyor. ı, ASIM ARAR
Bunun sebebi şudur: içtiğiniz alkolü çabuk yakıyor veya ziyansız DOKTORU
bir şekle sokuyorsunuz. Bunu yapan en mühim uzvunuz karaciğer­
"Mustafa Kemal gibi azimkar, hareketli, kahraman bir asker i­
dir. Bugün karaciğeriniz hastalanmıştır. Artık vazifesini eskisi gibi çin yatağa bağlı kalarak derin bir mutavaat ile hekimlerin tavsiye­
göremeyecektir. Aldığınız alkol de sizi zehirleyecektir. Onun için lerine itibaa mecbur kalmanın ne kadar tatsız bir şey olduğunu
bunu behemehal bırakmanız lazımdır '. kendisini yakından tanıyanlar pek iyi takdir ederler. Mamafih bu
1
Yüzüme dikkatle bakıyor ve dinliyorlardı. Düşündüler. mutavaati temin etmek de pek kolay olmadı. Kendisinde kudret ve
'Peki ' dediler ". ı
kuvvet hissettikçe, her şeyi göze alarak, yapılan tavsiyelerin harici-
. ne çıkmaktan çekinmediler. Ancak vücudunda büyük bir yorgunluk
Atatürk teşekkür etti, başıyla doktorlara "çıkabilirsiniz" işareti
1 ve bitkinlik alametleri peyda olarak hareket kabiliyeti azaldıktan
yaptı . El sıkıp çıktılar. Dinledikleri hiç hoşuna gitmemişti. İnö­
sonra idi ki, zavallı hastamız ister istemez hekimlerin vesayasına u­
nü'ye dönüp öfkeyle şunları söyledi: "Bunların hiçbiri bir şeyden
yarak, tam manası ile bir yatak hastası olmak mecburiyetinde kal­
anlamıyor. Ben rakı içmek için söylemiyorum ve icabederse yine
mıştı. Yalnız Türklüğün değil, bütün insanlığın iftiharına, gururuna
66 67
ı ..

layık olan bu büyük adam, Sevgili Atatürk, bilenler ve hadiseye va­ •


"Bazen orduda levazım teşkilatı bozulur. Lakin orduyu- yine
kıf olanlar nazarında mezarın eşiğine gelmiş, zavallı bir hastadan beslemek mümkün olur. Onları bir tarafa bırakınız".
başka bir şey değildi. Bu ne kadar hazin bir bilgi idi ki hepimizin Fissenger bu zeka oyununu sürdürmeye kararlıydı. Devam etti:
vicdanlarını, kalplerini sarsan bir ıstırap halinde aylarca uzayıp 1 "Ben sizi iyi ederim. Ama önce siz kendinizi iyi edeceksiniz.
gidecek ve bakışlarımızın bütün bu acı hakikatleri birbirimize ve Siz, büyük savaşlar kazanan büyük bir komutan olabilirsiniz. Ama
yakınlarımıza ifadesine mani olamadığımız halde ağzımız ve dili­ şimdi sizin komutanınız benim".
ı
mizle aksini söylemekte ısrar etmek ve herkesi buna inandırmaya İşte beklenen, ama Türk doktorların bir türlü yapamadığı ko­
uğraşmak gibi elim bir mecburiyet karşısında kalacaktık ". nuşma buydu. Atatürk, kendine meydan okuyan bu sevimli Fran­
ı sızdan hoşlandı. Ne istenirse yapmaya söz verdi.
FALiH RIFKI ATAY Fissenger bu sözü alınca i steklerini sıraladı:
YAZAR 1 "3 ay müddetle Atatürk 24 saatin 23'ünü bir şezlongta arka üstü
"Çankaya 'da gurup vardı. Güneş, ufkun üzerinde artık kızarı­ ! yatarak geçirecek, çalışıp yorulmayacak, katiyen içki içmeyecek,
yordu. Atatürk bizim elimizden, 20. asrın en büyük milli kahramanı beslenmesine dikkat edecek"ti. Fransız doktor, Köşk' ün aşçıbaşısı ile
milletinin elinden, bir büyük deha insanlığın elinden gidiyordu. de görüştü. Kabızlık giderici ve selülozlu sebzeler t�vsiye etti. Beyaz
Askerlikte ve politikadaki hiç şaşmaz sağduyusundan başka, bütün peynir, taze soğan ve özellikle tatlıyı çok yemesini öğütledi . Çok
maddi manevi varlığında bir göçüş hali seziyorduk. Atatürk sonsuz sevdiği kuru fasulyeyi sordular. "Sakıncası yok. Yiyebilir" dedi.
ölüm ülkesinin eşiğinde idi. O 'nun bir dönülmez yolda bizden u­ Gelir gelmez kumandayı ele alan bu yabancı, Köşk'te herkesi
zaklaştığını yana yakıla anlıyorduk ". rahatlatmı ştı . "Atatürk dediklerimi yaparsa 7r8 sene yaşaması
mümkün" demesi yüreklere su serpti. Atatürk bile O' nun Anka­
Türk doktorların muayenesinden yaklaşık 1 O gün sonra Başba­ ra' da kaldığı 3 gün boyunca öğütlere harfiyen uymuştu. Önceleri
'
kan Bayar yabancı hekim meselesini yeniden açtı . Atatürk bu kez doktorların sözünü dinlemez, kan ve idrar tahlili vermeye yanaş­
direnmedi : . mazdı. Her gün içtiği sigara sayısı sorulunca doktorlarını aldatı­
'Çocuk' dedi, ne yapacaksan çabuk yap. Ben hastayım". yordu. "50 sigara içiyorum" dese 1 0' a indireceklerdi. O yüzden
J
Ve nihayet Mart ortasında Paris Tıp Fakültesi öğretim üyelerin­ "200" diyordu. Ama artık bu çocukça oyuna da son vermişti. Üç
den Prof. Dr. Noel Fissenger Ankara'ya davet edildi. Fransız dok­ ay her şeye katlanmaya razı görünüyordu. Yakınındakilere "Yalnız
tor, 28 Mart günü Çankaya Köşkü' nde Atatürk ' ü muayene etti. 3 ay içinse dayanırım" diyordu.
Karaciğeri büyük buldu. Ayrıca kano boşluğunda bir miktar su Fissenger' nin muayenesinin ertesi günü Ankara' dan Paris'e çe­
(yani asit) toplandığını farketti. Ve karaciğer iltihabı teşhisi koydu. kilen bir telgrafta aynen şunlar yazılıydı:
Fissenger, bu teşhisten sonra Atatürk' e "anlayacağı dilden" du­ "Taze ananasın soyulup suyu sıkılması için aletler ve makine . . .
rumun vahametini anlatmaya koyuldu: stop . . . acele gönderilmesini saygılarımla dilerim. stop . . . Süreyya
"Karaciğer, bir orduda levazım tedarik eden, orduyu besleyen Anderiman . . .
bir kıtadır". Telgrafta tarif edilen ve Türkçede henüz karş ı lığı olmayan
Ama Fissenger, söze böyle girince Atatürk "Bilmediğin konuda "Mikser" Paris'te bulunamadı. Büyükelçi Davaz cevabi mesajda
konuşma" dercesine sözünü kesti: şunları yazdı:
68 69

1
"Yaptığım tahkikat neticesinde sipariş buyurulan ananas suyu çı­ Atatürk'ün fazla ortalarda görünmemesi ve Fransa'dan özel
karmaya mahsus aletin Paris ve Fransa'da mevcut olmadığı anlaşıldı. doktor getirtilmesi tabii, aylardır sağlığı üzerine üretilen dedikodu­
Bu alet Amerika'da ve Kalifomiya'da mevcutmuş. Sipariş edildiği ları hızlandırdı. Ankara'daki büyükelçilikler alarma geçirildi.
takdirde az bir müddet zarfında celp edileceği temin olunmaktadır". "Çankaya'da neler oluyor" sorusu her diplomatik sohbetin ana ko­
Anlaşılan Fissenger, Ata'ya, Fransız sömürgelerinde bol yeti­ nusu haline geldi.
şen ananas suyu tavsiye etmişti. Artık sofrada sadece ananas suyu Konu, artık gizlenemez hal alınca Hükümet, kamuoyuna bir a­
içilecekti. . çıklama yapma gereği duydu ve 30 Mart 1 938 akşamı Cumhurbaş­
Rakı tamamen yasaklanmıştı. kanlığı Genel Sekreterliği, Anadolu Ajansı aracılığıyla şu açıkla­
mayı yaptı:
KIUÇ ALI "Türkiye Reisicumhuru Atatürk, geçen Ocak ve Şubat ayların­
KORUMASI daki Yalova, Bursa ve İstanbul seyahatlerinde kuvvetli bir grip ge­
"Fissenger 'nin bu tavsiyelerinden sonra Atatürk artık mutlak çirmişlerdi. Ankara'ya avdetlerinde grip nüksettiğinden konsültas­
bir istirahate girmişti. Recep Zühtü Bey 'in evvelce lngiltere 'den yon için Fransa'dan Prof. Fissenger davet edildi. Prof. Fissenger,
getirip hediye ettiği bir koltuk vardı. Bu koltuk, uzanır; kısalır; sa­ tetkik ve muayene neticesinde, Atatürk'ün sıhhatlerinde ehemmi­
ğa, sola arzu edilen şekil verilebilirdi. Rahatça kitap okuyacak, yete şayan bir vaziyet olmadığım tesbit etmiş ve kendilerine 1 ,5 ay
hatta yazı yazacak yerleri vardı. Atatürk hemen hemen bütün saat­ . kadar istirahat tavsiyesini kafi görerek avdet etmiştir".
lerini bu koltuk Üzerinde geçiriyordu. Devlet ve memleket işleriyle Bu açıklama 1 Nisan tarihli Avrupa gazetelerinde geniş yer bul­
muntazaman meşgul oluyordu. Yalnız, ne şekilde olursa olsun gez­ du ve Nisan ayı boyunca Ata' nın sağlığına ilişkin karamsar yazılar
mek, gezinmek yoktu. devam etti. Her ne kadar Atatürk, Nisan ayını genelde Köşk'te din­
Ekseri akşamlar Salih ' i (Bozok) beni, Cevat Abbas ' ı yanına lenerek geçirip, biraz toparlandıysa da, özellikle Fransız basını,
çağırır, karşısına bir masa hazırlatırdı. Masanın üstü çiçeklerle belki de Fissenger'den sızan bilgilerle hastalığın öyle sıradan bir
süslenir; bizi o masaya karşlSlna oturtur, kendisi de koltuğuna sü­ grip olmayıp ciddi bir siroza dönüştüğü yazıp, çizmeye başlamıştı.
rülen masada olduğu halde hep beraber yemek yerdik. Fransızlar, özellikle Hatay sorununun bizzat içinde oldukların­
Doktorlar çok tatlı yemesini tavsiye ettikleri için sofrada daima dan, gözlerini Köşk' e dikmiş, Atatürk'ten haber almaya çalışıyor­
birkaç çeşit tatlı bulunurdu. Bazen evlerimizden hususi olarak aşu­ lardı. Som.mda Nisan sonunda Fransız radyosu "Atatürk'ün ağır
re, helva gibi tatlılar yapıp getirdiğimiz de vaki olurdu. hasta olduğu" haberini verdi. Türkiye'nin Paris Büyükelçisi hemen
Eski Meclis reislerinden Abdülhalik Renda 'nın yaptırıp gönder­ haberi tekzip etti; "Atamızın sıhhat ve afiyeti tamarniyle berkemal­
diği Yanya tatlısı ve Muhlis Erdener 'in refikası Münire Hanım 'ın dir" dedi. Ama yayınlar kesilmedi. O kadar ki, artık Fransızlar, A­
yapıp gönderdiği nefis irmik helvası pek hoşuna gitmiş ve bunları tatürk'ün yerine Köşk'e kimin çıkacağı üzerine spekülasyon yap­
arzusu üzerine tekrarlatmıştı. maya başlamışlardı. Bu konuda bardağı taşıran haber 1 8 Mayıs
Yemekten evvel veya yemek esnasında, iştahına uygun iyi bir 1 93 8 günü İngiliz "Daily Telegraph" gazetesinde yayınlandı. Ha­
yemek hazırlandığı vakit, derhal odasındaki telefonla aşçıya bu ye­ ber Beyrut'ta yayınlanan yarı resmi "Echo de Syrie" gazetesine at­
mek ısmarlanır; yaptırılır, O 'nu da bekler; yerdik. Bu ilk günlerin fen veriliyordu ve "Atatürk'e inme indiğini" bildiriyordu. Habere
yemek ve iştah vaziyeti şayanı memnuniyetti ". göre "devlet erkanı Ata'mn başucundan ayrılmıyordu. Atatürk ar-
70 71
tık Cumhurbaşkanlığı yapamaz haldeydi ve yerini Celal B ayar' a 1 9 MAYIS 1 93 8
bırakmaya hazırlanıyor"du. Haber çıkar çıkmaz Avrupa' daki bütün
"Bu kubbede kalan hoş bir seda"
!ürk büyükelçilikleri harekete geçiyorlar, Anadolu Ajansı, tekzip
üzerine tekzip yayınlıyordu ama herkes de biliyordu ki bu tür ha­
berlerin tek bir tekzip şekli olurdu: Atatürk' ün ortaya çıkması. . .
Elbette bunu Atatürk de biliyordu.
Madem ki bütün dünya O' nun yatalak hale geldiğini sanıyordu,
madem ki O' nun yaşayıp yaşayamayacağı konusunda kuşku bulut­
ları vardı, o halde derhal mahkum olduğu bu lanet koltuktan kalk­
malı, dünya aleme ölmediğini göstermeli, "Hala vanm. Yaşıyo­
rum, yaşayacağım" ·demeliydi.
Hem son Cumhuriyet balosunda herkesin içinde Fransız sefiri­ 1 9 Mayıs, O' nun doğum günüydü.

ne "Milletime söz verdim; Hatay' ı alacağım. Namusum üzerine Kutlamalar için her zamanki şıklığı içinde stadyuma geldiğinde

söylüyorum ki, o Türk toprağını Fransızlara bırakmayacağım. Sö­ bütün gözler üzerindeydi. Tribünler tıklım tıklım doluydu. Saat

zümü yerine getiremezsem milletimin huzuruna çıkamam, yerimde 1 5 .00'te şeref tribününe girince büyük bir alkış koptu ve ardından

kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilmem; yenilirsem tezahürat başladı. .


bir dakika yaşayamam, diye kükreyen kendisi değil miydi? B u, Ankaralıların O ' nu son görüşleriydi ve o günün anısına
Öyleyse yenilmediğini, yaşadığını ispatlamalıydı. "Ankara Stadyumu"nun adı " 1 9 Mayıs Stadyumu" olarak değişti­
Bir geceyansı nöbetçi yavere emir verdi : "Yarın Mersin'e hare­ rildi.

ket" edeceğiz. Hazır olunuz" Tören bitince doğruca Gar ' a gitti ve özel treniyle Mersi n ' e

B u, tam bir güç gösterisi olacaktı. doğru hareket etti.


Silkindiği gün, yine bir 1 9 Mayıs günüydü . . . İşte bu, tam bir çılgınlıktı. Üç ay boyunca her günün 23 saatini
yatarak geçirmesi gereken bir adam,.. trenle Mayıs sıcağının kavur­
duğu Mersin'e gidiyordu. Birkaç hafta dinlenerek sağladığı geçici
sıhhat belirtileri O'na cesaret vermiş, iyileştiğini sanmıştı. Hem
Hatay sorunu böylesine sıcakken ve ülke O ' na ihtiyaç duyarken
nasıl yatıp dinlenebilirdi?
Trende adeta yataktan kalkışını meşrulaştırmak istercesine çev­
resindekilere şişen karnını gösteriyor, "Şişmanladım. Bakın, panto­
lonlarım dar gelmeye başladı" diyordu.
Karnında fazla kilo sandığı şey, aslında bir süre sonra O'nu yi­
yip bitirecek olan asitten başka birşey değildi.
Ve Mersin seyahati, bu yüzden O ' nun için "son darbe" olacaktı.

72 73
KIUÇ ALI nizin serinliği sayesinde keyiflendi. Bir gramofon bulunmasını
KORUMASI emretti. Acele bulup getirdiler. Bir plak koydular. Hafız Meh­
"Atatürk trenden Mersin 'e çıkar çıkmaz, hemen istasyonda bu met'ti. . . Atatürk, Hafız Mehmet'i Riyaseti Cumhur Alaturka Musı­
halsizliğine bakmadan tam 40 dakika süren askeri bir geçit töreni ki Grubu'ndan tanırdı. Söylediği birbirinden içli gazellerin hayra­
emretti ve yaptırttı. Bu resmi geçidi, bütün devamı müddetince a­ nıydı. Ve hanende Hafız Mehmet geçenlerde vefat etmişti·.
yakta takip buyurdu. Fakat resmi geçidin sonlarına doğru halsizli­ Atatürk, Akdeniz'in ortasında bir akşam vakti, sevdiği eski bir
ğin, mecalsiz/iğin kendisine ıstırap verdiği, zorla, büyük bir kuvvet sesin yankılarını duyunca hüzünlendi. Dalıp, gitti. Plak bitince de­
sarfederek ayakta durduğu görülüyordu. Bir aralık arkadaşım Sa­ rin bir iç çekti ve yanındakilere;
lih 'le ( Bozok) dayanamadık. Hareketimizden dolayı belki hiddetle­ "Çocuklar' dedi, 'gördünüz ya, bu kubbede kalan meğer yalnız
neceğini de göze alarak yanına sokulduk. Usulcacık, kimse duyma­ hoş bir sada imiş . . . "
dan ve hissetmeden bize dayanmasını istedik. Bunu yapmadı. Yal­ Yanındakiler, yüreklerinin ezildiğini hissettiler.
nız resmi geçidin süratle bitmesi için bizzat durduğu yerden,
'Marş... marş...
' KIUÇ ALI
kumandasını vererek geçidin bu suretle neticesini aldı. Bu 40 KORUMASI
dakika ayakta durması kafi gelmiyormuş gibi resmi geçitten sonra "Mersin 'de bir müddet kaldıktan sonra Tarsus 'a geçtik. Burada
ikametgahına tahsis edilmiş olan vali konağını adeti vechiyle şöyle da bazı tetkiklerde bulunarak Adana 'ya geldik. Yine istasyonda tam
bir gözden geçirdikten sonra şehrin medhalinde yeni yapılmış olan 1 saat 20 dakika süren bir askeri resmi geçit yapıldı. Atatürk yine a­
şimendifer makas tertibatını gezmek ve görmek için alakadarların yakta durarak resmi geçidi baştan sona takip etti. O kadar yorgun ve
yersiz ve lüzumsuz olarak yaptıkları ricayı da reddetmedi. O sıcak halsiz bir duruma gelmişti ki, hiçbir zaman vaki olmamışken Adana
,J
altında burayı da gidip gördü. Bu suretle hiç istirahat etmeden Belediye bahçesinin içerisine ve oturacağı masanın yanına kadar o-
Mersin 'e çıkar çıkmaz hayli yorulmuştu. Vali konağına döndüğü­ tomobille gelmişti. Adana 'da çok sıcak vardı. Oradaki tetkiklerinden
müz zaman adeta bitap bir ha/deydi ". sonra vagona girdiğimiz zaman ayakta duracak hali kalmamıştı. Pek
yorgun ve mecalsizdi. Bir an evvel trenin kalkmasını ve halka veda e­
Özel fotoğrafçıları, geçit töreni boyunca çektikleri fotoğraflan, dip derhal yatmayı adeta dört gözle bekliyordu. O kadar harareti
"Atatürk'ün sapasağlam ayakta, ordusunun başında" olduğunun vardı ki buzhaneden çıkarıp hediye ettikleri portakal sepetini tren
kanıtlan olarak dört bir yana gönderirken O, odasında bitkin yatı­ kalkar kalkmaz yanına getirtti. Bir hamlede buz gibi 7-8 portakalı
yordu. yedi. Her portakalı yedikçe bir kere 'Ohhh ' çekiyordu. Bunları ye­
O gün öğleden sonra hiç dışarı çıkmadı. dikçe adeta içi açılıyor, bir serinlik hissediyordu. Kendisi yediği ka­
Ertesi gün Mersin'e 20 kilometre uzaklıktaki Viranşehir hara­ dar bana ve Salih 'e de yedirdi. Sonra yatağına gidip yattı ".
belerini gezdi. İyice yoruldu. Gece Vali'nin yemeğinde iki üç kez
burnundan kan geldi. İçini kemiren hastalık, O'na kendini hatırla­ Atatürk' e son darbeyi vuran bu gezinin ardından yabancı ba­
tıyordu. sındaki hastalık haberleri kesildi. Kısa bir süre sonra da Fransız
22 Mayıs akşamı motorla Mersin kıyılarında bir deniz gezinti­ ve İngilizler Hatay konusunda tüm koşulları kabul ettiklerini bil­
sine çıktı. Nihayet orada biraz nefes alabildi. AkŞam esintisi ve de- dirdiler.
74 75
Beklenen sonuç alınmıştı. Ama bu güç gösterisi Atatürk' ün ca­ 27 MAYIS 1 938
nına malolacaktı.
Alarm Zilleri
Ankara'ya gelişinin ertesi günü lstanbul ' a gitmek istedi. Dev­
let erkanı garda toplanmıştı. Son tren yolculuğuna çıkarken An­
kara ' ya ve Cumhuriyet'i birlikte kurduğu dostlarına da veda edi­
yordu.

FALiH RIFKI ATA Y


YAZAR
"Garın salonuna kadar güçlükle geldi. Ayakta duramayarak o­
turdu. Yanımda bulunan Saracoğlu, 'Falih, Atatürk 'ün derisinin
rengine bak. Bu, bir ölü rengi ' dedi. Bu, bir aynlık çeşmesi vedaı Atatürk ' ün treni 27 Mayıs 1 938 günü Haydarpaşa garına geldi.

idi. Daha önce ne zaman lstanbul'a gelse Ata, trenin sonundaki özel

Atatürk 'ü bir daha geri gelinmeyen sefere yolcu ediyorduk ". vagonundan iner, gara serili halılar üzerinden uzunca bir mesafeyi
yürür ve kendisini bekleyen motora giderdi.
Bu kez öyle olmadı. Çünkü kırmızı halının serildiği mesafeyi
yürüyebilecek durumda değildi. Bu yüzden O' nun vagonu hemen
lokomotifin arkasına alınmıştı. Ve böylece Gardan motora kadar
yürüyeceği mesafe mümkün olduğunca kısaltılmaya çalışılmıştı.
Gar binası dışında İstanbullular, hasta düştüğü söylenen Atala­
rını görebilmek için bekleşiyorlardı. Atatürk, onların önünde zayıf
görünmemek için binadan çıkar çıkmaz motora binmedi. Neşeli ve
zinde görünmeye çalışarak 20 dakika kadar eşyalarının yüklenişini
izledi. Motorda halsizdi. Dolmabahçe Sarayı ' na varır varmaz isti­
rahate çekildi .
İki saat kadar dinlendikten sonra Saray'dan ayrılıp, otomobille
Florya'ya gitti. Deniz Köşkü' nü gezdi. Kılıç Ali' nin evine uğradı .
Yorgun ve neşesizdi. Birisiyle konuşurken soracaklarını alçak sesle
yanındakilere fısıldıyor, onlar da bağırarak soruyu muhatabına ile­
tiyorlardı . Bu takatsizlik içinde akşam saat 20.00 sıralarında Sa­
ray' a dönmek üzere Florya'dan ayrıldı. Otomobili B ahçelievler'e
yaklaşmıştı ki birden fenalaştı. Kalp krizine benzer bir sancı göğ­
süne sapl anmı ştı. Yanındakiler telaşlandılar. Araba Bakırköy Has­
tanesi ' nin yanındaki kaviste durduruldu. Kalbinden rahatsız olan
76 77
Salih Bozok, yanından ayırmadığı Trinitrin'inden bir tane çıkanp, 'Barsaklarında ödem hasıl olmuş, su topluyor. A rka üstü yat­
içirdi. Bir süre orada bekleyip, yeniden yola koyuldular. Arabada makla ve mudrir ilaçlarla önüne geçilmesi kabil olacaktır efen­
Atatürk sıkıntıdan gömleğinin bütün düğmelerini açmıştı. Saray'a dim ' dedi.
vardıklarında adeta ayaklan birbirine dolaşarak yürüyebiliyordu. Hocanın bu sözlerine Atatürk yalnız ' Yaaa.. ' demekle mukabe­
Kılıç Ali ve Salih Bozok iki koluna girip asansöre kadar götürdü­ lede bulundu. Profesör odadan çıkar çıkmaz o güzel dudaklannz
ler. Artık merdiven çıkabilecek durumda olmadığından Dolmabah­ bükerek bize döndü;
çe'de kendisi için gizli bir asansör yaptırılmıştı. Asansörle yukan 'Yahu ' dedi, iş profesörün dediği gibi çıkarsa, adam ölür"
çıkanp, yatağına yatırdılar. Yüzü kül rengindeydi. Telaşla Doktor
Neşet Ömer İrdelp'e haber salındı. Ama İrdelp, Saray'a geldiğinde HASAN RIZA SOYAK
Atatürk, derin bir uykuya dalmıştı bile... GENEL SEKRETERİ
Ertesi gün Genel Sekreteri Hasan Rıza ile Doktoru Neşet Ömer " Yatak odasından çıktıktan sonra doktorun yüzüne baktım. Mü­
odasına girdiklerinde Ata'yı kalkmış, banyosunu yapmış, sokağa teessir ve endişeliydi:
çıkmaya hazırlanırken buldular. Aynada karnını incelemiş ve o şiş­ 'Dünkü krizin kalple alakası yok' dedi, 'Bu tamamen karaciğe­
kinlikten rahatsız olmaya başlamıştı. Şişmanladığını düşünüyor, re aittir. Bizde buna rüzgardan sonra yağmur derler. Maatteessüf
vücudunun deforme olmasını önlemek için yürüyüşler yapmayı karnı su toplamaya başlamış "
düşünüyordu. Yanındakilere ertesi gün için bir masör çağırmalarını
söylerken doktoruna da "Bunu eritmek lazım" dedi. İrdelp izin is­ Korkulan başa gelmişti. Hastalık, bu zayıf vücudu kemirmeye
teyip, muayeneye girişti . Daha ilk temastan yüzünün aldığı biçim­ başlamıştı. Bu işaretler, alarm zilleriydi. Artık Atatürk de, pençesi­
den, bir tatsızlık olduğu anlaşıldı: ne düştüğü felaketin, O'nu ölüme sürükleyeceğini hissediyordu. 1-
şin ciddiyeti O'na hissettirilmemeye çalışılıyordu, ama O her şeyin
HASAN RIZA SOYAK farkına varmaya başlamıştı. Fransızca bir tıp sözlüğü buldurup,
GENEL SEKRETERİ kendisine konulan teşhisi incelemişti. Karaciğeri büzüşmeye başlı­
"Profesörün yüzü kınşmış, telaş eseri göstermeye ve terlemeye yordu ve "artık günleri sayılı"ydı. İhtiyaten Saray'daki nöbetçiler
başlamıştı. Bu halinin Atatürk 'ün gözünden de kaçmadığınıfarket­ kanlı canlı, gerektiğinde kan verebilecek erlerden seçilmeye baş­
tim. Muayenesini bitirince doğruldu ve A tatürk 'ten birkaç gün isti­ landı.
rahat etmelerini istirham etti. Atatürk hiç itiraz etmedi. Giyinip, Saray'ın dışında, cıvıl cıvıl bir bahar gülümserken, O'nun yaşa­
sokağa çıkmaktan vazgeçti; şezlonga uzandı. mının en zorlu günleri başlıyordu.
O gece Başyaveri Salih Bozok günlüğüne şu satırlan yazdı:
KIUÇ ALI
KORUMASI "29 Mayıs 1 938
"Muayeneden sonra Atatürk Neşet Ömer Bey 'den karnında ve Vakit geceyansım iki saat geçiyor. Atatürk çok hasta. Kati teş­
ayaklanndaki şişliğin sebeplerini sordu. 'Zavallı Neşet Ömer Bey, hisin uyandırdığı endişe, beni tarif edilmez derecede rahatsız edi­
Ata 'nzn bu sorgusu üzerine çok müşkül vaziyette kalmıştı. Ter dö­ yor. Adeta kendimden geçmiş bir haldeyim. Saatin bu kadar ilerle­
küyordu. Hastalığın vaziyetini tevile çalıştı ve; miş olduğunu düşünemeyerek telefona sanlıyorum. Ankara'yı bu-
78 79
lup veriyorlar. Karşıma çı kan bizzat B aşvekil Celal Bayar. . . . 1 HAZİRAN 1 938
Kendisine aynen şunları söylüyorum: Bir çocuk oyuncağı
'Hastamızın vaziyeti iyi değildir. Korktuğumuz ihtilatlardan bi­
risinin vukua gelmiş olmasına ihtimal veriyorum. Çünkü kilosu,
nazari dikkatimi celbedecek kadar arttı . Kamında ve ay�klarında
şişler var. Ne yapmak lazım geleceğini artık siz takdir edersiniz.
Geceyarısından sonra rahatsız ettiğim için affınızı dilerim".
"Başvekil, vermiş olduğum haberden müteessir olmuştu. Titrek
bir , sesle
'Anladım Salih' dedi, ' . . meşgul olacağım. . . '

"Ve hemen ertesi günü trene atlayıp, İstanbul' a geldi".


1 Haziran 1 938 herhalde Ata'nın yaşamındaki en mutlu günler­
den biriydi. Aylardır beklediği Savanora, o sabah Dolmabahçe ö­
Bayar ' ı Pendik istasyonunda Kılıç Ali karşıladı. Haydarpaşa'ya
nüne demirlemişti. Atatürk, yat geldiği sırada İngiltere' den yeni
k�dar Atatürk' ün sağlığını konuştular. Akıllarına gelen tek çare,
dönmüş olan İş B ankası Genel Müdürü Muammer Eriş ' le görüşü­
sevimli Fransız doktoru yeniden çağırmaktı :
yordu. Yatı görünce dayanamadı, Eri ş ' i de yanına alarak saat
Fissenger' ye acele telgraf çekildi ve İstanbul' a gelmesi istendi..
1 5 . 30 ' da doğruca bu yeni oyuncağına koştu.
"Hastası iyiden iyiye kötülemişti".
Karaciğerinde büyüyen hastalık ikinci ve şifasız devresine gi­
rerken, O, ancak 55 gün kullanabileceği yeni bir saraya kavuşu­
yordu.
Savarona' yla birlikte Ata'nın son yazı başlıyordu.

Savarona, Amerikalı milyarder bir bayan için Almanya'da ya­


pılmıştı. Yapımı sırasında sahibesinin parasal durumu bozulunca
satışa çıkarılmıştı. Türk Hükümeti de Atatürk için bir yat yaptırma
hazırlığındaydı . Eskiyen Ertuğrul yatı birkaç kez kaza tehlikesi at­
latınca, yenisinin yaptırılması fikri doğmuştu. Ama Atatürk ' ün
sağlık durumu yeni bir yatın yapımım bekleyecek halde değildi.
Bu yüzden Savarona'nın satışı haberi hızır gibi yetişti. Hemen gö­
rüşmeler yapılarak, 1 0 bin dolara malolan yat, 1 milyon 250 bin li­
ra karşılığı satın alındı.
Atatürk, yatı gezerken gözlerine inanamıyordu. Savarona, geniş
kabul salonları, lüks kamaraları, cimnastik salonu, kütüphanesi,
müzik salonu ile adeta bir yüzer saraydı.

80 81
1 1

Ata, yakın çevresiyle birlikte hemen ertesi gün yata yerleşti. İki "Evet efendim; Ancak yorulmamak şartı ile, ayakta çok durma­
yakın arkadaşı olan Ali Fuat Cebesoy' la, Fethi Okyar'ı da Savaro­ mak üzere . . ."
na'ya davet etti. Onlara yatı sevinçle gezdirirken birden mahzun­ Nihat Reşat Belger o ilk muayeneden sonra şu reçeteyi yazdı :
laşmış ve ''Ne olurdu bu gemi elimize birkaç sene evvel geçmiş ol­ "Savarona yatında deniz iklimi kuru faydalıdır. Ancak aşağıda-
saydı" diye yakınmıştı. ki şartların tatbik edilmesi elzemdir:
Yatta geçirdiği ilk gece kamarasındaki boy aynasının karşısına 1 . Sakin ve asude bir hayat geçirmek.
geçti ve vücudunu incelemeye başladı. Karnı iyiden iyiye şişmiş, 2. Dimağı ve bedeni her türlü yorgunluktan sakınmak.
büyümüştü. Dostları da o gün, bu şişliği şişmanlama sanmışlardı. 3. 24 saatin 16 saatini ufki vaziyette istirahate hasretmek.
Atatürk, doktoru Nihat Reşat Belger' i çağırttı ve "Doktor" dedi, 4. Evvelce tayin edilen rejime devam etmek: Yumurta ve yu­
"bana · 'şişmanlıyorsun' diyorlar. Fakat ben hissettim ki bu şişman­ murtalı gıdaları ve bir müddet yaş ve çiğ meyveleri yememek;
'
lama normal değildir. İşin içinde başka bir şey vardır. Bu, bir has­ şimdiki halde kuru fasulye, mercimek ve nohut gibi çok gaz yapan
talıktır. Doktor, gördünüz; siz odaya girdiğiniz zaman ben aynanın ı nisai maddelerden de içtinabetmek. . . "
önünde pantolonumu iliklemeye çalışıyordum ve buna muvaffak
olamıyordum". J KILIÇ AL/
KORUMASI
NiHAT REŞAT BELGER " Yattaki ilk günlerde Atatürk yine doktorlarının tavsiyelerine
DOKTORU o kadar ehemmiyet vermiyordu. Uzun oturmadan, yatakta yat­
"Bu kısa ve kesin konuşmasında, bu 'doktor.. doktor ' tekrarın­ maktan sıkılıyordu. Karnı şişmekte olduğu için eski pantolonlan
da büyük hastanın şekvası, bir derin kükreyiş yankısı gibi insanın ' uygun gelmiyordu. Yeniden kendisine yat kıyafeti yaptırmıştı. Be­
içine işliyordu. Yüzüme o bildiğiniz heybetli ve nüfuzlu bakışlan i­ yaz pantolon üzerine lacivert ceket, ayağına beyaz iskarpin giye­
le bir baktı. Ne kadar hazin bir manzara karşısında bulunduğumu rek yatta gezer, oturur, bazen beyaz pantolonun üzerine Muam­
tahmin edersiniz. Endam aynasının önünde kendi vücudunu dik­ mer Eriş 'in lngiltere 'den getirmiş olduğu beyaz, şık, yünlü süve­
katle muayene etmek ne elim manaya geliyormuş. işte O 'nun bu teri giyerek, salona, güverteye çıkardı. Öğle ve akşam yemekleri­
sözlerinden ve bu bakışlarından anlaşılıyordu. O vakit duyduğum ni yukan salona çıkarak arkadaşlanyla birlikte yiyordu. Halbuki
üzüntüyü bir bilseniz ". yürümek, bilhassa da merdiven çıkmak asla doğru bir iş değildi.
Daima yorucu hareketlerden sakınması lazımdı. Birçok gayret
Doktor Belger, bütün gücünü toplayarak Atatürk'e hastalığının sarfedilmesine rağmen A tatürk 'ün iştahı yoktu. Adeta zorla ye­
1
yeni bir devreye girdiğini haber verdi. "Bundan böyle tedavinize mek yiyordu ".
büyük bir itina göstermek zorundasınız" dedi. Reçete yine aynıydı:
"Yatakta mutlak istirahat ve perhize harfi harfine riayet". NiHAT REŞAT BELGER
Atatürk çaresiz boyun eğdi. Ama ümitsiz bir çocuk gibi bir şeyi DOKTORU
sormadan edemedi: " Yatta bir ikifizyo terapi aleti vardı. Atatürk o gün bana,
"Eğer ara sıra yatla gezersem, yataktan çıkıp, güvertede biraz 'Doktor ' dedi, 'acaba bunlardan istifade edebilir miyim ? '
dolaşmaklığım kabil midir?" Hissettim ki bu sualinde bir kontrol mahiyeti vardı. Hastalığı-
82 83
mn önem ve tehlike derecesini, kendisine verilecek müsaade cetve­ liydi. llaç tedavisi önerip, İstanbul ' a döndü. Atatürk ' ü son bir kez
line göre ölçüp birfikir edinmeye çalışıyordu. muayene ettikten sonra da Fransa' ya dönmek istediğini bildirdi.
'Şimdilik müsaade buyurun. Belki daha sonra bunu yapabilirsi­ Bayar ve diğer Hükümet erkanı, bir hafta- 1 0 gün daha kalmasını
niz, efendim ' dedim. rica edince Fransız profesör şu yanıtı verdi:
Hiç ses çıkarmadı. Ama hissettim ki bu sözümden pek hoşlan­ "Bırakın ·döneyim. B ir gün daha kaİ acak olursam, ben O ' nun
madı ". dediklerini yapmaya başlayacağım. Öylesine tesiri altındayım . . . "
Fissenger, muayene raporunu hazırlarken Atatürk İçişleri Ba­
8 Haziran günü Fransız doktor Fissenger, çağrı üzerine ikinci kanı ve CHP Genel Sekreteri Şükrü Kaya'yı çağırttı ve doktorların
kez Türkiye' ye geldi ve Savarona'da Atatürk' ü muayene etti. Son ne dediklerini sordu. Kaya, "Bağırsak ve karaciğer rahatsızlığı"
muayeneden bu yana Ata ' nın sağlık durumuna ilişkin haberleri dedi, perhiz, istirahat ve tedavi ile geçer diyorlar. Galiba suyun a­
hep doktor Neşet Ömer Bey' den öğrenmiş ve kendisine ulaşan ra­ lınmasına da karar verildi".
porlardan hastanın durumunun düzelmekte olduğuna inanmıştı. "Suyun alınması" lafı Atatürk' e her şeyi anlatmaya yetti. O tıp
Oysa 2. muayenede, yani ilk muayenesinden 2,5 ay sonra Ata- sözlüğünde okuduğuna göre, ancak hastalığın ileri aşamalarında
. türk ' ün durumunun vahamete doğru gittiğini hayretler içinde gör­ karından şırıngayla su alınıyordu. O halde iş, ciddiye binmiş de­
dü. Hastası iyiden iyiye kötülemişti ve bunun da en önemli nedeni, mekti. Şükrü Kaya'ya şu talimatı verdi:
yaptığı o çılgınca Mersin seferiydi. "Bu akşam Fissenger senin davetlin olsun. O ' nu Florya'ya gö­
Hatay için canını ortaya koymuştu ve şimdi canı tehlikedeydi. tür. Çay içer, baş başa konuşursunuz. Ama her şeyi, her şeyi konu­
Fissenger' nin de talimatıyla bütün ziyaretler durduruldu. A­ şursunuz".
ta'nın yorulmaması için artık yanına kimse alınmayacaktı . Yaver­ Bu "her şeyi" sözcüğünün altında yatan anlam belliydi: Atatürk,
leri bile huzuruna nadiren gireceklerdi. ne kadar ömrü kaldığını öğrenmek istiyordu. Önlem almalıydı.
İşte o günlerde İsmet İnönü' nün ağır hasta olduğu haberi geldi. Akşam Şükrü Kaya, bu zor soruyu Fissenger' ye olanca açıklı­
Ve Fissenger apar topar Ankara' ya, İsmet Paşa' ya gönderildi.*. ğıyla sordu:
"Doktor! Ben İçişleri Bakanıyım ve Atatürk' ün partisinin Genel
Fissenger, lnönü' yü muayene etti. Safra kesesi iltihaplanmıştı.
Sekreteriyim. Muayenesinde, konsültasyonlarda bulundum. Mes­
Ancak Paşa şeker hastasıydı . Bu yüzden de ameliyatı çok tehlike-
lekten değilim. Bir şey anlayamadım. Şimdi sizden şunu öğrenmek
* Bu konuda iki farklı rivayet vardır: Atatürk'ün çevresi, Fissenger'nin Ata'nın başından istiyorum: Atatürk bu hastalıktan ölür mü? Ve ne vakit ölebilir? Ba­
aynlmaması gerektiği halde bizzat Atatürk'ün emriyle ismet Paşa'ya gönderildiğini söyler.
na bu soruları Hükümet de, Parti de, Meclis de soracaktır".
lnönü ise Hükümet'in dünya kamuoyuna "Atatürk hasta" görüntüsü vermemek için, Fissen­
ger'nin kendisi için getirtilmiş gibi gösterildiğini yazar. lnönü'nün hatıratının bu bölümünü Profesör Fissenger, önce Atatürk' ü öven cümlelerle lafa girdi.
buraya aynen alıyoruz: "(Atatürk'ün) hastalığı ehemmiyet peyda ettikten sonra .. yahut bu Sonra da durumu şöyle tanımladı :
dışarda anlaşıldıktan sonra Atatürk'ün hali tekrar değişti. Benimle temas(ın) kendisini ve
hükümeti zayıflattığı zehabına düştü. Teması istemez oldu. Adana' dan geldiği gün istasyon­
"Şimdi, hepimiz kazaya uğramış bir geminin içinde bulunuyo­
da iyi görüştük. Ertesi gün lstanbul ' a giderken selam vermedi. Hastalığı artık meydanda idi. ruz. Başımıza gelecek felaket beni de sizin kadar müteessir etmek­
lstanbul'da uzun müddet yatta kaldı. Bu esnada (Haziran 1 938) ben hastalandım. Ölüm teh­
tedir. Atatürk, tıbbın müdahalesi ve tabiatın yardımıyla daha iki yıl
likesi geçirdim. Atatürk alakadar oluyordu. Etrafı daha çok alakadar oluyor, 'iyileşecek mi­
yim, ölecek miyim' bunu öğrenmeyi pek istiyorlardı. Hükümet Atatürk'e Fissenger' yi tek­ yaşayabilir. Tıp tarihinde bunun misalleri çoktur. Ama şimdi yata
rar getirmek istiyordu. Kendisi istemiyordu. Benim için getirmiş oldular". döneriz, barsak ya da beyin kanamasından Atatürk' ü ölmüş de bu-
84 85
HAZ1RAN ı 938
labiliriz. Onun için siz Cumhuriyet' in selameti için gereken tedbir­
leri şimdiden alınız". Halka ve Kabinesine veda
Ertesi sabah Şükrü Kaya, bu hazin görüşmeyi Atatürk'e naklet­
meye gitti. Neyi, nasıl açıklayacağını bilemezken Atatürk, konuyu
kısa kesti:
"Her şeyi, ama her şeyi görüştünüz mü?"
"Evet, efendim . . . "
"Öyleyse Ankara ' ya dön, işlerinle uğraş".
Artık, acı sonu O da biliyor ve Türkiye'yi kendisinden sonrası
için hazır olmaya davet ediyordu.
O günlerde bir akşam Savarona' dan Cenevre Üniversitesi ' nde n alt üst ol­
Fissenger gider gitmez, Savarona'da disipli n yenide
okumakta olan Afet İnan 'a şu mektubu yazdı : *
du. Atatürk, eski yoğun hayatına döndü. Kabul le , �
gö �
şmeler , top­

lantılar birbirini izliyordu. B aşbakan Bayar, Dışışle


ı:ı
B akanı ev­ �
"Afet,
fık Rüştü Aras, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya o günlen
� �
en ık zıy ­ �
Hasan Rıza Soyak ile benden mektup beklediğini bildirmiştin. ust -
duzey bır
na çok
retçileri arasındalardı . 1 9 Haziran' da Savaro
Arzun, her zaman hatırımdadır. Vaziyetim şudur: Bence doktorla­
ziyarete tanıklık etti.Yatıyla Ege' de bir gezintiden
dönen Rom �ya
_ nn yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış, ilerle­ t etmek ıste­
Kralı Karol tstanbul' a uğramış ve Atatürk' ü ziyare
miştir.
D
mişti. Prof. r. İrdelp 'in izin verme siyle Sav �
ona· ��
bir ka I ü­ �� �
Vakitsiz ayağa kalkmak, yürümek, hususiyle burunda yapılan a­ mavıs ı ceketıru gıy­
zenlendi. Atatürk beyaz pantolonunu ve denız
tusman üzerine gelen kusma neticesi; yapılan istirahatleri hiçe in­ Do�toru İrdelp,
di. Ama şıklığı , halsizl iğini örtmeye yetmiyordu.
dirmiştir. İstanbul'a gelince Hükümet reyimi almaya lüzum gör­
görüşme boyunca hemen yanıbaşındaydı. Misafı

r g�lip e şerefe
meksizin Fissenger ' yi getirtti . Yeniden tetkik, muayene yapıldı.
kadehler kalkacağı zaman bütün gözler Dr. İrdelp' e döndu. - av� �
Karaciğeri eski halinden farksız ve kamı birkaç kiloluk müterakim parmak ıçkiye
doktor, Atatürk 'ün mahzun bakışları karşısında bir
su ve gaz dolayısıyla şişkin ve defigüre bir halde buldular. Şimdi­
izin vermek zorund a kaldı . Kadehl er dolarke n Atatürk , parmağı �
lik Temmuz 1 5 'e kadar yeni tedavi ve yeni rejim tahtında kesin o­ İrdelp' e dönere k "Dokto r, 'bır
yanlamasına değil, dikine tuttu ve
larak dinlenmeyi zaruri buldular. Bunun esası da yatak ve şezlong
parmak' demişt in, değil mi?" diye sordu.
istirahatidir. Bu müddet sonunda Fissenger tekrar gelecektir.
Hfila hastalı ğıyla alay edebiliyordu.
Ahvali umumiyem iyidir. Tamamen iadeyi afiyet ümit ve vaadi ve Ba­
Haziran' ın sonuna kadar Savarona, nice ikili görüşmeye
kuvvetlidir. Senin için asla mucibi merak ve endişe olmamalıdır.
kanlar Kurulu toplantısına evsahipliği yaptı. 20 Hazira n' d top­ �
Serinkanlılıkla imtihanlarını vererek muvaffakiyetle avdetini bek­ . Gerçı Ha­
lantı tam 4 5 saat sürdü. Gündemde yine Hatay vardı
ler ve muhabbetle gözlerinden öperim".

tay' da müs akil bir devlet için anlaşm a imz anmışt �
ı ama henü
.

* 14 Haziran 1 938 tarihli bu mektup, bu kitabın da temel iddiası olan "teşhiste gecikme" uygulamaya konmamış, Hatay' a Türk askenn
_ ın ne z an gırece � �
Cumartesı
gerçeğinin Atatürk' ün ağzından itiraf edildiği tek belgedir. Her nedense bazı kaynaklarda karara bağlanamamı ştı . Nihaye t Temm uz başınd a bır
buraya aldığımız ilk paragrafa yer verilmemiştir. 87
86
1

akşamı Fransızlarla müzakereleri yürüten Genelkurmay İkinçi sonsuz bağlılıklarını belirtmişler, Boğaz 'ın her iki kıyısını da bir
Başkanı Asım Paşa'dan müjdeli haber geldi: "Fransızlar' la tarih anda dolduran sayısız vatandaş da saatlerce sevinç nidaları ve sü­
konusunda anlaşılmıştı". · rekli alkışlarla Boğaz 'ı inletmişlerdi ".
I,
Atatürk çok sevindi. Ama sabırsızdı. Uğruna canını ortaya koy­ "Bu gezi aklımda kaldığına göre 5-6 saat devam etti. ilk saat­
J
duğu bu davanın bir an önce sonuca kavuşmasını görmek istiyor­ lerde pek neşeli görünen, durmadan konuşup, gülen, motorun kü­
du. Bu yüzden hemen, 4 Temmuz Pazartesi günü Türk ordusunun �
peşteşinden, derin bir aşk ile sevdiği halkı mütemadiyen selamla­
l
Hatay ' a girmesini emretti. Ancak, günlerden Cumartesi' ydi ve yan Eşsiz Önder, gezintinin sonuna doğru motorun küçük salonuna
. 1
1
haftasonu Fransızlarla durumu müzakere edip formaliteleri tamam­ girerek adeta çöker gibi bir- koltuğa oturmuş, derhal, son süratle
lamak imkansızdı. Ama Atatürk mazeret dinlemedi. geri dönme emrini vermiş, yorgun ve takatsiz derin bir düşünceye
"İmkansızı istiyordu". O istediğine göre de yapılacaktı .
(
' dalmıştı.
,
Devreye Dışişleri B akanı Tevfik Rüştü Aras girdi. Fransız mes­ "Bu da O 'nun sevgili vatandaşlarıyla temas halinde yaptığı
lektaşını aradı. Fransa Dışişleri Bakanı, konu kendisine iletilince son gezintisidir".
Atatürk' ün şahsına duyduğu saygıyı anlattı ve elinden geleni yap­
maya söz verdi. O gün Fransız Dışişleri' nin ilgili büroları belki de Bu gezi sırasında Ülkü ' den özenip, birkaç dondurma da yiyen
tarihlerinde ilk kez bir Pazar mesaisi için göreve çağrıldılar. Fran­ Atatürk, o gece yüksek ateşle kavruldu. Muayene ettiler, ateşi 39'u
sız Savunma Bakanlığı ' yla temas ederek Türk Ordusu ' nun Ha­ aşmıştı. İçten içe eriyordu. Acele Fransa'ya Fissenger' ye haber sa­
tay ' a giriş kararını Atatürk'ün istediği gibi Pazartesi günü için o­ lındı . Fransız Doktor apar topar üçüncü kez geldi . Ama artık
nayladılar. O' nun da yapabileceği bir şey kalmamıştı.
Bu mucizevi işlem sonunda Pazartesi günü Türk Ordusu Ha- Atatürk artık Savarona' daki yatağında esirdi. Günlerini odasın­
tay ' a girdi. Atatürk mutluluktan uçuyordu. da Ülkü'yle oyalanıp, gramofon çalmakla geçirir olmuştu. Dostla­
'
Hatay O' nun son davasıydı . Ve işte o dava da düşmüştü. rı, sabahlan uyandığını odasından gelen plak sesinden anlıyorlardı.
Tabii kendisiyle birlikte. . . Bir gün, herkesi gözyaşına boğan şu sözler, dudaklarından dö­
9 Temmuz günü B akanlar Kurulu' yla 3 saatlik bir toplantı yap­ külüverdi:
tı. Bu, O' nun başkanlığında yapılan son B akanlar Kurulu toplantısı "Bu yatı, bir çocuğun oyuncağını beklemesi gibi beklemiştim.
1
oldu. Ve ardından zaferini kutlamak üzere Acar motoruna geçerek 1 Meğer bana bir hastane olacakmış".
Boğaz' da gezintiye çıktı. �
J
Yürümesine bile izin verilmeyen bu hasta adam, artık hiçbir a­ KILIÇ AL/
kıbetten korkmaksızın Boğaz ' ın sularında sarsılarak rüzgara karşı KORUMASI
kanat açıyordu. ,1 " Yarabbi, ne acı günlerdi. Düşündükçe hala burnumun direği
1 sızlıyor. Pek ağır bir hastalığın ıstırabı ve ümitsizliği içinde bulu­
HASAN RIZA SOYAK 1 nan Atatürk, hala etrafından ıstırabını saklamaktaydı. Sıhhatli,
GENEL SEKRETERİ zinde günlerindeki şetaretini bırakmamak için ne kadar kuvvet sar­
"Florya 'da kendisini motorun küpeştesinde gören halk, etrafını fetmekteydi. O hasta halinde bile ne kadar güzel, ne kadar yakışık­
sararak sevgili liderlerine tasavvurun üstünde coşkun gösterilerle lı adamdı. Şık giyinmiş, en güzel çiçeği yakasının iliğine iliştirmiş,
88 S9
sevimli Ülkü 'sünü kucağına alıp, çaldırdığı şarkıları dinleyen ve
KIUÇ ALI
bazen şarkılara bizzat iştirak ederek beşuş görünmek isteyen, ya­
KORUMASI
radılışı itibarıyla güzel, sevimli olan bu büyük adam, günden güne "Atatürk, 'Boğuluyorum o odada, orada daha fazla oturamaya­
ölüme daha ziyade yaklaşıyordu. Buna rağmen gösterdiği metanet, cağım ' diyordu. içeri girmesi için yalvardık. Yatmaktan, hararet­
daha doğrusu ölümle pençe/eşmesi, gözümüzün önünde hergün, ten, bilhassa karnında toplanan sudan o kadar bizar hale gelmişti
hatta saatten saate biraz daha etinden, renginden kaybetmesi bi­ ki, kendisini bir türlü ikna edemedik. Bütün ısrarlarımıza cevaben:
zim gibi yakınında bulunanlar için hayatı, ölümden farksız bir ce­
'Ne olacaksa artık olsun ' diyordu.
hennem haline koymaktaydı. Bütün günlerimiz odalarımıza kapa­ Nihayet yalvarmalarımıza dayanamadı, ayağa kalktı ve bir ce­
narak gizliden gizliye, birbirimize dahi göstermeden ağlamakla hennem, bir nevi mahbes telakki ettiği odasına doğru yürümeye
geçiyordu. Elden başka bir şey gelmiyordu. Vaziyetimiz çok müş­ başladı. Fakat daha birkaç adım attıktan sonra, tam güverteden
küldü: Bir taraftan tehlikenin elem ve ıstırabı bizi eritiyordu. Di­ salona gireceği sırada daha fazla yürüyemedi ve tekrar orada, sa­
ğer taraftan da bu elem ve ıstırabı harice hissettirmemek ve etrafın lon kapısmın önünde bulunan koltuklardan birine kendisini attı.
kuvvei maneviyesini sarsmamak lazımdı. Bunlar dayanılabilecek Belliydi ki ateşi çok yükselmiş olduğu için yürüyemiyordu. Hemen
haller miydi ? " koltuğa yast�klar koyduk. Oracıkta rahatını temine çalıştık. Bu es­
nada bana hitabederek;
HASAN RIZA SOYAK
"Kılıç Ali ' dedi, 'annene telefonla sor. Bu ateşimi, bu sıkıntıyı
GENEL SEKRETERİ
geçirecek bir ev ilacı biliyor mu, öğren '.
"Bir gece ateşin şiddetinden bunalıp, güverteye çıktığını ve bir Derhal kalktım. Yattan telefon ettim. Annem bana gül sirkesi
şezlonga uzandığını haber verdiler. Derhal yanına gittim. A rkam­ koymamızı tavsiye etti. Ve vaktiyle yapılmış olan bir şişe gül sirke­
dan Ali Kılıç ile Sabiha Gökçen de geldiler. Sıcak ve ateşten çok sini gönderdi. Bu gül sirkesini, içine buz koyarak soğuttuktan son­
mustarip olduğu, biraz serin havaya muhtaç olduğu belliydi. Bu i­
ra küçük bezleri onunla ıslatarak başına, bileklerine soğuk soğuk
tibarla kendisine hak vermemek kabil değildi. Ne çare ki orada u­ koyuyor ve ateşini tahfif etmeye çalışıyorduk. Hakikaten bu gül sir­
zun müddet kalması da katiyen doğru olmazdı. Güverte cereyanlı, kesi o aralık ateşini düşürmüş, sıkıntılarını azaltmış, kendisine o
hava rutubetliydi. Üşütüp bu yüzden mevcut rahatsızlığa bir de so­ geceyi iyi geçirtmişti. Ertesi sabah yanına girdiğim zaman;
ğuk alma gibi herhalde çok tehlikeli olacak bir unsurun daha katıl­ "Annene teşekkür ederim ' dedi, 'ilacı beni çok açtı .... ".
ması ihtimali vardı. Kalbim sızlayarak içeriye girmesi için ricaya
başladım. Yanındakiler de bana yardım ediyorlardı. ilk anlarda ri­ Ama bunlar hep geçici rahatlamalardı. Atatürk, Temmuz sıca­
calarımı şiddetle reddediyor, ne olursa olsun güvertede kalmak is­ ğında Savarona'nın basık tavanlı kamarasında kavruluyordu. B ir
tiyordu. Ben de derece derece yalvarma/arımı artırıyor, mümkün parça rahatlasın diye odasının köşelerine sandıkları içinde kalıp
olduğu kadar kırılmamasına dikkat ederek, hareketinin doğru ol­ buz parçaları kondu. Uyandıkça bunlara bakıyor, "Benim barsakla­
madığını ve muhtemel tehlikeyi anlatmaya çalışıyordum ". nm da sular içinde yüzermiş. Böyle insan yaşar mı?" diye söyleni­
yordu.
Sonunda Savarona' da daha fazla kalamayacağı anlaşıldı. Bu
yüzen sarayda ancak 55 gün geçirebilmişti. 23 Temmuz günü yatla
90
91
son bir Boğaz turu attı ve 25 Temmuz geceyansı Dolmabahçe' ye TEMMUZ 1 938
taşındı.
Yürüyecek halde değildi. Saray' a girişini kimsenin görmemesi­
" . . benim için O'nun
ni istiyordu. Bu yüzden Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak önce­ yüzünü öper misin?"
den rıhtıma çıkarak sahildeki ışıklan söndürttü. Nöbetçi ve hizmet­
çileri de uzaklaştırdı. Atatürk sedyeyle taşınmaya kesinkes itiraz e­
diyordu. Israr edenlere hiddetlendi. Bunun üzerine Acar motorun­
daki hasır koltuk getirtildi. Bu koltuğa oturup bir prova yaptı. Kol­
tuğu sağdan Kılıç Ali, soldan Muhafız Komutanı General İsmail
Hakkı Telççe, arkasından da Faik adlı genç bir sivil polis tuttular.
Atatürk bir elini Kılıç Ali' nin, diğer elini de Tekçe Generalin sırtı­
na koydu. Kaldırıldı.
Sarsılmadan, Savarona'dan İstanbul motoruna bindirildi. Motor Atatürk, Dolmabahçe Sarayı' nda Mavi Salon'un yanındaki o­
Saray kapısına yanaştı . Bu arada doktoru Neşet Ömer Bey, sürekli daya yatırıldı. Bu odada eskiden Sultan Reşat yatardı. Yüksek ta­
Ata ' nın nabzını kontrol ediyordu. Kıyıdan yeniden kaldırıldı ve vanlı ve üç penceresinden denizi gören bir odaydı . Pencereler ince
Saray' daki asansöre kadar taşındı. Asansör salona çıkınca, Atatürk işlemeli kumaş perdelerle süslenmişti. Yerler parke döşemeydi .
daha fazla taşınmak istemedi. Yürüyerek kendisi için hazırlanan Duvarlarda, mavi zemin üzerinde san renkli irili ufaklı yıldızlar
7 1 no'lu odaya kadar gitti ve gider gitmez de kendini yatağa attı, parıldıyordu. Tavandan da kristal bir avize sallanıyordu.
derin bir "ohhh" çekip, "Dünya varmış" dedi, "hakikaten burası Bu odada Atatürk ceviz ağacından oyma bir karyolada yatıyor­
yattan daha serin . . . ". du. Yatağın başucunda bir komodin, ayakucunda da bir şezlong
Hastalığı, 3. ve son aşamasına böylece girmiş oluyordu. vardı. Hemen karşısında geniş, kristal aynalı bir dolap yükseliyor­
du. Pencere önlerinde ise mavi Hereke kumaşıyla kaplı koltuk ve
sandaJyeler vardı. Köşeye yastıklı bir sedir konmuştu.
Arada bu nisbeten küçük odada sıkıldığında Pembe Salon' a ta­
şını yordu. Pembe Salon çok daha geniş ve görkemliydi. Yatak,
balkona yakın bir yere yerleştirilmişti. Ancak bu salonun tek deza­
vantajı banyoya uzak oluşuydu. Atatürk banyoya geçerken yorulu­
yordu. Buna da pratik bir çare bulundu. Sarayın duvarı özenle deli­
nerek yandaki banyoya bir geçit yapıldı. Bu geçidi gizlemek için
de yatağın yanıbaşındaki Fransız stili aynalı dolap kullanıldı. Do­
labın arkası söküldü ve duvara yanaştırıldı. Böylece Atatürk dola­
bın kapağını açıp, içine girince kestirmeden banyoya geçmiş olu­
yordu.
Atatürk bu ferah atmosfer ve yata göre çok daha serin olan Sa-
92 93
ray ortamında ilk günler bir nebze rahat etti. O rahatlıkla da yeni­ KIUÇ ALl
den kabullere ve görüşmelere başladı. O dönemde en çok yanında KORUMASI
olanlar Başbakan Celal Bayar, İçişleri B akanı Şükrü Kaya, Dışişle­ "Atatürk 'ün hastalığı günden güne vahimleşiyor, ıstırabı ve su
ri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ve Genelkurm ay B aşkanı Mareşal tazyiki dolayısıyla sıkıntıları çoğalıyordu. idrar da günden güne
Fevzi Çakmak' tı . daha ziyade azalmaya başlamıştı ki bunların hiçbiri hayra alamet
Ancak yaz sıcağı bastırdıkça sıkıntıları yeniden artmaya başla­ değildi. Atatürk 'ün kamı günden güne büyüyordu. Bu büyüklük ar­
dı. Yaverleri çaresizlik içinde yatak odasının pencere ve duvarları­ tık tamamen göze çarpıyordu. Bundan dolayı aziz A tatürk artık
na bahçeden hortumla su sıktırıyor, böylece sıcağın etkisini önle­ yatmakta ve teneffüs etmekte müşkülat çekmeye başlamıştı ".
meye çalışıyorlardı, ama nafile. . . Hiçbir önlem işe yaramıyordu.
Bunun üzerine Hükümet, Atatürk için bir "Konsültasyon Kuru­ PROF. DR. AKlL MUHTAR ÖZDEN
lu" oluşturulmasına ve hastayı sürekli olarak bu kurulun bakım al­ DOKTORU
tında tutmasına karar verdi. O güne kadarki bakımında gözlenen " Yatağın ayak ucunda Afet ve Sabiha Gökçen hanımlar var.
dağınıklığı n önlenebilec eği umuluyord u. Prof. Dr. Nihat Reşat Hastayı görüyoruz. Çok zayıflamıştır. Yüzünde, aşikar acı düşün­
Belger, Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, Operatör Prof. Dr. Mim Ke­ celeri olduğunu gösteren alametler var. Ödem aşikar. Kasıklara
mal Öke, Ord. Prof. Dr. Akil Muhtar Özden, Sinir hastalıkları mü­ kadar hafif bir surette çıkıyor. Çok asit var. Kalp zafiyet göstermi­
tehassısı Prof. Dr. Hayrullah Diker, İç Hastalıkları Mütehassıs ı yor. Kendisi kamından şikayet ediyor. Bir de sağ baldır nahiyesin­
Prof. Dr. Süreyya Hidayet Serter, Sağlık B akanı Dr. Hulusi Alataş deki uyuşukluk hissini anlatıyor ".
ve B akanlık Müsteşarı Dr. Asım Arar ile Dr. Abravaya Marmaralı
ve Dr. Kamil Berk'ten oluşan 1 1 kişilik konsülta yon kurulu 30 Doktorlar, muayeneden sonra konsültasyon için ayn bir odada
Temmuz günü saat 1 5 .00'te Atatürk'ün muayenesi için Saray 'da toplandılar. Hastanın karnındaki asit çoğalmıştı. Ara sıra ateşleni­
toplandılar. yordu. Asitin karından şırıngayla alınmasından sözedildi. Ama bu­
Herkes iyi bir haber için gözlerinin içine bakıyordu: nun tehlikesi düşünülerek ertelendi. Karın ağrılarına karşı ilaç ve­
rilmesi kararına varıldı.
DR. ASIM ARAR Bu konsültasyon sırasında odaya Ata'nın yanındaki zevat da gi­
SAGLIK BAKANLIG I MÜSTEŞARI rip çıkıyordu. Prof. Akil Muhtar Özden, konsültasyon sırasında ya­
"Saray 'da temas ettiğimiz kimselerin hepsi meyus bir halde idi­ pılan konuşmaların Ata'ya iletilmemesini rica etti. "Sağlığım o­
ler. Her ağızdan bir şey duyuyorduk. Umumi Katip, Hususi Kalem lumsuz yönde etkileyebilir" dedi. Ama bu öğüde uyulamadı . Çün­
Müdürü, Başyaver gibi dairenin amirleri ve Atatürk 'ün yakınları­ kü Atatürk her şeyi bilmek istiyor ve en ince ayrıntısına kadar so­
nı'! her biri bir şeyden şikayet ediyorlardı. Şikayetler, Atatürk 'e iyi rular soruyordu.
bakılmadığı ve lazım gelen ihtimamın gösterilmediği hususunda Orada doktorlar bir başka sürprizle de karşılaştılar. Tedavi için
birleşiyordu ". yurtdışından iki hekim çağrılmıştı. Bunlardan biri Berlin Tıp Fa:.
kültesi Dahiliye Kliniği Direktörü Gustav Bergmann, diğeri ise Vi­
yana Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Hans Eppinger' di. Bu iki
profesör de karaciğer hastalıkları konusunda uzmandılar. Bu du-
94 95
rumda Türk doktorlar, kesin karar için bu iki yabancı hekimin ya­ "Aziz ve Muhterem Büyüğüm İnönü;
pacağı muayenenin de beklenmesi kararına vardılar. Hatta Fissen­ "Ben bu mektubu sonuna kadar yazmaya, siz de okumaya bil­
ger' nin de yeniden çağrılması düşünüldü. mem muvaffak olabilecek miyiz? Parmaklarım kınk, gözlerim kör
Sonunda 3 1 Temmuz günü önce Dr. Eppinger İstanbul' a geldi olsaydı da ben size böyle acı bir mektup yazmaya muktedir olma­
• ve diğer meslektaşını beklemeden hemen Atatürk'ü muayene etti. saydım. Fakat vatan aşkı, millet ve memleket sevgisi ile işittikleri­
İlk tepkisi, kötü bir Fransızcayla "Un cas triste" (Güç bir vak' a) mi, gördüklerimi acı ve feci de olsa size bildirmeyi bir vazife, bir
demek oldu. Daha önceki doktorlarına hiç danışmadan kendince borç bildim ve bu mektubu yazmak mecburiyetini hissettim.
bir kür uygulamaya soktu. Atatürk' e bol bol kavun karpuz yedirdi. "Sevgili Paşam,
Sonunda hasta ishal oldu ve karın ağrılan iyice arttı . Atatürk ya­ "Büyük kurtarıcımız Atatürk' ümüz dün, ecnebi profesörlerin de
nındakilere, bu doktordan hiç memnun kalmadığını söyledi. bulunduğu bir sıhhi heyet tarafından muayene edildi: Konsültas­
Almanya'dan davet edilen Prof. Bergmann, Avusturyalı mes­ yon neticesinde icabedenler yapıldı. Fakat bu konsültasyonda bu­
lektaşından bir gün sonra geldi- ve o da, hastayı muayeneyle işe ko­ lunan bazı doktor arkadaşlar tarafından bana mahrem olarak söyle­
yuldu, bambaşka bir kür uygulamaya koydu. Atatürk'ü rendelen­ nenlere ve benim de görüp anladığıma göre Atatürk' ümüzün bu­
miş elma rej imine soktu. Bu kez de sonuç kabızlık oldu. günkü sıhhi vaziyeti korkulacak kadar vahimdir. Kalbim parçala­
Durum inanılır gibi değildi. Bir gün, 1 1 kişilik koca bir doktor­ narak size bu elim haberi vermek mecburiyetinde kaldığım için ay­
lar heyeti hastayı muayene ediyor, teşhisler koyup, tedaviler öneri­ nca acı duymaktayım. Artık buna göre ne yapmak ve nasıl bir ted­
yor, ertesi gün bir başka doktor gelip, bambaşka bir yöntem uygu­ bir almak lazımdır, bilemem. Ankara' da bulunduğunuz için bura­
lamaya koyabiliyordu . daki vaziyetten sizi, memleket ve milletimin büyüğü, kıymetli İnö­
Sonunda Türk ve yabancı hekimler birarada toplanıp, son bir nü' müzü haberdar etmekle vicdanı vazifemi yapmak istedim.
rapor yazmaya koyuldular. Adeta her kafadan bir ses çıkıyordu. "Gözyaşlarımla ve derin saygılarımla ellerinizden öperim"
Raporu Nihat Reşat Bey yazıyor, Prof. Dr. Akil Muhtar o sırada A­
tatürk'ün Genel Sekreteri Hasan Rıza'yla sohbet ediyordu. Prof. Bozok, bu mektubu oğlu Cemi l ' le Ankara'ya gönderdi.
Neşet Ömer, bu duruma kızarak "Yahu masa başına gelsenize şu i­ İ smet Paşa, mektubu okuduktan sonra şu cevabı yazdı:
şi bitirelim" diye bağırdı. -
Bu tablo anında içerde yatan Atatürk'e ulaştırılıyor, "Sizin has­ "Kardeşim Salih,
talığınızla uğraşacaklarına, bir kenara çekilip lakırtı ediyorlar" di­ "Mektubunuzu büyük teessürle okudum. Dayanılmaz bir suret­
ye haber uçuruluyordu . Hastanın, tedaviye inancı günden güne yo­ te yüreğim bir daha sızladı. Acılı duygularımı nasıl ifade edeceği­
koluyordu. Doktorlar o günkü raporda "Atatürk' te bir siroz vardır" mi bilemiyorum. Vefalı, vatanperver kalbinizin elemlerini anlıyo­
ifadesini ilk kez bu netlikte yazdılar. Raporun sonundaki ifade ise rum. Elimden geldiği kadar vaziyeti takibettim. Hastalığın ciddi
aynen şöyleydi: olduğu görülüyor. Ben, kuvvetli ümidimi muhafaza ediyorum.
"Sonuç, ciddi ve vahimdir". Hastalığın tevakkuf haline geçmesi ve vücudun kuvvetlenmesi ih­
O gece Atatürk ' ün Yaveri Salih Bozok, bir mektupla, bu sırn, timali daima vardır. Son alınan sıhhi tedbirlerin de canımızdan
Ankara'ya İsmet Paşa' ya duyurdu: sevgili hastamızın afiyeti için yeni bir ümit şulesi olduğuna inanı-
yorum.
96 97
"Kardeşim Bozok, Atatürk'ün hemen yambaşındaki bir grup, İnönü'ye son derece
"Sevgili Atatürk'ü gördükçe O'nun ümidinin sarsılmamasına ·soğuk bakıyor ve Atatürk'ün ileriye dönük bir konuşmada Bayar
ve mümkün olduğu kadar neşeli kalmasına çalışmalıyız. Yine en ve Çakmak'ın adlarını vermesinden mutlu oluyordu.
büyük sıhhi iyilik, O'nun maddi ve manevi kuvvetinden gelecektir. Kılıç Ali, "Atatürk'ün Son Günleri"ni anlattığı hatıratında Bo­
Beni haberdar etmek lütfunuza çok minnettarım Bozok. Teessürlü, zok-İnönü haberleşmesi için de şunları aktarıyor: .
ümitli olarak ve candan dua ederek takip ediyorum. Bergmann "Atatürk, Salih'in İsmet Paşa'ya da bu malumatı haber verdiği­
(Alman doktor) tecrübeli, şöhretli bir doktor imiş. Bu hastalığın ni haber alınca fena halde hiddetlenmişti. Salih'i çağırtıp, ' İsmet
seyrinde birdenbire iyilik, tevakkuf devresi husule geldiği vaki i­ Paşa'ya benden niçin bahsediyorsun? Bunun manası nedir? Bu ha­
miş. Bu ihtimaller, çok ümit bağladığımız ışıklardır. reketini hiç beğenmedim' diyerek muahazelerde bulunmuştu".
"Atatürk'ü gördüğün zaman, yormayarak, benim tarafımdan el­ Bu tür anılar, Atatürk'ün İnönü'yle dostluğunu tamamen kopa­
lerini, yüzünü hasretle öper misin? Mektuplarını daima beklerim. rıp, kendisinden sonrası için Bayar'ın adı üzerinde öncelikle dur­
Gözlerim yaşlı olarak, muhabbetle gözlerinden tekrar tekrar öpe­ duğunu ima etmekle birlikte, gerçeğin böyle olmadığını öne süren
rim sevgili kardeşim". anılar da vardır. Örneğin İnönü, "Hatıralar"ında Atatürk'ün o dö­
nemde her fırsatta kendisine selam yolladığını belirterek şu ayrın­
Salih Bozok neden durumu acilen İnönü'ye haber vermişti? tıları verir:
"Ne tedbir alınır, bilemem" derken muhtemel bir iktidar boşluğunu
mu kastediyordu? "Atatürk, o devrede Celal Bayar ile daima selamlar yolladı.
Bu soruları yanıtlayabilmek için o günlerde Atatürk'ün Ankara Bunlara mektuplarla teşekkür ettim. Birkaç defa Dr. Tevfik Rüştü
ve İstanbul' daki arkadaşları arasında alttan alta süren bir iktidar Aras selamını getirdi. Ona karşılık da bir mektupla şükranlarımı
mücadelesinin filizlendiğini kabul etmek gerekir. bildirdim.* Sabiha Gökçen, hemen her hafta Cumartesi günleri ts­
Ata'nın hastalığının yabancı doktorlarca tescillendiği günlerden tanbul'a gider, Pazartesi günleri Ankara'ya dönerdi. Bana Ata­
bir gün, bu kez de Başbakan Celal Bayar'ın hastalık haberi gelmiş­ türk'ten haber ve muhabbetler getirirdi. Lozan günü geldi. O yıl
ti. O da karaciğer krizinden yatağa düşmüştü. Atatürk, neredeyse gazeteler bir şey yazmadılar. Fakat Atatürk beni İstanbul'dan tele­
kendi derdini unutmuş, yakın dostlarının birer birer rahatsızlanma­ fonla arattı. Çok muhabbetli şeyler söyletti. Sonradan bana anlat­
sının acısını çekiyordu. Haberi alınca şunları söyledi: tıklarına göre bunları yazılı şekilde bildirmek istemiş, fakat yakın­
"Ben hasta yataktayım. Celal Bey de hasta yatıyor. Fevzi Pa­ lan (Hasan Rıza) mani olmuşlar. Sonradan, benim Atatürk'e hasta­
şa'nın da şekeri var, O da hasta. Ne olacak bilmem?" lığının dikkati çeken bir ağırlık gösterdiği sırada yazdığım mek­
Kılıç Ali, Bayar'la ilgili bu anıyı naklettikten sonra şunları ya­ tuplara başka manalar verilmek istendiğinde, bunların etrafında
zar: polis romanları tarzında hikayeler anlatıldığında pek şaşmışımdır.
"Atatürk'ün söylediği bu sözler arasında bu iki isimden başka­ Mektuplar, insanın ağır hasta olan bir yakınına, büyük amirine
sından bahsetmemesi, o zaman hepimizin ehemmiyetle nazarı dik­
katini celbetmiş ve buna türlü manalar vermiştik". * İşte bu mektuplardan biri: "Sevgili Atatürk ! "Muhterem Celal Bayar bana sizin selamınızı
getirdi. Çok sevindim. Sizin bir an evvel sağlığınıza kavuşmanız. yegane ve en samimi dile­
O aralar herkesin kafasının bir yerinde bu soru vardı:
ğimdir. lki inübarek ellerinizden, sevgili ve can verici yüzünüzden. doymadan binlerce öpe­
"Atatürk'ten sonra ne olacak?" rim, sevgili Atatürk, büyük Atatürk, velinimetim Atatürk !"/lsmet lnönü/5 Ekim 1 938 .
98
.

99
göstereceği samimi alakanın ifadesidir. Yazdıklarım, böyle bir du­ Kılıç Ali'nin b u izlenimleri elbette ki önemliydi.
rumda duyulan teessür ifadeleri ve teselliden ibarettir. Aynı zaman­ Ancak burada konunun başka bir yanına da dikkat çekmek zo­
da bana gösterdiği ilgiye, bütün bu zevat vasıtasıyla gönderdiği se­ runludur. Atatürk'e son günlerinde uzak durmakla suçlanan bir ke­
lamlara, muhabbete teşekkürdür. Selamını aldığımı, bu mektuplar­ sim de, O'nu kuşatan bir grubun, kendilerini O' ndan uzak tuttukla­
la kendisine duyururdum. Mektupların, tabiatıyla, hiçbir siyasi ma­ rı inancındadır. Örneğin General Ali Fuat Cebesoy, "Siyasi Hatıra­
hiyeti yoktur. Zaten yazıldığına göre Atatürk benim mektuplarımı, lar"ında şunlan yazar:
yatağının başındaki komodinin bir çekmecesinde tutarmış. Atatürk
gibi bir devlet adamının, dost ve arkadaş mektubunun dışında ma-. "O'nunla beraber bulunmamıza maatteessüf mani olmuşlardı.
hiyet taşıyacak yazılan komodin çekmecesinde tutacağı hatıra dahi Ben her gün Saray' a giderek saatlerce kalmış isem de ancak bir
getirilmez. Üstelik mektupların gizli kapaklı bir tarafı da yoktu. A­ kere Atatürk'ün yanına girmek fırsatını bulmuştum. Şunu tebaruz
tatiirk' ten bütün o selam ve muhabbet duygularını getirenler, ken­ ettirmek isterim ki bence meçhul kalmış olan sebeple Başyaver
disinin mektubumu aldığını, memnun olduğunu bana bildirirlerdi". Celal Bey'le Atatürk' ün yakınlarından bir iki zat, fiem Atatürk'ün,
hem de benim şiddetli arzularımıza rağmen, beni Atatürk' ün ziya­
İnönü'nün Atatürk sevgisi başta Atatürk olmak üzere herkesçe retinden mahrum bırakmışlardı"
çok iyi bilinirken, başka bazı çevrelerde küçük iktidar hesaplarının "Atatürk'e mülaki olduğum gün bana karşı çok üzülmüş bul­
yapıldığı da yadsınamaz bir gerçektir. muştum. Yanına yaklaştığım zaman
Yine Kılıç Ali, bu hesapların kendilerini nasıl üzdüğünü şu söz­ 'Fuat Paşa, beni çok zaman aramadınız. Ege vapurunda böyle
lerle anlatır: mi kararlaştırmıştık' demişti,
"Maiyetinden şikayet edip kendisini üzmemek için şu cevabı
"Vaziyet bu merkezde iken, yedı kat yabanc ı l ar bu suretle içten verdim:
gelen bir samimiyetle ağlar ve teessürler izhar ederken, maalesef ' Paşam ! Hergün Saray'a gelerek sıhhatinizle alakadar olmuş­
bazı soysuzların Atatürk'ün ölümüne sabırsızlıkla intizar etmekte tum. Eğer yanınıza kadar gelememiş isem, sizi rahatsız etmemek i­
olduklarına dair gelen haberler, içimizin acısından bir kulağımız­ çindi'.
dan giriyor, diğer kulağımızdan çıkıyordu. Atatürk'e candan bağ­ "Bu sözlerimle, kendisine evvelce söylenenlerden bana muha­
l anmı ş, O'na samimi olarak inanmış insanların, her şeyin fevkinde lefet edildiği manasını çıkartan hasta Atatürk, nöbetçi yaverini ça­
olan düşünceleri , O'nu bir saat daha yaşatmak emeliydi. ğırtarak, O'na, ne vakit Saray'a gelirsem hemen yanına kadar geti­
"Ne korkunç bir haldir ki, fırtına yaklaşırken, Atatürk'ün hasta­ rilmemi emretti. Bana da;
lığının ağırlaştığını ve artık hiçbir ümit olmadığını anlayan, O'nun ' Artık bundan sonra hiçbir muhalefete maruz kalmayacaksınız'
nan'u nimetiyle perverde olmuş, O'nun gölgesi altında büyümüş, dedi".
yakını telakki edilebilecek bazı insanlar dahi, bir anda, Atatürk'ü
terketmiş bulunuyorlardı. Bunlar artık ne Saray'a, ne yata, Ata­ lnönü'nün "Hatıralar"ında ise konuya şöyle değiniliyor:
türk'ün semtine bile uğramaz olmuşlardı. Bu vaziyetler insana ay­
nca azap veriyor, içimize hicran oluyordu". "Atatürk benim sıhhatimle mütemadiyen alakadar oldu. Ben de
O'nun sıhhi durumunu daima takip ediyordum. Bu arada İstan-
1 00 101
' Yakında ben Ankara' ya geleceğim. B inaenaleyh zahmet etme­
bul ' a gelip kendisini tekrar görmek, yoklamak istedim. 'O da be­
sin. Ankara' da kalip i stirahat etsin ve doktorların tavsiyelerine har­
nim gibi hasta, yerinden kıpırdamasın' diye haber gönderdi.
fiyen riayette bulunsun. Bunları bir emir olarak teşekkür ve selam­
Saray kapılarının eski dostlara kapatılışının nedeni sıhhi miydi,
larımla beraber kendisine söylersiniz".
siyasi mi? ... Bunu bugünden kestirmek oldukça zor. Sağlık Bakan­
lığı Müsteşarı Dr. Asım Arar, o günlerde "ziyaretleri en zaruri
İşte aynı olayın İsmet İnönü versiyonu:
kimselere hasretmek suretiyle sıkı şekilde tahdit ettiklerini" yazar.
Ata'nın Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak ise suçlamaları şöy­
"Teşrinisani günleri beni İstanbul' a götürmek için Şükrü Kaya
le yanıtlar:
ve O' nun tertibinde ansızın bir gayret belirdi. Ben de candan isti­
yordum. Fakat Şükrü Kaya tertibindeki bu gayret, yakın arkadaşla­
"Doktorlar, çok yorulmamasını, görüşmelerin 5- 1 0 dakikayı
rımın dikkatini celbetti. Katiyen bırakmadılar. Onlar haklı ve isa­
geçmemesini, bize sıkı sıkı tembih etmişlerdi. Atatürk de doktorla­
betli çıktılar. Şükrü Kaya İstanbul'a son anda beni götüremediği i­
rın bu yasağından haberdardı. Biz de bu tavsiyeye titizlikle riayet
çin pek hiddetli idi".
ediyor, hatta bu yüzden birçoklarının insafsız şikayet ve tarizlerine
hedef oluyorduk".
Yazılı hatıralar bu konuda daha fazla spekülasyon yapılmasına
"Bunlardan, beni ve arkadaşlarımı, ta canevimizden yaralamış
olanak vermiyor. Ama tüm bu satırlardan, Atatürk'ün hasta yatağı
birini yazmadan geçemeyeceğim: Sayın İnönü, Ankara' da geçirdiği
başında şu ya da bu şekilde bir iktidar hesaplaşmasının inceden in­
tehlikeli hastalıktan kalktıktan sonra, Atatürk'ü ziyaret etmek için
ceye sürdürüldüğü anlaşılıyor.
İstanbul'a gelmeye karar veriyor. Hazırlanıyor, trende yerini ayırtı­
Peki hangi Atatürk gerçekti?
yor. Hatta muayyen gün ve saatte istasyona iniyor, eşyası da kom­
Her Ankara' ya gidenle İnönü'ye selam yollayan Atatürk mü,
partmana yerleştiriliyor. Tam bu sırada rahmetli Dr. Refik Saydam
yoksa İnönü' yle haberleşti diye yaverine çıkışan Atatürk mü?
telaş içinde çıkageliyor; Dolmabahçe Sarayı' nda tarafımızdan ken­
Bu soruya en net yanıtı yine Atatürk verdi:
disine pek kötü muamele edileceğine ve Atatürk ' le görüşmesine
Hem de tam o günlerde...
mani olacağımıza kani olduğunu söyleyerek İstanbul' a gitmekten
Hem de tarihe geçecek bir yazılı belgeyle:
vazgeçmesini heyecanlı bir eda ile rica ediyor. İnönü'nün tereddü­
Vasiyetiyle ...
dü karşısında da, 'Eğer gitmekte ısrar ederseniz lokomotifin önüne
yatarım' diyor. Bunun üzerine İnönü yolculuktan vazgeçiyor.
"Şimdi bu garip olduğu kadar, hazin olan hadiseyi yazarken bi­
le içimde büyük bir üzüntü ve ürperme duymaktayım".
"Oysa İnönü İstanbul' a gelmekten vazgeçince, bir mektup yaz­
mıştı. Uzgören mektubu Atatürk'e takdim ederken 'İnönü tazimle­
rini bizzat arzetmek için İstanbul' a gelmek istiyordu. Hala da bu
arzusunda ısrar ediyor. Fakat henüz nekahat devresinde olduğu i­
çin doktorları seyahatine müsaade etmiyorlar' dedi. Bunun üzerine
Atatürk şu cevabı verdi:
1 03
1 02
EYLÜL 1 938 -

Vasiyet

Eylül ayı başında Atatürk' ün karnındaki suyun şırıngayla alın­


ması artık zorunlu hale geldi. B iriken suyun miktarı 1 0- 1 2 litreyi
bulmuştu. Bu yüzden Atatürk' ün nefesi daralıyor, sıkıntısı dayanıl­
maz bir hal alıyordu.
Doktorları, Fissenger' nin üçüncü kez çağrılmasını ve O ' nun
huzurunda şırıngayla karından su alınmasını kararlaştırdılar.
Ama bu OP.erasyon Atatürk' ü endişelendiriyordu. Atatürk, bunu
bir ameliyat sayıyor ve su alınma işlemi sırasında bağırsaklarının
delinmesinden korkuyordu. Bu yüzden, konu kendisine iletildiğin­
de "Anlatın bana" dedi, "bu nasıl olacak?"
Anlattılar. Karındaki suyun çıkarılması için yataktaki konumu­
nu biraz değiştirmek, vücudu sola döndürmek gerekecekti. Bu sa­
yede alınacak su, karnın en altında toplanacak ve dışarı alınması
kolaylaşmış olacaktı. Sonra da karın duvarı özel bir iğneyle deline­
cek ve içerdeki su şırıngayla çıkarılacaktı. Operasyonu yapacak o­
lan Mim Kemal Öke, "Atam, siz müsterih olunuz. Bu, daha önceki
ameliyatlarınızdan da basittir" dedi.
Atatürk düşündü ve uzun zamandır yapmayı düşündüğü bir iş i­
çin vaktin geldiğine hükmetti. Eylül başında güneşli bir sonbahar
sabahı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak ' ı çağırttı. Yanına oturttu.
"Biliyorum, bu yolda konuşmak, benim için de senin için de ağı.r
Elini tuttu, başını önüne eğdi ve ağır ağır konuştu:
bir şey. Ama başka çaremiz yoktur. Konuşmaya mecburuz çocuk. . .
Şu vasiyetname meselesi. . . Bugün yarın o işi bitirmeliyiz. Ne olur,
ne olmaz. ihtiyatlı olmalı ". "Bu yolda konuşmak, benim için de, senin için de ağır bir şey;
1 04 1 05

ama başka çaremiz yoktur. Konuşmaya mecburuz çocuk. . . Hani


Sonra kızkardeşi ve manevi kızlarına ait maddelere geçti. Mak­
seninle ara sıra bir işimizden bahsederdik; hatta bunun için bir de
bule, Afet, Sabiha, Ülkü, Rukiye ve Nebile, mirastan pay alacak-
hususi kanun çıkanlmıştı. Şu vasiyetname meselesi . . . Bugün yann
lardı :
o işi bitirmeliyiz. Ne olur ne olmaz. İhtiyatlı olalım. Mal olarak
nemiz varsa derhal bir listesini yap, bana getir". HASAN RIZA SOYAK
GENEL SEKRETERİ
Hasan Rıza sarsıldı. Ama bu, Atatürk'ün emriydi. Bürosuna i- ·
"Ben, yatağın sağ yanında ayakta duruyor, kendisini müthiş bir
nip, kayıtlan dökmeye başladı. Ata'nın tüm malvarlığının bir liste­
heyecan ve teessür içinde seyrediyordum. Çok sakindi. Arada bir,
sini yaptı. İş Bankası 'nda 1 ,5 milyon liraya yakın parası, hisse se­
yazdıklarına da gözatıyordum. Hem yazıyor, hem de bazı kelimeleri
netleri ve gayri menkulleri vardı . Listeyi yanına alıp yeniden yuka­
değiştiriyor, cümleleri, manalarına hiç halel getirmeden kısaltıyor,
rı çıktı.
sacfeleştiriyordu. Eşsiz muhakeme ve zarafeti burada da kendini
göstermişti. Çok ince düşünüyordu. Mesela bir maddede, kendisine
HASAN RIZA SOYAK aylık bağlanmasın ı vasiyet ettiği hanımlardan beşinin soyadları ya­
GENEL SEKRETERİ
zılıydı; yalnız bayan Afet'in soyadı yoktu; O, ailesinin soyadını kul­
"Atatürk listeyi aldı, tetkik etti. 'Bunları ikiye ayıracağız ' dedi, lanmıyordu. Henüz başka bir ad da almamıştı; bunu görünce diğer­
'Bir kısmı hayatta bulunduğumuz müddetçe üzerimizde kalması la­ lerinin de soyadlarını yazmadı. Yine aynı maddede 'Vefatlarına ka­
zım gelenlerdir: Para, hisse senetleri, Çankaya 'daki Köşk 'le, eşya­ dar ' ibaresi vardı; bunun yerine, 'yaşadıkları müddetçe ' kaydını
ları gibi... Yapacağımız vesikaya işte bunları koyacağız; diğerleri­ koydu; O 'na göre yaşamak esastı. Bir vasiyetnamede dahi olsa, bir
ni, yani Çankaya 'dan başka yerdeki evleri ve emlakı, Ankara 'ya insanın ölümünden bahsetmeyi nezakete ve hayırhahlığa uygun
avdet eder etmez, mahalli belediyelerine veya diğer kurumlara ve­ bulmuyordu. Dakikalar geçtikçe heyecanım artıyordu. Bu tarihi ha­
rir, muamelesini de yaptırırız ' ". disenin tek şahidi olmak düşüncesi beni sarsıyordu ".

Atatürk, sahip olduğu bütün para ve hisse senetleri ile Çanka­ Vasiyette, banka gelirlerinden bir kısmının Türk Tarih ve Türk
ya' daki menkul ve gayri menkullerini Cumhuriyet Halk Partisi' ne Dil kurumlan arasında bölüştürülmesi de isteniyordu.
devretme karanndaydı . Ama bazı şartlan vardı. Ve nihayet vasiyetin 5. maddesi lnönü' yle, daha doğrusu İnö­
Atatürk bu genel çerçeveyi çizdikten sonra ayrıntılara geçti. So­ nü'nün çocuklanyla ilgiliydi. Atatürk, lnönü' nün çocuklanna yük­
yak da bu ayrıntılara göre bir hukukçunun yardımıyla bir taslak sek öğrenimleri için yardım yapm3k istiyordu. Soyak' a "Kendisine
metin hazırladı. (İsmet İnönü' ye) bir hal olursa kardeşi (Hasan Rıza Temelli) ço­
Ertesi sabah odanın kapılannı kapatıp, taslağın ayrıntılan üze­ cuklanna bakmaz" dedi.
rinde çalışmaya başladılar. Bu madde, Atatürk' ün bir "eski dost"ta sıcak bir jestiydi belki.
İş Bankası' ndaki para ve hisse senetleri yine İş B ankası tarafın­ Mustafa Kemal, onca yıllık silah arkadaşına, iki satırlık bir mesaj
dan gelirlendirilecekti. Atatürk, "çünkü" dedi, "İş Bankası Celal yolluyordu. "İnce ve anlamlı bir mesaj . . ."
(Bayar) Bey ' in nezareti altında çok iyi çalıştı ve başanlı neticeler Ama o günlerde bu madde üzerine yoğun spekülasyonlar yapıl­
aldı". dı. "Yakın çevresinin Atatürk'e İnönü'nün ölmüş, hatta öldürülmüş
1 06 1 07
olduğunu söyledikleri, Ata'nın da bunun üzüntüsüyle vasiyetine Dolmabahçe
böyle bir madde koyduğu" söylendi. Bu söyknti İstanbul ve Anka­ 5 Eylül 1 938
ra'yı karıştırdı. B ir sır.kalması istenen vasiyet böylece birden gün­ Pazartesi
demin baş maddesi haline geliverdi: "Malik olduğum bütün nukut ve hisse senetleri ile Çankaya'daki
İnönü, vasiyet üzerinde kopan fırtınayı "Hatıralar"ında şöyle menkul ve gayrimenkul emvalimi Halk Partisi' ne atideki şartlarla
anlatıyor: terk ve vasiyet ediyorum:
1 - Nukut ve hisse senetleri, şimdiki İş B ankası tarafından nema­
"Vasiyet fikri ve ihtimali üzerine memleket aylarca çalkalandı . landınlacaktır.
Memleket bütün bu şayiaları, daha doğrusu telkin ve teşebbüsleri 2- Her seneki nemadan bana nisbetleri şerefi mahfuz kaldıkça, ya­
tasfiye etti. Hadisat şöyle hülasa olabilir: şadıkları müddetçe, Makbule' ye ayda 1 .000, Afet'e 800, Sabiha
"Fethi Okyar fitneye iltifat etmedi. Mareşal (Çakmak), ortalığı Gökçen'e 600, Ülkü'ye 200 lira ve Rukiye iie Nebile'ye şimdiki
bir müddet yokladıktan sonra müstağni vaziyet aldı. Çekilmemin l OO'er lira verilecektir.
bidayetinde başında korkmuş, bana hiç sokulmamıştı. Sonra eski­ 3- Sabiha Gökçen' e bir ev de alınabilecek para verilecektir.
sinden daha çok sokuldu. "Şükrü Kaya, Hasan Rıza Soyak başlıca 4- Makbule' nin yaşadığı müddetçe Çankaya'da oturduğu ev de e­
(Hatıralar ' ın bu kısmı okunamıyor) . . . olarak Dr. Aras' la beraber mirlerinde kalacaktır.
bir vasiyet koparmak ve uydurmak için çok çırpındılar. Son ana 5- İsmet İnönü ' nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için
kadar bu ümidi muhafaza ettiler. Atatürk'ten koparamadılar. Şifa­ muhtaç oldukları yardım yapı lacaktır.
hen uydurmaya Hasan Rıza teşebbüs etti . Celal Bayar kabul etme­ 6- Her sene nemadan mutebaki miktar, yarı yarıya Türk Tarih ve
di. Efkarıumumiyenin tazyiki son derece artm ı ş idi. Benim haya­ Dil kurumlarına tahsis edilecektir".
tım üzerinde iki taraflı alaka azami dereceyi buldu.
"Şükrü Kaya, Ankara' nın büyük idare ve inzibat amirlerine bir Atatürk, Vasiyetini bitirdikten sonra bir zarfa koydu, zarfın
vasiyet çıkarsa canla başla tatbik edileceğini söyledi. Ertesi gün ağzını kapadı ve başucundaki komodinin çekmecesine yerleş­
zabıtnameden bu ifadesini çıkardı". tirdi .
Ertesi gün yataktan kalktı, traş oldu, yıkandı. İpek pijamasının
İnönü' nün bu ifadeleri, Ata' nın ölüm döşeğinde, başucunda ya­ üzerine kırmızı robdöşambr giydi, boynuna vişne renginde bir e­
şanan kıyametin işaretlerini veriyor. şarp bağladı ve denize bakan pencerelerin önündeki şezlonga ku­
Hasan Rıza Soyak, İnönü ' nün suçlamalarını yanıtlarken, bunla­ ruldu.
rın "yersiz yorumlar" olduğunu söylüyor, Atatürk'ün İnönü' nün Genel Sekreteri Soyak noteri getirince, vasiyetinin bulunduğu
hastalığıyla yakından ilgilendiğini hatırlatıyor. zarfı O'na uzattı ve "Bu, benim vasiyetimdir" dedi, "icap ettiği za­
Bütün bu dedikodular arasında vasiyet son şeklini aldı, Ata'nın man lütfen kanuni muamelesini yaparsınız".
6 maddeden oluşan vasiyeti aynen şöyleydi: İşte son görevini de tamamlamıştı.

Vasiyet işi bittikten sonra Hasan Rıza ile konuşurlarken konu,


asıl siyasi mirasın nasıl paylaştırılacağı sorununa geldi. Öyle ya A-
1 08 109
ta'nın "siyasi miras"ı neydi? Tahtını boşaltırsa böyle bir karizma­ mektedir. Belli idi ki, rahmetli Recep Peker 'in bir Avrupa seyaha­
nın yerini kim, nasıl doldurabilirdi? tinden döndükten sonra, partinin son kongresine teklif edilen ni­
Daha doğrusu, doldurabITir miydi? zamname ve programın faşist esaslarını unutmamış, bunlar kafa­
Hasan Rıza' nın aktardığına göre Atatürk bu soruya aynen şu sında yer etmişti.
yanıtı verdi : "lnönü 'nün, Cumhurbaşkanlığı 'na geçer geçmez, hiçbir ciddi
sebep ve lüzum olmadan, kendisini milli şef ve partisinin değişmez
"Elbette bunda söz ve intihap hakkı sadece milletin ve onun başkanı ilan ettirmesi ve bu hali, hür alemle beraber, yurdumuzda
mümessili olan Türkiye Büyük Milet Meclisi' nindir; yalnız ben bu da alıp yürüyen fikir cereyanlarının yarattığı kuvvetli dalgalara
meseledeki mütalaamı ifade edeceğim. çarpıncaya kadar devam ettirmeye uğraşması, derin ve uzak gö­
"Evvela akla İsmet Paşa gelir; evet! O, memlekete büyük hiz­ rüşlü Büyük Adam 'ın endişelerinde ne kadar haklı olduğunu ispat
metler ifa etmiştir. Fakat nedense umumun sempatisini kazanama­ etmiştir ".
dığı görülüyor; bu yüzden durumu pek de cazip olmasa gerek.
"Bir de Mareşal Fevzi Çakmak var. O, hem memlekete büyük Soyak, tarafından böylesine ağır bir dille eleştirilen İnönü ise a­
hizmetler etmiş, hem de herkesle iyi geçinmiş, selahiyet sahipleri­ nılarında tam da bu dönemde kendisinin Amerika'y a büyükelçi o­
nin mütalaalarına daima kıymet vermiştir. Kimse ile münazaa ha­ larak yollanacağ ı dedikodul arının çıktığını anlatıyor. İnönü, bu
linde değildir. Bu itibarla bence Devlet Başkanlığı için en münasip söylentileri Dişişleri B akanı Tevfik Rüştü'ye (Aras) soruyor ve şu
arkadaş O ' dur. Filhakika kendisi ordu işleriyle uğraşmaktan çok yanıtı alıyor:
hazzeder, belki ordudan ayrı l mak istemez . Ama Cumhurreisli­ "Evet, bu haberler benden çıktı. Siz bana hep ' Amerika' yı gör­
ği' nde, aynı zamanda Başkomutanlık mevkiinde de olacağı için bu medim' derdiniz. Ben de bir vesile bulup sizin Amerika' yı görmek
meşguliyetine devam imkanı daima mevcut demektir. Bi naena­ arzunuzu gerçekleştirmek istedim".
leyh, kanuni bir yol bulup kendisi namzet gösteri l ir ve seçilirse İnönü bunun üzerine Tevfık Rüştü'ye teşekkür ediyor ve çok
çok iyi olur zannederim". sert bir şekilde "bunu kabul etmeyeceğini ve böyle bir şey olursa
kendisini sorumlu tutacağını" söylüyor.
HASAN RIZA SOYAK Tarihin garip cilvesine bakın ki, Atatürk'ün tahtı, tüm bu tez­
GENEL SEKRETERİ gahlara rağmen lnönü' ye kısmet olacak ve İnönü, Köşk' te görev
"!Ju mevzu üzerinde biraz daha konuştuk. Sözlerinden anladım süresini tamamladıktan sonra, o görmeyi çok istediği Arnerika'ya
ki, ismet Paşa 'nın tenkide tahammülsüzlüğünü, hoşgörürlük has­ yıllar sonra bu kez B aşbakan olarak gidecektir.
sasının yetersizliğini, gerek Hükümette ve gerek Parti başında se­
Lahiyet ve mesuliyet sahibi arkadaşlarının sıfat ve haklarına Lüzu­
mu kadar, hatta bazen hiç itibar etmeyerek, her işte yalnız kendi
arzu ve fikirlerini yürütmeye çalışmasını beğenmemekte, bu hal ve
itiyadıyle, ilk günden beri hedef tutulup, varılması için mücadele
edilen gayeye tamamen aykırı olarak memleketi, o zamanlar Avru­
pa 'da mevcut bazı şef idarelerine doğru götüreceğinden endişe et­
111
l lO
EYLÜL 1 938
Rüyada dans

6 Eylül 1 938 günü Doktor Fissenger, üçüncü kez İstanbul ' a


geldi ve Dolmabahçe Sarayı ' nda Atatürk ' ü muayene etti . Ama du­
rumunu hiç beğenmedi; "Aziz hastamı daha iyi bulacağımı tahmin
ederek çok neşeli gelmiştim" dedi. Artık Atatürk ıstıraba dayana­
maz hale gelmişti. Karında toplanan suyun derhal alınmasını isti­
yordu. O güne kadar bu işlemi mümkün olduğunca geciktirmeye
çalışan doktorları sonunda boyun eğdiler.
"Ponksiyon", yani karından su çekme işlemi hemen ertesi gün
Dr. Mim Kemal Öke tarafından yapıldı. Dr. Fissenger ile Dr. Neşet
Ömer İrdelp de operasyon sırasında nezaret ettiler.. Sonraları, Dr.
İrdelp, Mim Kemal Öke'nin o gün "Bu müdahaleyi uygun olma-
'
yan koşullarda yaptık" dediğini aktaracak ve onu sorumluluktan
kaçmakla suçlayacaktı. Fissenger'nin de Öke için "İşleri güçleşti­
riyor" şeklindeki sözlerini aktaracaktı.
Bu tartışmalar arasında karından tam 1 2 litre kadar su çekildi.
Çıkan suyun neredeyse bir tenekeyi dolduracak kadar olması her­
kesi şaşkına çevirmişti. Ama Atatürk rahatlamış, günlerdir ilk kez
derin bir "ohh" çekmişti.
Kılıç Ali, anılarında o ponksiyondan sonra yanına girdiğinde
Atatürk'ü bir anda çok çökmüş bulduğunu nakleder:

1 13
KILIÇ AL/ lağıma geldikçe tüylerimin ürperdiğini hissediyordum.
KORUMASI "O gece sabaha karşı idi. Saat 6.30'a geliyordu. Yatak odasın­
"Adeta birdenbire zayıflamıştı. iki kolunu başının altına alarak daki zili acı acı çaldı. Hemen kundura/arımı çıkararak, ayakları­
arka üstü yatıyordu. Karnını büyük bir sargıyla sarmışlardı. Oda­ mın ucuna basa basa oda kapısına geldim. A tatürk yatağı içinde o­
dan içeri girer girmez yanına koştum: turmuş, sigara içiyordu. Kapıdan baktığımı görünce;
'Geçmiş olsun paşam ' diyerek başının altına aldığı ko1larının ' Ve aleykümselam ' dedi, 'Nöbetçi sen misin ? ' •

pazusunu öptüm. Bana, doktorların duyamayacağı kadar yavaş bir Sonra gülümsemeye çalışarak ilave etti:
sesle; 'Salih, gördün mü şu başıma gelenleri? '
'Çıkan suyu gördün mü' dedi. 'Bu kadar bir su kabı insanın Kendimi zor zaptederek;
karnı üzerine konsa nasıl tahammül eder? Bak ben ne haldeyim, 'Hepsi geçecek Paşam ' dedim, 'inşallah tamamen iyileşeceksi­
nasıl tahammül etmişim ? ' niz '.
'Geçmiş olsun Paşam, bunların hepsi geçecek ' dedim ve göz­ O sı rada kendisine borç çorbası getirmişlerdi.
yaşlarımı kendisine göstermede11 ve teessürümü hissettirmemek i­ 'Şimdi bir çorba içip yatacağım. Su alındıktan sonra epeya
çin bir fırsat bularak doktorların arkasından sıyrılıp hemen oda­ rahat ettim. Doktorlar almak istemiyorlardı. Fakat ben dayanama­
dan dışarı çıktım ". dım, suyu aldırdım ' buyurdular. "

O geceden itibaren doktorlar, Atatürk'ün mutlak bir istirahate HASAN RIZA SOYAK
ihtiyaç duyduğunu belirterek ziyaretleri yasakladılar. Çok zorunlu GENEL SEKRETERİ
haller dışmda hastanın yanına kim. e alı nmayacak, Ata fazla ko­ "ilk gece çok sakin uyumuştu. Fakat ne yazık ki, aradan birkaç
nuşturulmayacak, sınırlı ziyaretler de çok kısa tutulacakt ı . gün geçince su, tekrar toplanmaya ve zaafı dumıadan artmaya baş­
B u tavsiyelere harfiyen uyulması için de e n yakınındak.ı 5 kişi o lamıştı. Bir gece hafif bir dalgmlık da geçirmişti. Ertesi sabah bize;
geceden itibaren yan odada nöbet tutmaya başladılar. Yaverleri Sa­ 'Ben dün akşam sanki başka bır in an olmuştum. Bütün hatcra­
lih Bozok ve Celal Öner, Koruması Kılıç Ali, Muhafız Komutanı mnı unutmuştum. Bazı isim ve kelimeleri de hatırlayamıyordum.
İsmail Hakkı Tekçe ve Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak artık ge­ Hasılı ben asıl dün akşam hasta idim ' demişti ".
ce gündüz sırayla nöbette olacaklardı .
O' nun başucundaki bu "son nöbet", 10 Kasım' a dek aralıksız KILIÇ ALI
sürecekti. KORUMASI
" Yapılan ponksiyon nisbeten rahatlık vermekle beraber ahvali
SALIH BOZOK umumiye/erinde derhal dermansızlık husule getırdi. O büyük adam
YAVERİ yatak içinde sanki saatten saate küçülür gibi bir hal almıştı. Günler
"4 gün 4 gece hastanın yanıbaşındaki odada bekledik. Kudreti­ geçtikçe adeta bir deri bir kemik kalmakta idi. Fakat o halde bile
ni bütün dünyaya teslim ettiren Atatürk 'ün, yatıp kalkmak gibi en yine muntazaman traş oluyor, muntazaman sabah gazetelerini takip
basit fiziki hareketler için bile başkalarının yardımına muhtaç ol­ ediyor ve devlet işlerini görüyor, kararnameleri imzalıyorlardı.
ması yüreklerimizi paralıyor, arasıra içerideki odadan iniltileri ku- "Istırabına, dermansızlığına rağmen gramofon muntazaman
1 14 1 15
çalınıyor, radyo dinleniyor, üzüntülerini hissettirmemek için yanı­ delalet ediyordu. Kendisine;
na her girdiğimiz zaman eski neşesini göstermeye ve latife yapma­ 'Bu bir şey değil ' dedim, 'Ben daha korkunç rüyalar görmü­
ya çalışıyordu. Geceleri uykusu kaçtığı zaman zile basar, hademe­ şümdür. Hele bir tanesini hiç unutmam. Müsaade ederseniz anla­
sine; tayım '.
'Beylerden nöbette kim var ' diye sorar, hangimiz varsak yanına 'Anlat bakalım '
çağırır, uykusu gelinceye kadar şuradan buradan konuşur ve ko­ 'Efendim, beni bir gece rüyamda korkunç bir öküz kovalamıştı.
nuştururdu. Uykusu geldiğini hissettiğimiz zaman usulcacık kalkar Alabildiğine kaçıyordum. Fakat öküz bana gitgide yaklaştı. Biraz
ve nöbet odasına çekilirdik ". sonra da bir yarın dibine yaklaştırarak boynuzları ile tartaklama­
ya başladı. Bir yandan haykırıyordum, bir yandan da yatağımı kir­
SALlH BOZOK /etmişim. Gözümü açtığım zaman her tarafım sırılsıklamdı '.
YAVERİ "Ben daha rüyamı bitirmeden A tatürk gülmeye başladı. Bu,
"Atatürk bir gün bir rüya görmüş. Gördüğü rüyayı bana şöyle O 'nun son gülüşü idi. O günden sonra tebessüm ettiğini bile gör­
anlattı: mek kısmet olmadı ".
'Büyük bir otelin salonunda Atatürk oturuyormuş. Ben de ya­
nında imişim. Salonun köşesinde bir bilardo masası varmış. Masa­
nın başında arkası kendisine dönük olan bir zat oturuyormuş. Tam
bu sırada odanın kapısı açılmış ve iri yarı 30 kadar adam içeri
girmişleı: Bunlardan biri, eline bilardo masasından bir ıstaka ala­
rak masanın önünde oturan, Atatürk 'ün teşhis edemediği zatm om­
zıma bütün kuvvetiyle indirmeye başlamış. Omzu vurulan zat aya­
ğa kalkarak, kendini müdafaa etmekte ve 'Bana niye vuruyorsun '
diye hiddetle haykırmakta iken ben bu meçhul mütecavize karşı ne
yapmak lazım geleceğini Atatürk 'ten gözucu ile sormuşum. A tatürk
ise 'Sakın kıpırdama ' manasına gelen bir işaretle sükut ve sükuna
davet etmiş. Bu sırada eli ıstakalı adam, bize doğru yaklaşarak
karşımızda tehditkar bir vaziyet almış. Bu sefer ben yine müdahale
etmek i.stewişim. Ve aynı sessiz işaretle 'Ne yapalım ' diye sormu­
şum. Atatürk, bana tekrar 'Sus ' işareti verdikten sonra o azılı heri­
fe dönerek 'Sen kimsin, ne istiyorsun ' diye sormuş. Fakat adam bu
suale cevap vereceği yerde, cebinden bir tabanca çıkararak iki
kurşun sıkmış, biri A tatürk 'e, öteki bana. Sonra bu adam bize,
'kalkın dansedelim ' emrini vermiş. ikimiz de kalkıp O 'nun huzu­
runda dan.setmişiz '.
"Bu karışık rüya Atatürk 'ün yine buhranlı bir gece geçirdiğine
116
1 17
1 8 EYLÜL 1 938
"Umumi harp gelecek yıl"

1 8 Eylül günü Dol mabahçe Sarayı'na B ayar geldi. Koltuğunun


altında 4 yıllık yeni ekonomik plan dosyası vardı . Atatürk'e sun­
mak istiyordu. Doktorlar endişelendiler. Ancak Atatürk sunuşu
dinlemek için sabırsızlanıyordu. Zile basıp, hizınetlisini çağırdı ve
yüzü Bayar ' ı n karşısına gelecek şekilde yerinin değiştirilmesini
emretti . Hiçbir ziyaretin 10 dakikayı geçmemesi konusunda dok­
torlardan kesin talimat alınış olan Genel Sekreteri Hasan Rıza So­
yak, kapıda görünüp, yalvaran gözlerle bakınca O'nu da çağırdı,
"Otur, dinle. Mühim şeyler konuşacağız" dedi .
Ve Bayar anlatmaya başladı. Denizbank'a, 28 vapur alınması i­
çin sipariş verilmişti. Bunların bir kısmı soğuk havalıydı . Kütah­
ya' da bir elektrik santralı inşa edilecekti. Buradan elektriğin kilo­
vat saatinin Anadolukavağı' na 35 paraya malolacağı hesabedili­
yordu . Yine Kütahya'da 25 bin ton sentetik benzin istihsal edecek
yetenekte bir fabrika kurulması planlanıyordu. Sakarya nehri üze­
rinde sulama tesisleri yapılacak ve kömür üretimi senede 5 milyon
tona çıkarılacaktı .
Atatürk Bayar'ın anlattıklarını yüzünde büyük bir memnuniyet
ifadesiyle dinliyordu. Sunuş, yanın saati geçmiş ve dışardakiler A­
ta' nın yorulmasından endişelenmeye başlamışlardı. Sonunda, ko­
nuşmanın devamının başka bir zamana bırakılmasını öneİ'ıneye ka­
rar verdiler. Bu öneriyi iletmekle Afet İnan ' ı görevlendirdiler. Afet
Hanım içeri girdi ve Atatürk' e, "Çok konuştunuz, yorulacaksınız.
1 19
1 18
Rahatsız olacaksınız. Kafi görmez misiniz' diye sordu. Ama nafile. " 1 Kasım günü Meclis açılırken yapacağım nutkun materyalini
Atatürk, İnan' ın bu çağrısına bir karşı çağrıyla karşılık verdi : hazırlayınız . Her yıl olduğu gibi vekaletlerden notlar toplansın.
"Gel sen de dinle. Çok mühim ve güzel şeyler anlatılıyor. Bun­ Bunları birleştirerek benim üslubuma yakışır bir şekilde nutku ha­
lar insanı yormaz, insana can verir" zırlayın" dedi. Sonra durdu . . . halini düşündü ve ekledi:
Afet İnan çaresiz otururken, Atatürk B ayar'a döndü ve "Rica e­ "Ben kuvvet bulursam bunu alır, kısaltır, kendime göre yaza­
derim, devam. . . " dedi. nın. Ankara'ya gider, okurum. Şayet gitmeme imkan olmazsa . . . .
Sıra plan hedeflerini gerçekleştirmek için kaynak bulma konu­ düşünürüz . . . siz okursµnuz . . ." .
sundaydı. Bayar, İngiltere' den 1 6 milyon sterling kredi bulunduğu­
nu, bunun 6 milyonunun askeri ihtiyaçlara ayrılacağını, kalanının
yatırımlara harcanacağını anlattı . Kalan para, 60 milyon lirayı bu­
luyordu. Kaldı ki Almanya'yla da 1 50 milyon marklık bir kredi
anlaşması yapılmıştı. Bu da 75 milyon lira ediyordu. (Hey gidi
günler) Yani bütün bu yatırımlar bütçeye yük bindirmeden yapıla­
caktı.
B ayar, sunuşunu bitirdikten sonra Atatürk şunları söyledi:
"Çocuğum, bak sana söyleyeyim; bizim bu işleri ve buna ben­
zer işleri başarmamız için önümüzde en çok 3 yıl mühletimiz var­
dır. Demem ki ondan evvel fırtına kopmaz. Ne yapacaksak, herhal­
de bu dar müddetin içine sıkışt ı rmaya bakmal ıyız. Bütçe falan dü­
şünmeye mahal yoktur. Memleketin bütün kuvvet mcnbaları nı se­
ferber ederek bu işleri yapmak lazımdır".
Bayar, "Atatürk' ten Hatıralar" kitabında "Azami üç seneye ka­
dar dünyada bir savaş patlayacağına ve bunun tesirlerinin Türki­
ye'de yakından duyulacağına ilişkin olarak Atatürk'e hükümet ka­
nalından hiçbir bilgi verilmediğini" açıklar. Bu, tamamen Ata­
türk'ün öngörüsüydü. Yine o dönemde Genel Sekreteri Hasan Rıza
Soyak'a da Almanlar' ın henüz genel bir savaş için hazırlıklarını
tamamlamadıkları, İtalyanların da hazır olmadıklarını söylemiş ve
"Binaenaleyh bir umumi harbi bu yıl değil, gelecek yıldan itibaren
beklemelidir" demişti.
Harp, tam da O ' nun öngördüğü gibi bir yıl sonra patlayacak, a­
ma O, artık hayatta olmayacaktı.
O gün Bayar ayrılırken Atatürk, Başbakanı ' na son ricasını da i­
letti:
1 20 121


EYLüL 1 938
"Ne olacaksam Ankara' da olayım"

Artık bir tek isteği vardı:


29 Ekim' de Ankara' da olmak. . .
Geçen yıl nasıl d a coşkuyla kutlanmıştı. Gerçi o zaman da hü­
zünlü yüzü, yorgun bedeni .dikkati çekmişti ama alandaki coşku
O' na taze kan vermişti.
Şimdi, kurduğu Cumhuriyet'in 1 5. yılı yaklaşıyordu. Bütün ar­
zusu bu törenlerde Ankara'da olmak, B aşkentiyle son bir kez ku­
caklaşmaktı. Ankara da o günlerde O ' nun için hazırlanıyordu .
Stadyum merdivenlerini çıkamayacağı düşünülerek alelacele bir
merdi ven yaptırılmıştı. Hatta bir de özel kürsü hazırlanmış, bir yere
yaslanırken, ayakta gibi görünebileceği şekilde hazırlık yapılnuştı.

KILIÇ ALl
KORUMASI
"Bir sabah erkenden Salih 'le beni çağırdı. Yanındaki komodi­
nin üzerinde uzun yünlü çorap ve baldır sargısı koydurmuştu. Bun­
ları göstererek;
'Ankara 'ya giderken hangisini giyeyim ' diye fikrimizi soruyordu.
Salih; 'Paşam ' dedi, 'bende varis çorapları var. Onları getire­
yim. Onlar bacaklarınızı daha sıkı tutar '.
Atatürk derhal Salih 'in söylediği çorapları getirtip bir kenara
� . koymuştu. O ağır günlerinde her nedense bir an evvel Ankara 'ya
Artık bir tek isıegi vardı: 29 Ekim 'de Ankara'da olmak. . .
1 22
gitmeyi çok arzu ediyordu. Salih ' le bana;
1 23
'Bunları ayağıma çekerim, yakama bir eşarp sarar, trenden 2 1 EYLÜL 1 938
Gazi istasyonuna inerim. Derhal otomobile geçerek Çankaya 'ya "Çekip gidelim orman lara . . .
çıkarım ' diyordu.
O sıralar Romanya Kraliçesi trende siroz hastalığından vefat
etmişti. Gazetelerde bu havadisin görülmesi doktorları da tesir al­
tında bırakmıştı. Bu sebeple doktorlar, Atatürk 'ün Ankara 'ya nak­
line taraftar olmuyorlar ve bu mesuliyeti üzer/erine alamıyorlardı.
Atatürk ise isyan edercesine;
'Ankara 'ya gidelim. Ne olacaksam orada olayım ' diyordu.
Doktorların mumaneatini kendisine anlatınca da;
'Budalalar ' diye söyleniyordu. Mütemadiyen 'Ankara 'da yapı­
lacak mühim işler var ' diyordu. Ne yazık ki, yapmayı düşündüğü 2 1 Eylül günü Dr. Mim Öke Atatürk'ün karnından ikinci kez su
ne idiyse bunları yapamamış ve kendisinde bir hicran olarak kal­ aldı. Bu kez 1 2 litre su çıktı. Bu operasyon O' nun için asıl öldürü­
mış, kendisiyle beraber gitmiştir ". cü darbeydi.
Doktorları yeniden 4 gün kesin istirahat verdiler. Bu süre içinde
Doktorlarına göre Ankara'ya sağ gitmesi şüpheliydi. Tren sar­ yanına kimse alınmayacaktı. O günleri Yaveri Salih Bozok'un tut­
sın�ısı çok tehlikeli olabilirdi. Sonunda değil Ankara' ya gitmek, tuğu günlükten izleyelim :
yennden bıle _ kalkamayacağını anlayınca teslim oldu:
24 Eylül:
" . . . bu zayıf halimle Ankara'ya gitmekte bir fayda görmüyo­
rum. Gidersem hiç olmazsa kimsenin yardımı olmadan otomobile Muhaftz Alayı Kumandanı /smail Hakkı Tekçe 'den nöbeti tes­
kadar yürüyebilmeli, arkadaşlarımla selamlaşabilmeliyim. Bunu lim aldım. Saat gecenin dört buçuğu. Atatürk, yan odada sükunetle
yapamayacağımı anlıyorum" dedi. Ve Bayar'ı, Meclis'in açılış ko­ uyuyor. Geceyarısı alınmış hararetini önümdeki cetvelden okuyo­
nuşmasını hazırlamakla görevlendirdi. Bu yıl Atatürk'ün nutkunu rum: Harareti: 36.8. Nabız: 84. Doktorların verdiği 4 günlük mut­
B ayar okuyacaktı. lak istirahat yarın bitiyor. Dört gündür arkadaşlarla münavebe su­
retiyle beklediğimiz nöbet de yarın nihayete erecek.

25-26 Eylül:
Saat tam 5. Atatürk uyuyor. Dünden beri iştahı ve neşesi yerin­
de. Dün akşam beni yanına çağırdı ve artık kendisini beklemeye
hacet kalmadığını söyleyerek nöbet usulünün kaldırılmasın ı emret­
ti. Fakat doktorların tavsiyelerini yerine getirmiş olmak için bir
akşam daha nöbet bekledik. Yarın öğleden itibaren nöbet kalkıyor.
inşallah ilerde buna hacet kalmayacak.

1 25
1 24
du: 'Ben büsbütün başka bir adam oldum. Hiç hafızam kalmadı.
27 Eylül:
Değiştim Salih... Artık o eski adam değilim...'

Bu sabah 7'de evimde uykudan uyandım. Banyoda bulunduğum


sırada telefon çaldı. Atatürk geceyi biraz rahatsız geçirmiş. He­
O gece koma gecesiydi.
men Saray 'a koştum. Meğer dün Atatürk dört günlük mutlak istira­
Atatürk' ü yatırdılar. Sayıklamaya başladı. Yaverleri, yakınlan
hatten sonra Makbule, Afet ve Sabiha Gökçen 'in ziyaretlerini ka­
başucunda endişeyle beklemeye başladılar. Salih Bozok, bir yan­
.

bul etmiş, ke�d ler� ile uzun uzun görüşmüş, sonra da radyoda ib­
. dan ağlıyor, bir yandan da "Allah ' ım ya Atatürk'ü kurtar, ya benim
rahım Necmı nın dıl hakkmda verdiği konferansı dinlediği için faz­
canımı al" diye dua ediyordu. Az sonra doktoru Neşet Ömer Bey
laca yorulmuş. Ve geceyarısı birden rahatsızlanmış. Doktor, nöbet
yetişti. Hastayı muayene etti. Kendisinde hazımsız lıktan kaynakla­
usulüne yeniden başvurmuş. Nöbeti devraldım. Bu sırada Atatürk
nan hafif bir zehirlenme olduğunu saptadı . İlaçlar verdi. Atatürk
odasında uyuyordu. Salonun denize nazır penceresi önüne otur­
hafif ateşle uykuya daldı.
dum. Sancaklarla donatılmış kotraları, motorları seyrediyordum.
Ertesi sabah gözlerini açtığında başucunda Afet İnan vardı:
Çok acı şeyler düşünüyordum ki Atatürk çağırdı. içeri girdiğim za­
"Bana ne oldu? Bana bir şey oldu" dedi.
man yatağının içinde sigara içiyordu. Beni görünce gayet kesik ve
Sonra da Afet lnan ' ı n kulağına gizlice fısıldadı:
güçlükle işitilen bir sesle;
"Ölüm demek böyle olacak kızım. . ."
'Salih ' dedi, 'dün akşam büyük bir sıkıntı geçirdim. Çok fena i­
. Kustum. Hafızam tamamen kaybolmuştu '.
dım.
Odasında yatağının tam karşısındaki duvarda o zaman Mosko­
Bunları söylerken dikkatli dikkatli yüzüme,. bakıyordu. Gözlerini
. va' da Büyükelçi olan Zekai Apaydın ' ı n Rusya'dan gönderdiği bir
bıraz daha açarak ilave etti:
tablo asılıydı. Tabloda kır çiçekleri ile bezeli yemyeşil bir yamaç a­
'Sanırım yediğim nohutlu yemek dokundu '.
labildiğine uzanıyor, bu yamacı çiçek açmış meyve ağaçlan süslü­
Ben kendisini teselli için tekrar ettim: 'Evet, muhakkak nvlıutlu
yor, arka planda ise nefis bir göl ve heybetli, karlı dağlar manzarayı
yemek dokunmuştur. Madem ki çıkardınız, inşallah rahat edersi­
tamamlıyordu. Tablonun adı "4 mevsim"di . Atatürk, sıkıntılı, ateşli
niz '.
koma gecelerinin sabahında gözlerini açtığında bu tabloyla karşıla­
Karyolanın yanındaki sandalyeyi göstererek 'Şuraya otur ' de­
. şır, bu tabloya bakınca memleketin 4 köşesini görebildiğini söylerdi.
dı. Oturdum. Atatürk tekrar söze başladı:
B azen, sıkıntısının iyice arttığı anlarda bu tabloya dalıp gidi­
'Şimdi yine rüya görüyordum. Bana bir çift kundura getirmiş­
yordu. Böyle gecelerde savaşlar, devrimler, isyanlarla geçmiş öm­
ler. Beğenemedim. Binbir 'i çağırdım. Böyle "Binbir. . ! " diye çağı­
rüne inat, alıp başını gitme özlemiyle yanıyordu. Her şeyden çeki­
rırken odaya Rıdvan girdi. Bunun üzerine uyandım. Rüya gördüğü­
lip, engin bir ormanın sonsuzluğunda huzur bulma hayali, düşleri­
mü anladım '.
ni süslüyordu. Bazen Rumeli yaylalarını, bazen camından görünen
Sonra başını sallayarak sözüne devam etti:
"karşı yaka"yı, Anadol u ' yu Özlüyordu. Yanına Afet İnan ' ı alıp,
'Çok dermansızım Salih, büsbütün başka bir adam oldum. Şu
gözlerini tabloya dikince dudaklarından şu sözcükler dökülüyordu:
ellerimin haline bak '.
"Gidelim Afet. . . B ir orman kenarına gidelim. Her şeyi bıraka- .
Bana uzattığı o güzel eller şimdi deri ile kemikten ibaretti. Par­
lım. Şöyle basit bir ev, ocaklı bir oda. . . evet.. evet.. Hemen çekip
m_akları o kadar titriyordu ki, sigarayı tutamayarak yorganın üze­
gidelim ormanlara... Hele ben bir iyi olayım da. . . "
rıne düşürdü. Hemen alıp attım. O hala kesik kesik tekrar ediyor- 1 27
1 26
Ata' nın bu arzusu Eylül sonlarında o kadar arttı ki, sonunda ya­
hastalıkta, Atatürk'ün öbür işlerindeki gibi talihi yardım etmemiş­
nındakiler belki de "son arzu"su olacak bu küçük isteği karşılama
tir. Su alalı 7 gün olduğu halde kamında tekrar 7 kilo su toplandı.
telaşına girdiler. Afet İnan ' ın babası ormancıydı. O çocukluğunun
Karaciğer artık vazifesini yapmıyor. Zehirlenme başlamıştır. Vü­
geçtiği Sundiken ormanlarını tavsiye etti. Doktorlar, İstanbul'a da­
cudundaki yağlar tamamen eridi. Vaziyet vahim ve ümitsizdir".
ha yakın bir yerin, örneğin Alemdağ'ın daha uygun olduğunu söy­
Bu sözleri dinleyen Kılıç Ali ve Salih Bozok büsbütün sarsıldı­
lediler. Orada Sultan Abdülaziz' in biraz harapca bir av köşkü var­
lar. Artık içlerinde en ufak bir ümit ışığı bile kalmamıştı.
dı. Hemen tamir edilebilir ve Atatürk için hazırlanabilirdi. Derhal
Atatürk, ölüyordu . . .
Doktor Nihat Reşat Belger bu işle görevlendirildi. Atatürk Bel­
ger' e, "Doktor" dedi, "anlaşılıyor ki ben bundan sonra biraz Yalo­
va' da, bir müddet Florya'da, bir müddet de Ank:ara'da böyle dik­
katli tedavi ile yaşayacağım. Fakat sen şu Alemdağ' a bir git bak
bakalım. Oranın havası suyu meşhurdur. lklim şartlan bakımından
ikamete elverişli bir yer seçin. Sıhhatim için bir müddet orada ya­
şarım".
Belger, hastasının ömrünün bu taşınmaya yetmeyeceğini bili­
yordu. Ama bunu o an söyleyemedi . Yanına Genel Sekreter So­
yak' ı ve İstanbul Vali ve Belediye Reisi Muhittin Üstündağ'ı da a­
larak Alemdağ'a gitti. Sultan Aziz'in köşkü pek iyi durumda de­
ğildi ama yeri harikaydı. Etrafı nı çeviren çam ağaçları Köşk 'ü ku­
zey rüzgarlarından koruyordu. Güneş içinde pırıl pı rı ldı.
Akşam, yemekten sonra Atatürk, Dr. Belger ' i çağırttı. Belger
Ata'yı bu taşınma fikrinden nasıl vazgeçireceğini düşünüyordu ki
Atatürk hemen Alemdağ' daki Köşk' ü sordu . Anlattılar. Haritayı
getirterek Köşk'ün yerini inceledi. "Münasiptir" dedi. Ama bina­
nın bakıma muhtaç olduğunu öğrenince üzüldü. Belki o kadar ya­
şayamayacağını artık kendisi de tahmin ediyordu. Sonunda "Hele
şimdilik dursun bakalım" dedi, "ilerde tekrar görüşür, bir karar ve­
ririz".
Bir daha o konu hiç açılmadı ...
Dışarı çıktıklarında Doktor Belger, kendisinden bir umut kırın­
tısı bekleyen Kılıç Ali ve Salih Bozok'a şunları söylüyordu:
"Hastalık süratle ilerliyor. İkinci defa su almadan önce, hayatı­
nın hiç olmazsa bir-iki sene idamesine .imkan bulunacağı ümidinde
idik. Fakat bugün, kurtulması için ancak yüzde 3 ihtimal vardır. Bu
1 28
1 29
EKİM 1 93 8

"Ölüm O' ndan Korktu"

Artık kritik günlere girilmişti. Her an bir sürpriz bekleniyordu.


Bu yüzden Ata'nın her hareketi izleniyor, ateşi, nabzı sürekli ölçü­
lüp, kaydediliyor, kapısında nöbet tutuluyor, yakınları başucundan
ayrılmıyorlardı.
Ekim'e girilirken Atatürk, hala ilk hafif komanın etkisindeydi.
Derin uykular uyuyor, sabahları bitkin uyanıyordu. Artık gece in­
lemelerini, sayıklamaları, hafıza kayıplarını kendisine söylemiyor­
lardı.
Yine bir sabah, derin bir uykunun ardından gözlerini açıp karşı­
sında Celal Bayar ' ı görünce şaşırdı:
"Sen Cuma günü gelecektin? Neden daha evvel geldin? Benim
sıhhatimde üzülecek bir şey mi var' diye sordu.
Kendisinden bir şeyler saklandığından endişe ediyordu.
Bayar üzgün ve şaşkındı. Yıllardır tanıdığı Atatürk'ü o gün ilk
kez traşsız, "beyaz sakalları fırça gibi uzamış" halde görüyordu.
"Vahim bir şey değil" dedi, "fakat uykunuz her vakitten 4-5 sa­
at fazla sürdü de merak ettik. Doktorlar uykunuzda bir gayri tabii­
lik gördüklerini söylediler".
"Neymiş uykumdaki gayri tabiilik"?
"Derin ve fazla miktarda uyumuşsunuz".
"Kaç saat uyumuşum?"
" 1 2 saat kadar uyumuşsunuz".
Öliim ondan korktu...
1 30 Ata, bunun üzerine üzgün bir edayla;
131
"Doktorlar bana doğruyu söylemiyorlar" diye yakındı. az miktarda su alınmasını savunuyordu. Prof. Dr. Mim Kemal Öke
Artık çok sıkı kontrol altı ndaydı. 1 Ekim'den itibaren yapılan ise vaktiyle Atatürk'e başka cerrahi müdahaleler de yaptığını söy­
her tedavi bir deftere kaydedilmeye başlandı . O defterdeki kayıtla­ lüyor, O' nun ağrıya karşı çok duyarlı olduğunu hatırlatıyor ve lo­
ra göre Atatürk'ün o haftaki programı şöyleydi: kal anestezide ısrar ediyordu. Öke, "Deri ve deri altını çok ince bir
iğne ile uyuşturursak hiçbir sakıncası olmaz, suyu da çok rahat alı­
l Ekim Cumartesi: rız" diyordu. Sonunda bu görüşe Fissenger de katıldı. Ve lokal a­
İhtiyaç duydukça gliserinli lavman yapıldı. Buz yutturuldu . A­ nestezi fikri benimsendi.
ğızdan elma suyu, çilek suyu ve çay verildi. Bu tartışmaların sonunda Atatürk'e herkese kullanılan kalın iğ­
ne yerine daha ince bir iğneyle şırınga yapıldı ve karnından 1 0,5
2 Ekim Pazar: litre kadar su alındı.
Bazı yatıştırıcı ilaçlara gerek duyularak verildi. Çekilen su şişelere boşaltıldıkça Atatürk;
"Bu kadar su aşağı yukarı bir gaz tenekesi doldurur. Bu, karın i­
4 Ekim Salı : çinde taşınabilir mi? diye soruyordu.
Saat 3 .00'te bir fincan çay içirildi. Saat 5.30'da uykusundan ha­ Operasyon sırasında Dr. lrdelp ve Dr. Belger de nabız ve tansi­
fif bir üşüme ile uyandı. Çeşitli aralarla meyve sulan içti. Yakınla­ yonu kontrol altında tutuyorlardı.
·

rından bazı bayanlar da 40 dakika kadar yanında kaldılar. Nihayet operasyon bitince Atatürk derin bir soluk aldı ve;
"Ohhh .. çok rahat ettim" dedi, "Şimdi bana bir sigarayla bir
5 Ekim Çarşamba: kahve verin".
İdrarda ürobilin ve ürobi linogcn artmaya başladı. İşte sağlıklı döneminin bir eski adetine göz kırpıyordu. Yaşamla
ölüm arasında bir dirhem mutluluk, bir küçük ağız tadı. . .
11 Ekim Salı: Sigara v e kahve getirildi . Ata, b u iki eski dosta, hasretle sarıldı,
Dr. Neşet Ömer lrdelp, Atatürk'ü 30 dakika muayene etti. Bu­ keyifle içti.
günden başlayarak hergün lavmana gerek görüldü ve yapıldı. Afet Sonra kendisine yapılan iğneyi görmek istedi. Bunun üzerine
Hanım 10 dakika, Sabiha Gökçen 5 dakika, Fethi Okyar ile Salih Mim Kemal Öke, ponksiyon iğnesinden daha ince bir iğne göster-
Bozok 45 dakika süre i le ziyarette bulundular. di. İğneyi görünce;
"Aman, bu kazma anestezisiz nasıl batınlırdı? Birkaç defa a­
Nihayet 1 3 Ekim Perşembe günü yeni bir karından su alma o­ nestezi yapılmadan bu yapılamazdı. Fakat bir daha icap ederse rica
perasyonu kapıya dayandı. Doktorları toplu olarak muayene ettiler ederim daha incesini seçelim" dedi.
ve ponksiyona karar verdiler.
Ancak bu operasyon da doktorların tartışmasına sahne oldu. Bu operasyondan sonraki bir iki gün Atatürk rahat etti ve gece­
Suyu alacak olan cerrah, M. Kemal Öke' ydi . Tartışma anestezi leri sakin uyudu. Ama ardından i lk ağır koma geldi.
meselesinden çıktı. Dr. İrdelp, tedavi eden hekim olarak karaciğer 16 Ekim Pazar günü öğleden sonra Genel Sekreteri Hasan Rıza
yetersizliğinden ötürü hastanın herhangi bir zehirli maddeye daya­ Soyak Saray' a geldiğinde tablo şöyleydi:
namayacağı görüşündeydi. Bu yüzden lokal anestezi yapılmadan
1 32 1 33
HASAN RIZA SOYAK bazen hiddet ve şiddet gösterdiğini anlattı . "Sabah yatağından
GENEL SEKRETERİ def' i hacet için oturağa indiğinde arkaya doğru yatak tarafına düş­
"Hususi dairesine girdiğimde Prof lrdelp ile Operatör Mim Ke­ tü. Lakin kendinde değildi. Günü çırpınmayla geçirdi. B irkaç kez
mal Öke koridorda birtakım ilaçlar hazı rlamakla meşguldüler. kustu. Nihayet akşam 1 8.50'de tamamen kendinden geçti" dedi.
Kendisi yatağının içinde oturmuş, şiddetli bir bulantı ile mütemadi­ Daha sonra doktorlar konsültasyon için hastanın odasına girdi­
yen öğürmekte, ağzından pek az miktarda sarı bir mayi çıkarmakta ler. Atatürk yatağında kendini bilmeden yatıyordu. Sürekli olarak
idi. Doktorlar kendisine bir enjeksiyon yapmakla beraber, küçük sağ bacağını çekiyor, kollarını oynatıyor, başının konumunu değiş­
buz parçaları da yutturmaya başladılar. Biraz sonra öğürtü kesil­ tiriyordu. Gözleri açık, ama bakışları manasızdı. Dili kuru ve kır­
mişti. 'Beni kaldırınız ' dedi. Halbuki tam aksine " Yatırınız ' demek mızıydı. Karnındaki asit çoğalmış, karın damarları genişlemişti. A­
istiyordu. Yatırdık. Ben, başucuna sokularak, 'Buz iyi geldi mi efen­ sit · göğüs altına kadar çıkıyordu. Söylenen şeyleri yapamayacak
dim ' diye sordum; 'Evet ' cevabını verdi ve akabinde kendisini kay­ durumdaydı.
betti. B u, tam bir koma haliydi.
" Vücudunda birtakım asabi araz belirmişti: Sık sık başını iki Vaziyet ciddiydi. Ertesi sabah da Atatürk komadan çıkamayın­
tarafa çeviriyor, mütemadiyen ve 'aman ' kelimesini uzatarak, 'a­ ca Hükümet, artık milleti Büyük Şef'in durumundan haberdar et­
man dil, aman ' diye söylenip duruyordu. Acaba bu sözleriyle neyi meyi kararlaştırdı ve ilk olarak 1 7 Ekim günü Anadolu Ajansı ara­
kastediyordu ? Dilinden bir sıkıntı çekiyordu da onu mu ifade et­ cılığıyla şu bildiri yayınlandı:
mek istiyordu; yoksa şuuru altındaki dil meselesinden mi bahsedi­
yordu; bunu ne doktorlar ne de biz bir türlü anlayamadık ". "Riyaset-i Cumhur Umumi Katipliği' nden ...
1 - Reisicumhur Atatürk'ün sıhhi vaziyeti hakkında müdavi tabip­
Birkaç hafta önce Dil Bayramı kutlanmıştı ve Atatürk son yılla­ leri tarafından bugün verilen rapor ikinci maddededir.
rını vakfettiği bu konuya yine yakın ilgi göstermiş, hatta bir gece­ 2- Reisicumhur Atatürk'ün düçar olduğu karaciğer hastalığı nor­
yansı Dolmabahçe Sarayı' nda kalmakta olan Türk Dil Tarih Kuru­ mal seyrini takip ederken 1 6 B irinciteşrin 1 938 tarihine tesadüf e­
mu üyesi Prof. Dr. Hasan Reşit Tankut'u çağırtarak ona; den Pazar günü birdenbire aşağıdaki arazı göstermiştir:
"Arkadaşlara söyle, sakın dil çalışmalarını gevşetmesinler" de­ a) Saat 1 4.30'dan 22.00'ye kadar gittikçe artarak devam eden
mişti. umumi zaaf ile birlikte hazmı ve asabi araz. Bu saate kadar nabız,
İşte o yüzden Atatürk' ün, "Aman dil...aman dil . . ." diye sayıkla­ dakikada 1 1 6 ve teneffüs 22 ve hararet derecesi 36,5 idi.
ması yakın çevresinde bilinç altındaki dil sorununa atfediliyordu. b) Saat 22.00' den bu sabah saat 1 0.00'a kadar yukarıda ismi
Bu sözcükler, koma süresince Atatürk'ün dilinden düşmedi. Nadi­ geçen araz kısmen hafiflemiş ve nabız dakikada 1 04 ve teneffüs 20
ren gözlerini açıp kapatıyor, bu arada da sık sık "dil efendim dil... ve hararet derecesi 37 olmuştur.
Aman yarabbi. . . aman dil..." diye sayıklıyordu. c) Yapılan muayene ve müşavere neticesinde tesbit ve tatbik e­
Durum ağırlaşınca hemen yetkililer alarma geçirildi. Dışişleri dilen müdavattan sonra umumi ahvalde hafif bir salah görülmekle
Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras bir konsültasyon yapılmasını önerdi. beraber vaziyet ciddiyetini muhafaza etmektedir.
Hemen doktorları Saray' a çağrıldılar. Önce Dr. Neşet Ömer İrdelp, ·3- Müteakip sıhhi vaziyet raporları neşredilecektir.
meslektaşlarına hastanın geceyi sıkıntı lı ve uykusuz geçirdiğini, Müdavi ve müşavir tabiplerin imzalan . . . "
1 34 ,.. 1 35
Bu bildiri ile ülke ayağa kalktı. Endişe içinde radyo başına ko­ 1 6 Ekim günü girdiği koma hali tam 4 gün 4 gece sürdü. Artık
şanlar, dinledikleri sözlerden durumun vahametini ve önderin ö­ bütün ülke ayaktaydı. Başbakan Bayar ve bütün bakanlar Dolma­
lüm anının gelip çattığını sezinlediler. Ülkenin üstüne adeta bir ölü bahçe Sarayı' nda toplanmışlardı. Mareşal Fevzi Çakmak da alela­
toprağı serpildi. Bütün Türkiye nefesini tutup, değerli hastanın iyi­ cele çağrılmış ve koşup gelmişti. Herkes korkunç finali bekliyordu .
l iği için çaresizce dua etmeye başladı. Herkes günü radyo başında Ama korkulan olmadı. 4. gün Ata'nın durumunda nisbi bir iyi­
yeni bir bildiri bekleyerek tüketti. leşme gözlendi. 19 Ekim Çarşamba günü, yatmakta olduğu büyük
Beklenen yeni haber, akşam yayınlanan ikinci bildiriyle geldi: karyola, çarşaflarıyla birlikte, küçük bir karyolayla değiştirildi.
Aynı gün öğleden sonra kendisinden istenen bazı hareketleri yapa­
"Riyaset-i Cumhur Umumi Katipliği' nden . . . bildiği görüldü. Dilini göstermesi istenince dilini gösterdi. Muci­
"Bugün, dün akşama nisbetle daha iyi geçmiştir. Asabi arazlarda zeydi . Bir doktorunun deyişiyle "ölüm, ondan korkmuştu".
bir değişiklik yoktur. Nabız muntazam ve 1 1 6, teneffüs 20, hararet O akşam kamuoyuna şu açıklama yapıldı :
derecesi 37' dir". "Asabi arazlarda hafif, fakat aşikar bir iyilik vardır. Umumi hal
daha iyi; nabız muntazam ... "
Atatürk komadayken başucunda doktorların tedavi kavgası sü­ Nihayet 2 1 Ekim sabahı kızkardeşi Makbule Hanım başucunda
rüyordu. Prof. Dr. Akil Muhtar Özden'in naklettiğine göre son kur' an okurken Atatürk, bir pencerenin rüzgardan gürültüyle ka­
kavga şöyle gelişti: panması sonucu gözlerini açtı. Karşısında başsofracısı İbrahim Er­
Ata koma halinde uyurken gece İzmir' den bir telgraf geldi. O­ güven' i gördü:
radaki bir doktor komaya karşı bir tedavi yöntemi öneriyordu. "İbrahim sen burada mısın? Bu yatağı ne zaman değiştirdiniz?
Hastanın burnundan bir sonda geçirilerek mideye girilecek ve son­ diye sordu.
ra da bu yoldan 24 saat damla damla serum verilecekLi . Odada bir sevinç dalgası gezindi. Ergüven, bazı durumlardan
Dr. Özden b u yol üzerine kafa yorarken, Doktor Neşet Ömer dolayı yatağı sık sık değiştirdiklerini söyledi. Bu değiştirme sıra­
Bey, Mehmet Kamil Bey ve Nihat Reşat Bey, bu yöntemi benimse­ sında battaniyeyle taşınırken, yatağın üzerine çıkılması sonucu
yip, uygulama hazırlıklarına girişmişlerdi. Bu arada Akil Muhtar karyolanın kırıldığını ve bunun üzerine bu küçük karyolayla değiş­
Özden'e görüşü soruldu. Özden "bu yöntemi Atatürk vak'ası için tirildiğini anlattı.
uygun görmediğini" söyledi. Bu uygulamanın asiti çoğaltacağını Atatürk bunları· dinledikten sonra;
·öne sürdü. Bu yanıt üzerine Neşet Ömer Bey birden kızarak; "Ben kaç saat uyudum? Saat kaç? Gazeteler geldi mi" diye
"Böyle medrese tartışmaları yapmakta mana yoktur" diye çıkış­ sordu.
tı. Bunun üzerine Akil Muhtar Özden de hiddetlendi ve bunun tek­ Doktoru Neşet Ömer Bey, bir gün kadar uyuduğunu söyledi .
nik bir görüş olduğunu, lüzumsuz sözler söylenmemesini ve ertesi Bu da doktorlar arasında tartışma konusu olmuştu. Kimi doktor­
gün bu konuda yazılmış makaleler getirebileceğini söyledi. lar hastanın moralinin bozulmaması için yalan söylemeyi savu­
Tartışma büyüyünce Fissenger' nin aranması ve görüş sorulması nurlarken, kimileri de her ne olursa olsun işin aslının saklanma­
kararlaştırıldı. Gece 23. 1 5 'te Fissenger arandı, tavsiyeleri soruldu. ması gerektiği görüşündeydiler. Sonunda "yalan"cılar baskın çık­
tı ve Atatürk' ten bir haftaya yakın zamandır komada olduğu giz­
1
Doktorları tartışadursunlar Atatürk ağır komadaydı. lendi.
1 36 1 37
Bu konuşmalar sırasında koşup içeri giren Mim Kemal Öke'yi 29 EKİM 1 938
görünce Ata, kuşkulandı:
Bayram ve Gözyaşları
"Kemal Bey niçin burada? Burada mı yatıyor?" diye sordu.
"Vapuru kaçırmış da ondan" diye yanıtladılar.
Atatürk yeniden uykuya daldı. Akşam şu bildiri yayınlandı:
"Bugünü çok iyi geçirdiler. Umumi ahvaldeki iyilik devam et­
mektedir".
Ertesi sabah normal vaktinde ve hiçbir şey olmamış gibi uyan­
dı. Yanına ilk giren, Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak oldu. Ata­
türk;
"Gel bakalım" dedi, "Biz gittik geldik. Bu doktorlar adeta in­
sana can veriyorlar". Atatürk komadan çıksa da, "Ölüyor" haberi bir anda Türkiye'yi

Sonra da sorguya başladı : yasa boğmuş, dünyanın da gözünü Dolmabahçe Sarayı'na çevir-
"Bana ne oldu?" Önceden bu soruya karşı standart bir yanıt, da- mişti. Zaten, aylardır Saray' da bir şeyler olduğundan kuşkulanan
ha doğrusu tek tip bir yalan hazırlanmıştı: Avrupa basını resmi açıklamaların ardından bütün projektörlerini
"Biraz fazlaca ve derince uyudunuz efendim". Atatürk' e yöneltti. Özellikle Fransız ve İngiliz basını, adeta ölmüş­
"Ya bu karyola niye değiştirilmiş?" cesine O' nun geride bıraktığı eseri öven yazılar yayınlıyor, bir
''Temizlik yapmak lazımdı, aynı zamanda bir değişiklik olur di­ yandan da halefinin kim olacağı konusunda spekülasyonlara yer­
ye de düşündük". veriyordu.
Atatürk bu kısa ve kaçamak yanıtlardan neler olup bittiğini tah­ İşte 1 7 Ekim' de L'Epoque gazetesinde yayınlanan bir makale:
min etmişti. Genel Sekreterini bu sıkıntıdan kurtarmak için;
"Ne ise ... " dedi, " .. gerisini sormayacağım". "Çağımızın en güçlü ve en olağanüstü adamlarından biri olan
Gerisini herkes gizledi, ama "büyük sır"n, küçük Ülkü ele ver- Kemal Atatürk ( .. ) ıstıraplı bir karaciğer hastalığından rahatsız. Et­
di. Ata'nın yanına girince, bütün tembihlere rağmen gözyaşlarını rafında hiçbir gürültüye, hiçbir harekete tahammül edemediği be­
koyuverdi. Her şeyi, bu küçük gözyaşları anlatmış oldu. lirtiliyor. B unlar doğruysa, bütün hayatı hareketle geçmiş bir aksi­
yon adamı için bu ne garip, ne ağır mukadderattır. Ve Kemal Ata­
türk daha 60' ında yok...
"Kemal Atatürk şahane bir umursamazlıkla kendi hayatını yedi
bitirdi. Dansı, alkolü ve gece hayatım sever. Ama bu eğlence zev­
ki, O' nun muazzam bir eseri gerçekleştirmesine, fevkalade bir
devrimi başarıya ulaştırmasına ve başarısı saygı uyandıran bir mil­
let yaratmasına engel olmadı".

Avrupa, O' nun hareketsizliğini konuşadursun, O, Saray' daki o-


1 38 1 39
dasında Meclis'te yapılacak yeni dönem açış konuşması üzerinde dik. . . " diye yakınıyordu. Akşam olunca hav�i fişekler gökyüzünü
çalışmaktaydı. Komadan çıkalı henüz birkaç gün olmuştu. Ve şim­ aydınlatmaya ve patırtıları duyulmaya başlandı. Atatürk bu gürül­
di karşısına Başvekil Celal Bayar'ı oturtmuş, hiçbir şeyi yokmuş tüyle uyandı ve zile basıp sofracı Kamil' i çağırdı.
gibi nutuk üzerinde çalışıyordu. "Bu patırtılar nedir?" diye sordu.
Bayar'ın naklettiğine göre yatakta hafif bir meyille oturuyordu. Sofracı Kamil, Atatürk' ü üzmemiş olmak için;
Sırtına yastıklarla destek yapılmıştı. İnce yorganını göğsüne kadar "Gök gürlüyor Paşam" diye yanıtladı.
çekmiş, Bayar ' ı da iskemlesi, yatağa değecek kadar yakınına ça­ Atatürk, yanıtın amacını ve saflığını anlayınca dudağının kena­
ğırmıştı. Başbakanından, kendisi adına yapacağı konuşmayı oku­ rıyla gülümsedi ve;
masını istedi. Bayar, uzun konuşmanın naklinin O ' nu yoracağını "Hadi, enayi ... " dedi.
düşünerek 5-6 dakikalık bir özet yaptı. Atatürk, bunu sakin sakin Yaverleri ilgililere telefon edip, havai fişek gösterisinin durdu­
dinledi. Bitince; rulmasını istediler.
"Okumayacak mısın" diye sordu. Bayar, bu kez hızla, baştan o­ O sırada hiç beklenmedik bir şey oldu. 29 Ekim törenlerinden
kumaya başladı. Bitince Atatürk yeniden müdahale etti: dönen Kuleli Askeri Lisesi öğrencilerini taşıyan vapur Dolmabah­
"Nutka bir başlangıç, bir de final lazım. O ne olacak?" çe önünden geçiyordu. Öğrenciler vapurdan, "Atamızı görmek isti­
İlk ve son cümleler O ' nun için çok önemliydi. Bayar, telaşla, yoruz" diye bağırdılar. Ardından da İstiklal' Marşı'm ve 1 0. Yıl
"hemen yazıp getirelim" diyecek oldu. Ama Atatürk O ' nu dur­ Marşı' nı söylemeye başladılar. "Çıktık açık alınla/ 1 0 yılda her sa­
durdu: vaştan" dizeleri Dolmabahçe'nin hüzünlü duvarlarında çınladı.
"Lüzum yok. Burada yaparız". Kılıç Ali, hemen pencereye koştu:
Ve Bayar kalemini, kağıdını hazırladı. Atatürk, ölüm döşeğinde
ağır ağır son nutkunun son cümlelerini yazdırdı: KILIÇ AL/
"Büyük Kamutay' a şimdiye kadar olduğu gibi bütün işlerinde KORUMASI
başarılar dilerim". "Atatürk 'ün müteessir olmaması için durmayıp, yollarına de­
Kendi kurduğu Meclisine ilettiği son sözleri bunlar oldu ... vam etmelerini elimle işaret ediyordum. Vapurdaki/er, elimi salla­
Bayar, bedeni çökmüş ama bilinci dimdik bu "mucize adam"ın yarak ilerlemeleri için işaret verişimi Atatürk 'ün mukabelesi zan­
küçülmüş, incelmiş elini öptü, izin isteyerek kalktı. Uzaklaşırken netmiş olacaklar ki ' Varol. . . yaşa... ' sesleri göklere çıkıyor, gençle­
Atatürk, "Arkadaşlara benim selam ve muhabbetlerimi söylemeyi _rin bu coşkun tezahüratı etrafı çınlatıyordu. Geri çekildim. Kapı­
unutma" diye seslendi ardından . . . nın önündeki paravanın arkasından Atatürk 'e baktım. Yatağında
5 dakika olarak planlanan görüşme tam 4 0 dakika sürmüştü ve doğrulmuş, oturuyordu. Talebenin yaptığı bu tezahürattan mütees­
dışarda doktorlar ateş püskürüyorlardı . sir olmuş, gözleri dolmuştu ".

Nihayet 29 Ekim geldi. O gün Cumhuriyet' in 1 5 . yaşgünüydü. Atatürk, gözyaşlarını daha fazla tutamadı.
Ankara Hipodromundaki törenler öncesinde Celal Bayar Ata'nın Yanındakiler, son düşmanı ölümle savaşan bu kudretli adamın
orduya mesajını okurken, O, Saray' da kısılıp kaldığı yatağında Sa­ ilk kez o gün ağladığını gördüler.
lih Bozok ' a durup durup, "Ah Ankara . . . ah Ankara' ya gideme-
1 40 141
KASIM 1 938
Son isteği: Enginar

İşte son 3 güne girilmişti.


Hastalık, artık son aşamasındaydı.
Atatürk 29 Ekim' den 7 Kasım'a kadarki 1 0 günü yarı uyur, yarı
uyanık vaziyette geçirdi. Genelikle kendinde değildi. Uyku arasın­
da bazı kelimeleri belli belirsiz tekrar ediyor, ayıldıkça da süt, pi­
rinç suyu ve meyve sularından oluşan mönüsüyle karnım doyur­
maya çalışıyordu.
O günlerde cam enginar yemeği istedi. Fakat o zaman İstan­
bul'da enginar bulunmadığından Hatay'a ısmarlandı. Enginarlar
geldiğinde o ölüm döşeğinde, derin bir uykudaydı.
Yemek kısmet olmadı.
5 Kasım Cumartesi hafif kendine gelir gibi olunca başucundaki
Makbule Hanım, Afet Hanım ve Sabiha Hanım, ince, kemikli elini
son kez öperek O'nunla vedalaştılar. ·

Karnındaki su iyice artmış ve göğsüne ve kalbine baskı yapma­


ya başlamıştı. Bu yüzden boğulur gibi oluyor, zor nefes alıyor, ıstı­
rabı yüzünden okunuyordu.
Sonunda 7 Kasım Pazartesi sabahı arkaüstü yatarken tükürme­
ye başladı. Tükürüğünde kan vardı. Hemen doktorlar geldiler. Ata­
türk, Nihat Reşat Belger'e;
"Doktor" dedi, "karnımdan bu suyu çekmek zamanı geldi. Çün­
kü bu mayi benim nefesime dokunuyor. Soluk almamı güçleştiri­
yor. Bunu çekip alın".
1 42 1 43
Belger "Eriır-i devletinizi yarın ifa edelim" diyecek oldu. Çün­ 8 KASIM 1 938 SALI
kü su çekme işlemi öncesi kalbi takviye edecek önlemler almak is­ "Aleykümesselam"
tiyordu. Üstelik ilk iki ponksiyonu yapan Mim Kemal Öke Sa­
ray'da değildi.
Ama Atatürk de dayanacak halde değildi:
"Emrediyorum, bunu bugün çekin" dedi .
Bu, O' nun son buyruğuydu ve odadaki doktorların hiçbiri bu
emre direnemedi .

HASAN RIZA SOYAK


GENEL SEKRETERİ
Atatürk'ün "Müşahade Defteri"nden 7 Kasım'ı 8 Kasım' a bağ­
"Çaresiz kalan doktorlar hazırlık yapmak üzere odadan çıktık-
layan gece:
tan sonra kaşlarını çattı. Hiddetli bir sesle;
'Niçin tereddüt ediyorlar? Olacak olur ' dedi.
"Geceyansı etrafındakiler i tanımıyor. Saat 2. 1 0 ' da uyanıyor.
Sonra da karnını işaret ederek;
Bay Rıdvan' ı çağırıyor, uyuyamadığından şikayet ediyor:
'Bu, insuportable (dayanılmaz)dır ' diye ekledi ".
_ "Hayret Monşer" diyor. Bir sigara istiyor, içiyor. Daha bu bit­
meden ikinci bir sigara daha istiyor. Onun da yansını içiyor.
7 Kasım günü saat 1 2.20'de üçüncü ponksiyon başladı. Bu kez
Evvela;
operasyonu Mim Kemal Öke yerine Dr. Mehmet Kamil Berk yapı­
"Beni gezdir" diyor, sonra;
yordu.
"Beni sağ tarafıma yatır" diyor.
"Ört. . . ört. . . " diye emrediyor. Rıdvan çıkmak istiyor:
DR. NIHAT REŞAT BELGER
"Nereye gidiyorsun .. ? Off.. beni kaldır, belki bir şey olur" di­
DOKTORU
"Atatürk su çekme esnaszrıda suyun hepsinin çekilmesini ısrar­ ;, :

yor Yatı ? lıyor uykuya d ıyor. 06.00'da uyanıyor. Süt veriliyor.
Denızde bır motor sesı var. B u nedir" diye soruyor ve tekrar u­
la emrediyordu. Bizlere 'Kaç litre var? Sayın ' diyordu. Sayan ben­
yuyor.
dim. Ve her yarım litreyi bir sayarak '12 litre ' dedim. Hakikatte 6
7.40'ta;
litre su çekmiş bulunuyorduk ".
'.
' R ıdv�. .� �
,,
.
iye çağırıyor. Bir şey ister gibi bir jest yapıyor.
_
Lakin ıstedığını ıfade edemiyor. Nihayet çay istiyor. Ördek getirili­
Bu operasyondan sonra Atatürk' ün ateşi hafif yükseldi. Fakat ra­
yor. O esnada:
hatlamıştı. Akşam 20.00' den geceyansına kadar sakin uyudu.
"� eni kaldır" diye ısrar ediyor.
Geceyansı uyandı.
"Ordek var" deniyor.
8 Kasım' a girilirken, kendini bilmiyordu.
"Off. . off. ." diyor, bir şey söylemek istiyor. Lakin kelimeleri
bulamıyor. Gözleri açık. Ama dalgın. Derece alınıyor: 36,5 deni-

1 44 1 45
yor. B ir şey söylemiyor. 8.20' de Bay Rıdvan giriyor. Sütlü çay ge­ 'Aleykümesselam " dedi.
tiriyor. İstemediğini anlatmak istiyor. Sözleri bulamıyor. Başka Son sözi:. bu oldu "
bir şey istiyor, adını bulamıyor. B irçok maddelerin ismi söyleniyor.
Nihayet Poriç'te duruyor. Saat 1 0.00'da verileceği söyleniyor". 8 Kasım Salı akşamı saat 1 9.00'da, yani üçüncü ponksiyondan
tam 30 saat sonra Atatürk son sözünü söyledi ve ikinci ağır koma­
HASAN RIZA SOYAK ya girdi.
GENEL SEKRETERİ Bu komadan bir daha çıkamayacaktı.
''.O gün gıda olarak saat 6.00 'da altı kaşık sütlü kahve, 8.30 'da
beş kaşık sütlü çay, J J . OO 'de bir miktar yulaf unundan poriç, O gece Anadolu Ajansı şu açıklamayı duyurdu:
13.00 'te altı kaşık süt, 15. JO 'da biraz çorba ve 1 7.15 'te dört kaşık "Bugün saat 1 8.30'da hastalık birdenbire normal seyrinden çı­
elma suyu almıştı. Saat 1 8.35 'te telefonla fenalaştığını bildirdiler. karak şiddetlenmiş ve sıhhi vaziyetleri yeniden ciddiyet kesbet­
Telaşla hususi daireye koştum. Yatak odasının iç içe olan iki kapısı miştir".
arasındaki boşlukta Ali Kılıç duruyordu. Odaya girdiğim zaman A ­
tatürk yatağın ortasında oturmuş, iki elini yanlarına dayamış mü­ Artık bütün ülke O' nun son saatlerini yaşadığını biliyordu . A­
temadiyen öğürüyor ve; ma ağlamak ve dua etmekten başka kimsenin elinden bir şey gel­
'Allah kahretsin ' diye söyleniyordu. A ra sıra da hizmetçilerin miyordu.
tuttukları tasa koyu kahverengi pıhtılaşmış kan çıkarıyordu. Yalnızca küçük bir grup bu tanımın dışındaydı. Onlar şimdiden
"Nöbetçi doktor Abreveya ile o sırada yetişen Prof. Neşet Ömer küçük hayaller peşine düşmüşlerdi :
/rdelp kendisine yine bir taraftan bazı ilaçlar enjekte etmeye, bir
taraftan da buz parçaları yutturmaya başladılar. Bir aralık sağın­ K.JLIÇ ALI
da bulunan tuvalet masası üzerindeki saate baktı; herhalde iyi gö­ KORUMASI
remiyordu ki bana sordu: "Bu mübarek adamın ölümüne tekaddüm eden günlerde, gele­
'Saat kaç ? ' cek günler için tatbiki düşünülen korkunç programın emareleri be­
' 7 efendim '. lirmeye, şuradan buradan sızmaya başlamıştı. Anlaşılıyordu ki
Aynı suali bir iki defa daha tekrar etti, aynı cevabı verdim. Bi- O 'nun ölümünü bekleyenler; henüz 58 yaşında, daha genç denebi­
raz sükunet bulunca yatağa yatırdık. Başucuna sokuldum: lecek çağda bul14nan o büyük adam, amansız bir hastalığın pençe­
'Biraz rahat ettiniz, değil mi efendim ' diye sordum. sinden kurtulmak için mücadele eder ve ölümle karşı karşıya gel­
'Evet... ' dedi. A rkamdan Neşet Ömer lrdelp yanaşıp rica etti: miş vaziyette pençeleşirken, yarattığı tarihle. beraber göçüp gide­
'Dilinizi çıkarır mısınız efendim ? ' ceğini ve ölümünün memlekete neler getirebileceğini hiç düşünmü­
Dilini ancak yarısına kadar çıkardı. Dr. lrdelp tekrar seslendi: yorlardı.
'Lütfen biraz daha uzatınız '. "Atatürk 'ün kudreti karşısında yıllardan beri her biri bir tarafa
Nafile. Artık söyleneni anlamıyordu. Dilini uzatacağı yerde tek­ sinerek fırsat bekleyen mürteciler; Atatürk 'ün ölümü ile v� işbaşına
rar tamamen çekti. Başını biraz sağa çevirerek Dr. lrdelp 'e dikkat­ geleceklerin yardımı ile eski şeriat devrinin tekrar doğacağını ümit
le baktı ve; ediyor ve bekliyorlardı. Felaket yaklaştıkça, hislerine, kinlerine,
1 46 1 47
şahsi menfaat hırslarına mağlup birtakım insanlar vefakarlık, in­ O geceki toplantıda eski kavgalar yerine Atatürk' ün sağlığı ko­
sanlık hasletlerini bir tarafa bırakmışlar, sinsi sinsi, kötü kötü faa­ nuşuldu. Hazır bulunanlar, Dr. Asım Arar'ın açıklamalarını derin
liyetlerine başlamış bulunuyorlardı. Bunlar artık bir kin ve intikam bir sükut içinde dinlediler. Alınacak önlemler konuşuldu ve Başba­
devrine yaklaşıldığını sezerek mazide güya uğradıkları zararları, kan' ın Dr. Arar' la birlikte acilen İstanbul' a gitmesi kararlaştırıldı.
kaybettikleri makamları telafi etmek ümitlerine kapılarak A ta- Bayar, 9 Kasım sabahı Dolmabahçe' ye geldiğinde Atatürk son
. türk 'ün ölümünü neredeyse temenni ediyorlardı. 24 saate girmiş bulunuyordu.
"O günlerin en dikkati çeken ve en ziy.ade hayrete şayan olan
bir ciheti de bekledikleri meş 'um ölüm hadisesinden sonra geniş
bir nefes alacaklarını tahayyül edenlerin başında ve arasında ma­
alesef Atatürk 'ün nimeti ile perverde olanların dahi mevcut olma­
sıydı. Atatürk 'ün hayatında O 'nun bir sözüne, bir iltifatına, bir lüt­
funa mazhar olmak, bir kere davetine nail olarak bir defa sofrası­
na oturmak şerefi için günlerce, aylarca, bizlere rica edenlerin,
şimdi hırs, kin ve garaz hisleriyle yeni iktidarın etrafinda çöreklen­
mek üzere daha O ölmeden hazırlandıkları duyulup, işitiliyordu.
"Atatürk 'ün bu son günlerinde, içimiz kan ağlayarak sarayın
matem dolu havası içinde yine de yarınki vaziyetin ne olacağı far­
kediliyordu.
"Sanki bir çiftliğin hasılatı, çiftliğin sahibi ölünce, mirasçı ta­
rafından bendeganına atiye olarak dağıtılıyordu. işte Atatürk ölüm
döşeğinde iken Ankara 'dan akseden hava ve manzara bu derece
hazin, bu mertebe elim idi ".

Neyse ki, Ankara' da ihanet kadar vefanın ve sağduyunun da se­


si vardı.
Atatürk'ün son komasına girdiği anlaşılınca Dr. Asım Arar, du­
rumu telefonla Başbakan Celal Bayar ' a bildirdi. Bayar, Ankara' da
bulunan Arar' ı evine çağırttı. Evde Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü
Aras da v ardı . Ata' nın durumu hakkında ayrıntı l ı bilgi istediler.
Durumun vahameti anlaşılınca geceyarısı Bakanlar Kurulu acele
toplantıya çağnldL Çağrılılar arasında Atatürk'ün iki eski silah ar­
kadaşı da vardı :
Mareşal Fevzi Çakmak ve eski Başbakan İsmet İnönü ...
Ankara, Atatürk' ün ölüm döşeğinde eski yaralarını sarıyordu.
1 48
1 49
9 KASIM 1 938 ÇARŞAMBA
Son 24 saat

9 Kasım Çarşamba sabahı Atatürk'te adale kasılmalarıyla istem


dışı hareketler ve inlemeler görüldü. Bunun üzerine bromürlü lav­
mana yapıldı. Bu hareketler azaldı. B ir ara sık sık öksürdü. Terledi.
Öğle üzeri saat 1 1 .00'den sonra 3 dakika süreyle oksijen verildi.
1 3. l O' da bu, tekrarlandı. Bayar ve Dr. Arar Saray' a geldiklerinde
karşılaştık.lan manzara şuydu:

DR. ASIM ARAR


DOKTORU
"Atatürk derin bir uyku içinde idi. Nefes alma ve kan deveranı
faaliyetleri muntazamdı. Etrafındaki doktorlar son tıbbi vazifeleri­
ni yapmak için feragat ve gayretle çalışıyorlar ve her çareye baş­
vuruyorlardı. Bu doktorlar, her iki saatte bir değişmek üzere ikişer
ikişer nöbet bekliyorlar ve hastalığın seyrine ait müşahadeleri ve
tatbik edilen tedbirleri ve ilaçları kayıt ederek vazifelerini kendile­
rinden sonra nöbete girecek olan arkadaşlanna terkediyorlardı.
"Hastanın halini görünce her şeyin bitmiş olduğuna kani ol­
dum. Yalnız bütün hayatı bitmez tükenmez mücadeleler ve Türk va­
tanını kurtarmak için icabında katlandığı mahrumiyetler ve heye­
canlar içinde geçen ve bir seneye yakın bir zamandan beri en ağır
bir hastalığın pençesinde ıstırap çeken bu büyük adamın kalbi o
kadar sükun ve intizam içinde çalışıyordu ki, devam edip giden ko­
maya rağmen artık onu alınması kabil olmayacak kötü akıbetin ne
151
1 50
vakit gelip çatacağını tayin etmek mümkün olamıyordu ''. 1 0 KASIM 1 938 PERŞEMBE
Akşama doğru Atatürk yeni bir komaya girdi. Gözbebekleri ışı­ "Bir tarih göçüyor"
ğa cevap verse de tabandan artık refleks alınamıyordu. Nefes bo­
rusundan hırıltılar işitilmeye başlandı. Başucundaki doktorlar Mü­
şahade Defteri'ne "Agoni " diye not düştüler.
"Agoni ", "can çekişme " demekti.

9 Kasım - Saat 20.00 . . . Resmi Tebliğ:


"Bugünü yorgun ve dalgın geçirdiler. Umumi ahvaldeki ciddi­
yet biraz daha ilerlemiştir".

Artık tıbbın yapabileceği bir şey kalmamıştı. Dr. Akil Muhtar 9 Kasım'ı 1 0 Kasım' a bağlayan gece oldukça sıkıntılı geçti. A­
Özden bu resmi tebliğin yayınlandığı saatlerde Atatürk' ün başu­ tatürk' e kısa aralıklarla oksijen verildi. Sabaha doğru boğazındaki
cunda O' nun ölüm döşeğinin karakalem resmini çiziyordu. hırıltılar azaldı.
Şafak doğarken Saray'ın dışında İstanbul, parlak ve güneşli bir
9 Kasım - Saat 24.00 ... Resmi Tebliğ: Sonbahar sabahına hazırlanıyordu. İçerde ise, kutsal nöbetteki lerin
içindeki son umut ışıkları sönmek üzereydi.
"Saat 20.00'den itibaren dalgınlık artmıştır. Umumi ahval vaha­
, Saat 8.00'de Dr. Mehmet Kamil Berk ve Dr. Nihat Reşat Belger
. mete doğru seyretmektedir".
Atatürk'e glikozlu serum verdiler.* O sırada yüzünün daha da sol­
duğu ve birden gırtlağından ' 'Hiii . . . hiii" diye sesler çıkarmaya
.
başladığı görüldü.

Saat 9.00 olduğunda göğsü hızla inip çıkmaya başladı .


Dünyadaki son 5 dakikasına gözleri kapalı giriyordu.
Dışarda bütün bir ulus, endişe içinde radyo başında bekliyordu.
Savarona, son bir saygı duruşu için Dolmabahçe önüne demir­
lemişti.
İçerde Saray tam bir sessizliğe gömülmüştü.
Odada başucunda Mehmet Kamil Berk, bir elini karyolaya yas­
lamış, diğer elindeki ıslatılmış pamukla Atatürk'ün ağzına su ver­
meye çalışıyordu. Bu arada akan gözyaşları, ak bıyıklarını ıslatı­
yordu. Arada bir başını Operatör Mim Kemal Öke' nin omzuna da-

* Bu son serumun boş ampulü ve şırınga iğnesi halen Istanbul Tıp Fakültesi müzesinde teş­
hir edi imektedir.

1 52 1 53
yayıp, hıçkırıyordu. Ayakucunda üzüntüsünden sapsarı kesilmiş Soyak'ın ardından Muhafız Komutam İsmail Hakkı Tekçe de
bir çehreyle Prof. Dr. Süreyya Hidayet Serter ile Dr. Abravaya aynı eli öptü ve yorganın altına koydu. Bu arada Prof. Dr. Mim
Marmaralı taban reflekslerini kontrol ediyorlardı. Kemal Öke Atatürk'ün açık gözlerini kapattı. Dr. Kamil Berk de
Prof. Dr. Akil Muhtar Özden kendinden geçmiş, odanın içinde "G.M.K." (Gazi Mustafa Kemal) markalı beyaz bir mendille çene­
telaşlı adımlarla durmadan dolaşıyor; hem ağlıyor, hem de müte­ sini bağladı.
madiyen: Son nöbet defterine şöyle yazıldı:
"Aman yarabbi.. .." diye mırıldanıyordu. "Saat 9 ' u 5 gece Büyük Şefimiz derin koma içinde terki hayat
Muhafız Komutanı İsmail Hakkı Tekçe ve Genel Sekreteri Ha­ etmişlerdir".
san Rıza Soyak da yatağın sol tarafında ayakta bekleşiyorlardı. U­
yuşmuş, donmuş gibiydiler. SALIH BOZOK
Hizmetlilerden Mehmet Mete, Rıdvan Gurari ve Rıza Tığlı ile YAVERİ
Binbir Hanım bir kenara büzüşmüşlerdi. "Hekimler büyük ölünün odasından çıktıkları zaman yüzüm
Koruması Kılıç Ali ellerini kavuşturmuş, son saygı duruşun­ kimbilir nasıl korkunç bir hal almıştı ki operatörü Mim Kemal Bey
daydı: telaşlanarak;
'Nereye gidiyorsun ' diye sormaya mecbur oldu.
KIUÇ ALI 'Hiç ' dedim, ' .. gidiyorum. işim bitti artık '.
KORUMASI Fakat Mim Kemal Bey bırakmadı. Kolumdan tutarak aşağı ka­
"Hayatına kastedilmemesi için icabında canımızı fedaya az­ dar indirdi. Kalbim, iki değirmen taşı arasına düşmüş bir buğday
metmiş olduğumuz büyük Atatürk gözümüzün önünde güpegündüz tanesi olsa ancak bu kadar ezilirdi. Ne ağlayabiliyor, ne konuşabi­
fani hayata veda edip gidiyor, herkes ellerini kavuşturmuş, büyük liyor, ne de konuşulanları �nlıyordum. Bir ara büsbütün kendim­
bir acz içinde tazimkarane bir vaziyet almış duruyor ve kimsenin den geçmişim. Odadan deli gibi fırladım.
elinden bir şey yapmak gelmiyordu. Aman yarabbi. . . Adeta dehşet 'Nereye ' diye arkamdan koştular.
içindeydik. 'Şimdi geliyorum ' dedim.
"Bir ara Hasan Rıza dayanamadı, büyük bir teessür içinde ba- Bundan sonrasını hiç, ama hiç hatırlamıyorum ".
na;
'Kılıç bak, koca bir tarih göçüyor ' dedi. Atatürk' ün yaveri Salih Bozok, şuursuzca Saray'ın merdivenle­
Saat tam 9 'u 5 geçiyordu. " rinden aşağı koştu. Alt katta boş bulduğu bir odaya dalıp kapıyı
kapattı. Az sonra içerden tek el silah sesi duyuldu. Sesi duyup oda­
HASAN RIZA SOYAK ya koşanlar içerde O ' nu kanlar içinde buldular. Tabancasından kal­
GENEL SEKRETERİ bine sıktığı bir kurşunla devrilmişti ...
"Birdenbire gök mavisi gözleri açıldı ve sert bir hareketle başı­
nı sağa çevirdi. Ben de artık hıçkırıklarımı zaptedemedim. Diz çök­
tüm. Sağ elini ellerimin içine aldım. Öptüm ve yüzüme sürdüm ".

1 54 1 55
KAYNAKÇA:

Kitaplar:
Ali, Kılıç. "Atatürk' ün Son Günleri", Sel Y. İstanbul, 1 955.
Arar, Asım. "Son Günlerinde Atatürk", Selek Y. İstanbul , 1 958.
Atay, Falih Rıfkı, "Çankaya", Bates A.Ş. İstanbul, 1 984.
Aydemir, Şevket Süreyya. "Tek Adam", Remzi Y. İstanbul, 1 98 1 .
Aydemir, Şevket Süreyya. "İkinci Adam", Remzi Y. İstanbul,
1 979.
Bozok, Salih. "Hep Atatürk ' ü n Yanında", Çağdaş Y. İstanbul,
1 985.
Cebesoy, Ali Fuat. "Siyasi Hatıralar", Doğan Kardeş Y. İstanbul,
1 960.
İnönü, İsmet, "Hatıralar", Bilgi Y. İstanbul, 1 987.
Kinross, Lord, "Atatürk", Altın Kitaplar, İstanbul, 1 988.
Kocatürk, Utkan. "Kaynakçalı· Atatürk Günlüğü", Türkiye İş Ban­
kası Y. Ankara, . 1 988.
Kutay, Cemal . "Atatürk ' ün Son Günleri", Boğaziçi Y. İstanbul,
1 98 1 .
Leventoğlu, Mazhar. "Atatürk' ün Vasiyeti", Bahar Matbaası, İs­
tanbul, 1 98 1 .
Özalp, Kazım. "Atatürk'ten Anılar", Türkiye İş Bankası Y. Anka­
ra, 1 992.
Şahingiray, Özel. "Atatürk' ün Nöbet Defteri". Türk Tarih Kurumu
Y. Ankara, 1 955.
Şehsuvaroğlu, Bedi. "Atatürk' ün Sağlık Hayatı", Hür Y. İstanbul,
1 98 1 .
Soyak, Hasan Rıza. "Atatürk'ten Hatıralar", Yapı Kredi Bankası Y.
İstanbul, 1 973..
1 57
..

•••

Şimşir, Bilal N. "Atatürk'ün Hastalığı", Türk Tarih Kurumu Y.


Ankara, 1 989.
Tepedelenlioğlu, N izamettin Nazif, "Bilinmeyen Taraflarıyla Ata­
İçindekiler
türk", Yeni Matbaa Y. İstanbul, 1 959. Önsöz : ............................. ......................................... 9
....................

Ünaydın, Ruşen Eşref. "Atatürk' ün Hastalığı", Türk Tarih Kurumu Ölümle ilk randevu . .
........................... . : 15 ............ ...... .········· ·········

Y. Ankara, 1 959. "O bunakların raporuyla mı hareket edeceğim?" 19 ......................

"Yalnızım çocuk. .bunalıyorum" . . .. 21


............................... ...... ... ....

Bir dostluğun hazin sonu :............ ............................ ... 27


Yazı Dizileri : "Doktorumu terkederim, rakımı terketmem"
...............

. . . . .37 ........ ... .. ....... ...

Özkaya, İhsan A. "Atatürk'ün Son Hastalığı ve Ölümü", Milliyet, .ı Golf çorapları ...boyunbağı ve maden suyu . . . . .4 1 ..... . .............. . .....

l0-24 Kasım 1 976. Kırmızı karınca masalı . .


...... . . . . .
...................... 43 ........ ...... . ... . ........

Uluğ, Raşit Hakkı. "Atatürk'ün Hastalıkları", Cumhuriyet, 1 0- 1 3 "Ş"ım d"ı ne yapacağız . "
? . .. . . .. .. .
.............. . . . . . 47 ...... .......... .... ... . .... . . . ..

Kasım 1 967. Sarı Zeybek . . . . . ..... . .


. ...... ............. . . ..................................... 53 . .......

"Çocuk ben hastayım" . . . . . . .


................ ........ .. .. . .. . ..................... . 61 ..

"Bu kubbede kalan hoş bir seda" . . ................................... . 73 ........

Alarm zilleri . . . . . ... .. .. . . .


... ... . .
.......... ....... .. .... ....... ...... . ... . . . . .
..... 77 .. ...

Bir çocuk oyuncağı . . .


................................ .. .... ......................... . 81 .

Halka ve kabinesine veda . . .. ............ ................................ . . 87 . .......

"Benim için O' nun yüzünü öper misin?" . . . . .... . . ..... . .... . . . . 93
....... .. .

Vasiyet . ... . .
.................... . . .
................. ....... ...... . .................. . . 1 05 .....

Rüyada dans .. . .
....... ... ...... .................. ................................ . . . ... 1 13
"Umumi harp gelecek yıl" . ......................................... . . . . .
.. . . . ... 1 19
"Ne olacaksam Ankara'da olayım" . . .. ... ...... ...... . . ................ . ... 1 23
"Çekip gidelim ormanlara" . . . . . . .. . ....... ... ... ... . . . .. ...... . ............... . 1 25

"Ölüm O' ndan korktu" . . .... ............................ . ............ . ...... .. ... . 131
Bayram ve gözyaşları ............ . ......................... .... . ...... .... . ...... . . 1 39
Son isteği : Enginar . ........ ...... . .......................... ... ........ .. ... . .... ... 1 43
"Aleykümesselam" ................. . .......... . ..... . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . ........... 1 45
Son 24 saat . .. .................... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 151
"Bir tarih göçüyor" ......................................... ..... . ... . ... .. . . ........ 153
Albüm ...................................................................................... 1 56
Kaynakça .............................. . ............ ............ ............ . ... .......... 171

1 59
1 58

You might also like