Professional Documents
Culture Documents
Bütün Kitaplar Tekfail - 02
Bütün Kitaplar Tekfail - 02
S U N U Ş
1943'de hazırlamaya başlayıp ancak 1954'de yayınlayabildiğim 2 cild, 2400 sayfa tuta
rındaki "Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler" adlı Kitabımızın basımından tam onbeş yıl son
ra, kelimenin mutlak ma'nâsı ile, yıpratıcı ve fasılasız beş yıllık bir çalışma vetiresini aşa
rak "Son Asır Türk Târihinin önemli olayları ile Birlikde YENİ MÜLKİYE TÂRİHİ ve MÜLKİ
YELİLER (= Mülkiye Şeref Kitabı)"nı TÜRK KAMU OYU'nun incelemesine, TÜRK MİLLİ
KİTABLIĞI'nın KATALOGLARI'na saygı ile sunmuş bulunuyorum. Bu ç a b a ile TÜRK
GENEL KÜLTÜRÜ'ne. küçük de olsa, bir şey katmayı başarabilirsem hayâtımın nâdir mut
luluklarından birini duymuş; tarif ve izahı cidden imkânsız yorgunluklarımı, bu uğurdo
katlandığım maddi ve ma'nevî üzüntüleri unutmuş olacağım.
a) Yeryüzünde insanoğlu'nun meydana getirdiği hiç bir eser gösterilemez ki, başlan
gıçta, rağbet görecek midir, diye düşünülmüş olsun... Kültür, fikir ve san'at mahsulleri,
iktisâdı bir mal olmadığı için, meşhur "Arz - Taleb Kanunu"na tâbi* değildir. Bunların is
tihsâlinde, sâdece hitab edeceği kütle'nin "ma'nevı faydası" düşüncesinden hareket edi
lir. Aksi hâl, milletlerin fikren ve beşeri vasıflar yönünden "fakirleşmesi"ne yol açar ki,
bu fakirlik, yoksullukların en acısı, en yüzkızartıcı, en felâket getiricisidir.
Büyük Türk Şâiri ve Mutasavvıfı Şeyh Gâlib, "Hüsn ü Aşk" adlı muhalled eseri'nin Ön
sözünde, bu ciheti şöyle dile getirmektedir:
«Ben. bu Kitabı Hüsn (Güzellik) ve Aşk'ı bilen ve bunlara lâyık olanlar için yazdım....
Fakat "hâr-ı nâdân-ı dü pâ'lar için yazmadım »
b) Bir millet'in Târihi, o milleti teşkil eden sosyal müesseselerin, ayrı ayrı yönlerde
vücud bulmuş Târihleri ile, yine o millet'in "Gerçek Kahramanlarına âid hayat hikâyelerinin
muhassalasıdır "Yeni Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler" Kitabı ile ben, bu değişmez kaziy-
ye'den hareketle, hem bir asırdır bu Memleket'in "bekaa" ve "kader"inde en önemli rolü
oynayan ş e r e f l i bir m ü e s s e s e ' nin e n geniş ölçüde TÂRİHİ'ni, hem
de bu bir asırda bu Müessesemden yetişen ve Memleket kaderinde birinci derece sorum
luluk alan ve almakda bulunan 6000 kişinin "hayatlarının "muhâsebesi"ni Türk Milletinin
yargısına sunmuş oluyorum. Bu cihetin, Milletçe üzerinde durmayı gerektiren bir önem
taşıdığı kanısındayım. Büyükçe bir bakkal dükkânının dahi yılda bir defa olsun "Bilançosu"
yapılır "Mülkiye" denen Müessese'ye bu Millet bir asırdır emek vermişdir. Bu emek
— XVII —
yerinde sarfedilmiş midir? Edilmemiş midir? Bunları en geniş çapta bilmek Millet'in
hakkıdır. Tanzîmat'dan sonra kurulan ve bir asırdan beri Türk sosyal, politik, ekonomik ve
kültürel hayâtı'nda, Mülkiye gibi rol oynayan dîger müesseselerin de Târihlerinin yazılmış
olmasını, binnetice, bunlardan da Millet'ce faydalanılma derecesinin ortaya çıkarılmasını
gönül çok isterdi. Fakat, bu kabîl müesseselerin hiçbirinin, bir iki broşür, makaale dışın
da. Târihleri yazılmamış, bilançoları yapılmamışdır. Avrupa ve Amerika'daki kültür mües
seselerinin de, bu derece mufassal Târihleri bulunmadığı nazara alınırsa, bu Kitap, kendi
konu'su alanında, millî v e milletlerarası nitelikde t e k k i t a p olma şerefini d e
kazanmış bulunmakdadır.
Bu hususlar nazara alınınca Kitaba, bunca emek sarfedilerek "Ortaya çıkarılışsın se
bebi kolayca anlaşılır.
« T.C
Ankara Üniversitesi Ankara, 26 Nisan 1966
SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ
DEKANLIĞI
Sayı : 00731
— XVIII —
MÜLKİYE TÂRİHİ ve MÜLKİYELİLER'Kitabınızın da önceki kadar değerli ve faydalı ola
cağına inancımızı tekrarlarız. Bu yeni eseriniz hakkında, Yönetim Kurulumuzca alınan karar
örneği ilişikde sunulmuşdur.
Zahmetli olduğu kadar faydalı ve şerefli elan bu çalışmalarınızda da başarılar diler, bu
vesile ile en içden sevgi ve saygılarımı sunarım.
Dekan
Profesör Azız Köklü
(İmza)
Bu karar üzerine, "Mülkiye Şeref Kitabı Hazırlanma Bürosu' nu kurarak yoğun bir ça
lışma dönemine girdim.
Önce "Kartoteks - Dosya Sistemi"ne göre 1950 • 1965, sonra 1860 - 1965 Me'zunlarının
"Dosya" larını hazırladım. Bunlara Me'zunların veya hayatda olmayanlarının ailelerinin,
Resmî Dâirelerden, Mülkiyeliler Birliği Arşivi'nden, büyük şehirler telefon rehberlerinden
ve Büyükelçiliklerimiz vâsıtasıyle elde ettiğim adreslerini kaydetdim.
Aşağıda örneği bulunan mektub • sirküleri hazırlayıp S.B.F. Dekanlığı imzası ile,
tesbit edilen adreslere postaladım:
« T.C.
Ankara Üniversitesi
SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ Ankara.
D E K A N L I Ğ I
Sayı: 763/
Sayın
Dekanlığımız gözetiminde (Yeni Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler) adıyla bir Şeref Ki
tabı hazırlanıp basılmasına karar verilmiştir.
Kitap, Mülkiye'nin 109 yıllık (1859 - 1968) târihî gelişimini, 1960 yılından 1967 yılı
sonuna kadar bütün me'zunlarımızın hâl tercemelerini noksansız olarak kapsayacak; ken
di sahasında milletlerarası normlara göre hazırlanan bir (müracaat kitabı) olacaktır.
— XIX —
Eski, yeni bütün mezunlarımızla Fakültemiz için ve Memleketimizin kültür, idare ve
sosyal gelişimi bakımından büyük önem taşıyacak olan ve büyük emek sarfıyle hazır
lanan söz konusu Kitabımızın mükemmel ve noksansız çıkması, alâkadarların bu işe gös
terecekleri yakın ilgiye bağlı bulunduğu şübhesizdir. Bu itibarla, mektubumuz alınır alın
maz, ilişikde gönderilen soru fişini, sirkülerde tesbit edilen zaman içinde :
1 — Önce Zâtıâlinizin cevablandırıp, aşağıdaki Büro adresine postalamanızı;
2 — (Varsa) emriniz altında veya birlikde çalıştığınız Mülkiyelilere fiş'den bir kop
ya verdirerek soruları tezelden cevablamalarını sağlamanızı;
3 — Tanıdığınız Mülkiyelilere de fiş'den bir kopya göndererek kendilerini bu gö
reve lütfen daVet etmenizi;
4 — Evvelce Dâirenizde çalışmış veya Müessesenizden emekli olup da hâlen ha
yatta olmayan Mülkiyelilerin ailesi ferdlerinden veya yakınlarından tanıdıklarınız varsa
onlara da fiş kopyası göndermek suretiyle bu önemli iş'den haberdar etmenizi bilhassa
rica eder, cevabınızı bekler, saygılar sunarım.
Dekan
(İmza)
Prof. Aziz Köklü
SORU FİŞİ
«SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ DEKANLIĞINDAN BİLDİRİLMİŞTİR; SİYASAL BİL
GİLER FAKÜLTESİ ESKİ, YENİ BÜTÜN ME'ZUNLARINA: HAYATDA OLMAYAN MEZUN
LARIMIZIN AİLELERİ FERDLERİNE VEYA YAKINLARINA:
Fakültemizin 106 yıldan beri Yurdumuza îfâ ettiği hizmetleri, Türk ve Dünya Kamu
Oyu'na bildirmek amacı ile, evvelce büyük emek sarfedüerek hazırlanan ve 1949 yılı so
nuna kadar eski "Mekteb-i Mülkiyye ve SİYASAL BİLGİLER OKULU"nu Târih'e mâleden
' MÜLKİYE TÂRİHİ ve MÜLKİYELİLER" adlı Kitab'ın, bu kere yeniden hazırlanıp (1859 - 1968)
yıllarını noksansız kapsayacak şekilde yayınlanması kararlaştırılmış ve çalışmalara başlan-
mışdır.
Söz konusu Kitab'ın, Fakültemiz kişiliğine uygun, noksansız olarak yayınlanması, Sa
yın Me'zunlarımızca bu işe gösterilecek ilgiye bağlı bulunduğu cihetle, soruların cevab-
larınm. en geç 30 Temmuz 1966 akşamına kadar Dekanlığımız gözetiminde çalışan ve aşa
ğıda bildirilen (Büro) adresine postalanması önemle rica olunur.
S O R U L A R
1 — Mekteb-i Müîkiye'nin veya Siyasal Bilgiler Okulu'nun veya Siyasal Bilgiler Fakül
tesinin bitiriliş târihi?
2 — Mekteb veya Okul veya Fakülte numarası ve Şu'besi?
3 — Adı, Soyadı? (Bayan me'zunlar evlenmişlerse, evlenmeden önceki soyadları)
— XX —
4 — Doğum târihi ve doğum yeri? (vefat edenlerin vefat târihi)
5 — Baba, anne adları ve işleri ile, tahsil dereceleri?
6 — Bitirdiği İdâdî veya Lise'nin adı, bitirme yılı ve bitirme derecesi?
7 — Mülkiye'den başka yüksek okul veya fakülte bitirdi mi?
8 — Doktora yapmış ise konusu nedir? Nerede ve hangi târihde yaptı?
9 — Dış memleketlerden hangisine gitti? Gidiş sebebleri?
10 — Medenî hâli? Evli ise hangi yaşta evlendi? Kaç çocuk sahibi? Cinsleri?
11 — Mezuniyetinden 1966 yılına kadar yaptığı işleri, târih göstermek suretiyle, lüt
fen bildiriniz. Son işini meslek grupu olarak açıklıkla adlandırınız.
12 — Yayınlanmış eserleri varsa, basım târihlerine ve bibliyografya tekniğine göre her
biri için bilgi veriniz.
13 — Şi'ir, roman, hikâye, resim, karikatür veya besteleri varsa, bunlardan en çok
beğendiğinizin, hâl tercemesi altında yayınlamak üzere, örneğini veya fotoko
pisini gönderiniz.
14 — Mesleği dışında uğraştığı (HOBİ) işler varsa bildiriniz.
15 — Bildiği yabancı diller hangileridir?
16 — Dâimi üyesi olduğu dernek, klüb varsa bildiriniz.
17 — Fahrî üyelik, fahri hemşehrilik, profesörlük, fahrî doktorluk gibi payeleri, madal
ya gibi mükâfatları varsa bilgi veriniz.
18 — Mülkiye'deki öğrenicilik hayâtına âid en ilginç 2 - 3 hâtıra bildiriniz.
19 — Mülkiye'deki öğrenicilik hayâtına dâir elinizde mevcud resimlerden uygun gör
düklerinizin fotokopilerini çıkartarak ve neye, kimlere âid olduklarını da belir
terek, Kitap'da adınızdan bahsedilerek yayınlanmak üzere, lütfen gönderiniz.
20 — 1954 de yayınlanan "Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler" adlı Kitabın gerek 1. Cildin
de (Târih Kısmında), gerek II. Cildinde (Hâl Tercemeleri Kısmında) herhangi
bir noksan veya yalnış bilgi, tanzim hatâsı görmüş iseniz, yeni basımda tekrar
lanmaması için tavsiyelerinizle birlikte lütfen bildiriniz.
21 — Son yıllarda seçilmiş, hangi eb'adda olursa olsun, klişeye uygun, düz karta ba
sılmış bir resim de lütfen ve mutlaka gönderiniz (İlk Kitap'da resim bulunuşu,
bu Kitab için resim göndermemeye sebeb teşkil edemez).
22 — Birlikte me'zun olunan arkadaşlardan, kendilerine soru fişi kopyası verme imkâ
nına sâhib olamadıklarınızın da, bilebildiğiniz kadar durumlarını veya adreslerini
veya bunlar için bilgi alabileceğimiz kimselerin adreslerini de lütfen bildiriniz.
23 — Haberleşmeyi kolayca te'min edecek sabit bir adresinizi lütfen bildiriniz.
24 — Bu sirküler alındıktan sonra me'muriyet ve sosyal hayatda bir değişiklik
olursa, bunları vakit geçirmeden ve devamlı olarak soruları cevablandırdığınız
Bürc adresi'ne lütfen bildiriniz.
25 — Sizin olan bu Kitab'ın tam, noksansız, yanlışsız ve çabuk çıkması için:
a - Adresleri tesbit edilemediği için, kendilerine soru fişi gönderilememiş Mül
kiyelilere;
— XXI —
b - Rahmanın rahmetine kavuşmuş Mülkiyelilerin tanıdığınız aile ferdlerine veya
yakınlarına bu soru fişinden bir kopya lütfen vererek cevaplandırılmasını te
min ediniz. Teşekkürlerimizle....
S.B.F.
DEKANLIĞI»
— XXII —
« T.C.
MÂLİYE BAKANLIĞI
Emeldi İşleri Müdürlüğü
Bu "araştırma" da. beni tatmin etmediğinden, kendilerinin veya ailelerinin adreslerini bu
lamadığım veya adreslerini bulup da mektuplara cevab alamadığım "Eski Mülkiyelilerin
evvelce çalıştıkları dâirelere aşağıdaki mektup yazıldı:
« T.C.
Ankara Üniversitesi A n k a r a
SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ / / 196
DEKANLIĞI
Sayı : 763/
Sayın
Fakültemizin 109 yıllık (1859-1968) târihî gelişimini, 1860 yılında verdiği ilk me'zundan,
1967 yılı son me'zununa kadar bütün mensublarımızın (5993 kişi) noksansız hâl terceme-
lerini ve Osmanlı Devletinin kuruluşundan Mülkiye'nin açılış yılı olan 1859 yılına kadar
"Türk İdare Târihi" ni özet olarak kapsayacak (YENİ MÜLKİYE TÂRİHİ VE MÜLKİYELİLER)
adlı bir kitap üzerinde, bu iş için kurulan özel bir BÜRO'nun iki yıldan beri devamlı çalış
malarda bulunduğu malûmunuzdur.
— XXIII —
Milletlerarası normlara uygun ve Türk İdare Târihi yönünden de Milletlerarası bîr
müracaat kitabı olacak surette hazırlanan söz konusu kitabın noksansız çıkması için, ge
rekli bütün çalışmalar yapılmakda ve bu konuda her türlü kaynakdan faydalanılmakta
dır
Bu maksatla, bütün arama ve soruşturmalara rağmen kendilerinin veya ailelerinin
adreslerini bulamadığımız ve ilişik listede künyeleri, Teşkilâtınızdaki son görevleri kayıdlı
bulunan Mülkiye Mezunlarının, Personel Arşivînizdeki Sicil dosyalarından ilişik soru
fişine göre hâl tercemelerinin veya listede belirttiğimiz kısımlarının tesbîtine ve bir aded re
simleri ile birlikde Dekanlığımıza gönderilmesine emir ve müsaadelerinizi saygılarımla rica
ederim.
Dekan
Prof. Aziz Köklü
Bu mektub üzerine, İçişleri Bakanlığı Özlük İşleri Gn. Md. Sayın Metin Dirimtekin'in
yardımıyle, İçişleri Bakanlığı Sicil Şu'besi Arşivi'nden, Dışişleri Bakanı Sayın İhsan Sabrı
Çağlayangil'in yardımı ile Dışişleri Personel Dâiresi Arşivi'nden, Milli Eğitim Bakanı Sa
yın İlhâmi Ertem'in yardımı ile Millî Eğitim Personel Umum Md.lüğü Sicil Arşivi'nden;
Emekli Sandığı İstanbul İrtibat Bürosunun Sayın Müdîrinin yardımı ile emekli Sandığı
İstanbul Şu'besi Arşivi'nden; Ticâret Bakanlığı Zatişleri Md. Sayın Hasan Kündüloğlu'nun
yardımı ile Ticâret Bakanlığı Arşivi'nden, bütün araştırmalarıma rağmen ne kendilerinin ne
de ailelerinin adreslerini bulabildiğimiz Mülkiyelilerin sicil özetleri tarandı. Tesbît ettiğim
"noksan listeleri"nin yüzde kırkı da böylelikle tamamlandı.
"Araştırma" ve "Tarama" çalışmalarını, "Mülkiye Târihi" Kısmı ve "Mülkiyelilerin
hâl tercemeleri" kısmı olmak üzere iki bölüme ayırmıştım. Her iki bölüm için Millî Kütübhâ-
ne'de. İl Halk Kitaplığımda. S.B.F. Kitaplığında mevcud olup da Türkiye'de 1859'dan 1966'ya
kadar çıkmış olan gazete, mecmua, risale, broşür, Mülkiye Târihi ve Mülkiyelilerde ilgi
li hâtırat, Târih v.b. gibi kitap varsa bunların hepsinde "araştırma" ve "tarama" yapdım. Ay
rıca Türkiye'de "ölüm", "doğum" ve "evlenme" olayları'nın gazetelere i'lân şeklinde ve
rilme târihi olan 1909'dan 1966'ya kadar gazete ve dergiler'deki ilânlar üzerinde incele
meler yapıp "Mülkiyelilerin ailelerini keşfe çalışdım. Bundan başka, gerek İmparatorluk
Devri'nde, gerek Cumhuriyet Devrinde Mülkiye'den mezun olan yabancı uyruklu Mülki-
yeliler'in hâl tercemeleri için Arnavutluk. Afganistan, İran, Irak, Mısır, Ürdün, Lübnan, Su
riye, Yugoslavya, Yunanistan'daki Büyükelçiliklerimize Resmi mektub yazılıp hazırlanan
listelere göre buradaki Mülkiyelilerin kendilerinden veya kendileri hayatda değilse aile
lerinden hâl tercemeleri getirtilmiş; Rum, Ermeni Azınlıklara mensub eski Mülkiye Me'zun-
ları için de Rum Patrikhanesine. Ermeni Katolik, Ortodoks ve Protestan Patrikhanelerine
de mektupla müracaat edilip Kiliselerinin eski evlenme kayıdlarından, söz konusu me'zun-
ların hâl tercemeleri veya aileleri adresleri istenmişdir.
Hayat'da olan me'zunların yüzde ellisi kendilerine en az 5 d e f a mektub gönderildik-
den sonra cevap vermişler; yüzde yirmibeş'ide bu mikdar mektuba rağmen cevap verme lü
zumunu duymamışlardır Pek tabiî, bunlar cevap vermedi, diye hâl tercemelerini boş bı
rakma yoluna gidemezdim. Bunları bulundukları sektörlerin Personel İdarelerinden, bun-
_ XXIV —
lar da göndermemişlerse Resimlerini S.B.F. Arşivinden ve kısa hayat hikâyelerini de ken
dilerini tanıyan sınıf arkadaşlarından tedârik etme yoluna gittim. Böylelikle "Türk ve Dün
ya Kültür Forumu" önüne her yönden noksansız bir "fikir ürünü" çıkarmaya çalışdım.
Ancak, bu uğraşma ve çok kere ilgililerin kronik ihmali sonucu, boş yere harcanan çaba.
hem "basım" işi'nin gecikmesine, hem de tahminimin çok üstünde yıpranmama yol açdı.
Sarfedilen gayretde en küçük bir ihmal payı olmamasını sağlamak amacı ile, "Kitab"ın
hazırlanmakda olduğu, mektuplara cevap verilmesi lüzumuna dâir, iki yılda 6 defa, "Ankara
Radyosu İç Haberler Bülteni" ve öğle, akşam ajans haberleri saatlerinde Dekanlık kana-
lıyle Resmî demeç'ler yayınlanmasını sağladım. Dörder ay ara ile de 6 d e f a Hürriyet,
Milliyet, Akşam, Son Havadis, Ulus, Zafer, Adalet Gazetelerinde durumu i'lân ettirdim.
Dîger yönden de aşağıdaki "te'kîd"i hazırlayıp cevap vermeyen me'zunlara 5. d e f a
gönderdim:
« T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ Ankara,
Dekanlığı
Sayı : 763/
Sayın .
Mülkiye (S.B.F.)'nin 109 yıllık (1859-1968) târihi gelişimini ve 1860 yılından 1967 ders
yılı sonuna kadar bütün mezunlarımızın hâl tercemelerini, noksansız olarak, Osmanlı Dev
letinin kuruluşundan Mülkiye'nîn açılış târihi elan 1859 yılına kadar (Umumi Türk İdare
Târihi)'nl bütün teferruatı ile kapsayacak ve en az 5000 sayfa tutarında bulunacak 'YENİ
MÜLKİYE TÂRİHİ ve MÜLKİYELİLER" adiyle bir kitap hazırlanmasına karar verildiğini, bu
iş için kurulan özel bir "Büro" 'nun iki yıldan beri çalışmalara aralıksız devam ettiğini,
ilişik soru fişine göre istenilen hâl tercemesinin tezelden gönderilmesi lüzumunu, yukarı
da gün ve sayısı yazılı mektubumuzla bildirmiş idik.
Aradan çok uzun bir zaman geçmesine ve en az 3 defa sirküler gönderilmesine rağ
men, mektubumuzun bu güne kadar cevaplandırılmadığı kayıdların tedkîkinden üzülerek
anlaşılmışdır. Milletlerarası bir müracaat kitabı olacak şekilde hazırlanan söz konusu ki
tap için, bu sirkülerimiz alınır alınmaz gereğinin ilişik soru fişine göre lütfen yapılması
nı ve bu te'kîdimizin sonuncu olduğunun kesinlikle bilinmesini önemle ve saygılarımla
rica ederim.
Dekan
Prof. Aziz KÖKLÜ»
_ XXV —
"Kronik İhmalkârlar" için bu ikaz da yeterli olmadı. Bunun üzerine mecburen çalışdık-
iarı Dâire Âmirleri'ne yazıp, Sicil Dosyaları'ndan istenilen bilgilerin çıkartılması ve bir re
simleri ile birlikde gönderilmesi ricasını hâvi aşağıdaki mektubu hazırlayıp postaladım:
« T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ
Dekanlığı Ankara •
Sayı : 763/
Bu teşebbüs de, amaca ulaştıracak derecede sonuç vermeyince, son bir çâre olarak,
mektub-sirküler'i cevablamış olanlardan, cevab vermeyen sınıf arkadaşları'nın durumu
hakkında kısa bilgi vermeleri için aşağıdaki mektubla rica'da bulunuldu:
_ XXVI —
< T.C. Adres: P.K. Nu. 10
S.B.F. Cebeci — ANKARA
MÜLKİYE ŞEREF KİTABI Telefon: 135597
Hazırlama Bürosu Başkanlığı
Sayın
İlişik listede ad, soyad ve me'zuniyet künyeleri yazılı sınıf arkadaşlarınıza şimdiye ka
dar Dekanlığımca, muhtelif târihlerde enaz (5) d e f a mektub-sirküler gönderildiği halde,
cevab vermemişlerdir. Bu davranış, hem Kitabımızın baskıya verilmesini geciktirmekte,
hem de Büro'nun yükünü tahmin edilemeyecek bir ölçüde arttırmaktadır. (5993) Mülkiye
mezunu için 31.5.1967'ye kadar (28352) mektub gönderildiği göz önüne alınırsa, yalnız bu
yönden katlanılan zahmetin derecesi kolayca anlaşılır.
Bu seferki kitabımız, milletlerarası normlara göre hazırlanan, Muhteva Planı UNESCO
tarafından tescil edilen, milletlerarası nitelikte bir "Müracaat Kitabı" olacağı cihetle, gerek
MÜLKİYE TÂRİHİ Kısmı'nın. gerek 1860-1967 MÜLKİYE ME'ZUNLARI Kısmının noksansız
olması şartdır. Bu sebeble, yukarda söz konusu edilen arkadaşlarınız için, son bir çâre ola
rak size müracaatı uygun bulduk.
Bu mektubumuzu alınca, lütfen ilişik listede bulunan ve mezuniyetinden sonraki ha
yâtı hakkında hiç bir bilgi elde edilemeyen Sınıf Arkadaşlarınızın;
a) Mezuniyetinden sonra hangi işlerde çalıştığının,
b) Hâlen nerede ve ne işle meşgul olduğunun,
c) Medenî hâlinin, evli ise kaç çocuk sahibi bulunduğunun,
d) Ölmüş ise ne zaman ve ne sebeble öldüğünün,
bitebildiğiniz kadar, listedeki adının hizasına tafsîlen ve lütfen kaydedip yukarıdaki Büro
adresine tezelden bildirmenizi MÜLKİYELİLİK nâmına saygı ile rica ederim.
Eski "Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler" Kitabı'nda çok önemli bir noksan ve boşluk
olarak kabul ettiğim "Menşe'i Mülkiye olmayan" ve fakat 1859'dan 1968'e kadar Mülkiye'-
de öğretim üyeliği veya öğretim görevliliği yapan ve 109 yıldır Mülkiyelinin ruhunu ve kafa
sını bilgi nuru ile aydınlatmaya çalışan H o c a l a r ı m ı z ' a da şükran borçlarımızın
bir nebze olsun edası için, TARİH BÖLÜMÜ'nde ayrı bir KISIM ayırmaya karar verdim ve
derhal bunun uygulamasına geçelim. Önce, 109 yıllık devre'deki söz konusu "Öğre
tim Üyeleri"nin listesini hazırladım. Bu listeye göre hayat'da onların kendilerine, hayat'da
olmayanların da ailelerine aşağıdaki mektubu gönderdim:
_ XXVII —
T.C
S.B.F.
MÜLKİYE ŞEREF KİTABI
Hazırlama Bürosu Başkanlığı Ankara,
Sayı: 763/
İlgili Dosya: / / P.
Sayın
Türk Kültürüne ve Millî Kitablığımıza hizmetde bulunmak, Büyük Milletimizin bir asır-
danberi Fakültemize verdiği emeğin ilmi muhasebesini yapmak amacı ile Dekanlığımızın
gözetiminde (Yeni Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler) adiyle bir kitap hazırlanmaktadır.
Milletlerarası normlara göre ve kendi dalında yine milletlerarası bir (müracaat kitabı)
niteliğinde hazırlanan söz konusu kitap, Mülkiyenin 109 yıllık (1859-1968) târihi gelişimini
bütün teferruatı ile ve 1860'dan 1967'ye kadar noksansız bütün me'zunlarımızın hâl terce
melerini kapsayacakdır.
Kitabın (Mülkiye Târihi KısmıJ'nda, ayrı bölüm olarak, menşe'i Mülkiye olmayan ve
fakat Mülkiye'de 1859-1967 yılında Müderris, Profesör olarak Öğretim Üyesi veya Öğretim
Görevlisi sıfatıyle, Mülkiyelilere bilgi nuru veren, Mülkiyelilik Ruhunun teşekkülünü sağ
layan Sayın Öğretmenlerimizin hayatları, eserleri ve resimleri de yer alacaktır. Bu suretle
Mülkiye ve Mülkiyeli, Aziz Hocalarına şükran borçlarını, pek küçük de olsa, ödemeye ça
lışacaktır.
Bu i'tibarla, mektubumuz alınınca Mülkiye'de devresinde öğretim üyeliği
yapmış olan ilişik soru fişine göre hâl terecine' lütfen tesbîtini
ve klişeye uygun bir resimle birlikde, en geç 1/12/1967 târihine kadar Dekanlığımıza gön
derilmesini derin saygılarımla rica ederim.
Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dekanı
Prof. Aziz Köklü
( S O R U L A R )
_ XXVIII —
6 — Hayata atıldıktan kadar yaptığı işler?
7 — (Kitap) şeklinde basılmış eserlerinin:
a) Adı, terceme ise kimden çevrildiği?
b) Basıldığı şehir, matbaa ve yıl ?
c) Sayfa adedi, eb'adı?
8 — Bildiği yabancı diller?
9 — Daimî üyesi olduğu dernek, klüp veya teşekküller?
10 — Fahrî üyelik, hemşehrilik, profesörlük gibi payeleri?
11 — Meslek dışında uğraştığı (Hobi) işler?
12 — Son zamanlarında çekilmiş klişeye uygun bir resim.
13 — Hâl tercemesini hazırlayanın dâimi adresi.
14 — Mülkiyedeki öğretim görevi sırasında en ilginç bir, iki hâtırası.»
Bu mektubları gönderdikden sonra söz konusu "Öğretim Üyeleri" Vrin "hayat hikâye-
lerinf'de "araştırma", "tarama" ve "dosya tanzim etme" işleminin şümûiü içine aldım.
Böylelikle 2. Cild'de 302 sayfalık ve başlıbaşına bir Bölüm olarak "Menşe'i Mülkiye olma
yan Mülkiye Öğretim Üyeleri Bölümü" vücud buldu.
Anlattığım esaslar çerçevesi içinde Nisan 1966'da başlanan "doküman toplama",
"Araştırma" ve "Tarama" işi, Temmuz 1968'de, 3 yıl 8 aylık bir süreyi alarak tamamlanmış
ve Ağustos 1968'de bir tarafdan "redaksiyon" işine, diğer yönden de "basım"a başlanmış
oldu.
"HAZIRLANIŞ" ı böylece anlattıkdan sonra dîger "hıısûs"ların îzâhına geçebiliriz;
"Muhteva Planf'nda
YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER Uzun istişare ve incelemelerden sonra, Kitabımızın
ve "Muhteva Planı" şu şekli almışdır:
SEBEBLERİ
_ XXIX —
7. Kısım : S.B.O. : 1936-1949
8. Kısım S.B.F. : 1950-1967
9. Kısım S.B.F. : 1968- «*>...
10. Kısım S.B.F.'ye Bağlı Enstitüler : 1952-1968; M.M. ve S.B.O. Bina
ları ile İlgili Resimler
( 1 . Cild'in sonu)
_ XXX —
III. CİLD : "Son Yüzyıllık TÜRK TÂRİHİ'nin Önemli Olaylariyle Birlikde MÜLKİYELİLER
Buna göre, ilk tasarlanan "Muhteva Planı" ile inceleme ve istişare sonucu kesin şek
lini aian "Muhteva Planı" arasında esasda hiç bir atlama yapılmamış; ancak. "Böiüm"lerin
yerleri değiştirilmişdir. Şöyleki:
_ XXXI —
5993 Me'zunun hâl tercemeleri Bölümlerini titizlikle inceleyenler göreceklerdir ki, Mülkiye
ve Mülkiyeliler eski bir deyimle, bıTd-i mücerret'de, muallakda bırakılmamışlardır; bırakıla
mazlardı da Her sosyal müessese'de olduğu gibi "Mülkiye" de, sosyal - kültürel bir mü
essese olarak "kuruluş târihi"nden i'tibâren içinde bulunduğu Türk Cem'iyyeti'nin sosyal,
ekonomik, politik, kısacası Genel Târihi'nden elbetde müteessir olacak; olaylar'ın akıntısı
içinde bulunmakdan kendisini kurtaramayacakdı. Kaldı ki, Mülkiye'nin "muhtevâ"sını teşkil
eden ME'ZUNLARI da Siyâsî İlimler Öğretimi yapan bir kurum'un mensubları olarak, bir
asırdan beri Yurd'da meydana gelen o I a y I a r * in, hattâ bu olayları meydana geti
renlerin arasında bulunacaklardı. Bu sebeble, 1859'dan 1967'ye kadar geçen 109 yılda Os
manlı İmparatorluğu veya Türkiye Cumhuriyeti Devirlerinde geçen veya bunlarla ilgili olay
lar, gerek "Mülkiye Târihi", gerek "Hâl Tercemeleri" Bölümleri'nde yeri ve sırası geldikçe,
objektif kıstaslar içinde titizlikle açıklanmış; sebeb, illiyyet, oluş ve sonuçları etraflıca
belirtilmiş; "irtibat" sağlanmışdır. Böylelikle ortaya, yalnız kuru bir Mülkiye Târihî değil.
bundan daha önemli olarak, son bir asırlık Türk Târihi'nin en kritik anları ve önemli nok
talarının, bir silsile içinde. Târih'i de yazılmışdır.
_ XXXII —
1 — Eski ve yeni Kitabımız, insaf, iz'an ve adalet duygusuna sâhib zevatça, titizlik
ve dikkatle incelendikde görülür ki, 3265 kişî'nin hâl tercemesini kapsayan eski "Mülkiye
Târihi ve Mülkiyeliler" de, 5993 Me'zunun ve Mülkiyeli olmayan 8 Müdir'in, 5 Dekanın
ve 103 Öğretim Üyesinin Hayat Hikâyeleri'ni kapsayan "Yeni Mülkiye Târihi ve
Mülkiyeliler" Kitabımızda bir tek şahıs hakkında bile "Objektif Ölçüler"den ayrılıp "süb
jektif, şahsi düşünce ve kanaat"a yer vermedim. Kaldı ki. eski Kitabımızın "Önsöz"üne
«Ben, ancak Mülkiye Târihi'nden ve Hayat'da olmayan Mülkiyelilerin Hâl Tercemeleri'nden
sorumlu tutulabilirim; hayat'da olanlar hâl tercemelerini şahsen kaleme aldıklarına göre,
muhtevâ'sının tenkidi yapılırken yanlış veya gerçeğe uymayan noktalar için kendilerinin
sorumlu tutulmaları gerekir (*)» kaydını koymuşdum. Bu kayıd'a ne sûretde sadâkat gös
terdiğimin derecesi. Kitab'ın "İTHAF" sayfasına ve Kitab basımının bitişi târihi olan 1954
yılında "Kabine"de yer almış sekiz "Mülkiyeli Bakan"ın hâl tercemelerine bakmakla kolay
ca anlaşılır, inancındayım. Hâl böyle olunca, ömürlerinde bir "broşür" dahi yayınlamaya
muktedir olamamış veya bu kaabiliyet'den mahrum, ancak "dalkavukluğu" kendilerine
"hayat kuralı" kabul etmiş ba'zı şahısların, o târıhde bir Bakanlığın Müsteşarı bulunan
bir Mülkiye Mezununun yazdığı hâl tercemesini «Neden bu şahsın hâl tercemesi fazla ya
zılmış; neden yedi batın ötesini de belirtmiş» diye beni ithama kalkmaları, en hafif tabiri
ile çok bayağı bir hareket tarzıdır. Hulâsa, gerek eski Kitap gerek yeni Kitap'da "objekti-
vite" 'den en küçük bir sapma gösterilmedi.... Bütün bir ömür boyunca da gösterilmeye
ceği gibi
Eski ve Yeni Kitabları, ömrünü çok cömertçe, biraz da düşüncesizce harcayarak hazır
layan nâçiz Türk çocuğu Ali Çankaya'yı yakından tanıyanlar çok iyi bilirler ki, O her za
man:
«Kimse'den ümmid-i lutf etmem, dilenmem per ü bâl,
Kendi Cevv'im, kendi eflâkimde kendim tâir'im
demiş; bunu da bugüne kadar hassasiyetle tatbik edegelmişdir; son nefesine kadar da
etmekte devam edecekdir,
_ XXXIII —
3 — "Hâl tercemeferi altına nereden alındıklarının dercedilmesine lüzum yoktur"
şeklindeki mütâlâa karşısında eski deyimle "lal ü ebkem" kaldığımı i'tiraf etmek isterim.
Bırakınız bu kitab gibi "milletlerarası müracaat kitabı" olacak şekilde ve "millet
lerarası normlar"a göre hazırlanan bir kitabı, en basit "seminer vazifesi"nde dahi
"bilgi kaynağı (= me'haz)" titizlikle açıklanır. Bunun "ilim'de metod" yönünden en ilkel
bir kaaide olduğu îzâh'dan varestedir. Uzun savunmaya ve cevablamaya ihtiyaç duyma
yacak kadar açık olan bu "gerçek" karşısında daha geniş izâh'dan kaçınmak zorunda
yım.
4 — Gelelim, "Kitab'da kullanılan dil, yazı şekli bu günün kuşaklarının anlayacağı şe
kilde olmalıdır" isteğine:
Bilindiği gibi, Dil bir milletin Vücud bulmasında en önemli faktörlerin başında gelen
"sosyal rr.üessese"dir. Yapıcısı, ferdler değil "ma'şerî şuur", geliştiricisi de o milieıtin için
den çıkmış ve "millî ruh"a sâhib Edîb'ler, Şâirlerdir.
Milletler, birbirleri ile ekonomik "alış-veriş" yaptıkları gibi "kültür malzemesi" de
alıp verirler. Asırlar boyunca "basgıç" olarak kullandığımız kelime zamanla unutulmuş;
yerini Farsça "Nerdüban" kelimesinden yapılmış "merdiven" deyimi almış; "Gözgü" keli
mesi yerini yine Farsça "Âyîne" den yapılma "Ayna" ya bırakmışdır. "Hâste" Hasta'ya
"Zokak" Sokak'a; "Hâce" Hoca'y^ "mi'de nüvâz" maydonaz'a v.b. çevrilerek Türkçeleştirü-
mişdir. Buna karşılık Acem de, benim güzel "gül'Tımü almış; buna "gul"demiş ve bundan
'Gul-yabânî = Yaban Gülü", Fransız da kendisinde "Citron — Limon" varken, benim
'İimon"umu alarak bundan "limonade = limonata" yapmışdır. Bu durum asırlar boyunca
devam edegelmişdir. Bir zamanlar Türk-Osmanlı İmparatorluğunun hâkim olduğu yerler
deki milletler, dillerine yüzlerce Türkçe kelime katmışlar; bu katış Sırpça'da °/o 001.2, Ma-
carcada % 004. Yunanca*da % 007. Arabca'da % 004.8, Farsça'da r/< 006.3 oranına ulaş
mıştır.
Dil'de şecere aranmaz. Dil'de "ırkçılık" abesle iştigaldir. Bu husus'da en temelli kıs
tas, ölçü, kriteryum "Türk İnsanfdır. O, bir kelimeyi rahatlıkla konuşabiliyor, yadırgama
dan kullanabiliyorsa o kelime "Türkçe"diı, Türkçeleşmiş'dir. Meselâ, sebeb. te'sîr, tabiat,
şuur, ma'lum, hafıza, tabiî, ferd, millet v.b. gibi asılları yabancı olan fakat asırlar bo
yunca Halk'ın "Şuur Potası"nda eritilip "Türkçe Kalıb"a dökülerek millileştirilmiş, Türk
Dilfne kesinlikle mâledilmiş kelimeleri atıp da yerlerine, Türk Dili kelime üretme kural
larına ve âhengine uymayan "örneğin (= meselâ)", "neden (= sebeb)", "etki (= te'sir)",
"doğa (= tabiat)", "doğal (= tabiî)", "bilinç {= şuur)", "aşama (= merhale)", "bilindik
{- ma'lum)", "bellek ( = hafıza)", "ferd (= birey) v.b. gibi kelimeleri uydurmak, böyle
likle kuşaklar arasında derin bir ma'nevî uçurumun açılmasına, Türk Kültürü'nün baltalan
masına yol açmak, en hafif deyimi ile bir "dil fanatizmi" meydana getirmek demekdir.
Her dil, fizikî kanunlardaki gibi, değişmez bir takım esas ve kurallara tâbi'dir. Bunları aş-
dığımız takdirde ortaya "arı dil" değil bir "u'cûbe" çıkar. Bu i'tibarla Kitabımızda, bu sa
kat yola sapmadım. Halk'ın ve kuşak'ların rahatlıkla benimsediği önem, okul, öğretmen,
yargıç, savcı, süre, dilek, tüm, eğitim, öğretim, savunma, yönetim gibi kelimeleri, pek ta
bii olarak rahatlıkla ve severek kullandım. Fakat örneğin, neden, etki, doğa, doğal, bilinç,
_ XXXIV —
aşama, bilindik, bellek, birey v.b. gibi acâib olduğu kadar, kerih bir maksad kokusu taşıyan
kelimelere yer vermedim. Büyük ve benzersiz Atatürk'ümüz, bize «Türk Çocuğu!.. İstiklâl'ini
olduğu gibi, Dil'ini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtaracaksın » buyruğunu ve
rirken böyle bir "dil palyaçoluk" 'u yapınız demedi Dili, yabancı kalıplardan, Türkçe kar
şılığı Türk Dili'ncle mevcud veya Türk Dil Kurallarına göre kolayca "yapılabilecek" yabancı
kelimeler'den kurtarınız; Türk Dili'ni, kültür yönünden zenginleşiriniz; her tabaka'daki va
tandaşların rahatlıkla anlayıp konuşabileciği bir şekle getiriniz, dedi.. 1930'da Maârif Ve
kili (= Milli Eğitim Bakanı) rahmetli Dr. Reşid Gâlib'e verdiği emir'de şöyle diyordu: «Türk
Dili'ni o hâle getireceksiniz ki, İstanbul'da çıkan bir gazete'yi Filibe'de, Kerkük'de, Baku'da,
Kaşgar'da, Buhâra'da, Kazanda, Bahçesaray'da ve nihayet her Türk Kenti'nde, Bucağı'nda ve
Köyü'nde bulunan her yaşda ve kültür seviyesindeki bir Türk rahatlıkla okuyup anlayabile
cektin... Bu büyük, asil ve çok anlamlı buyrukda gösterilen hedeflerle bugünkü "dil fâcia-
s/'nı bağdaşdırmaya imkân yokdur. Kaynağı belli ba'zı amaçlarla, bu "dil curcunası" m Ata
türk'ün buyruğu gibi göstermek. Atatürk'ümüze de, Türk Milleti'ne de, Türk Milliyetçiliğine
de bir ihanet, hiç değilse iftiradır. "Millî İhanet ve İftiralar"! da kimin ve kimlerin yapabi
leceği herkesçe bilinmektedir.
İyi niyetli, millî şuûr'a sâhib hiç bir Türk gösteremezsiniz ki, Türk Dili Kuralları'na
göre yapılmış ve bütün Milletçe benimsenmiş, kamu şuûru'na yerleşmiş kelimeleri, mese
lâ: savunma, eğitim, kurmay, subay, milletvekili, er, uçak. okul, öğrenici, yönetmelik, der
nek. dilekçe v.b. gibi, sayılarını onbin'lere çıkarabileceğimiz güzel, temiz kelimeleri kaldı
ralım da yerlerine yabancı asıldan gelen müdâfaa, terbiye-tedrîs-maârif, erkân-ı harb, zabit,
rneb'us, nefer, tayyare, mekteb, talebe, talimatname, cem'iyyet, istid'a... gibi kelimeleri
tekrar kullanalım, diye bir iddiada bulunsun.
Pek uzun yer alması gereken bu k o n u ' daki acı ve üzüntülerimizi böylece açıkla
maya çalışdıkdan sonra, "imlâ'ya (= Kitab'da kullanılan) yazı şekli"ne geçebiliriz.
Bilindiği gibi, Türk Alfabesi, dîger dillerin alfabesinden farklı olarak, bir kelimenin
ağızdan çıktığı gibi yazılmasını sağlayacak kaabiliyetdedir. Ancak, bu Alfabe ile yabancı
kelimeler yazılırken, kelimelerin asıllarına sâdık kalınması amacıyle ba'zı işaretler kulla
nılması zarurîdir. Eski yazı bilmeyen kuşaklara bu özellikler öğretilmediği için, bunlar el
lerinde olmayarak, yabancı asıllı kelimeleri söyler veya yazarken, ortaya sakat bir durum
çıkmakda ve bu sebeble "konuşma dilimiz", gün geçdikce bozulmaktadır.
Bu acı hâle bilhassa "Devlet'in Resmî Dili" demek olan " R a d y o " ' da her gün,
iç sızlatacak şekilde, rastlanmakta; keyfiyet gün geçdikce Millet'in haysiyyet ve şerefini
zedeler bir mâhiyet almaktadır. (Şeni') yerine "Şen'i", "katl-i âm" yerine "katliyam"
"kabine" yerine "kabine", "dalâlet" yerine "delâlet", "rakîb" yerine "râkib", "ma'şeri"
yerine "maşeri", "Âbidin" yerine "Abidin", "müsâfir" yerine "misafir", "zarar" yerine
"zarar", "şakî" yerine "şaki", "şefkat" yerine "şevkat", "mefhum" yerine "mevhum"
"laik" yerine "lâyık", "inkılab" yerine "inkılâp" v.b. gibi yüzlerce kelime'nin konuşma ve
ya yazılışında hatâlar yapılmaktadır.
Bu kusur yükünü yeni kuşaklara yüklemek, en hafifinden, haksızlık, vicdansızlık olur.
Kesin hükümler taşıyan "imlâ-yazı" kuralları tesbît edip bunları öğretmemiş isek, yeni
_ XXXV —
kuşaklar ne yapsın? Bu i'tibarla, ba'zi kimselerin hiç bir ilmî esasa uymayarak yaptığı
teklifleri, Türk Kültürü'nün, Türk Dili'nin ve nihayet Azîz Mülkiyemiz'in şerefini düşünerek
hiç nazara almadım; "gerçek"in ve Türk Dili Filolojisinin gösterdiği yolda tereddüt etme
den yürüdüm. Böylelikle şimdiye kadar alışılagelmiş "misafir—müsâfir", "mektep—mek-
teb", "sebep—sebeb", "müdür—müdîr". "muavin—muavin", "tesir—te'sir", "memur—me'«
mur", "adet—aded", "bazı—ba'zı", "rey—re'y", "tarih—târih", "tayin—ta'yin", "ithal—id-
hal", "talimat—ta'Iimât", "malûm—malûm", "tarif—taVif", "yani—ya'ni", "manevî—
ma'nevî", "maden—ma'den", "masum—ma'sûm", "mazeret—ma'zeret" v.b. olarak yazılmış-
dır. k'dan sonra gelen a'yı kâ'dan ayırmak amacı ile de: meselâ, adam öldüreni (katii)'den
ayırmak için (kaatil) şekli; "olabilir-mümkin" yerine kullanılan (kaabil)'i, "gibi—benzer"
anlamına gelen "kabîl"den ayırmak için "kaabil" v.b. gibi yaz1! şekli kullanılmışdır.
Bütün bu açıklamalardan sonra, takdîr ve eleştirme'nin "kamu oyu"na âid olduğunu be
lirterek bu konuya son vermek isterim.
1 — "Hicrî, Mâlî ve Rumî" bütün târih'leri, Gazi Ahmed Muhtar Paşa'nın "Takvim'üs-
Sinîn" adlı eserinden, Rahmetli Faik Reşid Unat'ın "Târih Çevirme Kılavuzu"ndan ve İçiş
leri Bakanlığı Nüfus İşleri Genel Müdîrliğinin hazırladığı ve Sayın Selâhaddin Arslankor-
kud'un himmeti ile aldığım "resmî târih çevirme anahtarı" 'ndan faydalanarak "Milâdî
Târih"e çevirdim. Önemli gördüğüm ba'zı "târih"lerin ( ) içine rumî veya hicrî'lerini kay
dettim.
2 — Me'muriyetlerdeki târihler, "işe başlayış târihlerindir.
3 — Günümüze kadar gelmemiş veya gelip de "ad"ları değişmiş "resmî müessese
veya dîger dâire" adlarını aynen yazdım; ancak, bugünkü kuşaklar'ca, neye âid oldukla
rının bilinemeyeceğine kaani olduklarımın da yanlarına ( = ) işareti içinde veya "dip
notu" hâlinde açıklamasını yapdım. Örnek olarak: "Kapu Çuhadarı veya Çukadan", "Def-
ter-i Hâkaanî Nezâreti", "Bâb-ı Seraskerî", "Bâb-ı Meşihat". "Kur'a Me'muru", "Sermubas-
sır-Mubassır", "Serkitâbi-i Hazret-i Şehriyârî", "Mabeyn-i Hümâyûn", "Hazîne-i Hâssa-i
Şâhâne", "Kaza Müdîri", "Liva", "Mutasarrıf", "Sancak", "Dîvânı Ahkâmı Adliyye" v.b.
gibi makam, dâire ve müesseseleri zirkedebilirim.
_ XXXVI —
konmuşdur. Ayrıca, III. Cild'den i'tibâren her Cildin sırt"ına da, O Cild'in hangi sıra nu
marasından, hangisine kadar kapsadığı da yazılmışdır. Buna göre, hâl tercemeleri aranır
ken, önce "Endeks"de o şahsın "sıra numarası" ve kaçıncı cild'de olduğu tesbit edilmeli;
bundan sonra söz konusu kimsenin yeri bulunmalıdır.
"Sıra Numaralan", aynı zamanda, itibârı olarak, Me'zunlann 109 yıl içinde "kaçıncı
me'zun" olduklarını da bildirmektedir.
6 — "Yazar Me'zunlar"ın "Basılmış Eseri veya Eserleri"nin başına konan "Romen
Rakamı", o şahsın 1860'dan i'tibâren "kaçıncı" Mülkiyeli yazar olduğunu göstermekte
dir.
7 — Bütün çaba ve dikkatime rağmen, metinleri, batı eserlerindeki gibi matbaa'da
yanlışsız olarak basdırmak kaabil olamadı. Bu hâl, bizde tedavisi gerekli "teknik hastalık
lardan biridir. Onbin'de iki oranında da olsa var olan "yanlış"lar için II. ve V. Cildler'in
sonlarına koyduğum "Yanlış-Doğru Cedvellerf'ni dikkatle incelemek, gerekli düzeltmeleri
yapdıkdan sonra okumaya başlamak lâzımdır.
Kitabı hazırlarken bütün gücü, samimiyyeti ile beni destekleyen, teşvik, taltif ve
yardım eden, neticenin sür'atle alınmasında te'siri olur düşüncesiyle, tarafımdan
yazılıp Dekanlık ifâdesi ile gönderilen onbinlerce, evet onbinlerce, mektup-sirküler'i,
daktilo ile yazılmış binlerce resmî mektubu, ders. istirahat ve uyku saatlarinden fedâkâr
lık yaparak teker teker imza buyuran, adı gibi gerçekden kendi de aziz olan S.B.F. eski De
kanı Sayın Prof. Azîz Köklü'ye;
Dekanlığa seçildiğinin ilk gününden i'tibâren Kitabımıza yakın ve içden ilgisini esir
gemeyen S.B.F. Dekanı (1969) Sayın Prof. Dr. İlhan Unat'a;
Başlangıçdan beri, büyük anlayış göstererek, huzur içinde çalışmamı sağlayan, Bakan
lığa geldiği günden i'tibâren "ilmî Çalışmalar"a büyük değer veren İçişleri Bakanı Sayın
Dr. Faruk Sükan'a, aynı Bakanlık Tedkîk Kurulu eski Başkanlarından güzide idareci Sayın
_ XXXVII —
Niyazi Akı'ya ve yeni (1969) Başkan, değerli ve gerçek aydın, azız arkadaşım Sayın Şerif
Tüten'e;
Kitabın ilmî esaslarda çıkmasında büyük yardımlarını esirgemeyen, İstanbul'daki Arşiv
Umum Müdîrliği Mahzenlerimde alperenlere mahsus bir ferâget ve fedâkârlık duygusu için
de fahrî olarak çalışan, faziletin timsâli Sayın Seyfeddin Özege'ye;
Arşiv'den fotokopileri getirtilen binlerce vesikayı yeni yazıya çeviren, Kitabın en
önemli işlerinden biri olan "tashih" işini başlangıçdan sonuna kadar fahrîyyen üstlenen,
bu yorucu, göz mahvedici işi en mükemmel şekilde başaran, İçişleri Bakanlığı tedkik Mü
şaviri, kemâl ve iyiliğin canlı örneği, devrimizin en kuvvetli "mütebahhir (= ansiklope-
dist)"lerinden Sayın ve azîz üstâzım Osman Selâhaddin Arslankorkud'a;
İlk forma'dan son forma'ya kadar tashih işini büyük bir vukufla ve tamamen hasbî,
fahrî olarak deruhde buyuran ve bunu en mükemmel şekilde başaran, kıymetli fikirleri
ile çalışmalarıma ışık tutan, zamanımızın çok az sayıdaki Oto-didakt'larından ve ger
çek aydınlarından Sayın Abdullah Caner'e;
Rahatsızlığına rağmen, yüzlerce vesîka'yı aylarca ve kendi el yazısı ile yeni yazıya
büyük vukufla çeviren, bu suretle pek değerli olan yardımlarını esirgemeyen, Lise Müdîrli-
ğinden ve Mîllî Kütübhâne Uzmanlığından emekli Sayın Üstâd'ım Şahab Nazmı Coşkun
larda;
Her sıkıntılı zamanımda olduğu gibi, bu Kitab için de "Hızır" gibi yetişip en geniş
ölçüde yardım'da bulunan, bu mübarek ve fakat tali'siz Memleketin her zaman muhtaç
olduğu, gerçek Türk aydını, sevgili kardeşim, otuz yıllık arkadaşım, Devlet İstatistik
Enstitüsü'nün değerli Başkanı Sayın Sabahaddin Alpat'a;
Millî Kütüphâne'nin gerçekden değerli Umum Müdiresi ve göz kadar kıymetli " i l i m "
müjgânı. Sayın Dr. Müjgân Cunbur'a;
İl Halk Kitablığının değerli Müdîri azîz kardeşim Sayın Abdullah Savaşçıya ve bu
Kitablığın Eski Eserler Bölümü Şefi kıymetli dostum Sayın Râgıb Önen'e;
S.B.F.'nin güzîde Genel Sekreteri, "Tabiî Mülkiyeli" Sayın Zekâî Sezgin'e; S.B.F. Ki-
tablığı Müdiresi Sayın Bn. Mediha Karasu'ya; Muamelât Bürosu Şefi Sayın Hüseyin Diki
ciye; Muhasebe Şefi Sayın Ziya Gümrükcü'ye; Yayınişleri Şefi Sayın Hasan Erdoğan'a;
Anbar-Depo Me'muru İsmail Hakkı Oktar'a; Teksir Me'muru Hüseyin Böcek'e;
Kitab'ın hazırlıkları ve doküman toplama işi sırasında, benden ilgi ve yardımlarını
esirgemeyen, Mülkiye'nin yetiştirmekle iftihar ettiği dostlarımızdan: Mülkiyeliler Birliği Ge
nel Başkanı Sayın Ayhan Açıkalın'a; Mâliye Teftiş Hey'eti eski 2. Başkanı Sayın İlhan
Özer'e; T. C. Ziraat Bankası Teftiş Hey'eti 2. Başkanı Sayın Turgut Erdem'e; kıymetli Ha
riciyecilerimizden Sayın Faruk Şâhinbaş'a; Mâliye Bakanlığı eski Müsteşarlarından Sayın
Zeyyad Baykara'ya; İçişleri Bakanlığı Özlük İş. Gn. Md. Sayın Metin Dirimtekin'e; Sicil
Şubesi eski Müdîri Sayın Yusuf Ziya Gülek'e; Sicil Şefi Sayın Hikmet Nu'manoğlu'na;
T. R. T. yorumcularından Sayın Nedim Tekin'e;
"Hazırlama Bürosu"nu kurma işinde büyük yardımlarını gördüğüm güzîde Türk Doktoru
Sayın Bn. Melek Caner'e; Kayınpederim Sayın Hasan Hilmi Alp'e; kıymetli Kayınvalidem
Sayın Bn. Fıtnat Alp'e;
— XXXVIII —
Başlangıçdan beri gerek yazı işlerinde, gerek endeks hazırlanmasında benim için cid
den kıymetli yardımlarını esirgemeyen Emekli Milli Eğitim Müdîrlerinden ve Lise Öğretmen
lerinden Sayın Bay Uğuz'a; Latife, Güzin, Güner Atak kardeşlere; Suna Kartal'a;
Mehmed Karabatur'a; S.B.F. öğrenicilerinden ma'nevî yeğenim Yaman Törüner'e; İçiş
leri Bakanlığı Tedk'ık Kurulu'nun kıymetli me'murelerinden Bn. Kübrâ Derin'e; Devlet
İstatistik Enstitüsü me'murelerinden Bn. Tâciser Moray'a ve Bn. Filiz Akbaysan'a;
"Hazırlama BürosıTnun bütün yükünü ve sorumluluğunu üç yıldan beri üstlenen, ya^
ta'tillerinde bile "sıla"sına gitmeyip kendisini bu işe veren Mü'min Öner'e;
ve
Kitabın "Türk Matbaacılığının imkânları içinde, en iyi şekilde basılması için samimî
bütün gayreti gösteren MARS MATBAASI'nm kıymetli Müdiri Sa'deddin Çulan'a, kendi
sinin şahsında, Kitab'la ilgili bütün personele en derin şükran ve teşekkürlerimi burada
sunmakdan engin bir zevk duymakdayım.
•
Azîz Mülkiyem!....
Yüce şahsiyyetinin önemini anlatmak amacıyle, ömrümün en güzel beş yılını katık
ederek hazırladığım bu Kitabı, Seni bir asırdır bağrında yaşatan büyük Türk Milleti'nin,
dclayısıyle "Dünya Kamu Ovu"nun incelemesine sunuyorum.
Bu küçük hizmetimle Sana ve hepimizin "efendisi" olan Türk Milletine olan borçla
rımdan bir kısmını daha ödeyebildiğim kanaatındayım.
Senin, kafa ve ruhuma verdiğin bilgi nuru ve "millî aşk" yardımcılığı ile ben'den
umduğun "hizmet eserleri'ni, arzu ettiğim şekilde, yükseltememiş isem bunda benim hiç
bir suçum yoktur:
21 Şubat 1969
Bahçelievler-Ankara
— XXXIX -
1. Kısım
(1453 — 1859)
Bu k a d a r geniş ölçüdeki bir değişikliğin pek çok eleman veya teknisyene ihti
yaç göstereceği, b u n u n d a p e r s o n e l p r o b l e m i 'ni doğuracağı tabiî
idi. B u cihet nazara alınarak Târihimizde ilk Genel İdare E l e m a n
Kaynağı olarak İ s t a n b u l ' d a Top-kapı Sarayı içinde, kesinlikle tesbit edileme
yen bir târihte, fakat h e r h a l d e 1460'dan s o n r a E n d e r u n M e k t e b i
açıldı. Bu Okul, klâsik, dinî öğretim y a p a n medrese'lerden farklı olarak, denilebi
lir ki, bugün Türkiye'de H a r p Okulu, Siyasal Bilgiler Fakültesi, H u k u k Fakültele-
( 1) Hazırlamakta olduğumuz Türk • Osmanlı Genel İdare Hukuku ve Teşkilât Târihi adlı kitabımızda bütün bu
hususlar etraflıca ele alımp otarıtik toynaklara dayanılarak izah edildiği cihetle burada daha geniş tafsilâta
girilmemiştir.
ri, Güzel S a n a t l a r Akademisi, Konservatuvar, Veteriner ve Edebiyat Fakültelerinin
b ü t ü n fonksiyonlarını içine alan ve bunların ilk kaynağı olan, 14 yıllık öğretim sü
reli yüksek b i r öğretim müessesesi idi.
3. D o ğ a n c ı l a r Odası (Hâne-i B a z b a z a n )
K a d r o s u 40 kişi olup Pâdişâhın avda kullandığı doğan'lara b a k a r l a r ; Ağa'lanna
Doğancıbaşı denirdi.
( 2) 1302-1922 ye kadar geçen 620 y ı l l ı k devre i ç i n d e Osmanlı Devletinde memuriyet adedi o l a r a k 292, şahıs
o l a r a k 215 Sadrâzam g e l i p g e ç m i ş ; b u n l a r ı n 78'i T ü r k , 48'i A r n a v u t , 12'sİ Boşnak, 3'ü H ı r v a t , 11 'i G ü r c ü ,
5'i R u m , 2'si E r m e n i , 2'si İ t a i y s n , 9'u Abaza, 3'ü Çerkez, |'| Rus, Tİ S ı r p , l ' i Bulgar, Ti Pomak, l ' i Ma
car, 2'si İslav, Ti Çeçen, 3'ü A r a p ' t ı r . Geri kalan 25'i de m i l l i y e t i meçhul dönme veya d e v ş i r m e d i r . Bunların
% 82'si Enderun'dan y e t i ş m e d i r .
2
4. S e f e r 1 i Odası
Bu oda mensupları, Pâdişâhın ve Saray mensuplarının çamaşır, elbise, Saray'ın-
mefruşat işleri ile meşgul olurlardı.
5. Kiler Odası
Ağa'lantna Kllercibaşı denilen bu oda mensuplarının en önemli görevi, Pâdişâ
hın yiyeceği yemeğin tadına bakmak, bilhassa bu yemeklere zehir vb. gibi şeyler
katılması suretiyle m e y d a n a gelecek herhangi bir ihaneti önlemekdi. Oda mensup
ları, Saray Mutbağından k o n t r o l ü n ü yaptıkları yemekleri alırlar; hiçbir yere uğra
m a d a n , hiç b i r kimseye vermeden doğruca Pâdişâhın Odası'na g ö t ü r ü p kendisine
teslim ederlerdi.
6. Hazine Odası
Bu Oda mensupları ve Ağası'nın tek görevi Saray'daki Hazine'nin- muhafazası
idi.
7. Has Odıa
Ağa'larına Has Odabaşı ve 40 kişilik k a d r o s u n a da z ü l ü f l ü denilen bu
Oda m e n s u p l a r ı Pâdişâh'ın gece, gündüz özel hizmetinde b u l u n u r l a r ; H ü n k â r ı giy
dirip kuşatırlar; geceleri nöbetleşe beklerlerdi. Bu Oda'dakiler elbise olarak
k ıa f t a n giydikleri için b u n l a r a K a f t a n 1 ı da denirdi. O d a ' m n Ağa'sı
b u l u n a n Has Odabaşı Saray'da Kapıağası'ndan (Saray Muhafızları K o m u t a n ı n d a n )
sonra en yüksek rütbeli subay olup Pâdişâhın m ü h r ü n ü (= Mühr-i H ü m â y u n ) de
taşır; hil'at giydirilerek mükâfatlandırılmasına i r â d e çıkanların hil'atlerirJ
de giydirirlerdi.
3
rı güç meseleleri s o r a r a k ) tenvir-i ezhan eylerlerdi (bilgilerini geliştirirlerdi). Bu
suretle okuyup ihrâz-ı dest mâye-i icazet edenlere ( d e r s ve sınavlarda b a ş a r ı gös
terenlere) taraf-ı Hazret-i Pâdişâhî'den şal'ları ile b i r e r takım m ü k e m m e l elbise ve
atiyye (»bahşiş, a r m a ğ a n ) ihsanı ile tıahsil-i u l û m ve fünun'a tergib (eğitim ve öğ
r e t i m e teşvik) b u y r u l u r d u . "
Lisanımızı teşkil eden Türkçe, Arabî, Farisî gibi üç esas için Devlet'in kurulu
şu sırasında üç menbâ-i feyz teessüs etmişti ki, Fârisî Tekke'lere has, Arapça
Medrese'lere m a h s u s olduğu gibi Türkçe dahî Enderun'dsa tedris olunurdu..."
Saray'ın m i m a r ' ı m , nakkaş'ım, ressam'ını, hattat'ını, kâtib'ini, müezzin'ini, mü-
neccim'ini, m ü v e r r i h i n i , şâir'ini, âlim'ini, silâhşor'unu, hânende'sini, sâzende'sini,
soytarı'sını E n d e r u n yetiştirir; h a t t â çok defa T ü r k Devleti'nin Serasker'ini (baş-
4
k u m a n d a n ı n ı ) kadı-ı asker'ini (askeri en büyük h â k i m ) , Sadrâzam'ına, Kaptân-ı Der
yasını, Vâli'lerini, Elçiler'ini E n d e r u n verirdi.
Enderun'dan- pek çok idare adamları yetiştiği gibi H a t t a t Recep Halîfe, H a t t a t
Derviş Ahmed Halîfe, Musikişinas Müezzinbaşı Mustafa Ağa, H a t t a t T ü r k Ali gibi
âlim ve s a n ' a t k â r l a r da yetişmiştir. Ayrıca hem idareci, h e m sanatkâr, hem ku
m a n d a n olarak N a k k a ş H a s a n Paşa, K e m a n k e ş Kara Mustafa Paşa, H a t t a t H a s a n
Paşa, Kavukçu Mustafa P a ş a ; S a d r a z a m veya Eyâlet Beyi olarak Tırnakçı H a s a n
Paşa, Baltacı Mehmed Paşa, Sarıkçı Mustafa Paşa, Deli Hüseyin Paşa, Çorlu'lu Ali
Paşa, Şehit Ali Paşa, Katnijeli İ b r a h i m Paşa, Karavezir Mehmed Paşa, Silâhdar Ali
Paşa, m e ş h u r (Silâhtar Târihi) y a z a n Silâhdar Fındıklılı Mehmed Ağa, Divân Ede
biyatının m e ş h u r şâirlerinden E n d e r u n l u Vâsıf E n d e r u n m e k t e b i n d e n yetişmiş
t i r (6).
Bir Oda'dan diğer Oda'ya geçmek için kıdemli olmak şarttı. Son sınıf demek
olan H a s O d a 'ya k a d a r gelenler ç ı k m a tâbiri ile ç ı k a r d ı r l a r ; baş
k a bir deyim ile E n d e r u n ' d a n mezun edilirler, ç ı r a ğ edilirler v e h e r türlü
H ü k ü m e t ve O r d u işlerinde kullanılırlardı. Çıkma m ü d d e t i 8 yıldı. Mezun olanların
yerlerine A c e m i O ğ l a n l a r mekteplerinden yenileri alınırdı.
E n d e r u n ' d a n mezun olanlar Vezir-i Azamlık, K a p t a n Paşalık, Yeniçeri Ağalığı,
Kapıcrbaşılık (Saray Muhafız Birliği K o m u t a n ı ) , M i r a h u r l u k (Saray'ın
binek ve yük hayvan ahırları ile bunların seyis ve bakıcılarının âmiri olan kim
se, b u n a î m r a h o r da denirdi), Eyâlet Valilikleri, Sancak Beylikleri gibi
Saray ve H ü k ü m e t i n yüksek memuriyetlerine tâyin edilirlerdi (7).
18. Asır sonlarına k a d a r E n d e r u n Mektebinden 89 Sadrâzam, 3 Şeyh'ül-Lslâm,
36 Kaptân-ı Derya yetişmiştir (8).
5
fçatlan u ğ r u n a imhaya çalışıyor; bu yüzden bir çok kıtal'lere ve ihtilâi'Iere sebep
oluyorlardı (9).
E n d e r u n ' d a n yetişme Valilerin maiyyetlerinde götürdükleri ve K 1a p ı k u I u
adı verilen e t b â (uşaklar) ve h a ş e m ( h i z m e t k â r l a r ) dahî kendileri gibi esir veya
devşirmeden yetişmiş T ü r k asıllı olmayan kimselerden m ü r e k k e p olduklarından
onlar d a efendileri gibi d a v r a n m a k t a ; M ü l t e z i m l i k (Devlet Geliri'ni gö
türü olarak toplayan), M u h a s s i 1 1 i k (vergi tahsildarı), M u h t e -
s i b 1 i k (Belediye işlerine bakan.- m e m u r ) , S ü b a ş ı l ı k ( E m n i y e t ve
asayiş işlerine b a k a n m e m u r ) gibi vazifelerle vilâyetlerin h e r tarafına gönderi
lip o m a h a l halkının b a s m a musallat edilmekle idiler.
Bu m e m u r l a r h e m kendileri, h e m efendileri için halkı soyarlardı. Valiler, Ve
zirler mevkilerinin tehlikede olduğunu görünce gâh yeniçeri'leri, gâh sipâhi'leri,
bâzan din adamlarını el allından kışkırtarak iliç yoktan isyanlar çıkartıp D e v l e t i n
başına gaileler açarlardı (10)."
1825'de Y e n i ç e r i l i k dolayısiyle A c e m i O ğ l a n M e k
t e p l e r i kaldırılıp askeri v e mülkî okullar açılmasına rağmen E n d e r u n Mek
tebi, eski önemi k a l m a m a k l a beraber, Saray hizmetleri için eleman yetiştirmeye
devam e t m i ş ; 1908'de 2. Meşrutiyet'ir. ilânına k a d a r yaşamıştır.
Tanzimat'dan sonra ilk, o r t a öğretim/de ve m e d r e s e l e r d e yenileştirme yapılır
ken Enderun'a da el a t ı l m ı ş ; bu Müessese, eski a m a ç ve programı değiştirilip, yal
nız Saray personeli yetiştiren bir k a y r a k hâline getirilmişti.
< 9 ) Kuyucu Muratpasa adlı devşirmenin C e l â l i Isyanlan'nı bastırmak i ç i n Anadolu Halkı'ndan 40.000 kişiyi
Öldürmesi bunun en t i p i k m i s â l i d i r (Yazar).
( 1 0 ) Bak. : M i h r a p Mecmuası; sf. 844.
6
1909 da yapılan Islahat'da da dersler ve sınıflar aşağıdaki şekilde düzenlen
miştir:
1. Ulûm-i Dinîye:
2. Edebiyat-ı Osmaniye;
4. T a s v i r i Ahlâk;
5. Mantık;
7
6. Târih-i Umumî;
7. Coğrafya-i Umumî;
(11) Bak. : Düstur; Tertib-i sâni ( 2 . t e r t i p ) ; 1. c i l t , N u . 8 9 ; 357. - 363. sf; Dersaadet, Matbaa-i Osmaniye.
3
Madde 10. — (Yeni tâyin'Ierin bizzat Pâdişâh tarafından yapılacağını bildir
mektedir.)
9
tiyet'in ilânından sonra Bâb-ı Âli t e k r a r önem k a z a n m ı ş ; bilindiği gibi 1922 Ekim
Ayı'nda Saltanat'la birlikte Târih'e m â l o l m u ş t u r .
Bu gün İstanbul Vilâyet Konağının bulunduğu yerde inşâ edilen Bâb-ı Âlî
(= Sadrazamlık, Başvekillik Binası) muhtelif târihlerde onbir defa yanmıştır. Bu
günkü bina 1326 (1910) da çıkan son yangından sonra yapılandır (13).
Bâb-ı Âlî'nin, «pek tabiî olarak başı ve en büyük âmiri S a d r â z a m ' di.
Burası Sadrâzamların hem k o n a k l a n , h e m aşağıda anlatacağımız gibi. H ü k ü m e t
E r k â n ı ile birlikte Devlet'in hizmetlerini y ü r ü t t ü ğ ü M a k a m ' ı idi.
Harem D â i r e s i , S e l â m l ı k D â i r e s i , K a l e m dâi
#
r e s i oLarak 3 e a y n l a n Bâb-ı Âlî'de Genel î d â r e Elemanı yetiştiren kısım
K a l e m D â i r e s i kısmı'dır. B u Dâire:
û) Kethüda Bey Dâiresi;
b) Divân-ı H ü m â y u n K a l e m i o l m a k üzere iki'ye ayrı
lırdı.
Sadrâzam'ın bir nevi muavini olan K e t h ü d a Bey'in vazifesi içişlerine
bakmaktı. İçişleri görevi, 1876'da Dâhiliye Nâzırhğı'na (İçişleri Bakanlığına) çev
rildi.
Divân-ı Hümâyun Kalemi'nin başı ve âmiri de, bu Kalem'de b u l u n a n k â t i p l e
rin başı anlamına ge|en Reis ü 1 - k ü t t a b 'di. Reis ül-küttap dışişlerini yürü
türdü. Bu m a k a m da Tanzimat'dan sonra Hâriciye Nâzırlığı'na çevrildi. Reis
ül - küttab'ın e m r i n d e çalışan  m e d c i , Bâb-ı Âlî'den P â d i ş a h ' a
ar/edilecek tezkereleri yazar, yazdırır; B e y l i k ı: i Pâdişâh'dan gelen emir
lerin, fermanların gereğini, S a d r â z a m ' d a n alacağı direktife göre, yerine getirir;
Devlet'ce yapılacak anlaşmaların esaslarını hazırlar; bunların ve b ü t ü n evrakın ar
şivini tanzim e t t i r i r ; T e r c ü m a n d a Bâb-ı Âlinin bilhassa S a d r â z a m ile
Reis ül - küttab'ın, elçiler'le konuşmalarını sağlar; yabancı elçiler Pâdişâh'a iti-
matnâme'sini takdim sırasında da H u z u r ' da tercümanlık yapardı.
Bu kalemlere, evlerinde özel olarak veya sıbyan mekteplerinden ilk öğrenimi
ni yapmış, bir müddet de Câmi'lerdeki derslere devam etmiş olan 12-16 yaşlarında,
m e m u r ve tanınmış ailelerin çocukları m ü l â z ı m veya ş â k i r d adı
altında maaşsız olarak alınır; Kalem'lerin başında b u l u n a n ve kendilerine aynı
zamanda Hâcegân-i Divân-ı Hü m â y u n adı verilen şahıslar
tarafından â m m e hizmetlerinin h e r dalında yıllarca yetiştirilir ve olgunluk çağına
geldikleri anlaşıldığında Bâb-ı Alî Kalemleri'nden birine maaşlı m e m u r olarak tâ
yin edilir; sonraları başarı derecelerine göre en üst m a k a m l a r a k a d a r yükselirler
di.
Türk Târihi'nde büyük devlet adamlığı rütbesine ulaşmış olanlardan Sadrâzam
Koca Reşîd Paşa, Âlî Taşa, Midhtıt Paşa hep b u r a d a n ve bu esaslarda yetişmişler
dir.
10
Bu gençler bir nevi m e m u r l u k öğrenim ve stajı yaparken gösterdikleri başarı
derecesine göre bu günkü soyadları gibi eski deyimle m a h l a s alırlar; bu mahlâs'lar
ö m ü r l e r i boyunca a d ' l a n ile birlikle söylenir ve yazılırdı. M a h l â s ' l a n n en yüksek
dereceleri N â i m â , R e f i â , Y e k t a , V a h d e t i , Ş e f k a t i ,
 I î gibi d e y i m l e r d i (14). Bunların alınıp verilmesi de t ö r e n l e r l e olurdu. Meş
h u r şâir Hâkanî'nin asıl adı Mehıned ve m e ş h u r S a d r â z a m Alî Paşa'ıun asıl adı
Mehmed Emîn, Midhat Paşa'nın Ali Şefik olmasına rağmen b u r a d a n aldıkları mah
lâs'lar ile Târihe biri Hâkanî, diğeri Alî üçüncüsü de Midhat olarak geçmiştir.
Osmanlı Devleti'nin b ü t ü n iç ve dış icraatı Bâb-ı Âlî'ce y ü r ü t ü l d ü ğ ü n d e n bu
Okul'da h e r m u a m e l e için ayrı bir yazı ve yazışma şekli mevcutlu. Uzun yıllar
^âb-ı Âlî'ye m ü l â z e m e t e n (maaşsız olarak) devam eden gençler, bura
d a ihtisas sahibi olmuş kalem âmirlerinin gözetim v e öğretimi'nde d i v â n i ,
celi, s ü l ü s , n e s i h , t â ' l i k ve r e y h a n ! denilen v e e n
ç o k kullanılan yazı şekil ve muamelâtını öğrenirlerdi. Ayrıca, Osmanlıca dediğimiz
ve Arapça. Farsça karışımı yazı dili'nde de geniş bilgi edinmeleri için hafta'nın be
lirli gün ve saatlerimde Bâb-ı Âlî'de H ü k û m e t ' ç e açılan kurs'larda resmî öğretmen
lerden Arapça, Farsça öğrenimi yaparlardı. B.u sebeple "Tefeyyüz edecek ketebe
(kâtipler, sekreterler) ulûm-i Arabiyye, Fârisiyye'den b e h r e d a r o l m a d ı k ç a tahsil-i
fenn-i kitabet (resmî yazışma öğrenimi) edemiyeceği bedihesi (gerçeği) ile bundan
akdem (evvel) Bâb-ı Defterdarî ketebesinden Hacı Pertev Efendi Müderris (Profe
s ö r ) tâ'yin olunduğu misillû (gibi) Bâb-ı Âlî Şâkirdan-ı Aklâm'ına da (kalemlere,
dâirelere maaşsız devam eden öğrencilerine de) şâir-i meşhur Aynî Efendi
h â c e (= Hoca, ö ğ r e t m e n ) n a s b o l u n d u (atandı) (15).
Tanzimat'ın ilânı ile Batı'ya yönelme hareketleri başlayıp Genel I d a r e ' d e pek
çok yenilik ve değişmeler meydana gelince, Devlet'in en yüksek y ü r ü t m e teşkilâtın
da Bâb-ı Âlî'de çalışacak olanların, y u k a r d a belirtilen esaslarda yetiştirilmesi ye
terli görülmeyip ydni bir okul açılması ve b u r a d a m e m u r adayları temel öğrenimi'-
ni t a m a m l a d ı k t a n sonra m e m u r - stajiyer'i olarak alınması kararlaştırıldı. Böyle
b i r okul'un açılması zorunlu idi. Çünkü "... Kalemler'e (Bâb-ı Âlî Dâirelerine) alı
n a n sakiı dan, sekiz on yaşma k a d a r m e k t e p l e r d e yalnız tâ'lim-i Kur'ân-ı Kerîm
e d e r e k füçümle (kısacası) sülüs (eski harflerle yazı şekli) karalayıp Arabi ve Fâ
risî'ye dâir hiç bir şey g ö r m e m i ş ve umur-i dâhiliye (içişleri hizmetleri) ve hârici
yemde (dışişleri hizmetlerinde) i s t i h d a m olunacak ketebeye (kâtiplere) göre ta'limi
(Öğretimi) e h e m ve e l z e m (önemli v e zorunlu) olan ulûm-i riyaziye
( M a t e m a t i k ) ve fenn-i Coğrafya'nm belki ismini bile işitmemiş olduklarından ve
Kalem'lerde dahî bunların tahsili (öğretilmesi) m ü m k ü n olamadığından ve ancak
fenn-i kalem'den (güzel yazı yazmak biliminden) b a ş k a ilim ve h ü n e r ' d e n bibehre
(nasipsiz, habersiz) k a l m a k t a olduklarından led'el-hâce (ihtiyaç duyuldukça) Ma-
kaam-ı Saltamt-ı Seniyye'de (Devlet Merkezinde) istihdâm'a lâyık (çalıştırılmaya
il
elverişli) a d a m bulunmadığı..." (16) da acı bir gerçekti. Bu sebeple önceleri okul
olarak Bâb-ı Alî civarındaki Bâb-ı Defterdarı (Eski Mâliye Nezâreti Binası) t a m i r
ettirilip ayrılmış; fakat Bâb-ı Âlî Binasının 2. defa yanması üzerine bu b i n a Bâb-ı
Alî'ye ayrılmış; Okul ise S u l t a n a h m e d Câmi'inin H ü n k â r Mahfeli'ne taşınmıştır.
12
hususlarına m e m u r oldu. Ketebe-i Ak la m (Dâirelerde, kalemlerdeki kâtipler, me
m u r l a r ) vesâireden tahsil-i lisan'a heveskâr olan efendiler için alâ m e r â t i b i h i m (ba
rem derecelerine göre) m a a ş l a r tahsisi ile Bâb-ı Âlî'de bir T e r c ü m e Odası açıldı.
M u k a d d e m ve m u a h h a r ( b u n d a n evvel ve s o n r a ) R u m tercümanlarının pek çok
fesad ettikleri m u h a k k a k olmakla fî-mâ-bâ'd (sonunda) t e r c ü m a n l a r ı n ehl-i İslâm'
d a n olmasına niyyet edildi ( k a r a r verildi) " (20).
Bâb-ı Âlî Tercüme Odası adı verilen ve bir nevi tekâmül kursu niteliğinâ taşı
yan bu Okul'a daha sonraları Fransızca'dan başka Târih-i Umumî (Umumî Ta
rih) ve Fenn-i Hesap ( M a t e m a t i k ) derslerinin de eklendiğini anlıyoruz (21). Bu
Oda (= okul) Osmanlı Devletine yüksek vasıflı, batı kültürü'nü ve dillerini bilen
çok sayıda eleman yetiştirmiştir ki Şinâsî, N â m ı k Kemâl, Ziya Paşa bunLardandır.
Tanzimat'ın ilânı üzerine batı'ya pek çok sayıda öğrenici gönderilmesi, istan
bul'da açılan Fransız okulları ile Galatasaray Sultanîsi (lisesi)'ne varlıklı Müslü
m a n ailelerin de çocuklarını göndermeleri â d e t ve usul hâline gelmesi üzerine
Bâb-ı Âlî'de açılan T e r c ü m e O d a sı önemini v e okul o l m a niteliğini
kaybetmiş; 2. Abdülhamid zamanında Hâriciye Nezâreti H u k u k Müşavirliği'nin
T e r c ü m e Şubesi hâline gelmiştir.
(20) Bak. : Târih-i Cevdet (paşa), Dâr'üt-tıbaat-ı Âmire; 1257 (1839); 11. Cilt; 236. sf.
(21) Bak. : Türkiye Maârif Târihi; Osman Ergin; 1. cilt, sf. 60.
(22) Osmanlı Târihi kaynaklarında Başdefterdar'dan çok defa yalnız D e f t e r d a r adıyla- bahsedilir. Mâliye Ne-
zâreti'nin kuruluş târihi olan 1838'e kadar Mâliye Nezâreti karşılığı olarak da H a z I n e - i /»mire, H ı -
z â n e - i  m i r e , D e f t e r d a r K a p u s u = Bâb-ı Defterdarı, tâbirleri kullanılırdı. Şimdi i l ' -
lerde bulunan ve her il'İn en büyük M â l i y e M e m u r u olan Defterdar ve Defterdarlık buradan gel
mektedir.
Daha Fâtih Devri'nden itibaren Başdefterdar Devlet'in en önemli erkânı'ndandı. Kanunnârne-i Âl-i Osman
(Fâtih'in tedvin ettiği Kanun)'da bu husus şöyle anlatılmaktadır:
" ve başdefterdar cümle mâlimün (malımın) nâzın olup umûr-i âlem (her iş) ana (ona) müfevvaz'
(havale edilmiş, selâhiyet verilmiş) dır. Anun (onun) emrinsüz olmaz; bir akça ne dâhil ne hâriç olur (onun
emİrİ olmadan Hazİne'ye ne bir kuruş girer, ne bir kuruş çıkar, sarfedılir) ve anun kadri (kıymeti, rütbesi) Ru
meli Beylerbeylerüm ile berâberdür..."
Başdefterdar'ın Hükümet içindeki önemi de şu kesin hüküm'le belirtilmektedir:
" Müşâvere-i umûr-İ saltanat'ı (devlet işlerini) Vezir'i Â'zam (Sadrâzam, Başbakan), şâir (diğer) vu-
zerâ (vezirler, bakanlar) ile ve Defterdar'ım ile müşaveret (istişare, danışma, müzâkere) ideler; Anlar' (onlar)
dan gayri kimesne vâkıf olmaya..."
(23) Bak. : Arşiv Genel Müdürlüğü, M. Cevdet Tasnifi Nu. 4399 sayılı vesika.
13
derrisliğuıi yaptığı bu Mekteb'de ilk öğrenimini bitirmiş gençler o z a m a n ı n en mü
him bilgi dalını teşkil eden Arapça, F a r s ç a ' d a n ayrı olarak fenn-i H e s a p (aritme
tik) öğrenirler; b a s a n derecelerine göre Bâb-ı Defterdâri'ye mâliye m e ' m u r ' u ola
r a k çfrağ edilirlerdi. Bu mektep'de..." diğer m e m u r okullarından farklı o l a r a k yazı
şekillerinden s i y a k a t y a z ı s ı ve s i y a k a t r a k a m ı (sayı
sı) öğretilirdi. Bu yazı şekli 1885 yılına k a d a r İ m p a r a t o r l u ğ u n b ü t ü n mâliye ve
t^pu idarelerinde kullanılmış, bu târihde terkedilmiştir.
Tanzimat'dan çok a z önce, Y e n i ç e r i l i k ' in kaldırılmasından-
= V a k ' a - i H a y r i y e ' den biraz sonra 2 . M a h m u d ' u n emriyle, 2 8 Şu
b a t 1838 Çarşamba günü (3 Zilhicce 1253) Başdefterdarlık, Bâb-ı Defterdarî kaldı
rılıp M â l i y e N e z â r e t i (şimdiki Maliye Bakanlığı) kurulunca, ge
nişleyen teşkilât ve hizmetleri ihtiyaca uygun şekilde yürütecek e l e m a n l a r yetiş
tirmek amacıyla "... Mâliye Hazinesi (Mâliye Nezâreti)'nde b u l u n a n ketebe-i ak-
lâm'ın (dairelerdeki kâtiplerin) lisan-i Fransevî (Fransızca)'ye vukuflarıyla bera
b e r fenn-i cedid-i defterî'de ( m u h a s e b e biliminde) kesb-i muarefe zımnında Bâb-ı
Mâliye'de m a h s u s bir d e r s h a n e (okul, k u r s ) k ü ş a d olundu (açıldı)" (24).
Islah edilip d e v r ' in özelliğine daha uygun hâle getirilen bu Okul veya
KUrs'da Türkiye'de ilk defa U s u l - i D e f t e r î adıyla D e v l e t
M u h a s e b e s i bilimi o k u t u l m u ş t u r . Sonraları Mâliye N â z ı n olan M ü n i r Bey
Fransızca Muhasebe k i t a p l a r ı n d a n d a faydalanarak Usul-i D e f t e r i ad
lı muhasebe kitabı'nı yazıp söz konusu Okul veya Kurs'da o k u t m u ş t u r (15). ^
2. Abdülhamid zamanında, S a d r â z a m Said Paşa tarafından D i v â n - ı
M u h a s e b a t ' (Sayıştay) da, b u okul daha geliştirilmiş o l a r a k yeniden
açılmış; 2 . Meşrutiyet'den s o n r a d a M â l i y e M e s l e k M e k t e b i
hâline gelerek Osmanlı Devleti'nin kaldırılmasına k a d a r öğretime d e v a m etmiştir.
B u gün, Ankara'da Mal Müdürü yetiştirmek amacıyla öğretim yapan M â l i y e
M e s l e k O k u l u b u okulların devamıdır.
14
Hilâfet v e Saltajıat'm e n tabiî hak v e y e t k i ' sinden sayıldığı için, adem-i
merkeziyet sistemi ile verilen yetki ne k a d a r geniş olursa olsun yine kadılar
Merkez'den gönderilir v e gittikleri yerlerde Pâdişâh adına a d a l e t t e v z i
ederlerdi.
T a n z i m a t ' d a n sonra adem-i merkeziyet sistemi kaldırıldı; yerine sıkı bir
m e r k e z i y e t sistemi kondu. İ m p a r a t o r l u k vilâyet, sancak, k a z a ,
n a h i y e ' lere ayrıldı. Kadı'lardan d a genel yargı görev v e yetkisi alınarak
kendilerine yalnız İ s l â m H u k u k u ' na göre e v l e n m e , bo
ş a n m a , m i r a s , v e s a y e t gibi şer'î işler bırakıldı. Ancak, o zama
na k a d a r kadı veya n â i b yetiştirecek bir okul yoktur. Bu işlere M e d r e s e
l e r ' d e n yetişmiş v e biraz şer'î h u k u k (dinî h u k u k ) o k u m u ş kimseler ba
k a r l a r ; önemli dâvalar da taşrada müftî'ler tarafından, Hükümet Merkezi'nde
Bâb-ı Meşihat, Bâb-ı Fetva diye adlandırılan v e Ş e y h ' ü l - i s l â m ' lana
bulunduğu yerde h ü k ü m ' e bağlanırdı.
Tanzimat'ın ilânı ile batı anlamında hukuk'a bağlı devlet fileri gelişip
g e n e l i d a r e ' nin h e r sahasında yenilikler yapılmaya başlanınca yeni
k a n u n l a r tedvin edildi. Bu a r a d a ilk Medenî K a n u n u m u z olan M e c e 1 1 e - i
A h k â m - ı A d l i y y e d e hazırLandı. O zamana göre yeni bir r u h v e zih
niyetle hazırlanan bu Kanun'u uygulayacak personel'i b u l m a k gerekiyordu. N i -
zâmî M a h k e m e ' l e r dediğimiz v e t a m a m e n batı hukuku esasları
n a göre hazırlanmış kanunları uygulayan yargı o r g a n l a n ' n ı n yanında İ s l â m
H u k u k u ' na göre k a r a r veren.- Şer'î M a h k e m e ' l e r de faaliyetde bulun
d u ğ u n d a n , b u n l a r için- bilgili, yeterli ve Kadı, Nâib a d ı verilen y a r g ı ç ' 1ar
yetiştirilmesi zorunlu idi. Bu sebepledir ki, Sultan Abdülmecid z a m a n ı n d a 1854'de
Türkiye'de ilk H u k u k F a k ü l t e s i diyebileceğimiz v e ilk adı M u -
a 1 1 i m h â n e - i Nüvvab olan ve 1884'de M e k t e b - i Nüvvtab
adına çevrilen Kadı veya Nâib Okulu açıldı. Bu Okul'da, «medreselerde yetişmiş
öğrenicilere iki yıllık süre içinde İslâm Hukuku'nun esası olan F ı k h ,
Ş e r ' î M u h a k e m e U s u l ü , Ş e r ' î İ l â m ( k a r a r ) Tanzimi,
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye ( = İslâm H u k u k u Medenî K a n u n u )
gibi dersler o k u t u l u r ; b u r a d a n mezun o l a n l a r Şer'î Mahkemeler'de Müslüman Hal-
km m i r a s , n a f a k a , e v l e n m e ve b o ş a n m a gibi İs
l â m Medenî H u k u k u ile ilgili dava'larına bakarlardı.
Bu Okul, ilk m e z u n u n u 1856'da v e r m i ş ; 1886'da Nizâmı Mahkemelere hâkim
v e avukat yetiştirmek üzere batı a n l a m ı n d a v e niteliğinde açılan ilk H u k u k
M e k t e b i ' nden sonra d a faaliyetine v e .kadı, nâib çıkarmaya devam e t m i ş ;
m e z u n l a r d a n otodidakt olarak kendilerini yetiştirenler nizamî mahkemeler'in en
yüksek kademelerine k a d a r H â k i m olarak tâyin edilmişlerdir (26).
(26) Genel idâre'den ziyâde y a r g ı o r g a n ı ' nı ilgilendiren bu O k u I ' u buraya almamızın sebebi:
e) Tanzimat'a, dolayısıyle M ü l k i y e açılıncaya kadar kadı ve n â i b ' l c r i n genel idare i ş l e r i n d e görev almaları;
b) K i t a b ' ı n Haltercemeleri kısmında görüleceği g i b i bilhassa A i î k M ü l k i y e mezunlarından pek
çoğunun uzun y ı l l a r y a r g ı ç o l a r a k görev y a p m a l a r ı d ı r .
15
1908'deki 2. Meşrutiyet Devrimi'nden sonra bu Okul'un da geliştirilmesi uygun
g ö r ü l m ü ş ; 21 Kânun-i Evvel 1329 (— 5 Ocak 1913) tarihli K a n u n niteliğindeki
N i z â m n â m e ile geniş v e o z a m a n a göre m o d e r n bir p r o g r a m uygulanmış;
21 Ağustos 1330 (1914)'de yine bir N i z â m n â m e ile "«.... Mehâkim-i Şer'iyye'nin
(Şer'î Mahkemelerin) hususat-ı tahririyye ( k a r a r l a r ı n ı n yazılması) ve idâriyyesînde
istihdam olunacak memurîn'e (şer'i m a h k e m e zabıt .kâtiplerine) m e n ş e ' (kaynak)
o l m a k ve müddet-i tedrisiyyesi (öğretim süresi) iki sene b u l u n m a k üzere b i r de
nelıari (yatısız) sınıf" açılmıştır.
C u m h u r i y e t i n ilk yıllarında henüz o zamanki Anayasa'da değişiklik yapılıp
haik'Iik prensibi kabul edilmediği sırada ve daha Ankara'da şimdiki H u k u k Fakül
tesi 'nin esası olan H u k u k M e k t e b i açılmadan önce M a â r i f
V e k â l e t i ' nce (Millî Eğitim Bakanlığınca) M e k t e b - i K u z a t
üzerinde titizlikle d u r u l m u ş , söz konusu O k u l ' u n Cumhuriyet e s a s l a n ' n a
cevap verecek hâle gelmesi için bir komisyon teşkil ettirilip r a p o r hazırlattırılmış-
t ı r ki, Ra p o r ' da O k u 1 ' .un önem ve hizmetleriyle geliştirilip ihtiyaç'a
cevap verme tedbirleri gösterildikten sonra ".... H e m şer'î, h e m kanunî u l û m ve
fünun'un (ilim v e bilimlerin) d â r ' ü t - t e d r i s i (öğretim ocağı) olmak
la, m e d â r i s (medreseler) ve mekâtib-i sâire'den (diğer o k u l l a r d a n ) m ü m
taz ( ü s t ü n ) b u l u n a n M e d r e s e t ' ü l - K u z a t 1270 (1854) târihinde
M u a l l i m h â n e - i N ü v v a b unvanı ile tesis edilmiş v e a l t m ı ş yetmiş
seneden beri ruz-efzun (giindengüıiıe) bir terakki izharı ile bir ço.k fuhul-i ulemâ'nın
(seçkin hukuk âlimlerinin) cmenşe-i irfanı (ilim kaynağı) o l m u ş ; Devlet'in kavânin-i
medeniyesi'nin (medenî kanunlarının) elhak (gerçekten) rae'hâzi (kaynağı) olan
İim-i Fıkh'ın (İslâm H u k u k u ' n u n esası olan Fıkh) m ü n h a s ı r a n mahall-i tahsili ve
nazari ve lameli olarak tâ'Iimi (öğretimi) h u s u s u n d a yegâne bir m ü e s s e s e olması
hasebiyle vaz'i aslîsi veçhile Devlet'ce idâmesi zarurî g ö r ü l m ü ş t ü r .
H ü k k â m - i Ş e r ' e (Şer'î Hâkimlere) a h i r e n ( s o n r a l a r ı ) adlî v e
idâri nice vezaif (görevler) t a h m i l edilmiş (yüklenmiş) olmasına binâen M e d -
r e s e t ' ü l - K u z a t ' a m ü t e a d d i d (çeşitli) dürus-i k a n u n i y e ( h u k u k ders
leri) dahî ilâve edilerek (Mekteb-i) K u z a t mezunlarının t e k e m m ü l ü n e v e ge
rek şer'î, gerek kanunî u m u r ' u n (dinî ve hukukî işlerin) temşiyeti'ne (yürütülmesi
ne) muktedir bir halde yetişmelerine muvaffakiyet hasıl o l m u ş t u r .
....... Bu derece t e k e m m ü l ederek (gelişerek) bir çok erbab-ı k e m â l yetiştirmiş
olan M e d r e s e t ' ü l - K u z a t sinîn-i âhire (son yallar*) zarfında (için
de) eski parlaklığını göstermemiş ise b u n u n sebeb-i elimini (acı sebebini) her
şeyden evvel, müessesat-i m a â r i f i n (öğretim müesseselerinin) hepsinde olduğu gi
bi Harb-ı Umumî'nin ( 1 . Dünya Savaşı'mn) tesir-i m e ş ' u m u n d a (uğursuz tesirinde)
aramalrdır. Çünkü, ekseri ders'den mücaz olan (diploma alan) ve gayet sıkı bir
i m t i h a n (sınav) ile kabul edilmiş b u l u n a n M e d r e s e ( t ü l - k u z a t )
müdavimleri (öğrencileri) nin taht-ı .-.ilâha (silâh altına) alınması h e m e n , h e m e n
sınıfları boşaltmış ve onları istihlâfen (onların yerine) alınmalarına z a r u r e t hâsıl
olan talebe tabiatıyla seleflerinin yerini t u t a m a m ı ş t ı r .
16
Medreset'ül-Kuzat talebesini ilim noksanı ile il t ihama (suçlamaya) vesile teş
kil eden esbab'dan (sebeplerden) biri d e m e d r e s e m e z u n u olmadığı
halde mansıb-ı kaza'da (yargı makamlarında) b u l u n m u ş mesbûkîn' (yeteneksiz
ler) in bilâ i m t i h a n (sınavsız) Medreset'ül-Kuzat'a alınması h a k k ı n d a k i mesağ-i
nizami (kanunî izin), dir ki bu maddenin ilgası hususuna Encümenimizce
lüzum görülmektedir" (27) denilmekteydi.
(32) İslâm Hukukuna göre Miras'ın taksim edilip mirasçıların kimliklerinin yazıldığı defter.
17
Bu Okul'un, adındaki Adliyye kelimesine b a k a r a k bâzı
Eğitim Târihi kaynaklarında yanlış o l a r a k belirtil
diği gibi, A d a l e t o r g a n l a r ı n a e l e m a n yetişti
ren bir o k u l olduğu anlaşılmamalıdır. Okul,
2. M a h m u d zamanında, o n u n e m r i ile k u r u l a n ve
D e v l e t D â i r e l e r i ' ne m e m u r adayı hazırlayan b i r O k u l olup
2 . Mahmud'un m a h l â s ' ı olan A d l î ' d e n faydalanılarak M e k t e -
b-i M a â r i f - i A d l i y y e denmiştir. Aslında, Genel Idâre'ye eleman
yetiştirmek için k u r u l m u ş t u r .
Bu Okul da, Bâb-ı Âlî ve Bâb-ı Defterdarı Mektepleri'ne benzer a m a ç l a kurul
m u ş ; ilk öğrenimini kendi kendisine y a p m ı ş ; fakat h e r hangi bir devlet dâiresine
m e m u r olarak girme yeteneğinden yoksun b u l u n m u ş olanların yetiştirilmeleri için
açılmıştır.
Daha 1824'«de "... H e r k e s iptida (önce) şerâit-i islâmiye ve akaaid-i dîniyesini
(islâm dîni ilke ve kurallarını) öğrenip bilmek badehu ( s o n r a ) ikiisab-ı maişeti
(geçimi) için kangı (hangi) hizmete sülük edecek ise (girecekse) e t m e k ve çocuk
lar m ü r â h i k h ü k m ü n e (bulûğ çağrjıa) v a r m a d ı k ç a mekteplerden alınıp şâkirtliğe
(Devlet Dâirelerinde maaşsız m e m u r adaylığına) v e r i l m e m e k " prensibi â m i r hü
k ü m hâline getirilmiş; m e m u r olacaklar için de "Fenn-i Kitabet ( r e s m î yazı yaz
ma bilimi), sanayi, ve bedâyi'in (iyi yetişmenin) eşref ve a k d e m i (en önemlisi)
olup m u t l a k a ketebe'nin (kâtiplerin) evvelemirde ( h e r şeyden önce) sarf ve nahv'i
(Arapça g r a m e r ve kompozisyon'u) m e h m â e m k e n ( m ü m k ü n olabildiği k a d a r ) gör
m ü ş olmak ve saniyen ( s o n r a ) rütbe-i sabâvet'den (çocukluk çağından) derece-i vu-
kufî'ye (olgunluk çağına) varıp tefhim ve tefehhüm'e ( a n l a t m a ve anlamaya)
kesb-i liyâkat etmiş b u l u n m a k ve zünıre-i k ü t t a b ' a d u h u l ü n d e ( k â t i p zümresine ka
tılınca, tâyin edilince) a h a r (başka) ticâret' (iş) e ihtiyacı olmayıp yalnız fenn-i
kitabet ve h ü n e r ve marifet iktisabından m a a d a ' y a sarf-ı zihin e t m e m e k lâzıme-
den iken (zihnini y o r m a m a k gerekirken) bir m ü d d e t d e n beri bu usule riayet olun-
m a y a r a k bâzı Idmesneler (kimseler) hal-i sabâvet'de (çocukluk çağında) k a -
1 e m ' e (dâireye) çerâklık'la (stajyerlikle) güya eski b u l u n m a k fâidesi mülâha
zasına mebni evlâtlarını ve evlâdı olmayanlar taallûka ıf ( a k r a b a veya yakınları) nı
birer s u r e t t e çerağ e t t i r i p ol çocuklar dahî yedi sekiz yaşına v a r ı r v a r m a z k a -
l e m ' e gidip gelmeye başlayarak hem tâlim-i Kur'ân-ı Azjmüşşan e t m e k d e n
(Kur'ânı öğrenmekden) ve h e m m ü t e m e n n â olan (istenen) ilm-i hâl'i (din bilgisi)
ni öğrenmekten m e h c u r (uzaklaşmış, geri kalmış) ve m a h r u m o l d u k l a r ı n d a n gayrı
çerağ oldukları k a l e m ' lerde dahî i s t i h d a m a (çalıştırılmaya) kaabiliyet v e
liyâkatları olmayarak her taraftan m a h r u m oldukları zahir (açık) obnağla
eğer m ü r â h i k rütbesine varup k a 1 e m ' e devam edeceği mevsim (çağ) gel
miş ise ol vakit'de her kalem'in mer'i (yürürlükte) olan ş u r u t u ' ( ş a r t l a n ) na tev
fikan m e m u r kılınmak ve bu suret (şekil, esas) düstur'ül-amel (zorunflu) tutul
ması " kararlaştırılmıştı. Ancak, böyle bir kısıtlama'ya karşı, ihtiyaç ve isteğe
18
uygun olarak g e n e l i d a r e için bir k a y n a k b u l m a k d a gere
kirdi.
19
1 — İlk öğrenimini özel olarak veya o z a m a n yeni yeni açılmaya başlayan
s ı b y a n m e k t e p l e r i ' ndc t a m a m l a m ı ş olanlarla dâjireler'de m e m u r
adayı olarak çalışmakta olup da ilk öğrenimini gerektiği şekilde y a p m a m ı ş olan
lardan 18 yaşını d o l d u r m u ş bulunanLar sınavla alınacak;
(Memur)
Ketebe Öğrenci Toplam
20
[ 2 . Kısım (Orta Kısım) I'den
Mülâzim-i Evvel 10 19 29
Mülâzim-i Sâni 9 17 26
Mülâzim-i Sâlis 8 25 33
Mülâzim-i Râbî 5 20 25
Sınıf-ı Evvel 16 16
Sınıf-ı Sâni 14 14
Sınıf-ı Sâlis 11 11
olmak üzere 380 kişi mezun o l m u ş t u r .
21
ki. S o s y a l k a n s e r olan a d a m k a y ı r m a n ı n n e z a m a n d a n b e r i T ü r k
C e m i y e t i ' ni k e m i r m e k t e olduğunu belirtmesi yönünden üzerinde titizlikle
durulmaya değer.
(38) Rahmetli Osman Ergin "Türkiye Maârif Târihi" adlı muhalled eserinde bu Okul için Mahrec-i Eklâm deyimi'ni
kullanmaktadır. Kalem'in Arapça çoğuPu olan Aklâm yerine Eklâm tâbiri'nin kullanılması sebebi anlaşılamamış
tır.
(39) Bak. : Devlet Arşivi, Gurre, »3 Recep 1279 Tarihli olup Maârif Nezâreti'nden Bâb-ı ÂR'ye yazılan tezkere.
(40) Bak. : Ta-kvim-i Vekaayi, 12 Muharrem 1281 (1864) sayısına.
22
Okul'un Ders Programı:
1. Sınıf : \rabî; Fârisî ve Tatbikatı ( T e r c ü m e ve Kompozisyon d â h i l ) ; Türkçe
İmlâ (yazı) ve İnşâ ( K o m p o z i s y o n ) ; Fransızca Lisan ve Hat (ya
z ı ) ; Cebr-i Adî (cebir başlangıç); Coğrafya; Tarih-i Umûmî; Resim;
Hatt-ı Rik'a (rik'a yazısı)
23
2. Kısım
(1859 — 1877)
25
şında bulunanların iyi yetişmemelerini, m e k a n i z m a ' y ı gerektiği şekil
de kullanamamalarını, kısacası a d a m s ı z l ı ğ ı bulmuşlar; a d a m ' ı
sağlayacak e n güzel kaynaklardan birini, Ecole Libre des Scien
ces P o l i t i q u e s ' i kurmuşlardır. Bundan başka, Atina S i y â s î
İlimler Okulu, Sofya Siyasi İ l i m l e r ve İ k t i s a d î
Bilgiler Fakültesi, Avusturya Siyasî Bilimler Oku-
1 u , Romanya İ d â r i Bilgiler E n s t i t ü s ü , Belçika S i -
yâsî Bilgiler Okulu aynı amaç için kurulan müesseselerdir.
R ö n e s a n s sonucu batı'da başlıyon her çeşit kalkınmaya derin bir
gaflet içinde önem vermeyen- v e kökleri ortaçağ i s k o l a s tisiz-
mi 'ne dayanan bir d e v l e t ve i d a r e tarzı ile Osmanlı impara
torluğunu yaşatmaya çalışanların Yurd'a verdikleri zararlar p a n a r o -
m a ' sı, ilk defa K a r l o f c a A n d l a ş m a s ı ile kendisini açıkça
gösterdi; 18. yüzyıl sonlarına kadar devam etti. Sözü geçen yüzyıl sonlarında
ç ö k ü ş ' ün uyandırdığı tepki'ler, ilk defa sistemli olarak 3. Selim, 2. Mahmud'un
şu'ur ve vicdanında tesirlerini göstermeye başladı. Bu iki değerli Türk Hakanı, Çağ'-
larına göre çok ileri bir görüş'le içinde bulunulan felâket'i bütün ayrıntıları ile
anladılar. Birisi hayatı pahasına, diğeri o derece büyük ve acı sıkıntılar kasırga
sına göğüs gererek Ç ö k ü n t ü ' yü önlemede olumlu çalışmalara başladılar.
Adına Tanzimat-ı Hayriyye dediğimiz v e b u Memleket'de son
Asır içinde iyi kötü ne yapılmışsa bunlann başlangıç noktası olan İ n k ı l â p
s a v a ş l a r ı b u y r u l t u s u , yukarda anlatmaya çalıştığımız çöküntü
yü hiç olmazsa 80 yıl önleyen yazılı bir b u y r u k ' dan başka bir şey değil
dir.
İnsanoğlu k l a n , s i t e devirlerini geçirip m i l l e t dediğimiz
sosyal t o p l u l u k olarak yaşamaya başladığından, b u topluluğu ni
zamlı yönetme teşkilâtı olan devlet adlı varlığı kurma fikrine yüksel
diğinden beri, kendi sosyal bünyesinde ne zaman bozulma olmuş, ne zaman
d e v 1 e t ' de çöküntü başlamışsa o yerde s i s t e m ve a d a m ' in yok
luğu veya ihtiyaca cevap verecek derecede olmadığı gerçeği de ortaya çıkmıştır (1).
( 1) l83o'da Nizip Ovası'nda Osmanlı imparatorluğu Orduları ile Mısır Vilâyeti Vâlisi'nin gayrı meşru oğlu'nun
kumandasındaki Mısır Ordusu ile çarpışıp yenildiği ve Ordularımızın çok feci bir bozgun içinde geri çekilmele
rine, Kavalah İbrahim Paşa'nın Kütahya'ya kadar gelmesine yol açan Savaş'da Osmanlı Ordusunda, genç ve çok
tecrübeli bir Alman Kurmay Subayı olarak, ünlü M o I t k e ' de vardı. Başkumandan, câhil ve o nisbette
kaabiliyetsiz bir kimse olan, Çerkeş Hafız Paşa'ya, Mısır Ordusu'ndan Önce taarruza geçmeleri tavsiyesinde bu
lunan M o I t k e ' ye Hafız Paşa "Müneçcim'ler, taarruz için uygun saatin gelmediğini bildirdiler, bekleye
ceğiz...." cevabını vermiş; pek tabiî olarak koskoca İmparatorluğun Orduları, kendi Vâlisi'nin Ordularına ye
nilmişti. M o I t k e , sonraları yazdığı H â t ı r a t ' ında bu acı, düşündürücü olay'dan bahsederek bir
d e v I e t ' in batışında nelerin rol oynayacağına ve Türk Milleti'nin bu b a t ı ş ' da bir suçu bulunmadı
ğına en güzel Örneği vermektedir;
".... Müsellâh bir millet'in en canlı örneği Türkler'dir. Bu Diyar Köylüsünün orak, Kâtibinin kalem ve hattâ
Kadınlarının etek tutuşunda silâha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. Türk , ata biner gibi oturur ve keşfo
yollanan nefer gibi uyanık yürür. Silâhın ruha verdiği emniyeti (güvenliği) her Türk'ün bakışında görmek müm-
26
T â r i h boyunca b u 2 eleman'ın kaynağı, o k u l denen kutsal mefhum olagel
miştir.
1798'de Napolyon Orduları, Almanya'yı h e r yönden Çiğnemeye başladıkları sı
r a d a , o devrin Alman yurdseverleri b ü y ü k d ü ş ü n ü r Fihte'ye, esirlikten na
sıl kurtulacaklarını, Alman Milleti'nin üzerinde esen belâ rüzgârlarım nasıl koğa-
caklarını ve Almanya'yı neye d a y a n a r a k kalkındıracaklarını sorduklarında, millet
l e r a r a s ı değerini Çağımız'da da muhafaza eden büyük F i l o z o f t a n şu cevabı aldılar:
— Çok kolay! .... Almanya'nın en h ü c r â köşelerine k a d a r ülkücü öğretmen
gönderecek, bunalanın o k u l ile aydınlatacaksınız—<. O z a m a n h e r şey
düzelecek v e istekleriniz olacak; b ü y ü k A l m a n y a doğacaktın...
Nasıl " U b i Societas ubi J u s t e = Nerede t o p l u m varsa, o r a d a h u k u k
var..." olmuşsa, k a I k ı n m a ' mn görüldüğü h e r yerde en b ü y ü k pay o
çağ'ın gerçeğine uygun o k u l ' a düşmüştür.
Büyük Kurtuluş Savaşı'mızdan sonra izmir'de Gazetecilerle konuşan
b e n z e r s i z B a ş k u m a n d a n Gazi Mustafa Kemâl d e " b u n d a n sorjra n e yapa
caksınız?" sorusuna bu değişmez kuraldan, pek tabiî olarak hareket edip,
"Maârif Vekili olmak, bu suretle önce millî irfan, milli k ü l t ü r yönünden Vatan'ımı-
^ı lâyık olduğu seviye'ye getirmek isterim...." cevabını vermiştir. B u n d a n sonra, gi
riştiği ıbütün i n k ı l â p s a v a ş l a r ı ' nın özü'ünü b u fikir teşkil etmiştir.
kündür. O, doğduğundan beri müsellâh (silâhlı) dır. Bundan dolayı da hayata ve hâdiselere emniyetle bakmayı
öğrenmiştir....
Türkiye'ye adım atar atmaz bu kanaati edindim. Nizip Savası bu kanaatimi ne sarstı, ne giderdi. Çünki
orada yenilen Türk değildi, kumandan'dı. Yenen Mısır Vâlisi'nin Ordusu değil hurafelerdi. Harp Plâm'nı mu-
neccimbaşı'lar aracılığı ile çizen, hücum emri'nin zamanı için yıldız'lara bakan bir kumandan'a karşı yiğit Türk
ne ypabilirdi?
Müneccim'in Türkiye'den kovulduğu (gerikalmışlığın önüne geçildiği) ve yıldızların harp islerine karışma
larının yasak edildiği gün Türk'ün ruhu yeniden parlayacak ve bu kahraman Millet'in Târih'i eski parlaklığına
kavuşacaktır "
< 2) Yakın Çağ Târihimiz'in en önemli olay'lanndan biri olan, dolayısıyle M ü l k i y e M e k t e b i ' nin açıl
ması fikrini de İçine alan F e r m a n aynen şöyledir:
(Devamı 28. sf. Dip Notu'tlda}
27
1839'da ilân edilen Tanzimat F e r m â n ı ' n d a n sonra girişilen b ü t ü n h a r e k e t ve
teşebbüsler'in başlıca 3 amacı v a r d ı r :
"Bism'lllâh'ir-Rahman'ir-Rahîm
Tebârek'ellezi bi.yedih'il-mülk ve hüve alâ fcÖll'I şey'in kadîr = Hükümranlık elinde olan Allah yücedir ve O her
şeye kaadir'dir. (Âyet).
Benim Vezirim, Cümleye ma'lûm olduğu üzere Devlet-i Âlîyyemiz'in bidâyet-İ zuhurundan berû (kuruluşundan
beri) ahkâm-ı celile-i Kur'anİyye (Kur'anın hükümleri) ve kavânin-i şer'iyye'ye (dinî kurallara) kemâliyle (ol
gunlukla) riâyet olunduğunda Saltanat-ı Seniyyemiz'in kuvvet ü miknet (kuvvet ve kudret) ve bilcümle tebaası'-
nın refah ü ma'muriyyeti rütbe-i gaayet'e (istenen dereceye) vâsıl olmuş iken yüz elli sene vardır ki gavâîi-i mü
teakibe (birbirini izleyen dertler, gaileler) ve esbâb-ı mütenevvia'ya (çeşitli sebeplere) mebnî ne Şer'-i Şerife
ve ne Kavâriin-i Münife'ye İnkiyâd ü imtisal olunmamak hasebiyle evvelki kuvvet ü ma'muriyyet bil'akİs za'f ü
fakr'a (güçsüzlük ve fakirliğe) mübeddel olmuş (çevrilmiş) ve halbuki kavânin-i Şer'iyye tahtında idare olun
mayan memâlik'in (ülkelerin) payidar (ömürlü, süreli) olamayacağı vâzchat'dan (açıkça- bilinen şeylerden) bu
lunmuş olup Cülus-i Hümâyun'unumuz rûz-i firûzu'ndan (Taht'a çıktığımız günden) berû, efkâr-ı hayriyyet
âsâr-ı Mülükânemiz dahi mücerred i'mâr-ı memâlik ü enhâ ve terfih-İ ahâli ve fukara kaziyye-j nâfiası'na mün
hasır ve Memâlİk-i Devlet-İ Âlîyyemiz'in mevki-i coğrâfisi'ne ve arâzi-i münbitesîne ve halk'ın kaabiliyet ve isti-
dâdlarına nazaran esbâb-ı lâzımesine teşebbüs olunduğu halde beş on sene zarfında bi-tevfİk-i Teâlâ suver-İ mat-
lûbe hâsıl olacağı zahir olmağla avn ü İnâyet-i Hazret-İ Bâri'ye (Tanrı'ya) i'timâd ve imdâd-ı ruhâniyyet-İ Ce-
nâb-ı Peygambeıi'ye tevessül ve istinâd birle bundan böyle Devlet-i Âliyye ve Memâlik-i Mahrûsemîz'in hüsn-i
idaresi zımnında bâzı kavânin-İ cedide vaz'ül te'sİsİ lâzım ve mühim görünerek işbu kavânin-i muktezİyye'nin
mevadd-ı esâsiyyesî dahî emniyet-i can ve mahfûziyyet-i ırz ü namus ve mâl ve tâ'yin-i virgü (vergi) ve asâkir-i
muktazıyva'nın sûret-İ celb ve müddet-i istihdamı kazıyyelerinden ibret olup şöyle ki dünyada candan ve in ü<
28
c — Kanunî nitelik ve yetenek sahibi herkes, hangi clîn'den olursa olsun
me k â t i b • i a s k e r i y y e ve m ü l k i y y e ' y e (askerî
ve sivil okullara) girebilecek;
ç — Ceza Evleri "Hukuk-i insaniyye'yi hukuk-i adalet ile" bağdaştıracak şekil
de ıslah edilecek;
d — Ticâret ve Ağır Ceza Mahkemelerine âid k a n u n l a r ivedilikle çıkarılacak
ve Osmanlı İ m p a r a t o r l u ğ u n d a kullanılan çeşitli dillere çevrilip yayınla
nacak ;
e — Yeni kurulan Vilâyet ve Sancak Mcclisleri'ndeki m ü s l ü m a n ve m ü s l ü m a n
olmayan üyeler h a k k a n i y e t ilkelerine göre seçilecek v e oy'la-
ra f e s a d k a r ı ş t ı r ı l m a m a s ı m sağlayacak y ö n e t m e l i k l e r
yapılacak;
f — İ l t i z a m U s u l ü ile v e r g i alınması kaldırılacak; vergi
D e v l e t tarafından k a n u n l a r ı n a göre alınacak;
g — " B e h e r sene içün Varidat v e Masârifat Defteri" adı verilen B ü t ç e
hakkında Tanzimat'dan sonra yapıLan kanunun uygulanmasına gerektiği
şekilde devam edilecek;
h — Her Cemâat'ın dinî reisi ile Devlet tarafından bir yıl süreli tâ'yin edile
cek b i r e r m e m u r ' d a n teşekkül eden M e c l i s - i Valây-ı Ah
k â m - ı A d l i y y e ( = bir çeşit y a s a m a organı) b ü t ü n Memleketi/i
ilgilendiren meselelerde k a r a r organı olacak;
i — Meclis-i Valây-ı Ahkâm-ı Adliyye'nin o t u r u m l a r ı n d a üyeler kendi k a n a a t i m
çekinmeden savunabilecekler; ıbu yüzden h e r hangi bir üye "asla r e n c i d e "
edilmeyecek;
ı — Altın esâsına göre tedavüle çıkarılan Osmanlı p a r a s ı n ı n ayarı düzeltilip
d e f l ı a s y o n ' a meydan verilmeyeceği gibi "Devlet'sn Umur-i mâli
yesine i'tibar verecek b a n k a misillû şeyler" yapılacak;
nâmusdan eazz (en aziz, en k ı y m e t l i ) b i r şey olmadığından b i r âdem ( k i ş i ) anları lehlükede gördükçe hılkat-i
zâtiyye (kişisel yaradılışı) ve c i b i l l i y e t - İ f ı t r i y y e s i ' n d e hiyânet'e meyi olmasa bile muhâfaza-i can ü nâmûsu İçün
elbette bâzı suretlere teşebbüs edeceği ve bu dahi devlet ü memleket'e muzır olageldiğî müsellem o l d u ğ u m i s i l l û
b i l â k i s can ü namusundan emin olduğu halde dahî sıdk ü istikametden ayrılamayacağı ve i ş i gücü heman Devlet
ü m i l l e t ' i n e hüsn-İ hİdmet'den ibaret olacağı dahî bedihî ve z â h i r ' d t r ve emnîyyet-i mâl kaziyyesinîn fıkdanı hâ-
Mndö i*c herKc; ne devlet ve ne m i l l e t i n e ısınamayup ve ne i'mâr-ı m ü l k ' e bakamayup dâima endişe ve ızdırab-
dan hâli olamadığı m i s i l l û aksi t a k d i r i n d e yâ'ni emval ü emlâkinden emnİyet-İ kâmİlesİ olduğu halde dahî he*
man kendü İşiyle ve tevsi'-İ dâire-İ taayyüşiyle uğraşup ve kendüsüne gün be gün devlet ü m i l l e t gayreti ve vatan
mahabbeti artup ( a r t ı p ) ona göre hüsn-İ harekete çalışacağı şüpheden azadedir ve tâ'yin-i v i r g ü f v e r g i ) rmddesi
dahî ç ü n k i b i r devlet muhâfaza-İ m e m â l i k i y ç ü n elbette asker ü leşker'e vesâir masârif-i muktazıyyeye muhtaç
olarak bu ise akçe ile idare'olunacağına ve akçe dahî tebaanın virgüsiyle hâsıl olacağına binâen bunun d a h i b i r
hüsn-i suretine bakılmak ehem o l u p eğerçi mukaddemlerde varidat zannolunmuş olan yed-i vâhid beliyyesinden
leh ül-hamd Memâlik-i Mahrûsemiz ahâlisi bundan evvelce k u r t u l m u ş ise de alât-ı tahribiyyedon o l u p hiç b i r
vaktde semsre.i nâfiası görülemeyen i l t i z â m a t usul-i muzırrası elyevm câri olarak bu ise b i r m e m l e k e t i n mesâ-
lih-i siyâsiyye ve u m û r - i mâliyyesİni b i r âdemin yed-i ihtiyarına ve b e l k i pençe-i cebr ü kahrına t e s l i m demek
olarak ol dahi eğer zâten b i r eyüce âdem değil ise heman kendi çıkarına bakup Cemi'-i harekât ü sekenâtı
gadr ü zulmdan ibaret olmasıyla ba'd-ez-in ahâlİ-i memâlikden her f e r d i n emlâk ve kudretine göre b i r virgü-i
münâsib t â ' y i n olunarak kimseden ziyâde şey alınamaması ve Devlet-i  l i y y e ' m i z i n berren ve bahren mesârif-i as
keriyye ve sâiresi dahi kavânin-i icâbiyye ile tahdid ü tebyİn olunup ona göre icra olunması lâzımedendir
29
j — T a r ı m ve Ticâret'in gelişmesi için yollar yapılıp su kanalları açılacak;
k — Batı k ü l t ü r ü n e ö n e m verilerek "Maarif ve ulûm ve sermâye-i Avrupa'dan
istifâdeye" çalışılacaktır (4).
ve asker maddesi dahî ber minvâl-İ muharrer mevâdd-ı m ü h i m m e d e n olarak eğerçİ muhâfaza-i vatan i ç ü n asker
vermek a h a l i n i n farîza-i zimmeti ise de şimdiye kadar câri olduğu veçhile b i r m e m l e k e t i n aded-i nüfûs-i mev.
cûdesine bakılmayarak k i m i n d e n rütbe i tahammülünden ziyâde ve k i m i n d e n noksan asker İstenilmek hem n i
zamsızlığı ve hem zirâat ve ticâret mevâdd-ı nâfiasının i h l â l i n i mûcib olduğu mtfsillü askerliğe gelenlerin i l â
nihayet'il-ömr i s t i h d a m l a r ı dahî f ü t u r u ve kat'-ı tenasülü müstelzim olmakda olmasıyla her memleketden lüzumu
t a k d i r i n d e taleb olunacak neferât-ı askeriyye içün ba'zı usûl-i hasene ve d ö r t ve yâhud beş sene müddet-i istih
dam zımnında dahi b i r tarik-İ münâvebe vaz'ü te'sis olunmak icab-ı h a l d e n d i r . V'el-hâsıl bu kavânin-i nizâm i y
ye hâsıl olmadıkça tahsîl-i kuvvet ü ma'muriyyet ve âsâyiş ü istirahat m ü m k î n olmayıp c ü m l e s i n i n esâsı dahî me
vâdd-ı meşrûhadan ibaret olduğundan f i m â j > â d eshâb-ı cünhâ'nın da'vâları kavânin-İ şer'İyye iktİzâsınca alenen
ber vech-İ tedkik g ö r ü l ü p hükmolunmadıkca hiç kimse hakkında hafî ve celi i'dâm ü tesmîm muamelesi icrası
caiz olmamak ve hiç kimse tarafından d i ğ e r i n i n ırz ü namusuna tasallut v u k u b u l m a m a k ve herkes emval ü em
lâkine kemâl-i serbestİyyetle m â l i k ü mutasarrıf olarak ana b i r tarafdan müdâhale olunmamak ve faraza b i r i n i n
töhmet ü kabahati vuku'unda anın veresesi ol töhmet ü kabahatden berriyy'üz-zİmme olacaklarından anın m a l ı n ı
müsadere İle veresesi hukuk-ı irsİyyelerînden m a h r u m k ı l ı n m a m a k ve Tebaa-i Saltanat-ı Seniyyemiz'den olan
Ehl-i İslâm ve milel-i sâîre bu müsaadât-ı Şahanemize b i l â istisna mazhar olmak üzere can ve ırz ü nâmüs ve
mâl maddelerinden h ü k m . i şer'î iktİzâsınca kâffe-i M e m â l i k - i Mahrûsemiz ahâlisine taraf-ı Şahanemizden om-
niyyet-i k â m i l e v e r i l m i ş ve diğer hususlara dahî îttifâk-ı ârâ İle karar verilmesi lâzım gelmiş olmağla Meclİs-i
Ahkâm ül-Adliyye A'zâsı, daha lüzûm-i mertebe teksir olunarak ve Vükelâ ve Rical i Devlet-i Â'.iy^-emiz dahi b8x*
tâ'yin olunacak eyyamda orada İ ç t i m â ederek ve cümlesi efkâr ü mütâlaatını hiç çekinmeyüp serbestçe söyleye
rek İşbu emniyyet-i can ü mâl ve tâ'yİn-i vîrgü hususlarına dâir kavânin-i muktaziyye b i r taraftarı k a r a r l a ş t ı r ı l u p
30
adlı Kanun yürürlüğe konmuştur (5). B u takdirde, yeni n i z a m '-
m idaresi, 1. Kısım'da izah ettiğimiz şekilde, ıbatı kültüründen yoksun ve az da ol
sa hiç bir dünya görüşü olmayan i d a r e c i ' lere bırakılamazdı. Bunun için
için mutlaka bilgili v e çağ'ın gidişine uygun Genel t d â r e E l e m a n ı
yetiştirecek bir k a y n a k ' a, bir o k u 1 ' a kesinlikle ihtiyaç vardı. Ko-
nu'nun ciddiyeti gözönüne alınarak "Kaymakamlık ve Müdürlük (6) gibi umur-i
mülkiyye'de (idare amirliği işlerinde) müstahdem olacak (çalışacak) memurlara
mahreç (kaynak) olmak üzere bir M e k t e b i Mü 1 k i y y e " açılması
hususunda incelemelerde bulunup t e k l i f yapması için Devr'in Parlamen-
to'su yerinde olan M e c l i s - i V a l â ' y a emir verildL Devri'nin e n ünlü
aydın ve devlet adamlarından kurulmuş olan sözü geçen Meclis aşağıdaki
târihî G e r e k ç e ' y i hazırlayıp k a n u n l a ş m a s ı için Bâb-ı Âlî'ye
verdi :
"Cenâb-ı Rabb-ı Menııan an-be-an mâmur ve abadan buyursun. Memâlik-İ
Mahrûse-i Hazreti Şahanenin her t ü r l ü i'mâra derkâr olan kaabiliyeti cihetiyle ol-
babda olunan ve olunacak teşebbüsat ve ikdâmatın âsân görülmesi ve her türlü
evâmir-i Pâdişâhînin yoluyla infazı ve ticâret ve sanâyiin ilerlemekte olmasından
dolayı düvel-i ecnebiye ile çoğalmakta olan münâsebât ve muamelatın mihver-i lâyı-
kında icrası maddeleri Memlekette bulunan memurların umûr-i mülkiye'ye ve
usûM düveliye'ye filcümle vukuflu olmalarıyla ve öyle adamların vücudu dahi bu
yolda lâzım gelen ma'lûmatı tahsil eylemeleriyle hâsıl olacağı kazıyye-i mıa'lûmesi-
ne nazaran bu matlaba vusul için her nevi kolaylıkların meydana getirilmesine
sa'y-i beliğ olunması derece-i vücupta olarak el-hâlet'ü hâzihî terbiye-i umumiye
maksadıyla her taraflarda imkân mertebe mektepler mevcut ve b i r uçtan dahî zi-
yâdelenebiliyor ise de bu mekteplerin hâsıl ettirecekleri terbiye öyle umûr-i mül*
kiye'de kullanılacaklara şimdiki hâlde kâfi olmayacağı ve el-hâiet'ü hâzihî kulla
nılmakta olan elviye kaymakamlanyla kaza müdürleri umûr-i mülkiyeye âit fünûn
ve m a l û m a t t a n mücerret ve küçük bir konsolos tercümaniyle bile icrâ-i muamele
ye Tanzimât-ı Askcriyyc maddesi dahî Bâb-ı Seraskeri Dâr-t Şûrasında söyleşilip her bir' kanun karargir
oldukça ilâ mâşa-Atlah-i Tealâ düstûr ül-amel tutulmak üzre bâlâsı Hatt-ı H ü m â y û n ' umuz
İle tasdik ü tevşİh ok-nmak içün taraf-ı Hümâyûn'umuza arzolunsun ve İşbu Kavânin-İ Şer'İyyc mü-
oerred dîn ü devlet ve mülk ü mîlleti İhya içün vaz'olunacak olduğundan cânib-İ Hümâyûnumuz'cian
hilâfına hareket vuku' bulmayacağına ahd ü misak olunup Hırka-i Şerife odasında cemi'-İ Ulemâ ve
Vükelâ hâzır oldukları halde k a s e m - b i l l â h dahi olunarak Ulemâ ve Vükelâ dahî tahlif olunacağından
ana göro Ulemâ ve Vüzerâdan velhâsıl her kim olur ise olsun Kavânîn-M Şer'İyyeye muhalif hareket edenlerin
kabâhat-İ sabitelerine te'dîbât-ı lâyıkalarının hiç rütbeye ve hatır ve gönüle bakılmayarak icrası zımnında malı-
sûsen Ceza Kanunnâmesi dahî tanzim ettİrilsün ve cümle me'mûrînİn elhâlet'ü hâzihî mİkdar-ı vâfî maaşları ola
rak şayet henüz olmayanları var İse anlar dahî tanzim olunacağından şer'an menfur olup harâbİyyet-i mülk'ün se
bebi .i'ramı olan rüşvet madde-! kerîhesinîn fî-mâ-ba'd adem-İ vuku'u maddesinin dahi bir kanun-i kavı ile
te'kîkine bakılsun ve keyfîyât-ı meşrûha usûl-i atîkayı bütün bütün tağyir ü tecdid demek olacağından işbu
Irâde-i Şahanemiz Dersaâdet ve bilcümle Memâlik-i Mahrûsemiz ahâlisine i'lân ü işae olunacağı misİllû düveli
mütehâbbe dahî bu usûlün inşâ-Allah'ü Teâlâ ile'l-ebed bekaasina şâhid olmak üzre Dcr-i Saâdetimiz'de mukîm
bilcümle süferâya (sefirlere) dahi resmen bildİrilsün. Hemen Rabbimiz Teâlâ Hazretler! cümlemizi muvaffak bu
yursun ve bu Kavânİn-i Müessesenin hilâfına hareket edenler Allah-ı Teâlâ Hazretlerimin lâ'netîne mazhar olsun
lar ve İl'el-ebed felah bulmasınlar, Âmin."
Bak. : Düstur, 1. C., A. sf.; Târİh-i Lütfî, 6. C. 61. sf. ve İzahlı Osmanlı Târihî Kronolojisi, I Hami Dânîşmend
4.C., 124 - 126. sf.
31
den âciz bulundukları şöyle d u r s u n â d e t a kendûlerîne gönderilen evâmirin ahkâ
mım okaıyup arılamağa kaadir olmadıkları d e r k â r d ı r ve b u n u n sebepleri dahî Der-
saadet'de ba'zı dâirelerden neş'el e d ü p de taşralarda dıahî valilere ve ş â i r memu
rine ber takrip çatıp b i r rütbeye destıres o l d u k t a n sonra ma'Iûm olan hey'etle bir
me'muriyet tahsili için muaccizliği ele alıp kapı kapı s ü r ü n d ü k l e r i n d e semere-i
tacizleri olarak vakıa bir memuriyete k a v u ş m a k t a olmalarıdır. İ ş t e böyle bir müş
terek sıfatla dâhil-i silk-i m e m u u r i y e t olanlar h e r vakitte ne DeVlet-i AUyyenin
dilhâhınıa tevfikan idâre-i umûr-i me'mûrelerlne muvaffak ve ne de m a n s ı b ve
me'muriyetinin h ü k m ü n ü verecek lisan ve tavrı kullanmağa m u k t e d i r olmadıkla
rından gerek ahâli-i memleket ve gerek ecnebi m e ' m u r l a r ı yanında nüfuz ve itibar
ları kalmayıp şu şeyler ecnebilerin bir takım m ü d â h â l â t ı n a ve ahâliyi ı z r a r a sebe
biyet vedmekte olduğundan bunların bîr r a b ı t a tahtına vaz'ı ile Sâye-i Şevketvâye-i
Hazret-i Şahanede müstazıl olan tebaa ve zir-destânın âsâyiş ve m e n f a a t l a n ve
IVîemâlik-i Şahanenin derece derece kesb-i mâ'muriyet eylemesi kaziyyelerinin is
tihsâline ve ecnebi m e ' m u r ve tebaalanylıa müzâkere ve rü'yet olunacak hususlar
da dahî umûr-i düveliyeye tatbikan icrâ-i m u a m e l e ohınup Hukuk-i Saltanat-ı Se-
niyenin ve hukuk-ı ahalinin zayi* o l m a m a s ı n a bir çâre bulunması ehemm-i umur
d a n olmağla keyfiyet meyâne-i acizânemizde led'el-mütâlaa bu m a k s a d a vusul ve ki
fayet edecek m e r t e b e d e Ekonomi Politik ve Târih ve Hesap ve Coğrafya ve Nizâ-
mât-ı Deviet-i Aliyye ve Muâhedât-ı mevcudeye ve füçümle fenn-i kitabete âşinâ
a d a m l a r yetiştirilerek taşra memuriyetlerinde onların istihdam o i u n m a l a n y l a ka-
abil olacağından sarf ve nahvi lâyıkıyla g ö r m ü ş ve lâakal Mantık'tan İsagoci'ye
kadıar o k u m u ş talebe-i u l û m d a n ve bir de aklâm-ı ş a h a n e d e b u l u n u p ve ifâde-î
m e r a m a m u k t e d i r olup da istihsâl-i selika eden m ü s t e i d d â m ı k ü t t â b m cüz'î maaşı
olan veya hiç m a a ş ı olmayanlarından istek edenlerden sinleri yirmibeşle otuz bey
ninde olmak üzere elli, altmış efendi i n t i h a p o l u n a r a k ve b u n l a r için ebniye-i
mirîyeden m ü n â s i p bir m a h a l tahsis kılınarak kendilerine bir münşi ve bir ınuha*
32
sib, iki nefer hoca ve Ekonomi Politik ve Coğrafya ve Târih ve saire için lü
zumu m i k d a r kaabîliyetlu muallim vasıtasıyla zikrohınan fenlerin tâlimiyle sene
de iki defa i m t i h a n l a r ı bilicrâ çıkacak efendiler dirayet ve m a h a r e t l e r i n e göre
sınıf sınıf ayrılıp o senenin k a y m a k a m b k ve m a l ve kaza m ü d ü r l ü k l e r i n e hâl ve
l i y â k a t l a n n a tatbikan m e ' m u r tâ'yin olunmadıkça a h a r kimsenin hiç bir sebeb
ve vesileyle m e ' m u r b u y u r u l m a m a s ı hususlarının fcaviyyen n i z â m a r a b t ı esâs-ı mad
de olarak tasvib olunmağla bu suret ve hocaların tâ'yini ve zikrolunan fünûndan
hangi kitapların o k u t t u r u l m a s ı ve şimdiye k a d a r yapılmış olan M u â h e d â t ve Ni-
zâmat-ı Devlet-l Âliyenin, Divân-ı H ü m a y u n Kaleminden vesâlr Icâbeden mahal
lerden ç ı k a r t t ı n i m a s ı ve ş â k i r d â n m sûret-i intihab ve imtihanları ve bu babda ho
calara lüzumu t a h a k k u k edecek m a a ş ve mesârifin tahsisiyle müteferriâtının be
yan olunan esas üzerine bilmüzâkere kararlaştırılarak bend bend arz ve inha olun
masının Meclisi Maârife havalesi ve bir de umur-i m a ' l û m e d e n bulunduğu üzere
ba'zı kazalar m ü d ü r l ü k l e r i m a a ş ı pek d û n olarak böyle laz m a a ş ile nâmus-d hü
k ü m e t i yerine getirebilecek ve i r t i k â p ve irtişa'ya meyletmeyecek o m a k u l e rabı-
talû m e m u r l a r bulunup gönderilmesi müşkülce görüldüğü cihetle ve bu masrafla
r ı n Hazine-i Celîleye b â r olmayacak s u r e t t e bir hüsn-i kalıba ifrağı çâresinin istih
sâli dahî lâzımeden o l m a s m a m e b n i suver-i mutasavverenin sâye4 tevfikat-vâye-i
Cenâb-ı Pâdişâhî'de husulü hâlinde h e r bir kazanın bu'dlyyet ü mesafesine ve
ehemmiyet ve cesametine göre smıf itibârı ve yahud suret-i u h r â ile b i r usûl-i mü
nâsibe ve mu'tedlle ittihazıyla tesviye kılınması muvafık-ı İrâde-i Senlyye-1 Sadâret-
olduğundan başka fi mâba'd herkes evlâtlarını murahık derecesine varmadıkça ve i l m İ hal ve şerâitAj islâmiye-
<İnI lâyıkİyle t a a l l ü m e t m e d i k ç e mektepden alıp ustaya vermemek ve murâhik o l u p ustaya vermek derecesine
geldikte anası ve babası yok İse sâlr velisi olan kimesne m ü r a i l i k derecesinde olduğunu İstanbul sekenesinden
ise İstanbul Kadı'sı olan efendi tarafına eğer Eyüp ve Üsküdar ve Galata sükkânından iseler K a d ı ' l a r ı efendiler
taraflarına mektep hacesİyle beraber varup ve çocuğu dahi g e t i r ü p gosterüp taıaf-ı şer'den yedlerine memhur
İzin tezkeresi almak ve izin tezkeresi almadıkça esnaf taifesi şâkirdlİğe almamak ve ş a k i r d i iğe a l ı n m a k l ı k t a es
naf kethüdalarının dahî rey ve m a r i f e t l e r i munzam olmak lâzimeden olduğuna binâen şayet esnaftan b i r i o maku
le tezkeresiz çocuğu ş a k i r t l i ğ e a l u r ve babası ve validesi v e r i r ise okuduğu mektebin hâcesi veyahut mahallesinin
i m a m ı doğru kadı efendilere haber vermek ve kadı efendiler dahî bu keyfiyet İhya-i din-İ m ü b İ n , kaziyesine
mebni olduğundan t a r a f l a r ı n d a n t a h a r r i o l u n a r a k İzin tezkeresi almaksızın san'ata v e r i l m i ş sabi b u l u n u r ise alanı
ve vereni ve ol esnafın kethûda'sını ve haber vermediği içün mektep hâce'sinİ lİ'ecl'it-te'dib
Bâb-ı Alî'ye inha eylemek ve anasız ve babasız y e t i m çocuklar o l u p da kimesnesİzliği sebeb? ile zaruri b i r usta
yanında veyahud b i r kimsenin terbiyesinde b u l u n u r İse ustası ve gerek mürebbisl olan âdem, sırf san'at öğren
mekle ve hİdmete hasretmeyerek günde i k i defa mektebe gönderip m u r â h i k (on i k i yaşından buluğa kaıdar olan
çağ) oluncaya kadar o k u t t u r m a k ve kez&lik el-hâlet'i hâzihî ustalarda bulunan çocuklar dahî bi-tıpkıhâ (onlar
g i b i ) bu nİzâm'a d â h i l olarak anası ve babası vesaİr veti'sİ olanlar usta'dan alıp mektebe vermek ve kimsesiz
o l a n l a r ı dahî usta'ları mektebe v e r i p câhil kalmamasına d i k k a t etmek ve mektep hocaları dahî mekteb'lerde bu
lunan çocukları güzelce o k u t u p Kur'an-ı Azîm'üş-sanı t i ' l i m akabinde her b i r çocuğun haysiyyet ve isti'dadına
göre tecvid ve i l m - i hâl m i s i l l û risaleler okutarak serâit-İ İslâmİyye ve akaaid-İ d î n i y y e l e r i n İ öğretmeklîğe say*
ve İkdam eylemek üzere a l e l û m u m tenbîh ve ikaz olunmasına irâde-İ Seniyyc sudurîyle keyfiyyet b i l â d - ı , selâse-
k a d ı l a r ı efendilere başka başka bâ Ferman-ı Âlî tenbih k ı l ı n m ı ş olmağla siz dahi Asitâne'de (İstanbul'da) kâin
( o t u r a n ) b i l c ü m l e mahallât ( b ü t ü n mahalleler) İ m a m l a r ı n ı ve mektep hâce' (Öğretmen) l e r i n i esnaf kethüdaları
n ı tarafınıza celbederek tenbihât-ı mezkûreyi gûş-hÛş' ( d i k k a t ) larına t e l k i n v e tefhîm v e işbu F e r m a n - ı
A l î ' nin birer mümzâ ( o n a n m ı ş ) s u r e t l e r i n i dahî yed'lerine i'tâ b i r l e (vererek) i m a m ' l a r , mahalleleri ahâli
lerine ve kethüdâ'lar dahî esnaflarına okuyup anlatmak ve mektep hâce'leri dahi b i l ü p m u c i b i y l e amel etmek
üzere cümlesine gsreği g i b i tenbîh ve te'kide mubaderet ( b a ş l a m a k ) ve bi-tevfik-i Taâlâ f î l ı n r ı ' n ı n yardımı ile)
işbu nizâm ve tenbihat'ın al-eddevam ( s ü r e k l i o l a r a k ) icra ve i s t i k r a r ı vesâitini ( a r a ç l a r ı n ı ) istihsâle tarafınız
dan dahî bizzat i h t i m a m ve d i k k a t eyleyesiz d e y û . . . "
Bak. : ' T â r i h - İ Cevdct'clen n a k l e n " M a â r i f - j Umumiye Nezâreti. Târihçe-i Teşkilât ve İ c r â â t ı , Mahmucl Cevad,
Matbaa-i  m i r e , İ s t a n b u l ; 1338; 1 . - 3 . sf.
33
Türk I d â r e v e Eğitim Târih; ile Tanzimat Devri'ndeki s o s y a l d u r u
mu m u z ' un açıklanması b a k ı m ı n d a n çok önemli esasları k a p s a y a n bu Bel-
ge'nin, g ü n ü m ü z kuşak'larının kolayca anlayabilmesi için, bugünkü dil'e çevrilme
si gereklidir:
" i h s a n ı bol olan Ulu Tanrı, —Osmanlı ülkesini— her zaman m â m u r ve bayın
dır kılsın (Dua.) Osmanlı ülkesinin her çeşit kalkınmaya m u h t a ç olduğu ve kaabi-
liyeti bulunduğu cihetle b u n u n meydana getirilmesi için sarfedilen gayretlerin ve
girişilen teşebbüslerin neticeleri görülmektedir. Bu hususta her türlü Pâdişâh
emirlerinin ( k a n u n l a r ı n ) yoluyla uygulanması, ticâret ve sanayiin ilerlemekte ol
m a s ı n d a n dolayı yabancı devletlerle çoğalmakta olan ilişkilerden o isteğe uygun
şekilde sonuç alınması, Memleket'de b u l u n a n m a m u r l a r ı n Devlet Yönetiminde ehil
ve bilgili olmaları ile m ü m k ü n d ü r . Böyle kalitedeki m e m u r l a r ı n mevcut olması
ise bu yolda gerekli eğitimi görmeleri ile m ü m k ü n olacağı bilindiğine göre, bu
a m a c a u l a ş m a k için h e r çeşit kolaylığı sağlamak gerekir. Gerçi, genel eğitim için
h e r tarafta, Devlet gücünün elverdiği k a d a r okullar mevcut ve bir taraftan da açı
lıyor ise de bu okullarda yapılacak eğitim ve öğretim böyle önemli işleri görecek
kimseler için yeterli değildir. Bu gün işbaşındaki elviye kaymakamlarıyla (7)
kaza m ü d ü r l e r i devlet işlerine, â m m e hizmetlerine âit bilgi ve görgüden m a h r u m
ve en küçük bir konsolos t e r c ü m a n ı ile bile a n l a ş m a k t a n âciz b u l u n d u k l a r ı şöyle
d u r s u n â d e t a kendilerine üst m a k a m l a r d a n gönderilen emirlerin m â n â l a r ı n ı an
lamaya bile m u k t e d i r olamadıkları bilinen gerçektir. B ü t ü n bunların sebebi de,
pek çok kimselerin istanbul'da, Başkent'de bâzı dâirelerde rastgele yetişip taşra
daki valiler ve diğer yüksek mevkilerdeki m e m u r l a r yanında bir şeyler öğrendik
ten ve b i r r ü t b e kazandıktan sonra bir m e m u r i y e t elde e t m e k için kapı kapı dola
şıp sürünmeleri neticesi gerçekten bir m e m u r i y e t e k a v u ş m a k t a olmalarıdır. An
cak böyle nitelikte ve yetişmemiş olarak m e m u r i y e t e girenler h e r vakit, ne Dev-
( 4) Burada Islahat Ha-tt-ı Hümâyûnu özetlenmiş ve yalnız Türk - Müslüman Halk'la Osmanlı Ülkesini ve konumuz'u
İlgilendiren kısımlar alınmıştır.
35
let'in (Osmanlı İ m p a r a t o r l u ğ u n u n ) faydasına çalışmakta ne de istenilene uygun
olarak görevlerinde başarı gösterebilmektedir. Bu suretle gerek Halk, gerek ya-
bancı'lar yanında itibarları kalmayıp, böyleleri Avrupalıların m ü d â h a l e l e r i n e (iç
işlerimize karışmasına) sebep o l m a k t a ve Vatandaşları kötü idare sebebiyle Dev
l e r d e n soğutmaktadırlar. Bunların iyi şekilde yetiştirilmeleriyle Memleket güven
liğinin, Vatandaş haklarının korunması, kalkınmanın sağlanması esaslarının elde
edilmesi ve yabancı m e ' m u r ve .uyruklularla yapılacak temaslarda Devlet ve Va
t a n d a ş h u k u k u n u n k o r u n m a s ı n a bir çâre bulunması en önemli işlerden olduğu ci
hetle bu kötü hâlin giderilmesi için d u r u m aramızda tartışıldı. Müzâkere sonu
cunda, bu gayeye ulaşma'nın ancak yeter derecede Ekonomi Politik, Târih, H e s a p
( a r i t m e t i k ) . Coğrafya, Osmanlı Devleti Kanun ve Yönetmeliklerini, yabancı Dev
letlerle yapılan a n d l a ş m a l a r h ü k ü m l e r i n i ve resmî yazışma esaslarını iyi bilen
a d a m l a r yetiştirilip t a ş r a memuriyetlerinde bunların kullanılmaları ile olacağı ka-
nı'sına vardığımız cihetle: G r a m e r ve Türkçeyi lâyıkı ile bilen ve en az M a n t ı k ' d a n
tsagoci*ye —Surî M a n t ı k ' a — k a d a r o k u m u ş , orta öğretim g ö r m ü ş öğrencilerden
ve bir de B a ş k e n t t e k i devlet dâirelerinde b u l u n u p da iyi konuşan, iyi yazan ve
az maaşı veya hiç maaşı olmayan, yaşları 25'le 30 a r a s ı n d a olan işe y a r a r kâtipler
den olmak üzere 50-60 k â t i p efendi seçilerek ve b u n l a r için Devlet y a p ı l a r ı n d a n uy
gun bir yer ayrılarak, kendilerine —alınacak öğrencilere— bir Yazman, b i r Sayman,
iki müzakereci ve E k o n o m i Politik, Coğrafya, T â r i h vesaire için yeteri kadar
yetkili öğretmenler tâyin edilip b u n l a r vasıtasıyla y u k a r d a bahsi geçen- derslerin
okutulması ve yılda iki defa sınavlarının yapılarak me'aun olan öğrencilerin dirayet
ve başarı derecelerine göre sınıf sınıf ayrılıp o yılın kaymakamlık ve m a l ve kaza
m ü d ü r l ü k l e r i n e m e m u r edilerek tâ'yin o l u n m a d ı k ç a başka hiç kimsenin hiçbir se
bep ve vesile ile bu memuriyetlere a t a n m a m a s ı hususlarının köklü prensiblere ve
yönetmeliklere bağlanması esasları m a d d e m a d d e kabul olrundu. Bu esas ve öğret
menlerin tâyini, bahsi geçen derslerin hangi k i t a p l a r d a n okutturulacağı ve şimdiye
k a d a r yapılmış olan ANDLAŞMALAR'ın (Muahedeler) ve Osmanlı Devletinde uygu-
MatkJe 27. — Mutasarrıflık veçhile idare olunmakta olan s a n c a k ' ların bir eyâlet* merbut (bağlı)
olmaması cihetiyle emr-i idaresine memur bulunan m u t ı s ı m f İ n - 1 kiram, eyâ
let valileri misillû sancağın idaresi hakkında olan vezâifi kazİyyelerİ vülât-ı î'zâm'ın
(valilerin) İdâre-İ eyâlet hakkında balâ'(yukarı) da beyan olunan (bildirilen) vezâif-i muay
yenlerinin aynı olmakla ol veçhile temşİyet-İ mesâlih'e (işlerin yürütülmesine) devam ve
ikdam edecekler'tgayret gösterecekler) dir.
Madde 28. — Sancak K a y m a k a m ' lan İdaresine memur oldukları lîvâ dâhilinde kavânîn (ka
nunlar) ve nİıâmat (tüzükler) ve evâmîr (emirler) ve tenbihât-ı Devlet-İ Aliyye'yİ icrâ'ya
memur ve sancak'ları dâhilinde bulunan memurin (memurlar) haklarında nüfuzları câri olup
ancak kendileri dahî mensup oldukları eyâlat valilerinin maiyyetlerine memur olmaları İle
vülât-ı ı'zâm taraflarından aldıkları evâmir (emirleri) ve isâratı (ikazları) dahî tamamiyle
İcraya mü*âraat ve husûsat-ı İâzİmede müşârünileyhİm'e müracaat etmeleri levâzım-ı me'-
muriyetler*inden'(görevlerjnin gereklerinden) dir.
Madde* Û7. — Kazâ'nın (İlce) kâffe-1 umur'u (bütün işleri) mülkiye ve mâliye ve zaptiye ve sâiresi
müdür bulunan zat'a muhavvel olduğundan k a z a m ü d ü r l e r i ' nin esâs-ı memu
riyet ve hulâsa-i vazife-i zimmetleri me'mur oldukları kazâ'lar dâhilinde evvelâ emr-i zabt u
rabt'ın tamamiyle icrası İle asayiş ve emniyyet kaziyye-i mühimmesinin muhafazası ve sani
yen re's-i kazâ'da (ilce'nin en büyük âmiri olarak) rÛyet (bakılacak) ve tesviye olunacaJc
(Devamı 37. sf. Dip Notu'nda)
36
l a n a n k a n u n ve yönetmeliklerin- K a n u n l a r Dâiresinden (Divân-ı H ü m â y u n Kale
m i n d e n ) ve şâir icâbeden yerlerden ç ı k a r t t ı n l m a s ı ve öğrencilerin seçme sınavla
rının ve ders yılı içindeki sınavlarının esasları ve bu maksat için d e r s okutan öğ
r e t m e n l e r e verilecek m a a ş ve okul giderlerinin- m i k t a r ı ve bu işle ilgili diğer hu
susların madde, m a d d e müzakeresi yapılarak k a r a r a bağlanıp Sadrazamlığa su
nulması için Maarif Meclisine (şimdi Bakanlıklardaki Tetkik Kurulları veya Millî
Eğitim Bakanlığındaki Tâlim Terbiye Kurulu yerine geçen kurul) havalesi ve bir
de bâzı kazalar müdürlüklerinin maaşı pek az olduğu ve böyle az m a a ş l a Hüküme
tin n a m u s u n u koruyabilecek ve rüşvet almayacak, hırsızlık yapmayacak m e m u r
b u l u p taşraya gönderilmesi güç bir iş olarak görüldüğü cihetle söz konusu maaş
giderlerinin Hazine'ye (Bütçeye) yük olmayacak şekilde ayarlanması çâreleri üze
rinde durulması gereken önemli bir mesele olduğundan k a r a r l a ş t ı r ı l a n işlerin Pâ
dişâhımızın Onay'x ile gerçekleştiği takdirde, h e r kazâ'nın genişlik ve Başkent'e
olan uzaklığına ve önem, büyüklüğüne göre sınıflandırılması veya b a ş k a b i r sis
temle uygun ve elverişli b i r hal çâresi ıbulunup m a a ş l a r ı n zamlı olarak ödenmesi
uygun görülürse onaylanması ve sözü geçen OKUL için uygun bir yer bulunması
için emirleri Sadrazamlık yüksek M a k a m ı n a takdiri kendilerine âit olmak üzere
sunulur. 8 R a m a z a n 1274 (= 27 Nisan 1958)"
3/
dâir Meclis-i Âlî-i Tanzimat'dan yazılmış olan b i r kıt'a m a z b a t a geçen gece akdo-
lıınan Encümen-i Mahsus-i Meşveret'de kıraat olunarak olbabda cereyan eden
m ü z â k e r â t m neticesinde: tafsilden m ü s t a ğ n i olduğu üzere idâre-i mülkiyye ve ni-
zâmât-ı mevcûdenin hüsn-i icrası ve me'muriyet-i m a t i û b e n i n vücuda getirilmesi
vasıta-i icraat olan m e m u r i n i n ehil ü e r b a b b u l u n m a l a r ı n a m u h t a ç olduğu halde
şâir hidmetlerin m a h s u s birer tarîki bulunduğu gibi eâzun-ı devletten olan idâre-i
mülkiyye m e ' m u r l a r ı için müstakil b i r tarîk o l m a m a s ı cihetiyle nâehil bir t a k ı m
adamların kaymakamlık ve m ü d ü r l ü k memuriyetlerine gönderilmeleri ve pek ço
ğunun adem-i liyâkatmdan nâşi evâmir-i devleti bile layıkiyle a n h y a m a m a l a r ı arzu
olunan şeylerin husulüne kaviyyen m â n i ' o l m a k t a idüğü m ü n k e r değildir ve ihlâl-i
idare ve mesâlihe ve envâ-ı müşkilâ t ikama sebep olan şu yolsuz hâlin dahi... hüsn-i
surete ifrâğıyle mesâlih-i devletin r u h u mesabesinde olan bu nevi' m e ' m u r i y e t l e r d e
liyakat-ı sahihe eshâbı b u l u n d u r u l m a s ı Devletçe ve Memleketçe ne derecede ehem
ve elzem olduğu umûr-i mâ'lûmedendir. Şu hâl-i muzîrin indifâı ise böyle me'muri-
yetler için dahî müstakil bir tarîk vaz'edilmesine mütevakkıf olup o l b a b d a mazba-
ta-i mezkûrede gösterilen tedbir veçhile Aklâm-ı Ş a h a n e d e b u l u n a n ketebeden ve
taleb-i u l û m ' d a n ve t a ş r a d a b u l u n a n hânedan-zâdelerin m ü n â s i b l e r i n d e n yüz ka
dar nefer bil-intihab idâre-i umûr-i mülkiyece bilinmesi elzem olan ve mazbata-i
mer.kûmcde tâdâd olunan u l û m ü maârif ve elsine-i muktezîyenin b a n l a r a tâ'lim et
tirilerek içlerinden bil-imtihan, ehliyetleri sabit olanlar işbu m e m u r i y e t l e r e gön
derilmek ve bu sımfdan yetişmedikçe veyahud iktiza eden m a ' l û m a t ı h â r i ç t e tahsil
edüp de imtihan ile liyakati tebeyyün etmedikçe her k i m olursa olsun bu hidmet*
lerde istihdam ettirilmemek suretinin kaaide ittihâzı m a t l a b a vusul için en iyi
tarik olduğundan veya... böyle nübüîyye rabıtalû a d a m l a r yetişip de şu kaaide-i ha-
senenin icraatına başlanıldığı halde mâlûmat-ı mukteziyeden behresi olmayanlar
böyle memuriyetleri talepten bittabi' içtinâp ederek Devlet ve Memleket bissuhü-
le şu uygunsuziukttan halâs olacağı emr-i meczum olduğundan ve eğerçi el-hâlet'ü
hâzini k a y m a k a m ve m ü d ü r l e r e verilmekte olan maaşlarla böyle rabıtalû memur-
38
lar gönderilmesi kaabil olamıyacağma nazaran şu usûle göre vaktiyle bu mâhiyele-
r i n zammı dalıi lâzım gelir ise de b u n u n gibi ıslâhat-ı sahiha ve cesîme için verile
cek akçeden çekinilmek lâzım gelmiyeceğinden başka hakikaten işe yarıyacak
tnetavurlar kullanıldığı halde vâridât-ı m ü r e t t e b c n î n hüsn-i istihsâli ve irtikâbât'ü
telefât-ı cariyenin imhası misillû şeylerden Hâzine-î Celîle'nin dahî göreceği fe-
vâid-i kesîreye ııisbetle fazla verilecek akçenin hiç bir şey demek olacağı bedîhi idi-
günden bu kaidenin te'sisi pek m ü n â s i b g ö r ü n ü p fakat sûret-i icrasının esâsı Mec-
lis-i Maârif'de müzâkere o l u n m a k t a n ise Maâril'-i Umûmiye Nazırı Devletlû Paşa
Hazretleri dahî hazır olduğu halde ve yine Meclis-i Âlî-i Tanzimat/da bu alınması
lâzım gelen ş â k i r d â n m ne sıfatta bulunması ve kendilerine ne nevi şeyler okuttu-
rulması ve memuriyetlere nasıl çıkarılması h a k k ı n d a iktizâ edecek n i z a m n a m e ile
m e ' m u r olacak hocalara verilecek m a a ş ve mesârifin ve m ü n â s i b bir mahallin tâ
yin ve tahsisi hususlarının biletraf müzakeresiyle kararlaştırılarak nizâmı yohın-
da beyân olunması meyâne-i hüzzarda müttehideıı m ü n â s i p gibi tezekkür olunmuş
ise de husûsât-ı m e ş r u h a hakkında h e r ne veçhile... {emir) b a y r u l u r ise ifâ-i muk-
tezâ-i münîfine ibtidar olunacağı ve mıazbata-i m e r k û m e dekaayık mevfur-ı.... buy-
r u l m a k için arz ve t a k d i m kılındığı beyâniyle tezkere-i senâverî t e r î u m kılmdı
efendim. 24. N. 74 (24 Ramazan 1274 = 3 Mayıs 1858)
39
tesbit etmek üzere, Bizde ilk M a â r i f N a z ı r ı (Millî Eğitim Bakanı)
A b d u r r a h m a n S a m i Paşa' (10) nın d a katılmasıyla M e c l i s - i A l î - i
T a n z i m a t t e k r a r toplanıp aşağıdaki kararı almıştır:
"Kaymakamlık) ve M ü d ü r l ü k gibi umur-i mülkiyye'de m ü s t a h d e m olacak me'-
m u r l a r a m a h r e ç o l m a k üzere bir Mülkiye Mektebi teşkiliyle Aklâm-ı Şâhâne'de bu
lunan ketebenin ehliyethılarından ve talebenin mukaddemât-ı ulûmu görmüş
m ü s t e i d d a n ı n d a n m ü n â s i b m i k d a r zat bilimtihan intihab olunarak kendülerine
lüzumu m e r t e b e d e Fenn-i Târih ve Coğrafya ve H e s a p ve E k o n o m i Politik ve Ni-
zamât-ı Cedide ve Müâhedât-ı Saltanat-ı Senİyye o k u t t u r u l u p b u n l a r d a n kesb-İ is
tihkak edenlerin o misillû taşra memuriyetlerine tayiniyle açıktan ş u n u n b u n u n
k a y m a k a m ve m ü d ü r n a s b o l u n m a m a s ı ve ancak şimdiki hâlde kaza müdürlükleriy
le bâzı kaymakamlıkların muayyen olan m a a ş l a r ı arzu olunan suretle yetiştirilecek
olan m e ' m u r l a r ı n taayyüşüne gayr-i kâfi olduğuna ve böyle rabıtalû m e m u r l a r istih
d a m olunduğu hâlde Vâridat-ı Devlet telef ve serefden k u r t u l u p Hazine-i Celîle'ye
b i t t a b i ' menâfi' ve fevâidi olacağı cihetle bu bâbda zikrolunan m a a ş l a r a birer mik
d a r şey z a m m o l u n s a dahî b u n u n gibi islâhat-ı sahiha ve cesime için verilecek akça'
d a n çekinilmek lâzım gelmiyeceğine binâen bu m a d d e n i n münasibi veçhile tâdil
ve islâhı ve Maârif Nezâretiyle Meclis-i TanzimaUıa birleşilerek alınması lâzım ge
len ş â k i r d â m n ne sıfatta b u l u n m a s ı ve kendilerine ne nevi' şeyler okuttıırulması
ve m e ' m u r i y e t l e r e nasıl çıkarılması h a k k ı n d a iktizâ edecek N i z â m n â m e ile m e m u r
olacak hocalara verilecek m a a ş ve masarifin ve m ü n â s i b b i r mahallin tâ'yin ve
tahsisi hususları bil'müzâkere kararlaştırılarak arzolunması Meclis-i Tanzimat
ve Meclis-i Mahsus kararı üzerine müteallik ve şeref-sudûr buyrulan İrâde-i Seniy*
ye-i Hazret-i Pâdişâhı iktizây-ı celîlinden o l d u ğ u n d a n Nozâret-i müsârünileyhâ
ile birleşilerek evvelâ işbu Mektebin teşkilinin mevkufünaleyhi olan şâkird intihabı
ve ne o k u m a l a r ı lâzım geleceği ve tâ'yin-i mevkiiyle iktiza eden hocaların intihab
ve m a a ş l a r ı n ı n tesviyesi maddeleri m ü t a l â a ve tezekkür olunup ebhâs-ı kesîre cere
yanından sonra îttifâk-ı ârâ ile Mekteb-i mezbûr'un suret-i teşkil ve kavâid-i esâsi-
yesine dâir onbir bendi şamil kaleme a l m a n n i z â m n â m e leffen t a k d i m kılındı-
Mekteb-i m e z b û r u n tâyin-i mevki'i bahsine gelince: eğerçi m u k a d d e m a Dâıülfünûn'-
da birkaç oda tanzim ettirilerek orasının Mekteb ittihazı tasmin o l u n m u ş ve le-
d'el-keşf onbirbin bu k a d a r k u r u ş masrafla vücuda geleceği anlaşılmış ise de
m u a h h a r a n Ticârethane'dc m ü n â s i b bir m a h a l olduğu ve cüz'i bir masrafla t â ' m i r
( 9) 2. Abdülhamid Devri'ne kadar, Sadrâzam'lar yazdıkları resmî yazılar altına, genellikle imza almazlar; eski yazı
daki M (= mim) harfini imza yerine kullanırlardı. Halk arasında, m i m l e m e k deyiminin buradan gel
diği söylenmektedir.
(10) Rahmetli Hamdullah Suphi Tanrıöver'İn dedesi olup ilk Maârif Nâzırı'dır. 1795'de doğmuş, 1878de vefat etmiş
tir. Uzun yıllar Mısır'da Kavalalı Mehmed Ali Paşa'ya Kâtiplik (Genel Sekreterlik) yapmış; Frans&'da bulun
muştur. Bu bulunuş, Avrupa'da Milliyetçilik cereyanının geliştiği sıraya rastladığından kendisi de geniş Ölçüde
müteessir olmuştur. R u m u z ü l - H İ k e m (= Milletlerin Ahlâkı Hakkında- Remizli Hikmetler) adlı kita
bında, Avrupalı'ların m i l l i y e t ç i l i k sayesinde çok İlerlediklerini uzun uzadıya anlatır. Böylelikle,
Abdurrahman Sami Paşa, Türk Millîyetçiliği'nİn ilk fikriyatçılarından sayılmıştır.
Bak. : İsmail Habib; Edebî Yeniliğimiz; İstanbul Remzi Kıtabevi, 1936; 28. sf. ve Türk Meşhurlar Ansiklopedisi;
İbrahim Alâeddin Gövsa; 244. sf.
41
olunabileceği istihbar olunmağla keşfettirildikte binsekizyüz kuruş sarfiyle şim
dilik m a t l u b hâsıl olacağı tebeyyün etmiş olduğundan ve b u n d a h e m masrafça
ehveniyyet olup ve h e m de Maârif Nezâreti nezdinde bulunması dahî cümle-J
m u h a s s e n a t t a n b u l u n d u ğ u n d a n Darülfünun dâhilinde olan m a h a l d e n sarf-ı nazar
la burasının Mektep ittihaz olunması tensib kılınmıştır. Hocaların tâyin ve tavzifi
hususu dahî teemmül ve m ü t â l â a olundukta fünûn-ı mezkûrenin lâ'Iimi içün altı
nefer hocaya lüzum görünüp b u n l a r a m ü n â s ı b m i k d a r m a a ş tâyin o l u n m a s ı dahî
umur-ı tabüyye'den olduğuna ve melfuf pusulada m u h a r r e r ül-esâmi zevat f fümın-i
matlube-i m e ş r u h a ' n ı n tâ'limine m u k t e d i r o l d u k l a n misillû cümlesine tâ'yin olunan
m a a ş dahî şehriyye d ö r t b i n beşyüzelli k u r u ş d a n i b a r e t olarak bu m a d d e ise umur-i
m ü h i m m e ve nâfsa'dan ve inşaallahû Taâlâ sâye-i muvaffakiyetvâye-i Cenâb-ı Mülk-
dârî'de nice asâr-ı hayriyye ve muhassenât-ı adîdesi m e ' m u l olan h u s u s a t t a n olma
sına n a z a r a n maaş-ı m e z k û r istiksâr olunacak s u r e t t e olmadığına b i n a e n ol veçhile
tâ'yin ve tahsisi tensip kılınmış ve m ü d ü r l ü k l e r maaşının münâsibi veçhile tâ'dil ve
islâhı derdest-i tetkik ve m ü t a l â a olduğu misillû Nizamnâme-i m e z k û r d a gösteril
diği veçhile işbu şakırdan iki sene m i k d a r ı tâ'lim-i fünûn eyledikten s o n r a me'mu-
riyetlere çıkarılacağı cihetle ne yolda i m t i h a n o l u n m a l a r ı icâb edeceği ve ne s u r e t t e
me'muriyetlere tâyin olunacakları h a k k ı n d a yapılacak n i z a m dahi b u n d a n son
ra etrafiyie m ü t a l â a ve tetkik olunarak arz ve istizan olunacağı d e r k â r b u l u n m u ş
olmağla suver-i m e ş r u h a muvafık-ı İrâde-i Âliyye-i Sadâretpenâhîleri b u y r u l d u ğ u
halde Nizamnâme-i mezkûr ahkâmınca bu sene alınması lâzım gelen elli nefer
şakirdin m u k a d d e m a çend defa a k d o l u n a n Meclis-i İ m t i h a n ' d a ketebe ve talebe
ve sâireden intihab o h m a n yirmi, yirmibeş nefer m i k d a r ı efendilere ilâveten ik-
mâliyle Mekteb-i m e z b u r u n teşkili ve fünûn-i mezkûrenin suret-i t e d r i s ve tâlimi
ve Mekteb-i mezbur'un idâre-i dâhiliyyesi hakkında icâb eden kıaaide ile derslerin
suret-i t e d e r r ü s ü ve sırası ve vakt ü z a m a n l a r ı n a dâir lâzım gelen u s u l ü n dahi he
m e n tanzim ve tesviyesi hususlarının Maârif-î Umumiye Nezâret-i Behiyyesine ha
valesi iktizây-ı hâlden olmağla olbâbda e m r ü ferman Hazret-i Veliyyül-emr'indir.
2 1 . R- 75 (21 Rebî ül-Evvel 1275)
Bu karar'a g ö r e :
a) Kaymakamlık v e kaza Müdürlüğü gibi m ü l k i y e âmirleri, mal mü
dürlüğü gibi m â 1 i y e c i ' ier yetiştirmek üzere Me k t c b - i
M ü 1 k i y y e adıyla bir m e s l e k okulu açılacak;
42
b) Bu Okul'a, H ü k ü m e t Merkezi'ndeki Dâirelerde maaşsız veya çok az maaşlı
olarak çalışan ve yaşı otuz'u geçmemiş kâtipler'le, ilk öğrenimini görmüş
gençlerden seçme sınavım kazananlar alınacak;
c) B u n l a r m e z u n olunca tâyinleri yapılmadan bu m e m u r i y e t l e r e açıktan hiç
b i r kimse tâyin edilmeyecek;
ç) Okul'da Târih, Coğrafya, Hesap, Ekonomi Politik (11), Tanzimat Fermânı'n-
da bildirilen işler için hazırlanan ve yürürlüğe giren yeni k a n u n l a r (Ni-
zâmat-ı Cedide), Osmanlı Devletinin diğer Devletlerle yaptığı Andlaşma'lar
(Muâhedât-ı SaltanaM Seniyye) o k u t t u r u l a c a k ;
d) K a y m a k a m ve Müdürlerin m a a ş l a n ' n ı n geçimlerine yetmiyecek k a d a r az
oluşu, bunları rüşvet'e sevkettiği giıbi, görevlerini kötüye kullanıp Hazine'-
yi de büyük z a r a r l a r a s o k t u ğ u n d a n Mülkiye'den mezun olacakların maaşları
yükseltilecek;
e) Açılış'da 50 öğrenci kabul edilecektir.
Meclis-i Alî-i Tanzimat'ın hazırladığı ilk T ü z ü k (Nizâmnâme) de şu
esasları k a p s a m a k t a idi:
5. Madde — Memur olanlar seçme sınavsız, diğerleri sınav'la alınıp iyi hâl sahibi
ve m a h k û m olup olmadıkları s o r u ş t u r u l d u k t a n ve iyi s o n u ç alındık
tan sonra kayıt işlemleri t a m a m l a n a c a k t ı r .
44
10. Madde — Maârif Nezaretince tâyin edilecek bir m e m u r Okul'da t m l u n u p her
gün sözü geçen Nezârete imzalı v e m ü h ü r l ü d e v a m c e t v e -
1 i verecektir.
11. Madde — İki yıl sonundaki mezuniyet sınavlarında başarı gösterenler aldık
ları dereceye göre içişleri memuriyetlerine atanacaklar; başarı gös
teremeyenler ayni sınıfa b i r yıl d a h a devam edebileceklerdir.
45
h e r gün şâkirdan Mekteb-i mezbur'a gelip tâ'yin olunan dersleri t e d e r r ü s edecek
ve derslerden sonra istediği mahalle gitmeye mezun olacaktır.
M E C L İ S İ ÂLİ-İ TANZİMAT
(Mühür)
46
N i z â m n â m e ile tesbit edilen derslere göre, Maarif Nezâreti"nce öğretmenler
ve bunların alacakları aylık ücretlerde tâyin edilmiştir. Aşağıdaki B e 1 g e ' nin
incelenmesinden de anlaşılacağı gibi T ü z ü k ' de bildirilen derslerle Maarif
N e z â r e t r n i n kabul edip teklif ettiği dersler farklıdır. Eklenen dersler: Fıkh-ı Şerif
( İ s l â m Medenî H u k u k u ) , Usul-i Idâre-i Memâlik-i Mütemeddine (Medenî Memle
ketlerin î d â r e Usulleri), Usul-i Ahkâm-ı Ceza (Ceza ve Ceza Usulü H u k u k u ) , Ka-
vânin-i Ticâret ve bâ'zı Esas-ı MalûmaM Ticâriyye (Ticâret Kanunları ve bâzı
Ticarî Bilgiler), Kozmografî (Astronomi) olup devrine göre ileri b i r görüşle ko
nulduğu v e b a t ı e ğ i t i m s i s t e m i ' ne yaklaşılmaya çalışıldığı
a n l a ş ı l m a k t a d ı r . Aynı z a m a n d a bu derslerin pek çoğu, Türkiye'de ilk defa okutul
m a y a başlanan b i l i m d a l l a r ı ' dır.
Belge'ye göre :
"Mekteb-i Mülkiyye'ye Tâ'yin Buyrulacak H o c a l a r ı n (12) Esâmisi ile Okutacak
ları Dersleri ve Mikdar-ı Maaşlarını Mübeyyin (gösterir) Pusulıa'dır.
(12) Bu öğretmenlerin hâl tercümeleri için, 1, Cildin Müderrisler, Profesörler, Öğretim Görevlileri Kısmı'na bakınız.
Al
(1) Tevârih ve Kavânin ve Nizâmat ve Fıkh-ı Şerif; (Öğretmeni) Mustafa Ha
zım Efendi (maaşı) !500 Krş.
• • ••••* *»
"Atûfetlû Efendim Hazretleri,
K a y m a k a m l ı k ve Müdürlük gibi umur-i mülkiyyede m ü s t a h d e m olacak me
m u r l a r a m a h r e ç olmak üzere bir Mülkiye Mektebi teşkiliyle Aklâm-ı Şâhâne'de bu
lunan ketebenin ehliyetlularmdan ve talebenin m u k a d d e m a uluııııı görmüş ve
m ü s t e i d d a n m d a n m ü n â s i b m i k d a r zat bilimtihan intihab olunarak kendülerine lü
zumu m e r t e b e d e Fenn-i Târih ve Coğrafya ve Hesab ve E k o n o m i Politik ve Niza-
mât-ı Cedide ve Muâhedât-ı Saltanat-ı Seniyye o k u t t u r u l u p bunlardan kesb-i istih
kak edenlerin o misillû taşra memuriyetlerine tâ'yiniyle açıkdan şunun b u n u n Kay
m a k a m ve M ü d ü r ııasbolunmaması h a k k m d a ittihazı icâb öden usul ve nizâmın
biletraf müzâkeresi bâ İrâde-i Seniyye, Mecüs-i Alî-i Tanzimat'a havale o l u n m u ş t u .
01 bâbda kaleme a l m a n N i z â m n â m e ve Mazbata melfuf pusula ile manzur-i
n:ealî-mevfûr-ı Cenâb-ı Şeyhinşahî b u y r u l m a k üzere arz ve t a k d i m olundu. Mazba-
ta-i m e r k u m e mealinden müstefad olduğu veçhile evvelâ işbu Mektebin teşkilinin
mevkûfün-aleyhi olan ş â k i r d â n intihabı ve ne okumaları lâzım geleceği ve tâ'yin-i
mevkiiyle hocaların intihab ve maaşlarının tesviyesi maddesi olup m u k a d d e m a
Darülfünunda birkaç oda tanzim ettirilerek orasının Mekteb ittihazı t a s m i m olun
m u ş ise de m u a h h a r e n Ticârethane'de b u l u n m u ş olan mahallin c ü z i masrafla tes
viyesi m ü m k i n olacağından ve Maârif Nezâreti nezdinde b u l u n m a s ı dahî cümle-i
m u h a s s e n a t t a n b u l u n d u ğ u n d a n orasının Mekteb ittihaz olunması ve Mekteb-i mez
k û r d a okunaoak fünûn içün altı nefer hocaya lüzum görülüp mezkûr pusulada in
tihab olunan zevata şehriyye tahsisi gösterilen d ö r t b i n beşyüz kuruş m a a ş istiksar
olunacak s u r e t t e olmadığından mumaileyhimin ol m i k d a r maaşlarla hoca tâyini
ve Nizamnâme-i m e z k û r a h k â m ı n c a bu sene alnıması lâzım gelen elli nefer şâkir-
d'in m u k a d d e m a akdolunan Mecâlis-i İ m t i h a n d a ketebe ve talebeden ve şâir mü
nâsib olanlardan intihab olunan efendilere ilâveten ikmaliyle Mekteb-i mezburun
teşkili ve fünûn-ı m u h a r r e r e n i n suret-3 tedrisi ve tâ'limi ve Mektebin idâre-i dâ-
hiliyyesi h a k k ı n d a lâzım gelen usulün dahî hemıan tanzim ve tesviyesi h u s u s u n u n
Maârif-i Umumiye Nezâret-i Behiyyesine havalesi tezekkür kılınmış ise de ol bab-
da h e r ne veçhile e m r ü ferman-ı Hazret-i Padişah! müteallik ve şeref s ü n û h buy-
rulur ise o n a göre hareket olunacağı beyaniyle teaJdre-i senaverî terkimine ibtidar
olundu efendim. 2 Cumâd al-Âhir 75 (-— 6 Ocak 1859)
M.
(Saûrâzam)
Ma'ruz-ı Çâker-i Kemîneleridir k i ;
Enâmil pîray-ı tâ'zim olan işbu Tezkire-i Sâmiye-i Sadâretpenâhîleriyle evrak-ı
m a ' r u z a menzûr-ı şevket-mevfur-ı Hıazret-i Şâhâne b u y r ı ü m u ş ve hususât-ı mezkû-
renin tezekkür ve istizan buyruiduğu veçhile iktizalarının icrası müteallik ve şe-
ref-sudûr buyrulan e m r ü İrâde-i Seniyye-i Cenâb-ı Pâdişâhı muktazay-i münifîn-
d e n olarak evrak-ı m e r k u ı n e yine savb-ı savabnumâ-i Âsafîlerine iade k ı l m m ı ş ol-
mağla ol bâbdıa e m r ü ferman Hazret-i Veliyy ül-emr'indir.
2 Cumâd al-Âhir 75. (= 6 Ocak 1859)"
•
49
Okul için, önce Darülfünun (Üniversite) (13) binasında bir oda ayrılma
sı d ü ş ü n ü l m ü ş ; ".... Mâliye .Mazın Devletlû (Saffeti) Paşa Hazretlerinin manzur-i
âlî-i Cenâb-ı Pâdişâhı buyrulmak üzere arz ve t a k d i m kılman bir kıt'a tezkiresiyle
melfuf keşf defteri meallerinden m ü s t e b a n olduğu veçhile, umur-i mülkiyye'ce bi
linmesi elzem olan u l û m ve maârifin tahsili içün intihab olunacak efendi' (öğrenci)
lere Darülfünun ebniyesi'nde («binasında) muallimhâne (okul binası) ittihaz edile
cek oda'Iarın tanzim ve tesviyesi (onarılması ve düzene konulması) masarifi (gi
deri) olan on iki bin yedi yüz elli k u r u ş u n Hazine-i Celîle'den...." verilmesi izni
alınmış ise d e sonra, hem b u paranın fazlalığı h e m " T i c a r e t h a n e ' (14)
de b u l u n m u ş olan mahallin (yerin) cüz'i masrafla tesviyesi (onarılması) m ü m k ü n
olacağından ve Maârif Nezâreti nezdinde bulunması dahî cümie-i m u h a s s e n a t ' d a n
(faydadan) b u l u n d u ğ u n d a n " T i c â r e t h â n e ' de bir kısım y e r O k u l
için ayrılmıştır.
50
b u l u n a n ketebenin ehliyetlûlarından ve talebenin mukaddemat-ı u l û m u görmüş
m ü s t e i d d a n ı n d a n m ü n â s i p m i k d a r zat bilintihab alınarak kendulerine lüzum-u
m e r t e b e d e Fenn-i T â r i h ve Coğrafya ve Hesab ve E k o n o m i Poütik ve Nizâmât-ı
Cedide ve Muahedât-ı Saltanat-ı Seniyye o k u t t u r u l u p b u n l a r d a n kesb-i istihkak
edenlerin o ınisillû taşra memıuiyetlerine tayiniyle açıktan şunun, b u n u n k a y m a k a m
ve m ü d ü r n a s b o l u n m a m a s ı h a k k ı n d a ittihâzı icâbeden usul ve nizam Meclis-i Âli-i
Tanzimat'da bilet raf m ü z â k e r e "e mütâlea olunarak ol b a b d a bir kıt'a N i z â m n â m e
kaleme alınmış ve işbu teşkil olunacak Mekteb için m u a h h a r e n Ticârethâne'de
b u l u n a n m a h a l tesviye ve tanzim olunarak okunacak fünûn için lüzum olan hoca
lar dahî intihab ve tâyin kılınmış olduğundan nizamnâme-i m e z k û r a h k â m ı n c a bu
sene alınması lâzcmgelen şâkirdânın tertib ve ikmâliyle Mekteb-i m e z k û r u n teşkili
ve fünûn-i m u h a r r e r e n i n sûret-i tedris ve t a l i m i ve Mektebin idâre-i dâhiliyesi hak
kında Iâzımgelen usulün dahî hemen tanzim ve tesviyesi hususu müteallik ve şe-
refsünuh buyrulan İrâde-i Seniye-i Hazret-i Pâdişâhı icâbı olmak üzere Maârif-i
Umûmiye Nezâret-i Behiyyesine havale o l u n m u ş t u r . "
51
V
sûle gelmesine sarf-ı nakdîne-i dikkat eylemesi elzem olarak bir çok icrâat-ı nâfia
bil-îcâb te'hir o l u n m u ş idi. Hamdolsun, cemi' halk'ın efkârı bu hengâmdıa Hükû-
met-i Devlet-i Âlîye'nin gayret ve hüsn-i nîyyetîne m e d e d k â r olduğundan artık
umur-i mülkiyye'yi derece-i matlubeye vâsıl ve iysâi etmek üzere m a h s u s me'mur-
lar yetiştirmenin vakt ü zemanı gelmiş olmağın geçenlerde i'Iân kılındığı üzre
bir Mefct e b - i M ü l k i y y e ' nin dahî küşad'ına İrâde-i Seniyye-i
H a z r e t - i P â d i ş â h ı müteallak v e şeref-südûr buyrulup Mekteb-i mez
kûrdan m u r a d ı âlî ne olduğu zır'de d e r e eylediğimiz fihrist-i dersi m ü t a l a a s m d a n
münfehim olacağından bu bab'da başka türlü tâ'ril'e hacet kalmayıp yalnız Mekteb-i
mezkûr'un feth ve küşad olunduğa geçen Cumartesi günü Maârif-i Umûmiyye
Nezâreti Vekili Saadetlû Hayrullah Efendi'nin irâd ettikleri mutk-i resmî'yi dere
ile iktifa o k u t m u ş t u r .
Nutk-i Resmî Sûreti'dir
Cenâb-ı Hak, eyyâm-ı Ömr-i şevket-i Hazret-i Şeyhinşâhî'yi (Pâdişâhın ö m r ü n ü )
efzûn buyursun. Mecmu' ( b ü t ü n ) tebaa ve bendegân-ı Şahaneleri h a k k ı n d a bideriğ
ve erzan buyrulan m e r h a m e t ve şefkat-ı âlîye-i lülûkâne-i asarı. Seniyyesinden
olarak izâle-i cehl-i â m m e içün şimdiye k a d a r bunca n u k u d ve h i m m e t sarf ve ibza-
liyle Dersaadet ve taşralarda mekâtib-i rüşdiyye'ler küşad olunup etfâl-i ibâd'uı ne
suretle hüsn-i terbiyelerine h i m m e t b u y r u l m a k t a olduğu müstagnî-i beyandır. İşte
bu n i m e t i celîleye b i r ilâve-i nâfia olmak ve bi-tevfik-i taâla b u n d a n böyle umur-i
mülkiyye hizmetlerinde müstahdem olacak bendegâna mahreç ittihaz olunmak
üzere bugün küşad'ına mazhariyyetle müftehir olduğumuz işbu Mülkiyye Mekte-
bi'nden dolayı dahî farîza-i zimmetimiz olan daavıat-ı hayriyyet âyat-ı Hazret-i Hi-
lâfetpenâhîyi (16) ez ser-i nev tizkâr ile edây-ı ş ü k r ve m a h m e d e t ' e i'btidar olunur.
(16) Devrinin çok k a r ı ş ı k d u r u m u n a , Devlet'in ayrıca mâlî b u n a l ı m i ç i n d e olmasına rağmen Türk M İ t l e t i ' n e Mülkiye
adlı çok hayırlı i r f a n müessesesini armağan eden Sultan A b d ü l m e c i d ' İ n h a y a t h i k â y e s i n i buradfi
kısaca anlatmayı, M ü l k i y e l i l e r ' İ n kendisine olan d u y g u l a r ı n ı n ifâdesi olarak görev saydım:
Y ı l d ı r ı m Beyazıt'ın şehzadelerinden Süleyman ve Musa Çelebilerin hükümdarlıkları
hesaba katılmamak ş a r t i y l e , Osmanlı Pâdişâhlarının otuz b i r i n c i s i , İstanbul Şehrinde
Fâtih'den sonra Saltanat sürmüş olanlarının yirmi beşincisi, Osmanojullarındsn
gelme H a l i f e l e r i n de- y i r m i üçüncü'südür. I I . M a h m u d ' u n Büyük O ğ l u , Sultan Aziz'in Ağabeyi o l u p 25 Nisan 1823
( = 1 3 Şaban 1238) Cuma günü İstanbul'da Topkapı Sarayında dünyaya g e l d i . Anası Mahmud-t A d l î ' n İ n K a d ı n -
e f e n d i ' lerinden Bezm-i  l e m Valide S u l t a n ' d ı r . İki yaşında V e I i a h d ve Babası Sult&n Mah
m u d ' u n 30 Haziran 1839 Pazar Gecesi ö l ü m ü üzerine 1 Temmuz 1839 Pazartesi g ü n ü , 17 yaşının i ç i n d e iken,
Taht'a ç ı k m ı ş ; 22 y ı l , 7 ay, 14 gün Pâdişâh'lık yaptıktan sonra 25 Haziran 1861 Salı günü Dolmabahçe Sarayı'n-
da Verem'den Hak'kın rahmetine kavuşmuştur. Mezarı Sultan Selim C a m i ' i n d e d i r .
52
rafından irâe ve tedris olunacak ulûır. ve fümın'u sür'at ve kemâl-i gayretle tahsil
ile sayemi füyuzat - vâye-i Hazret-i Mülûkâne'de nâil-i m e r a m olmağa leyi ü nehar
(gece ve gündüz) ceht ü i h t i m a m ederek inşâ-Allah-u Tealâ kesb-i kemâl eylediğini
z i mübeyyin hasb el-usûl Ş a h a d e t n a m e (diploma) alındıktan sonra
m e ' m u r olacağınız m a h a l l e r d e dahî dilhah-ı âlî ve matlub-i celâi-i Hazret-i Pâdişâh!
veçhile vedîa-i Bari olan ehali ve tebaa haklarında h e r s u r e t t e bast-ı cenâh-ı re'fet
ü adalet i d ü p herhalde cümlenizden m e ' m u l ve m u n t a z a r (umulan ve beklenen)
o l d u ğ a üzre ibrâz-a meâsir-i hamiyyet ü fütüvvetkârî'ye sarf-ı mâhâsal-ı iktidar ile
beyn el-akran m ü m t a z ve m ü ş â r ü n b i l b e n a n ( p a r m a k l a gösterilir) olmanızı hasb
el-insâniye emel ve arzu e t m e k t e olduğumu dahî şimdiden herbirinize beyân et
mekle kesb-i iftihar eylerim
Batı kaynaklarında bile, i'tidâlinden, adalet ve merhametinden, ıslahatçılığından ve bilhassa Halk'a karşı
sonsuz şefkatinden dolayı bütün Avrupa'nın saygısını kazandığı yazılıdır. Beş yıl özel hekimliğini yapmış olan
Avusturyalı Doktor Ş i p i t s e r , Hâtırat'ında:
" Devlet idaresinde gayet uzak görüşlü, İdareli, hayırhahtır; zulüm elinden gelmez; çok merhametlidir.."
demektedir.
Çocuk sayısı bakımından Abdülmecid, Osmanlı pâdişâhları İçinde I I I . Murad'dan sonra ikinci gelmektedir. 17'si
erkek, 22'si kız olmak üzere 39 evlât babasıdır. Osmanlı Pâdişâhları arasında evlâtlarının Taht'a çıkması yönün
den de Abdülmecid birinci gelmektedir. V. Murad, I I . Abdülhamid, V. Mehmed Reşat ve V I . Mehmed Vahdeddin
olmak üzere sırasiyle dört evlâdı Taht'a çıkmıştır.
Bak. : 1 — İzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi, İsmail Hami Dânişmend; İstanbul, 1955; 4. C; 121. ve 196. sf.
2 — Yüzellİ Yılın Türk Meşhurları Ansiklopedisi; Nâhit Sırrı Örik; İstanbul, 2. Fasikül, 52. - 56. sf.
3 — Osmanlı Pâdişâhları; Vasfi Mahir Kocatürk; Ankara, 1954; 211. - 218. sf.
53
ve tununu tahsile vakit ve zemanıyla teşebbüs ve gayret eylemeleri lâzime'den idü-
ğünün bilcümle ahâli'ye ve bendegân ve me'murîn-i devlet'e ihtarât-ı lâzime ve ten-
bihat-ı muktaziyye'yi mutazammm kâffe-i vülât-ı izam ve me'murîn-i kiram haze-
râtma evânıir-nâme-i sâmî tastir buyrulacağı dahî istimâ' olunmuşdur (işitilmiş-
tir) (17)".
Yukarda belirtilen derslerin hepsinin, her ne sebepdense, okutulmadığı, ilerde
i l k m e z u n l a r b ö l ü m ü ' nde görülecek; kuruluş'a esas olan T ü -
z ü k ' deki derslerle, bitirme sınavı'ndaki derslerin birbirine uymadığı anlaşıla
caktır. Nitekim, okutulup öğretilenlerin yeterli olmadığı kısa zamanda anlaşılmış
ileriki yıllarda o k u l dört yıla çıkarılınca dersler de artırılmış; yeterli hâle
getirilmiştir.
Açılış'dan kısa bir süre sonra, 1 Şaban 1275 ( = 6 Mart 1859) de, Okul'un öğre
tim kadrosu'nda ilk değişiklik olmuş; ".... teşkil olunan Mekteb-i Mülklyye'de şeh-
rîyye (aylık) yedi yüz elli kuruş ile Fenn-i Kitabet ve İnşâ Hocası tâyin kılman
Nuri Efendi'nin Selânik'e azimet etmesi (gitmesi) cihetiyle yerine Mektubî-i Sadâ
ret Hülefâsı'ndan (Sadrazamlık Yazı işleri Kalemi Şeflerinden) Tevfik Bey'in nas
bi (atanması) hususuna dâir Maârif-i Umumiye Nezâreti Vekili Saâdetlu (Hayrul-
lah) Efendi (18) Hazretlerinin bir kıt'a tezkeresi manzur-i Âlî buyrulmak İçün arz
ve takdim kılınmış...." tır (19).
Derslerdin önem ve çokluğu, iki nokta ile karşı karşıya kalmamıza yol açmak
tadır :
Bunlardan ilki, üçde ikisi Memleketimiz'de yeni okutulmaya başlanan Ekonomi
Politik, İstatistik, Ceza ve îdâre Hukuku gibi derslerin köklü bir ön eğitim gör
memiş öğrenciler tarafından nasıl hazmedilip kavranabileceği meselesidir.
Daha ıbaşlangıç'da Mülkiye'ye, orta öğretim müesseselerinin en iyi yetişmiş
gençlerinin seçme sınavı ile alınması ilkesi'nin kabulü bu i m k â n- s ı z ' ı
54
o l u m l u hâle getirmiş; Mülkiyeli'nin hayat'a atıldıktan sonra âmme hizmet
lerindeki b a ş a r ı s T m sağlam temel üzerine oturtmuştur.
ikinci nokta'yı kapsayan, iki y ı 1 1 ık öğrenim süresi'nin- yeterli
olmadığı kısa zaman sonra anlaşılmış ve ilerde daha geniş şekilde ele alacağımız
gibi, Açılıştlan sekiz yıl sonra 1867'de bu süre dört yıla çıkarılmıştır.
etraflıca göreceğimiz g i b i , 2. A b d ü l h a m i d ' i n , i l k Meclis-İ Meb'usan-ı açış nutkunun Mektebe ait kısmında
" m e v c u t M ü l k i y e Mektebini Hazine-i Hassa'mdan tahsisat ayırarak daha faydalı şekle îfrâğ i ç i n tevsî edece
ğ i m ; burasını âlî b i r mektep hâline g e t i r e c e ğ i m . " sözleri i l e M e k t e b i n 1877 (1293) den önce de varolduğu
çok açık şekilde anlaşılmaktadır.
Bu u y a r m a m . Fakülte y ö n e t i c i l e r i , ö z e l l i k l e o zaman Dekan olan Sayın Prof. Bedri Gürsoy tarafından titiz
l i k l e ele a l ı n d ı . 1955 Kasım ayı İçinde, konu ile i l g i l i olarak, S. B. F. Dekanlığından aşağıdaki mektubu al-
aldım-
(Devamt 56. sf. Dip NoHı'nda)
55
-
" N u m a r a Re's
201
Makaam-ı Muallây-ı Cenâb-ı Sadâret-i Uzmâ'ya,
Mâ'ruz-ı Çâker-i Kemîneleridir kî;
Cenâb-ı H a k ö m r ü ikbâl ü iclâl-i Hazret-i Şâhâne'yi firâvan ve bâis-i hayat-ı
mülk ü millet olan Cenâb-ı Re'fet ü mâ'delet-i Hazret-i Mülûkânesinde b ü t ü n ahâli
ve teb'ayı mâdâmezzeiman sâyebân buyursun, âmin. Semere-i müstakille-i inâyet-i
âlîye-i Vekâletpenâhîleriyle bu Memlekette şimdiye değin mevki-i fiTi h u s u l e gel
miş olan İslâhat ve hasenata lahika ve mâ'ınuriyet ve medeniyetin cümle-i cemile
ve belki esbâb-ı mükemmilesinden olup hasb'es-sin zeman-ı tahsilleri geçmiş ol
m a s ı n d a n dolayı m a h r u m kaldıklıan ni'met-i cezile-i ilm ü meârif'den Vilâyet Ka
leminde m ü s t a h d e m efendiler kullarına dahî medâr-ı zâika o l m a k ve led'el-hâce
ilerûda derece-i tahsU ve ehliyetlerine göre b u n l a r hidemât-i mütenevvra-i Vilâyette
istihdam ile mükâfatlandırılmak üzere sâye-i muvaffakiyetvâyö-i Hazret-i Mülkdâ-
rî'de Sabah Mekteoi nâmiyle bir dershâne-i a k l â m açılarak şimdilik hiç birimizin
mekân-ı münâsibi olmadığından bu Mektep içim dahî Meclis /.onanına k a d a r bu
lunulmak üzre Meclis-i Temyiz H u k u k Odası m u v a k k a t e n tahsis kılınarak emr-i
tedrislerine başlattırılmış ve b u n u n asâr-i teveccühât-ı muvaffakiyet gayât-ı Haz
ret-i Vekâletpenâhîleriyle Memleketçe pek çok menâfi' ve fevâidi görüleceği me'mul-i
akvâ b u l u n m u ş ve bu Mekteb için verilen Tâ'limat-i Nizamiye ile tâ'yin edilen ho
caların esâmisini mübeyyin pusulası manzur-i h i k m e t nüşûr-i Vekâletpenâhileri
buyrulmak üzere leffen t a k d i m kıluunış olmağla arz-ı hâle ve parası île istemiş ol-
duğıımuz k i t a p l a r maddesi dahî Meârif Nezâret-i Celîlesine iş'ar kılındığının im-
bâsı'na cür'et edildi. Her halde ferman ve ihsan Hazıiet-i Veliyyül-emr'indir.
4 Zilkaade ve 9 M a r t 1282
An Saray Bende
Vâli-i Vilâyet-i Bosna
Şerif O s m a n (Paşa)
(Mühür)
" T.C.
ANKARA ÜNIVERSITESI
SIYASAL BILGILER FAKÜLTESI
DEKANLıĞı
Sayı: 502 14 KASIM 1955
03159
Sayın A l i Çankaya
Dekan
Prof. Bedri Gürsoy
56
teklifini yaptı.
Söz konusu teklif, M e c I i s - i V a 1 â ' ya havale edildi; müzâkere'si
yapıldıktan s o n r a :
57
-açık bulunacağı anlaşılmış ve muallimleri müsteîddan-ı me'murin-i mahalliye'den
intihab ve tâ'yin kılınmış olduğu misillû k ü t ü b ü resâil-i m u k t a z i y e n i n talebe-i
mumaileyhim taraflarından tedârik ve m u b a y a a olunacağı dahî gösterilmiş olup
sâye-i meârifvâye-i Hazret-i Şâhâne'de terbiyet-i u m u m i y e kaziyye-i m u t e n a s ı n a
müteferri' esbab ü vesâilin de her cihetince müsâade-i Seniyye'ye şayan buyrulagel-
diği misillû vilâyetlerin teşkilât-ı cedidesi sırasında tâ'mim-i envâr-ı m e â r i f e m e d a r
olacak ve her sınıf içün menâfi-i mahsusayı istilzam eyleyecek asarın fi'iTe ve mey
dana getirilmesi d a h i umur-i mültezemeden b u l u n d u ğ u n a n a z a r a n m e z k û r dershane
nin küşâdı ketebe-i m ü s t a h d e m e n i n iktisab-ı m a l û m a t ve meârif eylemelerine ve bu
hâl ise â t i d e hizmetlerinden istifâdeye delâlet eyliyeceği cihetle pek hayırlı ve mü-
n â s î b görünüp tâlimat-ı mersulenin medlul ve a h k â m ı dahî muvafık-ı m a s l a h a t ol
duğundan tahsin-i keyfiyetle b e r a b e r icrây-ı m u k t e z a s m a me'zuniyeti ş â m i l Vali-i
Müşarünileyhe cevapnâme-i sâmî tastiri ve Dershane-i m e z k û r için e s m a m ( ü c r e t i )
o r a c a tesviye kılınmak üzre ba'zı k ü t ü b ve resâil ve h a r i t a taleb o l u n d u ğ u Meârif-i
Umumiye Nezâret-i Behiyyesi tarafından batezkire iş'ar k ı ü n m a ğ l a ve b u n l a r m
bir an evvel tedârik ve irsali lâzimeden bulunmağla h e m a n m u b a y a a ve irsal olun
masının dahi Nezâret-i müşarünileyhâya tavsiyesi tezekkür kılındı ise de olbâbda
enir ü ferman Hazret-î Men leh'ül-emr'lndir.
21) 7 CumâcJ a!-Âhire 1281 ( = 7 Kasım 1864) Salı günü Kanunlaşan, İdare ve Diplomasî T â r i h i m i z i ç i n çok ö n e m l i
b i r aşama olan " T e ş k i l - i Vilâyat N i z a m n a m e s i " n i n i l k uygulanmasını t e ş k i l eden T u n a V i l â y e t i Si-
lİstre, Vîdin, Niş, Sofya Eyâletlerinden meydana g e l m i ş o l u p Merkez'i Bosna Şehri idi.
58
"DÂİRE-İ VİLAYETDE SABAH M E K T E B İ NÂMİYLE KÜŞAD OLUNAN
M E K T E B E ALINACAK E F E N D İ L E R İ N İNTİHABINA VE M E K T E B İ MEZKÛRDA
TEALLÜM VE TEDERRÜS OLUNACAK D E R S L E R E VE SAİR
MUAMELÂTA DÂİR TALİMATTIR.
59
bir lede'l i m t i h a n hocaların i m z a l a n ile ş a h a d e t n a m e aldıktan ve Meclis-i îdâre-î
Vilâyet'ce dahî şahadetnamesi tasdik o l u n d u k t a n sonra Vilâyeti bâ'zı gayrı müste-
h a k m e m u r istihdamından vareste edecekleri cihetle inşâallah'ül-kerim sâye-i mu-
vaffakiyetvaye-i Hazret-i Şahanede kendûleri me'mullerinden ziyâde mazhar-ı mü
kâfat olacaklarından herkesçe pek çok heves ve arzular vuku bulacağından yâ'ni
ilerusu için hiç bir gûna teşvik ü tergibe asla hacet görülemiyeceğinden iştibah
(şüphe) yoğ ise de şimdi bu iki sene m ü d d e t t e dahî devamda kayıtsızlık gösteren
leri cebren devam ettirmeye Vilâyetin hiç borcu olmayıp Rabbımız Tealâ ve Te-
k a d d e s Hazretleri ulûm-i kâinat zîver-i dibâce-i t a b a k a a t oldukça ö m r ü ikbal ü ic-
tâl-i Mülûkânesi efzun buyrulsun; Velîni'met-i bûninnetimiz Pâdişâhımız Efendimİ2
Hasretlerinin semere-i müstekille-i m e r h a m e t ve avâtıf-i âliyyeleri âsar-ı mukadde-
sesiyle dâire-i Vilâyet m e m u r l a r ı n ı n bu suretle meccânen arzeyledikleri işbu hide-
mât-i tedrlsiyyenin derece-i ş ü k r ü kıymetini t a k d i r e t m e y ü p de d e v a m d a k u s u r
eden şâkirdânın ismi Ceride-i Mektepten derhal terkin olunacaktır.
60
5 Şevval 1285 (= 19 Mart 1869) günlü Takvim-i Vekaayi'deki Bildiri'den Okul'-
un çalışmalarına devam ettiğini öğreniyoruz:
H^y'et-i T â l i m i y y e Maaşları
61
Kuruş'ları b u günkü p a r a d e ğ e r i ile ölçmek için 20'ile ç a r p m a k
gerekir. B u n a göre, 1860'da Devlet, 50 Mülkiye öğrenicisi'ne b i r yılda 142.000 lira
sarfetmiştir ki öğrenici başına 2840 lira düşmektedir.
(23) Fuad Pasa'nın 1. defa Sadrazamlığa atanması 19 Cemaziy ül-Evvel 1277 (= 22 Kasım 1861) olduğuna göre M ü l k i -
y e ' n i n i l k mezuniyet sınavlarında b u l u n d u ğ u sırada 41 g ü n l ü k Sadrâzam i d i .
63
>
"Asr-ı âlîsi matla'-ı envâr-ı nıeârif ve kemâlât olan veliyy'ün-ni'met-i biminneti-
miz Pûdişâhmız Efendimiz Hazretlerinin âsar-ı hasene-i zeman-ı muvaffakiyet-nlşân-ı
h ü m â y u n l a r ı n d a n (çağı öğretim ve olgunluğun n u ı i a n ile dolan Pâdişâhımızın ba
s a n l a r ı n d a n ) olmak üzere b u n d a n iki sene evvel teşkil ve te'sisine İrâde-i Senniyye-i
isâbet-âde-i Cenâb-ı Cihandarî müteallik b u y r u l m u ş olan M e k t e b - i M ü l
ki y y e ' de mevc;ıd olan ş â k i r d â n efendilerden hasb'en-nizâm iki seneyi t e k m i l
etmiş olan o t u z üç nefer Efendi'den mevsim-i i m t i h a n h u l u l ü n e mebnî
işbu şehr-i Receb-i şerifin ihtidasından bed' ile (başlayarak) erbab-ı maârifden
(aydın kişilerden) İlm-i İnşâ ve Târih ve Muâhedıat (dersleri) içün Maârif-i Umu-
miyye Mektupçusu İzzetlû Râşid Efendi ve Coğrafya içün, İlm-i Riyâzî'-de ehliyeti
müsellem olan Mekteb-i İ'dâdiyye N â z ı n (lise m ü d ü r ü ) İzzetlû Galip Paşa ve İlm-i
H e s a p içün Meclis-i (maârif) m e z k û r â'zâsından Mekremetlû İ s a k Efendi ve Kanun
(dersi) içün dahî Ticâret Meclisi â'zâsından İzzetlû Gavril Efendi mârifetleriyle
(mümeyyiz olarak) Meclis-i Maârif'de kemâl-i dikkat ile birer birer i m t i h a n l a r ı bil-ic-
râ, her birinin mertebe-i m a l û m a t ve derece-i tahsilâtına göre ol b a b ' d a tanzim
olunan i m t i h a n cetveline ve şahadetnamelerine sunuf-i selâse itibariyle işaret ve
tıakamlar vaz'ıyle tâ'yin-i kıymet o l u n m u ş ve şehr-i şerif-i m e z k û r u n beşinci Perşen-
be günü Zât-ı Sâmî-i Cenâb-ı Sadâretpenâhî bâ'zı Vükelây-i furtam hazerâtı lütfen
Dâire-i Maârif-i teşrif ile Meclis-i mezkûrda şâkirdân-ı mumâileyhim'-den bir takını
Huzur-i Sâmî-i Cenâb-ı Vekâletpenâhî'ye celb ile be-tekrar imtihanları icra ile tah
sil eyledikleri fünun-i mütenevvia'dan sorulan ve taraf-ı Eşref-i Hazret-i Sadâretpe-
nâhi'den bizzat bâ'zı fenlerden irâd buyrulan suallere yoluyla i'tây-ı ecvibe (cevaplar)
ile ibrâz-ı ehliyet ve liyâkat etmiş oldukları cihetle taraf-ı Eşref-i Hazret-i Vekâlet-
penâhi'den (Sadrâzam tarafından) cümlesi tahsin ve âferîn'e (pek çok âferinej
mazhariyetle kesb-î iftihar ve imtiyaz eylemiş ve Mekteb-i m e z k û r Hocaları Efendi
lerin dahî emr-i tâ'lim'de olan hüsn-i mesâi ve dikkatleri ve Maârif Nezâreti Celile-
si Muavinlerinden olup Mekteb-i mezkûr şâkirdânı'nın emr-i d e v a m l a r ı n a bakmak
la ve iktizâ eden yevmiye cetvelini tanzim ve t a k d i m e t m e k t e olan Mekremetlû
H i ' m i Efendi'nin (25) umur-i memuresimle devam ve gayreti dahî şâyân-ı takdir
g ö r ü l m ü ş t ü r . Lehül-hamd v'el-minne, a s r ı bâhir'ün-nasr-ı Hazret-i Hilâfetpenâhî'de
böyle müddet-i m â l u m e zarfında sanuf-i maârif ve kemâlat ile şâkirdan-ı mumai
leyhimin dilhâh-ı Devlet-i Âliyye üzre tezyini-i risâle-i ehliyyet ve liyâkat eylemiş
olmaları doğrusu sahihen şâyân-ı teşekkür ve memnuniyyet mevadd-ı hasene'den
olmasıyla ilân-ı keyfiyete ibtidar olundu." (26)
( 2 5 ) ( 1 ) yıl M ü d ü r l ü k yapmıştır.
( 2 6 ) Bak.: Tercüman-ı Ahval, 9 Recep 1277 (= 11 Ocak 1862); Nu. 14; .2. sf., 3. s t .
64
"Huzur-ı Sâmî-i Cenâb-ı Vekâletpenâhî'ye: (28)
(Maârif N â z ı n )
Bende
Sami
(İmza)
"Atûfetlû Efendim H a z r e t l e r i ;
67
aded ve esâmisiyle yekdiğerine olan tefevvuklarını mübeyyin b u l u n a n iki kıt'a ced-
vel ol babda Maârif-i Umumiye Nezâret-i Ceülesinin tezkiresiyle b e r a b e r Manzur-ı
Âlî buyrulnuak için arz ve t a k d i m kılınmış olmağla mumaileyhimin sırasıyle umur-ı
mülkiyye'de istihdam o l u n m a k için keyfiyetin Meclis-i Valâ'ya havalesi h a k k ı n d a
her ne veçhile emr-ii fermân-ı Hazret-i Mülûkâne müteallik ve şeref-sudûr buyru-
lur ise ona göre hareket olunacağı beyâniyle tezkere-i senâveri t e r k i m i n e i b t i d a r kı
lındı efendim. 13 Receb (12) 77 (= 15 Ocak 1862)
M.
(Sadrâzam)
u
Maârif-i Umûmiye Nezâret-i Celîlesine;
68
iktizasının icra ve iş'ar buyrulması babında emr ü ferman Hazret-i Menleh'ül-emr*'
indir. 25 Receb 1277 (= 27 Ocak 1862)
Bende
Saffeti
(tmza)
Devletlû Efendim Hazretleri;
Bende
Sami
(Maârif N â z ı n )
(İmza)
denildiği için, mezunların Mülkiyye'ye girmeden önceki hal tercemeleri Maârif Ne-
zâretince çıkartılarak Meclis-i Valâ'ya iâdeten gönderildi (29).
Mezunjlarm tâ'yinleri b a ş l a m a d a n önce, m e k t e p l i ilk i d a r e
a m i r l i k l e r i için bâzı önemli prensip k a r a r l a n , Padişâh'ın İ r â d e s i
alındıktan sonra yürürlüğe kondu. B u n a g ö r e :
a) Mülkiye Mezunları, önce, maaşı (1000) bin kuruş olan kaza müdürlükleri
n e atanacaklar; b u r a l a r d a başarı gösterdikleri takdirde terfian l i v a
kaymakamlığına yükseltileceklerdir.
b) O z a m a n a k a d a r vâli'lerce kullanılan kaza m ü d ü r ü tâyin yetkisi, sözü geçen
lerden alınıp M e r k e z ' e verilmekte v e kazalara Müikiye'yi bitirme
miş kimselerin a t a n m a s ı yasaklanmaktadır.
c) Mülkiyeli idare âmiri'nin taban maaşı (1000) b i n kuruş'dan aşağı olmaya
caktır.
ç) I d â r e amirliği m ü n h a s ı r a n Mülkiye Mezunlarına tahsis edilip ş a r t ' a bağlı
b i r meslek hâline getirilmektedir, t d â r e H u k u k u Târihi yönünden önemli
olan ıbu prensip kararları aşağıdaki teklif v e b u n u onay'layan İ r â d e
ile kanunlaşmıştır :
"Atûfetlû Efendim Hazretleri;
Kaymakamlık ve m ü d ü r l ü k gibi umur-1 mülklyye'de m ü s t a h d e m olacak memur
lara m a h r e ç olmak ve şâkirdânı, Aklâm-ı Şâhâne'de b u l u n a n ketebenm ehliyetlula-
rından ve müsteiddân-ı talebe'den billmtihan alınmak üzere bundan iki sene mu
k a d d e m bâ İrâde-i Seniyye teşkil olunmuş olan Mekteb-i Mülklyye'de sâye-i füyûzat-
vâye-i Hazret-i Mülûkâne'de tekmil-i m a l û m a t ederek bu sene-i m u b â r e k e ' d e Maâ
rif-! Umumiye Nezâret-i Celîlesi m a r i f e t i y l e icra kılman imtihanlarında yedlerine
şahadetnameleri verilmiş olan efendilerin Meclis-i Valâ'ca sırasıyla hidemât-ı mül-
kiyye'ye intihab ve tâ'yin kılınmaları şeref-sünûh ve s u d u r buyrulan e m r ü fer-
mân-ı Hümayûn-ı Cenâb-ı Pâdişâhı muktaza-l celilinden olmasiyle ol b a b d a Nezâ
ret-i müşârünileyhâ ile cereyan eden m u h a b e r e üzerine mumaileyhimin esâmisi de
bîdâyet-i neş'et ve derece-i liyakat ve ehliyetlerini mübeyyin tanzim olunan defteri,
Meclis-i Valâ'yıa verilerek Efendi-i mumaileyhimin suret-i istihdamları hakkında
kaleme alman m a z b a t a Encümen-! Mahsus-i Meşveret'de kıraat ve dermeyâıi-ı mü
zâkere olunlmuştur. Mealinden m ü s t e b a n olduğu veçhile al'el-umum k a y m a k a m bu
lunanlar vülât-ı ızâm hazeratmın birinci derecede t a h t ı nezâretlerinde b u l u n d u ğ u
nıisillu h e r sancağın vüs'at-ı mevkiiyyesi'ne göre hâvi olduğu kaza! a m ıımur-ı
mülkiyye ve zabıtası dahi k a y m a k a m l a r d a n mes'ul olmak ve kaymakamlıkta bu
lunacak zevatın kaza m ü d ü r l ü k l e r i n d e ve idâre-i mülkiyemde istihdam ile tecrübe
olunmuş takımdan olmaları ehem ve elzem b u l u n m a k hasebiyle şâkirdân-ı mumai
leyhimin dahî evvel emirde kaza müdürlüklerinde tecrübe ile hüsn-i hareketleri
meşhud olmadıkça ve idâre-i umur-1 mülkiyye'ye bu dereceden başlayıp kendileri
ne meleke gelmedikçe birdenbire kaymakamlığa çıkarılmaları vakt ü h â l icâbın-
ca pek de m ü n â s i p olmıyacağmdan, mamafih kendilerinin Mekteb-i mezkûrla de
vamları sâye-i maalî-vâye-i Cenâb-ı Şehriyarî'de, htdemât-ı Saltanat-ı Seniyye'de
istihdam m a k s a d ve arzusuna mebni olup bunların istilısâl-i mesruriyyetleriyle
70
emsalinin teşviki muvâfık-ı şân-ı âlî olıacağından evvelâ m ü d ü r l ü k l e r e gönderilerek
b â ' d e h û tecrübe ile hüsn-i sülükleri anlaşıldıkça derece-i liyâkatlerine göre kayma
kamlıklara tâ'yin kılınmaları iktizây-ı hâl ve m a s l a h a t t a n görünmüş olmasiyle be
raber, şimdi b u n d a asıl cây-ı b a h s ve m ü t a l â a , mumaileyhimin ne suretle ne ma
kule m ü d ü r l ü k l e r e m e m u r edileceğinin kararlaştırılması m a d d e s i olup bunların
maaşları bin k u r u ş t a n yukarı olan m ü d ü r l ü k l e r e gönderilerek ondan aşağı maaşlı
m ü d ü r l ü k l e r i n azl ü nasbi m u k a d d e m c e verilen k a r a r iktizasınca mahallerince ic
ra ohınması yohında ve m ü n a s ı b olduğundan kuyud-ı Hazine'den ihraç ve tanzim
ettirilen melfuf defter mucibince Memâlik-i Mahrûse-i Şâhâne'de bin ve bin kuruş
t a n ziyâde maaşlı bulunan m ü d ü r l ü k l e r e Mekteb-i mezkûr'dıa okuyup bil-imtihan
çıkacak efendilerden gönderilüp h â r i ç t e n a d a m tâyin olunmaması ve binaenaleyh
bu sene Mekteb-i m e z b u r ' d a n çıkmış olan salifüz-zikr otuzbeş nefer efendinin şim
diden o derece maaşlı m ü d ü r l ü k l e r e m e ' m u r edilmeleri lâzım gelür İse de bu suret
el-hâletü hâzihî o m a k u l e m ü d ü r l ü k l e r d e b u l u n a n a d a m l a r ı n bilâcünha azl ü tebdil
olunmalarını istilzam edeceğine ve bu ise muvafık-ı adi ü hakkaaniyyet olamıya-
cağına binaen b u n u n içün iki tarafça dahî bir tarik-i eşlem (doğru yol) bulunması
lâzimeden görünmekle zikrolunan defterde m u h a r r e r kaza m ü d ü r l e r i n i n içlerinde
bir günâ su'-i hareketleri görülenler var ise hemen azlolunarak yerlerine mumailey
h i m d e n münâsibleri bil-intihab gönderilmek üzere iktizâ eden m a z b a t a ve inhaları
nın serian irsaliyle b u n d a n böyle dahî yine o derece maaşlı m ü d ü r l e r d e n muga
yir-! u s u l ve kanım h a r e k â t ı t a h a k k u k edecek olanların dahî azlolunarak yerlerine
asaleten aharı tâ'yin olunmıyarak yalnız esbâb-ı azillerinin iş'ar kılınması ve fakat
şu vesile ile mugayir-i hakkaniyet hâl ve hareket vukua getirilmemesi ve bundan
böyle dahî bin k u r u ş t a n ziyâde maaşlı m ü d ü r l ü k l e r e suret-i m u h a r r e r e ' y e tatbikan
b u r a d a n tâ'yin olunmak üzere bin k u r u ş t a n aşağı m ü d ü r l ü k l e r i n ni/âm-ı kadîmi
veçhile azl ü nasbi k e m â k â n mahallerince icra olunması hususlarının vülât-ı ızâm
hazeratı ile mutasarrıf ve k a y m a k a m l ı k l a r a tavsiye ve iş'ariyle Nezâret-i müşârün-
ileyhâ'ya beyân-ı hâl olunması beyn'el-huzzar dahî tensib ve tasvib kılınmış ise de
olbubda h e r ne veçhile e m r ü fermân-ı Cenâb-ı Cihanbanî müteallik ve şeref-su
d u r b u y r u l u r ise mantûk-ı münifi infaz olunacağını ve zikrolunan m a z b a t a mel-
fufatiyle beraber manzûr-ı âlî buyrulmak için arz ü t a k d i m kılındığı beyaniyle tez-
kire-i senâverînin terkimine ibtidar kılındı efendim.
20 Şevval (1) 277 ( = 11 Mayıs 1862).
(Sadrâzam)
M.
Mâ'ruz-ı Çâker-i Kemîneleridir k i ;
E n m l l e pirây-ı tâ'zim olan işbu tezkire-i sâmiye-i Âsâfâneleriyle evrâk-ı mâ'ruza
manzûr-ı şevket mevfûr-ı H<azret-i Mülûkâne buyrulmuş ve hususât-ı mezkûre'nin
tensib ve istizan olunduğu veçhile iktizalarının icrası şeref-sünûh ve s u d u r buyru-
lan e m r ü trâde-i Seniyye-i Cenâb-ı Tacdârî muktaza-i münifinden olarak evrâk-ı
m e r k û m e yine savb-ı sâmi-i Sadâretpenâhilerine iade kılınmış olmağla ol bâbda
e m r ü ferman Hazret-i Veliyyül-emr'indir. 21 Şevval 1277 ( = 12 Mayıs 1862)
71
Bu esaslar içinde ilk mezunların b i r i n c i ' si edebiyatçılardan Agâh
Sırrı Levendin babası, Bayındırlık eski Bakanlarından Rahmetli Sırrı Day'ın da-
yı'sı Çeşmeli Mehmed Sırrı Efendi'nin- tâyini yapıldı.
Kaza Müdürlüklerine atanmalar başlayınca Mehmed Sırrı Efendi'jîin, birinci-
Lik'le mezun olduğu için tercihan, açık bulunan P r e v e z e K a z a s ı
Müdürlüğüne tâyini yapılmıştır. îdâre Târihine ilk Mülkiye-
72
11 İ d a r e  m i r i olarak geçmesi gereken bu t â y i n ' e ait ve o
ç a ğ ' m özelliklerini yansıtması yönünden çok önemli olan, b u y r u l t u ' -
y u ( = onay'ı) aşağıya olduğu gibi alıyorum:
" İ f t i h a r ' ü t a m â c i d i v'el-ekârim Rikâb-ı H ü m â y u n Kapıcı basılarından Narda
Sancağı K a y m a k a m ı Rif'atlû Ağa "Zîde Mecdüh" ve mefâhir'ül-emsâl-i v'el-akran
Mekteb-i Mülkiye şâkirdanmdıan olup bâ İrâde-i Seniy^e bu defa Preveze Müdür
lüğüne tâ'yin buyrulan Fütüvvetlû Mehmed S ı r n Efendi "Zide k a d r ü h " ve Şeriatşi-
ar Kazâ-i m e z b û r Naibi Meveddetlû Efendi "Zîde İ l m ü h " vâ mefâhir'ül-akran
Azây-ı Meclis ve Vücuh-i Memleket ve "Zidet M e k a d i r ü h ü m " ve Kinime ve Alımla
r a n ve Hiristiyan Kocabaşları ve şâir söz anlarları "Zidet Dirâyetühüm" inha
o l u n u r k i ; Kazâ-i mezkûıtde M ü d ü r b u l u n a n H a s a n Ağa'nın N a r d a K a y m a k a m h ğ ı n a
vuku-i me'muriyeti ve kendisinin liyâkat ü kaabiliyeti cihetiyle Kazâ-i m e z b û r Mü
dürlüğüne mumaileyh Mehmed S ı r n Efendinin tâ'yini müteallâk b u y r u l a n İrâde-i
Seniye iktizâsından olarak mûcebince icâbı icra olunduğu bâ emirnâme-i Sâmi-i
Hazret-i Vekâletpenâh-i e m r ü iş'ar b u y r u l m u ş ve Efendİ-İ m u m a i l e y h dahî bu
k e r r e Dersaadet'den bilvürûd mahall-i memuriyetine müteveccihen oltarafa azimet
eylemiş olduğu, siz ki muhatabîn-i mumâileyhimsiz; keyfiyet m a l û m u n u z oldukta
Efendi-i mumaileyhi Kazâ-i mezkûra M ü d ü r bilüp mevadd-ı m u h i m m e ve husûsât-ı
sâ i i enin rü'yet ü tesviyesinde kendisine muavenet ve hilafı hareket vukua getiril
memesine bilittifak i'tînâ vü dikkat ve Sen ki Müdir-i m u m a i l e y h s i n ; S e n d e n me'-
m û l olan dirayet ü istikaamet iktizâsı üzere umûr-i m e ' m û r e n i şer'î şerife ve nizam
ü kanun-i munîfine tevfikan rü'yet ve tesviyesiyle sâye-i mâ'delet vâye-i Hazret-i
Şahanede hiç b i r ferdin bu yüzden dûçâr-ı gadr ü hasar o l m a m a s ı n a ve matlûbat-ı
mîriyenin nizâm-ı müesses'sine tatbikan vakt ü zamanıyla tahsiliyle b e r a b e r telef
ve şereften vikaayesine ve emvâl-i bajtaayânın dahî bir akçe geriye b ı r a k ü m a m a -
s m a ve kimesne hakkında mugayir-i Rızây-ı Âlî zerre k a d a r zulm ü teaddî ve
rencide ve muâmele-i anife ve b â r i d e vukua getirilmemesine ve bâ İrâde-i Seniyye
m e m n u ' olan rişvet ve cerime ve hediye ve m a h b u s i n d e n zencir parası ve kandil
akçesi n â m ı ve nâm-ı âhar'ta bir şey alınmamasma ve aldınlmamasına ve
neferât-ı zabtiye ve vazifeten öteye beriye gönderilenlerin uğrayacakları kar
yeler ahâlisinden yem ve yiyecek gibi sudan gayrı birşey talebiyle mugayir-i Tanzi
mat-! Hayriyye hâl ü hareket vukua getirmemelerine ve şâyed böyle halât-ı redîeye
(ıkötü işlere) cesaret edenler olursa kat'a h a t ı r ve gönüle bakılmıyarak o makule-
lerin d e r a k a p celb ve icrây-ı muhâkemeleriyle keyfiyetlerinin bâm'azbata tarafımı
za ve re'sen livâ'ya ifâde ve h e r kim olursa olsun Hukuk-i Beşeriyye'de müsavi tutu
lup hiç bir kimsenin h a k k ı m übtâl ile iki cihanda dûçar-ı mes'uliyet o l m a k d a n be-
gayet tevakki ve mücânebetie h e r halde ifây-ı hüsn-i me'muriyet ve ibrâz-ı kârgü-
zâri ve dirayete ve halef ü selef muhasebesinin birrü'ye iktizâ eden zeyli
mazbatalû defterinin bu tarafa ve cânib-i livaya irsali ve lâzım'ül-inhâ o l a n husâsatın
bu tarafa ve Sancak K a y m a k a m ı n a i ş ' a n n a ve zabt u rabt-ı Memleket hususunda
ve eşkıyanın def'ü ref'-i m a z a r r a t l a r ı emr-i ehemmine Meclis ile bili!lih.ui ikdam ü
gayret, vedîa-i Cenâb-ı Kibriya olan ahâli ve sekenenin h e r yüzden istihsâl-i esbâb-r
73
huzurlarına biITtinâ cümle t a r a f m d a n taraf-ı vâzıh'üş-şeref-i Hazret-i Zıllullahî için
deavât-ı hayriye isticlâbınâ sarf-ı m a k d e r e t eylemeniz bâbuıda t e n b i h a n ve me'-
muriyetini ilânen Divân-ı Eyâlet-i Yanya ve Nezâret-i Derbendât'dan işbu Buyrul
tu t a s t ı r ü tesyîr kılındı. Gerektir ki mucibince amel ü hareket ve hilâfoıdan hazer
ü mücânebet eyleyesin deyû. 27 Şevval 1277 (= 18 Mayıs 1862)"
74
şisel haklarını serbestçe k u l l a n m a l a n n a engel o l u n m a m a s ı n a çalışacaksın, aksine
hareketle d ü n y a ve â h i r e t t e s o r u m l u cjuruma d ü ş m e k t e n titizlikle kaçınacak; her
halde sana verilmiş olan memuriyet görevini en iyi şekilde ve dirayetle yapmıya
çalışacaksın. Senden önceki Müdür ile devir teslim işlemini yapıp tasdikli devir
teslim defterini bu tarafa (Yanya Valiliğine) ve b i r suretini de Sancak (Preveze)
K a y m a k a m ı n a göndereceksin ve güvenliğin sağlanması hususunda, eşkiyanın Mem
lekete vereceği huzursuzluğu defetmek için (Kaza) Meclisi ile işbirliği yaparak bu
çok önemli meselenin halli için geneldi b ü t ü n gayreti göstererek T a n r ı n ı n bizlere
e m â n e t ve a r m a ğ a n ı olan halkın ve köylünün h e r çeşit güvenliğini sağlama ve üre
timini çoğaltma esaslarını temin edeceksin. Herkesin yüce Pâdişâhımız için d u â
eümesi imkânlarını da bulacaksın. Bütün- b u n l a r hakkında tenbih ve memuriyetini
ilân için bu Buyrultu Yanya Valiliği D i v â n ı ' nca düzenlendi. U m u l u r ki (bu
buyrultu) gereğince görevini yaparsın ve (bu b u y r u l t u d a ) bildirilen işlerin aksi
ne herhangi bir h a r e k e t t e b u l u n m a z s ı n / '
Mülkiye Târihi için önemli bir belge olarak yukarda sözü geçen Mehmed Sırrı
Efendi'nin, d i p l o m a ' sini d a aşağıya alıyorum:
75
" Meclisi Valâ Riyâset-i CelUesine;
îlk mezunların yerine Birinci Sınıfa yeni öğrenici alınması için Ocak 1862'den
itibaren çalışmalara girişilmiş; Seçme Sınavlaruıa haşlanmıştır. Boına d â i r b a -
sın h a b e r i şöyledir (30):
"Umur-i mülkiye'de i s t i h d a m olunmak üzere iki seneden beri Mekteb-i Mülkiy-
ye'ye devam ve tâ'yin olunan fenleri tekmil ve i t m a m e t m i ş olan efendilerin yerle
r i n e yeniden ş â k i r d â n alınması ve bu Mektebe devam a r z u s u n d a b u l u n a n talebeden
olduğu halde Arabi'den Sarf ve Nahv ve Mantık ve Fârisî'den Gülistandı o k u m u ş
olması ve zümre-i ketebe'den olanların Sarf ve Nahv'e ve Fârisî'ye â ş i n â olarak
ifâde ve istifade edecek k a d a r ellerinde yazısı ve sin'ni otuz raddelerinde olması lâ
zım geleceğinden sâye-i Hazret-i Pâdişâhî'de ilerûda nâil-i feyz ü emel o l m a k üzere
şu üslûb veçhile Mektcb-i mezkûr'a duhule hevesnâk olanların işbu şehr-i Receb-i
şerifin Yirmidokuzuncu Cumartesi gününden bed' ile Maârif Nezâreti Celîlesi'ne
gelüp görünmeleri için İlân-ı keyfiyet'e ibtidar kılındı."
Bu b i l d i r i ' den sonra 1. sınıfa alınacak öğrencilerin- azlığı gözönüne
alınarak m ü r a c a a t târihi iki ay daha uzatılmış ve yeni d u r u m şöylece ilân edilmiş
t i r (31);
"Hitâm-ı m ü d d e t l e bu sene Mekteb-i Mülkiyye'den çıkmış olan efendilerin ye
r i n e alınması lâzım gelen efendilerin usulü ve emsali veçhile lieclilimtihan Dâİre-i
Maârife gelmeleri geçenlerde m a h s u s a n ilân ve beyan olunduğu üzerine yirmiye
k a r i b efendi intihab olunmuş ise de Ramazan-ı Şerif tatili münâsebetiyle alınan
efendiler henüz mikdâr-ı m a t l u b a vâsıl o l a m a m ı ş olduğundan ve şimdi ise derslere
başlanması zamanı b u l u n d u ğ u n d a n olveçhile Mekteb-i m e z k û r e girmek a r z u s u n d a
bulunanların nihayet Zilkaade âhirine k a d a r Çarşamba ve Cumartesi günleri Dâire-i
Maârife gelmeleri lâzım geleceği beyanıyla ilân-ı keyfiyete i b t i d â r kılındı."
(30) Bak. : Tercüman-ı A h v a l ; H a f t a l ı k Gazete; N u . 17; 29 Receb 1277 (= 29 Ocak 1862); 1. sf., 3. s t .
(31) Bak. : Ruzname-i Ceride-i HavSdis; N u . 127; \4 Şevval 1277; 1. sf. t 3. st.
76
Mülkiye Mektebi, 1862 Ders Yılı'na Müdür, Maârif-i
SONRAKİ Umumiye Muavinlerinden Müderris Hilmi Efendi'nin
yönetiminde olarak girmiş; Târih ûersi M e v â -
1 î ' den (32) Hazım Efendi, Ticâret K a n u n n â m e s i dersi Sânîye'den Gavril Efen-
«di, İnşâ dersi Tevfik Bey, Riyaziye ve Ekonomi Politik dersi Emin Efendi, Hesap
Dersi Kolağası Ahmed Efendi tarafından o k u t u l a r a k öğretime devam etmiştir.
79
mevki-i icra'ya konulan mevadd-ı nâfiâ'nın (faydalı işlerin) m ü s m i r ve müessir
(faydalı ve etkili) olabilmesi ehil ve erbab m e m u r l a r intihabı (seçilmesi) ile meş
r u t ( ş a r t h ) olup g e ç e n d e — s u d u r olan (onay'lanan) Hatt-ı Hümâyun-i«. Padişâhî
(ferman) ahkâm-ı Celîlesi' (yüksek h ü k ü m l e r i ) ne tevfikan (uygun o l a r a k ) kâffe-i
me'murîn'in intihab ve tâ'yininde sıfat-ı m a t l û b e ve siyer-i marzıyye e r b a b ı (kişiliği
uygun ve elverişli kimseler) a r a n ı l m a k t a olduğu gibi birinci derecede eyâdî-i icra-
ât-ı H ü k ü m e t ( H ü k ü m e t icraatının elleri) olan kaza m ü d ü r l e r i ile e 1 v i y e
(livâ'lar) kaymakamlarının intihabı dahî Dâire-i Mülkiyye'nin (35) vezâifi (görev
leri) dâhilinde olması ile bu madde-i m ü h i m m e ' n i n (önemli işin) hüsn-i cereyân-ı
daimîsine i'tına ve açılmış olan kaymakamlıklara m ü c e r r e b (denenmiş) ve ehil ben-
degân'ın emr-i intihab'larına (seçilmelerine) bezl-i sâ'y-i evfâ kılınmış ( p e k çok ti
tizlik gösterilmiş) ve hidemât-ı mülkiyye'de bilistihdıam (çalışarak) kesb-i meleke
ve m a l û m a t eylemiş olan ve m ü d ü r l ü ğ e kaabiliyetli görülen b e n d e g â n ' d a n liyâkat-i
sahiha erbabı m u k a d d e m a (önceden) teşkil olunan K o m i s y o n mâ'rife-
tiyle (aracılığı ile) intihab ve isim ve hâl ve derece-i iktidarları üç sınıf üzerine
bittertib defter-i m a h s u s ' u n a (özel sicil defterine) kaydıyla açık m ü d ü r l ü k l e r zu
h u r ettikçe işbu defter-i intihab f da k a y d o l u n a n l a r d a n sınıfına göre m ü n a s i p l e r i
yine o Komisyon canibinden bilintihab tâ'yin o l u n d u k t a n sonra h e r sınıf için tutu
lan sicil 1-i ahvâl'e göre m ü d ü r l ü ğ e me'mıu* edilenlerin terceme-i hâlleri t a h r i r ve git
tikleri yerlerde nik ü bed (iyi ve kötü) vâki' olacak hareketleri m a l û m a t alındıkça
Sicill-i Ahvâl'de herbirinin m ü n d e r i ç olan isimleri zlr'ine ilâve testîr edilmekte
( a d ' l a n altına ek yazı yazılmakta) (36) ve Mekteb-i Mülkiyye-i Ş â h â n e ' d e n bilimti-
Iıan çıkıp m ü d ü r l ü ğ e gönderilenlerin suret-i intihab ve t â y i n l e r i n d e dahî m u â m e -
lât-ı m e ş r u t a tamamiyle gözetilmekte b u l u n m u ş olmasıyla şu usul üzere müdür
lük t a r i k i n d e (yolunda, mesleğinde) bulunacak kimselerin ahvâl-i m a h s u s a ve ida
releri hakkında ma'Iûmat-ı d â i m e ve kâfiye istihsal olunacağı bi iştibahtır.
Geçen sene'nin imtihanında Mekteb-i Mülkiyye'den bâ ş a h a d e t n a m e çıkmış
olan efendilerden onikisi derece-i kaabiliyetlerine göre kaza m ü d ü r l ü k l e r i n e intihab
o l u n u p on neferi dıahî derdest-i tâ'yin olduğu gibi bunların m ü n h a l olan müdürlük
ler adedine kifayet etmemelerinden nâşi (dolayı) kaide-i mâ'ruze'ye ( y u k a r d a ar-
zedilen kural'a) tevfikan h â r i ç t e n intihab edilen t a k ı m d a n sene-i mâziye'de (geçen
yılda) yüzaltmış üç zat m ü d ü r l ü ğ e tâ'yin kılınmışlar ve Mekteb-i Mülkiyye Şâkir-
d â n ı ' n m m ü d ü r l ü k l e r d e i s t i h d â m m d a n m ü l h e m ve m a s l a h a t e n görülen fevâid'in
(faydalann) t e v s i i (genişletilmesi) ile Memâlik-i Mahrûse-i Cenâb-ı Pâdişâhî'nin
(Osmanlı Devleti Memleketlerinin) idâre-i devlet'de (devlet idaresinde) hâsıl olan
ıslâhat'ın kesbeylediği terakkıyât-ı hasene'nin derecâtına muvafık ve m ü t e k a a b i l
s u r e t t e m ü d ü r l e r yetiştirilmesi zımnında Mekteb-i m e z k û r u n (Mülkiye Mektebi'-
nin) usûl-i tahsiliyye ve idâre-i hâzırası'nın (öğretim tarzı ve yönetimi'nin) an be
an tezyid ve istikmali (geliştirilmesi ve t a m a m l a n m a s ı ) emr-i e h e m m i ' n e bakılmak-
80
tadır. Terbiyet-i âmme'nin (Halkın eğitiminin) medâr-ı aslîsi (esas dayanağı) olan
mekâtib-i "jmûmiyye'nin ( b ü t ü n okulların) ıslahat-ı matlûbesi (isteğe uygun- geliş
tirilmesi) dahî derdest-i müzâkere ve mülâhaza olduğundan, k a r a r ı n ı n bâdehû arz
ve istîzâniyle hayyiz-i fiTe (işlem alanına) getirileceği d e r k â r (olağan) dır...." (37)
denilmekte idi.
B u n a göre, Memleket'in kalkınması, Halk'm refah ve güvenliğinin sağlanması,
i d a r e ' nin ehil ellerde olması ile m ü m k ü n b u l u n d u ğ u n d a n idare âmirlerinin
kaliteli, şahsiyet sahibi, bilgili, kaabiliyetli kimselerden seçilmesi tedbirlerinin alın
dığı ve açıldığından beri mezunlarından kısa z a m a n d a büyük ve faydalı sonuçlar
elde edilen Mülkiye Mektcbi'nin Memleket ihtiyacına daha geniş ölçüde cevap ver
mesi için hem öğrenici adedinin artırılması, h e m de öğretim usulünün ve yönetimi
nin genişletilmesi k o n u s u n d a pek yakında yeni teklif hazırlanacağı bildiriliyordu.
Teklifin- Pâdişah'ca kabul edilmesi üzerine, Maârif Nezâreti'nin hazırladığı Ta
s a n Meclis-i Valâ'ya havale edilip müzâkeresi yapıldı. ! r â d e ' si alındık
t a n s o n r a çalışmalara başlandı.
MülkiyeTnin geliştirilip verimi'nin artırılması için başlıca:
a) Dârülfünun'da (üniversite'de) o k u t u l u p da Mülkiye'de o k u t u l m a y a n ders
lerle, kuruluş sırasında kararlaştırılıp uygulaması yapılmayan Hukuk-i Milel (Dev
letler Umumî H u k u k u ) , Usûl-i Defteri (Muhasebe), Fransızca derslerinin p r o g r a m a
eklenmesi ve o k u t u l m a s ı ;
b) Eski k a r a r gereğince öğrenci sayısının 50'den 100'e çıkarılması;
c) Ilm-i İnşâ (kompozisyon) dersi öğretmenine, biri Hüsn-i H a t (güzel ve yan-
lışsız yazı y a z m a ) , diğeri İmlâ (yazı) ve Kitabet (resmî yazı yazma) derslerine yar
dımcı o l m a k üzere iki muavin (asistan) verilerek bu ders profesörünün de maaşı
nın artırılması;
ç) Dâirelerden seçilip Mülkiye'de memur-öğrenici olarak b u l u n a n kimselerin,
öğrenimleri süresince maaşlarının bir çeşit b u r s olarak verilmesi v e bağ
lı oldukları dâirelere Mülkiye açık bulunmadığı z a m a n l a r d a da devam etmemeleri
ilkesi'nin kabulü;
d) Mülkiye binası, ihtiyacı karşılamadığından, Divan Yolu'ndaki N u r i Efen
di Konağı kiralanıp O.kul'un oraya nakledilmesi;
e) Okul İdaresi ile Maârif Nezâreti arasında irtibat memurluğu y a p a n Maârif
Nezâreti Muâvini'ne ek görev ücreti verilerek bu şahsın derslerden sonra öğren
cilere ders çalıştırmasının sağlanması esasları gerçekleştiriliyordu.
B u ilk v e köklü İslâhatın g e r e k ç e s i , Maârif Nezâreti tarafından- ha
zırlanıp Bâb-ı Âli'ye s u n u l d u :
"Huzur-i Âlî-i Cenâb-ı S a d â r e t p e n â h i y e ;
Ma'ruz-i Çâker-i Kemîneleridir k i ,
Maiûm-i meâlîmelzum-i Cenâb-ı Vekâletpenâhîleri buyrulduğu üzere idâre-i
umur-i mülkiyye'nin kesbettiği nezâket-i zemaniye iktizasınca eski (kaza) müdirle-
31
r i n (in) m a s l a h a t ç a a d e m i kifayeti ve Mekteb-i Mülkiye'den m u h r e c rnüdirlerin
hüsn-i idareleri m e ş h u d olduğu cihetle ehliyetli m ü d ü r l e r yetiştirilmek üzere Mek
teb-i Mülkiye'nin usul-i tedriyesinin ıslâh ve tevsi'i ve »ded-i talebenin teksiri ih
tarına dâir Atûfetlû Subhi Beyefendi Hazretlerinin esna-i teftişlerinde Bâb-ı Âli'ye
mevrud tahriratları üzerine keyfiyet olvakit Nezâret-i âciziye havale buyrulnruş
okluğu cihetle suret-i hâl Meclis-i Mâarif'de Kedettezekkür f vakıa Mekteb-i mezkûr
talebesinin teksiri ile derslerinin tevsi'i lâzimeden ve talebenin yüz nefere iblağı
dahi nizâmı iktizasından ise de Mektebin hin-i kûşadında, evvel e m i r d e n u m u n e
olarak nısfı m i k d a u alınmasına k a r a r verilmiş ve dersleri dahî olveçhile t e r t i p Kı
lınmıştı. Lehülhamd sâye-i muvaffakiyetvâye-i Hazret-i Pâdİşâhkle Mekteb-i mez
k û r d a n vık m efendilerin gittikleri mahallerde eski m ü d i r l e r e nisbetle b i r k a ç dere
ce ziyâde hüsn-i idareleri m ü ş â h a d e o l u n m a k t a idüğüne ve mir-i m ü ş a r ü n i l e y h ta
rafından dahî bunların hüsn-i idareleri maattasdık, suret-i teksirleri dahî i h t a r ve
te'kid kılınmış olduğuna m e b n i Mekteb-i m e z k û r derslerine Servet-i Millîye dersi
ile Darülfünunda u m u m için açılan dersler dahî ilâve kılınmış olduğu misillu Hu-
kuk-ı Milel ve Muâhedât ve Usul-i Defterî ile İnşâ-i l i n k i ve z a m a n ı n gösterdiği
lüzum i sahih iktizasınca iki sene zarfında m ü m k i n olduğu m e r t e b e F r a n s ı z lisanı
ö ğ r e n m e k içün Fransızca dersleri küşadına ve talebe-i mumaileyhimin yüz nefere
iblağıyle Mekteb-i mezkûr'un Nizâmnâmesi'ne tatbikan islâh ve ikmâline lüzum-i
kavi görüldüğüne ve Mekteb-i m e z k û r için Ticarethanede ittihaz kılınmış olan nıe-
h a l d a r ve h a r a p ve mevki'ce münasebetsiz o l d u ğ u n d a n Dârülfünün'da münâsib
mahallin tanzim ve tesviyesi ile Mekteb-i mezkûr'un oraya nakli ve bervech-i mu
h a r r e r sakiı damum tekessürü cihetiyle el-hâlet'ü hâzihî Fenn-i Kitabet hocası ol-
m i k t a r şâkirdanın Hüsn-i H a t ve Kitabet derslerine yetişemiyeceği cihetle İlm-i İn
şâ Muallimi'nin refakatine mikdar-i vâfî m a a ş ile biri Hüsn-i H a t t ' a ve diğeri İmlâ
ve Kitabet'e muavenet eylemek üzre iki nefer muallimin daha terfiki ve Muallim-i
mumaileyhin işi tekessür edeceğine m e b n i maaşının dahî bir m i k d a r tevsi'i ve Hu-
kuk-i Milel ve M u â h e d â t ve Usul-i Defterî ve Fransızca içün tâ'yini lâzım gelen mu
allimlere dahî kezâlik müceddeden m a a ş tahsisi ve Maârif Muavinlerinden birinin
m ü d ü r l ü k sıfatı ile talebe-i mumaileyhimi bâ'dedders birkaç saat çalıştırmak ve
usuli veçhile cetvellerini bittanzim Nezârete teslim eylemek üzre anın dahî maaşı
na bir m i k d a r şey zammı ve talebe-i mumaileyhimin kalem ve kâğıt vesaire misil
lû mesârif-i müteferrikaları için şehriyye bin k u r u ş tahsis kılınması yâ'ni balâda
beyan olunduğu üzre Mekteb-i mezkûrun islâh-i usûl ve ikmâl-i levâzimâtı içün ye
niden tâ'yin olunacak hocalara müceddeden ve eski İnşâ Hocası ile M ü d ü r Maaşı
na zamimeten tahsisi tasavvur olunan akçe ile sâlifüzzikr mesarif-i m ü t e f e r r i k a n ı n
şehrî'yesi dörtbinbeşyüz nihayet beşbin k u r u ş demek olacağından meblâğ-ı mezbu-
r u n tahsisine müsâade-i Seniyye istihsali ve Mekteb-i mezbur'a devam edecek tale
benin ekserisi kalemlerde aylıklı oldukları mahalde muvazzaf b u l u n d u k l a r ı n d a n ve
tutulacak usule n a z a r a n b u n l a r Mekteb'le birkaç saat ziyâde k a l m a k iktiza edece
ğinden m e n s u p oldukları mahaller zabitanı taraflarından da ta Mekteb-i mezbur'-
da tekmil-i m ü d d e t l e Müdirlik ve Kaymakamlık gibi hizmetlere m e ' m u r oluncaya
82
k a d a r bunların m a a ş l a r ı k a t ' o l u n m a m a k üzre h e r b i r dâireye tenbihat İcra buy-
r u l m a s ı talebe-i mumaileyhimin arzu olunan kesret ve devamlarına medâr-ı kavî ola
cağı suretleri 29 ** 1279 târihi ile Meclis-i m e z k û r d a n tanzim olunan m a z b a t a d a
beyân ve keyfiyyet Meclis-i Valâ'da dahî karin-i tasvib ve istihsan olup fakat Darül
fünun h a k k ı n d a olan bâzı tasavvurat iktizasınca Mekteb-i m e z k û r ' a n oraya kaldı
r ı l m a s ı uyamıyacağı ve Mekteb Dâiresi tevessü etmedikçe esas-ı m a t l â b hâsıl ola
mayacağından derslerin tevsi'i z ı m m n d a gösterilen m a a ş ve mesârifin tahsisi keyfi
yetinin dahî ileruya tâ'Iiki tezekkür buyrulmuş olduğundan ve berminval-i meşruh
Mekteb-i m e z k û r içim Nuri Efendi Konağı Mekteb-i Mülkiye ittihazı içün ledelmu-
ayene pek m ü n â s i p görülerek suret-i îcârı 24 (1)280 tarihiyle t a k d i m kılı .um
diğer tezkere-i âcizanemde arz ve iş'ar kılınmış olmağla bu suret muvafık-ı re'y-i re-
zin-i isabet karın-i Âsafnâmeleri buyrulduğu t a k d i r d e sâlif'ül-beyân tâyini lâzım ge
len hocalara müceddeden ve gerek zamımeten i'tâ olunacak m a a ş l a r ile mesârif-i
müteferrika-i mezkûrenin Seksen Senesi (1280 = 1863) Maârif tahsisatına idhal ve
ilâve olunmak üzre iktiza eden İrâde-i Seniyye'nin istihsali h u s u s u n a müsâade-i
Aliyye-i Cenâb-ı Vekâletpenâhîleri şayan buyrulmak babında e m r ü ferman Hazreti
Veliyy'ül-emr'indir. 25 Şaban (1) 280 ve 27 Kânun-i Sânİ (1) 279 (= 9 Mart 1863)
(Maârif N â z ı n )
Bende
E d h e m (Paşa)
83
d a r zammı icâb e t m e k t e şu maaşlarla mesârif-i müteferrika için şehrî'ye beşbin ku
ruşun tahsis ve i F tâsı beyân ve istizan kılınmıştır. Malûm-i âlî-i Vekâletpenâhileri
buyrulduğu üzere Mekteb-i Mülkiyye'nin vaz'u te'sisi'nden maksad-ı aslî, Kavânîn
ü Nizamât-ı Devleti ve idâre-i umur-i mülkiye'ye müteferri' bâ'zı fünûn ve me-
vâd-ı nâfia'yı tâ'lim ve tedris ile sıfat-ı matlube'de Me'murîn'i Mülkiye yetiştirme
arzusuna mebni olarak ve şimdiye k a d a r Mekteb-i mezbur'da ikmâl-i müddet-i ted-
risiyye ile çıkan talebe sınıf ve derece-i m a l û m a t l a r ı n a göre Rumeli ve Anadolu'da
kâin Müdürlüklere irs>al kılınarak eski Müdürlere nisbetle hüsn-i idareleri görülmek
te b u l u n m u ş olduğu m u s a d d a k ve ma'Iûm ise de elhâletühâzihî Mekteb-i mezkûr'da
bulunan talebe nizâmı derecesinde olduğu misiliû tedris o l u n m a k t a o l a n u l u m ve
funûn dahî mertebe-i ldfâye'de olmadığından bitevfikihî Tealâ asr-ı m e h â s i n hasr-ı
Hazret-i Hüâfetpenâhî'de Memâlik-i Saltanat-ı Seniyyenin kesbeylediği İslâhat ve
terekkryât-ı adîdeslne cesban (uygun) ve muvafık olacak derecede m ü d ü r l e r yetiş
tirilmesi işbu Mekteb-i Mülkiye'nin tevsi-i hâline m e n u t olup b u n u n esasen tesvi*
ye-i iktizâsı Meclis-i Vâlâ müzâkerât-ı sabıkası mucibince şayan b u y r u l a n müsâade-i
Seniyye-i Cenâb-ı Pâdişâhı iktizâ-i âli'sinden olmasına ve evvel emirde umur-ı n u k -
taziyyeden olduğu veçhile Mekteb-i m e z k û r Dâiresinin tevsii için Divan Yolunda
kâin Nuri Efendi Konağının isticarı diğer mazbata-i âcizânemizle arz ve istizan
kılınmasına binaen şimdi derslerin ve usûl-i tâ'limiyenin merkez-i m a t l u b d a cereya-
nı zımnında tâ'yini lâzım gelen sâlifüzzikr hoca ve muallimlerin tasdik-i istihdam*
l a n maddesi kalarak bunların vasıtaları ile tekessür edecek talebeye tâ'lim
ve telkini m ü t a l â a kılman balâ'da muharrer derslerin cümlesi Me'murin-i
Mülkiyye'ce öğrenilecek ve faidesi fi'len görülecek fünûn-i nâfia'dan olmağla
sâye-i meâiî-vâye-i Hazret-i Pâdişâhî'de bu yolda tahsil-i maârif ve fünûn eyleye
cek talebenin ikmâl-i müddet-i terbiyeleri ile müdirllk m e m u r i y e t l e r i n d e şimdiki
m ü s t a h d e m olan t a k ı m d a n ziyâde hüsn-i idareye ve ahkâm-ı Nizâmat-ı Saltanat-ı
Seniyye'nin bihakkın mevki-i icraya îsâline muvaffak olacakları me'mul ve
muntazar-i kavi olduğundan şu m u h a s s e n a t a nisbetle istenilen beşbin k u r u ş m a a ş
ve mesâriEin tahsisi diriğ o l u n m a m a k m ü n a s i p olacağına ve Hazine-i Celile'nin iş1-
arında beyân kılmdığı veçhile h e r d â i r e mesârifi usul-i müttehâza icâbmca Büt-
çe'ye idhâlen îfâ olunacağı cihetle şu maaşların dahî Maârif Dâiresi Bütçesi'ne
bil'idhal tesviyesi iktizâ edeceğine m e b n i muvafık-ı re'y-i âlî-i Vekâletpenâhileri
buyrulur ise şehrî olmikdar akçanın Bütçeye ilâvesiyle zikrolunan hoca ve mual
limlerin intihab ve tâ'yini ve zamayim-i m a a ş a t m dahî icrası h u s u s u n u n ve Hazi-
ne'ce tesviye-i iktizâsının Nezâret-i müşarünileyhâ'ya havalesi ve Mekteb-i m e z k û r ' a
devam edecek talebenin ekseri Aklâm-ı Şâhâne Ketebe-i muvazzafasından olacakları
ve ittihaz edilecek usul-i taksimiyyeye göre b u n l a r bir kaç saat ve h e r gün Mek-
teb'de kalacakları cihetle m e n s u b oldukları a k l â m ve mevâki zâbitanı ( d â i r e ve mev
k i l e r i n müdürleri) taraflarından Mekteb'ce tekmil-i m ü d d e t edinceye kadtar tale-
be-i mumaileyhim maaşlarına d o k u n u l m a m a s ı Dâire-i Maârifin cümle-i mütalâasın-
d a n olarak bu suret dahî finefsilemr m ü n â s i p ve talebenin arzu kılınan kesret
ve devamlarına medâr-i kavî olacağı d e r k â r olmağın b u n u n için dahî kâffe-i devâ-
84
Bu teklif, Sadrâzam t a r a f ı n d a n 29 Şevval 1280 (7 Nisan 1863)'de P â d i ş a h ' a ar-
zedildi ve 1 Zilkaade 1280' (9 Nisan 1863) günlü İ r â d e ile onaylandı.
Okul Binasının daha elverişli bir yere taşınması için de Bâb-ı Âlî'ye şu teklif yapıl
dı:
" Huzur-ı Âlî-i Hazret-i Vekâletpenâhîye;
86
mevcud ve muktazi oban odaların tâ'yin olunacak me'murine irâe olunacağı suret
te tefrişi maddelerinin dahî Nezâret-i müşârünileyhâ'ya havalesi hususuna müsaâ-
de-i aliyye-i Hazret-i Sadâretpenâhîleri şayan buyrulmak babında ve herhalde emr ü
ferman Hazret-i Veliyy'ül-emr'indir.
24 ZİLka'de (1) 280 ve 26 Nisan (12) 79 (= 9 Mayıs 1863).
Bende
Edhem (Paşa)
(Maârif N â z ı n ) "
(38) Bak. : Takvim-i V e k a a y i ; 17 Zilkaade 1280 (25 Nisan 1863); N u . 745; 2. sf., 1. - 2. s t .
(39) Hâl tercümesi i ç i n Bak. \ A t i k M ü l k i y e Mezunları B o l ü m ü , N u . A / 7 .
87
retlerini, çalışmalarını a r t ı r m a l a n n a bir vesile olması için arzediyorum. Gereği ve
icâbı yüksek Makamınızındır.
Rapor Sureti
88
ban olduğu veçhile Mekteb-i Mülkiyye ile Dâr'ül-muallimîn ( ö ğ r e t m e n Okulu) ta-
lebesi'nin tahsU-i Hüsn-i H a t eylemeleri (iyi yazı yazma öğrenimi y a p m a l a n ) zım
nında (amacıyla) iki nefer yazı hocasının tâ'yin teklifiyle 29 Şevval 1281 ( = 2 7
Mart 1864) günlü tezkere'si üzerine İ r â d e edilip gerçekleşti.
Mülkiye'yi g e l i ş t i r m e k a r a r ı 'nda söz konusu edilen dersler'-
den İnşâ-i Türkî, Emvâl-i Millîyye (Toprak H u k u k u ) ve Fransızca derslerinin mev
cut derslere eklenerek o k u t u l d u ğ u n u ; Hukuk-i Milel ve Muâhedat (Diplomatik And-
laşmalar) derslerinin, h e r ne sebepden ise, okutulmadığını 1281, 1282 yılları
M a â r i f S a l n a m e l e r i ' nden (Millî Eğitim Yıllıklarından) öğreniyoruz.
Ders programları geliştirilmiş, öğrenici sayısı artırılmış olan Mülkiye, 1864
Ders Yılında yirmiyedi mezun vermiştir.
B u ders yılı devresi, Mülkiye Töreleri'nir. ilki olan D i p l o m a D a
ğ ı t m a T ö r e n i yapılarak k a p a t ı l m ı ş ; Maârif Nezâreti b u t ö r e n i resmî
bildiri ile k a m u oyuna d u y u r m u ş t u r (40):
"Maârif-I Umumiyye Nezâreti Celîlesi Cânib-i Âlisinden vürûd eden veraka'nın
suretidir:
(40) Bak. : Ruznâme-i Cerîde-İ Havadis; 16 Receb 1281 (= 15 Aralık 1864); Nu. 59; 1. sf., 1. st.
89
Vücûd-ı m e r â h i m âlûd-ı H ü m â y u n u müeyyid-i Din ü Devlet ve Müceddİd-i Er
k â n ve Esbâb-ı Saltanat olmak üzere yaratılıp bu Mülk ü Millet'e i h s a n ve ihdâ
b u y r u l m u ş olan zât-ı lerlştehsimât-ı Hazret-i Zıllûllâhî'ye Cenâb-ı H a k Kryâm-ı
H a ş r ' e dek bu Devlet ü Millet'e bağışlasm. Mahz-ı felah ve saadetimiz içün yaratı
lan, Asnmızm m ü b a r e k ilk günü olan rüz-i cülûs-i H ü m â y û n ' u ki dibâce-trâz-ı şeh
nameci rüzgâr ve bu ü m m e t içün a'yâd ve leyâlî-i mes'ûd'e gibi bir bergüzâr-ı şeref-i
i'tibar'dır. İşte ol günden berû hemîşe himmet-i bülend-pişe ve niyyet-i hayrendişe-i
Mülûkânesi efzâyiş-i servet ü s a a d e t i hâl-i milleti ve terakki-i şân ü i s t i k l â l i şev
k e t ü saltanatı müstelzim olacak esbab ve efâli m ü t a l â a ve icraya m â ' t u f ve mas
ruf olduğuna binâen bütün teb'a ve zîr-destân'ın mefhar-i adi ü dâd ve
bilcümle Memâlik-i Şâhâne'de bulunan t u r u k ve meâbir'in, m a ' m û r ve âbad, h â s ı h
sunûf-i reâya'nın her yüzden h u z u r ve asayişle şâd olması zımnında mefârik-i kaa-
tibe-i ahâli'ye mâ'delet ve hakkaaniyet-i âliye'sinin vesâit-i îsâliyye ve ahkâm-ı
kavânin ve nizamât-ı âdile-i Celilesinin delâil-i icrâiye'si olan taşra memurlarına
m u k t a z i ve iâbüd kavâ'id ve nizâmât-ı mülkiye ve b u n d a n m ü s t e t b a ' fünûn ve ulûm-i
m ü h i m m e y i öğretmek ve o me'mûriyetlerin mebdei olan müdiriyet'den derece-i sâ-
lime-i terakkiyat ile m ü n t e h â s ı n a k a d a r m a h r e ç olmak üzere müesses o l a n Mek-
leb-i Mülkiyye-i Hazret-i Pâdişâhî'de bu sene dahî k u l l a n kaatiba-i k a v â n i n ve
nizâmât-ı aliyye-i Devlet-i Âliye'yi icra eden zât-ı Hazret-i Nezâretpenâhilerinin him
met-i celîle'leri bedreka-i teshîlat ve Mekteb-i m e z k û r ' u n vesâil-i mükemmele-i tah-
siliyye'si rehber-i teşvikat olduğu halde u l û m ve fünûn-ı mevcûde'nin iki sene zar
fında tahsiline hüsn-i muvaffakiyyet cilveger-i mlr'ât-ı teyessür ü mazhariyyet ola
r a k ve eltâf ü avâtıfın cihât-ı şükrâniyyet-i mefrûzası'nın hangi birini ödeyeceği
mizi şaşırmış yâ'ni evvelâ Vatandaşlarımızın hizmetlerine gireceğimiz ve onların
saadet-i hâli içün çalışıp çabalayacağımız gibi saniyen şeref-i tâbiiyyeti mefhareti
nin teşekküründen âciz iken bir de kıymeti c i h â n a m u â d i l ve d â r e y n d e sermen-
zil-i feyz ü s a a d e t e mûsil (ulaştıran) b u l u n a n sınıf-ı bendegî ve ubûdiyyete isal
buyrulduğumuza ne şekilde teşekkür edelim diye m ü t e h a y y i r olmuş o l d u ğ u m u z hal
de hemen Cenâb-ı Kaadir-i Mutlak Nebiyy-i Zîşân ve Fürkaan-ı bâhîr'ül-bürhân-ı
h ü r m e t i n e Velînemet-i Âlem Efendimiz Hazretlerini Devlet-i Aliyye'Ierinin terakki-
yâtını müstelzim olacak daha nice vesâii ve measir-i hasene ifâsına muvaffak bu
y u r m a k duâslyle tezyin-i makale-i iftihar eylemekden b a ş k a diyecek ve bu aczimiz
le beraber kullarından ümîd-i hizmet olunuyor ise o dahî m ü c e r r e d bu lûtf ü ihsân'a
lâyık gören Evliyây-ı n i â m efendilerimizin eser-i teveccüiıât-ı m e r â h i m d e r e c â t ı ol-
masiyle lâfz-ı teşekkür bu ihsanlara bihakkın tekaabül edemiyeceğinden biz dahî
olanca ömürlerimizi mülk ü millet ve veliyy-i nimet-! biminnetimiz olan Devleti
mizin efzâyiş-i saadet-i hâl'ine vesile olacak ef'al ve h a r e k â t a h a s r e t m e k t e n gayrı
edecek b u l a m a d ı ğ n m z ve bu halde sebât'a arz-ı ahd ü peymân-ı kaviy'e ictisâr
eylediğimiz muhât-ı ilm-i hakkaaniyyet-pirây-i Cenâb-ı N e z â r e t p e n â h î l e r i buyrul-
d-ukta her haide e m r ü ferman Hazret-i Menleh'ül-emr'indir."
90
1282 (1864) Receb Ayı içinde İstanbul'da F â t i h Semti'-
ni yakıp kül eden ve bâzı yazarlara göre H a -
r î k • i K e b i r (büyük yangın) bazılarına göre
de H o c a P a ş a Y a n g ı n ı adı verilen çok büyük b i r yangın o'du.
Bu yangın, Atik Ali Paşa bölgesinde Nuri Efendi konağında b u l u n a n Mülkiye'yi
de yaktı. O sırada Okul tâtil'e girdiğinden derslerin başlamasına k a d a r yeni okul
binâsî b u l m a k zorunluğu ortaya çıkınca Maârif Nezâreti h a r e k e t e geçti ve:
İşbu tezkere-i behiyyeleri meali rehin-i ilm-i hulûsveri olarak Meclis-i Valâ-i
Ahkâm-ı Adliyye'ye ledeli'tâ mahall-i mezkûrun Mekteb ittihazı m ü n â s i b olacağın
d a n kirasının kararlaştırılıp iktizasının icrası h u s u s u n u n savb-ı âtufîlerine bildiril
mesi tezekkür ve tebliğ kılındığı beyânı ile terkîm-i cevaba ibtidar kılındı.
18 Ramazan 282 ve 22 Kânun-ı Suni 281
M.
(Sadrâzam)
91
Mâ'ruz-ı Çâker-i Kemîneleridir k i ;
Bende
Kemal (Paşa)
(Maârif N â z ı n ) "
( 4 1 ) Hicrî Y ı l l a r ' d a i l k ay M u h a r r e m A y ı ' d ı r . Sırasıyle Hicrî Y ı l ' ı n a y l a r ı : Muharrem. Safer, Rebi ül-Evvel, Rebi
ü l - Â h i r , Cumâd al-Ûlâ (Cemaziy ül-Evvel), Cumâd al-Âhir (Cemaziy ü l - Â h i r ) , Receb, Şaban, Ramazan, Şevval,
Z i l k a ' d e , Z İ l h İ c c e ' d i r . Bu aylardan bâzıları y i r m i dokuz, bâzıları otuz gün sayılır
( 4 2 ) Bak. : Ruznâme-i Cerîde-i Havadis; 23 M u h a r r e m 1282; (= 17 Haziran 1865); N u . 180; 1. sf., 1. st.
93
yeyi ve b u n a müteferri' bâ'zı ihtârat-ı lâzimeyi hâvi m e ' m u r î n ' i mülkiyye'ye tâ'mi-
m e n evâmir-i m a h s u s a tastlr ve tesyîr kılınmış olduğu misillû Mekteb-1 Mülkiyye
Talebesi'nhı sâye-i kemâlât-vâye-i Cenâb-ı Tâcdarî'de tahsil eylemekte bulundukla-
rı fünun ve m a l u m a t h a k i k a t e n âdâb-ı m e m û r i y e t ' e terbiyeM insâniyye'ye elzem
olan şeyler olmasıyle ve Mekteb-i mezkûr'un tevsi-i kaide-i tahsiliyyesi ve talebe'nin
teksiri (çoğaltılması) esbabının ist ikmâl ine sarf-ı dik kat-i m ü t e m â d i y e kılınmakta
bulunmasiyle bir kaç seneye k a d a r Mekteb'den m u h r e c erbâb-ı m â ' l u m a t ve ehli-
yet'den hayli m ü d i r yetiştirileceği derkâr'dır..." denilerek Mülkiyye'nin, genel idareye
sağladığı faydalar sebebiyle geliştirilmesi lüzumu, idare âmirlerine h u k u k î
t e m i n a t tanınması zorunluğu etraflıca a n l a t ı l m a k t a idi.
Hükûmet'in b u yılkı Ç a l ı ş m a p r o g r a m ı ile birlikte Mülkiye'nin
1282 yılı Bütçesi d e onaylandı; dolayısıyle P r o g r a m ' da M ü l k i y e
M e k t e b i ile ilgili tekliflerin d e uygulanmasına geçildi. Ancak, Devlet'in için
d e bulunduğu büyük malî bunalım sebebi ile b u g e l i ş t i r m e h e m nitelik
hem sayı yönünden birdenbire vücud bulamadı. Bu bulamayış'da Mülkiye'ye alına
cak öğrenici yokluğu'nun da rolü vardı. Orta öğretim ihtiyaca cevap verecek dü-
zey'e gelemediği için. Mülkiye ve Darülfünun (üniversite) gibi yüksek ö ğ r e t i m ku
r u m l a r ı beslenemiyordu. ilerde göreceğimiz gibi, b u g e l i ş t i r m e ' nin öğ
retim p r o g r a m ı ve b u n a bağlı öğretim yılı sayısının artırılması kısmı Hükümet
K a r a n alındıktan 4 yıl sonra; batı anlamıyla y ü k s e k ö ğ r e t i m
k u r u m u hâline getirilmesi ise 2 . Abdülhamid z a m a n ı n d a gerçekleşmiştir.
1282 (1865) ders yılında d a usulüne uygun şekilde yapılan b i t i r m e sı
n a v l a r ı sonunda mezun Mülkiyeliler'e d i p l o m a l a r ı verildi; kaza
m ü d ü r l ü k l e r i n e a t a n m a l a r ı yapıldı. Mezun olanların yerlerine s e ç m e s ı
n a v ı ile yeni öğreniciler alındı (43).
(43) Bak. : Ruznâme-i Cerîde-i Havadis; 5 Şevval 1282 (= 20 Şubat 1865); Nu. 346; 1. sf., 1. st.
(44) Bak. : Ruznâme-i Cerîde-i Havadis; Nu. 575; 11 Ramazan 1283 (= 18 Ocak 1866); 2301. sf.; 1. st.
(45) Buradaki (Mülkiye) kavramının (Okul) olan Mülkiye İle İlgisi olmayıp o za-manlar M ü h e n d i s h â -
n e - i B e r r î - İ H ü m â y u n adı verilen ve şimdiki Kara Harp Okulu'nun ilki Askerî Mühendis Mek
tebinden mezun olanları ayırmak için kullanıldığı, (sivil mühendis) anlamında bulunduğu unutulmamalıdır.
94
a ç ı l m a s ı n a ; buraya M a h r e c - i A k l â m (46) v e Mekteb-i Mülkiye me
zunlarının istekli olanlarından gerektiği kadar öğrenci alınmasına; iyi yetişmiş
u s t a ' lar (öğrtstmen'Ier) b u l u n u p b u n l a r aracılığı île m ü h e n d i s l i k
için icâbeden derslerin o k u t t u r u l u p M ü h e n d i s olarak yetiştirilmesine;
b u Okul'da t e o r i k b i l g i l e r ' den daha fazla a m e l î uygula
m a l a r yaptırılarak öğrencilerin yetiştirilmesine ve Okul kadrosu'nun şimdilik yıl
da 30 mühendis mezun olacak şekilde teşkil edilmesfine; Divan Yolu üzerinde ya
p ı l m a k t a olan Darülfünun Binası t a m a m l a n ı n c a bu Okul için kullanılmasına, va
kit geçirmemek amacı ile şimdilik M â l i y e D â i r e s i ' nin (?) altında
ki kısma yerleştirilmesine; hazırlıkların hemen bitirilip gelecek yıl Ilkbahar'da
ö ğ r e t i m e başlanmasına dâir Meclis-i Valâ ve E n c ü m e <n - i Hass-ı Vü
k e l â ' nın ortaklaşa v e oybirliği ile verdiği k a r a r Pâdişâh'a sunulup onaylan
mıştır...."
Bu Mektebe yalnız Mahrec-i Aklâm ve Mülkiye Mektebi mezunlarının alınması
sebebi, o târihde o r t a öğretim'in e m e k l e m e devresinde b u l u n u ş u d u r . Tür
kiye'de ilk defa i d â d î adıyla 1 i s e ' 1er 1875'de açılmaya başlamıştır.
Söz ıkonusu M ü h e n d i s ve I s l â h - ı S a n a y i ' Mektebi'nin
bu târih'de açılıp çalışmalara başladığı hakkında ne A r ş i v ' de ne ba
s ı n ' da, ne de M a â r i f T â r i h l e r i ' nde bir kayda raslanmıştır.
Ancak, Mülkiye Mektebi M ü d ü r l ü ğ ü ' n ü n yönetiminde Mühendisîn-i Mülkiyye Şube
si adıyla b i r okul açıldığını ileride göreceğiz.
1283 (1866) d e r s yılı sonunda da Mülkiye, 37 kişilik a l t ı n a dönem mezunlarını
vermiş ve:
" Mekteb-i Mülkiyye lakımı (mezunları) Maârif Nezâreti Celilesi tarafın
d a n Mekteb-İ m e z k û r Müdürü Mekremetlû (Müderris) Hilmi Efendi'ye terfikan
Meclis-i Valây-ı Ahkâm-ı Adliyye'ye led'el-irsal (gönderilmişler) Cânib-i Riyâsetpe-
n â h î ' d e n (Meclis-i Valâ Başkanı tarafından) mumaileyhim (söz konusu Mülkiye
Mezunları) h a k k ı n d a ba'd-ezin ( d a h a sonra) bulunacakları umur-i memure'Ierinde
( m e m u r i y e t hayatlarında) hüsn-i hizmet ve s a d â k a t etmelerine d â i r nesâyih-i mües
sire (etkili öğüt) ve iltifatı m u t a z a m m ı n (kapsayan) bir nutk-i m a h s u s irâd (özel
söylev) " edilmiştir (47).
8 Şevval 1283 (= 1867 Ş u b a t ) de o Çağın değerli aydınlarından ve "ulemâ-i zev'-
il-ihtiram'dan Faziletlû Hoca Mustafa Efendi" Meclis-i Maârif Azâlığına ve ek
görev olarak d a M ü l k i y e M e k t e b i Müderrisliğine a t a n m ı ş t ı r .
95
"Sâye-i Meârifvâye-i Hazret-i Pâdişâhî'de meârifce esbâb-ı terakkıyat düşünül-
m e k d e ve vesâil-i ilm ü mâ'rifetin teksir ü tâ'mimi a r a n ı l m a k t a olmağla Mekteb-i
Mülkiye ile Dârülmualiimîn talebesinin daha esaslı tahsîl-i ilim eylemeleri esbabı-
nın ikmâli lâzım gelüp DârüLmuallimîn'de tedris o l u n m a k t a olan derslerin der-
dest-i islâh olduğu misillû Mekteb-i Mülkiye'de tedris o l u n m a k d a o l a n derslerin
dahî daha m ü k e m m e l s u r e t t e o k u n m a s ı ve icâbeden bâzı fen'nin ilâvesi dahi
h â t ı r a gelüp fakat Mekteb-i m e z b u r u n müddet-i tahsiliyyesi olan iki sene zikr
olunan derslerin tedrisine bir zeman-i gayr-ı kâfi bulunması hasebiyle m e z k û r iki
seneye bir misli d a h a zam ile müddet-i tahsiliyye dört sene i'tibar o l u n m a k lâ
zım gelüp el-hâletü hâzihî devam e t m e k t e olan talebeyi tedricen tûl-i m ü d d e t e alış
tırmak içüı bu senelik müddet-i tahsiliyye'ye yalnız bir sene ilâvesiyle üç seneye
iblâğı ve talebe-i mumaileyhimin tekmil-i m ü d d e t edüp çıktıktan s o n r a yeni alı
nacak talebenin dört sene devam e t m e k şartıyle alınması sureti meyâne-i âcizâ-
nemizde ittifâk-z â r â ile tezekkür kılınmış ise de h e r h a l d e icrâ-i icâbı mütevekkıf-ı
re'y-i bihîn-i isabetrehin-i Nezâretpenâhîleri olmağın o l b a b d a e m r ü ferman Haz
ret-i Menleh'ül-emr'indir. 6 Cumâd'al-Ulâ 284 ve 24 Ağustos 283 (= 8 Eylül 1867)
Nazif Bey
Ilyyesİ (öğretim süresi) olan iki sene'nin bu senelik bir sene ilâvesi ile üç seneye
iblâğına ve talebe-i mevcude lekmil-i m ü d d e t edip (öğrenimini t a m a m l a y ı p ) çıkdık-
tan sonra yeni alınacak talebe'nin dört sene devam eylemesi h u s u s u n u n bâ'd'ez-in
usul ittihaz olunmasına ( b u n d a n sonra kural olarak kabul edilmesine) dâir Mec
lis-i M a â r i f d e n tanzim olunan m a z b a t a leffen (ilişikde) t a k d i m kılınmış
ve bu suret nezd-i âcizî'de dahî (bu k a r a r tarafımdan d a ) münâsîb gibi mütâlâa
o l u n m u ş ise de icrâ-i icâbı babında e m r ü ferman Hazret-i Menleh'ül-emr'indir.
6 Cumâd al-Ûlâ (1)284 ve 24 Ağustos (1)283
Bende
Subhi (Paşa)
(Maârif N â z ı n ) "
tezkere ile Bâıb-ı Âlî'ye sunulup Meclisi Vâlâ'ya havalesi sağlandı. Sözü geçen
Meclis de:
16 Cumâd al-Âhire (1) 284 ve 2 Teşrin-i Evvel (1) 283 ( = : 15 Aralık 1867).
98
Ayrıca "Dârülmuallimîn'in (yüksek öğretmen Okulu'nun) ıslâhı sırasında (bu
okul'un) Târlh-i Umumi Muallimliği Mülkiyye Mektebi'nin Târih-i Umumî ve Coğ
rafya Muallimi bulunan Ahmed Hilmi Efendi'ye ilâve-i memuriyyet edildiğinde
(ek görev olarak verildiğinde) bunun için kendisine başkaca maaş tahsisi iktiza
ettiğine binâen" Târih dersine başladığı gün'den itibaren esas maaşı olan binallı-
yüz otuz üç kuruş'a üçyüz yetmiş yedi kuruşluk bir ek yapılması 9 Şevval 1285
günlü İ r â d e ile kabul edilmişi ir. Böylelikle bu Târih'de Mülkiye'nin Târih
ve Coğrafya Müderrisi'nin O çağda şöhretli bir Târih öğretmeni olan Ahmed Hilmi
Efendi olduğunu öğreniyoruz (48).
İkinci Sınıf'da : Arabî, Fârisî, Hesap, Coğrafya, Târih, Cebir, inşâ, Rik'a,
Resim.
99
Aşağıdaki d i p l o m a örneği b u dönem'e aittir (50):
NEZÂRETİ MAÂRİFİ
UMÛMİYYE
ŞAHADETNAME
ALÂİYELİ
İsmail Hakkı Efendi
(Alanyalı)
İşbu Ş a h a d e t n a m e tara
fımızdan dahi tastik
olunmuştur.
(Mühür)
Hat Mecmu'u
7 77
M E C L İ S İ K E B İ R İ MAÂRİF
(Mühür)
(50) Bu diploma örneği A/125 Numaralı mezun Rahmetli İsmfilt Hakkı Paşa'ya âit olup oğlu Sayın Hamza Türegün'den
alındı,
Diplomanın incelenmesinden de anlaşılacağı gibi, başlanğıç'da 45 olan
not barem'i öğretim süresi 4 yıla çıkarılınca 10 numara üzerinden hesaplanmaya
başlanmıştır.
YILLAR 1860 1863 1869 1870 1871 1872 1873 1874 1875 1876
Öğrenici sayısı 51 53 47 76 52 79 64 51 58 57
Mezun sayısı 34 27 13 36 19 ? ? ? 16 ?
Böylelikle Atik Mülkiye Mektebi onurlu görevini 1293 (1877) yılına kadar de
vam ettirdi.
101
3. Kısım
(1877 — 1908)
1) İ ' d fi d î adıyla İlk L İ s o 1291 (1874)'de Abdülazİz zamanında ve onun emri ile açılmıştır. Buna- dâir, 14
Rebi ül-EweI 1291 (31 Mayıs 1874) günlü, 104 sayılı Hülâsat ül-Efkâr Gazetesinin 3. sf., 2. st.da şu r e s m i
i ' I S n ' a rastlıyoruz: *
".. Mekâtib-İ Rüşdiyye'de (o zamanki orta okullarda) ikmâl-İ müddet-i tthsiliyye eden (Öğrenimlerini ta
mamlayan) Şâkirdân'ın bir derece daha teksîr'i malûmat eylemeleri (bilgilerini artırmaları) maksadı ile
Maarif NUamnâmesi'nin beyân ve tâ'yİn eylediği (bildirip gösterdiği) derecede Dersaadet'de (İstanbul'da) bir
İ ' d â d İ M e k t e b i te'sis ve küşâdına (açılmalına).... İrâde-İ.... Pâdişâhı.... sudur buyrulmuş (Pâdişâh
İrâdesi çıkmış) ve (bu irâde gereğince) l'didî Mektebi ittihaz olunmak ürere Dâr'ül-Maârif sahasında (Av
lusunda) vâsi (geniş) ve mükemmel bir ebniye (bina) inşasına başlanılmış ve bu misİllû mevadd-ı hayriyyede
(hayırlı işlerde) esbâb-ı cüz'İyyenin (küçük sebeblerin) mâni' addiyle (engel kebul edilmesiyle) teahhürat (gecik
meler) vukua getirilmesi rehin-İ cevaz olamayacağı (hoşgörürlükle karşılanamayacf>ğı) derkâr bulunmuş (kesin
likle kararlaştırılmış) olduğundan işbu ebniye'nin (okul binasının) hitâmına (bitimine) kadar Dersaadet ve Bi-
lâd-i Selâse'de vâki' (bulunan) Rüşdiye Mekteplerinin sınıf-ı evvelleri (son sınıfları) şâlejrdânından talip ve hâ-
hişker (istekli ve hevesli) olanlarının teşkil olunan imtihan hey'etİ tarafından ledelmuâyene (seçme sınavları ya
pılıp) îsbât-ı ehliyet-İ kâfiye eyleyen (yeterli olduklarını ispatlayanlardan) doksan kadar şâkird (öğrenci) İntİ-
hab ve tefrik ile (seçip ayırarak), erbab-ı fazi ü maârif'den (fazilet ve bilgi sahiplerinden) olmak üzere lüzumu
kadar muallimler dahî tâ'yîn olunup Maârif Nezâreti celîlesi Dairesinde muvakkaten tehiyye ve ihzar olunan (ha
zırlanan) bir kaç bab oda, Mekteb Şâkİrd ve Hey'etİne (öğrenci ve öğretmenlerine) tahsis olunarak, (okul) levâzı-
mâtı (gereçleri) ikmal olunarak, Şehr-i Rebi ül-Âhir'in üçüncü Pazartesi günü (derslere başlanmıştır) "
Buna göre, Memleketimiz'cle ilk Lise, 20 Mayıs 1874'de İstanbul'da açılmıştır.
103
adlı i r f a n binasını b ü l ü n imkânları kullanarak yükseltmiş; O n u Yurd'un c
günü ve geleceği'nin emrine, hizmetine s u n m u ş t u .
104
( ü s t ü n d e ) açılacak mekâtib-i âiiye'nin (yüksek okulların) bir kısmı içün esas dahi
k o n u l m u ş olmak m a k s a d ı âliyesiyle Mekteb-i mezbur'un tanzim ve taslihi ve ders
cetvelinin tevsi'i ve hâl ü hâzır Hazîne fazla-i tahsisat'a müsâid o l a m a z ise ehem
miyet ve menfeat-i azimesine m e b n i masârif-i zâide'nin (fazla masrafların) taraf-ı
eşref-i Hazret-i Pâdişâhî'den tesviyesi (ödenmesi) e m r ü ferman-ı isâbet-beyân-ı
Hazret-i Şehriyârî iktizay-i âlîsinden olup buna d â i r teklifi ibtidaî m a k a a m ı n d a
t u t u l m a k ve alelusul Şûrây-ı Devlet'ce müzâkere-i m a s l a h a t l a icâbı hâlinde tâ'dil
kılınmak (değişiklik y a p m a k ) üzre Zât-ı Âlî-i Vekâletpenâhi'Ieriyle (Sadrâzamla)
bittezekkür tanzim kılınan lâyihanın m u v a k k a t bir Talimat (Tüzük) h ü k m ü n d e itti
haz v e icrâsıyle beraber ileruda K a n u n h ü k m ü n e konulması v e o l vakit
Meclisi Umumî tarafından dahî tetkik kılınması hakkında mingayr-i resm'in vâki*
olan i ş a r ı Sâmî-i Sadâretpenahîleri Huzur-i Hümâyun-i Hazret-i Tâcdârî'ye ledel-arz,
Talimat ve Kanun veya Nizâm'm sûret-i icrasını tâ'yin eden evâmirden olmasına na
z a r a n esasa müteallik olan bu m a k u l e mevaddın o şekilde t u t u l m a s ı n d a n ise Nizam
Heyetinde ittihaz ve icrası m ü r e c c a h b u l u n m a s ı n a ve hukuk-i u m u m i y e ve mesâil-i
mâliye'ye a d e m i taalluku cihetiyle Kanun-i Esâsi'nin ( A n a y a s a n ı n ) Yedinci Mad
desinde suret-i m a h s u s a d a neşr ve ilânı m ü n d e r i ç olan nizâmnâmelerin Meclis-i
Meb'ûsân'ın kayd-ı tasdikinden hâriç olmasına nazaran Lâyiha-i mezkûre'nin şim
diden tezekküriyle înd'et-tasdık m e v k H icrâ'ya konulmasında bir m â n i ' t a h a t t u r
o l u n a m a m a s m a ve m a a h a z â Şûrây-ı Devlet'in vezâifi Hey'et-i Meb'ûsana havale olu
n a c a k kavânin ( k a n u n l a r ) lâyihalarının tanzimine m u h t a ç olmayıp u m u m nizâmat'a
âit levâyıha ( t a s a r ı l a r a ) şâmil olmasına mebni Lâyiha-i mezkûre'nin dahî Şûrây-ı
D e v l e t i n müzâkeresine havalesi ve bervcçhi m u h a r r e r b u n u n müştemilâtına teklif-i
ibtidâi nazarı ile bakılarak icab eden tâ'dilat ve m ü t a l a â t ve k a r a r ı n a r z ü beyânı
l ü z u m u n u n r e s m e n tebliği şerefsünuh ve s u d u r buyrulan e m r ü fermân-ı Hümâ-
yûn-ı Cenâb-ı Cihanbâni mantuk-i münifinden bulunmağla ol babda e m r ü ferman
Hazret-i Veliyy'ül-emr'indir.
18 M u h a r r e m (12) 94 ( = 2 Şubat 1877)."
Bu İrâde'ye göre :
b) Bu amaç için Hazine'de fazla imkân yok ise, tesbil edilecek Okul Gider
Bütçesi'ne göre, masrafları Pâdişâh kendi tahsisatından ödeyecektir.
106
m u t â l â a t ve k a r a r ı n arz ve beyânı enir ü ferman-ı isâbet-beyân-ı Hazret-i Tâcdâri
iktizây-ı celilinden b u l u n d u ğ u n a dâir 19 M u h a r r e m (12) 94 târihinde Şûrây-ı
Devlet'e havale buyrulan tezkire-i aliyye melfuf Nizâmnâme lâyihasiyîe beraber
Tanzimat Dâiresüıde kıraat olundu:
Elyevm mevcud olan Mekteb-i Mülkiyye'nin hâl-i hâzırı idâre-i umur-ı mülkiy-
ye'ye m u k t a z i m e ' m u r yetiştirmeye kâfi olmadığı halde Mekteb-i m e z b û r ' u n tan
zim ve taslihine e m r ü fermân-ı hikmet beyân-ı Cenâb-ı Tâcdari şâyân ve masâ-
rif-i zâide'nin lütfen ve inâyeten Tahsisat-ı Seniyye'lerinden ihsan buyrulması Ve-
linimetimiz Pâdişâh-ı Maârifperver ve Şehinşâh-ı Mâ'delet Küster Efendimiz Haz
retlerinin ihyıay-ı Mülk ü Millet cihetlerine masruf ve m ü n h a s ı r olan efkâr-ı hay-
riyyet-disar-ı mülkdârileri asâr-ı celîle ve cemilesinden olduğu gibi m e z k û r Nizâm
n â m e Lâyihası d a h î Iede'l-kıraat m ü n d e r e c a t ı îlrâde-i hikmet-ifade-i Cenâb-ı Şeh-
riyârî fahvâ-i münifi üzere Mekteb'in suret-i tanzim ve tevsi'inden ve şerâit-i ka
bul ile usûl-i tcdrisiyye ve M e k t e b i Mülkiyye'nin m a h a r i c i ( k a y n a k l a n ) olan me
muriyetleri tâ'yinden i b a r e t olup binaenaleyh ilerûda t a h a t t u r olunacak cihât-ı
sâirenin Onbeşinci Madde'de m u h a r r e r Nizâm-ı Dâhili'ye ilâvesi kaabil idüğüne ve
kadîm (eski) Mekteb-i Mülkiye Müdiri "şimdiki Mektep, D â r ü J ü n û n d e r u n u n d a
beheri seksen nefer alır iki dersane ve bir teneffüs odasını hâvi olarak b u n a bir
d e r s h a n e daha ilâvesi m ü m k ü n olacağı ve elhaletü hâzihi birinci sınıfta altı ve ikin
ci sınıfta y i r m i nefer talebe mevcud olup üçüncü sınıf içün bu sene otuzbeş nefer
talebenin imtihanları icra olunduğu ve yakında Mektebe alınmaları mukarrer
i d ü ğ i " ifadât-ı vakıasından anlaşıldığına binâen Hey'et-i Umûmiye'de dahi mütalaa
sıyla N i z â m n â m e Lâyihası (Tüzük Tasarısı) kabul ve tasdik olunduğu halde Mek
tebin tevsi'i zımnında sarfı iktiza eden mebâliğin mikdarını ve muallimlere ve
rilecek m a a ş içün Mektebin tahsisât-ı kadîmesine ne m i k d a r mebaliğ z a m ve ilâ
ve o l u n m a k lâzım geleceğini mübeyyin b i r kıt'a defter île Lâyiha-i mezkûre'nin
Onbeşinci Maddesi mucebince Mekteb'in idâre-i dâhiliyyesi h a k k ı n d a iktiza eden
N i z â m n â m e (yönetmelik) Lâyihasının başka başka arz ve istizan o l u n m a k üzre
serian tanzim ve irsali h u s u s u n u n Maârif Nezâret-i behiyye'sine iş'arı tezekkür
kılındı. Olbâbda e m r ü ferman Hazret-i Menleh'ül-emr'indir.
29 M u h a r r e m 1294 ve 1 Ş u b a t 1292 ( = 1 3 Şubat 1877)
107
m e r h a m e t delil olduğundan, Nizamnâme-i Esâsî Tezkire-i Alîyye'de şayan buyrulan
müsaade-1 Seniyye'ye istinaden Hey'et'ce bâ'zı tadilât-ı hafife icra o l u n a r a k ve
Dokuzuncu Maddede tadâd kılınmış olan u l û m ve fünûnun h a s r a n Fransızca ted
risi hususunda d û r ve dirâz m e b â h i s cereyan edüp altı rey (oy) madde-i mezkû-
re'nin biibâretiha ibkaası ve onsekiz rey " m ü n h a s ı r a n Fransızca" cümlesinin tay
ve iigaası cihetinde b u l u n m u ş olraağla ekserîyet-i hâsıla'ya binâen bu c ü m l e çı
karılarak kabul ve tasdik olunmakla beraber ehil ve m u k t e d i r m e ' m u r i n e ihtiyaç
Memâlik-i Devlet-i Aliyye'nin vuVat ve ehemmiyeti ile m ü t e n a s i p o l d u ğ u n d a n bu
M e k t e b i n te'sis ve teşkilinden murâd-ı h a y r m u t â d n Cenâb-ı Cihanbâni b i r an ev
vel sübut-yafte-i mevki-i husul olmak ve u m u m mülk ü millet bir k a d e m akdem
içtinây-z semerât-ı nâfia'ya vusul bulmak hâhiş ve hevesi talebenin bir
m i k d a r tezyidi ve sinîn-i âtiye'de (gelecek yıllarda) kabul o l u n a c a k l a r ı n adem-i
tahdidi arzusunu arz ve beyâna medâr-ı cür'et olup Mahrec-i Aklâm, Mekteb-i mez-
kûr'e (Mülkiyeye) b â ' d e m â Sunuf-ı İdadi m a k a m ı n d a (lise sınıfları yerine) tutula
r a k derslerinin tevsi'i ile bir yandan şakird yetiştirilmesi lâzım geleceğinin ve lâ-
yiha-i mezkûre'nin beşinci maddesinde nasbi gösterilen m e ' m u r i n , vakıa bu makû
le mekâtib-i âliye içün bedihiyyül lüzum ise de Muhasebeci ile Sandık M e ' m u r u
(veznedar) tâyinüıin Mektebin leylî olduğu vakte tâ'liki emr-i tabiî olduğunun
Maârif Nezâretine tavsiye ve i ş a r ı dahî cümle-i m ü z â k e r a t t a n b u l u n m u ş olmağın
muvâfık-ı re'y-i isâbet-nümây-ı Cenâb-ı Sadâretpenâhîleri olduğu halde bunların
ve Dâire M a z b a t a s ı n d a beyân olunduğu veçhile Mektebin tevsi'i içün iktiza eden
ve muallimler maaşları içün tahsisât-ı sâbıka'ya z a m m o l u n a c a k m e b â ü ğ i n ayrı ay
rı defterleriyle (Bütçeleri) Nizamnâme-i Dâhilî'nin badel h i t a m Şûrây-ı Devlet'in
mevki-i tetkikine konulmak üzere sür'at-i m ü m k i n e d e t e r t i p ve tanzimi hususu
n u n dahî Nezâret-i ınüşârünileyhâ'ya havalesi tezekkür o l u n m u ş ve d ö r t r e y d e n
ibaret olan lakalliyct, Fransızca lisanı tahsilinin dahî taht-ı mecburiyette tutulma
ması tarafında b u l u n m u ş ise de herhalde e m r ü ferman Hazret-i Menleh'ül-emr'in
dir. 3 Safer (1) 294 ve 5 Şubat (1) 292 (= 18 Ş u b a t 1876)
108
Şûrây-ı Devlet Genel Kurulu'nca bülün teklifler uygun görülmekle b e r a b e r :
110
•
Meclis-â Mahsus-i Vükelâ'nın aldığı bu son karar, ekleri ile birlikte, Sadrâ
zam Edhem Paşa (5) taralından Pâdişâh'a :
Dördüncü Madde Mekteb-i Mülkiyye neharî olup takat ileride lüzum görü
lür ise b u n u n leylî dahi olması caiz olacaktır. Talebesi
birinci sene elli nefer olup, h e r sene ellişer nefer ilâvesiyle
beşinci sene mevcudu iki yüz elli'ye baliğ olacaktır.
FASL-ı SÂNI
Hey'et-i İdare ve Muallimin Beyamndadır
112
FASL-ı SÂLİS
Şerâit-i Kabul Beyânındadır
FASL-ı RÂBİ
Usul-i Tedbiriyye Beyânındadır.
113
FASL-ı HÂMİS
Mekteb-i Mülkiyye'nin Maharici Olan
Memuriyyetler Beyanmdadır.
Onikinci Madde : Kanun-i Esâsî'nin 39. Maddesi mucibince m e ' m u r i n ' i n usul-i
terakkiyatını tâ'yin edecek N i z â m n â m e a h k â m ı ' n a tevfikan
Mekteb-i Mülkiyye'den neş'et edecek talebenin ihraz ede
cekleri kaza kaymakamlıkları vâlilik'lere ve sefaret kitâ-
ıbetleri sefaretlere ve a k l â m riyasetleri nezâret müsteşar
lıklarına ve Şûrây-ı Devlet Mülazimliği Âzalığına ve Di
vân-ı Muhasebat ve Nezâret Meclisleri Başkilabctleri on
ların a'zâlık ve reisliklerine ve işbu me'nıuriyetlerin kâffe-
si dahî Meclis-i A'yân A'zâlığı'na mûsil olacak (ulaştıracak)
ve bu b a b d a dahi Onuncu Maddede m u h a r r e r nisbet kaide
sine i'tibar kılınacaktır.
ŞÛRÂY-ı DEVLET
(Mühür)
Bu T ü z ü k ' e göre:
b) Pâdişah'm, himâyesi'ndedir.
115
ç) Şimdilik yatısız olup ileride yatılı'ya çevrilecek; ilk yıl 50 öğrenici alı
nacak, bu sayı her yıl 50 şer artırılarak 250 mevcuda yükselecektir.
1 — Kaza Kaymakamlıkları;
2 — H ü k ü m e t Merkezi'ndeki Nezâretler ile İ n e r d e k i Şubelerin Müdür
lükleri ve bunlara eşit memuriyetler, Danıştay Üye Yardımcılıkları;
( 6) Bu kayda göre Mülkiye'ye, Müslüman çocukları ile aynı hakka sâhîp olara-k Hıristiyan ve Musevî çocukları da
girebilecek; bu suretle, ilk Anayasa'mızda yer alan "Tebaa-i Osmânî Hukuk-i Beseriyye'de bilâ tefrik-i din ve
mezheb müsâvi'dîr" ilkesi uygulama alanı bulacaktır.
116
3 — Sefaret Kâtiplikleri ve Konsolos'luklar'dır.
j) (İlk) Anayasa'nın 39. Maddesi'nde bildirilen- ve memurlann terfi'lerini
tesbit eden» T ü z ü k gereğince, Mülkiyye Mezunlan'ndan Kay
makam olanlar Valiliğe, Sefaret Kâtibi olanlar Sefirliğe ve çeşitli
nezâretlerin Şube Müdürlüğünde bulunanlar Nezâret Müsteşarlığına, Da
nıştay Üye Yardımcıları Danıştay Üyeliğine, Sayıştay Başkâtipleri Sayıştay
üye, Dâire Reisi ve Sayıştay Başkanlığına kadar yükselmeye hak kazana
caklar; bunların hepsi de Ayan Meclisi (Senato) Üyeliğine yükselebilecek
ler.dir.
k) Mülkiye Mezunlarından her hangi biri, bulundukları memuriyete terfi yö
nünden haksızlığa uğrarsa idari yargı organlarında hak'kını arayacak ve
dava açabilecektir. Bu husus, Hükümetin önceden bir taahhüdü şeklinde
mezunlara verilen d i p l o m a ' lara d a yazılacaktır (7).
1)) Mülkiye Mektebi Öğrenicileri, öğretim süresince Özel üniforma giyecekler
dir.
m) Mülkiye Mektebi'nin iç yönetimi için bir yönetmelik hazırlanacaktır.
( 7) G e n e I İ d â r e ' de, kısmî de olsa, memurlar İlk defa h u k u k î teminat'a bu târîh'de ve böy
lece kavuşmuşlardır.
117
DERSLER,
119
II. S ı n ı f :
1 — Türkçe Usûl-i Kitabet (resmî yazışma usulü)
2 — Fransızca
3 — Usûl-i Defterî (Muhasebe)
4 — İlm-i Cebir (2. derece denklemlerin çözümüne kadar ve
Logaritma kullanma usulü)
5 — Târih-i Umumî'den Kurun-i Vustâ (orta çağ)
6 — Coğrafya (Asya, Afrika, Amerika Avusturalya Kıt'alan)
7 — (Fizik) ve (Organik Kimya)
8 — Tersim-i Hutut (Geometri)
9 — Târih-i Tabiî'nin Nebatat Kısmı
III. S ı n ı f :
120
3 — Usûl-i Mâliye ve Varidat ve tekâlif (Mâliye İlmi ve Dev
let Varidatı ve Vergiler)
4 — Mâliye Dâireleri'nin Teşkilâtı ve Devlet Muhasebesi
5 — Devlet-i Osmaniye Kanun-i Esasisi (Anayasa)
6 — Hukuk-i Milel
7 — Smaat ve Ticâret Coğrafyası (Ticâret ve Sanayi Coğrafyası)
8 — Hukuk-i Mcdeniyye ve Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye
Programın, ileri bir görüşle hazırlandığı, genel idare mekanizmasının iyi iş
lemesinde çok önemli rolü olacak kimselerin yetişmesi için gerekli bilgi dalları
nın bulunduğu söylenemez. 1871'de yâni Mülkiye'nin yüksek okul hâline getirilişin
den 6 yıl önce açılan ve Mülkiye ile kuruluş amaçları aynı olan Paris Siyâsî İlim
ler Serbest Okulu'nun ilk Programını (8) incelediğimizde bu Okul Ders Programı'-
nın çok ileri bir görüşle hazırlandığını anlıyoruz. Söz konusu noksanın farkına
varılarak bir kaç yıl sonra, ilerde göreceğimiz gibi, derslerde büyük gelişme mey
dana getirilmiştir.
121
ÖĞRETMENLER Bu D ö n e m ' d e " M ü l k i y e M e k t e b i
H e y ' e l - i M u a l l i m i n ' i" derslerin
aylık ve yıllık s a a t l a n , öğretmenlerin m a a ş l a r ı şöy
lece düzenlenmişti :
122
1 Mart 1877 (= 14 Safer 1294) günlü Arz Tez
İLK MÜDÜR, k e r e s i ' nde :
BİNA VE AÇILIŞ 11
Tevsi' buyruhnuş olan Mekteb-i Mülkiyye'-
ye vüs'atli (yeterli) ve muntazam bir dâirenin tahsisi lüzumuna ve D â r ü ş ş e •
f e k a ' nuı hem Mülkiye Mektebi ittihazına ve hem de şimdiki şâkirdâmm
istiab'a kifayeti tahkik buyrulduğuna mebni bunun devâir-i lâzıme'sinin Mekteb-i
mezkûr'a tahsisi ve Erkân-ı Harbiye Mirlivalarından saadetlû Ali Nizami Paşa, ehli
yet ve usûl-i idâre-i mekâtibe vukufu cihetiyle Mektebi mezkûr Nezâretine (Müdür*
127
Iüğüne) tâ'yîn buyrulduğundan me'muriyetinin i'lânı ve Nâzır-ı mumaileyhin taht-ı
riyasetinde olmak üzere hemen erbâb-ı vukuftan mürekkep bir komisyon teşkil
olunarak Mekteb-i mezkûr Nizâmnâmesinin Yedinci Maddesine tevfikan Mekteb-i
Sultani Talebe-i müntehiyesinden ( s o n sınıf öğrenicilerinden) ve fesholunıan kadim
Mekteb-i Mülkiye ve Mahrec-i Aklanı Talebesinden ve hâriçten şerâit-i kabulü is-
bat edenlerin müdekkikâne imtihanlarına mübaşeret olunarak Mekteb-i mezkûr'a
alınmaları ve muallimlerin intihabının Nâzır-ı mumaileyhe havalesiyle Nizamnâ-
me-i Dâhilî'nin ve Mekteb Programının sür'at-i tertibi zımmnda iktizây-i hâlin ifâ
ve Mekteb-i mezkûr'a kabule istihkakları tebeyyün edecek talebenin hi Uun-ı imi i-
hanmı müteakip resm-i küşâdın (açılış t ö r e n i ' n î n ) Vükelây-i Fiham (Bakanlar
K u r u l u üyeleri) Hazarâtı mevcud bulundukları halde Huzur-i Fâiz'ün-nûr-i Pâdi-
şâhi'de icra olunması- «...." teklif edilerek :
( 9) Ali Nizâm? Paşa, Mülkiye Müdürlüğünden Önce, Abdülaziz zamanında Paris'te açılan O s m a n l ı M e k t e
b I ' nin Müdürlüğünü yapmıştır.
128
kirdânı t e k e s s ü r e d e c e k olan Mekteb-i Mülkiyyo'yi Istlab edetni-
yeceğine ve maahaza Dârülfünun'da şimdiki Mekteb-i Mülkiyye'ye mahsus o>an
Dâire beheri seksener nefer şâkird (öğrenici) alacak iki dershane ve bir odayı
müştemil ve her tarafa semt ve civar olup buna yeniden bir salon ilâvesiyle de
matlub hâsıl olacağı Şûrây-ı Devlet'ce tahkik olunmuş ve ol suretle yapılacak Sa-
lon'un ber keşîf masarifinin istizanı müteallik bayrulan İrâde-i Seniyye-i Hazreti
Pâdişâh! mucibince Maârif Nezâreti'ne havale kılınmış ise de Mektebin şimdiki
Dâiresi birinci ve ikinci sene alınacak şâkirdân için kâfi olduğuna mebni ilâve
olunacak bina lüzumu görüneceği vakit tanzim ve inşâ ettirilmek üzre Mekteb-i
mezkûr'un yine Dârülfünun'da küşadı " na izin i s t e n m i ş ; gerekçe aynı günlü İ r â d e
ile uygun b u l u n d u ğ u n d a n Mülkiye'nin yine eski yerinde öğretime başlaması kesin
leşmiştir. Böylelikle Dârüşşefeka Binasından vazgeçilmiş; Türbe yanında, şimdi
Kız Lisesi olan. önce Darülfünun, sonradan Dârülrnua!limîn (Erkek öğretmen
o k u l u ) olan Maârif Nezâreti Binâsı'nda bir dâire Okul'a tahsis edilmiştir.
B u günlerdedir ki, Türkiye'de ilk P a r l a m e n t o ü y e l e r i Seci
ni i bitmiş; 19 Mart 1877 (-=4 Rebi ül-Evvel 1294) Pazartesi günü (10) ezanı saat
2.30, zevali saat 8.5l'de Meclisi M e b ' u s a n açılmıştır. Abdülhamid Hân,
Mülkiye Mektebi'ne verdiği değeri v e önemi M e c l i s 'i Açış Nutku'nda:
" Cülûs'umuzrfon beri işbu intihâb-ı me'murîn maddesi'nin ehemmiyetini
takdir eylediğimizden masarifi (giderleri) Hazine-i Hassa'mızdan tesviye olunmak
üzere bir M e k t e b i mahsus te'sisiyle idâre-i umumiye için me'mur yetiştir
meyi tasmin eyledim (kesinlikle k a r a r l a ş t ı r d ı m ) . Bu Mekteb'in evvelce i'lân olun
muş olan Nizamnâme-i Esâsîsi'nden (Anatüzüğü'nden) dahi ma'lum olacağı veçhiy
le, Mekteb-i mezkûr şâkirdânı idare ve politika me'muriyetlerinin en büyük derecâ-
tına kadar kabul olunacak ve bun'ıar tebaamızın mezhep istisnası olmayarak her
sınıftan alınıp, terakkileri derece-i ehliyet'e göre olacaktır." (11)
(10) Bak. : İzahlı Osmanlı T â r i h i K r o n o l o j i s i ; İsmail Hami Danİşmend; 1955; 4. C.j 298. sf. " M a h m u d Celâleddin
Paşa'nın M i r ' a t - i H a k i k a t ' i n d e b u açılış, 2 Rebİ ül-Evvel 1294 olarak gösterilen H i c r î târih i k i gün h a t a l ı
d ı r ; Rahmetli Hakkı T â r i k Us'un " M e c l i s - i M e b ' u s a n " adıyla yayınladığı Meclis Z a b ı t l a r ı ' n ı n başında R u m î
t a k v i m gününün '*7 M a r t " yerine " 6 M a r t r a rastladığı gösterilmesinde d e b i r g ü n ' l ü k yanılma v a r d ı r . Ç ü n k i , ] 9 .
Asır'da Efrencî ve Rumî t a k v i m l e r arasındaki f a r k 13 değil 12 gündür. İbn ül-Emin Mahmud Kemâl'in "Son
Sadr-ı-â'zamlar"ının 617. sayfasındaki E f r e n c î " 2 0 M a r t " t â r i h i d e 1 gün i l e r i ' d i r . "
Rumî y ı l hesabıyla Halk arasında "93 Meclisi" adıyla d a anılan ilk M e c l i s - i M e b ' u s a n ,
Dolmabahçe Sarayı'nın eskiden "Divan-ı Hümâyun M a h a l l i " denilen M u 8 y e d e (Tören) salonunda açılmış
ve ondan sonra da- Meb'usan ve Â'yan Dâiresi yapılan eski D a r ü l f ü n u n Binâsı'nda t o p l a n m ı ş t ı r . 2. M e ş r u t i y e t ' i n
ilk M e c I i s ' i olarak da k u l l a n ı l a n bu Bina sonraları İstanbul Adliye Sarayı hâline g e t i r i l m i ş ; 1930'da
yanmıştır.
İlk M e c l İ s - i M e b ' u s a n Reisliğine meşhur Ahmed Vefik Efendi (sonradan Paşa) tâ'yin edil
miştir.
A ç ı l ı ş g ü n ü , murassa' (elmas, y a k u t , z ü m r ü d gibi taşlarla i ş l e n i p süslenmiş) muhteşem Osmanlı Tahtı Sa-
l o n ' u n batı tarafına k o n u l m u ş ; H ü k û m e t ' i teşkil eden Nazırlar, büyük d i n a d a m l r a ı , A'yan ve Meb'usan Meclisi
ü y e l e r i , yüksek r ü t b e l i askerî ve m ü l k î şahıslar, Hıristiyan Patrikhânesi ve Hahamhane m e n s u p l a r ı , yabancı e l ç i
ve b ü y ü k e l ç i l e r ayakta, U n i f o r m a ' s ı n t n üstüne siyah bîr pelerin giyen Sultan A b d ü l h a m t d ' İ k a r ş ı l a d ı l a r . Alkışlar
arasında Taht'a o t u r a n Pâdişâh'ın solunda kardeşlerinden (1909'da Pâdişâh o l a n ) Veliahd Reşad ile Kemâleddin
Efendi'ler yer a l m ı ş t ı . A b d ü l h a m i d , e l i n d e k i n u t k ' u Sadrâzam E t hem Paşa'ya, o da (sonradan Sadrfizam
o l a n ) Mâbeyn Başkâtibi K ü ç ü k Said Bey'e (sonradan Paşa) v e r d i . Said Bey tarafından okunan N u t k - i Hümâyun'-
un y a r ı m saat sürdüğü söylenir.
( 1 1 ) Bak. : 1293 Meclis-i Meb'usan Zabıt Cerdesi; Hakkı T â r i k Us; 12. sf., 1. st.
129
N u t k ' u n bu kısmına Meclis-i Âyan'da :
Meclis-i Meb'usan'da da :
(12) Bak. : 1293 Meclis-i Meb'usan Zabıt C e r i d e s i ; H a k k ı T â r i k Us; 14. sf., 2. s».
(13) Bak. : 1293 Meclis-i Meb'usan Zabıt C e r i d e s i ; Hakkı Târik Us; 19. sf., 1. st.
130
"...... Nizamnâme-i Esâsî İle Şıırây-ı Devletlin müzekkeresi mucibince M e k t e b i
Mülkiyye beş sene üzerine küşad olunacağından ve Nizamnâme-i Esâsî'nin Doku
zuncu Maddesinde gösterilen xılûm ve fünûn'a bakılınca Birinci Sınıf derslerinin
mekteb-i rüşdiye'nin mafevkinde olması icab edeceğinden herhangi m e k t e p d e n olur
sa olsun lâıakal mekâtib-i riişdiye sınıf-ı m ü n t e h i derslerinden imtihan verecek şa-
k i r d â m n m â r u z z i k r beş sınıftan birinci sınıfa kabul o l u n m a l a r ı muktazay-i masla
h a t t a n ve M e k t e b i Sultânî'den bâ ş a h a d e t n a m e çıkan talebe ise Mülkiye Mektebi
nin Birinci ve İkinci ve Üçüncü sınıf derslerini orada g ö r m ü ş olmalariyle bunların
dahî Dördüncü Sınıfa alınmaları unıur-ı tabîiyye'den görülmüştür- Ancak Mekteb-i
mezbûre ilk senesi yalnız elli nefer şâkird alınması Nizamnâme-i Esâsî'de m ü n d e r i ç
ise de berveçhi m â ' r u z bu sene ilci sınıfın küşâdına mecburiyet hâsıl olduğuna ve
bu iki sınıfa kabul olunacak ş a k ı r d a n m i k d â r m ı n ziyâde veya n o k s a n olması mual
lim ve şâire masarifinin tezayüd veya t e n a k u s u n u istilzam etmiyeceğinden fazla
salifü'I-beyan sınıflara h a d d i nizamîsi dâhilinde olarak ellişer nefere k a d a r şâkird
alındığı t a k d i r d e gelecek yıl küşâd olunacak sınıflara m u t t a r i d bir dâire-i salime
dâhilinde mikdâr-ı kâfi talebe dahî yetiştirilmiş olacağına mebni m e z k û r iki sını
fın hemen küşâdına ekseriyet-i â r â ile k a r a r verilmiş....." dir.
22 Rebi ül-Evvel 1294 (= 6 Nisan 1877) günlü Sadrazamlık tezkiresi ile, herbiri
ayrı ayrı çözümlenmiş meselelerin son İrâde'si alınmak üzere Pâdişâh'a sunuldu.
Tezkire'ye verilen v e tekliflerin Onaylandığı bildirilen İ r â d e H a m i ş i ' nde:
132
26 Rebi ül-ewel 1294 (= 10 Nisan 1877) günlü Takvim-i Vekaayi'de görülen:
"Mekteb-i Mülkiyye-i Şahanenin bitevfik-i Taalâ yakında küşâdı m u k a r r e r ol
masıyla Nizamnâme-i Esasisi ahkâm-ı celîlesince Mekteb-i m e z k û r için bu sene
Mekteb-i Sultanî ve kadim Mekteb-i Mülkiye ile Mahrec-i Aklâm ve mekâtib-i şâi
re ş â k i r d â n ı n d a n ve h â r i ç t e n mâlûm'ül-aded talebe alınacaktır.
M e k t e b i Mülkiye'ye kabul olunacak talebenin sin'ni (yaşı) 18'den aşağı ve 35
den yukarı olmayıp mâni-i h i d m e t olacak e m r a z d a n salim bulunduğu tıbben mu-
s a d d a k olacak ve bir cinayet ve cünha ile m a h k û m ve sui ahval ile m ü ş t e h i r ol
madığına d â i r şakirdin yedinde m e n s u b olduğu Dâire-i Belediye veyahut Patrik
h a n e d e n ve H a h a m h a n e tarafından tasdiki hâvî ş a h a d e t n a m e bulunacaktır. Şera
it ve evsâf-ı mezkûre'yi hâiz b u l u n a n talebeden, Mekteb-i Sultanî'den ş a h a d e t n a m e
ile çıkanlar ve yahud mekâtib-i şâire veya hâriçten Mekteb-i Sultanî şâhâdetnâ
meli ş â k i r d â n m derecesinde i m t i h a n verenler Mektebin Dördüncü Sınıfına ve lâa
kal mekâtib-i rüşdiyenin m ü n t e h i derslerini görüp imtihan verebilen talebe Bi
rinci Sınıfa alınacaklardır. Dördüncü Sınıf için kabul olunacak talebenin imti
hanları Şehr-i Nisanın 4. Pazartesi g ü n ü n d e n itibaren Şehr-i m e z b u r u n 14. P e r
şembe günü a k ş a m ı n a k a d a r C u m a ve Pazar günlerinden m a a d a h e r gün saat
133
6'dan 10'a değin mahsusan teşkil olunan Komisyon hazır olarak Mekteb-i Sul
tanî Dâiresinde ve 1. Sınıfa alınacak şâkirdlerin imtihanları dahi Şehr-i
mezkûrun 2. Cumartesi gününden 14. Perşembe günü akşanuna kadar Cuma ve
Pazar günlerinden maada her gün saat 6'dan 10'a karîıar yine Komisyon-ı mah
sus huzurunda olarak Dâire-i Maârif'de icra olunacağı.,.." n a d â i r r e s m î
i l â n üzerine s e ç m e s ı n a v l a r ı yapılmış v e D ö r d ü n c ü Sınıfa 13,
Birinci Sınıfa 50 öğrenici kabul edilmiştir.
(14) 1954'de yayınladığım " M ü l k i y e T â r i h i ve M ü l k i y e l i l e r " adlı kitabımızın 39. sf.de bu t â r i h i b i r zühul sonucu 25
Zilhicce 1294 (= 4 Aralık 1877) şeklinde y a z m ı ş t ı m . Bu büyük yanlışlığa pek h a k l ı ve tabiî o l a r a k k ı y m e t l i Ta
r i h ç i Rahmetli Faik Reşid Unat, E ğ i t i m H a r e k e t l e r i Dergisi'nin (Mayıs/1955) 5 . sayısı'nm 3 1
sf.nda işaretle tenkid e t m i ş t i . Rahmellİ'ye o t â r i h t e v e r d i ğ i m sözü burada yerine getirmekten hususî b i r sevinç
duyarak, kusurumun bağışlanmasını d i l e r i m .
(15) Kemâl Paşa, Şehzadeliği sırasında A b d ü l h a m i d ' e Edhem Paşa ile b i r l i k t e Fransızca Öğretmenliği de y a p m ı ş t ı r .
134
Efendiler!
ŞÂKİRDÂN'ın TEŞEKKÜRNÂMESİ
135
Nasıl minnetdar olmayalım ki böyle bir gaileli zamanda, böyle bir Hey'at-ı
Âliyenin huzuru sâmîsinde resm-i küşâdın icrasıyla mazhar-ı iltifat olduk. Bu
inâyat-ı celile-i Şehriyârînin bihakkın edây-ı şükr ü mahmideti kaabil olamayacağın
dan her zaman vird-i zebanımız olan "Pâdişâhım çok y a ş a ! " duây-ı icabet ikti
zasını, her bir azm-i Hümâyûnunda bin feth ü zafere muvaffak buyurmaian
ed'iye-i hayriyyesi ile tekrar tizkâr edelim." şeklinde yayınlanmıştır.
Tören'e Pâdişah'ın ve Sadrâzam'ın katılmayışı dikkati çekmektedir. Bunun
sebebi, 24 Nisan 1877 (= 10 Rebi ül-Evvel 1294) Salı günü, Rus Çarlığının Osmanlı
Jmparatorluğu'na karşı ilân ettiği ve Halkımız'ca (93 H a r b i ) .diye adlandırılan ve
E r z u r u m ' d a N E N E HATUN'lara, Plevne'de GAZİ OSMAN PAŞA'lara T ü r k Kahra-
manhğı'nıra en güzel örneklerini verdiren SAVAŞ'ın, o günlerde b ü t ü n şiddeti ile
devam e t m e k t e olmasıdır.
136
tarafından o zaman T.B.M.M. i s t a n b u l Meb'usu A b d u r r a h m a n Ş e r e f e çekilen Tel-
graf'da, çok anlamlı olarak, şöyle belirtilmiştir:
137
olacak veçhile muhafaza etmeye b ü t ü n Mülkiyeli ensâl-i irfanınız ahd ü p e y m a n
etmişlerdir.
Yarım asra yakın bir z a m a n a âid aziz h a t ı r a t ı , k ı y m e t d â r a n ' a n â t ve semere*
dâr hidematı ile m u k a d d e s bir mâ'bed-i irfan o l a n Müessesemizin k a d r ü kıyme
tini bugün Vatan ve Millet lehülhamd takdir eylemekte ve Mülkiyeli evlâd-
l a r m a mükâfat-ı saiylerini diriğ etmemektedirler. Millî Mefkure u ğ r u n d a k i mücâ-
hedâta can ve başla iştirak eden Mülkiyelilerin en güzidelerine en m u ' t e n â vilâ-
yât-i müstahlasamızın idâre-i mülkiyeleri tevdî edilmiştir. İ s t a n b u l Teşkilât-ı Mül
kiyesini tensika çalışanlar da yine bizlerdendir. İçtimâ-ı ahirde hâzır b u l u n a n ev
lâdın, Mektebimizin m a d d e t e n dahî tarsin-i mevki-i ve te'min-i istikbâli hususla
rını kemâl-i ehemmiyetle m ü z â k e r e ettiler. Ve içlerinden biri. Dâhiliye Vekâleti
Müsteşarı Münir Bey Oğlunuz sevgili Müessesemizin eski yuvasına iadesi içün
suret-i müessirede çalışmağı teahhüd eyledi.
Senin eser-i irfânm olan bu Müessese-i âlîye, mazisi ile Memlekete en şâmil ve
m ü s m i r hizmetleri edâ eylediği gibi istikbaliyle de Vatanımız'da Hâkimiyet-i Millî-
ye'nin istikrarı için en rasîn ve m a k b u l bir istinadgâh olacaktır.
Ünvan-i şeref-nişanını tâc-i ibtihac (sevinç tac-ı) olarak başlarında taşıyan ve
her tarafta ibcal ve t e k r i m (yüceltme ve saygı) ile yâd ettiren Mülkiyeliler sâye-i
feyzinde bugün bu yüzden şâd ve müftehirdirler. Te'sis4 celilinin a l t m ı ş ü ç ü n c ü
devr-i senevisini i d r â k ederken ey b e r h u r d â r ! . . ve bahtiyar ihtiyar!., hepimizden genç
olan gönlün şen ve hoşnud olsun; s ü r ü r ve iftihar ile dolsun. Tezayüd-i ö m r ü
afiyetini Cenâb-ı Feyyâz-ı Mutlak'dan b ü t ü n samimiyet-i kalbleriyle t a z a r r u ' ve
niyaz eden Mülkiyelilerin en > aslılarından en gençlerine ve pek k a d î m (eski) me'-
zunlarından bu sene Mektebe dâhil olanlarına k a d a r kâffesi Senin m ü b a r e k el
lerini, eteklerini öperek Senden hayır dua dilerler. Onlarm mütevazı* ve nâçiz gö
nüllerinde Senin mâ'nevî fakat hakikî atebe-i felekmerteb'ene yükselen h ü r m e t ve
tâ'zimlerini lütfen kabul et ve Annen S a n a ne ulvî b i r teveccüh-i k a l b ile d u a et
ti ise Sen de Mülkiyeli Çocuklarına ve Torunlarına, Vatana hayırlı hizmetlerinde
muvaffak olmaları için öyle duâ e t ! Muhterem üstâz.
5 Kânun-i Evvel 38 (= 5 Aralık 1922)
Me'zunîn-i Mülkiye Cem'iyyeti Reisi
(Mülkiye 1309/127 Mezunu Ali Seydî) "
138
Bizzat sarf ettiği mesâi sayesinde, istihsal eylediği (elde ettiği) bu netice-i
mes'ude ile Mülkiye Ailesi a r a s ı n d a bir peder hissini veren M u h t e r e m Müdür,
maiyyeti o l a n me'nıurlarına karşı da hiç laubali oimıamakla beraber gayet sevim
li i d i ; onların h e r birine derecelerine göre m u a m e l e eder, kimseyi kırmazdı.
Talebeye karşı da müşfik bir peder olup o n l a r a " M o l l a ! " diye h i t a b eder ve
tekdir, tevbih esnasında dahî kat'iyyen fena bir kelime kullanmazdı.
Bizzat okuttuğu T â r i h ve sair derslere talebe en büyük şevk ve heves ile ko
şarlar; ders esnasında onun takririne ders, nasihat, imtisal, hikâye, teşvik vel
hâsıl genç b i r fikre ilkah edilmesi (aşılanması) lâzım gelen ne varsa hepsi gi
rerdi.
Jurnalcilik ile Mekteb ve medreselere velhâsıl tehzib-i içtimaiyyeye âid ne ka
d a r müessese varsa b u n l a r a musallat olan bir çok adamların Mekteb-i Mülkiye
için de m a z a r r a t ika'ına çahştiklıarını d u y a r isek de, A b d u r r a h m a n Şeref Efendi'-
nin vekar ve sükûnet-i şahsiyesi ve hüsn-i idaresi bu gibi fenalıklara m e y d a n ver-
dirmemişti.
M e k t e b i n , Sultan H a m i d ' i n te'siskerdesi o l m a k itibariyle Taht-ı Himâye-i
Hazret-i Mülûkâne'de bulunduğunu bilen j u r n a l c ı l a n n öyle sellemehüsselâm taıar-
ruz edememeleri ve h a k i k a t e n de nrucib-i m u â h a z e bir hâl z u h u r u n a Müdürün
m e y d a n b ı r a k m a m a s ı , b u r a d a tahsilin sâkinâne cereyanını te'min etmiştir.
Filhakika a r a d a b i r iki vak'a, hilâf-ı m u t a t bâzı arkadaşların h ü s r a n ı m mucip
olmuş ise de, bu, Mekteb İdâresinin t e s â m u h u n d a n (hoşgörürlüğünden) değil, an
cak a l â k a d a r l a r ı n pek ihtiyatsızca hareketlerinden teyellüd e t m i ş t i r " (16).
A b d u r r a h m a n Şeref Efendi, bu vasıflarına, devrin ilim ve kemâl bakımından
en değerli şahsiyetleri olan Hazine-i Hassa Nazırlarından Portakal Mihail Paşa,
Ticâret Nazırlarından Sakızlı Ohannes Paşa, Recâi-zâde E k r e m Bey, Tarihçi Mu-
r a d Bey, Şûrây-ı Devlet Reislerinden Said Bey, Tabiiyyundan Saıd Bey ve Hekim
başı Salih Efendi gibi m ü m t a z kimselerin öğretim b a k ı m ı n d a n çok değerli ça
lışmalarını d a k a t a r a k M ü l k i y e R u h u denen v e varlığını zamanımıza
k a d a r koruyup tesirlerini bir asırdan beri Türk Vatanı'na ifâ edilen M ü l k i
y e l i H i z m e t l e r i ' nde gösteren ruhu y a r a t m ı ş t ı r . B u pek m u h t e r e m
hocaların talebe üzerindeki tesirleri, Kitabın H â t ı r a l a r Kısmı'nda o devri yaşamış
ların- kaleminden en samimi ifadelerle öğrenilmektedir.
( 1 6 ) Bak. : Abdurrahman Şeref E f e n d i ; Efdâlüddin ( T e k i n e r ) ; İstanbul, Halk Matbaası; 1927; 13. - 14. sf.
139
27 günlük Saltanat'] süresince Mülkîye'nin n o k s a n ödeneklerini kendi tahsisatın
d a n karşılamış; 2 . Meşrutiyet'den sonra Abdülhamid'i " h â l " ' edenler Mülkiye var
l ı ğ ı ' nın önemini kavrayamayıp, M e ş r u t i y e t i n daha alkışlan kesilmeden,
1915'de, uğraştıkları P o l i t i k a ' nın ilmini öğreten Müessese'yi kapatmış
lardır.
Gerçekden "2. Abdülhamid 1908 inkılâbında tacı ve tahtı sarsılarak hayatı bi
le tehlikeye düştüğü sırada, kendisinin, Kanun-i Esâsi'ye taraftar, Meşrutiyetin
tatbikine heveskâr ve Mekteb-i Mülkiye'yi fikirleri hazırlamak maksadıyla a ç m ı ş
olduğunu halka bildirmek için Şeyh'ül-islâm Cemâleddin Efendiyi çağırarak onun
yanında yemin etmiş ve şu sözleri söylemiştir:
140
Bir gün, Padişah Abdülhamid ile Müşarünileyh ( K a r a t o d o r i P a ş a ) görüşür
lerken, ilân-ı hürriyet'ten sonra Sadâret'de bulunan Mülkiye Mezunlarından Hakkı
Paşa'yı, Pâdişıah takdirle sena etmiş ve müteakiben, hârici ve idâri me'muriyetleri
kamilen Mekteb-i Mülkiye Mezunları işgal ettikleri zaman Memleketin iyi bir
devreye gireceğini; söylemiş olduğunu" a n l a t m ı ş t ı r .
Bu iki h â t ı r a bile Abdülhamid'in Mülkiye'yi islâhen ve özel tahsisat ayırarak
açısındaki iyi niyetini göstermeye yeter b i r belgedir. Meşhur j.urr.alcıların b ü t ü n
iftira ve hezeyanlarına rağmen, Mülkiye'yi hal'ine k a d a r yaşatması ve asla ka
p a t m a teşebbüsüne girişmemesi iddiamızın başlıca delillerindcndir.
Bu esaslara göre çalışmalarına devam eden Mekteb-i Mülkiyye-i Ş â h â n e , yeni
den açılışının ikinci senesi olan 1878'de, sınıf noksanı sebebiyle, mezun veremedi.
Ancak, sözü geçen yıl, t e k r a r Birinci ve Dördüncü Sınıflara öğrenici kabul edil
d i ; sınıf kadrosu da L, 2., 4., 5., olmak üzere düzenlendi; yalnız Üçüncü Sınıf nok
san kaldı.
" Mekteb-i Mülkiye-i Şâhâne'ye, gelecek sene-i tedrisiyye için talebe almak
vakti hulul eylediği (geldiği) cihetle Mekteb-i mezbûr'a dâhil olacak talebenin
her hafta Cumartesi ve Pazartesi ve Perşembe günleri Mekteb-i mezbûr İdâresi'-
ne müracaatla isimlerini kaydettirmeleri iktiza eder. Duhûl imtihanlarına Ağus-
tos-i Rumi'nin Birinci Çarşamba Gününden itibaren başlanarak her Çarşamba
günü icra olunacaktır.
Mekteb-i Sultâni'den Şahadetnamesi olanlar bilâ imtihan (sınavsız) 4. Sınıfa
kabul olunduğu gibi zîrde muharrer (aşağıda yazılı) Programda gösterildiği üzere
talebenin vereceği imtihana göre İkinci ve Üçüncü ve Dördüncü sınıflara dahî
talebe kabul edilir.
141
Üçüncü Sınıfa girmek için:
Türkçe Edebiyyat; Fransızca; Târih-i Umumî Kurûn-i Ahîre (Son çağlar)
Kısmı; Cebir ve Müsellese t ( T r i g o n o m e t r i ) ve Mesaha Ameliyyatı; Fizik; Kimya;
İlm-i Hayvanat ve İlm-i Nebatat (Biyoloji); Usûl-i Defterî ( M u h a s e b e ) ;
142
Bir millet'in üzerinde yaşadığı ve adına Y U R D denen toprağın manevî
mülkiyet belgesi, o t o p r a k için dökülen şehid kanı, maddî tapu delili de toprak
ü s t ü n d e hars'ı teşkil eden sosyal müesseselerle, medeniyet'i temsil eden târihî
eserlerdir. Yetişen kuşak'lar San'at Târihi, Arkeoloji ve Etnografya bilgisinden
ve bu bilginin verilmesine esas olan fikir'den habersiz oldukları içindir ki, millî
varlığımızın canlı ve m u h t e ş e m tanıkları târihî anıt'larımız, san'at eserlerimiz
bilgisizliğin, mefkûresizliğin, vurdumduymazlığın, adamsendeciliğin sonucu, yok
olmaya yüz t u t u m u ş ; pek ç o k l a n da kaybolup gitmiştir. Son yıllarda "sar/at-ı
1
mutâcle ' hâline gelen eski eser h ı r s ı z il ı ğ ı ve k a ç a k ç ı l ı ğ ı re
zilce d ü ş ü n ü ş ü n , millî ş u u r yoksunluğunun acı sonucudur.
Yüksek Okul olarak açılışının ikinci yılında, Mülkiye'de, 27 Ağustos 1878 gü
nü, mevcut iki sınıfın genel sınav'Ian yapılmış ve derece alarak sınıflarını geçen
(Efendiler) için ilk defa Okul Binasında Armağan Dağıtım Töreni (Tevzi-i Mü
kâfat Merasimi) yapılmıştır. Bu tören'de Şûrây-ı Devlet Reisi Arifi Paşa-zâde Alî
Paşa, Maârif N â z ı n Münif Efendi, Ticâret N â z ı n Ohannes Efendi hazır bulun
muşlardır. Mülkiye M ü d ü r ü A b d u r r a h m a n Şeref Efendi, bu vesile ile yaptığı ko-
nuşma'da :
143
Mülkiye bu dönem'de ilk mezunlarını 1879'da vermiş
YÜKSEK DÖNEMİN tir. Toplamı 13 olan bu mezunlara, 14 Ağustos 1879
İLK MEZUNLARI (— 24 Şaban 1296) Çarşamba, günü yapılan- Toren'le
diplomaları dağıtılmış; Tören'de Başvekil (19) Ârifî Ahmed Paşa ile Nazırların
bâzısı b u l u n m u ş ; derece alanlara a r m a ğ a n ' lar verilmiş; Maârif Nâ
zın Münil Efcndi'nin Okul'u metheden bir konuşması ile Tören sona e r m i ş t i r (20).
(21) Bu d i p l o m a M ü l k i y e 151/1303 (1887) mezunu Rahmetli Mehmed E m i n Yeniçay'a âit o l u p , f o t o k o p i s i oğlu Sayın
O r d . Prof. Dr. Fâlıir Yeniçay tara-fından l ü t f e d i l m i ş t i r .
144
ı
145
Mezunlardan ve açık olan kaymakamlıklara a t a n a n [10/1295 (1879)] Hasan
Tahsin, [11/1295 (1879)] Mehmed Kâmil ve [13/1295 (1879)] Osman (sonradan
Paşa) Efendiler, 5 Aralık 1879'da Cuma günü Sultan Abdülhamid t a r a f ı n d a n ka
bul edilerek iltifatda b u l u n u l m u ş ve ü ç ü n e de Beşinci Rütbe'den N i ş â n - ı
O s m â n î a r m a ğ a n edilmiştir (22).
1879 - 1880 Ders Yılı başında "Nizâmnâme-i E s a s i " gereğince 3. Sınıf da açıl
m ı ş ; böylelikle b ü t ü n sınıflar t a m a m l a n m ı ş ve dersler de h e r smıf için- şu esasa
göre düzenlenmiştir:
İ ' d â d î (Lise) K ı s m ı
1. Sınıf Dersleri
îlm-i Hesafo; Târih-i U m u m î ; Coğrafya-i Umûmî; Kavâid ve Kitâbet-i T ü r k î ;
Fransızca;
2. Sınıf Dersleri
Târih-i U m u m î ; Coğrafya-i U m u m i ; Fransızca; İnşâ-i Türkî; Kimyâ-i Mâ'denî;
Cebir; Hendese; Hikmet-i Tabiiye (fizik); îlm-i H e s a b ;
3. Sınıf Desleri
Târih-i U m u m î ; Edebiyât-ı O s m â n i ; Hikmet-i Tabiiye; Kimyâ-i Uzvî; Müsel-
Iesat; îlm-i Nebatat; İlm-i h a y v a n â t ; H e n d e s e ; Fransızca; Cebir;
Y ü k s e k K ı s ı m (MüLkiyye Kısmı)
4. Sınıf Dersleri
Târîh-i Osmanî; Etnografya; Usûl-i Mâliye, Usûl-i î d â r e ; İlm-i Servet; Coğraf
ya-i Sınaî; Fransızca; Kozmoğrafya; Coğrafya-i O s m â n î ; Usûl-i Defleri; Hukuk-i
Medeniye;
{72) Bak. : Vakit Gazetesi; 21 Zilhicce 1296; 24 Teşrin-i Sâni ( K a s ı m ) 1295, 6 Kânun-i Evvel ( A r a l ı k ) 1879; Nu.
1482; 1. sf., 4. st.
(23) Rahmelli'nin i l k d e r s i ' no â i l teferruatı Ö ğ r e t i m Ü y e l e r i ' n i n Hâl T e r c ü m e
l e r i Bölümü'nde tafsilâtı ile anlatacağız; oraya bakınız.
(24) Bak. : V a k i t Gazetesi; 30 Safer 1297; 24 Kânun-i Sâni (Ocak) 1295; 11 Şubat 1880; 1. sf., 3. st.
146
5. Sınıf Dersleri
İlm-i Hikmet (felsefe); Fransızca; İstatistik; İlm-i Servet (İktisad); Hukuk-i
Milel (Devletler Umumî Hukuku); Etnografya ve Âsâr-ı Âtîka; Usul-i Mâliye; Coğ-
rafya-i Sınaî; Usûl-i İdare, Hukuk-i Ticâret;
Bu dersler 1307 R. (1891) yılına kadar okutulmuşum Sözü geçen târihde ders
lerde yapılan değişikliğin sebeplerini sırası gelince anlatacağız.
(25) 1954'de yayımladığım eski Kitap'da b u l u n ı n ve aradan 14 y ı l geçmesine rağmen en küçük şekilde üzerinde
d u r u l m a y a n , b i r t e k l i f i burdda tekrar etmeyi görev saydım Şöyle k i :
" 2 . M e ş r u t İ y e t ' i n ilânına kadar Diploma ve Tevzİ-İ Mükâfat M e r a s i m l e r i aralıksız devam etmiş; sözü ge
çen târîh'den sonra, her nedense, y a p ı l m a m ı ş t ı r . Bu cihet, üzerinde çok t i t i z l i k l e durmayı gerektiren b i r önem
taşır, zannındayim. Uzun y ı l l a r Yurd Hizmetine, Hayat Savaşı'na hazırlanıp O k u l ' d a n pek çok güzel düşünce ve
u m u t ' l a r l a çıkacak gençlerin d i n a m i k h a m l e l e r i n i , yapıcı çabalarını kapsayan ve fakat g e r ç e k ' in en
i l k e l malzemesiyle dahi İşlenmemiş ruhlarına tesir edecek v e o n l a r ı n , g ü ç l e r i n i g e r ç e k l e r ' den alan
ü l k ü sahibi o l m a l a r ı n ı sağlayacak her ccr.it İmkândan faydalanma, bunun İçin hiç b i r fedakârlıktan kaçın
mama e ğ i t i c i l e r ' î n Y u r d yararı yönünden e n önemli görevlerinden b i r i o l m a l ı d ı r . H a r p O k u l l a r ı ,
T ı b b i y e gibi çok eski b i r geçmişe, kökleşmiş töre ve g e l e n e k ' lero sâhîp müesseselerde yapı
lan D i p l o m a D a ğ ı t ı m ı ve A n d İ ç m e T ö r e n l e r i ' n i , b u bakımdan, n e kadar övsefc
azdır.
\A1
Bu m a k s a t l a S a d r a z a m l ı ğ a :
" İ s t a n b u l ' d a kâin Mülkiye Mektebinde bulunan şâkirdân'ın beşyüz nefere ib-
lâğiyle Mekteb-i m e z b û r ' u n Mekteb-i Sultani m i s i ü û leyli ve n e h a r i ş â k i r d â n ka
bul ve tedris olunacak b i r hâle vaz'ı hakkında geçende müteallik b u y r u l m u ş olan
İrâde-i Seniyye hükm-i celîlinin mevki-i icrâ'ya vaZ'ına Mekteb'in ebniye-i mevcu-
de'si kâfî ve müsaid olmamasına ınebni m u k a d d e m a Beşiktaş'da inşasına m u b â -
d e r e t olunup (başLanıp) şimdiye k a d a r nevâkısı ( n o k s a n l a r ı ) i k m a l o l u n a m a m ı ş
olan kârgir hanelerden (25/a) lüzumu m i k d a n n m berminvâl-i m u h a r r e r beşyüz şa
kirdin beytutet ve tedrisine (yatıp kalkmalarına ve öğrenimlerine) kâfi olacak bir
hâle vaz'ıyla beraber gerek işbu hanelerin Mekteb hâline vaz'ı için iktizâ eden masâ-
rif-i înşâiyye ve tanzimiyyenin ve gerek Mekteb'de b u l u n a c a k şakirdân-ı leylî ve
neharî'nin idare ve iaşelerine ve ilâve olunacak m e ' m u r î n ve h a d e m e n i n tavzifine
m u k t a z i tahsisat ve m ü r e t t e b a t ı n Hazine-i Celîle-i Mâliyemden tesviye ve ifâsı ve
Mekteb'in müddet-i kalil'e zarfında (çok kısa süre içinde) vücuda getirilmesi mat-
lûb-ı âlî (Padişah'ın isteği) olması cihetiyle inşaat ve tanzimât-ı m u h a r r e r e ile mü-
teferriıatımn m ü s a r a a t e n Ser-mimâr-ı Devlet Serkis Beyefendi Hazretleri ve Mek
teb-i m e z b u r Müdiriyle bil-müzâkere kararlaştırılması muktazay-ı e m r ü fermân-ı
Hazret-i Pâdişâhîden b u l u n m u ş olmağla olbâbda e m r ü ferman Hazret-i Veliyy'ül-
emr'indir. 23 Zilka'de (1)297 ve 13 Teşrin-i Evvel (1)296 (= 27 Kasım 1880)
Bende
Ali Rıza ( P a ş a ) "
Genç Mülkiyeli, resmî hayatının her sıkıntılı ânında, bu mutlu ve anlamlı Töreni ve o Törenin yapılmasını
hazırlayan yıllarda hocaları'nın öğütlerini düşünür; bezginliğe düşmekten kendisini kurtararak görevini yapma
ya devam ederdi.
Siyasal Bilgiler Fakültesi Sayın İdarecileri, eski Mülkiye'nin değerli yöneticilerinin yerinde bir düşünüşle
kurdukları bu çok faydalı T Ö r e 'yi canlandırmak için bilmem harekete geçerler m i ? "
(25/a) Sözü geçen " k â r g i r h S n e l e r " Yıldız Hamidîye C â m i ' i vakfı akarlarından o l u p Dolmabahçe Sarayı
arkasındaki alanda, bugün Ak aa r e t I er a d yla a d l a r d ı r ı l a n yerdeki b i n a l a r d ı r . 1920-192 l'cîe b u n l a r d a n
b i r tanesinde Büyük A t a t ü r k ' ü m ü z ü n Annesi Rahmetli Z ü b e y d e Hanım kira ile oturmuştur.
148
•***%+*&* J^IJC A
^ ^ -^
149
Hilâfetpenâhîleri üzre keyfiyet meyâne-i bendegânemizde m ü z â k e r e o l u n d u . Rab-
bımız Taalâ ve Tekaddes Hazretleri Velîni'met-i Bîminnetimîz Efendimizi daha
nice te'sisat-ı celîîe'ye muvaffak buyursun. Mekteb-i m e z k û r ' u n gıaayetle m u n t a
zam olması mültezem olmasına mebni nazar-ı tetkikten geçirilen ebniye-i mevcûde
içinde bu Mektebe elverişlisi b u l u n a m a d ı ğ ı n d a n ve Mekteb-i m e z k û r ' u n şimdiki
ebniyesi ile civarında kâin olarak talebesinin a h a r mahalle nakli m ü m k ü n olan
Dârülmuallimîn birleştirilmek üzere bu iki Mektep beyninde vâki' a r s a üzerine
dörtbin lira k a d a r akça sarfiyle bir m ü k e m m e l dâire daha ilâvesiyle ebniye-i
mevcûde dâhi b i t t â ' m i r ona tevfik edildiği yâni cümlesi birleştirilerek m u n t a z a m
ve m ü k e m m e l bir hâle konulduğu takdirde bu suretle meydana gelecek ebniye-i
cesîme beşyüz şâkird istiabına kâfi m u n t a z a m bîr Mekteb olacağından bu suretin
i h t i v a n tensib edilmiştir. Mektebin idaresi bahsine gelince: Maârif Nezâretinden
irâe olunan hesaba göre ş â k i r d â m n adedi beşyüz nefere b â ü ğ o l d u k t a mâsârif-i
seneviyyesi yirmibirbin k ü s u r liraya bâliğ olacaksa da ebniye-i mezkûre'nin tâ'mir
ve inşa ve tehiyyesi lâakal iki m a l t a tevafuk edeceği cihetle sene nihayetine k a d a r
dör! ay m ü d d e t için mıasârif-i seneviyye'nin sülüsü olan yedi bin lira tahsisi ik
tiza eder ise «de şimdiki halde Mektebin mevcudu yüzyetmiş nefer r a d d e s i n d e ol
masına n a z a r a n bu seneden beşyüz nefere iblâğı m ü m k ü n olmayıp şimdilik yal
nız birinci sene şâkirdânmdıan bed' ile ikiyüzelli nefere iblâğı ve sene be sene her
sınılın şâkirdânı, mafevkinde b u l u n a n sınıfa terakki ettikçe tezyidi lâzım gele
ceğinden şu halde mezkûr yedibin liranın nısfı ile idare m ü m k i n g ö r ü n m ü ş ve bir
de Mektebin mevcudu beşyüz nefer olmak i'übariyle bir defaya mahsus olmak
üzere hesab o l u n a n on bin lira yatakhane, t a a m h â n e matbah ve dershanelerin
levazıma fenniye ve sâiresi mesârifâtı dahî ikiyüzelli şâkird içün bir nısfına ve
bittusarruf dörtbin liraya tenzil olundukta şimdiki halde Mektebin inşâ ve küşâdı-
na iktizâ eden akça minhays'il-mecmu yedibinbeşyüz liraya inhisar e d ü p b u n u n
da bin lirası Mekteb-i mczbûr'un tahsisât-ı hâliyye'si bakiyyesiyle tesviye oluna
cağından ve bu sene içün verilecek akça altıbin beşyüz liraya tenezzül ederek onun
dahî Maârif Muvazenesinde (Maârif Nezâreti Bülcesinde) karşılığı mevcut olmağ-
i ı tesviyesinin Mâliye Nezâretine havalesi tezekkür kılındı ise de kaatibe-i ahval'-
de e m r ' ü ferman Hazret-i Veliyy'ül-enır Efendimizindir.
150
1880 (1296 R.)'de, 3. Sınıfın teşekkül edememesi sebebiyle 4. Sınıfı besleye-
memiş; dolayısıyle 1881'de mezun verilememiştir.
156
tevcihi ve Fransız lisanı Muallimi Recâi Efendinin terfi-i rütbesi ve müşarünileyh
Said Bey'e ikinci rütbeden nişân-ı mecîdî i'tâsiyle Mekteb-i mezkûrun İlm-i Servet
Muallimi Saâdetiû Sakız(lı) Ohannes Efendi ile Usûl-i Mâliye Muallimi Mikail Efen
dinin hâmil oldukları nişanların terfian tebdili ve l'lûm-i Tabiîyye Muallimi
Asâkir-i Şâhâne kaymakamlarmdan ( y a r b a y l a r ı n d a n ) Hüseyin Remzi Beye üçün
cü rütbeden Nişân-ı Âlî-i O&mânî ve Müdîr-i mumaileyh ve Mekteb'de Usûl-i Kita
bet-! Âdiye Muallimi Abdullah ve Hukuk Muallimi Hallaçyan Efendilere dördün
cü ve Sermubassır Abdullah Efendiye beşinci rütbelerden nişân-ı mecîdi i'tâsı hu
suslarına İrâde-i Seniyye-i Hazret-i Padişah! müteallik ve şerefsudûr buyurulmuş
olmağla olbabda emr ü ferman Hazret-i Veliyyülemr'indir.
Gurre Safer (12) 98 ve 22 Kânun-i Evvel (12) 96 (= 4 Ocak 1880)
Bu yıl mezun olan 22 kişiden yalnız biri, sonradan 2. Meşrutiyet'in ilk Maâ
rif N â z ı n olan E m r u l l a h Etendi, Yanya Vilâyeti Maârif M ü d ü r l ü ğ ü n e isteği ile
tâyin edilmiş; diğerleri :
(26) 158. Madde: "İ'dâdî'de ikmâl-i tahsil edenler Dersaadet'de (İstanbul'da) iseler Meclis-i Kebir-i M a â r i f i n Dâîre-i
İlmİyyesinde, Darülfünun erkâmyla mekâtib-i âliye nazırları huzurunda ve taşrada iseler mahallî Meclis-i Maârif-
de mekteb sehâdetnâmelerİnİ ibraz ettikten sonı-a edebiyat, hukuk ve ulûm kısımlarının mülâmezstle imtihanına
girebilirler ve bu imtihan şifahen İcra olunur. Isbât-ı ehliyet edenlere nâm-ı Hümâyûn olarak ve şakirdin imti
han vermiş olduğu memâlikin Meclİs-i Maârifinin ismi zikr ve tasrih edilerek Maârif Nezâreti imzasıyle tuğ-
ra'lı (Mülâzemet Ru'us'u) verilir ve Ru'us ve kaydiye harcı olarak her talebeden iki yüzlük Osmanlı altını alı
nır. Mülâzemet imtihanlarım icra için senede üç ay tahsis olunur."
İt»/
Rifal Efendi (Paşa ve Sonradan
Hâriciye N â z ı n ) : Mâliye Nezâretine
Subhi Efendi : Şürây-ı Devlet Mülâzımlığma
Elifi Efendi : Şûrây-ı Devlet Mülâzımlığma
Sırrı Bey (Örik-zâde) : Hâriciye Nezâretine
Bedros Efendi ;
Rüsumat Dâiresine
Terziyan Efendi : Hâriciye Nezâretine
Abraham Cafcafyan Efendi : Rüsumat Dâiresine
Selâhaddin Efendi : Mâliye Nezâretine
Âsaf Efendi ; Hazine-i Hassa-i Şâhâne'ye
Yuvanaki Efendi : Kaza Kaymakamlığına
Talât Bey : Divân-ı Muhâsebat'a
Nazmi Efendi : Divân-ı Muhâsebat'a
Mihran Efendi : Rüsumat Dâiresine
H a s a n Efendi : R ü s u m a t Dâiresine,
Artin Efendi : Rüsumat Dâiresine
Suad Efendi : Mâliye Nezâreti'ne
Vehbi Efendi Hâriciye Tercüme Odası'na
Ali Rıza Efendi : Rüsumat Dâiresi'ne
İsmail Hakkı Efendi : Mâliye Nezâretine
'MEKTEB-İ MÜLKİYYE-İ
SÂHÂNE
158
1883 d e r s yılı sonu olan 3 Eylül 1883 (= ı z.pılkaade 1300/22 Ağustos 1299)
Pazartesi günü yapılan ve Sadrâzam Said Paşa ile Nazırlar Hey'etinden (Hükü
met) pek çok nâzırm katıldığı Diploma Töreni'nde (27) Müdür Abdurrahman*
Şeref Efendi'nin- konuşmasından, iki yıldanberi yapılan hazırlıkların t a m a m l a n ı p
Mülkiye'nin vereceği "emr-i tedris ve terbiye'nin bir kat daha intizam ve inzibatı
maksadıyla" yatılı kısmın da açıldığını, 1883-1884 d e r s yılı için y a t ı l ı öğ-
renici kabulüne başlanacağını öğreniyoruz. Böylelikle 3 Ekim 1883 (= 2 Zilhicce
1300/22 Eylül 1299)'de Mülkiye y a t ı l ı k ı s ı m ' a d a kavuşmuştur. B u
târihde Okul'un mevcudu 295'i y a t ı s ı z . 100'ü y a t ı l ı o l m a k üzere
395 idi (28).
(27) Hem bu Tören'in, hem "Diploma ve Tfcvzi-i Mükâfat Merasimleri" nin nasıl yapıldığını, o târihde Mülkiye'de
öğrenci olarak bulunan ve Hürriyet Mücâdelesi için Avrupa'ya kaçtığı İçin Okul'u bitiremeyen Ali Kemâl Bey'in
"Hâtıralar" ından öğreniyoruz:
"Mekteb-i Mülkİyye'de beni en çok teheyyüce düşüren hâlat'tan (hallerden) bîri Mükâfat bahsi, Tevzi-i Mü-
fat Resm'İ idi. Her Perşembe günü akşam Müdür Abdurrahman Şeref Bey Son ders'de gelir; o hafta zarfında ta
lebeye verilen âferin'leri, tahsin'leri, imtiyaz'ları bizzat tevri eder; hususi imtihanlarda birinci, ikinci çıkanlara
mazhar oldukları mükâfatı dağıtırdı. Aferin, küçük bir kırmızı varakadan ibaret İdi k i , derslerini güzelce bi
lenlere, vazifelerini mükemmel yapanlara verilirdi. Bir Tahsin dört, bir İmtiyaz sekiz aferin varakasına be
deldi. Hususî imtihanlarda birinci çıkanlar tahsin varakaları kazanırlardı.
Tevzi-İ Mükâfat Merasimine bile yalnız bir kerre gİttimdİ. Hakikaten o bîr râsİme-İ vâlâ (yüksek tören) idi.
Mektebin Bahçesinde Sultan Mahmud Türbesine bakan cihette açık çadırlar kurulur; ipler gerilir; sıralar dizi
lirdi. Cepheye: Rütbet'ül-ilmi a'l'er rüteb = İlim rütbesi rütbelerin en yükseğidir" diye büyük bir levha tâ'lik
olunurdu (asılırdı). Vükelâ'dan ve Erkân-ı Devletten birçoğu gelirler, koltuklara otururlardı. Zât-ı Şahane (Pâdi
şâh) Mâbeyn Başkâtibi Süreyya Paşa'yı hedayâ-İ mahsusa (özel hediyeler) İle gönderirdi. Hedayâ k i , altun saat
lerden mürekkeb i d i ; Aliyy ül-âlâ (pekiyi) Şâhâdetnâmo alanlara verilirdi. Ortaya bir masa konurdu; Önce Mü
dür Abdurrahman Bey ayağa kalkarak baştan başa medâyıh-ı Seniyye mâlâmal (Pâdişâhı övgü ile dolu) bir nutk-i
beliğ okurdu. Birinci olarak Şahadetname alan efendi-ki o sene Kâmil Paşazade Haşmet (Hikmet Bayur'un babası
1300/113 Mezunu) Bey Merhum idi - Müdüre cevap verirdi. Sonra Müdür-i Sâni Recâİ Bey, ilk Önce Şahadetname
alanların esâmisini (adlarını) birer birer gümrah bir sesle kıraat ederdi. İsmû okunan her efendi, talebeye tahsis
160
sağlamak üzere i h t i y a t S ı n ı f ı adıyla yeni bir sınıf eklenip öğretim
süresi 6 yıla çıkarıldı. B u n u n için yapılan:
" N E Z Â R E T İ MAÂRİF
Mektubî Kalemi
(Maârif Nâzın)
Bende
Esseyd Mustafa (Paşa) "
teklif 2 Ocak 1882 günlü İ r â d e ile kabul edilmiştir.
Mektebi
161
hassa Mülkiye Meklebi'nde yatak ve yemek salonları Fr^jısa'da ,(Lycee) denilen
yüksek okullara dahî örnek olacak derecededir.... Türlûer, eğitim ve ö ğ r e t i m i n ya
yılmasına çok çalışmaktadırlar " şeklinde g ö r ü ş ü n ü açıklayarak o çağ'da Mül
kiye Mektebi'nin d u r u m u n u b e l i r t m e k t e d i r (29).
".... (Bu devre) Mülkiye Mektebi'nin pek p a r l a k ve uyanık devri idi. Hocaları
mız Türkiye'nin en ünlü bilginlerinden müteşekkil bir seçkin hey'et, ö ğ r e t i m pek
serbest ve öğrenicilerin k ü l t ü r seviyeleri çok yüksekti. N â m ı k Kemâl'in, Ziya Pa-
şa'nın, Hâmid'in Recai-zâde E k r e m ' i n bir beyt'i b ü t ü n Mülkiye Talebesi'ni heyeca
na getirirdi." (30) diyerek anlalımakta; yine o yıllarda Mü İkiye'de öğrenici olarak
bulunan ve Rıza Tevfik gibi, mezun o l m a d a n ayrılan Ali Kemâl m e r h u m da :
(29) Bak. : T a r i k Gazetesi; 16 Cemâziy ül-Âhir 1302 (- 3 Nisan 1882); 2. sf., 3. s t . ; (Osmanlı M a â r i f i ) b a ş l ı k l ı yazı.
(30) Bak. : Son Asır T ü r k Ş â i r l e r i ; İbn ül-Emîn M a h m u d Kemâl İ n a l ; 10. C, 1511. sf.
162
r a k t e r i s t i ğ i ' m çizmektedir (31). Yatılı olması v e öğrenici sayısının
a r t m a s ı sebebiyle Mülkiye Bahçesi'ııin genişletilmesi kerektiğinden:
Said ( P a ş a )
(Sadrâzam)
(31) Bak. : Peyam, Haftalık Gazete, 7 Kânun-i Sâni 1329; Hayatım; Ali Kemâl; Tefrika 6. - 7.
163
esbâb-ı sâire'den dolayı mîrî'ye (Devlet'e) âid ve akar ittihazına sâlih (elverişli) bir
hayli arsalar olup binaların irâd yapılmak üzere Mekteb-i mezkûr'a terk ve tahsi
si husul-i maksadı teshil edeceğine binâen şerefli mahallerde böyle mîri'ye âid ve
akar ittihazına sâlih arsaların kaaide-i meşruta'sına tevfikan Mekteb-i mezkûr'e
terki meyâne-i çâkerânemizde tezekkür kılınmış ise de...../'
6 Ramazan 300 ve 29 Haziran (12)99 (= 12 T e m m u z 1883)
164
dığmdan) küşâdı derdest (yatık olarak açılması çjp'k y a k l a ş m ı ş ) , ancak bu misil-
lû leylî mekâtib^de ücret-i seneviyye ahzı (yıllık ü c r e t alınması) kaaide-i umumi
ye iktizasmdan (genel kural olarak kabul edildiğinden) ve her taraftan vuku*
bulmakta olan müracaat ve îstid'alara nazıaran bilâ ücret şâkird kabul olunsa
defaten bir iki bin çocuk tecemmu ederek buna ise zeman ve mekân müsaid ve
tahsısât-ı muayyene kâfi olamıyacıağı bediin olduğuna ve ma'mafih Mekteb-i mez-
bûr Pâdişâhımız Efendimiz Hazretlerinin atâyay-ı mahsusa-i Şehinşâhîleriyle
müesses olmak hasebiyle tâ'yin olunacak ücretin gaayet hafif olması iktizay-ı el-
taf-ı celîle-i Cenâb-ı Pâdişâhî'den idüğüne mebni keyfiyet Meclis-i Maârifçe lede't
- tezekkür Mekteb-i Sultanî şâkird anının hîn-i duhullerinde nnaa elbise bina (elıbise-
li o l a r a k ) Suııf-i Evvel'inden (ilk s ı n ı f d a n ) altmış ve Sınıf-ı Sânî'inden kırkbeş ve
Sınıf-ı Sâlis'inden otuz altm ahnmakta olmasına nazaran Mekteb-i MüUkiyye için
ekâbir ve ashâb-ı iktidar çocuklarından ale's-seviyye maa elbise biha yirmibeşer
altun alınır ise bir çocuğun/ bir sene zarfında muhtaç olacağı me'kulât ve elbise
mesârifine göre pek mu'tedil ve hafif olacağından ol veçhile tahsis ve bâzı emsali
ne tevfikan ücretli şâkirdânın hums'ı (beşte bir) derecesinde eytam'dan (öksüz
öğrenicilerin kimsesizlerinden) bîvâyegân çocuklarından bilâ'ücret şâkird kabul kı
lınmanın mücaz (usul) tutulması tensib ve tasvib kılınmış ise de her halde emr-ü
ferman Hazret-i Menleh'ül-emr'indir.
24 Şevval 300 (= 28 Ağustos 1883) ve 15 Ağustos 299
Esseyd
Mustafa (Paşa)
(Maârif N â z ı n )
166
şimdilik talebe-i mevcudenin en müsaid ve kaabiliyetlûlanndan otuz şâkird inti-
h a b ve hemen tâ'lim ve tealüme mübaşeret o l u n m a s ı kararlaştırıldı. Ve Avrupa
(mühendis mektebleri p r o g r a m ı n a tatbikan bittertib leffen takdim kılman ders
cedvetlinde beyân olunduğu üzre birinci ve ikinci sene derslerini o k u t m a k için ime-
kâtib-i mevcude hocaları derece-i kifâyede olup üçüncü ve d ö r d ü n c ü seneleri ders
lerinde okutturulacak i'mâl-i meâdin fenleri için dahi Avrupa'da tahsil ve şaha
d e t n a m e istihsal eylemiş olan Asâkir-i Redife-i Şahane mirlivalarından (Tuğgeneral
lerinden) Saadetlû Hakki Paşa ve Miralay (albay) K a d r i Beyin liyakat ve kifaye
ti cümle-i t a h k i k a t t a n olmağla bimennihî Teâlâ olvakit bu derslerin a n l a r a okut-
t u r u l m a s ı veyahud icâb-ı sahih görülür ise Avrupa'dan hoca celb kılınması tas
ınım kılındı. Kaideten hocalara derslerinin saatleri i'tibariyle tahsisi m u k t a z ı olan
m a a ş l a r dahî ders cedvelinde gösterilmiştir ki birinci senesi şehriyye beş bin
beşyüz ve d ö r d ü n c ü senesine k a d a r bittedric takriben yirmibuı k u r u ş arasında
m a a ş verilmek icab edeceğinden b u n u n zikrolıınan Mekteb-i Mülkiye Tahsisatı'na
zamimeten Flâşına me'zuniyet i'tâsı menût-ı e m r ü İrâde-i Seniyye-i Hazret-i Pâ-
dişâhî'dir. B i r de bittecrübe sâbît olduğu üzre gerek Avrupa'da ve gerek b u r a d a
hendese tenlerini tahsil edenlerin bâzıları n â b e m a h a l m ü s t a h d e m (yerinde görev-
lendirilmeyip) ve bâzıları da iş bulamayıp tarîk-i â h a r a (başka işlere) sâiik olduk
ları cihetle bunların sııret-i istihdamlarının şimdiden tevsik ve tensik olunması
h e m usul-i m a t l a b a muvafık ve h e m de talebenin izdiyâd-i şevk ü gayretlerini
m ü e d d i olacağına binâen ledelimtihan birinci derecede ş a h a d e t n a m e atanlara şeh
riyye îkişerbin ve ikinciye bin dokuz yüz'er ve üçüncüye binsekizyüz'er ve dördün
cüye bin yediyüz'er ve beşinci derece ş a h a d e t n a m e alanlara bin altıyüz'er k u r u ş
m a a ş tahsisi ve birinci ve ikinci sınıflara rütbe-i sâlise ve üçüncü ve d ö r d ü n c ü ve
beşinci sınıflara rütbe-i râbia ve hamişe ihsan buyurulıacağı ve ilerude tanzim olu
n a c a k N i z â m n â m e mucibince hizmetlerinin derecâtına göre mazhar-ı atıfet ve
ııâil-i terakki olacakları ve ş a h a d e t n a m e alan ş â k i r d â n derhal icabına göre Ticâ
ret ve Nâfia Nezâreti Celilesiyle Şehr-Emânet-i behiyesine bittıaksim hüsn-i istih
d a m l a r ı n a i'tinâ kılınacağı ve fakat maaşat-ı mezkûre'nin İstanbul'da b u l u n d u k ç a
nısfı ve taşralarda oldukça t a m a m ı ve gezecekleri yerler için kaaide-i mevzua
veçhile h a r c ı r a h verileceği i'lân ve tevsik b u y r u l m a k iktiza eder, Suver-i mâ'ruza
muvafık-ı re'y-i reziıvi isabelkarîn-i Vekâletpenâhileri buyrulduğu halde bimen-
nihilkerim üçüncü senede üç beş nefer m ü h e n d i s çıkarılıp bâ'dehu sene be sene
tezyid kılınması me'mûl-i kavi idüği (kuvvetle ümit edilmekte) m ü z â k e r a t t a n ol
mağla olbabda e m r ü ferman Hazret-i Veliyy'ül-emr'indir.
8 Safer 1300 ve 7 Kânun-i Evvel 1293 (= 20 Aralık 1882)
Bende
Mustafa (Paşa)
(Maârif N â z ı n )
kararını aldı.
Bu k a r a r ' a ek olarak, Ders Programı, Profesörler ve maaşları da şöylece dü
zenlenmişti :
167
Kuruluş maksadını, programını yukarda incelediğimiz bu O k u 1 ' un açı
lıp açılmadığına, mezun verip vermediğine dâir ne Devlet Arşivi'nde ne de Maârif
Târihleri'nde bir kayda rastlandı (32).
169
" ŞÛRAYI DEVLET
Tanzimat Dâiresi
170
h â d e t n â m e l i l e r i n d e n bulunmağla burasının dahî Makam-ı Seraskerîye bildirilme
si b â b m d a e m r ü ferman Hazret-i Menleh'ül-emr'indir.
24 ŞaT>an (1)302 ve 25 Haziran (1)301 (= 8 T e m m u z 1885)
171
" ŞÛRAY-I DEVLET
Tanzimat Dâiresi
Aded
1 8 S 6 ( 1 3 0 2 R
M A İ Y Y E T ") yı,ınm' 25 ki
Ş* o l a n
mezunları. Bütçe
MEMURLUĞUNUN yetersizliği ve açık memuriyet b u l u n m a m a s ı sebebiy-
İHDAS'l ]e, bir yıl açıkta kaldılar. Aralarında anlaşıp, Kasım
1887'nin bir C u m a S e l â m l ı ğ ı ' nda, Yıldız Câmi'i ö n ü n d e Sultan
Aıbdülhamid'e m ü ş t e r e k bir dilekçe verdiler. Dilekçe'de "Mekteb-i Mülkiye'den me
zun olah bir seneyi tecâvüz etmesine rağmen bir me'nruriyete tâ'yin edilmedikle
rinden" y a k ı n ı l m a k t a ; daha fazla m a ğ d u r o l m a m a l a r ı için Mülkiye'yi himayesine
almış olan- Pâdişâh'in " merhamet ve âtıfet-i Cenâb-ı Hilâfetpenâhi'Ierine..." sı
ğınarak tâyinlerine İ r â d e etmesini istiyorlardı.
1884 m e z u n l a r ı n d a n Rahmetli Abdullah Hilmi Okyay, Mülkiye'ye âid H â -
t ı r a ' larını bildirdiği 3 Nisan 1946 günlü m e k t u b u n d a , şahidi olduğu bu
o 1 a y ' ı şöyle a n l a t m a k t a d ı r :
173
"1301 - 1302 ders yılı mezunları, mezuniyetlerini m ü t e â k i b uzun b i r z a m a n tâ'-
yinleri yapılamadığmdan açıkta kaldılar. Nizamnâme'nin (Mülkiye Ana Tüzüğü'-
n ü n ) verdiği selâhiyetle hak'larını a r a m a y a k a r a r verdiler. B i r istid'ıa yazıp (Cu
ma) S e l â m l ı ğ ı günü Pâdişah'a verdiler. İçlerinden iki, ü ç t a n e s i seçilip
S a r a y ' a Mâbeyn kâtipliğine alındı. Diğerleri d e çeşitli nezâretler emrine
lâ'yin edildiler.,...."
Abdülhamid, verilen d i l e k ç e üzerinde titizlikle d u r d u . 2 5 m e z u n d a n
Beşinin Y ı l d ı z S a r a y ı Mâbeyn kâtipliğine t â y i n l e r i n i e m r e t t i .
1885 (1301 R.) mezunlarından Rahmetli İ b r a h i m E d h e m Dirvana da bu t â y i n i :
"Okul'dan çıkınca mülâzemetle (maaşsız olarak) Hâriciye (Nezaretine) T e r c ü m e
O d a s ı ' na devam ettim. Bu s ı r a d a b i r gün, sınıf a r k a d a ş l a r ı m ı n , açıkta kal
dıklarım H ü n k â r ' (Padişah) a arzuhal (dilekçe) ile bildirdiklerini v e Cu
m a Günü Saray'a gelmelerinin i r â d e edildiğini h a b e r aldım. K a l e m d e ya
n ı m d a o t u r a n Sınıf Arkadaşım, eski Mâliye N â z ı n Tevfik (Biren) Bey'e;
— Haydi biz de gidelim; elbet bir lütuf vardır, dedim....
Saray'da bir listemizi y a p t d a r . Bu listede arzuhal'de imzaları o l a n arkadaş
larımızla, imzaları bulunmayan ikimizi ayırdılar ve Tevfik Bey'le ben ve diğer üç
a r k a d a ş Mâbeyn Kâtipliği'ne alındık. Memuriyet, m a a ş , r ü t b e , nişan hepsi bir
den bize verildi. Ötekilerin d e birer hizmette kullanılmaları Bâb-ı Âlî'ye İ r â d e
olundu ve hepimize o n ' a r (altın) lira ihsan ( a r m a ğ a n ) edikli " diye anlatmakta
d ı r (33).
Sayın Dirvana'nrn bahsettiği İ r â d e şöyleydi :
(33) Bak. : İş, Sosyoloji Mecmuası; 55. Sayı'nın ayrı basımı, (Hayatım) adlı Broşür, 3. sf.
174
Bu kesin emir üzerine Bâb-ı Âlî'ce derhal çalışmalara geçilerek geri kalan 18
Mezunun aşağıda gösterildiği gibi, tâyinleri yapıldı :
175
Bu târihden sonra Mülkiye M e z u n l a n ' n m tâyinlerini bir p r e n s i b ' e
bağlamak amacıyla M e c l i s-i V ü k e l â ' ca aşağıdaki k a r a r alındı,
Bu k a r a r ' l a :
(34) Sadrâzam Said Pasa'nın azli üzerine 24/25 Eylül 1885'de Evkaf Nâzın ve Prof. Hikmet Bayur'un Dedesi Kıbrıslı
Kâmil Paşa 1. defa- Sadrazamlığa getirildi. Karar târihinde 4 aylık Sadrâzam idi.
177
zamnâme-i Esasisinin Onbirinci Maddesinde tâ'yin ve tasrih olunmasıyle Talebe
nin işbu haklarını muhafaza Mektebin vaz'ındaki m a k s a d ı n devamını müstelzim
olup, maahazâ Mektebten ikmâl-i tahsil ile bâ ş e h â d e t n â m e neş'et edeceklerin
Devâir-i Merkeziyye'ce m ü n h a l yer olduğu halde derece-i ûlâ'da onların ve ikin-
ci defa yer açıldıkta dâiresi d â h i l i n d e b u l u n a n me'murîn-i kadîme'den müstehak-
kini.) tâ'yini ve fakat Mekteb'den ikmâl-i tahsil ile ş a h a d e t n a m e a l a n l a r ı n birinci
derecede dâhil olacakları me'muriyetlerin b i r kısmı Devâir-i Merkeziyye ile vilâ-
yât'ın a k l â m ı riyasetleri ve a n l a r a m u â d i l hizmetler olan inşâ ve m a l kalemleri
nin riyasetleri gibi hîdemât-ı m ü h i m m e ' y i derece-i matlûbe'de idare e t m e k ora*
larda biraz m ü d d e t istihdam ile iktisab-ı r ü s u h ve melekeye mütevakkıf olduğu
cihetle Mekteb'den neş'et edeceklerin o misillû a k l â m d a n gayri yerlerde yâ'ni
İstatistik ve Nüfus ve Defter-i H a k a a n i ve Vergi ve T a h r i r kalemleri ve E v r a k
Odaları ve emsali idarelerin riyasetlerine me'muriyetleri ahiren usul i t t i h a z olun*
m u ş ise de bu k a r a r dâiresinde d a h î bunların devâirce istihdamları için açık ma
haller b u l u n a m a m a k t a idüğine ve bir de Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne'nin esas teş-
kili kaymakamlık ve şâir türlü hidemât-ı mülkiyye'ye m u k t e d i r m e m u r l a r yetiş-
tirilmek m a k s a d ı n a m ü b t e n i olduğu halde Mekteb-i mezkûr'dan ikmâl-i tahsil ile
çıkanlardan pek çoğu Dersaadet'ce b i r e r m e m u r i y e t talebinde b u l u n m a k t a ve
Devâir-i Merkezîye'ce ise h e r z a m a n açık yer b u l u n m a m a s ı hasabiyle o makule*
lerin is'af-ı metâlibi t e a h h u r e t m e k t e olup, eğerçi Mektebe bilâ ü c r e t kabul olunan
lardan ikmâl-i tahsil ile çıkanların Devletçe istenilen işlerde istihdamı emr-i tabiî
g ö r ü n ü r ise de gerek bunların ve gerek Mektebe ücretle girip ikmâl-i tahsil ile
bâ şehâdetnâme çıkarak kaymakamlık hizmetine tâlib olanların ekserisi sagîr'üs-
s»in b u l u n m a l a r ı ve içlerinde kaymakamlık hizmetini îfâya sinn'leri m ü s a i d olan
ların dahî bu misillû memuriyetleri hüsn-i idare ve îfâ içüı lâzim'ül- iktisâb ka-
vâid-i ameliyye'ce tecribeleri olmamaları mülâbesesiyle Mektebin vaz'ı aslîsinden
m u n t a z a r olan fevâid istikmâl edilmek ve sâye-i tevfikat-vâye-i Hazret-i Pâdişâ-
hî'de h e r sene Mektep'ten çıkacaklara yer b u l u n m a k üzere ba'deez'in Mekteb-i
mezkûr'dan b â ş â h â d e t n â m e neş'et edenlerden Dersaadet'ce b i r h i z m e t t e i s t i h d a m
olunacakların evvel emirde Devâir-i Merkeziyye Aklâmında şimdilik ü ç ü n c ü sınıf
ketebeye m a h s u s dörder yüz kuruş ve k a y m a k a m l ı k t a i s t i h d a m edileceklerin da*
hî ibtida vali ve m u t a s a r r ı f l a r maiyyetinde m ü n â s i b m i k t a r m a a ş l a r l a i s t i h d a m
olunarak muamelât-ı idâre'ye vukuf hâsıl eyledikten sonra karar-ı a h ı r dâiresin
de birer me'muriyete tâyinleri m ü h a s s e n â t ı müstelzim olacağına b i n â e n Mekteb
Nizâmnâmesinin ona göre tâ'dili bil-ittihad tensib edilmiş olmıağla suret-i mâ'ruza,
rehin-i tensib-i âlî buyrulduğu halde Nizamnâme-i mezkûr'un o n a göre tâ'dili hu
susunun Şûrây-ı Devlet'e havalesi ve Mekteb'ten bu sene çıkıp Hizmet-i Seniyye'-
de alıkonulan beş ve Ticâret Nezâreti'nce Terceme-i F u n û n Kalemine muvazzafen
yerleştirildiği evvelce mâ'ruz-ı Huzur-ı Âlî kılınmış olan d ö r t efendiden maadasının
berveçhi m â ' r u z şimdilik d ö r d e r yüz k u r u ş maaşla devâir-i m a ' l û m c kalemlerinde
i s t i h d a m l a n n ı n devâir-i müteallikasma ve maaşlarının devâir-i mezkûre tahsisat
larına ilâveten tesviyesi h u s u s u n u n dahî Mâliye Nezâretine tebliği ilâve-i müzâke-
178
r â t o l u n a r a k sâlifüzkr tezkireler leffen arz ve t a k d i m kılınmayla kaatibe-i ah
valde e m r ü ferman Hazret-i Veliyyülemr efendimizindir.
10 Cemâziyy'ül-Evvel 303 ve 2 Ş u b a t 301 (= 15 Ş u b a t 1885)
179
30 Ocak 1886 (= 17 Kânun-i Sâni 1302) günlü olup doğruca Sadrâzamlık'a
gönderilen i r â d e ile :
Fransızca Tersimat-ı
yazı 2. 1302 (1886) Riyaziye 5.
Jeoloji 4.
Ulum-i Ulûm-i
Dîniyye 1., 2., 3. 1303 (1887) Dîniyye 4., 5.
(35) 17 Aralık 1878 (= 4 Kânun-i Evvel 1295) Çarşamba günü Şeyhülislamlığa- getirilen Ahmed Es*ad Efendi, ulemâ'
dan Mehmed Saİd Efendi'nin oğlu olup çeşitli ilmiyye makamlarında bulunduktan sonra Â'yan Âzalığındam Şey
hülislâmlığa getirilmiş; bu görev'de İken 30 Ocak 1889 Perşembe günü Hak'kın rahmetine kavuşmuştur. Zeki,
muktedir ve doğru bir şahıs olarak tanınmıştır.
183
"Mekteb-i Müikiyye-i Şâhâne Üçüncü Sene (Sınıf) talebesi bu sene yüzon ne
fere baliğ olarak bu m i k d a r talebeyi istiab edecek d e r s h a n e olmayıp olsa bile bun
lar derslerinden lâyıkıyle istifade edemiyeceklerinden talebe-i mumaileyhinim bu
lundukları sınıfın n â ç a r iki şû'beye t a k s i m i muktazı olup muallimlerinin de h e r iki
şubede tedris edeceklerinden dolayı vazifeleri iki kat olacağı ve b u n l a r ı n yedişer
sekizer yüz k u r u ş maaşları v a r ise de bu hisab üzerine m a a ş i'tâsınıa d a h i hal mü-
said olmadığı cihetle haftada ikişer saat ders veren muallimin m a a ş a t ı n a üçeryüz
ve bir saat d e r s veren muallim maaşına dahî yüz elli kuruş zammı k a i d e ittihaz
olunarak ve ona tevfikan tanzim ve irsal kılınan pusula veçhile İlm-i N e b a t a t ve
İlm-i Hayvanat (Biyoloji) ve Edebiyat ve Cebir ve Müsellesat ve Kimya-i Uzvî ve
Hikmet-i Tabiîyye (fizik) ve Târih ve Hendese Muallimleri m a a ş a t ı n a ü ç e r yüz ve
bir saat ders veren Coğrafiya-i Osmanî Muallimi m a a ş ı n a yüzelli k u r u ş z a m m ı ve
haftada altı saat ders vermek üzere yeniden sekizyüz kuruş m a a ş l a b i r Fransızca
Muallimi ve Şu'be için beşyüz k u r u ş maaşla bir m u b a s s ı r ( İ d a r e m e m u r u ) tâ'yini
ve m u a h h a r e n ıslâh ve tanzim kılman ders p r o g r a m ı n a ilâve edilen İlm-i Ma'deniyat
ve Tabâkat'üi-arz (Jeoloji) Dersi Muallimliğine sekizyüz ve Resm-i H a t t ı Dersî
Muallimliğine bin k u r u ş u n m ü c e d d e d e n tahsisi ve birinci sene şubelerine bu se
ne yeniden yüzelliyi mütecaviz talebe duhûl edeceği cihetle m e z k û r şubeler içün
dörderyüz kuruşla iki mubassırın tâ'yin ve i s t i h d a m ı iktiza eylediği ve maaşat-ı
mezkûrenin yekûnu olan altıbin dörtyüzelli k u r u ş u n Mektebin Bütçesine z a m m ı
Mekteb-i mezkûr Müdiriyetinden mevrud tezkirede beyân o l u n m u ş o l m a k d a n nâşi
keyfiyyet Meclis-i M a â r i f e led'el-havâle keyfiyyât-ı mâ'ruza lüzum-ı âcü'e m ü s t e n i d
olduğundan m e z k û r altıbin dörtyüzelli k u r u ş u n ol veçhile z a m m ı n a me'zuniyet î'ta
buy ru mı ası h u s u s u n d a arz ve istizanı ifade kılınmış ve b u n u n kabul-i icrası
umur-ı zaruriyeden b u l u n m u ş olmağın ol bâb'da e m r ü ferman............™
(Meclis-i Maârif)
Bende Bende
Mansuri Zade Esseyd Mustafa Mehmed Tâhir Münif
(Mühür) (Mühür) "
184
di ise idaresi vâridat-ı cedide (yeni gelir kaynakları) ile te'min ediidiği cihetle kat'ı
(kesilmesi) h a k k ı n d a İrâde-i Seniyye şeref-sâdır olduğu " n u n bildirilmesi üze
rine d u r u m , 1 Nisan 1887 ( = 6 Recep 1304/19 M a r t 1303) günlü t e z k i r e
ile derhal Bâb-ı Âlî'ye arzedildi. Meclis-i Vükelâ'da (Bakanlar K u r u l u n d a ) yapılan
müzâkerelerden sonra verilen :
186
dâretpenâhîleriyle nıelfuf Meclls-i Vükelâ Mazbatası ve Tezkire ledelarz Man-
zur-i Âlî buyrulmuş ve zikrolunıan Mekteb, himâye-i feyz-vâye-i Cenâb-ı Pâdişâh!
ile hâiz-i nisâb-ı şeref olduğundan (Pâdişah'ın himayesinde olarak onur kazandı
ğından) bu şerefin idâmesi (Onur'un devam ettirilmesi) zımnında Hazine-i Hassa-i
Şâhâne'den müretteb muhassesâtın kat'ı. nezd-i merâhim-vefd-i Hazret-i Mülûkâ-
ne'de tecviz buyrulmadığına mebni muhassesât-ı mezkûre'nin kemâfissâbık (es
kisi gibi) Hazine-i müşârünileyhâ'dan tesviyesi içün şeref-sâdır olan İrâde-i Seniy-
ye-i Hazret-i Hilâfetpenâhî Hazine-i Hâssa Nezâret-i Celîlesine tebliğ ve şu halde
zikrolunan tezkire ve mazbata-1 ma'rûzamn hükmü kalmadığı İrâde kılınmış ol-
mağla olbâbda emr ü ferman Hazret-i Veliyyülemr'indir.
24 Receb 304 ve 6 Nisan 303 (= 19 Nisan 1887)
Serkâtib-i Hazret-i Şehriyârî
Süreyya (Paşa)
(İmza)
Padişâh'ın himayesinde olan Mülkiye'ye eskisi gibi b a ğ ı ş ' da bulunulacağı
ve Meclis-i Vükelâ Kararının o n a y l a n m a s ı n a ihtiyaç olmadığı bildiriliyor; böyle
c e Mülkiye ö z e l ö d e n e ğ i ' nden yoksun bırakılmıyordu. Ancak,
bu yazışmalar ve verilen emrin geri alınışı bir kaç aylık z a m a n ı işgal
ettiğinden ö d e n e k ' den m a h r u m kalan Mülkiye İdaresi, Müderrislere
m a a ş veremez d u r u m a düştü. Bunun- üzerine Müdderisler birlikte imzaladıkları
bir dilekçe'yi doğruca Pâdişâh'a verip söz konusu d u r u m d a n yakındılar.
" BÂB-I Â l i
Dâire-i Sadâret
Sadrâzam
Kâmil (Paşa)
(İmza)
188
liğ ve mezkûr arzuhal (dilekçe) iade kılınmış olmağla olbabda emr ü ferman Haz-
ret-i Veliyyülemr'indir.
9 Zilhicce 303 ve 27 Ağustos 302 (= 19 Eylül 1886)
Serkatıb-i
Hazret-i Şehriyârî
Süreyya "
(36) Bak. Mizan Mecmuası; 11 Şaban 304 = 5 Mayıs 1887; Perşembe, Nu. 29, 1. C, 241. sf., 2. st.
189
İ'DÂDÎ KISMI'NIN İ'dâdî Kısmı öğreniri sayısının a r t m a s ı üzerine, Yüksek
YÜKSEK KISIM'DAN Kısım öğrenicileri, hem çok sıkışık d u r u m d a öğre-
AYRILMASI tim yapmaya hem de Mülkiye Mektebi ödeneğin
d e n yeteri k a d a r faydalanamamaya başladılar. Ülke'nin pek çok yerlerinde İda
diler açılmakta olduğuna, b u n l a r da Mülkiye'nin Yüksek Kısmını, öğreniri bakı
m ı n d a n beslediğine göre, Mülkiye Idâdî Kısmının Yüksek Kısım'dan ayrılarak
istanbul içinde ayrı bir İdâdî'ye vücud vermesini ve Mülkiye'nin üç sınıfılı olarak
yalnız Yüksek Kısmı kapsamasını Mülkiye Müdürlüğü Eylül 1886'da Maârif Ne
zâretine teklif etmiştir. Teklif, Maârif Nezâretince de uygun b u l u n u p îrâde'si alın
mak üzere 19 Eylül 1886 günlü Tezkire ile Bâb-ı Alî'ye sevkedilmiş; Meclis-i Vü-
kelâ'da müzâkeresi s o n u c u n d a :
190
Ticâret ve Ziraat Nazırı Maârif Nâzın Mâliye Nâzın
Esseyd İsmail Hakkı Müııif Esseyd
İbn'üs-seyyid (Mühür) Mustafa Vehbi
(Mühür) (Mühür)
192
Mekteb-i Mülkiyye-i Şahanede i k m â l i tahsil eden efendilerin iktidâr-ı ilmiyye-
leri en ziyâde hatırları sayılmak vâcib olanların bile t a h t ı tasdiklerinde bulundu
ğu halde Nezâret-i Celile güya b u n u tasdikte tereddüd eyliyor ve Mekteb-i Mülkiye
Ş a h a d e t n a m e s i n e hiç ehemmiyet vermeyip küçük maârif memuriyetlerine tâ'yin
olunacak ş a h a d e t n a m e ashabını m a ' I û m a t cihetiyle kendilerinden d û n bulunan
mümeyyizler marifetiyle i m t i h a n etmek yolunda t a h k i r â t a kalkışıyor imiş. Halkın
şikâyâtım bir tarafa bırakalım da güya muâmele-i mezkûre'ye d u ç a r olan ve öte-
tarafta rüşdiye mektebinden ş a h a d e t n a m e ahzine gayr-ı m u k t e d i r bir takım kesâ-
nın Mekâtib, Nezâret ve Maârif Müfettişliği me'muriyet-i m ü h i m m e l e r i n e tâ'yin
olunduklarını m ü ş â h a d e eyleyen Mekteb-i Mülkiyye mezunlarının hâsıl edecekleri
efkârı piş-i n a z a r a alalım. Keyfiyet o k a d a r m ü h i m d i r ki izahattan i h t i r a z etmek
icab eder. Bu kıyl ü kaal (dedikodu) neden ileri geliyor? Aslı var mı? yoksa sırf is-
n â d a t m ı d ı r ? Hususât-ı mezkûre'yi Nezâret-i Celîle-i Maârifin nazar-ı dikkatine ar-
zetmeyi vecibeden addediyoruz" fikrini ortaya a t a r a k h e m Mülkiye'nin değerini
belirtiyor; h e m d e Maârif Nezâreti'nin e ğ i t i m konusundaki yanlış tutumu
nu tenkid ediyordu,
(38) M i z a n ; H a f t a l ı k Gazete; 17 Cemâzîy ül-Evvel 1304/10 Şubat 1887; N u . 17, 240. sf., 1. st.
193
orta okulu olan r ü ş d i y e l e r ' i n çoğaltılıp p r o g r a m l a r ı n ı n genişletilmesi,
bu m a k s a d a ulaşmak için de o r t a okul öğretmeni yetiştirme teklifini savunu
yordu.
(39) Mîzan; Haftalık Gazete; 13 Safer 1306/18 Teşrin-i Evvel ( E k i m ) 1888; 1. C; N u . 6 7 ; 1. sf., 1. s t .
194
(artmaktadır). Evsat (orta) derecede şahadetname ahzetmiş olan bir efendinin
aliyy"ü*-âlâ (pekiyi) derecede şahadetnameyi hâiz bulunandan âlî (yüksek) bir
mevkide bulunması ve bulunmak ihtimâli önünde hâlâ kapının açık olması müs-
takbelen (gelecekte) istinadgâhımız (dayanacağımız) olacak nevresidegân'ın (ye
ni yetişmiş gençlerin) yegâne ümid ve gayretlerini rahnedâr ederek ümklsizlLk illet-î
müzminesi henüz (Mülkiye) Mektebin(in) dört duvarı içinden (çıkmamış) bulun
mak hasebiyle havâdis-i rüzmerre'den haberdar olamayıp hayatı ahlâk kitap
larında gördükleri kavâide (kurallara) muvafık zanneyleyen bu mâ'sumlara da
sirayet eylemekte bulunmuştur. Bu dahî acilen tedâvî olunacak illet-i muzırra'dan
bulunmağla evlîyâ-ı umur hazıarâtı'mn (sayın devlet adamlarımızın) nazar-ı him
met ve dikkatlerini celbe ahrâdır (lâyıktır).
Mülkiyye Mekteb-i mezunlarım ııasb ü tâ'yin hususunda câri olan imtihanlar
ciddî bulunmadığından nâşi şahadetnamelere ehemmiyet verilemiyeceği dermeyân
olunsa ve bu da haksız denibniyecek kadar doğru olsa o halde imtihanların cid
diyetinden vazifelen alâkadar bulunması iktizâ eden Maârif Nezâret-i Celilesi key
fiyeti meskût'ün anh (susarak geçiştirme) bırakabilecek nüdir? Vakıa Almanya'nın
bâ'zı memâlikinde imtihanların kemâl derece şiddetle icra olunmasiyle beraber câ-
nib-i Hükümetten (Hükümet tarafından) me'muriyet taleb edenlerin Darülfünun
"doktora" Şahadetnamelerini irâe eyledikten^ (gösterdikten) başka İdarece tensip
kılınan surette imtihan î'tâsına dahî mecbur tutulmuşlardır ki şu suret-i liyakat ve
iktidar esâsına müstenid bulunmuştur.
Hey'cti İmtihâniyye'nin adalet ve hakkaniyet dâiresinde mün'akid (kurul
muş) but anması ve â'zâsınm (üyelerinin) iktidar ve ehliyetleri umumca hâiz-i em
niyet olması nazar-ı dikkate alınır ise teşkili müşkil olur. Yoksa imtihan hey'eti-
nin bâziçe-i âmâlî olmuş (küçük oyunlarına getirilmiş) bulunur. Bu usulde dahî
mahzûrât-i günâgûn görülür.
Geçenlerde bir vilâyet Maârif Müdiriyeti tarafından bir başkâtip tâ'yinine lü
zum görülür. Bu lüzum üzerine lüzumlu lüzumsuz, tavsiyeli tavsiyesiz, iktidarlı
ve iktidarsız birçok tâlib zuhur etmesiyle keyfiyet imtihana havalesine ihtiyaç
messeyler (mecburiyeti doğar). Tâlibîn (istekliler) meyâmnda bulunan erbâb-ı
iktidar ve ihtiyaçtan birisi hey'et-i imtihanın mâhiyetine ve imtihanın da suret-i
ce/reyânına daha evvelden vâkıf olduğundan mücerred "imtihan" telaffuzunun
ehemmiyetini ve binâenaleyh kendi kıymet-i ma'lûnıatım muhafazatan geri çekil
miştir. Halbuki kendisine o me'muriyet evvelden vâ'd olunmuş idi. Şu emr-i vâkı'a
(olay'a) nazıaran imtihan usulünün taşralarda nasıl manzara vücuda getireceği
suhuletle (kolaylıkla) meydana çıkar.
Mekâtib-i âliye (yüksek okullar) imtihanlarında zuhura gelen yolsuzlukların
henüz önü alınıp bitmemiştir. Hele en mühliki (tehlikelisi) ma'lûmat furuşluk dâi-
yesinde bulunan bâ'zı "mümeyyizlerde görülür. En yakın misallerden olarak birçok
şeyler ilâve edebilıir isek de bahsin şahsiyyata taallukundan nâşi meskûtûn-anh
bırakmağa (susarak geçiştirmeye) mecbur oluyoruz. Şu kadar ki şâhâdetnâme-
195
den sarf-ı nazar'Ia tâ'yin-i me'murîn hususunda bâ'del icâb imtihan usulünün cereya
nı takdirinde "mahdum beyler sistemi"nin teshilini müntic (kolaylaştırıp doğu
racağı) ya'ni "vazife ve mes'uliyet" derslerinden intibah hâsıl etmekten âciz kalan
ların tervic-i efkârmı müeddî haller vâki' olurdu. Şu fikirde bulunan bâzı kimsele
re imtisâlen demek lâzım gelür ki tahsil uğrunda beş on sene müddet uğraşan
lara karşı Hükümet hiçbir me'muriyet te'min etmeyip işi lüzumu takdirinde inti
haba bırakır ise me'muriyet koparmak içiin edilen tasdiat ve tâ'cîzâtın (rahat
sızlık verme ve taciz etmenin) kapısmı ilelebed açık bırakmış bulunur idi. Dip
loma piyasalarında meşhûd olan (görülen) durgunluk asarının izâlesi (kal
dırılması) kısmen mekteb heyetlerine aid ve râc'i bulunduğu da ma'lûmdur. Bu
da bâ'zı islâhat ile husule gelebilir.
Beyâna hacet olmadığı üzre Mekteb-i Mülkiyye-i Şahane Sunuf-i İ'dâdiye ile
Sumıf-ı Âliye'den müteşekkil bir medrese-i âliye'dir (yüksek okul'dur). Her na
sılsa vaktiyle ders programlarında yer bulan bâ'zı noksanlar el'an mevcud olup
hiçbir taraftan tashih ve tecdidine rağbet buyrulmamış ve ara sıra mün'akid olan
komisyonlardan ise müsahabetden (laf'dan) başka birşey anlaşılamamıştır.
Ulûm-i âlî-i siyâsiye (yüksek siyâsî bilimler) tahsiline tahsis edilmiş olan iki
müntehi (son) sımfta tedris edilen derslere nazaran, sunuf-i i'dâdiyeden mı, ya-
hud sunuf-i âliye'den mi olduklarını kestirmek herkesin işi değildir. Dördüncü ve
Beşinci Sınıflarda Sunuf-i İ'dâdî'ye bakaayası olarak Târih, Kozmoğrafya, Usul-i
Defterî, Tabakaatül-arz, Resm-i Hattı dersleriyle senenin bir kısm-ı mühimmi iş
gal edilmiş bulunuyor. Esasen şu »dersler İ'dâdî Kısmına âid olduğu halde burada
vakit bulunamadığından dolayı bakaaya'ya kalıyor ki şâir mekteplerden bermû-
cib-i nizam Dördüncü Sınıfa gelecekler için bir tekerrür-i zâid (fazla tekrar) ol
muş oluyor. Madem ki ulûm ve fünûnun bir kısmını tedris içün zaman müsaid
değildir; o halde Birinci, İkinsi Sınıftaki Hüsn-i Hat derslerine yahut Sarf-ı
Arabi'den Emsile-i Muttaride tasrifiyle Farisîden Esmâ-i İşârât'ı tâlime ve sâire-
ye ne ma'nâ verilecektir.
Ma'lûmdur ki Mülkiyye İ'dâdîsinin Birinci Senesine dâhil olacaklar mekâtib-1
rüşdiyeden şahadetname ahzetmiş olmalıdırlar; veyahud bu derecede duhul imti
hanı i'tâ eylemelidirler. Mekâtib-i Rüşdiyede ise Arabi'den Sarf, Maksud, Avâmil,
izhar, İsagoci, Fârisî'mden de Kasâid ve Gülistan tâ'lim edilmektedir. Bu halde
Mülkiyye^ Şâhâne'nin Birinci Sınıfındaki "Nasara Yansuru" İare, "Min, Ev"lere
tahsis edilen zaman izâa (ziyan) edilmiş olmaz mı? Bidâyet-i teessüsünden ihti
mal ki nazar-ı dikkate lalmmış olan mahzurlar çoktan mündeff (yok) olmuştur.
Amma denilebilür ki Birinci Sımfa girenler kamilen rüşdiye talebesinin hâiz ol
dukları mâ'lûmatı hâiz değUIerdir; içlerinde mekteb-i ibtidâilerden gelmiş olan
ları da mevcud'tur; pekâlâ böylelerine niçün müsâde edilmelidir? Acaba orasını
anlıyabilir miyiz?
İşte görülüyor ki Mektebin mukaddimesi olan Birinci Sınıfda edilebilecek
cüz'i bir ıslâhat bile Sunuf-i Aliye'de bakaayâ nev'inden görülen derslerin kâf-
196
fesi Sumıf-i İ'dâdîye'de tedris edilebilür ve bu veçhile b a k a a y a d a n tahlis-i giri-
b â n eden ( k u r t u l a n ) m ü n t e h i sınıflar talebesi bunların izalesinden hâsıl olacak
zamanlarını dahî ulûm-i âlîye tahsiline bezi ve sarfedeceklerinden, d a h a mukte
d i r daha m â ' l û m â t h m e m u r l a r yetiştirilmesi âsân ( m ü m k ü n ) olur. Diğer taraftan
da şahadetname piyasası ittiratsızhktan (keşmekeşlikten) kısmen kurtulmuş
o l u r " diyerek, Maârif Nezâreti'nin- Mülkiyye Mezunlarından gerektiği ve yeteri
k a d a r faydalanmadığını ve Mülkiye Mektebi Yüksek Kısım Ders Programı'nı şid
detli şekilde eleştiriyor; kendince faydalı bulduğu tedbirlerin alınmasını, İslâhat
yapılmasını istiyordu.
Bu u y a r m a ve eleştirmelerin ne derece yararlı olduğu hakkında ilerde sırası
geldikçe bilgi verilecektir.
(40) Bak. : Düstur; Lâhika-i Kavânin, Zeyl 3. Cilt; 172. - 182. sf.; İstanbul, Malûmat Matbaası, 1313 (1897).
"KAZA KAYMAKAMLARI İLE NAHİYE VE TAHRİRAT MÜDÜRLERİ
İNTİHAB KOMİSYONU NİZÂMNÂMESİ
MADDE 1.) Komisyon bâ irâde-i Seniyye mansub bir reis ile altı azadan mürekkep ve Dahilîye Nezâretine
merbuttur.
MADDE 2.) Komisyon azasının nısfı dâimi olup, nısfı diğeri ikisi Şûrây-ı Deviet Âzasından ve biri ricâl-i
ilmiyyeden olmak ve her altı ayda bir tebdil edilmek üzere Makam-ı Meşihat ve Şûrây-ı Devlet Riyasetinden mu
vakkaten intihab ve tâ'yin kılınır.
MADDE 18.) Mekteb-i Mülkiye'den neş'et ederek kaymakamlıkta istihdam olunacaklara bir sene vali ile mu
tasarrıf maiyetlerinde istihdam olunduktan sonra bilâimtihan üçüncü sınıftan kaymakamlık intihabnâmesi veri
lir. Nizâm-ı mahsusu mucibince terfi-İ sınıfa kesb-i istihkak ettikçe kezâlik bilâimtihan üst tarafındaki sınıfa
mahsus intihabnâme i'tâ olunacağı gibi Bâb-ı Âli'den neş'et edenlerin ibtidâ-i duhullerinde icra kılınacak imti
hanları kâfi görülerek bunlara da badehu ol veçhile bilâimtihan intihabnâme verilecektir.
MADDE 19.) İkinci ve üçüncü sınıftan intihabnâmeyi hâmil olanlardan bil'icap sınıfının fevkindeki kaza
kaymakamlıklarında istihdam edilmiş olanların bu suretle istihdamı terfi-i sınıf etmek için alelusul intihabnâ
me ahzinden istisnalarını mucip olamaz.
MADDE 24.) Kaymakam ve müdür ve tahrîrat müdürleri isti'fa- eder ve mucib-i ceza bir hal ve harekette bu
lunur veyahud İfâ-İ vazifede kat'iyyen (kesinlikle) İktidarsızlığı tebeyyün ederse azlolunacakları gibi me'muriye-
(Devamı 198. sf. mn Dip Nottt'nda)
197
" BÂB-I ÂLÎ
Dâire-i Dâhiliyye
İntihâb-ı Me'murîn Komisyonu
Aded
tinde İbkasında siyâseten mahzur mütalâa olunanların mes'uliyeti der'uhte olunmak üzere vali veya mutasarrıflar
taraflarından İşten e! çektirilerek idâreten azilleri inha olunabilir.
MADDE 25.) Kaymakam müdür ve tahrirat müdürlerinden birinin İsti'fasına mebnl azli vilâyât veyahut
müstakillen idare olunan mutasarrıflıklar canibinden bâ mazbata bildirilmesi üzerine Komisyonca isti'fa varakası
görülerek esbab-ı isti'fası anlaşılmadıkça ve mucib-i ceza bir hal ve hareket vukuundan dolayı azli talep olunan
lar hakkında Kavânîn ve nizamât-ı mahsusu mucibince muhakemesi bil'İcrâ hükmü hâvi i'lâm ve adem-i iktida
rından bahsolunmuş ise esbabını hâvî mazbata Komisyonca mütalâa ve kabul olunmadıkça iktizası İcra kılınmı-
yacaktır.
MADDE 26.) Mes'uliyeti deruhte olunarak işten el çektirilen kaymakam ve müdürlerin adline dâir olan mezâ-
bıt (tutanaklar) vuku bulacak müracaatları üzerine evrakı ile beraber Dâhiliye Nezâretinden Şûrây-ı Devlete ha
vale olunarak verilecek karar mucibince muamele-i lâzime ifâ kılınacaktır.
MADDE 27.) Vazife-! me'muriyetlerînden dolayı taht-ı muhakemeye alınan müdür ve kaymakamların hitâm-ı
muhakemelerinde beraetleri tebeyyün ettiği halde me'muriyetlerine iade kılınmak üzere yerlerine aharlan tâ'yin
olunmayıp memuriyetleri vekâlet suretiyle idare ettirilir.
MADDE 28,) Cünha ve cinayetle üç defa maznun olduğu ha-lde her defasında Me'murîn Muhakemesi Nizâm
nâmesi mucibince mercİ'inden bil'muhâkeme tebrie-i zimmet etmiş olan kaymakam veya müdürlerin tekrar is
tihdamı Şûrây-ı Devlet kararına mütevakkıftır. Üç defa iktidarsızlıkları kat'iyyen tahakkuk ederek fnfisal etmiş
olan kaymakamlar müdürlükte veya müdürler zabıta- müdürlüğünde istihdam olunabilirler.
MADDE 29.) Münhal olan bir kaymakamlığa veyahud tahrirat veyahud nahiye müdürlüğüne tâ'yİni mahal lerin-
ce inha olunan zâtın Komisyonca imtihanı icra edilip intihabnâme almış olanlardan olmadığı halde asâlel-i me'-
muriyetİ tasdik olunmaz. Fakat o mahal ahalisinin lisanına vâkıf ve mevkiin ehemmİyetİyle mütenâsib ehliyet ve
ma'lûmatı hâiz birinin istihdamına lüzum ve ihtiyaç ve mülâzımîn-İ mevcude içinde zikrolunan evsaf İle muttassl
ragıb (İstekli) bulunmaz İse mes'uliyeti mahalline âid olmak üzere İstisnaen tasdik olunur. Şu kadar ki okur
yazar takımından olması meşruttur.
(Devamt 199. sf. Dip Noiu'nda)
198
nin tanzımiyle sûret-i t a k d i m i Makaam-ı Riyâset'e meb'us (gönderilen) Tezki-
re-i Aliyye-i Cenâb-ı (İçişleri) Nezaretpenâhîlerince e m r ü izbar b u y r u l m a k t a n
n â ş i Komisyon'ca olbabda m ü r a c a a t edenler hakkında ibraz eyledikleri tezâkir-i
Osmâniyye (Nüfus cüzdanları) mucebince tetkikaat-ı lâzime icra ve şirinlerine gö
re m e ' m u r olmak istedikleri mahaller kendilerinden yegân yegân (ayrı, ayrı) is
timzaç olundukta (sorulduğunda) hulefâ-i m u m a i l e y h i m d e n on efendinin sinnleri
yirmi beşi mütecaviz olmasıyle vilâyâtâ ve o n ' u n u n sinnleri henüz hadd-i nizamî
sine vâsıl olmamağla suret-i muvakkatede Devâir-i Merkezlyye'ye (Hükümet Mer
kezi'ndeki Dâirelere) icrâ-i memuriyetleri ve ikisinin sinleri hadd-i nizâmî'yi bul
d u ğ u halde taşraya gitmeye izhar-ı rağbet etmediklerinden devâirde m ü n h a l ma
h a l z u h u r u n a değin açıkta bırakılmaları lâzım gelüp olbabda tanzim k ı l m a n def
t e r ile Mekteb-i Mülkiyye'den Geçen Sene b â ş a h â d e t n â m e çıkan efendilerin dahî
sinnleri henüz yirmibeşe v a r m a m ı ş olmasıyla m u v a k k a t e n Devâir-i Merkeziyye'den
istedikleri mahalleri m u t a z a m m ı n diğer b i r kıt'a defter leffen arz ve t a k d i m kı
lınmış ve ol veçhile icrâ-i icâbatı mütevakkıf-ı re'y ü İrâde-i Aliyye-i Cenâb-ı Ne-
zaretpenâhileri b u l u n m u ş olmağla olbabda e m r ü ferman Hazret-i Menlehül-emr'-
indir. 10 Receb (1)304 ve 23 M a r t (1)303 (— 5 Nisan 1887)
199
Mustafa Nâii Bey (1300) 1281 — 23 Hâriciye Tahrirat-i Ecnebiye Kalemi
Diknan Efendi (1301) 1281 — 23 Telgraf Nezâreti Ecnebiye K a l e m i
Mehmed Ali Efendi ( " ) 1282 — 22 R ü s u m a t E m â n e t i Mektûbî Kalemi
Tahsin Efendi (1302) 1283 — 21 Hâriciye Tahrirat Kalemi
Said Bey (1299) 1281 — 23 R ü s u m a t E m â n e t i E n c ü m e n Kalemi
Mehmed Cemâleddin (1299) 1281 — 23 Hâriciye Terceme Kalemi
200
yip de Dersaadet'de bir me'muriyete tâ'yin o l u n m a k isteyenler maişet tedârikinden
m ü s t a ğ n i d e m e k olacağı cihetle b u n l a r a açık yer z u h u r u n d a yerleştirilerek istih
d a m l a r ı târihinden i'tibaren m a a ş i'tâ olunması muktezây-ı İrâde-i Seniyye'den bu
l u n d u ğ u n d a n b a h s ile ona tevfik-i m u a m e l e olunması hakkında şeref-vârid 1 Teş
rindi Sâni (1) 302 tarihli Tezkire-i Sâmiye-i Sadâretpenâhîleri üzerine bunlara
tahsisi iktiza eden m a a ş a t ' a , karşılık olmamasına ve karşılıksız maaş tahsisi
mugâyir-i İrâde-i Senniyye'den bulunmasına mebni olbabda sebkeden arz
ü istizâne 14 Kânun-i Sâni (1) 3(12 târihînde alman cevab-ı sâmi-i Fahîmanelerinde
mumaileyhime Hükm-i İrâde-i Seniyye'ye tevfikan tahsisi lâzım gelen maaşların
Bütçeye ilâveten tesviyesi lâzım geleceği İrâde buyrulduğu gibi Ticâret ve Ziraat
Nezâretinin Nâfia Nezâreti ile birleştirilmesine ve Nezâret-i müşarünileyh.* idare
sinde b u l u n a n Terceme-i F ü n û n K a l e m i Hey'etinin şimdiye k a d a r mucib-i istifâde
bir eser gösterememesine ve Mekteb-i Mülkiyye-i Şahâne'den çıkan efendilerin ise
esasen umur-i mülkiyede istihdamı Nizamnâme-i m a h s u s iktizasından b u l u n m a s ı n a
binâen Kalem-i mezbur'un lağvıyle mevcud olan efendilerin ahiren ittihaz olunan
k a r a r a tevfikan sinni m ü s a i d olanların muvazzafan vilâyâtta ve olmayanların da
kezâlik sinnlerinin müsaadesi z a m a n ı n d a taşraya gidecek olanlarının şimdiki hâlde
istedikleri Aklâm-ı Şâhâne'de istihdam o l u n a r a k bunların Ticâret (Nezâreti) Büt
çesine dâhil muhassesatı olan otuz bir bin k u r u ş maaşlarının dıahî Ticâret Bütçe
sinden ihraciyle hidemât-ı mülkiyye'de istihdam olunacaklar maaşlarının Dâhiliye
Bütçesine ve Aklâm-ı Şâhâne'de istihdam olunacaklar maaşlarının dahî kangı
kalem'de istihdam o l u n u y o r l a r ise o kalemin m e r b u t olduğu nezâret bütçesine
naklen tesviyesi dahî 6 Kânun-i Sanî (1) 302 tarihli buyruldu-i âlî bâlâsına muhar
r e r tezkire-i m â ' r u z a ve İrâde-i Seniyye suretlerinde m u h a r r e r olmasıyla sene-i
m e r k u m e ' d e bâ ş a h a d e t n a m e çıkan ve gerek Tercüme-i F ü n û n Kalemi'ne m ü d a v i m
olup Kalem-i mezbur'dan açıkta kalan efendiler içinde vilâyat'a gönderileceklerin
esamîsiyle kangılarmın kangı vilâyete tâ'yin ve b u r a c a istihdam o l u n m a l a r ı lâzım
gelenlerin de kezaliic sin ve isimleriyle nerelerde yerleştirilebilecekleri ve me'mu-
riyet bekjiemek üzere taşraya azimete rûy-i rıza göstermiyenlerin k i m l e r olduğunu
mübeyyin b i r kıt'a muvazzah (açıklamalı) defterinin tanzımiyle sür'at-i irsali
h a k k ı n d a İntihab-ı Me'murin Komisyonu Riyâset-i Aliyyesi'ne yazılan tezkire üze
rine Komisyon-ı mezkûr'dan tanzim olunan m a z b a t a ve iki kıt'a defter leffen
takdim kılınmıştır. Mütalâasından ma'lûm-ı âlî-i Hidiv-i Efhamileri buyrulacağı
üzre gerek bu sene Mektebten (Mül'kiye'den) çıkan ve gerek Kalem-i mezbur'un
lağvmdan dolayı açıkta kalıp m ü r a c a a t eden cem'an kırk nefer efendiden on
efendinin sinnleri yirmibeşi mütecaviz olmasıyla vilâyâtıa ve yirmisekizinin sinn-
leri henüz hadd-i nizâmî'sine vâsıl o l m a m a k l a suret-i muvakkate'de Devâir-i Mer-
keziyye'ye icrâ-ı me'muriyetleri ve ikisinin sinleri hadd-i nizamiye dâhil bulun
m u ş olduğu halde taşra'ya gitmeye izhâr-ı rağbet etmediklerinden d e v â i r d e mün
h a l z u h u r u n a değin açıkta bırakılmaları lâzım geleceği anlaşılmış ve vilâyât ve
Devâir-i Merkeziyye'ye m e ' m u r olacak efendilere tahsisi icab eden m a a ş a t ı n ye
k û n u yirmi altı bin sekizyüz kuruşa baliğ olacağı indel-hisab tebeyyün etmiş ve
201
buna da Kalem-i mezbur'un lağvından dolayı açığa çıkarılan ve zaten Ticâret
Bütçesine dâhil buhuı'an otuzbirbin kuruş kâfî bulunmuş olmasıyla bu halde
zikrolunan otuzsekiz nefer efendiden sinleri hadd-i nizâmî'sine vâsıl olan on ne
ferinin defter-i mezkûr'da esamisi hizasında muharrer vilâyâta ve devâirde istih
dam olunacak yirmisekiz nefer efendiden oniki neferinin Hâriciye ve iki neferi
nin Mâliye ve bir neferinin Telgraf Nezâretleri ve altı neferinin Rüsumat ve iki
neferinin Vergi Emanetleri ve üç neferinin Şûrây-ı Devlet ve iki neferinin Ne-
zâret-i âcîzi (Dâhiliye Nezâreti) Mektubî Kalemine icrâ-i memuriyetleri makrun-i
müsaade-i aliyye buyrulduğu hakle bunlıara târih-i devamlarından i'tibâren altı
şar yüz kuruş maaş i'tâsı ve tahsisi icâb eden cem'an yirmi altıbin sekiz yüz ku
ruşun yedîbüı ikiyüz Kurusunun zikrolunan otuz bir bin kuruştan o l m a k üzere
Hâriciyye ve binikiyüz kuruşunun Mâliye ve altıyüz kuruşunun Telgraf ve üçbin
altıyüz kuruşunun Rüsumat ve binikiyüz kuruşunun Vergi ve Onüç bin kuruşu
nun (Dâhiliyye) Nezâret-i âcizî Bütçelerine nakli hususunun Mâliye ve Ticâret
Nezaret-i Ceiîle'lerine emr ü iş'anyla beraber Hâriciye ve Telgraf Nezâret ve
Rüsumat ve Vergi Emânetleriyle Nezâret-i Çâkerîye de malûmat i'tâsı hususumun
huzur-ı sâmî-i Sadâretpenâhüerine arzı da Muhasebeden ifâde kıhnmağla icrâ-i
icâb-ı babında emr ü ferman Hazret-i Veliyyülemr'indir.
29 Recep (1)304; 11 Nisan (1) 303 (— 24 Nisan 1887)
Bende
Nâzır-ı Umur-i Dâhiliye
Münir ( P a ş a )
(îmza)
202
yönü, yapılan konuşmalarda Pâdişah'ı övmek'den ziyâde, Mülkiye mezunlarına ve
rilmesi gereken önemin azlığından bahsedilip yeni teklifler ortaya atılmasıdır.
203
Tören'in tafsilâtını, Mekteb-i Mülkiyye Târih-i Siyâsî ve Umumî Muallimi ol
d u ğ u için Tören'de bulunan "Mîzân Mecmuası" Sâhib ve Başyazarı Mizancı adıyla
şöhret yapmış Murad Bey'in Kalemi'nden öğreniyoruz (41):
"Cümle-i muhassenât-ı mahsûsa-i Mülkdârî'den b u l u n a n Mekteb-i Mülkiyye-i
Şâhâne'nin Tevzi-i Mükâfat R e s m i , geçen Cumartesi günü on birinci defa o l a r a k
icra edilmiştir. Resm-i bilhîn-i m e z k û r d a (söz konusu yeni Tören'de) bilcümle
Vükelây-i F i h a m Hazerâtı hâzır bulundukları gibi, Mâbeyn-i Hümâyûn-ı Cenâb-ı
Mülûkâne Başkâtibi Devlellû (Süreyya) Paşa Hazretleri ile Mâbeyn-i H ü m â y u n kâ
tiplerinden ve Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne'nin aliyy'ül'âlâ (pekiyi derecede) olarak
ilk çıkardığı mahsulden Saadetlû (Hüseyin) Kâzım [3/1295 (1879)] Beyefendi Haz
retleri dahî Ş a h a d e t n a m e ahzeden kırk nefer m ü n t e h i (son) sınıf me'zunları ile
fevkalâde mükâfata nail olarak terfî-i sınıf eden m ü s t e i d d â n içim Zât-t Mekârim-
Simât-ı Cenâb-ı Pâdişâhî'den i'tâ ve ihsan buyrulıan hedâyay-ı ( a r m a ğ a n l a r ı ) Senniy-
ye'yi hâmil oldukları halde m alı sus an i'zam b u y r u l m u ş (gönderilmiş) idi.
Umıır-ı Askeriyye'mizin medâr-ı iftiharı olup Târih-i Osmâni'de b i r mevkî-i âlî
tutacak müessesât-ı hayriyye'den b u l u n a n Mekteb-i Harbiyye-i Ş â h â n e nasıl bir eser-f
âlî-i Mahmûdî (Sultan M a h m u d ' u n Eseri) ise, Mekteb-i Mülkiyye-i Ş â h â n e dahî
ehemmiyet cihetiyle her halde o n d a n d û n olmıyan (geri k a l m a y a n ) eser-i celîl-1
Hanı idi (Sutan Hamîd'in büyük eseri) demektir.
Mekteb-i Mülkiyye'ye tahmil olunan (yüklenen) âmâl-i âliye'nin ( b ü y ü k ümit
ve emellerin) ne derecede olduğu teessüsü gününden î'tibâren izhar buyrulagelen
âsâr-ı teveccüh ve inâyet'ten anlaşıldığı gibi Mektebin yetiştirdiği m a h s u l e dahî
ne k a d a r ehemmiyet verildiği ilk çıkanların Maiyyet-i Müstakille-i Senniye'lerine
alınmasıyle m ü s t e b â n olmuştur. Bu suretle mazhar-ı teveccühât-ı cihan-kıymet-i
VelînimeM Â'zamî olan m ü s t e i d d â n az m ü d d e t içinde erkân ve rical ile îfây-ı hüs-
n-i hidmet yolunda m ü s a b a k a t ' a ( y a n ş m a y a ) kesb-i liyâkat etmişler ( h a k kazan
mışlar) ve bu babda devâir-i Devlette (Devlet dâirelerinde) dahî Zât-ı Hazret-i Hilâ-
fetpenâhî'nin isr ü mesleğine imtisal olunduğu (Pâdişâhın yoluna ve isteğine uyul-
duğu) t a k d i r d e güzel semereler (meyvalar, ü r ü n l e r ) toplanabileceğini göstermiş
lerdir. BunujŞfe beraber şâyân-ı teessüf ahvaldendir ki bu gibi m a d d î ve manevî
sebebler MekiW"(Mülkiye) Me'zunlarım i s t i h d a m e t m e k h u s u s u n d a Rüesây-ı De
vâir-i ( y ü k s e k - m a k a m l a r d a bulunanları) Hazret-i Sâhib-i Mülk ü S a l t a n a t a imti
sal (Padişahın Mülkiyeliler hakkındaki güvenirte uymaya) m e c b u r ettiği halde
( m e z u n l a r d a n ) birçoklarının müddet-i medide (uzun süre) açıkta kaldığı yahut
hidenıât-ı mülkiye'de istihdam olunacakları (idare amirliklerinde kullanılacakları)
yerde Terceme yahud K u p o n Kalemleri nâmıyla ihdas olunan devâire (dairelere)
hapsedilip hizmet heveslerine külli sekteler îrâs edildiği (engeller çükarıldığı)
meşhûd-i dide-i (gözle görülen) teessüf olmuştur.
Bu Sene Birinci olarak Mekteb'den (Mülkiye'den) ş a h a d e t n a m e a l a n Mehmed
Reşıad [181/1304 (1888)1 Efendi dahî Vükelâyı F i h â m Hazerâtı muvacehesinde îrâd
(41) Bak. : M î z â n ; H a f t a l ı k Mecmua, 26 Safer 1306/1 Teşrin-i Sâni ( K a s ı m ) 1888 Perşembe; 1 C, N u . 6 9 ; 67. sf.,
3. st.
204
•ettiği nutk-ı resmî'den bu b a b t a k i endîşesini imâ ederek kalplerinin "hissiyât-ı mu*
kaddese-i s a d â k a t ile m e m l û (Pâdişah'a bağlılık hisleri ile d o l u ) " olduğu ve fikirle
rinin me'huzları (kaynağı) olan "tohıun-i maârifi (eğitim tohumlarını) neşv ü nemâ-
l a n d ı r m a ğ a (geliştirmeye) kaabil ve hizmet-i Velîni'met'e olan heves ve a r z u n u n
•dahî tarik-i t a h s ü ' d e ibraz ettikleri ikdam ve inhimak (gayret ve şiddetli arzu)
derecesinde kavî (kuvvetli) ve ciddî bulunduğu ve binâenaleyh kendülerini maiy-
yetlerinde lütfen i s t i h d a m edecek olan Vükelây-ı F i h â m Hazerâtının (Sayın Ba
kanların) "fenn-i idâre'nin amel ve tatbik (idare biliminin iş ve u y g u l a m a ) " cihet
lerini i r â e ve ikmâl etmeleri (göstermeleri ve uygulamaları) h u s u s u n d a sarf-ı him
m e t eylemelerine m u n t a z ı r ve ahkâm-ı nizânıiyye ile mübeşşer okluğumuz hide-
m â t a bilfiil pek liyakatsiz olmadıklarım göstermeye sâî olduklarım söylemiştir.
Şu sözlerde ü m i d ve i s t i r h a m m e ş h û d olduğu gibi maziye n a z a r a n endîşe d a h i
m a h s u s t u r ( v a r d ı r ) . Nutk-ı m e z k û r ' u n kâffe-i sâmi'in ( b ü t ü n dinleyiciler) ile be
r a b e r bilhassa Zât-ı Hazret-i Sadrâzamı ile Zât-ı Vâlây-ı Fetvâ-Penâhî'ye (Şeyh
ül-islâm'a) pek b ü y ü k hüsn-i te'sir hâsıl ettiği g ö r ü l m ü ş t ü r . İnşallah yakında hüsn-i
neticesi dahî görülüp Mekteb (Mülkiye) me'zunlarının derece-i ehliyet ve liyâkat-
leriyle m ü t e n â s i b me'muriyetlerde i s t i h d a m olunduğunu görmekle m ü t e ş e k k i r ola
cağız.
Müdir-i Mektep Saadetlû A b d u r r a h m a n (Şeref) Efendi
Hazretleri Tarafından İ r â d Edilen
Nutuk'tur
206
cağı ve u l û m ü fünûn'un n e ş r ü tâ'minıine sâ'y olunduğu böyle bîr zamân-ı feyz
iktiran'tia mahâsin-i ahlâkiyye'nin h e r şeye takdimen nazar-ı i'tibâra alınması ve
ehl-i ihn'in çoğaldığı nisbetde mikdar-ı sulehâ ve etkıyta (ahlâklı ve imanlılar)
dahî tezâyüd etmezse cemiyet-i beşeriyye'ce görülecek fâide zarara galebe ede-
miyeceği ve h e r k a v m m e n s u b olduğu mezheb ve adat ile müftehir ve h a t t a mil-
liyet-i evsâf-ı âdab-ı mahsûsa'sıyle k a a i m idüğî, hakaayık-i meslek-i âcizânemiz tâ'-
yin e t m i ş olduğundan ve Şâkirdânın rüşeyman-ı efkâr'ını (öğrenicilerin fikir fi
lizlerini) âdab-ı kavmiyye ve usul ü ahlâk-ı milliyyemiz içinde zülâl-i sadakat ve
istikametle tenmiye ( a r t ı r m a y a ) ve ihyâ'ya çalışarak bu sureti tahsil-i rızây-ı Ba
ri ve hoşnııdî-i Velüyy'ün-niamî'ye mtnhâc-i yegâne-i muvaffakıyyet bildiğimiz
den terbiyenin bu cihetine masruf olan mesaî ve ikdâmât-ı âcizânem'den lehül-
h a m d tıynet-i tayyibe-i etfâi-i Osmânî'ye dahî müsâid olarak semerât-ı mebrûre
iktıtaf olunduğunu m a a l ' iftihar beyân ederim.
207
dam ve inhimak derecesinde kavî ve ciddîdir. Bâ'dema maiyyet-i alîyyelerinde her
birerlerimizi istihdam ile fenn-i idâre'nin cihet-i ameliye ve tatbikiyesini irâe ve
I ü'üııı ederek itmâm-ı terbiye'mize lütfen sarf-ı himmet buyuracak âmirlerimizi
memnun etmeye ve ahkâm-ı nizâmiyye ile mübeşşer olduğumuz hidemâta bilfiil,
pek liyakatsiz olmadığımızı göstermeye sa'y ü gayret edeceğiz.
1890-1891 (1306-1307 R.) Ders Yılında, görülen lüzum üzerine Yüksek Kısma
Ermenfice ve Rumca dersleri eklenip (42) bu t â r i h d e n sonra p r o g r a m l a r d a k i ya
bancı diller bölümü, Fransızca hâriç, "Elsine-i Erbaa = Dört Dil = Arapça, Fars
ça, Ermenice, R u m c a " adını almıştır.
(42) Bak. : Mîzân, H a f t a l ı k Gazete; 1. C, N u . 7 0 ; 690. s f . ; 1. s t . ; 4 Rebi ül-Evvel 1306/8 T e j r i n - i Sâni 1883.
208
üzüyordu. Bunun için teşebbüse geçtiler; d u r u m u Mülkiye'de İktisad ve Mâliye
Müderrisleri olan ve Hazine-i Hassa-i Şâhâne N â z ı n olup Abdülhamid tarafından
çok sevilen Portakal Mihail P a ş a c a anlattılar. Mihail Paşa, derhal hareket'e geçti
ve Pâdişah'a "Mülkiye Mezunlarına böyle basit işler verilemez; İyi öğretim gör
m ü ş Efendilere tahsillerine uygun, önemli vazifeler verilmelidir" (43). tavsiyesin
de bulundu.
emrini bildirdi.
209
" B u k e r r e Mâliye N â z ı n Devletlû Agop Paşa Hazretleri Mekteb-i Mülkiyye-i
Şâhâne Müdüriyet-i Aliyyesi'nden bu sene ahz-ı ş a h a d e t n a m e eden (diploma alan)
talebeden (öğrenicilerden) on efendi'nin î'zâmını (Mâliye Nezâretine gönderilme-
shıi) taleb etmiştir. Mumaileyhim (sözü geçen mezunlar) (Mâliye) Nezâret-i Celîle-
since m ü n â s i b mahallere yerleştirilecektir/'
Bu haberden on. gün sonra aynı Gazete'de, ayni konu ile ilgili şu h a b e r i oku
yoruz (45) :
210
Ayni yıl, o n a r ı m ' a m u h t a ç hâle gelen "Mekteb-i Mülkiye'nin muhtac-ı tâ'mir
o l a n aflîk dâircsi'nin bir komisyon-ı m a h s u s marifeti ile (eski »kısmının özel bir ko
misyon aracılığı ile) e m a n e t e n ( m ü t e a h h i d e vermeden) icrâ-i tâ'miri (onarımının
yapılması) ve indelkeşif mesâirifi (keşif sonucu gideri) olan yirmi dört bin dokuz
yüz seksen dokuz buçuk kuruşun Mekteb-i mezkûr'uıı ihtiyat tertibi (Bütçesi'nin
u m u l m a d ı k giderler b ö l ü m ü ) nâmıyla Maârif Bütçesi'ne dâhil b u l u n a n elii bin ku-
ruştıan tesviyesi hususunda...." istenen izin, 1 Aralık 1889 (= 6 Reıbi ül-Evvel 1307)
g ü n ü n d e onaylanmıştır.
(46) Bak. : Peyam, Haftalık Gazete; 10 Mart 1330 ( = 2 3 Mart 1914) ve 20 Mart 1330 ( = 2 Nisan 1914); H a y a t ı m ,
Tefrika Nu. 19 - 20; 6. - 1. sf., 1. - 1. st.
211
d i m . Bir içtinıamızda Üstad E k r e m ' i n Tefekkür'deki manzume-i mâ'rufesini ke-
mâl-i debdebe ile o k u d u m :
— Geldim, Baba açın kapıyı....
— Vay gözüm Nijad; Gel, sohbetiyle hâtır-ı şâdân eden Çocuk...
beytini söylerken savtımı (sesimi) a t v â n m ı (tavırlarımı) o mevzua tevfik
((Uydurdum) eyledim. Alkışlara m a z h a r o l d u m .
Diğer a r k a d a ş l a r ı m da bu i ç t i m a l a r a pek ciddî m ü s t a h z a r a t (hazırlık) île ge
lirlerdi. Bu cemiyetin inşirah-ı efkârımıza (fikirlerimize ferahlık v e r m e ) hizmeti
fevkalâde idi. Hepimiz eğlencelerimizi bir tarafa bırakıyor, Cuma günleri öyle
şevk ile bir araya toplanıyorduk.
Cemiyetimize bir n i z a m n a m e (tüzük) yaptık; tıpkı Cenevre'de gördüklerimi
mevki-i tatbika koymak i s t e d i m d i ; rüfekaya o teferruatı etrafıyle arzeyiedim.
Biz de Nizamnamemizi ona göre tanzim ettikti. H a t t â , bir alâmet-i farika
(sembol) olmak üzere Cemiyetin b ü t ü n efradı kırmızı fes, mavi püskül taşıyacak
tı. Çünkü İsviçre talebe cemiyetlerinde bu alâmet hususî bir k a l p a k t ı r . İkinci ve
ü ç ü n c ü içtünâlarda bir kısmımız böyle b i r fes giymeye başladıktı.
İlk içtimâ'da, b e n Reis intihab o h ı n d u m d u . Fehim TMülkiye 241/1305 (1889)
Mezunu] Kâtip olduydu. Bir diğeri de S a n d u k k â r (veznedar) la'yin edildi. İ n t i h a b a t
(seçimler) h e r ay tecdid edilecekti.
Müzâkerelerimiz pek sürekli idi. Bir k e r r e Medeniyet-i Kadîme ile Medeniyet-i
Cedide (eski uygarlık ile yeni uygarlık) a r a s ı n d a ahlâk nokta-i n a z a r ı n d a n bir mu-
vâzene'ye (dengc'ye) giriştik. Saatlerce m ü t a l a a l a r basteyledik (ileri s ü r d ü k ) Bu
İçtimâ'ların, bu m ü n â k a ş a l a r ı n hitabetçe, kitabetçe h e r hususça terakkiyâtımıza
(ilerlememize) büyük hizmeti oluyordu. Fakat o devr-i istibdad'da bu cür'etimiz
harikulade bir hareket idi; bir hareket ki nasıl dört hafta devam edebildi; nasıl
göze çarpmadı? S o n r a d a n hakikat-i ahvâli güzelce anlayınca hayret e t t i k .
212
Sonra b i r e r birer üzerlerimiz a r a n m a ğ a başlandı. Kitaplarımız kâğıtlarımız hep
t o p l a n d ı ; bâzılarımızı bir k o r k u d u r , bir düşüncedir a l d ı ; bâ'zılarımız ise bilâkis
şetaretlerini (neş'elerini) elden bırakmadılar. Bizi böyle tevkif eden O Hey'et-i Zâ-
h ı k ı n ı n başındaki m e m u r Ahmed Cemâleddin Paşa idi. Bilâhare, sevk-İ tâli ile pek
yakından tanıdığımı/, bu zat hüsn-i hulk'a mâlikti; c i v a n m e r d d l ; d â i m a âleme iyi
lik e t m i ş t i r ; ancak nefsine zulmetmiştir; o derece zaruriyyat bigânedir. Deruhte
eylediği o acîb hizmeti, o zaman dedikleri gibi Serhafiyyeliği etse etse garîb bir
tarzda ifâ edebilirdi. Çünki fitraten (yaradılıştan) nezih idL Bu mâhiyyetini der
h a l ilk m ü l a k a t ı n d a bize gösterdi; hepimize son derece nazikâne, müşfikâne mua
melelerde b u l u n d u . Evrakımızı toplatırken, üstümüzü, başımızı a r a r k e n :
— Efendiler size karşı bu surette h a r e k e t t e n biz de m a h c u b u z ; fakat ne yapa
biliriz. E m i n olunuz ki mâ'sumiyyetiniz, Şevketmeab Efendimize (Padişâh'a) sadâ
katiniz tebeyyün edince yalnız af değil avâtıfa (atıfetlere, a r m a ğ a n l a r a ) da m a z h a r
o l u r s u n u z ; hiç telâş etmeyiniz, dedi. Bu sözlere mukıabeleten içimizden biri, hafif
b î r sesle :
Gölge e t m e başka ihsan istemem...
mısrâ'ını o k u d u ; diğer (arkadaşlarımız gülüştüler. Ahmed Paşa bir p a r ç a bo
z u l u r gibi o l d u ; bahsi değiştirmek için pek şetaretle görüşen Fehim'e,
— Fehim Efendi siz değil misiniz? diye sordu. O m ü b a r e k de a d e t â kahkalarla,
— Vay efendimiz, ne saadet; görüşmeden tanışmışız; cevabım v e r d i ; hepimiz
gülmeye koyulduk; Paşa da güldü. Nihayet Mâbeyn'den emirler geldi; Kapının
ö n ü n e a r a b a l a r getirildi. Bizi ü ç e r üçer, refakatimizde birer zabıta me'muru
(Polis) olduğu halde o a r a b a l a r a bindiridiler; doğru Beşiktaş K a r a k o l u n a götür
düler; büyükçe bir koğuşa d o l d u r d u l a r . B ü t ü n geceyi o r a d a geçirdik. Birer birer
hepimizi (Beşiktaş Muhafızı olup Yedi, Sekiz H a s a n Paşa adıyla m e ş h u r ) H a s a n
Paşa'nın o d a s m a çağırdılar; isticvab ettiler; fikrimizi maksadımızı anladılar. Ne
i ç ü n o cemiyetimizi teşkil ettiğimizi, öyle her hafta toplandığımızı s o r d u l a r .
Bu istintakı icra eden Mâbeynci Râgıb [ s o n r a d a n Paşa olup, Mülkiye 9/1295
(1879) m e z u n u ] Bey idi. O da bize pek ziyâde nevâzişle (güleryüzle) m u a m e l e d e
b u l u n d u . H a t t â ihtimaldir, H a s a n Paşa'dan çekinmeseydi, izhar-ı teveccüh (iltifat)
bile edecekti. S o n r a Cemiyetin maksad-ı ilmîsine, esbâb-ı teessüsüne d â i r Zât-ı Şâ-
hâne'ye hitaben b a n a uzun bir arıza yazdırdılar. Râgıb Bey cümlemizi birden yanına
celbeyledi; bıyık altından gülerekden n a s i h a t l a r verdi.... Öyle, göklere çıkardığımız
" N â m ı k Kemâl Beylerin Ziya P a ş a ' l a n n o derece harikulade olmadıklarını" isbat
e t m e k istedi; derken H a s a n Paşa bahse karıştı; bilhassa N â m ı k Kemâl Bey'i tâ'ne
(kötülemeye) k a l k ı ş t ı ; biz derhal suratlarımızı ekşittik; hele ben kendimi zapte-
demiyerek :
— Pâdişâhın sâdık bendeleriyiz, etrafıyla arzeyledik; lâkin böyle olmakla be
r a b e r ne söyleseniz Kemâl Bey'e muhabbetimiz ezelîdir; çünki biz b i r e r zerreyiz,
213
o mihr-i d r a h ş a n u m z d ı r (parlayan güneş) diye cevap veriyordum. Râgıb Bey
beni s u s t u r d u ;
— Şuna bak; yine ukalâlık ediyor, balâ m ü t e n e b b i h olmadın mı? dedi. H a s a n
Paşa ise :
— A çocuk, senin b a b a n ne iyi bir a d a m d ı ; Hâcc'ül-Haremeyn'di; sen neye
böyle m ü r t e d ( M ü s l ü m a n ' h k d a n çıkmış) çıktın., diye bana serzenişte bulundu;
m ü r t e d lâkırdısına hepimiz hem güldük, h e m hayret ettik. Bilâhare anladık ki
müsadere olunan evrakın içinde Jan Jak Ruso'ya dâir, bir parça serbest
(açık saçık) yazılmış bir bend bulmuşlardı. H a s a n Paşa bu bend mülâbesesiyle
(sebebiyle) bana o sıfatı vermiş.
214
İ ş t e bu hâdise böyle cereyan etti. Bir hâile (trajedi) gibi başladı; b i r m u d h i k e
( k o m e d i ) olarak bitti; İdâre-i S a b ı k a n ı n (Abdülhamid idâresinin) mâhiyyet-i id
râkine, nuhbe-i ef'ali'ne (seçkin harekelilerine) bir n u m u n e idi. Taa Râgıp Beyden
Münif Paşa'ya k a d a r b ü t ü n o Ricâl-i H ü k ü m e t ( H ü k ü m e t a d a m l a r ı ) Pâdişâhın evâ-
mîrine (emirlerine), vehimlerine içlerinden gülüyorlardı. Fakat öyle iken yine
de son derece m u t a v a a t eyliyorlardı; kimse Ülül-emr'e, h a k i k a t i söylemeye cesaret
edemiyordu. H e r k e s n u r ' a zulmet (ıkaranlılk) zulmete n u r demeği vicdanına ferah
ferah sığdırıyordu o e s n a d a (Mülkiye Târih Mü
derrisi Mizancı) M u r a d Bey, h a t t â (Recâî-zâde) E k r e m Bey gibi H o c a l a r Mekteb-i
Mü.kiyye'den, h ü r r i y e t fikirlerine mebni, çıkarılmışlar; yerlerine tatsız
tuzsuz a d a m l a r getirilmişti Bu esnada N â m ı k
K e m â l Bey irtihal (vefat) etti. Hepimizi o vakit bir hüzn-i amîk istilâ etti (derin
b i r hüzün kapladı). Çünkü nazarımızda o dehâ-i edeb (edebiyat dehâsı) rengârenk
şâ'şaalarla (ışıklarla) parlayordu...."
1888 (1304 R.) yılı mezunlarından Rahmetli Abdullah Hilmi Okyay da öğrenicilik
h â t ı r a l a r ı arasında bu konu ile ilgili tipik şu iki olayı anlatıyor (47) :
(47) Bak. ; Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; Ali Çankaya; Ankara, 1954; 1. Cilt., 350. sf.
215
n i ş a n takılması v e b u n u n için d e m e r â s i m - i m a h s u s a ya
pılması hatırlandı. Kararlaştırılan gün'de Bahçe'deki Teneffüshâne'de tertibat
alındı; a r a m ı z d a n Hey'e M Vükelâ teşkil edildi. Şeyh'ül-islâm'iığı, hepimizin pek
sevdiği Bebek'ti m e r h u m Nuri Bey d e r u h d e etti. Kendisi beyaz tenli, p e m b e yanak
lı, etine dolgun ve hâl-ü mişvâr'ı (görünüşü, tavırları) müsâid olduğu için, tedârik
ettiği sarık ve cübbe içinde, ayağmda pabuç, rolünü h a k i k a t e n pek yakıştırmıştı.
Kırmızı astarlı kaputları ters çevirerek hamail gibi omuzlarına alan talebe arka
daşlar asker gibi sıralandı. Prens gayet vakur, iki tarafı selâmlıyarak teşrifatçılar
tarafından Hey'et h u z u r u n a getirildi. P r o g r a m ı m ı z a göre nişân-ı zişân'ın merâsim-i
lâ'likiyyesi (takılma töreni) yapıldı. Yapıldı ama, talebe hayatının bu sâfiyâne eğ
lence ve nişâtı (neş'eli hareketi) nasıl ve ne yolda Saray'a aksettirilmişti ki, uzun
uzadıya tahkikata ve sorguya sebep olmuştur.-."
1893 (1309 R.) Mezunlarından Rahmetli Efdâlüddin Tekiner de bu konu'daki
hâtıralarını şöyle anlatıyor (48) :
".......... H ü r bir hava, dayaksız bir disiplin içinde c a n a yakın, sıcak bir yuva
(Mülkiye) yaratıcı fikir hareketlerine sahne olan feyizli tertemiz b i r irfan oca
ğ ı ; h e r gün a r t a n bir şevkle beni kendisine çekiyordu-....
Aradan uzun yıllar geçtiği halde, hayâlinin aks'i halâ k u l a k l a r ı m d a çınlayan
t r a m p e t sesiyle Smıf'dan Bahçe'ye çıkıyoruz. Gençliğin k a r ı n c a l a r gibi kaynaştığı
geniş bir saha.» kolkola gezinen, şakalaşan, konuşan gençler— Süleyman Paşa-zâde
Sami (Süleyman- Nesip) 1er, Ali Kemâl'ler, ( K a r a ) Fehim'Ier ve diğer eli kalem
tutan gençlerin Mülkiye'de çıkardıkları G ü l ş e n D e r g i s i ' nin son
sayısı etrafında t o p l a n a r a k yaptıkları hararetli t a r t ı ş m a l a r göze çarpıyordu.
Kalabalık arasında Rüşdiye Arkadaşım Ali Rıza'yı g ö r d ü m ; k o ş t u m , elini tut
tum :
m e ş h u r tekerlemesini ekledim :
— H e r ne k a d a r sürç-i lisan ettik ise af fola....
216
Evet, Anası'ndan Ali Rıza olarak doğan Arkadaşınım, Büyük Vatanperver Nâ
m ı k Kemâl'in (kemâl) ini benimsediğini biliyordum..-.
Aradan çok geçmedi. Kül altında saklı kıvılcımlar gibi p a r l a m a k için fırsat
bekleyen h ü r r i y e t fikirleri, Saray'ın dikkatinden k a ç m a d ı . Bir gün, Edebiayt Mu
allimimiz Recâî-zâde'yi oynanan eseri dolayısıyla, Tiyatro'da alkışlamak üzere bâ'-
zı gençlerin izinsiz Okul'u terk edişi gibi sebepler b a h a n e edilerek g ü n geçtikçe
yayılma hızını a r t ı r a n h ü r r i y e t ve inkılâb fikirlerini körletmek için Saray, sıkı ih
tiyat v e inzibat tedbirleri alıyor; b u fikirleri daha b e ş i k ' inde boğmak is
tiyordu.
İlk tedbir olarak öğrenicilerin ç ı k a r t m a k t a olduğu Gülşen Dergisi kapatıldı.
Yalnız talebe değil, öğretmenler de göz altına alındı. T â r i h ö ğ r e t m e n i Dağıstanlı
Murad Bey, derslerine bir S a r a y H a f i y e s i ile birlikte girmeye baş
ladı. Mektebe iki sınıf daha ilâve edilerek p r o g r a m l a r bir hayli değişikliğe uğra*
tıldı. Tefsir, hadîs ve Kelâm gibi siyasi ilimlerle bağdaştınlıamayan, a n c a k yüksek
din mekteplerinde İlahiyat Fakülteleri'nde, İslâm E n s t i t ü l e r i n d e o k u t u l m a s ı ge
reken dersler kondu. B u n d a n beklenen gaye, gençlerin fikirlerini körleştirmekti.
İ d a r e ve kültür alanında yıllar yılı Vatan'a hizmet eden bir irfan müessesemiz,
verimsiz, eski bir medrese hâline konulmak istenmişti.. Şüphesiz, alınan b ü t ü n bu
tedbirler boşuna idi. Bir kere t o h u m atılmıştı; zemini müsâid b u l u n c a filizlenip
boy a t a c a k t ı
1894 (1310 R.) yılı mezunlarından Rahmetli Es'ad Sczâî Sünbüllük de konu'ya
şöylece değinmektedir (49) :
".... S o n r a d a n Meclis-i Meb'usan Reisi olan m e ş h u r Ahmed Rıza Beyin Fran
sa'da bulunduğu firârilik i m a n ı n d a Paris'de çıkardığı M e ş v e r e t G a
z e t e s i ' nin (Mülkiye) Mektep talebesi tarafından okunduğu vesilesiyle Mek«
leb-i Mülkiyye'de b u l u n d u ğ u m u z sırada benim ve Konya Valisi iken vefat eden
İzzet Beyin ve şâir a r k a d a ş l a r ı m ı n tevkifine kalkıştılar. Bizi, Zabtîye N â z ı n Nâ
zım Paşa'nın karşısına çıkardılar. O zaman Mülkiye'de talebe olarak b u l u n a n ve
bu sebeple Mekteb'den çıkarılan Filozof Rıza Tevfik (Bölükbaşı) Bey ile bizi sor
guya çektiler. Bir çok mekteblileri celb ettiler; lâkin m e r h u m ihtiyar Validemin
Zabtiye N â z ı n Odasında ve K a p u s u n d a şiddetli b a ğ ı n p çağırması, hafiyeleri ve Nâ*
zm k o r k u t t u ; iş Pâdişah'a aksedince tahliyemize e m i r verildi. Bu suretle biz de
kurtulduk Mülkiye talebesinden M a h m u d adında
birisini, nasılsa polisler yakalamışlar; üzerinde y u k a r d a bahsettiğim Meşveret
Gazetesi b u l u n m u ş ; derhal Mâbeyn'e göndermişler; tahkikat sonunda M a h m u d ' u n
hapsine k a r a r verilip Hapishâne'ye koymuşlar.
217
s a n Rıza, M a h m u d ' u n siyâsî bir sebeble Hapishaneye d ü ş t ü ğ ü n ü anlayınca b i r şey
tanlık d ü ş ü n m ü ş ; M a h m u d ' u n ağzını yoklayarak Mülkiye'deki a r k a d a ş l a r ı n ı n ad
larını, yerlerini ö ğ r e n m i ş ; O zamıanki Merkez K u m a n d a n ı Sa'deddin P a ş a tanıdığı
i m i ş ; Onun vasıtasiyla Mâbeyn'e bir j u r n a l yazmış; Jurnal'da, " İ s t a n b u l ' d a Mek-
leb-i Mülkiye talebesinden v e hâriçten yüzeüi ikiyüz kişilik gizli bir k o m i t e
ve c e m i y et k u r u l m u ş t u r ; beni hapis'den çıkarır tâ'kiplerine m e m u r eder
seniz bunları b u l u r u m " diye yazmıştı. Derhal Merkez K u m a n d a n ı Sa'deddin Paşa
ile Zabtiye N â z ı n Şefik Paşa tahkikatta beraberce m e ' m u r edilirler ve H a s a n Rı-
za'ıun verdiği liste üzerine iki yüz kişi tevkif edip Zabtiye Nezâretinin k ü ç ü k kü
çük odalarına ayrı ayrı hapsederler. Bunların içinde ben, 287 Numıaralı olup
me'zuniyetinden sonra Mâbeyn Kâtibi olan Arif Bey, şâir Faik Âlı (Ozansoy) Beyler
de var idik. Faik Âlî Beyin Ağabeyi m e ş h u r şâir Süleyman Nazif m e r h u m , o sırada
Bursa Mektupçusu idi. Mülkiye (1309 R.) m e z u n u ve Mâbeyn (Saray) kâtiplerinden
İsmail Hakkı Bey, Süleyman Nazif'in h e m dostu, h e m hemşehrisi olduğundan, tav
siyesi ve ikaazı üzerine, İsmail Hakkı Bey Saray'da nöbetçi olduğu bir gece Süley
m a n Nazif, Bursa'dan Pâdişah'a a c i bir telgraf çeker; İ s m a i l H a k k ı Bey de bu
telgrafı Pâdişah'a sunar. Bu telgraf sayesinde Sultan Abdülhamid hâdise dolıayı-
siyle tevkif edilen b ü t ü n mevkufları afvederek bırakılmaları için e m i r verir; yet
miş gün süren bir tahkikat ( s o r u ş t u r m a ) ' d a n sonra bizler de bu suretle k u r t u l m u ş
olduk.4...."
Yukarda çeşitli örneklerini verdiğimiz oiay'lar sebebi ile, müzmin vehmi tah
rik edilen Padişah Abdülhamid, Mülkiye'ye yeni bir şekil verilmesini ve Devlet'e,
Saltanata bağlı kimseler yetiştirmeyi sağlıyacak tedbirler alınmasını Bâb-ı Alî ka
nalıyla Maârif Nezâretine tebliğ ettirdi. Bu kesin emir üzerine Bâb-ı Âlî ve Maârit
Nezâreti derhal çalışmalara girişti. Maârif Nezâretince hazırlanan t a s a n l a r ince
lenip karar'a bağlanmak üzere Şûrây-ı Devlet'e gönderildi; ıburada yapılan uzun
müzâkerelerden sonra alınan Karar, son şekli verilmek üzere Meclis-i Vükelâ'da
da incelendi :
218
d u ğ u n d a n karar-ı mezbur'e dâir olan evrak Tanzimat Dâiresinde ledelkırae, tâ'-
dilât-ı m u k a r r e r e n i n (kararlaştırılan değişikliğin) hülâsası, Mekteb-i mezkûrdan
ş a h a d e t n a m e alarak çıkanların ekser'i hidemât-ı mülkiyye-i vilâyât'a rağbet etmi-
yerek Dersaadetce me'muriyete yerleşmek istemelerinden dolayı Mektebin vaz-ı as
lisinden m u n t a z a r olan semerenin ıktıtaf o l u n a m a m a s ı ve Devâir-i Merkeziyece
h e r z a m a n laçık yer b u l u n a m a m a s ı ve m a a h a z â bunların mülkiye memuriyetlerin
de i s t i h d a m l a r ı n d a n bihakkın istifade olunabilmek nazariyât-ı fenniyelerin ameli
yata tatbikiyle kesb-i m ü m â r e s e etmelerine mevkuf olması hasebiyle Mekteb-i
m e z k û r talebesinden vilâyât'da kullanılacak olanların evvel be evvel vülât ve mu-
tasarrifîn (valiler ve m u t a s a r r ı f l a r ) maiyyetlerinde ve b u r a c a i s t i h d a m olunacak
ların dahî kalemlerde b u l u n d u k t a n sonra hidemât-ı Devlet'e alınmaları ve şu esas
iktizasınca bâ'd'ez'in Mektepken bâ ş a h a d e t n a m e çıkıp kaza kaymakamlıklarına
Nizâm-ı Mahsus mucebince k a y m a k a m l ı k t a b u l u n m a k için m e ş r u t olan yirmibeş
yaşını ikmal e t m i ş o l a n l a n n b i r e r sene m ü d d e t , b i n e r k u r u ş m a a ş ile vilâyât ve
elviye'ce maiyyet m e m u r l u k l a r ı n d a istihdam o l u n d u k t a n sonra k a y m a k a m l ı k l a r a
tâ'yin ve sinleri müsâid olmıyanların n i z â m e n muayyen olan sinne baliğ oluncaya
k a d a r Devâir-i Merkeziye'de m u v a k k a t e n ve mülâzemeten altışar yüz k u r u ş maaş
la i s t i h d a m kılınmaları ve vilâyata gitmek istemeyip Dersaadet'e hasr-ı matlâb
edenlerin maişet tedârikinden m ü s t a ğ n i d e m e k olacaklarından bu m i s i l l û l a n n De
vâir-i Merkeziye'de açık hizmet z u h u r u n a intizar etmeleri ve ol halde kendülerinin
i s t i h d a m l a r ı târihinden i'tibâren tavzif edilmeleri m a d d e l e r i olmağla Nizâmnâme
nin ol veçhile tâ'dîli cây-ı b a h s olmayıp fakat Mektebin teşkilât-ı hâzin ası ve tale
benin müktesebât-ı ilmiyyesi nazar-ı dikkatden geçirilince m ü c e r r e d hidemât-ı mül-
kiyye içün ehil ve erbab m e ' m u r yetiştirilmesi maksad-ı âlîsd ile bideriğ buyrulan
himâyet-i Seniyye ve inâyet-i nakdiyye ü maddiyye ve talebenin füyûzat ve terakkı-
yatınca Nizâmen mevzu* olan te'minat ve tetkikaıat-ı resmiyye ile m ü t e n â s i b olma
dığı gibi Mekteb-i m e z b u r mekâtib-i ilmiyye-i hususiyeden iken yetiştirilen talebe
nin ekseriya mebâd-i u l û m derslerinde zâ'f-ı tahsilleri idâre-i mülkiyye'ye lâzım olan
fünundan bihakkın istifâde edebilecek erbâb-ı isti'dâdm kilidini iktiza e t t i r m e k t e
olup bu dahî Mekteb-i mezkûr'ın Sunuf-ı İ'dâdîsine alınan ş â k i r d â n m çoğu mekâ
tib-i rüşdiye şahadetnameleri ile kabul olunduğuna mebni oniki o n ü ç yaşındaki ço
cuklar mekâtib-i rüşdîyenin tedrisât-ı zaifesi sermayesiyle Sunuf-i İ'dâdiye gelerek
üç sene s o n r a Sunuf-ı Âlîye denilen asıl Mekteb-i Mülkiye talebesine iltihak ettikleri
ve o cihetle onsekiz ondokuz yaşında aldıkları Mekteb-i Mülkiyye şahadetnamesini
kendilerinin istihdamı için sened m a k a m ı n d a ibraz eyledikleri görülmekte ve bun
l a r d a n m ü k t e s e b a t c a kifayet erbabından olanların adetçe azlığı ile b e r a b e r bir takı
mının sinleri başlıca hizmetlerde ve b a h u s u s k a y m a k a m l ı k l a r d a istihdama mü
sâid olmadığından Devletçe sinn-i nizamîlerini dolduruncaya k a d a r mülâzemet ta
rikiyle tavziflerine mecburiyet hâsıl o l m a k t a olup lâkin bu k a p u açık d u r d u k ç a
ve Mekteb-i Mülkiyye'ye alınacak talebenin adedi muayyen olmadıkça sene be se
ne çıkacak o gibi talebeye verilecek m a a ş a t n â m a h d u d bir masraf ihtiyarı d e m e k
o l u p b u n a ise Hazine-i Devlet'in t a h a m m ü l ü olmadığından kat'-ı n a z a r ol veçhile
219
tavzif edilecek olanlardan şimdiki halde edilen fedakârlığa tekabül edecek b i r se
m e r e dahî ahnamıyacağından evvel emirde Mektebin ıslâh-ı teşkilât ve tedrisatıy-
la gerçekten müsteid talebe yetiştirmenin ve edilecek fedakârlığı ehline sarfetme-
nin çâresini b u l m a k m ü t e h a t t i m ve makaasıd-ı âliye'ye muvafık (gerekli ve Pâdi
şâh'in isteğine uygun) olacağı ve zâten mevcud olan N i z â m n â m e (Tüzük) Mektebin
teşkilinde n e h â r i olarak yapılmış birşey olup m u a h h a r e n ihsân-ı mahsûs-ı Velî-
ni'met (Padişâh'ın özel a r m a ğ a n ı ) olmak üzere Mekteb Ieylî'ye tahvil edilmiş oldu
ğu cihetlerle ol bâbda Maârif Nezâretince kaleme alınıp i'tâ kılxnan lâyihanın su-
ver-i m e ş r u h a veçhile tâdili lâzimeden görülerek Mekteb-i Mülkiyye'nin elyevm
mevcud olan Sınıf-ı i d a d i s i n i müstakil ve neharî Mekteb-i İ'dâdî adıyla, Mülkiye
Mektebinin müddet-i tahsiliyesi olan iki senenin üç seneye iblâğı ve o n a göre ders
cetvellerinin tebdili ve sinleri ondokuzdan d û n o l m a m a k şartîyle ve h e r sene
kırk neferden ziyâde talebe kabul olunmayıp bunların da tedrisata devamının ve
aranılan intizamm akdem-i muktazıyyâtı olmak üzere cümleten leylî olması ve
Mektebe girecek olanların m u s a b a k a t imtihanı ile kabulü ve Mektebin ücret-i se-
neviyesinin kırk Osmanlı altınına iblâğı ve erbâb-ı isti'dad-dun olup da fakr-i
hâli cihetiyle ücret veremiyenlerden ücretli talebenin hunıs'u (beşte biri) nisbetin-
de olarak sekizinin sene be sene mecanen bittensip zikrolunan lâyiha şu esaslara
ve Meclis-i Âlî-i Vükelâ'ca ittihaz buyrulan mukarrerata göre tâ'dil olımarak
nüsha-i mübeyyeza'sı Şûrây-ı Devlet Hey'et-i Umumîyesi'nce dahî ba'del mütalâa
kaleme a l m a n m a z b a t a ile b e r a b e r 24 Safer 1304 târihinde t a k d i m kılınmıştı, i ş b u
mazbata ve lâyiha selefinden müdevver evrak meyamnda bulunarak Meclis-i
M a â r i f i n Reisi S e m a h a t l û H a y d a r ve Mekteb-i Mülkiyye Müdiri Saadetlû Abdur-
nahman Efendiler Hazretleriyle birlikte m ü t a l â a ve tetkik olundukta, şimdiye ka
d a r hâsıl olan tecribeye göre lâyiha-i mezkûre'nin bâ'zı maddeleri yine tâ'dile muh
taç göründüğünden bahsile ol bâbda tâ'dilen tanzim olunan lâyiha ile birlikte
Maârif Nezâretinden bâ tezkire t a k d i m olunmasiyle t e k r a r Şûrây-ı Deviet'e havale
b u y r u l m u ş olduğundan yine Tanzimat Dâiresi'nde k ı r a a t olundu :
Tezkire-i m e z k û r e mealine n a z a r a n (Tanzimat) Dâire(sin)ce tanzim olunan
lâyiha ile Nezâret-i müşârünileyhâca kaleme a l m a n lâyiha beynindeki fark esasen
iki m a d d e d e n ibaret olup biri karar-ı evvel'de Mekteb-i Mülkiyye'nin sırf leylî ve
ücretli olması m e ş r u t olup bu ise Mektebe d u h u l ü bıdâa-i ilmiyye'den ziyâde is-
tıtaat-ı mâliye'ye b ı r a k m a k demek olacağından ve eğerçi yüzde yirmi nisbetınde
meccanen talebe kabulüne mesağ var ise de bu nisbet hâricinde kalan müsteid-
dan-ı bîvâyegân ve hanelerinde beytûtet e t m e k isteyen erbâb-ı iktidar mahrum
edileceğinden Mektebin hâl-i hâzırı üzre leylî ve neharî olması ve diğeri karar-ı
evvel'de Mekteb-i Mülkiyye'nin elyevm beraberinde b u l u n a n Sunuf-ı İ'dâdiye'nin
lağvı tarafına gidilmiş olup halbuki Sunuf-i mezkûre Mekteb-i Mülkiyye'ye talebe
yetiştirecek olan menşe'Iere numunesi ve en m u n t a z a m ve m ü k e m m e l i ohnasiyle
Sunuf-ı mezbure'nin ibkaası hususları olup; teferruata gelince, alınacak ş â k i r d a n
m i k d a n n ı n h e r sene hissolunacak ihtiyaca göre Maârifçe tâ'yin edilmesi ve mekâ-
tib-i i'dâdîyye yevmen feyevmâ tekessür e t m e k t e olduğundan a r t ı k h â r i ç t e n şa*
220
hâdetnâmesizlerin Mekteb-i Mülkiyye'ye kabul olunmaması ve s â k i r d â n d a n talına-
cak ücret-i seneviyye'nin derece-i i'tidal'de yâ'ni hâl-i hâzırı gibi yirmibeş aldın rad
desinde b u l u n m a s ı ve Mekteb-i Mülkiyye'den neş'et edeceklerin tûl (uzun) müd
det açıkta kalmamalarım te'minen Aklâm-ı Şâhâne'nin mukayyid ve mübeyyiz ve
müsevvid sınıflarına mekâtib-i i'dâdîye şahâdetnâmelilerinin tâ'yinine m ü s a a d e olu
n u p mekâtîb-i rüşdîye'den hiç kimsenin Aklama kabul o l u n m a m a s ı ve vilâyât-ı Şa
h a n e hidemât-ı kalemiyyesinde dahî o vilâyât dâhilinde mekâtib-i î'dâdiye şahâdet-
nâmelilerinden istihdam edilmesi maddelerinden ibaret olduğu anlaşılmıştır.
221
sü'n-anh olan Lâyihanın nüsha-i mübeyyezâsı (temize çekilmiş örneği) lef fen tak
d i m kılınmış (ilişikte s u n u l m u ş ) olmağla bilistîzân İrâde-i Seniyye-i Hazret»! Pa
dişahı müteallik ve şeref s u d u r buyrulduğu halde îfâ-i muktezasının Maârif Nezâ
r e t i n e havalesi b a b ı n d a enir ü ferman Hazret-i Menlehül-emr'indir.
Gurre-i Rebi'ül-Âhır (1) 309 ve 24 Teşrin-i Evvel (1) 307 (= 6 Kasım 1891)
222
ile icra edildiği anlaşılarak esasen m ü n â s i b g ö r ü n m ü ş ise de Lâyiha-i Muaddele 1 -
m i n Dördüncü Maddesinde tıa'dâd olunan ve Mekteb-i Mülkiyye'ye menşe* ittihaz
edilen mekteplerden ş a h a d e t n a m e ile çıkıp da Mekteb-i Mülkiyye'ye duhule tâlib
o l a n l a r ı n a d e d i ku'kdan ziyâde olursa talihlerin cümlesi beyninde kur'a'ya müra
caatla kırkı tefrik olunacağı zemininde bir fıkra m u h a r r e r ise de Mekteb-i Mül-
kiyye mekâtib-i âlîye'den m â ' d u d (sayılmış) olmasına ve buraya dâhil olacak şâ-
kirdânın mebâdi-i fünûn-ı muktaziyye'yi lâyıkiyle öğrenmiş ve Sunuf-ı Âliye ders
lerini tedrise kesb-i liyâkat etmiş t a k ı m d a n olmaları lâzım gelip zikrolunan talih
ler meyânından bu gibilerin ve ifrazı ise hükm-i tâli'a tâbi' olan k u r ' a usuliyle
m ü m k ü n olamayıp behemehal m ü s a b a k a imtihanına m u h t a ç olacağına binâen mez
k û r fikranın k u r ' a ' d a n sarf-ı nazarla m ü s a b a k a i m t i h a n ı n ı n icrası s u r e t i n d e tashihi
ve Mekteb-i mezkûr'dan neş'et edeceklerden bihakkın istifade edilmesi kendileri
nin bir m ü d d e t umur-ı Devlet'de i s t i h d a m ile müktesebât-ı ilmiyyelerinin tatbi-
kaat-ı ameliyye ile istihsal-i meleke ve m ü m â r e s e etmelerine m u h t a ç olduğundan
ve .ahkâm-ı nizamiyyenin Mektebin te'sisinden m a k s u d olan m u h a s s e n â t ile bera
b e r icâb-ı hal ü m a s l a h a t a muvafakati (uygunluğu) en ziyâde nazar-ı d i k k a t e alı
nacak h u s u s a t t a n b u l u n d u ğ u n d a n bu esasa göre Mekteb-î m e z k û r ' ı n m a h â r i c ' i
223
keziyece istihdam olunacaklara ibtidây-i me'muriyetlerinden i'tibâren tâ'yin edile
cekleri dâirelerin muhassasâtı meyanında şehrî ikiyüzellişer ve vali ve mutasarrıf
lıklar maiyyetlerinde bulunacaklara dahî beşyüz kuruş m a a ş i'tası yolunda mü-
ceddedcn bir m a d d e ilâvesi ve mevadd-ı sâirenin dahî bu nokta-i n a z a r d a n icâb-ı
m a s l a h a t a göre ta'dilât-ı cüz'iyye icrasiyle ibkaası tasvip olunarak Lâyiha-i mebhu-
sıVn-anha ol sutfetle b i t t a s h i h leffen arz ü t a k d i m kılınmış ve elyevm vali ve mu
tasarrıflıklar maiyyetlerinde biner k u r u ş m a a ş l a i s t i h d a m olunanları bersâbık
birer sene îfâ-i hizmetle açığa çıkarıldıklarında bir me'muriyete tâ'yin o l u n u n c a y a
değin şimdiki k a r a r veçhile beşyüz k u r u ş m a a ş l a hidemât-ı m ü n â s i b e ' d e istihdam
kılınmaları velhâsıl me'muriyet-i mülkiyye'ye m a h r e ç olan Mekteb-i mezkûr'dan
bâ ş a h a d e t n a m e neş'et edecek olanların ba'demâ Hazine-i Celîle'nin istıtaatı (gücü)
derecesinde tavzifi (görevlendirilmesi) ile kayd-ı z a r u r e t d e n tahlisleri ve bîr de
mezkûr Mekteb-i Mülkiyye m e ' z u n l a n n d a n elyevm devâir a k l a n ı m d a m ü s t a h d e m
olup da henüz tavzif edilmiyenlere dahî m ü d a v i m oldukları a k l â m muhassasâtı
meyanında karşılık b u l u n a r a k ikişer yüz ellişer k u r u ş m a a ş i'tâsı (ödenmesi) ve
ba'dezin Mekteb-i mezkûr'dan h e r sene ba ş a h a d e t n a m e çıkacakların Nizamnâme-i
cedid ahkâmınca devâir a k l a n ı m a birer ikişer serpiştirilecekler! cihetle b u n l a r için
devâirce vuku' bulıacak m ü n h a l l a t d a n birer m i k d a r akçanın mevkuf b u l u n d u r u l m a s ı
ve bu Mekteb esasen hidemât-ı mülkiyye'ye menşe' olduğundan sinlerinin adem-i
müsaadesine mebni aklama yerleştirilmiş olanlardan sinleri hadd-i nizamiye re
şide ol.ıp (ulaşıp) da taşra me'muriyetlerinc gitmek isteyenler olur ise onların da
usul-i muttehaze dâiresinde tâ'yin edilmesi ve işbu N i z a m n a m e a h k â m ı n m üç yüz
sekiz senesi M a r t ı ' n d a n i'tibâren mevki-i icrâ'ya konulması hususlarının da müteal
lik olduğu devâire tebliği ilâve-i m ü z a k e r â t edilmiş olmağla suver-i m â ' r u z a nezd-i
Hümayûn-i Hazret-i Pâdişâhî'de dahî rehin-i tensib olur ise ifâ-i m u k t e z a s m a mü-
s a r a a t edileceği muhat-ı ilm-i âlî buyruldukta ol bâbda ve kaatibe-i ahvalde enir ü
ferman Hazret-i Veliyy'ül-emr Efendiınizindir.
224
Dâhiliye Nâzın Meclis-i Vükelâ'ya Tophâne-i Âmire
HaUl Rıfat (Paşa) Me'mur Cevdet Paşa Müşiri (Maraşal)
(Mühür) Bulunamadı Mustafa Zeki Bin Ali
(Mühür)
225
ye'den ma'füvdürler (affedilmişlerdir) fakat zâten hizmet-i
askeriyye ile mükellef olup da Mektebten ç ı k t ı k t a n sonra
Devletçe teklif olunan memuriyetleri kabulden i m t i n a ' ey
leyenler ( k a ç ı n a n l a r ) işbu ma'füviyyetden müstefid ola
mazlar (af'dan faydalanamazlar).
İ K İ N C İ FASIL
Hey'et-i İ d a r e ve Muallimin
ÜÇÜNCÜ FASIL
226
DÖRDÜNCÜ FASIL
Tedrisat (öğretim)
BEŞİNCİ FASIL
Mekteb-i Müikiyye'nin Mehârici (kaynaklık edeceği)
Me'muriyetler
227
Ondördüncü Madde Kaaide-i istihdam ve terakki şu veçhiledir ki, üç seneden
sonra açılan veyahut m ü c e d d e d e n vaz ü te'sis kılınan hi-
demât-ı mülkiyye ve kalemiyyenin nısfına Mekteb-i Mül
kiyye'den neş'et eden talebe ve nısf-ı diğerine kudemây-ı
m ü d a v i m i n ve mülâzimînden tâ'yin olunur, i ş b u usul-i tâ'-
yin ikinci sınıf kaza kaymakamlıkları ve aklâm mümeyyiz
liği ve Şûrây-ı Devlet Muavinliği m a d u n u n d a b u l u n a n me
muriyetlere ve şehbenderhaneler (konsolosluklar) kançılar*
lığıtaa k a d a r câri olup işbu m e m u r i y e t l e r ile b u n l a r ı n mâ-
fevkindeki me'muriyetlere nâiliyyet h e r h a l d e liyakat ve eh
liyete ve merci'lerince tercih ve intihaba mütevakkıftır.
ALTINCI FASIL
Mevadd-ı Muhtelife (Çeşitli Maddeler)
Onyedincİ Madde Mektebi terkeden veya nihârı olan şakirdin ü c r e t i iade olun
maz.
Onsekiziııci Madde Maârif Nezâreti işbu nizâmnâmenin icrasına m e ' m u r d u r .
228
Madde-i Zeyliyye (Ek m a d d e ) :
Haftada
Ders Birinci Sene (sınıf) Dersleri
24
229
1 Târih-ı Osman'ı
1 Kitâbet-i Resmiyye
4 Fransızca
1 A h k â m ı Evkaf (Vakıf Hükümleri ile Hukuku)
24
24
230
3 Hisab-ı Nazarî
1 Hatt-ı Rik'a (Rik'a yazısı)
1 L ü g a t : Arabî ve Fârisî olarak ezberlettirilecektir.
24
ikinci Sene (Sınıf) Dersleri
1 Ahlâk ve Terbiye
2 Majntık: Arabi olarak tatbikatiyle tedris olunacaktır.
2 Usul-i Kitabet ve Lügat: Muallim'in tâ'rif ve takriri üzerine umur ve
muamelâta dâir bâ'zı müsveddât (müsvet-
teler) kaleme aldırılacak ve münâsib lügat
ezberlettirilecektir.
2 Akaaid-i îslâmiyye
5 Fransızca
2 Târih-i Umumî
2 Coğrafiyay-ı Umumî
3 Cebir ve Hendese
1 Hikmet-i Tabiîye (Fizik)
1 Kinıyâ-i Madenî
2 Resm-i Taklidi (örnekle resim y a p m a )
1 Hüsn-i Hatt-i Riık'a (güzel el yazısı yazmak)
24
Üçüncü Sene (Sınıf) Dersleri
2 Akaaid-i îslâmiyye
2 Belagat: Metni telhisen (kısaltılarak) okunacaktır.
3 Usul-i İ n ş â : Bâ'zı makaleler kaleme aldırılmağla beraber kudemâmn
bâ'zı manzum ve mensur asâr-ı edebiyyesi (edebî eserleri)
yüzünden okutturulacak ve kemafissâbık (eskisi giıbi) man-
zumat (manzumeler, şiirler) ezberletilmeye-devam olunacak
tır.
1 Usul-i Defterî (Muhasebe)
5 Fransızca
2 Târih-i U m u m î
2 Coğrafiyay-ı Osmanî
2 Cebir ve Müsellesat
2 Hendese
1 Hikmet-i Tabîiyye (Fizik)
1 Kimya
1 Resm-i Taklidi
3 Hüsn-i Hat
24
231
Dördüncü Sene (Sınıf) Dersleri
2 Akaaid-i İslâmiyye
2 Edebiyat
1 Ahlâk ve Terbiye
5 Fransızca
2 Târih-i Umumî
1 Kozmoğrafya (Astronomi)
3 tlm-i Mevâlîd (Tabiat Bilim)
2 Fenn-i Tersimât-ı Riyâziyye
1 Usul-i Defteri (Muhasebe)
1 Boyalı Resim
3 Hikmet-i Tabiiyye (Fizik) ve Kimya
1 Hüsn-i Hat
24
ŞÛRÂY-I DEVLET
(Mühür)
K a r a r , ekleri ile birlikte onay'ı alınmak üzere Mâbyn'e sunuldu:
B A B I ÂLÎ
DÂİRE-İ SADÂRET
Amedî-i Divân-ı H ü m â y û n
232
Mâ'ruz-i Çâker-i Kemine! eridir k i ;
Serkâtib-i Hazret-i
Şehriyâri
Bende
Süreyya (Paşa)
(imza)
233
-ve öğretim sisteminde daha köklü ve gerekli değişiklik yapılması, Ogrenicilerin zayıf
o l a n dinî inançlarının ve R e j i m ' e bağlılıklarının kuvvetlendirilmesi mak
sadıyla İ'dâdî ve Yüksek Kısımların h e r sınıfına yüksek din- bilgisi derslerinin
konmasını istiyor; bunların eklenmesi için de T a s a r ı ' yi onay'Lamadan
geriye çeviriyordu.
Bunun üzerine Bâb-ı Âlî, Padişâh'ın isteğini derhal Maârif Nazırlığına bildir
miş ve d u r u m u n yeniden gözden geçirilip p r o g r a m ı n gerektiği şekilde düzeltilme
sini, Irâde'ye uygun öğrenici yetiştirecek Öğretmenler ve Okul yönetimi için yeni
bir Y ö n e t m e l i k hazırlanıp yüksek taslike s u n u l m a k üzere acele gönde
rilmesini istemişti.
234
lan İrâde-i Seniyye-i Cenâb-ı Pâdişahi mantûk-ı âlî'sine tevfikan ve tâ'dilen tanzim
olunan Nizamnâme-i Esâsî'nin şimdiye k a d a r hasıl olan tecrübeye göre bâ'zı mevad-
d m c a yeniden i c r â s m a lüzum görülen ta'dilâtı m u t a z a m m m Nezâret-i Celîlelerince
kaleme alınan Lâyiha-i Nizâmiyye üzerine Şûrây-ı Devlet Tanzimat Dâiresi'nin
Meclis-i Mıahsus-ı Vükelâ'da tezyil olıman (ek yazılan) mazbatası melfufiyle lede'l-
arz Manzur-ı Âlî buyrularak (Pâdişâh'ın bilimine s u n u l a r a k ) Mekteb-i Mülkiyye-i
Şahane, tıahsil-i ilm ü marifet ve iktisab-ı hüsn-i hulk ü terbiyet ile ileruda Dev-
let'e hidemât-ı sâdıkaane ibraz edecek m e ' m u r yetiştirmek maksad-ı âlî*siyle te'sis
ve küşâd edilmiş olup, halbuki Avrupa Devletleri te'sis ettikleri mekâtibi kendi
usul-i hükümetlerini teşyid ve takviye'ye hizmet edecek efkârda a d a m yetiştirme
ye sâlih bir halde teşkil eylemekte oldukltan gibi Memâlik-i Mahrûse-i Şâhâne'de
açılan R u m ve E r m e n i mekteplerinde dahî bir fikir ve terbiye dâhilinde olarak
m a t l u b l a r ı veçhile şâkird yetişmekte olduğu halde zîkrolunan Mekteb-i Mülkiy-
ye'den neş'et e t m e k t e b u l u n a n l a r d a n bâ'zılarımn ayru ayru efkâr ve a t v a r ile mü-
tehallık ve muttasıf oldukları anlaşılmakta olmasıyla Mekteb'de tahsil ve tedrisi
lrususatiyle b e r a b e r Şâkirdânın emr-i terbiyesi dahî nazar-ı dikkat ve i'tinada tu
tulacak m e v a d d a n b u l u n d u ğ u n d a n Şâkirdânın i'tikaad-ı kavi ve bir mesiek-i mâ'kul
ve müstakil üzre iktisab-ı terbiye etmeleri zımnında Mektebin her sınıfında
Akaaid'den b i r e r m ü n â s i b d e r s tedris edilmesi lâzımeden olmasına ve bu maksad-ı
m ü ' t e n â b i h i n te'min-i husulü m u a l l i m i n i n ahlâk-ı kerime, sıfât-ı m e m d u h a ile mut
tasıf olmalarına mütevakkıf b u l u n m a s ı n a binâen b u r a l a r ı pîş-i nazar-ı dikkat ve
i'tlnaya alınarak b u n a göre bir k a r a r ittihazı ve p r o g r a m l a r ı n İslahı ile keyfiyetin
arz-ı atebe-i ulya kılınması h u s u s u n a İrâde-i Seniyye-i Cenâb-ı Padişahı şerefsu-
d û r b u y r u l m u ş olmağla iktizası arz-i Atebe-i Ulya kılınmak üzre evvel e m i r d e ber-
mantûk-ı e m r ü fermân-ı H ü m â y û n icabmı icra ve neticesinin inbâsına himmet
buyrulması siyakında tezkire-i senâverî terkim kılındı.
4 Cemâziyy'ül-Evvel 1309 ve 24 T e ş r i n i Sâni 1307 (= 7 Aralık 1891)
Sadrâzam
Cevad ( P a ş a )
(îmza)
235
ya) ve akaaid-i dîniyye ve adâb-ı İslâmiyye'nin takviyesine (dinî inançlarının ve bil
gilerinin kuvvetlenmesine) d â i m a i'tina o l u n m a k t a olup, eğerçi (gerçi) Me'kteb mü
davimini meyatnuıda efkâr ve a t v a n m a t l u b a gayr-i muvafık bâ'zı talebe de z u h u r
e t m e m i ş değilse de b u n l a r sinn-i tufuliyyetlerini (çocukluk çağlarını) ecnebi mek
teplerinde ve n a d a n m ü r e b b î l e r elinde geçirerek m u a h h a r a n Mekteb-i mezbur'a
girmiş ve o r a m n usuM terbiyesinden istifâde edemiyerek bir m ü d d e t beyhude de
v a m d a n sonra alel ekser tıard cezasına u ğ r a m ı ş t a k ı m l a r d a n olduğu t a h k i k kılın
m ı ş t ı r . Mekteb-i mezbur içiîn biddefaat tâ^dilen tanzim olunan ders p r o g r a m l a r ı n a
akaaid-i İslâmiyyeye dâir dersler vaz' ve idhal edilmiş ise de b u n l a r ı n mevki-i ic-
râ'ya vaz'ı müyesser olamadığından bidâyet-i me'muriyet-i âcizarjeande şerefsânih
olan İrâde-i Kerâmet-âde-i Cenâb-ı Hilâfetpenâlıî üzerine bu n o k s a n l a r nazar-ı dik
k a t ve itibara alınarak sulehay-i ulemâ'dan m u k t e d i r m u a l l i m tâ'yiniyle ş e n e l
tedrisiyye evâilinden beri haftada ikişer kere suret-i m u n t a z a m a d a Akaıaid ve Ah
lâk dersleri gösterilmeye başlanılmış ve geçende tanzim ve Atebe-i Ulya'ya arz ve
t a k d i m kılınan iki kıt'a ders p r o g r a m ı n ı n nihayetlerine de h e r sınıfta b u l u n a n İs
lâm talebesine m a h s u s olarak haftada İM defa Câmi'i Şerif de Akaaid ve Ahlâk-ı
İslâmiye'den ve Tefsir ve H a d i s ve İlm-i Kelâm'dan bahis bahis d e r s l e r verileceği
kayd ve ilâve olunmağla şu halde Talebe-i Müsümîn'in yedi sene t a m a m e n Akaaid
ve Ahlâk derslerine d e v a m eylemeleri s u r e t i iltizam o l u n m u ş t u r . Mezkûr program
da sınıf dersleri meyanında Akaaid Dersinin yazılmaması Mekteb-i Mezkûr m u h t e
lit olmak hasebiyle bu ders dershanelerde u m u m ş â k i r d â n muvacehesinde okut-
t u r u l m a y a r a k Câmî-i Şerif'de suret-i hususiye'de Talebe-i İslâmiye'ye t e d r i s ve tâ
limi m a k s a d ı n d a n ileri gelmiştir. Maamafih bu k e n e tebliğ buyrulan îrâde-î isâ-
bet-mû'tade-i Hazret-i Şehriyârî'nin mazâmin-i münîfesinin ba'dezin dahî kemâ-
fissıabık tenfiz ve icrası mütehattim-i z i m m e t b u l u n d u ğ u n a binâen gerek akaaid-i
diniyye ve gerek hüsn-i ahlâk ve terbiye'ye müteallik derslerin bihakkın tedrisiyle
imtihan-ı u m u m î d e talebenin m ü m â r e s a t ve müktesebâtı nazar-ı tedkik'e ve atvar
ve efkâr-ı m ü s t a k î m ' e iktisab ve istihsal eylemeleri e m r i n d e icab eden vesâil-i
sahiha'ya tevessül olunmak m u k a r r e r b u l u n m u ş t u r . Muallimler bahsine gelince,
tahkikat-ı lâzime icrâsıyle o makule mekârim-i ahlâk a s h a b ı n d a n olmıyan muallim
lerin tebdilleri ve ba'demâ dahî ahlâk-ı kerîme ve sıfât-ı m e m d u h a e r b â b m d a n in*
tihab ve tâyinleri umur-i zaruriye'den olup m a a m a f i h bermantûk-i e m r ü ferma*
n-ı Hümâyun-ı Cenâb-ı Şehi)nşâhî ulûm-i i'tikaadiyye ve fazâil-i ahlâk ve hüsn-i ter
biye'ye dâir yedi sene m ü t e m a d i y e n talebe-i İslâmiyye'ye sınıf sınıf h e r hafta iki
şer defa m ü k e m m e l e n verilecek olan dersler evvelki p r o g r a m müsveddesinin teb*
yiz ettirilen nüshasına dere ve ilâve ile leffen takdim-i huzur-i âlî-i Hidiv-i Fi ha
mileri kılurmış olmağın ol babı a enir ü ferman Hazret-i Veliyy'ül-emr'indir.
8 Cemaziyy'üI|Evvel (1) 309; 28 Teşrin-i Sâni (1) 307
Maârif N â z ı n
Zühdî (Paşa)
(İmza)
deniyordu.
236
Bâb-ı Âlî, Maârif N â z ı n ' n m verdiği bu cevabı yeterli bulmayıp, Pâdişah'ın İrâ-
desi'nde bildirilen esasalarda p r o g r a m ' ı n yen-iden gözden geçirilmesini, bilhassa
yönetim v e öğretim için yeni b i r y ö n e t m e l i k hazırlanıp acele gönde
rilmesini istiyordu. Şöyleki :
237
şeref-sânih olan İrâde-i hikmet-ifâde-i Hazret-i Hilâfetpenâhî meslek-i m ü s t a k i l ve
fikr-i selim erbabı zevat yetiştirmek maksad-ı âiîsiyle bu b a b d a etraflı b i r k a r a r
ittihazı merkezinde b u l u n m u ş ve bu ise Talebeye Akaaid ve Ahlâk'a müteallik
dersler irâesiyle beraber Mekteb Müdavimin ve Muallimîni'nin şiâr-ı İslâmiyyet ve
sadakate mugayir ahval ve efkârda b u l u n a m a m a l a r ı ve şâyed bunlardıan hilâf-ı
marzî bir harekete cür'et edenler o l u r ise bunların ibreten lissairin te'dib edilme
leri esbabının d a h î istikmâline mütevakkıf olduğundan bu maksadı t e m i n e kâfi ve
elyevm mer'i bâ'zı kavâid-i m a h s u s a olduğu halde nedejn ibaret b u l u n d u ğ u n u n ve
olmadığı takdirde ne yapılmak lâzım geleceğinin bü'etraf teemmülü ile neticesinin
iş'arına h i m m e t buyrulması siyakında ten'kim-i zeyl'e i b t i d a r kılındı efendim.
12 Cemâziyy'üi-Evvel 309; 3 Kânun-i Evvel 307 (— 16 Aralık 1891)
Sadrâzam
Cevad ( P a ş a )
(tmza)
Maârif N â z ı n
Zühdî ( P a ş a )
(İmza)
238
"BU K E R R E ŞEREF-SUDÛR BUYRULAN İRÂDE-İ SENİYYE-İ HAZRET-İ
PÂDİŞÂHI MANTUK-İ M Ü N Î F İ N E TEVFİKAN M E K T E B İ MÜLKİYYE İLE
İ'DÂDÎ'YESİNİN TASHİH OLUNAN D E R S CETVELİDİR.
İ D A D İ Y E SINIFLARI İÇİN
BİRİNCİ S I N I F
Haftada
Ders
saati Dersler İzahat
24
İKİNCİ S I N I F
239
1 Târih-i Osmânî
2 Usul-i Mâliye
1 İlm-i Servet
2 Arazî K a n u n u
4 Fransızca
24
MAÂRİF NEZÂRETİ
(Mühür)
243
Sâlisen, bir cünha veya cinayet sebebiyle m a h k û m ve su'-i ahval ile m ü ş t e h i r
ve medhul o l m a m a k ;
Râbian, hüsn-i îfâ-i vazife'ye m â n i ' bir illetle ma'lûl o l m a m a k şartlariyle kabul
ve istihdam olunurlar.
244
t e s â m u h ve tekâsül z u h u r u n d a Mubassırlar h a k l a r ı n d a mücazât-ı lâzime bilâ te'-
hir icra edilir.
Onbirinci Madde : Müdir Muavini hususât-ı m e b s û t a ' d a h e r veçhile Müdire
muavenet eyliyecek ve Muallimin ve Talebe hakkında kâffe-i m e ş h û d a t ve mesmûr
âtını bilâ ihmâl bildirecektir.
Onikinci Madde : Mcvadd-ı m u h a r r e r e ve ahkâmı, Mekteb-i Sultanî ile me-
kâtib-i i'dâdîye'de dahî mevki-i tatbik ve icrâ'ya vaz' edilecektir.
" B A B I ÂLÎ
Meclis-i Mahsus
245
ne îfâ-i hizmetle açığa çıkarıldıklarında bir me'muriyete tâ'yin olununcaya k a d a r
k a r a r ı veçhile beşer yüz kuruş maaşla hidemât-ı münâsibe'de i s t i h d a m o l u n a r a k
bunlar ile Mekteb-i mezbur'dıan (Mülkiye'den) bâ ş e h â d e t n â m e neş'et edeceklerin
bâ'demâ Hazine-i Celîle'nln istıtâatı (kapasitesi) derecesinde tavzif ve i k d â n (gö
revlendirme ve tâyinleri) ve Mekteb-i Mülkiyye m e z u n l a r ı n d a n devâir a k l â m ı n d a
m ü s t a h d e m olup da henüz tavzif edilmeyenlere dahî m ü d a v i m o l d u k l a r ı aklâm
muhassesatı m e y a m n d a karşılık b u l u n a r a k ikişer yüz ellişer k u r u ş m a a ş î'tâsı ve
ba'd'e'zin ( b u n d a n sonra) Mekteb-i m e z k û r ' d a n her sene bâ ş e h â d e t n â m e çıkacakla
rın Nizamnâme-i cedîd a h k â m ı n c a devâir a k l â m m a birer ikişer serpiştirileceği ci
hetle b u n l a r için devâirce vuku' bulacak m ü n h a l l â t d a n b i r e r m i k d a r a k ç a n m mev
kuf bulundurulması ve sinlerinin adem-i müsaadesine mebnî aklâm'a yerleştirilmiş
o l a n l a r d a n sinleri hadd-i nizamîye resîde (erişmiş) olup da t a ş r a me'muriyetlerine
gitmek istiyenlerin usul-i m ü t t e h â z e dâiresinde tâ'yin edilmesi hakkındaki karar-ı
müzâkerâtı havi mazbata-î müzeyyele-i m â ' r u z a melfufiyle Manzur-i Âlî olarak
Mekteb-i Mülkiyye-i Şahane, tıahsil-i ilm ü mâ'rifet ve iktisâb-ı hüsn-i hulk ve terbiyet
île ileruda Devlete hidemât-ı sadıkane ibraz edecek m e ' m u r yetiştirmek maksad-ı
âJîsiyle te'sis ve küşâd b u y r a l m u ş olmasiyle şâkirdânın i'tikaadı kavî ve bir mes-
lek-i mâ'kul ve m ü s t a k i m üzre iktisâb-ı terbiye etmeleri zımnında ahlâk-ı kerîme
ve sıfât-ı merndûha ile muttassaf muallimin mâ'rifetiyle Mektebin h e r sınıfmda
Akaaid'den birer m ü n â s i b ders o k u t t u r u l m a s ı n m tahl-ı k a r a r a alınması ve prog
r a m l a r ı n ona göre ıslâhı ile keyfiyetin arz-ı Atebe-i lilyâ kılınması isâbet-efzâ-i
SÜnûh ve s u d u r buyrulan e m r ü İrâde-i Seniyye-i Cenâb-ı Hüâfetpenâhî iktizay-ı
âlîsinden b u l u n m u ş olduğundan ol bâbda Nezâret-i müşârünileyhâ ile cereyan eden
m u h â b e r â t a şâmil tezkire nıclfuflariyle beraber meyâne-i bendegânemizde k ı r a a t
ve m ü t a l â a olundu:
246
nıarzıyet tavr-ı harekette b u l u n a n l a r olduğu takdirde haklarında olunacak muame
leye dâir kaleme alınan k a r a r n a m e (yönetmelik) ile müceddeden ve tashihan ter-
tib edilen ders p r o g r a m ı n ı n gönderildiği dermeyân olunmuş ve zikrolunan prog
r a m a ilave olunan dersler ile Müdavimin ve M u a l l i m i n i n ahval ve atvâr-ı matlu-
be'de b u l a n m a l a r ı içün icabeden kuyud ve ş u m t ' u hâvî olan K a r a r n a m e isabet
efzâ-i sünûh ve s u d u r buyrulan enir ü fermân-ı hikmet beyân-ı Cenâb-ı Hilâfet-
penâhî'ye muvafık olarak yolunda görünmekle sâlîfülbeyâta muhâberet-i tezkire ve
mazbata-i müzeyyele melfufIariyle beraber arz ü takdim kılınmış olduğundan mezkûr
K a r a r n a m e münderecâtuıın şimdiden ve ders programının seneri âtiye Martı ihti
dasından i'tibâren mevkî-i icraya vaz'ı ve berveçhi mâ'ruz muâmele-i müteferria-î
sâire'nin ifâsı h u s u s u n u n müteallik olduğu devâire tebliği müttehîden tezekkür
kılındı ise de ol b â b d a h e r ne veçhile e m r ü ferman-ı Hümıayûn-ı Hazret-i Pâdişâ
hı şeref-sânîh o l u r ise infazı mantûk-ı celîline ibtidar ve i'tina edileceği muhât-ı
ilm-i âlî b u y r u l d u k t a ol bâbta ve kaatibe-i ahvalde e m r ü f e r m a n Hazret-i Veliy-
yüiemr Efendimizindir.
2 Cumâd'ıal-Âhire( 1)309; 22 Kânun-ı Evvel(l)3û7 (= 4 Aralık 1891)
247
t i h d a m ve tavzifleri h a k k ı n d a k i Nizamnâme-i Esasinin tecârib-i vakıaya göre ba'zı
mevaddının yeniden icrâsma lüzum görülen ta'dilâtı hâvî Maârif Nezâreti Celîle-
since kaleme alınıp Şûrây-ı Devlet Tanzimat Dâiresi'nden ta'dil ve Meclis-i Mah-
sus-i Vükelâca tashih o l u n a n Lâyiha-i Nizâmiyye'nin takdimini hâvî mıadde-i mü-
zeyyele-i ma'ruza üzerine şeref-sâdır olup Tezkire-i Hususiyye-i Devletleriyle tebliğ
olunan e m r ü ferman-ı Hümâyun-i Cenâb-ı Hilâfetpenâhî mantûk-ı âlisine tevfikan
Nezaret-i müşârünileyha ile bilmuhavere Meclisi mezkûr'da cereyan eden müzâke-
r â t m neticesini hâvî bu kerre kaleme a l m a n m a z b a t a takımıyla arz ve t a k d i m kı
lınmış olmağla m ü n d e r e c â t ı h u s u s u n d a h e r ne veçhile e m r ü ferman-ı Hümâyûn-ı
Cenâb-ı Pâdişâhı şeref s ü n û h ve s u d u r b u y r u l u r ise mantuk-ı münîfi infaz edile
ceği beyâniyle tezkire-i senâverî terkim olundu efendim.
Sadrâzam
Cevad (Paşa)
(İmza)
248
B u kesin e m i r üzerine, gerek Bâb-ı Âlî, gerek Maârif Nezâreti derhal
uygulama çalışmalarına titizlikle giriştiler. Böylelikle Mülkiye'nin g e r i l e m e
d e v r i b a ş l a m ı ş oldu.
1 — Yüksek ve I'dâdî Kjsımlan'na birer yıl eklenerek öğrenim süresi yedi yı
la çıkarılmıştır.
249
Derslerle, öğretim ve yönet im'deki değişikliklere gelince :
Tesbit edilen bu Yönetmelik, Tüzük ve Ders Programı bir iki küçük değişik
liğin dışında, 2. Meşrutiyet'e k a d a r uygulanmıştır.
Söz konusu Program 1877 yılında hazırlanan Program'la mukayese edilirse Bi
r i n c i y e n a z a r a n İkincisinde d i n î bilim dallarına daha çok önem verildiği,
250
Okul'un açıihş amacını sağlayacak d e r s s a a t l a r m d a belirli b i r kısıntıya gidildi
ği kolayca anlaşılır. Bunun sebebini, o s ı r a d a uygun o r t a m bulan taassub'un Pâdi-
şah'a belirli şekilde tesir etmesinde a r a m a k gerekir. Müsbet ilimlere aynlaaılardan
d a h a fazla ders saatinin dîni bilimlere ayrılması bu fikri kuvvetlendirmektedir.
Ancak, b u n d a Pâdişah'ın H a 1 i f e - i Rûy-i Zemin (yer yüzündeki Müslüman
l a r ı n Lideri) olduğunu da u n u t m a m a k lâzımdır.
Söz konusu ders değişiklikleri için, o z a m a n Sadrâzam olan Küçük Said Paşa
H â t ı r a t ' ı n d a şöyle d e m e k t e d i r :
251
1891 (1307 R.)'de başlayan- bu gerileme hareketi h e r geçen yıl şiddetini biraz
d a h a a r t ı r m ı ş ; Abdülhamid Hân'ın son yıllarında Mülkiyye, k u r u l u ş ' u n d a k i hüviy-
yetini tamamiyle kaybetmiş bir d u r u m a gelmişti.
13 Şubat 1895 (= 17 Şaban 1312/1 Şubat 1310)'da Okul'un t e m e l t a ş ı
olan Abdu-rahman Şeref Efendi "11 • m a s l a h a t i n " (görülen lüzum üze
rine), Mülkiye'deki Osmanlı Târihi öğretmenliğine devam etmek şartıyla Galata
saray Sultanîsi Müdürlüğüne nakledildi. Böylelikle Mülkiye, en büyük koruyucusu'-
n«u kaybetmiş ve t a m a m e n Saray'ın a d a m ı olan yeni M ü d ü r Hacı Recâî Efendi
aracıılığı ile Mâbeyn'in kontrolüne girmiş oluyordu.
22 Aralık 1898'de Hukuk-i Düvel ve Ticâret Müderrisi Ali Şahbaz Efendi, 28
Ağustos 1898'de Mecelle Müderrisi Kuvucaklı-zâde Atıf Bey'in H a k ' k m r a h m e t i n e
kavuşmaları; 4 Ekim 1895'de Târih-i Umumî Müderrisi Mizancı M u r a d Bey'in Av
rupa'ya kaçışı; 13 Eylül 1901'de Manyasî-zâde Refik Bey'in Müderrislik'den alı
nıp başka bir göreve nakiedilişi K ü r s ü ' leri, m u k t e d i r profesör b a k ı m ı n d a n
da Okul'u zayıflatmıştı.
Yine bu devre'de Târih-i Umumî ile Târih-i Osmani ( T ü r k Târihi) birleştiril
miş ve ders saatları azaltılmış 1899'da da Medhal-i Hukuk ( H u k u k Başlangıcı) der
si ile birlikte t a m a m e n kaldırılmıştır.
İktisad ve H u k u k dersleri haftu'da bir saat'a indirilmiş, sonra sırasıyla 1895'de
Edebiyat, 1902'de Ahkâm-ı Evkaf (Vakıf H u k u k u ) , 1903'de NizâmâM Zabtiye (Za
bıta Kanunları) dersleri p r o g r a m d a n çıkarılmış; b u n l a r d a n boşalan s a a t l a r dinî
bilimlere eklenmiştir.
Düşünce hürriyetini yokelme esaslarına göre h ü k ü m e t e d e n re
jim demek olan î s t i b d a d ' in. şiddetle h ü k m ü n ü yürüttüğü bu d ö
n e m ' de, Mülkiye Öğrenicilerinin Okul v e Devlet yönetimi h a k k ı n d a e n kü
çük bir t e n k i d ' de ve davranış'da bulunması Okut'dan t a m a m e n çıkarıl
malarına, hattâ s ü r g ü n ' e gönderilmelerine sebep olacak derecede büyük
bir suç olarak görülüyordu.
22 Mart 1897 (= 17 Şevval 1314/9 Mart 1313) günlü olup Mâbeyn'den (Saray'
d a n ) doğruca Maârif Nezâreti'r.e bildirilen T e z k i r e - i Hususiyye'de:
"... (Girit Adası'ndaki T ü r k ve M ü s l ü m a n l a r için Toplanan) Girid İâmesi için
Müdir Muâvini'nin vuku' bulan i h t a r â t ı n a karşı, Mekteb-i Mülkiyye Ş â k i r d â n ı ta
rafından bâ'zı münasebetsiz sözler söylendiği arz ve ihbar kılınmış olduğundan te-
zahürat'da b u l u n a n talebe kimler ise bit tahkik Mekteb (Mülkiye)'den t a r d olun
m a l a r ı — " emredilmişti (51).
( 5 1 ) Bu O l a y ' l a , 1956'da başlayıp hâlâ (1968) devam eden Kıbrıs Olayı arasında tamamen târihî bir m u a y y e -
n i y e t vardır:
1881'de İmzalanan B e r l i n Muahedesi h ü k ü m l e r i gereğince Tesalya ile Narda = Arta Kazalarını siyâsî b i r bah
şiş şeklinde kolayca- alıveren her d e v i r d e , her b a k ı m d a n k ü ç ü k Y u n a n i s t a n ' ı n , doymak b i l m e y e n istinası o tâ
r i h t e n i t i b a r e n büsbütün kabarmış ve Ötedenberi göz d i k t i ğ i G i r i t Adası'yla Epir Kıt'ası'nı b i r ar» önce ilhak et
mek üzere şiddetli v e kanlı b i r ç e t e c i l i k faaliyetine g i r i ş m i ş t i . O sırada i ç ' d e k i Ermeni Meselesi'nden
dolayı T ü r k i y e ' n i n uğraştığı gaileler Yunanistan'ın Delyannis = Deli Yanİdis Kabinesi İçin kaçırılmayacak bir
252
" T e z a h ü r a t " denilen sözler ".... Girit'deki kardeşlerimiz açlıktan öl
dükten sonra mı bizden iane istiyorlar? Teçhizât-ı Askeriyye İânesi'nin nereye sar-
i'edildiğini bilmediğimiz için iane ( y a r d ı m ) i'tâsında ( p a r a vermekte) tereddüd ede
riz..." cümlelerinden ibaret olduğu halde Mülkiye'nin en zeki, en çalışkan- öğreni-
cilerinden olup Diploma almalarına b i r s ö m e s t r kalmış olan d ö r t kişi OkuTdan sü
resiz olarak çıkarılmışlardı (52).
fırsat'a vücud veriyordu. Aynı zamanda meşhur "Ethniki - Hetairia = Etniki - eterya" Yunan Kamu Oyu'na hâ
kim ve bu Cemiyet'e göre Girit'le Epir = Yanya Vilâyeti "Megali - İdea"ya doğru ilk ve kuvvetli adım sahaları
dır. Yunanistan'ın gerek Avrupa Devletlerini, gerek eski Efendisi Osmanlı İmparatorluğunu hiç'e sayarak yaptığı
el çabukluğu bu sıradadır.
15 Şubat 1897 Pazartesi günü Albay Vassos Komutasında bir istihkâm, bir piyade taburu ile bîr Efzon Bölü
ğü ve bir bataryadan teşkil edilmiş ikibin kişilik Yunan Kuvveti Girit'de Hanya yakınındaki Platanya'da karaya
Çıkarılmış; pek az sonra takviye edilen bu kuvvet Girit'İn işgaliyle görevlendirilmiş; Kral'ın oğullarından Prens
Yorgi'nin komutasında bir filo da bu kuvvete yardımcı olmuştur. Bu suretle Yunanistan fi'ilî olarak Türk Suları
ile topraklarına tecâvüz ederek bir "Ca-sus b«Mi = Harp Sebebi" yaratılmıştı.
Avrupa Devletlerinin Yunanistan'a yardım etmelerinden çok çekinen Sultan Hamid, gerek bu Girit Meselesİ'n-
de, gerek hudut tecavüzlerinde büyük sabır ve sükûnetle, İşin diplomatik yollardan çözümlenmesine çalışmış ise
de Avrupa Devletleri'nin Girit'de sâdece bir a b l u k a İlânından başka bir şey yapmadıklarını, Albay Vassos'*
un bu abluka'ya da aldırmayarak Girit'deki Türk ve Müslüman Halkına akla, hayâle gelmedik tecavüzlerini ve
(Devamı 254. sf. Dip Notunda)
253
dişahian fersah fersah geride bırakacak bir gayretle çalışmalara girişen Baba-
sı'nın açtığı Mülkiye'yi "Memleket ve Millet ihtiyaçlarına cevap v e r e m i y o r " diye
çok yerinde ve iyi b i r düşünceyle çağ'ının gerçeklerine uygun hâle getirip geliş
tiren ve bu Müesseseyi otuz iki yıl kendi ödeneğinden ayırdığı, p a r a ile besleyen;
bilgili yargıçlar vasıtasıyla a d a l e t sağlanması için batı esaslarına
göre H u k u k M e k t e b i n i a ç t ı r a n ; ticâret v e özel t e ş e b b ü s ' ü n Türk'
ler elinde gelişmesi için T i c â r e t M e k t e b i ' ni k u r d u r u p himayesi
ne a l a n ; b ü t ü n vilâyetlerde i d â d î (Lise)'ler açılması için çok b ü y ü k çaba
harcayıp bu öneanli işi bütün- İ m p a r a t o r l u k hudutılan içinde t a m a m l a t t ı r a n ; Millî
Ekonomi'nin gelişmesi'nde pek önemli yeri olan T a r ı m Reformu ile Demiryolları
yapımını en son imkânlarını kullanarak gerçekleştiren; bütün yüksek ö ğ r e t i m mü
esseselerinde o devrin en ünlü bilim adamlarının görev almasını sağlayan; hima
yesine aldığı yüksek okullardan çıkan gençlere etn geniş çalışma i m k â n l a r ı vererek
bunları Devletlin en yüksek mevkilerine ç ı k a r a n : bütün bunların ü s t ü n d e olarak
R e j i m ' i değiştirip Memleket'e ilk defa d e m o k r a t i k p a r l ö -
m a n t e r S i s t e m ' i getiren b i r Pâdişâh nasıl oluyor da, kısa bir z a m a n
sonra başladığı işlerin bir kısmını b ü s b ü t ü n o r t a d a n kaldırıyor; b i r kısmını da
olumlu yollardan ayırıp, bu günkü anlayışımıza göre Yurt ve Millet'in gelişmesi
ne yararı dokunmayacak b i r hâle sokuyor?..
" H e r olay'ın kendisinden önce gelen bir sebebi vardır" ilmî kural'ından hare
ke! edersek, elbet b u n u n da mevcut olan sebebini buluruz.
Kanaatımızca b u n u n biri o b j e k t i f , diğeri s ü b j e k t i f ol
mak üzere iki sebebi vardır. Ancak, hu sebepleri incelemeden önce halâları, gü
nâhları v e iyi tarafları iıle büyük bir T ü r k H â k a a n ı olan S u l t a n
İ b n ü ' s - S u l t a n Abdülhamid Hân'ın hayatını inceleyelim:
(52) Bak. : M ü l k i y e Mecmuası; 1 Şubat 1324 (= 14 Şubat 1909); 1. Sayı, 12. s f . ; M ü l k i y e Mektebi Müdürü- Celâl
Bey'in makalesi.
(53) Bak. : G ö r d ü k l e r i m , Y a p t ı k l a r ı m ; Ahmed Reşid Rey; İ s t a n b u l , T ü r k i y e Basımevi, 1945 - 1947; 120. sf.
254
sidir. Annesi 1853'de Verem'den vefat ettiği zaman Afodülhamid onbir yaşında kü
çük b i r çocuk olduğu için, Sultan Mecid bu oğhTnun bakımını, İkinci Haremi ve
çocuğu olmayan Piristû (Kırlangıç) Kadın-Elendi'yc (55) verdi, Abdülhamid'i bu
Kadın-Efendi büyüttüğü içim, Üvey-oğlu T a h t ' a çıkınca Piristû Kadın-Efendi Vâli-
de-Sultan olmuştur.
"Abdülhamid'in Evâil-i S a l t a n a t ı " adlı kitabında Ahmed Sâiıb, Sultan Hamid'in
Anası'nı " Ç a n d ı r " adında bir câriye olarak gösterirse d e doğru değLRdir.
"İstanbul Ansiklopedisinde "Gülnihâl-Kadın" olarak gösterilmesi de yanlıştır.
Hele, G. Dorys'in "Abdul-Hamid İ n t i m e " adlı, ahlâk ve insanlıkla bağdaşmayanı ki-
tabı'nda, Sultan Hamid'i Saray Rakkaselerinden sonradan Müslüman oLmuş
( m ü h t e d i ) bir E r m e n i kadınından doğmuş göstermesi de herze'den daha aşağı,
safsatadan d a h a bayağı, iftiradan başka bir şey değildir. Bunların hepsi. Devlet
Arşivi'nde mevcud 16 Sabân 1258 günlü olup Sultan Mecid tarafından imzalanan ve
Abdülhamid adını verdiği bir oğlunun doğruğunu bildiren B u y r u l t u ' yu,
ya kasten veya bilmeyerek nazara almamaları sonucu yapılan büyük hatalardır.
(54) Sultan Hamid'in Taht'a çıktığı zaman, Mİllet'in yükselmesini, Memleket'in kalkınmasını ne derece samimiyetle
istediğini, buna ne derece kararlı olduğunu, ilk K a b İ n e ' yi kurması İçin Sadrâzam Mütercim Rüşdî Pasa'ya
gönderdiği H a t t - ı H ü m â y û n ' dan çok açık şekilde öğreniyoruz:
"Benîm Vezir-i Maâl-i Semîr'im Mehmed Rüşdi Paşa;
Takdir ve meşiyyet-i İlâhİyye (Tanrı'nın takdir ve isteği) ile Birâder-i Ekrem'im (kıymetli Ağabeyim) Sultan
Mûrad Hân-ı Hamiş (Sultan Beşinci Muröd) Hazretlerinin meşâgİl-İ Saltanat ve Hilâfet'den (Padişahlık ve Hali
felik görevlerinden) feraQ ve u7İı*t (feraqa>t edİD ayrılmış) eylemiş olmalarıyla bermücibi Knnun-î Osmânİ (Os-
manoğlu Kanunu gereğince)Ecdâd-ı İzamımız (Büyük Atalarımız) Taht'ına culûs'umuz vukû'u buldu.
Zâtınızın mücerreb ve müsellem olan (denenmiş ve bilinen) reviyyet (uzağı gören, tedbirli) ve umur-i Dev
let'e vukuf ve ıttılâınız (Önemli Devlet işleri hakkındaki bilgi ve görgünüz) hasebiyle Masned-i Sadâret-i Uımâ
ve Riyâset-i Vükelâ (Sadrazamlık ve Hükümet Başkanlığı) ipkaen ve tecdiden (yeniden ve tekrar) uhdenize tevcih
ve bilcümle Vükelâ ve me'murîn dahî yerlerinde İbka' (bırakılmış) ve takrir kılınmıştır.
Kaatibe-i ahvalde (herhalde) Cenâb-ı Muvaffık ül-Umur'un (Tann'nın) teshilat (kolaylık) ve tevfikaat-ı same-
dânîyyesine (yüce yardımlarına) tevekkül ve tevessülüm (boyun eğip sığmışım) berkemâl (tamam) olmakla be
raber nuhbe-i amal (en temiz emellerim) ve makaasıd'ımın (maksatlarımın) Devletimizin te'yîd-i esâs-ı şevket
(kudretini artıran) ve mesnedi (dayanağı) ve sunuf-i tebaa ve reâya'mmn (halkımızın her sınıfının) bilaistisna
nâi!-i hürriyet ve münâ'im-i ni'met-i asayiş ve adalet olması arzusuna münhasır olduğundan kâffe-i Vükelâ ve
Me'murîn-İ Devlet-i Aliyyenmin dahi şu isr'imîze (işaret veya izimize) müşareket (İştirak) ve muavenet (yardım)
edeceklerini vü*uk (inanma, güvenme) ve i'timad-ı tam ile ümîd ederim.
(Devamı 256. sf. Dip Notu'nâa)
255
Fransızca bilmediği h a k k ı n d a yazılanları da en tarafsız şekilde ç ü r ü t e c e k bel
ge, Balkan Harbi'ni takip edip Gazetesi'ne bilgi vermek üzere Türkiye'ye gelmiş
olan M a t i n Gazetesi Başyazarlarından Stephan Lausanne tarafımdan yazı
lan, Sirâcceddin tarafından dilimize çevrilen " H a s t a ' n ı n B a ş ı n d a " adlı kitabın
150 - 153. sayfalarındaki objektif görüş ve h â t ı r a l a r d ı r . İnceleyelim:
".... Türkiye son z a m a n l a r d a iki h ü k ü m d a r g ö r d ü ; biri zeki diğeri saf; ya'ni
d ü n k ü Pâdişâh ile bu günkü Pâdişâh. H a r p (Balkan Savaşı) b u n l a r ı yan yana ya
şamağa m e c b u r etti. H e r ikisi de şimdi, karşı karşıya iki Saray'da b u l u n u y o r l a r ;
a r a l a r ı m Boğaziçi suları ayırıyor. H a r p ilân olunduğu z a m a n S u l t a n H a m i d Selâ-
nik'de idi. On iki zabit (subay) kılıç elde, silâh belde gece gündüz o n u muhafaza
ediyorlardı.
Bir defa Noradukyan Efendiye Sultan Hamid'den b a h s e t m i ş d i m ; s ö z ü m ü ke
serek demişdiki:
— Abdülhamid lamamiyle çocuklaşmışdır; ne olup ne geçdiğini b i l m i y o r ; hiç
bir şeyi haber alamıyor; kendisine iki seneden beri hiç bir gazete verilmiyor. Kendi-
sini gazetesiz b ı r a k d ı k l a n vakit haykırdı " c a n ı m neyi isterse onu o k u r u m " dedi,
cevaben;
Cümlenin ma'lûmu olduğu üzere Devlet-i Aliyyemizin elyevm (bugün) bulunduğu hâl-i buhran ü igtişaş'ınm
(bunalım ve karşılısının) cihât ve esbabı (yünleri ve sebepleri) ve -.uver ü eşkâli mütenevvi' ve müteaddİd
(oluş suretleri ve şekilleri çeşitli ve pek çok) olmakla beraber, bunların herhangi cİhet'den im'ân-ı nazar edilse
inceden İnceye bakılsa) cümlesinin esbıb-ı mebâdisi (başlangıç sebepleri) bir nokta'da içtimâ' eder (toplanır)
k i , o da Devletimizin esasen müstenîd olduğu (dayandığı) Ahkâm-ı Celile-i Şer'iyye (dinî hukuk hükümleri)
Özere müesses olan (kurulan) kavânin ve nizâmât'ın (kanunlar ve tüzüklerin) hakkıyla ve tama-
mıyla icra olunmaması ve idâre-i umur'da (Devlet idaresinde) herkesin bîr nev'i İ d â r e - i
k e y f i y y e usûlüne ittibâ' etmesidir (uymasıdır). Ve bir vakitten beri Devlet'İmizİn mülkî ve mâlî idaresine
arız olan nizamsızlıkların şu derece meydan alması ve umûr-i mâlİyemİz'in efkâr-1 âmme'ce b i r emniyetsizlik
hâil kesbetmesl ve mehikİmİn (mahkemelerin) hukuk-İ nâs'ı (halkın hukukunu) temin edecek dereceye varama
ması ve Memleketimizin hirfet (zanaat) ve sınaat (sanayi) ve ticâret ve ziraat gibi her türlü vesâil-i imran'a
(bayındırlık, bolluk, ferahlık imkânlarına) kaablliyeti müsellem-i âlem (herkesçe biliniyor) iken istifâde oluna-
maması /elhâsıl (kısacası) gerek Memlektimiz'in mâ'muriyetl ve gerek tebaa ve reayâ'mızın (halkımız ve köylü'
müzün) bilâ-istİsnâ hürriyet-i şahsiyye'ye nâİlİyyetle (kavuşmasıyle) beraber refah-ı hâl ve saadeti niyyet-i hâli-
sânesiyle şimdiye kadar her ne yapılmış ve nasıl esbaba teşebbüs olunmuş olsa, devam edemeyerek türlü tegay
yürât'a (değişikliklere) uğramasıyla maksad-ı asliyi intaç edememesi kanun ve nİzâmata İttibâ' edilememesinden
mütevellid ve mümbaisdir. Bİnâberin (bunun üzerine, böylece) kavânin ve nizamât-ı Memleketin umûma bâis-i
emniyet olacak surette vaz' olunup tanzimi niyyet-i hayriyye'siyle evvel be evvel (her şeyden önce) vaz' ve ittihâzı
lâzım gelen tedâbire şu nokta-i mühimmeden bed' olunarak (başlanarak) elhâlet ü hâzihi (bugün) mevcud olan
ve bundan böyle dahî Ahkâm-ı Mukaddese-i Şer'-i Şerîf'e ve Memleket ve Milletimizin levâzım-ı hakikıyye-i meş-
rua'sına tevfikan tanzim ve te'slsi iktiza eden kavânînin (kanunların) bllâ-istisnâ harf be harf temâmi-i icrasını
(Devamı 257. sf. Dip Nctıı'nda;
256
'.
te'mine kâfil (kefil) olmak ve Devlet'in varidat ve masârifatı muvâzenesine nezâret etmek içün âsâr ve ef'ali
(eserleri ve isleri Jumumun vüsuk ve i'timadına sâyân (inanç ve güvenini kazanmış) ve Memleket ve Ahâlimizin
ahlâk ve kaabiliyetine cesbân olan (yaraşır) bir Meclİs-i Umumi (Büyük Millet Meclisi) 'nin teşWI ve te'sisi lâ
zım ve mühim olmayla buraları beyn e'l-Vükelâ (bütün Bakanlar aranızda) ariz amik (enine boyuma) mütalaa ve
müzâkere ile k a r a r ' inin arz ve istizan kılınması (sunulması ve izninin sOınması) ve kavânin ve nizâma; m
hakkıyla cereyanını (akışını, uygulanmasını) İşkâl eden (güçleştiren) mevaddır biri de me'muriyetlerin nâehile
(lâyık olmayanlara) tevdi' (teslim) edilmesi ve sebeb-î meşrû'u (haklı bir sebep) olmayarak me'murîn'in tebed-
dâlat-ı mütevâliye'si (devamlı değişmeleri) meselesi olup su hâl ise Mülken ve maslahaten (Memleket ve âmme
işlerinde) pek büyük mazarrât'ı (zararlara) dâi (sebep) olduğundan ba'd'e'zin (bundan sonra) her nevi' hizmet
ve me'muriyet için meslek-i mahsus ta'yini (usûl, kural konm&sı) ile iş'de ehil ve erbabı istihdam olunup bilâ-mu
cib (lüzumsuz yere) hiçbir me'murun azl ve tebdili tecviz olunmamak ve kâffe-i Vükelâ ile küçük büyük bilcümle
me'murîn-İ Devlet derece, derece vezâİf-İ mevkûle'lerİnden (kendilerine verilmiş görevlerin yapılışından) mes'-
ul olmak üzere bir kaaide-İ sabite ittihaz olunması ve milel-i Avrupa'nın (Avrupa Milletlerinin) malûm ve mü
sellem-! cihan (dünyaca bilinen ve inkâr edilemeyen) terakkiyat-ı maddiyye ve mâneviyyesi maârif (öğretim)
kuvvetiyle olup lillâh'il-hamd (Tanrı'ya şükürler) v'el-minne (ve minnettarız ki) her sınıf tebaa'mızın istî'dad ve
zekâvet-i fıtrİyyesi her cihetle terakkiyât'a kaabiliyetll olup tâmîm-i maârif (öğretimin çoğaltılması) hususu
Hezelimizde pek mühim bir âcil olmağla mümkün olduğu mertebe muhassasatı derece-i kifâye'ye iblâğ ile usul-i
maârifin vakit zayi' edilmeyerek nesr ü tâ'mîm'îne çalışılması ve taşralarda vilâyât'ın (İller'in) usul-i mülkıyye
ve mâliyye ve inzİbatiyyesİ sahlhen bir hâl-İ intizama konulmak içün Merkez'ce (Hükûmet'ce) ittihaz olunacak
kaaideye mütonâsib olmak üzere bunların dahi hemen tanzîmat ve İslahatına başlanılması
257
— Bir senede iki mağlûbiyet çok değil mi? dedi; Bununla da T r a b l u s g a r p ve
Balkan Muharebelerini telmih ediyordu. Abnan İ m p a r a t o r l u k Âilesi'nin sıhhatini
s o r d u ; Aile efradının kâffesini tanıyordu Kendisine Baron Mareşıalın vefatı h a b e r
verildiği zaman m a h z u n a n e içine çekti.
— O benim d o s t u m d u dedi...."
Gerçekteni Abdülhamid'ir. yok büyük meziyetleriyle, pek çok iyi icraatına mıir
kabil bir takım büyük kusurlarını ve T a h t ' a çıktıktan bir m ü d d e t sonra başlayıp
Saltanat'ının sonuna k a d a r devam eden kötü icraatının tek sebebi ve h a t t a b ü t ü n
taksiratının kaynağı bu müzminleşmiş v e h m 'idir. Herkesten, herşeyden ve
h e r zaman şüphe ettiği için Devleti bu şüphelerden aldığı ilhamlara göre idare
e t m i ş ; böylelikle yalnız iç'de ve dış'da büyük d ü ş m a n kütleler kazanmakla kalma
mış; çok büyük basiret, iyi niyetle başladığı işlerle, büyük meziyetlerinin yok olup
gitmesine, hiç değilse inkâr edilmesine sebep olmuştur.
Yakınlarının hâtıralarından öğrenildiğine göre kendisinin devamlı olarak tek
r a r edip d u r d u ğ u bir söz vardır:
— Şüphe basîret'in (ileri görüşlülüğün) başıdır... İlmî a r a ş t ı r m a l a r için çok
geçerli olan bu düşünce, Abdülhamid'in uğradığı felâkec'in başı ve kendisinin Sal-
tanat'dan ayrılması ise, Türk Milleti'nin Karlofça AndJaşması'ndan beri uğradığı
felâketlerin son halkası olmuştur. Bu sebepledir ki, Bâb-ı Âlî'ye güveni olmadı
ğı için Devlet idaresini Saray'dan y ö n e t m i ş ; Amcası Sultan Abdülazizle Ağabeyi
Sultan Murad'm hal'i gibi, Devlet Adamları'nın- kendisini de Talat'ından indirecek
lerini sâbit-fikir hâline getirmiştir. Yine bu şüphe ve vehm'i dolayısıyladır ki kos
koca bir Radişâh, bir İmparator, bir H a l i f e - i M ü s l i m î n için
t e !n e z z ü l sayılacak k a d a r önemsiz işlere bile k a r ı ş m ı ş ; h a f i y e l i k ' i
de bu sebeple k u r m u ş ve bunu, zaman zaman samîmi olarak nefret ettiği halde,
258
Otuzüç yıla yakın Saltanat'ı süresince makbul t u t m u ş ve bu suretle bir lakım ma
nâsız şeyler için h e r k e s t e n evvel ve herkesten- fazla kendisine işkence etmiştir.
Stıîtan Aziz Devrinde, İngiltere'den sonra ve F r a n s a ile beraber Dünya'nın ikin
ci derecede büyük deniz kuvveti hâline gelen T ü r k Donanması'nı ihmâl edip
mahvolmasına sebep oluşu da hep bu vehmi ve şüphesi yüzündendir. Çünki Am
cası Abdülaziz Tahl'dan indirilirken Dolmabahçe Sarayını Deniz'den Merhumun
kendi eseri olan bu Donanma m u h a s a r a etmişti.
259
Amcası gibi gafil a v l a n m a m a k azminde bulunan Pâdişâh, alelıtlak kendisine ha
vadis getirenlerin sözlerine ekseriya inanarak, inanmadıklarını bile v e h m i hase
biyle i h b â r â t ı n devamını te'min için hüsn-i telâkki ederek h e r halde m u h b i r l e r i bi
rer suretle taltif ve teşvikten geri k a l m a m a k t a idi.
260
edilen teşrifat tezkerelerinin alelusul b a y r a m sabahı Dobnabıahçe Sarayında muâye-
de icrasına daveti mübeyyin olduğu gözle görülmekte olduğuna r a ğ m e n Pâdişâh'-
da bir türlü itmi'nan hâsıl olmadı. Bir aralık sükûnet peyda oluyor gibi göründü.
Fakat, bu g ö r ü n ü ş de çabuk geçti. Yeni bir sağanakla m ü d h i ş b i r fırtına içinde
sabahı bulduk. O a k ş a m b a y r a m olmak münâsebeti ile Saray'da m e v c u d yaver ve
çavuşlar h e r zamanki nöbetçilerden fazla olmakla b e r a b e r yazdıklarımızı mahal
lerine götürecek ne çavuş kalmıştı, ne yaver... Biz de b u h r a n içinde idik. Bütün
İ r â d e l e r i Mâbeynci Ragıb Bey (Paşa) tebliğ ediyordu. Sabah vakti Mâbeynci Arif
Bey de o n a inzimam etli. Sabaha karşı H ü n k â r ı n müfrit heyecanla nihayet d ü ş ü p
bayıldığını Ragıb Bey'den işittik. Sabah olduktan sonra bizim dâireye gelen Arif
Bey de:
— Şimdi Huzur'a gittim; ü s t ü m d e lalelâde sivil elbise vardı. H ü n k â r , beni gö
r ü n c e : "Sen de mi muâyedeye geliniyorsun? Niçin giyinmedin" diye tekdir etti.
H e m e n gittim, giyindim. Siz de formalarınızı giyseniz iyi olur. Tahkik için b u r a y a
birini göndermesi m ü m k i n d i r , dedi.
Yorgunluğa b a k m ı y a r a k giyinmekte isti'câ! ettik. Tebligata vâsıta olan bu iki
zâtın rivayetine göre Pâdişâh, aldığı j u r n a l d a n b a y r a m sabahı m e r â t i b e s h â b m d a n
ekserisinin Muâyede Salonu yerine Veliahd Dâiresi'ne giderek o r a d a Mehmed Re-
şad Efendi'ye biat edeceklerini ve bu hareketten dolayıdır ki davet tezkireleri
tevziinin kasden geciktirildiği m â ' n â s ı n ı istihraç e t m i ş ve b u n a t a m a m e n inanmış
imiş. Pâdişâh yalnız halefinin değil selefinin de rekabet-i hayâli ile dîlhiraş idi.
Pâdişâh, bir gün Şeyhülislâm Ö m e r Lütfî Efendi ( B o d r u m î ) ile görüşürken,
Sultan Aziz'in hal'i esnasında Bâb-ı Meşîhat'da b u l u n u p bulunmadığını sorduk
tan sonra d e r ki:
— O zaman Pâdişah'ın hâl' fetvsını nasıl istihsal ettiler, bilirsiniz?
Safdil bir a d a m olan Ö m e r Lütfî Efe-ndi de bilâ t e r e d d ü d ;
— Bir dâ'vâ vesilesi ile bir çok a d a m ı Bâb-ı Meşîhat'da toplayarak tevatür
beyyinesi dinlediler. Hal' fetvasını ona istinad ettirdiler, cevabını verir.
261
la Şeyh'ül-İslâm «arasındaki muhavereyi işitmiş olanlardan biri "Kazaskerlikçe te
v a t ü r beyyinesi ikâmesine teşebbüs edilmesi, sovâbıka göre m a ' n i d a r b i r hâl olup,
alelhusus Maksudiye H a m ta'biri " M a k s u d " u n Mtırad'a " H a n " m S u l t a n ' a delâ
leti i'tibariyle pek ziyâde d i k k a t e şayan olduğu gibi bu işe müteallik olan arzuha
lin hiç bir m ü n â s e b e t i yokken Meclis-i Vükelâ'da müzâkere edilerek bilittifak Me-
şîhat'a gönderilmesi de te'yiden su'iniyyeti g ö s t e r m e k t e b u l u n d u ğ u n u " P â d i ş â h ' m
hâlet-i ruhiyesine uygun bir lisan ile arz eder.
İşte bu fıkra dahi gösteriyor ki Pâdişâh'ı ihata e t m i ş oltan vehim bir âfetti;
dimağında şfiriş peyda eden bir fitne idi. Uyandırılmazsa şiâr-ı aslisini muhafaza
ediyor; uyandırıldığı anda melekât-ı akliyesi zir ü zeber oluyordu. Bu hâle düş
m ü ş olan bir ziline nasihat k â r e t m e z ; yegâne tedbir o vehmi d â i m a uyutmıaktır.
Halbuki, b ü t ü n hükümet kudretini kendi eline almış olan Pâdişâh'm, m ü b t e l â ol-
262
duğu vehimden müstefid olanların adedi mütemadiyen a r t m a k t a ve h e r biri vehim
ikamda b i l m ü s a b a k a yekdiğerlerinden ziyâde m a h a r e t ibrazına çalışmakta idiler.
263
ziyetlere sâhib, h e r şeye rağmen Memleket'e büyük hizmet ve iyiliklerde bulun
muş bir Padişâh'dı.
264
mid'in maârife düşmanlığı da tıbkı hunhar gibi, zâlim gibi bir şöhret-i kâzibe-
dir.«..." (57).
Abdülhamid'in i r â d e kuvveti d e zekâ v e hâfızasıyla aynı uygunluktadır.
Anası ile Babası çok genç yaşlarında v e r e m ' den öldüğü, kendi bünyesi d e
bu m e n h u s hastalığa müsaid ve vâris olduğu için, genç yaşından i'tibâren b ü t ü n
heves ve isteklerine set ç e k m i ş : devamlı bir itîdâl ve çok m u n t a z a m bir hayat
tarzı içinde son nefesine k a d a r sağlığını koruyabilmiştir.
Vaktaki hal' vuku'a geldi; Servetsezâ Kadın - Efendiden intikaalen Sultan Re-
şad'a âid olan müvecherat ile sandıkları îstirdad etmek gerekti. Abdülhamid'in bü
tün mücevherleri Yıldızdan alınarak Paris'te sattırılmak üzere Osmanlı Bankasına
levdi oluınmuşdu. Sultan Reşad'a âid olan mücevherler de bunların arasmda fakat
üzeri yazılı bir çanta içinde omda idi. Hükümet nezdinde lâzmı gelen müracaat
lar bir neticeye vasıl olunca Hazine-i Hümâyun'dan bir hey'et Banka'dan bunlan
tetkîkden geçirip aldı ve bir gün Hazinenin Başkâtibi İzzet Bey, Hünkâra teslim
etmek vazifesiyle bunları bana getirdi. Huzura çıkıldı ve çanta açılarak masanın
üzerine muhteviyatı boşaltıldı.
265
kül etmiş bîr şihab... (parlayan yıldız) gözleri k a m a ş t ı r a n bir şa'şaa.... Gözleri ka
m a ş m a y a n , binlerce liralık bu servete karşı yerinden k ı m ı l d a m a d a n , lâkayd kalan
yalnız H ü n k â r idi. İşte onun yüksek yaradılışına bîr misâl. B u n d a n Abdülhamid
lehine çıkarılacak bir h ü k m ü de vardır ki o da, o n u n her k u s u r u n a r a ğ m e n iffet,
ve istikamet hasletine bihakkın sahip olduğuna en güzel misâldir. Mâlik olmasay
dı bu büyük servet de o r t a d a olmazdı. Halbuki senelerce elinin altında d u r a n bu
servete ufak bir t e m a s t a bile b u l u n m a m ı ş ; yalnız bu muazzam serveti, vehmine
tebaiyet ederek her türlü tecâvüzden vikaaye edecek surette saklamış idi..." (58).
Tam anlamıyla dini ıbütün bir Müslüman - T ü r k t ü . Böyle olduğu için de asla
mutaassıp değildi. Kendisi oruç ve namazını borca b ı r a k m a z ; m a h ' n ı n zekâtını
ve fitre'sini enj küçük "hiyle-i şer'iyye'ye" tenezzül e t m e d e n vaktinde d a ğ ı t ı r ; ibâ-
det'de ihmâli olanlara da hiç karışmazdı.
(58) Bak. : Saray ve Otest; Halit Ziya Uşaklıgil; İstanbul, Hilmi Kitabevi, 1941; 2. C 58. - 59. sf.
(59) Bak. : Târİh-İ Osmânî Encümeni Mecmuası; Abdurrahman Şeref; Topkapı Saray-ı Hümâyunu; 8. - 12. Cüz'ler;
1. Ağustos 1327 (= 13 Ağustos 1911) ve 1 Şubat 1327 (= 13 Şubat 1912).
266
a) " L u g a t - i Ç a g a t â y î ve T ü r k î - i O s m â n î " ki-
tabı'nm yazarı Buhâralı Ş e y h - S ü l e y m a n Efendi'yi Saltanat'ının ilk
yıllarında T ü r k l e r v e Türkmenlerle t e m a s etmek üzere resmî görevle o r t a
A s y a ' ya göndermiş olduğunu, Süleyman Efendi kitabının başlangıcındaki
Çağatay lehçesinde yazdığı şiirde :
"Gâzi-zâde Efendi; İbn-i İshak Efendi, Bînikiyüz elli sekiz Hicrî (1842)
senesinde Ç e r k e z i s t a n ' d a dünya'ya gelmiştir. Mekteb-i MüJkiyye'de
m ü r e t t e p fünun'u tahsil eylemiştir. Türkçe kitabet eder; Çerkez lisanlarının bir
ikisine âşinâdır.
(60) Bak. : Abdülhamit ve Yıldız Hâtıraları; İstanbul, Akşam Matba-ası, 1931; 107. sf.
267
23 Safer 1288 (= 1872) otuz yaşında olduğu halde Bin beşyüz kuruş maaş ile
Ankara Vilâyeti'nin Çubuk-Âbad Kazası (Çubuk) Kaymakamlığına
ta'yin edildi HizmeM mezkûre'den nakil ve tahvil, isti'fia sure
tiyle infisal ederek vezâif-i memûresinden dolayı taht-ı muhakameye lahnmamış ve
müttehem olmamış olduğu Ankara Valisi Devletlû Âbidin (Dino) Paşa Hazretleri
tarafından yazılan mülâhazamda mumaileyhin işbu ifâdâtı ve iktidar ve istikameti
tasdik olunmuştur.
Mumaileyh Efendi 21 Zilkaade 1304 (= 11 Ağustos 1887) de bin yedi
yüz elli kuruş maaşla Ayaş Kazası Kaymakamlığına 5 Cumad
ai-Âhire 1309 (= 6 Kasım 1891 )'de becayiş suretiyle Ankara Vilâyeti'nin Beypazarı
Kazası Kaymakamlığına nakil buyrulmuştur. ( B u r a d a vazife g ö r m e k t e iken) Mu
maileyhin (adı geçenin) ba'zı t e f e v v ü h â t - ı n â b e c â ' d a (uygun
suz, münasebetsiz sözlerde) bulunmasına mebni azliyle Dersaadet'e (İstanbul'a)
Mâbeyn-i Hümâyun-i Mülûkâne'ye ( S a r a y ' a ) i'zamı (gönderilmesi) ve terceme-i hal
varakasmm dahî takdimi hakkında şeref-sudûr buyrulan Emr ü Fermân-ı Hazret-i
Hilâfetpenâhî'nin Dâhiliye Nezâreti'ne tebliğ edildiğine ve terceme-i hal varakası'-
nm ( S a r a y ' a ) takdim edildiğine dâir (Dâhiliye Nezâreti'nin) tezkire-i sâmiye-i ma'-
ruzası Manzur-i Âlî buyrularak ( P â d i ş â h Abdülhamid'ce görülerek) mumaileyhin
(söz k o n u s u k a y m a k a m ı n ) T ü r k M i l l e t i n i t a h k i r e d e r
y o l d a bâzı t e f e v v ü h a t ' d a bulunduğu Beypazarı Redif Binbaşısı
Mustafa Efendi tarafından ihbar edilmiş olup h a k i k a t - i h a l bu
m e r k e z d e ise k e n d i s i n i n (Pâdişâh'ın m e n s u p olduğu Türk
Milleti'ni tahkir ettiğinden) d e v l e t m e m u r i y e t i n d e i s t i h
damı c a i z o l a m a y a c a ğ ı derkâr olduğundan b u babda tahkikat-i
lâzime icrasıyla tebeyyün edecek hâle göre ne yapmak lâzım gelir ise ifâ-i imikte-
zâsma 26 Muharrem 1309 (— 20 Ağustos 1892)'da Irâde-i Seniyye-i Cenâb-ı Mülk-
dârî (Pâdişâh'ın e m r i ) buyrulmuştur"
Olay'ın geçtiği 1891 yılını gözönünde titizlikle b u l u n d u r m a k gerekir. Bilindiği
giıbi bu târihte Türklük şu'uru en aydın kişilerde bile teşekkül e t m e m i ş ; Vatan
şâiri Nâmık Kemâl şiirlerinin.- hiç birinde T ü r k kelimesine dahî yer v e r m e m i ş ;
Koca bir Devlet çıkardık bir aşiret'den,
demenin çerçevesinden dışarıya ç ı k a m a m ı ş ; Mehmed Emin (Yurdakul) ıbu târih?
den ancak onbir yıl s o n r a ;
Ben bir Türk'üm, dînîm cinsim uludur;
diyebilmiştir.
Halbuki Abdülhamid, Osmanlı i m p a r a t o r l u ğ u n u teşkil eden on üç türlü azın
lığın da Hakan'ı olmasına rağmen Türk'lük ş u ' u r u n u n tesiriyle T ü r k l ü ğ e h a k a r e t
eden bir idare âmirinin artık kaymakamlık'da kalamayacağını düşünebilmişdir.
ç) Abdülhamid'i m e ş r u t î i d a r e ve d e m o k r a t i k re
j i m ' den yıldıran çeşitli sebeplerin e n önemlilerinden biri d e Millet Mcclisle-
ri'nde temsil edilecek azınlıklar meselesi, İ m p a r a t o r l u k h u d u t l a r ı içinde Türk Un-
268
s u r u ' n u n diğer ekalliyetlere nazaran azınlıkta kalması düşüncesidir. Âlî Paşa gi
bi, Sultan H a m i d de Meclis-i Meb'tısan'ın azınlıklar mücâdelesine s a h n e olacağı
k a n a a t ı n a sahipdi. Bunun içindir ki, 2. Meşrutiyet'in ilânından dokuz yıl (1899)
ö n c e T ü r k Millet ve Milliyetini koruyacak bir Kanun-i Esâsı (Anayasa) hazırlat
t ı r m a k için bütün Avrupa Anayasalarını tercüme ettirmeye başlamıştır.
Başkâtip Tahsin Paşa, Abdülhamid'in kendisine bu hususta söylediği sözü,
H â t ı r a t ' ı n a şöyle geçirmiştir:
— Bîr h ü k ü m d a r için lâzım olan şey memleketinin menfaatı'dır. Eğer bu
menfaat Kanun-i Esâsi'nin ilânında ise o da yapılıyor; fakat iyi tatbik o l u n u r mu,
1
T ü r k ün m e n f a a t i m a h f u z k a l ı r mı? Burasını kestiremi
yorum, demiştir.
Pâdişâh'ın bu millî endişesinde ne k a d a r haklı olduğunu İkinci Meşrutiyet
Târihi b ü t ü n acılığı ile isbat etmiştir.
(61) Bak. : Sultan Abdülhamid-i Sâni'ye Dâir; Abdurrahman Şeref ve Ahmed Refik; İstanbul, 1334 - 1918; 41. sf.
269
Yapılanları kısaca özetlersek :
1 — Yüksek Okul olarak Mülkiye'yi;
2 — H u k u k Fakültesi'ni;
270
Abdülhamid, 32' yıl, 7'ay, 27 gün Saltanat'da kaldıktan sonra yaşının 66 yıl,
7 ay, 7 gün tuttuğu târihte 27 Nisan 1909 Salı günü öğleden sonra saat 13.32'de hal'
edilmiş; 27/28 Nisan Çarşamba gecesi saat 1.00'de Sirkeci İstasyonunda hazırlanan
üç vagon'dan ibaret özel trene bindirilerek mahfuzen Selânik'e g ö t ü r ü l m ü ş ; aynı
gün a k ş a m Ezan okunurken Alatini adında bir Rum'dan satın alınan Aİatinj köş-
kü'ne hapsedilmiştir.
Balkan Harbi'nin bitimine doğru, Selânik'in düşmesine bir kaç gür. kala Hükü
metçe İstanbul'a getirilmesine k a r a r verilip bu işe Mülkiye '544/1310 (1894)1 Mezun
larından Damat Mehmcd Şerit (Çavdaroğlu, Paşa) m e m u r ediJmişdi. Rahmetli Se
mih M ü m t a z bu kısmı şöyle a n l a t m a k l a d ı r (63).
271
— Bir kere Bursa'ya git, dediler; kat'iyyen gitmem dedim; kuvve-i cebriye ile
dahi çıkamayacağımı söyledim. Çekildik, burada oturuyoruz- Uğradığım felâket
bana yetişir; şimdi de hokka gibi oradan oraya gitmekte ne mânâ var? Amma şim
di Düşman bombarduman edecekmiş; ne yapayım? Kaderim ne ise onu görürüm;
Selanik'te bu kadar ehl-i İslâm ve okadar halk var. Onların başına ne gelirse ba
na da gelir. Ben de bir silâh alır, askerle birlikte müdâfaa'da bulunurum; ölürsem
şehid olurum. İstanbul'da tehiike yok mudur? Ben Bulgarları iyi bilirim; hedefle
ri İstanbuldur", demiştir " Yukarı kısımlarda anlattığımız gibi bir Alman Hü
c u m b o t u ile İstanbul'a getirilip Beylerbeyi Saray'ına kapatılmıştır. B u n a göre Sul
tan H a m i d 3 yıl, 6 ay, 3 gün Selânik'de kalmıştır.
272
İCRAATININ KÖTÜYE Yukardanberi anlatageldiğimiz hayat hikayesiyle, Ab-
GİTMESİNDE SÜBJEKTİF dülhamid'in Taht'a çıkar çıkmaz başladığı çok ohım-
S E B E P L E R l u icraatı'nı bir süre sonra olumsuz şekle çevirme
sinin, h ü r düşünceyi, kişi haklarını o r t a d a n kaldırmaya çalışmasının, d e m o k r a t i k
idare sistemi yerine otuz yıl ülkeyi monârşik bir sistemle idare etmesinin s ü b
j e k t i f s e b e b i ' ni açıklamış olduk, .kanaatındayım.
Pek m u h t e r e m Hocam Profesör Zeki Mes'ud Alsan, bu ciheti gayet veciz şekil
de şöyle izah ediyor:
273
değişen bir a n l a m taşıdığına göre b u n u n üzerinde belki ayrı ayrı d ü ş ü n e n l e r bu
lunabilirdi. Devlet nedir? İyi m e m u r kimdir? Bunlar hakkında, Mektebin te'sis olun
duğu târihten sonra m u h i t t e hâsıl olan düşünce değişiklikleri belki Mekteb üzerin
de de te'sir yapabilirdi. Fakat bir defa t o h u m atılmış, meş'ale yakılmıştı. Hava
şartları belki başkaldırmağa çalışan filizi zedeleyebilirdi. Muhalif cereyıanlar yük
selen alevi üfleyip s ö n d ü r m e ğ e teşebbüs edebilirdi. Fakat filiz T ü r k gençliği, alev
de onun İdeali idi. Kırılan filiz yerine başkası s ü r e r d i ; sönen bir ocak yerine baş
kası tutuşurdu-.." (66).
Nitekim böyle oldu. İstibdad devrinde yetişip â m m e hizmetlerinde en önemli
mevkileri şereüle işgal eden Mülkiyeliler, »erek bu karanlık günlerde, gerek Büyük
T ü r k İnkılâbının başarılması sırasında îfâ ettikleri görevler ve diktikleri hizmet
anıtları ite bu iddiamıza en yeterli belgeleri vermişlerdir ki, bu cilıeti Târihimiz
övünerek anacaktır.
(66) Bak. ; Mustafa'nın R o m a n ı ; Zeki Mes'ut A l s a n ; Ahmed Hâlit K i t a b e v i ; 1943; 121. sf.
( 6 7 ) Bak. : Z u h u r , Günlük Gazele; 26 Ağustos 1890 (= 10 M u h a r r e m 1308/14 Ağustos 1306); N u . 162; 1. sf., 4. st.
274
rinl taşıyan l e v h a l a r ile i m t i y a z , o s m a n î , m e c i d î ve şef
k a t nişanları v e tablolar asılmıştı.
N U T U K
275
yen, maârifperver böyle bir şefkatli ve gayretli Pâdişah'a sâhib oldukları için
Osmanlıları (Türkleri) b ü t ü n d ü n y a k ı s k a n m a k t a d ı r .
" T a h t ' a çıkışı Osmanlı Devleti için bir yenilik ve yükselme devri olan Pâdi
şâhımızın himayesindeki Mülkiye Mektebini bitirip bugün T a n n ' n ı n lutfu olarak
diplomalarımızı aldık.
276
Devlet ve Milleti kalkındırmak, refaha k a v u ş t u r m a k , ihsanda bulunmak ve
m e r h a m e t l i olmak hususlarında ün'ü cihanı t u t m u ş olan ve hakkımızda h e r gün
çeşitli şekildeki iyilikleri ve lütuflanyla kalblerimizin en küçük köşelerine k a d a r
kendisine minnet hisleri ile dolu olarak bağlandığımız Cihan'ın gururu, Osmanlı
ların civ;**ımerd Velinimeti Pâdişâhımıza olan m i n n e t ve ş ü k r a n borçlarımızı, onun
u ğ r u n d a fedâkârane hizmet ederek ödemeye çalışacağız. Bu fedâkârlığı göstermek
için çok bekletilmememizi ü m i d ve istirham ederiz.
Bir iki yıldan beri, bizden önceki m e ' z u n l a n n (iş bulamayup boşda gezer) halle
ri, gerçi Okul'da ders çalışırken gayret ve çabalarımıza te'sir e t m e m i ş ve Padişa
hımızın zaman zaman çıkardığı İrâdeler azmimizi ve hevesimizi a r t ı r m ı ş ise de
Okul'dan ayrıldığımızda bunları bulamayacağımız için, keder ve u m u t s u z l u k bizi de
saracaktır. Bununla beraber, Devlet m e m u r l a r ı için sabır ve beklemeyi itiyat
edinmenin şart olduğunu da bilmiyor değiliz.
Öğrenim için çaba gösteren, bizleri taltif etmek için bu m u t l u g ü n ü m ü z ü onur
landıran Sayın Sadrâzam'a, diğer Bakanlara ve Devlet büyüklerine ve saygı de
ğer davetlilerimize teşekkürlerimizi sunarız.
Öğrenim y a p m a k t a oldukları için geride bıraktığımız arkadaşlarımıza veda
eyleyerek başarılarım dileriz. Bu ilim yuvasanda b u l u n d u ğ u m u z sürece öğrenim ve
eğitimimiz h u s u s u n d a olağanüstü gayret ve itinalarını gördüğümüz şefkatli Mü
d ü r ü m ü z ve Sayın Öğretmenlerimize de teşekkürlerimizi bildiririz.
Tanrı Pâdişâhımızın ümriînü uzun kılsın.... Pâdişâhım çok y a ş a !
277
bilimleri öğrendiklerini isbat eden diplomaları ile kısa z a m a n sonra y u k a r d a belirtti
ğim Toplum Meclisi'ne girecekler ve Tanrı'nın yardımı île büyük h i z m e t l e r ede
ceklerdir. Bunların doğuştan istîdadlarını bilim ve ahlâk kuralları ile süsleyen
Öğretmenleri ve yöneticileri bu çok şerefli hizmetle kıvanç duyacakları gibi ken
dileri de aldıkları bilgi n u r u n u n yardımı ve rehberliği ile Memlekete ve Pâdişa
hımıza sadıkaane ve bağlılıkla hizmet ettikleri zaman h a y a t l a r ı m n en b ü y ü k guru
runu duyacaklardır.
Tanrı Pâdişâhımızın ö m r ü n ü uzam, biz b e n d e g â n l a r m m da böyle nice hayırlı
işleri görerek m u t l u kılınmasını nâsib eylesin, âmin....
278
722 Mehmed Tevfik 25.
1003 Vahan Beşir 26.
542 Mehmed Fâîk 27.
949 Agop Mıgırdıç Kalfayan 28.
50 Hüseyin Şükrü 29.
22 Ahmed Müfîd ( S a n e r ) 30.
281 Mustafa Hilmi 31.
948 Mehmed Ali 32.
33 Ahmed Zihnî 33.
267 E b û b e k i r Mehmed Şevket 34.
51 Mehmed Hayri 35.
628 K i r k o r Mısırlıyan 36.
252 İ b r a h i m Sami 37.
687 Ö m e r Âsaf 38.
31 Ağustos 1891 (= 8 Safer 1309) Cumartesi günü 1890 - 1891 Ders yılı başladı
(68). Bu a r a d a yatılı öğreniciler için m u t a t yiyecek, giyeeck maddeleri eksiltmesi
yapıldı. Bu günkü sosyal ve ekonomik ş a r t l a r karşısında ilginç görülen bu ek
s i l t m e hakkındaki i'lânı d a buraya geçirmeyi .uygun b u l d u m (69):
"Mekteb-i Mülkiye-i Şâhâne Talebesi için ittihaz olunan n u m u n e l e r i veçhile
Biti Üçyüz Yedi Senesi Eylül ihtidasından (başlangıcından) Binüçyüz Se
kiz Senesi Ağustos gayesine (sonuna) kadar i'mâl ve mubayaasına lüzum
görülen Elbise ve Kaput ve K u n d u r a ile üçbin beşyüz Kıyye (okka) rugân-ı sâde
(sâde yağ) ve Üçyüz elli Kıyye Kahve ve yetmiş çuval şeker on çuval Sabun ve
İkiyüz zenbil reşid pirincinin Sah ve Cumartesi günleri m ü n â k a ş a l a r ı (Eksiltme
leri) bü'icra, rugan-ı sâde, kahve ve Şeker ve sabun, pirincin şehr-i mezkûrun
(Eylül ayının) On Birinci Çarşamba ve Elbise ve Kaput, K u n d u r a n ı n On dördüncü
Cumartesi günleri karar-ı kafileri verilerek ertesi günleri dahî nizâmı veçhile yüz
de beş tenzilat kabul olunacağından î'nual ve i'tâsına tâlib olanların te'minat ak-
calarile beraber Mekteb-i Mezkûr idaresine m ü r a c a a t eylemeleri "
(69) Bak. : Takvim-i V e k a a y i ; 10 Safer 1309/2 Eylül 1307, Pazartesi, N u . 77, 4. sf., 3. st.
279
elhan = güzel sesli hafızlar" tarafından Mevlûd ve Kûr'ân-ı Kerim o k u n u r ; şerbetler
dağıtılırdı. 1891 yılı Mevlûd'i de bu esaslarda 30/31 Ekim 1891 (= 25 Rebi ül-Ev-
vel 1309) Perşembe Akşamı o k u t t u i ' u l m u ş t u r (70).
(70) Bak. : Takvim-i Vekaayi; 27 Rebi ül-Evvel 1309/19 Teşrm-Sâni ]307; Pazartesi; Nu. 117; 1. sf., 4. st.
280
MÜLKİYEMİ MAİYYET Maiyyet memurlukları kademesi kurulalıdan ben,
MEMURLARI'NIN Mülkiye Mezunlarından kaymakam olacaklar için,
KAYMAKAMLIKLARA
önce valilik veya mutasarrıflıklar emrinde bir
TA'YİN EDİLMELERİ
yıl staj yapıp iyi sicil aldıktan sonra açılacak kaymakamlıklara a t a n m a k üzere
İstanbul'a dönüp beklemeleri usulü uygulanıyordu. Bu hal, h e m zaman,
p a r a kaybına yol açıyor; hem de kaymakam adaylarının morallerini bozuyordu.
Bu uygunsuz d u r u m u önlemek için Bâb-ı Âlî'ce kesin bir k a r a r alındı (71):
T E B L İ G A T
281
hilinde açılacak kaymakamlıklara vilâyât emrindeki maiyyet memurlarının terci-
han inhası Dâhiliye Nezâretince icap eden vilâyet valilerine tebliğ olunmuştur."
282
1890'da Mülkiye'ye çok fazla öğrenicı alınd.ğından
İKİNCİ SINIFIN ŞUBELERE 1891 ders yılında İkinci Sınıf 80 kişi o l m u ş ; Öğretim
AYRILMASI bakımından sakıncalı görülen bu d u r u m u n düzeltil
mesi için, Okul Müdürlüğünün teklifi Maârif Nezâreti'nce de uygun görülmüş
ve İkinci Sınıfın iki şube'ye aynLması h u s u s u n u Hiikûmet'e bildiren Tezkire'si,
incelenip karar'a bağlanması için Bâb-ı Âlî'ye Şûrây-ı Devlet'e hâvâle edilmiş;
incelenme sonucunda :
283
" BÂB-I ÂLİ
Dâire-i Sadâret
Âmedî-i Divân-ı H ü m â y û n
Aded : 320
Devletlû Efendim Hazretleri;
Bâ-irâde-i Seniyye-i Cenâb-ı Pâdişâhı. Mekteb-i Mülkiyye-i Şahanenin müddet-i
tahsiliyyesi ile derslerinin Nizamnâme-i cedid (yeni Tüzük) mucibince tıahdid ve
tezyid olunmasından nâşi nıüceddeden tâ'yini icâb eden muallimin m a a ş a t ı ol
m a k üzere tahsisi lâzım gelen şehri yedi bin yüz kuruştan Mektebin maaşat-ı rnev-
kufesinde mevcud olan bin yedi yüz k u r u ş u n bittenzil, bakî beş bin d ö r t yüz ku
r u ş u n sene-i hâliye Maârif Bütçesi'nde m u r a k k a m t a ş r a mekâtib-i i'dâdiyesi mevku-
fatından nakliyle tahsisatına zammı ve Üç Yüz Sekiz Senesi EylüFü ihtidasından
i'tibaren sarfı h u s u s u n u n Maârif Nezâret-i Celîlesine havalesi tezekkür kılındığına
dâir Şûrây-ı Devlet Dâhiliyye Dâiresinin mazbatası leffen arz ve t a k d i m kılınmış
olmağla ol b â b d a her ne veçhiyle İrâde-i Seniyye-i Cenâb-ı Hilâfetpenâhî şeref-
müteallik buyrulur ise mentukri münifi infaz olunacağı beyaniyle tezkere-i senaverî
terkim kılındı Efendim.
22 Rebİ ül-Evvel (1) 310; 1 Teşrin-i Evvel ( ] ) 308 (= 13 Ekim 1892)
285
Bu k a r a r üzerine a r k a d a ş l a r evvelâ arzuhal ve telgraflarla Saray'a b a ş vurdu
lar. H a t t â , a r k a d a ş l a r d a n biri C u m a Seiâmhğı'nda Abdülhamid'in a r a b a s ı n a arzu
hal a t m a k cür'etüıde bulundu. Arkadaşımızın bu cür'etinin neticesi o l a r a k parça
lanan cübbesini tazmin de etmiştik.
Bunların hiç biri semere vermedi. En nihayet, t o p l a n m a g ü n ü Mektebe git
medik. O vakit Millet Bahçesi adı verilen ve S u l t a n a h m e d ' d e Taş M e k t e p karşısın
da bulunan Bahçede toplandık. Mektep M ü d ü r ve Mubassırlarının da'vetine icabet
etmedik. Derken etrafımızı polisler çevirdiler ve bir kaç arkadaşı alıp, şimdi mek-
teb olan Zabtiye Nezâreti Dâiresine götürdüler. İki yerde soru sualden sonra Zab-
tiye N â z ı n M e r h u m Nâzım Paşanın huzuruna çıkardılar. Paşa'ya maksadımızın "İs*
tida-i Atıfet olduğunu söyledik. H a p i s ile tehdidi üzerine Mektebe girmeğe razı
olduk. Bu suretle m ü s a b a k a ile Mektebe giren ilk sınıf bizim sınıftır.../' (74).
Muhterem ve Rahmetli Prof. H a s a n Tahsin Aynî de şu hâtırasını anlatmakta
dır :
" Mülkiyenin Birinci Sınıfındı (1894) Usul-i Mâliye H o c a m ı z d a n m e m n u n
değüdik. Bir kaç d e f a şikâyet ettik, dinlemediler. Hüseyin Câhid (Yalçm) derste,
Hoca'yi sualleriyle sıkıştırmağa başladı. Bu esnada hususî i m t i h a n z a m a n ı geldi;
Hoca suallerini yazdırdı; talebenin hepsi boş kağıt verdiler. B u n u n üzerine Hoca'
yı değiştirmeye m e c b u r o l d u l a r ; lama bu Sınıf talebesinde bu ittihad ve ittifak fik
rini galiba mim'lediler ki, o seneye k a d a r Mektepten Birinci ve İ k i n c i çıkanları
Mâbeyn-i Hümâyun-i Cenâb-ı Mülükâne Kâtipliği'ne alırlarken, bizim sınıf mezun
larını ve bizim zamanımızda Mektepte bulunanları almadılar "(75).
Bu ve benzeri olaylara M ü d ü r Muavini Recâi Efendi'nin Müdürlüğe geçmek
için sarfettiği çeşitli ve gizli gayretleri de eklenince altı ay önce. Maârif Nezâre-
ti'nden h e r hangi bir teklif yapılmadan "Tezkire-i H u s u s î " ile Pâdişah'ca terfi'i et
tirilen A b d u r r a h m a n Şeref Efendi Galatasaray Sultanî'si Müdürlüğüne nakledildi.
Yerine Hacı Recâî Efendi " İ r â d e - i M a h s u s a - i S e n i y y e '
ile getirildi.
A b d u r r a h m a n Şeref Efendi'nin M ü d ü r l ü k t e n ayrılış târihinin- 13 Ş u b a t 1895
(= 18 Şaban 1312) olduğu Siyasal Bilgiler Fakültesi Arşivi'nde m e v c u t eski
" M a â ş â t Defteri"nde kayıtlıdır. Araştırmalara r a ğ m e n "tâyin ve nakil e m r i " n e âit
Devlet Arşivi'nde bir belge bulunamadı. Ancak, Recâî Efendi M ü d ü r olunca, açı
lan M ü d ü r Muavinliğine Ali Nazimâ Bey'in tâ'yin edilmesine d â i r aşağıdaki Belge
b u l u n m u ş t u r ki, bu da A b d u r r a h m a n Şeref Efendinin nakil târihini ısbatlamak-
tadır :
" BÂB-I ÂLÎ
Dâire-i Sadâret
Âmedî-i Divân-ı H ü m â y û n
(74) Bak. : Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; Ali Çankaya; Ankara 1954; 1. C, 376. sf.
(75) Bak. :Aynı eser, 377. sf.
286
vukû-i me'muriyetinden dolayı açılan Mekteb-i mezkûr Muavinliğine evsâf-ı matiu-
be'yi hâiz obuası cihetiyle Aşiret Mektebi Müdirî Saadetlû Ali N a z î m â Beyin
elyevm maaş-ı muhassasası olan iki bin beş yüz kuruşla nakl ve ta'yiıri ve maaş-ı
mezkûrdun Mekteb-i Sultanî Müdir-i Sabıkından kalan üç bin kuruş m a a ş d a n if
raz ve tahsisi h u s u s u n a dâir Maârif Nezâret-i Celîlesinin tezkiresi leffen arz ve
t a k d i m kılınmış olmağla ol bâbda h e r ne veçhile e m r ü İrâde-i Seniyye-i Hazret-i
Hilâfetpenâhî şeref müteallik b u y r u l u r ise mantûk-ı âlîsi infaz olunacağı beyâniyle
lezkire-i senâveri terkim kılındı efendim.
22 Şa'ban (1) 312; 5 Şubat (1) 310 (— 18 Şubat 1895)
Resîde-i dest-i ta'zim olup melfufiyle Manzur-ı Âli buyrulan işbu tezkire-i sâ-
miye-i Sadâretpenâhîlerî üzerine mucebince İrâde-i Seniyye-i Cenâb-ı Hilâfetpenâ
hî şeref müteallik buyrulmuş olmağla ol bâbda e m r ü ferman Hazret-i VeliyyüB-
emr'indir. 24 Şa'ban (1)312, 7 Şubat (1)310
BÜTÇE'YE YENİ AKTARMA Sınıf, Ders, Öğretmen sayısının artışı sonucu Bütçe'-
YAPILMASI y e yeni aktarmaların yapıldığını y u k a r d a belirtmiş
tik. Sözü geçen Aktarma yeterli olmadığından
1895 - 1896 Ders Yılı başında ikinci bir a k t a r m a yapılması gerekti. Maârif Nezâre
tinin hazırladığı teklif Şûrây-ı Devletçe uygun görülüp Sadrâzam tarafından
Onay'ı alınmak üzere Pâdişâh'a s u n u l d u :
Mekteb-i Mülkiyye'ce müddet-i tahsiliyenin yedi seneye iblâğı ile yedinci sene
de teşkili lâzım gelen sınıfta p r o g r a m ı mucibince m a l û m ü l e s â m i sekiz nevi u l û m ü
fünûn ve elsinenin (di İlerin) tedrisatına devam olunması bilistizân şeref sâdır olan
Irâde-i Seniyye-i Hazret-i Hilâfetpenâhî iktizâ-i âlisinden bulunmjasma mebnî işbu
Sene-i Tedrisiyeden yâni Eylülden i'tibâren sınıf-ı m a z b u r u n teşkili ile m e z k û r ders
lerin tedrisatına ibtidâr o l u n m a k üzere ilâve olunan saât-i dersiyelerine göre
muallimlerine cem'an bin sekiz yüz ve bir de Mekteb-i Sultânî'de Usul-i Tercüme
dersi tedris edildiği halde bu ders'in Mekteb-i Mülkiyye-i Ş â h â n e P r o g r a m ı n a dâ
hil olmadığı cihetle ders-i m e z b u r u n Mekteb-i Mülkiye-i Şahanece dahi te'sis ü
287
tedrisi Iâzimeden bulunduğundan Dördüncü ve Üçüncü İ'dâdî Sınıflarında Fransızca
dersine tahsis kılınmış olan vakitlerde haftada iki saat tedris olunmak üzre mez
kûr Usul-i Tercüme Muallimliği için dahî ayrıca şehrî dört yüz kuruş tahsisi ve
işbu iki kalem cem'an iki bin iki yüz kuruş maaşı Mekteb-i mezkûr muhassasatı-
nın Maaşal Kısmında mevkuf akça olmadığından Mesârif (gider) Kısmından bit ta
sarruf Maaşât Kısmına naklen ve muallimlerin tedrise mübaşeretleri târihinden
i'tibâren tesviyesi hususunun Maârif Nezâret-i Celîlesine havalesi hakkında Şûrây-ı
Devlet Dâhiliyye Dâiresinin mazbatası arz ü takdim kılınmış olmağla olbabda her
ne veçhiyle emr ü fermân-ı Hümâyûn-i Cenâb-ı Hilâfetpenâhî müteallik ve şerefsu-
dûr buyrulur ise hükm-i münîfi infaz edileceği beyâniyle tezkere-i senâveri terkim
olundu efendim. 20 Rebi üI-Âhir 313 ve 28 Eylül 311 (= 11 E k i m 1895)
Sadrâzam
Kâmil ( P a ş a )
Reside-i dest-i tâ'zim olup melfufiyle Manzûr-i Âlî buyrulan işbu tezkere-i Sâ-
miye-i Sâdaretpenâhîleri üzerine mucibince İrâde-i Seniyye-i Cenâb-ı Hilâfetpenâ
hî şeref müteallik buyrulmuş olmağla olbabda emr ü ferman Hazret-i Veliyy'ül-
emr'indir. 29 Rebi ül-Ahir 313 ve 7 Teşrini Evvel 311
288
Bunlar, Harbiye'de açılan özel bir şûbe'de üç yıl öğrenim yaptıktan sonra
z a b i t (Subay) olarak Ordu'ya katıldılar. Deneme'nin iyi sonuç verdiği görü
lünce yine Abdülhamid'in isteği ile sözü geçenler için M e k t e b - i Aşâir
(^Aşiretler Okulu) adıyla yeni bir okul açılması kararı verildi.
Padişah, b u Okul'un açılma g e r e k ç e ' sini fahrî yaverlerinden İkinci
K a r i n ( = Müşavir) Ferik (org.) Osman Nuri Paşa'ya hazırlattı.
22 Haziran 1892 ( = 26 Zilkaade 1309/9 Haziran 1308) günlü " T a s a n " n ı n gerek-
çe'sinde :
"Memâlik-i Mahrûsa-i Şahanelerinde mütemekkin Asâir-i urûban (Araplar) me
yanelerinde câ becâ (Arap aşiretleri'nin a r a l a r ı n d a yer, yer) vuku'u eksik olmıyan
ilkaat ( k ö t ü k ı ş k ı r t m a l a r ) Aşâir-i mezkûreyi, Hükûmet-i Metbua-i meşrûalanndan
tebrid (soğutma) ve teb'id (uzaklaştırma) maksad-ı ızrarcûyânesine mübte-
nî olup Arabistan'ca ba'zı taraflarda maatteessüf görülen ahval ve temâyü-
lât-ı cahilane, bu maksadın âsâr-ı muzırra-i fi'liyqsinden olduğu ve ilkaat-ı mez-
burenin te'sirâtını îka'a bâis olan başlıca esbap, aşâir-i merkumede kemâl-i şid
detle icrây-ı ahkâm etmekte bulunan belây-ı cehaletten ileri geldiği nezd-i kera
met vefd-i Şehinşâhilerinde reside-i cây-ı tahakkuk olmakla ahvâl-i müessife-i mez-
burenin izâle ve ıslâhı emrinde Cânib-i Seniyy'ül-cevânib-i Hazret-i Hilâfetpenâhi-
lerinden herbar masruf ve sayan buyrulagelen tedâbir-i meşkûre-i Velin i'met-i Azâ
milerine bir zemime-i bâhir'ül-meymene olmak ve ol taraflıar ahâlisinin dahî ni'-
met-i ilm ü marifetten hisseyâb-ı saadet olarak millîyet-i İslâmiye nokta-i nazann-
ca necat ve selâmet, helak ve vehamet yollarını fark ve temyiz edebilmelerinin
esas ve esbâb'ı vaz' ve tehiyye buyrulmak maksad-ı hayr-mersad-i âlîsiyle aşâir
ahalisinin evlâdının tâlim ve terbiyelerine mahsus mektep ihdas ve kurulmalı
dır " teklifi yapılıyordu.
Teklife göre, İ m p a r a t o r l u ğ u n a ş i r e t şeklinde yaşayan v e cehaletleri
sebebi ile her çeşit kötü tclkin'lere kolayca kapılan Arap Aşiretleri'nin bulundu
ğu vilâyetler olan Hicaz, Yemen ve Trablusgarp'daki aşiret reislerinin, ileri gelen
lerinin, şeyhleri'rân erkek çocukları, açılacak Mekteb-i Aşâir'de bir çeşit sosyal
Istıfa'ya tabî t u t u l u p eğitilecekler; Devlet'e, Pâdişah'a sadâkatla hizmet edecekleri
kesîıiükle anlaşılınca memleketlerindeki okullara öğretmen veya müdür veya Or
du birliklerine subay veya bucak ve ilce'lere Bucak Müdürü ve K a y m a k a m olarak
gönderilecekler; böylelikle oradaki halk'ın İmparatorluğa bağlılıklarını sağlamış
olacaklardı.
Öğretim süresi beş yıl olan bu Okul, pek tabiî olarak p r e v a n t i [ ol
ma niteliğinden öteye geçememekteydi. Ayrı Hars'ın, sosyal kültürün içinde bulu
nan- bir kimseyi ne kadar eğitirseniz eğitiniz o r t a m hazır oldukça aslı'na rucû
edeceği, döneceği tabiîdir. Genel bilgisi artınca, kendi benliğine ve yetiştiği
H a r s ' ına şu'ur'la, bilgi ile daha kuvvetli olarak dönecek v e kendisinden bek-
289
lenilen sonucun alınmasına asla i m k â n hâsıl olmayacaktır. Bu gibi sosyal hastalık
ları önleme çârelerini, bir takım sun'î tedbirlerde değil, müstemlekecilik siyâsetin
den vazgeçip, Hars, Dil, Târih ve mefkure ile duygu birliğine dayanılarak teşkil
edilecek m i l l e t vakıasını kuvvetlendirme, bu topkıiuk'da m i l l î
b i r l i ğ i ebediyyen zinde tutacak, geliştirecek tedbirlerin alınması gerekirdi.
Büyük Atatürk'ümüz bu ülkü'yü gerçekleştirmeye çalışmış; milyonlarca şehid'in
kanı pahasına elde edilen Millî Devlet ve yekvücud Millet bu gaye sayesinde kur
tulmuştur. Nitekim çok zeki ve ileri görüşlü olan Abdülhamid de bu tedbir ve ic
r a a t ı n sun'i ve sathiliğini kısa z a m a n d a a n l a m ı ş : 3 Ağustos 1892'de beş sınıflı ola
r a k açılan Mekteb-i Aşâir, on üç yıl öğretim'de b u l u n d u k t a n sonra, Ş u b a t 1905'de,
öğrenicilerinin verilen yemekleri beğenmedikleri için Okul İdâresi'ne karşı boykot
y a p m a l a r ı gibi basit bir sebepfle, kapatılmıştır.
Sözü geçen Okul'u bitirip idare âmiri olmak isteyenler için de, Mülkiye Mek
tebi Müdürlüğünün yönetiminde S I N I F - 1 M A H S U S adı verilen ye
ni bir okul açıldı.
Aşiret Mektebi'nin beş yıllık öğretimi sonunda verebildiği bilgi ancak orta
okul ( — rüşdiye) derecesinde olduğu için, b u r a d a n çıkıp da k a y m a k a m olmak
isteyenlerin Mülkiye gibi yüksek öğretim yapan bir o k u l u n derslerini izleyeme
yecekleri tabiî idi. Bunlar için 1896 (1312 R.) Mülkiye binası içinde, öğretim sü
resi iki yıl o l a n ş u b e öğretime başladı.
Bu özel sınıf da o k u t u l a n Dersler:
Ulûm-i Diniyye ( = Ilm-i Kelâm, Tefsir, H a d î s ) , Kavâid-d Osmaniye ( = Türk
çe G r a m e r ) ve Kitabet (Türkçe Kompozisyon), Mecelle, Arabî, Fârisî, îlm-i Ah
lâk, Kavaran (çeşitli İ d a r î K a n u n l a r ) , Usûl-i İdâre-i Mülkiyye (= Basit İ d a r e
H u k u k u ) , Hüsn-i H a t ' d a n iıbâret idi.
1896-1897 (1313 R.) de öğretime başlayan söz konusu şube 1897, 1899, 1901 ve
1903'de olmak üzere dört defa mezun verdi. 1905'de yukarda sözü geçen Mekteb-i
Aşâir'le birlikte kapatıldı.
BULGARLARIN
KABULEDİLMESİ dan Bâb-I Alî'ye -önderilen Tezkire'de:
290
" BÂB-I ÂLİ
Dâire-i Hâriciye
Meklûbî Kalemi
Aded
3297
Hâriciye Nâzın
Bende
Tevfik (Paşa)
291
daha 1879'dan beri hazırlıklarını y a p m a k t a , elemanlarını b u n a göre yetiştirmekte
dir. Niteldim, 1908'de ikinci Meşrutiyet'in karışıklıkları içinde sudan bir sebeple, ön
ce bağımsızlığını ilân e t m i ş , dört yıl sonra'da, yine Rusya'ya güvenerek Yunan
lılar, Sırplar ve h a t t â Arnavutlarla birleşerek 1912'de Balkan Savaşı'nı a ç m ı ş ;
Edirne'mizi işgal ederek İstanbul! kapılarına d a y a n m ı ş t ı r .
Atûfetiû Efendim H a z r e t l e r i ;
Sadrazam
Said ( P a ş a )
292 l
g ü n s o n r a cevap vermesi ilgi çekicidir. Bunun sebebini, Abdülhamid'in teyakku
zunda, bilhassa diplomatik meselelerde çok titiz davranışında a r a m a k gerekir.
293
İntihâb-ı M e ' m a r i n Nizamnâmesi'nin Yirminci Maddesine göre müddet-i hizmetleri
o n ' a r seneye v a r m a y a n bu misullû intihabsız k a y m a k a m l a r m u m û m e n r e d d i lâzım
gelerek halbuki bunların içinde ifâ-i hüs-i hizmet e t m i ş b u l u n a n l a r a bu vech ile
m u a m e l e icrası da muvâfık-ı ma'delet görülememesine m e b n i ba'd'e'zin b e r mu-
cib-i nizam Mekteb-i Mülkiyye-i Şahaneden neş'et etmeyenlerin yeniden K a y m a k a m
Sınıfı'na kabul o l u n m a m a s ı esâsı mahfuz t u t u l m a k şartıyla intihabnâmesiz kay
m a k a m l a r d a n on sene ve daha ziyâde ifâ-i hüsn-i hizmet edenlere bilâ i m t i h a n selâ-
hiyet-i istihdam şehâdetnâmesi verileceği gibi on seneden az m ü d d e t hizmet eden
ler dahî m u d â m k i vaktiyle k a y m a k a m l ı k sınıfına kabul o l u n m u ş t u r , bunlardan
elyevm açıkta ve k a y m a k a m l ı k t a b u l u n a n l a r kaç kişi ise yalnız anların Komisyon
ca terceme-i halleri tedkîk olunup bu d e f a y a m a h s u s a n salâhiyyet-i i s t i h d a m şe
hâdetnâmesi verilerek işbu şahadetnameyi ibraz edenlerin k a y m a k a m l ı k t a istih
d a m l a r ı ve şahadetnamesini istihsal edemeyenlerden açıkta b u l u n a n l a r l a elyevm
m ü s t a h d e m olıanlardan infisal edenlerin mevki-i intihaba k o n u l m a m a s ı ve mumai
leyh Süleyman Efendi hakkında dahi bu yolda m u a m e l e olunması lâzım gelece
ğine dâir Me'mûrin-i Mülkiye Komisyonundan tanzim kılınan m a z b a t a n m irsâliyle
bu babdaki m ü t a l â a n ı n arz ü inbâsı 2 Nisan 314 tarihli Tezkire-i Sâmiye'de emr-ü
iş'ar b u y r u l m u ş olup, vakıa Nizamnâme-i m e z k û r u n Yirminci Maddesinde açılan b i r
kaymakamlığa ta'yini mahallerince inha olunan zevat intihâbnâmeyi hâiz olanlar
dan olmadığı halde asâlet-i me'muriyeti tasdik olunmayacağı ve b u n d a n böyle
Mekteb-i Mülkiyeden neş'et etmeyenlere i n t i h â b n â m e i'tâsı memnu bulunduğu
münderic olarak işbu Madde Bâb-ı Âlî'ce icra kılınacak m u a m e l â t a medâr-i tatbik
olabilir ise de gerek re'sen ve gerek arz ü istizan üzerine şerefsâdır olıan İrâde-i
Seniyye-i Hazret-i Pâdişâhı ile vaktiyle kaymakamlığa ta'yin kılınmış olan zevat
k a y m a k a m silkine (mesleğine) idhal b u y r u l m u ş olacağına göre b u n l a r ı n o silkten
ihracı yine İrâde-i Seniyye-i Cenâb-ı Pâdişâhı istihsâline mütevakkıf olup maamıa*
fih intihâbnâmeyi hâiz olmayıp da kaymıakamlığa ta'yin edilmiş o l a n l a n n mâni'-i
istihdam ahvâl-i seyyiesi görüldüğü hıalde h a k l a r ı n d a muâmele-i kanuniye îfâ kı-
luıacağından kaymakamlıktan m a h r u m i y e t bilâ sebep red tarikiyle olmayıb k a n u n
dâiresinde bir muâmele-i odâletkârî ile zuhura gelmiş olacağı ve binâenaleyh re'sen
veyahud bilistizân İrâde-i Seniyye-i Hazret-i Pâdişâhı şerefsudûriyle k a y m a k a m l ı k
hizmetine alınmış ve yıllarca o iş'de sarf-ı gayret eylemiş bir takım m e ' m u r l a r ı n
vaktiyle m ü s t a h d e m i n zümresine iltihak edemiyerek i n t i h â b n â m e a l a m a m a s ı n d a n
dolayı şimdi bir kabahati görüLmcksizin intihâb ve i s t i h d a m d a n d ü r (uzak) ve
me'yus ü m a ğ d u r kalmaları muvafık-ı ma'delet olamıyacağı gibi I s l â h a t Lâyihası
nın (Abdülhamid'in emriyle 1896'da hazırlanan İdâri Reform R a p o r u ' n u n ) Üçüncü
Maddesinde de, k a y m a k a m l a r Mekteb-i Mülkiye-i Ş â h â n e Mezunları m e y â n ı n d a n
ve k a y m a k a m l ı k d a m ü c e r r e b ve ehil o l a n l a r d a n intihab ve ta'yin kılınacağı, mu-
s a r r a h olmasma ve vilâyât-ı baîde'de (İstanbul'a uzak iller'de) açık olan bâzı kay
m a k a m l ı k l a r a Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne me'zunlarından ve müntehâbîııden rağbet
eden olmadığı cihetle böyle kaymakamlıklara sabih'ül-hidme (iyi hizmet eden) olup
ehliyet ve i k d i d â n m ü c e r r e b b u l u n a n l a r madde-i mezkûre h ü k m ü n e tevfikan inti-
294
h a b o l u n m a k t a ise de komisyonca b u n l a r tasdik edilmeyerek mezkûr kazalar müd-
det-i medîde vekâletle nâehiller yedinde kalarak intizâm-ı idare s e k t e d a r olmakta
b u l u n d u ğ u beyâniyle icrâ-i icâb-ı menut-ı re'y-i âlî idüği gösterilmiş ve gayr-ı mün-
t e h a b olup elyevm m ü s t a h d e m bulunanlarla gayr-ı m ü n t e h a b olduğu halde bilin-
fisal t e k r a r bir kaymakamlığa ta'yinini îstid'â edenlerin esâmisini mübeyyin tan
zim edilen iki kıt'a defter irsal kılınmıştır, denmektedir.
295
İşbu mazbata Mülkiye Dâiresinde kıraat olundu :
Filvaki' İntihab-ı Me'murîn Nizâmnâmesinin Yirminci Maddesinde İntihabnâ.
meyi hâiz olmadığı halde kaymakamlığa ta'yini inha olunanların asâleü-i me'muri-
yeti tasdik ve bundan böyle Mekteb-i Mülkiye-i Şahaneden neş'et etmeyenlere in-
tihabnâme i'tâ olunmıyacağı münderiç olmağla kaymakamlık Mekteb-i (Mülkiyye)
mezbûr mez'unlarına ve arkası alınıncaya kadar elveym müstahdem bulunan in-
tîhabnâmeli kaymakamlara hasr edilmiş ise de gerek re'sen ve gerek arz ü istizan
üzerine şerefsâdır o'.an İrâde-i Seniyye-i Hazret-i Hilâfetpenâhi Oe intihabnâmesi
olmadığı halde kaymakamlığa tâ'yin olunup ibraz-ı asâr-i reviyet etmiş olan kay
makamların Mektebden me'zıın olmamaları veya intihabnâmeyi hâiz bulunmamaları
sebebiyle istihdamlarına cevaz gösterilmemesi mugâyir-i mâ'delet olacağına göre
on seneden dûn olsan bulunduğu kaymakamlık me'muriyetlerinden isbat-ı liyâkat
ü kifayet ve ifâ-i hüsn-i hizmet etmiş olup da elyevm munfasıl bulunanlardan ve
ya müstahdem olup ba'd'e'zîn infisal ideceklerden terceme-i hallerine nazaran şe-
râit-i istihdamiyyeyi cami 1 evsâfı hâiz olanların bilâ imtihan Lntihab ve istihdam
ları lâzım geleceğinin ve Merzifon Kaymakam-ı Sabıkı Süleyman Efendi hakkmda
da surei-i meşruhaya göre muamele edilmesinin ve bundan sonra Mekteb-i Mülki-
ye'den ne'şet itmeyen ve şahadetnamesi olmayanlarm yeniden Kaymakamlıkta is
tihdam olunmamasının Nezâret-i müşârünileyhâya tebliğ ve havalesi ve Komisyo
nca beyân-i malûmat olunması tezekkür ve merbut defterler leffen takdim kılındı.
Olbabda emr ü ferman Hazret-i Menlehülemr'indir.
Şûrây-ı Devlet
(Mühür)
1892fde yürürlüğe giren yeni Tüzüğe göre ilk yedi yıllık mezununu 1896
(1312 R.) veren Mülkiye, 1898 Ağustos'unda genel sınavlarını bitirmiş ve yapılan
onyedinci diploma töreni ile o yılın kırk beş kişiden ibaret mezunlarına diplomaları
ve diğer sınıflara da armağanları dağıtılmıştır.
Bir fikir edinilmek üzere Yeni Tüzük'e göre hazırlanan Yüksek ve t'dâdİ Kısım
larına âid diplomalar ile (76) m ü k â f a t b e r â t l a r ı n d a n (77) birinin örneklerini ve
riyorum :
(76) Diploma örnekleri Sur'rye Eski Cumhur Başkanlarından Rahmelli Mehmed Atâullah al-Eyyubî'ye aittir.
(77) "Zikr-İ Cemil" varakası da 1899 (1315 R.) mezunlarından Rahmetli Şevket Er'e aittir.
296
OKUL İÇİNDE YENİ BİR batılı öğrenici mevcudunun a r t m a s ı sonucu eski ye-
Y E M E K H Â N E m e k h â n e ihtiyacı karşılamadığından bir yenisinin
YAPTIRILMASI yaptırılması zarureti doğmuştur. Maârif Nezâreti'nin
yaptığı teklif, Şûrây.ı Devlet Mâliye Dâiresinde g ö r ü ş ü l m ü ş :
karar'ı verilmiştir.
Bu k a r a r Padişah'ca da uygun görülerek 15 Kasım 1898 günlü i r â d e ile onay
lanmış ve Mülkiye aynı yıl m o d e r n ve yeni b i r yemekhâne'ye k a v u ş m u ş t u r .
298
Mealinde, mekâtib'de ( o k u l l a r d a ) m ü t e m a d i y e n meşağıl-i zihniyye (zihnî meş-
guliyetiler) ile uğraşan talebenin evkaat-ı münâsibede (uygun vakitlerde) jimnastik
ile iştigalleri sıhhat-ı bedeniyyece fevâid-i azîmeyi müstelzim olacağı bedihî olma
s ı n a ve şimdiye değin Mekteb-i Sultanîde olunan jimnastik ta'liminin mucib-i ray-
hassenat-ı adîde olduğu m ü s b e t bulunmasına binâen mekâtib-i leylî'yeden münâ
s i p olanlarıma dahî t a m i m i lâzimeden ise de şimdilik Mekteb-i Mülkiye-i Şâhâne
p r o g r a m ı n a idhali tensib edilerek b u r a d a bir jimnastikhanenin te'sîsi mecidî on
dokuz k u r u ş hesabiyle a l t m ı ş bin beş yüz yetmiş sekiz k u r u ş seksen sekiz santim
sarfı ile hususle geleceği icıiâ edilen keşfi üzerine Şehir E m â n e t i ile cereyan eden
m u h a b e r e d e n anlaşılmış ve biddefeât Evrâk-ı Havadis'le (Evrak-ı Havadis Gaze
tesi) i'lân edildiği halde b u n u n ihâle-i inşâsına tâlib z u h u r etmediği cihetle emane
ten inşâsı m ü r e c c a h görülmüş olduğundan bahisle meblâğ-ı m e z k û r u n Sene-i Hâliy-
ye inşâat tertibinden tesviyesi istizan o l u n m u ş ve gösterilen lüzuma n a z a r a n ter-
vic-i iş'ar m ü n â s i b görülmüş olmağla bermucib-i istizan icrâ-i icâbı h u s u s u n d a Ne-
zâret-i müşârünileyhâ'ya havalesi tezekkür ve keşif defteriyle haritası leffen tak
d i m kılındı. Olbabda enir ü ferman Hazret-i Menleh'ül-emr'indir.
Böylelikle, Türkiye'de sivil yüksek okul olarak ilk defa Mülkiye'de Beden Eği*
timi, spor dersi uygulanmaya başladı ve İ s t a n b u l ' d a Galatasaray Sultanisi'nden
sonra ikinci kapalı spor salonu da Mülkiye'de yapılmış oldu. tLk Jimnastik (Be-
d e n Eğitimi) öğretmeni de, sonradan Seyh'ül-idmânin (Sporcuların Şeyhi) unva
n ı n ı alan Rahmetli Faik Üstünidman'dır.
299
MÜLKİYE'ye UZAK Mülkiye'nin ün'ü yalnız İ m p a r a t o r l u k s ı n ı r l a n îçînde
DOGU'dan OGRENİCI değil, bu sınırların dışında Müslüman'ların çoğun-
KABULÜ lııkla bulunduğu Rusya, Türkistan, Cava, H i n d i s t a n
gibi Dikellerde de duyulmuştu. Bu sebepledir ki, 1895 yılında Mülkiye I'dâdîsi'ne,
Cava'nın Müslüman ileri gelenlerinin çocuklarından olan Osman ve Mehmed Abdul
lah âl-Attâsî a d l a r ı n d a iki C a v a l ı , aynı z a m a n d a b ü t ü n dünya Müslümanla-
rı'nın- Halîfesi olan Pâdişâh'in özel izin ve îrâdesi'yle kabul edilmişlerdi. Sözü ge
çenler bu Kısım'da dört yıl o k u d u k t a n sonra başarı ile mezun oldular. Bu kez,
esas Mülkiye Kısmı olan Yüksek Kısım'da da o k u m a k a r z u s u n d a b u l u n d u l a r . Hal
buki Okul'un Ana Tüzüğü'nün 9. m a d d e s i n e göre "Sunuf-ı Âlî'ye d u h u l edecek
Talebe'nin Teb'a-i Devlet-i Aliyye'den" olması gerekiyordu. Söz konusu Cavalı'ların
Maârif Nezâretine başvurmaları sonucunda Nezâret, d u r u m u Bâb-ı Alî'ye bildirdi:
300
kılınmış ve mütâlâa-i m â ' r u z a muvıafık-ı hal ü maslahat b u l u n m u ş olmağla iktiza
sının e m r ü inbâsına müsâade-i Celile-i Cenâb-ı Vekâletpenâhileri şayan b u y r u l m a k
babında e m r ü ferman Haz-ret-i Veliyy'ül-emr'indir.
Bâb-ı Âlî, Doğruca bir k a r a r veremeyeceği için kesin sonucun alınması mak
sadıyla Tezkire'yi Mâbcyn'e sundu. Teklif Pâdişah'ca da uygun görülüp 22 Haziran
1899 günlü İ r â d e ile o n a y l a n d ı .
Yüksek Kısrm'da d ö r t yıl okuyup 1903 veya 1904 yıllarında mezun olmaları
gereken söz konusu Cavalı'Iann O k u l u bitirdiklerine dâir. S. B. F. Arşivi'nde bir
kayıt yoktur.
301
Birinci Belge
Atûfetlû Efendim H a z r e t l e r i ;
Maârif Nezâret-i CeBlesinin *Şûrây-ı Devlet'e havale olunan Tezkiresi üzerine
Mâliye Dâiresi'nde tanzim ve leffen arz ü t a k d i m kılınan Mazbata'da Mercan'da
kâin Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne İ'dâdî'si talebesinin tekessürüne m e b n i sunûf-i
mevcudesi talebeyi isti'ab'a gayr-ı kâfi olduğundan emsali misillû bir şube ilâvesiyle
m e z k û r şube Hey'ât-ı Ta'limiyyesi'ne şehrî tahsisi icap eden cem'an beş bin kuru
şun Bütçenin mesârifât k ı s m ı n d a n bittıasarruf m a a ş â t kısmına nakliyle işe müba
şeretleri târihinden tesviyesi hususunun Nezâret-i müşârünileyha'ya havalesi lü
zumu gösterilmiş olmağla olbabda her ne veçhile İrâde-i Seniyye-i Hazret-i Hilâfet-
penâhî şerefmüteallik buyrulur ise mentûk-ı münîfi infaz olunacağı beyâniyle tez-
kere-i senâverî terkim kılındı efendim.
24 Safer 319; 29 Mayıs 317 (= II Haziran 1901)
Sadrâzam
(Halil) Rifat (Paşa)
Resîde-i dest-i tâ'zim olup melfufiyle Manzûr-i Â!î buyrulan işbu tezkire-i sâ-
miye-i Sadâretpenâhîleri üzerine mucibince İrâde-i Seniyye-i Hazret-i Pâdişâhı Şe-
refsudûr b u y r u l m u ş olmağla olbabda e m r ü ferman Hazret-i Veliyyülemr'indir.
26 Safer 319; 31 Mayıs 317 (= 13 Hazirar, 1901)
Serkâtib-i Hazret-i Sehriyârî
Bende
Tahsin (Paşa)
302
İkinci Belge
303
Karar, Mezunlar arasında çok iyi karşılanmış; bu târih'den z a m a n ı m ı z a ka
dar, binlerce Mülkiye'linin çok şerefli ö ğ r e t m e n l i k m e s l e ğ i ' ni
seçmelerine ve Ülkenin h e r yönündeki Ortaokul, Lise, yüksek okul ve Fakülteler'de
görev almaları töresi'nin k u r u l m a s ı n a yol açmıştır. Maârif Nâzın Münif Paşa za
manında en yüksek derecesini bulan bu a t a n m a ' I a r sonucu Mülkiyeliler, Yurd'un
dört bucağına hem bilgi n u r u ' n u götürmüşler; hem de öğrenicilerini hürriyete
âşık, millî benliğe sahip olacak şekilde yetiştirmişler; o zamanki y a r ı n ' m
Büyük Türkiye Cumhuriyet'i temelleri'nin atılmasına katkı'da b u l u n m u ş l a r d ı r .
Maârif Nezâreti'nin 7 Haziran 1902 (— 28 Safer 1320) günlü olup Mâlî Yıl
Başı'ndan itibaren dört aylık ek ödenek verilmesi hakkındaki Tezkeresi Şû-
rây-ı Devlet Mâliye Dâiresi'nde incelendi. Müzâkere sonunda:
304
nûn'dıa küşâd olunacak elsina şubesi sınıflarının cümlesi bittabi' küşâd olunama-
yıp sene be sene tedricen açılacağı cihetle şûbe-i mezkûre muhassasâtının bir mik-
<lar-ı cüz'isi sarf olunarak bir haylisinin mevkuf kalması tabiî idüğüne binâen Maâ
rif Nezâretinin Sene-i Hâliye Bütçesinin tanzimi sırasında Mekteb-i Mttlkiyyeri
Şahanenin nihariye tahvilinden dolayı bittasarruf şûbe-i mezkûre mesârıfına kar
şılık olmak üzre Darülfünun tertibine nakledilmiş olan üç yüz bin kuruştan yüz
bin altı yüz sekiz kuruşunun bervech-i muharrer bir defaya mahsus o&arak Mek
teb-i Mülkiyye-i Şahane tertibine nakl ile dört «aylık muhassasât için lüzum görülen
salif'üz-zikr (sözü geçen) yüz bin altı yüz sekiz kuruşun o suretle icrâ-i mahsubu
istizan olunmuş olmağla bermûcib-i istizan îfâ-i muktezâsının Nezâret-i müşârüni-
leyhaya havalesi tezekkür ve müfredat pusulası leffen takdim kılındı. Olbabda
emr ü ferman Hazret-i Menlehülemr'indir.
6 Rebi üIÂhir 132G ve 29 Haziran 1318 (= 12 Temmuz 1902)"
* m *
305
a) Mülkiye'nin yatılı kısmı kaldırılacak;
b) Avrupa'ya Devlet hesabına ihtisas öğrenimi yapmaya gönderilen öğreni-
cilerin ödenekleri yavaş yavaş kesilip yeni öğrenici gönderilmeyecektir.
Bu iki "gider sebebi"nin o r t a d a n kalkmasıyla elde edilecek fazlalıkla:
1) Yeni açılan- Dârülfünün'un Edebiyat Kısmına ' E 1 s i n e Ş u b e s i '
(Diller, Filoloji E n s t i t ü s ü ) açılacak;
2) Yeni açılan Ticâret Mektebi'ne " S o n Sınıf" eklenecek;
3) Hukuk (Fakültesi) Mektebi'nin Ders P r o g r a m l a r ı n a yeni bâzı dersler ilâ
ve edilip öğretmenleri tâyin edilecek;
4) Vilâyet merkezleri'ndeki î'dâdî (Lise)'lere birer sınıf daha eklenerek bunla
rın Onbeşi'nde ziraat ve sekiz'inde San'at ve Ticâret Şubeleri kurulacak'dır.
İrâde, Maârif Nezâretine ders yılı ortasında geldiği için, derhal uygulanmasına
vâni Mülkiye'nin Yatılı Kısmı'nın hemen kaldırılmasına i m k â n olmayıp d e r s yılı
sonu olan T e m m u z başına k a d a r bekletme lüzumu vardı. Halbuki yeni yıl Bütçesi'-
nin yürürlüğe gireceği Mart Ayifadan ders yalla sonu olan- T e m m u z ' a k a d a r dört
aylık yatılı kısmın gider'lerine karşılık ödenek b u l m a k gerekiyordu. î ş t c bu mak
satla, Şûrây-ı Devlet Mâliye Dâiresi'nin uygun b u l u p verdiği, Pâd(işah'ca da onay
lanan ek ödenek karar'ından :
a) Mülkiye'nin yatılı kısmı'nın kaldırılmasına Pâdişah'ca Aralık 1901'de veya
Ocak 1902de k a r a r verilip irâde edildiğini;
b) î r â d e ' n i n uygulanmasına ise T e m m u z 1902'de geçildiğini ve Mülkiye'nin
1902-1903 ders yılma yatısız olarak girdiğini anlamaktayız.
Böylelikle ondört yıllık "yatılı d ö n e m " bir müddet sonra t e k r a r ve daha ve
rimli şekilde k u r u l m a k üzere Târih Dehlizi'nin raflarında yerini almış oluyordu.
306
"... (Genç Mülkiye Öğrerıicisi Aydınlı) Mustafa, gaz ocağınm parladığı günden
b i r hafta sonra Mehmed Ali Paşa Hanı'nı t e r k e t m i ş Gedikpaşa'da b i r pansiyona
taşınmıştı.
Mustafa'mn bu k a r a r ı n d a , bir kaç sebep âmil o l m u ş t u : İlk sebep, gaz ocağınm
parlamasıyla, ruhî haletinde husule gelen endişe ile karışık bir uyanıklıktı. Gaz'ın
o yakıcı alevleri sanki onun içini aydınlatmış; ona, h a n hayatı'nın sefaletlerini
bir bîr teşhir edivermişti. Mustafa, gaz ocağı ve t u t u ş a n kilimi s ö n d ü r ü p ilk heye
can ve endişesi geçtikten sonra b i r k e n a r d a düşünmeğe başlamıştı. Gözleri yanık
kilime bakıyor, dimağı da şa muhakemeyi yapıyordu:
— Niçin bu oda.... niçin bu gazocağı.... niçin bu kilim niçin bu han.... ni
çin bu gürültü...», niçin bu pislik ? H e p ucuz yaşamak için mi? H a n odası ucuz....
H a n ' d a pişirilen yemek ucuz.».. F a k a t H a n ' d a o t u r m a k zor. H a n ' d a vakit geçir
mek, çalışmak güç.
Diğer bir çok talebe gibi Mustafa da Mülkiye Mektebi*nin işgal et
tiği z a m a n l a r dışında kalan vakti, m ü m k ü n m e r t e b e H a n ' d a geçirmemeğe çalışı
yordu. H a n ' d a geçirilmek istenilmeyen bu vakit nerede geçirilebilirdi? Tabiî, ya
sokak'da, ya kahvehaneler'de veyahut biraz daha büyüklerin yapdıkları gibi, Ta-
vukpazarı'nın ucuz meyhanelerinde «-...
(Tıbbıye'den- Cevdet a n l a t ı y o r d u : ) ...« Bizlere güya mektebler açmışlar.... Amıa
gözümüzü a ç m a m a k için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.*.. Ne zihnimiz ile,
ne de sıhhatimiz ile a l â k a d a r oluyorlar.... Varsınlar olmassnlar.... Varsın Anadolu'
yu, Ruraeliyi sülük gibi e m e n İstanbul, onların çocuklarına bakmasın.... Onların
s ı t m a l a r ı ile, fakirlikleri ile, han odalarında kahvehane köşelerinde; Rum, Erme
ni ve Yahudi evlerinde kaderleriyle başbaşa bıraksın*.... Fakat bizler dayanacağız;
her m ü ş k ü l ü yeneceğiz; İ s t a n b u l ' u n hafiyesine, polisine, ahlâk ve sıhhat bozan her
şeyine karşı m u k a v e m e t edeceğiz. Ve bir gün biz oluları, bu liyakatsiz, şıı'ursuz,
duygusuz zâlimleri han odalarına s ü r ü p . Milletin mallıarım yine Millete vereceğiz....
307
ye Han'lardan ve bir de Gedikpaşa'nın ve Shrkecl'nin E r m e n i , R u m ve Yahudi ev
lerindeki kiralık o d a l a r d a n başka oturacak, yatıp kalkacak ve h a t t â o k u y u p çalı
şacak yer kalmıyordu.
B u r a l a r d a oturan, t a l e b e n i n diğer ihtiyaçları da hiç düşünülmemiş, maddi
istirahatlarına ve fikri inkişaflarına yarayacak en küçük bir tedbîr bile alınma
mıştı. İnsan'a öyle geliyordu ki, bu yatısız olan yüksek taiısil müesseseleri, sanki
bir gosterişden ibaretti. Onlara devamı teşvik edecek, rağbeti a r t ı r a c a k hiç bir
tedbir alınmadığına, İıiç bir teşkilât kurulmadığına göre, devam ve rağbetin o
kadar arzu edilmediğine hükınolunabilirdi. H a n ' l a r birbirinden pis, b i r b i r i n d e n es
ki k o n a k bozuntuları idiler. B u r a l a r d a yalnız yüksek tahsil talebesi b a r ı n m a z ; Ana
dolu'nun, Rumeli'nin muhtelif yerlerinden gelmiş olan, fakir b e k â r sınıfı da otu
r u r d u . Bunların hepsinin iç ve dış hayat m a n z a r a l a r ı birbirine benzerdi. H a n ka
pılarından içeri girilince, kirli taş merdivenler, i n s a m n gözünü k o r k u t u r k e n bur
numa da birbirine karışmış yağ, gaz, k ö m ü r ve kir kokuları çarpardı..." (36)
Ödenek
Yekûn
Ödeneğin Çeşidi Mevcud olan İstenen
(kuruş)
(kuruş) (kuruş)
M A A Ş L A R
Müdür 59.400 59.400
Me'murlar 60.876 29.440 90.316
Kâtipler, öğretmenler 214.166 214.166
Mubassırlar 63.720 63.720
Hademeler 40.500 10.620 51.120
DİĞER M A S R A F L A R
Yemek 47.000 47.000
Elbise 10.000 10.000
Çamaşır 548 548
Odun ve kömür 3.000 3.000
Aydınlatma 3.000 3.000
Ders Kitapları ve Kırtasiye 6.000 6.000
Diploma ve Armağan 3.000 3.000
Onarım 5.000 5.000
Umulmadık Gider ve Mevlûd 18.795 18.795
308
Mülkiye, 1902-1903 Ders Yıh'na bu ş a r t l a r içinde girdi.
MÜLKİYELİ MAİYYET Bundan önceki Bölümlerde, Mülkiye Mezunlarının
MEMURLARI'nm KUR'a Maiyyet Memurluklarına lâ'yinleri hakkında muhte-
V
ile TÂ YİN EDİLMELERİ lif zamanlarda bir kaç defa k a r a r alınıp Tüzük'ler
hazırlandığını görmüştük.
Kendilerine devrin şartları nisbetin.de idarî teminat tanınıp kaymakam olmala
rı garanti altına alınan Mülkiyeliler'in bâzılarının ta'yin edildikleri uzak vilâyet
(vilâyât-ı sitte)'lerdeki kaymakamlıklara gitmeyip istanbul'a yakın vilayetlerden
Bursa, İzmir (37), Ankara, Cezâir-i Bahr-i Sefîd (38), Konyıa gibi vilâyetlerin Ma
iyyet Memurlukları'na a t a n m a k için çahşdıklarından, her çeşit ihtimama m u h t a ç
v e mutlaka m e k t e p l i k a y m a k a m l a r ı n çalışmalarına hasret uzak doğu
illeri kaymakamsız kalıyordu. Bu büyük m a h z u r u n giderilmesi için, E r z u r u m Vâ-
lisi'nin yaptığı, taşra veya İstanbul doğumlu olsun, Mülkiye'yi bitirip kaymakam
olmak isteyenlerin maiyyet m e m u r l u k l a r ı n a tâyinlerinüı kur'a ile yapılmasını kap
sayan teklifi, Dâhiliye Nezâretince de uygun görülerek, kesin bir k a r a r l a mev-
zuat'a bağlanması maksadıyla, o zamanın Yasama Organı yerinde öilan Şûrây-ı
Devlet'e havale edildi.
Teklif, b u r a d a titizlikle incelendikten sonra Meclis-i Vükelâ'ya (Bakanlar Ku-
r u l u ' n a ) sevkedilip b u r a d a da uygun b u l u n d u :
"ŞÛRÂY-I DEVLET
Mülkiye Dâiresi
Aded: 3159
Dâhiliyye Nezâretinden bâ takdim Şûrây-ı Devlet'e havale buyrulan 25 Re-
bi'üI-Âhir (1)322 târih ve iki bin altmış altı numaralı Tezkire Mülkiye Dâiresin
de kıraat o l u n d u :
Mealinde Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne'den şahadetname ahziyle neş'et eden
efendilerin mahall-i istihdamlarının kendi arzu ve rağbetlerine tâbi' t u t u l m a s ı ci-
hetiyle vilâyât-ı sâire'de maiyyet hizmetlerini ikmâl ettikten sonra vilâyât-ı şilte
kazaları ( E r z u r u m , Slivas, Van, Diyarbekir, Bitlis, Elaziz illerinin ilçeleri) kayma
kamlıklarına rağbet e t m e m e k t e olmalarına ve Mukarrerât-ı islâhiye Lâyihası (39)
309
{ahkâmınca vilâyat-ı mezkûre dahilindeki kazalarda Mekteb-i Mülkiyye-i Ş â h â n e me'-
zunlarından k a y m a k a m l a r istihdamı lâzım gelmesine nazaran ba'd'e'zin Mekteb-i
m e z b u r me'zunlarımn kendi arzularına bırakılmayarak kur'a usûliyle maiyyet me
murluklarına ta'yiııleri hâlinde vilâyât-ı sitte'ye de isabet edeceğine ve maiyyette
istihdamlarında oraların ahvâline kesb-i vukuf eyliyeceklerine mebnî münâsib
olacağı E r z u r u m Vilâyeti'nden bâ t a h r i r â t izbâr kılınmış olup filhakika Mukar-
rerât-ı islâhiye Lâyihası ahkâmınca vilâyat-ı sitte dahilindeki kazalar kay
makamlıkları Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne me'zunlarına m ü n h a s ı r ve ehem-
miyet-i mevkiiyye hasebiyle Rumeli Vilâyât-ı Şâhânesi'nce de Mekteb-i mezbur
me'zunlarına ihtiyaç zahir olarak ancak bunların ilk mahall-i istihdamları
hakkında bir fıkra-i nizamiye olmadığından vilâyat ve mutasarrıflık maiy
yet memuriyetleri içün alelekser Aydın ve Hüdâvendigâr [(şimdiki) İzmir ve
Bursa] ve Cezâir-i Bahr-ı Sefid (Merkezi Rodos olan oniki Akdeniz Adaları Vilâye
ti) ve Konya ve Ankara gibi Dcrsaadet'e k a r i b (İstanbul'a yakın) mahalleri tercih
ve ihtiyar etmekde ve maiyyet me'muriyetlerini ikmâlden sonra bu vilâyetler dâ
hilinde açılacak kazalar kaymakamlıklarına hasr-ı matlabla vilâyât-ı sitte dâhilin
de ve Rumelinin binnisbe uzak olan cihetlerinde t e r t i b olunan K a y m a k a m l ı k l a r ı
kabulden istinkâf eylemekte olduklarından vilâyât-ı mezkûre'ce taleb o l u n a n mek
tepli k a y m a k a m l a r ı n ta'yini h u s u s u n d a müşkilâta tesadüf olunmasına m e b n i h e m
müşkilâtın izâlesi h e m de bulunacakları vilâyetlerde maiyyet m e m u r i y e t i müdde
tinde o vilâyet ahvâlince iktisab edecekleri m a l û m a t t a n kaymakamlığa tâ'yinlerin-
de istifâde; edilmesi içün Mektebden şehâdetnâme aldıktan sonra vilâyet maiyyet-
lerine talip olacak Mekteb-i m e z k û r mezunlarının tâ'yin-l mahall-i i s t i h d a m l a r ı
zımnında ba'zı tedâbir ittihâzı muktazî görülmesiyle bu misillû mekâtib-i âliye'den
me'zun taşralı efendilerden teklif olunan me'murîyeti kabulden/ istinkâf edenlerin
mükellefiyyet-i askeriyyelerinden dolayı Dâire-i Askeriyye'ce ne yapılmakta olduğu
Makaam-ı Vâlâ-i Seraskerî'den istifsar olunarak alınan tezkire-i cevâbiyye'de Ahz-ı
Asker K a n u n u n u n Yirmisekizinci Maddesinde b i l u m u m mekâtib-i âliye'de tahsilde
b u l u n a n taşralı talebe, sinn-i mükellefiyet'e duhullerinde ya kendileri veyahud ve
killeri n u m a r a çekmeye m e c b u r olup b u n l a r d a n tertib-i evvel n u m a r a s ı çekilmiş
olanlar efrâd-ı me'zune meyanına kaydolunur ve ikmâl-i tahsil ederek bâşahadet-
n â m e m e k t e p t e n çıktıktan sonra hizmet-i Devlet'de m ü s t a h d e m oldukça veya Maâ
rif Nezâretinin tasdiki altında mekâtib-i mütenevvia muallimliklerinde bulunduk
ça kendileri kısm-ı sâni'den ibkaa" kılınırlar deyu m u h a r r e r olmasına binâen me
kâtib-i âliye'den me'zun taşralıların ş a h a d e t n a m e istihsâlinden sonra kısm-ı sânide
ibkaaları hizmet-i Devlet'de b u l u n m a k l a meşrut olduğu ve zâten Mekteb-i Mülkiy
ye-i Ş â h â n e Nizâmnâmesinin Dördüncü Maddesinde de Mekteb-i Müikiyye'ye ka
bul olunan ve Mektebden i k m â l i tahsil ederek b â ş a h â d e t n â m e çıkan talebe hiz
met-i askeriyye'den ma'füv olup ancak esasen hizmet-i askeriyye ile mükellef olup
da Mektebden çıktıktan sonra Devletçe teklif olunan me'muriyetleri kabulden im
tina' eyliyenlerin işbu ma'füvviyyet'den müstefid olamıyacakLarı m u s a r r a h bulun
duğu der-meyân kılınmış ve esbab ve mutalaat-ı meşruta'ya binâen Mekteb-i mez-
310
k û r mevzunlarından vilâyât maiyyetlerine tâlib olacakların ta'yin-i mahall-i istih
damı zımnında usul-i m a h s û s a ittihazı derece-i vücub'da olarak k u r ' a usulünün
tatbiki te'min-i maks>ad edebileceği d e r k â r b u l u n m u ş olmasına ve zâten me'zunîn-i
mumâileyhim'den hizmet-i askeriyye ile mükellef olanlaruı hizmet-i mezkûre'den
ma'füvviyetleri Devletçe teklii 7 olunan me'muriyetleri kabul ile m e ş r u t bulunması
na göre me'zunîn-i mumaileyhim içinde taşralı b u l u n a n l a r d a n m e n s u b oldukları vi
lâyât maiyyetine gitmek arzu edenler bizzarure o vilâyete gönderilmek ve fakat it-
mıanM müddet-i muayyeneden sonra icâb-ı hâl'e göre b a ş k a vilâyet dâhilinde kay
m a k a m l ı k l a kayrılmak üzre diğerlerinin vilâyât'ca lüzum gösterilecek m i k d a r dâi
resinde tertib olunacak kur'a'ya idhaliyle ol suretle tâ'yin-i mevkî-i memuriyetleri
ve bulunacakları vilâyetin a h v a l i n e bihakkın kesb-i vukuf edebilmek üzre maiyyet
me'murluğu m ü d d e t i olan üç seneden bir senesini mülhâkaat-ı vilâyetten bir lîvâ'-
da ve diğer bir senesini başka lîvâ'da ve bir senesini dahî merkez-i vilâyet'de im-
r â r a ve bu m ü d d e t hitam bulunca o vilâyet dâhilinde teklif olunacak kaza kay
m a k a m l ı k l a r ı n d a iki sene ifâ-i hizmet'e m e c b u r edilerek müddet-i mezkûre'nin hi
t a m ı n d a n evvel vuku' bulacak isti'faları ve başka vilâyet dâhiline tahvil-i memuri
yet hakkındaki îstid'aları kabul edilmemesi ve k u r ' a ' l a n isabet eden vilâyet maiy
yet m e m u r l u ğ u veyahut müddet-i maiyyeti ba'delikmâl o vilâyet dâhilinde teklif
olunacak kaza kaymakamlığını kabulden i m t i n a ' edenlerin muâmele-i askeriyye'ye
tabî t u t u l m a k üzere isimlerinin cihet-i askeriyye'ye iş'arı h u s u s u n u n usul ittihazı
ve ancak bu mecburiyet taşra ahâlisinin mükellef bulundukları muâmele-i aske-
riyye'den istisnalarına m u k a a b i l t/a'yin edileceği ve Dersaadet ahâlisi ise esasen
muâmele-i askeriyye'ye tâbi' olmadıkları cihetle me'zunîn-i mumaileyhim meyâ-
nında Dersaadet ahâlisinden olup vilâyet maiyyet m e m u r l u k l a r ı n a tâlib olacaklar
kur'aya idhal edilmeyip yalnız tâ'yin kılınacakları vilâyet maiyyetinde iki sene li
v a l a r d a ve bir sene Merkez'de b u l u n m a k üzere üç sene i s t i h d a m d a n sonra o vi
lâyet dahilindeki kazalar kaymakamlıklarında iki sene kalmak kaydiyle kaymakam
lığa tâ'yinleri m ü n â s i b olacağı beyaniyle icrây-ı icâbı istizan edilmiştir.
311
zeret'le olabilmesi ihtimâli vârid olduğundan ve böyle mâ'zeret üzerine bir veya
birkaç defa kur'a isabet eden mahallere gidilmemesi ise âtiyen hizmet-i Devlet'de
bulunulmıyacağını istilzam etmiyeceği d e r k â r b u l u n d u ğ u n d a n h e m m a k s a d ı n vu
sulüne hadim o l m a k h e m de özür vukuuna mahal kalmamak üzere gerek taşra
ahâlisinden olup da m e n s u p oldukları vilâyet maiyyetine gitmek arzu etmiyenle-
rin gerek Dersaadet ahâlisinden bulunup da vilâyet maiyyet m e m u r l u k l a r ı n a tâ-
lib olacakların kur'a'ya idhaliyle tâ'yin-i mevki-i memuriyetleri ve Maiyyet Me'mur-
luğıı m ü d d e t i olan üç seneden bir senesini mülhâkaat-ı vilâyet'den bir Livâ'da ve
iki senesini dahî merkez-i vilâyct'de i m r a r a ve bu müddet hitam bulunca o vilâyet
dâhilinde teklif olunacak kaza kaymakamlıklarında iki sene îfâ-i hizmet'e m e c b u r
edilerek müddet-i mezkûre'nin h i t â m ı n d a n evvel vuku' bulacak isti'faları ve başka
vilâyet dâhiline tahvil-i me'muriyet hakkında istid'aları kabul edilmemesi ve
taşralı bulunup da m e n s u b oldukları vilâyât maiyyetine gitmek .arzu edenler bizza-
rure o vilâyete gönderilerek fakat itnıâm-ı müddet-i muayyene'den s o n r a icâb-ı
hâl'e göre başka vilâyet dâhilinde kaymakamlıkla kayrılması ve k u r ' a ' l a n isabet
eden vilâyet maiyyet m e m u r l u ğ u n u kabul etmiyenlere o n d a n sonraki kar'a'lara
k a d a r memuriyet verilmemesi ve üç defa kur'a isabet eden mahalle gitmeyan ol
duğu ve a d e m i icabetinin de bir özr-i makbule müstenid olmadığı tebeyyün eylediği
takdirde ol z a m a n haklarında muâmele-i askeriyye icra olunmak üzere isimlerinin
cihet-i askeriyye'ye iş'arı ve kur'aları isabet eden Maiyyet Memurluğunu kabul ile
müddet-i maiyyet-i ikmâl ederek fakat bilâ i'tizar o vilâyet dâhilinde teklif okuna
cak kaza kaymakamlığını kabul etmeyen veyahud kabul edip de kezâlik bilâ özür
pek az bir m ü d d e t b u l u n d u k t a n sonra isti'fa eden taşralılara gelince; bunların
Maiyyet Memurluğunu kabul etmeleri hizmet-i Devlet'de bulunacaklarına delil
olacaktır. Artık haklarında muâmele-i askeriyye icrasına mahal olmayıp yalnız
ister taşralı olsun ister İ s t a n b u l l u bulunsun bu gibiler içlin ceza o l m a k ve bu
lunacakları vilâyet Maiyyet Memurluğu müddetimle o vilâyet ahvalince iktisah
edecekleri m a l û m a t t a n kaymakamlığa tâ'yinlerinde istifade m a k s a d ı temin edil
mek üzere bir sene memuriyet verilmemesi hususlarının Dâhiliye Nezâretine hava
lesi tezekkür kılındı. 29 Zilhicce (1)322 ve 21 Şubat (1)320 (= 9 Mart 1905)
Şûrây-ı Devlet
Reisi (ve Şûrây-ı Devlet Umumi Hey'eti'ni teşkil eden Onsekiz
Mehmed Said Â'zâ'nın mühürleri)
(Mühür)
312
malarına binâen gerek taşra ahâlisinden olup da nıensub oldukları vilâyet mıaiy-
yetine gitmek arzu etmiyenlerin ve gerek Dersaadet ahâlîsinden b u l u n u p da vilâ
yet maiyyet m e m u r l u k l a r ı n a tâlib olacakların kur'a'ya idhaliyle tâ'yin-i mevki-i me
muriyetleri ve maiyyet m e m u r l u ğ u m ü d d e t i olan üç seneden bir senesini mülha-
kaat-ı vilâyet'den ve Lîva'da ve iki senesini dahî merkez-i vilâyet'de i m r â r a ve
hu müddet h i t a m bulunca o vilâyet dâhilinde teklif olunacak kaza kaymakamlık
larında iki sene ifâ-i hizmet'e mocbur edilerek müddet-i mezkûrenin h i t â m ı n d a n
evvel başka vilâyet dâhiline tahvil-i me'muriyet hakkındaki istid'aları kabul edil
memesi ve taşralı bulunup da mensub oldukları vilâyât maiyyetine gitmek arzu
edenler bizzarure o vilâyete gönderilerek fakat itmâm-ı müddet-i muayyeneden
sonra icâb-ı hal'e göre başka vilâyet dâhilinde kaymakamlıkla kayrılması ve kur'-
â'ları isabet eden maiyyet me'murluğunu kabul etmiyenlere o n d a n sonraki kur'aia-
ra k a d a r memuriyet verilmemesi ve üç defa kur'a isabet eden mahalle gitmeyen
olduğu ve adem-i icabet'in dahî bir özr-ı makbul'e müstenid olmadığı tebeyyün ey
lediği takdirde o z a m a n taşralı talebe haklarında muâmele-i askeriyye îcrâ olun
mak üzre isimlerinin cihet-i askeriyye'ye iş'arı ve kur'a'iarı isabet eden Maiyyet
Me'murluğunu kabul ile müddet-i muayyene'yi ikmâl ederek fakat bîlâ i'tizar o vi
lâyet dâhilinde teklif olunacak kaza kaymakamlığını kabul etmeyen yahud kabul
edip de kezâlik bilâ özür pek az bir müddet b u l u n d u k t a n sonra isti'fa eden taşralı
lara gelince, bunların maiyyet m e m u r l u ğ u n u kabul etmeleri hizmet-i Devletde bu
lunacaklarına delil olacağından haklarında muâmele-i askeriyye icrasına mahal ol-
mayıp yalnız ister taşralı olsun ister istanbullu bulunsun bu gibiler içün ceza ol
mak ve bulunacakları vilâyet maiyyet m e m u r l u ğ u m ü d d e t i n d e o vilâyet ahvâlince
iktîsab edecekleri m a l û m a t d a n kaymakamlığa lâ'yinlerinde istifade m a k s a d ı temin
edilmek için bir sene me'muriyet verilmemesi lüzumu gösterilmiş ve suver-i ma'-
niza ıktızây-ı hâl ve m a s l a h a t t a n bulunfcmış olduğundan berminvâl-i muharrer
ifây-i muktezâsının Dâhiliye Nezâretine havalesi tezekkür ve tensib kıbndı ise de
ol bâbda ve kaatibe-i ahvalde e m r ü ferman Hazret-i Veliyy'ül-emr Efendimizindir.
23 M u h a r r e m (1)323 ve 16 Mart (1)321 ( = 29 Mart 1905)
313
Dâhiliye N â z ı n
Tophane-i Âmire Müşiri
Bahriye N â z ı n Mehmed M e m d u h
Mustafa Zeki Bin Âlî
(Mühür o k u n a m a d ı ) Hemnan-i Abdüh (paşa)
(mühür)
(mühür)
Karar, Pâdişâh'.a sunulup 22 Nisan 1905 günllü İrâde ile onay'ı alındı.
Sadrâzam
Ferid (Paşa, imza)
(39/a) "Şu Mektebler olmasa İdi Maârif Nezâreti'ni ne güzel idare ederdim" diyen Maârif Nâzın. [Bak.: Huzur
Dersleri, Eb'ül-ûlâ Mardin, I I . I I I . C, 844 sf.]
314
METMURLARIN MERKEZ'deYukarda açıklanan karar'da, Maiyyet Memurluğu
ÇALIŞTIKTAN SONRAda Devresini geçirmemiş fakat Hükümet Merkezi'nde
K A Y M A K A M
OLABİLMELERİ kanunî sürece m e ' m u r olarak çap işmiş Mülkiye Me-
zunlarmın k a y m a k a m olup olamayacağı hakkında h e r hangi bir h ü k ü m yoktu. Bu
boşluk, Mülkiye'yi Pekiyi derecede bitirip, İstanbul'da Techizât-ı Askeriyye Nezâre
tinde (Millî Savunma Bakanlığı'ndal) ve Maârif Nezâreti Mektûbî Kaleminde ma
aşlı m e ' m u r olarak çalışan Fuacl Bey "in kaymakamlığa tâ'yin isteğinin "Nizamna
mede böyle bir kayıd y o k t u r " cevabı ile Dâhiliye Nezâreti'nce reddedilmesi üzerine
meydana çıkmıştır.
315
sarruflıklar maiyyetine tâ'yin o l u n u p üç sene hizmet ettikten ve ibrâz-ı ehliyyet ve
liyâkat eyledikten sonra ü ç ü n c ü (sınıl) kaymakamlığa tâ'yin edilecekleri m u s a r r a h
olarak me'zunîn-i mumaileyhimden vilâyât maiyyetinde ikmâl-i m ü d d e t edenler
usuM m ü t t e h â z e veçhile kaymakamlığa intihab edilmekte b u l u n m u ş ve Mekteb-i
m e z k û r mezunlarından müddet-i medîde (uzun süre) Devâir-i Merkeziyyede istih
d a m olunup da bil'ahara kaymakamlığa tâlib olanlar dahî Dâhiliye Nezâretince
evvelleri intihab ve Me'murhı-i Mülkiye Komisyonunca da tasdik edilmiş ise de
sonraları Komisyon-i mezkûrca vilâyât maiyyetinde b u l u n m a m ı ş olanların me'mu-
riyeti tasdik kıhnmanrağa başlanmış olduğu cihetle Nezâretçe de o gibilerüı inti-
h a b l a n n a gidilememek tariki ihtiyar olunnıuş olduğu ve ancak Mektel>i Mülkiye
m e ' z u n l a n n m kaymakamlığa tâ'yinleri hükm-i n i z a m icabından o l a r a k Devâir-i
Merkeziyye'de m ü s t a h d e m bulunanlardan Kaymakamlığa talip olacakların bu hak
tan m a h r u m edilmesi ve müddet-i medîde Devâirde muvazzaf an i s t i h d a m olunan-
laruı yeniden üç sene m ü d d e t vali maiyyetinde hizmete m e c b u r t u t u l m a s ı muvafık
olamıyacağından me'zunîn-i mumaileyhimden Devâir-i Merkeziyyede muvazzafan
üç sene hizmette bulunanların dahî kaymakamlığa tâ'yinleri ve ş u k a d a r ki, taşra
muamelâtına da bir dereceye k a d a r vukuflarının te'mini için bir sene m ü d d e t de
vilâyât maiyyetinde k a y m a k a m vekâleti ve tahkik memuriyetine emsali hidemât-ı
idâre'de istihdam edilmeleri te'min-i m a k s a d a kifayet edeceğinden bu s u r e t i n usul
ittihazı m ü n â s i p m ü t a l â a kılınmakta olduğu dermeyân edilmiş ve tafsilât-i mez-
küreye nazaran suret-i iş'ar (Mülkiye) Dairesince tasvib o l u n m u ş olmağla olveçhi-
le îfâ-i muktezâsının Dâhiliye Nezâretine tebliği ve Me'murîn-i Mülkiye Komisyo
nu Riyasetine de m a ' l û m a t i'tâsı tezekkür kılındı. Ol bab'da e m r ü ferman Haz-
ret-i Mcnîehülemr'indir.
Şuray-ı Devlet
(ve Şûrây-ı Devlet Umumi Hey'eti'ne dâhil yirmi bir a'zâ'-
Reisi
nm mühürleri)
(Mühür)
316
mağla olbabda ve k a a t i b e i ahvâlde e m r ü ferman Hazret-i Veliyyülemr Efendl-
mizindir. 27 Zilka'de 325 ve 1 K a n u n i Evvel 1321 (= 13 Aralık 1907)
317
Karar, Hey'et-i Vükelâ'ca da uygun görülerek Pâdişah'a s u n u l m u ş ve 24 Ocak
1908 yünlü İ r â d e ile onaylanmıştır.
Bu karartı) İstibdad îdâresi'nin Mülkiye hakkında verdiği k a r a r l a r ı n sonun
cusu olduğunu kuvvetle tahmin el inekleyim. Çünkü Devlet Arşivi'nde 2. Meşru
t i y e t i n ilânına kadar, bu karar'dan sonraki aylarda Mülkiye ile ilgili muamele
M
lere âil her hangi bir belge'ye rastlanmadı ve İ k i n c i " ş r u 1 i v e t (
M ü I k i y e ' yi bu ş a ı t I a r i ç i n d e buldu.
318
319
DÖNEMİN YILLARA Bu dönem'de yıllara göre mezun sayısı, aşağıdaki çi-
GÖRE zelge'de görüleceği gibi değişik oranda gelişmiş-
MEZUN SAYISI tir:
I
Yıllar Mezun sayısı Yıllar Mezun sayısı
320
4. Kısım
MEKTEB-i M ÜLKİYYE
(1908 — 1915)
( 1) Bak. : Mustafa'nın R o m a n ı ; Zeki Mes'ut Alsan; İstanbul, 1943; 95., 97., 98., 99. sf.ler.
321
Her çeşit d e v r i m ' den s o n r a görülen keşmekeştik, tabiî veya sun'î se
vinç veya keder, vurup k ı r m a , intikam alma veya hesap verme kasırgası biraz ya
tıştıktan sonra, 1877 Anayasası'nın "Müntehibler (seçmenler) intihab edecekleri
Meb'usları, mensub oldukları dâire-i vilâyet (seçim bölgeleri) ahâlisinden intihab
etmeye mecburdur." h ü k m ü n ü kapsayan 72. Maddesine göre s e ç i m l e r ya
pılmış; 142'si Türk, 60'ı Arap, 25'i Arnavut, 23'ü Rum, 12'si Ermeni, 51 Yahudi, (4'ü
Bulgar, 3fü Sırp ve l'i Ulah olmak üzere 266 Milletvekili ile İkinci Meşrutiyet'in ilk
M e c l i r - i M e b ' u s a n ' ı 1 7 Aralık 1908 ( = 2 3 Zilkade 1326/4 Kânun-i
Evvel 1324) Perşembe günü öğleden önce saat 11.57'de açılmıştı.
Sultan Abdülhamid, dört atlı bir Saltanat a r a b a s ı n a binip yanuna en çok sev
diği oğlu Şehzade Bürhânüddin* Efendi ile S a d r â z a m Kıbrıslı Kâmil Paşa'yı alarak
Meclis'e gelmişti. Açış N u t k u ' n u Pâdişâh adına Mâbeyn Baş-kâtibi Ali Cevad
Bey (2) okudu:
* NUTK-İ HÜMÂYUN
( 2) Mülkiye 1880 (1296 R.) Mezunu, Eski Büyük Elçilerden ve Kontenjan Senatörlerinden Cevad Açıka-lın'ın babası.
( 3) İkinci Meşrutiyet Meclisi de Meclis-i Â'yan, Meclis-i Meb'ûsân olmak üzere iki kısımdı. Buradaki Ayan şimdiki
Cumhuriyet Senatosu ve Senatör'leri karşılığıdır ki bu kelimenin çoğul'u da tekil'i de Â'YAN'dır.
322
eylemişlerdir. Muhill-i hukuk ve münâsebât olan bu iki vıak'a-i mühimine pek zi
yâde teessüfümüzü mû'cib hâdisât-ı fevkalâdemden olup bu tecâvüzat üzerine icâb-ı
hâlin icrâsıyle Hukuk-i Devletin muhafazası Hey'et-i Vükelâmızın himmetine mev
du' olmağla bu babda ve her hâlde? Meclis-i Umûmî'nin muavenet ve müzâhareti
arzu olunur. Bilcümle devletler ile Devlet-i Aliyye'miz beyninde hüsn-i münâsebât
ve musâfehat berkemâl olduğundan düvel-i mütehâbbe-i muazzamanın muavenet
leri ile mesâil-i siyâsiyye-i vâkı'anın hüsn-i suretle faysal-pezîr olması kaviyyen
me'mulümüzdür.
Akdcm-i vâcibât-ı mühimme'den olan umur-i mâliyye-i Devletin tanzimi ile va
ridat ve masârifal beyninde tevazün husulü ile tezyid-i ümrân-ı Memleketle sunuf-ı
Tebaa-i Şahanemin refâh-ı hâl ve saadeti esbabının istikmâli ve mekâtib'in teksir
ve tanzimi ile ulûm ve maârifin ve hıref ve sanâyi'in teammüm ve intişârı ve
kuvvây-ı berriye ve bahriyyemizin derece-i mükemmeliyete îsâli nezdimizde begâ-
yet mültezem olduğundan ol babda Devâir-i Hükûmet'den Meclis-i Meb'usân'a tak
dim olunacak kavânin lâyihalarının tedkik ve Meclis-i Â'yân tasdikına lâyık ka
nunlar tanzimine masrûfî-i himem-i kârâğâhî'leri me'mulümüzdür. Devlet-i Aliyye'
miz ve Memleketimiz hakkında mes'ud ve müteyemmen olması temenniyâtiyle
bugün Meclis-i Meb'ûsân'ı küşâd eyledim. Milletimin Meb'uslarını huzurumda gör
mekle bahtiyarım. Memleketimizin Kanûn-i Esâsî ile idaresi hakkındaki azmim
kat'î ve lâyetegayyer'dir ( N u t k u n bu parçası şiddetli ve sürekli surel'te alkışlandı).
îıışâallah Meclis-i Meb'ûsân'ımız Devletimize ve Milletimize hayırlı işler görür de
vatanımız her türlü saadete nail olur. Cenâbıhak cümlemizi tevfikaat-ı Samedâ-
niyyesine mazhar eylesün (4).
22 Zilka'de Sene 1326 ve 4 Kânun-i Evvel Sene 1324 (= 17 Aralık 1908) "
İkinci Meşruliyet'in ilân târihi olan 24 Temmuz'da Okul, Genel Sınavlarını bi
tirmiş, yıllık tâ'til başlamıştı. B-a itibarla m e ş r u t î i d a r e , Mülkiye'-
de de tesirlerini birden bire gösteremedi.
( 4) Bak. : Servet-i FünCın; Haftalık Mecmua; 16. C, Nu. 917; 23 Kânun-i Evvel 1908; 1 Zilhicce 1326.
323
" Meşrutiyet'üı i'lânı, " M e k t e b i Mülkiyye-i Şâhâne"nin h e m a d ı m , hem
çehresini değiştirmişti.
Hürriyet, anlaşılan ve anlaşılmayan manâsıyla Mülkiyye'ye de girmişti. Mek-
teb M ü d ü r ü ' n ü n değişmesiyle, Mekteb İdaresi yeni rejim'e intibak e t m i ş oluyor
d u . Artık Mülkiyye, "Zat-ı Ş â h â n e " n i n "arzu-i H ü m â y u n l a r ı n a uygun b i r r u h taşı
m a k t a n ziyâde Meşrutiyet İnkılâbı'nm icablarma hizmet edecek ve b u n u n için
açıkça çalışacak bir hüviyet (kişilik) sahibi olacaktı.
(ikinci) Meşrutiyet Devri'nin ilk tahsil yılına (1908-1909), (Birinci S ı n ı h ik-
mâlsiz ve Birincilikle geçip) ikinci sınıf talebesi olarak başlayan (Aydınlı) Musta
fa (Prof. Sayın Mustafa Zeki Mes'ut Alsan) Mülkiye'de m u ' t a d olmayan bir talebe
kalabalığı ile karşılaşmıştı. Bu kalabalığı (413 kişiyi) Birinci Sınıf talebesi teşkil
ediyordu. B u yıl (1324), Mülkiye'nin m e ş h u r an'anevî m ü s a b a k a i m t i
h a n ı kaldırılmış; m ü r a c a a t eden idâdî mezunlarının hepsi kabul edilmişti.
Hürriyet Devri'nde t a h d i d ve i m t i y a z olamazdı. Bir anlayışa göre,
h a t t â kaabiliyet ve iktidar imtiyazı bile ilk tahsil gibi yüksek tahsil de her
kesle açık olmalıydı - onun için, sanki Mülkiye'ye giriş m ü s a b a k a s ı da, eski
Rejim'e m a h s u s imtiyazlardan biri imiş gibi kaldınlıvermiş ve Mektep, her idâdî
mezununa kapılarını açmıştı. Bu k a p ı l a r d a n içeri girmek, o zamanki tahsil genç
liğinin başlıca i d e la 1 ' i olduğundan, kolaylığı fırsat bilen idâdî mezunları
nın büyük bir kısmı Mülkiye'ye kaydolunmuşlardı. Bu suretle Mektep, o zamana
kadar ancak sekiz, on senede kabul ettiği talebeyi, bu yıl birdenbire alıvermişti.
Tahdid ve m ü s a b a k a da ne oluyordu; artık hem hürriyet, hem de m ü s a v a t var
dı „.." (5)
KALDIRILMASI
için yaptığı en isabetli ve hayırlı işlerden b i n olan,
g i r i ş s ı n a v l a rı ' nın kaldırılmasıdır.
324
s a b o t a j ' lan ile esas v e asıl hederlerinden kısa z a m a n d a uzaklaştırılıp de
jenere edilmişler; içinde bulundukları millet ve memleketin zararına çalışan bir
h a r e k e t hâline gelivermişlerdir.
Mülkiye'de kaldırılan seçme sınavları da, bu değişmez ilke'nin, sosyal kanunun
h ı ş m ı n a uğramıştır. Uzun- yıllar. Memleket'in dört bucağından gelmiş yüzlerce ida
di mezunu genç arasından, disiplinli ve çok ciddî bir s ı n a v ' la en çok kırk
kişi seçilip alınırken, seçme sıntıvı'nın kaldırılması sonucu Okul'a o yıl 413 kişi
alınmış; büyük yurd y a r a n küçük hesap'lar için düşüncesizce h a r c a n m ı ş t ı r . Bel
k i "yeni açılan h ü r r i y e t d e v r i ' nin yurd'a sağlayacağı faydalar, Meş
r u t i y e t i her yönden r u h v e kafasına s i n d i n n i ş g e n ç v e bilgili i d a r e
c i l e r aracılığı ile elde edilecektir; yılda kırk y ö n e t i c i çıkaran bir
okul ise geniş ülke'nin ihtiyacını karşılayamayacaktır; b u n u n için seçme sınavı'-
nı k a l d ı n p isleyen h e r k e s i Mülkiye'ye alalım" şeklinde d ü ş ü n ü l m ü ş ve bu gerek
çe ile karar'ın u y g u l a n m a s ı n a girişilmiş, olabilir. Ancak, bu a m a c ' a seçime sınavı'-
nı kaldırmakla değil, kırk kişi yerine, eğer imkânlar elveriyorsa 200-250 kişi sı
n a v l a alınmak, kaldırılan yatılı kısmı yeniden k u r m a k ; öğrenicilerin iyi ve sıkın
tısızca öğrenim yapmaları için gerekli bütün ç a b a l a n göstermek suretiyle tılaşıiiar
bilinirdi. Nitekim bu çok büyük hatâ kısa z a m a n d a anlaşılmış; 1909 (1325) yılında
m ü s a b a k a i m t i h a n ı t e k r a r k ü n m u ş ; ancak, kabuü e d i l e t e k öğrenici
sayısı 70'e çıkarılmış; ertesi yıl ise bu m i k t a r t e k r a r 40'a indirilmiş ve kırk sayış]
1936'ya k a d a r devam etmiştir.
"İstanbul^da, 1323-1324 d e r s yılma ait idâdî son sınıf imtihanları, 19 Mayıs Pa
zartesi günü başlamış ve 5 T e m m u z Cumartesi günü sona ermişti. O devrin usu
lünce 14 imtihan günü böylece 45 güne taksim edilirdi. O vakitler yüksek tahsil
gençlerinin talebe yurtları Çemberlitaş ve Tavukpazan civarındaki harap han
odaları olduğu gibi, en m ü m t a z toplantı yerleri de S u l t a n a h m e d Tramvay Durağı
yanındaki Millet Bahçesi adı verilen gazino idi. İ'dâdî son sınıftaki bağzı arkadaş
larla birlikle biz de b u r a y a gelir, ağaçların gölgesi altında imtihan derslerimize
çalışır ve tatil günlerimizi geçirirdik.
1324 (1908) yılında, İkinci Meşrutiyet haberini müjdeleyen ve Kabine'nin de
ğiştiğini bildiren gazete ilâvesini de, imtihanları bitirdiğimizin beşinci günü bir
öğleden sonra, bu Bahçede o t u r u r k e n almıştık.
İlk Meşrutiyet günlerinin s a b a h t a n a k ş a m a k a d a r sokaklarda "Yaşasın Hür
riyet!" diye bağırıp çağırarak dolaşmaları, n u t u k l a r , konferanslar gibi heyecanlı
tezahürleri biraz hafiflemişti. Yüksek mekteplere kayıd ve kabul z a m a n ı da yak
laşmıştı. Anadolu ve Rumeli'nin, Arabistan'ın muhtelif vilâyetlerinden gelen idâdî
mezunlariyle h e r gün b u r a d a t e m a s ediyor: görüşüp konuşuyorduk. B i r çoğumu
zun, hele Mercan İdâdîsi'ni b e r a b e r bitirdiğimiz arkadaşların emeli Mülkiye'ye
325
girmekti. Halbuki, o târihte Mülkiyye'ye m ü s a b a k a ile ve senede a n c a k 40 talebe
almıyordu. Müsabaka'yı k a z a n m a k ise bir şans meselesi idi. Cidden çalışkan ol
dukları halde iki sene üst üste m ü s a b a k a y a girip k a z a n a m a y a n ve yine gözü Mül
kiyemde olan a r k a d a ş l a r vardı. Nihayet bir gün hürriyet'den ve o n u n nimetlerin
den bahsederken m ü s a b a k a i m t i h a n l a r ı n ı n bu hürriyete aykırı d ü ş t ü ğ ü n ü ortaya
attık. B ü t ü n i'dâdî m e ' z u n l a n n ı n kafasını bu tatlı hayal kapladı. Hakkımızı elde
etmek için bir Cemiyet k u r m a ğ a k a r a r verdik. İ s m i üzerinde biraz m ü n â k a ş a d a n
sonra en hararetli a r k a d a ş l a r ı n tekliflerinden b i r e r p a r ç a alarak, b e n i m ileri
s ü r d ü ğ ü m bir kelimeyi de ekliyerek bu Cemiyet'e (Me'zunîn-i î'dâdîye İ t t i h a d ve
Tefeyyüz Cemiyeti) adını verdik. Galiba, rüşdiye tahsilini yaptığım Tefeyyüz Mek-
tebi'nin tatlı hâtıraları bu kelimeyi ilâveye ve teklif e t m e m e sebep o l m u ş t u .
Bâb-ı Âlî Caddesinde bir m ü h ü r c ü y e beş k u r u ş vererek şimşir üzerine Cemi-
yet'in damgasını yaptırdık. Arkadaşlar beni elebaşı yaptılar. H e r tarafa h a b e r sal
dık. Bir gün M a h m u d p a ş a Câml'i avlusunda bir kaç yüz i'dâdî me'zunu toplan
dık. Maksadı a n l a t t ı k ; hep sevindiler. H e m e n Maârif Nezâreti'ne bir istida ya-
zUmasına ve bu istidayı iki a r k a d a ş l a birlikte benim g ö t ü r m e m e k a r a r verdiler.
Sarışın, mavi gözlü, gözlüklü bir genç h e m e n cebinden kâğıt ve k u r ş u n kalem çı
k a r a r a k istida müsveddesini hazırladı; b a n a verdi. Çok geçmeden bu a r k a d a ş l a
— yâni Hakkı Tarık Us r Ia — s a m i m î dost olduk. İstid'ayı tebyiz e t t i m ; Cemîyet'in
m ü h ü r ü n ü b a s t ı m ; toplanan a r k a d a ş l a r a d m a ü ç ü m ü z imzaLadık. Beraberce Ma*
arif Nezâreti'ne gittik. Bu a r k a d a ş l a r d a n biri, Meroan İ'dâdîsinin son sınıfına İz
mir'den gelerek devama başlıyan ve bizimle b e r a b e r bitiren N û m a n H o c a (6)
idi. Ötekini u n u t t u m . Nâzır'm k a p u s u önüne gelince a r k a d a ş l a r d a n ikisi içeriye
g i r m e k t e n vaz geçtiler; sıkıldılar. Nihayet Nâzır'ın Odacısı rahmetli Mahmud
Efendi delaletiyle içeriye yalnız ben girdim. Nâzır'a m a k s a d ı a n l a t t ı m . Yüzlerce
arkadaşın — galiba binlerce dedim — cevap beklediklerini söyledim. Maârif Nazı
rı, bir baba şefkati ile bana bu işle meşgul olacağını, fakat, Meclis-i Maârif'den
k a r a r ç ı k a r m a k icp ettiğini ve bir hafta sonra kendisini ziyaret e t m e m i söyledi.
Doğruca M a h m u d p a ş a Câmi'i avlusuna k o ş t u k ; işi anlattık. Bir hafta sonra yine
burada b u l u ş m a k üzere sözleştik. Bâzı a r k a d a ş l a r ı n teklifleri ile gazete idareha
nelerini de dolaşarak bizi desteklemeleri için yazılar yazdırılmasına da k a r a r ver
dik.
326
İlk olarak oraya gittik. Benim şimdi işgal ettiğim (1944) Ahmed Hâlid KitabevT-
nin üst katı o z a m a n Tanin'in m u v a k k a t idarehanesi idi. Karşımıza Hüseyin Kâ
zım Bey çıktı. K r e m rengi b i r iç gömleği giymişti. Gözlüğünün ü s t ü n d e n bizi
süzdü. Derdimizi y a r ı m yamalak ayak ü s t ü dinledi; sonra bize hiddetle 'şunları
söyledi:
— Ne dediniz? Müsabakanın kalkmasını mı? Hayatın h e r safhası binbir imti
hanla, çetin mücâdelelerle geçmektedir. İ m t i h a n ı veren, mücâdeleyi kazanan hak
kını elde eder. Ben bir satır yazı dahi bu h u s u s t a yazmam, dedi. Büyük b i r ha
yal s ü k û t u n a uğrıyarak o r a d a n ayrıldık. Maamâfih bize taraftar bir çok gazeteler
bulduk. O devir, gazete bolluğu günleri idi. H a t t â üç gazete birleşerek tek gazete
hâlinde on para'ya satılıyordu. Nihayet muayyen gün geldi. Nâzır'a g i t t i m ; oda
nın ortasuıda a y a k t a beni kabul e t t i :
— Arkadaşlara selâm söyleyin, arzunuzu kabul ettiğimizi müsabakaların
kalktığını müjdeleyin, de»di. H e m e n elini ö p t ü m ; nasıl ayrıldığımı M a h m u d p a ş a
C â m i l avlusuna nasıl k o ş t u ğ u m u lârif edemem. Arkadaşlar beni b i r alkış tufanı
na t u t t u l a r . Artık î'dâdi me'zunlarına b ü t ü n yüksek mekteblerin kapısı açılmıştı.
Herkes serbestçe girebilecekti. Kayıd günü gelince Mülkiye'ye gittik. Beşyüze
yakın talebe Mülkiye'ye girdi. Bir kısmı az s o n r a m e k t e p değiştirdi. 430 k a d a r ta
lebe kaldık. B u n l a r d a n da 1327 yılı sonunda ancak 179 kişi mezun olabildi."
327
Hareketçi zümrenin ilk istediği şey, muallimler arasında t e n s i k a t yapılması
îdi. Zâten o sıralarda b ü t ü n Memleket'de tensikat diye bahsedilmiyor mu idi? O
zamanki telâkkiye göre, İnkılâb'ın göz ile görülecek el ile tutulacak neticesi ten-
sîkat'dan başka ne olabilirdi? (Mülkiyeliler) şimdi yeni fikirlere,
yeni bilgilere susamış vaziyette, tahsil'de tensikat istiyorlardı. Şahıslara karşı bir
kin ve garezleri yoktu. Fakat b u n d a n sonra da (Mülkiye gibi sosyal, e k o n o m i k ve
politik bilimler okutulması gereken bir okıü'da) ne tecvid'li bir makıam ile h u -
k u k - ı d ü v e l , nede V o l t e r ' i , Rousseau'yu Cehe/nneme mah
k û m eden bir İlm-i Hâl'i o k u m a arzusundaydılar. (Okul) İ d â r e ( s i ) ve Muallimler
lalebe'nin arzularım, düşüncelerini t a k d i r edip onları t a t m i n edecek şekilde hare
ket etmezlerse o n l a r da düşündüklerini yapacaklardı Derslere b a ş l a n d ı k t a n bi
raz sonra talebe'nin önce imâ suretiyle, sonra açıkça izhar ettiği arzu"yu tanıma*
mazlığa gelen muallimlere karşı başka çâre kalmamıştı. Onun için bâzı muallimle
rin derslerinde talebe sayısı gittikçe azalmağa başladı. Nihayet bir gün muallimler
karşılarında ders verecek tek bir talebe göremeyince fazla ısrar e t m e k t e fayda ol
madığını a n l a d ı l a r ; isti'fa edip yerlerini başkalarına bıraktılar. Dâvâ'yı talebe ka
zanmış ve isteğine kavuşmuştu. Netice tahsil b a k ı m ı n d a n şüphesiz iyi idi. Gelen
ler, yeni zihniyetin, yeni tahsil m e t o d u n u n adamları idiler. Fakat hürriyet'in mâ
nâsı bakımından, bu hareketin mâhiyeti nasıl izah edilebilirdi? H e r devirde, her
rejimde talebeye muallimlerini seçmek hakkı verilmiş olsaydı, sonu nereye varır
dı? (Mülkiye talebesi'nin bir nokta'da) hakkı vardı; o da yeni r e j i m i n
îcâb ettiği zihniyet ve m e t o d dâiresinde o k u m a k ve müsbet bilgiler e d i n m e k . Bu
nu temin e t m e k vazifesi şüphesiz Mektep İdaresi'ne ve bu İdareye h â k i m olan
Makamlara düşerdi. Bunlar da bu iş'de geciktikleri için talebe, daha ziyâde " i h t i l â l "
mâhiyetini taşıyan bir hareket ile b u n u temin e t m e k zaruretinde kaldılar. Başka
h a k l a r ı n işlemediği rol oynamadığı yerlerde "ihtilâl h a k k ı n a " m ü r a c a a t e t m e k t e n
başka çâre kalmazdı " (7).
Değişikliklerin fikrî izahını böylece pek Aziz H o c a m Sayın Prof. Zeki Mes'ul
Alsan'ın kalemi ile yaptıktan sonra "yapılan tensikat ihtilâİF'nin nasıl yapıldığına
dâir, yine o zamanki öğrenicilerin h â t ı r a l a r ı n d a n b i r iki örnek verelim:
" 1908'de Meşrutiyet ilânında Mülkiye'nin ikinci sınıfına geçmiş bulunu
yorduk. O yıl, yüksek mektebler'de yayılan geniş hürriyet telâkkisi üzerine:
Mecelle o k u t a n Rahmetli Ali H a y d a r Efendi'yi beğenmemiştik. İ s t e m e d i k ; der
sine girmedik; o da derhal Mekteb-i bıraktı.
( 5 ) , (7) ve (8) Bak. : Mustafa'nın Romanı; Zeki Mes'ut Alsan; İstanbul, 1943; 122., 123., 124. sf.lar.
328
Yine Devletler H u k u k u ve İktisad Okutan Rahmetli Mahmud Es'ıad Efendi'-
nin Devletler H u k u k u Dersi'ni beğenmiyorduk. Bu derse gelmemesini fakat İkti-
sad'a devam buyurmasını istemiştik. O da ikisini birden bıraktı. Devletler Huku-
ku'na Hemayak Hüsrevyan, İktîsad'a da (Mâliye Nâzın, Maslub) Câvid Bey gel
mişti.
Felsefe-i Hukuk-i İslâmiyye'ye gelen Âyân Reisi Âsim (Yörük) Hoca'yı da isteme
miştik. Fakat o, talebenin derse gelmemesine rağmen devam etti. Boş dersaneye ge
lir; defteri imzaladıktan sonra on onbeş dakika o t u r u p giderdi. Bu hâl böylece
hayli sürdü. Manastırlı İsmail Hakkı Ffendi de yine bizim istemememiz üzerine
Mektebi bırakmıştır " (9)
" Birinci Sınıf'dan İkinciye geçtiğimiz seno'nin ta'tilinde Meşrutiyet i l â n
olundu. Artık hürriyet vardı. İlk iş olarak Hoca'Iarı istememeğe başladık. Mah
m u d Es'ad Efendi Dersaneye girerken biz boşalttık. "Biz sizin o k u t t u ğ u n u z ders
lerden bir şey anlamıyoruz" dedik. M u h t e r e m Hoca ' d e v i r müsâid değildi; oku-
tamaz, a n l a t a m a z d ı m ; bir defa dinleyin, beğenmezseniz gelmem" diye â d e t a yal
vardı. Fakat biz inad ettik. Hocaya yaptığımız bu hareketi hatırladıkça içimde
hâlâ bir üzüntü hissederim...." (10).
".... İkinci Sınıf Derslerine, Meşrutîyet'in h ü r havası ile başladık. Beğenme
diğimiz hoca'lıara obstrüksiyon yapıyorduk. Bunlar arasında Felsefe-i İslâmiyye
Dersi ve Hocası Nasuhî-zâde de vardı.
Hoca Efendi, ders'te vakit vakit hafızasının kuvvetinden, yedi yaşında hafız
olduğundan, olup biteceği anlayıp sezdiğinden bahsederdi.
Ders saati'nden önce Tahta'ya şöyle bir yazı yazarak Dershane'yi terkettik:
" H e r şeyi evvelden keşfeden Hocamız, talebenin derse girmeyeceğini de bili
yorlar mı idi?" Dershaneyi boş bulan ve Tahta'da bu yazıyı okuyan Muhterem
Nasuhî-zâde, bir daha Derse gelmedi; biz de K a s î d e - i N û n i y e ' yi
ezberlemekten kurtulduk..." (11)
( 9) Bak. : Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; Ali Çankaya; Ankara, 1954; 1. C, 419., 420. sf.ler; Rahmetli Ali Gâlib
Pekel'in Hâtıraları'ndan.
(10) Bak. : (9) Numaralı Dip Notu'ndaki eser; 423. sf.; Rahmetli Ahmed Hilmi Ergeneli'ye âit Hâtıra.
(11) Bak. : Aynı eser, 424. sf.. Rahmetli Ahmed Hilmi Kalaç'ın Hâtıraları'ndan.
329
D E R S P R O G R A M I
1. S İ N İ F
Sıra
1909'dan Önce 19 09'da
No:
II S 1 N F
1913 (1329 R.) yılına kadar, bir iki küçük değişiklikle uygulanan ıbu derslerle
Meşrutiyet'den öncekileri karşılaştırdığımızda eski ile yeninin pek ıbüyük .ayrıntı
ları bulunmadığı, Mülkiye'yi gerçek kişiliğine kavuşturmak için. çok kuvvetli bir
adım atılmadığı hemen anlaşılmaktadır.
Öğretmen değişikliği de ders'lere uygun şekilde yapıl-
ÖGRETMEN mış yılların batı kültürü ile yetişmiş, yetenekli
ve
DEĞİŞİKLİĞİ okuttuğu bilgi dalında yetkili kimseler atanmış
tı:
331
D E R S L E R P R O F E S Ö R L E R
Bu
MÜLKİYE döncm'de kayda değer n o k t a l a r d a n biri d e Mem-
ve leekt'in- Sosyal atmosferindeki s i y â s î k a -
POLİTİKA r ı ş ı k l ı ğ ı n Mülkiye'ye d e b u l a ş m a s ı d ı r .
Her n e kadar, bir toplum'da a k t ü e l k o n u l a r ' in o topluluk için
de yaşayan b ü t ü n zümre ve örgütleri de te'siri altına alması tabiî ise de si
y â s e t b i l i m l e r i ' nin öğretildiği b i r yere h a t t a genel olarak b i -
1
linı o c a k l a r ı na p o l i t i k a g i r d i ğ i takdirde, kötü para'nın
332
iyi parâ'yı koğduğu gibi, bilim veya ilim derhal kenara çekilir, bunların yerini
s a f s a t a (demogoji) derhal alır; b u d a o memleketin yüzde yüz zararına
h a t t a felâketine sebep olur. Bunun uzak ve yakın geçmiş'de çok acı misalleri var
dır. Memleket Gençliği, bilhassa Yüksek Öğrenim gençliği elbet'de Memleket'in
keder, sevinç ve dertleri ile kendi çapında uğraşacaktır. Bu o n u n h e m hakk'ı hem
görevidir. Ancak b u çaba'yı gösterirken- tek rehberi b i l i m ve m i l l î
s u * u r u olmalıdır. Nilekim Büyük Atatürkümüz, Türle Gençliği'ne yaptığı
Millî E m â n e t ve Vasiyetini bu temel üzerine o t u r t m u ş t u r .
S i y â s e t B e z i r g a n l a r ı 'nuı esdirdiği ç ı k a r c ı siyâ
set r ü z g â r l a r ı bir öğretim müessesesine girerse b u r a n ı n mensupları
nın da, memleketin de yakın geleceği f e l â k e t l e r ' e uğrar. Bu hâl çağ
lar boyunca bilinegelmiş, değişmez bir kural'dır.
Meşrutivel ilânının- hemen sonrasında. Mülkiye öğretmenleri a r a s ı n d a çeşitli
k jl i k 'lere mensup kimseler ıVlülkiye'nin temiz bünyesi içine kendilerinin ay
rı ayrı şekil ve surette izledikleri siyâset'i s o k m u ş l a r ; bu temiz Müesseseyi âdeta
bir siyâset arenası hâline getirmişlerdir. "Dinamik Efkâr-ı U m u m i y e " diye kolayca
tarif edebileceğimiz ve her devirde daha ziyâde hisleri ile hareket eden Gençlik
gibi Mülkiye Gençliği de tabiî olarak bu a r e n a ' da 31 Mart f e l â k e -
t i ' ne k a d a r rol almış; öğrenicilik sıfat ve görevini bir tarafa itip P o 1 i t i -
k a ' nın tam ortasında kendisini b u l m u ş t u r .
O zamanki d u r u m u daha objektif şekilde açıklayabilmek için, o günleri yaşa
mışların görgü ve bilgilerine baş vuralım:
".... Bu gün (31 /Mart) fırtına k o p m u ş t u . Bu gün bir kaç zamandanberî ufuk
larda toplanan kara bulutlar birden boşanmıştı. Şimdi siyasetçiler ektiklerini bi
çiyorlardı.
Mülkîye Mektebi bile bu fırtınanın ilk serpintilerine m a ' r u z kalmıştı
B u n d a n bir kaç zaman evvel, bir gün Ali Kemâl, (Mülkiye Siyasî Târih Öğret
meni) telaşlı ve heyecanlı bir edâ ile Mustafa'nın sınıfı'na girmiş \fe kürsiye ge
çip o t u r d u k t a n s o n r a :
— Efendiler! Bu gün Heyecan ve teessürümden size ders veremiyeceğim (Ga
zeteci) H a s a n Fehmi'yi k ö p r ü ü s t ü n d e vurdular. Kaatili'de y a k a l a m a d ı l a r ; çok
müteessirim!.... demiş ve mendilini çıkartıp terli yüzünü silmişti. Talebe ve di
ğer dinleyiciler birbirine karışmıştı. Ali Kemâl, söz hürriyetine tecâvüzden ve Mem-
İeket'de adalet olmadığından şikâyet e d e r s u r e t t e bir kaç söz daha söyledikten
sonra sınıfı terketmişti. Talebe de çıkıp (Okul'un) Bahçe'ye toplanmıştı. O sırada
d ı ş a r d a n bir haber gelmişti. Yüksek Tahsil Talebesi, H a s a n Fehmi'nin Kaatili'nin
bulunması ve intikaamının alınması için Bâb-ı Âlî ö n ü n d e nümayiş yapıyorlarmış;
ayaklanan bir kısmı Mülkiye Talebesi de hemen sokağa çıkarak o n l a r a iltihak et
mişti , Ali Kemâl, ( İ k d a m Gazetesinde) kalemi ile ve (Edebiyat Fakülte-
333
si'ndeki, Mülkiye'deki) dersi ile Gençliği avlamağa çabşıyordu Bu gayretinde bir
dereceye k a d a r muvaffak da olmuştu. Nümayişler yapılmış; bir kısım gençlik İt-
(ihadcılar'a karşı nefret izhar etmişti.
Mülkiye'nin Câvid Bey, Bâban-zâde ismail Hakkı Bey gibi İ t t i h a d c ı Hocalnn,
Ali Kemâl'in Mülkîye içindeki vâki olan bu tahriki üzerine H o c a h k ' d a n istifa etti
ler. Mülkiye Talebesi bundan çok müteessir olmuştu. Bu Hocalar, "Ali Kemâl Mül-
kiye'de Hocalık ettikçe, biz orada kalamayız" diyorlardı; ya o, ya biz!.... Talebe
iki g r u p arasında şaşırıp kalmıştı. Ali Kemâl'i de öteki h o c a l a n m da bir türlü feda
etmek istemiyorlardı...." (11/a)
Rahmetli Ahmcd Halici Yaşaroğlu da şu örneği veriyor:
" Ali Kemâl, (1909 yılı Mülkiye) ikinci Sınıfia Târih-i Siyâsî Dersi veri
yordu; ( İ t t i h a d ve Terakki'nin en ünlü militanlarından) Hüseyin Câhid (Yalçın)
ise şahsım ve eserlerini çok sevdiğimiz bir m u h a r r i r (yazar); (Hem Mülkiyeli) faz
la olarak Mercan İdadisinden de M ü d ü r ü m ü z d ü . Ötedenberi bunlar a r a s m d a edebî
sahada geçen kalem kavgaları, ( M e ş r u t i y e t i n ilânımdan sonra) şimdi de siyasî fi
kir ayrılığı yüzünden siyâset alanına d ö k ü l m ü ş t ü .
Bir gün (Mülkiye Oğrenicileri) Arkadaşlar, bu iki Mülkiyeli'yi (Ali Kemâl me
ZUH olmamıştır. Hüseyin Câhid için 1312 R. yılı Mezunları kısmına bakınız) barış
tırarak Mülkiye Câmiâsı'nın aile samimiyetini t a m a m l a m a k istediler. Şubat 1909
sonlarına doğru bu işe k a r a r verilip 14 Mart 1909 (1 Mart 1325) P a z a r Akşamı tat
bik mevkiine kondu. Çay, Pasta, Bisküvi ve şekerleme alındı; (Mülkiye Talebe Ce
m i y d i Odası) Klüp hazırlıandı. Bir çok yerlere, yüksek mektebkvre davetiyeler
gönderildi; m u r a h h a s l a r geldi. Akşam belirli s a a t t a bu iki Mülkiyeli de geldi.
(Başla Müdür Celâl Bey olmak üzere) bir kaç söz söyledik; ikisini tokalaştırıp ba
rıştırdık; çay, p a s t a ikram ettik ( S o n r a d a n ünlü bir Tarihçi olan Mülkiye 1910
m e z u n u ) M e r h u m Mustafa Muhsin ( T e k e r ) , müsveddesini de k e n d i s i n i n hazırla
dığı aşağıdaki yazıyı ikisine i m z a l a t t ı :
"Mektebi Mülkiyye Efendilerinin (Üğrenicilcrinin) m ü r a c a a t l a r ı üzerine su'i te
fehhüm (kötü anlama) neticesi olarak tarafeyn'den (iki tarafdan) vuku'a gelen is-
nâdat (iftiralar) geri alınmış ve bundan böyle bir d a h a adem-i t e k e r r ü r ü ( t e k r a r
edilmeyeceği) ehass-ı amalimiz (başlıca emelimiz)'den b u l u n m u ş t u r .
1 Mart 1325 (= 14 Mart 1909)
( İ l a ) Bak. : (8) ve (9) Numaralı Dip Notu'ndaki eser; \67. - 178. sf.lar.
334
Ne yazık ki Mart başında yapı>an bu m ü t â r e k e bir fay'ı büe doldur-
madı. 31 Mart Vıak'ası bu kararı da, daha bir çok şeyleri de alt üst etti„ « 31
Mart'dan sonra Sultanahmed Meydıanı'ndaki darağaçlarmda asılanları gördükten
sonra hepimizde s i y â s e t ' e karşı bir nefret v e tiksinme hissi uyan*
d*....* (12)
Rahmetli Ali Galip Pekel de şunları anlatıyor:
" Ali Kemâl - Hüseyin Câhid meselesi'nde Müdür Celâl Bey hem (İkti-
sad - Mâliye Hocası) Câvid'i hem Hüseyin Câhid'i iltizam ettiği şüphesine düşül
müştü. (öğreniciler, Okul İdâresinin- tarafsız kalmasını istiyorlardı). Bunun üze
rine Divıan ( M ü d ü r ' ü sorguya ç d k m e k ) istedik. Bütün sınıflar toplandı. Bu gibi
işlerde, başta bizim sınıf T1910 (1326 R.) mezunları] bulunurdu. Bizden de en çok,
bu gün Tanrı'nın rahmetine kavuşmuş Akbaş Kahramanı Millî Şehid Köprülü
Hamdi (1175/1326), Tarihçi Muhsin 1(1142/326 mezunu) Tek'erlAsım 1(1144/1326
mezunu) Kuruya]Ferid f(1157/1326 mezunu)] ön saftaydılar.
Divân'da Müdür Celâl Bey, çok müşkül duruma düştü; açıkça ç e k i l ,
dendi. O günün Hükûmet'i de onu Mülkiye Müdürlüğünden alıp Erzurum'a Vali
yaptı » (13)
335
i s t a n b u l ' d a bulunan Mülkiye Mezunlarının kurduğu ve bu Cild'in sonunda Ta
rihçesini ayrıntıları ile anlatacağımız "Me'zunîn-i Mülkiyye İttihad ve Teâvün Ce
m i y e t i n e karşılık Mülkiye Öğrenicileri de Merkez'i Okul Binası içinde olan "Mü-
dâvimîn-i Mülkiyye Cemiyeti = Mülkiye Talebe Derneği"ni kurdular. Artık ellerine
hürriyet gibi bir ni'met geçmişti. S i y â s e t i l m i öğrenimi y a p a n Mül>
kiyeliler elbet bundum gereği gibi faydalanacaklardı.
11
.... Mülkiye'ye girer girmez bir Müdâvimm-i Mülkiye Cemiyeti k u r m a ğ a ka
r a r verince Hükûmet'e beyanname ile m ü r a c a a t lâzım geldi. Yine m ü t e ş e b b i s ben
olduğum için istidayı hazırladık. Fakat Cemiyete bir merkez göstermek lâzım ge
liyordu. Mekteb'i gösteremiyorduk (?). Bayezıt'da P a r m a k k a p ı ' d a hemşerilerden,
yâni Eğinli, Balmumcu Süleyman Efendi'ye g i t t i m ; işi a n l a t t ı m ; Dükkânının üst
katım merkez göstereceğimizi, fakat asla b u r a d a toplanmıyacağımızı, şayet Polis
sorarsa Merkezin burası olduğunu bildirmesini söyledim. Razı oldu.
7 Şubat 1325 (= 20 Şubat 1909) tarihli ve İstanbul V i l â y e t s i n 40 n u m a r a l ı il
m ü h a b e r i ile resmen tanınmış olan bu Cem'iyet asıl 2 Teşrin-i sâni 1324 (= 15 Ka
sım 1909) de k u r u l m u ş ise de m ü r a c a a t , tahkikat ve sâîre üç ay s ü r m ü ş t ü r . Beyan
namede Cem'iyutin telsisinden maksad kısaca şöyle yazılı idi:
1
Maksad-ı Te'sis:
Müdâvîmîn'i yekdiğerine t a n ı t a r a k a r a l a r ı n d a bir râbıtâ-i ittihad ve müvâlât
te'min etmek ve azasının tevsi-i m a l û m a t ve tenvir-i efkârına hizmet e t m e k ve
müdaviminin hukuk-i m e ş r û a l a r ı n m muhafazasını ve Mekteb-i Mülkiyye'nin te'min-i
terakkiyatı için icâbı hâlinde faaliyette b u l u n m a k ve u m û m i talebe cem'iyeti teş
kili ile memâlik-i mütemeddine'de talebeye bahşedilmiş olan h u k u k ve imtiyazâ-
tın Mülkümüzde dahî istihsâli için esas istihzarına çalışmak." 36 m a d d e d e n ibaret
olan Cem'iyet Nizâmnâmesi'nin en m ü h i m maddesi de "Cemiyetin- siyâsetle asla
uğraşmıyacağına " d â i r kayıttı. Görülüyor ki şu kısa satırlar çok şeyi ihtiva etmek
ledir. Bilhassa " U m u m î bir talebe birliği ku;~ma fikri (federasyon)" ilk defa Mem
leketimizde bu Nizâmnâmede belirtilmektedir. Bunu, Son Sınıfın zekî ve kafalı
çocukları uzun m ü n â k a ş a l a r l a yazmışlardı. Cem'iyetin, H ü k ü m e t e beyannamenin ve
rilmesi ile beraber kuruluş hazırlığı başladı; 1 Kânun-i Evvel 1324 (= 14 Ara
lık 1908) târihinde resmen açıldı. Mekteb o zaman, şimdiki İstanbul Kız Lisesi
336
binasında idi. Kapıdan girince sağda, Tanin Matbaasına bakan cihette ve
Vezir H a ı u duvarına nazır büyük Oda bize verilmişti. Buna h e m Cemiyet hem Klüp
diyorduk. C e m i y e t e girenler 10 kuruş duhuliye (giriş parası) ve 5 kuruş aylık vere
ceklerdi. Son Sınıftan bir Reis seçtik. Önce Rahmetli Ahmed Münir, s o n r a bizim Sı
nıftan Kemâl (Seden, m e r h u m , Sinemacı ve Kemâl fi im Müessesesi k u r u c u s u ) , Mus
tafa Muhsin (Tarihçi, m e r h u m ) Muhasip oldular. Ben de Kâtip seçildim.
Cemiyetin masraflarını, azasının verecekleri 5-10 k u r u ş karşılıyamıyacaktı; bu
n u n için çâreler d ü ş ü n d ü k . Nihayet Cemiyet m e n f a a t m a bir tiyatro (müsûmere)
vermeği kararlaştırdık. Güzel bir p r o g r a m hazırladık. Beyoğlunda Fransız Tiyatro
s u n d a tertib edilen Müsamereye b ü t ü n Vükelâ ( B a k a n l a r ) ve (Mülkiyeli) Me'zunlar
davetli idiler. Çok kalabalık oldu. B ü t ü n masraflar çıktıktan sonra net olarak 144
altın lira ve 3 g ü m ü ş kuruş yâni bugünkü (1946 yılı) hesapla 4500 lira hâsılat kaldı.
Tiyatroyu hazırlarken tabii Kasadaki p a r a yetişmedi; Son Sınıftan Şefik (Başman,
Rahmetli), Kemâl, Ulvî (Aykut, Rahmetli) M ü n i r ve Birinci Sınıftan Celâl ödünç pa
ra verdiler. Sonra biraları ödedik. Tiyatronun lüks localarına üç altın lira fiyat
k o n m u ş t u . S a d r â z a m Paşa'-dan bir altın lira alıabildik. Abdurrahman Şeref Efendi
üç lira verdi. Hasan Fehmi Paşa'ya ben g i t m i ş t i m ; bir lira alabildim. Artık para
mız te'ınin edilmişti. Odadaki mıasaları boyattık; perdeler ve bir ucuz frenk halısı
aldık. Düzinesi 138 kuruştan sekiz düzine iskemle m u b a y a a ettik. İki yazıhane, bir
k i t a p dolabı, soba, duvar saati te'min eyledik; Yere m u ş a m b a döşettik. B ü t ü n kır
tasiye masrafları dâhil, bunların hepsi 59 lira 98 kuruşla meydana geldi. En çok
çini sobaya p a r a vermiştik; 5 liraya almıştık.
Cemiyet, d a h a doğrusu Klüp h e r teneffüste ve iakşamlan muayyen zamanda
açık bulunacaktı. Bunun için m e m u r ve hademeye ihtiyaç vardı. İ d a r e memurluğu
na 100 kuruş aylıkla N u m a n Hoca'yı — N u m a n S a b i t —, hademeliğe de 33 kuruş
aylıkla ve ilâve olarak hademe Salih Ağayı getirdik. 18 Mart 1325 (= 30 Mart 1909)
de Mustafa Muhs.ln (Tarihçi) Muhasiplikten çekildi. 77 lira 27 kuruş 25 para mev
cutla bu hizmeti bana devretti. 1326 (1910) yılı Son Sınıf talebesinden Mustafa Zeki
(Frof. Zeki Mes'ud Alsan) Cem'iyete Reis seçilmişti. 27 T e m m u z 1326 günü Mektebi
1
ikmâl ettiğini ileri sürerek bu vazifeden çekildi . Tâlil olduğu için İ d a r e Hey'etini
toplıyamadığındıan m ü h r ü bir a r k a d a ş a verdi; onu vekil yaptı. İşte gerek bu hâ
dise, gerek yeni taşındığımız Zeynep H a n ı m konağında m ü n â s i p bir oda bulama
dığımızdan dolayı artık Cem'iyet yaşayamadı. Kasada ise 15 p a r a kalmıştı. Bu pa
ra maalesef hâlâ benim zimmetimdedir. Yeni bir Talebe Cemiyeti kurulursa bir
sembol olarak bunu fâiz-i m ü r e k k e b i ile birlikte yeni Cemiyetin temel parası ola
r a k t a k d i m edeceğim. Bizden sonraki Son Sınıflar yeni bir N i z â m n â m e ile bu Cem'i-
yeti c a n l a n d ı r m a k istediler; fakat muvaffak olamadılar...." (16).
337
edecek teşkilâtçılıklarını tâ okul sıralarında aktif ve gerçekçi davranışlarla hazır*
l a d ı k l a n n a bir örnek vermek içindir.
338
Mâliye N â z ı n Esseyd Bahriye Nâzın Evkaıaf-ı H ü m â y u n Nâzın
Mehmed Ziya (Paşa) Esseyd Mehmed Arif Mahnıud E k r e m
(Mühür) Hikmet (Recâî - zade)
(Mühür) (Mühür
(17) 191 Te kadar Mülkiye Müdürleri aynı zamanda Darülfünun (Üniversite) Müdürü (Rektörü) idiler.
339
Ma'ruz-i Çâker-i Kemîneleridir;
Resîde-i dest-i tâ'zim olup melfufiyle beraber Manzûr-i Âlî buyrulan işbu tez-
kire-i sâmiye-i Sadâretpenâhileri üzerine mucibince İrâde-i Seniyye-i Cenâb-ı Pâ
dişâh! şerefmüteallık buyrulmuş olmağla olbabda emr ü ferman Hazret-i Ve-
Uyy'ülemr'indir.
16 Cunıad'al-Ûiâ 327 ve 23 Mayıs 325 (= 5 Haziran 1909)
340
Sâlisen, Aşı Şehâdetnâmesi;
Râbian, tahsil ve hizmete mâni' olacak emraz ve ilel-i sâriyeden salim bulun
duğunu musaddık ya Belediye etibbasmdan birinin ve yahud diğer ma'rûf bir ta
bibin raporu;
Hâmisan, bir cinayet ve cünha ile mahkûm ve su'i »ahlâk ile müştehir olmadık
larını ve hüsn-i hâl ve ahlâk ashabından bulunduklarını mübeyyin ilmühaber;
Müsabaka imtihanına duhûle tâlib bulunanların kayıd muamelesine, gelecek
Ağustos'un Onuncu Pazartesi gününe kadar devam olunup müsabaka imtihanla
rına Şehr-i mezkûrun On yedinci Pazartesi gününden i'tibaren mübaşeretle Yirmi
Dördüncü Pazartesi günü hitam verileceğinden her Cumartesi ve Sah günleri saat
iki'den sekiz'e kadar Mekteb İdaresine müracaat eylemeleri ve Ağustos'un Onun
cu Pazartesi gününden sonra her ne suretle olursa olsun müsabaka imtihanına tâ
lib kabul olunmayacağı şimdiden i'lârı olunur.
341
" ŞÛRÂY-I DEVLET
Tanzimat Dâiresi
1333
342
ta'yin olunanların kalacak maaşları sene-i âtiyede Mekteb-i Mülkiyye'den çıkacak
talebeye tahsis olunmak üzre mevkuf-i Hazine tutulacaktır.
14 R a m a z a n 1328; S Eylül (1)326 (= 20 Eylül 1910)
Aslına m u t a b ı k t ı r .
Şûrây-ı Devlet
(Mühür)
BÂB-I ÂLÎ
Meclis-i Mahsus
2919
343
nın mündericâtı mezkûr Onbeşinci Maddenin ba'zı ahkâmını m u a d d i l bulunma
sına n a z a r a n Nizamnameye zeyl suretiyle ilâvesi caiz olmadığından mezkûr Onbe
şinci Madde Lâyiha'da münderiç a h k â m dâiresinde bit'ta'dil nüsha-i mübeyyezasu
nın gönderildiği beyân o l u n m u ş ve suret-i ta'dil muvâfık-ı maslahat görülerek sâ-
lif'ül- beyân mazbata ve nüsha-i miibeyyaza leffen arz ve takdim kılınmış olmağ-
ı;ı kaatibe-i ahvâlde e m r ü ferman Hazret-i Veliyy'ül-emr Efendimiz'indir.
23 Ramazan (1)328; 14 Eylül (1)326
Evkaaf-ı H ü m â y u n
Sadrâzam Şeyh'ül-İslâm
Nâzın
Hakkı Paşa Musa Kâzım
Ali Haydar
Avrupa'da (İmza)
(İmza)
Adliye N â z ı n ve Hâriciye N â z ı n Dâhiliye N â z ı n
Şûrây-ı Devlet Reisi Rifat (Paşa) Tal'at
Mehmed Necmeddin (Molla) (İmza) (İmza)
(Mühür)
Bahriye Nâzın
Mâliye N â z ı n
Harbiye Nâzın Salih ( P a ş a )
Câvid Bey
Mahmud Şevket (Paşa) (İmza;
İmza'da bulunamadı
(İmza) O r m a n ve Maâdin ve
Ticâret ve Nâfia Ziraat N â z ı n
Maârif Nâzın
Nâzın Mavro K o r d a t o Efendi
Emrullah
Hallaçyan İmza'da b u l u n a m a d ı
(Efendi; İ m z a )
(İmza)
344
28 Eylül 1910 günlü İrâde ile onay'landı. Böylelikle yıllardır süregelen h a t â h
bir t u l u m , idare âmiri olacak Mülkiye Mezunları lehine çözümlendi.
(18) Bak. : Tasvir-i E f k â r ; ( G ü n l ü k Gazete); 16 Mart 1910/3 Mart 1327, Çarşamba; N u . 285; 5. sf. |, st.
345
MÜLKİYE'nin TEKRAR Rakım (Açıkalın) Bey'in terfian Maârif Nezâreti Mec-
YATILI OLMASI ve Maârif Reisliğine nakledilmesi üzerine, o sırada
YENİDEN GELİŞTİRİLMESİ 2. deia Maârif Nazırlığına getirilen ve Mülkiye'nin
manevî kurucusu olan Abdurrahman Şeref Efendi, Mülkiye M ü d ü r l ü ğ ü n e yine ken
di üğrenicilerinden ve Mülkiye 1881 mezunlarından Gelenbevî-zâde Hikmet Bey'i ge
lirdi:
346
"BÂB-I ÂLÎ
DÂİRE-İ SADÂRET
Meclis-i Vükelâ ve Ma'rûzat
Kalemi
1554
Sadrâzam
Mehmed Said ( Paşa)
(İ mza)
(19) Rahmetli'den bahsederken devamlı olarak E f e n d i sıfatı'nı kullanışımız, hem kendisinin "t a r î k - i
I I tn i v v P ' den" olucunu belirtmek, hem de bundan pek hoşlanrlır-ını anlatmak İçindir
347
". Maârif Nâzın Hakkı Bey'in riyaseti altında teşekkül eden bir komisyon,
müddeti tahsîliyyesi iki seneden ibaret olmak üzere Ulum-i S i y â s i y y e
M e k t e b i nâmıyla bir mekteb küşâdı için müzâkerat'da bulunmuştur...." (20)
31 Mart gibi büyük karışıklık ve keşmekeşlik .devri atlatılıp sosyal ve politik
o r t a m ' d a n-isbî bir d u r u l m a başlayınca bu mesele t e k r a r aktüalitesini kazanmıştı.
Mülkiye'ye aleyhdar grup, Okul un kapatılıp Dârülfûnun'un bir şubesi hâline ge
tirilmesi üçin çalışıyor; çoğunluğunu Mülkiyelilerin teşkil ettiği diğer b i r grup da
b u n u n aksini savunup Okul'u batı sisteminde yeniden ıslah etmeyi o n a "Paris Si
yâsi Bilgiler Serbest OkuIu"na denk kişilik kazandırmak istiyorlardı.
Her iki tarafın uzun- t a r t ı ş m a ve çaba ş a r t ı n d a n sonra, ikinci g r u p davâ'yı ka
zandı. Mülkiye'de o z a m a n a k a d a r yapılmamış büyük bir radikal r e f o r m ça
lışmalarına girişildi.
Önce, öğretim süresi dört yıla çıkarılıp İkinci Sınıf'dan- sonraki iki sınıf (3. ve 4.
sınıflar) idâri, Malî, Siyâsî olmak üzere üç şube'ye aynldı. Ders P r o g r a m l a n da bu
na göre ayarlandı. Okul, Darülfünun binasından alınarak Cağaloğlu'nda, şimdi Yeni
S a b a h Basımevinüı yanındaki Hasan Fehmi Paşa Konağına taşınıp t a m a m e n müs
takil hâle getirildi.
Dersler, "Paris Serbest Siyâsî Bilgiler Okulu" programına göre düzenlendi.
Ders
I. S I N I F II. S I N I F
Sayısı
(20) Bak. : İ t t i h a d ve Terakki Gazetesi; 28 Receb 1326/12 Ağustos 1324; 25 Ağustos 1908; 1. Sene, N u . 9; 3. sf.; 4. s i .
348
III. S I N I F
Ders
sayısı İdâri Şube Mâlî Şube Siyâsî Şube
1 Hukuk ve Kavânîn-i
İdâriyye ve Teşkilât-ı İktisad Târih-i Siyâsî
Askeriyye
2 Hukuk-i ceza ve Usul-i Mesâlik-i İktisâdiyye Hukuk-i Umumiyye-i
Muhâkemât-ı Cezâiyye Târihi (İktisadî Dokt Düvel (Devletler Umu
rinler Târihi) mî Hukuku)
3 Hukuk-i Esâsiyye (Ana İlm-i Mâlî ve Kavânin-i Hukuk-i Hususiyye-i Dü
yasa Hukuku) Mâliye vel (Devletler Hususî
Hukuku)
A Arazı ve Emvâl-i Gayr-ı Nakid, Itîbar, Borsa Devlet-i Osmâniyye'nin
Menkule Kanunu (= Para, Banka, Borsa) Düvel-i Şâire i'e Yap
tığı Muâhedat (Andlaş-
malar)
5 Hukuk-i Umumiyye-i Umumi ve Mâlî Usûl-i Târih-i Siyâsiyye-i Os-
Düvel Deften (Genel Muha mâniyye ve Şark Mes'-
sebe) elesi
6 Hukuk-i Hususiyye-i Dü Coğrafya-i İktisadî Şehbenderler (Konso
vel loslar) Hukuk ve Vezâ-
ifi
7 Usûl ve Kavânîn-i Mâ Siyâset-i Mâliye ve Ti- Mes'ele-i Hâzıra-i Siyâ-
liye câriyye siyye ve İçtimâiyye
8 İktisad Kanun-i Arazi ve Em- Siyâset-i İktisâdiye ve
vâl-i Gayr-ı Menkule Ticâret Muâhedatı
Kanunu
9 Coğrafya-i İktisadî Tatbikat-ı Mâliye Düvel-i Mütemeddine'-
nin Siyâset-i Dâhiliye-
leri'nin Târihi
10 Târih-i İdârî-i Osmânî Tatbikaat-ı İktisâdiye Muhâberât-ı Diplomati-
kiyye
11 Târih-! Edyan (Dinler Fransızca Hukuk-i Esâsiyye (Ana
Târihi) yasa Hukuku)
12 Fransızca Arapça Târih-i Siyâsî ve Hu
kuk-i Düvel Tatbikaatı
13 I Arapça — Fransızca
14 Eİsîne (Arapça, Rumca,
Ermenice, Bulgarca, Ar
navutça)
349
IV. S I N I F
Ders
İdarî Şube Mâlî Şube Siyâsî Şube
sayısı
1 Hukuk ve Kavânin-i İim-i İktisad Târih-i siyâsî
İdâriyye ve Teşkilât-ı
Askeriyye
2 Hukuk-i Ceza ve Usul-i İlm-i Mâlî ve Kavânîn-i Hukuk-i Umumiyye-*
Muhâkemât-ı Cezâiyye Mâliyye Düvel
3 Usûl-i Muhâkemât-ı Hu- Bütçe Hukuk-i Hususiyye-i Dü
kukiyye vel
4 Arazi ve Emvâl-i Gay- Usûl-i Defterî-i Umumî Devlet-i Osmâniyye'nin
r-ı Menkûle Kanunu ve Mâlî (Muhasebe) Düvel-i Şâire iie Ak
detmiş olduğu Muâhe-
dât
5 Hukul<-i Umumiyye-i Kavânin-i İstikrâziye ve Târih-i siyâsi-i Osmânî
Düvel Osmanlı İstikrâzatı ve Şark Meselesi
6 Hukuk-i Hususiyye-i Dü Hesâb-ı Mâlî Şehbenderler Hukuk ve
vel vezâifı
7 Ahkâm ve Nizân>at-ı Usûl-i Muhâsebât-ı U- Mes'ele-i Hâzıra-i Si-
Vakfiyye mumiyye yâsiyye ve İctimâiyye
8 Ferâiz (Mîras) ve Ve- Ticâret-i Mâliyye-i İs- Düvel-i Mütemeddine-
sâya (Vasî) tatistikiyye nin Siyâset-i Dâhiliyye-
lerinin Târihi
9 Usûl-i Kavânîn-i Mâliye Kanun-i Arazi ve Em Muhâberât-ı Diplomati-
vâl-i Gayr-ı Menkule kıyye
Kanunu
10 İktisacl Tatbikatı Mâliye Târih-i Muâhedat
11 Târih-i Edyan Tatbikaat-ı İktisâdiyye Târih-i siyâsî ve Huku
k-i Düvel Tatbikaatı
12 Târih-i Ziraat ve San'- Arapça Elsine (Arapça, Rumca,
ar ve Ticâret Ermenice, Bulgarca, Ar
navutça)
13 Usûl-i Muhabere Fransızca Fransızc?
14 Fransızca — —
15 Arapça — —
350
Durum Resmî Gazete ile ilân edilip b ü t ü n Memleket'e duyuruldu (21):
2. Leylî talebe ücreti Kırk lira olup üç taksit ve nehârî talebe ücreti yedi se
nelik sultânı mekteblerinde olduğu gibi iki lira olup keza üç taksitde itfa olunur.
3. Muâmele-i kaydiyye Şehr-i hâlin Onaltıncı Cumartesi gününden Yirmi Al
tıncı Salı gününe kadar vasati Saat on'dan dört'e kadar icra olunacağından tâlib
olanların evrâk-ı lâzime ile birlikte Mekteb İdaresine müracaat eylemeleri lüzumu
i'Iân olunur."
Hikmet Bey, her zaman olduğu gibi, o devirde de Kabine'nin- en önemli Na
zırlıklarını, Nezâretler'in en yüksek kademelerini işgal eden Mülkiyelilerin yar
dımlarıyla bu geçici'lik durumunu kesinleştirmek için "Mektcb-i Mülkiyye'nin
Leylî'ye Tahvili Hakkında Kanun" T a s a r ı s ı n ı hazırlattırıp H ü k ü m e t Tek
l i f i olarak Meclis'e sevketîirdi; gerek Komisyon'larda, gerek "Hey'et-i Umıı-
miyye" de savunmasını bıkmadan, yorulmadan yaptı.
Devrin politik, sosyal atmosferi ile Mülkiyeli olmayan aydın sınıfın Mülkiye
hakkındaki düşüncelerini aksettirmesi yönünden çek ilginç bölümler taşıyan, söz
konusu K a n u n ' u n Müzâkere Zabıtlarını aynen aşağıya alıyorum (22):
( 2 1 ) Bak. : Takvim-i V e k a a y i ; N u . 1924; 12 Şevval 1332 ve 21 Ağustos 1330 (= 3 Eylül 1914) 4. sf., 1. st.
(22) Bak. : Meclis-i Meb'usan Zabıt C e r i d e s i ; 3. Devre-i İ n t i h â b i y y e ; 17. Fevkalâde İ ç t i m â , 1330; 298. sf.
351
yoktur. H ü k ü m e t böyle Mekteb-î Mülkiyye'nin Ieyli'ye tahvili h a k k ı n d a
bir k•imin teklif etti. Maârif Encümeni'nde uzun uzadıya tetkıkat ve mü-
n â k a ş â t icra olundu. E n c ü m e n i m i z d e ba'zı rüfekaa-i kiram Mekteb-i
Mülkiyye'nin leylî'ye tahvili muvafık değildir, nehari olsun, dediler.
Ba'zıları leylî m a a nehari olsun, d e d i ; nitekim evâilde olduğu gibi... Evet,
bir kısım rufekaınız dedi ki: Mekteb-i Mülkiyye'nin H ü k û m e t ' i n teklifi
veçhi üzere bu seneden i'tibaren leylîliğini kabul e t m e k Mektebi servet ve
s â m â n sahibi olan zevâtuı evlâdına h a s r e t m e k demektir, m ü t a l â a s ı n d a
bulundular. Dimağından, iktidarından, faziletinden istifâde edilecek, fakir
liğinden başka hiç bir kusuru olmayan fakir evlâdının bu Mekteb-i Müi-
kiyye tahsilinden m a h r u m i y e t i lâzım geliyor; b u n d a m a n t ı k yoktur, de
diler. Şöyle muhtelif efkâr a r a d a cereyan etti. Gerek Maârif N â z ı n Beye
fendi Hazretleri olsun ve gerek Mekteb-i Mülkiyye Müdiri Beyefendi ol
sun bunlara karşı hayli esbab dermeyan ettiler. Dediler ki, bizde istatis
tik v a r d ı r ; vaktiyle leylî ile nihârî'ye devam eden efendilerin derecât-ı
mesâileri ve terbiye-i bedeniyeleri ve şâir hususatları nazar-ı i'tibara alın
mak suretiyle mukaıayese icra edildiğinden leylî devam eden efendilerin ge
rek tahsil ve gerek terbiyye-i bedeniyye ciheti ve şâir cihetiyle birçok me
nâfi' hâsıl olduğunu m ü ş â h a d e ettik, dediler. Çünkü 17-18 yaşlarında bulu
n a n bir delikanlı başıboş sunada b u r a d a oturacak, kezâlik müddet-i tahsi-
liyesi zarfında Mekteb'e gelip gitmekte pek çok m a z a r r a t görülüyor; bun
ların menâfi'ini te'min e t m e k semere-i sa'ylerini iyice husule g e t i r m e k için
bunları kıavî bir m u r a k a b e altında b u l u n d u r m a k l a pek çok menâfi' var
dır, dediler. Zâten, Mülkiyye, mekâtib-i saire ile mâkis değildir, de
diler. Çünkü b u r a d a idâri, mâlî, siyâsî üç kısım me'mur yetişecek ve
Mekteb'ten çıkanların şehâdetnâmesi me'nuıriyet istihsâline bir sebeb
olacaktır. Bu mektebi, Mekteb-i Hukuk'la mukayese edemezsiniz, dediler.
Çünkü o r a d a n şehâdetnâmesini alan bir efendi derhal mc'muriyeti istih
kak edemez: m u t l a k a onun tâ'limatnâmesi icâbmaa tatbikat mektebi'ne
gidip çalışarak Âmtihan verdikten sonra h â k i m sınıfına geçer. Bu sınıfa
girmek üzere ş e h â d e t n â m e istihsal ederse o vakit m e ' m u r i y e t e istihkak
peyda eder. Binâenaleyh bugün mâlî, idarî ve siyâsî m e ' m u r i y e t l e r e pek
çok lüzum vardır. Bu Mekteb'den de m a k s a d olur. Şuhalde Mekteb'in leylî
olmasını isteriz, diye bir takım esbab dermeyan ettiler. Nihayet Encü
m e n d e bir çok rüfekaa-i kiram leylî olmanın hilâfında beyân-ı fikir etti
ler. Sonra Maârif N â z ı n Beyefendi b u y u r d u l a r ki, bu esbâb-ı mûcibede
de gösterilmiştir, bu Mekteb'e hayli masraf edildi. Madde-i münferide ol
m a k üzere mevki-i tatbike kondu. Hayli aylardan beri, hayli masraflar
edilmektedir. Bunun şimdi lağvı muvaf?.k olamaz. Müşkül bir halde kalı
nır. Bu sene kabul edilsin; zâten ba Mektebi Dârülfünûn'un bir şubesi
yapmak üzere bîr lâyiha tasvip ve tasavvur etmekteyiz. O lâyiha t a k d i m
edildikten sonra o vakitlerde b u n u n netice-i kafiyesi hâsıl olabilir. Bu se-
352
ne b u n u n kabulü zarurîdir, denildi. Doğrusunu söyliyeyim, işte buna binâ
en Birinci Madde aynen kabul edilmiştir. Fakat fukara evlâdının da bir
nisbet-i muayyene dâiresinde alınmasına d â i r bir kayıd konsun ve o kayıd
da ilâve edildi. Binâenaleyh şu K a n u n enzâr-ı âlînize vaz'ediliyor. İşte
E n c ü m e n d e yapılan m ü z â r e k â t ve zübde-i efkâr b u n d a n i b a r e t t i r . Artık
reyinize kalmıştır. Ne diyeyim.... (Gülüşmeler).
Mekteb-i Mülkiyye Müdîri Hikmet Bey — Efendiler, Mektebi nihârî iken ne için
leyjî yaptık? Mekteb neharî iken b u n d a n herkes d a h a ziyâde müstefid
olurdu. Fukara evlâdı, bîkudret o l a n l a r da girerlerdi, deniliyor. Bendeniz
M e k t e b i n üç senedir idaresinde b u l u n u y o r u m . Bu üç sene zarfında tabiî
h e r talebenin hâl ü iktidarı tecribe ediliyor. Mekteb talebesinin % 70'ini
vilâyâttan gelen evlâd-ı vatan teşkil eder. Bunlara peder veyahud velîleri
tarafından gönderilen p a r a l a n Mekteb İdaresi tasdik etmedikçe postaha-
ne vermez. Biz b u n u n için bir istatistik t u t t u k . Vilâyâttan gelen efendile
rin herbirine, vasati olarak, ayda 5 liradan 7 kuruş k a d a r az bir p a r a isa
bet ediyor. Yâni bu efendilerin u m u m u İ s t a n b u l ' d a bedava yaşıyor zan-
nolunmıasın; fakat bu p a r a ne oluyor? Meselâ farzedelim ki ayda 5 lira
d a n senede 60 lira yedikleri hâlde ne üstlerine bakabiliyor ne de munta
zam yiyip içebiliyorlar. Bir k e r r e bunlar İstanbul'a geldiler de baskıdan
m a h r u m kaldılar mı... Tabiî a k ş a m ü s t ü vıasatî saat 3 (15.00) de Mekteb'i
tatil ederiz. Çünkü sabahleyin derse saat 9 da b a ş l a n z . Onlar Mektepten
çıkuıca bir kısmı kıraathanelere (kahveler'e) gider; ekseriyeti köprüyü
geçerek Galata cihetine, Beyoğluna giderler. Bu hâlin bize bahşettiği elem
leri size arzedersem siz de müteessir olursunuz. Vilâyâttan gelen evlâd-ı
vatan son senede talebenin % 7ö'ini teşkil ediyor, demiştim. Bu % 70'in
% 27 si b u r a d a n pis illetlerle ma'lûl olarak gittiler, l l ' i t e v e r r ü m etti.
O hallerde bunların babaları, aileleri müteessir olmadı mı? Tabiî olacak
lar. H a t t â Mekteb müteessir olmaz mı? 3 sene beklesin, 3. senesi m a l û l
oldu diye 45 efendinin kaydını terkîyn e t s i n ; yazık değil mi? Bu paraları
b u n l a r h a n köşelerinde, b e k â r odalarında sefil b i r surette yesinler hem
kendilerini h a r a p etsinler hem de ailelerim perişan eylesinler; b u n d a n ne
kazanılıyor? Mekteb'deki leylî hayata gelince; saat 6'yı çeyrek geçe işa
retle k a l k a r ; 3 çeyrek saat zarfında yıkanır, temizlenir ve giyinir; yine
bir işaretle t a a m salonuna gider; 7'yî çeyrek geçinceye k a d a r yazları süt
verilir ki sütçü ile Mayıstan i'tibâren k o n t r a t ı m ı z vardır. Kışları çay,
kakao, bir p a r ç a reçel, biraz beyaz peynir, ekmek yerler. Ondan sonra
m ü t a l â a salonuna davet o l u n u r l a r ki o vakit saat 8'dir. Mekteb'de saat
9'da derse b a ş l a n ı r ; 9'a k a d a r derslerini, temrinlerini ve müzâkerelerini
yaparlar. Ondan sonra bir çeyrek teneffüs verilir. Yoklama ile beraber
dershaneye girilir. Saat 9'da derse başlanır; bir saat sonra çıkılır; bir
çeyrek fasıla ile ikinci derse başlanır, İTde çıkılır; 11,15'den 1.15'e k a d a r
m ü t e m â d i istirahat ve sonra yemek yerler. Ne suretle bilir misiniz? El-
353
b e t t e yattıkları odaların altındaki bakkal d ü k k â n ı n d a satılan şeyler değil.
Mutlaka bir balık, bir et ve bir sebze f bir pilâv. Pazartesi, Perşembe, Cu
m a r t e s i günleri kışın börek, hamıır tatlısı; yazın her istedikleri meyva-
d a n alıp isteyenlere vermek şartiyle. Akşamüstü yine bu minval üzere
devam olunur. Fakat saat 3'de (15.00) Mekteb tatil olduğu z a m a n niharî
efendiler giderler; leylî olanlar futbol oynarlar, egzersiz yaparlar; jimnas
tik muallimiyle yarım saat j i m n a s t i k yaparlar. Bir saat sonra 4,15 de tek
r a r m ü t a l â a salonuna davet olunurlar. Eğer teşrif ederseniz, g ö r ü r s ü n ü z ,
Bir de Kütübhânemiz vardır. O Kütübhâneye davet olunurlar. Orada ge
rek derslerine âid olsun ve gerek ulûm-i sâireye müteallik b u l u n s u n mü
talâa ile meşgul olurlar. Ondan sonra yine bir saat teneffüsleri vardır. De
mek b u n l a r tam altı saat m ü t a l â a ile meşgul oluyorlar; üç saat değil. On
dan sonra 7,15 de yemeğe davet o l u n u r l a r ; yemek yerler, o t u r u r l a r , konu
şurlar. Yine müzâkereye davet o l u n u r l a r ; Saat 9'a (21.00) k a d a r müzâke
re ile meşgul o l u r l a r ; 9'da yatarlar. Şimdi b u r a d a ne m a h z u r görülüyor?
Bendeniz Mekteb'in menâfimin m ü d a f a a vekili, fiakat Efendilerimiz he
pimizin vekilisiniz. Hey'et-i Umumiyyeniz onları benden d a h a ziyâde dü
şünürsünüz. Bendeniz de derim ki Mekteb-i leylî h a y a t t a n m a h r u m eder
seniz bir çok evlâd-ı vatan kaybolacaktır. Diyebilirim ki m ü m k i n s e h a t t â
b ü t ü n büyük mekâtibiıniz için pansiyonlar yapılsın; bir yerde toplansın
l a r ; orada onlara müzâkere salonları tahsis edilsin; yedirilsin, içirilsin.
Bu hayât-ı sefilânelerinden kurtulsunlar. Babalarından, velîlerinden aldık
ları paraları şuralarda, b u r a l a r d a sarfedip mahvolmasınlar. Bendenizin
Mekteb'in leylî olması hakkındaki m ü t a l â a m b u n d a n ibarettir.
Süleyman Fevzi Bey (Basra) — Müdir Bey, Mekteb'in ahvâlinden mufassalan ba
his buyurdular. Bir de yemeklerin envâından evkaat-ı tahsîliyyelerinin 24
saata taksimini izah eltiler. Bu taksim meyânında n a m a z b a h s i görülme
di (alkışlar). Ondan b a ş k a b i r Devlet-i İslâmiyye ve Devlet-i Osmaniye
teşkil ve te'sis edeceği bir m e k t e b d e evlâdına namıaz öğretmez mi?
354
doğru b u l m u y o r u m . Birincisi: Mekteb-i Mülkiyye derecesinde bulunan
mekâtib-i saire nîhârî olarak idâme ediliyor da niçin Mülkiyye Mektebi
leylîye tahvil olunuyor? Eğer bu Mektebin leylî olmasında b i r fâkie mu
tasavver ise o fâide diğer mektebler için de vardır. Eğer Mekteb-i Mülkiy-
ye'nin neharî kalmasında bir m a h z u r varsa diğer mekteblerde o m a h z u r
yok mu? ikincisi: Eğer Mülkiyye Mektebinin leylî olmasını kabul edersek
bir takım evlâd-ı vatan'a, erbâb-ı zekâya bu Mekteb'in kapısını k a p a m ı ş
oluruz. Hangi fakir senede 30-40 lira verir de evlâdını bu Mekteb'de oku
tabilir? Evet Encümen 331 Senesinden i'tibâren meccânen talebe kabulü
kaydım ilâve ederek güya bu ciheti te'min etmiş oluyor; fakat bir nis-
bet-i muayyene dâiresinde kabul edileceği cihetle, bu hal m a k s a d ı temin
e t m i ş olmaz. Bu suretle bir t a k ı m zekâları ö l d ü r m ü ş olacağız; binâena
leyh Mülkiyye Mektebi'nin leylî'ye tahvili hiç bir veçhile caiz değildir.
Üçüncüsü: Mülkiyye Mektebi bize idare m e ' m u r l a n yetiştirecek; halbuki
gecesini gündüzünü bir d a m altında, bina dâhilinde geçiren, bu suretle
âleme kesb-i ıttıla edemiyen, halkla t e m a s eylemeyen bir i d a r e me'mu-
r u n d a n ne bekliyebiliriz? E n c ü m e n b u r a d a garib m ü t a l â a d e r m i y a n edi
yor. Mülkiye Mektebi efendileri han, a p a r t m a n köşelerinde bitirdikleri
hayatın onların m a d d i y a t ve ma'neviyatı üzerinde fena te'sir hâsıl ettiği
görülüyor, diyor. F e s ü b h a n a l l â h ! Bu hal başka mekteplerde, başka tale
beye hüsn-i te'sir mi hâsıl ediyor? Mülkiye Mektebi'nin 40 m e v c u d u var
dır. Halbuki dîger mekteblerin mevcudu 1000 iere baliğ oluyor. Bu cihet
niçin d ü ş ü n ü l m ü y o r ? Hulasaten, bendeniz Mülkiyye Mektebi'nin leylî ol*
masını doğru g ö r m ü y o r u m ve bu K a n u n u n reddini talep ediyorum...
Cemil Zühâvî Elendi (Bağdal) — Arkadaşlar, H ü k ü m e t Mülkiyye Mektebini leylî
ye tahvil etmeyi teklif ediyor; halbuki bu Mektebden yetişecek olanlar
devlet me'muriyetlerinde istihdam o l u n a c a k l a r d ı r ; binâenaleyh bu Mekte
bin, vazife-i müstakbelesi i'tibariyle Mekteb h â r i c i n d e talebe h a l k ile ne-
k a d a r ihtilât ederse, ehâliyle n e k a d a r t e m a s t a b u l u n u r s a o n i s b e t t e zih
ni inkişaf e d e r ; m e ' m u r olduğu zaman vazifesini o nisbette hüsn-i ifâ ede
bilir; halbuki biz ricâl-i müstakbeiemiz olacak evlâd-ı Vatan'ın zihinleri
gibi vücudlarını da dört duvar arasında m a h s u r bırakıyoruz. Niçin böyle
yapıyoruz? Tâ ki halk ile ihtilat vâsıtası ile ahlâkları bozulmasın, suiisti
mal ve sıhhatLarı m u h t e l olmasın, diye... Düşünülmüyor ki men'-i ihtilat
ile ahlâk düzelmez, bil'akis bozulur. Çünkü ahlâk-ı güzideyi kesbetmek
iyiyi kötüden tefrike vabestedir. Bu ise ihtilattan s o n r a hâsıl olur. Sıjhhat-
l a n n ı n ihlâli meselesine gelince: bu m a h z u r Şâkirdânın gece serbest kal
masında değil, ihtiyacât-ı beşerin, günlerle t e m a d i eden bir hayât-ı in-
firâdîyenin te'sirinden, tazyikinden d e f a t e n bulacağı inkılâbdadır. Asıl
muhtel-i sıhhat b u d u r . Hâriç ile t e m a s t a b u l u n m a y a n gençlerden m ü r e k k e b
bir kitle gece ve gündüz Mektebde m a h s u r kalırsa ahlaklarının da mahfuz
kalacağmı H ü k ü m e t bize te'min edebilir mi? Ahlâktan sarfınazar edelim;
355
gündüz çalıştıktan b a ş k a gece de çalışmak sıhhate d a h a muvafıktır. Ta
rîk-i tâ'lîm'in en makbulü, m ü m k ü n olduğu k a d a r az m ü d d e d d e çok öğ
r e n m e k t i r . H e r vakit öğrenmek de uzv-i t â ' l ü n olan dimağı nisbetsiz b i r
s u r e t t e yoracağından t a h a m m ü l edemez. İşte bu hikmete m e b n î d i r ki
(Lâ-yükellifü AJlah'ü nefsen illâ vüslahâ = Allah, hiç bir nefs'e o nefsin
kudreti dışında bir mükellefiyet yüklemez.) b u y r u l m u ş t u r . Düşünülmü
yor ki geceli gündüzlü tahsil tâkalfersâ o l d u k t a n b a ş k a d â i m i bir nezâ
ret ve m u r a k a b e altında b u l u n d u r u l a n genç dimağlar lüzumu k a d a r ııeşv
ü n e m a bulamıyacaklardır. Arkadaşlar, el ve ayağın mukayyed olması
dimağın mukayyed olması k a d a r muzır değildir.
357
ri p a r a ile biz meccani talebe alacağız. F a k a t m ü s a b a k a i m t i h a n ı n d a bi
rinci ve ikinci dereceyi ihraz edenleri tercih edeceğiz. Mâliye Nezâreti se
nelik bir tahsisat verecektir.
Râif Efendi (Erzunum) — Efendim, bu kanun tatbik edildi mi?
Ziya Bey (İzmit) — Gerek Cemil Efendi gerek Tevfik Efendi biraderimizin müta
lâaları arasında E n c ü m e n A'zâları aramızda ittifak edemedik. H a t t â Sâdık
Efendi bile
Abdullah Efendi (Kütahya) — Mazbatada muhalif kalanların esâmisi var...
Ziya Bey (devamla) — H a t t â b u r a d a m a z b a t a d a bile Mülkiyye Mektebi ders prog
r a m l a r ı n ı n mekâtib-i âlîye programlariyle gösterdiği m ü m â s e l e t ve müşa
behetten ve Darülfünunun hâricinde gösterdiği ibreti nazar-ı d i k k a t e alı
nacağı söyleniyor...
Mekteb-i Mülkiyye Müdiri — Buna dâir de arz-ı tafsilât edeyim...
358
meyenler yeis ve atâlete m a ' r û z kalsın da zenginler m a ' r û z kalmasın. Son
ra d o ğ r u d a n doğruya deniliyor ki, b u r a d a n çıkacak olanların şahadetna
meleri sened m a k a m ı n d a d ı r . Bu ş e h â d e t n â m e l e r sened m a k a m ı n d a kulla
nılıyor da diğer mekâtib-i âliyeden çıkanlara kıyas edilmiyecekler mi? Di
ğer Darülfünun talebesine mektebden çıktıktan sonra bu h a k verilmîye-
cek mi? Yalnız Mülkiyye Mektebi'nden me'zun olanlar mı kaymakamlıklar
da, mutasarrıflıklarda bulunacaklar? B u n u izah etsinler. S o n r a d o ğ r u d a n
doğruya yeis atâlettir, diyorlar. Yeisi, latâleti defetmek için oradaki ta
lebeye d i m a ğ istikameti, bir ders ahlâkı verilirse daha iyi olur. Bu iş mu
allimlerin elindedir. Onun için, yalnız talebe bir yeis ve atâlete mübtelâ
oldu diye bu Mektebi leylîye kalbetmek doğru değildir. Bunu izah et
sinler.
359
iarzedilir halde b u l u n d u r u l u y o r . Yoksa bu, kasr ve tahdid edilemez. Böy
le cüz'iyat için H ü k ü m e t ve Milletin büyük masraf ihtiyar e t m e s i d o ğ r u
değildir. Şu te'sis edeceği Mektebden istifâde edecek İ s t a n b u l ' d a mevcut
mekâtibden çıkan binlerce gençler vardır ki evleri var, aileleri var, vesâi
ti var. Oraya m ü r a c a a t etmek arzusunu izhar ettiği halde şu K a n u n l a biz
üç şubeden istifâde edecek efendilere diyoruz ki, siz gelemezsiniz. Sene
içinde ancak 45 talece alacağız, b u n l a r ı okutacağız. Bilmiyorum ki bu
nu Heyet-i Alîniz nasıl kabul buyuracak ve ne suretle telâkki edecektir.
Sonra, H ü k ü m e t , biz b u r a d a me'ımır yetiştireceğiz diyor. H ü k ü m e t i n ye
tiştireceği bu 45 m e ' m u r için mi Milletin büyük bir kısmı b u n d a n mah
r u m ediliyor ve bu yük Maarif Bütçesine yükletiliyor? U m u m i kaaide
olarak tahsil-i âlî d o ğ r u d a n doğruya u m u m u n m ü r a c a a t edeceği bir su
rette te'sis ve u m u m tahsil-i âlîden bilâ kayıd ve şart istifâde e d e r ve hiç
b i r kayıd ve ş a r t a l t m a giremez ve h ü k ü m e t l e r için de e h e m vazife bu
d u r . Binâenaleyh bendeniz bu K a n u n u n reddini Hey'et-i Aliyye'ye teklif
ediyorum. Bu suretle Memleket için gayet muzır ve h a t t â şu te'sis edilen
tarz bir çok gençlerin mahrumiyetlerini istilzam edecektir ki bu, Memle
ketin hâli ve atîsi için zararlıdır. Binâenaleyh Mekteb'in leylî olması hak
kındaki teklifin reddini teklif ederim, (leylî, nehârî, sesleri).
360
teb'in m u t l a k nihârî olması arzu edildiği anlaşılıyor. Binâenaleyh b u n u
b i r neticeye r a b t e d i p b a ş k a bir işimize bakalım...
Tahsin Rıza Bey (Tokat) — Usul-i m ü z â k e r e hakkında bir takrir vardır. Hepsine
t a k a d d ü m e n okunmasını ve reye konulmasını teklif ederim.
Reis — Efendim, geçen gün müzâkeresi bitmemiş olan Mekteb-i Mülkiyye Kanu
n u n u n müzâkeresine devam ediyoruz. Geçen gün söz istemiş olan efendi
ler şunlardır (isimleri o k u r ) . B u n l a r d a n m â a d a söz istiyenler isimlerini
yazdırsınlar.
361
hâlî olamaz. Fakat Mekteb'de geçireceği d u r u m u nazar-ı i'tibâra alalım.
Mektebde geçireceği hayâtı ahlâk cihetinden düşünecek olursak, görüyo
ruz ki talebe dâima kendi akranı ile b u l u n a c a k t ı r ; ..ikram ile görüşecek,
muallimlerinden d â i m a istifâde edecek; te'min-i maişet nokta-i nazarını
kat'iyyen düşünmiyecektir. Bu düşüncedeöı b ü s b ü t ü n k u r t u l m u ş olacak,
vaktini sırf tahsile hasredecek ve fikri d â i m a bununla meşgul oLacak. Sıh
hat nokta-i nazarından ise bu daha muvafıktır. Çünkü Mekteb'de taht-ı
intizâma alınacak; yemekler temiz olacak; yatağını temiz bulacaktır. Bu
cihetten de b ü s b ü t ü n m ü s t e r i h olacak ve evkaatını yalnız tahsile hasrede-
çektir. Şu halde talebenin şu iki h a y a t ı m yekdiğeri ile m u k a y e s e ede
cek olursak leylî hayatının fevkalâde olacağından şüphemiz k a l m a z . Bun
da diğer bir m u h a s s a n a t d a h a v a r d ı r ; Talebe aynı /umanda birbirleriyle
görüşeceğinden ve tarz-ı muaşeretleri birbirinin aynı olacağından dolayı
bittabi' ahlâkça da yekdiğerine t a k a r r ü b hâsıl olur. Şu halde arzettiğîm
m u h a s s e n a t t a n dolayı Mektebin leylî olması daha ziyâde tercih edilir ve
bu gibi muhassenâtı mûcib olan ahvâli düşünenlere teşekkür e t m e m e m
ve onları takdir e t m e m e m cây-i insaf değildir, zannederim. Ancak Kanun
ba'zı ta'dilâta m u h t a ç t ı r . Meselâ ücret bahsinde...
362
müzakeresinde idâre-i kelâm ederler». Binâenaleyh bu dâirede, yâni Kanu
n u n lehinde olanlar ile aleyhinde olanlar o suretle isimlerini yazdırsınlar.
Tevfik Bey, lehte mi aleyhte mi?
Tevfik Bey (Divâniye) — Lehle...
Reis — Mehmed Nuri Efendi, Zât-ı âlîniz?
Mehmed Nuri Efendi (Zor) — Aleyhteyim efendim.
Rois — İsmail Mahir Efendi?
tsmâiil M a h i r Efendi ( K a s t a m o n u ) — Lehte...
Reis — Artin Efendi?
Amin Efendi (Haleb) — Aleyhte...
Reis — Zihni Efendi?
Zihni Efendi (Karahisar-ı Şarki) — Aleyhteyim...
Reis — Zülfü Bey?
Zülfü Bey (Diyarbekir) — Lehteyim...
Tevfik Bey (Dîvâniye) — Efendim, H ü k ü m e t tarafından teklif olunan bu K a m ı n ı
Muvakkat Lâyihası doğrudan doğruya Mekteb-i Mülkiyye'nin leylî olma
sına dâirdir. İki gündenberi Meclis-i Teşriiye'de ba'zı a'zây-ı k i r a m ı n söyle
diği sözlerin ekserisi de d o ğ r u d a n doğruya nihâriliğin kabul edilmesidir.
Yâni H ü k ü m e t teklifinin aleyhinde idâre-i kelâm ediliyor. H a k i k a t halde
bendenizin fikrimce H ü k ü m e t i n leylî fikri kısmen doğrudur. B ü t ü n b ü t ü n
leylî olması da olamaz. Şimdi izah edeceğim. Kısmen de nihârî olsun. Bi
nâenaleyh kısmen leylî ve kısmen de nihârî olmıak üzere fikrimi arz ede
ceğim. Burada b u l u n a n a'zây-ı kiramın ekserisi Mektebin leylî ve nehâri
hayatına iştirak etmiş zevattır. Tecribeyi bizzat kendimiz g ö r m ü ş adam
larız. Biz kıyâsı kendi nefsimizde yaparsak daha iyi olur.
563
yerlerde, pis hanelerin içerisinde imrar-ı hayat ediyorlar. F a k i r olanlar o
pis d ü k k â n l a r d a n yemek yiyorlar (O başka, sesleri). Rica e d e r i m yalnız
dinleyiniz. Hepinize b i r teklif edeceğim. Bunu son derece nazarı d i k k a t a
alınız. Medrese talebesi b i r dereceye k a d a r mahfuz kalıyor; yâni medre
sede her birinin ayrı odası vardır. B u r a l a r da gerçi hıfzussıhhaya muvafık
değildir. Neyse, bununla beraber diğerlerine nisbetle m e s ' u d â n e bir hayat
geçiriyorlar. Bunu son derece nazarı dikkata alınız. B u r a l a r d a n çıkan tale
be yarın Memleketi idare edeceklerdir. Onun için b i l u m u m mekâtib-i âli
ye için arzediyorum ki b u n d a n dört sene evvel bu h u s u s E m r u l l a h Efen
di Hazretlerinin zaman-ı Nezâretlerinde nazar-ı dikkate alındı ve Meb'u-
sana da arzedildi idi. Meb'usan da filhakika son derece nazar-ı dikkate al
dı ve E m r u l l a h Efendinin teklifini kabul etmişti. Ne idi o teklif?, ve o
zaman bu yaralar t a m a m ı ile söylenmişti. Dâr'üt-tuIIâb n â m ı ile 2000 ki
şilik bir b i n a yapılacaktı. Buraya müdîr ta'yin olunacaktı. Dârüifünûn'a
m ü d a v i m talebe bu pis yerlerden k u r t u l u p o r a d a yatacaklardı. Bunların
başına da müzakereci ta'yin edilecekti; veyahud münâvebe ile D a r ü l f ü n u n
muallimlerinden ba'zıları gidecekti. H e m gece derslerine m u n t a z a m çalı
şacaklar, hem de başlarında m ü k e m m e l bir müzakereci bulunacak, onla
rın zabt u r a b t l a r ı n a d i k k a t edecekti. Meclis-i Meb'usan'a b u n u teklif etti.
Bu binanın yapılması için 5000 lira tahsisat verilmişti. Bu iş o k a d a r gü
zel olacaktı ve talebe de mes'udâne yaşıyacaktı. Adetâ b u n l a r d a n p a r a top
lanıp onlara güzelce yemek yaptırılacaktı. H ü k ü m e t ufak bir masraf ya
p a c a k t ı ; fakat, talebe m e s ' u d â n e yaşıyacaktı. Malûmunuz olan bir çok ah
val z u h u r etti. Maalesef şimdiye k a d a r a k i m kaldı. Bu mesele Memleke
tin selâmeti için son derece m ü h i m d i r , farz-ı ayndır. Bunu nazar-ı dikkat-ı
âlînize arzederim. Bu mes'eleyi yine teklif edelim; böyle 2000 kişilik bil'u-
m u m Darülfünun talebesinin yatması için bir yer yapalım. M e s ' u d â n e ha
yat geçirmelerini ihzar edelim.
Reis — İsmail Mahir Efendi, rica ederim, saded dâhilinde söz söylemeye mecbur
sunuz. Maârif Bütçesi müzâkere edilirken bu gibi u m u m î bahisler söyle
nir. Bu gün mevzu'-i müzâkere olan mes'ele, Mekteb-i Mülkiyye'nin leylî
ye tahvili mes'elesidir.
İsmail Mahir Efcrjdi (devamla) — Biliyorum efendim. Şimdi bugün böyle bir bi
na yapılıncaya k a d a r , Maarif Nezâreti ve Mekteb-i Mülkiye M ü d ü r ü Beye
fendi, nazarı dikkata almışlar; hiç olmazsa Mekteb-i Mülkiyye'yi olsun
şu felâketten k u r t a r a l u n demişler, leylîye tahvil etmişler. Filhakika bir
seneden beri de leylîdir. Leylî değil mi Beyefendi?
İsmail Mahir Elendi (devamla) — Beş altı ay olmuş, çocuklar m e s ' u d â n e hayat
geçiriyor. Bir çok mekteblerimiz var, esasen hem leylî hem nihârîdirler.
364
Bilhassa u m û m sultan! mekteplerinde leylî ve nehâri var. Çocuğunu mes'-
u d â n e yaşatmak isteyenler, bilhassa taşna ahâlisinden olup da evlâdım
m e s ' u d â n e yaşatıp güzel ta'lim ve terbiye e t m e k isteyenler m e k t e b e leylî
olarak verir. Mektebe p a r a vermeye kudreti olmayanlar da p a r a s ı n a güve
nip hareket etsin. H e p p a r a s ı olmıyanlar da mekâtib-i âlîyeden çıkacak
değil ya. Biraz da ziraata, ticârete girsinler. H e r k e s de h ü k ü m e t memu
ru mu olacak? H e r k e s Mekteb-i Mülkiyemden mi çıkacak?. Ş u n u arzede-
rim; nazar-ı d i k k a t e alınız. Herkesi kaymakam, mutasarrıf, vali mi yapa
cağız? Dörtyüz, beşyüz t a n e k a y m a k a m ma'zulü var. İkiyüz mutasarrıf
ma'zulü var. B u n l a r ötede beride gezip duruyorlar. Biz Memleketin selâ
m e t ve saadetini ve istikbâlini te'min için a d a m yetiştirelim. H ü k ü m e t
kapılarında dilenci yetiştirmeyelim, rica ederim. Mekteb-i Mülkiyye'den
mülkiye m e ' m u r l a r ı , hâriciye m e ' m u r l a r ı ve mâliye m e ' m u r l a r ı çıkacak.
Bunlar devâir-i devlete alınacaklardır. Bu Mekteb zâten o n l a r için te'sis
edilmiştir. Maalesef ötedenberi öyle o l m u ş t u r . Bendeniz zâten böyle olma
sının aleyhindeyim, o b a ş k a lâkırdı. Fakat elde mevcut bir m e k t e b var.
Madem ki Darülfünunlarımızı ıslâh edemedik ve epey z a m a n da zanne
d e r i m ıslâh edemiyeceğiz; çünkü vesâid noksandır, b u n l a r a ne muallimi
miz yetişiyor, ne de Bütçemiz m ü s a a d e ediyor. B u n u n için de elde mevcut
bir Mekteb-i Mülkiye vardır, bari b u n u adamakıllı bir hâle koyalım da
m e m u r l a r ı m ı z iyi çıksın. M e m u r l a r nasıl iyi çıkar? Efendim, m u n t a z a m
bir hayat geçirirse ya'ni m e k t e b d e m u n t a z a m hayat geçirip derslerine
m u n t a z a m çalışırlarsa o vakit iyi yetişirler. Mektebde yatıp k a l k a n tale«
be başka türlü çalışır; gece bunların başında müzakereci b u l u n u r . Tale
be, gece müzâkere ederken b a ş ı n d a b u l u n a n müzakereciye müşkilâtım
hallettirir, fakat dışarıda m ü ş k i l â t ı m kimden sorabilecektir. B u n l a r he
pimizin başına geldi, hepimiz biliyoruz. Meclis-i Meb'usan'da d a h a evvelki
senelerde bu Mekteb-i Mülkiyye'nin şeklini tâdil için bir teklifte bulunul
du. H ü k ü m e t e dediler ki, bu Mekteb-i Mülkiyyenin şekli hiç b i r şeye ben
zemiyor, b u n u üç kısma ayırınız; idâri, mâtî, siyâsî kısımlarım ihtiva et
sin. Filhakika b u n u n için Müdir Beyi tebrik ederim, gayret e t t i ve bu me
seleyi b i t i r d i ; yâni programlarını da o n a göre tertib etti. Şimdi b u r a d a
idâri, mâlî, hârici m e m u r l a r yetişecektir. Efendiler, bir şeyi d a h a nazarı dik
katinize arzedeceğim, gayet m ü h i m d i r . Memleketin hayat ve m e m a t nok
tasıdır. Bizim başımıza gelen b ü t ü n felâketler, bilir misiniz nereden gel
m i ş t i r ? Zannetmeyiniz ki yalnız donanmasızlıktan yahut b a ş k a şeydendir;
hâriciye m e m u r l a r ı m ı z bizi b i t i r m i ş t i r ; çünkü hâriciye m e m u r l a r ı m ı z yok.
Bunu iyice biliniz ki biz, hâriciye m e m u r l a r ı yetiştirmedikleri sonra sa
lâh bulamayız. Bu Mektebden şehbenderler de yetişecek...
İsimâil Mahir Efendi (devamla) — Efendim, bizde ticâret ve iktisadı anlıyan şeh-
365
benderler de yoktur. Bıı Mektebde işten anlıyan, iktisaddan anlıyan siyâsî
m e ' m u r l a r yetiştireceğiz; nazar-ı dikkatinizi celbederim. Bendenizde şeh
benderler tarafından gönderilen kitap şeklinde tab'edilmiş r a p o r l a r var.
İ h t i m a l ki Meclisin Kütübhanesine de göndermişlerdir ( g ü r ü l t ü ) . Rica
ederim dinleyiniz, yaralarımızı söyliyeyim. Bendenizin üç sene evvel Mec-
lis-i Meb'usan'da vuku' bulan bir teklifim üzerine bu r a p o r l a r gönderili
yor. Bunların arasında şehbender vekili olan zevatın gönderdikleri ra
p o r l a r da var. Bunlara b a l a n ı z ; Allah razı olsun. Bir de bizim şehbender
lerimizin yâni mektepsiz şehbenderlerin raporlarına bakınız; ağlarsınız
efendim. Bu Memlekette iktisad terakki etsin, şu terakki etsin, şöyle ol
sun, böyle olsun, diyoruz. Bunların hepsi adamla olur. Böyle a d a m l a r ı
mektebler yetiştirir. Mektebin de m u n t a z a m olması ş a r t t ı r . M u n t a z a m ol
m a s ı için de talebenin ta'lim ve terbiyesine son derece dikkat etmeliyiz.
Geçen gün, ba'zı rüfeka diyorlardı ki m e ' m u r olacaklar ahâli ile ihtilât et
sinler; ben, elimden gelse bu muhitle Meb'usları dahî ihtilât e t t i r m e k iste
m e m ( k a h k a h a l a r ) . Zira Allah bizi n a z a r d a n saklasın, evvelki Meb'uslar
b ü t ü n iğfal olunmuşlardı. Bendeniz şimdi sözü kısa kesiyorum.
İsmail Mahir Elendi (devamla) — Bunun için de bendeniz şimdi teklif ediyorum
ki önce teklif olunan Dârü't-tullâb'ı yaptıralım.
Reis — İsmail Mahir Efendi, bunları inşallah Maârif Bütçesinde söylersiniz.
Artin Efendi (Haleb) — Efendim, Mekleb-i Mülkiye'nin leylî'ye tahvili için gös
terilen başlıca sebep, talebenin Mekteb hâricinde, k ö p r ü n ü n b i r tarafın
d a n ö b ü r tarafına gidip gelmeleri, yahud iyi yiyip içecek b u l a m a m a l a r ı
gibi esbâbdan ibaret oluyor. Fakat görüyoruz ki Mekteb leylîye tahvil
edilirse, gösterilen bu iki mehâzîr o r t a d a n kalkar mı? Ben, kafiyen ba~
366
na i n a n a m a m . Ba'zı yaralar v a r d ı r ki öyle nîm tedbîrlerle tedavi edil
mez. Onun tanı tedavisine yarar bir tedbir bir deva bulmalı. Bendeniz
bir teklifte bulunacağım. Fakat size gârib görünüyor. Memâlik-i Osma
niye, sırf bu İstanbul'dan ibaret değildir y a ; mektebler İ s t a n b u l muhi
tinde kaldıkça bu mehâzîr leylî olsa da, nehârî olsa da mevcut bulu
nacaktır. Binâenaleyh bu Mektebi kaldırmalı...
Art in Efendi (devamla) — Haleb, pek m ü n â s i p bir yerdir. Haleb, o güzel, o şirin
belde Memâlik-i Osmaniye'nin şimdi merkezidir; kendine m a h s u s bir
medeniyeti var. Her türlü esbab mevcud... Şehirde ucuzluk da var.
367
Millet'e daha hayırlı hizmet etmiş olmaz mı?.. Bizim ihtiyacımız mekâ-
tib-i ibtidâiyedir. Nezâret onu düşünsün...
Zülfî Efendi (Diyarbekir) — Meşrutiyetten sonra şekilden şekle, r e n k t e n renge
giren Maârif Nezâreti, mektebleri k â h su M ani'ye kalbediyor; k â r b i l m e m
leylîye, k â h ibtidâiyeye tahvil edip duruyor. Ittıratsız bir halde bulunuyor.
Maârif Nezâreti d ü ş ü n d ü : Bu çıkmaz yoldan idare olunamıyacağını anla
dı. Bu gün, hâlihazırda Milleti i d a r e eden bu Mekteb-i Mülkiyye'nin leylî
k ı s m ı n d a n yetişen insanlardır. Bu gün b u n u i n k â r edecek hiç bir fert
yoktur. Gerek İstanbul'da bulunan ekâbir, gerek vilâyetlerde bulunan
ekâbir, Mekteb-i Mülkiyye'nin leylî sakafı altında yaşıyan zevattır. Şimdi,
biz leylîyi kaldırıp da t e k r a r nihârîye nasıl kalbedelim. Aristokrasi ve
d e m o k r a s i mes'elelerini ortaya atıyorlar,.. Ben b u n u a n l a m a y a imkân
bulamıyorum Madde-i kanuniyede fakirin h u k u k u mahfuzdur. İ s t a n b u l
ahâlisi evlerinde, kâşanelerinde o t u r u p evlâtlarını mektebe gönderiyorlar.
Her türlü n i a m ve vesâit altında b u l u n d u r u y o r l a r . Halbuki bîçâre t a ş r a
ahâlisi Bağdatlılar, Erzurumlular, Diyarbekirliler ne yapsın?. Evlâtlarını
kim himaye etsin? Hiç otmazsa b u r a d a H ü k ü m e t i n nezâreti altında bu
lunduruyorlar. İstanbullular, İstanbul'da oldukları için evlâtlarını o su
retle m e k t e b e verdikleri cihetle M e k t e b i nihârî istiyorlar; z a n n e d e r s e m
bu yanlıştır. Düşünülürse Millet için elzemdir. Keski Bütçemiz müsâid
olsa da b ü t ü n mekteplerimizi, Darülfünunları kamilen leylî yapsak. Onu
da temenni ederiz....
Zülfî Efendi (devamla) — Olur efendim, oda olur. Zâten, o Mekteb olmasa idi
Meclis-i Meb'usan'da bu k a d a r söz söylenmezdi. Binâenaleyh, b u n u n alkış
larla kabul edilmesini temenni ederim.
368
Bendeniz kendi hesabıma bu n o k t a d a m ü t e r e d d i d i m . Birincisi, zâten En
c ü m e n Mazbatasından anlaşıldığı üzere, Nazır Bey bu K a n u n u n pek şiddet
li taraftarı değil. Başlıca mütalâası, bu K a n u n u mevki'-i t a t b i k a koymuşuz,
şu dakika bu K a n u n u r e f edemeyiz; zira bir t a k ı m mesârif ihtiyar ettik.
Sonra, bir takım talebe aldık. Zâten bu K a n u n u n ref'ini, adem-i k a b u l ü n ü
t a l e b edenlerin fikri dahî, senenin yarısından sonra bu Mektebi nihâriye
çevirmek değildir. Zâten, m u v a k k a t suretiyle devamı da h ü k m ü îcâb et
tirir ki, o h ü k ü m sene nihayetine k a d a r devam etsin. Binâenaleyh, bu ne-
hârîye tebdil edilsin, fikrini d e r m e y a n eden 'arkadaşlarımız, Mektep şim
diden kapansın, talebe şimdiden geri çevrilsin fikrinde değildirler. Öyle
zannediyorum ki bu nokta-i n a z a r d a n m u h a k e m e edilirse, b u n u n nehârîye
tahvili hakkındaki fikir zâten Nezâretin fikri oluyor. Şu halde bendeniz
bilmem ki b u n u n muhalefeti ve t a r a f d â n olmak üzere iki kısım eşhas gö
r e m i y o r u m . Asıl taraftarı ve sahibi, H ü k ü m e t t i r . Fakat, H ü k ü m e t b u n u n
muhtâc-ı ta'dil olduğunu ve b u n d a n böyle bir ehemmiyeti hâiz olmadığını
teslim ediyor. Şu halde, bu Mektebin behemehal leylî olmasına taraftar
lık etmek, H ü k ü m e t t e n ziyâde H ü k ü m e t t a r a f d â n olmak demektir.
369
nun, bu sene için mevki'-i tatbiktedir. Sene nihayetine k a d a r mevki-i
tatbikte kalsın; b u n d a n böyle de yine Maârif Nazırının düşüneceği şekle if
rağ edilsin. O halde, Mekteb'in yine neharî olarak kalacağı ihsas o l u n u r .
Binâenaleyh, bu Madde-i Kanuniyenin sene nihayetine k a d a r mer'i olmak
üzere tasdikini teklif ederim. Zannederim, bu bahsin b u n d a n ziyâde söze
de t a h a m m ü l ü yoktur...
Artın Efendi (Haleb) — Efendim, H ü k ü m e t M e m u r u n d a n sual e d i y o r u m ? Hükü
metin fikri Z ö h r a p Efendinin söylediği gibi midir? Bunu a ç ı k t a n açığa
söylesin.
Mcktcb-i Mülkiyye Müdiri (devamla) — Dün uzun uzadıya söyledim efendim. Bu
r a d a değil mi idiniz? Zannederim kifayet mertebesinden fazla söyledim.
371
halde az olan fâideyi feda etmek lâzımdır. Şüphesizdir ki m a l û m a t ı çok,
sıhhat ve «ahlâkı muhtel olan insanlardan bu Vatan hiç bir z a m a n istifâde
edemez ve şimdiye k a d a r gördüğümüz b i r çok feci' elemlere de m a l û m a
tı fazla, ahlâkı noksan olan insanlar sebebiyet vermişlerdir. Evet, fuka-
rây-ı atfâle m e k t e b kapısı kapalı kalıyor, Mekteb-i Mülkiyye'ye giremez
deniyor; Efendiler, bizde tahsil-i âlî yalnız Mülkiye Mektebi'nde değildir.
Bu Mektebten başka bir çok mekteblerimiz vardır. Mülkiye Mektebi'ne
giremezse Mekteb-i Hukuk'a, Mühendishâneye girer ve sair yüksek inek-
teblere girebilir.
372
800 lira k a d a r b i r fazlalık görülüyor. Fakat, bu fazlalık h e r m e k t e b açıl
dığı zaman tesisal-ı ibtidâîye n â m ı ile ihtiyarına m e c b u r olduğumuz mas
raftan neş'et ediyor. Hangi m e k t e b i a ç a r s a k açalım, ibtidâı karyola, ya
tak, gibi levazım ve eşya alınacaktır. Bir de diyorlar ki, tahsil-i âlî'de
leylî olamaz. Leyli olabilmek için tâli veya ibtîdâî olmalıdır. Niçin? Bu
kat'î m i d i r ? Tahsîl-i Alî'nin leylî o l m a m a s m d a k i h i k m e t nedir? Niçin tah-
sîl-i âlî leylî olmasın. Leylî olursa b u n a ne m â n i ' vardır? Ziraat Mektebi
vesâir mekâtib-i âliyemiz yok m u d u r ? Bu gün Harbiye ve Tıbbiye Mektep
leri tahsil-i âlîden m â d u d d u r . Anıma, denecek ki onlar askerdir; mekteb-
ten çıktıkları zaman d â i m a H ü k û m e t ' e m e ' m u r olarak îfâ-i hizmet edecek
lerdir. B u r a d a n çıkanlar da ayni «asker gibi Hükûmet'e, MUIet'e hizmet
edeceklerdir. Onun için tahsil-i âlî'nin leylî olmaması ,kat'i değildir. Bu da
leyH olabilir. M u h t e r e m a r k a d a ş l a r ı m ı n h e r halde, bu Mektebin leylî ol
m a s ı n a d â i r beyan-ı re'y etmelerini teklif ederim.
373
dagokları, en büyük m e k t e b muallimleri isbat ediyorlar. E ğ e r yalnız bi
zim k ü ç ü k muhitimizi, maârifi ileri gitmiyen bir m u h i t i t e t k i k edip de
bunu söylüyorsak, u m u m dünyanın maârifini tedkik ve tatbik eden mual
limler b u n u n aksini söylüyorlar demektir. Şâyed, Müdir Beyefendinin
dedikleri gibi, Avrupa'dan m ü t e h a s s ı s getirtecek olursak, o mütehassıs
ların, "bu leylî m e k t e b tahsil eden çocukların ahlâkma m u z ı r d ı r . " diye
ceklerinden eminim ve b u n u n nihârîye tahvilini tavsiye e d e r i m . O n u n için
rica ederim ki ahlâk bahsinde h a n ve a p a r t ı m a n d a y a t a n l a r h a k k ı n d a
böyle sözler söylenmesin. Çünkü, ben iyi bilirim ki babasının parası ile
gelip sırf ilim öğrenmek için h a n ve a p a r t ı m a n köşelerinde o t u r a n l a r ı n
yüzde yirmisi tavla oynarsa yüzde sekseni o t u r m u ş l a r kendi dersleri ile
uğraşıyorlar.
Vartakez Efendi (devamla) — Rica ederim, söylediğim size âid değildir. Demek is
terim ki, ahlâk cihetinden vârid olan u m u m î i'tirâzat b o ş t u r ve hepimiz
de kendi vicdanımızla teslim ederiz ki leylî m e k t e b l e r d e n de ahlâksız çı
kabilir, nehârî mekteblerden d e . F a k a t benim i'tikadınıca leylî mektebler
den yüzde doksan ahlâksız çıkarsa, nehârî mekteblerden ancak yüzde yir
mi derecesinde ahlâksız çıkar. Şimdiye k a d a r söylediğim hep ahlâk cihe-
tindedir. Şimdi gelelim sıhhat cihetine: Ben asla i n k â r e t m e m ki elbisesi
nin m u n t a z a m olması, güzel, havadar yerde yatması çocuğun s ı h h a t i için
ımızırdır. Bunu kimse i n k â r edemez. Fakat, acaba bir Mekteb-i Mülkiyye'-
de 40-50 çocuğun o r a d a yaşamaları için bu bir sebeb midir? İsti'dadı olan
100-200 talebe Mekteb-i Mülkiyye'de tahsilden neden m a h r u m olsunlar? Be
yefendi b u y u r d u ki leylî mekteblerde d a h a ziyâde öğrenirler, nehârî mek-
teblerde öğrenmezler. B u r a d a da isabet göremiyorum. Avrupa'nın bir çok
payitahtlarında nehârî m e k t e b talebeleri vardır. Hiç biri leylî değildir. Fa
k a t görüyorsunuz ki b u n l a r içinde talebenin yüzde sekseni vasat bir hâl
de kalıyorlar, yüzde yirmisi d a h a âlî derecede tahsil ediyorlar. Eğer biz
çocukları çalıştırmak istiyorsak leylî ve nehârîde değil, çocukları çalıştır
m a n ı n yolunu bilelim. Onları o ilme rabtetmeli, tahsil işini sevdirmeli.
Biz, zahirî sebebler arıyoruz. Halbuki, asıl sebebleri u n u t u y o r u z . Çocuk,
bir mektebe girdiği vakitte ders veren muallim, kendisini sevdirmeli;
kendisini sevdirmezse, çocuk, n e k a d a r âkil ve zekî olursa olsun, ister leyli
ister nihârî okusun ona dikkat etmez, öğrenmez. Hepimiz de talebe ol
duğumuz için b u n u biliyoruz. Şimdi Beyefendi diyorlar ki, fukara evlâdı
san'at öğrensin. Bir fakir çocuğun zekâsı, istidadı v a r ; o gitsin san'at öğ
rensin. Dün de bâ'zıları diyorlardı ki, yalnız fukara evlâdı sim'a t öğren-r
s i n ; zenginin işi m e m u r i y e t i n Birisi hâkim, ö b ü r ü m a h k û m . Efendiler,
biz fukara zengin aramıyoruz. Mektebe giden çocuklarda isti'dad arıyo
ruz; Milletin parası ile yaşıyan çocuğun i s t i d a d ı olmalı. İ s t e r zengin ol
sun, ister fakir olsun. O n u n için fukaraya yalnız san'at, zenginlere de me
muriyeti hasretmek, bu da bir silk teşkil e d e r zannederim. Bizim gibi de
m o k r a t b i r m e m l e k e t t e bu, kaabil-i terviç olamaz. Biz arzu ve ü m i d ede
riz ki fukara çocukları s a d r â z a m olsun; ve nasıl ki öyledir. Küçük Said
Paşa bir köylünün çocuğu idi; S a d r â z a m oldu. Çok sadrâzamların çocuk
ları boşu boşuna geziyorlar. Bizm Memlekette böyledir ve böyle olmalı
ve böyle olacaktır; b u n d a n gayrisi de olamaz. O n u n için biz, mekteblere
giden çocuklarda yalnız, isti'dad aramalıyız. Mekteb-i Mülkiyye'nin leyü
olmasının b ü s b ü t ü n muzır olduğunu tasdik ettikten sonra bu Mektebin
l ü z u m ve adcm-i lüzumu meselesi var. Daha başka bir şey u n u t t u m .
Dediler ki umûr-i devleti bunların eline vereceğimizden, leylî mektebler-
den çıksınlar. Bütün fezâil leylî tahsilde olduğundan Mekteb leylî olursa
o r a d a n çıkan kaymakamlar, mutasarrıflar, mâliyyun çok m ü t e h a s s ı s , çok
zeki o l u r l a r diyorlar. Rica ederim, hâkimleri biz tâyin ediyoruz. Bunların
da ahlâk sahibi ve m ü t e h a s s ı s olmaları lazım gelmez mi? Daha fazla lâ-
z u n gelir. Niçin onları ııehârî mekteblerde, ahlâksız yaşatıyoruz da bunla
rı ahlâklı y a ş a t m a k istiyoruz? B u n d a m a n t ı k var mıdır? Beyefendi, o
k a d a r ahlâk sözü söylediler ki biz cevap vermeğe m e c b u r olduk.
375
kimler, h u k u k m e m u r l a r ı , tabibler Dârülfünûn'da yetişiyorlar da ıdâre
memurları, k a y m a k a m l a r niçin yetişmesin?
Vartakez Efendi (devamla) — Niçin olmaz Beyefendi. Adliye ki, idâri b i r şey değil;
vicdana âid bir meseledir. Bunda daha ziyâde m ü t e h a s s ı s olmak, daha
ziyâde ariz a m i k öğrenmek lâzımdır. Bu gibi a d a m l a r o Dârülfünûn'da ye
tişir de bir kaymakam, bir m a l m e m u r u yalnız teknik ve r a k a m l a meşgul
olacak, bu gibi a d a m l a r neden o r a d a n yetişmesinler? Ben b u n a taaccüb
ediyorum. Bir h â k i m ki, Milletin en m ü h i m m e m u r u d u r ; o h â k i m Dârül-
fünûn'dan yetiştikten sonra her m e m u r da o r a d a n yetişebilir. Yalnız o
şubeye âid p r o g r a m ı tanzim etsinler, o n l a r m hepsini aynı b a y r a k altında
birleştirsinler ve H ü k ü m e t i n istediği gibi hususî birer a r i s t o k r a t m e k t e b i
tesis ve teşkil etmeğe çalışmasınlar. Bizde o yoktur, olmıyacak ve olma
malıdır.
376
lenmiş gibi bir kaç söz söylediler ki, güya b u n u H ü k ü m e t de E n c ü m e n de
istiyormuş; böyle birşey gelmiş. Nasıl gelmiş kimse bilmiyor. Efendim,
evvelâ Encümenimiz hakkında biraz m a l û m a t vereyim. Doğrudur ki. Nazır
Bey, bu m u v a k k a t bir şeydir, dediler a m a söyledikleri sözler yalnız bun
dan ibaret değildir. Mülkiye Mektebi'nin leylî olmasını da söylediler.
Sonra dediler ki, daha bir takım şeyler de d ü ş ü n ü y o r u z ; o n d a n sonra
Mülkiye Mektebi için başka şeyler de düşünüyoruz. Rica ederiz bunu böy
lece kabul ediniz, dediler. Bundan başka söylenen daha bir çok sözler de
vardır. E n c ü m e n Mazbatası zîrindeki imzalardan başka bir çok imzalar
da vardır. Nasıl olmuşsa bir kaçımızın imzası konmamıştır. E n c ü m e n d e
ekseriyetle Mülkiye Mektebinin leylî olmasına ve ücretin 40 lira olmasına
jtarar verdik. Sonra, ahlâk nokta-i nazarından da i'tiraz vâki' oldu,
Geçen gün Cemil Efendi Hazretleri buyurdular ki ihtilât ile ahlâk ilerler,
d o ğ r u d u r . Almanlar demişler ki, d i m a ğ sükûnetle terbiye olunur, dimağ
asayişte p ü r şitıab olur. Bu doğrudur. F a k a t biz, Mülkiyye Mektebi'ni ley
lî yapmakla Talebeyi mübârezeden geri bırakmıyoruz. Talebe perşembe
a k ş a m ı Mekteb'den çıkıyor; cumartesi akşamı Melcteb'e geliyor. Bu müd
det zarfında arzu ettikleri yere gidebiliyorlar. Kiminle ihtilatta b u l u n m a k
isterlerse bulunabiliyorlar; hangi kimse ile, hangi rencber, hangi tüccar
ile görüşmek istiyorlarsa görüşüyorlar. M e k t e b i n senede 12 ay tahsili
var zannolunmasın. Müddet-i tahsiliye senede 9 aydır. Bu üç *ay zarfında
memleketlerine gitsinler. Yalanlarım görsünler, insanlarla ihtilât etsin
ler. Talebenin hergün ne suretle Mekteb'de hareket edeceğini, Hikmet Be
yefendi Hazretleri izah buyurdular. Günde ş u k a d a r saat dersimiz, şuka-
d a r saat uyku zamanımız, altı saat m ü t a l â a vaktimiz vardır, dediler. Bu
a l t ı saatin hangisini k u r b a n edelim ki talebe gitsin de ihtilâtta bulun
sun. Z a m a n ihtilât edecek z a m a n değildir. Vakit ders okunacak vakittir.
377
Sonra Vartakez Efendi birçok istatistik gösterdi ki bu istatistiklerin men-
ba'ı nedir?
378
r i r d e lâzım olan on beş imza yok demektir (gürüLtü). Müsaade b u y u r u n
o halde. O r t a d a takrir olmadığından doğrudan doğruya m a d d e l e r e geçil
mesini reye koyuyorum. Maddelere geçilmesini arzu edenler, lütfen elle
rini kaldırsınlar (eller k a l k a r ) . (Ekseriyet var..., yok... sesleri). Müsaade
b u y u r u n u z ; re'yi t a k d i r b a n a âiddir. Maddelere geçilmesini arzu eden
ler ayağa kalksınlar efendim (Ayağa kalkılır). Ekseriyet-i azîm e var. Bi
nâenaleyh, maddelere geçilmesi kabul olundu.
Ali Galip Efendi .(Karasi) — Reis bey, bizim t a k r i r e ne oldu? Niçin okumuyorsu
nuz?
Reis — Efendim, d e m i n d e n beri izahat veriyorum. Eğer bu izahat kâfi gelmezse,
lütfen o d a m a gelirsiniz; orada t e k r a r anlatırım. O takrir, sahiplerinin
adem-i i'tilâfından, bu re'y ile red olundu.
Reis — Söz istiyenlere bakılırsa müzâkere uzayacak. O n u n için, bir çeyrek nefes
edelim de sonra devam ederiz. ( S a a t 3.40 da birinci celseye nihayet veril
di).
Rıza Paşa (Karahvsar-ı Sâhib) — Efendiler, iki gündenberi Meclis'imizi işgal eden
bu K a n u n h a k k ı n d a söylenen sözleri hep b i r yere toptarsak, Birinci Mad
deye âid olduğunu anlarız. Birinci Madde hepsini fasi edecek, leylî olsun,
yok nihâriye tahvil o l u n s u n ; yahud k a r m a karışık olarak, ya'ni, hem leylî
h e m nihârî olsun. Bunların hepsi bir kapıya çıkar; hep bahis Birinci
Maddedir. Bunun leylî veyahud nihârî, veyahud h e r ikisini c a m i ' olarak
tatbik edilmesi hakkında fayda var. Hangisinin olacağını b i l â h a r e söy-
liyeceğimden, şimdilik, farz-ı m u h a l olarak şayet leylî olması icâb ederse,
o halde evvel emirde bir şeyhi tashihi cihetinin nazar-ı d i k k a t a alınmasını
teklif ederim. O da, m u t l a k olarak " B u seneden itibaren Mekleb-i Mülkiy
ye leylîdir" deniyor. Ma'lûm-i âlînizdir, gerek Avrupa'nın gerek bizim sene-i
mâliyemiz, sene-i millîyemiz, sene-i tedrisiyemiz, Kuvve-i Teşrîiyenin içti-
m â n ı n mebdei hep ayrı ayrıdır. Avrupa'nın sene-i mâliyesi kânun-i sâni
ve ba'zı yerlerinde sene-i mâliyesi Mart'dır. Bizim sene-i millîyemiz Mu
h a r r e m ; sene-i mâliyemiz Mart, sene-i tedrisiyemiz Eylül ayı ibtidâlarıdır.
Şimdi, " B u seneden itibaren" kelimesini sene-i mâliyemize mi atfedeceğiz,
yoksa sene-i mâliye veya sene-î millîye veya sene-i tedrisîyeye mi?... Rica
ederim, eğer sene-i tedrisiye m u r a d olunuyorsa, o hâlde benim t a h k i k a t ı m a
379
göre bu leylîye tahvil olunduğu m ü d d e t 329 Senesi Teşrin-i Sânisi'nden i'ti-
b â r e n d î r . Halbuki, bu Kanun-i Muvakkat târihi 9 Kânun-i Sâni'-dir. Yine,
Maddede diğer 331 Senesinden itibaren deniyor; m ü b h e m d i r . B u n u 331 Se-
ne-i Mâliyesine niye atfetmiyelim? Ne sebep var?.
Rıza Paşa (devamla) — Bunun için evvel emirde Kuvve-i İcrâiye bunu "Mülkiye
Mektebi bu seneden itibaren" cümlesinin yerine ya asıl teşkil ettiği "329
Senesi Teşrin-i Sâni'sinden i'tibâren" demeli veyahut "329 Sene-i Tedrisiye-
sinden itibaren" demelidir. Ona, niçin teşkil e t m e d i n diye kimse s o r m a z . O
halde, 329 Senesi Teşrin-i Sânîsinde teşkil eder. Efendiler vaktinde ben tah-
sil-i âlî görmedim. O r a d a müdirlik falan e t m e d i m . Başka böyle me'muri-
yette de b u l u n m a d ı m ; ama, iki devre-i intihabiye de sekiz sene Encümen-i
Maârif Riyasetinde b u l u n d u ğ u m için, yüksek mekteblerde tahsil görmemek
le beraber, yüksek m e k t e b eşiğini atladım. Muhterem a r k a d a ş l a r , sizin selef
leriniz ki kısm-ı küllisi buradadır, değil iki gün, günlerce m ü z â k e r e netice
si olarak b u n u leylîden nihâriye tahvil ettik. Efendilerim, nihârîde tah
silden m a k s a t bir takım fukarayı tahsilden m a h r u m etmemektir... (Buna
âîd misal ve izahatı verdikten sonra) Fakat, ben şimdi b u n u n nihâriye
tahvili için bir teklifde b u l u n s a m ve o yolda bir takrir v e r s e m ; bittecrübe
sabit olan birşeydir ki benim t a k r i r i m sukut edecek; nehârî olması hak
kındaki teklifim red edilecek; Mektebde leylî kalacak. B u n u n için ben tak
r i r vermiyeceğim. Bunu m u h t e r e m a r k a d a ş l a r ı m ı n re'yine b ı r a k ı y o r u m .
Nuri Efendi (Zor) — Şimdi Efendiler, bu Mektebin leylî kalmasının mazarrat-ı adî-
deyi mucip olduğunu geçenlerde, Sezâî Bey biraderimiz pek güzel beyan
etmiş idiler. Binâenaleyh, bendeniz ne leylî kalmasını ve ne de nihârî ol
masını teklif e d i y o r u m ; hem leylî ve hem nihârî olmasını taleb ediyorum.
H ü k ü m e t de şimdi daha evvel beyan ettiler ve şimdiden bu cihete muva
fakat ettiler. Bir kaç refikim ile t a k r i r verdim. Hey'et-i Umumiyece nasıl
kabul ediliyorsa ona göre olur.
380
dim; fakat leylî olmasını müdafaa için arkadaşlarımız ve H ü k ü m e t n â m ı n a
söz söyliyenler öyle sözler söylediler ki doğrusu bendeniz n a d i m olmadım-
sa bile o re'yden dolayı müteessif kaldım. Görülüyor ki b u g ü n Mülkiye
Mekteb-i gayr-ı tabiî bir vaziyettedir. Bu ne biçim bir mektebdir? Me'mur ye
tiştirmek için... Muktedir ve kafası itaata alışmış m e m u r l a r yetiştirmek
için... Bunu b u r a d a bırakalım da leylî olmasından m a k s a d nedir, buna se-
beb nedir? Bunun için de müdafaaları bendenize pek garib geliyor. Diyor
l a r ki: gençlik himaye ve sehâbete m u h t a ç d ı r ; gençleri kendi hallerine bı
r a k a c a k olursak vakitlerini, sıhhatlarını ve bilhassa ahlâklarını kayb eder
ler; h a r a p olurlar, mahvolurlar. Ne yapmalı? Dâima bunları nezâret altın
da kontrol altında bulundurmalı; koltukta yetiştirir gibi, koltuk değneğiy-
le yaşamağa alıştırır gibi alıştırmalı. Bunları böyle muhafaza etmeli, ser
best b ı r a k m a m a l ı . Bunları n e k a d a r serbest bırakırsak o k a d a r z a r a r etmiş
oluruz, i n i k a d ı n d a b u l u n u r l a r s a çocuklarını seven kadınlar da böyle düşü
nürler... a m a n oğlum sokağa çıkmasın, güneş geçerse... (vesâir izahat...) bu,
bir fazla şefkattan neş'et eden bir hâldir. İ n s a n hayatta deniz ortasında bir
gemi, bir gemici gibidir. Kim ki gemisini k u r t a r m a ğ ı biliyorsa o kazan
mış, k u r t u l m u ş olur. Bilhassa, arkadaşlarımızdan İsmail Mahir Efendinin
düşünceleri, beni pek garip s u r e t t e teessüfe şevketti. Diyorlar ki, bunları
kapalı tutmalıdır, zannederim. Teeddüb eylerim, bu fazla valide şefkatın-
d a n neş'et ediyor. Fakat, bu fazla şefkat oğul hakkında fâide değil, zarar
dır. Sonra, leylî olması veya yalnız nehârî olması yahut h e m leylî ve h e m
de nihâri olması hakkındaki mülâhazalar etrâfiyle tedkîk edildi. Hepsinin
az çok mahzurları var. En az m a h z u r l u s u b u g ü n e göre leylî olmasında gö
rüldü. Fakat daha m ü h i m b i r şey karşısında kaldığımız vakit bilâ ıztırar
kabul ediyoruz. Halbuki, Mekteb'in leylî olması fikrinden derhal dönmeğe
hazırım. Bendeniz, esas hakkında pek çok söz söylemek taraftarı idim. Fa
kat, o k a d a r çok şey söylerdi ki zihnîmde olan şeylerin cereyanını bile kay
b e t t i m . Netice olarak leylîliğe k a r a r verdim. Niçin b u n a k a r a r verdim?
Çünkü, Mülkiye Mektebi'nin bugünkü vaziyetini gayr-ı tabiî görüyorum.
Z a n e d e r i m b u n u izaha hacet kalmadı. Şu halde leylîye razı oluyoruz. Tek
r a r bu fikirden rücû'ediyorum ve diyorum ki bugün Mülkiye Mektebi'ni
bozarsak yerine ne koyacağız? Bunun için p a r a var mı? Ahiren bir fıkra
yazıldı. Mülkiye Mektebi'nin, D a r ü l f ü n u n u n şuabâtından bir şube olması
h a k k ı n d a b i r t a k r i r verildi. Onu ben de imza ettim. Eğer kabul ediliyorsa
o fikirde m u s ı r r ı m . Ma'ruzatım b u n d a n ibarettir.
Şeyh Saffet Efendi (Urfa) — Rıza Paşa Hazretlerinin dedikleri gibi K a n u n u n hey'-
et-i umumîyesi hakkında cereyan eden müzâkerât hemen a y n e n bu Madde
de de cereyan edecek gibi görünüyor. Binâenaleyh, bendeniz ö n c e hey'et-i
u m u m i y e hakkında söylenen sözlerden bahsetmiyeceğim. Buradaki efkâr
esas i'tibariyle Mülkiye Mektebi'nin leylî veya nihâri olması veyahud leylî
381
ve nihâri olması cihetlerine âiddir. Cereyan eden m ü z â k e r â t t a n leylî olma
sı aleyhine iki kuvveüi delil görünüyor ki birisi Bütçeye olan tesirdir. Ben
deniz b u n u esasa müteallik g ö r m ü y o r u m . Bu, M e k t e b i n leylî olmasına ta
allûk edecek bir mâhiyeti hâiz değildir. Bu, mâhiyetin hâricinde bir itiraz
dır. Çünkü, bu K a n u n m u v a k k a t e n mevki-i tatbika konduğu z a m a n Mâliye
Nezâreti de b u n a muvafakat etmiştir. Binâenaleyh, bu itiraz esas itibariy
le vârid olamaz. Diğer cihetlere gelince; M e k t e b i n leylî o l m a s ı n d a muhte
r e m r ü f e k a m n gördükleri faydaların fevkında, bendeniz diğer m ü h i m bir
fayda görüyorum. Bir ferdin kendi n o k s a n ı m bilmesi n e k a d a r fazilet ise
bir hey'et-i içtimâiyenin de kendi k u s u r ve noksanını bilmesi o derece bir
fazilettir. Bizim hey'et-i içtimâiyemizdeki noksanların birisi de hayatımız
da m u n t a z a m bir idareye m â l i k olmayışımızdır. Halbuki, leylî m e k t e b l e r d e
evlâtlarımızı yetiştirmiş olursak, o n l a r m u n t a z a m bir h a y a t a alışırlar.
M u n t a z a m bir hayat da h e r şahsın, h e r içtimaî hey'etin d â i m a terakkiye
doğru yürümesine h a d i m olacak en büyük bir fazilettir. B u r a d a deniliyor
ki, b u r a d a k i faziletler niçin diğer m e k t e b l e r d e a r a n m ı y o r ? Meselâ, H u k u k
Mektebi ve şâir diğer m e k t e b l e r var. Eğer bir fayda varsa hepsine tatbik
edilmesi lâzım gelir, deniyor. Halbuki, bu i'tinaz da vârid değildir. " M â lâ
yüdrekü küllühû lâ yütrekü küllüh = Hepsi elde ediHemeyen şey'in tümü
terkolunmaz" kaaidesine göre, u m u m mektebleri leylîye ifrağ e t m e d i k diye
bâzılarım ihmâl etmek caiz değildir. Mademki bugün Mülkiye Mektebi'ni
leylîye tahvil m ü m k ü n olabiliyor; hiç birini yapamıyacağımızdıan dolayı
bunu ihmâl etmek caiz değildir. Müdir Beyefendi u m u m î hey'et hakkında
ki müzâkerenin s o n u n d a bir teklifte b u l u n d u l a r ki h e m leylî, h e m nihâri
olmasını teklif etti. Bunun da aleyhindeyim. Kendilerinden ilmî b i r s u r e t t e
izahat isterim. Eğer biz, Mülkiye'yi leylî ve n i h â r i s u r e t t e kabul edersek, ni
hâri talebe ile leylî talebenin tahsili a r a s ı n d a m ü h i m bir fark o l u r mu ol
maz mı? Bu ciheti izah buyursunlar. Eğer kendileri h e r iki cins talebenin
tahsillerinde gaye i'tibâriyle hiçbir fark olmıyacağmı isbat ederlerse bende
niz de kabul e d e r i m ; leylî ve n i h â r i olsun; yok eğer h a k i k a t e n m ü h i m
bir fark olacaksa o halde leylî talebeye k a r ş ı nehârî talebenin tahsil ha
yatına acımalıyız. Çünkü pek geri kalırlar; diğer a r k a d a ş l a r ı n ı n nail ola
cakları yüksek m e v k i l e r e nail olamazlar. Binâenaleyh, leylî olması her
halde elzemdir. Demin arzettiğim gibi, b u r a d a iki m ü h i m i'tiraz görüyo
r u m . Biri Bütçeye âiddi; demin arzettim. Diğer ciheti de ve d a h a ziyâde
m ü h i m d i r ki, fukara evlâdına âiddir. Biz, b u n u leylîye tâbi' t u t a r s a k , üc
rete tâbi' tutarsak, fukara evlâdından birçok zekâ erbabı d a h a bulunur
382
Leylî ücret senevi 40 lira olup 331 Senesinden itibaren bir muayyen, nis-
bet dâiresinde meccanen leylî talebe kabul edilecektir, denildi. Bu cihet
fukara evlâdının da istifâdesini te'min ediyor. Gelecek seneden i'tibâren
muayyen bir nisbet dâiresinde fukara evlâdını atacağız. Fakat, diyeceksi
niz ki bil'umum fukara evlâdı m a h r u m kalacaktır. Halbuki, bil'umum
zenginlerin evlâdının zekâdan m a h r u m olmaları lâzım gelmediği gibi, bil'-
u m u m fukara evlâdının da zeki olması icâb etmez. Tabiî fukara evlâdı
içinde bilmüsabaka en ziyâde zekâya mâlik olanlar intihab edilecek ve
onlar meccânî surette Mekteb'e alınacaktır. Binâenaleyh Maddenin
(1. Madde'nin) hey'et-i asliyesinin kabul edilmesini Hey'et-i Muhtereme-
den taleb ediyorum.
Ilyas Efendi (Muş) — Zâten iki m a d d e d e n ibaret olan ve h a t t â leylî ve nehâri teş
kil edilen bu K a n u n Lâyihasının u m u m î hey'eti başka, m a d d e l e r müzâke
resi başka diye şu iki saat zarfında istifâdeye şayan bahisler, h e r tarafa
çekilebilen mütalâalar, mülâhazalar söylendi. Şimdi maddelerde t e k r a r
bahse rücû ederek ayni cereyanı alacağından k o r k u y o r u m . Bendeniz di
yorum ki, meselenin h a k i k a t i t a m a m e n tenevvür etmiştir. Onun için böy
le bir u m u m î cereyana doğru gidilmesin. Evvelâ, bendeniz bir hülâsa ede
yim. Zannediyorum ki Meclis'de söylenen sözlerde herkesin k a n a a t i muh
terem olduğu gibi benim de m u h t e r e m d i r . H e r k a n u n d a kuvve-i te'yidiye
aranıyor. Şu K a n u n u şu Meclis'e sevkeden âmil Mülkiyenin leylîye tah
vilidir. Ben, her zaman H ü k û m e t ' d e n istirham ediyorum; h e r k a n u n lâ
yihasında "şu k a n u n u n kabulüne şu maslahat bizi icbar ediyor" denilsin,
esbâb-ı mucibe gösterilsin. "Mekteb, leylî olursa maddî mânevi talebenin
intizâmı te'min edilir"; yahud "nihârî olursa te'min edilemiyor" sözüne kat'iy-
yen taraftar değilim ve b u n u n esbâb-ı mucibe olarak söylendiğine de mua
rızım. Bu, bir mucib sebep olamaz. Bir mektebin talebe üzerinde maddî
ve mânevi te'min edeceği salâh her halde bu mektebin tedâbîr-i sıhhiye
ve k o r u n m a s ı n d a olan intizamında vesaire gibi şeylerindedir. Mektebin
leylî ve nihârî olmasındaki m ü t a l â a l a r bendenizin k a n a a t ı n c a pek basit
şeylerdir. Bir çok mekteblerden insanlar mezun oluyor; b u n l a r ı n içlerinde
gayet kıymetdarları, Millete nâfi' olanları vardır. Programın, tedrisatın,
maârifin şekl-i hâzırı kâfi olmadığından herhalde Milletin işini görecek
m e ' m u r l a r ı n yetiştirilmesini herkes teslim eder ki Milletin buma ihtiyâcı
vardır. Lâkin Memleketin böyle mütefekkir, münevver zevata ihtiyacı ol
makla beraber menâbî-i dâhiliyye-i servetin de neşv ü n e m a b u l m a s ı lâzım
dır. Böyle mütefekkirin yetiştirmek için çıkarılacak h e r k a n u n u ben ru
h u m u n b ü t ü n hararetiyle kabul ederim. Maddenin bu nokta-i nazardan
kabulünü taleb ederim. Sair efkâr-ı münevvere erbabı, servet-i dâhiliye
inkişaf etsin de iktisâd-ı millî'ye sa'y ü amel eylesinler; Memleket m a ' m u r
bir hâle gelsin. Bu n o k t a d a n da bu m a d d e n i n leylî olması taraftarıyım.
383
Lâkin, bu Maddenin leylî olması, nihârî olmasını mütenâkız mıdır? Her
halde lehinde ve aleyhinde mütenâkız şeyler olur. Madem ki Meclis'de ne-
hârî olmasına da biraz temayül vardır; bunun da yine münâkaşa değeri
yoktur; leylî olması şu nokta-i nazardan muvafık olmakla beraber, ne-
hârî olmasma da Meclis-i Aliyyece bir cereyân-ı ekseri his ediliyor ve mü
tenâkız da değildir. Teklifler okunsun ona göre netice takarrür eder.
Sezai Bey (Cebeli Bereket) — Efendim, bendeniz evvel emirde Hükümetin Mülki
ye Mektebi'ni leylî yapmak için dermeyan ettiği esbabı ve bunların za
rarlarını tâdâd etmek ve Hey'et-i Âliyenin iki gündenberi kemâl-i ehem
miyetle meşgul olduğu meseleye tekrar nazarı dikkatlarım celb etmek
arzusunda bulunuyorum. Hükümet, burada dermeyana hiç lüzum ve ih
tiyaç olmıyan sırf ahlâka ittiba' ederek bu Mektebin leylî olmasını teklif
ediyor.
Sâdık Efendi (Denizli) — Yalnız ahlâk değil, birtakım esbâb daha gösterilmiştir.
Sezâî Bey ( d e v a m l a ) — Müsaade buyurunuz; diğer esbabı da birer birer izah ede
ceğim. Maârif Nezâreti diyor ki: "Ben, bu Mektebe h e r sene 40 talebe
alacağım ve b u n l a r d a n 40 lira ahz edeceğim ve Mektebi leylî yapacağım.
Binâenaleyh, leylî yaparak sıhhatlarını, canlarımı, tarzH tedrislerini inti
zam altına alacağım ve muhafaza edeceğim; kendime m e m u r yetiştirece
ğim." diyor. "Eğer, yüksek -tahsil böyle leylî hayatla ta'lim edilse ve bil
hassa elimizdeki Kanun-i Esâsî herkese kaabiliyeti, iktidarı nisbetinde
% hizmet-i umumiyeye iştirak hakkını b a h ş e t m i ş olsa şu teklifin az çok
ma'kuliyetini ve Devletin Bütçesine tahmil ettiği yükü nazar-ı dikkata
alarak temin ettiği menfaaı-ı cüz'iyeyi istemezdim. Gerek Payitaht'da ge
rek vilâyetlerde bugün leylî ve m ü t e a d d i d talî tahsili ikmâl e d e n binlerce
vatan evlâdı vardır. Bu k a d a r sultânı mekteblerinden çıkan efendilerden
yalnız 40 efendiyi almak için idâri, siyâsî ve iktisadî şubelerini hâvi ol
mak üzere bir Mülkiye Mektebi teşkil ediyorum ve bu m e k t e b i leylî ya-
pıyoruz/'diyor. Bendeniz evvel emirde Hükümetin memur yetiştirmek için
böyle bir yük altına girmesi ve küçük bir maksad için Devletin Bütçesi*
ne büyük masraflar tahmil etmesini abes buluyorum. Memleketimize lâ
zım olan yalnız memur değildir. Efendiler, mütefekkirine, muharririne,
ulemâya, muallimine şiddetle ihtiyacımız vardır. Sonra tahsilleri i'tibâ-
riyle kendi şahsî teşebbüsleriyle Memlekette hükümet kapısına ihtiyaç
arzetmeksizin geçinerek nıa'lûmat edinmeye muhtaç bir çok gençlerimiz
hazırlanmaktadır. Programımızda biz esasen Darülfünunlarımıza muallim
getirmek esâsını kabul ettik. Birçok gençleri istedikleri hâlde
tahsil ettirmek, okutmak vesâitinden mahrum etmek suretiyle Mülkiye
Mektebi'ni leylî ve mahdud bir şekle koymayı gençlerin isteklerine ve
Memleketin istikbâline muhalif ve menâfi-i umumiyesine pek ziyâde mu-
zır görüyorum. Sonra, b u k a d a r m ü h i m bir mes'ele m ü n â k a ş a ve müzâkere
edildiği halde iki gündenberi Meclis'in m a k s a d ı t a m a m e n menâfi-i husu
siye ve umumiye etrafında dolaştığı halde Maârif Nezâreti'nden, İlyas
Efendinin dedikleri gibi, bizi ikna edecek ve katlandığımız z a r a r a muka
bil bizi t a t m i n edecek hiçbir kelime ve menfaat temin edeceğini ilmî su
rette isİMi eyliyecek hiçbir söz işitmiyoruz. "Biz şu şubeleri açacak, şu
külfeti ihtiyar edeceğiz; b u n l a r d a n m e m u r yetiştireceğiz" diyorlar. Bende
niz t e k r a r ediyorum ki, bu, Memleket için muzırdir. İktisâdi, siyâsî, idâ
ri m a ' l û m a t edinmek ve o suretle Memleketin tealisine ve gerek şahısla
rını k u r t a r m a k ve gerek Millete Gaydalı olmak isteyen gençleri bu h a k t a n
m a h r u m eylemektir. Sonra M e k t e b i n leylî ve nehârî olması teklif olunu
yor. Nazar-ı dîkkata alınmalıdır ki ve leylî hayatı yaşayanlar bilirler ki,
m e k t e b t e t a a m h â n e l e r teneffüshâneler mektebin kısm-ı küllisini işgal eder
ve nehârî kısmına tahsis edilen yer gayet m a h d u d b i r halde kalır ve
Mekteb d â i m a nehârîlere k a p u s u m ı açık t u t m a z ; leylîleri alır, nehârileri
az kabul eder. Bugünün Darülfünun şuabâtının böyle leyli h a y a t a müsâid
olmadığını başka memleketlere ve kendimize atf-ı nazar edersek pek ko
lay anlarız. Görürüz ki b ü t ü n bu tahsili yaşıyanlar n e h â r î d i r . Mülkiye
Mektebi'nin de bugün bu teklif ile Darülfünun şuabâtı m e y a n ı n a konul
m a s ı n a nazaran leylî olmasını istemek ve olsuretle teklif e t m e k Maârif
Nezâreti'ni d o ğ r u d a n doğruya bir garip hale sevk ediyor. Bize de, bir
p r o g r a m yaparak ve u m u m a şâmil olması lâzım gelen menâfi-i memle
ketin b ü t ü n gençlerinden yalnız 40 tanesine tahsis ederek, zâten esâsı
makbul olmıyan ve emsaline benzemiyen bir şekli getiriyor, " k a b u l e d i n "
diyor. Bendeniz şu teklifi, Memleketin mütefekkir, âlim, m u h a r r i r , hâ-
ce, ulûm-i siyâsiye mütehassısı yetiştireceğine göre yalnız Memleketin se
nede 40 gencine değil, Memleketin vüs'atı nisbetinde b ü t ü n gençlerine
tahsis edilmesini ve bunların bundıan müstefid olmalarını Memleketin
menfaatına ve seviyesinin yükselmesine gayet münâsib g ö r ü r ü m . Esâsı
teklif e d e r i m ve sair sebeplerden hazer edip Mekteb'in Darülfünun şuâba-
t ı n d a n addedilmesini ve Maârif Nezâreti'nin teklifi veçhile siyâsî, idâri,
iktisadî kısımlarım hâiz olmasını gayet muvafık ve başka memleketlerde
ki esâsa uygun b u l a r a k o noktıa-i n a z a r d a n Heyet-i Âliyenizin nazar-ı dik-
k a t l a r m ı celb etmeyi m ü n â s i p g ö r ü r ü m . Bu mesele bizim müvekkilleri
mizin evlâdının nesl-i atînin velhâsıl Memleketin b ü t ü n ilmî, ahlâkî, si
yâsî herşeyi ile alâkadardır. Böyle herşeyle a l â k a d a r olan şeyde t a h d i d a t
konması doğru değildir. Bendeniz Mülkiye Mektebi'nin Darülfünun su âba
tından addedilerek Nezâret'in teklifi veçhile siyâsî, idâri, iktisâdi olmasını
teklif ederim.
385
var. B u n u n vasat haddini b u l m a k için her ikisini cemetmelıyız. Ş u n d ı ley
lîleri nehârî taraftarları, nehârîleri de leylî t a r a f t a r l a r ı zem ediyor. O
talebeler bu müzâkereleri işitecek, a r a l a r ı n d a bir m ü s a b a k a hâsıl olacak,
gerek fennen, gerek ahlaken ve gerek m a l û m a t ç a "Ben iyi olacağım, çün
kü n e h â r î y i m " ; "Ben iyi olacağım, çünkü leyliyim" diye iki k ı s m a taksim
olunacak, herbiri iyilik tarafına yürüyüş edecektir. Adetâ iki tüccar ara
sındaki rekaabet gibi birbirleriyle m ü s a b a k a y a kalkacaklar; neticede, se
ne âhirinde imlihan olacak, fen, ilim, ahlâk b u n l a r için hep derece veri
lecek, o vakit muvâzene hâsıl o l u r ; 'acaba leylî mi tefevvuk etti, yoksa
nihârî mi; yoksa hepsi bir seviyede mi kaldı? Onu bize t e c r ü b e göstere
cek. H a k i k a t d â i m a tecrübenin bir neticesidir. Şimdi bir keyfiyet var;
vaktiyle nihâriydi leylî o l d u ; bir de nihârî y a p m a k h ki kefe iki olsun.
Bir mizanın iki kefesi olmadığı hâlde muvâzene doğru zuhur etmez. Onun
için bendeniz hem leylî, h e m nihârî olması taraftarıyım. (Müzâkere kâfi...
sesleri ve gürültüler).
Abdullah Efendi (Aydın) — Siz yalnız leylî taraftarı mısınız, yoksa h e m leylî h e m
de nîhari tarafdarı mı?
İsmail Mahir Efendi (devamla) — Evet efendim. Mühim bir nokta var; Bütçeyi
karıştırıyorlar; birçok masraf olacak, dediler. Leylî olursa m a s r a f ı ne
olur? Nehârî olursa masrafı ne olacak? Nehârîyken masraf ne ise leylî
iken de masraf öyle olacak. H e m birçok p a r a da hâsıl olacak (kâfî... ses
leri). Nehârîyken bir bina lâzım, muallimler lâzım. Leylî için de b u n l a r
lâzım. Fakat fazla olarak 40 lira p a r a alıyorsunuz. Talebenin herşeyini
de ödedikten sonra Mektebin fazla masrafını da ödeyeceksiniz. Adetâ bu,
Bütçeye yardım edecektir. Fazla masraf ihtiyar etmiyeceğiz. Mektebe men
faat temin olunacak. Binâenaleyh, Sezâî Beyin söylediği vârid değildir.
Sâdık Efendi (Denizli) — Efendim, E n c ü m e n n â m ı n a dört kelime söyliyeceğim.
Çünkü, ba'zı cihetlere müsaadenizle cevap vermek icab ediyor. Ondan
sonra Reis Beyefendi müzâkereyi başka bir mecraya sevkederler. Rıza
Ptaşa önce b u y u r m u ş l a r d ı ki " B u sene ta'biri anlaşılmıyor". Esbâb-ı mû-
cibede seneden m u r a d , sene-i tedrisiyedir. Bir de leylî ve n e h â r i olup ol
m a m a s ı n a d â i r birçok esbab dermeyan edildi. Fazla kelâm i r a d ı n a lüzum
yok. Yalnız, b u r a d a rüfekay-ı k i r a m d a n ba'zılarmın irâd buyurduğu gibi,
ki Z ö h r a p Efendi söylemişti, Bütçeye te'siri yoktur. Saniyen, leyli m a a
nihârî olmasındaki hikmeti düşünecek olursak, evet, yalmz nihârîde fe-
vâid yok, demiyoruz, leylîde de hiçbir fâide yok, demiyoruz. Bunların iki
sinde de fâide v a r ; fakat bugün Memleketin muhtelif bir s u r e t t e ahvâlini
nazar-ı i'tibâra almak lâzım geliyor. Bugün Bitlis'de, Konya'da bulunan
bir zat evlâdını İstanbul'a gönderecek; soracak olursanız, leylî olmasını
tercih eder. Şu hâlde o n l a r çocuklarının bu suretle muhafazasını ez her-ci-
het muhafazalı bir yerde bulunmalarını elbette arzu ederler. Binâenaleyh,
bugün ister nehâri, ister parasını vererek leylî s u r e t t e okusun, kabul et
mek lâzımdır. Çocuğunun terbiye ve tahsiline ikdam edenleri bu fâide-
den m a h r u m kılmakta bir m a ' n â g ö r m ü y o r u m . Ben H ü k ü m e t i n de ahiren
vuku' bulan teklifini muvafık bularak leylî m a a nihârî olmak üzere kabul
edilmesini teklif ediyorum.
Şam Meb'usu
Fâris âl-Hûsrî
387
Reis — Efendim, Fâris Efendinin esbâb-ı mucibesini izah ettiği takririni nazar-ı
müzâkereye alanlar ellerini kaldırsın. ( E l l e r k a l k a r ) Kabul edilmedi, efen
dim. (Zor Meb'usu Nuri Elendi ile ilki refikinin takririni H a y d a r Bey
okur).
Reis — Mehmed Nuri Efendi'nin leylî ve nihâri suretinde Maddeyi ta'dil için vuku'
bulan teflifini nazar-ı mütalâaya alanlar »ayağa kalksınlar, (kaıbul edenler
ayağa kalkarlar).
388
Lâzistan Meb'usu İzmir Meb'usu Karasi Meb'usu
Sûdî Nesim Masili Ali Gâlib
Kâtip H a y d a r Bey — Bu takririn ta'yin-i esâmi ile rey'e vaz'ını talep ediyorlar.
Sâdık Efendi (Denizli) — Önce kabul edilen esas ile tenakuz hâsıl oluyor.
Seyit Bey ( İ z m i r ) — Evvelki takrirde Mekteb-i Mülkiye hâl-i aslîsi ol'an leylî ve
nehârî olmak üzere kabul o l u n m u ş t u r ; bu kabul b u n u n zıddıdır; şimdi
aksim reye koymak zıddını kabul etmek demektir.
Reis — Efend-m takrirlerin tercihi bir meseledir. Fakat, böyle müzâkere esnasın
da birbirini m ü t e a k i p takrir gelirse tercih sebepleri tetkik ederek birbi
rinden tefrik e t m e k kaabil olmaz. Filvaki b a ş k a memleketlerde Riyasete
düşen vazifelerin m ü h i m l e r i n d e n birisi de budur. Verilen takrirleri es-
bab-ı tercihine göre tasnif etmek, o cihetle de re'ye koymak lâzımdır. Fa
kat kanun müzâkere edilmezden evvel verilen takrirleri reisler tetkik
ederler, m ü t a l â a ederler. Ta'dil için yapılan teklifler ekseri m ü z â k e r e es
nasında verilmez; daha evvel riyasete verilir; reis o takrirleri tasnif eder,
o suretle okunur. Binâenaleyh, şu raaddeye dâir esâmî ta'yini ile reye ko
n u l m a k için verilen takrir, evvelki takriri re'ye koymazdan evvel ihzar
edilmiş olsaydı tercih edilirdi. Fakat şimdi re'ye vaz edilmiştir. Artık o
takririn mâhiyeti bu takriri nakz ediyorsa, bu takrir netice itibariyle red
edilmiş demektir. Birisi diğerini tenkîz eden takrirler olursa kabul edilen
t a k r i r diğerini red e t m i ş olur. Binâenaleyh, gerek şu suretle Dârülfü-
389
n û n ' a rabtı ve işbu taklifin esâmi ta'yini ile re'ye vaz'ını taleb eden zevat
bu şekil ile Darülfünuna rabtından, Mekteb'in nihârî olmasını kabul edi
yorlarsa, o halde Mekteb'in leylî ve nehârî olması hakkındaki] takririn
ekseriyete iktiran etmesi ile bu t a k r i r red edilmiş demektir. Artık r e y e
vaz' edilmez.
390
Reis '— Efendim, karar Meclis'e tebliğ edildi. Zannedersem bu hal ile İkinci ve
Üçüncü Maddeyi müzâkereye lüzum yok. Yukarda birinci madde ta'dil
edilerek Encümenden geldiği vakit Maddeyi re'ye koyduğumuzda Üçün
cü maddeye lüzum kalmaz. Binâenaleyh, Birinci Maddeden maada şâir
maddelerde Encümen'e gidiyor (Ekseriyet yok sesleri). Efendim zâten ka
nunim müzâkeresi de bitiyor; bu Kanun Encümen'e gidiyor. İkinci, Dör
düncü, Beşinci Maddeler kabul edildi. Birinci ve İkinci Maddeler tekrar
re'ye konacak; Pazartesi günü içtimâ edilecektir (Celseye son verildi)."
M ü d ü r Hikmet Bey'in gayreti ile yatılı kısım 1913 (1329 R.) Ders yılından iti
baren kurulduğu cihetle, Kanun-'uin kabul edilmemesine rağmen 1915 (1331 R.) Ders
Yılı s o n u n a k a d a r uygulandı.
391
" 1331 R. (1915) Senesi BÜTÇESİ Maârifi Umumiye Nezâreti Kısmı'mn
6 7 Dersaadet'de MüLkiyye
Mektebi Maaşâtı 552.000
7 6 Mülkiyye Mektebi
İdare ve Tesisat
Masarifi 222.300
(Padişah)
Mehmed Reşad
W »» 11 r" • ı *j i t İ Y İ
392
Bu geçici Kanun'la 1915 Yılı Genel Bütçesi'nde 774.30i) kuruş t u t a r ı n d a k i "Mül
kiye Mektebi Muhassasâtı" t a m a m e n kaldırılıp Darülfünun (Üniversite) kısmına
aktarılıyor; Mülkiye de, 56 yıl, 6 ay, 22 günlük çok şerefli ve yararlı bir hizmet
döneminden sonra safdışı edilerek Hukuk Mektebi'ne (Fakültesi'ne) bağlı idâri,
mâlî, siyâsî şubeleri b u l u n a n bir "Darülfünun Ulûm-i Siyâsîye Şubesi" şekline çev
riliyordu.
Ozamanki Mülkiyeliler, Aziz Mülkiye'nin bu çok düşüncesizce yapılımış k a -
p at ı İ m â t a s a r r u f u ' na karşı çok direnme v e çaba göstecmişlerse
de olumlu bir sonuç elde edememişlerdir.
Mülkiye adlı Müessese bu Yıırd'ıın ilerleme ve ayakta kalımı için " lâzım"
değil " e l z e m " idi. B u gerçeği, Ozamanki Hükûmet'in basiret, görgü v e
d e v l e t a d a m l ı ğ ı tecribesinden m a h r u m üyeleri anlayamamışlardı. O
kadar ki, beğenmeyip Taht'ından indirdikleri Sultan Abdülhamid, onlaı i
bu yönden de fersah fersah geride bırakmış; Devlet'in içinde bulunduğu
mâlî bunalıma, Otuziki Yılilık Saltanat'] süresince Mülkiyenin, Tac ve Taht'ının
aleyhine elemanlar yetiştirdiğini çok iyi bilmesine rağmen Müesseseyi kapatma'-
yı bir an olsun düşünmemişti.
ittihatçılar, Mülkiye'nin kuruluşundaki o b j e k t i f s e b e p l e r i
kavrayacak kapasiteden yoksun oldukları için, onu fantazi b i r kuruluş olarak ka
bul etmişlerdir. Yoksa 1915 (1331 R.) Genel B ü t ç e s i n i n 1/458 ini teşkil eden bir
m a s r a f ' d a n kaçınma veya kısıntıya gitme yönüne sapmazlar; aksine Mülkiy-
ye'yi geliştirme çalışmalarına daha geniş ölçüde katılırlardı.
(25) Bak. : Siyasal Bilgiler Okulu Dergisi; 1. C, 1. Sayı, Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgîl'in konuşması.
393
k a r d a k i kısımda anlattığımız Kanun T a s a n s ı ' n m ilga edildiği aşağıdaki Meclis-i
Meb'usan Kararı ile h ü k m e bağlandı (26):
•
MEKTEBİ MÜLKİYYE
Numarası : 252
İsmi : Ali Nusret Efendi
Mahall-i İkameti : Şehzâdebaşı
<26) Bak. : Takvim-i Vekaayi; 15 Cemâziyy'ül-Evvel 1334/7 Mart 1332; Nu. 2473, 1. sf., 1. st.
<27) İki Belge de Mülkiyye 1909 (1325 R.) mezunlarından Rahmetli Ali Nusret Şâhinbas'a âid olup oğlu değerli Hari
ciyecilerimizden Mülkiye Mezunu Sayın Ömer Faruk Şâhinbaş tarafından lütfedilmistir.
394
(TUĞRA) REŞAD
Aliyyül-âlâ Âlâ
Hüsn-i H a t Elsine'den Arapça
396
397
5. Kısım
MEKTEB-İ MÜLKİYYE
(ME'MÜRİN-İ İDARE MEKTEBİ)
(1918—1922)
*
Y E N İ D E N Mülkiye'nin kapatılışı târihinden sonra ü ç yıl geçti.
A Ç I L I Ş B u kısa zaman, kapatılışın hiç bir temel fikre dayan
madığını, meydana gelen b o ş I u k ' un hiç bir teşekkül tarafından doldu
rulamayacağını k a m u oyuna ve devrin sorumlularına anlatmaya kâfi geldi. Esa
sen, üç yıl içinde de Mezun Mülkiyeliler, h e r çeşit imkân ve vasutaya baş vurarak
bu hatalı i ş l e m ve h a ı e k c t ' in düzeltilmesine çahşıyorLardı.
Gösterilen çabalardan birini Sayın Mahmud Nedim Ersim (1) şöyle anlatmak
tadırlar :
"Şeref Kitabımızın ve Târihimizin yeniden hazırlanması vesilesiyle, Mülkiye
Kapılarının k a p a n d ı k t a n sonra, yeniden açılmasını h a z ı r l a m a k t a biiyük hizmeti ge
çen bir zât'ın büyük çabalarım Târih'e tevdi' e t m e k t e n kendimi a l a m a d ı m . Bu
zat, o z a m a n Dâhiliye Nezâreti İdâre-i Umumiyye-i Vilâyât Müdürü (İller İdaresi
Genel Müdürü» olan ve Mülkiyye 1317 R. (1901) yılı mezunlarından Lütfî (Mostar)
Beydir.
Mülkiye, 1915 senesi mezunlarını verdikten sonra 1., 2., 3. sınıflarda mevcut
talebe Hukuk Mektebi'ne nakledilerek kapatıldı. Bu kapanış için ileri sürülen es-
bâb-ı mucibe anasında Bütçe'de tasarruf te'mininden başka, Mülkiye'deki tedrisat
p r o g r a m ı n ı n H u k u k Mektebinde daha geniş ve daha kuvvetli olarak takip edil
m e k t e olduğu ve H u k u k Mektebi'ni bitirenlerin adlî hizmetler hâricinde idâri hiz
m e t l e r için de yetiştirilmiş olacağı sanılıyor; bu sebeplerle Mekteb-i Mülkiyye'nin
kapatılması t a k a r r ü r ettiriliyordu.
S o n r a d a n isabetsizliği meydana çıkan bu iddiaya karşı koyacak, zaruretleri mü
dafaa edecek kuvvetli bir (Mülkiyeli) cephe (si) maalesef yoktu. Ne Maârif Nezâ
retinde, ne de Mülkiyelilerin en çok bulunması gereken Dâhiliyye Nezâreti Merkez
Teşkilâtında Mülkiyeliler m ü h i m mevkileri henüz t u t m u ş l a r d ı .
Mülkiyenin 1915'de kapanışına, Dâhiliye Nezâreti Merkez Teşkilâtlında ilk tep
kiyi gösteren yukarda sözü geçen Rahmetli Lütfî Bey oldu. Vakur tavrı, çok maz
but ahlâkı ile t a n ı n a n bu şahsı Dâhiliye N â z ı n Talât Bey de çok sever ve takdir
( 1) Mülkiye 1914 (1330 R.) Mezunudur. Arşivimizde bulunan 19 Temmuz 1966 günlü ve İstanbul mahreçli mektubun
dan alınmıştır.
399
ederdi. Lütfî Bey bu güven ve sevgiden yararlanarak Nezâret ve Nazır muhitinde
Mülkiye lehine kuvvetli bir cereyan yarattı. "Dâhiliye Nezâreti bilhassa istikbâl
vâdedecek kuvvetli idare elemanları yetiştirmek için bir kaynağa, ıbir n a m z e d yu
vasına d â i m a m u h t a ç t ı r " parolası tutunmaya başlamıştı. Lütfi Bey, bundan derhal
faydalandı ve bu hususta hazırladığı R a p o r ' da:
"Nezâretin taşra teşkilâtında kendilerine idare mes'uliyet ve vazifeleri verile
cek elemanların hususî bir ihtimam ve hususî bir tedris programı ile yetiştirilme
leri ve namzetlerin yetiştirilme devresinde bütün karakter ve tavırlarının dâima
dikkatli bir hassasiyet altında takip edilmesi için tedrisatın yatılı bir meslek mek
tebinde yapılması zaruri olduğu cihetle Dâhiliye Meslek Mektebi'nin açılması zaru
reti " ni ileri sürerek Mülkiye'nin yeniden açılması fikrini kabul ettirdi....."
Buna göre H ü k ü m e t Başkanı olarak bu gerçeği önce Talât Paşa a n l a m ı ş oluyor
du. Tal'at Paşa (2) 4 Şubat 1917'de Sadrâzam olunca, 1. Dünya Savaşı'nın en şiddet
li muharebelerine sahne olan ve o sırada Rus Komünist İhtilâlinin başlamasıyla
kurtulan Şark Vilâyetlerinde bir inceleme gezisine çıktı. Dönüşünde, Haydarpaşa
Gan'nda kendisini karşılayanlar arasında bulunan ve o sırada Mâliye Nezâreti
Müsteşarı olan, Mülkiye 1896 (1312 R.) mezunu ve Birincisi Rahmetli H a s a n Tahsin
(Aynî) Beye d a h a İstasyondan ayrılmadan:
"Mülkiye'yi lağvetmekle pek büyük bir hatâ işlediğimizi bu seferki seyahatim
de daha etraflı olanak anladım. Çünki, her tarafı harâbezar olan Memleketin ne
resinde bir eser-i ümran ve temeddün gördümse bunun orada hizmet eden Mülkiye
li bir kaymakam'm, bir mutasarrıfın, bir vâli'nin eser-i himmeti ve gayreti netice
si olduğunu tesbit eltim. Anladım ki, Mülkiye mezunları kadar bu Memleket'e hiz
met eden, en uzak ve mahrum vatan köşelerine kadar nur, hayat ve medeniyet gö
türen kimse yoktur.../' (3).
Bütün kusurlarına ve hatalı icraatına rağmen çok samimî, n a m u s l u bir Türk
Vatanperveri olduğuna inandığını Rahmetli Talât Paşa'nın bu hayırlı ve hak tanı
yan fikri üzerine o târihte Başkent İstanbul'da ıbulunan Mülkiyeliler h a r e k e t e geç
tiler. Şimdi hepsi de R a h m â n ' ı n rahmetine kavuşan Mülkiye mezunlarından Ali
Münif [Yeğena, 1896 (1312 R.) me'zunuJ, Hariciyecilerimizden Hüseyin Suad [Er-
pul, 1897 (1313) me'zunuJ Aynî-zâde H a s a n Tahsin [Aynî, 1896 (1312 R.) me'zunul
gibi değerli Mülkiyelilerden teşekkül eden bir komisyon k u r u l u p d e r h a l çalışma
lara başladı. Mülkiye'nin açılması h a k k ı n d a K a n u n Tasarısı'nı da 29 Nisan 1917
de Dâhiliye Nezâreti Müsteşarlığına getirilen Rahmetli Abdülhâlik Renda kaleme
aldı; Sadrâzam ve Dâhiliye N â z ı n Tal'at Paşa'nın isteği üzerine de bu T a s a n n ı n
Meb'usan ve Âyân Meclislerinde H ü k ü m e t adına savunmasını yaptı.
( 2) Said Halim Paşa'nın istifası üzerine 4 Şubat 1917'de Dâhiliye Nazırlığı da üzerinde kalmak şartıyla Pasa'lık rüt
besi verilerek Tal'a-t Paşa Sadrazamlığa getirilmişti.
( 3) Bak. : Mülkiye Mecmuası; 1935, Birinci Kânun ( A r a l ı k ) ; 57. Sayı, 9. sf.# Müdür Emin Erişilgil'in makalesi.
400
Üç yıl içinde Mülkiye hakkındaki fikirlerin nasıl değiştiğini a n l a m a k için Mec-
lislerdeki müzâkereleri inceleyelim ( 4 ) :
Sezâî Bey (Cebel-i Bereket) — Efendim, Hey'et-i Aliyenize arzolunan bu Kanun, bit
tabi' dâire-i âidesince Memlekete bir menfaat ve hizmet temini maksadı
ile sevkolunmuştur. Fakat, bu menfaati te'min ederken Memleketin diğer
401
b i r menfaatim mûcib olacak k a r a r ittihaz ediyor muyuz, e t m i y o r muyuz?
Bunu t a m a m e n k a r ş ı l a ş t ı r m a k ve o şekilde h ü k m ü m ü z ü v e r m e k iktizâ
ediyor. Mülkiye Mektebi'nin lağvı b i r tesadüfe müstenid değildir. Meşru
tiyetin girdiği yerlerde devletin ilk vazifesi, d e r u h d e ettiği hizmetleri tef
rik e t m e k ve herhangi dâire o işin mütehassısı ise o hidemâtı o n u n eline
tevdi' etmekten ibarettir. Binâenaleyh, Mülkiye Mektebi'nin lağvı böyle,
bir zaruret neticesi olarak vücuda gelmiş ve bu Mekteb kaldırılmakla o
Mektebin îfâ ettiği vezâif Devletçe ihmal olunmamış. Memleketin hey'et-i
umumîyesine d a h a fazla menfaat te'min edecek mâhiyette b a ş k a teşkilât
vücuda getirilmiştir. Bendeniz, H ü k ü m e t i n esbâb-ı mûcibesini ve Encü
menlerin bu babda serd ettikleri m ü t â l a â t ı b i r e r birer tedkîk e t t i m . Binâ
enaleyh, b u n l a r ı Hey'et-i Âliyenize kısa olarak arzedeceğim: Dâhiliye Nezâ
reti, Mülkiye Mektebi lağvedilirken, bizim re'y ve fikrimiz sorulmadı, di
yor. Bendeniz zannediyorum ki M a â r i f e (Nezâretine) m e r b u t b i r müesse
senin lağvı esnasında Dâhiliye Nezâreti'nin m ü t a l â a s ı n ı a l m a ğ a kat'iyen
ihtiyaç yoktur. Diğer taraftan ikinci bir i'tiraz o l a r a k Dâhiliye Nezâreti,
Mülkiye Mektebi'nin lağvından sonra Dârülfünûn'un H u k u k Fakültesi'nde
mâli, idâri, siyâsî n â m ı ile üç şube te'sis edildi; H a r p hâli dolayısiyle bun
l a r d a n ne derecye k a d a r istifâde i m k â n ı olduğunu tecrübe edemedik. Bi
nâenaleyh biz, Mülkiye Mektebi'nin yeniden tesisine z a r u r t görüyoruz ve
bu işi biz kendimiz yapacağız, diyorlar. Eğer Devletçe ve Meclis'ce bu gün
tefrik-i vezâif esâsından rücu'a k a r a r verdikse o başka... Yakında yaptığımız
b i r t a k ı m işler vardır ki b u n l a r ı d o ğ r u d a n doğruya selâhiyetdâr olmıyan
ellerde olduğu için, salahiyetli ellere devrettik. Eğer Dâhiliye Nezâreti bu
arzu ettiği Mektebi m ü n h a s ı r a n Devletin e m r ü idaresinde tıatbîkat göster
mek için taleb e t m i ş olsa idi, ta'lim ve terbiye neticesi olarak Memlekette
idareye taalluk eden h i d e m â t ı bir dâirede toplayarak bir mülâzemet
z a m a n ı n a i n h i s a r e t t i r m e k suretiyle bu Müesseseyi kabul e t m e k iktizâ
ederdi. Halbuki, Dâhiliye Nezâreti bu gün Maârif Nezâreti'nin u m u m î ve-
zâifine dâhil olan terbiye-i umûmîyeden b i r kısmını d o ğ r u d a n doğruya
kendi dâiresine almak ve o h u s u s t a M a â r i f i n takip ettiği p r o g r a m ve usu
lü kabul ile kendi dâiresine terfik etmek istiyor. Eğer, bu esas kabul edi
lirse yarın Evkaf Nezâreti'ne evkaf mekteblerinin ve Meşihat'a da şer'î
m e h â k i m mekteblerinin iade olunması îcâb eder. Şimdi te'sis edilmek is
tenilen bu Mektebde Dâhiliye Nezâreti ne o k u t a c a k t ı r ? Ders programla
rını arzedeceğim: Diyorlar ki, biz bu Mektebde Coğrafya, Târih, İktisâdi
Coğrafya, Etnografya, Târih-i Edyan okutacağız, diyorlar. Bendeniz iddia
ediyorum ki, bir idare m e ' m u r u için, âlim sıfatı ile değil, i d a r e âmiri sı-
fatiyle, bu derslere lüzum yoktur. Bu ilimlerin başlangıcı ge
rek sultanî mekteblerinde gerek Darülfünun şuabâtında tafsilâtla görü
lebilir. Kaza kaymakamları, nahiye m ü d i r l e r i gibi m e ' m u r l a r ı n vazife
si Devletin neşrettiği kanun, n i z â m a t ve emirleri anlamak, r u h u n d a onla-
ra karşı merbutiyet ve h ü r m e t görmek ve halka tatbikinde adaletten ay
r ı l m a m a k t ı r . Yoksa, bir kaza kaymakamının, bir nahiye m ü d i r i n i n Et
nografya, Dinler Târihi ile k a f i y e n alâkasını görmüyorum. Bendeniz doğ
r u d a n doğruya bunları b i r ilim meselesi addediyorum. İlim meselesinin
de dâire-i âidesine ayrılarak Dâhiliye Nezâreti'ne verilmesi hususunda
Memlekete te'min etmek istedikleri menfaatdan daha çok z a r a r getireceği
kanaatındayım. Bendeniz esas i'tibariyle u m u m î terbiyeye dâhil olan bir
işin selâhiyetdâr dâireden alınarak, selâhiyetdâr olmıyan bir dâireye nak
lini muvafık g ö r m ü y o r u m . Efendiler, Memlekette mevcud olan mekteble-
rin ne halde olduğu ve elyevm kaç talebesi bulunduğu nazar-ı i'tibare, alı
nırsa Dâhiliye Nezâreti'nin te'sisini teklif ettiği Mekteb, te'sis edildiği hal
de âtide ne olacağına d â i r biraz izahat arzedeceğim: Geçen sene Mekteb-i
Sultanîden ş a h a d e t n a m e alan efendilerin m i k d â r ı 22 dir. Bu sene bil'umum
mekâtib-i sultânîyeden ş a h a d e t n a m e alacak talebenin m i k d â r ı ise 37 d e n
ibarettir. S o n r a 8., 9., 10., İL, 12. sınıflardaki talebenin m i k d â r ı da ikiyüz
k ü s u r d a n ibarettir. Binâenaleyh biz Mülkiye Mektebi'ni te'sis e t m e k l e bir
menfaat te'min edemiyoruz. E m i n olunuz ki Memlekette m e ' m u r d a n ziyâ
de âlime, mütehassısa ihtiyaç vardır. Memleketlere büyük menfaat te'min
edenler bu gibi a d a m l a r d ı r . Sonra, hiçbir memleket ve devlet, m e ' m u r l a r ı
üzerine böyle tahdidat vaz' etmemiştir. Talebe Darülfünunlarda okur, çı
k a r . H ü k ü m e t b i r k o n k u r açar, mülâzemet devresi te'sis eder ve o surette
m e ' m u r l a r ı n ı intihab eyler. Farzediniz ki Mekteb-i Mülkiyye'yi kabul ettiniz,
tasdik ettiniz ve açtınız. Bu sene Devletin b i l û m u m müessesâtına, Dârülfü-
nûn'a, Mühendishane'sine, Ticarethanesine ve sâiresine 37 kişi müracaat
edecektir. Bu K a n u n mucibince Mekteb senede 40 kişi alacaktır. Eğer
Memleket, bu gün Darülfünun için ihtiyar ettiği 50-60 bin lira masrafı
fuzûli olanak ihtiyar edecekse ve m ü n h a s ı r a n Mekteb-i Mülkiyye açılacak
sa, diğer şubeleri kaldırmak îcab eder. Çünkü hiç talebe kalmıyacaktır.
Binâenaleyh, bendeniz Mülkiye Mektebi'nin gerek tedrisat ve gerek neti
ce i'tibariyle H ü k ü m e t i n tasvir ettiği k a d a r Memlekete menfaat te'min
edeceği k a n a a t m d a değilim. Halbuki bu Mekteb kabul edildiği ve açıldığı
takdirde diğer müessesâta m ü r a c a a t edecek kimse bulunmıyaaaktır.
Memlekette büyük m e ' m u r l a r için lâzım olan şey h u k u k fikridir, ma'lû-
mât-ı hukukiyedir. H u k u k a intisab olmadıkça, yalnız idarî malûmatla
m e m l k e t t e m a t l u p olan vazifeyi hüsn-i i'fâ imkânsızdır. Binâenaleyh, tah
sili h u k u k olmak ve idâri, mâlî, siyâsî şubeleri ihtiva etmek üzere eskisi
gibi bu Mektebi de yine Darülfünun teşkilâtı meyânına almak, Maârif Ne
zâreti'nin m u r a k a b e s i altında teşkilât y a p m a k şart ve esâsından ayrılma
m a k îcâb eder. Ayrıldığımız takdirde salâhiyetdar olmıyan b i r dâireye
bu işi tevdi e t m i ş olursunuz ki, bu da u m u m için zarardır. Diğer taraf
tan, Devletin hâriciye m e m u r u , dâhiliye m e m u r u ihtiyacı fazladır. Bu
esas kabul edildiği takdirde, yarın Darülfünun şubelerinden Siyâsiye Şû-
403
besini alıp Hariciye Nezareti ne vereceğiz. Maliye Kısmını da keza Mâ-
liye'ye vereceğiz ki şimdiye kadar ta'kib ettiğimiz siyâsete münâfîdir. Bu
hal Dârülfûnûn'un dağılmasını da mucibtir. Ayni z a m a n d a Memleketin
daha büyük menfaatim ihlâl edecektir. Onun için, bendeniz, K a n u n u n ta
m a m e n aleyhindeyim. Böyle bir şeye lüzum varsa d o ğ r u d a n doğruya Maâ
rif Nezâreti'ne tevdi' ederek oraca işin düşünülmesini teklif ediyorum.
Ağaoğlu Ahmed Bey [Karahisar-ı Sâhib (Afyon)] — Bu K a n u n Lâyihasının Maârif
Encümeni'ne gitmesi icâb etmez mi idi? Zannedersem bu meselede Maâ
rif E n c ü m e n i diğer encümenlerden daha ziyâde salâhiyetdârdır. Maârif
E n c ü m e n i a'zâsından olduğum halde Maârife âid böyle bîr lâyihanın Maârif
E n c ü m e n i n d e n geçmeden buraya nasıl gelip müzâreke edildiğine hayret
ediyorum. Onun için, bendeniz b u n u n Maârif Encümeni'ne havalesini tek
lif ediyorum. Eğer Maârif E n c ü m e n i taleb ve kabul edecek ise şimdi söz
söylemek lüzumsuz oluyor. Bendeniz bu Lâyihanın Maârif Encümeni'ne
gitmesi hakkındaki teklifimin re'ye konmasını teklif ediyorum.
Reis — Fikriniz aleyhinde söz söyliyen olabilir, efendim. Bu Lâyihamn Maârif En
cümeni'ne gitmesi aleyhinde söz söyliyecek var mı? (Yok s a d a l a n ) .
Peâs — Pek âlâ efendim, rey'e arzedeyim de Hey'eti Celîle h ü k ü m versin. Çünkü
bu bir mes'ele-i m ü t e k a d d î m e d i r . Evvel be evvel onu halletmek lâzım gelir.
(Reye koyar) Maârif Encümeni'ne gitmesi kabul edilmiştir, efendim. Yal
nız, rica edeceğiz, tabu Maârif E n c ü m e n i müsta'celiyetf k a r a r ı n ı nazar-ı
dikkata alır... (Başka müzâkereye geçilir).
405
d a h a ziyâde ehemmiyet vermek lüzumu hissedildi. Gerek mejcâtib-i Sul
tanî ve gerek mekâtib-i ibtîdâdiye ve gerek yüksek mekteblerin vaz'-ı
asliy-i hakikîsine t a k r i b ettirecek b i r şekil verilsin, denildi. Bu suret
le bu mektebler ta'dilâta uğratıldı. Bizde birtakım mektebler var
d ı r ve b i r çoğu meslek erbabına ihtiyaç gösteriyor, denildi. S u l t a n i mek-
teblerinin sınıfları daha ziyâde genişletilip artırıldı. Bugün bu u s u l m e r i
dir. Sultanî mekteblerinin üçüncü sınıfına gelen efendiler a r z u ettikleri
şubelerden birini kabul etmeğe ve kendi ta'kibedeceği derslere d a h a faz
la çalışmağa, daha fazla m a l û m a t edinmeğe m e c b u r d u r l a r . S u l t a n i mek-
teblerinde bu meslek meselesi teessüs ettikten sonra bunların mahreçle
ri mevzu'i bahs oldu. Darülfünun da b u n a göre taksim edildi. Binâenaleyh,
mekteblerin mufassal p r o g r a m l a r ı allında talebe ihtisas meselesini daha
ziyâde temin edebiliyor. Mekteb-i Sultanîyi arzettiğim gibi bu vaziyete
koyduktan sonra Maârif Nezâreti Darülfünûn'a rücû ediyor. Ben, Mem
lekette ne yapacağım, böyle ihtisas şubelerine ayırdıktan s o n r a talebenin
içinde az çok tahsilini ileri götürmek isteyenler olacaktır, diyor. Mekteb-i
Mülkivye'min programındaki, tedrisatmdaki mukayesesizliğinden dolayı
Maârif Nezâreti Mülkiye Mektebi'ni kaldırıyor; fakat aynı z a m a n d a Mem
lekette h u k u k tahsilinden sonra mâlî, idâri, siyâsî bir t e d r i s a t a ihtiyaç
vardır, diyor. Binâenaleyh ben Dârülfünûn'un H u k u k Şubesi'nden sonra
bir sene tahsil e t m e k üzere bu u l û m ve fünoınu b u r a y a vazedeceğim, di*
yor ve bu teşkilâtı iki üç sene evvel yapıyor. Şubeler teşkil e d i p bir sürü
masrafla Avrupa'dan m ü t e h a s s ı s l a r getiriliyor. Şimdi vaziyet bu merkezde
dir. Mekteb-i Mülkiye'nin ihdasına gelince: îhdâs'ı arzettiğim d â i r e d e n gel
m i ş olsa idi hepimiz ve bilhassa bendeniz kabul edecektik. F a k a t Mek
teb-i Mülkiyye'nin o teşkilât m e y â m n d a u m u m î tedrisâta dâhil b i r müesse
se olarak vücud bulması, ya'ni m e ' m u r yetiştirmek mes'elesi b a h i s mevzu'u
oluyor. Eski Mekteb-i Müjkiyye aynen ahz-ı mevki ediyor. Ş i m d i asıl me
sele bu nazariyatla, bu ihtiyaçla te'lifi kaabil olmıyan bir şekilde Mec-
lis'e arzediüşidir. Sultanî'lerin ü ç ü n c ü senesinde bu gün i h d a s e t m e k is
tedikleri Mektebe girecek yalnız Edebiyat Şûbesi'nin derslerini tâkib
edecek efendiler olacaktır. Ondan sonra bu adedlerle b e r a b e r b u g ü n b ü t ü n
Sultanî mekteblerinin muvaffak oldukları t a k d i r d e bu sene ş e h â d e t n â m e
alabilecek talebesinin m i k d â n otuz yedi kişiden ibarettir. Gerek tatbikat ve
tedrisatta muvaffak o l a m a m a s ı n d a n ve gerek talebe b u l a m a m a s ı n d a n do
layı bendeniz bu teklifin bu şekilde t a m a m e n aleyhindeyim. Diğer taraf
tan Mekteb-i Mülkiyye mâhiyetinde olan diğer m e k t e b l e r için vaz* edilmiş
usuller vardır. Şu itibarla, bendeniz bu şerait dâhilinde teklifin aleyhin
deyim ve reddini talep ederim.
Veli (1905 Mezunu, Saltık) Bey (Aydın) — Efendim, Mekteb-i Mülkiyye mes'eiesi
mevzu'-i b a h s olduğu zaman Hey'et-i Celîle daha m ü h i m bir d â v a karşısın-
da kalıyor. Çünkü Maârif mes'elesi gayet m ü h i m bir mes'eledir. H e r şeye
takdîmen d ü ş ü n ü l m e s i îcâb eden bir mes'ele-i millîye ise D a r ü l f ü n u n l a ve
o n d a n s o n r a gelen talî ve ibtidâî tahsil dereceleri de v a r ; b u n l a r Bütçe
mizin t a h a m m ü l ü derecesi ile m ü t e n â s i b s u r e t t e Meclis tarafından ke-
mâl-i i'tinâ ile gözetilmektedir. Bunun hâricinde olarak bu müesseselerde
o k u n a n dersin aynısını okutan diğer müessesâtın teksiri maârif mes'ele-
sinde ittihaz edilen aslî tedbirlerin, gidilen doğru yolun muhtelif ve mü-
teaddid şubelerle, zikzak hareketlerle ihlâl edilmesi demektir. Binâenaleyh,
Mülkiye Mektebi gibi Dârülfünıın'un bir tahsil şubesine esas olabilecek
m a l û m a t ı ayrı ayrı ve müstakil s u r e t t e veren b i r mektebin v ü c u d u n a lü
zum yoktur. Fakat H ü k ü m e t ve H ü k ü m e t i n fikrindeki mânâ-i mevfuru
daha yakından bilenler bu mes'elenin u m u m î maârif m e s e l e s i n d e n a y n bir
millî mesele gibi telâkki edilmesi lâzım geldiğini kabul ediyorlar ve bu
Mektebin açılmasına da u m u m î maârif meselesi de tenakuz teşkil etmez,
diyorlar ve görüyorlar ki bu Memlekette H ü k ü m e t işini g ö r m e k adetâ,
benzetmiyeyim fakat mesâiy-i millîyemizde misyonerler teşkilâtına benzer
bir teşkilât ile çalışacak m e ' m u r l a r ile kaabildir. H ü k ü m e t işleri me'mur-
Ların şahıslarının H ü k û m e t ' e ve Devletin manevî şahsiyetine olan merbuti-
yetleri işte böyle misyonerlerin m e n s u p olduğu t a r i k a t a intisabı mâhiye
tinde bir intisab r u h u ile olmalı ve Milletle temasında k a m ı n ' u yalnız bir
m a k i n a gibi tatbik eden bir m e ' m u r sıfatı ile değil, b ü t ü n r u h u ile adetâ
mezhebini neşreder gibi fedakârlıkla hareket eden m e ' m u r l a n bu işin ba
şına geçirmelidir, diyorlar. Ancak bu kabil m e m u r l a r l a temsil edilmeli ki
asırların H ü k ü m e t l e halk a r a s ı n d a açtığı gerginlik telâfi edilsin; asırlar-
danberi Memleket beklediği teşkilâtı hâsıl edebilsin, diyorlar ve hülâsa
o l a r a k diyorlar ki evet m a ' I û m a t lâzım; fakat ruh, ahlâk, vazifeye âşık
olmak daha lâzımdır. Binâenaleyh, Darülfünun henüz teşkilâtını tamamla
madığı cihetle bu ihtiyaca cevap veremez. Onun için bu Mektebe ihtiyaç
vardır, diyorlar. Dâhiliye mes'elesîni halletmek u m u m î maârif meselesin
den a y n bir meslek-i m e ' m u r î n ve b i r tarîkat-ı m e ' m u r î n ma'nây-ı kudsîyet
ve maneviyatını vererek te'sis etmekle kaabil olduğunu iddia ediyorlar. Mül
kiye Mektebi'nin açılmasında gösterdikleri sebep ve ısrar b u d u r . Yalnız
bu kadarla kalsa idi belki mücib-i i'tiraz VQ şayân-ı i'tiraz n o k t a l a r görüle
bilirdi. Fakat âlî, h a t t â u z a k t a n yakından kendi gençliğimi b a n a gösteren
bir taahhüd-i mütekaabil var, H ü k û m e t ' i n programında. Bir genç, yetiş
miş, yetişmek üzere tahsil-i âlînin derecâtma b ü t ü n teşneliği ile meftun
ve m ü ş t a k ; fakat elinden t u t a n yok; parası yok; o zaman H ü k ü m e t ken
disine yer olıarak bir h â m î olarak o gence Mülkiye'nin kapılarını açarak
yetişmek çâresini bu Mektebi yeniden a ç m a k suretiyle hazırlıyor ve di
yor ki eğer, ehliyetin, ahlâkın seni bir güzide u n s u r olarak yetiştirecekse
gel m ü s a b a k a n ı kazan, gir ve benimle mükaabil bir teahhüdde bulun. Sen,
fakirlik sebebiyle tâkib edemiyeceğin bir yüksek tahsili işte bu sayede tâ-
407
kib edeceksin; fakat, bana karşı teahhüd altındasın. Efendiler, erbâb-ı ta
rik böyle bir merbûtiyet ve mütekaabil teahhüd ile yetişmiştir ve yeti
şir. Eğer siz, Dârülfünûn'da yetişen bir gence bu gibi takyidâtı koymak,
bu gibi mütekaabil t a a h h ü d a t ile gencin hususî vaziyetini tâyin e t m e k is
terseniz o Darülfünun o zaman Dârülfünûn'Iuktan çıkar. B u r s usûlü baş
ka bir usûldür. F a k a t Mülkiye Mektebi'niıı gözettiği bu usul bizim Mem
leketimizde en ziyâde şayân-ı tercih ve en ziyâde kaabiliyet-i tatbikiyyesi
olan bir usuldür. Binâenaleyh, efendiler, Mülkiye Mektebi mes'elesini ted-
kîk ederken evvel ve ahir teşrih buyrulduğu veçhile bunu bir u m u m î maâ
rif mes'elesi: değil, yine t e k r a r ediyorum, hususî m â n â s ı ile bir tarikat-ı
mülkiyye mes'elesi olarak telâkki buyurmalısınız ve merbutiyeti mes'ele-
sinde demin a r k a d a ş ı m Şemseddin Beyin îzah ettiği değil, ya'ni maârif-i
umûmîyenin u m û m î sistemine dâhil bir müessese, gayr-ı müfid, b î m â n â
bir müessese gibi değil, Dâhiliye'ye m e r b u t ve o n u n kaliteli m e m u r yetiş
tirmek için kemâl-i i h t i m a m ile yetiştirip büyüteceği bir m ü e s s e s e gibi te
lâkki ve tesis etmeli ve Mekteb-i Mülkiyye'nin p r o g r a m m ı , herşeyini Dâ
hiliye'ye rabtetmelidir. Yalnız diyebilirmisiniz ki, efendiler, m e k t e b l e r aç
tık, semere vermedi. Bu her fi'l-i beşerde vârid bir m ü t a l â a d ı r . Bu mües
sese meydana gelir; su'-i isti'mal edilebilir. Yapanlar da m e s ' u l d ü r . Fakat
su'-i isti'mal ihtimâli, veyahud semeresiz kalması ihtimâli mülâhazası ile
vücudunun Memleketin idarî hayatı için şiddetle lüzumunu şu Mülkiye
meselesini arzettiğim dâirede düşünmîyerek b a ş k a bir şekilde telâkkiye
kalkışmak, zannederim, pek m ü n â s i b olmaz. (Müzâkere kâfi... sesleri).
Hafız Mehmed Efendi (Bursa) — M a ' l û m d u r ki kanunu ihtiyaç tevlid eder. Ya'ni,
evvelce mevcud iken vâzı'-ı k a n u n o mevcud olan kanunu bir takım mera
sime uyarak vaz'eder. Şimdi Mülkiye m e m u r l a r ı yetiştirmek için bir ka
n u n geliyor. Tabiî, bu K a n u n u da ihtiyaç d o ğ u r m u ş t u r . Maârif N â z ı n Be
yefendiden ne gibi bir ihtiyaç sezip bu k a n u n u şevke m e c b u r etli diye
bir sual s o r a c a k t ı m ; fakat Veli Beyefendi izah b u y u r d u l a r . M a ' l û m d u r ki
evvelce bir Mülkiye Mektebi mevcuttu. Tabiî, bu Mekteb idare" m e ' m u r l a n
yetiştiriyor ve bu m e ' m u r l a r da Memleketi idare ediyorlardı. Bu muvafık
görülmedi, bir Darülfünun teşkil edildi; bu da d o ğ r u d a n doğruya Al
manya Dârülfûnun'dan kopya edildi. Demek ki Almanya'da idare me'
m u r l a n Dârülfûnun'dan yetişiyor. Biz de onlann fikrine ittibâen
idare m e ' m u r l a r ı n ı Dârülfûnun'dan yetiştirmeği nazar-ı dikkate aldık ve
Mülkiyeyi kaldırdık. Veli Beyefendi b u y u r d u l a r ki, bu Memleketin Dârül-
fünûn'unda yetişen idare m e m u r l a r ı Devlete lâzım oldukları gibi yetiş-
miyecek; H ü k ü m e t gerek ahlaken, gerek başka suretle m e ' m u r l a r ı n ı kendi
m u r a k a b e s i altında yetiştirmek istiyor. Şimdi m a d e m ki Almanya'da ida
re m e ' m u r l a n Dârülfûnun'dan yetiştiriliyor ve Almanya kendi memleketi
nin mâhiyeti ile ve ruhu ile münâsib s u r e t t e yetiştiriyor; biz de kendi
muhitimizle mütenâsib bir s u r e t t e Dârülfünûn'da nıe'murlarımızı yetiştire
lim. Bunun için müstakil bir Mülkiye Mektebi tesisine hacet nedir? Eğer
evvelce bu hakikat H ü k ü m e t ç e mevcud idi de şimdi tezahür e t t i ise bize
b u n u izah etmelidir. Böyle bir müzâyakalı z a m a n d a ayrıca b i r t a k ı m mas
raf ihdas ederek, yeniden bir Mekteb-i Mülkiyye açmak muvafık olmaz
zannederim. Bununla beraber, yine " k a n u n u ihtiyaç tevlid e d e r " kaziyesi
ne geleceğim. Bu gün Mekteb-i Mülkiyye'de tahsilde bulunacak zevat en
aşağı 20 yaşında olmak lâzım gelir. Bu bir mekteb-i âlîdir ve buraya Mek
teb-i Sultânî'yi ikmâl edenler alınacaktır. Bu gün 20 yaşındaki adamı ne
rede bulacağız? Ma'lül olan birtakım adamları alacağız ki b u n l a r hiçbir
vakit idare m e ' m u r u olmaya m u k t e d i r olamazlar. Çünkü, sağlam bir di
mağ sağlam vücudda b u l u n m a k lâzım gelir. Bu gün o kimseler kamilen
Cephe-i H a r p t e b u l u n m a k t a d ı r . Onun için bu k a d a r masraf ihtiyar edip de
bu Mektebi teşkil etmek birçok kimseleri, birçok insanları yine mâliye
mizin s ı n m a yük etmekten başka bir şey değildir. Bunun için, eğer bu
Mektebe lüzum varsa, Dârülfünûn'daki terbiye ve tahsil idare m e ' m u r l a n
yetiştirmeye kâfi değilse diğer şuabat da var. Şu şubesi var, bu şubesi var.
Eğer oradaki talebe Memleketin r a h u ile mütenâsib s u r e t t e yetişmiyecek
ise ohalde evvelâ Dârülfünûn'u lağvetmeli. Demek bizim muhitimizde mü-
nâsib değil. Veli Beyefendi vâkıf olarak söylüyorlar; vâkıf olmadığı bir
şeyi söylemezler. Madem ki Almanya Darülfünunundan kopya edilmiş, de
mek ki bizim muhitimizle mütenâsib, bize lâzım olan terbiyeyi verecek
m e k t e b değil (Kâfi, kâfi... sesleri).
Reis — Söz alan daha dört beş arkadaşımız var. Müzâkeratın kifayeti söyleniyor.
Mehmed Sâdık Bey ( E r t u ğ r u l ) — Bendeniz dört kelime söyleyeceğim, efendim: BU
M E K T E B İ MÜLKÎYYENİN T E S İ S İ O KADAR LÂZIMDIR Kİ BUNU
VELİ BEYEFENDİ ARZETTİ. B E N D E N İ Z H U K U K Î S İ N İ , NAZARİYE
S İ N İ BİLMEM. MÜLKİYE M E M U R İ Y E T İ MESLEKTİR VE ONLAR
İCRAATINI BİZİM ÜZERİMİZDE YAPARLAR Kİ, B E N D E N İ Z O AHÂ
LİDENİM. ŞİMDİYE KADAR BİZE GELEN MEMURLARIN, MUTASAR-
R I F VE KAYMAKAMLARIN, NAHİYE MÜDİRLERİNİN HERHANGİSİ
M E K T E B İ MÜLKİYYE'DEN ÇIKMIŞ İ S E O AHÂLİYİ HÜSN-İ SURET-
DE İDARE ETMİŞ VE HALK ONDAN MEMNUN OLMUŞTUR. ŞURADAN
BURADAN GELMİŞ İ S E MUVAFFAK OLAMIYOR. BU M E S E L E N İ N BU
KADAR MÜZÂKEREYE DEĞERİ YOKTUR. Müzâkerenin kifayetini taleb
ederim (Kâfii... sesleri).
Reis — Ohalde soralım, efendim. (Müzâkere kâfi görülür).
Sezai Bey (Cebel-i Bereket) — Bendenizin sözüm var efendim.
Reis — Rica ederim, benim de mevki'imi d ü ş ü n ü n ü z . Ne yapayım efendim. Söz iste
niyor, yazıyorum: sonra dinlenilmek istenilmezse bendenizin müdâhaleye
h a k k ı m yoktur (Müzâkere kâfi... sada'laıı).
409
Sezai Bey (Cebel-i Bereket) — K a n u n u n aleyhinde söz söylenilmekten men'edilmek
doğru değildir...
Reis — Hey'et müzâkereyi kâfi g ö r m ü ş t ü r . Müsaade buyurunuz, takrirleri okuyaca
ğız. (Kâtip o k u r )
Ş a m Meb'usu H a m a Meb'usu
Mehmed Fevzi Vasfî
Asir Meb'usu
Seyyid Yusuf Fâzıl
Dâhiliye E n c ü m e n i n i n Teklifi
Madde 1 : Mütehassıs m e m u r yetiştirilmek ve Dâhiliye Nezâreti'ne
m e r b u t olmak üzere "Mekteb-i Mülkiyye" unvaniyle bir mekteb-i âlî te'sis
olunmuştur.
Reis — İşte efendim, teklif iki dâirede deveran ediyor. Yâni o k u d u ğ u m u z teklifler
Dâhiliye Encümeni'nin teklifinin k a b u l ü n ü t a z a m m u n ediyor. Şimdi ka
r a r Hey'et-i Celîlenizindir.
Nâfia Nâzın ve Maârif Nâzın Vekili Ali Münif (Yeğena) Bey (Haleb) — Arzedeyim;
Efendim Mekteb-i Mülkiyye'nin yeniden te'sisini a r z u eden Nezâret, Dâhili
ye Nezâretindir. O suretle, Lâyihada Dâhiliye Nezâreti'ne m e r b u t bir
m e k t e b olarak teşkili teklif edilmiştir. Dâhiliye Encümeni, Muvâzene ve
Mâliye E n c ü m e n i o suretle kabul etmiş; yalnız Maârif E n c ü m e n i bu Mek
tebin tedrisatiyle Dârülfünûn'un tedrisatı yekdiğerine bir dereceye k a d a r
m ü ş a b i h t i r ; tedrisat hususu Mektebin en ehemmiyetli cihetidir; binâena
leyh, Maârif Nezâreti'ne m e r b u t olması daha muvafık olur, dediler. Maâ
rif E n c ü m e n i b u n u n Maârif Nezâreti'ne m e r b u t bir m e k t e b o l m a k üzere
teşkilini a r z u etti. Bendenizin şahsına kalırsa, Mekteb-i Mülkiyye yeniden
te'sis ve ihya edilsin de ister Maârif Nezâreti'ne, ister Dâhiliye Nezâreti'ne
m e r b u t olsun. Binâenaleyh, Dâhiliye Nezâreti'ne m e r b u t olması cihetini
tasvip ederim.
410
Şemseddin Bey ( E r t u ğ r u l ) — Efendim, Veli Beyefendinin irâd b u y u r d u k l a r ı uzun
hitabede bu Mektebin tesisini pek güzel tasvir etmişlerdi. E n c ü m e n d e ,
Darülfünun mevcut iken böyle bir mektebin t e k r a r te'sisine taraftar ol
m a s ı aynı m ü t a l â a y a m ü s t e n i d idi. Biz de istiyoruz ki bu Mekteb Mem
leketin m u h t a ç olduğu idare a d a m l a r ı n ı derin bir r u h ile yetiştirsin, ter
biye etsin. Fakat bu r u h u kim verir? Dâhiliye Nezâreti bu r u h u hiçbir
vakit veremez. Efendiler, Memleketi tenvir eden ancak Memleketin mü
tefekkirleridir. Mefkureyi te'sis ettiren, inkişaf ettiren bu mütefekkirlerin
hey'et-i umumiyesi de Maârif Nezâreti etrafında bulunuyor. Bu Mektebi
Dâhiliye Nezâreti'ne v e r m e k demek, bu makineye bir çark yetiştirememek
demektir. Bize lâzım olan m a k i n e n i n çarkı değildir; m a k i n e n i n mudili
dir. Onu da ancak Maârif Nezâreti yetiştirebilir. İkinci bir n o k t a kalı
yor, efendim. O da Sezai Beyin mütalâalarıdır. Sezai Bey, bu Mektebte
yetişecek efendilerin nereden getirileceği meselesinden bahsederken sul
tanîlerden de bahis b u y u r d u l a r ve oradaki edebiyat şubelerinden yetişe
cek efendilerin m ü n h a s ı r a n edebiyat dersi ta'kip ettiğini söylediler. Ben
deniz mekteblerle a l â k a d a r olduğum için işin böyle olmadığını arzetmek
lüzumunu hissediyorum. Edebiyat şubelerinde yalnız edebiyat dersleri
okutulmaz. Mekteb-i Mülkiye'de tâkib olunacak derslere esas olanlar da
mevcuttur.
411
tıştirecegım . Eğer maarıf-i umumıyenin b ü t ü n manzumesine dâhil olacak
ve mıaârif-i umumiyye m e r b u t bir " F a k ü l t e " addedilecek b i r Mekteb-i
Mülkiye te'sisi arzu ediliyorsa o zaman ve a n c a k o z a m a n d ı r ki maârif-i
u m u m i y e meselesi olarak Mekteb-i Mülkiyye meselesine ihtiyaç vardır
ve Mektebin M a â r i f e merbûtiyeti mes'elesi o zaman mevzu'ubahs olabi
lir. Fakat, eğer, sırf dâhiliye m e m u r l a r ı n a menşe olmak üzere b ü t ü n tah
sil hedefi Dârülfünûn'un vereceği tahsil-i âlî o l m a k t a n ziyâde o tahsil-î
âlinin yalnız mecrây-ı i'dâdîye şevki ve o n d a n yalnız i'dâdi semerâtının
iktitafı gayesi ise bu Mektebin Maârîf-i Umumiye Nezâreti'nin umumî
p r o g r a m l a r ı n d a n müstakil olması lâzım gelir. Öyle bir m e k t e b ihtisâs-ı
muayyen gayesiyle idaresi lâzım gelen bir müessese H ü k ü m e t i n kendine
has ve b ü t ü n tahsili sırf kendi nokta-i n a z a r ı n d a n tefsir, t e e m m ü l , izah,
telkin ederek te'sisine m u h t a ç olduğu bir mekteb demektir. Şuhalde bu
m e k t e b şu te'sis şeraiti dâiresinde ancak Dâhiliye Nezâreti'ne m e r b u t ol
m a k ve onun p r o g r a m l a r ı n d a Dâhiliye Nezâreti'nin dâimi s u r e t t e alâka
ve rabıtası b u l u n m a k lâzımgelir ve bu zarurettir. Eğer Mekteb-i Mülkiye'-
nin merbutiyetini Dâhiliye Nezâreti olarak Kabul etmiyorsak Maârif-i
Umumiyye Nezâreti dâhilinde bir sistem, bir m a n z u m e olarak b u n u kabul
ediyorsak, abesle iştigaldir. Bunun te'sisinde m â n â yoktur. Çünkü, Dârül
fünûn'un hey'et-i umûmiyesi bu tahsile kâfidir. (Doğru s a d a ' l a n )
Ağaoğlu Ahmed Bey (K. Sâhib) — Efendiler, evvelâ Maârif N â z ı n Beyefendi Haz-
retleri'nin buradaki, beyanâtı beni hakikaten hayrete şevketti. Çünkü,
Maârif Encümeni'nde cereyan eden birçok m ü z â k e r a t t a n sonra tabiî ken
dileri için kanaat h-asıl olmuş olacak ki, öyle zannediyorum, b u n u n Maârif
Nezâreti'ne aidiyetini kabul b u y u r m u ş l a r d ı . Binâenaleyh, ş i m d i burada
bence fark y o k t u r ; ya Dâhiliye Nezâreti'ne ya Maârif Nezâreti'ne m e r b u t
olsun, demelerini bendeniz muvafık g ö r m e d i m . Çünkü, Maârif N â z ı n ile
Dâhiliye Nezâreti Müsteşarı Bey ayni s u r e t t e E n c ü m e n ' d e birçok müzâ
k e r a t t a n sonra bu Müessesenin Maârif Nezâreti'ne merbûtiyeti esâsını ka
bul ettiler. Binâenaleyh, birçok m ü z â k e r a t t a n sonra k a n a a t hasıl olmuş
olacaktır ki bu esâsı kabul ettiler. S o n r a Veli Beyefendi beyanâtına ha
kikaten dimağlarda hayâllerde esrarengiz b i r t a k ı m t o h u m l a r uyandıracak
kelimelerle başladılar ve nihâyetinde de kelimeler hakikaten esrarengiz
bir tarîk ile bir manastıra...
Ağaoğlu Ahmed Bey (devamla) — Bizi irşâd edecek bir mürşid gibi gittikçe esrâren.
giz bir perde, bir hayal şeklini alan birşeyler söylediler...
AğaoğJu Ahmed Bey (devamla) — Misyoner olacak, davet ederek, ne bileyim; birta
kım şeyler yapacak, şeyh olacak... Efendiler bu k i m ? Kazaya, vilâyete gi~
dip cevval, fa'al, her gün değişen, her dakika tahavvül eden hayat ile uğ
raşacak bir adanı, misyoner olacak...
Ağaoğlu Ahmed Bey (devamla) — Fakat eyvah!... Eğer bizim tekkelerden çıkacak
bâr şeyh gelip bizini dâireleri, bizim kazaları, bizim vilâyetleri idare ede
cek ise, emin olunuz ki, o vakit hiçbir zaman o tekkeden, o misyoner ola*
cak olanlardan, vilâyetleri iyi ve istediğimiz surette idare edecek adamlar
çıkamaz. Ben, Beyefendinin sözlerini bu m a ' n â d a anladım. O esrarengiz
birt-akım renklerin, istiarelerin altında yalnız bu ma'nâyı anladım. Mef
kureler, ya'ni mefkure dediğim ne? Vatanını sever, vatanına m e r b u t , ef-
rad-ı ahâliye m e r h a m e t eder, şefkat duyar, bir hukukî zihniyet taşır, ka
nuna m e r b u t insanlar yetiştirir, demektir.
Ağaoğlu Ahmed Bey (devamla) — Lütfediniz, şimdi oraya geleceğim. Acaba bunu
Dâhiliye N â z ı n mı yetiştirebilir; Maârif Nâzın mı?
Ağaoğlu Ahmed Bey (devamla) — Bunların hey'et-i umumiyesi buna müsâid midir?
Maârif Nezâreti mi, yoksa Dâhiliye Nezâreti mi b u n u n için müsâid-
dir? Bu suale cevap için, bu iki Nezâretin avâmil-i esâsîyesini tahli]
edelim: Dâhiliye Nezâretine kim ve neler m e r b u t t u r ? Beyefendi bura
ya m e r b u t müesseseleri zât-ı âlînize ta'dâd edeyim; Jandarma, Polis
Müdiriyet-i Umumiyesi, Sıhhiye Müdiriyet-i Umumiyesi hep Dâhiliye
Nezâreti'ne m e r b u t t u r l a r . Beri taraftan Maârif Nezâreti'ne neler ve kim
ler m e r b u t t u r ? Mâhiyeti i'tibariyle Darülfünunlar Maârif Nezâreti'ne mer
but ve o Dârülfünûn'larm muallimlerinden biri de zât-ı âlînizsiniz, Be
yefendi. Yine ona m e r b u t olan H u k u k Mektebi'dir ki talebesine hukuk
zihniyeti vermek vazifesiyle mükelleftir. Dâhiliye Nezâreti'nde böyle tek
bir m e k t e b göremezsiniz. Şimdi mes'eleyi hâl ermek için bu Mektebi, Me
saha Mektebi ile mukaayese ediyorsunuz. Efendiler, eğer Mekteb-i Mülkiy-
ye bir m e s a h a mektebi şeklinde b u l u n m u ş , bir m e s a h a mektebi mâhiyetin
de olmuş olsa idi, emin olunuz ki o k a d a r ehemmiyet verip ve zahmet
çekip bu kürsüye k a d a r gelmezdim. Fakat Mekteb-i Mülkiyye'nin progra
m ı n ı okuyunuz. Buraya kimler alınacak? Mekâtib-i âliye ve sultâniyeyi
b i t i r m i ş talebe. Mekâtib-i âliyeden çıkıp b u r a y a gelmiş olan talebeler ora
da inkişaf b u l m u ş olan dimağlarla disiplin itibariyle, Veli Beyefendi size
söylüyorum, Dâhiliye Nezâreti'nin taşıdığı disiplin zihniyetiyle o mekâtib-i
âliyeyi bitirmiş olan talebe disiplin alacaktır ki o disiplinle çalışacaktır.
Sizin istediğiniz disiplin, '"disiplin m o r a l " dir. Bu disiplinler, ya'ni mâne
vi ve dimâğî, entellektüel disiplin, ne derseniz deyiniz, bunu J a n d a r m a
413
Dâiresi vermez, H u k u k Mektebi verir; öteki dâireler vermez, Edebiyat Şu
besi verir. Bu mevcudu ile Darülfünun verir. Fakat, istediğimiz o mef
kureyi verecek o intizâm-ı mâneviyi verecek j a n d a r m a d â i r e s i n d e n ziyâ
de vatan m u h a b b e t i telkin edecek, ahâliye âşık, vatan hissini verecek, hu-
,kukî zihniyet verecek elbette ki J a n d a r m a Dâiresi değil, H u k u k Mektebi'-
dir. Binâenaleyh, mefkureyi, o nizam ve intizâm-ı mâneviyi z a n n e d e r i m ki
mülkî idarelere alışmış olan zevatta a r a m a k abestir. Maârif N â z ı n Be
yefendi yeniden b u r a y a teşrif buyuracaklar, Maârif Nezâreti'nin şerefine
olarak, mekâtib-i âliyenin hiçbir m e m l e k e t t e böyle olmadığını söyleye
cekler.
414
Nâfia N â z ı n ve Maârif Nâzın Vekili Ali Münif Bey (Halep) — Mekteb-i Mülkiye Ma
ârif Nezâreti'ne m e r b u t olursa evsâf-ı lâzimeyi hâiz m e m u r yetiştiremez
diye b i r iddia vuku buldu. Bendeniz o iddiaya karşı cevap veneceğim.
Mekteb-i Mülkiye 1294-1295 senelerinde teessüs e t m i ş t i r (6). 1316 senesine
k a d a r olan istatistikleri gözden geçirdim. Mektebten 681 talebe çıkmış
tır. B u n l a r d a n 575'i m e ' m u r o l m u ş ; 92'si m e ' m u r olmamış, b a ş k a meslek-
lerek sülük etmiş ve 30 k a d a n da vefat etmiştir. B u g ü n o târihlerde çı
k a n talebeden 575 m e ' m u r u m u z var. Bunların da ekserisi Dâhiliye Nezâ
reti'ne m e r b u t m e ' m u r l a r d ı r . 9'u vali, 481 mutasarrıf, 200 k ü s u r bu ka
d a r ı da k a y m a k a m ve şâir m e m u r l a r d ı r . 50-60 k a d a r nahiye m ü d ü r ü var
dır. Mekteb-i Mülkiye Maârif Nezâreti'ne m e r b u t olduğu z a m a n l a r d a da
hî b ü t ü n talebesini m e m u r olarak yetiştirmiş ve çıkan talebesinin de
k ı s m ı âzami devle* hizmetine dâhil o l m u ş t u r ve zannederim ki Sâdık
Efendinin beyan buyurdukları gibi vilâyetlerde en ziyâde hüsn-i hizmet
gösteren, halkın merziyyesine muvafık suretle, ya'ni ahâlinin b ü t ü n huku
k u n u muhafaza edecek s u r e t t e ve kavânin, n i z â m â t a h k â m ı n a tamâmiyle
riâyet edecek şekilde vazife ifâ edenler yine bu Mekteb-i Mülkiyye mezun
ları idi. Binâenaleyh, Mekteb-i Mülkiyye'nin Maârif Nezâreti'ne merbut
olmasiyle evsâf-ı lâzimeyi hâiz m e ' m u r yetiştirmez fikrini bendeniz kabul
e d e m e m . Maahazâ bu Hey'et-i Umumiyeye âid bir meseledir. K a n u n Lâ
yihasını en evvel Dâhiliye Nezâreti teklif e t m i ş t i n Hey'et-i Âlî'ye o su
f
retle bir teklif vâkı olmuştur. Bendenizin şekil i'tibâriyle hiçbir muhale
fetim yoktur; ister Dâhiliye, ister Maârif Nezâreti'ne m e r b u t olsun. Ben
denizin a r z u ettiğim cihet Mekteb-i Mülkiyye'nin yeniden ihyâsı cihetidir.
Binâenaleyh, bu merbutiyet mes'elesi Lâyihanın en son maddesinde mev-
zu'u b a h i s olacak b i r mes'eledir. M a d e m k i hey'et-i umumiyesinin müzâke
resi kâfi görülmüştür, m a d d e l e r i müzâkere ettikten sonra, maddelerin ni
hayetinde, eğer Maârif Nezâreti'nde kalması icâb ederse, " İ ş b u kanunun
icrasına Maârif Nâzın me'mur.dur" veyahud Dâhiliye Nezâreti'nde kalma
sı lâzım gelirse, "Dâhiliye Nâzın m e ' m u r d u r " denilir. Mesele de hitam bul
m u ş olur.
Reis — Zâten Madde okundu, efendim. Bu, Maddenin başındadır. Dâhiliye Encüme-
ni'nin teklifi dâhilinde reye konulması teklif olunuyor. Maârif Encüme-
ni'nin teklifinde ise bu cihet en son maddededir.
Veli Bey (Aydın) — Hey'et-i Âliyenin sabrını su'-i isti'mal etmiş olmıyayım; gerçi lâ
kırdıyı uzattık; bendeniz sözlerimde ısrâr-ı a n u d tarikini iltizam eden er-
bâb-ı tarîk'den değilim (gülüşmeler). Gayet açık ve sarih söylüyorum,
Ahmed Bey de i'tiraf ediyorlar, yazıları serâpâ bu esâsa m ü s t e n i d t i r ki, in-
san-ı kâmil, vazifeşinas bir a d a m olmak, milletini, vatanını sevmek, bir
( 6) Rahmetli, burada hâtay& düşüyor. Mekteb-i Mülkiye'nin 1275'de teessüs ettiğini yukarıda gördük. Söylediği
târih, Mülkiye'nin yüksek okul hâline getirilişi târihidir.
415
işe riayet etmek mes'elesi d a i m a bilgi meselesi değildir. His, vicdan, r u h ,
tel'uh ve telkin mes'elesidir. Bu telkin Darülfünundun b ü t ü n kürsîlerinde,
b ü t ü n hey'et-i umumiyesinde yapılır. Zâten tahsilin "min'el-mehdi ilâ el-
lâhd = beşik'den mezarıa k a d a r " olduğu icâbınca hey'et-i umumiyesiyle
bu telkini yapmak ve insanı insan olarak yetiştirmektir. O e s a s t a Maârif-i
Umumiye'nin ettiği hizmeti kabulde Ahmed Beyin nokta-i n a z a r m d a n ay
rılan içimizde ferd-i vâhid yoktur. Fakat bizde bilhassa m e m u r l a r ı n haya
tının memâlik-i sâireye benzemeyen bir vaziyeti vardır. Bu vaziyeti, Ah
med Beyefendi herhalde bilmiyorlar. Biliniyorlarsa maalesef bizim Mem
leketimizde bu hal vardır. Biraz içerilere seyahat etmelidirler. Memur
gayet kanunşinas, gayet- yüksek m a l û m a t ş i n a s , fakat halkın gözünü dol
duracak, halkın r u h u n d a h ü k ü m e t mevkünin beklediği kemâli, h ü r m e t i
gösterecek bir vaziyette değildir. Öyle bir vaziyette ki devlet nüfuzunu
hâiz olarak vazifesini y a p a r k e n alelekser Devleti r a h n e d â r eder. Dârül-
fünûn'un hey'et-i umumiyesi bu telkini veremez. Bu telkini v e r m e k için
batınlar, yeni nesillerden yetişecek batınlar lâzımdır. Darülfünundun he
nüz bu gayeye varamıyacağı cihetle Dâhiliye Nezâreti'ne merbutiyeti,
m u r a k a b e s i alâka-i dâimesi taraşında âdeta limonlukta nebat yetiştirir gi
bi tesrîan, ta'cilen vazife ihtimamı ile m e ' m u r yetiştirmeye şiddetle ihtiya
cımız vardır. Mekteb-i Mülkiye'nin te'sis lüzumu ise bu z a r u r e t e müstenid-
dir. Eğer Mekteb-i Mülkiye'nin sırf p r o g r a m ı n ı nazar-ı dikkate alarak
Maârif-i Umumiye meselesi yapıyorsak Mektebin parasını, h e d e r ediyo
ruz. Çünkü H u k u k Şubeleri, çünkü Dârülfünûn'un hâl-i hâzır tahsili i'tibâ-
riyle b u n d a n m u n t a z a r olan gayeyi temine kâfi h a t t â vâfidir. Binâenaleyh,
eğer Mekteb-i Mülkiyye Dâhiliye Nezâreti'ne m e r b u t olarak yapılmazsa
bu iş keenlemyekûndur. Maârif Encümeni'nin afvlerine m a ğ r u r e n söylü
y o r u m ; Hem Mekteb-i Mülkiyyeyi kabul hem de onu Maârif Nezâreti'ne
r a b t e t m e k t e gösterdikleri a r z u bu Mektebin gayesine münâfîdir.
Sezâî Bey (Cebel-i Bereket) — Müsaade buyurursanız bir şey söylemek istiyorum
(Kâfi, kâfi.. sada'Iarı). Efendim bendeniz bilhassa Veli Beye b i r kaç söz
söyliyeceğim. Veli Beyin mes'eleyi tedkîk buyurmadıklarını görüyorum.
Rica ederim, okuyacağım şeyi dinlesinler. Dâhiliye Nezâreti teklifinde di^
yor k i : Ben, Mülkiye Mektebi'nde İ d â r i Coğrafya, Tabiî Osmanlı Coğraf
yası, İktisâdi Coğrafya, Ziraat, San'at ve Ticâret Târihi, Dinler Târihi,
Etnografya şunu b u n u tedris edeceğim, diyor. Veli Beyefendi, şimdi asıl
mes'eleye r ü c u ' ediyorum. Mekteblerde m ü n h a s ı r a n ilim tedris edilir. Mem
leketin idaresi için devlet, siyâsetini kendisi ta'yin eder. Mekteb sakaf-
l a n alnınla, bahsettiğiniz imâli sözler gibi şeyler cereyan etmez. Binâ
enaleyh, Dâhiliye Nezâreti'nin yapacağı iş t a t b i k a t t a n ibaret olmak iktiza
eder ve t a t b i k a t t a da usul-i hâzırada nasıl işler yapılıyor?
Veli Bey — Ben îmâlı sözler söylemedim. Gayet sarih söyledim. Hiç bir künseyi ka
n u n hâricinde veya bir emel-i gayr-ı m e ş r u ' karşısında k o ş t u r m a k iste
medim.
Sezâî Bey (devamla) — Sonra, bu Memlekette yalnız Mekteb-i Mülkiyye'ye girecek
efendiler tahsil yapmayacaktır. Maârif Nezâreti'nin her şeyden evvel vazi
fesi, Memlekette bir sürü m a h r u m i y e t l e r ve bin türlü zaruretler içinde şura
da b u r a d a tahsil ikmal eden adamlar, evlâd-ı vatan vardır. Memâlik-i şâire-
de olduğu gibi nazar-ı dikkata alsınlar; bunlaruı maişetlerini te'min etsin-
ler. Hepsini Memlekete nâfı' olacak s u r e t t e yetiştirmek esbabına tevessül
etsinler. Yoksa, bu meseleyi arzettiğim esbaba hiç bir kelime ilâve etme
den m ü n h a s ı r a n m e m u r yetiştireceğiz, dâhiliye memuruna ihtiyacımız
vardır; bu nokta-i n a z a r d a n dolayı b u n u teklif ediyoruz, diyerek asıl mak-
sadları gibi t a t b i k a t t a n b a ş k a h e r şeye tecavüz edemez. O t a t b i k a t dâire
sinde kalmıyarak Dârülfünûn'daki dersleri b e n tedris edeceğim, demek
büyük bir tezaddu*. Bu, tasvir edildiği k a d a r Devletin siyâsetiyle a l â k a d a r
değildir. Mekteb-i Mülkiyye'nin yetiştireceği efendilerin ne gibi hizmette
istihdam edileceği eski Nizâmnâmede sarihtir. Mekteb-i Mülkiyye mezun
larına karşı teahhüd m ü n h a s ı r a n nahiye müdîriyeti, kaymakamlık ve
dâireler hulefalığıdır. B u n u n hâricinde Devletin hiçbir t a a h h ü d ü yoktur.
Ehliyet ve kifayet şarttır. Yarın Mekteb-i H u k u k ' t a n da alır, hâriçten de
alır. Bu hakkı takyid edecek hiç bir şey yoktur. Bendeniz d i y o r u m ki bu
istisnaî muameleyle Memlekete daha fazla z a r a r yapacağız. Esasen Darül
fünun p r o g r a m u ı d a n daha d û n olan bu Mektebe daha vâsi' tahsil gören
efendilere " b u r a d a tahsil görün", diyeceğiz. Diğer taraftan bu Mektebten
alacağımız neticeyi de s a r a h a t e n arz ediyorum. Mekteb-i Mülkiyye bu se
ne açılacak, 10.000 lira masrafa karşı 8 veya 5 talebe bulacaksınız.
417
ki Mekteb-i Mülkiye yok; Maârif Nezâreti Mektebin idâmesine kafiyen
lüzum görmedi. Okadar lüzum görmedi ki, Meclisin toplanmasını bile bek
lemedi ve Meclis'in k ü ş â d ı n d a n iki üç ay evvel lâğvetti. B u n u bugün
Maârif Nezâreti'ne nasıl rabtedebiliriz? Arzettiğim h u s u s b u n d a n üç sene
evveldi. Binâenaleyh. Maârif Nezâreti bu Mektebin ihyâsına lüzum gör
medi. Bilâkis şeddine lüzum gördü. O dâirede kimse b u n u düşünmemiş,
bilâkis. Dâhiliye Nezâreti d ü ş ü n m ü ş . Kendi ihtiyacım defetmek, yâni ken
dine m e m u r b u l u n d u r m a k için böyle bir mektebe ihtiyaç hissetmiştir.
Eğer Sezâî Beyin dediği gibi bu Mekteb Dârülfünûn'un b i r şubesi olmak
üzere açılıyorsa hiç lüzum yok. Bendeniz de reddine t a r a f d a r olacağım.
Reis — Son teklif Maarif Encümeni'nin olduğu için onu okuyunuz, efendim. (Kâtip
Faik Bey ikinci maddeyi o k u r ) .
418
bit bir m i k d a r olur. Çünkü sınıfların talebesinin adedi muayyen olmaz;
b u n u n için bir de takrir t a k d i m ediyorum.
Hâmid Bey (Halep) — Efendim, esas i'tibariyle Mekteb-i Mülkiyye'ye h e r sene alına
cak talebe meccanidir. Fakat Muvâzene-i Mâliye Encümeni mikdâr-ı
muayyenin a'zamîsini 45 olmak üzere ta'yin e t m i ş ; Maârif Encümeni
de a'zamî had olmak üzere 30 kabul etmiştir. Biz de Maddeyi Maârif En
cümeni'nin teklifi veçhile kabul ediyoruz. Ş u k a d a r ki Mekteb'e mutlak 30
talebe kabul edilecek değildir. A'zamîsi 30'dur. B u n d a n gayri ücret vere
r e k bu Mektebe dâhil olmak ve istifâde etmek istiyenlere de açık bir
kapı b ı r a k m a k lâzımdır. Binâenaleyh fazlası için de ücretini vererek tâlib
olanlar da kabul edilsin, dedik. Maddenin teklif veçhile k a b u l edilmesini
rica ediyoruz.
419
Reis — Ta'dilnâmeyi reyinize arzediyorum. (Bu h u s u s t a m ü t e m m i m k o n u ş m a l a r d a n
s o n r a ) Kabul edilmedi, efendim. İkinci takriri okuyunuz, efendim.
(Kâtip okur).
Hakkâri Meb'usu
Mehmed Münib
420
lar bu Mektebe girmek istedikleri zaman bir duhul i m t i h a n ı n a tâbi* tu
tuluyorlar. Bu duhul imtihanı ile hem mekâtib-i âliye, h e m de mekâtib-i
tâliye me'zunları aynı i m t i h a n a tâbi' olacaklar. Bu imtihan ne gibi şeyler
d e n olacaktır, onu a n l a m a k istiyorum?
422
Hâlit Bey ( E r z i n c a n ) — Bendeniz Müsteşar Beyefendiden bir şey sormak istiyorum.
Mekâtib-i tâliye efendilerinin hukuku zayi' oluyor. Çünkü mekâtib-i tâliye
ile âlî efendileri ayni derecede, meselâ birinden otuz, diğerinden otuz kişi,
duhul imtihanı verdiler; bunların m e c m u ' u altmış oluyor; Mektebe kırk-
beş kişi alınacak. Müsabakada bu adamlar kaybedecekler; çünkü o me
kâtib-i âliyede tahsil görmüş beriki mekâtib-i tâliyeden çıkmıştır. Bu hak
nasıl taayyün edecek, nasıl te'Iif edilecektir? Bendeniz bunu soruyorum.
Reis — Ta'dilnâmeyi kabul edenler. Kabul edilmemiştir. Fuad Hulusi Beyin ta'dilnâ-
mesini de okuyunuz:
Antalya Meb'usu
Fuad Hulusi
Reis — Nazar-ı i'tibâra alanlar lütfen el kaldırsınlar. Nazar-ı itibâra alınmadı. Mad
de aynen kabul edilmiştir.
H a s a n Rıza Paşa (Hudeyde) — Meccanen gelmiş bir talebe hakikaten Mektebin üc
retini tesviyeden âcizdir. Mektebden çıktıktan sonra bu talebe hizmete
girmiyecek olursa ne olacak?
423
kefalet alıyoruz. Velilerinden veyahut zengin olan akrabalarından bîr ke
falet alarak gönderiyoruz. Bu gün Avrupa'ya gönderdiğimiz talebenin atî
sini, suret-i hizmetini ne suretle te'min ediyorsak bunları da o suretle
te'min ediyoruz.
Reis — Madde hakkında başka bir mütalâa var mı? Madde aynen kabul edilmiştir.
Reis — Bu babda bir mütalâa var mı, efendim? Aynen kabul edilmiştir. Şu halde
Faik Beyefendinin evvelce okudukları Altıncı Madde Yedinci Madde
oldu. Sekizinci Maddeyi okuyunuz.
Reis — Zaten evvelce istî'cal kararı ile müzâkeresi kabul buyrulmuştur. Binâena
leyh hey'et-i umumiyesiyle reyinize arzediyorum. Kabul edenler? Kabul
edilmiştir".
Mülkiye Mektebi târihinde çok önemli bir safha teşkil eden bu Ka
n u n u n Mcclis-i Meb'usaın'daki müzâkerelerini inceledikten sonra, Meclis-i
A'yân'ın Mülkiye hakkındaki düşüncelerini de a n l a m a k amacı ile, Kanu
n u n bu Meclis'teki müzâkeresini de izleyelim:
Meclis-i A'yân Birinci Reis Vekili Abdurrahman Şeref Bey — Bunu hangi Encü
mene havale edelim?
425
nın kabulü veçhile kabulü tezekkür kılınmış olmağla bermucib-i havale
Mâliye Encümenine sunuldu.
M E C L İ S İ Â'YÂN MÜLKİYE ENCÜMENİ
Aristidi A b d u r r a h m a n Şeref
MÂLİYE ENCÜMENİ
T o p ç u Feriıki Rıza Paşa — Bendeniz de bir şey soracağım. Evvelâ Mekteb-i Mül-
kiyye lâğv edilmiş ve Dârülfünûn'ıa ilhak o l u n m u ş ; talebenin Darülfünun
da ne gibi noksani-İ tahsili görüldü de Mekteb-i Mülkiyye'nin t e k r a r te'si-
sine mecburiyet hâsıl oldu? Acaba Dârülfünûn'da Mekteb-i Mülkiyye'de
tedris olunan derslerin tedris edilmemesi esbabı nedir? M ü s t e ş a r Beye
fendi m a ' l û m a t versinler de anlıyalım.
427
cehhez bulunmaları, fakat aynı z a m a n d a îfâ-i me'muriyet edecekleri ma
hallin ahvâl-i iklimiyesine ve halkının kaabiliyet-i ictimâiyesine ve hürri
yetine ve Devletçe ta'kib edilen usul ve maksadı bildirecek ma'lûmât-ı
m a h s û s a y a dahi vâkıf olmaları lüzumu müstagniyyülbeyandır."
428
l û m a t l a n n a k ı s dediğim o İ d a r e Mektebi'ne girmek için noksandır. Yoksa
bir şey öğrenmediklerini iddia e t m i y o r u m . Orada tahsil ettikleri şeylerle
Mekteb-i Mülkiyye'ye girebilmek için hazırlanmış addolunamazlar. Dârülfü-
n û n ' d a n çıkan talebe olursa onu anlarım. Bir de mekâtib-i sâirede tahsil
g ö r m ü ş veya Avrupa'da o k u m u ş olanlar veyahut ebeveyni tarafından hu
susî olarak tahsil ettirilerek kâfi derecede m a ' l û m a t ı hâiz o l a n l a r da bu
Mektebe giremiyecekler. Bir şart koyuyorlar; mekâtib-i tâliyeden çıkanlar
alınacaktır, diyorlar.
Avrupa'da tahsil eden bir genç gelir, hizmet-i devlete girmek, taşralar
da mutasarrıflık, kaymakamlık e t m e k isterse o, idare mektebi'ne kabul olu-
namıyacak. Halbuki bu Mektebe dâhil olmak isteyenler nereden çıkarsa
çıksın k a b u l edilmeli; yalnız kabulleri için bir program, bîr h a d gösteril
melidir. Şu ve bu ilimlerden i m t i h a n verenler o Mektebe girebilir, denil
meli. Bu Mektebe kabul edilmeyi yalnız sultânı mektebleri m e ' z u n l a n n a
h a s r ü tahsis e t m e k doğru değildir. Meclis-i Meb'usan'da cereyan eden mü-
zâkerâttan aldığım m a ' l û m a t a göre, bu sene mekâtib-i sultâniyede mevcud
talebe tamamiyle çıkacak olursa ancak 37 kişi ş a h a d e t n a m e alacakmış.
İnşaallah hepsi sağ kalır ve muvaffak olarak çıkar. Fakat bu 37 kişi nereye
yetişecek. Darülfünun talebe istiyor. Ecnebi memleketlere yine talebe gön
dereceğiz, deniyor. Tabiî oralara da mekâtib-i sultâniyeden ç ı k a n talebe gön
derilecektir. Talebenin hepsi de bu 37 kişiye m ü n h a s ı r d ı r . Mekteb-i Mülkiy-
ye açılacak diye alkışlıyoruz. Ama, talebeyi nereden bulacağız? Orası ma'-
lûm değil. Yalnız tahsisat veriliyor. Hocaları mükemel olabilir. Belki İâşe'-
(Müdîriyetin) den de erzak alınabilir. Lâkin talebe yok. Dün de arzettiğim
gibi Maârif Nezâreti'nde hâl böyledir. M e ' m u r i n ve muallimin kıyamet gi
bi.. Fakat talebe yok. Bu Kanun ile de Dâhiliye Nezâreti'ne m e r b u t olmak
üzere bir Mekteb-i Mülkiyye küşad olunuyor; fakat b u n u n da talebesi olmı-
yacaktır. M ü t a l â a t ı m ı n alt tarafı m a d d e l e r i n esnâ-i k ı r a a t ı n d a söylenecek-
tir.
429
hilıyemızden bihaber bulunmasın. Ahvâl-i içtimâiye ve Etnografya tahsil
e t t i r m e k t e n maksadımızı da iarzedeyini. Mâlûm-i âlîleridir ki Memleke
timizde b u l u n a n akvam birçok milliyetlere m ü n k a s e m olduğu gibi birçok
mezheplere de sâlikdir. T a ş r a d a b u l u n m u ş olanlar b i r yerde birçok mezhe
be sâlik olan zevat ve kabileler görürler. Onun için m a k s a d ı m ı z bunlara
hiç olmazsa bu hususlar hakkında bir ma'lûmat-ı ibtidâiye vermektir.
Eğer bir efendi t a ş r a d a m e ' m u r olduğu yerdeki edyânı, mezâhibi, milli
yetleri ve o r a n ı n az çok ahvâl-i ıımumîyesini bilecek olursa elbet te ken
disine tevcih edilecek olan mümessil-i h ü k ü m e t vazifesini daha iyi görür.
Bir de bizim Memleketlerde m e ' m u r olacak zevatın h e r halde b i r kaç ec
nebi lisanına vâkıf olması lâzımdır. Biz, yetiştireceğimiz m e m u r l a r elsine-i
ecnebiyeden birisi ile ve her halde Lisân-ı Arabi ile k o n u ş s u n diyoruz;
b u n u te'min edebilmek için üç seneden ibaret olan tahsil m ü d d e t i prog
r a m ı n a iki lisan için haftada 20 saat k a d a r bir m ü d d e t tahsis e t m e k mec
buriyetindeyiz. Bu böyle olunca tahsili ikmâl için üç sene a n c a k kifayet
edecektir. Rıza Paşa Hazretleri, Darülfünun vıarken yeniden b i r Mekteb-i
Mülkiyye teşkiline niçin lüzum görülüyor? diyorlar. Darülfünun evvelâ
bir müessese-i ilmiyedir. Oraya gidecek olan zat, h e r halde b i r ilim tah
sil e t m e k için gider; orası âlim yetiştirecektir. Her şeyden biraz m a l û
m a t ı bulunacak olan idare m e ' m u r u yetiştirmek için değildir. Darülfünun'-
da yetişen zevat içinde i d a r e m e ' m u r u da bulunabilir. F a k a t hepsi olamaz.
Saniyen Dârülfünûn'da bulunanlar, Darülfünun serbest bir tahsil yeri ol
duğu için, disipline tâbi* değildir. Halbuki taşrada disipline riâyet lâzım
dır. Halkın ahvâl-i ruhiyesine tevfikan idâre-i h ü k ü m e t etmek, disipline
riâyet edebilmek için bir m e ' m u r u d a h a m e k t e b d e iken disiplin ile hare
ket etmeye alıştırmak lâzımdır. Dârülfünûn'dan çıkanlar ancak m e c b u r e n
m e ' m u r olurlar. Halbuki, bugünkü ihtiyacımız iyi m e ' m u r yetiştirmek mer
kezindedir. Hey'et-i Celîlenin m a l û m u d u r ki h a l k ı n h a k k ı n ı t a m a m e n mu
hafaza, can ve malının emniyetini muhafaza etmekle kaabildir. 11 .Ikın
m a l ve canından emin olması için de mahkemelerin, lüzumu derecede teş
kil edilmesi, idarenin iyi olması, iyi ellerde b u l u n m a s ı lâzımdır. İ d a r e n i n
iyi ellerde bulunması da tahsil ile te'min olunur.
Topçu Feriki Rıza Paşa — Evvelce Mekteb-i Mülkiyye müstakil b i r m e k t e b hâlin
de mi idi? Lağvı sırasında şimdi beyan buyurduğunuz mehâzir görüle
m e d i mi? ve niçin görülmedi? Bu cihetin de izahı lâzım gelir.
Dâhiliye Müsteşarı — Arz edeceğim efendim. Son teşkilâtta Mülkiye Mektebi Dâ-
rülfünûn'a ilhak edilmiştir. Yalnız Darülfünun teşkil olunduğu z a m a n bu
r a d a idare dersi, iktisad dersi o k u m a k üzere bir şube küşâd edilmiştir.
Zannedilmiş idi ki bu şubeden çıkanlar behemehal idare m e ' m u r u olacak
tı. Halbuki İ d a r e m e m u r u n a lâzım olan evsaf, disiplin ile yetişmemiş olan
l a r d a n hâsıl olamaz. Bu ciheti Taşrayı gezen, Taşrayı görenler t a m a m e n
bilirler.
Topçu Fcriıki Rıza Paşa — Mekteb-i Mülkiye'nin Dârülfünûn'a ilhak târihi nedir?
Darülfünun, o târihten bu güne k a d a r ne k a d a r idare m e ' m u r u yetiştirmiş
tir ve b u n l a r hangi vilâyetlerde n e k a d a r m ü d d e t l e istihdam olunmuşlar
dır? Bunların evsâf-ı matlûbeyi hâiz olmadıkları bilfi'i, b i t t e c r ü b e mi an
laşıldı?. Bunun üzerine mi böyle bir teşkilâta lüzum gördünüz?
431
mâiyye-i dâhiliyemiz müessesât-ı ilmiyyeden serbest yetişen gençlerin taş
ralara i'zâm edilebilmeleri ve o n l a r d a n o r a l a r d a istifâdeyi m ü m k ü n kıla
bilecek bir halde olsa idi, o zaman böyle bir mektebe lüzum yoktu.
432
iki sene tahsil kâfidir ve bu iki sene tahsil sırf idare m e ' m u r l a r ı m n meş
gul olacakları Coğrafya, Topografya ve b u n a m ü m a s i l h u s û s a t için kâfi
malûmat H a s m ı istihdaf etmelidir. İleride Memleketimizdeki mekâtib-i
sultaniye te'sisâtı kesb-i intizam ettikçe bu Mektebe de lüzum k a l m a z fik
rindeyim.
Reis — Maddelere geçelim mi? (Geçelim... sesleri. Müsta'celiyet kararı alınıp mad
delerin* müzâkeresine geçilmiş ve neticede b ü t ü n maddeler ittifakla kabul
edilmiştir.)
Reis — Son olarak bir şey arzedeyim. O Mektebe ibtidâ-i teşkilinden nihayetine
k a d a r hizmetim geçmiştir. O şükûfezârın yeniden hayat bulması eski bah-
çivanı pek ziyâde lezzetyâb etmiştir. İnşaallah bu sene -cinde talebe bula
bilirsiniz. Fakat talebe bulamazsanız Mektebi açmayın; bihûde yere
masraf etmeyin.
( 7) Bak. : Düstur, 10. C, 370. - 3 7 1 . sf.; Kanun N u m a r a s ı : 115; Kabul T â r i h i : 1 Nisan 1334 (= 1 Nisan 1918);
Takvim-i Vekaayi ile Neşir v e î l â n ı : 8 Nisan 1334.
433
M a d d e 2. — Mektebin müddet-i tedrisiyesi üç sene olup leylî ve ücretlidir. Şu ka
dar ki her sene alınacak talebeden otuzu meccânen kabul edilebilir.
Madde 6. — 1334 senesi Dâhiliye Nezâreti Bütçesinde 161. Mekteb-i Mülkiyye Maa-
şât ve Masarifi Fash'na küşad için 10.000 Lira tahsisat î'tâ olunmuştur.
Bu Kanun'a göre:
1. Uzman idare âmiri yetiştirmek üzere Dâhiliye Nezâreti'ne (İçişleri Bakan-
hğı'na) bağlı o l a r a k ;
2. Üç yıllık öğretim süreli;
3. Yatılı ve ücretli, fakat her yıl seçme sınavı ile otuz parasız öğrenici de
alacak;
4. Parasız öğrenicilerinin me'zun olduktan sonra on yıl mecburî hizmet göre
cekleri M e k t e b - i M ü l k i y y e kuruluyordu.
( 8) Bu Kanun'u onayladıktan 94 gün sonra, 3 Nisan 1918 Çarşamba günü H a k ' k ı n rahmetine kavuştu.
434
4. Maddesine göre Okul'un İç Yönetmeliği'ni (Dâhili Tâlimatnâmesi'ni) ve Ders
Programı'nı hazırlattı.
Yeni Mülkiye, ıtamâmen eski Mülkiye'nin usul, âdet ve törelerine göre öğretim
yapacak, yetiştireceği öğrenicilerine yine eskisi gibi Ülkücü bir r u h verecekti.
DERS P R O G R A M I
1. S ı n ı f II. S ı n ı f III. S ı n ı f
Arazi ve Emvâl-i Gayr-ı Hukuk-i Ceza ve Usûl-i Ce- Hukuk ve Kavânîn-i Ticâriy-
j Menkûle Kanunu zâiyye ye
435
k a z a n a n gençlerdin askerlik görevlerinin ertelenmesi, silâh altında b u l u n a n l a r ı n da
t e r h i s işlemlerinin yapılması kararlaştırıldı. Esasen b u n o k t a l a r d a h a Kanun
T a s a n ' s ı Meclislerde görüşülürken garanti altına alınmıştı.
Memleketin en buhranlı z a m a n l a r ı n d a Mülkiye'ye bu derece ö n e m verilmesi,
onun lüzum ve değerinin bir d a h a i n k â r edilemiyeeck şekilde, maşeri şu'ura yer
leştiğine güzel bir örnek oluyordu.
ÖĞRETİM KADROSU
1 D e r s l e r P r o f e s ö r l e r i
437
Bütün b u hazırlıkların t a m a m l a n m a s ı n d a n sonra i r f a n ve ü l k ü
ocağı sevgili M ü l k i y e 5 Teşrindi Sâni 1334 ( = 5 K a s ı m 1918)'de.
3 yıl 2 ay 1 gün kapalı kaldıktan sonra kapılarını yeniden Türk Millet ve Gençliği'-
nin hizmetine açmış oldu.
* BÂB-I ÂLÎ
Dâhiliye Nezâreti
İdâre-i Umumiyye-i Dâhiliye
Umumî : 15850
Hususî : 1183
438
Teklif, Sadrazamlıkça Mâbeyn'e sunuOmuş aşağıdaki İrâde Hamişi ile kabul
edilmiştir:
439
30 Ekim 1918'de "Mondros Mütârekesi" adlı "esaret vesikası" imza edilmiş; 2-3 Ka
sım 1918'de î t t i h a d ve Terakki Hükûmeti'nin liderleri olan Tal'at, Enver, Cemâl
Paşalar Yurdu kötü kaderi ile başbaşa bırakıp k a ç m ı ş l a r ; 13 Kasım 1918'de de
önce İ s t a n b u l sonra Yurd'un yüzde yetmiş beşi î'tilâf Devletleri tarafından "bil
fiil işgal edilmiş, ordularımız dağıtılmış" altıyüz yıllık koskoca b i r İ m p a r a t o r l u k
yokolup gitmişti.
O zamanın genç şâiri, yıllar sonra, bu şiir'in yazıldığı sıradaki r u h haletini şöy
le a n l a t m a k t a d ı r :
". Bunu şimdi ifâde edebilmek çok zor. Aradan elli yıla yakın bir zaman
geçti. Ozamanın havasına girmeyi denemek, yirmi yaşından önce alınmış bir soluğu
elli yıl ciğerlerinde tutup yetmişine yakın vermeyi düşünmek gibi bir şey olur.
Yine de şu kadarım söyleyeyim: Mülkiye'nin 1918'de yeniden açılışı, Birinci Dün
y a Savaşı'ndan sonraki M ü t â r e k e Y ı l l a r ı ' nın ilk günlerine
rastlar. Okul'a girdiğimizin altıncı ayma doğru yazdığım bu şiire, o kara günle
rin gittikçe artarak yüreklerimizde yer eden acısı ve acılığı ister istemez sinecek
ti. Güfte'nin o zaman için aşırı iyimser görünüşünü de delikanlılık çağının yenilgi
ye karşı direnme gücüne ve aydınlık bir geleceğe özlem duygusuna verebiliriz." (9)
440
Gerçekten d e Güfte'de bir iyimserlik havası vardır. Sanki b u şiir K u r t u
luş S a v a ş ı ' nı önceden h a b e r v e r m e k t e v e b u n u n hayırlı sonucunu be-
ılirtmektedir.
Şiir, sınıf arkadaşlarından Cevdet (Dülge, 1921 Mezunu) Bey tarafından
aile dostları olan Musa Süreyya (10) Beye gösteriliyor. Kıymetli besteci
nin kendisi de o devrin Gençliği ile ayni fikirde ve düşüncede olduğu için) Gençli
ğin içinde bulunduğu d u y g u l a n bildiğinden b u şiiri, m a r ş o l a r a k bestele
miş v e M ü l k i y e M a r ş ı böylece meydana gelmiştir.
(10) Musa Süreyya Bey: 1884'de Üsküdar'da doğdu. Türk San'atma gerek kendi eserleri, gerek y e t i ş t i r d i ğ i san'atkâr
evlâtları i l e büyük hizmetlerde bulunan meşhur G i r i f t z e n  s i m Bey'in en büyük o ğ l u , Devlet Tiyatrosu Değerli
S a n a t ç ı l a r ı n d a n B n . Muazzez K u r d o ğ l u ' n u n Ağabeyi'dİr.
Babası g i b i san'atkâr yaradılışlı olan küçük Süreyya'nın daha çocukluk çağında m 0 s i k i ' ye k a r j ı üs-
Devatm 442. sf. dadır.)
441
Şiir Nisan 1919'da yazıldığına göre, bu târih'de ne 19 Mayıs 1919 Güneşi Sam
sun'da d o ğ m u ş ; ne de Vatan'm k u r t u l u ş u n a âid en küçük bir harekete başlanmıştı.
tün bir kaabiliyeti görüldüğünden rüşdiye (orta okul) öğrenimini tamamladıktan sonra Hükümetçe Avrupa'ya
gönderildi. Burada beş yıl kalıp Berlin Kraliyet Akademisi'nde ve Ş t a y n Konservatuvannda müzik öğrenimini
tamamladı. Yurd'a döndükten sonra İstanbul'un çeşitli ortaokul ve liselerinde, İstanbul, Kız ve Erkek Öğretmen
Okullarında müzik öğretmenliği yaptı.
Cumhuriyet'in Hânından sonra o zaman İstanbul Vali ve Şehremini (Belediye Reisi) bulunan Ali Haydar
(Yuluğ, Mülkiye 1902 Meıunu) Beyin yardımları ile Dârülelhân'ı (Şimdiki İsanbul Konservatuvarı'nı) 1924'de ye
niden kurdu. 1931'e kadar buranın Müdürlüğünü yaptı. Bu târih'de bir anlaşamamazlık sebebi İle Müdürlük'den
ayrıldı 2-12-1933'de İstanbul'da kalb sektesinden Hak'kın rah-netine kavuştu. Mezart Merkezefendi Kabristam'n-
dakİ âilp m*7*rlıÖjndadır
Kız kardeşi Sayın Bn. Nihâi Erkutun, Mülkiye Marşı'nın bestelendiği gece'yİ gayet iyi hatırlamakta ve şöyle
anlatmaktadır:
"Gayet iyi hatırlıyorum. Mütâreke yıllarında bir gece, bir dostumuz'un evinde ailece toplandığımız sırada
Mars'ın güftesi'n I getirdiler. Ağabeyim Güfteyi okuyunca çok duygulandı. Hemen kalktı; orada bulunan Plyano'-
nun başına geçip bu Marsı o gece besteledi "
Rahmetli hayran olunacak derecede güzel şekilde piyano, ut, girift çalar; bunların virtüoz'luğunu yapardı.
Değerini günümüze kadar getirebilmiş pek içli ve güzel besteleri de vardır. En tanınmışları:
Tflc-ı hüsn'ün hükmeder şâirlerin dîvânına (Mahur)
•
Sen sanki bahar'ın gülüsün, şen ciçeğimsin (Hüzzam)
442
"..•... Biz İ s t a n b u l ' u n işgal senelerinde Mülkiye'de öğrenici idik.... Acı seneler
Hocalarımız'dan Hukuk-i Düvel Profesörümüz (Rahmetli) Selâhaddin (13) Bey:
— Biz girdiğimiz yere m ü s a b a k a ile girdik... ve çıktığımız yerden isti'fa ile çık
tık der; etrafa hâkim olan korku ve medeni cesaret fıkdânı'na (yokluğuna) is
yan ederdi,...." (14).
Nitekim, Rahmetli 26 Mayıs 1919 Pazartesi günü Dolmabahçe Sarayı'nda Pâdi
şâh Vahidüddin'in isteği ile toplanan ve Sadrâzam ( H â i n ) Damad Ferid'in Başkan
lığında ü ç saat süren son Ş û r â y - ı S ı a l t a n a t ' a Darülfünun temsil
cisi olarak katılmış ;bütün kuşaklara ö r n e k olacak b i r cesaret ve vatanperverlik
örneği vererek Sadrâzam'ı, dolayısıyla H ü k û m e t ' i n i çok ağır şekilde ve pervasızca
y e r m i ş ; icraatının vatan ihaneti olduğunu açıkça söylemiştir.
işte Târihimizin e n k a r a günleri olan M ü t â r e k e Y i l l a r ı * nda
Mülkiye ve Mülkiyeliler bu d u r u m d a idiler.
Kalem-i Mahsus
Hususî No. :
U m u m ! No. :
(13) Mülkîye 1900 yılı Mezunu ve oyun yazarlarından Haldun Taner'in babası.
(14) Bak. : Aynı eser; 1. C, 475. sf.. Sayın Nazif Inan'ın Hâtıralarından.
443
Saniyen, vaktiyle Mekteb-i Mülkiyye'nin gayesi bilumum devâir-i resmiyyenin
muhtaç olduğu güzide me'murları yetiştirmek için talebesine mümtaz bir terbiye
ve tahsil vermek olup bu gayenin te'minine muvaffakiyet husule geldiği elveym
devâir-i Devlet'de müstahdem ekseri zevatın Mekteb-i mezkûr mevzunlarından bu-
lunmalarıyle sabit olduğu halde şimdi Mektebin Dâhiliye Nezâretine merbut ol
ması ve binâenaleyh yalnız Dâhiliye me'murları yetiştirecek şekil ve surette idâ
mesi ihtiyıacât-ı hâzıra-i Memleket ile mütenâsib olmadığından Maârif Nezâretine
iâde-i irtibatı ile Mekteb-i mezkûr programının idâre-i umumiye-i Devlet'in her şu'-
besine me'mur yetiştirebilecek bir hâle ifrağı iktiza eder.
17 Temmuz 1336 (= 17 T e m m u z 1920)
H
BÂB-I ALÎ
Meclis-i Mahsus
184
444
le maan (birlikte) ve matviyyen (sarih o l a r a k ; arz ve takdim kılınmış olmağla ka-
atibe-i ahvâlde emr ü ferman Hazret-i Veliyy'ül-emr Efendimizindir.
8 Zilka'ade 1338; 25 Temmuz 1336 (= 25 T e m m u z 1920)
[ S a d r â z a m l a birilikte yedi Nâzar'm ve Şeyh'ül-îsjlâm'm i m z a l a r ı ] "
Kararname
445
->
446
Bu Müsâmere'den 27 gün sonra 10 Haziran 1922'de, M ü d ü r Hüseyin Nâzım Bey
Müdürlük'den alınarak Maârif Nezâretine nakledildi.
"Hüzzar-i Kiram;
Ba'zı tesadüfât-z hasene vardır ki iltizam-i t e r t i b ve irâdelerle hayz-r husule
gelemez.
Evet; geçen Teşrin-i Sâni'nin Dördüncü Günü, İstanbul'umuz — zâten üç se-
nedenberi kalben ve 'mâ'fnen m e r b u t bulunduğu — Büyük Millet Meclisi Hükûmet-i
m e ş r u â s ı n a m a d d e t e n ve ebediyyen de rabt-ı m u k a d d e r a t eyledi.
Yine içinde b u l u n d u ğ u m u z Kânun-ı Evvelin Dördüncü günü Müdiriyetinde bu
l u n d u ğ u m Mekteb-i Mülkiyye'nin yevm-i küşâdına müsadif olmak hasabiyle Me'zu-
nîn-i Mülkiyye tarafından b e r m u ' t a d vâki' olan ictimâ'da hazır b u l u n a n Dâhiliye
Vekâleti Müsteşarı Münir Beyefendinin şahs-ı âlîlerinde, Türkiye Büyük Millet Mec
lisi H ü k ü m e t i n i selâmlamakla müftehirim.
İnşaallah gelecek Kânun-i Sâninin D ö r d ü n c ü günü de istihsal edeceğimiz şeref
li bir Sulh'un şehrâyinini u m u m Milletçe icra etmek saadetiyle dilşad oluruz. Bu
vesileden istifâde ederek Menşe'lerine karşı bir hiss-i merbutiyet gösteren Me'zu-
nîn-i Mülkiyye kardeşlerimizi kemâl-i h ü r m e t l e selâmlarım."
( 1 6 ) Bak. : Mülkiye (Mecmuası), (Siyi) I.; İstanbul, Mülkiye Mektebi Matbaası; 1339 0923, Tajbasması),
(Sayın Ömer Faruk $âhinha$'ın Arsİvİ'nden a l ı n m ı ş t ı r . )
Ba'dehû Meclis-i İ d a r e Reisi Ali Seydî Beyefendi Mekâm-ı Riyasete geçerek:
Huzzâr-ı Kiram» d e d i ; Hepimizin menşe'-i feyzi olan Mekteb-i Mülkiyyenin
devr-i senevî-i teessüsüne müsadif böyle mes'ud ve m ü t e y e m m e n bir günde b ü t ü n
rufekaa-i muhteremeyi bir arada görmekten mütevellid sürürümü arzetmekle
bahtiyarım.
450
Müteakiben 314 mevzunlarından Şehremini Ziyâeddin (Kızıltan) Beyefendi söz
alarak:
"Mülkiye me'zunlarının idare, maârif, hâriciye, mâliye mesleklerinde ve her
s a h a d a Memlekete nâfi' hizmetler ifâ ettiklerinden ve Devletin en müsteid ve en
değerli, en sâdık me'murînini Mülkiyeliler teşkil eylediğinden" bahsetıtiıkten sonra
d e m i ş t i r ki, " Ş e h r e m â n e t i n d e k i vaz'iyeti bittedkîk kaani' olduğuma göre Mülkiye
den yetişmiş güzide gençler vezâif-i milliyeyi ve Şehremaneti me'muriyetlerini bin*
nisbe dûn gördüklerinden son senelere gelinceye k a d a r Ş e h r e m â n e t i n e rağbet et
m e m i ş l e r ve Mülkiyeli Gençlerin i h t i m a m ı n d a n m a h r u m kalan Belediye Hidemâtı
da pek sönük ve yüzüstü kalmış ise de sinîn-i âhîre'de Şehir İdâresinin de ehem
miyet-! azimesi t a k d i r edilmeye başlanmış ve peyderpey me r zunîn-i Mülkiyye Bele
diye me'muriyetlerine de rağbet e d e r olduklarından zaman-i me'muriyet-i âcizâ*
n e m d e bundan bilistifade me'zunin-i Mülkiyye'yi Şehremânetine t o p l a m a ğ a çalış
tım. Cümlesinin sa'y ü gayretinden, irfan ve faziletinden Şehrimizin bihakkın müs-
tefid olduğunu maalîftihar arzeylerim (alkışlar). Hâsılı, bu Mektebi i d â m e ve mu
hafazaya çalışmalıyız. Vatanımız için pek nâfi' ve pek lüzumlu bir müessesedir,
P r o g r a m ı n d a muhtac-ı ta'dil n o k t a l a r olabilir. Onları islâh etmek m ü m k ü n d ü r ; fa
kat herhalde esbâb-ı idâmesini elbirliği ile te'mine gayret etmeliyiz. Bu es-
bâb-ı idâmeden biri de Mektebimizi eski yurduna nakleylemektir. Mek-
teb, k u r u l m u ş olduğu yuvasından ayrılalı, h a y â t ı keşmekeş içerisinde geçmiştir.
Ve eski yerine avdet etmedikçe de keşmekeşlikden kurtulamaz. Mektebimizin bü
tün kıymeti a n ' a n â t ve h â t ı r a t ı n d a d ı r . Bu a n ' a n â t ve h â t ı r a t ise Mekteb'in ancak
an'anevî binasında oanlı olarak muhafaza edilebilir. Merâsim-i vakıa münâsebetiy
le, İ s t a n b u l ' d a devâir-i resmiyye binâiarınca yapılmakta olan nakil ve ta'diller su
ilasında Mülkiyenin de Sultan Mahmud Türbesi civarındaki eski y u r d u n a (Şimdi
İstanbul Kız Lisesi'nin bulunduğu bina) iadesinin te'min edilmesini suret-i mahsu-
sada temenni eyler ve bu hususta Dâhiliye Vekâleti Müsteşarı Münir Beyefendi
nin sarf-ı mesai etmelerini, Cemiyet Meclis-i İ d â r e s i n i n t a k i b a t t a b u l u n m a s ı n ı ri
ca ederim.
452
Rodos'ta, Balıksir'de, S a m s u n ' d a Vatanını c a n s i p â r â n e müdafaa edenler Mülkiyeli
İhtiyat Zabitleri, Mülkiyeli K a y m a k a m l a r ve Mutasarrıflardandır. B u r a d a yetişen
ve b u r a d a yetişmekde olan Mülkiye Evlâdından Harb-i Umumî'de Vatan'ın dört
cephesinde k a n döken şehitlerimiz ve gerek Balkan Harbinde, gerek Cihan Har
binde gerek İstiklâl Harbinde Vatanın müdâfaasına canlarını siper eden şanlı gazi
lerimiz var. Bu Mektebin Kürsüsü'nde can vermiş üstadlarımız, mefluç yatağında
y a t a r k e n talebesini i m t i h a n etmek vazifesini seve seve ifâ eylemekten geri durma
yan hocal.ınmız, bizim tahsilimiz için bu Müessesede göz n u r u döken eızze-i İrfa
nımız var. Pek k ı y m e t d â r Müessesemizin devr-i senevî-i küşâdı m e r a s i m i n i ifâ eder
ken bunların kâffesini ş ü k r a n ve i m t i n a n ile aynı z a m a n d a iftihar ile yâd eylemek
vazifemizdir. Alelhusus Üstad-ı Muazzamımız A b d u r r a h m a n Şeref Beyefendi Haz
retlerinin nâm-ı mübeccelini i h t i r a m ile t e k r a r eylemeliyiz. Kendilerinin, bu gün
b u r a d a ş ü k ü r g ü z â r evlâdları arasında hâzır b u l u n m a l a r ı n ı can ü gönülden arzu
ederdik.
A b d u r r a h m a n Şeref nâm-ı mübecceli bize onun şahsiyyet-i muhteremesinde,
Atıf Bey, Hacı Zihnî Efendi m e r h u m l a r ı , E k r e m Bey, Murad Bey, Hacı İ b r a h i m
Efendi, Nail Bey ve Bâban-zâde İsmail H a k k ı Bey m e r h u m l a r ı ve d a h a rahmet-i
H a k k a intikal eden diğerlerini, b ü t ü n eızze-i irfanımızı takdis e t t i r m e k t e d i r . Ab
d u r r a h m a n Şeref Beyefendi hem benim hocam, h e m hocalarımın hocası, hem de
hocalarımın hocasının hocasıdır. Hepimizin Büyük Hocamız ve Büyük Babamızdır.
Bu b a h t i y a r ve b e r h u r d a r büyük adamın saadetinin fevkinde ben bahtiyarlık ta
savvur edemiyorum. Hangi anadan en müessir ve m ü s t e c â b duây-ı hayrı almış ve
İndallah m a k b u l olmuş, kim bilir hangi fi'l-i hayrı işlemiştir ki bugün başımızda
tâc-ı ibtihac olarak taşıdığımız Üstad-ı Mufahhamımız pek büyük b i r mazhariyete
e r m i ş t i r ; ya'ni bugünde iklim-i ilmin saltanatı ile fazilet ve ma'rifet ü m m e t i n i n hi
lâfetini nefsinde c e m ' eylemiştir. Memleketimizde, AnadoIuda f h a t t a târihî mukad
d e r a t ı n bizden ayırdığı yerlerde, inakta, Suriyede, Arnavutlukta idâre-i mülkiyye,
maârif, mekâtib-i i'dâdiyye, Dârülmuallimîn ve Dârülmuallimat müesseseleri, me-
kâtib-i ibtidâiye hep onun telâmiz-i irfân-ı ma'rifetiyle te'sis edilmiştir. Bu pek muh
terem ve pek m u v a k k a r Şahsiyet'de n e k a d a r uzaklara inşiâ' ve ittisa' eden bir be-
reket-i n û r ve zıya varmış ki Şark-ı Karîb Memleketlerinin b ü t ü n münevver taba
kaları h a t t â okur yazarları A b d u r r a h m a n Şeref Beyin ya talebesi, ya talebesinin
talebesi veya onların tilmizlerinin tilmizleridir. Hâlık-ı levh ü kalem nûr-i ahme-
dîyi nesl-i İ b r a h i m ' e m u k a d d e r kıldığı, Asya'da T ü r k Hâkimiyetleri Oğuz-Karahan
evlâdına müyesser olduğu gibi Türk Eli'nin hars'ını, irfân'ım ve idâre-i mülkiyye-
sini, asri salah ve t e k e m m ü l ü n ü hazırlayan eller de A b d u r r a h m a n Şeref Beyefendi
nin zürriyet-i irfanına m e v d u d u r (Alkışlar). Onun ve b ü t ü n eızze-i irfanımızın göz
n u r u döktükleri bu Menbâ'-i Zülâl-i Ma'rifeti k u r u t m a ğ a savaşanların, o n a yan-
b a k a n l a r ı n gözleri k ö r olacak, elleri kırılacak ve isimleri Bevvâl-i Çeh-i Zemzem
(Zemzem kuyusuna abdest bozan a d a m ) gibi nefret ile tel'in edilecektir.
M u h t e r e m a r k a d a ş l a r ı m ; b ü t ü n bu aziz h a t ı r a t ı , an'anâtı ve h i d e m â t ı ile mu
kaddes bir mâ'bed-i irfan olan Müessesemizin k a d i r ve kıymetini Vatan ve Millet
453
leh' ül-hamd takdir eylemekte ve Mülkiyeli Evlâdlanna mükâfât-i sa'y'lerini diriğ
etmemektedir. Büyük Millet Meclisi, millî mefkure uğrundaki mücâhedâta can ve
başla iştirak eden Mülkiyeli kardeşlerimizin en güzidelerine elviye-i selâse, en
mu'tenâ vilâyât-ı mustahlasamızın idâre-i mülkiyyelerini tevdi' eyledikleri gibi bu
gün İstanbul İdâre-i Mülkİyyesinin tanzim ve tensîkı ile uğraşan ellerin Mülkiye
Müessesesi evlâdının elleri olduğunu görmekle bahtiyar oluyor ve iftihar ediyoruz.
Büyük Millet Meclisinin bu kadirşinaslığını takdir ve teşekkürle karşılarız. Vata
na bunca hizmetleri ve emekleri ile binbeşyüzü mütecaviz malumatlı, seciyeli,
güzide idare -.ulamı yetiştiren Müessesemiz hiç şüphesiz, Vatanımızda Hâkimiyet-i
Miîliyc'nin devam ve istikrarını ve Memleket'te hayırlı bir idarenin teessüsünü
te'min için bir istinadgâh teşkil edecektir. Bunu ınazar-ı i'tibâre alarak bu Mek
tebin ihtiyâcâtının ve bilhassa eski yurduna yerleştirilmesi maddesinin kemâl-i
ehemmiyetle derpiş edilmesini rica ederim. Hemân Cenâb-ı Hak bütün Mülkiyelile
ri Vatana hayırlı hizmetlerinde muvaffak buyursun Amin! (Alkışlar)"
454
1318 senesi m e ' z u n l a n n d a n mülga Tedrisât-ı Âliye Müdîri Nâzım Bey:
"Mülkiye Mecmuası'mn çıkarılamamasındaki esbâb-ı mâliyeyi" îzâh eyledikten
ve "Mülkiye Salnamesi tertib ve neşri teşebbüsünde b u l u n u l m u ş ise de arkadaşla
rın terceme-i hâl ve fotoğrafları elde edilmek şöyle dursun pek çoğunun adres
lerine bile destres olunamadığından " b a h s e t t i k t e n sonra "Böyle bir salnamenin
herhalde çıkarılması sonucu ile müfid ve lâzım olduğunu ve Meclis-i İdarece bu
işin teferruatının tedkîk edilip neticesinin Hey'et-i Umumiye'ye arzedilmesi muva
fık" olacağını söyleyerek "Mektebin, eski binasına nakli hakkındaki temenniyâta bü
tün mevcudiyeti ile iştirak" eylediğini beyân etmiştir.
1312 senesi m e ' z u n l a n n d a n Aynî-zâde H a s a n Tahsin Bey:
" M ü n i r Beyefendiyi teahhüdât-ı aleniyyeye davet ediyoruz" dedi.
1312 senesi mez'unlarından Dâhiliye Vekâleti Müsteşarı Münir Beyefendi:
" M u h t e r e m refiklerim, muazzez k a r d e ş l e r i m ! Hepimizin menşe'i olan bu kiy-
m e t d â r Müessesenin devr-i senevisi münâsebetiyle, bu Mektebin s ı r a l a r ı n d a yetiş
miş bir Mülkiyeli kardeşiniz sıfatiyle cümlenize takdim-i tebrikât e d e r ve hak
k ı m d a dermeyân olunan ihtisâsat ve teveccühâta azim teşekkürler eyleyerek bu
samimi t e z a h ü r a t t a n pek m ü t e h a s s i s olduğumu arzederim. Kezâlik Türkiye Bü
yük Millet Meclisi H ü k ü m e t i Dâhiliye Vekâletinin nâçiz Müsteşarı bulunmaklığım
î'tibâriyle de Türkiye Büyük Millet Meclisi h a k k ı n d a dermeyân olunan temenniyât
ve teşekkürâtı mensub olduğum Dâhiliye Vekâleti marifetiyle Millet Meclisi Riyâ-
set-i Celilesine arz ve iblâğ edeceğimi va'd eder ve b u n u kendime vazife ad eylerim.
( M ü n i r Beyefendi b u n d a n sonra kendisi hakkında gösterilen teveccühlere bilmukabe
le tevâzu'kârane ba'zı ifadât dermeyân eyleyerek sözüne devamla) Mektebden neş'e-
timden beri vilâyatta dolaşıyorum. Birçok yerler gezdim. Kalk ile, m e ' m u r l a r ile
çok teıruas ettim. Mülkiye mezunlarının hidemât ve muvaffakıyâtım ve me'murîn-4
sâireye tefevvuklarını re'y'el-ayn m ü ş a h e d e eyledim. Bu def'aki Mücâhede-i Milliye'-
mizde de Mülkiye M e ' z u n l a n n m hizmetinden Vatan ve Millet çok istifâde etmiştir.
Bu misâl de bize pek güzel isbat ve te'yid ediyor ki m u h t e r e m kardeşlerim, ta na
hiyelerden i'tibâren Memleketin idâre-i mülkiyyesini bizler ele almazsak Vatanı
mızda salâh-i idâriyi te'min e t m e k m ü m k ü n olamıyacak ve intizam-i idare için her
ne vücuda getirmek kaabil ise biz Mülkiyelilerin eli ile vücud bulacaktır. Bende
niz, elimdeki selâhiyet-i kanûnîyeden istifâdeye fırsat buldukça Mülkiyeli kardeş
lerimi Ankara'da ve Anadolulum muhtelif kazalarında m ü n â s i p vazifelere yerleştir
meye delâlet eyledim. Bundan böyle de selâhiyet-i kanunîyem nisbetinde arkadaş
larıma el uzatacağım tabiîdir. Nitekim İstanbul Teşkilât-ı Mülkiyyesini tedkîk
ederken yine b u r a d a bulunan m u h t e r e m , güzide Mülkiyeli refiklerimin h i m m e t
ve m ü z â h a r e t l e r i n o m ü r a c a a t eyledim. İnşâallah b ü t ü n Mülkiyeliler elbirliği ile
Memleketin idaresinde salâh ve tekemmülü te'mîne muvaffak olurlar.
Mektebin nakli mes'elesine gelince: Mîrî binaların nakli h u s u s â t m ı tedkîk et
mek üzre bir Komisyon teşkil edilmiştir. Bittabi' bu mes'ele ile o Komisyon iş
tigal edecektir. Elimden geldiği k a d a r çalışacağım. Komisyona da Mektebimizin
eski binasındaki müessese-i ilmiyyenin daha m ü n â s i b ve elverişli diğer binaya nak-
455
li ile Mekteb-i Mülkiyye'ye kendi y u r d u n u n tahsisine çalışılmasını suret-i mıahsu-
sada tavsiye ve keyfiyeti elimden geldiği k a d a r takib edeceğim. İnşâıallah o n u n da
intacına muvaffak oluruz .(Alkışlar).
Reis Ali Seydî Beyefendi t a r a l ı n d a n ifada t ve mevâid-i vakıaya t e ş e k k ü r ile
mukaabele edildikten sonra Niyazi Âsim Beyefendinin teklifi mucibince hâzırûnun
imzalarının bir h â t ı r a olmak üzere cem'ine b a ş l a n m ı ş ; bu sırada Aynî-zâde H a s a n
Tahsin Beyefendi "böyle toplanmaların aynı zamıanda genç ve ihtiyar Mülkiyeliler
arasında tanışmaya vesile teşkil etmesi lâzım geldiğini ve ba'zı a'zây-ı k i r a m ı n
yekdiğeriyle belki şimdiye k a d a r müşerref o l a m a m ı ş , tanışamamış olduklarını"
beyân ederek â'zây-ı k i r a m ' i n yegân yegân Riyaset Masasına gelerek v,araka-i mah-
susaya vaz-ı imza eylemeleri ve gelen a'zânın hâzırıma neş'et senesi ile t a k d i m edil
mesi lüzumunu teklit eylemiştir. Bu teklif u m u m e n kabul edilerek Kâtib-i Umumî
Akif Bey a'zâ-i k i r a m ı vaz'ı imza sırasında sene-i neş'etleri ile yegân yegân hâ
zırıma takdim eylemiştir.
456
vesâtatı ile RiyâsetH müşârünileyhâya irsali münâsib olacağından bahsederek, bu
cihetin de Hey'et-i Umumiyece taht-ı k a r a r a alınmasını teklif eylemiştir.
Heytet-i Umumiye teklif-i vâkı'ı müttefikan kabul eylemiş ve rüfekaa-i kiramın
resm-fi takdimi h i t a m b u l m u ş olduğundan Merasime ve ictimâ'a nihayet verildiği
Reis Ali Seydî Beyefendi tarafından, teşekkürlerine ve d a h a b i r çok devr-i senevi
lerin d a h a m u t a n t a n merasimle hep bir a r a d a idrâki temennilerine terdîfen huz-
zâra tebliğ edilmiştir.
(17) Bu Diploma, ısrarlı ricalarımızdan sonra, Sayın Cemâl Yeşil'in Özel Arşivi'nden alınmıştır.
457
(TUĞRA)
D E V L E T İ Â L Î Y E - İ O S M A N İ Y E
ZÂTI ŞEVKETSİMÂT-I HAZRET-İ PÂDİŞÂHÎNİN ZİR-İ
HİMÂYE-İ MÜLÛKÂNELERİNDE BULUNAN MEKTEBİ MÜLKİYYE-İ
ŞAHANE ŞEHÂDETNÂMESİ
(Notlar) (Dersler)
458
6. Kısım
Cumhuriyet Devri'nde
MEKTEB-İ MÜLKİYYE
(1923 — 1924)
İkinci kafa çıktık; her taraf tertemizdi; fakat (eskilikden) tahta merdivenler
gıcırdıyordu. Salonda başka bir Levha ile karşılaştım: "El iılmü a'lâ er-ruteb =
Rütbelerin en yükseği ilim'dir"
Genç bir idareci (Ord. Prof. R a h m e t l i H â m i d O n g u n s u ) kaydımı yaptı; mu-
s â b a k a ' ya girecektik. Ben yirmi iki günlük bir yolculuktan sonra (Myar-
b e k i r ' d e n ) İstanbul'a gelebilmiştim ( T e m m u z 1922). Hâmid Bey, benden Mustafa
Kemâl Türkiye'sini soruyor, Taarruz'a geçip geçmeyeceğimizi öğrenmeye çalışı
yordu. Onta ümit verdim; ama o benim ümitlerimi kırdı. O günlerde çıkan bir Hey'-
et-i Vükelâ Kararı ile mekteblere leylî-meccânî talebe alınrnayacakmış; biz'den
para isteyeceklerdi Müsabakayı kazanıp birinci taksit'i yatırarak Mekteb'e gir-
461
d i m ; o a r a (büyük) Zafer i m d a d a yetişti. T.B.M.M. nin k u r u l u ş u n d a n s o n r a (23 Ni
san 1920)Çıkan ( b ü t ü n ) Hey'et-i Vükelâ K a r a r l a n m u t e b e r değildi. Mekteb (idârte-
si) 2. tak si tf i istedi; biz, kanunsuzdur, diye dayattık. İş greve k a d a r gitti. (Yeni)
den açıldıktan sonra) Mülkiye'deki ilk grev.... S u l t a n a h m e d Parkı'nda grev k a r a r ı
almıştık.... Mülkiye'ye nehârî devam eden İ s t a n b u l l u a r k a d a ş l a r da bizi destekle
mişlerdi. Nihayet M ü d ü r Süreyya Bey, bir hal çâresi buldu ve Mekteb'e alındık.
Bu çâreyi seneler sonrıa öğrendim. İ s t a n b u l (Milli H ü k û m e t ' c e ) yeni devralınıyordu.
Her şey k a r m a karışıktı; tahsisat gelmemişdi. Üç ay k a d a r bizim masııaflanmızı.
M ü d ü r ü m ü z kendi cebinden ödemişti. T a n n r a h m e t eylesin...
( 2) Süreyya Beyin vefatı üzerine, İ z m i r Maârif M ü d ü r ü olan Hüseyin Nâzım Bey 13 Nisan 1924'de i k i n c i defa M ü l k i
ye Müdürlüğüne g e t i r i l m i ş ; bu vazifede iken 9 Ocak 1927'de daha pek çok hizmet göreceği çağda vefat e t m i ş t i r ,
462
mek için çok yorulduklarım tahmin ederim. Bununla beraber Mekteb'de seviyye
her sene gittikçe yükseliyordu. Biz son sınıfta (1925) iken Birinci Sınıfa yalnız lise
me'zunları alınmıştı,....
463
4 — Mektebi Mülkiyye me'zunlanndan namzed mevcut iken işbu me'muriyet-
lere hâriçten kimse tâyin olunamaz. Terfi' zamanı, kıdem ve ehliyetçe müsavi bu
lunursa Mülkiye Mezunları tercih edilir."
Dersler h a k k ı n d a da fikir edinmek üzere 1923-1925 Ders yılı s o n u n a k a d a r uy
gulanan Haftalık Ders Programı'nı inceleyelim:
464
Görülüyor ki, ıbu d ö n e m d e Mülkiye'nin öğretim bakımından, Mütâreke Yılları
Mülkiye'si ile hiç bir farkı yoktur. Hedefi, sistemi, programı aynıdır. Sâdece adı'-
nın sonundaki " Ş a h a n e " kelimesi kalkmıştır.
465
Madde 2 — Mekteb-i Mülkiyye'nin ilk iki m ü ş t e r e k sınıfında t e d r i s edilecek
dersler bervech-i â t i d i r :
Hukuk-i Medeniye (Mecelle, Nikâh, Ferâiz, Usul-i Muhâkemât-ı H u k u k i y e ve
Cezaiye), Hukuk-i İ d a r e , Hukuk-i Esâsiye, Hukuk-i Düvel, İlm-i İktisad, İlm-i Mâlî,
Hukuk-i Ticâret, T ü r k Târih-i Medeniyeti, Coğrafya (Türkiye Coğrafya-i Tabu, Be
şerî ve İktisadîsi), İstatistik, Fransızca.
Madde 3 — Mekteb-i Mülkiyenin 3. Sınıfında tedris olunacak derslerin bir-
kısmı m ü ş t e r e k ve diğer kısmı h e r şubeye âid o l m a k üzere iki z ü m r e y e ayrılır.
Her üç kısmında m ü ş t e r e k olmak üzere tedris edilecek dersler bervech-i atîdir:
İktisâdi Coğrafya IDüvel-i Muazzama ve Mücavire (Büyük Devletler, Komşu
M e m l e k e t l e r ) ] , Fransızca;
İdarî ve Mâlî Şubelerde m ü ş t e r e k olmak üzere tedris edilecek dersler bcrvech-i
âtidir:
Hukuk-i Medeniye (Arazi ve Ahkâm-ı Evkaf dâhildir) İlm-i Mâlî ve Mâlî Ka
nunlar, İktisad-ı İçtimaî, İktisâd-ı Ziraî.
Siyâsî ve İdâri Şubelerinde m ü ş t e r e k olmak üzere tedris edilecek dersler ber
vech-i atîdir: Hukuk-i Âmme.
Siyâsî Şubesinde tedris olunacak gayr-ı m ü ş t e r e k dersler bervech-i a t î d i r :
Târih-i Siyâsî (Avrupa ve Amerika Devletleri ve Asya Devletleri ve Türkiye
T â r i h i Siyâsîleri), H u k u k i Düvel, T â r i h i M u â h e d â t , Şehbenderler H u k u k ve Ve-
zâifi, Siyâset-i İktisadîye ve Ticâret Muâhedâtı, Muhâberât-ı Diplomatikiye, Mat
b u a t ve İ s t i h b a r a t , Elsine-i Ecnebiye (Rus, Alman, İngiliz, İtalyan lisanlarından bi
risi);
İ d â r i Şubesinde tedris olunacak gayr-ı m ü ş t e r e k dersler bervech-i â t i d i r :
Hukuk-i İdare, Hukuk-i Ceza ve Usul-i Cezaiye, Türkiye Târih-i Dîniyesi, İçti
m a î Hıfzussıhha;
Mâlî Şubesinde tedris olunacak gayr-ı m ü ş t e r e k dersler bervech-i â t i d i r :
Mesâlik-i İktisadîye Târihi (Doktrin), Nakid, İ'tibâr, Borsa, Banka, Mukaıayese-
li Kavânîn-i Mâliye ve İstikrâzât, G ü m r ü k Kavânîni, Usûl-i Defterî U m û m î ve Mâlî.
Madde 4 — İşbu derslerde ve m ü f r e d a t t a ve sınıflara tevzi'tnde ve ders saat
lerinde tadilât icrası, Meclis-i Mualliminin teklifi üzerine veya re'sen Maârif Vekâle
tince icra olunur.
Madde 5 — Her sınıfa tevzi' olunacak ders saatleri m e r b u t cedvelde gösteril
miştir.
H E Y E T İ İDARE
Madde 6 — Mekteb'de bir Müdîr, bir Müdîr Muavini, iki Muallim Muavini,
bir Dâhiliye m e ' m u r u ve Mûtemed, bir Tahrirat Kâtibi, Mükeffel bir Ambar ve Depo
m e ' m u r u , bir Tabib ve bir H a s t a h a n e M e ' m u r u ve lüzumu k a d a r müstahdemîn-i
şâire bulunur.
Madde 7 — Müdîr, Mektebin bilcümle m u a m e l â t ı n ı idare etmek ve tedrisâtın
devam ve intizam ve t e k e m m ü l ü n ü te'min etmekle mükelleftir.
466
Madde 8 — Müdîr Muavini, talebenin terbiye ve inzibatı ve idarece mütte-
lıaz tedâbîrin icrası ile mükelleftir.
Muavin, her üç ay ve her sene nihayetlerinde talebenin yekdiğerlerine nisbet-
le iktidar ve mesaîsini ve h e r sene nihâyetinde hâl ve tavrını mübeyyin cedvelleri
tanzim ve Müdüriyete i'tâ ve talebe hakkında suret-i m u n t a z a m a d a m a l û m a t ve
rerek ittihâzı lâzım gelen tedâbîri teklif ve Müdîrin gaybubetinde icrâ-i vekâlet
eder.
İ m t i h a n ve kayıd ve kabule müteallik defâtiri tanzim ve talebeye âid kuyud'a
takdir-i m a h s u s u n u ilâve eyler.
Madde 9 — Muallim Muavini, talebenin ahvâl-i umumiyyesiyle d o ğ r u d a n doğ
ruya a l â k a d a r olup h e r fırsatta talebeyi irşada ve m a t l u b i'tiyâdât te'minine hasr-ı
mesâi edecek ve mesâisinden Müdîr Muavinine sûret-i m u n t a z a m a d a n m a ' l û m a t i'tâ
ve ona göre t a l i m a t ahz eyleyecektir.
Madde 10 — Dâhiliye M e ' m a r u ve Mutemet, Mekteb binası ile bil'umum demir
baş eşyanın iyi muhafazasına ve ayniyatın sarf ve idaresine nezâret ve bilcümle
m ü s t a h d e m i n i n iyi vazife görmesine dikkat ve i'tinâ ve Mekteb'in mutemetliğine
âid vezâifi ifâ ve alelusul m ü b â y a a t ı icra ve yevmi tabela tıanzîmiyle mükelleftir.
Madde 11 — T a h r i r a t Kâtibi, Müdîr ve Müdîr Muavininin tevdi' edeceği bilu
m u m vezâifi ifâ ve dosyaları iyi muhafaza eyler.
Madde 12 — Ambar ve Depo Me'muru, a m b a r ve depo'da mevcut erzak ve eşya
nın teslim ve iyi muhafazası ile defterinin tanzim ve kuyudatının muntazaman
yürütülmesine dikkat ve i'tinâ edecektir.
Madde 13 — Tabib, talebenin ahvâl-i sıhhıyyesine nezâret ve haftalık yemek
listesiyle icâbât-ı sıhhiye h a k k ı n d a m a ' l û m a t ve m ü t a l â a beyan eder.
Madde 14 — H a s t a h a n e Me'muru, Tabibin vesâyâsına tevfikan talebeye lâzımge-
Ien tekayyüdâtda b u l u n u r ve sıhhî ahvâli tâkib ve m a h s u s defterine kayıt eyler.
H E V E T - İ TALİMİYYE VE M E C L İ S İ MUALLİMİN
Madde 15 — Muallimler, Yüksek Tedrisat K a n u n u n a tevfikan muallimlik sı
fatını ihraz veya izâe ederler.
Madde 16 — Muallimlerin m a a ş i'tibâriyle terfi'Ieri dahî m e z k û r K a n u n a tâbi'-
dir.
Madde 17 — Meclis-i Muallimin, Mektebin bil'umum muallimlerinden teşekkül
eder. Vezâifi bervech-i â t i d i r :
a) Mektebin tedrisat programının tanzimi ve indelhâce ta'dil ve islâhı hakkın
d a k a r a r i'tâsı;
b) Müfredat p r o g r a m ı n ı n tedkîk ve t a s d i k i ;
c) Münhal derslere, Yüksek Tedrisat Muallimleri K a n u n u n a tevfikan îstlşârî
m â h i y e t t e olmak üzere namzed irâesi;
ç) Müsabaka imtihanlarının suret-i icrasının ta'yini;
d) Şifahî i m t i h a n l a r vaktinin ta'yini;
467
e) Mektebde tedrisi muktazi kitapların i n t i h a b ı ;
f) Mektebin terakki ve tealisine âid hususâtı m ü z â k e r e ;
g) Müdiriyet tarafından Meclisi Muallimine tevdi' olunacak ilmî mes'elelerin
tedkîk ve müzâkeresi;
h) Muallimler Encümeni'nin intihabı;
i ) Mubayaa Komisyonu A'zâsımn intihabı.
Madde IS — Muallimler Meclisi, Müdiriyet tarafından vuku' bulacak da'vet üze
r i n e toplanır.
ENCÜMENİ MUALLİMİN
Madde 19 — Her ders yılının ilk haftası zarfında Muallimler Meclisi toplanır
ve Encümen-i Muallimini teşkil etmek ve Müdirin riyaseti a l t ı n d a ve M ü d i r Mua
vininin de iştirakiyle içtima' etmek üzre dört m u a l l i m intihab eder.
MUBÂYAAT KOMİSYONU
468
r ı n tefriki için m ü s a b a k a imtihanı icra edilir. Musâbaka'da kazananlar leylî-meccâ-
nî ve diğerleri arzu ettikleri t a k d i r d e leylî-ücretli olarak Mektebe kabuL olunurlar.
Ancak her sınıfın mevcudu 60'ı tecavüz edemez.
Madde 26 — Leylî meccani her tâlib, Mekteb'den ihracını mûcib bir hal ve hare
kete binâen tahsil m ü d d e t i esnasında Mekteb'den çıkarıldığı veya kendi arzusuyla
Mektebi terkettiği ve tahsilini bitirdikten sonra on sene devlet hizmetinde bulun
m a k t a n istinkâf ettiği takdirde Mekteb'de bulunduğu m ü d d e t e âid Mekteb ücretleri
ni te'diye edeceğine dâir tasdikli bir t e a h h ü d senedi i'tâ eder.
İMTİHANLAR ve M E Z U N İ Y E T
Madde 27 — H e r ders senesi iki devreye ayrılır: 1. Devre, Eylülün on beşinden
Kânun-i Sâni (Ocak)'nin 10'una k a d a r ; 2. Devre Şubat başından Mayıs nihayetine
k a d a r devam eder. 1. Devre nihâyetinde hususî şifahî, 2. devre nihâyetinde umumî
şifahî imtihan icra edilir.
Madde 28 — Sınıf geçmek için, gerek u m u m î şifahi i m t i h a n d a ve gerek h e r iki
imtihan şifahî vasatisinde en laz (5) n u m a r a kazanmak ve b i l ' u m u m derslerin vasa
tisi (6)'ya baliğ olmak şarttır.
Âzami iki dersten gerek u m u m î şifahî imtihanda ve gerek h e r iki şifahî imti
h a n vasatisi neticesinde beşten aşağı n u m a r a alanlar, b ü t ü n dersler u m u m î vasatisi
(7) n u m a r a y a baliğ olduğu takdirde bir defaya m ü n h a s ı r olarak ikmâl imtihan hı
rına kabul olunur. İkmâl imtihanı yalnız bir defa yapılır.
Madde 29 — Hastalığına veya meşru* mazeretine binâen u m u m î şifahî imtiha
na dâhil olamayanlar ikmâl imtihanına girebilirler. Fakat bu gibiler için 2. bir ik
m â l i m t i h a n ı icra edilemez.
Madde 30 — Hastalık veya mazeretin makbul olabilmesi için imtihanın vuku
u n d a n evvel Mekteb İdaresine m ü r a c a a t etmek lâzımdır.
Madde 31 — İ m t i h a n l a r d a t a k d i r olunacak n u m a r a l a r ı n derecâtı bervech-î âti
dir:
10_9 Aliyy'ül-âlâ
8 Âlâ
7 Karib'ül-âlâ
6 Vasat
5 Kâfî
Madde 32 — Şehâdetnâmeler derecesi, b i l u m u m sınıf geçme numaralarının
u m u m î vuısatîsi üzerinden hesab ve ta'yin ve h e r dersin derecesi de aynı hesab ile
hizalarına işaret olunur.
Madde 33 — B i l u m u m vasatiler hizasında zuhur edecek küsurat y a r ı m ve ya
r ı m d a n fazla olduğu halde tam i'tibar olunur. Yarımdan aşağı k ü s u r a t a i'tibar
edilmez.
Madde 34 — Hastalığına veya m e ş r u ' mazeretine binâen hususî şifahî i m t i h a n a
iştirak edemeyenlerin ikmâl imtihanları Şubat zarfında icra edilmek lâzımdır. Bu
m ü d d e t t e n s o n r a ikmâl imtihanı icra edilmez. Umumî şifahî ikmâl imtihanları
469
Eylül başından on beşine k a d a r icra olunur. Yalnız me'zuniyet sınıfında bulunanla
rın ikmâlleri u m u m î şifahî imtihanlarının bitiminden on beş gün sonra icra edilir.
Madde 35 — Tedris müddetinin 1/3 m i k t a r ı Mektebe devam etmeyenler, maze
retleri ne olursa olsun imtihana kabul edilmezler.
Madde 36 — İki sene üstüste sınıfta kalan talebe Mektebden i h r a ç olunur.
C E Z A L A R
1 — İhtar
2 — Tevbih
3 — Hüsn-i hâl ve hareket n u m a r a s ı n ı n tenzili
4 — Tard-ı muvakkat
5 — Tard-ı müebbed
Madde 38 — İ h t a r cezası, Muallim Muavini ile Müdîr Muavini t a r a f ı n d a n ;
Tevbih cezası, Müdîr Muavini veya Müdîr tarafından;
İyi hâl ve hareket n u m a r a s ı n ı n tenzili, Müdîr t a r a f ı n d a n ;
Tard-ı m u v a k k a t ve müebbed cezaları, Müdiriyetîn göstereceği lü
zum üzerine Encümen-i Muallimin karariyle kezâlik Müdîr tara
fından icra olunur.
Madde 39 — Tard-ı müebbed cezâLarı esbâb-ı mucibe lâyihası ile b e r a b e r Maâ
rif Vekâletine arzolunur.
Madde 40 — İşbu cezalar m u n t a z a m a n sicil defterine kaydolunur.
Madde 41 — Her ders senesi sonunda Müdîr ve Muavin ile Muallim Muavinle
rinden m ü r e k k e b bir Hey'et tarafından sicil defterinde yazılı kayıdlar tedkîk ve ta
lebeden h e r birinin u m u m î ahvâli t a k d i r edilerek h a k k ı n d a n o t verilir. Bu suretle
verilen notların vasatisi, talebenin ahvâl ve etvârının mi'yârı olup u m u m î vasatisi
ş a h a d e t n a m e y e yazılır. Tam n u m a r a (10) dur.
Madde 42 — Talebenin Mekteb dahilindeki vazifeleri hâl ve harekâtı, Encümen-i
Mualümînce tasdik edilecek Dâhili bir T a l i m a t n a m e ile tesbit olunur.
MÜTEFERRİK MADDELER
Madde 43 — Mekteb-i Mülkiyye leyli ücretli talebesinden olup tahsilini ikmâl
etmeden Mektebden çıkmak isteyenlere, Mektebe devam yıllarım, hâl ve tavırlarını
mübeyyin bir tasdikname verilir. Leylî meccânî talebenin böyle bir tasdikname
alabilmesi için evvelemirde teahhüd senedi mucibince tazminat vermesi şarttır.
Madde 44 — Mekteb talebesine müsâid zamanlarda tenebbüh seyahatları icra
ettirilir.
Madde 45 — Siyâsî Şubeye ayrılacak talebenin Fransızca bilmeleri ş a r t t ı r .
Madde 46 — İşbu Talimatnamenin icrasına Maârif Vekili m e ' m u r d u r . "
470
D E R S PROGRAMI
MÜŞTEREK SINIFLAR İ H T İ S A S S I N I F L A R I
NOT: Siyâsî Şube IV. Sınıf Ders saatlanndan artan 5 saat Mekteb Kütübhânesinde tetebbuat'a ( e t ü d ' e ) a y r ı l m ı ş t ı r .
Gerek Tüzük, gerek Program incelenince, Okui'un geçmiş dönemleri ile kı
yaslanamayacak derecede bir g e l i ş m e y e kavuşturulduğu kolayca anla
şılmaktadır.
471
Tüzük gereğince 19244925 Ders Yılı başında yeni kaydedilen oğrenicilerin hep
si t a m teşekküllü lise m e ' z u n l a r m d a n alınmış; b u n l a r d a n i'tibâren yeni Tüzük uy
gulanmaya başlanmış; 1927 yılı mezunları ihtisas şubelerine ayrılmış o l a r a k idâri
ve Mâli Şubelerden mezun olmuşlardır. Siyâsî Şube ise dört kişi'den ibaret ilk
mezunlarını 1928'de vermiştir.
Yönetim ve öğretim'in Cumhuriyet esaslarına ve ni'metlerine göre düzenlen
mesi Öğreniri Mülkiyeliler üzerinde geniş ölçüde tesirlerini g ö s t e r m i ş ; Okul'da
h e r çeşit kültürel faaliyetler, engin bir hürriyet havası ve m o r a l düzgünlüğü için
de başlamıştır.
Genç Mülkiyeli y a r ı n ' in ışıklı verimlerine olan güvenini şöyle dile
getirmektedir ( 4 ) :
"DÖRT KANUNI EVVEL
Kırksekîz sene evvel (5) Mekteb-i Mülkiyye Dört Kânun-i Evvel g ü n ü n d e taçıl-
mıştı. Dört Kânun-i evvel bize (Mülkiyelilere) Mâzi'nin kıymetli evlâdlarını. Mülki-
ye'nin faziletkâr mezunlarını hatırlatıyor. Bu gün, bizlere feyz aldığımız bu sırat
larda onların da aynı aşkla ç a r p a n kalblerini(n) (seslerini) d u y u r u y o r .
Mülkiyeli hayata atılırken azim, sebat, ciddiyet, istikaamet, vazife hissini her
ş e y i n fevkinde g ö r ü r ; kendisine şiar ittihaz eder. Mülkiyeli Vatan u ğ r u n d a istih-
kaar-ı nefs'e, eziyet ve işkenceye, kimsesizliğe, açlığa velhâsıl sefalete mahkûm
kalmıştır; yine başka bir fikrin vâsıta-i icrâiyyesi o l m a m ı ş t ı r ve olmayacaktır.
O, kendi mefkuresinin hadimi olmuş ve olacaktır. Bu ulvî m a k s a d l a r uğrunda
yaşamağı ölmeğe tercih eden yine O (Mülkiyeli) o l m u ş t u r Felâketler önünde
yılmaz azmi, kuvvetli sebatı, sarsılmaz ü m i d i o n a rehber o l m u ş t u r . Karanlık
yollarda yürümüş, nihayet n û r ' a k a v u ş m u ş t u r .
Mülkiyeli, Vatan'ın fedakâr bir evlâdıdır. O Mekteb'de iken yüksek gaye ve
emellerin hadimi olmıak için sabırsızlanır; fakat Memlekct'in ıssız ve yoksul bir
köşesine atılıp her türlü m a h r u m i y e t l e r için kıvranırken ümidinin aşılmaz yar'-
lar arkasında kaldığını görür; yine imânı sarsılmaz. Çünkü yar'Iarı deviren hare
ketler, onları aşındıran seller ergeç zuhur edecek ve onu meydana ç ı k a r a c a k t ı r .
Mülkiyeli, bir tabib'in, bir mühendis'in, bir baytar'ın bir eczâcı'nın, b i r dişçi'-
nin bir s a n ' a t k â r ' m bulunmadığı ve bulunamayacağı en hücrâ d i y a r l a r d a b u l u n u r .
Vatandaşlarının arasında, onların sefalet ve perişanlığı ile yuğrulur. Vatan'ın her
yıkık harabesinde onun da çürüyen kemikleri vardır. Vatan ve Millet "le p a y i d a r
olur ve onunla söner. O, hayatını Vatan'ın hayatına bağlamıştır. Mülkiye ve Vıatan
birbirinden ayrılmayan iki cazip kelimedir.
Mülkiyeli, İnkılâbları Halkın r u h u n a nüfuz eden hassasiyetiyle t â k i b e d e r ve
Halk'ın r u h u n d a n doğan efkârı, mütevazı' fakat esaslı gayreti ile n e ş r ve t a m i m e
çalışır
472
Elbette, bu Memleketin Târihini yazanlar Mülkiyeliler'e de bir s a h i f e - i
ş e r e f ayıracaklardır.
Dört Kânun-i Evvel Gününde Mülkiyye Âilesi'nin fedakâr şehidlerîni tebcil
ile yâd etmeyi ve k ı y m e t d â r mensûbinini h ü r m e t l e selamlamayı bir vazife addey-
lerim. Pazartesi, 1 Kânun-i Evvel 1340 (= 1 Aralık 1924)
Ö. S.
(Ömer Savrti Selçuk)
1924-1925 (1340-1341 R.) Ders Yılı Mezunları, Son Sınıf'da iker, 4 Aralık Töreni
dolayısıyla Mülkiye hakkındaki düşüncelerini şöyle ifâde etmektedirler ( 5 / a ) :
"4 Kânûn-ı Evvel; benim b a y r a m ı m olan bugün b a n a biraz sürür, biraz keder
veriyor. Maziye, hâle ve istikbâle ibretle b a k m a m ı i h t a r ediyor. Ne büyük gün şu
Mülkiyyemizin kırk sekizinci sene-i devriyyesi günü.
(Okul Nu. 2) MEHMED HAYRI (Özlü)"
"4 Kânun-i Evvel; Türk hâyat-ı iclinıâiyyesinde doğan feyyaz bir menba-ı ir-
fân'ın yıl d ö n ü m ü d ü r .
(Okul Nu. 4) İBRAHİM ( S e b e r m a n ) "
"Müessesenin kırk sekiz sene evvel kurulduğu bu günü tes'îd ederken mazinin
sislerine karışan hayâtını hatırlar ve bu aileye merbûtiyyetimden s ü r ü r duyarım.
(Okul Nu. 6) ABDÜLHÂDİ ( H ü s m a c ) "
"4 Kânun-i Evvel her şey imiş... Öyle diyorlar. Fakat O da bir G ü n ' d ü r .
(Okul Nu. 30)KEMÂLEDDÎN ( T ü k e l ) "
473
"Bu gün, beni Millet ve Memlekete iyilikleri m e s b û k me'zûnlarla neticesini
bilmeden fenalıkları dokunan me'zûnların s ü r ü r ve hüzn'ü a r a s ı n d a yaşatır.
(Okul Nu. 33) ÖMER SAVNÎ ( S e l ç u k ) "
"Aziz Savnî; eğer senin sık sık t e k e r r ü r eden samîmi ısrarların olmasaydı
başkalarının m u k a d d e s dediği bu güne karşı hiç de bir şey his etmiyecekdim...
Benim için bu güne karşı h a y a t d a Mülkiyeli içün hazırlanmıyan bir m u h i t içinde
a/.âb, ızdırab verici mücâdele günlerinin yaklaşmağa başlamış o l m a s ı n d a n başka
bir şey his etmek kaabil değil.
(Okul Nu. 7) ALİ NİHAD ( T u n c a r ) "
474
bir R o z e t ' e sâhib olmaları t e z ' i d e ilk defa b u H â l e Der
g i s i ' nde ortaya atılmaktadır:
"Alâmet-i fârika'lar (semboller) her müessese m e n s u b u n u kendi birliği altında
t o p l a r ve temsil eder. Avrupa'da yaygın hâle gelmiş bulunan bu temsili alâmetler
yavaş, yavaş Memleketimize de girmeğe başladı.
Muhtelif k u m p a n y a l a r a (şirketlere) ve amele cem'iyetlerine (İşçi Sendikalarına)
k a d a r sirayet eden bu teşebbüs Dişçi, Eczacı, Orman, Ziraat, Galatasaray, İ s t a n b u l
Lisesi gibi Mekâtîb-i Resmiyye'de de görülüyor.
Yarım asırlık bir hayata sâhib bulunan Mektebimiz Talebesi'nin de, Me'zûnîn-i
Mülkiyye'de olduğu gibi bir rozeti bulunmasını isteriz.
Bu hususta müdâvimîn'in (Mülkiye öğrenicileri'nin) nazar-ı dikkatim celb ve
teşvik maksadıyla yukarıya bir (rozet) numunesi koymuş bulunuyoruz (6). Az za
m a n d a (kısa z a m a n d a ) ve m ü k e m m e l surette bir şeklin vücuda gelmesini arkadaş
l a r d a n temenni ederiz...."
475
Rozet yaptırma k a m p a n y a s ı n ı n sonuçları ancak 1929 yılında a l ı n m ı ş ; 0 yılın
Mülkiye Talebe Cemiyeti muhtelif örnekler a r a s ı n d a n ıbugünkü R o z e t e s -
k i z i ' ni seçerek kabul etmiştir.
Bütün noksanları t a m a m l a n m ı ş , bünyesine m o d e r n b i r şekil verilmiş olan
Mülkiye, bu esaslar içinde öğretim hizmetine devam etti.
Yeni Anatüzük'ün- yürürlüğe girmesiyle 1924-1925 Ders Yılında sona eren bu
devre'yi de diploma örneği ile kapatalım:
i • I I I I I I I I I I I M I 11 M 11 I I I 11 I I 11 • 1 1 1 11 /
¥ , I < I I I I I I I I I I I > I 1 I I I I I I I I I I I I I I I I I I I I I H I I I I I I I I • M I I I ~ I I I I I I < I I I I I I M I f I I
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Foıoğraf MAÂRİF VEKÂLETİ
MEKTEBİ MÜLKİYYE
Umûmî Nü/mero : 1610
Husûsî N ü m e r o : 9
Hukuk-ı İ d a r e ( = ) Aliyyülâlâ I
Hukuk-ı Âmme ( = ) Aliyyülâlâ I
i
Hukuk-ı Esâsiye (=-) Aliyyülâlâ =
Medhal-ı H u k u k ( = ) Ala j
Hukuk-ı Umûmiyye ve Husûsiyye-i Düvel ( = ) Aliyyülâlâ
Hukuk-ı Ceza ve Usûl-i Muhâkemât-i Cezâiyye ( = ) Alâ
Hukuk-ı Ticâret ( = ) Aliyyülâlâ
Hukuk-ı Arazi ve Ahkâm-i Evkaaf ( = ) Alâ i
İlm-i İktisad ( = ) Karib-i Âlâ §
İlm-i Mâlî ve Kavânîn-i Mâliye ( = ) Kariıb-i Âlâ |
Türkiye'nin Târih-i Siyâsîsi ( = ) Aliyyülâlâ
Türkiye Coğrafyası ve Coğrafiyây-i İktisâdi ( = ) Aliyyülâlâ
İhsâiyât ( = ) Vasat l
Hıfzussıhha-i İ d â r i ( = ) Aliyyülâlâ \
Usûl-i Muhâbere-i Resmiyye ( = ) Karib-i Âlâ I
Hukuk-ı Medeniyye! < Mecelle, Vesâyâ, Ferâiz \
> Kitab'ün-nikâh, Usûl-i Hukûkivye) ( = ) Alâ
Fransızca ( = ) Vasat \
Hüsn-i Hâl ve Hareket ( = ) Aliyyülâlâ j
476
Cumhuriyet'in Alımcı Yılı ile birlikle Mülkive'nin
1926 — 1929
yetmiş'inci yıldönümü de mutluluk içinde idrâk edil
DÖNEMİ di. 4 Aralık 1929'da İstanbul ve Ankara'da Kuruluş Yıl
d ö n ü m ü n ü n parlak bir şekilde kutlandığını Basın Haberlerf'nden üğrcniyoruz(7):
< 7) Bak. : Hâkimiyet-i Milliyye. (Ulus) Günlük Gazete ;5-12-1929; 3. sf., 4. st.
477
"MÜLKİYE MEKTEBİ YILDÖNÜMÜ
Mülkiye Mektebinin yıl dönümü münâsebetiyle dün akşam (4 Aralık 1929) An
kara'da bulunan Mülkiye Mezunları Ankara Palas'da bir çay ziyafeti vermişlerdir.
Memleketimizin irfan müesseseleri içinde en uzun bir hayata sahip olan ve Mem
leketimizde bir çok kıymetli mütefekkir, ilim adamı ve idare adamı yetiştiren bu
Müessesenin yıl dönümü dolayısiyle yapılan bu çay'da bir çok zevıat bulunmuş
tur. Mekteb-i Mülkiyenin en eski mezunu olan Servet-i Fünûn sahibi Ahmed İhsan
(Tokgöz) Bey de bu ziyafete iştirak etmiştir. Çok samimî bir aile muhiti manzara
sı veren bu çay'da Mektebin, Memlekete yaptığı iyilikler ve yetiştirdiği yüksek ve
kıymetli arkadaşlar zikredilmiş ve Me'zunlar tarafından Mülkiye Mektebine tebrik
telgrafı çekilmiştir.
İstanbul, (A.A.) — Bugün Mülkiye Mektebinin yıl dönümü Galatasaray'da
(Lise konferans s a l o n u n d a ) tes'id ve bu münâsebetle bu gece Sipahi Ocağı'nda bir
Balo tertib edilmiştir."
1925'de yürürlüğe giren Tüzük beş vıllık bir
1930 YILI TÜZÜK
u y g u l a m a d a n sonra "ihtiyaca uygun gelmiyor"
gerekçesiyle değiştirilme yoluna gidildi. Bu değişik
liği eski Tüzük'le karşılaştırdığımızda, önemli bir fark bulunmadığını görürüz.
Anayasa'nın değiştirilip Devlet'in " l a i k " şekle getirilişi, Arap Harfleri
nin kaldırılıp yeni Türk Alfabesi'nin 1928'dan i'tibâren kullanılmaya başlanması,
o z a m a n a k a d a r doğu sistemi ile çalışan Dârülfünûn'u, ıbatı anlamında Ü n i
v e r s i t e şekline sokma çalışmalarına girişilmesi, te'sirlerini Mülkiyede d e gös
terecekti. Esasen Siyâsî Şûbe'oıin dört yıl oluşu; hem verim, hem de zaman bakı
m ı n d a n bir takım mahzurlar d o ğ u r u y o r ; Şûbe'ler arasında karışıklığa yol açıyor
du.
Bu a r a d a Hâmid (Ongunsu) Bey de 29.10.1929'da Müdürlük'den ayrılmış; yeri
ne, Okul'da aynı z a m a n d a İktisâdi Doktrinler Târihi ve İçtimaî İktisad Profesörlü
ğü yapan Bâban-zâde Ş ü k r ü (Baban) Bey getirilmişti. Adı geçen de d a h a radikal
bir değişikliğe taraftardı.
Hazırlanan Tüzük Tasarısı Mâarif Vekâleti'nce Hey'et-i Vekile'ye sevkcdildi. Bu
r a d a da incelenip onaylandı.
"MÜLKİYE MEKTEBİ TALİMATNAMESİ
Madde 1 — Mülkiye Mektebi Maârif Vekâletine bağlı yüksek derecede bir ihti
sas ve meslek müessesesidir. Mekteb üç sınıfdan teşekkül eder. Bunun ikisi, umu
mî olup, Son Sınıf İdâri, Mâlî ve Siyâsî Şubelere ayrılmıştır.
Madde 2 — Mektebin umumî sınıfIarmda aşağıdaki dersler gösterilir:
Hukuk-ı Medeniye; Hukuk-ı İdare; Hukuk-ı Esâsiye; Umumî Hukuk-ı Düvel;
Hususî Hukuk-ı Düvel; Siyâsî Târih; Hukuk-ı Ceza; İktisad; Mâliye; Hukuk-ı Ti
câret; Tabiî ve Beşerî Türkiye Coğrafyası; İstatistik; Ecnebi Lisan.
478
2 — Meslek ve İhtisas Dersleri;
Müşterek Dersler Ş u n l a r d ı r :
A. H e r üç şubede m ü ş t e r e k o l a n l a r : Büyük ve K o m ş u Devletler
Coğrafyası, Ecnebi Lisanı;
B. İ d â r i ve Mâlî Şubelerde müşterek olanlar: Hukuk-ı Medeniye;
Mâliye ve Mâlî K a n u n l a r ; İçtimâi ve Ziraî İktiscid;
C. Siyâsî ve İ d â r i Şubelerde m ü ş t e r e k olanlar: Hukuk-ı Amme;
İhtisas dersleri şunlardır:
A. Siyâsî Şubede: Siyâsî T â r i h ; U m u m î Hukuk-i Düvel Muahe
deler Târihi; Siyâsî M u h a b e r e ; İkinci Ecnebî Lisanı.
B. İdâri Ş u b e d e : Hukuk-ı İdare, İçtimaî Hıfzussıhha, Hususî Hu
kuk-ı Düvel;
C. Mâlî Ş u b e d e : İktisâdi Meslekler T â r i h i ; Nakid, İ'tibar, Borsa-
Banka, Mukayeseli Mâliye K a n u n l a r ı ve İstikrazlar; G ü m r ü k
K a n u n l a r ı ; Umumî ve Mâlî Usul-i Defterî (Muhasebe).
Madde 4 — Muallimler Meclisi'nin teklifi ve Maârif Vekâletinin tasvibi ile iş
bu derslerin gerek asıllarında ve gerek saat ve müfredatları ile sınıflara tevzi'inde
değişiklik yapılabilir.
Madde 5 — Ders saatlerinin sınıflara tevzi' sureti, m e r b u t cetvelde gösteril
miştir.
Madde 6 — Ecnebi lisanlarından Fransızca b ü t ü n talebe için mecburîdir. Siyâ
sî Şubeye girecekler diğer ecnebi lisan k u r l a r ı n d a n birini de ta'kibe, ilk sınıftan
i'tibâren m e c b u r d u r l a r . Ecnebi lisanı tedrisatında kur usulü tatbik o l u n u r .
Talebenin kurlara tevzi'inde şu suretle hareket edilir: Bir lisanın b ü t ü n mual
limleri birlikte olarak talebeyi u m u m î bir yoklamaya tâbi t u t a r l a r ve b u n u n neti
cesine göre seviyeleri bir birine az çok yakın olanları bir k u r ' d a t o p l a m a k üzere,
altı kur'a tevzi ederler. Her kur b i r sömestre tekabül eder. Üçüncü Sınıfı ikmâl eden
talebe en aşağı beşinci lisan k u r u n u ikmâl etmiş olmadıkça Diploma alamaz. Yal
nız Siyâsî Şubede b u l u n a n talebenin Diploma almak için birinci ecnebi lisanından
altıncı k u r u ikmâl e t m i ş olması ş a r t t ı r ; ikinci ecnebi lisanından beşinci kuru ik
m â l etmesi kâfi görülebilir.
İ D A R E H E Y E T İ
Madde 7 — Mekteb'de bir Müdîr, bir Müdîr Muavini, bir Kâtip ve H e s a b Me'-
m u r u , bir Dâhiliye Me'muru, iki İdare Muavini, bir Ambar ve Debboy Me'muru, bir
Tabib ve bir H a s t a h â n e Me'muru ile lüzumu k a d a r hademe ve şâire b u l u n u r .
Madde 8 — Müdir, Mektebin b ü t ü n idare işlerine b a k a r ve derslerin intizam
la cereyanını te'min eder. Müessesenin gayesine, talebenin bu gayeye göre yetişme
sine hizmet edecek tedbirleri alır. İnhilâl eden muallimliklere ve d e v a m edemiyen
muallimlerin yerine Muallimler E n c ü m e n i n i n reyini alarak vekil intihab ve inha
eder. Muallimler Meclisinin veya Muallimler Encümeninin reyini alarak asaleten
muallim intihab ve inha eder. İdare Me'murlarına vekil ta'yini veya ta'yinleri Ve
kâlete âid m e ' m u r l u k l a r namzed intihab ve inhası da Müdîrin vazifelerindendir,
479
Madde 9 — Müdir Muavini, idare işlerinde Müdire yardım e d e r ; o n u n tarafın
dan kendisine verilecek işleri yapar, İ m t i h a n l a r a ve kayıd ve kabule müteallik def
terleri tanzim eder ve talebeye âid k a y ı d l a n t u t a r . Talebenin iktidar ve mesâisini ve
hâl ve t a v r ı m yakından tâkib ederek her sene nihayetinde bu h u s u s l a r hakkında
Müdîrliğe tahrirî m a l û m a t verir. Müdire icâbında vekâlet eder.
Madde 10 — K â t i p ve H e s a p M e ' m u r u n u n vazifeleri ş u n l a r d ı r :
a. Müessesenin idaresine âid b ü t ü n t a h r i r ve m u h a b e r e işlerini y a p m a k ve
bunlara taalluk eden kayıd ve d o s y a l a n t u t m a k , Müdir ve Muavini tarafından bu
hususlarla d â i r kendisine verilecek İşleri görmek.
b. K â t i p , aynızamanda Hesap M e m u r u da olduğu cihetle Müessesenin idare
sine âid b ü t ü n hesap ve m u h a s e b e muamelelerinden, defter ve k a y ı d l a r d a n ve bu
hususlar için Müdir ve Muavin tarafından kendisine verilecek işlerin lâyıkiyle ifâ
s ı n d a n mes'uldür.
Madde 11 — Dâhiliye Me'muru, Mekteb binaları ve m ü ş t e m i l â t ı ile eşya ve teç
hizatının lâyıkiyle muhafazasından ve intizam ve nezâfetinden, velhasıl Mektebin
b i l û m u m m a d d i hususlarının lâyıkiyle idaresinden mes'uldür. B u n l a r d a n m a a d a
aşağıdaki vazifeler de Dâhiliye M e ' m u r a n a â i d d i r :
a. Mektebe alınacak h e r nevi' levâzumn teslim ve kabulünde hazır b u l u n m a k ;
kemiyet ve keyfiyetçe ihtiyaca ve m u b a y a a şeraitine m u t a b ı k ve muvafık o l m a s m a
dikkat eylemek;
b. Ayda en az iki defa ve gayr-ı muayyen z a m a n l a r d a Ambar Defterini tedkik ve
Ambar ve Debboyu kontrol etmek ve m e ş h u d â t ı h a k k ı n d a Müdire m a l û m a t ver
mek;
c. Ambardan Tabela mucibince erzak teslim edildiği z a m a n hazır b u l u n a r a k
m u r a k a b e eylemek;
ç) Müessesenin Mûtemedliğini ifâ e t m e k .
Madde 12 — İ d a r e Muavinleri idare işlerinde M ü d i r Muavinine ve Dahilîye
Me'muruna yardım ederler. B u n d a n m a a d a Müdir tarafından kendilerine verilecek
işleri yaparlar .
Madde 13 — Ambar ve Debboy M e ' m u r u aşağıdaki vazifelerle mükellefdir:
a. Mubayaa olunan erzak ve eşyayı tesellüm ederek Ambarda i'tinâ ile muha
faza eylemek; kendisine Kâtip ve Hesap M e m u r u tarafından verilen Tabela muh
teviyatım Ambar Defterine kayıd ve tabelaları hıfzetmek;
b. Teslim ve tesellüm ettiği erzak ve eşyayı günü g ü n ü n e kayıd ve evnak-ı müs-
biteyi hıfz ve senetlerini tesbit eylemek;
c. Tabelalar mucibince Mutfağa teslim edeceği erzakı Dâhiliye M e ' m u r u hazır
bulunduğu halde vezin ve t â d â t ederek teslim e t m e k ve Tabelanın altını Dâhiliye
Me'muruna imza ettirmek;
d. Tesellüm ettiği elbise, çamaşır, havlu, yatak t a k ı m l a r ı ile Yemekhane edeva
tını mutfak levazımını ve d e m i r b a ş a âid b ü t ü n eşyayı iyi muhafaza e t m e k ; Mü
dir Muavini veya Dâhiliye M e ' m u r u n d a n alacağı tahrirî emre göre b u n l a r ı sened
veya m a k b u z mukabilinde Tıalebe ve Müstahdemlere tevzi ve teslim ermek.
480
Madde 14 — Tabib, Müessesenin b ü t ü n sıhhat işlerine bakmak ve Talebeyi de
vamlı b i r s u r e t t e sıhhî m u r a k a b e laltında b u l u n d u r m a k l a mükellefdir.
Tabib, bütün Talebeyi senede iki defa u m u m i bir muayeneye tâbi' t u t a r ve bul
d u ğ u neticeleri sıhhat cüzdanlarına kaydeder. H a s t a olan talebeyi m u a y e n e ederek
hastalığın icâbına göre ya Mekteb Revirinde veya, sâri ve ağır vak'alarda hâriçte
ki hastanelerden bîrinde tedavisi için lâzımgelen tedbirleri alır. Yemeklerin sıhhî
şeraitini kontrol eder. Mekteb Revirinin iyi idare edilmesinden ve hasta, kayıd def
terlerinin m u n t a z a m t u t u l m a s ı n d a n birinci derecede mes'uldür.
H e r sene başında Mektebe yeni alınacak Talebeyi sıkı b i r muayeneye tâbi tu
t a r a k h e r birinin Mektebe kabul veya adem-i kabulünü icâb ettiren sıhhî halleri
h a k k ı n d a Mekteb İdaresine r a p o r l a r verir.
Madde 15 — Revir Me'muru, Tabibin vesâyâsına tevfikan talebeye lâzımgelen
takayyüdlerde bulunur. Sıhhat defter ve cüzdanlarını muhafaza etmek ve Tabibin
tevdi' eylediği vazifeleri yapmakla da mükelleftir.
(16., 17., 18., 19., 20., 21., 22., 23.. 24., 25., 26. maddeler ayniyatla iigiK olduğu
için 'alınmamıştır.)
Madde 27 — Muallimler uhdelerine aldıkları dersleri lâyıkiyle tedris etmekle
mükellefdirler. Bunun i ç i n :
a) H e r s ö m e s t r başında kendi dersleri ile yakından alâkası olan derslerin mu
allimleri ile istişare ederek o s ö m e s t r zarfında verecekleri ders mevzularının müf
redatını tesbit edip Müdîre tevdi' ederler.
b) Muallimler, Muallimler Meclisine ve â'zâsından iseler Muallimler Encüme
ni ictimâlarına m u n t a z a m s u r e t t e devam eylerler.
c) Memleket ve dünya mesclelesinden kendi ihtisaslarını a l â k a d a r edenler hak
k ı n d a Talebeye sene zarfında en az iki defa olmak üzre konferanslar verirler; bu
gibi meseleler üzerine talebe arasında m ü n â k a ş a l a r tertib ve idare ederlr.
d) Talebeye şahsî tetkik işleri verirler ve bu işlerin ihzarında kendilerine ilmi
delâlet ve i r ş a t l a r d a b u l u n u r l a r .
Madde 28 — Hastalığına veya m e ş r u ' ma'zeretlerine binâen vazifelerini muay
yen z a m a n l a r d a îfâ edemiyecek olan muallimler Mekteb İdaresine t a h r i r e n malû
m a t vermelidirler. 27. M a d d e mucibince mükellef oldukları vazifeleri yapmıyan
muallimler hakkında Müdîr, Me'murîn K a n u n u n a tevfikan m u a m e l e icrasına ve
Jceyfiyeti Vekâlete iblâğa m e c b u r d u r .
MUALLİMLER MECLİSİ
Madde 29 — Mektebin bikımum muallimlerinden teşekkül eder. H e r d e r s se
nesi ihtidasına tekaddum eden haftanın Perşembe günü ve h e r s ö m e s t r ihtidasının
İlk Salı g ü n ü âdiyen ve icâbı hâlinde Müdîrin da'veti ile toplanır.
Vazifesi :
a) Bu Talimata bağlı ders cedvelinin ta'dîli h a k k ı n d a teklifte b u l u n m a k ;
b) Profesörler tarafından müfredat p r o g r a m l a r ı n d a teklif olunacak esaslı de
ğişikliği tedkîk etmek ve bir k a r a r a bağlamak;
c) Profesörler tarafından tanzim edilmiş olan ders p r o g r a m l a r ı n d a her ders
481
senesi ibtidâsına t e k a d d ü m eden hafta içindeki alelade i ç t i m â d a ta'dilât icra e t m e k ;
d) Münhal, dersler için profesör namzedi göstermek;
e) Müessesenin t e r a k k i ve tealisine âid h u s u s a t ı m ü z â k e r e e t m e k ;
f) Müdîrlyet tarafından Meclise tevdi' veya muallimler tarafından teklif edi
lecek ilmî mes'eleleri m ü z â k e r e eylemek;
g) Muallimler E n c ü m e n i ile Ahm-Satım Hey'etini intihab e t m e k d i r .
M U A L L İ M L E R E N C Ü M E N İ
Madde 30 — Muallimler E n c ü m e n i , Müdîrin riyaseti altında ve M ü d i r Muavi
ninin iştirakiyle Muallimler Meclisince ta'yin edilen beş muallimden m ü r e k k e b t i r .
Vazifesi :
a) M ü s a b a k a imtihanlarına nezâret etmek;
b) Müdîriyet tarafından tevdi' olunacak idâri işler h a k k ı n d a k a r a r v e r m e k ;
c) Muvakkat, kat'î i h r a ç cezalarına k a r a r v e r m e k ;
d) Muallim muavinliklerine namzed g ö s t e r m e k ;
e) Her sene ihtidasında Muallimler tarafından verilen müfredat p r o g r a m l a r ı n ı
tedkîk ve lüzum göreceği ta'dilâtı Muallimler Meclisine tevdi' e t m e k t i r .
ALIM-SATIM KOMİSYONU
Madde 31 — Müdîrin riyasetinde Muallimler Meclisi tarafından i n t i h a b edilen
iki Muallim ile Mekteb Tabibi ve H e s a p ve Dâhiliye M e ' m u r l a r ı n d a n m ü r e k k e b d i r .
E m a n e t e n satın alınacak erzak ve eşyanın mubayaası ve masrafların tedkîk ve tas
diki ve her ay nihâyetinde Ambar m e v c u d u n a nezâret ile mükelleftir.
KAYID VE KABUL
Madde 32 — Mülkiye Mektebine talebe kaydına Eylülün Bir'inde başlanır ve
'Otuz'unda nihayet verilir.
Madde 33 — Mektebe kayıd olunacak talebenin bir istid'a ile aşağıdaki evrakı
Müdürlüğe tevdi' etmesi lâzımdır:
a) Hüviyet cüzdanı
b) Lise Şahadetnamesi
c) Sıhhat raporu, Çiçek aşısı ilmühaberi (Mekteb Tabibinin verdiği muayene
raporu esastır.)
d) 4,5 X 6 boyunda 4 adet fotoğraf
e) 36. Madde mucibince bir teahhüd senedi
Madde 34 — Onsekiz yaşından ufak ve yirmi beşten büyük olanlarla ağır cezayı
istilzam eden veya haysiyet ve şerefi muhil bir c ü r ü m l e m a h k û m o l m u ş bulunan
lar Mektebe alınmazlar.
Madde 35 — H e r sene Mektebe alınacak talebe adedi, Maârif Vekâletince ta'yin
edilir. Bu m i k d a r d a n fazla m ü r a c a a t vuku'unda meccani alınacak talihlerin tefriki
için m ü s a b a k a imtihanı yapılır. Diğerleri arzu ettikleri takdirde ücretli olarak Mek
tebe devam edebilirler. İkinci ve Üçüncü Sınıflardıa meccani talebeden imtihanlar
da muvaffak olamıyarak meccânilik hakkını kaybedenlerin yerine imtihanlarda
muvaffak olan neharî veya ücretli talebeden kazandıkları n u m a r a l a r ı n m e c m u ' u
itibariyle en yüksek derecede bulunanlar ücretsiz leylî k a d r o s u n a alınırlar. Aynı
482
derecede n u m a r a kazanmış olanların a r a l a r ı n d a u m u m î bir mevzu 1 üzerine tahrirî
b i r tercih imtihanı yapılır. Ancak Mekteb mevcudu Bütçe ile muayyen k a d r o y u ge
çemez.
Madde 36 — Ücretsiz leylî talebe tahsil esnasında Mekteb'den çıktığı veya ken
di tarafından vâki' olan b i r hareket sebebiyle çıkarıldığı ve tahsilini bitirdikten
sonra H ü k ü m e t i n göstereceği vazifeyi kabulden çekindiği takdirde Mekteb'de bu
lunduğu m ü d d e t e âid m e k t e b ücretlerini ve m e ş r u mazerete müstenid olmaksızın
bir sene sınıfını geçemediği ve Mektebe devam talebinde bulunduğu t a k d i r d e sını
fında kaldığı seneye âid ücreti tediye edeceğine dâir Noterlikçe m u s a d d a k ve kefil-
li bir teahhüt senedi vermek mecburiyetindedir.
Madde 37 — Ücretli leylî talebe Maârif Vekâletinin ta'yin edeceği ü c r e t e tâbi
dir. Bu ücret, birincisi ders senesi, ikincisi Kânun-i Evvel, üçüncüsü de M a r t başın
da olmak üzere üç taksitte alınır.
İMTİHANLAR VE M E Z U N İ Y E T
Madde 38 — Her ders senesi iki sömestr'e ayrılır. Birinci sömestr Teşrin-i Ev-
vel'den Kânun-i Sâni Onu'na k a d a r devam eder.
Birinci s ö m e s t r imtihanları âzami iki hafta zarfında yapılır ve Ş u b a t ı n ihtida
sında ikinci S ö m e s t r başlayarak Mayısın nihayetine k a d a r tedrisata d e v a m edilir.
Umumî imtihanlar Haziranın o n ' u n d a n T e m m u z o n ' u n a k a d a r icra edilir.
Madde 39 — Birinci sömestr imtihanları h e r dersten ayrı ayrı yapılır ve şifahi
dir. Bu i m t i h a n l a r müfredat p r o g r a m ı n d a n birinci sömestr için tefrik ve tesbit
edilerek i'lân olunan mevzular üzerine yapılır.
Madde 40 — İkinci Sömestr imtihanları, sene sonlarında yapılır. Şöyle k i :
a) Birinci Sınıf imtihanları h e r dersten ayrı ayrı ve şifahî olarak yapılır. Bu
i m t i h a n l a r müfredat programının Birinci Sınıfa âid kısmından, yâni Birinci ve
İkinci S ö m e s t r d e tedris edilen bahislerden icra olunur.
b) İkinci Sini i" im (i hanlarından maksad, talebenin ihzari m ü ş t e r e k sınıflarda
o k u m a l a r ı lâzım gelen derslerden İ h t i s a s Sınıfına geçebilecek k a d a r esaslı ve terki
bi b i r m a l û m a t edinmiş olup olmadıklarının ta'yinidir. Bu itibarla bu Sınıf imti
hanları m ü ş t e r e k sınıflar müfredat p r o g r a m ı n ı n hey'eti umumiyesinden ve mevcut
2 n u m a r a l ı cetveldeki gruplara tevfikan bu g r u p l a r a dâhil derslerin muallimlerin
d e n müteşekkil imtihan heybetleri tarafından müştereken icra olunur. Gruba dâhil
en az iki muallim hazır olmadıkça imtihan icra edilemez.
c) Üçüncü Sınıf Me'zuniyet İ m t i h a n ı : m e r b u t cetvele tevfikan o sınıflarda ted
ris edilen derslerle b e r a b e r m ü ş t e r e k sınıfların a l â k a d a r derslerine âid müfredat
p r o g r a m l a r ı n ı n hey'eti umumiyesinden (b) fıkrasına tevfikan icra olunur.
ç) Me'zuniyet imtihanlarına girecek talebe Mekteb Programlariyle alâkadar
bahislerden intihab ederek muallimine tasdik ettireceği bir mevzu' üzerine bir Etüd
ihzar ve i m t i h a n d a n bir ay evvel b u n u İdareye tevdi etmekle mükelleftir. Bu E t ü d
muallimin dâhil bulunduğu g r u p tarafından tedkîk ve kabul o l u n d u k t a n sonra ta
lebe me'zuniyet imtihanına girmek seiâhiyetini iktisab eder. Etüdler iki n ü s h a ola-
483
rak hazırlanır. Etüd'ü tedkîk eden Hey'et lüzum gördüğü takdirde talebeyi Etüd'ün
müdâfaasına davet eder.
d) Sınıflarına nisbetle daha yüksek ecnebi lisanı kurlarında bulunan talebe
dahî sınıflanma muâdil kur'larda bulunanlar gibi kur imtihanlarına girer. Bu imti
hanlarda kazanılan notlar sınıf terfî notu addolunur.
Madde 41 — İmtihanlarda takdir olunacak notlar ve dereceler şunlardır:
Pekiyi = 5
îyi = 4
Orta = 3
Fena = 2 ve 1
Madde 42 — Bütün imtihanlarda her dersten ayrı ayrı not takdir edilir. Sınıf
geçmek için hem İkinci Sömestr imtihanında en az (üç) numara almak, hem de
iki sömestr notlarının vasatisi en aşağı (üç) tutmak lâzımdır.
Madde 43 — İlk iki sınıfta iki dersten gerek ikinci sömestr imtihanında üç'den
az numara almış ve gerek iki sömestr notları vasatisi en az üç tutmamış olanlar
bir defaya anahsus olmak üzere ikmâl imtihanlarına kabul olunurlar. Bu sınıflaruı
ikmâl imtihanları alâkadar muallim tarafından icra edilir. Hastalığına veya meşru
mazeretine binâen imtihana girmeyenler mazeret ikmâl imtihanına girebilirler.
Hastalık veya mazeretin kabulü için imtihanın vuku'undan evvel Mekteb İdaresine
müracaat edilmiş olmak lâzımdır. Bu imtihanlar 45. Maddeye tevkifan icra olunur.
Me'zuniyet sınıfı hâriç olmak üzere mazeret imtihanlarında muvaffak olamıyanlar
sınıflarında îbka edilir.
Madde 44 — Mezuniyet imtihanlarında iki dersten üç'ten dûn mim ıra alanlar
43 .M ad de mucibince âid olduğu derslerden ikmâl imtihanlarına girerler. İki'den
ziyâde dersten üç'den dûn numara alanlar muvaffak olmadıkları derslerin dâhil ol
duğu gruplardan teker teker imtihana tâbi'dirler.
Madde 45 — Birinci sömestr için ikmâl imtihanları yoktur. Bu sömestrin ma
zeret imtihanları Şubatın ilk iki haftası zarfında icra edilir. İkinci sömestre âid
ikmâl ve mazeret imtihanları İdare tarafından tesbit edilen günlerde icra ve ikmâl
olunur. Bu devreler hâricinde imtihan yapılmaz. Her talebe İmtihan Hey'eti huzu
runa bir defadan fazla giremez. Me'zuniyet imtihanlarının ikmâlleri müstesna olmak
üzere ikmâl imtihanlannda muvaffak olanuyan talebe bir sene müddetle Mektebe
ücretle devam edebilir. Aksi takdirde Mekteb'le alâkası tamamen mün'katî, olur.
Yalnız, imtihan devrelerinde imtihana girmek hakkı mahfuz kalır.
Madde 46 — Derslere devamsızlığı tedrisat müddetinin 1/3'üne baliğ olan ta
lebe imtihana kabul edilmez. Sabah ve akşam yoklamalarında Mekteb'de bulunma
yanlarla derslere mezuniyet'siz girmeyen talebeye girmediği her ders için bir defa
Mekteb'de bulunmamış nazariyle bakılır.
Madde 47 — Şahadetnameler derecesinin ve bütün terfi' numaralarının vasa
tisinin hesabı sırasında çıkacak kesirler yarım ve yarımdan fazla ise tam i'tibar olu
nur. Yarımdan az kesirlere i'tibar olunmaz. Şehâdetnâmelere talebenin okumuş
olduğu dersler ve almış olduğu notların vasatisine âid dereceler kaydolunur.
484
Madde 48 — İki Settfe Sıra ile sınıf geçemiyen talebe Mektebden çıkarılır. Meş
ru mazerete m ü s t e n i d olmıyarak bir sene terfi* edemiyen talebe meccani'lik hak-
kını kaybeder. Bu gibilerin Mekteb'de leylî kalabilmesi için sınıfta kaldığı sene
ye âid tahsil ücretini ödemesi lâzımdır.
Madde 49 — Talebe bu T a l i m a t n a m e a h k â m ı n a ve İ d a r e c e verilecek emirlere
riâyete m e c b u r d u r . Mekteb n i z â m â t m a mugayir harekette* bulunanlarla hâriçte fe
na hareketleri görülenlere aşağıdaki cezalar tatbik o l u n u r :
1 — Tevbîh ve tescil
2 — Muvakkat ihraç
3 — Kat i i h r a ç
Bir hareketin tevbihi müstelzim olduğu İdarece t a k d i r ve talebeye tefhim edi
lerek keyfiyet tescil olunur. İki defa tevbih ve tescil cezasına uğrayan talebeye mu
vakkat ihraç cezası verilir. Muvakkat ve k a t i i h r a ç cezaları Müdürlüğün göstere
ceği lüzum üzerine Muallimler E n c ü m e n i k a r a n ile Müdîr tarafından icra edilir.
Kat'î ihraç k a r a r l a n esbâb-ı mûcibesiyle Maârif Vekâletine arzolunur.
MÜSABAKA İMTİHANI
Madde 50 — 35. Madde mucibince yapılacak m ü s a b a k a imtihanı: T â r i h ; Coğ
rafya; Türkçe; Felsefe ve İçtimaiyat (Sosyoloji); Riyaziyat; TabHyât ve Fransız
ca'dan yapılır. Bu derslerden İçtimaiyat ve Felsefe ile Târih, Coğrafyanın şifahî,
Fransızcanın tahrirî ve şifahî, diğerlerinin imtihanı tahriri olarak icra edilir. İm
t i h a n l a r d a not beş n u m a r a üzerinden t a k d i r edilerek en çok n u m a r a kazananlar
kazandıkları derece sırasiyle kabul edilirler. Fransızca bilmeyenler İngilizce veya
Almanca'dan da imtihan edilirler.
ŞEHADETNÂMELER
Madde 51 — Mektebi bitiren talebeye son i m t i h a n l a r d a n i'tibâren b i r ay zarfın
da şehâdetnâmesi verilir. Ş e h â d e t n â m e l e r e talebenin o ay zarfında çıkarılmış bir
fotoğrafı rabtedilir.
Madde 52 — Şehâdetnâmesini kaybedenler ziyâ'ı gazetelerle ilân ettiklerini is-
tid'a ile Müdîriyete bildirirlerse istid'anın zîr'ine, Mektebteki kaydına göre bir su
ret ç ı k a n l ı r ve: ".... târihinde kendilerine verilmiş olup zayi olan n u m a r a l ı şehâ-
d e t n â m e n i n s u r e t i d i r " kaydı ilâve olunur.
Madde 53 — Ücretli leylî talebe tahsilini bitirmeden Mektebi t e r k e t m e k istedi
ği takdirde kendisine, talebi üzerine, devam m ü d d e t i n i ve okuduğu dersleri gös
teren bir t a s d i k n a m e verilir. Ücretsiz leylî talebenin böyle bir vesika alabilmesi
için Teahhüt Senedi mucibince tazminat vermesi ş a r t d ı r . "
Bu Ana Tüzük'e göre:
1 — Siyâsî Şube'de, i d â r i ve Mâlî Şubeler gibi, üç yıla indiriliyor;
2 — Eski Tüzük'deki "Ecnebi Lisanlar'dan Rusça, İtalyan'ca" kaldırılıp yaban
cı dil olarak Fransızca, İngilizce, Almanca meoburî yabancı dil olarak kabul edi
liyor;
3 — Not b a r e m i olarak eskiden kabul edilen 10-9, 8-7, 6-5 notları yerine
5, 4, 3, 2-1 konuyor;
485
4 — Son Sınıf için bitirme sınavlarından önce, bir Etüd yapma mecburî oluyor
du.
D E R S PROGRAMI
da şöyla düzenlenmişti:
S I N I F L A R
MÜŞTEREK SINIFLAR İ H T İ S A S S I N I F L A R I
Sınıflar
Dersler İdâri Şube Saat M â l i Şube Saat Siyâsî Şube Saat
1. II.
Coğrafya- 1 1
Fransızca (Kur) 6 6
486
MÜLKİYELİLERİN B t ı l ı l a ş m a d a ü n i v e r s i t e r bir k i -
DIŞ MEMLEKETLERLE s i l i k kazanan Mülkiye'de Cemiyetler Kanu-
TEMAS ve GEZİLERİ nu'na göre, Meşrutiyet'in ilk yıllarında kurulan
M ü d â v i m î n - i M ü l k i y y e C e m ' i y y e t i ' inin devamı olarak
M ü l k i y e T a l e b e C e m i y e t i k u r u l m u ş v e çok faydalı çalışmalara
başlamıştı.
Sözü geçen Öğrenici Derneği, bir taraftan Mülki.ye M e c m u a s ı ' -
nı çıkarıyor; bir taraftan konferanslar, a n m a günleri tertibi, sergiler açmak gibi
ileniş kültürel faaliyetlerde bulunuyor; Yurd içi ve Yurd dışı inceleme gezileri
düzenliyor; diğer yönden de yabancı memleketlerde Mülkiye'ye benzer okul, fa
külte ve teşekküllerle temaslara girişiyordu.
"ROMANYA
İDARÎ İLİMLER ENSTİTÜSÜ
MÜDÜRLÜĞÜ Bükreş, 24 Şubat 1932
487
DI iyi IK A T A T II R k Bilindiği gibi 1930-1931 yılları, Büyük Önder'in T ü r k
TARAFINDAN Târih ve Dili üzerinde çok titizlikle durduğu, kendi-
T s
M Ü L K İ Y E ye > tarafından kurulan Türk Târih K u r u m u ve T ü r k
YENİ AD VERİLMESİ Dil K u r u m u ' n u n en faal olduğu yıllardır. Bu a r a d a
S o y a d l a r ı K a n u n u d a çıkarılmış; Paşa, Bey, Efendi, Beyefendi, Hanım
tâbirleri kaldırılmış; Bay, B a y a n , G e n e r a l , M a r e ş a l sı
fatlarının kullanılması kanunlaştırılmışü.
" M U T L U G E C E
Yaşlı ve genç, hep bir türlü düşünen, hep bir yolda gidenlerin toplandıkları
Ankara Palas'da dün a k ş a m (4 AraLık 1934 Salı gecesi) Mülkiyeliler, Mekteb'lerinin
58. (yanlıştır, 75. yıldönümü olacak) yıldönümünü kutladılar.
Büyük Salona sıra sıra yerleştirilmiş uzun masalarda, Millet Meclisi Başkanı
(Kâzım Özalp). Başbakan ( İ n ö n ü ) , İç Bakanı (İçişleri Bakanı, Şükrü Kaya) ve
öteki Bakanlarımız Mülkiyeliler arasında yer almışlardı. (Adalet Bakanı Şükrü)
Saraçoğlu, Mâliye Bakanı (Fuad Ağralı), Ulusal K o r u n m a Bakanı (Milli S a v u n m a
Bakanı, Zckâî Apaydın), Fırka'nın (C.H.P. nin) Gene! Kâtibi Bay Recep (Poker)
başka m a s a l a r d a Mülkiyelilerle beraber o t u r m u ş l a r d ı .
488
Mülkiyeliler!. B u n d a n iki yıl önce yine b u r a d a büyük Önder'in buyruğu için
andlaştık. Geçen yıl toplantımızda da b u n u içten, yürekten andık. Bu yıl da b u n u
d a h a iyi perkitmek için O'nun b ü t ü n T ü r k Ulusu'na gönenç veren ü n l ü .ulun üç
kez söylüyoruz. B u n d a n sonra her toplantı başında Mülkiyelilerin andlaşması şöy
le olacaktır:
Bak!» Büyük Önder, Senin yoluna, Senin adına and içeriz.. Atatürk, Atatürk,
Atatürk...."
Bay Naci Kıcıman, bu yaşlı ve genç iki, üçyüz g ü n g ö r m ü ş o k u m u ş ' a (aydın'a)
b u r a d a anlatılması güç bir heyecan verdi. Dört yönü onu sevenlerle sarılmış Başba
kanın gözleri, bize bu can evinden k o p u p gelen bağlılık sözlerinin neler yarattığını
gösteriyordu.... Genel Yıazganımız (Genel Sekreter Recep Peker) Kıcıman'ı takdirle
kucakladı. Heyecandan dolmuş gözler b ü t ü n Ulus'un Atatürk'e bağlılığını anlatıyor
du Atatürk'ün b ü t ü n T ü r k Ulusu'nun Özü ve Atası, Özatası olduğunu g ö r m e k için
d a h a ne istenebilir, nasıl bir eser beklenebilirdi
Sıra gençlere, Mülkiye'nin 58. yılını y a r a t a n l a r a geldi. İstikbâle i n a n a r a k yetiş
miş genç bir Mülkiyeli, Reşid Şerif (Egeli) bize yürekten duygularını söyledi:
"Saygı değer Başkanımız, B a ş b a k a n ı m ı z ;
Bugün içinize karışmaktan, sizden o l m a k t a n ö t ü r ü duyduğumuz sevinç büyük
t ü r . Yıllardan beri beklediğimiz bu günü aranızda kutlarken sevinçle dolan yürek
lerimiz üstündeki kabarık göğüslerimizi çok görmeyiniz. Yılda bir gelen bu mutlu
günde kendimizi övmek, kendimizi sizlere beğendirmek istiyoruz. Taa ki içinize
karıştığımız bugünden sonra da size yakışır kardeşler olduğumuzu gösterelim.
Ulus (Devlet) düzeni içinde üzerinize aldığınız işleri başarırken verdiğiniz en iyi
örneklerle o v u n u r d u k . Fakat bu günden s o n r a da t u t t u ğ u n u z yolda yürüyerek biz
den sonra geleceklere sizin gibi iyi örnekler vermeğe biz çalışacağız.
Çalışma yoluna, içimizde tek bir dilekle atılıyoruz. Bu dilek de B u d u n u m ' u n
( s o y u m u n ) başına geldiği günden beri en iyiyi ve en doğruyu gösteren Büyük Ön-
der'in, Atatürk'ün çizdiği yolda yürümektir. Büyük Başkan'ın evvelki yıl buyurduk
ları gibi, en yaşlısı ile en genci ateşlilik yarışında başabaş olan biz Mülkiyeliler eyi
olan, doğru olan bu yoldan ne k a d a r zor da olsa güçlükleri, ne k a d a r aşılmaz ve ye
nilmez b u l u n s a da yılmadan ve yorulmadan ileriye, eyiye doğru yürüyeceğiz. Oku
ma yıllarında öğrendiklerimizi sizlerin verdiği en iyi örneklerle sağlamlaştırarak
bilgi ile, düşünüşle çalışacağız. Taa ki bu m u t l u günde size karıştığımızı söylemeğe
h a k kazanalım.
Söz veriyoruz, bu Yurd için, bu T o p r a k için, seve seve ölünceye k a d a r uğraşaca
ğız. Biz Sizden de çok çalışacak ve sizden de çok şeyler elde edeceğiz. Çünki size
ö r n e k olanlarla bizlere örnek olan sizleri karşılaştırmağa h e r zaman hazırı/," söz
leriyle söylevinin s o n u n u getiren Reşid Şerif (Egeli) b ü t ü n Ankara Palas'ı alkışlara
boğdurdu.
Bunun a r d ı n d a n Mülkiyeliler, M ü l k i y e M a r ş ı n ı hep bir ağızdan
söylediler:
489
Ey Vatan, göz yaşların dinsin, yetiştik çünki biz...
parçasının h e r tekrarı, Yurd'u yükseltme işini b a ş a r m a ğ a çalışan büyüklerde hu
z u r ve refah doğuruyordu,
Mülkiyeliler, d ü n a k ş a m yalnız Mülkiye'nin 58. yılını değil, fakat b ü t ü n Türki
ye'nin geleceğine i n a n a n l a r ı n m u t l u bir gecesini kutaldılar. Bu coşkun hava içinde,
Büyük Millet Meclisi Başkanı Kâzım Özalp şu sözlevi söyledi:
"Mülkiyeliler,
Kendim, kendimle b e r a b e r Başbakanımız ve ö b ü r konuklarımız için 58. yıldö-
n ü m ü n ü z ü k u t l a r ı m . Ben de Mülkiyeli sayılmak ve bu gece aranızda b u l u n m a k l a
pek büyük sevinç duyuyorum. Bu yüksek Mülkiye K u r u m u n d a n şimdiye k a d a r
Ülkeye, Ulus'a y a r a r çok değerli kişiler yetişmiştir. B u n d a n s o n r a da yetişece
ğine i n a n c ı m vardır. Birçok yıl d ö n ü m l e r i n e böyle h e p birlikte k a v u ş m a n ı z ı dile
rim".
B u n d a n sonra alınan bir k a r a r üzerine A t a t ü r k ' e ş u telgraf çe
kilmiştir:
490
Saraçoğlu bunu da cevaplandırdı:
"Atatürk'e,
Atatürk başımızda oldukça başaramıyacağımız iş yoktur. Bunu Acun (dünya)
böyle bilsin.
S a r a ç o ğ l u "
Son olarak Atatürk şu cevabı verdi:
"Siyasıal Bilgiler Okulası Çıkışlılarına;
Kamunuzun (hepinizin) gözlerinden öperim.
A t a t ü r k "
Toplantı bu coşkun hava içinde geç vakitlere kadar devam etti. Yaşlı, genç
hep bir türlü düşünen, hep bir yolda yürüyenler, Mülkiyelilerin Elli Sekizinci yıl-
dönümlerini büyük bir coşkunlukla kutlamış oldular..."
"Mülkiye" adı böylece ve bu şekilde Atatürk tarafından "Siyasal Bilgiler Oku
lası" olarak değiştirildi. " O k u l a " kelimesi T ü r k Fonetiği"ne uygun düşme
diği için aşağıda, hazırlanış ve kabul edilişini a y n n t ı l a n ile belirteceğimiz 2777
sayılı K a n u n u n 1. Maddesi ile "Siyasal Bilgiler Okulu" şeküne çevrilip kanunlaştı.
T.B.M.M. nce çıkarılan 24.11.1934 günlü ve 2587 sayılı Kanunla Gazi Mustafa
Kemâl'e A t a t ü r k soyadı verilmesinden onbir gün sonra Atatürk, "Mülki
y e " adını "Siyasal Bilgiler Okulası" şekline çevirmiş oluyordu.
Aynı gün, İstanbul Basını da hem " M ü l k i y e " adının değiştiğini, h e m de İstan
bul'da Okul binâsı'nda yapılan Töreni bildiriyordu (10):
"Ankara 4: Atatürk Mülkiye Mektebine SİYASAL BİLGİLER OKULASI adım
verdi. Mülkiyenin Kuruluş Yıldönümü münâsebetiyle Ankara'da yapılan merâ-
sim'de Başvekil ismet İnönü, Meclis Reisi, Kâzım Özalp, Fırka Umumi Kâtibi
(C.H.P. Genel Sekreteri Recep Peker) ve bir çok Mülkiyeliler bulunmuştur.
İSTANBUL'daki MERASİM
Dün (4 Aralık 1934)Mülkiye'nin 58. yıldönümü Yıldız'da Mekteb Salonunda
kutlanmıştır. Mekteb'den eski, yeni mezun olup İstanbul'da bulunan bütün Mülki
yeliler kutlama toplantısında bulunmuştur.
Şehir Bandosu'nun çaldığı İstiklâl Marşı'ndan sonra Mülkiye Mektebi Müdürü
Bâban-zâde Şükrü, Muslihiddin Âdil (Taylan) birer nutuk söylemişlerdir.
Muslihiddin Adil "Büyüklerimizin büyüğü, hepimizin Ata'sı Atatürk'ün yeni
b a ş t a n yapmaya savaştığı büyük T ü r k Ulusu'nun ö n ü n d e ayduılattığı sonsuz yol
d a n y ü r ü m e k büyük, küçük b ü t ü n Mülkiyelilerin ülküsü'dür." demiştir. Aynî-zâde
( H a s a n ) Tahsin (Aynî) de bir konuşma yapmıştır."
(10) 3 a k . ; Akşam Gazetesi; Nu. 5795; 5 Kânun-i Evvel ( A r a l ı k ) 1934 ;2. sf., 3. st.
491
müjde'yi veriş'te o zaman Millî Eğitim Makam olan ve Mülkiye 1911 (1327 R.) Me
zunlarımdan Rahmetli Âbidin Özmen'in büyük rolü ve emeği olduğu m u h a k k a k t ı r .
Rahmetli, 1946'da Trakya Umumî Müfettişi iken Edirne'den gönderdiği m e k t u p t a ,
Mülkiye Târihi için çok önemli olan bu olay'ı şöyle a n l a t m a k t a d ı r (11):
(11) Bak. : Mülkiye TSrihi ve Mülkiyeliler; Ankara, 1954, 1. C.( 742. - 743. sf.ler.
492
Mâliye Vekâletinde, Maârif Vekâleti'nin de fikri alınarak hazırlanan Kanun
Tasarısı B a k a n l a r Kurulu'nda görüşülüp uygun bulundu ve H ü k ü m e t
T e k l i f i olarak T.B.M.M. n e sevkedildi.
Şimdi, bu T a s a n ' n ı n k a n u n l a ş m a s ı n a k a d a r geçirdiği safhaları görelim.
T. C.
BAŞVEKÂLET 25.4.1935
Kanunlar K a r a r l a r Müdürlüğü
Sayı: 6/1165
Ankara'da yaptırılacak Mülkiye Mektebi binası için 935 ve 936 seneleri Bütçesi'n-
d e n ödenmek üzere sâri teahhüdât yapılması hakkında Mâliye Vekilliğince hazırla
nan ve İcra Vekilleri Hey'etince 22.4.1935 de yüksek Meclis'e arzı kararlaştırılan Ka
nun Lâyihası, esbâb-ı mûcibesi ile birlikte s u n u l m u ş t u r .
Başvekil
İ. İ n ö n ü
ESBÂB-I MUCİBE LÂYİHASI
T.B.MJVI.
BÜTÇE ENCÜMENİ 23.5.1935
K a r a r N u : 70
E s a s N u : 1/147
YÜKSEK R E İ S L İ Ğ E
Ankara'da yaptırılacak Mülkiye Mektebi binası için 1935 ve 1936 seneleri Büt-
çesi'nden ödenmek üzere sâri teahhüdât yapılmasına dâir olup Başvekâletin
25-IV-1935 târih ve 6/1165 sayılı tezkiresiyle Yüksek Meclise s u m d a n K a n u n Lâyiha*
sı E n c ü m e n i m i z e verilmiş olmakla Maârif Vekili Abidin Özmen ve Mâliye Müsteşa*
rı Faik Baysal bulunduğu hâlde o k u n d u ve k o n u ş u l d u :
493
H ü k û m e t ' i n esbâb-ı mûcibesinde d e r m a y â n olunan sebeplere ve Maârif Vekili
tarafından verilen izahata n a z a r a n teklif edilen K a n u n Lâyihası şekle âid değişiklik
le kabul edilmiştir.
Yeniden yazılan k a n u n lâyihası Umumî Hey'etin tasvibine sunulmak üzere yük
sek reisliğe sunuldu.
Kayseri Tokat
ISI. Kermen S. Gence
H ü k ü m e t i n Teklifi
404
BÜTÇE ENCÜMENİNİN TADİLÂTI
ANKARA'DA YAPTIRILACAK MÜLKİYE M E K T E B İ HAKKINDA
KANUN LÂYİHASI
495
Süleyman Sırrı îçöz (Yozgad) — Yüksek Ziraat Enstitüleri ş u r a d a ; sonra kö
şe başı var; Askerlik Şubesinin bulunduğu yer, vaktiyle Erkân-ı Hıarbiyye ve Müdâ
faa-! Milliye Vekâleti yapılması mutasavverdi. Sonra küçüklüğü dolayısiyle vazge
çildi. Şehrin en güzel sahasıdır. Tirenle gelirken en evvel göze ç a r p a r . S a r a y b u r n u
gibi bir yerdir. Etrafı serapa yemyeşildir. Zünırüd gibi bir sahadır. B u r a y a yapıl
sın. Cebeciye, ç u k u r a g ö t ü r m e k t e ne m a n â var? (gülüşmeler).
Başkan — Maddenin m e t n i n d e ne Cebeci vardır, ne başka yer. Birinci Madde
hakkında başka m ü t a l â a yok. Maddeyi kabul edenler.... etmeyenler., kabul edilmiş
tir.
Madde 2 — Bu K a n u n neşri târihinden m u t e b e r d i r .
Başkan — Kabul edenler... Etmeyenler.... kabul edilmiştir.
Madde 3 — Bu k a n u n u n h ü k m ü n ü icraya Mâliye ve Maârif Vekilleri memur
dur.
Başkan — Kabul edenler., etmeyenler... kabul edilmiştir. Teahhüdü mutazam-
mın bir kanun olduğundan hey'et-i umumiyesini açık re'ye arzediyorum.
Maârif Vekili Abidin Özmen (Aydın) — Bay Başkan, söz istiyorum.
Başkan — K a n u n u n hey'et-i umumiyesi re'ye arzedildi; b u y u r u n .
Maârif Vekili Abidin Özmen (Aydın) — Buyurdukları meselenin izahına lüzum
görüyorum. Bu, İ'mâr'ın fenni işidir. Dedikleri yer hafriyat sahası olarak alıkomü-
nıuştur. Yemyeşil dedikleri yer Askeri Dâirenin y a n m d a imiş. İ m â r oraya m ü s a a d e
etmiyor. Mektebin Cebeci'de yapılması için p l â n l a r yapılmıştır."
496
Kanun'un T a s a n ' s ı hazırlanırken bu n o k t a n ı n da titizlikle üzerinde d u r u l m u ş ve
yetkili kimselerin fikirleri de alınarak yeni bir Kanun Tasarısı hazırlanmıştı.
2750 sayılı K a n u n k a b u l edilir edilmez, söz konusu Tasarı H ü k û m e t ' c e hemen
Büyük Meclis'e sunuldu:
497
k a n u n taslağı Mâliye ve Maârif Bakanlarının iştiraki ile konuşuldu. H ü k ü m e t Maz
b a t a s ı n d a ileri sürülen sebepler Komisyonumuzca da yerinde görülerek K a n u n Tas
lağı esas bakımından onandıktan sonra m a d d e l e r üzerinde bâzı değişiklikler yapıl
mıştır.
Okul, leyli ve meccani olduğundan diğer buna benzer okulalarda olduğu gibi
talebenin yemeleri, içmeleri, elbiseleri, k i t a p ve defter ihtiyaçları tabiatiyle Devlet
tarafından temin edilecektir. B u n d a n başka her parasız ve yatılı okulda olduğu gi
bi talebeye pek zarurî masrafların karşılığı oturak ayda bir m i k d a r p a r a verilecek
tir. Bu p a r a teamüllere bakılarak ayda beş liraya k a d a r verilebilir. Leylî ve mec
cani okullarda talebenin yukarıda sayılan ihtiyaçlarının te'mini tabii olduğuna gö
re İkinci Maddenin son fıkrası silinmiş ve birinci maddeye ( y a t a r ve parasız) kay
dının konulması kâfi g ö r ü l m ü ş t ü r .
Âzâ
Seniha Hızal
498
(MÂLİYE ENCÜMENİ MAZBATASI)
Yüksek Reisliğe
Yüksek Reisliğe
499
1 — 2750 sayılı Kanunla Siyasal Bilgiler Okulunun Ankara'da yapılmasına me'-
zuniyet verilmiş ve inşâatın hitâmında Okulun Ankaraya nakli tabiî b u i u n m u ş ol
d u ğ u n d a n Birinci Maddede yalnız Mülkiye Mektebinin adım değiştiren h ü k ü m bı
rakılmıştır.
500
Azâ Âzâ Azâ Azâ Azâ
İzmir Manisa Muş Sivas Yozgat
K. İ n a n ç Türkoğlu Ş. Çiloğlu Remzi Çiner Sırrı îçöz
8 Muavin 1 45
10 Muhasip ve Kâtip 1 35
11 Dâhiliye Me*muru ve Mütemed 1 30
12 Ambar ve Debboy Me'muru 1 25
12 Hastane Me'muru 1 25
2 Profesör 1 125
3 1F 2 100
4 ft 9 90
5 n 3 80
6 Öğretmen 4 70
7 ti 12 55
Profesör 1 125
2 100
2 90
3 80
Öğretmen 4 70
12 55
2 45
501
Refik ince (Manisa) — Hiç şübhesiz ki irfan o r d u s u n u n a r t m a s ı h u s u s u n d a k i ar
zumuzu yerine getiren bu Kanun, bilhassa Devlet işlerinde büyük rol oy
nayacak elemanların Ankara havası ve Ankara cereyanları içinde yetişti
rilmesini te'min ettiği için çok yerinde ve arzumuza çok muvafıktır. Yal
nız bu münâsebetle birkaç noktayı hutut-ı umumîyesiyle ö ğ r e n m e k mec
buriyetinde kaldığımı arzederim. Mülkiye Mektebi hakkında elimde mev-
cud vâsıtalarla kitabları, kanunları, nizâmnâmeleri k a r ı ş t ı r d ı m . Bu Mek
tebin tâkib ettiği siyâset, ya'ni Mektebin o k u t m a k t a olduğu dersler, husu
sî olarak öğrendiğime göre mâliye, siyâset, idare diye dâhili taksimatı
vardır. Halbuki K a n u n d a bunlara âid kayıd g ö r m ü y o r u m . Bu k a n u n d a n
anlıyorum ki, Mâliye Vekâleti bu Mektebi kendi mâlî siyâsetinin iyi ne
tice vermesi için güzel bir m e n b a ' telâkki ettiği ve bu sebeble hususî şe
kilde a h k â m koydurarak çıkacak talebenin 3/4 üne tesâhüb e t m e k istiyor.
Mülkiye Mektebi'ni (Siyasal Bilgiler Okulu) diye bildiğimiz halde Mek
tebin ilk esâsı maliyecilik oluyor. Vâkıâ "Siyasal" tâbirine İktisad, mâlî
siyâset, idare siyâseti hepsi dâhildir. Maârif Vekili a r k a d a ş ı m ı z d a n rica
ediyorum; bu gün bu Mekteb ne vaziyette ne yetiştiriyor ve b u n d a n son
raki hakikî kanunî vaziyeti ne olacaktır? Bu bîr. İkincisi, bu gün kadrosu
nedir? Yeni teklif edilen k a d r o l a r a n a z a r a n okutulacak dersler a r t a c a k
mı, eksilecek mi? Nitekim, H ü k ü m e t i n teklif ettiği Lâyihada profesör
olarak ne teklif etmişse E n c ü m e n c e aynen kabul edilmiş iken bu Lâyiha
da onüç öğretmen, zannediyorum bizim bildiğimiz muallimin mukaabili
olacak, mukaabilinde Maârif E n c ü m e n i yirmi bir öğretmen kabul etmiş
tir. Profesörler aded i'tibâriyle aynen kaldığı halde ve h a t t â bu gün zan
nederim ki âzamisi 120 olması lâzım gelen talebesi bu defa asgarî 420
ye çıkardığı hâlde ve bir de bu 420 talebeden m a a d a nehârî talebe de
kabul olunacağına nazaran profesörlerin aylık ücretleri sabit kalıyor.
Buna mukaabil öğretmenlerin adedi 13 den 21'e çıkıyor. Çok icâb ederdi
ki, S.B.O. mevcud Mektebin kanun ve nizamlarda göremediğim tahsil isti-
kaametini gösteren o k u t m a siyâsetinin hiç olmazsa bu Lâyihada yalnız
mâlî bir gözle değil aynı z a m a n d a siyasal bir gözle nazar-ı dikkate alarak
bu Mektebden çıkacak arkadaşların Devletin her idaresi içiıı, siyâsete
taallûk eden her vazife için ne dereceye k a d a r faydalı olacakları hakkın
da îzâhât verilsin. Bu izahatı gerek H ü k ü m e t i n Mazbatasında ve gerekse
E n c ü m e n Mazbatalarında göremediğimden dolayıdır ki Maârif Vekili arka
daşımızdan s o r m a k mecburiyetinde kaldım. İstediğim ş u d u r : Bu S.B.O.
nedir? Ya'ni, bu Mektebin içinde bir üniversite taksimatı gibi meslek üze
rine taksimat v a r mıdır ve bu taksimatın istînad ettiği n o k t a l a r nedir?
Bir de bu profesörler adedleri ile öğretmenlerin adedleri arasındaki far
ka göre bu öğretmenlerin faydalarının, hangi derslerde ve niçin istih
d a m edildiklerine d â i r hutut-ı umumîyesiyle m a ' l û m a t vermelerini fay
dalı buluyorum.
502
Maârif Bakanı Abidin Özmen (Aydın) — Refik İnce arkadaşımızın arayıp bulama
dığı taksimat mes'elesi bir t a l i m a t n a m e ile tesbit edilmiştir.
Abidin Özmen (Devamla) — 1930 da çıkmıştır. Hangi cerîde ile ne zaman çıktığını
bu gün benim söylememe i m k â n yoktur. T a l i m a t n a m e n i n Birinci Mad
desi şöyle diyor: "Mülkiye Mektebi, Maârif Vekâletine bağlı yüksek de
recede b i r ihtisas ve meslek müessesesidir, Mekteb, üç sınıftan teşekkül
eder. Bunun ikisi u m u m î olup son sınıf İdâri, Mâlî, Siyâsî Şubelere ay
rılmıştır".Ba gün de ayni vaziyette gitmektedir. Mektebin, bu gün 166
talebesi vardır. Bunun 116'sı leylî, kalanı nehâridir. Çünkü Mektebin ley
lî talebeden başka bulunduğu şehirden nehârî talebe de alırız. Onlar da
aynı ş a r t l a r dâhilinde devam ederler. Yalnız hîzmet-i mecbûreleri yoktur.
Maârif Vekâleti, şu şekle göre Mektebe hususî bir vaziyet vermiş olmu
y o r ; sâde Mektebin 3 senesinden iki senesi m ü ş t e r e k t i r ; o n d a n sonra
3. senesi ayrılır. Bu Kanunla yalnız talebe adedini a r t t ı r m ı ş oluyoruz;
bu da bir hususiyet vermez. Ayni program, ayni idare, ayni tarzda cere
yan edecektir. H ü k ü m e t i n teklifine nazaran E n c ü m e n iki öğretmen fazla
k o y m u ş t u r . H ü k ü m e t i n teklifi üsttekidir. Alttaki E n c ü m e n i n d i r . 10. say-
fada B işaretli cedveli H ü k ü m e t teklif etmiştir. H ü k ü m e t i n teklifinde bir
125, E n c ü m e n d e bir tane 125, H ü k û m e t ' t e iki tane 100, E n c ü m e n ' d e iki ta
ne 100, H ü k ü m e t t e iki 90, E n c ü m e n d e iki 90, H ü k ü m e t t e üç 80, Encümen
de üç 80, H ü k ü m e t t e dört 70, E n c ü m e n d e n de dört 70, H ü k ü m e t t e oniki
55, Encümende oniki 55, E n c ü m e n fazla olarak oraya iki tane öğretmen
koymuştur.
Refik İnce — Sekiz tane fazla...
M. Şeref Özkan ( B u r d u r ) — Sekiz r a k a m ı dereceyi gösterir...
Abidin Ö;anen (devamla) — Yanlış yazılmıştır; iki tanedir. 45 liralık iki öğretmen
ilâve edilmiştir. Bu da şundan neş'et e t m i ş t i r : Bu k a d r o Mektebde o k u t m a
te'min eden bir şekilde yalnız bu sene alacağımız 140 talebeyi bir şube hâ
linde idare etmeği d ü ş ü n d ü k . Bunun için de fazla bir masrafa kapılmamağı
d ü ş ü n d ü k . Encümen d ü ş ü n d ü ve dedi ki, Mülkiye Mektebi'nin ötedenberi
bir hususiyeti v a r ; o da kemmiyetten fazla keyfiyete dikkat etmesidir.
Keyfiyete dikkat etmek İçin bir şubede 140 talebeyi birleştirmemek lâ
zımdır. Bunu iki şubeye ayıralım; iki şubeye ayırdığımız zaman iki mual
lim ilâve edelim, dediler. Biz de b u n u muvafık gördük ve kabul ettik. Bu
iki fazlalık da b u n d a n ileri gelmektedir. Müsaade ederseniz eski kadroyu
okuyayım. Eski k a d r o pek zayıftır. Bilhassa m a a ş i'tibâriyle.
Abidin Özmen (devamla) — Pekâlâ, sorulan suallere cevap verdim. Başka bir nok
ta k a l m a d ı zannediyorum.
*
503
General Kâzım Sevüktekin (Diyarbekir) — Bir sual. 116 talebenin leyli, diğer bir
kısmının da nehâri olduğunu söylediniz, Mekteb buraya gelince nehârî
talebe İstanbul'da mı kalacak?
Âbidin Özmen (devamla) — Mekteb Ankara'ya gelince nehârî talebenin bir kısmı
Mektebi bitirmiş olacaktır; bir kısmı da eğer imtihanda muvaffak olursa
leylîye geçebilirler. Muvaffak olamazlarsa diğer mekteblerde olduğu gibi
nehâri devam eder ve çâresini ararlar.
Başkan — Kanunun hey'eti umumîyesînde başka söz istiyen var mı? Maddelere ge
çilmesini kabul edenler.. Etmeyenler.. Maddelere geçilmiştir. (Birinci.
İkinci, Üçüncü Maddeler, itirazsız kabul edilir.)
Refik İnce — Mâliye Vekiline bir sual soracağım. İstikbâlde meccanen okuyacak
420 talebenin 3/4 ü 300 eder. Mâliye Vekâleti bu kadar Mülkiye Me'zunu-
nu kayırabilecek midir? ve nihayet bunu daimî surette kayırma vaziyeti
hâsıl olmazsa talebenin hâli ne olur?
Mâliye Vekili Fuad Ağralı (Elâziz) — Mektebin tekmil talebesi 420 olacaktır. Bu üç
sınıftaki talebenin mecmu'udur. Beher sınıfta 140 talebe olacaktır. 3/4 ü
105 eder; 300 etmez. Binâenaleyh Mâliye Vekâletinin her sene kadrosuna
kayıracağı mikdâr 100105 dir ve bunu da kayırabilir.
Fuad Ağrall — 10 sene. Esasen Mekteb üç seneliktir. Bir sene de Askerlik için ayı
rıyoruz. Bunlar me'muriyete beş sene sonra alınacaktır. Kasdimiz malmü
504
dirlerînden i'tibâren me'murlarımızı hep Mülkiye Me'zunu olarak yetiştir
mektir. Varidat Müdirlerini de hesaba katarsanız mikdar çoğalır.
Sırrı İçöz (Yozgat) — Mâliye Meslek Okulunun bu vaziyette lüzumu var mı?
Fuad Ağralı — Yer buldukça yapacağız; tabiî me'murlan kolundan tutup atmayaca
ğız.
Maârif Vekili Abidin Özmen — Refik İnce'nin dedikleri gibi İstanbul Üniversitesi
Profesörleri hakkında şahsî hüküm yoktur. Fakat Doçentler hakkında Ta
limatnamede yeni bir hüküm vardır. Orada bu Doçentlerin ne gibi tahsil
den geçmiş olacakları ve doçentliğe nasıl girecekleri gösterilmiştir. Bu
doçentlik buradaki muallimlik mukaabilindedir. Bunları da onların şart
larına ittiba' ettirmek istiyoruz. Bir de her halde üniversite profesörleri
aynı hükmü hâiz olsun diye yüksek tahsil ve tezleri geçirmiş adamlar ol
masını şart koştuk.
Reiik İnce — Maârif Vekili arkadaşımızın izahatına göre, başımıza bir de doçent
çıktı. Üniversite teşkilâtında böyle bir şey yoktur. Yalnız Profesör, Or
dinaryüs Profesör diye bir tasnif vardı. Bu Kanunda ise öğretmenin
Doçent mukabili olduğunu yeni öğreniyoruz. Doçentlerin ne şekilde ter
fi' edecekleri ve dereceleri, Doçentliğe nasıl alınacaklarınla dâir Kanunda
hüküm olmadığını kendileri izah ediyorlar. Binâenaleyh bir talimatna
me ile ta'yin edilen bu keyfiyetin bir kanun hükmü imiş gibi burada
505
gösterilmesine hiç lüzum yoktur. Kendileri de söylüyorlar ki bakınız
okuyorum: (İstanbul Üniversitesi O k u t m a Hey'eli hakkındaki hükümler,
bu Okulun Okutma Hey'eti hakkında da tatbik o l u n u r ) . Yaptığımız Kanun
da Doçentler hakkındaki ahkâm talimatname ile nasıl idare ediliyorsa,
buradaki öğretmenler hakkındaki muameleyi de talimatname ile yaparlar.
Binâenaleyh bu fıkrayı kaldıralım. Mekteb-i Mülkiyye bugünkü mevzuatı
ile, hukuku ile aynen İstanbul'dan gelmiş gibi bir kanun yapalım. Binâen
aleyh Encümenin nokta-i nazarını dinlemekte fayda yoktur. O fıkrayı çı
karalım; maksad hâsıl olur.
Refik İnce — Vekille beraber Bay Fâik'e de soruyorum. Maaşları Bütçeye tâbî'dir,
fakat ayrıca Profesör şundan olur, bundan olur diye ahkâm yoktur.
Profesörlüğün beynelmilel şekilde taayyün etmiş evsâfı vardır. Madde
nin Kanundan çıkarılmasında fayda vardır. (Hayır sesleri). Bir takrir
vereceğim.
Yüksek Reisliğe
506
S. B. O. HAKKINDA KANUN
3. Madde — 120 den fazla talebenin yatı, yemek ve sair masrafları karşılığı h e r
yıl Finans Bakanlığı Bütçesine konulacak tahsisattan Kültür Bakanlığı Bütçesin
de, bu Okul için mevcud tertiblere naklolunur.
507
sebepten m ü s t a h d e m l e r adedinin artırılması hâlinde bunların ücretleri İcra Vekil
leri Hey'etince tesbit olunarak 3. Maddede yazılı tahsisattan ödenir.
Bu Kanun'a göre:
1 — Mülkiye adı değiştirilip Siyasıal B i l g i l e r O k u l u olu
yor ;
2 — Her yıl kırk öğrenici'den fazla kabul edilmemesi prensibi kaldırılarak
120-140 öğrenici'ye k a d a r alınması kararlaştırılıyor;
3 — Kendi parası ile yatılı öğrenici kabulü yasaklanıyor;
4 — Alınacak yeni öğrenicilerden 3/4 nün Mâliye Bakanlığı hesabına öğrenim
ve bunlar m e z u n olduktan sonra sözü geçen Bakanlık Teşkilâtında mecburi hiz
met y a p m a l a n ilkesi konuyor;
5 — Kuvvetli bir öğretim kadrosu sağlamak için, o târihe kadar görülmemiş
bir şekilde öğretim üyeleri maaş kadroları çoğaltılıp yükseltiliyordu.
Yerinde ve isabetli bir k a n u n olarak çıkarılan bu y a s a ' nm bi/r tek sa
kıncası vardı. O da sosyal ve kültürel yönden henüz I o r m 'unu t a m a m l a m a y a
çalışan Ankara'da yeni S i y a s a l B i l g i l e r O k u l u için profesör
sıkıntısı çekileceği idi. Bu târih'de Türkiye'de bütün örgüt ve fakülteleri tamam
lanmış olarak yalnız İstanbul Üniversitesi mevcud v e . a k a d e m i k k a r i -
y e r ' e dâhil b ü t ü n öğretim üyeleri de İstanbul'da bulunuyordu. T.B.M.M. üye
si olan ve akedemâk kişiliği b u l u n a n kimselerin Okul'a öğretim üyesi olarak t a
yinleri ile bu m a h z u r da o r t a d a n kalkmış oldu. Ayrıca Okul Ankara'ya taşındık
tan sonra, aşağıda ayrıntıları ile anlatacağımız giıbi o zamanki Okul Müdiri Rah
metli Emin Erişirgil'in aldığı çok yerinde ve isabetli tedbirlerle bu günkü Fakül
temin öğretim üye kadrosu'nun temeller; de atılmış oldu.
508
Başbakan İsmet İnönü, K a m u t a y (T.B.M.M.) Başkanı (Mülkiye 1893 Mezunu
Abdülhâlik Renda) ve B a k a n l a r d a n bir çoğu, Gazeteciler, Me'zunların davetlisi
olarak bu k u t l a m a toplantısında b u l u n m u ş l a r d ı r .
Siyasal Bilgiler Okulu'nun elli sene evvelki me zunlarından Ahmed İ h s a n Tok-
göz, Ankara'da bu Okul'un en eski me'zunu sıfatıyla Başbakan'ıa ve davetlilere kı
sa bir söylevle hoş geldiniz demiştir.
" ATATÜRK,
Çankaya
"Arkadaşlar,
Mülkiyelilerin bu akşamı, h e r sene bizim için zevkine ulaştığımız b i r b a y r a m
o l m u ş t u r . Sizinle bu kıymçtli Bıayram'ı k u t l a m a k için b u r a d a toplanmış bulunu
yoruz. 59 senedir bu Memleket'e en değerli hizmetler yapmış olan Mülkiye'nin
ilerde yapacağı b u n d a n daha az değil, daha çok olacaktır. Devlet, Mülkiye'den et
tiği istifâdeyi geniş ölçüde a r t ı r m a k için Mülkiyelilerin d a h a çok yetişmesini esas
lı bir tedbir olarak kabul etti. Mülkiye Mektebini daha geniş şekilde Ankara'da
te'sis için iki seneden beri çalışıyoruz. Mülkiye'yi Ankara'da o n u n geçmişteki şan
ve şerefine ve Târih'deki hizmetine yakışacak ölçüde kuracağız.
Genç Mülkiyeli Arkadaşımızın istikbâlde yüce hizmetler için söylediği sözler,
aldığı t e a h h u d l e r göğüsümüzü iftiharla k a b a r t t ı . Yüreklerimiz gençlerin hizmet
azmini duymakla mütehassistir ve bu, Memleketin istikbâli için büyük ve güzel bir
te'minattır.
Tasavvur olunamıyacak derecede h u m m a l ı bir faaliyet içinde, her birimiz esas
lı işlerle meşgul ve m e ş b û haldeyiz. İşleıimiz çoktur, etraflıdır; kaybedilmiş
zamanların telâfisi o k a d a r ehemmiyetlidir ki, her sahada yüksek lazim ve çalış-
509
ma z a m a n ı n d a olacaktır. Kültür, idare sanayi, ziraat ve h e r türlü i'mâr bakı
m ı n d a n bir çok işlere girmiş bulunuyoruz. Evet, ikmâl e t m e k t e o l d u ğ u m u z bir
çok Sşler v a r ; fakat vazifemiz yalnız bunları b i t i r m e k değildir. Bunlarla b e r a b e r
yeni programlara, yeni işlere girişmek kararındayız. Yeni Türkiye için en yüksek
seviyeye az z a m a n d a varmak, Yüksek Hey'etiniz gibi herkesin ideoloji'de, kül-
tür'de bütün kuvvetlerini her gün sarf etmelerine bağüdır. Yapılacak işler pek
ç o k t u r ; erişilecek neticeler çok tatlıdır ve yüksektir.
Gençler, on beş sene sonra gene b u r a d a toplandığınız vakit göreceksiniz,
Türkiye'yi yaşarken, çok evvel gelmiş nesillerin hayallerinde yaşattıkları gayele
rin tahakkuk etmiş olduğunu hatırlarsanız bizi bahtiyarlığınıza teşrik (ortak)
etmiş olursunuz.
Yeni Türkiye'yi k u r m a k için vatansever gayretlerin esâsı, dâhilde ve hâriçte
esaslı ve sağlam bir politikadır. Bu olmazsa i'mâr gibi çok m a s u m ve Vatana
m ü n h a s ı r sayılan işler dahî yapılamaz. Her işin başı dâhilde ve h â r i ç t e esaslı
bir politika tâkib etmektir. Dâhildeki politika: Bir çok yıllardan beri bellidir ki,
h e r şeyden evvel ideale müstenid açık politikanın hedefi Türkiyeyi az zamanda
ileri bir memleket ve vatandaşları yüksek refah ve kültüre erişmiş olanak gör
mektir. Haricî siyâset anlayışımız: Memleketlerin birbirine emniyet verecek ve
birbirinin rahatını bozmıyacak bir sulh siyâsetidir. Milletler arasında sulhu t e s i s
için bulunabilen kıymetli vâsıta Cem'iyet-i Akvamdır (0 zamanki Birleşmiş Milletler
Teşkilâtı). Birçok aksiliklere rağmen mevcud vâsıtaların en iyisi b u d u r . Çetin hâ
diselerden, istifadeli çıkacağını kuvvetle ümîd ediyoruz. Beynelmilel sulh dâva
sında samîmiyiz. Diyoruz ki, Milletlerin b e r a b e r çalışmaları ve ihtilâfları sulhan
halletmeleri için esas olan politika, teahhüdlere sadâkatla bağlı kalmaktır. Bun
ların başında Cem'iyet-i Akvam'a teıahhüdlerimiz gelir. Biz işte teahhüdlerimize
riâyete ve bunları Cem'iyet-i Akvama olan teahhüdlerimizle te'lîfe m e c b u r u z .
kini tanınmıştır.
510
A t a t ü r k ' ü n Cevâbı:
"İsmet İnönü,
Yıldönümlerini kutlamak için Siyasal Bilgiler Okulu Diplomalılarının, beni anarak top
lantılarına başlamış bulunduklarını bildiren telefon yazınızı aldım. Birdenbire duygumu
tahlil edemedim. Bunun için Siyasal Bilgiler Okulu "diplomalıları" sözleri üzerinde bütün
dikkatimi kullanarak düşünmek lüzumunu hissettim. Bunlar kimlerdi? Fazla düşünmeye ha
cet kalmadı. Derhal bildim ki bana içten sevgilerini haykıranlar, yarım asırdanberi büyük
Türk Ulusu'nun tam anlamıyle Millet olmasına çalışan, onunla en modern bir Türk Dev
leti kurmak için insanlık fedakârlıklarının hiç birini esirgemiyen kültür, idare, intizam ve
devlet adamlığını en son ilmî telâkkilere göre tebellür ettirmeğe çalışmış ve çalışan yük
sek değerde arkadaşlarımdır.
511
2 — Bu cevâbın Ankara'da yapılmakta olan Siyasal Bilgiler Okulu binâsı'nın en
uygun bir yerine hakkettirilerek ebedîleştirilmesi için K ü l t ü r B a k a n l ı ğ ı n d a n (Millî
Eğitim Bakanlığından) ricada bulunulmasına;
(15) Diploma, ısrarlı ricalarım üzerine Sayın Selâhaddin Aslankorkud tarafından lütfedilmiştir.
512
7. Kısım
513
İstanbul'dan ayrılış töreni h a k k ı n d a da şu bilgi verilmektedir:
"Siyasal Bilgiler Okulu adını alan eski Mülkiye Mektebi'nin Ankara'ya nakli do
layısıyla Genç Mülkiyeliler dün (5 Kasım 1936) Şehrimizden ayrılmışlardır.
Talebe (S.B.O. Öğrenicileri) sabah saat 8.30'da Yıldız'daki eski Mekteb Bina
sında toplanmış; oradan otobüsle Ayaspaşa'ya çıkmışlardır. Burada önde Şehir
Bandosu olduğu halde Taksim'e yaya olarak gelmişler; Mektebin Rozeti şeklinde
yıapılmış büyük bir ç e l e n k 'i Cumhuriyet Âbidesi'ne merasimle koymuş
lardır.
İstiklâl Marşı'ndan sonra, Mekteb Müdîri Mehmed Emin (Erişirgil) Abide
Hâtıra Defterine "Mülkiyenin en d e r i n s a y g ı 1 a r ı y 1 a " ibaresi
ni yazmıştır. Daha sonra otobüslerle Köprü'ye gelip 9.30 Vapuru ile Haydarpaşa'
ya geçmişler; burada bu yıl (1936) mezunlarından bir genç, arkadaşlarına hitaben
bir söylev vermiş; Müdîr Mehmed Emin de bir nutuk söyleyerek (Me'zun ve İs
tanbul'da ıkalan) gençlere muvaffakiyet temenni etmiştir.
Tren saat 11.20 de İstasyon'da ( H a y d a r p a ş a G a r ı ' n d a ) toplanan Halkın alkışla
rı arasında Ankara'ya hareket etmiştir" (3).
(3) Bak.: Akşam Gazetesi; 6 Tesrin-i Sâni 1936; N u . 6486, 3. sf. 4. sr.
514
"Hoş geldiniz" dedik'den ve Ulus Anıtı'na çelenk k o n d u k t a n sonıra Tören'e başlan
dı.
Önce, Ankara'da bulunan Mülkiyelilerin d u v a y y e n i , e n yaşlısı
Ordu Milletvekili ve Servet-i Fünun Dergisi Sahibi Ahmed İhsan Tokgöz Ankara'-
daki Mülkiyeliler adına konuştu.
Tokgöz, Mülkiyenin yüksek okul olarak açılışının 10. yılında Mülkiye'den me
z u n olduğuna işaretle Mülkiye'nin şerefli mazisinden, yetiştirdiği b ü y ü k adam
lardan, Cumhuriyet İdâresinin Mülkiye'ye verdiği ö n e m ve değerden b a h s e t t i . Cum-
hûriyet'in Merkezi'ne gelerek yeni ve m o d e r n binasına yerleşmekte olan S.B.O.
öğrenicilerini kutladı ve Atatürk'ün 1935 yılı 4 Arailık'daki Yıl Dönümü Töreni do-
layısiyle Mülkiyelilere gönderdiği m e s a j ' dakı "Yüksel Türk, Senin için
yüksekliğin hududu yoktur" p a r o l a s ı n a d e ğ i n e r e k :
"Şu anda bize bu parola'yı veren Atatürk için dikilen Anıt'ın önündeyiz. He
pimiz yüzümüzü ve yüreğimizi ona çevirelim ve ihtiyar genç biz Mülkiyeliler bu
parola'dan aynlmıyacağımıza and içelim." dedi ve eski ile yeni devrin öğretim, f?-
kir, zihniyet yönlerinden mukaayesesini yaptı; kendilerine hürriyet aşkını, yurd
sevgisini, millet'e hizmet ülküsünü aşılayıp bunlarır.- ateşini veren eski profesör
lerin adlarını saygı ve m i n n e ü e a n d ı k t a n sonra sözlerini şöyle b i t i r d i :
"Arkadaşlar, bu hocalarımızı andıktan sonra içlerinden ikisinin. Mâliye Profesö
rü Portakal Mihail ile Müdür Abdurrahman Şerefin bize son nasihatlarından bir
parçayı tekrarlayacağım: Tam ellibir sene evvel işittiğim bu sözler halâ kulağım-
dadır; bütün arkadaşlarla birlikte ruhumuza işlemiştir. O söz şudur: Memuriyet
hayatınızda yolunuz doğruluk, mesleğiniz namus olsun....
Bunu size tekrarladıktan sonra hepinizi, profesörlerinizi, Memurlarınızı sev
giyle, Ankara'da oturan Mülkiyeliler nâmına bir daha selâmlar ve kutlarım "
515
kanımızın son damlasına kadar Atatürk'ün yarattığı Türk İnkılâbı'nın disiplinli
işçileri olarak kalacağız "
Telgrafınızı aldım. S.B.O. nun bundan sonra da Memleket için verimi artan
bir irfan ve feyz kaynağı olmakta devam edeceğine şüphe yoktur. Hakkımda gös
terilen samimi duygulara teşekkür ederim. Hepinize selâm ve sevgiler.
K. Atatürk"
516
"Duygularınıza teşekkür ederim. Eski müntesiblere sevgi ve saygılarımı sunar,
Mektebin yeni yetiştireceği gençlerden Yurd'a hizmetler temenni ederken hepini
zin gözlerinizden öprim.
Dâhiliye Vekili
Şükrü Kaya"
"Sizler gibi kıymetli uzuvlar yetiştiren S.B.O. nu İnkılâb Merkezinde saygı ile
selâmlamaktan bahtiyarız. Derin hürmetler sunarım.
Maârif Bakanı
Saffet Arıkan" (5)
4 A r a , l k 1 9 3 6
SİYASAL BİLOİLER OKULU £ u a u - >" e n i b
» n â d a 77. yıl d ö n ü m ü bü-
7 7 . KURULUŞ YILDÖNÜMÜ *"*. ^ ^ i ç i n d e k u t , a n d l - B u t ö r e n ' M ü l k i
>'e'nin
• . tarihî değer ve kişiliğinin, o devrin Hükûmet'i nâmına
Başbakan tarafından bir kere daha açıklanması ve
Mülkiyeliler'in Yurd 'hizmetindeki yerlerinin belirtilmesi yönünden çok önemli
dir.
517
"Sayın Millet Meclisi Reisi, Sayın Başbakanımız, Sayın Baylar;
Okulun yetmişyedinci yıldönümündeki bu toplantıya şeref vererek T e d r i s Hey'-
etine ve Talebeye karşı gösterdiğiniz büyük iltifat Karşısında derin m i n n e t ve şük
ran duygulan içindeyiz.
Okul, yetmişyedi senelik hayatında hiç bir zaman yıldönümünü bu k a d a r özel
bir sevinç içinde kutlamamıştır. Bu yıl Mektebin ilk defa İnkılâb Merkezüıde ken
disi için yapılan bir binada yerleştiği sıraya tesadüf ediyor. Bizim inanımı/, o d u r
ki Okulun bu yeni binada ve H ü k ü m e t Merkezinde yerleşmesi feyizli yeni b i r dev
renin başlangıcı olacaktır.
Siyasal Bilgiler Okulunun şimdiye k a d a r hiç bir z a m a n kendisi için yapılmış
bir yurdu olmamıştı. Cumhuriyet H ü k ü m e t i d i r ki, bu Müesseseyi ilk defa bir yur
da sahip kıldı. B u n a karşı b ü t ü n Siyasal Bilgiler Okulu Me'zunlan ve Talebeleri
minnettardırlar.
Millî enerjinin toplandığı, dün K u r t u l u ş Savaşının ve İnkılâbının ve bugün de
her sahada kalkınmanın idare edildiği Millî Merkezin havası içinde b u l u n m a , si
yâsî bilgiler veren bir müessese için, yarmın devlet idaresinde yer alacak gençle
rini yetiştiren bir m e k t e b için b u l u n m a z yüksek bir tali'dir. H e p i m i z bu tali'i
göz önünde bulunduruyor, Memleket karşısından mes'uliyetlerimizi o n a göre öl
çüyoruz. Her sene bu gün, Mektebin Tedris Hey'eti ve Talebesi bu tali'den azamî
istifâde edip etmediklerini vicdanlarından s o r m a k vazifesini u n u t m a y a c a k l a r d ı r .
Okul, devlet idaresi hayatında vazifesini h e r şeyden ü s t ü n t u t a n seciyeli me
m u r yetiştirmekle tanınmıştır. Şeflerimizin iltifatları Okulun temiz mazisi için en
büyük delildir. Bu mazi, aynı z a m a n d a Memleketin siyâsî, hukukî, iktisâdi ilimleri
târihiyle de karışmıştır. Bu ilimlerin pek çoğu bu Okulun sınıflarında o k u t u l m a k
suretiyle Memlekete girmiştir. H a t t â bunların b i r kısmının Türkçede kullanılan ad
ları b u r a d a okutulduğu sırada k o n m u ş t u r . Fakat gerek seciyeli m e ' m u r yetiştirmek,
gerek siyâsî, hukukî, iktisâdi ilimleri Memlekete yaymak h u s u s u n d a bu Mekteb im
p a r a t o r l u k Devrinin s o n u n a k a d a r büyük engellerle ve o z a m a n k i hocalarımız da
büyük güçlüklerle karşılaşıyorlardı. İçeride ve dışarıda hâkimiyeti, devlet varlığının
en m ü h i m temeli olarak a n l a t m a k ıztırarmda b u l u n a n b i r Devletler H u k u k u profe
sörünün aynı z a m a n d a Memleket Statüsü olarak K a p i t ü l a s y o n d a n b a h s e t m e s i onun
için ne acı ve b u n u dinleyen talelebe için ne eziciydi.
İ ' m â r ve medenileşmek heyecanının m u h i t t e h a t t â H ü k ü m e t Mahfillerinde
kuvvetle duyulmadığı b i r zamanda, bu Memleketin her gittiği yeri i'mar etmeği, h e r
cephede kalkınma hareketinin yorulmaz bir u n s u r u olmağı b o r ç bilen enerji sa
hibi gençler yetiştirmesi ne k a d a r güçtü.
Bugün, ne bu acı tenakuzlar, ne de bu güçlükler karşısındayız. B u r a d a okunan
hiç bir ders, Lozan Muahedesinden önce ve sonraki vaziyeti kendi m e v z u u n a göre
tebarüz ettirmeksizin geçemez. B u r a d a o k u n a n hiçbir ders y o k t u r ki mevzu'unun
icâbına göre Cumhuriyet H ü k ü m e t i n i n 14 senede elde ettiği ilerleme hareketini
çizmeği ihmâl edebilsin.
518
Baylar; b ü t ü n zaferlerin ve feyizlerin kaynağı Atatürk, hepimiz için en yük
sek şiarı şu vecizede çizmiştir.. " H e r Türk ferdinin son nefesi Türk Ulusunun ne
fesinin sönmiyecegini göstermelidir." Bizim Büyük Şefin eserlerine ve sözlerine
bağlılığımız ebedî, saygı ve tazim duygumuz sonsuzdur."
519
N u t u k t a n sonra Âdil ( K ü r ş a d ) A t a t ü r k ' ü n yolundan a y n l m ı y a c a k l a r ı n a and
içti. Bu a n d salonu dolduran talebe tarafından t e k r a r edildi. B u n d a n s o n r a Başve
kil İnönü söz aldı:
"Arkadaşlar,
Mülkiyeyi 77. senesinde Cumhuriyet Merkezinde selâmlıyoruz. Mülkiyenin Cum
huriyet Merkezine gelmesini senclerdenberi hasretle bekliyorduk. Bunu, yalnız is
tikbâlimizi idare edecek olan arkadaşlarımızın iyi şartlarda, r a h a t ve bol m a l z e m e
ile çalışmalarını te'min için değil, aynı z a m a n d a Cumhuriyet Merkezinin zihniyeti
ni, anlayışını onların genç ve yetişme h a y a t l a r ı n d a zihinlerine yerleştirmeleri için
de istiyorduk.
Büyük Millet Mecüsi ve Cumhuriyet H ü k ü m e t i , Mülkiye Mektebine ilk günden
beri sevgi ile ehemmiyet ve kıymet vererek hususi bir nazarla b a k m ı ş t ı r . Eğer bu
sene sizi r a h a t çalıştıracak bir binaya mâlik edebildiysek, emin olun ki yakın bir
zamıanda gene sizin sahanızda olmak üzere b u n u n gibi birkaç bina daha vücuda ge
tireceğiz.
Mülkiyelileri, idare, mâliye ve siyâset sahasında, Memleketi idare edecek olan
başlıca bir u n s u r olarak sayıyoruz. Bunun içindir ki arzumuz, yarın Memleketi
idare, mâliye ve siyâset sahalarında idare edecek olanları bir zabit gibi en kü
çük seviyesinden Mülkiye me'zunu olarak başlatıp en yüksek derecesine k a d a r
yetiştirmektir. Bir memleketin iyi idare olunması, m u k t e d i r ve faziletli m e ' m u r l a r
elinde bulunması, o memleketin hayatı için en büyük ve en m ü h i m t e m i n a t t ı r .
Arkadaşlar, eğer Osmanlı Târihinin son asırlarını dikkatle okursanız en az son
200 senedenberi Merkezde devlet idâresinin kudretsiz, liyakatsiz ve h a t t â Memleke
ti t a h r i p etmek için seçilmiş sanılan a d a m l a r d a n m ü r e k k e p olduğunu g ö r ü r ve bu
İ m p a r a t o r l u ğ u n nasıl yaşadığına hayret edersiniz. Akıl ve h i k m e t icâbı o d u r ki,
Osmanlı İ m p a r a t o r l u ğ u n d a , 1700 den sonra, en geç elli sene zarfında hiç bir iz ve
eser kalmamalı idi. Bu k a d a r ç ü r ü m ü ş ve Merkezde anlayışı bu k a d a r bozulmuş
b i r İ m p a r a t o r l u k eğer daha 200 sene yaşıyabilmişse bu, vilâyetlerinde, h u d u t l a r ı n
da bulunan idare a d a m l a r ı ve h u d u d k o m u t a n l a r ı sayesinde m ü m k ü n olabilmiştir.
Ahlâkı, anlayışı ve iktidarı yerinde, iyi bir idare k a d r o s u , birçok fenalıklara
uzun m ü d d e t m u k a a v e m e t edebilmek için bir t e ' m î n a t t ı r ve eğer bir Memleketin
b ü t ü n ü n ü idare eden merkezî siyâsetle idare m a k i n a s ı iyilikte h e m â h e n k olursa,
o memleketin az bir zaman içinde en ileri memleketler ve milletler a r a s ı n a geç
mesi için b ü t ü n u n s u r l a r ve ş a r t l a r mevcuttur.
B u n d a n 100 sene sonra yeni Türkiyenin m u a z z a m beynelmilel sahadaki şan
lı yüksek varlığını vücuda getiren unsurlar m ü t â l â a ve tedkîk edildiği z a m a n , üınid
ve temenni ediyoruz ki. Mülkiye bu varlığı k u r a n birlikler içinde bilhassa parlıyıan
ayrı bir yıldız olsun.
Bu Mektebe girenler, ilk sınıftan i'tibâren kendisini büyük bir ideale vakfet
miş bir a d a m meziyeti ile çalışmaya başlamalıdır. Bu Mektebe idare ve siyâset ka
demelerinin en ufağından başlamak arzusu ile girecek olanlar, Memleketi i ' m â r et-
520
mek, Memlekete hizmet e t m e k için, her s a h a d a bütün menfî u n s u r l a r a karşı Mem
leketi müdafaa e t m e k için, hakikî bir kararla, vicdan kararıyla mücehhez olurlarsa
bu Memleketin edeceği istifâdenin h u d u d u yoktur.
Sonra, bir şey daha söylemek isterim, çok çetin sert ve aksi şartlar içinde bu
lunduğu halde bu Mekleb, yetmişyedi seneden beri kendisine iyi bir a n ' a n e yap
mıştır. İlk günden i'tibâren b u r a d a n yetişenlerin çoğu, bu Mektebe, faziletin, ikti
d a r ve sebatın ideal sahibi iyi ahlâklı ve iyi yürekli olmanın damgalarını vurmuş
lardır. Bu size kıymetli bir emânettir.
Büyük mektebler, sağlam an'aneye istinâd ederek gelişirler. Biz bu an'aneyi
bilerektir ki, Mülkiyelilerin hiç olmazsa 20-25 senede bu Memleketin b ü t ü n m e m u r
k a d r o s u n u kaplıyacak k a d a r zengin b i r kütle hâline gelmeleri için geniş mikyasta
Mülkiyeli yetiştirmek hevesine d ü ş m ü ş ü z d ü r . Az bir z a m a n d a Mülkiyelileri çok
artırmayı düşünüyoruz. O suretledir ki, b u r a d a n çıkanlar yavaş yavaş Devletin bü
tün kadorlarında geniş mikyasta çalışmak için saha bulsunlar. Sizin (anlayışınız İn
kılâbı muhafaza etmek, k o r u m a k ve Memleketi yüksek seviyeye ç ı k a r m a k için baş
lıca b i r temel olacaktır. Hocalarınız sizi ona göre hazırlamaya çalışacaklar. Siz
b ü t ü n hayatınızda çok ehemmiyetli s a h a l a r d a hizmetler göreceksiniz.
Arkadaşlar, genç ve kıdemli a r k a d a ş l a r ı n gösterdikleri m u h a b b e t ve söyledikle
ri teşvik ve taltif edici sözler bizi çok m ü t e h a s s i s etmiştir. En kıdemlilerden Ah-
m e d İ h s a n Tokgöz'e bilhassa teşekkür ederim. En kıdemsiz arkadaşımızın bura
da, Büyük Millet Meclisi'nin M u h t e r e m Reisine ve B. M. Meclisinin Muhterem
a'zâlıarma ve hepimize karşı Mülkiyelilerin nasıl b i r zihniyetle hazırlandıkları hak
kındaki sözleri bizi ayrıca bahtiyar e t m i ş t i r . Bu sözler istikbâlden ümidimizi teyid
etmektedir. Ş ü p h e e t m i y o r u m ki yarın Memleket bu sözleri zevkle okuyacak ve
a ş k içinde yetişen Mülkiyelilere Memleketin istikbâlini emniyet edeceğinden dolayı
Vatandaşlar geniş yürekle haz duyacaklardır.
Atatürk için, b ü t ü n Mülkiyenin, Hocaların eski ve yeni yetişenlerin gösterdiği
hususî m u h a b b e t ve saygıyı kendilerine iblâğ e t m e k b e n i m için şerefli bir vazife
olacaktır.
Mülkiyeliler, k u r u l m a k t a olan yeni Türkiye nin ikbâli, şevketi sizin aşkla, ide
alle, vücudunuzu Memlekete vakfetmenize bağlıdır. Mülkiyeliler, çalışmak için ya
rın çok geniş saha bulacaklardır. Kendileri m e m u r i y e t hayatında belki yüksek re
fahı, zenginliği hiç bir zaman göremiyeceklerdir. F a k a t büyük devlet hizmetlerinde
yararlık göstermekle, m â m u r bir vatan vücuda getirmekle erecekleri şerefler ve
edinecekleri zevkler ve inşirahlar insanlara nasib olabilenlerin en büyükleri ve en
tatlıları olacaktır."
521
Bir çok yerlerinde sürekli alkışlarla mukaabele gören n u t k u n u n s o n u n d a Baş
vekil, Talebe, Hoca, Me'zun Mülkiye Ailesinin Atatürk'e karşı izhâr ettikleri derin
bağlılık intibalarıni büyük Ş e f e bizzat arzedeceklerini va'd b u y u r m u ş l a r d ı r .
Davetliler ihzar olunan büfede ve Mektebin geniş a n t r e s i n d e s a m i m i bir aile
efradı sahasında görülebilecek yakınlıkla bu şerefli g ü n ü n sevincini saatlerce tat
tılar.
ANKARA HALKEVİNDE
522
Trabzon Milletvekili (Rahmetli) Hasan Saka,Esâsîye Hukuku (Anayasa Hu
kuku) Profesörlüğüne İzmir Milletvekili (Rahmetli) Mahmud Esat Bozkurt,
Ceza ve Ceza Usuıl H u k u k u Profesörlüğüne Bursa Milletvekili Atıf Akgüç, Ticâret ve
İcra İflâs H u k u k u Profesörlüğüne İstanbul eski İcra Reislerinden (Rahmetli) Ali
Kemâl ( A r a r ) ; Mâliye Profesörlüğüne Mâliye Bakanlığı Tedkik Kurulu Başkanı
(Rahmetli) Cezmi Ercin getirilmişlerdir.
523
kiyenin Türk Halkının yükünü fedâkârlıkla taşıma niteliği yanında, o n d a ayrıca
boyuna bir gelişmecilik g ö s t e r m e niteliğini de zevkle görürüz.
İşte, Fakültemizde bitmez tükenmez gelişmecilik geleneğinin temelini atan, Tür-
kiyenin problemlerine boyuna bilimsel laçıdan b a k m a ve çözüm yolu a r a m a me
rakının o tükenmez ilk t o h u m u n u serpen 1965 Şubatında ebediyete göçen MÜDÜR'ü-
m ü z ERİŞÎRGİL'-dir. Onun bu ilk temeli kuruşu ve bu ilk t o h u m serpiş? iledir ki,
Fakültemiz hızla değişen Türkiyenin Modern Dünyadaki yerini sağlıyacak k t ^ u m -
lardan birisi olan S.B.F. meydana gelmiştir. Öyle ki, vaktiyle uyguladığımız eğitin:
plân ve programının kendi içindeki pek sağlamlığına, pek mantıkî yapışıma, insicam
lı bütünlüğüne rağmen, Türkiye'yi 1. Dünya Savaşı sonu şartları içinde (iclâre'de
modernizasyon) a k a v u ş t u r m a işinde yetersizliğini giderici çalışmalar, ilk defa
O'nunla bilinçli bir seviyeye gelmiştir. Bu işin ilk rasyonel çalışmaları da Onunla
başlamıştır. Şöyle k i :
M ü d ü r E m i n Erişirgil önce "Müikiye"nin başka eğitim k u r u m l a r ı n d a n gelen
(ek görevli) öğretim üyeleri ile ve esas görevi Üniversite'de ve okul dışında olan
eğitim elemanları ile YENİ İHTİYAÇLAR'ın gerektirdiği bilimsel bir çalışmanın
yapılamıyaoağını g ö r m ü ş t ü r . Onun için sırf Mülkiyeye m a h s u s olmak üzere gelecek
eğitim ve öğretim elemanlarını yetiştirme işini aklına k o y m u ş t u r . Bunu o zaman
ki Mâliye Bakanının Mâliye Teşkilâtını yerli ve yabancı yüksek ö ğ r e t i m kurumla
rını bitirmişlerle yenileştirme projesi ile birleştirmiştir. 1936-37 ders yılı sonunda
Mâliye Bakanlığına Avrupa'da Mâliye-îktisad doktorası y a p t ı r m a k üzere öğrenici
gönderme projesini kabul ettirmiştir. Bu suretle Müikiye'nin son yıllar (1936-1937-
193&) me'zunlarından büyük bir kaafileyi ciddi imtihan sonunda Avrupa'ya gönder
miştir. Maksadı ş u d u r : Bunlar geldiklerinde elbette Mâliye Teşkilâtını kuvvetlendi
receklerdir. Fakat bir ikinci t a r a m a ile bunların da en güzidelerini Okul'ıa öğretim
üyesi olarak almak m ü m k ü n olacaktır.
524
ilk günden ele aldığı bu yabancı dil öğretimini geliştirme işine büyük bir ciddiyet
ile başladı. En iyi yabancı dil bilgisi hocaları, bol malzeme sağladı. Sonuç, her
yıl 10-15 k a d a r mezunun Devlet Yabancı Dil İ m t i h a n ı m kazanacak seviyeye gelme
sine i m k â n verecek k a d a r geniş bir yabancı dil bilgisi merakı hâsıl oldu. Bu me
rak, öğrenici sayısının pek fazla a r t m a s ı yüzünden yabancı dil eğitimindeki veri
min azaldığı son yıllara kadar, olumlu bir gelişme izlemiştir.
Nihayet E m i n Erişirgil, yaygın hukuk, felsefe, sosyoloji bilgisinden gelen bir
kültür ve bilim adamı niteliği ile ( K ü t ü b h a n e ) nin önemini, Müdürlüğünü yaptığı
S.B.O. na kabul ettirmiştir. Ozamaııa k a d a r Fakültemiz bir çoklarının anlayışında
esas itibariyle b i r meslek okulundan ibaret sayılırdı. Bu sebeple de tek kitab ve
çoğaltılmış ders notlarına dayanan bir öğretim ile belli sayıda sahifelere aktarıl
mış ba'zı bilgileri m ü m k ü n olduğu k a d a r satır satır öğretmekten ibaret olan bir
( t a k r i r imtihanı usulü) görülürdü. K ü t ü b h a n e pek meraklı olan ba'zı öğrenicilerin
ara sıra uğradığı bir yerdi. Bu sebeple de pek fakirdi. M ü d ü r Erişirgil, öğretimi
nin, tek m e t n i n satır, satır takrir imtihan usulü ile öğretilmesi ve denetlenmesi sis
teminden kurtarılıp bir konuyu bütün yönleri ile kavrama araştırıcılığına dayan
masının ilk şartını zengin bir k ü t ü b h a n e k u r m a d a gördü. Onun için de mevcut
Kütübhâneyi elden ve gözden geçirdikten sonra hukukî, iktisâdi, mâlî, idâri, siyâsi
k o n u l a r d a dünya edebiyatının belli başlı eserlerini Kütübhaneye mâletmeye uğraş
tı. Bunun için de o zamana k a d a r hemen hemen m e m u r s u z olan K ü t ü b h a n e y e 'uz
m a n m e m u r l a r aradı. Öğretim üyelerini ve yardımcılarını Kütübhâneyi zenginleş
tirecek edebiyatı b u l u p ı s m a r l a m a y a şevketti. O zamanlar, uzman k ü t ü b h a n e me
m u r u b u l a m a m a d a n gelen aksaklıkları gidermek için yapılıacak tetkik çalışmalara
(Ozaman S.B.O.) Fakülteye aldığı yeni asistanları da kattı. Kütübhâneyi sempatik
ve çekici bir çevre, bir ocak hâline getirmek için dergilerle zenginleştirdi. Geç saat
lere k a d a r açık t u t t u . Bilimsel çalışmalar düzenledi. Bunların K ü t ü b h a n e y e dayan
m a s ı geleğini aşılamaya gayret etti. Öğrenicileri, lisans programlarında kabul ettir
diği öğrenici ve ihtisas ödevlerini y a p a r k e n k ü t ü b h a n e çalışmaları ile b u l u n a n mal
zemeye baş vurmağa şevketti. Bir kelime ile, yeni yetişmeye başlıyan ö ğ r e t i m eleman
larının ve öğrenicilerin kütübhane zevkini y a r a t t ı . Bunlar Müdür Erişirgil'in
Fakültemizi, Üniversitemizin güzide bir elemanı olmıa seviyesine ç ı k a r m a ğ a yönel
miş düşüncelerinden gelen reorganizasyonculuğunu ifâde eder. O, bu alanda kurum
ları geliştirmecilik s a n ' a t m d a geniş ve külli görüş sahibi bir entelektüel idareci
olarak sivrilmiştir".
525
yetiştiren, sosyo-ekonomik olanı ise siyasal bilimler öğretimi yapan müesseselere
uygun düşerdi. Günümüzde tartışmasız kabul edilen bu görüş ve anlayış, İkinci Ci
han Savaşı'ndan önce gereği kadar olgunlaşmamıştı.
Emin Erişirgil, bir deneme olmak üzere Alman Şehircilik Uzmanı Martin Wag-
ner'i üç konferans vermek üzere S.B.O. na davet etti. Konferansların konuları:
1 — Şehircilik'de Sermâye'nin Rolü;
2 — Şehircilik'de Makina'nın Rolü;
3 — Şehircilik'de Organizasyon'un Rolü
idi. Bunların büyük bir ilgi görmesi üzerine Emin Erişirgil Şehircilik için devamlı
bir öğretim üyesi bulma çabasını yoğunlaştırdı. Yüksek Mimar olan Wagner böyle
bir görevi durumuna uygun bulmayınca (9) Ernest Reuter'in adaylığı ortıaya çıktı.
Reuter biri Şehircilik, ötekisi Mahallî İdareler Mâliyesi olmak üzere iki ders
okutmayı kabul etti. Bir de Şehircilik Enstitüsü kurması, S.B.O. ile yaptığı a n -
1 a ş m a ' larm hemen hepsinde yer almıştır."
4 — Yabancı dil öğretimine çok geniş yer verilimiş ve b u n d a büyük ölçüde ba
s a n sağlanmıştır.
(9) Berlin Belediye ve Devlet Başkanı. Hal Tercemesi için bu Cild'in Öğretim Üyeleri Kısmına bakınız.
526
"S.B.O. UMÛMÎ TALİMATNAMESİ
Biı-inci Fasıl
Okul Teşkilâtı
1 — Okul, üçü m ü ş t e r e k ve biri ihtisas sınıfı olmak üzere dört sınıftan teşekkül
eder. İhtisas Sınıfı, İdâri, Mâlî ve Diplomasî Şubelerine ayrılır.
2 — Okulun ilmî faaliyeti:
A) — E s a s derslerden,
B) — Konferans hâlinde verilecek m u v a k k a t kurlardan,
C) — P r a t i k k u r ve seminer çalışmalarından,
Ç) — İnkılâb Târihi derslerinden, terekküp eder,
527
6 — Pratik kurlar ve seminer çalışmalarında ders mevzu'ları ile a l â k a d a r mes'e-
leler hakkında metinler o k u t t u r u l u r ; talebeye tedkîk ettirilen mes'eleler üzerinde
m ü n â k a ş a l a r yaptırılır. Talebe Memleketin idâri, mâlî ve siyâsi mes'eleleri üzerinde
şahsî tedkîklere alıştırılır ve aralarında m ü n a k a ş a l ı konferanslar tertib ettirilir.
7 — H e r talebe lisede iken tâkib ettiği Fransızca, İngilizce veya Almanca lisan
derslerinden birine devam etmeğe m e c b u r d u r .
Müessesede yabancı lisan tedrisâtı ile varılması istenilen hedefler ş u n l a r d ı r :
a) Bu yabancı dillerden biri ile yazılmış iktisâdi, siyâsî ve içtimâi herhangi bir
eserden bir parçayı Türkçe'ye çevirebilmek,
b) Böyle bir parçayı ilk defa okuyunca o dil ile anlatabilmek,
c) Hususî bir ihtiyâcını m e k t u p l a ifâde edebilmek,
ç) Diplomasî Şubesi Talebesinin iktisadî ve siyâsî mevzuları Fransızca olarak
yazabilmesini temin etmek.
9 — Yabancı dil tedrisâtı, Okulun ilk üç sınıfına muvazi olarak üç k u r ' a ayrılır.
Yabancı dil bilgisi yüksek olanlar, Profesörleri tarafından yapılacak y o k l a m a neti
cesine göre, daha yüksek kurlara alınabilirler. H e r üç k u r u ikmâl eden ve yabancı
dil bilgisindeki kifayeti, Okulun Yabancı Dil Profesörleri tarafından yapılacak im
tihan neticesinde sabit olan talebe için Okul'da (Yabancı Dil İkmâl Kurları) açılır.
İkmâl kurlarında bilhassa Türkçeden yabancı dile, yabancı dilden Türkçeye ter
cüme dersleri verilir. Talebenin diğer kurlar gibi ikmâl kuruna da d e v a m ı mecburî
dir.
11 — Ders yılı başında Okul İdâresinin müsaadesi île ikinci bir yabancı dil
k u r u n a devama başlıyan talebe, bu yabancı dili öğrenmiyeceklerini ilk sömestr
sonunda Okul İdaresine bildirmedikleri takdirde bu dilin b ü t ü n k u r l a r ı n a devıam
e t m e k ve imtihanlarını vermek mecburiyetindedirler.
523
13 — Okul P r o g r a m ı n a yeni bir ders ilâvesi veya mevcud derslerin haftalık
d e r s sayısının tebdili Profesörler Meclisinin k a r a n üzerine Maârif Vekilliğinin tas
diki ile m ü m k ü n d ü r .
İKİNCİ FASIL
Okula Talebe Kayıd ve Kabul Ş a r t l a n
ve
Seçme Sınavları E s a s l a n
529
d) Türkiye, Komşu Memleketler ve Büyük Devletler Coğrafyası,
e) Türkiye Târihi ve Rönesanstan S o n r a Avrupa Târihi,
f ) Fransızca, İngilizce veya Almancadan biri.
19 — Seçme imtihanı neticesinde Okula yatılı olarak alınan talebe tahsil esna
sında Okulu terkettiği veya kendi tarafından bir hareket sebebi ile Okuldan çıka
rıldığı veya tahsilini bitirdikten sonra H ü k ü m e t i n vereceği vazifeyi k a b u l d e n çe
kindiği t a k d i r d e Okulda b u l u n d u ğ u m ü d d e t e âid Okul ücretlerini veya meşru* ma
zerete dayanmaksızın bir yıl sınıfını geçemediği halde Okula yine yatılı olarak
devam isteğinde bulunduğu t a k d i r d e sınıfta kaldığı yıla âid Okul ü c r e t i n i tediye
edeceğine d â i r Noterlikçe tasdikli ve kefilli bir t e a h h ü d senedi vermek mecburiye
tindedir.
DAHİLÎ TALİMATNAME
MÜESSESEYE G İ R E N TALEBENİN TÂBİ' OLACAĞI KAAİDELER
530
5 — Sabah imzasını attığı halde derse girmeyen, a k ş a m imzasını attığı halde
e t ü d ve yemek z a m a n l a r ı n d a izin almaksızın Mektebde b u l u n m a y a n veyıa Mekteb
de yatmayan talebe sözünde d u r m a m ı ş a d d o l u n u r ; devamsızlığı tescil edilmekle be
r a b e r birincisinde ihtar, ikincisinde tescil, üçüncü defasında lâzım gelen ağır ceza
verilmek üzere Profesörler E n c ü m e n i n e sevkedilir; Mektebde y a t m a m a s ı sebebi
ayrıca tahkik edilir. Eğer o gece talebeliğe yakışmayacak bir hareket yapmış ol
duğu sabit olursa bu hareketi ayrıca nazara alınarak o n a göre ceza verilir.
12 — İki tevbîh alana üçüncüsünde tescil cezası verilir. İki defa tescil cezasına
uğrayan talebe üçüncü defa tescil cezasına uğrarsa h a k k ı n d a m u v a k k a t tard cezası
tatbik olunur.
1 — Son Sınıf Talebesiyle 1. Sınıf kış sömestri talebesi müstesna olmak üzere
h e r talebe bir s ö m e s t r içinde o k u t u l a n derslerden biri üzerinde yazılı bir vazife
hazırlamağa m e c b u r d u r . H e r sömestr'de hangi talebenin hangi dersten vazife ha
zırlayacağı İdarece tesbit o l u n a r a k bu talebenin a d l a n a l â k a d a r profesörlere veri
lir.
531
2 — Verilen vazifeyi hastalık gibi meşru' bir mazerete müstenid olmaksızın
vaktinde yapmıyan talebe, Profesörler E n c ü m e n i n e sevk edilir. Profesörler Encü
meni işi tedkîk ettikten sonra talebe h a k k ı n d a icâbeden k a r a n verir ve bu vazife
nin yapılması için ayrıca bir m ü d d e t ta'yin eder.
9 ve 10 = Pekiyi
7 ve 8 = îyi
5 ve 6 = Orta
Beşden aşağı = Fena
532
9 — Son Sınıfdan gayrı sınıflar talebesinin sınıf geçebilmesi için kış ve yaz
sömestrlerinin i m t i h a n l a r ı n d a h e r dersten n o t u n u n 5'den aşağı d ü ş m e m i ş olması
şarttır.
14 — Herhangi sebepten ileri gelmiş olursa olsun Haziran ayı içinde yapılan
i m t i h a n l a r a girmeyen talebe, İlk Teşrin ( E k i m ) ayının birinci yarısındaki imti
h a n l a r a alınırlar. Birinci Teşrin ayı içindeki i m t i h a n l a r a da herhangi b i r sebep ve
mazeretle olursa olsun girmeyenler sınıflarında kalmış sayılırlar.
533
16 — Birinci, İkinci ve Üçüncü sınıflarda d ö n m ü ş olan talebe, bir yıl daha ya
tısız olarak Okula devam edebilirler. B u n l a r d a n yatılı olarak devam e t m e k iste
yenler muvaffak olamadıkları yılın tazminatı olan parayı üç t a k s i t t e vermeye mec
b u r d u r l a r . Bu gibi talebeden ertesi yıl "pekiyi" veya "iyi" derecede terfi' edenler
t e k r a r parasız yatılı talebe olabilirler.
534
oldukça güç bir şeydi. Buna profesörler alışamamışlardı. Bu güçlük dolayısıyla
Okulun her sınıfında kırkar talebe bulunduğu zaman bu Maddenin t a t b i k i şu şe
kilde oluyordu:
Sentetik sual soruluyor, fakat ekseriya bir g r u b u n hocaları bir a r a d a otura
r a k her biri kendi dersinden ikişer sual soruyordu. Bu tarzda iyi bir i m t i h a n an
cak bir günda (13) ve en çok (15) talebeyi imtihan etmekle m ü m k ü n olabilirdi.
Talebe m e v c u d u yüzü aşınca böyle bir i m t i h a n a hiç bir i m k â n k a l m a d ı . Zâten,
g r u p i m t i h a n ı şekli o k u r l a r için çok ağır bir sistem o l u y o r d u ; çünkü bir dersten
yan i hm o k u r u n maneviyatı bozuluyor; diğerlerine de cevap veremiyordu. Hiç bir
profesör de kendi dersini bilmeyen okura g r u p u n diğer bir dersini bildiği için nu
m a r a vermek istemediğine göre, bu ağır şartlıar o k u r üzerinde daha müessir olu
yordu.
"İMTİHAN TALİMATNAMESİ
SÖMESTRLERİN BAŞLANGICI VE NİHAYETİ
1 — Her ders yılı iki sömertr'e ayrılır. Birinci sömestr Birinci Teşrinin On-
beşi'nden Şubat'ın ihtidasına k a d a r devam eder. İkinci s ö m e s t r Mart'ın ihtida
sından Mayıs'ın 25'ine kadar devam eder.
K I Ş SÖMESTR İMTİHANI
535
YAZ SÖMESTRİ İMTİHANI
a — Âmme H u k u k u grupu,
b — Hususî H u k u k grupu,
C — İktisad, Mâliye ve İstatistik,
ç — Târih, Mâliye ve İçtimaiyat g r u p u .
Son sınıfta Ziraî ve İçtimaî İktisad, Doktrin ve İktisadî Siyâset, Bütçe, İstik
raz ve Nakid b i r e r ihtisas g r u p u addedilerek ayrı günlerde yazılı i m t i h a n a tâbi'dir.
Gruplara dâhil olmayan İjiyenden ayrıca yazılı i m t i h a n yapılır.
H e r grupa dâhil olan derslerden ayrı ayrı sual sorulur. Sorulan suallerin ni
hayet d ö r t s a a t t e yazılabilecek şekilde tertib edilmesi ş a r t t ı n Muhasebe ve Dip
lomatik M u h a b e r e imtihanı birinci ve ikinci sömestr'de ayrı ve yalnız yazılı ola
r a k yapılır.
S I N I F GEÇME ŞARTLARI
536
13 — Sözlü i m t i h a n d a sınıf geçecek derecede n u m a r a alamayan o k u r Eylülde
yalnız o d e r s t e n sözlü i m t i h a n a girer.
NOTLAR VE D E R E C E L E R
9 ve 10 = Pek iyi
7 ve 8 = İyi
5 ve 6 = Orta
5 den aşağı = Fena
LİSAN İMTİHANLARI
537
bî' değildir. İstenilen bilgileri hâiz olmayan o k u r l a r m e z k û r T a l i m a t n a m e n i n 22.
Maddesi mucibince m u a m e l e görür.
MUVAKKAT MADDE
T.C.
BAŞVEKÂLET
K a r a r l a r Müdürlüğü
Sayı : 6/2450
538
a) İlmî yolda çalışmağa kaabiliyetli ve hazırlıklı olanları bu yüksek müessese
lerin içinde y a ş a t m a k ve onlara tetebbu' vâsıtaları vermek suretiyle ilerisi için ilim
a d a m l a r ı yetiştirmek;
T.B.M.M.
MAÂRİF ENCÜMENİ
E s a s Nu. 1/1104
K a r a r Nu. 15
Yüksek Reisliğe
539
(Mâliye Encümeni Mazbatası)
TJBJVUVL
MÂLİYE ENCÜMENİ
E s a s Nu. 1/1104
K a r a r Nu. 59
Yüksek Reisliğe
TJBJvlJvl.
BÜTÇE ENCÜMENİ 22-VM938
E s a s Nu. 1/1104
Mazbata Nu. 199
Yüksek Reisliğe
540
başlıyarak doçentliğe ve profesörlüğe irtika' edecek ilim a d a m l a r ı m yetiştirmek
zarurî g ö r ü l m ü ş ve bu m a k s a d l a Siyasal Bilgiler Okulu k a d r o s u n a üç asistanla
üç doçentin ilâvesini te'min için işbu Lâyihanın sevk edildiği anlaşılmıştır.
Yapılan müzâkere neticesinde bu ihtiyacı k a r ş ı l a m a k üzere hazırlanan Kanun
Lâyihası Encümenimizce de yerinde görülerek esas i'tibâriyle kabul edilmiş, yal
nız şekle ve yazıya âid b i r değişiklik yapılmak suretiyle yeniden hazırlanan Kıa-
n u n Lâhiyası müstâcelen m ü z â k e r e edilmek dileğiyle Umumî Hey'etin tesvibine
k o n u l m a k üzere Yüksek Reisliğe s u n u l u r . "
(Bütçe Encümeni Reisi ve onyedi üyesinin i m z a l a n )
541
ikinci Madde — Bu K a n u n neşri târihinden m u t e b e r d i r .
6. Doçent 3 70
10. Asistan 3 35 "
ABDÜLHAK HÂMİD 15 Nisan 1937'de vefat eden Büyük Şâir Hâmid için
TARHAN'l 19 Nisan 1937'de S.B.O. Konferans Salonu'nda büyük
ANMA GECESİ bir a n m a töreni düzenlenmiş; Fuad Köprülü, Hâmid'in
Edebiyatımızdaki yeri ve edebî hizmetlerini, S.B.O. Fransızca Okutmanlarından
542
E r c ü m e n d E k r e m Talû, Hâmid'le ilgili hâtıralarını anlatmıştır. Daha sonra öğre
n c i l e r d e n Bedri (Prof. Gürsoy), Yaşar (Aktan), Mes'ud ( S u n t a y ) , Sâkıb (Bayaz),
B u r h a n (Ünsay) Hâmid'in m a n z u m ve mensur eserlerinden p a r ç a l a r o k u m u ş l a r ;
E Ş B E R ' den bir parça'yı oynamışlardır (10).
543
„_ Birinci S ö m e s t r tatilinden faydalanılarak Profesör
ŞUBAT 1Q*3Q
H â m i d Sadi Selen ile Profesör Tahsin Bekir Baha'
nın başkanlığında 40 kişilik ıbir grup 14 Şubat 19391da Vapurla Köstence'ye
ç ı k m ı ş ; b u r a d a Lvov, Krakovi, Breslav yolu ile Berlin'e gitmiştir .
Berlin'de önemli â m m e te'sis ve müesseselerini, P d t s d a m , "Şans Souci" Sa
raylarını, Müzelerini, Hitler'in kurduğu Mecburî Çalışma Kamplarını gezip ince
lemelerde b u l u n m u ş l a r ; Berlin Operası'nda b i r Opera seyertmişler; onbeş gün ka
lıp t e k r a r Bükreş - Köstence yoluyla Yürd'a d ö n m ü ş l e r d i r (12).
544
Erişlrgil, bundan sonra Mektebin Târihinden bahsetti. Mülkiye Mektebinin na
sıl bir zaruretle (açıldığını gösteren Tanzimat Meclisi Mazbatasından fıkralar oku
du. 1877 de Mülkiye'nin Yüksek Mekteb olarak te'sis devresindeki programiyle Sul
tan Hamidin hususî maksada mebni' bozduğu programı mukaayese etti ve Meş
rutiyet Devrinde Mülkiyenin yeniden ihyasında, Büyük Millet Meclisi Reisimizin
değerli hizmetini şükranla söyledikten sonra Cumhuriyet Devrindeki Mülkiyeden
şu suretle bahsetti:
"Fakat Mülkiye asıl inkişâfını Cumhuriyete borçludur. Seksen seneyi geçen
bütün Târihinde kendisine mahsus bir binası olmıyan bu Müesseseye Devlet Merke
zinde bütün maddi vâsıtalarla mücehhez işte bu yurdu te'min etti. Programları ve
eksiksiz çalışma vâsıtaları Cumhuriyet Hükümetlerinin hususî ihtimamlariyle vü
cuda geldi; fakat Cumhuriyetin asıl feyzi, yarattığı manevî muhildedir; müstakil
ve bütün hakkına sâhib bir devlet, milleti en yüksek bir seviyyeye eriştirme idealiy
le meşbû' bir memleket!.. Bu mânevi havadan mahrum zamanlarda, bu Müessese
içindekilerin çektiği ızdırabı o devirde yetişenler pek iyi hatırlarlar...^. Müessese
bu kuvvetle ve zamanımızın bir me'murdan istediği hizmetleri müdrik olarak ça
lışıyor. Hükümetlerin vazifeleri eskisîylc kıyas kabul etmiyecek şekilde genişliyor.
Dün devletlerin vazifeleri meyânında olmıyan işler bugün Devlet vazifeleri içine
girmiştir. Böyle bir zamanda ve devletçi bir Cumhuriyette vazife alanlarda geniş
idâri kaabiliyet ve büyük meziyet ister. Eski Osmanlı maârif sistemini tenkid eder
ken "Bizim mekJteblertmaz me'mur yetiştirir" derlerdi. Bu tenkid ile mekteblerimi-
zin şahsî teşebbüse kaabilyetli, işlerini hesap edebilir, haricî tazyik olmaksızın her
şeyde, zamanda ve her iş'de tasarrufu bilir, plânlı hareket etmeye alışmış, kuvvet
lerin rasyonel organizasyonunu yapabilir gençler yetiştirmediğini kastederlerdi.
Fakat bu meziyetler hususî teşebbüsler için olduğu kadar me'mur için de lâzım
dır. Eğer mektebler bu meziyetten mahrum gençler yetiştiriyorsa, bunlar iyi me'
mur da olamazlar. Jandarma devleti fikrinde kalan ve me'murlarda hususî teşeb
büsleri idare edenlerde aranan evsaf olmamasını zararlı addetmiyen görüş artık
bir tarafa bırakılmalıdır. Devletin iktisâdi işlerinde çalışan me'murlan bir tarafa
bırakıyorum; bir belediye reisinde, bir kaza kaymakamında aranacak evsaf bir
hususî teşebbüsün başında bulunan zâtın daha dûnunda mıdır? Bil'akis, me'mur-
da hususî teşebbüs adamında bulunacak evsaftan başka âmme hizmetinden zevk
alma ve gurur duyma vasfı da bulunmalıdır. İşte bu Müessese ilmî kaabiliyetle
beraber bu karakterleri verme vazifesini üzerine almıştır.
545
" B u g ü n mânevi destekleri sarsılmış olan Avrupa'nın kargaşalığı karşısında,
h e r türlü musibetten uzak, fakat h e r şeye h â k i m ve istikbâlinden e m i n olmanın
yüksek ve haklı gururuyla yalçın ve gıpta edilir bir d u r u ş u m u z var. K ö r değiliz;
h e r tehlikeye karşı hazır ve korkusuzuz. Reis-i C u m h u r u m u z u n söyledikleri gibi,
"Ruhlarımız dâima uyanık ve ateşlidir". Orhan Kavur, sözlerini şöyle b i t i r m i ş t i r :
"Kendilerini d â i m a örnek edineceğimiz büyüklerimizin huzurlarında, Millet ve
Devlet hizmetinde faydalı bîr u n s u r olarak y o r u l m a d a n çalışacağımıza, h e r "ahval
ve şerait d e " yolumuzdan bir an inhiraf etmeksizin ilerleyeceğimize, gelecek nesil
lere m u k a d d e s emâneti daha işlenmiş ve yüceltilmiş olarak teslim edeceğimize and
içeriz."
B u n d a n sonra Mülkiyeliler n â m ı n a C u m h u r b a ş k a n ı n ı ziyaret e t m e k üzere
Maârif Vekili ve Mekteb Müdiri ile en eski me'zun Ahmed İhsan Tokgöz ve Son
Sınıf talebesinden Orhan Kavur'dan m ü r e k k e b bir hey'et seçilmiş, davetliler ha
zırlanmış olan büfeye gelmişler ve talebenin sevgi ve saygıları a r a s ı n d a neş'e ile
Mekteblerinin yıldönümünü kutlamışlardır. Toplantı akşamın geç vaktine k a d a r
samimî bir hava ve r.eş'e içinde geçmiştir.
Seçilen Hey'et Mekteb'deki merasimi m ü t e a k i p doğru Çankaya'ya gelmiş ve
C u m h u r b a ş k a n ı tarafından kabul b u y u r u l m u ş t u r . İnönü, Mekteb ve Mekteb Me'-
zırnları hakkında iltifatta b u l u n m u ş d u r . Aynı Hey'et Erkân-ı Harbiye Reisi (Genel
K u r m a y Başkanı) Mareşal Fevzi Çakmak'ı ve T.B.M.M. Reisi AbdülhâlLk Ren-
da'yı evlerinde ziyaret etmişler ve Mülkiyelilerin derin saygılarını arzetmişlerdir."
546
S B O 'na 1935'de yürürlüğe giren 2777 Sayıh Kanun S.B.O. na
İÇİŞLERİ BAKANLIĞI alınacak öğrenîcilerden 3/4'ünün Mâliye Bakanlığı he-
HESABINA da ÖGRENİCİ s â b m a öğrenim yapmaları ve bu öğrenciler Okul'u bi-
ALINMASI tirince Mâliye Bakanlığı Teşkilâtında öğrenim süre
lerinin iki katı k a d a r hizmet görmeleri esâsı kabul edilmişti. Bu d u r u m , Okul'un
ilk kuruluş yılından beri iyi yetişmiş idare âmiri ile desteklenip beslenen içişleri
Bakanlığının eleman bakımından sıkıntı çekmeye başlamasına yol açıyordu. Gev
neti Idâre'de en büyük sorumluluğu taşıyan idare âmirlerine, genişleyen idarî tak
simat içinde geniş ölçüde ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacı giderecek en köklü kaynak
da S.B.O. idi.
" T.C.
BAŞVEKÂLET
Kararlar Dâiresi Müdürlüğü 26X11-1939
Sayı : 6/6484
547
lıhklarını kesmemekte iseler de m i k d â r l a r m m azlığı dolayısiyle hissedilen boşlu
ğun Siyasal Bilgiler Okulu Me'zunlariyle d o l d u r u l m a s ı n a mecburiyet hâsıl olmak
tadır.
Siyasal Bilgiler Okulu'ndan h e r sene çıkan talebe m i k d â r ı evvelki senelere
n a z a r a n daha fazla b u l u n m a k t a ise de, talebenin bir ç o ğ u n u n Siyâsî ve Mâlî Şu
belere i n t i s a b l a n yüzünden pek azı Dâhiliye'ye geçebilmekte ve bu yüzden Vekâ
letimiz teşkilâtının ihtiyacı da te'mln edilememekte ve bu Okul me'zunlarına olan
ihtiyaç gün geçtikçe a r t m a k t a d ı r .
Bu sebeple Vekâletimiz kendi hesabına Siyasal Bilgiler Okulunda 100 talebe
o k u t t u r m a ğ a lüzum görmektedir. 2777 sayılı Siyasal Bilgiler Okulu hakkındaki
K a n u n u n 2. Maddesi, bu Mektebin parasız yatılı talebe k a d r o s u n u 420 olarak tes-
bit etmiş ve b u n d a n fazla m i k d â r m da okutulmasına, Okul Binası vaziyetine ve
bu günkü teşkilâta göre, i m k â n görülmemekte olduğu Maârif Vekâletinin İsların
d a n anlaşılmış ve bu mecburiyete binâen Vekâletimize lüzumu o l a n t a l e b e n i n b u r s
verilmek suretiyle n e h â r i olarak o k u t t u r u l m a s ı n d a n b a ş k a çâre k a l m a m ı ş ve b u n u n
te'mîni için de Maârif Vekâletince Okul'un Tedris ve idare Hey'eti k a d r o s u n a ilâve
yapılmasma da zaruret görülmüş olduğundan ilişik K a n u n Lâyihası bu m a k s a d l a r m
t a h a k k u k u için hazırlanmıştır.
T.B.MJvl.
DÂHİLİYE ENCÜMENİ 15.1.1940
Esas N o : 1/293
K a r a r No: 19
Yüksek Reisliğe
548
(Maârif E n c ü m e n i Mazbatası)
16.1.1940
T.BJULM.
MAÂRİF ENCÜMENİ
E s a s N o : 1/293
K a r a r No : 2
Yüksek Reisliğe
30.VI.1941
T.B.M.M.
BÜTÇE ENCÜMENİ
Mazbata N o : 143
E s a s N o : 1/293
Yüksek Reisliğe
549
için de Siyasal Bilgiler Okulunun maaşlı ve ücretli k a d r o l a r ı n a bâzı ilâveler icra
sını te'min eylemek maksadlariyle hazırlandığı anlaşılan Lâyiha esas i'tibâriyle
Encümenimizce de kabule şayan g ö r ü l m ü ş t ü r .
Lâyihanın Birinci Maddesiyle Dâhiliye Vekâleti hesabına o k u t t u r u l a c a k tale
benin nehâri olması teklif edilmiş ise de, Encümenimiz leylî talebenin nehârîlere
nisbetle d a h a kolay m e s â i i m k â n ı n a m a z h a r olduklarını ve d â i m i k o n t r o l altında
b u l u n d u r u l m a l a r ı suretiyle disiplinli bir tarzda yetişmelerinin te'min eylediği fay
daları göz ö n ü n d e b u l u n d u r u l a r a k bu Vekâlet hesabına o k u t t u r u l a c a k talebenin
de tercihan leylî olmalarını muvafık görmüş ve Madde'den n e h â r i kavdım çıkar
mıştır.
(Muhâlei Şerhi)
TJBMM. 5.VII.1941
MAÂRİF ENCÜMENİ
E s a s N o : 1/293
K a r a r No : 12
Yüksek Reisliğe
Siyasal Bilgiler Okulu hakkındaki 2777 sayılı K a n u n a ek olarak Dâhiliye Ve
killiğince hazırlanan Kanun Lâyihası ve Bütçe E n c ü m e n i Mazbatasiyle tıa'dil SÛ>
550
reti Encümenimize t e k r a r tevdi' b u y r u l m a k l a Dâhiliye Vekili Fâyık Öztrak, Maârif
Vekâleti n â m ı n a Yüksek Tedrisât Ş u b e Müdîri hazır b u l u n d u k l a r ı halde tedkîk ve
m ü z â k e r e olundu:
İ d a r e âmirlerinin yüksek tahsil g ö r m ü ş gençler arasından intihabı 1700 sayılı
Dâhiliye M e ' m u r l a n K a n u n u icâbından olmasına ve Memleketin muhtelif mıntaka-
l a n n d a bu vazifeleri d e r u h d e edecek teahhüde bağlı gençlerin mevcudiyeti zarurî
b u l u n m a s ı n a binâen Siyasal Bilgiler Okulu'nda Dâhiliye Vekâleti hesabına yüze
k a d a r talebe okutturulnıası hakkındaki teklif Encümenimizce dahî tasvip edilmiş
ve mezkûr Okulun maaşlı ve ücretli kadrolarına ba'zı ilâveler icrasını t e ' m i n için
hazırlanan Lâyiha tensibe şayan g ö r ü l m ü ş t ü r .
Kanun Lâyihası Bütçe E n c ü m e n i n i n ta'dili veçhile ve yalnız Birinci Maddedeki
yüz talebe tâbirinin "100'e k a d a r talebe" şeklinde ta'dili suretiyle kabulüne ittifak-
la k a r a r verilerek Umumî Hey'etin tasvibine arzedilmek üzere yüksek Reisliğe su
nulmuştur.
( E n c ü m e n Başkanı ve On dört Üye'nin İ m z a l a n )
Reis — 2. Madde için m ü t a l a a var mı? Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edil
miştir.
Reis — 3. Maddeyi kabul edenler... etmeyenler... kabul edilmiştir.
551
SİYASAL BİLGİLER OKULU HAKKINDAKİ KANUNA EK KANUN
I I . BÖLÜM
İDARE VE YÖNETİM
553
a) İ d a r e işlerinde Müdîr'e yardım e t m e k ve Müdîr tarafından verilecek emir
ve direktiflerin yerine getirilmesine çalışmak;
b) Talebe kay id işleriyle meşgul olmak ve bu işe âid defter ve dosyaları tut
mak, talebe fişlerini tanzim etmek;
c) Müdîrin emri altında yazı işlerini idare e t m e k ;
ç) Müdîrin havale edeceği işleri y a p m a k ;
d) H e r gün Okulu dolaşarak gördükleri eksikleri tesbit etmek ve selâhiyeti
dâhilinde olan işleri yaptıktan sonra yapamadıklarını Müdîre b i l d i r m e k ;
e) Okul bina ve eşyasının temizliğini te'min ve m u r a k a b e e t m e k ;
i) Haftada iki gün nöbetçi k a l a r a k Okulun gece hayatını kontrol e t m e k ;
g) Talebenin çalışmalarını ve hareketlerini yakından tâkib ederek onlarda
gördüğü kusurları düzeltmek için lâzım gelen tedbirleri a l m a k :
h) Tahakkuk m e m u r l u ğ u vazifesini g ö r m e k ve Okula alınan eşyanın m u a y e n e
ve tesellümü için kurulan Heybetlerin reisliğini y a p m a k ;
i) Ambar ve depo m u a m e l â t ı n ı üç ayda bir kontrol e t m e k ;
i) M e ' m u r ve İ d a r e Muâvinleriyle m ü s t a h d e m l e r i n vazifelerini lâyıkiyle yapıp
yapmadıklarını k o n t r o l ve bunların mesâisini tanzim e t m e k ;
j) Müdîrin Okulda bulunmadığı zaman o n a vekillik e t m e k .
554
l o n l a n n ı n temizlik ve intizamına ve b u r a d a k i faaliyetlerin tanzimine nezâret et
mek;
b) Müessese Dahilî Talimatnamesinin iyi bir şekilde tatbikine i h t i m a m etmek;
c) Okulun Muayene ve Tesellüm Hey'etinde b u l u n m a k ;
ç) Müdîr Muavinlerinin verecekleri işleri yapmak.
I I I . BÖLÜM
TEDRİS H E Y E T İ
Yirmi Altıncı Madde — Siyasal Bilgiler Okulu Tedris Hey'eti profesörler ile
doçentlerden m ü r e k k e b t i r .
555
n a m z e d i kabul etmezse diğer bir namzedin seçilmesini ister veya profesörlük şart
l a r ı m hâiz bir zâtı tâyin eder.
Otuz İkinci Madde — Profesörler gerek derslerini gerek tatbikatını kitap, bro
şür, m a k a a l e veya tebliğ şeklinde neşrederler. Beş sene içinde hiç bir eser neşret
meyen profesör h a k k ı n d a Okul Müdîrinin teklîfi üzerine Vekillikçe icâbeden
m u a m e l e yapılır. Profesörler, ders kitabı b u l u n d u r m a d ı ğ ı t a k d i r d e verecekleri ders
lerin not hülâsalarını yazıp talebeye vermekle veya talebe tarafından t u t u l m u ş
en d o ğ r u bir n o t u gözden geçirip tashih etmekle mükelleftir.
IV. BÖLÜM
DOÇENTLER
556
Otuz Altıncı Madde — Üniversite doçentlerinin m a a ş ve terfi'lerine âid hüküm
ler Siyasal Bilgiler Okulu Doçentlerine de tatbik o l u n u n
Otuz Yedinci Madde — Doçentlik imtihanı, yabancı dil yoklaması ile j ü r i hu
z u r u n d a yapılacak ilmî bir m ü n â k a ş a ve bir t a k r i r d e n t e r e k k ü b e d e n Şöyle ki:
a) Yabancı dil yoklaması, n a m z e d i n bildiği yabancı dilin profesörü ile men
s u p olduğu ilim şubesinin profesörlerinden teşkil olunacak bir komisyon tarafın
d a n yapılır. Yoklamada namzedin bildiği yabancı dilden Türkçeye sıhhatle tercü
me ve bu dilde branşı dâhilinde etüd yapabilecek k u d r e t t e olup olmadığı tesbit
edilir.
b) Münâkaşa, Okul Müdîrinin reisliği altında namzedin tâlib olduğu ilim
şubesi profesörü veya profesörlerile bu şubeye yakın bir ilim şubesinin bir veya
iki profesöründen teşkil olunacak en az üç kişilik bir j ü r i h u z u r u n d a eserinin esas
iddiası ve muhtevası hakkında namzed tarafından izahat verilmek ve m c n s u b ol
duğu ilim şubesi ve onunla a l â k a d a r disiplinler etrafına jürice sorulacak suallere
namzed tarafından cevaplar verilmek suretiyle yapılır.
c) Takrir, Okul Direktörlüğünce t a k r i r için ta'yin edilen günden b i r hafta ön
ce jüri tarafından tesbit olunup namzede verilecek üç mevzu'dan biri üzerinde
namzedin 45 dakika süren bir ders vermesi suretiyle yapılın Bu ders, yalnız jüri
h u z u r u n d a verileceği gibi j ü r i h u z u r u n d a talebeye de t a k r i r olunabilir.
Kırkıncı Madde — Doçentlik vazifeleri ilmî ve idâri olmak üzere iki kasımdır:
a) Doçentin ilmî vazifeleri şunlardır :
1. M e n s u p olduğu ilim şubesinin bir kısım derslerini profesörünün nezâreti
altında o k u t m a k veya profesörünün nezâreti altında yılda en az on ders vermek;
2. P r a t i k kurları idare e t m e k ;
3. Okulun himaye ve yardımı ile çıkan mecmuaya günün mevzu 'larına dâir
senede en az iki m a k a a l e yazmak;
4. Talebenin yabancı dil bilgilerini a r t ı r m a k için Müdîrin ta'yin edeceği şekil
d e çalışmak;
557
5. Ayda bir defa profesörlerden birinin reisliği altında asistan ve Son Sınıf
Talebesinin iştirakiyle yapılan m ü n â k a ş a l a r d a b u l u n m a k ;
6. Ehliyet kazanıp da doçent olduğu târihden itibaren beş yıl içinde siyâsî
ilimlere âid ilmî kıymeti hâiz bir eser yazmak. (Doçent mevzu'u üzerinde neler
yaptığını zaman zaman Müdîre ve b r a n ş profesörlerine söylemeğe ve etüdlerini
göstermeğe m e c b u r d u r . )
b) Doçentin idâri vazifeleri ş u n l a r d ı r :
1. Haftada bir defa nöbetçi k a l m a k ;
2. Müdîrin göstereceği idâri işleri y a p m a k ;
Kırk Birinci Madde — Doçent, gündüz ilmî çalışmalarını Okul içinde yapar.
Okul dışında tedkîklerde bulunacağı zaman M ü d î r d e n izin alır.
Kırk ikinci Madde — Beş yıl içinde siyasal bilgiler sahasında ilmî kıymeti hâiz
bir eser meydana getirmeyen ve profesör olmak kaabiliyetini de hâiz olmadığı
tesbit edilen doçentler Maârif Vekilliğince başka bir vazifeye ta'yin olunurlar.
Kırk Üçücnü Madde — Doçent, aşağıda yazılı kolaylıkların te'minini Okul İda
resinden istemeğe salâhiyetdardır:
a) Tedkîkleri için lâzım gelen kitapların satın alınması;
b) Çalışmaları için şahsî bir yer verilmesi;
c) İlmî kıymeti olduğu Profesörler Meclisince t a k d i r edilen yazılarının neş
redilmesi.
Kırk Dördüncü Madde — Profesör ve doçentlere ilmi neşriyat ve araştırmala
rına y a r d ı m olacak şekilde te'Iif h a k k ı verilir. Ehliyet i m t i h a n ı n ı kazandıktan son
ra ilmî kıymeti hâiz olduğu Profesörler Meclisinde tasdik edilen bir e s e r neşreden
veya böyle bir eser meydana getirmek için diğer bir memleket'de tedkîk ve teteb-
bua ihtiyâcı olan doçentleri, profesörleri bir sene m e z u n i y e t l e garp m e m l e k e t l e r i n e
gönderilebilirler.
V. BÖLÜM
ASİSTANLAR
558
Kırk Altıncı Madde — Münhal asistanlıklar gazetelerle ilân edilir. Asistanlık
şartlarını hâiz olanlar bir istid'â ile Okul Müdîrliğine m ü r a c a a t ederler. Müsa
baka imtihanı, i'lân târihînden en çok iki ay s o n n yapılır. Asistanlığa tâlib olan
lardan m ü s a b a k a i m t i h a n ı n a girme şartlarını hâiz olanlara Okul İdaresince imti
h a n g ü n ü n d e n bir ay önce namzedlikleri tebliğ olunur.
Kırk Yedinci Madde — Müsabaka imtihanı yabancı dil ile asistanın alınacağı
ilim şubesinden yapılır. Şöy-eki :
a) Yabancı dil imtihanı, Türkçeden yabancı dile ve bu yabancı dilden Türkçe-
ye bir metin tercüme ettirilmek suretiyle yapılır.
b) İlim branşından yapılacak imtihan, tahrirî ve şifahî olmak üzere iki kı
sımdır.
1 — Tahriri i m t i h a n : Alınacağı ilim şubesine âid olmak üzere Okul Profesör
leri tarafından tertip edilip imtihan g ü n ü n d e n en az 10 gün önce tebliğ olunacak
üç mevzu 'dan biri üzerinde asistan namzedinin bir makaale yazması suretiyle yapı
lır. Tahriri i m t i h a n dört saat devam eder.
2 — Şifahi i m t i h a n : Tahriri i m t i h a n d a kazananlara m a h s u s t u r . Bu imtihan,
Profesörlerce Tarirî İ m t i h a n l a r için tertib edilen üç mevzu'dan biri üzerinde
namzedin şifahî takrirde bulunması ve jürinin bu mevzu' hakkında soracağı sual
lere namzedin cevap vermesi suretiyle yapılır.
559
2. Profesörünün nezâreti altında talebenin p r a t i k kurlarını idare e t m e k ;
3. Bir ders yılı içinde Okul'da en aşağı iki konferans vermek;
4. Okul Mecmuasına yılda iki m a k a a l e yazmak;
5. Talebenin çalışmalarına y a r d ı m e t m e k ;
6. Ayda bir defa profesörlerden birinin reisliği altında doçent ve s o n sınıf ta
lebesinin iştirakiyle yapılan m ü n â k a ş a l a r d a b u l u n m a k ;
7. Okul K ü t ü b h â n e s i n i n iyi işlemesine y a r d ı m e t m e k ;
b) Asistanın idâri vazifeleri ş u n l a r d ı r :
1. Haftada bir gece Okul'da nöbetçi k a l m a k ve talebenin çalışmalarına nezâ
ret e t m e k ;
2. İ m t i h a n kâğıtlarının tedkîkinde profesörlere y a r d ı m e t m e k ;
3. İcâbında talebe gezintilerini idare e t m e k veya bu gezintilere reislik eden
profesörlere y a r d ı m d a b u l u n m a k ;
4. Talebenin derslere devamını kontrol e t m e k ;
5. Müdîrin vereceği idâri işleri y a p m a k ;
VI. BÖLÜM
PROFESÖRLER MECLİSİ VE ENCÜMENİ
560
Elli Beşinci Madde — Profesörler Meclisi içtimâ edebilmek için a'zânın üç'de
ikisinin bulunması şarttır.
Elli Sekizinci Madde — Profesörler Meclisinin verdiği kararları Müdîr bir ke
re daha tedkîke m u h t a ç görürse bu mes'eleleri Profesörler Meclisinde t e k r a r mü
zâkereye sevkeder.
561
Altmış ikinci Madde — Müdîrin göreceği lüzum üzerine Okulda profesör ve
doçentlerden mürekkeb muvakkat (geçici) komisyonlar kurulabilir. Bu komisyon
ların toplantılarına iştirak aslî vazife hükmündendir .
VII. BÖLÜM
TALEBE KAYID VE KABUL ŞARTLARI VE SEÇME İMTİHANI
(1938'de yürürlüğe giren Yönetmeliğin aynı olduğu için b u r a y a a l ı n m a d ı )
VIII. BÖLÜM
TEDRİSAT, İMTİHANLAR
IX. BÖLÜM
DİPLOMA
(Eskisinin aynı olduğu için a l ı n m a d ı )
X. BÖLÜM *
MAZERET İMTİHANLARI
(Eskisinin aynıdır)
XI. BÖLÜM
YABANCI DİL İMTİHANLARI
(Eskisinin aynı olduğundan alınmadı)
XII. BÖLÜM
SINIF GEÇEMEYENLER
(Eskisinin aynıdır)
562
X I I I . BÖLÜM
İNZİBAT CEZALARI
(Eskisinin aynıdır)
XIV. BÖLÜM
AYNİYAT İ Ş L E R İ
(Konumuzla ilgisi olmadığından alınmadı)
563
Bu ilgi çekici ziyareti o zamanki b a s ı n ' dan nakledelim (14):
"Siyasal Bilgiler (Mülkiye) Okulu k u r u l u ş u n u n 81. ve yüksek tedris müesse
sesi oluşunun 63. yıldönümü, Cebeci'deki Okul binasında büyük bir törenle kut
lanmıştır.
Reisicumhur İsmet İ n ö n ü ' n ü n bulunduğu bu m e r a s i m d e Büyük Millet Meclisi
Reisi Abdülhâlik Renda, Başvekil Dr. Refik Saydam, Vekiller, Meb'uslar ve içlerin
de muhtelif Devlet Devâiri e r k â n ı n d a n bir çok seçkin zevat, eski Me'zunLar, Oku
lun Profesörleri ve Talebe hazır b u l u n m u ş t u r .
Törene, Talebenin okuduğu İstiklâl Marşını m ü t e a k i p Direktör E m i n Erişir-
gilln bir hitâbesiyle başlanmıştır. E m i n Erişirgil bu hitabesinde, Mülkiye'nin eski
ve yeni d u r u m l a r ı arasında mukaayese yapmış ve bir meslekî m e k t e b d e n beklenen
gayelere işaret ederek, ilk Mülkiye Me'zunundan bu günkü Siyasal Bilgiler Okulu
Talebesine k a d a r bu Müesseseden yetişenlerin Halka hizmeti şiar edinmiş oldukla
rını tebarüz e t t i r m i ş t i r .
Direktörü m ü t e a k i p Okulun en eski me'zunlarımian Ordu Meb'usu Ahmed İ h s a n
Tokgöz kürsîye gelerek heyecanlı b i r sesle duygularını ifâde etmi$ ve ba'zı kıy
metli hâtıralarını nrakletmiştir.
Bu en eski Me'zundan sonra, Mektebin Son Sınıf Talebesinden İ s m a i l Soysal
[Hâlen (1968) Büyükelçi]arkadaşları nâmına güzel ve heyecanlı bir n u t u k l a büyük
leri tevkîr ve tebcil ederek sözlerini şöyle b i t i r m i ş t i r :
"Bu toplantımıza şereflerin en kıymetlisini bahşeden yüce huzurunuzda, biz,
bugünkü Siyasal Bilgiler Okulu Talebesinin de bizden öncekiler gibi, Vatan ve Mil
let kaygusunu ve o Vatana o Milletin necat, i'tilâ ve selâmetini kâfil biricik vâ
sıta olan Cumhuriyeti, hayatımızda tek gaye tanıyarak o u ğ u r d a icâbederse nefis
lerimizi seve seve feda edeceğimize and içiyoruz.
Siz en Büyüğümüzden örnek, ışık ve hız alarak, millî birliğin k o r u y u c u ve
kuvvet verici çerçevesi içinde Halkın refahına, Yurdun İstiklâline ve ü s t ü n bir
medeniyetin d u r m a d a n inkişâfına çalışmak m ü ş t e r e k idealimizdir. B u n u n tekzîb
edilemez bîr hakikat olduğuma i'timâd buyurmanızı içten gelen saygı ve sevgileri
mizle dileriz".
Bu genç talebeye hassaten iltifat buyuran Millî Şef, Okula karşı besledikleri
teveccühün yeni ve pek kıymetli bir nişanesi olmak üzere, kürsîye gelerek aşağı
daki sözlerle talebeye iltifat ve kendilerini irşat b u y u r m u ş l a r d ı r :
"Arkadaşlar;
Siyasal Bilgiler Okulu, Memleketimizin idare hayıatına her sene seçme uzuvlar
yetiştiren en kıymetli müesseselerimizden biridir. Diğer büyük ilim müesseseleri
miz me'zun verirken ve tahsillerini bitirenleri hayata çıkarırken onlara serbest mes
leklerde de çalışma i m k â n l a r ı m veriyor. Fakat bu Müesseseyi bitirip çıkanlar daha
ilk günlerinde kendilerini Devlete vakfetmek karariyle işe başlıyorlar. Serbest ha-
564
yatı en zayıf ihtimal olarak gözönünde t u t u y o r l a r ; ömürlerini Millet hizmetine
bağışlıyorlar; Memlekete faydalı olmayı m a k s a t l a r ı n a uygun buluyorlar. Başlıca
resmî idare mekanizması içinde vazife alıyorlar. Bu b a k ı m d a n bu Müessesenin hu-
susiyyeti ve kendisine m a h s u s şeref ve imtiyazı vardır.
Arkadaşlar;
Büyük bir Milletin hizmetine girmek üzeresiniz. Bu Milleti :ın'ane olarak, aile
olarak sevmekten daha fazla, temiz bir aşkla hissetmelisiniz. İ d a r e hayatında İk-
tisad ve Mâliye sahasında ve her sahada Milletimizle temas ettiğiniz z a m a n omın
k u d r e t ve isteklerini yakından göreceksiniz. Size bu Müessesede m ü m k i n olduğu
k a d a r kuvvetli bilgi vermeye çalışıyoruz. Kabul etmelisiniz ki, size b u r a d a müm
kün olduğu k a d a r engin ufuklar açmağa çalışıyoruz. Zira h a y a t t a çok geniş bir
bilgiye ihtiyacınız vardır. Ancak b ü t ü n bunlar, b u n d a n sonraki tedkîk ve çalışma
larınız için a n a h t a r mahiyetindedir.
Memleketin idare h a y a t ı n d a Milletimizin t e m a s edeceğiniz işleri pek çoktur
Memleket mevzu'larının hepsine taallûk eden bilgileri size burada, en ince tefer
r u a t ı n a kadar vermek, hiç birimizin iddiası değildir. Bu, sizin ihtiyaçlar karşısın
da tesadüf edeceğiniz m e v z u l a r ı öğrenmek ve t a n ı m a k için göstereceğiniz gayrete
birinci derecede bağlıdır.
Arkadaşlar;
Bu mevzu'a t e m a s edişimin sebebi ş u d u r : Müesseseyi (S.B.O. n u ) bitirmekle
ilmin bitmediğini, ancak lâzım olan bilgileri elde etmek için bunların size a n a h t a r
olarak verildiğini göstermektir. Mâliyede, iktisad'da, idarede, siyâsette, sizin esas
rolünüz, aldığınız vazifeyi, bulunduğunuz çarkı en iyi şekilde işletmek değildir.
B u n d a n daha fazla olarak, yeni ihtiyaçları giderecek ve Memleketi ilerletecek ted
birleri b u l u p tatbik etmeniz asıl vazifeniz olacaktır. Mütemadiyen a r a ş t ı r m a y ı is-
fiyen bir mesleğe gireceksiniz. Bu Memlekette teşkilâtçı, kurucu ve bulucu bir
Mesleği seçtiğinizi ilk günden hatırlayınız. Kuruculuk ve buluculuğu yalnız zekâ
yapamaz. Bunlar, büyük mikyasta bilgiye, tedkike ve tecrübeye ihtiyaç gösterir.
Onun için öğrendikleriniz çok kıymeılidir. Fakat öğrenecekleriniz, geniş mikyas
ta önünüzde açıktır. Bu açığı, vazife başındaki çalışmalarınızla kapıyacaksınız.
Arkadaşlar;
Me'muriyet hayatında, nefsinize i'tîmâdınız, ilk günden i'tibâren esaslı bir vas
fınız olmalıdır. İyi öğrenmek ve öğrendiğini emniyetle tatbik etmek r u h haleti,
size h â k i m olmalıdır. Nefsinize itimâdınızla bu söylediğim büyük ihtiyâcı dâima
hatırınızda tutarsanız, kendinize itimâdın taşkın hâle gelmesine kat'iyyen mâni
olursunuz. Âmirleriniz size her zaman iyi yol gösterecekler ve iyi m u a m e l e edecek
lerdir. Amirlerinizden iyi m u a m e l e görmiye emniyetle bakınız. F a k a t hayatta,
biliniz ki, hazmı güç olan muamele, iyi muameledir. Bîr insanı sert idare e t m e k
kolaydır; teveccüh gören m e ' m u r u n m ü t e m a d i y e n iyi muameleye hak kazanması
çok güçtür. Teveccüh ve iyi m u a m e l e karşısında insan, kendisini kaybetmemeli.
dir. Bu dıa, ilerlemek ve muvaffak olmak için başlıca âmildir.
565
Demek istiyorum ki, kendi nefsinize olan i t i m â d ı n ı z l a âmirlerinizi size kolay
lık göstermeye teşvik e t m e k sizin elinizdedir. Kendinize inancınız hiç sarsılmama-
lıdır. En sert, sizden çok yaşlı m u h i t l e r d e bile lâyık olduğunuz mevki'i tutabilme
nin şartı, nefsinize hürmetinizdir. Nefse h ü r m e t , terbiyesi yerinde ve temiz ahlâk
lı olan kimselere en yaşlı ve en çetin bir m u h i t içinde bile en sayılan bir mevki'
kazandırır.
Arkadaşlar ;
Sizi, buraya, Siyasal Bilgiler Okuluna girmeye k a r a r verdiğiniz a n d a n itibaren
Millete hizmeti yüreklerinize yerleştirmiş olarak kabul ediyoruz. Sizin, gösterişli
vaziyetleri d ü ş ü n m e k t e n ziyâde kendi vicdanınızı t a t m i n edecek s u r e t t e Millete
hizmet edeceğinize kaani bulunuyoruz.
Türk Milleti içinden yetişiyorsunuz. T ü r k Milleti, idare hayatınızda görecek
siniz ki, tasavvur edemiyeceğiniz k a d a r ince g ö r ü ş l ü d ü r ; güç beğenir ve k u s u r
a r a r değildir. Elverir ki, vazifede bulunanların ciddî ve idealle çalıştıklarına kaani
olsun.
Arkadaşlar;
Size eski zamanların bu Memlekete bıraktığı bir çok fena h u y l a r d a n bahset
meyeceğim. Eski k u s u r l a r Cumhuriyet Ailesinde u n u t u l m u ş t u r . Doğruluğu artık
aramızda başlıca bir meziyet saymıyacak k a d a r ileriyiz. İyi vasıflar dediğini za
m a n , ileri ve istikbâli açık Türkiye'nin istediği yüksek vasıfları anlıyorum. On
lara kendinizi hazırlamalısınız; bunu istiyoruz.
Sîzin bu Müesseeden yetişen geçmişleriniz, bu Memlekette iyi n a m bırakacak
şekilde çalışmışlar; şan ve şeref kazanmışlardır. Sizin de bu bakımdan,
an'ane olarak, onlara ve içinde bulunduğunuz Müesseseye borçlarınız vardır. Sizin
hayatınızı takip ederken ekseriyetle intibaını odur ki, b u r a d a n yeni yetişen ar
kadaşlar, bize istikbâl için daha fazla ümid verecek vaziyettedirler. Sizi, bu Mem
leketin istikbâline, salâhiyetle, yüksek insanî ve vatanperver vasıflarıyla h â k i m ol
mağa hak kazanmış birinci d e r e c e d e ümid verici u n s u r l a r olarak karşılıyoruz. Si
zin muvaffakiyetiniz, Millete geniş ölçüde hizmettir. Sizden çok hizmet bekliyoruz.
Temiz hizmetler göreceğinize e m i n b u l u n u y o r u m .
Milletlerin çok mücadeleci ve çok yırtıcı oldukları bir z a m a n d a yeni Türkiye-
nin istikbâline hükmedecek yetişecek a r k a d a ş l a r d a n büyük hizmetler ve çok yük
sek vasıflar beklediğimizi t e k r a r ederim. Bu vasıflar sizde vardır, kanınızda var
dır*, zira bizim Milletimiz, Milletlerin en- büyüğü, en şereflisidir."
Bundan sonra misafirler hazırlanan büfede ağırlanmışlar; Devlet Başkanı
S.B.O. Öğretmen ve öğrencileri ile s a m i m i k o n u ş m a l a r d a b u l u n m u ş , geç vakit top
lantıya son verilmiştir."
566
gani olarak b ü t ü n hizmetlerin görülmesi kendisinden beklenen, ne m a d d î ne ma
nevî bir desteği bulunan, istikbâl garantisi olmayan kaymakamlğı, mümkin
olduğu k a d a r cazip hâle getirip bu cefakeş insanlara biraz olsun maddî i m k â n l a r
sağlamak amacıyla çalışmalara girişti.
Önce pek az olan m a a ş d u r u m l a r ı n ı düzeltme yoluna gidecek; beş yıl kayma
kamlık y a p a n l a r d a n her yıl 10-12 kişiyi "meslekî incelemeler" yapmak üzere Avru
pa ve Amerika'ya gönderecekti. Bunun için 1700 sayılı Dâhiliye Memurları Kanu
n u n u n bâzı m a d d e l e r i n i değiştirecek bir Kanun Tasarısı hazırlattı.
T a s a n ' y a göre, maiyyet m e m u r l u ğ u n d a iki yıl staj yapıp en son â m i r i n d e n iyi
sicil alan ve Dâhiliye Vekâletince incelendikten sonra "uygun" bulunacak bir Tez
hazırtayan kaymakam adayı Ankara'da açılan Kaymakamlık Kursu'na çağrılarak
b u r a d a 6-9 ay kurs gördükten sonra açılan sınavı kazanınca kırk lira aslî maaşla kur'a
çekmek suretiyle kaymakamlığa ta'yin edilecektir. Sözü geçen tasarı, B a k a n l a r Ku
r u l u n d a müzâkeresi yapıldıktan sonra T.B.M.M. ne sevkcdildi ve Büyük Meclis'de
şöyle k a n u n l a ş t ı :
T.C. 10-VM941
BAŞVEKÂLET
Kararlar Dâiresi Müdürlüğü
Sayı : 6/3094
Başvekil
Dr. Refik Saydam
( G E R E K Ç E )
567
işlerin iyi cereyanında meşguliyetleri vardır. Bu mevki'de b u l u n a n m e ' m u r l a r ı n bu
m ü h i m vazifeleri îfâ edebilmeleri için yetiştirilmelerinde hususî bir i'tinâya lüzum
aşikârdır.
Bundan başka vilâyetlerde Devletin ve b ü t ü n Vekâletlerin Mümessili olan va
lilerin de k a y m a k a m l a r arasından seçilip yetiştirilmesi en salim ve verimli bir iş
olduğu da anlaşılmıştır.
Gerek hâl ve gerek istikbâl için bu k a d a r ehemmiyyetli olan mevki'lere getiri
lecek zâtların maddî ve mânevi vasıflarının kifayetini te'min b a k ı m ı n d a n ilişik Ka
n u n Lâyihası tanzim edilmiştir.
Kaymakamların kazaları içinde sık sık dolaşmağa ve Memleketin lüzum görü
lecek her m ı n t a k a s ı n d a çalışmağa kaabiliyetli olmaları elzem o l d u ğ u n d a n maiyyet
m e ' m u r l u ğ u n a alınacak olanların evvelemirde sıhhî muayenelerinin ve bilgilerinin,
kendi muhitlerinde şahısların i'timad te'min edebilmesi için de ayrıca k u r s a tabî
t u t u l m a l a r ı ve maiyyet m e ' m u r l u k l a r ı müddetince kaza idaresindeki b ü t ü n işleri öğ
renecek tarzda sıkı nezâret a l t m d a çalıştırılmaları ve idâri kaabiliyetlerinin yakın
d a n takibi iltizam edilmiştir.
Bu k a d a r dikkatli bir s u r e t t e yetiştirilecek ve kendilerinde yüksek kaabiliyet
a r a n a c a k olan k a y m a k a m l a r a gerek kaabiliyetleri ve gerek vazifelerinin nezâketi
dolayısiyle dîger b ü t ü n Devlet Me'murlarından farklı olarak d e r u h t e edecekleri
maddî ve mânevi z a h m e t ve mes'uüyetle b e r a b e r kazalarda işgal edecekleri müs
tesna m e v k i i n icâbı nazarı dikkate alınarak maaşlarının 4000 k u r u ş t a n başlaması
iltizam o l u n m u ş t u r .
Bundan başka meslek'e eksik tecrübelerle girmelerine m â n i ' olmak üzere sta
jın ancak meslek için yetiştirilecek yerlerde cereyanını te'min edecek kayıdlar kon
muştur.
Bütün bunlarla b e r a b e r m a a ş a müteallik olan fayda yalnız bedenî kaabiliyet
leri müsâid ve maiyyet m e ' m u r l u ğ u n d a ve Kurs'da muvaffak olanlardan kaymakam
lığa geçeceklere hasredilmiş olup maddî veya ilmî sebeblerle k a y m a k a m l ı ğ a geçe-
miyecek olanlar bu h a k t a n müstefid ettirilmemişlerdir.
T.B.M.M.
BÜTÇE ENCÜMENİ 2-VIII-1941
Mazbata N o : 146
Esas N o : 1/649
«
Yüksek Reisliğe
568
19-VI-1941 târih ve 6/3094 sayılı tezkiresiyle Yüksek Meclise sunulan Kanun Lâ
yihası Encümenimize havale Duyurulmakla Dâhiliye Vekili Fâyık Öztrak ve Mâliye
Vekâleti n â m ı n a Bütçe ve Mâlî Kontrol U m u m Müdîri hazır oldukları hâlde ted-
kîk ve müzâkere o l u n d u :
Bu Lâyiha ile Dâhiliye Vekâletinin m ü h i m bir ihtiyâcı olan iyi k a y m a k a m yetiş
t i r m e k imkânı temin edilmek gayesi takip o l u n m a k t a d ı r . Siyasal Bilgiler Okulu'n-
d a n veya H u k u k Fakültesinden me'zun olup da Dâhiliyeye intisab edenlerden ilk
altı aylık namzedlik devresinde me'ımır olmağa ehil olanlardan Memleketin her
yerinde vazife görmeğe ve seyahat etmeye sıhhi vaziyetleri, t a m teşekküllü Devlet
hastahânelerinde muayene neticesinde müsâid bulunduğu anlaşılanlar maiyyet me
m u r l u ğ u n a ta'yin edilecekler ve vilâyetlerin muhtelif idâri şubelerinde, kaza kay
m a k a m l ı k l a r ı refakatinde, kaymakamlık vekâletinde, nahiye müdirliklerinde ve
b u r a l a r d a k i Belediyelerde fi'len çalıştırılmak suretiyle bir staja tâbi tutulacak
lardır. Bu staj'da k a y m a k a m olmağa ehliyeti sabit olanlar Merkezde b i r Kayma
kamlık K u r s u n a davet edilerek altı ay da kurs göreceklerdir. Bu suretle üç yıl
içinde üç denemede muvaffak olanlar Dokuzuncu Derece ile ve b u n l a r d a n yabancı
dil imtihanını vermiş olanlar da 8. Derece ile kaymakamlığa ta'yin edileceklerdir.
569
yetiştirme tarzı dışında olmak üzere üç sene m ü d d e t l e esasen verilmiş bulunmak
tadır.
B ü t ü n bu îzâh ve mülâhazalara nazaran E n c ü m e n i m i z Lâyihayı esas i'tiba-
riyle kabul eylemiş ve Maddeler üzerinde yapılan müzâkere s o n u n d a Birinci Mad
denin A Fıkrasıyle teklif edilen bir kısım h ü k ü m l e r Me'murîn K a n u n u ' n d a mevcud
ve h e r M e ' m u r için bu vasıfların a r a n m a s ı tabiî b u l u n d u ğ u n d a n b u r a d a t e k r a r ı n a
lüzum görülmemiş ve Maddeden bu h u s u s a âid kayıdlar çıkarılmış olduğu gibi
Maddenin muhtevası da fıkralara ayrılarak harflerle tefrik edilmek suretiyle ye
niden tanzim edilmiştir.
İkinci Madde dahî yazılış i'tibâriyle aynı şekilde fıkralara ayrılmış ve Vekâ
letlerin ecnebi memleketlere talebe gönderilmesi usulü, hususî k a n u n u ile ta'yin ve
tesbit edilmiş olup me'muriyet sıfatını hâiz bulunanların talebe sıfatiyle bu yer
lere gönderilmesi mevzuatımıza uygun bulunmadığından k a y m a k a m l a r d a n da ec
nebi memleketlere gönderileceklerin 3656 sayılı K a n u n u n tarifi veçhile bir lisana
vâkıf olmak ve yalnız tedkîk maksadını istihdaf e t m e k ve âzami bir sene müd
detle mukayyed olmak kayıd ve şartlarına tâbi* t u t u l m a l a r ı muvafık olacağı neti
cesine varılmış ve Maddenin buna âid a h k â m ı bu yolda tâdil edilmiştir.
Yukarıda îzâh dildiği veçhile kaymakamlığa intisab edenler için kabul edilen
bir senelik kıdemin diğer me'muriyetlere nakil ve ta'yinde bir hak teşkil etmemesi
esas olduğundan valilik hâriç olmıak üzere k a y m a k a m l ı k t a n diğer m e ' m u r i y e t l e r e
nakledileceklerin ilk terfi' müddetlerinin kaymakamlıktan istifa ettikleri müd
detin ilâvesi ile uzatılması arzedilen esasa uygun b u l u n d u ğ u n d a n Maddeye bunu
te'min eden bir fıkra Encümenimizce ilâve edilmiştir.
Hâlen staj y a p m a k t a olan maiyyet me'murlarının bu günkü a h k â m a göre ge
çirdikleri m ü d d e t l e r stajlarından sayılmak, ancak sıhhî d u r u m l a r ı bu lâyihaya
göre tesbit edilmek şartı ile haklarında bu k a n u n hükümlerinin t a t b i k i m â d e l e t e
muvafık görüldüğünden lâyihaya bu yolda muvakkat bir m a d d e eklenmiştir.
Diğer Maddeleriyle başlığında yazıya ve t e r t i b e âid değişiklikler yıapılmak su
retiyle yeniden tanzim edilen Lâyiha havalesi veçhile Dâhiliye E n c ü m e n i n e tevdi'
edilmek üzere Yüksek Reisliğe s u n u l m u ş t u r .
(Bütçe Encümeni Reisi ve Yirmibeş Üye'nin İmzası)
(Muhalefet Şerhi)
Kayseri Trabzon
F. Baysal Sırrı Day
570
(Dâhiliye Encümeni Mabzatası)
T.B.M.M.
DÂHİLİYE ENCÜMENİ
E s a s N o : 1/649
K a r a r N o : 36
Yüksek Reisliğe
T.B.M.M.
ZABIT CEDÎDESİ : Yetmiş Üçüncü İn'ikad
4-VIM941; Cuma
B İ R İ N C İ C E L S E
Açılma S a a t i : 15
Reis — Refet Canıtez
571
Reis — 1. Madde hakkında m ü t a l â a var mı? Maddeyi re'yinize arzediyorum.
Kabul edenler Etmeyenler Madde kabul edilmiştir.
Reis — Tashih ettik efendim. Başka bir m ü t a l a a var mı? Maddeyi re'yinize ar
zediyorum. Kabul edenler Etmeyenler Kabul edilmiştir.
572
(erindeki hey'etlerce r a p o r verilenler, k a y m a k a m olmak için tefrik ve maiyyet me'-
m u r l u k l a r ı n a tıa'yin olunurlar.
B u n l a r maiyyet m e ' m u r l u k l a r ı n d a iki senelik bir kaymakamlık stajına ve bun
d a n sonra da altı aylık bir kaymakamlık k u r s u n a tâbi' tutulurlar.
573
X
(16) Ba-k.: Cumhuriyet Gazetesi; 16.1.1942; 1.-4. sf. ( 5.-6. st ve 3.,4.,5. st,
574
m u h t e r e m Başvekilimin adına açmakla m ü b â h i y i m . Bu Kursu muvaffakiyetle biti
recek olan genç a r k a d a ş l a r Yurdun muhtelif kazalarına ta'yin edilerek o r a l a r d a
çalışacaklardır.
Bildiğiniz veçhile bizim Vilâyet İdaresi K a n u n u m u z u n 43. Maddesine göre
" k a y m a k a m kazada en yüksek H ü k ü m e t m e m u r u olup kazanın u m u m î idaresin.-
d e n m e s u l d ü r " Gene aynı K a n u n u n 49. Maddesine göre "adlî, askeri d â i r e l e r müs
tesna olmak üzere kaza dâhilinde b u l u n a n bilumum devlet dâire ve müesseseleri
k a y m a k a m ı n teftiş ve m u r a k a b e s i altındadır".
Kendilerine bu k a d a r m ü h i m vazifeler verilen k a y m a k a m l a r ı n hususî bir dik
kat ve i'tinâ ile yetiştirilmeleri lüzumunu izaha hacet yoktur.
Bu gayeyi te'min için 4089 n u m a r a l ı Kanun, k a y m a k a m olmak istiyen yüksek
tahsil g ö r m ü ş çocuklarımızın stajlarını kendilerine lâzım olan amelî bilgileri ve
m ü m â r e s e y i verecek bir şekle sokmakla beraber ayrıca bir k u r s t a n geçmelerini
de iltizam etmiştir.
K a n u n u n emrini yerine getirmek için alâkalılar m ü m k i n ve lâzım olan dik'
k a t i göstermektedirler. Staj işi Dâhiliye Vekâletince geniş ihtiyaca uygun bir Ta
l i m a t n a m e ile tanzim edildiği gibi Kurs p r o g r a m ı da aylarca çalışılarak ve bütün
Vekâletlerin ilgisiyle vücuda getirilmiştir.
H e r Vekâletten mevcud mevzuatımıza göre bir kaza k a y m a k a m ı n d a n ne gibi
vazifeler istiyorlarsa b u n h n gözönüne alarak lüzumlu olan amelî bilgileri ve o
vazifelerin m a k s a d ve gayelerini izah edecek b i r e r p r o g r a m hazırlanması ve bu
p r o g r a m a göre konferanslar verecek salahiyetli zatların tefrik ve ta'yini rica edildi,
Vekâletlerin bu iş için seçtikleri zatlar birkaç defa toplu halde t e m a s ettirilip esas
m a k s a d üzerinde k o n u ş m a l a r ı te'min edildi. Bu teşebbüsten beklenen m ü h i m fay
d a l a r d a n biri de kazalardaki muhtelif Devlet Dâireleri arasında iyi bir koordinas-
yonun te'mîni olduğundan, bu noktaya da hususî bir ehemmiyet verilmesi tebarüz
ettirildi.
B ü t ü n Vekâletler bu işde önemle çalışarak p r o g r a m ı n kendilerine â i d olan kıs
mını t e r t i b ve konferansları verecek olan kıymetli arkadaşları ta'yia ettiler. Bun
d a n b a ş k a Dâhiliye Vekâleti bâzı profesörlerin yardımıyla Vekâletlerin ve kendi
Şubelerinin hazırladıklarının dışında kalan lüzumlu mevzu'ları da ilâve etti ve eli
mizde b u l u n a n p r o g r a m bu suretle m e y d a n a geldi.
Bu işe yalnız bir Vekâletin değil Devletin işi olarak girişildi.
Kursa gelen a r k a d a ş l a r ı m ;
Yukarda bahsettiğim K a n u n , biraz sonra t e m a s edeceğim diğer iki k a n u n ile
b e r a b e r idaremizde yeni bir tekâmül devresi açıyor. Sizler bu devrenin ilk mah
sulleri olmak mazhariyetini ihraz edeceksiniz. Bu sebeple bahtiyarsınız.......
Çocuklarım;
K u r s u muvaffakiyetle bitirdikten sonra ta'yin edileceğiniz kazalara gideceksi
niz. O r a l a r d a kanunlarımızın size verdiği vazifeleri yapacaksınız. H ü k ü m e t i n yük
sek şefkat ve himayesine m u h t a ç olanlar size koşacaklar; ihtiyaçlarının karşılığım
sizde b u l m a k istiyecekler; Devletin yüksek şeref ve k u d r e t i n i sizin şahsınızda ara-
575
yacaklar. Diğer b ü t ü n me'murLardan farklı vaziyetiniz olacaktır. M ü n h a s ı r a n muay
yen ve sabit kaaidelere bağlı vazifelerde mükellef ve yalnız bir mercie k a r ş ı mes'ul
olmıyacaksınız. Bil'akis nezâret ve murakabenize tâbi' bütün arkadaşlarınızın
meşguliyetine o r t a k olacağınız gibi vakit vakit muayyen usul ve kasidelerle halli
kaabil olmıyan vazifelerle de karşılaşacaksınız. İçlerinde ağır ve tehlikeli olanlar
da bulunacaktır. Bu vazifeleri zekânızla, basiretinizle, çabuk ve t e r e d d ü t s ü z k a r a r
almağa müsâid kaabiliyetinizle Yurd menfaatini, Ulus selâmetini h e r şeyin üstün
de t u t a n sağlam karakterinizle ve nihayet icâbında vazife u ğ r u n d a severek meşguli
yet almağa müsâid cesaretinizle başaracaksınız.
Bu geniş ve güç vazifede iki m ü h i m kuvvete ihtiyacınız v a r d ı r : ilim ve karak
ter.... Bilgi, yolunuzu aydınlatacak ve size arayacağınız tedbirleri ilham edecektir.
Karakter, h e r türlü te'sirler ve güçlükler karşısmda d â i m a d ü r ü s t ve c e s u r kalma
nızı te'min edecektir.
Muhtaç olduğunuz ilmi, muhtelif tahsil müesseselerinde aldınız. S t a j esnasın
da amelî bilgiler edindiniz. Bu K u r s t a da sizi nazarî ve amelî bilgilerle kuvvetlen
direceğiz. K a r a k t e r sağlamlığına gerek staj, gerek k u r s ve gerek m e ' m u r i y e t esna
sında dâima dikkat edeceğiz ve bu n o k t a d a sizi her vakit teşvik ve takviyeyi ken
dimize önemli borç bileceğiz. Terfi'dc, terakki'de ve bilhassa valiliğe geçirilmekte
bilgi ile k a r a k t e r i ve en çok bu ikinciyi lâzım şart olarak arayacağız.
İ d a r e âmirlerimizin n o r m a l terfi'lerine engel olan m â n i ' 4088 n u m a r a l ı K a n u n
ile bertaraf edildiği gibi 3907 n u m a r a l ı K a n u n ile de yüksek kaabiliyetli idareci
lerimizden Yurdun d a h a geniş mikyasda istifâdesine imkân verilmiştir. Bu k u r s t a
kendinizi en iyi şekilde teçhiz için h e r fırsattan istifâde etmenizi ve ileride bu
lunacağınız her derecede daha ü s t ü n derece için kendinizi hazırlamanızı tavsiye
ederim. Hepinize Sayın Başvekilimin adına ve k e n d i a d ı m a muvaffakiyetler dile
rim."
576
terinde muvaffak olmaları için m ü m k ü n olan h e r vâsıtayı derhal bulacak ve ve
recek k u d r e t t e olmalarını te'min eylemek.
İşte bu Kursla elde etmek istenilen gaye b u d u r . İ d a r e âmirlerimizin bu ga
yeye göre yetişmeleri için daha staj esnasında temas ettikleri işlerin â m m e men
faati veya bulundukları mahal halkının menfaati bakımından d a h a iyi gitmesi
için neler yapmak lâzım geldiği üzerinde düşünmeğe başlamalarını ş a r t olarak
kabul ettik. Onun için Kursa gelen h e r genç bize t e m a s ettikleri işlerden veya teş
kilâttan biri hakkında yazılı bir m u h t ı r a ' hazırlıyacaktır. Bu m u h t ı r a d a o işin
veya o teşkilâtın yahud bulundukları mahalle âid bir iktisâdı vaziyetin geçirdiği
safhaları yazacak, bugünkü işleyiş şeklini veya bulunduğu hâli a n l a t a c a k mevcud
vâsıtalara ve i m k â n l a r a göre bu teşkilâtın veya o işin mahallin menfaatine ve âm
me menfaatine olarak daha iyi bir hâl alması bakımından yapılmasını lüzumlu
gördükleri şeyler h a k k ı n d a şahsî m ü t a l â a l a r ı n ı yazacaklardır. Böyle b i r muhtıra
dan beklediğimiz ilk fayda, d a h a staj esnasında gençlere idare â m i r i n i n vazifesi
nin, bulduğunu bulduğu gibi y ü r ü t m e k olmadığını, bir işin, bir teşkilâtın geçir
diği safhaları ve bugünkü hâlini lâyıkiyle tedkîk ettikten sonra onun d a h a iyi bir
şekil alması için neler yapılabileceği üzerinde d ü ş ü n m e k lâzım geldiği hakkında
onların açık bîr kanaat sahibi olmalarını te'mindir. Bu gibi kanaatler sâdece söy
lemekle elde ettirilemez; zihinleri dâima böyle işletmeğe mecbur etmek sayesin
de vücûda gelir ve kökleşir."
Emin Erişîrgil Kurs'un ilk günlerinde k a y m a k a m l a r d a n alınacak m u h t ı r a l a r ı n
tedkîk edileceğini ve yaratıcı bir idare âmiri olmaları için başvuracakları vâsıtalar
üzerinde konuşulacağını da beilirttiktem sonra demiştir ki:
"Kanaatimizce böyle yetişen idare âmirleri a r t ı k vazifelerini bulundukları ma
hallin asayişini te'min etmekten ve kendilerine baş vuranların işlerini kanun dâi
resinde görmekten ibaret addetmiyeceklerdir. Bir idare â m i r i için bu vazifeler
tabiî işleridir ve hiç b i r idare âmirinin b u n u yaptığından dolayı övünmeye hakkı
y o k t u r . Çünkl bu, kendisinin mükellef olduğu işin asgarisidir; kimse mükellef ol
d u ğ u n u n bir kısmını yapmış olmakla ne vicdanına ve ne de başkalarına karşı övü
n ü r . İ d a r e â m i r i seleflerinin faydalanmadığı vâsıtaları, imkânları, teşkilâtı kulla
n a r a k halkın ve Memleketin servetinin ve rafâhınm a r t m a s ı ve kuvvetlenmesi için
t a k d i r e değer iş yaptığı z a m a n d ı r ki övünebilir.
Ancak bu z a m a n d ı r ki vazifesini yapmış olur. Devletçiliği esaslı u m d e olarak
kabul eden Cumhuriyetimiz, ancak böyle idare âmirlerinin faaliyeti sayesinde bek
lediğimiz gayeye yaklaşabilir. Milletimiz bu zihniyette idare a d a m l a r ı n ı n faaliyeti
sayesinde çağrıldığı çetin i m t i h a n l a r d a n kuvvetli olarak çıkabilir. İ d a r e âmirleri
mizin vazifelerini böyle geniş anlamaları ve yapmaları için Cumhuriyetin devlet
çilik umdesi, kendileri için hakîkî rehberlerdir. Kendilerinden evvelki ağabeylerin
den bu yolda hizmet etmiş olanlarını da kendilerine örnek yapabilirler.
Kursun açıldığı şu günde vazifesini böyle geniş anlıyan vali ve k a y m a k a m l a r ı n
Memlekete ne u n u t u l m a z şerefli hizmetler yapabileceklerine dâir bir misâl söyle-
inekliğime müsaadenizi rica ederim.
577
Bu misâli İ d a r e Târihimizin seksen yıl evvelki hayâtı içinden seçtim. O devrin
vali veya k a y m a k a m ı bugünkü vali veya k a y m a k a m ı n mâlik olduğu v â s ı t a l a r d a n
m a h r u m d u . Devletin ne kanunları, ne Merkez Teşkilâtı, bu tarzda iş görmeye mü-
sâid idi. Böyle olduğu halde mahallî vâsıtalardan faydalanarak Memlekete
büyük hizmet y a p m a imkânını bulanlar oldu. B u n l a r d a n biri Tuna Valisi Midhat
Paşadır.
Midhat Paşa, Niş ve sonra Tuna Valisi iken, çiftçinin krediye olan ihtiyâcı ve
murabahacıların elinden çektikleri sıkıntıya karşı büyük bir idare â m i r i sıfatıyla
tedbîr d ü ş ü n ü y o r ve bu tedbîr için mahallî vâsıta ve i m k â n l a r arıyor; h e r köyde
ekilmiyen veya Devlete âid b u l u n a n araziden bir kısmını ve böyle arazi yoksa ki
r a l a n a n toprağı imece ile boş oldukları günlerde köylülere ektiriyor; b u n u n mah
sulünü kazaya getirtiyor ve orada sattırıyor; hâsıl olan varidatı " M e m l e k e t San
d ı k l a n " adını verdiği küçük ziraî kredi müessesesi için sermâye yapıyor ve bu
sermâyeyi ekme ve biçme veya ziraat âleti tedârik eylemek için yine o mahallin
köylüsüne yüzde bir faizle borç olarak verdiriyor; sonraları diğer yerlere teşmil
edilen ve Ziraat B a n k a s ı n ı n anası olan ve geleceğini geniş gören bir valinin eseri
dir. Öyle bir eser ki, bir idare âmirinin mahallî i m k â n l a r d a n nasıl faydalanabile
ceğini gösterme bakımından, Memleketin kalkınmasına yarar teşkilât yapma ba
kımından büyük bir örnektir. H a t t â yalnız bu k a d a r değil, onun bu düşüncesi Mil
letlerarası Ziraî Kredi Târihi bakımından da çok orijinaldir."
Emin Erişirgil, Midhat Paşa'nın ö r n e k sayılmıya lâyık bir idare adamı oldu
ğunu söylemiş ve Kursun böyle kudretli ve bilgili idare âmiri yetiştirmek için açıl
dığını tekraralıyarak, bu hava içinde yetişen gençlerin gittikleri yerlerde yapma
ları lâzım gelen işleri t a h a k k u k ettirecek vâsıtaları ancak halk ile d a i m î t e m a s
sayesinde bulup görebileceklerini kaydettikten sonra sözlerini b i t i r m i ş t i r . "
Bütün bu, gerçekten çok samimî ve fakat p a I y a t i f o l m a k t a n ileri gi
demeyen tedbirler k a y m a k a m l ı k denen çok önemli i müesseseyi te-
mel'den ıslâh etmekden, mensublarına gerekli maddî, manevî potansiyel enerjiyi
sağlamaktan çok uzaktı. Alınan tedbirler eski d u r u m a n a z a r a n oldukça ileri bir
adım sayılabilirdi; fakat hedefe ulaştırıcı yetenekten m a h r u m idi.
Bu satırlar yazıldığı sırada (1968) Kurs'un açılışından 26 yıl geçmesine rağrrîcn
d u r u m yine aynıdır. K a y m a k a m , yine omuzlarında tonlarca mânevi yük taşımak
ta, her şey kendisinden beklenmekte; a m a halâ elinde bir iğne, b u n u n l a kuyu kaz
maya çalışmaktadır. Eskilerin deyimi ile, Devlet veya Devleti temsilen içişleri
Bakanlığı k a y m a k a m ' a imkân sağlarken mi s k a 1 ölçüsünü, s o r u m l u l u k yük
lerken b a t m a n ölçüsünü kullanmaktadır.
578
(Rahmetli) Başgil, bir yıl süren Müdîrliği z a m a n ı n d a başlıca:
1 — T.B.M.M.'nde Milletvekili olan ba'zı Profesörlerin Milletvekilliğini öğrclmen-
lik'den üstün t u t u p Profesörlükten çekilmeleri sonucu zayıflayan Öğretim Kadro
sunu kuvvetlendirmek;
579
î s k a l a s ü k m a d r e s e zihniyetini h o r t l a t m a k demek olan S e n t e t i k Su
al S o r m a S ı n a v U s û l ü ' nü yeniden getirmekle n e Okut'a n e
Memlekete bir şey kazandırabilirdi; kazandıramadı.
" İ m t i h a n zarurî b i r fenâlık'dır" diyen Başgil, olayları dış g ö r ü n ü ş ü n e göre ele
alıp inceliyor; Mülkiye denen ve nev'i şahsına m a h s u s Müessese'nin iç âlemine nü
fuz etmeye lüzum görmüyordu.
Başgil'in değiştirdiği S ı n a v Y ö n e t m e l i ğ i 1 Şubat 1943'den
i'tibâren yürürlüğe girip, küçük değişikliklerle Okul'un Fakülte oluşu'na kadar hü
küm sürdü.
a) Esas derslerden,
T
(17) Bu yönelmelik Mili" Eğitim Bakanlığı, â l i m Terbiye Hev'eti'nin 8-5-1943 gün ve 80 sayılı kararı ile
onanmıştır.
580
d) İnkılâb Târihi dersinden terekküb eder.
Madde 5 — Ders yılı, bir açılış töreni ile başlar. Okul Müdîrinin söylevi ile
başlayan tören bir Profesör veya Doçent tarafından Okulun b ü t ü n talebesini ilgi
lendirecek bîr d e r s ile biter.
581
Madde 6 — Kılgın dersler ilk üç sınıf talebesine m a h s u s t u r . H e r sene bu
sınıfların hangi derslerinden kılgın ders yapılacağını, İkinci Teşrinin ilk haftası
içinde Öğretim ve İ m t i h a n İşleri Komisyonu s a p t a r . Kılgın dersler, h e r sınıfta
haftada 6 saati a ş m a m a k üzere yapılır.
Madde 9 — Son Sınıfta h e r şube talebesi aşağıdaki derslerden senede iki se
miner yapar.
İ d â r i Ş u b e d e : İ d a r e Hukuku ile Esas Teşkilât veya Âmme H u k u k u n d a n veya
İktisaddan b i r i ;
Mâli Ş u b e d e : İktisad ve Mâliye;
Siyâsî Ş u b e d e : Devletler Genel H u k u k u ve Siyasal Târih veya Devletler Özel
Hukuku;
Her seminer yalnız üç sömestr sürer. Talebe şubelerde ikişer seminere bölü
n ü r ve her talebe bir s ö m e s t r içinde haftada biri a ş m a m a k ve h e r s e m i n e r iki
saatten az s ü r m e m e k üzere yalnız bir seminer yapar. Seminer o r t a s ı n d a on daki
kalık bir dinlenme yapılabilir.
582
Talebesi 20'yi aşan seminerlerde h e r seminer iki veya daha fazla Profesör
veya Doçent tarafından yapılır ve talebe, sayısına göre seminer yapan bu Profesör
veya Doçentler arasında bölünür. Seminer yapan Profesör ve Doçent, dersle ilgili
k o n u l a n o k u t a n Profesör ve Doçentlerle iş birliği yapar.
Seminerlerin tertib ve tevzî'ine âîd kararları Öğretim ve İ m t i h a n İşleri Ko
misyonu verir.
583
belirtilecek bir e t ü d hazırlamaya, bir de mes'ele çözmeğe ve bunları s e m i n e r d e söz
lü olarak açıklayıp her birinden ayrı ayrı b i r e r not almaya m e c b u r d u r .
Talebenin ihtisas ödevinden kazandığı not, 50. Maddenin (b) fıkrası gereğince
me'zuniyet üss-i mizanına k o n u r .
Yazılı ve sözlü ödevlerle ihtisas ödevinden kazandığı üç n o t u n o r t a l a m a s ı 7
t u t a n talebenin diplomasına seminer k o n u s u n u teşkil eden dersler gösterilmek
suretiyle, seminer çalışmasında başarı gösterdiği kaydedilir.
Madde 14 — Her şubenin seminer yapan Profesör veya Doçenti ikinci sömestrin
son haftası içinde, birleşerek seminer çalışmalarının neticelerini s a p t a r l a r ve bu
nu m ü ş t e r e k bir " s e m i n e r r a p o r u " ile Müdîrliğe bildirirler. Bu r a p o r a :
a) Talebeden h e r birinin iki seminerde yaptığı yazılı e t ü d l e r ve
sözlü açıklamalar ile bunların her birinden aldığı not,
b) Talebeden h e r birinin ihtisas ödevinden kazandığı b a ş a r ı dere
cesi ve notu,
c) Talebeden her birinin çalışması, ilgisi, yetkisi ve k a r a k t e r i hak
kında Profesör ve Doçentin edindiği izlenim yazılır.
İHTİSAS ÖDEVLERİ
Madde 15 — Son Sınıf Talebesinden her biri bir ihtisas ödevi y a p m a k l a mü
kelleftir. Ödevinin konusunu, ilgili semineri yapan Profesör veya Doçent ile gö
rüşerek, talebe kendisi seçer. Ancak k o n u n u n behemehal Memleket realiteleri ve
mes'eleleriyie ilgili olması ş a r t t ı r .
Ödevler n o r m a l sahife ile ve n o r m a l yazı ile 30 sahifeden az olamaz. İ h t i s a s öde
vi, şubenin iki Profesör veya Doçenti tarafından ayrı ayrı incelenir ve b u n a bir
not verilir. İki Profesör veya Doçentten hiç olmazsa birinin, ödevin k o n u s u ile
ilgili semineri yapan Profesör veya Doçent olması ş a r t t ı r .
Madde 16 — Seminer yapan Profesör veya Doçent tarafından "Bastırılmaya
lâyıktır" kaydiyle Müdîrliğe verilen ihtisas ödevleri Okulca bastırılabilir.
İhtisas ödevi bastırılan talebeye, kendi ödevinden veyahud kolleksiyonundan
50 tanesi parasız olarak verilir.
Yaz devresi imtihanlarını b a ş a r a m ı y a n talebenin ihtisas ödevi bastırılmaz.
Madde 17 — İhtisas vazifelerinin m a k i n e ile temiz bir s u r e t t e yazılarak en geç
Mart'ın ikinci haftası s o n u n a k a d a r Okul Yönetimine teslim edilmiş olması lâ
zımdır. Bu m ü d d e t t e n sonra, hiç bir sebep ve engelle ödev kabul edilmez. Müdde
ti geçtiğinden dolayı ödevi kabul edilmeyen talebe ihtisas ödevinden sıfır almış sa
yılır.
İhtisas ödevinden, m ü d d e t i n i n yetmemesinden dolayı sıfır alan, veyahud beş'-
den az n u m a r a kazanmış olan talebe. Haziran i m t i h a n l a r ı n d a başarı gösteremezse,,
seminer yapan Profesör veya Doçent ile t e m a s ederek ya red olunan ihtisas öde
vini düzeltir veya yeniden k o n u alıp ta'til esnasında ödev hazırlayabilir. Bu ikinci
584
ödevin de en geç 20 Eylül târihine k a d a r Okul Yönetimine verilmesi lâzımdır. Her
hangi bir sebeb ve engelle bu m ü d d e t içinde ödev Okul Yönetimine teslim edilme
diği takdirde, güz devresi imtihanlarında eski ödev n o t u nazara alınır.
Madde 19 — Okulda talebenin hepsini veya bir kısmını ilgilendiren bilimsel ve
ya edimsel mes'eleler üzerinde, seri hâlinde veyahud münferid surette, bir veya bir
kaç kişi tarafından konferans verdirilebilir. Bu konferanslara talebenin devamı
mecburîdir.
Madde 23 — 21. Maddede gösterilen derecede dil bilgisi olan talebe îcâb ve
i m k â n l a r a göre, açılacak gelişme kurlarına veya m u n z a m kurlara d e v a m a mecbur
tutulabilir. Bu kurların açılabilmesi için devam edecek talebe sayısının en az beş
olması lâzımdır.
585
r u n d a talebeye, bir ders m ü d d e t i devaminca, birer yazılı ödev yaptırılır. Bu ödev
ler Profesör veya Doçent tarafından düzeltilerek en kısa bir z a m a n d a , talebeye
geri verilir. Profesör veya Doçentler bu ödevlere t a k d i r edecekleri n o t l a r ı n h e m
ödev kâğıtları üzerinde, hem de kendi not defterlerine k a n a a t n o t u şeklinde kay
dederler.
Madde 27 — Her k u r ' u n imtihanı yazılı ve sözlü olmak üzere iki şekilde yapı
lır ve h e r birine ayrı ayrı verilen notların o r t a l a m a s ı alınır. S ö m e s t r i m t i h a n ı ko
n u l a r ı kur'asına yabancı dil dâhil edilmez. Yabancı dil yazılı i m t i h a n kâğıtları ay
nı dili o k u t a n iki Profesör veya Doçent tarafından a y n ayrı okunarak, n o t verilir.
Ve bunların o r t a l a m a s ı alındıktan sonra kendisine imza ettirilir.
Yabancı dil sözlü imtihanları, yaz ve güz devrelerinde öteki derslerin imtihan
l a r ı ile birlikte Okul Yönetimince s a p t a n a n p r o g r a m a göre, Okulda aynı dili oku
tan Profesör veya Doçentlerden teşekkül eden komisyonlarca yapılır.
Yabancı dil yazılı ve sözlü i m t i h a n l a r ı neticesinde kazandığı n o t l a r ı n ortala
m a s ı beşten aşağı olan talebe, devam ettiği k u r kendi sımfma paralel ise k u r d a
ve sımfta kalır. Eğer sınıfından yukarı ise sâdece k u r d a kalır ve ertesi d e r s yılı aynı
kur'a devam eder. Aşağı k u r d a b u l u n a n Son Sınıf Talebesinin, diploması Dördün
cü K u r imtihanlarım b a ş a r d ı k t a n sonra verilir.
DEVAM MECBURİYETİ
586
l a n n birinde b u l u n m a y a n l a r a bir devamsızlık kaydolunur. Bu suretle b i r öğreni-
cinin bir günde birden fazla devamsızlığı tesbit edilebilir.
Bir ders yılı içinde üçüncü defa olarak ayda beş devamsızlığı kaydolunan öğ
reniri, o yılın hiç bir devresinde i m t i h a n a alınmaz. Aynı d u r u m a d ö r d ü n c ü bir de
fa daha düşen öğrenicinin kaydı, Vekilliğin tasvibine arzolunarak, silinir (Kartır
Sayısı 31, K a r a r târihi 22/11/1944).
S I N I F VE ME'ZÛNLUK İMTİHANLARI
Genel H ü k ü m l e r
Madde 32 — Yaz ve güz devresi i m t i h a n l a r ı yazılı ve sözlü olmak üzere iki şe
kilde yapılır.
Yazılı i m t i h a n l a r eleme mahiyetindedir. B u n l a r d a muvaffak olamayan veya
b u n l a r d a n birine girmeyen talebe o devrenin sözlü imtihanlarına giremez.
Madde 33 — Okulda yapılacak sözlü ve yazılı b ü t ü n imtihanların programını.
gün ve saatlerini ve imtihan yerlerini Okul Yönetimi s a p t a r .
Ders kesiminden imtihan başlamasına k a d a r en çok üç gün ara verilir.
Yaz ve güz devreleri imtihanlarına, Okul Yönetimi tarafından b a ş k a bir k a r a r
alınmadıkça, saat 8,30 da başlanır. Yazılı i m t i h a n l a r d a olduğu gibi sözlü imtihan
larda da talebeye birer günden fazla imtihan arası verilmez. Bu ş a r t l a r içinde im
tihanlar Haziran ve Birinci Teşrin aylarına sığmazsa yaz devresi i m t i h a n l a r ı için
587
T e m m u z u n ilk haftasından, güz devresi i m t i h a n l a r ı için de EylûTün s o n haftasın
dan gün alınabilir.
İ m t i h a n neticeleri kesindir. Usulüne göre talebeye i'lân edilen i m t i h a n netice
leri hakkında hiç bir m ü r a c a a t kabul olunmaz.
Yazılı İ m t i h a n l a r
Madde 34 — Ttalebe her sınıfta iki dersten yazılı imtihan geçirir. Bu derslerden
bîri, ikinci sömestrin ilk haftası içinde "Öğretim ve İ m t i h a n İşleri Komisyonu"ıı-
da s a p t a n a r a k talebeye bildirilir. Diğeri de Mayıs'ın ilk haftası içinde her sınıfta
kur'a ile seçilir.
Güz devresi imtihanları için birinci yazılı i m t i h a n dersi değişmez. İkinci
imtihan dersi, Eylül'ün ilk haftası içinde kur'a ile çekilir ve Okul'da i l â n olunur.
Haftada bir saatlik derslerle yalnız bir s ö m e s t r okunan dersler ve yabancı dil
dersleriyle diplomasi m u h a b e r e dersi yazılı imtihan konusu olarak kur'aya dâhil
edilmez ve seçilmez.
Muhasebe ve diplomasi m u h a b e r e derslerinin imtihanları eleme mâhiyetinde
olmaksızın, yazılı yapılır ve sözlü imtihanlar h ü k m ü n e tâbi t u t ı d u r .
588
Madde 39 — Yazık i m t i h a n sorularının s a p t a n m a s ı n d a dikkate alınacak nok
ta, dersin birinci ve ikinci sömestrlerde okutulan türlü konularına t e m a s edecek
şekilde genel ve birleşimsel olması, bellekten ziyâde anlayış, uslamlama, birleşim,
sınıflama yeteneklerini yoklamaya yönlemesidir.
SÖZLÜ İMTİHANLAR
589
ce, ö b ü r ü n e geçilemez. İ m t i h a n ı bitirilen talebe gönderilerek yerine yenisi alınır
ve soruları verilir.
İ m t i h a n ı n başlangıcında ilk soru sorulan talebeye d ü ş ü n m e s i için kâfi zaman
bırakılır.
Bir talebenin i m t i h a n ı yarım saatten fazla sürmez. En az üç soru sorulma
dıkça talebeye beş'den aşağı not verilmez.
Madde 51 — Yaz ve güz dönemleri yazılı ve sözlü imtihanlarında yalnız bir ders
ten beş'den az not a h p da öteki derslerden kazandığı n o t l a n n o r t a l a m a s ı dokuz
590
t u t a n öğrenici, beş'den az aldığı not beşe çıkarılmak suretiyle, başarılı sayılır.
O r t a l a m a n ı n hesabında 50. Maddedeki h ü k m e göre hareket edilir.
Madde 52 — Yaz dönemi imtihanları sonucunda öğrenicilerin b ü t ü n l e m e du
r u m l a r ı aşağıda gösterilen esaslar dâhilinde belirtilir.
1) Yaz dönemi yazılı imtihanlarında muvaffak olup da sözlü İmtihanlarında
başarısız sayılan öğrenici, güz döneminde, yazılıları t e k r a r etmez. Ancak, 31. Mad-
dede gösterilen hastalık veya olağanüstü hâlleri ayrık olmak üzere, sözlü imtihan
lara hiç girmeyen veya bir kısmına giren öğrenici, imtihana hiç girmemiş sayılır.
2) Yaz dönemi yazılı ve sözlü imtihanlarında b i r veya iki dersten beş'den az
n o t alıp da öteki derslerden kazandığı notların ortalaması sekiz t u t a n öğrenici,
güz döneminde, önce, yalnız beş'ten az not aldığı derslerden i m t i h a n geçirir.
3) Yaz dönemi yazılı ve sözlü imtihanlarında yalnız bir dersten beş'den az not
alıp da öteki derslerden kazandığı notların o r t a l a m a s ı yedi t u t a n öğrenici, güz
d ö n e m i imtihanlarında, önce yalnız yediden az not aldığı derslerden i m t i h a n verir.
4) Yaz döneminde, sözlü imtihanlarına girdiği derslerden aldığı n o t l a r beş'den
az o l m a m a k ve ortalaması yedi t u t m a k şartiyle, güz döneminde, yalnız yaz döne
m i n d e girmediği derslerden imtihan edilir.
5) Yaz dönemi yazılı ve sözlü imtihanlarında b ü t ü n derslerden beş'den yukarı
not aldığı halde üss-i mizanı t u t t u r a m ı y a n öğrenici, güz döneminde, yediden az
not aldığı derslerden imtihan verir.
Yukarıda sayılan beş d u r u m d a m ü ş t e r e k sınıfların sömestr imtihanı notu ile
son sınıfın ihtisas ödevi ve b ü t ü n sınıfların yabancı dil imtihanı n o t l a r ı o r t a l a m a
hesabına katılmaz.
Madde 53 — Yaz devresi imtihanlarında yabancı dilden beş'den aşağı not alan
lar, güz devresinde yeniden imtihan edilirler. Bunda da beş'den aşağı not alan ta
lebe hakkında 27. Madde hükümleri tatbik olunur.
İ m t i h a n Notlarının Hesabı
591
Madde 56 — Yazılı ve sözlü b ü t ü n imtihanların n o t l a n Jürice m ü z â k e r e olu
n u p kesin neticeye bağlanmadan evvel talebeye bildirilmez. Kesin netice (alındık
tan sonra yalnız muvaffak olanların notları liste hâlinde talebeye i'lân edilir. Mu
vaffak olmayanlar notlarım Okul Yönetiminden öğrenebilirler.
İ m t i h a n Jürisi
Muvakkat H ü k ü m l e r
Madde 1 — İşbu T a l i m a t n a m e n i n 9., 10-, 11., 12., 13-, 14., 15., 16., 17. ve 18. Mad
deleriyle 31. Maddesinin sömestr imtihanlarınla âid Beşinci Fıkrası ve 32. Madde
sinin İkinci Fıkrası, 34., 35., 36., 37., 38-, 43., 49., 50., 51., 52., 56., 57., 58., 59., ve 60.
Madde hükümleri 1942-1943 ders yılının Son Sınıf talebesine şâmil değildir. Bu ta
lebeye eski T a l i m a t n a m e n i n yukardaki Maddelere tekaabül eden h ü k ü m l e r i tatbik
olunur.
692
Madde 3 — Yukıardaki iki Maddenin 1942-1943 yılı güz devresi imtihanlarından
sonra h ü k m ü yoktur.
H A F T A L I K D E R S D A Ğ I T M A C E T V E L İ
593
Genel Muha Para, Banka, Türkiye Cum
3 1
sebe 3 — Bot-sa huriyeti R e j i m i
ve İ n k ı l â b Tâ
2 —
Genel Muhase
3 1 rihi
İ j iyen 2 — be
Ticâret ve
Şehircilik 2 1 İktisâdi Coğ
Gümrük Siyâ 1 — 1 —
seti rafya
İktisâdi Coğ
1 1 İktisâdi Coğ
rafya 1 — Ticâret ve Güm
rafya
rük Siyâseti
1 —
Türkiye Cum Türkiye Cum
huriyeti Reji huriyeti Reji Diplomasi Mu
mi ve Inkılâb
2
mi ve İnkılâb
2 — habere
3 —
Târihi Târihi
Fransızca, İn
4 —
Yabancı Dil 6 — Yabancı Dil 6 — gilizce, Almanca
A1
SEKSEN DÖRDÜNCÜ * F u a c l BaşgiTin Ankara'nın, dolayısiyle S.B.O. n u n
YILDÖNÜMÜ manevî havası ile b a ğ d a ş a m a m a s ı sonucu Mayıs 1943
TÖRENİ de Müdîrlik'den ayrılıp İstanbul H u k u k Fakültesi'n-
deki kürsîsine dönmesiyle açılan Müdîrliğe, Mülkiye 1910 (1326 R.) M e z u n l a r ı n
dan Sayın Profesör Zeki Mes'ud Alsan getirildi.
Sayın Alsan'ın, Türk Ruhu ve batı zihniyeti ile yoğrulmuş yüksek şahsiyeti,
mazbut karakteri, faziJIet'e dayanan yönetimi Mülkiye'nin bozulmaya başlamış
havasına yeni bir ferahlık, yeni bir dinamizm getirmişti.
Saym Alsan, Müdürlüğünün yedinci ayı'na rastlayan- 4 Aralık 1943 günü yapılan
Törenin açış konuşmasında G e n ç l i k hakkında çok ilgi çekici v e o zamana
k a d a r ele alınmamış açıdan b i r k o n u ş m a yaptı. Muhterem Hocamız, ıbu konuşma-
masıyla, Yıldörümlerinin kalıplaşmış, klişeleşmiş konuşma stilini değiştiriyor; bu
güne, Batı Üniversitelerinde olduğu gibi yeni bir hava getiriyor; yeni b i r geleneğin
yerleşmesine öncülük ediyordu.
B u önemli k o n u ş m a n ı n v e Törenin b a s ı n a g e ç e n kısımları şöy
ledir (17):
"Siyasal BilgUer Okulunun 81. y ı l d ö n ü m ü n ü k u t l a m a k üzere d ü n s a a t 16.30
da Müessese binasında bir toplantı yapılmıştır. Bu toplantıya b a ş t a T. Büyük
Millet Meclisi Reisi Abdülhâlik Renda ve Başvekil Ş ü k r ü Saraçoğlu olduğu halde
Maârif, Mâliye, Millî Müdâfaa, Nâfia, Ticâret Vekilleri ve Okul Me'zunları ve ta
lebesi iştirak etmişlerdir.
Talebe tarafından söylenen İstiklâl Marşından sonra kürsîye gelen Okul Mü-
diri ve Devletler Umûmî Hukuku Profesörü Zeki Mes'ud Alsan, bu toplantıya ge
lenilere saygı ve şükranlarını s u n d u k t a n sonra 17 yıldanberi Memleket ve Okul
bünyesinde meydana gelen değişikliklerden bahsetmiş ve ilk defa, o k u r yazar m e '
594
m u r yetiştirmek gayesiyle kurulan Mektebin, Cumhuriyet devrinde karakterli ve
bilgili m e ' m u r yetiştirmek gayesiyle nasıl teşkilâtlandığını îzah etmiştir.
Bu gün, talebenin Okul m u h i t i n d e sahip olduğu imkânları hatırlatan Müdîr,
buna mukaabil kendilerinden beklenen vazifenin çok büyük ve şerefli olduğunu te
barüz ettirerek Gençlik Mes'elesinin ehemmiyeti üzerinde d u r m u ş ve şunları söyle
miştir:
" E s a s i'tibâriyle Millet ve Devlet hayâtının istikbâli mes'elesi demek olan bu
önemli mevzu'uıı hakikatine erişebilmek için onu objektif ve tarafsız bir usûl güde
rek incelemek lâzımdır. Çünkü gençlik mes'elesi, yanyana yaşıyan nesillerin ihtiras
larını tahrik eden müşterek bir rekaabet dâvası olduğundan, şahsî görüşler, şahsi
i'tiyatlar, şahsî zevkler bize acele ve yanlış hükümler verdirebilir. Gençlik mes'ele-
sinde ilk önce gözönünde tutulması gereken nokta yıanyana yaşayan nesiller arasın
da her bakımdan kesin bir (ayrılık bulunmamasıdır.
ikinci nokta da gençliğe yüklenen vazifelerin evvelki devirlere nisbetle çok da
ha ağır olmasıdır. Devletin vazifeleri çok artmış olduğundan, âmme hizmetlerinin
başına geçecek gençlerde türlü ehliyet ve vasıflar aranmaktadır. Asrımız bilgi ve
teknik devri olmakla beraber bilgiyi ve tekniği içtimaî ve millî bir gaye uğrunda
en yüksek derecesinde kıymetlendirecek olan da insan şahsiyetidir. Bugünün üs
tün vatandaşı, bilgi iie ülküyü birleştiren karakterli insandır.
Gençlik mes'elesinde belirtilmesi lâzım gelen üçüncü nokta da, onun yalnız
okulda yetişmiyeceği, Cemiyetin ve içtimâi muhitin onun terbiyesi ve karakteri
nin teşekkülü üzerinde büyük rol oynıyacağı keyfiyetidir. Okulda gençliğe telkin
edilen kıymetler, içtimaî muhitte hürmet ve i'tibar görmezlerse okulun vazifesi
çok güçleşir. Bunun için gençlik dâvâsım > alnız bir okul dâvası değil, bütün bir
cemiyet ve memleket dâvası olarak mütalâa etmek lâzım gelir."
Vazifesi icâbı muhtelif z a m a n l a r d a gençlik ile yakından t e m a s fırsatı bulduğu
nu söyleyen Zeki Mes'ud Alsan bu h u s u s t a sözlerine şöyle devam e t m i ş t i r : "Mem
leketin dört köşesinden buraya gelen Okul Oğrenicilerini Türk Gençliğinin gerçekten
bir numunesi olarak almakta yanılmıyorsam, ona bağlanan ümidlerin çok yerinde ol
duğunu söylemek benim için büyük bir bahtiyarlık teşkil eder. Atatürk, Cumhuriyeti
onlara emânet ederken, Millî Şef onlardan beklediği "yüksek vasıfların k a n l a r ı n d a
b u l u n d u ğ u n u " söylerken büyük bir hakikate dayanan, büyük bir güveni ifâde etmiş
lerdi. Bu i'tibarla benim için gençliğin kendi bünyesi bakımından bir gençlik mes'e
lesi yoktur. Eğer gençliği de yakından ilgilendiren bir içtimaî kıymet mes'elesi var
sa bu ayrı bir memleket davasıdır ve bu dâvayı da gene okul kıymetlerinin cemi
yet içinde zaferini sağhyacak olan gençlik halledecektir."
Bundan sonra S.B.O. gençliğine hitabeden Müdîr, onlara yalnız ba'zı kanunî sa
lâhiyetler te'min edecek olan diploma için değil, Devlet otoritesini temsil edecek
olan kuvvetli şahsiyetler olarak yetişmelerini tavsiye etmiş ve "Okulumuzu başka
ilim müesseselerinden ayıran başlıca vasıf, işte onun gayesi bakımından şahsiyete
verilen bu ehemmiyettir. Çoğalmasını istediğimiz şahsiyet nevi'lerinin esaslı unsur-
595
l a n gençlikte vardır. Çünki Türk Milleti, Şahsiyet yetiştirme b a k ı m ı n d a n dünyanın
en velûd ve kudretli milletlerinden biridir." diyerek sözlerine son vermiş ve uzun
uzun alkışlanmıştır.."
Çok yerinde olarak alınan ve uygulanan bu k a r a r ' l a Okul öğrenicileri çok kü
çük de olsa klâsik ders atmosferinin biraz olsun dışına çıkıyor; teorik bilgilerin
yanında, muaşeret usullerinden tutunuz da resmî protokol îcab ve kaaidelerini
dahî çok iyi bilmeleri gereken Siyasal Bilgiler Okulu öğrenicilerinin hafta'da üç
sabah psiko-fizik enerjileri Beden Eğitimi aracılığı ile sarfediliyor; dolayı-
siyle nisbî bir ferahlığa kavuşmaları sağlamıyor; insan ruh ve bedeni için ekmek ve
su kadar gerekli olan kültür-fizik i'tiyadı aşılanıyordu.
596
konuşma yaptı. Hem Töreni, hem bu önemli konuşmayı da geleceğin araştırmacı
larına hizmet için Târihimize a k t a r m a y ı uygun buldum (19):
"Siyasal Bilgiler Okulu k u r u l u ş u n u n ve Yurd, Devlet ihtiyaçlarına h e r bakım
d a n yetişmiş u n s u r l a r hazırlamaya başlayışının 88. yıl «dönümü d ü n Cebeci'deki
Okul binasında hararetle kutlanmıştır. Saat 17'de başbyacak Tören için daha er
ken saatlerden i'tibâren da'vetliler ve eski me'zunlar gelmiye başlamıştı.
Bu Merasimde Başbakan H a s a n Saka, Bakanlar, Genel K u r m a y Başkanı, Oku
lun eski ve yeni Profesörleri ve b i r çok Milletvekilleri hazır b u l u n m u ş l a r d ı r . Tö
ren belli saatinde öğrenicilerin söylediği İstiklâl Marşıyla başlamıştır. Sonra
Müessese Müdîri Prof. Dr. Yavuz Abadan bir hitabede b u l u n m u ş ve demiştir k i :
"Siyasal Bilgiler Okulu m i h r a k ı n d a toplanan Mülkiyelilik ş u u r ve tesânüdü-
n ü n mayası, vatan sevgisidir. Devlet ve Millete hizmet ülküsü, güç ş a r t l a r içinde
de irâde ve moralimizi kuvvetlendiren tedbir ve enerji ışığıdır. Mülkiyelilik daya
nışmasını, zararlı bir hizipçilikten k u r t a r a n egoist ve oportünist temayüllerden
temizleyen bu ülkü bağlılığıdır. Bu bağlılıkta vatan topraklarının b ü t ü n l ü ğ ü ve
dokunulmazlığı fikri canlanır. Türk İstiklâlinin ve İnkılâbının korunma ruhu
şahlanır.
Vatanın d ö r t bucağına dağılan Okulumuzun genç mensupları, diğer müessese
lerin yetiştirdiği ülkücü arkadaşlariyle birlikte, bu r u h u n kökleşmesine çalışıyor
lar. T ü r k Hükümranlığının sembolü olan idare cihazının k u r u l u p işlemesinde,
Okulumuz m e ' z u n l a n n a birinci plânda rol düşüyor. Yerleştiği yerde Devleti tem
sil, Devlçt varlığını te'sis eden idareci için vefa, yalnız b i r meziyet değil, aynı za
m a n d a bir vazifedir. H e r yıl Müessesemiz kuruluşunu böyle bir Törenle kutlama
geleneği bu vefakârlık temeli üzerine k u r u l m u ş t u r . Gene bu mutlu geleneğin bir
icâbı olan nefis muhasebesini yapma ödevi de bana düşüyor.
Değerli Dinleyicilerim,
Mâruzâtımın b u n d a n sonrasmı müsaademizle genç a r k a d a ş l a r ı m a Devlet hiz
metinde b u l u n m a n ı n yüksek şerefini a n l a t m a ğ a h a s r e d e y i m : Devlet derken politika
edebiyatının sevimsizleştirildiği bir mefhûmu kasdetmekten uzağım. Benim, dev
letten m a k s a d ı m millî ve siyâsî birliğimizin hukukî teşahhusu, varlığında hürriye
tini, vicdanında mes'uliyetini, duygusunda milliyetini, şu'urunda v a t a n sevgisini
idrâk edenlerin h ü r ve mes'ud topluluğudur. Halk dilinin "devlet k u ş u " tâbirinde
beliren bu devlet mefhumu, saadet ile bir m â n â d a d ı r ve ilk çağın fikir cereyan
larından beri, insanlık için erişilmesi güç en büyük ni'met sayılır. Aydın b i r ida
re adamının ilk vazifesi, bu m a ' n â d a devlet mefhumuna uyan bir topluluğun ger
çekleşmesine çalışmak ve ona hizmet e t m e k t i r . Böyle bir hizmet amacına ise,
a n c a k bilgi, k a r a k t e r ve vazife ahlâkına sahip şahıslar kavuşabilir. Şahsiyet, hür
riyetin olduğu kadar, devlet ve millet hizmetinin de temelidir. Devleti yaşatan,
milleti yükselten kaaideler değil, insanlardır. İnsanlık vasfiyle idare adamı, hem
(19) Bak. : Cumhuriyet Gazetesi; 5-12-1947; 1.-3.-5. sf. ve 4-5, 3-8, 1-7 st.
597
adaletin, hem emniyetin koruyucusu ve bekçisidir. K a n u n a bağlılık ve k a n u n u uy
gulama, insan şahsiyetinin süzgecinden geçerek, adalet ve emniyet hedefine ulaşır.
Zamanımızda devlet ve halk münâsebetleri h e r s a h a d a alabildiğine genişledi
ği için idare a d a m ı n d a n istencin kaabiliyet ve vasıflar da hergün a r t a r a k değiş
mektedir, Bu vasıfların başsnda geniş ve sağlam bir bilgi gelir. Bilgi bize, hâdi
seler mahşeri a r a s ı n d a değişmez münâsebetleri tâ'yin, değişen ve yenileşen ihti
yaçları ta'kib melekesini kazandırır. Bu a r a d a idare adamı, gerek teorik, gerek pra
tik bilgileri, başka bir deyimle nazariyecilik ile teşkilâtçılığı atbaşı yürütecek
bir zekâ muvâzenesine sahip olmalıdır. U n u t m a m a l ı d ı r ki, bilgi gibi işin de te
meli düşüncedir. Nazari gerçek, amelî dileği aydınl&tmadıkca hiçbir değer yara
tılamaz. B u n u n gibi t a t b i k a t a kavuşmıyan prensipler, boş ve k u r u formüllerden
ibaret kalır. Esas gayesi idare a d a m ı yetiştirmek olan Siyasal Bilgiler Okulunun
ders sisteminde, ilmî a r a ş t ı r m a l a r ı n d a , metodik çalışmalara ehemmiyetli bir yer
ayırmasının sebebi bu mülâhazalarda saklıdır.
Bugünün idare a d a m ı yalnız geniş bilgiye sahip olmakla da yetinemez. Ülkücü
bir r u h enginliğini, feragat, fedâkârlık, m ü s a m a h a duygularını da nefsinde taşıma
lı; halkı sevmesini bilmelidir. İdareci bir b ü r o k r a t değil, bir halk a d a m ı , millî
birlik ş u u r a n u n sembolü, millî kalkınma direğinin mihrakı, maddî ve mânevi bü
tün vâsıta ve kıymetleri değerlendirmesini bilen yapıcı ve yaratıcı bir insan ola
caktır. İ d a r e edenle, idare olunanın ayniyyet ve eşitliği esâsına d a y a n a n demok-
rasi'de â m m e otoritesinin kaynağı halkın dileğinde, güveninde ve sevgisinde top
lanır. Bu sebcble yetki ve kuvvetini halktan almanın zevkini tadamıyan, gayret,
ehliyet ve bilgisiyle geniş kütlelerin i'tîmad ve muhabbetini kazanamıyan her ida
reci başarısızlığa m a h k û m d u r . H e r yıl Siyasal Bilgiler Okulunun çatısı altına Yur
d u n dört bucağından gelen körpe dimağlı, temiz ruhlu halk çocukları, d e m o k r a t i k
ve eşit bir k a y n a ş m a hâlinde toplanırlar. Onların, Mektebi bitirdikleri zaman ilk
vazifeleri, bu r u h u bozmadan idareci sıfatıylıa Memleketin b ü t ü n h i m m e t ve gay
ret bekliyen köşelerine taşımak ve dağıtmaktır."
Prof. Yavuz Abadan daha sonra, karakterin halkçı tbir ruh ve zihniyetin esas
temeli o|!duğunu belirtmiş, sözlerini şöyle b i t i r m i ş t i r :
" K a r a k t e r i n iyiliği, kötülüğü, karaktersizlikten ayrı bir mes'eledir. İ r â d e d e ke
sinlik ve istikrar, kötülükde inat ve ı s r a r şeklinde de tecelli edebilir. B u n u n için
iyi k a r a k t e r sahihi irâdesini aynı z a m a n d a ahlâkî prensiplere uydurabilendir. Ah
lâklılık, iç duygu, düşünce, zihniyet ve hareket tqmizliği demektir. Ahlâk kanu
n u n u n ölçüsü iyiliktir. Bu m a n â d a iyi hareket, h ü r hareket demektir. H ü r r i y e t , iç
ten ve dıştan gelen kötü ve yabancı te'sirierden sıyrılarak, aklın ve vicdanın etmri-
ne u y m a d a tecelli eder. En yüksek hürriyet idrâki, her türlü hırs, ş ö h r e t ve mev
ki' kaygısından uzak kalarak akla ve vicdana uymada, vazife ahlâkına bağlı kalma
dadır. Bu bakımdan insan cemiyetlerinin yükseliş, yaşayış ve ilerleyişi, idare eden
lerle aydınların ahlâkî salâbetine ve millî birlik duygusuna dayanır. Bu vasıflarla
mücehhez seçkin şahsiyetleri bağrında taşıyan bir toplulukta, cegmiyet idaresi ah
lâkî prensiplere göre işliyen beşerî kıymetlerin inkişafına denk o l a r a k milletin
598
yükselmesini sağlayan bir sistem hâlinde yükselir. Böyle bir toplulukta, karşılıklı
saygı, dayanışma, fedakârlık ve feragat duyguları asî! bir heyecan ve kudret kay
nağı hâline gelir. Böyle bir cemiyetin idaresi, mes'uliyet ve şerrefini yüklenenler,
millî menfaatlere şahsî dileklerinin üstünde yer verecek bir olgunlukta ve dâima
vatandaşların şaşmaz, bağışlamaz murakabesine tâbi* oldukları duygusundadırlar.
Genç arkadaşlarım, bütün gayretlerinizin hedefi, devrimizin çeşitli zorlukları,
problemleri karşısında duraklamadan, irkilmeden bu durumu gerçekleştirmek,
Türk Cemâatini medenî ve müreffeh bir seviyeye yükseltmek; buna aykırı belir
tilerle âmansızca cenkleşmek ve her zaman yolunuzu ahlâkî zihniyet ve hareketle
aydınlatmak olmalıdır. Bu uğurda katlanacağınız fedakârlıkların mükâfatı, Va
tanın şükranı, Milletin takdiri olacaktır."
İSTANBUL'DA
İstanbul, 4, A.A. — Siyasal Bilgiler Okulu'nun Yıldönümü bu a k ş a m saat 20
de Taksim Belediye Gazinosunun büyük salonunu dolduran, üç nesli temsil eden
güzide bir kalabalık tarafından kullanmıştır.
Da'vet'de Şehrimizde me'muriyet ve serbest hayatta bulunan hemen b ü t ü n me'-
zunlar ve davetli olarak da fahrî üye olan İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Dr.
Lütfi Kırdar ve Vilâyet ve Belediye erkânı ve basın mensupları bulunuyordu.
İlk sözü en yaşlı üye olan 1890 mezunu eski Ayan- üyelerinden Vahan Beşir
almış ve " p i r çağında ve böyle bir d ö n ü m yılında şeref sandalyesinde hitab etme
nin kendisine ıbahşeütiği derin zevk ve heyecanın bir ö m r e bedel o l d u ğ u n u " söyli-
yerek "en büyük değer ve ölçüde ilmî, idâri ve ekonomik sahada, siyâsette devlet
adamları yetiştiren bu irfan ocağını h ü r m e t l e " anmıştır. Bu sözler derin tahassüs
lerle karşılanmış ve kaybedilen a r k a d a ş l a r için bir dakika h ü r m e t s ü k û t u n d a ıbu-
lunulmuşlur.
Bundan sonra Profesör Hasan Tahsin Aynî güzöl bir demcçde b u l u n m u ş ve
Siyasal Bilgiler Okulunun Târihinden ve uzun hizmetlerinden bahsederek sürekli
alkışlarla karşılanmıştır. Da'vet geç v a k t e k a d a r samimî b i r hava içinde devam et
miştir.
ADANA'DA
Mülkiyenin 88. yıl d ö n ü m ü münâsebetiyle Şehrimizdeki Mülkiyeliler bugün
s a a t 19'da Adana Kulübünde b i r topflantı yapmışlardır. Aralarında Beşinci Genel
Müfettiş Nizâmeddin Ataker, Seyhan Valisi Zühdü Durukan, Genel Müfettişlik Mü
şaviri, İl İ d a r e Kurulu Üyeleri, Emniyet Müdîr Vekili, S ü m e r b a n k Müfettişi, He
sap Uzmanları, Sigortalar Kurumu, Çalışma ve Varidat Müdîrleri ile d a h a baş
ka Mülkiyeliler hazır b u l u n m u ş l a r d ı r . Samimî geçen bu toplantıda Okul ve hayat
hâtıraları anılmış geç vakte k a d a r neş'eli bir vakit geçirilmiştir. Toplantıda bulu
n a n l a r bu mutlu gün münâsebetiyle Ankara'da Ankara Palas'ta toplanmış olan
Mülkiyelilere bir sevgi telgrafı çekmişlerdir."
ANA TÜZÜĞÜN Fethi Çelikbaş'ın Müdîrliği dönemindt, Ali Fuad
BA'ZI MADDELERİNİN Başgil'in içinden çıkılmak hâle getirdiği ve öğrenicile-
DEĞİŞTİRİLMESİ rin ba'zılarında moral sarsıntısı yapan Sınav Yönet-
599
meliği değiştirildi. Sayın Çelikbaş'ın bu teşebbüsü çok yerinde ve m a n t ı k î idi.
Öğrenicilerin moralleri üzerinde büyük ve çok olumlu te'sir yaptı. Değişikliği şöy
le özetleydbiliriz (20):
"Siyasal Bilgiler Okulu Yönetmeliğinde ba'zı değişiklikler yapılmıştır. Bu de
ğişikliklere göre, yaz ve güz d ö n e m l e r i n d e yalnız bir d e r s t e n yazılı ve sözlü im
tihanlarda beş'den aşağı not alıp da öteki derslerden .kazandığı n o t l a r ı n ortalama
sı dokuz t u t a n öğrenici, beş'den aşağı aldığı not beş'e çıkarılmak suretiyle imti
hanı b a ş a r m ı ş sayılacaktır.
Yaz d ö n e m i yazılı imtihanlarına giren ve muvaffak olan öğrenici güz döne*
m i n d e t e k r a r yazılı i m t i h a n l a r a girmiyecektir. Ancak, hastalık ve olağanüstü ma'-
zeretler hâriç olmak üzere, sözlü i m t i h a n l a r a hiç girmeyen veya bir kısmına giren
öğrenici, i m t i h a n a hiç g i r m e m i ş addedilecektir.
Yaz dönemi yazılı ve sözlü imtihanlarında b i r veya iki d e r s t e n beş'den aşağı
not alıp da öteki derslerden kazandığı notların o r t a l a m a s ı sekiz t u t a n öğrenici,
güz döneminde yalnız beş'den aşağı not aldığı derslerden i m t i h a n a girecekti 1 ?."
600
"Öğrendiğimize göre, Siyasal Bilgiler Okulu'nun Ankana Üniversitesi camiası
na katılması için hazırlıklara devam edilmektedir. Siyasal Bilgiler Okulu "Siyâsî
ve İktisadî İlimler F a k ü l t e s i " adını alacaktır. Bunun için de Ankara Üniversitesi
Senatosu bir karar verecek ve bu karardan sonra Millî Eğitim Bakanlığı tarafın
dan bir kanun tasarısı hazırlanacaktır. Bu kanun tasarısında Siyasal Bilgiler Oku
lu'nun Fakülte hâline geçişinde ba'zı muvakkat maddeler olacaktır.
Ankara Üniversitesine katılacak olan bu Fakülte aynı zamanda İktisad Fakül
tesi ihtiyacım da fearşılıyacaktır."
Ocak 1949'da Ankara Üniversitesi Senatosu bu fikri kabul edip k a r a r a bağladı.
Kurulan geçici bir K o m i s y o n Kanun Tasarısı'nı hazırlayıp Millî Eğitim
Bakanlığı aracılığı ile Bakanlar K u r u l u ' n a sundu. B u r a d a da müzâkeresi yapılıp
uygun b u l u n a r a k 23 Mayıs 1949'da T.B.M.M. ne sevkedildi (22).
Fakat, b u sırada, Mülkiye'nin F a k ü l t e olmasını, kendilerine göre hak
lı sebeblerle istemeyen b i r g r u p teşekkül etti. Bu grupun Meclis'deki kısmı Ta-
s a n ' n ı n Komisyon'lara şevkini geciktiriyor, k a d ü k olmasını sağlamak is
tiyordu.
Fakülte olması fikri taraftarlarının çaba ve uğraşılarını ve asırlık Mülkiye'nin
ü n i v e r s i t e r bir kişilik kazanmasındaki sebep v e mecburiyetleri Ord.
Prof. Sayın Burhan Zihni Sanun'dan, bir p a r ç a insafsızca yargılanarak, bir parça
da h ü k ü m l e r d e sübjektifliğe kaçılarak öğreniyoruz (23):
"Mülkiye'de geçen hâtıralarımdan hangisini yazayım, diye düşünürken, Dekan
Aziz Köklü imzası ile Şeref Kitabı Hazırlama Bürosundan gönderilen son mektup
ta gözüme ilişen "Mülkiyelilik Ruhu" ibaresi, bana. Siyasal Bilgiler Okulu'nun
Fakülte hâlinde Ankara Üniversitesine katılması sırasında yaşanan heyecanlı gün
lerin tatlı bir hâtırasını nakletme fırsatım verdi.
Ben Mülkiye'de okumadım; fakat pek çok Mülkiyeli tanıdım. Müessesenin
geçirdiği istihalenin büyük bir kısmını yakından izleyebildim.
Osmıanlı İmparatorluğumun çöktüğü yıllarda, biz Yüksek Mühendis Mekte
b i n i bir harap kışladan öbürüne taşırken, Mülkiyeliler de bir köhne konaktan
diğerine göç ediyorlardı.
İşte ben, Mülkiyeli'yi ve "Mülkiyelilik R u h u n u ' ' o ıstırablı günlerinden beri
tanırım.
Yıllar sonra, kader, beni orada Öğretim Üyesi yaparak Siyasal Bilgiler Oku
lu'nun hayatına da ortak etti.
Siyasal Bilgiler Fakültesinin ceddi, Mektebi Mülkiye adı altında bilgili dev
let me'murlan yetiştirmek amacıyla rüşdiye - i'dâdî arasında bir tahsil vermek üze
re 1859 yılında kurulan mütevâzi bir irfan yuvasıdır.
Ancak bu Müessese, Türk Toplumunun yapısında siyâsî, iktisâdi ve sosyal
bakımlardan vukua gelen istihaleye paralel bir gelişme yaparak 1877 yılında
Mektebi Mülkiyye-i Şâhâne adı altında yüksek bir öğretim kurulu olmuştur.
601
Fakat, bu yeni Müessesenin yetiştirdiği reformcu gençler ellerinde ilim meş'-
idesi, yüreklerinde vatan sevgisiyle Memleket hizmetine koşarken k a r ş ı l a r ı n d a yi
ne Saltanat İdâresinin, T ü r k T o p l u m u n u Orta çağın karanlıklarına sürüklemek
isteyen mütefessih rejimini buldular.
İşte Devlet ve Milletin geleceği üzerinde çok büyük endişeler y a r a t a n bu is-
tibdad idaresi, Mülkiyeliler arasında kuvvetli ve derin bir t e s â n ü d ü n doğup yer
leşmesinde müessir oldu.
Devlet ve Millete feragatle hizmet e t m e ü l k ü s ü n ü n yarattığı bu tesânüd, "Mül-
kiyelilik R u h u " Memleketin karanlık günlerinde en kuvvetli bir enerji kay
nağı olmasını sağlamıştır. Bununla beraber, Yurdumuzda yüksek ö ğ r e t i m mües
seselerinin ilmî yöndeki esaslı gelişmeleri, ancak, Atatürk Devrimleriyle Türk
T o p l u m u n a çağdaş medeniyetin yollan açıldıktan sonra, başlamıştır.
Atatürk, Mülkiye'nin adını Siyasal Bilgiler Okulu'na çevirirken devlet idaresi
siyâsetinin, çağdaş anlayışa göre, bir ilim konusu olduğunu belirterek, bu târihî
Müessesenin a r t ı k ilmî ve akademik hüviyyetini alması lüzumuna da işaret et
miştir.
Ayrıca 2777 sayılı K a n u n çıkartılarak yeni Müessesenin gelişmesi için gerekli
maddî ve manevî o r t a m da sağlanmıştır.
Bu suretle, müteakiben çıkan k a n u n l a r d a n da istifâde eden Siyasal Bilgiler
Okulu bünyesinde, idaresinde ve tedrisâtında geniş değişiklikler y a p a r a k sür'atle
bir Fakülte kuruluşu hâline gelmiştir.
Ancak, bu büyük çabalara rağmen, 4936 sayılı Üniversiteler K a n u n u çıkarken
Okulun bir Fakülte hâlinde Üniversite'ye katılması sağlanamamıştır. Ayrıca, yeni
Kanunun 79. Maddesi, Siyasal Bilgiler Okulu'na üniversiter bir mâhiyet veren 2777
sayılı K a n u n u n 6. Maddesini kaldırdığından, Okul h e m kanunî s t a t ü s ü n d a n mah
r u m edilmiş; hom de Fakültelere sağlanan geniş m a d d î ve mânevi i m k â n l a r d a n
faydalanamaz bir d u r u m a d ü ş m ü ş t ü r .
İşte bu eşitsizliğin Müessesenin ilmî seviyesinde bir gerileme d o ğ u r m a s ı n d a n
endişelenen S.B.O. İdaresi ile Öğretim Üyelerinin ısrarlı tgşebbüsleri üzerine, Hü
kümet, Siyasal Bilgiler Okalu'nun Ankara Üniversitesine b i r Fakülte olarak ka
tılmasını sağlamak için 20/5/1949 tarihli K a n u n T a s a n s ı ' n ı Büyük Millet Mecli-
si'ne sevk etmiştir.
Bu tasarı, 25/5/1949'da Millî Eğitim ve 4/6/1949'da B ü t ç e Komisyonlarında,
ba'zı ufak düzeltmelerle, kabul edilerek ivedilikle görüşülmek üzere İçişleri Ko-
misyonu'roa iletilmiştir.
Fakat, ne yazıktır ki bu Tasarı, İçişleri Komisyonu'nda Orta Çağın sekler zih
niyetiyle "Mülkiyelilik R u h u " n u dejenere edenlerin ağır ve haksız h ü c u m u n a uğ
radı.
Siyasal Bilgiler Okulu, böylece, "Mülkiyelilik R u h u " n u Devlet ve Millete fe
ragatle hizmet yerine, meslekî disiplin havası içinde karşılıklı y a r d ı m şeklinde
anlayanların hiyânetiyle karşılaştı.
Bunlar, Büyük Millet Meclisi'nde Siyasal Bilgiler Okulu'nun F a k ü l t e hâline
602
getirilerek Mülkiyeli'nin ve Mülkiyelilik R u h u ' n u n yok edilmesine çalışıldığı fik
rini yaymağa çalıştılar. Bu r u h u n Fakülte rejiminde yetişecek gençlere asılana-
mayacağım öne sürdüler.
İşte İçişleri Komisyonu bu dejenere edilmiş "Mülkiyelilik R u h u " n u kendileri
ne bayrak yapanların te'sirleri altında kalarak Kanun Tasarısını ele almaktan
kaçındı. Bu sabotaj hareketi karşısında Öğretim Üyeleri, K a n u n Tasarısının amaç
ve mâhiyetini açıklamak için Meclis'te geniş bir kampanyayla giriştiler. Millet Ve
killerini, Meclis Başkanlarım, Komisyon Reis ve Üyelerini, ilgili Bakanları ziya
ret ederek görüşlerini kendilerine göre etraflıca izah ettiler:
S a l t a n a t devirlerinin istisnaî koşulları içinde doğan "Mülkiyelilik R u h u " n u n
ana k a r a k t e r i bu îstibdad idaresi karşısında doğan "ülkü birliği" ve r u h tesânüdü-
dür. Halbuki Türkiye Cumhuriyet i 'nde a r t ı k ne Saltanatın müstebid idaresi, ne
de skolastik eğitim ve öğretim sistemi h â k i m d i r .
Atatürk, millî politikanın temeli olan hayat anlayışını " E n hakîkî m ü r ş i d ilim
d i r " vecizesiyle beliğ bir s u r e t t e belirmiştir. Artık, Devlet ve Millet hizmetinde
büyük görev ve sorumluluk yükleneceklerin, mu'dilleşen toplum problemlerini çö
zebilmeleri için, ilmin objektif ışıkları İle toçhiz edilmeleri lüzumu anlaşılmıştır.
Bu i'tibarla, "Mülkiyelilik R u h u " n a daha geniş bir açıdan b a k a r a k , onu, kişi
ve takım ç ı k a n gütmeyen, infiradcı, inhisarcı, bencil bir zihniyet taşımıyan, çağ
daş bilgilerle donatılmış, kendisini Devlet ve Millet hizmetine feragatle adayan,
vefalı insanların toplumcu ruhu o l a r a k a n l a m a k lâzımdır.
Bu b a k ı m d a n Siyasal Bilgiler Okulu'nun Fakülte hâline geldikten sonra da
Üniversiteler K a n u n u n u n icâbı olarak aynı ruhu aşılamağa çalışması lâzımdır.
Ayrıca Fakülte olarak, öğrenicilerin ilmî ve meslekî formasyonlarını daha geniş
bilgi ve deney sahibi olarak yapabilmelerini sağlayacak maddî ve manevî imkân
lara da mâlik olacaktır.
İşte, Öğretim üyelerinin Kanun Tasarısı'm İçişleri Komisyonu'mın elinden
k u r t a r m a k maksadiyle Meclis'de yaptıkları b ü t ü n bu açıklamalar, yetkili merci
leri h a r e k e t e geçiremedi. (1950) Genel Seçimleri de çok yaklaştığından herkesi de
rin bir ümidsîzlik kaplamıştı.
Bu d u r u m karşısında, son bîr çâre olarak Başbakan (Şemseddin Günaltay)'ın
ziyaret edilmesine k a r a r verildi. Ertesi gün Başbakan, bizi kendine h â s babacan
haliyle kabul ederek derdimizi sordu.
Okul Müdîri (Fethi Çelikbaş), Tasarının d u r u m u n u etraflıca açıkladı; Öğre
tim Üyeleri de konuyu değişik yönlerden ele a l a r a k kendisini desteklediler.
Başbakan, İçişleri Komisyonunun t u t u m u n u yeren bu ateşli sözleri, mütebes-
sim bir çehre ile dinledikten s o n r a :
— Hakkınız var, -dedi. Biz H ü k ü m e t olarak Siyasal Bilgiler Okulu'nun bir Fa-
kütle hâline gelmesine taraftarız. Bu sebeble b î r Kanun Tasarısı hazırlayarak Bü
yük Millet Meclisi'ne götürdük. Tasarı, Millî Eğitim ve Bütçe Komisyonlarından
b i r k a ç gün içinde geçerek ivedilikle görüşülmek üzere İçişleri Komisyonu'na gön-
603
derildi. Fakat, o r a d a takılıp k a l d ı ; aylardan beri o r a d a duruyor, bir t ü r l ü yürü
m ü y o r ; diyerek sözlerini bitirdi.
Arkadaşlar, t e k r a r söz alarak, Üniversiteler K a n u n u ' n u n doğurduğu eşitsizlik
karşısında. Siyasal Bilgiler Okuhı'nun vazifesini göremez hâle düşeceğini, acı bir
lisânla belirttiler.
Bunun üzerine Başbakan daha açık k o n u ş t u :
— Ben anlattığınız faydalara inandığım için TasarTnızı Meclise g ö t ü r m ü ş bu
lunuyorum. Mes'ele, dâvanızı H ü k ü m e t ' e değil, İçişleri Komisyomı'na, Meclis'e an
latarak onları ikna edebilmektedir. Meclis'te çok Mülkiyeli a r k a d a ş var. Ancak,
bunların bir kısmı K a n u n T a s a n s ı ' n ı hoş karşılamadılar. Mülkiyenin F a k ü l t e hâ
line gelmesine karşıdırlar. B u n l a r a göre, Mülkiye, târihî b i r ocaktır. K e n d i n e mah
sus bir hayâtı vardır Öğrenicileri özel bir disiplin içinde yetişir. Bu nitelikler, me'-
z u n l a n n a "Mülkiyelilik Ruhu"nu, disiplininin! aşılar. H a l b u k i Siyasal Bilgiler Oku
lu, F a k ü l t e hâlinde Üniversiteye katılırsa, târihi varlığı zedelenmiş olur. Temel
fonksiyonunu göremez hâle düşer. Aynca, Mülkiye'nin, Üniversite içinde F a k ü l t e
olarak yaşaması da kaabil değildir. Zira, derslerin çoğu esasen H u k u k Fıakültesi'n-
de o k u t u l m a k t a d ı r . Hocaların çoğu da aynı hocalardır. Böylece, bu târihi Müesse
senin Üniversite içinde eriyip gitmesi m u k a d d e r olur.
Başbakan, bunları söyledikten sonra biraz d u r d u ; a r k a s ı n d a n da şunları ekle
yerek sözlerini b i t i r d i :
— Biz Tasarıyı Meclis'e götürdük, H ü k ü m e t olarak vazifemizi yaptık. Artık iş
Meclis'e k a l m ı ş t ı r ; onun elindedir; bizim yapabileceğimiz bir iş k a l m a m ı ş t ı r .
Oda, bu sözlerden sonra derin bir sessizliğe gömüldü. H e r k e s susuyordu. Çaba
larımız boşa gitmiş, Siyıasal Bilgiler Okulu da kanuni s t a t ü s ü n d e n m a h r u m edilmiş
bir d u r u m d a o r t a d a kalmıştı.
Başbakan, odaya çöken bu üzgün havayı dağıtmak için, sanki bir yol a r a r gibi
gözlerini dikkatle Öğretim Üyelerinin üzerinde gezdirirken beni gördü.
Ben, biraz saklanır gibi yan tarafa çekilmiştim. Zira, Avrupa İktisâdi İşbirliği
Teşkilâtı nezdinde Dâimi Hey'et Reisliği'nden ayrılarak Paris'den Siyasal Bilgiler'-
deki görevime dönmek için İsrar ettiğim zaman, buna, Başbakanlık Milletlerarası
İktisâdi İşbirliği Teşkilâtı Genel Sekreterliği'ne ta'yinimi yapmak şartıyle muvafa
kat etmişlerdi. Ankara'ya d ö n d ü k t e n sonra, bu vazifeden de ayrılmak istediğimden
aramızda büyük çekişmeler o l m u ş t u . Güçlükle müsaadelerini alabilmiştim.
İşte Başbakan beni g ö r ü n c e :
— Sanus, bizi yalmz bırakıp a y n n d ı n . Bilirim, hocalık dağdağasız iyi bir şey
d i r ; benim yakamı b ı r a k s a l a r ben de koşar gelirim, diye b i r a z takıldıktan sonra;
siz hiç konuşmadınız, Tasarı hakkında ne düşünüyorsunuz, dediler.
— Arkadaşlar T a s a n ' n ı n Siyasal Bilgiler Okulu b a k ı m ı n d a n taşıdığı önemi,
salâhiyyetle, çeşitli yönleriyle açıklamış olduklarından, ben, müsaadenizle, sırf Hü
kümetin t u t u m u üzerinde d u r m a k l a yetineecğim. Öyle zan ediyorum ki H ü k û m e t ' i n
vazifesi sâdece Tasarı'yi hazırlayarak Büyük Millet Meclisi'ne vermek değildir. Bu
604
hareketiyle H ü k ü m e t , benimsediği b i r dâvanın t a h a k k u k etmesi için gerekli bul
duğu h ü k ü m l e r i n tedvin olunmasını istemiştir; bu bir teşebbüstür, k a p u n u n çalın-
maşıdır. İşte Hükûmet'in, benimsediği dâvanın gerçekleşmesini sağlayabilmesi için
yetkili m a k a m l a r nezdinde sürekli teşebbüste bulunması, â d e t a kapılarını aşındır
ması lâzım gelmektedir. H ü k ü m e t , Meclis'e götürdüğü T a s a n ' y a sahip çıkmadık
ça, onun peşine düşerek Komisyon'da takip etmedikçe, b u n u n kanunlaşmasına im
kân yoktur. Bakınız, geçen gün Mülkiye'de hocalık etmiş b i r Bakanımızdan, biz
lere pek dokunan, şu sözleri işittik:
— H ü k ü m e t a'zâsı olarak T a s a n ' y a imzamı koydum. Fakat bir çok eski me'*
zun b a n a geldi; Müessesenin, Fakülte hâlinde Üniversite'ye katılması takdirinde
Mülkiye'nin gayesi ve fonksiyonu değişir; Ocağımıza h â k i m olan r u h ve k a r a k t e r
bozulur, dediler. Bu i'tibarla a r t ı k benim T a s a n lehinde bîr teşebbüste b u l u n m a m
çok güçleşmiştir, dedi. Bu da gösteriyor ki H ü k ü m e t i n görevi, T a s a n ' y ı Meclis'e
vermekle bitmemektedir. H ü k ü m e t i n bu ilgisizliği K o m i s y o n l a r d a pasif nıukaave-
m e t olarak değerlendirilmektedir. Ben de, müsaadenizle, Komisyonların hâlet-i na
hiyelerini iyi bilirim. Yabancı devletlerle m ü z â k e r e ve imza ettiğim Ticâret ve
Te'diye Anlaşmalan'nı Meclis'ten geçirebilmek için peşlerinde koşmak lâzımgelir-
di. N i t e k i m sıkı b i r takiple T a s a n ' y ı b i r k a ç gün içinde Millî Eğitim ve Bütçe Ko
misyonlarından geçirmek m ü m k ü n o l m u ş t u r . Ancak, İvedilikle görüşülmek üzere
İçişleri Komisyonu'na gönderilen T a s a n aylardır o r a d a sahipsiz d u r m a k t a d ı r . Bu
na karşı da H ü k ü m e t kuvvetli b i r reaksiyon göstermemiştir. Halbuki içişleri Ko
misyonu da, muayyen bir m ü d d e t içinde, mütalâasını, m ü s b e t menfî bildirmek mec
buriyetindedir, zannederim. Açıkça söyleyebilirim ki, yetkililerle Büyük Millet Mec
lisinde yaptığımız temaslar, bize, H ü k ü m e t i n , m u t a a s s ı p ba'zı Mülkiyelilerin gös
terdiği şiddetli m u k a a v e m e t karşısında, T a s a n ' y ı İçişleri Komisyonu'nda t a k i p et-
m e k d e n t a m a m e n vazgeçmiş olduğu k a n a a t i n i n h â k i m b u l u n d u ğ u n u göstermiştir.
Afvedersiniz, bizlere, bu Tasan'yı hep hocalar tâkib ediyor; H ü k ü m e t neden görün-
miyor? diyenler oldu. F a k a t , benim bu görüşmelerden edindiğim k a n a a t o d u r k i ;
Şahsen, Kanun T a s a n s ı ' n ı n çıkmasını samimiyetle arzu ettiğinize göre, İçişleri Ko
misyonu ve Meclis Başkanları ile yapacağınız temaslar, K a n u n T a s a n s ı ' n ı n , ivedi
likle ele alınarak kısa bir z a m a n d a çıkmasını sağlamaya kâfi gelecektir. Önümüz
de Genel Seçimler var; z a m a n artık çok daralmıştır. Meclis, bu d u r u m u görmek
tedir.
Sözümü b i t i r m e d e n evvel, Mülkiye'nin Üniversite içinde müstakil bir Fakülte
olarak yıaşatılmayacağı, düşüncesinin de, b a t ı dünyasındaki ilmî gelişmelere tama
m e n aykırı olduğunu belirtmek isterim. Bu düşünceyi ileri sürenlere en iyi cevıab,
Profesör Duverger'nin birkaç gün evvel Ankara H u k u k Fakültesi'nde verdiği Kon
feranstır.
Kaldı ki, bu itirazı ileri sürenlerin düşünceleri, şâyed doğru ise, T a s a n ' y ı yine
bir an evvel ç ı k a r U n a k lâzımdır. Zira, Siyasal Bilgiler Okulu için hâlen yapılmakta
olan lüzumsuz m a s r a f l a r d a n Devlet Bütçesi k u r t a n l m ı ş olur; diyerek sözlerimi bi
tirdim.
605
Başbakan'a t beni sabırla dinlediklerinden dolayı teşekkür ederken, O babacan
haliyle gülümseyerek b a n a :
— Sanus, beni neden böyle sıkıştırıyorsun? diye takıldıktan s o n r a gözlerini
boşluğa doğru çevirerek sözlerine devam etti:
— Evet, seçimler yaklaşıyor, çok az vakit kalmıştır; mes'elenin bir an evvel ka
rara bağlanması lâzımdır, dedikten sonra Tasarı'yle hemen alâkalanacağını belirte
rek konuşmasını, bitirdi.
Başbakan'a bu samimî va'd'i dolayısıyle arkadaşlarla birlikte teşekkür ederek
yanından büyük u m u t l a r l a ayrıldık.
Birkaç gün sonra H ü k û m e t ' i n Büyük Millet Meclisi yetkilileriyle t e m a s a geç
miş olduğunu öğrendik. İçişleri Komisyonu da Tasarı'yı hemen ele a l a r a k çalışma
larına başladı.
Komisyon, incelemelerini birkaç gün içinde bitirerek, Haziran 1949'dan beri
elinde tuttuğu Kanun T a s a n s ı ' n ı 18/3/1950 târihinde ivedilikle m ü z â k e r e edilmek
kaydıyla Meclis Başkanlığına gönderdi.
Böylece İçişleri Komisyonu'nda Tasarı'yı a k a a m e t e u ğ r a t m a k için a y l a r c a çır
pınanlar, nihayet Siyasal Bilgiler Okulu'nun bir Fakülte hâlinde Ankara Üniversi-
tesi'ne katılmasını önle/yemediler. Komisyon, Tasarı'nın L Maddesine, Mülkiye
Mektebi'nin nitelikleri olduğu mütâlaasiyle, Enstitülerin, Öğrenici Yurdunun, Mec
burî Yabancı Dil Öğretiminin ve te'sis gayesinin mahfuz tutulduğunu belirten hük
mü eklemekle yetinmek zorunda kaldı.
Tasarı da birkaç gün içinde Meclis Umumî Heyeti'nce kabul edilerek 23/3/1950
târihinde k a n u n l a ş m ı ş oldu.
İşte, böylece, sekter bir zihniyetle "Mülkiyeiilik R u h u " m ı dejenere edenlerin
direnmeleri yıkıldı.
Bu suretle, M ü l k i y e l i n bugün karşımızda, Öğretici ve öğrenlcisiyle, millî ha
yatımızla doğrudan doğruya ilgili, Atatürk Devrimlerinin bekçisi, millî karakter
lerimizin koruyucusu, toplum ihtiyaç ve ülkülerine uygun insanlar yetiştirmek ve
millî ve insanlık realitelerini a r a ş t ı r m a k , b u l m a k ve yaymakla görevli b u l u n a n
Siyasal Bilgiler Fakültesi hâlinde geniş maddî ve mânevi varlığıyle m u h t e ş e m bir
ilim ve Öğretim müessesesi olarak yükselmesi imkânları hazırlanmıştı,
Bu i'tibarla, Siyasal Bilgiler Fakültesini k u r m a k için öğretim üyeleri arkadaş
larla birlikte, omuz omuza, yaptığımız çetin mücâdele günlerini, Mülkiye'nin çatı
sı altında geçen hocalık hayatımın en tatlı bir hâtırası olarak saklıyorum."
606
kardaki hükümlerinde b i r parça sübjektifliğe k a p ı l m a k t a ; hiç değilse, Mülkiye de
n e n nevi' şahsına m a h s u s müessesenin iç âlemine nüfuz edememekden doğan bir
his'sin te'sirinde k a l m a k t a ve gerçek'den k a ç m a k t a d ı r . İçişleri Komisyonu'nda Ta-
san'yı geciktirenlerin şahsî bir çıkar sebebiyle değil, kendi düşüncelerine göre, Mil
let çıkarı için faydalı bir iş yaptıkları kanısında (bulundukları inancında
yım. T.B.M.M.'ndcki Mülkiyeliler 'böyle bir geciktirmeyi sağlamada bir bakı
ma da haklıydılar. Çünkü, Mülkiye Târihi'nin, başlangıçtan beri anlatagel-
diğimiz seyri dikkatle tâkib edilirse Mülkiye, Cumhuriyet Devri hâriç, her
ne sebebdense d â i m a darbelere, hased'e m â r u z k a l m ı ş ; h e r fırsatda bu aziz Mües
sese o r t a d a n kaldırılmak istenmiştir. Bundan başka, Sayın Sanus'un da bilvesile
kabul ettiği gibi, Mülkiyelilik R û h u ' n u n h e r devirde görülen u n s u r l a r ı n d a n biri
de v e f a ' dır. Bu vefa, gerçek Mülkiyeli için, İstanbul'daki semtin adı değil,
kendisini yetiştiren Millete, ebedî Türk Devleti'ne ve nihayet Mübeccel Mülkiye'-
sine karşı ibâdet ve hizmet şeklinde tecelli ettirdiği ulvî bir h i s ' dir. Mül-
kiyeü'nin o zaman bu k o n u ' d a gösterdiği çabanın, direnmenin sebebi, "acaba mâ-
hiyyet ve kişiliği değişirse Sevgili Mülkiyesi, Meşrûtiyet yıllarında olduğu gibi,
ortadan kaldırılır mı?" endişesidir. Bu asîlâne endişedir ki Meclis'deki Mülkiyeli
yi direnmeye sevketmiştir.
Çağımız pozitif ilim çağıdır; bu çağ'da mes'eleler hakkında konacak teşhis'in
huzmeleri, katı bir realizm ve septisizm açısından geçer. Bu i'libarla o zaman "Fa
külte Olma Mes'elesi" üzerindeki endişe ve direnmeyi haksız g ö r m e m e k lâzımdır.
Endişe ve çabayı gösterenler, yakın geleceğin ne denlû sürprizlerle dolu olacağını
bilemezlerdi; kestiremezlerdi. Tıbkı " F a k ü l t e " olmasını isteyenlerin de bilemeye
cekleri gibi
S.B.O.'nu S.B.F. şekline getiren Kanun Tasarısı'nın hazırlanmasında devamlı ça
ba gösterenlerden Sayın Prof. Bedri Gürsoy da, bu konuda şu açıklamayı yapmış
tır (23/a) :
"2777 sayılı K a n u n ' u n 6. Madde'si İ s t a n b u l Üniversitesi Öğretim Üyeleri için uy
gulanan a k a d e m i k k a r i y e r niteliklerinin v e kariyer'e intisab şekil
lerinin ve m a a ş derecelerinin S.B.O.'nda da uygulanacağını belirtmişti. Bu esâsın
daha köklü hâle getirilmesi için mezkûr 2777 Sayılı Kanun muhtelif târihlerde bir
kaç kere ta'dil edildi; Asistan, Doçent, Profesör kadroları eklendi. 1942'de ıslâh edi
len S.B.O. Tâlimatnâmesi'ne ek olarak da İstanbul Üniversitesi H u k u k Fakültesi
a k a d e m i k unvanları için kabul edilen esaslara paralel bir yönetmelik yürürlüğe
kondu. Nitekim, bu t â r i h d e n sonra S.B.O.'fida görev almış b ü t ü n öğretim üye ve
yardımcıları unvanlarını ve akademik kariyer'e girişlerini sözü geçen Y ö n e t m e l i k e
göre sağlamışlardı.
4936 Sayılı Üniversiteler K a n u n u 1946'da yürürlüğe girince, S.B.O. öğretim üye
ve yardımcılarının- akademik kariyer'e girişlerini sağlayan 2777 Sayılı Kanun'un
6. Maddesi'de o t o m a t i k m a n kaldırılmış ve buna göre akademik kariyer'e dâhil olan-
607
ların mükteseb hakları da t a m a m e n ihlâl edilmiş oluyordu. Böylelikle a k a d e m i k ka
riyer yalnız Üniversite'ye t a n ı n m ı ş bir hak hâline geldi. S.B.O. ile, a k a d e m i k ve üni-
versiter kuruluşlar arasındaki bağlar t a m a m e n çözüldü ve 4936 Sayılı K a n u n ' u n
dışında kalan S.B.O. öğretim üye ve yardımcıları unvan ve akademik kariyerlerin
d e n dolayısıyle Üniversite'nin sağladığı i m k â n l a r d a n m a h r u m kaldılar.
Bu müşkil d u r u m d a kalan Yüksek Ziraat Enstitüsü, çeşitli yollardan giderek,
meselâ Enstitü giriş kısmı'na devrin Cumburbaşkanı'nın heykelini dikerek, Ankara
Üniversitesi'ne 1948'de " F a k ü l t e " olarak katıldılar. S.B.O. Öğretim Hey'eti ve Müdir-
liği, daha 1946 ders yılı sonunda (bu CiLd'in yukarı kısımlarında görüldüğü gibi) te
şebbüse geçtiler. Hazırlanan Kanun Tasarısı gerek Üniversite S e n a t o s u ' n d a gerek
Hükümet nezdinde çeşitli engellerle karşılaştı. B u n a rağmen bu işin s a m i m î ta
raftarları mücâdele azimlerini kaybetmeyerek devamlı tâkib ve çaba sarfetmeye
koyuldular. Başbakan, H ü k ü m e t Üyeleri nezdindeki teşebbüsleri en ufak şekilde
a k s a t m a d ı l a r . Zamanın Maârif Vekili (Rahmetli) Reşad Şemseddin Sirer ile toplantı
yapıp haklı d u r u m l a r ı n a onu da inandırdılar. Bu sırada (1948) (Rahmetli) Yavuz
Abadan Müdîrlik'tcn ayrılıp Hukuk Fakültesi'ne geçti; yerine Fethi Çelikbaş Müdîr
oldu. Bu devrede de yapılan teşebbüsler olumlu b i r sonuç vermedi. 1950 Genel
Seçimleri de çok yaklaşmıştı. Müdîr Çelikbaş, bir Profesörler Kurulu t o p l a m ı ş ı n d a :
"Yakında yeni seçimler var; ben D.P.'den iaday ve Milletvekili olacağım; o zaman
kanun çıkar" dedi. Profesörler Kurulu'nda (Mülkiye ile köklü ilgisi o l m a y a n ) ba'zı
kimselerin Mülkiye'nin şanlı geçmişi ile alay eder şekilde konuşmaları (Rahmetli)
Prof. Dr. Kemâl Fikret Arık'ı, Prof. Rıfkı Salim Burçak'ı ve Prof. Bedri Gürsoy'u
(çok müteessir edip) yeni teşebbüsler için birlikte harekete geçmelerini sağladı.
608
cevaplarla karşılaşıp Komisyor.'dan ayrıldı. O akşam uzun müzâkere ve t a r t ı ş m a l a r
sonunda, Sayın Said Koksal, İ h s a n Olgun ve eski İçişleri Bakanlarından Şükrü Sök
m e n Süer'in bilhassa yardımlarıyle tasarı kabul edilip Tekirdağ Milletvekili ve İç
işleri Komisyonu Başkanı Sayın Cemil Uybadın'ın imzası ile Bütçe Encümenine sev-
kedildi. Bu Encümen'de S.B.O.'nu temsilen Prof. Gürsoy ve Porf. Arık b u l u n a r a k
tasarı bugünkü 6527 sayılı Kanun'un şekli ile yeniden kaleme alındı. Bu sırada (Rah
metli) İstanbul Milletvekili Adnan Adıvar'ın ba'zı müdâhaleleri önlendi. Bu safhaya
kadar. Prof. Dr. Fikret Arık'la, Prof. Bedri Gürsoy'dan b a ş k a S.B.O. camiasından,
Müdîr dâhil, kimsenin ilgilenmediği Tasarı böylelikle T.B.M.M. Genel Kurulu'na
sevkedildi.
Müzâkere günü yukarda adı geçen iki Profesör S.B.O.'nun o zamanki genç
mensubları ile Meclis'e gidip müzâkerenin olumlu şekilde sonuçlanması için ge
rekli çabayı da gösterdiler. Genel Kurul'daki müzâkerede S.B.O.'nda ek görevle
öğretmenlik yapanların- yukarda sözü geçen Kanun'la akademik unvana da sâhib
olmaları isteği sebebiyle m ü n â k a ş a çıktı. Bu da yine Rahmet-Ii Saraçoğlu'nun mü
dahalesiyle önlendi. Müzâkerede, o zaman muhâlefetde bulunan D.P. mensubları
da K a n u n ' u n çıkmasına geniş ölçüde yardımcı oldular. Buna, o zaman İçişleri Ba
kanı olan- Rahmetli ve Muhterem E m i n Erişirgil'in samimi yardım ve çabalarını
da k a t m a k lâzımdır. Böylelikle ıbugünkü Fakülte'nin esâsını k u r a n 5627 Sayılı Ka
nun başlıca Rahmetli Prof. Dr. Kemâl Fikret Arık ve Prof. Bedri Gürsoy'un gayret
leriyle çıkmış oldu.
Prof. Bedri Gürsoy'la Prof. Dr. Kemâl Fikret Arık tarafından gerek İçişleri
Komisyonuna, gerek Rahmetli Saraçoğlu'na:
"Târihî ve köklü bir müessese olan S.B.O., Üniversiteler K a n u n u ile mesnetsiz
k a l m ı ş ; şimdiki m e n s u b l a n y l e ilerde S.B.O.'r ; da görev alacakların dayanakları el
lerinden alınmıştır. Bu d u r u m d a Üniversiteye katılmazsa o t r a d a ne uzun ve şe
refli mazisi kalacak ne de kendisinden beklenen fonksiyonu lâyıkıyla i'fâ edecek
tir. Kaldı ki Mülkiye'nin Ankara Üniversitesine katılmasiyle bu Üniversite uzun ha
zırlıklara girişmeden siyâsî ve iktisadî ilimler öğretimi yapan ve çok köklü bir ma
zisi olan bir Fakülte'ye kavuşacaktır. Kuruluş K a n u n u ' n a konacak burslu talebe
kabulü, m e c b u r i lisan dersleri, kendisine âid yurd'u olması hükümleriyle de S.B.O.
eski hüviyetinden hiçbirşey kaybetmiyeccktir." fikrini savundular. Bu görüşleri
Rahmetli Saraçoğlu, Sayın Said Koksal, Sayın İ h s a n Olgun t a m a m e n benimseyip
savunmasını yaptılar. 5627 sayılı K a n u n u n Tasarısında da bu görüşlerin öncelik
kazanmasını sağladılar. Ayrıca, Mülkiye'nin kuruluşundan bu yana geliştirilen iyi
geleneklerin k o r u n m a s ı için konulan hükümler yanında üniversiter kişiliğinin
kuvvetlenmesine y a r d ı m edecek; siyâsî, iktisâdi ve hukukî alanlarda a r a ş t ı r m a ya
p a c a k l a r ı n çalışmalarını kolaylaştıracak d ö r t E n s t i t ü ' n ü n de Fakülte bünyesinde
yer almasını te'min ettiler. Bu dört Enstitü'ye ilâveten Î956'da beşinci Enstitü de
açıldı."
"Mülkiye T â r i h i " n i hazırlarken, Önsöz'de d e belirttiğim gibi, p o z i t i f
609
i s t i ı k r â m e t o d u n u kullandığım cihetle, olayların yalnız ayrıntıları
nı tesbit edip Târihimize mâletmekle yetiniyorum ve S.B.O. n u n " F a k ü l t e " şekli
ne çevrilmesi "iyi mi, kötü mü o l d u ? " sorusunu cevaplandırmakdan kaçına
rak bu husustaki h ü k m ü Türkiye Genel Öğretim ve Eğitim Târihine bırakıyorum.
610
îşin kavgalı tarafı bitlji. H e r üç Şube, yâni b ü t ü n Son Sınıf, ellerinde meş'ale-
lerle iki sıra hâllinde loptandılar. Dört yıldan beri hayatlarını geçirdikleri Mekteb-
lerinin h e r köşesini hep b e r a b e r ve son defa ziyaret ediyorlar ve gür seslerle
"Mülkîye Marşı"n.ı söylüyorlardı.
611
Gezdiğim dikenli ders yollarında,
Elimden bir sürü not geldi geçti.
İ m t i h a n denilen püsküllü belâ,
Sanmayın başımdan az geldi geçti.
ikinci ve sonuncu turlarını da tamamlıyan gençler " i n e ğ i " azad ve " h o r o z u "
kurban ettiler. Sıra asıl gayeye, an'anevî "Defteri İ m z a l a m a y a " geldi. Artık, Holde
hazırlanan kürsînin etrafında toplanan öğreniciler ve hazır bulunanlar Me
rasimin bu son kısmını da büyük bir ilgi ile bekliyorlardı. Defteri imza etmek
üzere kürsîye gelen Son Sınıfın her talebesi. Sınıfın en yaşlısının elini, en gen
cinin gözünü öpüyordu. Kürsiye gelenler, arkadaşlarının ona yakıştırdıkları Iâkab
âvâzeleri ile karşılanıyor, alkışlanıyordu. Defterin imzalanması bittLkten sonra
müşterek bir dua okundu. Mekteb idaresine i'mâlar ve Mektebe âid nüktelerle
dolu olan bu duâ â m i n l e r l e nihayettendi. Bundan sonra dört yıllık okul arkadaş
lığına dâir güzel fıkralarla törene son verildi.
Geleneklerine bağh Mülkiye, bu geleneksel töreni ile târihî günlerinden birini
daha yaşadı."
7 Temmuz I949'da înkılâb Târihi Dersi sınavı bittikten sonra 1949 Ders
Yılı, dolayısıyla S.B.O. da sona erdi. Gerçi, .bu târihde " F a k ü l t e K a n u n u " he
nüz çıkmamıştı; a/ma, söz konusu Kanun 1950 Ders Yılının bitiminden önce yü
rürlüğe girdiğine göre, S.B.O. öğretiminin 1949 Ders Yılında sona erdiğini kabul
etmek lâzımdır.
1949 Yılı Yaz d ö n e m i n d e S.B.O. ndan 53'ü îdârî, 32'si Maki ve ll'i Siyâsî Şû-
be'den- olmak üzere 96 kişi me'zun o l m u ş t u r ki bunlar, Okul'un son me'zur-larıdır.
1949-1950 Ders Yılı Me'zunlarmı S.B.F. nin ilk me'zunları olarak kabul e t m e k târihî
bir zorunluk taşır.
612
"S.B.O. n u n 90. Kuruluş yıldönümü 4 Aralık 1949 günü kutlandı Merasime
saat 17.00'de Okul Müdîri Prof. Fethi Çelikbaş'm konuşması ile başlandı. Çelik-
baş, önce Okul'un öğrenici d u r u m u n a t e m a s ederek ''Geçen yıl (1948) olduğu gibi
bu yıl da Müesseseye yatılı öğreniciden daha fazla yatısız öğrenici alındığına" işa
ret etmiştir. Böylece yatısız okuyanları (iyi) ve (Pekiyi) derecede geçmeye teşvik
ile Devlet Bütçesinde tasarruf sağlamak gayesi güdülmüştür. Yine bu konuda, Okul
Müdîri geçen yıl yapılmış bir teşebbüsün musibet akislerinden de bahsetmiştir. Be
lediyelerden, belediyecilik sahasında yetişkin eleman te'mini için, hemşehrilerinden
birini Okul'a göndermeleri istenmiştir. Bu teşebbüs belediyeler tarafından çok
müsâid karşılanmıştır. Keza, geçen yıl hazırlanan ( T u t o r ] ve (Adviser)
(25. a) sistemlerinin de bu yıl 1. Sınıfta denenmesine başlandığını ifâde etmiştir.
Geçen yaz (1949) Paris'te toplanmış olan Siyâsî İlimler Konferansında edindiği
intiba'ları ve müşahedeleri naklederek:
" H u k u k Fakülteleri, m o d e r n devletin bir çok problemleri ile u ğ r a ş m a ğ a . Ce
miyetin b ü t ü n mes'eleierini tedkık etmeye artık kâfi gelmemektedir. Bu sebebledir
ki, h u k u k ilmi tedrisâtı yanında, sahası belki henüz kâfi derecede t e s b h ve tahdid
edilmemiş olmakla b e r a b e r mevzu'u ve m e t o d u yavaş yavaş ortaya çıkmağa baş
lamış olan (Siyâset î l m i ) tedrisâtı yer a l m a k t a d ı r . Modern Devletin fonksiyonları,
h ü k ü m e t l e r i n çalışmaları, muhtelif halk tabakalarının m ü ş t e r e k ihtiyaçları, çeşitli
partiler, u m u m i efkâr, milletlerarası m ü n â s e b e t l e r siyâsî ilimler tedrisâtının müs-
takillen yıapılması zaruretini ortaya ç ı k a r m a k t a ; hâdiseler, siyâset ilmi alanında
a r a ş t ı r m a yapmaya zorlamaktdır. N i t e k i m içinde bir çok hukuk profesörlerinin
yeraldığı Paris Konferansında, h e r m e m l e k e t t e siyâsî ilimler tedrisâtına önem ve
rilmesi ve müstakillen siyâset ilmi kürsîlerinin ihdası h a k k ı n d a Amerikalı bir
profesör tarafından yapılan teklif hiç bir î'tirazla karşılaşmadan oy birliği ile ka
bul edilmiştir.
Üniversiteler K a n u n u , Üniversite T e d r i s Hey'eti ile Siyasal Bilgiler Okulu Öğ
r e t i m Üyeleri a r a s ı n d a k i muadeletin h u k u k î mesnedini teşkil eden 2777 sayılı Ka
n u n u n 6. Maddesini, 79. Madde h ü k m i ile s a r a h a t e n yürürlükten kaldırmıştır. Bu
gün, Müessese, hukukî bir statü'den m a h r u m olarak m u a l l a k t a bulunmaktadır.
Müesseseyi bu d u r u m d a n k u n t a r m a k ve onu sağlam bir kaaideye o t u r t m a k için
gereken teşebbüslerde bulunmayı vazife bilen Profesörler Kurulumuz, daha 1946
da Üniversiteler K a n u n u n u n yürürlüğe girdiği târihi tâkib eden ilk toplantısında,
26-10-1946 da uzun m ü n â k a ş a ve m ü z â k e r e l e r d e n sonra Müessesenin Üniversite
Camiasına katılmasına oybirliği ile k a r a r vermiştir. İlerde Mektebimizin târihî
gelişmesini tedkîk edecek olanlar için bir vesika olur diye, müsadenizle, bu Top
l a n a zaptından. Toplantıda hazır b u l u n a n a r k a d a ş l a r ı m ı n isimlerini vereceğim.
Müdîr B u r h a n Koni, Profesörlerden Zeki Mes'ud Alsan, I. Hakkı Karafakıh, Ali
Kemâl Arar, Celâl Aybar, Kemâl G. Bsilkar, Muhlis Ete, B u r h a n Zihni Sanus, Ab-
(25. a) İngiliz ve Amerikan Üniversite'lerinde uygulanan bir sistem olup, öörenicileri belirli gruplara ayırarak her
grup'un başına o grupdakilerin bütün dertleri ile uğraşan, müşkillerinİ halleden bir profesörün verilmesi
sistemidir.
613
dullah Aker, Fadıl Hakkı Sur, Bülend N. Esen-, Hasan Refik: Ertuğ, R a h m i Ören,
Mehmed Karasan, Şefik İ n a n ; Doçentlerden Fethi Çelikbaş, Bedri Gürsoy, Aziz
Köklü, Aydın Yalçın".
Prof. Çelikbaş bu k a r a r ı n tatbiki yolunda alınmış muhtelif tedbirleri ve ger
çekleştirilmiş çalışmaları da belirtmiştir. En son 15-12-1948 Tarihli Profesörler Ku
r u l u n u n bu meseleyi bir k e r e d a h a müzâkere ederek oy birliği ile S.B.O.'nun bir
" F a k ü l t e " hâlinde Ankara Üniversitesine katılmasına k a r a r verdiğini söylemiştir.
Bu k a r a r a aşağıdaki zevat imzalarını k o y m u ş l a r d ı r :
Prof. H â m i d Sadi Selen, İsmail Hakkı Göreli, Kemâl Galip Balkar, B u r h a n
Koni, Zeki Faik Ural, M e h m e d Karasan, Fikret Arık, Yavuz Abadan, R a h m i Ören,
Abdullah Aker, İJHL Karafakih, H i k m e t Belbez, Rıfkı S. Burçak, Muhlis E t e . H.R.
E r t u ğ , Doçent B a h r i Savcı, B e d r i Gürsoy, F e h m i Yavuz, T u r h a n Feyzioğlu, Seha
Meray, Aziz Köklü, Müdîr Prof. Fethi Çelikbaş.
Millî Eğitim Bakanlığı, Ankara Üniversite Senatosunun k a r a r ı n ı a l d ı k t a n son
ra, bu hususda b i r K a n u n Tasarısını T.B.M.M. ne s u n m u ş b u l u n m a k t a d ı r "
Tören Ankara Basını'nda şöyle anlatılmaktaydı (26):
"Siyasal Bilgiler Okulu 90. Kuruluş Yıldönümünü k u t l a m a k ü z e r e d ü n saat
17.00'de Okul b i n â s m d a bir tören yapılmıştır.
Cumhurbaşkanı İnönü, beraberlerinde Büyük Millet Meclisi B a ş k a m Şükrü
Saraçoğlu, Başbakan Şemseddin- Günaltay, Devlet Bakanı Başbakan yardımcısı
Nihat E r i m , İçişleri Bakanı E m i n Erişirgdl, Millî Eğitim B a k a m T a h s i n Banguoğ-
lu, Bayındırlık Bakanı Şevket Adalan, Ankara Valisi Avni Doğan, A n k a r a Üniver
sitesi Rektörü, Diyanet İşleri Başkanı (Rahmetli H a m d i Akseki) ve Milletvekilleri
olduğu hâlde Okul'a gelmişler ve öğreniciler tarafından karşılanmışlardır. Bu sı
r a d a Salon eski ve yeni me'zunlarla dolmuş bulunuyordu.
C u m h u r b a ş k a n ı ' n ı n gelişini m ü t e â k i b b i r ağızdan söylenen istiklâl ve Mülkiye
Marşlarından sonra, Okul Müdîri Fethi Çelikbaş söz alarak, töreni şereflendirmek
suretiyle Müessesenin sağlam temeller üzerine kurulduğu inancım kuvvetlendir
dikleri için C u m h u r b a ş k a n ı ile dîger hazır b u l u n a n l a r a t e ş e k k ü r e t m i ş t i r .
Sözlerine devam eden Fethi Çelikbaş, Okul'un tedrisâtı ve kabul ş a r t l a r ı n d a
m ü h i m değişiklikler yapıldığını, bu sene geçen yıllara nisbetle daha çok sayıda
parasız öğrenici alındığını r a k a m l a r l a belirtmiş ve yetişme b a k ı m ı n d a n b u n u n çok
faydalı olduğuna işaret etmiştir. Tedrisât mes'elesine de t e m a s eden Müdîr, öğreni-
cilerin h e r b a k ı m d a n d a h a iyi yetişmelerini te'min için Anglo-Sakson Üniversite
lerinde tatbik edilen ö ğ r e t i m sisteminin, yeni k a r a r l a bu sene Birincd Sınıfa tat
bikine başlandığım; m o d e r n d e m o k r a t i k devletlerde siyâsî ilimler sahasında ih
tisaslaşmaya doğru gidildiğini, sıiyâsî ilim tedrisâtının genişlemiş olduğunu, ilim
adamlarının bu mevzu'da tedkıklere devam ettiklerini, şimdiye k a d a r bu s a h a d a
Türkiye'de en fazla bilgi veren müessesenin Siyasal Bilgiler Okulu o l m a s ı bakı
m ı n d a n ilerleme hamlesinin bu feyiz ocağından hız alacağını söylemiştir.
(26) Bak.: Zafer Gazetesi; 5 Ara-lık 1949; I. sf.; 2. st. ve 3. sf. 1. st.
614
Müesseseyi sağlam temeller üzerine o t u r t m a k için üç seneden beri Okul Öğre
tim Üyelerinin, Siyasal Bilgiler Okulu'nun Üniversite camiası içine girmesini iste
diklerini, bu sayede Üniversitenin elde etıtdği, çalışma imkânlarını Siyasal Bilgiler
Okulu'nun da elde edeceğini belirten Müdîr Öğrenicilere hilabla "Bugün başlıca
gayemiz sizin en iyi şekilde yetişmenizdir. Ancak yüksek tahsil, öğreten kadar hat
tâ öğretenden fazla çalışarak aşılacak olan merhaledir" d e m i ş ; öğrenicilere mu
vaffakiyet dileyerek sözlerine son vermiştir.
Müteakiben eski bir Mülkiyeli sıfatıyle kürsîye gelen Prof. Zeki Mes'ud Al
san, eski h â t ı r a l a r ı n d a n bahisle, o zamanki öğreticinin karşılaştığı m a d d î ve ma
nevî zorlukları. Meşrûtiyetin Hânının Mekteb'de yarattığı te'siri a n l a t a r a k , Cumhu
riyet Devrinde Siyasal Bilgiler Okulu'nda merhale merhale vücuda gelen değişik
likler ve ilerlemelere işaretle, devlet m e f h u m u n u n gelişmesi neticesi Siyasal Bilgi
ler Okulu'nun ehemmiyetinin de arttığını ifâde etmiştir.
Son olarak öğreniciler adına k o n u ş a n (Son Sınıf Mâlî şubeden) Faik Kırbaşlı
[Hâlen (1968) Burdur Milletvekili I Mülkiye'nin cemiyetin zarurî ihtiyacı olarak
doğduğunu h a t ı r l a t m ı ş ve b u n u e t r a f h izahat ile a n l a t m ı ş t ı r . "
Hazırlanış sebeblerini ve gerçekleşmesi için yapılan
O.D.U.nun
SİYASAL BİLGİLER çalışmaları, yukarda ayrıntıları ile anlattığımız "SI-
FAKÜLTESİ OLUŞU YASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ KANUNU" Tasarısı,
ve H ü k ü m e t ç e 20.5.1949 günlü tezkire ile T.B.M.M/ne
TÂRİHE YOLCU EDİLİŞİ sunulmuş; 28.5.1949'da Millî eğitim, 4-6-1949'da da
Bütçe Komisyonları'nda görüşülüp kabul edildikten sonra İçişleri Komisyonu'na
gönderilmişti. Bu Komisyon, Tasarı'yı, yine yukarıda açıkladığımız sebeblerle, 10
ay beklettikten s o n r a görüşüp 18-3-1950'de "İvedi" kaydıyla T.B.M.M. Genel Ku-
r u l u ' n a sundu.
Târihimizde önemli bir yer a l m a s ı gereken söz k o n u s u Kaınun'un Gerekçe'si-
ni, üç Komisyonun Raporlarını ve Genel Kurul'daki müzâkeresi'ni inceleyelim:
T. C.
BAŞBAKANLIK
MUAMELÂT GENEL MÜDİRLİĞİ
Tedkîk Müdîrliği
Sayı : 71-1342, 6/1882
20/V/1949
Büyük Millet Meclisi Yüksek Başkanlığına
Millî Eğitim Bakanlığınca hazırlanan ve Bakanlar Kurulunca 6/V/1949 târihin*
de Yüksek Meclise sunulması kararlaştırılan Siyasal Bilgiler Okulunun "Siyâsî ve
İktisâdi İlimler Fakültesi" adı ile Ankara Üniversitesine katılması hakkında Üni
versiteler Kanununa ek Kanun Tasarısının gerekçe ve ilişikleriyle birlikte sunul
muş olduğunu saygılarımla arzederim.
Başbakan
Ş. Günaltay
615
GEREKÇE
"Siyasal Bilgiler Okulu" yahud ilk adiyle "Mekteb-i Mülkiyye" devlet ilimleri
sahasında bilgili elemanlar yetiştirmek gayesiyle, rüşdîye ve i'dâdî a r a s ı n d a tahsil
veren bir müessese olarak, 1856'da (27) k u r u l m u ş t u r . Cemiyet hayatının ve dolayı-
sıyle Devlet m e k a n i z m a s ı m n yeni zaruretleri karşısında Müessese, gayesine ulaş
m a k için muhtelif istihaleler geçirmiştir. Bu a r a d a , 1877'de iki senelik tedrisat
yapan bir yüksek kısım ihdas edilmiş ve böylece Mekteb-i Mülkiyye yüksek bir
ilim ve öğretim k u r u m u hâline getirilmiştir. 1883'de talebesinin yatılı o l a r a k oku
ması esâsı kabul edilmiş; 1892'de de yüksek k ı s m ı n öğretim süresi iki yıldan üç
yıla çıkarılmıştır.
Tedrisatı b a k ı m ı n d a n içtimaî ilimler o k u t a n diğer k u r u m l a r d a n farklı b i r mâ
hiyet taşımadığı zehâbiyle Mekteb-i Mülkiyye 1915 senesinde ilga e d i l m i ş ; fakat
karşıladığı pek m ü b r e m ihtiyaç ve zaruretler gitgide a r t a r a k d e v a m ettiğinden
Mekteb 1918'de yeniden, fakat bu defa Dâhiliye Nezâretine bağlı o l a r a k açılmış ve
1920'de de gene Maârif Nezâretine bağlanmıştır.
Mekteb-i Mülkiyye'nin diğer yüksek öğretim müesseseleri a r a s ı n d a işgal etti
ği yerin hususî önemi, karşıladığı çeşitli ihtiyaçlar Cumhuriyet Devrinde gereği
gibi kavranmış b u l u n d u ğ u n d a n Müessese, Devlet m e k a n i z m a s ı n d a beliren gelişme
leri tâkib e t m e k için, istihalelerinin en m ü h i m m i n i Yüksek Meclisin k a b u l buyur
duğu 2777 sayılı KanunLa geçirmiş; adı Siyasal Bilgiler Okuluna çevrilmiş ve bu
a r a d a 1936-1937 d e r s yılına Ankara'da başlamıştır. Gerçekten, Cumhuriyet İdâresi
n i n kurulmasiyle b e r a b e r Siyasal Bilgiler Okulu da, tedrisâtını bilhassa siyâsî,
iktisâdi, içtimâi ilimler üzerinde teksif etmeye b a ş l a m ı ş ve tedrisâtının mâhiyeti
bakımından ayrıldığı H u k u k ve İktisad Fakülteleri yanında, adının " O k u l " olma
sına rağmen, bir fakülte hâlinde teşkilâtlanmıştır. Filhakika öğrenîcilerinde araman
vasıflar, öğretim üyelerinin tâbi' olduğu hükümler, m ü f r e d a t p r o g r a m ı , derslerin
m u h t e v a l a r ı ve işlenişleri, nazari dersler yanında öğrenicilere p r a t i k k u r ve se
m i n e r l e r d e ve me'zûniyet tezi şeklinde ilmî a r a ş t ı r m a l a r yaptırılması, yabancı dil
öğretimi, K ü t ü b h â n e s i ve yayımları Müessesenin üniversiter k u r u l u ş u n u n açık de
lilleridir. B u n u n içindir ki, 2777 sayılı K a n u n u n 6. Maddesiyle, Okul ö ğ r e t i m üye
leri hakkında İ s t a n b u l Üniversitesi Öğretim Üyeleri için uygulanan esasların aynen
tatbik o l u n m a s ı kabul edilmiştir.
Üniversiteler K a n u n u çıktıktan sonra Siyasal Bilgiler Okulunun durumunu
yeni baştan ele a l m a k zarureti başgöstermiştir. Bu cihet 4936 sayılı Üniversiteler
K a n u n u n u n müzâkereleri sırasında da görüşülmüş ve mes'elenin bil'âharıa incele
neceği söylenmişti. Aradan geçen üç senelik devre içinde, esasen bir fakülte kuruluş
ve çalışma tarzına sahip olan Siyasal Bilgiler Okulunun, Ankara Üniversitesine ka
tılmasının muvafık olacağı anlaşılmıştır. Zira Üniversiteler Kanuniyle Fakültele
re sağlanmış olan gelişme i m k â n l a r ı ve yeni öğretim üyeleri s t a t ü s ü Siyasal Bilgi
ler Okuluna teşmil edilmediği takdirde Üniversiteye dâhil Fakültelerle bu Müesse-
(27) Yanlış olduğu, 1859 olacağı bu Cild'in 2. Kısmında etraflıca anlatıldı. Oraya bakınız.
616
se arasındaki ilmî seviye birliği Siyasal Bilgiler Okulu aleyhine bozulacaktır. Mües
sesenin Ankara Üniversitesine "SİYÂSÎ VE İKTİSADÎ İLİMLER FAKÜLTESİ" şek
linde katılmasiyle;
1. Birçok Avrupa ve Amerika Üniversitelerinde olduğu gibi, Ankara Üniversi
tesi de Siyâsî İlimleri, Devlet İlimlerini kül hâlinde o k u t a n bir Fakülteye kavuşmuş
olacaklardır.
2. Böylece Ankara Üniversitesinin İktisad Fakültesi ihtiyacı da karşılanmış
olacaktır.
3. Ankara ve İstanbul Üniversiteleri birbirini tıamamhyan birer kuruluşa sahip
olacaklardır.
4. Memleket mes'elelerini devamlı ve verimli şekilde ve ilmî m e t o d l a r l a ince-
Iiyen bir danışma organı, h e r z a m a n için Devlet mekanizmasına y a r d ı m a hazır bu
lunacaktır.
İşte Siyasal Bilgiler Okulunu bu m a k s a d a göre teşkilâtlandırmak üzere ilişik
K a n u n Tasarısı teklif o l u n m u ş t u r . Tasarı (5) m a d d e ve (5) geçici m a d d e d e n iba
rettir:
Birinci Madde, Siyasal Bilgiler Okulunun b u n d a n sonra hangi esaslar dâiresin
de yönetileceğini göstermektedir.
İkinci Madde, Üniversiteler K a n u n u n u n 75. Maddesi ve Yüksek Ziraat Enstitü
s ü n ü n Üniversiteye bağlanması hakkındaki 5234 sivili K a n u n u n 4. Maddesi hü
kümlerine m ü t e n a z ı r olan 2, Madde m ü k t e s e b hakların k o r u n m a s ı genel prensi
bine uyularak Siyasal Bilgiler Okulunda kazanılmış h e r türlü hak ve unvanların
ve akademik payelerin saklı b u l u n d u ğ u n u bildirmektedir.
Üçüncü Madde, kadroları tesbit etmektedir.
B u n l a r d a n başka intikal devresinin doğurduğu ihtiyaçları k a r ş ı l a m a k üzere
ba'zı geçici maddelere lüzum görülmüş ve (7) geçici m a d d e teklif edilmiştir.
Arzedilen esaslar dâiresinde hazırlanan bu Tasarı, K a n u n hâlini almakla Siya
s a l Bilgiler Okulu, Mekteb-i Mülkiyye o l a r a k 92 yıl önce kurulduğu z a m a n d a n b e r i
Memleketin ve Dünyanın yeni ş a r t l a r ı n a intibak e t m e k için geçirmiş olduğu m ü h i m
istihalelerden birini daha geçirecek ve şerefli mazisine lâyık b i r bilim ve öğretim
ocağı hâlinde hizmetine devam edecektir.
T. B. M. M.
MİLLÎ E Ğ İ T İ M KOMİSYONU
E s a s N o . 1/558
K a r a r N o . 26
28/V/1949
Yüksek Başkanlığa
617
i u n u n "Siyâsî ve İktisâdi İlimler F a k ü l t e s i " adı ile Ankara Üniversitesine katılma
sı h a k k ı n d a Üniversiteler K a n u n u n a ek k a n u n tasarısı, gerekçesi ve ilişikleriyle
birlikte Millî Eğitim Bakam hazır bulunduğu halde, Komisyonumuzca görüşülerek
aşağıdaki k a r a r l a r alındı:
K a n u n Tasarısı başlığındaki "Siyâsî ve İktisâdi İlimler F a k ü l t e s i " a d ı yerine,
Siyasal Bilgiler Okulu isminin târihî değeri göz ö n ü n d e b u l u n d u r u l a r a k , (SİYASAL
BİLGİLER FAKÜLTESİ) başlığının k o n u l m a s ı uygun görülmüş; Birinci Madde
deki "Siyâsî ve İktisadî İlimler Fakültesi" taTrîri "SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTE-
S İ " şeklinde değiştirilmiştir.
618
leri k ı s m m d a k i profesörlük kadroları 84'den 18'e indirilmiş ve bu 18 k a d r o d a n 6'sı
13) sayılı cedvelde k o n u l m u ş t u r .
Üniversiteye bağlı diğer fakültelerde olduğu gibi b u r a d a da e h r a m sisteminin
uygulanması yerinde görülmüş bu m a k s a d l a da doçentlik kadrolarının sayısı 21'den
30'a çıkarılmış; bu 30 k a d r o d a n 15'i (3) sayılı cedvele aktarılmıştır.
Aynı m û c i b sebeblerle, T a ş a n d a k i 32 asistanlık kadrosu 45'e yükseltilmiş; bu
n u n 24'ü (3) sayılı cedvele alınmıştır. Hâlen Siyasal Bilgiler Okolunda okutulmak
ta olan yabancı dil saatlerinin haftalık toplamı 107'dir. Bu 107 saat on beş öğret
m e n t a r a f ı n d a n o k u t u l m a k t a d ı r ; h e r birine haftada düşen ders saati yedidir. Bu
derslerin bir kısmı b a ş k a okullarda vazifeli olıan öğretmenler tarafından ek görev
o l a r a k yapılmaktadır. Haftalık 107 saat, beşi Türk F üçü yabancı sekiz asil öğretmen
t a r a f ı n d a n okutulduğu takdirde, her birine düşen haftalık ders sayısı 13'ü bulmakta
dır. Bu b a k ı m d a n Komisyonumuz, yabancı dil öğretmenlerinin b u g ü n k ü sayısını
kabarık bulmuş, asil olarak Müessesede çalışan sekiz yabancı dil öğretmenine her
ihtimâli karşılamak üzere iki daha eklenmek suretiyle o k u t m a n l a r için on k a d r o
kabul edilmiştir.
Havalesi gereğince Bütçe Komisyonuna gönderilmek üzere Yüksek Başkanlığa
sunuldu.
(Millî Eğitim Komisyonu Başkanı ve 8 üyenin imzaları)
(Bütçe Komisyonu R a p o r u )
T. B. M. M.
BÜTÇE KOMİSYONU
E s a s N o . 1/558
K a r a r No. 161
4/VI/1949
Yüksek Başkanlığa
619
na devam ettirilmiş ve bilahara fakülte olmasına dâir hazırlıkları t a m a m l a n a r a k
bu T a s a n hazırlanmış bulunduğu anlaşılmış ve Komisyonumuzca da Tasarı esas
i'tibâriyle kabule değer g ö r ü l m ü ş t ü r .
Tasarı, Millî Eğitim Komisyonu metni üzerinde g ö r ü ş ü l m ü ş t ü r . Fakültenin un
vanı üzerinde yapılan t a r t ı ş m a l a r sonucunda bu Okulda eğitimin, bilhassa içtimâi,
iktisâdi ve siyâsî ilimler zümresinde teksif edildiği ve bugünkü iktisad telâkkisine
içtimaî ve siyâsî mefhumların da ayrılmaz bir şekilde dâhil b u l u n d u ğ u ve binâ
enaleyh yeni fakülte unvanının yalnız iktisad Fakültesi şeklinde tesbitiyle bu mef-
h u m l a n da ifâdenin m ü m k i n olduğu ve İ s t a n b u l Üniversitesine m ü t e n a z ı r olma
sının doğru olacağı ileri sürülerek fakülte unvanının İktisad Fakültesi şeklinde ol
ması teklifi ekseriyet kazanmış ve T a s a n d a unvanlar bu suretle değiştirilmiştir-
Tasarmın Birinci Maddesi unvan ve kelime değişikliğiyle yeniden yazılmıştır.
Tasarının ikinci Maddesi üzerinde d u r u l m u ş ve bu Madde muhtevasının, hâlen
bu Okulda tatbîk edilmekte ve 2777 sayılı K a n u n u n 6. Maddesine uygun b u l u n a n
mevcud T a l i m a t n a m e y e göre asistan, doçent ve profesör unvanını k a z a n m ı ş b u l u
nanların, ki b u n l a n n 8 profesör ve 7 doçentten ibaret olduğu ifâde edilmiştir, ik-
tisâb ettikleri hakların te'minine ma'tuf bulunduğu tebarüz ettirilmiş ve Maddenin
b u n l a r hâricinde kalanlara sirayet etmiyecek şekilde yazılması uygun görülerek ve
yeniden bu esas dâiresinde tesbit edilen Madde geçici mâhiyeti i'tibâriyle Birinci
Geçici Madde olarak Tasarıya eklenmiştir.
Tasarının Üçüncü Maddesi ünvân değişikliğiyle yeniden yazılmış ve İkinci Mad
de olarak kabul edilmiştir.
T a s a n n m Geçici Birinci Maddesi vuzuh bakımından bir ibare değişikliğiyle Ge
çici Üçüncü Madde olarak kabul edilmiştir.
T a s a n n ı n Geçici İkinci Maddesi yine bir ibare değişikliğiyle Geçici Dördüncü
Mj.ulde olarak yeniden yazılmış ve T a s a n n ı n Geçici Üçüncü Maddesi mâlî yılın de
ğişmesi i'tibâriyle yeniden yazılarak Beşinci Geçici M a d d e o l m a k üzere Tasarıya
eklenmiştir.
Tasarının Geçici Dördüncü Maddesi, T a s a n d a hükümlerin teselsülü i'tibâriyle
Geçici Birinci Maddeden sonra gelmesi daha uygun görülerek Geçici İkinci Mad
de olarak yer almış b u l u n m a k t a d ı r .
Geçici Beşinci Madde yine ibare değişikliğiyle Geçici Altıncı Madde olarak ka
bul edilmiştir.
T a s a n n ı n Dördüncü Maddesinin teselsül i'tibâriyle Üçüncü Madde olmak üze
re T a s a n d a yer a l m a s ı uygun görülmüş ve bu suretle T a s a n d a beşinci yürürlük
m a d d e s i yeni m a d d e n u m a r a l a r ı n a ve yeni B ü t ç e Yılına göre yeniden yazılıp Dör
düncü Madde ve Altıncı Madde de ayniyle Beşinci Madde olarak kabul edilmiştir.
Bu suretle yeniden hazırlanan T a s a n ivedilikle görüşülmesi dileğiyle Kamuta
yın onayına arzedilmek üzere Yüksek Başkanlığa sunulur.
(Bütçe Encümeni Başkan ve dokuz üyenin imzası)
620
(Muhalefet Şerhi)
Niğde
R. Gürsoy
(Muhalefet Şerhi)
İsparta Seyhan
K. T u r a n A, R. Yüregir
(İçişleri Komisyonu R a p o r u )
T. B. M. M.
İ Ç İ Ş L E R İ KOMİSYONU
E s a s No. 1/558
K a r a r No. 42
18/111/1950
Yüksek Başkanlığa
621
malum olan bu Müessesenin hâiz olduğu hüviyete ve te'sisi gayelerine uygun inkişaf
yolu üzerinde gereken akademik hüviyeti alması zaruri görülerek Okulun Ankara'ya
naklini tâkib eden yıllarda Meclisçe kabul edilen 2777 ve 4916 sayılı K a n u n l a r l a
tesbit edilen esaslar dâiresinde öğretim üyelerinin ilmî yetişme, m e r t e b e ve unvan
larının İ s t a n b u l Üniversitesiyle muadeleti ve öğrenicilerhıin Yurd içinde ve dışında
üniversite tahsiline muadeletlerinin sağlanmasına gidilmiş olduğu ve Müessesedeki
tedrisâtın veçhesi tamamiyle ilmî ve üniversiter bir mâhiyet alınış olduğu halde
1946 Haziranında yürürlüğe giren Üniversiteler K a n u n u n u n 79. Maddesi bu muade
leti t a z a m m u n eden mevzuatı kaldırarak Siyasal Bilgiler Okulunu k a n u n î bir sta
t ü d e n m a h r u m bir d u r u m a getirdiği anlaşılarak H ü k ü m e t Tasarısının böyle esas
lı bir ihtiyâcı k a r ş ı l a m a k niyetine dayandığı ve Millî Eğitim Komisyonu görüşü
n ü n de b u n u te'yid edip a n c a k H ü k ü m e t Tasarısındaki (Siyâsî ve İ k t i s a d î İlimler
Fakültesi) isminin r a h m e t l i Büyük Atatürk'ün tevsîmine (ad vermesine) uygun
olarak (SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ) şekline ifrağının d ü ş ü n ü l d ü ğ ü anlaşıl
mış ve bu isim Komisyonumuzca da muvafık g ö r ü l m ü ş t ü r .
622
Bu suretle Bütçe E n c ü m e n i n i n m e t n i müzâkereye esas t u t u l a r a k maddelere
geçilmiş ve bu m e t n i n unvanı yukarda arzolunan m a k s a d a göre değiştirilmiş ve
B ü t ç e Komisyonu metninin 1. m a d d e s i y u k a r d a tafsil olunan esaslara ve Hükümet
le hâsıl edilen m u t a b a k a t a göre yeniden kaleme alınmıştır.
2. Madde, Bütçe Komisyonu m e t n i n d e k i İktisad Fakültesi ibaresi kaldırılıp ye
rine "Siyasal Bilgiler Fakültesi" ibaresi k o n m a k suretiyle kabul edilmiştir.
3. Madde, Bütçe Komisyonunun metnine uyularak H ü k ü m e t i n 4. Maddesi ay
niyle kabul edilmiştir,
Mülkiye Mektebi ve Siyasal Bilgiler Okulu me'zunlariyle Siyasal Bilgiler Fakül
tesi m e ' z u n l a n olacak nesiller a r a s ı n d a teakup ve tevaliyi ve muhtelif kanun ve
tüzüklerde setlef olan nesillere t a n ı n a n hakların eşit olarak halef olacak nesillere
de tanınmasını t a z a m m u n e t m e k ve Müessesenin kuruluşundan beri d e v a m eden
varlığını ve geleneğini Üniversiteye katıldıktan sonra dahî aynı özellik, birlik ve
eşitlik içinde mahfuz t u t m a k ve bugün dahî Yurd içinde ve dışında bu Müessese
nin verdiği siyâsî ilimler öğrenimini evvel ve a h i r alanlar ve alacak olanlar için
sağlanan muadeletin kanunî te'yîde bağlanmasını te'min e t m e k gayesiyle 4. Madde
Komisyonumuzca yeniden kaleme alınmıştır.
Geçici 1. Madde, Bütçe Komisyonu m e t n i n d e mülga K a n u n a atıf yapan ibarede
cüz'i bîr değişiklikle kabul edilmiştir.
Geçici 2. Madde, Bütçe Komisyonu metnindeki sıraya uyularak Millî Eğitim
Komisyonunun geçici 4. Maddesi olarak aynen kabul edilmiştir.
Geçici 3. Madde, 1, ve 2. bentleri Bütçe Komisyonu m e t n i n i n aynı olarak k a b u !
edilmekle b e r a b e r Tasarının kanunlaşması ders yılının o r t a s ı n a rastlayacağı düşü
nülerek yabancı dil öğretmenleriyle dîger öğretmenlerin yeni ders yılına k a d a r
olan d u r u m l a r ı n ı müsâid bir hal şekline bağhyan formül hâlinde 3. bend olarak
Komisyonumuzca Maddeye eklenmiştir.
Geçici 4. Madde, Bütçe Komisyonu m e t n i n d e k i "İktisad Fakültesinin" ibaresi
yerine "Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin" kelimeleri k o n a r a k aynı h ü k ü m ve ibare sev-
kedilmiştir.
Geçici 5. Madde, Bütçe Komisyonu m e t n i n d e ibarenin başındaki "1950" târihi
"1951" e tahvil edilerek h ü k ü m ve ibare aynen sevkedilmiştir.
Göçici 6. Madde, Bütçe Komisyonu m e t n i n d e "İktisad Fakültesi" tâbiri "Siya-
yasal Bilgiler F a k ü l t e s i " şekline çevrilerek aynı h ü k ü m kabul edilmiştir.
Siyasal Bilgiler Fakültesine âid Kuruluş Kadroları hakkındaki K a n u n tasarısı*
nın en geç Kasım 1950 başına k a d a r hazırlanarak Büyük Millet Meclisine s u n u l m a '
sı zarurî olacağ:odan evvelce Ziraat Enstitülerinin Ankara Üniversitesine katılma-
sı sırasında kabul edilen kanunî formüle mütenazır olarak geçici 7. Madde Ko
misyonumuzca yeniden kaleme alınmış ve bu n o k t a d a da Millî Eğitim Bakanı ile
m u t a b ı k kalınmıştır.
Bütçe Komisyonunun 4. Maddesindeki h ü k ü m yine K o m i s y o n u m u z u n metni
nin icâb ettirdiği şekilde cüz'i değiştirmeyle kabul edilmiştir.
623
Bütçe Komisyonu metnindeki 5. Madde 6. Madde olarak kabul edilmiştir.
Bu suretle yürürlükte kalacak olıan kanunlarımıza ve Bütçe Komisyonunun
Millî Eğitim Komisyonunun görüşüne dayanan k a d r o ve masraf tertiblerine halel
gelmemek ve Millî Eğitim Bakanlığının y ü r ü r l ü k t e b u l u n a n 1950 yılı Bütçesinde
ki gider bölümlerine 1950 yılı için hiçbir külfet yüklememek ve b ü t ü n bu noktalar
da Bütçe Encümenince kanarlaşan mâft n o k t a l a r a ilişilmemek kayıdlariyle Komis
yonumuzun H ü k ü m e t l e birleşik görüşüne uygun 6 ana Madde ve 7 Geçici Madde
den m ü r e k k e b yeni m e t n i n ivedilikle m ü z â k e r e edilmek kaydiyle Yüce Kamuta
yın tasvibine sunulması Komisyonumuzca oy birliğiyle k a r a r l a ş t ı r ı l m ı ş olmakla
evrâkiyle birlikte Yüksek Başkanlığa sunolur.
(İçişleri Komisyonu Başkanı ve dokuz üyenin i m z a l a n )
"T.BJU.M. TUTANAK D E R G İ S İ
Yetmiş Birinci Birleşim; 23.3.1950, P e r ş e m b e
ÜÇÜNCÜ OTURUM: Açılma Saati, 15.00
624
şartları b a k ı m ı n d a n ve gerek Memleketimizin ekonomik bünyesinde, sosyal bün
yesinde ihtiva ettiği, taşıdığı kemmiyet ve keyfiyet bakımından ele alınıp işlen
meye m u h t a ç bir k o n u d u r . Bu gibi realitelerimiz üzerinde çalışan Siyasal Bilgiler
Okulu, Fakülte hâline geldikten ve en yeni ilmî metodlarla Memleketin istikbâli
bakımından daha esaslı teşkilâta tâbi' tutulacak olan Siyasal Bilgiler Fakültesin
den çıkacak gençlerimizin Memleketin hukukî bünyesini, iktisadî bünyesini daha
iyi kavramış olarak çıkacağını ü m i d etmek istiyorum.
Burada ehemmiyetle işaret etmek lüzumunu g ö r d ü ğ ü m bir mes'ele de ş u d u r :
M u h t a r Üniversitemiz kendine âid olan bir takım mes'eleleri Memleketin iç şart
larına göre halletmemek yüzünden Meclise bir çok mes'eleler de intikal etmiştir.
Meclis Arzuhal E n c ü m e n i n d e ve Hey'et-i Umûmîye'de bu mes'elelerin nasıl muhta
riyeti rencide .'eder vaziyette, Meclisin müdahalesiyle hâllettiğimizi hepiniz hatır
larsınız. M u h t a r Üniversiteden birçok şeyler bekliyen Memleket, Üniverlstenin iç
şartlarını, meselâ imtihan şartlarını Memleketin bünyesine göre ıslâh etmesini
beklemektedir. Bu Memlekette bin bir güçlükle okuyan gençleri, isabetli bîr im
tihan rejimine tâbi' t u t t u k , diye bir fikir d e r m â y a n etmeye imkân yoktur. Yönet
melikler yapılırken, kendisine âid bu iç meselelerini Memleket ş a r t l a r ı n a uygun
talimatnamelere b a ğ l a m a k suretiyle beyhude yere Meclisi, m u h t a r i y e t müessesesi
ni rencide edecek vaziyet ihdas e t m e k t e n uzak tutmalıdır. Benim ricam, bilhassa
bu köycülük ve iskân m e v z u l a r ı n d a , teşekkül eden Fakülteden büyük, hızlı ve ve
rimli mesâiler bekiemek ve bu ümidi izhar e t m e k t i r . Bunun Memleket için, ha
yırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.
625
Ben bu Mektebin Fakülte hâline getirilmesinin aleyhinde değilim, .uygun gö
r ü y o r u m . Ancak, bu d u r u m d a ya'ni Okul hâlinde b u l u n a n birçok tahsil müessese
lerimiz d a h a vardır. Ticâret Mektebimiz v a r d ı r ; o da istiyecektir, .Fakülte hâline
gelmeyi. Bir Deniz Kaptanlık Yüksek Mektebi vardır; o da Deniz Fakültesi olmak
isteyecektir. Bilmem ne dereceye k a d a r doğru olur, her şeyi fakülte y a p m a k ; bir
z a m a n h e r şeyi E n s t i t ü y a p m a k modası vardı. Şimdi de Fakülte y a p m a k . Bu
da tabiî geçecektir ve ben de muvafık re'y vereceğim. Fakat isim mes'elesi vardır.
Siyasıal Bilgiler Olculu diye isim k o n m u ş . Halbuki H ü k ü m e t i n tasarısında "Siyasal
ve İktisâdi İlimler Fakültesi"dir. Ben H ü k ü m e t i n Tasarısındaki bu ismi daha mu
vafık buluyorum. Çünkü Siyâsî İlimlerin fevkindedir, İktisadî ilimler ve h a t t â ik
tisâdi ilimler olmazsa, siyâsî ilimlerin mevcud olamıyacağına kaani o l a n l a r vardır,
bu günkü d ü n y a i'tîbâriyle. O n u n için siyâsî ve iktisâdi ilimler olarak kabul edil
mesini çok rica ediyorum. Bilhassa "bilgiler" m e s e l e s i n d e ısrar e d i y o r u m . Çünki
"bilgi" kelimesi hem filolojik, h e m sosyal terimimizde ilim m a ' n â s ı n a değildir.
H a l b u k i ilim diye, bir (scicnce) mukaabili t e r i m vardır. Çok rica ediyorum, bir
üniversitede bilgi okunmaz, ilim o k u n u r . O n u n için t e k r a r rica e d i y o r u m . Hükü
m e t i n teklifinde olduğu gibi "Siyâsî ve İktisâdi İlimler F a k ü l t e s i " o l a r a k kabul
buyurunuz.
Dr. Sadî I r m a k (Konya) — M u h t e r e m arkadaşlar, bizim eski ve e m e k d â r bü
yük ve şerefli müesseselerimizden biri olan Mülkiyenin, Üniversite c a m i a s ı içine
katılmasının ifâde ettiği Uk m a ' n â , şübhesiz şimdiye k a d a r d a h a ziyâde bir tedris
müessesesi ve yuvası olan bu kültür yuvamızın b u n d a n d a h a ziyâde t a h a r r i yeri
olarak Memlekete daha yüce hizmetler îfâ edeceğidir. Bu i'tibarla Tasarıyı büyük
bir memnuniyetle karşılamaktayız. Bu Tasarının bir an evvel çıkması ve kanûnî-
yet kesbetmesi ve Mülkiye Mektebimizin de Üniversitede şerefli mevki'ini alma
sını dilemekteyiz.
Sayın, arkadaşlarım, bu Müessesemizde ders o k u t a n l a r ı n da Üniversite camia
sı içindeki arkadaşlarla maddî ve manevî şartlar bakımından aynı hizaya
getirilmesi b i r lüzum ve z a r u r e t t i . İşte bu lüzum ve zaruret bugün gerçekleşmiş
oluyor. Üniversiter bir k a r a k t e r i hâiz olarak ve şerefli an'anesini b u n d a n böyle de
devam ettirecek olan bu Müessesemiz, idâri hayatımız için lüzumlu ilrnî araştır
m a l a r yapacaktır. Memleketin idâri taksimatı ve idâri yetkileri, belediyelerin, hu
susî muhasebelerin Devletin karşılıklı vazife ve vecîbeleri, idâri yetki ve vazifeleri
başta gelecektir, şübhesiz idâri ve iktisâdi ilimler ön plânda t u t u l a c a k t ı r . Sâ
dece hukuk müessesi olmıyacaktır.
İsim mes'elesine gelince, türlü isimler ileri sürülebilir. Gayede beraberiz. Ata-
t ü r k ü n koyduğu Siyasal Bilgiler adı güzel b i r h â t ı r a d ı r . H a k i k a t e n , Mülkiye, Mem
lekete h u d u t s u z hizmetler îfâ eden üç müesseseden biridir. Biliyorsunuz, Harbiye,
Tıbbiye ve Mülkiye üç k a r d e ş müessesedir. Mülkiye, Cumhuriyetin yeni b i r lütfu-
na m a z h a r oluyor, lâyıktır, yerindedir.
626
t i h a s ı m o k u m a k için b u r a y a çıktım. 25 senedir Mülkiye'yi ismiyle, cismiyle orta
d a n k a l d ı r m a k istiyenler, ellerine kına yaksınlar.
627
sâye-i sakfında yetişmiş olduğumuz Müesseseye ve s o n r a d a n yetişecek nesillere
ve Vatanımıza hayırlı ve uğurlu olması temennisiyle sözlerime son veriyorum.
Başkan — Başka söz istiyen yoktur. Maddelere geçilmesini kabul edenler... et-
miyenler.... Maddelere geçilmiştir. İvedilik kararının d ü n alındığını a r z e t m i ş t i m .
Şimdi, Tasarının başlığı h a k k ı n d a bir önerge var, o k u t u y o r u m .
Yüksek Başkanlığa
Yozgat Milletvekili
İ h s a n Olgun
628
Siyasal Bilgiler Okulu 13.VI.1946 t â r i h ve 4936 Sayılı Kanun h ü k ü m l e r i n e göre yö
netilmek üzere "Siyasal Bilgiler Fakültesi" adıylıa Ankara Üniversitesine katılmış
tır. Millî Eğitim Komisyonu, böylece tesbit etmişti, içişleri Komisyonu şartlı şurt-
lu bir m a d d e k o y m u ş t u r . Bu şartlar, Müessesenin ileride elini kolunu bağlar, ile
ride yürümez. Meselâ 40 t a n e burslu talebe k o n u y o r ; Mâliye Bakanı b u n u verebile
cek mi? Bendeniz nokta-i nazarımı arzediyorum. Akif İyidoğan Arkadaşımız, aynı
Mekteb me'zunu olduğu için işi kendi zaviyesinden görüyor. Şartlı ş u r t l u müessese
olmaz. Üniversite kendi bünyesini kendisi takdir eder, hangi Enstitüyü k u r a c a k s a ,
b u n u Üniversite Senatosu ve Kurulları ta'yin ve t a k d i r eder. K a n u n l a Fakültenin
Enstitüsü tesbit edilmez a r k a d a ş l a r .
Yüksek Başkanlığa
K a s t a m o n u Milletvekili
Muzaffer Akalın
629
Yüksek Başkanlığa
K a s t a m o n u Milletvekili
Muzaffer Akalın
Yüksek Başkanlığa
Edirne
M. N. Gündüzalp
630
l a n dâhilinde Okulda ders vermiş oldukları halde 3888 sayılı K a n u n u n hükümleri
ne tâbi' b u l u n m a l a r ı dolayısiyle b u g ü n i m t i h a n a girmemiş Yönetmelik dâiresinde
profesörlük unvanını ihraz e t m e m i ş kimseler için de b i r i m k â n verilmiyor. Hükü
met kendi Tasarısında b u n l a r için âdil olan bir esas koymuştur. B u n l a r d a n mes
leği tercih edeceklere şâyed ilmî yayınlariyle ü s t ü n başarılar te'min etmişlerse ve
Profesörler Kurulunca da 2/3 çoğunlukla ü s t ü n haşarılığı kabul edilirse Senato
n u n kabulü şartıyle bunların profesörlüğe ta'yini imkânını kendilerine tanımakta
dır, H ü k ü m e t i n bu Maddesi Komisyon metinlerine alınmamıştır. Ben meziyetli,
kıymetli ve mesleğine bağlı kalmış bu gibi öğretmenlerin de haklarının tanınma
sı için Geçici Maddeye İkinci F ı k r a olarak H ü k ü m e t i n Geçici İkinci Maddesinin
ayrı bir Fıkrası olarak ilâvesini teklif ediyorum. Takdir Yüksek Heybetindir.
631
yi nazar-ı İ'tibâra alanlar lütfen ayağa kalsınlar... Almayanlar lütfen ayağa kalksın
lar,.. Yine ianlaşılmadı, t e k a r edeceğim. Bu önergeyi nazar-ı d i k k a t e alanlar, lütfen
ayağa kalksınlar. Nazar-ı i'tibâre almayanlar... Nazar-ı d i k k a t e alınmadı. Maddeyi ka
bul edenler.,. Etmeyenler... Kabul edilmiştir. .(Geçici 3. Maddeyi o k u t u r ) .
Başkan — Önergeyi o k u t u y o r u m .
Yüksek Başkanlığa
K a s t a m o n u Milletvekili
Muzaffer Akalın
632
derece b i r t a k ı m paraları ihtiva ettiği anlaşılır ve Devleti derece, derece ödemeler
karşısında b u l u n d u r m a k t a d ı r . Bu Fakültedeki profesörlerin, öğretmenlerin kadro
larım derhal istemiyeceklerini, bir kariyer a k a d e m i k göstereceklerini zannediyorum.
Fakat Meclisin b ü t ü n mes'eleleri bir m u a d e l e t prensibi tesbit ederek herkese hak
kını v e r m e k gibi h e r teklifin karşısında m ü s a m a h a ile hareket ettiği günlerde bu
k a d a r az bir m i k d a r üzerinde sayın profesörlerimizin a k a d e m i k kariyer gösterecek
lerinden de eminim. Bu onların gerek şahsi gerek ilmî hüviyetlerine uygundur. Mec
lise bu noktayı arzetmek isterdim .
633
SİYASAL BİLGİLER OKULUNUN SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ
ADİYLE ANKARA Ü N İ V E R S İ T E S İ N E KATILMASI HAKKINDA KÂNUN
Madde 3 — 10/6/1946 târih ve 4926 sayılı K a n u n a bağlı (1) sayılı cedvelin IV.
Eölümündeki k a d r o l a r d a n Siyasal Bilgiler Okulu başlığı .altındaki kısımlar kaldı
rılmıştır.
634
Geçici Madde 4 — Bu Kanunla Ankara Üniversitesine katılan Siyasal Bilgiler
Fakültesinin 13/6/1946 tarihli ve 4936 sayılı K a n u n gereğince seçeceği organlar bu
K a n u n u n yayımım ta'kibeden 30 gün içinde seçilir. Senato Üyelerinin seçim sü
releri Üniversiteler K a n u n u n u n seçim dönemi sonunda nihayet bulur. Seçim yapı
lıncaya k a d a r bu K a n u n u n yayımından önce Müdırlik vazifesini y a p m a k t a olan
Profesör, görevine devam eder. Bu Profesör, Dekan seçilmediği ve öğretim görevin
de bulunduğu takdirde 4936 sayılı K a n u n u n 7. Maddesinde sözü geçen önceki Dekan
sıfatıyla Fakültenin Yönetim Kuruluna girer.
Geçici Madde 6 — Asıl görevleri Siyasal Bilgiler Okulu'nda olan Yabancı Dil
Öğretmenleri Siyasal Bilgiler Fakültesi Okutmanlığına ta'yin edildikleri takdirde
alınacakları kadroya m ü k t e s e b haklarıyla t a y i n o l u n u r l a r .
Madde 5 — Bu K a n u n u n 1., 4. Maddeleriyle Geçici 1., 2., 3-, 4-, 5., 6., ve 7. Mad*
d e l e r i yayımı târihinde, dîger h ü k ü m l e r i 1/3/1951 t â r i h i n d e yürürlüğe girer.
1 Profesc 1 150
2 lf 3 125
3 İt
4 100
A fi 4 90
S fi 6 80
5 Doçent 6 80
635
1915'de Muvakkat KanmVla kapatılması sebebi ile 3 yıl, 7 ay, 1 günlük birr in
d i r m e yaparsak Sevgili Mülkiye, 1935'den sonraki adıyla SİYASAL BİLGİLER
OKULU, 8 7 yıl, 6 a y v e 1 0 günlük çok şerefi ibir h i z m e t d ö n e m i ' nden
sonra yerini yeni evlâdı S i y a s a l B i l g i l e r Fa k ü l t e s i ' ne
bırakarak ebedî târih y o l c u l u ğ u n a çıkıyordu.
Buraya k a d a r bütün ayrıntıları ile anlatageldiğimiz olaylar, târih ırmağı akışı
içinde s o s y a l , ( k ü l t ü r e l alanda, d e v l e t i l m i yapmada,
h ü k ü m e t etme s a n ' a t ı ' nı iş hâline getirmede, bu m ü b a r e k
Y u r d için çok çetin v e şerefli sınavlardan geçmiş k u t l u bir m ü e s
s e s e ' nin şeref hâleleri ile ö r ü l m ü ş doksanbir yıllık ö m ü r hikâyesidir.
Tarafsız d ü ş ü n c e ve iz'âra sahipleri, bu şerefli T â r i h Hikâyesini okuduktan
sonra, derhal teslim edeceklerdir ki, Büyük Türk Milleti, bir asr'a yaklaşan bir sü
rece bağrında yaşattığı, dişinden tırnağından artırıp beslemek için hiç bir fedâ-
k â r h k d a n kaçınmadığı M ü l k i y e adh M i l l î H i z m e t Y u -
636
v a s i 'na harcadığı emeğin, bağladığı u m u d ' un karşılığını almış; bun
dan böyle de almakta bulunmuştur.
S. B. O. nu böylelikle Târih'e yolcu ederken, M ü t â r e k e Yıllan'-
nda tekrar açuhşından Fakülte oluşuna kadar Y-urd'a armağan- ettiği M ü l k i
y e l i ' lerin, yıllara göre sayısını da inceleyelim:
637
8. K I S I M
1950-1967
K ÜR S î L E R ÖĞRETİM ÜYELERİ
639
7. UMUMİ IKTISAD Prof.: Ervvin Graue
Doç.: Aydın Yalçın
Doç.: Aziz Köklü
Öğ. Görev.: Şefik İnan
Asis.: Nejat Bengül
8. IKTISAD TARİHİ ve İKTİSÂDİ DOKT Prof.: Fadıl Hakkı Sur
RİNLER TÂRİHİ
9. İKTİSADI SİYASET Prof.: Ervvin Graue
Öğr. Gö.: Rahmi Ören
Öğr. Gö.: Câhid Talaş
Asis.: Reşad Aktan
10. İŞLETME İKTİSÂDI ve MUHASEBE Prof.: Roy G. Blakey
Öğr. Gö.: Abdullah Aker
Asis.: Cumhur Ferman
11. SİYÂSÎ ve İKTİSÂDİ COĞRAFYA Prof.: Hâmid Sadi Selen
Asis.: Behiç Hazar
12. SİYASI TARİH ve MİLLETLERARASI Prof.: Zeki Mes'ud Alsan
MÜNÂSEBETLER Öğ. Gö.: Ahmed Şükrü Esmer
Asis.: Fahir Armaoğlu
13. ŞEHİRCİLİK Prof.: Zeki Faik Ural
Doç.: Fehmi Yavuz
14. İDARE HUKUKU Prof.: Tahsin Bekir Balta
Doç.: Turhan Feyzioğlu
Asis.: Cemâl Aygen
15. MEDENİ HUKUK Prof.: İ. Hakkı Karafakih
16. MEDENİ HUKUK Prof.: K. Fikret Arık
17. MALİYE Prof.: Fadıl Hakkı Sur
Doç.: Sâdun Aren
Öğr. Gö.: İ. Hakkı Ülkmen
Asis.: Selâhaddin Sözeri
18. MÂLİYE Prof.: Roy G. Blakey
Prof.: Bedri Gürsoy
Asis.: Cemâl Mıhcıoğlu
O K U T M A N L A R
640
İNGİLİZCE Nureddin Sevin
Ulvî Erbay
Vedat Örs
C. Sammervville
Miss Hallam
Mâliye Bakanlığı 1 51 52
İçişleri Bakanlığı 9 251 260
Ankara Üniversitesi Rektörlüğü 1 1
Genel Toplam 10 303 313
641
Milletlerarası Kurumlarla işbirliği yapılarak "Türkiye'de Ziraî Makinalaşma-
nın Ekonomik-Sosyal Hayat üzerindeki Te'sirleri" adlı bir a n k e t tertibedil-
m i ş ; 24 vilâyetin, 73 ilçesinden seçilen 448 köyde 3015 aile ile ilgi k u r u l a r a k anket
tarnamlanmışdır. Bu anket için 42 Son Sınıf Öğrenicisi, 4 Doçent ve 8 Asistan
görev almıştır. Fakülte mevcudu 300'ü burslu, 280'i burssuz olmak üzere 580 olup,
b u n u n 17'si kızdır.
Fakülte Yönetim Kurulu'nun teşebbüsü ile kurulmasına çalışılan TÜRKİYE ve
ORTA DOĞU ÂMME İDARESİ ENSTİTÜSÜNÜN açılış hazırlıkları çok ilerlemiş
tir.
642
diseler mahşeri arasında değişmez münâsebetleri ta'yin, değişen ihtiyaçları tâ-
kib melekesini kazandırır. Bu a r a d a idarecinin, nazariyecilik ile teşkilâtçılığı atba-
şı yürütecek bir zekâ muvâzenesi ile düşünce formasyonuna sahip olması ş a r t t ı r .
Fakültemizde nazarî, ilmî a r a ş t ı r m a l a r l a tatbikî, metodik çalışmalara ahenkli bir
terkib hâlinde aynı ölçüde yer ve ö n e m verilmesi, bu m ü l â h a z a l a r d a n kaynak al
maktadır.
Devlet hizmetinde başarının ikinci esas şartı nefis feragatidir. Demokratik bir
rejim içerisinde idare adamı, ülkücü b i r r u h enginliğinin b ü t ü n fedâkârlık ve mü
s a m a h a duygularını nefsinde taşımalı; halkı sevmesini bilmelidir. İdareci bir bü
r o k r a t değil, bir halk adamı, millî birlik ş u u r u n u n sembolü, millî kalkınma dileği
nin m i h r a k ı , maddî, mânevi bütün vâsıta ve kıymetleri değerlendirmesini bilen ya
pıcı ve yaratıcı bir insan olacaktır. İ d a r e edenle, idare olunanın ayniyet ve eşitliği
esâsına d a y a n a n bir demokraside â m m e otoritesinin kaynağı, halkın dilek, güven
ve sevgisinde toplanır. Bu sebeble yetki ve kuvvetini halktan a l m a n ı n zevkini ta
damayan, gayret, ehliyet ve bilgisi ile geniş kütlelerin i'timad ve m u h a b b e t i m kaza
n a m a y a n her idareci başarısızlığa m a h k û m d u r .
H e r yıl Siyasal Bilgiler Fakültesi çatısı altında Yurdun d ö r t bucağından gelen
körpe d i m a ğ h , temiz ruhlu halk çocukları, d e m o k r a t i k ve eşit bir k a y n a ş m a hâ
linde toplanırlar. Onların Fakülteyi bitirdikleri zaman ilk vazifeleri, kazandıkları
bilgilerle birlikte bu ruhu bozulmadan Memleketin bütün himmet ve gayret bekli-
yen köşelerine taşımak ve dağıtmaktır.
Genç arkadaşlarım!...
B ü t ü n gayretlerimizin hedefi, devrimizin çeşitli, çözülmesi müşkil problemle
ri karşısında d u r a k l a m a d a n , irkilmeden ideal bir hayat rejimini ve cemiyet nizâ
mını gerçekleştirmek, T ü r k Cemiyetini medenî ve müreffeh bir seviyeye yük
seltmek, buna aykırı belirtilerle amansızca cenkleşmek ve her an yolunuzu ahlâ
ki zihniyetin ışığı ile aydınlatmak olmalıdır. Bu 'uğurda katlanılacak fedakârlıkla
rın m ü k â f a t ı . Vatanın şükranı, Milletin takdiridir. Hepinize hayatda ve deviet hiz
metinde üstün başarılar dilerim. Türklükle birlikte aziz ve b e r h u r d a r o l u n ; günü
nüz kutlu, bahtınız açık olsun."
Bu yıldönümünde, eski S.B.O. n u n Şehircilik ve Mahalli İdareler Mâliyesi Pro
fesörlerinden olup, 1946'da Berlin Belediye ye Devlet Başkanlığına seçilmesi dola
yısıyla Türkiye'den ve Mülkiye'den ayrılan ve Türklere olan sevgisi, bağlılığı dola
yısıyla, Almanya'da kendisinden T ü r k R e u t e r diye ıbahsedilcn Profesör
Ernesrt Reuter ve H ü r Berlin Üniversitesi Rektörü Prof. Rohde'den Türkçe olarak
aşağıdaki ilginç lelgraf gelmiştir:
643
Ii, çalışkan ve ideal aşkı yüreklerinde y a n a n öğrenicilerine bu târihî g ü n ü c a n d a n
k u t l a r ; onlar için dâima en iyi dilekle çarpan yüreklerimizin b ü t ü n sevgi ve saygı
larını sayın Dekan'ın -delaletiyle kendilerine yollarız.
Bu Ders Yılımda yine " m ü s a b a k a sınavı" :ile Fakülte'ye alınan öğrenici 8'i kız,
96'sı erkek olmak üzere 104'dür. Fakülte öğrenici toplamı ise 243u burslu, 330'u
burssuz, 573'dür. Sınıfların başarı derecesi ise:
1. S ı n ı f d a % 90.5, 2. S ı n ı f d a % 78.3, 3. S ı n ı f d a % 96.1, Son Sınıf İdâri
ve Mâlî Şubelerinde % 98.3, Siyâsî Şûbe'de ise % 100'dür. 1953 Ders yılı sonunda
Fakülte 104 Me'zun vermiştir. Öğretim Kadrosu, 14 Profesör, 10 Doçent, 6 Öğretim
Görevlisi, 12 Asistan ve 15 O k u t m a n ' d a n ibarettir.
644
4 Aralık 1953'de F a k ü l t e salonlarında kutlanan* 94. Ku
ruluş Yıldönümü törenine içişleri Bakanı E d h e m Men-
n p o c YIL
deres, Millî Eğitim Bakanı Prof. Rıfkı Salim Burçak,
E k o n o m i ve Ticâret Bakanı Prof. Fethi Çelikbaş, Tarım Bakanı (Rahmetli) Nedim
Ö k m e n , Çalışma Bakanı Hayreddin E r k m e n , Mülkiyeli Milletvekilleri, Ankara Vali
ve Belediye Reisi Kemâl Aygün, Üniversite Rektörü Hüseyin- Câhid Oğuzoğlu, An
k a r a Barosu Başkanı, Yargıtay, Sayıştay, Danıştay B a ş k a n l a n ve F a k ü l t e Profesör
leri ile eski me'zunlar katılmışlardır.
Ankara Üniversitesi Rektörünün açış k o n u ş m a s ı n d a n sonra Kürsî'ye gelen Fa
külte Dekanı Prof. Yavuz Abadan, F a k ü l t e Çalışmalarını etraflıca a n l a t t ı k t a n sora
ra Genç Mülkiyelilere hitaben şu konuşmayı yapmıştır ( 2 ) :
"Siyasal Bilgiler Fakültesine m e n s u p aydın b i r genç olarak hizmetinde olaca-
ğuıız m o d e r n , laik T ü r k Devlet ve Cumhuriyetini sağlam temeller üzerinde yük
seltmek, T ü r k Cemiyetini medeni cihanda lâyık olduğu seviyeye ç ı k a r m a k ödeviy
le karşı karşıyasınız. Vazifenizi başarabilmek için b ugünden devamlı bir çalışma,
çetin bir fikir ve k a r a k t e r mücâdelesi içinde şahsiyyetinizi yaratmaya, küçük duy
gulardan, bayağı menfaat endişelerinden hascd ve kin'in zehirleyici te'sirlcrinden
sıyrılarak d â i m a büyük dâvalar a d a m ı olmaya ve kalmaya çalışmalısınız.
Şahsiyyet, hürriyetin olduğu k a d a r bilgi, k a r a k t e r ve vazife ahlâkına sahip ol
m a n ı n da temel şartıdır. Şahsiyetin ayırıcı vasfı, fikir istiklâlidir. E s a r e t i n en
korkuncu, fikir köleliğidir. Düşünce cevherinin asaleti, onun d â i m a yapıcı ve yara
tıcı hüvîyyetinde tecellî eder.
Eski medeniyetlerin baynağı olan ş a r k âlemini beş asır yerinde saydıran, ni
hayet cehaletin karanlık girdabında ç ü r ü t e n , fikir hürriyetine zincir vuran içti-
had k a p ı s m m kapanmasıdır. O n u n için sizi skolastik zihniyetin körü k ö r ü n e üstada
bağlılık kaaidesine s a p l a n m a k t a n tahzîr (sakınmanızı tavsiye) ederim.
Fikir istiklâli, karşı fikre saygının esas şartı, d e m o k r a t i k ve h ü r cemiyet ni
zâmının en sağlam te'minâtıdır. İnsanlık şeref ve haysiyyetinin de özünü teşkil
eden h ü r d ü ş ü n c e , başkalarının düşüncelerine karşı en engin m ü s a m a h a duygu
s u n u geliştiren bereketli bir kaynaktır.
İ n s a n hayâtı, tıbkı çekiç alımda döğülen d e m i r gibi, zorluklarla çarpışa çarpı
şa olgunlaşır. Karşılaştığınız güçlükler ümidinizi k ı r m a m a l ı d ı r . Cemiyet içerisinde
ön safta görünen ba'zı insanların hatalı saydığınız hareketleri karşısında ye'se ka
pılmamalısınız. Fikir istiklâlinden kaynak olan k a r a k t e r sağlamlığı ve ahlâk sa-
lâbeti, k ö t ü örneklerden ve geçici zorluklardan yılmayıp millet ve devlete hizmet
ü l k ü s ü n e sadâkatle ve ısrarla bağlı kalmayı gerektirir..."
1954-1955 1955 Yılı Genel Bütçesine k o n a n ödenekle, sayıları
DERS YILI 1000'e yaklaşan öğrenicilere d a h a geniş öğrenim yap-
ma İ J l l k â n l a n h a z ı r l a m a k j
YENİ LİSANS YÖNET- Ç in > Fakülte binasının ge-
ni
MELİGİNİN YÜRÜRLÜĞE S I e t i I m e s i n e » e k bloklar yapılmasına k a r a r veril-
m ;
GİRİSİ * $ hazırlıklara girişilmiştir.
645
Bu ders yılında Fakülte mevcudu 280'i burslu, 357'si burssuz okrıak üzere
637'ye yükselmiştir. Bunun 31'i kız öğrenicidir. Öğretim k a d r o s u ise, 13 Profesör, 9
Doçent, 3 öğretim görevlisi ve 12 Asistan'dan teşekkül etmektedir.
Ders yılfnm en önemli olay'ı iki yıldan beri h a z ı r l a n m a k t a olan "S.B.F. Li
sans Öğretim ve İmtihan Ta'lîmatnâmesi"nin, 24/1/1955'de Millî Eğitim Bakanlı
ğınca onaylanması ve Resmî Gazetenin 9 Mart 1955 gün, 8950 sayısında i'lân edi
lip yürürlüğe girmiş olmasıdır.
Dört Kısıan, Beş Bölüm ve 52 Maddeyi kapsayan Yeni Tüzüğün 51. Maddesi'ne
göre, sözü geçen T a l i m a t n a m e , 1954-1955 Ders yılında yalnız 1. Sınıfa; 1955-1956 da
1. ve 2. Sınıflara; 1956-1957'de 1., 2. ve 3. Sınıflara; 1957-1958'de de b ü t ü n Fakülte
ye uygulanacaktır. Yeni Tüzük'de Öğretim süresi, eskisi gibi d ö r t yıl o l a r a k kabul
edilmiş; a n c a k 1., 2. Sınıflar Hazırlama Sınıflarına, 3., 4. Sınıflar İdâri, Mâlî, Siyâsî
olmak üzere İhtisas Şubelerine ayrılmışlardır.
Hatırlanacağı gibi aynı sistem, Meşrûtiyet Yılları Mülkiyesinde de uygulan
maya b a ş l a n m ı ş ; Okul'un 2 yıl sonra kapatılması ile mez'un verememişti. 1965 yı
lına k a d a r uygulanan bu Tüzüğü de inceleyelim:
BİRİNCİ KISIM
Genel Hükümleı
Öğretim Süresi
Sınıflar
Madde 2 — Fakülte, ilk ikisi -umûmî, son ikisi ihtisas sınıfı olmak üzere dört
smıfdan mürekkebdir. İhtisas Sınıflan "İdarî", "Mâliye ve İktisad", "Diplomasî ve
Dış Münâsebetler" Şubelerine ayrılır. Fakültede yeni ihtisas şubeleri açılabilir.
Öğretim Şekli
646
İKİNCİ K I S I M : Ö ğ r e t i m
BİRİNCİ BÖLÜM : D e r s l e r
İKİNCİ BOLÜM : P r a t i k Ç a l ı ş m a l a r ve M ü z â k e r e l e r
P r a t i k Çalışma Grupları
T a r t ı ş m a ve Kompozisyon
647
şekilde, p r a t i k çalışma saatlerinde t a r t ı ş m a l a r yaptırılır. B u n d a n b a ş k a her dö
n e m d e en az bir kere yazılı vazife istenir- Ayrıca ev vazifesi de verilebilir.
Müzâkerelerin Düzenlenmesi
Devam ve N o t l a r
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM : S e m i n e r l e r
Seminerlerin Tesbiti
648
Amme H u k u k u n d a n , Diplomasi ve Dış Münâsebetler Şubesinde: Milletlerarası Mü
nâsebetler, Mukaayeseli Devlet İdaresi veya Devletler Hususî H u k u k u n d a n yapı
lır.
Bu derslerin hangilerinden gelecek ders yılında kimler tarafından seminer ya
pılacağını 50. Madde gereğince toplanacak Genel Kurul tesbit eder.
Yukarıda bahsi geçenler dışında h e r üç Şube öğrenicilerine de açık olmak
üzere gerekli seminerlerin yapılmasına Genel Kurul k a r a r verebilir.
H e r ders yılı başında o yıl hangi derslerden ve kimler tarafından seminer
yapılacağı ve bunların başlama târihi öğrenicilere i'lân edilir.
Seminerlerin Devamı
Madde 16 — Her öğrenici, biri Üçüncü Sınıfta diğeri Son Sınıfta olmak üzere
iki seminer yapmağa m e c b u r d u r . Öğreniciler katılacakları seminerlerin adını, i'lân
târihinden i'tibâren bir hafta içinde Dekanlığa yazı ile bildirirler. Bildirmeyen öğ-
renicilerin hangi seminere katılacakları Dekanlıkça tesbit edilerek kendilerine teb
liğ olunur. İsteyen öğrenici diğer seminerlere de, bunları idare edenlerin muvafa
katini almak şartiyle, ihtiyari olarak katılabilir.
H e r seminere 25'den fazla öğrenici kabul edilmez. B i r seminere 25'den fazla öğ
renici tâlib olursa o konuda iki s e m i n e r g r u p u teşkil edilir. Dekanlık ilgili öğretim
üye ve öğretim görevlileri ile t e m a s ederek hangi g r u p u idare edeceğini tesbit ve
bu ciheti i'lân eder.
Seminer E t ü d ü ve Notu
649
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM : Y a b a n c ı Dil D e r s l e r i
Munzam Kurlar
Madde 23 — Yabancı Dil kurlarını bitiren öğrenicinin son k u r d a aldığı not mü-
teâkib sınıflarda o r t a l a m a h e s â b m d a yabancı dil n o t u olanak nazara alınır. Ancak
650
bu vaziyette b u l u n a n öğrenici dilerse son kur'dan yeniden dil i m t i h a n ı n a girebilir.
Bu hakkı kullanmak isteyen öğrenici evvelki Maddede belirtilen m ü d d e t içinde
İdareye yazı ile m ü r a c a a t eder.
Bu takdirde, öğrenici yeniden dil i m t i h a n ı n a girmeğe m e c b u r olduğu gibi es
kiden kazanmış olduğu not üzerindeki h a k k ı m da kaybeder.
Madde 26 — Yabancı Dil Komitesi, o dil için 25. Madde gereğince seçilen öğ
retim üyesinin başkanlığı altında o dil o k u t m a n l a r ı n ı n a r a l a r ı n d a n seçecekleri iki
temsilciden k u r u l u r .
BEŞİNCİ BÖLÜM: D e v a m M e c b u r i y e t i
Devam Yoklaması
651
veyıa öğretim görevlileri kendi derslerinde bizzat yoklama yapabilirler ve yoklama
neticelerini İdâre'ye bildirirler.
Devamsızlık
Madde 30 — Hangi sebeble olursa olsun bir öğretim yılı içinde 65 (alı
mı.'? beş) d e r s s a a t i devam e t m e m i ş olanlar o yılın Yaz ve Güz İ m t i h a n l a r ı n a gi
remezler.
ÜÇÜNCÜ K I S I M : İ m t i h a n l a r
BİRİNCİ BÖLÜM : G e n e l H ü k ü m l e r
İ m t i h a n Devreleri
İ m t i h a n Şekli
İ m t i h a n Z a m a n l a r ı ve P r o g r a m ı
Madde 33 — Yaz devresi imtihanı Haziran, Güz devresi imtihanı E k i m Ayı için
de yapılır.
Gün, saat ve i m t i h a n yerlerini ihtiva eden program, Dekanlıkça h a z ı r l a n a r a k
öğrenicilere i'lân ve öğretim üye ve öğretim yardımcılarına tebliğ edilir.
Öğrenicilere birer günden fiazla i m t i h a n a r a s ı verilmez.
652
İ K İ N C İ BÖLÜM : Yaz ve Güz D e v r e s i İ m t i h a n l a r ı
İ m t i h a n l a r a Girme Mecburiyeti
İ m t i h a n ı Yapacak Kimse
İ m t i h a n ı n Şekli
İ m t i h a n Notlarının Kaydı
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM : D ö n e m İ m t i h a n l a r ı
Madde 38 — Mart'm ilk haftası içinde Yaz ve Güz imtihanlarına ilâve olarak
b ü t ü n sınıfların öğrenicileri dönem esnasında ta'kib e t m i ş oldukları müfredat
p r o g r a m ı n d a n ve mes'ul tutuldukları bahislerden yoklanmak üzere yalnız bir ders
ten sözlü imtihana tâbi' tutulur. İ m t i h a n hiç bir sebeble engele bırakılamaz. İm
tihana girmeyen öğrenici sıfır almış sayılır. Birinci ve İkinci Bölümde gösterilen
ve bu Bölümdeki esaslara aykırı düşmeyen h ü k ü m l e r bu i m t i h a n l a r h a k k ı n d a da
tatbik olunur.
653
i m t i h a n Şekli
Madde 39 — Her gün bir sınıfın imtihanı yapılır. H e r sınıf o k u n a n ders sayı
sına göre, Fakülte İdaresince eşit gruplara ayrılır.
Sınıfların imtihan günlerini ve grupların i m t i h a n yerlerini ihtiva eden prog
r a m daha evvel Fakülte'de i'lân ve ilgili öğretim üye ve öğretim görevlilerine teb
liğ edilir.
İ m t i h a n ı biten sınıflarda derslere başlanır.
İ m t i h a n Neticelerinin Kesinliği
654
Bu d u r u m d a b u l u n a n bir öğrenici dilerse, birinci fıkradaki h ü k ü m l e r mahfuz
k a i m a k şartiyle, beşden az not aldığı dersin imtihanını Güz devresinde tekrarlıya-
bilir. Bu hakkını kullanmak isteyen öğrenici Eylül'ün İkinci yarısı içinde İdâre'ye
yazı ile m ü r a c a a t etmeye m e c b u r d u r . Bu takdirde öğrenici yeniden i m t i h a n a gir
meye m e c b u r olduğu gibi eskiden kazanmış olduğu not üzerindeki hakkını da
kaybeder.
Madde 46 — Yaz Devresi imtihanlarında yabancı dilden (5) beşden az not alan
öğrenici Güz devresinde yeniden imtihan edilir. B u n d a da beşden az not alan öğ-
renîciler h a k k ı n d a 21. Madde hükümleri tatbik olunur.
655
Yaz devresinde yabancı dilden (7) yediden aşağı not alan öğrenici istediği ve
bu isteğini yazılı olarak Eylül'ün ikinci yarısı içinde İdareye bildirdiği takdirde
Güz devresinde Yabancı Dil'den b ü t ü n l e m e i m t i h a n ı n a girebilir. Bu t a k d i r d e Güz
devresinde aldığı not m u t e b e r d i r .
BEŞİNCİ BÖLÜM : D e r e c e n i n T e s b î t i
N o t l a r ve Dereceler
Kesirli N o t l a r
Madde 49 — Notlar yarım veya t a m olarak verilir. Sınıf geçme ve me'zun ol
ma derecelerinin tesbitinde her dersin kesirli notları toplamalara olduğu gibi ko
n u r . Fakat, o r t a l a m a hesaplarında yarım ve daha fazla kesirler bire çıkarılır.
Madde 50 — Fakülte Genel Kurulu, Mayıs Ayının ilk yarısı içinde olağanüstü
toplanır. Bu t o p l a n t ı d a :
A — Öğretim üye ve görevlilerinin, kürsîlerin yıl içindeki çalışmaları
ve derslerin d u r u m u hakkındaki izahat ve mütalaalarını dinler ;
B — Dekanın, Yabancı Dil Komisyonunun çalışmaları ve u m u m i y e t l e
yabancı dil tedrisatı h a k k ı n d a vereceği izahatı dinler;
C — Gelecek ders yılı için Fakültenin öğretim ve bilimsel çalışmala
rının istikaametini ta'yin ile esaslarını düzenler;
Ç — Müfredat p r o g r a m ı değişiklikleri tekliflerini inceler ve b ü t ü n bu
hususlara taallûk eden tedvir ve ta'dilleri k a r a r a bağlar;
656
D — Yukarıdaki Maddelerde sözü geçen dîger hususları da m ü z â k e r e eder ve
k a r a r a bağlar.
Dekan Yaz döneminin bitiminden önce, bu k a r a r l a r ı n gerektirdiği b ü t ü n ted
birleri alır.
DÖRDÜNCÜ KISIM : Y ü r ü r l ü k H ü k ü m l e r i
DERS P R O G R A M I
U M Û M İ S I N I F L A R
Ders Ders
1. S I N I F II. S I N I F
Saati Saati
İHTİSAS SINIFL A R
III. S I N I F
657
İktisâdı Doktrinler Mâliye Kamu Oyu ve Mes'-
2 2 1
Târihi eleleri
İdare Hukuku Vergi Hukuku İktisâdi Doktrinler
2 1 2
Târihi
Türk İdare Teşkilâtı İktisâdı Doktrinler Yabancı Dil (İngiliz
1 2 4
Târihi Târihi ce veya Fransızca)
Mâliye 2 Muhasebe Siyâsî Târih 2
İcra ve İflâs 1
Tabii Kaynakların
Korunması ve İda 1
resi
Yabancı Dil 6
IV. SINIF
Ders Ders . . . . Ders
İDARÎ ŞUBE MÂLİ ŞUBE SİYASI ŞUBE Saatî
Saati Saatî
Sosyal Siyâset ve Para, Banka ve Kon Sosyal Siyâset ve
2 3 2
Hukuk jonktür Hukuk
Ziraî İktisad Milletlerarası İkti Siyâsî Partiler
1 3 2
sad ve Gümrük Poii.
Şehir ve Köy Ijiye- Sosyal Siyâset ve Devletler Hususî
2 2 2
ni Hukuk Hukuku
Şehircilik Zirâi İktisad (2. Sö Siyâsî Fikirler Târi
2 1 2
mestr) hi
Toprak Hukuku ve Muhasebe Milletlerarası lln
İskân Politikası * 2 sad ve Gümrük Po 3
I
litikası
İdare Hukuku 2 İşletme İktisadı 2 Siyâsî Târih 2
Âmme İdaresi Türk Vergi Kanun Milletlerarası Aktü
2 3 1
ları ve Tatbikaatı el Mes'eleler
658
Siyâsî Partiler Mukaayeseli Bütçe Diplomatik Muhabe
2 3
re (İngilizce)
Mahallî İdareler ve Günün İktisâdi Mes'- Diplomatik Muhabe
1 3
Tatbikaatı eleleri re (Fransızca)
İdarî Ameliyeler Sosyal Hesaplar ( 1 . Türkiyenin Sosyal ve
1 1
Tahlili Sömestr) Etnik Bünyesi
Türkiye'nin Sosyal Kamu Kredisi Yabancı Dil
1 6
ve Etnik Bünyesi
Siyâsi Fikirler Târihi 2 Yabancı Dil 6
Devletler Hususî
2
Hukuku
Yabancı Dil 6
659
lerden ve bu Kurulun seçeceği Profesörler tarafından yapılacak i m t i h a n l a r ı başarı
ile vermiş o l m a k ;
c) Fransızca, İngilizce, Almanca veya Fakülte Profesörler K u r u l u n c a kabul
edilecek diğer bilim dillerinden birinde yazılmış bir eseri kolayca tercümeye ve
anlayıp izaha m u k t e d i r olduğu, hususî bir dil imtihanı jürisi t a r a f ı n d a n tesbit
edilmiş olmak;
d) Doktora harcını ödemiş bulunmak.
İKİNCİ K I S I M
Doktora Çalışmaları
ÜÇÜNCÜ KISIM
Seminerler
660
savunur. Seminer vazifelerinde t a m not, o n d u r . Buçuktu not verilebilir. Altı veya
daha az not a! utlar, muvaffak o l m a m ı ş sayılır. Bîr seminerde başarı gösteremiyen
adaylar, m ü t e â k i b sömestrdeki seminerlere devam ederler. Arka a r k a y a üç sö-
mestr'de başarı gösteremiyenler, d o k t o r a hakkını kaybederler.
DÖRDÜNCÜ K I S I M
Doktora Sözlü İ m t i h a n l a r ı
661
Madde 15 — Başarının takdir ve tesbîli : J ü r i a'zâlan, a l m a n cevaplara güre
takdir ettikleri notları ayrı ayrı ve yazılı olarak verirler. Derece, j ü r i a ' z â î a n n ı n
herbirînüı verdiği n o t l a r esas t u t u l a r a k yapılacak müzâkere s o n u n d a tesbît olunur.
N o t l a r "geçmez", " o r t a " , "iyi" veya "pekiyi" dir.
Birden fazla aday bulunduğu takdirde jüri, biri hakkında k a r a r vermeden di
ğer adayların imtihanına geçemez.
BEŞİNCİ KISIM
Doktora Tezi
Madde 20 — Tez Jürisi : İncelenmek üzere verilen tezler için üç üyeli bir
Jüri kurulur. 16. Maddede zikredilen Profesör bu Jürinin Başkanıdır. Diğer iki
üye, Siyasal Bilgiler Fakültesi veya başka fakültelerde d o k t o r a ve lisans öğreti
minde konu ile ilgili dersleri o k u t m a k t a olan veya semineri idare eden profesörler
arasından Porfesörler Kurulunca seçilir.
662
0
Tezin müdâfaası, tezdeki fikirlerin îzâhı ve konu ve bölümü ile ilgili soruların
cevaplandırılması şeklinde cereyan eder.
J ü r i , tez k o n u s u n u n mâhiyet ve genişliğine göre bir s a a t t a n az o l m a m a k üzere
müdâfaa m ü d d e t i n i önceden ta'yin ederek adaya bildirir. Jüri Başkanı, icâbında
dinlenme için toplantıya ara verebilir.
Madde 23 — Jürinin kararı : Tez müdâfaasının bitmesini müteâkib Jüri, kara
rını vermek üzere müzâkereye çekilir. Müzâkere sonunda J ü r i üyeleri oylarını ayrı
ayrı verirler. K a r a r l a r ittifakla veya Başkanın katıldığı tarafın ekseriyetiyle alı
nır. K a r a r d a aşağıda yazılı üç hâl ayrı ayrı ve açıkça belirtilir.
(a) Müdâfaa başarılı addedilerek tezin kabul olunmasa;
b) Tez kabul edilip sâdece müdâfaanın yetersiz görülmesi;
c) Müdâfaa neticesinde, esas i'tibâriyle tezin kifayetsiz bulunması.
İkinci hâlde aday, istediği t a k d i r d e ve en az üç ay sonra J ü r i tarafından yeni
den tez müdâfaasına da'vet olunabilir. Üçüncü hâl tezin reddi demek olduğundan,
bu takdirde 25. Madde hükümleri uygulanır.
Madde 24 — Tezin kabulü ve derecesi : Evvelki Maddenin " a " bendi gereğince
kabul olnuan tez, J ü r i tarafından ittifakla veya Başkanın katıldığı tarafın ekseri
yetiyle "iyi" veya "pekiyi" derecelerinden biriyle kıymetlendirilir. Tez, vasıfları ve
müdâfaası bakımından " o l a ğ a n ü s t ü " b i r değer taşıdığı takdirde, Jüri Başkanı key
fiyeti ve tez sahibinin çalışmalariyle başarısını yazılı olarak Dekanlığa bildirir. Bu
değeri taşıyan tezler, Profesörler Kurulunca "en ü s t ü n " derecesiyle kıymetlendirilir.
Tezin kazandığı "en ü s t ü n " derecesi eserin iç ve dış kapağına yazılır ve Jüri Baş
kanı veya Dekan tarafından yazılacak bir önsözde de ayrıca belirtilir. Doktora im
tihan ve tez dereceleri, doktora diplomasında ayrı ayrı gösterilir.
Madde 25 — Tezin reddi : 21. Madde veya 23. Maddenin " c " bendi gereğince
tezi reddolunan aday. Jürinin ı en kî ellerini de göz ö n ü n d e t u t a r a k aynı konuyu ye
niden inceleyip ıslâh ettiği tezini en az altı ay s o n u n d a Dekanlığa verebileceği gibi,
16. Madde mucibince yeni bir konu seçerek onun üzerinde de çalışabilir. İkinci defa
r e d d o l u n a n aynı konudaki tez, doktora için bir daha sunulamaz.
663
ALTINCI KISIM
Çeşitli Hükümler
Doktor
Doktora Olma
Adı ve Soyadı Bölümü Târihi Doktora Tez Konusu
664
A. Haluk ÜLMAN İd. Siy. İlim. 1961 İkir.ci Cihan Savaşının Başından
T r u m a n Doktrinine k a d a r Türk-
Amerikan Münâsebetleri 1939-1947.
R. Yalçın K E L E Ş İd. Siy. İlim. 1961 Şehir ve Bölge Plânlaması Bakı
mından Şehirleşme Hareketleri.
Vahdet AYDIN Mâl. ve İkt. 1961 Elektrik Enerjisinde Maliyet Tes-
ıbiti ve İşletmelerimizdeki Tatbi
kat.
H. Üren ARSAN Mâl. ve I k t 1961 Türkiye'de Cumhuriyet Devrinde
İç Devlet Borçları.
Mete TUNCAY İd. Siy. İlim. 1961 Erkinlik Kavramının incelenmesi.
Muaıllâ ÖNCEL Mâl. ve î k t . 1961 K u r u m l a r Vergisinin iktisadî Ba
kımdan Tedkîki
Orhan TURKAY Mâl. ve İkt. 1962 Nüfus Artışı ve İktisâdi Gelişme.
\ h m e d DEMİR Mâl. ve Ikt. ~1962~ Türkiye İç Sularından Faydalan
ma Mes'eleleri.
T a n e r TİMUR İd. Siy. İlim. 1962 Modern Demokrasilerde ve Türki
ye'de Kuvvetli İcra.
Necdet SERİN Mâl. ve Ikt. ı%r Türkiye'nin Sanayileşmesi.
Uğur KORUM Mâl. ve Ikt. 1963 Input-Output Analizi.
Deniz BAYKAL İd. Siy. İlim. 1963 Siyâsi Elit Kuramı.
Korkut BORAT AV Mâl. ve İkt. ^1964 K a m u Mâliyesi ve Gelir Dağılımı.
Ozhan ULUATAM Mâl. ve İkt. 1964 Tüketim Fonksiyonu ve iktisâdi
Kalkınma.
Erden- ON EY Mâl. ve İkt. 1965 Verimlilik KavramJarı ve Ölçül
mesi.
Nâdir Latîf İSLAM İd. Siy. İlim. 1965 Türkiye'de Gensoru ve Meclis
Tahkikatı.
Güney DEVREZ Mâl. ve İkt. 1966 Türkiye'de Stok Kontrolü.
Özer OZANKAYA İd. Siy. İlim. 1966 Ankara Üniversitesi Öğrenicileri-
nin Siyasal Yönelimleri.
Oğuz ONARAN İd. Siy. İlim. I966~ Genel İdare Kuruluşlarında Üst
İdarecilerin Yetiştirilmesi.
Kaya WON-TAK-PAK İd. Siy. İlim. T966~ Güney Kore İhtilâlleri (1960-1963).
Turgut VAR İşletmelerde Sermâye Yatırımları
nın Planlanması, Sermâye Maliye
ti ve Belirsizlik.
C. Tayyar SALDIKLAR Mâl. ve İkt. 1966 K a m u S e k t ö r ü n d e Yatırım Bütçe
leri ve Türk Bütçe Sistemi.
Alpaslan IŞIKLI Mâl. ve Ikt. 1967 TopLu İş Sözleşmeleri ve Türkiye
Ekonomisi İçindeki Yeri.
Yüksel KOÇ Mâl. ve İkt. 1967 işletmelerde Mâlî Analiz Teknik
leri.
(Devamı 666 Sf'dedil •
665
Dündar SAĞLAM Mâl. ve Iki. 1967 Türkiye'de Kamu İktisâdi Teşeb
büsleri.
Yalçın KÜÇÜK Mâl. ve İki. 1967 Plânlama (Eleştirici Bir Yakla
şım).
Bilsay KURUÇ Mâl. ve İ k t . 1967 Ricardo İktisâdının Metod Sorun
ları.
Ahmed BEYARSLAN Mâl. ve Ikt. 1967 Türk Vergi Sisteminin istikrar
Gücü Üzerinde Islülistiki Bir Ça
lışma.
T. Nâmık GÜNDÜZ id. Siy. İlim. 1967 Arap Devle İleri Teşkilâtı.
Gündüz SÜNNETÇI" Mâl. ve I k t . 1968 Dış Kaynaklı Yatıı ı m l a n n S e k t ö r
OĞLU lerarası Optimal Dağılımı.
Latif ÇAKİCİ Mâl. ve Ikt. 1968 Sanayi işletmelerinde Kuruluş Ye
ri Seçimi.
Nuri UMAN Mâl. ve I k t . 1968 Fiyat Hareketlerinin işletmeler
Üzerine Etkisi ve Yeniden De
ğerleme.
İktisad Bölümü
Mecburi K u r l a r :
Seçimlik Kurlar:
Seminerler :
666
Siyâsî ve İdâri İlimler Bölümü
Mecburî K u r l a r ;
Seçimlik K u r l a r :
Seminerler :
Mecburî K u r l a r :
Seçimlik K u r l a r :
Seminerler :
Mecburî K u r l a r :
Seçimlik K u r l a r :
667
Seminerler :
Mecburî Kurlar :
İktisad Doç. Dr. Reşad AKTAN
Mâliye Prof. F. Hakkı SUR
Seçimlik Kurlar :
Seminerler :
Mecburi Kurlar
Seçimlik Kurlar :
Seminerler :
668
1959-1960 ÖĞRETİM YILI DOKTORA KUR VE S E M İ N E R L E R İ
Mâliye ve İktisad Bölümü
Mecburî K u r l a r :
Seçimlik K u r l a r :
Seminerler :
Mecburî Kurlar
İ d a r e ve Hukuk Prof. Dr. Tahsin Bekir BALTA
Hâkimiyyet Mefhumunun Geliş'mi ... Prof. Dr. Yavuz ABADAN
Seçimlik K u r l a r :
Seminerler :
Mecburi K u r l a r :
Seçimlik K u r l a r :
Mecburî Kurtar :
Seçimlik Kurlar :
Mecburi K u r l a r :
Seçimlik K u r l a r :
Seminerler :
İ d â r i ve Siyâsî ilimler
Mecburî Kurlar
670
Seçimlik Kurlar :
Seminerler :
Mecburî Kurlar :
Seçimlik Kurlar :
Seminerler :
Mecburî Kurlar :
Seçimlik Kurlar :
Seminerler :
Mecburi Kurlar :
Seçimlik Kurlar :
Seminerler :
Mecburî Kurlar :
Seçimlik Kurlar :
Seminerler :
Mecburi Kurlar :
672
Seçimlik K u r l a r :
Seminerler :
Seçimlik K u r l a r :
Seminerler :
Mecburî K u r l a r :
Seçimlik K u r l a r :
Seminerler :
Mecburî Kurlar :
Seçimlik Kurlar :
Seminerler :
Mecburî K u r l a r :
Seçimlik Kurlar :
Seminerler :
Mecburî Kurlar :
V4
Seçimlik Kurlar :
Batılılaşma Hareketlerini Etkileyen
Siyâsî Fikir Akımları (Türkiye'de Yeni
Osmanlı ve J ö n T ü r k l e r ) Doç. Dr. Şerif MARDİN
Anayasa Mahkemesi îctihadları Doç. Dr. Metin KIRATLI
Siyâsî Akımlar (Eflâtun) Doç. Dr. Mete TUNCAY
Seminerler :
Mecburî Kurlar :
Seçimlik K u r l a r :
tnpul-OUtput ve P r o g r a m l a m a MesV-
leleri Doç. Dr. T. BULUTAY - U. KORUM
Türkiye Ekonomisi Prof. Dr. R. AKTAN
Az Gelişmiş Ülkelerde Mâliye Politikası Prof. Dr. İsmail TÜRK
Seminerler :
Mecburî K u r l a r :
Seçimlik K u r l a r :
Osmanlı İ m p a r a t o r l u ğ u n d a Yabancı
imtiyazla* Doç. Dr. A. Gündüz ÖKÇÜN
Demokratik Sosyalizmin Evrimi Prof. Dr. Nermin ABADAN
Kalkınma Plânının Hukukî ve İdâri
Yönleri Prof. Dr. T. Bekir BALTA
Seminerler :
676
Fakültesine inhisar ettlrllmiyerek diğer fakülltelere de sirayet ettirilmek istendiği
ni ve hattâ İstanbul Üniversitesinde ba'zı müsâid elemanlarla irtibat te'sisine de
çalışıldığını beyanlarıma ilâve etti.
Demokrat Parti Meclis Grupu, Başvekilin sözlerini ittifakla tavsib etti ve
üniversitelerimizin ve tahsil müesseselerimizin bu gibi bozguncu siyâset oyunları
nın sahnesi hâline getirilmek teşebbüslerinin kat'i surette önlenmesini ve müte
şebbislerinin kimler olursa olsun behemehal ve derhal tecziye ve tasfiye edilmeleri
ni karar altına aldı."
Tebliğde söz konusu edilen t e d b i r l e r cümlesinden o l a r a k Prof. Tur
han Feyzioğlu " V e k â l e t E m r i "ne alınmış; aynı gün yapılması gere
ken 97. Kuruluş Yıl Dönümü Töreni m e n ' e d i l m i ş ; Son Sınıf Öğreni-
cilerinin de derslere devamı, müddetsiz olarak yasaklanmıştır.
Bu olayların Basın'a geçmiş şekli şöyledir ( 4 ) :
"Siyasal Bilgiler Fakültesi, k u r u l u ş u n u n 97. yılına girmektedir. Öğreniciler bu
münasebetle bugün bir tören yapmayı k a r a r l a ş t ı r m ı ş l a r d ı r . Ancak, d ü n gece bu
törenin- men edildiği öğrenilmiştir.
Siyasal Bilgiler Fakültesinin kuruLuş yıldönümü münâsebetiyle Fakülte Öğre-
nici Birliği, dün şu tebliği yayınlamıştır:
677
kîkata d ü n de devam edilmiştir. Talebenin derslere girmemesiyle ilgili olarak 18
talebe evvelki gece ve d ü n s a b a h ( E m n i y e t ) Birinci Şubeye celbedilerek ifâdelerine
m ü r a c a a t edilmiş; Doçent M u a m m e r Aksoy'.un da ifâdesi alınmıştır."
Ayrıca yayınlanan iki tebliğde, öğrenicilerin bu gibi hareketlerden k a ç ı n m a l a r ı
istenmekte ve ikinci bir k a r a r a k a d a r Fakülte Son Sınıf derslerinin ta'til edildiği
belirtilmekte ve şöyle d e n i l m e k t e d i r ;
"Profesörler K u r u l u 3.12.1956 târihinde yaptığı t o p l a m ı ş ı n d a :
1. Ba'zı öğrenicilerin derslere girmemelerinden doğan d u r u m u , b ü t ü n cebhe-
siyle ve m u h t e m e l neticeleriyle m ü t â l â a e t m i ş ;
2. Fakültemizin n o r m a l tedris faaliyetlerini a k s a t a c a k h e r t ü r l ü hareketden
ehemmiyetle kaçmılması ve aksi hareketin inzibatî müeyyideler çerçevesini a ş a r a k
kanunî müeyyidelerin tatbikine yol açabileceğini; u y a m k ve basiretlerini tamamiy*
le m ü d r i k öğrenlcilerimizin bu kabil muamelelere asla m a h a l vermiyecegine e m i n
bulunduğumuza ve yukarıda yazılı h u s u s l a r ı n yazı ve sözle öğreniciierlmize Yöne
t i m ve Profesörler K u r u l u a d ı n a bildirmemize ittifakla k a r a r verildi.
Dekan
Prof. Dr. Kemâl F i k r e t Arık' 1
Dördüncü Sınıflar derslerinin ta'til edildiğini bildiren t a m i m d e ise:
" D ö r d ü n c ü Sınıf Öğrenicilerine;
Ankara Üniversitesi öğrenicileri Disiplin Yönetmeliğinin 7. Maddesi gereğince
Dördüncü Sınıfların b ü t ü n derslerinin ta'tiline, yeni b i r iş'ara k a d a r , geçici olarak
k a r a r verildi.
S.B.F. Yönetim Kurulu".
678
Prof. Tahsin Bekir B a k a , Chicago'da t o p l a n a n Milletlerarası H u k u k Kongre-
si'nde Fakülteyi temsîlen b u l u n m u ş " H u k u k Devleti" h a k k m d a b i r t e b l i ğ
vermiştir.
Ceza H u k u k u Profesörü B u r h a n Koni, Yönetim Kurulu üyesi b u l u n d u ğ u "Mil
letlerarası Ceza H u k u k u Cem'iyyeti"nin Atina toplantısına gitmiş; Devletler Husu
sî H u k u k u Doçenti Dr. Unat "Lahey Devletler H u k u k u Akademisi"nin 1957 yılı öğ
r e t i m i n i t â k i b ederek Akademi Diploması a l m ı ş ve Asistan Mehmed Gönlübol ile
birlikte NATO'nun R o m a ' d a t o p l a n a n Genel K u r u l u n a katılmıştır.
Doçent Dr. C u m h u r F e r m a n da "Milletlerarası Muhasebeciler Kongresi"nin Ey
lül 1957 A m s t e r d a m toplantısına iştirak etmiştir.
H e r ıbiri özerk kişiliğe sahip olarak çalışmalarını 1952'den beri devam etti
ren E n s t i t ü l e r i , bu ders yılında yoğun bir çalışma ve a r a ş t ı r m a t e m p o s u içinde
görüyoruz. Şöyle k i :
Dış Münâsebetler E n s t i t ü s ü : K a r a s u l a n Millî K a n u n u Tasarısı üzerinde çalış
m a l a r y a p m ı ş ; bu k o n u d a Milletlerarası Konferansa teklifler h a z ı r l a m ı ş ; NATO
fikri h a k k ı n d a başarılı b i r anketi neticelendirmiş; UNESCO sözleşmesine dâhil olan
ve fakat kendi a l a n m a giren muhtelif milletlerarası metinleri 3 dilde yayınlamış
tır.
İ d â r i İlimler E n s t i t ü s ü : Anayasa metinlerini hazırlamış; İzmir'de yapılan Öğ-
ı e t i m İçi Staj P r o g r a m ı Seminerine katılmış; Doç. Dr. Cemâl Mıhçıoğlu ile Doç.
Dr. Arif Payaslıoğlu i s t a n b u l ' d a toplanan Lise Müdîrleri seminerinde bu E n s t i t ü
a d ı n a konferanslar vermişlerdir.
Mâliye E n s t i t ü s ü : Rockefeller Vakfı'nın yardımı ile dünyaca t a n ı n m ı ş 7 kon
feransçıya verdirdiği, Memleketimizi yakından ilgilendiren 7 konferansı t e r c e m e et
tirerek orijinalleri ile birlikte b a s t ı r m ı ş t ı r . Bu Enstitü, Rockefeller'in ve Alman
H ü k ü m e t i n i n işbirliği ile iki " A r a ş t ı r m a E n s t i t ü s ü " k u r m a k için hazırlık yapmıştır.
İ s k â n ve Şehircilik E n s t i t ü s ü : Prof. H. Sadi Selen'in "Türkiye'de Nüfus Dağılı
şı Haritası'*!IL b a s t ı r m ı ş ; İl Özel î d â r e Mâliyesi ile Belediyeler İdaresi hakkındaki
a n k e t l e r i t a m a m l a m ı ş t ı r . Ayrıca " İ s k â n ve Şehircilik H a f t a s ı " ihdas edip, bu Haf-
la'da verilen konferansları b a s t ı r m ı ş d ı r (5).
Bu yıl (1957) Yabancı Profesörlerden Prof. Adolfson,Prof. S t u r m , Prof. Lar-
sen, Prof. H y m a n n Fakülte öğretim üyeleri arasına katılmışlardır. Geçen yıllarda ge
len Prof. Vasserman, Prof. Heilman, Prof. Smith görevlerine devam etmişlerdir.
Fakülte Dekanlığına, ek b i n a inşâatı için 7.500.000 liraya kadar, gelecek yıllara
sâri teahhütlere girişmeye yetki veren K a n u n T.B.M.M. tarafından. Haziran 1957
de kabul edilmiş; 3 kısım hâlinde t a m a m l a n a c a k inşâatın t ü m ü n ü n ihalesi yapılıp
i n ş â a t a hemen başlanmıştır. T a h m i n e n 3 yılda bitecek olan bu inşâatın ilk safha
sını K ü t ü b h â n e bloku teşkil e t m e k t e d i r . 250.000 kitabı alacak deposu ile bu Kü-
t ü b h â n e m o d e r n ve sıhhî o k u m a salonlarını ihtiva edecektir. 2. safha y u r d binâsı-
679
dır. 800 kişilik olarak inşâ edilecek olan yurd'da h e r türlü sıhhî tesisat bulunacak
ve odalar a'zamî 6 kişilik olacaktır, i n ş â a t ı n 3. safhasını sınıflar, konferans salonu
ve çalışma salonları teşkil etmektedir. Sınıfların anfi sökünde 250-300 kişilik ola
r a k işââtı kararlaştırılmıştır (6).
1959 — 1960 Bu Ders Yılının, iki önemli olay'ı içine alması bakı-
DERS YILI mından, S.B.F. Târihi ile Genel T ü r k Târihi yönünden
ve ö n e m i
YÜZÜNCÜ YILDÖNÜMÜ büyüktür. B u n l a r :
1 — S.B.F.'nin 100. K u r u l u ş Y ı l ı ' n ı idrâk etmesi;
2 — 27 Mayıs 1960 harekefci'ne yakın günlerde ''Fakülte O l a y l a r ı m ı n vuku' bul-
ması'dır.
680
Fakültenin- Tarihçesi h a k k ı n d a ve tören hazırlıkları konusunda izahatına de
vam eden Dekan- şunları söylemiştir:
Yabancı üniversitelerden, tören'de hazır b u l u n m a k üzere gelecek olan meş
h u r ilim a d a m l a r ı arasında Birleşik Amerika'dan Prof. Bursteen (Chicago), Prof.
Mac Mahon (Columbia), F r a n s a ' d a n Fontenay (Paris), Batı Almanya'dan Prof.
Hirsch (Hirş) (Berlin) de vardır.
100. yılı, Müessesenin ilmî hüviyetine yakışır b i r şekilde k u t l a m a k için Fakülte
miz, bilhassa yayınlara çok ö n e m vermektedir. Özel bir a r m a taşıyan 100. yıl serî
si 40 k a d a r k i t a p t a n teşekkül edecektir. B u n l a r d a n 15'i çıkmıştır. Bir kısmı ya
bancı dil'dedir. Ayrıca bir ARMAĞAN da Kasım s o n u n a k a d a r çıkacaktır. Fakülte
nin b ü t ü n gelişimini grafiklerle belirten 35 sahifelik renkli ve zengin mündere-
catlı bir b r o ş ü r de yakında dağıtılacaktır.
Dekan sözlerine davamla "Artık Mülkiye, yalnız devlet m e ' m u r a yetiştiren bir
müessese o l m a k t a n çıkmıştır. Bilhassa İktisad ve Mâliye B ö l ü m ü n d e n yetişenler
iş hayatına atılmakta, özel teşebbüs alanında vazife tatmaktadırlar.
Eskiden sâdece yatılı bir yüksek okul olan Mülkiye, 1950'de Ankara Üniversi
tesine katıldıktan sonra, öğrenicileri bakımından da fıarklı b i r m a n z a r a almıştır.
H e r yıl m ü s a b a k a imtihanına giren öğrenicilerden a n c a k ellisi b u r s k a z a n m a k t a ,
diğerleri burssuz o k u m a k t a d ı r l a r . Eskiden Mülkiye'de kız öğreniciierîn sayısı bir
elin p a r m a k l a r ı ile sayılabilecek k a d a r iken bu gün öğreniciler toplamının sekizde
birini teşkil e t m e k t e d i r . Bu a r a d a Müessesemiz Dışişleri Bakanlığına üç kadın dip
lomat vermiştir.
Müessesemizin uzun geçmişi dolayısiyle me'zunlarımız T ü r k Siyâsî ve İdâri
H a y â t ı n d a çok önemli bir yer t u t m a k t a d ı r l a r . Hâlen (1959) Kabinede 5 Mülkiye
Me'zunu Bakan vardır. Bunlar (Mâliye Bakanı Rahmetli H a s a n ) Polatkan, (Tarım
Bakanı Rahmetli Nedim) Ökmen, (Çalışma Bakanı H a l û k ) Ş a m a n , (Ticâret Bakanı
H a y r e d d i n ) E r k m e n , (Gümrük-Tekel Bakanı H â d i ) H ü s m a n ' d ı r .
Dekan, Amerika Birleşik Devletleri C u m h u r B a ş k a m Eisenhower'e„ Memleke
timize yapacağı ziyaret sırasında Siyasal Bilgiler Fakültesi tarafından Fahrî Hu
kuk Doktorluğu payesinin tevcih edileceğini açıklamıştır.
Ayrıca Dekan bu münâsebetle yerli ve yabancı ilim adamları tarafından kon
feranslar verileceğini de söylemiştir"'
Bu târihde Fakülte'nin kuruluş d u r u m u n u , örgütleri ile yüz yıldır geçirdiği
evrimi iki ş e m a (*) ile şöyle özetleyebiliriz.
Nihayet beklenen gün geldi. Dil ve Târih-Coğrafya Fakültesi konferans salo-
n u ' n d a 4 Aralık 1959 günü yapılan Büyük Törende, T.B.M.M. Başkanı Refik Koral-
tan, Başvekil Adnan Menderes, Ankara'da b u l u n a n Kabine üyeleri, Siyâsî Partiler
ve Ankara, Atatürk, Ege, İstanbul Üniversiteleri Temsilcileri, Mülkiyeli Milletvekil
leri, Ankara'da b u l u n a n b ü t ü n Mülkiye Me'zunları, Fakülte öğrenicileri. Cumhur
Başkanlığı Genel Sekreteri, Bakanlıklar Müsteşarları, Danıştay, Sayıştay, Yargıtay
681
Ş/KâS/ I I r \
fjrn â7
«r MUMUM
B a ş k a n ve Üyeleri, Kordiplomatik, Yerli ve Yabancı Basın m e n s u b l a n ve diğer da
vetliler hazır bulunmuşlardır.
Tören'in ayrıntıları hakkında Ankara basını aşağıdaki bilgiyi v e r m e k t e d i r (8):
"istiklâl Marşı ve Mülkiye Marşı ve saygı d u r ş u n d a n sonra kürsüye gelen An
k a r a Üniversitesi Rektörü Vekili Ordinaryüs Profesör E k r e m Akurgal, "Ankara
Üniversitesi, Teşkilâtının m ü m t a z bir Bölümü olan Siyasal Bilgiler Fakültesinin
yüzüncü yılını i d r â k edişini iftiharla ve sevgi ile s e l â m l a r " dedikten sonra, "Siyasal
Bilgiler Fakültesi, Mülkiye adı a l t ı n d a yüz senelik mazisi ile Yurdumuzun idarî, si
yâsî ve mâli alandaki m ü s t e s n a şahsiyetlerini yetiştirmiş olan b i r müessesedir."
d e m i ş ve Ankara Üniversitesinin k u r u l u ş u n d a n sonra Siyasal Bilgiler Fakültesinin
idâri, mâlî, siyâsî, iktisâdi ve iatimâî sahalarda a r a ş t ı r m a l a r yapan ilim merkezi
olduğunu belirtmiştir. Akurgal konuşmasına devamla " s o n senelerde Hükümetimi
zin büyük ve yakın ilgisiyle k u r u l m u ş o l a n Enstitüler ilim yolunda muvaffakiyetli
çalışmalar vermeğe başlamışlardır. Mülkiye adı a l t m d a şöhretli bir maziye mâlik
olan Siyasal Bilgiler Fakültesinin gelecekte de büyük hizmetler îfâ edeceğine ina
nıyor ve Üniversite olarak bu Müessesimizin m ü s t e s n a kıymetini m ü d r i k bulunu
y o r u z " demiştir.
Ankara Üniversitesi R e k t ö r Vekili, Eisenhower'ın yarın (5-12-1959) Türkiye'ye
geleceğini, Siyasal Bilgiler Fakültesinin bu gelişi mes'ud bir şekilde ma'nâlandır-
mayı d ü ş ü n d ü ğ ü n ü ve Ankara Üniversitesi S e n a t o s u n a da, kıymetli Misafire tören
esnasında "fahrî siyâsî ilimler d o k t o r u " unvanını tevcih için teklifte b u l u n d u ğ u n u
zikretmiştir.
Rektör, bu m e r a s i m e katılan yabancı devlet ve ilim adamlarına, H ü r Berlin
Şehri, Federal Alman Cumhuriyeti ve H ü r Berlin Üniversitesi a d ı n a gelen eski ho
ca Prof. Hirsch'e, Colombia Üniversitesi adına gelen Prof. Arthur Mac Mahon a,
Bayan Mac Mahon'a ve Fransız Millî idarecilik Okulu Müdîri Profesör Dr. Fon-
taney'e zahmetlerinden dolayı teşekkür e t m i ş ; k o n u ş m a n ı n bu kısmında, yabancı
profesörler ve bilhassa Hirsch uzun uzun alkışlanmıştır.
Bilâhare kürsîye gelen Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Profesör Fehmi Ya
vuz, " k u t l a m a törenine gelenleri saygı ile selâmlamış, c a n d a n teşekkürlerini arzet-
m i ş " ve Cumhuriyet Devrinde hakikî inkişafa m a z h a r olan Mülkiyenin 25 yıldan-
beri, Büyük Atatürk'ün verdiği (Siyasal Bilgiler') adını taşıdığını k a y d e t m i ş ; konuş
m a s ı n a devamla şunları söylemiştir:
Cumhuriyetle başlıyan iktisadî gelişme son yıllarda s ü r a t l e n m i ş t i r . Bunlara
nüfusumuzun h e r yıl yüzde 3 nisbetinde a r t m a s ı n d a n doğan mes'eleleri de ilâve
e t m e k gerekir- B u n l a r d a n yalnız nüfus olayını ele almak ne kadar muazzam
mes'elelerle karşı karşıya b u l u n d u ğ u m u z u göstermeye kâfidir. Gerçekten, her sene
a r t a n bir milyona yakın insanın beslenmesi, barındırılması, giydirilmesi, okutul
m a s ı ve faydalı işlerde çalıştırılması gerekmektedir.
683
Dekan Fehmi Yavuz, bütün- bu d â v â l a r m hallinde, idarecilere düşen vazife
üzerinde d u r m u ş " İ d a r e c i artık devlet hayâtının h e m devamlı, h e m de ıslâh edici
b i r u n s u r u hâline gelmiştir" dedikten sonra, sözü Eisenhower'e verilecek fahri
doktorluk üzerine nakletmiş "çok sevgili Müessesemiz, 100. yılını i d r â k ettiği bu
mutlu günde, Dost Amerika Birleşik Devletlerinin değerli Başkanı Eisenhovver'e,
İnsanlığa ve Sulha yapmış olduğu büyük hizmetlerinden dolayı, Fahri Siyâsî İlim
ler Doktoru payesini tevcihe k a r a r vermiş b u l u n m a k t a n , Üniversite ve Mülkiye
Ailesi olarak büyük bir memnuniyet duymaktayız" demiş ve alkışlar a r a s ı n d a kür-
sîden.' ayrılmıştır.
Kürsîye gelen en yaşlı Mülkiyeli Profesör H a s a n Tahsin Aynî, "böyle mes'ud
bir günde, söz söylemek şeref ve saadetini bahşeden Tanrıya h a m d ü senalar etmiş,
bu şeref ve fırsatın en yaşlı olmasından doğduğunu" da belirtmiştir.
Profesör Aynî, 1937 yılında, tedrisaıt hayâtının 40. yılında, t s t a n b u l d a k i Yıldız'-
da bulunan o zamanki Mülkiye Mektebinde yapılan b i r toplantıda kendisine
"Beybaba" adının verildiğini h a t ı r l a t m ı ş t ı r .
Hasan Tahsin Aynî, 1896 yılında me'zun olduğunu, Sınıflarının otuz me'zun ver
diğini belirtmiş» " n e yazık ki, otuz me'zun veren Sınırdan bugün sağ k a l a n yalnız
benim; Sizi bu hüzünlü sözlerle üzmek istemezdim. Ama bu sözlerim Mülkiyelile
rin u m û m î şiarını b u r a d a t e k r a r a vesîle olacaktır. Bilirmisiniz Arkadaşlarım,
Mülkiyeliler yaşlanırlar, fakat ihtiyarlamazlar" demiş ve uzun uzun alkışlanmıştır.
Profesör Hasan Tahsin Aynî, konuşmasında gençlere de h i t â b etmiş, hayat
mubârezesinde muvaffakiyetin en bilgin- ve faziletli olanın hakkı olduğunu belirt
m i ş ve " o n u n için bilginizi daima genişletmenizi, faziletinizden, ahlâkınızdan hiç
bir fedakârlıkta bulunmamanızı tavsiye ve rica e d e r i m " demiştir.
Son olarak, Son Sınıf öğrencisi Yılmaz Mazlurnoğlu da bir k o n u ş m a yapmış
ve muhteşem tören- sona ermiştir.
Senfoni orkestrası ve toplu olarak söylenen Mülkiye Marşından sonra Törenin
bu günkü kısmı bitmiştir."
Ankara Basını ayrıca şu haberi de veriyordu (9) :
"Siyasal Bilgiler Fakültesi k u r u l u ş u n u n 100. yıldönümü dolayısiyle P.T.T. İda
resi b i r h â t ı r a pulu serisi çıkarmıştır.
Viyana'da Avusturya Devlet Matbaasında basılan h â t ı r a serisi 100 ve 40'ar ku
r u ş olmak üzere üç puldan ibarettir. 100 k u r u ş l u k pul S.B.F. nin a m b l e m i n i taşı
m a k t a olup 500 bin aded basılmıştır. Fakülte Binasının resmini ihtiva eden 40'ar
kuruşluk pullar ise bir ve iki milyon tirajlıdır.
Birinci Gün damgası d ü n Ankara Posta Merkezi ve Siyasal Bilgiler Fakülte
sinde yapüan seri, meraklıları t a r a f ı n d a n b ü y ü k b i r ilgi g ö r m ü ş t ü r . "
100. Yıldönümü Töreni hakkında a r a ş t ı r m a m a rağmen b u n u n hâricinde bir
'bilgiye r a s t l a m a d ı m .
684
Bu Ders Yılında Fakülte Yönetim Kurulu ve Öğretim K a d r o s u şöyle teşekkül
ediyordu:
Dekan : Fehmi Yavuz.
Yönetim Kurulu : Prof. Dr. Kemâl Fikret Arık, Prof. Aziz Köklü, Prof. Bahri
Savcı, Prof. Fadıl Hakkı Sur.
ÖĞRETİM KADROSU
Profesörler : Prof. Dr. Yavuz Abadan, Prof. Ali Kemâl Arar, Prof. Dr. Kemâl
Fikret Arık, Prof. S â d u n Aren, Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta, Prof. Dr. H i k m e t Bel-
bez, Prof. Dr. Akif Erginay, Prof. Dr. Ahmed Şükrü Esmer, Prof. J. K. E a s t h a m ,
Prof. Bedri Gürsoy, Prof. Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr. Hakkı Karafakih, Prof. Aziz
Köklü. Prof. Dr. Burhan Koni, Prof. Bahri Savcı, Prof. Dr. H â m i d Sadi Selen, Prof.
Fadıl Hakkı Sur, Prof. Dr. Câhid Talaş, Prof. Dr. Zeki Faik Ural.
Doçentler : Doç. Dr. Nermin Abadan, Doç. Dr. Reşad Aktan, Doç. Dr. Fahir
Armaoğlu, Doç. Dr. Nejad Bengül, Doç. Dr. A. Suad Bilge, Doç. Dr. C u m h u r Fer
m a n , Doç. Dr. Feyyaz Gölcüklü, Doç. Dr. Mehmed Gönlübol, Doç. Dr. Arif Payaslı-
oğlu, Doç. Dr. Cemâl Mıhçıoğlu, Doç. Dr. İlhan Unat, Doç. Dr. Besim Üstünel,
Doç. Dr. i b r a h i m Yasa.
Öğretim Görevlileri : Kemâl Galip Balkar, Mazhar Hiçşaşmaz, Şefik İnan, Rah
mi Ören, İ. Hakkı Ülkmen.
Asistanlar: Hafize Üren Arsan, Dr. Türkkaya Ataöv, Vahdet Aydın, Dr. Cemâl
Aygen, Tunçer Bulutay, Dr. Bülend Dâver, Ahmed Demir, Dr. Necat Erder, Cevat
Geray, Dr. Şeref Gözübüyük, Yılmaz Günal, Olcay Kansu, Dr. A. Karaosmanoğlu,
Dr. Özcan Kaya, Ruşen Keleş, Metin- Kıratlı, Dr. Kemâl Said Obut, Gündüz Ökçün,
Dr. İlhan Öztrak, Dr. Safa Reisoğlu, Mehmed Selik, Necdet Serin, Dr. Mümtaz Soy
sal, Bilâl Şimşir, Taner Timur, Mete Tuncay, B a r a n Tunçer, Dr. İsmail Türk, Or
h a n Türkay, Halûk ÜLman.
O k u t m a n l a r : K. Anderson, J. Dunster, Ulvî Erbay, O. Jefferies, Rene Giraud,
Refika Gökmen, Ziya İshan, Orhan Karatal, Dr. C. Kristinius, Dr. H. Kristinius, M.
Langumier, I. Maskeli, Vedat ö r s , E. M. Platon, H. D. Purcell, N u r e d d i n Sevin,
B â r i k a Sirmer,, Sîret Tarhan, N. A. Wright.
Buna göre 100. Yıldönümünde Fakülte ö ğ r e t i m Kadrosu 21 Profesör, 13 Do
çent, 5 Öğretim Görevlisi, 30 Asistan, 19 O k u t m a n d a n teşekkül etmekteydi.
S.B.F. İli YÜKSEK OKUL Demokrasi Târihimizin acılarla dolu -bir sayfasını
HÂLİNE GETİRME TEŞEB- teşkil eden ve 27 Mayıs 1960 hareketi ile sonuçlanan,
BÜSÜ ve 2 8 / 2 9 NİSAN 1960 olaylarının h ü k ü m ve teferruatını Türkiye Siyâsî
1960 OLAYLARI Târihine ve Tarihçilerine -bırakarak, bu a r a d a S.B.F.
ile ilgili iki olayı buraya geçirmeyi Pozitif T â r i h Metodu yönünden zarurî gördüm.
685
Bilindiği gibi Târihci'nin en önemli görevi, olayları gelecek kuşakların bilimi
ne olduğu gibi s u n m a k ve T â r i h K a n u n l a n ' n a esas olacak d o k ü m a n ı hazırlamak
tır. Bu k u r a l d a n hareketle 1960 olaylarında S.B.F. ile ilgili kısmı iki bölüm olarak
aşağıya aldım. Bu tesbit edişde, ilmî ahlâk ve tarafsızlık rehberimiz olmuştur (10).
Siyasal Bilgiler Fakültesi mensuplarıyla birlikte kamu oyu, 5 Şubat 1960 tarihli
Zafer Gazetesinin birinci sahifesinde şöyle bir başlık görmüşlerdir: "SİYASAL
BİLGİLER İLE İLGİLİ T E K L İ F " Bu başlığın altında 10 D.P. Milletvekilinin
(Mustafa Reşid Tarakçıoğlu, Sefer E r o n a t , Necmeddin Önder, Nâzım Tanıl, Nail
Geveci, Süleyman Kuraner, Hüseyin Bayrı, Bahâ Akşit, H a m d i S a n c a r ) T.B.M.M.
ne, Fakülteyi Millî Eğitim Bakanlığına bağlı yüksek okul hâline getirmek isteyen
b i r kanun tasarısı s u n m u ş oldukları bildirilmekteydi.
Haber, Ankara Radyosu tarafından da a k ş a m 19.00 ve 22.45 h a b e r bültenlerinde
iki defa tekrarlanmıştır.
Fakülteyi çok yakından ilgilendiren bu haber üzerine, Fakülte Öğretim Üye ve
Yardımcıları, konu üzerine gecikmeden ve gereken ciddiyetle eğilmişlerdir. Öte yan
dan haber, kamu oyu ö n ü n d e S.B.F. ni birden ön plâna çıkarmıştır. Bu a r a d a çe
şitli gazeteler, muhabirlerini göndererek veya telefonla Fakültenin bu h a b e r karşı
sında ne düşündüğünü, t u t u m u n u n ne olacağını sormuşlardır.
Aynı gün, Fakülte Dekanı (Prof. Fehmi Yavuz) ilk resmî tepki olarak, Basına
yaptığı açıkalamada "hayret ve teessür duyduğunu", "B.M.M.'nin böyle bir tasarıyı
tasvib etmiyeceğine inandığını" söylemiştir.
(10) Bu İki Bölüm de, olay'ların içinde biri Dekan, diğeri Fakülte Öğretim ve Yönetim Kurulu üyesi olarak bu
lunan Sayın Prof. Fehmi Yavuz ve Sayın Prof. Sena Meray tarafından devamlı rica ve istirhamlarım üzerine
toparladıkları dokümanlara dayanılarak hazırlanmıştır. Kendilerine burada bu yorucu çalışmalarından do
layı şükranlarımı bildirmeyi Ödenmesi gerekli borç saymaktayım.
686
47 büyük sahife t u t a n bu raporLann hepsinin b u r a y a alınmasına i m k â n olma
m a k l a beraber, r a p o r l a r d a n ba'zılarını olduğu gibi, ba'zı-larmı özetliyerek veya bö
lüm başlıkları ile vermeyi S.B.F. Târihinin önemli bir dönemini aydınlatacak bel
geler olarak yerinde gördüm.
( R a p o r Nu. 1 ) '
687
a) Alt ve o r t a kademe m e ' m u r l a r ı : B u n l a r idarenin alt ve orta kademelerinde
çalışırlar. Ortaokul, lise ve muâdili meslek okullarında ve meslek içi veya önce
si k u r s l a r d a yetiştirilirler.
b) Üst kademe ve yüksek k a d e m e sevk ve idare elemanları: Devlet hizmet
l e r i n e i d a r e n i n orta kademesinde başlayıp bilâhare üst ve yüksek k a d e m e sevk ve
idare mevki'lerine gelen m e ' m u r l a r d ı r .
c) Nihayet yüksek meslekî tahsil g ö r m ü ş teknik e l e m a n l a r : Bu kategoriye
m o d e r n devlet hizmetlerinin ihtiyaç gösterdiği h e r çeşit teknik e l e m a n l a r girer
(doktor, mühendis, iktisadcı, istatistik uzmanı, h u k u k ç u v.b.).
Genel olarak ikinci kategoride y e r alanların önemli bir kısmı, esas i'tibâriyle
sosyal ilimler tedrisâtı yapan İktisad, Hukuk, Siyasal Bilgiler gibi Fakültelerden
yetişmekle b e r a b e r yüksek meslekî «tahsil g ö r m ü ş okıp da devlet hizmetinde bu
lunan doktor, mühendis ve emsali elemanların m ü h i m bir kısmının da sevk ve
i d a r e pozisyonlarında çalıştığını u n u t m a m a k gerekir.
Sevk ve idare personelinin- yetiştirilmesinde tâkib edilen usûllerin b a t ı d a k i
târihî gelişimi ile hâl-i hâzır d u r u m u gözden geçirildikten s o n r a :
a) Devlet m e ' m u r l u ğ u n u n ilk defa b i r meslek hizmeti (carriere) hâlinde
taazzuv ettiği kara Avrupası memleketlerinde, ıbaşta Prusya ve Avusturya o l m a k
üzere, hukuk fakültelerinin rolü çok önemli o l m u ş t u r . Fakat bu temayülün aşırı
gelişmesi sebebiyle. Devlet kadrolarında fi'lî bir h u k u k ç u l a r tekelinin meydana
geldiği görülmüş ve bu geleneğin en kuvvetli bir şekilde h ü k ü m s ü r d ü ğ ü F r a n s a
ve Almanya'da dahî hukuk formasyonunun tek başına yetersiz olduğu sonucuna
varılmıştır.
b) Siyâsî tarafsızlığı ile dünyaya örnek olmuş b u l u n a n ve çok yüksek bir
seviye arzeden İngiliz Personel İdaresi (Civil Service) XIX. yüzyılın o r t a l a r ı n d a
:geçirmiş olduğu büyük reform neticesinde sevk ve idare personelinin yetiştirilme
si bakımından k a r a Avrupası memleketlerine nazaran, bariz derecede farklı bir
yol t u t m u ş ve sevk ve idare kademelerine eleman tedârilk ederken Üniversitelerin
bağımsız çalışmalarından en- geniş ölçüde faydalanmıştır. Böylece Üniversite tedri
sâtını en başarılı bir şekilde t a m a m l a m ı ş Üniversite me'zunu gençleri hizmete al
ma yoluna gitmiştir. Ancak XX. yüzyılda devlet hizmetlerinin kaydettiği büyük
artış karşısında siyâsî ve iktisadî ilimler formasyonuna mâlik elemanların hizme
te alınması ihtiyâcı duyulmağa başlanmış ve b u n u n sonucunda, bugün Memleketi
mizde hâlen Siyasal Bilgiler Fakültesinin y a p m a k t a olduğu gibi, sosyal ve siyâsî
ilimler sahasında formasyon sahibi elemanlar, d a h a yüksek sayıda, Devlet hizmet
lerine alınmağa başlanmıştır.
688
Modern idarede üst ve yüksek kademe idarecilerinin yetiştirilmesi yolunda
o r t a y a çıkan son temayül ş u d u r : Çeşitli yüksek tahsil müesseselerinde k ü l t ü r ve
meslek eğitimi görerek devlet hizmetlerine girenlerden- kaabiliyet ve d u r u m l a r ı
i'tibâriyle yüksek kademe idareciliğine namzed o l a n l a r devlet hizmetinde bir müd
det çalışıp vasıflarını gösterdikten sonra nisbeten kısa süreli bir yüksek idareci
lik eğitimine tâbi' tutulurlar. Fransa'daki Ecole Nationale d'Administration, İngil
tere'deki Administrative Staff College, Almanya'da Speyer'deki İ d â r i İlimler Yük
sek Okulu son on yıl içinde Birleşmiş Milleler Teşkilâtının da desteği ile çeşitli
memleketlerde (Brezilya, Mısır, Porta-Rico ve bu a r a d a Memleketimizde) kurulan
A m m e idâresf Enstitüleri'nin başlıca fonksiyonu b u d u r . Bu i'tibârla sevk ve idare
kademelerine kaliteli m e ' m u r yetiştirmenin yolu bu maksadla bir nevi' meslek
okulu te'sis etmek değildir.
Memleketimizde bu gelişmelere ayak u y d u r m a k için sarfedilen gayretlere ge
lince: Yukarıda da işaret edildiği gibi, Devletin belirli s a h a l a r d a kaliteli m e ' m u r
ihtiyâcını karşılamak üzere, Mekteb-i Mülkiyye en önemli bir müessese olarak
kurulmuştur. Mekteb-i Mülkiyyenin sadece, Devletin b ü t ü n kadroları için m e ' m u r
yetiştirme görevi olmadığı gibi, Devlet me'muriyetine eleman yetiştiren başka mü
esseseler de (meselâ Mekteb-i H u k u k ) vardı. Me'mur da yetiştirme, dünyanın ve
Memleketimizin gelişmelerini tâkib eden Mekteb-i Mülkiyye'nin gâyelerindeH biri
si hâlini almıştır. Bu a r a d a ileride îzâh edileceği gibi, Müessesemiz üniversiler bir
mâhiyet alma istikaamctinde gelişmiş ve nihayet, Ankara Üniversitesi içinde ge
rekli yeri Siyasal Bilgiler Fakültesi olarak almış b u l u n m a k l a d ı r . Müessesemiz bel
li başlı Batı Üniversitelerindeki gelişmelere paralel olarak, öğretim p r o g r a m ı n ı ,
ba'zı hukuk konularıyla birlikte çok geniş ölçüde iktisâdi ve siyâsî ilimler konu
ları ile takviye etmiştir. Bundan b a ş k a Siyasal Bilgiler Fakültesi, Üniversite tah
silinden sonra gelen idare öğretiminin geliştirilmesinde de birinci derecede âmil
o l m u ş t u r . Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi E n s t i t ü s ü n ü n kurulup geliştiril
mesi, Siyasal Bilgiler Fakültesinin, Memleketin idâri ihtiyaçlarını karşılamak için
yapmış olduğu büyük hizmetlerden biridir. Bu Enstitü, Siyasal Bilgiler Fakültesi
Öğretim Üyelerinin de işbirliği sayesinde faydalı çalışmalarına devam etmektedir.
Demek oluyor ki, S.B.F. Türkiye Cumhuriyeti Devlet İdaresi alanında cereyan
eden ve önemli bünye değişikliğine zamanında ayak uydurmasını bilmiş; gerek
Üniversite içinde, gerek Üniversite tahsilinden sonra â m m e sektöründeki idareci
personelin en m o d e r n ve rasyonel esaslara göre yetişme imkânlarını hazırlamış
tır. Siyasal Bilgiler Fakültesi bu değerli hizmetlerini, üniversiler karakterini ka
nunen kazandığı ve ileri Batı Memleketlerinin benzer Üniversiteleri ile yakın iş
birliği hâline gelmek imkânını bulduğu 1950 yılından sonra tam mânâsiyle başa
rabilmiştir.
689
rülfünûn ve Üniversitenin dışında kalmış olduğu, b u n u n da Müessesemizin tabiatı
na has bir gelenek hâline gelmiş bulunduğu g ö r ü ş ü d ü r .
Bu görüş, yukarıda anlatıldığı üzre, Modern Devlet personelinin universiter
bir tahsil temeline dayanması zarûratir.i gözönünde b u l u n d u r m a d ı ğ ı gibi, Müesse
semizin universiter bir anlayış ve mâhiyet istikaametinde gelişme vetiresini de
ihmâl etmektedir.
Müessesemizin bir vakıtlar Darülfünun dışında teşkilâtlanmış olduğu bir ger
çektir. Çünkü bu devrede Müessesemiz, gelişmesinin ilk safhasını teşkil eden mes
lekî eğitim veren bir yüksek okul olma d u r u m u n d a d ı r . Esasen Darülfünunun ken
disi de b u g ü n anlaşıldığı m â n â d a , universiter m â h i y e t t e n uzaktı. N i t e k i m Darül
fünun, bu noksan mâhiyeti yüzünden, k a p a t ı l m ı ş ve Memleketimizde modern
a n l a m d a Üniversiteye doğru gidişin ilk a d ı m l a r ı atılmıştı.
Üniversitenin bu devresinde Müessesemizin d u r u m u ve tekâmül merhalelerine
gelince, bunu iki safhada incelemek gerekir:
690
l u n a n ba*zı Müesseseler vardı. Ankara Üniversitesi de 1946'dan ı'tibâren kuruluşu
nu yavaş yavaş t a m a m l a m a yoluna girmiştir. Önce üç Fakülte ile k u r u l m u ş olan
Ankara Üniversitesine, 1946'yı tâkibeden yıllarda diğer Fakülteler, bu arada 1950
de Siyasal Bilgiler Fakültesi katılmıştır. Böylece üç Fakülte ile başlayan Ankara
Üniversitesi Fakültelerinin sayısı 8'dir. Bu suretle, b i r taraftan Siyasal Bilgiler
Fakültesinin 1946 - 1950 arasındaki üçbuçuk yıllık devrede göz ö n ü n d e tutulma
m ı ş olan muadeleti yeniden t a n ı n m ı ş ; siyâsî ve iktisâdi ilimler sahasında öğretim
ve a r a ş t ı r m a y a p m a k için gereken iLmî merkezi de kurulmak suretiyle Ankara
Üniversitesi uzvî tamamiyetine k a v u ş m u t u r .
691
müşterek fonksiyonunu görürlerken, amelî b a k ı m d a n da â m m e idâresinin çeşitli
kollarında vazife alacak, yüksek seviyede idâri mevki'ler işgal etmeye namzed, iyi
vasıfta idareci yetiştirmek gibi m ü ş t e r e k bir fonksiyon daha îfâ etmelerinin âm
me idâresinin nef'ine olduğunda şüphe yoktur. Böylece Idâre, yetiştirdikleri kim
selere ortak n o k t a l a n çok olmakla beraber sıklet merkezleri farklı formasyon ve
ren iki ayrı kaynaktan ıbeslenmiş o l m a k t a d ı r . H u k u k Fakültesinde h u k u k dogma
tiği melekelerini daha ziyâde geliştirmiş idareciler İ d a r e n i n " H u k u k Devleti" icâb-
larına riâyetini sağlamakta daha müessir olabilecekler; buna m u k a a b i l siyâsî ilim
ler formasyonu almış idareciler de İdareye d a h a fazla dinamizm ve müessiriyet
getirebileceklerdir. Ayrı kaynaklardan gelen, fakat hepsi "Üniversite e ğ i t i m i " çark
larından geçmiş olan idarecilerin ortak n o k t a l a n , çok olan bir formasyon almış
olmaları, idare cihazında zarurî tecânüsü, formasyonlarının ağırlık merkezlerinin
farklı oluşu da sıhhatli bir muvâzeneyi sağlayacaktır. Bu arada, teklif sahiplerinin
gerekçede kullandıkları deliller a r a s ı n d a b i r çelişme olduğuna işaret etmek de
yerinde olur. Teklif sahipleri. Siyasal Bilgiler Fakültesini mutlaka Üniversite dı
şına çıkarmak için başlıca şu delilleri öne s ü r m e k t e d i r l e r :
1) Üniversite içinde esasen m e ' m u r yetiştirmekte olan, Hukuk ve İktisad
Fakülteleri gibi Müesseseler vardır.
2) Memleketin özel şartlarına uygun olarak Me'mur yetiştirme a n c a k Üniver
site dışında bir kuruluşu ve işleyişi olan müesseseler tarafından yapılabilir. Daha
ilk bakışta görüleceği gibi, bu iki delil birbirini cerhetmektedir.
692
siyetlerine uygun bir eğitim programı uygulamakta ve bu p r o g r a m ı yeni geliş
meler ve ihtiyaçlar karşısında daimî bir gözden geçirmeye tâbi' t u t m a k t a d ı r . Fil
hakika Siyasal Bilgiler Fakültesi 1955'de bir Lisans Yönetmeliği, 1956'da -bir Dok
tora Yönetmeliği hazırlamıştır. Her iki Yönetmelikte de, gerek m o d e r n dünyadaki
gelişmelerin önem kazandırdığı konulara, gerek Memleketimiz ihtiyaçlarını karşı
layacak disiplinlere yer vermiştir. Böyle müsbet bir t u t u m l a çalışmakta olduğu
içindir ki, teklif sahiplerinin iddiaları aksine, son on yıllık Fakülte hayâtında,
Memlekete seviyeli eleman yetiştirme görevini gittikçe gelişen bir başarıyla yerine
getirmiştir. Me'zunlara bilhassa 1950'den bu yana, â m m e sektöründe olduğu gibi,
husûsî sektörlerde de talebin a r t m ı ş olduğu bu başarının bir delilidir.
(Rapor Nu. 2)
693
Fakültesinin bugünkü Öğretim Üyelerini vekâlet e m r i n e alaıbilir veya b a ş k a bir
görevde vazifelendirebilir. Bu ise Öğretim Üyeleri için esaslı b i r statü değişmesi-
dir.
b) Fakülte Asistanlarının Müesseseye, Üniversite Asistanı olmak ve Üniversite
Öğretim Üyesi olarak yetişmek amacıyla intisab ettikleri şübhesizdir. Bu i'tibarla
bunların, d ü ş ü n d ü k l e r i n d e n tamâmiyie farklı ve sınırlı yeni b i r s t a t ü içine sokul
maları hukukta istikrar ve m ü k t e s e b hak prensiplerine aykırıdır. Ayrıca kanunî bir
mecburiyet îcâbı büyük bir çoğunluğu hâlen Fakültede Doktora y a p m a k t a b u l u n a n
Asistanların da, dîger Doktora üğrenicilerinin karşılaşacakları güçlük ve mes'ele-
lerle karşılaşmaları m u h a k k a k t ı r . Nihayet, okul s t a t ü s ü içinde görevlerine devamı
kabul ettikleri takdirde, bu Asistanların Doçentlik unvanını ne şekilde kazanacak
ları hususu da Kanun Teklifinde açık bırakılmış bir mes'ele teşkil e t m e k t e d i r .
(Rapor Nu. 3)
694
Siyasal Bilgiler Fakültesinin s t a t ü s ü n d e önemli bir değişiklik yapılmak istenmek
tedir. Böyle bir değişme ihtiyacı hissetmek için, gerek Üniversite, gerek Siyasal
Bilgiler Fakültesi h a k k ı n d a ba'zı temel faraziyelere dayanmak, .mantıkî bir zaru
rettir. Mes'eleye Üniversite dışından bakılırsa, bu Fakültenin Ankara Üniversite
sinden ayrılmasını istemek için, Siyasal Bilgiler tarafından yapılan çalışmaların
Üniversite içinde önemli bir fonksiyonu olmadığını ve h a t t â Ankara Üniversitesi
bünyesinde böyle bir müessese b u l u n d u r m a n ı n lüzumsuz olduğunu kabul etmek
gerekir. Sâdece Siyasal Bilgiler Fakültesi b a k ı m ı n d a n ise, teklif edilen statü de
ğişmesi başlıca iki sebebe dayandınlabilir:
1 — Fakültenin kendisinden- beklenen görevleri Üniversite içinde yerine getir
memiş olması;
2 — Bu Müessese için Üniversite dışında daha müsâid çalışma ş a r t l a n sağ
lama imkânı bulunması.
Bu r a p o r d a , yapılmak istenen statü değişmesine mesned olması gereken bu
temel faraziyeler tahlil edilecektir:
Siyasal Bilgiler Okulunun Fakülte hâline getirilmesini sağlıyan 5627 sayılı
K a n u n u n Gerekçesinde "Müessesenin Ankara Üniversitesine katılmasiyle:
1 — Birçok Avrupa ve Amerika Üniversitelerinde olduğu gibi, Ankara Üniver
sitesi de siyâsî ilimleri, Devlet İlimlerini kül hâlinde okutan bir Fakülteye kavuş
muş olacaktır;
2 — Böylece Ankara Üniversitesinin İktisad Fakültesi ihtiyâcı karşılanmış ola
caktır;
3 — Ankara ve İstanbul Üniversiteleri birbirlerini tamamlıyan birer kuruluşa
sahip olacaklardır^.." d e n m e k t e d i r .
Gerekçede belirtilen im görüş b ü t ü n dünya Üniversitelerinde m ü ş â h a d e edi
len bir temayülün- ifadesidir. Gerçekten, ötedenberi Üniversitelerin a r a ş t ı r m a ve
öğretim konularından birini teşkil eden siyâsî ilimler, bilhassa son yüzyılda ba
ğımsız inceleme ve öğretim dalları olarak geniş bir şekilde ele a l ı n m a k t a d ı r . Bu
gelişme siyâsi ilimlerin konularının hem eğilim için, hem akademik ve ilmi bakım
d a n bir özellik taşıdığı istikaametindeki görüşlerin u m û m î b i r kabule mazhar
olduklarının işaretidir. Siyâsî ilimlerle bunların en fazla yaklaştıkları ve ba'zan
konu b a k ı m ı n a d n ayniyetleri iddia edilen hukuk alanındaki öğretim ve inceleme
a r a s ı n d a gerek muhteva, gerek tutum bakımından büyük farklar vardır. Bu
farklar ve siyâsî ilimlere verilen önem, bir çok Üniversitelerde bu konuların ayrı
fakültelerde veya Üniversite içi müesseselerde ele alınmasına yol a ç m a k t a d ı r . Si
yâsî ilimler öğretimini ayrı Fakülteler veya müesseselerde yaptıran Üniversitele
rin sayısı çok yüksektir ve gittikçe a r t m a k t a d ı r . Bunu çeşitli memleketlerden
alınan ba'zı örneklerle belirtmek yerinde o l u r :
Amerika Birleşik Devletlerinde: Colombia, Nevvyork, Chicago, Califomia, Prin-
ceton, Harvard, Yale, Stanford, Cornell Üniversiteleri v.b.;
İngiltere'de: Londra ve Nottingham Üniversiteleri;
695
I
Yeni kurulan veya bünyelerini değiştiren üniversiteler ise hemen hemen istis
nasız bir şekilde bu u m û m î temayüle u y m a k t a d ı r l a r . İktisad İlminin Üniversite
lerdeki yeri ise çok iyi bilinmektedir, iktisad ilmi ile siyâsî ilimler a r a s ı n d a in
celenen konular ve inceleme metodları b a k ı m ı n d a n görülen benzerlik ise çok defa
bu iki alandaki öğretimin ve a r a ş t ı r m a l a r ı n aynı müesseselerde ve bir a r a d a yapıl
masına yol a ç m a k t a d ı r . Türkiye'de k u r u l m u ş ve k u r u l m a k t a olan diğer üniversi
teler .de bu temayüle uymaktadırlar, i s t a n b u l Üniversitesindeki " İ k t i s a d Fakültesi"
mâhiyeti i'tiıbariyle bir ' İ k t i s â d i ve Siyâsî İlimler FakültesF'dir. Ankara'da kuru
lan Orta Doğu Teknik Üniversitesinde teşkilâtlandırılmış ilk fakültelerden biri
" İ d a r î İlimler Fakültesi"dir. İngilizce öğretim yapan bu Müessese sâdece bir Siyâ
sî ilimler Fakültesi görevi ifâ etmektedir. Atatürk Üniversitesinde ve Ege Üniver
sitesinde aynı mâhiyette Fakülteler kurulması p l a n l a n m a k t a d ı r .
Bu günün şartlarına u y m a k isteyen modern bir Üniversitenin siyâsî ve iktisa
dî ilimlerin okutulduğu bir Fakülteye ihtiyâcı vardır. Esasen üniversiter bir ka
r a k t e r taşıyan Siyasal Bilgiler Okulu'nu bünyesine almakla, Ankara Üniversitesi
böyle bir ihtiyâcı karşılamış; K u r u l u ş u n u t a m a m h y a n bir adım a t m ı ş t ı r . İşte An
kara Üniversitesi içinde, Siyasal Bilgiler Fakültesinin böyle b i r fonksiyonu vardır.
H u k u k Fakültesinin, Üniversite içindeki yeri ve fonksiyonu ise a y u d ı r . iki Fakül
tede öğretilen ve incelenen konular ve bu konuların d ü ş ü n m e ve .araştırma metod
ları arasında temel farklar vardır.
Yukarıda ifâde edilenlerden şu neticelere v a r m a k m ü m k i n d i r :
1. Ankara Üniversitesinde siyâsî ve iktisâdi ilimlerin etraflı bir şekilde oku
tulması, bu Üniversitenin tamâmiyeti bakımından ş a r t t ı r ;
2. Siyasal Bilgiler Fakültesi, bu fonksiyonu yerine getirmektedir;
3. Üniversite içinde bu görevi yapacak şekilde k u r u l m u ş başka b i r müessese
yoktur.
Bu i'tibarla ıbu Fakültenin ayrılması, Ankara Üniversitesinin bünyesinde b i r
boşluk doğuracak ve Üniversite b a k ı m ı n d a n bir gerileme olacaktır. 15 yıllık geç
mişi olan bu Üniversitenin, gittikçe sağlamlaşmakta olan yapısında zayıflatıcı bir
değişme yapmak için ma'kul bir sebeb göstermek çok güçtür. Siyasal Bilgiler
Fakültesinin Ankara Üniversitesi bünyesi içindeki çalışmasına devam etmesi Üni
versite için bir zarurettir.
Netice olarak şunları söyliyebiliriz: Siyasal Bilgiler Fakültesinin Ankara Üni
versitesi içinde bulunması, h e m Üniversite h e m de Fakülte b a k ı m ı n d a n bir zarû-
696
rettir. Üniversiteyi, önemli bir görevi iyi b i r şekilde yerine getiren-, bu Müessese
d e n m a h r u m e t m e k ve kendisine h e m târihî şahsiyetini muhafaza ve devam ettir
me imkânını, hem -de en müsâid çalışma şartlarını sağlıyan b i r vasat b u l m u ş
olan ve eldeki imkânları iyi bir şekilde değerlendirerek verimli b i r şekilde çalı
ş a n ve sür'atle gelişen- Siyasal Bilgiler Fakültesini kendisi için hayırlı olmıyacak
bir statü değişmesine tâbi' t u t m a k için ma'kûl bir sebeb bulmak bize imkânsız
görünmektedir. İşte b u n u n içindir ki, Siyasal Bilgiler Fakültesi Ankara Üniversi
tesi bünyesinde yaşamağa devam etmelidir.
(Rapor Nu. 4)
(Rapor Nu. 5)
Siyasal Bilgiler Fakültesindeki ıbu yoğun çalışmalara paralel olarak, konu aynı
z a m a n d a Ankara Üniversitesinin yetkili organlarına da inlikal ettirilmiştir.
İlk karşılaşılan mes'ele, konunun bir "S.B.F. Mes'elesi" değil, "Üniversite
Mes'elesi" olduğunu Ankara Üniversitesine kabul ettirmekti. Gerçekten, üyelerden
pek çoğu, mes'eleyi bu şekilde almakla beraber, S.B.F.'ni yalnızlığa itici görüşler
öne sürenler de bulunmuştur. Nitekim, bir, iki Üye, Ankara Üniversitesi içinde
697
S.B.F.'nin bulunuşunu savunan bir r a p o r hazırlanmasını veya S.B.F. Öğretim Üye
leri ve Öğrenicilerinin İktidarı tenkîd eden davranışlarına son vermeleri şartıyla,
bu Fakültenin desteklenmesinin uygun olacağını belirten görüşler de öne sür
müşlerdir.
Fakültemiz Temsilcileriyle, Senato'nun öteki Üyelerinin, bu gibi teklifler kar
şısındaki t u t u m u ise şöyle özetlenebilir: S.B.F., Ankara Üniversitesinin öteki Fa
külteleri gibi bir p a r ç a s ı d ı r ; b u n u n Üniversite açısından t a r t ı ş m a konusu yapıl
ması yersiz o l u r ; aksi hâlde, bu yola gidilirse, her Fakültenin de Üniversite içinde
yerini savunan benzer r a p o r l a r hazırlanması gerekecektir.
S.B.F. Öğretim üyeleri ve öğrenicilerinin t u t u m u n a gelince: Bunlar, akademik
özgürlük ilkelerine uygun olarak, Anayasanın ve kanunların kendilerine tanıdığı
haklardan, bilim adamı ve y u r d d a ş olarak y a r a r l a n m a k t a n ve vicdanları uyarınca
d a v r a n m a k t a n başka bir şey yapmadıkları kanısındadırlar.
Ankara Üniversite Senatosu, bu konuda herhangi bir k a r a r a l m a m ı ş ; Rektörü,
özel olarak İ k t i d a r yetkilileriyle temasla ve Üniversite Câmiası'nm bu T a s a n kar
şısındaki üzüntülerini bildirmekle görevlendirmiştir.
Öte yandan, bu Kanun Tasarısı haberi üzerine, Basında Fakülteye karşı gös
terilen ilgi ve destek de a r t m ı ş t ı r . Fakülte yetkilileri, Öğretim Üyeleri ve Öğrenici
Derneği, -bu konuda çeşitli demeçler vermişlerdir. Ayrıca, hemen- h e m e n her gaze
tede, olayla ilgili y o r u m l a r ve tepkiler de yer almıştır.
698
bilmelerini isterdik. Diğer taraftan Fakültemizi okul hâline getirmek teklifini haklı
gösterecek bir sebeb tasavvur edemiyoruz.
Fakat ne olursa olsun, her şeye rağmen biz de, bizden önceki Mülkiyeliler gibi
hürriyet ve Memlekete hizmet aşkıyla dolu ve b u n u n şuuru içindeyiz.
Mazisi bir asrın derinliklerine temel atmış Siyasal Bilgiler Fakültesinin bu
günkü talebesi olarak, Türk Milletinin b ü t ü n cihanda medenî bir topluluk olmak
idealine ve inkılâblara olan c a n d a n bağlılığımızla Atatürk'ün işaret ettiği gibi
"Memleket için hakiki m e f k u r e ne ise onu görüp o hedefe doğru yürüyeceğimizi"
bu u ğ u r d a gerekli mücâdelelerden yılmayacağımızı bu vesile ile bir kere daha be
lirtmek isteriz."
"Siyasal Bilgiler Fakültesinin, yeniden bir okul hâline getirilmesi için, 10 D.P.
Milletvekili tarafından T.B.M.M.'r.e verilen Kanun Teklifinin yarattığı tepkiler de
vam etmektedir.
Dün kendileriyle görüştüğümüz, Fakülte Öğretim Üyeleriyle Öğreniciler, Tek
lifin reddedileceğine kuvvetle inandıklarım söylemişlerdir....
Öte yandan, kendisiyle d ü n görüştüğümüz, Fakültenin en genç Profesörü Câ-
hid T a l a ş şunları söylemiştir:
"Fakülteyi geriye götürecek olan Teklifin sebebini kesin olarak bilmiyoruz.
Amma, h a b e r gerçekten sürpriz oldu. Teklifi yapanların 1950'den bu yana Fakülte
deki gelişimi kavramadıkları görülüyor. Üstelik Gerekçede tezada düşülüyor. Oy
sa, Siyasal Bilgiler Okulu Fakülte olduktan sonra gelişmiş, öğrenici sayısı ve öğ
retim kadrosu büyümüş, yaptığı yayınlar a r t m ı ş t ı r .
Bu Fakülte sâdece m e ' m u r değil, sosyal hayâtın çeşitli alanlarına eıeman ye
tiştirmekledir. Dünyanın her yerinde siyâsî ilimler okutan yerler, Fakülte olarak
Üniversitelere katılmışlardır. Teklifin T.B.M.M. de reddedileceğini ü m i d ediyorum."
Eu konuda kendisi ile görüştüğümüz S.B.F. Dekanı Prof. Fehmi Yavuz şunla
rı söylemiştir:
" H a b e r i hayret ve teessürle karşıladık. Çünkü Müessesimiz bilhassa 1950'den
ya'ni bir Fakülte hâlinde teşkilâtlandıktan- sonra her b a k ı m d a n büyük ve sür'atli
gelişmeler göstermiştir. Bunu aşağıdaki r a k a m l a r d a açıkça görmek m ü m k i n d i r :
1. Öğretim k a d r o s u 1950'de 33 iken 1960 da 88'e yükselmiştir.
2. Yayın ve a r a ş t ı r m a l a r sayısı 1936 - 1950 arasında 32 iken 1960 da 100'e çık
mıştır.
699
3. Öğrenici sayısı bakımından artış çok büyük olmuştur.
Gerçekten lisans öğrenimini y a p a n l a r 1950'de 480 iken bugün 844'e, 1956-57 yı
lında açtığımız Doktora Kurlarına kaydolanların sayısı bu yıl 130'a yükselmiştir.
Müessesemize karşı duyulan alâkayı en- y a k ı n d a n belirten h u s u s l a r d a n biri de
m ü r a c a a t eden öğrenici sayısıdır. M ü r a c a a t l a r yekûnu 1950'de 569 olduğu hâlde bu
r a k a m bu yıl 2167'ye çıkmıştır.
Bu kısa açıkalama dahî, Fakülte hâlinde çalışmanın hem bugünkü ş a r t l a r a uy
gun olduğunu hem de uzun yıllar denenmiş olan yüksek okula n a z a r a n daha çok
verimli ve ü s t ü n b u l u n d u ğ u n u açıkça göstermektedir.
Bu i'tibarla Yüksek Meclisin Fakültemizin çalışmasına ve gelişmesine engel
olacak herhangi bir teklifi kabul etmiyeceğine kuvvetle ianıyorum".
ABADAN İN DÜŞÜNDÜKLERİ
700
V. ARACILIK T E Ş E B B Ü S L E R İ
VI. KANUNUN G E R Ç E K L E Ş M E M E S İ
701
kesce bilinmektedir. Esasen, konu'muz ile de ilgili değildir. Bu olayların, 29 Ni
san 1960 Cuma günü S.B.F.'ndeki safhası ve gelişmesi şöyle özetlenebilir:
28 Nisan 1960 Perşembe günü, İstanbul Üniversitesi Öğrenicilerinin, Türkiye
Büyük Millet Meclisince, T a h k i k a t Komisyonuna çok geniş yetkiler veren Kanu
nun kabulü üzerine, bir p r o t e s t o gösterisinde bulunduğu, Polisin gösteride bulu
nanlara karşı silâh kullandığı, Üniversiteye girdiği, ba'zı Öğretim Üyeleriyle Rek
törün yaralandığı, Emniyete götürüldüğü haberleri Ankara'da da d u y u l m u ş t u r . Aynı
gün. Radyolar, İstanbul ve Ankara'da saat 15.00'de Sıkı Yönetim i'lân edilmiş ol
duğunu bildirmiştir.
Bu haberler üzerine, Ankara'da 29 Nisan C u m a günü, H u k u k ve Siyasal Bil
giler Fakülteleri öğrenicilerinin, İstanbul Üniversite olaylarını p r o t e s t o e t m e k ama
cıyla gösteride bulunacağı duyulmuştur. Gerçekten, 29 Nisan Cuma Sabahı (Anka
ra) Hukuk Fakültesi Bahçesinde öğreniciler büyük bir kalabalık hâlinde toplana
rak protesto gösterilerinde bulunmağa başlamışlardır. Öte yandan, aynı Sabah er
ken saatlerden i'tibâren. H u k u k Fakültesiyle Siyasal Bilgiler Fakültesinin bulundu
ğu Cebeci'ye giden b ü t ü n yollar atlı ve yaya askeri birlikler ve polis kuvvetleriyle
kesilmiş bulunmaktaydı.
Aynı sabah, gösterilerin Üniversitelerin' bütün Fakültelerine yayılacağı haberi
ni alan (Ankara Üniversitesi) R e k t ö r Vekili, Fakülte Dekanlarını Üniversite'de
toplantıya çağırmıştır. Bu toplantı sırasında, Üniversiteyi ta'til edip e t m e m e k ve
Amerikada bulunan Rektörü görevi başına çağırıp çağırmamak gibi konu*
lar tartışılırken, Rektörlüğe telefonla, 500-600 k a d a r H u k u k öğrenicisinin, Fa
külte binasına sokulduğu, öğrenicilerin bina içinde askerî birlikler ve polisçe ko
valanıp dövüldüğü, y a r a l a n a n l a r olduğu haberi verilmiştir. H u k u k Fakültesi Deka
nı toplantıyı bırakarak, Fakültesine gitmiştir. Az sonra Dekanın da tevkif edildiği
haberi gelmiştir. Bunun üzerine, Üniversite'deki toplantıya son verilmiş ve De
kanlar, olayları yerinde izlemek ve gereken tedbirleri a l m a k üzere Fakültelerine
dönmüşlerdir.
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı (Prof. Fehmi Yavuz) Fakültesine geldiği za-
man-, H u k u k Fakültesi bahçesindeki öğrenici, asker ve polisin çok d a h a yoğun
olarak. Siyasal Bilgiler Fakültesine intikal etmiş olduğunu g ö r m ü ş t ü r . Bu arada,
Fakültede dersi olan veya dersi olmayıp da olayları h a b e r alan, Öğretim Üye ve
Yardımcılarının h e m e n h e m e n hepsi Fakülteye koşmuşlardır.
H u k u k Fakültesi Öğrenicilerinin, aldatılarak Fakülte binasına sokulması, bun
d a n sonra da polis ve asker kuvvetlerinin Fakültenin içine girerek öğrenicilere
saldırmaları, Fakülte kapısına sık sık c a n k u r t a r a n arabalarının gelerek, ne durum
da oldukları belli olmayan ba'zı gençleri alıp götürmeleri, S.B.F. Öğrenicileri üze
rinde çok menfî bir te'sir y a p m ı ş ; ne olursa olsun, aynı akıbete u ğ r a m a m a k için
kendi Fakültelerinin binası içine girmemeyi kararlaştırılmışlardı. Bu arada, sivil
ve a s k e r görevlilere, S.B.F. Dekanının birkaç kere başvurması da, bu görevlilerin
"yetkisiz" olduklarını söylemeleri üzerine sonuç vermemiştir.
702
Bu sırada, S.B.F. nde d u r u m şöyleydi: Öğreniciler, Fakültenin ön bahçesinde
t o p l a n a r a k millî m a r ş l a r söylemekte, "Ordu, Ordu çok yaşa" gibi sloganları hep
birlikte ve t e m p o ile haykırmakta idiler. Fakülteye giden yollar, ayrıca Fakültenin
tüm çevresi silâhlı asker ve polis birliklerince sarılmış, Fakülteye giriş ve Fakül
teden çıkış fi'len yasaklanmıştı. Bu çemberin hemen dışında muazzam bir halk
kalabalığı olanı biteni m e r a k ve üzüntüyle izlemekteydi.
Fakülte içinde Öğretim Üye ve Yardımcıları, Profesörler Kurulu Odasında De
kanla (birlikte, İstanbul Üniversitesi Rektörüne bir gün önce yapılan yakışık al
maz hareketi protesto ettiklerini ve kendisine iyi dileklerini gönderdiklerini belir
ten bir telgarf hazırlamışlardır. Fakülte binası çevrili olduğu için, bu telgraf, bin-
bir güçlükle ve b i r gönüllü arkadaşın himmetiyle, Cebeci postahanesine ulaştırıl
mış ve çekilmiştir.
Fakülte bahçesindeki öğrenicileri Fakülte binasına sokmanın imkânsız oldu
ğunu gören ilgililer, kalabalığı d a ğ ı t m a k için Şehir İtfaiyesinden arazözler getire
rek öğrenicilere su sıkmayı denemişlerdir. Öğreniciler de, h o r t u m u kesmek ve ara-
zözü devirmek yoluna gitmişlerdir. B u n d a n sonra d u r u m daha da vahimleşmiş;
öğreniciler taş, k ö m ü r ve ele geçirdikleri sandalye ve m a s a parçalarını polislerin
üzerine fırlatarak binaya girmemekte direnmişlerdir. Bu arada, Fakülte yetkilileri
H ü k ü m e t ilgililerine H u k u k t a k i asker ve polis kuvvetlerinin geri çekilmesinin ve
binada kıstırılmış bulunan öğrenicilerin evlerine gönderilmelerinin yatıştırıcı bir
etkisi olacağım a n l a t m a y a çalışmışlar; fakat birliklerin başında bulunanlar, yalnız
kendilerinin değil, Örfî İ d a r e K o m u t a n ı n ı n dahî böyle bir şey yapmağa yetkili
olmadığını, işin bir H ü k ü m e t mes'elesi hâlini almış olduğunu söyleyerek tutum
larını değiştirmemişlerdir.
D u r u m böyle bir gerginlik havası içinde devam ederken, birden Fakülte cob-
hesinde b u l u n a n bir manga askerin Fakülteye doğru ateş etmeğe başladığı görül
m ü ş t ü r . Bunun üzerine bahçedeki öğreniciler Fakülteye sığınmak zorunda kalmış
lardır. Bu a r a d a öğrenicilerle birlikte polis görevlisi j a n d a r m a ve polis de Fakül
teye girerek bina içinde rasrtgele ateş etmeye başlamıştır.
Öğreniciler Fakülte içinde, merdivenlere, sıra, iskemle, dolap yığarak barikat
lar kurmuşlar, b i r kısmı binanın üst k a t ı n a bir kısmı da açık bulabildikleri Sınıf
lara sığınmışlardır. K o r i d o r l a r d a kalan 50-60 öğrenici de Dekanlık Odasına alınmış
tır. O sırada Öğretim Üyeleri de Dekanla birlikte aynı odada bulunmaktaydılar.
B u n u n üzerine, polis görevlisi bir kaç j a n d a r m a ile polis Dekanlık odasının kapı
penceresini kırmış ve sonra da silâhlarını çekmiş vaziyette Dekanlık odasına girmiş
lerdir. Dekanlık odasına giren polisler, "yakarız, kıpırdamayın" diye bağırmaktay
dılar. Dekan, derhal m ü d â h a l e ederek, polis ve askerlerden k o m u t a n l a r ı n ı n nerede
olduğunu s o r m u ş ve onların yanına gitmiş; Fakülte önündeki Caddede Örfî îdâ-
re K o m u t a n ı , Ankara Valisi ve öteki ilgililerle görüşmüş ve Örfî İ d a r e Komuta
n ı n d a n Fakülte içindeki tedhişin d u r d u r u l m a s ı n ı istemiştir. Bunun üzerine bir bin
başı ile Ankara Emniyet Müdîri Dekanla birlikte Fakülteye gelmiş, asker ve
703
polis kuvvetlerinin Fakültede ıbu a ş ı n davranışlarının d u r u d u r u l m a s ı sağlanmış
tır. Öte yandan. Fakülte Öğretim Üyeleri. Sınıflan dolaşarak, öğrenicilerin de
duygularına hâkim olmalarını, polisin ve askerin Fakülteden çıkartılacağını söy
lemişlerdir. Dekan yeniden Örfi î d â r e K o m u t a n ı ve Vali ile görüşerek, polis ve
a s k e r kuvvetlerinin Fakülteden ve Fakülte çevresinden uzaklaşmasını sağlamıştır.
Öğreniciler de küçük gruplar hâlinde evlerine d ö n m ü ş l e r d i r .
Polis ve asker kuvvetleriyle öğreniciler Fakülteden ayrıldıktan sonra, Fa
kültenin her yanı gerçek bir savaş yeri hâlinde görülüyordu. Ön pencere camları
kırılmış, ön cephenin çeşitli yerlerinde k u r ş u n izleri yaralar açmış; ba'zı c a m l a n
kurşun delikleri kaplamış, Fakültenin servis otomobili bile bir kaç yerinden kur
şunlanmıştı. Binanın içi barut kokusuna b ü r ü n m ü ş , Sınıf ve Koridorları da, kırıl
m ı ş masalar, sandalyeler, dolaplar, taş ve k ö m ü r p a r ç a l a n d o l d u r m u ş t u ; duvar
larda kurşun yerleri göze ç a r p m a k t a y d ı .
Fakülte Öğretim Üyeleri ve Yardımcıları Dekanla birlikte toplanarak duru
m u n muhasebesini yapmışlardır. Bu olaylar üzerine Dekanın tevkif edilebilmesi
ihtimâli karşısında, böyle bir şey yapılırsa, b ü t ü n Öğretim Üye ve Yardımcıları,
Dekanın " s u ç u n u " p a y l a ş t ı k l a n m bildirmek ve kendilerinin de tevkif edilmelerini
istemek kararını almışlardır.
Bu olaylarla ilgili iki önemli noktanın da belirtilmesi g e r e k m e k t e d i r :
Bunlardan biri: Fakültede yaralanan öğrenicileri hastahânelerde ziyaret eden
Dekan, özellikle Tıp Fakültesi hastahânesine gelenlerin kayda geçmediğini g ö r m ü ş
ve bunun sebebini s o r m u ş t u r . Kendisine öğrenicilerin tevkif edilmelerini önlemek
maksadıylc bu yola gidildiği söylenmiştir.
İkincisi d e : 29 Nisan Cuma günü öğleden sonra başlayıp, gecenin geç saatleri
ne k a d a r kadın, erkek, yaşlı, genç onbinlerce Ankarah'nın sesiz y ü r ü y ü ş hâlinde
S.B.F. nin önünden- yaşlı gözlerle geçmeleridir. Demokrasi ve Mülkiye Târihinde
"kanlı C u m a " denen gün böyle geçmiştir.
B u n d a n sonraki olaylar. Kısaca şöyle gelişmiştir: 30 Nisan 1960 günü, Öğretim
Üyelerinin bir çoğu Fakülteye geldikleri zaman, Fakültenin çevresinde ve kapıların
da süngülü nöbetçiler bulunduğunu görmüşlerdir. Aynı gün, Örfi î d â r e K o m u t a n ı ,
yanında Garnizon Komutanı ile birlikte Dekanı görmeğe gelmiştir. Dekanın yanın
da beş dakika k a d a r o t u r m a d a n , odaya giren bir Albay, Örfî î d â r e K o m u t a n ı n a ,
Fen Fakültesinde öğrenicilerin gösteride bulundukları haberini getirmiştir. Bunun
üzerine Generaller, kahvelerini bile içmeden-, Fakülteden a y n l m ı ş l a r d ı r .
Bu arada Üniversitenin bir ay süre ile ta'til edildiği ve öğrenici y u r d l a r m ı n
kapatılması ile yurdlarda kalan öğrenicilerin memleketlerine gitmelerinin karar
laştırıldığı Üniversiteye, dolayısiyle Fakülteye bildirilmiştir.
704
dan da, Fakülteye karşı herhangi bir tedbir alındığı takdirde nasıl davranılacağı
konusunda sürekli gülüşmelerde b u l u n m u ş l a r d ı r .
5 Mayıs'da Üniversite'de bir Japon Profesörüne fahrî doktorluk unvanının ve
rilmesi töreni vardı. Tören D.T.C. Fakültesi Konferans Salonunda yapılmak üzere
düzenlenmişti. Ancak, mevcud şartlar altında, b u r a d a değil fakat Rektörlükte bir
odada, 10-15 kişinin iştirakiyle bir m e r a s i m yapılmıştı. Profesörün, bu unvanı
Babası adına almağa gelen Oğlu, önceden hazırlandığı belli olan n u t k u n d a "bu
muhteşem t ö r e n i " babasına bütün- ayrıntılarıyla bildireceğini de söylemişti. Bu
m e r a s i m d e bulunan S.B.F. Dekanına, Millî Eğitim Bakanı şunları söylemiş
tir: "Üniversitelere bir yazı göndereceğim; bu yazıda mes'ulierin teshilini isteye
ceğim; a y n c a , alınacak tedbirleri de ayrıntılı olarak bildireceğim."
10 Mayıs 1960 da S.B.F. Dekana Meclis Tahkikat Komisyonuna çağrılmış-
tır. Bu görüşmede, Tahkikat Komisyonu Üyeleri, Dekanın biraz da hayretle ve
ilk defa duyduğu ba'zı suçlamalar öne s ü r m ü ş l e r d i r :
Öğrenîcilerin olaylardan bir hafta önce taş parçaları yığdıkları, b ü t ü n masa
ve iskemleleri kırıp sopa hazırladıkları, m a k a s l a n iki parçaya ayırarak d ü r t ü c ü
alet olarak kullandıkları gibi.. Dekan, bu suçlamaların gerçek olmadığını, Komis
yon Üyeleri Fakülteye gelirlerse, kendilerini oturtacağı masa ve iskemleleri göre
ceklerini söylemiştir.
Bu arada, S.B.F.'r.de 11 Mayıs'da, önceden kararlaştırılmış olan Fransız Kayma-
kamlarıyla yapılacak toplantının, S.B.F. d u v a r ve camlarındaki kırıkları, kurşun
y a r a l a n ve dîger tahribatı misafirlere göstermemek için D.T.C. Fakültesine alın-
rlığı öğrenilmiştir. Gerçekten de Toplantı T.D.C. Fakültesinde yapılmıştır.
11 Mayıs akşamı Rektör Vekili, S.B.F. Dekanının evine telefon ederek şunları
söylemiştir: "Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarı bana telefon e t t i ; Örfî İ d a r e n i n şi
fahî emri v a r m ı ş ; hemen y a r ı n S.B.F.'ndeki k u r ş u n izlerini kaldırmak üzere hare
kete geçeceksiniz."
Dekanla Rektör Vekili arasında şu k o n u ş m a o l m u ş t u r :
" D e k a n : Yazılı e m i r versinler.
"Rektör Vekili: Onları k a p a t m a k istemiyor musunuz?
"Dekan: Yazılı e m i r geldikten sonra d ü ş ü n ü r ü z .
"Rektör Vekili: Siz bilirsiniz.
705
naşının çatı altına da ateş etmiş bulundukları, bu yüzden d u v a r l a r d a ve c a m l a r d a
ba'zı tahribat olduğu, bu tahribatın bir an önce Fakültece tamiri gerektiği bil
dirilmekteydi.
Fakülte Yönetim Kurulu 16 Mayıs'ta toplanarak, Örfi İ d a r e Komutanlığına
verilecek cevabı hazırlamıştır. Bu cevabda, tahribatın vehâmelinin oldukça ayrın
tılı bir şekilde belirtilmesine, yapılan tamirlere âid masraf f a t u r a l a r ı n ı n ekli ola
rak gönderilmesine ve geri kalan t â m i r a t ı n yapılabilmesini sağlamak maksadıyla,
Örfî İdareden bir Tahkik ve Tesbît Hey'et i istenmesine k a r a r verilmiştir. B u n u n
üzerine, 18 Mayıs günü, bir K u r m a y Albay, bir Yargıç Yarbay, bir Yargıç Yüzbaşı
ve bir de fotoğrafçıdan kurulu bir Hey'et Fakülteye gelmiştir. Hey'et, havaya ateş
edilirken bu kadar çok hasar yapılamıyacağını söylemiş; b ü t ü n t a h r i b a t ı n listesini
yapmış, çeşitli fotoğraflar çekmiştir.
19 Mayıs gününün gecesi, bir şahıs Fakülte Dekanının evine telefon ederek,
Başbakanlık Hususî Kaleminden- Hakkı Bey olduğunu, Başbakanın, evinde kendi
sine tul e fon etmesini istediğini ve beklediğini söylemiş ve telefon numarasını
(23403) vermiştir.
Dekanla Başbakanın telefon görüşmesi şöyle o l m u ş t u r :
" D e k a n : Ben S.B.F. Dekanı, Fehmi Yavuz.
" B a ş b a k a n : Ben Adnan Menderes.
" D e k a n : Hoşgeldiniz. (Başbakan İzmir'den o gün d ö n m ü ş t ü ) .
" B a ş b a k a n : Fehmi Bey, Fakültenin' cebhesindeki c a m l a n ve k u r ş u n yerlerini
tamir ettirmek islemiyor muşsunuz doğru mu?
"Dekan: Bu nereden çıkmış; bir kısmını t a m i r ettirdik; h a t t â faturalarını bile
gönderdik. Geri kalanları da t a m i r ettireceğiz. Tesbît için Örfî İ d a r e d e n geldiler.
Tesbît işi bitmiş sayılır.
" B a ş b a k a n : Ya'ni târihî hâtıra olarak saklamak ve o n u n için tesbît e t t i r m e k
mi istiyorsunuz? Bu Mülkiye için yüz karasıdır.
"Dekan: Şereftir.
"Başbakan: Yüzkarasıdır, yüzkarasıdır.
"Dekan: O halde, bırakalım bunu Târih tesbît etsin."
30 Nisan 1960'da süresiz kapatılan S.B.F., 30 Mayıs 1960'da yeniden açılıp öğ
retime ve yaz dönemi sınavlarına başlamıştır.
Genel sınavlardan sonra Fakülte, İdâri Şûbe'den 46, Mâlî Ş u b e d e n 98, Siyâsî
Şubeden 12 öğreniri me'zun vermiştir.
706
Bu ders yılında öğrenici dağılımı da şöyledir:
III. İdarî 28 1 1 — 29 l 30
III. Siyâsî 9 1 6 — 15 1 16
IV. İdâri 41 6 — — 41 r 47
IV. Siyâsî 10 2 1 — 11 2 13
Madde 1. — Ekli (1) sayılı cedvelde ad ve soyadları ile kariyer unvanları gös
terilen Ankara, İ s t a n b u l , İ z m i r ve /Atatürk Üniversiteleriyle İstanbul Teknik Üni
versitesi mensubları öğretim üyeliği veya öğretim görevliliği veya öğretim yardımcı-
lığı vazifelerinden afvedilmiştir.
Madde 2. — Ekli (2) sayılı cedvelde ad ve soyadları ile kariyer unvanları göste
rilen öğretim üyeleri ile öğretim yardımcıları, hizalarında gösterilen Üniversite, Fa
k ü l t e ve yüksek okullara naklen ta'yin o l u n m u ş l a r d ı r .
Bu cedvelde gösterilenlerden yeni görevlerine bir ay içerisinde b a ş l a m a y a n l a r
h a k k ı n d a 1. Madde h ü k m ü tatbik olunur.
707
Madde 3. — Bu Kanuna ekli (1) sayılı cedvelde ad ve soyadları gösterilenler
le 2. Madde gereğince h a k l a r ı n d a 1. Madde h ü k m ü uygulanacaklar için 3335 sayılı
Kanunla muaddel Me'murin K a n u n u n u n 85. Maddesi h ü k m ü t a t b i k olunur.
Akademik kariyer'e dâhil olup yıllarca ıbu Yurdun irfanına, yükselmesine hiz
met eden 147 Ord. Prof., Prof., Doçent, Eylemsiz Doçent, Asistan ve Öğretim Gö
revlisinin m u k a d d e r a t l a r ı n ı t a m a m e n hukuk dışı olarak ta'yin eyliyen bu Kanun,
S.B.F.'nin en güzide Profesörlerinden ( r a h m e t l i ) Yavuz Abadan'ı, Prof. Aziz Kök-
lü'yii, (Rahmetli) Prof. H â m i d Sadi Seleni, Prof. Hikmet Belbez'i, Prof. Fadıl H a k k ı
Sur'u, Asistan Özer Ozankaya'yı, Asistan Bn. Olcay (Bilge) Kansu'yu, Öğretim Gö
revlisi Rıahmi Ören'i yıllarca e m e k verdikleri şerefli görevlerinden afvediyordu.
Yalnız bu Kanun dahî, d e m o k r a t i k esaslar taşımayan en iyi bir idarenin bile,
en kötü .demokrasiden daha kötü olduğunu göstermeye yetmektedir.
27 Mayıs Hareketi'nin şu veya bu tarafları hakkında, her olay'ın en âdil mah
kemesi olan, T â r i h elbette h ü k m ü n ü verecektir. Burada, ıbunlara değinmek
ne konumuz, ne de Târih İlmi Metodu yönünden doğru olur. Ancak, "Demokrasiyi
doıVıyısıyle H u k u k ' a B a ğ l ı D e v l e t i içinde b u l u n d u ğ u çıkmaz
dan kurtaracağız, kardeşi kardeşe düşürmiyeceğiz" s l o g a n ı ile i k t i â d r ı ele
a l a n l a n n bu hareketi, insana ister istemez M a d a m e Roland'ın giyotin'e giderken
"Ah! Ey Hürriyet, senin n â m ı n a ne cinayetler işleniyor " sözünü h a t ı r l a t m a k t a
dır.
Memleketin pek çok müesseselerinin olduğu gibi Üniversitelerimizin de ıslâhata
ihtiyacı olabilirdi. Ancak, bu ıslâhat, m e ş r u ' bir y a s a m a organı tarafından 4936
sayılı Kanunla t a m a m e n m u h t a r hâle getirilmiş Ü n i v e r s i t e l e
ri m i z ' in kendi bünyelerine, kendi usûl ve m e t o d l a n n a göre kendi o t o r i t e ve
örgütleri tarafından yapılmalı; "Geçici Anayasa"ya göre k u r u l m u ş Millî Birlik Ko
mitesi ve onun, hangi kıstas'a göre seçip aldıkları hiç kimse tarafından bilinmeyen,
m ü ş a v i r l e r i 'nin< tavsiyelerine göre olmamalı idi.
Kaldı ki, b u a f v e d i ş ' d e k r i t e r , ö l ç ü , d a y a n a k ne
idi? Üniversiteler, herkesin bildiği gibi b i r e r ilim mâbedi'dirler. Millî Birlik Ko
mitesini teşkil eden zevatın hiç biri bu ilim müesseselerinde b u l u n m a m ı ş l a r d ı . Ne
den, nasıl, ne suretle ve neye dayanarak, o z a m a n toplamı 2117 kişi olan (14) aka-
(14) Bak: İstatistik Yıllığı; 19*1. Ankara; İstatistik Genel Müdürlüğü yayınlarından; 271. sf.
708
demik karîyer'e dahî) 2evât a r a s ı n d a n 147 kişiyi seçip de görevlerinden afv'ettiler?
H e r halde bu Kar.un-i bî-esâsı çıkaranlar. Târih Mahkemesi h u z u r u n d a bu sorula-
n n cevâbını vermekte büyük müşkilâta uğrayacaklardır.
Bilindiği gibi, yasama organlarınca yapılan h e r kanun, tıpkı sosyal, (kültürel,
ekonomik müesseselerin kuruluş'u gibi, Toplumun belirli, zorlayıcı ihtiyaçlarına
cevap vermek için çıkarılır. İhtiyacın devamlılığına, şartların elverişliliğine bağlı
o l a r a k ya uzun m ü d d e t yaşar veya kısa bir süre sonra yok olup gider. Bu değiş
mez k u r a 1 ' a tâbi' olarak, y u k a r d a söz konusu edilen ve ne h u k u k
n i z â m ı , ne m a ' ş e r î v i c d a n ' l a bağdaşan K a n u n da
a r a d a n iki yıl bile geçmeden 12-4-1962 günlü ve 43 sayılı Kanunla o r t a d a n kalktı;
yerinde a c ı bir b u r u k l u k b ı r a k a r a k yok olup gitti. Böylelikle,
S. B. F. de, y u k a r d a adlarını saydığım kıymetli Öğretim Üye ve Yardımcılarına,
Prof. Fadıl Hakkı S u r ve Hikmet Belbez h â r i ç , sözü geçen Sayın Öğretim Üye ve
Yardımcıları da şerefli görevlerine sevinç içinde kavuştular.
709
1961 — 1962 Öğretim Kadrosu, 18 Profesör, 15 Doçent, 7 Öğretim
DERS YILI Görevlisi, 29 Asistan, 20 O k u t m a n ' d a n teşekkül eden
bu ders yılında da 5'i kız olmak üzere 35 D o k t o r a öğrenicisi m e v c u t t u r . Bunlar
dan 3*ü yıl sonunda D O K T O R o l m u ş t u r . Bu yılkı me'zun sayısı ise 66 ida
rî Şubeden, 93 Mâlî Şubeden, 18 Siyâsî Şûbe'den o l m a k üzere 177'dir.
710
" B u a r a ş t ı r m a l a r Memleketimizin önemli problemlerinin ilmî metodlar ile de
şilmesine ve çözümler bulunmasına yardım etmekte ve yabancı dillerde yapılan
yayınlar Memleketimizi ve S.B.F. ni milletlerarası ilmî alanda tanıtmaktadır.
Ancak, bu araştırma faaliyetleri maddî imkânsızlık yüzünden doyurucu olmamak
tadır" (15).
III. Siyâsî Şb 20 12 7 2 27 14 41
IV. Siyâsî Şb 9 2 3 1 12 3 15
-jogg 1964 650 kişilik yurd binası sınıflar ve modern kitaplık ıbi-
DERS YILI nâları t a m a m l a n m ı ş ve bu d e r s yılında öğretime bu
yeni binalarda başlanmıştır. 1956'da yürürlüğe giren "Lisans ve S m a v Yönetme
liği" ihtiyâca cevap veremez hâle geldiği için bir yenisinin hazırlanmasına başlan
mıştır.
Öğretiim kadrosu, 23 Profesör, 13 Doçent, 6 Öğretim Görevlisi, 37 Asistan, 23
O k u t m a n d a n teşekkül e t m e k t e d i r . 1233 olan öğrenici mevcudunun 220'si burslu'-
711
dur. Bu ders yılında 132'si erkek, 56'sı kız, 9'u subay o l m a k üzere 201 kişi me'zun
o l m u ş t u r . Kendi Bölümünde görüleceği gibi, E n s t i t ü l e r bu yıl da yoğun bir çalış
ma yapmıştır. Öğrenici dağılımı da şöyledir:
IV. Siyâsî Şb 19 12 7 1 26 13 39
712
1965 — 1966 İki yıldan beri hazırlanmakta olan yeni "LİSANS VE
DERS YILI SINAV YÖNETMELİĞİ" Temmuz 1966da yürürlüğe
girmiştjir.
1955 yönetmeliği'nin, on yıl uygulandıktan sonra, ihtiyâca cevap veremeyişi na
zara alınarak uzun a r a ş t ı r m a v e hazırlık çalışmaları sonucu b u Y ö n e t m e l i k
ortaya k o n m u ş t u r .
Söz konusu Yönetmelikle ulaşılmak istenen a m a ç l a r şöyle özetlenebilir:
1) Fakülte Öğrenicilerine, sosyal ve siyâsî ilimler alanında genel kültüı ver'
mek;
2) Seviyeli bilgiye dayanan d ü ş ü n m e kaabiliyetîni ve Üniversite eğitiminden
beklenen, iyi d ü ş ü n m e , araştırıcılık, basiret, mes'eleleri çözümleme gibi vasıflan
kazandırmak;
3) T ü r k T o p l u m u n u n bu günkü ve yarınki problemleri yönünden, bilimsel ve
teknik yönleri kuvvetli p o t a n s i y e l e n e r j i y e s a h i p yöne
ticiler y e t i ş t i r m e k ;
4) Öğrenicilerin, siyâsi ve idâri ilimler, iktîsad ve mâliye, işletmecilik, mil*
Ketlerarrası münâsebetler bölümlerinin birinde u z m a n olabilme imkânlarını hazır*
lamak;
5) Me'zun olunca genel idarenin çeşitli ve önemli kollarında görev alacak
öğrenicilerin Fakülteyi bitirirken hiç olmazsa bir yabancı dili iyi bilmesini sağ
lamak.
Böyle b i r anlayışla, Yer.i Yönetmelik'de Sınıfların temel kuruluşlarına doku
n u l m a m ı ş ; yalnız yeni b i r u z m a n l a ş m a b ö l ü m ü olarak İ ş l e t m e c i l i k
eklenmiştir. S.B.F. böylece ilk iki sınıfı siyâsî ve sosyal bilimler a l a n ı n d a g e -
n e 1 k ü l t ü r veren, diğer iki sınıfı ise i k t i s a d ve M â l i y e ,
S i y â s e t ve î d â r e B i l i m l e r i , U l u s l a r a r a s ı İlişki
ler, i ş l e t m e c i l i k alanlarında uzmanlaşabilmeyi sağlayacak d ö r t
y ı l l ı k ö ğ r e t i m s ü r e l i bir F a k ü l t e olanağını muhafaza etmiştir.
Yeni Yönetmelik'le, Uzmanlaşma Bölümlerine m e c b u r î dersler ya
nında s e ç i m l i k d e r s l e r d e k o n m u ş t u r . Ayrıca, h e r sınıfın d e r s progra
mı yeniden gözden geçirilmiş; ba'zı dersler olduğu gibi bırakılmakla beraber,
ba'zılarının k a p s a m l a r ı n d a değişmeler ve gelişmeler yapılmış; üstelik yeni ders
ler de ilâve edilmiştir.
Hazırlanış m a k s a d ı n ı kısaca özetlediğimiz bu Yönetmeliği inceleyelim:
ANKARA Ü N İ V E R S İ T E S İ
SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ
LİSANS ÖĞRETİM VE SINAV YÖNETMELİĞİ
713
Öğretimin Başlangıç ve Sona E r m e Z a m a n ı
Sınıflar
Madde 3 — Fakülte, ilk ikisi genel, son ikisi uzmanlık olmak üzere d ö r t sınıf
tan m ü r e k k e b d i r . Uzmanlık sınıfları İktisad, işletmecilik, Siyâset ve I d â r e Bilim
leri ve Uluslararası İlişkiler bölümlerine ayrılır. Öğrenicilerin tızmanlık bölümle
rine ayrılmalarında tâkib edilecek esaslar, Yönetim Kurulu tesbit eder.
Öğretim Şekli
İ K İ N C İ BÖLÜM : Öğretim
BİRİNCİ KESİM : Dersler
Okutulacak Dersler
714
sini kararlaştırabilir. Bu takdirde, o seçimlik dersi almış olan öğreniciler, yukarıda
ki usûl gereğince başka bir seçimlik ders alırlar.
İkinci Dil
Madde 10 — Fakültede ikinci bir yabancı dil öğrenmek isteyen öğreniciler için
ihtiyarî dersler düzenlenebilir.
715
Yabancı Dil Komisyonu, öğretim yılı içinde en az iki defa toplanır ve ders yılı
s o n u n d a Genel Kurul'a bir r a p o r sunar.
ÜÇÜNCÜ K E S İ M : Seminerler
Seminerlerin Amacı
Seminerlerin Düzenlenmesi
Seminerlerin Süresi
Madde 14 — Seminerler, Kasım ayının ilk yarısında başlar ve haftada iki saat
olmak üzere b ü t ü n öğretim yılı boyunca sürer.
Madde 15 — H e r öğrenici, biri Üçüncü Sınıf da, diğeri Son Sınıfta o l m a k üzere
iki a y n d e r s t e n seminer yapmağa m e c b u r d u r . Genel Kurul'un aynı sınıf için bir
den fazla seminer tesbit ettiği hâllerde öğreniciler, katılacakları s e m i n e r i n adını,
i'lân târihinden i'tibâren bir hafta içinde, Dekanlığa yazı île bildirirler. Bildirme-
yen öğrenicilerin hangi seminere katılacakları Yönetim Kurulunca tesbit edilerek
kendilerine tebliğ olunur. İsteyen öğrenici dîger seminerlere de, bunları i d a r e eden
lerin muvafakatini almak şartiyle, ihtiyari o l a r a k katılabilir.
B i r seminere yirmiden fazla öğrenici kabul edilmez. Bir s e m i n e r e katılmak
istiyen öğrenici sayısı yirmiyi geçerse, gerekli sayıda seminer g r u p u teşkil edilir.
Madde 16 — Seminerlere devam eden her öğrenici en az bir seminer ödevi ha
zırlar ve semineri yönetenin tesbit edeceği t â r i h t e ödevini sözlü o l a r a k açıklar;
ayraca tesbit edilen t â r i h t e bu ödevi yazılı olarak teslim eder.
Öğrenicilerin seminer çalışmalarına takdir olunan not, yaz dönemi sınavların
d a n önce Fakülte İdaresine bildirilir.
Seminerin başarılı sayılması için alımın n o t u n en az beş olması gerekir.
Başarısızlıkla sonuçlanan seminer, tâkib eden yıllarda aynı sınıf seminerlerin
den birine devam suretiyle tekrarlanır.
716
*
Devamsızlık
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Sınavlar
Dönem Sınavı
İKİNCİ K E S İ M
Yaz ve Güz Sınavları
Sınav Dönemleri ve Z a m a n ı
717
Yönetim Kurulunca aksi /kararlaştırılmadıkça öğrenicilere b i r e r gün sınav ara
sı verilir.
Yaz dönemi normal sınıf geçme sınavı dönemidir. Her öğrenici bu sınavlara
girmek zorundadır. Güz dönemi, yaz döneminde başarı gösteremeyen veya sınav
lar b a ş l a m a d a n evvel veya sınavlar içinde h a s t a l a n a r a k veya m a k b u l engeli çıka
rak sınavlara giremiyen öğrenicilere m a h s u s t u r .
Hastalık hâli, öğrenicinin kaldığı öğrenici y u r d u d o k t o r u n u n veya h ü k ü m e t
-doktorunun tasdikini taşıyan bir doktorun veya bir hastahânenin r a p o r u ile tesbil
ve kaıbul edilir.
Hastalıktan b a ş k a herhangi bir sebeple yaz dönemi sınavlarına giremiyen öğ
renici, güz dönemi sınavlarına da giremez ve sınıfta kalmış sayılır. Ancak Yönetim
Kurulu'nun makbul bir engelin mevcudiyetini t a k d i r ve kabul etmesi hâlinde bir
öğrenicinin güz dönemi sınavlarına girmesine m ü s a a d e edilebilir.
H a s t a l ı k t a n başka herhangi bir sebeble yaz dönemi sınavlarına giremiyen öğ
renici ile m a k b u l engeli Yönetim Kurulu'nca kabul edilen öğrenicinin sınav hakkı
saklı t u t u l u r .
Sınav Şekli
Sınavların Düzeni
Sınav Görevlisi
Madde 24 — Her dersin sınavını, dersi o k u t a n öğretim üyesi veya öğretim gö
revlisi veya o k u t m a n yapar. Dersi o k u t a n ı n engeli hâlinde, kürsî yöneticisinin,
bulunmadığı takdirde, Dekanın ta'ym edeceği bir yetkili sınavı yapar.
Sınav Notları
718
Sınav fişleri, öğrenicilerin sınav kâğıtları ve cedveller imza edilerek Fakülte
İdaresine teslim edilir. Notların gizliliği m u t l a k t ı r ; sınav s o n u ç l a n i'lân edilinceye
k a d a r notlar hiç bir suretle açıklanamaz.
Notlar
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Sınıf Geçme ve Me'zun Olma Ş a r t l a n
Madde 28 — Yaz döneminde herhangi bir dersden beşden az not alan veya bü
tün derslerin sınavlarında ve seminerde aldığı n o t l a n n ortalaması yedi'nin allın
da olan öğrenici, yaz döneminde yedi'den az aldığı derslerden güz döneminde bü
tünleme sınavına girer.
Yaz dönemlinde sınavların bir kısmına girdikten sonra hastalanan öğrenici, sı
navlarına girdiği derslerden kazandığı notların hiç biri beş'den az o l m a m a k ve
girdiği derslerden ve seminerden aldığı notların ortalaması yedi t u t m a k şartiyle
güz döneminde yalnız yaz d ö n e m i n d e girmediği derslerden sınava girer.
Sınıf Jürileri
Madde 29 — Yaz ve güz sınavları sona erdikten sonra h e r sınıf için o sınıfta
ders ve seminer yapan öğretim üyeleri, öğretim görevlileri ve Yabancı Dil Komis
yonu t a r a f ı n d a n her dil için seçilecek birer o k u t m a n d a n kurulu bir j ü r i toplanır.
Bu j ü r i dersle sorumlu üyelerin muvafakati ile ö ğ r e t i c i n i n b ü t ü n ders n o t l a n
genel toplamı için en çok iki not ekliyebilir.
Dereceler
719
b) Me'zun olma derecesi d ö r t yıllık sınıf geçme ortalamalarının o r t a l a m a s ı ile
ta'yin edilir.
Derecelerde dokuz veya dokuzdan yukarı o r t a l a m a Pekiyi, sekiz veya sekizden
yukarı o r t a l a m a İyi ve yedi veya yediden yukarı o r t a l a m a Orta derece sayılır.
Başarısızlık Hâii
Madde 31 — Birinci ve İkinci Sınıflarda iki yıl, Üçüncü Sınıfta üç yıl sınıfta
kalan öğrenicilerin Fakülte ile ilişiği kesilir.
Dördüncü Sınıfta kalan öğreniciler devam zorunluğu olmaksızın* m ü t e a k i b yıl
l a r d a yaz ve güz dönemleri sınavlarına girebilirler; yalnız Onaltıncı Maddenin
seminerlere devam mecburiyeti koyan üçüncü fıkrası h ü k m ü saklıdır. Sınıf geçme
n o t u n u n hesaplanmasında nazara alınacak dönem n o t l a n devam ettikleri yıl al
dıkları dönem notlarıdır. Ancak ikinci yıldan sonra b u n l a r a öğrenici h a k l a r ı n d a n
faydalanmalarını sağlayacak belge verilmez.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Akademik Çalışmaların Düzenlenmesi
BİRİNCİ SINIF
İktisad 3 Zorunlu
Siyâset Bilimine Giriş 2 Zorunlu
Anayasa Hukuku 3 Zorunlu
Siyasal Târih 3 Zorunlu
Hukukun Temel Kavramları ve Kurumlan 2 Zorunlu
720
Borçlar Hukuku 2 Zorunlu
Sosyoloji 3 Zorunlu
İstatistik 2 Zorunlu
Yabancı dil 8 Zorunlu
İKİNCİ SINIF
İktisad 2 Zorunlu
Mâliye 3 Zorunlu
Yönetim Bilimi 2 Zorunlu
İdare Hukuku 3 Zorunlu
Uluslararası İlişkiler 3 Zorunlu
Kamu Hukuku ve Devlet Teorileri 2 Zorunlu
Medeni Hukuk 2 Zorunlu
Ceza Hukuku ve Kriminoloji 3 Zorunlu
Yabancı Dil 8 Zorunlu
ÜÇÜNCÜ SINIF
İKTİSAD BÖLÜMÜ
DÖRDÜNCÜ SINIF
İKTİSAD BÖLÜMÜ
722
Yabancı Dil 5 Zorunlu
Yöneticiler İçin Muhasebe 2 Seçimlik
Banka ve Sigorta Hukuku 2 Seçimlik
Sanayi İşletmeciliği 2 Seçimlik
Planlama Teknikleri 2 Seçimlik
Örgüt ve Yöntem 2 Seçimlik
Mâliye Politikası 2 Seçimlik
ÜÇÜNCÜ SINIF
SİYÂSET VE İDARE BİLİMLERİ BÖLÜMÜ
DÖRDÜNCÜ SINIF
SİYÂSET VE İDARE BİLİMLERİ BÖLÜMÜ
ÜÇÜNCÜ S I N I F
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ
DÖDDÜNCÜ S I N I F •
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ
724
Bu Yönetmeliğe göre K ü r s i '1er ve bunların öğretim üyelikleri de şöyle
düzenlenmiştir:
Devlet Nazariyeleri ve Siyâsî Hukuk: Prof. Dr. Yavuz Abadan (Kürsî Yö.)
Doç. Dr. Bülend Dâver
Asis. Dr. Mete Tuncay
Asis. Alâeddin Şenel
725
İktisad Târihî ve İktisadî Doktrin Prof. Câhid Talaş (Kürsî Yöneticisi)
ler Târihi Asis. Dr. Beşir H a m i t o ğ u l l a r ı
Asis. Vural Ö k t e m
tdâre Hukuku (1. Sınıf) Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta (Kürsî Yö.)
Doç. Dr. Şeref Gözübüyük
726
Âmme İdaresi Prof. Dr. Cemâl Mıhçıoğlu ( K ü r s î Yö.)
Asis. Oğuz O n a r a n
727
Devlet Nazariyeleri, Âmme
Hukuku ve Siyâsi Hukuk Âmme Hukuku II. Sınıf
Siyâsî Fikirler Târihi İdâri Şube (IV.)
Siyâsî Fikirler Târihi Siyâsî Şube (IV.)
728
MÜSTAKİL DERSLER
D E R S L E R OKUTULDUĞU S I N I F
Tabiî Kaynakların K o r u n m a s ı ve
İdaresi I I I . Sınıf i d â r i Şube
Âmme Hürriyetleri I I I . Sınıf (İd. Şb., Dip. ve Dış. Mü. Şb.)
Şehir ve Köy İjiyeni IV. Sınıf İdâri Şube
Toprak H u k u k u ve İ s k â n Politikası IV. Sınıf İdâri Şube
Siyâsî Partiler IV. Sınıf İdâri Şube
Mahallî İd. Mâliyesi ve T a t b i k a t t ı IV. Sınıf İdarî Şube
İ d â r i Ameliyeler Tahlili IV. Sınıf İ d â r i Şube
Türkiye'nin Etnik ve Sosyal Bünyesi IV. Sınıf (İd. Şb., Mâli Şube, Dip. ve Dış
M. Şb.)
Milletlerarası Siyasal ve Sosyal
Teşekküller I I I . Sınıf (Dip. ve Dış Mü. Şubesi)
Mukaayeseli Diplomasi II •» II II II ti II
729
ÖĞRENİCİ DAĞILIMI
Doktora Sınıfında da 4'ü kız, 43'ü erkek olarak 47 öğrenici mevcuddur. Bu yıl
sonunda 5'i erkek, l'i kız olmak üzere 6 kişi Siyâsî İlimler Doktoru o l m u ş l a r d ı r .
İdarî Şube 48, Mâlî Şube 1I8, Siyâsî Şube 42 me'zun vermiştir. Başarı oranı % 75
dir.
730
Öğrenici dağılımı ise şöyledir:
41
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Lisans Öğretim ve Sınav
Yönetmeliğinin ba'zı maddelerini değiştiren ve bu Yönetmeliğe geçici bir
madde ekleyen Yönetmelik
Madde 1 — 20/8/1966 târihinde yürürlüğe giren Yönetmeliğin 19., 20.. 21., 27.,
28., ve 31. Maddeleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:
DEVAMSIZLIK
Madde 19 — Bir öğretim yılı içinde değişik günlerde yapılan altmış yoklamada
ne sebeble olursa olsun b u l u n m a y a n öğreniciler, o yılın yaz dönemi sınavlarına
giremezler .
731
SINAV DÖNEMLERİ VE ZAMANI
BAŞARISIZLIK HÂLİ
Madde 31 — Birinci ve ikinci Sınıflarda iki yıl, Üçüncü Sınıfta üç yıl sınıfta
kalan öğrenicilerin Fakülte ile ilişiği kesilir.
Dördüncü Sınıfta kalan öğreniciler, devam zorunluluğu olmaksızın m ü t e a k i b
yıllarda sınavlara girebilirler. Yalnız 16. Maddenin seminerlere d e v a m mecburi
yeti koyan üçüncü fıkrası h ü k m ü saklıdır. İkinci yıldan- sonra bu öğrenicilere öğ
renici h a k l a n n d a n faydalanmalarını sağlayacak belgeler verilmez.
732 »
Geçici Madde — 1967 - 1968 öğretim yılında d ö n e m sınavında öğrenicilerin al
dıkları n o t l a r ortalaması yedi'den yukarı ise, bu o r t a l a m a 27. Maddenin Birinci
fıkrasında öngörülen o r t a l a m a hesabına katılır.
733
Bu ders yılında öğrenici dağılışı ise şöyledir:
o
•
9. VE SONUNCU KISIM
(Bugünkü)
S. B. F.
1 9 6 8 — oo...
1968'de S.B.F.
G E N E L BİLGİLER
{ 1) Bak.: Siyasal B i l g i l e r Fakültesi ( Ö ğ r e n i r i R e n b e r M ; Ankara Üniversite Basım Evi, 1968; S.B.F. Dekanlığı
Yayınlarından; 5. - 9 1 . sf.
( 2) Burada tekrar büyük b i r yanlışlık y a p ı l m a k t a d ı r . İ l k Mekteb-i M ü k i y y e , bu c i l d i n 57. sayfasında da sarih ola
rak isbatladığımız g i b i , 12 Şubat 1859'da; yüksey ö ğ r e t i m k u r u m u olarak da 1 Aralık 1877'de açılmıştır.
735
Döneminde derslere 20 Ekim'de başlanır ve 31 Ocak'ta son verilir. Yaz Dönemin
de derslere 1 Mart'da başlanır ve 3i Mayıs'da son verilir.
736
Bir öğrenicinin 4 yıllık normal öğrenimi sırasında
* ödediği harçlar şunlardır:
Lira
737
Kitaplık ıbinâsı üç k a t olarak inşâ edilmiş ve 1962 yılında tamamlanarak
ilgililerin istifâdelerine açılmıştır. B o d r u m ve zemin katlar k i t a p deposu o l a r a k
kullanılmaktadır. Zemin k a t t a Müdir ve m e ' m u r odaları ile bir gazete ve m e c m u a
odası. Öğretim Üye ve Yardımcıları için bir oda vardır. Birinci kat 735 m 2 d i r ;
Referans Kitaplığı ve 450 okuyucu için o k u m a salonu olarak kullanılır.
Kitaplık, Cumartesi, Pazar dâhil hergün. saat 9.00 dan 24.00'e k a d a r açıktır.
Kitaplık'da, kitap, kanun, istatistik, referans kitapları, ders k i t a p l a r ı olmak
üzere 63710 kitap m e v c u t d u r (1968).
Yapılan istatistiklere göre Öğretim Üye ve yardımcıları ile Öğrenicilerin Kü-
t ü b h â n e d e n bir sene içinde almış oldukları kitap adedi şöyledir:
738 •
KUTÜBHANE MEMURLARI N e r i m a n Sezgin: 1958'den beri çalışmaktadır (1968).
Kız E n s t i t ü s ü mevzunudur.
M
Prof. İ S M E T ALKAN ... ... 410
739
(Mülkiye 1924 Me'zunu Rahmetli) OSMAN CEMİL BATIR 10000
BÜTÇE KANUNUNUN
Yıllar ÖDENEĞİN ADI KRŞ.
Nu. TÂRİHİ FASLI Maddesi
740
1915 (1331 R.)'de Mülkiye'nin Muvakkat bir Bütçe Kanunu ile nasıl kapatıldı
ğını bu Ciid'in 4. Kısmı somanda ayrıntıları ile anlatmıştık. Mütâreke yıllarında
da "Muvâzene-i Umûrnivye Kanunlan"nda bu hususta bir -kayda rastlayamıyoruz.
Cumhuriyet Devri'nin Bütçelerinde "Mülkiye Mektebi Mesârif-i Dâime ve Maâ-
şât Tahsisatları" adı ile Maârif Vekâleti Bütçeleri'nde muntazaman- Mülkiye Öde
neklerini görüyoruz.:
741
Müessese, 1950'de Fakülte'ye çevrilince de ödenek durumu şöylece tesbît edil-
mişdir.
SERMÂYE TEŞKİLİ
CÂRİ GİDERLER YATIRIMLAR İÇİN
YILLAR TOPLAM
İÇİN İÇİN TRANSFER
HARCAMALAR
SINIFLAR ve DERSLER
D e r s l e r i n
Sayısı A d l a r ı Haftada Saat
1 iktisad 3
2 Siyâset Bilimine Giriş 2
3 Anayasa Hukuku 3
4 Siyâsî Târih 3
5 Hukûk'un Temel Kavramları ve Kurumları 2
G Borçlar Hukuku 2
7 Sosyoloji 3
8 İstatistik. 2
9 T O P L A M 28
743
İKTİSAD Dersi'nin kapsamı :
1 — Giriş:
a) Konu - Metod - K a v r a m l a r ;
b) Avrupa'da Mutlak Monarşi'nin Doğuşu;
c) Osmanlı i m p a r a t o r l u ğ u n u n Devlet Yapısı;
2 — Klasik Demokrasi'nin Doğuşu ve Gelişmesi - Temel Nitelikleri ve Sorun
ları.
3 — Marksist Demokrasi'nin Doğuşu ve Gelişmesi.
4 — Klasik ve Marksist Demokrasi Anlayışı'nın Karşılaştırılması.
5 — Üçüncü Dünya'ran Rejim Sorunları.
6 — Türkiye:
a) K u r t u l u ş Savaşı Rejimi;
b) 1924 Anayasası;
744
c) 27 Mayıs Rejimi;
ç) 1961 Anayasası'nm Temel ilkeleri - Buna göre Devlet Sistemi ve Ya
sama, Yürütme ve Yargı Organlan - Anayasa Mahkemesi - Türkiye'
deki Anayasa Hareketlerinin Evrensel Oluşumdaki Yeri.
SİYÂSÎ TARİH Dersinin bölümleri :
1 — 10. Yüzyılın Genel Çerçevesi — Başlıca Fikir Akımları ve bunların mil
letler arasındaki münâsebetlere te'sirleri.
2 — Osmanlı imparatorluğu ve Dış Politikası — Bunun 19. Yüzyılda Sömürge
cilik ve Politik Münâsebetlere te'sirleri.
3 — 20. Yüzyılda 1. ve 2. Dünya Savaşları, Sabebleri, Sonuç ve te'sirleri.
4 — Günümüzün Dünyası — İki Kutubhı Dünya'dan çok Kutublu Dünya'ya;
Millî Bağımsızlık Hareketleri ve Sömürgeciliğin Sonu; Milletlerarası Mü
nâsebetlerin Yeni Unsurları; Tarafsızlık ve Bağımsızlık.
5 — Milletlerarası Münâsebetlerin Atmosfer ve Uzaya Yayılması.
6 — Günümüz Dünyasında Türk Dış Politikasının Gelişmeleri.
745
4 — Borç Münâsebetinin K a y n a k l a r ı :
a) Akiddcn Doğan Borçlar;
b) Haksız F i T d e n Doğan Borçlar;
c) Sebebsiz İ k t i s a b d a n Doğan B o r ç l a r ;
5 — Borçların ifâ edilmemesi;
6 — Borçların Üçüncü Şahsa Te'siri;
7 — Borçların Sona Ermesi.
8 — Borçların Nevı'leri:
a) Müteselsil Borçlar;
b) Ş a r t a Bağlı B o r ç l a r ;
c) Ücret Tevkifi ve Cezaî Şart;
ç) Alacağın Temliki ve Borcun Nakli.
SOSYOLOJİ Dersinin kapsamı:
1 — Giriş Toplum Yaşayışı ve Sosyoloji — Sosyolojinin K o n u s u — Do
ğuşu — Gelişmesi.
2 — Kuramsal ve Uygulamalı Sosyolji — Toplum Yaşayışını Ş a r t l a n d ı n c ı Et
kenler — Sosyal İlişkiler.
3 — İnsan Toplulukları ve Toplumsal Örgütlenme — Toplumsal Sınıflar —
Toplumsal Değişme — Toplumsal Çözülme — Sosyoloji'de Metod.
İSTATİSTİK Dersinin kapsamı :
1 — Giriş — İstatistiğin Konusu.
2 — Değişkenler — Fonksiyonlar — Logarilm Kullanımı — Yuvarlanma — Gra
fikle Gösterme — Çokluk Dağılımları.
3 — Merkezî Eğilim Ölçüleri — Dağılım Ölçüleri — Örnekleme — İ s t a t i s t i k !
Tahmin — Hipotezlerin Test'i — Regresyon ve Korelasyon — Z a m a n Se
rileri Analizi — İndeksler.
II. S I N I F
D E R S L E R İ N
Sayısı A d l a r ı Haftada Saat
1 İktisad 2
2 Mâliye 3
3 Yönetim Bilimi 2
4 İdare Hukuku 3
5 Uluslararsı İlişkiler 3
6 Kamu Hukuku ve Devlet Teorileri 2
7 Medenî Hukuk 2
8 Ceza Hukuku ve Kriminoloji 3
9 Yabancı Dil (Almanca, İngilizce. Fransızca) 8
9 T O P L A M 28
746
AÇIKLAMA ve KAPSAMLARI
IKTİSAD Dersi'nin kapsamı :
1 — Fiat Teorisi ve Politikası:
a) Fiat — Arz ve Taleb — Piyasa — Tam Rekaabet, Monopol ve Aksak
Rekaabet Piyasalarında Fiyat Teşekkülü — Fiyat Politikası — Gaye
leri, Vâsıtaları ve Te'sirleri;
2 — İnkısam Teorisi ve Politikası — İnkısamın Mâhiyeti ve Umumî Prensip
leri:
a) R a n t — Ücret — Faiz — K â r ;
b) Devletin Gelir İ n k ı s a m ı n a Müdâhalesi — Millî Gelir ve İ s t i h d a m Teo
risi — İ s t i h d a m Teorisi'nin Ba'zı Temel K a v r a m l a r ı ;
3 — İşsizlik ve Başlıca Çeşitleri.
4 — Ekonominin Genel Dengesi ve İstihsal Seviyesi — Keynes'in İstihdam
Teorisi ve Noksan İ s t i h d a m Dengesi.
5 — Millî Gelir ve H a r c a m a l a r — Tam İ s t i h d a m Politikası.
6 — İktisâdı Gelişme ve Kalkınma.
748
5 — Suç — îzah ve Tarifi — K o n u s u — Suç Çeşitleri — Suçun Unsurları —
Teşebbüs — Suç ve Cezaların Çokluğu — Çeşitli Açılardan Suçlu — Suç
luların Çokluğu — Suçu Ağırlaştıran ve Hafifleten Hâl'ler — Suçun Hu
kukî Neticeleri — Tenkil ve Vâsıtaları — Önleme ve Vâsıtaları.
İHTİSAS SINIFLARI
I I I . S I N F : İKTİSAD ve MÂLİYE BÖLÜMÜ
D E R S L E R İ N KAPSAMLARI
749
eğrileri; arz esnekliği; t a m rekaabet ve firmanın etkinliği; doğrusal p r o g r a m l a m a .
Bölüşüm teorisi: F a k t ö r talebi; faktör arzı. Piyasa dengesi: T a m r e k a a b e t şartla
rı; kısmî denge; ö r ü m c e k ağı t e o r e m i ; d ö n e m l e r tahlili; uzun d ö n e m dengesi;
genel denge tahlili; refah iktisadı. Eksik r e k a a b e t : F i r m a dengesi; m o n o p o l ; oli-
gopol, duopol, m o n o p s o n ; eksik rekaaıbette etkinlik.
750
m i : a n l a m ı ; gelişme yönleri; k a r m a e k o n o m i n i n Türkiye'de doğuşu ve gelişmesi;
k a r m a .ekonominin nitelikleri; ekonomik p l a n ; Türkiye'de ekonomik planlar.
751
IV. SINIF İKTİSAD ve MÂLİYE BÖLÜMÜ
16 T O P L A M 36 Zorunlu) 8
Seçimlik 8
DERSLERİN KAPSAMLARI
752
sermâye hareketleri. Dış ö d e m e dengesizliklerinin giderilmesine ilişkin iktisâdi
politika tedbirleri. Türkiye ekonomisinin dış ekonomik ilişkileri.
753
Türkiye'de Banka sistemi. Milletlerarası p a r a ve bankacılık problemleri. P a r a ve
b a n k a politikası.
İŞLETME İKTİSADI (II) Dersi'nin kapsamı için IV. Sınıf İşletme B ö l ü m ü ' n e
bakınız.
754
III. SINIF SİYÂSET ve İDARE BİLİMLERİ BÖLÜMÜ
•I
5 Temel Haklar ve Özgürlükler 2
6 Siyasal Davranış 2
• 1
15 T O P L A M 33 Zorunlu | 9
Seçimlik| 6
DERSLERİN KAPSAMLARI
MÂLİYE Dersi'nin kapsamı için LII. Sınıf İktisad ve Mâliye B ö l ü m ü ' n e bakınız.
755
letleri: Büyük Britanya ve P a r l a m e n t a r i z m ; F r a n s a ; Federal Almanya; italya; Ame
rika Birleşik Devletleri. Toplumsal hürriyetçi düzen devletleri: Sovyetler Birliği; halk
demokrasileri. Kişisel ve toplumsal hürriyetçi düzen devletlerinin karşılaştırılması.
Asya ve Afrika Devletleri: Hind devlet sistemi; az gelişmiş ve yeni ülkelerde si
yâsî sistem a r a m a l a r ı .
756
olayları. Birinci Meşrûtiyet ve Abdülhamid. îç olaylar. Abdülhamid devrinin dün
ya görüşü. Siyâsî cereyanlar. Bu devrin devlet ve toplum yapısı. İkinci Meşrûtiye
ti getiren iç ve dış etkenler. İkinci Meşrûtiyetin dünya görüşü. Siyâsî cereyanlar
ve siyâsî hayat. İkinci Meşrûtiyetin bilançosu. İ m p a r a t o r l u ğ u n sonu. Osmanlı İm
p a r a t o r l u ğ u n u n siyâsî mîrâsı.
757
DERSLERİN KAPSAMLARI
758
YÖNETİM BİLİMİ Dersi'nin kapsamı: Personel idaresi: Konusu; k a p s a m ı ; per
sonel idâresinin- gelişimi. Türkiye'de k a m u personeli: Personel alma. Personelin Sı
nıflandırılması. Ücret. Personelin değerlendirilmesi, Terfi'i. Personelin yetiştirilmesi.
K a m u personelinin hak ve hürriyetleri. Disiplin, ihtiyatî tedbirler; m ü r a c a a t yolla
r ı . Sosyal h a k l a r ve yardımlar. Çalışma saatleri; d e v a m ; izin ve ta'tiller. Hizmetten
ayrılma. M e ' m u r sendikaları. Personel işlerini yürüten teşkilât.
759
Alt-gruplar: Köy; ağalık; şeyhlik; şehir tipleri. Aile ve a k r a b a l ı k : Köy ve şehir
aile tipleri. T a r ı m ekonomisi: Toprak mülkiyeti şekilleri; t a r ı m işletmeciliği; mü
badele sistemi; mübadele biçimleri; p a z a r l a m a ; k o n j o n k t ü r e bağlılık. T ü r k toplu
m u n d a sınıflaşma. T o p l u m u m u z u n ba'zı temel özellikleri. Toplumsal yapının birey
üzerindeki etkileri. T ü r k t o p l u m u n d a toplumsal değişme ve planlama.
TÜRKİYE İKTİSADI Dersi'nin kapsamı için IV. Sınıf İktisad ve Mâliye Bölümü
ne bakınız.
760
III. SINIF ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ
DERSLERİN KAPSAMLARI
MİLLETLERARASI POLİTİKA Dersi'nin k a p s a m ı : Dersin adı; öğretimi ;konusu.
Milletlerarası politika. Devletler camiası. Milletlerarası h u k u k u n milletlerarası poli
tikadaki yeri. Milletlerarası kurulların milletlerarsı politikada yeri. Kuvvet denge
si sistemi. Milletlerarası politikayı etkileyen ana u n s u r l a r : Coğrafya; jeopolitik;
nüfusun önemi; ekonomik m ü n â s e b e t l e r ; milliyetçilik. Dış politika: K a v r a m ı ; iç
politika ile m ü n â s e b e t l e r i ; dış politikada ideoloji; millî menfaat. Dış politikanın
hazırlanışı ve uygulanışı. T ü r k dış politikası: Hazırlanması; kararlaştırılması; uy
g u l a n m a s ı ; kontrolü.
SİYÂSÎ TÂRİH Dersi'nin k a p s a m ı : Birinci Dünya Savaşından sonra Avrupa ve
Dünya düzeni. Avrupa'da totaliter rejimlerin k u r u l u ş u : Sovyetler Birliği; İtalya;
Almanya, iki Dünya Savaşı arasında Avrupa dengesi. İki Dünya Savaşı arasında
geri kalmış ülkelerin d u r u m u ve bağımsızlık mücâdeleleri: Türk İstiklâl Savaşı
ve Türkiye Cumhuriyetinin k u r u l u ş u ; Arap ülkeleri; Asya ülkeleri. îki Dünya Sa
vaşı arasındaki milletlerarası işbirliği d e n e m e l e r i : Milletler Cemiyeti; silâhsızlan
ma ve borçlar mes'elesi. İki Dünya Savaşı arasında Amerika Birleşik Devletleri.
Bu d ö n e m d e T ü r k Dış Politikası.
761
İKTİSADÎ DÜŞÜNCELER TÂRİHİ Dersinin kapsamı için I I I . Sınıf i k t i s a d ve
Mâliye Bölümü'ne bakınız.
DEVLETLER UMÛMÎ HUKUKU Dersinin kapsamı: Devletler H u k u k u n u n geliş
mesi; mâhiyeti; k a y n a k l a n ; iç hukukla ilişkileri. Devletler H u k u k u n u n şahıslan.
Devletin kurucu u n s u r l a n . Devlet çeşitleri. Devlet birlikleri. F e r d ve Devletler Huku
ku. Tanıma. Devletin yetkileri. Yetkilerin hukukî mâhiyeti. Ülke üzerinde yetkiler.
iç sular. K a r a s u l a n ve bitişik bölge. Boğazlar. K a n a l l a r ve nehirler Hava ve Uzay
Hukuku. Ülke iktisabının şekilleri. Devletlerin halef o l m a l a n . Devletin yabancılar
üzerindeki yetkileri. Açık denizler. Kıt'a sahanlığı. Devletin milletlerarası soru
mu.
DEVLETLER HUSUSÎ HUKUKU Dersinin kapsamı: Milletlerarası t o p l u m ve
milletlerarası hukuk. Devletler Husûsî H u k u k u ' n u n k o n u s u ; b ö l ü m l e r i ; m â h i y e t i ;
k a y n a k l a n . Tâbiiyet: Tâbiiyetin hukukî mâhiyeti. Hukuk düzenindeki rolü. Tâbiiye
tin genel ilkeleri. Türk Vatandaşlık Hukuku. Tüzel kişilerin tâbiiyeti. Gemilerin ve
hava gemilerinin tâbiiyeti. Yabancıların hukukî d u r u m u : Yabanca k a v r a m ı ve ya
b a n c ı l a r a ! hukukî d u r u m u . Târihî gelişim. Milletlerarası h u k u k b a k ı m ı n d a n ya-
b a n c ı l a n n hukukî d u r u m u . Osmanlı İ m p a r a t o r l u ğ u n d a ve Türkiye Cumhuriyetin
de y a b a n c ı l a n n hukukî d u r u m u .
TÜRK SİYÂSÎ HAYÂTI Dersi'nin kapsamı için III. Sınıf Siyâset ve I d â r e Bilim
leri Bölümü'ne bakınız.
SİYÂSİ REJİMLER VE DEVLET SİSTEMLERİ Dersinin kapsamı için I J L Sınıf
Siyâset ve İdare Bilimleri Bölümü'ne bakınız.
MAKRO İKTİSAD Dersi'nin kapsamı için III. Sınıf İ k t i s a d ve Mâliye B ö l ü m ü ' n e
bakınız.
SOSYAL BİLİMLER METODOJİSİ Dersi'nin kapsamı için I I I . Sınıf Siyâset ve
Idâre Bilimleri Bölümü'ne bakınız.
BÖLGESEL POLİTİKA Dersi'nin, kapsamı: Bölgenin konusu: Coğrafî d u r u m ; et
nik gruplar; dinsel ve kültürel gelenek. Tarihsel geçmiş: Bölgenin y a b a n c ı ü s t ü n l ü k
altına girmesi; yabancı yönetimlerin etkisi; yabancı yönetime karşı mücâdele. Ba
ğımsızlık ve bağımsızlığın getirdiği sorunlar. Ulusal birlik sorunu; y ö n e t i m düze
ni ve yönetici k a d r o s o r u n u ; ekonomik kalkınma sorunu. Bölge ve uluslararsı po
litika: Bölge ulusları arasındaki anlaşmazlıklar; bölgesel işbirliği ve b i r l e ş m e de
n e m e l e r i ; bölge üzerinde Doğu-Batı çekişmesi.
İKTİSAD TÂRİHİ Dersi'nin kapsamı için I I I . Sınıf İktisad ve Mâliye Bölümü'ne
bakınız.
İKTİSÂDİ SİSTEMLER Dersi'nin kapsamı için I I I . Sınıf İktisad ve Mâliye Bölü
mü'ne bakınız.
MÂLİYE Dersi'nin kapsamı için I I I . Sınıf İktisad ve Mâliye Bölümü'ne bakınız,
TEMEL HAKLAR VE ÖZGÜRLÜKLER Dersi'nin kapsamı için I I I . Sınıf Siyâset
ve İ d a r e Bilimleri Bölümü'ne bakınız.
SİYÂSÎ DAVRANIŞ Dersi'nin kapsamı için I I I . Sınıf Siyâset ve İ d a r e Bilimleri
Bölümü'ne bakınız.
762
DERSLERİN KAPSAMLARI
SİYÂSÎ TÂRİH Dersi'ni11 kapsamı: İkinci Dünya Savaşının askerî gelişmeleri.
İkinci Dünya Savaşı içinde Müttefikler-arası diplomatik ilişkiler. İkinci Dünya
Savaşı içinde Türk Dış Politikası, ikinci Dünya Savaşından sonra milletlerarası
işbirliğini devam ettirme teşebbüsleri. Bu teşebbüslerin sona erişi. İkinci Dünya
Savaşından sonra A.B.D.'nin, Sovyet Birliği ve Komünist Çin'i durdurma politika
sı, Sovyetler Birliği'nin Doğu Avrupa'daki durumu ve peyk ülkelerin kuruluşu.
A.B.D.'nin Uzak Doğu'da durumu. Sömürgelerin tasfiyesi. İkinci Dünya Savaşın
dan sonra Türk Dış Politikası.
DEVLETLER UMÛMÎ HUKUKU Dersinin kapsamı: Devletlerarası münâsebetle-
rin organları: Devlet başkanlan; Dışişleri Bakanları. Diplomasi temsilcileri. Konso
loslar. Andlaşmalar: Mâhiyeti ve yapılması; hukukî neticeleri; sona erişi. Millet-
lerarsı teşkilâtlanma: Milletler Cemiyeti; Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, Bölge teş
kilâtlan; Milletlerarası idâri ve teknik ihtisas müesseseleri. Uyuşmazlıkların ıbanş
yoluyla çözümlenmesi^ Diplomatik yollardan çözüm; milletlerarası hakemlik; mil
letlerarası yargı yolu. Zorlama yollarına başvurma: Harbe-varmayan zorlamalar;
Milletlerarası teşkilâtların zorlama tedbirleri. Hanb Hukuku. Tarafsızlık.
DEVLETLER HUSÛSÎ HUKUKU Dersinin kapsamı: Hukukların çatışması. Tanı-
,mı ve çeşitleri; hukukların çatışması alanında târihî gelişim; hukukların çatışması
763
kurallarının yapısı ve Devletler husûsî h u k u k u ' n u n k a y n a k l a n sorunu; yargı yetkisi
çatışması; y a s a m a yetkisi ç a t ı ş m a s ı ; m a k a m yetkisi çatışmaları h a k k ı n d a genel
bilgi ve konsolosluk h u k u k u n a geçiş. Konsolosluk H u k u k u : Konsolosluk müesse
sesi; Osmanlı i m p a r a t o r l u ğ u n d a ; konsolosluklara t a n ı n a n ayrıcalık ve dokunul
mazlıklar; konsolosların görevleri; savaş sırasında konsoloslar.
TÜRKİYE İKTİSADI Dersi'nin kapsamı için IV. Sınıf İ k t i s a d ve Mâliye Bölü
m ü ' n e bakınız.
ULUSLARARASI İKTİSAD Dersi'nin kapsamı için IV. Sınıf İktisad ve Mâliye
B ö l ü m ü ' n e bakınız.
TÜRK SİYÂSÎ HAYÂTI Dersi'nin kapsamı için IV. Sınıf Siyâset ve î d â r e Bilim
leri B ö l ü m ü ' n e bakınız.
TÜRK DIŞ POLİTİKASI Dersi'nin kapsamı : Türkiye C u m h u r i y e t i n i n kurulu
şu: Millî Mücâdelenin amaçları; Millî Mücâdele sırasında dış politika; Lausanne
Konferansı. T ü r k Dış politikasının a m a ç l a r ı : Ulusal güvenlik; iyi k o m ş u l u k ; uluslar
arası işbirliği. T ü r k -dış politikasını biçimlendiren' etkenler. Ulusal güvenlik ve
Türk dış politikası. Türkiye ve k o m ş u l a n . Türkiye ve uluslararsı işbirliği: Millet
ler Cemiyeti; Birleşmiş Milletler; Avrupa'nın bütünleşmesi ve Türkiye. Türkiye
ve Asya-Afrika ulusları. E k o n o m i k sorunlar ve T ü r k dış politikası. T ü r k dış poli
tikası nasıl çiziliyor: Siyâsî iktidarın r o l ü ; teknisyenlerin rolü; k a m u oyu ve
dış politika.
764
III. SINIF İŞLETMECİLİK BÖLÜMÜ
D E R S L E R İ N KAPSAMLARI
765
y ü r ü t ü l m e s i n d e ; a r a ş t ı r m a ve geliştirme fonksiyonunun icrasında; personel idare
si fonksiyonunun y a r a r l a n m a s ı n d a işletme matematiği ve istatistiği. İktisâdi işlet
melerde ,karar alma âleti olarak işletme matematiği ve istatistiği. " P E R T " ve
"CPM" metodları.
766
DERSLERİN KAPSAMLARI
767
cak esaslar; vâsıtaları. İktisadî işletmelerde finansman fonksiyonu; m â h i y e t i ; öne
m i ; n e v i l e r i ; organizasyon esasları; işletmelerde kuruluş ve işleyiş finansmanı.
İktisâdi işletmelerde a r a ş t ı r m a ve geliştirme; personel idaresi ve p l a n l a m a fonksi
yonları.
MÂLÎYE POLİTİKASI Dersi'nin kapsamı için IV. Sınıf İktisad ve Mâliye Bö
l ü m ü n e bakınız.
768
KÜRSÎLER, BUNLARA BAĞLI DERSLER
BAĞIMSIZ DERSLER, KÜRSÎ MENSUBLARI
DEVLETLER HUSÛSÎ HUKUKU KÜRSÎSİ: (Kürsî Profesörü: Prof. Dr. İlhan Unat)
769
İDARE HUKUKU KÜRSÎSİ : (Kürsî Profesörü: Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta)
Kürsîye Bağlı Dersler : — Türkiye İktisadı (4. İ k t . ; İşi.; Ulus.; Siy. İd.)
— Para-Banka Teorileri ve Politikaları (4. İkt.)
— Ziraî İktisad (4. İkt.)
— Nüfus ve Yerleşme Coğrafyası (3. Siy. İd.)
770
İSTATİSTİK VE EKONOMETRİ KÜRSÎSİ : (Kürsî Yön.: Doç. Dr. Uğur K o r u m )
771
MALİYE KÜRSÎSİ: (Kürsî Profesörü: Prof. Bedri Gürsoy)
772
Kürsiye Bağlı Dersler : — Siyâsî Târih (1. Sınıf)
— Siyâsî Târih I (3. Ulus.)
— Siyâsî Târih II (4. Ulus.)
— T ü r k Dış Politikası (4. Ulus.)
SOSYAL SİYÂSET ve İŞ HUK. KÜRSÎSİ: (Kürsî Profesörü: Prof. Dr. Câhid Talaş)
TİCÂRET HUKUKU KÜRSÎSİ : (Kürsî Profesörü: Prof. Dr. Said Kemâl Mimâroğhı)
773
Kürsîye Bağlı Dersler : — T ü r k Siyasal Hayatı I (3. Siy. î t i ; Ulus.)
— T ü r k Siyasal Hayatı XI (4. Siy. îd.; Ulus.)
ULUS. İKTİSAD ve İKTİSADÎ GELİŞME KÜR : (Kürsî Prof: Prof. Dr. B. Üstünel)
1 9 3 7
S B O ve S B. F. ' d e S.B.O. Ankara'ya taşındıktan ve 1950'de Fakül-
te
YAYINLARI hâline geldikten sonra yayımlanan b ü t ü n ilmî
(1937 — 1968) eserler liste hâlinde aşağıya çıkarılmıştır. Liste'de
hiçbir atlama ve eksik yoktur. Yayınlar resmî kayıdlardan çıkarılmıştır:
774
6. Kuyucak, Hazım Atıf, Muhasebe Prensipleri I. Cilt: İ s t a n b u l , 1938, 151 s.
7. Kuyucak, Hazım Atıf, Para ve Banka, I. Cilt: İstanbul, 1939, 359 s.
8. Aybar, Celâl, Teorik ve Teknik İstatistik Dersleri: İstanbul, 1941, 233 s.
9. Merkl, Adolf, Umûmî* İ d a r e Huk., Çev.: Bedri Tâhir Şaman: Ankara, 1932, 553 s.
10. Başgil, Ali Fuıad, Esas Teşkilât H u k u k u Dersleri, I. C; Ankara, 1943, 224 s.
11. Alsan, Zeki Mes'ud, Devletler H u k u k u Dersleri, Ankara, 1947, 623 s.
12. Reuter, Ernst, K o m ü n Bilgisi, Şehirciliğe Giriş, Çev.: Niyazi Çıtakoğhr Bekir
Sıtkı Baykal, Ankara, 1940, 348 s.
13. Esen, Bülend Nuri, Medenî H u k u k Ders N o t l a n : Ankara 1941, 304 s.
14. Köklü, Aziz, Türkiyede P a r a Mes'eleleri, "1914-1946 Devresinde P a r a Siyâsetimiz
ve Paramızın Kıymeti", Ankara, 1947, 84 s.
15. Göktürk, Hüseyin Avni, T ü r k Medeni Hukuku, Birinci k i t a p : Ş a h s ı n H u k u k u ,
2. Basım, Ankara, 1945, 239 s.
16. Göktürk, Hüseyin Avni, T ü r k Medenî H u k u k u , İkinci K i t a p : Aile Hukuku, 2.
Basım, Ankara, 1945, 289 s.
17. Yavuz, Fehmi, Köy İdarelerimizin Mâliyesi, Ankara, 1946, 100 s.
18. Feyzioğhı, Turhan, İ d a r e H u k u k u n d a Emprevizyon Nazariyesi (Beklenmiyen
Hâller Mes'elesi), Ankara, 1947, 102 s.
10. Feyzioğlu, Turhan, K a n u n l a r ı n Anayasaya Uygunluğunun Kazaî Murakabesi
(Yabancı Memleketlerde - Türkiyede), Ankara, 1951, 385 s.
20. Karafakih, İsmail Hakkı, Hukuk Muhakemeleri Usûlü Esasları, Ankara, 1952,
298 s.
21. Yavuz, Fehmi, Ankara'nın İ m â r ı ve Şehirciliğimiz, Ankara, 1952, 116 s.
22. Göreli İsmail Hakkı, İl İdaresi, Ankara, 1952, 452 s.
23. Alsan, Zeki Mes'ud, Müşterek Emniyet Problemi, Ankara, 1952, 72 s.
24. Aren, Sudun, Veraset Vergisi Üzerinde Bir Deneme, Ankara, 1952, 169 s.
25. Payashoğlu, Arif T., Siyâsî Partiler, Ankara, 1952, 123 s.
26. Abadan, Yavuz, Âmme H u k u k u ve Devlet Nazariyeleri, Ankara, 1952, 399 s.
27. Meray, Seha L., Devletler H u k u k u n d a , Birleşmiş Milletler Andlaşması ve Tat-
bikaatına Göre, Millî Yetki Mes'elesi, Ankara, 1952, 189 s.
28. Ayiter, Kudret, Medenî H u k u k ' d a Tasarruf Muameleleri, Ankara, 1953,'161 s.
29. Alsan, Zeki Mes'ud, Silâhsızlanma Problemi, Ankara, 1953, 91 s.
30. Esmer, Ahmed Şükrü, Siyâsî Târih (1919-1939), Ankara, 1953, 303 s.
31. Yavuz, Fehmi, Şehircilik Ders Kitabı, Ankara, 1953, 198 s.
32. Savcı, Bahri, İ n s a n H a k l a n (Kanunilik Yolu İle K o r u n m a s ı ) , Ankara, 1953, 328 s.
33. Bilge, A. Suad, Tebaanın Yabancı Memleketlerde Diplomatik Himâyesi, Anka
ra, 1953, 162 s.
34. Armaoğlu, Fahir H., Seçim Sistemleri, Ankara, 1953, 180 s.
35. Graue, Ervvin, İktisad Ders N o t l a n , Birinci Fasikül, Çev.: Nejad Bengül, An
k a r a ,1953, 107 s.
775
36. Graaıe, Erwin, İktisad Ders N o t l a n , İkinci Fasikül, Çev.: Nejad Bengül, Anka
ra, 1953, 55 s.
37. Göreli, İsmail Hakkı, Devlet Şûrası (Şûrây-ı Devlet, Danıştay), Ankara, 1953,
330 s.
38. Talaş, Câhid, Sosyal Güvenlik ve Türk İşçi Sigortaları, Ankara, 1953, 168 s.
39. Blakey, Roy, G., Mâliye Ders Notları, Birinci Fasikül, Çev.: Reşad Aktan, An
kara, 1953, 180 s.
40. Ortak çalışma, Türkiye'de Ziraî Makinalaşma, Ankara, 1954, 194 s.
41. Dimock, Marshall E,, Â m m e İdâresinin Prensipleri, Çev.: Nermin Abadan, An
kara, 1954, 149 s.
42. Ferman, Cumhur, Fiat Hareketlerinin Muhasebe Prensipleri Üzerine Te'siri ve
Bilanço Teorileri, Ankara, 1954, 212 s.
43. Birleşmiş Milletler Yayını, Avrupa Memleketlerinde Kira Politikası, Çev.: Câ-
hid Talaş, Ankara, 1954, 63 s.
44. Selen, Hâmid Sadi, Türkiye Coğrafyasının Anahatları, Ankara, 1954, 222 s.
45. Aktan, Reşad, Türkiye'de Ziraat Mahsulleri Fiyatları, Ankara 1955, 365 s.
46. Duverger, Maurice, A m m e Mâliyesi, Çev.: İsmail Hakkı Ülkmen, Ankara, 1955,
104 s.
47. Talaş, Câhid İçtimaî İktisad Dersleri, Ankara, 1955, 431 s.
48. Mıhçıoğlu, Cemâl, Personel idaresinde Beşerî Münâsebetler, Ankara, 1955,
247 s.
49. Dâver, Bülend, Türkiye Cumhuriyetinde Laiklik, Ankara, 1955, 259 s.
50. Aygen, Cemâl M.F Teşri'î Faaliyetinden Dolayı Devletin* Hukukî Mes'uliyeti,
Ankara, 1955, 112 s.
51. Turgay, Rıza, Çederal Almanya Merkez Bankacılığı, Ankara, 1955, 45 s.
52. Matthews, A.T., Emergent Turkish Administrators, Ankara, 1955, 76 s.
53. Mathews,'A.T., Yetişen Türk İdarecileri, 'Çev.: Nermin Abadan, Ankara, 1955,
78 s.
54. Abadan, Nermin, Halk E f k â n Mefhûmu ve Te'sir Sahaları, A n k a r a 1956, 176 s.
55. Seyhan, Bedrettin, Garbî Almanya Federal Cumhuriyetinde İstihlâk Vergileri,
Ankara, 1955, 36 s.
56. İskân ve Şehircilik Enstitüsü, İskân ve Şehircilik Haftası Konferansları, An
kara, 1056, 116 s.
57. Kurnovv, Ernst, A r a ş t ı r m a El Kitabı, Çev.: Sûdıın Aren, Ankara, 1956, 35 s.
58. Flanz, Gisbert H., XIX. Asır Avrupasında Anayasa H a r e k e t l e r i (Anayasacılık
Hareketlerinin- Mukaayeseli Olarak İncelenmesi), Çev.: Necat Erder; Şerif
Mardin; Aydın Sinanoğlu, Ankara, 1956, 138 s.
59. Kurnow, Ernst, Türkiye'de Bütçenin Hazırlanışı, Çev.: Sâdun Aren, Ankara,
1956, 60 s.
60. Akdeniz, Gıyas, Vergi B a k ı m ı n d a n Gelir, Ankara, 1956, 15 s.
61. Pommery, Louis, Yeni Zamanların İktisad Târihi (1890-1939), Çev.: Câhid
Talaş, Ankara, 1956, 286 s.
776
62. Payaslıoğlu, Arif T., Seçimler ve Oy Verme Üzerinde Yapılan Araştırmalarda
Kullanılan Metodlar, Ankara, 1956, 84 s.
63. Gorvine, Albert, An Outline of Turkish Provincial and Local Government,
Ankara, 1956, 27 s.
64. Obut, Said, K.F Türk H u k u k u n d a Yabancı Hakikî ve Hükmî Şahısların Aynî
Haklardan- İstifâdesi, Ankara, 1956, 145 s.
65. Erginay, Akif, İ s t i h d a m ve Gelir Hakkında 1955-64 Arası On Yıllık İtalyan
Gelişme Programı, Ankara, 1956, 92 s.
66. Mey, Abram, T ü r k Devlet Muhasebesi Üzerinde Düşünceler, Çev.: Cumhur
Ferman, Ankara, 1956, 32 s.
67. Kurnow, Ernst, The Turkish Budgetary Process, Ankara, 1954, 66 s.
68. Laufenburger, H., Mukaayeseli Bütçeler, Çev.: Turgut Omay, Ankara, 1956,
104 s.
69. Oker, Nazif, T ü r k Vergi Sisteminin Anahatlan, Ankara, 1956, 89 s.
70. Yavuz, Fehmi, Şehirciliğimiz H a k k ı n d a Mukaayeseli Raporlar, Ankara 1956,
67 s.
71. Jeze, Gaston, Mâliye İlmi ve Fransız Mâlî Mevzuatı H a k k ı n d a Başlangıç Ders
leri, Çev.: Mehmed Ertuğruloğlu, Ankara, 1957, 487 s.
72. Stone, Richard, Sosyal H e s a p l a r ve İktisâdı Modeller, Çev.: Sâdun Aren, Atti-
La Karaosmanoğlu, Nejad Bengül, Ankara, 1957, 59 s.
73. Öğretmen, İbrahim, Ankara'da 158 Gecekondu H a k k ı n d a Monografi, Ankara,
1957, 48 s.
74. Erginay, Akif, Mukaayeseli Bütçe, Ankara, 1957, 136 s.
75. Freyer, Hans, Sosyolojiye Giriş, Çev.: Nermin Abadan, Ankara, 1957, 197 s.
76. Talaş, Câhid, Sendika Hürriyeti, Ankara, 1957, 54 s.
77. Gorvine, Albert - Barber, Laurence L., Organization and F u n c t i o n s of T u r k i s h
Ministries, Ankara, 1957, 212 s.
78. Millet, John D., Devlet Plânlarının Hazırlanması, Çev.: Mümtaz Soysal, An
kara, 1957, 77 s.
79. Stone, Donald C, İktisadî Gelişme Programlarının Yürütülmesi İçin Millî Teş
kilâtlanma, Çev.: Mümtaz Soysal, Ankara, 1957, 74 s.
80. White, Leonard D., Âmme İ d a r e s i n e Giriş, Çev.: A. T. Payaslıoğlu, R. Toluner,
Ankara, 1957, 302 s.
81. Armaoğlu, Fahir H., Amerikan-Japon Münâsebetlerinin On Yılı (1931-1941),
Ankara, 1957, 242 s.
82. Gözü büyük. A. Şeref; Kili, Suna, T ü r k Anayasa Metinleri ( T a n z i m a t t a n Bu
güne K a d a r ) , Ankara, 1957, 124 s. (S.B.F. ile N.Y.Ü. ortak yayını)
83. Türk, İsmail, İktisadî Gayeli Mâlî Yatırımlar (Nazariye ve T a t b i k a a t ) , Anka
ra, 1957, 345 s.
84. Ortak Çalışma, Kaza ve Vilâyet Üzerinde Bir Araştırma, Ankara, 1957, 160 s.
(S.B.F. ile N.Y.U. o r t a k yayını)
777
85. Gözübüyük, A. Şeref; Sezgin r Zekâi, 1924 Anayasası H a k k ı n d a k i Meciis Gö
rüşmeleri, Ankara, 1957, 477 s. (S.B.F. ile N.Y.U. ortak yayını)
86. İskân ve Şehircilik Enstitüsü, İkinci İskân ve Şehircilik Haftası Konferans
ları, 5-7 Haziran 1957, Ankara, 1958, 158 s.
87. Habakkuk, John H.; Sauvy, Alfred; Saraceno, Pasquale; Lary, Hal B.; Nurs-
ke, Ragnar, Lectures on Economie Development; E t u d e s sur le Developpment
Economique, İstanbul, 1958, 200 s. (S.B.F. ile İ s t a n b u l İktisad Fakültesi or
tak yayını)
88. Gölcüklü, Feyyaz, Ceza Dâvasında Şahıs Hürriyeti (Muvakkat Yakalama-Tev-
kif), Ankara, 1958, 198 s.
89. Mıhçıoğlu, Cemâl, Amerika Bileşik Devletlerinde Kadroların Sınırlandırılması,
Ankara, 1958, 179 s.
90. Hiçşaşmaz, Mazhar, Muzaaf Muhasebe Usûlünün Kurucusu Luca Paciolo.
Eseri ve Te'sirleri, Ankara, 1958, 42 s.
91. Bıalta, Tahsin Bekir; Savcı, Bahri; Abadan, Yavuz; R a p p o r t s du Legislatif et
de l'Executif en Turquie, Ankara, 1958, 97 s.
92. Soysal, Mümtaz, Demokratik İktisadî Plânlama İçin Siyâsî Mekanizma, An
kara, 1958, 171 s. (S.B.F. ile T.O.D.A.I.E. O r t a k yayını)
93. Meray, Seha L., Devletler H u k u k u n a Giriş, Cilt I. Ankara, 1959, 522 s.
94. Sturm, Albert L.; Mıhçıoğlu, Cemâl, Türk Âmme İdaresi Bibliografyası (1928-
1957), Ankara, 1959, 231 s. (S.B.F. ile N.Y.U. ortak yayını)
95. S t u r m , Albert L.; Mıhçıoğlu, Cemâl, Bibliography on Public Administration
in Turkey, Ankara, 1959, 224 s. (S.B.F. ile N.Y.U. ortak yayını)
96. Chennery, Hollis B., Gelişme Politikası ve Programları, Çev.: Nejad Bengül,
Ankara, 1959, 72 s.
97. Çev.: A. H a l û k Ülman, Milletlerarası Münâsebetler Öğretimi (öğretmenler
İçin Bir Rehber Taslağı), Ankara, 1959, 28 s.
98. Mıhçıoğlu, C e m â l ; Günal, H. Yılmaz, Müstakbel İdareciler İçin Bir Tahsil-lçi
Staj Programı, Ankara, 1959, 85 s.
99. Abadan, Nermin, Bürokrasi, Ankara, 1959, 247 s.
100. Gönlübol, Mehmed, Barış Z a m a n ı n d a Sahil Sularının ( K a r a s u l a n ve Bitişik
Bölge) Hukukî Statüsü, Ankara, 1959, 269 s.
101. Abadan, Yavuz; Savcı, Bahri, Türkiye'de Anayasa Gelişmelerin-e Bir Bakış,
Ankara, 1959, 84 s.
102. İskân ve Şehircilik Enstitüsü, Üçüncü İskân ve Şehircilik Haftası Konferans
ları, 21-23 Mayıs 1958, Ankara, 1959, 129 s.
103. Meray, Seha L., Devletler H u k u k u n a Giriş, Cilt I I , Ankara, 1959, 533 s.
104. Çeşitli Yazarlar, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yüzüncü Yıl Armağanı, Ankara,
1959, 333 s.
105. Abadan, Yavuz; Abadan, N e r m i n ; Dâver, B ü l e n d ; Tuncay, Mete, Devlet Felse
fesi. Seçilmiş Okuma Parçaları, Ankara, 1959, 531 s.
778
106. Çev.: Yavuz, Fehmi, Şehircide Aranan Vasıflar H a k k ı n d a ingiliz Kıraliyet
Komisyonu Raporu, Ankara, 1960, 126 s.
107. Abadan, Yavuz; Balta, Tahsin Bekir; Savcı, Bahri, İncelemeler, Ankara, 1960,
107 s.
108. Dış Münâsebetler Enstitüsü, Devletler H u k u k u Öğretimi S y m p o s i u m u (8-9
Mayıs 1959) Ankara, 1959, 129 s.
109. Üstüncl, Besim, Modern Ekonomilerde P a r a ( P a r a Teorisi ve P a r a Politikası),
Ankara, 1960, 149 s.
110. Ülkmen, İsmail Hakkı, Mahallî İdareler Mâliyesi Dersleri, Ankara, 1960, 539 s.
111. Talaş, Câhid, Avrupa İktisadî Camiası İçinde Sosyal Politikamızın Muhte
mel Gelişme İstikaametleri, Ankara, 1960, 25 s.
112. Aktan, Reşad, Müşterek Pazar Karşısında Türkiye Ziraatı, Ankara, 1960, 115 s.
113. Ataöv, Türkkaya, Sovyet Rusya'da İşçilerin Bugünkü D u r u m u (İşçinin Par
ti, Devlet ve Sendikalarla Münâsebeti), Ankara, 1960, 93 s.
114. Üstünel, Besim, Milletlerarası İktisadî Birleşmeler Teorisi (Avrupa Müşterek
P a z a n ve Türkiye), Ankara, 1960, 192 s.
115. Savcı, Bahri; Armaoğlu, Fahir H.; Dâver, Bülend, Yeni Fransız Anayasası
Üzerine Bir Seminer, Ankara, 1960, 59 s.
116. Ferman, Cumhur, Banka İşletmelerinde Maliyet Muhasebesi ve İşletme Büt
çeleri, Ankara, 1960, 49 s.
117. Hiçşaşmaz, Mazhar, Ticarî Muhasebe Problemleri, Ankara, 1960, 207 s.
118. Geray, Cevad, Şehir Planlamasının Başlıca Tatbik Vâsıtalan (Genel Olarak
ve Türkiye'de), Ankara, 1960, 204 s.
119. Aren, Sâdun, İstihdam, P a r a ve İktisadî Politika, Ankara, 1960, 241 s.
120. Kant, İmmanuel, Ebedî Barış Üzerine Felsefî Deneme, Çev.: Yavuz Abadan;
Seha L. Meray, Ankara, 1960, 56 s.
121. Balta, Tahsin Bekir, Türkiye'de Yürütme Kudreti, Ankara, 1960, 55 s.
122. Ete, Muhlis, Müşterek Pazar Karşısında Türkiye Devlet Sanâyi'i ve Türkiye
Mâden- Politikası, Ankara, 1960, 45 s.
123. İdarî İlimler Enstitüsü, Siyasal Bilgiler Fakültesi İ d â r i İlimler E n s t i t ü s ü ' n ü n
Gerekçeli Anayasa Tasarısı ve Seçim Sistemi H a k k ı n d a Görüşü, Ankara, 1960,
102 s.
124. Meray, Seha L., Devletler H u k u k u n a Giriş, Cilt I, 2. bası, Ankara, 1960, 542 s.
125. Talaş, Câhid, İçtimaî İktisad, İkinci 'baskı, Ankara, 1960, 541 s.
126. İskân ve Şehircilik Enstitüsü, Dördüncü İskân ve Şehircilik Haftası Konfe
ransları (19-21 Nisan 1961) Ankara, 1962, 126 s.
127. Gözübüyük, A. Şeref, Amerika ve Türkiye'de İ d a r e n i n Kazâî Denetlenmesi,
Ankara, 1961, 112 s.
128. Vernon, Manfred C, Devlet Sistemleri. Mukaayeseli Devlet İ d a r e s i n e Giriş,
Çev.: Mümtaz Soysal, Ankara, 1961, 212 s.
779
129. Keleş, Ruşen Y., Şehir ve Bölge Planlaması Bakımından Şehirleşme Hareket
leri, Ankara, 1961, 304 s.
130. Günal, H. Yılmaz, Adlî Yolla Memnu' Hakların İadesi, Ankara, 1961, 141 s.
131. Ataöv, Tükkaya, Sovyetler Birliği Devlet İdaresi, Ankara, 1961, 133 s.
132. Türk, İsmail, İktisâdi Kalkınmanın Finansmanında Vergi Politikası, Anka
ra, 1961, 216 s.
133. Bulutay, Tuncer, Başlıca İktisadî Büyüme Nazariyeleri, Ankara, 1961, 91 s.
134. Kıratlı, Metin, Parlamenter Muafiyetler (Bizde ve Yabancı Memleketlerde),
Ankara, 1961, 146 s.
135. Ülman, A. Halûk, Türk-Amerikan Diplomatik Münâsebetleri (1939-1947), An
kara, 1961, 141 s.
136. Reisoğlu, Safa, Türk ve İsviçre Hukukunda Müteahhit ve İşçilerin Kanunî
İpotek Hakkı, Ankara, 1961, 216 s.
137. Dâver, Bülend, Fevkalâde Hâl Rejimleri (Türkiye'de Yabancı Memleketlerde),
Ankara, 1961, 177 s.
138. Hiçşaşmaz, Mazhar, Şirketler Muhasebesi Problemleri, Ankara, 1961, 180 s.
139. Mimaroğlu, Said K., Evli Kadının Kocası Menfaatine Üçüncü Kişilerle Yaptığı
İltizam Muameleleri, Ankara, 1961, 182 s.
140. Arsan, H. Üren, Türkiye'de Cumhuriyet Devrinde İç Devlet Borçları, Ankara,
1961, 211 s.
141. Bilge, A. Suad, le Conflit de Chypre et les Cypriotes Turcs, Ankara, 1961, 267 s.
142. Abadan, Nermin, Üniversite Öğrenicilerinin Serbest Z a m a n Faaliyetleri (An
k a r a Yüksek Öğrenim Gençliği 'Üzerinde Bir Araştırma), Ankara, 1961, 157 s.
143. Armaoğlu, Fahir H., Siyâsi Târih Dersleri (1789-1919), Ankara, 1961, 662 s.
144. Laufenburger, Henry, Mâlî İktisad ve Mâlî K a n u n l a r (Gelir, S e r m â y e ve Vergi),
Çev.: İsmail Özüt, Ankara, 1961, 377 s.
145. Dış Münâsebetler Enstitüsü, Milletlerarası Politika Öğretimi S y m p o s i u m u (31
Mart - 1 Nisan 1961), Ankara, 1962,
146. Ökçün, A, Gündüz, Yabancıların Türkiye'de Çalışma Hürriyeti, Ankara, 1962
146 s. (S.B.F. ile İş Bankası o r t a k yayını)
147. Ökçün, A. Gündüz, Türkiye'nin Taraf Olduğu Milletlerarası Andlaşmalar
Rehberi (1920-1961), Ankara, 1962, 217 s. (S.B.F. i l e T ş Bankası o r t a k yayını)
148. Türkay, Orhan, Türkiye'de Nüfus Artışı ve İktisadî Gelişme, Ankara. 1962,
140 s. (S.B.F. ile İş Bankası Ortak Yayını)
149. İskân ve Şehircilik Enstitüsü, Beşinci İ s k â n ve Şehircilik Haftası Konferans
ları (3-7 Nisan 1961), (Köy ile İlgili Ba'zı Mes'eleler), Ankara, 1962, 315 s.
150. Yavuz, Fehmi, Belediyelerimizin Mâlî İdaresi H a k k ı n d a Anket Raporu. Anka
ra, 1962, 95 s.
151. Gölcüklü, Feyyaz, Türkiye'de Çocuk Suçluluğu Hakkında Bir Araştırma, An
kara, 1962, 100 s.
152. Yavuz, Fehmi, A. Survey on the Financial Administration of Turkish Muni*
cipalities, Ankara, 1962, 27 s.
780
153. Yavuz, Fehmi, Şehircilik, Ankara, 1962, 325 s.
154. Miller, Henry S., İktisâdı İstatistik (İstatistik M e t o d l a n n m İktisada Uygula
nışı), Çev.: Uğur Korum, Ankara, 1962, 228 s.
155. Kıratlı, Metin, Üçüncü K a y m a k a m l a r Toplantısı, Ankara, 1962. 31 s.
156. Erder, Necat, Siyâsî İlimlerde Teori ve Metod H a k k ı n d a Ba'zı Genel Düşün
celer, Ankara, 1962, 57 s.
157. Aksoy, Muammer, Anayasa Mahkemesi Üyelerinin Seçimi K o n u s u n d a k i Tar
tışma (Ve Bunun- Ortaya Çıkardığı K a m u H u k u k u Me'seleleri), Ankara, 1962,
214 s.
158. Ataöv, Türkkaya, Bilimsel A r a ş t ı r m a El kitabı, Ankara, 1962, 33 s.
159. Gönlübol, Mehmed; Ataöv, Türkkaya, Turkey in the United N a t i o n s (A Legal
and Political Appraisal), Ankara, 1962, 46 s. (Dış Münâsebetler E n s t i t ü s ü Ya
yını)
160. Meray, Seha L., Devletler H u k u k u n a Giriş I I . Cilt ikinci baskı, Ankara 1962,
625 s.
161. Deniau, J.F., Müşterek Pazar, Çev.: Râgıp Hanyal, Ankara 1963, 223 s.
162. Demir, Ahmed, Türkiye İçsularından Faydalanma, Ankara, 1963, 304 s.
163. İdâri İlimler Enstitüsü, Cumhuriyet Senatosu Divânı Seçimleri İle İlgili İh
tilâf H a k k ı n d a Rapor, Ankara, 1963, 22 s.
164. Tuncer, Baran, Milletlerarası İktisâdı Yardımlar ve Kalkınma Mes'elesi, An
kara, 1963, 121 s.
165- Güçeri, Şinâsi, Türkiye'nin E k o n o m i k Kalkınmasında Ağır Sanâyiin Yeri ve
Önemi, Ankara, 1963, 64 s.
166. Savcı, Bahri, Demokrasimiz Üzerine Düşünceler, Ankara, 1963, 46 s.
167. Armaoğlu, Fahir H., Kıbrıs Mes'elesi (1954-1959), T ü r k H ü k ü m e t i ve K a m u
Oyu'nun Davranışları (Karşılaştırmalı İnceleme), Ankara, 1963, 585 s.
168. Alabey, Ali, Sınaî Muhasebe, Ankara, 1963, 72 s.
169. Mıhçıoğlu, Cemâl, İdâri Reform (Belçika Tercübesi ve Türkiye İçin Alınacak
Dersler), Ankara, 1963, 136 s.
170. Reisoğlu, Safa, Kat Mülkiyeti ve Yeni isviçre ve T ü r k Kanun T a ş a n l a r ı (İn
celenmesi, Tenkidi ve Yeni Tasarı Teklifi), Ankara, 1963, 197 s.
171. Onaran, Oğuz, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi Fihristi,
Cilt 1-17, Ankara, 1963, 71 s.
172. Gönlübol, Mehmed, T u r k i s h Participation in the United Nations, (1945-1954),
Ankara, 1963, 180 s.
173. Kıratlı, Metin, Alman Federal Anayasa Mahkemesi, Ankara, 1963, 70 s.
174. Lâtin Amerika İktisad Komisyonu, İktisâdi Gelişme Analizleri ve Projeksiyon
ları, Çev.: Erden Öney, Ankara, 1963, 120 s.
175. Korum, Uğur, İnput-Output Analizi, Ankara, 1963, 260 s.
176. Freyer, Hans, Sosyolojiye Giriş, Çev.: Nermin Abadan, ikinci baskı, Ankara,
1963, 254 s.
781
177. Bengül, Nejat, iktisadî Refah Teorisinin Başlıca Mes'eleleri, Ankara, 1963„
219 s.
178. Serin, Necdet, Türkiye'nin Sanayileşmesi, Ankara, 1963, 253 s.
179. Mâliye Enstitüsü, Mâliye E n s t i t ü s ü Konferansları: Beş Yıllık Kalkınma Plâ
nı, Ankara, 1963, 171 s.
180. Sar, Cem, Le Financement d e s Activites de l'O.N.U. (1945-1961), Ankara, 1963,
260 s.
181. Öztrak, İlhan, Tek Taraflı Ölüme Bağlı T a s a r r u f l a r d a n Rücû ve Vasiyetna
m e n i n Ziyâı; Ankara, 1964, 167 s.
182. Abadan, Nermin, Sociai Change and Turkish Women, Ankara, 1963, 36 s.
183. Milletlerarası Çalışma Bürosu, E k o n o m i k Gelişme İçinde İ s t i h d a m Hedefleri
(Bir Uzmanlar Hey'etinin R a p o r u ) , Çev.: Câhid Talaş, Ankara, 1964, 285 s.
184. Reisoğlu, Safa, Yeni Tapulama K a n u n u ve Toprak Reformuna Te'siri, Ankara,.
1964, 39 s.
185. Birleşmiş Milletler Uzmanlar Kurulu Raporu, Sınaî K a l k ı n m a P r o g r a m l a r ı n ı n
Formüle Edilmesi (Asya ve Uzak Doğu Tecrübesine Özel Referanslarla), Çev.:
Necdet Serin, Ankara, 1964, 171 s.
186. Zanobini, Guido, İ d â r i Müeyyideler, Çev.: H. Yılmaz Günal, Ankara, 1964,
139 s.
187. Aydın, Vahdet; Çelikkol, Şinâsı; Büyüklimanh, Hikmet, Beşerî M ü n â s e b e t l e r
Seminerleri (11 Aralık 1963 — 22 Ocak 1964), Ankara, 1964, 119 s.
188. Sorokin, Pitrin A.; Toynbee, Arnold J., Sosyal Değişim Üzerine Denemeler,.
Çev.: Erdoğan Güçbilmez, Ankara, 1964, 80 s.
189. Aksoy, Muammer, Mukaayeseli H u k u k Açısından Karı Koca Mal Rejimi ve Mi
r a s H u k u k u İle Bağı, Ankara, 1964, 299 s.
190. Gönlübol, Mehmed, Milletlerarası Siyâsî T e ş k i l â t l a n m a (Milletlerarası Siyâsî
Teşekküllerin Târihî Gelişimi ve Birleşmiş Milletler Teşkilâtı), Ankara, 1964,
411 s.
191. Çeşitli yazarlar, I k t i s a d Çevirileri, Çev.: Mehmed Selik; Korkut Boratav; Bilsay
Kuruç; Özhan Uluatam, Ankara, 1964, 323 s.
192. Mimaroğlu, Said Kemâl, Türk Hukukunda Toplu İş Sözleşmesi, Ankara, 1964,
279 s.
193. Birleşmiş Milletler Uzmanlar Kurulu Raporu, Yeter Derecede Gelişmemiş Ülke
lerin İktisadî Kalkınmaları ile İlgili Tedbirler, Çev.: Necdet Serin, Ankara, 1964^
127 s.
194. Soysal, Mümtaz, Dış Politika ve P a r l â m e n t o (Dış Politika Alanındaki Yasama-
Yürütme İlişkileri Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme), Ankara, 1964, 294, s.
195. Meray, Seha L., Uzay ve Milletlerarası H u k u k (Uzay H u k u k u n d a İlk A d ı m l a r ) .
Ankara, 1964, 365 s!
196. Öngör, Sami, Orta Doğu (Siyâsî ve İktisâdı Coğrafya), Ankara, 1964, 292 s.
197. Bulutay, Tuncer, Doğrusal P r o g r a m l a m a (Giriş), Ankara, 1965, 169 s.
782
198. Arık, Kemâl Fikret, Avrupa İ n s a n H a k l a n Sözleşmesi Üzerine Bir inceleme
(Esaslar, Teşkilât, î ç t i h a d ) , Ankara, 1965, 327 s.
199. Marohal, Jean, Fiyat Mekanizması, Çev.: Hayreddin Erkmen, Ankara, 1965,
432 s.
200. Dâver, Bülend; Kıratlı, Metin, Siyâset Biliminde Temel Referanslar Bibliyog
rafyası, Ankara, 1965, 25 s.
201. Reisoğlu, Safa, T ü r k Eşya Hukuku, Cilt I: Giriş, Zilyedlik, T a p u Sicilli ve
K a d a s t r o ve T a p u Kanunu, T a p u l a m a Kanunu, Ankara, 1965, 252 s.
202. Güneş, Turan, Türk Pozitif H u k u k u n d a Yürütme Organının Düzenleyici İş
lemleri, Ankara, 1965, 208 s.
203. Ataöv, Türktoaya, Bilimsel A r a ş t ı r m a El Kitabı, 2. Baskı, Ankara, 1965, 36 s.
204. Kristinus, Heinz, Die Deutschen Verben m i t Praepiositionen und ihre Wieder-
gabe im Turkischen, Ankara, 1965, 448 s.
205. Uzmanlar Grupu Raporu, E k o n o m i k K a l k ı n m a İçin Programlama Teknikleri
(özellikle Asya ve Uzak Doğu Ülkeleri Yönünden) Çev.: Baran Tuncer, Anka
ra, 1965, 166 s.
206. Meray, Seha L., Devletler H u k u k u n a Giriş, I I . C, 3. baskı, Ankara, 1965, 658 s.
207. Boratav, Korkut, K a m u Mâliyesi ve Gelir Dağılışı, Ankara, 1965, 240 s.
208. Ataöv, Türkkaya, Turkish Foreign- Policy (1939-1945), Ankara, 1965, 148 s.
209. Gönlübol, Mehmed Turkish Participation- in the United Nations (1945-1954),
İkinci Baskı, Ankara, 1965, 199 s.
210. Mâliye Enstitüsü, Mâliye E n s t i t ü s ü Konferansları (1965), Ankara, 1966, 248 s.
211. Gölcüklü, Feyyaz, Türk Ceza Sistemi (Hürriyeti Bağlayıcı Cezalar), Ankara,
1966, 181 s.
212. Okçun, A. Gündüz, A Guide to Turkish Treaties (1920-1964), Ankara, 1964,
248 s.
213. Abadan, Nermin, Anayasa H u k u k u ve Siyâsî Bilimler Açısından 1965 Seçim
lerinin Tahlili, Ankara, 1966, 426 s.
214. Unıat, İlhan, T ü r k Vatandaşlık H u k u k u (Metinler, Mahkeme K a r a r l a r ı ) , An
kara, 1966, 702 s.
215. Baklacıoğlu, Sâdık; Chislett, R. E. (Çev.: Vahdet Aydın), İktisadî Devlet Te
şekküllerinin Reorganizasyonu İle İlgili S e m i n e r l e r (29 Nisan - 3 Haziran 1965),
Ankara, 1966, 45 s.
216. Unat, İlhan, N o t t e b o h m K a r a n ve Tâbiiyetin Gerçekliği İlkesi, Ankara, 1966,
112 s.
217. Devrez, Güney, İşletmelerde Stok Kontrolü, Ankara, 1966, 163 s.
218. Büğe, A. Suad, Milletlerarası Politika, Ankara, 1966, 358 s.
219. Dâver, Bülend; Kıratlı, Metin; Şenel, Alâeddin, Siyâset Biliminde Seçilmiş
Eserler Bibliyografyası, Ankara, 1966, 78 s.
783
220. Ozankaya, Özer, Üniversite Öğrenicilerinin Siyasal Yönelimleri, Ankara, 1966,
233 s.
221. Reisoğlu, Safa, T ü r k Eşya Hukuku, Cilt I: Giriş, Zilyedlik, Tapu Sicili ve Ka
dastro ve Tapu Tahriri Kanunu, Tapulama Kanunu, İkinci Baskı, Ankara,
1966, 256 s.
222. Ülman, A. Halûk, 1860-1861 Suriye Buhranı. Osmanlı Diplomasisinden Bir Ör
nek Olay, Ankara, 1966, 135 s.
223. Kıratlı, Metin, Anayasa Yargısından Somut N o r m Denetimi (İtiraz Yolu), An
kara, 1966, 207 s.
224. Çeşitli yazar ve konuşmacılar, K a m u Personelinin Eğitimi Konferansı, Rapor
lar ve T a r t ı ş m a l a r (30 Mayıs - 2 Haziran 1966), Ankara, 1967, 488 s.
225. Heper, Metin, Kısa Amme İdaresi Bibliyografyası (1955-1958), Ankara, 1966,
111 s.
226. Sander, Oral, 20., 21., 22. Kongreler ve Sovyet Dış Politikası, Ankara, 1967, 46 s.
227. Sezer, Duygu, Khruschchev Devrinin Blok-içi Mes'eleleri, Ankara, 1967, 64 s.
228. Bulutay, Tuncer, E k o n o m e t r i k Bir Deneme (Teori ve T ü r k E k o n o m i s i n e Uy
g u l a m a ) , Ankara, 1967, 215 s.
229. Türk, İsmail, Mâliye Politikası. Amaçlar ve Araçlar, Ankara, 1967, 327 s.
230. Tuncay, Mete, Türkiye'de Sol Akımlar, (1908-1925), Ankara, 1967, 218 s.
231. Koç, Yüksel, İşletmelerde Mâlî Analiz Teknikleri, Ankara, 1967, 228 s.
232. Ökçün, A. Gündüz, Devletler Hususî H u k u k u n u n K a y n a k l a n ve K a m u Düzeni,
Ankara, 1967, 189 s.
233. Grotius, Hugo, Savaş ve Barış H u k u k u (De J u r e Belli Ac Pacis), Seçmeler,
Çev.: Seha L. Meray, Ankara, 1967, 325 s.
234. Birleşmiş Milletler Uzmanlar Kurulu Raporu, İktisadî K a l k ı n m a İ ç i n Plân
lama, Çev.: Necdet Serin, Ankara, 1967, 222 s.
235. Günal, H. Yılmaz, Yetkili Merci'in Emrini îfâ, Ankara, 1967, 213 s.
236. Demir, Ahmed, Türkiye'de Gemi Yapım Sanayiinde Kuruluş Yeri, Ankara,
1967, 104 s.
337. Birleşmiş Milletler Uzmanlar Grupu Raporu, Uzun Süreli İktisadî Projeksiyon
Problemleri, Çev.: H. Üren Arsan, Ankara, 1967, 116 s.
238. Kayla, Ziya, Türkiye'de Emisyon Hareketleri, Ankara, 1967, 70 s.
239. Geray, Cevad, Toplum Kalkınması Deneme Çalışmaları (Bünyan Örneği), An
kara, 1967, 323 s.
240. Işıklı, Alpaslan, Toplu İş Sözleşmeleri ve Türkiye Ekonomisi İçindeki Yeri,
Ankara, 1967, 163 s.
241. Mimıaroğlu, Said Kemâl, Ticâret H u k u k u Dersleri. Cilt I: İşletme Hukuku
(Birinci Kısım: Ticâret H u k u k u n u n Genel Esasları; İkinci Kısım; Ticarî İş
l e t m e ) , Ankara, 1967, 342 s.
242. Reisoğlu, Safa, Kat Mülkiyeti, Ankara, 1967, 202 s.
243. Mimaroğlu, Said Kemâl, Anonim Şirketlerde İdare Meclisi A'zâlarmın Huku
kî Mes'uliyeti, Ankara, 1967, 134 s.
784
244. Freyer, Hans, Sosyolojiye Giriş, Üçüncü Baskı, Çev.: N e r m i n Abadan, Anka
ra, 1967, 254 s.
245. Mâliye Enstitüsü, Mâliye Enstitüsü Konferansları (1966), Ankara, 1967, 73 s.
246. Çeşitli yazarlar, İktisadî Büyüme Üzerine Seçme Makaaleler, Ankara, 1968,171 s.
247. Gönlübol, Melımed, Milletlerarası Siyâsî Teşkilâtlanma, İkinci Baskı, Ankara,
1968, 465 s.
248. Meray, Seha L., Devletler H u k u k u n a Giriş, Cilt I, Üçüncü Baskı, Ankara, 1968,
679, s.
249. Çeşitli yazarlar, İktisâdi Devlet Teşekküllerinin Başlıca Problemleri (1966 Yılı
Seminerleri K o n u ş m a l a r ı ) , Ankara, 1968, 137 s.
250. Türkay, O r h a n , Gizli İşsizlik, Ankara, 1968, 103 s.
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 1943 yılından bu yana, her yıl dört sayı olarak
yayınlanmaktadır.
785
10. KISIM
ENSTİTÜLER
(1952 — 1968)
787
bir surette yerleşmesini ve yaşamasını te'min edecek e t ü d ve a r a ş t ı r m a l a r yapmak
tır.
788
ENSTİTÜNÜN YAYINLARI : — Mattews, A.T.: Yetişen Türk İdarecileri,
( Ç e v . : N. Abadan), Ankara, 1955
— Gözübüyük, A. Şeref; Kili, S u n a ; Türk Anayasa Metinleri, Tanzîrnatdan Bu
güne k a d a r ) , Ankara, 1957
— Gözüıbüyük, A. Şeref; Sezgin, Zekâî; 1924 Anyasasası Hakkındaki Meclis
Görüşmeleri, Ankara, 1957
— S t u r m , Albert; Mıhçıoğlu, Cemal; Bibliography on Public Administration
in Turkey, Ankara, 1959
— Abadan, Y.; Savcı, B.; Türkiye'de Anayasa Gelişmelerine Bir Bakış, Anka
ra, 1959
— Abadan, Y.; Balta, T. B.; S a v a , B.; İncelemeler, Ankara, 1960
— Savcı, B.; Armaoğlu, F.; Dâver, B.; Yeni Fransız Anayasası Üzerine Bir
Seminer; Ankara, 1960
— Abadan, Y.; Devlet Felsefesi, Ankara, 1959
— Balta, T. B.; Türkiye'de Yürütme Kudreti, Ankara, 1960
— İ d â r i İlimler Enstitüsü, Cumhuriyet Senatosu Divânı Seçimleri ile İlgili
İhtilâf H a k k ı n d a Rapor, Ankara, 1963
— İ d â r i İlimler Enstitüsü, Siyasal Bilgiler Fakültesi İ d â r i İlimler Enstitüsü
n ü n Gerekçeli Anayasa Tasarısı ve Seçim Sistemi H a k k ı n d a Görüşü, Ankara, 1960
— Erder, N.; Siyâsî İlimlerde Teori ve Metod H a k k ı n d a Ba'zı Genel Düşünce
ler; Ankara, 1962
— Dâver, B.; Kıratlı, M.; Siyâset Biliminde Temel Referanslar Bibliyograf
yası, Ankara, 1965
ENSTİTÜ ÇALIŞMALARI
1958 — Almanya'da Speyer Yüksek İdarecilik Okulu prof. nden Ule'nin- Kon
feransları :
— Alman Anayasa Mahkemesi ve İçtihatları;
— Almanya'da İdarenin Kazâî Murakabesi;
789
— Alman Anayasa M a h k e m e s i ;
— Alman Siyâsî P a r t i l e r i ;
— Almanya'nın B u g ü n k ü Siyâsî Bünyesi;
Cambridge Üniversitesi ProfJerinden HAVJR. Wade'nin Konferans
ları :
— İngiltere'de P a r l â m e n t o y l a H ü k ü m e t arasındaki İlişki;
— İngiltere'de İ d a r e n i n Kazâî M u r a k a b e s i ;
P a r i s Üniversitesi profesörlerinden Georges B u r d e a u :
— B u g ü n k ü Fransız Anayasası k o n u s u n u işlemiştir.
1960 — M ü n s t e r Üniversitesi Profesörlerinden H a n s Frayer:
— E n d ü s t r i T o p l u m u n u n Sosyal T a b a k a l a ş m a Bünyesindeki Değişme
ler;
— De Tocqueville'in d e m o k r a s i anlayışı konularında konferanslar ver
miştir.
Fransız Danış (ayı K a n u n Sözcülerinden de L a m o t t e ' u n K o n f e r a n s l a r ı :
— Fransız Danıştay'ının Bünyesi ve Çalışması;
— Âmme idâresinin Mâlî Sorumluluğu alanında F r a n s a ' d a s o n geliş
meler.
Avusturya I n s b u r c k Üniversitesi Prof. lerinden Felbc Ermacora'mn
Konferansları :
— i n s a n Haklarının Nazarî ve Tatbikî Yönleri;
— Devletle Siyâsî Partilerin Ayniyeti F i k r i ;
Cambridge Üniversitesi Prof. lerinden H a m s o n :
— ingiltere'de i d a r e n i n Kazâî Murakabesi Konferansı
1960 — Bu yılm en önemli faaliyeti: E k i m ayıran ikinci y a n s ı n d a n ı'tıbâren
E n s t i t ü c e düzenlenen- ANAYASA S E M İ N E R L E R İ S E R İ S İ dir. M.B.K.
üyelerinin büyük kısmının, siyâset ve bilim a d a m l a r ı n ı n katıldığı se
minerlerde Anayasanın yapılışı ve k a p s a m a s ı gereken- k u r a l l a r etraflı
şekilde incelenmiştir.
791
— Türkiye'nin Beş Yıllık Kalkınma Planında Sosyal Politika Mes'elesi: Câhid
Talaş t a r a f ı n d a n ;
1965 yılı Konferansları :
— İstikrarlı K a l k ı n m a d a Mâliye Politikasının Rolü: İsmail T ü r k t a r a f ı n d a n ;
— Gelir Vergisinin Esnekliği Sorunu: Sâdullah Aygün t a r a l ı n d a n ;
— Devlet Yatırım B a n k a s ı : Ali Eğler tarafından;
— Tasarruf Bonosu Sistemi ve Türkiye'deki T a t b i k a t ı : I. H. Batuk t a r a f ı n d a n ;
— Mâli İ d a r e : Muhsin Ülker t a r a f ı n d a n ;
— Akçalı D e n e t i m : İ. Hakkı Aydınoğiu tarafından;
— Vergi Kaçakçılığı: Zeki Kuruca t a r a f ı n d a n ;
— T ü r k Vergi Usûl H u k u k u n u n Yapısı, kapsamı, dîger Usûl Dalları ile Bağ
lantısı ve Gelecekteki Gelişmeler: Vasfi Er tarafından;
1966 yılı Konferansları :
— Özel Yatırımlar Bankası: İsmail T ü r k t a r a f ı n d a n ;
— Fransız Planlamasında Yeni Eğilimler: John Hackett tarafından-;
— Fransa'da Kamulaştırılmış Teşebbüslerin Mâlî K o n t r o l ü : Ann Marie Hac
kett t a r a f ı n d a n ;
— Türkiye'deki T o p r a k Dağılımının İşletme Yönünden Yapısal Çözümlenmesi:
Tevfik Çavdar tarafından;
— T ü r k Vergi Usûl H u k u k u n d a Belge Sistemi: Sabit Güleryüz t a r a f ı n d a n ;
Bu Konferanslar, Enstitü'ce bastırılarak ilgililerin- faydalanmasına sunulmuş
tur.
ENSTİTÜ
Yıllar Müdîri Genel Sekreteri
793
Siyasal Bilgiler Fakültesi, İskân ve Şehircilik Ensti
İSKÂN ve ŞEHİRCİLİK
tüsü, 10.12.1952 târihinde k u r u l m u ş ve 26.12.1953 târi
ENSTİTÜSÜ hinde ilk Genel Kurulunu toplayarak çalışmalarına
•başlamıştır.
Enstitü'nün çalışma alanı: "Nüfusumuzun, Memleketin servet kaynaklarına
göre ve tabiî, sıhhî, sosyal, hukukî, ekonomik, estetik b a k ı m l a r d a n ve en elverişli
b i r biçimde yerleşmesini, yaşamasını sağlayacak e t ü d ve a r a ş t ı r m a l a r yapmak;
k o n u t , şehircilik ve iskân alanında m o d e r n anlayış, yöntem ve çalışmaların Mem
leketimizde yerleşme ve gelişmesini sağlamak" şeklinde belirlenebilir. Bu amaçla
r ı n gerçekleşmesi için Enstitü, bugüne k a d a r aşağıdaki faaliyetlerde b u l u n m u ş t u r :
A) Enstitü, çalışma alanı ile ilgili bir kitaplık k u r m u ş t u r .
B) Çalışma alanı içine giren sorunların incelenmesi için " İ s k â n ve Şehircilik
Haftası Konferansları" düzenlemiştir. Bugüne değin .düzenlenen 9 İ s k â n ve Şehir
cilik Haftası Konferanslarında incelenen k o n u l a r şunlardır:
794
Aydın M u r a d Germen "Türkiye'de Bölge Planlaması E s a s l a r ı "
M i d h a t Yenen "Zonguldak K ö m ü r Havzası Bölge P l a n ı "
795
ALTINCI İSKÂN VE ŞEHİRCİLİK HAFTASI KONFERANSLARI
ll-13/Haziran/1962
796
DOKUZUNCU İSKÂN VE Ş E H İ R C İ L İ K HAFTASI KONFERANSLARI:
21Mart/13 Haziran 1968
Doç. Dr. Cevad Geray " O r m a n Köylerinin Kalkınması"
Vedat Dalokay "Türkiye'nin Kıyı Sorunları ve Politikası"
Aydın Germen "Üniversitelerin Kuruluş Yeri Sorunu"
Necat Erder "Keban ve Eski E s e r l e r "
İ b r a h i m Aksöz "Doğu Anadolu'nun Kalkındırılması S o r u n l a r ı "
Tuğrul Akçura "Optimal Şehir Büyüklüğü ve T ü r k Şehirleri"
Prof. Fehmi Yavuz "Politika ve Yerleşme Sorunlarımız"
Prof. Dr. Necmi Sönmez "Türkiye'de Şümullü P l a n l a m a "
Doç. Dr. Ruşen Keleş "Bölge Planlamasında Örgütleşme Sorunları"
Prof. Dr. Besim Üstünel "Doğu Anadolu'nun Kalkınması Açısından Ke
ban Projesi"
797
Ayrıca Dokuzuncu îskân ve Şehircilik Haftası Konferansları da, konferansla
rın bitiminden sonra bastırılacaktır.
798
ENSTİTÜ TARAFINDAN 1958 - 1968 YILLARI ARASINDA TERTİBLENEN
SEMİNER VE KONFERANSLAR
799
Zirai Gelirin Vergilendirilire
si ve bu Konuda Yabancı Aslan Başer Kafaoğlu 4.5.1961
Memleketler Tatbikaatı
Türkiye'de Ziraî Gelirin Ver
Emin Kuyumcu 18.5.1961
gilendirilmesi
Az Gelişmiş Memleketlerin
M. Paul Bouteille 26-27.3.1962
İktisâdı Problemleri
.300
Beşerî Münâsebetler Eğiti
minde Örnek Olay (Case Dr. Vahdet Aydın 15.1.1964
Method) Usûlünün Yeri
Türkiye'de Sermâye Bütçele
ri Kullanmanın Pratik İmkân Prof. Dr. Seymour Smith 30.1.1964
ları
Yatırım İndirimi Hakkı Özkazanç 9-16.4.1964
İşletmelerde verimlilik ve
Kârlılığın Kontrolünde Sevk
Mr. Max T. Schmith 28.1.1965
ve İdare Raporlarının Yeri ve
Önemi
ENSTİTÜ YAYINLARI
802
Mahzar Hiçşaşmaz Ticarî Muhasebe Problemleri 1960
Şirket Muhasebesi Problem
Mahzar Hiçşaşmaz leri 1961
II II
Sâdık Baklacıoğiu 1965
II II
Güney Devrez
l»
II II
Câvid Sarıoğlu
II
Mü'min Erkunt İt 1» ti
11 11
Şinâsî Güçeri »ı
II II M
Mr. Max T. Schmith
Dr. Orhan Işık İl II "
Muhsin Ülker
• 1 1*
••
II 1»
Ertuğrul Kayıhan "
Hikmet Erinç Konferans Metni 1963
Bakî Sodan II II 11
ve Önemi
Teşebbüslerin Finansmanı ve
Mahzar Hiçşaşrnaz Mâlî Bakımdan Kontrolü 1964
(tercüme)
Bir Sanayi1 İşletmesinin Mâli-
Nuri Uman 1966
yetleri Üzerine İnceleme
Sanayi' İşletmelerinin Orga
Vahdet Aydın nizasyonu ve Ba'zı Mesele ti
leri
Bolkal Erdem Ders Notu 1967
Sâdık Baklacıoğlu Standart Maliyet ti
M üdîr1 e r
Y ı I
Prof. Bedri Gürsoy
1958-1966
Prof. Dr. Cumhur Ferman
1966 - Hâlen (1969)
GENEL SEKRETERLER
ADLARI
Y ı 1
Prof. Dr. Cumhur Ferman
1958-1964
Mahzar Hiçşaşmaz
1964-1966
\ Öztin Akgüç
1966 - Hâlen (19G9)
E N S T İ T Ü MÜDÎRLERİ
GENEL SEKRETERLER
805
ENSTİTÜ GENEL KURUL ÜYELERİ
806
Tal'at Benler Prof. Dr. Nedim Mazhar Göknil
Necmeddin Tuncel Prof. Zeki Mes'ud Alsan
Ziya Tepedelen Doç. Dr. H a m z a Eroğlu
Osman Olcay Faik Zihnî Akdur
Mustafa Kenanoğlu K â m u r a n Acet
Prof. Dr. H i k m e t Belbez Özdemir Benler
Ord. Prof. Dr. Abdüihak K e m â l Yörük Ahmed E m i n Yalman
Prof. Dr. Muslis Ete M u h a r r e m Nuri Birgî
I — ENSTİTÜ YILLIĞI
1 — Milletlerarası Münâsebetler Türk Yıllığı — T u r k i s h Yearbook of Inter
national Relations (C. I.; 1960), (C. I I . ; 1961), (C. I I I . ; 1962), (C. IV.;
1963), (C. V.; 1964), (C. VI.; 1965).
II — KİTAPLAR - MONOGRAFİLER
2 — Devletler Hukukuna Giriş, l.C.
3 — Devletler Hukukuna Giriş, 2.C.
4 — Milletlerarası Münâsebetler Öğretimi
5 — B a n ş Zamanında Sahil Sulan ( K a r a s u l a n ve Bitişik Bölge) Hukukî Sta
tüsü
6 — Devletler Hukuku öğretimi Symposiumu
7 — Turkey in the United Nations
8 — Milletlerarası Politika Öğretimi Symposiumu
9 — Turkish Participation in the United Nations: 19454954
10 — A Guide to Turkish Treaties (19201964)
11 — 1860-1861 Suriye Buhranı
12 — Devletler Husûsî Hukukunun Kaynaklan ve Kamu Düzeni
13 — 20-, 21. ve 22. Kongreler ve Sovyet Dış Politikası
14 — Khrushchev Devrinin Blok-içi Mes'eleleri
15 — Trans-Municipal Law, Acritical Analysis of Private International Law
III — BELGELER
16 — Birleşmiş Mîlletler Andlaşması ve Milletlerarası Adalet Divânı Statüsü
17 — Milletler Cemiyeti Mîsâkı
18 — N J \ . T . O . île İlgili Vesikalar
19 — Documents Relatifs â TO.T.A.N.
20 — Documents Relating to N.A.T.O.
21 — İnsan Haklan Evrensel Beyannâmesi ve Avrupa İnsan Haklan ve Ana
Hürriyetleri Sözleşmesi
22 — Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu Sözleşmesi
23 — Dünya Sağlık Teşkilâtı Anayasası
807
1956 YILI D Birleşmiş Milletler Teşkilât! ve Türkiye Etüdü'nün
ÇALIŞMALARI hazırlanmasına başlanmış ve bitirilmiştir.
2) Atlantik Paktı (N.A.T.O.) Cemiyeti toplantılarına iştirak edilmiştir.
3) Yeni bir Enstitü Bülteni hazırlıklarına geçilmiştir.
4) "Birleşmiş Milletler Andlaşması ve Adalet Divânı Statüsü" bastırılmıştır.
5) Ankara Üniversitesi Senatosu'nun hazırlamaya karar verdiği "Atatürk Etü
dü" nün "dış politika" kısmının yazım işi bu Enstitüye verilmiştir.
808
Enstitü, bundan sonraki yıllarda, 1968'e kadar, normal çalışmalarına devam
etmekte bulunmuştur.
Me'zun Me'zun
Yıllar Yıllar
Sayısı Sayısı
ATİK (1860-1876) 147 1317 Sn. Mahsus 7
1295 (1879) 14 1318 (1902) 36
1296 (1880) 8 1319 (1903) 40
1298 (1882) 22 1319 Sn. Mahsus 6
1299 (1883) 24 1320 (1904) 41
1300 (1884) 20 1321 (1905) 46
1301 (1885) 24 1322 (1906) 38
1302 (1886) 24 1323 (1907) 37
1303 (1887) 33 1324 (1908) 42
1304 (1888) 59 1325 (1909) 43
1305 (1889) 61 1326 (1910) 48
1306 (1890) 57 1327 (1911) 178
1307 (1891) 55 1328 (1912) 86
1309 (1893) 79 1329 (1913) 46
1310 (1894) 77 1330 (1914) 41
1312 (1896) 31 1331 (1915) 20
1313 (1897) 44 1337 (1921) 29
1313 Sn. Mahsus 12 1338 (1922) 22
1314 (1898) 28 1339 (1923) 17
1315 (1899) 37 1340 (1924) 11
1315 Sn. Mahsus 6 1341 (1925) 18
1316 (1900) 41 1926 10
1317 (1901) 42 BÖLÜM TOPLAMI 1807
(Devamı 810. sf.'dadır.)
809
ŞU'BE'lerin AYRILDIĞI YILLARDAN SONRA
810
MEKTEBİ MÜLKİYYE - MÜLKÎYE MEKTEBİ - S.B.O.
BİNALARINA
— XLII —
Yıldız'daki Mülkiye'de bir SINIF
1936 — 1964
1936 — 1968
— xuv —
S.B.O. — S.B.F.'nd e KÜTÜBHÂN E
1936 — 196 3
— XL V —
S.B.O.'nda Yemekhane
1936 — 1949
— XLVI —
M ü c e l l i d o ğ l u
ALİ ÇANKAYA
YENİ
MÜLKİYE TÂRİHİ
VE
MÜLKİYELİLER
(Mülkiye Şeref Kitabı)
II. CİLD
1859-1968
M.M.-S.B.O.-S.B.F.
YÖNETİM SORUMLULARI
(1859— 1969)
1. KISI M
MÜDÎRLER
( 1 8 5 9 — 1950 )
M . M . v e S.B.O. M Ü D İ R L E R İ
1. Cemâl 1859—1860 ?
2. Müderris Hilmi 1860—1876 ?
3. Ali Nizamî Paşa 1877—1878 Harbiye - Harb Akademisi
4. Abdürrahmarı Şeref 1878—1894 Galatasaray Sultanisi
5. (Hacı) Recâî 1894—1908 Mahrec-i Aklâm
6. Mehmed Celâl 1908—1909 Mülkiye (1883) Me zunu
7. Rakım AÇIKALIN 1909—1911 Mülkiye (1884) *
8. Mehmed Hikmet 1911—1915 Mülkiye (1883) '
9. Hüseyin Nâzım 1918—1921 Mülkîye (1902) *
10. Mehmed Süreyya 1921—1924 Mülkiye (1894) '
11. Hüseyin Nâzım (2. defa] 1924—1927 Mülkiye (1902)
12. Prof. Zeki M. ALSAN 1927—1927 Mülkiye (1910)
13. Ord. Prof. A. Hâmid ONGUNSU 1927—1929 Mülkiye (1910)
14. Ord. Prof. Şükrü BABAN 1929—1935 Paris, Ecole Libre des Scien
ces Politiques
15. Prof. M. Emin ERİŞİRGİL 1935—1942 Mülkiye (1911) Me'zunu
16. Ord. Prof. Dr. Ali Fuad BAŞGIL 1942—1943 Paris Hukuk Fakültesi
17. Prof. Z. M. ALSAN (2. defa) 1943—1944 Mülkiye (1910) Me'zunu
18. Prof. Dr. Burhan KONİ 1944—1948 İstanbul Hukuk Fakültesi
19. Prof. Dr. Yavuz ABADAN 1948—1948 İstanbul Hukuk Fakültesi
20. Prof. Fethi ÇELİKBAŞ 1948—1950 Ankara Hukuk Fakültesi
1. MÜDÎR
CEMÂL (Bey)
2. MÜDÎR
(2) Bak.: Salnâme-i Maârif-i Umûmiyye; 1277 R., 214 sf. ve 1292 R., 181. sf.
815
3. MÜDÎR (9)
(1821-1893)
816
Mülkiye, Sultan 2. Abdülhamîd Hân tarafından yüksek okul hâline getirilince
"Erkân-ı Harbiyye Mirliva'lanndan (Tuğgenerallerinden) Saâdetlû Ali Nizamî Paşa,
ehliyet ve usûl-i idâre-i mekâtibe vukufu ciheti" (6) ve "Nazır" unvanı ile 28 Şubat
1877 (14 safer 1294/15 Şubat 1293)'de Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne Müdîrliğine ge
tirildi. Bu görev'de bir yıl kaldıktan sonra, 13 Nisan 1878 (1 Nisan 1294/10 Rebî'ül-
Âhîr 1295)'de Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi) Müdîrliğine naklolundu. Bu gö
revde de üç yıla yakın kaldıktan sonra, 1881 (1297 R.)'de, 2. Abdülhamîd'in bizzat
başkanlığını ifâ ettiği "Teftiş-i Askerî Komisyon-ı Âlisi" A'zâlığı'na, 1882'de Müşir
lik (Mareşallik) ve vezâret (vezirlik) rütbesi ile "Erkân-ı Harbiyye-i Umûmiyye
Kiyaseti (= Genel Kurmay Başkanlığı)"ne getirildi.
1886'da tekrar Teftiş-i Askerî Komisyonu A'zâlığma döndü. Bu vazifede iken
21 Temmuz 1893 (9 Muharrem 1311/8 Temmuz 1309)'de İstanbul'da Hakkın rahme
tine kavuştu. Mezarı, Sultan Mahmud Türbesi bahçesindedir.
«Düvel-i Sitte (İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya- Macaristan, Prusya, İialya
olmak üzere altı devlet) Süferâsı (Delegeleri) ile icrası takarrür eden müzâkerât-
da taraf-ı Devlet-i Aliyye'den Şûrây-ı Devlet Reîsi Server, Müşîrân'dan (Mareşaller
den) Gazi Ahmed Muhtar ve Ali Nizamî Paşalar me'mur edilerek—» (7) 1877 Os-
manlı-Rus Savaşı üzerine toplanan Konferansa iştirak etmek üzere Berlin'e gitmiş
ve 13 Temmuz 1878 (13 Receb 1295)'de, Osmanlı Devleti adına Delegasyon'a dâhil
olarak BERLİN MUÂHEDESİ'ni imza etmiştir. Ayrıca "Me'muriyet-i Mahsûsa" ile
Mısır'a ve Alman İ m p a r a t o r u Wilhelm'e 2. Abdülhamid'in "Nişân-ı Şâhâne"sini gö
türmek için 1882'de Berlin'e gitmiştir. Bu özel görevi sırasında, o zaman Prusya
Başvekili olan Prens Bismark, Ali Nizamî Paşa'ya, 1. Meşrûtiyyet Meclis-i Meb'ûsâ-
nı'ndan bahsederek:
«— Siz iyi ettiniz de Parlamentoyu bertaraf eylediniz. Çünki, bir devlet millet-i
vâhideden (tek bir millet'den) mürekkeb olmadıkça onun Parlamentosunun fâide-
sinden ziyâde mazarratı olur....» demiştir (8).
Şemsüddin Sami, Kaamûs'ül-A'lâm'mda Rahmetli'den:
"Fünûn-i askerîyye ve uliim-i tabîiyyeye vâkıf, efkâr-ı cedîde ve münevvere
ashabından bir zât olup Alman ve Fransız lisanlarına bihakkın âşinâ ve dâima
mütâlaa-1 kütüb-i fenniye ile meşgul; nüktegû ve zarif ve ancak hasta mizaç idi..."
diye bahsetmektedir.
3. Rütbe'den Osmânî, 4. Rütbe'den Mecîdî Nişanlarını hâmildi.
817
4. MÜDÎR
(1853-1926)
818
met Rü'ıısu'na (= Üniversite Lisans öğrenimi t a m a m l a m a diplomasına)" çevrilmiş
tir. Türkçe ve Fransızca'ya bilhakkın vâkıftı (1).
Galatasaray Sultânîsi'ni bitirdikten sonra sırasıyla: 22 Ağustos 1873 (9 Ağus
tos 1289/27 Cumâd'al - Âhire)'de 21 yaşında iken 500 krş. maaşla Mahrec-i Aklâm-ı
Şâhâne (2) Târih-i Umûmî Muallimliğine tâ'yin edilmiş; 13 Mayıs 1875 (1 Mayıs
1291)'de 300 krş. maaşla, ek görev olarak da Mekteb-i Sultânî'de kavâid ve İmlâ Mu
allimliği verilmiş; bunlara 13 Şubait 1878 (1 Şubat 1293)'de Dârülmuallîmin (şim
diki Öğretmen Okulu) Târih-i Umûmî Muallimliği eklenmiştir.
Ali Nizamî Paşa'nın M e k t e b i MülkiyyeJ Şâhâne Nazırlığından (Müdîrliğinden)
ayrılması üzerine N â z ı r "lık Unvanı M ü d î r 1 i ğ e çevrilerek 13 Ni
san 1887 (1 Nisan 1294/10 Rebi'ül-Ahîr 1295)'de 2500 krş. maaşla Müdîrliğe ge
tirilmesiyle, aym târihde Galatasaray Sultanîsi Kavâid ve tmlâ Muallimliğini terk
etti; 28 Eylül 1878 (15 Eylül 1294/30 Ramazan 1295)'de 1500 krş. ek m a a ş ve
görev olarak Mekteb-i Mülkiyye Coğrafyây-ı Umûmî Müderrisliği verilmiş ve
bu târih'den i'tibâren de Mahrec-i Aklâm ve Dâıfdlmuallimîn'deki öğretmenlikleru>
den ayrılmış ve tamamen Mülkiye Müdîr ve Müderrisliği görevlerini îfâ etmiştir.
16 Eylül 1879 (3 Eylül 1295/29 Ramazan 1296)'da Saniye Sınıfının m ü t e m a y i z
rütbesine terfî etti ve 4. rütbe'den m e c î d î nişanı "ihsan kılındı"; 8 Mart 1880
(22 Şubat 1296)'de 600 krş. ek maaşla Galatasaray Sultanîsi Târih-i Umûmî ve Tâ-
rîh-i islâm Muallimliğine getirildi. 15 Eylül 1880 (2 Eylül 1296/10 Şevval 1297)'de
Ulâ Sınıf-ı Sânisi'ne yükseldi. 4 Ağustos 1884 (22 Temmuz 1300/11 Şevval 1301)'de
tebdîlen 3. rütbe'den m e c i d î nişanı verildi. Aynı yıll Eylül'ünde t e k r a r terfi'
ederek Ulâ rütbesinin Sınıf-ı Evveli'ne yükseldi. 2 Mart 1886 (26 C. Evvel 1303)'da
tebdîlen 3. Rütbeden Nişân-ı Alîri Osmânî ve 4 Ağustos 1887 (14 Zilka'de 1304)'de de
2. rütbeden Mecîdî Nişanı aldı. 17 Ocak 1890 (4 Kânun-ı Sânî 1305)'da Mülkiye
Müdîrlik maaşı 4000 Krş.'a yükseltilmiş; Mayıs 1890'da tebdîlen 2. rütbeden Os
mânî Nişân-ı Âlî'sini kazanmış; 13 Eylül 1892 (1 Eylül 1308)'de Mülkiye Coğraf
ya ve Târilh-i Umumî dersleri öğretmenliklerine İLm-i Ahlâk Dersi'nin eklenmesiy
le Öğretmenlik maâşl 1500 krş.'a ve 21 Kasım 1892 (9 Teşrin-i Sânî 1309)'da da
Müdîrlik maaşı 4500 krş.'a yükseltilmiş; "mesâî-i reviyyet-mendânesi'ne (görevini
dirayetle y a p m a s ı n a ) " mükâfâteo 11 Eylül 1892 (8 Safer 1310)'de Bâlâ rütbesine
terfi' etmiş ve 25 Aralık 1892 (5 Cumâd'al-AMre 1310)'de de "Altın Liyâkat Madal
yası" ile taltif kılınmıştır. 24 Ağustos 1894 (11 Ağustos 13İ0)'de Müdîriyet Maaşı
6000 krş.'a yükseltilmiş ve 13 Şubat 1895 (1 Şubat 1310)de, I. Cildi'n 183. ve 253.
sayfalarında ayrıntıları ile anlattığımız gibi " L i m a s l a h a t i n (görülen lüzum
üzerine)" Mülkiye'deki öğretmenliklerine devam etmek kaydiyle aynı maaşla Gala
tasaray Sultanîsi Müdîrliğine nakledilmiştir.
(1) Bak.: Mâliye Bakanlığı; (Emekli İşleri Md.) Muhassasât-ı Zâtiyye Müdîriyet-j UmûTniyyesi 24138 sayılı
Tahsis Dosyası ve Mülga Me'murîn M'üdîriyet-i Umûmiyyefsi Sicil-i Ahvâl Şu'besi, Sicil 72, Varak 87.
(2) Baık,: Bu Cild'in 22. sayfasına.
819
Galatasaray Sultânisi'ndeki "hizmet-i memdûha-i reviyyetmendânesine meb-
nî" de 25 Ekim 1897'de eski Nişanı alınıp yerine 1. Rütbe'den Mecîdî Nişanı; 4 Ağus
tos 1898 (22 Temmuz 1314)'de Fransa Maârif ve SanâyiH Nefise (Güzel san':atlar)
Nezâreti tarafından "Afelya" rütbesinde "Maârif Nişanı" verildi.
13 Eylül 1900 (1 Eylül 1316)'de, Galatasaray Sultanisi Müdîrliği ve Öğretmen-
likleriyle Mülkiye Mektebi Müderrisliği görevlerine ek olarak 600 krş. maaşla Da
rülfünun Edebiyyât Şubesi (Fakültesi) Târih Müderrisliğine (Profesörlüğüne) geti
rildi. Aynı yılın 26 Şûbat'ında yine tebdîlen 1. Rütbe'den "Nişân-ı Osmânî" ile taltif
edildi. Ayrıca Karadağ Prensi (şimdiki Yugoslavya) tarafından 1. Rütbe "DANİLO",
Romanya Hükümeti tarafından 2. Rütbe'den "Kuron dö Romani" nişanları verildi.
Mülkiye'deki 16 yıllık Müdîrlik ve 37 yıllık öğretmenliği devresinde, Öğrenici-
leri, Rahmetli hakkındaki duygu ve intiba'larını şöyle anlatmaktadırlar:
«Mâliye Muallimimiz Portakal Mikail Paşa, gayet ciddî bir zât olup tabasbusu
sevmediği gibi korkak, süflî talebeden de hoşlanmazdı. 5. Sımf'da bulunduğumuz
zaman, imtihanına girdim. İmtihan, Müdîr (Abdürrahman Şeref) Beyin odasında
oluyordu. Müdîr Bey de imtihanda hazırdı. Muallimimiz (Portakal Mikail Paşa)
ile aramda iaşağıdaki sual-cevap vuku' buldu:
— Devletin tiftik vergisi ne kadardır?
— - kadar liradır.
—ı Tiftik vergisi nedir?
— Beher tiftik keçisinden alınan vergidir.
— Tiftik keçisini gördünüz mü?
— Hayır Efendim, görmedim...
Bu cevap üzerine hocamız çok kızarak bana:
— Çalışmamışsınız; derse dikkat etmemişsiniz... gibi bir çok sözler söyleme
ye başladı. Buna cevaben ben de:
— Efendim, ben burada Hayvanât Dersi'nden değil, Mâliye Dersi'nden imti
han veriyorum. Keçiyi görüp görmediğimin Mâliye Dersi ile hiç bir alâkası yok
tur, dedim. Bunun üzerine Müdîr Abdürrahman Şeref Bey, derhal sözümü kese
rek:
— İskender, geçen gün sokak'da Mektebin (Mülkiye'nin) köşesinde bana se
lâma durduğun zaman orada bir keçi vardı, görmedin mi? diye sordu. Bunun üze
rine kendimi topladım; çünkü buyurduğu hâl vuku' bulmamış idi. Derhal:
— Evet efendim gördüm, cevâbını vermeğe mecbur oldum. Son cevâbım
muallimin hoşuna gitti ve bana:
— Talebe derslere iyi dikkat etmelidir; körükörüne dersi öğrenmemelidir;
her şeyi etraflıca öğrenmelidir, dedi. Hiddeti geçmişdi; bana 8 numara verdi. Ben
de Müdîr Abdürrahman Beye hayâtım boyunca minnetdâr oldum.» (3)
(.3) Bak.: Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; I.C. 366. - 367. sf. ler; 1350 (1306 R.) Mezunlarından Müteveffa
iskender Astvazaduryan Şarman'ın hâtıralarından.
820
«...Târih Muallimimiz rahmetli ve muhterem Abdürrahman Şeref Beyin bir
çok hikâye ve nasîhatları arasında aşağıdaki nasîhatlannı da çok enteresan bulu
rum. Rahmetli derdi ki:
"İyiliğe iyilik (her kişinin) k â r ı ; kötülüğe iyilik (er kişinin) k â r ı d ı r ; siz er
kişi olmaya çalışınız"; "Hayat'da ba'zı kimselere tesadüf edeceksiniz ki, bunların
ağızları divân-ı adalet, kalbleri Cizvit (papaz) Mektebi'dir» (4).
"İstibdad idâresinin bütün şiddeti ile hüküm sürdüğü zamanlarda Hocaları
mızın derslerini kontrol için her derse bir hafiye gelir; dersin sonuna kadar ka
lırdı. Bu kadar sıkı tedbirlere rağmen Rahmetli Hocamız Abdürrahman Şeref Bey,
Târih Derslerinde hiç çekinmeden Fransa İhtilâli'ni bütün tafsilâtı ile anlatır; 1.
Meşrûtiyetin Meclis-i Meb'usânının nasıl açıldığını, nasıl kapatıldığını îzâh eder
di. Merhumun bu medenî cesaretini her zaman hayranlıkla hatırlarım..." (5)
(4) Bak.: Aynı eser, 390. sf.; 1902 (1318 R.) Mezunlarından Sayın Yahya Sezâî Uzay'ın hâtıralarından.
<5) Bak.: Aynı eser, 404. sf.; 1904 (1320 R.) Me'zunlarından Rahmetli Sıdkı Som'a âid hâtıralardan.
(6) Bak.: Akçem Gazetesi; 6-8-1946; 6. sf., 3. st.; Sabri Cemil Yalkut; "Dârülfünûn'dan Muhtar Üniversite'ye"
başlıklı seri makaale.
<7) Bu Cild'in 327. sayfasına bakınız.
(8) 2. Meşrûtiyet'in A'yan A'zâsı, dolayısıyle Meclis-i A'yan'ı (Şimdiki Senato) aşağıdaki zevât'dan teşekkül
etmekte i d i :
1 — Reis : Eski Sadrâzamlardan Seid Paşa
2 — Reis Vekili : Gazi Ahmed Muhtar Paşa
3 — A'zâ : Eski Şeyh'ül-İslâmlardan Sâib Molla Bey
(Devamı 822. sf. dadır)
821
17 Aralık 1908 (3 Kânun-i Evvel 1324)'de Defter-i Hâkaani Nazırlığından Maârif Ne
zâreti Vekâletine nakledildi. Meşguliyetinin artması sebebiyle 26 Aralık 1908'de Dâ-
rülfünûn'daki derslerini bıraktı; Mülkiye'deki ders saatlerinde de azaltma yaptı.
14 Şubat 1909 (2 Şubat 1324>)tta (25.000) yirmibeş bin krş. maaşla asaleten
Maârif Nazırlığına getirildi; 14 Nisan 1909 (1 Nisan 1324)'daki muvakkat Bütçe Ka
n u n u ile Nazırlık tahsisatı (15.000) krş.'a indirildi. Kâmil Paşa Kabinesi'nin çekil
mesiyle yerine gelen Hüseyin Hilmi Paşa Kabinesi'nde de Maârif Nazırlığını muha
faza etti. 6 Mayıs 1909'da bu Kabine'nin de düşmesiyle Nazırlıktan ayrılıp A'yân
A'zâlığına döndü.
Birinci d e f a Maârif Nazırlığına getirildiğinde Maârif Câmiası'ndaki sevinci,
Muallim rahmetli Şâir Fevzi:
"Şerefin buldu Maârif imruz (= Bugün Maârif Şerefi'ni b u l d u ) "
târih beytini düşürerek anlatmaya çalışmışdı. işleri azaldığı için 18 Mayıs 1909 (4
Mayıs 1325)'da tekrar Darülfünun Edebiyyât Şûbesi'ndeki Târih-i Siyâsî ve Düvel
Müderrisliğini (6001) Altıyüz krş. maaşla ek görev olarak kabul etti. Sultan Reşad'ın
19 Mayıs 1909 (5 Mayıs 1325) târih ve 332 sayılı İrâdesi üzerine, Devlet Vak'a Nü-
visliği de kendisine verildi.
«Devlet-i Aliyye-i Osmânîyye Târihi'ne dâir mükemmel bir eser'in vücûda ge
tirilmesi muktezây-ı İrâde-i Seniyye'den (Sultan Reşad'ın arzusu) olup Eser-i mez
kûrun te'Iîfi için teşekkül eden Hey'ete (Târih-i Osmânî Encümeni'ne)» 21 Hazi
r a n 1909 (7 Haziran 1325)'da Reis ta'yin edildi. Kendisi böylelikle İmparatorluk
Vak'a Nüvis'lerinin sonuncusu olmuştur.
12 Mayıs 1911 (28 Nisan 1327)'de Mülkiye Mektebi'nde kendisinin öğrenicisi
olan Sadrâzam İbrahim Hakkı Paşa tarafından (15.000) krş. maaşla tekrar Maârif
Nazırlığına getirildi. Bu getirilişi, o zaman Sultan Reşad'ın Başkâtibi (Başkitâbî-i
822
Hazret-i Şehinşâhî) olan rahmetli Hâlid Ziya Uşaklıgil şöyle anlatmakta ve bu ve
sile ile Abdürrahman Şerefin meziyyetlerine de değinmektedir (9):
"Bir gün Sadrâzam Hakkı Paşa Erken bir sa'atde Saraya gelerek doğruca oda
ma girdi. Biraz canı sıkkm görünüyordu*. Hemen karşımdaki kanepeye oturur
oturmaz ziyaretinin sebebini söyledi:
— Size bir teklif yapmağa geldim. Her şeyden evvel fikrinizi almak istiyorum.
Maârif Nezâreti münhâldir. Buraya öyle bir zât seçmek istiyorum ki, Maârif işleri
ne agâh olmakla beraber pek fa'al olsun. Bunun için sizi düşündüm; Maârif Nezâ
retini kabul eder misiniz?
Ben cevab vermeden evvel, alınacak cevâbın menfî olacağını tahmin ederek
teklifinin aşağısını ekledi:
— Sizin Saraydan ayrılmanızı tecviz etmem. Bunu H ü n k â r (Pâdişâh) da iste
mez, Hükümet de istemez; lâkin burada görülecek işlerin en büyük kısmı yoluna
girmişdir. Bundan sonra çizilen yolda yürümek kâfidir. Öyle zan ediyorum ki hem
Nezâreti, hem Kitabeti idare etmek mumkindir. Buradan ayrılmaksızın Maârif Ne
zâretini kabul etmek yalnız bir s a a t mes'elesinden ibaret kalır.
O söylerken ben bu iki vazifenin ictima'ınm mümkîn olup olamıyacağma d â i r
zihnimde muhakeme yürütüyordum; gördüm ki buna imkân yokdur. İ m k â n olma
dıktan başka Maârif Nezâretini deruhde etmek için de kendimde lâzım gelen kuvvet
ve cesareti bulamıyordum. Sadrâzamı kırmadan bu teklifden vaz geçmesine ça
lışılmalıydı. Az çok şu me'alde cevab verdim:
Maârif işi Memleketin en zor mes'elelerinden biridir. Tahsil çağma girmiş
çocukları ilk yıllarından alarak merhale, merhale son tahsil devresine kadar götür
mek ve bu uzun yolun muhtelif merhalelerini aşarken nerede ta'mire m u h t a ç sakat
noktalar varsa onları tesbît etdikten sonra ıslâhı çaresini bulmak lâzımdır. Bu
esâsm etrafında deveran eden türlü düşünülecek cihetler de var. Bunları kavra
mak, ıslâhata kalkmak, jyahud her şeyi bulunduğu yerde bırakmak da var. Bu
(9) Bak.: Saray ve Ötesi; Hâlid Ziya Uşakgil; anbul, 1941; 2. C, 206.—209. sf.
823
ikinci şekilde k a r a r verilecek olursa onu herkes yapabilir. Birinci sûretde ise Na
zır olacak adamın b ü t ü n fa'aliyet ve dirayet, kaabîliyetlerini ancak bu işe hasr
etmesi lâzımdır. Bu takdirde Saray'la Nezâreti te'lif bana m ü m k i n görünmüyor.
Saray'ı feda etmeğe gelince: Bunu kendi nefsime âid olan rii'yet tarafından caiz
görmek m ü m k i n olsa bile, H ü n k â r a karşı onun hizmetini terk ederek başka bir
vazifeyi tercih etmeği münâsib ve en basit zarafet kaaidelerine muvafık nazariyle
bakamıyorum...
Kemâl-i sükûn ile ve söylenen şey'leri munsıfâne düşünen bir a d a m haliyle
dinledi. Biraz susarak:
— Öyle ise, bir fikir veriniz. Ben Nezârete getirilecek zâtı bulmakda zorluk
çekiyorum. Mütâlâalarınızı doğru buluyorum; a m m a bunlar müşkilâtı ortadan
kaldırmış olmuyor...
Bu muhavere başlar başlamaz ben, Sadrâzamın arzusuna tevâfuk edecek ıada-
mı zihnimde arıyordum ve bunu bulduğum kanaatiyle derhal cevab verdim:
— Sizin istediğiniz a d a m hazırdır ve elbetde yapılacak işleri benden çok daha
muvafık bir tarzda ve en büyük mikyasda muvaffakiyyetle idare eder.
— Kimdir? diye sorunca derhal söyledim: Abdürrahman Şeref Bey. Birden
bu isim onu tatmin etmiş göründü:
— Kabul eder mi? diye sordu.
— O ciheti bana bırakınız, dedim ve bu suretle her iki taraf memnun birbi
rimizden ayrıldık.
Eu teklif den kimseye bahsetmedim; husûsiyle Hünkârın haber almasına mey
dan bırakmadım. Hemen Abdürrahman Şeref Beyi da'vet ederek Sadrâzam nâmı
na kendisine Maârif Nezâretim teklif ettim. Bu zât pek ihtiyatkâr idi. Hayâtını
hırs'dan, tûl-i emelden âzâde geçirmeğe o derece alışkm idi ki, A'yân A'zâlığına
inzimam etmek suretiyle bir Nezâret sandalyesini işgal etmek, herhangi bir adam
için pek cazibeli bir iş olmakla beraber teklifi kabul etmek için çok düşündü.
Bin dereden su getirerek kendisini ikna'a çalışdım ve oldukça uzun süren bir mü-
bâhaseden sonra nihayet muvafakatini te'min e t d i m ; fakat ne olur ne olmaz, bel
ki aksine bir cereyan tâkib edecek bir m u h a k e m e üzerine rücu' eder mülâhaza-
siyle onu bir emrivaki' karşısında bulundurmak istedim. Hemen telefonla Hakkı
Paşayı buldum ve:
— Abdürrahman Şeref Bey yanımdadır. Hakkında gösterdiğiniz i'timâda te
şekkür ediyor ve teklif sizin tarafından vuku'a geldiği için kabul ediyor, dedim..."
Trablus-Garb Savaşı'nın başlaması üzerine çekilen î b r â h i m Hakkı Paşa Kabi
nesi ile birlikte 29 Eylül 1911 (5 Şevval 1329)'de Maârif Nazırlığından ay
rıldı. 26 Kasım 1913 (12 Teşrin-i Sâni 1329)'de 1. Rütbeden " M a â r i f Li
y â k a t " nişânıyle taltif edildi. 14 Kasım 1915 (1 Teşrin-i Sâni 1331 )'de Mec-
lis-i A'yan (Senato) ikinci Reisliğine, 13 Kasım 1916 (30 Teşrin-i Evvel 1332)'da Bi
rinci Reis Vekilliğine getirildi.
İttihad ve Terakki Kabinesi'nin düşmesi üzerine teşekkül eden Müşir Ahmed
324
İzzet Paşa Kabinesine 14 Ekim 1918'de Evkaaf Nâzın olarak girdi. 25 gün ömrü
olan bu Kabine'nin düşmesiyle görevinden ayrıldı. 2 Ekim 1919'da kurulan Ali
Rızâ Paşa Kabinesinde Şûrây-ı Devlet Reisliğine ve Posta-Telgraf Nazır Vekilliğine
getirildi ise de "Kuwây-ı Milliyeci" olduğu bilindiğinden Vahîdüddîn tarafından
Kaıbine'den uzaklaştırılması sağlandı.
Rahmetli Abdürrahman Şerefin, ne derece vatanperver olduğuna âid kuvvetli
bir belge niteliğinde olan bu uzaklaştırılma olay'ım Rahmetli Ali Fuad Türkgeldi,
şöyle anlatmaktadır (10):
«Dâmad Ferid Paşa'nın kurduğu 3. Kabinenin de, 1 Ekim 1919 (1 Teşrin-i Evvel
1335) Çarşamba günü düşmesiyle Sadrazamlığa Ali Rıza Paşa getirildi ve Kabine'-
yi kurmaya me'mur edildi. O gün Hünkâr (Pâdişâh Vahîdüddin) çağırttı; gittim.
Bana:
— Reşid Paşa zaîfdir. Evvelki (Hâriciye) Nazırlığı sırasında yazdığı notalar
bile ecnebiler tarafından iade edildi. Fakat Ziya Paşa'nın da hüsn-i sıyt'ı (iyi ü n ü )
yoktur; Abdürrahman Şeref Efendi ise M i l l î B l o k ' dan (Kuvvây^ı
Milliyeci)' dır. Biz Kabineyi bitaraf zevat dan teşkil etmek istiyoruz. Şu sırada
onun da Kabine'ye alınması muvafık olmaz. Tevfik Paşa'ya telefon ediniz. Sadrâ
zam (Dâmad Ferid) şimdi kendisini ziyarete gideceğinden, kendi nâmına olarak
bu cihetleri anlatsın; behemehal bu iki zâtı (Ziya Paşa ve Abdürrahman Şeref
Efendi'yi) tebdil ettirsin, dedi....»
1 Kasım 1922'de T.B.M.M.'nce Saltanat'm İlgâsı, dolayısıyle Osmanlı Meclis-i
Meb'ûsân ve A'yân'ımn fesholunması üzerine 31 Ekim 1922'de Abdürrahman Şeref
Efendinin de A'yan A'zâlığı son buldu.
Aziz Hocamız, 49 yıl, 6 ay hizmet'den sonra aşağıdaki dilekcesiyle emekliliğini
istiyordu:
«İstanbul Vilâyet-i Aliyyesine
(10) Bak.: Görüp i ş i t t i k l e r i m ; Ali Fuad Türkgeldi; Ankara, 1951; 2. basılış, 2A&. sf.
825
«Mülga Hey'et-i A'yân A'zâsından esbâk Maârif Nâzın Abdürrahman Şeref
Bey'in cevâz-ı istihdâmı'na dâir karar i'tâsı hakkındaki Mâliye Vekâlet-i Celîlesi'-
nin 17/19 Şubat 1339 (19 Şubat 1923) târih ve 5108/84 numerolu tezkiresi kıraat
olundu:
Mumaileyhin ötedenberi namus ve irfanı ile tanınmış zevât-ı muhteremeden
bulunmasına ve vatanperverliği hakkında kat'iyyen tereddüd edilemeyeceğine bi
nâen câiz'Ul-istihdâm olduğuna karar verildi.»
826
"Eşkâl-i hükümeti (hükümet şekillerini) saymaya lüzum yoktur. Hâkimiyyet
bilâ kayd ü şart Millet'indir. Kime sorarsanız sorunuz b u C u m h û r i y e t ' -
dir; doğan çocuğun adı'dır. Amma, bu ad ba'zılarına hoş gelmezmiş; varsm gel
mesin-." diyerek C u m h u r i y e t ' imizin doğumuna, târih şu'uru, bilgisi
ve vatanperverliği ile yardımcı olmuşdu.
1926'da dişlerinden rahatsız olarak İstanbul'a geldi; tedavi için Gurebâ Has-
tahânesi'ne yatdı; rahatsızlığı artarak 18 Şubat 1926 Çarşamba günü, 72 yıl, 3 ay,
20 gün yaşadıktan sonra Vatan topraklarının âğuşuna, Rahmân'm rahmetine ka-
vuşdu. İstanbul'da bulunan yüzlerce Öğrenicisi'nin, binlerce İstanbullunun omuz
l a n üstünde tazimle taşınarak, Otakcüar yakınında Tokmaktepe denilen yerdeki
aile kabristanına tevdi olundu.
Naciye Hanımla evli idi. 1876 İstanbul doğumlu Hikmet, 1879 İstanbul doğum
lu Emine İsmet adlarında iki kız evlâd babası idi.
Vefatından sonra, İstanbul Belediye Meclisi büyük bir vefa örneği göstererek,
Fâtih İlcesi'nin Eyüp Bucağı, Nişancı Mustafapaşa Mahallesinde Çömlekciler'Ie
Otakcılar arasındaki caddeye Abdürrahman Şeref Bey Caddesi adını vermiştir (11).
Abdürrahman Şeref, târihî Mekteb-i Mülkiyye'nin Memleket için çok yararlı
ma'nevî havasının teşekkülünde en önemli rolü îfâ etmiş; Mutlakiyyet İdâresi'nin
her türlü baskısına rağmen, 16 yıl Müdîrliği, 37 yıl Müderrisliği zamanında Mülki
yenin batı sistemine göre yönetilmesinde, Mülkiyeli'nin batı zihniyeti ve Türk Ruhu
ile yetişmesinde en büyük âmil olmuştur. Mazbut şahsiyyeti, dürüst, müşfik ve va
tanperver kişiliği, yıllar boyu öğrenicilerine örnek teşkil etmiştir. Fikri, fi'line tam
anlamıyla uygun bir eğitimci idi.
Rahmetli'nin, tür'ü kendine mahsus hir öğretmen olduğunda bütün öğrenici-
leri birleştirmektedirler. Beşerî Coğrafya, İstatistik bilimlerini Memlekete ilk sokan,
827
Nazarî ve Amelî Ahlâk Derslerinin ilk öğreticisi Abdürrahman Şerefdir. Modern
Tarihçiliğin Memleketimizdeki kurucuları arasındadır. Osmanlı Târihi alanında
otorite olduğu, Batı Târih Otoritelerince de kabul edilmiştir. Uzun yıllar emek
vererek hazırladığı Osmanlı Târihi müsveddelerinin 1904'de çıkan Galatasaray
yangınında yanması, Türk Kültürü için büyük kayıpdır. 1. Meşrûtiyet'in i'lânmdan
Sultan V. Mehmed Reşad'm Saltanatı'nm sonuna kadar yazdığı Târih Bölümü
bastırıl;amamış kıymetli eserlerindendir.
828
5. MÜDlR
829
verlerinden Suvârî Yüzbaşısı ve Eski komşum Yümnî (Üresin Paşa) Bey m e r h u m
delaletiyle Sadrâzama sundular; Said Paşa m e r h u m da telebenin matlûbunu iyi
karşıladı ve dilekçeyi Maârif Nazırlığına havale etti. Nezâret de bu kâğıdı Müdîr-
liğe gönderdi. Hacı Müdîr, arzuhalde imzası olanları:
— Sizi habisler sizi, Makaamât-ı Âliye'yi tasdî'e cür'etyâb olursunuz h a a !
sözleri ile siygaya çekti ve zavallıları Mektebden tard etmeğe kalkıştı. Bereket
versin ki Muhterem Hocalarımızdan Merhum Hacı Zihnî Efendi (Merhum Ali
Ranâ Tarhan'm Babası) imdada yetişti ve o Muhterem Hocamızın lûtufkâr niyazı
ile Recâî'nin talebeyi tard etmek cesareti kırıldı.
Hac arkadaşlığı etmiş olan bu iki kişiden Recâî'nin devesi ve Zihnî Efendi
m e r h u m u n da kendisi Hacı olmuştur, derler....» (3).
B A S I L M I Ş E S E R İ (4)
-O-
(3) Bak.: Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; 1. C, 393. - 394. sf.; 1902 (1318 R.) Mezunlarından Rahmetli
Reşad Mimaroğlu'nun hâtıralarından.
<4) Bak.: M i l l î Kütübhâne; Eski Türkçe Kitablar Katalogu; Ankara, 1957 ve Sayın S. Özeğe N o t l a n .
830
6. MÜDlR
Mâliye m e ' m u r l a n n d a n Atıf Bey ile Safvet Hanımın oğludur. 1863'de İstan
bul'da doğdu. İstanbul Bâyezîd Rüşdiyesi'nde Orta, Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne'nin
İ'dâdî Kısmında lise öğrenimini tamamladı ve 1883'de Mekteb-i Mülkiyye'nin Yük
sek Kısmı'ndan me'zun oldu.
Aynı yıl açılan müsabaka sınavını kazanarak Ticâret ve Ziraat Nezâreti hesa
bına zirâat tahsili yapmak üzere, 500 Frank harcırah ve yılda 2500 Frank tahsi
satla Almanya'ya gönderilmiş; 8 ay'da Berlin'de Almancasmı kuvvetlendirdikten
sonra, Saksonya'da "Bardersleyn Amelî Ziraat Mektebi"nde stajını tamamlamışdır.
(1) Bak.: a1) Mâliye Vekâleti, Emekli iş. M d . Nu. 8434 Tahsis Dosyası
b) Sicill-i Ah. Def. Nu. 66,77. sf. ve zeyl Def. Nu. 150., 235. sf.
c) Servet-i Fünûn; 18 Şubat 1926; 59. C, Nu. 1540-66
ç) Dîger bilgi ve resim talebimiz üzerine oğlu Sayın Ord. Prof. Ömer Celâl Sarç'ın istanbul'dan
gönderdikleri, Arşivimizde mahfuz 11-7-1966 günlü mektup'dan alındı.
831
Kolonya Şehri Üniversitesi'ne bağlı Zirâat Fakültesi'nde iki yıl öğrenim yapıp bu
radan da me'zun olarak 1886da Yurd'a döndü. Bundan sonra sırasıyle:
1886da Dârülmuallimîn (Yüksek Öğretmen Okulu) Coğrafya Muallimliğine;
1887'de Kastamonu İ d â d î s i Müdîr ve Coğrafya Muallimliğine; 1890'da İstanbul
Beyoğlu Telgraf Merkezi Başme'murluğuna getirildi. Buradan tekrar Maârife
dönerek 1897 yılına kadar sırasıyle Trabzon, Kastamonu, Selanik Maârif Müdîr-
liklerinde bulundu. 1897de İstanbul'a döndü. Maârif Nezâreti Encümen-i Teftiş ve
Muayene A'zâlığına; 1898'de aynı Nezâret Mekâtib-i Rüşdiye Müdîrliğine (Orta Öğ
retim Genel Müdîrliğine) ve Tedkîk-i Müellefât (yazılmış kitabları inceleme) Ko
misyonu A'zâlığına; 1903"de Darülfünun Coğrafyây-ı Umûmî Müderrisliğine (Pro
fesörlüğüne) 1907de de Meclis-i Maârif A'zâlığına getirildi.
2. Meşrûtiyet'in i'lânmdan sonra, 22 Ağustos 1908'de Hacı Recâî Efendiden bo
şalan Mekteb-i Mülkiyye Müdîrliğine getirildi. Bu görevi, Meşrûtiyetin ilk yılların
daki keşmekeşlik aylarına rastlamasına rağmen Celâl Bey, dürüst ve basiretli ida
resi ile Mülkiye'yi en az sarsıntı ile yönetmiştir. Bu görev"den idare mesleğine
geçerek 6 Haziran 1909 (23 Mayıs 1325)'de Erzurum, 1911'de Edirne Valiliklerini de-
ruhde etti. 31 Aralık 1911'de kurulan Said Paşa Kabinesinde Dâhiliyye Nazırlığına
getirildi. 16 Temmuz 1912'de Kabine'nin düşmesi üzerine 29 Temmuz 1912'de İz
m i r Valiliğine ta'yin edildi. 23 Ocak 1913'de teşekkül eden Mahmud Şevket Paşa
Kabinesinde Ticâret ve Zirâat Nazırlığını işgâl etti. 4 ay, 19 gün süren bu Kabinenin
Mahmud Şevket Paşa'nın 11 Haziran 1913'de şehîd edilmesi sonucu düşmesiyle
Celâl Bey de Haleb Valiliğine gönderildi. Buradan Konya Valiliğine nakledildi.
1918"de Adana Valiliğine getirildi. Mütâreke yıllarında İstanbul Şehremînliği yaptı.
Cumhuriyet'imizin i'lânından ve Lozan Andlaşmasından sonra bütün TEKEL
İdareleri devletleştirilince istanbul Reji Başmüdîrliğine getirildi. Bu vazifede iken
bir kaç gün süren kısa bir hastalığı müteâkıb, 11 Şubat 1926'da Hakkın rahme
tine kavuştu.
29 yaşında evlendi; 3 kız, 1 erkek evlâd (Ord. Prof. Ömer Celâl Sarç) baba
sı idi. Arabca ve Farsça'ya âşinâ, Almanca ve Fransızcaya bihakkın vâkıftı. Hobi
olarak, kuş beslemeği çok severdi.
Vefatından sonra, Ahmed İhsan Tokgöz "Servet-i Fünûn" Dergisinde (l/c)
Rahmetli hakkında şunları yazıyordu:
«İstanbul Reji Müdîriyetinde iken bir kaç gün süren kısa bir hastalıktan son
ra hemen nâgehânî bir suretde, irtihâl eden Celâl Bey, şu muazzez Vatan'm kıy
metli evlâdından ve mümtaz sunalarından idi. İrtihâli, kemâl-i samimiyyet'le tâ-
ziyet ettiğimiz muhterem Ailesi için ne kadar elemnâk olmuş ise, Kendisini ta
nıyanlar ve takdir edenlerce de bâdî-i teessür ve telehhüf olmuştur.
Servet-i Fünûn da bu teessürde müşterek olup, öteden beri "Servet-i Fünûn"a
merbûtiyyet ve muhabbet'den ayrılmamış; zaman zaman Âile-i Tahrîriyyesi me-
yânmda bulunmuş olan değerli ve vefakâr bir dostunun ufûl-t ebedî'siyle müteel-
limdir.
832
Celâl Bey Mekteb-i Mülklyye'nin yetiştirdiği, Vatan ve Milletin, hizmetleriyle
temeyyüz ettirdiği bir zât idi.
Meşrûtiyyetin i l â n ı n d a n sonra İzmir, Erzurum, bilâhare Adana Valilikleri gibi
mühim mevki'lerde, Dâhiliyye ve Ticâret ve Ziraat Nezâretlerinde b u l u n m u ş er-
bâb-ı ilm ü irfân'dan, erbâb-ı kalem'den olduğu gibi iyi bir idare adamı olduğunu
da göstermiştir. Son zamanlarda İstanbul Reji Müdüriyetinde bulunuyordu. Bil
hassa İdâre-i İnhisâriyye Hükümete geçtikden sonra faaliyet ve gayretini son
derece artırmış; Müdîriyeti dahilindeki Muamelâtı, Hükümet idaresini yârü ağ-
yar'e takdir ettirecek sûretde ve rüfekaay-ı mesâî'sinin inzimâm-ı himmetiyle tan
zim eylemişti."
BASILMIŞ ESERLERİ
833
7. MÜDÎR
(1) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli İş. Md. 15381 sayılı Tahsis Dosyası
b) Sicill-i Ah. Def. Nu 93, 177. sf.
c) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; 1. C 263. sf.
834
ta Öğretim Genel Müdîrliğine), 21 Ağustos 1908'de Meclis-i Maârif A'zâlığma ve
Reis Vekilliğine getirildi.
Müdîr Celâl Bey'in Erzurum Valiliğine ta'yin edilmesiyle 6 Haziran 1909da eh
liyet ve liyâkati nazara alınarak Mekteb-i Mülkiyye ve Darülfünun Müdirliğine
ta'yin edildi. Bu ta'yin aşağıdaki teklifle gerçekleşti:
BASILMIŞ ESERLER
XXI — 84/99 (1) Hayat-ı Düvel (Mustafa Nail ile beraber; 1. C, 1. Kısım)
İstanbul, Şirket-i Mürettibiye Mat.; 1306 (1890) 244 sf.; 8°
84/100 (2) (Aynı Kitap, İl C, 2. Kısım)
İstanbul, Şkt. Mürettibiye Mat.; 1306 (1890); 413+501+3 sf.; 8°
84/101 (3) (Aynı Kitap, 1. C, 3. Kısım)
İstanbul, A. Asaduryan Mat.; 1307 (1891); 3+225+412 sf.; 8"
836
8. M Ü D î R
Mehmed Şükrî Efendinin oğludur. 1863 (1279 R.)'de İstanbul'da doğdu. Beyâzıd
Rüşdiyesinde Orta, Mülkiye'nin İ'dâdî Kısmında Lise öğrenimini tamamladı. 1883
(1299 R.)^de Pekiyi (aliyyülâlâ) ierece ile Mülkiye'nin yüksek kısmından me'zun
oldu.
Me'zuniyetini müteâkib sırasıyla: 1884'de Vergi Emâneti (şimdiki Mâliye Ba
kanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü) Meclis-i İdare Kalemi Me'murluğuna; 1885'de
Mirgûn (Emirgân) Rüşdiyesi Fransızca Muallimliğine; 1886'da Ticâret Nezâreti
Terceme-i Fünûn Kalemi Me'murluğuna; buna ek olarak Çiçekpazarı Rüşdiyesi
1
Fransızca Muallimliğine; 1887'de Karesi (Balıkesir ) Mutasarrıflığı Maârif Müdîr-
liğine, ek görev olarak Karesi İ'dâdîsi Fransızca ve Târih Muallimliğine; 1889'da
(1) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli İş. Md. 29673 sayılı Tahsis Dosyası;
h) Sicill-i Ah. Def. Nu. 25, 499. sf.
c) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; 1. C, 264. - 265. sf.
837
Suriye Vjilâyati Maârif Müdîrliğine, ek görev olarak Şam î'dâdîsi Umûmî
Târih Muallimliğine; 1892 Maârif Nezâreti Encümen-i Teftiş ve Muayene A'zâlı-
ğına, ek görev olarak Mekteb-i Hukuk (İstanbul Hukuk Fakültesi) Fransızca Mu
allimliğine, yine ek görev olarak Meclis-i Maârif Kalemi Müsevvidliğine (Rapor
törlüğüne); 1893'de Maârif Nezâreti istanbul Rumeli Yakası Maârif Müfettişliği
n e ; 1896'da Meclis-i Maâdif A'zâhğma, ek görev olarak da Ticaret Mekteb-i Âlîsi (Yük
sek Iktisad ve Ticâret Okulu) Borsa ve Sigorta Muallimliğine, yine ek görev
olarak 1900'de aynı Mekteb Ma'lûmât-ı Ticâriyye Muallimliğine; 1910'da Evkaaf
Nezâreti (Müsteşar) Muavinliğine getirildi.
ibrahim Hakkı Paşa Kabinesi'nde 3. kez Maârif Nazırlığına getirilen' ve Mül-
kiyye Mektebinde öğrenici iken Hocası ve Müdîri olan Abdurrahman Şeref Efendi
tarafından, güzîde bir eğitimci olması nazara alınarak, 25 Ağustos 1911'de Rakım
Beyden açılan Mekteb-i Mülkiyye Müdîrliğine getirildi (2).
Bu cild'in 4. Kısmında ayrıntıları ile anlattığımız gibi, 13 Eylül 1915'de Mül-
kiye'nin kapatılması üzerine Müdîrliği sona erdi. Aynı târihde kendi isteği üezrine
emekliye ayrıldı. 1921'.de İstanbul'da Hak'kın rahmetine kavuştu. Evli idi. İstan
bul avukatlarından Mekkî Hikmet Gelenbeğ'den başka evlâdı olup olmadığı öğ-
renilememiştir.
-O-
838
9. ve 11. M Ü D î R
Trabzon Kadısı iken vefat eden Baltacıoğlu Şerif Mahmud Hamdi Efendi ile
Şehrâzâd Hanımın oğlu olup 1882 (1298 R.)'de İstanbul'da doğdu. Mercan İ'dâ-
dîsinde lise öğrenimini tamamladı. 1902 (1318 R.)'de Pekiyi (allyyülâlâ) derece ile
Mülkiye'nin Yüksek Kısmından me'zun oldu.
Mülkiye'den me'zun olunca eğitimcilik mesleğini seçdi; sırasıyla: 15 Aralık
1902'de Maârif Nezâreti Muhasebe Kalemi Kâtibliğine; 4 Ekim 1905'de Mercan
İ'dâdîsi Kitâbet-i Resmiyye ve Hayvanât (Biyolojinin Hayvanlar Kısmı) Muallim
liğine; 19 Nisan 1908'de Mercan İ'dâdîsi Kitâbet-i Resmiyye Muallimliği baki kai
li) Bak.: a) Mâliye Bak., Emekli İş. M d . 11484 sayılı Tahsîs Dosyası;
b) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; I. C, 266 - 267. sf. ler.
c) S.B.O. (1940 M) Mezunlarından Sayın Mftjbin Başar'ın İstanbul'dan gönderdikleri ve Arşivi
mizde mevcud 18-8-1966 günlü mektup
839
mak şartıyle Vefa İ'dâdîsi Müdîr Muavinliği ve Kitâbet-i Resmiyye Muallimliğine;
17 Temmuz 1909'da Üsküdar İ'dâdîsi Müdîrliği ve Ma'lûmât-ı Medeniyye ve İkti
sadîye (Yurddaşlık ve Ekonomi bilgisi) ve Târih Muallimliğine; 23 Mart 1911'de
Kabataş i'dâdîsi Müdîrliği ve Târih Muallimliğine; 13 Aralık 1914'de İstanbul Sul
tanîsi (şimdiki istanbul Lisesi) Müdîrliği ve İlk Kısım Türkçe Muallimliğine ge
tirildi.
Mekteb-i Mülkiyye'nin 1915'de kapatılıp 1918'de Dâhiliyye Nezâreti'ne ıbağlı
olarak yeniden açılması üzerine, eğitim alanındaki çok değerli hizmetleri ve ör
nek şahsiyyeti gözönüne alınarak İstanbul Sultanîsi Müdirliğinden naklen ve ter
fian 5000 Kuruş maaşla 14 Haziran 1918'de (2) Mekteb-i Mülkiyye Müdîrliğine
getirildi.
Aded
33298 : Umûmî
562 : Husûsî
(Sadrâzam ve)
Dâhiliyye Nâzın
Mehmed Tal'at (Paşa) "
840
Mülkiye'nin ve Memleketimizin en karanlık, en acılı günlerinde büyük bir di
rayet ve vatanperverlikle Mülkiye'yi idare etti. Bu hususu o zaman Mülkiye'de
öğreniri olarak bulunan [1575/1337 (1921) Me'zunu] Emekli Mâliye Başmüfettiş
lerinden Saym ihsan Arat'ın kaleminden ( l / b ) öğreniyoruz:
"Şeref kitabına lâyık değerde ancak bir hâtıram vardır. O da Mekteb'in 1918'
de yeniden açılışında bize üç sene Müdîrlik yapan bilâhare maiyyetinde üç sene
ye yakın bir zaman muallim muavini (asistan) olarak çalışmak bahtiyarlığına
nail olduğum kıymetli Müdîrimiz Hüseyin Nâzım Beye âiddir.
Nâzım Bey Merhum, Mektebine, Talebesine sonsuz bağlılığı, tertemiz ahlâkı,
örnek çalışkanlığı, kusursuz İdareciliği ile Talebesinin nasıl sevgisini kazanmış,
saygısını celbetmişse, Ta'lim Hey'etinin de muhabbetini saygısını kazanmıştı. Va
zife uğrunda yaptığı en acı tâ'ârizleri, sistemleri dâima hüsn-i telâkki edilir; i'tiraz-
sız dinlenirdi.
Bugün ,(1946) en mühim ilim müesseselerimizden birinde profesörlük yapan,
bütün münevver kütle tarafından ismi hürmetle anılan, memleket şümul şöhrete
sâhib profesörlerimizden birisine, Mektebe 15 dakika geç gelmesinden dolayı:
— Saatiniz galiba bir çeyrek geri; Mekteb saati ile ayar ederseniz iyi olur,
dediğini, değil bu tarzda bir ıtâba, hattâ bunun yüzde biri derecesinde acı bir
841
söze bile tahammülü olmayan Hocamızın da hiç ses çıkarmadan mahcub bir vaz'-
iyyetde derse girdiğini bilirim. Çünki Hüseyin Nâzım Bey Merhumun, kendisi
kusursuz bir idareciydi. Her söylediği sözün, her yaptığı hareketin Mektebin ve
evlâdları gibi sevdiği Talebesinin iyiliği için olduğunu, Talebesi de en yüksek Ho
cası da bilirdi."
Mülkiye Mektebi Müdîrliğinden 28 Mayıs 1921'de Maârif Nezâreti Tedrîsât-ı
Âliye (Yüksek Öğretim) Umum Müdîrliğine nakledildi.
T.B.M.M.'nin İstanbul mülkî idaresine el koyması üzerine, bir süre açıkda
kaldı. T.B.M.M. Hükümeti Maârif Vekâletince "Cevâz-ı İstihdam" kararı verilerek
11 Temmuz 1923'de İzmir Maârif Müdîrliğine ta'yin edildi.
Müdîr Süreyya Beyin vefatı üzerine, 24 Mart 1924'de 2. d e f a Mülkiye Mek
tebi Müdîrliğine getirildi. Bu seferki Müdîrliği sırasında Mülkiye'yi Cumhuriyet
esaslarına göre ıslâh etme teşebbüslerine girişti. Yeni Yönetmelik, yeni Program,
öğretim ve eğitim sistemi ile bugünkü S.B.F.'nin temelini attı. Bu görevde iken,
kısa bir hastalığı müteâkib 9 Ocak 1927'de Beşiktaş, Abbasağa Mahallesi Ihla
m u r - Yıldız Caddesi 23 Numaralı evinde Hakk'ın rahmetine kavuştu. Daha ken
disindeki Yurd yararına büyük hizmetler bekleneceği bir çağda üfûlü Memleket
ve Gençlik için büyük kayıpdır.
Leman Hanımla evli idi. Çocuğu yoktu.
.842
10. M Ü D î R
<1) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli İş. M d . , 40155 Sayılı Tahsis Dosyası
b) Sicill-i Ah. Defi Nu. 85, 409 sf.
c) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; 1. C, 268. sf.
(2) 13 Nisan 1909'da İstanbul'da çıkan 31 Mart ihtilâli'nden 1 gün sonraı, 14 Nisan 1909'da Adana'da vuku'a
gelen "Adana Vak'ası", çok kanlı b i r ''Ermeni İhtilâli"dir. Târihimizde, kötü idarenin sebep olduğu t i -
p i k ve çok acı olaylardan b i r i olarak yer alan bu meşhur "vak'a" dokuz günlük b i r fasıladan sonra
23 Nisan 1909'da tekrar başlaması i!e, iki kısma ayrılır. 14 Nisan 1909'da başlayan birinci kısım, Adana
merkezi ile Tarsus, Erzin, Misis, Dörtyol v.b. gibi ba'zı yerlerde üç gün sürmüş; 23 Nisan 1909'da' baş
layan ikinci kısmı ise Yalnız Adana Şehrine inhisr etmiştir. Ermeni Komitacılarının bu isyanı çıkarmak-
dan maksadlan, Avrupa Devletlerinin askerî müdâhalelerine sebeb olarak Kilikya'da bir Ermeni Devleti
843
Tahkîkiyyesine Ermenice yazılmış evrakın tercemesi için şâyân-ı i'timad ve em-
niyyet bir mütercime lüzum gösterilmesine binâen "Adana'ya gönderilmiş; bura
da dört ay görev yaptıktan sonra 8 Ekim 1909'da eski vazifesine dönmüştür.
13 Mart 1912'de 2500 Kuruş maaşla Maârif Nezâreti Tedrisat-ı İbtidâiyye (İlk
Öğretimi) 3. Şube Müdîrliğine; 8 Kasım 1913'de 3000 Kuruş maaşla İstanbul Sul
tanîsi MüdMiğine; 13 Aralık 1914'de Kabataş Sultanîsi Müdîrliğine ta'yin edilmiş
ise de vazifeye başlamadan 22 Aralık 1914'de istifa etmiştir. 3 ay, 16 gün açıkta
kaldıktan sonra 7 Nisan 1915'de 2500 Kuruş maaşla Maârif Nezâreti Ermeni Mek-
tebleri Müfettişliğine getirildi. Bu görevden 13 Ekim 1916'da Emniyyet-i Umûmiy-
ye'ye geçerek 2. Şube Müdîrliğine ta'yin edildi. Bu vazifeden 23 Ocak 1919'da az
ledildi. İki yıl kadar açıkta kaldıktan sonra 6 Nisan 1921'de 4000 Kuruş maaşla,
Hüseyin Nâzım Bey'den açılan Mekteb-i Mülkiyye Müdîrliğine atandı. Mütâreke
yıllan ve sonrasının b ü t ü n sıkıntılarına göğüs gererek, ba'zen Okul ödeneği tü
kendiğinde öğrenicilere sezdirmeden borç p a r a bularak Mülkiye'yi yönetti (3). Bu
görevde iken tutulduğu bir rahatsızlıktan kurtulamayarak 28 Nisan 1924'de
İstanbul'da Hakk'm rahmetine kavuştu.
O
kurmakdı. Esasen 1895, '189a, 1905 yıllarında çıkarılan ve -2. Abdülhamid Hân tarafından şiddetli şekilde
bastırılanı Ermeni İhtilâlleri de hep bu amaçla tertib edilegelmişdi. 31 Mart Vak'asınm olduğu gibi, bu
çok âdi ve kanlı İhtilâl'in de vebali "İttthad ve Terakki Komitesi"ni n boynundadır. Çünki, bu İhtilâl de,
Cemâl Paşa'nın Hâtırâtı'nda etraflıca açıklayıp İ'tİraf ettiği gibi, "Komite, Memlekete hâkim olup hiç bir
zaman iş başından ayrılmamak İçin Meşrûtiyet'in İ'lânmdan hemen sonra gerek Balkanlarda, gerek Ana
dolu'da Türk Hâkimlyyeti aleyhine kurulmuş ne kadar Bulgar, Sırp, Yunan ve Ermeni İhtilâl Komiteleri
varsa hepsiyle birleşip onlara tâviz vermekten kaçınmamıştır." Ermenilerin "Taşnakzutyan" adındaki Ko
mitesi ile ''Mâhimyan" ve "Şahrikyan" adlarındaki delegeleri aracılığı ile açıkça müzâkerelere girişmişler ve
neticede, Abdülhamid zamanında gizli çalışan bu Komitenin, bu târihden sonra meşruluğu kabul edilerek
serbestçe siyâsî faaliyette bulunmaya başlamıştır. Böylelikle Meşrûtiyet'den önce Hükümetin şiddetle tâ-
kib edip her zaman tenkîl ettiği gizli teşekküller artık alenen faaliyete başlamış; hattâ "Taşnakzutyan"
dan başka- ''Hınçak", "Veragamyal Hınçak", "Ramgavar" gibi İhtilâl Komiteleri Anadolu'yu parçalamak
olan amaçları İçin açıkça çalışmalara başladıkları hakkında Emrfiyet-i Umûmiyye'nîn sonradan yayınladığı
"Ermeni İhtilâl Hareketleri" adlı Vesikalar Mecmua'sında çok etraflı bilgi verilmektedir.
Bu, İ h t i l â l i , Adana'daki İhtilâlci Ermeni Piskoposu Mouchegh-Muşeg adındaki alçak papaz tertib et
miştir. Cemâl Paşa, yine Hâtı rafında açıkladığına göre. Sultan Ham id zamanında Memlekete silâh idhâlİ
memnu' olduğu hâlde Mesrûtiyet'de bu yasağın kaldırılması üzerine Muşeg, Avrupa'dan getirttiği binlerce
tüfek tabanca ve bombaları Ermeni gençlerine dağıtarak, müsellah bir Ermeni ordusu kurmuş; gaafil Meş
rûtiyet Hükümeti de ham "İttihâd-ı Anâsır" hülyası i İP buna karşı hiç bir tedbir almamıştır. O havali
deki Türk. - Müslüman Halk VR Aileler bu hareketten dehşete düşmüşler; bir kısmı malını mülkünü bı
rakıp hicret etmişlerdir. Küçük bîr bahane ile İhtilâl patlak vermiş; Ermeni ihtilâlcileri Türk Mahallele
rine saldırarak kadın, çocuk, ihtiyar, hasta bile tefrik etmeksizün her tarafı kan ve ateş içinde bırakınca,
Müslüman-Türkler de,, Hükümet kuvvetlerinin müdâhalesine rağmen, canlarını, ırzlarını, aile ve çocuk
larını koruyup savunmak azmivle nukaabeleye başlamış; neticede 1850 Türk Şehidine karşılık 17.000 Er
meni öldürülmüştür. Mâhud Papaz Muşeg, daha İhtilâlin İkinci günü İskenderPye'ye kaçıp kurtulmuş; b i
raz sonra da- orada "les Vepres Ciliciennes = Kilikya Katl-i Âmı" adlı ve olayı tamamen tersine çevirip
Avrupa Devletlerini ayağa kaldıran bir kitap yayınlamıştır.
İttihadcılar Düveİ-i Muazzama'yi yatıştırmak için Cemâl Paşa'yi geniş yetki ile Adana Vali ve Örfî
İdare Komutanlığına gönderdiler. Kurulan Örfî İdare Mahkemesi'n i âlet ederek nasıl bir yol tuttuğunu
Cemâl Paşa şöyle anlatmaktadır:
"Yalnız Adana Şehrinde Dîvân-ı Harb-i Örfî mahkûmlarından otuz müslümanı i'dâm ettirdiğim gibi,
ondan iki gün sonra da Erzin kasabasında onyedİ Müslüman daha astırdım. Bunlarla beraber yalnız bir
Ermeni İ'dâm olunmuştur. Asılanlar arasında Bahçe Kazası Müftisi dahî vardı ki bu Müftî o havalide bü
yük nüfuza sâhib bulunuyordu."
(3) Bak.: Bu Cild'in 462 sf.ne.
12. ve 17. MÜDÎR
Aydın, tüccarından Süleyman Efendi ile Ayşe Hanımın oğludur. 1890'da Ay-
dm'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Aydm'da, lise öğrenimini İzmir İ'dâdîsi'nde
tamamladı. Her üç öğrenim kademesini de birincilikle ve pekiyi dereceyle bitirdi.
1907-1908 (1323-1324 R.) Ders yılında, açılan müsabaka imtihanını birincilikle
kazanarak girdiği Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne'den 1910'da Sınıfının birincisi ola
rak ve Pekiyi (aliyyülâlâ) derece ile me'zun oldu.
Açılan sınavı kazanarak Ağustos 1910'da Dîvân-ı Muhâsebât'a (Sayıştay'a) Mu-
râkılb Muavini (Denetçi Yardımcısı) ta'yin edildi. Aynı yıl Ekim ayında açılan
müsabaka imtihanını kazanarak Maârif Nezâreti hesabına öğrenim yapmak üzere
Fransaya gönderildi. Paris "Serbest Siyâsî İlimler Mektebi = Ecole Libre des
845
Sciences Politiques" 'in d i p l o m a t Ş u b e s i ' nde ü ç yıl öğrenim
den sonra burasını da "Pekiyi" dereceyle bitirip "me'zuniyet diploması" alarak
1913'de Yurd'a döndü. Aynı yıl, Mekteb-i Mülkiyye "Hukûk-ı Düvel = Devletler
H u k u k u " ve Siyâsî Târih Muallim Muavinliğine (Doçentliğine) ta'yin edildi. Ni
san 1914'de Avrupadaki Türk Talebe Müfettişliğine gönderildi. 1918'de Yurd'a dö
nüp Galatasaray Sultanîsi 2. Müdîrliğine getirildi. Büyük Zafer'.den sonra T.B.M.M.
Hükümeti Maârif Vekâleti tarafından ikinci kez Avrupadaki Türk Talebesi Umum
Müfettişliğine gönderildi. Maddî, manevî yönden çok güç d u r u m l a r arzeden bir
devir içinde muhtelif Avrupa memleketlerindeki yüzlerce Türk talebesini üç yıl
müddetle gözetiminde bulundurduktan sonra Yurda döndü ve 1923'de yeni kuru
lan Maârif Vekâleti Ta'lîm ve Terbiye Dâiresi A'zâhğına ta'yin edildi. 17 Ocak
1927'de, Müdîr Hüseyin Nâzım Beyin vefâtıyle uhdesine Devletler Umumî Huku
ku Profesörlüğü de verilerek naklen Mülkiye Mektebi Müdîrliğine getirildi. 1 Ka
sım 1927'de T.B.M.M. nin 3. devresinde Edirne Meb'usluğuna seçilmesi sebebiyle
Mülkiye Mektebi Müdîrliğinden ve ProfesörJük'den ayrıldı. Meb'usluğu sırasında
Parlamentolar Birliği Türk Grupu Umûmî Kâtipliğine seçilerek birliğin muhtelif
târihlerde tertiblediği konferans ve toplantılara Türk Delegasyonu Başkanı ola
rak katıldı. 4., 5., 6. devrelerde Milletvekilliği devam etti. Mayıs 1943'de 2. defa
S.B.O. Müdîrliğine ve Devletler Umûmî Hukuku Profesörlüğüne getirildi. Mayıs
1944'de, Ankara Üniversitesi Milliyetçi Gençliğinin, yaygın hâle gelen komünizm
cereyanına karşı Mayıs 1944'de tertiblediği büyük şahlanış mitingi'nden dolayı, arala
rında bu Kitabın yazarı da buluan S.B.O.'nun üç öğrenicisine Devrin Maârif Vekili
Hasan Ali Yücel'in emriyle uygulanan ve t a m a m e n hukuk dışı bulunan tard kararı
sebebiyle 19 Mayıs 1944'de S.B.O. Müdîrliği görevinden ayrıldı.
1946 yılında başlayıp 1948'de rahmetli büyük vatanperver Profesör-Avukat Kenan
Öner'in berâeti ve Hasan Ali'nin "komünist sempatizanlığının tescili" ile sonuçlanan,
Türk Adalet Târihi'ne ÖNER-YÜCEL DÂVASI adiyle geçen meşhur muhakemede ta
nık olarak bulunan muhterem Hocamız, bu acı ve o nisbet'de çirkin olayı şöyle an
latmaktadır (2):
"9 Temmuz (1946) İstanbul Asliye Mahkemesi Yedinci Ceza Dâiresinde Yapı
lan İstinabe celsesi:
Duruşmaya ilk olarak Profesör Zeki Mes'ud Alsan'ın dinlenmesi ile başlandı
ve kendisine Ankara'dan gelen Mahkeme Talimatı okunduktan sonra Şâhid (Tanık)
bildiklerini şöyle anlattı:
— Ankara'daki Sabahaddin Ali - Nihâi Adsız Dâvası vesiylesiyle (milliyetçi
gençliğin yaptığı) mîting'den bir müddet evvel (o zaman Maârif Vekili olan) Ha
san Ali Yücel bana telefon ettL Yücel, Müdîri bulunduğum Siyasal Bilgiler Okulu
talebesinden bir kaçının [1944 de S.B.O. 3. Sınıf talebesinden Mehmed Emin Taş-
pınar (1968'de kaymakam) ve Osman Gümrükcüoğlu (1968'de Kayseri Vali Mua
vini)] Orhun (milliyetçi) Dergisi'ndeki ankete cevap verdiklerinden bahisle hak
larında idâri soruşturma yapmamı emretti. O zamana kadar böyle bir şey'den
(2) Bak.: Öner ve Yücel Dâvâsr 2; Kenan Öner; istanbul, 1947; 100.-102. sf.
846
haberim olmadığı için vaziyeti tedkîk etmek mecburiyetinde kaldım. Neticede
Orhun Dergisindeki ankete cevap veren talebenin suçsuz oldukları kanaatine var
dım.
Hasan Ali bir müddet sonra, tekrar telefon ederek, [Mülkiye 1327 (1911) me'-
zunu sayın] Profesör Nâmık Zeki Aral'ın Siyasal Bilgiler Okulu Dergisi'nde
(1943 yılı) Bütçe(si) hakkında neşredilen makaalesinin evvelce niçin tedkîk edil
mediğini" sordu. Ben de "bir profesörün tedkîk ve tenkîd yazısının kontrol edile
meyeceğini" söyledim (3). Ayrıca (Maârif Vekâleti) Yüksek Tedrisât Umum Mü-
dîrliği ifadeli bir tezkire aldım. Bunda, ankete cevap verenlerin hareketlerinin
doğru olmadığı, Sabahaddin Ali-Nihâl Adsız Dâvası devam ederken (S.B.O.) Tale
besinin toplu hâldeı, Mahkeme'de bulundukları tenkîd ediliyordu. Bunun üzerine
Talebemi (S.B.O.) Konferans salonunda toplayarak onlarla konuştum. Politika iie
uğraşmanın zararlarım anlattım. Gençler bu hususta bana söz verdiler.
3 Mayıs 1944'de yapılan nümayişe S.B.O. Talebesinin de iştirak ettiği şayi'
oldu. Halbuki ıaynı gün Mekteb'de eleme imtihanları yapıldığından maddeten bu
na imkân yoktu. Merhum Ankara Valisi Nevzat Tandoğan'ın Mektebimizin Müdîr
Muavini ile konuştuğunu öğrendim. Ben de bu hususda kendileri ile temasa geç
tim. Nevzat Tandoğan'dan talebemden Ali Çankaya ile Osman Gümrükcüoğlu'nun
tevkif edildikleri haberini laldım. Bu iki çocuğun serbest bırakılmasını rica ettim.
Ricamı yerine getireceğini va'd etti ve o gece her iki Talebem de serbest bırakıldı.
8 Mayıs 1944'de karımın rahatsızlığı dolayısıyle İstanbul'a giderek on gün kal
dım. Bu müddet içinde Ankara'da olan hâdiselerden haberim yoktu. 18 Mayıs
1944'de Ankara'ya dönünce Mektebin Disiplin Komisyonunu toplantı hâlinde bul
dum. Komisyon üç talebe (Ali Çankaya, Osman Gümrükcüoğlu, Ziya Çöker) hak
kında m ü e b b e d t a r d kararı alınması mes'elesini müzâkere ediyordu.
Ben de kendi kanaatimi söyleyerek, daimî tard k a r a n verilmesi'nin doğru olma
yacağını (bunun hukuk dışı bir tasarruf olacağını) bunu muvakkat tard'a tahvil
etmelerinin hukukî, vicdanî ve insanî bir hareket olacağından bahsettim. Netice
de, Ali Çankaya ile Ziya Çoker'in birer yıl, Osman Gümrükcüoğlu'nun ise iki yü
Mekteb'den tard'ına k a r a r verildi. Bu cezanın sebepleri: Orhun Dergisi'nde çıkan
(Millî ruhu ayakta tutacak bir eğitim sistemine taraftarmısınız? meâjindeki) an
kete cevap vermiş olmaları ve alâkadarlar nezdinde son zamanlarda (1944) Mem-
leket'de yayılan K o m ü n i z m ' e karşı tedbîrler alınması hususundaki mü
racaatları ve teşebbüsleridir.
Bu üç talebem hakkında k a r a r verdiğimiz gün, "S.B.O. Müdîrliğinden çıkarıl
dığıma dâir" "Yücel" imzalı bir tezkire aldım ve 19 Mayıs 1944 günü Müdîrlik'den
ayrıldım.
Profesör Zeki Mes'ud Alsan'm sorgusunu müteâkib Hâkim Hakkı Ketenoğlu,
Hasan Ali'ye, Şâhid'in şahadeti hakkında bir diyeceği olup olmadığını sordu.
(3) Sözü geçen "Riitçe Tenkîdi" yazısı ürerine Sayın Profesör Nâmık Zeki Arat, S.B.O. Para, Banka, Borsa
Dersi Profesörlüğünden, Hasan Ali tarafından uzaklaştırılmıştır.
847
Yücel:
— Kendileri (Tanık Sayın Alsan) (S.B.O.) Disiplin Komisyonunda mevcud
değilken bu üç talebenin daimî tard'ı lehinde bir temayül olduğu hâlde Komis
yona iltihaklarından sonra bu karar'ın muvakkat tard'ıa tahvili sırasında bir te'si-
rin bulunduğuna veya bulunmadığına dâir bilgileri var mıdır? dedi.
Profesör Zeki Mes'ud Alsan:
— Her halde bulunduğuna dâir diye cevap verdi.
Yücel'den sonra (Sanık Prof. Kenan Ö n e r ) :
— (Disiplin Komisyonu önceki daimî t a r d kararım) te'sir altında mı vermiş
ler? diye sordum.
Profesör Zeki Mes'ud Alsan:
— Bu hususda sarih bir şey bilmiyorum, dedi. Yalnız Komisyona katıldığım
zaman evvelce arzettiğim sebebler ileri sürülerek bu üç talebe'nin Mekteb'den
uzaklaştırılmaları hakkında kuvvetli bir cereyan vardı.... dedi.
(Sanık Kenan Öner)
— SJB.O. talebesi arasında k o m ü n i z m cereyanı var mı idi?
Fr.of. Zeki Mes'ud Alsan:
— Hayır... olmadığını kat'iyyetle biliyorum.... dedi..."
1945'de S.B.O. ndaki profesörlüğüne ilâveten Ankara Hukuk Fakültesi Devlet
ler Umumî Hukuku Profesörlüğüne de getirildi. Haziran 1946'da, 4936 sayılı Üni
versiteler Kanunu yürülüğe girince Ankara Hukuk Fakültesi Dekanlığına seçildi.
195C'de 5627 sayılı Kanunla S.B.O., Siyasal Bilgiler Fakültesi adıyla Ankara Üni
versitesine katılınca, S.B.F. Profesörlüğünü tercih e t t i ; Hukuk Faküjtesi'ni de ek
görev olarak aldı. Kırk altı yıl fasılasız Memleket hizmetinden sonra 1956'da S.B.F.
nde yapılan muhteşem bir t ö r e n ' le kendisini sevenlerin minnet duygu
l a n arasında yaş haddinden emekli oldu.
S.B.F. Dekanlığı büyük bir kadirşinaslık göstererek, S.B.F. Dergisi'nin Eylül
1956'da yayınlanan X\I. Cild'ini "ARMAĞAN" adıyla tamamen Muhterem Hocamıza
ayırdı. Dergi'nin Önsöz'ünde bu husus şöyle belirtilmektedir (4) :
" Ö N S Ö Z
Fakülte Dergisinin bu sayısı, emeklilik müddetini doldurmak suretiyle ara
mızdan ayrılmış bulunan Sayın Prof. Zeki Mes'ud Alsan'a ARMAĞAN olarak
hazırLamıstır. Prof. Zeki Mes'ud Alsan'm uzun yıllar boyunca çeşitli vazifelerde
Memlekete yaptığı hizmetler arasında, Müessesemizde (S.B.O. - S.B.F.) gerek ida
reci, gerek profesör olarak geçen emekleri bilhassa zikre değer. Bu bakımdan
Mülkiye Camiası kendisine müteşekkir ve minnatdârdm Saym Profesörün Mem
leket hizmetinde geçen uzun ve yorucu hizmet senelerinden sonra, Muhterem Ho
camıza sağlık ve neş'e ile dolu daha uzun yıllar geçirmesini yürekten dileriz.
Bu ARMAĞAN, kendisi hakkında beslediğimiz en iyi hislerin mütevazı bir
ifâdesi ve minnetdârlık borcumuzun küçük bir nişânesidir".
848
Aynı Dergi'de, Muhterem Hocamızın Öğrenicisi ve Asistanı olarak yıllarca
birlikte çalışmış (1962'de S.B.F. Dekanı) Sayın Profesör Dr. Suad Bilge de şunları
yazmaktadır (5) :
"Fakültemizin bu yılki açılış merasiminde Devletler (Umûmî) Hukuku Pro
fesörümüz Zeki Mes'ud Alsan'm (Politika) temi üzerinde verdiği (veda dersi)
ni biraz hüzünle karışık bir dikkatle dinledik. Zihnen ve bedenen çok genç bulu
nan Profesörümüzün bu dersinin son olmıyacağını, kendisinin yazıları, konferans
ları ve irşadları ile Fakültemize fi'len daha uzun yıllar yardım etmeye, bizim
için mânevi bir kuvvet kaynağı teşkil etmeye devam edeceğini biliyorduk. Fakat
sâdece resmî de olsa, ayrılık insana birak hüzün verir. (Yukarda ayrıntıları ile an
lattığımız hâl tercemesini özetledikten sonra....)
Biz burada, kısaca kendisinin yeniliğe olan bağlılığından bahstemek istiyo
ruz. Bunun için, İnkılâblar devrinde Hâkimiyet-i Milliyye Gazetesinde çeşitli sos
yal ve politik konunlarda yazdığı (baş yazılar) ına kadar geriye uzanmıyacağız.
Sâdece son kitaplarının isimlerine bir göz atmak kâfidir. Ana kitaplardan 3 ade
dinin isimlerini sıralayalım:
1 — Devletler Hukukunda Yeni Gelişmeler (1948)
2 — Milletlerarası Hayâtın Düzeni ve Panamerikanizm (1949)
3 — Yeni Devletler Hukuku (Cilt I., 1950), (Cilt II., 1951)
Bu kitapların ismi gibi muhtevası da hep yenilik peşindedir. (ye|ni Devletler
Hukuku) Kitabının İt Cildinin önsözünde: ".... Devletler Hukukunun daha ziyâ
de aktüel ve önemli bahislerinin tercîhan gözönünde t u t u l m u ş " olduğuna işaretle
başlanıyor ve aynı kitabın II. Cildinin son sayfalarında "B.M. Teşkilâtı'nın muvaf
fak olmasının Devletler Hukukunun gelişmesine bağlı olduğu" hükmüne varılıyor.
Çeşitli makaalelerinde de ana tem'in hep yeniliği aksettirmek etrafında işlendiği
görülür. Bize göre, Profesörümüzün fikir hayatını (yeniliğe bağlılık) olarak hu
lâsa etmek, eserlerinin en doğru tahlili olacaktır.
Tedris hayâtı boyunca Fakültemize ve yetiştirdiği sayısız Mülkiyelilere karşı
yaptığı değerli hizmetleri şükranla anar, S.B.F. Ailesi adına kendisine sıhhat ve
afiyetle uzun ömürler temenni ederiz."
26 yaşında evlenmiş olup, bir erkek evlad babasıdır. Almanca ve Fransızcaya
çok kuvvetle vâkıf; İngilizceyi, rahat okuyup anlayacak kadar bilmektedir. S.B.F.
Dış Münâsebetler Enstitüsü'nün, İnsan Haklarını Koruma ve Kızılay Dernekleri
nin., Atlantik Paktı (N.A.T.O.) Türk Grupu'nun, Anadolu Klübü ile Büyük Klüb'ün
daimî üyesidir. Ankara Hukuk Fakültesi Fahri Hukuk Doktoru Pâyesi'ni hâizdir.
Muhterem Hocamız Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne ve Mekteb-i Mülkiyye'deki
öğrencilik hâtıralarından bir parçasını şöyle anlatmaktadır (6) :
"(Mülkiye) Mekteb(i) hayâtı çoktan başlamış ve Mustafa (Zeki Mes'ud Alsan)
onun türlü cebheleri ile iyice temasa geçmişti. Mustafanın ilk Mülkiye Mektebi
849
yılı, Mektebin "istibdat devri" hayâtının en son yılma rastlamıştı. Onun için b ü t ü n
Memleket ve muhit de görülen ve duyulan hürriyetsizlik, adaletsizlik, i'timadsızlık,
Mektebde de te'sirini gösteriyordu. Mekteb yatılı olmadığı için, orada geçirilen
saatler m a h d u d olmakla beraber babanın oğlundan, efendinin uşağından şübhe
ettiği bir devirde, umûmî ahlâk ve ruhî haletin Mekteb harîminde de akisler yap
ması tabiî görülüyordu).
Mekteb idâresinin "istibdat rejimi" arzularına hizmet ettiği yukarıki Sınıflar
da ve talebe arasında bir kanaat hâlinde söyleniyordu. İdareyi b i r kül hâlinde
ve idare başındaki zâtın salâhiyeti gözönüne getirilerek, m ü t â l â a ettiğimiz takdir
de, bu kanaata iştirak etmemek imkânı yoktu. Bununla berâbeır idarenin talebe
ile en çok temas hâlinde bulunan cebhesi, zahirde Rejimiln arzu ve an'anelerinden
dışarı çıkmaz görünmesine rağmen, içinden onlara karşı bir bağlılığı olmadığını
ve h a t t â husûmet beslediğini açıkça belli ediyordu. İdarenin bu iki cebhesi bir
birini ta'dil ederek, Mekteb muhitini az çok, tarafsız bir hâle sokuyordu. Muhitin
hürriyetçi unsurlarının tam serbest bir hava bulamamalarına mukaabil, çoğu
menfaat sâikasiyle "istibdatcı" görünen unsurlar da orada bütün cür'et ve şeyta
netlerini geliştirecek müsâid zemini göremiyorlardı.
Esasen Mekteb İdaresi dediğimiz mekanizma da çok basit, dört beş kişiden
ibaretdi. Müdîr (Hacı Recâî Efendi) "arzu-i ş â h â n e " dâhilinde vazifesini görmeğe
çalışıyordu. Müdîr Muavini (Ali Nazîmâ), resmen bu arzuya tâbi' olmakla bera
ber diğer arzuların da belirip gelişmesine mâni' olmamağa dikkat ediyordu. Hâl
ve hareketi onun hürriyetçi elemanlardan olduğunu gösteriyordu.
İdarenin talebe bakımından m ü h i m bir rüknü de Başmubassır Matyos Efendi
idi. Matyos Efendi'nin samimî olarak hangi taraftan olduğunu ta'yin etmek pek
güçtü. O, herşeyden evvel gayretli bir mubassırdı. Resmî vazifesinin ifâsında ti
tizlik gösterirdi. O derecede ki, talebeyi n a m a z vakitlerinde, namaza sevketmek-
den ve "erkân-ı salâf'a riâyet etmiyenleri İdareye bildirmekden bile çekinmezdi.
H e m Müdîr'e, hem Müdîr Muavinine bağlı olduğu için, ikisini de m e m n u n etmeğe
çalışırdı. Şahsen iyi adam olduğundan talebeyi mutlaka kötülemek, cezalandır
mak için vesiyle aramazdı.
İdarenin bu vaziyetine bakılınca, Mekteb havası, her halde Mekteb dışındaki
hava kadar ağır ve ezici değildi. Talebe, ihtiyatı elden bırakmamakla beraber, kö
şede, bucakda fikir teâtî etmek, Memleket mes'eleleri üzerinde görüşmek imkânı
nı bulabilirdi. Tabiî bu görüşmeler bu münâkaşalar ancak küçük gruplar hâlinde
yapılırdı. Çünki talebeden bir çoğu, kendilerinden kaçınılacak talebe bulunduğu
kanaatini de beslerlerdi. Rejimin apaçık lûtfunu görenlerden, Rejime intisabı
açıkça belli olanlardan çekinmek tabiî idi.
O zaman üç sınıftan teşekkül eden Mülkiye Mektebine her sene müsabaka ile
ancak kırk talebe alındığına göre, talebe sayısı, onların birbirini yakından tanı
malarına müsâid olacak suretde az ve mahduddur. Bununla beraber, Müsabaka dı
şında "İrade-i Seniyye" ile de her yıl bir kaç talebe alınırdı. Nitekim, Mustafamn
Sınıfında böyle İrâde ile girmiş iki Bağdadlı, bir de Şamlı üç talebe vardı. Bu su-
350
retle Sınıfın mevcudu kırk üçe çıkmıştı. Kırk üç arkadaşı az zamanda t a m m a k ve
a n l a m a k zor bir şey değildi. Fakat Mektebde tanışmak ve bir kaç vesiyle ile gö
rüşmek mutlaka onların hepsi ile arkadaşlık te'sis etmek ma'nâsına gelmezdi.
Mustafanm Sınıfında, Anadolunun, Rumelinin muhtelif i'dâdîlerinden gelmiş,
muhtelif milliyetlerde talebe vardı. Türk ekseriyeti içinde kendilerinin Arap, Ar
navut, Çerkez, K ü r t olduklarını söyleyen talebe de bulunuyordu. İşte bu çeşitli
talebe içinde semte, sempatiye, milliyete, düşünceye göre muhtelif arkadaş grup
ları vücûde gelir ve ancak aynı grup arkadaşları sıkı fıkı ve teklifsiz olarak gö
rüşürlerdi. Grupların teşekkülü zâten yalnız Mekteb içindeki hayâtın değil; daha
çok dışındaki hayâtın îoablanna bağlı bulunuyordu. Talebenin Mektebdeki teması
ancak teneffüs zamanlarına inhisar ederdi. Dışarıda geçirilen zaman her hâlde
Mektebdekinden daha uzun ve daha serbestdi. Han, kahvehane ve lokanta arka
daşlıkları, Mekteb ve Sınıf arkadaşlığı kadar rol oynamazdı.
Müsabaka ile Mektebe girmiş olan talebe, aşağı yukarı aynı içtimâi sınıflara
mensub oldukları için, birbirlerine müsavi muamelelerde bulunurlardı. Fakat İrâ
de ile girmiş olan talebeye karşı aynı vaziyet alınmazdı. Onların şahısları içtn,
"İrâdei Seniyye" çıkartabilecek bir mevki'de bulunmaları, Saraya mensubiyetle
rinin derecesi hakkında kâfi bir fikir veriyordu. O zaman Saraya mensubiyet de
mek, müstebidler ve hafiyeler âleminden olmak demekti. Bunlar ba'zılarmın de
dikleri gibi, talebeyi gözetlemek için alınmış olmasalardı bile, kendi âlemlerine
karşı beslenen husûmet ve nefreti hoş görmiyerek şu veya bu şekilde mukaabe-
lede bulunmaları mümkindi. Yâni "Arzû-i Şâhâne"ye uygun düşmeyen hareket ve
düşünceleri jurnal edebilirlerdi.
Bu mülâhaza, müsâbaka'h ile İrâde'liyi, birbirinden uzaklaştırıyor ve ekseri
yet müsâbakalılarda olduğu için ötekilerini, dışarıdaki mevki'lerine rağmen, Mek
teb içinde bir nevi' parya vaziyetine sokuyordu. Müsâbakalı talebe, bu hareket
tarzı ile onlardan biraz da öç almış oluyordu. Onların böyle, müsabakaya hile
karıştırmaktan ise, İrâde ile alınmış olmaları daha iyi idi. Gerçekten, o zamanlar,
İrâde çıkarılması, imtihanlara fesad karıştırmakdan daha kolay olmalı idi ki, bu
yola gidilmiyor ve çalışkan talebenin hakkı yenilmiyordu. Mektebe müsabaka ile
giremeyen bir talebeyi, başka bir şekilde almak, nihayet müsavat duygusunu in
citen bir hareket olmakla beraber, onu imtihanda kazanmış göstermekten, ne
tice i'tlbâriyle daha hafif ve çalışkan talebe için, daha tercihe değer bir hareket-
di. Çünki müsavat ve adalet duygusu incinen talebe karşısında iltimaslı damga
sını alnında taşıyan talebe, dâima, mahcub vaziyetde kalacak ve duyduğu hicâb,
ötekinin öç alma ihtiyâcını tatmin edecekti.
Zaman ile, İrâde'li alebenin hepsinin o kadar korkulacak mâhiyet ve nisbetde
insanlar olmadığı da anlaşılır ve bazıları öteki talebe grupları arasına da alınır
dı. Mustafanm 'Sınıfındaki Bağdadlılardan bir tanesi nihayet dîger talebe ile ken
disi arasındaki buzu eritmeğe muvaffak olmuş ve alındığı grupda iyi bir mevki'
kazanmıştı. Mekteb muhiti ve Mülkiye An'anesi, zaman geçtikçe insanlar üzerin
de de te'sirlerini gösterir ve kendilerini idealist gençliğin, idealist düşüncelerine
yaklaştırırdı.
851
Mülkiye An'anesi... Mülkiyede, devlet ilimlerini okutmuş olan ba'zı meşhur
hocaların hâtıraları ve talebe üzerinde yaptıkları te'sirler, untulmaz ve talebeden
talebeye geçerdi. Siyâset, iktisad ve mâliye hakkındaki ilk mefhumlar, onlar tara
fından Mektebe ve Mekteb ile beraber Memleket sokuluyor; münevver gençlik ara
smda büyük bir m e r a k ve alâka uyandırıyordu. Onların Mülkiye Talebesine öğ
rettikleri prensipler, Osmanlı Devletinin hayâtında tatbiki arzu edilmiyen esaslar
olmakla beraber, talebenin muhakeme ve mukaayese kudretini artırarak zihinler
de yerleşiyordu. Zihinlerde yerleşen ve kendilerine inanılan fikirlerin ilk fırsatdıa
hayâta intikal ettirilmesi arzusu da tabiî olarak gençlik arasmda büyük bir ideal
şeklinde büyüyüp yayılıyordu.
Vakıa, İstibdad Devri Mülkiyesinde b ü t ü n dersler yüksek ve pratik bir gaye
ye matuf olanak seçilip tertiblenmişti. Devlet ilimleri arasında, medrese tahsilini
andıran bir takım dersler de sıralanmıştı. Bir taraftan ötekilerini okutan hocalar,
zihinleri açar ve talebeye istikbâli gösterirken, öbür taraftan berikilerini okutan
hocalar da kaynakları paçavra ile tıkamak kabilinden, ölmüş ve geçmiş şeyler ile
dimağları körletmeğe uğraşırlardı;. Bu hocalar da nihayet, kendi telakkileri bakı
mından, vazifelerini yapıyorlardı. Onlarda kötü niyet aramak hiç bir talebenin
hatırından geçmiyordu. Şeriat ve Hilâfet mefhumlarının îoabları içinde yetişen
ve hayatlarını onlara borçlu olduklarını zanneden ve bu kanaatlerini başlarındaki
sarıklariyle herkese i'lân eyleyen hocalardan, üstünde bulundukları dalı kendi el
leriyle kesmelerini kimse beklemiyordu. Bununla beraber Mülkiyede kürsî sahibi
olan bu kabil hocalar bile, Mektebin an'anesine isteyerek veya istemiyerek uyu
yorlardı. Memleketin, içinde bulunduğu siyâsi ve içtimâi nizamdan gördüğü za
rarlar, onların vicdanlarında da te'sirler bırakıyor ve acebâ daha iyisi olmaz mı?
sualini yaratıyordu. Onun için, Talebenin kendi derslerine karşı gösterdikleri ka-
yıdsızlığı biraz tabiî görüp, müsamahalı davranıyorlar ve ezberlenmesini istedik
leri "kasîde-i nûniye" beyitlerinin, derse kaldırılan talebe tarafından, gözleri önün
de, açık kitapdan okunmasını görmemezlikten geliyorlardı.
Bundan başka talebenin, dinî işler ve i'tikadlar hakkında belki de sırf hocayı
kızdırmak ve zor bir vaziyete düşürmek maksadiyle sordukları suallere, ihtiyat
ve i'tidâl ile cevap vermeğe çalışıyorlardı. Onlar da, devlet ilimlerine tahsis olu
n a n bu Mekteb muhiti içinde, kendilerinin adetâ bir müstehâse ,(fosil) mevki'inde
bulunduklarını seziyorlar ve talebe üzerinde, kendi bakımlarından ruhî bir te'sir
yapmağa çalışmanın bîhûdeliğini takdir ederek faaliyetlerini ancak resmî vazi
felerine inhisar ettiriyorlardı
Mülkiye Mektebi hocaları arasmda ne çeşid ders okuturlarsa okutsunlar, İs
tibdad Rejiminin, talebe önünde yardakçılığını, müdâfaasmı yapan kimse yok
tu. Zâten Mektebin ruhu ve an'anesi buna mütehammil de değildi. Rejim, yanlış
doğru, her hangi bir esâsa istinâd etmediği için, onun tabiatiyle formüle edilmiş
bir ideolojisi de yoktu ve olamazdı. Rejimin müdâfaası, olsa olsa, Pâdişâh mü
dâfaası demekti. Bumı da maaş veya mevki' sahibi olmıyan ve içleri yenilik aş-
kıyle titreyen talebe karşısında yapmak, çok gülünç bir şey oluyordu. Vakıa Rejim,
852
gülünç vaziyetlerden çekinmez ve mevcudiyetini devam ettirmek için, çirkin veya
gülünç h e r tedbire baş vururdu. Fakat nasılsa bir def'a, devlet iUmlerinijn ted-
kîki için açılmış olan Mülkiye Mektebinde, artık böyle b i r tedbîre de m ü r a c a a t
etmek, onu k a p a t m a k demek olurdu. Bu ise, doğuracağı te'sirler, yapacağı akis
ler dolayısiyle Rejimin beklediği gayenin zıddına bir hareket teşkil edebilirdi.
Onun için, Mülkiye Hocalarını ancak ikiye ayırmak mümkindi. Bir kısmı et
liye, sütlüye karışmamak politikasını güden ve içindekilerini dışarıya vurup sez
dirmeyen t a m tarafsız hocalardı. Bunlar derslerini, idarenin arzusuna göre plân-
layıpı, ne fazla, ne eksik bir şey söylemezler; politikaya ve Memleket vaziyetine
temas etmemeğe son derece dikkat ederlerdi. Talebe de bunları bilir ve onlardan
ders dışında hiç bir şey sormazdı. Bununla beraber, talebe bu hocalardan da
Mekteblerine ve kendilerine bir zarar gelebileceğini düşünmezlerdi. Onlar ihti
yatlı ve zamanın îcablarına kolayca uymasını bilen hocalardı.
İkinci kısım hocalar ise, gerek me'muriyetlerindeki hareket tarzları, gerek
Mektebdeki ders ve mütâlâaları i'tibârile rejim aleyhdarlıgım az çok meydana
vurmuş olan zâtlardan teşekkül ediyordu. Vakıa bunların sayısı nisbeten azdı.
Fakat Mekteb ve Talebe üzerinde en çok te'sir yapan, hâtıralar bırakan da bu ho
calardı. Onlar için de, kendi hayatlarını ve Mektebinkini tehlikeye koymadan
açıkça rejim aleyhinde bulunmanın imkânı yoktu. Bununla berabeı, dersde ve her
hangi bir mütâlâada şu veya bu imâ ile talebenin fikrini işletmek, hakikati bir
köşesinden olsun açıp göstermek için fırsatlar, vesiyleler bulunur ve bunlardan
istifâde edilirdi. Bu hocalar da, sınıfların İradeli olan talebesinden çekinirlerdi.
Dîger talebe arasında, onları jurnal edebilecek bir talebe bulunduğunu tasavvur
etmezler ve etseler bile, b u n a da o k a d a r ehemmiyet vermezlerdi.
İşte bu hocalar Mülkiye Mektebi meş'alesini t u t u ş t u r u p canlandıran muallim
lerdi. Onlar, me'muriyet mevki'lerinde yapamadıklarını, Mekteb'de ve tedris ha
yatlarında yapmış olmakla kendilerini haklı olarak teselli edebilirlerdi...
Bir gün, Mustafanm Sınıfında, Hukuk-ı Düvel Hocası, devletlerin hâkimiyetin
den ve onlar arasındaki müsâvatdan bahsederken, talebeden biri:
— Muallim bey! Kapitülâsyonlar, bu hâkimiyet ve müsâavat ile telifi katabil
şeyler midir?
Hoca bu sual karşısında şaşaladı ve bir müddet tereddüd ettikten sonra şu
cevâbı verdir
— Ecnebi imtiyazları, rızâ gösterilerek ahden verilmiş ba'zı müsaadelerdir.
Devletin Hukuk-ı Düvel bakımından hâkimiyet ve müsavatına halel getirmez.
Talebe bu cevaba kaani olmadı ve tekrar s o r d u :
— Bir devletin, dîger bir devlet karşısında daha imtiyazlı bir vaziyetde olma
sı, filî müsavatsızlığı doğurmaz mı?*. Bu vaziyetde nazarî müsavatın ne ehemmi
yeti vardır?
Hoca vaziyetin gittikçe sarpa sardığını görerek işi kısa kesmek ve ilmî pres
tijine halel getirmeden bitirmek için, gayret sarfederken dîger talebe de heyecan-
853
h bir maç seyrediyorlarmış gibi, bir hocaya, bir de sual soran talebeye bakıyor
lar; tebessümleri ve baş işaretleri ile onları âdeta mücâdeleye teşvik ediyorlardı.
Nihayet Hukuk-ı Düvel Hocası, suali soran ve cür'etrade ısrar eden talebeyi
incitmeden de bahsi örtbas etmek için, bir nevi' m ü t â r e k e teklif etti:
— Oğlum, şimdi bu mes'ele üzerinde durmağa vaktimiz yok. Yazımıza devam
edelim. Onu bir müzâkere saatinde daha iyi mütâlâa edebiliriz.
Sualci talebe, içinden Hoaayı m a t ettiği kanaatiyle, daha ileri gitnıekde fayda
olmadığını ve h a t t â kendisi için, belki de zararlı olabileceğini düşünerek:
— Pekiyi efendim., diyerek yerine oturdu. Hoca da derin bir nefes aldı. Her
halde arkadaşları, bu ihtiyatsız genci ikaz edecekler ve ona her hangi bir müzâ
kere saatinde de sualini tekrar etmesine mâni' olacaklardı. Çünki bu suallere bir
kere alışıldıktan sonra onların ardı arkası gelmiyebilirdi, O vakit, Hukuk-ı Düvel
dersi, zararsız ve nazarî bir ders olmaktan çıkar; talebeye Osmanlı Devletinin ha
kikî vaziyetini gösteren, mevcud rejimi ve nizâmı her bakımdan küçük düşüren
tehlikeli bir ders hâlini alabilirdi. Hukuk-i Düvel Hocası, her ne kadar vatansever,
doğru ve namuslu bir m e ' m u r idiyse de, işi bu dereceye kadar getirmek de iyi
neticeler vermezdi. Onun için, sualci talebe yerine o t u r u r oturmaz dikte'sine de
vam e t t i :
— Hukuk-ı Düvelin Babası Hugo Grotius, Harb ve Sulh nâmmdaki eserinde
der ki "
BASILMIŞ ESERLERİ
854
13. MÜDÎR
(1) Bak.: a) Türk Kültür Dergisi; Haziran 1968; 68. sayı, 558 (52) sf.; Cengiz Orhunlu'nun yazısı.
b) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; 1. C, 271.-272. sf.
c) Yakınlarından Sayın Hüseyin Bölükbaşı Ünan'ın talebimiz üzerine derleyip gönderdiği ve Arşivimiz
de mahfuz 2.11.1967 tarihli not.
855
edilmiş; Balkan Harbi sonucu Selâniğin kaybı ve işgaali üzerine 12 Şubat 1913'de
bu görev'den ayrılmıştır. 14 Mayıs 1913'de 850 krş. maaşla İstanbul Sultanîsi Tâ
rih, Coğrafya, Ma'lûmât-ı Medeniyye (Yurd Bilgisi) Muallimliğine; 2 Mart 1915'de
Bakırköy Nümûne Mektebi Târih Muallimliğine; 14 Şubat 1916'da 1000 krş. maaşla
tekrar İstanbul Sultanîsi Coğrafya Muallimliğine; 1 Şubat 1918'de 800 krş. maaşla
ve ek görev olarak Kandilli İnas (kız) Sultanîsi Coğrafya Muallimliğine getiril
miştir.
Mülkiye'nin 1918'de yeniden açılışı üzerine 3 Kasım 1918'de 3000 krş. maaşla
Mekteb-i Mülkiyye Müdîr Muavinliğine ve 880 krş. maaşla Coğrafya Muallimliği
ne ve ek görev olarak da 20 Kasım 1919'da 1500 krş. maaşla İstanbul Sultanîsi
Coğrafya Muallimliğine ta'yin edildi. Mülkiye Mektebi Müdîr Muavinliğinden
30 Kasım 1919'da istifâen ayrıldı; ancak, Coğrafya Muallimliğine devam
etti. 18 Aralık 1919'da yine ek görev olarak İstankul Kız Muallim Mektebi Coğ
rafya Öğretmenliğini; 25 Haziran 1922'de Mekteb-i Mülkiyye Müdîr Muavinliği
Vekâletini; 1 Mart 1925'de ek görev olarak Darülfünun Edebiyyât Fakültesi Yeniçağ
Târihi Profesörlüğünü deruhde eyledi. 1925'de Mülkiye Ders Programı ve Yönetme
liğinin ıslâh edilmesi üzerine, 1 Eylül 1926'da 3000 krş. maaşla Mülkiye Mektebi
Türkiye Coğrafyası ve İktisadî Coğrafya Muallimliğine getirildi. Dîger görevlerin
den ayrıldı. 1 Eylül 1927'de Mülkiye Coğrafya Muallimliği maaşı 4000 krş. a yük
seldi. 29 Kasım 1927'de 6000 krş. maaşla Mülkiye Mektebi Müdîrliğine; 28 Ekim
1929'da 5500 krş. maaşla Yüksek Muallim Mektebi Müdîrliğine atandı. 24 Eylül
1931'de 7000 krş. maaşla aynı zamanda Darülfünun Edebiyat Fakültesi Yeni Za
manlar Târihi Muallimliğine terfî' etti. 4 Ekim 1930'da Yüksek Öğretmen Okulu
Müdîrliğinden isti'fâen ayrıldı. 30 Mart 1933'de 9000 krş. maaşla Maârif Vekâleti
Yüksek Tedrisat Umum Müdîrliğine; 10 Aralık 1934'de aynı maaşla Galatasaray
Lisesi Târih Muallimliğine nakledildi. 21 Mart 1935'de 5500 krş. maaşla 2. defa
Yüksek Muallim Mektebi Müdîrliğine getirildi. 18 Nisan 1939'da maaşına 200 Lr.
ücret eklenerek İstanbul Edebiyat Fakültesi Dekanlığına getirildi. 30 Ağustos 1939'
da Ord. Profesörlüğe terfi' etti.
1946'da 4926 sayılı Kanunla Üniversiteler m u h t a r hâle gelince iki yıl süreli
olarak tekrar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanlığına seçildi. 13
Temmuz 1955'de Edebiyat Fakültesi Son-Çağ Târihi Kürsîsi Başkanı ve Ordinar
yüs Profesörü olarak yaş haddinden emekliye ayrıldı. 28/29 Ağustos 1967 Perşem
be gecesi, iki yıldır çekmekte olduğu hastalıkdan kurtulamayarak Hak'kın rah
metine kavuştu; İstanbul Zincirli Kuyu Asrî Kabristanındaki Aile Mezarlığına def
nedildi. Merhume Fıtrat Hanımla evli olup bir kız, bir erkek evlâd babası idi.
Rahmetli, öğretim hayâtının yanı sıra çok fa'al olarak çeşitli sosyal yardım ve
kültür kurumlarında çalışmıştır. İstanbul Çocuk Esirgeme Kurumu, Kızılay, İs
tanbul İlkokullarındaki Fakir Çocuklara Yardım Derneği Başkanı olarak yıllarca
hizmet etmiştir. Ayrıca Türk Târih Kurumu Üyeliğinde bulunmuş; İstanbul Mual
limler Birliğini kurmuştur.
856
"Çok merhametli, teşvikkâr ve kendisine yapılan her müracaatı halletmek için
elinden geleni yapmak isteyen bir karaktere sâhibdi." (l/a).
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
857
14. M U D I R
Hicaz Valilerinden Bâban-zâde Mustafa Zihnî Paşa ile îclâl Hanımın oğludur.
1894'de istanbul'da doğdu. İlk öğrenimini İstanbul'da Süleymâniye Câmî'i kar
şısındaki Taş Mekteb'de; Rüşdiye öğrenimini Babasının Mutasarrıf olarak bulun
duğu Bolu Rüşdiyesi'nde, lise öğrenimini de Galatasaray Sultânîsi'nde 1908'de
Pekiyi derece ve ikincilikle tamamladı. 1909'da gittiği Paris'de üç yıl kalıp Paris
Hukuk Fakültesini ve "Ecole Libre des Sciences PoIitiques = Paris Serbest S.B.O.
Mâlî Şûbesi"nden me'zun oldu.
1913'de Yurd'a döndükten sonra diplomasi mesleğini seçip Hâriciye Nâzın Sa-
id Halim Paşa zamanında Hâriciye Nezâretine intisab ve 600 Kuruş maaşla Mat
buat Kalemi'ne t a y i n edildi. Kısa bir süre sonra 35 Altın Lira aylık ve tahsisat
(1) Bak.: a) Türk Meşhurları Ansiklopedisi; i. Alâeddin Gövsa; İstanbul 1943; 58. sf.
b) Mülkive Târihi ve Mülkiyeliler; 1. C; 273. sf.
c) Israrlı ricalarımız üzerine kendilerinin (1944 S.B.O. me'zunu) Sayın Nuri inuğur'a dikte ettirdik
leri ve Arşivimizin M d . Ksm. H4. sayılı dosyasında bulunan not.
858
-verilerek, Mısır Fevkalâde Komiser Kâtibliği görevi ile Kahire'ye gönderildi. Bu
rada bir yıl kadar Komiser Vekilliğinde bulundu. İngiliz Hükümeti ve Mısır Hı
divi (Mısır Bağımsız Genel Valisi) ile iyi münâsebetler kurmaya çalıştı. 1917'de
Çarlık Rusyası'nm yakılması üzerine Moskova'ya gönderilen ve "İttifâk-ı Müselles"
(1. Cihan Harbinde Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti, Bulgaristan)
Delegelerinden teşekkül eden İktisad Hey'etinde üye olarak bulunmuştur. Mustafa
Afif Bey'in Dâhiliye Nazırlığı sırasında sözü geçen Nezâret Kalem-i Mahsus (Özel
Kalem) Müdîrliğini de îfâ etti. 1918'de Me'muriyetten ayrılarak Tercümân-ı
Hakikat Gazetesini satın aldı; beş yıl süre bu Gazetenin Sâhib ve Başmuharrirli
ğini yaptı.
Cumhuriyetin i'lâra yılı olan 1923'de gazeteciliği bırakarak Şeker ve Petrol İnhi
sarları Hukuk Müşâvirliği'ne getirildi. Kasım 1926'da, Mülkiye Mektebi Hey'et-i
Ta'limiyye (Profesörler Kurulu) seçim ve kararı ile, Mülkiye Mektebi İktisadî
Doktrinler ve İçtimâi, İktisad Profesörlüğü'ne; 29 Ekim 1929'da da Mülkiye Mekte
bi Müdîrliğine getirildi. Kasım 1933"de Dârülfünûn'un ilgâsı ve yeni İstanbul
Üniversitesi'nin kurulması üzerine İstanbul Hukuk Fakültesi Profesörler Meclisi
tarafından aynı Fakülte İktisad ve İktisadî Doktrinler Ordinaryüs Profesörlüğüne
seçildi.
Mülkiye'nin Ankara'ya nakline muhalif olduğu için, 25 Ekim 1936'da Mülkiye
Mektebi Müdîrliği'nden istifâen ayrıldı. Bu görevi sırasında bir buçuk yıl kadar
Maârif Vekâleti Yüksek Tedrisat (Yüksek Öğretim) Umum Müdîrliği görevini de
îfâ eyledi.
1937'de Yüksek İktisad ve Ticâret Mektebi İktisâdı Coğrafya ve İktisadî
Doktrinler Kürsîsi Profesörlüğünü deruhte etti. Bu arada bir buçuk yıl kadar
aynı Mektebin Müdîr Vekilliği'nde bulundu. 1954'de İstanbul Üniversitesi İktisad
Ordinaryüs Profesörü olarak, kendi isteği ile, emekliye ayndı. Hâlen (1968) emek
li olarak gazete baş yazarlığı yapmaktadır.
Fransızca, Arabca, Farsça'ya vâkıf olup İngilizce'ye âşinâdır. Bekârdır. Deniz
Spora hobisidir. Moda Deniz Klübü daimî üyesidir.
Sayın Baban, Mülkiye'deki Hocalığı ve Müdîrliği sırasındaki pek çok hâtıra
larından ba'zılann şöyle anlatmaktadır:
"A 1929 yılında Mülkiye Mektebi Müdîrliğine getirildiğim zaman Eşref
Bey Müdîr Muavini idi. Kendisi bana, Talebenin devam listesindeki imzalarım
taşıyan yoklama kâğıdını getirdi. Hatırımda kaldığına göre 130 Talebe vardı ve
kağıtda hepsinin imzaları mevcuddu. Bu hâl Talebenin devamı bakımından çok
hoşuma gitmişdi. Biraz sonra çıkıp Sınıf ve Salonları dolaşdım. Anoak 5-6 kişiyi
bulabildim. Ertesi akşam yine aynı durumu kontrol ettim. Aşağı yukarı 4-5 kişi
vardı. Diğer Talebe Mektebde değillerdi. Umumiyetle Beşiktaşdaki kahvelere git
tiklerini öğrendim. Bir gün sonra Talebeyi topladım; bir yılda 1/3 devamsızlık hak
larının mevcud olduğunu, binâenaleyh imza atarak Okuldan çıkmamaları ge-
rekdiğini tenbihledim. Bu konuşmalarım neticesi, müteâkib günler % de 60-70
nisbetinde devam sağlanabildi.
859
A En çok nizâmı bozan, dîger talebelere kötü örnek olan iki talebe vardı.
Hatırımda kaldığına göre, birinin adı İrfan (Karasar, hâlen (1968) Büyükelçi)
diğerinin adı Ali (?) idi. Her ikisi de Doktrin dersinde çalışkan olmakla beraber
nizam bozucu ve isyankâr idiler. Her ikisini çağırdım; bu davranışlarından mem
nun olmadığımı, kendilerini de Mektebde istemediğimi, Hukuk Fakültesine nak
ledeceğimi, Okul tahsisatlarını Tâhir (Taner) Beyle anlaşarak aynen ödeyeceğimi,
a m a bu tutumları ile Mülkiyeden me'zun olamıyacaklarım kesin bir şekilde bil
dirdim. 3 gün düşünmeleri için mühlet verdim. 3 gün sonunda nizamlara riayet
k a r olacaklarını bana bildirdiler. Dîger arkadaşlarının alay etmelerine rağmen
sözlerini tuttular. Me'zun olup Hâriciye'ye intisab ettiklerini ve hâlen kıymetli
Hariciyecilerimizden olduklarım biliyorum.
A Mülkiyede öğretmen maaşları pek cüz'i olup, Müdîr maaşı bile 75 lira idi.
Öğretmen maaşları ise 25 liradan ibaretdi. Sıddık Sami Bey, Ebûlûlâ Bey, Tâhir
Taner Bey 25'er lira alıyorlardı.
860
A Mülkiye'de MUdîr olarak Talebeye karşı d â i m a m ü s a m a h a k â r davranı
yor; bu suretle talebenin hakkını teslim ederek bir disiplin te'sisine gayret edi
yordum. Bir gün talebe, erzakın gramajından şikâyet ettiler. Peyniri getirip az
lığım öne sürdüler. Bir kaç saat sonra mezkûr peyniri tarttık, fire vermiş ve azal
mış idi, İdareci me'murlarla Talebeyi topladım; Talebeye bu mevzu'da kendileri
ile beraber olduğumu, Son Sınıf dan hergün birer nöbetçi talebe tefrik edilerek
erzakın Anbardan bu nöbetçi Talebenin de nezâretinde çıkarılmasını emrettim.
Muhasebeci Salih Beyle İdare Âmiri Salih Bey, bu emrin karşısında sapsarı
oldular. Kendilerine, Talebe elbet hakkını arıyacaktır; bu mevzu'da münâkaşa ve
i'tiraz istemem, dedim. Tabiî, talebeler 20-25 gün sonra nöbet işinden bıktılar. Son
Sınıftaki Nöbetçi Talebe JJU iş'den vazgeçmek istedi. İki Sınıf tutsun kâfi veya nö
betçi talebe devamlı olsun, dediler. Bunu kabul e t m e d i m ; münâvebe usûlünün şart
olduğunu bildirdim. Sonundu talebeler bu işden topdan vaz geçip erzak idaresini
Me'murlara bırakdılar. Vazifeli 3 Me'mur gelip ellerime sarıldılar; nöbet işindeki
maksadınızı anlıyamamışdık, diye özür dilediler.
A Bir gün yemekten sonra odamdaki kanepeye uzanmış istirahat ediyordum.
Anbar me'muru heyecanla kapıdan girip (Paşa) geliyor, dedi. Ben, Harb Akademi-
si'nin Kumandanı Ali Fuad Eldem Paşa zannettim. Çünki Akademi Kumandanı
şahsî dostumdu. Sık sık Mektebe gelir, sohbet ederdik. Pek fazla heyecan göster
medim. Aynı me'mur tekrar "Paşa geliyor efendim" dedi. Biraz doğruldum. Üçün
cü defa m e ' m u r heyecanla odaya girerek "Gazi Paşa geliyor efendim" dedi. Hemen
kalkdım; Atatürk kapıya kadar gelmişdi ve yalnızdı; şaşırmışdım. Odaya girin
ce, "burası neresi ve ben neredeyim" dedi; "Kapının önünden geçiyordum, girdim;
bir koridoru geçdim ve kendimi bu odada b u l d u m " diye ilâve etti. Ben kendisine
cevaben, " P a ş a m burası Mülkiye Mektebi, Siz de Mülkiye Mektebi Müdîrinin oda
sında bulunuyorsunuz" dedim. Benim kalkdığım kanepeye oturdular ve Mekteble
ilgili sualler sormaya başladılar. Talebe mevcudu, ders durumu, ihtiyaçlar ve
masraflar hakkında konuşuyorlardı. Ben, b i r a n yerime oturup o t u r m a m a k için
tereddüd e t t i m ; Sonra Makaamıma o t u r d u m . Biz bu konuşmayı yaparken kapı
açıldı, kapıda Şükrü Kaya, Ruşen Eşref ve Kılıç Ali Beyler güründüler. Kendileri,
benim Makaamıma oturmuş, Atatürkle rahat rahat konuşduğumu görünce bir tu
haf oldular ve ayakda beklediler. Konuşmaların sonunda Atatürk "bir talebiniz
var mı benden? istediğiniz bir şey varsa bildirin" dediler» Kendilerine cevaben,
"Efendimizi rahatsız edecek bir problemimiz yok; biz dertlerimizi Maârif Vekili
ile hallediyoruz; teşekkür ederim, sağ olun p a ş a m " d e d i m ve "Smıflan görmek is-
termisiniz" diye sordum. "Görmeme lüzum yok" dediler. Kendilerine Okul hak
kında verdiğim izahatdan m e m n u n kalmışlardı. Ayağa kalkıp giderken, t a m ka
pıda "bir ricam olacak" dedim; "4 Aralık'da Mektebin yıl d ö n ü m ü olduğunu şâyed
teşrif etmek lutfunda bulunurlarsa Talebenin çok sevineceğini, hocaların şeref ka-
zanacakalrmı" bildirdim. Bu konuşma yapıldığı zaman Ekim Ayında idik. Ceva
ben " d a h a vakit v a r ; zamanı gelince bana hatırlatın; kaabil olursa gelirim" de
diler. Bir ay sonra bu hususu kendilerine arzetmek üzere Okulun arabası ile Dol-
861
mabahçe Sarayına gittim. Karşılayan Başyavere kendimi takdim ederek Atatür
kün emirlerini hatırlattım. Kendileri ile gidip görüşdüler, "çok arzu ettiğini, fa
kat meşguliyeti dolayısiyle gelemiyeceğini bildirdiler" dedi.
£ Bir gün, Talebeden bir kaçı, bana m ü r a c a a t ederek öğle yemeklerinin çok
güzel olduğunu, çünki benim de öğle yemeğini Mektebde yediğimi, akşam yemek
lerinin ise bozuk olduğunu bildirdiler. (Bu hatırayı yakın zamanda (1967) ziyare
time gelen eski talebem Kemâl Aygün hatırlatdı) Ben, mademki öyle, tabelayı
değiştirin, öğle tabelasını akşama, akşam tabelasını öğleye, aldırın, dedim. Bu
suretle şikâyet ortadan kalkdı; öğle ve akşam yemekleri de düzelmiş oldu.
A Talebeye karşı m ü s a m a h a k â r davrandığımı ve arzularını imkân nisbetin-
de yerine getirdiğini söylemişdim. Zamanımda önceleri, Talebeye elbise verilirken
Ordu gibi tek tip elbise veriliyordu. Kumaş lacivert renkli idi. Ba'zı talebe renk
değiştirmek istediğini bildirdiler; kabul ettim. Fiyat farkı olmamak şartı ile ta
lebenin istedikleri renkde ve fakat aynı kalitede kumaş'dan elbise diktirmeleri
hususunda muteahhid terziye emir verdim. Terzi i'tiraz etti. Ben emrimde ısrar
ettim. Sonunda Talebenin arzusuna uygun olarak istenen renkde elbise verilmesi
sağlandı ."
BASILMIŞ ESERLERİ
1 — Iktisâd-ı Ziraî
İstanbul, Mekteb-i Mülkiyye Mat.; 1927; 48 sf.; 8°
2 — İktisâdi Mes'eleler
İstanbul, Güneş Basımevi; 1934; 222 sf.; 8°
3 — İktisad (Nazarî Kısım)
İstanbul, Selâmet Basımevi; 1934; 430 sf.; 8°
4 — Kıymet Mefhûmu
İstanbul, Ken'an Basımevi; 1939; 16 sf.; 8°
5 — P a r a m n Mâhiyeti
Ankara, Yeni Ceza Evi Basımevi; 1940; 13. sf.; 8°
6 — Tanzimat ve Para
İstanbul, Maârif Basımevi; 1940; 30 sf.; 8°
7 — Tatbikî İktisâd
İstanbul, Arkadaş Basımevi; 1941; 280 sf.; 8°
8 — İktisad Dersleri (Nazari kısım; ilaveli 2. basım)
İstanbul, Ken'an Basımevi; 1942; 246 sf.; 8°
9 — İktisad Dersleri (Nazarî kısım; 3. basılış)
İstanbul, İsmail Akgün Matbaası; 1943; 244 sf.; 8°
10 — Ekonomi Politikası Dersleri
İstanbul; 1946; 222 sf.; 8°
11 — Ekonomi ilminin Değeri (Konferans)
İstanbul, İsmail Akgün Matbaası; 1948; 9 sf.; 8°
12 — İktisad İlminin Umûmî Prensipleri (1. C; Giriş - Fiat - înkisam)
İstanbul, Sermed Matbaası; 1956; X I + 324 sf.; 8°
O
862
15. M Ü D Î R
863
kiye'den Pekiyi (aliyyülâlâ) derecede ve ikincilikle (1911 yılı birincisi Şerif Remzi
Reyent'dir) me'zun oldu.
Mülkiye Son Sınıfda iken, Ailesine maddî yönden bir yardımda bulunmak
maksadıyle, Orman ve Ziraat Nezâreti Baytar (Veteriner) Dâiresi'nin açtığı mü
sabaka sınavını kazanarak 800 kuruş maaşla aynı Dâire Kâtipliğine ta'yin edildi.
O sırada Baytar Dâiresi Müdîri Büyük Türk Şâiri Rahmetli Mehmed Akif (Ersoy)
idi ki, bir yıl süren bu me'muriyeti sırasında, büyük Akif den her bakımdan fay
dalanmıştır.
Mülkiye'den me'zun olduktan sonra bu Dâireden istifâen ayrılmış; açılan mü
sabaka sınavını kazanarak onbeş lira maaşla Meclis-i A'yân Zabıt Kâtipliğine ta'yin
edilmiştir. Mülkiye Öğreniciliğinden beri ideali öğretmenlik olduğundan, 1913'de
yine müsabaka sınavını kazanıp Yatılı İstanbul Sultanîsi Ma'lûmât-ı Medeniyye,
Kanûniyye ve İktisâdiyye öğretmenliğine getirildi.
Mülkiye 1893 (1309 R.) me'zunu Eb'ül-Muhsin Kemâl (Geylângil) Bey'in söz ko
nusu Sultanî (lise) Müdîrliğine getirilmesiyle ders programlarının genişletilip
ıslâh edilmesi sonucu Mehmed Emîn (Erişirgil) de Felsefe ve Psikoloji öğretmen
liğine nakledildi.
1914'de Maârif Nâzın Şükrü Bey zamanında bütün i'dâdiler Sultanî (Fen ve
Edebiyat Şubeleri bulunan lise) hâline getirilince, İstanbul Sultanîsi Felsefe Mu
allimliğine ve ek olarak Kabataş, Dâvudpaşa, Vefa Sultanîleri Felsefe Muallimlikleri
ni de deruhde etti.
Çok yorucu olan bu görevden, Evkaf Nâzın Hayri Bey'in (ve Şeyh'ül - İs
lâm, Suad Hayri Ürgüplü'nün Babası) teklifi ile Evkaaf Nezâreti Kalem-i Mah
sus (Özel Kalem) Mümeyyizliğine getirildi. Bir yıla yakın bu görevde kaldıktan
sonra Ali Haydar (Taner) Bey'in Bursa Sultânî'si Müdîrliğine ta'yini ile açılan
Kadıköy Nümûne Mektebi Müdîrliğine terfian nakledildi. Bu görevi sırasında sö
zü geçen Mektebin Sultanî Kısmını Kurarak (1916) Müdîrliğini de üzerine aldı.
Büyük Türk Fikir Adamı Ziya Gökalp'in İstanbul Darülfünununa batı anla
mında bir yenilik getirme teşebbüsü üzerine, 1917'de Darülfünun İctimâiyyât (Sos
yoloji) ve Felsefe Müderris Muavinliğine (Doçentliğine) getirildi. Bu arada Ziya
Gökalp'in maddî, manevî pekçok yardımlarını gördü. Mütâreke yıllarında
Filozof Rıza Tevfik (Bölükbaşı)'in Muavinliğinde ve Felsefe Şubesi Müdîrliğinde
bulundu.
1918'de Darülfünun Felsefe Târihi Müderrisliğine terfî'etti. 1919'da yapılan
Meclis-i Meb'usan seçimleri sonunda İstanbul Meclis-i Meb'usânına Niğde Meb'usu
olarak girdi.
İstanbul'un T.B.M.M. Hükümetince teslim alınışından sonra kısa bir müddet
açıkta kaldı. 1924'de Maârif Vekâleti Ta'lim ve Terbiye Dâiresi A'zâhğına; 1926'da ay
nı Dâire Reisliğine; 1929'da Maârif Vekâleti Müsteşarlığına getirildi. 1931'de bu
görevden İstanbul Maârif Müdîrliğine ve ek görev olarak da İstanbul Lisesi Fel
sefe Muallimliğine nakledildi. 1936'da Şükrü Baban'dan boşalan Mülkiye Mektebi
864
Müdîrliğine ve Sosyoloji, İktisadî Doktrinler Târihi Profesörlüğüne ta'yin edildi.
S.B.O.'nun Ankara'ya naklinden Nisan 1942'ye kadar fasılasız yedi yıl bu görevde
kaldı ve S.B.O.'na çok büyük hizmetlerde bulundu(2).
S.B.O. Müdîrliği sırasında iki yıl kadar Dil ve Târih-Coğrafya Fakültesi De
kan Vekilliğini ve Sosyoloji Enstitüsü profesörlüğünü de îfâ etti.
3 Nisan 1942'de Zonguldak Milletvekilliğine getirilmesiyle bu görevlerinden ay
rıldı. Hasan Saka'nın 2. Kabinesinde Gümrük ve Tekel Bakanlığına; Şemseddin
Günaltay Kabinesinde de (Ocak 1949) İçişleri Bakanlığına getirildi. 14 Mayıs
1950'de yapılan Genel Seçimler sonucunda Kabinesiyle birlikte İçişleri Bakanlığı
ve Milletvekilliği sona erdi. Bu târihden sonra herhangi bir resmî görev alamayıp
yazarlık yaptı; bir müddet de Türkiye İş Bankası'mn kurduğu Yayın Şirketinin Mü-
dîr Muavinliğinde bulundu.
7 Şubat 1965'de kısa bir hastalığı müteakib Hak'km rahmetine kavuştu. Me
zarı Cebeci'dedir. Evli ve üç kız, bir erkek evlâdı vardır. Fransızca bilir; Almanca-
ya âşinâ idi.
Sınıf arkadaşlarından Rahmetli Ahmed Halid Yaşaroğlu, hâtıralarında, Rah
metliden şöyle bahsetmektedir ( l / c ) :
"Sınıfımızm ikinci mühim siması Mehmed Emîn (Erişirgil)'dir. Mülkiye'yi
ikincilikle bitirdi. Bilhassa İ'dâdî Son Sınıf da kendisini göstermiştir.
Mehmed Emîn çalışkanlığın bir timsâlidir. Kendi, kendisini yetiştirmiştir. Çok
mücâdeleli bir hayat geçirdi. Dâima ileri hamleler yaptı. Zekâsı, yorulmak bilme
yen gayreti ve teşkilâtçılığı ile temayüz etti...."
Rahmetli'nin Öğrenicilerinden ve uzun yıllar Muavinliğini yapan Mülkiye
1937 Me'zunu Sayın Âsim E m r e m de intibalarıni şöylece belirtmektedir (3):
"Merhum Hocamız, hiç bir maddî mülâhazası ve kaygusu bulunmayan, ferâ-
gatkâr ve son derece çalışkan bir zât idi. Şubat ve yaz ta'tillerinin yaklaşması
zemaıüaruıda çok yorulur; tansiyonu düşer; başı döner ve Okul binası içinde du
var diplerinden ve ba'zan da duvarları tutarak yürürdü. Dinlenmesini mümkin
kılmak üzere kendisini adetâ zorla Bursa veya İstanbul gibi bir yere gönderir;
tren biletini biz aldırırdık. Bu kadar yorgun olduğu halde treninin kalkmasına ya
rım saat veya yirmi dakika kalıncaya kadar, talebesiyle müzâkere ve münâkaşa
larda bulunur; onları ikna etmeğe çalışır veya şâir Okul işlerile meşgul olurdu.
Biz güç hal ile trene yetişmesini sağlardık.
Haysiyyetine ve İzzet-i nefsine çok düşkün bir zât idi. Tam ma'nâsiyle idea
list bir hoca idi. Devrin en yüksek idâri makaamım işgal eden bir zât'dan duru
mu, Okulca uygulanan ölçülere uymayan bir öğrenicinin Mâlî Şubeye ayrılması
hususunda ısrarlı taleb ve tazyik vâki' olmuştu; "Ne yaparsınız yapınız" diye
kendisi bu işi bize bırakmıştı. Biz de çok yaramaz olan, her taşın altından çıkan
ve sık sık Disiplin Kuruluna verilen o talebeyi Mâlî Şubenin önemli hocalarından
865
bulunup aynı zemanda Disiplin Kurulunda üye olan bir hocaya duyurmuş ve Ho
canın o arkadaşı kat'iyyen Mâlî Şubede görmek istemediğini söylemesi üzerine
İdâri Şubeye dâhil etmiştik.
Zemanın Millî Eğitim Bakanı, Kendisini hemen kabul etmediğinden ilsti'fâya
kalkışmış ve bekletilmesinin mücbir sebeblerden ileri geldiğinin açıklanması üze
rine sükûnet bulmuştu.
Asla kin ve garez gütmezdi. Hududsuz müsamahası vardı. Her işde serbest
münâkaşa ve ikna yolunu tercih ederdi. Yatılı ve çeşitli işleri bulunan Okulda,
ba'zen sinirli öğreniciler çıkar ve kendisini rencide edebilecek sözler sarfederler-
di. Bunlara karşı cin küçük bir kırgınlık gütmez ve gerekdiğinde dâima yardım
larına koşardı.
Devrin Devlet Reisinin veya Başvekilinin çocukları voleybol veya tenis veya-
hud basketbol oynamak, m a ç seyretmek üzere vakit vakit Okula gelirler ve ge
lecekleri daha önceden ilgililerce haber verilirdi. O zamıan böyle durumlarda em
sali müesseselerin müdîr, dekan veya rektörlerinin k u r u m d a bulunması ve mü-
safirlere iltifat göstermesi teamül îcâbı gibi idi. Merhum Hocamız ise bu hâller
den sıkılırdı ve belki ba'zı talebeleri başka türlü yorumlarlar mülâhazasiyle, bu ka
bil müsâfirler geldiğinde bir defa dahî Okulda bulunduğunu hatırlamam.
Ciddî ve son derece vazife sever olmakla beraber çok nâzik ve mâiyyetinin
haysiyyet ve; insanlığına hürmetkardı. Devlet ve Millet malının iyi muhafazasın
da çok titiz idi.
1950'de siyâsî hayat'dan çekildiğinde, tekrar Profesörlüğe avdeti hususunda
vâki' telkin ve talebler üzerine m ü r a c a a t d a bulunmuştu. Buna karşılık, hatırla
dığıma göre, "Belgelerinizi gönderiniz" yolunda bir cevap verilmesi kendisini hu
dudsuz derecede incitmiş ve müteessir etmişdi
Her kademesinde Türkiye Millî Eğitimine ve kültürüne uzun yıllar ve büyük
hizmetler etmiş ve bir çok eserler vermiş bulunan Merhum Hocamız için bir pos
ta pulu bastırılmasına teşebbüs ve te'min olunması ve ölüm yıl dönümlerinde
Fakülte'de yapılacak ihtifal ile hâtırasının yaşatılması, yâd ve taziz edilmesi uy
gun olur kanaatiyle (1968) saygılarımı sunarım "
Yine öğrenicilerinden Sayın Profesör Bahri Savcı da Rahmetli hakkında şun
ları yazmaktadır ( l / c ) :
" Erişirgil, S.B(rO. nun günlük yönetiminde de pek başarılı bir yönetmen
olmuştur. Bu alanda da öğrenicilerini bir baba gibi koruma insiyakı, meslekdaş-
larmı bir ağabey gibi işe sevketme melekesi, kendisini başarıya götüren âmiller
den olmuştur
Korunmağa lâyık olanı keşfeder; insancıl gönlü ile onu sarardı. Savaşılması
gereken düşünce, zihniyyet, davranış karşısında da cesur bir savunma şu'uru ile
yönettiği S.B.O. nu ayakta tutmasını bilirdi.
Mülkiye Târihinde, " t a m zamanlı (= full t i m e ) " yönetmen ve öğretmen ör
neğinin kusursuz bir tipi olarak yer almıştı. Onu, her gün saat 16'ya kadar Mü-
dîrlik masasında ve Sosyoloji ile İktisadî Doktrinler Kürsîsinde bulmamağa im-
866
k â n yoktu. Saat îtfdan sonra ise, Okul'un (Millî Eğitim) Bakanlık(ı) ile işlerine
âid dosyalan koltuğu altına almış bizzat Bakanlık otoriteleri nezdinde izlerken ve
sonuçlandırırken buluruz.
Ve nihayet Müdür Erişirgil, zamanının bilim adamı seviyyesini vakar ve eh
liyet ile bulmuş bir entelektüel idi. Bir sürü yönetim işleri arasında, kendisini
bilim alanında da yenileme ve hazırlama gayreti, kendisinden pek genç yaşlarda
olanlara örnek olacak dinamik bir ölçüde idi. Dağarcığında mevcud bilgiler ile
idare etmeye tenezzül etmezdi. Mülkiye'de okutulması gereken Sosyolojinin ne
olması gerektiğini araştırmakdan geri kalmamıştı. Ayrıca, kendisi için yeni b i r
alan olduğu halde büyük bir disiplin kolu olan İktisâdi Doktrinler Târihi dersini
okutmak sorumluluğu, kendi üzerine düştüğü zaman bunu büyük bir gayretle
yüklenmesini bilmiştir.
Emin Erişirgil, Mülkiye'den ve aynı zamanda gelişmesine pek hizmet ettiği
D.T.C. Fakültesindeki yönetim ve öğretim görevinden sonra politika'da da pek
sivrilmişti. Yetişmelerine hizmet ettiği yüzlerce eski öğrenicisinin başında İçişle
ri Bakanlığına kadar yükselmişti. Tek partili rejimden, çok partili rejime geçişin
köprüsü (olan bir) devre'de onun, bu nâzik mevki'deki objektif ve demokratik tu
t u m u yakın Târihimizde, müstesna bir davranış örneği olarak gösterilecektir ve
bu durum her hangi bir fâni için bir şeref olarak zikredilecekdir.
Fakat o, bize öyle gelir ki Mülkiye ile D.T.C. Fakültesindeki yöneticilik ve
profesörlük görevindeki kudsî zevki daha üstün t u t m u ş t u r .
Emin Erişirgil'in Mülkiyeliler'in hâtırasındaki yeri pek müstesnadır. Mülkiye
Târihi, S.B.O. n u n modernizasyonu ameliyelerinin bu cesur ve ileri görüşlü öncü
sünü lâyıkı ile tesbît etmeyi ihmâl etmemelidir. Bu tesbîtin ilk adımım atarken
hâtırası önünde saygı ile eğiliriz. " (4).
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
4,4) Sayın Prof. Bahri Savcı'nın bu çok içden ve çıkar'dan uzak arzusunu böylelikle elimden geldiği ve yerin el
verdiği nisbette yerine getirdiğim kanısındayım. Yazar: A.Ç.
867
1283/1035 (6) Ahlâk ve Dîn'in İki Kaynağı (Henry Bergson'dan tere.)
1. Kitap: istanbul Devlet Matbaası; 1933; 126 sf.; 8°
1283/1036 (7) Filozof!
İstanbul, Devlet Basımevi; 1935; 122 sf.; 20X14
1283/1037 (8) Kant'dan Parçalar
istanbul, Devlet Basımevi; 1935; 80 sf.; 19X13
1283/1038 (9) Filozofiye Başlangıç (4 defa basıldı)
İstanbul, Devlet Basımevi; 1936; 116 sf.; 20X14
1283/1039 (10) Hukuk'un Muhtelif Cepheleri ve Hukuk İlmi
Ankara, Hapishane Matbaası; 1938; 12 sf; 25X17
1283/1040 (11) Felsefe'ye Başlangıç (4 defa basıldı)
Ankara, Millî Eğitim Basımevi; 1944; 203 sf.; 8°
1283/1041 (12) Ziya Gökalp; Bir Fikir Adamı'nm Romanı
İstanbul, Marifet Matbaası; 1951; 264 sf.; 8°
1283/1042 (13) Merak ve Dikkat
Ankara, Maârif Yayınevi; 1956; 56 sf.; 8"
1283/1043 (14) Mehmed Akif; İslamcı Bir Şâir'in Romanı
Ankara, Güzel İstanbul Matbaası; 1956;
1. C ; 4 + 112 sf.;
2. C; 4 + 113-236 sf.;
3. C; 6 + 237-392 sf.;
4. C; 6 + 393-504 sf.;
1283/1044 (15) Neden Filozof Yok?
Ankara, Maârif Yayınevi; 1957; 54 sf.; 8°
1283/1045 (16) İhmâl
Ankara, Maârif Yayınevi; 1958; 59 sf.; 8°
1283/1046 (17) Türkçülük Devri, Milliyetçilik Devri, İnsanlık Devri
Ankara, Güzel İstanbul Matbaası; 1958; 148 sf.; 8°
1283/1047 (18) Kadın - Erkek
İstanbul, Hamle Matbaası; 1960; 75 sf.; 8°
O
16. M Ü D Î R
Çarşamba Kazası ileri gelenlerinden Şükrü Efendi ile Fatma Hanımın oğlu
olup 1893 (1309 R.)*de Çarşamba'da doğdu. Çarşamba Tayyarpara İbtidâî Mek
tebinde İlk ve Çarşamba Rüşdiyesinde orta öğrenimini tamamladı. Ağustos 1914'de
i'lâra edilen 1. Dünya Savaşı'na Yedek Subay Adayı olarak iştirak etti. Erzincan
İhtiyat Zabit Mektebi (Yedek Subay Okulu) Ta'Jimgâhmda yetiştirildikten sonra,
3. Kafkas Ordusu emrindeki çeşitli askerî birlikte hizmet görerek "Mütâreke"hin
imzası üzerine terhis edilip 1919'da İstanbul'a geldi. Kısa bir müddet b u r a d a i'dâdi-
lerden birine devam edip 1920'de öğrenimini tamamlamak üzere Fransa'ya gitti.
Önce Paris'de Fransızcasmı ilerletdi. Bir süre de Lycöe de Buffon'a devam ede
rek lise öğrenimini tamamladıktan sonra Grenoble Üniversitesi Hukuk Fakül-
tesi'ne kaydedildi. 1925'de buradan Hukuk Diploması alarak me'zun oldu. Paris
Hukuk Fakültesi Doktora Sınıfına kaydolarak buradan da "Hukuk Doktoru"
diploması aldı. Bu arada Sorbon Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Şûıbesi'ni
de bitirdi. Buradan Paris Serbest Siyâsî İlimler Okulu (= Ecole Libre des
Sciences Politi<ques)'na geçip 1928'de burasını da bitirdi. Aynı yıl, Maârif Vekâleti
tarafından Lahey Devletler Hukuku Akademisi yaz kur'lannı takibe m e ' m u r edildi;
869
b u r a d a n da me'zuniyet sertifikası aldı. 1930'da Yurd'a dönüp hesabına öğrenim
yaptığı Maârif Vekâleti'ne, mecburî hizmetini ödemek için Yüksek Tedrisat Umum
Müdîrliği Şube Müdîri olarak ta'yin edildi. Bu görev'de bir yıla yakın çalıştıktan
sonra Ankara Hukuk Mektebi (şimdiki Fakülte)'nin açtığı sınavı kazanarak
Roma Hukuku Deçentliğine ta'yin edildi. 1932'de aynı dersin Profesörlüğüne
getirildi. Bu arada ek görev olarak Gazi Terbiye (Eğitim) Enstitüsü'nde de Me
deniyet Târihi Öğretmenliği yaptı. Ağustos 1933'de İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesi'nin teşkili üzerine bu Fakülte'nin Teşkîlât-ı Esâsiye Hukuku (Anayasa
Hukuku) Profesörlüğüne naklen getirildi. Aynı yıl ek görev olarak Yıldız'daki
Mülkiye Mektebi Teşkîlât-ı Esâsiye ve Âmme Hukuku Profesörlüğünü de deruhde
etti.
1936'da, Hukuk Fakültesi'ndeki Profesörlüğü bakî kalmak şartiyle, İstanbul
Yüksek îktisad ve Ticâret Mektebi Müdîrliğine getirildi. Bu arada Hatay'ın Ana-
vatan'a ilhakı için Hâriciye Vekâletinde kurulan Hey'ete Hukuk Müşaviri olarak
katıidı. Şubat 1937'de sözü geçen Hey'etle birlikte Hatay Mes'elesi'nin çözümü
için Cenevre'ye de gitti.
Kasım 1937'de İstanbul Hukuk Fakültesi Dekanlığına naklen ta'yin edildi.
1939'da aynı Fakülte Esâsiye Hukuku Ordinaryüs Profesörlüğüne terfi' etti.
Mayıs 1942'de Nasyonal - Sosyalist Alman Devleti'nin da'vetlisi ve müsâfiri olarak
Berlin'de toplanan Milletlerarası Devlet ve İdare İlimleri Kongresi'ne katıldı. Yine
Mayıs 1942'de Erişirgil'den açılan S.B.O. Müdîr ve Esas Teşkilât Hukuku Profe
sörlüğüne getirildi (2). Ek görev olarak da Ankara Hukuk Fakültesi Esâsiye Hu
kuku Profesörlüğünü îfâ etti. Mayıs 1943'de S.B.O. Müdîrliğinden ve Esâsiye Hu
kuku Profesörlüğünden isti'fâen ayrılıp İstanbul Hukuk Fakültesindeki kürsîsine
döndü. Kasım 1960 sonuna kadar bu göreve devam etti. Sözü geçen târihde "Millî
Birlik Komitesi" tarafından çıkarılan 114 sayılı Kanun'la, Akademik Kariyer'e dâ
hil 147 öğretim üyesi arasında görevinden afvedilip tasfiyeye tâbi' tutuldu. Ocak
1960'da yine "Millî Birlik Komitesi" emri ile tevkif edilip önce Harbiye'ye sonra
Balmumcu Askerî Hapishanesine gönderildi. Örfî İdare Mahkemesinde 3 ay mu
hakemeden sonra berâetle tahliye edildi.
15 Ekim 1961 Genel Seçimlerinde Samsun'dan Senatör seçildi. Cumhur Baş
kanlığına adaylığını koyması üzerine Millî Birlik Komitesi'nin ba'zı üyeleri tara
fından adaylıktan feragat, Senatörlük'den istifa ettirildi.
Ocak 1962'de İsviçre'ye gitti. 1963'de Cenevre Üniversitesi Türk Târihi ve Dili
Profesörlüğüne getirildi.
Aralık 1964'de bu görev'den istifâen ayrılarak Yurd'a döndü. Ekim 1965 Genel
Seçimleri'nde İstanbul Milletvekilliğine seçildi. Milletvekili iken İstanbul'da Fe-
neryolundaki evinde 16/17 Nisan 1967 sabaha karşı geçirdiği bir kalb krizi neti
cesinde 74 yaşının içindeyken Hak'kın rahmetine kavuştu. Mezarı Karacaahmed'-
dedir. Fransızca, Arabca ve Almanca'ya vâkıftı. Evli olup çocuğu yoktu. 1945'den
870
1961 yılma kadar muhtelif memleketlerde toplanan ilmî kongrelere iştirak etti.
Milletlerarası İdarî İlimler Enstitüsü İlmî Komite üyesi idi.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
1 — Esas Teşkilât Hukuku Dersleri
İstanbul, Selâmet Basımevi; 1934; 248 sf.; 8°
2 — Türk İşçi Kanununa Giriş
Ankara, Hapishane Basımevi; 1936; 20 sf.; 8°
3 — Klasik Ferdî Hak ve Hürriyetler Nazariyesi ve Muasır Devletçilik
Ankara, Hapashâne Basımevi; 1938; 30 sf.; 8°
4 — Teşkilât-ı Esâsiye Kanunumuzda Nizâmnâme Mefhûmu ve Nizâmnâme
lerin Mâhiyeti ve Tâbi' Olduğu Hukukî Rejim
İstanbul, Kenar, Basımevi; 1939; 200 sf.; 8°
5 — Devletin ve Dîger Âmme Hükmî Şahıslarının Mes'uliyeti Mes'elesi
Ankara, Yeni Cezaevi Basımevi; 1940; 34 sf.; 8°
6 — Vatandaşların Âmme H a k l a n ve Millî Câmia'nın Emniyyet ve Disiplini
Mes'elesi
İstanbul, Kenan Basımevi; 1940; ayrı basım, 11 sf.; 8°
7 — Türkiye İş Hukuku
İstanbul, Sertel Basımevi; 1940; 40 sf.; 8°
8 — Teşrii Masuniyet Mes'elesi
İstanbul, Kenan Basımevi; 1941; 39 sf.; 8°
9 — Muasır Devlet'de Me'mur Mes'elesi ve Me'murların Meslekî Vazife ve
Terbiyesi
İstanbul, Kenan Basımevi; 1942; ayrı basım, 13 sf.; 8°
10 — Kanunların Tatbik Sahasının Zaman İçindeki H u d u d u ve Mükteseb Hak
lar Mes'elesi
İstanbul, Kenan Basımevi; 1942, ayrı basım, 12 sf.; 8°
11 — Vatandaşların Büyük Millet Meclisi'ne Müracaat H a k l a n
İstanbul, Kenan Basımevi; 1943; a y n basım, 29 sf.; 8°
12 — Esâs Teşkilât Hukuku Dersleri
İstanbul, İsmail Akgün Matbaası; 1945; 224+VIIJ sf.; 8°
13 — Hukuk'un Ana Mes'eleJeri ve Müesseseleri
İstanbul, 1946; XII+468 sf.; 8°
14 — Devlet Nedir? (Realist bir tarif denemesi)
İstanbul, İsmail Akgün Basımevi; 1947; 10 sf.; 8°
15 — Devletin Ülke Unsuru
İstanbul, 1948; 21 sf.; 8°
16 — Cihan Sulhu ve İnsan Hakları
İstanbul, Tan Basımevi; 1948; 48 sf.; 8tt
17 — Ana Hukuk Dersleri
İstanbul, 1948; 200 sf.; 8°
871
18 — Demokrasi ve Hürriyet
istanbul, Akça Basımevi; 1949; 78 sf.; 8°
19 — Gençlerle Başbaşa
istanbul, Alişan Dobra Matbaası; 1949; 70 sf.; 8°
20 — Seçim Sistemimizin Kıymeti ve Eksikleri
istanbul, Tan Basımevi; 1948; 56 sf.; 8°
21 — Devlet Nizâmı ve Hukuk
istanbul, Akgün Matbaası; 1950; ayrı basım, 28 sf.; 8°
22 — Vatandaş Hürriyeti ve Bunun Te'minâtı
istanbul, Tan Basımevi; 1948; Konferans; 40 sf.; 8"
23 — Bugünkü Pakistan
istanbul, Modern Türkiye Basımevi; 1952; 71 sf.; 8°
24 — Devlet Nizâmı ve Hukuk
İstanbul, Akgün Basımevi; 1954; ayrı basım; 16 sf.; 8°
25 — Din Nedir? Din Hürriyeti ve Laiklik Ne Demektir?
istanbul. Fakülteler Matbaası; 1954 VII+213 sf.; 8°
26 — (Aynı Kitab ilaveli 2. Baskı)
İstanbul, Fakülteler Matbaası; 1964; VII+213 sf.; 8°
27 — Hak'ı, Hukuk'u Devlet mi Yaratır ve Yapar?
istanbul, Akgün Matbaası; 1956; ayrı basım; 12. sf.; 8°
28 — Türkiye Siyâsî Rejimi ve Anayasa Prensipleri (Mukaayeseli Türk Esas
Teşkilât Hukuku Dersleri)
istanbul, Bahâ Matbaası; 1957; VIII+288 sf.; 8°
29 — İlmin Işığında Günün Mes'eleleri (Ali Hatiboğlu - ismail Dayı ile beraber)
istanbul, Çeltüt Matbaası; 1960; 208 sf.; 8°
30 — Esas Teşkilât Hukuku
istanbul, Bahâ Matbaası; 1960; VII,I+VII+511 sf.; 8°
31 — Gençlerle Başbaşa (Karakter Terbiyesi Üzerine Etüd)
istanbul, Bahâ Matbaası; 1960; 62 sf.; 8°
32 — Demokrasi Yolunda (Siyâsî Hukuk Etüdleri)
İstanbul, Yağmur Yayınevi; 1961; 294+2 sf.; 8°
33 — Cihan Sulhu ve İnsan Hakları
istanbul, Y. Çınar Yayınevi; 1964; 47 sf.; 8°
34 — 27 Mayıs İhtilâli ve Sebebleri
istanbul, Çeltüt Matbaası; 1966; 287 sf.; 8°
35 — Türkçe Mes'elesi
İstanbul, 1948; 32 sf.; Broşür; 8°
( F R A N S I Z C A B A S I L M I Ş E S E R L E R İ )
873
da, Başasistanlığında, Doçent Vekilliğinde; İktisad Vekâleti İş Dâiresi Şube Mü-
dîrliğinde; aynı Vekâlet Yasa Kolu Amirliğinde (Hukuk Müşavirliği Bürosu); Baş
müfettişliğinde; İş Dâiresi Reis Muâvinliği'nde; Adliye Vekâleti Ceza İşleri Umum
Müdîr Muavinliğinde ve ek görev olarak da Polis Enstitüsü Anayasa, Ceza Huku
ku ve Usûlü öğretmenliğinde bulunmuştur.
1941'de S.B.O. Ceza Hukuku ve Usûlü Profesörlüğüne getirilmiş; bu vazifede
iken 19 Mayıs 1944'de vekâleten, 30 Eylül 1944'de de asaleten S.B.O. Müdîrliği'ne
ta'yin edilmiştir. Bu görevde dört yıla yakın kaldıktan sonra 20 Kasım 1948'de
Profesörlük vazifesi baki kalmak üzere Müdîrlikten ayrılmıştır. O târihden beri
S.B.O. ve S.B.F. Ceza Hukuku ve Usûlü Profesörüdür (1968). Fransızca ve İtalyan-
caya vâkıf, İspanyolca'ya âşinâdır. Evli, çocuksuzdur.
1953'den beri Milletlerarası Ceza Hukuku Cem'iyyeti , ( = Association Interna
tionale de Droit Penal)'nin İdare Meclisi Üyesi ve Milletlerarası Sosyal Müdâfaa
Cem'iyyeti (= Societe Internationale de Def ense Sociale)'nin Türkiye delegesidir.
İtalya Cumhuriyeti'nin "Commendatore" nişanına sâhibdir.
B A S I L M I Ş E S E R L E R
874
19. MUDIR ve 3. DEKAN
Kırım'dan Eskişehir'e göçeden Seyid Ömer Efendi ile Benlihan Hanım'ın oğ
lu olup 18 Nisan 1905'de Eskişehir'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Eskişehir'de,
lise öğrenimini de Konya ve 1926'da İstanbul Erkek Lisesinde tamamladı. 1929'
da İstanbul Hukuk Fakültesi'ni pekiyi derece ile bitirdikten sonra Almanya'ya
gönderilmiş; Heidelberg Üniversitesi Hukuk Fakültesi Doktora Bölümü'ne devam
la "Devlet Başkanlığının Durumu Hakkında Almanya ve Türkiye Teşkilât-ı Esâsiy-
ye Kanunlarına Dayanılarak Mukaayeseli Bir İnceleme" adlı Tez'ini Haziran 1933'-
de kabul ettirerek " H u k u k Doktoru" unvanını kazanmıştır.
Aynı yıl Yurda döndükten sonra Ekim 1933'de İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Esâsiye Hukuku Doçentliği'ne asaleten, Medenî Hukuk Doçentliği'ne de
875
vekâleten ta'yin edilmiş; 1935'de bu görevlerine Hukuk Başlangıcı, Hukuk Târihî,,
Hukuk Felsefesi Doçentlikleri de ilâve edilmiştir.
Ekim 1942'de Esâsiye Hukuku Kürsîsi Profesörlüğüne terfi' etmiştir. Mart
1943'de Eskişehir Milletvekilliği'ne getirilerek Ekim 1946'ya kadar T.BJVI.M.'nde
Eskişehir Milletvekili olarak çalışmıştır.
22-1-1947'de S.B.O. Amme Hukuku ve Medenî Hukuk Profesörlüklerine ta'yin
edilmiş; 24 Kasım 1948'de de S.B.O. Müdîrliğine getirilmiştir. Bu arada "İnkılâb
Târihi Enstitüsü" Müdîrliğini de îfâ etmiştir. 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu'nun
yürürlüğe girmesi üzerine, 29 Mayıs 1949'da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Profesörler Kurulu'nca aynı Fakülte'nin Hukuk Târihi ve Türk Hukuk Târihi
Profesörlüğü'ne seçilmesi üzerine, Kanun gereğince, S.B.O. Müdîrliğinden isti'fâen
ayrılmış; 1 Mart 1950'de de S.B.F. Âmme Hukuku ve Devlet Felsefesi Profesörlü
ğüne seçilerek getirilmiştir.
21 Mayıs 1952'de S.B.F. Dekanlığı'na seçilmiş; bu görevi 21-5-1954'e kadar de
vam etmiştir. Dekanlık görevinde iken devamlı îkaz ve teşebbüsleri ile "Türkiye
ve Ortadoğu Âmme İdaresi Enstitüsü"nü k u r m u ş ve ilk U m u m Müdîrliğini de îfâ
etmiştir.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve S.B.F. profesörlükleri görevine devam
etmekte iken 1961'de "Millî Birlik Komitesf'nin çıkardığı, Hukuk Nizâmı ve Hu
kuk Vicdanı ile asla bağdaşmayan 114 sayılı Kanun'la Akademik Kariyer'e dâ
hil 147 öğretim üyesi, öğretim görevlisi ve öğretim üye yardımcısıyle birlikte pro
fesörlük görevinden afvedilmiştir (2).
Mayıs 1962'de H ü r Berlin Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Otto Suhr Enstitü-
sü'ne misafir profesör olarak getrilmiş; 1962'de 114 sayılı Kanun'un kaldırılmasıy-
le b ü t ü n eski hakları iade edilerek Ankara Üniversitesi'ne d ö n m ü ş ; 1965'de
S.B.F. Âmme Hukuku ve Devlet Felsefesi Profesörlüğü görevine başlamıştır.
1961'den vefatına kadar (1967) Eskişehir İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi
Hukuk Başlangıcı ve Devrim Târihi Profesörlüğünü de îfâ etmiştir. Son görevi
S.B.F., Ankara Hukuk Fakültesi ve Eskişehir İktisadî ve Ticarî İlimler Akademi
si Profesörlükleri idi.
30 Haziran 1967'de Ankara'da çok kısa süren bir kalb yetersizliğinden sonra H a k
kın rahmetine kavuşmuş; 3 Temmuz 1967 Pazartesi günü S.B.F. de yapılan hazîn bir
törenle, kendisini candan seven ve "Milletin dinamik efkâr-ı umûmiyyesi" dediği,
hakikî Türk Gençlerinin, Ankara'daki kordiplomatik'e dâhil pekçok şahısların ve
tanınmış ilim adamlarının omuzlarında taşınarak Cebeci Mezarlığında Vatan
toprağına tevdî edilmiştir.
Almanca ve Fransızca'ya kuvvetle vakıftı. 1946'da (Prof. Dr.) Nermin Abadan'la
evlendi. Bir oğlu vardır.
Heidelberg Üniversitesi'nde doktora öğrenicisi iken olumlu kültürel gayret
leri karşılığında kendisine "Heidelberg Fahrî Hemşehrilik payesi" verilmiş; Türk-
876
Alman Kültürel İşbirliği için sarfettiği üstün çabadan dolayı Federal Alman Hü
kümetince "Yüksek Liyâkat Nişanı" tevcih edilmiştir. Ayrıca "Basın Şeref Kartı"
na sâhibdi. Rahmetli, Akademik görevi dışında Türkiye Kızılay, Çocuk Esirgeme,
Türk Hukuk Kurumları üyeliklerinde çalışmış; Eminönü Halkevi Başkanlığında,
UNESCO Millî Komisyonu Üyeliğinde, Siyâsî İlimler Derneği Başkanlığında, Mil
letlerarası Siyâsî İlimler Derneği Yönetim Kurulu Üyeliğinde, Milletlerarası Hu
kuk ve Toplum Felsefesi Derneği İkinci Başkanlığında bulunmuştur. Ayrıca İstan-
bulspor Klübü ile Anadolu Klübü'nün dâimi üyesi idi.
Türk Sosyal ve Siyasal İlimler alanında boşluk bırakan Rahmetli Abadan,
fazilet ve kemâl sahibi olmanın canlı bir örneği idi. Engin şefkati, iyilikseverliği,
yurdseverliği manevî portresini çizebilecek köklü hasletlerindendir. Halk çocuğu ol
manın büyük gururunu taşır ve ıb.u aziz Halk'a hizmet için dâima çaba gösterirdi.
Vekâtmdan sonra kendisini yakından tanıyanlar şunları yazıyorlardı ( l / b ) :
"Olgun ve verimli bir yaşında âni olarak kaybettiğimiz Yavuz Abadan'm ha
yâtı, güç şartlar altında başarı ile yetişmenin ve başarılı hizmet etmenin örneği
dir.
Yavuz Abadan, Kırim'dan Eskişehir'e göçeden mütevazı' bir çiftçi ailesinin
çocuğudur. Sıkıntılar altında —Yurt içinde ve Batı'da— öğrenimini üstün akade
mik unvanlarla başarmıştır. Üstün bir düşünür, feyizli bir öğretici ve yazardı; ay
nı zamanda başarılı bir yönetici idi.
Yavuz Abadan sâdece Yurd içinde bilimsel çalışmalarla yetinmemiş, uluslar
arası ilişkilere de önem vermiştir. Türlü uluslararası toplantılara faal olarak ka
tılmış; uluslararası kurumların yönetiminde yer almıştır. Yayınlan ile dışarda
millî müesseselerimizi tanıtmaya hizmet etmiştir.
Yavuz Abadan, Kamu Hukukumuza ve siyâsî bilimimize esaslı katkılarda bu
lunmuştur. İnsan haklarının, demokrasinin, sosyal hukuk devleti ilkelerinin iman
lı savunucusu, öğreticisi ve yapıcısı olmuştur. Hukukun kanun koyucuyu (vâzı'-ı
kanun'u) aşan ve onun da uyması gereken temel ilkelerini bir hukuk felsefecisi
olarak göstermeye önem vermiştir. Milletimizin uygarlık düstûrları olan Atatürk
Devrimlerine ve onun milliyetçilik anlayışına içden bağlı olan Yavuz Abadan, he
men bütün öğretim hayâtı boyunca okuttuğu Devrim Târihi derslerinde, bu ilke
leri genç kuşaklara yayanların ön planında yer almaktadır.
Yavuz Abadan başarılı bir yetiştirici idi. Arkasında kürsîlerini liyakatle doldu
racak genç istîdadlar bırakmış bulunuyor.
Yavuz Abadan, insancıl yanı kuvvetli, yardımcı ve destek olmayı seven, hak
sızlığa karşı direnen, resmî ve özel hayâtında, siyâset içinde ve dışında objektif
davranmayı şıâr edinmiş bir arkadaşımızdı. Büyük kaybının üzüntüsü içnideyiz.
Rahmetli Yavuz Abadan arkadaşlarının, tanıyanlarının, kendisinden ders gö
ren sayısız öğrenicilerinin hâtıralarında dâima yaşayacak, çok sayıda bilimsel
eserleri gelecek kuşaklar içinde değerli bilgi kaynağı olacaktır.
Prof. Dr. Tahsin Bekir Balta"
877
"Rahmetli Abıadan büyük fikir genişliğine sâhib bir insandı. Kendi kendini
hergün yenileyen bir kudretin sahibi idi. Bu yenileyişe, medenî cesaretini de ek
lediğimiz için gözümüzde dâima büyürdü.
Hiç bir millî mes'ele olmamıştır ki, o mes'ele hakkında Yavuz Abadan fikir
lerini kendisine saklamış olsun. Her zaman yazdı, söyledi ve neticesini düşünme
den kanâatlerini, bir ilim adamına yakışan üslubla açıkladı.
Yavuz Abadan, bilgisini de öbür dünyaya beraber götürdüğü için, ilim âle
m i n d e büyük boşluk bıraktı. Vücûduna yapışık olan şefkat ve dostluğu da toprak
olacağı için, onu sevenler, dostları onu çok arayacaklardır. Bize yalnız, hafızala
rımızdan silinmeyecek tatlı hâtıralarla ebediyen yaşayacak olan kitaplarını bı
raktı.
Genç denecek bir yaşta aramızdan ayrılmasının tek tesellisi, 30 yıldan beri ha-
hatıyle numune olduğu, bir kaç kuşak yetiştirmiş olmasıdır. Bu gün o nesillerin
dualarına kendimizinkini de katarak, O'na rahmet dileyor; Muhterem Refikası
Nermin Abadan'la, Abadan Ailesine Cenâb-ı Hakk'm sabırlar ihsan etmesini isti
yoruz. C.B. ( = Cihad B a b a n ) "
BASILMIŞ ESERLERİ
1 — H u k u k Başlangıcı ve Târihi
İstanbul, Arkadaş Basımevi; 1935; 172. sf.; 8°
2 — Hukuk Felsefesi
İstanbul, 1938
3 — Harb Sonu (1. Cihan Harbi) Muahedelerine Nazaran Lozan'ın Hususiyet
leri
İstanbul, Arkadaş Basımevi; 1938; 16 sf.; 8°
4 — Grotius ve Tabiî Hukuk
İsanbul, Kenan Basımevi; 1939; 44 sf.; 8°
5 — Hukuk'un Gözü ile Milliyetçilik ve Halkçılık
Ankara, Ulus Basımevi; 1938; 13 sf.; 8°
6 — Tanzimat Fermânı'nm Tahlili
İstanbul, Marifet Basımevi; 1940; 28 sf.; 8°
7 — Hürriyet Problemi
İstanbul, Ken'an Basımevi; 1940; ayrı basım; 16 sf.; 8°
8 — İnkılâb Târihi Notları
Ankara; 1951; 184 sf.; 8°; (teksir)
9 — Âmme Hukuku ve Devlet Nazariyetleri
Ankara; 1952; 399 sf.; 8°
10 — Hukuk Felsefesi Dersleri
Ankara, Güzel San'atlar Matbaası; 1954; X I + 3 2 7 + l sf.; 8°
878
11 — Rapports du Legislatif et de l'Executif en Tur^uie (Tahsin B. Balta ve
Bahri Savcı ile birlikte)
Ankara, Yeni Matbaa; 1958; 97 sf., 8°
12 — Türkiye'de Anayasa Gelişmelerine Bir Bakış (Bahri Savcı ile birlikte)
Ankara, Ajans Türk Matbaası; 1959; 2 + 1+84 + 4 sf.; 8"
13 — Devlet Felsefesi
Ankara, Ajans Türk Matbaası; 1959; XII+531 + 3 sf.; 8°
14 — Devlet Felsefesi: Seçilmiş okuma parçaları (Nermin Abadan, Bülend Dâ-
ver ve Mete Tuncay ile beraber)
Ankara, 1959; 531 sf.; 8°
15 — Ebedî Barış Üzerine Felsefî Deneme (Immanuel Kant'dan Sehâ Meray'la
birlikte terceme)
Ankara, Ajans Türk Matbaası; 1960; 241.; 8°
16 — İnkılâb Târihine Giriş
Ankara, Ajans Türk Matbaası; 1960; 74 sf.; 8°
17 — İncelemeler (T. B. Balta ve B. Savcı ile birlikde)
Ankara, 1960; 107 sf.; 8°
18 — Mustafa Kemâl ve Çetecilik
İstanbul, Ekin Matbaası; 1964; 78+2 sf.; 8°
19 — 1924 ve 1961 Türk Anayasaları İncelemesi (Almanca)
Jahrbuche für Öffentliches Recht, 1961; 9. Cild
20 — Türk Siyâsî Partiler Kanunu (İnceleme, Almanca)
"G. Leibholz Armağanı" Jahrbuche für Öffentliches Recht; 1964; 11. C.
•O-
879
20. ve SON MÜDÎR
ve
1. DEKAN
880
lundu. 1944'de Yüksek Ziraat Enstitüsü (1946 danberi Fakültesi) İktisad Doçent
liğine ta'yini üzerine S.B.O. Müdîr Muavinliğinden ayrıldı. Mayıs 1947'de Profesör
lüğe terfi' ederek S.B.O. Genel İktisad profesörlüğüne getirildi. Haziran 1948'de
S.B.O. Müdîri oldu.
5627 sayılı Kanunla S.B.O., Ankara Üniversitesine bağlı S.B.F. hâline gelince
10 Nisan 1950'de Umumî İktisad Profesörlüğü uhdesinde kalmak üzere Pro
fesörler Kurulu kararıyla S.B.F. Dekanlığına seçildi. 1949'da Parist'e toplanan Mil
letlerarası Siyâsî İlimler Konfearnsı'na katıldı ve bu konferansın geçici Yönetim
Kurulu üyesi oldu.
14 Mayıs 1950'de yapılan Genel Seçimler sonucu D.P.'den Burdur Milletvekilli
ğine seçildi. Bir süre T.B.M.M. Bütçe Komisyonu Başkan Vekilliği yaptı. Nisan
1953'de 2. Menderes Kabinesi Devlet Bakanlığı'na, Ekonomi-Ticâret Vekilliği'ne ge
tirildi. 10. dönemde yine D.P. den ve 11. Dönem'de de (münfesih) Hürriyet Par-
tisi'nden Burdur Milletvekilliğine seçik '. 1961'de C.H.P. kontenjanından Kurucu
Meclis üyeliğine getirildi. Aynı yıl sonunda yapılan genel seçimler sonucu C.H.P.
d e n tekrar Burdur Milletvekilliği'ne seçildi. Bu arada 1. ve 2. koalisyon Kabinele
rinde Sanayi Bakanlığında bulundu. 1965 Seçimleri'nde C.H.P.'den 5. defa Burdur
Milletvekilliği'ne seçildi. Hâlen (1968) Burdur Milletvekili olup Güven Partisi ku
rucularındandır. Evli, 2 kız babasıdır. Fransızca bilir.
881
2. K I S I M
DEKANLAR
1950 — 196 8
883
S. B. F. D E K A N L A R I
885
de etti. 1946'da Profesörlüğe yükseldi. 23 Mayıs 1950'de Fethi Çelikbaş'dan açılan
S.B.F. Dekanlığına seçildi. Bu görevi 21 Mayıs 1952'ye kadar ifâ etti. S.B.F. ve An
kara Hukuk Fakülteleri Mâliye Profesörlüğü yapmakta iken 1960'da 114 sayılı Ka-
nun'la görevlerinden afvedildi. Aynı yıl sözü geçen kanun hükümlerine dayanıla
rak, Avrupa Konseyi Nezdindeki Türkiye Daimî Temsilciliği İktisad Müşavirliğine
ta'yin edilerek Strasbourg'a gönderildi. 1962'de 114 sayılı Kanun ilga edilip diğer
akademik kariyere dahil şahıslarla ıbirlikte kendisinin de profesrölük görevine dö
nebileceği hükme bağlanmıştır. 1962'den beri Strasbourg'da bulunmaktadır (1968).
Evli, bir çocuk babasıdır. Fransızca ve İngilizce bilmektedir.
BASILMIŞ ESERLERİ
886
4. ve 9. DEKAN (2)
887
lerini tamamladı. Doktora tezi hazırlama sınavını da kazanmasına rağmen,
2. Dünya Savaşı'nın şiddetlenmesi sebebi ile tez savunmasını yapamadan Mart
1941'de Yurd'a döndü. Nisan 1941'den Ocak 1942'ye kadar Mâliye Vekâleti Bütçe
ve Mâlî Kontrol Umum Müdîrliğinde ve Tahsilat Umum Müdîrliğinde görevlendi
rildi. Ocak 1942'de S.B.O. İdâresinin açtığı asistanlık imtihanını kazanarak Mâliye
AsistarJığı'ha ta'yin edildi. 1945'de Doçentlik imtihanını vererek Mâliye doçentli
ğine; 1950'de de Mâliye Profesörlüğüne terfi' etti. 1946-1947'de S.B.O. Müdîr Mua
vinliği görevinde de bulunmuştur. (3).
1951'de Âmme İdaresi tedkîkleri için Amerik'ya gitmiş; incelemelerini
bitirip 1953'de Yurd'a dönmüştür. 21 Mayıs 1954'de birnci defa S.B.F. Dekanlığı'na
seçilmiş; bu görev 21 Mayıs 1956'da sona ermiştir. 1956"da S.B.F.'deki profesörlü
ğüne ek olarak Ankara İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi İktisad Profesörlüğünü
de deruhde eylemiş; bu görevi 1961'e kadar devam etmiştir.
26 Haziran 1961'de 2. defa S.B.F. Dekanlığına seçilmiş; bu görev de
5 Kasım 1962'de sona ermiştir. Hâlen' (1968) S. B. F. Mâliye Kürsîsi Pro
fesörü ve Mâliye Enstitüsü Müdîridir. İngilizce ve Fransızca ve az Almanca bil
mektedir. 36 yaşında evlenmiş olup. iki kız, bir erkek evlâd babasıdır. Hobileri, şiir
ve edebiyat, amatör fotoğrafçılıktır. Mülkiyeliler Birliği, Kızılay ve Türk Ekonomi
Kurumu daimî üyesidir. Ayrıca, American Economic Assocdation, Institut İnterna-
tional de Finances Publiques, American Political Sciences Association, Institut
International des Sciences Administratives, International Institute of Agricultural
Economists, Birleşmiş Milletler Türk Derneği, Âzerbeycan Yardımlaşma Derneği,
S.B.F. Dış Münâsebetler - İdarî İlimler - Mâliye - Şehircilik ve İşletme Enstitüleri,
Anadolu Klübü gibi te'sis ve kurumların da üyesidir. Legion d'Honneur'ün Şövalye
Rütbesine sâhibdir.
S.B.O.'ndaki Öğrenicilik yıllarına âid anılarından bir kaçı şöyledir:
"Mülkiye 2. Sınıfda (Aynî Haklar Dersinden) Lukata (= bulunmuş taşınabilir
mal) bahsini okuduğumuz günlerde bir dolma kalem bulmuş ve Taht a'ya Rah
metli ve kıymetli Eb'ül-Ulâ (Mardin) Hocamızın dikkatini çekecek şekilde şu ilânı
yazmıştım:
"Bir aded dolma kalem buldum, ben,
İsteyenler bana gelsin arasın;
Lukata hükmüne tâbi' tutarım
Uzatırlar ise şayet arasın.....
Bedri"
1937 yılı me'zuniyet şenliklerinin başlangıcını teşkil eden son imza töreni
(= şimdiki inek bayramının ağırbaşlısı) için (bir) "Mekteb-i Mülkiyye Kasidesi"
yazmıştım. Bundan bir parça şöyleydi:
"Biz başlayalım Mektebimizin Müdîrinden,
Ey Mehmed Emin sineyi aç, vakt-ı kazadır;
(3) S.B.O. nun S.B.F. hâline getirilmesindeki gayretler ve Dekanlıkları zamanında yaptığı işler için bu Cild'in 607.
sayfasına bakınız.
888
Bir baş ki, bir âyine gibi pâk U mutahhar (*)
Mülkiyye'ye sermâye-i fahrolsa sezadır."
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (l/b)
(*) Rahmetli ve değerli Hocamız (ve Müdîrimiz) Mehmed Emîn Erişirgil, her bakımdan örnek bir insan olup
saçları dökük, başı ve alnı açık i d i . (B. Gürsoy).
889
5. D E K A N
890
y ı s 1960"dan sonra kurulan "Anti-Demokratik Kanunları Düzeltme Komisyonu"
üyeliğinde; aynı yıl Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektörlüğünde; Kurucu Meclis
Kanunu'nu Hazırlama Komitesi Başkanlığında bulundu. Ocak 1961'de çalışmaları
na başlayan Kurucu Meclis'e Üniversite Temsilcisi olarak katıldı. Aynı yıl Millî
Eğitim Bakanlığına getirildi. 147'lerin Üniversiteye dönmeleri hususunda sarfet-
tiği çabalar olumlu bir sonuç vermeyince bu görev"den isti'fâen ayrıldı.
Ekim 1961'de yapılan Genel Seçimlerde yine C.H.P.'den 2. d e f a Kayseri Millet
vekilliğine seçildi. Bu arada Koalisyon Kabinelerinde Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı olarak yer alıp Devlet Planlama Müsteşarlığı da kendisine bağlandı.
1964'de Avrupa Konseyi Asamblesi Türkiye Temsilciliğine seçildi. 1965'de
yapılan Genel seçimlerde yine C.H.P.'den 3. kez Kayseri Milletvekili oldu.
Ekim 1967'de dîger arkadaşları ile birlikte C.H.P.'den ayrılarak Güven Partisi
(G.P.,)'ni kurdu ve Genel Başkanlığına seçildi. Hâlen (1968) sözü geçen Parti'nin
Genel Başkanı ve Kayseri Milletvekilidir. Fransızca ve İngilizce bilmektedir. Gala
tasaray Klubü, Türk Hukuk Kurumu ve Anadolu Klübü'nün dâimi üyesidir. 27 ya
şında evlendi. Bir kız babasıdır. Hobi'si bahçe işleriyle uğraşmaktır. "FORUM"
Dergisi kurucu ve yazarlarındandı.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
891
6. DEKAN
Büyük Türk Mütefekkiri ve idealisti Profesör Remzi Oğuz Arık'ın yeğeni, Emekli Pi
yade albaylarından Kozanlı Fevzi Arık Bey ile Zîne Arık Hanımın oğludur. 3 Ni
san 1913'de İstanbul'da doğdu. 1933 yılında Eskişehir Lisesi'ni birincilikle ve pe
kiyi derece ile bitirdi. Aynı yıl girdiği Ankara Hukuk Fakültesinden 1936'da yine
pekiyi derece ve birincilikle me'zun oldu. 1937'de fî'lî askerlik görevini tamamla
dı. Açılan müsabaka sınavını kazanarak devlet hesabına isviçre'ye hukuk öğreni
mini geliştirmeye gönderildi. Önce Cenevre ve Fribourg Hukuk Fakültelerinde,.
tekrar hukuk lisansı yaptı. Sonra Fribourg Hukuk Fakültesi Doktora Smıfı'na.
892
girdi. Buradaki klasik seminer ve sınavları tamamladıktan sonra hazırladığı "Türk
ve İsviçre Hukukuna Göre Hayat Sigortası = La Legs d'Assurance de Deces en
Droit Suisse et Turc" konulu tez'ini Şubat 1940'da "Summa Cum Lauda = en
yüksek liyâkat derecesi" ile kabul ettirip "Hukuk Doktoru" oldu. Fribourg Üniver
sitesi târihinde çok nâdir olan bu olay hakkında, Fribourg Şehir Gazetesi şun
ları yazmaktaydı (l/ç):
"Ankara Hukuk Fakültesi me'zunlanndan olup Üniversitemizde Doktora öğ
renimi yapan Türk Oğrenici Kemâl Fikret Ank'ın Türk ve İsviçre Kanunlarına
göre hazırladığı "Hayat Sigortası" konulu doktora tez'i Üniversite Doktora Jürisi
tarafından en yüksek derece verilerek kabul edilmiştir. Jüri, büyük bir çalışma
ya ihtiyaç gösteren, çok derin ve ilmî esaaslara dayanan bu tezi hazırladığı için
Türk Hukuk Doktoru Kemâl Fikret Arık'ı tebrik etmiş ve eserini takdirle "fevka
lâde" olarak derecelendirmiştir".
1941'de Yurd'a döndükten sonra Adliye Vekâletine Hâkim kadrosuyla ta'yin
edildi. Bu görevde iken Ankara Hukuk Fakültesi'nde sınav vererek 1942'de "Husûsî
Hukuk Doçenti" unvan ve ehliyetini aldı. 1944'de S.B.O. Husûsî Hukuk Doçeııtli-
ği'ne getirildi. 1949'da Profesörlüğe terfî' etti. Bu sıradadır ki S.B.O.'nun S.B.F.
hâline gelmesi için Prof. Bedri Gürsoy'la birlikte büyük çaba gösterdi. 3 Aralık
1956'da S.B.F. Dekanlığı'na seçildi. Bu arada 1956 dan 1965'e kadar T.O.D.A.İ.E.
Umum Müdîrliği'nde de bulundu. Bu Müessesenin ve Dekanlığı sırasında S.B.F.
nin gelişimi, imkânlarının genişletilmesi yönlerinde çok büyük hizmetde bulundu.
Dekanlık görevi 2 Aralık 1958'de sona erdi. 1959'da Avrupa Konseyi İstişârî Komi
tesi tarafından, dokuz yıl süreli olarak, "Avrupa İnsan Hakları Yüksek Divânı Hâ-
kimliği"ne seçildi ve bu arada "Lawless ve Becker Dâvâları"nda (2) Hakimlik yaptı.
1961'de kurulan "Medenî Kanun'da Reform Komisyonu" Üyeliğinde, "Merkezî
Hükûmet'de Görev Dağıtımım İnceleme Komitesi" ikinci Başkanlığında ve Yöne
tim Kurulu Üyeliğinde bulunup M.E.H.T.A.P. Projesi'nin hazırlanışında önemli
rol oynadı.
( 2 ) A — "LAW LESS DÂVASI": Dünya Hukuk Târihi'nde "İnsan Halkları konusunda Milletlerarası ilk dâva olup.' İr
landa vatandaşı G. R. Lav/less tarafından, irlanda Hükümeti aleyhine "Avrupa insan Haklan Komisyonu"ha
Kasım 1957'de yapılan müracaat üzerine açılmışdır.
Müracaatı inceleyen sözü geçen Komisyon, 13 Nisan 1960'da Dâvâ'yı "Avrupa insan Haklan Dîvanı"fıa ge-
tirmişdir.
Lawles, dilekçesinde "İrlanda Hükümeti'nin, silâhlı ve gizli bir teşkilâtın çalışmalarına katılmasından do
layı kendi hakkında tatbik ettiği muamele ile, "insan Hakları Avrupa Sözleşmesini ihlâl ettiğini iddia ederek"
tazminat istemiştir.
insan Hakları Dîvânı Dâva konusu'nu titizlikle inceledikten sonra 1 Temmuz 1961'de, irlanda Hükümeti'
nin "Sözleşme" hükümlerini ihlâl ettiğine dâir yeter derecede delil gösterilemediği içîn tazminat talebinin
reddine karar vermişdir.
B —< "de BECKER DÂVıVSI": 1 Eylül 1956'da Belçika uyruklu M. Raymond de Becker tarafından Belçika
Krallığı ve Hükümeti aleyhine açılmışdır
KONU: de Becker'in, sahibi olduğu " Le Solr (= Akşam)" adlı günlük Gazetenin Başyazarlığını ya,parken,
.2. Dünya Savaşı sırasında Belçika'daki Alman makamları ile işbirliği ettiğinden dolayı "Bruxelles Harb Dîvânı"
tarafından 24 Temmuz 1946'da ölüm cezasına çarptırılmış ve sonra bu ceza müebbed hapse çevrilmemiş olup
de Necker karârın kaldırılmasını ve Belçika Vatandaşlığı haklarının iade edilmesini- istemiştir.
SONUÇ: 27 Mart 1962'de Avrupa insan Hakları Dîvânı: Belçika Kanunları'nın tatbikaatı ve yorumu île
.ilgili olan bu dâvaya bakılamayacağı gerekçesiyle Dâvâ'nın reddine karar vermişdir.
893
T.O.D.A.İ.E. Umum Müdîrlîğî sırasında hâlen (1968) devam etmekte olan
Türk-Fransız İdareci ve Kaymakam Mübadelesi programı'nı hazırlayıp titizlikle
uygulattırmış; yine bu arada on yıl süre ile (1955-1965) "Milletlerarası İdâri İlim
ler Enstitüsü Müdîrleri Derneği İcra Komitesi Üyeliği"ne seçilmiştir. 1964'de ken
disine "Hukuk Yoluyla Dünya Sulhu Milletlerarası Teşkilâtı (= VVorld Peace The-
rough Law Center) Şeref Üyeliği" tevcih edilmiştir.
S.B.F. Hususî Hukuk Kürsîsi Profesörü iken, yıllar önce yakalandığı amansız
hastalıktan kurtulamayarak 10 Aralık 1965 Cuma günü saat 15.45 de Ankara Ha
cettepe Tıp Fakültesi Hastahânesinde Hakk'ın rahmetine kavuştu. 13 Aralık 1965
günü, genci yaşlısı, esnafı me'muru binlerce Ankaralının çok içden duydukları acı
ve gözyaşları arasında, karasevdalısı olduğu ve hizmetine doyamadığı Türk topra
ğına tevdî' edildi.
Fransızca'yı çok iyi bilir, İngilizce ve Almanca'ya vâkıfdı. Melâhat Hanım'Ia
evli olup, iki erkek evlad babası idi.
Akademik ve resmî görevlerinin dışında pekçok sosyal ve kültürel kurumlar
da çalışmış; bunlara çok hayırlı hizmetlerde bulunmuştur. 1960 da Kızılay Genel
Merkezinde kurulan "Kayyumlar Hey'eti"nde fahrî olarak görev almış daha sonra
seçimle, Kızılay Genel Merkez Yönetim Kurulu üyeliği'ne getirilmiştir. 1961 de
Fransa "L^gion d'Honneur" nişanının "şövalye rütbesi"ni kazanmıştı.
Napolyon, 1804'de Goethe'yi gördüğü zaman "işte bir ADAM!..." dediği gibi
Rahmetli Fikret Arık da, kelimenin mutlak mânası ile, İNSAN bir Türk çocuğu
idi. Faziletin, köklü bilginin, yurdseverliğin canlı bir âbidesi olan büyük insan
Rahmetli Profesör Remzi Oğuz Arık'ın, yeğeni olarak çocukluğundan beri kendisi
ne bağladığı üroidleri, Yurd içinde ve dışında hakkıyla gerçekleştirmişti. "Büyük
yaradılışlılar karşısında en güzel söz sükût'dur" kuralına uyarak Rahmetli'nin ki
şiliği hakkında sözü aşağıdaki şahıslara bırakıyorum:
A "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Yargıçlarından ve Edebiyatımızın belirli
simalarından Prof. Dr. Kemâl Fikret Arık'ın ölümü, en çok Sivrialan Köyündeki
hasta yatağında çile dolduran Âşık Veysel Şatıroğlu'nu üzmüştür. Yakalandığı
kanserden kurtulamıyarak geçenlerde Ankara'da vefat eden Arık, hastalığında da
çok sevdiği Âşık Veysel'le ilgilenmiş ve Londra'da tedavide iken zaman zamıan
mektup göndermiştir.
Bu amansız illetin bir gün kendisini kara toprağa vereceğini bilen ve Vatan
özlemi çekerek ölmemek için bir süre önce Londra'dan dönerek ölümü bekliyen
Fikret Arık Londra'dan, Sivrialan Köyüne gönderdiği bir mektupda Âşık Veysel
için "Zamanımızın en iyi halk şâiri" dir, diyordu.
Âşık Veysel'i günlerce ağlatan Arık'ın mektubu aynen şöyleydi:
"Ne oldu bizim Fikret Arık hocaya, neden beni arayıp sormaz, diye sitem et
tiğini ta uzaklardan duyar gibi oluyorum. Benim sevgili Veyselim. Ne yapalım,
kara talih, kara yel gibi esti; bir yıl önce beni bu diyarlara attı. Derdimize bir
çâre bulunur diye bıçak altına, ışık altına yata yata aranır dururuz; verse de ver
mese de Tanrıya dâima hamdederiz. Sevdiğimiz, saydığımız kardeşlerimizin sesi,
894
sözü bizi uzaktan uzağa avutur, bu ağulu diyarlarda. Hele senin deyişlerin Âşık
Veysel, Anadolu toprağının kokusunu getirir ruhuma. Seni niye bu k a d a r severim,
yanık sesini ta içimde duyarım diye sorardım, kendi kendime. Meğer sen bağrı
yanık Anadolunun gönlü, sözü, sesi imişsin. Aziz Âşığım, meğer senin sesinde ve
»azında inleyen, dile gelen benim çorak, arık Sivasım, Şarkışlam, b ü t ü n Anayur
d u m imiş. Son defa beraberce fakirhanede (Rahmetli'nin Ankara Vali Konağı ya
kınındaki evinde) buluştuk. Küçük Oğlum Senin sesini "Kara Toprak"ı ve
birkaç şiirini tele almıştı. Hatırladın değil mi? İşte a zaman içimde bir yan
m a d ı r başlamıştı. Demek bu zâlim hastalığın ateşi o zaman bedenimde yer
etmiş. Fakat ne zararı vıarj. Kaderin önüne geçilmez ki. Benim asıl yandığım seni
doya doya dinliyememek, senin köyüne gelip yetiştirdiğin elmalığı görememek,
senin yaptıkların için yürek dolusu konuşamamaktır. Şu kadarını söyleyim Âşık,
şu okulsuz, bakımsız Memleketde senin deyişlerin öğretir halka en doğruyu, hem
hakkı, en güzeli. Köylü, şehirli öğrenir senin deyişlerinden haramı-helâh. Doğruyu
eğriyi, y a r a n yararsızı. Yediyüz yıl önce yaşıyan ulu Yunus E m r e gibi halkın için
den ve halkın içinde onlara ışık tutarsın. H e m de iyilik, medeniyet ve Uerilik ışığı
olarak sen aziz âşığım. Öyle uzun dolambaçlı, anlaşılmaz kelâm etmezsin. Çam-
hbel suyu gibi serin serin bir yudumda içilen b i r dille sunarsın deyişlerini. Rad
yoda uzun uzun terceme kokusu ile konuşanlar dinlesinler seni, öğrensinler hal
ka nıasıl seslenmek gerektiğini. Bıraksınlar o kuş dilini, öğrensinler senin deyişin
den halk dilini, özleyişin tadını. Nice geri kalmış ülke anlamış senin yolunu, baş
lamış halka öğretmeye ilmi, fenni. Sevilen halk şâirlerinin sazı ve sözü ile. Halk
eğitimciler, toplum kalkınmacılar arayıp buldular mı seni? "Saz ve Söz Okulunu"
hâlâ kurmadılar mı? Hâlâ senin san'atınla, tekniğin, öğrenmenin yolunu bulmadı
lar mı? Köy Bakanlığı hâlâ seni kadrosuna "Köye Bilim Yayma Tekniği Baş Uz
m a n ı " adı ile kazanmadı mı? Çevrende en az 100-150 saz ve söz öğrenicisi toplayıp
adam yetiştirme yolunu tutmadılar mı? Yıapmadılarsa çok yazık.
Âşığım sözü kesmek zor. Hele gönülden gelirse. Kara, acılı günlerin sonu iyi
olur inşâallah. Fakat bil ki, sen, bu yalnızlık, karanlık hastahâne odalarında beni
sesinle, deyişlerinle umutlandırıyorsun. Sende buluyorum Yurdumun havasını, ye
lini, Umudunu, gücünü, Çorak, çıplak, boz dağlar, boş ovalar, fakir köylerin iç
zenginliğini, ahlâk üstünlüğünü. Bütün çaresizliklerle savaşarak yaşamak azmini;
sen "Kara Toprak"da ne ustaca, ne içli anlattın. Tarım Ekonomisinin b ü t ü n sırrını,
ahlâk ve geleneği ile verdin o mısralarda.
Veyselciğim, Yurdun kara t o p r a k l a n daha çok Veyseller yetiştirsin. Kara ta
lihler ak, karanlıklar ışık olsun. Bizden bir fidan, bir yeşillik, b i r bağ kalsın, ha
yırlı iş kalsm. İşte T a n n e m r i bu değil mi? Sen bu emri güzelce yerine getirdin,.
bir damlacıkt-a. Bu fakir Millete borcumu ödiyebilseydim. Nasıl çırpındığıma, yeti
şenlere, halkı ve hakkı öğretmeye savaştığıma sen şahidsiin değil mi Veyselciğim?
Evet diyorsan r u h u m müsterih ve m e m n u n d u r . Haydi Sivaslı Hemşehrim. Âciz:
dostun Kemâl Fikret Arık'ı hatırdan, gönülden, d u a d a n eksik e t m e "
895
VEYSEL'İN CEVÂBI
Âşık Veysel bu mektubdan sonra kendi dili ile Arık'a bir şiir-mektup gön
dermiş ve Arık ölmeden önce Veysel'in şiirini okumak imkânım bulmuştur. İşte
Veysel'in mektup şiiri:
896
şılaşmam çok yıllar önce bir vilâyetimizde Cumhuriyet Savcısı olduğum zamana
rastlar O, bir dâva dolayısiyle vilâyetimize gelmiş ve bana bir nezâket ziyaretin
de bulunmuştu. Genellikle kısa sürmesi gereken bu ziyaret saatlerce uzayıp gitti.
Birbirimizden çok hoşlanmıştık. Konuşmalarımız hep hukuki konulardı. Yine bir
hukukî mes'ele üzerinde görüşürken ileriye sürdüğüm görüş, Rahmetlinin çok ho
şuna gitmiş olacak ki beni görüşümden dolayı tebrik etti ve:
— Acaba Mecelle bu mes'eleyi nasıl halletmişdi? diye bir sual ortaya attı. Bu
soru. Hocanın beni sınaması gibi geldi bana. Bütün bildiklerimi peşpeşe sırıala-
yıverdim. Rahmetli bu açıklamalarıma hayret etmiş olacak k i ;
— Siz dedi bir cezâcıdan çok husûsî hukukçusunuz. Neden Hukuk Hâkimi ol
muyorsunuz? Daha doğrusu neden öğretim üyesi olmıya heves etmiyorsunuz? Sizi
Hoca olarak görmek çok hoş bir şey olur.
Bu arada beni öven çok şeyler söyledi. Ayrıldık... yıllar yıllan kovaladı. Ben
Adliye mesleğinden ayrılmıştım Bir gün müşterek dostumuz bir Yargıtay Üyesi
nin odasında bııluşuverdik.. Benim Adliyeden ayrılmama çocuklar gibi sevindi.
"— Bu fırsattan istifâde edin. Öğretim üyesi olmaya çalışın" dedi. Güldüm
ve bu imkânın benim için kapalı olduğunu söyledim.
Yine yıllar geçti ve ben Medenî H u k u k okutan bir profesör oldum. Ona bu
d u r u m u bizzat ulaştırmalıydım. Ankara'ya koştum. Kendisini buldum ve d u r u m u
anlattım. Büyük bir heyecanla beni dinledi ve;
— Dilediğim bir şeyin tahakkukuna ne k a d a r sevindim bilemezsin, dedi. Na
sıl bilemezdim ki... Göz pınarlarına biriken yaş damlacıkları onun sevincinin bir
ifadesiydi. O, hayâtında üç defa gördüğü biri için sevinç gözyaşları döküyordu.
Ben de hayatda üç d e f a gördüğüm biri için şimdi üzüntü göz yaşlan döküyorum.
Zannedersem bizim bu kısa süreli dostluğumuz, yılların perçinlemesi lâzım gelen
dostluklarından daha sağlam temellere dayamyormuş.
Kemâl Fikret Ank, bu Memleketde bir sıra adamı değildi. O, n â d i r yetişen,
üstün zekâsı ile değindiği mes'elelere derinlemesine nüfuz etme kaabiliyetine sâ-
hib olan ve kelimenin t a m anlamı ile büyük bir insandı. İlmî kudretinin yanı sı
ra şâir Nedim'in ifadesiyle ''haddeden geçmiş" bir inceliğe sâhibdi. En üzgün ol
ması lâzım gelen zamanlarda dahî gülmesini bilen, başkasım incitmemek için ken
disini incitmekden sakınmayan asaleti, onu bir hâle gibi çepeçevre sarmıştı.
Onun bütün amacı, bu fakir Memleketin yücelmesinde toplanıyordu. Kurtuluş
imkânı olmıyan bir hastalığa tutulduğunu, ölümün insafsız kollarının kendisini
sardığını bildiği ve gördüğü hâlde o yine bu Memleketin sorunlarına eğilmekden
geri durmadı. Derdi onun için önemli değildi. Canını Ali aha verecekti; a m a bu Mem
leketi, yaşayanlar yükseltecekti. İşte o zaman Fikret, yattığı yerde müsterih uyu
yacaktı. O, ölümünden çok kısa bir müddet önce Âşık Veysel'e yazdığı m e k t u p d a :
Bu fakir Millete borcumu ödeyebilseydim. Nasıl çırpındığıma, yetişenlere, halkı ve
hakkı öğretmeye savaştığıma sen şehidsin değil mi Veyselciğim? Evet diyorsan,
r u h u m müsterih ve m e m n u n d u r . "
897
Fikretin görevini yaptığına yalnız Veysel değil hepimiz şahidiz. Prof. Dr. Fik
ret Arık'm, Âşık Veysel'e yazdığı mektup, aslmdıa bir vasiyetnamedir ve o vasi
yetnamenin infazı bizlere, bu Memleketin yücelmesinde sorumluluğu olan herkese
düşmektedir. Mehmed Kalkanoğlu, Şarkışladan bu mektubu Milliyet Gazetesine
göndermeseydi nereden haberimiz olacaktı, Fikretin vasiyetnamesinden....
Prof. Arık'm mektubu onun bütün iç âlemini aksettirmesi bakımından çok
önemlidir. Fikret hakkında hiçbir şey bümesek bile, bu mektup bütün yönleriyle
onu bize tanıtmaktadır. Benim yakındığım, Arık'la o kadar müşterek düşünceleri
miz olmasma karşılık bunlardan haberim olmamasıdır. Bileydim bunları, hiç
üç defaya mı kalırdı görüşmemiz.,. Şimdi o "Şifâmı verse de vermese de hamde-
d e r i m " dediği Tanrısının yanındadır; eserleri ve duygulariyle bizdedir. Tesellimizi
de burada buluyoruz
Yazımıza son verirken Rahmetlinin Sayın Eşi Melâhat Arık'a ve oğulları Umut
ve Üstün Arık'a şahsımız ve Fikret'i seven Eskişehirliler adına baş sağlığı diler,
Umut ve Üstün'ün babalarının ismine lâyık olarak yetişmelerini Cenâb-ı Hak dan
niyaz ederiz. Prof. Yusuf Z. BİNATLI ( l / e ) "
. "Franchay Hastahânesinden
26.4.1965, Bristol
898
Bana hemen yazdığın için sana m i n n e t d â n m .
. Aziz Otyam'cığım, görüyorsun ellerimi ellerinden ayırıp sözümü bir türlü
kesemiyorum. Sanki içimdekileri bir solukda sana anlatıp bitireyim, yapamadık
larımın acı özlemini duyurayım i s t i y o r u m . . .
Ah Otyam'cığım, tomurcuğa yetmiş bir meyve ağacı, aldığı tohumu güneşe
bir selâm gibi sunmak için kabarmış ekili toprak, doğumu yaklaşan bir gebe ya
ratık gibi olmak, sonra...... âciz, bir yatakta yatmak ve günleri saymak; güneşle
toprak, hayatla ölüm arasındaki çizgi üzerinde sallanmak.....
SONRA
Titrek titrek, sırt üstü yatılan bir yatakta yazılan o, pırıl pırıl; insana,, yaşa
ma, öğretme, öğrenme gücü sevgisi veren mektupların ardı kesilivermişti. Taa
Londra'dan hasta yatağından ilgisini esirgemiyor, kanserle boğuşurken sayfalar
dolusu mektupla güç veriyor, destekliyor. Parlamento üyelerinin ödenek ve maaş
ları için yazdığım yazı dolayısiyle açılan dâvaya bakması için güvendiği avukat
dostlarına mektuplar yağdırıyor, o dost insan ilgisini kesmiyordu üzerimden.
BİR İLÂN
"Büyük Bir Kayıp
Fakültemizin değerli öğretim üyelerinden ve Avrupa İnsan Hakları Dîvânı Yar
gıçlarından, Prof. Dr. Kemâl Fikret Arık, bir süreden beri çektiği amansız has
talıktan kurtulamıyarak hayâta gözlerini yummuştur.*..."
Gerçek bir inşam, dostu, bilgini yitirmenin acısını belirtmek için yazmadım
bu yazıyı, çünki imkânsız bir şey bu, beceremem.
İnandırmak istiyorum kendimi, yine mektuplar gelecek insan sevgisi dolu,
güç veren... Sonra yolculuklar yapacağız birlikte, saatlerce konuşacağız. Anadolu
sorunları üzerinde, bana yine güzel yollar gösterecek, etrafına iyilik saçacak...
Nasıl üzüleceğimi bildiğinden teselli ediyordu son mektuplarında. "Bir ben
ölmeyinen cihan yıkılmaz" diyordu Duyarsan üzülme diyordu, öleceğine değil
de ölümünden üzüleceklere üzülüyordu.
Gerçekten, sevgili dost, adaşım Kemâl Fikret Arık öldü mü?
İ'lân böyle diyor da
Fikret OTYAM ( l / d ) "
899
. "PROFESÖR KEMÂL FİKRET ARIK
900
Ülkesinin güzelliklerini bana tanıtan o oldu. Yurd içindeki gezilerimiz sırasında
çok kere bizleri durdurur, kendi kendine öğrendiği ve çok büyük bir incelikle kul
landığı Fransızca gibi güç bir dille, bir anıtın ya da bir manzaranın asaletini,
bir seramiğin inceliğini, bir minarenin zarafetini, Anadolu bozkırından yükselen
bir şafağın ihtişamını, ya da Boğaz'da menekşe kırmızısı bir tanyerinin hasret dolu
okşayıcılığını anlatırdı.
ÇUnki o, aslında bir insan dostuydu; gerçek bir Türk hümanisti. Kuvvetli zih
nî tecessüsü sayesinde Türkiye'ye en iyi yönlerini getirmeyi hayal ettiği batı uy
garlığının üstünlüklerini, aşırı bir hoşgörürlüğe düşmeden ve t a m bir berraklıkla
görürdü. Fakat varlığının kökleri kendisini besleyen toprağın derinliklerindey-
di. Vatanınm insanlarına, bozkırların ve ormanların, denizlerin ve dağların
insanlarına, onların gururlu ve cömert ruhuna, bir millî oyunda, bir türkü
de, atasözünde yahud şiirde ifâdesini bulan yüzyıllar görmüş geleneklerine
varlığının en hassas telleriyle bağlıydı. En büyük kıvancı, onları, Memleketini bit
mek bilmez bir hatırşinaslıkla gezdirdiği yabancüara tanıtmak ve sevdirmekti.
En fazla Türkiye Toprağının insanlarına güvenir ve ümid bağlar; yarının Türki
ye'sini onların yaratacağını söylerdi. Kendisini, birlikte ziyaret ettiğimiz köylerde
oranın ileri gelenleriyle yaptığı çay sohbetlerinde, köy odasının, köy kuyusunun,
yolların yahud ekinin nasıl ıslah edilebileceğini tartışırken kaç defa görmüşümdür.
Elleri nasırlı, iri yapılı ve tenleri güneşten yanmış köylüler "Ankara'dan gelen bü
yük Hooanm" Türk Vatamnın geleceği h a k k m d a söylediklerini güven ve saygıyla
dinlerlerdi.
Bir asker çocuğu olduğunu söylerdi ve Vatanına bir asker gibi ölme örneği
verdi; Son nefesine k a d a r çalışarak, günün birinde kendisini alıp götüreceğini
uzun süreden beri bildiği hastalığı, bir gün bana dediği gibi " b i r seyirci ilgisizli-
ğiyle" seyrederek ve korkunç hastalığın seyrini not ederek, çektiği ıztırâba rağ
men, yakınmadan ve sızlanmadan, son dakikaya kadar morfinin getireceği rahat
lığı reddetti ve onu erkekçe bir ölümle bağdaştıramadı. Tıp ilminin m u k a d d e r so
nucu geciktirmeye çalıştığı Londra'dan Memleketine endişe ve şefkatle yoğrulmuş
mektuplar yazdı. Kendisine veda ettiğim zaman geriye kalan kuvvetini toplayarak
ıztırabdan zayıflamış ve büzülmüş gövdesini doğrultmaya çalıştı ve hemen hemen
işitilmeyen bir sesle, Mustafa Kemâl Atatürk'ün Türkiye'nin geleceği hakkındaki
dâhice kehânetlerinden ve kendisinin bu büyük insanın görüşlerini kendi müteva
zı' çevresinde gerçekleştirmek için yaptıklarından yahud yapmaya gayret ettiği
şeylerden bahsetti. Gereği kadar yapamadığına üzülüyordu! Sözlerini duyabilmek
için ona eğilmiş olarak içimde bu varlığın, çok zengin ya da çok çeşitli kaabiliyet-
lere sâhib birçok insanlar gibi, sanıldığından daha değerli, hayatın kendisine ge
tirdiğinden çok daha fazlasına lâyık bir kimse olduğunu dokunaklı bir his hâlin
de içimde duydum. Ve düşündüm ki daha bahtlı bir kader ona, kendisinden is
tenmeyen fakat kendisinin Vatanına ve Milletine vermek istediği daha fazla şey
leri başarmak imkânını sağlayabilirdi.
9Ü1
Duygulu, uyanık ve hareketli ruhu, şimdi ebedî sükûna, muztarib vücûdu hu
zura kavuşmuş bulunuyor. O kadar çok sevdiği ve kucağına tevdî' edildiği Ana
dolu Toprağında rahat uyusun ( l / a ) "
BASILMIŞ ESERLERİ
Emekli öğretmenlerden Mehmed Ali Yavuz Bey ile Hatice Yavuz Hanım'ın oğ
ludur. 1912 (1328 R.)'de İsparta"da doğdu, ilk ve orta öğrenimini ^İsparta'da, lise
öğrenimini de 1934'de istanbul Pertevniyal Lisesi'nde tamamladı. 1937'de S.B.O.
Mâlî Şûbesi'nden me'zun oldu.
Mülkiye'ye girmeden önce 1928'den 1931 yılma kadar Muğla İli emrinde köy
öğretmenliği yaptı. Mülkiyeden me'zuniyetini müteâkib kısa bir müddet Mâliye
Vekâleti emrinde me'mur olarak çalıştıkdan sonra aynı yıl açılan Avrupa sınavı
nı kazanarak Almanya'ya gönderildi. Berlin İktisad Fakültesi'nde iki sömestr öğ
renim yaptıktan sonra 2. Dünya Savaşı'nm başlaması üzerine Yurd'a döndü. 1940
da Mâliye Bakanlığındaki mümeyyizlik görevine başladı. 1942'de S.B.O. Müdîrliği-
nin açtığı asistanlık sınavını kazanarak aynı yıl S.B.O. Şehircilik dersi Profesörü
E r n e s t Reuter'in asistanlığına ta'yin edildi. 1946 başlarında, yeni kurulan, İşçi Si
gortalan Kurumu Genel Müdîr Muavinliğine getirildi. 1947'de bu görevden istî'fâen
ayrılıp S.B.O.'daki asistanlığına döndü. 1948'de sınavını kazanarak S.B.O. Şehirci
lik Kürsîsi Doçentliğine yükseldi. İki yıl da, ek görev olarak, S.B.O. Müdîr Muâvin-
903
liginde bulundu. 1951'de S.B.F. Şehircilik Dersi Profesörlüğüne yükseldi. Bu arada
1953'den 1955'e kadar ingiltere'de kendi branşı üzerinde ihtisas yaptı.
2 Aralık 1958'de S.B.F. Dekanlığı'na seçildi (2). 28 Mayıs 1960'da Millî Birlik
Komitesi Kabinesi Millî Eğitim Bakanlığı'na, 21 Eylül 1960'da da İ m a r ve İskân
Bakanlığına getirildi. Bu son görevinden Kurucu Meclis Üyeliğine seçilmesi se
bebiyle, Ocak 1961'de ayrıldı. Kurucu Meclis'in Ekim 1961'de çalışmalarını bitirip
dağılması üzerine S.B.F.'deki görevine döndü. Hâlen (1968) S.B.F. Şehircilik Kür-
sîsi Profesörü ve İskân ve Şehircilik Enstitüsü Müdîridir. Almanca, İngilizce bil
mektedir. 29 yaşında evlenmiştir. 1 Erkek, 1 Kız olmak üzere iki evlâd babasıdır.
Türk Belediyecilik Derneği, Amerikan Şehir Plâncıları Derneği (ASPO), İskân ve
Şehircilik Derneği üyesidir.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
CCLXXV—2032/1710 (1) Köy İdarelerimizin Mâliyesi
Ankara, Kanaat Basımevi; 1946; 100 sf.; 8°
2032/1711 (2) Ankara'nın İmârı ve Şehirciliğimiz
Ankara, Güney Matbaacılık T.A.O.; 1952; 116 sf.; 8°
2032/1712 (3) Şehircilik Ders Kitabı
Ankara, Yeni Matbaa; 1953; 15 + 119 sf.; 8°
2032/1713 (4) Şehirciliğimiz Hakkında Mukaayeseli Raporlar
Ankara, Yeni Matbaa; 1956; 67 sf.; 8"
2032/1714 (5) Şehirci'de Aranan Vasıflar Hakkında İngiliz Kraliyet Ko
misyonu Raporu
Ankara, Ajans Türk Matbaası; 1960; 126 sf.; 8°
2032/1715 (6) Belediyelerimizin Mâlî İdaresi Hakkında Anket Raporu
Ankara, Sevinç Matbaası; 1962; 5 + 75 sf.; 8°
2032/1716 (7) A Survey On the Financial Administration of Turkish
Municipalities (Türk Belediyelerinin Mâli İdaresi Hak
kında Tetkik Raporu)
Ankara, Sevinç Matbaası; 1962; 8 + 27 sf.; 8°
2032/1717 (8) Şehircilik (Ders Kitabı)
Ankara, Sevinç Matbaası; 1962; 15 + 325 sf.; 8°
2032/1718 (9) Memleketimizde Toplum Kalkınması (Köy Kalkınması)
Ankara, Balkanoğlu Matbaası; 1964; 7 + 56 sf.; 8°
2032/1719 (10) Mahallî İdarelerimizin Problemleri
Ankara, Balkanoğlu Matbaası; 1964; 5 + 30 sf.; 8°
2032/1720 (11) Problems of Turkish Local Administration
Ankara, Kardeş Matbaası; 1965; 31. sf.; 8°
2032/1721 (12) Türk Mahallî İdarelerinin Yeniden Düzenlenmesi Üzerine
Bir Araştırma
Ankara, Üniversite Basımevi; 1966; XIII + 192 sf.; 8°
904
8. D E K A N
Lokantacı Kâmil Bey ile Fethiye Hamm'ın oğludur. 1917'de Trabzon'da doğdu.
İlk, orta ve lise öğrenimini Trabzon'da tamamladı. 1935'de Trabzon Lisesini iyi
derece ile bitirdi. 1938'de de S.B.O. Mâlî Şûbe'den me'zûn oldu. Aynı yıl ta'yin
edildiği Mâliye Vekâletinde kısa bir süre çalıştıktan- sonra aynı Bakanlığın açtığı
Avrupa imtihanım kazanarak İktisad Doktorası yapmak üzere Fransaya gönderil
di. Lisans öğrenimini tamamlayıp 2. Dünya Savaşı'nm başlaması üzerine Yurd'a
döndü. 1940-1943 yıllarında yedeksubay olarak fi'lî askerlik görevini yaptıktan son
ra öğrenimini tamamlamak üzere Cenevre'ye gitti. Cenevre Üniversitesi İktisad
Fakültesi'nde "La Leglslation du Travail Industriel en Turquie = Türkiye'de En-
düsriel Çalışma Hukuku" adlı ve "Sosyal Politika" konulu tezini tamamlayıp "İk
tisad Doktoru" oldu. 1948'de Yurda dönüp Çalışma Bakanlığı Araştırma Kurulu
Raportörlüğüne ta'yin edildi. 1950'de aynı yer üyeliğine terfî' etti. 1952'de S.B.F.
İçtimâi İktisad Öğretim Görevliliğine naklen ta'yin edildi. 1953'de Doçentlik sına
vını ıbaşan ile vererek Akademik Kariyer'e dâhii oldu. 1958'de aynı Kürsî Profe
sörlüğüne terfi' etti. 28 Mayıs 1960'da Millî Birlik Komitesi Kabinesinde Çalışma
Bakanlığı'na getirildi. 15 Eylül 1960'da S.B.F. Dekanlığına seçildi. 26 Haziran 1961
de 2. d e f a Çalışma Bakanlığına getirilince Dekanlık görevinden ayrıldı. Hâlen
(1968) S.B.F.'de Profesörlük görevine devam etmekde olup Sosyal Siyâset ve İş
905
Hukuku, İktisadî Doktrinler Târihi ve İktisadî Sistemler Derslerini okutmakta
dır. Kırıkbeş yaşında evlenmişdir. Çocuğu yoktur (1968). Fransızca, İngilizce bil
mektedir. Birleşmik Milletler Türk Derneği, Mülkiyeliler Birliği, Türk Ekonomi ve
Artırma Kurumu, Türk Kooperatifçilik Kurumu üyesidir. Hobisi, balıkçılık ve kuş
beslemektir.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
•o-
906
10. DEKAN (2)
(1) Bak.: Talebimiz üzerine gönderdikleri ve Arşivimizde mahfuz 2 Mart 1967 günlü Mektup.
(2) 9. Dekan için 887. sf. ye bakınız.
907
11. D E K A N
908
F i l î askerlik görevinin tamamlanmasından sonra sınavını kazanarak S.B.F. İş
letme İktisadı ve Muhasebe Kürsîsi Doçenti oldu. 29 Kasım 1960'da aym kürsî
profesörlüğüne yükseldi. Bu arada ek görev olarak Ankara İktisadî ve Ticarî İlim
ler Akademisi İşletme Kürsîsi Profesörlüğünü de deruhde etti. Bu görevi 1966
yılına kadar devam etti. 2 Aralık 1964'de S.B.F. Dekanlığına seçildi. 25 Mart 1965'de
yine ek görev olarak Veteriner Fakültesi Hayvancılık İşletme Ekonomisi Kürsîsi
Profesörlüğünü de deruhde etti. 4 Kasım 1965'de Ankara Üniversitesi Senatosu ta
rafından Üniversite Rektörlüğüne seçildi. 4 Kasım 1967'.de yapılan Rektörlük Se
çiminde 2. defa Ankara Üniversitesi Rektörlüğüne seçilmiştir. Hâlen (1968) S.B.F.
İşletme İktisâdı ve Muhasebe Kürsîsi Profesörü, S.B.F. İşletme Enstitüsü Müdîri,
Ankara Veteriner Fakültesi Hayvancılık İşletme Ekonomisi Kürsîsi Profesörü ve
Ankara Üniversitesi Rektörü'dür. Fransızca, İngilizce ve az İtalyanca bilmektedir.
Mülkiyeliler Birliği, İktisad Fakültesini Bitirenler Derneği, Türk Ekonomi Kuru
mu, İşletme İktisadı ve Muhasebe Derneği, Türk İstatistik Derneği, Birleşmiş
Milletler Türk Derneği, Türk-Pâkistan Kültür Derneği, Türkiye-İran Dostluk ve
Kültür Derneği'nin daimî üyesi ve Türk Veteriner Hekimler Derneği Fahrî üyesi
dir. 33. yaşında evlendi; bir erkek, bir kız olmak üzere iki çocuk babasıdır. Tek
hobisi, Târih okumaktır.
BASILMIŞ ESERLERİ
909
Prof. Dr. FAHİR H. ARMAOĞLU (1)
(S.B.O.: 2936/1947/S Me'zunu //4. C; Okul Nu. 513)
Ahmed Hadi Bey ile Zâtiye Hanımın oğludur. 1924 (1340 R.)'de, babasının rae' :
muren bulunduğu, Gelibolu'da doğdu. Haziran 1943'de Pekiyi derece ile Balıkesir'
Lisesi'nden; Haziran 1947'de de S.B.O. Siyâsî Şubesinden me'zun oldu.
Me'zuniyetini müteâkib bir yıl'a yakın Millî Eğitim Bakanlığı Kültürel Dış
Münâsebetler Şubesinde me'mur olarak bulunduktan sonra Haziran 1948'de açı
lan sınavı kazanarak S.B.O. Siyâsî Târih Kürsîsi Asistanlığına ta'yin edildi. Ka
sım 1949'da Ankara Hukuk Fakültesi'nde muadelet sınavını vererek Hukuk Fa
kültesi Diploması'm kazanmış; Haziran 1951'de stajını tamamlayarak "Avukatlık
Ruhsatı" almıştır. Hukuk Doktorası'm Kamu Hukuku alanında yapmış ve Mart
1953'de Ankara Hukuk Fakültesi'nde "Seçim Sistemleri" adlı Tez'ini savunup "Pe
kiyi" derece ile kabul ettirerek "Hukuk Doktoru" unvanını ihraz etmiştir.
1953'den 1954'e kadar A.B.D. Minnesota Üniversitesi'nde Âmme îdâresî ve Siyâ
sî Târih dallarında çalışmıştır. Aralık 1956'da S.B.F. Siyâsî Târih Kürsîsi Eylemli
Doçentliğine ta'yin edilmiştir.
1959-1960 yıllarında A.B.D. Harvard Üniversitesinde, 1960-1961 yıllarında da
Stanford Üniversitesi'nin "Hoover Institution on War, Peace and Revolution"
910
adlı Kurumlarında Sovyet Rusya ve Doğu Bloku konuları üzerinde çalışma ve-
araştırma yapmıştır.
Mayıs 1963'de S.B.F. Siyâsî Târih Kürsîsi Profesör üyeliğine, Mayıs 1966'da da
ayna Kürsî Profesörlüğüne yükselmiştir.
Ocak 1965'de, Hükümetimizin dünyanın çeşitli bölgelerine gönderdiği ve Kıb
rıs Dâvamızı dünya kamu oyuna açıkalamak için tertib ettiği "İyi Niyet Hey'etle-,
ri"nden "Doğu Afrika İyi Niyet Hey'eti üyeliği" 'ne seçilip Doğu Afrika'ya dahil
on iki Memleketin Hükümetleri nezdinde kırkbeş gün süre ile iyi niyet elçiliği
yapmıştır. Bu arada muhtelif târihlerde S.B.F. Dış Münâsebetler Enstitüsü ile At
lantik Andlaşması Derneği Türk Grupu Genel Sekreterlikleri görevlerinde de bu
lunmuştur. Mart 1965'den Kasım 1965'e kadar S.B.F. Basın ve Yayın Yüksek Oku-
lu'nun ilk Müdîrliğini îfâ etmiş; bu Okulun kuruluşunu hazırlamış ve Kasım
1965'de öğretime açmıştır. Ayrıca 1965-1966 ders yılında aynı Okulun Siyâsî T â r i h
Profesörlüğünü de deruhde etmiştir.
18 Kasım 1965'de S.B.F. Dekanlığı'na seçilmiş; bu görevden 14 Nisan 1966'da
isti'fâen ayrılmıştır.
Hâlen (1968) S.B.F. Siyâsî Târih Kürsîsi Profesörü, Polis Enstitüsü Siyâsî Tâ-.
rih Öğretim Üyesi, Kurucularından bulunduğu ve esas i'tibâriyle Sovyet Rusya
ve Doğu Bloku üzerinde araştırmalar yapan S.B.F. Dış Münâsebetler Enstitüsü
Bölge Araştırmalar Merkezi Başkanı ve Türkiye İş Bankası A.Ş. İdare Meclisi üye
si; Haziran 1968'den beri de T.O.D.A.İ.E. Genel Müdîridir. Fransızca, İngilizce ve
Rusça bilmektedir. 27 yaşında evlenmiş olup, bir erkek çocuğu vardır.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
CCCXCV — 2936/2044 (1) Seçim Sistemleri (Doktora Tez'i)
Ankara, Güneş Matbaası; 1953; 180 + XII sf.; 8°
2936/2045 (2) S.B.F. 1946-1955 Me'zunîarı Hakkında Bir Araştırma
(Dr. G. Birkhead ile birlikte)
Ankara S.B.F. Teksir Bürosu; 1956; 46 + 5 sf.; 4°
2936/2045/a (3) Graduates of Politioal Sciences University of Ankara
Ankara, S.B.F. Teksir Bürosu; 1957; 46 + 4 sf.; 4"
2936/2046 (4) Amerikan-Japon Münâsebetlerinin On Yılı (1931-1941)
Ankara, Ajans Türk Matbaası; 1957; 9 + 242 + 1 sf.; 8°
2936/2047 (5) Yeni Fransız Anayasası Üzerine Bir Seminer (müşte.)
Ankara, Ajans Türk Matbaası; 1960; 59.; 8°
2936/2048 (6) Siyâsî Târih Dersleri: 1789-1919
Ankara, Sevinç Matbaası; 1961; 24 + 662 sf.; 8°
2936/2049 (7) Kıbrıs Mes'elesi; 1954-1959 Türk Hükümeti ve Kamu
Oyu'nun Davranışları (Karşılaştırmalı inceleme)
Ankara, Sevinç Matbaası; 1963; 10 + 585 sf.; 8°
2936/2050 (8) Siyâsî Târih: 1789-1960
Ankara, Sevinç Matbaası; 1964; 17 + 1 + 826 sf.; 8q
O
911
13. D E K A N
Emekli P.T.T. Müdîrlerinden Nazmi Bey ile Besime Hanım'ın oğludur. 1913'de
İstanbul'da doğdu. İlk öğrenimini Pamukova'da, orta öğrenimini Kabataş Lisesinde
tamamladı. 1934'de Edirne Lisesi'nden Pekiyi derece ile, Haziran 1937'de de S.B.O.
Mâlî Şubesinden me'zun oldu.
Me'zuniyetini müteakib kısa bir müddet Mâliye Vekâleti'nde çalışdıktan son
ra, aynı Vekâletin açtığı Avrupa Sınavını kazanarak 1937 Aralık ayında İktisad
Doktorası yapmak üzere Almanya'ya gönderildi. Burada doktora öğrenimi'ne de
vam etmekde iken, 2. Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine Ekim 1939'da Yurd'a
döndü. 1939'dan 1942 yılına kadar fi'lî askerlik görevini yedek subay olarak ta
mamladı. 1943'de açılan asistanlık sınavını kazanarak S.B.O. İktiasd ve Mâliye
912
Kürsîsi Asistanlığı'na ta'yin edildi. 1946'da Doçentliğe terfi' ve Îktisad-Mâliye Do
çentliğine getirildi. 1955de S.B.F. aynı Kürsî Profesör Üyeliğine ve 1957d'e de
Kürsî Profesörlüğü'ne yükseldi. Kasım 1960'da Öğretim Üyeliği görevinden ayrıl
dı ,(2). O.E.C.D. (iktisâdi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilâtı) nezdinde Türk Hey'eti
Başkanlığı'na ta'yin edilip Paris'e gönderildi. Burada bir yıl görevden sonra Ara
lık 1962'de tekrar S.B.F. İktisad ve Mâliye Grupu Kürsîsi Profesörlüğüne ve öğ
retim üyeliğine getirildi. 14 Nisan 1966'da 1. defa, 2 Kasım 1966'da 2. defa olmak
üzere S.B.F. Dekanlığına seçildi. Bu görevi 2 Kasım 1968'de sona erdi. Hâlen
(1968) S.B.F. Umûmî İktisad Kürsîsi Profesörüdür. Almanca ve Fransızca bilmek
tedir.
33 yaşında evlenmiştir; bir erkek çocuğu vardır. Mülkiyeliler Birliği ile Türk
Ekonomi Kurumu'nun dâimi üyesidir.
Saym Köklü üç yılı aşan Dekanlığı zamanında, bu Kitabın hazırlanması mak
sadıyla katlanılan çok yıpratıcı ve harâbedici çalışmalarıma, önsözde de bahset
tiğim gibi, en candan ve samimî ilgiyi göstermiş; çok kıymetli katkı ve yardım
larda bulunmuştur. Bu hususta, bir ö m ü r boyunca devam ettireceğim şükranları
mı burada bir kere daha tekrarlamayı, ödenmesi gereken şerefi ve zevkli bir borç
bilirim.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
913
14. D E K A N
914
savunarak "Hukuk Doktoru" unvanını iktisaıb etti. Aynı yıl açılan sınavı kazanarak
S.B.F. Devletler Husûsî Hukuku Kürsîsi Asistanlığına getirildi. 1956'd.a aynı
Kürsî Doçentliğine terfi' ve ta'yin edildi. Aynı yıl Lahey'e gönderilerek burada
"Academie de Droit International de la Haye = Lahey Devletler Hukuku Aka-
demisi"nin 1957 yılı öğretimini takibederek akademi diploması aldı. 30 Haziran
1966'da aynı Kürsî Profesörlüğüne yükseldi. 2 Kasım 1968'de S.B.F. Dekanlığına
seçildi. Hâlen (1969) S.B.F. Dekanı ve Devletler Husûsî Hukuku Kürsîsi Profe
sörüdür. Fransızca ve İngilizce bilmektedir.
Sayın eşi 1966'da Hakkın rahmetine kavuşmuş olup dul'dur (1969). Bir kız ba
basıdır.
BASILMIŞ E S E R L E R İ
915
3. K I S I M
MÜLKİYE MEKTEBİ — S. B. O.
(Mülkiyeli olmayan)
PROFESÖR ve ÖĞRETİM GÖREVLİLERİ
C1923 — 1949)
(1) Bak.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; l . C ; 310 sf.; 2.C.: 1703. sf.
b) M i l l î Kütübharıe Katalogları
c) Talebimiz üzerine kendilerinin gönderdiği ve Arşivimizde mahfuz 1.12.1967 günlü mektup.
1101
mı ve Ticâret Okullarını Bitirenler Cem'iyetinin dâimi üyesidir. Fahri Mülkiyeli
ve Zonguldak Fahrî Hemşehrisidir. Resim yapmak hobisidir.
1102
Muallimliği'ne; 30 Haziran 1928'de Mülkiye Mektebi Devletler Husûsî Hukuku Mü
derrisliğine; 30 Kasım 1938'de de İstanbul Yüksek İktisad ve Ticâret Okulu Devlet
ler Umûmî ve Husûsî Hukuku Profesörlüğüne getirildi. Mülkiye Mektebi ve S.B.O.'
ndaki Profesörlük görevi S.B.O.'nun Ankara'ya naklinden sonra da devam etti. 25
Ekim 1943'de istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Başlangıcı ve Hukuk
Târihi Kürsîsi Profesörlüğüne, sözü geçen Fakülte Profesörler Kurulu tarafından
seçilmesi üzerine S.B.O.'ndaki görevinden ayrıldı. 1946-1947 Ders yılında uhdesine
Hukuk Felsefesi dersleri de verildi. 1955'de Ordinaryüs Profesörlüğe terfi' etti.
Hukuk Felsefesi, Hukuk Başlangıcı, Hukuk Târihi ve Hukuk Sosyolojisi Kürsî
si Ord. Profesörü iken 114 sayılı Kanunla, Ekim 1960'dan i'tibâren görevlerinden af-
vedildi.
29 Aralık 1960'da C.K.M.P. kontenjanından Temsilciler Meclisi Üyeliğine geti
rildi. 1 Ağustos 1961'de C.K.M.P.'ne girdi. Genel Idâre Kurulu Üyeliğine, Genel Sek
reterliğe seçildi. Ekim 1961 seçimlerinde C.K.M.P.'den Ankara Milletvekilliğine se
çildi. 2. Koalisyonda Adalet Bakanlığını deruhde etti. Bu göreve 18 ay devam edip,
1963 sonlarında isti'faen ayrıldı. 1964 Haziran'ında ba'zı ihtilâflar sebebiyle C.K.M.P.
nden isti'fâ e t t i ; 24 Eylül 1964"de C.H.P.'ne girdi. 6 Kasım 1967'de C.H.P.'nden de is-
ti'fa etti. 16 Kasım 1967'de M.P.'ne girdi. Hâlen (1969) bu Parti saflarında çalışmak
ta ve 1926'dan beri üyesi bulunduğu, 1951'de Başkanlığına seçildiği istanbul Baro-
su'na kayıdh olarak Avukatlık ve 1966-1967 Ders yılındanberi de "Galatasaray Özel
Yüksek iktisad ve Ticâret Okulu" Sosyoloji Profesörlüğü yapmaktadır. Evli olup üç
kız evlâd babasıdır. Fransızca bilmektedir, istanbul Fetih, H ü r Fikirleri Yayma
Dernekleri'nin ve Büyük Klüp ile Ankara Klübünün daimî üyesidir.
1103
7 — Hukuk Felsefesi'nde Eflâtun Doktrini
İstanbul, İ. Akgün Basımevi; 1949; 20 sf.; 8°
8 — Hukuk Felsefesi Dersleri (4 kez basıldı)
İstanbul, İ. Akgün Mat.; 1952; XVI + 205 + 1 sf.; 8"
9 — Hürriyet ve Şartlan (Siyâsî İlim. Mec. ayrı bası)
İstanbul, Güven Basımevi; 1952; 13 sf.; 8"
O
1104
Reji (Tekel) îdâresi'nin açtığı sınavı kazanarak 1908'de devlet hizmetine girdi. Bu
radan öğretim mesleğine geçerek Maârif Nezâretince İzmir Sultanîsi Fransızca ve
Edebiyyât Muallimliğine ta'yin edildi. Bu görevde de üç yıla yakın kaldıktan sonra
Mâliye Nezâreti Mütercimliği ile istanbul'a döndü. Fakat tesbit edilemeyen ıbir se-
beble Mâliye'de göreve başlamayıp Düyûn-ı Umûmiyye (Osmanlı Borçlan) İdâre-
si'ne m e ' m u r olarak atandı. 1. Cihan Harbi'nde yedek subay olarak Çanakkale Ceb-
hesinde ve Aydm'da geri hizmetde çalıştı. Terhisinden sonra Iâşe Müfettişliği'nde,
Osmanlı Bankası me'murluğunda bulundu. Kısa bir müddet Kabataş Lisesi Ede
biyat Muallimliğini de deruhde ettikten sonra Güzel San'atlar Akademisi Estetik
ve 9 Aralık 1927"de Ercümend Ekrem'den açılan Mülkiye Mektebi Fransızca Mual
limliğine getirildi. Bu arada Harb Akademisinde Fransızca öğretmenliği de yaptı.
1931'de içinde bulunduğu mâlî sıkıntı Hükümetçe nazara alınarak, terfih maksadıy-
le öğretmenliklerine ilâveten Anadolu Demiryolları İdare Meclisi A'zâlığma ta'yin
edildi. Yakalandığı hastalığın ilerlemesi üzerine sözü geçen İdare ve Hükümet ta
rafından tedavi için Almanya'ya gönderildi. Bir yıla yakın Frankfurt'da faydasız
bir tedavi gördükten sonra Yurd'a döndü. Kısa bir süre sonra da 4 Haziran 1933'de
İstanbul'da, Kadıköyü'nde bir Apartman katında Hakkın rahmetine kavuşdu. Me
zarı Eyüb'dedir. Hiç evlenmedi. Ancak, ölümünden birkaç gün önce kendisine has
talığı süresince b a t a n bir hanımla nikâhlanmıştı. Fransızca ve Arabca'ya çok kuv
vetle vâkıftı.
«.... Şi'ir ve nesir yazan Ahmed Hâşim'in, bir de kendisini yakından tanıyan-
l a n n anlattıklarına göre, bunlardan daha güzel konuşma dili varmış. O dil, dost,
arkadaş ayırt etmeksizin zaman zaman bir yanardağ gibi fikir lâvlıan saçarmış.
Bâzan, bulanık bir nehir gibi taşkın dalgalarıyle etrafını silip süpürürmüş., Bu
arada bir şimşek aydınlığı içinde renk renk mecaz oyunları yapar ve dinleyeni
zevkin sonsuzluklarına alıp götürülmüş. Şâir, iğneli dili ile teşhisini koyduğu o
andaki d ü ş m a m m yere serinceye k a d a r hücumlarına devam edermiş. Bugün bun
ların, ağızdan ağıza geçenlerinin pek azını hatırlıyoruz. Fakat, Hâşim'in, bunları
anlatmak için yaptığı hareketler, renkten renge giren çehresi, alçalıp yükselen sesi
kaybolduktan sonra, okunan fıkralarında eşsiz şi'ir zevkine pek varılamaz. Son
devrin iki mübalâğacı hiciv zekâsını, Süleyman Nazif ile Ahmed Hâşim'in fikir ve
his mahsulleri, ne yazık ki bugün ancak o n l a n n dostluklarım kazanmış olanlarm
hâfızalannda yaşamaktadır...... (3/f)
Rahmetli Nâhid Sırrı Örik de Hâşim'den şöyle bahsetmektedir (2/c):
«.... Ondan kâfi derecede istifâde edemediğimiz gibi, kendisim mes'ud bir
ö m ü r sonunda toprağa veremediğimizi de ilâve zorundayız. Ahmed Hâşim, arka
daşlarının eriştikleri refah ve emniyetden m a h r u m olmakdan muztarib olmuş ve
belki kâfi ihtimamdan m a h r u m bulunduğundan hastalığa 48 yaşmda mağlub ola
rak ölüp gitmişdi. Ordusunda hizmet ettiği, hayâtını tehlikeye attığı ve edebiyatına
bir şeref kattığı Memleket'de yabancı bir ırka mensub olduğunun yüzüne vuru
luşu da son yıllanmn acılarından biri olmuştur. Fakat bunlardaki mes'uliyet his
semiz büyük olsa bile Ahmed Hâşim'in bütün ö m r ü n ü kemiren en büyük ıztırab-
1105
da bir suçumuz yoktur. Çünki bu ızdırab, Ahmed Hâşim'in pek çirkin olduğu ve
hiç bir kadın tarafından sevilemiyeceği hakkındaki emniyeti ve b u n d a n miitevel-
lid kahrıydı. Bu yüzden de ömrünü bekâr ve gıarib geçirerek ancak hastalığında
kendisine bakan bir hanımı ölmeden nikâhla almıştı.»
Yâkub Kadri Karaosmanoğlu da şunları anlatmaktadır (3/g):
«... Ahmed Hâşim'in dostluğunu kazanmak, değme babayiğitin k â n değildi. Onu
derinliğine anlamak, b ü t ü n kaprislerini hoş görmek ve ba'zı hırçınlıklarına, hak
sızlıklarına tahammül etmek gerekirdi. Bu bakımdan övünebilirim ki, onun hış
mına uğramayan tek kişi bendim. Bununla beraber, bana da kızdığı, küstüğü, beni
de yerdiği zamanlar olmuşdur. Fakat, son günlerine kadar kalbinin pas tutmayan
bir köşesinde ayrılmış yerimi özenle muhafaza ettiğine inanmış bulunuyorum. Bu
inancım'da ne kadar yanılmadığımı aşağıda bahsi geçecek olaylar gösterecektir,
sanırım. Fakat Ahmed Hâşim'le nasıl tanışdık, önce onu anlatmalıyım:
Servet-i Fünûn'da çıkan yazılarımın birinde, kendisini büyük bir hayranlıkla
övmüştüm. Bunun üzerine, o da bana bir teşekkür mektubu göndermiş ve bu mek
tubunda benimle görüşmek arzusunu belirtmişti. Bir hafta sonu, eski lise arkadaş
larından Ali Sami'nin Çiftehavuzlar'daki köşküne geleceğini yazıyor ve oraya ya
lan bir yerde buluşmamız imkânı var mıdır? diye soruyordu. Bu arkadaşının adı
bana yabancı değildi. "Kalem" dergisinde Fransızca ba'zı mîzah yazılarını okumuş
tum. Ve ünlü dil bilgini Şemsüddin Sami'nin oğla olduğunu da biliyordum. Ahmed
Hûşim'e arasıra gezintilerimi yaptığım Fenerbahçe'deki Belvü Otelinin Gazinosun
da buluşmayı teklif ettim ve arkadaşıyla birlikte oraya gelmelerini yazdım. Fakat,
ta'yin ettiğim gün ve saatde Ahmed Hâşim Ali Sami ile değil, bani tanıyan bir ar
kadaşıyle çıkagelmişti. Bir tereddUd anı, bir söze nereden başlayacağımızı bileme-
mezlik süresi. O beni gülümser gözlerinin ucuyla süzüyor, ben de ona şaşkın şaş
kın bakıyordum. Mavi gözlü genç! Gülümser gözlerinin ucuyla dedim.
Evet, Ahmed Hâşim, herkes gibi ağzıyla gülümsemiyordu. Bir istihzıa'yı mı, yoksa
bir sempatiyi mi ifâde ettiği anlaşılmayan bu gülümsemeleri onun mavi gözlerinin
ucunda idi. Mavi gözleri dedim. Belki şaşacaksınız; zîrâ "Şi'ir-i K a m e r " Şâirinin
yüzünü sâdece resimlerde görmüş iseniz ve hele Bağdad'lı olduğunu biliyorsanız,
Ahmed Hâşim'i mutlaka karayağız bir insan sanmaktasınızdır. Nitekim ben de
kendisini görünceye dek öyle sanıyordum ve karşıma Ahmed Hâşim diye beyaz
tenli, kumral bir genç adam çıkınca hayrete düşmüştüm.
Burada, "genç a d a m " sözü üzerinde de biraz d u r m a m lâzım geliyor. Bu sözü,
o târihde yaşının yirmialtıyı aşmakda olduğunu bildiğim için söylüyorum; yoksa,
yüzünün çizgilerine ve dökülmeye başlamış saçlarındaki tektük ak'lara bakarak,
ona hiç değilse olgun bir adam diyebilirdim. İlk görüşde herkes üzerinde yapacağı
te'sir de, sanırım, bundan başka türlü olamazdı. Ama, bir kere canlı canlı konuş
maya ve keskin zekâsının elvan elvan havâi fişeklerini etrafa saçmaya başladı mı,
her şey değişirdi. Kendisi gibi, sözünü ettiği nesneler, kişiler ve olaylar da zaman
ve mekân ölçülerinin dışına çıkar; tıbkı "impressioniste" resimlerde görülen renk
leri ve şekilleri alırdı. O vakit, Ahmed Hâşim kaç yaşmdadır, çirkin midir, güzel
1106
inidir, h a t t â bizcileyin etden kemikden bir yaratık mıdır? bilinemezdi. Zira, o,
artık katıksız bir "esprit'' hâline girmiştir.
Bir "esprit" evet, a m a hiç tekin olmıyan bir "esprit". Hoşuna gittiniz mi sizi
göklere çıkarır; hoşuna gitmediniz mi yerin dibine geçirirdi. Hele, onu, kızdırmaya
görünüz. Size öylesine bir çarpardı ki, uzun müddet neye uğradığınızı bilemezdi
niz. Bu çarpışda biçimli endamınızın eğrilip büğrüldüğünü, düzgün bakışlı göz
lerinizin şaşılaştığım ve her yanınızı birçok kusurların kapladığını görürdünüz.
Fakat, Ahmed Hâşim'i öylesine insafsız yergiler yapmaya, daha doğrusu, sözle, ya
zıyla bu kadar çirkinlestirici karikatürler çizmeye sevk eden kızgınlıkları çok
uzun sürmedi. Nitekim, bilmem hangi sebeble bir "galat-ı hilkaf'a çevirdiği Süley
m a n Nazif'i, bir gün gelir, edebiyat bahçesinde "muhteşem bir ç m a r " a benzetirdi.
Ve kendisine en büyük düşman saydığı, ki bunda bir bakıma haklı idi, Yahya
Kemâl'le canciğer dost oluverirdi. Bozuk bir saat rakkası gibi sevgi ve nefret ana
sında sallanan kalbi, Fâlih Rıfkı münâsebetlerinde de aynı aksaklıkları göstermiş
ti. Birinci Dünya Savaşı devrinin biimem hangi müşkil ş a r t l a n içinde yazdığı bir
mektupda "Düştüğüm kuyunun karanlığından başımı uzatıp baktığım zaman göre
bildiğim yegâne ümid yıldızı sensin!" diye hitâbettiği bu genç arkadaşına, bir iki yıl
ve belki de d a h a kısa bir zaman sonra "Cibâli İmamının Oğlu" lâkabını takmışdı.
Ahmed Hâşim. yalnız arkadaşlarıyle, dostlanyle münâsebetlerinde mi böyle idi?
Heyhat, onun gönül bağlılıkları da hep bu ıttıratsızlıklar içinde düğümlenip, çözülür;
çözülüp düğümlenirdi. Kaç defa, sevdiği bir kızla hemen evlenmek üzere iken irkile
rek geri basmış; hem de birkaç gün önce yanıp tutuştuğu o kızı "Terk etti mi
Leylâsmı Mecnun" mısra'ındaki hüznün bir zerresini duymaksızın kalbinden söküp
atmıştır. Neden? Çünki, ya onun bir sözünden alınmış; ya da kaynanası olacak
kadının bir tavrını, bir hareketini bayağı bulmuştur ve böylece, b ü t ü n ömrü hep
yarım kalmış aşklar ve sonu gelmiyen evlenme teşebbüsleri içinde geçmiştir.
Ahmed Hâşim, acaba, bu akıbete m a h k û m olduğunu önceden sezdiği için mi
dir ki, daha pek genç yakta iken:
Dalgın, suya baktım ve dedim ah ölebüsem,
Mademki, yok ağlayacak mevtime kimsem.
demişti. Kendi kendime sorduğum bu sualin cevâbını ancak, onun yakın dostu ve
sırdaşı olduğum vakit verebilecektim. Bunun için de ilk görüşmemiz ve onu tâki-
beden seyrek temaslarımız üzerinden iki yıla yakın bir zaman geçmesini bekle
mem, d a h a doğrusu, iki yıl sonra hemen her günümü tâ gece yarılarına k a d a r
onunla geçirdiğim ortamı bulmam lâzım gelecekti. Bu ortamı da uzun bir süre
boyunca İzmir'de kaldığım sıralarda bulacaktım. Şöyle ki, günün birinde Ahmed
Hâşim oraya, İzmir Lisesine Fransızca Öğretmeni ta'yin edilmişti ve gelir gelmez
ilk işi beni arayıp bulmak olmuştu. Belli ki, çocukluğundanberi hiç ayrılmadığı
İstanbul'dan, taşraya bu ilk çıkışı onda bir gariblik duygusu uyandırmıştı. Benim
le buluşmaya can atışı da hiç şübhesiz, bizi birbirimize bağlıyıan edebiyyât aş
kından ziyâde gurbet diyarında bir kimsenin hemşehrisine kavuşma ihtiyâcı ma'-
nâsmı taşıyordu ve böyle bir ihtiyaç içinde olduğu her hâlinde de görülüyordu.
1107
Pratik hayatta zâten bir çocuk gibi beceriksiz olan "Şi'ir-i K a m e r " Şâiri, her insa
nı, her yanı kendine yabancı bu Şehirde, sanki Kamerin, ya'ni Ay'ın sathına düş
m ü ş gibiydi. Ne yapacağını, nereye gideceğini, nerede yeyip içeceğini, nerede yatıp
kalkacağım bilemeyordu. Bu yüzden, pek tabiidir ki, ona kılavuzluk etme görevi
benden başka birine düşmezdi. Bu görevimi önce, kendisine Karşıyaka'da oturdu
ğum pansiyona yakın bir evde döşeli bir oda bulmak ve yine Karşıyaka'da akşam
yemeklerini yediğim bir klübü salık vermekle yerine getirmişdim.
Ondan sonra, artık Ok perişanlığından kurtulan Hâşim'i Şehrin çeşitli yerle
rindeki gezintilerimizle İzmir'e ısındırmak pek kolay olmuştu. O k a d a r kolay ol
m u ş t u ki, birkaç hafta geçmeden, İzmir'i, Tabiat olarak. Şehir olarak benim bile
farkına varmadığım birçok güzelliklerini ve özelliklerini Monet'nin, Cezanne'ın
tabloları hâlinde gözlerimin önüne serecekti. Körfezin en hoş manzaralı yerleri ne
residir; kıyılarının hangi noktalarında rahatça hayallere dalınabilir; Kordon Bo
yundaki kahve ve gazinoların safâsı nasıl sürülür; hattâ, evet, hattâ Şehrin en iyi
yemek yenen lokantaları, aşçı dükkânları hangileridir, o bana öğretecekti.
Ahmed Hâşim, hoş manzaralara bakmayı, sükûn içinde hayallere dalmayı sev
diği kadar, kahve ve gazinolarda keyif çatmaya ve baharatlı, yağlı ballı yemekler
yemeye de düşkündü. İmdi, bu iki türlü Hâşim'le çocukluğumdan beri yaşadığım
İzmir'de benim için yeni bir hayat başlamıştı. Çok günler, sabahları erkenden
onun odasma çay içmeye gidiyordum. Çiinki, Ahmed Hâşim, aynı zamanda titiz
bir çay meraklısı idi. Bu merak da, onu, sanıyorum ki, Şehzâdebaşı'ndaki, Direk-
lerarası'ndaki Acem Çayhanelerine devam ettiği günlerden beri sarmış bulunuyor
d u . Nitekim, çayı hazırlar, demlendirir ve kaynar suyla yıkayıp ısıttığı bardak
lara koyarken gösterdiği özene dikkat edip de o çayhane sahihlerinden birini, adiy
le sanıyle Şahin Efendiyi h a t ı r l a m a m a k mümkin değildi. Bu hatırlayışın tam ol
ması için Ahmed Hâşim'i, yalnız, pırıl pırıl ışıldayan bir semâverin başında gör
mek lâzım geliyordu. Ne yazık ki, zavallı Hâşim, eksikliğini duyduğu bir çok şey
gibi bundan da yoksundu ve ölünceye k a d a r bir semâver sahibi olmanın hasretini
çekecekti.
Rahatça bir koltuktan başka neye yaradıkları bilinmeyen bir sürü eşya ile
dolu ve karmakarışık odasında çaylarımızı içtikten sonra, Hâşim dersine yetiş
mek için her biri bir yana atılmış elbiselerini toplayarak acele acele giyinir; dersi
olmadığı günler de d e r m e ç a t m a bir gecelik kıyafetiyle, sedirine mi diyeyim, yata
ğına mı uzanıp benimle k â h edebî, kâh edebiyat dışı sohbetlere dalardı. Bu soh
betlerimiz edebiyata dâir ise, konularını dâima iki üç Fransız şâiriyle, Hâşim'in
çok beğendiği bir Fransız yazarı veya tenkidcisi teşkil ederdi. O şâirler ki, biri Ver-
laine, öbürü Rimbaud, üçüncüsü de Henry de Regnier'dir. Ahmed Hâşinrle ben
kendilerine hayranlıkta âdeta yarış hâlinde İdik. Fakat, Hâşim'in çok beğendiği
ni söylediğim yazar Remy de Gourmont'u değerlendirmekte her ikimiz de aynı ölçü
yü kullanmıyorduk. Hâşim, bence Remy de Gourmont'u mutlaka kendi "refoulement"
l a n n ı kendi komplekslerini en iyi ifâde eden ve kendindeki paradoks yapma isti
dadını besliyen bir yazar olarak beğeniyordu. Daha doğrusu, ihtilaclı mizacının
1108
izahım b ü t ü n yerleşmiş kanaatleri sarsan bu hıkârcı, yıkıcı, dağıtıcı fikir adamı
nın yazılarında buluyordu. Onun için, Ahmed Hâşim, hayâtın çeşitli problemleri
üzerinde konuşurken Remy de Gourmont'dan bir parça okuyor hissini uyandırır
dı. Aynı hissi, Hâşim'in her biri yakası açılmadık bir görünüşün, bir düşünüşün, ya
da bir kuramın ifâdesi olan nesirlerinde de duyardım.
Sakın, bu sözlerimden Ahmed Hâşim'e bir Remy de Gourmont taklitçiliği at
fetmek istediğim m a n â s ı çıkarılmasın. Onun ş i i r i de nesri de hiçbir yabancı un
surla karışmamış pınar suları gibi özgün (orijinal)'dür. Ru bakımdan, onun, yu
karıda adı geçen şâirlerden meşk aldığı da söylenemez...,.»
Rahmetli Yusuf Ziya Ortaç, Hâşim'in portresini şöyle çizmektedir (3/ç):
«... H â ş i m l e tanışmamız, hayır sevişmemiz bir hicivle başladı. O, yeni bir
şi'ir yazmıştı. Kendi sanat yapısı içinde güzel, ışıklı bir şi'ir:
YARI YOL
YARI YOL
O gün, akşama doğru, Hâşim zeki kahkahalarla odama girdi ve yarım saat
içinde dost olduk. Ölünceye kadar süren sahici dost.
Size önce Hâşim'in resmini çizeyim: Büyük, fırlak bir alın. Sonra, yine ,bu
alın kadar büyük, sağlam, ortası çukur, fırlak bir çene. Kaşlar yukarı doğru çekil
miş, uçları biraz kırık iki şeytan çizgisi. Göz bebeklerinde altın, demir, bakır
karışık bir mâden parçasının b ü t ü n renk ışıklarını görürdünüz. Yüzü, taşkın bir
neş'e, taşkın bir öfke, taşkın bir arzu ile kırmızıydı.
O kendi yüzünü, şu m ı s r a l a r l a çizmiştir:
Ürkerim kendi hayâlâtımdan,
Sanki kandır şakağımdan akıyor.
Bir kızıl çehrede ateş gözler,
Bana güya ki içimden bakıyor.
Hâşim, ölünceye k a d a r o zeki baştan ü r k t ü ; onun gençliğinde, pudralı yanak,
kozmatikli bıyık, briyantinli saçtı güzel sanılan!
Şâir, bu korku içinde, son nefesini verdiği kırk yedi yaşına kadar, sevmenin
sevilmenin hasreti içinde, yapayalnız yaşamıştır.
1109
Gece, Moda kıyılarında tek başına gezerken yaprak fısıltılarını, buse fısıltıları
sanan Hâşim'i, Mehtab bile yaralamıştır:
Oklar gibi saplanmada kalbe,
Vurdukça semâdan yere m e h t a b !
Üç Ahmed Hâşim var: Şâir Hâşim, Fıkra Yazıan Hâşim, Konuşan Hâşim.
Hemen söyleyeyim: Üçü de şâirdi bunların. Konuşan Hâşim'in tadına duya
mazdınız. Bu, tuzu, biberi hardalı çok, iştiha açıcı yemekler, baş döndürücü sert
içkiler gibi bir konuşmaydı. Onu, biraz huysuz, biraz hırçın, biraz ağulu yapan,
mizacından çok talihiydi. Arkadaşlarının hepsi bir şey olmuştu!.. Kimi vekildi;
kimi m e h ' u s t u ; k i m i elçi. O, Mülkiye Mektebinde, çok sevilen, az maaşlı bir Fran
sızca Hocasıydı s â d e !
O zaman, kelimeler, içinde dönen hased çarkında bileniyor ve ok oluyor, han
çer oluyor, kılıç oluyordu.
Kendisi, ayağında postallar, sırtında kaput, başında kabalak, Çanakkale Cehen
neminde askerliğini yaparken, iki dostundan biri Suriye'de Cemâl Paşa'mn yave
riydi.
Öbürü de ciğerleri zayıf olduğu için İsviçre dağlarında..
Bir dost evinde:
— " F . . _ " (*) ihtiyat zabiti midir? dîye soran bir hanımefendiye, Hâşim, Me-
fistofelesi (**) kıskandıracak kahkahalar a t a r a k :
— Hayır Hanımefendi, demişti; operet zabitidir!
Ama, savaş yıllarını, İttihad ve Terakki Hükümetinin yardımı ile İsviçre dağ
larında geçiren arkadaşı için söylediği iki mısra, daha çok zâlimdir:
Bu ne ihsan o değersiz cüceye,
İskelet başlı ciğersiz cüceye! (***)
Bilir misiniz, bu korkunç Hâşim, o iki dostu çok, a m a sahiden çok severdi!
Bir yaz günü, kıpkırmızı bir mayo giymiş plajda yatıyordum. Hâşim, soyunup
vücudunu kalabalığın gözleri önüne seremiyecek k a d a r ürkekti. Benim, deniz
suyu. Temmuz güneşi ve kıvılcımlı k u m d a bakırlaşmış derime hasretle b a k a r a k
zehir gibi bir kahkaha çatlattı. Bu kahkahanın arkasında bir n ü k t e vardı muhak
kak. Onu konuşturmak için s o r d u m :
— Ne var Hâşim ne oldu?... Kendisinin bu çıplaklar arasında şapkalı, baston
lu, kravatlı gülünçlüğünü unutmuş, benim kırmızı mayomla alay e t t i :
— Mahmud Şevket Paşa'mn tâbutuna d ö n m ü ş s ü n !
Hâşim, yazarken dünyamn en cesur adamıydı, okurken en korkak. Akşam,
Matbaaya bıraktığı fıkrasını sabahleyin gazetede okurken ödü kopardı.
Tanıdığım insanların en keyiflilerinden biri olan rahmetli Ali Naci Karacan'la
şakalaşmalarım hâlâ u n u t a m a m . Bir gün kendisine:
— Arab Hâşim, diye takılan Naci'ye:
1110
— Aman Beyefendi, demişti, bize Arab demeyi de artık Türklere b ı r a k !
Kadıköyünde, küçük bir apartımanda oturuyordu. Az, a m a kibar eşyası var
dı. Kendi eliyle semâverde demlendirdiği çayı karşılıklı içtiğimiz günleri bir daha
bulamadım. Kadından, şi'irden aşk'dan, sesi gizli bir sıtmayla yanarak konuşurdu.
Onun konuşması, bildiğiniz kelimelerle bilmediğimiz bir dildir!
Bir gün, Sabah Matbaasının altındaki eski Vükelâ Berberi Anastas'ta saçları
nı kestirirken Yâkub Kadri ile cümbüşlü bir konuşma yapıyorlarmış. Bir aralık
Berber hayretle durarak:
— Beyefendi, demiş; söylediğiniz b ü t ü n sözleri anlıyorum, a m a ne söylediğini
zi anlıyamıyorum.
H â ş i m sevinçle:
— Yâkub, demiş, bizi en iyi anlıyan a d a m bu!..
Onu bir gün, sevgili evinden alıp Alman Hastahânesine götürdük. Yatağından
çıkmış giyinmeğe gitmişti. Yarım saat geçmiş gelmemişti, b i r türlü; m e r a k ile
odaları dolaştık, yok. Bir de baktık ki mutfakta, akşamdan kalma domatesli pi
lav tenceresini karıştırıyor:
— Hâşim.... Ne yapıyorsun Hâşim!... diye üstüne atılınca mahzun mahzun boy
nunu bükmüşdü:
— Bırak Yusuf Ziya, nasıl olsa Hastahâne'de tuzsuz kabak haşlamasından
başka şey yedirmiyecekler, sonra acı acı gülmüştü:
— Ve nasıl olsa öleceğim, bari ağız tadıyle öleyim!
Doğru çıktı dediği. Bir aylık perhizden ve tedaviden sonra evine daha yorgun
daha perişan döndü. İlk işi, kendisine şefkatle bakan tek kadınla evlenmek oldu.
Ölüm döşeğinde kıyılan bu nikâhtan s o n r a :
— Ooooh, dedi, şimdi bahtiyarım; ben de arkamda gözleri yaşlı bir dul bıra
kacağım.»
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (3/ı v e 3/!i)
1111
Prof. Dr. Lefkoşe tacirlerinden Şükrü Efendinin
AHMED ŞÜKRÜ ESMER (4) torunu, Mehmed Arifin oğludur. 1893'-
de Kıbrıs'ın Lefkoşe şehrinde doğdu, ilk
öğrenimini Lefkoşe İlk Mektebi'nde
Orta ve Lise öğrenimini de Lefkoşe in
giliz High School'u ile Kıbrıs Lisesi'nde
tamamladı. Bir süre, Babasının "Sünû-
hat" adlı gazetesinde çahşdıktan sonra
İstanbul'a geldi. Hükümetin Amerikaya
öğreniri göndermek için açtığı müsaba
ka sınavını kazanarak New-York'da Co-
lumbia Üniversitesine gönderildi. Orada
Hukuk Lisans öğrenimini tamamladı;
daha sonra da Devletler Hukuku
ve Siyâsî Târih'den Doktora yaptı.
Bu arada aynı Üniversite Gazetecilik
Okulu'na da bir süre devam etti. 1.
Dünya Savaşı henüz bitmediğinden
Memlekete dönmedi. New-York'da "Sa-
dây-ı Vatan (Vatan Sesi)" adlı haftalık
bir gazete çıkardı ki, bu Gazete Ameri
ka'da Türk Diliyle çıkan ilk gazetedir.
Mütârekeden sonra istanbul'a döndü.
1921'de istanbul Hükümeti Maârif Ne
zâreti tarafından Galatasaray Sultanîsi İngilizce Muallimliğine ta'yin edildi. Aynı
zamanda Vakit Gazetesi Yazı Hey'eti araşma da girdi.
Büyük Zafer'den sonra Gazeteci olarak önce Mudanya Mütârekesini, daha son
ra da Lozan Konferansını izledi. 1924'de ıba'zı arkadaşlanyle birlikte "Vatan" Ga-
zetesi'ni çıkardı. Sonra Milliyet Gazetesi'nin Yazı işleri Müdîrliğine, daha sonra
da aynı Gazete'nin Umûm Müdîrliği'ne getirildi. 7 Nisan 1930'da Mülkiye Mektebi
Siyâsî Târih Öğretim Görevliliğine ta'yin edilerek tekrar öğretim mesleğine döndü.
Bu görevine 27 Ekim 1936'da S.B.O.'nun Ankara'ya naklinden sonra ve Profesör
pâyesiyle devam etti. Bu arada Harb Akademisi ile Yüksek İktisad ve Ticâret
Mektebi Siyâsî Târih Muallimliği de yaptı. S.B.O. Ankara'ya nakledilince
Ankara'ya geldi. Bir tarafdan Mülkiye'de Siyâsî Târih Profesörlüğüne de
vam ederken, dîger yönden de Ulus Gazetesi'nin dış politika yazarlığını deruhde
eyledi. 1939'da bu görevleri bakî kalmak üzere istanbul Meb'usluguna getirildi. 30
Eylül 1941'de dîger Meb'us Profesörler gibi meb'usluğu tercih edip öğretim üyeli
ğinden ayrıldı. Mayıs 1950 seçimlerinde Partisi ve kendisi kazanamadığı için Millet
vekilliği sona erdi. 1951'de tekrar S.B.F. Siyâsî Târih Öğretim Üyeliğine ta'yin edil
di. Hâlen (1969) aynı görevde olup 1936'dan beri yaptığı Uhıs Gazetesi Dış Politi
111-2
ka Yazarlığı'na devam etmektedir. Kendisine S. B. F. Dekanlığı vâsıtasiyle muhte
lif târihlerde yazılan mektup-sirkülerlere cevap vermediği için dîger sosyal, kül
türel ve politik durumuna âid bilgi elde edinilemedi.
1. Siyasal Târih
İstanbul, Arkadaş Mat.; 1936; 440 sf.; 8°
2. Siyâsî Târih
İstanbul, Maârif Mat.; 1944; 663 sf.; 8° (1. bası)
Ankara; 1953; 303 sf.; 8° (2. bası)
3. Turkey and Her Neighbours: A Political Review (Türkiye ve Komşuları)
Ankara, Doğuş Mat.; 1964; 16 sf.; 8° (ayrı basım)
O
1113
biyesi Bölümü şefi olan Alman "Kurt Daynes"in teşebbüsü ile, bütün Beden
Terbiyesi Şubesi Öğretmen ve Öğrenicileri, Alman Hükûmeti'nin da'vetlisi olarak,
1936 Berlin Olimpiyatları'na gittiler. Bu kaafile arasına rahmetli Ahmed Yaraman
da .katümışdı. Berlin'de yine Kurt Daynes'in teşebbüsü ile, Beden Eğitimi alanında
bilgi ve görgülerini geliştirmek üzere bir sene süreli üç kişilik burs te'min edildi.
Bu burslardan birisi Ahmed Yaraman'a tahsis edildi. Bu suretle bir yıl Berlin'de
kalarak ıbilgi ve görgüsünü artırdı. Almanya'da tanıştığı bir Alman kızından bir
oğlu doğmuştu ki, bu tanışma ve doğuşun kendisinin hayâtında çok acı te'siri
oldu (5/c). 1937 sonlarında Yurd'a döndü. Millî Eğitim Bakanlığı Kendisini Siyasal
Bilgiler Okulu Beden Eğitimi Öğretmenliği'ne ta'yin etti. Mayıs 1938'de müracaatı
üzerine filî askerlik görevine alınarak süvari sınıfına ayrıldı. Yedek Subay Oku-
lu'nun Süvari Bölüğü'nde öğrenici iken bir manej sırasında attan düşen ve ayağı
özengiye takılı kalan bir arkadaşım, yiğitçe atılarak, yüzde yüz kesinlikde olan bîr
ölümden kurtardı.
Yedek Teğmen rütbesiyle askerliğim bitirerek Ekim 1939'da S.B.O.'ndaki gö
revine döndü. Burada, rahmetli Erişirgil'in de yardımıyle şimdiki S.B.F. (Kapalı
Spor Salonu)nu yaptırtdı ve Sabah Beden Eğitimi çalışmalarım ihdas etti. Aynı za
manda atletizm, voleybol, basketbol, güreş, boks gibi spor dallarında S.B.O. Öğreni-
cileri'nden çok geniş sayıda eleman yetişmesini sağladı. Yine S.B.O. Öğrenicile
ri'nin kayak yapması için bol miktarda Kayak Sporu malzemesi sağladı. O zama
na kadar kimse tarafından özellikleri bilinmeyen Elmadağı'nı Kayak Sporu'na
uygun bir yer hâline getirdi. Bu bakımdan Elmadağı'nı Sporcu Ankaralılar'a ilk
defa açan, tanıtan Ahrned Yaraman ve dolayısıyle S.B.O. olmuştur, denilebilir. Bu
konuda da (S.B.O. 1942/M me'zunu) Şemseddin Şaktimur gibi, sonraları iyi ıbir
kayakçı olarak "Kayak Sporu Federasyonları"nda görev alan elemanlar yetiştir
di. Aralık 1939'da "Sarılık Hastalığı"na yakalandı. Nekahet devresinde iken, Öğ-
renicilerinin kuvvetli istek ve heveslerini kırmamak için, Şubat Sömestr ta'tüin-
den yararlanarak kayak yapmak üzere bir grup S.B.O. Öğrenicisi'ni Uludağ'a gö
türdü. Burada Zatürrie'ye tutuldu. Derhal İstanbul'a götürülüp Baltalimanı Ke
mik Hastalıkları Hastahânesi'ne yatırıldı. Kurtarılamayarak 4 Nisan 1940'da istan
bul'da Hakkın rahmetine kavuşdu.
Şubat 1940'da Uludağ'da Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü ile bir-
likde "Kayak Kursu" görmekte olan Sayın İhsan Telli şunları anlatmaktadır (5/c):
«... Kayak Kursu dönüşü Uludağ'dan inerken Karabelen - Kirazlı Yayla ara
sında çok iyi tanışıp seviştiğimiz Rahmetli Yaraman'a rastladım. Sırtında, yorulan
Oğrenicilerinden aldığı dört çift kayak, çok ağır oldukları ilk bakışda anlaşılan üç
aded çanta taşımakta idi. Biraz durduk, konuşduk. Bana, "öğrenicilerinin çok bü
yük isteklerini kıramayıp hasta olduğu halde Uludağ'a geldiğini, b u r a d a on gün
kalıp S.B.O.'na dönmekte olduklarını, Almanya'daki ilişkisi ve çocuğu hakkında
çok büyük üzüntü duyduğunu" samimî şekilde anlattı. Bir hafta sonrıa bu çok kıy
metli (arkadaşımızın ölüm haberini, büyük acı içinde, aldık—»
O zamanki Ankara Basmı'nda Rahmetli hakkında şunlar yazıldı (5/b):
". Ahmed Yaraman, talebesi, arkadaşları ve bütün spor muhitinde ciddiyet,
1114
fazilet, feragat ve yorulma bilmeyen faaliyeti ile tanınmış ve sevilmiş; sporun bü
tün dallarında tam bir kaabıliyet ve faaliyet göstermiş olan çok güzide bir öğret
mendi."
O
Profesör Dr. Kadî Ahmed Râsim Efendi ile Muhsine
ATIF AKGÜÇ (6) Hanımın oğludur. Kasım 1900 (T. Sânî
1316)'de Bursa'nın Mudanya Ilçesi'nde
doğdu. Aydın İ'dâdîsinde lise öğreni
mini tamamladıktan sonra İstanbul
Mekteb-i Hukukuna girdi. Buradan
me'zuniyetini müteâkıb Lisans Öğreni
mi ve Doktora yapmak üzere italya'ya
gitti. Roma Hukuk Fakültesi'nde Lisans
ve Ceza Hukukundan doktora yapıp
"Hukuk Doktoru" unvanını kazandı.
Yurd'a döndükten sonra, önce Adliye
Mesleğini seçdi. Kısa bir süre Hâkim
lik yaparak 1931'de Adliye Müfettişli-
ği'ne terfi' etti. Bu vazifede iken 1935'de
Bursa Milletvekilliğine getirildi. 6 Ka
sım 1936'da S.B.O. Ceza ve Ceza Muha
kemeleri Usûlü Hukuku Profesörlüğü'-
ne ta'yin edildi. Bu görevi 1941 Ders
yılına kadar devam e t t i ; Milletvekilli
ğini tercih etmesi üzerine 30 Eylül 1941'-
de isti'faen Profesörlük'den ayrıldı.
Mayıs 1950'de Milletvekilliği sona erdi.
1951'de Afganistan - Kabil Hukuk Fakültesi Profesörlüğü'nü deruhde ederek Afga
nistan'a gitti 1955'de Yurd'a döndü. Hâlen (1969) emekli olarak İstanbul'da otur
maktadır. Evli olup, (S.B.F. me'zunu) iki erkek, bir kız evlâd babasıdır, italyan
ca'ya çok kuvvetle vâkıf; yardımcı dil olarak da Fransızca. İngilizce, Almanca,
Arabca ve Farsça'ya âşinâdır. Yabancı dil öğrenmek hobisidir.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (6/b)
1 — İdare Hukuku [(Zanobini'den) italyanca'dan terceme]
istanbul, Üniversite Mat.; 1936; 400 sf.; 8°
2 — Modem Parlamentolar I (Niceli'den) italyanca'dan terceme]
Ankara, Ulus Mat.; 1946 ; ?
3 — 1948 Tarihli İtalyan Anayasası (Terceme)
4 — İtalyan Seçim Kanunu (Terceme)
Ankara, 1948; ? ; (Basın-Yayın Umum Md.'nce bastırıldı)
1115
Ord. Prof. Dr. (*) Tıb doktoru Zihnî Bey'in oğludur. 1902'
BURHAN ZİHNÎ SANUS (7) de İstanbul'da doğdu. Menba'ül-îrfan
İ'dâdîsi'nde lise; Yüksek Mühendis
Mektebi (Riyaziyât-ı Aliye) Devresi'nde
ve İstanbul Ulûm-ı Âliyye-i Ticâriyye
Mektebi'nde Yüksek Öğrenimini ta
mamladı. Bilgisini ve öğrenimini arfcu>
m a k amacıyle İsviçre'ye gitti. Lozan
Üniversitesi İktisadî ve Ticarî İlimler
Fakültesi'ni birincilikle bitirdi. Ay
rıca bu Fakülte'de doktora yaptı.
Sonra Sosyal İlimler Okulu'ndan diplo
m a ; 1931'den 1932'ye kadar Lozan Hu
kuk Fakültesi Doktora Sınıflarına de
vam ederek b u r a d a n da sertifika aldı.
Me'muriyetleri.
1 — 1921'de Akyıldız Vapur Kum
panyası Umûmî Acentası.
2 — 1925'de İstanbul Ticâret ve Sa
nayi Odası Deniz Ticâret Şubesi Şefi.
3 — 1926'da Hükûmet'ce açılan mü
sabaka sınavını kazanarak İktisad tah
sili yapmak üzere önce Paris'e, sonra
Lozan'a gönderildi. Aynca bir sömestr de İtalya'da Firenze Universitesi'nde bulun
du. 1932'de Yurd'a döndü.
4 — Aralık 1932'de İktisad Vekâleti Müşaviri;
5 — Haziran 1934'de İktisad Vekâleti İş ve İşçi Bürosu Müdîri;
6 — Temmuz 1934'de iktisad Vekâleti Dış Ticâret Dâiresi 2. Başmüşâviri;
7 — Aralık 1934'de aynı Vekâlet, aynı Dâire 1. Başmüşâviri;
8 — Haziran 1936'da aynı Vekâlet, aynı Dâire 2. Başkanı; Kasım 1936'da 1. Baş
kanı;
9 — Ocak 1940'da Sümerbank Umum Müdîri;
10 — Ağustos 1942'de Hâriciye Vekâleti Ticari ve Mâlî Andlaşmalar Müzâkere
Hey'eti Reisliği;
11 — Ek görev olarak 5 Ocak 1945'de S.B.O. Para-Banka-Borsa Profesörlüğü'ne
ta'yin edildi. Bu görevi 1950'de sona erdi.
12 — Mart 1948°de Avrupa iktisadî İşbirliği Teşkilâtı Nezdinde Dâimi Hey'et
Reisliği; aynı zamanda Türkiye İş Bankası İdare Meclisi Başkanlığı;
1116
13 — Ekim 1949 Başbakanlık Milletlerarası İktisadî İşbirliği Teşkilâtı Genel
Sekreteri;
15 — Mayıs 1950'den beri de istanbul İktisadî ve Ticarî ilimler Akademisi Pro
fesörü bulunmaktadır (1969).
Ayrıca geçici olarak:
1 — 1933'de "Cem'iyyet-i Akvam" Milletlerarası İş Bürosu Konferans Üyesi.
2 — 1935-1939 Balkan Antantı Ekonomik Konseyi Konferansları Üyesi.
3 — 1936 - 1937 Balkan Ekonomik Konseyi Turizm Komitesi Üyesi.
4 — 1934 - 1939 Ticarî ve Mâlî Andlaşmalar Müzâkere Hey'etlerinde Müşavir,
Başmüşâvir, Murahhas A'zâ ve Reislik.
5 — 1939 - 1940'da İngiltere ve Fransa ile yapılan İstikraz Mukaaveleleri Müzâ
kere Hey'eti'nde A'zâ.
6 — Nisan 1940'da Başvekâlet Türk Parasını İnceleme Komisyonu A'zâsı.
7 — Mart 1948'de Avrupa İktisadî İşbirliği Komitesi Paris Konferansı'nda De
lege.
8 — 1948 - 1949'da Avrupa İktisadî İşbirliği Teşkilâtı İcra Komitesi A'zâsı.
9 — 1949'da Avrupa İktisadî İşbirliği Teşkilâtı Hakemliği.
Evli, iki erkek evlâd babasıdır. Fransızca ve İtalyanca bilmektedir. "Institut
International des Sciences Administratives"in Üyesidir (8).
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (7/b v e 7/c)
-o-
(8) S.B.O.'nun S.B.F. haline gelmesi çalışmalarına âid hâtıraları için, 1. C.'in 601. sayfasına bakınız.
1117
CELÂL AYBAR (9) Kaymakam Mustafa Fehmi Bey ile La
tife Zekiye Hanım'm oğludur. 1894 (1310
R.)'de Babasının kaymakam olarak bu
lunduğu Tortum (Erzurum)'.da doğdu.
İlk, orta ve lise öğrenimini istanbul'da
tamamladı. Yüksek Öğrenimim yapmak
için girdiği istanbul Mekteb-i Hukûku'n-
dan 10 Ağustos 1914 (27 Temmuz 1330)'de
me'zun oldu. Hiçbir hizmete ta'yin edil
meden derhal yedek Subay (İhtiyat Za
biti) olarak askere alındı. 1. Dünya Sa-
vaşı'na katıldı. Irak Cebhesi'nde İngi
lizlere esir düşerek önce Mısır'a sonra
Hindistan'a gönderildi. Esareti sırasın
da devamlı çalışarak ÇOK mükemmel
şekilde İngilizce öğrendi. Mütâreke'den
sonra serbest bırakılıp İstanbul'a gel
di; bir süre sonra Anadoluya geçerek
İstiklâl Savaşı'na gönüllü yedek subay
olarak iştirak etti.
Büyük Zafer'den sonra 7 Eylül 1924
(7 Eylül 1340)'de Giresun Asliye Mah
kemesi A'zâlığma ta'yin ile devlet hiz
metine girdi. Buradan İktisad Vekâle-
ti'ne geçerek 14 Mayıs 1925'de İktisad Vekâleti Deniz Ticâreti Şubesi Müdîrliği'ne
getirildi. Eylül 1926'da aynı Vekâlet tarafından İstatistik ve Demografi bilimi için
Belçika'ya gönderildi. Bruxelles Serbest Siyâsî İlimler Fakültesi'nin istatistik ve
Demografi Bölümü'nden me'zun olup 1927'de Yurd'a ve eski görevine döndü. Baş
vekâlet, istatistik Muâmelât-ı Merkezivye Müdîr Muâvinliği'ne getirildi. Burada da
kısa bir süre çalışıp Fransa'dan getirtilen İstatistik Uzmanı Camille Jıacquart ile
birlikde bugünkü modern istatistik teşkilâtım kurmak üzere, 1 Haziran 1927'de İs
tatistik Umûm Müdîr Muavinliğine atandı. 1930'da aynı yer Müşavirliğine; 15 Hazi
ran 1937'de de Umum Müdîrliğine terfi' etti. 16 Ocak 1939'da o zamanın Ziraat Ve
kili Faik Kurdoğlu'nun teklifi ile Ziraat Vekâleti Müsteşarlığına atandı. Beş ay
bu görevde kaldıktan sonra, 8 Haziran 1939'da tekrar Başvekâlet istatistik Umum
Müdîrliği görevine döndü. Bu arada, S.B.O. 'nun istanbul'dan Ankara'ya nakli üze
rine, 19 Kasım 1936'da S.B.O. istatistik Öğretim Görevliliği'ni de ek görev olarak
1118
deruhde etti. Eksiksiz olarak onbir yıl süren bu vazifesi, vefâtıyle sona erdi. İsta
tistik Umum Müdîri iken tedavi edilmekde olduğu Ankara Numune Hastahanesi'nde
8/9 Ağustos 1947 gecesi saat 00.15'de anide gelen bir kalb krizini atlatamayarak
Hakkın rahmetine kavuşdu. Cebeci Asrî Mezarlığı'na defnedildi. Evli olup Demet
ve Dilek adlarında iki kız babası idi. Fransızca ve İngilizce'ye çok kuvvetle vâkıfdı.
Pul koleksiyonu yapmak ve tahta oyma işleriyle uğraşmak hobisi idi. Milletlerarası
İstatistik Enstitüsü dâimi üyesi bulunuyordu.
Vefatından sonra yakın arkadaşı ve ilk âmiri Faik Kurdoğlu, Rahmetli hakkın
da şunları yazmışdı (9/ç - d ) :
«.... Meşrûtiyetin ilk yılı Boğazda değil, Cibâli taraflarındaki yeni mahalle
nin mütevâzî bir sokağmda Mekteb gidişi ve dönüşü dâima karşılaşırdık. Mağmum
bir hâli vardı. Çok defa elindeki kitapçıkları okuyarak yürürdü. Smıf farkımıza
rağmen arkadaş olmamız gecikmedi. Genç yaşında ölmüş bir mülkiye kaymakamı
nın oğlu imiş. Benim de Babam ölmüş; okumaya devam için bu mahalleye yerleş
miştik. Dostkık, Ailelerimizi de sardı. Akşamları ya onlar bize gelir; ya biz onlara
giderdik. Evlerinde çok defa küçük bir gaz lambasının ışığında bir elinde, Şemsüd-
dîn Sami'nin lügati, birer formalık Donkişot veya benzeri romanların tercemesi ile
uğraşır; kendisine yardım etmek istediğim zaman, bir taraftan nezâketle reddeder;
dîger taraftan çehresinde durgun bir tebessüm, gözlerinin içi gülerdi. Bu romanla
rı, o zurnan Bâb-ı Âlî Caddesindeki İranlı Kitapçı (10) kuruşa terceme ettiriyor ve
Celâl nihayet haftada iki forma yetiştirerek elde ettiği parayı evlerininki de dâhil,
zarurî ihtiyaçları için sarfediyordu. Bir gün, hüzünlü, hüzünlü ağlar güler bir sesle
geldi, iranlı Kitapçı, r o m a n kahramanlarının neticede hep ölmesinden dolayı üzü-
lüyormuş; bunları öldürmez ise veya şu veya bu tarzda bitirirse terceme ücretini
bîr mecidiyeye k a d a r çıkaracak, aksi halde iş vermeyecekmiş.
— Yarabbi, diyordu, zaten ben y a n acemi, romanı öldürüyorum; bir de Acemin
dediğini yaparsam, ma'nevî isti'fâdem de gider; ortada Acemin mecidiyesinden
başka bir şey kalmaz.
Filhakika, a d a m ısrar etti» O da tercemeyi bırakdı.
Bu, Celâlin o çocuk yaşında, sonra da aramızda bir çok defalar, gülme ve ko
nuşma konusu olmuş temiz ve necib ruh isyanlarından birisi idi.
Aradan yıllar ve yıllar geçti... Birinci Dünya Harbinden evlerimize döndüğümüz
zaman Mahallemizin tamamen yanmış olduğunu ve fiakat gene birbirimizden uzak
olmıyan semtlere taşınmış bulunduğumuzu, ikimiz de sevinçle gördük. Esir düşmüş,
Hindistan'a, Mısır'a götürülmüş; lisana (İngilizce'ye) çalışmakta devam e t m i ş ; in
gilizce'de öğrenmişdi. Birbirimize H a r b hâtıralarımızı anlatır, günün dâvaları ve
Memleketin gerekli yaşama ve istikbâl mes'eleleri hakkında konuşmalar yapardık.
ilk günlerden i'tibâren hareretli bir (Türk) Ocaklı olan Celâl, ekseriya hiddetli,
hiddeti! yumruklarını masaya vurur ve elinden bırakmamayı sevdiği kurşun kale
miyle, rastgele önündeki kâğıda: "Var olmak veya yok olmak (= to be or not to
b e ) " kelimelerini yazardı.
1119
Yarım tedbîr, yarım adam, yarım bilgi, yarım iş, yarım çalışma, yarım iman
dâima nefret ettiği şeydi. O sıralarda ba'zı gazete ve muhitlerin fikir yazılarını imâ
ederek:
— Acem'i nasıl düşünmeden reddetükse, bu fikirleri de Milletçe çiğnemeliyiz,
sonucuna varır ve her defasında daha kuvvetli ve daha neş'eli ayrılırdık.
İnönü bir gün: "Bin yarım adam bir adam değildir" demişti. Celâl'e a n l a t t ı m ;
nasıl beğendin mi diye sordum? Geniş ve durgun tebessümü ile:
— Ne diyorsun Faik, d e d i ; elimde olsa Ramazan mahyaları gibi her gün gökle
re yazardım.
Celâl İstiklâl Harbinde bu inan ve îmanla çalışmış ve neticede b i r mahkeme
de A'zâ Mülâzimliği alarak Karadeniz ilçelerinden birisine gitmişdi. Oradan aldı
ğım ilk mektubunu, şu dakikada bulup yayınlayamamakla müteessirim. Sönmeyen
ve gittikçe büyüyen, kuvvetlenen bir alev içini yakıyor; devamlı müsbet neticele
rini görebileceği bir iş ihtiyacından ihtirasla bahsediyordu.
Millî Hükümetin ilk Ticâret Genel Müdîrliğinde bir şube müdîrliği için teklif
yapıldı. Cevap değil, mektupdan d a h a seri' kendisi geldi. İngilizce bilgisinin de kud
retiyle dâima tekrarladığı ve sonraları ba'zı yayınları üzerine de klişe hâlinde nak
lettiği cümle, Lord Calvin'in şu cümlesi idi: "Bahsettiğiniz bir şeyi ölçebiliyor ve
onu r a k a m hâlinde ifâde edebiliyorsanız, o şey hakkında bir şeyler biliyorsunuz
demektir. Eğer o şeyi ölçemiyor ve rakam hâlinde ifâde edemiyorsanız, bilginiz
doyurmayan, ciddî muhakemeye tahammülü olmayan zayıf bir şey demektir."
Her şey, te'sis ve teessüs devresinde ve h e r yapılan işi en iyi, en ileri şekilde
tahakkuk ettirebilmek aşkı, o devri yaşıyanların kalblerinde hakikî bir ihtiras
hâlinde idi. Herkes, her m e ' m u r edildiği, büyük olsun küçük olsun, her iş'de
"Atatürk" kendisi imiş gibi çalışmakta ve Atatürk'ün (en yakın yardımcısı) İnö
nü, b ü t ü n işlerin başında istatistik dâvâsmı herkesten çok ve herkesten iyi duyan
ve isteyenlerin başında idi.
Celâl, İstatistik tahsili için Avrupa'ya, bir savaşa gönüllü gider gibi, gitti. Çok
günler arasız 18 saat çalışıyor; 24 saatlik günün kısalığından şikâyet ediyordu. Bir
gün kendisi, bu vesileyle bütün Türk Aydınlarına saygı ile emanet etmek istediğim
şu hikâyeyi anlattı:
Brüksel'de vazifede iken bir gün geç vakit filân ve filân ziyaretime geldi. Fran
sa'nın Midi denUen kuzeyini ve isviçre'nin göl bölgesini gezmişler ve orada bir
zât, bir a d a m ı n bu yerlerde 5 nüfusluk ailesiyle müreffehen ö m r ü n ü geçirmesi
için ikiyüzbin sterlini olması ve bu serveti şu veya bu şekillerde şu veya bu
yerlere yatırması kâfi geleceğini söylemiş; her ikisi de asılları Türk toprakların
dan olmayan Türk Vatandaşıanndandı. Fikir çok çekici gelmiş; benim de düşünce
mi öğrenmek istiyorlardı. İşittiklerime inanmıyarak her hâlde latife ettiklerini ve
bugün müsâde edip ertesi gün gelirlerse daha geniş konuşabileceğimizi söyledim.
Da'vetli olduğum yer, sun'i sodayı bulan ve kazandığı milyonlardan yaptığı teber
ru' ile kurulmuş olduğu için, kendi adına izafetle Solvey adım taşıyan bir üniver
site a r a ş t ı r m a müessesesinin yıllık toplantısı idi......
1120
Burada âdet veçhile şapkasını bırakan, bir tepsi üzerinden sofradaki yerinin
rakamını gösteren bundu bir kâğıt alıyor ve yemekte nereye isabet etmişse oraya
oturuyordu. Bu suretle benim de yanıma Barnische isminde yaşlı bir Senatör düş
tü. Usulen birbirimizi takdim ettik..... Türk olduğumu anlaymca, arasız, Türk o^
madığından ve Türk olmanın saadetinden bahse dalarak bitip tükenmiyen kompli
manlara başladı... Sebebini anlayamayor, ma'na veremeyor ve sıkılmağa başlamış
bulunuyordum; birdenbire:
— Niçin biliyor musunuz? diye sordu ve izahatına şöylece devam etti: Zengin
bir ailenin çocuğu olarak mâmur bir vatanda doğdum. Yatak odamın karşısında
talanın heykeli var. Ona bakarak elbisemi giyerim ve yaptığı hareketleri düşünürüm.
Yaya olarak her gün Place Broaker'e inmek âdetindeyim. Porte Naımır'da filâ
nın heykeli, Place Namur'da filânın heykelini, Escalier Jnif'de filânın büstünü..
v.b. görürüm; yorgun ve muztarib, ter içinde Place Borovher'i bulurum. Bu ıztırab
elli yaşımdan beri bir gün beni terketmedi. Geldin, gidiyorsun Barnische (Barniş);
Memleketine, Milletine adını andıracak hangi müsbet hizmeti yaptın, diye sora
rım... Her şey yapılmış, bir şey yapamamak aczi tere boğar. Otomobile biner Se
natoya giderim. Eğer Türk olsaydım, bir ser havası gibi Türk İnkılâbının tamam
ladığı hava ve şartlar içinde bu imkâna ne kadar mâlik bulunacaktım Bundan
dolayıdır ki sizlere gıbta ediyorum ve benim gibi elli yaşına bastığınız veya bu ya
şı aştığınız zaman, böyle bir ıztırabı çekmemek imkânına mâlik bulunduğunuzdan
dolayı sizleri bahtiyar sayıyorum....."
Gayr-ı ihtiyarî, evimdeki konuşma ile bu yaşlı Senatörün sözleri dimağımda
çarpışmaya başladı. Aydm ve hakîkî insan bir adam ne düşünüyor? Câhil ve mü
tereddi (dejenere) bir adam ne düşünebiliyor?.».
Celâl sözlerini hemen kesti:
— Fakat, Faik, dedi; biz ömrümüzü o kadar badireler ve tecrübeler içinde
geçirdik ki bunu duymak için 50 yaşım beklememize lüzum yok. Çocuklarımıza
daha iyi bir Türkiye bırakmak ve bunun için de herkesin bulunduğu iş'de mutla
ka müsbet ve devamlı çalışmak ihtirası kalblerîmizi, daha çok genç yaslarda bir
damlacık yer bırakmayacak kadar dolduran bir aşk ve îman değil mi?
Celâl, bu bakımdan çok genç, fakat bahtiyar öldü. İstatistik Umûm Müdîrli-
ğinde himmeti eseri olan yayın sayısı bine yakındır. Kendi imzasını taşıyan kitap
ların sayısı 17'dir. Siyasal Bilgiler ve Hukuk Okullarında binlerce genç yetiştirdi.
Dünya çapında en teknik ve en ileri teşekküllerimizden birisi olarak dâima övüne
ceğimiz bugünkü İstatistik Teşkilâtımızı kurdu. Milletlerarası ilim muhitinde
haklı ve milletleranası şöhrete sâhib oldu. Şu günlerde (1947) Amerika'da
toplanacak olan Milletlerarası İstatistik Konferansına kendisini da'vet eden
ve dünyanın en tanınmış ilim adamlarının imzasını taşıyan mektupları
okuduğum zaman gözlerim yaşarmıştı. Fikrine, irfanına, görüşüne verdik
leri kıymetin derecesi olarak görüşülecek belli başlı konular hakkında şah
sen mütalaasını rica ediyorlardı. Yardımcı olarak götürmeği düşündüğü ilki
genci Avrupa'da kendisinin okuttuğu ve burada yetiştirdiği gençler arasından seç
mişti. Dünya ölçüsündeki ilmî çalışmalar için Birleşmiş Milletler Cem'iyeti Kürsî-
1121
sinde müdâfaa edilmesi uygun fikirleri yetki ile ortaya sürebilmeğe kaadir tanın
mış ilmî otoriteler arasına Celâl'in de adı konmuştu.
Henüz Matbaadan çıkmamış olan "Türkiye Millî Geliri" Türk Milletinin bilgi
hazinesine en son hediyesidir.
Celâl son derece mütevazı idi. Bu Etüdü sunarken kendi adından önce bu iş'-
de çalıştırdığı arkadaşlarının isimlerini liste hâlinde yazmış ve bunlar sayesinde
bu Eserin vücude gelebildiğini en başa kaydetmişti. Başında bulunduğu işin şa
hıslar üstünde devamlılığını sağlamak, arkadaşlarını bu işlere ehil olarak yetiştir
mek, onlara en üstün metodları yalandan tâkib ve geliştirecek imkânlar hazırla
mak, kısaca adam yetiştirmek, ekip çalışmalarma kıymet vermek onun insan
vasıflan arasında gelen en büyük meziyetlerinden biri idi. Hastalığının bir devre
sinde yatağının etrafındaki kitap, gazete, mecmua yığınlarına itiraz eden, Celâl'in
evinin her zaman intizamsız bir "kıraathane" ye benzediğini söyleyen bir arkadaşa
şu güzel cevâbı vermişti:
— insanların dimağı olmasaydı, hareket eden bir heykel, bir zînet gibi dıger
eşya arasında, bir salonda onların da bir eşya gibi yaşaması kaabildi. Fakat insan
düşünen bir mahluk olduğuna göre kitapsız, mecmuasız, gazetesiz, kağıtsız, ka-
lemsiz bir oda, düşünme ve çalışma çağında olanlar için bir mezardır.
Vücudunu o kadar bağlı olduğu bu Vatanın aziz toprağına, başarılarını Târi
he ve bütün Türk çocuklarının kadir bilir hâtırasına bu gün bıraktığımız Azîz Ar
kadaşımın, binlercesi arasında şu dakikada perişan ve elemli dimağımda sıralanan
vasıflarından birkaç tanesi.... Garb Medeniyetini anlamış ve kavramış, sayılı, eşi
kendi branşında maalesef uzun müddet bulunanın acak, bütün hayâtı, çalışma tar
zı ve prensipleri Türk Gençliği için model olmaya lâyık gerçek bir ilim adamı idi.
Cenazesine gelen müteıaddid ecnebiler arasmda bir Ataşe şöyle diyordu:
"Bu çeşit ölüler, yetiştikleri toprağın sinesine değil, mensub oldukları milletin
ebedî mefkuresine göçerler."
Daha üç gün evvel içlerimizde aynı zamanda doğduğunu gördüğümüz bir duy
gu ile Dâireden çıkar çıkmaz Hastahânede kendisini görmeyi aziz arkadaşını Dok
tor Sadi Irmakla kararlaştırmıştık.
Celâl, çehresinde, bütün hayâtı boyunca eksik olmıyan mağmum, düşünceli
tebessümü ile bizi karşıladı:
— Artık, seziyorum ki bitmişim; toprağa intacte (= lekesiz, tertemiz) olarak,
sâdece üzerine ömür boyunca titrediğim bir şeyi götürebileceğim: Şeref ve Hay-
siyyetimi Ve ilâve etti:
— Biz fâniler için esas olan da bu değil mi? Allanın rahmetine dediği gibi ka
vuşmuştur.»
"..•. Celâl Aybar, Memleketimizin yetiştirdiği (nâdir ve) üstün kıymetlerden
biri idi • (9/c).
1122
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (9/f)
1123
Ord. Prof. Dr. Mustafa Tevfik Bey ile Hayriye Ha
EDHEM MENEMENCİOĞLU (11) nım'in oğludur. 1878 (1294 R.)'de İs
tanbul'da doğdu. Hukuk öğrenimi yap
t ı ; Hukuk Doktorluğu unvanı ve paye
sini kazandı.
Önce Hâriciye mesleğini seçdi.
1906'da Paris, 1909'da Lahey, 1910'da
Bükreş, 1911'de Berlin Sefaretleri Kâ-
tibliklerinde bulundu. 1912'de Hâriciye
Nezâreti Husûsi Kalem Müdîrliği'ne,
1913'de Berlin Sefareti Müsteşarlı
ğına terfi' etti. 1914'de Orta Elçilik pâ-
yesiyle Hâriciye Nezâreti Umum Müdîr-
liğine; 1916'da aynı Nezâret Müsteşarlı
ğ ı n a getirildi. 1927'de öğretim mesleği
ne geçerek 1 Kasım 1927'de Mülkiye
Mektebi Devletler Husûsî Hukuku Pro
fesörlüğüne ta'yin edildi. 30 Haziran
1928'de bu Ders'e Diplomasi Muhabere
dersi de eklendi. Aynı târihde Devlet
ler Husûsî Hukuku Profesörlüğünü bı
rakıp Devletler Umûmî Hukuku Pro-
fesörlüğü'ne geçdi. Diplomasi Mu
habere Dersi baki kaldı. Mülkiye'-
nin 1936'da Ankara'ya nakli üzeri
ne aynı derslerin profesörlüğü'nü derutıde ederek Ankara'ya geldi. Profesör
lüğüne devam etmek kaydıyle 17 Ağustos 1939'da Maârif Vekâleti Yüksek Tedrisât
Umum Müdîrliği'ne; Aralık 1940'da da Hâriciye Vekâleti Hukuk Müşâvirliği'ne ge
tirildi. Maârif Vekâleti'nin uygun görmesiyle 31 Temmuz 1942'de Afganistan Maâ
rif Başmüşavirliği'ne atandı. Bu görevde 1951 yılma kadar kaldı. Aynı yıl Yurd'a
döndü. Bir süre sonra da yaş haddinden emekliye ayrıldı. Sonra Politikaya atıldı.
Önce D.P., sonra M.P. ve C.K.M.P. saflarında bulundu. 27 Mayıs 1960 hareketinden
sonra siyâsî faaliyetler yeniden başlayınca A.P. kurucuları arasına katıldı. 1963
yılında Hakkın rahmetine kavuştu. Almanca, Fransızca, Farsça ve İngilizce'ye kuv
vetle vâkıfdı. Evli olup üç evlâd babası idi.
1124
2 — Hukûk-ı Esâsiyye [ ( = Anayasa Hukuku) Duguit'den T e r e ]
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1339-1340 (1923-1924); (2 cild); 8°
3 — Cumhuriyet'de Vatandaş (Theodore Roosevelt'den terceme)
İstanbul, Orhâniye Mat.; 1924; 38 sf.; 8°
4 — Hâkimiyyet ve Hürriyet (L. Duguit'nin Nevv-York Columbia Üniversitesi'n-
de 1920-1923'de verdiği dersler)
İstanbul, İkdam Mat.; 1340 (1924); 180 sf.; 8°
5 — Hukûk-ı Husûsiyye-i Düvel
İstanbul, Mülkiye Mektebi Mat.; 1927-1928; 200 sf.; 4°; (taş basması)
6 — Lotus (— Bozkurt) Mes'elesi (Beynelmilel Dâimi Dîvân-ı Adaletin Kararı
ve Muhalif A'zânın mütâlâaları)
İstanbul, Yeni Mat.; 1928; 102 sf.; 8°
7 — Le Nouvel Alphabet Turc, Explique en Français (Fransızca İzahlı Yeni
Türk Alfabesi)
İstanbul, Iktisad Mat.; 1928; 47 sf.; 8°
8 — Fıaşizm (Prezzolini Giusepe'den terceme)
İstanbul, 1932; 84 sf.; 8°
9 — Amme Hukuku
Ankara, Alâeddin Kıral Basımevi; 1938; 186 sf.; 8°
10 — Devletler Umûmî Hukuku
İstanbul, Devlet Basımevi; 1938; 344 sf.; 8°
11 — Sosyal Hukuk ve Tamâmiyet Nazariyesi
Ankara, Hapishane Mat.; 1938; 15 sf.; 8°
12 — Beynelmilel Camia Hukûku'nda Selâhiyet
Ankara, Yend Cezaevi Mat.; 1939; 13 sf.; 8°
13 — Cem'iyyet Hekûku ve Devlet Nazariyeleri (Prof. L. Duguit'den Tere.)
İstanbul, Marifet Mat.; 1939; 224 sf.; 8°
14 — Medeniyet Nizâmı (Diplomasi Yolu ile)
istanbul, Türkiye Mat.; ? ; 88+2 sf.; 8°
1125
ERCUMEND EKREM TALU (12) Recâi-zâde Mahmud Ekrem Bey ile Ay
şe Güzide Hanım'in dördüncü çocuğu,
üçüncü oğludur. 28 Kasım 1888 (22 R.
Evvel 1306)'de Boğaziçi - İstinye'de
Recâî-zâde'lerin meşhur Konağı'nda
doğdu. Galatasaray Sultânîsi'nde (Lise
sinde) Lise öğrenimini tamamladı. Bir
süre de İstanbul Mekteb-i Hukuku ile
Paris Serbest Siyâsî İlimler Mektebi'n-
de okudu
Galatasarayda öğrenici iken "ya
zarlığa" başladı. Bu hususu Rahmetli
şöyle anlatmaktadır (12/e):
« İbn'ül-Hıakkı Mehmed Tâhir
merhum, İstanbul'da biri "Çocuklara
Mahsus Gazete", diğeri de "Hanımlara
Mahsus Gazete" diye haftalık iki gazete
çıkarırdı. 1898'de (Ya'ni Sultânî'nin İlk
Kısım 1. Sınıfında iken) tahrir (kom
pozisyon) vazifemde "Güvercinler" adiy
le bir nesir yaşmışdım. Evimize gelip
giden Rahmetli Hocamız Faik Sabri
(Coğrafyacı Faik Sabri Duran) bir gün
benim bu yazımı okudu ve pek beğendi. Kendisi, yukarda bahsettiğim iki Gazete
nin de Yazı İşleri Müdîri olduğundan:
— Ercümend, dedi; senin bu nesrini "Çocuklara Mahsus Gazete"ye koyacağım,
ne dersin? Koyayım mı?.... Derhal kabul ettim; sevincimden de eteklerim zil ça
lıyordu. Yazım dizilecek ve onu m a t b u hâlde gazetede görecektim Nihayet bir
hafta sonra bir de baktım, Gazete'de yazım çıkmış; altında da imzam.». Hiç unut
mam, o vakit bu Gazete'den otuz tane aldım ve (Arkadaşlara):
— Bakın!... Gazete'de yazım çıktı, diyerek dağıttım. Sevincim büyükdü. Bir ta
raftan tahsile devam ediyor; dîger yandan da hikâyeler, nesirler yazıyordum. Fakat
1126
asıl, mesleğe (yazarlığa, gazeteciliğe) girişim ilk yazımın neşrinden (yayınlanma
sından) dört sene sonradır. Bu mesleğe girişimde muhakkak ki, "Baba Muhiti"nin
de çok te'siri olmuşdur. (Babam) Üstad Ekrem'in etrafında devrin bütün kalem
sâhibleri toplanırlardı. Ben bu toplantılarda seyirci ve dinleyici sıfatıyle bulunur
dum. Her okunan veya tenkîd edilen eser, beni heyecanlandırırdı. Sonra Mekteb'-
de (Galatasaray Sultanîsi'nde) de bir tesadüf olarak, o zamanki Edebiyatımızın en
büyük istidad ve şöhretleri vazife almışlardı. (Bu sebebledir ki) Mekteb-i Sultanî
bir daha o yıllan görememişdir. Atımed Hâşim, Refik Halid (Karay) Tahsin Nâ-
hid, Müfid Râtib, Refi' Cevad (Ulunay), Şâir Lemi Nihad gibi şöhretler hep o yılla
rın talebesi ve benim arkadaşlanmdı. Unutmamalı ki, Osmanlı Edebiyyâtı'mn son
devrini kapayan "Fecr-i Âti" (Edabiyyat çığın) o muhit'den doğdu. Böyle kıymetli
arkadaşlar arasında Edebiyat (cı,lığ)'a (ve yazarlığa) heves etmez de neye eder
sin- »
Rahmetli, Gazeteciliğe fi'len başlayışını da şöyle anlatmaktadır (12/e):
«... Sultânî'nin Son Sınıfında (yine Faik Sabri Duran'ın tavassutu ile) yukar
da adlarından bahsettiğim haftalık iki gazetenin (1904'de) Yazı İşleri Müdîri oldum.
Hemen her nüsha (sayı)'da bir, iki yazım çıkardı.
Mektebi (Galatasaray Lise'sini) bitirdikden sonra, Abdülhamid İdaresi, Recâi-
zâde Ekrem'in oğlu olduğum için Pasaport vermediğinden, kaçak olarak Paris'e
gittim. 1907'de döndükten sonra doğruca Ahmed Râsim Bey'e başvurarak iş iste
dim. Beni ikdam'a, Cevdet Beye (İkdam Gazetesi sahibine) götürdü; İk-
dam'da Mütercimlikle işe başladım. (Eskisi gibi) az okunan haftalık gazetelerde
veya mecmualarda değil de çok okunan gündelik gazetelerde çalışmak istiyordum.
Nihayet, Meşrûtiyet i'lân edildi ve bu i'lân ediliş benim çalışma sahamı genişlet-
di. O târihde gazete pek çok, gazeteci ise pek kıtdı. Ikdıam'dan sonra sırasıyle Sa
bah, Yeni Gazete, Gündelik Servet-i Fünûn, Tanin, Tercemân-ı Hakikat, Şûrây-ı
Ümmet, Fethi (Okyar) Bey'in çıkardığı (ve Atatürk'ümüzün de Mütâreke yıllannda
İstanbul'da iken Sermaye yatırımı yaptığı) Millet'de çalışdım.
Tercemân-ı Hakikat'm Başmuharriri rahmetli Hüseyin Kâzım idi. Bu Gazete
akşamlan çıkardı. Hüseyin Kâzım, sabahleyin Gazeteye gelir; o günkü Başmaka
lesini yazmaya başlardı. Bir aralık yazıyı yarıda bırakarak kalkar "şimdi geliyo
rum...." diyerek giderdi. Gidiş o gidiş.... (bekler, bekler gelmeyince) oturur makaa-
leyi ben tamamlar, Mürettibhâne'ye verirdim. Hüseyin Kâzun'ı da akşam üzeri
Sirkeci'deki birahanelerin birinde sızmış hâlde bulurlardı. Tuhafı şu ki, ertesi
günü Gazetede benim tamamladığım Başmakaleyi okuyan Hüseyin Kâzım:
— Amma da iyi yazmışım be ! derdi. Ben bu kadarcık iltifattan büyük se
vinç duyardım. Şunu da söyleyeyim ki, yıazarlığımı geliştirmekde, kendisine çok
şey borçlu olduğum Ahmed Râsim'in, Ahmed Cevdet'in ve Yunus Nâdi'nin büyük
te'siri olmuşdur. Bunların takdir ve teşvikleri olmasaydı, ben ihtimal ki bu elli
yıllık yokuşun (Bâb-ı Âlî Yokuşu'nu kastediyor) yansından geri dönerdim....»
1906'da, açılan müsabaka sınavını kazanarak, Düyûn-ı Umûmiyye (Osmanlı
Devleti Dış Borçlan) İdâresi'ne Mütercim olarak girmek suretiyle resmî hayâ-
1127
tını başlatmış oldu. Bir tarardan da muhtelit gazete ve dergilere "Eb'ül-Muvakkar"
t a k m a adlı imza ile yazılar yazıyordu. 1908'de Meşrutiyet'in i'lâm üzerine Düyûn-ı
Umumiyye'den Meclis-i A'yân Mütercimliği'ne ta'yin olundu. 1910'da önce Bâb-ı Âlî
(Sadrazamlık) sonra Saray Teşrifat (Protokol) Müdîrliği'ne getirildi. Bu görevden
sonra sırasıyle: İstanbul Şehremini (Belediye Reîsi) Muavinliğinde, Beyoğlu Muta
sarrıflığında. ek görev olarak Yüksek Muallim Mektebi ve Gazi Osmanpaşa, Kadı
köy Orta Mekteblerinde Fransızca Muallimliklerinde bulundu. 23 Mart 1919 (23
Mart 1335)'da ve Dâmad Ferid'in I. Sadrazamlığı zamanında Matbuat Umûm Mü-
dîrliğine getirildi. Memleketin en karanlık, Türk Târihi'nin en acılı günlerinde
yaptığı bu görevi, Rahmetli şöyle anlatmaktadır (12/f):
«... Dâmad Ferid Hükümeti tarafından Matbuat Umûm Müdîrliği'ne getirildi
ğimde, bu Hükümeti teşkil eden kimselerin henüz mâhiyyetlerini bilmediğim için
kabul eylediğim bu vazifede pek büyük güçlüklerle karşılıaşdım. İşgal OrduLarı,
İstanbul Matbûâtmı da kontrol altına almışiar; Müttefikler arası bir "Sansör
Hey'eti" teşkil etmişlerdi. Bu Hey'etde Türk Me'murları'na yer verilmemişdi. Hü
kümet Sansörlerine de asla ehemmiyet atfohınmıayordu. Evvelâ bu ciheti hallet
tim. Ben de Türkiye Matbuat Umûm Müdîri sıfatıyle ve müsavi haklarla kendimi
Heıy'et'e adetâ "'imposer" ettim. Bu esnadaki nâçiz hizmetlerimden biri: Merhum
Süleyman Nazif'in, o vakit çıkarmakta olduğu, "Hâdisât Gazetesi"nde, (Fransız İş
gal Kuvvetleri Kumandanı) General Franche Despere'nin İstanbul'a girişini tenkid
yollu yıazdığı " K a r a Bir G ü n " başlıklı fıkrayı (Sansüre u ğ r a t m a d a n ) geçirdiğinden
(yayınlattırdığından) dolayı Fransız Harb Dîvâm'nca ölüme mahkûm edilen Aske
rî Sansör Me'muru Yüzbaşı Azîz Hüdâi'yi kurtarmış ohnaklığımdır. Sonra, İzmir'in
Yunanlılar tarafından işgaalinde, Müttefikler (İ'tilâf Devletleri) tarafından sesi bo
ğulmak istenilen " T ü r k Matbûâtı"nın, her mes'ûliyeti üzerime alarak, neşriyatına
serbesti vermekliğimdir...»
Müttefik Devletler İstanbul'daki Fevkalâde Komiserleri'nin Bâb-ı Âlî'ye verdik
leri müşterek nota, vâki' şikâyet ve talebleri üzerine 26 Ağustos 1919'da bu görevin
den azledildi. İki hafta sonra da Arabyan Hanı'nda hapsedildi. 16 Aralık 1923
{16 K. Evvel 1339)'de T.B.M.M. Hâriciye Vekâleti'ne bağlı olarak 2. defa Matbuat
Umûm Müdîrliği'ne; 12 Mart 1924'de de Riyâset-i Cumhur (Cumhurbaşkanlığı) Baş-
kitâbetine (Genel Sekreterliğine) ta'yin edildi. 1925'de bu vazifeden de ayrılarak
bir süre Avrupa'da kaldı ve İstanbul'a döndü. Tekrar gazeteciliğe başlamakla bir-
likde, Rahmetli Müdîr Hüseyin Nâzım Bey'in teklifi üzerine de Mülkiye Mektebi
Fransızca Muallimliğine getirildi. Bu getirilişi de 1939 yılında S.B.O. ndaki öğreni-
cilerinden Sayın Mübin Başar'a şöyle anlatmışdır (12/ı):
« Yılını şimdi hatırlamıyorum. Avrupa'dan döndükten kısa bir müddet son
ra Mülkiye'ye Fransızca Öğretmeni ta'yin edildim. O zamanlar talebeler arasında
bana yaşıt olanlar vardı. İlk anda sıkıldım; bana yakıştıramazsınız amma, vallahi
utandan da. Ne ise ki Hüseyin Nâzım Bey vaziyeti idare etti. Kol koLa Sınıfa girdik.
"Siz onun gençliğine bakmayın, ilmini alın" filân gibi mutad takdim seremonisin
den sonra derse başladım. Müdîr Bey de kenarda bir müddet manzarayı tebessüm-
1128
le seyrettikten sonra çıkıp gitti. Bilgi dağarcığımda ne varsa anlatıyor, bir yandan
da önümdeki kürsîyi gözden geçiriyordum. Zira, bu kurt yenikleriyle dolu köhne
kürsî, beni hayli rahatsız ediyor ve dikkatimi çekiyordu. Zannederim talebeler de
hafif tertib gulümseyorlardı hâlime. Ne ise dersi bitirdim. Usulen tekmil haberi
vermek üzere Müdîr Beyin odasma girdim.
Hüseyin Nâzım Bey masasının başında, bıyık altından gülerek, " E , ne var ne
yok bakalım? Memnun oldun mu talebelerden?" sözleriyle beni karşıladı. "Memnun
olmak ne demek; Benim için büyük bir şeref bu, Mülkiye'de ders vermek", gibi
bir şeyler söylediğimi hatırlıyorum. Amma söylemek istediğim bir şey daha vardı
ki Müdîr Bey imdada yetişti; "Haydi, haydi, çıkar ağzından baklayı. Seni üzen bir
şey var gaaliba. Nedir? saklama, söyle?"
— Beyefendi, Mekteb, Talebeler, Sınıf, herşey, herşey güzel amma, şu ders
verdiğim kürsî bana bir acâib geldi. Çok eski; üstelik de kurtlar delik, deşik et>
miş. Acaba değiştirmek mümkin değil mi? Bir emir buyursanız....
Tebessümle beni dinleyen Hüseyin Nâzım Bey, bu sözler üzerine nâdir kahka
halarından birini attı:
— Hadi ordan, ben de seni akıllı zannederdim. Ayol o beğenmediğim nesne
vaktiyle Babanın (Recâî-zâde Mahmud E k r e m Bey m e r h u m ) ders verdiği kürsîdir.
Anbardan sırf senin için çıkartdım. Yarın alır eve götürür, ömrünün sonuna ka
dar saklarsın, dedi...;»
26 Eylül 1927'de zamanın Hâriciye Vekili (Dışişleri Bakanı) Dr. Tevfik Rüşdî
Araş tarafından 3. defa ve onbin kuruş maaşla Matbuat Umûm Müdîrliğine atan
dı. 1 Eylül 1929'da Barem Kanunu'nun çıkmasıyla bu Umum Müdîrliğin me'muri-
yet kadroları da barem'e göre ayarlandığı ve Umum Müdîrliğin Hâriciye Vekâleti'-
ne bağlı bir Şube Müdîrliği hâline getirilmesi ve 31 Mayıs 1931'de bu Şûbe'nin de
lağvedilmesi üzerine Varşova Elçiliği Müsteşarlığına naklen ve terfian atandı. Bu
görevde dört yıl kaldıktan sonra 1935'de Ankara'ya döndü; aynı yıl Gazi Terbiye Ens
titüsü ile, o sırada yeni açılan Polis Koleji Fransızca Öğretmenliğine; 28 Kasım
1936'da da bunlara ilâveten İstanbulldan Ankara'ya yeni nakledilmiş olan S.B.O.
Fransızca Okutmanlığı'na getirildi. Bu arada Ankara Hukuk Fakültesi Fransızca
Öğretmenliği'hde de bulundu. Şubat 1942'de Ankara'dan ayrılıp İstanbul'a geldi.
Galatasaray Lisesi ve "Nötre Dame de Sion" Fransız Kız Lisesi Edebiyat öğretmen-
ligi'ne ta'yin edildi. İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu Edebî Hey'et Üyeliğinde,
İstanbul Sular İdaresi İdare Meclisi Başkanlığı'nda da bulundu. Ayrıca, vefatına
kadar devamlı olarak Son Posta, Yeni Sabah, Cumhuriyet, Yenigün, Akbaba, Son
Saat, Karagöz gibi çeşitli gazete ve dergilerde Fıkra Yazarlığı, Yazı İşleri Müdîrliği
de yaptı. 16 Aralık 1956'da İstanbul'da, şeker hastalığı ve uğradığı kalb yetersizli
ğinden Hakkın rahmetine kavuşdu. Zincirlikuyu Asri Mezarlığı'na defnedildi. Ken
disinden önce Hakkın rehmetine kavuşan Ferîha Hanım'la evli idi. Gazeteci Mu-
vakkar Ekrem Talu ile, çok sevdiği, güzîde gazetecilerimizden Sayın Esin (Talu)
Çelikkan olmak üzere iki evlâd babası idi.
1129
Esin Hamm'ın, henüz liseye devam ederken iyi bir gazeteci olacağı hakkında
ki kanaatini Rahmetli şöyle belirtmişdi (12/e):
«... (Esin) Gazeteciliğe çok hevesli— Ben de vazgeçirmiyorum; çünki, gazete
cilik hiç de n a n k ö r bir meslek değildir. Patron olmadığım hâlde mesleğin n a n k ö r
olmadığına inananlardanım. Gazeteci herşeyden evvel idealist olacaktır. Hırsa ka
pılan, hasis menfaatler güden, dürüstlükden ayrılan insanı bu m a k i m pek çabuk dı
şarı fırlatır. Sebat ve feragat bu mesleğin esas unsurlarındandır!. Kızun'da bu va
sıfların toplannuş olduğunu bildiğim içindir ki o'na, gazeteci olabilirsin, diyo
rum,,...»
Galatasaray Klübü'nün, İstanbul Gazeteciler Cem'iyyeti ve Sendikası'nm daimî
üyesi idi. İstiklâl Madalyası'na, Legion d'Honneur'ün Officier Rütbesi'ne, Yugoslav
ya Kraliyet Nişanı'na sâhibdi. Fransızca, Yunanca, Almanca, İtalyanca, İspanyol
ca ve Farsça'ya vâkıf di.
Yusuf Ziya Ortaç, Rahmetli Ercümend Ekrem hakkında şunları yazmışdı
(12/d):
«... Şehzâdebaşmda, Sokrat Eczahânesi'nin arkasında, konaktan küçük, evden
büyük ahşap bir bina. Sokak kapışma m e r m e r basamaklarla çıkılıyor. İçeri girin
ce, solda müsâfir odası. Ercümend E k r e m l e ilk defa karşı karşıya oturuyoruz.
(1966'dan) tam otuzdört yıl evvel.
Ercümend boştaydı, o z a m a n ; Akbaba için yazı istedim. Hiç nazlanmadan ka
bul etti. Üç gün sonra, bir hikâye getirdi, bir Evliyâ-i Cedîd, bir kaç da küçük
fıkra... Bunlar, iyi cins beyaz kâğıd üstüne, yazılmamış, basılmışdı sanki: silinti-
siz, çıkıntısız, çizintisiz... Hele yazısı, eskilerin "Meşk" dedikleri bir kaligrafi örne
ğiydi.
Aradan bir hafta geçdi geçmedi, bize müsafir geldiler. Eşi rahmetli Feriha Ha
nım, Refik Hâlid, bir de şişman, patlak gözlü, "Hala H a n ı m " dedikleri, vur patla
sın, çal oynasın meraklısı bir komşu ile. Ellerinde bir de çekmecemsi, marköteri
bir kutu vardır Meğer içinde iskambil kâğıdlan, fişler varmış... kahveleri içer iç
mez oturduk p o k e r e !
İki seans sonunda, müşavirlerimizde metelik kalmamıştı. Hepsi benim önüm-
deydi. Kapıdan çıkarlarken Ercümend şöyle bir d u r m u ş ve Evliya Çelebi üslubiy-
le:
— Dür şûden-i Evliya,
Der hâne-i Yusuf Ziya!
diye bir kahkaha atmıştı. Öbürleri de güldüler güya— Sonra yine kendisinden
dinledim, yolda gelirken benim için:
— Canım, demişler, şâir değil mi? Enayi olur. Kazanırız m u h a k k a k !
Ercümend'le kısa zamanda dost olduk. Ama, birbirimizi hergün iarayan, her
gün gören iki dost. O aralık Şehremini (İstanbul Belediye Reisi) Operatör Emin
Bey'e Muavin ta'yin edilmişti. Akşamlan Belediye'ye uğrardım. O, değme sanatkâ
rın erişemiyeceği bir başarı ile E m i n Beyin taklidini yapar, gözlerinizi yaşartınca-
ya kadar güldürürdü.
1130
Ercümend Ekrem, her taklidi güzel yapardı: Ermeni, Yahudi, Çerkez, Arnavut,
Acem Vaktiyle o r t a oyununa da çıkarmış; görmedim. Ama Karagözünü seyret
tim. Nükteli, cinaslı pek güzeldi.
Ertesi yıl, tadına doyulmaz bir yaz geçirdik beraber. Arnavutköyü İskelesinin
sağlı sollu iki yanındaki yalıyı tutmuştuk. Üst başmdakinde o oturuyordu. Alt ba
şmdakinde ben. İstanbul'a inmediğim günler, sabahları ona uğrar. Gümüş b i r tep
side, bir tabak çilek, bir tabak vişne, buz parçaları altında ışıldardı. İki kadeh de
rakı. Bir saat sonra, âdeta sarhoş olurduk. Ama rakıdan değil, neş'eden!
Recâî-zâde Üstad Ekrem'in oğlu Ercümend Ekrem, saltanatlı bir yalıda büyü
müştü. Ekrem Bey tepeden tırnağa ciddiyet, vekar, h a t t â gururmuş. Ama Ercü
mend, bu kumral sakallı, siyah redingotlu alafranga Babanın oğlu değildi. O, eşsiz
Fransızcası, orta İngilizcesi, güzel Rumcası ve muaşeret bilgisi dışında bir halk
adamı, h a t t â biraz da halk komiği idi: Nâşid'in yazarı...
Gaaliba bunun için olacak, meşhur karikatürist Cem bir gün:
— Ercümend, Babanın Nijad'a niçin o k a d a r ağladığını seni tanıdıktan sonra
anladım, demişti!
En güzel eserlerini, yıllarca Akbaba'ya verdi. Meşhedî'nin Hikâyeleri, Meşhedî
ile Devr-i Âlem, Meşhedî Arslan Peşinde, Papeloğlu, Gün Doğmayınca...» Bunlar
mizah edebiyatımızın halâ rakibsiz romanlarıdır.
Ercümend E k r e m gayet kolay yazardı. Yalnız, r a h a t bir oda, temiz bir masa,
iyi yontulmuş altı kalem, bir silgi, bir deste de beyaz kâğıt veriniz, yeter
Eski harfler Akbabasından çıkan "Şerh'ül-Lûgat V'el-Esâmî" hâlâ güzeldir. Rüya
tâbirleri de öyle. Bunları, günün vak'alarını karıştıranak yazmakta erişilmez bir
ustalığı vardı.
Okuyucularım arasındaki gençleri düşünerek biraz açıklayayım. Gül, gel, kel ke
limeleri, eski harflerle bir şekilde yazılırdı. O, isimleri ve lûgatları ma'nâlandıran
yazı serisinde, sıra "güT'e gelince, bir de " m â n i " söylemişti:
Aman aman gül Alim
Gül dibine gel Alim
Ama yukarıda anlattığım gibi bu ma'nâdaki "Gül Ali" yi de "Kel Ali" okumak
pek müınkin, hattâ, muvafıktı. E, o yıllarda İstiklâl Mahkemeleri Reisi Kel Ali'yi
de bilmiyen, hele ondan korkmayan yoktu Ama biz korkacak yaşta değildik k i !
Ercümend, me'murluk hayâtmda her oturduğu koltuğu doldurmuş, yalnız hep
sinden de birer nükte uğruna yuvarlanıp gitmişti. Dili durmazdı. Atatürk evlendiği
zaman, O Cumhurbaşkanlığı Umûmi Kâtibi idi. Lâtife Hanımı ilk görüşte:
— "Lâüfe latif gerek!" demiş ve Çankaya'dan yuvarlanıp gitmişti.
Matbuat Umûm Müdiri iken de böyledir:
— Almanların bizden bir " H " si fazla, demiş. Onları Hitler idare ediyor, bizi
itler! Ertesi günü, elinde kalem, soluğu yine Akbaba'da aldı.
Bir akşam, onu Lâleli'deki apartımanında düşünceli görmüştüm. Ben odaya
girince sevindi Adımın ilk hecesini çekerek:
— Sorma başıma geleni Yûsuf, dedi.
1131
— Hayrola Ercümend?
— Ahmed Cevdet telefon etti, demin.
— Evet.
— İ k d a m için bir romanın var mı? diye sordu....
— Evet
— Ben de var, dedim...
— Evet
— Ama yok!... Birazdan, H â n etmeleri için adını söyliyeceğim... Ne yapsam,
ne desem, bilmem...
— Kolay, dedim, bir isim buluruz... Biraz d ü ş ü n d ü k ; biraz konuştuk, biraz şa-
kalaştık; bir isim bulduk: Kundakçı!-. Bu müthiş bir çapkının romanı olacaktı.
En zarif sosyete hanımından en körpe mahalle kızma kadar her kalbe kundak so
kan bir çapkının romanı... "Belle Amie" gibi bir şey.
Bunu bulunca, hemen telefona yapıştı. Yüzü, görülecek kadar gülünç bir cid
dîlik takınmıştı:
— Romanı yarından i'tibaren i'lâna başlayınız. İsmi, Kundakçı, Ercümend Ek
rem'in Gazetemiz için titiz bir i'tina ile yıllarca çalışarak hazırladığı büyük aşk,
ihtiras, macera romanı dersiniz.... İ'lânlar bir hafta kadar sürsün... Fotoğrafımı da
gönderirim... Efendim? müsveddeler mi? Hepsi hazır, hepsi. Yalnız bir gözden ge
çireyim. Ufak tefek rötuşlar yaparım belki!
Size, şaşılacak bir şey söyleyim mi? Üç aydan fazla süren r o m a n İ k d a m Gazete
sinin satışını arttırmıştı.
Ercümend Ekrem'in son yuları hazin geçmiştir. Pek sevdiği kızı Esin
[(Talu) Çelikkan] ile Tokathyan Otelinde yapyalnız kalmıştı. Tek oğlu Muvakkar
E k r e m Talu'nun, kendi gençliğinde bile yaptığı yaramazlıkları, a r t a n bir öfkeyle
affetmez olmuştu, nedense!....
Bu eski Cumhurbaşkanlığı Umumî Kâtibi'nin, bu eski Matbuat Umûm Müdî-
ri'nin, bu eski Sefaret Müsteşarının bir tek arzusu kalmışdı dünyada: Meb'us ol
mak Halk Partisi, sokağa kadar düşürdüğü meb'usluğu, ona kadar yükselte
medi!...
Son yularında bir tek sevinci, bir tek tesellisi olmuştur: Yapı ve Kredi Banka
sının ona, kırkıncı san'at yılında hediye ettiği zarif saat... Ama o yaşta otel oda
larında bahtiyar olmak kolay değildi. İçiyordu; şekeri vardı, içiyordu; Kalbinden
hastaydı, içiyordu. Bir gün, sesim biraz d a r g ı n :
— Ercümend, dedim... Elinde kadeh, yüzünün buruşuklukları içinde kaybolan
bir gülüşle sözümü kesti.
— Bu, dünya tababetinde yeni bir metod Yûsuf!... Sistem Talu! Hastalıkları
neşeyle tedavi!.-.
Ne dersiniz, Amerikalıların şimdi pek moda olan "Hoşgör H a p l a n " m daha ön
ce o mu keşfetmişti acaba..."
1132
BASILMIŞ ESERELERI (12/g)
1. Evliyâ-i Cedîd
istanbul, Matbaa-i Orhâniye; 1336 (1920); 48 sf.; 8°
2. Asriler (Roman)
İstanbul, İkbâl Kütübhânesi; 1922; 186+1 sf.; 8°
3. Kopuk
istanbul, Orhâniye Mat.; 1922; 164 sf.; 8°
4. Sâblr Efendinin Gelini
(2. bası) İstanbul, İkbâl Kütübhânesi; 1922; 141 sf.; 8°
5. Terâvih'den Sahur'a
İstanbul, Orhâniye Mat.; 1923; 117 sf.; 8°
6. Kan ve iman (Roman)
İstanbul, İkbâl Kütübhânesi; 1314 (1925); 160 sf.; 8"
7. Sevgiliye Masallar
istanbul, Marifet Mat.; 1925; 192 sf.; 8°
8. Şevketmeâb (Millî Roman)
istanbul, Resimliay Mat.; 1925; 84 sf.; 8°
9. Zeyl-i Evliyâ-i Cedîd
İstanbul, Kanaat Kitabhânesi; 1925; 143 sf.; 8°
10. Kız Ali
İstanbul, Sebat Mat.; 1926; 120 sf.; 8°
11. Erenler (Vodvil, üç perde)
istanbul, İkbâl Kütübhânesi; 1926; 83 sf.; 8°
12. Gün Batarken (Roman)
(3. bası) İstanbul, Ahmed Kâmil Mat.; 1926; 144 sf.; 8"
13. Kundakçı (Roman)
istanbul, Yenli Şark Kütübhânesi; 1926; 180 sf.; 8°
14. Meşhedî ile Devr-i Âlem
İstanbul, Sebat Mat.; 1927; 256 sf.; 8°
15. Güldüren Kitab
İstanbul, Ahmed Kâmil Mat.; 1927; 128 sf.; 8°
16. Meşhedî'nin Hikâyeleri
(2. bası) istanbul, Şirket-i Mürettibiyye Mat.; 1928; 128 sf.; 8°
17. Gemi Arslanı ( r o m a n )
İstanbul, ikbal Kütübhânesi; 1928; 357 + 3 sf.; 8°
18. Yeni Kıraat [M. Zekeriya (Sertel) ile birlikte]
İstanbul, Resimliay Mat.; 1928; 158 sf.; 8°
19. Kodaman
İstanbul; 1935; 168 sf.; 8°
20. Meşhedî Arslan Peşinde
İstanbul; 1944; 168 sf.; 8°
1133
21. Çömlekoğlu ve Ailesi
Ankara; 1945; 164 sf.; 8°
22. Cüceler ve Devler Memleketinde Gulliver'in Seyahatleri (J. Swift'den tere.)
İstanbul, Kanaat Kitabevi; 1958; 128 sf.; 8°
23. Papeloglu
İstanbul; ? ; 250 sf.; 8°
24. Gün Doğmayınca
İstanbul; ? ; 185 sf.; 8°
25. Bu Gönül Böyle Sevdi
İstanbul; ? ; 176 sf.; 8°
o
Prof 29 Temmuz 1889'da Almanya'nın Apen-
ERNST REUTER (13) rade Schlesvvig Holstein Şehrinde
doğdu. 1907'de Leer, Ostfriesland Hu-
manistisehes Jimnazyum olgunluk imti
hanını vererek me'zun oldu. Aynı yıl
girdiği Marburg, Münih ve Münster
Üniversitelerinde beş yıl süre ile Târih,
Alman Filolojisi ve Millî Ekonomi eğiti
mi yaptıkdan sonra 1912'de Marburg
Üniversitesi'ni bitirdi. Aynı yıl "Alman
Sosyalist Partisi" 'ne (S.P.D.) girerek
siyâsî hayâta atıldı. 1913'de ıbu Parti'-
nin Merkez Eğitim Komitesi Üyeliğine
getirildi. 1914'de "Yeni Vatan Birliği"
adlı yeni bir parti kuruluşu çalışma
larına katıldı; bu Parti'nin Genel Sek
reterliğine seçildi. 1915'de askere alın
dı. Çarlık Rusya Cebhesi'nde yaralana
rak 1916'da Ruslara esir düştü. Bu dev
rede Komünizm'e bağlanarak Komünist
Partisi'ne Üye oldu. 1918'de Lenin ta
rafından Volga Almanları Yüksek Ko-
miserliği'ne ta'yin edildi. Bu mevki'de
iken kendisinin bir üst âmiri Stalin'di Fakat altı ay süren bu görev sırasında Reu-
1134
ter. Komünizmin insanlık için ne büyük bir felâket ve komünistlerin her çeşid in
sanlık duygusundan m a h r u m yaratıklar olduğunu etrafıyle anladığından Aralık
1918'de Rusya'dan kaçarak Almanya'ya döndü. 1919'da "Alman Komünist Partisi
(K.P.D.) Berlin Şubesi Sekreterliği" «ne seçildi. 1921'de Alman Sosyalist Partisi'n-
den de ayrılarak "Alman Birleşik Sosyalist Partisi (U.S.P.D.)" ne girdd. Bu a r a d a
sözü geçen Parti'nin yayın organı olan "Hürriyet (= Die Freiheit)" ve "İleri (= Der
V o n v â r t s ) " Gazetelerinin 1926'ya k a d a r Başyazarlığım yaptı. 1923'de U.S.P.D.'den
ayrılan "Alman Sosyalist Partisi (S.P.D.)'lne geçti. Bu Parti'nin Berlin'de Belediye
seçimlerini kazanması üzerine "Berlin Şehri Trafik ve Âmme İhtiyaçları Bölümü
Âmirliği"ne getirildi. Altı yıl kaldığı bu görev sırasında da "Berlin Trafik Derneği
(B.V.G.)"ni kurarak Berlin Trafik Şebekesi'nin ıslah edilmesini ve yeni o t u r m a
bölgelerinin Şehre bağlanmasını sağladı. 1931'de aynı Parti'den Magdeburg Şehri
Belediye Başkanlığı'na (Oberbürgermeister) seçildi. Bu görevde iken 1933'de Hitler
İktidarı tarafından iki d e f a tevkif edilip "Lichtenburg Temerküz Kampına (Kon-
zentrationslager Lichtenburg)" sevkedildi. 1934'de bu k a m p d a n veya hapishaneden
kaçarak "Siyâsî Mülteci" sıfatıyle İngiltere'ye sığındı. 1935'de Hükümetimizin da've-
ti üzerine Türkiye'ye gelen Reuter'in, onbir yıllık Türkiye hayâtını ve kendisine
"Türk Reuter" sıfatını kazandıran çalışmalarını, bu konuda Türkiye'de en yetkili
kişilerden biri olan Sayın Prof. Fehmi Yavuz'dan öğreniyoruz (13/d):
".... Reuter'in (Türkiye'deki) hayâtmı ve şahsiyetini şu dört ana bölümde ince
lemek doğru olur:
1 — Türkiye'ye gelmeden (1935'e kadar)
2 — Türkiye'de (1935, 1946 Kasımına kadar) (*)
3 — İşgaal Altında Bulunan Berlin'de (1946-1953 Eylül sonu)
4 — Sonuç ve Şahsiyeti
Burada Reuter'in Türkiye'deki, özellikle Siyasal Bilgiler'deki çalışmalarına ağır
lık verilecek; hayâtının geri kalan kesimlerine ana çizgileri ile değinilecektir. So-
nuçda ise bu değerli ilim ve Politika adamının kişiliğini ortaya koymağa yarayacak
ba'zı izlenimler ve anılara yer verilecektir.
1 — E. Reuter, 29 Temmuz 1889'da Apenrade de doğdu. Birinci Cihan Savaşın
dan sonra yapılan sınır değişikliğinde, Reuter'in doğum yeri Danimarka toprakla
rına katılmıştır. Marburg ve Münich Üniversitelerinde Târih-Coğrafya ve iktisad
tahsilini tamamladı. Eski Dillere, Felsefeye, Almanca'ya ve Matematiğe çok meraklı
idi. Daha Üniversite öğrenicisi iken sosyal lakunlara katılmağa başlamışdı.
Birinci Cihan Savaşının çıkması üzerine askere alındı. 1916'da Galiçya Ceb-
hesinde sol kalçasından yaralandı (**) ve Ruslara esir düştü. Hastahâ-
nede ve çalıştırıldığı yerlerde Ruscayı öğrendi ve 1917'de Rus İhtilâlinin patlak
vermesi üzerine esir arkadaşlarım ve Volga Alınanlarını organize ederek ihtilâlcile
re yardımcı oldu. Onlarla işbirliği yaptı. Almanya'ya döndükten sonra, Alman Ko
münist Partisinde önemli mevkilerde bulundu. Bir süre Genel Sekreterlik yaptı.
1135
Lenin (Alman Komünist) Parti (si) liderine yazdığı mektubda "Reuter çok kaabili-
yetli ve parlak zekâlı bir gençdir. Ancak hürriyetine çok düşkündür." diyordu.
Reuter, Komünizmin Rus Emperyalizmini gerçekleştirmek için bulunmuş mü
kemmel bir formül olduğu kanısına varınca Harbden önce üyesi bulunduğu Sosyal
Demokrat Partisine geçti ve ölümüne kadar hep orada kaldı.
Reuter, Berlin Belediyesinde önemli işlerin başına getirildi. Berlin ulaştırması
nı bir bütün olarak ele aldı. Dünyanın bir çok büyük şehirleri Reuter'in Berlin'de
başarı üe geliştirdiği örneği izledi. 1931'de Magdeburg Belediye Başkanlığına, 1932'-
de de Alman Parlamentosuna (Reichstag) üye seçildi. Aynı günlerde Hitler iktida
ra gelmek üzere idi.
Reuter bütün davranışlarıyle NAZİ Rejimine karşı olduğunu açıkça gösterdiği
için, iki kez temerküz kampına atıldı ve üçüncü kez, belki de hiç çıkma
mak üzere kampa atılma tehlikesi basgösterince, d o s t l a n n m ısrarı üzerine, 1935
Ocağında cebindeki 10 Mark ile Almanya'dan ayrıldı. İki gün sonra, tutukla
mak üzere müsâfir kaldığı eve gelen GESTAPO, eli boş döndü. Reuter önce Hol
landa'ya, oradan da İngiltere'ye geçti. 1935 yazında ise Türk Hükümetinin da'veti
üzerine İktisad Bakanlığında bir uzmanlık görevi aldı ve Ankara'ya geldi. Alman
ya'da bıraktığı Ailesi aynı yılın sonbaharında Ankara'ya geldi.
2 — E. Reuter, 1946 Kasımında, Memleketine dönünceye kadar sürekli olarak
Türkiye'de kalmıştır. Reuter'in 3.6.1936 târihini taşıyan ilk anlaşmasını Türk Hü
kümeti adına o zaman İktisad Vekili olan Celâl Bayar imzalamışdır. Bu Bakanlık
ta ve Ulaştırma Bakanlığında özellikle tarife uzmanı olarak çahşmışdır. Biz, daha
çok Siyasal Bilgiler Okulu'ndaki çalışmaları üzerinde duracağız. Yalnız bir nok
taya değinmekte fayda vardır: Reuter bu Okul'da öğretim görevini üzerine alma
mış olsa idi, o zaman türlü Bakanlık ve Kurumlarda çalışan bir çok Alman uzman
gibi, o da Türk Kamu Oyunda önemli izler bırakmadan unutulur giderdi. Memle
ketine döndüğünde ona "Türk Reuter" dedirten, yüksek idareciler yetiştiren bir
kurumda görev almış ve büyük bir başarı göstermiş olmasıdır.
Şehircilik ve Mahallî İdareler Mâliyesi dersleri, Siyasal Bilgiler Okulu'nun
eğitim ve öğretim programlarına Reuter ile girmiştir. O zaman uzmanlık görevin
den yüksek ücret aldığı için, kendisine 80 lira gibi sembolik bir para verildi. İkin
ci Cihan Savaşı içinde öteki uzmanlarla birlikte Bakanlıktaki görevinden uzaklaş
tırıldı. Siyasal Bilgiler'den aldığı rmaâş da 400 liraya çıkarıldı. Denizcilik Banka
sında kendisine ek bir uzmanlık görevi verildi. Bu iş için 15 günde bir, İstanbul'a
gidip geliyor ve 300 lira aylık alıyordu.
Reuter yalnız ders okutmakla yetinmemiş; konferansları, makaaleleri, kitapları
ile o zamana kadar değinilmeyen Şehircilik ve Mahallî İdare konularını, Türkiye
açısından ve mukaayeseli bir biçimde ele almıştır. Göreve başlamak üzere olduğu
günlerde Müdîr Emin Erişirgil'e yazdığı 8 Ağustos 1938 tarihli mektupta, "Seksen
lira aylığın sembolik ücret olarak yeteceğini; ancak hiç bir zaman, çalışmalarının
aldığı para ile orantılı olmıyacağmı, bütün gücüyle kendisini Okuldaki işine vere
ceğini" bildirmiştir.
1136
Okul Müdîrine gönderdiği m e k t u p d a aynı zamanda "talebe ve komünal me'-
m u r l a n n yetiştirilmesi için" gerekli bulduğu kitapları şu beş grupda toplamış ve
ayrıntılı bilgi vermişti:
1 — Komün Bilgisi,
2 — Türkiye Mahallî İdarelerinin İdare Hukuku,
3 — Türkiye Mahallî İdarelerinin Mâlî Durumu,
4 — Türkiye Komünlerinin Yıapı İşleri ve Şehir Planları,
5 — Türkiye Komünlerinin Âmme Hizmetleri.
" K o m ü n Bilgisine Giriş" Kitabı 1940'da yayınlandı. O zaman Sivas Valisi bu
lunan Necmeddin Ergin ile ortaklaşa hazırladıkları "Belediye Mâliyesi" Kitabını
İçişleri Bakanlığı yayınladı. Büyük emekler vererek hazırladığı "Yakın Münâkale"
kitabı ise bastırılmamışdır. (Bunun bir nüshası S.B.F. kitaplığında vardır) Siyasal
Bilgiler Okulu, Siyâsî İlimler, İstanbul Üniversitesi İktisad Fakültesi, Dil, Târih -
Coğrafya Fakültesi, Konjonktür, Arkitekt gibi süreli dergi ve mecmualarda çıkan
makaalelerinin çoğunun a y n baskısı vardır. İstanbul Belediyesinin 1937 - 1942 malî
d u r u m u n u inceleyen monografi ve Türkiye İktisad Derneğinde verdiği "Mesken
Mes'elesinin Hal Çâreleri" başlıklı konferans ayrı broşürler olarak yayınlanmıştır.
Değindiği konuların türü hakkında bir fikir edinmek üzere Kaymakamlık Kursla
rında verdiği konferanslar için hazırladığı metinlerin başlıklarını aşağıya alıyo
ruz:
— Mahallî İdareler Mâliyesinin Hususiyetleri,
— Tasarrufun Teşviki,
— Mahallî İşletmelerin Umumî Problemleri (İki Konferans),
— Yakın Münâkale İşletmeleri,
— Mahallî Hijyen İşletmeleri (İki Konferans),
— Mahallî Yapı İşletmeleri,
— Mahallî İdarelerin İktisadî Sahadaki Umûmî Faaliyetleri,
— Sosyal Siyâset ve İçtimaî Muavenet (iki konferans).
3 — Bugün de Utanç Duvarının, Doğu ve Batı iadıyla, ikiye böldüğü Berlin, İkin
ci Cihan Savaşını izleyen günlerde Dünyanın bu büyüklükteki medenî hiç bir şeh
rinde görülmemiş olan sıkıntılara uğramış; siyâsî, ekonomik ve sosyal olaylara
ve bunalımlara sahne olmuşdur. İşte Berlin Belediye Başkanlığına getirilen Reu-
ter bu o r t a m içinde, yalnız Almanya'yı değil b ü t ü n dünyayı idare eden birinci sı
nıf kafalar arasındaki yerini almışdır. Ayrıntılara girmeden 11 ay süren Batı
Berlin Ablukasına değinmek yerinde olacaktır:
1948 Haziranında Ruslar Berlin'e giden b ü t ü n kara, demir ve su yollarını ka
pattılar. İki buçuk milyonluk Şehri, Amerikalılar ve İngilizler 1949 Mayısına ka
d a r havadan beslediler. Bu süre içerisinde 30 saniyede bir uçak Berlin'in Tem-
pelhof Hava Alanına iniyordu. Hava yoluyla Berlin'e 1.402.644 ton yiyecek, içecek,
yakıt ve türlü başka malzeme taşınmıştır. Zaman zaman gösterilen zaaflar, Ber
lin'i feda etme eğilimleri karşısında Reuter, inancından hiç bir şey kaybetmeden,
halkm sıkıntısını paylaşıyor ve: "Avrupa'nın anahtarı Almanya'dır; Almanya'nın
1137
anahtarı ise Berlin'dir" diyordu. 1953 Eylülünde öldüğü zaman o, Berlindeki diren
menin ve kalkınmanın sembolü hâline gelmişti.
1138
nan eski Müsteşarına gönderir ve şu notu ekler: "Görüyorsunuz, b i r kraliçenin şe
hirde bisikletle gezmesi ayıp sayılmıyor."
Reuter Türk Halkına büyük ümid ve hayranlık beslemesini bilmiş ve öğrenmiş
tir. Bu sonuçta, onun sınırsız insanlık sevgisi kadar, Türkceyi rahat konuşmayı öğ
renmesinin ve her fırsatda Anadolu'da dolaşarak halkla yakın ilişki kurmasının da
büyük etkisi olmuştun. Reuter, Türk Aydınlarını geniş halk kitlesinin değerlerini
gereği kadar tanımamakla ve ondan uzaklaşmakla suçlardı.
Gençliğinde ve Almanya'dan kaçmcaya kadar türlü gürültülü siyâsî olaylara
karışmış olan Reuter, Türkiye'de dinlenmek, beklemek, dünyada olup bitenleri ana
çizgileri ile seyretmek ve değerlendirmek fırsatını bulmuşdur. Berlin'de karşılaşdığı
bir Türk dostuna: "Beklemeyi, sabırlı olmayı Türkiye'de öğrendim ve bu özellikle
rin ne kadar değerli ve önemli olduğunu da Almanya'ya döndükten sonra kabul et
t i m " demiştir."
Teşriî Hayâtı: 1921'den 1926'ya kadar Alman Sosyal Demokrat Partisi Berlin
Şehir Meclisi Üyeliğinde; 1932'den 1933'e kadar aynı Parti'nin Milletvekilliği'nde;
1948'den 1951'e kadar yine Alman Sosyalist Partisi'nden 2. d e f a Berlin Şehir Mec
lisi Üyeliğinde; 1948'den 1949'a kadar Bonn Parlamentosu'nda Danışmanlar Hey'eti
Berlin Mümessilliğinde ve Berlin Milletvekilliği'nde; 1949'dan 1953'e k a d a r Berlin
Milletvekilliğine devam ve Federal Danışmanlar Hey'eti Berlin Mümessili olarak
'"Bütün Alman Problemleri ile ilgili Federal Hey'efin Başkanlığında; 14.1.1949'dan
1951'e kadar Berlin Devlet ve Belediye Başkanlığı'nda; 18.1.1951'den Berlin'de vefat
târihi olan 29 Eylül 1953'e kadar da 2. defa Berlin Belediye ve Devlet Başkanlığı'n
da; 1949'dan 1953'e kadar Alman Şehirleri Konfederasyonu Başkanlığı'nda; 1946'dan
1953'de vefatına kadar Alman Sosyal Demokrat Parti'si (S.P.D.) Berlin İ d a r e Hey'e
ti Başkanlığı'nda ve Hannover, Bonn Genel Başkanlığı'nda ve üyeliklerinde bulun
du.
Rusya ve Türkiye'ye gidişlerinden ayrı olarak: 1929'da İdarî ve Politik prob
lemler üzerinde çalışmak için; Mart 1949'da "Dünya (Demokrat) Belediye Baş
kanları Konferansı (= The United Conference of Mayors)" na da'vet üzerine;
Şubat - Mart 1951'de Amerikalıların "Demokratik Çalışmalar Cem'iyyeti
(= Americans for Democratic Actions Association)"nin da'veti üzerine; Mart 1953'de
"Ford Te'sisi'nin (= Ford Faundation)", "International Rescue Committee (= Mil
letlerarası Kurtarıcı Komite)" ve dîger Amerikan Sosyal Yardım Organizasyonla
rının da'veti üzerine dört d e f a Birleşik Amerika'ya gitti. A.B.D. eski Cumhurbaş
kanlarından Truman, Milletlerarası Demokrat Belediye Başkanları Kongresi'nin
açış konuşmasında Reuter hakkında "2. Dünya Savaşı'ndan sonra her belediye baş
kam Prof. Reuter gibi çalışmış olsa idi, Savaşın insanlığa getirdiği felâket ve ıztı-
rablarm yüzde doksanı ortadan tamamen kalkmış olacakdı." demiştir.
64 sene ve tam iki ay yaşadıktan sonra 29 Eylül 1953 akşamı, Orta Avrupa sa
ati ile 19.0O'da Batı Berlin'de geçirdiği bir kalb krizi sonunda vefat etti. Vefa
tından sonra A.B.D. Cumhurbaşkanı Eisenhovver şunları söylemişdi (13/c):
"Bütün hür dünya, Prof. Reuter'e Komünizm'e karşı hürriyeti müdâfaa eden
1139
demokrasi mücâdelesinin bir sembolü nazarı ile bakmakda idi. Kendisinin ânî ölü
mü Batı Almanya'yı olduğu kadar hür dünyayı da derin bir kedere garketmişdir."
Vefatından sonra Türk Basım'nda hakkında pek çok sitayişkâr yazılar çık-
mışdır. Bunlardan rastgele iki örneği aşağıya alıyorum (13/b ve 13/c):
"... Samimî bir Türk dostu olan Prof. Reuter çok iyi Türkçe biliyordu. NAZİ
Almanyasının yenilmesinden sonra Memleketine dönerek Batı Berlin Belediye Baş
kanı olmuş; gerek Batı Berlin'lilerin, gerek Batı Almanya'nın Sovyet baskısına
mukaavemetinde mühim rol oynamışdır.
Harb'den sonra Alman Milleti'ne demokrasi âleminin dostluğunu çekmekte de,
Adenauer'le birlikte, büyük hizmeti geçmiş olan Ernst Reuter, Harb Sonrası Avru-
pasmın en mümtaz siyâset adamları arasında sayılıyordu...."
«... Başkanın Odasından çıkan Husûsî Kalem Müdîri hürmetini bir kat daha
artırarak " H e r r Bürgermeister sizi bekliyor" dedi ve bana yol gösterdi. Odasına
girdiğim zaman Prof. Ernst Reuter'in tıpkı Ankara'daki gibi neş'eli, sağlam ve can
lı olduğunu gördüm. Yerinden kalkıp hararetle elimi sıktı. "Buraya Ankara'nın,
Türkiye'nin havasını getirdiniz" dedikten sonra bir divâna oturduk. Prof. Reuter,
rahmetli Said Çelebi'ye ne kadar benziyordu!. "Berlin'e gelirken, yolda güçlüklere
uğrayıp uğramadığımı" sordu. "Bana Ankara'dan bahset. Zannedersem şimdi da
ha da büyüyüp güzelleşmiştir. Oradan ayrılırken Mülkiye (Cebeci) asfaltı üzerinde
yeni apartmanlar yapılıyordu. Bu Caddeyi pek severim. Acaba Prof. Selen ne
âlemde? Yavuz Abadan, Erişirgil ne yapıyorlar? Söyle bakayım, burada, yer bul
dun mu? İstersen sana otelde bir oda te'min edeyim. Berlin dîger şehirlere benze-
mez; her yerimiz tıklım tıklım dolu. Mültecileri gördün mü? Bu, d u r u m u iyi akset
tirir. Üniversite'ye de uğra; Orada Ankara'dan gelen Prof. Rohde ile Prof. Hirsch'i
de görürsün. Sana araba da te'min ederim. Şehrin d u r u m u n u mu soruyorsun? Da
yanıyoruz Günde ortalama beş yüz kişi geliyor. Bunlara ilk yardımı yapıyoruz;
yiyecek ve yatacak yer te'min ediyoruz; sonra imkân nisbetinde dîger şehirlere
gönderiyoruz. Amerikan makamlarına müteşekkirim. Onların gıda yardımı olmasa
bu işin altında kalkamayız. Seçimler mi? Daha buna çok vakit var. Fakat kazana
cağımızdan ümidliyim. (Reuter Sosyal Demokratdı). Evet, Schumacher'in vefatı,
bütün Alman Milleti ve b ü t ü n medenî âlem için büyük bir kayıptır. Haa, istersen
Mültecilerle konuş. Bak sana neler anlatacaklardır. Komünistlerin bana "Türk
Reuter" dedikleri doğrudur. Birbirimizden pek hoşlanmıyoruz (kahkaha ile gü
ler)."
Batı Berlin Belediye Reisi " T ü r k Reuter" öldü. Kendisi Harb Sonu Devrinin,
Batılılar Cebhesinde en mühim bir uzvu idi. Evvelce komünist olduğu için, Kızüla-
rın taktiklerine yakından vâkıfdı. Ve bundan dolayı Batı Berimde, Hürriyet ve
Demokrasinin korunması uğrunda bu tecrübesinden çok istifâde etti. Kendisi
Birinci Dünya Harbinin sonunda Lenin'in en yakın iş arkadaşı olmuştu. Alman
ya'da Bayan Klara Zetkin ile birlikte Komünist Partisini kurdu. Daha sonra Kı
zılların içyüzünü öğrenince, Sosyal Demokratlara ilithak etti ve yılmadan insan
hakları için savaşdı. Hitler zamanında Ankara'ya gelerek İkinci Dünya Harbinin
1140
sonuna kadar aramızda yaşadı. Müteveffa, dürüst, samimi bir insan, katıksız bir
demokrasi mücâhidiydi »
Anadili olan Almanca'dan ayrı olarak, İngilizce, Türkçe, Rusça ve Yunanca'ya
kuvvetle vâkıfdı. S.B.O.'nda derslerini iki yıl kadar terceman aracılığı ile verdi.
Sonraki yıllarda tercemansız olarak gaayet rahatlıkla Türkçe konuşmaktaydı. İki
d e f a evlendi. Bn. Hanna ile olan 2. evliliğinden bir erkek, iki kız olmak üzere ü ç ;
ilk eşinden de bir erkek, bir kız olmak üzere iki ve toplam olarak beş evlâd ba
basıdır. Müzik ve resimle uğraşmak hobisi idi. Puro ve kırmızı şarap içmeyi çok
severdi.
B A S I L M I Ş (Türkçe) E S E R L E R İ
1 Komün Bilgisi (Şehircilik): Şehirciliğe Giriş
Ankara, Yeni Cezaevi Mat.; 1940; 348 sf.; 8°
Belediye Mâliyesi (Sivas eski Valilerinden rahmetli N. Ergin ile)
istanbul. Cumhuriyet Mat.; 1945; 321 sf.; 8°
O
Ord. Prof. Kıymetli Din Alimlerinden izmir Müf-
ES'AD ARSEBÜK (13) tîsi Hoca Emin Efendinin Torunu,
meşhur "Mecelle Sârini (= İslâm Me
deni Hukukçusu) Ali Haydar (Arşe-
bük) (14) Efendinin oğludur. 1884'de
İstanbul'da doğdu. KÜÇÜK yaşda Baba
sından Arabca, Frasca ile kuvvetli bir
İslâm Hukuku kültürü, Amcası kıy
metli bilgin ve Adliye Nezâreti Müste
şarlarından Sa'deddin Arsel'den de E-
debiyat, Batı Felsefesi, Müzik Kültür
ve zevki aldı. İlk kültürünü, özel
olarak Babasından alıp, 1894'de Ga
latasaray Sultânîsi'ne verildi; burada
ilk, orta ve lise öğrenimini tamam
ladıktan sonra 1904'de me'zun oldu.
Aile geleneğine uyarak istanbul Mek-
teb-i Hukûku'na girdi; 1908'de buradan
da aliyyülâlâ (pekiyi) derecede me'zun
oldu. Hukûk'da öğrenici iken İstanbul
Muhtelit Ticâret Mahkemesi Zabıt Kâ-
tibliğine atandı. 1909da, "Doktora İm
tihanı" adı verilen ve Hukuk Mektebi
1142
rine verdiği bilgileri sindirip sindiremediklerini imtihanlarda t a m bir objektivite
içinde takdir ederek sınıf geçirmeyi bir namus mes'elesi telâkki etmişdir. Rahmet-
li'nin b ü t ü n hayâtı H u k u k ' du. Günde e n a z sekiz saat çalışır; " b u n d a n
daha az olduğu zaman, kendimden birşeyler kaybettiğimi hissediyorum..." derdi.
Vefatı, bu sözlerinin bir nevi' ısbâtıdır. Yaş haddini tamamlayıp son dersini ver-
dikden onbeş gün sonra hayâta gözlerini yumdu....» (13/b).
Öğrenicisi Doç. (Prof.) Dr. Necib Bilge de, Hocası Arsebük hakkında şunları
yazmışdır (13/d):
«15 Mayıs 1954 tarihli gazeteler sayın Hocamız Ord. Prof. Ahmed Es'ad Arse-
bük'ün öldüğünü, Tanrının rahmetine kavuştuğunu bildiriyorlardı. Bu acıklı haber,
yalnız Hukuk Fakültesini, yalnız Ankara Üniversitesini değil, b ü t ü n Türk Hukuk
Alemini içinden yaralamışdır. Gerçekden, Profesör Es'ad Arsebük'ün ölümü ile
Ankara Hukuk Fakültesi, yeri kolay kolay doldurulamayacak çok değerli bir ele
manını, Ankara Üniversitesi âlim ve fâzıl bir üyesini ebediyyen kaybettiği gibi,
Türk Hukuk Âlemi de yorulmak bilmiyen kıymetli ve vefakâr hizmetkârından,
Türk Milleti iyi kalbli, saygı değer bir evlâdından m a h r u m olmak talihsizliğine
uğramışdır.
Geçen yıl geçirmiş bulunduğu bir rahatsızlık O'nu, vücudca biraz sarsmışdı;
fakat bu yıl kendisini daha iyi hissettiğini, fikren yorgun olmadığını söylüyordu.
Medenî Hukukun her sahasında müsellem bir otorite sayılmakla beraber, Borç
lar Hukukuna ayrı bir meclûbiyeti vardı. Ve Borçlar Hukukunu takrir etmekden
a y n bir zevk duyardı. Bundan onbeş gün k a d a r önce bir Oumıa günü, Fakültenin
İkinci Sınıfına son dersini vermişdi. Takrir sonunda, Fakülte'deki ilk dersine
Borçlar Hukukunu okutmakla başlamış olduğunu, son dersini de gene Borçlar
Hukukundan bir Cuma günü vermek istediğini ifâde etmişdi. Hâdiselerin ne ga
rip bir cilvesidir ki, öğretim hayâtının başlangıcı ve sonucu bir Cumaya rastladı
ğı gibi, kendisi için fâni hayâtın sonu ve ebediyet âlenıinin başlangıcı gene bir Cu
ma gününe tesadüf etmişdir.
Hâkimlikde, idâri vazifelerde ve öğretim kürsîsinde muvaffakiyetle geçmiş bir
meslek hayâtına sâhib bulunan m e r h u m Hocamızın, rahle-i tedrisinden feyz al
mış binlerce hukukçu bugün Türkiye'nin muhtelif bölgelerinde çeşitli vazifeler
de onun hâtırasını anmaktadır. Fakat, O'nun öğretim kürsîsinden bilfi'l ders al
mamış olmakla beraber, fikirlerinden ilham alanların ve eserlerinden faydalanan
ların sayısı daha çokdur ve gün geçtikçe de çoğalacaktır. Bu i'tibârla Profesör Ar
sebük sâdece Ankara Hukuk Fakültesinin değil, b ü t ü n Türkiye'nin büyük ve kıy
metli bir hocası idi.
Hocamız, derslerinde Kanunun kuru metinlerinin mücerret bir izahından dâi<
ma kaçınır; takririni her zaman misaller ve mukaayeselerle süslerdi. Kanuncu
değil, Hukukçu yetiştirmeğe gayret ederdi. Mevzu' Hukûk'un îzâhı sırasında gerek
İslâm Hukukundan, gerek Fransız, Alman Hukuku gibi, Garb Hukukundan yaptığı
mukaayeselerle öğrenicilerin görüş zaviyesini genişletmeğe, hukukî müesseselerin
sosyal değerlerini belirtmeğe çalışırdı.
1143
Mesleki hayâtında yorulmak bilmiyen çalışmalariyle örnek olan Profesör Es'ad
Arsebük insan olarak da herkese kendisini sevdirmesini bilmişdir. Faziletli, iyi
kalbli, mütevazı' bir insandı. Herkese iyilik yapmayı severdi. Teessürünü kimseye
belli etmek istemez; fakat sevincini herkesle paylaşmakdan zevk alırdı.
Son dersinde öğrenicilere şu tavsiyede bulunmuştu: "çalışınız, daha çok çalı
şınız!.. Müesseselerin hakîki mâhiyet ve ma'nâsmı kavramak maksadiyle mukaaye-
seler yapabilmek için muhakkak yabancı dil öğreniniz...."
Merhum husûsî kitaplığının 1250 cildden fazla tutan, bilhassa İslâm Hukuku
nu ilgilendiren kitaplarını Millî Kütübhâneye bağışlamışdı. Kitapların devir ve tes
lim işi bittiği zaman, artık içinin rahat olduğunu, ölürse de keder etmiyeceğini ifâ
de ediyordu......
Rahmetli'nin S.B.O.'ndaki öğrenicilerinden, 1938 me'zunu sayın Şükrü Kenan-
oğlu şu hâtırasını nakletmektedir (13/a - 523):
« Okulumuz Ankaraya gelmiş, yeni yuvasına yerleşmişdi. Borçlar Hukuku
Profesörümüz Es'ad Arsebük'Ie, şimdi aramızdan ayrılmış ve Hakkın rahmetine
kavuşmuş olan Midhat arkadaşımız arasında imtihan odasında geçen hâdise, ho
calarımızın büyüklüğünün bir timsâli olarak nakle değer:
Hoca imtihanda Midhat'a (Mürur-ı Zaman Nazariyesi)ni sormuş; grup imtiha
nı olduğu için Profesör bir taraftan Arkadaşımızı dinlemek, dîger taraftan da ya
nında bulunan Profesörle konuşmak için biraz yana dönmüş; arkadaşımız Midhat,
Hocanın kendine dönmesini beklemiş; Hoca, seni dinliyorum oğlum, demiş ve yine
dîger Hoca (Mümeyyiz) ile konuşmak üzere dönmüş.... Bu vaziyetden sinirlenen
Midhat eliyle masanın üzerine vurarak:
— Sorunuza, bana dönüp gözümün içine dikkatle bakmadıkça cevab veremem;
beni dinliyeceksiniz, diye seslenmiş
Hoca, hiç ümid etmediği bu vaziyet karşısında hayretle dönmüş ve bütün
sorulan bitirinceye, kadar dikkatle dinlemiş ve Midhat'ın notunu kırmayarak tam
numara vermiştir...*»
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (13/e v e 13/f)
1144
6 — Medenî Hukuk (1. Ksm.: Şahsın Hukuku)
İstanbul, Tan Mat.; 1938; 348+31 sf.; 8°
7 — Medenî Hukuk (2. Ksm.: Aile Hukuku)
Ankara, Receb Ulusoğlu Mat.; 1940; 355-799+27 sf.; 8°
8 — Borçlar Hukuku (2. bası)
İstanbul, Arkadaş Mat.; 1943; 1. C: 669 sf.; 2. C; XV+673-1278 sf.
O
1145
dî Coğrafya Dersi Profesörlüğüne atandı. 1950'de S.B.O., S.B.F. şekline getirilince
de bu görevi devam etti. 1953'de İskân ve Şehircilik Enstitüsü'nün kurucularından
olarak Müdîrliğine de seçildi. 1960'a kadar kesintisiz olarak bu görevi de îfâ eyle
di. Ekim 1960'da Millî Birlik Komitesi'nin çıkardığı 114 sayılı kanunla otuz altı
yıldır başarı ile yaptığı Coğrafya Öğretim Üyeliği görevinden afvedildi. 1962'de,
63 sayılı kanunla eski h a k l a n iade edilmiş ise de yaş haddini aşdığından t e k r a r
göreve dönmeyip emekliliğini devam ettirdi.
Ekim 1968'de, dâimi üyesi bulunduğu Türk Târih Kurumu'nun "Atatürk Hak
kında" bir konferans vermek üzere da'vet ettiği Ankara'da 29 Ekim 1968 Salı günü
birdenbire gelen bir kalb krizi sonucu Hakkın rahmetine kavuştu. Cenazesi, 1 Ka
sım 1968 Cuma günü saat 13.30'da S.B.F.'nde yapılan hazin bir tören'den sonra İs
tanbul'a nakledildi. 2 Kasım 1968 Cumartesi günü Beyazıd Câmî'inde namazı kı
lındıktan sonra Rumeli Hisarı Mezarlığı'na defnedildi. Faize Selen Hanımla evli
olup, iki erkek evlâd babası idi.
Kuruluşundan beri, Türk Târih Kurumu ile Türk Coğrafya K u r u m u ' n u n dai
mî üyesi ve Türkiye Jeomorfologları Derneğinin fahrî üyesi bulunuyordu. Alman-
caya vâkıf; İngilizce, Araıbca ve Farsça'ya âşinâ olup Hüsn-i Hat'dan bilhassa ta'-
lîk Yazısı ile kayak sporu hobisi idi.
Rahmetli Hocamız, S.B.O. ve S.B.F. Öğretim üyeliğine âid hâtıralarını şöylece
tesbît etmişdir (16/ç):
« S.B.O.'nda derse başladığım zaman çok sevinmiştim.. Çünki, bu Okul'un
Türkiye'de Coğrafya İlminin gelişmesinde büyük hizmeti olmuşdu, Husûsiyle mer
hum Abdürrahman Şeref Bey'in Müdîrliği ve Coğrafya Hocalığı zamanında "Coğ
rafyaya Umrânî (= Meskûn Yerler Coğrafyası)" adı altında Osmanlı İmparatorlu-
ğu'nun iktisâdi hayatını belirten kıymetli eserler yıazılmışdı. S.B.O.'nda ders ver
diğim zamanlarda, önce Okul'da sonra Fakülte'de, kurulan bu esâsa bağlı kalarak
"Dünya Ticâreti" adı altında iklim kuşaklanma göre "Umûmî İktisad Coğrafyası"
na önem verdiğim gibi ayrıca "Kaynaklar Bilgisi, E t n i k Bünye" adı altında Coğraf-
ya'nın diğer bahisleri, müstakil dersler hâline getirildi. S.B.F. teşkil edilince de
yeni bir takım Enstitüler kuruldu. Bu arada kurduğumuz İskân ve Şehircilik
Enstitüsü "Bölge Planlaması" fikrinin yayılmasına en önemli rolü oynadı. Bun
dan dolayı S.B.O.'nda ve S.B.F.*nde görev almakdan duyduğum sevinçde haklı
idim.
Sömestr ta'tUIerinde öğrenicilerle beraber Yurd içinde ve dışında geziler ter-
tib ederdik. Fırsat buldukça Ankara civarında da inceleme gezileri yapıyordum.
Kâtip Çelebi'nin "Cihannüma"sında, Ankaradan bahs edilirken "Bu Engürü semtin
de bir garip şey nakl ederler ki: Engürünün şarkında Kızdırmağın beri tarafına
karib (yakın) harâb bir kilise vardır; anda bir kuyu vardır; ismine "Deliler Kuyu
su" derler. Deli olan kimseyi ol kuyuya kefeni ile götürürler; oraya vardıkda Kuyuya
bakarken ya ölür, yahud ol marazdan kurtulur" diye okumuşdum. Bu Deliler Ku
yusunun yerini ve bu günki durumunu öğrenmek isteyordum. Dekan Vekili bulun
duğum esnada Fakültenin servis arabasını çalışdıran Şoför Mehmed Efendi, " b u Ku-
1146
y u ' n u n yerini bildiğini" söyleyince Bâlâ-Kaman yolu üzerinde Köprüköyüne yakın
bir yerde Haydar Dede Köyünde bulunan bu Kükürtlü Kuyuyu ziyaret kaabil oldu.
Bir Alevî Köyü olan bu küçük Köyde, Kuyuya baktırma işi "Yeter Bacı"nın nezâre
ti altında yapılıyordu. Akıl hastalan için bir şok tedavisi niteliğinde olan bu olayın
bir çok cinayetlere vesiyle olduğunu ve Keskin Kaymakamlığının bu konuda idarî
ve hukukî bir çok soruşturmalar yaptığını öğrendim. Ankara Üniversitelerinin yal
nız Coğrafya Kürsîleri için değil, Tıb Târihi, Ceza ve İdare Hukuku ile Medenî
Hukuk..». Kürsîleri için de bir inceleme konusu olduğunu sanmakdayım »
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (16/b)
1147
17 — Yüksek Yayla
İstanbul, A. İhsan Mat.; 1938; 63 sf.; 8°
18 — Ticâret Târihi
İstanbul, Devlet Mat.; 1938; 94.; 8°
19 — Dicle - Fırat
İstanbul, A. İhsan Mat.; 1941; 50 sf.; 8°
20 — Dünya Ticâretinin Coğrafi Esasları
İstanbul, Güven Mat.; 1946; 179 sf.; 8°
21 — Genel Coğrafya Esasları
Ankara, Millî Eğitim Basımevi; 1948; 30 sf.; 8°
22 — Türkiye Coğrafyasının Anahatları
Ankara, Güney Mat.; 1954; 222 sf.; 8°
23 — Ticâret Târihi
İstanbul, İnkîlâb Kitabevi; 1956; 152 sf.; 8°
O
Prof. Dr. Büyük Türk Aydınlarından, Hukuk Bil
HÂZİM ATIF KUYUCAK (17) ginlerinden ve "İstanbul Pâyeli" Müder
rislerden Kuyucaklı-zâde Muhammed
Atıf Bey ile Habibe Fasîha Hanımın
oğludur. 21 Haziran 1897 (20 Muhar
rem 1315)'de İstanbul'da doğdu. İstan
bul Tefeyyüz Mektebinde ilk, İstanbul
Sultânîsi'nin Leylî Rüşdiye Kısmında
orta; Robert College'de lise öğrenimi
ni tamamlayıp 1917'de bu Kolej'in Ti
câret Şûbesi'nden diploma aldı. Aile
geleneğine uyarak İstanbul Darülfünu
nu Hukuk Şubesi (Fakültesi)'ne girdi.
1922'de burasını da bitirdi. Cumhuri-
yet'in i'lâmndan sonra 1927'de Ameri
ka'ya gidip New-York Columbıa Üni
versitesi Siyâsî ve Sosyal İlimler Fakül
tesinden de (1928'de) me'zun oldu.
Robert College'den me'zun olun
ca 1917'de Dâhiliye Nezâreti Emniyet U-
m u m Müdîrliği Mütercimliğine ta'yin e-
dildi. 1918'de Hâriciye Nezâreti Matbuat
Müdîrliği Mütercimliğine nakledildi. Ay
nı yıl ek görev olarak Robert College Türkçe lektörlüğüne getirildi. Bu arada İstan
bul Hukuk Fakültesi'ne de öğrenici olarak devam etmekteydi. 1922'de Hukûk'u bi-
(17) Bak.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; 301. 306., 307., 310. sf. ler.
b) T.B.M.M. S i c i l l i , Nu. 1164
c) Talebimiz üzerine kendilerinin gönderdiği ve Arşivimizde mahfuz 1 Haziran 1968 günlü mektup
1148
tirince Hâriciye Nezâreti'ndeki görevinden aynldı. 1927'ye kadar bir tarafdan Ro
bert Kolej'deki öğretmenliğine devam ederken, dîger yönden İstanbul Barosu'na
kayıdh olarak avukatlık yaptı. 1926'da bu görevlerine ek olarak Mülkiye Mektebi
ingilizce Muallimliğini de deruhte etti. 1927'de öğrenimini geliştirmek için gittiği
Amerika'dan 1929'da döndü. Aynı yıl tekrar avukatlığa ve 2. d e f a (27 Eylül 1929'-
da) Mülkiye Mektebi ingilizce, Robert Kolej'deki Türkçe dersine ek olarak Ticâret
Dersi Muallimliğine ve kısa bir süre sonra da Ticâret Şubesi Profesörlüğüne geti
rildi. Bu görevi 1936'da Ankara'ya gelinceye kadar devam etti. 14 Mart 1934'de Mül
kiye Mektebi Ticâret Hukuku; 2 Ocak 1935'de Muhasebe; 24 Ekim 1936'da da Para-
Banka-Borsa Dersleri Öğretim Üyeliğini deruhde etti. S.B.O.'nun Ankara'ya naklin
den sonra da bu görevlerini ifâ eyledi. 1936'da aynı zamanda T. İş Bankası Mâlî
Müşavirliğine de getirildi. Şubat 1940'da ilâveten, Başvekâlet Koordinasyon Bü
rosu Umûmî Kâtibligine atandı. Mayıs 1940'da Zonguldak Meb'usluğuna getirilme
siyle Koordinasyon Bürosu'ndaki görevinden, 1941'de alınan k a r a r ile de
30 Eylül 1941'de S.B.O.'ndaki Öğretim Üyeliği görevinden ayrıldı. 1946'da Milletve
killiğinin sona ermesi üzerine istanbul'a dönüp tekrar Avukatlığa başladı. 1950'de
Sınaî Kalkınma Bankası Idâre Meclisi A'zâlığma, 1946'da Mobil Oil T.A.Ş. Hukuk
Müşavirliğine ve Yüksek İktisad ve Ticâred Okulu Para-Banka-Borsa Dersi Profe
sörlüğüne ta'yin edildi. 1948'de bu görevlerine ek olarak İstanbul Üniversitesi İk
tisad Fakültesi Genel İktisad Kürsîsi Profesörlüğüne seçildi. Sınaî Kalkınma Ban
kası Yönetim Kurulu Üyeliği, Yüksek İktisad ve Ticâret Okulu Para-Banka-Borsa
Dersi Profesörlüğü 1950'de, İktisad Fakültesindeki Profesörlüğü 1961'de ve Mobil
Oil T.A.Ş. Hukuk Müşavirliği görevi de 1967'de sona erdi. Hâlen (1969) İstanbul'da
Avukatlık yapmaktadır. Evli, bir kız babasıdır. İngilizce, Fransızca ve İtalyanca
bilmektedir. Moda Deniz Klübü, İstanbul Klübü, Rotary Club ve Propeller Club'ün
daimî üyesidir. Deniz sporları ve fotoğrafçılık hobisidir.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
1149
9. Para ve itibar Mekanizmasının Doğurduğu Hukuki Meseleler; Ankara;
1941 (Konferans)
10. Radyo İktisad Saati Konuşmaları (1. - 32. K o n u ş m a ) ; 1945
11. Milletlerarası İktisâdi Mes'elelerde Yeni Hukuk Anlayışı; 1947
12. Para ve Banka
(2. bası) 1. C: İstanbul; 1947; 2. C: İstanbul; 1948
13. Bütçe; 1950
14. İktisad Dersleri; 1954; (genişletilmiş 2. bası) 1960
O
Profesör Dr. Mustafa (Çavuş) Efendi ile Mevhibe
HÜSEYİN AVNİ GÖKTÜRK (18) Hanımın oğludur. 1901 (1317 H.)'de
Niğde'nin Fertek Köyünde doğdu. Fer-
tek İbtidâî Mektebinde ilk, Niğde Rüş-
diyesinde orta, 1923',de oniki sınıflı Kon
ya Sultânîsi'nde lise öğrenimini tamam
ladı. Konya Erkek Muallim Mektebi'ni
de bitirdi, istanbul ve Cenevre Hukuk
Fakültelerinde yüksek öğrenimini ve
lisans'ım yaptı. Berlin Üniversitesinde
Hukuk Doktora öğrenimini tamamlayıp
1933'de Cenevre Üniversitesi'ne döndü;
Doktora'sını vererek "Hukuk Doktoru"
oldu.
Konya Sultanîsi (Lisesi)'ni bitirip
Hukuk öğrenimi için istanbul'a geldik-
den ve Hukuk Fakültesine devama
başladıktan sonra, Alyans-İzrailit Azın*
lık Okulunda Türkçe Öğretmenliğine
ta'yin ile resmî göreve başladı. Ek ola
rak da Türk Târih Encümeni Sekreter
liğini îfâ etti. Hukuk Fakültesinden
me'zuniyetlini müteakıb 1928'de Anka
ra'da yeniden kurulan Şûrây-ı Devlet (Danıştay) 2. Mülâzımlığına (üye yardımcı
lığınla) atandı. 1929'da öğrenim için gittiği Avrupa'dan 1934'de dönünce sırasıyle:
Adliye Vekâleti Ceza işleri Şubesi Müdîr Muavinliğinde; Ankara Sulh Hâkimliğin
de bulundu. 1935'de açılan Doçentlik sınavını kazanarak Ankara Hukuk Fakülte
si Medenî Hukuk Doçenti oldu. 29 Kasım 1936'da Siyasal Bilgiler Okulu Medenî
Hukuk Doçentliğini de deruhde etti. 1940'da Profesörlüğe terfi' kılındı. Çalışma
Bakanlığı Müsteşarlığına ta'yini dolayısıyle 31 Ocak 1946'da S.B.O.'ndaki göre-
1150
vinden ayrıldı; Hukuk Fakültesindeki görevine devam etti. 1948'de Müsteşarlık-
dan da ayrılarak yalnız Hukuk Fakültesinde Profesörlük ve Avukatlık yapmak
la yetindi. Mayıs 1954 seçimlerinde D.P.'nden Niğde Milletvekilliğine seçilmesi üze
rine Profesörlük görevinden ayrıldı. T.B.M.M.'nde Bütçe Komisyonu Üyeliğinde
bulundu. 1955'de 3. Adnan Menderes Kabinesine Adliye Vekili olarak girdi. Bu ara
da 5 ay İçişleri ve bir süre de Millî Müdâfaa Bakan Vekilliklerinde bulundu. 1957
seçimlerinde Milletvekilliği sona erdi. Aynı yıl Millî Emniyet Hizmeti (M.İ.T.)
Başkanlığına getirildi. 1958'de Türkiye Sınaî Kalkınma Bankası Yönetim Kurulu
Başkanlığına nakledildi. 27 Mayıs 1960 hareketi'nden sonra 7 ay kadar Yassıada ve
dîger yerlerde tutuklu kaldı. 1966 Senato Seçimlerinde A.P.'nden Niğde Senatörlü
ğüne seçildi. Hâlen (1969) bu görevdedir.
1946'da KanadarMontreal Şehrinde toplanan "Çalışma Konferansı"na; 1956'da
Cenevre'de toplanan "Adalet Bakanları Konferansı"na katılmıştır. Evü olup üç er
kek evlâd babasıdır. Fransızca ve Almancaya vâkıf, İngilizce, Arafoca ve Farsça'ya
âşinâdır.
S.B.O.'nda Öğretim Üyeliği yaptığı yıllara âid hâtıralarından bir kısmını şöy
lece kaleme almışdır:
«Mülkiye'de öğretim üyesi bulunduğum zamana âid pek çok unutamadığım
zevkli, tatlı, câzib hâtıralarım vardır. Bunlardan bir kısmı da, 1937 senesinde 80
kadar Mülkiye Talebesi ile Romanya üzerinden Peşte'ye yapmış olduğumuz 1 ay
lık seyahatin tatlı hâtıralarıdır. Bu seyahatde Başkanı bulunduğum kaafile arasın
da bugünün seçkin birçok insanları da mevcud idi. Evvelâ Bükreş'e uğrıamışdık.
Zîrâ gezi programı Peşte'ye bu yoldan varmayı icâb ettiriyordu. O zaman Bükreş'-
de Türkiyenin en büyük ve te'sirli hatibi olan Hamdullah Subhi Bey merhum Ser
fir olarak bulunuyordu. Hamdullah Bey bize pek güzel i'zaz ve ikram ettiği gibi,
o emsalsiz hitâbetiyle hepitmizi bir kere daha hayran kıldı; Gagauz Türkleri ile
yakından tanıştırdı.
£ Peşte'deki hâtıralarıma gelince: Bunlar daha çok ve daha enteresan;
ama hepsini sayıp dökmeye ne yer, ne zaman müsâid; bununla beraber 1-2 sini
söylemeden geçemiyeceğim: Peşte'de Tuna üzerinde bir köprüden geçerken, köp
rünün başında çadır beziyle kapalı, heykele benzer büyük bir cisim gördük. Ve ne
olduğunu merak ettik. Bunu yalnız ben değil, talebelerim de çok merak ediyorlar
dı; ne olduğunu sorduğumuz zaman da bir türlü cevab alamıyorduk. Nihayet bir-
gün tekrar oradan geçerken, mihmandarımıza İsrarla sordum: "Bu nedir y a h u ? "
dedim. Cevaben "Efendim bu bir heykeldir. Ve bu heykel Türk-Macar Muharebele
rinde bir Macar Askerinin, bir Yeniçeri Askerini nasıl tepelediğini temsil eden bir
Macar hamaset ve kahramanlık sembolüdür. Sizleri rencide etmemek için bunu
H ü k ü m e t ö r t t ü r m ü ş d ü r . " dedi. Bilmem bugün halâ bu heykel Komünist Macaris-
tandıa yerinde duruyor mu?
Q Bir dîger anı'm da: Benim gibi kendisini pek ihtiyatlı ve tedbirli sayan
bir hocanın başkanlık ettiği grubumuz talebesinin beni nasıl kandırdıkları yolun
daki bir yaşantıdır. Bir büyük talebe müsâfirhânesinde konuk olarak kaldığımız
1151
günlerde tabu akşam olunca m û t â d saatlerde istirahate çekiliyor ve ondan sonra
de herkes uykuya dalıyor zannediyordum. Halbuki gerçek hiç de öyle değilmiş.
Zira ben, sabahleyin yataktan kalktıkdan sonra etrafa bakıyorum, hiç kimse ya
tağında yok. Sabahın erken saatlerinde bu kadar insanın yatağında olmayışı beni
hayrete düşürüyordu. Fakat bir de bakıyorum, sonradan talebeler birer-ikişer mü-
sâfirhânenin cümle kapısından görünüyorlar ve salonlara giriyorlardı.. Tabîî mes'e-
lenin hakikatini sayın okuyucularım da anlamışlardır. Çünkü beni uyutan talebe
gençler, geceleyin b ü t ü n eğlence yerlerine ve klüblere dağılıp eğlenmek çârelerini
bu şekilde buluyorlarmış. Bittabi m a s u m ve zararsız eğlenmeler gençliğin hakki'
dır. Bunu her pedagog öğretmen müsamaha ile karşılar,
A Mülkiyede Öğretim Üyeleri arasında pek çok kıymetli, bilgili, sevimli, seç
kin ve spritüel arkadaşlarım vardı. Bunların hepsini ezcümle Mehmed Emin Eri-
şirgil, İsmail Hakkı Göreli, Ali Fuad Başgil, Ercümend Ekrem, E r n s t Reuter
ilâh gibi zevatı rahmet ve minnetle ve saygılı bağlılık duygulan ile hatırhyor ve
anıyorum. Öğretim Üyeleri arkadaşlarımla o kadar çok hâtıralarım, tatlı yaşantı
larımız var ki, bunların hepsini yazmak hem uzun sürer, h e m de bunlar arasında
bir tercih yapmak istemiyorum.....^.»
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
1152
10 — Borçlar H u k u k u : 1. Kısım
Ankara, Ulus Basımevi; 1946; 358 sf.; 8°
•O-
1153
Profesör Ispartalı Mustafa Lutfî Bey ile Nâzımes-
KEMÂL ARAR (20) tan Hanımın oğludur. 1897 (1313 R.)'de
İstanbul'da doğdu. Soğukçeşme Askerî
Rüşdiyesi'nde, Kuleli Askerî I'dâ-
dîsi'nde okudu. 1914 (1330 R.)'de Har
biye Mektebi'nden Mülâzım-ı Sâni
(Teğmen) rütbesi ile me'zun oldu. 1 Ey
lül 1917'de Mülâzım-ı Evvel (Üsteğ
m e n l i ğ e terfi' etti. Mütâreke yıllarında
İstanbul Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu.
7 Eylül 1924'de askerlik'den ayrıldı. Bir
tarafdan Hukuk Fakültesi'ne devam e-
derken 18 Kasım 1924'de İstanbul Asli
ye Mahkemesi Zabıt Kâtibliğine ta'yin
edildi. Mayıs 1925'de Pekiyi derecede
H u k u k Fakültesinden me'zun oldu. Ey
lül 1925'de açılan sınavı kazanarak Ad
liye Vekâleti hesabına İsviçre'ye gön
derildi. Lozan Üniversitesi Hukuk Fakül-
tesi'nde lisans öğrenimini de tamam
layarak 25 Temmuz 1928'de bu Fakül-
te'den de diploma aldı. 1929'da Yurd'a
dönüp sırasıyle: 31 Ocak 1929'da istan
bul Ağır Ceza Mahkemesi A'zâ Yar
dımcılığına; 3 Mart 1932'de A'zâlığma, 1 Nisan 1934'de İstanbul Ağır Ceza Reisli
ğine getirildi. 1936'da Adliye'den ayrılıp 31 Temmuz 1936'da Mâliye Vekâleti Hu
kuk Müşavirliğine naklen ta'yin edildi. S.B.O.'nun Ankara'ya nakli üzerine de, ek
görev olarak, 19 Kasım 1936'da Kara ve Deniz Ticâreti Hukuku Dersi ile İcra ve
İflâs Hukuku Dersi öğretim görevliliğine getirildi. 26 Ocak 1939'da Devlet Şûrası
A'zâlığma; 29 Haziran 1943'de de aynı yer 4. Dâire Başkanlığı'na seçildi. 1 Temmuz
1945'de Danıştay'daki görevinden ayrılıp tamamen S.B.O. ve Ankara Hukuk Fakül
tesindeki Profesörlük görevini devam ettirdi. 1946'da Üniversiteler Kanunu'nun
yürürlüğe girmesi üzerine Hukuk Fakültesi'nden; 1950 Ders Yılı sonunda S.B.O.'
n u n S.B.F. şekline girmesi üzerine de S.B.F.'nden ayrıldı. Aynı târihde ıbir tarafdan
avukatlık yapmağa başlamakla beraber T. Garanti Bankası Yönetim Kurulu Üye-
liği'ni de deruhde etti. Bir yıl kadar felçli olarak hasta yattıktan sonra 4 Mayıs
1963 Pazartesi günü saat 10.00'da Ankara'da Hakkın rahmetine kavuşdu. Cebeci'
deki Asrî Mezarlığa defnedildi. Bekârdı; Fransızca'ya vâkıf di.
S.B.O. 1942 me'zunlarmdan Sayın Burhan Özkul, Rahmetli'ye âid şu hâtırasını
nakletmiştir (20/a-550):
1154
«Mülkiye'de 3. sınıftayız. Ticâret Hukuku Hocamız Danıştay Üyelerinden Ke
m â l Beydi. Muhterem Hocam, gaayet alâka çekici bir üslubla ders anlatır ve b ü t ü n
talebenin muhakemesini çalıştırırdı. Derslerimiz neş'eli ve gaayet tatlı geçerdi.
Biraz zor olan bu derse, değerli Hocamız sayesinde oldukça ısınmıştık. Nihayet
yazdı imtihan zamanı geldi. Herkes iki üç d e f a Ticâret Hukukunu hatmetmişti.
Hocamız'a son derste, Sımf Mümessilimiz Besim Döken:
— Hocam, imtihanda nasıl bir sual soracaksınız? dedi. O d a :
— Sualler çok kolay, imtihanda kitap açmak serbest; imtihana her türlü ti
câret mecmuası sokabilirsiniz. Kütübhâneden herhangi bir Ticâret Hukuku kita
bını imtihanda serbestçe açabilirsiniz, dedi. Hocanın bu sözü üzerine Sınıfımız
sevinç içinde i d i Ders bitince herkes Kütübhâneye hücum e t t i ; Ticâret Hukuku
Kitap ve mecmualarını alıp imtihan günü için, dolabına koyuyordu. Kiitübhâne-
den kitap alamıyacak kadar şaşkın değildim; ıama nedense canım istemedi ve al
madım. Hocanın soracağı, Kanun dışı olmazdı ya... Ben, Ticâret Kanununu iyice
okudum. İmtihan arefe gecesi, 3. Sınıf mütâlaahânesi bomboş ve elektriği bile
yanmıyordu. Herkes sinemada idi. Öyle ya niye çalışsın. Yarın imtihanda kitap
ve kanun a ç m a k serbest idi...
Ertesi gün Sınıfı üç grupa ayırdılar. Üç ayrı sınıfta idik. Hoca her grup için
ayrı sual hazırlamış; Muhterem Hocam ilk suali bizzat kendisi bize okudu. Sual:
— Tahvilât ihracı ticarî bir muamele midir? En açıkgöz ve kopya yakalayan
mümeyyiz de bizim sımf ta idi: Muavin Ekrem Bey... Hoca suali okudu çıktı—
Herkes numaralı bir şekilde yavaşça Ticâret Hukuku notlarım çıkarmaya başla
dı. Ekrem Bey:
— Hiştttt, Arkadaş... Dikkat et./. Ne yapıyorsun orada? diye bağırıp dururken
b ü t ü n talebe birden, notlan, kitapları ve kanunları çıkardı. Ekrem Bey Hocaya ha
ber verdi. O da, konuşmak yok, fakat her türlü kitap serbestdir, dedi. Notlar, ki
taplar, mecmualar açılıp okundu. Sualin hiç bir yerde cevabı yoktu. Herkes düşün
celi fakat kâğıtlar bomboş...
Nihayet iki üç kişi, düşünmekten sıkılarak bir iki satır yazı yazılmış kâğıtla
rını ümidsizce verdiler. Ben gözümü Kanundan ayırmadım. Onun bir kaç madde
sinden istifâde ederek bir cevap yazdım. Dört satır bile t u t m a d ı . Halbuki bizim
sahîfelerce yazmayınca gönlümüz rahat etmezdi.
İmtihan bitti. Hocamız, dîger gruplara da çok orjinal sualler sormuştu. İmti
han sonunda notlar asıldı. H e r talebenin benzi uçukdu. Listeye bakan sapsarı ke
siliyordu. Ben bir arkadaşa benim numaraya da bakıver dedim. On almışsın dedi.
Sevinçden ve şaşkınlıktan az daha küçük dilimi yutacaktım. Fakat Smıf umumi
yetle neş'esizdi. Kırık n o t pek çoktu. Hoca derse gelince sordular:
— Efendim, çok kırık n u m a r a vermişsiniz, bir iki tane on vermişsiniz. Kemâl
Bey cevap vererek:
— K ı n k n u m a r a alanlar saçmalamış; ötekiler, muhâkemeli ve mukaayeseli
yazmışlar, onun için notlar öyle oldu dedi.
Hocamız sinirli idi. Bu hâl, sene sonuna kadar sürdü. Sifâhî imithanda da ter
döktürdü. Sımfm üçde ikisi ikmâle kaldı. İkmâlde Sınıf zayiat vermedi. Fakat o
1155
seneki 3. Sınıf Talebesinin hepsi âdeta bir Ticâret Hukukçusu oldular. Bu gün da
hi hepsi (eski) Ticâret Kanunu'ndaki maddeleri ezberden, Kanun'daki gibi aynen
ve şaşırmadan okurlar."
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
1. Kara Ticâret Hukuku
1. C: Ankara, R. Ulusoğlu Mat.; 1942; 322+XXIV sf.; 8°
2. C: Ankara, Güney Mat.; 1951; 185 sf.; 8°
Icrâ ve iflâs Hükümleri
1. C: Ankara, İdeal Mat.; 1944; 385+XII sf.;
2. C: Ankara, İdeal Mat.; 1945; 352 sf.; 8°
O
(Hattat - zade) Gâlib Efendi ile Şeker Hanımın oğlu
KEMÂL GÂLİB BALKAR (21) dur. 1895'de Samsun'un Çarşamba İlçe
sinde doğdu.
İstanbul'da Hadîka-i Meşveret İ'dâ-
dîsi'nde lise öğrenimini tamamladı. İs
tanbul ve Paris Hukuk Fakültelerinden
me'zun oldu. 1. Dünya Savaşma yedek
teğmen olarak katıldı ve fi'lî askerlik
görevini tamamladı. Önce Trabzon, son
ra Samsun Asliye Mahkemeleri A'zâ
Yardımcılığına ta'yin edildi. Bu son va
zifesinde iken Paris'e gidip Paris Hu
kuk Fakültesi'nde lisans öğrenimini bi
tirip Yurd'a döndü. Adliye Vekâleti Hu
kuk İşleri Umum Müdîr Muavinliğine
getirildi. Buradan sırasıyle Beyoğlu
Sulh Hukuk Hâkimliğine; İktisad Ve
kâleti Hukuk Müşavirliği Müşavir Avu
katlığına; Ereğli K ö m ü r Havzası Mü-
dîrliğine; Ticâret Vekâleti Maâdin
(= Madenler) Umûm Müdîrliğine nak
ledilip yükseltildi. Maâdin Umûm Mü-
dîri iken 30 Mart 1943'de, ek görev
olarak, S.B.O. İdare Hukuku Öğretim görevliliğini de deruhde etti. 1945'de Danıştay
Baş-kanun Sözcülüğü'ne seçildi. 1960'da yaş haddinden emekliye ayrıldı. Hâlen
(1969) emekli olarak Ankara'da oturmaktadır. Evli olup bir erkek evlâd babasıdır.
Fransızca bilmektedir. Türk Eğitim Derneği'nin daimî üyesidir.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
1 — Hukuk İlmine Medhal (Fransızca'dan terceme)
2 — Hâkimlik Hâtıraları; Ankara; Cezaevi Mat.;
1156
10 Nisan 1930'da Beşerî Coğrafya ve TürKiye Coğraf
Prof. yası Profesörü olarak Mülkiye Mektebi'ne ta'yin
MÂCİD ARDA (22) edildiğine; 1 Ağustos 1933'de isti'fâen ayrıldığına ve
19 Mart 1967'de İstanbul'da Hakkm rahmetine kavuştuğuna dâir kayıddan başka,
araştırmalarıma rağmen hakkında bilgi edinemedim.
(Bulabildiğim) BASILMIŞ ESERLERİ
1 — Umûmî Coğrafya (Lise 1. sınıfları için)
İstanbul, Burhâneddin Mat.; 1936; 268 sf.; 8°
2 — Tabîî Çevre, Beşerî Çevre; Öğretim Islâhatı Ruhuna Uygun Tabîî Bilim
ler ve Coğrafya
İstanbul, Millî Eğitim Basımevi; 1963; 88 sf.; 8°
O
Prof. Dr. Kuşadası ileri gelenlerinden ve Mo-
MAHMUD ES'AD BOZKURT (23) ra'dan Kuşadası'na göçmen olarak gel
miş Hacı Mahmud Ağa'nın torunu ve
uzun yıllar Kuşadası Belediye Reisli-
ği'nde bulunan büyük çiftçi ve tacir
Hasan Bey ile Mekkîye Hanım'ın oğ
ludur. 1892 (1308 R.)'de Kuşadası'nda
doğdu. İlk öğrenimini Kuşadası ve İz
m i r Yusufpaşa Rüşdiyesi'nde, lise öğre
nimini de İzmir ve İstanbul İ'dâdileri'n-
de tamamladı. İzmir'de l'dâdî öğrenici-
si iken durum ve tutumunu, Sınıf Ar
kadaşı, eski milletvekillerinden ve İz
mir Ticâret Odası Umûmî Kâtiblerin-
den Sayın Turgut Türkoğlu şöyle an
latmaktadır (23/e - 9 ) :
« (Mahmud Es'ad'la) 1903 (1319
R.)'de İzmir İ'dâdîsi'nin 1. Sınıfında
arkadaş olduk. İzmir İ'dâdîsi o zaman,
şimdiki, Adliye Dâiresi'nde idi. Haşan,
çevik ve kavgacı olan Mahmud Es'ad
beni çok severdi. O'na "1264 Kuşadalı
M a h m u d " derlerdi. Cok kuvvetli idi.
1157
Babası, bir süre, İzmir (Aydın) Vilâyeti Meclis-i Umûmî A'zâlığı'nda bulunduğu
için evleri İzmir'de idi. Beni sık süt evlerine götürürdü. Mahmud Es'ıad'ı Babası
kadar seven ve hürriyet mücâhidi olan Dayısı Übeydullah Efendi'yi evlerinde
tamdım. Mahmud Eslad, Dayısından çok mülhem olmuşdur. Rahmetli, yardımı
çok severdi. Nerede bir fakir görse derhal cebinde ne kadar parası varsa boşaltır
dı. Târihi çok sever; Riyâziye'ye o kadar heves etmez; arasıra da bu dersden ka
çardı. Fakat Sosyal Bilimlere âid birçok kitap alır ve sür'atle okurdu. İzmir'de
iki sene beraber kaldıkdan sonra, Dayısı, O'nu İstanbul'a götürdü; İ'dâdî'yi orada
bitirdi..-.»
İstanbul İ'dâdîsi'nden 1908 (1324 R.)'de me'zun oldukdan sonra H u k u k Mek
t e b i n e girdi ve b u r a d a n da 1911 (1327 R.)'de pekiyi derecede me"zun oldu.
Hukuk Öğrenicisi iken d u r u m u hakkında, Hocası, rahmetli Ord. Prof. Cemil
Bilsel şu bilgiyi vermektedir (23/e - 10):
"..... Mahmud Es'ad'ı 1908'de Hukûk'da talebe olarak tamdım. Sınıfın en kü
çük talebesi olup Mektebe o yıl girmişdi. Benden, iki yıl Devletler Umûmî Huku
ku okudu ve bu iki yılda da iyi not aldı. Talebeliğinde Hocası olarak bana göster
diği saygıyı Adliye Vekili iken de aynı derecede devam ettirdi "
1912'de Hukuk öğrenimini ilerletmek maksadıyle İsviçre'ye gitti. Burada önce
Lozan, sonra Fribourg Üniversiteleri Hukuk Fakülteleri'nde Lisans Öğrenimi'ni
tamamladı. Doktora Sınıf ve Kurlarım da bitirdikten sonra, 1. Dünya Savaşı'nda
ittihadcıların 9 Eylül 1914'de "Kapitülasyonlar" i ilgaa etmesinden faydalanarak
"Osmanlı İmparatorluğunun Omuzlarına yükletilmiş Olan Kapitülâsyonların Türk
ler Tarafından Tek Taraftı Olarak Kaldırılması Hukûk'a Aykırı Değildir." adlı
Doktora Tezi'ni başarıyle savunarak "Hukuk Doktoru" unvan ve diplomasını aldı.
Çok ateşli ve cevval bir zekâ'ya sâhib oluşunu o zamanki Cenevre Başkonsolosu
İstanbul'a "Uysal bir talebe olmayıp ihtilâlcidir." şeklinde r a p o r vererek bildirmiş-
di. Bu sıradadır ki, 1. Dünya Savaşı'nda yenilmemiz üzerine Memleket parçalan
m ı ş ; Vatanımız "Düşmanlar ve İ'tilâf Devletleri" tarafından "bilfi'l işgal" eddlmiş-
di. Mütâreke'den önce Lozan'da kurulan "Türk Talebe Cem'iyyeti"nin Başkanlığı
na seçilen Mahmud Es"ad, 1919'a kadar Rahmetli Şükrü Saraçoğlu, Aydın'lı Kâzım
Nuri gibi arkadaşlarıyle birlikde mücâdeleye b u r a d a devam etti. Büyük Atatürk'ü
müzün Samsun'a çıkışından sonra başlayan Millî Mücâdele'ye yine Ödemiş'li Sa
raçoğlu Şükrü ve Aydın'lı Kâzım Nuri ile birlikde silâhla katılmaya k a r a r verdi
ler ve Cenevre'den yola çıkdılar. O zamanki Yunan Başvekili Venizelos, bu üç Va
tanperver, İhtilâlci ve Aydın Türk Çocuğunun kararından büyük endişe duydu.
Anadolu'ya geçmelerine mâni' olunması için Roma'daki Yunan Elçisi'ni ve İtalyan
Hükûmeti'ni îkâz etti. Buna rağmen adı geçenler aldıkları mukaabil tedbirlerle Ro
ma - Napoli Yolu ve bir İtalyan Vapuru ile İzmir'e çıktılar. Saraçoğlu, Ödemiş
Bölgesi'nde, Mahmud Es'ad da Kuşadası Bölgesi'nde zeybeklerle buluşup birleşe
rek silâhlı mücâdeleye giriştiler. Bu mücâdele 23 Nisan 1920'de T.B.M.M. açılınca
ya kadar devam etti. Bu târihden sonra Ankara'ya geldi.
1158
23 Nisan 1920'de açılan T.B.MJVL'nin 1. Dönemi'nde İzmir Meb'usluğu'na se
çildi. Yurdumuzun bu en karanlık günlerinde, çok genç yaşma rağmen, köklü bil
gisi ve engin Milliyetçi ruhu ile T . B J M . M . Hâriciye ve Kanûn-i Esâsı (Anayasa)
Encümenleri'nde çok önemli hizmetlerde bulundu. 3. içtima' yılında, 12 Temmuz
1922 (12 Temmuz 1338)'de kurulan Hüseyin Rauf (Orbay) Kabinesi'nde Iktisad Ve-
killiği'ne getirildi. Bu görevi sırasında Ziraat Bankası'mn ıslâhı, çiftçi kredi koo
peratifleri kurulması, Esnaf Teşkilâtlan'nm reorganizasyonu gibi sosyal ve ekono
mik dâvalarla uğraşdı. Büyük Zafer'den sonra T.B.M.M. Reisi ve Başkumandan,
eşsiz lider Gazi M. Kemâl Paşa'nm isteği üzerine izmir'de, Türkiye'de ilk defa ola
rak, "Millî İktisad KongresF'ni topladı. Bu Kongre'nin, Türkiye ekonomik bünye
si üzerinde büyük hamleler yaratacak kararlarını uygulama alanına koyamadan
14 Haziran 1923'de İktisad Vekilliği'nden ayrıldı.
Sayın Samed Ağaoğlu, RahmetM'nin bu dönemdeki çalışmaları ve Teşrî'î Or-
gan'daki kişisel özelliklerini şöyle anlatmaktadır (23/b):
«Birinci Büyük Millet Meclisinde çok genç yaşta meb'us ve Bakan olan sima
lardan birisi de İzmir Meb'usu Mahmud Es'ad'dır. İnkılâbın kendisine nasib ettiği
mevkilere rağmen o bir nazariye ve kürsî adamıdır. Fakat gerçek bir nazariye ve
kürsî adamı!... BUyUk Meclis'de Birinci Grupun ileri şahsiyetlerinden biri olması
Mahmud Es'ad'ın bağımsız kalmasına mâni' olamamıştır. Koyu bir Milliyetçi idi.
Meslekî Temsil (teşrii korporasyon) fikrinin en hararetli taraftarları arasında idi.
O, bu fikrini Memleketin Târihinden alıyordu. Eski lonoalann canlandırılması ile
Memleketin sosyal dâvâlarmdan büyük bir kısmının halledileceği inancına varmış-
dı.
İzmir İktisad Kongresi'ni, İktisadî kurtuluşumuzun birinci merhalesi olarak
düşünmüş ve kendisine yapılan tarizlere rağmen basan ile yürütmüşdü.
Mahmud Es'ad'ın Esas Teşkilât Kanunu'nun (Anayasanın) yapılmasında da
hissesi vardır. Zaferden sonra 1924 tarihli Esas Teşkilât Kanunu'nu hazırlayanlar
arasında idi.
Tutanaklar Mahmud Es'ad'm Büyük Fransız İnkılâbının te'siri altında olduğu
nu göstermektedir. Nutuklannda bu te'sir, açık olarak, göze çarpar. Aynı te'sir
Hakkı Behiç'de de vardır. Bu bakımdan her ikisi de ruhen yalnız inkılâbcı değil,
aynı zamanda ihtilâlci idiler. Mahmud Es'ad'ın "Yenigün" Gazetesindeki yazılan
Millî Mücâdele devrinin inkılâbcı mâhiyetini aydınlatan birer târihî vesikadır.»
Kasım 1924'de Adliye Vekilliği'ne getirildi ki, Cumhûriyet'in Hukuk alanında
yaptığı b ü t ü n inkılâbları, bu dönemde, Adliye Vekili olarak gerçekleştirdi. Medenî
Kanun'un, Ceza Kanunu'nun, İcra İflâs Kanunu'nun, Deniz ve Kara Ticâret Kanun-
ları'nm, Şapka İnkılâbı Kanunu'nun hazırlanıp kabulü, Adlî Kaza Organı'nın ıslâhı,
Ankara'da Modern Hukuk Programıyle öğretim yapacak "Ankara Hukuk Mektebi"
nin açılışı, Mahmud Es'ad'ın inkılâbcı karakteri'ni aksettiren icraat ve eserlerin
dendir.
Ağustos 1926'da Çanakkale Boğazı'nda Fransızların Lotus adlı büyük bir Şilebi,
Bozkurt adlı küçük bir Türk vapuru'na çarparak batırdı; sekiz Türk Gemicisi'nin
1159
ölümüne sebeb oldu. Lotus Vapuru Kaptanı aleyhine Türk Adlî Makamları ta
kibata girişdi ve kaptan'ı tevkif etti. Fransız Hükümetinin, bu Dâvâ'mn Türk mah
kemelerinde görülemeyeceğine dâir itirazı üzerine mes'ele "Lahey Milletlerarası
Adalet Dîvâm"na intikal ettirildi. Bu Dâvâ'da, Büyük Atatürk'ün emriyle, Türk
Devleti'ni Adliye Vekili Mahmud Es'ad temsil etti. Dünya'nın ve doLayısıyle Fran
sız Hükûmeti'nin en büyük Hukuk Otoriteleri'nin katıldığı ve taraf olduğu söz ko
nusu Dâvâ'yı Mahmud Es'ad kazandı. Dünya Adalet Edebiyâtı'na "Bozkurt - Lotus
Dâvâ'sı" ,(24) adiyle geçen bu çok meşhur Dâvâ'dan dolayı, 1934'de Soyadı Kanunu
çıkınca, Atatürk tarafından kendisine "Bozkurt" Soyadı verildi. Bu târihde 35 ya
şında idi. Bu dâva aynı zamanda genç T.C.'nin bir zaferi ve Lozan'ın tatbîkaat sa
hasında, hükümler bakımından perçinlenmesi idi.
1926'da Adliye Vekâleti'ne bağlı olarak Atatürk'ün tasvibi ile Ankara'da açdığı
Hukuk Mektebi'nin, sonra'dan Fakültesi'nin Devletler Umûmî Hukuku, S.B.O.'nun
Ankara'ya naklinden sonra da 6 Kasım 1936'da bu Okul'un Esâsiye (Anayasa) Hu
kuku Profesörlüklerini deruhde etti. 30 Eylül 1941'de alman k a r a r gereğince, her
iki Müessesedeki Profesörlük görevinden isti'fâen ayrıldı.
S.B.O.'ndaki altı yıllık hocalığı sırasında, o zamanın öğrenicileri üzerinde çok
derin ve müsbet te'sirler bırakmış; tazeliğini günümüze kadar devam ettiren hâ
tıraların vücud bulmasına sebeb olmuşdur. Yüzlerce hâtıra arasından, hiçbir seçi
me uğratmadan, ikisini aşağıya almayı uygun buldum:
"... İkinci sınıftayız... Hay huy ile günler geçmekde; sene sonu yaklaşıyor.... O-
kadar yakm geldi ki Profesörlerin bütün ısrar ve yoklamalarına rağmen Sınıflar
pek tenha.... Ders kesimine pek az var. O yıl derslerinin son takririni verecek pro
fesörlerimizi alkışlamağa hazırlanıyoruz. Zâten bu vaziyet Sınıfın kapusundan ba
kılınca anlaşılır: Eğer bütün sınıf içerde, üstelik dîger sınıflardan da müsafir ar
kadaşlar gelmişlerse artık bellidir ki o sınıfın o saat kapanış dersi vardır.
İşte böyle bir saat idi. Tahsil devresinin Esâsiye Dersini kapatacağız. Çok sev-
(24) BOZKURT . LOTUS DÂVASI : 2 Ağustos '926 günü akşamı, Ege Denizi'nde, M i d i l l i Adası ile Sığrı açıkla
rında Bozkurt adlı Türk Vapuru ile Fransızların Lotus Gemisi arasında meydana gelen çarpışma, Bozkurt'un
batmasına ve sekiz Türk Gemicisinin ölümüne sebeb olmuşdu. Bozkurt Gemisi Kaptanı ile birkaç tayfayı
kurtarıp gemiye alan Fransız Vapuru, 3 Ağustos 1926'da istanbul Limanı'na demir attı. Acı olay sonucu
ölenlerin aileleri tarafından Türk Mahkemesi'ne açılan tazminat dâvası üzerine, Türk Adliyesi, çarpışma
sırasında Bozkurt'a kumanda eden T.C. Uyruklu Kaptan Hasan Bey ile yine aynı sırada Lotus Gemisi'ne
kumanda eden Fransız Uyruklu Kaptan Jan Demons aleyhlerinde cezaî kovuşturmaya girişdi ve ikisini de
tutukladı.
28 Ağustos 1926'da Fransız Hâriciye Vekili Briyan, T.C. Paris Büyükelçisi'ni Makaamına çağırtarak,
"çarpışma olayının sebeb olduğu can kaybından dolayı üzüntülerini resmen bildirmekle" beraber Lozan
Muâhedenâmasi'nde "Adlî Yetki Sınırlarının Tesbîti Hakkındaki Andlaşnıanın 15. Maddesi" uyarınca T.C.
Adliyesinin bu gibi tâkîbat'da bulunmağa salâhiyeti olmadığını, bu i'tibarla "söz konusu adlî kovuştur-
ma'nın Milletlerarası Hukuk Kuralları ile tezad teşkil ettiği" hususlarına işaret e t t i ; dolayısıyle Türk Hü-
kûmeti'ne bir Protesto Notası ile keyfiyeti b i l d i r d i . Bu Nota üzerine Hükümetimiz, esasları aşağıda mad
deler hâlinde özetlenen ve Fransız Hükûmeti'nin bildirdiği görüşün tamamen aksini savunan bir Nota ha
zırlayıp, Hükümetine gönderilmek üzere Fransa'nın Ankara Büyükelçisi'ne verdi. Şöyle k i :
".... 1 — İki ayrı uyrukda bulunan iki gemi arasında meydana gelen çarpışmalar için deliller ve hu
kukî esaslar Türkiye'nin lehinedir.
2 — Doğrudan doğruya ve açık bir sûretde mes'ele ile ilgili ve bütün devletler tarafından müşterek
1160
diğimiz Muhterem Hocamız Merhum Mahmud Es'ad Bozkurt'u bekliyoruz. Smıf
oldukça dolu... Her yeni gelen gönüllü ile sıkışılarak oturulan sıralar artık a d a m
almıyor. Duvar dipleri, kenar, orta sıra koridorları tıklım tıklım dolu....
Zil çaldı; Profesörler birer ikişer sınıflara dağılmaktadırlar. Hocamız da mer
diven başında ha göründü ha görünecek; Smıfda bir uğultudur gidiyor... Bekliyo
ruz.... Dışardan biri bağırdı:
— Geliyor .
İçerde bir kaynaşma oldu. Kalabalık içinden geçip kürsîye çıkması için yol
açıldı. Nihayet nefes nefese geldi; hürmetle ayağa kalktık; âdeta zorlukla geçerek
koltuğuna oturdu... Koca sınıfta çıt yok... Yalnız onun sesi ve sık sık nefes alışı
duyuluyor:
— Baylar... dedi; bu gün zannediyorum sizinle son dersimizi yapacağız... Uzun
uzun anlattı. T ü r k Târihine girdi; Yavuz'a, Fâtih'e, Kanûnî'ye geçti... İstiklâl Har
bine, Atatürk'e k a d a r geldi,... İnkılâbı yapanların nasıl feragat sahibi olduklarını
söylüyor, misaller veriyordu:
— B.MJV1. nin ilk teşekkülü sırasında, bir gün Ankara İstasyon Lokantasında
Atatürk'ün öğle yemeği olarak peynir, kiraz, ekmek yediğini ben gözümle gördüm,
dedi. Bir Devlet yaratmış adama öğle yemeği bu mu lâyıkdır? diye soruyordu.
Öyle tatlı anlatıyordu ki coştu ve bizi de coşturdu». Hem anlatıyor, hem göz yaş
larını da tutamıyordu.
Nihayet zil çaldı... O anlatmakta devam ediyor, biz de candan dinliyorduk. Sı
nıf kapusunun önü dışırdan da dolmuş, dîger sınıflar da toplanmışlardı. Geniş pen
cereli kapudan içerisi duyulmaz, fakat iyi seyredilirdi.
— Galiba zil çaldı... Vaktimiz de epeyi geçdi. İşte Baylar, dedi; Biz böyle bü-
yük bir milletin çocuklarıyız; bizim neslin yap tıklarını görüyorsunuz. Bu günün
en iyi idaresi Cumhuriyet'dir. Bunu, bu nesil kurdu. Eğer ileride daha da iyisi bu
lunursa onu da kabulde tereddüt göstermiyeceksiniz. Biz vaktiyle Pâdişâha, Salta
n a t a ne yeminler ettik; Fakat bu gün için daha iyisini bulduk...
bir andlaşma ile kabul edilmiş olup Türkiye aleyhinde delil olarak kullanılabilecek, milletlerarası bir
tek hukuk kuralı mevcud değildir..." denildikten sonra şu mütalaa ile de sonuca bağlanmışdır:
" Bundan dolayıdır ki, kısa zaman önce elde ettiği istiklâl ve hâkimiyeti için hududsuz bir aşk
ile çarpışmış olan Türk Milleti ve O'nun temsilcisi Türk Hükümeti, Milletlerarası hiç bir hukuk kaaidesi-
ne dayanmadığı gibi Türk Adlî İstiklâlini zedeler nitelikde gördüğü Fransız görüşünü asla kabul etme
mektedir. Bu sebebledir ki, iki taraf da, mes'elenin "Lahey Milletlerarası Adalet DîvânT'na götürülmesinde
anlaşmaya varmışlardır "
Durum bu şekilde büyük bir anlaşmazlık konusu olarak "Lahey Adalet Dîvânı"na intikal ettirilince
bu Dîvân'da "Türk Görüşü"nü savunacak şahsın seçimi mes'elesi ortaya çıkdı. Büyük Atatürk, Türk Mille
tinin ve T.C. şerefinin bahis konusu olduğu bu çok önemli dâvâ'da savunma görevini, tereddüd etmeden
büyük idealist ve o sırada Adliye Vekili olan Mahmud Es'ad'a verdi. Rahmetli, bu "veriMşi" şöyle anlat
maktadır:
".... (Temmuz 1927 târihi içinde) Bir gün Atatürk beni Çankaya'ya çağırttı; gittim. Mes'eleyi bir daha
îzâh etmemi emrettji; anlattım ve sözlerimi şöyle tamamladım:
— Paşam, "La-hey Adalet DîvânT'na gidelim; kimin haklı olduğu meydana çıksın. Ben hakkımızdan
eminim. Müsaade ederseniz dâvamızı ben müdâfaa edeyim. Kaybedersem Memleket'e bir daha dönmem.
Fakat kazanacağız. "Adalet Divânı" önüne gitmeden Fransızların dediğini yaparsak Fransız
Devleti'nin tehdidleri karşısında boyun eğmiş olacağız; bu da onlara dîger mes'elelerde aynı tehdidleri öne
1161
Ayağa kalktı; artık Hocamızı uğurluyorduk, alkış kesilmiyordu. Profesörler
odasma gitmek için uzaklaştı. Sınıf nâmına ne diyelim, kendisihe nasıl teşekkür
edelim? Cevap vermemiz bir şey yapmamız lâzım diye düşündük... Bir iki müzâke
re Karar:
Mektebin yeni ismi ile yapılan ve (S.B.O.) remizlerini taşıyan Rozeti kendisine
Sınıf n â m ı n a taktim edecektik. F a k a t kendisi hiç Rozet takmaz, kullanmazdı. Hat
tâ yakasında rozet için delik dâhi yoktu.
İçimizden b i r Hey'et hediyeyi alarak gittiler; takdim ettiler. Biz merakla bek
liyorduk... Acaba ne yapacak, kabul edecek mi idi?»
Fakat yakasında delik yoktu, cebine koymak lâzımdı. Böyle yapması, belki
kabulün t a m olduğunu göstermiyecekti....
— Baylar .. dedi; bir çakı, bıçak var mı? Arkadaşlardan biri cebinden büyük
bir çakı çıkardı. Hocamız, çakıyı kaptığı gibi o güzelim yepyeni lâcivert elbisenin
sol yakasına sapladı. Kocaman bir delik a ç m ı ş t ı ; rozeti oraya taktı:
— Arkadaşlarınıza söyleyin, çok teşekkür ederim Baylar... dedi. Hiç umulma
dık bu hareketi ne k a d a r hoşumuza gitmiş; nasıl günlerce hep onu konuşmuştuk.
Hâlâ unutamam..." (23/a - 545)
sürmek cesaretini verecektir. Halbuki, "Lahey Dîvâm"na gidersek, Dâvâ'yı kaybetsek dahî şeref ve haysi
yetimiz zedelenmez. Zira milletlerarası bir mahkemenin hükmüne uymak şerefsizlik değil, bil'akis büyük
şereftir
Bu sözlerim üzerine aziz Şefim Gazi M. Kemâl:
— Güle güle git.... Kazanacağından eminim.... Kazanmasan bile Memleket ve Millet Seni bağrına bas-
makda geç kalmayacaktır dedi."
"Lahey Dîvânı" önüne çıkmadan önce Fransızlarla "Tahkimnâme (— Yetki Belgesi ve Dilekçe)" hazır
lanırken, Mahmud Es'ad,; sonradan Dâvâ'nın kazanılmasında en önemli rolü oynayan "Türkiye, Kaptan
Demons'u tevkif etmekle Devletlerarası Hukûk'a aykırı hareket etmiş m i d i r ? " sorusunu koydurmuşdur.
Halbuki, daha önce Fransızların hazırladığı Tahkimnâme taslağına bu soru "Türkiye, Kaptan Demons'u
tevkif etmekle Devletlerarası Hukûk'a uygun hareket etmiş m i d i r ? " şeklinde konmuşdu. Mahmud Es'ad'ın
ince zekâsıyle yapılan ve görünüşde çok küçük olan değişiklikle "ısbat k ü l f e t i " tamamen Fransızlara yük-
letilmekteydi. Nitekim Fransa'nın ve Dünya'nın en ünlü Devletler Umûmî Hukuku Profesörlerinden ve Fran
sız Hâriciye Vekâleti Baş Hukû'k Müşavirlerinden Bastevant, "Türkiye'nin Devletlerarası Hukûk'a aykırı
hareket ettiğini ısbat edebilmek i ç i n " bütün Avrupa kütübhânelerini devirdi; 16. asırdan beri Devletler
Umûmî Hukûku'na âid bütün misâlleri ortaya d ö k t ü ; fakat tezini "Lâhey Adalet Dîvânı"na kabul ettire-
meyip Fransa-'nın "Lotus - Bozkurt Dâvâsı"nı kaybetmesine ve Türkiye'nin kazanmasına yol açdı.
Ebedî Cumhûriyetimiz'in çok şerefli bir zaferi olan bu Dâvâ'nın karârı da şöyledir:
(Devamı 1163. sf.'dadır)
1162
"Baylar, Biz altıyüz sene Cermen döğdük. Gelirlerse bir d a h a döğeriz.... Bir da
ha döğeriz... Ve sınıfta b i r alkış tufanı koptu...» (23/a - 561).
1930'da Adliye Vekilliği'nden çekilerek vefatına kadar izmir Milletvekili olarak
T.B.M.M.'nde hizmet gördü.
15 Aralık 1943'de İstanbul'da kaldığı Otel odasında devamlı olarak yazı yazdığı
Yeni Sabah Gezetesi'ne günlük makaalesini hazırlarken ansızın meydana gelen be
yin kanaması sonucu hastalanıp Cağaloğlu Sağlık Yurd'una kaldırıldı. Yapılan bü
tün tedavi ve gösterilen ihtimama rağmen kurtulamayarak 21 Aralık 1943 günü
saat 18.00 de Hakkın rahmetine kavuşdu. Cenazesi İstanbul - İzmir yoluyle Kuşa-
dası'na getirilip, vasiyeti gereğince, Selçuk'daki Çiftliği arazisine defnedildi. Evli
olup, 2 kız, 1 erkek evlâd babası idi. Fransızca'ya çok kuvvetle vâkıfdı. Kırmızir
yeşil şeritli İstiklâl Madalyası'na sâhibdi.
Vefatından sonra hakkında yazılan yüzlerce yazıdan alınan ba'zı p a r ç a l a n , bu
Azîz Memleket evlâdım, gelecek kuşaklara gereği gibi tanıtmak amacıyle aşağıya
alıyorum:
"İsviçre dağlarından Anadolu dağlarına, silâh omuzda koşan H u k u k Doktoru,
Serdengeçti Mahmud Es'ad Bozkurt, Vatan /Hududlan'ndan fikir h u d u d l a r m a ka
d a r her cebhede döğüşe döğüşe, en son, kalem elinde, Allanma kavuşdu.* Bir ya
nardağı toprağa gömüyoruz... 1943 >• Akbaba; Yusuf Z. Ortaç"
«... O " B ü t ü n cihan ıbir yana, Milletim, Milliyetim bir yana..." derken Milletine
ve Milliyetine olan derin bağlılığını yapmacıksız olarak ifâdeye çalışırdı. Türk
Gençliği'ne Türk adımn büyüklüğünü, Millet ve Milliyet sevgisini aşılamak için
çırpınırcasma ö m r ü n ü harcardı. H e r ders ve konferansında Türk Milleti'nin asalet
ve büyüklüğünü îzâh eden birkaç örnek verir; bunlar hakkında m u t l a k a kaynak
gösterirdi.... O'nu m a ğ r u r sananlar çok aklanmışlardır. Belki de ba'zılan, fikir ve
karakterinin hep ön planda duruşunu ve dimdik görünüşünü gurur diye tefsir et-
( < K A R A R
Fransa Hükûmeti'nce ortaya konulan delillerin Dîvâmmızca açık ve ikna edici olmadığı ve Türkiye'nin
Kaptan Demons aleyhinde kovuşturma yapmasını menedecek herhangi bir Devletler Hukuku prensibinin mev-
cud olmadığı neticesine varıldıkdan sonra, Lotus Kaptanı Demons'un tevkifine, 24 Temmuz 1923 tarihli
Lozan Muahedesi esasları karşısında takibat icrasına engel olacak hiç bir prensibin mevcud olmadığı ve
Türkiye'nin bahis konusu cezaî kovuşturma'yı, Devletlerarası Hukûk'un, her bağımsız devlete sağladığı hak
ka güvenerek yapdığına ve Devletler Hukuku Prensiplerine aykırı hareket etmediğine kanaat getirilerek:
1 — 2 Ağustos 1926 târihinde Fransız Lotus Vapuru ile Türk Bozkurt Vapuru arasında vuku'a gelen
çarpışma neticesinde ve Fransız Vapuru'nun İstanbul'a geldikten sonra Türk Kanunları'na göre çarpışmaya
sebebiyet veren kaptanı Demons aleyhine cezaî kovuşturmaya girişmekle Türkiye, 24 Temmuz 1923 tarihli
Lozan "jkaamet ve Selâhiyyet-i Kazâiyye" andlaşmasının 15. Maddesine aykırı hareket etmemişdir.
2 — Türk Adlî merci'lerinin vereceği karardan ayrı olarak cezaî tazminat bakımından Dîvân'ca ayrı
karar alınmasına lüzum görülmemişdir.
3 — Bir nüshası Dîvan Arşivi'nde saklanmak ve dîger iki nüshası tarafların herbirine ayrı ayrı veril
mek üzere işbu Kararname, 1927 senesi Eylülünün 7. günü Lahey'de Sulh Sarayı'nda tanzim ve imza kı
lındı.
1163
mislerdir. Tersine olarak Mahmud Es'ad çok mütevazı bir insandı. Gururlu değil
vakaarlı idi. Hiçbir zaman, hiç b i r suretde vakaarmm zerresini kaybetmedi... Laik
Cumhuriyetçi ve müfrit milliyetçi idi. Laiklik, onda derin ve esaslı bir bilgiye da
yanan samimî bir kanaatin mahsûlü idi. Türk Cumhûriyeti'nin gelecekteki hayâ
tını düşünürken Bozkurt'un istediği demokrasi "düzenli ve ölçülü" bir demokrasi
idi....» (23/e)
"...Mahmud Es'ad, herşeyden önce Türk'e ve Türklüğe inanan, Devlet ve Millet
hakkım ve haysiyyetini herşeyin üstünde tutan, vefalı ve cesur bir dâva adamı idi.
Kuvvây-ı Milliyye Çeteleri arasında silâhı ile, Meclis Kürsîsinde kuvvetli hitabeti
ile, mes'uliyet makamlarında prensipci ve ıslahatçı kanunları ile, Üniversite Kür
sîsinde İlmi ile, maddî ma'nevî b ü t ü n varını yoğunu Türk Kurtuluşu'na vakfetti.
Şahsî hayâtı, herkes gibi, çıkışlar inişler gösterir; fakat, fikrî ve siyâsî hayâtı
Cumhuriyet Gençliğine d â i m a örnek olarak verilebilecek şaşmaz bir dürüstlükte
kalmışdır F.R. Atay."
«...Mahmud Es'ad Bozkurt'un şahsında biz, bir değil, iki cins insan kaybetmiş
oluyoruz. Merhum kafasıyle garbh, kalbiyle şarklı idi Ve her iki ceıbheden de
büyük bir insandı... Genç ölmek, ihtiyar ölmek nihayet izafî bir zaman mes'elesi-
dir. Asıl kahramanlık, temiz yaşamakda, temiz ve büyük olarak ölmektedir
Faruk Nafiz Çamlıbel»
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
1164
Ord. Prof. Dr. "Kıble-zâdeler" diye anılan ve Sultan
MEHMED FUAD KÖPRÜLÜ (25) IV. Mehmed Devri Vezirlerinden Kıble-
li Mustafa Paşa ile Köprülü Mehmed
Paşa'nın Kızkardeşi soyundan olup Be
yoğlu 2. Ceza Mahkemesi Başkâtibliğin-
den emekli İsmail Faiz Bey ile Hatice
Hanım'ın oğludur. 22 Kasım 1890 (9
Cemâziy'ül-Evvel 1308)'de istanbul'da
Sultan Mahmud Türbesi karşısında bir
konak'da doğdu. Ayasofya Rüşdiyesi'n-
de, Mercan î'dâdîsinde okudu. (25/f)'-
deki kaynağa göre Hukuk Fakültesini
bitirdi; (25/ç)'deki kaynağa göre de
sözü geçen Fakülteyi tamamlamadan
yarıda bırakdı. Bu hususda gerçeğe en
uygun bilgiyi kendisinden ediniyor ve
bundan böyle, Köprülü'nün hâl terce-
nıesini yazacakların bu ciheti gözönün-
de bulundurmalarını ümid ediyoruz
(25/ı):
"...İ'dâdî'den sonra Hukuk'da üç
sene okudum. İmtihanlarda gaayet mu
vaffak oldum. Lâkin Hukuk'da büyük
bir hayâl inkisarı ile karşılaşdım. Tedrisat son derece fena idi. Şark lisanlarını,
Fransızca'yı ba'zı Hocalarımdan daha iyi biliyordum. H a t t â ba'zı dersleri, ba'zı
bahisleri onlardan çok evvel ve daha iyi öğrenmişdim. Hukuk'da fazla kalmak za
m a n kaybetmekden başka bir şey değildi Benim ihtisas yapmak istediğim ilim
sahasının mektebi yoktu ki ben oradan me'zun olabileyim...." Buna göre, Köprülü
1907'ide girdiği Hukuk Mektebi'nden 1909'da, 19 yaşında iken, me'zun olmadan ay
rıldı. Bu sebeble Köprülü, basit görüşlü kimseler tarafından büyük kıymet verilen,
gerçekde ise alelade bir " a n a h t a r " , ekser ahvalde de "cehlin hücceti" olan, yüksek
tahsil diplomasından yoksun v e fakat o t o d i d a k t olarak yetişen v e "İlim
Diploması" sahibi idi. Bu arada Edebiyat, Felsefe ve Târih konularındaki çalış
malarım özel olarak hızlandırdı ve kendi kendisini yetiştirdi.
1165
«. 1908 Meşrûtiyetini müteâkıb, "Fecr-i Atî" Edebiyat Grupu içinde hem
renkli şiirleri, hem de fikri makaaleleriyle, henüz yirmi yaşını doldurmayan bu
genç, pekçok dikkati çekmeye başladı....» (25/g)
1910'dan i'tibâren istanbul'daki muhtelif I'dâdî ve Sultanilerde Edebiyat Mual
limliğinde bulundu. 1913'de, Hâlid Ziya (Uşaklıgil) Bey'in Mâbeyn (Saray) Başkâ-
tibliği'ne ta'yini ile boşalan istanbul Darülfünunu Türk Edebiyyâtı Târihi Müder-
risliği'ne seçildi. 10 Kasım 1923 (10 T. Sânî 1339)'de ek görev olarak Mekteb-i Mül-
kiyye Siyâsî Târih ve Türkiye Târihi Dersleri Müderrisliğini de deruhde etti. 21
Mayıs i924'de Ankara'ya çağrılıp Maârif Vekâleti Müsteşarhğı'na getirilmesiyle
İstanbul'daki görevlerinden ayrıldı. Yedi ay kadar bu vazifede kaldıkdan ve Cum
huriyet Maârifi'nin ba'zı önemli mes'elelerini hallettikden sonra, İstanbul Yüksek
Öğrenim Gençliği'nin devamlı İsrarı üzerine Müsteşarlıkdan isti'fâen ayrılarak İs
tanbul Dârülfünûnundaki Müderrisliğine ve 13 Aralık 1924'de de Mülkiye Mekte-
bi'ndeki görevine döndü. Mülkiye'deki bu 2. Müderrisliği 1929'a k a d a r devam etti.
Bu arada, 1924'de (şimdiki İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi) Türkiyat Ens-
titüsü'nü kurdu. Aynı yıl Türk Târih Encümeni Reisliğilne seçildi. 1926"dan 1929'a
kadar da Sanâyi-i Nefise Mektebi (şimdiki Güzel Sanatlar Akademisi) Medeniyet
Târihi Muallimliği de yaptı. 1933'de İstanbul Darülfünununun İstanbul Üniversi
tesi hâline getirilmesi üzerine Ordinaryüs Profesörlüğe terfi' etti ve Edebiyat Fa
kültesi Reisliğine (Dekanlığına) getirildi. 1934'de Kars Müietvekilliği'ne getirile
rek İstanbul'dan ayrıldı. 1936'da, İstanbul'dan Ankara'ya nakledilen ve Ders Prog
r a m l a r ı genişletilen S.B.O. "Türk Medeniyeti Tedkîk Târihi (= T.M.T.T.)" Profe
sörlüğüne atandı. Dört yıldan fazla S.B.O. öğretim üyeliği de yaptıktan sonra,
1941'de alman k a r a r üzerine, 30 Eylül 194İ'de bu görevden .ayrılarak Meb'usluğuna
devam etti.
1166
çildi. 1957 seçimlerine kadar Milletvekilliği devam etti. 1. Adnan Menderes Kabi-
nesi'nde Dışişleri Bakanlığına, 1956'da da Devlet Bakanlığı'na getirildi.
«... Fuad Köprülü ile dîger Demokrat Partili liderler arasında başlayan ihti
lâf, O'nun 1957'de, kurucusu bulunduğu, Demokrat Parti'den ayrılmasına ve niha
yet siyâsî rolünün de soma ermesine sebeb oldu. (27 Mayıs 1960 hareketinden son
ra Yassıada'da kurulan Mahkeme karşısına 6/7 Eylül olayları sanığı olarak mıev-
kûfen çıkarılmış ise de berâet ettiği için serbest bırakılmıştır. 1961'de siyâsî faa
liyetlerin başlamasına izin verilince) "Yeni Demokrat Parti"yi kurarak tekrar si
yâsî hayata dönmüş ise de, Demokrat Parti Liderleri arasındaki ihtilâfın Umûmî
Efkâr'da yarattığı te'sirler ve yeni şartlar, eski D.P.Iilerîn Köprülü etrafında top
lanmasına imkân vermedi.... Böylece, Felek, O'na ilim ve kültür sahasında bahşet
tiği müstesna mevki'i siyâsetde esirgemiş oldu. Demokrat Parti larafdarlarının
A.P.'nde toplandığını görünce, yalan arkadaşlarım ve yeni Partisi'nin " K ı r a t " rem
zini (= amblemini) Adalet Partisi'ne devrederek siyâsetle alâkasını kesmiş; son
siyâsî vazifesini de böylece yapmış oluyordu...™.
Fuad Köprülü, hastalık bilmeyen ve doktor tanımayan sıhhatli bir bünyeye sâ-
hibdi. Bu sebeble O'nun ve Rahmetli (Ord. Prof.) Mükremin Halil Ymanç'm çok
uzun bir ömre namzed olduklarını umuyorduk. Daha, 1938'de talebesi iken, jübile
si münâsebetiyle, 1071 Büyük Malazgirt Zaferi'nin 900. yıldönümünün nasıl bir haş
metle kutlanması mevzu'unu görüşüyor ve bu mes'ud güne erişebileceğini söylüyor
du. Fakat son yılları, ruhî ve sıhhî bir sarsıntı içinde geçmiş ve (vefatından) sekiz
ay önce kendisini yatağa bağlayan (trafik) kazâ(sı) sanki O'nu mezara götürmek
için vuku' bulmuşdu.*.. (Ankara'dan) İstanbul'a hareketinden önce bir parça aya
ğa kalkmış ve fakat çökmüş bulunuyordu...» (25/f - 939).
28 Haziran 1966 Sah günü, oğlu Orhan Köprülü'nün İstanbul-Levend'deki evin
de Hakkın rahmetine kavuşdu. Namazı Bâyezid Câmi'inde kılındıktan sonra. Edebi
yat Fakültesi'nde yapılan merasimle "Köprülü Türbesi"ne defnedildi. Edebiyat Fa-
kültesi'nde yapılan merasimde İstanbul Üniversitesi Rektörü Ord. Prof. Dr. Ekrem
Şerif Egeli, Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Vehbi Eralp, Türkoloji Bölümü adına
Prof. Dr. Mehmed Kaplan, Eski Türk Edebiyyâtı Kürsîsi adına Prof. Dr. Ali Nihad
Tarlan, Edebiyat Fakültesi Me'zunlan Cem'iyyeti adına Prof. Dr. Abdülkaadir Ka-
rahan ve Türkiyat Enstitüsü adına Doç. Dr. Faruk Akün veciz birer konuşma yapa
r a k Merhumun ilim hayatındaki yerini tebarüz ettirdiler.
Evli olup bir erkek b i r kız evlâd Babası idi. Fransızca, Farsça ve Arabca'ya
vâkıfdı.
Samed Ağaoğlu, Köprülü'nün politik ve kişisel özelliklerini şöyle tahlil et
mektedir (25/b):
«— Bir adam düşününüz; hayat da kahramanı olduğu her olay, irâdesinin dı
şında!.. Sâdece yaşamanın zevkini ararken, aşkdan cinayete kadar çeşitli macera
lar içinde yuvarlanır. Bunların hepsine karşı da heyacansız, iyi veya fena, güzel
veya çirkin hükmüne varmadan bir yabancı gibi durmakta......
1167
Memleketimizin son elli yıllık politika hayâtında, işte bir bakıma böyle bir
yabancıya rastlamyor. Bilgin, profesör, şâir, meb'us, parvi kurucusu, bakan....
Bu k a d a r ağır başlı sıfatlar öylesine hafif, ufak tefek bir mizacın a y a k l a n altı
na nasıl serildi? Sırtına geçirdiği renk renk cübbelerin içinde, omuzlarına yük
lendiği sorumluluklara bu derece yabancı kalarak nasıl yaşadı?
Bu soruların cevabı bir roman olabilir. Biz bu romanın iancak köşe başlarına,
dönemeçlerine, ba'zı çıkıntı ve girintilerine işaret edeceğiz. Böylece, karşımıza bir
yüz çıkacak; Picasso'nun eğri büğrü çizgiler, yuvarlaklar, birbirine karışmış renkler
arasında beliren insanlarınla benziyen bir yüz!.
Boyunu biraz büyültmek için, ayakkabılarının ökçelerine gizli katlar yerleştir
mek yerine, başını ince çenesi yukarıya kalkacak şekilde dikip, göğsünü şişirerek
yürüyen bu adamın, yüzü bir türlü ihtiyarlamıyordu. Daha yirmi yaşında şâir olarak
Basın Dünyasına ayak bastığı gün nasılsa, daha yirmibeş yaşında üniversite kürsî-
si basamaklarını tırmanırken, otuz beş yıl sonra Tek Parti Devrine son vermiş
yeni bir Partinin .kurucuları a r a s ı n a girerken de hemen hemen aynıydı. Küçük,
uzunca, beyaz yüzde açılmış açık yeşil gözleri, çoğu zaman traşsız yanakları, sivri
çenesi, onu birdenbire çok m e ş h u r bir tuluat komiğine benzeten uçları düşük kaş
ları ile, susmuş dururken hiç bir ma'na taşımayan bu kumral saçlarının yarısı dö
külmüş baş, konuşmağa başlar başlamaz şaşırtıcı, oldukça da yapma bir samimi
lik rüzgârı ortalığı sarıyor; konu ne olursa olsun, bilgi, politika veya şakalar hep
bu rüzgârın, bu havanın içinde kalıyordu. Bu görünüşü, r u h u n u sarmaşıklar gibi
çevirmiş gurur ve övünmelerin birbirine karışmasından doğuyordu. Gururlu idi;
Anasının kökü, büyük bir Osmanlı Vezirine dayanıyordu ç ü n k ü ! Bu kök, isterse
ba'zılarımn iddia ettiği yolda, uydurma olsun, bir gerçek var ortada. Aslî bir otorite
ile evine, erkeğine ve oğluna her zaman hâkim ananın yüzü, o Vezirin Târih kitap
larına geçmiş, müzelerde asılı resimlerini daha ilk bakışta hatırlıyordu. Sonra Tâ
rih bilgisinin bir kolunda tanınmışlığı Memleket sınırlarını aşmış; dünyanın bel-
libaşlı Üniversitelerinin şeref doktoru olmuş, kitapları ile Doğu ve Batının isim
yapmış bilginleri a r a ş m a girmişti.
Övünmesinin de kaynaklan v a r : Çok genç çağında, kendisinden on, onbeş yaş
ileride siyâset, edebiyat ve fikir adamları içine k a n ş m ı ş ; her devrin hâkimleri bu
"hârika çocuğu" hayranlıkla koruma k a n a t l a n altına almışlar; sofralarında, toplan
tılarında bulundurmuşlardı. Bunun ötesinde de kendisini beğenmiş görünmek iste
miyor; bu görünüşünü, üstüne, babacanlık örtüsünü sererek gidermeğe çalışırken,
bu sefer de gerektiğinden fazla samimî insan hâlini alıyordu.
İttihad ve Terakki yıllannm mürşidi ve fikir adamı Ziya Gökalp'den, Tal'at Pa
şa ve Doktor Nâzım'a kadar büyük politik nüfuzlulan, Memleketin övünmeye lâyık
yıldızlarından biri diye kucakladılar O'nu. Kaderi imparatorluğun bu son idarecile
rine öylesine bağlı görünüyordu ki, Birinci Dünya Savaşı'mn felâket çanlanyla be
raber, onun da birçoklan gibi tutulmasını, hapislere atılmasını, Malta'ya sürülme
sini bekliyenler, ancak iki haftalık bir Bekir Ağa bölüğü müsafirliğinden sonra, ser.
best bırakılmış olmasının sebeblerini araştırmağa daha vakit bulmadan, O'nun
1168
dünkü sevgili ağabeyleri İttihadcılar aleyhinde ötede beride söylediklerini işittiler;
biraz sonra da Üniversitede bırakıldığını, Rıza Tevfik, Cenab Sahâbeddin gibi
İttihıadcı Düşmanı Profesörlerle sıkı fıkı olduğunu görerek şaşkınlık içinde kaldı
lar...»
Mütâreke yıllarında, İstanbul'un mavi göğünü örten matem bulutlarına, hep
serinkanlılıkla batkı. Dili o günlerin siyâsî üslûbuna hemen uymuştu. O da sevme
diklerinden "zırtapozlar, hıyarlar, kabaklar, muşmulalar'" diye bahsediyor; en ağır
küfürleri, en açık saçık imâları İstanbul argosu ile kekelemeden savuruyordu. Bu
biçim konuşmayı öyle benimsedi ki, artık bir daha dönemiyecekdi... Bu konuşma
biçiminde Türkiye'nin bir çeşit, ilk dil ekzistansiyalistlerinden biri olacakdı
O karanlık devirden bıraktığı hâtıralar arasında 'unutulması güç olanlar da var:
İstanbul Üniversitesi Öğrenicileri, Millî Mücâdele aleyhinde çalışan profesörle
rini protesto için ayaklandıkları zaman, karşılarına yarı tehdit, y a n öğütle çıkan
lardan biri de bu çocuk yüzlü adamdı....
{Anadolu, zaferini kazandı. Yeni Devletin kurucuları, Memleketin bütün değer
lerinden faydalanmayı düşünerek bir çoklarmın kusurlarım görmemiş gibi davran
dılar. Bu sefer de Ankara'nın kalpaklı, çizmeli idarecilerinin yanında, h e m de yaşı
henüz otuzun altında bir Bakanın (Maârif Vekîli Vâsıf Çınar'ın) Müsteşarı olarak
göründü....
Fakat Ankara'nın ne havası, ne insanları İstanbul'a uyuyor... Orada ufuklar
şimşekli, yüzler, bakışlar, sesler de zaman zaman ürkütecek derecede sert ve asık.
Şakaklarında vuran kanda, Dedesinin "dikkatli ol, bir yana çekdl" diyen fısıltısını
duyuyor; yaklaşan inkılâblarm fırtınası başlamadan, İstanbul'un sessiz, bin bir
renkli kıyılarında kitapları, açık saçık konuşmakdan hoşlanan dostları, her birini
bir yönden sevdiği kız, erkek öğrenicileri arasında bir süre d a h a beklemeyi ta
sarlıyor; kaçmak için gözlediği fırsat da gecikmiyor; Marmara'ya bakan bir kale
içinde kurulu kütübhânesinin loş serinliğine uzanıyor.
Ankara, irikılâbları, isyanlar, İstiklâl Mahkemeleri ve sehbâlar arasında yapıp
bitirdi. Şimdi sıra, bilgi konularında ve en başta da Dil ve Târih kavramlarında
inkılâbcılığa gelmişti. Askerlerin, kalpaklı, poturlu sivillerin, bilginin şuurlarını
pervasızca aşmalarına, önce şaşırdı. Arkasından, bir zamanlar Enver Paşa'nm da
daha küçük çapda, bu işlere heveslendiğini, fakat ba'zı profesör veı edebiyatçıların
" h e r iş ehlinin elinde" parolasıyle karşı koymaları yüzünden vazgeçtiğini hatır
ladı. Bu örnekten aldığı cesaretle, yapılmak isteneni kulaktan kulağa fısıltılarla
tenkide girişti. Bununla da kalmıyarak kendisine inanmış ba'zı genç asistanlarını
öne sürmek suretiyle bir çeşit gerilla harbine yeltendi...
Fakat, Mustafa Kemâl, Enver değildi... Tuttuğunu koparmak için her zaman
başarı ile uyguladığı metodları vardı. Üstüne p a r m a k bastığı işde tanınmış fikir
ve san'at adamlarım, ileri sürdüğü tezin eciri hâline getiriyor; buna razı olmala
rını her yola başvurarak, meselâ Mütâreke yıllarındaki tutumlarını hatırlamamış
görünmek suretiyle, sağlamağa çalışıyor; dayattıklarını görünce, kendilerinin gelip
ellerine, ayaklarına kapanıncıaya k a d a r yüzlerine bakmıyordu. Dil ve Târih konu-
1169
larında da böyle yaptı. İyi biliyordu; İstanbul Üniversitesinin bu pek meşhur Pro
fesörü günün birinde inadından dönecek. Politikacıların sofralarında sarıksız fet
va emini tavrı ile o t u r m a ğ a alışmış insan, kendi sofrasının çekiciliğine elbette da-
yanamıyacakdı!.. Onu, öne sürdüğü genç insanları birer fiske ile yıktıkdan sonra,
herhangi bir fikir ve bilgi adamı değil, görünüşde elbiselerini sivilleştirerek vazfc
felerini Meb'usluğa çevirdiği, gerçekte ise yaverliklerinden ayırmadığı ba'zı asken
leri araya koymak suretiyle yanma çağırdı. Kısa bir süre içinde Çankaya Köş
künün figüranları arasında yer alarak aynı hızla meb'us seçildi. Devletin resmî
işleri arasına giren Dil ve Târih tezlerinin ateşli savunucularındandır artık!... İs
tanbul Üniversitesinin yeniden kuruluşunda, şu veyıa bu profesörün kaderini belir
ten gizli bilgilerin sahihlerinden biri de O!.... Bütün bu işleri, Ali Kemâlden hâtı
ra küfürler, sözler, açık saçık hikâyeler, bâzan da gözlerinin yeşilliğini örtecek
kadar çatık kaşlar arasında görmekte, Üniversite konularında aldığı işaretlere gö
re kusur sahihlerini, aralarında Bakan'lar dıa var, medenî cesaret gösterileriyle
açıklayıp suçlamaktaydı.
Atatürk'le İnönü'nün arası açıldığı zaman, damarlarındaki kan onu uyar
m a k t a gecikmedi. Bu kan, birincisinin kudretinden, ikincisinin inadından korkma
sı gerektiğini hatırlatıyordu. Atatürk'ün ölümü sıralarında "Halkevleri Der
gisinde (Ülkü Dergisi) köşeye çekilmiş; yarıyanya unutulmuş bir insan
tutumunu alabilmişti. Gerçekte ise "Devr-i îsrnet'l hasretle beklediğini, İnö
nü'ye çokdan duyurmuştu. Millî Şef'den güler yüz bulamadı. İsmet Pa-
şa'nm insanlara güvenme ölçüleri kendine göre: Çevresinin birinci hal
kasına alacaklarım Çakırcalı usûlü ile seçiyor; tehlikeli günlerin imti
hanlarından geçemeyenleri oraya sokmuyordu. Devletin başına kayıdsız şartsız,
kudretle geçtiği günden kısa bir süre sonra pathyan İkinci Dünya Savaşı, iç poli-
tika'da yer k a p m a yarışının hızını iyiden iyiye azaltmışdı. O hâlde Birinci Dünya
Savaşından bu ikincisine, aynı çocuk yüzü ile gelebilmiş Profesör Politikacıya,
Meclisin bilardo masası, açık şakalar, hikâyeler, kulaktan kulağa dedikodular ara
sında kurulmuş köşesinde gününü beklemekten başka yapacak iş kalmıyordu.
Savaşın Avrupalı diktatörleri ezmesi ihtimâli kuvvetlendiği zaman beklediği
an da gelip çattı. Türkiye, zaferi paylaşan iki rejimden birine u y m a k zorunda.
Ya sağ demokrasiye, ya sol âleme katılacak. Târihin gösterdiği yön sağda uzanı
yordu. "Tekparti" devri yerini "çokpartili" düzene, belki Halk Partisi de iktidarı,
yeni kurulacak bir partiye başka insanlara bırakacakdı.
Biri, Atatürk'ün son Başbakanı (Celâl Bayar), ikincisi Millî Mücâdeleden bu
yana Milletvekili, İstiklâl Mahkemesi Üyesi, Hıalk Partisinin Grup Başkan Vekili,
Vali (Refik Koraltan) olarak hafızalarda çeşitli hâtıralar bırakmış bir isim....
Üçüncüsü onbeş yıldan beri Meclis'de, fakat Parti ve Hükûmet'de sorumluluk
almamış, eski bir aileden gelen henüz genç sayılabilecek yaşta, fazla tanınmamış
idealist bir Anadolu Çocuğu (Adnan Menderes) ile birlikte Demokrat Partinin ku
rucularından olmak için fazla düşünmedi......
1170
Onun, yeni Partinin t u t u n u p yayılışında kalemi ile yapdığı hizmet büyük!.. Ay
rıca babayani tavırları halk kitlelerinin hoşuna gidiyor. Soyadı ve Profesör cüb-
besi ile de, aydınlar arasında yeni devlet anlayışının fikir babası diye karşılanıyor
du.
Bu sahnede hoşuna giden şeyler de çokdu:
Göğsü, bağrı açık, kollan sıvalı, heyecandan kızarmış delikanlıların omuzların
da taşınmak, kendisini Arab kabilelerinin, savaşdan dönen erkeklerim karşılayan
kadınları gibi haykırışlarla alkışlayan kadınların önünden, başı dimdik, sağ eli, se
lâm için, sağ k a ş m m üstüne d u r m a d a n gidip gelerek geçmek, köy kahvelerinden
büyük şehirlerin miting meydanlarına kadar göründüğü her yerde halk tarafından
kucaklanmak!....
Kahraman olmanın gururunu da tadıyordu....
1946 seçimlerinin rezaletlerini, Halk Partisinin iç ve dış politikada başarısız
lıklarım, Memleketi sarmış çeşitli maddî, ma'nevî acıları yazı ve konuşmalariyle,
Meclis kürsîsinde, gazete sütunlarında cesaretle ortaya döküyor; Halk Partili bir
kaç Meb'usun, kendisini döveceklerini duyduğu gün, koridorda elindeki bastonu
şiddetle yere vurarak bağırıyordu:
"Kimdir bizi m e n eyleyecek bağı canandan
Mevrusu pederdir, gireriz, hâne bizimdir!"
Fakat İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerin Parti İdare Kurullarında
vazife alanların gözlerine çarpanlar var. Kurucu Profesörün, gittiği yerlerdeki teş
kilât içinde, özü şübhe ve vehimlerden yapılmış dedikodular çıkıyor. Kiminin Halk
Partisinin casusu, kiminin komünist, ba'zısımn gizli polis, şu veya b u n u n Partiyi
ele geçirmek istiyen sergüzeştçi olduğu kulaktan kulağa fısıldanmağa başlıyor;
endişeler doğuyor; i'mâh sözler, çekingen duruşların arkasından geçimsizlikler.
kavgalar başgösteriyordu Bu hava Müteşebbis Genel İdare Kurulunda, daha
kuruluşunun ertesi gününden esmeğe başlamıştı, denilebilir. Görünmez bir el Par
ti içinde, her yana vehim şübhe tohumları serpip duruyordu....
Burada insan r u h u n u n esrarlı tecellilerinden biriyle karşı karşıyayız. Bu elin
sahibi, asla fena niyetli değildi; Aksine iyi kalbli, yaşamakdan aldığı küçük zevkle
re dokunulmadığı sürece, dilsiz, sağır, bir çocuk kadar uysaldı. Fakat yaşı, o za
man, altmışa yakın, yüzünün çizgileri ise ancak kırkında olan bu kurucunun ru
hu ve beslediği dimağ yüzlerce yıllıkdı. Yüzlerce yıhn Türk Cemiyetine aşıladığı
alışkanlıklarla yüz gözdü. Osmanlı İmparatorluğu son üçyüz yılını bu alışkanlıkla
rın yarattığı çırpınmalarla geçirerek yıkılıp gitmişti. Çeşitli gelenek ve inanışlarla
yoğrulmuş azınlıkları birbirine bağlayan ma'nevî kuvvetler zayıfladıkça, ayrılıkla
rı doğuran vehimleri şübheler, birer idare vâsıtası ve k o r u n m a silâhı hâline gel
mişlerdi.
Kurucu Profesör de kendisini ve Partiyi yalnız bu, yollardan geçirerek ayakta
tutabileceğini sanıyordu. Halbuki ortaya atılan bu kemirici kurtlar, Partiye sız
mış arka fikirli, maskeli insanların elinde fesad köprüleri oldular. Demokrat Par-
1171
ti, kuruluşundan sekiz ay sonra yapılan Birinci Büyük Kongresinden, görünüşte
t a m beraberlik manzarasıyle, gerçekteyse ikiye, h a t t â üçe bölünmüş çıktı. Kenan
Öner olayı, Parti Meclis Grupunun Genel İdare Kurulu aleyhine dönmesi, Mîllet
Partisinin kurulmasına varan iç anlaşmazlıklar hep bu kaynakdan doğmuşlardır
1950 seçimleri, sonuçları bakımından, gerçek anlamında bir beyaz ihtilâldi.
Genişliğine ve derinliğine bir ihtilâl! Türk Milleti, Târihinde ilk defia İktidarı ken
di içinden kendi iradesiyle çıkarıyor; Millî Hâkimiyeti ilk defa idrak ediyor; yeni
İdareye buna göre yön vermek, k a r a r l a n , hareketleri b u n a göre düzenlemek gere
kiyordu. Beyaz İhtilâlin başarıya ulaşması için temel şart da, çağdaş, sosyal hayat,
devlet kavramlarım yeni insanlarla belirtmek, eskiye her şeyi ile veda e t m e k !
Yazık, görünüşü çekici, gerçekte ise büyük değişiklik ümidini bir anda sar
sabilecek bir fikir, seçimlerin hemen ertesi günü ortaya sürüldü. En heyecanlı
savunucusu da "Çocuk Yüzlü Profesör"...
Demokrat İktidarın ilk Hükümetini, aralarına birkaç yeni isim karıştırarak,
tanınmış adamlardan kurmak, böylece dosta, düşmana, güvenilebilir b i r idarenin
işaretini vermek.... Tanınmış kimselerden, ya'ni eski valilerden, yüksek hâkimler
den, generallerden, bilginlerden bir hükümet!.....
Bu fikir Parti İdarecileri arasında belki en çok Profesöre yaraşırdı. Namlı, şanlı
paşalardan, beylerden kuvvet alan Osmanlı İdare zihniyetini akıl ve kanıyle o
temsil ediyordu. Fakat, eski bir İttihadcı ve o ita'lihsiz Partinin, 1908 İnkılâbım
yaptıktan sonra İdareyi, Saray ve Bâb-ı Âlî'nin Paşalarına bınakarak giriştiği m a s u m
a m a yanlış hareketin getirdiği felâketleri iyi bilmesi gereken Bayar'ın, Millî Mücâ
deleyi ve inkılâbları yaparken Atatürk'ün Hükümet Üyesi olmak üzere seçtiği çocuk
sayılacak yaşta insanlardan biri olan Koraltan'ın bu düşünceye, h a t t â biraz olsun
neden kapıldıklarını Târih sorabilir
Bu ilk Hükümetin başına kendisi geçmek istemişti. Yaptığı i'mâ'nm sessizlik
le karşılanması üzerine daha ileri gitmedi. Fakat kalbinin derin köşelerinin birin
de, Dede'den kalma bir hakkı alamamış olmanın yarattığı sızıyı duydu; tesellisini
de önemli bir Bakanlığın (Dışişleri Bakanlığının) koltuğuna o t u r m a k t a buldu. Bu
rası bir yandan işi, bir yandan merasimi, seyahati, da'veti, ziyafeti çok bir yerdi.
Eski İktidarın, kendi kalemi ile tenkid ettiği kusurlarmı düzeltmek, dış politi
kayı yeni İktidarın prensiplerine göre yürütmek gerekiyordu. Halbuki O, canı iste
diği zaman çalışmaya alışmış adamdı. Daha doğrusu çalışmayı sevmiyordu. İşleri
Genel Müdîrlere bırakarak, kendisini yalnız merasimlere, ziyafetlere vermekte ge-
cikmiyecek; yapılan b ü t ü n uyarmalar da boşa gidince, Başbakan (Adnan Mende
res), ilk günden beri Parti içinde ve dışında beraber göründüğü bu arkadaşına "git"
demektense, onu sefaretlerin smokinli, fraklı sofralarında bırakarak, Bakanlığının
işlerini fi'len kendi ellerine almayı daha uygun buldu. Gerçekten garib bir man
zara idi. Bakan, bir çeşit Protokol Umum Müdîri olmuşdu. Sefirler O'nu, resmî
masasından çok, ziyafet sofralarında görüyorlar; işleri de onunla değil me'murla-
nyle, gerekirse Başbakanla görüşüyorlardı.
1172
Demokrat İktidar üzerinde, ilk dedikodu bu manzara ile başladı denilebilir. Ha
vuzlar, ağaçlar, çiçeklerle süslü geniş bahçenin ortasında, pahalı bir kısım antika
eşyalarla döşenmiş odaları, salonları ile Ankara'nın en güzel köşkünde o t u r a n iş
siz bir bakan!... Elbette göze çarpacak!...
Bu yüzden çıkan söylentiler onun da bulaklarına erişiyor; günün birinde yerini
elinden alabileceklerini düşünüyor; bu sefer kaynağı yine o, değişik konuda dediko
dular yavaş yavaş yayılıyor. Artık Bakanlar durup dururken Hükûmetden çekiliyor,
Meb'usların kalbi kınlıyor; Başbakan günün bir kaç saatini, yanında Profesör
Arkadaşı, bu dedikoduların zorladığı temizliği yapmakla geçiriyordu. Fakat, sözle
rin arkası bir türlü kesilmiyor; şübhelere kurban edilebileceklerini hissedenler de
kendilerini savunmağa hazırlanıyorlardı.
Muhalefet yıllarında. Demokrat Parti içinde patlak vermiş ayrılıkların, geçim
sizliklerin, parçalanmaların sebebi, ana kaynak, şimdi de iktidar sorumluluğunu
yüklenmiş insanları birbirlerine düşürüyordu. Demokrat Parti Grupunun İktidarda
bir daha bölünerek önce Köylü, arkasından Hürriyet Partileri, 27 Mayısa kadar
Meclisi, Umumî Efkârı. Basım ön plânda ilgilendiren ve Muhalefetin elinde en
keskin silâh hâline gelen bütün yolsuzluk i s n a d l a n 27 Mayıs'dan sonra İhtilâlin,
birer dâva konusu diye ortaya sürdüğü aynı mâhiyetde bütün iddialar, geniş
ölçüde, bu kaynakdan çıktı.
Profesör Kurucunun, dilinden düşürmediği bir söz şu: "Nâir&i fesad, dâire-i
tedbîri aştı." Ya'ni "fesad ateşi tedbir sınırını geçti."
O da günün birinde nefsini ve yerini k o r u m a k için, yaktığı dedikodu ateşinin
düşündüğü sınırları aşarak, kendisini de sarmak üzere olduğunu hissetti ve Baş
bakanın teklif ettiği başka koltuklara, oturduğu köşkü bırakmamak şartıyle, geç
meğe razı oldu.
Şimdi, yeni bir politikanın peşinde. Bir yandan etliye sütlüye karışmaz görü
n ü y o r ; bir yandan da, biraz ihtiyatlı ve Başbakanı koruyucu bir hava içinde, biri
kendi yerine getirilmiş (Fatin Rüşdî Zorlu) diğerleri kısa veya uzun süredenberi
Hükûmetde bulunan üç Bakan aleyhinde kulaktan kulağa fısıldamalarına devam
ediyor; Demokrat Parti iktidarım çok sarsmış 1955 b u h r a n ı ile Hürriyet Partisi
nin kuruluşuna yol açmış çekişmelerin altında yatan, belli başlı sebeblerden biri
de bu idi. 1955 olayı ile dedikodu oklarına hedef tutulmuş Bakanlar Hükûmetden
çekildiler; haklarında Meclis tahkîkaatı açıldı; Kurucu Profesör yine eski yerine
gelip oturdu. Bu, siyâsî hayâlının en büyük, fakat çok kısa ömürlü başarısı oldu.
Meclis tahkîkaatınm, Yüce Dîvâna dayanacağını ümid ediyordu. Bu netice yalnız
hıncını söndürmeyecek, kendisine Başbakanlık yolunu da açacaktı. Dört Bakanı
mahkemeye verilmiş bir adamın, yerinde kalması elbette güçdü. Ümidleri boşa
çıktı. Meclis Tahkikat Komisyonu, Bakanlar hakkında Yüce Dîvân kurulmasını
gerektiren hâl görmedi. Bunu, kendisi için ağır haysiyet darbesi sayarak isti'fa
mektubu bile göndermeden Hükûmetden çekildi. Bu son çekilmesinin daha başka
sebebleri var mı? Târihin uzak kıyılarından sesler mi duyuyor? Ufukların ötesin
de birikmeğe başlamış kara bulutlar mı seziyor? Çok derinlerden gelen yangın ko-
1173
k u l a n genzini mi yakıyor? Parti Grupu ile Teşkilât birbirine girmiş; Muhalefet
aleyhde propagandalan, kadın ve kızlarımızın yabancılara satılmış olmasına kadar
ileri götürmüş!.. Bir takım ekonomik sıkıntılar da kasaplann, bakkallann önün
de kuyruklar meydana getirmekte... Çok geçmeden fırtınalar, belki de kasırgalar
kopacak!...
Teknar H ü k ü m e t e girmesiyle, bu çekilişi arasında Demokrat Partiyi sıkıştıran
bir takım olaylarda rolü yine büyük oldu. Hürriyet Partisinin doğmasına sebeb
tartışmalar ve "İsbat H a k k ı " mes'elesinde, Başbakanın verdiği vazifeleri ses çı
k a r m a d a n kabul etti. Genel İdare Kurulundan iki üyenin kurul dışı bırakılması
kararını aldıran ve savunan odur. Bir üçüncü üyenin yalnız Genel İdare Kurulun
d a n değil, Partiden de çıkartılması için yaptığı teşebbüs de, istediğinin t a m olma
masına kızmakla beraber eriştiği başarıdan m e m n u n ! —
Bütün bu gayretlerine rağmen, ümitleri gerçekleşmiyerek Hükûmetden çekil
dikten sonra, uzun bir süre ortada görünmedi. Başbakanla görüşmüyor, aramala
rına cevap vermiyordu. Büsbütün gideceği anlaşılıyordu. K u r u c u l a n n d a n birinin
ayrılması Parti için iyi olmayacaktı. Sonra, hafızalarda, 1946'dan bu yana acı
tatlı günlerin hâtırıalan, taze ve canlı yaşıyordu. Bu düşünce ve hislerin bas
kısı ile Menderes'in yaptığı barışma teşebbüsleri boşa gitti ve günün birinde ga
zeteler "Kurucu Profesörün Partiden çekildiğini" büyük puntolarla haber verdi
ler!..
Evet, Partiden çekildi ve hemen Halk Partisi ile kolkola!.... 1957 seçimlerinde,
"güç birliği" nin hatiblerinden biri olarak Memleketi dolaştı. Gittiği her yerde De
m o k r a t Partiyi neden bıraktığını, bire bin k a t a r a k anlatdı. Bütün bu şikâyet et
tikleri olurken niçin ses çıkarmadığı, Bakanlık koltuğunda nasıl rahat r a h a t
oturduğu sorulunca da, o biraz babayani hâli ile "aldanmış" olduğunu söyleyerek,
güldü.
Seçimlerde artık Mecliste değildi. Fakat, Demokrat Parti aleyhindeki çalışma-
l a n n t a m o r t a s m d a ! Halk Partisi Lideriyle çekilmiş resimleri gazeteleri süs
lüyor. Kendi eliyle Demokrat Parti'den çıkardığı Hürriyetçilerle kucak kucağa!
Yine sofralara da'vetli, yine küfürlerle, açık saçık şakalarla dolu sohbetlerin ada
mı!
27 Mayısı böylece getirdi. O sabahın alaca karanlığında oturduğu evin tam
karşısına rastlayan Meclis Başkanlık köşkünden Koraltan'ın almışını seyreder
ken kahkahalar attığını söylüyorlar. Belki doğru, belki yalan, fakat o bunu ya
pabilir !
Dahası var. İhtilâlden iki gün sonra, İnönü'nün sofrasında eski a r k a d a ş t a n için
"Hepsi aşılmalıdırlar" demiş. Bu da belki doğru, belki yalan, a m a o söyliyebilir
bu sözleri......
İhtilâlin iltifatını bekledi. Profesörlerin el üstünde gezdirildiği bir sırada, onun
gibi hem bu cübbeyi taşıyan, hem Demokrasiye bağlılığını k u r u c u l a n n d a n bulundu
ğu Demokrat Partiyi bırakarak muhalefetle işbirliği yapmak suretiyle göstermiş
bir adamın, değişikliğini ni'metlerinden pay u m m a s ı hakkı değil mi? Sonra yıkılan
1174
iktidarın suçluluğu hakkında ondan d a h a iyi fetva verebilecek başka kim akla ge
lebilir....
Fakat değil iaramak, d ö n ü p yüzüne bile bakmıyorlardı. İhtilâlin ona karşı gös
terdiği bu arka dönüşün ma'nâsım anlamakda gecikmedi:
İhtilâlciler asık yüzleriyle ona, "Sen, diyorlardı, ötekilerden ayrılmakla canını
ancak kurtardın. Yoksa bizim gözümüzde şimdi içerde olanlarla senin a r a n d a ne
fark olabilir! Kaldı ki senden de soracaklarımız yok değil!"
6-7 Eylül Dâvasına sokularak, Yassıada'ya götürüldü. Kader Demokrat Partinin
d ö r t kurucusunu yine aynı çatının altına toplamışdı. Aynı koridorun ayrı ayrı dört
odasında kalıyorlardı. Demokrat Partinin bu eski (Hoca)'sı, ne öteki Üç Kurucuyu,
ne yıllarca arkadaşlık ettiği başkalarını tanır görünüyordu. Bayar ve Menderes oda
larından çıkarılmazlardı. Onlarla yalnız d u r u ş m a d a karşılaşıyordu. Fakat, bu İkisi
nin de, yemek salonunda gözgöze geldiği politika dostlarının da yüzüne bakmıyor
du.
Mahkemeye ilk çıktıkları gün, Bayar, yerine o t u r m a k için önünden geçerken,
"Halâ dargın mıyız?" diye sormuş. Cevap vermiyerek başını çevirdiğini görünce,
Partiyi beraber kurdukları bu eski arkadaşıyla bir daha ilgilenmemişdi. Menderese
gelince, ba'zı Hükümet ve siyâset arkadaşlarının Yassıada'da söyledikleri sözleri,
takındık! arı tavırları sâdece kaderin bir tecellisi diye karşılıyordu. 1946 Yılının ge
tirdiği heyecanla birbirlerine sarılarak Muhalefet günlerinin bütün sıkıntılarına
karşı koyduğu, iktidarın ilk aylarında Memlekete hizmet planlarını beraber yapdığı
bu .arkadaşının 6-7 Eylül olaylarının sorumluluğunu kendi üstüne bıraktığını gördü
ğü zaman, bu kaderin taşıdığı zulmün büyüklüğünü anladı. Kendisini suçlu, onu
kusursuz kılan hükmü, ne kadar acı olursa olsun, kaderine inanmış adamın sükûne
ti ile karşıladı ve eski Aziz Arkadaşının, okunan kararı dınledikden sonra, kaşlar
rını çatıp, başını dikleştirerek. döğüşden gaalib çıkmış horoz edâsıyle yürüyüp
gitmesine dudaklarında hazin bir gülümsemeyle bakdı.
Demokrat Parti'nin Profesör Kurucusu, Menderes'in ölümünü Târihin ve on-
beş yılın ortak hâtıraları arasından seyretdi.
Demokrat Parti'nin dört kurucusundan şimdi ortada kalan yalnız, O... Başka
kim çıkarsa çıksın, bu Partinin ma'nevî vârisi ancak kendisi. Madem ki İhtilâlci
lerin yanında yer bulamıyor; o hâlde miras hakkı ile karşılarına dikilebilir.
Hiçbir zaman halk adamı olamamış, halkın ruh, kalb ve dimağına hâkim his ve
düşüncelere hiçbir zaman girememişti. Dünyanın her yerinde en geri topluluklardan
en ileri cemiyetlere kadar, halk kütleleri, başka nitelikleri birbirlerinden ne derece
ayrı olursa olsun, siyâset adamlarından vefa beklerler; b u n d a n yoksun olanlara
a r k a çevirirler. Demokrat Kütleler de yıkılmış ve Partnerinin, İttihad ve Terâkki'-
den bu yana gelip geçmiş her devirde, felâket ve nekbetlerden vefasızlığı ile sıyrıl
mış bu Kurucunun çağrısına dönüp bakmayı bile düşünmeden yeni insanların
kurdukları partilere dalga dalga koştular.
Târihler, hele Osmanlı Târihi, haklı, haksız öldürülmüş devlet adamlarının
isimlerini, kişiliklerini, hizmetlerini yazarlar; fakat a d m ı bile anmadıkları yüzler
1175
ve yüzlerce eceli ile ölmüş Vezîr, geçmişin karanlıklarına gömülüp kalmışlardır.»
Köprülü'nün edebî ve ilmî kişiliği de, muhtelif kaynaklarda ayrı ayrı açılardan
incelenmiş; zıt görüşlerin teker teker tahlili neticesi objektif bir senteze ulaşmak
m ü m k i n olmuşdur. Şöyleki:
«Düşmanları dahî tasdîk etmişlerdir ki, Türkiyede batılı ma'nâsıyle, Tarihçili
ğin kurucusu Fuad Köprülü'dür. Umûmî Türk Târihi, Türk Medeniyeti ve Türk Mü
esseseleri Târihi, Tasavvuf ve Halk Edebiyatları Târihi, Klâsik Şi'ir Târihi, Türk
Hukuk ve tktisad Târihi gibi pek çeşitli mevzularda, bugün bir çok Tarihçimiz
için akıl almaz sayılabilecek bir erudition (= tabahhur, geniş Târih bilgisi) göste
ren Köprülü, aynı derecede m ü h i m eserler bırıakmışdır.
1913'de "Türk Edebiyatında Usûl" gibi, daha başlığı yeni bir devri müjdeleyen
monografisinden, 1950'de Bakan olmasına kadar tam 37 yıl Türk Tarihçiliğine
Köprülü hâkim olmuşdur.
O devrin belli başlı bütün kültür mecmularını, h a t t â gazetelerini gözden geçi
riniz, Köprülü'nün uyarıcı makaaleleriyle doludur. Köprülü, tenkîd fikrini dâima
ayakta tutmuşdur. 1913-1950 arasında yayınlanmış, hiç bir mühim Târih, hattâ
kültür kitabı yoktur ki, Köprülü'nün kalemiyle müsbet veya menfî şekilde mezi
yetleri açıklanıp, kusurları gösterilerek değerlendirilmiş olmasın.» (25/c).
« Çok erken inkişaf etmiş bir zekâya mâlikdi. Gençlik yazılarını "Hayât-ı
Fikriyye" adıyla bir kitap hâlinde neşretti. Lâkin "Fecr-i Atî Grupu"na dâhil ol
duğu zamandaki şiirlerini ayrıca bir kitab hâlinde toplamadı. İnce bir his, cilâlı
bir muhayyile sahibi olduğunu hissettiren o Şi'irler, mecmua sayfalarında dağınık
kalmışdır.
Balkan Harbi felâketi üzerine, "Türk'ün Duası" adındaki en uzun ve meşhur
manzumesini yazdı. O zamanlar "Millî Edebiyat Cereyanı"mn intikal devri idi.
Türkçülük sezilmiş; Ziya Gökalp'in "Turan Manzumesi" ortaya atılmış; fakat he
nüz "Aruz" ayakta bulunmaktaydı. Köprülü-zâde de Harb'de mağlûb olan Türk'ü
Tanrı'ya karşı duâ ettirmek için Arûz'u kul! anmış di:
1176
adının baş harflerini "M.F." koyuyordu. Çünkü artık o bir şâir'den ziyâde bir " â l i m "
di. O, "Millî Edebiyat" cereyanı konusunda en hayırlı ve feyizli yolu tutmuşdu. Bütün
çalışmalarını eski Türk Edebiyyâtı'na ve Türk Târifhi'ne ayırmışdı. Milliyetçiliğin
en olumlu işi, eski "Türk Millî Varhğı"nı İlm'in aydınlığına çıkarmakdı. Ziya Gök-
alp "İlim'in Türkcülüğü"nü yapmışdı. O'ndan en çok feyz alan Köprülü de "Türkçü
lüğün ılmi"ni yaymaya başladı. Binâenaleyh, Ziya Gökalp'den sonra, bu konuda en
büyük şeref payı Köprülü'nündür. Çünki, "ıdâvâ"da en çok "çaba" isteyen işi kendi
si üstlenmişdi. Köprülü'nün yaptığı hizmet'in azameti iki nokta'da toplanır:
1 — T ü r k Edebiyatım yalnız bizim, ya'ni batı (Oğuz Türklerinin Edebiyatı)
noktasından değil, b ü t ü n Türklük noktasından incelemeye başladı.
2 — Bu işi biati ilim âleminin usûl ve tekniği ile yapdı. Doğu bilim dünyâsın
da en büyük yeri tutan istidlal (= raisonnement) ve şahsî mütâlaaya kıymet ver
medi. Elinde müsbet ilmin sistemi, metodu, önünde hududsuz bir saha, uzun yıllar
dır vakfedilmiş bir ömür Bâzan yeni bir hakîkatı meydana çıkararak
ve meçhul bir ismi ilk defa ortaya koyarak; bâzan müsteşriklerin (— oryanta
listlerin, Türkolog'ların) yanıldığı noktaların hakîkat'ini çırçıplak ortaya koya
r a k ; bâzan da kökleşmiş, kamu oyu'nca i'tirazsız kabul edilmiş hatâları yıkarak
yapılan, bu uzun ve çok yorucu çalışmaların şerefli ürünlerini toplamakta gecik
medi. Kısa zamanda, batı ilim dünyâsı'nın en çok tanınmış milletlerarası bir
Türk şöhreti olmuşdu. Muhtelif batı ülkelerinde yapılan bir çok "Müsteşrikler
Kongresi"nde savunduğu tez'ler dâima orijinal ve verdiği etüd'ler d â i m a büyük
takdir toplamışdır....» (25/g-524).
« Köprülü, her şeyden önce, kendi çağdaşları arasında batılı bilginlerin her-
şeyine karşı ağzı açık kalan ve kendi ma'nevî varlıklarımızla ilgili tedkîkleri bile
yabancı ülke bilginlerinden bekleyen "garbperestler"e "kendine gel!.." dersi veren
adamdır. O, bizim kendimize dönüşümüzün sembollerinden biridir. Ondan önce,
Târih ve Edebiyât'ı, ya sadece Osmanlı kaynaklarında iaramışız; ya da Avrupalı
Müsteşriklerin eserlerine sığınıp durmuşuz. Köprülü, kendi Edebiyat ve Kültürü
müzü, kendi kütübhânelerimizdeki binlerce yazmaya dayanarak, kendi kafamızı
çalıştırarak, fakat Avrupa metod ve zihniyetini de olanca gücümüzle kullanarak
T ü r k Ruhu ve batılı görüşü ile incelemeyi savunan ve savunduğunu da bizzat ya
pıp başaran adamdır. Açıkça ve çekinmeden bu gün diyebiliriz ki: Artık Türkolo
ji alanında yabancı ülkelerdeki meslekdaşlarımızla Türk bilginleri rahat, rahat boy
ölçüşebilmektedir. H a t t â Türk Bili ve Edebiyatı konularının inceleme merkezi ar
tık Türkiye olmuşdur. Bu mes'ud sonucun gerçekleşmesinde, herkes'den çok, Fuad
Köprülü'nün payı vardır...» (25/f-934).
«Köprülü'nün Târih tedkîklerinde milliyetçi görüş ve duygular başlangıç teş
kil etmiş olmakla beraber O'nun, eserlerinde târihi hakikati a r a ş t ı r m a aşkına ve
ilmî objektifliğine asla bir his karışmamış; milliyetçi duygular sâdece Türk Târi-
hi'nin aydınlanması aşkını tahrik etmişdir. Bu sebeble Prof. Mordtman, G. Nemeth
"yeni Türkiye'nin, ilmî tedkîkleri ile, Fuad Köprülü bir mücâhidi'dir." demişlerdir.
1177
Yine başka bir Avrupalı Âlim, Köprülü için " Ş a r k zihniyetinin bağlarından kurtu
larak, fakat zengin kültürle dolu bir kuvvet kaynağı olan milliyetçiliği terk etme
yerek " ifâdesini kullanmışdır....» (25/f-937)
«— 1923'de ilmî formunu bulmuş olan Köprülü, Maârif Vekili Vâsıf Çınar'a
Müsteşar olarak Ankara'ya çağnlmışdır Kısa süren bu görevinde de, kalemi ka
dar verimli olmuşdur. Maârifin ağırlık merkezini teşkil eden Dârülmuallhnîn (Er
kek Öğretmen Okulu), Dârülmuallimât (Kız Öğretmen Okulu), Galatasaray ve
benzeri Mekteblerin başına hep Darülfünun Hocaları getirilmişdir. Türkiyat Ensti
tüsü de bu zamanda kurulmuşdur. Atatürk'ün Türk Târih ve Kültürü ile yakından
ilgilenmeye başladığı bu devrede, Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün hürmet edilen zi
yaretçilerinden biri de Köprülü idi. Atatürk kendisini tâ sokak kapısına kadar
teşyi' ederdi. Lâkin bu i'tibâr, 1931'de yerini, bir takım gizli ilmî çekişmelere bı
rakmak mecburiyetinde di. Ütopik teorilere uymayan Köprülü, ister istemez, iste
nilmeyen eski skolastik bilginler âlemine atılmakla karşı karşıya kaldı. Kendisine
her tarafdan saldırılmaya başlandı. 1932'de Ankara'da toplanan ilk T ü r k Târih Ku
r u l t a y ı n ı n birinci 'açılış gününde, çok mâhirâne fakat tereddüdlü bir çıkışı, ça
tışmalara sebeb oldu. Bir yıl sonra Darülfünun kapandı. 1933 Yılı Yazında "Üniver
site" adı altında yeniden açıldı. Vefakâr Atatürk Köprülü'yü kapıdışarı ettirme
di...» (25/f-945).
...... Köprülü'nün (1917-1919) yıllarındaki hayâtında iki güzel hâdise vardır:
Biri, her zaman Üstadı bildiği Ziya Gökalp ile tanışması ve onun İçtimaiyatçı
Mektebinin talebesi olması.... Ziya Gökalp'den ilmin ciddiyetini, heyecanını, zev
kini ve ba'zı metodlannı öğrenmesi.... Dîger dikkate değer bir tesadüf, büyük Şâir
Yahya Kemâl'i tanımasıdır.- Târih ve Siyâsî İlimler tahsil ettiği Fransa'dan Yurd'a
dönen Yahya Kemâl, Avrupa'da Türk Târihini, Türk Edebiyatı Târihini de araştır
mış ve çok yeni bir görüşle öğrenmiş bulunuyordu. Köprülü, Yahya Kemâl'deki
müstesna değeri kavramış ve anlamışdı. Yahya Kemâl, Köprülü ile tanışmasını
şöyle anlatmakdadır (26):
"Ben vaktiyle Ziya (Gökalp) Bey'e demişdim ki:
— Ziya Bey, biz bir milliyet diyaneti te'sîs ediyoruz. Bunun mü'minleri beş-
yüz sene sonra da bizim milliyetimize dâir hiç bir şeyden şübhe etmemelidir. Mil-
liyyet mevzu'unda biz, sâdece olan, bizde olan şeyleri söyleyelim. Bizde olmayanla
rı da söylemeyelim. Meselâ, bizim felsefemiz yokdur. Çünki, ordular felsefe yap
maz, fütuhat yapar. Biz de öyle yapmışız. Biz, Vatan k u r a n bir Milletiz. Bunları
söyleyelim
Aynı târihde Fuad Köprülü de, bütün dil ve edebiyatların mukaayesesi mevzu'-
lı bir eser yazmak müddeâsmda idi. Ben kendisine demişdim ki:
— Bu büyük mevzu'a girmeyiniz. Bizim daha m ü h i m mevzu'larımız vardır.
Meselâ, şu Ahmed Yesevî nedir? Kimdir? Bir araştırınız. Bakınız, bizim milliyeti
mizi asıl orada bulacaksınız "
(26) Bak.: Yahya Kemâl'in Hâtıraları; Nihad Sami Banarlı; İstanbul, 1960; 60. sf.
1178
Bu târihî konuşma, Köprülünün hayâtında en hayırlı bir dönüm noktası ol
m u ş ; " T ü r k Edebiyatında ilk Mutasavvıflar" adiyle yazdığı ilk büyük eserini, bu
görüşdeki ehemmiyyeti derhal ve çok iyi sezerek yazmaya başlatmışdır.—
Genç Müderris Köprülü 23 yaşında Profesör olmamn verdiği heves ve emni
yetle çok ciddî ve verimli çalışarak birbiri ardınca kıymetli eserler hazırladı.
1913'dem 1963"e kadar geçen yarım asır zarfında hep orijinal ve çok kıymetli
eserler veren ve büyük bir teşkilâtçı olan Köprülü, 1915'de "Âsâr-ı İslâmiyye ve
Milliyye Tedkîk E n c ü m e n i ' n i kurdu. Bu İlim Enstitüsünün organı olarak aynı yıl,
"Millî Tetebbu'Iar Mecmûası"m çıkardı. Fuad Bey'in bu Mecmûa'nın 1. sayısında
neşretdiği " T ü r k Edebiyyâtı'nda Âşık Tarzı'nm Menşe' ve Tekâmülü" adlı büyük
makaalesi, O'nun, daha ilk adımda, kendi sahasında neler yapmaya muvaffak olaca
ğım müjdeleyecek kuvvette idi. İlk şâheseri'ni de 1918'de " T ü r k Edebiyyâtında İlk
Mutasavvıflar" kitabiyle verdi. Okadar ki, Türkiye'de böyle bir kitap yazılması Av
rupalı âlimlerin hayretine sebeb oldu. Bu Kitab, Batılı Türkologlar arasında " T ü r k
İlmi"ne bir saygı ve hayranlık uyandırdı. Köprülü, bu eseriyle milletlerarası bir
şöhret kazandı. Sonra, O'nun bu faaliyeti bir an bile durmadı; aynı hızla devam
etti...*...
1923'de Paris'de "Dinler Târihi Kongresi"ne; 1925'de "Sovyet Cumhuriyetleri
İlimleri Akademisi"nin 200. yıldönümü Töreni"ne; 1926'da "Baku'da toplanan
Türkoloji Kongresi"ne; 1928'de Oxford'da toplanan "Müsteşrikler Kongresi"ne ka
tıldı. 1934'de Tahran'da, "Firdevsî'nin 1000. Yıldönümü Töreni"ne da'vet edildi.
O'nun ilmi ve şöhreti nihayet Amerikalıları da sardı. Amerika İlim Cem'iy-
yetleri ve Üniversiteleri de O'na lâyık olduğu saygıyı gösterdiler (27). O'nun ve
o'nun şahsında T ü r k İlmi'nin bu türlü zaferlerini önce Avrupa'h âlimler birbirine
duyurmayla başladılar. Meselâ, Prof. Paul VVittek, "Türkische P o s f ' d a yazdığı bir
makaalede, bu hususda şunları söylüyordu:
"Köprülü-zâde'nin kazandığı ehemmiyet, Türkiye Hududları'nın çok dışarısı
na kadar yayılmışdır. Baku'da toplanan Türkologlar Kongresinde O, Türklüğün
ma'nevî rehberi sıfatıyla, coşkun (bir şekilde tebrik edilmişdir. Leningrad İlim
ler Akademisi, Kendisine, yaşayan en büyük "İslâm Tarihçisi" ve Türkolog Bart-
hold'un teklifi üzerine 1925'de "Muhabir A'zâ"lık tevcih etmiş ve Türkoloji'nin ya
yım organı olan Macar "Körösi Mecmuası" kendisini 1926'da "Yayın A'zâhğı" na
seçmişdir. Eski ve meşhur "Heidelberg Üniversitesinin verdiği "Fahrî Doktorluk"
payesine gelince: Bunu şimdiye kadar Avrupa'da Fuad Bey'e gösterilen takdirleri,
Alman İlmi'nin de takdir ve teşekkürlerini ifâde eden müstesna bir işaret olarak
kabul etmek gerekir." Fakat Avrupa İlmi'nin takdir ve ta'zim ettiği bu Türk
Âlimi kendi Memleketi'nde anlaşılamadı. 0 1 nu çekemeyenler ve O'nu küçük düşür
meye çalışanlar görüldü. Meselâ, İstanbul Darülfünunu'nun Universite'ye çevrilişi
hâdisesinde (Köprülü'yü Universite'ye almamak için) harekete geçtiler. O'nun, bir
yüksek okul diploması dahî olmadığım ileri sürerek, baremdeki derecesini olsun
(27) Bak.: Avrupalı Âlimler ve Fuad Köprülü; Meydan Gazetesi; 83., 84., 85. Sayılar; istanbul, 1966; N. Sami
Banarlı.
1179
düşürmeye kalkdılar. Bereket versin, O yıllar, Büyük Atatürk'ün hayatda olduğu
yıllardı. O yıllarda, Millî Değerler'e karşı açıkça hakaaret ve haksızlık yapmak ko
lay değildi. Nitekim, muarızları bu yüzden, kötü maksadlarına ulaşamadılar.
O'nun, "Millî Edebiyat'" anlayışı bakımından dîger üzücü bir hâdisesi de 1937'-
de yapılan bir "Edebiyat Gecesi"nde görüldü. İstanbul'da Edebiyat Fakültesi ta
rafından tertiblenen bu "Gece"de Türk Halk Şâirleri, Tasavvuf Şâirleri ve Dîvan
Şâirleri, Şiirleri ve San'atlariyle sahnede temsil ediliyordu. Ogece Köprülü, o târ
rihe kadar, hakkında ters ve yanlış hüküm verilmiş bir mevzu'u ele alarak bu ko
nuda bir konuşma yapmış ve bilhassa:
"Türk Dîvan Edebiyatı Millî Edebiyat çerçevesi dışında bırakılamaz. Bugüne
kadar eski'yi yıkmak ve yenî'yi kurmak için, bu Edebiyata çok haksız ve şiddetli
hücumlar yapılmışdır. Ancak, Mazilerini ve Târihlerini iyi bilmeyen milletler hiç
bir zaman büyük bir istikbâl yaratamazlar. Hakîkatde Türk Dîvan Edebiyatı' da,
Türk Halk ve Tasavvuf Edebiyatı kadar millî ve büyük bir edebiyatdır" demiş ve
şiddetle alkışlanmıştır. Ertesi gün, bir kısmı gazeteler ve mizah mecmuaları, san
ki anlarlarmış gibi, bunu tenkîd ettiler. Halbuki, Köprülü bu konuşmasında İlmî
ve millî bir hakikati meydana koyuyordu. Nitekim, Köprülü'den birkaç yıl sonra,
Rus Âlimi Profi. E. Bertels, uzun araştırma ve karşılaştırmalardan sonra aynı ha
kikati söylemeye lüzum görmüşdü „
,(194rde) Devrin Maârif Vekili (Hasan Ali Yücel), liseler'den Türk Edebiyatı
Târihi Dersleri'ni kaldırmak gibi büyük bir hatâ işlemişdi. Bu, bir yandan, Türki
ye'deki sol cereyana bir hizmet, öte yandan ucu Köprülü'ye uzanan ma'nevî bir
darbe idi. Çünki, Türkiye'de Türk Edebiyatı Târihciliği'ni Fuad Köprülü kurmuşdu.
Aynı Maârif Vekîli, Köprülü'nün ilmine de kıymet vermemek gibi tuhaf bir
zihniyet içindeydi. Meselâ, ilk defa Leyden'de "Milletlerarası Akademiler Birliği"
nin yardımı ve en tanınmış Avrupa'lı Oryantalistlerin iştiraki ile yayınlanan "Bü
yük İ s l â m Ansiklopedisi" çalışmalarına Türkiye'den katılması sağlanan tek âlim
Köprülü olduğu halde, bu Ansiklopedi'nin ba'zı ta'diller ve ilâvelerle Türkçe'ye
çevrilişi hareketine Fuad Köprülü'süz başlanmışdı. Fakat, daha ilk fasiküllerin neş
rinde ortaya çıkan kifayetsizlik o kadar dikkati çekmiş idi ki, hakîkî bir ilim ada
mı olan Ansiklopedi Müdîri (Rahmetli) Adnan Adıvar, bir gece (eşi) Halide Edib
(Adıvar) ile birlikde Köprülü'nün evine gittiler. Ondan, Ansiklopedi çalışmalarına
katılmasını rica ettiler. Böylelikle "Türkçe İslâm Ansiklopedisi" III. Fasikülü'nden
i'tibâren Köprülü'nün yazdığı makaalelerle birdenbire bir ışık gibi parladı. Köp
rülü, Meb'usluğu sırasında, hattâ Demokrat Parti'yi kurduktan sonra, ya'ni Siyâ
si Hayat içinde geçen ömrünün, 1940'dan 1950'ye kadar, uzun bir devresi boyunca
bu Ansiklopedi'ye ilmî makaaleler yazmaya devam etti....
Şu son yıllarda Köprülü'Jyü bir siyâset adamı olarak tanıyanlar, O'nu âlim bi
lenlere nisbetle çok fazladır. Bunların da mühim bir kısmı Köprülü'yü "İlmi bıra
k ı p " siyâsî hayâta atılmakla itham edenlerdir. Fuad Bey, bilhassa 2. Dünya Harbi
yıllarında İlmin, hele Türkçe'nin politika'ya âlet edilmesinden çok müteessirdi.
1945-1950 yıllarında Vatan (Gazetesinde)'da çıkan makaaleleri, hep bu ıztırâbın
1180
ifadesiydi. Aynı hareket noktasından yürüyerek Memleketin o zamanki İdaresini
de çok (kötü) zararlı buluyordu. (Bir akşam evinde kendisini Demokrat Parti'ye
girmekden caydırmak için uğraşan bir şahsa şu cevâbı vermişdi):
"Denize düşen çocuğunu k u r t a r m a k için suya atılan ıbir babaya, hiç kimse,
"sen ilim ve ihtisas adamısın; suya atılmayı başkasına bırak!" diyemez. Bugün
Memleket bir diktatörlük denizinde boğulurken O'nu kurtarmaya koşmamak da
hiçbir Türk Münevveri'ne teklif edilemez. Şimdi, her Türk Münevveri'ne düşen va
zife, Memleketi bu Totaliter İdâre'den k u r t a r m a k d ı r . "
Fuad Köprülü, Siyâsi Hayâtı'nın o hamlesinde bu emeline ulaşdı. Fakat, bu
başarı, Yurd'un, içinde bulunduğu buhranları yenmeye yetişmedi. (Politikacı Köp
rülü, Âlim Köprülü'ye gölge düşürdü.) Bununla beraber, Fuad Köprülü hakkında
Rus Profesörü Gordelevskiy'in daha 1925'de söylediği bir cümle hiçbir zaman de
ğişmedi. Ve Köprülü, bütün ömrünce bu cümle'de tarif edilen insan olarak yaşa
dı:
Köprülü-zâde, her zaman ve her yerde Vatan'mı seven ve O'na i m a n eden bir
insan sıfatıyle çalışmaktadır (28)» (25/f - 962., 968).
(Bulabildiğimiz) B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (25/h)
t?8) Bak.; Azarbaycan'ı Tecikîk ve Tetebbu' Cem'iyyeti Mecmuası; Baku, 1925; 2. sayı
1181
3 — Paris Kadım (Henry Becque'den terceme)
İstanbul, A. İhsan Mat.; 1326 (1910); 74 sf.; 8°
4 — Rûh-i Siyâset (Dr. Gustave le Bon'dan terceme)
İstanbul, A. ihsan Mat.; 1326 (1910); 74 sf.; 8°
5 — Rulı'ül • Cemâat (Dr. Gustave le Bon'dan terceme)
İstanbul, Uhuvvet Mat.; 1327 (1911); 285 sf.; 8°
6 — Mapolyon'un Şark Siyâseti: Selim-i Sâlis ve Napolyon (tere.)
İstanbul, Kanaat Mat.; 1329 (1913); 411 sf.; 8°
7 — M:a'tûmât-ı Edebiyye (2 Cild birarada; Ş. Süleyman ile birlikte)
İstanbul, Kanaat Mat.; l . C : 1914; 2+314 + 6 sf.;
İstanbul, Kanaat Mat.; 2.C.: 1915; 264 sf.
8 — Millî Kıraat (İlk mektab son, Sultanî ilk sınıflar için)
(5. Ksm.) İstanbul, Kanaat Mat.; 1915; 239+1 sf.; 8°
9 — Yeni Osmanlı Târih-i Edebiyyâtı [menşe'lerinden Nevşehir'li Dâmad İbra
him Paşa Sadâretine kadar (1718 - 1730) Ş. Süleyman ile birlikde]
l . C : İstanbul, Ş. Mürettibiyye Mat.; 1916; 392+4 sf.; 8°
10 — Türk Dili'hin Sarf ve Nahvi (Süleyman Sâib ile birlikde)
istanbul, Ş. Mürettibiyye Mat.; 1917; 112 sf.; 8°
11 — Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1918; 446 sf.; 8°; 15 planş
12 — Türk Dili'nin Sarf ve Nahvi (Süleyman Sâib ile birlikde)
(3. Ksm.) İstanbul, Ş. Mürettibiyye Mat.; 1918; 167 sf.; 8°; resimli
13 — Nasreddm Hoca
istanbul, Kanaat Mat.; 1918; 238 sf.; 8°; 11 planş
14 — Tevfik Fikret ve Ahlâkı
istanbul, Kanaat Mat.; 1918; 40 sf.; 8°
15 — Türk Edebiyyâtı Târihi (2 cild)
istanbul, Mat:baa-i Âmire; 1920; l . C : Kabl'el-Islâm; 96 sf.
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1921; 2.C.: Bad'el-Islâm; 97-215 sf.
16 — Millî Târih (Orta mekteb 2. sınıf için)
İstanbul, Kanaat Mat.; 1921; 62 sf. 8°
İstanbul, Kanaat Mat.; 1922; 62 sf. 8°; (4. cild)
17 — Millî Elifba (= Arab harfli Türkçe Alfabe; Süleyman Sâib ile birlikde)
İstanbul, Kanaat Mat.; 1921; 80 sf.; 8°; Resimli
18 — Mekteb Şiirleri (ilk mekteb 5. sınıflar için; 2., 5., 6. Ksm.)
İstanbul, Ş. Mürettibiye Mat.; 1922; 95 sf.; 8°
19 — Türkiye Târihi (Anadolu İstîlâsı'na k a d a r Türkler)
l . C : istanbul, Kanaat Mat.; 1923; 256 sf.; 8°
20 — Türk Târih-i Dînî'si (1. - 34. forma)
İstanbul, Darülfünun Mat.; 1924; 624 sf.; 8°
21 — Bugünkü Edebiyat
istanbul, Cihan Mat.; 1924; 1 + 329+1 sf.; 8°
1182
22 — Fuzûlî : Hayâtı ve Eserleri
İstanbul, Orhâniye Mat.; 1924; 22+352 sf.; 8°
23 — Türk Edebiyatı Târihi
İstanbul, Millî Mat.; 1926; 386 sf.; 8°; 7 harita
24 — Les Origines du Bektachizme (ayrı basım)
Paris, Macon, Protat Freres; 1926; 25 sf.; 8°
25 — Millî Edebiyat Cereyânı'nın İlk Mübeşşirleri ve Dîvan-ı Türkî-i Basit
İstanbul, Devlet Mat.; 1928; 7 9 + 8 3 + 1 sf.; 8°
26 — Onyedinci Asır Saz Şâirlerinden Gevheri: Hayâtı ve Eserleri
İstanbul, Yeni Mat; 1929; VI+99 sf.; 8°
27 — XIX. Asır Saz Şâirlerinden Erzurumlu Emrah
İstanbul, Evkaaf Mat.; 1929; 38 sf.; 8°
28 — XVI. Asır Sonuna Kadar Türk Saz Şâirleri
İstanbul, Evkaaf Mat.; 1930; 69 sf.; 8°
29 — XVII. Asır Saz Şâirlerinden Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman Hikâyesi
İstanbul, Evkaaf Mat.; 1930; 78+2 sf.; 8°
30 — Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar
İstanbul, Ahmed Said Basımevi; 1934; 320 sf.; 8°
31 — Anadolu'da Türk Dili ve Edebiyatının Tekâmülüne Bir Bakış
İstanbul, Akşam Mat.; 1934; 86 sf.; 8°
32 — Eski Şâirlerimiz: Dîvân Edebiyatı Antolojisi
İstanbul, Resimliay Mat.; 1934; 700 sf.; 8°
33 — Yıldırım Beyazıd'ın Esareti ve İntihan Hakkında (tedkîk)
İstanbul, Devlet Basımevi; 1937; 591-603 sf.; 8°; (ayrı basım)
34 — Bibliyografya
İstanbul, Devlet Basımevi; 1937; 8 sf.; 8°; (ayrı basım)
35 — Orta Zaman Türk Hukukî Müesseseleri
İstanbul, Burhâneddin Basımevi; 1937; 34 sf.; 8°
36 — Zur Kenntnis der Alttükischer Tilulatur (ayrı h a s m ı )
Budapest, Leibzig, Körösi Croma - Tarassag, Otto Harrasso Witz; 1938;
7sf.; 8°
37 — l'Institution de Juridiques Turques au Moyen Age
İstanbul, Devlet Mat.; 1938; 41-76 sf.; 8°; (Belletenden ayrı basım)
38 — l'Institution de Vakf et I'Importance Historique de Document de Vakf
İstanbul, Cumhuriyet Mat.; 1938; 9 sf.; 8°; (Belleten'den ayrı basını)
39 — XVII. Asır Sâz Şâirleri
İstanbul, Kanaat Mat.; 1939; 67-128 sf.; 8°; (ayrı basım)
40 — XIX. Asır Saz Şâiri Âşık Dertli
İstanbul, Ahmed Said Mat.; 1940; 643-704 sf.; 8°; (ayrı basım)
41 — XVII. Asır Saz Şâiri Âşık Ömer
istanbul, Ahmed Said Mat.; 1940; 195-256 sf.; 8°; (ayrı basım)
42 — XIX. Asır Saz Şâiri Erzurum'Iu Emrah
İstanbul, Ahmed Said Mat.; 1940; 579-640 sf.; 8°; (ayrı basım)
1183
43 — Karacaoğlan
istanbul, Kanaat Mat.; 1940; 259-320 sf.; 8°; (ayn basım)
44 — XVIII. Asır Saz Şâirleri
İstanbul, Kanaat Mat.; 1940; 8+323-446 sf.; 8°; (ayrı basım)
45 — XIX. Asır Saz Şâirleri
İstanbul, Ahmed Said Mat.; 1940; 451-576 sf.; 8C; (ayrı basım)
46 — XX. Asır Saz Şâirleri
İstanbul, Kanaat Mat.; 1940; 707-768 sf.; 8°; (ayn hasım)
47 — Ali Şîr Nevâî
İstanbul, Maârif Mat.; 1941; 15 sf.; 8°; (ayrı basım)
48 — Altınordu'ya Aid Yeni Araştırmalar
İstanbul, Maârif Mat.; 1941; 397-436 sf.; 8°; (ayrı basım)
49 — Orta Zaman Türk - İslâm Feodalizmi
İstanbul, Maârif Mat.; 1941; 397436 sf.; 8°; (ayn basım)
50 — Türk Şâirleri ( I I I . C: İndeksler ve Sözlükler)
İstanbul, Kanaat Mat.; 1941; 769-975 sf.; 8°; (ayn basım)
51 — XII. Asırda Marâga Rasathanesi Hakkında Ba'zı Notlar
Ankara, Türk Târih K. Basımevi; 1942; 207-227 sf.; 8°; (ayn basım)
52 — Yeni Fârisî'de Türkçe Unsurlan
İstanbul, Maârif Mat.; 1942; 16 sf.; 8°; (ayn basım)
53 — Anadolu Selçuklan Târihi'nin Yerli Kaynaklan
Ankara, Türk Târih K. Basımevi; 1943; 379-521 sf.; 8°; (ayn basım)
54 — Osmanlı İmparatorluğunun Etnik Menşe'i Mes'elesi
Ankara, Türk Târih K. Basımevi; 1943; 219-312 sf.; 8°; (ayn basım)
55 — Uran Kabilesi
Ankara, Türk Târih K. Basımevi; 1943; 227-243 sf.; 8°; (ayn basım)
56 — Kayı Kabilesi Hakkında Yeni Notlar
Ankara, Türk T â r i h K. Basımevi; 1944; 421-452 sf.; 8"; (ayn basım)
57 — Alcune Osservazioni Interno all'unfluenza Delle Instituzioni Bizantine SuUe
Instituzioni Ottomane
Roma, Instituto per l'Oriente; 1953; IV+174 sf.; 8°
58 — Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu
Ankara, T. Târih Kurumu Basımevi; 1959; XXXIX+122 sf.; 8°
59 — islâm Medeniyeti Târihi (Prof. Dr. W. Barthold ile birlikde)
Ankara, Poligraf Ofset Basımevi; 1962; XXXIX+ 303 sf.; 8°
60 — Rönan MUdâfaanâmesi
Ankara, Güven Mat.; 1962; 78 sf.; 8°
61 — Türk Saz Şâirleri (5 cild b i r a r a d a )
Ankara, Güven Basımevi; 1962 - 1965; 826 sf.; 8°
62 — Sâmânoğulları : 874 - 1005
Ankara, Başvekâlet Mat.; ? ; 22 sf.; 4°
O
1184
MEHMED SALİH ŞENDİL (30) Çiftçi ve Tacir Hafız Salih Efendi ile
Zehra Hanım'ın oğludur. 1872 (1280
j ^ B B j ^ ^ ^ ^ ^ ^ H ^ ı R.)'de Lofça'da doğdu. Atik Alipaşa İb-
I tidâî Mektebi'nde, Fâtih Rüşdiyesinde,
Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne'nin İ'dâdî
Kısmi'nda okudu. İsviçre'ye giderek
Cenevre'de Balizer Ticâret Mektebi'nde
öğrenimini tamamladı.
Yurd'a döndükten sonra "Diplo
m a s i " mesleğini seçdi. 1892'de Hâriciye
Nezâreti Matbûât-ı Ecnebiyye KalemF-
ne ta'yin edildi. Aynı yıl Bâb-ı Alî Ter-
ceme Kalemi'ne; 1898'de Stokholm Se
fareti Başkâtibliğine nakil ve terfi' et
tirildi. 1900'de Bâb-ı Alî İstişare Odası
Muavinliğine; aynı yıl Bulgaristan (Os
manlı Devleti) Komiserliği Fransızca
Başkâtib Muavinliğine getirildi. 1902'de
Başkâtibliğe terfi' etti. 1911'de Hâriciye
Nezâreti Umûr-ı Siyâsiye U m u m Mü-
dîrliğine yükseltildi. Bu görevde iken
bir süre de (o zaman Hâriciye Nezâre-
ti'ne bağlı olan) Matbuat Umûm Mü-
dîrliğine (Basın-Yaym Genel Müdürlüğüne) Vekâlet etti. 21 Eylül 1920 (21 Eylül
1336)'da, ek görek olarak, Mekteb-i Mülkiyye Fransızca Muallimliğini de deruhde
eyledi. 30 Eylül 1923'de T.B.M.M. Hâriciye Vekâleti Umûr-ı Şehbenderî Umûm Mü-
dîrliğine (Konsolosluk Dâiresi Genel Müdürlüğüne) ta'yin edildiğinden Ankara'ya
gitmesiyle bu ek görevden isti'fâen ayrıldı. 1924'de Boğazlar Komisyonu Kâtib-i
Umûmliği (Genel Sekreterliği)'ne atandı. 1926'da emekliye sevkedildi. 1936'da,
emekli ve ücretli olarak çalışmak üzere Hâriciye Vekâleti Müşavirliğine ta'yin
edildi. Bu görev üzerinde bulunduğu hâlde, 19 Mart 1938'de ikinci kez S.B.O. Fran
sızca Okutmanlığına getirildi. 28 Şubat 1939'da Okutmanlık'dan isti'fâen ayrıldı.
31 Ocak 1943'de Ankara'da H a k k m rahmetine kavuşdu. Evli olup bir erkek, d ö r t
kız evlâd babası idi. Fransızca, Almanca, ingilizce, İspanyolca, İsviçce ve Arabcaya
vâkıfdı.
1185
MUAMMER PAMUK (31) Kunduracı esnafından olup 1. Dünya
Savaşında Çanakkale'de şehid düşen
İbrahim Efendi ile Cemile Pamuk Ha
nımın oğludur. 5 Mayıs 1918'de Nazilli'
de doğdu
ilk öğrenimini Nazilli'de, orta ve
lise öğrenimini izmir Erkek Öğretmen
Okulu'nda ve yüksele öğrenimini de
1941'de Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü
Beden Terbiyesi Şûbesi'nde tamamla
dı.
1941'de Izmir-Buca Ortaokulu Be
den Eğitimi Öğretmenliğine ta'yini ile
öğretmenlik görevine başladı. Buradan
18 Şubat 1946'da S.B.O. Beden Eğitimi
ve Spor Öğretmenliği'ne nakledildi.
1947'de, meslekî bilgisini artırması
için, Millî Eğitim Bakanlığı'nca isveç'e
gönderildi. Önce Jimnastik Okulu'nda,
sonra isveç Krallık Merkez Tıbbî Jim
nastik Okulu'nda Tıbbî Jimnastik, Ma
saj, Rehabilitasyon ve Umûmî Hasta
lıklar Tedavisi konularında teorik ve
pratik ihtisas kursları'm tamamladı. 1950'de Yurd'a ve S.B.O.'ndaki görevine dön
dü. S.B.O.'nun 1950-1951 Ders Yılı'nda Fakülte olarak öğretime başlaması üzerine,
Millî Eğitim Bakanlığı Beden Eğitimi ve izcilik Şubesi Müdîr Muâvinliği'ne ta'yin
edilmekle beraber, ek görev olarak, S.B.F.'ndeki öğretmenliğine, 1953'e kadar de
vam ettıi. 1960'da aynı Şube Müdîrliği'ne terfi' ettirildi. 1967'de kendi isteği ile Ga
zi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü Öğretmenliği'ne atandı. Hâlen (1969)
bu görevde bulunmaktadır. Evli olup bir erkek, bir kız evlâd babasıdır.
1950'den 1966'ya kadar Basketbol Federasyonu Genel Sekreteri ve Asbaşkam
olarak çalışdı.
1186
Prof. Dr. i b r a h i m Edhem Bey ile Saadet Hanı
MUHLİS ETE (32) mın oğludur. 1904'de İstanbul Bakır
köy'de doğdu. Weimar (Almanya) Lise
sinde "Bakalorya (= Bütün lise ders
lerinden bir kerede verilen sınav)" ve
rerek me'zun oldu. Leipzig Üniversite
si İktisad Fakültesini bitirdi. Aynı Üni-
versite'de doktora da yaparak "İktisad
Doktoru" unvan ve diploması aldı.
Yurd'a döndükten sonra 1930'da İs
tanbul Hukuk Fakültesi İktisad Doçent
liğine ta'yinle Akademik kariyer'e gir
di. Yüksek İktisad ve Ticaret Okulu
Para-Banka Profesörlüğünde; Yüksek
Murakabe Hey'eti Üyeliğinde ve Reisli
ğinde bulundu. Ek görev olarak da 1
Kasım 1939'da S.B.O. İşletme İktisâdı,
1944'de de Umûmî İktisad Profesörlük
lerine getirildi. Bir süre de Kiel Üni-
versitesi'nde müsâfir profesör olarak
bulundu. Mayıs 1950 seçimlerinde De
mokrat Parti'den Ankara Milletvekilli
ğine seçildi. 1. Adnan Menderes Kabine
sinde (şimdiki Sanayi Bakanlığının ilki olan) İşletmeler Bakanlığına, bir süre
sonra da İktisad ve Ticâret Bakanlığına getirildi. 1954'de D.P.'den 2. defa Ankara
MilletvekiUiği'ne seçildi. Milletvekilliği 1957'de sona erdi. 1961 seçimlerinde
C.K.M.P.'den 3. defa Ankara Milletvekilliğine seçildi. Koalisyon Kabinelerinden
üçüncüsünde Ticâret Bakanlığını deruhde etti. 1965 seçimlerinden sonra politika
d a n ayrıldı. 1966'da İstanbul Özel İktisâdi ve Ticarî İlimler Akademisi Başkanlı
ğına ve Profesörlüğüne atandı. Hâlen (1969i) bu görevdedir. Evli olup iki erkek
evlâd babasıdır. Almanca, ingilizce ve Fransızca bilmektedir.
Türkiye Ekonomi Kurumu, Avrupa Hareket Birliği Türk Konseyi, Türk-Alman
Kültür Derneği Başkanlıklarında bulunmuşdur. Türk Kooperatifçilik Kurumunun
Kurucularındandır. Bu Dernek ve Kurumlar ile Güney Doğu Avrupa Derneğinin;
İktisadî Araştırmalar Te'sisi'nin daimî üyesidir. Federal Almanya Devleti'nin Bü
yük Liyâkat Madalyası hâmilidir.
1187
BASILMIŞ ESERLERİ (32/b ve 32/c)
1188
Profesör Ahmed Hamdi Efendi'nrn oğludur. 1884
MUSTAFA ŞEREF ÖZKAN (33) (1300 R.)'de Burdur'da doğdu. Tem
muz 1903 (1319 R„)'de izmir fdâdîsi'ni,
Kasım 1908 (1324 R.)'de de İstanbul
Mekteb-i Hukûku'nu bitirdi. Hükümet
çe açılan sınavı kazanarak 1909'da Fran
sa'ya gönderildi. Paris Hukuk Fakülte
s i n d e lisans öğrenimini tamamlayarak
Eylül 1912 (1328 R.)'de Yurd'a döndü.
Ocak 1913'de İstanbul Hukuk Fa
kültesi İdare Hukuku Öğretim Üyeli-
ği'ne; Ekim 1913'de Konya Mekteb-i
Hukûk'u Müdîrliği'ne getirildi. Ocak
1914'de yapılan seçimlerde Konya ve
Burdur'dan Meb'us seçildi. Konya
Meb'usluğunu tercih ederek Meclis-i
Meb'ûsan'a girdi. Aynı yıl, ek görev ola
rak, İstanbul Mekteb-i Hukuku Âmme
ve İdare Hukuku Müderrisliklerini de
deruhde etti. Ekim 1915'de, izni alına
rak, Ticâret ve Ziraat Nezâreti Müste
şarlığı'na ta'yin edilmesi üzerine Meb'-
uslukdan isti'fâen ayrıldı. Müsteşarlık
ve Müderrislik görevlerine ek olarak İ'tibâr-ı Millî Bankası Yönetim Kurulu Üye
liğine de atandı. Aralık 1916'da Said Halim Paşa Kabinesi'ne Ticâret ve Ziraat
Nâzın olarak girdi. Aynı yıl Kayseri Meb'usluğu'na seçildi. 5 Aralık 1917'de Nâzır-
lıkdan isti'fâen ayrıldı. M ü t â r e k e d e Meclis'in feshedilmesi üzerine de Meb'usluğu
son buldu. Aralık 1920'de Anadolu'ya geçdi. Ocak 1921de Sivas'da bulunan "Temyiz
Mahkemesi (= Yargıtay)" A'zâlığı'na ta'yin edildi ise de, hastalığı sebebiyle işe
başlamaksızm, Temmuz 192Tde isti'fâ etti. 1922'de Suriye Hududu için Fransızlar
la Hükümetimiz arasında yapılan "Gümrük Andlaşması"nda Türk Delegasyonu
Başkanı olarak bulundu. Aynı yıl Lozan'a gönderilen İsmet Paşa Başkanlığındaki
'Lozan Sulh Konferansı Hey'eti"ne Dâimi Müşavir olarak ta'yin edildi. 2. Dönem
T.B.M M. seçimlerinde Burdur Milletvekilliği'ne getirildi. 1925'deki İsmet Paşa Ka
binesine İktisad Vekili olarak girdi. Bu görevde 7 seneye yakın kalıp rahatsızlığı
dolayısıyle 9 Eylül 1932'de isti'fâen ayrıldı. Aynı yıl T.B.M.M. Bütçe Encümeni
Reisliği'ne seçildi ki, bu önemli görevi vefatına kadar devam etti. 1926'da açılan
Ankara Hukuk Fakültesi Idâre Hukuku Profesörlüğü görevine ek olarak, S.B.O.'nun
1189
İstanbul'dan Ankara'ya nakli üzerine 6 Kasım 1936'da S.BO. Idâre Hukuku Pro-
fesörlüğü'ne de ta'yin edildi.
10 Eylül 1938 günü, her zamanki gibi T.B.M.M.'ne gelmiş; Milletvekili arkadaş-
larıyle biraz görüşdükden sonra Meclis Kütübhânesi'ne çıkarak 16.30'a kadar bu
rada çalışmışdı. Bu saat'de Meclis'den ayrılarak evine gitmiş; saat 17.30'da gelen
şiddetli bir kalb krizinden kurtulamayarak 18.00'de Hakkın rahmetine kavuşmuş;
Cebeci'deki Asrî Mezarlık'a defnedilmiştir. Vakitsiz ölümü, istisnasız ıbütün An
kara ve Türkiye'de büyük bir teessür uyandırmışdı. Rahmetli'nin şahsında T B.M.M.
bilgisinden çok faydalandığı âlim ve idealist bir üyesini, Yüksek Öğrenim Gençliği
çok değerli bir profesörünü ve Büyük Türk Milleti de fazileti bir evlâdını daha
kaybetmiş oluyordu. Fransızca, Arabca ve Farsça'ya vâkıfdı.
Vefatından sonra, Dr. (Jur.) Sayın Münib Hayri Ürgüplü, Rahmetli'nin karak
teri ve kişiliği hakkında şunları yazmışdı (33/ç - 13 Eylül -4. s f ) :
«O'nun ölümü karşısında duyulan içli ve özlü teessürü anlatmak için, ne ya
zık ki kelimeler zavallı bir ifâde, lisan âciz bir vâsıtadır. Her dâim büyük saygı ve
sevgiye değer Mustafa Şeref Özkan'ın Şahsiyeti, derin incelemeler ve ayrı tevkire
bihakkın lâyıkdır.
Rejimler muayyen prensiplere dayanırlar; fakat o esaslara feragatle, faziletle,
bilgiyle inanan ve onları aynı suretle tatbik eden şahsiyetlerden kuvvet alırlar, kök-
leşirler. Sayın Mustafa Şeref Özkan, Cumhuriyet Rejiminin bu kırat'da bir elema
nıydı. Gene O, bu yüksek vasıflarından dolayıdır ki yalnız kendisini tanıyanları de
ğil, tanımayanları dahî ölümüyle eleme garketmiştir. Fâni insan için, bu, ne büyük
bir mutluluktur1.
Babadan intikal eden bir mazi ve tesadüfler, hâdiseler beni kendisine tanıttır
dı- Ve dolayısıyle de O ölmez şahsiyeti yakından tanımak fırsatım bana verdi.
Kendisiyle sık sık konuşmalarını esnasında, eşi ender bulunur vasıflarının huzuru
nu duyardım; kalbimin ve kafamın, O'na yükselmeye çalışarak koşmak ihtiyaç ve
iştiyakını hissettiklerini duyardım.
Bence bir insanın iki türlü terbiye müktesebâtı vardır: Baba ocağında ve mek-
teb'de alman terbiye ile hayatda alman terbiye...
Bu sonuncu terbiyenin mektebi yoktur. Onun sıraları, hayat ve yüksek şahsi
yetlerin fazilet merhalesidir. Bir genç için ne yüksek bir bahtiyarlıkdır ki, hayâtı
•yalandan tanımaya başladığı zamanda Mustafa Şeref gibi bir şeref menba'ından
nur ve ilham alabilmek fırsatına nail olmuşdur. Gelecek nesiller, Mustafa Şeref-
den okuyanları biribirlerine hürmetle, tahassürle gösterecekler ve diyeceklerdir
ki: O, Mustafa Şerefin talebesidir. Bu fırsat ve vaziyet nasıl şerefli olmasın ki....
O, fazilet ve feragate en üstün derecesinde inananlardandı.
1190
de Türk vatandaşı için bir n u r kaynağıdır, bir vazifedir. Fakat gene o b ü t ü n bun
ların üstünde insanlığı hem de kemâl hâlinde temsil edenlerdendi
Muhakkak ki, İzmir İ'dâdîsintn Son Sınıfındaki Mustafa Şerefin muamele, ta
vır ve tebessümiyle 30 yaşında Nazır Mustafa Şerefin muamele, tavır ve tebessü
mü arasında fark bulmak kaabil değildir. Gene muhakkak ki, Türk Milleti Musta
fa Şeref Özkan'ın şahsiyetinde her bakımdan çok yüksek değerde bir evlâdını kay
betmiştir.
Bu ölümün acısını, Gençliğin kendisini imtisal numunesi kaynaklarından biri
olarak almasıyle ve onun gibi yetişmek ve yetiştirmek ülküsünü gütmesiyle azal
tabilir, biraz olsun giderebiliriz.
Toprağa tevdi ettiğimiz hayat, ismi gibi şereflidir. Rahmet, Allahın ondan esir
geyeceği bir şey olmayacakdır.»
O zaman İçişleri Bakanı olan Rahmetli Şükrü Kaya da Mustafa Şerefe âid
hâtıralarım şöylece kaleme almışdı (33/ç):
"...Şerefi İstanbul Hukuku sıralarından tanırım. Bizden bir sınıf sonra idi.
İnce, narin vücûdiyle, sâde ve temiz giyinişiyle, gözlük camının ne azaltdığı ne de
çoğaltdığı nafiz, derin zekâlı bakışlanyle, sakin vakur edasiyle, koridorlarda ve
bahçede umûmî münâkaşıalardaki sağlam bilgi ve mantığa istinâd eden mütâlaala-
nyle, bir çok talebeler gibi, benim de h ü r m e t ve muhabbetimi celbetmişdi. Hayâ
tının sonuna kadar bırakamadığı Burdur Şivesi, sözlerine ayrı bir hususiyet ve
rirdi.
Sonra kendisiyle, Paris Hukuk Fakültesinde buluştuk. O zaman Fransızcası
biraz kıt di.
— Şeref güçlük çekeceksin, dedim.
— Biliyorum; fakat bu güçlüğü herkesten iki kere daha fazla çalışmakla yen
meğe çalışacağım, cevabını verdi.
Türk tıalebe arkadaşlar, birbirimizin imtihanlarında bulunmamağa k a r a r ver-
mişdik. Fakat neticeyi, imtihanlarımızın neticesini yüksek i'timâd ve temenni ile
beklerdik. Şerefin imtihan notları, her birimizin ancak yetişebileceğimiz derecede
görününce, diğer arkadaşlarla beraber kendisini sevinçle tebrik ettiğimiz zaman,
O, mütevazı' ve sevimli haliyle kendisi için m u k a d d e r olan bu neticeyi, imtihan
larda yeri pek az olan şansa, talie atfederdi. Şerefin çalışkanlığının ve anlayışının
eseri her imtihanda daha mütezâyid olarak tecelli etti- Ve unutmadığıma emin
olarak diyebilirim ki, Son Sınıf İmtihanlarını alkışlarla verdi. Şeref Maârif hesa
bına okumuşdu. Memlekete avdet edince, o zaman, Konya'da açılan Hukuk Mekte
bine hoca oldu; ömrünün bu çok erken, ansızın gelen sonuna kadar, sevdiği hoca
lığa devam etti.
O, Darülfünun kürsîlerinden genç dimağlara b ü t ü n bildiklerini ve öğrendikle
rini telkin ederken mütemadiyen bilgisini de artırdı. Şeref, akranı arasında
haklı ve yerinde olarak en evvel kıymeti takdir olunan ve faal siyâsete lâyık gö
rülen bir münevverdi. Çok genç yaşında Müsteşar ve Nazır oldu. Muvaffakiyyet-
ie vazifesini gördü. Mütârekenin elîm günlerinde Dâmâd Ferid Kabinesinin zul
münden aylarca gizlenerek kurtulabildi. Sonra Millî Mücâdeleden evvel Anadolu'-
1191
ya geldi. Ve Atatürk İnkılâbının ayrılmak bilmez bir neferi olarak çalışdı ve
ölünceye kadar öyle kaldı.
Ankara Hukuk Mektebinin Hukûk-ı İdare Profesörlüğü kürsîsini, İktisad Veki
li olduğu vakit dahi bırakmadı. Notlan ve dersleri, idareciler için ilmin bütün
idâri nazariyelerini ihtiva ve münâkaşa eden birer kıymetli rehberdir- Hukukî
mes'elelerde, Meclis kürsîsinde derin vukufa istinâd eden vazıh mütâlâaları, ka
rarlanınız üzerinde dâima te'sir yapardı. Senelerden beri büyük bir gayret ve 11-*
yâkatle reislik ettiği Bütçe EncUmenindeki müşkil ve çetin mesâisi, Memleketin
finans işlerinde hayırlı izler bırakmışdır. Şeref, bilgi ve tecrübesini Memleketin
emrine ve haynna vakfetmiş, yüksek vicdanlı ve yüksek irfanh bir Türk münev
veri idi.
Millet, Memleket, hepimiz kendisinden daha büyük, daha müsmir hizmetler
beklemekteydik. O. ansızın bizi, arkadaşlığından ve yoldaşlığından, Memleket irfa
nını hizmetinden mahrum eden vakitsiz, insafsız ve şuursuz, hiç birimizin asla
beklemediğimiz bir tabiat ânzasına kurban oldu, gitrl. Yazık, çok yazık! Ne ya
palım, Millet sağ olsun....."
BASILMIŞ ESERİ (33/d)
1 — İdare Hukuku Ders Notlan (1. sene, 1- Ksm.)
Ankara, Köyhocası Mat.; 1935; 189 s t ; 8°
O •
Prof. Dr. Kandıra ilerigelenlerinden ve Emiroğul-
NİHAD ERİM (34) ları - Kahvecioğulları Sülâlesinden mer
hum Râif Erim Bey ile Mâcide Erim
Hamm'ın_ oğludur. 1912'de Kandıra'da
doğdu. Kısa bir süre İzmit - Kandıra'-
da ilk öğrenim gördükten sonra Gala
tasaray Lisesine girdi; Durada ilk, orta
ve lise öğrenimini tamamladı. İstanbul
Hukuk Fakültesi'nden me'zun olduk
tan sonra 1936'da Paris'e giderek, Hu
kuk Fakültesi'nde lisansını tamamla
yıp "Hukuk Doktorluğu" derecesini ve
ayrıca Milletlerarası Yüksek Öğrenim
Enstitüsü'nden de sertifika ve diploma
aldı
1939'da Yurd'a döndükden sonra
Ankara Hukuk Fakültesi'nde Rahmet
li Mahmud Esad BozKurt'un önce Asis
tanlığına; sonra Doçentliğine getirildi.
10 Ocak 1941'de S.B.O.'nda yeniden in-
dâs edilen Hukuk Başlangıcı ve öğre
tim üyeliği açık bulunan Amme Hu
kuku Öğretim Lyeliği'ne ta'yin edildi.
1192
1942'de Ankara Hukuk Fakültesi Âmme Hukuku ve Devletler Umûmî Hukuku Pro-
fesörlüğü'ne yükseltildi. 1943'de, devrin Cumhurbaşkanının takdirini kazanıp, ek
görevle, Dışişleri Bakanlığı Hukuk Müşâvirliği'ni de deruhde etti ve bu sıfatla
1945'de San-Francisco'da toplanan "Birleşmiş Milletler Teşkilâtı (= U.N.O.)" ku
ruluş konferansına Türk Hey'eti Müşaviri olarak katıldı. Kendisi San-Francisco'da
iken, yapılan ara seçiminde (1945'de) Kocaeli Bağımsız Milletvekilliği'ne seçildi.
1932'den beri üyesi bulunduğu C.H.P. Parlamento Grupu'na dahil oldu. 1948'de 2.
Hasan Saka Kabinesine Bayındırlıik Bakanı, 1949'da da Şemseddin Günaltay Ka-
binesi'ne Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak girdi. Mayıs 1950 Seçim-
leri'nden sonra Parlamento dışı kaldı. Aynı târihde, bir tarafdan 1947'de başladığı
Ulus Gazetesi Siyâsî Müdîrliği ve Başyazarlığını yaparken, dîger yönden Ankara
Hukuk Fakültesi'ndeki Devletler Umûmi Hukuku Kürsîsi'nde Profesörlüğe başla
dı. 1953'de çıkarılan bir K a n u n l a , "Üniversite Öğretim Üyelerinin Siyâsî Yazı Yaz
malarının yasaklanması" üzerine Hukuk Fakültesi'ndeki görevinden ayrıldı. "C.H.P.
Malları'mn Müsaderesi Kanunu" hükümleri gereğince Ulus Gazete ve Matbaası'na
Hükümetçe elkonması üzerine 1953'de önce "Yeni Ulus", sonra "Halkçı" Gazetele
rini çıkardı. Bu Gazeteler için tahakkuk ettirilen vergi sebebiyle Temmuz 1955'de
Halkçı Gazetesi'ni kapattı ve Yazarlıkdan ayrıldı.
1956'da Kıbns Mes'elesi'nde Hükümetin, kendisinden hizmet istemesiyle, işin
hukukî yönü üzerinde bir rapor hazırlayıp Hükümete sundu. Bu sebeble "Lord
Radcliff Projesi"nin Londra'daki müzâkerelerine Türk Hükümeti adına katıldı. Yi
ne bu sebeble 1957'deki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Toplantısında "Kıbns
Dâvâsı"nın savunulması için New-York'a gönderilen Hey'et'e katıldı. 1958'deki "Zü
rich ve Londra Andlaşmalan"nın imzasından sonra ise "Yeni Kıbns Cumhûriyeti'-
nin Anayasası'nı Hazırlayan Karma Komisyon"da T.C. Hey'eti'ne Başkanlık etti.
1961 ve 1965 seçimleri'nde yine C.H.P.'hden Kocaeli Milletvekili seçilerek tekrar
T.B.M.M.'ne girdi. Hâlen (1969) bu görevde ve C.H.P. Millet Meclisi Grupu Baş
kan Vekili'dir.
1946'da, Cenevre'de bulunan "Milletler Cem'iyyeti" Fesh ve kapanış Genel Ku
rul Toplantısı'na, aynı yıl yapılan Türkiye-Irak Müzâkerelerine Türk Delegesi ola
rak katıldı; 1948'de toplanan Birleşmiş Milletler Basın ve Haberleşme Hürriyeti
Konferansı'nda da Türk Delegasyonu'na Başkanlık etti. 1964'de Kıbrıs Mes'elesi'-
nin yeni safhası'nda Birleşmiş Milletler Asamblesi'ndeki Müzâkerelerde New-York'-
daki Türk Hey'eti'ne Müşavirlik ve Müşâhidlik yapmak üzere yine Hükümetçe
görevlendirildi; aynı yıl Haziran'mda Başbakan (İnönü) ile Washington'a giden
Hey'ete dâhil oldu; Cenevre'de A.B.D., o zamanki Dışişleri Bakanı, Dean Acheson
ile Kıbrıs İşi'ne bir hâl çâresi bulmak üzere yapılan ikili müzâkere'ye me'mur edil
di. 1965'de Avrupa Konseyi İstişârî Asamblesi Başkan Vekilliği'ne seçildi.
Evli olup bir erkek, bir kız evlâd babasıdır. Fransızca ve İngilizce bilir. Aca-
demie Diplomatique Internationale, International Law Association, Institut de
Uroit International daimî üyesidir. 1956'da Avrupa insan Hakları Komisyonu,
1959'dan 1961'e kadar da Birleşmiş Milletler Devletler Hukuku Komisyonu daimî
üyeliğinde bulundu.
1193
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (34/b)
1194
sidir. İngiltere - Stratford Shakespeare Okulu Madalyasına sâhibdir. 1941'de Millî
Eğitim Bakanlığı'nın açdığı "Güzel San'atlar Yanşması"nda Shakespeare'den ter-
ceme birinciliği'ni kazanıp mükâfat aldı.
1195
beş, altı yüz senedir böyle bir ânı bekliyen dahilî ve haricî düşmanlar.... Bu man
zara karşısında, nasıl olup da Devlet bir hafta içinde batmamış diye hayret eder
siniz. Hayret etmeyiniz arkadaşlar, Osmanlı imparatorluğuna yetkili devlet adam
ları yetiştirmek için kurulmuş mükemmel bir Enderun Mektebi vardı ki, oradan
namusuna ve bilgisine güvenilmeyen adam çıkmazdı. Koca İmparatorluk oradan
yetişme adamlar idaresinde bir ağ gibi örülmüştü; öyle ki, Merkezden Memleket
zararına bir emir çıkınca, Hududdaki Bayraktardan, en uzak bir Bucaktaki Def
terdara varıncaya kadar, namuslu elden namuslu ele geçe geçe, nihayet Memleke
te en az zararlı şekilde tatbik mevkî'ine konurdu. O sayededir ki, Devlet, Boncuklu
İbrahim Devrinden sonra üçyüz sene ayakta durabildi. Sizi, Ankara'ya getirip
Okulunuzu bu yeni binasında açıyoruz ki, ilerde de bir Boncuklu ibrahim gelirse,
Mülkiyelilerin^ dürüst ellerinde bu Memleket birçok üçyüz seneler daha pâydâr
olsun."
Bu sözler beni Enderun Mektebini tedkîka sevk etti. Hattâ o sayede 1963'de
Venedik'de toplanan İkinci Milletlerarası Türk Sanatları Kongresine, "Onbeşinci
Asırdan Ondakuzuncu Asra Kadar Yüzlerce Sanatkâr da yetiştirien Enderun Mek
tebi" konulu tebliğimi sundum. BütUn Mülkiyelilerin bu sözlerle özetlenen esas ga
yeyi akıllarında tutup vicdanlarında kutsal bir emânet gibi muhafaza etmelerini
dilerim.»
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (35/b v e 35/c)
I — Te'lif Eserleri:
1 — Mir'at (= Ayna; Manzumeler)
İstanbul, Askerî Mat.; 192ü; 64 sf.; 8°
2 — English in Turkey (= Türkiye'de İngilizce; Orta Okul Ders Kitabı)
İstanbul, Çavuşi Mat.; 1930; 288. sf.; 8°
İstanbul, Çavuşi Mat.; 1954; 288. sf.; 8°
3 — Pedagojik Temsiller
Ankara, Halkevi Yayım; 1938; 24 sf.; 8°
4 — Gazan (King Proctor'un müziğine göre te'lif operet)
Ankara, Sümer Mat.; 1938; 91 sf.; 8°
5 — Milletlerarası Fonetik İşaretleri İle Konuşma Dilimiz (Turgut Erem ile
ile birlikde)
İstanbul, Millî Eğitim Mat.; 1947; 236 sf.; 8°
6 — Müslüman Çocuğu'nun Kitabı (Nureddin Artam ile birlikde)
İstanbul, Millî Eğitim Mat.; 1948; 234 sf.; 8°
7 — Üniversitelerin Karagün Destanı
Ankara, Güzel İstanbul Mat.; 1960; 14 + 1 sf.; 8°
8 — Türk Gölge Oyunu (= Karagöz Oyunu)
istanbul, Millî Eğitim Mat.; 1968; ? ; ? ; (Renkli, Resimli)
9 — Onüç Asırlık Türk Kıyafet Târihi'ne Bir Bakış
istanbul, Millî Eğitim Mat.; 1968; 320 sf.; 8°
1196
II — Terceme Eserleri :
10 — Salome (Oscar VVilde'den terceme; trajedi; 1944'de 2. bası)
İstanbul, Hilmi Kitabevi; 1934; 64 sf.; 8°
11 — Yaz Ortasında Bir Gecelik Rüya (W. Shakespeare'den terceme; oyun)
İstanbul, Hilmi Kitabevi; 1936; 12S sf.; 8°
12 — Bahtiyar Prens (Oscar Wilde'den terceme; Hikâyeler)
İstanbul, Hilmi Kitabevi; 1937; 64 sf.; 8°
13 — Narlı Ev (Oscar VVilde'den terceme; Hikâyeler; 1945'de 2. bası)
İstanbul, Hilmi Kitabevi; 1938; 80 sf.; 8°
14 — Venedik Taciri (W. Shakespeare'den t e r e ; Manzum komedi)
Ankara, Cezaevi Mat.; 1938; ? ; ? (1943 ve 1958'de 2.-3. bası)
15 — Julius Caesıar (= Jül Sezar; Shakespeare'den terceme oyun)
İstanbul, Millî Eğitim Mat.; 1942; notlarla 214 sf.; 8" (1958'de 2. bası)
16 — Sezar'la Kleopatra (George Bernard Shaw'dan t e r e ; oyun)
Ankara, Millî Eğitim Mat.; 1943; 144 sf.; 8°
17 — Hırçın Kız (W. Shakespeare'den terceme; komedi)
İstanbul, Millî Eğitim Mat.; 1947; 128 sf.; 8°
18 — Tiyatro San'atı Hakkında (Gordon Craig'den terceme)
Ankara, Devlet Konservatuvarı Yayını; 1946; 128 sf.; 8°
19 — Ehemmiyetsiz Bir Kadın (Oscar VVilde'den terceme; oyun)
Ankara, Millî Eğitim Basımevi; 1948; 114 sf.; 8° (1962'de 2. bası)
O
SALİH ARİF POTAMOS (36) Giritli bir ailenin oğlu olup 1872'de is
tanbul'da doğdu. 1891'de Galatasaray
Sultânîsi'nden, 1898'de de İstanbul Hu
kuk (Fakültesi) Mektebi'nden me'zun
oldu.
Bir süre Adliye Nezâreti'nde me'mur
olarak bulunduktan sonra, Maârif Nezâ-
reti'ne geçip öğretim mesleği'ni seçdi.
Ba'zı İstanbul İ'dâdîleri Fransızca Mual-
limliği'nde; Yabancı Okullar Müfettişli-
ği'nde; Galatasaray Lisesi Târih Mual-
limliği'nde ve Müdîr Muâvinliği'nde bu
lundu. 1912'de aynı yer Müdîrliğine ge
tirildi. Öğretmenliği bakî kalmak üzere
1924'de Müdîrlik'ten ayrıldı. 13 Ekim
1923'de, ek görev olarak Mekteb-i Mülkiyye Fransızca Okutmanlığı'na ta'yin edildi.
Bu görevi, S.B.O.'nun Ankara'ya nakli târihi olan 1936'ya kadar devam etti. Bu ara-
1197
da Kuleli Askerî Lisesi ile Şişli Terakki ve istiklâl Liseleri'nde de Fransızca Öğ
retmenliği yaptı.
2 Mayıs 1939 Salı günü İstanbul'da Hakkın rahmetine kavuşdu. Mezarı Eyüp'-
dedir. Fransızca'yı bir Fransız kadar iyi bildiği söylenmektedir.
o
Ord. Prof. Askerî Hekim Kaymakam (Yarbay)'lar-
SIDDIK SAMİ ONAR (37) dan Abdullah Sami Bey'in oğludur. 11
Kasım 1897 (29 T. Evvel 1313)'de İstan
bul'da doğdu. İlk ve Orta Öğrenimini
Fâtih Merkez Rüşdiyesi'nde, lise öğre
nimini Vefa Sultânîsi'nde, yüksek öğre
nimini de İstanDul Mekteb-i Hukukunda
ve Paris Hukuk Fakültesi'nde tamam
ladı.
16 Ekim 1924'de, İstanbul Asliye
Mahkemesi Hâkim Muavinliği ile devlet
hizmetine girdi. 1925'de ek görev olarak
Mülkiye Mektebi Devletler Umûmî ve
Husûsî Hukuku Müderris Vekilliği
ne getirildi. Medenî Kanun'un ka
bulü ile Mülkiye Mektebi program
larına konan Medeni Hukuk dersi'-
ni okutmak üzere 22 Kasım 1926"-
da Hâkimlik'den istî'fâen ayrıldı ve
asaleten sözü geçen Ders Müder-
risliği'ne ta'yin edildi. Aynı zaman
da avukatlığa da başladı. Bu görevi, 10
Ekim 1936'da S.B.O.'nun Ankara'ya
nakline k a d a r devam etti. Bu arada
Ceza Muhakemeleri Usûlü Kanunu Tasarısını hazırlayan Komisyon'da üye olarak
bulunduğu gibi 1933de ayrıca, ek görev olarak, Harb Akademisi Türk İdare Teş
kilâtı ve İdare Kanunları Dersi Muallimliği de yaptı. İstanbul Üniversitesi'nin ku
ruluşunda, 1 Ağustos 1933'de, Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Kürsîsi Profesörlü
ğüne getirildi. 3 Eylül 1934de aynı Fakülte Dekanlığına ta'yin edildi. 9 Mart 1937'de
Dekanlık görevinden isti'fâen ayrıldı. 1939'da tekrar Dekanlığa atandı. 1946'da Tünk
Ûniversiteleri'ni özerk hâle getiren Kanun'un yürürlüğe girmesi üzerine, İstanbul
Üniversitesi Rektörlüğü'ne seçildi. 1950'de Rektörlük görevi sona erdi. 1959'da 2.,
1963'de 3. defa Rektörlüğe seçildi. Hâlen (1969) İstanbul Üniversitesi 1. İdare Hu-
1198
fcûku Kürsîsi Ordinaryüs Profesörü ve İdarî İlimler Enstitüsü Müdîridir. Ayrıca
İktisâdi ve Ticarî İlimler Akademisi'nde İcra Hukuku Dersleri vermektedir.
1948*de Toulouse Üniversitesi tarafından "Fahri Hukuk Doktoru" unvan ve
payesi verildi. Kendisinin bu Kitab'a karşı gösterdiği ilgisizlik sonucu, medenî du
r u m u ve hobileri hakkında bilgi edinüemedi.
Mülkiye 1932 me'zunlarmdan Rahmetli İbrahim Kumbaracı, şu hâtırasını nak-
Ietmişdir (37/a - 506):
«... 2. Sınıf imtihanında Medeniye, Ticâret, Hukûk-ı Düvel ve Ceza Grupundan
imtihan oluyordum. Üçünü atlattığımı hissettim. Son sualler Medeniyedendi.
"İntifa H a k k ı " na taalluk eden 1. soruyu cevaplandırırken zihnim (Mütemmim
Cüz) bahsiyle ilgili bulunan ikinci soru'da idi. Bu, öyle bir mes'ele idi ki, bende
onu halledecek takat kalmamışdı.
Sıddık Sami'nin Latin rakamlanyle 1. soru için (,II) işaretini koyduğunu gör
d ü m . İkinci sorudan bir n u m a r a almak Sınıfı geçmeye kâfi gelecekti. Fakat ağzı
mı bıçak açmıyordu. İki dakika sonra b a n a teşekkür etti. Muhterem Hocamın bu
iltifatının delâlet ettiği ma'nâyı pek iyi bilenlerdendim. İçimden, eyvah döndüm,
dedim ve hayâtımda pek nâdir olarak başvurduğum çâre aklıma geldi. Mevcud ih
timalleri zihnimde piyangoya koyup bunlardan birini çabuk söylemek....
— Hocam hatırladım, müsaade ediniz, anlatacağım, dedim.
— Olmaz.....
— Cevâbı verilmemiş bir sualdir. Henüz imtihan odasmdayım, dinlemenizi
rica ederim.
— Vakit geçmiştir....
Ben Profesörle münâkaşa ederken Ceza Profesörü Tâhir (Taner) Bey müdâ
hale ederek bana söylemek hakkını bahşettirdi. Şansımı deneyerek tasarladığım
ihtimallerden birisine göre cevap veriyordum. Gözlerim hocamın yüzünde idi. Ev
velâ gülüyorken biraz sonra ciddileşti; içim fer anlamıştı. Biraz daha geçince Ho
cam hiddetlendi ve itirazlara başladı. Ben İsrar e t t i m ; çünki Hocamın hiddeti ce
vâbımın doğruluğuna delâlet ediyordu. Romen rakamile (II) numara daha ilâve
ettirdim. Fakat, bir sual daha soracağım, dedi; bu isteğini diğer Hocalara da kabul
ettirdi. Neticede, kazandığım cem'an 4 numaranın yanma bir nakıs işareti ve ro-
men rakamiyle (I) numanası d a h a koydu. Numaranı bu suretle üçe indi. Fakat b e n
sınıfı geçmiştim.»
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (37/ç)
1200
Berlin Yüksek Ziraat Mektebi'ne; dört sömestr de Leipzig Üniversitesi'ne devam
etti. Bu Üniversite'de "Doktora Sınavı"m kazanarak "İktisad-Ziraat Doktoru" un
vanını aldı. 1932'de Yurd'a dönüp Ankara "Yüksek Ziraat Enstitüsü (şimdiki Fa
k ü l t e ) " Şefliğine getirildi. 1936'da sınavım vererek Doçentliğe terfi' etti. Bu ara
da Yüksek Ziraat Enstitüsü'nde İktisad, Ziraat İktisadiyâtı. Ziraat Politikası Ders
lerini okuttu. 9 Kasım 1936'da S.B.O. Ziraî İktisad Öğretim Uyeliği'ne de ek görev
olarak ta'yiıı edildi. 1939'da, her iki görev de üzerinde kalmak üzere Başbakanlık
Umûmî Murakabe Hey'eti A'zâhğı'na; 1940'da aynı Hey'et Reis Vekilliği'ne atandı;
aynı yıl Profesörlüğe yükseltildi. Ocak 1941'de Afyonkarahisar Meb'usluğu'na ge
tirildi. 30 Eylül 1941'de, o zamanın Millî Eğitim Bakanlığı'nca alınan k a r a r üzerine,
Meb'usluğu tercih ederek, Yüksek Ziraat Enstitüsü ve S.B.O/ndaki Öğretim Üye
liği görevlerinden isti'fâen ayrıldı. 1946 seçimlerinde Manisa Milletvekilliği'ne se
çildi. Saraçoğlu Kabinesi'ne Ziraat Vekili olarak girdi. Mayıs 1950 seçimlerinden
sonra Bakanlığı ve Milletvekilliği sona erdi. 1960'da C.H.P. Kontenjanı'ndan "Kuru
cu Meclis Üyesi" oldu. 1961 seçimlerinde C.H.P.'nden Manisa Milletvekilliği'ne se
çildi. 1. Koalisyon Kabinesi'ne Millî Eğitim Bakanı olarak girdi. 1965 Seçimleri'nde
de Manisa Milletvekilliği'ni muhafaza etti. 1967'de Güven Partisi'nin kurulması üze
rine C.H,P.!'nden ayrılıp G.P. ne geçdi. Hâlen (1969) Milletvekilidir. Evli olup iki
erkek evlâd babasıdır. Fransızca ve Almanca bilmektedir.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (38/b v e 38/c)
1201
Prof. Dr. Emekli Mal Müdîrlerinden Bekir Sıdkı
TAHSİN BEKİR BALTA (39) Bey ile Gülsüm Hanım'ın oğludur. 1902
(1318 R.)'de Rize-Pazar'da doğdu. 1924'-
de Trabzon Lisesi'ni, 1927'de İstanbul
Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 1937'de Ber
lin Hukuk Fakültesi'nde Doktora Sına
vını kazanarak "Hukuk Doktoru" un
van ve payesini aldı.
İstanbul Hukuk Fakültesi'nde öğ
reniri iken, 30 Eylül 1925'de İstanbul
Asliye Mahkemesi Zabıt Kâtibliği'ne
ta'yin ile devlet hizmetine girdi. Bu
görevi, 1927'de sözü geçen Fakülte'den
me'zun oluncaya kadar devam etti. Me'-
zuniyetini müteâkıb, 11 Kasım 1927'de,
Lozan Andlaşması uyarınca İstanbul'da
kurulan "Muhtelit Hakem Mahkemele
ri" nezdindeki "Türkiye Umûmî Ajanlı
ğı" Kâtib ve Mütercimliği'ne getirildi.
Bu görevde de 31 Temmuz 1928'e kadar
kalıp aynı târihde Adliye Vekâleti ta
rafından öğrenimini ilerletmesi için
Berlin'e gönderildi. 1937'de Yurd'a dön
dükten sonra 31 Temmuz 1937'de S.B.O. Anayasa Hukuku Öğretim Üyeliği'ne ta'yin
edildi. Bu görev uhdesinde kalmak üzere 30 Aralık 1940'da Ankara Hukuk Fakül
tesi İdare Hukuku Profesörlüğü'nü de deruhde etti. Şubat 1943'de Rize Milletve-
killiği'ne getirildiği için 8 Mart 1943'de, S.B.O. ve Ankara Hukuk Fakültesi Öğre
tim Üyelikleri'nden isti'fâen ayrıldı. Ağustos 1946'da Ekonomi Bakanı, Eylül 1947'de
Çalışma Bakanı olarak Kabine'ye girdi. Ocak 1949'da Bakanlığı, Mayıs 1950'de de
Milletvekilliği sona erdi. Mart 1951'de Ankara Hukuk Fakültesi, 29 Haziran 1951'de
de S.B.F. İdare Hukuku Profesörlüklerine seçildi. Hâlen (1969) bu görevlerdedir.
Bekârdır. Mayıs 1963'den beri Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve 1943'den
beri de C.H.P. Üyesidir. S.B.F. İdarî İlimler Enstitüsü Müdîridir. Almanca, Fran
sızca, İngilizce bilmekde; İtalyanca ve Lâtince'yi de okuyup anlamaktadır.
S.B.O.'ndaki öğretim üyeliği dönemine âid, öğrenicilerden 1942 Me'zunu Saym
Ertuğrul Soysal şu hâtırasını nakletmektedir (39/a - 549):
«.... 1941 senesinde 3. Sınıfın son imtihanlarını veriyorduk. Tahsin Bekir Bal-
ta'nııı, lîrkadaşlan doğradığı Âmme Hukuku imtihanı idi. Bedri Oskay sırası gel
meden imtihan kapusundan çıkanları tutarak, sorulan sualleri tesbit ediyor ve
kendince ihtimâli hesablar yapıyordu. Çıkanlar O'na her ne olursa olsun, "Bu mes'-
1202
ele, beynel müellifât ihtilaflıdır" diye söze başlamasını tenbih etmişlerdi. Bedri
de buna riâyetle ilk suale:
— Bu mes'ele beynel müellifât ihtilaflıdır (Âmme Hukuku Alimlerince birle-
şilememiş mes'eledendir) deyince, Tahsin Bekir Balta:
— Oğlum, Âmme Hukukunda ihtilafsız tek mes'ele varsa o da budur, cevabını
verdi.»
BASILMIŞ ESERLERİ (39/b, 39/c)
1 — Rapports du Legislatif et de l'Executif en Turquie (ortak yayın)
Ankara, Yeni Mat.; 1958; 97 sf.; 8°
2 — Türkiye'de Yürütme Kudreti
Ankara, Ajans Türk Mat.; 1960; 55 sf.; 8°
3 — İncelemeler (Ortak yayın)
Ankara; 1960; 107 sf.; 8°
4 — Kısa İdare Hukuku (Ders n o t l a n )
Ankara, Balkanoğlu Mat.; 1964; l . C ; V I I + 8 6 sf.; 8°
5 — Adrninistrative Law, in Introduction to Turkish Adrninistrative Law
Ankara, Güzel İstanbul Mat.; 1966; 36 sf.; 8°
O
Prof. Dr. (D.M.) General Merhum Ahmed Faik Bey ile merhume
ZEKİ FAİK URAL (40) Hatice Kamer Hanım'in oğludur. 1898'-
de İstanbul'da doğdu. Üsküdar İ'dâdî
ve Sultanîsi ile Balıkesir Sultânîsi'nde
lise öğrenimini tamamladı. 1920'de İs
tanbul Tıb Fakültesi'nden Askerî Tıb
biye Birincisi ve Doktor Üsteğmen ola
rak me'zun oldu.
Gülhâne Askerî Hastahânesi'nde
stajını tamamlayıp "gönüllü olarak
Millî Mücâdele" ye katılmak için
1921'de Anadolu'ya geçdi. Sırası ile:
Keskin, Adana, Akşehir ve 9 Eylül
1922'de İzmir'in Kurtuluşu üzerine İz
mir Askerî Hastahânelerinde Bakteriyo
loji ve İ n t a n (bulaşıcı) Hastalıkları
servisleri'ni re'sen idare etti. "İstiklâl
Savaşı" boyunca yaptığı başarılı hiz
metlerinden dolayı "İstiklâl Madalyası"
ile taltif edildi; "fevkalâde"den yüzba-
şı'lığa yükseltildi. 1923'de, evvelce se
çildiği İstanbul Gülhâne Bakteriyoloji
ve İntan Hastalıkları Servisi Asistan-
1. Anaflaksi (Anaphlaxie)
İstanbul, Kader Mat.; 1926; 118 sf.; 8°
1204
2. Gülhâne Hygiene Dersleri
İstanbul, A.İhsan Mat.; 1936; 672 sf.; 8°; şekilli
3. Bulaşıcı Hastalıklarla Mücâdele Usûlleri
İstanbul, Süreyya Bükey Mat.; 1943; 140 sf.; 8°; şekilli
4. Sağlık Kalkınmamızda Köylerimizin Kültürel Aydınlatılması ve İşbirliği
Lüzumu; İstanbul, M. Sâdık Mat.; 1946; 24 sf.; 8°; 2 grafik
5. Köyde İçme ve Kullanma Suyu
İstanbul, Millî Eğitim Basımevi; 1950; 39 sf.; 8°
6. Genel Hijyen
Ankara, Örnek Mat.; 1950; l . C : 7+567 sf.; 2.C.: 1954; VIII+272 sf.; = 8°
7. Genel Epidemiyoloji ve Profilaksi (Ders Kitabı)
Ankara, Örnek Mat.; 1954; 272 sf.; 8°
8. Koruyucu Hekimlik
Ankara, Güzel İstanbul-Ege Mat.; 1956; l . C : VIII+661 sf.; 2.C.: 254 +III
sf. = 8°
1205
4. Kısım
S.B.F. ÖĞRETİM ÜYELERİ
(1950 — 1968)
(1) Bak.: a) Talebimiz üzerine kendilerinin gönderdiği ve Arşivimizde saklı 15 Kasım 1967 günlü not.
b) S. B. F. Kitaplığı katalogları.
1207
2 — Ceza Dâvâsı'nda Şahıs Hürriyeti: Muvakkat Yakalama, Tevkif
Ankara, Ajans Türk Mat.; 1958; 198 sf. (S.B.F. yayım)
3 — Türkiye'de Çocuk Suçluluğu Üzerinde Bir Araştırma
Ankara, Sevinç Mat.; 1962; 100 sf.; 8°; 1 levha (S.B.F. yayım)
4 — Türk Ceza Sistemi
Ankara, Sevinç Mat.; 1966; 181 sf.; 8° (S.B.F. yayını)
O
(2) Ba'k.: a) Talebimiz üzerine kendilerinin gönderdiği ve Arşivimizde mahfuz 14.6.1963 günlü mektup.
b) Millî Kütüphane Katalogları
1208
6 — Türkiye'de Mahallî idareler
Ankara, Balkanoğlu Mat.; 1964; VJII + 88 sf.; 8°; (T.O.D.A.İ.E. yayuu)
7 — Türkiye'de Mahallî İdareler
Ankara, Üniversite Basımevi; 1967; XIV+117 sf.; 8°; (T.O.D.A.İ.E. yaymı)
-O'
Emin Üstünel ile Zekiye Üstünel Hanı
Prof. Dr.
mın oğludur. 1927'de Gâziantep'de doğ
BESİM ÜSTÜNEL (3)
du. Gaziantep Lisesi'nde lise, İstanbul
Üniversitesi İktisad Fakültesi'nde Yük
sek öğrenimini tamamladı.
İstanbul Üniversitesi İktisad Fa
kültesi Asistanlığı ile 1948'de akademik
kariyer'e girdi. Sonra, sırasıyle: Aynı
yer ve S.B.F. Doçentliğine; S.B.F. Ulus
lararası İktisad ve İktisadî Gelişme
Kürsîsi Profesörlüğü'ne yükseldi. 1960'-
dan sonra kurulan Devlet Planlama
Teşkilâtı Başdanışmanlığı'nda ve İkti
sadî Planlama Dâiresi Başkanlığı'nda
bulundu. Hâlen (1969) S.B.F. Uluslar
arası İktisad ve İktisadî Gelişme Kür
sîsi Profesörüdür. Evlidir. İngilizce ve
Fransızca bilmektedir. C.H.P. üyesi
ve (1969) Genel Sekreter Yardımcısı-
dır.
(3) Bak.: a) Talebimiz üzerine kendilerinin gönderdiği ve Arşivimizde mahfuz 14.6.1968 günlü mektup.
b) S.B.F. Kitaplığı Katalogları.
1209
Prof. Dr. Çiftçi Hasan Yasa ile Adviye Hanımın
İBRAHİM YASA (4) oğludur. 1908'de Demirhisar'da doğdu.
İzmir Muallim Mektebi'ni, îzmir Ata
türk Lisesi'ni bitirdi. Devlet hizmetine
1930'da Konya'nın Karapınar İlçesinde
İlk Okul Öğretmeni olarak girdi. 1931
yılından 1934 yılma kadar İzmir Erkek
Muallim Mektebi'nde Tatbikat Mual
limliği yaptı. 1934'de, açılan sınavı kaza
narak, A.B.D.'ne gönderildi. Burada ön
ce, 1937'de Missouri Üniversitesi'nde
M a s t e r derecesini, 1940'da Cor-
nell Üniversitesi'nde "Doktora De
recesi (= Ph. D.)"ni aldı. 2. Ci
han Harbi sebebiyle hemen Yurd'a
dönmediği için Columbia Üniversite-
si'ne bağlı "Körler Enstltüsü"nde iki
yıl Sosyoloji ve İktisad Hocalığı yap
tı. 1942'de Yurd'a döndükden sonra he
nüz kurulmakda olan Hasanoğlan Köy
Enstitüsü'nde görev aldı. 1947'ye ka
dar orada çalışdııktan sonra aynı tâ-
rihde Ankara Gazi Lisesine nakledildi.
Bu arada yine Ankara'da muhtelif okullarda ek görev olarak öğretmenlik yap
tı. 1953'de yeni kurulan T.O.D.A.İ.E.'ne geçdi; b u r a d a Araştırma Uzmanı ve öğretim
görevlisi olarak çalışdı; bir süre de Araştırma Şubesi Müdürlüğünde bulundu. 8
Kasım 1957'de Sosyoloji Doçenti olarak S.B.F.'ne intisab etti. 1963'de T.O.D.A.D.İ.'-
den ayrıldı. Aynı yıl Amerika'ya giderek 1964'e kadar Los Angeles Üniversitesi'nde
Fulbright Lecturer'lügü yaptı. Hâlen (1969) S.B.F. Sosyoloji Kürsîsi Profesörü olup
T.O.D.A.İ.E.'de Konferansçı, Seminer Yöneticisi ve Sosyal Hizmetler Akademisinde
öğretim görevlisidir.
Evli olup, iki kız evlâd babasıdır. İngilizce ve Fransızca bilir. Akdeniz Sosyal
Araştırmalar Konseyi Üyesidir. Bahçe işleri ile uğraşmak hobisidir.
1 — İlkokullarda Yardımcı Okuma Kitabı (İlkokul 2., 3., 4., 5. sınıflar için, Or
tak Yayın)
İstanbul, Ahmed Said Basımevi; 1945; 64 sf.; 8°
2 — İlk ve Ortaokullarda Yarışma Oyunları (Ortak yayın)
Ankara, Millî Eğitim Basımevi; 1948; 44 sf.; 8°
(4) Bak.: aO Talebimiz üzerine kendilerinin gönderdiği ve Arşivimizde saklı 14.6.1968 günlü not.
b) S.B.F. Kitaplığı Katalogları.
1210
3 Hasanoğlan Köyünün İçtimaî ve İktisâdi Yapısı
Ankara, Doğuş Mat.; 1955; XI+290 sf.; 8°
4 Sindel Köyünün Toplumsal ve Ekonomik Yapısı
Ankara, Balkanoğlu Mat.; 1960; XI+144 sf.; 8°
5 Türkiye'de Kız Kaçırma Gelenekleri ve Bununla İlgili Ba'zı İdâri Mes'e-
leler
Ankara, Ajans Türk Mat.; 1962; VII+100 sf.; 8°
Ankara'da Gecekondu Aileleri
Ankara; 1966; 304 sf.; 8°
-o-Eski
İçişleri Bakanlarından ve Mülkiye
Doç. Dr.
İLHAN ÖZTRAK (5) 1906 Me'zunlarından merhum Faik Öz-
trak Bey ile Hesnâ Öztrak Hanımın oğlu
dur. 28 Nisan 1925'de Ankara'da doğdu.
T.E.D. Ankara Koleji'nde lise, 1947'de
Ankara Hukuk Fakültesi'nde yüksek öğ
renimini tamamladı. İsviçre-Neuchâtel
Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde "dok
tora" yapıp 1957de "Hukuk Doktoru"
unvan ve payesini kazandı.
Ankara Hukuk Fakültesinden me'-
zun oldukdan sonra, herhangi bir resmî
görev almadan avukatlık stajına başla
dı; bunu bitirdikten sonra 1952'ye ka
dar Ankara Barosu'na kayıdlı olarak
avukatlık yapdı. 1952'de gittiği İs
viçre'den 1957'de dönüp açılan sı
navı kazanarak S.B.F. Medenî Hukuk
Kürsîsi Asistanlığına ta'yin edildi. 1961'
de Medenî Hukuk Doçentliğine yüksel
di. Hâlen (1969) bu görevdedir. Evli bir
erkek çocuk babasıdır. Fransızca, İngi
lizce bilmektedir.
BASILMIŞ ESERLERİ (S/a, 5/b)
La Revocation des Pactes Successoraux en Droit Suisse (Doktora tezi)
Lausanne; 1957; 108 sf.; S"
Tek Taraflı Ölüme Bağlı Tasarruflardan Rücû ve Vasiyetnâme'nin, Ziyâı
Ankara, Sevinç Mat.; 1964; İ 6 7 + X I I sf.; 8°
Miras Hukuku
Ankara; 1968; 110 sf.; 8°
O
(5) Bak.: a) Talebimiz üzerine kendilerinin gönderdiği ve Arşivimizde saklı 14.6.1968 günlü not.
b) S.B.F. Kitaplığı Katalogları.
1211
Prof. Dr. Süleyman Efendi ile Nedime Hanımın
MEHMED GÖNLÜBOL (6) oğludur. 27 Aralık 1924'de Tikveş'de
doğdu, izmir Ticâret Lisesinde lise,
İzmir Yüksek Ticâret Mektebi'nde yük
sek öğrenimini tamamladı. A.B.D. Den-
ver Üniversitesi'nde "master", New-
York Üniversitesinde "Doktora" yaptı;
"Doktor (= Ph. D.)" unvan ve pâyesi'ni
aldı.
1956'da açılan sınavı kazanarak,
S.B.F. Asistanlığına ta'yin ile akademik
kariyere dâhil oldu. 1958'de Doçentliğe;
1964'de de Profesörlüğe yükseldi. Hâ
len (1969) S.B.F. Uluslararası İlişkiler
Dersi Profesörü; S.B.F. "Dış Münâse
betler Enstitüsü" Genel Sekreteridir.
Evli olup bir erkek çocuk babasıdır. İn
gilizce, Fransızca bilmektedir. Müzik
dinlemek, futbol maçı seyretmek hobi-
sidir.
(6) Bak.: a-) Talebimiz üzerine kendilerinin gönderdiği ve Arşivimizde saklı 14.6.1968 günlü not.
b) S.B.F. Kitaplığı Katalogları.
1212
Prof. Di". Mustafa (Suleimanoviç) Suley ile Maria
NERMİN ( S u l e y ) ABADAN (7) Lessheim Hanımın kızıdır. 18 Eylül
1921'de Viyana'da doğdu. 1940'da î z m i r
Kız Lisesi'nde lise, 1944'de de İstanbul
Hukuk Fakültesi'nde yüksek öğreni
mini tamamlayıp me'zun oldu
Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten son
ra Ulus Gazetesi Muhabirliği ile Çalış
ma hayatına girdi. 1947'de Avukatlık sta
jına başladı. 1949'da Ankara Barosu'na
kayıdlı Avukat oldu. Bu süre içinde U-
lus Gazetesi'nde serbest yazarlığım da
devam ettirdi. 1951'de Ankara Hukuk
Fakültesi "Doktora Öğrenicisl" oldu.
1952'de Fulbright Bursu ile A.B.D.'ne
gidip Minnesota Üniversitesi'nde iki
sömestr "Doktora Kurlan"na devam et
ti. 1953'de açılan sınavı kazanıp S.B.F.
Âmme İdaresi Asistanı olarak akade
mik kariyere girdi. Aynı yıl T.O.D.A.İ.E.'
ne gelen yabancı öğretim görevlileri ile
birlikde sözü geçen Enstitü'de, iki yıl
öğretim görevliliği'nde bulundu. Ka
sım 1955"de Ankara Hukuk Fakültesi'nde "Halk Efkârı Mefhûmu ve Te'sir Sahala
rı" konulu tezini b a s a n ile savunarak "Sosyal İlimler Doktoru" unvan ve payesini
aldı. 1957'de üç ay müddetle Batı Almanya - Speyer "Yüksek İdâri İlimler Akade
misi" nde Prof. Dr. C. H. Ule'nin Asistanlığını îfâ e t t i ; üç ay kadar da "Alman Aka
demik Mübadele Kurumu" Bursu ile Batı Berlin ve Münih Üniversitelerinde "Araş
tırma Çalışmaları" yaptı. 1958'de "Bürokrasi" konulu "Doçentlik Tezi" ile "Doçent"
unvan ve payesini kazandı. 1960'da A.B.D. H a n v a r d Universitesi'nin "Milletlerarası
Yaz Seminerleri" ne; 1962'de Paris Hukuk Fakültesi ve Siyâsî İlimler Enstitüsü
konferansları'na; aynı yıl yaz sömestri'nde H ü r Berlin Üniversitesi Seminerlerine
katıldı. 1963*de Devlet Planlama Teşkilâtı adına ve bu Teşkilâtın beş asistanı ile
birlikde, "Beşyüz Türk İşçisi Üzerinde Araştırma Projesi"ni uygulamak üzene Ba
tı Almanya'ya gitti. 1964'ıde İngiliz Hükûmeti'nin da'vetlisi olarak Wilton Park'daki
Konferans'a katıldı 1966'da Profesörlüğe yükseldi. Hâlen (1969) S.B.F. Siyasal Dav
ranış Kürsîsi Profesörü; 1965'de ta'yin edildiği Eskişehir İktisadî ve Ticarî İlimler
Akademisi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi; S.B.F. "Halk Oyu Araştırma Grupu"
Başkanıdır.
Rahmetli Prof. Dr. Yavuz Abadan ile evli olup, adı geçenin vefatı ile 30 Hazi
ran 1967'den beri duldur. Bir erkek çocuk annesidir. Almanca, Fransızca, İngilizce
(7) Bak.: a) Talebimiz üzerine kendilerinin gönderdiği ve arşivimizde saklı 9.12.1967 günlü not.
b) S.B.F. Kitaplığı Katalogları.
1213
ve orta derecede Macarca bilmektedir. Milletlerarası Siyâsî tümler Derneği
(= IJP.S.A.) üyesi ve Eylül 1967'den beri 2. Başkanı; Milletlerarası Sosyoloji Der
neği'nin, Amerikan Sosyoloji Derneği 'nin. Üniversiteli Kadınlar Türk Derneği'nin,
Siyâsî İlimler Türk Derneği'nin, Türk Hukuk Kurumu'nun, Türk-Alman İstişârî
Kültür Kurumu'nun, Anadolu Klübü Büyükada Şûbesi'nin daimî üyesi; Türk-Ame-
rikan Kadınlar Kültür Derneği'nin kurucusu, daimî üyesi ve 1. Başkanıdır.
S.B.F. ile ilgili "en güzel anıları" nm özetini şöylece kaleme almışdır (7/a):
«En güzel hâtıramın, öğrenicilerle ilgili olması gerekirdi; şu kadar ki, biz
zâten bütün ömrümüzü onlara adadık.... Benim için hayatımın Fakülte ile ilgili
en güzel amlarmı sevgili Eşim ve Hocam Yavuz (Abadan)'la birlikde, sabahlan
Fakültenin emekdar Şoförü Mehmed Efendinin sevk ve idaresinde yaptığımız oto
mobil yolculuklan temsil etmektedir. Zira, 21 yıldır beslediğim hayal gerçekleş-
dikten, sonra ben bir ehliyete ve biz ailece kendimize âid bir taşıta kavuştuğumuz
zaman, bu binek aracım (Yavuz Abadan'la) birlikde kullanıp, beraber, derslere ya
da "Profesörler Kurulu"na gitmek, sâdece tek bir defa nasib oldu. O günden (Ya
vuz Abadan'm vefatından) beri volanın önüne yalnız geçiyorum.... Yol, aynı yol ve
Mülkiyeli Gençler de ağabeylerini aratmayan bir dinamizm içinde .kaynaşmakta
dırlar. Yalnız ben, olayların zoru ile değiştim »
I — TELİFLERİ :
1214
10 — Arbeitsplatz Europa (Türklerle ilgili kısmı = ortaklaşa te'lif)
Köln, Europa Union Verlag; 1966
II — TERCEMELERİ :
11 — Âmme İdâresi'nin Prensipleri (Marshall E. Dimock'dan tere.)
Ankara, Yeni Mat.; 1954; 149 sf.; 8° (S.B.F. yayını)
12 — Yetişen Türk İdarecileri (A. T. J. Matthevvs'den tere.)
Ankara, T.T.K. Mat.; 1955; 78 sf.; 8° (S.B.F. yayım)
13 — Sosyoloji'ye Giriş (Hans Freyer'ıden tere.)
Ankara, Ajans Türk Mat.; 1957; 254 sf.; 8° (S.B.F. yayını)
14 — Seçilmiş Parçalar (Woodrow VVilson'dan tere.)
istanbul, Yenilik Basımevi; 1961; 103 sf.; 8° (Siyasî İlimler Der. Yay.)
15 — Alman Anayasa Mahkemesi Yetkilerinin Şümul ve Sınırları (C.H. Ule'-
den tere.)
Ankara, Balkanoğlu Mat.; 1962; 44 sf.; 8° (T.O.D.A.İ.E. yayını)
O
(8) Bak. a) Talebimiz üzerine kendilerinin gönderdiği ve Arşivimizde mahfuz 4.4.1968 günlü mektup.
b) S.B.F. Kitaplığı Katalogları.
1215
lüğe terfi' kılındı. Aym yıl öğretim üyeliği baki kalmak üzere T a n m Bakanlığı
Müsteşarlığına getirildi. 1962'de Müsteşarlık'dan ayrıldı. Aralık 1966'da S.B.F. Ba
sın ve Yayın Yüksek Okulu Müdîrliği'ne seçildi. Bu görevi E k i m 1968"de sona er
di. Hâlen (1969) S.B.F. İktisad Politikası Kürsîsi Profesörüdür.
Evli olup, bir erkek, bir kız evlâd babasıdır. İngilizce'ye vâkıf, Fransızca ve Al-
manca'ya âşinâdır. Türk Kültürü'nü Araştırma Enstitüsü'nün, Türkiye Ekonomi
Kurumu'nun, Türk Kooperatifçilik Kurumu'nun, Türkocağı Ankara Şûbesi'nin, In
ternational Association of Agricultural Economist'ıin, Golf Klübü'nün, Anadolu
Klübü'nün dâimi üyesidir. Bahçe işleri ile uğraşmak hobisidir.
-O-
1216
Prof. Dr, Yargıç Salih Bey ile Nebîle Hanım'in
SAFA REİSOĞLU (9) oğludur. 21 Şubat 1929'da İstanbul'da
doğdu. Balıkesir Lisesi'nde lise, istan
bul Hukuk Fakültesi'nde yüksek öğre
nimini tamamladı. Lausanne Üniversi
tesi Hukuk Fakültesi'nde "Doktora Öğ-
renimi"ni yaparak 1957'de "Hukuk Dok
toru" unvan ve payesini aldı.
1951'de istanbul Hukuk Fakültesin
den me'zun olduktan sonra "Avukatlık
Stajı"nı yapdı. 1953'de Adalet Bakanlığı
hesabına gönderildiği Lausanne'da dok
torasını tamamlayıp 1957'de Yurd'a
döndü; açılan sınavı kazanarak S.B.F.
Medenî Hukuk Kürsîsi Asistanlığı'na ta'-
yin ile akademik kariyer'e intisab etti.
1960'da "Doçent" unvanını aldı. 1966'da
bir yıl süre ile ingiltere'ye gönde
rilip incelemelerde bulundu. Ocak 1968'
de S.B.F. Medenî Hukuk Kürsîsi Profe
sörlüğüme terfi' etti. Ekim 1968'de
S.B.F. Basın - Yayın Yüksek OKUIU Mü-
dîrliği'ne seçildi. Hâlen (1969) bu gö
revlerde bulunmaktadır. Evli olup bir erkek çocuğu vardır. Fransızca ve ingilizce
bilmektedir.
(9) Bak.: a) Talebimiz üzerine kendilerinin gönderdiği ve Arşivimizde mahfuz 14.6.1968 günlü mektup.
b) S.B.F. Kitaplığı Katalogları.
1217
6 — Yeni Kanuna Göre Kat Mülkiyeti ve Kat irtifakı
Ankara, Sevinç Mat.; 1966; 144 sf.; 8°; (S.B.F. yayını)
7 — Kat Mülkiyeti
Ankara, Sevinç Mat.; 1967; 202 sf.; 8°
O
D o ç . Dr. ŞERİF MARDİN ile Prof. Dr. Turan GÜNEŞ'e muhtelif târihlerde 5
kez m e k t u p gönderilip hayat hikâyelerinin not hâlinde bildirilmesi rica edilmiş
ise de, cevap vermediklerinden dolayı "Hâl TercemelerT'ni derce imkân buluna-
mamışdır.
O
(10) Bak.: a) Talebimiz üzerine kendilerinin gönderdiği ve Arşivimizde mahfuz 14.6.1968 günlü mektup.
b) S.B.F. Kitaplığı ve M i l l î Kütübhâne Katalogları.
1218
4 — Sovyetler Birliği Devlet İdaresi (Ders Kitabı)
Ankara, Sevinç Mat.; 1961; XV+133 sf.; 8°
5 — Amerika Siyâsî Rejimi (James Bryce'den, A. Payaslıoglu ile tere.)
istanbul, Yenilik Basımevi; 1962; VI+2+203 sf.; 8°
6 — Bilimsel Araştırma El Kitabı
Ankara, Sevinç Mat.; 1962; 3+33 sf.; 8°
7 — Turkey in the United Nıations: A legal and Political Appraisabl (Ortak
eser)
Ankara, Ajans Türk Mat.; 1962; 46 sf.; 8°
8 — Turkish Foreign Policy: 1939-1945
Ankara; 1965; 148 sf.; 8°
9 — Sovyet Dış Politikasının Ana Çizgileri (Doçentlik tezi)
10 — Amerikan Belgeleriyle Amerikan Emperyalizminin Doğuşu
Ankara; 1968; ?
-O
1219
M.M. — S.B.O. — S.B.F.
ÖĞRETİM ÜYELERİNE ÂİD
BA'ZI GRUP RESİMLERİ
1338 — 1339 (1922 — 1923) Ders Yılı Öğretim Üyelerinden Bir Grup
Sineklibakkal'daki MÜLKİYE MEKTEBİ Bahçesinde
Ayaktakiler: (Sol'dan Sağa): 1 — Mekteb Kâtibi Ş. Emin (Kutluk); 2 — Kilisli Dr. Rif'at
(Kardam); 3 — İbrahim Fâzıl (Pelin); 4 — Zeki Mes'ud Alsan; 5 — Ali Şeydi; 6 — Saffet
(Tuncay); 7 — Hâmid (Ongunsu).
1220
'Resim 1947/553/M Özer Özmen'in Koleksiyonundan alındı."
1946 — 1947 Ders Yılı Sonunda S.B.O. Öğretim Üyeleri Ba'zı Devlet Ri
Önden 1. Sıra (Soldan Sağa) : 1 — Bülend N. Esen; 2 — Tahsin B. Balta; 3 — Yavu
5 _ (Başbakan) Şükrü Saraçoğlu; 6 — (Dışişleri Bakanı) Hasan Saka; 7 — (Millî Eğitim B
Koni: 9 — H. Avni Göktürk.
2. Sıra (Soldan Sağa) : 1 — H. Refik Ertuğ; 2 — Celâl Ay bar; 3 — Kemâl G. Balkar; 4
S. Selen; 6 — Abdullah Aker; 7 — Fehmi Yavuz.
3. Sıra (Soldan Sağa) : 1 — Ziya İshan; 2 — Es'ad Tekeli; 3 — İ. Hakkı Karafakih; 4
Ünal; 6 — Hasan Şükrü Adal.
4. Sıra (Soldan Sağa) : 1 — Arif Hikmet Pamukoğlu; 2 — Muhlis Ete; 3 — Rahmi Öre
K5
5. Sıra (Soldan Sağa) : 1 — Fikret Arık; 2 — Rıfkı Salim Burçak; 3 — Fadıl Hakkı S
ıo
to
917
BÖLÜM Hakkında GENEL BİLGİ
Böylelikle, bir asırdan beri, Mülkiyeli'ye bilgi nuru veren muhterem Hocaları
mıza minnet ve şükranlarımızı, Târih huzurunda bir kere daha tekrarlamış olu
yor; Hakk'ın rahmetine kavuşanların ruhlarını şâd, hayat'da olanlara uzun ömür
ler ve mutluluklar dileyoruz.
918
1. KISIM
ATİK MEKTEB-İ FÜNÛN-İ MÜLKİYYE
ÖĞRETMENLERİ (1)
1859 - 1876
(1) Bu Kısım i ç i n , bütün araştırmalarıma rağmen, yeteri kadar bilgi edinememenin üzüntüsü içindeyim. Bu
hâf, Memleketimizde, b i y o g r a f y a araştırmalarının ne derece güç olduğuna,! resmî sicil ka-
yıdlarının da ne derecede perişan hâlde bulunduğuna yeter bir delildir. Bu acı noktayı burada bîr kere daha
açıklamayı zorunlu ve yerinde buldum.
(2) Bak.: Maârif-i Umûmiyye Nezâreti, Târihce-i Teşkilât ve icrââtı; Müderris Mahmud Cevad; istanbul, Mat-
baa-i Amîre; 1338; 1. C, 228. sf.
(3) Bak.: Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler, 1. C; 360 sf.
919
meti ihlâl edilir; cevap veren efendi de müstahak olduğu numarayı alamaz", de
di. Hamdi Efendi, "Ben evvelce hazırlanamamıştım; şuhalde benim burada hik-
met-i vücûdum kalmadı", diyerek Hilmi Efendiden müsaade istedi; Hilmi Efendi
de, "şuhalde gidebilirsiniz", diyerek Hamdi Efendiyi imtihandan açıkça koğdu.
Mumaileyh de cübbesini toplayarak imtihan salonunu terketti. Bu arada beni,
hocam Settâr Efendi kendi önüne çağırarak imtihanımı ikmal etti."
-o-
Bohemya'da doğmuş bir Avusturyalıdır. Memleketin
Müderris (Hoca) deki askeri mekteblerde öğrenimini tamamladıktan
EMİN (5) sonra, önce Londra'da sonra Paris'de öğretmenlikler-
(4) Bak.: Yüzelli Yılın Meşhurları Ansiklopedisi; NShid Sırrı Ö r i k ; Fasikül 87. sf.
(5) Bak.: a) Meârif-i Umûmiyye Nezâreti, Târihce-i Teşkilât ve İcrSatı; Müderris Mahmud Cevad; 1. C, İs
tanbul, Matbaa-i Âmire; 1338; 197. sf.
b) Sicill-i Osmânî; 1. C; 863. sf.
c) Türkiye Maârif Târihi, Osman Ergin; 3. C; istanbul, 1941; 900, - 906. sf.
920
de bulunmuş; 1851 (1268 H.)'de İstanbul'a gelerek, ihtida (== Hıristiyan iken Müs
lüman olma) edip Bâb-ı Alî Terceme Odası (Okulu) Almanca, İngilizce, Fransızca
Öğretmenliğine ta'yin edilmiştir. Bu görevi sırasında hoca'lık (= Müderrislik,
Profesörlük) payesi verilmiştir. 12 Şubat 1859'da Atik Mekteb-i Fünûn-ı Mülkiy-
ye açıldığı zaman kendisinin batı bilimlerindeki geniş bilgisi nazara alınarak ve
Türkiye'de ilk defa ders olarak okutulmak üzere sekizyüz kuruş maaşla Usul-i
İstatistikiyye (İstatistik), Hukuk-ı Milel (Devletler Umûmî Hukuku) ve Muâhedât-ı
Devlet-i Aliyye (Osmanlı Devleti Andlaşmalan), Ekonomi Politik, İdâre-i Memâlik-i
Mütemeddine (Medenî Memleketlerde Yönetim), Usûl-i Ahkâm-ı Cezâiyye (Ceza
Muhakemeleri Usûlü) dersleri öğretmenliğine, ek görev olarak, ta'yin edilmiştir.
Mülkiye Mektebi öğretmenliğinden ne zaman ayrıldığı hakkında bir kayda rastlana-
mamaştır (6).
1873 (1290 H.)'de ilk Nizamî Mahkemeler'in kurulması üzerine Avrupa'da yap
tığı Hukuk tahsili de nazara alınarak, İstinaf Mahkemesi (Yargıtay'dan önce gelen
2. derece mahkeme) A'zâhğma getirildi. 1879'da Türkiye'de batı anlamında ilk d e f a
açılan Mekteb-i Hukuk (Şimdiki İstanbul Hukuk Fakültesi) Müdîrliği'ne naklen
getirilmiş; 1885 yılına kadar kalarak bu târihde azledilmiştir. 1890'da da İstinaf
Mahkemesi a'zâlığından emekli olmuş; 1892'de İstanbul'da vefat etmiştir. Mezarı
nın nerede olduğu hakkında her hangi bir bilgiye rastlanmamıştır.
"Emin Efendi, elsine (Batı dilleri) ve ulûm-i garbiyye'ye (batı bilimlerine)
ve husûsen kavânîn-i ecnebiyye'ye (özellikle yabancı k a n u n l a r a ) vukufu derkâr
olup pekçok kitaba sahip, evzâı (halleri) garip, çok müstakim (doğru) idi (5/b)."
"Emin efendi'nin asıl adı, Emil'dir. Müslümanlığı câ'lî (yapmacık, içden olmı-
yan) idi; samimî değildi. Bekârdı; İstanbul'da ailesi ve akrabası yoktu. Aldığı
parayı sarf etmez Almanya'ya gönderirdi (5/c)."
Mülkiye 1893 Me'zunu Rahmetli Efdâlüddin Tekiner de (5/c) Emin Efendi
hakkında şu bilgiyi vermektedir:
"Emin Efendi, aslen Macar olup Serdâr-ı Ekrem (Macar Mühtedîsi) Ömer
Paşa ile birlikte Türkiye'ye gelmek üzere Bosna'dan ve şimali Amavutluk'dan ge
çerken bir Arnavut şehrinde Şerbet Hanım adında birisinin evinde misafir olarak
kalmakta iken ihtida etmiş; İstanbul'a gelince Bâb-ı Âiî'de vazife almış; Ömer
Paşa da sözü geçen Şerbet Hanım'ın aracılığı ile Hafız Paşa'ya dâmad olmuş
tur (7)/'
Hukuk Mektebi'nin ilk me'zunlarmdan ve İstanbul Avukatlarından Rahmetli
Abdurrahman Eren de Hocası ve Müdîri Emin Efendi hakkında şu bilgiyi ver
mektedir (5/c):
"Bâb-ı Âlî, Memleketde Hukuk-ı Siyâsiye İlmini zihinlere, fikirlere yerleştir
mek istedi. Neş'et Efendi ( s o n r a d a n Paşa) Berlin Sefir Vekili iken kendisinden,
Prusyalı bir Hukuk-ı Siyâsîye Muallimi göndermesini istedi. Alman Hükümeti de,
921
Emin Efendi'yi seçip tavsiye eyliyerek İstanbul'a gönderdi. Mumaileyh bir müd
det Bâb-ı Âlî'de Hukuk-ı Siyâsiye hocalığı yaptı ve Abdülhamid devrinde (olnun
emriyle) Adliye Nezâreti Bahçesi'nde açılan Mekteb-i Hukuk'un kurucusu ve Mü-
dîri oldu. Bu vazifesi sırasında başta Kânipaşa-zâde Rif'at Bey gibi sonradan
T ü r k Hukuk İlmi sahasında isim yapmış pek çok hukuk bilgini de yetiştirdi.
"Medrese-i H u k u k " adlı Dergi'de de (8) Emin Efendi'den:
" E m i n Efendi gibi elsine ve fünûn-i şarkıyye ve garbiyye'nin ekserisine vâkıf
ve hele ulûm-i hukukiyye'nin her noktasında arif bir âlim-i yekta ve fâzıl-ı bi-hem-
tâ'nın ,(eşsiz ve benzersiz bir bilginin) taht-ı idaresinde olmak üzere Mekteb-i Hu
k u k vaz' ve te'sis edildi...." diye bahsedilmektedir.
" E m i n Efendi*nin ciddî ve prensip sahibi oluşundan Hukuk Mektebi çok is
tifâde e t m i ş ; sayesinde Mekteb'de iyi bir disiplin kurulmuştur. Kendisi Talebeyi
olduğu kadar Hukuk Mektebi Müderrislerini de murakabeden geri kalmaz; ders
lere girer, hocaların takrirlerini dinler; lüzum görürse tedris (öğretim) usullerine
karşı tenkîd ve mütâlâalarda bulunurmuş. Meselâ, bir gün aynı zamanda Hukuk
Mektebinde Müderrislik yapan o zamanın Maârif N â z ı n Münif Paşa'nın dersine
girerek, adı geçenin dersi yavaş sesle anlatması üzerine:
— Paşa Hazretleri, yavaş takrir buyuruyorsunuz; sesinizi ben şuradan kürsî-
nin yanından işitemiyorum; uzaktakiler nasıl işitecek? diyerek Münif Paşa'ya
sesini yükseltmesini tavsiye etmiştir.
Hangi rütbede olursa olsun zamanında derse gelmeyen muallimleri ağır şe
kilde haşlanmış. Bir gün Adliye Nâzın ve H u k u k Mektebinde Mecelle Müderrisi 1
(Meşhur Mecelleci) Cevdet Paşa, bir çeyrek saat gecikmeyle Mektebe gelmiş; Mü-
dîr Emin Efendi Paşayı kapıdan karşılayarak "Muayyen vaktin geçtiğini" hatırla
tarak ihtar etmiş. Ahmed Cevdet Paşa da "Devlete âid m ü h i m vazifeler dolayı
sıyla geç kaldığını" mazeret olarak ileri sürünce, E m i n Efendi "Muallimlik de bir
vazifedir; m a d e m ki kabul buyrulmuştur, tam vaktinde gelmelisiniz" cevâ
bında bulunmuştur. O târihde Adliye Nâzın Cevdet Paşa, Maârif Nâzın Münif
Paşa, Hasan Fehmi Paşa gibi Memleketin en m ü h i m mevkilerini işgal eden şa
hısların, Hukuk Mektebi'nde hocalık yapmasına rağmen, bunlardan birinin iti
razına karşı Emin Efendi:
— Sizin amirliğiniz makaamınızdadır; burası Mekteb'dir ve ben bu Mekteb'in
Müdîriyim; s i z d e muallimsiniz; b u r a d a bana tâbi'siniz cevâbmı verirdi.
Emin efendi o zamanki Şûrây-ı Devlet Reis ve A'zâsı'mn bile Mekteb-i Hu-
kuk'a devam etmelerini ister; bu dâireleri dolaşarak "Hukuk nazariyatı bilinmeyin
ce kanun yapılamaz (9)." derdi.
Emin Efendi'nin azledilişini, 5 Kasım 1888 (= 30 Safer 1306) tarihli olup Mâ-
beyn-i Hümâyûn (Saray)'dan doğruca Bâb-ı Âlî'ye tebliğ olunan aşağıdaki tezkire
den öğreniyoruz:
(S)' Medrese-i Hukuk, aylık mevkute; 1902 (1318), Matbaa-i Âmire Nu. 1. sf. 1.
(9) 2. Meşrutiyete kadar, Kanun Tasarıları, Şûrây-ı Devlet Tanzimat Dâiresi'nde hazırlanır; Şûrây-ı Devlet
(Danıştay) Genel Kurulu'nda müzâkeresi yapılıp Pâdişâhın irâde'si alırfdıktan sonra yürürlüğe girerdi.
922
"MekteM Hukuk Talebesi adetâ bir ihtilâl ika' edercesine Müdîrleri (Emin
Efendi) aleyhine kıyam eylediklerinden ya Müdîrin tebdili yahud Talebe-i mu
maileyhimden müşevvik bulunanların bit'tahkîk Mekteb'den tardı lâzım geleceği
Maârif Nâzın (Münif) Paşa Hazretleri tarafından arz-ı Atabe-i Ulyâ kılınmış ol
duğundan, Müdîr-i Mekteb'in hemen azli ile yerine dindar, muktedir ve müstakim
bir zât intihab ve arz olunması ve talebeden önayak olanlar kimler olduğunun
dahî, kendilerine birşey denilmiyerek, bit'tahkîk isim ve şöhretlerini mübeyyin pu
sulasının arz-ı Atabe-i Ulyâ kılınması ve T.alebe-i mumaileyhim tarafmdan Müdîr-
den şikâyeti hâvi yüz kadar imza ile Makaam-ı Celîl-i Sedâretpenâhîye bir arzuhal
takdim olunduğu Mesmu'-ı Âlî buyurulduğundan (Padişahça öğrenildiğinden) mez
kûr arzuhalde münderiç şikâyât (in) neden ibaret olduğunun ve ol babda ne mu
amele icra kılındığının dâhi (bu) akşama kadar arz ve iş'ârı şeref sâdır olan İrâ-
de-i Seniyye-i Hazret-i Hilâfetpenâhî iktizây-ı Celîli'nden olmağla "
923
2. KISIM
MEKTEBİ MÜLKİYYE-İ ŞÂHÂNE
ÖĞRETİM ÜYE VE GÖREVLİLERİ
(Müderrisleri)
18 7 7 - 1 9 2 2
1 — Mecelle Şerhi
İstanbul, Mihran Matbaası; 1296 - 1299 (1880-83)
2. Kitap: Büyü, 58 — 120 sf. \
3. Kitap: İcâre, 121 — 216 sf. ( 8°
4. Kitap: Kefâle, 217 — 280 sf. )
2 — Teşrîh'ül - Kavâid'ül-Külliyye
İstanbul, Mahmudbey Matbaası; 1297 (1881); 68 sf.; 8°
(1) Bak.: a) M i l l î Kütübhâne, Eski Türkçe Kitaplar Katalogu; Ankara, 1964; 29. sf.
b) Peyam, Haftalık gazete; 2 Kânûn-i Sâni 1329; Nu. 6; 1. Sene. Tefrika 5.; Ali Kemâl; " Ö m r ü m "
c) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; 1. C, 302. sf.
925
AHMED EMİN YALMAN (2) Selanik Askerî Rüşdiyesi'nde Büyük
(M.A. Ph. D.) Atatürk'e (Hüsn-i Hatt-ı Türkî) Türkçe
Yazı Dersi Hocalığı (3) yapan ve Di-
vân-ı Muhasebat (Sayıştay) Başmümey-
yizliğinden emekli Merhum Osman
Tevfik Yalman Bey ile Merhume Ha-
sîbe Yalman Hanım'ın oğludur. 1888'de
Selânik'de doğdu, tik ve orta öğreni
mini Selanik Askerî Rüşdiyesi'nde, lise
öğrenimini Beyoğlu Alman Lisesi'nde,
yüksek öğrenimini de İstanbul Hukuk
Mektabi'nde (Şimdiki Hukuk Fakülte
si) üç yıl okuduktan sonra Columbia
Üniversitesi'nde 1911 - 1914'de tamam
ladı. Bu Üniversite'de Sosyoloji, Târih,
İktisad ve Gazetecilik konularında dok
tora yapıp Sosyal İlimler Doktoru (Phi-
losopher Doctor) unvanını kazandı.
Yüksek öğrenimini bitirmeden ön
ce 1907'de Bâb-ı Âlî Terceme Odası Hu-
lefâlığına (me'mur namzedliğine) ta'-
yin edilmiş; 1908'de bu vazifeden isti'-
fâen ayrılarak İstanbul'da çıkan "Sa
bah" Gazetesi Yazı Ailesine katılmakla, gazeteciliğe başlamıştır. 1908 - 1910 "Yeni
Gazete" Başyazarlığında b u l u n m u ş ; buradan Amerikaya öğrenimini tamamlamaya
gitmiştir. Yüksek öğrenimini tamamlayıp 1914'de Yurd'a döndükten sonra Mek-
teb-i Mülkiyye İstatistik Muallim Muâvinliği'ne (Doçentliğine) getirilmiş; Mülki
yenin kapatılması üzerine 1915'de ayrılmıştır. Bu arada "Tanin Gazetesi" Harb
Muhabiri olarak 1. Dünya Savaşı Türk ve Müttefik Devletler Cebhelerini do
laşmış; 1916'da "Sabah Gazetesi" Başyazarlığını, 1917 - 1923 "Vakit Gazetesi"
Başyazarlığım deruhde etmiştir. Mülkiye'nin yeniden açılması üzerine 1
Ocak 1918 târihinde 2. defa Mülkiye İstatistik Muallimliği'ne getirilmiş; 27 Ha
ziran 1919 (27 Haziran 1335)'da müstafi addedilmiş; 1 Ocak 1921'de üçüncü d e f a
aynı göreve getirilmiş; 27 Haziran 1921 (27 Haziran 1337)'de İngilizler tarafından
Malta Adası'na nefyedilmesi (sürgün edilmesi) üzerine bu görevi son bulmuştur.
Büyük Atatürk ve T.B.M.M. Hükümetinin İngilizler üzerinde yaptığı çok te'-
sirli baskılar üzerine dîger arkadaşları ile birlikte Malta'dan serbest bırakıldık
tan sonra İstanbul'a gelmiş; iki yıl kadar tekrar "Vakit Gazetesi" Başyazarlığım
(2) Bö'k.: a) Türk Meşhurları Ansiklopedisi; I A. Govsa; İstanbul, 1940; 401. sf-
h) Talebimiz üzerine gönderdikleri ve Arşivimizde mahfuz 28.11 1967 günlü mektup
c) Mülkiye TSrihi ve Mülkiyeliler; 1. C., 299. sf.
(3) Bak.: Atatürk'ün Hususiyetleri; istanhul, 1955; Ali Kılıç; 13. - 17 sf
926
yapıp "Vatan Gazetesi"ni kurarak Başyazarlığını deruhde etmiştir. 1925'de
sevkedildigi "İstiklâl Mahkemesi"nde berâet kararı almakla beraber gazetecilikten
ayrılmıştır. 1927'de T.A.'T.K.O. A.Ş. İdare Hey'eti Üyeliği'ne getirilmiş; 1936'da tek
r a r gazeteciliğe başlıyarak 1938'e kadar "Tan Gazetesi" Başyazarlığını ifâ etmiş
tir. Aynı yıl Hükümetçe, New-York'da açılan meşhur Fuar'daki Türk Sergisi'ne
Neşriyat Müdîri olarak gönderilmiş; burada bir yıl kaldıktan sonra Yurd'a dön
müştür. 1940'da 2. d e f a Vatan Gazetesi'ni kurarak 1961'e kadar bu Gazetenin sâ-
hib ve Başyazarlığım yapmıştır. 1961'de Vatan Gazetesi'ni H ü r Vatan Gazetesi şek
line çevirerek 1963'e kadar da bu Gazetenin Başyazarlığım yapmıştır. 1963'den beri
Türk Basın Enstitüsü Başkanı bulunmaktadır (1968). 2. Cihan Harbi içinde üç
kez İngiltere'ye ve Amerika'ya, iki kez Fransa'ya giderek Dünya politik hâdiselerini
yakından tâkible Türk Kamu oyuna bilgiler vermiştir.
İngilizce, Almanca, Fransızca, biraz da İtalyanca bilmektedir. Milletlerarası
Basın Enstitüsü, Dünya Liberalleri Birliği, İstanbul Büyük Klüp, Anadolu Klübü,
Sipahi Ocağı ve İstanbul Gazeteciler Cem'iyyeti dâimi üyesidir. Dünya Gazete Sâ-
hibleri Federasyonu'nun "Hürriyet Altın Kalemi"ne, 1962'de Britanya Gazeteciler
Enstitüsü'nün "altın madalyasına", Columbia Gazetecilik Okulu Ellinci Yıl Ma
dalyasına sâhibdir. 1967'de (İngiliz) Britsh Empire Nişam'nı ihraz etmiştir.
Bn. Rezzan Yalman ile evli, bir erkek çocuk babasıdır. Seyahat, yürüyüş, briç
oynamak, hobi'sidir.
Mülkiye'deki Hocalığına âid hâtıralarından şöyle bahsetmektedir:
"Mülkiye'de hocalık hayâtıma âid başlıca hâtıram, o sıralarda Okulun göçebe
hâlinde bulunmasıdır. Çağaloğlunda, Yıldızda, Kabataşda ve Soğukçeşmede vazife
gördüm. Bu zahiri göeçbeliğe rağmen derin köklere sâhib yaman bir müessesede
bulunduğumu dâima iftiharla hissettim. Müstesna derecede isti'dadlı öğrenicilerle
karşılaştım. Bu bakımdan çok talihli çıktım. İsim saymak istemem."
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
927
6 — Yarının Türkiyesine Seyahat
İstanbul, Vatan Matbaası; 1944; 176 sf.; 8°
7 — Dünyadan Haber (2. Cild)
İstanbul, Vatan Matbaası; 1945; 210 sf.; 8°
8 — San Fransisko'da Neler Gördüm (B.M.T.'nin Kuruluşu)
İstanbul, Vatan Matbaası; 1945; 224 sf.; 8°
9 — Turkey in My Time
Norman, University of Oklahoma Press; 1956; X+294 sf.; 8°
10 — Berraklığa Doğru
İstanbul, Vatan Matbaası; 1957; 71 sf.; 8°
Mâliye Muhasebeciliğinden emekli Mustafa Reşîd Bey ile Leylâ Hanım'ın oğ
ludur. 1877'de Bursa'da doğdu. Bursa Işıklar Askerî İ'dâdisi'nde lise, Mekteb-i
Harbiye'de yüksek öğrenimini ve Akademi Kısmı'nı da tamamlıyarak 1895'de Er-
kân-ı Harb (Kurmay) yüzbaşısı rütbesiyle me'zun olmuştur. Politika ile uğraş-
•928
mak ve Meşrûtiyet tarafdârı olmak suçu ile tevkif edilip muhakemesi
sonunda subaylık'dan çıkarılarak 1896'da Trablusgarb'a sürgün edildi. Bir
yıl zindanda kaldıktan sonra afvedilerek Trablusgarb Tümeni Kurmay Baş
kanlığı Karargâhına me'mur edildi. 1900'de buradan Fransa'ya kaçtı. Bir
taraftan siyâsî faaliyete devam ederken, dîger yönden Paris Siyâsî İlimler Mek
tebi (Ecole Libre des Sciences Politiques)'ne devamla 1903 yılında b u r a d a n da me'-
zun oldu. 1908 Meşrûtiyet İnkılâbı'na kadar Paris'de, Mısır'da gazetecilik yap
tı; sonradan Meclis-i Meb'usan Reisi olan, Ahmed Rıza Bey ile Paris'de "Şûrây-ı
Ümmet" Gazetesini kurdu. Meşrûtiyetin i'lânı üzerine Ağustos 1908'de istanbul'a
geldi; kısa bir müddet Şûrây-ı Ümmet Gazetesi'nin Başyazarlığını yaptıkdan
sonra Meclis-i Meb'usan Başkâtibliğine (Genel Sekreterliğine) ta'yin edildi. 22
Ocak 1909 (8 Kânun-i Evvel 1324 Perşembe günü) Mekteb-i Mülkiyye 18. Asır Si
yâsî Târihi Muallimliği'ne ta'yin edildi. Bu görevinden 25 Ağustos 1910'da ayrıldı.
1909'da ittihad Terakki Fırkası (Partisi )'ndan Kütahya M e b u s l u ğ u n a seçildi.
Prensip ve fikir ayrılığı sebebiyle İttihad ve Terakki'den ayrıldığı için
2. Dönem Seçimleri'nde meb'us seçilemedi. Ba'zı arkadaşları ile birlikde "Millî
Meşrûtiyet" Partisi'ni k u r d u ; "İfnam" adlı günlük bir gazete çıkarmaya başladı.
Balkan Harbi'nde kısa bir süre askerliğe dönerek Kurmay Yüzbaşı olarak askerlik
hizmetinde bulundu. Harbin sonunda terhis edilip tekrar îffıâm Gazetesi Başya
zarlığına döndü "... o esnada, İttihad ve Terâkki Hükümeti, Câvid (Mâliye Nâzın,
maslub), (Hüseyin) Câhid (Yalçın) ve Cemâl (Paşa) politikasını ta'kib ederek
serbestî-i ticâret (liberalizm) tarafdân, Ahmed Ferid (Tek) ise bil'akis himaye
( k a r m a ekonomi) tarafdârı idi. Millî fâideyi, sanâyün teessüsünde görüyordu.
Bilhassa un, pamuklu ve şekeri, Memleket'de kendimizin yapmamızı istiyordu. Bu
fikrin propagandası için "Üç Beyazlar" ta'birini bulmuşdu. Meclis-i Meb'usan'da ve
İfhâm Gazetesi'nde bu fikri yayıyordu. İttihad ve Terakki Hükümeti ise, bu hare
keti kendi Siyâsetine te'âruz (karşıt) telâkki etti. "Ferid, bize rahat vermiyor" diye
Sinop'a nefyetti" (4/c). İfham Gazetesi de Örfi İdare (Sıkı Yönetimı)'ce kapatıldı.
1917'de sürgün kararı kaldırılarak Kiyef Başşehbenderliğine gönderildi. 1918'de Dâ-
mad Ferid'in "Temerküz KabinesF'nde Millî Mîsak Mümessili olarak Nâfia Nâzırlı-
ğı'na getirildi. 1919'da yapılar* Seçimde'de son Osmanlı Meclis-i Meb'usam'na İstan
bul'dan Milletvekili seçildi. 16 Mart 1920'de bu Meclisin İngilizler tarafından dağı
tılması üzerine Anadolu'ya geçerek T.B.M.M.'ne İstanbul Meb'usu olarak katıldı.
Önce Mâliye Vekilliğine getirildi. Daha sonra Meb'usluğu uhdesinde kalmak üzere
T.B.M.M. Hükümeti Paris Sefirliğine gönderildi. T.B.M.M. 3. dönemi'nde Kütahya
Milletvekilliğine seçildi; bu arada yedi ay kadar Dâhiliye Vekilliği'nde bulundu.
Bundan sonra sırasıyla Londra, 1931 Varşova Büyük Elçiliklerine ta'yin edildi.
1943'de Tokyo Büyükelçiliğinden emekli oldu. Fransızca, İngilizce bilir. İstiklâl
Madalyası ile Lehistan Devleti Beyaz Kartal Nişanının Büyük Kordonu'nu hâmil
dir. Mümtaz Türk kadınlarından sayın Müfide Tek ile evli olup bir kızı vardır.
929
AHMED MUHTAR PAŞA (5) 1861'de İstanbul'da doğdu. Kolağası
(önyüzbaşı) Hasan Efendi'nin oğludur.
İlk öğrenimini sivil, orte, lise ve yük
sek öğrenimini de askerî okullarda
tamamlamış; Topçu Erkân-ı Harb Yüz
başısı olarak Harbiye'den me'zun ol
muştur. Kısa bir müddet ba'zı birlik
lerde bulunduktan sonra öğretmenlik
mesleğini seçerek uzun yıllar Mekteb-i
Harbiyye (Harb Okulu)'de ve Mühen-
dishâne-i Berrî-ı Hümâyûn (Topçu
Kurmay ve Askerî Mühendis Okulu)
Öğretmenliklerinde bulunmuştur. Bu
arada Sultan 2. Abdülhamid tarafından
modern silâhları tedkîk için iki yıl müd
detle Almanya ve Fransa'ya gönderildi.
19 Kasım 1888 (= 6 Teşrîn-i Sâni 1304)'
de Miralay (Albay) rütbesinde iken ek
görev olarak Mekteb-i Mülkiyye-i Şa
hane İ'dâdî Kısım Cerr-i Eskaal (Me
kanik) Muallimliğine getirilmiş; bu gö
revi devamlı olarak oniki yıl yaptıktan
sonra İ'dâdî Kısmın Yüksek Kısım'Üan ayrılıp Mercan î'dâdîsini teşkil etmesiyle
14 Kasım 1900'dc Mülkiyedeki Muallimliğinden ayrılmıştır. 1908'de Ferik (Korge
neral) rütbesine terfî etmiş; 1909'da bu rütbe'de iken (şimdiki) Askerî Müze'yi
kurmaya me'mur edilerek bu Müze'nin Müdîrligine getirilmiştir. Askerî Müzeyi
ıbir depo hâlinden çıkarıp o zamana göre batı anlamında bir müze şekline soktu.
Bugünkü çok kıymetli Müzenin esâsını kurdu. 1923'de 1. Ferik (Orgeneral) rütbe
sinden emekliye ayrıldı. 1926'da İstanbul'da Hak'km rahmetine kavuştu. Asker
liğe âid eserleri ve müzeciliği ile tanınmış generallerimizdendir.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (5/c)
930
3 — Ahvalnâme-i Müellefât-ı Askeriyye-i Osmâniyye (1. Ksm.)
İstanbul, Tâhirbey Matbaası; 1316 (1900); 1 + 11+286 sf.; 8°
4 — A'yâd-ı Mefâhir-i Milliyye-i Osmâniyye'den, Osmanlılığın Avrupa'da Tarz-ı
Te'sîsi yahud Feth-i Celîl-i Kostantaniyye (İstanbul'un Fethi)
l . C : İstanbul, Tâhirbey Matbaası; 1316 (1900); 311 sf.; 4°; 35 planş
5 — Külliyât-ı Ulûm ve Fünûn-i Hıarbiyye'den Deniz ve Sahil Muharebelerinin
Vesâit ve Kavâid-i Esâsiyyesi yahud Rehber-i Muzafferiyât-ı Bahriyye
İstanbul, Karabet Matbaası; 1316 (1900); 11 + 124 sf.; 4°; 50 plânş
6 — 1073-1075 (1657-1659) Seferi'nin Vekaayi-i Esâsiyyesi; Saint-Gothard'da
Osmanlı Ordusu
İstanbul, A. Asadoryan Matbaası; 1326 (1910); 80 sf.; 8°; 5 plânş, 1 levha
7 — Kırım Sefer-i Meşhuru Evâilindeki 1270 (1854) Osmanlı - Rus Tuna Seferi
ve Bunun Nihâyetindeki Silistre Müdâfaa-i Kahramânesi
İstanbul, Necm-i İstikbâl Matbaası; 1922; 269 sf.; 8°
8 — Türkiye Devletinin En Mühim ve Meşhur Esfarından (seferlerinden) 1828,
1829 Türkiye-Rusya Seferi ve Edirne Muahedesi yahud Vakitsiz Seferin
İbret ve İntibah Dersleri (2 cilt)
Ankara, Büyük Erkân-ı Harbiyye Reisliği Matbaası; 1928; 8°
9 — Dumansız Barutlar
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (6/C)
931
2 — Amelî ve Nazarî İlm-i Hesab Tatbîkaatı
istanbul, Cemâlefendi Matbaası; 1303 (1887); 4+219 + 1 sf.; 8°
3 — Muhtıra-i Tahdîd-i Arazi
4 — Yollar ve Şömendöfer'ler
5 — Mimârî4 Âlî ve Adî
6 — Usûl-i Keşf-i Mimarî
-O-
932
1924'de yaş haddinden emekliye ayrılmış; 1925'de "Türkiye İdman Cem'iyyet-
leri İttifakı (Federasyonu)" Genel Kurulu kararı ile kendisine "İdmancılar Şeyhi"
unvanı verilmiştir.
Emekli olduktan sonra özel olarak yine spor çalışmalarında bulundu; 1936
da gözlerini kaybetdi; 2 Aralık 1942'de İstanbul'da Hakkın rahmetine kavuşdu;
Karacaahmed'deki Aile Kabristânı'na defnedildi. Mezartaşma Filozof Şâir Rıza
Tevfik Bölükbaşı'nm aşağıdaki kitabesi yazılmıştır:
"Yoldaşım, mezardır her yolun sonu,
Ölümü düşün de unutma bunu;
Bu mezar önünde hürmetle eğil,
Hoca Faik Beyin kıymetini bil;
İnsan güzeliydi, Vatan'da birdi,
Güzel Türk neslini o yetiştirdi;
İsmini unutma rahmetle yâdet,
Bir Fatiha oku, ruhunu şâdet."
Çok iyi Fransızca bilirdi. Merhume Hatice Morali Hanımla evli idi. Çocuğu
yokdu.
"19 Mayıs" Kanunla "Gençlik ve Spor Bayramı" olarak kabul edilince, Mayıs
1937'de Hükümet kararı olarak, tanınmış sporculara, bu arada rahmetli Ali Faik
Üstünidman'a da, "spor haftası" dolayısıyle Ankara'da konferans vermeleri için
birer m e k t u p yazılmıştı. Rahmetli bu mektuba aşağıdaki cevâbı vermişti ( 7 / a ) :
"Dâhiliye Vekâleti Matbuat Umum Müdîrliğine;
Dâhiliye Vekili ve (C.H.P.) Parti Genel Sekreteri Bay Şükrü Kaya'nm adıma
göndermek lütfunda bulundukları mektup Kadıköy (C.H.P.) İlce Başkam tarafın
dan bana okundu. Tarumar ömrümün en bahtiyar saniyelerini yaşarken, ne bed
bahtım ki görmüyor bulunuyorum. Gözlerimin nuru çoktan beri sönük. Onun için
Genel Sekreterin (8) mektubunu yalnız dinledim ve inledim. Bu lalil sporcu'yu lüt
fen hatırladıklarından dolayı Bay Şükrü Kaya'ya ruhî şükranlarımı sunar ve emir
lerini yerine getirmekden beni alakoyan görmemezl iğimden dolayı bahtıma isyan
edip susarım. Saygılarımın kabulünü rica ederim.
Galatasaray Lisesi
eski Jimnastik Hocası Faik»
Vefat ettiğinin ertesi günü Gazeteler, hakkında sütun, sütun yazılar yayınla
dılar. Bunlardan ıbir tanesini aşağıya aynen alıyorum (7/ç):
"Beden Terbiyesiyle uzaktan, yakından alâkalı genç ihtiyar birçok kimselerin
iyi tanıdıkları ve Galatasaraylıların kendisim dâima saygı ve minnetle an
dıkları en eski Beden Terbiyesi Öğretmeni "Faik Hoca'' bugün Kadıköyü'ndeki
evinde hayata gözlerini yummuştur.
Son zamanlarda gözlerinden rahatsız bulunan emekli Hoca'nın en büyük te
sellisi ve sevinci, yetiştirdiği ve bugün umûmî hayâtın türlü kademelerinde önem-
(8) Eski Dâhiliye Vekillerinden Rahmetli Şükrü Kaya, Galatasaray Sultânîsi'nde Ali Fâik'in öğrenicisi i d i .
933
li vazifeler almış olan eski talebelerinin ve sporcu gençliğin, millî günlerde kendi
sini ziyaretle elini öpmeleri idi.
Rahmetlinin yetiştirdiği talebeler arasında, 'Selim Sırrı Tarcan ve Mazhar Ka
zancı gibi, bu Memleketin irfan ve idman hayatına cidden çok büyük hizmetlerde
bulunmuş büyük değerde elemanlar da vardır.
İhtiyar hocanın cenazesi yarın (bugün) öğle üzeri Kadı köyün d e İnönü Soka
ğındaki evinden kaldırılacak ve talebeleriyle kendisini sevenlerin elleri üzerinde
ebedî istirahat yerine tevdi' edilecktir.
Rahmtlinin cenazesine gönderilecek çelenkler Kadıköy Halkevi'nde toplana
caktır."
Rahmetlinin Galatasaray'da yetiştirdiği öğrenicilerinden, tanınmış spor ida
recisi ve Beden Terbiyesi eski Genel Müdîrlerinden rahmetli Vildan Âşir Savaşır
da, Faik Üstünidmanın vefatından üç gün sonra Ankara Radyosu'nun Spor Saati'n-
de şu konuşmayı yapıyordu. (7/a):
«Bu saat'de, üç gün önce devrilip giden bir sıhhat ve güzellik âbidesi, Hocam
Faik Beyi sizlere tanıtmayı istedim. Anmayı istedim, demem lâzımdı. Fakat o za
man belki, üstümde bunca emeği bulunan bu insan ve ahlâk güzelini zaman zaman
unuttuğuma hükmedersiniz. Onun için ismen tanıdığınızı çok tahmin ettiğim, en
eski Beden Terbiyesi Hocasının, bu feragat ve meslek aşkı örneğinin hayâtının
ba'zı hususiyetlerini anlatmayı d ü ş ü n d ü m .
Rahmetli Hocamı tanıdığım zaman, ben on yaşındaydım. O mitoloji tanrısı gibi
güzel, yiğit insan da altmışını geçmiş, dipdiri canlı ve neş'eli bir gençdi. Bu neş'e-
sini, o hayat dolu, o güzel gözlerini dünya ışığına, hayâta yummadan çok önce
kapamış olmasına rağmen muhafaza etti ve böylece göçüp gitti.
Faik Bey'in hayâtı hakkında size, şurada doğmuş, şurada şu işi yapmış diye
kupkuru biyografik ma'lûmat verirsem bu büyük, bu iyi insanı tanıtmış olmam.
Çünki Faik Bey'in hayâtı, bu bakımdan eseriyle kıyaslanamıyacak k a d a r kısırdır.
Faik Bey'in m a t b u ve birçok basılmamış eserlerinden bahsederler; basılmış olan
ları ne yazık ki göremedim. Fakat pembe kapaklı "Mekteb-i Sultanî Defteri'"nin içi
ne yazılmış müsveddelerden okuduğu cümleler, onun o erkek sesinin b ü t ü n inan
dırıcı ve güvendirici âhengiyle, bugün üzerinden 28-30 yıl geçmiş olmasına rağmen
halâ kulağımdıadır. Bu Kitap, her halde bir Beden Terbiyesi nazariyatıdır. Fakat,
içinde tazeliğini muhafaza eden cümleler, hep yiğit erkeğin, güzel erkeğin, özü
sözü doğru sıhhatli erkeğin, Türk Erkeğinin vasıflarını belirten cümlelerdi.
Fâih Hoca'nın kendi ta'biriyle '"yalan dünya"ya devrettiği asıl eseri bu rengi
solmuş birkaç defterle, Sahaflar Çarşısında kaybolmuş 250 sayfalık bir kitap ol
masa gerek. Faik Hoca'nın bence iki büyük eseri vardır: Bu iki büyük eser, insan
lar ne k a d a r vefasız olursa olsunlar, ne kadar az kadir bilirlerse bilsinler yaşayıp
gideceklerdir. Bunlardan biri, değersiz bir hadimi olmakla en büyük bahtiyarlığı
duyduğum mesleğim Beden Terbiyesi Hocalığı, öteki gene bir meslek adamı olarak
bir müesseseye yalansız ve menfaatsiz bağlanmış olmanın örneği, b ü t ü n gelecek
nesiller için örnek diye bağışladığı kendi temiz hayatıydı.
934
Cimnastik Hocası Faik Bey, Mektebi Sultanînin Cimnastik Salonunda bizim
karşımıza geçtiği zaman, artık hünerler gösterecek, dillere destan olmuş, masal
lara yaraşan kuvvetinin ölçülerini verecek yaşı çoktan geçmişti. Biz onun i'tinâlı,
tertemiz elbiselerinin altmda saklı, kocamamış ihtiyar atletik vücudunu hayâli
mizde yaşatır ve ona hayranlık duyardık. Bir zamanlar elma ile oynar gibi oyna
dığı gülleleri, üzerinde en güç hünerler yaptığı âletleri, önceleri onun bir parça
sıymış gibi seyreder ve onun için severdik.
Faik Bey bize cimnastiği, evvelâ Kendisini sevdirerek sevdirirdi. Biz de cim-
nastiği, belki de onun gibi oluruz diye sevmiştik. Hepimize ayrı ayrı ne büyük sev
gisi vardı ve seneler boyunca gelişmemizi ne büyük bir şefkatle ta'kib ederdi.
Hiç u n u t m u y o r u m ; delikanlılık çağına yaklaştığım yıllarda birgün, benim ar
tık yavaş yavaş adale bağlamış kollarımı o arslan pençesi gibi elinin içine alıp
başımı okşıyarak:
"Bak gördün mü kibrit çöplerini ne hâle getirdik" demiş ve sâdece kendi
eseri olan benim o hâlimle, şimdi düşünüyorum da, bir çocuk safvetiyle nasıl se
vinerek öğünmüştü.
Faik Hoca, arkası kesilmiyen bir sel gibi Galatasaray'ın içinden akıp giden ne
silleri eline hep böyle kibrit çöpleri gibi almış ve onları hayâta eli kolu tutan
güçlü, kuvvetli fakat bilhassa insanlık ve yiğit insanlık duygularına bağlı olarak
yetiştirmek için 45 sene çalışıp durmuştu. Her yaramazlığımızı afveder; her ku
surumuzu hoş görürdü. Fakat tek bir şeye müsamahası yoktu: Yiğitlik an'anesine
yaraşmıyan yalanla, kuvveti zayıfa karşı kullanmak bayağılığı. Faik Hoca bize bu
nu telkin etmeğe çalıştığı zaman b ü t ü n b ü t ü n büyür, güzelliği kadar inceliği de
aşikâr olan bir iyilik devi olurdu.
Biz beden terbiyesi hocaları, Faik Hoca'dan miras olarak b i r de şunu aldık:
İstanbul işgal edilmişti. İşgal kuvvetlerini görmiye tahammülü olmayan ve fahrî
öğretmen sıfiatıyle emekliye sevkedilmiş bulunan Faik Hoca, yatağına çekilmiş ve
bir arslan gibi, ya Mektebine ya evîne kapanıyordu. Geliri azdı; fakat b u n a rağ
men talebeliğini ve bütün meslek hayâtım içinde geçirdiği Mektebine varını yoğu
nu harcamaktan, size ifâde edemiyeceğim, bir inşirah duyuyordu. Mektebin o sır
ma işlemeli güzelim atlas Bayrağını, bizi teşvik için Paris'te bastırdığı spor ma
dalyalarının bedelini hep kendi paracığıyle ödemişti.
İstanbul'u kurtarmıya gelen Türk Ordusunu karşılamaya gittiğimiz zaman, bu
altmışbeşini geçmiş Öğretmen, Millî Zaferin saadetiyle sanki 25 yaşında gibi dinç
ve zindeydi... Kendi yaptırdığı Bayrakla övünerek: "Evlâtlar! Bu emek bu gurura
değmez m i ? " diye gürlemişti. Faik Hocanın hayâtı gibi malı mülkü nesi varsa
Mektebinin (Galatasaray Lisesi'nin) ve "evlâdlarım" dediği Talebesinindi.
Hepinizin yavrularına Faik Hoca'mn kuvvetini ve sıhhatini temenni ederim.
Yavrularınız onun kadar yiğit, onun k a d a r güzel, onun k a d a r iyi olsun ve toprağı
kadar yaşasın."
BASILMIŞ ESERLERİ
1 — Jimnastik Yahud Riyâzet-i Bedeniyye.
2 — Jimnastik Mecmuâ-i Eşkâli (Şekilleri)
O 935
Müderris, Anadolu Kadî-askeri îzmir Kadılarından Dardağan-zâde Ho
Dardağan-Zâde ca Emîn< Efendi'nin oğludur. 1852'de Ba-
ALİ HAYDAR ARSEBÜK (9) tum'da doğdu. Husûsî öğretmenlerden
ilk öğrenimini, Süleymâniye ve Fâtih
.V
Medreselerinde de yüksek öğrenimini
tamamlamıştır. Medrese'den me'zun ol
duktan sonra Kadılık mesleğini seçmiş;
sırasıyle Bidayet Mahkemelerinde, isti
naf Mahkemesinde Hâkimlik'de, Burdur
ve Uşak Kadılıklarında, Temyiz Mahke
mesi A'zâ ve Reisliğinde bulunmuştur.
Bu arada Mekteb-i Mülkiyye Mecelle ve
Arazi Müderrisi Atıf Beyin vefatı
üzerine 1 Haziran 1898 (= 19 Mayıs
1314)'de açılan aynı ders Müderrisliğine
getirilmiş; onbir yıl aralıksız olarak
Kanûn-ı Arazi ve Mecelle Dersi okuttuk
t a n sonra 30 Kasım 1908 (16 Teşrîn-i
Sâni 1324)'de isti'fâen ayrılmıştır. Ayrı
ca, İstanbul Mekteb-i Hukuk ve Mek
teb-i Kuzât (Kadılar Mektebi)'da Me
celle ve Ahkâm-ı Şer'ıyye Müderrisliği
de yapmıştır. 1915'de Şeyh'ül-İslâm Ür
güplü Hayri Efendi tarafından Bâb-ı
Meşihat Fetva Emînliğine getirilmiş; 11 Kasım 1918 (= 6 safer 1337)'de kurulan
2. Tevfik Paşa Kabinesi'nde Adliye Nâzırlığı'nı deruhde etmiştir. Bu görev'de iken,
teslimi, Mondros Mütârekesi ile karara bağlanan, Medine'nin, İngilizlere devri hak
kındaki Hey'et-i Vükelâ Kararı'nı, Medine'nin K a h r a m a n Muhafızı Fah-
reddin Paşa'ya tebliğ için Medine'ye gönderilmiştir.
Saltanat İlga edilip İstanbul'un T.B.M.M. Hükümeti tarafından devralmışın
dan sonra Aralık 1922'den i'tibâren Emekliye sevkedilmiş; 14 Eylül 1935 Cumarte
si gecesi, Beyazıd Soğanağa Mahallesi Nur sokağındaki evinde Hak'km rahmetine
kavuşmuştur. Eyüp Sultan Mezarlığındaki tepe üzerine sağlığında hazırlattığı Aile
Mezarlığına medfûndur. Mezarlığın kapısında "Mecelle Şârlhi, Şeriat Hadimi Ali
Haydar Efendi ve efrâd-ı ailesine mahsus makber'dir" levhası vardır. Evli, dört
erkek, üç kız evlâd babası idi. Oğullarından yalnız üçüncüsü kendi sağlığında,
Tıbbiye Üçüncü Sınıf talebesinden Hayri Haydar Arsabük ile (Rahmetli Hocamız)
936
Ord. Prof. Es'ad Arsebük kendisinden sonra vefat etmişlerdir. Hâlen (1968) sağ,
bir oğlu, üç kızı vardır. Arabca ve Farscaya çok kuvvetle vâkıf idi.
BASILMIŞ ESERLERİ
1. Şerh-i Cedîd-i Kanûn'ül-Arâzi
İstanbul, Matbaa-i Safa ve Enver; 1311 (1895); 448 sf.; 8°
2. Dürer'ül-Hükkâm, Şerh-i Mecellet'ül-Ahkâm (Mekteb-i Hukuk ve
Mülkiyye Talebesine Mahsus)
İstanbul, Matbaa-i Ebüzziyâ; 1312 (1896); 19 cüz; 8°
3. Teshîl'ül-Ferâiz
İstanbul, A. Asadoryan Matbaası; 1322 (1906); 334+6 sf.; 8°
4. Dürer'ül-Hükkâm Şerh-i Mecellet'ül-Ahkâm (4 cild)
İstanbul, Matbaa-i Tıbaat; 1330 (1914);
l . C : Şerh'ül - Kavâid'il-Külliyye; 992. sf.
2.C.: Şerh-i Kitâb'ül-Kefâle v'el-Havâle v'er-Rehn, v'el-Enıânet v'el-Hibe,
v'el-Gasb, v'el-Hacr, v'el-İkrah, v'el-Şuf'a; 952 sf.; 8°
3.C.: Hacr ve İ k r a h ve Şuf'a, Şirket, Vekâlet Mesaili; 989 sf.; 8°
4.C.: Sulh, İbra ve İkrar, Da'vâ Tahlif-i Beyyinât, Kaza Mesaili; 831 sf.; 8°
O
937
"Mekteb-i Mülkiyye'de ismim Ali Kemâl değil, fakat Ali Rıza idi. Sınıfımızda beş, al
tı Ali Rıza vardı. Bahusus 81,82,85 numaralı üç Ali Rıza, biz yıanyana idik; bu Rıza'-
lar hep tenbel, hep irfânen geri idiler. Hocaları ıs'ab ediyorlardı. Bir yandan bu
hâl canımı sıkarken, dîger cihetden şî'irde kaafiye ve vezn'e daha güzel tevâfuk
eylediği için KEMÂL nâm-ı mergûbunu matbuat'da mahlas edindimdi. Tabiî, bir
parça iştihar edince (ün alınca) beni artık herkes "ALİ KEMÂL" olarak tamdı;
artık Ali Rızâ unutuldu. O kadar unutuldu ki, Ebeveynim, kardeşlerim bile, çok
kimseden adımı o suretle tashihe mecbur oldular." Mülkiye'de İ'dâdî 4. Sınıfa
kadar öğrenim gördükten sonra, 1886'da Fransızcasını ilerletmek ve batı kültürü
almak maksadıyle Paris'e gitmiş; ıburada öğrenici hayâtını kâfi derecede ciddî
bulmadığı için Cenevre'ye geçmiş; böylelikle b i r yıl dış memleketlerde kaldıktan
sonra öğrenimini tamamlamak üzere İstanbul'a dönmüştür. Mülkiye'nin İ'dâdî
kısmını bitirip Yüksek Kısım Son Smıfa geçtiği yıl olan 1889'da siyâsî töhmetle
Haleb'e sürülmüştür. Haleb İ'dâdîsi'nde bir süre Lisân-ı Türkî ve Edebiyyât-ı Os-
mâniyye Muallimliği yaptıkdan sonra, 1894'de Haleb'den tekrar Fransaya kaçmış
tır. Paris'de bir tarafdan tahsiline devam ederken, dîger yönden geçimini sağlamak
için İstanbul'da çıkan "İkdam" Gazetesinin Paris Muhabirliğini de yapıyordu. Öğre
nimini Târih ve Edebiyyat alanında teksif etti. Bir ara afv'a uğrayarak Brüksel Elçi
liği 2. Kâtibliğinde de görevlendirildi. 1906'da Mısır'a geçti; orada ıba'zı prenslerin çift
lik nazırlığı (kâhyalığı)'nda bulundu. 2 Meşrûtiyetin i'lânı üzerine İstanbul'a döndü.
Bir taraftan îttihâd ve Terâkki iktidârı'na karşı İ k d a m Gazetesi'nde şiddetli siyâsî
yazılar yazarken, dîger tarafdan Darülfünun Edebiyyat Şûbesi'nde (şimdiki Fakül
tede) Siyâsî Târih Müderrisliği yapıyordu. 22 Aralık 1908 (8 Kânun-i Evvel 1324)'de
Mekteb-i Mülkiyye Siyâsî Târih Müderrisliği'ne getirildi. Bu devre Meşrûtiyet
Dönemi'nin keşmekeşliği içinde çeşitli siyâsî kalem mücâdeleleri ve çok müessif
olaylar içinde geçen bir devre olup, Ali Kemâl de ıbu mücâdelelerde gerek halk
kütleleri, gerek Darülfünun (Üniversite) gençliği üzerinde geniş ölçüde müessir
oSlmakda idıi. (11)
938
dâima hınca hınç dolu bulunuyordu. Ali Kemâl seyahatleri, etüdleri i'tibâriyle
çok bilen ve çok tatlı anlatan bir hoca idi. Vesile ve fırsat düşürerek, Dersinde
Fransa İnkılâbına âld enteresan ve Talebeye heyecan verici vak'alar anlatır ve
Fransızların hürriyet telâkkilerine, parti hayatlarına ve parlamento hayatlarına
dâir mütâlâalar yürütürdü. Bunlar hürriyet, müsavat, adalet ve uhuvvet umdele
rini sırf nazarî ve idealizm bakımından anlamağa çalışan Talebe üzerinde çok de
rin tesirler bırakırdı."
31 Mart olayı'ndan sonra 14 Haziran 1909 (1 Haziran 1325)'da Mülkiye ve Dârül-
fünûn'daki Muallimliğine nihayet verildi. 1910'!da yeni kurulan Hürriyet ve İtilâf
Fırkası (partisi )'na girerek hem burada, hem yeni çıkarmaya başladığı Peyâm-ı
Sabah" Gazetesi ile İ k d a m Gazetesi'nde siyâsî mücâdelelerine devam etti.
"... Kalem'in icâbederse tabanca kurşunu ile susturulduğu o devirde, Hayâtım
tehlikede görerek tekrar Paris'e gelmiş; 1. Cihan Harbi yıllarını İsviçre'de geçir
miş....." dir (10/f - 673).
1918'de ittihad ve terakki E r k â m ' n m Memleketden kaçmaları ve Mütâreke'nin
imzasından sonra iktidara gelen Hürriyet ve İ'tilâf Fırkası'nm 1. Dâmad Ferid
Kabinesi'ne önce Maârif sonra Dâhiliye Nâzın olarak girdi. 15 Mayıs 1919'da Yu
nanlıların İzmir'i işgali ve 19 Mayıs 1919'da Ordu Müfettişi olarak Samsun'a çıkan
Mustafa Kemâl Paşa (Büyük Atatürk'ümüz)'nm Amasya toplantısını, Erzurum
ve Sivas Kongrelerini düzenlediği sırada Ali Kemâl Dâhiliye Nâzın bulunmakda
ve Mustafa Kemâl Paşa'nın tevkifi ile İstanbul'a sevkedilmesi hususunda emirler
vermekte idi.
Dâhiliye Nazırlığından ayrıldıktan sonra da, büyük bir gaflet, dalâlet eseri ola
rak Millî Kurtuluş Hareketleri aleyhinde çok şiddetli ve kendisini "Vatana İhanet"
suçu ile m a h k û m ettirecek derecede yazılar yazmakda devam etti. Bu arada
1918'den sonra Darülfünun Edebiyat Şûbesi'ndeki Müderrisliği'ne yeniden ta'yin
edildi.
Büyük Zafer'in kazanılıp Yurdumuz'un, İstanbul ve Trakya hâriç, düşman iş-
gaalinden tamamen temizlenmesinden sonra, 18 Kasım 1922 akşamı İstanbul'da "Ser-
kıl Doryan = şimdiki Büyük Klüp"de traş olmakda iken "M.M. Teşkilâtı"na (İl/a)
mit'e götürülmüş ve muhakeme için Ankara İstiklâl Mahkemesi'ne gönderilmek
üzere iken, k a d e r ' in alnına yazdığı h ü k m ü n bir sonucu olarak, İzmit'de halk
tarafından linç edilmek suretiyle Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
"... Bu linç fâciası'mn, (o zaman İzmit havalisi Kumandanı olan) Muhiddin
Paşa'nm şahsî tertib eseri olduğu, daha o zaman şûyû bulmuş (bir) hakikatdır. Onun
içindir ki kanun'u, mahkeme adaletini her duygunun üstünde gören eşsiz, büyük
devlet Adamı (T.B.M.M. Reisi) Gazi M. Kemâl Paşa vak'anm mürettibini takbih et
miş (ve çok müteessir olmuşdu)'di.... Millî Mücâdeleyi baltalama bakımından en az
Ali Kemâl kadar mütehhem olan (ve) Târihimiz'de yüzellilikler diye anılan
(ll/a) " M . M. — Millî Müdâfaa Teşkilâtı" Milli' Mücâdele yıllarında İstanbul'da kurulan gizli Teşkilât olup, Za
ferden sonra M.A.H. adını almış; daha sonralarıda bu günkü M.İ.T.'na çevrilmiştir.
939
vatandaşlarımız (1933) Af Kanunu'ndan sonra Yurd'a dönmüşlerdir... Ali Kemâl'in
(şahsiyyet ve) hâtırası, şahsî düşmanlarının O'na (sıçratmaya çalıştıkları) düş
mana s a t ı l m ı ş adam iftirasından münezzehdir.... (10/f).
Şahsiyetinin tahlili, adalet ve tarafsızlık ölçüleri içinde, yapılırsa, kendisinin va
tanseverliğini inkâr etmemek Târih'e karşı da ödenmesi gerekli bir borç olur.
Düşmana satılmamış; ancak gaflet ve dalâlete düşmüştür.
Arapça, Farsça, Fransızca ve İngilizce'yi çok iyi bildiği muhtelif kaynaklarda
belirtilmektedir. 1913'de Tophane Müşiri Mustafa Zeki Paşa'nın kızlarından Sabi-
ha Haram ile evlenmiş; bu izdıvaçdan 1914 yılında, [hâlen (1968) Dışişleri Bakan
lığı Genel Sekreteri Büyükelçi] (Sayın) Zeki (Kuneralp) dünyaya gelmiştir.
Merhum Ali Kemâl "doğu kültürüne bağlı olmakla beraber, düşünce tarzı ve
kullandığı fikir hâzinesi bakımından daha ziyâde batı'nın te'siri altında Hürriyet
tarafdan idi. Siyâsî inançları yüzünden muhtelif devirlerde mükerreren takibata
uğramış (12) di..." (10/ç)
"._ (Ali Kemâl) 2. Abdülhamid Devri'nin sonları ile Meşrûtiyyet Devri'nin en
namlı ve muhakkak ki büyük gazetecilerindendi. En geniş ölçüsü ile hür fikir
adamı idi. Siyâsî münâkaşa ve mücâdele yolunda fikir hürriyetini Memleketin
en karanlık ve tehlikeli günlerinde ifrat ile kullanarak, kalemi ile Vatan ve Milı-
let'e hizmet edeceği yerde gaflet girdabına düşmüş bir betbaht'dır..." (10/f).
940
İstanbul, Matbaa-i Hayriyye; 1329 (1913); 157 sf.; 8°
9. Ricâl-i İhtilâl (Fransız ihtilâli Liderleri)
İstanbul, Matbaa-i i k d a m ; 1329 (1913); 201 + 1 sf.; 8°; 4 planş
10. Bir Safha-i Târih
İstanbul, Matbaa-i İkdam; 1329 (1913); 156 sf.; 8°
11. İlm-i Ahlâk (İ'dâdî Mektebleri için)
İstanbul, Sabah Matbaası; 1330 (1914); 300 sf.; 8°
12. Râşid Müverrih mi? Şâir mi?
İstanbul, Sancakcıyan Matbaası; 1334 (1918); 112 sf.; 8°
13. Nisvân-ı İhtilâl (= İhtilâl Kadınları)
İstanbul; 1329 (1913)
14. Bir Safha-i Hayât
İstanbul; 1329 (1913)
15. Çölde bir Sergüzeşt
İstanbul; 1329 (1913)
O
MEHMED ALİ NAZIMA (13) Doktor Kaymakam (Yarbay) Ahmed
Servet Bey'in oğludur. 1861'de İstan
bul'da doğdu. İlk öğrenimini İstanbul'
da Melek Hoca ve Üsküdar'da Doğan
cılar İbtidâî Mektebinde görmüş; bu
r a d a n "Mahrec-i Aklâm"a girerek orta
öğrenimini t a m a m l a m ı ş ; 1882'de Gala
tasaray Sultanîsi (Lisesi)'nden me'zun
olmuş; Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne'nin
Yüksek Kısmında 2. Sınıfa kadar oku
muştur. 1882'de Galatasaray Sultanî
si Türkçe ve Arabca Muallimliğine ta'-
yiniyle öğretmenlik mesleğine girmiş;
52 yıl aralıksız bu meslekde çalışarak çe
şitli okullarda binlerce öğrenici yetiş
tirmiştir. 30 Kasım 1885 (= 16 Teşrîn-i
Sâni 1301)'de birinci defa Mekteb-i Mül-
kiyye Fransızca Muallimliğine getirilmiş;
14 Aralık 1893 (= 1 Kânun-i Evvel 13091)
de Galatasaray Sultanîsi Ders Nazırlığı
na (öğretim Grupu Başkanlığına) ter-
fî'an ta'yin edilmesiyle bu görevden ay-
941
rılmış; 1894'de Aşiret Mektebi Müdîrliğine getirilmiş; bu görev'den 18 Şubat 1894
(= 5 Şubat 1310)'de yine naklen ve terfî'an Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne Müdîr
Muavinliğine ta'yin edilmiştir. Buna âid teklif ve "İrâde Hamişi" şöyledir (14):
942
zîmâ'yı aday göstermiş ve o yıl sekiz muallim ve müderris (profesör) arasında
Merhum'a da "Fazilet Mükâfatı Madalyası"' verilmiştir. Fransızca, Arapça ve
Farsça'ya çok kuvvetle vâkıfdı. Evli idi; çocuklarının sayısı tesbit edilemedi.
1899 (1315 R.)'da "Tarîk Gazetesi"nde Ahmed Midhat Efendi Ali Nazîmâ hak
kında şunları yazıyordu (13/c):
"Ortada bin münazara ( t a r t ı ş m a ) cereyan eder; şâirler, edîbler, filozoflar ka
lem, kaleme gelirler... Hiç bunların içinde Ali Nazîmâ adlı bir mübâriz (kavgacı
dan bir tanesi) görür müsünüz? İşitmiş misiniz? Değil mi? Niçin? Ortada bir Ali
Nazîmâ yokdur da onun için değildir. Ali Nazîmâ vardır; hem mıa'rûf ve meş
hurdur. Fakat, o cidal (kavga) makaalelerinin altına imza koymaz. Ta'lim ve Ter-
biyye-i Etfal (çocuk eğitimi) Kitabının üzerinde Ali Nazîmâ imzası parıl parıl par
lar. Şahsım tamr mısınız? Tanımazsınız... Çünki Ali Nazîmâ'nm kendini tanıtma sa
hasında işi yokdur..." Tamamen gerçek olan bu hüküm karşısında, Rahmetliye veri
len "Fazilet Mükâfatı" çok yerinde bir hareket olmuştur.
Emekli Lise Müdîr ve Öğretmenlerinden Saym Şahap Nazmi Coşkunlar, Üskü
dar Muhtelit Orta Okulu Müdîri iken birlikte çalıştığı Rahmetli hakkında, "Elli dört
yıllık öğretmenliğinde, mücbir sebeblerle yalnız üç defa derse geç kaldığını" söyle
miştir.
Sayısı yüzkırk'a ulaşan ve pek çoğu ders kitabı olan basılmış eserlerinden tes-
bît edebildiklerimi aşağıda alıyorum:
943
11. Çukulata
İstanbul, Kasbar Matbaası; 1309 (1893); 16 sf.; 8°; şekilli
12. Elifba (4-6 yaşında çocuklar için eski Türkçe Alfabe; 3. ıbasım)
İstanbul, Berberyan Matbaası; 1309 (1893); 48 sf.; 8°
13. Tertîb-i Cedîd İlaveli Risâle-i Ahlâk
İstanbul, Kasbar Matbaası; 1310 (1894); 45 + 1 sf.; 8°
14. Yeni Hesab (Rüşdiye 2., 3., 4. sınıfları için)
İstanbul, Kasıbar Matbaası; 1310 (1894); 286 sf.; 8°
15. Târih-i Tabiî'den Hikâyât-ı Müntehebe (1. kısım)
İstanbul, Kasbar Matbaası; 1311 (1895); 107 sf.; 8°
16. Ta'lim-i Fârisî
İstanbul, Yeni Basımevi; 1312 (1896); 56 sf.; 8°
17. Tertîb-i Cedîd İlaveli Risâle-i Ahlâk (Rik'a ve nesih yazısı ile)
İstanbul, Kasbar Matbaası; 1316 (1900); 89+3 sf.; 8°
18. Oku! (ilkokul son ve Rüşdiye Mektebleri için okuma kitabı; 6 kez basıldı)
İstanbul, Kasbar Matbaası; 1317 (1901); 101 sf.; 8°
19. Mükemmel Türkçe Lügat (Reşad ile birlikde)
İstanbul, Kasbar Matbaası; 1318 (1902); 999 sf.; 8°
20. Rehber-i İmlâ yahud Esmâ-i Türkiyye (1. kısım)
İstanbul, Kasbar Matbaası; 1318 (1902); 61+2 sf.; 8°
21. Mükemmel Osmanlı Lügati (Reşad ile birlikde)
İstanbul, Hüseyinefendi Matbaası; 1319 (1903); 999 sf.; 8°
22. Târih-i Nazîmâ'dan Küçük Târih-i Osmânî (5 kez basıldı)
İstanbul, Kasbar Matbaası; 1319 (1903); 65+2 sf.; 8°
23. Sual ve Cevabh Tertib-i Cedîd Ahlâk Risalesi (Nesih yazısıyle)
İstanbul, Asır Matbaası; 1323 (1907); 45 sf.; 8°
24. Dürûs-i Ahlâkiyye (Ahlâk Dersleri)
İstanbul, Şirket-i Mürettibiyye Matbaası; 1323 (1907); 925 sf.; 8°
25. Zübde-i Usûl-i Fransaviyye (Fransızca gramer)
İstanbul, Şirket-i Mürettibiyye Matbaası; 1324 (1908); 108+4 sf.; 8°
26. Yeni Müntehâbât-ı Gülistan (Gülistan'dan seçilmiş parçalar)
İstanbul, Kasbar Matbaası; 1326 (1910*); 48 sf.; 8°
27. Lûgat-ı Tefeyyüz: Fransızca-Osmanlıca
İstanbul, Kasbar Matbaası: 1327 (1911); VIII + 1270 sf.; 8°
28. Bak ve Öğren: 50 Şekil ile Ma'Iûmat-ı Fenniyye ve Dürûs-ı Eşya.
İstanbul, Tefeyyüz Kitabhânesi; 1328 (1912); 147 + 3 sf.; 8°
29. Hazîne-i Kıraat yahud Çocuklara İkiyüz Hikâye (1. kısım)
İstanbul, Tefeyyüz Kitabhânesi; 1328 (1912); 160 sf.; 8°
30. İnci Kitab (Çocuklara okuma kitabı)
İstanbul, Tefeyyüz Kitabhânesi; 1328 (1912); 143 sf.; 8°; resimli
31. İisân-ı Osmânî (sarf ve nahiv kısmı; 5. basım)
İstanbul, Tefeyyüz Kitabhânesi; 1328 (1912) 352 sf.; 8°
944
32. Mebde-i Tahsîl-i Fârisî
İstanbul, Kasıbar Matbaası; 1328 (1912); 71 sf.; 8°
33. Mini Mini Lügat: Osmanlıoa-Fransızca
İstanbul, Kasbar Matbaası; 1928 (1912); 4 + 8 8 2 + 2 sf.; 8°
O
945
yakından tanırdı. Ders'de Âlî Paşalardan, Fuad Paşalardan, m ü m k i n olabildiği
kadar, suya sabuna dokunmadan bahseylerdi. Alî Paşayı kudret-i siyâsiyye itiba
riyle pek beğenirdi. H a t t â Gorçakof'a (16) muâdil tutardı. Paşanın o devirde Mos
kof Başvekiline karşı yazdığı ba'zı takrir-i siyâsîlerini nâdir'ül-emsal bulurdu.
Derdi k i :
— Âlî Fransızca'da fevkalâde bir sâhib-i kalem değildi. H a t t â bu lisâm bir
şîve-i şark ile yazardı. Konuşurken de bilfarz "papier d'en-tete" diyeceği yerde
"papier en t e t e " demek gibi ufak tefek hatâlar yapardı. Lâkin siyâsî takrirler ka
leme almıakda hârikul'âde bir m a h a r e t e mâlikdi...
Şahbaz Efendi o sıralarda ihtida eyledi. Gazetelerde, tedkîkat ve tetebbuât-ı
ilmiyye ve felsefiyye neticesinde Dîn-i İslâmın Dîn-i Hak olduğuna kanaat getir
diği içki o hareketi ihtiyar eylediğini, etrafıyle yazdı. Fakat biz, a r k a d a n arkaya
duyduk ki Şahbaz Efendi, bir kadın mes'elesinden dolayı Patrikhane ile keşme-
keş'de idi. Bu münazaaya bir hatime vermek, karısını boşayabilmek için tebdîl-i
mezheb eylemişti. Böyle olduğu için o Hocamızın bu hâlini hiç hoş görmedikdi..."
Yine Mekteb-i Mülkiyye'de öğrenicilerinden (rahmetli) Ahmed İhsan (Tok-
göz)'da Ali Şahbaz Efendi'nin vefatından sonra sahibi olduğu Servet-i Fünûn'da
şunları yazıyordu (15/c):
"Ali Şahbaz Efendi'nin irtihâli (ölümü) ile Osmanlı âlem-i fazl ü marifeti bir
büyük rüknünü kaybetti. Şâkirdân-ı ilm ü irfan yetim kaldı; ağlamalıyız... Bütün
harekâtında hükm-i vicdanından, her sözünde istikaamet ve nâmusdan, tekmil ha
yâtında tahsîl-i Um ü mârifetden, ta'Iim-i hakaayık-ı ilmiyyeden bir an hâlî kalma
mış olan böyle dâhilerimiz ufûl ettikçe, yalnız benim gibi minnetdâr-ı kemâlleri
olan şâkirdleri değil, cümleten ağlamalıyız. Çünki, onların yerini tutacak ashâb-ı
fazilet ve istikaameti, zaman pek zor yetiştiriyor; belki de yetiştirmiyor!»
Bu Muallim-i M u h t e r e m i n haber-i vefatım aldığım gece Mekteb-i Mülkiyye
rahlelerinde geçirdiğim ilk seneden şimdiye k a d a r güzâr eden t a m on sekiz sene
lik hayâtın bütün manzaraları pişgâhımda tecessüm e t t i ; sabaha kadar uyuyama
dım...
Niçün, niçün bu büyük adamlar, bu yerlerine konulmaz üstâdlar birbirini mü-
teâkıb çekilip gidiyorlar ve kendilerinden daha senelerce istifâde edilecek yerde
bizlere yalnız kalem-i teessüf ve teessürümüzle mersîye-güzâr olmak vazîfe-i elîme-
si kalıyor?
Henüz bir sene olmadı; yine bu sâhifelerde Üstâd-ı Muktedir Portakal Paşa'-
nın vefatı ile hâsıl olan teessuratımı yazmıştım. O mıakaalemin intişar ettiği gün
akşam üzeri Matbaada Hey'et-i Tahrîriyye odasından içeri o muhterem, o beşuş
simâsıyle Ali Şahbaz Efendi giriyor; dâima öpmekle iftihar ettiğimiz elini bu Mu-
harrir-i Âcize u z a t a r a k :
— Evlâdım, merdivenleriniz bana göre hayli yüksek; a m m a zararı yok; üs-
tâdları hakkında sizin gibi muhâfaza-i h ü r m e t eden sevgili şâkirdlere karşı biraz
946
yoruluverelim. Portakal Paşa için yazdıklarınızdan dolayı bilhassa teşekküre gel
dim" diyor idi...
Kimbilir idi ki, anadan bir sene geçmeden kendileri için de böyle mersiyehân
olacağım. Kimin hatırına gelir idi ki!, henüz bir ay evvel yine Matbaadaki odamız
da —Portakal Paşa'nın makaalesi vesilesiyle vuku' bulan ziyaretlerinden sonra,
Üstâd-ı Merhum sık sık Matbaamızı şeref-i ziyaretleriyle müşerref eder olmuş
lar idi— kenardaki kanepeye o t u r u p kahve, sigara içün vuku' bulan teklifleri na
zikâne reddeyledikten sonra, bize bir saat kadar mesâil-i hâzıra'ya müteallik Hu-
kuk-i Düvel dersi veren, ilk çıkacak nüshalarımızın birine yine b i r makaale-i hu-
kukiyye va'd eden Muallim-i Muhterem, insafsız bir hastalığın zebun'u olarak bizi
böyle bağdeten bırakıp gidecek?
O gün sevgili Üstad ile yalnız kalmıştık; vapur vaktini geçirdiler, son vapura
kaldılar; Avrupa Düvel-i Muazzamasının ba'zı mesâil-i siyâsiyye'de müttehiden ic-
râ-i hareket etmelerinin esbâb-ı hukukiyyesiyle bunun suver-i telâkkisi hakkında
uzun uzun teşrihât'a giriştiler "Dreyfus (17) mes'elesine dâir ihsan ettiğiniz ma-
kaale gibi b u n u da yazsanız; Servet-i Fünûn ne kadar bahtiyar olur idi" yolunda
vuku' bulan r i c a m ı : "Hayhay evlâdım, gelecek hafta getiririm" cevâb-ı maârifper-
verîsini verdiler. Kendilerini Matbaa kapusuna kadar teşyi ettiğim zaman, bir sa-
dâ-i derûnu bana, o mıakaalenin gelemiyeceğini haber veriyordu; hayfâ ki, sâde
makaale değil, o fâzıl-ı zişan-ı kâmil de bir daha gelemiyecek imiş...
Bu son mülakat, nasıl şu dakikada cereyan etmiş kadar hatırımda ise, on altı
sene evvel vuku' bulan ilk mülakat da öylece hâtırımdadır:
Mekteb-i Mülkiyenin Sunûf-ı Âliye'sine geçmiştik; başlıyacağımız ulûm-ı siyâ-
siyyenin ilk derslerini, muallimlerin ilk takrirlerini büyük bir merakla bekliyor
duk. Şahbaz Efendi Hukûk-ı Düvel ve Hukûk-ı Ticâret Mualimimiz idi. O zaman
elde bu derslere taalluk eder hiçbir kitap yok idi. Dîger fünûn-i siyâsiyye gibi
bunu da yalnız Muallimin takririni hafızamıza nakl, defterimize kayd ile öğrene
cek idik. İlk defasında Hukûk-ı Düvel'in bir hülâsasını yaptılar; bu fenn-iı bîpâ-
yân'm kavâidi pek çok olduğu hakle dâima "el-hükmü limen galeb" (18) kanun-ı
tabiîsinden kurtulmadığını anlattılar. İkinci ders Hukûk-ı Ticâret'e âid idi. Ticâ
retin kanun-ı tabfî'sinin sıa'y ü gayret'den ibaret olduğunu îzâh eylediler. Daha
o zaman siyâsiyyât ile kalben imtizaç edememiştim. Şimdi mesleğim bulunan
"ticâret" bana daha mütebessim ve nevâzişkâr bir sîma göstermişti. Binâenaleyh,
Şahbaz Efendinin ilk derslerini aldığım saatlerde hayât-ı âtiye'm hakkında nîm
k a r a r vermiş bulunuyordum.
Son mülâkaatımızda, bu iki ilk dersin hayât-ı maddiye'me olan te'sirini Üstâd-ı
muhterem'e hikâye etmiş idim. Güldüler; dediler ki, "o halde bir alışveriş edelim;
bana Gazetenizin tekmil kolleksiyonunu gönderiniz..."
(1,7) ALFRED DREYFUS (1859 - 1935), haksız yere mahkûm edilen ve oniki yıl zindan'da kaldıktan sonra
masum olduğu anlaşılarak tahliye edilen "Adalet Edebiyyâtı'nda Dreyfus Dâvası" adıyla meşhur olan
Dâvâ'nın kahramanlarından, Yahudi akıllı Fransız Subayıdır.
(18) Hüküm galibindir.
947
Yine talebesinden Hüseyin Câhid (Yalçın)'de şunları yazıyordu (15/c):
"Telâmiz-i irfân'ı arasında nâmı, fazl ü gayret ile müteradif olan bu Mual
lim-! Muhteremin haber-i vefât'ını veren muhatabım karşısında hayret susdum.
Ali Şahbaz Efendi... vefat etmek; o derece müsteb'ad, o mertebe mü'lim bir şey
di ki, inanmamak şu hükm-i vefâtm bu Iâzım'ül-vücûd Muallim-i Fâzıl hakkında
tecellisine ihtimal vermemek istiyordum. Fakat eyvah ki bu bir hakikat idi; biz
bu haber-i elemnâk'in te'sir-i ye'sâveri altında muztarib, meftûr düşünürken Onu,
her zaman h ü r m e t ve tebcil ile yâdedilecek o Üstâd-ı kemâlât-perveri, bu kuvvet
li kış gününün hazin yağmurları altında makbere-i sükûnuna ihtimal ki götür
müşlerdi bile...
Telâfisi, ta'miri muhal olan bir felâket karşısında insanın kalbini sıkan bir
acz-i nevmidâne içinde bu gaybûbet-i ebediyyenin bilhassa mekâtib-i âliyyemizin
hayât-ı ilmiyyesinde ne büyük bir rahne açtığını, Ali Şahbaz nâm-ı muhteremini işit
tikçe dersinde bulunmağa bin hâhiş gösteren talebenin, artık o menba'ı ilm ü ir
fandan bir nehr-i câri suhulet ve sür'atiyle akan zülâl-ı hikmet ve ma'rifetle tes-
kîn-i âteş-i taallüm edemeyeceklerini kemâl-i teessürle düşünüyor idik» Ve bu
t a h a t t u r Mekteb hayâtını yâda getiriyordu.
Ali Şahbaz Efendinin bir gün derse gelmediğini tahattur, mubassırların için
de bile, nâdirdi. Şâyân-ı hayret bir ittırâd ve intizâmla tam vaktinde Dershanenin
kapısı açılır ve kıyam eden Talebenin istikbâl-i memnûnesi arasında, Ali Şahbaz
Efendi, bütün bir hayât-ı mesâiperverin yâd-ı mıa'rifetini taşıyor gibi bir parça
eğilmiş; mütebessim, vakur gelir; bir sükût-ı amîk içinde derse başlardı.
Not defterleri üzerinde uçuşan kurşun kalemler, fâzıl Hocamız gözlüğünü
çıkarınca bir parça dinlenirdi. Ve, o vakit Ali Şahbaz Efendi, selâsetine hayran
kalmacak bir ifâde-i samimiyyet ile bize - bu müteheyyic, bu p ü r galeyân-ı şebâb
ruhlara ne ufuklar açmaz, ne hakikatler söylemezdi!..
Aramızda, muallim ile talebe arasında ilk dersde bile bârid bir tekellüf-i res-
miyyet görülmemişti. O bizi, fikirleri tenvir edilecek birer evlâd gibi telakki e t
miş; öyle halisane, pederâne takrir-i ilme başlamış; b ü t ü n talebe de, kürsîy-i feyz'i
karşısında toplandıkları bu Üstâd-ı kâmil hakkında aynı hiss-i i'timad, aynı hiss-i
muhâlasat perverde eylemişti. Evet bugün gaybûbet-i bî'vaktiyle bizi ağlatan bu
muallim-i m u h t e r e m ile talebesi beynindeki münâsebeti tasvir için şu "peder",
"evlâd" kelimelerinden daha münâsibini bulmak kaabil değildir.
Son derste, iki senelik şu hayât-ı müştereke-i ilmiyyeye veda edileceği gün,
Ali Şahbaz Efendi hukûk-ı harb hakkında ba'zı acı hakikatler ile takririni ikmâl
ettikten sonra teessüründen titreyen bir sesle, artık mıa'ruz olacağımız meydân-ı
mücâdele-i hayat'da medâr-i istînâd'ımız olacak ba'zı nesâyıh-ı mürşidâne takri
rine, dünyada hüsn-i niyyet ve hulûs-ı kalbin en lâzım, en esaslı iki haslet-i kıymet-
dar olduğunu söyleyerek bizi tarik-i hak ve istikaametden zerre kadar ayrılma
mağa dâ'vet etmişti.
Ve bu titrek sesle, yaşarmış gözlerle bizi sırât-ı müstakîm-ı fazîlet'de terakkiye
da'vet eden bu Muallim-i fâzıl, böyle hayât-ı nâmusperverâne için karşımızda
ne büyük bir timsâl-i ibret idi. Ne güzel, ne mükemmel bir numûne-i imtisal idi.
948
Filhakika bugün o insaniyetperver Üstâd-ı ma'rifet'i düşündükçe sa'y ü gay
ret, ilm ü fazilet, n a m u s ü hamiyyet'den mürekkeb bir timsâl-i irfan canlandığmı
hissediyorum. Talebesini bir nazar-ı müşfik-i pederâne île teşci eden gözler, zihin
lere yerleştirdiği hakikatlerle cümlemizi ihya eden o mütebessim dudaklar, o,
vücûd-ı gayur vakıa öldü; fakat binlerce telâmîzinin kalblerine ilkaa ettiği bu
hiss-i hürmet ve muhabbet ölmeyecektir. Orada bu hâtıra yaşayacak; ne acı, gayr-ı
kaabil-i telâfi bir ziyan'a bir felâkete uğradığımızı her an ihtar edecektir. Rumeli
Hisarının o kabristan-ı hıafâ güzîninde gunûde-i hâk-i gufran oldukça kabr-i muaz
zezini her an ziyaret eden nesîm-i sâf ve muanber, b ü t ü n memâlik-i Osmâniyyenin
her kûşe-i irfanından getirdiği hissiyât-ı h ü r m e t ve tebcili o rûh-ı münevver'e her
an ihdâ edecektir"..
Yine talebesinden Mülkiye 1899 (1315 R.) me'zunu Rahmetli Mehmed Şevket
Er, Hocası Ali Şahbaz Efendi hakkında şu hâtırasını nakletmektedir (15/a-382):
"... Atıf Beyden bahsederken Devletler Hukuku ve Ticâret Hukuku Hocası rah
metli Ali Şahbaz Efendiyi hürmetle hatırlamamak elden gelmiyor:
Semâ-i ilm ü faziyet'in bir çîft tâir-i şâhperi ve burc-i kemâlât'ın birer necm-i
pertev eseri olan bu Üstâdlar, yekdiğerinin meftun-i hasâl-i idiler.
Bütün mevcudiyetini ilme vakfetmiş olan bu büyük bilgin, işgal eylediği Kür-
sinin hakkı ile ehli ve eri olduğundan, sonradan gelenlerin hiç birisi onun bırak
tığı boşluğu bir türlü dolduramadılar.
Zaman icâbı, mevcud takyîdât ve tekayyudâta rağmen Ali Şahbaz Efendi,
gençliğin iyi yetişmesine, tenevvür eylemesine çok himmet ederdi. O, derslerini
takrir ederken biz, not tutardık. Fakat (Bâlâ)'nm hoşuna gitmiyecek m ü h i m ve
nâzik bir konuya temas edeceği vakit (pençenez) gözlüğünü çıkarırdı. O a n d a biz
de kalemleri (bırakır, takriri defterlere değil zihinlerimize nakşetmek için kulak
kesilirdik. Bu, Hoca ile aramızda convention gibi bir şeydi. Ne yazık ki çok geç
meden ecel o kıymetli Muallimi de bizden aldı ve Sınıfımız bir sene içinde iki ir
fan k u t b u n u kaybetmek ile cidden dağ- dâr oldu.
Aynı yıl me'zunlarından Rahmetli (Hacı!) Hüsnü Toköz de şunları anlatmış
tır (15/a-384):
"Ali Şahbaz Efendi merhum, aslen Ermeni idi. Tetebbüâtı arasında İslâmm
ulviyyetine kanaat ederek Müslüman olmuş idi. Okuttuğu Hükûk-ı Düvel ve Hu-
kûk-ı Ticâret derslerinde bu günün kaaidelerini anlattıkça son zamanlarda tees
süs eden bu hükümlerin, 1300 sene evvel Arabistan çöllerinde parlamaya başlayan
İslâmiyet'de daha o vakit ne güzel esaslara bağlanmış olduğunu da aşk ve hararet
le anlatarak Dîne meclûbiyetini ve Dînimizin ulviyyetini tebarüz ettirmekten bü
yük bir zevk alırdı. 9 Kânun-ı Evvel 1314 (21 Aralık 1898) Perşembe günü Emir-
gândaki köşkünde vefat eylemiş olduğu ertesi sabah duyulunca Mekteb büyük bir
mateme büründü. Ellerinde izin tezkiresi bulunan beş arkadaş araba ile ve yağışlı
bir günde oraya giderek cenazesinde bulunmuş idik. Allah r a h m e t eylesin. Mekteb'-
de derslere fasıla verilmedi; dersi olan muallimler derslerine geldiler. Talebenin
cenazede bulunmak hususundaki isteği ve ricası disipline uygun görülmiyerek red
edildi. Esasen talebenin topluca bulunması nümayiş şeklinde telâkki edilerek
949
zararlı netice vermesinin melhuz bulunması, Mektebi bu yolda karar ittihâzına
sevk etmiş olacaktı. Rus meşâhîr-i hiikemâsından Tolstoy'un, merhum hakkında
(C'est un vieillard respectable qui a beaucoup d'erudition = çok bilgili ve hür
mete lâyık bir ihtiyar) demiş olduğunu o zamanki gazeteler yazmıştı."
BASILMIŞ ESERLERİ
1. Nazariyât-ı Usûl-i Muhâkemât-ı Cezaiyye (Hukuk Mektebi için ders notlan)
İstanbul, 1308 (1892); 542 sf.; Taşıbasması; 8°
2. Usûl-ı Cezaiyye
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1310 (1894); 288 sf.; 8°
3. Mufassal Hukûk-ı Düvel (3. baskı; vefatından sonra basıldı)
İstanbul, Matbaa-i Jirayir-Keteon 1324-1325 (1908-1909);
1. C: 8+816 sf. 8°
2. C: 4+562 sf. 8°
4. Kanûn-ı Ticâret (Ders notları)
O
950
Mülkiye'deki öğrenicilerinden 1888 (1304 R.) me'zunu mütevaffâ Profesör
Kirkor (Kömürciyan) Kömürcan, mumaileyh Aristoklis Efendi hakkında şunları
yazmıştır (19/a-352):
"... Etnografya Hocamız Aristoklis Efendi, büyük bir filozof ve pek kibar bir
zât idi. Dersini Fransızca takrir eder ve Sınıfın en zaif bir öğrenifisinin bile ko
layca anlıyabileceği bir tarzda ders anlatmak iktidarına mâlik idi..."
951
ve Arazi Kanunnâmesi Müderrisliğine ta'yin olundu. Bu arada bir müddet Huzur
Dersleri (24)'nde mukarrirlik ve muhâtablık yapdı; kendisini sevenlerin ısrarlı
ricaları üzerine de kısa bir süre Şehzade Câmi'inde Tefsîr-i Şerif takririnde bu
lunmuş ise de, Yavuz Sultan Selim ile Müftî'ül-İslâm Zenbilli Ali Efendi arasın
da geçen ve Atâ Târihi'nin 1. Cild, 99. Sayfasında kayıdlı bulunan bir münâkaşayı
ders konusu yapdığı için Sultan II. Abdülhamid'e Jurnal edilmiş; bu kötü jurnal
üzerine bu dersden de ayrılmıştır. Dokuz yıl Mülkiye Müderrisliği vazifesini de
îfâ ettikden sonra tutulduğu amansız hastalıkdan kurtulamıyarak 29 Eylül 1898
(= 16 Eylül 1314 / 12 Cumâd'al-Ülâ 1316) Perşembe günü istanbul'da, Memlekete
pek çok hizmet edeceği bir yaşda, Hakkın rahmetine kavuşdu.
Rahmetli'nin son z a m a n l a n verem hastalığı ile geçmiştir. Bu sebeble bir müd
det Yakacık'da, bir süre de Heybeliada'da hava değişimi yapıp tedavi görmesine
rağmen^ kurtulamıyarak evinde vefat etti.
Bu büyük kaybın Mülkiye talebesi üzerinde nasıl acı bir te'sir bırakdığını
Rahmetlinin talebesinden ve Mülkiye 1889 (1315 R.) me'zunlarmdan (Rahmetli)
Şevket Er şöyle anlatmaktadır (20/a - 380):
"Malûm olduğu üzere, Mekteb-i Mülkiyye İkinci Abdülhamid tarafından te'sis
edilmiş olduğundan Pâdişâh, bunu himayesine almış idi. Öyle müstebid bir Hü
kümdarın bu derece önem verdiği bir Mektebin Tedris Hey'etinin değersiz ola-
mıyacağı tabiî anlaşılır/. Hakîkaten, gerek Âlî ve gerek İ'dâdî Kısımlarının Mual
limleri mensub oldukları ilim şubelerinde cidden temayüz etmiş kimselerdi. Esa
sen başka türlü de olamazdı. Çünki, o zamanın gençliği, karşılarında nakıs bir Hoca
görmeğe tahammül edemezlerdi. Beşinci Sınıfta bulunduğumuz vakit Medhal-i
İlm-i Hukuk dersine, Maârif Nezâreti erkânından çok lisan bilmekle müştehir bir
sarıklıyı muallim ta'yin etmişlerdi. Mevkiinde onbeş gün duramadı; Adamcağız
çekilmeğe mecbur oldu. O sebeble de, Hocaların kıymetli kimselerden olmasına
dikkat edilirdi. Meselâ, Mecelle ve Aeâzi Kanunu Muallimi Atıf Molla Bey, bir
nümûne-i ilm ü Kemâl idi. Dersini bir defa dinlemek, onun nasıl bir lücce-i irfan
olduğunu anlamağa kâfi idi. Hattâ, o zamanki Hukuk Mektebi Talebesi, adı ge
çen Derslerin Mekteb Matbaasmda basılmış notlarından birer tane ele geçirmeği
bir ni'met sayarlardı.
Bu büyük Zâtın ilim âleminde kazanmış olduğu hürmet ve takdirin derecesi
ne dâir bir fikir edinmek için, size bir vak'a nakledeyim: Bir Kurban Bayramında
azîz arkadaşım ve dostum Rahmetli Ziya — H â r i c i y e Vekâleti Baş Hukuk Müşa
viri iken vefat e t m i ş t i r — ile Hocamızın elini öpmek ve hususî sohbetlerinden
müstefîd olmak emeliyle Devlethanelerine — Nur-i Osmâniyye Caddesinde (Yeni
Nesil Mektebi )'nin arka tarafında bulunan ahşab, büyük k o n a k ' a — gittik. Gelen
ler biraz aralansın dîye kahve ocağında bekledik. Takriben yarım saat oturduk;
(24) Huzur Dersleri: I I I . Mustafa Devrinde [1758 (1172 H . ) ] başlayıp Saltanat'ın kaldırılmasıyle sona eren ve Ra
mazan ayı boyunca gündüzün Pâdişâhın huzurunda büyük din âlimlerinin yaptığı bir nevi' ilmî seminerler
dir. Bu derslerde kendisine sual sorulana M u Ic a r r i r, sual soranlara d a M u h â t â b denilirdi.
952
çoğu (ilmiye) m e n s u b l a n olan zâirler mütemadiyen geliyorlardı. Merdivenden
çıkan ve inenler mübalağasız yazın görülen karınca yollarım hatırlatıyordu. H e r
gelen, Merhumun elini öpüp çıkıyordu. Bunlar ekseriyetle ak, yahud kır sakallı
yaşlı adamlardı. Halbuki, Müşârünileyh'in yaşı kırkbeş, nihayet kırksekiz radde
lerinde tahmin olunurdu. Baktık ki beklemekten bir netice çıkmıyacak biz de o
cereyana katıldık, içeri girdik. Merhumun nezâketi, kibarlığı, hal aşinalığı da pâ-
ye-i ilmi derecesinde âlî idi. Talebesinden imtihan için huzuruna girenin helecanı
nın sükûnet bulmasına vakit bırakmak fikri ile bir müddet mümeyyizlerle konu
şur ve sonra şakirdinin i'timad ve cesaretini artırmak için, cevâbı kolay sualler ile
imtihana başlardı.
Ah! Meğer gizli bir düşman, devasız bir derd, O nâdir vücûdu, için için kemi-
riyormuş. Üstâd, bir gün mu'tâd hilafı derse gelmedi. Ve bu gelmeyiş müteakib
ders saatlerinde de tekerrür etti. Merakla sebebini araştırdık. Heybeli Ada'da has
ta yattığını teessürle öğrendik. Günler geçtikçe onun didârından mahrûmiyyetimiz
temâdî ettiği gibi, sıhhî d u r u m u n u n da git gide ciddîleşmekte olduğunu haber
alıyorduk.
Akıbet, bir gün Devletler Hukuku dersine, Muallimimiz Merhum Ali Şahbaz
Efendi, çok me'yus bir sîmâ il© geldi. Bir saat süren dersin sonunda Muallim ye
rinden kalkarak:
— Efendiler, bu gün Mektebimiz gayet âlîm, gayet fâdıl.,.. diye bir hitabeye
başladı; fakat hıçkırıkları ikmâline meydan vermedi ve göz yaşları dökerek ders
haneden çıktı. Artık biz, acı hakikati öğrenmiş olduk ve babalarını ebediyyen kay
beden yetimler gibi gam deryalarına daldık.
Cenaze, istimbot'la Sirkeci İskelesi'ne getirilmişdi. Oradan, Bâb-ı Âlî Yokuşu
na bir baktım; Cadde insan yığınından, yatağından kaçmış coşkun bir nehri an
dırıyordu. Kalabalığın bir ucu Bâb-ı Âlî'ye vardığı halde dîger ucu henüz Sirke-
ci'den ayrılmamıştı.
Mevtanın sânının büyüklüğü ile mütenâsib bir cemâat-i kübrâ ile edâ edilen
Cenaze Namazı'na, devrin Şeyh'ül-İslâmı Cemâlüddin Efendi iştirak etmek sure
tiyle bir kadirşinaslık gösterdiği gibi Merhumun oğlu Kemâl'e — Şûrây-ı Devlet
A'zâlığından isti'fa edip İkinci d e f a gittiği Afganistan'da vefat eden Kemâl Atıf —
ta'ziyetler, iltifatlar ibzal eyledi. Gâlibâ oracıkta, Kemâl'e ilmî biir paye de tevcih
etmişti"
Atıf Bey'in Süleymâniye Türbesi yanındaki kabrinin taşında şu Kitabe yazı
lıdır (20/d):
" HÜVEL HALLÂK'ÜL - BAKÎ
953
Rahmetlinin vefatı İstanbul'da olduğu gibi bütün İslâm Âlemi'nde de büyük
teessüre sebeb olmuş; hakkında İstanbul Basını aylarca yazılar ve mersiyeler ya
yınlamıştır. Bunlara örnek olarak, Rahmetli Peyâmî Safâ'nın Babası, büyük şâir
Rahmetli İsmail Safa Mersiyesi'ne şu kıt'a ile başlıyordu:
Bâban-zâde Naim Bey de şu kıt'a ile başlayan uzun bir mersiye yazmışdı:
954
beraber, edîbâne tenkîdlerde de bulunurdu. Arabca ve Farsça'yı, Türkçe kadar
güzel söyler ve güzel yazardı. En güç kasideleri kolaylıkla terceme e d e r ; Arabca
şî'irler dahî yazardı. Şî'ir okuyuşunda bir müzik ahengi vardı. Arabca şî'irleri bir
Arab gibi, Acemceleri de bir Acem gibi okurdu. Hanefî Fıkhında büyük ihtisas
sahibi idi. Eserleri, kendisinin vefatından yıllarca sonra da " a n a kaynak" olmakda
devam etmiştir. O, mes'elelerin inceliklerine, hükümlerin ma'nâ ve sebeblerine,
derinliğine nüfuz eden büyük bir hukuk âlimi idi.
Atıf Bey'in ba'zı manzum gazelleri, târih ve kasideleri de vardır. Kıymetli be
yitlerinden birisi şudur:
İrtifâ-ı kadr için lâzım tevazu' âdeme,
Şems'i gör kim sayesin salmış ayaklar altına." (20/b)
Rahmetli Atıf Bey, Hâsibe Fasîha Hanım ile evli idi; üç oğlu vardı. Bunlar
dan Mülkiye 1320 me'zunu Cemâl Bey ile Mülkiye Müderrislerinden Kemâl Atıf
Bey vefat etmiştir. Üçüncü oğlu Sayın Prof. Hâzim Atıf Kuyucak'dır. (1968).
BASILMIŞ ESERLERİ (20/h)
1 — Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye (Mek. Mülkiyye 5. Sınıfı için)
istanbul, Mekteb-i Mülkiyye Matbaası; 1311 (1895); 830 sf.; 8°
2 — Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye (3 Cild birarada)
istanbul, Mahmudbey Matbaası; 1318 (1902)
1. C: Kavâid-i Külliyye-i Fıkhiyye'nin Izâhı; 122 sf. \
2. C: Şerh-i Kitâb'ül-Büyû; 190 sf. 8°
3. C: Kitâb'ül-Icârât; 143 sf. )
3 — Arazi Kanunnâme-i Hümâyunu Şerhi
istanbul, Mahmudbey Matbaası; 1319 (1903); 402 sf.; 8°
4 — Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye (10 Kitab bir arada)
1. Kitab: Kavâid-i Külliyye Şerhi; Tanin Mat.; 1327 (1911); 111 sf.
2. Kitab: Şerh-i Kitâb'ül-Büyû; Mahmudbey Mat.; 1328 (1912); 190 sf.
3. Kitaib: Kitâb'ül-Icârât; Mahmudbey Mat.; 1318; (1902) 143 sf.
4. Kitab: Şerh-i Kitâb'ül-Kefâlet; Mahmudbey Mat.; 1318 (1902); 56 sf.
5. Kitab: Şerh-i Kitâb'ül-Havâle; Mahmudbey Mat.; 1318 (1902); 27 sf.
6. Kitab: Şerh-i Kitâb'ür-Rehin; Mahmudbey Mat.; 1318 (1902); 48 sf.
7. Kitab: Şerh-i Kitâb'ül-Emânet; Mahmudbey Mat.; 1319 (1903); 68 sf.
8. Kitab: Şeh-i Kitâb'ül-Hibe; Mahmudbey Mat.; 1319 (1903); 46 sf.; 8°
9. Kitab: Şerh-i Kitâb'ül-Gasb; Mahmudbey Mat.; 1318 (1902); 58 sf.; 8°
10. Kitaib: Şerh-i Kitâb'ül-Hacr ve i k r a h ve Ş u f a ; 1318 (1902); 58 sf.; 8°
5 — El-İmdad Bi-Ma'rifet-i Uluvv'ül-İsnad (Biyografik Risale)
O
MÜDERRİS
CELÂLEDDİN ARİF (26) "Başımıza Gelenler" yazarı E r z u r u m l u
Mehmed Arif Bey'in oğlu olup 1875'de
İstanbul'da doğdu. İstanbul Mekteb-i
Hukuk (Şimdiki Hukuk Fakülte-
si)'unda Profesörlük ve İstanbul'da
Avukatlık yapdı. 1908'de Mekteb-i
Mülkiyye ders programlarında yapılan
ıslâhat üzerine "Dûvel-i Selâse Kanun-ı
Esasileri = İngiltere. Fransa, Ameri
ka Birleşik Devletleri Anayasaları"
dersi Müderrisliğine getirildi. 1912
(1328 R.) târihine kadar bu dersi okut
tu. Meb'us seçilmesi üzerine Mek
teb-i Mülkiyye'deki Müderrislik gö
revinden ayrıldı. Son Osmanlı Mec-
lis-i Meb'usan'ma Erzurum Meb'usu o-
larak girdi. Ocak 1919'da (K. Sânî
1335)'de Meclis-i Meb'ûsan Reisliğine
seçildi.
Bu hususda Rahmetli Ali Fuad Türk-
geldi şunları yazmaktadır (26/e):
"Meclis-i Meb'ûsân'ın 12 Kânun-ı Sânî 1335 (12 Ocak 1919) Pazartesi günü ba'd
ez - zuhr saat iki'de küşâdı tekarrür etmiş olduğundan vakt-i muayyen'de ünifor-
956
mamı (resmî elbisemi) lâbis (giyinmiş) bulunduğum halde Alay Arabasıyle Meb'û-
san Dâiresine azimetle Beyannâme-i Hümâyun'u (Pâdişah'ın Meclisi açış konuşma
sını) Sadr-ı A'zâm'a teslim ettim. Onun tarafından da Dâhiliye Nâzın Şerif Paşa'ya
tevdi' olunarak kürsî-i hitâbet'de (Meclis Kürsîsi'nde) kıraat ettirildi (okutturul
d u ) . Meclis-i Meb'ûsan Riyâseti'ne ibtidâen (önce) Hâriciyye Nezâreti Müsteşar-ı
Sâbık'ı (eski müsteşarı) Reşad Hikmet Bey intihâb olunmuş iken bir müddet son
ra kanser illetinden vefatı vuku'una mebııî yerine Celâleddin Arif Bey intihab kı
lındı (T.B.M.M. Hükûmeti'nce) umde-i siyâset ittihaz okunan "Misâk-ı Millî" bu
Meclls-i Meb'ûsıan'da karar altına alındı..."
İstanbul Meclis-i Meb'usan'ı 16 Mart 1920'de İngiliz'ler tarafından ka
patılınca "Hey'et-î Temsiliyye nâmına Mustafa Kemâl Paşa"nın çağrısına uyarak
29 Nisan 1920'de Ankara'ya gelmiştir. İlk T.B.M.M.'de 2. Reisliğe ve 3 Mayıs 1920'de
kurulan "İcra Vekilleri Hey'eti (= Bakanlar K u r u l u ) " (27)'nde Adliye Vekilliğine ge
tirildi. Bu görevden 24 Ocak 1921 (24 Kânun-i Sânî 1337)'de isti'fâen ayrıldı. 1923'-
de Roma Büyükelçiliği'ne gönderildi. Bundan sonra bir daha Yurd'a dönmedi.
18 ocak 1930'da Paris'de vefat etti.
"Kuvvâ-i Milliyye Ruhu" adlı eser'de, Rahmetli hakkında şu bilgi verilmekte
dir (26/b):
"Birinci Büyük Millet Meclisi'nin Reis-i Sânisî (İkinci Başkanı) Erzurum
Meb'usu Celâleddin Arif Bey: Bu Hukuk Profesörü, Meclisin ilk aylarında hemen
hemen bütün Meb'uslann hürmetini kazanmış görülmektedir. Millî Mücâdelenin
hukukî mâhiyeti üzerinde, kendisinin görüş ve fikirleri ile Mustafa Kemâl Paşa'-
nın görüş ve fikirlerindeki aynhk, yine hemen hemen ilik günlerden i'tibâren açı
ğa çıkmış bulunuyordu. Bu aynlıkda Meclisin Birinci Başkanı olamaması da rol oy-
namışdı. İstanbul'da Son Meb'uslar Meclisinin Başkanı seçilmiş olmasma
dayanarak Birinci Başkanlık hakkını kendisinde görüyordu.
Celâleddin Arif Bey, Millî Mücâdele'nin geçici bir Hükümet mâhiyetinde bir
Bakanlar Kurulu ile yapılmasına tarafdar idi. Ankara'da tam bir Hükümet teş
kilâtı kurarak, dâvaya bir iç isyan ve ihtilâl manzarası verilmesini istemiyordu;
ona göre Meşrutî Hükümetin şeklini değiştirmeden muhafaza etmek, Memleketin
bünyesine uygun bir hareket olurdu. Büyük Meclisin İkinci Başkanı bu fikrini
sonuna kadar savundu ve yine bu fikir uğruna İkinci Grup'a katıldı.
(27) T.B.M.M. 23 Nisan 1920'de açıldıkdan sonra 2 Mayıs 1920 (2 Mayıs 1336) târih ve 3 sayılı "Büyük Millet
Meclisi İcra Vekillerinin Sûret-i İntihabına dâir Kanun" ile bunun ikinci Madfclesi'ni ta'dil eden 47
sayılı ve 4 Kasım 1920 (4 Teşrîn-i Sâni 1336) tarihli Kanunca uyularak Kabine kuruldu. Şöyle k i :
Icrâ Vekilleri Hey'eti Reisi Mustafa Kemâl (Atatürk) Paşa (Ankara Meb'usu)
Adliye Vekili Celâleddin 'Arif Bey (Erzurum Meb"usu)
Dâhiliye Vekîli Cami Bey (Aydın Meb'usu)
Erkân-ı Harb. Umum. Rs. (Miralay = Albay) ismet (İnönü) Bey (Edirne Meb'usu)
Hâriciye Vekîli ,Bekir Sami Bey (Amasya Meb'usu)
iktisad Vekîli Yusuf Kemâl (Tengirşenk) Bey (Kastamonu Meb'usu)
Maârif Vekîli Dr. Rıza Nur Bey (Sinob Meb'usu)
Mâliye Vekîli Hakkı Behiç (Bayıç) Bey (Denizli Meb'usu)
Müdâtaa-i M i l . ( M i l l î Sa.) Vek. Ferik (Org.) Fevzi (Çakmak) Paşa (Kozan Meb'usu)
Nâfia Vekîli İsmail Fâzıl Paşa (Yozgat Meb'usu)
Sıhhat ve Mua. ic. Vek. Dr. Adnan (Adıvar) Bey (İstanbul Meb'usu)
Şer'iyye ve Evkaaf Vekîli Mustafa- Fehmi (Gerçeker) Efendi (Bursa Meb'usu)
957
Celâleddin Arif Bey'in Meclis'den uzaklaşması birden olmuştun Atatürk'ün
Nutkunda yazılı bıa'zı hâdiselerdeki hissesi, henüz tamâmiyle belli olmamakla be
raber, birden bire Roma Elçiliği ile Ankara'dan ayrılmış ve galiba bir daha dön-
memişdi."'
BASILMIŞ ESERLERİ (26/d)
1 — Hukûk-ı Esâsiyye (2 cild birarada; Ders Kitabı)
İstanbul, Ahmed Saki Bey Matbaası; 1325 (1909);
1. C: 1. Sınıf Dersleri; 210 sf. )
2. C.: 2. Sınıf Derslesi; 210 sf. j
2 — Hukûk-ı Esâsiyye (3. Baskı)
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1332 (1916); 143 sf.; 8°
O
MÜDERRİS 1876 Plevne Savaşında şehîd olan Bin
DR. CENAB SAHÂBEDDİN başı Osman Şahâbeddin ile Kıyâsî-zâde
(M.D.) (28) Sırmakeş Ahmed Efendi torunlarından
ve Uhri Kaymakamı Rif'at Bey'in kızı
İsmet Hamm'ın oğludur. 3 Nisan 1870'-
de Manastır'da doğmuşdur. Küçük yaş-
da Ailesiyle birlikte İstanbul'a gelmiş; 6
yaşında iken babasını kaybetmiştir.
Evinde bir parça özel öğrenim gördük
ten, Eyüp Rüşdiye'sinde, Fevziye İ'dâ-
dîsinde, Kuleli Askerî İ'dâdîsinde öğre
nimini tamamladıktan sonra Gülhâne
Askerî Tıbbiyye-i Şâhânesi'ne girmiş;
b u r a d a n 1889'da dîger Rüşdiye ve î'dâ-
dîlerde olduğu gilbi, birincilikle ve
Doktor Yüzbaşı rütbesiyle me'zun ol
muştur. Aynı yıl bilgisini artırmak
maksadiyle Hükümetçe Paris'e gönde
rilmiştir. Burada bir taraftan hekim
lik ihtisası yaparken dîger yandan da
Charles Brevet'den Lâtince, Yunanca
dersleri alarak genel kültürünü geniş
letmiştir. Bu arada Paris'den "Maârif
Mecmuası na gönderdiği şiirlerle Türk Edebiyyâtı alanında dikkatleri çekmeğe
başlamıştır. 1893'de Yurd'a döndüğü zaman hekimlik mesleğine âid köklü bilgiler
le birlikte Batı Edebiyyâtı'na âid pek çok yenilikleri de beraberinde getirmiştir.
958
Önce. Haydarpaşa Tıb Mektebi Hastahâne'sine ta'yin edilmiş; bu arada Mek-
teb-i Tıbbiyye-i Şâhâne (Şimdiki İstanbul Tıb Fakültesinde açılan "İlm-i Tedavi ve
Müfredât-ı Tıb" dersi Müderris Muavinliği sınavını birincilikle kazanmasına rağ
m e n "Ordu'da vücûduna ihtiyaç vardır." mülâhazası ile bu göreve alınmamıştır. O
sıralarda Edirne'de Kolera salgını çıkınca, Sıhhîyye Müfettiş-i Umûmîsi (= Sağlık
Genel Müfettişi) Yankoviski Paşa ile Edirne'ye gitmiştir. Kolera'nm Bursa'ya sıçra
ması üzerine izmit, Aydın, Ankara, Konya Vilâyetlerinde önleme tedbirleri almak
maksadı ve Sıhhiyye Müfettişi unvanı ile sözü geçen Vilâyetlerde iki yıl hizmet et
miştir. 1896'da İstanbul'a dönmüşdür ki, bu dönemde "Mekteb Rîsâlesi"nde şiirle
rini yayınlayarak, 14 yaşından i'tibâren başladığı, yazı hayâtına köklü olarak gir
miştir.
1898'de Karantina İdâresi'nin açdığı müsabaka sınavını, çoğu yabancı olan el
li iki doktor arasında birincilikle kazanmış; Karantina İdaresi Doktoru göreviyle
Hicaz, Yemen, Suriye, Filistin, Rodos, Adana, Irak, Hindistan ve Mısır'ı görmek
ve incelemek fırsatım bulmuştur.
1908'de Meşrûtiyet'in i l â n ı n d a n sonra bir taraftan çeşitli gazetelere siyâsî ve
edebî bir çok makaaleler yazmakla beraber, dîger yönden de Sıhhiyye Meclisi ikin
ci Reisliğinde ve Sıhhîyye Umûmî Müfettişliğinde bulunmuştur. Yirmi yıl, doktor
olarak, hizmet gördükten sonra 1914'de kendi isteği ile emekliye ayrılmış; bundan
sonra t a m a m e n öğretim ve yazı hayâtına atılmışdır. Aynı yıl, Dârülfü'nûn önce Fran
sızca, sonra Türk ve Garb Edebiyatı Târihi Kürsîsi Müderrisliğine getirilmiş; 22 Ka
sım 1908 (8 Teşrin-i Sâni 1324)'de Mekteb-i Mülkiyye Kitâbet-i Resmiyye Müder
risliğine de, ek görev olarak, ta'yin edilmişdir. Memleketin, dolayısıyla Mülkiye'nin
bu çok karışık günlerinde Mülkiye Talebesine "Politika'ya karışmamaları" hususun
da yaptığı müessir tavsiye ve telkinler sözü geçen öğreniciler üzerinde olumlu
te'sir vücuda getirmişdi. Dârülfünûn'daki derslerinin çokluğu sebebiyle Mülkiye'-
deki Müderrislik görevinden 1 Kasım 1909 (18 T. Evvel 1325)'da isti'fâen ay
rılmış; 1919 yılma kadar Darülfünun Müderrisliği görevinde kalmıştır.
1928'de devamlı yerleşmek maksadıyle Paris'e gitmiş; yakalandığı Nostalji se
bebiyle fazla kalamayarak 1931"de tekrar İstanbul'a d ö n m ü ş ; herhangi bir res
mî vazifede bulunmayarak gazete ve mecmualara makaaleler yazmaya devam et-
mişdir. 1934'de Cumhuriyet Gazetesi'nde seri hâlinde çıkan " î n k ı l â b " adlı üç ma-
kaalesi, "T.B.M.M. eski Reis'lerinden rahmetli Renda'nm belirttiğine göre, Büyük
Atatürk'ün takdirine mazhar olmuşdur." (28/ç)
13 Şubat 1934'de İstanbul'da Bakırköy'ündeki evinde Hak'km rahbetine kavuş
tu. Evli; üç kız, üç erkek evlâd babası idi. Fransızca, İngilizce, Almanca, Farsça,
Araıbca'ya kuvvetle vâkıftı. Briç ve Bilardo oynamak, Pul Koleksiyonu yapmak
hobi'si idi.
"Türk Edebiyatının Büyük Üstâdlarmdan biriydi. Rahmetli Süleyman Nazif,
Rahmetli Abdülhak Hâmid'e:
— (Tevfik) Fikret, Çerkez odalığınızdan doğma oğlunuzdur; çünki nazmı kuv
vetlidir. Hâlid Ziya da Fransız mâşukanız'dan olan mıahdumunuzdur; çünki nesri
959
kuvvetlidir; fakat alafrangadır. Cenab'a gelince: O, nikâhlı hareminizden doğma
velî-ahdınızdır. Çünki, hem nazm'ı, hem nesr'i kuvvetlidir, derdi. Bu lâtife son dev
rin Türk Edebiyyâtı üstâdları ve hele Edebiyyât-ı Cedide neslinin esaslı simaları
arasında Cenab Şahâbeddin'in nasıl telâkki edildiğini gösteren güzel bir ta'rif-
dir." ,(28/c).
Rahmetli Yusuf Ziya Ortaç da şunları yazmışdı (28/b):
"Cenab Şahâbeddin'i Servet-i Fünûn sayfalarında mısra' mısra' tanıdım; mıs
ra' mısra' sevdim. O, Edebiyyât-ı Cedide Mektebinde, Fikret ve Halîd Ziya olma
yan tek adamdı.
Bugün hayallerine, teşbihlerine biraz gülümsediğimiz "Elhân-ı Şitâ <= Kış Şar
kıları" manzumesi, Türk Şi'iri'nin o güne kadar duymadığı bir mûsikîdir:
Ey uçarken düşüp ölen kelebek,
Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek!
Bu iki mısra', uçarken d ü ş ü p ölen kelebek, bu meleklerin kanadlarından dö
külen beyaz tüy nedir, biliyor musunuz?... K a r !
Sonra, elimize bir başka hazîne geçti: "Yakazât-ı Leyliyye..." Cenab:
Tâ uzaklarda işte bir piyano,
Taze parmakların temâsiyle,
İnliyor bir hazân havâsiyle.......
Dinle ey yârim işte ağlayan o!
mısra'lariyle bir hayal tablosu çiziyordu. Türk Şi'irine, o güne kadar ney, tanbur,
h a t t â Fikret'in kalemiyle ud girmişti ama. piyano girmemişti. Cenab Şahâbeddin'in
kaleminde bu kelime, bir kaafiye olmuştu. H e m de "ağlayan o" ile yepyeni bir kaa-
fiye...
" Piyano,
ağlayan o ! "
Cenâb'm kendi san'at çağını aşan bu harikulade şi'irinde şu mısra'lar da var
dır:
Tellerin lâhn-ı inkisâriyle,
Hangi metruke böyle eğleniyor?
Hangi m a t e m bu sesle söyleniyor?
Türk Şi'irinde bu, yeni bir duygu, yeni bir tad, yeni bir söylenişti. Cenab Tev-
fik Fikret'le beraber, a m a ondan a y n bir yenidir. Hâlid Ziya ile beraber ama, yi-
ne ondan ayrı bir başkadır.
Bir Kadından geçince diğerine,
Zannederdim ki aşkı b u l m u ş t u m ! .
Usanıp buseden, kadın yerine,
Maraz-ı aşka âşık olmuştum!..
Bu dört mısra'daki ayrı lezzeti bütün Türk Edebiyyâtında bulamayız.
Benim ağzım senin, seninki benim,
Çifte buseyle yek dehan olduk!
960
diyor Cenab. Bu iki mısra'daki şehvet de başka şâirimizde yoktur. Çapkın Nedim'
de bile!
Bu karanlıkta sevgilim, ikimiz,
B i r siyah gözde çifte yaz gibiyiz!
Yahya Kemâl, Cenab'ın bu teşbihi ile alay ederdi. Haksızdı alayında. Ş i i r ,
m u t l a k a ve yalnız bir gönül coşkunluğu m u d u r ? Biraz resim, biraz mûsikî ve bi
raz da hünerdir elbet.
Cenâb Şahâbeddin'i Birinci Dünya Savaşının ilk günlerinde ilk defa İctihad
Evinde gördüm ve görür görmez tanıdım. Yandan ayrık, tek tük gümüş pırıltılı
saçları, biraz etli, biraz akçıl yüzü, kısamsı boyu ve ışıl ışıl siyah gözleriyle çok
tandır içimde yaşayan adamdı, O.
Koyu, d u m a n rengi bir elbise, fantezi bir yelek giymişti. Az şık, çok süslüydü.
Biliyorsunuz elbet: Cenab, doktordu. Fransızcayı, Fransız kadar, hayır Fran
sız Şâiri kadar biliyordu. Çok okuyan adamdı; Felsefe Kitabı, Fal Kitabı, Aşçı Kir
tabı... Belki de bundan, bilgi şımarığı idi, biraz!
Cenâb'a hayran olmamak imkânsızdı. Ama sevmek de imkânsız. Zekâsını, kül
türü. ıü. sizi aydınlatmak için değil, cehaletinizi, ahmaklığınızı göstermek için kul
lanırdı. Kendinizden utanır, ona da düşman olurdunuz.
Cenâb Şahâbeddin, bilgi ve zekâsına güvenmenin iki kere cezasını çekdi:
Birinci Dünya Harbinde, Süleyman Nazif ile beraber Cemâl Paşa'nın Karar
gâhında misafir olmuşlardı. Suriye İ m p a r a t o r u (Bahriye Nâzın Cemâl Paşa) Ede
biyatımızın bu iki üstadını, İstanbul'a, yoksulluk yıllarını r a h a t geçirtecek bir ar
mağanla uğurlamıştı. Ama, çok zeki ve bilgili Cenâb, bu küçük serveti galiba bir
borsa oyununda sıfıra indiriverdi!
İkincisi, Kurtuluş Savaşına karşıdır; inanmadı. Ama onu, hiç kimse suçlandı-
ramaz. Atatürk, bir gün Fıalih Rıfkı Atay'a söylemiş:
— Oğlum, inanmıyanları ayıplamayın sakın.... Sahiden inanan kaç kişi vardı
ki?,U Gün oldu, ben bile içimden sarsıldım....
Cenab Şahâbeddin'le bir de kavgamız vıardır. Biz, İstanbul Türkçesini hecele
yen gençlerdik. O, şöhretin tacını giymiş, tahtına o t u r m u ş bir h ü k ü m d a r d ı . Ne ol
du, neye kızdı; Saltanatınım! tehlikede gördü; nedir bilmem?.... O meşhur edâ-
siyle başladı bizimle alaya... Ben, bir cevap yazdım; o bir cevap yazdı. Ben bir
cevap yazdım, 0..+. cevap yazmadı, ağzını bozdu.
O zaman> gâlibâ ben de terbiyeyi, saygıyı, hatfâ gönlümü dolduran hayranlığı
bir yana atıp, bayraklarımı açdım. Hiç u n u t m a m , yazımın sonu şu cümle ile biti
yordu:
"... Muhterem Üstâd, sizin öfkelerinizin, hareketlerinizin, küfürlerinizin de tek
sebebi b u : İhtiyarlık! Fikirlerinizle, san'atınızla, h a t t â nüfus tezkerenizle ihtiyar
ladınız!.."
Aradan dargın yıllar geçti. Bir gün, o zaman adı Dârûlbedâyi olan, Şehir Ti
yatrosunda Müdîrlik odasında karşılaştık; kendisini büyük bir hürmetle selâmla
dım ; meğer üstadın öfkesi halâ üstündeymiş:
961
— Istemeem!. diye avaz avaz bağırarak koltuğa yığüıverdl. Zavallı Cenâb
sahiden ihtiyarlamıştı, artık!... Ama, Akbaba'yı çıkardıktan kısa bir zaman
sonra, Midhat Cemâl Kuntay'ın sofrasında karşılaşınca, şaşılacak k a d a r tatlı, se
vimli, nâzik, eli elimi kucakladı.
Bir aralık tansiyonu çok yükselmiş diye duymuştuk. Büyük bir lügat hazırlı
yordu. Akil Muhtar, çahşmıyacaksm< yorulmıyacaksm demişti. Ama Doktor Cenâb
Şahâbeddln Doktor Âkil Muhtar'ı dinlememişdi; dinleyemezdi de. Yaşamak çalış-
makdı onun için İlkokulu, Tophanedeki Fevziye Mektebini birincilikle bitiren o
değil miydi! Ortaokulu, GUlhane Askerî Rüşdiyesini birincilikle bitiren o değil-
miydi? Tıp Fakültesini, Tıbbiye-i Şahaneyi birincilikle bitiren Doktor Yüzbaşı Ce
nab Şahâbeddln o değil miydi? Sonra Haydarpaşa Hastahanesinde çalışırken, ni
ce zekâların katıldığı Avrupaya gidiş imtihanlarını yine birincilikle kazanan o de-
gfi miydi?
Ya Paris'deki hayâtı?.... Bu, kendi kendisini geçen bir yarıştı: Verlaine'i, Ma-
larme'yi, o r a d a b ü t ü n özüyle tadmışdı. Charles Gern'le tanışıklıkları, zekâ ve kül
tür dostluğuydu onların»... Şu şübhelerle dolu ruh, ölümden korkmuyordu. Ama,
yok olmakdan ürperiyordu.
"Beni korkutan, ölmekden sonra Cehenneme gitmek değil, hiç bir yere gitme-
mekdir" diyordu, Cenab. Bütün yaşdaşlarmın ezberinde onun şu yalvarışı vardır!.
Düşüp üstüne ağlamak dilerim,
Söyle ey Tanrı dizlerin nerede?...
" K a r l a r " Şâiri'nin öldüğünü, yolların kapandığı büyük bir kış sabahında duyduk.
Bakırköyündeki evinden Cenazesini küçük bir dost ve komşu kalabalığı kaldırdı.
Dönüşte, zeytinburnu açıklarında kara saplandık. Etrafımız, bembeyaz bir boş
luktu... "
BASILMIŞ ESERLERİ (28/d)
1 — Tâmat (= Saçmasapan sözler)
İstanbul, A. Maviyan Matbaası; 1303 (1887); 71 + 1 sf.; 8°
2 — Hac Yolunda
istanbul, Matbaa-i Ahmed ihsan 1325 (1909); 236 sf.; 8°
3 — Evrâk-ı Eyyam
istanbul, Kanaat Matbaası; 1331 (1915); 316 + 2 sf.; 8°
4 — Körebe (Piyes)
istanbul, Matbaa-i Kader; 1333 (1917); 46 sf.; 8°
5 — Nesr-i Harb, Nesr-i Sulh ve Tiryaki sözleri
İstanbul; Kanaat Matbaası; 1334 (1918); 192 sf.; 8°
6 — Avrupa Mektubları
istanbul, Matbaa-i Amire; 1335 (1919); 288 + 5 sf.; 8°
7 — Şekspir (28/ç)
8 — Afâk-ı Irak (28/c)
9 — Yalan [Piyes (28/c)]
10 — Küçük Beyler [Piyes (28/c)]
O
962
Ord. Prof. CEMİL BİLSEL (29) Eski Valilerden Ahmed Kadri Bey ile
Emine Hanımm'ın oğludur. 1879 (1295
R.)'da Şam'da doğdu. Yüksek Öğreni
'.-.. ' mini İstanbul Mekteb-i Hukûk'unda ta
mamlayarak, b u r a d a n 1903'de me'zun
oldu. Mezuniyetinden önce 1899'da 40
Krş. maaş ile Hâriciye Nezâreti Terce-
me Odası'na m e ' m u r olarak ta'yin edil
di. Hukuk Mektebinden me'zun olduk
t a n sonra da Bâb-ı Âlî Âmedî-i Divân-ı
Hümâyûn. Kalemine 1500 Krş. maaş ile
nakledildi. 1908'de 600 Krş. maaş
ile, ek görev olarak İstanbul Mekteb-i
Hukûk'u Hukûk-ı Düvel Öğretim Gö
revliliğinde bulundu. Bu vazifesi 1914'e
kadar devam etti. 1909'da 2000 Krş.
maaş ile Evkaaf Nezâreti Emlâk Müdîr
Muavinliğine; 1910'da 3000 Krş. maaş
ile aynı Nezâret Me'murîra Müdîrliğine;
19İl'de 4000 Krş. maaş ile yine aynı
Nezâret Mektubculuğuna naklen ve
terfi'an getirildi. 1913'de Nezâret Mek-
tübculuklarmm kaldırılması üzerine
yine 4000 Krş maaş ile aynı Nezâret Emlâk Müdîrliğine nakledildi. 1914'de
4000 Krş. maaş ile Şam Evkaaf Müdîrliğine ve beş ay sonra da aynı m a a ş ve 1000
Krş. tahsisatla Kudüs'de Selâhaddin-i Eyyûbî Külliyyesi (Vakıfları) Müdîrliğine ve
Kudüs Evkaaf Müdîrliğine getirildi. 1917'de Çarlık Rusya İdâresinin Batum, Kars
ve Ardahan havalisinden çekilmesi üzerine kurulan Mülkî İdâre'ye m e ' m u r edildi
ve rahmetli Abdülhâlik (Renda) Bey'in idare ettiği genel plebisit işinde çalışarak
Batum, Kars ve Ardahan'ın Millî Hududlar içine alınmasında önemli hizmet gör
dü. 1918'de 9000 Krş. tahsisat ve 6000 Krş. m a a ş ile Batum Mutasarrıflığına ta'yin
edildi. 1919'da buradan Maraş Mutasarrıflığına nakledildi ise de Fransızlaıın i'ti-
razı üzerine görevine başlayamayıp İstanbul'a döndü. 18 Nisan 1920 (18 Nisan 1336)
'de vekâleten, 27 Kasım 1920'de asaleten Mekteb-i Mülkiyye Hukûk-ı Amme Mü
derrisliğine; 1921'de de 3500 Krş. maaş ile Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) Hu
kuk Şubesi (Fakültesi) Hukûk-ı Düvel (Devletler Umûmî Hukuku) Müderrisliğine
getirildi. Dârülfünûn'daki derslerinin çokluğu sebebi ile 1 Eylül 1924 (1 Eylül 1340)
963
'de Mülkiye Mektebindeki görevinden ayrıldı. 1924'de ek görev olarak ve Bakanlar
Kurulu k a r a n ve 125 Lr. aslî maaşla "Muhtelit Hakem Mahkemeleri Türk Ha-
kemliği"ne ta'yin edildi. 1925'de Ankara Hukuk Mektebini (Şimdiki Hukuk
Fakültesini) kurmaya me'muren aynı Mekteb Reis Vekilliğine (Dekan Ve
killiğine) ve Devletler Umûmî Hukuku Profesörlüğüne getirildi. Dokuz yıl bu görevi
îfâ edip, İstanbul Üniversite'sinin kurulması üzerine, 10 Haziran 1934'de, bu
Üniversite'nin Rektörlüğüne ve Devletler Umûmî Hukuku Ord. Profesörlü
ğüne naklen ta'yin edildi. Dokuz yıl, on iki gün de bu görevde kaldıkdan
sonra 22 Haziran 1943'de yaş haddinden emekliye ayrıldı. Aynı yıl Ağustos Ayı'n-
da yapılan ara seçimlerinde C.H.P.'den Samsun Meb'usluğuna getirildi. Bu
görevi, 7. ve 8. Dönemlerde de devam etti.
2 Eylül 1949 Cuma günü, Ankara - Yenişehir'deki evinde hazırlamakta oldu
ğu "Hava Hukuku" adlı eserine, her zamanki gibi, çalışırken, uzun saatler oda
sından çıkmadığı Ailesi efradının dikkatini çekmiş; saat 18"00'de odasına giril
diğinde Rahmetlinin hayâta gözlerini yumduğu acıyla görülmüştür. Cenazesi 4
Eylül 1949 Pazar günü Hacıbayram Câmi'nde yapılan dînî törenle Cebeci Me
zarlığına defnedilmişdir. Evli olup, iki evlâd babası idi. Arabca ve Fransızca bi
lirdi.
Onıbeş defa, milletlerarası toplantılara Türk Delegesi olarak katılmış; Ame
rika B.D. Devletler Hukuku Cemiyetine, Lahey Daimî Hakem Divânına üye se
çilmiş; Lozan Konferansında ve meşhur Bozkurt - Lotus (30) Dâvasında Müşavir
olarak b u l u n m u ş ; 1948 de Toulouse Üniversitesi Fahrî Hukuk Doktorluğu paye
sini almıştır.
« „ Cemil Bilsel derslerinde, önce bir mevzu'ım ilmî esaslarını anlatır;
sonra konuya müteâllik târihî vak'aları tahlil eder; Türk Milletinin Tarihindeki
benzer vak'alarla mukaayesesini yapar ve bu suretle her ilmî konunun Millî Cel>
hesi'ni en canlı şekilde açıklayarak dinleyicilerinin ve talebesinin şu'ûruna tam
olarak yerleştirirdi. Ezcümle, Devlet'in Hâkimiyetini kısıtlayan yabancı imtiyaz
ve muafiyetlerinin (kapitülâsyonların) dayandığı esasları anlattıktan sonra, Türk
Târihinde bu muafiyet ve imtiyazların ne şekilde, Türk Milletinin zararına ola
rak, geliştiğini ve Milletin asırlarca bundan ne büyük zararlar gördüğünü ve ız-
tırab çektiğini ayrıntıları ile anlatırdı " (29/d)
BASILMIŞ ESERLERİ
(30) Bozkurt - Lotus Dâvası: Lahey Milletlerarası Adalet Dîvânı'nda bakılan ve Türk - Fransız Devletlerinin taraf
olduğu milletlerarası bir dâva olup kuvvetli müdâfaamız karşısında Fransız Devletinin mağlûbiyeti ile
neticelenmiştir. Dâva'da Türk Haklarını savunan ve o zaman Türkiye Cumhuriyeti Adliye Vekili bulunan,
aynı zamanda uzun yıllar S.B O.lnda Dev lef] er Umûmî Hukuku Profesörlüğü yapan büyük Türk idealisti
rahmetli Mahmud Es'ad Bozkurt'un hâl tercemesinde bu Dâva hakkında geniş bilgi verildiği cihetle o
kısma bakınız.
964
2 — Sulh'de ve Harb'de Hukûk-ı Düvel
İstanbul, Erkân-ı Harbiyye Mektebi Matbaası; 1339 (1923); 10+375 sf.; 8°
3 — Cem'iyyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti)
İstanbul, Matbaa-i Ahmed İ h s a n ; 1340 (1924); 2+254 sf.; 8°
4 — Cem'iyyet-i Akvam'a müzâharet Cem'iyyetleri Beynelmilel ittihadı; Lion
Sekizinci Kongresine âid Rapor
İstanbul, Matbaa-i Ahmed İhsan; 1340 (1924); 64 sf.; 8°
5
— Hukûk-ı Düvel (Devletler Umûmî Hukuku)
İstanbul, Darülfünun Matbaası; 1341 (1925); 255 sf.; 4°
6 — Hukûk-ı Düvel (2. Kitap, Devletler arasında müsavat, Devlet Reisleri, Hâ
riciye Vekilleri, Elçiler, Konsoloslar)
Ankara, Hukuk Mektebi Mat.; 1934; 346 sf.; 8C
7 — Devletler Hukuku (3. Kitap; Devletlerarasında Andlaşmalar)
İstanbul, Matbaacılık TA.Ş.; 1936; 406 sf.; 8°
8 — Devletler Hukuku (Giriş; 2. Basım)
İstanbul, Kenan Basımevi; 1940; 311 sf.; 8°
9 — Tanzîmâtm Hârici Siyâseti
İstanbul, Marifet Matbaası; 1940; 48 sf.; 8°
10 — Devletler Hukuku (1. Kitab)
İstanbul, Kenan Basımevi; 1941; 34+356 sf.; 8°
11 — İstanbul Üniversitesi Târihi
İstanbul, Kenan Basımevi; 1943; 168 sf.; 8°
12 — Birleşmiş Milletler, San Fransisko Çalışmaları
İstanbul, Kenan Basımevi; 1946; 297 sf.; 8°
13 — Milletlerarası Hava Hukuku
1. C; İstanbul, Akgün Basımevi; 1948; XIV+462 sf.; 8°
14 — Türk Boğazları
İstanbul, Hak Kitabevi; 1948; 134 sf.; 8°
15 — Lozan (2 cild)
İstanbul, 1933
965
DİRAN KELEKYAN (31) Sarraf Kirkor Kelekyan Efendi'nin oğ
ludur. 1862'de Kayseri'de doğdu. Küçük
yaşda ailesi ile birlikde İstanbul'a gel
di. İlk, orta ve lise öğrenimini Has-
köy ilkokul, Kumkapı Orta Okul ve
Gedikpaşa Ermeni Lisesinde tamamla
dıktan sonra Marsilya'ya gitdi. Marsilya
Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden me'-
zun oldu. Dönüşünde gazeteciliği ve avu
katlık mesleğini seçti. Önce Ermenice
harflerle çıkan Türkçe Manzume-i Efkâr
Gazetesi'nde sonra Saadet, Tarîk Sabah,
Cerîde-i Şarkiyye adlarındaki Türk Ga
zetelerinde yazarlık, başyazarlık yaptı.
1904'de Londra'ya kaçtı. Orada da İn
giliz Gazeteleri'nde yazarlık yaptı. 1908
de Meşrûtiyet'in i'lânı üzerine İstan
bul'a döndü. Sabah Gazetesi Siyâsî ya-
zarlığı'nı deruhde etti. 31 Ekim 1909
(17 Teşrin-i Evvel 1325)'da Mekteb-i
Mülkiyye Târih-i Siyâsî dersi Müderris
liğine ta'yin edildi. Vefatına kadar de
vamlı olarak bu görevi îfâ etti. 1 Eylül
1918 (1 Eylül 1334)'de istanbul'da vefat etti. Yazılarını çok defa (D.K.) rumuzu ile
ve Türkçe makaalelerinde "Bedri Kâmil" ve "İ. Nâdir" gibi m ü s t e a r (takma) ad
larla yazardı.
966
uzun uzun d ü ş ü n d ü ; bir Âsûrî Râhibi'nin sakalına benzeyen dört köşe sakalını el
leriyle sıvazladı. Sonra:
— Kimbilir... dedi; belki de içinde büyüdüğüm bu toprağın, arkadaşlık yap
tığım Türklerin vicdanımda yer almış bir izi olacak...."
Yine Talebesinden Mülkiye 1913 (1329 R,) me'zunu E. Vali Sayın Câvid Ünver
de şunları anlatmaktadır (31/a-463):
"Siyâsi Târih Hocamız Diran Kelekyan'm, 1894 târihinde İstanbul'da vuku'
bulan Ermeni Kıyamını, Meşrûtiyet istihsâli için yapılmış ve Ermenilerin vatan-
perverâne bir hareketi olarak tavsif etmesi üzerine, bir arkacımızın i'tirazına kar
şı:
— Ben, bir Ermeni vatanperveriyim. Ermenilerin menfaatleri Türklerin men
faati ile müşterek olduğuna inandığım müddetçe Osmanlı Devletine sadâkatle hiz
met edebilirim, sözünü pervasızca söylemesi, Mekteb hâtıralarım a r a s m d a acı du
yarak hatırladığım şeylerdendir."
Tanınmış Gazetecilerden Rahmetli Enis Tahsin Til'de şunları yazmakta
dır (31/c):
"Diran Kelekyan Efendi'yi Meşrûtiyet'in i'Iânından iki yıl sonra (1910) SABAH
Gazetesi'nde çalışmaya başladığım zaman tanıdım. Uzun sakallı, çekik gözlü, Noel
Baba'yı yahud Tibet Lamaları'nı hatırlatan bir insandı.... Kendisinin garib bir hu-
sûsiyyeti vardır. Ortalık k a r a r m a d a n , lambalar yanmadan Gazeteye yazı yazmaya
başlamazdı» Gazeteci hakkındaki düşüncelerini bir yazısında şöyle anlatmıştı:
"Bir gazeteci için, Halkın temayülüne körükörüne âlet olmak mûcib-i şîn, bu
temayülü nazar-ı dikkate almamak da mahz-ı hamâkatdır...."
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (31/ç)
967
Ord. Prof. Tanınmış hukuk ve din bilginlerimiz
EB'ÜL-ÜLÂ MARDİN (32) den, Kadî-asker pâyeli, Mardinî-zâde
Yusuf Sıdkî Efendi ile, yine din bilgin
leri yetiştirmekle tanınmış bir aile olan
Hâdimî'lerden Behice Hanımın oğlu
olup 9 Ağustos 1881 (= 12 Ramazan
1298) Pazartesi günü, Babasının me'-
mûren bulunduğu İşkodra'da doğdu.
Babası Yusuf Sıdkî Efendi'nin mezarı
Fâtih Türbesi Haziresi'ndedir.
Babası Yusuf Sıdkî Efendi (1816 -
1903), "Efâzıl-ı ümmet'den bir zât'dır.
İ k m â l i tahsîl'den sonra, evvelâ Mardin
Mahkeme Başkitâbeti'nde ve müddet-i
Medîde (uzun süre) (Mardin) Müftîli-
ğinde bulunmuş; buradan hâkimlik
mesleğine geçerek Nâibliklerde (kaza
kadılıklarında), Meclis-i Tedkîkaat-ı Şer'-
iyye A'zâhğı'nda bulunmuş; 1903 (1319
R.)'de vefat etmiştir." (33)
Rahmetli'nin Annesi Konya'nın Ha
dim Kazasından olan büyük din âlimi
Ebû Said'ül-Hâdimî Efendi'nin torunla
rından olup çok kültürlü bir hanımefendi idi. Eb'ül-Ulâ'nın Babasıyle evlendikten
sonra, eşinden aldığı özel derslere Farsça ve Fars Edebiyatı'nda başlı basma bir
otorite olmuşdu. Buna göre, Rahmetli Eb'ül-Ülâ Mardin "İlmi, yalnız şahsen ikti-
sab etmekle kalmamış; ilme aileden ve babadan da vâris olmuştur." (34)
Özel bir öğrenim döneminden ve bu arada Çarşanba'lı Ahmed Hamdi Efendi
ile Kastamonulu Ebûbekir Sıdkî Efendi gibi zamanın büyük, seçkin bilginlerinden
ders ve icazet aldıktan sonra Mekteb-i Hukûk-ı Şâhâne'ye girmiş; Babasının ve
fat ettiği yıl, 30 Ağustos 1903'de (16 Ağustos 1319) birincilikle ve pekiyi (Aliyyülâ-
lâ) derece ile buradan me'zun olmuşdur. Hukuk Mektebi'ndeki öğrencilik haya
tını, Sınıf Arkadaşları Rahmetli Ord. Prof. Cemil Bilsel şöyle anlatmaktadır (32/ç):
(32) Bak.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; 1. C; 289., 302., 304., 485. sf. ler.
b) Meşhur Adamlar Ansiklopedisi; İ.A. Gövsa; 372. sf.
c) Akşam Gazetesi; 18 Mart 1944; 1. sf.; 4. st.
ç) ARMAĞAN; istanbul, Ken'an Matbaası; 1944; l . - l l . sf ; ler (OrÜ. Prof. E.U. Mardin'in 30. Öğ
retim yılı Armağanı)
d) Ulus Gazetesi; 15.1.1957; 3.-8. sf. ler
e) Huzur Dersleri; istanbul, Akgün Matbaası; 1966; G i r i ş ; 1.-34. sf.
f) Talebimiz üzerine Rahmetli'nin Kızı Sayın Bı^. Hatice Utku'nun gönderdiği ve Arşivimizde mah
fuz 18.4.1967 günlü mektup.
(33) Bak.); Osmanlı M ü e l l i f l e r i ; Bursalı Tâhir; 2. C.j 59. sf.
($4) Bak.; Milliyet Gazetesi 16. Ocak. 1957; Refi' Cevad Ulunay; " i l m i n M a t e m i " adlı makaalesi.
968
"Eb'ül-Ulâ 31e tanışmamız belki ilk günlerde olmadı. Fakat o, daha ilk günün
den, giyinişindeki i'tinâ, gidişindeki seçkinlik ile dikkatimizi çekmişti. Atlas devrik
yakalı latası, güzel sarılmış temiz sangı, herkesinkinden ayrı vakarlı hâli ile,
onu hepimiz konuşmadan tanıyorduk.
Bugün gibi hatırlarım: Dersde geçen bir mes'elenin münâkaşası, on onbeş
arkadaşı etrafımıza yığmıştı. Eb'ül-Ûlâ da bunlardan biri idi. O da münâkaşaya
karışdı. En küçük şeyleri gözden kaçırmıyan dikkati, hafıza kuvveti, muhakeme
ve tahlil kudreti hepimizi hayrette bıraktı. Sözlerinde, muamelelerinde de ne
kadar nâzik, fakat ne kadar vakarlı îdi. Bilgin bir ailenin evlâdı olan Eb'ül-Ûlâ,
Fıkıh, Mantık, Aruz, Maânî ve Bedi'de geniş bilgisi ile, bugün olduğu gibi o gün
de bize bir merci' olmuşdu. En ince şeyleri gözden kaçırmayan dikkati, hatırlama
kuvveti, terkîb ve tahlil kudretini, kendisini bilgi'de Memleketin en yüksek payesi
olan Müderrisliğe ve Ordinaryüslüğe ulaştırdığı gibi, dürüstlüğü, doğruluğu da
idare hayâtımn en yüce derecelerine çıkarmışdır. Denebilir ki, Eb'ül-Ulâ, Mekteb'de
ne idiyse hayatda da o kalmışdır. Her birimize kendisini dâima sevdirmiş ve say
dırmış tır."
Me'zuniyetindan önce, Hukuk Mektebi'nde öğrenici iken, Mahkeme-i Temyiz
(Yargıtay)'de kâtiblik ile Adliye Mesleği'ne intisab etmiş; Mektebi bitirdikten
sonra da bu meslekden ayrılmıyarak İstanbul Bidayet, Hukuk ve Ticâret Mahke
meleri A'zâlıklarında bulunmuştur.
1908 de Meşrutiyet'in i'lâmndan sonra Eşref Edib'le birlikde haftalık "Sırât-ı
Müstakim Gazetesini" çıkarmış ve aynı adlı Yayınevini kurmuşdur.
27 Ekim 1910 (13 Teşrln-i Evvel 1326)'da İstanbul Mekteb-i Hukuku Hukûk-ı
Tasarrufiyye-i Arazî ve Ahkâm-ı Evkaaf Kürsîsi öğretim üyeliğine getirilmiş; 1926'da
Medenî Kanûn'un kabulü ile Medenî Hukuk Profesörlüğüne nakledilmiş; 1933'de
İstanbul Üniversitesi kurulduğu zaman da aynı Kürsî Ordinaryüs Profesörlüğüne
yükseltilmiş; 1951'de yaş haddinden emekliye ayrılıncaya kadar aralıksız hu görev
de kalmıştır.
969
11 Ocak 1914 (11 Kânûn-i Sânî 1330)'de Mekteb-i Mülkiyye Ahkâm-ı Evkaaf
Dersi Müderrisliğine de getirilmiş; Mülkiye'nin kapatılması üzerine bu görevin
den ayrılmıştır. 1912'de, onbeş günde bir yayınlanan 'Kelime-i Tayyibe" adlı Der-
gi'yi çıkarmaya başlamış; Mes'ul Müdîrliğini de bizzat yapmıştır.
1914-1919'da Niğde, 1920'de son Osmanlı Meclis-i Meb'usânına Mardin Meb'usu
olarak girmiş; ıbu Meclis'in İngilizler tarafından dağıtılıp kapatılması üzerine
teşriî hayâtı son bulmuştur. Kendisi, "Siyâsî faaliyetin, emekleri en çok boşa gö
türecek, verimsiz kılabilecek bir fa'aliyet olduğunu" yakınlarına dâima söylemiş-
dir (32/e). Bu arada Meşîhat-ı İslâmiyye (Şeyh'ül-İslâmhk Makaamı) Mektub-
culuğunda (Genel Sekreterliğinde) b u l u n m u ş ; 1920 de aynı Makaamın Müsteşarlığı
na terfi' etmiş; Saltanat'm ilgası ile bu görevi sona ermiştir. Meşîhat-i İslâmiyye
Mektubcusu iken, Eniştesi kıymetli ilim ve devlet adamı Hacı Âdil Bey ile birlikte
"İlmiyye Salnamesi" adlı büyük eseri hazırlatarak tamamlatmışdır.
1918 de Mekteb-i Mülkiyye'nin yeniden açılması üzerine, tekrar Ahkâm-ı Ev
kaaf Dersi Müderrisliğini; 15 Ağustos 1920 (15 Ağustos 1336 y'de ilâveten Kanûn-i
Arazi Dersi Müderrisliğini deruhde etmiş; T.C. Medenî Kanunu'nun yürürlüğe
girmesiyle kaldırılan bu iki ders yerine 1 Eylül 1926'da Medenî Hukuk Profesör-
lüğü'ne nakledilmiş; Mülkiye Mektebi'nin 5. 11. 1936'da S.B.O. olarak İstanbul'dan
Ankara'ya nakline kadar bu görevi îfâ eylemiştir.
Büyük Zafer'den sonra Saltanat'm kaldırılıp İstanbul'un T.B.M.M. Hüküme
ti nâmına teslim alınışından sonra, Kasım 1922'de, "İstanbul Vilâyeti İdâre-i
Mülkiyye Teşkilatı'nı Kurma Komisyonu Müşavirliği" ne de getirilmiştir ki, Refet
Paşa imzâsıyle yazılan tezkire şöyledir (32/e):
"Meşihat Müsteşâr-ı Esbâkı Eb'ül-Ulâ Beyefendiye;
İstanbul umûr-i idâriyyesi'nin tanzimi için (T.B.M.M.) Fevkalade Mümessil
(Refet Paşa'nın) Karargâhında teşkil edilen Hey'et-i Müşâvere-i İdâriyye'ye me'mû-
riyetiniz tensib olunmuştur. 7.11.1338 (7 Kasım 1922)'den i'tibâren îfâ-ı vazifeye
başlanmasını rica ederim."
1923'de yine ek görev olarak "Medreset'ül-Kuzâf'da da görevlendirilmiştir. 1925
de İstanbul Barosu'na kaydolunarak avukatlığa da başlamış; 1927'de Tapu ve Ka
dastro Umum Müdîrliği Mütehassıs Müşavirliğini ek görev olarak deruhde e t m i ş ;
bu vazifede 1942 yılına kadar hizmet görmüşdür. Şirket-i Hayriyye'nin tasfiye edi
lip şimdiki Denizcilik Bankası hâline gelinceye kadar bu Müessesenin ve on yıl
k a d a r da "TATKO İdhalât ve İhracat Türk A.Ş." İdare Meclisleri üyeliklerî'nde bu-
lunmuşdur.
isviçre Medenî Kanunu'nun Dilimiz'e çevrilip sosyal bünyemize ve ihtiyaçları
mıza göre adapte edilmesi için Adliye Vekâleti'nde kurulmuş olan komisyonlarda
da çalışmış; takdire değer meşkûr hizmetler görmüştür.
Elli iki yıl devlet hizmetinde bulunduktan ve binlerce öğrenici yetiştirdikten
sonra 1 Eylül 1951'de kanunî yaş haddi dolayısiyle emekliye ayrılmışdır. Emekli
liğinden sonra hazırlamaya başladığı ve birinci cildi sağlığında, 2., 3. cildleri de
970
vefatından sonra Öğrenicisi, Asistanı, Doçenti Sayın Profesör Dr. İsmet Sun-
gurbey tarafından notlar ilâvesi suretiyle neşredilen, muhalled eser, "Huzur Dersle
r i n i n üzerinde çalıştığı bir sırada, 13 Ocak 1957 (35) Pazar günü saat 19.00 da yük
sek tansiyon neticesi beyin kanamasından, İstanbuFdaki evinde Hakk'ın rahmeti
ne kavuştu.
Rahmetli Ulunay'ın çok yerinde olarak tanımladığı gibi "İlm'in Mâtemi"ne yol
açan, bu yerinin doldurulması imkânsız kayb'm son gün ve saatları ile cenaze me-
râsimi'nin nasıl yapıldığı'm Sayın Profesör Dr. İsmet Sungurbey şöyle anlatmak
tadır (32/e):
"Son gün, kendileriyle, ertesi günkü şahsî bir da'vet için gittiğim evlerinde,
akşam vakti vefatlarından onbeş yirmi dakika önceye kadar beraberdik. Rahatsız
lıklarına rağmen, ertesi günkü nâçiz da'vetime herhalde icabet etmeyi pek arzu
ettiklerini söylemiş (1er) di. Vakit geç olduğu için müsâadelerini rica edince, gü
zel gözlerinde hüzünlü bir ışıkla, bir süre daha kalmaklığım için mûtaddan fazla
ısrarda bulundukları dikkatimi çekmiş ve bir süre daha kalmıştım. Ben ayrıldık
tan bir kaç dakika sonra da akşam namazını kılmağa hazırlanırken, bizleri (ve bü
tün Türk ve İslâm İlim Âlemini) dilhûn eden irtihalleri vuku' bulmuştu.
Ertesi günü İstanbul, görülmemiş derecede muhteşem bir Cenaze Törenine sah
ne olmuş; büyük Üstadın cenazesi Nişantaşı'ndan Beyazıd Câmi'i'ne ve Üniversi
teye, oradan Sirkeciye ve Üsküdar İskelesinden Karacaahmed'deki ebedi istirâ-
hatgâhına kadar etrafında kolkola girerek kale gibi, kilit gibi saflar teşkil eden
Sevgili Öğrenicilerinin, Türk Gençliği'nin ve Halk'ın elleri üzerinde, zamanın Baş
bakanı (Rahmetli Adnan Menderes)'mn gönderdiği Devlet Bakanı bir temsilcisi,
Devlet ve Üniversiteler ricali de dâhil olmak üzere takriben kırkbin kişilik bir top
luluğun iştirakiyle, bandolarla taşınmıştı. Böylece, Memleket, bu büyük evlâdını,
ne derece yürekdeîn sevdiğini ve uğradığı büyük acıyı göstermiş oluyordu."
Karacaahmed'de Küçük Selimiye Câmi'i (Behçet-i Konevî Tekkesi) karşısında
aile hazîresi içinde Annesinin yanındaki kabre defnedildi.
Mezar taşı kitabesi şöyledir:
"Hüvel Hallâk'Ul-Bâkî
(350 Sayın Profesör ismet Sungurbey, Huzur Dersleri eserinin önsözünde, vefat tarihini 10 Ocak olarak gös
termektedir. Bu hususta gerek şahsen yaptığım araştırma sonucunda, gerek Rahmetli'nin Kızı Sayın Bn.
Hatice Utku (32'/f)'nun lütfettikleri mektupda vefat târihinin 13 Ocak 1957 olduğu kesinlikle anlaşılmış
t ı r . Sayın Profesörün beyanındaki târih bir mürettib hatâsı değil ise, büyük bir zühul olup düzeltilmesi
temenniye şayandır.
971
Türkân Ulutin olmak üzere üç evlâdı vardır. Arabca, Farsça ve Fransızcayı çok
iyi bilirdi.
İlrniyye rütbelerinden "İstanbul Pâyesi"ni ihraz etmiş (36) olduğundan bu
rütbeye sâhib olanlara verilen 2. rütbe'den "Mecîdî Nişâm'"nı hâizdi. Hobisi, pul
kolleksiyonu yapmakdı.
Rahmetli'nin manevî şahsiyyeti ve hayâtının özellikleri de şöyle anlatılmakta
dır (32/e):
"Eb'ül-Ulâ Mardin kendisiyle röportaj yapan bir gazetecinin, "Ahlâklı insan
kime dersiniz?" yolundaki sorusunu: "Kur'an'ın anladığı ve anlattığı ma'nâdaki
insana d e r i m " diye cevaplandırmıştır (37). Bu cevap, Kendilerinin ahlâk telâkki
sini ve şahsiyyetini en güzel ve veciz bir tarzda ifâde etmekdedir. Tam bir Müs-
liman olan Eb'ül-Ulâ Mardin, bütün hayâtı boyunca Kur'ân-ı Kerîmin ve Hazreti
Peygamberin gösterdiği dîn ve ahlâk yoluna harfiyyen bağlı kalmış; bütün hayâ
tında Hazreti Peygamber (S.A.)'i önder bilmiş ve örnek tutmuştur.
Böylece, "Gerçekden de ben, ahlâkın en yücelerini tamamlamak için gönderil
d i m " (38) Hadîs-i Şerifine tam inanç besliyen Üstadın, "Gerçekten de insan ancak
çalıştığını elde eder." (39), "Söyle, hiç bilenlerle bilmiyenler eşit olurlar m ı ? " (40)
gibi Ayet-i kerîmeleri,. "Beşikten mezara dek bilgiyi arayın" (41), "Hikmet,
mü'minin yitik malıdır; nerede ve nasıl olursa, öylece alır" (42); "insanların en ha
yırlısı insanlara faydası dokunan kimsedir" (43); "İyiliklerin hayırlısı çabuk yapı
lanıdır." (44); "işçinin hakkını sırtının teri kurumadan ödeyiniz." (45); "kolaylaştı-
rınız; güçleştirmeyiniz ve müjdeleyiniz; korkutmayınız..." (46); "İnsanlaratatlılıkla
söz söyleyiniz" (47), "sizi selâmhyanı, en az onunki kadar nezâketle selâmlayınız"
(48) gibi Âyet-i kerîme'lerde Hadis-i şerifleri (ve kelâm-ı k i b â r ' a n ) büyük bir hay
ranlıkla belirttiklerini ve hergünkü yaşayışlarında aynen uyguladıklarım, yıllarca
görmüşdüm.
Bir akrabasından duyduğuma göre de, ibâdete daha çocuk denecek bir yaşda
başlamıştı. Rahatsızlığına rağmen, vefatı anına değin de bırakmamıştır.
(36) "İstanbul payesi" askerlikte korgeneral, Tarik-i Mülkiyye'de Bâlâ rütbesine eşittir. Bu rütbe sâhib olan
ların isimleri yazıldığı zaman " H a z r e t l e r i " kendilerinden bahlsolunurken "Müşarünileyh" d e n i l i r d i . Ya
bancılar ise bu rütbe sahiblerine "Exellence" diye hitab ederlerdi.
(37) Selma Yazoğlu; " O r d . Prof. Eb'ül-Ulâ M a r d i n ; " O , Unutulamıyacak İdeal Bir insandır" Yirminci Asır Der
gisi; 9. c i l d , 232. sayı, 24.1.1957; 25., sf.
(38) Hadîs: "Buistü li-ütemmime mekâr-im' el-ahlâk"
(39) Sûre-i en-Necm; 53. Sûre, 39. Âyet: "Ve en leyse l'il-insâni illâ ma'seâ"
(40) Âyet-i Kerîme, Sûre-i'ez-Zümer; 39. Sûre, 9. ı\yet; " K u l hel yestevi ellezine ya'lemûne v'ellezine lî-
ya'lemûn."
(41) islâmî Kelâm-ı Kibardan "Utlubu el-'ılme min el-mehdl ilâ el-lahd."
(42) Hadîs; "El-hikmetü dâllet'ül-mü'mini eynemâ vecede ha ehâze hâ."
(43) Hadîs: "Hayr'ün-nâsi men yenfa'ün-nâs."
(44) İslâmî Kelâm-ı Kibâr'dan: "Hayr'ül-birri â c i l i h û . "
(45) Hadîs: " A ' t û el-ecîre ecrehû kabie en yeciffe arakuhu"
(46) Hadîs: "Yessirû ve lâ tuassirû ve beşşirû ve lâ t ü n e f f i r û . "
(47) Sûre-i Bakara; 2. Sûre, 83. Âyet:" ve külü l'in - nâsi husnen."
(48) Nisa Sûresi; 4. Sûre, 86. Âyet: "Ve izt huyyiytüm bitahlyyetin fehayyû biehsene minhâ ev rüddû h a . "
972
Hazret-i Peygamber (S.A.)'in dünyamn en nâzik insanı olduğunu, hiç kimseye
mübarek yüzünü çevirmeden hitab etmediğini belirtirler; kendileri de herkese
güleryüzle ve en büyük nezâketle davranırlardı. Daha Fakülteyi yeni bitirip Asis
tanı olduğum ilk günlerden başlıyarak nâçiz şahsıma dâima "Zâtıâliniz", "Beye
fendi" diye hitab etmişler; bir kere bile "siz" dememişlerdi.
"Vekar ve tevazu' ile yürü" (48/a) Ayet-i Kerîmesi'nin sırrına mahzar mehâbetli,
vakur ve engin bir insan sevgisiyle dolu şahsiyetleri, eşsiz )bir zekâ fışkıran güzel
gözlerinin tatlı ve keskin bakışları, ciddî ve titiz giyinişleriyle herkese büyük bir
saygı telkin ederlerdi.
Kendilerinden dinlediğime göre, İstanbul H u k u k Fakültesi'nde "Hukûk-ı Ta-
sarrufiyye-i Arazi ve Ahkâm-ı Evkaaf" Kürsîsbıe da'vet olunması üzerine ilk der
se çıktığında, bu kadar genç bir hocanın ilmine güvenemiyen öğreniciler, tahtaya
gayet güzel bir talik yazıyla:
"Arazî çoraktır vakıf da gaile (tahıl) azdır" diye yazmışlar. Üstâd, hiç renk ver
m e m i ş ; dersini anlatmış. Ders'den sonra, yazıyı yazan öğrenicinin "Üsküdarlı
B u r h a n " adındaki öğrenici olduğunu öğrenmiş. Üstadın parlak takrirlerine hay
r a n kalan öğreniciler, kendilerinden özür dilemişler; sonradan tanınmış bîr yazar
olan o öğrenici, Sayın Burhan Felek de, "Cumhuriyet" Gazetesindeki sütununda
yıllardan sonra bu olayı anlatarak Eb'ül-Ulâ Mardin'e duyduğu derin saygıyı be
lirtmiştir.
Şu vak'alar, Rahmetlinin zekîce hareketlerine birer misâldir:
Hayırsever bir Mısırlı, İstanbul Darülfünunu lehine bir takım mallar vakfeder.
Vakfiyye'ye "Hilâfetin ve Saltanatın merkezi olan İstanbul'daki Darülfünun" ma'-
nâsına gelen sözler yazar.
Padişahlığın ve Hilâfetin kaldırılması üzerine, Mısır Vakıflar İdaresi, Darül
fünunun, Hilâfet ve Saltanat merkezi olan bir yerin Darülfünunu olmakdan çık
tığı cihetle Vakfiyye hükümlerince vakıf'dan artık istifâde edemiyeceği yollu bir
bahane ile Darülfünunun Vakfa karşı olan alacağını ödemekten kaçınır. Mısır
Şer'î Mahkemesinde İstanbul Üniversitesi adına Dâva açılır. Bu mes'ele üzerinde
temaslarda bulunmak üzere Rahmetli (Eb"ül-Ûlâ) Mısır'a gönderilir. Orada Sala
hiyetli bir din adamıyla konuştuğu sırada: "İstanbul'un Atatürk Köprüsünün fır
tınada harâb olmuş olmasından ve böylece İstanbul'un tek köprülü bir şehir hâ
line gelmesinden "söz açılır. Bundan hemen istifâde fırsatını çakırmıyan Üstad:
"Bir vakfiyye'de İstanbul'un iki köprülü olduğu yazılsa; bugün için o vakfiyye
artık hükümsüz mü kalacaktır?" şeklinde bir sual sorunca muhatabı "Hayır" ce
vabını verir ve neticede İstanbul'un Hilâfet ve Saltanatın Merkezi olmakdan çık
masına rağmen Üniversitenin Vakfın gelirinden istifâde edeceğini de kabule mec
bur kalır.
Bir dâvada Mahkemenin elindeki Kanun metninin yanlış olduğunu bilen üs
tâd, Kanunun "Takvimi Vekayi" de yayınlanmış olan metninde bir kelimede "1er"
(48/a) Sûre-i isrâ; 17. Sûre, 37. lXyet: "Ve lâ temşi f'il-ardı merehan."
973
edatı bulunduğunu Mahkemeye söyliyerek, müvekkili lehine k a r a r alır ve bu bu
luş, kendisine altı bin altın avukatlık parası sağlar.
Haksızlık yapmaktan son derece çekinir; sınavlarda t a m adaletle not vermek
için gereken b ü t ü n özeni gösterirlerdi. Eskiden sözlü sınavlarda t a m bir objektif
lik ve adaleti sağlamak için küçük kağıtlara yazılmış olan sorularını, konularına
göre 2-3 vazoya koyarak sınava giren öğrenicilere çektirdiklerini kendilerinden
duymuştum. Bununla birlikte, son yılın yazılı sınavlarında öğrenicilere not verir
ken kendi deyimleriyle "azimet cebhesini" değil de teşvik olması için "ruhsat ceb-
hesini" ihtiyar ettiklerini de görmüşdüm.
Eski öğrenicileri arasında sık sık anlatılan şu vak'a, duygularına ne derece
hâkim olduğunu gösterir: Öğrenicilerinden biri Rahmetli Üstadın okuttuğu bir
dersin imtihanı sırasında, her nedense, sesiyle ve hareketleriyle Üstadı taklîd ede
rek cevap verir. Rahmetli'nin bu d u r u m d a n sinirlendiği yüz çizgilerindeki değişik
liklerinden anlaşılır; a m m a uzun süren cevab verme sırasında öğreniciye karşı hiç
bir şey demez. Öğrenicinin cevâbı bitince Hoca, imtihanı dinliyen öğrenicilerden bi
risine "Fakülte Umûmî Kâtibini çağırmasını" rica eder ve Umûmî Kâtip gelince:
"... Efendi, imtihan sırasında Müderrisini taklid etmiştir. Hakkında zabıt tutmanızı
rica ederim." der. O günkü imtihanlar biter ve o zaman usûlden olduğu süre, he
men o gün imtihan notları okununca taklidci zât, kendisine 10 n u m a r a verilmiş oldu
ğunu öğrenir ve hayret eder. Hemen Rahmetli Üstadı bularak: "efendim, bu nasıl
olur? Bana on vermişsiniz" der. Aldığı cevap şudur: "Nûr-ı ayn'ım, ben sizi bilgi
den imtihan ettim; edeb'den değil!"
Adam yetiştirmeğe pek önem verir; genç islîdadları bulup çıkarır; onları
Üniversiteye kazandırmak için elinden gelen çabayı gösterirlerdi. Medenî Hukuk
Ordinaryüs Profesörü Sayın Üstâd Dr. Andereas B. Schwarz'm Eşya Hukuku
(= Aynî Haklar) Bölümünü okutmalarım kendilerinden rica etmeleri üzerine,
Son Sınıfta bize Eşya Hukuku derslerini takrir eden Eb'ül-Ulâ Mardin, Sınıf'da
sorduğu bir soruya verdiğim cevâbı pek beğenmiş; yanındaki Asistanlarınla döne
rek "Efendinin numarasını alınız, lütfen" demişti ki, bu olay, beni son derece duy
gulandırıp mutlulandırmıştı. Bundan sonra yüksek ilgi ve teşviklerini esirgemeyen
Eb'ül-Ulâ Mardin, Fakülteyi bitirince gene elimden tutmuşlar ve bir takım güç
lükleri yenerek kendi Kürsîlerinin Asistanlığına ta'yin ettirmişlerdi. Kendilerin
den, değerli şahsiyetlerin gerek Üniversite öğretim üyeliğine alınmaları, gerek
Üniversite öğretim üyeliğinden çıkarılmamaları için mücâdele ettiklerini duymuş,
seçkin şahsiyyetlerin Üniversiteye kazandırılmamalarına da üzüldüklerini görmüş
tüm."
"Rahmetli, değerli gördüğü gençlere yardım elini uzatmaktan da zevk duyardı.
Geçen yıl bir arkadaş toplantısında hiç tanımadığım bir zât'dan şunu duydum: Bu
zât Hukuk'da okuyabilmek için çalışarak hayatını kazanmak mecburiyetindedir.
Her çâreye başvurur; fakat çalışacak bir yer bulamaz. Nihayet, Üs t ad dan bir iş
için yardım etmesini rica eder. Üstâd o zamanlar "Şirket-i Hayriyye" adındaki Va
p u r İşletme Şirketinin çok sözü geçen uzuvlarından birisidir. Kendisini Şirkete
974
çağırır. İlk seferinde iş yoktur. Bir hafta sonra yine çağırır; oğrenici gider; fakat
yine iş yoktur. Rahmetli, öğreniciye kendi parasından yardım teklif eder ve bunun
ödünç olduğunu söyler. Oğrenici, her ay Şirkete giderek Rahmetliden ihtiyaçlarını
karşılayacak belli miktardaki parayı almaktadır. Oğrenici, okumasını bitirip Hu
kuk me'zunu olunca, hem teşekkür için h e m de borcunu ödeme şeklini görüşmek
üzere Rahmetliye gider. Aldığı cevap şudur: Hoca, paraları geri almıyacaktır. Fa
kat, eski oğrenici, mâlî durumu elverdiği zaman, kendi hesabına m u h t a ç bir öğ
reniciye yüksek tahsil yaptıracaktır. Aradan yıllar geçer. Eski öğrenicinin kazancı
düzelir; O da bugün Teknik Üniversite'de bir oğrenici okutmaktadır.
"Herşeyin ilmi güzel, cehlinden" mısra'ı, pek sevdikleri bir mısra' idi." (49).
Gerçekten, hayatlarının son gününe değin yorulmak bilmeksizin ilmî araştır
ma ve çalışma zevkiyle yaşamış böylece "yüzde yüz ilim a d a m ı " vasıflarını hak-
kıyle isbât eylemişlerdir.
İbn'ül-Emîn Mıahmud Kemâl İnal'ı ve Yahya Kemâl Beyatlı'yı ayrı ayrı olmak
üzere, zaman zaman arayıp öğle yemeğine da'vet eder; bu da'vetlerde benim de
bulunmamı arzu eder; yemekten sonra İbn'ül-Emîn Mahmud Kemâl İnal'm ve
Yahya Kemâl Beyath'nın Târih ve Edebiyyât sohbetlerini büyük bir zevkle din
lerdi. İbn'ül-Emîn Mahmud Kemâl İnal'ı, kitaplarını, levhalarını ve târihî vesi
kalarım Üniversite'de kendi adına kurulacak bir kütübhâne hâlinde vakfetmek
için iknâ'a muvaffak olmuşlardı.
İslâmî İlimler'de ve İslâm Hukukunda a r a ş t ı r m a yapan ünlü İngiliz ve Ame
rikan bilginlerinin, karşılaştıkları güçlükler, çözemedikleri mes'eleler için Eb'ül-Ulâ
Mardin'in evine kadar gelip danıştıklarını bizzat görür, büyük Üstadın engin bil
gilerinin ifâdesi olan güçlü cevabları karşısında büyük bir hayranlık duyardım.
Ahmed Cevdet Paşa m e r h u m u n Türkçenin sadeleştirilmesi uğrundaki çabala
rını övmelerinden de anlaşılacağı üzere (50) "Asi olan, cevazdır" diyerek hep hür
riyet ve tekâmül düşüncesinden yana o l m u ş ; taassuba düşmemişlerdir. Birgün,
kendileriyle derse girmeden önce Profesörler Odasında otururken, bir İktisad
Profesörü, kendilerine hoş görünmek için, Türkçe Ezanın Arabca Ezan yerini tuta-
mıyacağım söylemiş ve Üstaddan:
— Ezan, ibâdet değil, ibâdete da'vet'dir; kaldı ki, Hanefî Mezhebine ( İ m â m ı
Âzam'a) göre her millet, değil ezan okumayı, ibâdeti bile kendi diliyle yapabilir;
namazını kendi diliyle kılabilir, cevabını almıştı.
"Kendisi, bugün hukuk dilinde kullanılan "eş' sözünün bu dile yerleşmesine
"sebeb" olmuştur" (51)
Eb'ül-Ulâ Mardin İslâm Hukuku içinde Türk Hukuk ve İdare zihniyetinin kuv
vetli karakterlerini' gösteren Arazi Hukuku'nu ve Millî Hukuk Târihimizin bir
şaheseri sayabileceğimiz Arazi Kanunu'nu büyük bir gayret ve vukufla incelemek
(49) Eb'ül-Ulâ Mardin'in Hayâtı; Yeni Yayınlar; Aylık Bibliyografya Dergisi; 1. Cilt, 1. Sayı, Ankara Tem
muz 1956; 11. sf.
(50) Bak.: Eb'ül-Ulâ MarUin; "Medenî Hukuk Cebhesinden Ahmed Cevdet Paşa"; İstanbul, 1946; 36. sf.
(51) Bak.: (49) numaralı dipnotundaki kaynak
975
ve izah etmekle Millî Hukûkumuz'un anlaşılmasına ve gelişmesine büyük hizmet
etmiştir. Aynı zamanda derslerinde ve yazılarında Şerhcilik'den ve dedüktif Me-
tod'dan ayrılarak terkibi ve endüktif metodu tercih ve tâkib eden ve bilhassa bu
metodu İslâmî ve Millî Mevzuat'a tatbik eyleyen hocalarımızın başında gelmekte
dir. Kendisi, tatbik ettiği bu metod'la hukuk öğretiminin ıslâhında rehberlik et
m i ş ; yeni yetişen meslekdaşlarına feyizli bir yol açmışdır. Profesörün Arazî ve
Evkaaf'a, Mecelle'ye ve bugünkü Medenî Hukuk'a âid değerli yazıları bu metod'un
Millî Mevzuat'a tatbikinin başarılı birer nümûnesidir..." ı(32/ç)
Mülkiye 1925 Yılı Me'zunlarından Sayın Hasan Hayri Orhun, Rahmetli Eb'ül-
Ulâ'ya âid şu hâtırasını nakletmiştir (32/a - 485):
"Biz Mülkiye'ye, Okul, Sinekli Bakkal'daki eski büyük ahşab binada iken gir
dik ve Birinci Sınıfı bu binada okuduk. Kapusunun başında "Zîr-i Himâye-i Haz-
ret-i Mülûkâne'de Bulunmakla Mübâhî Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne" yazılı bir
Ievha bulunan bu binanın, atlattığı bir yangm tehlikesi, bizde de epeyce heyecan
ve imtihanı atlatmak ümidi uyandırmış; fakat Sayın Hocamız Eb'ül-UIâ Mardin'i
bir dakika vazifesinden alıkoymamıştı.
İmtihan mevsiminin yorucu ve heyecan verici günlerindeyiz. Ahkâm-ı Evkaaf
ve Arazi dersinden imtihhana gireceğimiz günün sabahı herkes erkenden kalkmış,
imtihana hazırlanıyorlar. Son bir d e f a daha Kitabı şöyle bir gözden geçirmek,
notları bir d a h a süzmek lâzım.
Herkesde bir kararsızlık, bir heyecan var. Tam bu sırada bir koşuşma, bir
gürültü:
— Mahallede yangm var...
B ü t ü n arkadaşlar pencerelere koşuyor, evet Mahallede hem de, Okula yakın
bir yerde bir ev yanıyor. Bütün Mahalle Halkı ve bu arada, başda Rahmetli Mü-
dîrimiz Süreyya Bey olduğu halde bütün Okul Müstahdemleri, telâş içerisinde;
herkes şuraya buraya koşuyor, yangının gitgide yaklaşması telâşı artırıyordu. Sa
çaklara adam çıkarılıyor; ıslak çuvallar seriliyor; t a h t a kısımlar ıslatılıyordu.
Bu sırada bir çok rivayetler ve tahminler arasında bizde —o gün için olsun— im
tihanı atlatabilmek ümîdleri beliriyordu. Fakat hayatda tesadüf edilen bir çokları
gibi, bu ümid de, Sayın Hocamız Eb'ül-UIâ ile Mümeyyizliğe gelen Şevket (Yund)
Hoca'nın merdiven başında görülmeleri ile sönüyordu.
Başlar tekrar kitaplara ve notlara eğiliyor; İmtihan Odasının önündeki salonu
sessiz, fakat heyecan dolu bir hava kaplıyor; biraz sonra da imtihan başlıyor ve
ilk çift, imtihan odasına imtihana giriyordu. Fakat yangının gittikçe yaklaşması, bu
sefer bir kısım arkadaşlarda sıra kendilerine gelmeden imtihanın ta'til edileceği
ümidini uyandırıyordu. Nihayet sıra bize geldi. — Biz ba'zı imtihanlara ikişer kişi
girerdik; sırası gelen iki kişi de kapuda terler, beklerdi.— İçeri giriyoruz. Mü
meyyiz Şevket Hoca bizimle ilgilenmiyor; telâş içersinde Mahallede oturan ve er
kenden vazifesi başına giden bir arkadaşına yangını haber vermek için telefonla
meşgul; Sayın Hocamız ise bUlakis tamamen sakin, kendisine hâs tebessümü ve
976
ciddî tavırları ile bize, karşısındaki sandalyeleri işaret ediyor ve derhal suallere
başlıyor...
Her sualin cevâbını alınca elindeki ufak kâğıda bir not atıyor. Tam bu sırada,
odanın kapusu büyük bir gürültü ile ardına kadar açılıyor ve bizden sonra imti
hana girmek için; kapuda sıra bekliyen arkadaşlardan birisi pür telaş içeriye giri
yor:
— Mutbak tutuşdu, diye bağırıyor....
Fakat her şeye rağmen imtihanı bitirmeğe azmetmiş olan Sayın Hocamızın,
sakin bir sesle; verdiği cevab:
— Merak etme, nûr-i ayn'ım söndürürler, sen kapuyu çek ve sırayı bekle;
oluyor."
BASILMIŞ ESERLERİ
977
16. Borçlar Hukuku: Umûmî Esasları
İstanbul, 1935; 352 sf.; 8°
17. Medenî Hukuk Cephesinden Ahmed Cevdet Paşa
istanbul, Cumhuriyet Basımevi; 1946; 367 + 16 sf.; 8°
18.ı Toprak Hukuku Dersleri
İstanbul, Stat Basımevi; 1947; 152 sf.; 8°
19. Kat Mülkiyeti
istanbul. Cumhuriyet Basımevi; 1948; 214 sf.; 8°
20. Huzur Dersleri
istanbul, ismail Akgün Matbaası; 1951-1966
1. C: 615 sf.; 1 plânş; 8°
2-3. C: XU + 1113 sf.; Planş, Porte; 8°
-O-
978
m a d ı ; iyi yazı yazdığı için 1901'den 1906'ya k a d a r İstanbul'da çıkan çeşitli gazete
ve dergi'lerde çalışdı. Ayrıca te'lif işi ile de uğraşdı. 1906'ya kadar kitap olarak on-
dört eseri basıldı. 1906'da Istibdâd'ın hâd safhaya girmesiyle Paris'e kaçtı. Burada
Adolphe Thalasos adında bir m ü s t e ş r i k ( = Oryantalist) ile Türk Târihi v e
San'atı üzerinde çalışdı. 1908'de Meşrûtiyet*in i'lânı üzerine Yurd'a döndü. Bir süre
"Resimli Kitab", "Musavver Muhit" ve "Resimli Roman" adlı Dergileri çıkardı. 1909'
da Maârif Nezâreti'nin açtığı "müsabaka imtihaıu"nı kazanarak Paris'e gönderildi.
Burada önce "Louis le Grand" Lisesinde bir yıl kadar öğrenim gördü ve meşhur
Coğrafyacı Fallex'den ders aldı. Ertesi yıl Sorbon Üniversitesi'ne başlayarak Marcel
Dubois gibi değerli profesörlerden faydalandı ve Batı Üniversiteleri arasında profe
sör mübadelesi neticesi Paris'e gelen Amerikalı büyük Coğrafyacı Prof. W. M. Da-
vis'in derslerini tâkib etti. Davis'in dersleri, Faik Sabri'nin ileriki yıllarda "Coğrafya
Eğitimi ve Yayımı Alanı"ndaki çalışmaları üzerinde çok etkili oldu. Bu arada Ya-
zarlık'dan da geri kalmadı; Paris'den "Şehbal" Dergisine ve "İkdam Gazetesi"ne
"Avrupa Mektupları" başlıklı yazılar gönderdi. Sömestr ta'tillerinden faydalanıla
rak grup hâlinde yapılan "Geziler"den elde ettiği bilgilerle yazdığı "İsviçre Seyaha
ti" adlı eseri Maârif Nezâretince p a r a mükâfatı ile takdir edilip yayınlandı.
979
Prof. Cemâl Arif Alagöz, hakkında şunları yazmışdır (*/d):
"...... Faik Sabri Duran, yüksek yazarlık kaabiliyeti ile Memleket'de köklü bir
Coğrafya sevgi ve ilgisi uyandırmışdır. Kendisi'nin seyahat ve Coğrafya'ya ilgisi kü
çük yaşdan başlar. Dayısı Kaptan olduğundan, Faik Sabri'yi Karadeniz'de Batum,
Akdeniz'de Girit, Trablus, Bingâzi, Derne, Yafa'ya kadar götürmüşdür. Bu geziler
O'nda bütün hayatınca devam eden izler bırakmışdır İsimleri uzun bir cedvel
meydana getirecek olan eserlerinin de gösterdiği gibi, Faik Sabri Duran velûd bir
kalem sahibi idi. Edebî ifadesiyle kolay ve güzel yazıyor; çok iyi bildiği Fransızca
ve İngilizcesi ile de kıymetli tercemeler yapıyordu..... Şahsen çok kibar, intizâmı
çok sever bir insandı. Mazbut bir hayat sürerek günde hiç olmazsa yedi, sekiz saat
çalışırdı. Hayat'da, çalışma'da disiplin fikrini, dersleri ve karatahtaya çizdiği güzel,
düzgün, renkli şekil, harita ve grafikleriyle talebesine de aşılamışdır.
Değişik, çalışma dolu hayâtından geride bıraktığı talebe ve eserleri ile Faik
Sabri Duran Yurduna değerli hizmetler etmiş bir yazar ve Coğrafyacı idi—...."
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (*/e)
980
12 — Çocuklara Coğrafya Kıraatleri (= Coğrafya Okuma Kitabı)
istanbul, Matbaa-i Âmire; 1332 (1916); 110+2 sf.; 8°
13 — Yeni Asya
İstanbul, Kanaat Mat.; 1923; 456 sf.; 8°
14 — Yeni Avrupa Coğrafyası (3. bası)
İstanbul, Evkaaf-ı îslâmiye Mat.; 1923; 364 sf.; 8°
15 — Türkiye Coğrafyası (İlk Okul 4. sınıf için)
İstanbul, İslâm Kitabhânesi; 1924; 103 sf.; 8°; Resimli
16 — Beş Kıt'a Coğrafyası: Cenubî Amerika, Avustralya (Lise 1. smıf için)
İstanbul, Hilmi Kitabhânesi; 1926; 71 sf.; 8°
17 — Beş Kıt'a Coğrafyası: Avrupa (Lise 2. sınıf için)
İstanbul, Marifet Mat.; 1926; 211+2 sf.; 8°
18 — Beş Kıt'a Coğrafyası: Asya (Ortaokul 2. sınıf için)
İstanbul, Marifet Mat.; 1926; 418 sf.; 8°
19 — Beş Kıt'a Coğrafyası: Şimalî Afrika (Ortaokul 1. sınıf için)
İstanbul, Marifet Mat.; 1926; 72 sf.; 8°
20 — Çocuklara Coğrafya Dersleri (İlk okul 3. sınıf için)
İstanbul, Marifet Mat.; 1926; 80 sf.; 8°
21 — Ameli Topografya Mümârese (Ekzersiz)'leri
İstanbul, Amidî Mat.; 1927; 46+? sf.; 8°
22 — Çocuk Ansiklopedisi [Zekeriya ve Sabiha (Sertel) ile birlikde]
istanbul, Resimliay Mat.; 1927; 768 sf.; 8°; (3. bası)
23 — Orta Atlas (Lise, Öğretmen Okulu ve Ortaokul için)
London, George Philip and Son Lmt. Comp.; 1928; 32 sf.; 4"
24 — Tabiî Coğrafya Dersleri ve Kutub Memleketleri (Ortaokul 1.)
İstanbul, Marifet Mat.; 1928; 167 sf.; 8*; (6. bası)
25 — Yeni Türkiye Coğrafyası (Ortaokul 3. smıf için)
istanbul, Marifet Mat.; 1928; 283 sf.; 8°; 1 Levha (11 kez basıldı)
26 — Küçük Mekteblllere Coğrafya Dersleri (ilkokul 5. sınıf için)
istanbul, Marifet Mat.; 1928; 127 sf.; 8"
27 — Tabiî Coğrafya Dersleri
istanbul, Hilmi Kitabevi; 1930; 164 sf.; 8°
28 — Coğrafya Ders Hazırlıkları
istanbul, Kanaat Kitabevi; 1931; 75+5 sf.; 8°
29 — Jül Vern; Hayâtı ve Eserleri
istanbul, Kanaat Mat.; 1932; 84 sf.; 8°
30 — Hayvanlar Âlemi (5 kez basıldı.)
istanbul. Akşam Mat.; 1934; 244 sf.; 8°
31 — İstanbul'dan Londra'ya Şileple bir Yolculuk
İstanbul, Akşam Mat.; 1934; 267 sf.; 8°
32 — Orta Atlas İndeks ve İstatistik M a l û m a t ı
istanbul, Ahmed Said Mat.; 1934; 44 sf.; 8°
33 — Şimalî ve Cenubî Amerika Coğrafyası
istanbul, Marifet Basımevi; 1935; 128 sf.; 8°
34 — Yeryüzü, Gökyüzü
istanbul, Akşam Mat.; 1935; 230 sf.; 8°
35 — Coğrafya (Ortaokul 2. sınıf için)
istanbul, Kanaat Mat.; 1936; 192 sf.; 8° (13 kez basıldı)
36 — Umûmî Coğrafya Dersleri (Lise 1. smıf için)
istanbul. Kanaat Mat.; 1936; 560 sf.; 8° (4 kez basıldı)
37 — Bugünkü Almanya
İstanbul, A. Said Mat.; 1937; 31 sf.; 8°
38 — Bir Türk Kızının Amerika Yolculuğu
istanbul. Akşam Mat.; 1935; 261 sf.; 8°
39 — Bugünkü Fransa
istanbul, Yediğim Mat.; 1937; 31 sf.; 8°
40 — Bugünkü İngiltere
istanbul, Kültür Basımevi; 1937; 31 sf.; 8°
41 — Bugünkü İtalya
istanbul, Yediğim Mat.; 1937; 31 sf.; 8°
42 — Bugünkü Rusya
istanbul, Yedigün Basımevi; 1937; 31 sf.; 8°
43 — Bugünkü Türkiye
İstanbul, Yedigün Basımevi; 1937; 31 sf.; 8°
44 — Bugünkü Japonya
İstanbul, Yedigün Basımevi; 1938; 31 sf.; 8"
45 — Türkiye Coğrafyası (Lise 3. smıf için)
İstanbul, Kanaat Mat.; 1938; 208 sf.; 8°
46 — Akdeniz'de Bir Yaz Gezisi
İstanbul, Kanaat Mat.; 1938; 190 sf.; 8°
47 — Bugünkü Amerika
İstanbul, Yedigün Basımevi; 1938; 32 sf.; 8°
48 — İnsanlar Âlemi
İstanbul, Kanaat Mat.; 1939; 266 sf.; 8°
49 — 2. Cihan Harbinde Milletler ve Devletler
(1. Kitab) istanbul, Kanaat Mat.; 1942; 244 sf.; (2. kitap) 186 sf.; 8°
50 — Kâşifler Âlemi
İstanbul, Kanaat Mat.; 1944; 187 sf.; 8°
•o-
983
devam ederek icazet aldı. Şubat 1905 (Zilhicce 1322)'deRüus (54) imtihanına girerek
başarıyle me'zun oldu. Bâyazid Câmi'inde 1908 yılma kadar ders okutup bu tâ-
rihde Dersiam (Profesör)'hk icazetnamesi aldı (55); sonra, Mekteb-i Nüvvab
= Mefkteb-i Kuzât (= Şer'î Hâkim, Kadı Mektebi)'a girdi; buradan birincilikle
me'zun ohıp 3. Sınıf Kadî diploması aldı. Bu devrede ayrıca özel olarak yüksek Ri
yaziye, Felsefe, Edebiyyât da tahsil etti. Arabca ve Farsça ile birlikte Fransızca da
öğrendi. Hattat Sami ve Hattat Bakkal Arif Efendilerden s ü l ü s , n e s h
ve t a ' 1 ı k yazı şekilleri dersi de aldı. Böylelikle Memleketimizin tanınmış
ve çok güzide Amatör Hattatları safına geçti. Aşağıdaki yazısı, kendisinin bu alan
daki kaabiliyetini çok güzel şekilde açıklamaktadır.
(53) Hocası'nın adı da " H a m d i " ' olduğundan, kendisi'nin anlaşılması için adı'nın başına " K ü ç ü k " sıfatı konmuş;
bu târih'den sonra " K ü ç ü k H a m d i " Efendi lakabıyle şöhret bulmuşdur.
(54) Rüûs, ilmiyye mesleğinde akademik kariyer'e müderris olarak dâhil olmak için verilen bir nevi' do
çentlik sınav karşılığında alınan sertifika'dır.
(55) " İ l m i y y e Salnamesi" 'nin 135. sf. nde " 1 5 Rebî'ül-Ahîr 1322 (13 Mart 19I4)'de fcibtidâ-i H i r i c ) derece
siyle Fatin Efendi Deniyyesi Müderrisliği tevcih e d i l d i ğ i " kaydı vardır.
984
Men raakaıb'en-nâse m â t e hemmen,
Ve fâze b'il-lezzeti el-cesur (56).
beyt'ine uyarak Sultan Abdülhamid ( H â n ) Merhumun bi'gayr-ı hakk'ın "hail"
hakkındaki "Fetva" müsveddesini yazdı.." (52/f), (57).
4 Ağustos 1918 (1334 R.)'de beşbin krş. maaşla Dâr'ül-Hikmet'il-İslâmiyye
A'zâlığma, 2 Nisan 1919 (1335 R.)'da orabin krş. maaşla aynı yer Reisliği'ne, 20
Mayıs 1919 (1335 R)'da Onüçbin krş. Maaşla Damad Ferid 1., 2. Kabinelerinde Ev-
kaaf Nâzırhğı'na, 15 Eylül 1919 (1335 R-)'da A'yân A'zâlığı'na ta'yin edildi.
Nazırlık görevi sırasında Damad Ferid Kabinelerinin. Millî Mücâdele aleyhinde
aldığı kararlara Kabine Üyesi olarak iştirak ettiği cihetle İstiklâl Mahkemesi ta
rafından gıyaben i'dâma m a h k û m edilmiş ise de Büyük Zafer'den sonra Anka
ra'ya gelip muhakemesi yapılarak beraet etmişdir. Uzun yıllar İstanbul'da herhan
gi bir vazifede bulunmayarak o t u r m u ş ; bu arada, Atatürk'ün isteği üzerine, eserleri
kısmında künyesini vereceğimiz 9 cildlik ve "Hak Dîni, Kur'an Dili, Yeni Mealli
Türkçe Tefsir" adiyle Kur'ân-ı Kerîm'i, Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarından ola
rak, tefsir ve terceme etdi. Uzun bir rahatsızlık devresinden sonra 27 Mayıs 1947'-
de Erenköyü'hde Hak'km rahmetine kavuşdu. Mezarı Sahrây-ı Cedîd Kabristanı'n-
dadır.
İstanbul'da Kayseri'li Bekir Sami Efendi'nin kızı Firdevs Hanımla evlenmiş;
üçü erkek ve biri kız olmak üzere dört evlâd sahibi olmuşdur. Ortanca oğlu 16
yaşında iken, kızı ise 1946'da çocuk dünyaya getirirken Hakk'ın rahmetine kavuş
muşlardır. Hâlen (1968) en büyük oğlu ile en küçük oğlu hayattadırlar.
Arabca, Farsça, Fransızca dillerini bilirdi. Biraz da İngilizce'ye vâkıftı.
İbn'ül-Emîn Mahmud Kemâl İnal, Rahmetli Hamdi Yazır'dan şöyle bahset
mektedir (52/f):
985
"... Bakkal Arif Efendi'nin bir mecmuaya dercolunıan terceme-i hâli'ni tesbît
sırasında h a t t a t Necmüddin Efendi demişti ki:
— Hamdi Efendi, daha ziyâde ilm ile iştigal etmekle beraber, ekseri vaktini
yazıya (hattatlığa) hasretseydi dünyada kimsenin nâmı kalmazdı*..
Merhum, nadiren nazm ile iştigal ederdi. Bundan bahsettiğimiz sırada:
— Aruz bilmem; her vezinde şiir söyleyemem; söylediklerim birkaç vezn'e
münhasırdır. Mûsikî m a k a a m â t m a da vâkıf değilim. Birşey okuduğumda hangi
m a k a m d a n okuduğumu bilmem, dedi.
"Kemârü'ş-Şuarâ"yı (— Son Asır Türk Şâirleri'ni) yazmakda olduğum hengâm-
da, (Hamdi Yazır'm) terceme-i hâlini ve bir kaç parça nazmını (şi'irini) istemiş
tim. (kendisi) Serzeniş tavrıyle:
— Beni şâirler sınıfında bulundurmağa mı lâyık görüyorsun diyerek "Şâirler
Sınıfında" bulunmağı kendine zül addetmişdi. Bilâhare, bu nâbecâ fikr'den nükûl
ve izhâr-ı nedamet ettiyse de eser basıldı; bitti; kendisini derce imkân kalmadı.
H a t t a t l a r arasında yazmak üzere son zamanlarında terceme-i hâlini istediğim
de, hasta olduğu halde, memnuniyyetle takrir etmişti... İlmi kavi ve fikri salim
olan Hamdî-i fâdıl...."
İslâm-Türk Ansiklopedisi "Muhit'ül-Maârif" Mecmuasında Eşref Edîb de Rah-
metli'den bahsetmektedir (52/b):
"Muhammed Hamdi Efendi, Muasır İslâm Ulemâsı arasında misli nâdir bir
zât idi. Allaha ve Peygamber (S.A.)'e bütün kalbi ile bağlı idi. Derin bilgisi ve ge
niş düşünüşü ile cihan hâdiselerini hep İslâm'ın hayat ve istikbâli ile muhakeme
eder; beşeriyyetin felah ve saadetinin ancak Müslümanlık esaslarına bağlanmakla
— Fetva vermek bana âid değil, Şeyh'ül-İslâm'a âiddir. Fetva Emini (fetvanın) yalnız müsveddesini
yazar, Şeyh'ül-İslâm İmza eder. Hem, ha I'de seâmed vardır; bunu yapmayın. Rusya Muharebesi esnasında
(1876) (Sultan AbdülazIz'İn hal'inden sonra) ben muhacirin-i islâmiyye çocuklarını omuzlarımda taşıdım.
Teklif edin; (Abdülhamid) nefsini (kendisini) azletsin, demiştir.
Onun üzerine taraf-ı Şeyh'ül-1siâmî den imza ve A'yân ve Meb'ûsân'dan mürekkeb Meclis-i M i l l î hâ
linde içtimâ eden Hey'et'de kıraat olunan (okunan) Fetvây-ı Şer'î'de münderic şıkkeyn ( i k i şık'dan) h a l '
ciheti b i l ' i t t i f a k tercih olunmuşdur. Muharrir-i Fetva (fevâyı yazan) Meb'ûsân'dan Küçük Hamdi (Yazır)
Efendi'nin bu bâbdaki (konudaki) ifâdâtı daha vazıh olduğundan, onu da zabt ve âtiye aynen dere eyledim:
Sadr-4 Azam, Şeyh'ül-İslâm ile A'yân ve Mob'ûsân Reisleri ve Meb'usândan Mustafa Asım (Yörük)
ve Küçük Hamdi (Yazır) Efendiler de hazır oldukları halde, Meclis-i Meb'ûsân Reisi'nin Odası'nda Fetva
Emîni Nuri Efendi'ye ,<Hal') Fetvâ(sı) i'tâsı teklif olundukda (Nuri Efendi):
— Fetva i'tâsı bana âid değil, Şeyh'ül-İslâm'a âiddir. Fetva Emînî^ yalnız müsveddesini yazar. Şeyh'
ül-İslâm imza eder. Ben Fetva Emâneti'nden isti'fâ etmişVim; isti'fayı, sizin Kanûn-ı Esâsi'niz de kabul
ediyor, demişdir.
Hamdı (yazır) Efendi ise:
— Bir ferd-i Müslim size Fetva Emini sıfatıyla değil. Memleketin ulemây-ı meşhûresi'nden bir zât
s ifa tiyle müracaat edip de bunun caiz olup olmadığını sorarsa cevab vermeye şer'an mecbursunuz; de
mesi üzerine Nuri Efendi:
— Sen akıllı bir adama benziyorsun; hal'de şeamet vardır; bunu yapmayın... Feragat teklif edin»
belki nefsini azleder, demiştir. Mustafa Âsim (Yörük) Efendi ( d e ) :
— O halde-. Fetva, feragat teklifi veya hal'i suretiyle iki şık üzerine yazılırsa ne dersiniz? deyin
ce, (Nuri Efendi):
—ı Bu olur, diye mukaabele etmişdir.
Bunun üzerine Fetvayı Hamd? (Yazır) Efendi yazmıştır...."
[ B u hususta ayrıca bak.: "Sultan 2. Abdülhamid ve Bugünkü M u a r ı z l a r ı " ; 2. bası; İstanbul, 1965;
56. sf. ve müteâkib]
986
m ü m k i n olacağına, mütemâdi delâletle yürünülemeyeceğine, zaman gelecek Be-
şeriyyet bekaay-ı nevi'ni te'min için doğru yola düzelmek mecburiyetinde kalaca
ğına, gelecek asırlarda İslâm İdealinin dahıa iyi anlaşılacağına ve tatbik edileceği
ne imânı kuvvetli idi. Yeniliği, Müslümanlık iycablarmdan addederdi; ancak
(Milletin) Millî hüviyyetini değiştirmemeyi esas ittihaz ctmişdi. Her mes'eleyi
en ince teferruatına kadar derinleştirmekden zevk alır; dehâ derecesinde bir ze
kâya mâlik, zâhid, m ü t t e k i bir zât idi j.."
Yakın arkadaşı eski Meclis-i A'yân Reislerinden Rahmetli Mustafa Âsim Yörük,
yazdığı bir "Kasîde'"de Hamdi Yazır'ı şöyle anlatmaktadır (52/ç-174):
"Sensin ol bahr-i hakim dalgalanır leyi ü nehar,
Feyzalır Medrese-i dâhil ü sahil H a m d i ;
Sen idin Sâ'dî-ı zeman, İbn-i Kemâl-i devrân,
Gösterilsin sana ger varsa mümasil Hamdi;
Seni görseydi Gazali der idi bîşübhe:
Aferin! ey müteferrid, mütekemmil H a m d i ! . . "
BASILMIŞ ESERLERİ
1. İrşâd'ül-Ahlâf fi Ahkâm'ül-Evkaaf (Mekteb-i Mülkiyye için Ders Kitabı)
İstanbul, 1327 (1911); 312 sf.; 8°
2. Matâlib ve Mezâhib (Mezhablerle ilgili Felsefe Târihi, ilâve ve hâşiyeleriyle
birlikde Paul Janet-Gabriel Seail'den terceme)
İstanbul, Matbaa-i Ebbüzziyâ; 1926; 640 sf.; 8°
3. Hak Dini, Kur'an Dili, Yeni Meallî Türkçe Tefsir
İstanbul, Matbaa-i Ebbüzziyâ; 1935
1. C: 1008 sf. j 4. C: 2656-3544 sf. \ 7. C: 5138-5868 si.)
2. C: 1009-1857 sf. ( 8° 5. C: 3545-4326 sf. ( 8° 8. C: 5869-6433 sf.!
3. C: 1858-2655 sf. ) 6. C: 4327-5137 sf.) 9. C; (Fihrist)
O
987
rahmetine kavuşmuştur. Mezarı Kılıç Ali Paşa Câmi'i Bahçesindedir. Mate
matikle âid kıymetli eserleri ile tanınmış generallerimizdendir.
BASILMIŞ ESERLERİ (58/c)
1. Nazarî ve Amelî Usûl-i Hendese
İstanbul, Karabet Matbaası; 1306 (1890); 445 sf.; 8°
2. Nazarî ve Amelî Usûl-i Hendese (2. cild'i Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne ile Umu-
men Mülkî ve Askerî Mekâtib-i İ'dâdiye'de tedris olunmak üzere)
İstanbul, Karabet Matbaası,
1. C: 454 sf.; 1310 (1894); 8°
2. C: 455-799 sf.; 1312 (1896); 8°
O
HAYREDDİN NEDİM (59) Hâriciye Nezâreti Hazîne-i Evrak (Ar
şiv) Umum Müdîrliği'nde bulunduğuna;
14 Şubat 1911 (1 Şubat 1327)'de ek gö
rev olarak Mekteb-i Mülkiyye (Fransız
ca) Usûl-i Terceme Muallimliğine ta'-
yin edildiğine, 1915'de Mülkiye'nın ka
patılması ile bu görevden ayrıldı-
n a ; 1929 yılında İstanbul Belediye Mü
ze ve Kütübhânesi Müdîrliğine getiril
diğine; bir süre de İstanbul Şehir Mec
lisi Üyeliğinde bulunduğuna, 1933'de İs
tanbul'da H a k k ı n rahmetine kavuştuğu
na dâir söylenti'den başka, gerek Dışiş
leri Bakanlığı Sicil Arşivi'nde, gerek ha-
yatda olan öğrenicileri nezdinde yaptı
ğım araştırma ve soruşturmaya rağmen
bir sonuç elde edemedim.
Öğrenicilerden ve Mülkiye 1913
(1329) yılı me'zunlarından rahmetli Fazlı
Güleç şunları nakletmiştir:
"Terceme Usûlü Hocamız Rahmetli
Hayreddin Nedim Bey, derse başladık-
dan sonra dışardan girenleri hoş karşılamaz, hiddetlenirdi. Ben oldukça devam
lı olmama rağmen bir gün nasılsa Hocadan sonra geldim. Dışardan gireceğini
diye işaret ettiğim arkadaşlardan bilhassa, her ikisi de rahmete kavuşmuş, Kon
yalı Rifat Ahmed'leı, Kayserili Muhiddin baş göz işaretiyle beni, giremezsin, diye
tahrik etmeğe başladılar.
Birdenbire içeriye dalarak ve ayn çatlatarak "esselâmüaleyküm" deyiverince
Hoca da "ve aleykümüsselâm" demesiyle beraber " K a r a t a h t a ıbaşma buyurun"
emrini vermesi bir oldu.
988
Ben tahta başına gidince dikte ettiği kısa ajans haberlerini az olsun ve yan
lış çoğalmasın diye, iri iri yazmağa ve tahtayı çabuk doldurmaya başladım. Hoca
işi anlayarak:
— Zararı yok, sildirir tekrar da yazdırabiliriz, dedi. Her ne hal ise, bereket
kolay tarafı geldi; işin içinden çıkabildim. Hocamız beşuş bir yüzle:
— Teşekkür ederim; buyurunuz yerinize, deyince arkadaşlardan Emekli İdare
Kurulu Üyesi Şemsüddin Yazıcı, gülerek yanıma geldi ve:
— Fazlı, geçmiş olsun, çok şükür hendeği atladın; diye lâtife ettiydi.
Bilâhare (Ben) İstanbul Vali Muavini iken kendisiyle çok sık konuştuğum Hocam
Hayreddin Nedim Bey de Bakırköy İnhisar Baş Bayii ve Cemiyet-i Umûmiyye-i
Belediye A'zâsı (Belediye Meclisi Üyesi) bulunuyordu. Cemiyet-i Umumiyyede
Elektrik Şirketinin fazla para aldığını isbât etmiş ve bir takrir ile bu
fazlanın Belediye Bütçesine mâl edilmek suretiyle Köprü (60) Geçiş Resmi'nin
kaldırılmasını teklif etmişti. Şirket, Hocayı bu fikrinden vaz geçiremeyince onun
o işden uzaklaşması çâresini aramağa başlamış ve Vilâyet Özel İdaresiyle Bele
diye tek Meclisde bileşince Şirketin adamlarından ba'zıları "Hayreddin Bey Ar
navutluk Hâriciye Nazırının Kaaim Pederidir. Belediye A'zâsı olamaz" demişler.
Filhakika Rahmetli Hoca'nın, Osmanlı İmparatorluğu devrinde, kendisine dâmad
edindiği o havali halkından bir zât da o vakitler Arnavutluk Hâriciye N â z ı n îdi.
Hoca bunu işidince beti benzi kül gibi olduğu hâlde yanıma gelerek;
— Fazlı, Evlâdım, Hocanla konuşma, O vatan hâini imiş; Kızını Arnavutluk
Hâriciye Nazırına vermiş, dedi. Gözlerinden yaşlar akarken ben d e :
— H o c a m bunu kim söylüyor, dedim.
— Partiden bir efendi söyledi, deyince dayanamadım:
— Hocam, Ben Seni ağlarken bir defa daha görmüştüm. Mülkiyenin Son Sını
fında idik; sen bize derse girmiştin; Edirne'nin (Balkan Harbi'nde) sükût ettiği
günlerde idi. Fransızca " T e m p s " Gazetesinde "Tardieu" tarafından bu mevzu' üze
rine yazılmış bir makaale okuyordun; makaalenin sonu şu cümleyle bitiyordu:
Şeref, talihsiz k a h r a m a n l a r a !
Bu sözler ağzınızdan hıçkırıkla çıkarken göz yaşlarınız da o günler kumral
olan sakalınızı ıslatıyordu. Benim gözlerim, size hiyânet isnad edenleri bu Vatan
için ağlarken daha görmemiştir. Sözümü bitirirken boynuma sarıldı ve:
— Bu hâdiseyi arkadaşların da hatırlarlar mı?... diye sordu.
— Pek tabiî... cevabını alınca:
— Öyleyse bana Hayreddin Nedim'liğim yeter. Belediye A'zâlığım istemem, de
yip veda etti ve gitti."
(Bulabildiğimiz)
BASILMIŞ ESERİ
1. Bir Elçinin Târihçe-i Sefareti: 1207-1208 (1791-1792)
istanbul, Matbaa-i Orhâniyye; 1333 (1917), 112 sf.; 8°
O
(60) 1926 yılına kadar İstanbul Galata Köprüsü'mden para ile geçilirdi.
989
HÜSEYİN AVNİ MEKKI Bolvadin'li Alay Müftîsi İbrahim Hakkı
MÜFTİOĞLU (61) Efendi ile Firdevs Hanım'm oğludur.
1884 (1300 R.J'de, Babasının m e ' m û r e n
bulunduğu Mekke'de doğdu. İlk ve orta
öğrenimini Mekke Rüşdiyesi'nde ta
mamladı. Bu arada Harem-i Şerif Der
siamlarından Ahmed Eb'ül-Hayr ve
sonra Süleymâniye Dersiamlarından
Merzifonî Hafız Hilmi Efendilerden
Ulûm-i Arabiyye'yi (Arabça bilgileri)
okuyup icazetname aldıktan sonra im
tihanla önce Darülfünun Ulûm-i Âliye
ve Dîniyye (İlâhiyet Fakültesi) Şûbe-
si'ne, daha sonra 1908 (1324 R.)'de Hu
kuk (Fakültesi) Şûbesi'ne girerek 1912
(1328 R.) yılında me'zun oldu.
Öğretim mesleğini seçerek Maârife
intisâb etti. Açılan sınavı kazanarak
sırasıyle: Konya, Üsküb Dârülmualli-
mîn (erkek ilk öğretmen okulu)'leri
Rüşdiye Kısımlarında; Manastır, İz
mir, Mercan, Vefa ve Galatasaray Sul
tanileri ile Çamlıca Kız Lisesi Arabca
Muallimliklerinde bulundu. 1918'de Mülkiye'nin Dâhiliye Nezâretine bağlı olarak
yeniden açılması üzerine, ek görev olarak, Mekteb-i Mülkiyye Arabi Muallimliği'ne
ta'yin edildi. Mülkiye Mektebi programından Arabca Dersi'nin kaldırılması üzerine
1924'de bu vazifesi sona erdi. Aynı târihde öğretmenlik mesleğinden ayrılarak Ad
liye Mesleğine geçdi. Sırasıyla Aydın, Afyon, Ödemiş ve İstanbul'da muhtelif hâ
kimliklerde bulundu. 1948'de yaş haddinden emekliye ayrıldı. Aynı yıl İstanbul
Barosu'na kaydolarak bir müddet avukatlık da yaptı. Hâlen (1968) İstanbul'da
emekli olarak oturmaktadır. Evli olup, ikisi erkek ve biri kız olmak üzere üç evlâd
babasıdır. Arabca'nın gavâmızma vâkıf olup, biraz da Fransızca bilmektedir.
Mülkiye'deki öğretmenlik yıllarına âid hâtıralarından bir kısmını şöyle anlat
maktadır:
"Yetiştirdiği pek değerli elemanlarla bilim alanında, idâri cihazımızda müstes
na bir mevki'i bulunan ve aynı zamanda Türk Demokrasisinin gelişmesinde büyük
rolü olan çok kıymetli irfan Müessesemizin îfâ ettiği hizmetleri Türk ve dünya
umumî efkârma bildirmek gayesiyle hazırlanan (Yeni Mülkiye Târihi ve Mülkiye
liler) adlı kitaba konulmak üzere istenilen bilgileri arz ediyorum.
Aradan uzun yıllar geçtikten sonra da hatırlanmak, benim için lutufkâr kadir
şinaslıktır. Şükranlarımı sunarım:
(61) Bak.: Talebimiz üzerine gönderdikleri ve Arşivimizde mahfuz 12.4.1967 günlü mektup.
990
1334 (1918) yılı Eylül ayının sonlarına doğru, babamın doğum yeri olan Bolva
din'de bulunuyordum. Bir akrabâmm dükkânı önünden geçerken Merhumun heye
canla beni yanına çağırıp son gelen Vakit Gazetesini uzattığını hatırladıkça heyecan
lı sürür duyarım. Gazeteyi alıp bakınca ne göreyim: Mekteb-i Mülkiyye Arabi Mual
limliğine (Müderrisliğine) ta'yin edildiğim yazılı idî. Bu suretle, Mekteb-i Mül-
kiyye'nin Tal'at Paşa tarafından ikinci açılışında, Merhumun intihâbiyle Arabi Mual
limliğine ta'yin edilmişdim.
O târihde Mekteb, Kabataşta idi. Müdîr Nâzım Bey, Müderrislerden Hasan
(Saka), İsmail Hakkı (Göreli), Ahmed Hâşim, Kemâl Atıf Beylerle talebelerimden
(Ord. Prof. Merhum) 41 Mükrimin Halil gibi Ulu Tann'mn rahmetine kavuşan aziz
arkadaşlarımın hâtıraları önünde tazimle eğilir ve onları rahmetle anarım.
Yine bu arada, 1 İhsan (Arat)'ın (Mâliye Bakanlığı Başmüfettişi iken emekliye
ayrılmıştır), Mekteb'de tertib olunan bir toplantıda, Arabca olarak bir saatden faz
la "İstanbul Fethi"' ne dâir konferans verdiğini ve konferanstan sonra, Merhum
Hasan (Saka)'nm yerinden kalkarak "ne olurdu, ingilizce hocası olsaydım.." diye
tebrik ettiğini hatırladıkça heyecan duyarım."
-o-
(MUALLİM-İ SEHÎR) 1839'da doğduğuna, Askerî Mekteb-i
DR. HÜSEYİN REMZİ PASA
Tıbbıyye-i Şâhâne'den tabib yüzbaşı
olarak me'zun olduğuna, muhtelif aske
rî hastahânelerde doktorluk ve askerî
mektebler ile Harbiye'de, Tıbbıye'de
ve Dârüşşefeka'da muallimlik yaptığı
na, Mekteb-i Mülkiyye yüksek öğretim
müessesesi olarak açıldığında İ'dâdî
Kısmı'na Miralay (Albay) rütbesiyle
3 Kasım 1877'de ilm-i Hayvanat (Bi-
yoloji'nin hayvanlar kısmı) dersi mu
allimliğine ta'yin edildiğine, ondokuz
yıl bu görevde bulunduktan sonra Mir
liva (Tuğgeneral) rütbesinde iken 20
Ekim 1896'da İstanbul'da vefat ettiği
ne dâir bilgiden başka, araştırmalara
rağmen, hakkında bir şey bulunamadı.
Çeşitli konularda pekçok sayıda ki-
tabları bulunan bir generalimizdi.
991
BASILMIŞ ESERLERİ (63)
1. Risâle-i ihtisâr-ı Fevâid
İstanbul, Mekteb-i Tıbbıyye Matbaası; 1286(1870) 119 sf.; 8"
2. Münşeât-ül-Etfal (Çocuklar için seçilmiş okuma p a r ç a l a n )
İstanbul, 1287 (1871); 64 sf.; 8°
3. İlm-i Mevâlid-i Selâse (3 cild)
İstanbul, Mihran - Mekteb-i Hanbiyye Matbaaları;
l . C : Mebâdi-i Târih-i Tabîi'den İlm-i Hayvanat; 1295 (1879); 136 sf.; 8"
2.C.: İlm'ül-Arz v'el-Maâdin; 1294 (1878); 109 sf.; 1 levha; 8°
3.C.: Usûl-i Nebatat; 1293 (1877); 61 sf.; 4 levha; 8°
4. İlaveli Müntahabât-ı Lûgat-i Osmaniyye
İstanbul, Şirket-i İrâriyye Matbaası; 1294 (1878)
l . C : 8 + 470 sf. 8°
2.C.: 570. sf.; 8°
5. Mukaddime-i Târih-i Tabîi: Mevâlid-i Selâse
İstanbul, Mekteb-i Tıbbiyye Matbaası; 1294 (1878); 31 sf.; 8°
6. Lûgat-ı Ecnebiyye; ilaveli Lûgat-ı Osmaniyye
İstanbul, Rızâ Matbaası; 1289 (1882); 4+612 sf.; 8°
7. Târihi Tıb
l . C : İstanbul, Karabet Matbaası; 1304 (1888); 331 sf.; 8°
8. Lûgat-ı Remzi (2 cild)
İstanbul, Matbaa-i Hüseyin Remzi; 1305 (1889); 8°
9. İ l m i H â l i Tıbbî
İstanbul, Mahmudbey Matbaası; 1035 (1889); 88 sf.; 8°
10. Târih-i Tabiî: Hayvanât ve Nebatat ve Mâdeniyât (1. kısım)
İstanbul, Karabet Matbaası; 1308 (1892); 248 sf.; 8°
11. Ahlâk-ı Hamîdî (Mülkiye Mektebi İ'dâdî 4. Sınıf için)
İstanbul, Mahmudbey Matbaası; 1310 (1894); 156 sf.; 8°
12. Hoca Hanım: Hanım Kızlara Dürûs-i Ahlâk (Ahlâk Dersleri)
İstanbul, 1315 (1899); 183 + 1 sf.; 8° (2. bası)
13. Müntahabât-ı Hüseyin Remzi'den: Hayat, Memat ve Aşk, İzdivaç
İstanbul, Şirket-i Mürettibiyye Matbaası; 1315 (1899); 24 sf.; 8°
14. Sağdıç: Rehber-i İzdivaç (3. kitab)
İstanbul, 1315 (1899); 123 sf.; 8"
15. Mekteb ve Aile Romanı; Bir Farenin Seyahati
İstanbul, A. Asadorya Matbaası; 1316 (1900); 64 sf.; 8°
16. Müntahabât-ı Hüseyin Remzi: 3. Kitab, Vesîle-i İntibah
İstanbul, 1318 (1902); 23 sf.; 8°
17. Yâdigâr-ı Remzi: Aile Hıfzussıhhası (Aile İjiyeni)
İstanbul, Şirket-i Mürettibiyye Matbaası; 1318 (1902); 218 sf.; 8°
(63) Bak.: M i l l î Kütübhâne; Arap Harfli Türkçe Kitablar katoluğu Ankara, 1966; 654.-657. sf.
992
18. Validelere Yadigâr (Çocuk Bakımı)
İstanbul, Şirket-i Mürettibiyye Matbaası; 1318 (1902); 240 sf.; 8°
19. Aile Hıfzussıhhası
istanbul, Şirket-i Mürettibiyye Matbaası; 1320 (1904); 208 sf.; 8°
26. Hıfz-ı Sıhhat-ı Müteehhilîn (Evlilik îjiyeni; 3. bası)
İstanbul, Mahmudbey Matbaası; 1321 (1905); 240 sf.; 8°
21. İlm-i Teşrih ve Vezâif'ül-A'zâ ve Ma'lûmat-ı Sıhhıyye
İstanbul, Arsak Garoyan Matbaası; 1331 (1915); 260 sf.; 8°
22. Teşrih ve Vezâif'ül-A'zâ-i Nebati (Ders kitabı)
İstanbul, Matbaa-i Amire; 1335 (1919); 153 + 3 sf.; 8°
23. Tıbb-ı Nebevi: Hazreti Muhammed ve Tababet
İstanbul, Şark Kütübhânesi; 1928; 175 sf.; 8°
H i c a z
(Hacı) İBRAHİM HAKKI (64) Valilerinden Şerif Paşa'nm Kâhyası İs
mail Efendi'nin oğlu olup 1826 (1242 R.)'da İstanbul
Tophane semtinde doğdu. Mahalle Mektebi'nde ilk öğ
renimini tamamladıktan sonra Bâyezîd Câmi'inde Cami' Derslerine devam ederek
"Molla Câmi"ye kadar okudu. Şerif Paşa'nm Hicaz Vâliliği'ne ta'yin edilmesi üze
rine babası ile birlikte Hicazca gitti. Orada zamanının meşhur ansiklopedistlerin-
den (allâmelerinden) olan Şeyh Mahmud Şinkıytî'den Arab Grameri, Arab Ede-
biyyâtı, Bedi', Beyân öğrendi. İstanbul'a döndükten sonra me'muriyet hayâtına baş
ladı. Sırasıyle Sadâret Mektûbî Kaleminde, Erzurum Dîvân Kâtibliğinde; Ce-
miyet-i Rüsûmiyye Mümeyyizliğinde; Evkaaf Nezâreti Varidat Mümeyyizliğinde,
Evkaaf Meclis-i İdare A'zâlığında bulunmuştur. Gözlerinden rahatsız olduğu ve
otedenberi Türk Çocuklanna iyi Arabca öğretecek bir özel okul açmak istediği için
az bir maaşla son me'muriyetinden, kendi isteği ile, 1882 (1298)'de emekliye ayrıl
dı. Biraz dinlenmeden sonra aynı yıl "Dâr'üt'ta'lim" adiyle özel bir okul açtı. Or
taokul (rüşdiye) derecesinde olan bu okul çok rağbet gördü. Okulda genel kültür
den ayrı olarak Türk, Fars Dil ve Edebiyyâtı ile Fransızca da öğretilirdi. Aşağı
da kısaca anlatacağımız Türkçe-Arabca konulu polemikler sonucunda şöhreti çok
a r t t ı ; bu sebeble Dârüşşefeka'da Kitabet ve Belagat, Mekteb-i Hukuk Belâgat-ı
Osmâniyye ve Talimi Kitabet Dersleri Muallimliğine getirildi.
1887'de Recâî-zâde Mahmud Ekrem Beyin Mülkiyye Belâgat-ı Osmâniyye ve
Kitâbet-i Resmiyye Muallimliğini terketmesi üzerine 15 Kasım 1887 (2 Teşrin-i Sâni
1303)'de bu ders Muallimliğine de getirildi. İki yıl bu görevi îfâ ettikten sonra çok
993
çalışmak, dolayısıyle yorulmak sonucu yakalandığı rahatsızlıkdan kurtulamaya
rak 8 Aralık 1889 (25 Teşrin-i Sâni 130S)'de İstanbul'da Hakk'im rahmetine kavuş
tu. Mezarı, Rahmetli Osman Ergin'e göre, Edirnekapı dışında Şâir Bâkî'nm kabri
hizasından 200 adım ileride yol kenarında; Talebesinden Rahmetli Nüzhet Ortan-
ca'ya göre de Edirnekapı dışında, büyük Türk Alimi Ibn-i Kemâl Makberesinin
yanındadır. Ölümüne "Gitti İbrahim Efendi Cennet'e" târihi düşürülmüştür.
"Hacı îbrâhim Efendi, müstesna bir zekâya mâlik ve fevkalâde çalışkan, şark
kültürüne hakkıyla vâkıf bir zât idi" (64/b). Ancak, Türk Dili'nin Arabca ve Fars
ça'dan ayıklanıp sâdeleştirilmesinin, Muallim Naci gibi, şiddetle aleyhinde idi. Bu
sebeble Türk Milliyetçisi ve Türkçü ve:
"Arabca isteyen Urban'a gitsin,
Acemce isteyen İran'a gitsin;
Frengi'ler Frengistan'a gitsin,
Ki biz Türküz, bize Türkî gerektir..."
mısra'larının şâiri Kemâlpaşa-zâde (lastik) Sâid Bey ile çok şiddetli polemiklere,
ba'zan da kavgalara girişmiştir.
Mülkiyye'ye doğruca Pâdişâh'ın İrâdesi ile ta'yin edilmiştir. Okutacağı Bela
gat ı Osmâniyye ve Ta'lim-i Kitabet Dersleri için bir kitap yazdı. Bu kitabı oku
yucularına şu önsözle sunmuşdu:
"... Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne ki, zîr-i himâyet-i Pâdişâhî'de bulunmak şerefi
ile emsaline mubâhat-nümun ve o feyzigâhî maârif'de tahsîl-i envâ-ı fünûn eden ez-
kiyây-i kavm-i asırda sanki birer Felâtun (Eflâtun)'dur. Bu mekteb-i feyz-mekseb
bir nevi' ulûm ve maârife mahal olduğu gibi burada tahsîl-i edebiyyât olunması da
hî evliyây-ı maârif indlerinde nuhbe-i emel olduğundan bu abd-i kemter her ne
kadar bıdaa-i iktidardan tehî dest ı(bilgi ve nitelikden yoksun) ise de Maârif Ne
zâreti Celîlesi Canibinden hüsn-i zanne mahzar olmakla bu emr-i hatîre me'mur
buyrulmuştur..."* İbrahim Efendi'nin bu dersinden ne sonuç alındığını da Rahmet
li Ali Kemâl'den öğreniyoruz (64/c):
"Edebiyyât Dersi, Hacı îbrâhim Efendiye tevdi' edilmişti. Fakat o mübarek de
bir yandan vücûden alîl idi. Mekteb-i Mülkiyyeye devam edemiyordu, Musullu
Said Efendi nâmında bir vekîl gönderiyordu. Filhakika biz Beşinci Senede idik.
Edebiyyât Üçüncü (Smıf)'de okunuyordu. Fakat Üçüncü Sınıf Efendileri (öğreni-
cileri) bize Said Efendiyi anlata anlata bitiremiyorlardı. Zavallı adamcağız, ihti
mal güzel Arabca biliyordu. Lâkin, hemen hemen Türkçe bilmiyordu. Hattâ kafa,
göz yararakdan görüşüyordu.
Ekrem Beyin müddet-i medîde ihtişam ile ihraz eylemiş olduğu bir kürsî-i ted
risi böylece bir Hocaya tevdi' eylemek Mekteb için bir sükût idi.
Bir gün biz birkaç arkadaşla ittifak ettik; Sınıfımızı, dersimizi bıraktık. Üçün
cü Seneye, Musullu Said Efendinin Edebiyyât dersine gittik.
Said Efendi, Edebiyyât-ı Osmaniye dersi değil, derin bir Arab telaffuzu ile ade
tâ Bedi' ve Beyan okutuyordu» Tam dersin ortasında idi; bir kelimeden, bir sual-
994
den fursat bularak ben, Hoca Efendi ile musahabeye giriştim. Şu sözleri adetâ ser
best bir edâ ile söyledim:
— Efendi Hazretleri, tedrisâtınız pek fâzılânedir; hepimizi müstefîd ve müs-
tefîz eyliyor; fakat affınıza mağruren söyliyeceğiz, Edebiyyât-ı Osmaniye bu mu
dur? Filhakika Arabca, Türkçe Edebiyyât hep birdir, bir olmak gerektir; fakat biz
Türk olduğumuz için Kavâid-i Edebiyyeye Arabcadan değil, Türkçeden misaller is
teriz. Deminden te'kid bahsinde:
"Ve innî ve in küntü el-ehîre zemânehu (= ... Ben zamanında en sonuncusu
isem de...)" buyurdunuz; lütfen şöyle bir ifâde ile bu m ı s r a ı terceme de ettiniz.
Fakat ona bedel meselâ koca Fuzûlîmizin:
"Ger ben, ben isem, nesin sen ey yâr?" nidây-ı bülendini zikreyleyeydiniz
zevk-i edebîmizi okşar, bizi daha ziyâde m i n n e t d â r ederdiniz... Biz Frenkçe ve
Acemce gibi Arabcayı da öğrenmek dileriz. Öyle olmakla beraber Edebiyyâtı, Lisân-ı
Millîmizle okumak isteriz.
Bütün Efendiler bu beyanâtımı tasdik eylediler; alkışlar gibi oldular. Said
Efendi kızardı, bozardı; bana ma'kul bir cevab veremedi. Nihayet:
— Mademki tedrisâtımı beğenmiyorsunuz, ben de bir daha derse gelmem; Ha
cı İbrahim Efendiye arz-ı mazeret ederim, dedi; kâğıtlarını, kitaplarını topladı, gi
diverdi. Biz hayretler içinde kaldık; bir pot kırdığımızı anladık. İki, üç gün sonra
vak'ıa Müdîriyete akseyledi. Abdurrahman Şeref Bey bizi çağırdı; mes'eleyi tahkîk
eyledi. Esasen mütâlâalarımı tasdik etmekle beraber beni fena halde azarladı. Ne
ticede dedi k i :
— Sizin bu kepazeliğinize mebni' Hacı İ b r a h i m Efendi bugün istifasını yolla
dı. Şüphe yok ki bu hâdise Makaam-ı Âlî'de fena bir te'sir peyda eyler. Çünkü ibra
him Efendi o derse İrâde-i Seniyye ile ta'yin olundu. Siz şimdi gider de i'tirâf-ı
kusur eyler, ellerinden öper, Efendiye istifasını geri aldırırsanız febihâ iyi olur,
aldırmazsanız hepiniz Mektebden tardolunursunuz...
Biz üç, d ö r t arkadaş, hemen oradan Aksaray'a, Dâr'üt-tedrîs'e fırladık. Zavallı
İbrahim Efendiyi odasında, gecelik entarisiyle muztarib, fakat yine yazı ile meş
gul bulduk. Sebeb-i ziyaretimizi anlatarak o Hâce-i Dânâ'dan isti'fây-ı afv ü safh
eyledik...
Hacı İbrahim Efendi güzel bir kalbe mâlikdi. O ziyaretimizde bizi müşfikaane
kabul eyledi. Sözlerimizi dinledi. Nihayet Musullu Said Efendi'ye o itirazlarımızı
afveyledi. İfâkat bulur bulmaz bizzat Mekteb-i Mülkiyye'ye derse geleceğini va'det-
mekle beraber Müdîr Abdurrahman Şeref Bey'e de "Edeb ve irfan ile ciddi bir su-
retde müştagil olduğumuzu bit'tecrübe anladığı için bize mücâzat değil, mükâfat
verilmesini", yazdı.
995
BASILMIŞ ESERLER
1. Temyiz-i Ta'Iîkaat
İstanbul, Matbaa-i Osmâniyye; 1299 (1883); 22 sf.; 8°
2. Şerh-i Belagat
İstanbul, Matbaa-i Osmaniye; 1301 (1885); 128 sf.; 8°
3. Sarf Tercemesi (Arabca Gramer)
İstanbul, Mahmudbey Matbaası; 1304 (1888); 200 sf.; 8°
4. Nahiv Tercemesi
İstanbul, Mahmudbey Matbaası; 1304 (1888); 442 + 9 sf.; 8°
5. Edebiyyât-ı Osmâniyye
1. Cüz: İstanbul, Mahmudbey Matbaası; 1305 (1889); 161 sf.; 8°
6. Edebiyyât-ı Osmâniyye
5. Cüz: İstanbul, Mahmudbey Matbaası; 1305 (1889); 129-160 sf.; 8°
O
996
kalb krizi neticesi 26 Aralık 1913 (12 Kânun-ı Evvel 1329) Perşembe günü 37 yaşın
da, Memlekete çok hayırlı hizmetler yapacağı bir çağda Hakk'm rahmetine ka-
vuşdıu. Mezarı Beyazıd Câmi'i avlusundadır.
Meb'usluğu sırasında, Meclis-i Meb'usan Riyaset Divânı kâtiblerinden Meb'us
Abdülâziz Mecdî Efendi'nin yoklama sırasında "Baban-zâde" yerine kasden veya
zuhûlen "Yaban-zâde" demesi üzerine Rahmetli'nin hışımla ayağa kalkıp "Ba-
ban'dır" diye düzeltmesi, politika edebiyatına geçmiş meşhur nüktelerdendir.
BASILMIŞ ESERLERİ
1. Hukuk-ı İdare (Mekteb-i Hukuk 1. Sınıf Ders N o t l a n ; 1. Kısım)
İstanbul, Kanaat Matbaası; 1328 (1912); 504 sf.; 8°
2. Irak Mektubları
İstanbul, Kanaat Matbaası; 1329 (1913); 247 sf.; 8°
O
Aslen Konya'lı olup Vak'a-i Hayriy-
MÜDERRİS MANASTIRLI ye'de Manastır'a firar ederek yerleşen
İSMAİL HAKKI (66) Yeniçeri Sancaklarından Abdülvehhab
ez-Zâimî'nin oğlu yüzbaşı İbrahim Efen
di ile Hatice Hanımın oğlu olup 1846'da
Manastır'da doğdu. İlk öğrenimini Ma-
nastıf'da tamamladıktan sonra genç
yaşında İstanbul'a gelip o zamanın en
ünlü âlimlerinden olan Mustafa Şevket,
Tikveşli Yusuf Ziya Efendiler gibi
Medrese âlimlerinden ders görerek ica
zet aldı ve "Ayasofyıa Kürsî Şeyhi" pa
yesini kazandı (67); Fâtih Cami'in-
de Kürsî Müderrisi olarak Ders okut-
du ve "İcazet" verdi. 1874'de Dolma-
bahçe, daha sonra Ayasofya Câmi'leri
Vâızlıklan'na getirildi. Ayasofya Câmi'-
indeki va'z'ları pek büyük Cemâat top
layarak, ilk şöhretini sağladı. Bu
va'zlarda asla taassuba kaçmaz; Islâ-
miyyetin ilerlemeye engel olmayan ve
akla, müsbet ilme dayanan bir din ol
duğunu dâima belirtirdi. (68).
Öğretim hayâtına Eyüp Askerî Rüş-
997
diyesi Arabca Muallimliği ile başlamış; Askerî Tıbbiyye'de ve Mühendishâne-i Ber-
rî-i Hümâyunda (Askerî Mühendis Mektebi ve Topçu Kurmay Akademisi) Akaaid,
Darülfünun Ulûm-i Âliye ve Dîniyye Şubesi (İlahiyat Fakültesi)'nde Hikmet-i Hu-
kûk-i İslâmiyye (İslâm Hukuku Felsefesi) Müderrisliğini îfâ etmiştir. 1884 (1300 R.)
de İstanbul Mekteb-i Hukûk'u Tefsir Müderrisliğine, Evkaaf Nezâreti'nin vâız
yetiştirmek üzere açtığı Medreset'ül-Vaizin Tefsir Müderrisliğine; 13 Şubat 1892
(1 Şubat 1307)'de Mekteb-i Mülkiyye İlm-i Kelâm, Tefsir ve Hadîs Kürsîsi Müder
risliğine (69) ta'yin edilmiştir.
16 Aralık 1908 (= 2 Kânun-i Evvel 1324/22 Zilka'de 1326) Çarşamba günü İrâde-i
Seniyye ile, 45 zât arasında, A'yân A'zâlığı (şimdiki senatörlük)'na ta'yini sebebiyle
(70) Mekteb-i H u k u k t a n ve Mülkiye'de Yeni Ders Programı'nın uygulanması üze
rine sözü geçen Ders'in kaldırılmasıyle (71) 10 Kasım 1908 (27 Teşrin-i Evvel
1324)'de de Mülkiye'deki Müderrislik görevinden ayrıldı. Bu suretle Mülkiye'de 16
yıl, Hukûk'da 24 yıl Müderrislik yaptı. A'yan A'zâlığı sırasında Sultan Mehmed
Reşad ile birlikte Rumeli seyahatine çıkmış; "16 Haziran (1911) = IS Cumad'al-
Ahîre (1329) Cuma günü Murad Hüdâvendigâr'ın (1. Murad'm) şehîd olduğu Ko-
sova Sahrâsı'nda yüzbin kişilik muazzam bir Cemâat ile Cuma namazı kılınmıştır.
Sadr-ı A'zam ( İ b r a h i m Hakkı Paşa) burada Arnavutları memnun edecek bir nutuk
irâd etmişse de, Arnavutça bildiği düşüncesiyle seyâhata iştirak ettirilmiş olan
A'yândan Manastırlı İsmail Hakkı Efendi, bir kelime bile Arnavutça bilmediği için
nutuk terceme edilememiş.,." ,(72) (*) dir. A'yân A'zâsı bulunduğu sırada kısa bir
rahatsızlıkdan sonra Anadoluhisarı'ndaki yalısında 6 Aralık 1912 (= 22 Teşrin-i
Sâni 1328/26 Zilhicce 1330) Salı günü Hakk'm rahmetine kavuşdu. Fâtih Câmi'i
Bahçesine defnedildi. Çağımızın büyük din bilginlerindendi.
İlk eşi Hâcer Hanımın vefatı üzerine ikinci olarak Kamer Faika Hanımla ev
lenmiş; Hâcer Hanım'dan dört oğlu olmuş; hepsi de vefat etmiştir. Kamer Faika
Hanımdan da beş oğlu olmuştur ki, aralarında, Dâhiliye Mütehassısı olup Sağhk
Bakanlığı Müsteşarlığına kadar yükselen ve büyük Atatürkümüzün son dakikaları
na kadar Müdâvî Tabibliğinde de bulunan Rahmetli Dr. Âsim Arar da bulunan bu
beş erkek evlâdından hâlen (1968) Sa'düddin Sedat Arar hayattadır.
BASILMIŞ ESERLERİ
998
l.C: 718 sf.
2.C.: 766+27 sf.
3.C.: 737 + 3 sf.
4.C.: 697+3 + 7 sf.
2 — Tenâkuz-ı Fıkhî; İstanbul, Arakel Mat.; 1308 (1892); 95 + 1 sf.; 8°
3 — Ahkâm-ı Şer'-i Sıyâm [Oruç'un (Ramazan Ayı'nın) şer'î hükümleri 1
İstanbul, Tercemân-ı Hakikat Matbaası; 1308-1309 (1892-1893);
l.Cüz: 128+4 sf "1
2. Cüz: 124 + 1 sf. J
4 — VesâU'üI-Felâh fi Mesâil'in-Nikâh
İstanbul, Alem Matbaası; 1313 (1897); 151 + 1 sf.; 8°
5 — Mevâid'il-İn'am fi Berâhîn-i Akaaid'ül-İslâm (4. ıbası; 5 kez basıldı)
999
ORD. PROF. İSMAİL HAKKI 1856 Kırım Savaşma katılıp yüzba
İZMİRLİ (73) şılığa kadar yükselen Hasan Efendi ile
Girit'de evlendiği Hâfize Hanımın oğlu
olup 1869'da İzmir'de doğdu. îlk öğre
nimini İzmir"de îkiçeşmelik İbtidâî
Mektebi'nde ve Rüşdiyesinde bitirdi;
bu arada Babasının Amcasından Kur'-
ân-ı Kerîmi hıfzetti. Medrese'ye de
devam ederek hem Araıbca ve Farsça
öğrendi; hem de "Şâzeliyye" Tarîkatı'n-
dan (74) icazet aldı. Rüşdiye'yi biti
rince bir süre İzmir'de Farsça Mual
limliği yaptı. Dârülmuallimîn-i Âliye
(Yüksek Öğretmen Okulu)'nin açılma
sı üzerine, 1892 (1308 R.)'ae İstanbul'a
gelerek bu Okula girdi. Bu sırada Ha
fız Şâkir'in Cami Derslerine de de
vam edip Hadîs'den de "icazet" aldı.
1894'de Yüksek Muallim Mektebi Ede-
biyyât Şûbesi'nden birincilikle me'zun
oldu. Maârif N â z ı n Rüşdî Paşa, İsmail
Hakkı'nm başarısını nazara alarak taş
raya göndermeyip çocuklarına öğret
men ta'yih etti. Bundan, sonraki resmî hayâtmı öğretmen-Müderris ve Profesörlük
leri ile Me'muriyetleri olarak iki kısımda incelemek gerekir.
(74) Şâzeliyye Tarikatı, 1158 (574 R.j'de Sehte (Cebelüttânk) Boğazı Civarında Gammâre Buc3gVnın j j z e l î
Köyünde doğan ve bu sebeble kendisine Şâzelî mahlası verilen va çok köklü bir tahsilden sonra Sûfî'liğe
intisab edip bunda yükselen Cenâb Eb'ül-Hasan'ül-Aliy'ül-Şâzelî'nin kurduğu Tarîkat'dır. Hanefiyye, Vefâlyye,
Reşâdiyye, Gâziyye, Nâsırıyye, Afifiyye, Cezûliyye, İseviyye, Mestâriyye, llmiyye, Medeniyye olma-k üzere
onbir Şubesi vardır.
1000
a) ilahiyat (Fakültesinde) Şubesinde: Usûl-i Fıkıh, İlm-i Hilaf, Hikmet-i
Teşri', Siyer-i Nebî, Arab Felsefesi, Hadîs ve Hadîs Târihi, Fıkh Târihi,
İslâm Târihi.
b) Edebiyyât (Fakültesinde) Şubesinde (1911-1915):
Felsefe, Felsefe Târihi, îslâm Felsefesi, Mantık, Maba'd'et-tabîa, Ede-
biyyât-ı Arabiye.
c) Hukuk (Fakültesi) Şûbesi'nde: Usûl-i Fıkıh
Ç) Dârülmuallİmîn-i Âliye (Yüksek Öğretmen Okulu)'de: Umûmî Târih.
D) Sahn (Yüksek Medrese)'da: Felsefe, İlm-i Hilaf, Hikmet-i Teşri'.
E) Medreset'ül-Mütehassısîn (Uzman Din Adamları Yüksek Medresesi, Süley-
mâniye Medresesi)'de: İslâm Felsefesi Târihi, Ma'ba'd'et-'Tabîa, Târih-i Ed-
yân (Dinler Tarihi)
F) Vâızîn (vâızlar) Medresesi'nde: İlm-i Kelâm, Felsefe ve Târih-i Edyân.
G) Dârülfünûn'un 1933'de Üniversite'ye çevrilmesi üzerine Ord. Prof. pâyesiyle
Edebiyat Fakültesi'ne bağlı İslâm Tedkikleri Enstitüsünde Hadîs ve Tefsîr
Târihleri, Müslüman-Türk Âlimleri'nin Hayatları.
2 — Me'muriyetleri (sırasıyle):
a) Maârif Nezâreti Teftiş ve Muayene Hey'eti A'zâlığı;
b) Dârüşşefeka Müdîrliği;
c) Dârülmuallimîn Müdîrliği;
ç) Darülfünun İlahiyat ve Edebiyyât Şubeleri Müdîrlikleri;
d) Bâb-ı Meşihat (Şeyh'ül-İslamhk Makaamı) Medrese'ler Müfettişliği, Teftiş
Hey'eti Reisliği;
e) Medreset'ül-Mütehassısîn Müdîrliği;
f) Dâr'ül-Hikmet'il-İslâmiyye A'zâlığı ve Reis Vekilliği;
g) T.B.M.M. Hükümeti Şer'iyye Vekâleti Tedkîkaat ve Te'lifât-ı İslâmiyye
Hey"eti A'zâ ve Reisliği;
h) Darülfünun İlahiyat Fakültesi Reisliği;
i) İstanbul Üniversitesi İslâm Tedkîkleri Enstitüsü Müdîrliği;
3 — Çeşitli Komisyonlardaki hizmetleri:
a) Darülfünun Encümen-i Daimî A'zâlığı (İstanbul Üniversitesi Genel Kurul
Üyeliği); Darülfünun Divân A'zâlığı;
b) Maârif Nezâreti Tedkîk-ı Kütüb (Kitablan İnceleme) Encümeni A'zâlığı;
c) Bâb-ı Meşihat İlm-i Kelâm Komisyonu Kâtib-i Umumîliği; Istılâhât-ı İlmiy-
ye (İlmî Terimler) Encümeni Reisliği.
Son vazifesi olan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Ordinaryüs Profe
sörlüğünden 1939'da yaş haddinden emekliye ayrılmış; oğlu Hayreddin İzmirli'yi
ziyaret için Ankara'da bulunduğu sırada 31 Ocak - 1 Şubat 1946 gecesi, ilerlemiş
şeker hastalığından kurtarılamayarak, Hakkın rahmetine kavuşmuş; yapılan muh
teşem bir cenaze töreninden sonra Cebecî Asri Mezarlığına defnedilmiştir.
1001
Evli; üç erkek evlâd babası idi. Fransızca, Arabca ve Farsça'ya kuvvetle vâkıftı.
İlmî çalışmalarından ayrı, hobi olarak klasik Türk Mûsikîsi ile de uğraşırdı.
"(Rahmetli) İzmirli, son derece çalışkan ve verimli bir hoca idi. Arabca ve
Farsça ile birlikte Fransızca bilgisi, Modern Felsefe akımları ile temasım sağlamış
ve pek çok eserlerinde batı düşüncesine yer vermeye, yol açmıştır. İslâm Felsefe-
si'nde, Kelâm ve Fıkıh'da yeni metodları kullanarak "Kurucu" denecek derecede
(Din Tarihçisi ve Felsefecisi olma) meziyet (ini) göstermiştir. Kendisinden ön
ce gelenler, (İslâm Dîni) İlimleri' (ni)n Târihini incelememişlerdir. (İslâm felsefe
si, Kelâm ve Fıkıh) İlimleri Târihinde "çağdaş düşünce" açısında yaptığı inceleme
ler emsalsiz değerdedir. Kitaplarında derin tahlile girmekten ziyâde kısa ve açık
ifâde ile özetler vermeyi tercih eder; sınıflamalara ve bibliyografik bilgiye değer
verir (ki bunlar, Rahmetli'nin batı anlamında kıymetli bir araştırmacı olduğuna
da kuvvetli delillerdir)...
"Yeni İhn-i Kelâm" da bütün Orta Çağ problemlerini Modern Felsefe açısın
dan ortaya koyuyor; Tanrı'nm varlığını isbât etmek için ileri sürülmüş eski de
lilleri Batı Felsefesi'nin kanıtları ile karşılaştırıyordu (cerhedilemiyecek bir sonuca
varıyordu). Fıkıh Dersleri'nde, "Faiz" mes'elesini ele alıyor; Ali Suâvi (75)'den da
ha etraflı şekilde takyid edip (Relâtif) ile ı(Absolu) olanak ikiye ayırıyor; birinci
sinin caiz olduğunu gösteriyordu.
İslâm Filozofları arasında T Ü R K olanları arıyor; ilk defa İslâm Felsefesi
içerisinde TÜRK FİLOZOFLARI'nı tedkîke giriyordu. "Mukaayese" adlı Kitabında
"İhvân'ü's-Safâ" ile Darwinisme arasında, Kmalı-zâde ile Descartes arasında fikir
akrabalığı görüyordu. (Ancak günümüzde, Felsefe Târihinde, bu tarzda karşılaş
tırmalar çoğalmaya başlamışdır ki) Fransa'da Masson Oursel, Hindistan'da eski
Hind Cumhur Başkanlarından Felsefeci Radha Krishnan böyle mukaayeseler yap
maktadırlar." (73/b)
Felsefe ve Metafiziğe âid ba'zı mes'elelerin çözüm yollarım, kendi "düşünüş"-
üne göre şöyle açıklamaktadır:
(75) Türk Milliyetçiliği Târihi'nin en büyük simalarından b i r i olan Ali Suâvî Efendi, Kâğıtçı Hüseyin Ağa adında
bir Anadolu Türkü'nün oğludur. 1869 (1255 H.)'da istanbul Cerrahpaşa semtinde doğmakla beraber
ÇankırıVıın Çerkeş ilçesi eski Viranşehir (Mecidiyye) bucağının Çay veya Çaylık Köyündendîr. Rahmetli
ihtilâl için yaratılmış, ihtilâl için yaşamış ve acemice, çılgınca çıkardığı bir ihtilâl sonucunda ölmüşdür.
20 Mayıs 1878 Pazartesi günü saat 12.24'de başlatdığı ve Târihimize "Çırağan Vak'ası" adıyla geçen meş
hur " V a k ' a " , Ali Suâvî'nin Sultan Hamid'i Hal' edip Sultan Murad'ı tekrar Tahta çıkartmak için yaptığı
kanlı bîr baskın hareketidir.
1876 Savaşı'ndan sonra Rumeli'nden istanbul'a kaçan Müslüman Muhacirlerden topladığı
200 - 300 kişilik bir kalabalıkla, o sırada, sonradan yanan, Çırağan Sarayı'nda göz altında bulundurulan
Sultan Murad'ı kolundan tutarak:
— Aman Efendim, gel bizi Moskoflardan halâs et... diyerek harekete geçen; bu budalaca tertîblenmis.
hareketi bastırmak üzere Çırağan Sarayına gelen Beşiktaş Muhâzıfı ve Yedi-Sekîz Hasan Paşa- adiyle
tanınan, Hasan Paşa'nın, başına vurduğu sopa ile ölen Ali Suâvî 'ile birlikte yîrmiüç kişi
öldürülmüş, onbeş kişi yaralanmıştır. Kurşun sesleri Yıldız'a kadar aksettiği için, Vakıadan derhal ha
berdâr olan Sultan Hamid, Cumâlık Üniformasını giyip silâhlanmış ve Sultan Muracf muvaffak olduğu tak
dirde Yıldız kuvvetleri ile ürerine yürümeye karar vermiştir, ki Ali Suâvî'nin bu çılgınca hareketi. Sultan
Hamid'in vehmini haklı olarak alevlendiren en önemli vak'a sayılmaktadır.
Bu hususda daha fazla bilgi için bak.; Ali Suâvî'nin Türkçülüğü; İ.H. Dânişmend: İstanbul, 1942.
1002
1 — Akılca imkânsız olan şeyler'e Allah'ın kudreti yeter mi ? : Yetmez; fakat
bu, T a n n ' n m güçsüzlüğü demek değildir. Tanrı eserleri, sebebleriyle bir
likte yaratır.
2 — Fazilet nedir?: Fazilet vicdanî vazifemizin emrine boyun eğmek ve hasse
lerimizin (duyularımızın) temayülüne (eğilimine) karşı koymak şeklinde
ki bir ahlâk kaaidesi (kuralı)'dir.
3 — Adalet Nedir?: Müsbet ve menfi aşırılık arasındaki ortayı bulma norm'-
u d u r ; ya'ni ceza ve mükâfat'da muvâzene (denge) k u r m a k t ı r .
4 — Hak nedir?: H ü k m ü n fi'Ie (olguya) uygun olmasıdır. H ü k ü m fi'le uygun
değilse haksızlık olur.
5 — Vicdan nedir?: Akl'ın bir melekesi (yetisi) dir ki, İnsan onunla kendisi
hakkında h ü k ü m verir; yaptığı işlerin iyi veya kötü olduğunu takdir
eder; bunun sonucunda sevinç veya azab duyar. Akıl, vicdanın başıdır.
6 — İyilik nedir?: İnsanın yaradılışında gizli, faydası dokunma melekesidir
ki iki t ü r l ü d ü r :
1 — Mutlak iyilik;
2 — Ahlâkî iyilik;
Mutlak iyilik, fiTlerin (işlerin) mâhiyetinde görülür. Ahlâkî iyilik
ise, maksad'a (amaca, niyet'e) bağlıdır. Meselâ, Halk'a gösteriş için
sadaka veren adamın iyiliği mutlak'dır; fakat niyeti gösteriş olduğu
için ahlâkî bakımdan sakatdır.
7 — Kaç türlü i m k â n vardır?: İki t ü r l ü d ü r :
a) Fizikî imkân'dır ki, tabiat kanunlarına bağlıdır.
b) Aklî imkân'dır ki, metafiziğe dayanır. Tabiat kanunları külli (tü
mel)'dir; fakat zarurî değildir; çünki, tabiat kurallarının aksi akılca
mümkindir. Meselâ, kuşlarda iki mide (kursak) vardır; fakat üç
mîdeli kuş fizik bakımından yoksa da akılca düşünülebilinir. Akılca
herşey mümkindir; yeter ki çelişmeyi gerektirmesin. Akılca mum-
kin olan herşey fi'l'de de var olabilir. [İnsanoğlu'nun k a n a t l a n ol
madığı halde uçmayı düşünüp, uçak'ı yaparak uçtuğu gibi (A.Ç.)]
8 — " İ h t i m â l " k a ç t ü r l ü d ü r ? : Birkaç türlü ihtimâl vardır:
Yüzde bir ihtimâl v e h m, yüzde iki - yüzde elli ihtimâl şübhe, yüzde
elli'den sonraki ihtimâl z a n , yüzde doksan ihtimal üstün z a n'dır. Yüz
de yüz ihtimal ise yakîn (kat'iyyet, kesinlik)'dir.
9 — ilim nedir?: Hâdiseleri (olguları) kanunlara bağlayan bir bilgi sistemi
dir. Kanuna bağlanmayan bilgi sistemi ilim olmayıp alelade halk bilgisi
(Connaissance)'dir.
10 — Ahlâk'm infaz (yaptırıcı) gücü n e d i r ? : Ahlâkın infaz gücü, Vicdan ve
â m m e vicdanı ile Devlet Kanunu ve Din'dir (Allah korkusudur). Ya'ni,
birçok infaz güçleri vardır. İnsan, vicdanını aldatabilir; yaptığı kötü işi
1003
âmme vicdânınından saklayabilir, Devlet Kanunları'ndan da kaçabilir;
fakat Allah'dan saklayamaz.
11 — İnsanlığın ayırd edici vasfı nedir?: Bu vasıf ahlâk ve İlim'dir. Ahlâkçılar
birinciyi ikinciden üstün tutarlar; bu doğrudur. Ahlâksız bir âlimin bil
gisinden bir bilgisizin safdil fazileti daha iyidir.
12 — Mahşer nasıl olacaktır?: Mahşer'in cismânî mi, ruhanî mi olacağı nok
tasında Fakîh'ler arasında ayrılık vardır. Fıakat ruhanî Mahşeri kabul
edenler daha çokdur. Vakıa, bu daha doğrudur. Çünki, cisimler dâima
yok olmaya mahkûmdur (şekil değiştirmeye m a h k û m d u r ) . Cansız ci
simler bile fiziko-şimik te'sirlerle çözülür ve dağılırlar. Bunun için mad
dî âlem fânî (geçici) ruhanî âlem ebedî (ölümsüz)'dir.
13 — H ü k ü m verirken nelere dikkat etmeli?: Hüküm verirken mantıkî esas
lara (muvazeneli ve garazsızlık... gibi) dikkat etmelidir. Ölçüyü bulama
yan, aklî düşünemeyen, duygulara bağlanan kimse tehlikelidir.
14 — Sevgi maddî mi manevî mi olmalıdır?: Maddî sevgi şehvet'den doğar ve
geçer. Kant (*), biz, ancak iyiliği severiz ve onu gerçekleştiren Allah'-
dır, diyor. Descartes (76), manevî sevgi, duyguların en yücesidir, diyor.
15 — Dünyada yapılacak en önemli iş nedir?: Yapılacak en önemli iş İnsanlı
ğın eğitimi. Ahlâkın düzeltilmesi ve olgunlaştırılmasıdır. (73/b)
Rahmetli İzmirli gerek eserlerinde, gerek öğrencilerle konuşmalarında kısa,
vecîz ve kesin hükümler vermeyi seven; mefhumlar arasında benzetmeler ve sı
nıflamalar yapan bir Düşünür (Fikriyatcı) idi. Batı Felsefesi'ndeki bilgisi, karşı
laştırmalarına aydınlık vermişdi. Felsefeci olduğu kadar Fıkıh'cı olduğu için her
mes'elede bir hükme ulaşmakdan hoşlanır; derslerinde de öğrenicilerinin soru
larına, mes'eleyi açarak, yeni şübheler uyandırmadan kesin ve doyurucu cevablar
verme yolunu tercih ederdi. Feylesof ve Fakîh vasıflarını birleştiren bu özel ka
rakteri, teori ile pratik arasında sıkı bağlantı kurmasını ve modernist İslamcılık
yardımı ile günümüzün kördüğüm hâline gelmiş mes'elelerinin hallini sağla
maya çalışmışdı. Bundan dolayı O'nu yalnız Medrese ile Mekteb, Doğu ile Batı ara
sında köprü, değil, aynı zamanda Modern Fıkıh'cı kafasiyle sosyal problemlere ce
vap bulmaya çalışan bir a k s i y o n kafası saymalıdır. Medrese'nin bu tarzda ye
nileşmesinin en önemli neticesi, Gökalp (77)'m yetişmesi olmuştur. Denebilir ki
İzmifrli'nin Modernist İslamcılığı ve Türkçülüğü, G ö k a l p d a Batı'ya daha yakın
bir aksiyon kafası hâline gelmiştir (73/b).
Rahmetli Prof. Kâmil Mîras, şunları yazmaktadır (73/ç):
".... Hiç şübhesiz, İzmirli merhum yalnız Memleketimizde değil, bütün İslâm
Alemi'nde tanınmış, eşsiz ilim adamlanmızdandı. Gerek Memleketimizde, gerek
İslâm Alemi'nde O'nun benzerine pek az tesadüf olunur.*.... Her zî-hayât için mu-
1004
kadder olan bu acı akıbete (ölüme) acımamak mümktn olmamakla beraber nıe-
dâr-ı teselli olan bir cihet varsa, o da Üstâd'ın fâniler için muayyen olan zama
nını hiç bir nevi' ihtirasa kaptırmadan tamâmiyle ilm'e hasrederek kütübhane»
lerimize yüz'e yakın eser bırakıp gitmiş ve Tanrı Divâm'na, nâsıye'sinde (alnın
d a ) mârifet-i İlâhiyye nuru parlayarak varmış olmasıdır "
Rahmetli Ömer Rıza Doğrul da şunları yazmaktadır (73/ç):
"..... Merhumun, bütün ömrünce kaybetmediği vasıf, ilim heyecanı idi. İlim he
yecanı, sıhhatinin çöküntüye uğramış olmasına rağmen, ona eskimeyen tazelik ve
canlılık veriyor ve bu sayede en gürbüz sıhhatin başaramayacığı işleri gıbta ve
tebrike değer tarzda başanyordu.... İlim heyecanı onun bütün ömrünü aydınla
tan bir güneşdi. Uzun bir zaman çektiği ve ıstırablanna dayandığı " ş e k e r hasta
lığı" dahî onun iç âlemini aydınlatan bu "güneş"e gölge düşürememişdi. Onun
içindir ki, ömrünün son senelerinde, İstanbul Fethi'nin Beşyüzüncü Yıl Dönümü
için çalışıyor; Büyük Fâtih'in Felsefî Cephesi'ni aydınlatacak büyük bir eser ha-
zırlayordu * Kendisi (»ölümünden) yıllar önce (4000 cild'e yaklaşan) bütün
kitablarmı (İstanbul'da) Süleymâniye Kütübhânesine bağışlamış (vakıf te'sis
etmiş; b u r a d a İzmirli Bölümü kurulmuş)'di „"
Rahmetli, 1. Rütbeden Maârif Nişanı ile Fransa Devleti tarafından verilmiş
A k a d e m i (Academie Française) Nişanına sâhibdi.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
1005
IV — KELÂM'a dâir Eserler:
11 — Yeni İlm-i Kelâm
1.-2. kitaplar: İstanbul, Evkaaf-ı İslâmiyye Mat.; 1339; 312 sf.; 8°
2.C.: İstanbul, Matbaa-i Amire; 1343 (1927); 240 + 6 sf.; 8°
12 — Muhtasar İlm-i Tevhîd; 127 sf.; 8°
13 — Muhassal'al-Kelâm va*l-Hikma; 200 + 201 + 3 sf.; 8°
14 — İlm-i Kelâm Sualleri; 15 + 100 sf.; 8°
V — FIKIH'a dâir Eserleri:
15 — Kitâb'ül -İtfa' ve'1-Kaza' ; 38 sf.; 8°
16 — Usûl-i Fıkıh Dersleri; 230 sf.; 8°
17 — İ l m i Hilaf
l . C : İstanbul, Hukuk Matbaası; 1330 (1914); 306 + 6 sf.; 8°
2.C.: İstanbul, Hukuk Matbaası; 1332 (1916); 306 + 6 sf.; 8°
18 — Hikmet-i Teşri' Dersleri; 64+29 sf.; 8°
19 — Fıkıh Târihi
20 — Muhassıl'ül-Kelâm vel-Hikme
İstanbul, Evkaaf-ı İslâmiyye Matbaası; 1336 (1920); 201+3; 8"
21 — Mulahhas İlm-i Tevhîd (Sultanî 9. sınıflar için)
İstanbul; Kanaat Mat.; 1338 (1922); 127 sf.; 8°
1006
IX — İSLÂM TÂRİHİ'ne âid Eserleri:
33 — Şark Kaynaklarına Göre MüslUmanlıkdan Evvel Türk Kültürünün
Arab Yarımadasında İzleri
İstanbul, Burhâneddin Basımevi; 1937; 129 sf.; 8°
34 — Türk - İslâm Filozofları
Ankara, Başvekâlet Matbaası; ? ; 49 sf.; 4°
35 — Müslüman Türk Hukukçuları - İslâm Hukuku
Ankara, T.TJC. Basımevi; ? ; ?
36 — Altınordu'ya âid Arabca Metinlerin Tashih ve Tercemesi
Ankara, Maârif Basımevi; ?
37 — Müslüman Türk Din Âlimleri
İstanbul, Akşam Matbaası; 1936; 95 sf.; 8°
X — AVRUPA FELSEFESİ'ne dâir Eserleri:
38 — Fenn-i Menâhic (= Methodologie, Mantık)
İstanbul, Hukuk Matbaası; 1329 (1913); 88+274+6 sf.; 8°
39 — Mufassal Mantık-ı Şûrî; 64 sf.; 8°
40 — Mufassal Mantık-ı Tatbikî veya Fenn-i Esâlib; 184+56 sf.; 8°
41 — Muhtasar Maba'd'et-Tabia (Filozofi); 2 cild; 128+144 sf.; 8°
42 — Muhtasar Felsefe-i Ûlâ (Philosophie Premiere, 2. cüz)
İstanbul, Hukuk Matbaası; 1329 (1913); 274+6 sf.; 8°
43 — Darülfünun Felsefe Dersleri (1. cüz)
İstanbul, Hukuk Matbaası; 1330 (1914); 307 + 5 sf.; 8°
44 — Filâsûf 'ül-Arab, Ya'kûb bin İshak'al - Kındî [the PhUosopher of the
Arabs, Ya'cub İbn İshak al - Kındî; Naklini (terceme eden) min
al-Lugat al-Türkiyya; Abbas al-Azzavî]
Bağdad, Matba'ad As'ad; 1963; 180 sf.; 8°
1007
(Kuyucaklı - zade) Büyük Türk Mütefekkiri, Mekteb-i
KEMÂL ATIF KUYUCAK (78) Mülkiyye Müderrislerinden Muhammed
Atıf Bey ile Habîbe Fasîha Hanımın oğ
ludur. 1881'de İstanbul'da doğdu. Ve
fa Sultînîsi'nde lise öğrenimini, İstan
bul Mekteb-i Hukûk'unda ve Medre-
set'ül-Kuzât'da yüksek öğrenimini bi
tirdi. Sonra hukuk öğrenimini ilerlet
mek maksadıyle Paris'e gidip Sorbon
Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde li
sans öğrenimini tamamladı. İlmiyye
Kariyeri'ne de dâhil bulunduğu için Pa-
ris'de tahsîl'de iken Paris Sefareti
İmamlığı görevinde bulundu. Yurd'a
döndükten ve bir süre muhtelif ilmî
hizmetler ifâsından sonra Hâriciye'-
ye geçti. Çeşitli Sefaret Kâtibliklerini,
Bükreş Başkonsolos Vekilliğini îfâ etti.
Hâriciye'den terfi'an Evkaaf Nezâreti
İdare Meclisi A'zâlığına, sonra Şûrây-ı
Devlet A'zâlığına getirildi. Bu vazifede
iken, Mülkiye'nin 1918'de yeniden açıl
ması üzerine, 17 Ekim 1918'de Mecelle
Müderrisliğine ek görev olarak ta'yin edildi. Bu a r a d a aynı ders Müderrisliğini
Mekteb-i Kuzât'da da îfâ etti. Medenî Kanunun kabulü üzerine Mecelle Dersi'nin
kaldırılması sonucu, Mülkiye Ders Programına yeni konan. Medenî Hukuk Profe
sörlüğüne getirildi. Afgan Hükûmeti'nin Memleketimizden her alanda uzman ele
manlar istemesiyle de 1 Şubat 1927'de Türkiye'deki görevlerinden ayrılıp Afganis
tan'a gitti. Burada Afganistan Hâriciye Vezâreti Başmüşâvirliğine ta'yin edildi.
Afganistan'dan Türkiye'ye dönmek için geldiği Delhi'de 1935'de Hakkın rahmetine
kavuştu. Mezarı, Hindistan'ın Başkenti Yeni-Delhi (New-Delhi) ile Eski Delhi ara
sındaki Müslüman Mezarlığı'ndadır. Evli olup, çocuğu yokdu. Arabca, Farsça ve
Fı*ansızca bilmekte idi. Muhtelif derecelerde Nişan'ları hâmildi.
Mülkiye'deki Ders Notları basılmıştır.
1008
Recâî - zade Takvimhâne ve Matbaa-i Âmire Mü-
MAHMUD EKREM (Bey) (79) dîriyetlerinde bulunmuş olan ve zama
nının tanınmış şâir ve hattatlarından,
!••••smammmMmg
nüktedanlarmdan Mehmed Şâkir Recâî
Efendi ile Râbia Hanım'ın oğlu olup
1846'da Babasının Vaniköyü'ndeki yalı
sında doğdu. Köklü ve varlıklı bir aile
nin çocuğu olduğu için çocukluk ve
gençlik çağlarında hiçbir sıkıntı çek
meden yetişdi. Rahmetli bu d u r u m u :
"Sâye-i Lutf-i Peder'de evvel,
Yoğidi gaaile-i ayş'e mahal"
şeklinde anlatmaktadır.
Ailede hiç asker bulunmadığı için,
küçük Ekrem'in asker olması isteni
yordu. Bunun için Beyazıd Rüşdiyesi
ile Mekteb-i Irfan'da ilk ve Orta öğre
nimini tamamladıktan sonra Mekteb-i
Harbiyye î'dâdîsi'ne devama başladı.
Burada bir müddet okuyup sınıflarını
birincilikle geçmesine rağmen bir ta
raftan vücûdca zaîf, nahif oluşu, dîger
yönden Edebiyyâta karşı büyük ilgi
duyması ve devamlı olarak şiirler yazması sebebiyle, Askerî Mektebdcn alınarak
Hâriciye Nezâreti Mektûbi Kalemi'ne mülâzimeten devama başlattılar. Burada
bir taraftan Fransızcasını ve kültürünü ilerletmekle beraber bir taraftan da ta-
nışdığı büyük Nâmık Kemâl'in te'siriyle Batı Kültür ve Edebiyyâtında bilgisini
zenginleştiriyordu. Bu sıradadır ki, yine Nâmık Kemâl'in te'siriyle Tasvîr-i Efkâr,
Vakit, Hakaayık'ül-Vekaayî Gazetelerinde makaale ve şiirleri yayınlanmaya ve
"Körpe Şöhreti" yayılmaya başladı.
Midhat Paşa'nm Şûrây-ı Devlet Reisliği sırasında, 1868 de henüz yirmi iki
yaşında olmasına rağmen, otuz altın lire maaşla Şûrây-ı Devlet Muavinliğine (Üye
(79) Bak.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; I.C., 290., 347., 346., 352., 353. sf. ler.
b) Vakit Gazetesi; 10 Teşrin-i Evvel 1879; Nu. 1426; 2. sf. 3.-4. st. "Günlük Haber"
e) Peyam; 23 Kânûn-i Sâni 1329 (1913) Adet: 12; Mehmed Rauf; "Ekrem Bey ve Servet-i Fünûn"
ç) Peyam, 16 Kânûn-i Sâni 1329 (1913); Ali Kemâl; "Ömrüm"; Tefrika Nu. 9.-10.
d) Meşhur Adamlar Ansiklopedisi; i.A. Göv-a; 387.-338. sf. ler
e) Geçmişde Bugün, F.F. Tülbentçi; l . C , 7.-8. sf.
f) Peyam; 23 Kânun-i Sâni 1329 (1913); Aded: 12, 1. sf., 1. st.
g) Edebî Yeniliğimiz; İsmail Habib (Sevük); istanbul, 1930 119-141. sf. ler.
h) Görüp İşittiklerim; Ali Fuad Türkgeldi; 2. Baskı, Ankara; 1951; 5. sf.
ı) M i l l î Kütübhâne, Eski Türkçe Kitablar Katalogu, Ankara 1957; 586-587 sf.
i) Talebimiz üzerine torunu Sayın Bn. Esin (Talu) Çelikikan'ın gönderdikleri ve Arşivimizde
mahfuz 15.11.1967 günlü mektup.
1009
Yardımcılığına) ta'yin edildi. Midhat Paşa, bu ta'yini, kendisini yetişdiren büyük
Reşid Paşa'nın prensibine uyarak, genç kaabiliyetleri seçip ilerletmek maksa-
dıyle yapmışdır. Teşekkür için Paşa'nm Konağı'na giden Ekrem Bey'e Midhat
Paşa:
— Siz bize medyûn-ı teşekkür değilsiniz; biz size teşekkür edelim ki, aramı
za gelerek Şûrây-ı Devlet'e ehliyet ve faziletinizi, getiriyorsunuz, demiştir.
1872'de Şûrây-ı Devlet Başmuâvinliğî'ne; 1876'da da Şûrây-ı Devlet Temyiz
Mahkemesi A'zâlığma terfi' etti. Bu arada Nâmık Kemâl'in Avrupa'ya kaçmasın
dan sonra Tasvîr-i Efkâr Gazetesinin İdare ve Yazı işleri Müdîrliğini de deruhde
eyledi. Edebî alanda devamlı çalışması, şöhretini sür'atli ve köklü olarak yaydı;
devrinin gençlerince "Üstâd" olarak kabul edilmeye başlandı. Abdülhak Hâ-
mid, Recâî-zâde hakkındaki takdirlerini:
(80) Mülkiye Mektebi o sırada Sultan Mahmud Türbesi yanında şimdiki istanbul Kız Lisesi olan binada bu
lunuyordu.
1010
Efendiler, Mektebiniz kifâyet-i tahsil ve mazbûtiyyet-i idare cihetleriyle bi
rinci derecede bir mekteb sayılabilir. Bundan başka, bir büyük şerefi hâizdir ki
o da Pâdişâhımız, Veliy'ünni'metimiz, Maârifperver Efendimizin (Pâdişâhın) hi-
mâye-i mahsûsaları altında bulunmasından ileri geliyor.
İşte Bendeniz de o şerefden hissedar olmağa geldim. Bendenizi Hüsn-i kabul
edersiniz, zannederim. Bu Makamda Pâdişâhımızın böyle daha pek çok te'sisât-ı
ilmiyyeye muvaffakiyyeti temenniyatım tekrar etmek tahdis-i ni'meti (ni'metin
teşekkürünü) dahî mutazammın olacağı için pek münâsibdir.
Efendiler, bu günden i'tibâren Bendenizi Muallimi Edebiyyât biliniz. Fakat
Mualliminizden o kadar çok şey intizârında bulunmayınız. Evvelce imâ ettiğim
gibi, bizim zaman-ı tahsilimizde şu Mekteb (Mülkiye) gibi m u n t a z a m mektebler
yoktu; biz ne öğrendik, ne bildikse kendi kendimize uğraşarak, didinerek öğ
rendik; biliriz dediğimiz her mes'elede bir çok noksanımız, her noksanımızın is-
tikmâli hususunda bir çok müşkilâtımız var. Maamâfih m a d e m ki size Edebiyyât
Muallimi ta'yin olundum. Edebiyyâtca ne bilir isem anı söyleyeceğim. Bu gün
sizler bendenizi ister istemez dinleyiniz ki birkaç sene sonra biz de sizleri hâhişle
dinleyelim. Sizden istikmâl-i noksan edelim. Şurasmı da u n u t m a y a l ı m ; sizler gibi
müsteiddân-ı nevrestegân'a, şu yolda, velev cüz'i de olsa hizmet etmekle iftihar
edeceğim.
Cenâb-ı Hak cümlenizi Vatana bağışlasın *
Bu sırada Mülkiye î'dâdî Kısmı'nda öğrenici bulunan Rahmetli Ali Kemâl de
Hocası Ekrem Bey'in Öğretmenliğini şöyle anlatmaktadır (79/ç):
"Üstâd Ekrem'in e ş ' a n gibi tedrisâtı, sözleri de güzide idi. Naklettiği fıkra
l a r d a dâima bir kudret-i fikriyye vardı.
Bir kerre (Keçeci-zâde) Fuad Paşa merhum'a âid şu alâkabahş fıkrayı aniat-
mışdı. Paşa Merhum, erkân-ı me'mûrînden Bâb-ı Âlî'de bir Encümen teşkil eyler.
Bir mekteb-i âlî'nin (Mülkiye'nin) te'sisini bu Encümende mevki'-i müzâkere'ye
koyar. A'zâdan biri Paşa'ya, "O Mektebden şahadetname alanlar ne olacaklardır?"
diye s o r a r : Fuad Paşa da:
— Adam olacaklardır; cevabmı verir. Herif tekrar:
— Evet efendim, adam olacaklardır, belli, lâkin nereye ta'yin olunacaklardır,
ne olacaklardır? diye sualini tekrar eder; paşa, kemâl-i mehabetle yine sâdece:
— Adam olacaklardır— der. Bu muhik cevab metîn bir sesle üç d e f a te
kerrür edince Meclisi bir sükût istilâ eder. Bütün Erkân-ı Encümen o iki kelime
nin ihtiva eylediği ma'nâ-i bülend'i takdir ederler. Mektebden maksad'ın, sırf hü
kümet me'muru yetiştirmek olmadığını anlarlar
Ekrem Bey, nev-şüküfte (yeni açılmış) fikirlere müstesna bir gıda veren böy
le fıkraları derslerinde vakur müessir bir edâ ile nakleylerdi; bizi düşündürürdü.
Gâlibâ son "Zemzeme"nin o beliğ, o mûciz (kısa, toplu, özlü) mukaddimesinde
bu Üstâd-ı edeb der k i : "en güzel sözler, insanı düşündürenlerdir.'" Bizce de en
mükemmel hoca talebeyi düşünmeye sevkedendir. Ekrem Bey de o hocaların bir
1011
\
1012
".... Fıtrî bir şâir olan Edebiyyât Muallimimiz Recâî-zâde Ekrem Bey Mer
hum, tablan mizaha mail idi. Birgün derse gelip kürsîsine oturduktan sonra et
rafı koklar gibi bir vaziyet aldı ve sonra:
— Efendiler, burası ahır gibi kokuyar.*, demesi üzerine, arkadaşlardan olup
Mülkiye'yi bitiremiyerek ayrılan Galata'lı Osman Efendi, derhal:
— Efendim, sabahleyin bu koku yokdu... nüktesini »atfederek E k r e m Bey'in
ağzına aldığı bu nahoş sözü b u r n u n d a n getirmişti. Hattâ, ders esnasında bir ve
sile bularak:
— Ben, peynir kokusuna gelenlerden değilim, diye kızgınlığını göstermekden
kendini alamadı; o günden i'tibâren dersine devam etmedi; imtihanlar da
yaklaşmış olduğundan, imtihanından sonra isti'fâsini verip (Mülkiye'den) ayrıl
mıştı "
Bu ayrılışdan sonra yedi yıl Edebiyyâtla meşgul olmadı. Mülkiye'de Talebe
sinden olan Ahmed İhsan (Tokgözı) m sahibi olduğu (Servet-i Fünûn Mecmua
s ı n d a , 1895'de "Servet-i F ü n û n Edebiyyâtı" adlı ekolü kurdu. Bu kuruluş şöyle
olmuşdu (79/g-124):
"... Yeni yetişen gençlerden birinin şi'ir kitabı için yazdığı bir "takriz (övgü)"
de E k r e m Bey "abes-muktebes" kelimelerinin kaafiye yapılmasını kabul ediyor;
" m a d e m ki kaafiye sâmia (= kulak) içindir, m a d e m ki o iki kelimenin son hece
leri de kulağa aynı sesle çarpıyor; göz o kelimelerin son harflerini aynı şekilde
görmese de kaafiye yapılması câıizdir1" diyordu. Bu basit ve haklı mütâlaa'dan
kocaman bir kavga çıktı.
'tMa'lûmat" Gazetesi'nde Nazif Sürûri Bey, Recâî-zâde'ye karşı o iki kelime
nin kaafiyesi yüzünden şiddetli bir bombardıman açtı. E k r e m Bey, hangi gazete
ve m e c m u a ile mukaabele etsin? Bereket eski şâkirdlerinden Ahmed İhsan Bey
"Musavver (Resimli) Servet-i F ü n û n " adiyle haftalık bir mecmua çıkarmaktadır.
Adından da anlaşılıyor ki, bu, resimli bir fen mecmuası (dergisi)'dir. Okuyu
cularına fennî ve ilmî malûmat kırıntıları veren, Edebiyyât ve heyecıan'a
kapılarım kapatmış, kendi hâlinde, donuk, sessiz, durgun bir mecmua.... Bir
kıvılcımdan büyük bir yangın doğar gibi o iki kelimenin kaafiyesi yüzünden de
"Servet-i Fünûn Edebiyyâtı" denen koskoca bir mekteb meydana çıkıverdi ve o
donuk, sessiz ve renksiz Mecmua, bir de baktınız ki, ânî bir baharla canlanan
nebatat gibi, yeni bir heyecan ve hamle'nin hareketli, dalgalı, kudretli bir bay
rağı oluvermiştir
E k r e m Bey, o iki kelimenin kaafiyesinin doğru olduğu hakkında muarızlarına
(karşıtlarına) Servet-i Fünûn sayfalarında cevab verirken ba'zı gençler Üstâd'ı
tasvib ediyorlardı. "Mekteb" adındaki bir mecmua'da imzaları görünmeye başla
yan bu gençler, Hüseyin Câhid (Yalçın), Ahmed Şuayb, Cemab Şahâbeddin, Meh-
med Rauf, (Dr.) Hüseyin Suad (Yalçın), Mehmed Câvid (sonradan Mâliye Nâzın,
idam edilen) gibi taze isimlerdi ki, şöhretlerinin filizlenmesi için fırsat beklemek-
tei idiler. Sekiz yıllık "edebî bir susuş" dan sonra Üstâd Ekrem'in yeniden Ede-
1013
biyyât sahasında görünmesi hepsine şevk ve kuvvet vermişdi. Üstâd da bu genç
leri bir araya toplayıp Mâzîperest (Eskiye bağlı o l a n l a r ) l e r e ve eski zevk ta
raftarlarına karşı bir grup vücuda getirmeyi faydalı görmüştü. Zâten, Galatasa
ray Sultanîsinde talebesi olan Tevfik Fikret'in, cevherli bir genç olduğunu ya
kından biliyordu. Onun edebî başkanlığında ve kendisinin himayesinde bu genç
leri Servet-i Fünûn'dıa topladı, İzmir'de ba'zı eserleri yayınlanan "Hâlid Ziya
(Uşakhgil)" imzası da Ekrem Bey'in fevkalade dikkat ve takdirini çekiyordu. Az
zamanda gerek Hâlid Ziya, gerek İbrahim Cehdî (Süleyman Nazif), H. Nâzım
(Ahmed Reşid Rey), A. Nâdir (Nâmık Kemâl'in oğlu Ali E k r e m Bolayır), Hüse
yin Sîret ve Faik Âlî (Ozansoy) Beyler de bu Mecmua'ya iltihak edince, sarsıl
maz bir kütle hâlinde bir "Servet-i Fünûn Edebiyyâtı Çığırı" ve "Servet-i Fünûn
Ailesi" meydana geldi. Bu, Üstâd Ekrem'in bütün eserlerinin üstünde ve b ü t ü n
eserlerinden hayırlı bir eseridir.
Fakat bu "Edebî Aile" nin doğuşu, Üstâd'ın kendi aile hayâtı İçin uğurlu
gelmedi. Esasen, Üstâd'ın, aile hayâtı devamlı matemlere ma'ruzdu. Kızı Pirâye
doğunca ölmüştü. Oğlu Emced yirmi yaşma k a d a r k ö t ü r ü m kalmış ve ancak
ölümü ile kendisini kurtarmışdı. Mâtemzede Baba, E k r e m Bey, nihayet b ü t ü n
kalbini yeni oğlu Nijad'a bağladı. Bu sevimli ve zeki Çocuk O Baba için yalnız
b i r evlâd değil, eski matemlerin bir tesellisi ve geleceğinin bütün bir ümmidi
idi. Servet-i Fünûn Edebiyyâtı'nın ilk yıllarında işte bu Nijad'ı da kaybetti "
E k r e m Bey için bu büyük felâketi, Rahmetli Mehmed Rauf şöyle dile getir
mektedir (79/c):
"... E k r e m Bey'in hayâtı şüphesiz Nijad'dan ibaret idi. Daha doğduğu zaman
dan beri bu Baba'da evlâdına karşı derîn, fevkalâde bir pereştiş vardı. Nijad ise
bu perestişe hakkıyla lâyık bir nâdide-i vücûd idil. Parlak bir zekâ, büyük bir şetâ-
ret-i fikriyye, nihayetsiz bir isti'dâd ile mütehaUik olan Nijad, Babasının terbiye
ve tahsiline gösterdiği i'tinâ ile hergün herkesi kendine hayran eden havâıık-ı ke
mâl irâe ediyordu. Onun, bilbedâhe söylediği o k a d a r parlak, o k a d a r latif nüktele
ri vardı ki, hepsi ayrı ayrı birer dürre-i zarâfetdi.
Şimdi, küçükden beri E k r e m Beyin tâb-ı rakikine hâkim bir ibtîlâ ile, her
hareketi, her ânı bir başka i'tinâ ile tâkibedilen bu k a d a r muazzez bir evlâdm bir
gün ümidsiz bir suretle m a l û l olduğu tahakkuk edince Babasmda ne büyük bir
hezîmet-i rûhiyye hâsıl olacağını tasavvur etmeli.
O esnada Nijâd'ı Mektebi Sultânî'ye vermişlerdi. O'nun hasta olduğuna dâir
rivayetler deveran ediyor; ba'zıları Sar'a'ya tutulduğunu söyleyorlardı.
Nihayet bir gün, (Tevfik) Fikret, Nijad'ın çok hasta olduğu içün istifsara git-
mekliğimizi teklif etti. Uşak, (Ekrem) Beyefendinin evde olmadığını, fakat Nijad
Bey orada olduğundan, istersek geldiğimizi haber vereceğini söyledi.
İçeri girdik. Biraz sonra Nijad geldi. Fakat o esnada bizi saran feci' sadmeyi
hiç unutamıyacağım: O parlak, o şatır, o bülbül Nijad, o şuh ve şen çocuk bir en
kaz hâline gelmişti. Zarif dudakları kabarmış, şişmiş, gözleri sönmüş, çehresini bir
nikab-ı belâhet istilâ etmişti.
1014
Başka vakitler koşarak, sekerek gelirken bugün bati bir yürüyüşle geldi. Kar
şımıza oturdu; omuzları çıkmış, başı çökmüş idi.
Bir gün Nijad'ın öldüğü işitildi Bunun, babası için ne büyük bir darbe olduğu
nu hepimiz pek iyi biliyor idik.
Defninden iki gün sonra, husûsî olarak Üstâd'ı ta'ziye ve tesliye içün Fikret ve
(Hüseyin) Câhid'le beraber gitmek istedik.
Beyoğlunda kendisine rast geldik. Ekrem Bey aylardanberi kendisini helak
eden felâketin bu son kahriyle erimiş, bitmiş, harabohnuştu. Bizi görünce kendisi
ne gittiğimizi anladı ve oracıkda ayakta durarak, bize uzun uzun yarasından, ele
minden şikâyet etti. Bir taraf dan kesik, muhtez bir sesle söyleyor; bir taraf dan
mendiliyle gözlerinden akan yaşları siliyor idi. İki söz arasında: "Ben şimdi ne ya
pacağım; onsuz nasıl yaşayacağım!. Siz hepiniz, O'nun, benim için ne olduğunu
pek âlâ bilirsiniz... Benim için bir evlâd değildi; bir baba, bir ana, bir kardeş, her
şey o İdi..». Şimdi ben nasıl yaşayacağım?" diye sızlandı.
Son günlerine k a d a r bu elem E k r e m Beyi bırakmadı. Ve bînıasib hayâtım, Üs
tadın, kendini menedemediğinden bilâ ihtiyar teslim olduğu acı tahatturlarla ke-
mirerek, didlkliyerek onu insanların en bedbahtı yaptı.,...."
Bu büyük acıdan sonra bedbaht Ekrem Bey'in kaleminden dökülen yazılar yal
nız ve yalnız Nijad'a âiddi. Acısını bir şi'irinde şöyle dile getiriyordu:
"Felek fırsat verüb yaşın dolaydı;
Yılın bari yirmi beşi bulaydı;
Sen gitmeden ben gideyim notaydı;
Gittin a m m a yavrum onbeş yaşında,
Yakışmadı adın mezar taşmda.
1015
"İrâde-i Seniyye" ile bu gibi parçalar Kitabdan çıkarıldı. Bunun üzerine Ekrem
Bey, Galatasaray Sultânisi'ndeki Muallimliğinden de isti'faya kalkdı ise de o za
man. Maârif Nâzın bulunan Mustafa Paşa, çok sevip takdir ettiği Üstâd'ın, bu is-
ti'fâsını geri aldırdı. Ekrem Bey böylelikle Kitabında anlatamadıklarını sözle öğre
nicilerine anlatmaya devam etti. Ancak kısa bir süre sonra Maârif Nâzın Mustafa
Paşa vefat edince Galatasaray Sultânisi'ndeki Muallimliğine de son verildi.
Meşrûtiyet, Ekrem Bey'i bu şartlar ve durum içinde bulundu. 5 Ağustos 1908'de
teşekkül eden Kâmil Paşa Kabinesi'ne Evkaaf Nâzın, 13 Şubat 1909'da kurulan Hü
seyin Hilmi Paşa Kabinesi'ne de Maârif Nâzın olarak girdi (79/h). 16 Aralık 1909'-
da A'yân A'zâlığı'na getirildi.
Dört yıl A'yân A'zâsı olarak hizmet gördükten sonra kısa b i r hastalığı müteâ-
kib altmışaltı yaşında olduğu hâlde, 31 Ocak 1913 (= 30 Safer 1332) Perşembe günü
İstanbul'da Hakkın rahmetine kavuştu. Sultan Reşad, kendisi için Eyüp'de inşâ
ettirdiği Türbe'nin hazîresine çok takdir ettiği Ekrem Beyin defnedilmesini "İrâ
de" etmiş olmasına rağmen, Rahmetli, Nijad'ın yanına gömülmesini vasiyet etti
ği için, Göksu Kabristam'na defnedildi.
Rahmetli İsmail Habib, bir Darülfünun talebesi olarak bulunduğu cenaze
törenini şöyle anlatmaktadır (79/g-126):
" Küçük bir Şirket-i Hayriyye Vapuru Cenazeyi ve Merhuma son teşyi va
zifesini yapan bir-iki yüz kişilik kaafileyi, Sirkeci İskelesi'nden alarak Göksu'ya
doğru götürüyordu.
Vapurun yüksekçe bir yerinde Abdülhak Hâmid ve onun etrâfmda Süleyman
Nesib (Süleymanpaşa - zade Sami), Faik Âlî (Ozansoy), Ali Ekrem (Bolayır) v.s.
den mürekkeb bir küme edebî şöhret var; bu satırları yazan da bir Darülfünun ta-
lebesi'dir ve o Vapurdadır. Hâmid'in necîb çehresinde asîl bir elem, matemli bir
yazı gibi okunuyor...» Bulunduğum yerden ba'zı cümlelerini işitiyorum: " N e fazi
letli, ne melek adamdı...." diyor. "Ekrem, benden evvel neye gittin?" diyor ve ilâve
ediyor, "Biz günahkârlar kalıyoruz, fakat onlar gidiyor "
Vapur'un dîger tarafındaki daha büyük bir kalabalığa bakıyorum; çok neş'eli
bir bahse dalmış olacaklar; nasıl bir vapurda bulunduklarım, nereye gittiklerini
unutmuşlar; tebessümler handelere, handeler kahkahalara kadar yükseliyordu. De
nize bakıyorum; Boğaz'm ezelî akışı seyyâl, cümbüşlü keyfinde berdevam Kı
yıdan geçerken bir yalı'nm penceresi beyaz entarili bir kızın keman'ından şakrak
bir besteyi, mini mini birer şeffaf kulak gibi kabaran dalgalara serpti..^.
Bu gülen kalabalık, bu cümbüşlü Boğaz, bu şakrak beste ve bu hazin Cena
ze Bu Cenâze'nin vaktiyle, kendisi gibi Cenaze olan bir dost için söylediği mıs
ralar, açık bırakılmış bir muslukdan akan su gibi, mütemadiyen ve mütemadiyen
dudaklarımdan dökülüyor:
Ahbabı tutar sandım bir kaç gecelik matem,
Baktım ki giden gitmiş dünyâd»kiler hurrem;
Devrân yine ol devrân, âlem yine ol âlem».."
1016
Rahmetli Filozof Rıza Tevfik (Bölükbaşı)de şunları yazmışdır (79/f):
"Karantine A'zâsından refik-ı m u h t e r e m i m Kilis'li Rif'at ( K a r d a m ) Bey er
kenden odama gelmiş ve elimi samimiyetle sıkarak tâzlyet etmişti. Bilmiyerek
bir felâkete dûçâr olmuş bulunduğumu hissettim. Hapishâne'de intihar etmiş olan
biraderimin âkıbet-i elîmesinden beni aynı veçhile h a b e r d a r etmişlerdi; hemen o
vak'a hatırıma geldi; d u r d u m ve metanetle izahat bekledim.
Sütûde - sıfat, nezih ve kâmil Üstadın vefatını haber verdi. O esnada düşün
mekte olduğum şeyler zihnimde muzmahil oldu. Merhum Müşarünileyh ile vâki
olan ehemmiyetli bir müşâfehemizi (karşılıklı konuşmamızı) en ufak tafsilâtına
varıncaya kadar hatırladım.
E k r e m Bey'in b ü t ü n hüviyeti, olanca nezâket ve saffetiyle tekrar nazargâh-ı
tahayyülümde tecessüm etmişti; ben bir daha ebediyyen kendisini goremiyeceğime
kanaatimden dolayı mahzun oldum; lâkin kendisi bu i'tikatda değildi. Mâneviy-
yâtımızın bekaasına, m ü n â s e b â t m a kavi bir îman ile inanırdı; şu k a d a r var ki,
kendisinin ahkâm-ı i'tikaadiyesinden birini teşkil eden bu iman mâhiyet ve menşe'i
i'tibâriyle herkesinkine benzemezdi. Müfrit bir aşkdan doğmuş bir îmân-ı kâmil
ve m ü b r i m idi ki, ebedî yokluğa, hiçliğe, m ü m k i n değil kaail olamıyordu.
Kendisiyle bir gün vâki' olan samimî bir mubâhasemizde, b e n onun ma'nevi-
yet-i nezîhe'sini uryân görmeğe muvaffak olduğum için, onun gördüğüm gibi göster-
miye çalışacağım ve Hâmid'in bu akîde'de Ekrem'e ne yüzden müşârik ve müşâhib
olduğunu ta'yine gayret edeceğim. Merhumun eş'âr-ı pâkize'sini ve husûsiyle her
şi'irinden güzel olan mersiyelerini şerh etmek istiyen m ü n e k k ı d l e r , belki benim
izahatımda ba'zı şâyân-ı dikkat noktalar bulabileceklerdir.
Merhumu benim gibi yakından tamyanlar, pek iyi bilirler ki kendisi mizâc
i'tibâriyle durgun, vakur, hulâsa tâbir-i câmi'i ile söyleyeyim, flegmatik (= Fleg-
matique = lenfatik) bir adam idi; fakat vakur çehrenin nikaab-ı haysiyet'i arka
sında o kadar hassas, o kadar nâzik bir gönlü var idi ki, ancak harîm-i ülfeti'ne
dâhil olabilen samimî dostları ve mânevi evlâdları o kalbin esrarına m a h r e m ola
bilirlerdi.
Ekrem Bey'in, bedbaht bir peder, sevgili Evlâdlarının birinden ,(Ercümend
Ekrem Talu) maada hepsini feci bir suretde zayi etmiş elemdîde bir peder öldü
ğünü herkes bilir. Zavallı Nijad uğrunda ne büyük bir himmet ve aziz bir ö m ü r
sarfetmiş olduğunu hep biliriz/. Sonra tali'in ne fecî bir suretde sitemine uğradı
ğını da biliriz; bu şefkatli Baba, Nijad'ı ile o k a d a r ümidvâr' o k a d a r mağrur idi
ki!..... Diyebilirim ki bu felâketler Ekrem Bey'in gönlünü ne derece parçalamış ise
zihnini o kadar i'lâ, efkâr ve akaaidini tek bir mes'ele-i ledünniyye (Tanrı bilgisi)
etrafında tevhîd etmiştir. Büyük ve âlî mizaçlar içün felâketler, en âlî bir terbiye'-
nin levazımını teşkil ederler ve bu terbiye mizâc-ı aslîlerini ibraz ve şahsiyyet-i
ma'neviyyelerini büsbütün ta'yin eyler. E k r e m Bey'in mersiyeleri ile tefekkürü,
hem his, hem zihin i'tibâriyle bu terbiye-i müstesnâ'nm derece-i feyzini gösterir be-
dâyi-i fikriyye'dendir.
İnsan olarak Merhumun sıfât-ı bârîze'si muhabbet idi. Hem de peder muhab-
1017
beti idi. Bunca senelerdenberi müstesna ve m ü m t a z bir şahsiyyetin, kendisine
tefviz ve te'min ettiği haysiyyet-i fevkalâde ile bu Millete hizmet etmiş; olanlara en
nâzik, en hissi, keyfiyyât-ı viıcdâniyyede şekl-i medeniyetin ne ve nasıl olması
iycâb edeceğini göstermiş; nezîh ve zarif olabilmek sırrım, ma'rifetini, emsalsiz
bir selâhiyyet, tarifi nâkaabil bir füsûn-i belagat sayesinde öğretmiş ve merâtib-i
resmiyye i'tibâriyle de Millet Meclisinin (Meclisi A'yân'ın) hürmetli a'zâsından bi
ri olmuş; yetmiş sene yaşamış; kimseyi incitmemiş bir adamın vasıyyetnamesini
düşününüz! Bu namuslu adamın servetini d ü ş ü n ü n ü z ! — bindörtyüz lira kadar
bir şey!.,.. Bunu taksim ediyor; en uzakda bulunan bir kimsesini unutmuyor.
Sonra, EN ZİYÂDE SEVDİĞİ KÜTÜBHjÂNESİNİ MÜLKİYE ŞÂKİRDÂNINA
(MÜLKİYE MEKTEBİ ÖĞRENİCİLERİ'NE) VASİYYET EDİYOR. ONLAR ONUN
EVLÂDIDIR. MÜLKİYE MEKTEBİ ÜSTADIN DOĞDUĞU VE İSMİNİN HİÇ ÖL-
MİYECEĞİ BİR YERDİR. (*)
Evet, evlâd muhabbeti bu temiz yürekli adamın seciyye-i ahlâkiyye'si idi.
Bu muhabbet akaaid-i husûsiyye'sine de nokta-i istinâd oluyordu.
Bir gün yine galebe-i ye's ile gecelerini uykusuz geçirmiş ve düşüncelerle kı
rılmış olduğu halde bana tesadüf etmişdi. O vakit ben Büyük Ada'da oturuyordum.
Merhum haftada bir gelir, orada kahrdı.
O gün bilhassa görüşdük. Kendisi dâima Nijâd'ı düşünmekden ve ona, şah-
siyyet-i insâniyye ve dünyeviyyesiyle mülâki olmak ümidinden bir an fariğ olma-
mışdı. Ve garîb bir m e r a k ile, "şekk ve yakîn arasında dolaşır bir m e r a k ile" muam-
mây-ı vücûd'a dâir, dostlarının fikrini sorardı. Bir zamanlar b u n u i'tiyâd etmişti;
bana da sordu:
— Bekaay-ı ruh hakkında fünûn ne diyor? Felsefe ne diyor?.. H e r şeyin,
husûsen herşeyden ziyâde ümîdbahş olan r u h u n birdenbire mahv ü muzmahil ol
masına gönül razı olmuyor; buna Felsefe ne diyor?.. Fen ne diyor?.... dedi.
Evvelâ fünûnun'un hâdisât dâiresini aşamıyacağını söyledim ve aşmak istese
bile hiçbir türlü vâsıtaya hiç bir veçhile mâlik olamıyacağına dâir uzun uzadıya
konuşduk.
Zavallı Ekrem Bey, zavallı peder-i elemdide! Zihnini bu mesâUe sevkeden,
evlâdına karşı if rât-ı aşkı idi. Bu kadar şedîd bir aşk, ölüme, ebedi bir ölüme, bir
türlü kaani olamaz. Aşk, bu dereceyi bulursa, sevgili, bir ümîd'den imânı tevlîd
eder. Ve gönlümüzün garîb, anlaşılmaz bir sırr-ı füsunkârânesiyle, o îmandan yine
ümmîdi tevlîd eder.
EfendUer! Mülkiye (Mektebi) Efendileri ve b ü t ü n talebe efendiler!.. Şimdi
sizden bir halisane ricam var; bu ricamı kabul ederseniz, sizi bir peder aşkıyle sev
diğini isbat etmiş olan bu büyük Üstadınızın ruhunu şâd etmiş olursunuz:
Birbirinizi seviniz, h a t t â herkesi, insaniyeti seviniz! Ümid aşkdan doğar;
bu hakikati E k r e m Bey'in cerîhadâr, hassas gönlü isbât ediyor. Memleketinizi se-
(*) Aradan Eliibeş yıl geçtikden sonra, Rahmetli Rıza Tevfik'in bu samimî arzusunu gerçekleştirdiğim için bah
tiyarlık duymaktayım^ ,A. Çankaya.
1018
viniz ki yaşayacağına, ilelebet yaşayacağına imân-ı kâmil ile ümidiniz olsun!
Memleketden maksad, unutmayın ki, çiftlikât ve mebânî (çiftlikler ve ıbinâlar) de
ğildir. Sizin kadar, belki sizden ziyâde buraya bağlı olması muhtemel bulunan Va
tandaşlarınızın cümlesi demektir. îşte bu, Millet demektir. Onu ve ayrı ayrı her fer
dini seviniz. O vakit Vatanınızı sevmiş olursunuz.
Ara yerde tesâdüm-i menâfi' (menfaat çarpışmaları) olabilir; bu mümkin de
ğildir demeyiniz!.... delâletdir. Bugünkü insaniyet Kurûn-ı Vustâdan (= Orta Çağ'
d a n ) Kurûn-ı Ulâ'dan (İlk Çağ'dan) daha ziyâde, bir kaç kere ziyâde insanları be
raber yaşatıyor ve daha müreffeh ve bahtiyar, daha ziyâde hukûk-ı mütekaabileye
riayetkar olarak yaşatabiliyor. Medeniyet Târihi gösteriyor ki, menâf'-i beşeriyye-
nin ahengi gittikçe bir muvâzene-i dâimi noktasına yaklaşmaktadır. Buna İnanı
nız! ve yekdîgerinize karşı muhabbet gösteriniz! Muhabbet, bu muvâzene nokta
sını ta'yin eder. Tâ ki batn-ı âti bizlerden nâzik, bizlerden muhabbetti, büzlerden
insan olsun! . Benim, merhum Hocanızın gönlünden alıp da size tevdi' ettiğim
emânet budur."
Ayşe Güzide Harcım ile evli idi. Pirâye adlı bir kızı doğar doğmaz ölmüş; en
büyük oğlu Emced, 20 yaşma kadar kötürüm kaldıkdan sonra ölmüş; pek sevdiği
oğlu Nijad'ı da onbeş yaşında iken kaybetmiş; yalnız en küçük oğlu Rahmetli
Ercümend Ekrem Talu hayatda kalmışdı.
Resim yapmak hobi'si idi. Tevfik Fikret gibi, a m a t ö r ressam olarak yaptığı
bir hayli başarılı natürmort'ları, oto-portreleri vardır. Arabca, Farsça ve Fransızca
bilirdi.
1019
1. Kısım (2. bası) : istanbul, Karabet Mat.; 1302 (1886); 477+1 sf.; 8°
2. Kısım : * , Eb'üz-Ziyâ Mat.; 1300 (1884); 109+3 sf.; 8°
3. Kısım : " , Tozluyan Mat.; 1301 (1885); 90+1 sf.; 8°
9 — Nâçiz (Manzum Terceme)
istanbul, Mahmudbey Mat.; 1302 (1886); 156 + 1 sf.; 8°
10 — Tefekkür (1. Kısım))
İstanbul, Mahmudbey Mat.; 1303 (1887); 48 sf.; 8°
11 — Kudemâ'dan Bir Kaç Şâir
istanbul, Eb'üz-Ziyâ Mat.; 1305 (1889); 60 sf.; 8°
12 — Muhsin Bey Yahud Şairliğin Hazin Bir Neticesi (Büyük Hikâye)
İstanbul, İstepan Mat.; 1307 (1891); 67+3 sf.; 8°
13 — Pejmürde (manzum)
İstanbul, Âlem M a t ; 1311 (1895); 2 + 4 + 174+2 sf.; 8°
14 — Şemsâ (Manzum)
İstanbul, Âlem Mat.; 1313 (1897); 63.; 8°
15 — Takrîzât (= Övgüler)
İstanbul, Âlem Mat.; 1314 (1898); 78 sf.; 8°
16 — Araba Sevdası (Resimli Millî Hikâye)
İstanbul, Âlem Mat.; 1314 (1898); 175 sf.; 8°
17 — Nijad-ı Ekrem
1. C: İstanbul, Servet-i Fünûn Mat.; 1326 (1910); 180 sf.; 8°
2. C: İstanbul, Selanik Mat.; 1326 (1910); 416 sf.; 8°
18 — Nefrin (Vefatından sonra Oğlu Ercümend Ekrem yayınladı)
İstanbul, Matbaa-i Şems.; 1332 (1916); 31 sf.; 8°
19 — Çok Bilen Çok Yanılır (Dört perdelik komedi)
İstanbul, Yeni Osmanlı Mat.; 1332 (1916); 132 sf.; 8°
20 — Sâime (Büyük hikâye) (79/i)
21 — Afife - Anjelik (Terceme, Piyes) (79/i)
22 — La Fonten Masalları (79/i)
O
Müderris, Kadî-Asker Konya'nın Seydi-şehir Kazası halkından
Güzelefendi-zâde, İbn'iil- Çopur Kadı-oğullarmdan ve Güzel-zâde
Emîn MAHMUD ES'AD lâkabıyle anılan Nâib (Şer'î Hâkim;)
Seydi-şehrî (82) Emin Efendi'nin oğludur. 1855 (1272 H.)'-
de Seydi-Şehir'ae (83) doğdu.
(82) Bak.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; I. C, 298., 300., 402., 410. sf.
b) Dâhiliyye Nezâreti, Sicil-i Ahvâl Dâire-i Umûmiyyesi: 18 sicil, 419 Varak ve Mâliye Bak. Emekli
iş. Md. Nu. 35939 - 35956 Tahsis Dosyası.
c) " H â t ı r a l a r ı m ' ' ; Hilmi Uran; Ankara, 1959; 111. sf.
ç) ''Huzur D e r s l e r i " ; Eb'ül-Ulâ M a r d i n ; istEnbul, 1966; 2.-3. C, 338.-339. sf.
d) Ulus Gazetesi; 20 Mart 1943; 2. sf. 6.-7. st. Prof. Dr. Sadi Irmak; Ölümünün 25. yılında
Mahmud Es'ad".
e) Meşhur Adamlar Ansiklopedisi; i. A. Gövsa; 990. sf.
f) "Görüp İ ş i t t i k l e r i m " ; A. Fuad Türkgeldi; 39., 46., 122. sf.
g)' M i l l î Kütübhâne; Eski Türkçe Eserler Katalogu; 402. - 403. sf.
h> Talebimiz üzerine Yargıtay 1. Dâire Başkanlığından emekli Sayın Kâmil Tepeci'nin gönderdikleri ve
Arşivimizde mahfuz 2-12-1967 günlü mektup.
ı) Talebimi? üzerine en küçük oğlu Sayın Korkud Es'ad Kadaster'in gcyıderdikleri ve Arşivimizde
mahfuz 25 Aralık 1967 günlü mektup.
(83) ''Meşhur Adamlar Ansiklopedisi" 990. sf. de, Rahmetli [. A. Gövsa, Mahmud Es'ad Efendi'nin doğum ye
rini istanbul ve doğum Târihini 1857 olarak gösteriyor ise de her ikisi [82/b deki"] resmî kayıdlara göre
yanlıştır. Doğrusu yukarıya çıkardığımız gibidir.
1021
ci olarak) Erkân-ı Harbiyye (Kurmay) Sınıfına da kabul edilmişdir. Burada yüksek
Cebir, Trigonometri, Uzay Geometri, Topografya, Mimarî, Entegral Aritmetik, Ara
zî Yüzölçümü dersleri okudu; 5 Ekim 1884 (= 22 Eylül 1300/14 Zilhicce 1301)'de
sınav vererek "Tatbîkaat Sınıfları Yüksek Riyaziye Muallimliği" diploması aldı.
18 Haziran 1880 (= 5 Haziran 1296)'da istanbul Dârülfünûn'una bağlı olarak Hu
kuk (Fakültesi) Şubesi açılınca ilk öğrenicilerinden olarak Mahmud Es'ad da
kaydoldu. Burada programına göre muntazam bir hukuk öğreniminden sonra 1886'-
da Hukuk'dan da Aliyyülâlâ (Pekiyi) derece ile me'zun oldu. Bu Mekteb'de Mü-
nif Paşa'dan Hikmet-i Hukuk (Hukuk Felsefesi)', Hasan Fehmi Paşa'dan Hukûk-ı
Düvel (Devletler Hukuku), Gabriyel Noradunkyan Efendiden Hukûk-ı Husûsiyye-i
Düvel dersleri okuyarak geniş bir hukuk kültürü edindi.
MEMURİYETLERİ: 13 Mayıs 1879 (= 1 Mayıs 1295 /22 Cemâziy'ül Evvel 1296)
da, 24 yaşında olduğu halde, 400 krş. maaşla Gülhâne Askerî Rüşdiyesi Kavâid-i
Osmâniyye (Türkçe Gramer) ve İlm-i Hâl (= Din Bilgisi) Muallimliğine ta'yin
edildi. Bu arada 1882 (1298 R.)'de "Encümen-i Mahsus"unda smav vererek 1.
Sınıf Dâva Vekili (Avukatlık) ruhsatı aldı. Hukuk Mektebini bitirdikten, Mahke-
me-i Fevkal'âde'ye mülâzimeten devam edip stajını tamamladıktan sonra, 13 Ey
lül 1885 (= 3 Zilhicce 1302) de Rüşdiye Muallimliğinden isti'fa ederek 17 Eylül 1885
(= 7 Zilhicce 1302)'de 3500 krş. maaşla Aydın (İzmir) Vilâyeti Merkez Bidayet Mah
kemesi 1. Reisliğine getirildi. O sıralarda Memleketin fikir hayatında önemli yeri
olan İzmir'de, Uşşâkî-zâde Halid Ziya (Uşaklıgil), Tevfik Nevzad gibi edebiyatçı
larımızla arkadaşlık etti ve ek görev olarak da İzmir I'dâdîsi'nde Fizik, Kimya,
Târih-i Tabiî (Jeoloji ve Biyoloji) dersleri Muallimliği yapdı. On yıl bu görev
de kaldıktan sonra başarıları ve iyi sicil tezkiyeleri nazara alınarak 30 Haziran
1896 (= 17 Muharrem 1314)'da 5.000 krş. maaşla Hazîne-i Mâliye Hukuk Müşavirli
ğine nakledildi, istanbul'a geldikten sonra, o zamanın Ansiklopedistlerinden meş
hur Ahmed Midhat Efendi ile dostluk kurmuş; adı geçenden ıbilgi bakımından
da çok istifâde etmiştir. Bu vazifede iken, ek görev olarak ve 750 krş. maaşla 30
Ekim 1897 (= 5 Receb 1315)'de Ohannes Paşa'nm Hazîne-i Hassa Nazırlığına ta'yi-
ni ile açılan Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne Yüksek Kısmı Ilm-i Servet-i Milel (Genel
Ekonomi) Müderrisliğine, Ali Şahbaz Efendi'nin vefatı üzerine de ilâveten 29 Ara
lık 1898 (= 16 Kânun-i Sâni 1314)'de yine 750 krş. ek maaşla Hukuk-ı Düvel (Dev
letler Umumî Hukuku) Müderrisliğine getirildi. Yukardaki görevler uhdesinde kal
mak üzere 28 Eylül 1899 (= 13 Eylül 1315)'da 800 krş. maaşla Mekteb-i Hukuk Me-
celle-i Ahkâm-ı Adliyye Müderrisliğini de deruhde etti. 14 Eylül 1900 (1 Eylül 1316)'-
da bu görevlere Darülfünun Edebiyyât (Fakültesi) Şubesi Târih-i islâm Müderris
liği de ilâve kılındı. Bu arada Rumeli Vilâyetlerinin Adlî Muamelâtım teftiş etmek
üzere 15.000 krş. harcırah'la 3 Ocak 1907 (= 19 Kânun-i Evvel 1322)'de Rumeliye
gönderildi. Meşrûtiyet'in i'lânından sonra Mülkiye Talebesi'nin, Derslerde değişik
lik, Müderisler'de tensikat istemeleri üzerine 13 Ekim 1908 (== 17 Teşrin-i Evvel 1324)'
de Mülkiye'de okuttuğu her iki dersin Müderrisliğinden de isti'fâen ayrıldı. (84).
1022
Mülkiye'deki on yıllık Müderrislik hayâtını, ba'zı Öğrenicilerinin hatırlarından şu
şekilde öğreniyoruz (82/a-402):
"Hukûk-ı Düvel dersinde ve H a r b bahsinde idik. H a r b bahsi bölümlerinden
(Harb, kalkar mı, kalkmaz mı?..) nazariyesi ve bu münâsebetle Lahey Müessesesi
ve benzerleri hakkında m ü n â k a ş a çıktı. Sorular, karşılıklar uzuyor; günler geçiyor
du. Fakat, biz bahsi geçemiyorduk.
Sayılı âlimlerden olan Hocamız Mahmud Es'ad Efendi, dünyadan harbin kalk
mayacağı fikrinde idi. "Hayat mücâdeleden ibâretdir"; "Cihâd, kıyamet gününe ka
dar bakidir'" gibi kitaplara geçmiş deliller öne sürer ve din, menfaat, lisan, i'tiyad,
tabiat fark ve îcâblanndan ve d a h a başka âmil ve te'sîrlerinden bahsederek tez'ini
fikrine göre yürütürdü. 40 öğrenici'den 39'umuz Mahmud Es'ad Efendi Merhumun
fikrine iltihâk etmiştik. İçimizden 682 Fuad (Öney) Efendi arkadaşımız bir türlü
bu fikri kabule yanaşmıyor; taze i'tirazlar hazırlıyarak yeni münâkaşalar açıyor
du. Nihayet bahsin kesilmeyeceğini anlıyan Hocamız, hepimize hitaben:
— Bakınız Efendiler, 39 talebe, bir de Hoca, 40 kişi bir fikirde; F u a d Efendi
muarız kalıyor. İşte kavga dediğin bundan çıkar, demiş ve münâkaşayı kapatmıştı..
1023
limi Abdürrahman Şeref Efendi, Resmî Kitabet Muallimi İsmail Hakkı Bey, Me
celle Muallimi Haydar Efendi, Usûl-i Fıkıh Muallimi Hacı Zihnî Efendidir.
Mahmud Es'ad Efendi, gençliğinde Medrese tahsili ile yetişmiş; fakat hususî
Fransızca öğrenmiş; Târih, Tabiat İlimleri, İktisad, Devletler Hukuku gibi birbir
leriyle hiç münâsebeti olmayan birçok ders kitapları yazmıştır. Yazdığı kitapların
çoğu tercemedir. Mülkiye Mektebinde, İktisad ve Devletler Hukuku derslerini oku
t u r ; Hukuk Mektebinde Mecelle dersi verirdi. Aynı zamanda İmparatorluğun Mâ
liye Nezâretinde Hukuk Müşaviri idi. İlmî kıyafet taşır; başında sarığı, sırtında
uzun bir cübbesi vardı. Bu kıyafeti ile beraber kendisinin yabancı dillerden terce-
meler yapması, İktisad ve Devletler Hukuku gibi ilimlerin Müderrisliğini deruhde
etmesi garibimize giderdi.
Mektebden çıktıktan bir kaç sene sonra "Tanin Gazetesi"nde (Karikatür) baş
lığı altmda bir seri mizahî yazılar yazmıştım. Bunlar arasında (Cübbe içinde..
Bonjur..) başlığı altındaki yazı Mahmud Es'ad Efendinin mizah şeklinde tasviridir.
Bir hâtıra olarak bu Yazının bir parçasını buraya naklediyorum:
"Cübbe İçinde.. Bonjur (85)
İşte onun hulâsa-i Şahsiyyeti.. Bu ifâde kendisinin yalnız haricî şekline âid de
ğildir. Bütün ma'nevî hayâtına da şâmildir. Onun b ü t ü n varlığı böyle mütenâkız
bir ikizlik içindedir. Bununla beraber, birden bire böyle iç içe iki varlık olduğunu
herkes fark edemez.
O, bir gün ders takrir ederken Dershaneye çöken ağırlıktan bunalarak üze
rinden cübbesini atınca b ü t ü n talebenin hayretle açılmış gözleri önünde "bonjurlu
bir a m â m e (sarık) " O vakite kadar bu büyük Muallimin, meselâ İlm-i İktisad
dersinde Usûl-i Fıkıh ve Usûl-i Hadis kavâidinin ferman ferma (86) olmasındaki
esbâb anlaşılamazken bu hâdise üzerine derhal hakikat anlaşılmış oldu.
Şark ile Garbı nefsinde toplayan bu Üstâd kimseye benzemez. H a t t â hayâtının
muhtelif safhalarını tâkib edenler, O'nu bir kere Câmi'de, sonra Mektebde, d a h a
sonra Nezâret'deki Dâiresinde görenler, muhtelif zaman ve m e k â n d a O'nu kendi
sine mezcedemezler...
Onun gece ile gündüzki hâli, kıyafeti bile başkadır. Onun giyinişinde görülen
hususiyet ayniyle hâlinde, hareketlerinde ve konuşma tarzında da vardır. O, yürür
ken b i r askerdir, dizlerini bükmez; vücûdunun üst tarafı meyilli, belinden aşağısı
dimdik olduğu halde r a p r a p gider.
Söylerken tecvîd usûllerine dikkat eden bir hatibdir. Fransızca (A) harfini d ö r t
"elif" mikdârı uzatır; Türkçe (Ama) edatını ( E m m â ) şeklinde söyler. Dîger bir
ibtilâsı da, Fransızcadan terceme ederken her kelimenin t a m mukaabilini bulmak
arzusudur, (â la veille) tâbirini (kubeylinde) şeklinde terceme eder. (Asır) ile
(Karn)'ın farkı olduğu için kat'iyyen bunları birbiri yerine kullanmaz; o kadar ki,
kendi rivayetine göre (Asır) yerine (Karn)'a alışmak için günlerce: K a m , Kanı,
K a n ı diye teşbih çekmiştir.
(85) Bonjur o zamanlarda şimdiki jaketatay yerini tutan resmî ceket idi.
(86) Bu tâbir, Rahmetlinin çok kullandığı bir terkîb olup "hükmeden" anlamındadır.
1024
Bakarken bir şâirdir; çünkü gözlerinin bakışı mübhemdir. -Bu ifâde ile gözle
rinin biraz şaşı olduğu telmih edilmiştir.- Bazıları bunun Edebiyyât'da (iham)
san'atına fazla inhimaki neticesi olduğunu söylerler. Bununla beraber her iki hâle
göre hüküm değişmez..."
Meşrûtiyet'in i'lânından on beş gün sonra 11 Ağustos 1908 (28 Temmuz 2324)'de
10.000 Krş. maaşla Mâliye Nezâreti Müsteşarlığına terfi' etti. 17 Şubat 1909 (3 Şu
bat 1324)'da Hüseyin Hilmi Paşa Kabinesinde Defter-i Hâkaanî (Tapu Kadastro)
Nazırlığına getirildi. Aynı Sadrâzam'ın kurduğu 2. Kabüıe'de sözü geçen Nazırlığı
muhafaza etmekle beraber Adliye Nazır Vekilliğini de deruhde etti. (82/f - 39).
"Defter-i Hâkaanî Nazırlığı sırasında Hükümet adına Romanya'ya gittiğinde: Romanya Kral ve Krali
çesi ile birlikte."
Bu sırada ceryan eden ilginç bir olay'ı Rahmetli Ali Fuad Türkgeldi şöyle an
latmaktadır (82/f-46):
".,. Bidâyet-i Meşrûtiyyet'de Vükelâ (Kabine Üyeleri) ve Ricâl-i Sâbıka'dan
(Abdülhamid Devrinde Yüksek Kademedeki me'murlardan) birtakım kimseler bir
cemm-i gafir (insan kalabalığı) tarafından hanelerinden (evlerinden) kaldırılarak
(alınarak) Harbiye Nezâreti (Millî Savunma Bakanlığı)'nde Kırmızı Kışla'da tevkif
ve ba'zıları da Meclis-i Meb'usân'ca verilecek karâra intizâren Büyükada'da ikaa-
mete (oturmaya) mecbur edilmişlerdi.
31 Mart Vak'ası'mn zuhuru ile haklarında verilecek karârın teahhur etmesi
ve İstanbul'da İdâre-i Örfiyye (Sıkı Yönetim) i'lân olunması üzerine, Divân-ı Harb'-
lerce rütbelerinin ref'i (kaldırılması) ve nişanlarının nez'i (alınması) ile İdâre-i
Örfiyye Mıntakası hâricine çıkarılmış olmak üzere (Kal'a-bend) suretiyle Bahr-i
1025
Sefîd (Akdeniz)'deki Adalar'a ve Trablusgarb ile Bodrum'a teb'idleri (sürülme
leri) taht-ı karara alınmış ve haklarındaki kararlar Meclis-i Vükelâ'ca (Kabine'ce)
da mevki'-i tezekkürce konulmuştu. İçlerinden yaşlı olanların uzak mahallere şevk
lerinden ve kal'a-bend olarak ikaametlerinden sarf-ı nazar ile onların da Adalar'a
sevk olunmaları suretiyle mukarrerât-ı vakıa ta'dîlen tasdik edildi. O sırada, Defter-i
Hâkaanî Nâzın Mahmud Es'ad Efendi, Adliyye Nezâreti Vekâletinde bulunuyordu.
Sadr-ı Âzam'm (Hüseyin Hilmi Paşa) bir aralık Meclis'den (Bakanlar Kurulu Oda
sından) çıkmasiyle Gabriyel (Noradunkyan, Ticâret N â z ı n ) Efendi, Mahmud Es'ad
Efendi'ye "Sen bu karâra nasıl iştirak ediyorsun? Sonra Adliye Nâzın sıfatiyle
seni Divân-ı Âlî'ye sevk ederler." diye muâhazekârâne hitabda bulunmasıyle,
Mahmud Es'ad Efendi bu sözden ürkerek ve yüzü de kıpkırmızı kesilerek Oda'-
nm içinde büyük adımlarla dolaşmaya başlamıştı.."
Defter-i Hâkaanî Nazırlığı sırasında Memleketin "Taşınmaz Mallar Tasarru
fu Hukûku"na âid b ü t ü n mevzûâtımn, Batıdaki örneklerine uygun olarak yenileşti
rilmesini sağlamak amacıyle:
1. 5 Şubat 1328 tarihli "Emvâl-i Gayr-ı Menkûle'nln Tahdîd ve Tahrîri Hakkın
da Kanûn-ı Muvakkat";
2. 5 Şubat 1328 tarihli "Eşhâs-ı Hükmiyye'nin Emvâl-i Gayra Menkûle'yi Ta
sarruflarına Mahsûs Kanûn-ı Muvakkat";
3. 16 Şubat 1328 tarihli "Gediklerin İlgaası Hakkında Kanûn-ı Muvakkat";
4. 21 Şubat 1328 tarihli "Emvâl-ı Gayr-ı Menkûle İntikaalât Kanûn-ı Muvak
kati";
5. 25 Şubat 1328 tarihli "Emvâl-ı Gayr-ı Menkûlenin Deyn (borç) Mukaabilin-
de Te'minât İrâesine (ipotek gösterilmesine) dâir Kanûn-ı Muvakkat";
6. 30 Mart 1329 tarihli "Emvâl-i Gayr-ı Menkûle'nin Tasarrufu Hakkında Ka
nûn-ı Muvakkat" adlı Kanunları çıkarttırmıştır ki, sonraları "Mahmud Es'ad
Efendi Kanunlan" adıyla anılan bu çok önemli Kanunlarla, Memleketin o za
m a n a kadar keşmekeş hâlde bulunan "Tasarruf Hukuku" 'nu tanzim yönün
den büyük hizmetde bulunmuştur. Yargıtay eski Başkanlanndan Saym Fuad
Hulusi Demirelli, bu hizmeti ve Mahmud Es'ad Efendi'yi "Geniş bir kültür sahası
üzerine kurulmuş yüksek bir ihtisas âbidesi..." sözleriyle vasıflandırmaktadır
(82/h).
Danıştay eski başkanlarından Rahmetli İsmail Hakkı Göreli de ş u n l a n söy
lemektedir (82/ı)s
"...Tapu, ölçü ve kadıylanyle, gayr-ı menkul işlemlerini düzenleyen ilk ka
nunlar, Merhum'u tanıyanlar ve bu Kanunların kimin tarafından, nasıl, hazır
landığını bilenler arasmda " M a h m u d Es'ad Efendi K a n u n l a r ı " unvânıyle yâdedil-
mektedir. Kanaatimce, Merhum'un, hayât-ı me'mûriyetüıde Memleketin Tasar
ruf Hukuku'nu tanzim için bu Kanunlan vücûda getirmiş olmak i'tibâriyle yap
tığı hizmet çok büyüktür.»"
1026
Bugünkü modern bünyesi'nin temeli Mahmud Es'ad Efendi tarafından
atılan Tapu Kadastro Umum Müdîrliği mensubları, Atatürk'ün ve Rahmetli'nin
büstünü yaptırmak ve bu suretle "Tapucular" 'm şükranlarını ebedîleştirmek için,
1963'de Ankara'da Tapu Kadastro Umum Müdîrliği Merkezi'nde bir dernek kur
muşlardır. Ana Tüzük'ünün 2. Maddesi'nde, sözü geçen Dernek'in amacı şöyle be
lirtilmektedir :
"Atatürk'ün ve Defter-i Hâkaanî Nazırlarından Mahmud Es'ad (Efendinin),
Tapu ve Kadastro Genel Müdîrliği Merkez Binasına konulmak üzere, Büstlerini
ve bu büstlerin kaaidelerini yaptırmak."
1913 yılında, Şeyh'ül-İslâmhkdan istifaya k a r a r veren Ürgüplü Hayri Efendi,
kendi yerine Mûsâ Kâzım Efendi ile Mahmud Es'ad Efendi'den birinin getirilme
sini bilVâsıta Pâdişâh Sultan Reşad'a bildirmiş ise de, "Zât-ı Şâhâne" ikisini de
uygun görmemişti. Bu olayı da Rahmetli Ali Fuad Türkgeldi şöyle anlatmakta
dır (82/M22):
"... Şeyh'ül-İslâm Hayri Efendi, bir gün Saray'a gelerek Makaam-ı Meşihat ile
Evkaaf Nezâretinden, ahvâl-i sıhhiyyesinden bahisle isti'fâ etti. Zât-ı Şâhâne (Sul
t a n Reşad) o gün Eyüb'e ziyarete gittiğinden Hayri Efendi de Evkaaf Nâzın sı-
fatiyle ı(Eyüb) Cami' (in)'de hazır bulunuyordu. Biz bunu, Isti'fâdan nükûl'e (vaz'
geçtiğine) hamletdiğimiz halde "hayır, isti'famdan vazgeçmem; Halîfe ile son defa
olarak bir daha edây-ı salât (namaz kılmak) üzere geldim...." dedi. Ertesi gün
Zât-ı Şâhâne, Sadr-ı Âzam ve Tal'at Bey ile görüşüp isti'fasmm kabul edilmeme
sine karar verdiler ve beni Hayri Efendi'nin Erenköyündeki köşküne göndererek
isti'fânâmeyi iade ettiler. Hayri Efendi, "Ben, isti'fâya sûret-i kat'iyyede karar ver
dim, geri alamam..." deyip ve elimi öpmeye kıyam edip "aman Başkatip Bey,
sizden rica ederim; Zât-ı Şâhâne'yi gücendirmeden beni şu müşkilden kurtarı
nız../' dedi. Israr ettiğim halde gene fikrinden dönmedi. İsti'fasmm sebeb-i hakî
kîsini sordukda "Geçen gün Enver Paşa'nın, Yalısının arkasındaki köşk'de ver
miş olduğu ziyâfet'de siz de hazırdınız; gördünüz; o masraflar o ihtişamlar ney
le oluyor; ben artık onlarla birlikte bulunamam" dedi. Bunun üzerine ben de ıs
rardan vazgeçdim ve isti'fânâmeyi geri aldım. Zât-ı Şâhâne şâyed isti'fasmda ıs
rar ederse yerine kimin ta'yini münâsib olacağının kendisinden sualini de İrâde
etmişdi. Bu ciheti sorduğumda, "Esbak Şeyh'ül-İslâm Musa Kâzım Efendi efadıl
dan bir zât olduğundan O'nun yahud sudur'dan (kadı-askerlerden) Mahmud Es'ad
Efendi'nin veya Necmüddin Molla ile Hacı Evliya Efendi'den birinin ta'yininin mu
vafık olacağmı söyledi..." Saray'a avdetle keyfiyeti Zât-ı Şâhâne'ye arzettim. Sul
tan Reşad, "Musa Kâzım Efendinin evvelki Meşîhat'inde ^Şeyh'üil-îslâm'lığında)
farmason (mason) olduğuna dâir Saray'a pek çok kâğıtlar geldiğinden O, olamaz.
Mahmud Es'ıad Efendi Avrupa'da karıları koltuğuna takarak sokaklarda gezer-
miş; O'nu da istemem. Necmüddin (Kocataş) Molla ile Evliya Efendi'den hangisi
münâsib ise onu intihab etsinler; git, Sadr-ı Âzam'a (Said Halim Paşa'ya) söyle.....
dedi"
1027
17 Şubat 1913 (3 Şubat 1329)'de 10.000 krş. maaşla Şûrây-ı Devlet (Danıştay)
Tanzîmât Dairesi Reisliğine getirilmiştir. Bu görevde iken 17 Ekim 1915 (3 Teş-
rin-i Evvel 1331)'de İ s p a r t a Meb'usluğuna seçilerek Şûrây-ı Devlet'deki vazifesin
den ayrılmıştır.
Bu târihden onyedi gün sonra 3 Kasım 1915 (20 Teşrin-i Evvel 1331!)'de aşağı
daki dilekçe ile emekliliğini istemiştir:
"Şûrây-ı Devlet Riyâset-i Celîlesine
Devletlû Efendim Hazretleri,
İlk me'muriyyet-i dâiyânem olan Aydm (İzmir) Vilâyeti Merkez Bidayet Mah
kemesi Riyâset-i Evveliyyesine ta'yin olunduğum 7 Zilhicce 1302 ve 5 Eylül 1301
(17 Eylül 1885) târihinden i'tibâren müddet-i tekaüdîmi ikmâl etmiş olduğumdan
icrây-i tekaaüdiyyeme âid muamelenin ifâsına müsâade-i aliyye-i Riyâsetpenâhî-
leri şayan buyrulmak babında emr-ü ferman Hazret-i henleh'ül-emr'indijr.
24 Zilhicce 1333 ve 20 Teşrin-i Evvel 1331 (2 Kasım 1915)
(Mühür)
İbn'ül-Emîn
Mahmud Es'ad"
"TOKATLIYAN LOKANTASI
Yemek Taamı
(1) Çiftlik çorbası (6) Yoğurt
(2) Peynirli börek (7) Hindili Alipaşa Pilâvı
(3) Mayonezli kalkan balığı filetosu (8) Kaymaklı Saray Lokması
(4) Turfanda süt kuzusu fırını (9) Enva' (çeşit) Dondurmalar
(5) Zeytinyağlı Enginarlı bakla (10) Meyve
5 Kânûn-ı Sâni 1329 (19 Ocak 1913)"
O
1028
(II) işaretli Belge Ziyâfet'de bulunanlardan ba'zılarının "Mönü"deki imzaları'dır:
1029
Bu arada, Öğretim Üyeliği görevini tamamen bırakmayarak son zamanlarına
kadar Mekteb-i Kuzât'da Hukûk-ı Düvel ve Târih-i İslâm dersleri okutmuşdu.
Meb'us iken, kısa bir rahatsızlığı müteakib, 18 Mart 1918 (18 Mart 1334)'de
istanbul'da Hakkın rahmetine kavuşdu. Mezarı, Fâtih Türbesi Bahçesi'n-
dedir. 1899 (1315 R.)'da İsmail Sabri Efendi kızı Refiye Hanım ile evlenmiş; Ah-
med Ertuğrul (Kadaster), Ömer îsfendiyar Es'ad (Prof. Dr. Kadaster) Mehmed
Korkud (Kadaster) adlarında üç erkek, Nezâhat ve Eatma adlarında iki kız evlâdı
olmuş idi ki, Profesör İsfendiyar Kadaster 1961'de vefat etmiştir.
Rahmetli Eb'ül-Ulâ Mardin, hakkında şunları yazmıştır (82/ç):
"... Ömrü boyunca durmadan çalışan bir zekâ hârikası, bir bilgi hazînesi olan
Mahmud Es'ad Efendi, hemen hemen bütün ilimlerle meşgul olmuş ve çeşitli
ilimlere dâir birçok eser yazmıştır. Dindar, halûk, güleryüzlü, kibar bir zât idi.
Fevkalâde bir hitabet kudretine mâlik, telkîn kudreti pek yüksek, hafızası da
zekâsı gibi hârika idi; unutmanın ne demek olduğunu bilmezdi. Dâima, ilmiyye
kıyafetinde sarıklı olarak gezerdi. Arabî, Fârisî lisanlarına hakkıyla vâkıf olduğu
gibi, İngilizce, (Almanca) ve Fransızca da bilirdi. Bütün bu bilgileri sırf kendi gay
ret ve âteşîn zekâsı sayesinde kazanmış, emsali ender yetişen ilim adamlanmız-
dandı..."
"... Din ve Hukuk ilimlerinde ve Dîn Târihinde mütehassıs olmakla beraber
riyâzî ve tabiî ilimlerle de uğraşarak, müsbet bir kafa sahibi olmuş; azmi ve seciy-
yesi kuvvetli bir insandı. Eserleri, tedkîk merakının dağınık ve geniş olduğunu
gösterir. Medenî Hukuk ve Din Târihi gibi bahislerde ihtisası ve liyâkati olan bir
zâtdı. Bir Alman Alimi'nin talebi üzerine, eliyle yazdığı hal tercemesinde,
"alel'husus Fizik'in Vahdet-i Kuvvâ bahsi beni Panteizm'e doğru meylettirmiş;
(Jeoloji'deki) müstehâsât (fosiller) bahsi de mazi için büyük bir meydan açmış
tır..." (82/e)
Hak ve Adalet mefhumlarım nasıl telakki ve gereğinde tatbik ettiğini, 30 Eylül
1913 (16 Eylül 1328) tarihli olup Alman Profesör Süsheim'e yazdığı mektub'da şu
satırlarla anlatmaktadır (82/d):
"... Otuz seneden beri bulunduğum me'muriyetlerde fikr-1 adalet ve müsavat'-
dan zerre kadar inhiraf etmedim. Esasen icrâ-i adâlet'den bir zevk-i vicdanî his
settiğim halde bir gayr-ı müslim lehine icrâ-i adâlet'den, fazla olarak, bir de zevk-i
millî hâsd ederim. Bir de, mağdur ve biçârelerin hakkmı meydana çıkarmakla o
derece mesrur olurum ki, sevincimden çok kerre ağladığımı bilirim..."
Ölümünün 25. yıldönümü olan 18 Mart 1943'de, Türk Hukuk Kurumu tarafın
dan Dil ve Târih-Coğrafya Fakültesi Konferans Salonu'nda büyük bir a n m a töre
ni tertiblenmişdir. Merhum'un öğrenicisi olup o târihde profesör, Sayıştay, Danış
tay, Yargıtay Başkan ve Üyesi bulunan b ü t ü n hukukçular, meb'uslar, S.B.O. ve Hu
kuk Fakültesi öğrenicilerinden mürekkeb büyük bir dinleyici kütlesi tarafından
tâkib edilen bu törende S.B.O. Müdîri Ord. Prof. Dr. (Rahmetli) Ali Fuad Başgil;
Danıştay Başkanı (Rahmetli) İsmail Hakkı Göreli uzun ve özlü konuşmalarla Mah
m u d Es'ad Efendi'nin hayat ve şahsiyyetiyle hizmetlerini anlatmışlardır.
1030
RÜTBELERİ: 1 — tbtidâ-i Hâriç Bursa Müderrisliği: 24 Ocak 1887 (29R.Ahîr 1304)
2 — İzmir Pâye-i Mücerredliği: 4 Ekim 1887 (16 Muharrem 1305)
3 — Mahreç Payesi: 26 Kasım 1896 (20 Cemâziy'ül-Ahîr 1313)
4 — Bâlâ ve Hamse Payesi: 26 Eylül 1897 (28 Rebl'ül-Ahîr 1315)
5 — Haremeyn-i Muhteremeyn Payesi: 23 Ocak 1899 (11. Ram. 1316)
6 — İstanbul Payesi: 23 Eylül 1902 (19 Cemâziy'ül-Ahîr 1320)
7 — Anadolu Kadî-Askerliği Payesi: 1 Kasım 1907 (25 Ram. 1325)
NİŞANLARI: 1 — 4. rütbeden Nişân-ı Âlî-i Osmânî: Eylül 1893 (R. Evvel 1311)
2 — 3. rütbeden Mecîdî Nişanı: Nisan 1896 (Şevval 1313)
3 — 2. rütbeden Mecîdî Nişanı: Eylül 1898 (C. Ahîr 1316)
4 — 2. rütbeden Nişân-ı Âlî-i Osmânl: Ağustos 1900 (R. Ahîr 1318)
5— Altın Liyâkat Madalyası: Eylül 1900 (C. Evvel 1318)
6—1. rütbeden Nişân-ı Âlî-i Osmânî: Mayıs 1902 (Safer 13201)
7—1. rütbeden Mecîdî Nişanı: Mayıs 1905 (R. Evvel 1323)
Üstad Payesinde "mason" olup (82/ı) İstanbul Locası'na kayıdlı idi. "Soctete'
Academique d'Histoire International (= Fransa Milletlerarası Târih Akademisi
Derneği)" dâimi üyesi bulunuyordu.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (82/g v e 82/ıj)
1 — İtmâm-ı Temyîz
İstanbul, Matbaa-i Osmâniyye; 1299 (1883); 19 sf.; 8°
2 — Usûl-i Fıkıh
istanbul, Sanayi' Matbaası; 1302 (1886); 384 sf.; 8°
3 — İlm'ül-Arz v'el-Maâdin (Kısm-ı amelî)
izmir, 1303 (1887); 271 sf.; 8°
4 — Ravzat'ül-Cennât fi Usûl'il-İ'tikad (2 kez basıldı)
izmir; 1305 (1889); 151 sf.; 8°
5 — Târih-i Sanayi'
izmir, Hizmet Mat.; 1307 (1891); 504 sf.; 8°
6 — Telhîs-i Usûl-i Fıkıh
izmir, Vilâyet Matbaası; 1309 (1893); 396 sf.; 8°
7 — Dîni İslâm (ingilizce'den terceme)
izmir, Nikolaidis Matbaası; 1894; 47 sf.; 8°
8 — İktisad (3 kısım; muhtelif târihlerde 4 kez basıldı)
(izmir) Hizmet Mat.; 1311 (1895); ,(îstanbul) Merkez Mat.; 1326 (1910);
1. Kısım: 453 sf.; 2. Kısım: 305 sf.; 3. Kısım: 678 sf.; 8°
9 — Tasnîf-i Tabiî (Hayvanât, Nebatat, Mâdeniyyât)
izmir, Hizmet Mat.; 1311 (1895); 56 sf.; 8°
10 — Kamer (Amedee Guillemin'den terceme)
izmir, Vilâyet Mat.; 1311 (1895); 256 sf.; 8°
1031
11 — Hukûk-ı Husîsiyye-i Düvel
izmir, M. Nikolaidis Mat.; 1312 (1896); 11 + 407 sf.; 8°
12 — Telhîs-i Usûl-i Fıkıh
İzmir, M. Nikolaidis Mat.; 1313 (1897); 508 + 3 sf.; 8°
13 — Târih-i İslâm (4 kez basıldı)
istanbul, Cemâlefendi Mat.; 1314 (1898); 255 sf.; 8°
14 — Şerîat-i İslâmiyye ve Mister Cariyle
istanbul, Cemâlefendi Mat.; 1315 (1899); 408 sf.; 8°
15 — Teaddüd-i Zevcât (Mecelleci Cevdet Paşa kızı F a t m a Âliye ile birlikde)
istanbul, Tâhirbey Mat.; 1316 (1900); 84 sf.; 8°
16 — Usûl-ı Hadîs
istanbul, Cemâlefendi Mat.; 1316 (1900); 120 sf.; 8°
17 — Hukûk-ı Düvel
Giriş: istanbul, Osmâniyye Mat.; 1326 (1910); 192 sf.
1. Cild : istanbul, Hilâl Mat.; 1326 (1910); 416 sf. \
2. Cild : istanbul, Merkez Mat.; 1326 (1910); 336 sf. /
3. Cild : istanbul, Osmaniye Mat.; 1327 (1911); 336 sf. 1
4. Cild : istanbul, Hayriyye Mat.; 1330 (1914); 136 sf. )
18 — Fevâid'ül-Ferâiz
istanbul, Selanik Mat.; 1326 (1910); 304 sf.; 8°
19 — Kitâb'ün-Nikâh
istanbul, Hayriyye Mat.; 1328 (1912); 231 sf.; 8°
20 — Kitâb-ı Nikâh ve Talâk
istanbul, Matbaa-i Hayriyye; 1328 (1912); 231 sf.; 8°
21 — Târih-i Dîn-i İslâm
Medhal: Hayriyye Matbaası; 1327 - 1329 (1911 - 1913); 647 sf.; 8°
Cild-i Mekkî: Cihan Biraderler Mat.; 1342 (1926); 294 sf.; 8°
Cild-i Medenî: (?)
22 — Târih-i Edyân (Dinler Târihi)
istanbul, Hukuk Mat.; 1330 (1914); 120 sf.; 8°
23 — Müdâfaa 1. (Misyonerler tarafından neşrolunan hutbelere karşı)
istanbul, Hayriyye Mat.; 1331 (1915); 40 sf.; 8°
24 — Târih-i İ l m i Hukuk
istanbul, Matıbaa-i Âmire; 1331 (1915): 279 sf.; 8°
25 — Avrupa Medeniyyeti Târihi (terceme)
26 — Hukûk-ı Hususiyye-i Düvel (Genişletilerek Fransızcadan terceme)
istanbul, 1312 (1896)
".*. (16 numaralı eseri olan) Usûl-ı Hadîs Kitabı, Mecelleci Cevdet Paşa ile ta
nışmasında önemli bir rol oynamışdır. Cevdet Paşa bu Kitab vesilesi ile Mahmud
Es'ad Efendiye yazdığı mektupda "Büyük bir zekâ ve ilm-i iktidar keşfetmiş" oldu
ğunu belirtiyordu " (21 N u m a r a l ı eseri olan) Târih-i Dîn-i İslâm Kitabı, eserleri
nin en ilnû'sidir, diyebilir. Bu kitabm önsözünde, İslâmiyyet'l meydana getirmiş
1032
olan târihî, coğrafî, siyâsî âmilleri, inceden inceye araştırmakda ve kendisinden
önce bu sahada yazı yazmış olanlardan tamamen ayrılmaktadır. Bu Kitap, Mahmud
Es'ad Efendi'nin skolastik zihniyyet'den ayrıldığım ve Çağdaş müsbet ilim görüşü
nü benimsediğini açıkça göstermektedir. (82/d)"
Özel Kitablığı, vefatından sonra Ailesi tarafından İstanbul Dârülfünûn'una ba
ğışlanmıştır. <£>
MA'RUF (87)
1033
— Hoşnud kelimesi hoş + nud'dan mürekkeb bir tâbire benziyor; (hoş) ma'-
lûm; (îıud) ne demekdir? diye sormuştum. Böyle bir suâle ma'rûz kalan Atâ Bey,
birdenbire kıpkırmızı kesildi; aramızda şöyle bir muhavere başladı:
— Bilmiyorum, siz biliyorsanız söyleyiniz!
— Bilseydim sormazdım; öğrenmek istiyorum ve öğrenmek için de bu sıralar
da oturuyorum...
— Öyle ise, ben de öğrenir, gelir size öğretirim, diyerek dersden çıkdı. Aradan
birçok dersler geçdi. Atâ Bey bu kelime hakkında birşey söylemedi. Fakat sual
sordum diye, bana karşı olan vaziyeti de değişdi. Bu vaziyetin imtihana da te'sîr
edeceğini söyleyenler oldu. Bereket versin Atâ Bey, o sırada Diyarbekir'e Vali ola
rak gitti de ben de bu müşkil durumdan kurtuldum..." (88/d)
1908'den sonra Mâliye Nezâretinde kurulan Islâhât-ı Mâliye Komisyonu A'zâlı-
ğıtıa getirildi. Bu görevde uzun yıllar kaldıktan sonra 24 Şubat 1919 (24 Şubat
1335)'da kurulan Ahmed Tevfik Paşa Kabinesi'nde Mâliye Nâzırlığı'na getirildi.
".... Mâliye Nezâreti hizmet-i mühimmesine (önemli görevine), ilerden beri müte-
verrimen esir-firaş olan (veremden bitkin bir vaziyetde yatan) Atâ Bey'in intihabı
ve O'nun da maraz-ı mevtinde (ölüme götüren hastalığında) (bu görevi) kabulü
herkesçe mûcib-i teaccüb oldu. Filhakika, kendisi bir gün bile mahall-i me'muri-
yetine gitmeğe muktedir olamadığı gibi ancak bir hafta imtidad eden (süren)
nıe'muriyetinden infikâkini (ayrılmasını) müteâkib (Mart 1919'da) irtihâli vuku'
buldu {Hakkın rahmetine kavuşdu)..." (88/ç).
Arabca, Frasca ve Fransızca'ya çok kuvvetle vâkıfdı. Me'muriyet hizmetinden
ayrı olarak "Mefharî", "Atâ" takma adlarryle gazete ve mecmualara devamlı ya
zılar yazardı. Hammer'in meşhur Osmanlı Târihi'ni Fransızca'dan Türkçe'ye
on cild olarak terceme etmiş; notlar yazmak ve iftiralara haşiyelerle cevab ver
mek suretiyle Türk Kültürü'ne büyük hizmetde bulunarak "Hammer Mütercimi"
adiyle ün kazanmışdır. Evli olup m e r h u m Nurullah Ataç, m e r h u m Dr. Gâlib Ataç
ve Çanakkale'de şehîd düşen bir oğlu ile birlikte 3 evlâd babası idi.
1034
Şeyh'ül-İslâm 2. Mahmud Kadî-asker'lerinden Yusuf -
MEHMED CEMÂLÜDDİN (89) zade Hacı Şeyh Yusuf Efendi'nin oğlu
ve "Muhakkık-1 Rûm" unvânıyle meş
hur Gelenbevî İsmail Efendi'nin yeğeni
ve Tedkîkaat-ı Şer'iyye ve Intihâb-ı
Hükkâm-ı Şer'î Meclisleri (Şer'î Hâkim
ler Seçimi Meclisi) Reisi Kadî-asker pâ-
yeli Hacı Ahmed Hâlid Efendi ile Ab-
dülmecid zamanı Kadî-asker'lerinden
Hacı Muhammed Said Efendi'nin oğlu
Abdülbâki Efendi'nin kızı'nın oğludur,
Mart 1848 (1264 R.)'de İstanbul'da doğ
du. Kendisi, Fetvalarında "Hâlid Efen-
di-zâde" lakabını kullanırdı.
Babasından ve zamanın meşhur
dersiamlarından "tertîb-i ma'rufu üzre
Ulûm-ı Arabiyye'yi ve Muallim-i Mah-
sus'dan fünûn-ı mütedâvile'yi tederrüs
ve ikmâl" ettikten sonra Eylül 1871
(Eylül 1287)'de Bâb-ı Fetva Mektûbî O-
dası'na ta'yin edilerek me'muriyet ha
yâtına girdi; aynı yıl, iki ay sonra Me-
şîhat-ı İslâmiyye Mektubculuğu (Şeyh'-
ül-İslâmlık Makaamı Genel Sekreterliği) Muâvinliği'ne; Ocak 1873'de aynı Dâire
Anadolu Kadî-asker'liği Mektubculuğuna; aynı yıl Adliye Nezâreti istanbul 1. Ceza
Mahkemesi Mukarrerat (kararlar) Kalemi Müdîr Muavinliğine; Ocak 1876 (Kâ-
nun-i Sânî 1291)'da aynı yer Müdîrliğine; Mart 1877 (Mart 1293)'de Mukarrerat
Şubesi Mümeyyizliğine (Raportörlüğüne); aynı yıl Mayısında Mahkeme-i Temyîz
(Yargıtay) Hukuk Dâiresi Mümeyyizliğine; Nisan 1878 (Nisan 1294)'de Şeyh'ül-Is-
lâm'lık (Dâire-i Meşîhat-i Ulyâ) Mektubculuğuna (Genel Sekreterliğine) terfi* etti.
Bu görevde onbeş yıl çalışdıktan sonra Kadî-,askerlik payesi tevcih edilerek 4 Eylül
1891 (29 Muharrem 1309)'de "mizaç ve meşrebi zamanın hususiyyetlerine tamamen
vukuf peyda ettiğinden" Sultan 2. Abdülhamid tarafmdan Şeyh'ül-îslâmhk'a geti
rildi. 17 yıla yaklaşan bu ilk Şeyh'ül-İslâmlığı Ahmed Cevad Paşanın 1., Said Paşa'
nm 5., 6., 7. ve Kâmil Paşa'nın, 2., Halil Rif'at Paşa ile Ferid Paşa'nm 1. Sadâretleri
zamanında devam etti. 4 Ocak 1910 (21 Kânun-ı Evvel 1325)'da Mektob-i Mülkiyye
Kanûn-ı Arazi Dersi Müderrisliğine getirildi. Dört yıldan fazla bu görevde bulun-
1035
duktan sonra, İttihad ve Terakki Komitesi'nin resmî ve siyâsî hayâtına nihayet
vermesi üzerine 14 Eylül 1914 (1 Eylül 1330)'de isti'fâen ayrıldı. 2. Şeyh'ül-Islâmlığı
5 Ağustos 1908'de başladı; 14 Şubat 1909'da sona erdi. 14 Haziran 1910 (31 Mayıs
1326)'da isteği ile emekliye ayrıldı. Emekli olmasına rağmen 22 Temmuz 1912'de
Üçüncü d e f a Şeyh'ül-İslâmlık'a getirildi ve bu görevi 29 Ekim 1912'de sona erdi.
4. ve sonuncu Meşihat görevi ise 29 Ekim 1912'de başladı; Ittihadcılann 23 Ocak
1913'de yaptıkları Bâb-ı Âlî Baskını sonucunda Kabinetıin düşmesi üzerine, siyâsî
ve resmî hayatı ile birlikde, Şeyh'ül-İslâmlığı da sona erdi. Buna göre, onyedi yıl
onbir ay onüç gün Şeyh'ül-Islâmlık yapmışdır. ittihad ve Terakki Komitesi'nin
ihtarı üzerine Memleket hâricine çıkıp Mısır'a gitdi. Buradan hiçbir yere aynlma-
yıp kısa bir rahatsızlığı müteâkib, Nisan 1919'da Ramle'de 72 yaşında olduğu hal
de Hakk'ın rahmetine kavuşdu; Na'şı İskenderiye'de otuz bin kişinin iştirak ettiği
bir cenaze töreni'nden sonra vapurla istanbul'a getirildi; Fâtih Câmi'inde kılman
ve Nazırların, Meb'uslarm, A'yân A'zâsı'nın katıldığı bir cenaze namazı'ndan sonra,
Fâtih civarında Otlukçu yokuşunda bulunan "aile makberesi" ne defnolundu.
NİŞANLARI:
Aralık 1880 (Muharrem 1297) 3. Rütbeden Mecîdî Nişanı
Ağustos 1885 (Şevval 1302) 2. ti n M
1036
".„ Rahmetli, iki d e f a Hacca giderek hacı olmuşdur. Arabca'ya çok kuvvetle
vâkıf idi. M u h â t a b l a n n a hayret ikaa edecek k a d a r geniş bir mütâlaata ve fart-ı ze-
kâ'ya mâlik idi. Akil baliğ oluşundan ölümüne kadar bir d e f a olsun namazım ge-
çirmemiştir. Geçen asırda Müşarünileyh kadar idâri ve siyâsî sahalarda bir recül-i
devlet'e az tesadüf olunmuşdur. Mısır'da iken ba'zı m ü h i m mes'elelerde kendisin
den istifâde edildiği gibi, pek çok siyâsî problemlerde ortaya koyduğu görüşler, o
sırada Mısır'da bulunan Lord Kiçner'in hayretini celbetmişdir. Yavuz Devri'nde
Şeyh'ül-İslâmlık yapan meşhur Şeyh-ül-İslâm Zenbilli Ali Alâeddîn'ül-Cemâlî Efen-
di'den sonra, Osmanlı İmparatorluğu 'nda en uzun süre Şeyh'ül-İslâmlık yapmış-
dır..."
"... Hüseyin Hilmi Paşa, erbâb-ı kalem'den ve cerbeze-i lisâniyye eshâbından
olup hafızası metin ve gaayet çalışkan bir zâtdı. Fakat hâyât-ı me'muriyyeti taş
rada geçip muâmelât-ı merkeziyye'ye kesb-i vukuf eylemeden Makaam-ı Sadâret'e
irtika' etmiş ve bu noksanım kendisi dahî müdrik bulunmuş olduğundan "Ben,
Sadr-ı A'zam olmak isterdim; amma, şimdi değil; Said ve Kâmil Paşalar gibi zât
larla iki üç sene ıbirlikde bulunduktan sonra..." derdi. Tab'mdaki isti'câl ve şiddet
de muâmelâtdaki noksamna inzimam ederdi. Maamafih, Meclis-i Vükelâ-yı (Ba
kanlar Kurulu'nu) İdarede iktidar gösterirdi. Hiçbir iş'de ağzım açmayan (Şeyh'ül-
islâm) Ziyâeddin Efendi'den hoşlanmayıp "Cemâledddin Efendi'nin yerine Şeyh'ül-
îslâm bulamadık..." derdi..." (89/d-20)
Vefatından sonra "İstanbul Gazetesi" 'nde şu mersiye yaymlanmışdı (89/c):
"Cenıâleddin Efendi onsekiz yıl Bâb-ı Fetvâ'da,
Maal-i pâş olup Müftîy'ül-En'âm kâmübîn oldu;
Tecellî eyledi zâtmda pek ulvî faziletler,
Vücudu hüsn-i ahlâka kitâb-ı müstebîn oldu.
(90) Bak.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; 1. C; 296., 304., 433., 457. sf.
b) Huzur Dersleri; Eb'ül-Ulâ M a r d i n ; istanbul, 1966; 2. - 3. C; 365. - 367. sf.
cj Talebimiz üzerine oğlu Sayın Prof. Dr. Sabri F. Ülgener'in gönderdikleri ve Arşivimizde mahfuz
28.9.1968 günlü mektup.
ç) Millî Kütübhâne, Eski Harfli Türkçe Eserler Katalogu; Ankara, 1957; 433. sf.
1038
Mehmed Fehmi Efendi ta'yin edildi. Hepimizin sevgi ve saygısını taşıyan bu kıy
metli Hocamıza kavuşmak bizi son derece sevindirdi. Rahmet'e vesile olur diye
onun bu dersteki tesettür bahsini anlatırken yaptığı bir latifeyi anlatacağım:
O târihlerde kadınlarımız biraz kısa çarşaf giymeğe ve kaim peçe yerine ancak
çenelerine kadar gelen ince tüller takmağa başlamışlardı.
Hocamız — ki çok zaman pek yakım olduğum için biliyorum, asla mutaassıp
değildi— buna işaret ederek şöyle demişti:
— Hani, bizim kadınlarımızın peçe tutunmaları var, peçe.. —ba'zı kelimeleri
böyle t e k r a r l a r d ı — Bu neye benzer bilirmisiniz? Hani bazen Kamer, bulutlar al
tında kalır da bir parçası görününce, daha başka bir letafet ihraz eder. İşte bizim
kadınlarımız da, kendi vech-i tabnâklarım, o Kamer'e (Ay'a) benzeterek sehab-âsâ
peçelerini gerden-i sim'lerine değil de çenelerine indiriyorlar ve böylece daha baş
ka bir güzellik kazanıyorlar. Şimdi, bu manzara karşısında şeyb ü şâb (genç ve ih
tiyar) her kim olursa olsun nigehendâz olmaktan ( b a k m a k d a n ) kendini alabilir
mi, siz söyleyin?»"
Bundan sonra Meşîhat-i İslâmiyye Ders Vekâleti (90/1) A'zâlığma getirildi.
Bir m ü d d e t sonra da Dâr'ül-hilâfet'ül-Aliyye Medresesi Genel Müfettişliğine ta'yin
edildi; b u r a d a n Defter-i Hâkaanî Nazırlığı Şer'i Me'murluğuna nakledildi. 1924'de
yapılan seçim'le de İstanbul Müftiliği'ne getirildi. 19 yıl bu görevde kalıp, 20 Nisan
1943'de H a k k m rahmetine kavuşdu. Mezarı Edirnekapı Şehidliğindedir. Emine Be-
hice Hanımla evli olup bir kız bir erkek evlâd babası idi.
Arabca ve Farsça'ya kuvvetle vâkıfdı. Şehidlikleri î m a r Cem'iyyeti daimî üyesi
idi.
BASILMIŞ ESERİ (90/ç)
1. Hikmet-i Hukûk-ı İslâmiyye (Mülkiye Mektebi için)
İstanbul, Matbaa-i Cihan; 1329 (1913); 86 sf.; 8°
O
Emekli Kaymakamlardan Nazmi Bey'in oğludur. 1891'-
de
MEHMED İZZET (91) İstanbul'da doğdu. İlk ve o r t a öğrenimini İstan
bul'da, lise öğrenimini de Galatasaray Sultânîsi'nde
tamamladı. Açılan imtihanı kazanarak 1911'de Maârif Nezâreti hesabına Paris'e
gönderildi. Sorbon Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Felsefe öğrenimi yaptıkdan
ve diploma aldıkdan sonra Yurd'a döndü. 12 Ocak 1918*de 2. d e f a açılan Mek-
teb-i Mülkiyyeye ve Mekteb-i Tıbbiyye'ye Fransızca Muallimi olarak ta'yin edildi.
Bu görevden 21 Eylül 1920'de Darülfünun Edebiyyât (Fakültesi) Şubesi Felsefe
Müderris Muavinliğine ta'yin edilmesiyle ayrıldı. 1924'de Müderrisliğe (profesör-
(90/1) DERS VEKİLİ: Dînî Ders okutması Seyh'ül-islâm'ların yetki ve haklarından olan Beyazıd Câmi'i Medre
sesinde b u vazifeyi vekâleten îfâ etmek üzere K i b â r - ı M ü d e r r i s i n ( = Ord. Prof.)
arasından ta'ym edilen kimsenin unvanı i d i . Sonraları, Medreselerde öğretim ve öğrencileri devamlı
kontrol ve denetimi altında bulunduran ve yine Şeyh'ül-islâmlık'a bağlı bir Makaam'ın adı olduğu za
man Ders Vekâleti adı ile de söylenirdi 1 .
(91) Bak.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; 1. C; 295. sf.
b) Meşhur Adamlar Ansiklopedisi; 198. sf.
c) M i l l î Kütübbâne; Eski Türkçe Kitablar Katologu; Ankara, 1957; 440. sf,
1039
lüğe) terfi' etti; bu Fakülte'de Ahlâk, Felsefe Târihi ve Ictimâiyyât (Sosyoloji))
dersleri okutdu. 1927'de, hem yakalandığı rahatsızlığın tedavisi, hem Almanya'da
bulunan Türk öğrenicilerinin denetimi için Berlin'e gönderildi. Bu hastalıkdan
kurtulamıyarak 193ö'da Berlin'de 39 yaşında olduğu halde Hakk'm rahmetine ka-
vuşdu.
Felsefe ve Sosyoloji'ye âid eser ve dersleri ile tanınmış genç fikir adamlanmız-
dandı.
BASILMIŞ ESERLERİ
1040
ligine ta'yin edildi; bu görevden 1908'de emekli oldu. 1918'de Emekli bulunduğu sı
rada İstanbul'da Hakk'm rahmetine kavuşdu.
Şehnaz Hanım'la evli; beş erkek, üç kız evlâd babası idi. Arabca'ya çok kuv
vetle vâkıf, Farsça'ya âşinâ bulunuyordu. Av, ata binme ve saat tamiri ile uğraş
mak hobisi idi.
BASILMIŞ ESERLERİ
1041
lı olarak bu görevi yirmi üç yıl îfâ ettikden sonra 14 Haziran 1906 (31 Mayıs 1322)'
da istifâen ayrıldı. Müderrisliği süresince, 1891'de Maârif Nezâretinde beş a'zâdan
teşekkül eden "Tedkîk-ı Müellefât Komisyonu" Üyeliğine; 1895'de aynı Nezâret
"Meclis-i Kebîr-i Maârif" A'zâlığına; 1903'de de Maârif Nezâreti Encümen-i Teftiş ve
Muayene Reisliğine terfi' etti.
Meşrutiyet'den sonra tekrar getirildiği "Meclis-i Kebîr-i Maârif A'zâlığı" göre
vinden yaş haddini aşmasına rağmen Heyet-i Vükelâ karariyle "... erbâb-ı fazl ü
kemâl'den bulunmasına mebnî, mezkûr Meclis'de ilmî hususlarda rey ve malûma
tından istifâde edilmekde olmasından dolayı tahdîd-i sin'den istisna" edildi.
16 Aralık 1913 (17 Muharrem 1332)'de İstanbul'da Hakk'm rahmetine kavuş-
du. Beylerbeyi'nde Küplüce Mezarlığı'na defnedildi.
Evli olup, bir kız ve T. C. Hükümeti ilk Gümrük ve Tekel Bakanlığında ve
uzun yıllar Kızılay Genel Başkanlığında bulunan Rahmetli Ali Rânâ Tarhan'ın ba
bası idi. Farsça ve bilhassa Arabca'ya çok kuvvetle vâkıfdı.
Encümen-i Teftiş ve Muayene A'zâlığı gibi nâzik bir görevdeki t u t u m u n d a n
şöyle bahsedilmektedir:
">.. Encümen-i Teftiş ve Muâyene'yi teşkil eden a'zânm çoğu yalnız Medrese
tahsili görmüş; binâenaleyh câhil, hafiye ve hulûskârlardan olmakla beraber ama
larında birkaç tane ilim ehli ve maârif-sever'in bulunduğu da şübhesizdir. Mese
lâ en son zamanlarda bu Encümen'in Reisliği'nde bulunan Hacı Zihnî Efendi ile
A'zâdan Şâir Hayret bu türlülerdendir... Bu türlü vicdanlı ve kültürlü a'zânın ilim
ve marifet düşmanı olmıyacağı tabiîdir..." (93/e - 684)
Mülkiye'deki Müderrislik hayâtına dâir de, o zamanki öğrenicileri şu bilgileri
vermektedirler (93/e-508):
"... Zihnî Efendi pek halûk, hattâ nıahcûb bir zât idi. Bize, talebeden sıkılıyor
hissini verirdi. Fakat Ulûm-ı Fıkhiyye'de, Arabcada yedd-i tûlâ (çok bilgili, otorite)
sahibi idi... Doğrusunu söylemek lâzım gelirse, biz ekseriya Fıkıh Dersine ehemmi
yet vermez; ancak sınıf geçmek için çalışırdık. O üstâd-ı giranbahâ'dan (çok
kıymetli ü s t a d d a n ) bihakkın faydalanamazdık. ÇUnki, başka fikirde ve başka ha
vadaydık..."
". T Zamanının eâzım-ı ulemâ-ı fihâmından (saygıya lâyık din bilginlerinin en
büyüklerinden) bulunan rahmetli Zihnî Efendi hayatını okumaya, yazmaya ve öğ
retmeye hasretmişdi. Evinde veya vazifede olmadığı zaman, umûmî kütübhâneler-
de bulunurdu. Evinde Ailesi'ne ayırdığı mahdûd fakat şefkatle dolu zaman hâri
cinde, vakti, ibâdetle, okumakla ve yazmakla geçerdi. Az uyurdu. Ciddîlik, samimi
lik, edeb ve terbiye, çalışkanlık, şefkat, hamiyyet kendisinde kemâliyle bulunan
vasıflardandı..." (93/ç)
Eserlerinin ilmîliği ve çokluğundan dolayı, Stokholm'da toplanmış olan "Müs
teşrikin Cem'iyyet-i İlmiyyesi = Oryantalistler İlmî Cem'iyyeti" tarafından 1884'de
kendisine Altın Liyâkat Madalyası verilmiştir. Bu madalya hâlen (1968) Galatasa
ray Lisesi Müzesi'ndedir.
1042
BASILMIŞ ESERLERİ (93/c ve 93/ç)
1. Usûl-i Fıkıh (Mekteb-i Mülkiyye 4. Sınıf Ders Kitabı)
İstanbul, 1306 (1890); 148 sf.; 8°
2. Meşâhir'ün-Nisâ (Meşhur Kadınlar Ansiklopedisi; 2 cild)
3. EI-Müntehab fi Ta'lîm'il - Lügât'ül-Arab
4. El-Muktadâb; 5. Kitâb'ül-Terâcîm; 6. Elfâz-ı Fıkhıyye;
% El-Kav'ül-Ceyyid
8. EI-Hakaayık (Hadîs ilmi; Hakikatler)
9. El-Müşezzeb (Arabca Sarf ve Nahiv)
10. "Ni'met-i İslâm" adlı seri
a) Kitâb'üt - Tahâre (Temizlik Kitabı)
b) Kitâb'üs - Salât (Namaz Kuralları Kitabı)
c) Kitâb-üs - Savm (Oruç Kuralları Kitabı)
ç) Kitâb'üz-Zekât (Zekât Kuralları Kitabı)
d) Kitâb'ül-Hac (Hac Kuralları Kitabı)
e) Kitâb'ün - Nikâh (Nikâh Kuralları Kitabı)
11. Ni'met-i İslâm; (2. baskı) İstanbul, Yeni Matbaa; 1957; 750 sf.; 8°
12. El-Kavl'üs - Sedîd fi İlm'it - Tecvîd K= Tecvîd-i Cedîd
13. El - Muhtasarât (= Ni'met-i İslâm'ın kısaltılmışı)
14. El - Münakkıd Min'ed - Dalâl (İmâm-ı Gazâlî'den terceme)
15. Tuhfet'ül - Erib (İmâm-ı Gazâlî'den terceme)
16. Etvâk'üz - Zeheb [Zemahşerî'den terceme (= Altın Gerdanlık)]
17. Feyz-i Yezdan (İbn-i Verdî'nin "Nasihat'ül-İhvân" Kasidesinin tercemesi)
-0-
Müderris (Portakal)
Dârbhâne m e ' m u r l a n n d a n Osep Porta-
MİKAEL PORTAKALYAN (Paşa) (94)
kalyan Ağa'nın oğludur. 1841'de istan
bul'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini
İstanbul'da Ermeni Mekteblerinde biti
rip Venedik'e gitdi. "Refailyan Mekte-
bi'"nde yüksek öğrenimini tamamladı.
İstanbul'a döndükten sonra 1861'de
Bâb-ı Âlî Terceme Kalemi'ne me'mur
olarak ta'yin edildi; Sadrâzam Alî Pa-
şa'nm Husûsî Sekreteri (Sırkâtibi; ola
rak Paşa ile birlikde Girit'e gitdi. 1868'de
Galata Gümrüğü Nazırlığına (Müdîrli-
ğine); 1878'de Cem'ıyyet-i Rusûmıyye
Reisliğine (Gümrükler Umum Müdür
lüğüne); 1885'de Mâliye Nezâreti Müs
teşarlığına terfi* etti.
1043
1888'de Ziraat Bankasını kurmaya m e ' m u r edilerek aynı Bankanın Umum Mü-
dîrliğine getirildi. 1891'de Hazine-i Hâssa Nazırlığına yükseldi; 1893'de Vezir paye
si tevcih edilerek Paşalık rütbesi verildi.
Mekteb-i Mülkiyye'nin Yüksek Okul hâline getirilişinden sonra, Mâliye İlmi'n-
deki ihtisası nazara alınarak, 3000 krş. maaşla Cem'iyyet-i Rusûmiyye Reisliği gö
revine ilâveten, 26 Mart 1878 (13 Mart 1294)'de Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne Yüksek
Kısım Usûl-i İdâre-i Mâliye Dersi Müderrisliğine getirildi. Hazîne-i Hassa Nazırlı
ğına ta'yin edilmesi üzerine de 13 Ekim 1891 (1 T. Evvel 1307)'de bu görevden ay
rıldı. Hazîne-i Hassa Nazırı iken yakalandığı şeker hastalığından kurtulamıyarak
15 Kasım 1897 (19 C. Ahir 1315/3 T. Sâni 1313)'de istanbul'da vefat etdi.
Vefatından sonra, Mülkiye'de öğrenicisi bulunan Ahmed İhsan, hakkında şun
ları yazmışdı (94/b);
"... Dâima bir büyük hiss-i ihtiramla n â m ı m yâd eylediğim Portakal Mikael
Paşa'nın hayâtından artık ümid kalmadığını Perşenbe günü duymuştum. Bu ha
ber bana, Kemâl-i şiddetle, dehşetle te'sir eyledi, i n a n m a m a k istiyor; Muhterem
Muallimimin gaybûbet-i ebediyyesini pek müessir buluyordum. Bir de. Portakal Pa-
şa'yı penbe çehresi, geniş omuzları ile gözümün önüne getirdikçe m e m a t (ölüm)'la
aralarım çok uzak görüyordum. Halbuki aldığım haber bir hakikat idi. Yarım
saat evvel yanından ayrılan bir tabîb-i hazık: "hasta, fennen vefat etmişdir; bu ge
ce son nefesini teslim eder" diyor idi; buna rağmen bende yine hafif bir ümid kal-
m ı ş d ı ; belki fenni mağlûb edecek bir hârika-i tabiiyye zuhur eyler, diyordum. Hay-
fâ! ferdası günü d o k t o r u n sözü tahakkuk eyledi; şeker hastalığı hasebiyle düçâr-ı
inhilâl olan kanı bir ufacık yarayı beslemeyerek vücudu gangren olmuş; Devlet-i
Osmâniyye bir büyük Vezirini, ciddî bir âlimini kaybeylemiş idi.
Portakal Mikael Paşa'dan Mekteb-i Mülkiyye'de, 1300 ve 1301 senelerinde
İlm-i Usûl-i Mâliyye okudum. Üstâd'ım olmak hasebiyle kendisine karşı kalben
hâsıl eylediğim h ü r m e t ve ta'zime müteaddid muallimlerimiz arasmda ancak bir
iki tanesine münhasır olan büyük bir hiss-i muhabbet munzam olurdu. Evet, Sı
nıfça Portakal Paşıa'yı son derece sever, fakat kendisinden son derece çekinirdik. Bi
zim için en büyük dem-i halecân Usûl-i Mâliyye Dersi idi. Kezâlik en ziyâde arzu
eylediğimiz ders de Usûl-i Mâliyye idi. Hocamız, t a m vakt-i muayyen'de Dershane
kapısından girince bir hürmet-i istîcâlkârâne ile h e p yerimizden fırlar; kendisi
masasımn basma geçince biz de yerlerimize otururduk. Her vakit, tepesi dar, aşa
ğısı geniş kalıba çekilen kırmızı fesini, onun arasından görünen beyaz takkesinin
a l t m d a dâima parlayan gözlerine rastgelmekden k o r k a r ; fakat yine o mehîb çeh
reyi görmek isterdik.
Portakal Paşa'nın d e r s zamanı oldu mu, Sımf'da başka şeylerle iştigal, yâhud
hayâlâta dalmak, dikkatsiz durmak, kat'a görülmez; yirmi yedi Efendi (öğrenici)
'den ibaret olan mevcudumuz heyecân-ı fevkalâde ile hocanın ağzından çıkanları
dinler, acaba h a n a birşey soracak mı diye çekinir idi.
Portakal Paşa'nın kendine mahsus bir takriri vardı. Kendisi hakîkaten n a t û k
a d a m idi. Türkçe'yi pek güzel, kusursuz, şivesi fevkalâde düzgün olarak söyler idi.
1044
Fransızca'sı da kusursuz idi. Mekteb'de haftada iki defa Türkçe takririni dinliye-
rek meftûn-ı nâtıka'sı olduğumuz Üstâd-ı muhterem'!, bir defa da Beykoz'da Mum
Fabrikasının resm-i küşâd'ında Fransızca irâd-ı nutk ederken görmüşdüm. Hakî
katen mükemmelen ifâde-i meram eyliyordu.
Portakal Paşa'mn takriri fevkalâdedir, demişdim. Vakıa Üstâd-ı Muhterem'imiz,
son derece i'tidâl-i dem (serinkanlılık) ile, kat'â acale etmeden, hiç haşv (gereksiz
söz) katmadan şerh-i mes'ele eder; inşam zorla dinlemeye mecbur eder idi, Ze>
kây-ı hârikulâde'si sayesinde karşısmda bulunanlardan kim iyi dinleyor, kim
-Mekteb tâbiri mucibince- lalay geçiyor, derhal farkeder idi.
Usûl-i Mâliyye imtihanları... Portakal Paşa'mn muallimlikde devamı müddetin
de Mekteb-i Mülkiyye şâkirdâmnın en büyük geçidi bu idi. Zira muallimin hiç şa
kası yoktur; hatıra gönüle asla bakmaz; sert bir sözle karşısındakini haşlayıp
nümero defterine sıfırı çekmekte hiç tereddüt etmezdi. Zâten, Müteveffa-i Müşâ-
rünileyh'den iyi nümero almak ne kadar zor idi, bilir misiniz? Aliyyülâlâ'ya muâ
dil olan on nümero'yu Mekteb'de bulunduğu müddetçe, iki üç efendiye ya vermiş
tir, ya vermemiştir, deyebilirim. Karib-i Evsatlar (orta'ya yak|n)' Paşa'mn imtihan
cedvelinde dâima birbirini tâkibederdi. Diğer muallimlerden kamilen başka ola
rak, Portakal Paşa imtihanda Efendileri ikişer ikişer kabul eder; birbirleryle
münazara ettirerek kıymetlerini takdir eder idi.
Sevgili Üstâd'm karşısmda iyi bir imtihan verip dışarı çıkmak, talebelik âle
minde bizim için en büyük şeref idi.
Portakal Paşa Mekteb'de okuttuğu dersin cidden âlimi idi. O zaman Mekteb'de
adedi mahdud olarak tab'olunup şimdi yalnız bizim gibi şâkirdleri elinde bir nüs
hası bulunan "Ilm-i Usûl-i Mâliyye"ye şöyle bir nazar atfetmek Portakal Paşa'mn
nasıl bir müdekkik ve bir mütefennin-i âlî olduğunu gösterir. Müşarünileyhin bun
dan başka matbu' eseri olmamalı, zannediyorum; halbuki müellif Ukde ve muallim
likde devam etseydi kütübhânemize pek mühim âsâr-ı ciddiye terkeder idi. Por
takal Paşa, Avrupa'da mükemmel tahsil ettikden sonra boş zamanım dâima mü
tâlâa-! kütüb-i ciddiyye'de geçirmiş ve İlm-i Usûl-i İdare ile Mâliye'de kesb-i ihti
sas etmiş mütefenninin-i Osmâniyye'den idi.
Müteveffada büyük bir meziyet daha var idi ki, o da her zaman bir meslek
üzere hareket etmesidir. Meslekperverliği hayât-ı husûsî'sine mütaallık en ufak
cihetlerde dahî nazar-ı dikkate müsadif olur idi. Meselâ yukarıda şeklini tarif
ettiğim fes kalıbım hiç değiştirmemiştir; dâima bir örnek de yakalık takar idi.
Kezâlik Ortaköy'de Pederinden müntekal olan hanesinden hiç ayrılmamıştır. Mes
leğinde ne kadar sabit ise dostluğunda dahi vefakâr olduğunu şeref-i hususiyyetinl
ihraz etmiş olanlardan işittim.
Buraya kadarı, ziyâ-ı ebedî'sine teessüf-hân olduğumuz büyük Vezir'in hayât-ı
ilmî ve hususîsidir. Portakal Paşa'nm bir de hayât-ı resmî'si vardır ki bu clhetde,
ihraz eylediği mevki'i fazla tafsüe hûcret yoktur. Bâb-ı Âlî'de, Rüsûmat'da, Mâliye
Nezâretinde, Meclis Riyaseti ve Müsteşarlığı gibi işgal ettiği mühim hidemat'dan
ve Ziraat Bankası Nezâretinin te'sisi hususunda gösterdiği muvaffakiyet'den mâa-
1045
da sûret-i mahsusa'da nâil-i emniyet ve i'timad-ı Pâdişahî olarak Hazîne-i Hassa-i
Şahane Nezâretini senelerce ifâ eylemiş olması, derece-i i k t i d â n ' n m en büyük de
lilidir.
Portakal Paşıa gaayet müstakim gaayet afif idi. Osmanlılığın meftunu idi. Mek-
teb'de bize son dersini takrir eylediği zaman verdiği bir nasihat, meslek-i müsta^
kıym ü nâmusperverâne'sini irâe edeceğinden müteveffâ-i müşârünileyh'in yâd-ı nâ
mı için, k e m â l i teessürle yazdığım şu makaaleyi Üstâd-ı Muhteremimizin son na
sihati ile bitirmek istiyorum:
O gün Usûl-i Mâliyye'nin son dersini Paşadan dinliyorduk. Fennin, hatimesini
tafsilden sonra bize şöyle hitâbeylemiş idi:
"Evlâtlarım, iki senedir size İlm-i Usûl-i İdâre-i Mâliyye tedris eyledim. İnşaal-
lah her biriniz birer büyük m e ' m u r olduğunuz vakit öğrendiklerinizi tatbik eder,
Memleketimize büyük, hizmetler edersiniz. Fakat, bu tatbik eyleyeceğiniz kavâid-i
fenniyye'dir; işin cihet-i nazarîsi ve maddîsidir; her m e ' m u r a lâzım bir de cihet-i
ahlâkî vardır. Size şurada lahlâk ve felsefe dersi verecek değilim; iki kelime ile ih
tisar etmiş olmak üzere deyeceğim ki Mektebden çıktıkdan sonra mesleğiniz namus,
tarîkiniz istikaamet olsun.
Vâkıâ müteveffa-i Müşarünileyh, bu kaaideden asla infikâk etmemiş idi."
Öğrenicilerinden Rahmetli Ali Kemâl de şunları anlatmaktadır (94/ç):
"Mâliye'yi Mikael Portakalyan Efendi'den okurduk. Bu zât mükemmel bir
hoca idi. Türkçeyi güzel bilirdi. Pek fasih söyler; yine öylece yazardı. Ulûmri Mâ-
liyye'de bir iktidâr-ı hârikulâde'ye mâlikdi. Çünki tahsilini Fransa'da ikmâl eyle
mişti. Eyledikten sonra da tedkîkaatında, tetebbuâtında devam etmişdi. Ders ve
rirken Talebeye müfîd nasihatlerde bulunurdu. Fikren, müterakkî olanlarımıza,
ciddî yazı yazmayı, bir mevzu'u kudret ve ehemmiyetle tevhîd eylemeyi en ziyâde
öğreten hoca Mikael Efendi oldu. O, mühim, esas i'tibariyle m ü h i m , fakat fasih,
latif takrirleri mükemmel dinlerdik; sonra dikkatle kaleme alırdık; muallim der
se geldiği vakit içimizden birine işaret eder, dersi okuturdu. Bir kere bana okut
tu. Mevzu' câzibedâr idi. Süleyman Kanunî zamanında Devlet-i Osmâniyye'nin tarz-ı
idâre-i mâliyesine müteallik idi. O devr-i muhteşeme dâir ba'zı mutâlaât-ı târihiyye
ile mezcederek o bahsi m u n t a z a m a n kaleme aldımdı. Yine öyle bir bülend-âvâz
ile okudumdu. Portakal Efendi beni dikkatle dinledikten sonra "aferin, fakat se
nin damarlarında şâir kanı da var" demişdi. Bu takdir pek müstesna olduğu için
o zaman çok hoşuma gitmişdi."
1046
geçmiş ve tatbik edilmiş mâlî varidat ve sarfiyatı zirkeder; onların hangisinden
ne kadar istifâde edildi ve sonra ne gibi mahzurlar doğdu; ne veçhile terkedildi
veyâhud elyevm nasıl cereyan ediyor, gibi cihetlerini vâkıfâne ve kayıdlara istina
den yazar; talebesine not ettirirdi. Ermeni olduğu halde takrirlerinde Türk tekel
lümünden en küçük bir fark görülmezdi. Yalnız fevkalâde galeyana geldiği bir
günkü takririnde (rekaabet) bahsini anlatırken "pilav" diyecek yerde "pilaf yedir-
diler" demişdi..."
BASILMIŞ ESERİ
1 — İlm-i Usûl-i Mâliyye (Ders Kitabı)
-o-
Müderris Rus Çarlarına karşı açdığı gerilla savaş-
MEHMED MURAD larıyle ün yapan ve Ruslar tarafından
öldürülen, büyük Rus Yazarı Tolstoy'un
meşhur "Hacı Murad" adh eserinin
kahramanı olan Kafkasyalı Hacı Mu-
ıad'ın oğludur. Tesbît edilemiyen bir
târihde Tiflis'de doğdu. Rusya'da yük
sek öğrenimini tamamladıktan sonra,
Sultan Abdülâziz zamanında, 21 yaşında
iken istanbul'a geldi. Türkçe'yi İstan
bul'da öğrendi. Midhat Paşa'nm Tav-
şantaşı'ndaki konağına devam eden ve
o zamanın en ileri fikirli gençlerinden
olan Nâmık Kemâl, Ziya (Paşa), Eb'üz-
Ziyâ Tevfik, (Müzeci) Hamdi Bey gibi
gençlerle birleşdi. Midhat Paşa ile, son
radan Sadrâzam olan, Şirvânî - zade
Rüşdî Paşa tarafından çok sevildi.
Şirvâni - zade Sadrâzam olunca
Murad Beyi, genç yaşma rağmen,
Sadâret Mühürdarı (Başbakanlık Özel
Kalem Müdîri) yaptı. Rüşdî Paşa Sad-
râzamlık'dan çekilince Murad Bey de
Düyûn-ı Ümûmiyye (Osmanlı Devleti Dış Borçları) İdaresi Komiserliğine ta'yin
(951 Bak.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler. 1. C; 307., 346., 356., 359. sf.
b) Meşhur Adamiar Ansiklopedisi; İ.A. Gcvsa; 1(1*12. sf.
c) Peyâm; 2 Kânun-i Sâni 1329; Nu. 6; 1. Sene; 6. sf., 1. st.; Ali Kemâl; " Ö m r ü m " Tefrikası.
ç) Akşam Gazetesi; 3.10.1945'den 15.10.1945'e kadar devam eden "Mizancı Murad Bey" Tefrikası;
d) Millî Kütübhâne; Eski Türkçe Eserler Katalogu; Ankara, 1957; 483., 500. sf.
e) izâhh Osmanlı Târihi Kronolojisi; İ.Hâmi Dânişmend; 357., 368., 372. sf.
f) Görüp i ş i t t i k l e r i m ; A.Fuad Türkgeldi; Ankara, 1951; 12., 29. sf.
g) Yakın Târihimiz; 2. C: 126., 366., 376. sf.; 3. C: 137., 263. sf.; 4. C: 116. sf.
1047
edildi. Mülkiye yüksek okul hâline getirilince, Rusya'da gördüğü köklü öğretim
nazara alınarak 4 Aralık 1877 (= 21 T. Sâni 1293)'de Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne
Târih-i Osmânî ve Târih-i Siyâsî Müderrisliğine getirildi. Onyedi yıl devam eden
bu görevi sırasında geriş kültürü, ihtilâlci karakteri ile o devir Mülkiye Öğrenci
leri üzerinde çok müessir oldu. Bu hususu Rahmetli Ali Kemâl Mülkiye'ye âid
hâtıralarında şöyle anlatmaktadır (95/c):
".<..... Murad Bey, haftada bir kere derse gelirdi; lâkin şâhâne gelirdi. Bize Ro
ma Târihini okuturdu. Öyle güzel okuturdu ki, tarz-ı takririne, mütâlâalarına, mu
hakemelerine hepimizi hayran kılardı. Zannetmem ki, bu devr-i hürriyet'de Me-
kâtib-i Âliye'miz böyle bülend mertebe bir Üstad görmüş olsun.
Murad Bey, cidden zâde-i hürriyet idi. Yalnız sözleriyle değil, atvânyle de,
efkâr-ı ahrârâne'nin naşiri idi. Öbür Hocalar Kürsîlertne otururlar; muhterizâne
(sakınarak, çekinerek) mukayyedâne derslerini takrîr ederlerdi. Murad Bey ise,
pek serbest bir vaziyet alır; adetâ bir hatîb-i âmm tavrını takınır; bir ictimâ-ı
umûmide söz söyler gibi öyle samimî, âzâde bir edâ ile ders verirdi. Kalb ve fik
rinin tercemâm olduğu, nasıl düşünüyorsa bîpervâ öyle söylediği için sözlerinden
bizzat müteessir olurdu; teheyyüce gelirdi.
Hiç hatırımdan çıkmaz; bir kerre Kayser'in (Sezar'ın) fâcia-i katlini anlatıyor
du; fakat öyle heyecan ile anlatıyordu ki:
— Vay Brütüs sen de mi? nidây-ı muhlik-i marufunu ref eylerken farkına var
madan elini dayadığı sandalyeyi havaya kaldırmış, sonra birden yere indirince
çatır çatır kırmıştı. Fakat o takrîr-i belîğ, o mevzû'-i bülend ile öyle meşgul mü»
tehayyic idik ki, bu çatırtıları neden sonra işitebildik.
Yok, teslim etmeliyiz, bu Memleket'de her vâdi-i ma'rifet'de az çok bir meziy-
yet gösteren o neslin, neslimizin tehzîbine (ıslâhına) ençok hizmet edenlerin biri
hattâ birincisi, hiç şübhe yok Murad Bey oldu "
Bu arada, kendisine (Mizancı) lakabının verilmesine sebeb olan haftalık
"Mizan M e c m u a s ı "nı (Dergisini) çıkarmaya başfladı. Sonraları "İttihad
ve Terakki" adını alıp- 2. Meşrûtiyet ihtilâlini yapan Komite'nin anası olan ve
1890 (1307 H.)'de kurulan "Gizli İhtilâl Komitesi"ne girdi (96). Eylül 1894'de bu
(96) "İttihad ve Terakki Komitesi" 1890'da Askeri Tıbbiyye Mektebi'nde (Dr.) Abdullah Cevdet, İshak Sükuti.
İbrahim Temo tarafından "Terakki ve İttihad Cemiyeti" adiyle kuruldu. Meşrûtiyyet'i yeniden i'lân için
kurulan bu gizli Cemiyet, az zamanda Askerî Tıbbıyye'den istanbul'a yayıldı; Mahallelerde ve resmî dâire
lerde şubeleri teşekkül e t t i . Bâb-ı Seraskerî (Millî Savunma Bakanlığı) Muhasebe Dâiresi Mümeyyizlerinden
Hacı Ahmed Efendi Umumî Reisliğe. Nümûne-i Terakkî Mektebi Müdîri Nâdir Bey Genel Sekreterliğe geti
r i l d i . Şube Reislerinin en önemlileri arasımda da Serasker (Millî Savunma Bakanı) yaverlerinden Kayma
kam (Yarbay) Şefik Bey ile Samatya Şû'besi Başkanı Şeyh Nailî Efendi yer alıyordu.
Bu gizli Cemiyet, az 2amanda c kadar çok dslbudak salmıştı k i , Hâzîne-i Hassa (Padişahın Şahsî Hazî-
nesi)'ya bile kol atmışdı. Mîzancı Murad Bey ile, sonraları İşkodra Valisi ve Müşir (Mareşal) olan Birinci
Fırka (Tümen) Kumandanı Kâzım Paşa g i b i , ba'zı önemli mevki' sâhiblerinin katılması üzerine büsbütün
kuvvetlenen bu i l k "İttihat ve Terakki" gizli Cemiyeti, Sultan Hamidi hal' edip Bâb-ı Âlî'yi basarak Sultân
Murad'ı veyahud Veliahd Reşad Efendiyi Taht'a çıkarmak üzere icrââta geçeceği sırada Kâtibi Umûmî Nâdir
Bey'in Mekâtib-i Askeriyye (= Askerî Okullar) Nâzın (Genel Komutanı) ismail Paşa'nın akrabasından Maz-
har Bey'i Cem'iyyete almak ümidi ile ihtiyatsızca yaptığı ifşaat üzerine 20 Eylül 1894'de meydana çıkmAş;
üyelerin bir çoğu yakalanıp öteye beriye sürülmüş ve ba'zı lan da Mısır'a, Avrupa'ya kalmışlardır. Bu du
rum üzerine, Cem'iyyet faaliyet merkezi İstanbul'dan Paris'e aktarılmış; istanbul'da ele geçmemiş olanlar
(Devamı 1049. sayfa'dadır).
1048
Cem'iyyet'in birinci kez Hükümet tarafından öğrenilmesi üzerine Ekim 1894
(21 Eylül 131G1)'de tevkif edilmemesi için, bir ecnebi vapuruyle Mısır'a kaçtı (97).
Bir müddet Kahire'de kaldıkdan ve parayla tutulmuş çok güzel bir kadın ta
rafından tedricî surette zehirlenme tehlikesini de anlatdıkdan sonra Lord Salisbury
ve Lord Cromer'in tavsiyelerine uyarak "İttihad ve Terakkî"nin Paris'deki kolu
ile çalışmak üzere Paris'e geçti (95/ç).
" O zaman Paris'deki İttihadcılar, 2. Meşrutiyet'de Meclis-i Meb'usan
Reisi olan, Ahmed Rıza Bey'in Başkanlığı altında sistematik şekilde çalışmaktay
dılar. Murad Bey Paris'e gelince bu grupla buluştu. Uzun tartışmalardan sonra,
Paris'deki İttihadcılar tarafından çıkarılan "Meşveret Gazetesi"nin Türkçe Kısmım
Ahmed Rıza'nın, Fransızca Kısmım da Murad Bey'in çıkarmasına karar verildi.
Hayâtının bu devresinde Paris'de Markiz Darbelle adında çok güzel ve genç
bir kadının pek büyük yardımlarını gördü. Bu suretle Fransız Yüksek tabakası
ile büyük kültür muhitlerinde çok esaslı bir yer yaptı. Çıkardığı gazete etrafta dik
kat ve alâka çekmeye ve Fransızların da hoşuna gitmeye başlamışdı. Çok kuvvetli
olan Fransızcası ile yazdığı ateşli ve ihtilâlci yazıları, Fransız kamu esprisine ve ka
rakterine uygundu. Makaaleleri muntazaman İstanbul'la Padişah'a gönderiliyor
du (95/ç)"
Yabancı Memleketlerde aleyhinde yapılan neşriyatdan, vehmi sebebiyle, ürken
Sultan Adülhamid bu kaynakları kurutmak maksadıyla önce bir genel af i'lân
etti. Sonra Paris'e gönderdiği Ser-hafiyye Ahmed Celâlüddin Paşa vâsıtasıyle de Mu
rad Bey ve iki arkadaşını İstanbul'a dönmeye ikna etti.
Bu dönüşünden sonra, Murad Bey Şûrây-ı Devlet A'zâlığına ta'yin edildi; mu
tedil bir tarzda Mizan Gazetesini yeniden çıkarmaya başladı.
2. Meşrûtiyetin i'lânı üzerine, Ordu'ya dayanarak Devlet ve H ü k ü m e t e hâkim
ve gayr-ı mes'ul bir durumda bulunan ittihad ve Terakki Fırkası'na (Partisine)
karşı bir tarafdan "Mizan" 'da çok şiddetli ve ağır yazılar yazarken (98), Prens
Sabahaddin'in Millî Şuur'dan ve temelden m a h r u m olarak kurduğu adem-i Mer
keziyetçi "Ahrar Fırkası [(Ahrar = hür insanlar) = Hürriyetçiler Partisi)]"na Ali
da Paris Merkezindeki ler ile teması sağladıktan sonra istanbul'da tekrar teşkilât kurup çalışmalara başla
mışlar; bilhassa Askerî Tıbbiyye ve Harbiyye Öğrenicileri üzerinde Cem'iyyet f i k i r l e r i n i yaygın hâle getir
mişlerdir. 30 Haziran 1897 (29 Muharrem 1315)'de bu iki Mekteb öğrenicilerinin Yıldız Sarayına karşı
yapacakları silâhlı bir nümayiş, Hükümetin zamanında haber alması üzerine, yapılmadan bastırılmış; geniş
ölçüde tutuklamaya g i r i ş i l m i ş t i r . 2 Temmuz 1897 (1 Safer 1315) Cuma günü Taşkışlada toplanan Divân-ı
Harb (Askerî Melikeme), tevkif edilenlerden oniki'sinin idamına, geri kalan altmışdokuz'unun da muhtelif
hapis ceza'sı çekmelerine karar vermiş ise de Sultan Hamıd idam cezalarını küreğe çevirmiştir (95/e).
^97) Ba'zı kaynaklarda Murad Bey'in bu devrede Avrupa'ya kaçtığından bahsedilmekde ise de, bu husus yan-
lışdır; önce Mısır'a kaçmış; buradan Paris'e geçmiştir.
(99) Bu hususda Rahmetli Ali Fuad Türkgeldi şunları yazmaktadır (95/f-12):
" (2. Msşrûtiyet'in i l k seçiklerinin yapılacağı günlerdeki olayları anlattıktan sonra) o geceki (Meclis-i
Vükelâ'da = Bakanlar Kurulu'nda) yapılan müzâkerâtdan biri de Mîzan Gazetesi sahibi Murad Bey'in, Uryâ-
nî-zâde Cemil Molla ve Nazif Sürûrî Bey ile bil'ittifak Meşrûtiyet aleyhinde bir triyomvira teşkil etmiş ol
duklarına dâir Zabıtanın tahkikaatına istinaden Murad Bey'in muvakkaten İstanbul Hududları hâricine çı
karılmasına karar verilmesidir Matbuat Müdîri Tevfik Bey (eski Başmâbeynci'lerden ve Atîk Mülkiye Me'-
zunlarından) (Dâhiliye Nâzın) Hakkı Bey tarafından (Sadrâzam'ın) Konağ (ın)'a celb edilerek ve Murad
Bey'in verilmeyerek kalmış maaşları verdirilerek karâr-ı vâki' o vâsıta ile kendisine tebliğ kılınmışdır."
1049
Kemâl ve Arnavut îsmâil Kemâl Beylerle birlikde girerek fi'lî mücâdeleye devam
ediyordu.
31 Mart Vak'ası'ndan sonra, Murad Bey de tevkif edilerek (99) Harb Divânı'na
sevkedildi; yapılan muhakemesi sonunda ıberâet etmesine rağmen İstanbul'da kal
masında "büyük m a h z u r " görüldüğü için, Örfî İdâre'ce Rodos'a sürgün edildi.
1911'de Rodos'dan Midilli Adası'na geçdi; (asthme) hastalığının çok artması üzeri
ne İstanbul'a döndü ve 1912'de Anadolu Hisarı'ndaki yalısında Hakk'ın rahmetine
kavuşarak Anadolu Hisarı Mezarlığı'na defnedildi.
Hasîbe Hanım'la evli; iki kız, ıbir erkek evlâd babası idi. Fransızca ve Rusça'ya
çok kuvvetle vâkıfdı. Klasik batı müziği ile uğraşmak ve piyano çalmak hobisi idi.
Mülkiye'deki öğrenicilerinden Rahmetli Ali Haydar Yücebaş Hocası Murad
Bey hakkında şu hâtırasını anlatmaktadır (95/a-346):
".....> Murad Bey büyük bir irikılâbcı ve h ü r fikirli bir zât idi. Talebesine inkı-
lâb fikirleri aşılamakda çok mahir idi. Fakat haris bir zât'dı. Hocamız ve Mudili
miz (Rahmetli) Abdurrahman Şeref Bey söz arasında "Murad Bey bulunduğu bir
yerin en yüksek derecesine çıkarılsa yine kanâat etmez; illâ ben pâdişâh olayım
der " derdi. Hattâ, kendisini genç yaşma rağmen, Mülkiye'ye Müderris olarak
alan Abdurrahman Şeref Bey'in Müdîrliğine bile göz diktiğini herkes bilirdi. "
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (95/d)
1 — Târih-i Umûmî
İstanbul, Karabet-Mahmudbey Mat.; 1299-1307 (1883-1891);
1. C : 358 sf. 4. C : 510 sf. \
2. C: 400 sf. 5. C: 444+4 sf. 8°
3. C: 356+4 sf. 6. C: 402+4 sf. )
2 — Devr-i Hamîdî Âsân
Dersaadet (İstanbul), Matbaa-i Osmâniyye; 1308 (1892); 156 sf.; 8°
3 — Muhtasar Târih-i Umûmî
(3. bası) İstanbul, Kasbar M a t ; 1310 (1894); 333 sf.; 8°
4 — Mücâhede-i Milliye: Gurbet ve Avdet Devirleri
istanbul, Tefeyyüz Kitabhânesi; 1326 (1910); 96 sf.; 8°
5 — Tencere Yuvarlandı Kapağını Buldu (Komedi, 4 perde)
İstanbul, Tefeyyüz Kitabhânesi; 1326 (1910); 96 sf.; 8°
6 — Meskenet, Ma'zeret Teşkil Eder mi? Mücâhede-i Milliyye'den Mîzân-ı Ka
dîm ve Düyûn-ı Umûmiyye Komiserliği Devirleri
İstanbul, Matbaa-i Âmidî; 1329 (1913); 253+2 sf.; 8°
1050
7 — Taharrî-i îstikbâl
istanbul, Matbaa-i Amidî; 1329-1330 (1913-1914);
1. C : 318 sf. + 2. C : 352 sf. = 8°
8 — Tatlı Emeller; Acı Hakikatler yahud Batn-ı Müstakbel'e Âdâb-ı Styâsiyye
Ta'lîmi (2. Abdülhamid Devri'ne âid hatıralar)
İstanbul, Matbaa-i Âmîdî; 1330 (1914); 379 sf.; 8°
O
1051
1904 (1320 R.)'de, aralarında yüksek öğrenimini tamamlamış kimselerin de bulun
duğu, bir öğrenici grupuna verdi. Aynı yıl Huzur Dersleri'ne muhâtaıb ta'yin edildi.
1911'de de Sultan Reşad tarafından Mukarrirliğe terfi' kılındı. Bu arada Vefa î'dâ-
dîsi, Darülfünun İlahiyat ve Edebiyat (Fakülteleri) Şubeleri, Dârülmuallimîn
Akaaid ve Mecelle Dersleri Müderrisliğinde, Hadika-i Meşveret Mektebi Ders Na
zırlığında (Eğitim Grupu Başkanlığında) bulundu. 14 Ekim 1907'de Mekteb-i Mül-
kiyye-i Şahane İlm-i KeJâm, Tefsir, Hadîs Dersleri Müderrisliğine getirildi. 2. Meş-
rûtiyet'in Hânı üzerine Derslerde yapılan değişiklik neticesi, 11 Kasım 1908 (28 T.
Evvel 1324)'de bu görevden isti'fâen ayrıldı. îlk seçimlerde İstanbul Meb'usluğuna
seçildi; 31 Mart Vak'ası'ndan sonra Abdülhamîd'in hal' Fetvası'nm hazırlanmasın
da rol oynadı (101/c-37). Meclis'in feshinden sonra bir müddet Maârif Nezâreti
Meclis-i Kebîr-i Maârif A'zâlığında bulundu. Dârülfünun'daki derslerine de devam
etdi. Bu sırada zamanın Maârif Nâzın (Atatürk'e İzmir'de suikasd tertibinden ası-
2 — Sultan Mecîd'in hastalık hâline gelen faydasız ve keyfî israfının Osmanlı Ekonomik hayâtında
sebep olduğu bozukluk ve bunun uyandırdığı tepki.
Bu İhtilâl Cem'iyyeti'nin basında, Musul'daki Süleymânîyye Sancağı ahâlisinden 46 yaşlarında ve
Şeyh Ahmed adında bir Sarıklı vardır. 1859 yılı başındanberi gizli bir ihtilâl Cem'iyyeti kurmaya ça
lışan bu manyak Sarıklı, önce Rumeli Ordusu Feriklerinden (Korgenerallerinden) Çerkez Hüseyin Dâim
Paşa- İle Arnavut Câfer-Dem Paşa adında okuma yazma bilmez bir câhili elde etmişdir. Dîger yardımcı
elebaşıları da, i'mâlât Meclisi A'zâsından Binbaşı Râsim ve Tophane Kâtiblerinden 'Arif Beylerdir. Bun
lardan başka Hezargrad'lı Şeyh Feyzullah 1000 ve Kütahyalı Şeyh İsmail 6000 müridi ile yardım va'det-
mişlerdir. Arnavut Cafer Dem'in de, soyca Arnavut olan askerleri ayaklandıracağından bahsedilir. Cem'iy-
yete girenler fedaî olduklarına dâir birer teahhüd senedi imzalamakla mükelleftiler.
Bunların başlıca amaçları "Saltanat-ı Seniyye aleyhinde ikaa-ı fitne ve fesâd" , ya'ni Sultan Mecîd'le
Hükümet Erkânı'nı öldürmek ve "Nâm-ı Âlî'sini ortaya koydukları serîat-ı garrâ" 'y\ istemekdİr. Hükü
met'in bu hususdö' yayınladığı beyannâme'de de "Maksad-ı Hâinânelerinin esbâb-ı icrâiyyesİni dahî teh-
yie = Hain Maksadlarımn icra sebeblerini bile hazırladıklarından" b&sedilmektedir. Ba'zı yazarlar, bu
İş'de, Velîahd Abdülazîz Efendî'nin de parmağı olduğundan bahsetmişler, fakat, iddialarını gerçekleştire
cek bir doküman gösterememişlerdir. Eb'üz-Ziyâ Tevfik Bey, Şâir Şinâsî'nin de bu İsle alâkasından bah
setmiş ise de tevsîk edememiştir.
Tevkîf edilenlerin sayısı kirP bir kişidir. Kaç kişinin kaçtığı belli değildir.
Basına verilen resmî Hükümet bildirisine göre: Hükümet durumdan 14 Eylül 1859 Çarşanba (16 Safer
1276) günü haberdâr olabilmişdir. İhbarı yapan Mirliva (Tuğgeneral) Tatar Hasan Paşa'dır. Mükâfâten rüt
besi Ferikliğe çıkarılan bu Hasan Paşa mes'eleyi, kolağası (önyüzbaşı) Hasan Ağa adında bir Zâbit'ıden
(Subay'dan) ve o da kısa bir süre önce sözkonusu İhtilâl aem'iyyetine girdikten sonra kendisine işin
mâhiyetini açmış olan Tophane Muzıka Başçavuşu Erzurumlu Mehmed Çavuş'dan haber atmışdır. Böylelikle
durumu öğrenen Tatar Hasan Paşa derhal Ser-asker Rızâ Paşa'ya haber vermiş ve bunun üzerine Hükümet
derhal faaliyete geçmişdir. 15 Eylül Perşembe günü Kılıç Ali Paşa Câmi'ine yapılan baskın sonucunda
toplantı hâlinde bulunan ihtilâlcilerden kırkbirî yakalanmıştır.
Ahmed Midhat Efendi ' Üss-i İnkılâb" adlı kitabında tevkiflerin, Pâdİsâh'a sûikasd yapılacağı sırada
olduğundan bahsetmektedir:
" Bİr akşam Zât-ı Şâhâne'nin (Sultan Abdülmecid'in) Tophâne-i Âmire'ye vuku'ı teşrîfi üzerine,
emellerini mevki'-i fi'le çıkarmak içün peyda edebildikleri beş on erbâb-ı gaflet İle oralarda toplan
mışlar ise de keyfiyet, asdîkaay-ı bende-gân tarafından ihbar edilmeğle orada bulunanlar derhal ahz ü
girift olunch/kları gibi, bunların haber verdikleri sair erbâb-ı fesâd dahî hanelerinde tutulmuş idî."
Bunlardan câhil Arnavut Cafer - Dem Paşa Kuleli'ye götürülürken korkusundan "kendüyü kayıkdan
bağteten denize atmasıyle kendi sun-ı ihtiyariyle mücâzâtını görmüş " d ü r . Dîger lerİ Kuleli Kışlası'nda
muhakeme edilmişlerdir. İşin öneminden dolayı, Sadrâzam Âlî Paşa'nın başkanlığında Şeyh'ül-İslâm
Seyyid Mehmed Sa'düddîn Efendi, Ser-asker Rı^a Paşa İle Meclis-i Tanzîmat ve Meclis-i Ahkâm-ı Adfiyye,
Dâr-ı Şûrây-ı Askerî Reislerinden mürekkeb fevkal'âde bir "Divân-ı Mahsûs (— Yüksek Mahkeme)" kurul
muş ve sorgu işlerini de o sırada Meclis-i Vâlâ 2. Kâtiblîğinde bulunan Midhs-t (Paşa) Efendi idare
etmişdir. 8 Ekim 195V Cumartesi günü (11 R. Evvel. 1276) karara bağlanan Muhakeme sonunda, suçlular
dan Şeyh Ahmed Efendi, Hüseyin Dâim Paşa, Arif Bey ve Râsİm Bey î'dâma; dîgerlerİ de kürek, hapis,,
sürgün gibi çeşitli ceza İcra çarptın İmi şiardır. Sultan Mecid i'da m mahkûmlarının cezalarının "Meydanda
fî'l-i katil yok; tasavvurda kalmış.... Ben adam öldürmek istemem..." diyerek müebbed küreğe çevİrmîşdİr.
1052
lan) Şükrü Bey'in kendisini vazifesinden azletmesi üzerine bir süre açıkda kaldı.
Kasım 1918'de Haydarî-zâde ibrahim Efendi'nin Şey'ül-İslâmlık'ı zamanın
da Ders Vekâletine ve bir müddet sonra da ilâveten Dar'ül-Hikmet'il-İslâmiyye
Reis Vekilliğine ta'yin edildi. Aynı yıl A'yân A'zâsı nasbedilip kısa bir süre sonra
da A'yân Reisi oldu.
Bu hususda da Rahmetli Ali Fuad Türkgeldi şu bilgiyi vermektedir (101/C-200):
" O sırada (Vahidüddin'in Padişahlığı ve mütârekeden sonra kurulan Ali
Rıza Paşa Kabinesi sırasında) İttihad ve Terakki Kabinelerine dâhil olan Vükelâ
nın (Nazırların) (Kürt Mustafa Paşa) Dîvân-ı Harb Hey'et-i Tahkikiyyesince sor
gularına devam edilmekde olduğundan, bunların mefsuh (Padişah tarafından
feshedilen) Meclis-i Meb'usan Encümeni'nde evvelce icra kılınmış olan sorgula
rının bulunduğu evrak, A'yân Riyâseti'nden istenilmiş olduğu halde (Meclis-i A'yân
Reisi) Ahmed Rızâ Bey tarafından verilmesine ma'ni olunduğu havadisi gazeteler
de görülmekde idi. Bu sebeble Ahmed Rıza Bey'in değiştirilip A'yân Meclisi Reis
liğine Hoca Mustafa Âsim (Yörük) Efendi'nin ta'yin edilmesi bıkkında Bâb-ı Âlî'
den (Hükûmet'den) bir kararname tasarısı (Saray'a) geldi. Zât-ı Şâhâne (Pâdişâh
Vahidüddin), "akşam Sadrâzam Paşa'nın gelerek tekrar Meclis-i A'yân Reisi'nîn
değiştirilmesi hususunda İsrar ettiğini", hattâ "eğer bu bâbda İsrar etmezsem Zât-ı
Şahanelerine ve Devlet-i Aliyye'lerine ihanet etmiş olurum" dediğini söylediği gibi,
Ahmed Rıza Bey'in Fransız tarardan olmasından ve A'yân Dâiresi'nde Vahdet-i
Milliye Hey'eti'ni toplamakda bulunmasından İngilizler de kuşkulanarak bunu da
ğıtmak için A'yân ve Meb'usan Dâirelerini işgal eylemek istemeleriyle o mahzurun
bu değişiklikle önü alınmak üzere (A'yân Reisi'nin) tebdiline mecburiyet hâsıl ol
muş bulunduğunu nıakleyledi..."
İstanbul'un T.B.M.M. Hükûmeti'nce teslim alınışından sonra emekliye sevke-
dildi. 25 Ağustos 1943 de İstanbul'da Hakk'ın rahmetine kavuşdu. Erenköyü'nde
Sahrây-ı Cedîd Kabristam'nda metfundur.
Evli; beş evlad babası idi. Arabca ve Farsça bilirdi. Edebiyyât, bağ ve bahçe
işleri ile uğraşmak hobisi idi.
Rahmetli Eb'ül-Ulâ Mardin, Merhum hakkında şunları yazmaktadır (101/b)
"— Mustafa Âsim Efendi, zamanının büyük din âlimlerindendi. Gaayet natûk,
tasannûdan (yapmacıkdan) tamamen ârî (arınmış) bir lisan ile konuşur; muhata
bının idrâk kaabiliyetini maharetle ölçerdi. Fıtrî zekâ ve kaabiliyetini ilmî ehli
yeti ile birleştiren Hoca Âsim Efendi, zamanının üstün hatîblerindendi.
Bu sayede gerek va'zlarında ve gerek toplantılarda yoğun bir topluluğa hitâb
etmek fırsatını dâima bulurdu. Bulunduğu meclislerde tek konuşan kendisi oldu
ğu gibi, resmî ve hususî toplantılarda, tabu bir suretde riyaset makaamına getiri
lirdi. Hayatı, camide en hürmet edilen bir vâız, Mektebde en sevilen bir hoca, Mec
lislerde sözü dinlenir ve sayılır bir şahsiyet olarak geçmişdir. Gençliğinde bir müd
det ticâret ile de meşgul olmuş ise de sonra vazgeçmişdir. Mustafa Âsim Efendi
Matbuat alemince de bilinen bir simadır. Rind meşrebi, onu dâima zamanın
edîbleri ile hemsohbet kılardı. Başta Cenab Şahâbeddin olmak üzere, Hüseyin
1053
Suıad, Hüseyin Siyret, daha eskilerinden Şeyh Vasfî Efendi, Hoca Asım Efendi'-
nin Çarşanba'daki evinin müdavimi idiler....."
BASILMIŞ ESERİ
1 — Akaaid Dersleri
istanbul, Hilâl Matbaası, 1324 (1908); 38 sf.; 8°
O
Müderris Rumeli - Yenişehiri ileri gelenlerinden
MUSTAFA NÂZIM Paşa (103) Tayfur Beyin oğlu olup 1862'de Yeni
şehir'de doğdu. İstanbul Mekteb-i Hu-
kuku'nda ve 2. Abdülhamîd'in Me'mur-
ların "Ecnebi Lisânı" öğrenmeleri için
açtırdığı "Lisan Mektebi"rtde yüksek
öğrenimini tamamladı.
Hukuk'dan me'zun oldukdan sonra
Hâriciye Nezâreti Mektûbî Kalemine
m e ' m u r edilerek resmî hayâtına başla
dı. Buradan Şûrây-ı Devlet Müddei-i
Umûmî (Savcı) Muavinliğine nakledil
di ; bu arada Girit Adası Adlî Teşkilâ
tının ıslâhı için kurulan Komisyon
üyeliğine getirilerek Girit'e gitti. 1897
(1313 R.)'de Şûrây-ı Devlet Temyiz Mah
kemesi (Baş) Müddei-i Umumîliğine
yükseldi. Ehliyeti nazara alınarak 30
Kasım 1897 (17 T. Sâni 1313)'de Mek
teb-i Mülkiyye-i Şâhâne Yüksek Kısım
Usûl-i İdare (İdare Hukuku), Mekteb-i
Hukuk, Hukûk-ı Ceza ve Tatbîkaatı
Müderrisliklerine, ek görev olarak, ge
tirildi. Üç yıla yakın kaldığı bu görevlerden idare mesleği'ne geçerek ayrıldı. 4 Ha
ziran 1901 (22 Mayıs 1317)'de Musul Valiliğine ta'yin edildi. 1906 (1322 R.)'da Bağ
dad Vilâyeti Müfettiş-i Umumîliğine yükseldi.
Ağustos 1908*de Yanya Vâliliği'ne ta'yin edilmiş ise de bu göreve gitmeyip is-
ti'fâen idare mesleğinden ayrıldı. Eylül 1908'de Hüseyin Hilmi Paşa Kaıbinesi'ne
Adliye nâzın olarak girdi.
Rahmetli Ali Fuad Türkgeldi bu hususda şunları yazmaktadır (103/c-16 ve 23):
" Bağdad Vilâyeti Müfettiş-i Umûmiliği'nden munfasıl (istifken ayrıjan)
Nâzım Paşa bir gün (Bâb-ı Alî Sadâret Mektubculuğu odasına) odama gelerek Ay
dın (İzmir) Vilâyetinin açık olduğundan bahisle oraya (İzmir Vâliliğme)ta'yüü
için Sadrâzam (Kâmil Paşa) nezdinde delâletde bulunmamı rica etti. Esasen, me'-
1054
mur ta'yini işine karışmak mesleğime muvafık olmadığı gibi Sadrâzamla henüz
yeni münâsebetde bulunduğum cihetle mevki'im de buna pek müsâid değildi. Fa
kat, Nâzım Paşa ile Lisan Mektebi'nden arkadaşlık etmiş olduğumuzdan hatırım
kıramayarak gidip söylemeğe mecbur oldum. Sadrâzam müracaatımı hüsn-i kabul
ile "Aydın Valiliğine diğeri intihab olundu; Yanya Valiliği açıkdır; benim tara
fımdan Dâhiliye Nâzırı'na söylesin de oraya yazsınlar" dedi. Keyfiyyeti Nâzım Pa-
şa'ya ifâde ettim; gidip Dâhiliye Nâzın ile görüşdü; bir iki gün sonra Yanya'ya
ta'yini yapıldı. Fakat, her nedense, bil'âhara nadim olup isti'fa etti (Adliye Nâ-
zırı)Manyâsî-zâde Refik Bey'in vefatı üzerine (Sadrazam) Hüseyin Hilmi Paşa
"Adliye Nezâretine Yanya Vâli-i Sabıkı Nâzım Paşa'yı sevkediyorlar (teklif edi
yorlar) tanır mısınız? ehil m i d i r ? " diye bana sordu. "Vaktiyle Lisan Mektebi'nde
arkadaşlık yaptığımızdan, kendisini iyi tanıdığımı ve erbâb-ı ehliyet ve ma'lûmat-
dan b i r zât olduğunu" söyledim. Nâzım Paşa, Adliye Nâzırlığı'na ta'yin olunca
(Vükelâ) Meclis (in)'de birkaç celse ( o t u r u m ) ' d e hiç konuşmadığı halde, sonraları
her iş'de beyân-ı mütâlaaya başladı. Sadrâzam da dâima O'na hitab ediyordu. Hattâ
bir gün bana "hakkınız varmış; Nâzım Paşa iyi çıkdı" dedi "
". Mart 1909 (Mart 1325) içinde idi Meb'uslar, dairelerdeki me'murlarm
azaltılması, bir kısmının emekliye sevkedilmesi için Hükümeti sıkıştırıyorlardı.
Mâliye Nâzın Rif'at Bey de, Bütçe'de tasarruf fikriyle, bunu desteklemekte idi.
Sadrâzam (Hüseyin Hilmi Paşa), A'yân ve Meb'uslardan seçilecek birer zât ile
dâirelerin yüksek me'murlamıdan kurulacak birer "Tensik Komisyonu" teşkili
ile bu tensîkaatm yapılmasını sağlayacak bir kanun lâyihası (tasarısı) hazırlama
işini Adliye Nâzın Nâzım Paşa'ya havale etti. Nâzmı Paşa yaptığı Lâyiha-i Kanûniy-
ye'yi bana tevdi' ederek, Mart'm otuzuncu günü yapılan (30 M a r t 1325 = 13 Nisan
1909) toplantıda (Kabine Toplantısında) okudum. Kanun Lâyihası (tasa
rısı) 'nın okunması ve müzâkeresi sona erince, bugün bu kadarla yeti-
nelim, denilip Kabine dağıldı. Bu tasan Nâzım Paşa'nın son eseri oldu.
Ertesi sabah (31 Mart 1325 = 14 Nisan 1909) evde resmî evrak ile meşgul iken
(Sadâret) Mektubculuk Odacısı gelip " b u sabah Avcı Taburları Ayasofya'da Meb'u-
san Meclisi önünde toplanarak ihtilâl çıkardılar; Hey'et-i Vükelâ (Kabine) da
Bâb-ı Âlî'de içtima' ettiler ve Şeyh'ül-İslâm Efendi'yi nasihat etmek üzere gönder
diler" diye haber verdi. Ben de derhal giyinip ve bir arabaya binip arka sokaklar
dan geçerek Bâb-ı Âlî'ye gitdim. Kapıya geldiğimde, Sadrâzam (Hüseyin Hilmi Pa
şa) n istî'fâ için Harbiye Nâzın ile beraber Saray'a gittiğini ve dîger Vükelâ'nm
(Nazırların) toplantı hâlinde bulunduklarını söylediler. Sadrâzamlara mahsus
Dâirenin sofasına gelince karşıma (Adliye N â z ı n ) Nâzım Paşa çıkdı; yemek yemek
üzere dîger odaya gidiyormuş. Gaayet dalgın bir hâlde ve adetâ beni tanımamış
gibi bir vaziyetde selâm verip geçdî. Vükelâ (Nâzırilar) ise kara tarafındaki kü
çük oda'da bulunduklanndan yanlarına gitdim. Ayak üzerinde birbirleriyle telaşlı,
telaşlı konuşuyorlardı. O sırada Bâb-ı Âlî'ye gelmiş olan (Meclis-i Meb'ûsan Reisi)
Ahmed Rızâ Bey de telefonda Meclis-i Meb'usan'la görüşüyordu. Biraz yanlarında
bulundukdan sonra, bence yapılacak bir iş olmadığından, odama gittim. Mektub-
1055
culuk Odası deniz tarafında olup evlerin arasından Tramvay Caddesi görülmekte
bulunduğu cihetle, Caddeden gürültü ve kalabalık arasında bir arabanın geçmek-
de olduğunu gördüm Gürültü sebebini Odacı'dan sorduğumda "Pâdişâh (Sultan
Hamid) Meclis-i Meb'usan'a gidiyormuş" dedi ise de buna ihtimal vermedim. Me
ğer ben odama geldikten sonra Adliye Nazırı Nâzım Paşa ile Bahriye Nâzın Top
çu Rıza Paşa'yi Saray'dan istemişler; biri Sadrazamlığa, diğeri Harbiye Nezâretine
ta'yin olunacakları ümidi ile bir arabaya binerek memnûnen gitmişler.
Sonradan Rıza Pıaşa'dan işittiğime göre; giderken dîger Nazır arkadaşları, Asî
Askerlerin Galata Köprüsü'nün iki başını tuttuklarından köprü tarikiyle gitmeyip
Sirkeci İskelesine inerek oradan kayıkla Beşiktaş'a geçmelerini ihtar etmişler; Ken
dileri de Arabacıya o yolda tenbihatda bulunmuşlar ise de, Tramvay Caddesi'ne
geldiklerinde arabacı hayvanların başını zabtedemeyip Yeni Cami' tarafma sapmış
ve dönmesi için camı vurdukları hâlde Arabacıya işittirmek kaabü olmamış oldu
ğundan; "haydi b u r a d a n gidiversin" demişler. Köprüye geldiklerinde Asî Askerler
"sizin işiniz b u r a d a değil, Meclis-i Meb'ûsanda'dır" diye arabayı geri çevirmişler;
bir cemm'-i gafîr (kalabalık) ile Meclis-i Meb'usan'a göndermişler. Meclisin dış
kapısından girerlerken, askerlerin silâha davrandığım gören Rıza Paşa'nın da
mukaabele için çizmesinin içinde bulunan revolverini çıkarmak istemesi üzerine,
o sırada atılan tüfek kurşunlanyle kendisi ayağından, Nâzım Paşa d/a kalbinden
vurulmuşdur. Derhal A'yân ve Meb'ûsan Meclislerinin hademeleri yetişip koltuk
larına girerek merdivenden çıkarırlarken, Nâzım Paşa teslim-i ruh etmişdir. O za
man, (Nâzım Paşa'nın) Meclis-i Meb'ûsan Reisi Ahmed Rıza Bey'e benzetilerek vu
rulduğu rivayet olunmuşdu. (Ancak) aralarında simaca bir dereceye kadar ben
zerlik var idi ise de, biri uzun, dîgeri kısa olduğundan bu rivayet (bence) sakat
görülmektedir1." (103/c-25 ve 26)
1056
(Fakültesi'nin) Mektebinin fark imtihanını da vererek pekiyi derecede şahadet
name aldı. Bu arada Beyazıd Câmi'i Dersiamlarından Çarşambalı Ahmed
Hamdi Efendi'nin derslerine de devam etti; "İcazetname (= Müderrislik
Sertifikası)" aldı; Şeyh'ül-Islâm'lık Ders Vekâleti'nce yapılan "Rüus* sı
navında ehliyetini isbât ederek "Dersiam - Müderris" oldu. Fâtih Câmi'in-
de Ders okutarak 1915'de talebesine "icazet" vermeye başladı. Bu arada
Vefa İ'dâdisinde, Medreset'ül-Kuzât, Medreset'ül-İrşâd, Medreseıt'ül-Vâızîn ve
Medrese-i Süleymaniyye'de uzun yıllar Ma'lûmat-ı Dîniyye, Ahkâm-ı Ni
kâh, Vesâyâ ve Ferâiz, Fıkıh, Fıkıh Târihi dersleri okuttu. Onbeş yıl
da Fetvahane İ'lâmat (Şer'î Hukuk Kararlan) Mümeyyizliği (Rıîportörlü-
ğü)nde bulundu. 31 Aralık 1908 (17 K. Evvel 1324)'de Mekteb-i Mülkiyye Mecelle-i
Ahkâm-ı Adliyye Müderrisliğine getirildi. Sekiz yıla yakm bu görevi îfâ ettikden
sonra Mülkiye'nin 1915'de kapanmasıyle ayrıldı. İstanbul Kadastro Mektebi'nde
de Mîras Hukuku Muallimliği yaptı.
Darüşşefeka Müdîrliğinden sonra 9 Kasım 1910 (25 T. Evvel 1326)'da İstanbul
Hukuk Mektebi Ahkâm-ı Nikâh, Vesâyâ ve Ferâiz Muallimliğine (Öğretim Görevli
liğine) ta'yin ve 14 Aralık 1917 (1 K. Evvel 1333)'de Müderris (Profesör) unvanı ile
uhdesine Hukûk-ı Medeniyye Müderrisliği de tevcih edildi.
1926'da Darülfünun İlâhiyyât Fakültesi Tefsir Târihi Müderrisliğine getirildi.
1933'de Üniversite teşkilâtının kurulması üzerine de Ord. Profesörlüğe terfi' etti.
Meşrûtiyetin i'lâmndan 1930'a kadar muhtelif târihlerde Hukûk-ı Aile Kararna
mesi Tedvini, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye'nin Ta'dili, Tevcîh-i Cihâd (İlmi Rütbe
verilmesi) Nizamnâmesi'nin Tanzimi Komisyonlarında A'zâ sıfatıyla çalışdı. T.C.
Medenî Kanunu'nun İsviçre Medenî Kanunu'ndan tercemesi için toplanan İlmî
Komisyon'da da üye olarak vazife gördü.
Saltanat'ın kaldırılmasından Hilâfetin kaldırılmasına kadar, Halîfe Abdülme-
cîd Efendi'nin İmamlığî'nda ve uzun yıllar Fâtih Câmi'i Hatibliği'nde bulundu.
1922 (1340 H.)'de son Huzur Dersleri'ne muhâtab olarak iştirak etti. İstanbul Baro-
su'nun 637 numarasına kayıdlı olup vefatına kadar avukatlık da yapmışdı. Uzun
yıllar İstanbul Şehir Meclisi Üyeliğinde bulundu. Türk Hukuk Kurumu daimî ve
faal üyelerindendi.
3/4 Haziran 1951'de Şişli'deki evinde vefat etti. Edirnekapı Şehidliği'nde babası
nın mezarı yanında medfundur.
Rahmetli Eb'ül-Ulâ Mardin, Merhum hakkında şunları yazmıştır (104/b):
". Mustafa Şevket Efendi, Arabî ve Fârisî lisanlarını i,yi bilir; Fransızca'yı
da okuyup yazardı. Son devrin büyük din âlimlerinden olup bilhassa Ferâiz
(Mîras) ve Fıkıh İlimlerinde yüksek bilgiye sâhib; natûk, şahsiyyet i'tibâriyle
gaayet yakışıklı, kibar, hoşsohbet ve İstanbul'un şöhretli avukatlarından idi."
Evli olup iki erkek, dört kız evlâd babası idi. Sultan Reşad'm "Cülus H u t b e s i
ni okuduğundan dolayı kendisine Mecîdî nişanı verilmişdir.
BASILMIŞ ESERLERİ (104/b)
1 — Fatiha ve dîger Ba'zı Sûrelerin Tercemeleri
2 — Kadı Beyzâvî ile Eb'üs-Suûd Arasında bir Mukaayese
3 — Kitâb'ün-Nafakaat
4 — Usul-i Fıkıh Dersleri
1057
5 — Mufassal Nazarî ve Amelî Ferâiz Dersleri
6 — Ahkâm-ı Vesâya (Vasiyet Hükümleri)
O-
Müderris 1830'da İstanbul'da doğdu. Paris'deki
1
Sakızlı OHANNES Paşa (105) Ermeni Rafaelyan Mektebinde sekiz yıl
okuduktan sonra İstanbul'a döndü.
Bâb-ı Alî Terceme Odasına me'mur
edildi. Lisan bilgisi ve ciddiyeti nazara
alınarak, 1862'de Matbuat Müdîri oldu.
1868'de Şûrây-ı Devlet A'zâhğı'na; 1870'
de İstanbul Belediyesi 6. Dâire Reisli
ğine; 1871'de Ticâret Nezâreti Müste
şarlığına terfi' etti.
Mülkiye'ndn Yüksek Okul hâline
getirilmesi üzerine ilk Müdîr Ali Niza
mî Paşa tarafından, ek görev olarak, 4
Aralık 1877 (21 T. Sanî 1293)'de Mekteb-i
Mülkiyye-i Şâhâne Yüksek Kısım Usûl-i
İdare (İdare Hukuku), İlm-i Servet-i
Milel (Genel Ekonomi) dersleri Müder
risliğine getirildi. 1878'de Ticâret Mah
kemesi Reisi; 1882'de Maârif Nezâreti
Müsteşarı; 1886'da Divân-ı Muhasebat
(Sayıştay) Müddei-i Umûmî'si; 1892'de
Şûrây-ı Devlet Tanzimat Dâiresi Reisi oldu.
Mülkiye'de yetiştirdiği öğrenicilerinden [Mülkiye 1302 (1886) me'zunu], 2. Ab-
dülhamidin Başmâbeyncisi Mehmed Arif Bey'in tavsiyesi ile, Portakal Mikael Pa-
şa'nın vefatından sonra açılan Hazîne-i Hassa Nazırlığına, 30 Kasım 1897 (17 T. Sâ
nı 1313)'de Vezirlik payesi, paşalık rütbesi verilerek getirildi. Böylece Mülkiye'deki
Müderrislik görevinden ayrıldı.
Dürüst ve yüksek idare kaabiliyeti ile kısa zamanda 2. Abdülhamid'in güveni
ni kazandı. " Şiddetli bir kış gününe rastlayan bir bayram tebriki töreninde
(Muâyede Merasiminde) bulunmak için Yıldız'dan Dolmabahçe Sarayı'na gelen 2.
Abdülhamid, Sabahın çok erken saatlerinde Belediye'ce yolların kardan temizlen
diğini görerek bu dikkatden memnun olmuş; işçilere para dağıtmışdı. Fakat, Dol
mabahçe Sarayı bahçesi içindeki kar yığınlarını geçerken zorluğa uğrayınca ya
nındakilere, Ohannes Paşa'ya olan güven ve sevgisini anlatmak için "Ohannes Pa-
(105) Bak.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; 1. C; 300., 310., 346, 352., 361. sf.
b) Türkiye Matbuat İdareleri ve Politikalar; Server İ s k i t ; Ankara, 1943; 13. sf.
c) Meşhur Adamlar Ansiklopedisi; i.A. Gövsa; 1409. sf.
ç) Peyâm; 10 Şubat 1329; Aded: 17; 14. tefrika; Ali Kemâl " Ö m r ü m " 6. sf.; 2. st.
d) Ben de Yazdım; Celâl Boyar; Ankara, 1967; 5. C; 1493. sf.
e) Servet-i Fünûn; 17 Mayıs 1328 (31 Mayıs 1912) Perşembe; 43. C; Aded: 1095, 53, sf.
f) M i l l î Kütübhane; Eski Türkçe Eserler Katalogu; Ankara, 1957; 546. sf.
1058
şa'ya söyleyiniz... Bu karların kaldırılmasını ben mi düşünecektim?" demiş-
dir..„" (105/d)
Devrin nezâketini, vazifesinin ağırlığını nazara alarak bu son görevinden 1904
(1320 R.)'de isteği ile emekliye ayrıldı. Hiçbir resmî görev almayarak evinde otur
makta iken Mayıs 1912 (Mayıs İ328)'de İstanbul'da vefat etti. Evli olup olmadığı,
çocukları bulunup bulunmadığı tesbit edilemedi.
Öğrenicilerinden Rahmetli Ali Kemâl, Müteveffa Ohannes Paşa hakkında şun
ları yazmaktadır (105/ç):
"Sakızlı Ohannes Efendi, Ilm-i Servet-i Milel Muallimi idi. Malûmatça, ihti
mâl, Mikael Efendiyi geçerdi. Türkçeyi pek mükemmel yazardı. Lâkin öyle Türkâ-
ne telaffuz edemezdi. Fesinin altındaki takkesine varıncıya kadar saf kıyafetiyle,
o s a n saçlanyle, ablak simasıyle, bahusus tebessüm-i hâssiyle Portakal Efendiyi
Türk sanmamak müşkil idi. Fakat Ohannes Efendi öyle değildi. O da pek güzel
ders verirdi. İlm-i iktisad'ı derinden derine bilirdi. Bildiği gibi tedris ederdi. Bu
İlmi bilâhare Avrupa'da en büyük hocalardan tederrüs eylemek bana müyesser
oldu. Lâkin Mekteb-i Mülkiyye'nin o muallim-i fâzılı tarz-ı tedrisinde onlardan hiç
aşağı kalmazdı, dersem mübalağa etmem sanırım.
Ohannes Efendi pek resmî, âdeta muhterizâne (çekingen denecek derecede)
resmî idi. Talebeye dersinden maada hiçbir mevzu'dan bahsetmezdi. Fünûn-i Ne
fise (Güzel San'atlar'la) ile mütevaggil idi ( u ğ r a ş ı r d ı ) ; hattâ o fünûne dâir ufak
lâkin kıymetdar bir mecelle neşreylemişti ki bu devirde bile nâdir'ül-emsâl bir
te'lifdir "
Mülkiye 1301 (1885) yılı me'zunu Rahmetli Tevfik Biren de şu hâtırasına nak
letmektedir (105/a-346):
"Mektebin Âlî Kısmındaki Hocalar, ummûmiyetle iyi seçilmişdi. En ileri ge
lenlerinden biri de İktisad ve İdare Hukuku Muallimi Sakızlı Ohannes Efendi idi
ki, dalgınlığı ile meşhurdu. Çok defa yanlış sınıfa girip, gaaliba gözü de iyi görme
diğinden, sınıfta başka muallim bulunsa bile, yine Kürsîye kadar ilerlerken, ihti
mal ki yerini başkasının neden işgal ettiğine ma'nâ veremezken yanlış geldiği ken
disine hürmetle anlatılarak dışarıya çıkarıldığı çok vuku' bulan bu zât, esasen okut
tuğu derslerden başka meselâ, Estetik üzerinde de eser yazmış müdekkık ve çok
kıymetli bir şahsiyetdi...."
Mülkiye 1304 (1888) yılı Me'zunu Rahmetli Ali Haydar Yücebaş da şu hâtırası
nı nakletmektedir (105/a-361):
"Usûl-i idare Muallimi Sakızlı Ohannes Efendi kelimenin mutlak ma'nâsıyle
Türk Üdebâ ve Erbâb-ı Kalemindendi. Usûl-i İdare derslerinde yazdırdığı Kanun
Maddelerinin bir kelimesini değiştirerek yerine bir başka kelime koymak mum-
kin değildi. Kendisi, yazılacak konuların son derece muhtasar ve en kolay anla
şılacak kelimelerle ifâde edilmesi lüzumuna kaani idi. Talebesine gösterdiği ve
yazdırdığı notlardaki kanun maddeleri ve ders takrirleri cidden bir şaheserdir. Bu
vesüe ile, mumaileyhe âid olup, imtihanımda geçen bir hâtıramı da nakledeyim:
Edebiyat Hocamız Recâî-zâde Ekrem Bey, imtihanına mümeyyiz olarak Sa
kızlı Ohannes Efendi'yi da'vet etmişti. İmtihana girdiğimde Ekrem Bey kendi ese-
1059
ri olan "Ta!'lim-i Edebiyyâf'ı eline alarak bana, Hissiyât-ı Aliye'yi sordu. Ben der
hal cevabını verdim. Hoca, "hayır olmadı" dedi. Bunun üzerine Ohannes Efendi
hemen müdâhale ederek:
— Beyefendi, affınıza istirham ederim. Bu Efendi sizin eser-i âlinizdeki (His
siyât-ı Âliye) için yazdığınız şeyi şimdi söyledi. Lütfen bakarsanız anlarsınız, dedi.
Bittabi' Ekrem Bey biraz mahcûb oldu; benim imtihanıma devam etti. Ohannes
Efendinin, elinde kitap yoktu; fakat mümeyyizliğe hazırlanmış olarak gelmişti.
Eser Sahibi ve Dersin Hocasına bile hitâb etmeye, nefsinde iktidar görüyordu.
Yazdığı (îlm-i Servet-i Milel) adlı kitabım mütâlâa edince, Kendisinin ne dereceye
kadar Türkçe'ye vâkıf olduğu hemen anlaşılır."
BASILMIŞ ESERLER! (105/f)
1 — Mebâdi-i İlm-i Servet-i Milel (Genel Ekonomi)
İstanbul, Mihran Mat.; 1297 (1881); 441 + 4 sf.; 8°
2 — Fünûn-ı Nefise Târihi Medhali (= San'at Târihine Giriş) [Mekteb-i Fü-
nûn-ı Nefîse-i Şâhâne (Güzel Sanatlar Akademisi)'de okutulmak üzere]
İstanbul, Karabet Mat.; 1308 (1892); 189 sf.; 8°
-O-
Mahkeme-i Temyiz (Yargıtay) A'zâ-
Manyâsî - zade sından ve İstanbul Mekteb-i Hukûk'u
REFİK (106) Mecelle Müderrislerinden Manyâsî-zâ-
•H de Raûfî Efendi'nin oğlu olup 1853
(1270 H.)*de İstanbulda doğdu.
ilk ve Orta öğrenimini Bâyezid
Rüşdiyesi'nde tamamladıkdan sonra,
bünyesinde ilk Hukuk Mektebi de bu
lunan Galatasaray Sultânîsi'ne girdi;
1872 (1289 H.)'de Pekiyi derece ile m e
zun oldu.
1873 (1290 H.)'de İstanbul (Dersaa-
det) Hukuk Mahkemesi Zabıt Kâtibli-
ği'ne ta'yini ile me'mûriyete girdi; bir
müddet sonra isti'fâen ayrılıp avukatlık
(dâva vekilliği) yapmaya başladı. Bu
arada, geniş bilgisi ve Hukuk'daki kaa-
biliyeti nazara alınarak Defter-i Hâkaa-
nî (Tapu-Kadastro), Bahriyye ve Ma
ârif Nezâretleri Hukuk Müşavirlikleri
ne atandı. Bir süre de Zabtiye Nezâreti
Polis Meclisi Reisliği'ni deruhde etti
ise de bir Sefâret'e bigayr-ı hakk'ın
1061
i'tibâriyle b ü t ü n Osmanlı Dâva Vekillerine bir şeref vermiş olduğunu beyân etti.
Refik Beyefendi buna cevaben nutk-ı âti'yi (aşağıdaki söylevi) irâd eyledi:
"Muhterem ve Muazzez Refiklerim,
Hakkımda o kadar teveccüh izhar buyuruyorsunuz, o kadar hüsn-i i'timâd gös
teriyorsunuz ki bu teveccühün, bu i'timâdın kalbim üzerinde icra eylediği te'sir ba
na söyleyeceğim sözleri unutturuyor.
Şahsım içün medâr-ı iftihar hiç bir şey yapmadım; yaptığım, yalnız Va
tanın, Milletin esaret zinciri altında inlediğini görerek tahlîs içün çalışan erbâb-ı
hamiyyet meyâmnda bulunarak onlarla beraber sarf-ı mesâi etmekden ibaretdir ki
hamden-lillâh bugün bu mesâi heba olmayıp muvaffakiyyetle neticelenmiştir. Mil
let de benim bu mûrânî (karınca gibi) küçük olan hizmetimin mükâfatını belagân
mâbelâğ ödedi; çünkü yirmi günden beri cümle arkadaşlarımla beraber hakkı
mızda Ahâlinin izhâr eylediği teveccüh ve Utifat bizleri garîk-i bahr-i m u b â h a t et-
ınişdir (Övünme denizinde boğmuşdur.)
Onbeş sene evvel Polis Meclis Riyasetinde ve Zabtiye Nezâreti H u k u k Müşa
virliğinde bulunduğum sırada, İstanbul'da te'sis olunan ve geçen sene b u r a d a açı
lan Polis Mekteblerinde ifâ eylediğim vazife-i tedrisat ile m u k a d d e m a Polis Mes
leğinin ıslâhı içün tanzim eylediğim iki proje - ki birisi Bâb-ı Âlî'ye k a d a r gitmiş
idi - bunlara vâkıf olan ba'zı Ricâl-i Devlet, benim Zabtiye Nezâretine ta'yin olun-
maklığımı tensib eylemişlerdir. Halbuki yaptığım Projeler, Polisi Mesleğini ıslâh
içün hakikaten lüzumlu idi. Ancak hayli m ü h i m masrafa muhtaçtır.
Ben bu Projemde evvelâ, b ü t ü n me'mûrînin bir kalburdan, h a t t â gaayet büyük
delikli b i r kalburdan geçirilmesini; saniyen, me'mûrîn-i zabıta m a a ş l a n n m hadd-i
lâyıkı'na iblâğını; sâlisen, hiç olmazsa rüşdiye tahsili görmemiş kesân'ın (kimse
lerin) Polis efradı (eratı) meyâmna kabul olunmamasını ve İstanbul'un müteaddid
devâire taksimiyle bunlara birer Polis Müdîri nasbim ve her bir dâirede tabibler
ve âlât ve edevât-ı sıhıyye ve a r a b a l a r ve sedyeler gibi birçok lüzumlu şeyler bu
lundurulmasını teklif eylemiş idim.
Ol vakit içün kifayeti, gayr-ı kaabil-i inkâr olan bu Projenin, şimdiki hâlde
daha mükemmel bir hâle gelmesi lâzımdır. Bu ise eski me'murlardan binlercesi-
nin açığa çıkarılması ve Polis tahsısâtma m ü h i m bir yekûn'un zammı ile hâsıl
olabilir ki bu da Devletimizin Bütçesinde tevazün (denge) husulünün anlaşılma
sına mütevakkıftır.
Umûr-ı zâbıta'mn ıslâhı içün açığa çıkarılacak Me'mûrînin feryâd istika' {şi
kâyet feryatlanna) ve tazallümlerine (sızlanmalarına) cevab vermek ise benim içün
birçok sebeblerle müşkildir. Râbian, ahâliden hemen ekser'i diyecekler ki "bakınız, İt-
tihad ü Terakki Cem'iyyeti A'zâsı, hubb-i vatan (Vatan sevgisi) ile değil, hubb-i câh
(hırs) ile çalışıyorlarmış; her biri bir mevki' kaptılar". Bu ise, kazandığım b ü t ü n
hüsn-i nazarları izâle edecektir (Ortadan kaldıracaktır).
Ben, teveccüh-i âmme'yi hiçbir şeye feda etmem. İşte bu nikaatı (noktaları)
zihnimden geçirdiğimden bil'mecburiye isti'fâyı tercih eyledim; bu fikrimde ısrar
1062
etmek niyyet-i kav ly ye'sindeyim (kesin kararhyım). Dünya'da yegâne emelim,
Meb'us olarak Vatanıma ve Milletime o Mevld'den hizmet îfâ etmektir. Meclis-i
Meb'ûsân'm devam ettiği müddetden gayrı olan evkaatımı (yakıtlarımı) yine avu
katlık ve Muallimlik gibi meslek-i kadîm-i ahrârânemde imrar etmek isterim ki,
bu suretle muhâfaza-i hukuk-ı i'bad kaziyyesinde bir hizmetim bulunsun.
Hülâsa, muhterem arkadaşlarım, teveccühâtınıza tekrar tekrar teşekkürler
eder ve artık bu hususda ısrar buyurmamanızı rica eylerim."
Bunu müteâkıb, meşâhir-i vükelây-ı deâvî'den (meşhur dâva vekillerinden)
Manuel Salim Efendi dahî bir nutuk îrâd ederek, Refik Beyefendiye karşı bütün
Efrâd-ı Milletin ve betahsîs dâva vekillerinin ne derece bir hiss-i takdir ve hürmet
beslediklerini, hâl ve mevki'e münâsıb cümel-i latife ve beliga (güzel ve veciz
cümleler) ile beyân eylemiştir."
1 Aralık 1908 (17 T. Sâni 1324)'de kurulan Kâmil Paşa Kabînesi'nde Hasan
Fehmi Paşa'dan açılan Adliye Nâzırhğı'na atandı. Bu Kâbine'nin 13 Şubat 1909
(30 K. Sânî 1325)'da istifa ile düşmesinden iki gün sonra kurulan Hüseyin Hilmi
Paşa Kaıbinesi'nde yine aynı Nezâreti işgal etti. 4 Mart 1909 (19 Şubat 1325) Per
şembe günü akşamı saat 21'00'de Kadıköy Cevizlik'deki evinde "İkmâli enfâs-ı
ma'dûde-i hayât" etti. 6 Mart Cumartesi günü, aynı gün ölen Receb Paşa ile birlik-
de, "Otuzüç senedir görülmeyen kalabalık bir Cenaze Alayı" ile Fâtih Camiinde
namazı kılındı; Çarşamba civârmda Kovacılar Kabristanı'nda yatan Babasının ya
nma defnedildi. Medenî durumu ve şâir hususlarda (107) bilgi edinemedim.
(107) Rahmetli'nin hâl tercemesi için oğlu Raufî Manyas'a dört d e f a mektup yazılmasına rağmen, bilg! alınama-
mışdır.
1063
REŞİD SAFFET ATABİNEN (108) Dânişmend oğullarının Tosya ko
lundan Atabinenoğlu Ali Bey ile Şem-
süddin-i Sivâsî ahfadından Hâşim Efen
di torunu ve Mızıka-i Hümâyun Mira
laylarından olup Türkiye'ye ilk batı
Müziğini getiren, "Solfej" eseri y a z a n
Mustafa Safvet Bey ile Bedestânî Mus
tafa Efendi'nin ahfadından Fatma Sa-
bîha Hanım'm oğludur. 4 Eylül 1884'de
Sarıyer'de Dedesinin yalısında doğdu.
İlk ve Orta öğrenimini özel olarak
tamamladı. 1900'de Kadıköy'deki Frer-
ler Koleji'nden me'zun oldu. Fransa-
ya gidip "Ecole Libre des Sciences
Politiques = Paris Serbest S.B.O." 'nda
1904'de sınav vererek diploma aldı.
19C6'da Tütün Reji İdaresi Komi
serliği Mütercimi olarak me'muriyet
hayâtına başladı. Bu arada Fransızca-
İngilizce olarak yayınlanan Levant He
rald Gazetesi Başyazarlığı ile Sadrâzam
Avlonya'lı Ferid Paşa'nın Özel Sekre
terliğini (Sır Kâtibliğini) de yapdı.
1907'de Türkiye - Romanya Muhtelit Komisyonu Başkâtipliğine nakledilerek dip
lomasi mesleğine girdi. 1908'de Bükreş Sefareti, 1909'da Washington, 1910'da Mad
rid, 1911'de Tahran Sefaretleri Başkâtibliklerinde bulundu. 1912'de Elçilik Müste
şarlığı payesi baki kalmak üzere Mâliye Nezâreti Kalem-i Mahsus (Özel Kalem)
Müdîrliği'ne getirildi. Bu arada Balkan Savaşı Sulh Konferansı'nda uzman olarak
görevlendirildi.
1918'de İttihad ve Terakki Kabinesi'nin çekilmesi üzerine İsviçre'ye kaçdı.
1920'den i'tibâren burada Millî Mücâdele'yi destekleyen ve tanıtan yayın çalışma
larına girişdi. Lüsern (Lucerne) Sosyalist Konferansı'nda Türkiye'yi temsil etti.
1921'de Şûrây-ı Devlet Tanzimat Dâiresi A'zâlığı'na ta'yin edildi. 1922'de Lozan Sulh
Konferansı'nda Türk Hey'eti Umûmî Kâtibliği'ni (Genel Sekreterliğini) yaptı.
1923'den 1927'ye kadar Fransız Bankası Şark Memleketleri Kısmı Müşâvirligi'nde,
Anadolu - Bağdad Demiryolları Reis Vekilliği'nde, Hudud Sıhhiyye Tasfiye Komis
yonu A'zalığı'nda, Cenevre Beynelmilel İktisad Kongresi ve ba'zı şirketler İdare
Meclisi üyeliklerinde bulundu. Bu arada 1 Şubat 1924'den 26 Ekim 1927'ye kadar
1064
Mülkiye Mektebi, önce Fransızca, sonra Diplomasi Muhabere öğretim görevliliği
ni îfâ etti. 1927'de Kocaeli Meb'usu oldu. Meb'usluğu 1935 yılına k a d a r sürdü. Bu
arada da Londra, Paris, Berlin, Amsterdam, Roma, Milano, Bükreş, Peşte, Helsin
ki, Krakovi, Atina, Stockholm, Moskova ve Harkof'a gitti; buralarda Türk Târih
Tezini konferans şeklinde savundu. Türk Târih Kurumu Kurucuları arasına ka
tıldı. Türkocakları Genel Merkezi'nde Hars Hey'eti Umûmî Kâtibliği de yaptı.
1923'de "Türk Seyyahın Cem'iyyeti" adıyla kurduğu ve sonra "Türkiye Turing
ve Otomobil Kurumu" adını alan Türkiye'nin ilk Turizm Teşekkülü Reisliği'm îfâ
etti. 2 Şubat 1965"de İstanbul'da Hakkın rahmetine kavuşdu. 1917'de Ser-asker Rı
zâ Paşa torunu Nurhayat Hanım ile evlendi; iki kız, b i r erkek evlâd babası idi.
Çok iyi Fransızca bilirdi. Türk Târih Kurumu, Türk-Fransız Dostluk Cem'iyyeti,
Societe Asiatique'in daimî üyesi idi. "Legion d'Honneur""ü hâmildi. Kitap Kolek
siyonculuğu ile keman çalmak hobisi olup "Türkoloji ve Politika" konularında al-
tıbin cildlik bir Kitaplığı vardı.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ
(Türkçeler)
1065
Dr, KİLİSLİ RİF'AT KARDAM (109) Kilis tacir ve çiftçilerinden. Emin Çele-
bi-oğullarından Ahmed Efendi ile Fat
ma Hanım'm oğludur. 1877'de Kilis'de
doğdu.
İlk öğrenimi'nden sonra Kilis'de
Medrese'ye devam edip Arabca öğrendi.
Onaltı yaşında iken sarıklı olarak is
tanbul'a geldi; Askerî Rüşdiyesi'ne gir
di. Buradan Askerî Tıbbiyye İ'dâdisi'ne
geçdi. 1913'de doktor Yüzbaşı olarak bi
rincilikle Askerî Tıbbiyye'den me'zun
oldu.
İyi Arabca ve Fransızca bildiği için,
o sırada Mezopotamya'da jeolojik ince
lemeler yapmak için gelen iki yabancı
âlimin yanında bir süre mihmandar ola
rak çalışdı. Dönüşde Karantina tdâre-
si'nin açdığı yarışma sınavını kazandı;
öğrenim masraflarını ödeyip askerlik-
den istîfâen ayrıldı. Karantina Müfettiş
Muavini ve Müfettişi olarak Cidde, Bağ-
dad gibi önemli ve enteresan yerleri do-
laşdı. 1918'de Karantina Meclisi A'zâlı-
ğı'na getirildi. 15 Eylül 1920 (15 Eylül 1336)'de ek görev olarak Mekteb-i Mülkiyye
İçtimaî Hıfzussıhha Müderrisliği'ne, Dârülmuallimîn (Öğretmen Okulu) Tabakaat'ül-
Arz (Jeoloji) Muallimliğine getirildi. 1923'de Hudud ve Sahil Sıhhiyye Umum Mü
dîrliği'ne terfi' etti. 1927'de Umum Müdîrlik vazifesinden isti'fâen ayrılarak çalış
malarını Müderrislik ve Mülkiye Mektebi Tabibliğine inhisar ettirdi. 1932'de Dev
let Şûrası A'zâlığına seçilmesi üzerine oniki yıldır öğretim üyeliği yaptığı Mülki-
ye'den, dolayısıyle İstanbul'dan ayrılarak Ankara'ya geldi.
Mülkiye'deki Müderrisliği ve Doktorluğu sırasında dürüstlüğü, vatanperverli
ği ile öğrenicileri ve o zamanki Mülkiyeliler üzerinde çok temiz ve saygılı
te'sirler bırakmıştır. Bu hususu, Rahmetli İbrahim Kumbaracı, Merhûm'a âid bir
hâtırası ile şöyle dile getirmektedir (109/a - 505):
"Talebeliğim zamanında Okulumuzda Uygulanmakta olan bir usul gereğince
kilo kaybeden öğrenicilere. Rahmetli Hocamız Doktor Kilisli Rif'at Bey tarafmdan,
1066
normal yemekler dışında pirzola, muhallebi yazılırdı. Bir gün ben de muayene olur
ken, kilomun geçen aylara nazaran çok düştüğünü söyledim. Doktor:
— Burada şimdi baskül yok, gidiniz ambar me'muru sizi tartsın dedi. Aşağı
indim; Ambar Me'muru yerinde yoktu; Başhademe Mustafa'ya sordum; Şehir'e
(istanbul'a) indiğini söyledi.
Arzum şiddetli idi. Tekrar yukarı çıkarak, tartıldığımı ve geçen aya nazaran
3 kilo eksik geldiğimi, söyledim. Muhterem Hocam, ma'nâsnu hiç bir zaman unu-
tamıyacağım bir bakışla:
— Lütfen bir kâğıt getiriniz, dedi.
Yalan söylediğimi derhal i'tiraf ettim; kızararak Revirden ayrıldım. Ertesi
gün, son dersden henüz çıkmıştık; bir hademe Sımftn kapısmda munzam yemek
yiyecekleri çağırıyordu. Bunlar arasında benim adım da vardı. Fakat gitmedim—
Mülkiyenin pirzolasını ancak Son Sınıfta 4 kilo düştükten sonra yiyebildim."
Devlet Şûrası A'zâlığına ek olarak Yüksek Sağlık Şûrası A'zâlığına da getirildi.
1934 ve 1935'de tedavi için iki kez Viyana'ya gitmiş; yakalandığı hastalığa bir deva
bulunamamışdı. Son defa Paris'e gitti; burada da ibir sonuç alamayarak istan
bul'a döndü. Gurebâ Hastahânesi'nde tedavi edilirken 9 Ekim 1936'da Hakkın
rahmetine kavuştu. Edirnekapı Şehidliğine defnedildi.
Rahmetli'nin ahlâkı ve seciyyesi ,de kültürü gibi kuvvetliydi. Mülkiye'de derin
bir vukufla okuttuğu Hıfzussıhha (Hijyen) Dersi ile, Genç Mülkiyelileri Memleket'in
her tarafında, halkın sıhhatini ilgilendiren her mes'elede karar verip rehber olabi
lecekleri çok faydalı bilgilerle donatırdı.
Rahmetli, Dr. Cenâb Şahâbeddin ile bacanak olup Saruhan Valilerinden Ali Gâ-
lib Paşa'nın kızlarından Bn. Nazire (Kardan») ile (1968'de hayatta) 1908'de evlen
di. iki erkek evlâd babası idi.
Türk Dil ve Edebiyyâtı'na; Arabca, Farsça ve Fransızca'ya hakkıyle vâkıftı.
ikdam Gazetesi'nde yazarlık yaptığı sırada "Evliya Çelebi Seyâhatnâmesi"nin ya
yınlanması için büyük çaba göstermiş; bu çok kıymetli eserin 6. Cildine kadar ba
sılmasını sağlamış; 7., 8. Cildler de Hemşehrisi ve addaşı Kilisli Muallim Rıf'at
tarafından tamamlanmıştır.
Son zamanlarında Fransızca'dan Türkçe'ye bir Tıb Sözlüğü'nün çevirisi ile uğ
raşmakta idi.
Hilâl-i Ahmer (Kızılay) Cem'iyyeti'nin daimî üyesi olup Hilâl-i Ahmer Nisam
ile, Milletlerarası Kızılhaç Nişanına sâhibdi.
1067
Kemalpaşa - zade (Lastik) Kurduğu "Dâr'ül-Maârif" adlı okul ile
SAİD (110) Türkiye'de ilk defa batı usullerine gö
re öğretim yapan, Mekâtib-i Umûmiyye
N â z ı n (Genel Okullar Bakanı) unvâm
ile ilk Millî Eğitim Bakam olan ve Şeh
zadeliğinde Sultan 2. Ahdülhamid'in
Fransızca öğretmenliğinde bulunan Ke
mâl Paşa'nın oğlu olup 1848'de İstan
bul'da doğdu.
İlk Öğrenimini İstanbul'da tamam
layıp Araıbca bilgisini de lüzumu kadar
kuvvetlendirdikten sonra Babasının
Tahran Sefiri bulunduğu sırada Fars
ça'yı, Berlin Sefiri bulunduğu zaman
da Almanca'yı yerinde, memleketlerin
de öğrendi ve Fransızcasını ilerletti.
1866'da kırk altın maaşla Hâriciye
Nezâreti Mektûbî Kalemi Kâtibliğine
ta'yin edilerek me'muriyete başladı.
1868'de Şûrây-ı Devlet'e geçdi; b u r a d a
ikinci derecede muhtelif me"muriyetler-
de bulundu. 1874'de, o zamanlar Hârici
ye Nezâreti'ne bağlı olan, Matbuat (Ba-
sın-Yaym) Müdîr Muâvinliği'ne getirildi. 22 Aralık 1875 (9. K. Evvel 1291)'de Mat
b u a t Müdîrligi'ne terfi' etti. Bu görevi sırasında, Osmanlı - Rus Savaşı gibi önemli
olaylar cereyan etti. Bir tarafdan görevini yaparken dîger yönden de "Journale de
Constantinople" 'da Fransızca makaaleler yazarak Avrupa gazetelerinde Türkiye
aleyhinde yazılan bütün yazılara çok sert cevaplar veriyordu. Said Bey'i Matbuat
Kalemi'ne ta'yin ettiren Hüseyin Avni Paşa, Matbuat Müdîri yapan da Mahmud
Nedim Paşa'dır.
6 Mart 1876 (22 Şubat 1291 )'da Hâriciye Nezâreti Sefaret Kâtibliği'ne yükseldi.
4 Aralık 1877 (21 T. Sâni 1293)'de 600 Krş. maaşla ve ek görev olarak, Yüksek Okul
hâline getirilen, Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne Usûl-i Tesvid ve İnşâ, Kavâid-i Osmânî
(Kompozisyon ve Türkçe Gramer) ve Mekteb-i Hukuk, Hukûk-ı Esâsiyye (Anayasa
Hukuku), Hukûk-ı İdâre-i Mülkiyye (İdare Hukuku) Müderrislikleri; aynı yıl Ga
latasaray Sultanîsi Fransızca Dictee ve Terceme Muallimliği ile görevlendirildi. Bu
1068
sırada Galatasaray Sultânîsi'nde Recâî-zâde Ekrem Bey ile meşhur Ahmed Midhat
Efendi de Muallimlik yapıyorlardı.
Said Bey'in Mülkiye'deki Müderrisliği'nden Rahmetli Ali Kemâl, şöyle bahset
mektedir (110/c):
"... Kitâbet-i Resmiyye'yi (Usûl-i Tesvîd ve İnşâ, Kavâid-i Osmânî demek isti
yor), Said Bey'den okuduk. Doğru söylemek lâzım gelir ise, Said Bey'in tedrisâtı
(öğretimi), ne irfanı ( k ü l t ü r ü ) , ne de şöhreti nisbetinde idi. Bize o zaman büyükçe
bir hizmeti olmadı. Öğrettikleri "olduğundan, b u l u n d u ğ u n d a n " tâbirleri ile ufak,
tefek resmî tezkireler yazdırmakdan ibaret kaldı. Fakat hâricden neşriyatını tâkib
eylediğimiz, Matbûât'ca mevki'-i mümtazını bildiğimiz için, Said Bey'i bir nazar-ı
hürmet ve hayretle görür; bir hârika addeylerdik.
Galiba o esnalarda idi.... Said Bey, "Duhter-i H i n d u " (Abdülhak Hâmid'in
manzum piyeslerinden biri) yüzünden, Abdülhak Hâmid Bey ile bir polemik'e tu-
tuşmuşdu. Zavallı Hâmid'i, Nâmık Kemâl'in dediği gibi, ceketle, paketle hırpala
mış; efrenç-perestjikle (alafrangacılıkla) ittiham etmişdi (suçlamışdı) Bir
bend-i muhakkirânesini (tahkir edici ıbir paragrafını) hiç unutmam:
". o zaman Mîr'imiz kimbilir, hangi meclis'de şenlik, belki İran'da sine-zen-
lik eyliyordu...."
Hâmid, bu galiz sözlerden müteessir oldu; polemik'den çekildi. Ancak:
1069
Yine bu sıralardadır ki, öztürkçe tarafdarlığınm samımı savunucusu oldu ve
Türk Edebiyyâtı'na:
1070
çülük ve Türkçecilik hususundaki Iıizmeti de çok büyükdür. JJ. Rousseau'dan ter-
cemc ettiği "Frvâil-i Ahlakiyye ve Kemâlât-ı İlmiyye (= Ahlâkî Faziletler ve İlmî
O l g u n l u k l a r ) " Kitabının 2. Kısmındaki mukaddime (giriş) de, Türkçe'nin ve Türk-
lük'ün Doğu ve Batı nüfuzlarına karşı istiklâlini kuvvet ve şiddetle savundu."
(110/e); ve böylelikle Türk Millî Şuuru'nun uyanmasında önemli rol oynadı.
1071
Müderris, Hekimbaşı 1817 (1233 H.)'de İstanbul'da Tophâne-
(Dr.) MEHMED SALİH (Efendi) (111) Cihangir Semtinde doğdu. "Tıbhâne"
adıyla 2. Mahmud tarafından 1826
(1242 H.)'da açılan ve ilk me'zunlarını
1843 (1259 H.)'de veren Mekteb-i Tıbbıy-
ye-i Şâhâne'nin (112) Batı usûlü ile ye
tişmiş ilk me'zunlarındandır. 2ö yaşında
Doktor oldu. Me'zuniyetini müteâkib,
bilgisi ve mazbut karakteri göz önüne
alınarak, 1844'de Mekteb-i Tıbbiyye'de
Muid (Muallim Muavini, Doçent)'lige
ta'yin edildi. 1846'da aynı Mekteb Mual-
limliği'ne (profesörlüğü'ne) terfi' etti.
Bu arada, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed
Ali Paşa'nm, Çocukları için İstanbul'dan
bir öğretmen istemesi üzerine, 1847'de
Kahireye gönderildi. Burada Kaval alının
Çocuklarına bir yıl öğretmenlik yapıp
1848'de İstanbul'a döndü. Tıbbiye Mek-
tebi'nde büyük gayreti görüldüğü ve
halk arasında hekimlİK ü n ü de (hazaka
ti) yaygın hâle geldiği için, Abdülhak
Hâmid'in Dedesi Hekimbaşı Abdülhak
Molla Efendinin 2. Hekimbaşılığı'ndan
sonra Ağustos 1848'de Sultan Abdülmecid'in Başhekimliği'ne (Ser-tabib-i Hazret-i
Şehriyârî) getirildi. Bu arada Milletlerarası Karantina ve Sıhhiye Nizâmnâmeleri
nin hazırlanması için İstanbul'da toplanan Milletlerarası K a r m a Komisyon'a Baş
kanlık ederek bugünkü Sağlık Teşkilâtımızın ilk esaslarının hazırlanmasında
önemli rol oynadı. Nisan 1850'de Ticâret Nezâreti Müsteşar Muavinliğine nakledil
di. Haziran 1850 (Şaban 1267)'de k u m l a n ve Türkiye'de ilk İlim Akademisi olan
Encümen-i Dâniş A'zâhğma da seçildi. Ticâret Nezâreti Müsteşar Muavini iken,
Osmanlı Tebaasıyle yabancı uyruklular arasındaki ticâret dâvaları için teşkil
edilen "Mahkeme-i Muhtelite = Karma Mahkeme" ye Başkanlık ettiği gibi,
Hukukçu olmadığı halde zekâ ve genel kültürünün yardımı ile, bu Mahkemenin
(111) Bak.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; l . C ; 301., 344., 345., 351. sf.
b) Maârif-i Umûmiyye Nezâreti Târihçe-i Teşkilât ve icraatı; Mahmud Cevad; istanbul, Matbaa-i Âmi
re; 1338 H . ; 1. c ; SS. sf.
c) Ruznâme-i Cerîde-i Havadis; 19 Zilka'de 1281 (15 Nisan 1864) l . C ; Nu. 140; 1. sf.; 2. st.
ç) Servet-i Fünûn; 6 Nisan 1311 (18 Nisan 1895); Aded: 214; 9. C, 82.-83. sf. A. ihsan (Tokgöz)ın
makaalesi
d) Meşhur /damlar Ansiklopedisi; İ. A. Gövsa; 1412. sf.
(112) Bak.: Türkiye Maârif T â r i h i ; Osman Ergin; 2.C.; 292. sf.
1072
çalışma usûlüne dâir yeni b i r "Usûl-i Cedîde-i Muhakeme Nizâmnâmesi (= Ticâret
Mahkemeleri Usûlü Kanunu)" hazırlattırıp uyguladı. Ekim 1855'de 2. defa Sultan
Abdiilmecid'in Başhekimliğine ta'yin edildi. Haziran 1859'da Maârif Nezâreti Müs
teşarı; Kasım 1860'da 2. defa Ticâret Nezâreti Müsteşar Muavini; aynı yıl Ara
lık ayında Ticâret Nezâreti Müsteşarı oldu. Ekim 1861'de İstanbul "Altıncı Dâire-i
Belediye Reisliğine"; Ekim 1862'de "Divân-ı Zabtiyye Reisliği'ne" ; Ağustos
1865'de Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne Nâzırlığı'na (Müdîrliğine, Dekanlığına) getirildi.
Bu görevi sırasında, Tıb Öğrenimi Türkçe olarak yapılmaya başlandığından, tama
men yabancı dil ile yazılmış olan Hekimlik Terimleri'nin ve Tııb Kitaplarının
Türkçe'ye çevrilmesi hususunda çok büyük ve değerli hizmetler gördü. Yine bu gö
revi sırasında, 1864'de, Abdülmecid zamanında, İlk defa kurulan Darülfünun
( = Üniversite)'da vermekde olduğu "İlm-i Mevâlîd (= Tabiat Bilgisi = Biyoloji
ve Jeoloji)" Dersi'ni 1859'da açılan (Atîk) Mekteb-i Fünûn-ı Mülkiyye'de de verme
ye başladı ki, buna âid Gazete haberi şöyledir (111/c):
"Saadetlû Salih Efendi Hazretlerinin, Dârülfünûn'da tedris buyurmakda (öğ-
retmekde) oldukları İlm-i Mevâlîd Dersi, haftada bir gün olmak ve hasb'el-mevsim
(mevsim dolayısiyle) saat beş buçukda bed'olunmak (başlanmak) üzere Çemberli-
taş civarında Atîk Ali Paşa Câmi'i karşısında kâin Mekteb-i Mülkiyye ittihaz olu
nan Nuri Efendi Konağı'nda mâh-ı hâl'in [içinde bulunduğumuz ayın (= N i s a n ) ]
Yirmiüçüncü Çarşamba günü Ders-i mezkûr'e bed'olunacağından.™."
Ağustos 1871'de Tıbbiyye Mektebi Müdîrliği'nden azledildi. İki yıla yakın açık-
da kaldıkdan sonra Şubat 1874'de 2. defa Maârif Nezâreti Müsteşarlığına getirildi.
Haziran 1875'de Valide Sultan (Sultan Abdülâziz'in Annesi Pertevniyal Kadmefendi)
Kethüdâlığma nakledildi. Nisan 1877'de Maârif Nezâreti "Meclis-i Kebîr-i Maârif
Reisliğine" ta'yin edildi. Bir yıl sonra da aynı göreve, 3. defa, Maârif Nezâreti
Müsteşarlığı ilâve edildi. Bu sırada yüksek okul hâline getirilen Mekteb-i Mülkiyye-i
Şâhâne'nin İ'dâdî Kısmı Ilm-i Nebatat (Biyoloji'nin Bitkiler Bölümü) Müderrisli
ğine, 28 Eylül 1878 (15 Eylül 1294)'de 1100 Krş. maaşla, ek görev olarak, getirildi.
Aynı zamanda Dâr'ül-Muallimîn (Erkek İlk Öğretmen Okulu)'de Ilm-i Nebatat
Muallimliği de yapdı.
1879'da, Mülkiye ve Dâr'ül-Muallimîn'deki Müderrislikleri bakî kalmak üzere,
kendi isteği ile emekli oldu.
Eskiden beri Nebatat İlmi'ne hastalık derecesinde meraklı olduğundan, Ana
dolu Hisarı'ndaki yalısının bahçesini çok çeşitli çiçek ve ağaçlarla donatıp İstan
bul'da benzeri az bulunan bir bahçe hâline getirdi. Yaşının çok ilerlemesine
rağmen, açık havalarda toprak ve dolayısiyle bu bahçe ile uğraşmakdan büyük
zevk alırdı.
«... (1895 yılı Ramazan Bayramı'nın) Arefe Günü, yine akşama kadar bahçe'de
uğraşmış; "îd-i Şerifin (= Bayram'ın) Birinci ve İkinci günlerinde ziyaretine ge
len ahibbâsım (dostlarını) güzel güzel kabul eyledi; Üçüncü günü birdenbire
hastalanarak...» 31 Mart / 1 Nisan 1895 (4 Şevval 1312)»de Hakk'm rahmetine ka-
vuşdu. Mezarı Eyüp Sultan'dadır.
1073
Mülkiye'deki öğrenicileri, Rahmetli'ye âid hâtıra ve intibalarıni şöyle anlat
maktadırlar (11l/ç):
«Bu m u h a r r i r 4 âciz'lniz, 1299 Senesinde Sâllh Efendinin rahle-i tedrisinde
İlm-i Nebatat tahsil eylemişdi. Vâkıâ, o zaman ve daha hayli sonraları, Salih Efen
di Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne'de İlm-i Nebatat tedris eylerdi. Şeref-i tedrisleri ile
müşerref bulunduğumuz muallimin meyânında Salih Efendi, hakkında en ziyâde
hiss-i h ü r m e t ve riâyet hâsıl eylediğimiz bir zât idi ki, nezâket, hüsn-i hulk ve ulûvv-i
cenâb'ı ile cümlemizi kendine meftun eylemiş idi. Salih Efendi, Sınıfımıza haftada
iki Sabah derse gelirdi; Nebatat dersini kemâl-i memnûniyyetle beklerdik; zira Sa
lih Efendi bize ders vermekle beraber âşık olduğu İlm-i Nebâtat'a müteallik pek
çok tatlı fıkralar naklederdi. Dershanemizin kapısı açılıp da, Merhumu, şayân-ı
hürmet çehresi, bembeyaz sakalı, kendine m a h s u s büyük fesi ve elindeki kaim ve
sapı eğri bastonu ile gördüğümüz zaman hepimizin kalbimizde evlâddan pedere
müteveccih gibi bir h i s s i muhabbet peyda olur idi. Muallimlik Makaamına otur
dukları zaman, bastonu rahlenin kenarına asarlar, mu'tâdları olan enfiye kutusu
ile mendilini masaya vaz' ederler ve latîf sedası ile "Evlâdlarım! bugün... fasilesin
den.... nebatla meşgul olacağız" diye söze başlarlardı.
Sâllh Efendi, hakikaten ulemâdan ve efâdıl-ı fudâla'dan idi. Dünyada kimseyi in
citmemiş olmaları iddia olunabilir. Fünûn'un hemen kâffesinde ehl-i m a l û m a t idi
ler; hele nebatatın m ü ş t a k ve meftunu idiler; bundan dolayıdır ki Muallimimizin
bize çok ders vermesini arzu etmediğimiz zaman, şuradan b u r a d a n elimize geçen
enva'-ı nebatat 1 ! toplar masanın üzerine dizerdik. Bize her birini tafsile başlardı;
asıl derse nakl-ı bahs edemezdi. Biz de bu masumane hiylemizdcn müstefid olur
duk.
Halbuki sene başı imtihanları tekarrüb edince Muallimimiz sür'atle dersleri
takrire başlar ve sene ihtidasından beri getirdiğimiz nebat sayesinde kazandığımız
taahhür'ü kamilen telâfi eylerdi.
İşte şu esbab'a mebnîdir ki Salih Efendi'nin haber-i vefâtı'ını aldığım zaman,
pederden sonra, muallimlerin kûlûb-ı tullâb'da (öğrenicilerin kalblerinde) ihraz
ettiği mevki'in te'sirinden mütahassıl hissiyatın zebûnu kaldım; çok acıdım; Salih
Efendi'nin gaybûbet-i ebediyyesi, Osmanlı Âlem-i Fenni'ni bir büyük âlimden mah
r u m bırakmışdır. Koca Hocamızı, Mevlâ, garik-i lücce-i rahmet eyleye...»
«.... Mektebin İ'dâdî 3. Sınıfında Nebatat Muallimi Hekimbaşı Salih Efendi, vü
cudu ile iftihar olunur bir tabîiyât âlimi idi. Tıbbiye Mektebinin ilk yetiştirdiği
doktorlardandı. Çok orijinal olan bu Sevgili Hocamız, yetmişi mütecaviz yaşına rağ
men derslerine hiç sektirmeyerek devam ederdi. Mekteb İdaresince — belki de
O'nu merdiven çıkmak meşakkatinden korumak için — alt katta 3. Sınıfa tahsis
edilmiş olan Dershaneye, ilk ders saatinde bizden daha evvel ve kalın bastonunu ka
karak, ağır ağır girip Makaamına otururdu. Ders takrir ederken, dâima kürsî'nin
üstünde bulundurulan bir bardak sudan ara sıra içip bir dakika dinlenir ve biraz
da enfiye çekerek takririne devam ederdi.
1074
Dersi için te'lîf etmiş olduğu Kitabın, Mektebde litografya ile basılmış olan
formalarına göz gezdirerek, bahisleri sıra ile takrir ettiği esnada kelimelerin birin
de velev bir nokta eksikliğinden ibaret bir m a t b a a yanlışlığına rastlasa, bu dikkat
sizliğe çokça canı sıkılarak cebinden çıkardığı ve kimbilir nekadar eski bir za
m a n d a n kalmış olacak ki, benzerine hiç tesadüf etmediğim kaim bir kurşun ka
lemle yalnışlığı düzeltirdi.
Mektebde veya etrafda, nebatat tahsilini kolaylaştıracak bir bahçe olmadığın
dan, Kanhca'da Körfezdeki meşhur Yalı'smın bahçesinden arasıra toplayıp koca
bir enfiye mendiline kökleriyle beraber doldurduğu ba'zı nebatları getirip kürsînin
üzerine yayarak bunların pek tuhafımıza giden Latince terimleri ile, nevilerini
söyler; teşrih şekli ve sair türlü hususiyetlerini, tıbbî ve ticarî hizmetlerini anla
t ı r ; bâzan da, meselâ 40 sene gibi bize o vakit asırlar kadar uzun görünen bir za
m a n evvel bilmem hangi diyarda aynı nevi'den tesadüf ettiği tiplerin ilgi değer ci
hetlerini tarif ederdi. Arada bir Ben de —ot, damkoruğu, ısırgan gibi— şuradan
buradan, tırmandığım duvarların kiremitleri arasında toplayabildiğim nebatları
Mektebe getirip ders'de kendisine göstermekle, h e m iltifatım kazanır, h e m de bun
lar hakkında verdiği değerli îzâhatdan arkadaşlarımla birlikte faydalanırdım.
O sırada, kendim de Kanhca'da sayfiye olarak t u t m u ş olduğumuz Yalı'dan şeh
re inerken, Onun da ders için indiği günlerde, vapurun alt kamarasında merdive
nin yanındaki köşesinde kendisi ile konuşmanın çâresini bulurdum. Muhtelif konu
lar üzerine söylediği öyle sözler olurdu ki, o devirde o kadar yaşh adamdan işiti-
lebileceği umulmazdı. Fakat, araya giren Ramazan günlerinde Onu rahatsız etme
yerek kamaranın uzak bir tarafmda o t u r u r ve O nurâni ihtiyarı gözlük gözünde
Kur'ânı Kerîm okurken temâşâ ederdim...» (111/a - 344).
R Ü T B E L E R İ :
N İ Ş A N L A R I :
1075
Profesör Boyâbad'lı Hasar. Ağa adlı fakir bir
SÂLİH ZEKİ (114) adam'la Saniye Hanım'ın oğlu olup
1864'de İstanbul'da doğdu. Küçük yaşda
yetim ve öksüz kalıp büyük annesi ta
rafından on yaşında iken (1874) yeni
açılan Dârüşşefeka'ya parasız yatılı ola
rak verildi. Çok parlak zekâsı ve engin
riyazi kaabiliyeti, kısa zamanda o dev
rin en büyük matematikçilerinden olan
ve Dârüşşefeka'da Matematik, Fizik,
Kimya Muallimliği yapan Mehmed Nâ
dir Bey'in dikkatini çekdi ve özel suret-
de adı geçen tarafından yetiştirildi.
Rahmetli Nâdir Bey bu hususu şöyle
anlatmaktadır (114/c - 819):
1076
retin Avrupa'da Uzman Telgraf Mühendisi ve Fizikçi yetiştirme karârı üzerine
(114/c - 411):
«.... Birkaç sene evvelleri Telgraf Dâiresi'nde bir Mektep açılıp talebesiyle
muallimlerine ayda onbin kuruş maaş tahsis buyrulmuş olduğu halde devam eden
ler bir takım muhtâcîn-i etfal (fakir çocukları) ve muallimler ise yalnız usûl-i mu
habere ameliyatını bilenlerden ibaret olup Talebenin yalnız kırâat-ı Türkiyye
(Türkçe o k u m a ) ve Muallimlerin ise telgraf me'murlannın usûl-i muhaberesinden
başka hiçbir ilim ve fenne mensub olmadıklarından bu Mekteb'den hiç bir gûnâ is
tifâde mümkin olamaması hasebiyle.... bu Mekteb'in lüzumsuzluğu hissedilerek
kapatılmışdı.... Bu fende birkaç mühendis ve muallim yetiştirip bir tarafdan elek-
trik'in telgraf'da tatbîkaatını ve bir tarafdan da Saltanat-ı Seniyye-i Osmâniyye'de
Hikmet-i Tabîiyye (Fizik)'den bir kısm-ı azîm olan elektrik'in dahî erbabını hâsıl
eylemek ve elsîne-i ecnebiyye'de günden güne münteşir olan kütüb ve resail'in (ki
tap ve dergilerin) lisân-ı Osmânî'ye (Türkçeye) nakliyle ta'mün-i ma'lûmat edilmek
maksadıyle, Dârüşşefeka'dan çıkmış ve iki seneden beri Dâire-i Nezâret Fen Kale-
mi'nde ameliyat (staj) görmüş ve Dârüşşefeka'da derslere devam eylemiş olan
dört Efendinin, elektrik'in her bir cihetini tahsil ile Dâire'de (Telgraf Nezâreti'nde)
istihdam edilmeleri ile beraber Dârüşşefeka'da veyahud şâir Mekâtib-i Âliye'de
(Yüksek Okullar'da) dahî Türkçe olarak tedris eylemeleri mütâlaasıyle Paris'de
bir sene evvel teşkil olunan Mekteb-i mahsûs'a i'zâm edilmeleri....» kabul edilerek
3 Ekim 1883 (20 Eylül 1299)'de Şevki, Fahri ve Mustafa adlarında, Dârüşşefeka me'-
zunu üç arkadaşı ile birlikde Paris'e gönderildi. Buradaki "Politeknik" Yüksek
Okulu'nda Elektrik Mühendisliği öğrenimini yine birincilikle bitirerek 1887'de is
tanbul'a döndü.
Bir tarafdan Posta ve Telgraf Nezâreti Elektrik Mühendisliği ve Telgraf Mü
fettişliği görevini yaparken, diğer yönden de, ek görev olarak 28 Ağustos 1889 (15
Ağustos 1305)'da Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne İ'dâdî Kısmı Hikmet-i Tabîiyye (Fi
zik) ve Kimya Müderrisliği'ne getirildi. Bu görevden, Mülkiye İ'dâdî Kısmı'mn
Mercan İ'dâdîsi'ne nakli üzerine, 14 Ağustos 1900 (1 Ağustos 1316)'de ayrıldı.
Mülkiye'deki Müderrislik dönemi için öğrenicilerinden 1903 (1319 R.) me'zunu
rahmetli Mehmed Kadri Aytaman şu hâtırasını anlatmaktadır (114/a - 396):
<:... İ'dâdî Üçüncü Sınıftayız. Hikmet-i Tabîiyye (Fizik) imtihanımız var. Tale-
beı. Hocamız Rahmetli Salih Zeki Bey'den titriyor. Zâten imtihanda, ona düşen 6
numaradan fazla alamıyor.
Herkes Muavin Rahmetli Cevdet Bey'in tarafına geçmek istiyor. Ben, Salih
Zeki Bey'e düştüm. İlk sual olarak bana, Tınnet (Çınlama, Diyapozon) nedir? dedi.
Cevabım derhal verdim. Kabul etmedi; hayır öyle değil, dedi. Ben ısrar ettim; Ki-
tap'da da arzettiğim gibidir, efendim dedim. Kızdı:
— Bu kitabı ben yazdım, öyle değil, dedi.
Cevap verdim:
— Bu kitabı siz çok sene evvel yazdınız, fakat ben bu akşam tekrar ettim,
dediğim gibidir, diye direndim; ve:
1077
— Emrediniz kitabı getirsinler, dedim.,. Zile bastı, Sınıfın Mubassırından bir
Hikmet (Fizik) Kitabı istedi. Mubassır kitabı getirdi; tedkîk edince benim dediğim
gibi olduğunu gördü. Kızardı; başka bir sual sormadı çıkınız dedi. Bana da 10 nu
mara vermişti. Benden sonra daha beş efendiye 10 numara vermiş; fakat bunlar
Sınıfın o kadar çalışkanlarından değildiler. Tevzi-i Mükâfat Cedveli için rahmetli
276 numaralı Yahya Tâhir'den başlamış ve 6. olarak da beni (zikr-i cemil)'e dâhil
etmiş. Eğer, altı efendiye daha 10 mimara verseydi, ben zikr-i Cemil'den mahrum
dahî kalacaktım.»
Bu arada Dârüşşefeka ve Yüksek Mühendis Mektebi'nde Fizik, Yüksek Riyazi
ye Profesörlüğü de yaptı.
1895'de Rasathane Müdîrliği'ne; Meşrûtiyet'in i'lânından hemen sonra da 1908'de
Maârif Nezâreti Meclis-i Maârif A'zalıgı'na getirildi. Tevfik Fikret'in Galatasaray
Müdîrliği'nden isti'fâen ayrılması üzerine 1910'da sözü geçen Müdîrliğe ta'yin edil
di. 1912'de Maârif Nezâreti Müsteşarı; 1913"de Darülfünun Umum Müdîri (Üniver
site Rektörü) oldu. 1917'de de bu görevden isti'fâen ayrılıp yalnız Fen (Fakültesi) Şu
besi Müderrisliği (Profesörlüğü) ile uğraştı. 192ö'de akıl hastalığına tutularak Şişli
Fransız Hastahânesi'ne tedavi için kaldırıldı ise de kurtulamayarak 1921'de Hakkın
rahmetine kavuştu. Mezarı Fâtih Câmi'i Bahçesi'ndedir.
Üç defa evlenmişdir. Birinci eşinden bir; ikinci eşi olan Rahmetli ve Büyük
Türk Edîbesi Halide Edib (Adıvar)'dan iki oğlu vardır. Üçüncü evliliğinden çocu
ğu olmamışdır.
Dehâ mertebesinde bir riyâzî kaabiliyet ve zekâya sâhibdi. Ahmed Midhat
Efendi ile Mûsikîye, İzmir'li Ferid Efendi ile ba'zı fennî mes'elelere, Riyaziyeci
Mahmud Emin Bey'le Cebir denklemlerine, Cebirci İbrahim Efendi ile "Teslîs-i Za
viye (= Açı'yı üç'e b ö l m e ) " mes'elesine dâir çok çetin kalem tartışmaları vardır. Son
cildleri basılamayan, büyük ilmî kudretinin ve çok yorucu, uzun çalışmala
rının ü r ü n ü olan Kaamûs-ı Riyaziye ile Asar-ı Bâkiyye en önemli eserlerinden
dir.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (114/ç)
1078
7 — Nazari ve Amelî Hendese : 1 Ksm.; Hendese-i Müsteviyye
İstanbul, Şirket-i Mürettibiyye Mat.; 1322 (1906); 200 sf.; 8°; 3. bası
8 — Muhtasar Hendese
İstanbul, Karabet Mat.; 1325 (1909); 90 sf.; 8°
9 — Hikmet-i Tabîiyye
İstanbul, Karabet Mat.; 1326 (1910); 448 sf.; 8°
10 — Mebâdî-i Hendese
İstanbul, Karabet Mat.; 1326 (1910); 45 sf.; 8°; şekilli
11 — Hikmet-i Tabîiyye-i Umûmiyye'den Mebhas-i Harâret-i Harekiyye (Darülfünun
Riyaziye Şubesi için)
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1326 (1910); 207 sf.; 8°
12 — Hikmet-i Tabîiyye-i Umûmiyye'den Mebhas-i Savt [ ( = Genel Fizik'den Ses
Bölümü) Darülfünun Riyaziye Şubesi için]
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1326 (1910); 160 sf.; 8°
13 — Hikmet-i Tâbîiyye-i Umûmiyye'den Mebhas-i Câzibe-i Umûmiyye (= Yerçekimi)
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1327 (1911); 1 + 178 sf.; 8°
14 — Elastikiyyet ve Şa'riyet (Esneklik ve Kılcallık)
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1327 (1911); 199 sf.; 8°
15 — Yeni Tertib Hikmet-i Tabîiyye
l . C : istanbul, A. Asaduryan Mat.; 1327 (1911); 431 sf.; 8°
16 — Cebir Dersleri (İ'dâdî'ler için)
İstanbul, Karabet Mat.; 1328 (1912); 439 sf.; 8°
17 — Hesâb-ı İhtimâlat (Darülfünun Riyaziye Şubesi için)
istanbul, Matbaa-i Âmire; 1328 (1912); 322+4 sf.; 8°
18 — (Umûmî Fizik'den) Elektrik (bahsi)
istanbul, Matbaa-i Âmire; 1328 (1912); 188 sf.; 8°
19 — Nazarî ve Amelî Mücmel Hendese
istanbul, A. Asaduryan Mat.; 1329 (1913); 216 sf.; 8°
20 — Mücmel Cebir
İstanbul, Tefeyyüz Kitabhânesi; 1329 (1913); 240 sf.; 8°
21 — Âsar-ı Bâkiyye (2 cild)
İstanbul, Matbaa-i Amire; 1329 (1913); ? ; ?
22 — Müsellesât-ı Müsteviyye
istanbul, Matbaa-i Kader, 1329 (1913); 411 sf.; 8°
23 — İlmin Kıymeti (Henry Poincare'den terceme)
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1330 (1914); 281+2 sf.; 8°
24 — Darülfünun Konferansları [(istanbul) Dâriilfünûn'da 1330 - 1331 (1914 - 1915),
1331 - 1332 (1915 - 1916) ders yıllan içinde Cuma günleri riyaziyat (Matema
tik) Muallim ve Muhiblerine verilen Konferanslar; 2 cild ve lügatçe]
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1331 (1915); ? ; ?
1079
25 — Muhtasar Kozmoğrafya (Astronomi)
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1332 (1916); 104 sf.; 8°
26 — İlk Hendese Dersleri
İstanbul, Necm-i İstikbâl Mat.; 1332 (1916); 56 sf.; 8°
27 — Mîzân-ı Tefekkür
İstanbul, Kanaat Mat.; 1332 (1916); 285 sf.; 8°
28 — Küçük Hikmet-i Tabîiyye (Mahmud Ekrem ile birlikte)
İstanbul, Necm-i İstikbâl Mat.; 1333 (1917); 304 sf.; 8°
29 — Yeni Usûl Hendese (Hemazasp Hakiyan ile birlikde; 4 cild)
İstanbul, Şirket-i Mürettibiyye Mat.; 1335 (1919); 470 sf. 8°
30 — Kaamûs-s Riyaziyat (vefat ettiğinden 2. cildi basılmadı)
l . C : İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1340 (1924); 208 sf.; 4°
O
1081
Ekim 1918'den, 1 Aralık 1919'a kadar yeniden açılan Mekteb-i Mülkiyye'de Terbi-
ye-i Bedeniyye Muallimliği yaptı; sözü geçen târihde istifâen ayrıldı. 1926"da îs-
veç'den Uzmanlar getirterek istanbul - Çapa'da kız ve erkek "Jimnastik
Muallimleri için kurslar" açtı. 1927'de tekrar Maârife kabul edilerek Maârif Vekâ
leti 1. Sınıf Müfettişliğine ta'yin edildi.
11 Mayıs 1928'de Türkiye'de ilk defa olarak ve bu günkü "19 Mayıs Gençlik ve
Spor Bayramı" nm esâsını teşkil eden ve "Jimnastik Şenlikleri" adı altında Tak
sim Stadyumu'nda:
1 — istanbul'daki bütün kız lise ve Orta Okul, Öğretmen Okullan'nın;
2 — Erkek lise ve Orta okulları ile Öğretmen Okulu'nun
3 — Stajyer Kadm - Erkek Jimnastik Muallimleri'nin iştirakiyle
Spor Şenlikleri tertibledi. 1931'de Maârif Vekâleti Başmüfettişliğine terfi' etti. Bu
görevde iken 1934'de Ordu Milletvekilliği'ne getirildi. Mab'usluğu 1946 yılma kadar
devam etti. Bu târihde emekli olarak istanbul'a çekildi. 2 Mart 1957 akşamı Ni-
şantaşı'ndaki evinde sofra başında otururken ansızın, 83 yaşında olduğu hâlde
Hakkın rahmetine kavuşdu.
1905'de Hâdiye Fikrî Hanımla evlendi; Azade Kent ile Selmâ Hanımların ba
bası idi. Fransızca bilirdi; Batı Müziği ile uğraşmak ve flüt çalmak hobisi idi.
Pekçok nişan ve madalyayı hâmildi. Uzun yıllar Beynelmilel Olimpiyat Komitesi
Türk Delegeliği'ni îfâ etti. Rahmetli, Memleketimiz'de isveç Usûlü Jimnastiğin ku
rucusudur.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (115/e v e 115/f)
1082
10 — Muallimlere Terbiye-i Bedeniyye Rehberi
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1926; 106 sf.; 8°
11 — Sporcu Neler Bilmeli
İstanbul, Şkt. Mürettibiyye Mat.; 1926; 206 sf.; 8°
12 — Tenis
İstanbul, Marifet Mat.; 1926; 22 sf.; 8°
13 — Terbiye-i Bedeniyye Târihi
İstanbul, Devlet Mat.; 1928; 146 sf.; 8°
14 — Hâtıralarım; Evvel Zaman İçinde
İstanbul, Türkiye Yayınevi; 1946; (ayrı b a s ı m ) ; 7 sf.; 8°
Bunlardan başka, kızı Sayın Bn. Azade Kent'in bildirdiğine göre, Beden Ter
biyesi, Coğrafya, Genel Kültür konularında kırk kadar basılmış eseri vardır.
O
1083
ret Umûr-ı Cezâiyye (Ceza İşleri Genel) Müdîrliği'ne getirildi. Bu görevi sırasında
İttihad ve Terakki I k t i d â n n c a Kapitülasyon'lan kaldırma hususundaki k a r â n n
hazırlanmasında önemli rol oynadı. Aynca "İâde-i Mücrimin (= Suçlulann İade
si)", Adlî Yardımlaşma, İkaamet ve Konsolosluk Mukaavelelerini müzâkere için
Berlin ve Viyana'ya gönderilen Hey'etlere katıldı.
8 Ekim 1918'de ek görev olarak İstanbul Hukuk Mektebi Ceza Hukuku Müder
risliğine de ta'yin edildi. Bunlara ilâveten 1 Ekim 1919'da Mekteb-i Mülkiyye Hu-
kûk-ı Ceza Müderrisliğini de deruhde etti. 1921'de İstanbul İstinaf Mahkemesi Müd-
deî-i Umumiliği'ne (Savcılığına) terfi' etti. T.B.M.M. Hükûmeti'nin, Büyük Zafer'-
den sonraki da'vetini kabul ederek ve İstanbul'daki görevlerinden ayrılarak 12 Ka
sım 1922'de T.B.M.M. Hükümeti Adldyye Vekâleti Müsteşar Vekilliği'ne atandı. Bu
görevde birhuçuk yıla yakın kaldıktan ve Lozan Sulh Konferansının her iki safha
sındaki Delegasyon Hey'eti'ne de katıldıktan ve bilhassa Kapitülasyonların kaldı
rılması hususunda büyük hizmetler îfâ eyledikten sonra İstanbul'daki öğretim gö-
revi'ne dönebilmek için 1923 sonunda Müsteşârlıkdan isti'fâen ayrıldı. Hukuk Mek
tebindeki Kürsîsine ve 13 Ekim 1923'de de Mülkiye'deki Müderrisliğine döndü.
1927'de Hukuk Mektebi Reisliğine (Dekanlığına) getirildi. 1933'de İstanbul Üniver
sitesi kurulunca Rahmetli Tâhir (Taner) Bey de Hukuk Fakültesi Dekanlığına ve
Ceza Hukuku Kürsîsi Ordinaryüs Profesörlüğüne naklen ve terfian ta'yin edildi.
1934'de Dekanlık görevinden isti'fâen ayrıldı. Mülkiye Mektebi'ndeki Profesörlüğü
de S.B.O. nun 1936'da Ankara'ya nakline kadar devam etti. 1944'de İstanbul Üni
versitesi Kriminoloji Enstitüsünü kurdu ve Müdîrliğini de deruhde eyledi.
1949'da (350.000) üçyüzelliıbin lira değerinde Şişli'deki bir apartmanını İstan
bul Üniversitesine "Tâhir Taner Vakfı" te'sis edilmesi için bağışladı. Buna dâir
basın haberi şöyledir:
«Ord. Prof. Tâhir Taner, Şişli'de 350.000 Tl. değerinde ve "TAN" adlı Apartma
nını Hukuk Fakültesine teberru' etti. Bununla bir Te'sis vücûda getirilecek ve
Apartman geliri ile:
1. Her yıl Ceza Hukuku'na âid en iyi eser yazana mükâfat,
2. Geçim zorluğu çeken ve fakat "Çalışkan" vasfını kazanan ve Hukuk Fakülte
sinde öğrenici olarak bulunanlara, Fakülteyi bitirinceye kadar karşılıksız burs ve
rilecek,
3. Her üç yılda bir, mükâfatlı olarak Ceza Hukuku'nun belirli konularında in
celeme, araştırma yanşmaları düzenlenecekdir...» (116/ç)
Elli yıl Devletin, 37 yıl öğretim üyesi ve eğitimci olarak Gençliğin hizmetinde
bulundukdan sonra kanunî yaş haddi dolayısiyle 1955'de emekliye ayrıldı. 1956'da
İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri kendisi için bir "Armağan" neşrederek, müş
terek eserlerini "Büyük Üstadlan"na muhabbet ve hürmetle takdim ettiler.
12 Eylül 1962'de istanbul'da Şişli'deki evinde kalb krizi sonucu Hakkın rahme
tine kavuştu. Mezarı Zincirlikuyu'dadır.
1084
« Milletlerarası ilmî ve siyâsî bir çok kongre ve konferanslarda Memleketimi
zi temsil etmiş olan Tâhir Taner, 1926 yılından beri Lahey Dâimi Hakem Mahke
mesi Türk üyelerinden idi. Toulouse Üniversitesi, 1948 yılında bu büyük Türk Ho
casına fahrî doktorluk unvanını verdi.
Ord. Prof. Tâhir Taner bir çok kanunların hazırlanması için kurulan komis
yonlara katılmısdır. Bugünkü Ceza Muhakemeleri Usûlü Kanunu Tasarısını hazır
layan İstanbul Komisyonu onun başkanlığında çalışmışdır. Kendisi gerek Ceza
Hukuku, gerek Ceza Muhakemesi Usûlü sahasında Memleketimizin yetiştirdiği en
büyük otoritelerden biri idi. Bu iki ilim dalında pek çok ıstılah (terim) onun ese
ridir. Bu iki hukuk dalını batılı anlamda Memleketimiz'de kuran o'dur, diyebiliriz.
1953 yılında 3. baskısı yapılan Ceza Hukuku adlı kitabı, o güne kadar görülmemiş,
duyulmamış bir mükemmellik nümunesidir; bugün bile her Hukukcu'nun başvur
duğu temel kitablardan biridir.
Tâhir Taner, Ceza Muhakemeleri Usûlü Dersi'nin öğretiminde sentetik bir me-
tod tâkib ederek yeni bir çığır açdı. Bu dersi kolay öğrenilir bir hâle getirdi ve
ona ilmî bir hüviyyet verdi. Ceza Muhakemeleri Usûlü adlı Kitabı'nın 1955 yılında
yapılan 3. basısı artık "Türk Klâsik (ilim) kitapları" araşma girmişdlr.
Merhumun bir dîger meziyeti de çok değerli bir hoca olması idi. En çetin ko
nulan en tatlı şekilde anlatır; en güç bahisleri kolaylıkla öğretirdi. Dersin kavra
nılıp kavranılmadığım öğrenicilertnin gözlerine bakarak anlardı. Öğrenicilerden
bahsederken "bizim evladlar" derdi. Oğrenicileri de onu sever ve sayarlardı. Böyle
sine sevilip sayılan hoca pek az görülmüştür. Kendisi, dürüstlük ve vazifeşinaslık
sembolü idi. Kendisine verilen vazifeleri mükemmel bir şekilde ve tam zamanında
yerine getirirdi. Doğru olduğuna samîmi olarak inandığı fikri, açıkça ve metanetle
müdâfaa ederdi....» (116/b).
Genç yaşında evlendiği Âliye Taner Hanım, Kendisinden evvel Hakkın rahme
tine kavuşduğu için dul idi. Çocuğu olmamış; erkek kardeşinin büyük oğlu ile kız
kardeşinin küçük kızını evlâd edinmiş idi. Çok iyi Fransızca bilirdi.
1085
5. Ceza Muhakemeleri Usûlü Ders Notlan
İstanbul, Arkadaş Basımevi; 1942; 309 sf.; 8°
6. Ceza Muhakemeleri Usûlü [(Hukuku) 3 defa basıldı]
İstanbul, Kenan Mat.; 1945; 464 sf.; 8°
7. Ceza Hukuku; Umumî Kısım
İstanbul, Ahmed Said Mat.; 1949; 732 sf.; 8°
8. Türk Ceza Kanunu'nun 9.7.1953 tarihli ve 6123 Sayılı Kanun'la Değiştirilen
Hükümleri
İstanbul, Akgün Mat.; 1954; 55 sf.; 8°; (ayrı bası)
1086
Profesör Yani Melahrinos Efendi ile Mme. Anna
YORGAKİ MELAHRİNOS (118) Melahrinos'un oğludur. 1850'de İstan
bul'da doğdu. İlk, Orta, Lise öğrenimi
ni İstanbul Rum Mektebleri'nde, Yüksek
öğrenimini de İstanbul Mekteb-i Hu-
kûk'unda tamamladı ve buradan me'-
zun oldu.
Hukûk'dan me'zuniyetini müteâkıb,
birkaç sene İstanbul Rum Mekteble
ri'nde öğretmenlik yapıp, buralarda
Türkçe'nin yayılmasına çalışdı. 1875'de
Zabtiye Nezâreti Tercemanlığı"na ta'yin
edilerek devlet hizmetine girdi. Adliye
Nezâreti'nin, Muhtelit 1. Ticâret Mahke
mesi için açtığı müsabaka sınavını kaza
narak sözü geçen Mahkeme Hâkim Mu-
âvinliği'ne getirildi. Birkaç yıl sonra
Başmüddeî-i Umûmî Muâvinliği'ne terfi'
etti. Bu arada, ek görev olarak 13 Ey
lül 1892 (1 Eylül 1308)'de Mekteb-i Mül-
kiyye-i Şâhâne Yüksek Kısım Hukûk-ı
Ceza Müderrisliği'ni ve Mekteb-i Hukuk
aynı Ders Müderrisliğini deruhde etti.
1895'de Şarkî (Doğu) Anadolu Bölgesi Adliye Müfettişligi'ne ta'yin edildiğinden
28 Kasım 1895 (15 T. Sâni 1311 )'de bu görevlerinden isti'fâen ayrıldı. İkinci yıl so
nunda, sıhhî sebeb dolayısıyle, İstanbul Bidayet Mahkemesi A'zâlığı'na nakledildi.
Bir süre sonra, Deniz Ticâret Mahkemesi Reisliği'ne; iki yıl sonra da Temyiz Mah
kemesi A'zâlığma yükseldi.
Meşrûtiyet'in i'lânından sonra 11 Kasım 1908 (28 T. Evvel 1324)'de uhdesine 2. de
fa ve ek görev olarak Mekteb-i Mülkiyye Hukûk-ı Ceza, Usûl-i Ceza, Ticâret Huku
ku ve İcrâ-İflâs Hukuku Müderrisliği de verildi. Bu görevde 14 Ağustos 1914
(1 Ağustos 1330)'e kadar kaldıktan sonra, tesbît edilemeyen bir sebeble, azledildi.
Mülkiye'de Müderrisliği sırasında öğrenicilerinden bulunan rahmetli M. Emin
Erişirgil, Hocası Yorgaki Efendi hakkında şunları yazmışdı (118/ç):
«.... Çok temiz bir Türkçe ile konuşan Hukûk-ı Ceza Profesörü (müz) Yorgaki
Efendi de "Adlî K a p i t ü l â s y o n l a r ı n hükümlerini söylerdi. Ama, bunu yalnız ondan
dinlemişseniz, Kapitülâsyonları başka yerlerin kanunlarında ve usullerinde de bu
lunan tabii bir hal sanırdınız....
1915'de yaş haddinden emekliye ayrıldı. Avukatlıkla uğraşdı. 1927 yılında İs
tanbul'da vefat etti.
1087
Arabca, Farsça, Fransızca lisanlarını iyi bilirdi. Mülkiye'nin ve Hukuk Mekte-
bi'nin en önemli ve saygı gören Müderrislerindendi. Evli olup, bir erkek ve üç kız
evlâd babası idi.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (118/b v e 118/c)
1 — Usûl-i Muhâkemât-ı Cezâiyye Kanun-ı Muvakkatı'nın Şerhi (M. Tal'at ile)
İstanbul, 1301 - 1302 (1885 - 1886);
1. C : 1190 sf.; 2. C : 2. Ksm.; 2167 sf. = 8°
2 — Hukûk-ı Ceza (Mek. Mülkiyye-i Şâhâne 6. Snf. Talebesi için)
istanbul; 1310 - 1312 (1894 - 1896); 492 sf.; 8°
3 — Usûl-i Cezâiyye: Amelî ve Nazarı Kitâb-ı Deâvî (Dâvalar Kitabı)
1. C: istanbul, Mahmudbey Mat.; 1324 (1908); 20+256 sf.; )
2. C: istanbul, Mahmudbey Mat.; 1327 (1911); 9 + 3 0 0 + 1 sf.; J
4 — Usûl-ı Cezâiyye: Kitab-ı Deâvî
istanbul, Mahmudbey Mat.; 1324 (1908); 20+452+4 sf.; 8°
5 — İlaveli İlârnât-ı Hukûkıyye'nin İcra Kanunu Şerhi
istanbul, Hüseyinbey Mat.; 1326 (1910); 87 sf.; 8°
6 — Usûl-ı Muhâkemât-ı Cezâiyye Kanunu Şerhi
istanbul, Hürriyet Mat.; 1326 (1910); 494+2 sf.; 8°
7 — Usûl-ı Muhâkemât-ı Hukûkıyye Kanunu Şerhi
istanbul, Matbaari Hukûkıyye; 1329 (1913); 451 sf.; 8°
O
Profesör Kazan'ın Simbir veya Senber Vilâyeti
ÖMER YUSUF AKÇORA (119) zenginlerinden ve ileri gelenlerinden Sü
leyman Akçora'nm (120) oğlu Hasan Bay
Akçora ile yine Simbir veya Senber'in
zengin ve ileri gelenlerinden, çay tücca
rından Abdürreşid Yunusof'un kızı Bibi
Fahri Bânu'nun oğludur. 2 Aralık 1876'-
da idil yani Volga'nın batı sahilinde es
ki bir Türk şehri olan ve kendisine göre
Senber, dîger kaynaklara göre de Sinıbir
veya Senbir Şehri'nde doğdu. Annesi Bi
bi Fahri Bânu'nun ailesi de, Kırımdan
Kazan'a göç etmiş olan köklü bir Türk
ailesine mensuıb olup, Kırım Türklerin
den büyük Türk fiKriyatçısı, idealisti ve
Milliyetçisi Gaspra'lı ismail (Gasprens-
ki) Bey'in akrabâsındandır.
Yusuf'un doğuşundan iki sene sonra, bir akşam, Babası Hasan Bay Akçora
Kazan'dan Simber'e kızak içinde ölü olarak gelmişdir. Kızağı idare eden seyis ile
uşak ölüm olayından yolda haberdar olmamışlardır.
c) Babamın Arkadaşları; Samed Ağaoğlu; istanbul, 1964; 70. - 74.> sf. 2. Bası.
ç) Meşhur Adamlar Ansiklopedisi; İ. A. Gövsa; 1589. sf.
d) Yakın Târihimiz; 1. C; 48., 166. sf.
e) Edebî Yeniliğimiz; ismail Habib (Sevük); istanbul; 417. sf. (3. tab'ı).
f) T.B.M.M. S i c i l l i ; Nu. 524
g) Ulus Gazetesi; 13.3.1935; 1.-3. sf.
h) M i l l î Kütübhâne, Eski Eserler Katalogu; Ankara, 1964, 119. sf.
ı) Türk Düşünce T â r i h i ; H. Ziya Ülken; 636. sf.
(120) Akçora kelimesi Ak+Çora kelimelerinin birleşimi olup, Altınordu Devleti Devri'ndeki Zadegan Sınıfların
dan yahud Hanedanlarından b i r i n i ifâde eder Çağatay Lehçesi ile kutlu arkadaş, eşdemekdir. Kul ma'nâ-
sına da gelir.
(121) Bak.: Bu Cild'in 928. sayfasına
1089
kapatılmasına kadar devam etti. Aynı zamanda yazı hayâtını da kuvvetlendirip
"Türk Derneği", "Türk Yurdu" Mecmualarını te'sis etti. Uzun yıllar Mes'ul Müdîr-
ligini de deruhde eyledi. Yine bu arada "Halka Doğru" Dergisi'nin sorumlu yazar
ları arasında bulundu. 1. Cihan Hanbi süresince 2 defa siyâsî vazife ile Avrupa'ya
gönderildi. 1916'da istanbul Darülfünunu'nda ki reform'da kadro dışı bırakıldı.
"Türk Ocağı" kurucuları arasında bulunup, buradaki görevine aralıksız devam
etti.
1917 Komünist İhtilâli üzerine Rus Çarlığı'nın yok olmasından sonra
kurulan geçici Komünist Hükûmeti'nin 1917 sonlarına doğru Müttefiklerle (Türkiye,
Almanya, Avusturya - Macaristan ve Bulgaristan) Rusya arasında Harb Esirleri'ni
değiştirme teklifi üzerine Rauf (Orbay) Bey'in Başkanlığında iskandinavya ve
Rusya'ya gitti. Mütâreke'den sonra İstanbul'a döndü. Son Osmanlı Meb'ûsan Mec
lisi başlarken birkaç arkadaşı ile birlikde "Millî Tevhid Fırkası (= Millî Birleştir
me Partisi)" adında bir parti kurmak istediyse de başarıya ulaşamadı.
izmir'in işgali üzerine ba'zı arkadaşları ve "Türk Ocağı" kanalıyle kurduğu ve
başlarına Râgıb Nureddin (Ege)'i getirdikleri gizli bir teşkilât vasıtasıyle Anadolu'
da başlayan Millî Hareket'e geniş ölçüde yardımcı oldu. İstanbul'un işgali üzerine
İngilizler tarafından tevkîf edilip Bekirağa Bölüğüne hapsedildi. Buradan çıkdık-
dan sonra, Anadolu'ya kaçtı. Maârif Vekâleti Te'lif ve Terceme Hey'eti A'zâlığına
getirildi; bir müddet sonra da aynı Hey'etin Reisliğine terfi' etti. 2. inönü Sava-
şı'ndan Sakarya Savaşının sonuna kadar Yedek Kurmay Yüzbaşılığı rütbesi ile Şark
Cebhesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa'nın Karargâhı'nda vazife gördü. 1922
de Hâriciye Vekâleti Şark (Doğu) Memleketleri Dâiresi Müşâvirliği'ne getirildi. Bu
arada tekrar istanbul Darülfünunu Edebiyat Şubesi Siyâsî Târih Müderrisliğine
seçildi. T.B.M.M. seçimlerinin yenilenmesi k a r a n üzerine Büyük Reis Gazi M. Ke
mâl Paşa'nın isteği ve direktifi ile İstanbul Meb'usu olarak 20 Ağustos 1923'de
Meclis'e girdi. Meb'usluğu vefatına kadar devam etti. Bu arada Ankara'da kuru
lan Hukuk Mektebi ve Dil ve Târih - Coğrafya Fakültesi Siyâsî Târih Profesörlük
lerini, Târih Kurumu Başkanlığını deruhde etti. 1934 seçimlerinde Kars Mületve-
killiğine getirildi. T. B. M. M.'ne gelip yemin etmeye imkân bulamadan 12 Mart
1935 akşamı Haydarpaşa Garı'nda banliyö trenine binmek üzere iken ansı
zın geçirdiği ıbir kalb krizi sonucu Hakkın rahmetine kavuştu. Fransızcaya çok
kuvvetle vâkıf, Ruscaya âşinâ idi. Türk Dilinin b ü t ü n lehçelerini bilirdi. Selma
Hanım'la evli olup bir kız, bir erkek evlâd babası idi.
Rahmetli Muharrem Feyzi Togay, ölümünü ve yapılan cenaze törenini şöyle
anlatmaktadır (119/b):
«"Türklük" ve daha şümullü ve hakikî bir ifâde ile " B ü t ü n Türklük" mefkuresi
uğrunda yaptığı çalışmalar kafaca değilse de bedenen Yusuf Akçora'yı çok yıprat
mıştı. Bunun neticesi olarak 1935 senesi 12 Mart'ı akşamı Üniversitedeki vazifesin
den gaayet yorgun olarak Göztepe'deki ikaametgâhına döner iken Vapurda fenalaş-
mış ve Haydarpaşa Hastahânesine derhal kaldırılmış ise de kalb sektesinden son
nefesini vermişdir.
1090
Ertesi günü bu büyük Mefkure Şehîdî, Türk Münevver Gençliğinin ve kendisini
çok seven Üniversite Talebesi ve dostlarının elleri üzerinde Edirnekapı'daki Şehid-
liğe götürülerek defnedilmiş t ir ki Basın'a akseden kısım şöyledir:
"İstanbul Edebiyat Fakültesi ve Ankara Hukuk Mektebi Profesörlerinden Yu
suf Akçora için, (İstanbul) Üniversite (si), büyük bir cenaze merasimi hazırlamış
ve m e r h u m ihtifalâtla kaldırılıp defnedilmiştir.
Cenaze, Haydarpaşa'dan vapurla Sîrkeci'ye, oradan da binlerce Üniversiteli
Gencin omuzlarında Sultanahmed'e getirilerek namazı kılındıktan sonra yine eller
üstünde Beyazıd Meydanından Üniversite kapısının önüne götürülmüştür.
Burada, evvelâ Üniversite nâmına Rektör Cemil Bilsel bir hitabe irad ederek
ezcümle demiştir ki:
"— Profesör Akçora Yusuf!... tâbutunun önünde sonsuz saygı ile eğiliyoruz.
Akçora adını Yurdda herkes bilir ve sayardı. Onun için Yurdun her yerinde,
herkes onun ölümü ile şimdi benim duyduğum acıyı duymaktadır.
Akçora Yusuf! Sen değerli bir Profesördün; imanlı bir Türkçü idin; bilgin
bir Tarihçi idin. Sen, Yurd'a ve vazifeye bağlılığın, tâkib fikrinin, yurdseverliğin,
ulusseverUğin bir örneği idin. Ezelden hürriyete bağlılığın, istibdad idâresinin ho
şuna gitmemiş ve seni sürgün etmişlerdi. İstiklâl'e bağlılığın ise kara günlerde se
ni Ankara'ya çekti. Sen orada siyasal hayata da girdin. Fakat seni çeken, herşey-
den evvel düşündüğün, vatan çocuklarının feyzi idi. Ankara Hukuk Fakültesinde
Kürsîye geçtiğin gün hayatının en mutlu günü idi. Seni derslerinden ve Kürsînden
ancak ölüm ayırabilirdi. Fakat sen dâima bu Memleketin gönlünde ve talebeleri
nin hâtırasında yaşayacaksın. Memleketde ölümünle bıraktığın boşluğu duyan bü
tün Üniversite nâmına tâbutunun önünde saygı ile eğilirim."
Cemil Bilsel'den sonra söz alan, Merhumun iki yakm arkadaşı Sivas Saylavı
Şemseddin (Günaltay) ile Prof. Sadri Maksudi (Arsal) de büyük ölünün hayâtını
ve ideallerini hazin sözlerle anlatmışlardır.
Son olarak söz alan Ankara Hukuk Fakültesi talebelerinden Mustafa da bu
kara haberin Ankara'da yaptığı acı tesirleri izah etmişdir. Bundan sonra büyük ölü
otomobile konmuş ve Beyazıd'da toplanan binlerce gencin iştiraki ile Edirnekapı
Kabristanına götürülmüştür. Cenaze otomobilini otuz kadar otomobil tâkib edi
yordu. Gidenler arasında, İstanbul Kumandanı Hâlis (Bıyıktay), Rektör, Profesör
ler ve Türk Talebe Birliği A'zâları vardı.
Edirnekapı'ya gelindikten sonra, Büyük Ölü ebedî meskenine talebelerinin
ve arkadaşlarının göz yaşları arasında bırakılmıştır. Burada Edebiyat Fakültesi
Târih zümresi Son Smıf talebesinden Bedia Selâhaddin çok hazin bir hitabe ile
Hocasının meziyetlerini saymışdır. Bu sırada büyük ölünün mezarı çelenklerle
dolmuşdu. Çelenkler arasında Büyük Millet Meclisi nâmına gönderilen çelenkle,
bilhassa Üniversitenin, Millî Türk Talebe Birliği'nin, Edebiyat ve Fen Fakülteleri
nin, H a r b Akademisi'nin, Turan Neşr-i Maârif ve Yardım Cemiyetinin, Mülkiye
(Mektebi )'nin, Türk Dili Tedkîk ve Türk Târihi Tedkîk Cemiyetlerinin, Târih ve
Coğrafya Enstitüsünün, Belediye'nin çelenkleri göze çarpıyordu.
1091
Mezardan ayrılırken son olarak söz alan Turan Neşr-i Maârif ve Yardım Cemi
yeti Reisi ve Gazetemiz Muharrirlerinden Muharrem Feyzi Togay söylediği gaayet
heyecanlı nutukda, Yusuf Akçora'nın Türk Birliği mefkuresine ve büyük Türklü
ğün gaayesine yaptığı hizmetleri saymış ve Türk Gençliğine ölmez bîr eser bıraktı
ğını söylemiştir (122).»
«Ankara 12 (A.A.) Kars Saylavı ve Türk Târihi Tedkîk Cemiyeti Başkam Yusuf
Akçora'nın ölümü haberi, Şehrimiz mehâfilinde büyük bir teessürle karşılanmış
tır. İlim sahasında olduğu kadar siyasal hayattaki gerekli çalışmaları ile de herke
sin takdir ve muhabbetini kazanmış olan Yusuf Akçora'nm bu ânî ölümü ile Mem
leketin ilim hayâtı ve Türk Târihi Tedkîk Cemiyeti kıymetli bir üyesini kaybetmiş-
dir.
İzmir Saylavı Mahmut Esad (Bozkurt) bugün İnkılâb dersine başlarken Yu
suf Akçora'nm şahsiyeti ve İnkılâbcıhğı hakkında bir konferans vermek suretiyle
hâtırasını ta'zîz etmiştir. Uzun seneler Profesörlük ettiği Ankara Hukuk Fakültesi
talebesinden bir grup, başlarında Saylavlarımızdan Profesör Sadri Maksûdî
(Arsal) olduğu halde Müteveffâmn cenaze merasimine iştirak etmek için bu ak
şamki trenle İstanbul'a gitmişlerdir. T.D.T. Cemiyeti İkinci Başkanı Bolu Saylavı
Hasan Cemil (Çambel) de cenaze merasiminde T.D.T. Cemiyetini temsil etmek üze
re aynı trenle İstanbul'a gitmiştir.»
«Ankara 12 (AA.) — Türk Târihi Tedkîk Cemiyetinden :
Türk Târihi Tedkîk Cemiyetinin kurulduğu günden beri Ulusal Târihimizin
aydınlanması işinde ve Târih K u r u m u Başkanlığında, bilgisi ile, erdemi ile, feraga
ti ile, çalışması ile değerli hizmetlerde bulunan ve ebedî kaybı arkadaşları ara
sında büyük bir boşluk bırakan Kars Saylavı Yusuf Akçora'nm acıklı ölümü dc-
layısıyle Türk Târihi Tedkîk Cemiyeti derin teessürlerini bildirir ve yaslı Ailesine
ve Yavrularına yürekten gelen taziyet duygularını sunar.»
«Ankara 12 (A.A.) — Bay Yusuf Akçora'nın ölümü haberini alan T.D.T. Cemi
yeti Merhumun ailesine aşağıdaki telgrafı göndermiştir:
Çok değerli Yusuf Akçora'nın beklenmedik ölümü, onun yüksek bilgilerinden
büyük faydalar görmüş ve daha büyüklerini beklemekte bulunmuş olan Türk Dili
Araştırma K u r u m u n u n yüreğinde kapanmaz bir yara açmışdır. Yıllarca Yurdumu
zun Diline, Târihine, bilimine çok yararlı olarak çalışan bu Bilginin aramızdan
ayrılması acısında b ü t ü n varlığımızla size ortak olduğumuzu bildirirken sızlayan
yüreklerinize avunçlar (sabırlar) dilerim.
Başkan
Saffet Arıkan»
Sayın Samed Ağaoğlu da, Babasının çok yakın arkadaşlarından olan Rahmetli
Yusuf Akçora'nm kişiliğini ve hayâtının ilginç yönlerini aşağıdaki şekilde anlat
maktadır (119/c):
«"Bu son dersimizde size yalnız şunları söyleyeceğim: Hanımlar, Efendiler!.. Tâ-
1092
rîh-i Siyâsî, geçmişdeki siyâsî hâdiselerin, vak'aların izahından evvel, insan cemi
yetlerine, onların kaderlerine, bâzan zekâları, bâzan güzellikleri, bâzan hitabeleri,
ıbirçok d e f a da tesadüflerle hâkim olmuş insanların karakter, ahlâk ve mizaçla
rının hikâyesidir. Sağlam karakterli, metin ahlâklı, etraflarına i'timad telkin ede
bilen insanların idare ettiği cemiyetler dâima yükselmişler; geçici felâketleri ko
laylıkla atlatmağa, endişe veren ş a r t l a n sür'atle değiştirmeğe muvaffak olmuşlar
dır.
Buna mukaabil sevk ve idare mevkı'ine gelmiş insanların zayıf karakterli, ah
lâksız, oynak mizaçlı olduğu cemiyetler dâima alçalmışlar; küçük felâketler kar
şısında büyük sarsıntılar geçirmişlerdir. Şimdi ben size, ya'ni Türk Milletinin müs
takbel idarecilerine sağlam karakterli, metin ahlâklı olmanızı tavsiye ediyorum.
inanız ki Milletimize ancak bu şartlarla hizmet edebilirsiniz "
Ankara Hukuk Fakültesinde son dersini veren "Târih-i Siyâsî" Hocamız kür-
siden inerek kapıya doğru yürürken arkasından k o ş t u m ; elini t u t t u m ; yüzüme
baktı; gözleri yaş dolu idi. Hiç bir şey söylemeden elini dudaklarıma götürürken
boğazıma bir yumak tıkandı.
Hafızamda yüzü, Babamla beraber canlanan, birkaç insandan birisi de odur.
Sivri uçlu, kır'ı çok sakalı, biraz çıkık yanakları, gözlüklerinin arkasında şiddeti
oldukça azalan müstehzi bakışları, şimdi gözlerimin önündedir; titrek sesini duyar
gibiyim.
Babamın en yakın arkadaşlarındandı. İkisi de esir Türk ülkelerinden hür,
müstakil Türk Devletine iltica etmişlerdi. İkisine de Siyâsî Hasımları kızdıkları
zaman "sığıntı" diyordu. O, Babamdan daha evvel gelmişdi. Harbiyeyi bitirmiş;
gaaliba o zamanki tâbirle " H a r i t a Yüzbaşısı" olmuşdu. Kazan'ın eski âilelerinden-
di. Fikir adamı, Politikacı, Aile Babası olarak üç ayrı şahsiyeti bütün tezadlarıyle
kendinde topluyordu. Bir adamda tecelli eden bu üç ayrı şahsiyetin müşterek tek
noktası kalb idi. B'U kalb birbirlerinden başka istikaametler almak istiyen üç ayrı
ihtirası bir yere kadar serbest bırakıyor; sonra çekip etrafına alıyordu. O iyi kalb-
li bir insandı.
Sultan Hamid zamanında Harbiye'de talebe iken gizli cemiyet k u r m a k suçu
ile Trablusgarb'a sürülmüştü. Iltihadcılar devrinde ise yalnız fikir adamı olarak
kaldı ve Türklük cereyanının en kuvvetli nazariyecilerinden biri oldu. Siyâsî ha
yâta ancak Millî Mücâdeleden sonra girdi; daha doğrusu zorla sokuldu.
Fikirleri biraz sola kaçıyordu. Fakat hiç bir zaman 18. Asır Sosyalizminin hu
dudunu aşmadı. Romantik, hissi, daha ziyâde içtimaî tesânüd nazariyelerinin te'-
sîri altında bir çeşit ütopist..... idi. Fakat bu kadarı dahi onun İkinci (Devre)
Türkiye Büyük Millet Meclisinde Meb'us olarak, İş Kanunları teklif etmesi, hazır
lanan ilk İş Kanunu Projesi mahiyetindeki " İ ş Mecellesi" nin Raportörlüğünü he
yecanla yapması için kâfi idi
Türk İşçi Hareketlerinin, İşçi Mes'eleleri Târihinin içinde onun yeri, yarın bu
Târihi tedkik edecekler tarafından elbetde takdir ve tesbît edilecektir.
1093
Bir yandan sosyalist bir içtimaî görüşü, romantik bir zihnî meşgale hâlinde
yürütürken dîger taraftan koyu bir milliyetçi telâkkinin sahibiydi ve bu iki fik
rin yarattığı tezadın kıskaçları arasında, hakikî bocalamaları oluyordu. Bunun için
dir ki kendisine, içinde bulunduğu fikir tezadlarını izah edecek bir çalışma sahası
ararken Siyâsî Târih'i seçmişdi. Bu, eski Harita Yüzbaşısının, mekân zemininden
zaman sahasına atlamasından başka bir şey değildir. Ne garip tecellîdir ki, hayâ
lında ne zamân'ın, ne de mekân'ın kadir ve kıymetini bildi. Bu hayâtın b i r çok
hâdiseleri zamansız oldular. Yine bir çok hâdiselerin ne yeri, ne lüzumu vardı. Tek
Parti sisteminin bütün şiddetiyle doğmak üzere bulunduğu sırada, Bütçede tasar
ruf tedbirleri istemek hevesine düşmüştü. Fakat kürsîde aklına gelen tek tedbir,
Başvekil ve Vekillerin otomobillerinin kaldırılması oldu. O gün devrin Başvekili
(İsmet İnönü) Meclis'den yüzü bir karış asık çıktı; otomobilinin kapışım açan şo
före sert bir nazarla bakarak, polise, "bana bir otomobil çağır" diye emir verdi ve
herkesin hayretleri arasında gelen taksiye binerek evine gitti. O günden sonra
"Târîh-i Siyâsî" Profesörünün sesi ve sakalı biraz daha titrek oldu!...
Keçiören Bağlarında, bize çok yakın bir evde oturuyordu. Akşamları Salonu
muzda Ailece toplanırdık. Evvelâ şakalar başlar, sonra günün hâdiseleri, dediko
duları, entrikaları ortaya atılır, şikâyet edilirdi.
Hocanın sesinin yükseldiği zamanlar da olurdu. "Ahmed Bey, Ahmed Bey",
diye bağırırdı; " B ü t ü n bu fenalıkları açıkça konuşmalıyız. Niçin, gidip gördükleri
ni, bildiklerini söylemiyorsun?" Bu sefer babam kızar'dı:
"Ben, hep b e n ! Hanginiz benim kadar konuşuyorsunuz? Hanginiz şikâyetleri be
nim kadar meydana vuruyorsunuz? Biraz da sen konuş! Ne duruyorsun?"
Babamın bu sert çıkışı karşısında derhal y u m u ş a r ; biraz m a h c u p bir edâ ile
"Ey Ahmed Bey, benim kamburlarım var" derdi. Bu sözle henüz çok küçük ço
cuklarını hatırlatıyor; onları rahat büyütmek için maddî, ma'nevî fedâkârlıklara
mecbur olduğunu anlatıyordu!
Artık çoluk çocuk sahibi olmayı düşünmemesi, h a t t â istememesi lâzım gelen
bir yaşta evlenmiş ve bu, tanınmış bir siyâset ve fikir adamı ile Trablusgarb men
fasından beri hiç değişmeden devam eden büyük dostluğunun son sürprizi olmuş-
du.
Biri kız, diğeri erkek iki çocuğu vardı. Evlâd muhabbetinin hakikî bir ıztırab
hâlinde, romanlara mevzu' olacak derecede tecellîsine bu Aileden daha hazin misâl
bulunabilir mi? Baba ve anne, çocukların doğdukları andan i'tibâren üstüne eğildi
ler. Büyük kütübhâne'de Tıb Kitablarından bir köşe meydana geldi. Çocukların yüz
leri biraz s a r a r m a s ı n ; arka arkaya iki defa aksırmasınlar; yahud biraz ateşi yük
selmiş olsun; hemen bu ki tablamı basma koşulur; çeşitli hastalıkların, bâzan en
tehlikelilerine kadar, teşhisi konulur; bir kaç doktor gelerek, uzun muayenelerden
sonra verdikleri kat'î te'minâta kadar evin içini m a t e m havası kaplardı. Bir çokları
için kinci, alaycı, herkesi tezyif etmekten hoşlanan bir insan olarak tanınmış Pro
fesörün, çocuklarına karşı marazı düşkünlüğünü görenler, onun bu müstehzi hâli
nin çok ince bir kalbin kırılmakdan korunmak için insiyaki bir yol ile aldığı ted-
1094
\
birden ibaret olduğunu anlıyorlardı. Bu hâli, muhtelif sebeblerle içinden bir türlü
çıkaramadığı h o r görülmek endişesinin yine insiyakı karşılığı diye kabul etmek de
mümkindir. Bunun içindir ki o n u n mahremiyetine girmiş olanlardan hiç biri, bu,
başkaları için keskin hattâ korkunç, müstehzi zekâdan en küçük bir şikâyetde bu
lunmamışlardır.
Onun başka hâlleri de vardı. Meselâ, aynı esir Türk Yurdlanndan h ü r Türki
ye'ye gelmiş olanlardan ba'zılarına ve bilhassa birisine karşı îzâhı çok müşkil, bü
yük, h a t t â haksız bir husûmeti açıkça göstermekden çekinmiyordu.
Ankara Hukuk Fakültesi Siyâsî Târih Profesörünün zaaflarından biri de, fena
hâdiseler karşısmda derhal ümitsizliğe, perişanlığa k a d a r giden iradesizliği idi. Bu,
b ü t ü n hayâtı boyunca içinde çabaladığı tezadların en ağındır. Onu, belli bir fikir
ve hareket istikaameti tutabilmekten alıkoydu ve birbirinin zıddı kararlara, hare
ketlere şevketti.
Ölümünden sonra, Târih K u r u m u veya Millî Eğitim Vekâletine bırakılan kitap
larını tasnif etmeğe bir arkadaşım m e ' m u r edilmişti. Bir gün, bana, beraber gidip
şu kütübhâneyi görelim, dedi. Çok iyi tanıdığım kütübhâneye girdiğim zaman Ho
camı üstü kâğıtlar, kitaplar, resimlerle dolu masanın arkasından, gözlerinde yine
müstehzi ışıklar, bize bakıyor sandım. Arkadaşım kitapları karıştırmağa başladı.
Bir aralık bana "garip bir mektup buldum" diyerek sararmış bir kâğıt uzattı. Bu
mektupda okuduklarıma inanmak mümkin miydi? Birinci Dünya Harbinin neticele
ri, Türk Milleti için, ne kadar ağır oluria olsun, Hocamı nasıl bu derecede bedbin
edebilmiş; bu çeşit düşüncelere nasıl götürebilmişti? Bu mektubun hiç bir zaman
Târihe geçmemesi lâzımdı!... Arkadaşımın yüzüne b a k t ı m :
"Beni dinle, dedim; bu mektup derin bir yeis dakikasında yazılmışdır. O, Se
nin de Hocan sayılır. Bu mektubun kaleme alındığı gün, Hocamızın çektiği ıztırabı
anlayalım. Şimdi yapacağım şey o ıztıraba elbetde Iâyıkdır."
Arkadaşım başım önüne eğerek bekledi. Mektubu küçük, küçük parçalara ayı
r a r a k yaktım..»»
Yusuf Akçora'nın Türk Milliyetçiliği ve Türkçülük Târihi'nde yeri büyüktür.
Üniversite ve Okul çalışmaları dışında Türkçülüğün ve Türk Birliği'nin hararetli
ve samimî savunucusu olmuşdur. Türk Milliyetçiliğinin ve Türkçülüğün en şuurlu
merkezlerinden biri olan "Türk Ocağı" ve bu Ocağın Yayın Organı olan " T ü r k Yur
d u " Dergisi demek, Akçoraoğlu demekdi. Aynı zamanda ilmî yaymlanyle Türkçü
lüğe büyük hizmetde bulundu.
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (119/h)
1 — Üç Tarz-ı Siyâset (Ali Kemâl'in "Cevâbımız" adlı kitabı içinde ayrı bölüm)
İstanbul, Matbaa-i Kader; 1327 (1911); 32 sf.; 8°
2 — Eski "Şûrây-ı Ü m m e f ' d e çıkan Makaalelerim
İstanbul, Tanin Matbaası; 1329 (1913); 60 sf.; 8°
3 — Mevkûfiyet Hâtıraları
(2. bası) İstanbul, Türk Yurdu Kütübhânesi; 1330 (1914); 54 sf.; 8°
1095
4/ — Türk, Cermen ve Slavların Münâsebet-i Târihiyyeleri
İstanbul, Kader Mat.; 1330 (1914); 32 sf.; 8°
5 — Târih-i Siyâsî Notları
İstanbul; 1336 (1920); ? ; Taşbasması
6 — Şark Mes'elesine Dâir Târih-i Siyâsî Notlan
İstanbul, Erkân-ı Harbiyye Mektebi Mat.; 1336 (1920); 56 sf.; 8°
7 — Muasır Avrupa'da Siyâsî ve İçtimaî Fikirler ve Fikrî Cereyanlar
İstanbul. Matbaa-i Amire; 1339 (1923); 94 sf.; 8°
8 — Siyâset ve İktisad Hakkında Birkaç Hitabe (16 Eylül 1335 - 23 Nisan 1340)
İstanbul, Yeni Mat.; 1924; 221 sf.; 8°
9 — Târih-i Siyâsî
İstanbul, Kader Mat.; 1927; 480 sf.; 8°
10 — Zamanımızın Avrupa Siyâsî Târihi
Ankara, Hâkimiyyet-i Milliye Mat.; 1933; 223 sf.; 8°
11 — Osmanlı İmparatorluğunun Dağılma Devri (XVIII. - XIX. Asırlarda)
İstanbul, Akşam Mat.; 1934; 176 sf.; 8°
(2. bası) İstanbul, Maârif Mat.; 1940; 174 sf.; 8°
12 — Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu ve Bu Vâkıa'ya Dâir Başlıca Menbalar
Ankara, Başvekâlet Mat.; ? ; 14 sf.; 8
O
Profesör Dr. Kadî'lardan Hasan Râci Efendi ile Fat
YUSUF KEMÂL TENGİRŞENK (1231 ma Hanımın oğludur. 1878 (1294 R.)'de
Sinob'un Boyâbad İlçesinde doğdu. Bo-
yâtoad Sübyan Mektebinde ve Rüşdiyesi
ile Taşköprü Rüşdnyesinde, İstanbul
Numûne-i Terakki Mektebi ile Fâtih
Askerî Rüşdiyesi'nde ilk ve orta öğre
nimini tamamladı. 13 Ocak 1892 (30 K.
Evvel 1308)'de aliyyülâlâ derecede Fâ
tih Askerî Rüşdiyesi'nden me'zun olup
Kuleli Askerî İ'dâdîsine girdi. Bu İ'dâ-
dî'nin 3. Sınıfında iken, bir ta'til günü
avda çiftesinin kazaen patlayıp sağ eli
nin üç parmağının tamamen, bir par
mağının da kısmen sakat kalması so
*n
nucu, Sınıfının birincisi olduğu için,
çürüğe çıkarmayıp "Belki parmaklar
ilerde hareket eder" diye Askerî Tıbbiy-
ye'ye naklettiler. Tıbbiyye'nin ikinci se
nesi sonlarına doğru "Gizli Mektebliler Cem'iyyeti" adlı ve Abdülhamid'e kar
şı ihtilâl hazırlama amaçlı Cem'iyyetin faaliyeti sebebiyle Fizan'a sürülmek ü-
1097
seçildi. Bu Kabine'nin ilk toplantısında kendisinin, Sovyet Sosyalist Rusya Hü
kümeti ile temasa geçilip anlaşma yapılması hakkındaki teklifi Kabine'ce de uy
gun görülerek Hâriciye Vekili Bekir Sami Bey'in başkanlığında teşekkül ettirilen
Hey'et'e katılarak 19 Temmuz 1920'de Moskova'ya gitti. T.B.M.M.'ne, Rusya ile ya
pılan müzâkereler hakkında bilgi vermek üzere, 1 Eylül 1920'de Moskova'dan ay
rıldı. Pek çok zahmetler çekip, ölüm tehlikeleri atlatıp 11 Ekim 1920'de Ankara'ya
geldi. Bir ay kadar Ankara'da kaldıkdan sonra 14 Aralık 1920'de Şark Devletleriy
le andlaşmalar yapmaya yetkili Delegasyon Hey'eti Başkam olarak 2. d e f a Mos
kova'ya gitti. Iktisad Vekâleti'nin uzun süre Vekil Vekili ile İdare edilmemesi için
de Moskova'ya giderken Iktisad Vekilliği'nde isti'fa etti.
Moskova'da önce Afganistan Delegeleri ile Türk-Afgan Dostluk ve İttifak And-
laşmasını, 16 Mart 1921'de de Türk - Rus "Moskova Muahedesi" 'ni müzâkere edip
T.BJV1.M. nâmına imza etti.
Kendisi Moskova'da iken önce Adliye, sonra Hâriciye VekilMği'ne seçildiği
için 10 Haziran 1921'de Ankaraya geldiğinde fi'len Hâriciye Vekili olarak işe baş
ladı. Bu arada Franklin Buyyon ile Türk - Fransız "Ankara İ'tilâfnâmesi"ni ve
Ukrayna Delegeleri ile "Türk - Ukrayna Muhâdenet (= Dayanışma, barış) Muahe
desi" 'ni aktedip imzaladı. Ocak 1922'de yine Hâriciye Vekili olarak, T.B.M.M.
Hükûmeti'nin emel ve maksadını anlatmak ve Millî Mücâdelö'ye hasım olan İ'tilâf
Devletleri (İngiltere, Fransa, italya)'nin hakkımızdaki düşüncelerim öğrenmek
için Hükümet kararıyle Londra ve oradan Paris'e gitti. Yaptığı temaslar sonu
cunda, Avrupa K a m u Oyu'nun "ne Türkler'in Yunanlıları bir adım geriye atabile
ceklerine, ne de Yunanlıların Anadolu'da bir adım daha fazla ilerleyebileceklerine
inançları olmadığı hususundaki" görüşünü T.M.M.M.'ne, dolayısıyle Başku-
mandan'a anlatıp, kesin sonucun taarruzla alınacağı hakkındaki düşüncesinin sa
vunmasını yaptı. Başkumandan Gazi Mustafa Kemâl Paşa aynı fikri savunduğu
için, Kendisini Hâriciye Vekili olarak Cebhe'ye götürdü ve Cebhe'deki Ordu Ku-
mandanları'na da İ'tilâf Devletleri'nin hakkımızdaki düşüncelerini açıklattı.
Ağustos 1922'de Hacıbayram'daki eski bir Ankara evinde hasta yatmakta iken
Büyük Başkumandan'm, "Büyük Taarruz" için Cebhe'ye hareket etmeden evvel
kendisine yaptığı "Târihî Ziyaret" 'i şöyle anlatmaktadır (123/f):
«™. Ağustos (1922) ortasına doğru bana ehemmiyetli bir basur ameliyatı ya
pıldı. Hâriciye Vekilliği için Meclis'den izin aldım; benim yerime Vekâleten isleri
mi (o sırada İcra Vekilleri Hey'eti Başkam = Hükümet Başkanı, Başvekil duru
m u n d a olan) Rauf (Orbay) Bey idare ediyordu. Hacıbayram'daki evimde yatıyor
dum. (18 Ağustos 1922 Igünü) İcra Vekilleri Hey'eti Reîsi ve Başkumandan (Gazi
Mustafa Kemâl) Paşa beni görmeye gelmek inayetinde bulundu. Yaverleri Salih
(Bozok) ve Muzaffer (Kılıç) Beyler beraberinde idiler. Ben eski bir karyolada ya
tıyordum. Azîz Müsâfiri oturtacak koltuk, sandalya gibi birşey yokdu; hasta oldu
ğum için beni, Hâriciye Vekili'ni, ziyarete gelen sefirlerin üzerine oturdukları
tahta sıraya oturdu; iltifat etti. Biraz konuşdukdan sonra Yaver Beyler'e:
— Siz azıcık sofaya çıkın, emrini verdiler. İkimiz yalnız kalınca ayağa kalktı
lar, karyolanın yanına geldiler (ve ıbana):
1098
— Kemâl, arzu ettiğini yapmaya gidiyorum; düşmanı (mutlakaa) geri ataca
ğız; buyurdular. Yaramın ağrısına bakmayarak ayağa kalkdım iki elini ö p t ü m —
Birkaç gün sonra Zafer haberleri gelmeye başladı..... (iki yıl önce i s t a n b u l ' d a n
ayrılıp Millî Mücâdele'ye katılmak üzere Anadolu'ya geçerken) Çamlıca'nın eteği
olan Şemsîpaşa'da, 16 Mart 1920'de, Tann'dan istediklerimi Türk Ordusu alıver-
mişdi "Düşman mutlaka Türk T o p r a k l a n ' n d a n çıkacaktır" diye Fransa Başveki
li Poincare'ye söylediğim söz de gerçekleşmişdi. Yeminimi yerine getirmek için
ben de çok çalışmışdım....»
Hem iyileşmeyen yarasının Avrupa'da tedavisini, hem de Gazi Paşa'nın Lo
zan'a Hâriciye Vekili olarak göndermek istediği İsmet Paşa'ya Hâriciye Vekilliği
nin verilmesini sağlamak için 24 Ekim 1922 (24 T, Evvel 1338)'de Bursa'da bulu
nan T.B.M.M. Reisi Başkumandan Gazi M. Kemâl Paşa'ya çekdiği bir telgrafla
Hâriciye Vekilliği'nden istifâen ayrıldı. Zafer'den sonra 2. Dönem Seçimlerinde de
21 Ekim 1923 (21 T. Evvel 1339)'de 1. defa, 15 Kasım 1927'de 2. defa, 4., 5., 6. dö
nemlerde de 3., 4., 5. defa Sinop Milletvekilliği'ne seçildi. Bu arada Eylül 1925'den
1941'e kadar Ankara Hukuk Fakültesi İktisad ve Türk İnkîlâbı Târihi Profesör
lüklerini de deruhde etti. Eylül 1930'da Adliye Vekilliği'ne getirildi. Mayıs 1933'de
'bu görevden de isti'fâen ayrıldı. Yine bu arada Alman Profesör Yunkers ile T.C.
Hükümeti arasında ve Alman Julyüs Berger Konsorsiyumu ile T.C. Hükümeti ara
sında çıkan ihtilâflarda Hükümet tarafından "Hakem" olarak seçilip çalışdı ve
her iki ihtilâfı da âdilâne bir sûretde Devletimizin lehine sonuçlandırdı.
7. Dönem'de C.H.P. Dîvânı kendisini aday göstermediği için Milletvekili seçi-
lemedi. 9. Dönem'de (Temmuz 1946'da) yeni kurulan D.P.'den aday gösterilerek
hem Sinop, hem İstanbul'dan Milletvekili seçildi. 1950'de Politikadan ayrıldı. 1961'de
C.K.M.P. Kontenjanından "Kurucu Meclis"e üye seçildi. En yaşlı üye olarak da bu
Meclis'in ilk oturum'unda başkanlık etti. O târihinden beri Çamhca'da tetebbu' ve
bahçe işleriyle uğraşmaktadır.
Mülkiye hakkındaki düşünce ve sempatisini şöyle anlatmaktadır (123/e):
«.... Mektubunuzu aldım. Yapmakta olduğunuz ve Mille t'e çok fayda] ı hizmet-
den dolayı sizi gönülden tebrik eder, muvaffakiyetler temenni eylerim.
Vaktiyle T.B.M.M. Hükûmeti'nde (Vekil olarak) çalışırken, her zaman Mülki
ye ve Mülkiyelileri müdâfaa ederdim. (O kadar ki) ba'zan Mustafa Kemâl Paşa
(bu çok a ş ı n sevgimden dolayı latife ederek) bana:
— Çok ileri gitme; (Üç sene Kuleli İ'dâdîsi'nde, üç sene Askerî Tıbbıye'de
okuduğumu îmâ ederek) Altı sene karavanadan yemek yemişsin; sen de bizden
sin, derdi.*-
27 Nisan 1917'de Hâlid Bey kızı Nazlı Hanımla evlendi; bir kız babasıdır.
Fransızca'ya kuvvetle vâkıf İngilizce'ye âşinâdır. Türk Maârif Cem'iyyeti (Türk
Eğitim Derneği)nin kurucusu ve daimî üyesi; Türk Kooperatifçilik Kurumu ile
Çamlıca ve Civarım Güzelleştirme Derneği'nin daimî üyesidir. Ankara Hukuk Fa
k ü l t e s i n i n Fahrî Hukuk Doktoru unvan ve payesini hâiz; yeşil-kırmızı şeritli İs
tiklâl Madalyası'm hâmildir. Bahçede çalışmak hobisidir.
Samed Ağaoğlu, Kuwây-ı Milliye Ruhu adlı eserinde Sayın Tengirşenk hak
kında şunları yazmaktadır (123/c):
1099
«Millî Mücâdele devrinin büyük başarılarından birisini de Büyük Millet Mec
lisinin Dış Siyâseti teşkil etmektedir. Bir yandan Sovyet Rusya ile kapitalist Av
rupa'ya karşı savaş gaayesinde tam bir anlaşmaya varılmış; öte taraftan Afganis
tan gibi İslâm Hükümetlerle, İngiltere düşmanlığında birleşilmişdi. Bundan son
ra da, evvelâ İtalyanlarla, sonra Fransızlarla, yine bu devletlerle İngilizler arasın
daki anlaşmazlıkdan istifâde edilerek uyuşulmuşdu. Bu çok aktif Dış Politikanın
başarı ile yürütücülerinden biri olan Kastamonu Milletvekili, Dışişleri Bakanı Yu
suf Kemâl Bey, Birinci Meclisin en dikkate değer yüzlerinden birisidir. Tutanak
lar, onun bir polemik adamı olmakdan ziyâde bir iş adamı olduğu hissini vermek
tedir. İdare ettiği politikanın bütün icablarına uyduğu görülmektedir. İ'tidâl ve
sükûnetini, ağır tenkid karşısında da kaybetmeden konuşmaktadır. Omuzlarına
aldığı mes'uliyeti dâima dikkat ve itinâ ile ilgililere bölebiimişdir.»
B A S I L M I Ş E S E R L E R İ (123/e v e 123/g)
1 — Türk İnkılâbı Dersleri: Ekonomik Değişmeler
istanbul, Resimliay Mat.; 1935; 61 sf.; 8°
2 — Millet Ekonomisi: Ankara, R. Ulusoğlu Mat.; 1940; 268 sf.; 8°
3 — Tanzimat Devri'nde Osmanlı Devleti'nin Hârici Ticâret Siyâseti
istanbul, Maârif Mat.; 1940; 32 sf.; 8°
4 — Vatan Hizmetinde: istanbul, Bahar Mat.; 1967; 302 sf.; 8°
o
Ulemâ'dan Muhammed Efendi'nin oğludur. 1872
ucu.3 b u l ' d a doğdu. Medreselerde oku-
SALIH ERDEM (*), (124) .
yarak icazet ve sınavını vererek Ruus aldı.
27 Nisan 1906 (13 Nisan 1322)'da yüz kuruş maaşla Maârif Nezâreti Kalem Kâ-
tibliği'ne ta'yini ile resmî hayâtı başladı. Sırasıyle: Darülfünun Ulûm-i Dîniyye ve
Edebiyye Şubesi Kâtibliği'nde; Mülkiye ile Dârülfünûn'un aynı Müdîr idaresinde
yönetildiği devrede (1909-1913) Mekteb-i Mülkiyye Kütübhâne Me'murluğunda;
Darülfünun islâm Dîni Târihi Dersi Müderris Vekilliği'nde bulundu. Bakırköy
I'dâdîsi Ulûm-ı Dîniyye ve Ahlâk Dersleri Muallimliği yaptı, istanbul'da, muhtelif
Medreselerde Tefsir, Mev'ıze, Hitabet, Mükâleme, Tatbîkaat-ı Arabiyye ve Sahn
Medresesi'nde Fıkıh Müderrisliği'ni îfâ etti. 10 Ağustos 1933'de istanbul Üniversite
si Kütübhâne Me'murluğuna getirildi. Bu görevde iken yaş haddi dolayısıyle
1937'de emekli oldu. 1918-1920 yıllarında "Huzur Dersleri" Muhâtablığı'nda ve uzun
yıllar Fâtih Câmi'i Dersiâmlığı'nda bulundu. 1944 yılında istanbul'da Hakkın rah
metine kavuşdu. Edirnekapu Şehidliği'nde medfundur.
Rahmetli Eb'ül-Ulâ Mardin'in ifâdesine göre (124) "Salih Efendi yeşil gözlü, or
ta boylu, nadiren hiddetlenir, çok temiz bir zât idi."
(*) Mülkiye Mektebi'nde uzun yıllar Kütübhâne Me'murluğu yapmış olan bu zâtın hâl tercemesini buraya alı
şımızın sebebi, Mülkiye'de iken geniş kültüründen o zamanki Genç Mülkiyelileri faydalandırarak " M ü l k i
ye Câmiası"na hizmet etmiş olmas'dır. Bu suretle, bütün Hocalarımıza olduğu gibi Salih Erdem Efendi'ye
da şükran borcumuzu ödemiş olmaktayız.
(124) Bak.: Huzur Dersleri; Eb'ül-Ulâ Mardin; 2. - 3. C, 295. - 296. sf.
1100
ç
BÖLÜMÜ
S.B.F. SEKRETERLERİ
(1950-1968)
ve
Ba'ZI TipiK MÜSTAHDEMLER
1. KISIM
MÜDÎR MUAVİNLERİ (1)
(1876 — 1950)
(1) Atîk Mülkiye Mektebi'nde, her ne sebebdense Müdîr Muavinliği kadrosu ihdas edilmemişdir. Bu görev "İdare
ve Yoklama Me'muru" unvanı verilen kimse tarafından yapılmışdır. "Müdîr Muavinliği" 1887'den sonra ih
das edilmiş olup, aralıksız olarak S.B.F.'nin kuruluşuna kadar devam etmişdir.
1229
_ . . 1 Ekim 1919'da izmir Maârif Müdîr Muavinliğinden
SALİH ZEKİ Buluğ)
a
naklen ve terfian Mülkiye Mudır Muavinliğine ge
tirildi. 1 Şubat 1923'de Mülkiye Müdîr Muavinliği Kadrosu'nun kaldırılması üze
rine görevi sona erdi. Mülkiye Me'zunu olduğu cihetle, hâl tercemesi için "1242/
1327 (1911)// 3. C." e bakınız.
c •" Mayıs 1925'de, Müdîr Muâvinliği'nin yeniden ihda
sı üzerine, Mülkiye Mektebi Dâhiliye Müdîrliği'nden
naklen ve terfian Muavinliğe getirildi. 1 Şubat 1930'da isti'fâen ayrıldı. Hâl ter
cemesi için, araştırmalarıma rağmen, bir bilgi elde edemedim.
20 Nisan 1930'da Muavinliğe getirildi, izmir Ticâret
Mektebi Türkçe Muallimliği'ne naklen ta'yini ile 29
Eylül 1932'de Muavinlikten ayrıldı. Hâl tercemesine âid bir bilgi bulunamadı.
29 Eylül 1932'de Muavinliğe getirildi. S.B.O.'nun Is-
7FKİ ÇARRI o o
c
° tanbul'dan Ankara'ya nakli üzerine 25 Ekim 1936'da
bu görevden isti'ıa sureti ile ayrıldı. Hâl tercemesine âid bilgi edinilemedi.
27 Ekim 1936'da Muavinliğe getirildi. Dil, Târih-Coğ-
ZEKI ARIMAN Müdîrliği'ne naklen ta'yini ile 20 Mart
r&fya F a k ü l t e s i
1939'da Muâvinlikden ayrıldı. Hâl tercemesine âid bilgi bulunamadı. Ancak, vefat
ettiği öğrenildi.
24 Nisan 1939'da Muavinliğe getirildi; serbest haya
ta geçtiği için Ekim 1946'da Muavinlikten ayrıldı.
S.B\0. Me'zunu bulunduğu cihetle, hâl tercemesi ;için "2010/1937/İ//4. C." e bakı
nız.
1230
2. KISIM
S.B.F. SEKRETERLERİ
(1950 — 1968)
—O-
(1) Bak.: a) Talebimiz üzerine kendilerinin gönderdiği ve Arşivimizde mahfuz 14.5.1968 günlü mektup.
1231
ZEKÂİ SEZGİN (2) Rüşdiye Mektebi Müdîrlerinden Mer-
tm
_ . h u m Mustafa Fevzi Bey ile Hatice Ha-
nım'ın oğludur. 1916 (1332 R.)'da Sivas'-
da doğdu. Sivas Lisesi'nde lise öğrenimi
ni; Dil ve Târih - Coğrafya Fakültesi
"Yeni Zamanlar Târihi Bölümü"nde
yüksek öğrenimini tamamladı. Ayrıca
1955'de T.O.D.A.İ.E.'nü de bitirip diplo
ma aldı. 1943 yılında S.B.O. îdâre Muâ-
vinliği'ne ta'yini ile "Mülkiye Camiası"
na intisab etti. Uzun yıllar bu görevde
ve S.B.O. - S.B.F. Yurd Müdîrliği'nde
bulunduktan sonra 5 Mayıs 1961'de ter
fian S.B.F. Sekreterliğine atandı. Hâlen
(1969) bu görevde bulunmaktadır. Evli,
bir kız, bir erkek evlâd babasıdır. Yüz
me sporu ve pul koleksiyonculuğu yap
mak hobisidir. Fransızca bilir.
Ömrünün, şimdiye kadar yirmibeş
yılını Mülkiye Camiası içinde geçiren ve
daha uzun yıllar bu Camia içinde sağlık
ve mutlulukla hizmet görmesini diledi
ğimiz "Tabu Mülkiyeli" Sayın Sezginin, bu Kitab'ın çok yorucu ve yıpratıcı çalış
malarının hafifletilmesinde benim için çok değerli olan yardımlarını unutmayaca
ğımı burada belirtirken engin bir zevk duymaktayım.
Kendisi, S.B.F.'ye âid ilginç hâtıralarından birisini şöyle kaleme almışdır (2/a):
«Çeyrek yüzyıllar hizmet ettiğim bu şerefli Müessesede pek çok acı ve tatlı hâ
tıralarım olmuştur:
Gün, 29 Nisan 1960. Mülkiyeli ve Hukuklu gençler tuğyan hâlinde. Hukuk Fa
kültesinin merdivenlerinden çıkarak hücuma geçen süvari kuvvetleri, birden bire
S.B.F. Istikaametinde dörtnala gelmeye haşladılar. Durumun fecaatini gören sekiz
on genç, süvari kuvvetlerinin önüne, toprağa uzanıverdiler. Bu durumu, için kaba-
rarak hayranlıkla tâkib ederken şöyle düşünüyordum: Bunlar hâdiseleri yaratan
ve başaran isimsiz kahramanlardır. Toprak üzerine vücudlanyle kurdukları serhad
geçilemezdi; süvariler de durumu anlamışlardı. Nitekim biraz sonra kız öğreniciler
askerlere limonata ve su ikram ediyor, aynı ruhu taşıyan topluluklara mensub ol
duklarını gösteriyorlardı »
BASILMIŞ ESERİ (2/b)
1924 Anayasası Hakkındaki Meclis Görüşmeleri (Doç. Dr. Şeref Gözübüyük ile)
Ankara, 1957; 477 sf.; 8°; (S.B.F. yayını)
O
( 2 ) Bak.: a) Talebimiz üzerine kendilerinin gönderdiği ve Arşivimizde mahfuz 16.6.1966 günlü mektup.
b) S.B.F. Kitaplığı Katalogları.
1232
3. KISIM
Ba'zı TİPİK MÜSTAHDEMLER
Bu Kısım, 110 yıldan beri, toplamı 6000'den fazla olan Mülkiye Me'zunlan'-
mn öğrenicilikleri sırasında rahatlarını, huzurlarını, sağlık içinde çalışmalarını sağ
lamak için, ömürlerinin büyük kısmım harcayan bütün "Mülkiye Müstahdemîni"ne
karşı duyduğumuz şükran ve minnet borçlarımızı ifâde etmek amacıyle hazırlan-
mışdır.
Buraya bütün Müstahdemlerin kısa hâl tercemelerini, hiç olmazsa adlarının lis
tesini koymayı çok arzu ederdim. Ne yazık ki, bu hususda da, titizlikle araştırma
larıma rağmen, en küçük bir bilgi kaynağı'na rastlayamadım. Bu sebeble, İkisi hiz
met yıllarını doldurarak "Mülkiye Câmiası"ndan ayrılmış; İkisi, hâlen S.B.F.'ndeki
hizmetlerine devam eden dört "Mülkiye Mektebi - S.B.O. - S.B.F. hizmetlisi"nin kı
sa hayat hikâyelerini tesbît ederek bu kısmı meydana getirdim. Böylelikle, söz ko-
1233
nusu dört kişinin şahıslarında, 110 yıllık bir dönemdeki "Mülkiye Camiası Hizmet
lileri" temsil edilmekde ve bu "Cefakâr Dostlar"a olan minnet borçlarımız, küçük
çapta da olsa, dile getirilmektedir. Bu Kısımda "kıdeme göre" sıra tâkib edilmiş
tir.
Kapucu
MEHMED BAYIR (Çavuş)
1234
Kütübhâneci Sinop-Boyâbad Ilcesi'nde Amber Oğullarından Şe-
HÜSEYİN ÖZTÜRK hid Mehmed Efendi'nin oğludur. 1915 (1331 R.)'de
Boyâbad - Kurusaray Köyü'nde doğdu. Babasının
Çanakkale'de şehid düşmesi üzerine Dedesinin ya
nında yetim olarak büyüdü. Köyü'nün ilk Okulu'-
nu pekiyi derece ile bitirdi. Çalışmak için 1935'de
Ankara'ya geldi. Gazi Orman Çiftliği'ne işçi
olarak girdi. Buradan Ankara Hukuk Fakül
tesi Hademeliği'ne geçdi. 15 Ekim 1937'de
S.B.O. Hademeliğine nakledildi. 1939'da asker
lik hizmeti için ayrıldı. 1942'de terhis olup tekrar
S.B.O. Kütübhâne hademeliğine atandı. On sene
devamlı olarak bu işde çalışdıktan sonra, göster
diği basan nazara alınarak 1952'de S.B.F. Kütüb
hâne Me'murluğuna yükseltildi. Hâlen (1969) bu
görevde bulunmaktadır. S.B.O.'na ta'yin edildiğin
den beri gelip geçen bütün me'zunların adlarını
ve Okul, Fakülte numaraları ile S.B.F. Kitaplığı'ndaki pekçok kitabın numaralarını
ezberden bildiği için kendisine "Ayajdı Kütübhâne" denilmektedir. Evli olup iki er
kek bir kız evlâd babasıdır.
Dekanlık Şoförü
MEHMED ÖZDEMİR
1235
D
BÖLÜMÜ
1239
4 — Alfabetik sıraya göre düzenlenen aşağıdaki Cedvel'de "Konular" ve bu konu
larda yazılmış kitap sayısı gösterilmiştir. Şöyle ki:
Yazılan
KONULAR Kitab
Sayısı
AHLÂK (Etika) 15
ÂMME HUKUKU 2
ANAYASA, ESAS TEŞKİLÂT HUKUKU, İNSAN HAKLARI 21
ANSİKLOPEDİ - SALNAME 8
ARİTMETİK - MATEMATİK 14
AYNÎ HAKLAR (Eşya Hukuku) 3
BASIN ve KİTLE HABERLEŞME VÂSITALARI 6
BAYINDIRLIK - İMÂR 7
BİBLİYOGRAFYA 3
BİYOGRAFYA 97
BİYOLOJİ 6
BORÇLAR HUKUKU 1
BÜTÇE 21
CEBİR 4
CEZA HUKUKU - KRİMİNOLOJİ - CEZA USÛLÜ HUKUKU 8
COĞRAFYA 34
DEMOGRAFİ - GÖÇLER 12
DERGİLER 9
DEVLETLER HUSÛSÎ HUKUKU 7
DEVLETLER UMÛMÎ HUKUKU 19
DİN BİLGİSİ 10
DİPLOMASİ 63
DİVÂN • Şİ'İR - DESTAN 111
EDEBİYYÂT BİLGİSİ - EDEBİYYÂT TÂRİHİ 71
EKONOMİK DOKTRİNLER 16
ELİFBA (= Eski Türkçe Yazı Alfabesi) - ALFABE 7
FELSEFE - FİLOZOFİ - FELSEFE TÂRİHİ 39
FİZİK - KİMYA • NÜKLEAR FİZİK (Atom) - FEN BİLGİSİ 13
GENEL EKONOMİ - EKONOMİK İNCELEMELER 58
GENEL İDARE 24
(Devamı 1241. sf.'dadır.)
1240
GEOMETRİ (Hendese) 6
GRAMER - DİLBİLGİSİ - SARF 28
GÜMRÜK POLİTİKASI ve MEVZUATI - ORTAK PAZAR 23
GÜZEL SAN'ATLAR 7
HÂTIRAT (Anılar) 26
HİJYEN • SAĞLIK 7
HUKUK BAŞLANGICI - HUKUK FELSEFESİ ve TÂRİHİ 4
İÇTİMÂİ İKTİSAD 3
İÇ ve DIŞ TİCÂRET - KÜÇÜK ELZANAATLARI - KÜÇÜK ESNAF 22
İDARE HUKUKU 11
İDÂRİ - MÂLÎ - TEŞRİİ YARGI ORGANLARI 8
İKTİSÂDİ COĞRAFYA 8
İKTİSÂDİ DEVLET TEŞEKKÜLLERİ 4
İKTİSADÎ VE PLANLI KALKINMA 27
İLAHİYAT - TEOLOJİ - DİNLER TÂRİHİ 45
İNHİSARLAR - TEKEL 2
İSTATİSTİK - İHSÂİYAT 11
İŞ HUKUKU ve İŞÇİ MES'ELELERİ - SOSYAL GÜVENLİK 26
İŞLETME İKTİSADI 2
JEOLOJİ 7
KAMU PERSONEL REJİMİ ve İDARESİ 28
KOOPERATİFÇİLİK - ŞİRKETLER 12
MA'DENCİLİK 1
MAHALLÎ İDARELER 46
MÂLİ - EKONOMİK • İDARÎ MEVZUAT 11
MÂLİYE 43
MEDENÎ HUKUK 9
METODOLOJİ - MANTIK 8
MUHASEBE 52
MÜNÂKALE • ULAŞTIRMA 6
OKUMA KİTABI (Kıraat) 10
PARA - BANKA - BORSA 60
PEDAGOJİ - ÖĞRETİM - ÖĞRETİM TÂRİHİ 32
PETROL 4
PSİKOLOJİ • RUHİYAT 27
(Devamı 1242. sf.'dadtr.)
1241
ROMAN - HİKÂYE - MASAL - FİKRA 233
SANAYİ' 14
SEYAHAT 15
SİYÂSÎ PARTİLER - POLİTİKA - SEÇİMLER 28
SİYÂSÎ REJİMLER ve İDEOLOJİLER 35
SOSYAL BİLİMLER • SOSYAL ETÜDLER - SOSYAL TEŞEKKÜLLER 45
SOSYAL YARDIM - VAKIFLAR 2
SOSYOLOJİ - İÇTİMAİYAT 19
SÖZLÜK - LÜGAT 14
ŞEHİR ve KASABALARIN TÂRİH ve COĞRAFYASI 11
ŞEHİRCİLİK - ŞEHİRLEŞME HAREKETLERİ 10
TARIM 8
TÂRİH • SİYÂSÎ TÂRİH 106
TERBİYE - EĞİTİM - EĞİTİM TÂRİHİ 22
TİCÂRET HUKUKU 5
TİYATRO 37
TOPLUM KALKINMASI 5
TOPOGRAFYA 2
TOPRAK HUKUKU ve REJİMİ 1
TRAFİK 3
TURİZM 8
USÛL (Hukuk Muhakemeleri Usûlü) HUKUKU ve KANUNU 2
VERGİ HUKUKU - MEVZUATI ve VERGİ SİSTEMLERİ 107
YAZI DERSLERİ (Arab Harfleriyle) - HAT 2
YURDBILGİSİ - VATANDAŞLIK BİLGİSİ 6
ZABITA (Genel ve Özel) 7
ZİRAİ IKTISAD 7
Çeşitli Konular 2
Konuları Bilinmeyenler 3
G E N E L T O P L A M 2 093
Buna göre, 1860'dan 1967'ye kadar geçen 108 yılda 5993 me'zundan 499'u "yazar" ol
muşlar ve bunlar çeşitli konularda Memleket Kültürü'ne ve Türk Millî Kitaplığı'na 2093
Eser armağan etmişlerdir. Aziz Mülkiye'mizin, Yurd'a ve Yurddaş'a i'fâ ettiği hizmetleri
bu yönden de değerlendirmek gerekir.
5 — Mülkiye'li Yazar'lar hâl tercemelerinin sonuna, "Tam Künyesi" verilerek yayınla
nan "Basılmış Eserleri" paragraflarında bulunan romen rakamları, me'zuniyet sırasına göre,
o Yazar'ın kaçıncı Mülkiyeli Yazar olduğunu göstermektedir. Dîger sayılar hakkında bu
"açıklama"mn 3. Maddesi'nde yeteri kadar bilgi verilmişdir. İnceleme'de bu hususların
göz önüne alınması gerekir.
O
1242
"KONULARI ALFABETİK SIRAYA DÜZENLENEN MÜLKİYE ME'ZUNU
YAZARLARIN ESERLERİ ENDEKS'İ"(*)
AHLÂK (Etika)
Ahlâk 1555/1338
Ahlâk Dersleri 173/234
Ahlâk-ı İslâmiyye Esasları 541/506
Aşk Ahlâkı 1555/1305
Etika (Spinoza'dan terceme) : 1555/1360
Garb Menba'iarına Göre Eski Türk Seciyye ve Ahlâkı 1429/1157
İlm-i Ahlâk ve Servet 166/211
Ma'lûmât-ı Ahlâkiyye ve Medenîyye 809/753
Mebâdi-i Hikmet-i Ahlâk (Ahlâk Felsefesine Başlangıç) : 44/50
MUsâhabât-ı Ahlâkiyye : 353/429
Musâhabât-ı Ahlâkiyye, Diniyye, Târihîyye, Medenîyye 353/427
Musâhabât-ı Ahlâkiyye ve Ma'lûmât-ı Medenîyye 353/435
Ravza-i Ahlâk (= Ahlâk Bahçesi) 322/370
Ruh Yapımız ve Onun Tipleri Bakımından Ahlâk 1049/880
Yeni Musâhabât-ı Ahlâkiyye 353/434
TOPLAM : 15
ÂMME HUKUKU
(*) Önemli Not: Her kitabın karşısındaki sayılardan i l k i , bu kitabın kaçıncı me'zuna âid olduğunu, (/) den
sonraki sayı ise Kitabın sıra numarasını göstermektedir.
1243
Hükümdarlık Karşısında Milliyet ve Mes'uliyet ve Tefrîk-i
Kuvvâ Mesaili : 339/391
Hürriyet : 582/542
Hürriyet-i Vicdan (terceme) : 582/539
Hürriyetler Üzerine Düşünceler 1987/1680
İnsan Hakları; Kanun Yolu ile Korunması 1987/1667
Mufassal Hukûk-ı Esâsiye (Eugene Pierre'den terceme) : 755/730
Rapports du Legislatif et de l'Executif en Turquie 1987/1673
Siyâsî Hürriyetlerimiz (terceme) 582/549
Türkiye'de Anayasa Gelişmelerine Bir Bakış : 1987/1674
Türkiye'de İnsan Haklarının Gelişimi 1987/1675
Türkiye'de Meclis-Hükûmet Münâsebetlerine Bir Bakış 1987/1677
Yeni Fransız Anayasası Üzerine Bir Seminer 1987/1678
TOPLAM : 21
ANSİKLOPEDİ • SALNAME
Bu da Bulunsun 90/107
Bulunsun 90/106
Hanım Kitabı (Evişleri, Evkadını Ansiklopedisi) : 63/84
Muhît'ül - Maârif : 24/19
Musavver Dâiret'ül - Maârif : 353/428
Okul ve Aile Ansiklopedisi 1272/1025
Tercemân-ı Hakîkat'ın Garâib Cüzdanı 138/204
Yeni Muhît'ül - Maârif : 24/20
TOPLAM : 8
ARİTMETİK - MATEMATİK
1244
BASIN VE KÜTLE HABERLEŞME VÂSITALARI
1245
Dante ve Eserleri 1302/1099
Disraeli'nin Hayâtı 286/355
Dostoyevski 2652/1958
Erzurum'dan Çizgiler (Şahıs Monografileri) : 3079/2089
Fârâbi 1555/1320
Fâtih ve Fütuhatı : 1302/1088
Fâtih'in Hayâtı ve Fetih Takvimi 1429/1167
Felsefe-i Edebiyyât ve Şâir Celis 1020/815
Frobel (Froebel) 1163/957
Gazi Bora Giray; Hayâtı ve Eserleri 1302/1090
Gazi Mustafa Kemâl : 1434/1181
Goethe; Hayâtı ve Eserleri : 1302/1100
Goethe; Hayâtı ve Eserleri (Bielschovvsky'den terceme) : 1236/997
Hacı Bayram-ı Velî 173/235
Hacı Bayram-ı Velî 3339/2134
Halil Rifat Paşa; Sivas Eski Valisi 2054/1725
i Husûsî Hayatlarında Hükümdarlar (E. Berkson'dan Tere.) : 582/562
Hüccet'ül-İslâm; İmâm-ı Gazâlî 173/225
Hüsâmeddin Molla 354/442
İbn-i Haldun 1555/1323
İbrahim Edhem Aykut; Hayâtı ve Hâtıraları 2189/1803
İsmail Safa 1302/1073
Kanunî Sultan Süleyman (Dovvney Fairfax'dan terceme) : 1470/1241
Koca Râgıb Paşa ve Fıtnat (Hanım) 1302/1074
Kristof Koîomb (terceme) : 426/454
Küçük Mekteblilere İslâm Büyükleri 1272/1009
List (Liszt) : Hayâtı ve Eserleri 1302/1108
Marco Polo ve İbn-i Batûta (telif) 1451/1212
Mehmed Akif; İslamcı Bir Şâir'in Romanı 1283/1043
Mehmed Ali Aynî; Hayâtı ve Eserleri 1047/853
Midhat Paşa 757/731
Muallim Naci Efendi 286/346
Muallim-i Sâni Fârabî 173/230
Muhteşem Süleyman (Fairfax Dovvney'den Terceme) 1047/847
Mutasavvıf Dîvân Şâiri Saltoğlu Rifat 3062/2085
Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler (1. ve 2. Cildler) : 2751/2014
Müntehâbât-ı Terâcim-i Meşâhir 286/339
Nabî-zâde Nâzım 1302/1065
Nâmık Kemâl 887/787
Nâmık Kemâl 1302/1066
Nâmık Kemâl : 1734/1530
Nevzad Tandoğan; Hayâtı ve Şahsiyyeti 1481/1248
Nice (Nietzsche) : Hayâtı ve Felsefesi 1020/826
Onikinci (XII.) Asır Tarihçileri ve Müverrih Âzimî 1569/1379
Orhan Veli Kanık 2723/2005
Osmanlı Pâdişâhları (Monografiler) 1734/1512
Paul Verlaine; Hayâtı ve Şi'irleri 4391/2264
Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'i Öğreniyorum 1272/1028
Recâi-zâde Ekrem 1302/1067
Recâi-zâde Ekrem Bey 286/341
1246
Reşad Nuri Güntekin : 2723/2007
Risâle-i Sultan Hüseyin Baykara 1302/1079
Ruh'ül-Beyan Müellifi Bursalı İsmail Hakkı 173/238
Rusçuk Âyânı Alemdar Mustafa Paşa'nın Hayâtı 920/793
Sadrî Maksudî ve Türk-Fin Münâsebetleri (terceme) 3584/2189
Said Faik Abasıyanık 2723/2002
Said Fâik'in Hayâtı : 2723/1998
Sokrat : 1283/1034
Sokollu Mehmed Paşa : 353/416
Sultan Cem; Hayâtı ve Eserleri 1302/1087
Şemsüddin Sami Bey : 286/344
Şiiler; Hayâtı ve Eserleri 1302/1106
Şinâsi : 1302/1068
Tal'at Paşa 582/563
Tanzimat Devrinin Büyük ve Unutulmaz Devlet Adamları:
Mustafa Reşid, Mehmed Emin Âlî, Keçecî-zâde
Fuad, Ahmed Vefîk Paşalar 1802/1576
Tepedelenli Ali Paşa {Gabriel Romeran'dan Terceme) : 1047/849
Tevfik Fikret 1302/1069
Tevfik Fikret: Hayâtı ve Eserleri 1302/1098
Türk Ahlâkçıları 173/241
Türk Azizleri: 1. Kitap; İsmail Hakkı Bursalı : 173/243
Türk Kemankeşleri 585/575
Veysel Karânî 3339/2133
Vtfagner; Hayâtı ve Eserleri : 1302/1107
Yahya Kemâl Beyatlı 2723/2003
Yeni Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler (2., 3., 4., 5. Cildler) 2751/2016
Yusuf Taşfin (Berberî İmparatoru) 1451/1213
Ziya Gökalp 1555/1329
Ziya Gökalp; Bir Fikir Adamının Romanı 1283/1041
Ziya Paşa 1302/1070
Ziya Paşa; Hayâtı ve Eserleri 1302/1071
TOPLAM : 98
BİYOLOJİ
BORÇLAR HUKUKU
1247
BÜTÇE
1248
COĞRAFYA
DEMOGRAFİ - GÖÇLER
1249
Nüfus Mes'elesi ve Irk'ın Korunması : 1470/1239
Nüfus Nazariyeleri (Reuter Edvvard Byron'dan terceme) : 1759/1561
Nüfusta ve Doğumda Cinsiyet Mes'elesi (Bela Földes'den) : 1848/1595
Toptan Göçler (Leon Kavvan'dan terceme) 1470/1236
Türkiye'de Nüfus Artışı ve İktisadî Gelişme 3288/2128
Türkiye'den ve Türkiye'ye Göçler: 1923-1960 : 3499/2172
TOPLAM : 12
DERGİLER
1250
Mebâdî-i Hukuk-ı Umumiyye-i Düvel (Devletler Umûmî Hu
kuku; Fransızcadan terceme) : 22/18
Medhal-i Hukûk-ı Beyn'ed-Düvel : 26/23
Mülâhhas Hukûk-ı Umûmiyye-i Beyn'ed-Düvel : 722/668
Savaş ve Barış Hukuku 2599/1947
Târih-i Hukûk-ı Beyn'ed-Düvel , 26/22
Uzay ve Milletlerarası Hukuk 2599/1946
Yeni Devletler Hukuku " 1139/1947
TOPLAM : 19
DİN BİLGİSİ
1251
Cihan Muvâzenesinin Bozulması (terceme) : 630/623
Contribution â l'Histoires des Populations Turques en Bul-
garie: 1876-1880 (etüd) 4093/2238
Devlet-i Osmâniyye ve Rusya Siyâseti (S. Gorianov'dan) : 630/599
Dış Politika ve Parlamento : 3582/2187
Die Turkei : 1191/971
Dreyfus Mes'elesi ve Esbâb-ı Hafiyesi : 630/578
Dünya Devleti ve Kıbrıs s 2318/1843
Fransız İhtilâli; Türk-Fransız Diplomasi Münâsebetleri:
1789-1802 2296/1830
Girit Hâilesi (Girit Trajedisi) 178/245
Girit Hâilesine Zeyl : 178/246
Hukûk-ı Siyâsiyye ve İdare : 647/631
Hukukî ve Siyâsî Tetebbu'lar 722/674
İkinci Cihan Harbinde Türkiye'nin Durumu 2046/1724
İmtiyazât-ı Ecnebiyye'nin Tatbikat-ı Hâzırası (Kapitülasyon
lar) 594/576
İngiltere, Rusya ve Hindistan 1547/1274
İstanbul Fethinin İnsanî ve Medenî Kıymeti 1429/1160
Kapitülâsyonlar : 458/465-a
Kapitülâsyonlar Târihi; Menşe'i; Asılları : 630/592
Kıbrıs Mes'elesi; 1954-1959 Türk Hükümeti ve Kamu Oyu
nun Davranışları 2936/2049
Kıbrıs'da Türk Katl-i Âmmı (terceme) : 4397/2267
Koçi Bey Risalesi : 1047/848
Makedonya Mes'elesi ve Balkan Harbi Ahiri : 722/669
Milletlerarası Hayâtın Düzeni ve Panamerikanizm : 1139/946
Milletlerarası Müşterek Emniyet Sistemi : 1363/1126
Müşterek Emniyet Problemi 1139/948
Ondokuzuncu Asrın Diplomasi Târihi 1124/936
Rejimenes de Los Estrechos del Bosfor Y de Los Dardane-
los (Karadeniz ve Çanakkale Boğazlarının Bağlı Olduğu
Rejim) 1919/1635
Safahat Min'el-Mâzi al-Karib (Yakın Geçmişden Safhalar) : 729/712
Silâhsızlanma Problemi : 1139/949
Soğuk Harb : 1363/1129
Sovyet Efsânesi ve Hakikat (terceme) : 582/565
Sovyetler Birliği ve Birleşmiş Milletler : 4421/2278
Süleyman Paşa Muhakemesi : 259/322
Târih'de Ermeniler ve Ermeni Mes'elesi : 920/794
Tetebbuât-ı Siyâsiyye (terceme) : 722/665
Türk-Amerikan Diplomatik Münâsebetleri: 1939-1947 : 3803/2219
Türk-Fransız Diplomasi Münâsebetlerinin İlk Devresi : 2296/1828
Türk-Rus-İngiliz Münâsebetleri: 1791-1941 : 2046/1723
Türkiye'nin 1945'den sonraki Dış Politika Gelişmeleri; Or
tadoğu Mes'eleleri 1363/1128
Türkiye'nin Dış Münâsebetleri İle İlgili Başlıca Siyâsî
Andlaşmaları 2296/1831
Türkiye'nin Taraf Olduğu Milletlerarası Andlaşmalar Reh
beri: 1920-1961 4209/2245
1252
Türkiye ve Tanzimat (Ed. Engelhart'dan Terceme) : 630/588
Yahudi Mes'elesi : 1555/1335
Yevmû Meyselûn; Safha Min Târih al-Arab'al- Hadis;
Müzekkerât, Musaddarat'ün bî- Mukaddimeti an- Târih;
Tenâzü'al - Düvel-i Havle Bilâd'al - Arabiyye (Meyselûn
Vak'ası; Yeni Arab Târihinden Bir Safha; Meyselûn
Vak'asından Hâtıralar; Avrupa Devletlerinin Arab Mem
leketlerini İstilâsı Hakkındaki Siyâsetine Dâir Bir Mu
kaddime ile Beraber) : 729/711
20., 21., 22. Kongreler ve Sovyet Dış Politikası 5214/2297
TOPLAM : 63
1253
Elhan Yâhud Birinci Kitabım (Şi'irler) 61/75
ElhâiM Vatan (= Vatan Şarkıları, Şi'irler] : 757/734
En Güzel Türk Mânileri : 1734/1472
Erenler, Gaziler (Destan) : 1561/1373
Ergenekon (Şi'irler) : 1734/1482
Erzurum Mânileri (Folklor Araştırması, 1019 Mâni) : 3079/2090
Eski Yunan ve Latin Şi'irler (Manzum tere.) : 1734/1548
Fâni Teselliler (Şi'irler) : 757/732
Fâtih ve İstanbul (Şi'irler) : 1359/1125
Geçmiş Geceler (Şi'irler) : 1734/1480
Geçmiş Zamanın Masalları (Şi'irler) 1561/1367
Gençnâme-i Refi'î (Yeni Türk harflerine çeviri) : 1302/1084
Gel Gör ki!.. (Şi'irler) : 2439/1895
Gelir misin? (Şi'irler) : 3497/2170
Gökkuşağı (Şi'irler) 3597/2190
Güneş Rengi Kadehlerle (Şi'irler) : 2994/2061
Güneş Tozları (Şi'irler) 4391/2262
Güzeller Treni Ankara'da (Şi'irler) : 3415/2146
Hayât Şarkıları (Şi'irler) : 1734/1545
Hayyâm'ın Rubaileri ve Manzum Tercemeleri 1359/1119
Hitit Kralı (Şi'irler) : 3489/2167
Imdad (Şi'irler) : 267/334
İp Üstünde (Şi'irler) 5206/2296
Kasîde-i Bürde Tercemesi (Abdürrahim-i Karahisârî'nin) : 1302/1093
Kayınağacı (Şi'irler) 2723/1190
Kaynak (Şi'irler) : 1773/1565
Kızılırmak (Şi'irler) : 1773/1566
Laklakiyât-ı Edebîyye / : 44/48
Leâlî-i İlhâmî (Şi'irler) : 1023/827
Ma'arrî Dîvânından Seçmeler 668/654
Mesnevi (Mevlâna'dan Manzum terceme) : 1359/1123
Mesnevî-i Penâhî (Yeni Türk harflerine çeviri) : 1302/1085
Meşhur Beyitler 1734/1543
Millî Mücâdele Destanı 1561/1371
Mîras (Şi'irler) : 1470/1234
Mîras ve Güneşin Ölümü (Şi'irler) : 1470/1242
Müntehab Çocuk Şi'irleri 1040/836
Mütâreke (Destan) : 1561/1369
Nâmık Kemâl'in Şi'irleri 1734/1537
Neslimizin Masalı (Şi'irler) : 2197/1807
Ninni Sokağı (Şi'irler) : 2436/1892
Nisan Yağmurları (Şi'irler) : 3415/2147
Oğuz Destanı ve İki Masal 1478/1245
On İnkılâb (Şi'irler) : 1734/1483
Ordumuza Armağan (Şi'irler) 1359/1117
Ömer Hayyâm'ın Rubaileri (Manzum terceme) : 1734/1527
Râbia Hâtûn Şi'irleri (telif Şi'irler) 1429/1159
Ren Mektupları (Şi'irler) 2937/2051
Rıhtım Sisleri (Şi'irler) : 2155/1797
Rübâîler : 1578/1388
1254
Sabah Ayazı (Şiirler) 5078/2295
Sarıkız Mermerleri (Şi'irler) 1673/1448
Sergi (Şi'irler) : 5078/2294
Serpintiler (Mensur ve Manzum Şi'irler) : 1972/1651
Sesler (Şi'irler) : 3228/2103
Son Menzil (Şi'irler) : 2436/1889
Şerh-i Rübâiyât-ı Melül (Şâir Melül'ün Rübâî'leri) : 1555/1344
Şi'ir Defteri (çeşitli şâirlerden derlemeler) : 1734/1531
Şi'irler 1917/1634
Temâsil (= Semboller; Şi'irler) : 757/733
Terennüm (Şi'irler) 199/259
Teselli (Şi'irler) : 2570/1931
Tunç Sesleri (Şi'irler) : 1734/1479
Tükeniş (Şi'irler) 3063/2086
Türk Destanına Giriş L [Tâhir ile Zühre) ve (Şâh İsmail ile
Gülizar) olarak iki kısımdır.] : 1561/1368
Türk Destanından Parçalar 1359/1120
Ülker (Ölüm Şi'irleri) : 1561/1372
Ülkü ve Şi'ir (Şi'irler) 1359/1124
Vâridât-ı Süleyman; Çedikçi Süleyman Çelebi Ruhundan
İlhamlar (Eski Tarz Şi'irler) : 1470/1240
Vazo (Şi'irler) : 2439/1893
Yaradılış (Şi'irler) : 2439/1894
Yayla Dumanı (Şi'irler) 1673/1447
Yarıda Kalan Rüya (Şi'irler) : 3079/2091
Yeşil (Şi'irler) : 2868/2037
Yurd Uğruna (Şi'irler) : 3415/2145
Zafer Dîvânı (Bir Azerî Şâirinin Dîvânı) 1302/1100
Ziya Paşa'nın Şi'irleri 1734/1538
TOPLAM : 111
1255
Feridun Bey Münşaatı 1569/1374
Fransız Edebiyyâtı 1734/1476
Fransızca Mütâlaatım 41/39
Gelişigüzel 99/111
Hep-Bir, Tek-Bir (Mensur Şi'irler) 1972/1652
Her Bahçeden Bir Çiçek 220/311
Hüsn ile Aşk (Şeyh Gâlib'den Çağımızın diline çeviri) 1734/1484
İnhimâk-i Memat 338/382
İntikad ve Mülâhazalar 173/232
İtalyan Târih-i Edebiyyâtı 805/744
İzatlı Türkçe Metinler (Lise l„ II., III. Sınıflar için) 1734/1486
Kırıntılar (Edebî Aforizmalar) 1374/1131
Kitabet Dersleri 353/404
Kitâbet-i Husûsiye ve Ticariye Dersleri 353/408
Kitâbet-i Resmiye 716/657
Latin Edebiyyâtı Târihi 1302/1077
Lord Bayron'un İlk Muaşakası (Elie Fores'den tere.) 138/185
Ma'lûmat-ı Edebiyye 1069/898
Mekâtib-i İbtidâiye'de Tahrîr Dersi Nasıl Tedris Edilmeli : 1040/834
Merâret-i Hayât 338/383
Medhiyeler 1973/1662
Metinlerle Edebiyyât (2 cilt) 1734/1529
Metinlerle Türk Edebiyyâtı (4 cilt) 1734/1513
Müntehabât-ı Mustafa Refik 138/178
Nesâyih-i Aşere'den Aşk (Terceme) 1069/890
Nasihat 233/313
Nazariyât-ı Edebiyye 198/251
Ordu Külliyâtı (Folklor) 1350/1114
Orhan Veli'nin Dil ve Şi'ir Üzerine Düşünceleri 2723/2006
Osmanlı Edebiyyâtı 61/80
San'at-ı Tahrîr ve Edebiyyât 1069/897
Selânik'de Bir Konferans 339/389
Şâir-i A'zam'a Mektub 756/737
Şeytanla Konuşmalar (Hiciv) 1555/1326
Takvim-i Edebî 87/102
Tanzîmâtdan Zamanımıza Kadar Türk Edebiyyâtı Târihi 1478/1244
Târih-i Edebî-i Âlem (Frederic Lolie'den terceme) 173/223
Tarancfnın Şi'ir Üzerine Düşünceleri 2723/2000
Teceddüd-i İlmî ve Edebî 1020/814
Tecrübe-i İntikad: Duhter-i Hindu 339/387
Tenkidât-ı Edebiyye: Nâmık Kemâl'in Karabelâsı 1069/893
Tercemelerim 99/110
Terâne-i Zafer 81/79
Tevfik Fikret Mirsad'da 1302/1111
Tevfik Fikret Ma'lûmat'da 1302/1112
Tevfik Fikret'e Dâir Filozof Rıza Tevfik Beyefendiye 541/505
Tevfik Fikret'in Târih-i Kadîm Manzumesinin Şerhi 498/495
Tuhfet'ül-Ezkiyâ fi Tercemet-i Kitab'il-Ezkiyâ (Tere.) 877/783
Türk Edebiyyâtı Numuneleri 1478/1243
Türk Edebiyyâtı Şaheserleri 1734/1525
1256
Türk Edebiyyâtı Târihi : 1302/1056
Türk Edebiyyâtı Târihi : 1734/1544
Uyanış Devirlerinde Tercemenin Rolü 1555/1315
Yâd-ı Mâzî 61/77
Yeni Osmanlı Târih-i Edebiyyâtı; Menşe'lerinden Nevşehirli
İbrahim Paşa Sadâretine Kadar : 1069/900
Yunan Edebiyyâtı Târihi 1302/1060
Yunân-ı Kadîm Târih-i Edebiyyâtı : 805/743
TOPLAM : 71
EKONOMİK DOKTRİNLER
ı
Büyük Iktisadcılarîn Temel Doktrinleri (terceme) 2219/1808
Demokrasi ve Mesâil-i İktisâdiye (terceme) : 582/540
İktisâdi Doktrinler Târihi 2365/1874
İktisâdi Mezhebler Târihi (Charles Gide ve Charles Rist-
den terceme) : 704/656
İktisâdi Sahada Devlet Müdâhalesi (= Devletçilik, H. Lau-
fenburger'den tere.) : 859/780
Kalkınma ve Sosyalizm 1860/1605
Kapital (K. Marx'dan terceme) : 3653/2212
Kapitalizm (terceme) : 3653/2210
Sosyalizmin Alfabesi (terceme) : 3653/2211
Sosyalizmin Esasları (terceme) 3119/2097
Sosyalist Meslekleri (Vilfredo Pareto'dan terceme) : 582/532
Tarımda Sosyalizm : 1860/1604
Teoride ve Tatbîkat'da Sosyalizm 4384/2260
Türk Sosyalizmi : 1860/1603
Türk Sosyalizminin İlkeleri 1860/1602
Türkiye İçin Çıkar Yol Sosyalizm mi? Liberalizm mi? : 4401/2271
TOPLAM : 16
ELİFBA (= Eskiyazı Alfabesi) - ALFABE
Etnografya 729/679
İtalya'da Eski Eserlerin Korunması 1404/1136
İlm-i Ahvâl-i Akvam ( = Etnografya) : 13/9-b
La Province d'Adana 1151/954
Târih Boyunca Türk Kavimleri 1660/1442-a
TOPLAM : 4
1257
FELSEFE - FİLOZOFİ - FELSEFE TÂRİHİ
1258
Fennî Eğlenceler 132/151
Fizik 309/363
Gübregaz (Biyogaz) Te'sisâtı (E. Lesage ve P. Abinet'den
terceme) 1637/1427
Mebâdî-i Ulûm-î Tabîiyeden Hikmet (Fizik) ve Kimya 729/681
Tatbîkaat-ı Ziraiye, Sınaiye, Sıhhıyye ve Beytiyye 729/685
Nev Usûl Fotoğraf 132/119
Su 63/82
Telefon 296/357
Usûl-i Muhâbere-i Ziyâiye A-68/7
Yeni Usûl Eşya Dersleri 436/460-b
TOPLAM : 13
1259
İlnvi Servet-i Milel (Adam Simith'den terceme) : 132/137
İn put Out Put Analizi 4291/2249
İngiltere'de Millî Gelir ve Gider (R. Gabrielden tere.) : 3441/2149
İstihdam ve Gelir Hakkında 1955-1964 Arası On Yıllık İtal
yan Gelişme Programı (Çeviri) : 2030/1706
İstihdam, Para ve İktisadî Politika 2600/1953
İşletmelerde Mâlî Analiz Teknikleri 4343/2252
Keynes'in Genel Teorisi : 4384/2255
La Participation des Salaries â la Gestion de l'Entreprise 2091/1748
l'Economie Mixte en Turquie 2022/1694
Mal ve Tarife Bilgisi 1726/1466
Ma'lûmat-ı İktisâdiye 584/572
Ma'lûmat-ı İktisâdiye : 809/754
Sermâye Hareketleri : 3228/2113
Sınaî Mülkiyetin Beynelmilel Himâyesi ve Devletlerin
Ekonomik Gelişmesinde Farklı Safhalar (Stojan Pret-
nar'dan çeviri) : 2723/1997
Sınıf Açısından Azgelişmişlik (Yves Lacoste'den) : 4543/2279
Sosyal Hesablar ve İktisadî Modeller (Richard Stone'den) : 2600/1951
Tarife Nazariyatı ve Tarifelerimiz : 1973/1655
Umûmî İktisad Ders Notu 2600/1956
Umûmî İktisad Prensipleri : 1896/1622
Uzun Süreli İktisadî Projeksiyon Problemleri (Tere.) : 4035/2230
Yakın Şark'da Ekonomik İşbirliği : 1785/1569
Yatırım İndirimi ve İktisadî Politika 2600/1954
Yatırım Kriterlerinden Doğrusal Programlamaya : 4384/2257
Yeni Zamanların İktisad Târihi: 1890-1930 (L. Pommery'den) : 2106/1766
Ziraat, Ticâret ve Sınaate Dâir Ma'lûmât-ı Nâfia 47/62
TOPLAM : 58
GENEL İDARE
1260
İdare ve Kontrol San'atı (J.W. Palmer Kalsem'den tere.) : 1973/1658
İdare San'atı 1672/1444
İdâre'nin Ana Hizmetler Mevzuatı ve Tatbîkaat 2572/1934
İdarî Reform ve Reorganizasyoıı 3000/2071
İdarî Reform; Belçika Tecrübesi ve Türkiye İçin Alınacak
Dersler 3000/2073
İl İdaresi : 747/724
İl İdaresi Kanunu 1583/1394
İl İdaresi Kanunu ve Buna Âid Seçilmiş Ta'mimler Külli
yâtı 3090/2093
Kamu Yönetimi (H. A. Simon, D.W. Simithburg, V.A. Thom-
son'dan) : 3000/2074
Merkezî İdâre'nin Taşra Teşkilâtı Üzerinde Bir İnceleme : 2939/2058
Mülkiye Âmirlerinin Başkanlık Ettiği Komisyonlar; İştirak
Eden A'zâlar ve İlgili Mevzuat : 3207/2099
Özel ve Kamu Hukuku Bakımından 2311 Sayılı Kanun ve
Tatbik Şekli 2340/1860
Türkiye İdarî İslâhatı : 859/781
Üçüncü Kaymakamlar Toplantısı : 3386/2137
TOPLAM : 24
G E O M E T R İ
1261
Prehistuvara Doğru Bir Dil İzlemesi ve Güneş Dil Teorisi
nin fzâhı : 1462/1221
Sarf-ı Arabîye Mahsus Temrînât 541/500
Sarf-ı Türkî 16/11
Sümer - Türk Dil Birliği 1429/1165
Taklîb-i Elfâz yahud Mebâdî-i İştikak (Formation des
mots) 44/54
Tedrîs-i Lisân-ı Fransavî (Ahn Usûlü) 16/12
Temrinât (Arabca Eksersizler) : 541/499
Temrinli ve l'rablı Lîsân-ı Arabi 651/632
Terceme Hakkında Düşünceler ve Tatbikaata Âid Ba'zı Nu
muneler 1047/846
Türk Dili Bilgisine Giriş 1462/1219
Türk İşçileri İçin Almanca 3549/2177
Türkçe Sarf ve Nahiv (Gramer) 582/522
Türkçe'de Kelime Üretme Yolları 1137/940
Türkisch (Almanlar için Türkçe) : 1191/970
Volapük yâni Lisân-ı Umûmî 143/208
TOPLAM : 28
1262
Türkiye ve Müşterek Pazar : 4142/2241
Yunan Müşterek Pazar Andlaşması (terceme) : 2468/1907
TOPLAM : 23
GÜZEL SAN'ATLAR
H Â T I R A T
1263
HİJYEN - SAĞLIK
1264
İÇTİMÂİ İKTİSAD
İDARE HUKUKU
İKTİSADÎ COĞRAFYA
1265
İKTİSADÎ DEVLET TEŞEKKÜLLERİ
Aksıyyât : 668/637
Bir Din Felsefesine Doğru : 1049/885
Bir Garblı Gözü ile Müslümanlık (Laura Veccia Vaglieri'-
den) : 1047/856
1266
Cenâb-ı Peygamber-i Zîşân (îsâ) Tarafından Müsâadat ve
Himayeyi Hâvi Hiristiyanlara İhsan Buyrulan Ahidnâme-i
Mübâreke 167/218
Çin'deki Dinler : 1531/1252
Çinlilerin Dîni 1531/1250
Dinler Târihi : 1531/1251
En-Nusayriyyun v'en-Nusayriyye (Arabca te'lif) : 1462/1224
Eshâb-ı Kehf ve Zülkarneyn Hikâyesi 498/489
Garb Menba'larına Göre Garb Âleminin Kur'ânı Kerîm
Hayranlığı 1429/1164
Hikemiyyât-ı İslâmiye ve Şarkiye : 668/644
İlk Hacı, İlk Kurban 3339/2132
îsâ Mes'elesi 1531/1249
İslâm Düşüncesi : 1555/1337
İslâm Düşüncesine Giriş 1555/1350
İslâm'da Dâvâ-i Kavmiyyet 541/502
İslâm'da İki Facia 281/338
İstihrâc-ı Haydarı ve Tebşirât-ı Muhyiddin-i Arabi 178/247
Karşılaştırmalı (Mukaayeseli) Dinler Târihi : 1919/1640
Kızılbaşlık Nedir? 1113/911
Kitâb-ı Mirkad-ı Merâtib-i İlm-i Ledünî-i fi Menâkıb-ı Abdül-
kaadir-i Geylânî A-42/3
Minhac-i Hikmet-i İdare: Ahidnâme-i Hazreti Ali 668/645
Misbah'üs-Salâh: Velâdet-i Peygamberi 44/56
Nusayriler ve Nusayrilik 1462/1223
Reybilik, Bedbinlik, Lâilâhîlik Nedir? : 193/236
Şâirler Sûresi 498/490
Şerh-i Terceme-i Delâil-i Abdülkaadir-i Geylânî A-42/5
Şeyh-i Ekber; Niçin Severim? 173/231
Tabiat Kanunlarının Zorunsuzluğu (terceme) : 1555/1341
Tâdir'ül-Enam fi Tâbir'il-Menan (Terceme) A-42/6
Tahlilî ve Tenkidi Târih-i Edyan (Dinler Târihi) 776/740
Târîh-i Enbiyâ ve İslâm 630/610
Târih-i İslâm'dan Birkaç Yaprak 353/417
Tasavvuf Târihi 173/233
Te'lifciliğin Tenakuzları : 1555/1310
Teşhir-i Ebâtîl (Bâtıl İ'tikadların Açıklanması) : 44/57
Türk Irkı Niçin Müslüman Olmuştur? : 1429/1155
Türk Mistisizmini Tedkike Giriş 1555/1316
Türk Târihinde Mezheb Cereyanları (Tâhir Hârîmî'nin Ki
tabına Notlar ve İlâveler) : 1555/1321
Türkiyat ve İslâmiyet Tedkîkleri Külliyâtı 1429/1154
Umdet'Us-sâlihîn fi Tercemet-i Gunyet'üt-Tâlibin : A-42/4
Vahdet-i Mevcud; Bir Tabiat Âliminin Dîni (terceme) : 1020/818
Vezâif Nazariyesi Üzerine Müretteb Ahiâk-ı Dîni; Ulûm-i
Ahlâkiyye-i Kadîme ve Cedîdenin Ahkâm-ı Dîniyye-i İslâ-
miyye'ye Sûret-i Tatbiki : 353/424
Yaşayan Mevlid-i Şerif : 3339/2131
Zaaf'ül - İtikaad fi Nâşiret'ül - Medâris (Arabca te'lif) : 668/649
TOPLAM : 45
1267
İNHİSARLAR - TEKEL
1268
Türk Hukukunda Toplu İş Sözleşmesi 3442/2152
Türkiye Cumhuriyetinde Sosyal Politika Mes'eleleri: 1920-1960 2106/1769
Türkiye'de Sendikacılık Hareketi ve Toplu Sözleşme 4629/2284
Yabancıların Türkiye'de Çalışma Hürriyeti 4209/2244
TOPLAM : 26
İŞLETME İKTİSADI
1269
Personel İdaresinde Beşerî Münâsebetler 3000/2068
Personel Kanununun Mâlî Hükümleri 2994/2062
Şerhli ve İzahlı T.C. Emekli Sandığı Kanunu 1634/1420
Türk Devlet Teşkilâtında Personelin Yetiştirilmesi 3000/2064
T.C. Emekli Sandığı Mevzuatı 1872/1611
Türkiye'de Devlet Me'murlarının Hukukî Rejimi 1637/1425
Uygulamalı Belediyeciler Kitabı: Belediye Personel Mev
zuatı ve İzahları 3521/2176
3137 Sayılı Tekaaüd Kanunu ve Bununla İlgili Tekaaüd Hü
kümlerinin Şerh ve İzahları 1047/857
TOPLAM : 28
KOOPERATİFÇİLİK - ŞİRKETLER
1270
Belediyelerin Alım, Satım, Kiralama, İhale, Tahsilat, Vezne
ve Kefalet İşlemleri 2191/1806
Belediyelerin Ekonomik Çalışmaları 1537/1258
Belediyelerimizin Mâlî İdaresi Hakkında Anket Raporu 2032/1715
Benim Köy Kanunum 1105/907
158G Sayılı Belediye Kanunu ve Bununla İlgili Danıştay
Kararları 1732/1469
Bizde Belediyecilik 747/725
Fransa'da Belediye Emniyet Sandıkları ve Mont de Piete'-
ler 1047/855
Fransa'da 1919-1930 Arasında Mahallî İdarelerde Yapılan
Mâlî ve İdarî Reform 1732/1470
Gayr-ı Menkul Kiraları ve Belediyeler 2868/2039
Kanada Mahallî İdareleri Hakkında Kısa Bir Tatbikat Ra
poru 2754/2018
Kanuna Göre Köy Nasıl İdare Edilir 1589/1401
Komünlere Âid Munzam Kesirler ve Yeni Resimler (tere.) 1637/1426
Köy İdarelerimizin Mâliyesi 2032/1710
Köy İdaresi ve Köycülük Mes'eleleri 1826/1582
Köy ve Mahalle İdaresi 4397/2268
Köy Muhtarlarının Vazifeleri 3615/2196
Köy ve Belediyelerin Özerkliği; İdare Denetiminin Sınırları 3489/2168
Köyde Hakîkî Reform ve İdeal Köycülük 1542/1272
Köye Doğru 2318/1841
Köylerde Boş Vakitlerin Tanzimi 1848/1598
Köylerimiz Dün Nasıldı? Bugün Nasıldır? Yarın Nasıl Ol
malıdır? 1462/1227
Köylerimiz Niçin Kalkınamıyor? Fransa'da Mahallî İdare
Ekipman Çalışmalarının Mahallî Kaynakları 3179/2098
Köylüye ve Halka Kanun Bilgileri (köy işleri) 3489/2163
La Commune Municipale et la Commune Rurale en Turquie 3392/2141
Local Government in Turkey (Türkiye'de Mahallî İdareler) 3582/2188
Mahallî İdareler Mâliyesi Dersleri 1605/1417
Mahallî İdarelerimizin Problemleri 2032/1719
Mahallî İdareler Mâliyesinin Islâhı Hakkında Görüş ve
Düşünceler 2338/1858
Mahallî İdareler Mevzuat ve Tatbikaatı 2583/1935
Mahallî İdareler Vergi Sistemi 1541/1262
Mahallî İdarelerde Vergi, Resim ve Harçlar 1721/1459
Milletlerarası Köy Kongreleri ve Kararları 1537/1257
Problems of Turkish Local Administration 2032/1720
Türk Mahallî İdarelerinin Yeniden Düzenlenmesi Üzerine
Bir Araştırma 2032/1721
Vilâyet Husûsî İdareleri 1537/1255
TOPLAM : 46
1271
Belçika istimlâk Mevzuatı 2494/1910
Dış Ticâret Rejimi Mevzuatı 2312/1835
En Son Değişikliklere Göre Millî Korunma Kanunu ve Cezaî
Hükümleri 2723/1993
Millî Korunma Kanunu ile Karar ve Tebliğlerinin Şerh ve
İzahları 2815/2031
Muhâsebe-i Umumiye Kanunu ve Bununla İlgili Mevzuat 1676/1450
Son Değişikliklere Göre Millî Korunma Kanunu ve Kâr
Hadleri 2723/1992
Şerh ve İzahlı Millî Korunma Mevzuatı 2635/1966
Tahsil-i Emval Kanunu 1721/1458
Usûl-i Muhâsebe-i Umûmiye Kanunu Şerhi ve Ahkâmı
Mündericesinin Esbâb ve Esâsâtı 166/212
Yürürlükde Bulunan Koordinasyon Hey'eti Kararları 2723/1992
TOPLAM : 11
M Â L İ Y E
1272
Mâliye Politikası; Amaçlar ve Araçlar 3477/2162
Mâliye ve Vergi Hukuku Dersleri 2030/1709
Muhtasar İlm-i Mâlî 581/514
Muhtasar İlm-i Servet 78/96
Muhtasar Mâliye İlmi ve Mâliye Mevzuatı 1541/1265
Mukaayeseli Mâliye (Henry Laufenburger'den terceme) 2090/1744
Teşebbüslerin Finansmanı ve Mâlî Bakımdan Kontrolü 2700/1975
Türkiye'de Âmme Varidatının Durumu ve Mes'eleleri 2327/1849
Türkiye'de Cumhuriyet Devrinde İç Devlet Borçları 4035/2229
Türkiye'ye Yardım Konsorsiyumu 2327/1851
Usül-î Mâliye 26/33
Usûl-i Mâliye 453/463
Yatırım İndirimi ve Mâliye Politikası 2794/2028
TOPLAM : 43
MEDENÎ HUKUK
1273
Bilanço Analiz Tekniği 2700/1974
Bilanço; Doğuşu-Yapısı-Analizi 2078/1733
Bilançoların Tahlili; Kredi Devri : 3581/2182
Çözümsel İşletme Muhasebesi 2722/1989
Devlet Muhasebesi 1243/999
Devlet Muhasebesi 1723/1461
Esnafın Hazır Defteri: Amelî Usûi-i Defterî 211/291
Esnafın Hazır Defteri: Defter-i Kebîr 211/294
Esnafın Hazır Defteri: El Defteri 211/292
Esnafın Hazır Defteri: Yevmiye Defteri 211/293
Esnafın Hazır Hesabı: Amelî Hesâb-ı Ticarî 211/288
Fiat Hareketlerinin Muhasebe Prensipleri Üzerine Te'siri
ve Bilanço Teorileri 3008/2077
Fransa'da Genel Muhasebe Planı ve Tatbîkaatı 2719/1986
Fransa'da Mâlî ve Ticarî Bilançolar Arasında Alâka ve Mü
nâsebet; Farklı ve Müşterek Noktalar 2722/1988
Halkın Ticâret Aritmetiği 211/308
Hesâb-ı Amelî-i Mâlî 395/446
Hesâb-ı Ticarî ve Mâlî 211/281
İhtisas Muhasebeleri : 211/303
İhtisas Muhasebeleri; Şirketler Muhasebesi : 211/301
Kavâid-i Muâmelât-ı Ticariye ve Usûl-i Hesâbat-ı Defteri 47/61
Mâlî Bilanço 2434/1886
Maliyet Muhasebesi ve Tatbîkaatı (J. W. Neuner'den ter-
ceme) : 1973/1659
Ma'lûmât-ı Ticariye 65/89
Ma'lümât-ı Ticariye ve Usûl-i Muhasebe 65/90
Mebâdî-i Cebr-i Mâlî (= Malî Cebir Başlangıcı) : 211/287
Millî Muhasebe; Devlet Muhasebesi 2411/1883
Mufassal Usûl-i Defterî : 65/87
Muhtasar Faiz 395/445
Muhtasar Hesâb-ı Ticarî 211/282
Muhtasar Usûl-i Muhasebe; Fenn-i Defterî 65/92
Muhtelif Muhasebe Unsurları Arasındaki Nisbetleri İfâde
eden Rasyolar Hakkında Bir Etüd (Paul Callebaut'dan) : 2123/1789
Mükemmel Usûl-i Defterî 65/92
Muzâaf Muhasebe Usûlünün Kurucusu Luca Paciolo, Eseri
ve Te'sirleri 2700/1971
Notlu Ticâret ve İhtisas Muhasebeleri (Ch. Le Jeune'den) 3015/2082
Öğretmensiz Muzâaf Defter Usûlü : 211/309
Revizyon ve Murakabe Ders Notları 2700/1976
Riyâziyat-ı Ticariye ve Mâliye 211/297
Sabit Kıymetlerin Reevalüasyonu : 2363/1869
Sanayi' ve Zirâat Muhasebeleri : 211/302
Şirketler Muhasebesi Problemleri 2700/1973
Ticâret Aritmetiği 211/306
Ticarî ve Mâlî Hesab : 211/304
Ticâret Muhasebesi Dersleri 1910/1632
Ticâret Muhasebesi Problemleri : 2700/1972
1274
Türk Devlet Muhasebesi Üzerinde Düşünceler (Abraham
Mey'den terceme) 3008/2078
Usül-i Defterî 65/88
Usûl-i Muhâsebe-i Umûmiye 166/213
Yeni Hesâb-ı Ticarî 211/195
Yeni Muhasebe Usülu 211/300
TOPLAM : 52
MÜNÂKALE = ULAŞTIRMA
1275
Bankalarda, Ticarî İşletmelerde, iktisâdi Kuruluşlarda
Halkla İlişkiler 3574/2181
Bankalarda Ticarî Krediler ve Başlıca Hizmet Muameleleri 1802/1572
Bankalarla İlgili Kanunlar 3903/2226
Borsa Ders Notları 2021/1686
Borsa Rehberi 581/519
Credit for Agricuitural Producticn (= Tarımsal Üretim
Kredisi) 3650/2204
Döviz Hukuku 1196/983
Dünya İktisadî Buhranında Para ve Kredi Politikasının
Te'sirleri 1541/1261
Dünya Paraları ve Bizim Paramız 1196/980
Dünyanın Büyük Borsa Merkezleri 2090/1741
Federal Batı Almanya'da II. Dünya Harbinden Sonra Alınan
Para İstikrarı Tedbirleri 3560/2179
Fransa'da Kredi Kontrolü 2710/1978
Hukukî Zaviyeden Kliring Usûlü 1196/979
İktisadî Kalkınmada Âmme Kredisinin Rolü ve Ehemmiyeti 2327/1846
Kambiyo Kontrolü 2033/1722
Kambiyo Kontrolünün Esasları 3228/2110
Kredi Reformu (Louis Baudin'den terceme) 3082/2092
Merkez Bankacılığı ve Reeskont Muameleleri 2341/1862
Meskûkât-i Şâhâne İdaresi, Darbhâne-i Âmire 1335 (1919)
Sene-i Mâliyesi Darbiyât ve Muamelâtı Hakkında Mâliye
Nezâret-i Celîlesine Takdim Olunan Rapor 834/766
Meskûkât-ı Şâhâne İdaresi, Darbhâne-i Âmire 1336 (1920)
Sene-i Mâliyesi Darbiyât ve Muamelâtı Hakkında Mâliye
Nezâret-i Celîlesine Takdim Olunan Rapor 834/767
Notlu Kambiyo Mevzuatı 2635/1965
Para, Banka, Borsa 1196/981
Para, Banka, Borsa 2365/1873
Para, Kredi Dersleri 2090/1747
Para, Kredi Teorisi ve Politikası 2027/1699
Para Mes'elesi ve Bretton VVoods Konferansı 1196/982
Para Nazariyesi ve Tatbîkaatı 2365/1872
Para Reformuna Müteallik Alman Mevzuatı ve Memleketi
mizi İlgilendiren Mes'eleleri 2407/1880
Para ve Banka 2222/1816
Para ve Fiatlar 2600/1955
Para ve Kambiyo (Henry Gardel'den terceme) 3239/2119
Para ve Kredi Muamelelerinde Poliçe 2222/1814
Paris Menkul Kıymetler Borsası 3239/2120
Role of the Agricuitural Bank vvith Special Emphasis on
Superviset Credit 3650/2205
Senedât-ı Ticariye 1196/977
Tasarruf Mevduatı ve İkramiyeleri 2108/1776
Ticarî Ma'lûmat ve Bankacılık 211/310
Türk Parası Kıymetini Koruma Kanunları 2312/1834
Türk Parası Kıymetini Koruma Karar ve Tebliğleri 2314/1836
1276
Türkiye Cumhuriyeti Darbhâne-i İVlillî Müdîri Tarafından
1337 (1921), 1338 (1922), 1339 (1923), 1340 (1924)
Sene-i Mâliyeleri Darbiyât ve Muamelâtı Hakkında Mâ
liye Vekâleti Celîlesine Takdim Olunan Üçüncü Rapor 834/768
Türkiye'de Emisyon Hareketleri 1884/1614
Türkiye'de Para Mes'eleleri 2027/1698
Türkiye'de Sanayi' Kredisi 3008/2077-a
Ucuz Mesken Kredisi 1872/1609
Yeni Bankalar Kanunu ve Son Kambiyo Mevzuatı Muvace
hesinde Bankalarca İç ve Dış Ticâretin Finanse Edilmesi
Usûlleri 1942/1644
Yeni Faiz Baremi 3815/2223
Ziraî Kredi 1868/1606
TOPLAM : 60
PEDAGOJİ - ÖĞRETİM - ÖĞRETİM TÂRİHİ
1277
Tevhîd-i Tedrisât 887/794
Türkiye Maârif Târihi Hakkında Bir Deneme 1163/962
Üniversite Öğrenicilerinin Siyasal Yönelimleri 4250/2248
Ville d'Ankara et son Üniversite (Ankara Şehri ve Üni
versitesi) 1919/1636
Yeni Mektebde (Edmont Demolins'den terceme) 1163/955
Yeni Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler ( 1 . Cilt) 2751/2016
TOPLAM : 32
PETROL
PSİKOLOJİ - RUHİYAT
1278
ROMAN • HİKÂYE • MASAL - FIKRA
1279
Clavigc Kardeşler (Goethe'den terceme roman) : 1236/995
Coşkun Gönül (Roman) : 1434/1169
Çavuş Reno (Pierre Sales'den terceme roman) : 138/198
Çıkmaz Sokak i 1069/891
Çılgın Kadın (Reymond de Rienzi'den terceme) : 1843/1589
Çirkin Ördek Yavrusu (Terceme Hikâye) : 1734/1511
Dadaş Kız (Roman) 1646/1441
Dâima Hîlekâr (Jean Leun'den terceme roman) : 630/611
Darağacı (Küçük hikâyeler) : 2456/1900
Demirhane Müdîri (Georges Ohnet'den terceme) : 132/122
Deniz Altında Yirmibin Fersah Seyahat (Jules Verne'den
tere.) 132/133
Deniz Feneri (Jules Verne'den terceme) : 138/201
Dert Veren Pınar (Hikâyeler) : 1646/1430
Diyana (Terceme roman) 338/384
Dokuz Başlı Ejderha (Çocuk hikâyesi) : 1734/1514
Don Kişot (Cervantes'den Tere, Roman) : 1734/1496
Düğün Gecesi (Roman) : 1434/1191
Dünkülerin Romanı : 1434/1195
Ebedî Raks (Charles Brunold'dan terceme) : 1949/1645
Egmont (Geothe'den terceme) : 1236/994
Ekmekçi Kadın (Xavier de Montepain'den terceme roman) : 132/118
En Güzel Çocuk Hikâyeleri 1734/1500
En Güzel İtalyan Hikâyeleri (Terceme) : 582/554
En Güzel Türk Masalları 1734/1474
En Kuvvetli Adam (Çocuk Hikâyesi) 1734/1503
Erzurum'dan Ankara'ya (Târihî Hikâye) 1646/1440
Fakir (Nicolas Meyra'dan terceme roman) : 173/221
Fareli Köyün Kavalcısı (Terceme Roman) : 1272/1027
Fatoş (Roman) : 164S/1431
Fıkralar Sesleniyor : 1802/1575
Fırtına (Roman) : 1069/889
Firârî (R. Tagor'dan terceme) : 1973/1653
Gaston'un Muaşakası Yahud Cesur Kız (Ponson du Terrail'den) : 138/191
Gâzi'nin Dört Süvarisi (târihî roman) : 1434/1186
Geçici (François Coppee'den terceme roman) : 1049/859
Gel Keyfim Gel (Hikâye) : 99/108
Genç Fromon ve Büyük Risler (Alphons Daudet'den Ter
ceme roman) : 132/163
Gençlik (François Copee'den terceme) : 132/152
Gizli Ada (Jules Verne'den terceme) : 132/124
Gordium (Roman) : 3228/2105
Gönül Yuvası (Roman) : 1434/1173
Gurbet Yolcusu (Roman) : 1434/1196
Güllfe (Fransızcadan terceme roman) : 132/136
Gündüz Safâsı (Joseph Kessel'den terceme roman) : 2652/1967
Hakîkî Bektaşi Fıkra ve Nükteleri 1272/1026
Hâlî Ada (Daniel Arnauld'dan terceme roman) : 138/202
Haramon Gönüllüleri (A. Dumas'dan terceme roman) : 138/206
Harb Dönüşü (Roman) : 1434/1177
1280
Hâşim Bey Yahud Münasebetsiz izdivaç (Roman) 41/37
Hayâl İçinde (Roman) 582/521
Hayâl İçinde Hakikat Yahud Bin Sene Sonra Amerikada Bir
Gazetecinin Derece-i Mes'uliyeti (Jules Verne'den
tere.) 138/183
Hayât-ı Hakikiye Sahneleri (Büyük Hikâye) 582/524
Hayât-ı Muhayyel (Roman) 582/527
Hayvanlar Âleminde (Hikâyeler) 1646/1433
Hayvanları Öğreniyorum (Çocuklar için hikâye) 1734/1515
Hermann ve Dorethee (Goethe'den terceme roman) 1098/904
Hermin (A. Dumas Fils'den terceme roman) 132/139
Hikâye Defteri (Muhtelif hikayecilerden derlemeler) 1734/1536
Hizmetçi Buhranı (Roman) 1434/1178
Hırsız Kadın (Georges Ohnet'den terceme roman) 132/146
Hüsâm Efendinin Kızı (Uzun hikâye) 1434/1172
Hüsnü Ân (Andre Theuriet'den terceme roman) 132/161
İhtiyat Zabiti (târihî roman) 1434/1188
İki Hakikat (terceme roman) 286/347
İki Korkaklar (Eu. Labiche - M. Michel'den terceme roman) 65/86
İki Sene Mekteb Ta'tili (Jules Verne'den terceme roman) 132/142
İki Valide (Emile Richebourg'dan terceme roman) 132/121
ikizler (Albert Delpit'den terceme roman) 138/195
İlâhlar Kana Susamışlar (Anatole France'den terceme ro
man) 755/729
İmtisâl-i Ahlâk (Hikâye) 376/444
İnanılmaz Hikâyeler (Terceme) 1734/1492
İnsan Artıkları (Roman) 1646/1432
İspanyol Havası (Somerset Maugham'dan terceme hikâ
yeler) 2746/2013
İzlanda Balıkçısı (Pierre Loti'den terceme roman) 582/553
İzmir'in Romanı (târihî Roman) 1434/1183
Jan Malorinin Cinayeti (Ernest Daudet'den terceme ro
man) 110/115
Kader (Voltaire'den terceme felsefî hikâyeler) 1040/839
Kader Gülmeyince (Roman) 1582/1391
Kahbenin Aşkı (Roman) 1646/1429
Kalb-i Cerîhadâr (Jules Mary'den terceme roman) 138/190
Kaplan İle Çoban (Çocuk hikâyesi) 1734/1522
Kaptan Grand'ın Çocukları (Jules Verne'den terceme ro
man) 132/132
Kaptan Hiteras'ın Seyahati (Jules Verne'den terceme ro
man) 132/149
Kara Değirmen Cinayeti yahud İngiltere Polisleri (tere.) 138/188
Karagözün Fıkraları 1434/1175
Kargalar İle Baykuşların Muharebesi (Çocuklara hikâye
ler) 1734/1501
Karnaval Cinayeti (La Pointe'den terceme roman) 132/126
Kâtibem Eva (Elinor Glyn'den terceme roman) 1843/1592
Kayık Çeken Aslan (Çocuk hikâyesi) 1734/1519
Kedi ve Ö l ü m (Roman) 3228/2116
1281
Kelile İle Dinine (Bugünkü dile çeviri hikâye)
Keloğlan (Çocuk hikâyesi)
Kenyon (VVallace Cook'dan terceme)
Kır Çiçeği (Roman)
Kır Çiçekleri (Büyük hikâye)
Kırık Halkalar (Roman)
Kızıl Serap (Roman)
Kolomb Kaptan'ın Maceraları (Robert Perrein'den tere.)
Kolonel Robert yahud Belvil'deki Şahs-ı Meçhul (Terce
me Roman)
Komşunun Romanı
Kontes Sara (Georges Ohnet'den terceme Roman)
Kovadis (H. Sienkievvicz'in Ouavadis tercemesi)
Köy Hekimi (Roman)
Kiralın Yeni Elbiseleri (Çocuk hikâyesi)
Kruva Mor Kadınları (Georges Ohnet'den terceme roman)
Kurt ile Yedi Keçi Yavrusu (Çocuk hikâyesi)
Küçük Fıkralar
Kürek Cehennemi (Tullio Murri'den terceme roman)
Lafonten Hikâyeleri (La Fontaine'den terceme)
Laridu'nun Sergüzeşti (Paul de Kock'dan terceme roman)
Loş Ayna (Roman)
Madam Narman'ın Hatâsı (Theodore Cahu'dan terceme
roman)
Matmazel Jozet (Jean Rameau'dan terceme roman)
Mavi Düşes (Paul Bourget'den terceme roman)
Maymunla Kaplumbağa (Çocuk hikâyesi)
Maymunlar Ülkesinde (Çocuklara hikâyeler)
Mazi ve Atî (Roman)
Memleket Çocuğu (Roman)
Meş'um Çiftlik (Tiedmann'dan terceme roman)
Mihver-i Arz'a Seyahat (Jules Verne'den terceme roman)
Mudanya - Lozan - Ankara (târihi roman)
Mumya'nın İzdivacı (Terceme roman)
Mustafa'nın Romanı veya Hürriyet Pervanesi (Roman)
Nâdîde (roman)
Nasreddin Hoca Merhumun İkiyüzyirmi Fıkrası
Nedime yahud Düğün mü? Matem mi? (roman)
New-York'lu Mösyö Barn yahud Korsikalı Bir Kızın Muaşa
kası (Gunter'den terceme roman)
Nişanlılar (roman)
Nuhun Gemisi (C. Callodi'den terceme roman)
Para Kuvveti (Xavier de Montepin'den terceme roman)
Patron (Roman)
Peter Şılemil (Schlemihl)'in Sergüzeşti yahud Gölgesini
Satan Adam (Terceme roman)
Pinokyo (Walt Disney'den terceme hikâye)
Posta Yolu (Roman)
Postacı (Fransızca'dan terceme roman)
Puvare'nin Serveti (Terceme roman)
1282
Rafael (la Martine'den terceme roman) : 286/348
Rapa-Novi Adası (Andre Armandi'den terceme roman) : 132/175
Rekaabet-i Âşıkaane yahud Gençleşmiş Gönül (Jean Ra-
meau'dan) : 138/193
Röne Mopren (Terceme roman) : 338/385
Roz-Lis (Andre Theuriet'den terceme roman) : 132/156
Rus Ateşi (Paul Herigo'dan terceme roman) : 132/174
Rüzgâr Gibi Geçti (M. Mitchell'den terceme roman) : 1555/1325
Saadet Uğruna (Andree Maurois'den terceme roman) : 1843/1588
Salambo (Terceme roman) : 286/354
Samîmi Saadet (terceme roman) : 286/353
Sanık (Alexander VVeissberg'den terceme roman) : 1758/1558
Saray Entrikaları (Michel Zevaco'dan terceme târihî ro
man) 138/207
Seksen Günde Devr-i Âlem (Jules Verne'den terceme ro
man) : 132/127
Seni Sevmek Ölümdür (Eline Glyn'den terceme roman) : 1843/1590
Sevdâ-i Hazân yahud Tahassür (roman) : 286/343
Sevda Faciaları (Xavier de Montepin'den terceme roman) : 138/196
Sevdây-i Hakîkî (Paul Bourget'den terceme roman) : 132/162
Sevenler Yolu (Roman) 1434/1199
Sevenlerin Günâhı (Roman) : 2363/1867
Spenser Adası (Jules Verne'den terceme roman) : 132/167
Solgun Yapraklar (roman) : 1796/1571
Sütçü Kızı (Paul de Kock'dan terceme roman) : 132/150
Şansellor; Bir Yelken Gemisi Yolcusunun Defter-i Hatıratı
(Jules Verne'den terceme roman) : 132/168
Şeyh Zeynullah (Roman) : 1434/1184
Şeytanın Köprüsü (çocuk hikâyesi) : 1734/1523
Talihsiz (terceme roman) : 286/349
Taşraya Doğru (Hikâyeler) : 2147/1796
Tavşan'la Ördek (Çocuk hikâyesi) : 1734/1516
Tek Çarık Yüzbaşı (Hikâyeler) : 1608/1418
Tek mi Çift mi? (A. Dumas Fils'den terceme roman) : 132/155
Tılsımlı Düdük (Çocuk hikâyesi) : 1734/1505
Tirol Cebhesinde; Ateş Hattında (Büyük Hikâye) : 132/172
Tonguz'un Rüyası (Hikâye) : 960/800
Tövbe (Roman) : 1582/1392
Tuhaf Bir Hâne (Paul de Kock'dan terceme roman) : 132/131
Tunçtan Kızlar (Xavier de Montepin'den terceme roman) : 138/186
Ülfet (Te'lif roman) : 132/153
Vahşî Hayvan Kavgaları (Terceme Hikâye) : 1734/1504
Varaka İle Gülşah (Yeni Türk Harflerine Çeviri Masal) : 1302/1080
Vilyam (terceme roman) : 630/622
Vuslat-ı Memnûa (Büyük Hikâye) : 1302/1051
Yalı Çapkını (roman) : 1434/1189
Yarım Adam (Roman) : 1555/1333
Yeni Ni'metler (A. Gide'den terceme roman) : 1973/1654
Yeraltında Seyahat; Siyah Hindistan (Jules Verne'den tere.) : 132/138
Yırtıcılar (Annie Vivanti'den terceme roman) : 582/561
1283
Yolda (terceme roman) 132/173
Yollar Boyunca (Hikâyeler) 1860/1601
Yüzbaşı Celâl (Roman) 1434/1190
Yüzler ve Maskeler (Roman) 1646/1438
Zemin ü Âsüman (= Yer ve Gök; Camille Flammarion'dan
terceme roman) 668/642
Zincirli Adalet (târihî hikâye) 498/491
Zümrüt Ma'deni (terceme roman) 138/203
TOPLAM : 233
SANAYİ' - KÜÇÜK EL ZANAATLARI
1284
Bir Olayın Hikâyesi (Malatya'da Politik Bir Olay) 1589/1399
Bir Partinin Yıkılışı ve İbret Levhaları 1113/923
Cumhuriyet Halk Partisinin Otuzdokuncu Yıldönümü 2024/1696
Ecevit Tipi "Ortanın Solu" Sosyalizm'dir. 4382/2253
Hakk-ı İntihab (= Seçme Hakkı) 573/513
Hâşiyeli Seçim Kanunu 1773/1568
İdarede Baskı Grupları 3615/2196
Kavgam (Adolf Hitler'den terceme) 582/560
Kırk Yıl Millet Hizmetinde C.H.P. 2024/1697
Menderes Diyor ki... (Muhtelif Konularda Konuşmalar) 3549/2178
Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyetinin 1327 (1911) Se
nesi 4. Kongresinde Tanzim Olunan Siyâsi Programa Dâir
İzâhâtnâme 24/21
Osmanlılıkta Vâhime-i Mes'uliyet 1069/899
Parlmanter Muafiyetler: Bizde ve Yabancı Memleketlerde 3386/2136
Seçim Nasıl Yapılır? 1589/1396
Seçim Sistemleri 2936/2044
Seçimler ve Oy Verme Üzerinde Yapılan Araştırmalarda
Kullanılan Metodlar 2939/2053
Siyâsî İktidarı Bağlama Çabasının Geçirdiği Seyir 1987/1669
Siyâsî Partiler 2939/2052
Siyâsi Partiler ve Sosyalizm 1555/1358
Toprak Dâvasından Siyâsî Partilere 1113/912
Türkiye'nin Tek Siyâsî Partisi (1923-1946) ve Halkın Siyâsî
Eğitimi : 4873/2293
Üç Bakan ve İş Arkadaşları : 1594/1402
TOPLAM : 26
1285
Demokrasimiz Üzerine Düşünceler 1987/1679
Demokrasiyi Var Kılan Fikir ve Müesseseler Üzerine : 1987/1672
Difâ an'al - Urube (= Arab Milliyetçiliğinin Müdâfaası) : 729/700
Ebhâsün Muhtâre Fi Kavmiyeti'l - Arabiyye (Arab Nasyo
nalizmi Hakkında Seçme Bahisler) : 729/715
Faşizm : 630/613
Fevkalâde Hâl Rejimleri: Türkiye'de • Yabancı Memleket
lerde 3258/2125
Garb Menba'larına Göre Eski Türk Demokrasisi : 1429/1161
Havi'al - Kavmiyye'al - Arabiyye (Arab Nasyonalizmi Et
rafında) : 729/704
Havi'al - Vahdet'is - Sekaafiyye - Arabiyya (Arab Kültür
Birliği Hakkında) : 729/708
Hükm-i Cumhur [ ( = Demokrasi) terceme] : 173/226
İngiltere'nin Hükümeti (A. Lavvrence Lovvell'den terceme) : 582/546
Laik Düşünce ve Hareketin Gerilemesindeki Tehlike 1987/1670
Liberalizm yahud Hürriyetperver Bir Hükümet Nasıl Hare
ket eder (terceme) 1027/829
Ma Hiye'al-Kavmiyye ? Ab has ve Derâsât alâ Zav'al - Ahdas
ve'n-Nazariyat (= Nasyonalizm Nedir? Vakaayi ve Na
zariyat Işığında Bahisler ve Etüdler) : 729/703
Meşrûtiyet ve Cumhuriyet : 339/393
Milliyetçilik : 173/242
Muhâzarat fi Nuşşû'al - Fikret'al-Kavmiyye (Nasyonalizm
Fikrinin Gelişmesi Hakkında Konferanslar) : 729/697
Sosyalizm ve İktidar (terceme) : 2091/1750
Türkçülük Devri; Milliyetçilik Devri; İnsanlık Devri 1283/1046
Türkiyede Sol Akımlar; 1908 - 1922 : 4110/2240
Türklük Mes'elesi : 1429/1162
TOPLAM : 35
1286
Feminizm : Âlem-i Nisvân (terceme) 1020/819
Garb Menba'larına Göre Garb Medeniyetinin Menba'ı olan
İslâm Medeniyeti 1429/1156
Humanisme des Cultures (Kültür Humanizması) 1555/1365
Hükümdar (Machiavel'den terceme) 544/510
Hürriyete Dâir (Einstein'den çeviriler) 3079/2088
İçtimaî Morfoloji (Maurice Holbvvachs'dan terceme) 1848/1596
İlk Kültür İzleri ve Nakil Vâsıtaları 1163/964
İnsanî Vatanperverlik 1555/1309
İslâm Medeniyetinde Tercemeler ve Te'sirleri 1555/1340
İşlenmemiş (Sosyal, Politik, Târihî) Konular 1451/1211
Kadın - Erkek (Sosyoloji yönünden) 1283/1047
Medeniyet Yalanları (terceme) 722/667
Millet ve Târih Şuuru 1555/1342
Milletlerin Uyanışı 1555/1336
Mülkiyetin Târihi (terceme) 2016/1684
Nicolas Machiavel'den Düşünceler (terceme) 2752/2017
Örfiyât-ı Siyâsiye ve Ahlâkiye 173/227
Sâhib-i Zuhur (Sosyal Eser) 178/248
Sekâfetuna fi Câmiat'al - Duval'al - Arabiyye (Arab Dev
letleri Birliğinde Kültürümüz; Arab Devletleri Birliği Kül
tür Departımanının İşleri Hakkında Tenkid Raporu) 729/707
Tanzimat ve Yeni Osmanlılar 887/786
Târih Kurumuna Açık Mektup 1429/1150
Târih-i Medeniyet (Charles Seignobos'dan terceme) 668/647
Târih'in Türk'e Yüklediği Çetin Görev (Te'lif) 1451/1208
Türk Tefekkür Târihi (2 Cilt) 1555/1308
Türkiye Cumhuriyetinde Laiklik 3258/2122
Türkiye'de Masonluk Târihi 1552/1291
Türklerle Hind • Avrupalıların Menşe' Birliği 1429/1137
Uygarlık ve Barış (Dr. Albert Schvveitzer'den terceme) 4397/2269
Vatan için (5 Konferans) 729/686
Vazife-i İsyan 960/805
Vezâif-i Medeniye (= Medenî Görevler) 353/420
Yeni İlmî Zihniyet 1555/1311
T O P L A M : 45
SOSYAL YARDIM - VAKIFLAR
1287
Dirâsat'an-Mukaddimet-i Ibn - Haldun (İbn-Haldûn Mukad
dimesi Hakkrnda Etüdler) 729/690
Dünya'da ve Türkiye'de Sosyoloji Öğretimi ve Araştırma
ları 1555/1352
Genel Sosyoloji 1919/1638
İçtimâi Doktrinler Târihi 1555/1322
İctimâiyyat Hakkında İbtidâî Ma'lûmât (Gaston Richard'-
dan) 1555/1302
İlim ve Din (Emile Boutroux'dan terceme) 582/543
Sosyoloji 1555/1334
Sosyolojinin Problemleri 1555/1351
Sosyolojiye Giriş 1555/1339
Teâvün-i İçtimaî (= Sosyal Dayanışma) 960/798 • a
Türkiye'de Çağdaş Düşünce Târihi (2 Cilt) 1555/1363
Umûmî İçtimaiyat 1555/1307
Veraset ve Cem'iyet 1555/1353
TOPLAM : 19
SÖZLÜK - LÜGAT
1288
ŞEHİRCİLİK - ŞEHİRLEŞME HAREKETLERİ
T A R I M
1289
Diyarbakır Târihi : 1 Cilt 1465/1230
Diyarbakır Yıllığı (Diyarbakır Târihi'nin üçüncü cildi) 1465/1232
Erzincan Târihi 1047/844
Fâtihin Akdeniz ve Adalar Denizi Fütuhatı 1302/1104
Fransa İhtilâl-i Kebîri 630/583
Fransa Târihi (Jacque Bainville'den terceme) 582/556
Garbî Trakya Târihi 1137/938
Harîtalı ve Resimli Târih-i İslâm 353/415
Hunların, Türklerin, Moğolların ve Tatarların Târih-i Umû
mîsi (Deguignes'den terceme) : 582/537
İkinci Türk Târih Kongresi 1124/931
İlk Mekteblere Târih Dersleri 630/619
İngiltere Târihi (Andre Maurois'dan terceme) 582/555
İslâm Târihi (Leon Caetono'dan terceme) 582/538
İstiklâl Savaşından Saruhanlı 4416/2277
(İstanbul'un) 500. Fetih Yılı Münâsebeti İle Baz ı Düşün
celer 1164/968
İzahlı İslâm Târihi Kronolojisi ( 1 . Cild) 1429/1160
İzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi (4 cild) 1429/1151
Kanunî Devrinde İstanbul (terceme) 1451/1207
Kapıdağ Yarımadası ve Çevresindeki Adaların Târih ve Ar
keolojisi Üzerinde Araştırmalar 2147/1793
Kurûn-ı Cedide Târihi 630/601
Kurûn-ı Uhrâ Târihi (terceme) 1093/903
Kuvvâ-i Millîye 1377/1133
Küçük Osmanlı Târihi 26/29
Küçük Osmanlı Târihi 425/451
Küçük Târih (Ernest Lavisse'den terceme) 173/222
Küçük Mekteblilere Osmanlı Târihi : 1272/1010
Küçük Mekteblilere Târih Dersleri 1272/1011
Küçük Mekteblilere Umûmî Târih 1272/1007
Mahmud II. nin İzzet Molla ve Asâkir-i Mansûre Hakkında
Bir Hat'tı 887/788
Maraş Emirleri 1569/1375
Millî İnkılâb (27 Mayıs) Nasıl Oldu? 4391/2261
Mufassal, Musavver Fransa İhtilâl-i Kebîri Târihi 630/603
Muhtasar İslâm Târihi 26/25
Muhtasar İslâm Târihi 425/449
Muhtasar Malatya Târihi ve Coğrafyası 1232/986
Muhtasar Osmanlı Târihi 26/27
Muhtasar Târih-i İslâm 1272/1006
Muhtasar Türkiye Târihi 1232/987
Muhtasar Türkiye Târihi : Zeyl : 1232/990
Musavver Târih-i İslâm (İngilizceden terceme) 805/745
Musavver Telhis'üt-Târih'il-Osmânî (= Resimli Kısaltıl-
mış Osmanlı Târihi ; Arabca) 651/636
Musul ve Elcezîre'de Oğuz Türkleri : 1569/1381
Osmanlı İhtilâlleri : 425/453
Osmanlı Târihi (Manzum) : 267/332
Osmanlı Târih-i Siyâsîsi 339/390
1290
Otuzbir Mart Vak'ası 1429/1158
Savaşlarımız (Manzum) 1707/1451
Siyâsî Târih 2067/1730
Siyâsi Târih: 1789-1960 2936/2050
Siyâsî Târih Dersleri : 1789-1919 2936/2048
Sivas Dünbiliği (= Sivas Târihi) 1465/1229
Son İleri Harekâtında Trabzon Redif Alayı 1345/1113
Sultan Aziz'in Mısır ve Avrupa Seyahati 1047/851
Sultan Üçüncü Mehmed'in Sünnet Düğünü 1062/887
Tahlilî ve Tenkîdî Târih-i İslâm 776/741
Tahmas Kulu Hân'ın Tevârihi (Yeni Türk Harflerine Çeviri) 920/792
Tanzimat'tan Meşrûtiyet'e Kadar Biz' (Türkiye) de Tarih
çilik 1569/1380
Târih Çiçekleri (P. Larousse'dan terceme) 1047/853
Târih Dersleri 630/618
Târih ve Efsâneye Göre Arabların İstanbul Seferleri (tere.) 1429/1167
Târih-i Âl-i Osman (Beşir Çelebi Târihi) 1302/1081
Târih-i Edirne; Hikâyet-i Beşir Çelebi (Yeni Türk Harfleriyle) 1302/1084
Târih-i İslâm 353/412
Târih-i Kadîm, Akvam-ı Kadîme-i Şarkiyye ve Yunânîler 630/598
Târih-i Osmânî 353/426
Târih-i Osmânî Haritaları 425/450
Târih-i Siyâsî 630/581
Târih-i Umûmî 26/24
Târih-i Umûmî (Terceme) 630/606
Târih-i Umûmî (Charles Seignobos'dan terceme) 582/529
Târih-i Umûmî 42/45
Târih-i Umûmî 630/594
Târih-i Umûmî : Haritalı ve Resimli 353/419
Târihî Mes'eleler ve Mankabeler Lügati 1429/1163
Târihçe-i Beşer 296/358
Türk Çocuklarına Târih Dersleri (İlkokullar İçin) 1143/951
Türk Târih Bilgisi 1272/1020
Türk Târihi 1247/1000
Türk Târih Kurumunun İlmî Faaliyetleri Hakkında Rapor 1124/930
Türkiye Târihi 1142/950
Türklerin Denizciliği 1451/1209
Umûmî Târih 630/616
Umûmî Târih 1124/935
Umûmî Târih (Orta Okullar İçin) 1143/952
Umûmî Târih (İlk ve Orta Zamanlar) 1272/1005
Umûmî Târih (İlk ve Orta zamanlar) 1287/1048
Umûmî Târih'in Ehemmiyeti (J. Prenne'den terceme) 1460/1216
Yunan İşgalinde Kirmastı (= Mustafa kemâl paşa) 4416/2276
Zübde-i Târih-i Osmânî 26/30
TOPLAM : 106
TERBİYE - EĞİTİM - TÂRİHİ
1291
Aile İçinde Terbiye; Ebeveynin Günâhları: Oğullarımız (tere] 582/535
Ârâ ve Ahâdîs f i l - İlm v'al - Ahlâk v'es - Sekaafe (İlim,
Ahlâk ve Kültür Hakkında Fikirler ve Konuşmalar) 729/694
Ârâ ve Ahâdîs f i t • Terbiye v'et - Ta'lim (Eğitim ve Öğ
retim Hakkında Fikirler ve Konuşmalar) 729/691
Çocuk Eğlencesi 498/488
Çocuklar Hakkında Asrî Fikirler (Alfred Binetden tere.) 582/547
Çocuklar ve Gençler Ne Okuyorlar? 1554/1296
Emil (J.J. Rouseau'dan kısatılarak terceme) 1555/1332
Fenn-i Terbiye ; Nazariyat ve Tatbîkaatı 729/677
Fenn-i Terbiye Târihi (= Eğitim Târihi) 1163/968
İlim Üzerine Müesses Terbiye 1047/843
İlm-i Terbiye-i Etfâl : Usul-i Terbiye 259/320
Medhal-i Terbiye-i Akliye ve Cismâniye (H. Spencer'den) 557/512
Terbiye Musahabeleri (VVilliam James'den terceme) 1049/863
Terbiye ve Ta'lim Umdeleri (terceme) 478/466
Terbiye-i Ahlâkiye ve Medeniye 353/421
Terbiyeye Âid Tatbikat İle Birlikte Ruhiyat Dersleri (tere.) 173/229
Terbiyevî Çocuk Oyunları 333/377
Türk Gençliğinin Millî Vazifesi Ne Olmalıdır? 1236/992
Türklerin Terbiyeye Hizmetleri 887/790
Usûl-i Terbiye-i Ahlâkiye ve Medeniye 353/413
TOPLAM : 22
TİCÂRET HUKUKU
Y A T R O
1292
Kırık Mahfaza : 1069/895
l'Eneide (1., 2. ; Virgile'den terceme) : 198/256
Nedîm ve Lâle Devri (Manzum) : 757/738
Nikâhda Keramet : 805/748
Nikomed (Corneille'den terceme) : 1429/1144
Othello (W. Shakespeare'den terceme) : 167/219
Payitahtın Kapısında (Manzum) : 757/736
Pervane : 805/747
Romeo ve Juliyet Faciası (W. Shakespeare'den terceme) : 167/215
Sanatkâr (Manzum (Piyes) : 1734/1546
Sehiv Komedyası [ ( = Yanlışlıklar Komedisi) W. Shakes
peare'den] : 167/216
Sehv-i Mudhik [ ( = Yanlışlıklar Komedisi) W. Shakespea
re'den] 42/43
Seyyid (Corneille'den terceme) : 1429/1143
Solgun (İki Perdelik, Manzum Piyes) : 1582/1389
Şayan (Manzum) : 44/52
Şimdiki İzdivaçlar : 339/386
Tîrâje : 805/746
Toprağın Kurbanları (3 perde) : 3489/2166
Vatanseverler (Sidney Kingsley'den terceme) : 1758/1559
Venedik Taciri (Shakespeare'den terceme) : 42/42
Verona'nın İki Asilzadesi (W. Shakespeare'den terceme) : 167/217
Yaman (Manzum) : 1734/1474
Yaradılış Cilvesi (Manzum Trajedi) : 1359/1118
TOPLAM : 37
TOPLUM KALKİNMASİ
TOPOGRAFYA
1293
T R A F İ K
T U R İ Z M
TOPLAM : 8
USÛL HUKUKU
TOPLAM : 2
1294
Gelir Vergisi Sisteminde Beyan Esâsının Tenkidi ve İlk
Tarhiyat Esâsının Teklifi 2719/1987
Gelir Vergisi ve Ticarî Kazanç : 1723/1464
Gelir Vergisi ve Vergi Usûl Kanunu Hükümlerine Göre Zi
raî Kazançların Vergilendirilmesi 2450/1899
Gelir Vergisinde Beyanname Tanzimi : 2333/1853
Gider Vergileri: Mevzuat ve Tatbîkaatı : 2811/2030
Hizmet Erbabı Vergileri ve Tatbîkaatı 1709/1453
Hizmet Erbabının Gelir Vergisi 2115/1780
Husûsî Otomobil Vergisi Kanunu ve Tatbîkaatı 2505/1915
İkinci Sınıf Tüccarın Gelir Vergisi ve İşletme Defteri 3015/2081
İngiltere Birleşik Krallığı Vergi Sisteminin Ana Hatları 2715/1983
İstihsal Vergisi ve Türkiye'deki Tatbikaatı 3560/2180
İşletme Bütçeleri : 3820/2224
İşletmecilikte Vergiler (Adolf Graf'dan terceme) •. 2512/1920
İzahlı ve İctihadlı Vergi Usûlü Kanunu : 1834/1585
1295
Vasıtasız Vergilerde Götürü Tarhiyâtı Prensipleri ve Biz
(Türkiye) 'deki Tatbîkaatı 1541/1270
Veraset Vergisi Üzerine Bir Deneme 2600/1948
Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu Şerh ve izahları 2173/1801
Vergi Bakımından Gelir 1723/1463
Vergi Hukuku 2030/1708
Vergi Hukuku Prensipleri 2030/1703
Vergi Hukukuna Dâir Pratik Mes'eleler 2221/1812
Vergi Kanunları; İdâri ve Kazâî İçtihatlar Koleksiyonu 2221/1811
Vergi Kanunları, Tebliğler Kararlar 2312/1837
Vergi Me'murları ve İnceleme Elemanları İle Mükellefler
Arasında Münâsebetler 2619/1962
Vergi Reformları: 1960-1965 2078/1735
Vergi Reformları; Ortalama Kâr Haddi ve Gider Bildirimi 2338/1859
Vergi Usûl Kanunları 2077/1732
Vergi Usûl Kanunu ve Tatbîkaatı 2239/1825
Vergilerimizden Vasıtalı Vergiler 1541/1271
Yeni Kazanç Vergisi Kanunu Üzerinde Mukaayeseli Bir
Tahlil 1541/1263
Ziraî Gelir Vergisi; Teori ve Tatbîkaatı 4384/2254
Ziraî Kazancın Vergilendirilmesi 2363/1868
TOPLAM : 107
(ESKİ) YAZI DERSLERİ (HAT)
1296
Tarım ve Kredi 3650/2206
Türkiye Ziraatının Ekonomik Bünyesi ve Zirâi Gelir Ver
gisi 2108/1775
Ziraat'de Fiat ve İstihsal (Jules Milhan'dan terceme) 1848/1597
Zirâi Ekonomi Yönünden Tarım ve Kredi 3650/2207
Zirâi İktisad Ders Notları 2021/1685
TOPLAM :
ÇEŞİTLİ KONULAR
1297
"Mülkiyeli Yazarlann Kltablan Endeksi"ni böylece tamamladıktan sonra, bu
Bölüm'e hangi yıl me'zunlanndan kaç YAZAR çıktığını gösteren aşağıdaki cedvel'i
ekledim:
1298
E
BÖLÜMÜ
S.B.F.
BASIN ve YAYIN YÜKSEK OKULU
S. B. F.
ti) Bu Bölüm'ün hazırlanmasında Sayın Prof. Dr. Fahir H. Armaoğlu'nun lütfettiği notlardan faydalanılmışdır.
Kendilerine bu yardımlarından dolayı teşekkürü borç b i l i r i m .
1301
Metin Toker ve Ankara Gazeteciler Sendikası Başkanı Beyhan Cenkçi imzalan ilt
yayınlanan bir ortak bildiri'de, "basın ve yayın alanlarında öğretim yapacak olan
bir yüksek okulun kurulması" gereği kabul ediliyor ve ıbu okulun kuruluş ve ça
lışması için aşağıdaki ilkeler tesbi't ediliyor ve açıklanıyordu:
1. Okulun 1963 sonbaharında faaliyete geçmesine çalışılmalıdır.
2. Okulun öğretim süresi 4 yıl olmalıdır.
3. Okul Müdürüne bağlı bir Yönetim Kurulu bulunmalıdır. Bu Kurul, eğitim
ve öğretimin aşağıdaki kuruluşlarla yakm bir işbirliği içinde yürütülmesine dikkat
etmelidir: Basın - Yayın Bakanlığı, Ankara Radyosu Müdürlüğü, Anadolu Ajansı,
U.N.E.S.C.O. Millî Komisyonu, Ankara Gazeteciler Cemiyeti ve Ankara Gazeteciler
Sendikası.
4. Okula seçme sınavı ile öğreniri alınmalıdır.
5. Program çok yönlü olmalıdır. Yazdı basının yanında, Radyo, televizyon,
ajans, basın ataşelikleri ve Basın - Yayın Bakanlığında çalışacak haberleşme per
sonelinin yetiştirilmesi sağlanmalıdır.
6. Programda, duyma ve görme araçlarıyle eğitim metodlarına, basın ahlâkı
na, taşra gazeteciliğine ve yabancı dil öğretimine önemle yer verilmelidir.
7. Gazeteler, radyolar, ajans idareleri ve Basın - Yayın Bakanlığı, öğrenicilere
pratik staj imkânları sağlamalıdır.
8. Okulun, milletlerarası kurumlardan, iç ve dış meslekî kuruluşlardan yar
dım alabilmesi için Yönetmeliğe gerekli maddeler konulmalıdır.
Okulun kuruluş çalışmalarına esas olacak ve ona ışık tutacak olan ilkeler, bu
suretle ortak bir şekilde tesbît edildikten sonra, çalışmalar belirli bir yön almış
olmaktaydı. Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörler Kurulunun 21 Haziran 1962 gün
lü k a r a n ile kurulmuş olan Komisyon, Okulun kuruluşu, amacı, öğretim m e t o d
ve vâsıtalan ile ders programı üzerinde çalışmalarda bulunmuş ve bu noktalarda
gerekli gördüğü esaslan tesbît etmiştir. Okulun t ü m ü n ü ilgilendiren ıbu esaslar,
bir yandan U.N.E.S.C.O.'ya sunulurken, öte yandan da, Basm-Yaym ve Turizm Ba
kanlığı, Ankara Gazeteciler Cemiyeti, Ankara Gazeteciler Sendikası ve Anadolu
Ajansı, S.B.F. Komisyonunca hazırlanan bu çalışmalar ve esaslar üzerindeki görüşr
lerini bildirmeye da'vet edilmiştir. Adı geçen kurumlarla Siyasal Bilgiler Fakültesi
arasındaki bu müzâkere ve temaslar, aşağı y u k a n bir yıl kadar devam etmiş ve
S.B.F. Komisyonunun çalışmalarına karşılık, adı geçen kurumlar da kendi dü
şünce ve görüşlerini bildirmişlerdir. Sonunda, bu karşılıklı görüş ve düşünceler
birleştirilerek, bir takım ortak esaslar tesbît edilmişdir. Bu esaslar, 1963 Ekimin
de Ankara Üniversitesi Senatosuna, Okulun "Statüsü" olarak sunulmuş ve bu su
retle Okulun kurulmasına gidilmiş ise de, Ankara Üniversitesi Senatosu bu tesbît
edilen esaslarda ba'zı değişiklikler yapma zorunluğunıu duymuşdur. Bunun üzeri
ne, bir yandan, adı geçen kurumlarla tekrar işbirliği ve ortak müzâkere yoluna
gidilirken, bir yandan da, Okulun kurulması ve açılması bakımından ortaya çıka
rılmış olan u n s u r l a n n , bir defa da U.N.E.S.C.O. Genel Merkezi'nin göndereceği bir
uzman tarafından incelenmesi ve onun düşünce ve (görüşlerinin alınması yoluna
1302
gidilmişdir. Nitekim, U.N.E.S.C.O. Genel Merkezi, Brüksel Üniversitesi Gazetecilik
Profesörü ve Toplu Yayın Teknikleri Millî Araştırma Merkezi Müdîri M. Roger
Clausse'u, danışman olarak, Nisan-Mayıs-Haziran 1964 aylarında Ankaraya gön-
dermişdir. Prof. Clausse, Ankaradaki temasları sırasında, Siyasal Bilgiler Fakül
tesinden Prof. Bahri Savcı, Doç. Dr. Nermin Abadan, Doç. Dr. Bülend Dâver,
Doç. Dr. Mümtaz Sosyal, Doç. Dr. Şerif Mardin ve Asistan Erdoğan Güçbilmez'den
kurulu bir komisyonla birlikte çalışmış ve nihaî raporunu (2) sunmuşdur.
Bu rapor üzerine hazırlanan ve Okulun statüsünü belirten Yönetmelik, Siya
sal Bilgiler Fakültesi Genel Kurulu'nun 16 Haziran 1964 gün ve 91 sayılı kararı
ile kabul edilmiştir. Bu Yönetmeliğe göre, kurulması öngörülen okulun adı "Ba
sın ve Kütle Haberleşme Yüksek Okulu" idi.
Ankara Üniversitesi Senatosu'na sevkedilen bu yönetmelik, Senato'nun 30 Ha
ziran 1964 günlü toplantısında müzâkere edilmiş ve Ankara Üniversitesi Senato
su, 471/2805 sayılı kararı ile. Siyasal Bilgiler Fakültesine bağlı olmak üzere, bir
"Basm ve Yayın Yüksek Okulu" kurulmasını kabul etmişdir. Böylece, Senato, Si
yasal Bilgiler Fakültesi tarafından kabul edilen "Basın ve Kütle Haberleşme Yük
sek Okulu" admı, "Basın ve Yayın Yüksek Okulu" olarak değiştirmiş bulunuyor
du.
Ankara Üniversitesi Senatosu, yine 30 Haziran 1964 günlü ve 471/2806 sayılı
kararı ile, Okul'un Yönetmeliğini de tasdik etmiştir. Bu Yönetmelik 14 Temmuz
1964 günü Millî Eğitim Bakanlığınca da onanıp, 24 Ağustos 1964 gün ve 11788 sa
yılı Resmî Gazete'de de yayınlanarak resmen yürürlüğe girmişdir.
Bununla beraber, Basm ve Yayın Yüksek Okulu'nu 1964-65 ders yılında faali
yete geçirmek mümkîn olamamıştır. Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörler Kurulu,
18 Mart 1965 gün ve 352/12 sayılı kararı ve oybirliği ile Prof. Dr. Fahir HArmaoğ-
lu'nu Okul'un Müdîrliğine seçmiştir. Ancak bundan sonradır ki, Okul'un öğretime
geçirilmesi için gerekli hazırlıklara başlanmışdır.
Bir öğretim kurumunun faaliyete geçebilmesinde başlıca şart, ders program
larının teshiridir. Bu amaçla, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve dîger ülke
lerdeki bütün Üniversitelere anket soruları gönderilerek, bu öğretim kurumlarından,
basm ve yayın alanında eleman yetiştirmek için ne gibi metodlar uyguladıkları,
hangi çeşit derslere en çok önem verdikleri v.s. gibi hususlarda bilgi istenmişdir.
Gönderilen, anketlere, Amerika Birleşik Devletlerinden 113 Üniversite ve Öğretim
Kuruluşu, Avrupa ve dîger ülkelerden de 43 Üniversite ve Kuruluşdan cevab gel-
mişdir.
Prof. Bahri Savcı, Prof. Dr. A.Suad Bilge, Prof. Dr. Cemâl Mıhçıoğlu ve Doç.
Dr. Nermin Abadan'dan teşkil olunan Basın ve Yayın Yüksek Okulu'nun ilk Yö
netim Kurulu, gelen cevaplara göre Müdîr Prof. Dr. Fahir H. Armaoğlu tarafından
hazırlanmış olan raporu 1965 yılı yaz aylarında müzâkereye ıbaşlamışdır. Bu müzâ
kereler sonunda, sözü geçen Komisyon, ders programlarında, şu veya bu ülkenin
(2) Bak.: U.N.E.S.C.O. Turquie - Wveloppement du Jcurnalisme; Roger CLAUSSE (Avril-Juin 1964), Paris, Oc-
tobre 1964, 89. sayfa.
1303
eğretim ve eğitim sisteminin aynen benimsenmesinden ziyâde, basm ve yaym ala
nında Türkiye'nin kendi ihtiyaç ve gerçeklerini ve Türkiye'nin kendi eğitim siste
mini gözönünde tutarak, Türkiye'nin kendi şartlarma uygun bir ders programı
kabul etmeyi uygun görmüşdür.
Basın ve Yayın Yüksek Okulü'nun Yönetim Kurulu, bu çalışmalar sonucunda
şu hususları tesbit etmiştir:
1. Okulun öğretim süresi olan dört yılın ilk ikisini ortak sınıflar teşkil etmeli
ve 3. ve 4. yıllar uzmanlaşma bölümlerini kapsamalıdır. Uzmanlaşma Bölümleri
ise, Memleket ihtiyaçlarına cevap vermek üzere, Gazetecilik, Radyo-Televizyon, ve
Halkla İlişkiler şeklinde olmalıdır.
2. Yukardaki ilkeye bağlı olarak, 1. ve 2. sınıflardaki dersleri bütün öğrenici-
ler görmelidir. Maamâfih, ilk iki sınıfta okutulacak dersler, mesleğin tekniğinden
ziyâde, öğrenicilere siyasal ve sosyal bilimler alanında temel kültür vermeli
dir. Yine ilk iki sınıfta, bu temel kültür derslerinin yanında, meslekî kültür ders
leri adı altında, daktilo, stenografi, müzik, resim, plastik sanatlar, sinema, tiyatro
ve fotoğrafçılık derslerine de yer verilmelidir.
3. Uzmanlaşma bölümlerinin programlan ise, tamamen uzmanlaşmanın teknik
öğretimini kapsamalıdır.
4. Okulun öğretim sistemi teori ile pratiği birarada yürütmelidir. Pratik ça
lışmalar, özellikle uzmanlaşma derslerinin Okul'da pratik olarak okutulması ya
nında, yaz aylarında öğrenicilerin kendi uzmanlıkları alanında belirli sürelerle ve
çeşitli kurumlarda yapacakları meslekî stajları da kapsamalıdır.
Bu esaslar üzerinden Okul'un ders programları hazırlandığı bir sırada ilgi çe-
kici bir durum ortaya çıkmıştır. Şöyle ki : Basm ve Yayın Yüksek Okulu Yönet
meliğinin 2. Maddesinin son fıkrası, "Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın
Yüksek Okulu, basın ve yaym mesleğinde çalışanların, Okul'un eğitim çevresi içi
ne giren alanlarda yetiştirilmeleri ilcin gerekli kurs ve meslek-içi eğitim kuruluş
ları meydana getirmek ve bunlara devam edenlere gerekli belgeleri vermek yetki
sine sâhibdir" diyordu. Bununla güdülen amaç, bir yandan liselerden gelen genç
leri basm ve yayın mesleğine hazırlarken, bir yandan da, esasen basm ve yaym
mesleğinde bulunan ve fakat sâdece tecrübe ile yetişmiş elemanları, bir meslek-içi
eğitim programı ve bilimsel usûllerle geliştirmekti. Fakat Okul'un kurulması ba
sın ve yayın âleminde o kadar geniş bir ilgi uyandırmışdı ki, Okul Müdîrliğine
yapılan ısrarlı ve yoğun müracaatlarda, Okul'a sâdece lise me'zunlannın değil, ba
sın ve radyolarda çalışan ve lise mez'unu bulunanların da öğrenici olarak kaıbul
edilmeleri istenmişdi. Ancak, takdir ve sempati uyandıran bu istek, gerek Basm
ve Yayın Yüksek Okulu ve gerek bağlı bulunduğu Siyasal Bilgiler Fakültesi tara
fından da kabul edilmiş ve bunun üzerine Ankara Üniversitesi Senatosunun Okul
Yönetmeliğine eklediği bir Geçici Madde ile, Basın ve Yayın Yüksek Okulunun
öğretim alanına giren dallarda en az beş yıllık bir tecrübeye sâhib lise me'zunla
nnın Okul'un öğretime başlamasından i'tibâren ilk üç yıl içinde, Okula alınacak
öğrenici kontenjanının üçte birini aşmamak şartıyle ve Üniversitelerarası giriş
1304
sınavlarında kazandıkları puan sırasına göre ayrıca Okula alınmalarına karar ve
rilmiştir.
BİRİNCİ SINIF
1305
Türkçe-Kompozisyon : Haftada 2 saat (Gramer de dâhil olmak üzere, her iki
sömestrde de okunacaktır)
Müzik Târihi : Haftada 2 saat (1. sömestrde okunacak. Bir saati uygulamaya
ayrılmak üzere, Türkiye dâhil, müzik çeşitleri ve müzik ekollerinin tanıtılmasını
kapsayacaktır)
İKİNCİ SINIF
1306
Basın ve Yayın Arşivciliği : Haftada 2 saat (Bu dersin başlangıç kısmında ar
şivcilik konusunda temel teorik bilgiler verilecek ve aynı zamanda, Ankara'daki
basın ve yayın organlarının arşiv kuruluşları yerinde incelenecektir. Bundan son
ra, öğreniciler Okulda devamlı bir arşivin kuruluşu ve idâmesinde uygulamalı ola
rak çalışacaklardır')
Haber Yazma Tekniği : Haftada 2 saat (Bu ders uygulamalı olarak okutulacak
tır)
Haber Toplama Tekniği : Haftada 2 saat (Haber toplama usûlleri; haber top
lamada meslekî ahlâk; yazılı kaynaklatın kullanılması; telefonla mülakat; adlî
haberlerin, iş âlemi haberlerinin, politika ve hükümet haberlerinin ve her çeşit ha
berlerin, okuyucu ilgisi bakımından toplanması ve değerlendirilmesi)
Gazete Yayınlama Tekniği : Haftada 2 saat (Gazetenin düzenlenmesi ve hazır
lanması; mizanpaj; manşet atma; haberlerin gazete üzerinde değerlendirilmesi;
haberlerin özlendirilmesi; yazı işleri mü dirinin görevleri)
ORTAK DERSLER
1307
Haber Ajansları ve Telekomünikasyon : Haftada 1 saat (Bütün bölümlerin I I I .
sınıflarında); (Millî ve milletlerarası planda haber ajansları, teşkilâtlanmaları; ha
ber ajansları ve telekomünikasyon vâsıta ve tekniklerinin kullanılışı)
Radyo ve Televizyon Yayını : Haftada 3 saat (Dersin konusu, bir bütün ola
rak radyo ve televizyon programlarıdır. Dramatik, dokümanter programlarla, mü
zik programlarının vokal ve vizüel olarak yayına hazırlanması ve yayınlanmasında
uygulamalarla öğreniciyi yetiştirmektir)
ORTAK DERSLER
1308
I I I . SINIF — HALKLA MÜNÂSEBETLER BÖLÜMÜ
ORTAK DERSLER
1309
Haber Ajansları ve Telekomünikasyon : Haftada 1 saat (Bütün bölümlerin
I I I . sınıfları ortak olarak)
Dış Haberler : Haftada 2 saat (Dış haber toplama tekniği, dış haber kaynak
l a n , haberlerin tahlili, değerlendirilmesi ve yayınlanması)
Basm Hukuku : Haftada 2 saat (İç hukuk bakımından basının statüsü; basını
düzenleyici mevzuat ve kuruluşlar; basm kurumları ve sendikalar; çeşitli siyasal
rejimlerde basının d u r u m u ve statüsü)
ORTAK DERSLER
İ'lân ve Reklâm : Haftada 2 saat (Halkla Münâsebetler Bölümü IV. sınıfı ile
ortak olarak); (İ'lân ve reklâmcılığın temel prensipleri; i'lân ve reklâmların kulla
nılması; i'lân ve reklâmların hazırlanması; i'lân ve reklâm kampanyaları; i'lân ve
reklâmların etkilerinin ölçülmesi usulleri; i'lân ve reklâm endüstrisinin teşkilât
lanması; i'lân ve reklâmların ekonomik ve hukukî yönleri)
1310
IV. SINIF — RADYO VE TELEVİZYON BÖLÜMÜ
Radyo ve Televizyon Yazma Semineri : Haftada 2 saat (Bu ders, daha yük
sek seviyede bir ders olup, özellikle dokümanter ve dramatik programların hazır
lanmasına ağırlık vermek suretiyle, yazılı programlarda öğrenicilerin kaabiliyetleri-
nin geliştirilmesi amacını gütmektedir. Bir seminer olması dolayısıyle, uygulamalı
niteliği fazladır)
Radyo ve Televizyonda Canlı Yayın : Haftada 1 saat (Haberler sportif olaylar
da dâhil olmak üzere, uzak mesafelerden naklen yayın; canlı veya teype alınmış
canlı yayınlar; canlı ve naklen yayınlann teknik mes'eleleri; ortaya çıkardığı mali
yet mes'eleleri)
ORTAK DERSLER
Turizm : Haftada 2 saat (Halkla Münâsebetler Bölümü IV. sınıfı ile birlikte)
(Modern turizmin sosyolojik incelemesi; iç ve dış turizm ve mes'eleleri; organizas
yon ve propaganda)
1311
Halkla Münâsebetler Semineri : Haftada 2 saat (Yüksek seviyeli bir seminer.
Halkla münâsebetler teşkilâtlarının idare usûllerinden doğan mes'elelerin incelen
mesi; bunların politikası ve haberleşme usullerinden doğan problemlerin tahlil
leri)
Türk Kamu Oyu : Haftada 1 saat (Türk kamu oyunun yapısı; çeşitli fikirlere
karşı davranışlar; fikir iklimi; Türk kamu oyunun çeşitli konularda değer yar
gıları)
ORTAK DERSLER
Turizm : Haftada 2 saat (Radyo ve Televizyon Bölümü IV. smıfı ile ortak
olarak)
Basın ve Yaymda Hürriyet, Sorumluluk ve Etik : Haftada 2 saat (Bütün bö
lümlerin IV. sınıflarında ortak olarak)
Türkiye'nin Aktüel Mes'eleleri : Haftada 2 saat (Bütün bölümlerin IV. sınıfla
rında ortak olarak)
PRATİK ÇALIŞMALAR
1312
«ANKARA ÜNİVERSİTESİ
S. B. F.
BASIN ve YAYIN YÜKSEK OKULU
YÖNETMELİĞİ
GENEL HÜKÜMLER
KURULUŞ VE İŞLEYİŞ
1313
tam üye sayısının salt çoğunluğu ile ve iki yıl için seçilir. Süresi biten Müdîr tek
r a r seçilebilir. Okul Müdîrliği görevi Dekanlık ve Rektörlük ile bağdaşamaz..
Madde 5 — Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulu Müdîr
Yardımcıları Müdîr tarafından atanır. Müdîr Yardımcılarının Üniversite öğreni
mini bitirmiş ve meslek alanında tecrübe edinmiş kimseler arasından atanması
şarttır. Bunlardan birinin gazetecilik kolunda, diğerlerinin de gazetecilik dışındaki
basın ve yayın kollarından birinde en az üç yıl çalışmış olması gerekir.
Müdîr Yardımcıları, Müdîrin yönetme görevlerini meslekî hayatla bağlantılı
bir şekilde görebilmesi için kendisine yardım ederler.
Madde 6 — Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulü'nun Yö
netim Kurulu Okul Müdîri ile Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörler Kurulunca
kendi üyeleri arasından seçilecek 4 üye ve Okul Akademik Kurulunca kendi üye
leri arasından seçilecek 2 üye'den kurulur.
Madde 7 — Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulü'nun Aka
demik Kurulu, Yüksek Okuldaki b ü t ü n öğretim üyeleri ve öğretim görevlilerin
den kurulur. Akademik Kurulun başlıca görevi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın
ve Yayın Yüksek Okulü'nun akademik çalışmalarını ilgilendiren konuları k a r a r a
bağlamakdır.
Akademik Kurul, kanun, tüzük, yönetmelik ve bütçe tasarılarını hazırlar; Si
yasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulunda kürsî ve enstitülerin ku
rulması, kaldırılması veya birleştirilmesi hakkındaki teklifleri yapar. Akademik
Kurul, ayrıca kanun ve tüzüklerle Yüksek Okula verilmiş olan işleri ve Yönetim
Kurulunca kendisine gönderilen konuları k a r a r a bağlar.
Madde 8 — Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulü'nun Aka
demik Kurulunca hazırlanan kanun, tüzük ve bütçe t a ş a n l a r ı . Yüksek Okul'da kür
sî ve enstitülerin kurulması, kaldırılması ve birleştirilmesi hakkındaki teklifler,
Yüksek Okulun statüsünde yapılması gerekli değişiklikler Siyasal Bilgiler Fakül
tesinin ilgili kurullarının tasvibinden geçtikten sonra Senato'ya sunulur.
ÖĞRETİM ÜYELERİ
1314
Geçici Madde 2 — Siyasal Bilgeler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulunun
Akademik Kurulu kurulup, 6. Madde gereğince Yönetim Kuruluna iki üye seçilin
ceye kadar, Yönetim Kurulu, Okul Müdîri ile Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesör
ler Kurulunun kendi üyeleri arasından seçmiş olduğu dört üyeden teşekkül eder.
Geçici Madde 3 — Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulunun
öğretim alanına giren dallarda en az beş yıllık bir tecrübeye sâhib bulunan lise
me'zunları, Okulun öğretime başlamasından i'tibâren ilk üç yıl içinde, Okula alı
nacak öğreniri kontenjanının üç'de bir'ini aşmamak şartiyle, Üniversite giriş
sınavında kazandıkları puvan sıralarına göre ayrıca Okula alınırlar.
II — Bu Yönetmelik yayımı târihinde yürürlüğe girer.»
*
**
ÖĞRETİM VE SINAV YÖNETMELİĞİ
(18 Temmuz 1966 gün ve 12351 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanmıştır)
BİRİNCİ BÖLÜM
Genel Hükümler
Öğretim Süresi
Sınıflar
Madde 3 — Okul, ilk ikisi genel, son ikisi uzmanlık olmak üzere dört smıf'dır.
Uzmanlık sınıfları "Gazetecilik", "Radyo ve Televizyon" ve "Halkla Münâsebetler"
bölümlerine ayrılır.
Gerektiğinde öğrenicilerin uzmanlık bölümlerine ayrılmalarında uygulanacak
esasları. Yönetim Kurulu belirtir.
Öğretim Şekli
1315
İKİNCİ BÖLÜM
Öğretim
BİRİNCİ KESİM
Dersler
İKİNCİ KESİM
Pratik Çalışmalar
1316
ÜÇÜNCÜ KESİM
Staj
Stajın Amacı
Madde 11 — Stajın amacı, öğrenicilere uzmanlık dallarında tecrübe kazandır
mak ve onları mesleklerini uygulamaya alıştırmaktır.
Stajın Düzenlenmesi
Madde 12 — Staj, 3. Uzmanlık Sınıflarında yaz aylarında yapılır.
Stajın Süresi
Madde 13 — Staj bir buçuk ay sürer. Staj m nasıl düzenlenip uygulanacağı, ay
rı bir yönetmelikle belirtilir.
DÖRDÜNCÜ KESİM
İkinci Dil
Madde 16 — Okulda ikinci bir yabancı dil öğrenmek istiyen öğreniciler için
ihtiyarî .dersler düzenlenebilir.
BEŞİNCİ KESİM
Devam Zorunluluğu
1317
Devam Yoklaması
Madde 19 — Derslerde devam yoklaması, Okul idaresi tarafından yapılır. Ay
rıca öğretim üye veya görevlileri de kendi derslerinde yoklama yapabilir ve sonuç
larını idareye bildirirler.
Pratik çalışma ve yabancı dil derslerinde devam yoklaması, ilgili öğretim üye
leri veya görevlileri ve okutmanlar tarafından muntazaman yapılarak, Okul idare
sine verilir.
Devamsızlık
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Sınavlar
BİRİNCİ KESİM
Dönem Sınavları
İKİNCİ KESİM
Yaz ve Güz Sınavları
Sınav Dönemleri ve Zamanı
1318
lar m ü h ü r l ü sınav fişinin arkasına yazılır. Sınava giren ögrenici her ne sebeble
olursa olsun, o dönemde tekrar aynı .dersin sınavına giremez.
Sınavların Düzeni
Madde 24 — Öğreniciler yazılı ve sözlü sınavlara Okul İdaresi tarafından tes-
bît edilen günde; sözlü sınavlara da grupundaki sıraya göre girmek zorundadırlar.
Vaktinde ve sırasında sözlü sınava girmeyen ögrenici, engeli İdarece kabul edil
mek şartiyle, aynı gün kendi grupunun sonunda sınava girer.
Sınav Görevlisi
Madde 25 — Her dersin sınavını, dersi okutan öğretim üyesi veya öğretim yar
dımcısı yapar. Dersi okutanın engeli hâlinde, Müdîrin ta'yin edeceği başka bir yet
kili smavı yapar.
Sınav Notları
Madde 26 — Sınav n o t l a n sözlü sınavlarda sınav fişlerine, yazılı sınavlarda
öğrenicinin sınav kâğıdına, rakamla ve yazı ile yazılır ve aynı şekilde sınav cedvel-
ierine kaydedilir.
Sınav fişleri, smav kâğıtları ve cedveller imza edilerek Okul İdaresine teslim
edilir. Notların gizliliği mutlak olup, sınav sonuçları i'lân edilinceye k a d a r hiç bir
suretle açıklanamaz. Sınav sonuçları İdarece kararlaştırılacak en kısa zamanda
i'lân olunur.
Notlar
Madde 27 — Notlar sıfır'dan on'a kadardır; tam veya yarım olarak verilir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Sınıf Geçme ve Bitirme Şartları
Sınıf Geçme Notu
Madde 28 — Sınıf geçmek için alınması gereken not en az altı'dır. Bu not, yaz
ve güz döneminde alman not altıdan az olmamak şartıyle, öğrenicinin yaz veya
güz döneminde her bir ders'den aldığı n o t u n üç katına, dönem sınavında aynı
ders'den alman n o t u n eklenmesiyle elde edilecek sayının dört'de biridir.
Sınıf Jürileri
Madde 29 — Yaz ve güz sınavları sona erdikten sonra, her sınıf için o sımf'da
ders okutan öğretim üyeleri ve öğretim yardımcılarından kurulu bir jüri toplanır.
Bu jüri, ders ile sorumlu üyenin muvafakati ile, öğrenicinin altı n u m a r a d a n az
olan notuna, b ü t ü n dersleri için en çok iki n u m a r a ekleyebilir.
Dereceler
Madde 30 — Sınıf geçme derecesi o sınıfın derslerinden alınan notların orta
laması ile tesbît edilir.
Bitirme derecesi dört yıllık sınıf geçme notlarının ortalaması ile ta'yin olunur.
Sınıf geçme ve bitirme derecelerinin belirtilmesinde her bir dersin kesirli
notu toplamlara olduğu gibi konur; fakat ortalama notunda, yarım ve daha fazla
kesirler bire çıkarılır; yarım'ın altındaki kesirler hesaba katılmaz.
1319
Derecelerde dokuz veya on ortalama PEKİYİ, sekiz ortalama İYİ, altı veya
yedi ortalama ORTA derece sayılır.
Başarısızlık Durumu
Madde 31 — Birinci, İkinci ve Üçüncü Sınıflarda iki yıl üstüste kalan öğrenici-
lerin Okul ile ilişiği kesilir.
Dördüncü Sınıfta kalan öğreniciler devam zorunluluğu olmaksızın gelecek yıl
larda yaz ve güz dönemleri sınavlarına girebilir. Sınıf geçme notunun hesabian-
masmda gözönünde tutulacak dönem notu, devam ettiği yıl aldığı dönem notudur.
Ancak, ikinci yıldan sonra, bunlara öğrenici haklarından faydalanmalarını sağlaya
cak belge verilmez.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Akademik Çalışmaların Düzenlenmesi
Madde 32 — Okul Akademik Kurulu, Üniversiteler Kanununun 5. Maddesi uya
rınca yaz dönemi sonunda yaptığı toplantıda bu Yönetmeliğin 5., 7., 14. ve 17.
Maddelerinde belirtilen görevler dışında, gelecek ders yılı için Okulun bilimsel
çalışmalarının yönünü belirtmek ve esaslarım düzenlemekle de görevlidir.
Madde 33 — Bu Yönetmelik, 1965 - 1966 öğretim yılında uygulanır.
*
**
B.Y.Y.O., öğretime açıldığından beri, ÖĞRENİCİ DURUMU şöyledir:
ÖĞRETİM YILI ÖĞRENİCİ SAYISI
1965 — 1966 72
1966 — 1967 143
1967 — 1968 204
1. 58 23 7 — 65 23 88
II. 37 15 6 — 43 15 58
III. Gazetecilik
Bölümü 9 1 1 10 1 11
III. Radyo - Televiz
yon Bölümü 16 7 1 — 17 7 24
"MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ"
1946 - 1969 ve
1. KISIM
1323
Sâlisen: Me'zunîn'den (Mülkiye Me'zunlarından) muhtâc-ı muavenet olanlara
maddî, ma'nevî muâvenefde bulunmak;
Râbian: Mekteb-d Mülkiyye Me'zunlarının hukûk-ı meşrûalarınm muhafazası
ve Mekteb-i Mülkiyye'nin te'min-i terakkiyâtı içün, iycâbı hâlinde temenniyât ve
müracaat'da bulunmakdır.
Madde 3. — Cem'iyyet'e a'zâ (üye) olabilmek içün:
Evvelâ: Mekteb-i Mülkiyye Me'zunu b u l u n m a k ;
Saniyen: Cem'iyyet Veznesi'ne, "hisse-i nakdiyye" nâmiyle şehrî (aylık) bir
meblâğ-ı muayyen tesviye eylemek (ödemek);
Salisen: Cem'iyyet'in Ta'limat'ma tamamen riâyet eylemek şartdır.
Madde 4. — Cem'iyyet a'zâlığı sıfatı:
Evvelâ: İsti'fâ ile;
Saniyen: Cem'iyyet Veznesine i'tâsı meşrut olan hisse-i nakdiyyenin bir sene
liğinin verilmemesiyle;
Sâlisen: Meclis-i İdâre'nin (Yönetim Kurulu'nun) ekseriyet-i âra'siyle (çoğun
lukla) zayi' edilir.
Hisse-i nakdiyye'yi vermemesinden dolayı a'zâlık sıfatını zayi' edenlerin, tek
r a r Cem'iyyete kabulü, taahhüdün adem-i îfâsı ma'zeret-i meşru'aya müstenid bu
lunduğu (dayandığı) Meclisli İdare nezdinde ısbat ile mümkin olur.
Madde 5. — Her a'zâya, künyesi'ni nâtık (gösteren) ve Meclis-i İdâre'den mu-
saddak (tasdikli) bir hüviyyet varakası verilecekdir.
Madde 6. — Cem'iyyete verilecek hisse-i nakdiyye üç derecededir:
Birincisi: Şehrî on,
İkincisi: Şehrî yirmi,
Üçüncüsü: Şehrî Kırk kuruşdur. Bir kaç aylığı ve hattâ bir seneliği peşinen
i'tâ edilebilir.
Madde 7. — Cem'iyyet'in Hey'et-i Umûmiyyesi, lâakal (en az) sene'de bir ker-
re içtima' eyler. Ve Hey'et-i Umûmiyye'de müzâkere edilmek üzere Meclis-i İdare
tarafından teklif edilen mevâd (maddeler) hakkında re'y verir. Cem'iyyet'in idâ-
re-i mâliyyesi ve umûmiyyesi ile icrââtı hakkında yapılacak raporları istima' ve
hesâbâtı (hesablan) tasvîb ve kabul ve sene-i âtiye Bütçesi'ni tedkık ve tezekkür
ve Meclis-i İdâre'nin tecdîd olunacak (yenilenecek) a'zâsını ve senedi âtiyede icti-
ma'-ı umûmînin tasdikine arz edilecek sâl muhasebesini (yıl hesablarmı) tedkîk
vazifesiyle mükellef d ö r t mümeyyiz (denetçi) intihab eyler. İşbu müzâkerât netâ-
yicini (sonuçlarım) hâvi mazbata'nm (raporun) bir nüshası Dâhiliyye Nezâreti'-
ne verilir.
Madde 8. — İctima'-ı Umûmî'lerde (Genel Kurul Toplantıları'nda) Cem'iyyet
A'zâsı söz istediklerinde (Genel Kurul) Reîs (i) tarafından ta'yin olunacak tertibe
göre (konuşmalara) müsaade olunacakdır.
1324
Madde 9. — İctima'-ı U m û m î l e r d e Cem'iyyet'in makaasıd-ı te'sisi'ne (kuru
luş amaçlarına) muhalif nutuklar i'râdı memnu' olduğu gibi Cem'iyyet A'zâsı mün
feriden veya müctemian (tek veya toplu olarak) Cem'iyyetin ta'kib ettiği makaası-
da (amaçlara) münâfî (aykırı) neşriyatda bulunamaz.
1325
Madde 24. — Cem'iyyet içün lâzım olan emlâk'in tedârik ve inşâsı ve uzun bir
zaman içün yapılacak (kira) kontrato ve istikrâzat (borç alma) ve rehin muame
lâtı hakkında İdare Meclisi'nce verilecek karar, Umûmî Hey'ct'de hazır buluna
cak a'zânın yarısından bir fazlasıyle tasdik olunmadıkça sahih ve makbul olamaz.
Madde 25. — Cem'iyyet içün bir yer kiralanması ve tefrişi ve kitaıb ve mec
mualar satın alınması gibi masraflar İdare Meclisi'nin ekseriyetinin k a r a n y l e ya
pılır.
Madde 26. — İdare Meclisi ictimâ'larına, 1. Reîs bulunmadığı zaman 2. Reîs ve
her ikisinin yokluğu takdirinde o o t u r u m için seçilecek bir zât riyaset eyler.
Madde 27. — İdare Meclisi kararları mevcud a'zâ ekseriyetinin re'yleri ile alı
nır. Müsavi re'y hâlinde Reîs'in bulunduğu tarafın re'yi tercîh edilir.
Madde 28. — A'zâdan yalnız birinin talebi ile gizli re'y usûlüne gidilebilir.
Madde 29. — Umumî Hey'et toplantılarında Riyaset ve müzâkereler aşağıdaki
maddeler hükmüne göre yapılır:
Madde 30. — Re'yler şahsî olup vekâleten re"y verilemez.
Madde 31. — İdare Meclisi'nin müzâkere ve kararları, Meclis Kâtibi tarafın
dan zabt edilip müsveddesi Meclis'de hazır bulunan a'zâya imza ettirildikten son
ra, K a r a r Defteri'ne ilâve ve silintisiz olarak geçirilir; K a r a r Defteri bir sonra
ki toplantıda a'zâya imza ettirilir; müsveddelere n u m a r a konduktan sonra dosyar
sında saklanır.
VARİDAT (Gelirler)
Madde 32. — Cem'iyyet'in varidatı:
Evvelâ, a'zânm verecekleri hisse-i nakdiyye (âidât);
Saniyen, Cem'iyyete verilecek t e b e r r u i a r ile nakdî yardımlar ve bunların ge
tirecekleri faiz ve ücretlerden ibâretdir.
Madde 33. — Cem'iyyet'e vuku' bulacak teberru'lar ve nakdî yardımlar İdare
Meclisi karârı ile kabul edilirler.
MUHASEBE
Madde 34. — Muhasebeci (Muhâsib Üye) Cem'iyyet'in mâlî u m u r u n u ve hesab-
l a n n ı İdare Meclisi'nce alınmış olan k a r a r dâiresinde îfâ ve her türlü mukaavele-
leri Reîs ile birlikde imza eder.
Madde 35. — Muhasebeci, maiyyetindeki yardımcısı ve tahsildarla birlikde
muhasebeye taalluk eden bilcümle işlere bakar ve kayıdları yaptırır.
(Madde 36., 37., 38., 39., 40., 41. Maddeler Muhâsib Üyenin klâsik görev ve so
rumluluğu iıa âid oldukları için alınmalarına lüzum görülmedi.)
1326
RİSALE ve SALNAME (Dergi ve Yıllık)
Madde 49. — Bir ilim veya fen üzerine en güzel eser yazanlara ve Mekteb-i
Mülkiyye'den birincilikle çıkacak olanlara mahsus olmak üzere, Cem'iyyetin mâlî
kapasitesi müsâid olduğu hâlde, münâsib mükâfatlar ihdas ve i'tâ edilir.
1327
Madde 50. — Cem'iyyet, varidatı müsâid olduğu takdirde Mekteb-i Mülkiyye'-
den aliyyülâlâ (pekiyi) derecede diploma almış ve masârif-i tahsîliyyesi'ni tedârik-
den âciz bulunmuş bir efendiyi, tâm'üs-sıhha ve hüsn-i ahlâk sahibi olmak şartıy-
le, intihab ve ikmâl-i tahsil zımnında Avrupa'ya gönderecekdir.
CEM'İYYET'in FESHİ
Madde 53. — "Mekteıb-i Mülkiyye Me'zunları İttihad ve Teâvün Cem'iyyeti"nin
feshi, Cem'iyyet a'zâsımn yansından bir fazlasının toplanması ile teşekkül edecek
Umûmî Hey'et'in üç'de iki ekseriyetiyle vereceği k a r a r üzerine vâki' olabilir.
Bu takdirde Cem'iyyet'in tasarrufunda bulunan menkul ve gayr-ı menkul eşya bu
toplantıda kararlaştırılacak bir hayır müessesesine devredilir.
NİZAMNAMENİN TADİLİ
Madde 54. — İşbu Nizâmnâme, ıbir maddesi bile Hey'et-i Umümiyye'nin üç'de
iki re'yi olmadıkça ta'dil olunamaz.»
Ana Tüzük'ü bu esasları kapsayan Cem'iyyet, kurulduğundan 1916'da dağılma
sına kadar pekçok hayırlı çalışmalarda b u l u n m u ş ; Mülkiye Mektebi'nin gelişmesi,
daha randımanlı şekilde öğretimde bulunması için "Okul Yönetimi" ile işbirliği
yaparak faydalı sonuçlar almış; Mülkiye me'zunlarmm o zamana k a d a r tanınma
yan ba'zı h a k l a n n ı n elde edilmesini sağlamış; hattâ, 2. Meşrûtiyet Târihi'nin
yüz karası, lekelerinden biri olan "31 Mart Vak'ası"nm tö'sirlerini gidermek için
çok olumlu siyâsî çalışmalarda dahî bulunmuşdur. Ana Tüzük gereğince me'zun-
larm ve dolayısıyle Cem'iyyet üyelerinin birbirini tanımaları için, Türkiye'de ilk.
defa olarak, aşağıdaki rozet'i yaptırmış:
1328
1. sayıdan 43. sayıya kadar da, aşağıda, kapağının kuşesini gördüğünüz "Mül
kiye Mecmuası"nı çıkarmışdır:
1329
karânyle muaheze ve icâbına göre tarziye i'tâsma icbar olunur. Ve h a t t â Nizam-
nâme'nin 4. Maddesi veçhile a'zâlık sıfatını da kaybedebilir.
4v — A'zânın sıfât-ı me'muriyyet ve meşgûliyyeti değiştikçe, yeni adresini der
hal Klüb'e ihbar etmesi lâzımdır. Adresini ihbar etmeyen A'zânın m u h â b e r â t ve
muamelâtında vâki' olacak teehhürün neticesinden dolayı Klüb idaresi mes'ul tu
tulamaz.
5. — A'zâdan birinin menfaat-i şahsiyyesini te'min maksadıyle Klüb'ü ma'nen,
maddeten ızrar ve haysiyyetini ihlâl edecek muamelede bulunduğu sabit olur ise,
Nizamnâme'nin 4. Maddesi mu'cibince a'zâlık sıfatı kaldırılır.
6. — A'zâ Klüb'ü terketmeden evvel, Klüb'de almış olduğu me'kûlât (yenecek
şeyler) ve meşrubatın (içilecek şeylerin) hesaplanan günü gününe ödemeye mec
burdur.
7. — A'zânın müstahdemîn'e karşı şikâyetleri, ya şifahen, yâhud Klüb'de bu-
lundurulacak kutu'ya atılmak üzere tahriren vâki' olur.
8. — Üç ay müddetle aidatım ödemeyen A'zâ'ya ihbarname tebliğ olunur. Bu
nu tâkib eden üç ay zarfında da borcunu ödemez ise ihbarname yazmakla beraber
ismi Klüb Salonu'na ta'lîk ve ondan sonraki üç ay zarfında da ödemez ise keyfiyet
Cem'iyyet'in Mecmuasıyle neşr ve yine ödemediği hâlde hakkında Nizamnâme'
nin hükümleri tatbik olunur.
9. — Nizamnâme'nin 4. Maddesi'nde yazılı sebeblerden dolayı A'zâlık sıfatını
kaybeden zât, hüviyet varakasıyle rozetini iadeye mecburdur. Rozet kullanılabilir
bir hâlde iade edilmiş ise bedeli sahibine ödenir.
H E Y E T İ İDAREYE DÂİR
10. — İdare Meclisi Reisi, Cem'iyyet işlerini bizzat murakabeye m e ' m u r ve
Nizâmnâme ve Ta'limatnâme hükümleri içinde Klüb'ün menfaatine en uygun gör
düğü hareketi ta'kîbe mecburdur. Fakat, Bütçe'de muayyen veya İdare Meclisi'nin
tasdikinden geçmeyen ve doğrudan doğruya veya dolayısıyle Cemi'yyefin mâlî
menfaatine taallûk edecek hususlarda, İdare Meclisi'nden k a r a r alması şarttır.
Müstacel hâllerde, sonradan İdare Meclisi'nin karârına sunulmak üzere nihayet
beşyüz kuruşa kadar sarfa mevzundur. Sarf olunacak 500 kuruş'un Meclis'ce tas
dik işi yapılmadıkça ikinci bir 500 kuruş sarfedilemez. Reis, Muâmelât-ı Cem'iy-
yet'e âid bir aylık icrââtı ve Cem'iyyet'in umûmî durumu hakkında, her ay, İdare
Meclisi'ne bilgi verir; çok kuvvetli bir m â n i ' olmadıkça en az bir saat kalmak
şartıyle haftada üç gün Klüb'de bulunmağa mecburdur.
11. — 2. Reis, Reîs'e muavenet ve Reîs'in yokluğunda reislik vazifesini tama
men îfâ eder; kuvvetli bir özrü olmadıkça, haftada en az iki d e f a Klüb'de bu
lunmağa ve en az ıbir saat kalmağa mecburdur.
(12., 13., 14., 15. Maddeler muhâsib üye'ye âid olduğu için buraya alınmasında
bir fayda görülmedi.)
16. — Kâtib-i Umûmî (Genel Sekreter) Mecmua ve Salnâme'nin vakit ve za
manında çıkmasına; her ay Mecmûa'nın d u r u m u n a dâir Idâre Meclisi'ne îzâhat
1330
vermeye ve yazı işlerinin muntazam şekilde yapılmasına ve yazışmalarının zama
nında icrasına ve Mecmuaların sahihlerine muntazaman gönderilmesine nezâret
eder. Her defasında bir saat kalmak üzere haftada enaz üç gün Klüb'e gelir.
17. — Klüb'ün, İdare Hey'eti tarafından ta'yin edilmiş bir "İdare Me'muru"
vardır. Idâre Me'muru, Reîs'in vereceği ta'limâtı ifâya m e ' m u r ve müstahdemîn'in
ahvâline ve Klüb idâresinin intizam üzerine cereyanına ve mevcud "Ta'limât-ı Dâ-
hiliyye"nin tatbikine harfiyyen nezâret ile mükellefdir. Idâre Me'muru, A'zâya
karşı nazikâne muameleye ve müstahdemîn'in vazifelerini iyi şekilde yapmalarına
ve Cem'iyyet A'zâsı'nm istirâhatlerinin te'min edilmesine dikkat ve i'tinâ etmeye
mecburdur.
18. — A'zâdan biri, Cem'iyyet'in Nizamnamesi ve Ta'limât'ı hilâfında bir ha-
reket'de bulunduğu takdirde, Idâre Me'muru, Nizâmnâme hükümlerini ihtar eder
ve ihtarını dinlemeyen A'zâ hakkında Idâre Meclisi'nce verilecek k a r a r a göre mu-
amale edilmek üzere bâ müzekkere m a l û m a t verir.
19. — Idâre Me'muru, Reisin müsaadesiyle haftada bir gün istirahat etmek
üzere, her gün Klübe devam etmeğe ve sabahleyin zevâlî saat oniki'den geceyarı-
sı'na kadar Klüb'de bulunmağa mecburdur.
(20. Madde Muhâsib yardımcısına, 21. Madde Tahsildar'a, 22. Madde Hademe
lere âid'dir)
MÜSÂFİRÎN ( = Konuklar)
MÜTEFERRİK MADDELER
1331
29. — Klüb müstahdemini A'zâdan bahşiş alamaz. Bahşiş taleb eden veya
normalden fazla p a r a alan olursa derhal hizmetlerine son verilir.
30. — İdare Meclisi'nin izni olmadıkça Klübe âid eşya başka yere götürülemez.
31. — A'zâmn p a k e t ve şâire gibi zatî eşyalarını kapıcı muhafaza eder. İşbu
eşya yirmi dört saat zarfında aldırılır. Eşya, kapucuya bir n u m a r a mukaabilinde
verilir.
32. — Mütâlâa Salonu ile Kütübhâne'de meşrubât-ı küûliye (alkollü içkiler)
içilmesi yasakdır.
33. — Yemek salonu'ndan başka yerde yemek yenilemez.
34. — Meclis-i İdâre'nin kararı ve hiç olmazsa Reisin müsaadesi olmadıkça,
Klüb'de hiç bir i'lân neşredilemez.
35. — Yiyecek ve içecek fiatları listesi'nde yazılıdır.
36. — İşbu Ta'limat, Meclis-i İdâre'nin üç'de bir re'yi ile değiştirilir.»
2. KISIM
MÜLKİYE ME'ZUNLARI CEM'İYYETİ
1921 — 1931
(1) Bu Toplantı'nın bütün tafsilâtı, 1. Cild'in 449. - 457. sayfalarında noksansız olarak verilmişdir. Oraya ba-
Kınız.
1332
t i " de 2. defa kendisini feshetmişdir. Bu seferki fesih'de Cemiyet'in taşınabilir
malları ile yayınladığı ve sahibi olduğu "Mülki'ye Mecmuası" o zamanki "Mülkiyet
Mektebi Talebe Teşekkülü"ne devredilmişdir.
3. KISIM
MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ
1946 — 1969 ve <~
1334
Yukarıda adları yazılı "Kurucu Üyeler" tarafından
İLK GENEL KURUL y a p ı l a n d a
- v e t üzerine, ilk Genel Kurul, 4 Ocak 1947
TOPLANTISI
u o l
" Cumartesi günü saat 15.30'da Ankara Halkevi "çay
salonu"nda toplandı. Genel Kurul Başkanlığına, Erzurum Milletvekili, Mülkiye
1912 Me'zunu Rahmetli Münir Hüsrev Göle, Dîvan Kâtipliğine de Rahmi Tunçağıl
seçildi. Kurucu Üyelerden Ziya Eralp, Kurucular adına aşağıdaki konuşmayı
yapdı:
«Sayın Ağabeylerim ve Genç Arkadaşlarım!...
Bugün, burada, henüz yeni doğmuş bir yavrunun yaşayabilmesini sağlamak
ve senelerdir eksikliği hissedilen bir boşluğu doldurmak için topladık.
Şöhret bulmuş bağlılığımızın en yeni, en canlı bir belirtisi olarak karşıladığı
mız, genç-yaşlı her Mülkiyeliyi kucaklayan Derneğimiz "Mülkiyeliler Birliği" adı
altmda, 24 Aralık 1946 târihinden beri resmen kurulmuş bulunuyor. Yurdumuz
ve hepimiz için hayırlı olmasını dileriz.
Cem'iyetin kurulması sebeblerini ve gaayelerini, huzurunuzda açıklamayı lü
zumsuz addederim. Zira, böyle bir Derneğin kurulmasını en gencimizden en
yaşlımıza k a d a r her Mülkiyeli candan dilemiş, özlemiş ve mevcud olmasını, gerek
Yurd için, gerek Mülkiye Ailesi için zarurî bulmuştur.
İşte biz, Derneğin Kurucu Üyeleri olarak bulunan "18" Sınıf Arkadaşı, erişil
mesi güç zannedilen bu gaayeye ulaşmağa ve her Mülkiyelinin kafasında yer eden
bu güzel tahayyülü hakikat yapmağa k a r a r verdik. Amacımız sâdece bir sembol
vücûda getirmek veya muayyen bir zümreyi içine alan bir cemiyet kurmak değil,
yukarıda da arzettiğimiz gibi, genç-yaşlı b ü t ü n arkadaşlarımızı bir araya toplaya
cak bir yuva meydana getirmekdi. Bu sebeble ilk iş olarak, kurulacak Derneğin
maksad ve mâhiyeti hakkında herkesin fikrini öğrenmeğe k a r a r verdik ve esaslı
ba'zı noktalar tesbit ederek bunlardan "300" adedini Yurd içinde ve dışındaki Mül
kiyelilere gönderdik. Gelen cevaplan derleyerek Cemiyetimizin Nizâmnâmesine
esas olmak üzere Mektebimizin (S.B.O.'nun) yıl dönümünde dağıttığımız projeyi
hazırladık.
Aynı hafta, 7 Aralık 1946 günü saat 16.00 da Halkevinde "Şark Sadonu"nda
yaptığımız bir toplantıda Nizamname projesini m a d d e m a d d e müzâkere, münâka
şa, ta'dil ve kabul ettük. Nihayet kanunî formaliteleri de tamamlayarak 24 Aralık
1946 günü "MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ" adiyle Cemiyetimizi kurduk.
Nizâmnâmeyi huzurunuzda bir defa daha okuyorum: (Ziya Eralp hazırlanmış
olan Tüzüğü madde m a d d e okuduktan sonra devamla:)
Aziz Mülkiyeliler!.. Takdir buyurursunuz ki aslolan k u r m a k değil, yaşatmak-
dır. Bu Derneği, Mülkiyeliler arasmdaki bağlılık ve beraberliği bihakkm temsil
edecek bir hâle sokmaktır. Asıl vazifemiz şimdi başlıyor; feragatle ve hepimiz
için çalışacağımız an gelmişdir. Gerek Derneğimizi idare etmek ve gaayelerine
1335
ulaştırmak ödevini yüklenen arkadaşlara, gerek üyelere önemli vazifeler düşüyor.
ARAPKİRLİLİĞİMÎZİ burada göstermeliyiz... (2)
Mülkiyeliler Birliği asla zümrevî bir teşekkül olmayacakdır. Orası, genç-yaşlı
bütün Ocaklıların bir aile samimiyeti içinde toplandıkları ikinci bir "Mekteb-i Mül
kiye" olacaktır.
Sayın Ağabeylerim, Genç Arkadaşlarım!,. Sözlerime son verirken bizlere teş
vikkâr sözlerle yardım eden Sayın Ankara Valisi ve Belediye Başkam İzzeddin
Çağpar'a, bu konudaki faaliyetimize her ian samimî bir alâka gösteren ve asla unu-
tamıyacağımız yardımlarını esirgemeyen Sayın Milletvekili Hasan Şükrü Adal'a
ve Basın, Yayın Genel Müdür Yardımcısı Saym Hasıan Refik Ertuğ'a ve Siyasal
Bilgiler Okulu İktisadî İlimler Doçenti Sayın Aziz Köklü'ye kurucu arkadaşlarım
adına huzurunuzda teşekkürü bir borç bilirim. Bu toplantıya iştirak suretiyle
yakın ilgilerini göstermiş bulunan Siz Ağabeylerime ve Kardeşlerime de Kuru
cu Arkadaşlarım adına ayrıca şükranlarımı arzederim.»
Kurucular adına yapılan bu konuşmadan sonra, salonda toplanan yetmiş ka
dar Mülkiyelinin bütün Mülkiye Câmiâsı'nı temsil edip etmediği mes'elesi tartışıl-
mışdır. Biran önce Birliğin organlarının kurulması gerektiği, b u n d a n sonra daha
fazLa üyendn katılmasını sağlayacak tedbirlerin alınarak yeni bir toplantı yapıl
ması fikri çoğunluk kazanmış ve derhal seçimlere geçilmişdir.
Gizli oyla yapılan seçimler sonucunda, Hasan Şükrü Adal Yönetim Kurulu
Başkanlığına; Hasan Refik Ertuğ, Fadıl Hakkı Sur, Aziz Köklü, Hasan Reşid Tan-
kut, Emin Paksüt, Ziya Eralp Yönetim Kurulu Üyeliğine; Savni Selçuk, Fuad Bay-
ramoğlu Denetçiliğe seçilmişlerdir. Yönetim Kurulunun İlk Başkanlığına seçilen
Bolu Milletvekili Hasan Şükrü Adal söz alarak: "Gösterilen teveccühe, kendisi ve
Yönetim Kuruluna seçilen dîger arkadaşları adma teşekkür" etmiş Mülkiyeliler
Birliğinin yükselmesi ve onun hakîkaten MÜLKİYE ÂİLESİ'ne yakışacak bir hâle
gelmesi için canla başla çalışacaklarına dâir söz vermişdir.
Bu arada Kongre Başkanlığına Ziya Eralp, Faruk Aker, Cevdet özden, Halid
Işıl imzalarını taşıyan bir önerge verilmiş; bu önergede: "Mülkiye Ailesinin her za
man iftihar ettiği İzmir Milletvekili ŞÜKRÜ SARAÇOĞLU 'mm Mülkiyeliler Birli
ğinin Koruyucu Başkanlığım seçilmesi" teklif edilmişdir. Bu önerge alkışlar ara
sında ve bütün üyelerin oy birliğiyle kabul edilmişdir.
Bundan sonra gündemin İkinci Maddesi olan dileklere geçilmiş; Üyeler, her-
şeyden önce Birliğin bir lokale sâhib olmasını bu lokal'de bir lokanta ve müsâ-
firhâne bulunmasını, bir Yardımlaşma Sandığı kurulmasını, bir Spor KlübUnün
teşkil edilmesini istemişlerdir (3).
(2) Rahmetli büyük Hocamız ve Müdîrimiz Abdürrahman Şeref Bey tarafından söylenilen "ARAPKİR-
L İ " t â b i r i , 80 yıldanberi Mülkiyeliler'ce bir "sembol-söz" olagelmişdir. Rahmetli, Müdîrliğî sırasında
birgün "Çocuklar, siz de Arapkirli'ler gibi olunuz; birbirinizi hayatda dâima tutunuz..." diye bir öğüt'de
bulunmuş O târihden sonra Mülkiyeliler, birbirleriyle "tanışma parolası" olarak "Arapkirli misin?"
sorusundan faydalanmışlardır.
(3) Mülkiyeliler Birliği, ilk Genel Kurul'da ileri sürülen bütün temenni ve dileklerin bugün (1969) gerçekleşmiş
olduğunu görmekle sevinç duyar.
1336
İlk Kongre çok samimî bir hava içinde 19.30'a kadar sürmüş ve Kongre
Başkanının Yönetim Kuruluna basan dileğiyle son bulmuşdur.
1337
"Mülkiyeliler Birliği'nüı Yenişehir'deki İlk Binası"
her çeşit takdirin üstünde olan, çaba ve çalışmalarını şükranla kaydetmek gere
kir. Târihi'ein hiç bir devrinde "Mülkiye Camiası" ve "Mülkiyeliler Birliği", bu iki
kıymetli Arkadaşımızın Başkanlık Devirleri'ndeki kadar olgun, dolgun ve verimli
bir çalışma temposu görmemişdir. Bu hususu burada belirtmeyi bir vazife say
maktayım.
Faaliyetlerin artmasıyle birlikde, mevcud bina, ihtiyaçları karşılıyamaz duru
ma geldi. Bunun üzerine yeni bir "Eşya Piyangosu" düzenlendi; böylece ikinci bir
bina satm alınması gerçekleşme yoluna girdi. Yeni binanın almmasıyle, taşradaki
Mülkiyelilerin ihtiyacını karşılamaktan uzak olan müsâfirhâne genişletildi; bir
jcütübhâne te'sis edildi. Konferans Salonu, sosyal, meslekî ve kültürel faaliyetler
için çalışma odaları ve muntazam bir lokanta meydana getirildi.
1338
"Satınalınıp Ta'dil Edilerek Kullanılmaya Başlanan Bina"
1339
BİRLİĞİN Kamu yararına çalışan bir dernek olan Mülkiyeliler
AMAÇLARI Birliğinin AMAÇLARI Ana Tüzüğünün 2. Maddesinde
şöyle belirtilmektedir:
a) Birliğin mensubları arasındaki maddî ve ma'nevî dayamşmayı artırmak;
b) Maddî imkânlardan yoksun ve başarılı öğrenicilerin yüksek öğrenim dev
resindeki öğrenimim tamamlaması için burslar tahsis ve yurd te'sis etmek;
c) Yurd gerçeklerinin sosyal ve ekonomik yönden tedkîk ve eleştirilmesini
sağlamak için yayında bulunmak; konferans ve açık oturumlar düzenlemek; an
ketler yapmak ve ıbu maksadla yarışmalar tertib ederek ödüller ihdas etmek;
ç) Yüksek öğrenim gençlerinin boş zamanlarını kıymetlendirmek üzere ya
pacakları spor faaliyetlerine destek olmak;
d) Birliğin te'sislerini, aydınların istifâdesine açık bulunduracak tarzda kü-
tübhâne, konferans salonu ve öğrenici yurdunu kaplayacak şekilde düzenlemek ve
genişletmek;
e) Mensublarımn büyük kısmını teşkil eden idareci (Mülkî İdare Amirleri)
ve maliyecilerle dîger alanlarda çalışanların meslekî problemlerinin halli husu
sunda gerekli incelemeler yapmak ve bunların gerçekleşmesi maksadıyle Birlik
olarak re'sen teşebbüse geçmek veya Birlik dışında yapılacak çalışmalara katü-
makdır.
netim Kurulu, kendi üyeleri arasından bir Genel Başkan, bir I I . Başkan, Bir Genel
Sekreter ve bir Sayman seçer.
1341
c) Genel Kurulca, Birlik çalışmalarına aktif olarak katılmış aslî üyeler ara
sından seçilecek beş kişiden kurulur. Kuruldaki en eski Mülkiyeli, Kurulun baş
kanıdır.
1343
tik, geride kalanların acılarını kısmen ve maddî yönden olsun giderebilmek için
çâreler aramağa başlamış; ilk olarak bir "Ölüm Yardım Sandığı" fikri üzerinde
durulmuşdur. Ancak, kısa zamanda, bunu uygulamanın imkânsızlığı ortaya çıkmış;
Ordu Yardımlaşma Kurumu gibi bir te'sisin kurulması da, çok uzun vadeli bir ça
lışmayı zorunlu kıldığından, cazip görülmemişdir. Sonunda, maddî imkânlara da
ha uygun, buna karşılık sağladığı imkânlar çok fazla olan "Sosyal Grup Sigortası"
üzerinde karar kılınmışdır. Bunun üzerine Memleketimizin en büyük sigorta şir
ketlerinden biri ile 1.6.1966 târihinde mukaavele imzalanmışdır. Bu Sigortanın
özellikleri şöylece özetlenebilir:
a) Sigorta, ölüm veya kaza ile vefat veya mıa'lûliyet, ihtiyarlık, emeklilik gibi
durumları içine almaktadır.
b) Sigortalının yaşı dolayısıyla, ba'zı hakları az elde etme durumu varsa, ge
riye doğru on yıl sigorta olma hakkı doğmaktadır.
c) Sigorta, 6 kategori üzerinden tanzim olunmuşdur. Primler 25 - 200 lira
arasında değişmektedir.
ç) Sigortaya girmek için muayene şartı yokdur.
d) Sigortalı, hava veya deniz yolculuğu, harp hâli için sürprim ödemekden
vareste tutulmuşdur.
e) Sigortalı arzu ettiği takdirde yıllık bin'de onüç gibi cüz'i bir prim mu1
kaabilinde munzam kaza ve ma'Mliyet sigortası da yaptırabilir.
f) Bu çok müsâid sigortadan faydalanabilmek için Birliğin aslî üyesi olmak
lâzımdır. İlk prim ödendiği anda sigortanın bütün te'minatmdan faydalanma hak
kı doğmaktadır.
MESLEKÎ FAALİYETLER
Birlik, Meslek Problemlerinin ancak teşkilâtlı bir çalışma ile müdâfaa edile
bileceğini müdrik olarak, meslek gruplarını buna göre güçlendirme amacında ve
yolundadır. Te'sis edilmekte olan "Site" ran esas amacı da budur.
Ş U B E FAALİYETLERİ
1346
a) Yeter sayıda ve çeşitde, içinde her türlü konforu olan, odalanyle bir
MÜSÂFİRHÂNE'yi;
b) Modern Konferans Salonu, Kitaplık ve ilmî çalışma odalarını;
c) Mülkiyeliler'in yüksek öğrenimde bulunan çocukları için Y.urd Binâsı'nı;
ç) Emekli Mülkiyeliler için HUZUREVİ'ni;
d) Dinlenme ve eğlence salonları'nı;
e) Konforlu lokanta ve müştemilâtı'nı;
f) Gelir getirici sinema, pasaj ve mağaza gibi te'sisleri kapsayacaktır.
1347
4. Başkan 5. Başkan 6. Başkan
HULKİ ALİSBAH NEF'İ KORÜREK BEDRİ OSKAY
1348
MÜLKÎYE MEKTEBİ - S.B.O. - S.B.F.. ve "MÜLKİYE SPOR KLÜBÜ
SPORTİF ÇALIŞMALARINA ÂİD RESIMLE»
1927-1968
1349
"Bu Resim, 1929/M Me'zunu Rahmetli RİFAT GEZEN'in Koleksiyonundan alındı.
1350
:.-•'•; :. :• ' .:••[-!' ^J
1352
19 Mayıs 1940 Töreni'nde S.B.O.
1353
1940 S.B.O. Atletizm Takımı
1 — Orhan İnan; 2 İlhâmî Ertem [(1969) Miliî Eğitim Bakanı]; 3 — Selim Tezcan;
4 — Rauf Sarıtepe.
1355
"Resim, 1945/320/i Me'zunu Sacid Eryüksel'in Koleksiyonundan .Imdı.
1357
"Resim, 1954/622/S Me'ıunu Pulat Y. Tacar'ın Koleksiyonu'ndan alındı "
15.4.1961'de Yapılan .'Fakülteler Arası" Atletizm Bayramı'nda [400 ve 800 m Birincisi
1500 m. İkincisi; 4x100 Bayrak Koşusunda Takım Olarak İkinci]
S.B.F. ATLETİZM TAKIMI
1359
I. ve II. CİLDLER
Şahıs Adları
ENDEKSİ (*)
(*) Bu ENDEKS'e yalnız, Mense'i Mülkiye olmayan şahıslar alınmıştır. Mülkiyeliler'e âicl "Genel Endeks"
V. GiId'İn sonuna konmuşdur.
1361
253, 266, 269, 275, 285, 286, 332, 337, Ahmed Hamdi (Carşamba'lı, Müderris):
346, 347, 424, 425, 426, 515, 814, 818, 968, 1051, 1057
829, 838, 985, 1024, 1050, 1146, 1336 Ahmed Hamdi: 1189
Abdürreşid Yunusof: 1088 Ahmed Hâşim (Şâir): 991, 1104, 1127
Abdüssettar Âlî: 122, 919, 920, 925 Ahmed Hikmet (Müfticğlu): 4, 1104, 1245
Adam Smith: 1266 Ahmed Hilmi (Müderris): 99, 123, 919, 920
Âdil (Hacı, Dâhiliye Nâzın): 394, 970 Ahmed İzzeddin (Paşa): 824
Adnan Adıvar (Dr.): 609, 625, 957, 1180 Ahmed izzeddin: 275
Adnan Menderes: 499, 676, 681, 701, 704, Ahmed Kadri: 963
706, 971, 1151, 1166, 1167, 1170, 1172, Ahmed Lûtfî: 96
Ahmed Midhai (Efendi): 943. 1022, 1052
1174, 1175, 1187
Adolphe Mercie: 775 1069, 1078, 1245
Adolphe Thalasos (Müsteşrik): 979 Ahmed Muhtar (Gazi, Paşa): 57, 817, 821
Adolphe Adolphson (Prof.): 979 Ahmed Münir (Dâhiliye Nâzın): 171, 185,
Adviye: 1110 190
Afife Celâl Aybar: 1118 Ahmed Münir: 437
Agop (Paşa): 210 Ahmed Nâzım: 85
Agop: 215 Ahmed Nazif (Paşa, Mâliye Nâzın): 225,
Agâh Sırrı Levend: 72 247, 313
Ahmed: 92 Ahmed Râif: 1231
Ahmed (M. M. Muallimi): 123, 134 Ahmed Râsih (Kolağası, M. M. Muallimi):
Ahmed (Ağaoğlu): 404, 412, 413, 414, 1094 77, 829
Ahmed (Hacı): 937 Ahmed Râsim (Gazeteci): 1127
Ahmed (Efendi, Menlikli): 951 Ahmed Râsim (Kadı): 1115
Ahmed (Kıyâsi - zade, Sırmakeş): 958 Ahmed Rızâ (Meclis-i Meb'usân Reisi):
Ahmed (Hacı): 1048 217, 425, 427, 428, 929, 1049, 1053,
Ahmed (Şeyh): 1052 1056
Ahmed (Kilisli): 1066 Ahmed Sâdık Yaraman: 1113
Ahmed Beyarslan: 666 Ahmed Sâib: 255
Ahmed Celâl: 34, 42 Ahmed Servet (Kaymakam = Yarbay): 941
Ahmed Celâlüddin (Paşa, Serhafiye): 1049 Ahmed Şükrî (Paşa, M. M. Muallimi): 931
Ahmed Cemâl: 1029 Ahmed Şükrü Esmer (Prof. Dr.): 640, 667,
Ahmed Cemâleddin (Paşa): 213 671, 685, 726, 772,775,805,806,1112
Ahmed Cevad (Paşa, Sadrâzam): 224, 232, Ahmed Tahtakılıç: 624, 632
235, 238, 247, 248, 260, 284, 287 Ahmed Tevfik (Paşa, Sadrâzam): 291, 338,
Ahmed Cevdet (İkdamcı): 1127, 1132 822, 825, 836, 1034
Ahmed Cevdet (Paşa, Mecelleci): 34, 42, Ahmed Tevhid: 1029
99, 150, 185, 190, 202, 225, 247, 922, Ahmed Vecid: 100
975, 1031, 1035 Ahmed Vefik (Paşa, Başvekil): 12, 954,
Ahmed Eb'ül-Hayr (Dersiam): 990 1245, 1247
Ahmed Emin Yalman: 437, 807, 926 Ahmed Yesevî (Mutasavvıf): 1178
Ahmed Es'ad (Paşa): 164, 171 Ahmed Yücekök: 772
Ahmed Es'ad (Uryânî-zâde, Şeyh'ül-islâm): Ahmed Zühdî (Nâfia Nâzın): 171, 185, 191
179, 183, 185, 190, 202 Ahmed Zühdî (Maârif Nâzın): 225, 236,238
Ahmed Faik: 1203 Aka Gündüz: 498
Ahmed Ferid Tek: 332, 928, 940 Akif: 272
Ahmed Hadi: 910 Akif Çakmak: 795
Ahmed Hâlid (Hacı, Kadı-asker): 1035 Âkil Muhtar Özden (Prof. Dr.): 962
Ahmed Halîfe (Hattat): 5 Albert Delpit: 1281
1362
Albert Grovine: 77/ Ali Mahfî: 104, 255
Albert L. Sturm: 778, 789 Ali Naci Karacan: 1110
Albert Schvveitzer: 1287 Ali Nizamî (Paşa, M. M. Müdiri): 127, 128,
Alex N. Dragniche: 711 134, 136, 814, 816, 817, 1058
Alexandre Block: 1265 Ali Nazîmâ: 287, 396, 829, 850, 941, 1229
Alexandre Dumas (Fils): 1281, 1283 Ali Nihad Tarlan (Ord. Prof. Dr.): 1167
Alexandre VVeissber: 1283 Ali Rânâ Tarhan: 494, 830, 1043
Alfred Binet: 1278 Ali Reşad: 1215
Alfred Martin: 1247 Ali Rızâ (Paşa, Sadrâzam): 825
Alfred Sauvy: 778 Ali Rızâ (Paşa, Serasker): 111, 247, 426,
Ali (Paşa, Çorlulu): 5 427, 428, 430, 431, 432, 822, 1052,
Ali (Paşa, Şehid): 5 1065
Ali (Paşa, Silâhdar): 5 Ali Rızâ: 388
Âlî (Paşa, Mehmed Emin, Sadrâzam): 10, Ali Rızâ (Atatürk'ün Babası): 1245
11, 37, 51, 58, 85, 97, 98, 107, 108, Ali Rızâ (Paşa, Başmâbeynci): 104, 148,
143, 269, 946, 1043, 1052, 1053, 1247 157, 163, 171
Ali (Türk, Hattat): 5 Ali Sâdun İllez: 1231
Ali (Efendi, Zenbilli, Şeyh-ül-lslâm). 952, Ali Sâib (Paşa, Serasker): 164, 179, 185,
1037 190
Ali (Atabinenoğlu): 1064 Ali Sami: 1106
Ali: 1113 Ali Suâvî (Türkçü): 130, 1002
Ali (Paşa, Tepedelenli): 1247 Ali Şahbaz (M. M. Müderrisi): 122, 253,
Ali Alaybek: 781, 804 945, 953, 954, 1022
Ali Çetinkaya: 494, 1334, 1337 Ali Şefik: 109
Ali Ekrem Bolayır (Şâir): 1014, 1016 Ali Şefkati: 171, 179, 186, 191, 261
Ali Faik Üstünidman: 299, 932 Ali Şükrî: 1029
Ali Fâzıl: 108 Ali Tanoğlu: 798
Ali Ferman: 908
Ali Tevfik (Binbaşı, M. M. Muallimi): 122
Ali Fuad: 108
Ali Ulvî (Hacı): 1040
Ali Fuad Başgii (Ord. Prof. Dr.): 578, 579,
Âliye Taner: 1085
594, 599, 775, 814, 869, 1030, 1152
Aliy'ül-Şâzelî (Şeyh): 1000
Ali Fuad Eldem (General): 861
Aiphonse Daudet: 1280
Ali Fuad Türkgeldi: 272, 817, 825, 956, 985,
Altemur Kılıç: 1301
1009, 1021, 1025, 1027, 1033, 1035,
Amikyan: 332
1049, 1051, 1053, 1054, 1061
Anastas (Berber): 1111
Ali Gâlib (Paşa): 1067
Ali Gâlib: 379, 389, 405, 422 Anatole France: 1279, 1281
Ali Hatiboğlu: 872 Andree Armandi: 1283
Ali Haydar (Şerif): 822 Andree Gide: 1283
Ali Haydar Arsebük (Müderris): 328, 344, Andree Maurois: 1283, 1290
936, 1024, 1141 Andree Th. Euriet: 1281, 1283
Ali Haydar Taner: 864 Andereas B. Schvvarz (Ord. Prof. Dr,): 974
Ali Hayder: 1194 Ann Marie Hackett: 792
Ali Hüsnü: 1029 Anna Melahrinos: 1087
Ali Kemâl (= Ali Rızâ, Gazeteci): 160,162, Annie Vivanti: 1283
163, 211, 216, 332, 333, 335, 925, 937, Aram: 271, 823
956, 1009, 1012, 1043, 1046, 1048, Arif: 1052
1058, 1059, 1068, 1086, 1170 Arif: 85
Ali Kılıç: 861 Arif (Bakkal, Hattat): 984, 986
1363
Ârifî (Paşa, Başvekil): 144, 164, 171, 190, Atıf: 831
202 Atıf Akgüç (Prof. Dr.): 523, 1115
Arif Hikmet (Paşa, Bahriye Nâzın): 271, Attilâ Tengirşenk: 799
275, 339, 822 Augustinius: 759
Arif Hikmet: 1104 Avram: 426
Aristaki Nikola: 85 Aydın Murad Germen: 795, 797
Aristidi: 426 Aydın Sinanoğlu: 776
Aristo (Filozof): 759, 1258 Aynî (Şâir): 11
Aristoklis (M. M. Müderrisi): 122, 950 Ayşe: 845
Arnold J. Toynbee: 782 Ayşe: 1040
Arnold Reymond: 1273 Ayşe Aysel Yöney: 1056
Artin: 363, 366, 367, 369, 370, 372, 380 Ayşe Güzîde: 1019, 1126
Âsaf (M. M. Müderrisi): 123 Ayşe Taner: 1083
Âsim Arar (Dr. Hekim): 998 Âzâde Kent: 1080, 1082, 1083
Atıf (Müderris, Kuyucaklı-zâde): 137, 936, Azaryan: 425, 433
951, 1008 Azîz Hüdâî (Yüzbaşı): 1128
B
Bâbür (Şah): 1245 Besime: 912
Baconin: 760 Beyazıd (Yıldırım, Pâdişâh): 52, 1183
Bahâ Akşit: 685 Bezm-i Âlem (Valide Sultan): 52, 951
Bakî (Şâir): 994 Bibi Fahri Bânu: 1088
Bârika Sirmen (Okutman): 685 Bielschovvsky: 1246
Becker (Okutman): 893 Bismark: 1245
Bedîa Selâhaddin: 1091 Blanshone ( M . M. Muallimi): 437
Bedri Tâhir Şaman: 775 Bohor: 823
Bedros Kuyumcuyan: 107, 109 Boissel (Okutman): 644
Bedrüddîn: 983 Boyacıyan (M. M. Muallimi): 123, 955
Bedr'ün - Nîsâ Mardin: 971 Brian (Fransız Başvekili): 1160
Befor (Arkeolog): 142 Buckley (Okutman): 640
Behic Erkin: 739 Burhan Felek (Gazeteci): 973
Behice: 968 Burhan Koni (Prof. Dr.): 613, 614, 639, 644,
Bekir: 96 667, 668, 669, 679, 685, 725, 739, 769,
Bekir Sami (Hâriciye Vekili): 957, 985, 806, 814, 879, 1221, 1222
1098 Burhan Zihni Sanus (Prof.): 601, 604, 606,
Bekir Sıdkî: 1202 607, 613, 1116
Bekir Sıdkı Baykal (Prof. Dr.): 775, 806 Burstein (Prof.): 681
Bela Földes: 1250, 1268 Busbeq: 1263
Benlihan (Hanım): 875 Bülend Nuri Esen (Prof.): 614, 639, 675,
Benstein: 760 806, 1221
Besarya: 823 Bürhâneddin (Şehzade): 322
Besim Darkot (Prof.): 798 Bürhâneddin (M. M. Muallimi): 332
Besim Üstünel (Prof. Dr.): 669, 670, 671,
672, 673, 674, 675, 685, 725, 774, 779,
797, 800, 802, 1209
c
C. Callodi: 1282 C. Sammervville (Okutman): 641
C. Kristinius (Dr.): 644, 685 O VVieland: 1244
1364
Cafer (Mahrûkî-zâde): 1029 Cemâl Aygen: 640, 668, 685, 776
Cafer Demi (Paşa, Arnavut): 1052 Cemâleddin Bildik: 1127
Câhid S. Hayta: 806 Cemil (Nâfia Nâzın): 445
Câhid Sıdkı Tarancı (Şâir): 1245 Cemil (Molla, Uryâni-zâde/: 1049
Cami Baykut (Dâhiliye Vekili): 957 Cemil Bilsel (Ord. Prof.): 437, 492, 963,
Camille Flammarion: 1284 968, 1091, 1158, 1220
Camille Jacquart: 1249 Cemil Uybadın: 609
Carret: 1255 Cemil Zuhâvî: 355, 356, 366, 389, 1038
Casimir Colomb: 1278 Cemile: 1038
Câvid Sarıoğlu: 803 Cemîle Pamuk: 1186
Celâl (M. M. Muallimi): 332 Cenab Şahâbeddin (Şâir, Dr. M.D.): 958,
Celâl (M. M. Muallimi): 437 1053, 1067, 1169
Celâl (Adliye Nâzın): 1220 Cervantes: 1280
Celâl Aybar: 613, 775, 1118, 1221 Cevad Açıkalın: 806
Celâl Bayar: 494, 538, 1058, 1166, 1170, Cevdet (Atîk M. M. Müderrisi): 77
1175 Cevdet: 307
Celâl Sâhir Erozan (Şâir): 1029 Cevdet: 1077
Celâl Tevfik Karasapan: 806, 1301 Cevdet Kerim İncedayı: 624
Celâleddin Arif (Meclis-i Meb'ûsan Reisi, Ch. le Jeune: 1274
M. M. Müderrisi): 332, 956 Charles Baudelaire: 1253
Celâleddin Songu: 795 Charles Bourdel: 1258
Cem (Bin-İsmâil): 199 Charles Brunold: 1280
Cem (Karikatürist): 1131 Charles Crozat (Ord. Prof. Dr.): 806
Cem (Şehzade). 1247 Charles Gide: 1257, 1259
Cem Sar: 725, 769, 782, 806 Charles Rist: 1257
Cemâl (Binbaşı, M. M. Md. Muavini): 134, Charles Seignobos: 1287, 1289
1229 Charlet Gern: 962
Cemâl: 275 Cihad Baban: 806
Cemâl [(Atîk) M. M. M d . ] : 61, 814, 815 Clark: 1097
Cemâl (Paşa, Bahriye Nâzın): 961, 1110 Coşkun Üçok (Prof. Dr.): 806
Cemâl Arif Alagöz (Prof.): 980 Cromer (Lord): 1049
ç
Çelik Gülersoy: 1064 Çiçero: 769
1365
Dovvney Fairfax: 1246 Duygu Sezer: 725, 774, 784, 806
Duguit: 1125 Dündar Sağlam: 666, 803
Dutheillet de la Motte (Hukukçu): 790
1366
F
1367
G
1368
Halim (Paşa): 108 Hasan Raci: 1069
Halim Sabit Şibay (Kazanlı): 1029 Hasan Rıza fPaşa): 217, 218, 313, 418, 419,
Hâlis Bıyıktay (General): 1091 423
Hamdî Akseki: 614 Hasan Yasa: 1210
Hamdi Sancar: 686 Hasene: 873
Hamdî Yazır (Elmalılı, Müderris): 332, 919, Hasibe: 1050
920, 983, 1029 Hasibe Yalman: 926
Hamdullah Emîn (Paşa): 363, 385 Hâşim (Paşa, Maârif Nâzın): 314
Hamdullah Subhi Tanrıöver: 41, 476, 1029, Hatice: 997
1142 Hatice Kamer: 1203
Hamdun Yazır: 983 Hatice Köprülü: 1165
Hâmî Ülkümen: 498 Hatice Morali: 933
Hâmid: 109, 419, 424 Hatice Selen: 1145
Hân:,d Batu: 806 Hatice Sezgin: 1232
Hâmid Sadi Selen (Prof. Dr.): 57, 544, 614, Hatice Sıdıka İnce (Hacı): 1051
640, 679, 685, 708, 776, 794, 796, 798, Hatice Utku: 968, 971
1140, 1145, 1221, 1222,1225 Hatice Yavuz: 903
Hammer Sekibold: 1163 Havva Nakiye Gürscy: 887
Hamson (Prof.): 644, 790 Haydar: 212, 275
Hamza Eroğlu (Prof. Dr.): 807 Haydar: 295
Hamza Türegün: 100 Haydar: 387, 388, 389
Hans Freyer: 777. 781, 785, 789, 790, 1215 Hayek (Prof.): 891
Hasan (Paşa, Nakkaş): 5 Hayreddin (Paşa, Sadrâzam, Tunuslu): 260
Hasan (Paşa, Hattat): 5 Hayreddin (M. M. Muallimi): 123
Hasan (Paşa, Sadrâzam, Tırnakçı): 5 Hayreddin Nedim (M. M. Muallimi): 988
Hasan (Kaymakam, Ağa): 73, 74 Hayreddin Nuray: 795
Hasan (Binbaşı, M. M. Muallimi): 123 Hayret (Şâir): 1042
Hasan (Paşa, Yedi • Sekiz): 213, 214 Hayri (Şeyh'ül-İslâm, Ürgüplü): 864, 936,
Hasan: 930 1027
Hasan (Yüzbaşı): 1000 Hayri Haydar Arsebük: 936
Hasan (Paşa, Ferik): 1052 Hayriye: 1124
Hasan (Kolağası): 1052 Hayrullah (Hekimbaşı, Maârif Nâzın): 52,
Hasan: 1157 54
Hasan (Kaptan): 1160 Hâzim (Atik M. M. Muallimi): 77
Hasan: 818 Hâzim Atıf Kuyucak ( P r o f ) : 774, 775, 951,
Hasan: 983 955, 1008, 1148
Hasan Âli Yücel: 608, 846, 847, 1180 Hegel (Filozof): 760
Hasan Bay Akçora: 1088 Heilman (Prof. Dr.): 666, 679
Hasan Cemil Çambel: 1091 Heinriche Heire: 1253
Hasan Erdoğan: XXXVIII, 742 Heinz Graupner: 1264
Hasan Ersel: 771 Henry Becque: 1182
Hasan Fehmi (Paşa): 164, 166, 275, 337, Henry Bergson (Filozof): 1258, 1278, 1287
338, 822, 873, 1022, 1063 Henry Bonfils: 1250
Hasan Fuad (Paşa): 987 Henry de Regnier (Fransız Şâiri): 1108
Hasan Hilmi Alp: XXXVIII Henry Delacroix: 1278
Hasan Hüsnü (Paşa, Bahriye Nâzın): 164, Henry Gardel: 1276
171, 179, 185, 190, 224, 247 Henry Laufenburger: 777, 792, 793, 1272,
Hasan Işık: 806 1273
Hasan Kündüloğlu: XXIV Henry Poincaree: 1099
1369
Henry S. Miller: 781, 1268 Hüseyin Avnî Göktürk (Prof. D r . ) : 542, 774,
Hesnâ Öztrak: 1211 1150, 1221
Hıfzı: 388 Hüseyin Avnî Mekkî Müftioğlu: 332, 990,
Hıfzı Timur (Prof. D r . ) : 806 1127
Hıristoforidis ( M . M. M u a l l i m i ) : 332 Hüseyin Baykara (Sultan, Ş â i r ) : 1247
Hicrî Fişek (Prof. D r . ) : 806 Hüseyin Bayrı: 686
H i k m e t : 1029 Hüseyin Böcek: XXXVII
H i k m e t ( H a n ı m ) : 827 Hüseyin Câhid Oğuzoğlu ( P r o f . ) : 645
H i k m e t Bayur: 860 Hüseyin Dâim (Paşa, Ç e r k e z ) : 1052
H i k m e t Büyüklimanlı: 782, 803 H ü s e y i n Dikici: XXXVII, 742
H i k m e t Nu'manoğlu: XXXVIII Hüseyin Hilmî (Paşa, Sadrâzam): 339, 822,
Hilmi (Atîk M . M . M d . ) : 61,64,95,814, 1016, 1025, 1026, 1037, 1055, 1063
815 Hüseyin Hüsnî ( M . M. M u a l l i m i ) : 123, 332
H i l m i (Merzifonî, D e r s i a m ) : 990 Hüseyin K a d r i : 422
Hirsch ( P r o f . ) : 6 8 1 , 683, 1140 Hüseyin Kâzım (Muhsin-i Fânî): 326, 327
Hitler: 487, 1131, 1141 Hüseyin Öztürk: 739, 1235
Hcbbes: 759 Hüseyin Remzi (Paşa, M. M. M u a l l i m i ) :
Hohenberg (Von, A v u s t u r y a D ü ş e s i ) : 391 122, 156, 157, 991
Hollis B. Chenery: 778, 792 Hüseyin Rızâ (Adliye N â z ı n ) : 224, 247
Höffding: 1778 Hüseyin S a b r i : 978
Hugo Grotius: 784 Hüseyin Sîret: 1014, 1054
Hugo Oser: 902 Hüseyin Suad Yalçın (Dr. Ş â i r ) : 1013, 1054
Huriye Yörük: 1102 Hüsniye (Durak) Doğan: 738
Hüseyin (Paşa, D e l i ) : 5 Hüsnâ ( H a n ı m ) : 855
Hüseyin Avnî (Paşa): 1068 Hüveydâ Mayatepek: 806
Hyman (Prof. D r . ) : 667, 679
I.Maskeli ( O k u t m a n ) : 685
1370
İlhan Akın (Doç. Dr.): 806 ismail Hakkı (Manastırlı, Müderris): 329,
ilhan Akipek (Doç. Dr.): 806 823, 997
ilhan Öztrak (Doç. Dr.): 685, 726, 772, 782, ismail Hakkı (Bursalı): 1247
1211 ismail Hakkı (Müderris): 1145
İlyas: 383 İsmail Hakkı Gürsoy: 887
İlyas (M. M. Muallimi): 122 İsmail Hakkı İzmirli (Ord. Prof.): 1000
İsak (M. M. Muallimi): 64 ismail Hakkı Oktar: XXXVIII
ishak Sükûtî: 1048 ismail Kemâl (Arnavut): 1050
İsmail :42 ismail Mahir: 363, 364, 365, 366, 374, 386
İsmail: 993 ismail Necati (Şeyh): 1038
ismail (Gelenbevi): 1035 ismail Sabri: 1030
İsmail (Paşa): 1048 ismail Safa (Şâir): 954, 1246
ismail (Kütahyalı Şeyh): 1052 İsmet (Hanım): 958
ismail Abdullah (Hacı): 1029 İsmet Alkan (Prof.): 779
İsmail Afif: 58 İsmet İnönü: 488, 491, 492, 493, 494, 497,
İsmail Arar: 997 509, 511, 516, 517, 520, 563, 564, 614,
İsmail Dayı: 872 657, 1099, 1120, 1170, 1174, 1189,
İsmail Faiz: 1165 1195
İsmail Fâzıl (Paşa, Nâfia Vekili): 957 İsmet Sungurbey (Prof. Dr.): 971
İsmail Gâlib: 171 İstavraki: 12
İsmail Gasprenski (Kırımlı): 1088 İzzeddin: 389
İsmail Habib Sevük: 41, 1016, 1068, 1089, İzzet: 109
1104, 1126, 1165 İzzet: 265
ismail Hakkı (Baban-zâde): 137, 332, 334, İzzet (M. M. Muallimi): 437
996, 1024 İzzet Gözübüyük: 1208
İsmail Hakkı (Ticâret Nâzın): 171, 179, 191,
313
1371
Kalyodi: 109 Kemâl Fikret Arık (Prof. D r . ) : 608, 609, 614,
Kamer Faika: 998 640, 667, 678, 685, 783, 794, 796, 884,
Kâmil (Paşa, Sadrâzam, Kıbrıslı): 109,, 150,
150, 892, 1221, 1222, 1225
177, 179, 184, 185, 188, 190, 202,, 232.
232. Kemâl Gâlib Balkar: 613, 614, 670, 6 7 1 , 685,
275, 289, 322, 338, 8 2 1 , 822, 1016,
1016, 788, 1156, 1221
1035, 1037, 1054, 1063 Kemâl Özçoban: 625
K â m i l : 905 Kemâl Ünal: 499
Kâmil İdil ( D r . ) : 625 Kemâleddin ( M i m a r ) ; 1029
Kâmil Mîras ( P r o f . ) : 1004 K e m â l e d d i n (Şehzade): 129
Kâmil Özbayrak: 799 K e m â l e d d i n Birsen (Prof. D r . ) : 806
Kâmil Tepeci: 1021 K e n a n ( M . M . M u a l l i m i ) : 332
Kant ( F i l o z o f ) : 760, 779, 1004 K e n a n Öner ( A v u k a t ) : 846, 848, 1172
Kari Marx: 760, 1257 Ken'an Sürgit: 794, 796
Katerina (Rus Ç a r i ç e s i ) : 1245 Kenneth Eastham (Prof. D r . ) : 669, 6 7 1 , 685
Kâtib Ç e l e b i : 1146 K e r i m Beşkardeş: XXIII
Kaya Erdem: 801 Kerim Ö m e r Çağlar ( P r o f . ) : 794, 798
Kaya Won-Tak-Pak ( K o r e l i ) : 665 Kevork Simkeşyan ( M . M. M u a l l i m i ) : 332
Kâzım (Paşa): 1048 Kichtner ( L o r d ) : 1037
Kâzım Karabekir (Paşa): 1090 Kingsbry ( P r o f . ) : 644
Kâzım Nâmi Duru: 498, 1029 Kirkor Kelekyan: 966
Kâzım N u r i : 1158 Klara Zetkin: 1140
Kâzım Özalp: 488, 490, 4 9 1 , 494, 516 K o r k u d Boratav: 665, 726, 770, 782, 783
Kâzım Sevüktekin (General, M e b ' u s ) :: 504,
504, Korkud Es'ad Kadaster: 1021, 1039
505 Kostaki (Yunan İhtilâlcisi): 12
Kemâl (Paşa, Maârif N â z ı n ) : 6, 22, 9 11,
, 92,
92, Kostan: 60
99, 134, 255, 1068 Kostantin: 171
Kemâl Arar: 523, 613, 639, 685, 1154, 1221 K r i s t o f Kolomb: 1246
Kemâl A t ı f Kuyucak: 437, 953, 955, 1008, Kudret Ayiter: 775
1220 K u r t Daynes ( O k u t m a n ) : 1114
Kurthan Fişek: 771
Kübrâ Derin: XXXIX
1372
M
l 373
Mehmed Celâleddın: 108 Mehmed Sa'düddîn (Şeyh'ül-İslâm): 63,
Mehmed Cemâleddin (Şeyh'ül-İslâm): 140, 1052
224, 247, 313, 332, 338, 953, 1035 Mehmed Sâib: 109
Mehmed Cevdet (M. M. Muallimi): 923 Mehmed Said (Müderris): 183
Mehmed Emin: 109, 199 Mehmed Said (Paşa, Sadrâzam): 14, 129,
Mehmed Emin (M. M. Muallimi): 332 160, 163, 164, 171, 177, 185, 190, 247,
Mehmed Emin Yurdakul (Şâir): 1029 292, 312, 313, 347, 821, 829, 830, 832,
Mehmed Ertuğruloğlu (Prof. Dr.): 777, 792 985, 1035.
Mehmed Fehmi Ülgener (Müderris): 332, Mehmed Said (Meb'us): 354
1038 Mehmed Said (A'yan A'zâsı): 426
Mehmed Ferid (Paşa, Avlonyalı, Sadrâzam) : Mehmed Said (Bahriye Nâzın): 445
313, 314, 822, 1064 Mehmed Said (Emiroğlu, Müderris): 1040
Mehmed Fevzî (Meb'us): 410 Mehmed Salih Şendil: 1185
Mehmed Gâlib: 96, 100 Mehmed Şâkir: 100
Mehmed Gönlübol (Prof. Dr.): 671,673, Mehmed Şâkir Recâî: 1009
674, 679, 685, 725, 774, 778, 781, 782, Mehmed Şükrî: 837
783, 785, 805, 806, 1212, 1225, 1305 Mehmed Şükri (Maârif Nâzın, Masiub):
Mehmed Hâlid: 171 392. 1053
Mehmed Hasan Akçora: 1029 Mehmed Tâhir (Yazar): 1126
Mehmed Hilmi: 96, 100 Mehmed Tâhir Münif: 171, 184
Mehmed İmâdeddin: 96 Mehmed Tâhir Şerif: 85
Mehmed izzet (Müderris): 1039 Mehmed Tevfik: 225, 247, 314
Mehmed Kalkanoğlu: 898 Mehmed Tevfik (Paşa): 338
Mehmed Kâmil: 171 Mehmed Vâhid: 58, 97
Mehmed Karabatur: XXXIX Mehmed Vahidüddin (VI., Pâdişâh): 53, 59,
Mehmed Karasan: 614, 640 443, 445, 825, 1053
Mehmed Korkud Kadaster: 1030 Mehmed Yalçınkaya: XXIII
Mehmed Memduh (Paşa, Dâhiliye Nâzın): Mehmed Zeki Pakalın: 997
314 Mehmed Ziya (M. M. Muallimi): 332
Mehmed Mes'ud: 932 Mehmed Ziya (Paşa, Serasker): 224
Mehmed Nâdir (Muallim): 1076 Mehmed Ziya (Paşa, Mâliye Nâzın): 339
Mehmed Necmeddin (Kocataş, Molla): Mekkî Hikmet Gelenbeğ: 838
344, 971, 1027 Mekkîye (Hanım): 1157
Mehmed Nesim: 58, 97 Melek Caner (Dr., M. D.): XXXVIII
Mehmed Nuri (Meb'us): 363, 376,380,388, Melih: 823
420 Melih Esenbel: 806
Mehmed Nuri: 1153 Melül (Şâir): 1255
Mehmed Oluç (Prof. Dr.): 799 Memduh: 404
Mehmed Öksüz: XXIII Mevhîbe: 1150
Michel Huber: 1249, 1259
Mehmed Özdemir (Şoför): 1146,1214,1235
Miçhel Zevaco: 1283
Mehmed Rauf: 108, 1014
Midhat (= Ali Şefik, Paşa, Sadrâzam):
Mehmed Recâî: 1029
Mehmed Refik: 1029 10, 55, 97, 104, 107, 111, 216, 578,
Mehmed Reşad (V., Pâdişâh): 53, 129, 161, 1010, 1047, 1052, 1061, 1246
261, 265, 272, 392, 434, 822, 828, 998, Midhat Cemâl Kuntay (Şâir): 962
1016, 1027, 1048, 1052, 1057 Midhat Yenen: 794, 795
Mehmed Reşid (Müderris): 1041 Midhat Şükrî Bleda: 1029
Mehmed Rüşdî: 34 Mihran: 58
Mehmed Sâdık (Meb'us): 409 Mihran (Gazeteci): 1029
i 374
Mikael Portakaİyan (Paşa, Müderris): 1043, Mustafa: 42, 58, 97
1058, 1059 Mustafa (Paşa, Sarıkçı): 5
Miranda (General): 1260 Mustafa (Paşa, Kavukçu): 5
Moltke (General): 26, 1263 Mustafa (Paşa, Kemankeş, Kara): 5
Montesquieu: 759 Mustafa (Ağa, Müezzinbaşı): 5
Mortman (Prof. D r ) : 146, 1171 Mustafa (Meb'us): 389
Muallâ Öncel: 665 Mustafa (Evkaf Nâzın): 190
Muammer Aksoy (Prof. Dr.): 670, 672, 674, Mustafa (Mansûrî-zâde): 183
678, 726, 781, 782, 790, 1212, 1301 Mustafa (Paşa, Kürt): 1053
Muammer Pamuk: 1186 Mustafa: 1077
Muammer Râşid Seviğ (Ord. Prof., Dr.): Mustafa (Bedestânî): 1064
806 Mustafa: 1151
Muazzez Kurdoğlu: 441 Mustafa Afif (Dâhiliye Nâzın): 859
Muhammed (Hz. Peygamberimiz): 1245 Mustafa Arif: 1061
Muhammed: 1100 Mustafa Âsim Yörük (Müderris): 329, 425,
Muhammed Emîn (Hacı, Manisalı): 1056 986, 987, 1051
Muhammed Nasuh (Uşşâki-zâde): 1051 Mustafa Behçet: 855
Muhammed Said (Hacı, Kadı-asker): 1035 Mustafa Fehmi: 388
Muharrem Nuri Birgi: 807 Mustafa Fehmi (Kaymakam): 1118
Muharrem Feyzi Togay: 1088, 1090, 1092 Mustafa Fehmi Gerçeker (Şer'iyye Vekili):
Muhiddin (Paşa, Cezayirli): 823 957
Muhiddin Aran: 795 Mustafa Fevzî (Meb'us): 389
Muhiddin Sandıkcıoğlu: 817 Mustafa Fevzî Sezgin: 1238
Muhlis Erkmen: 94 Mustafa Hâzim (M. M. Muallimi): 48
Muhlis Ete (Prof. Dr.): 613, 614, 779, 799, Mustafa Hıfzî: 34
802, 807, 1187, 1221 Mustafa Keçeli (Serhademe): 1234
Muhsin Ülker: 804 Mustafa Kemâl Atatürk: XI, XXXV, 27, 290,
Muhsine Akgüç: 1115 488, 489, 490, 491, 508, 510, 511, 512,
Muhtar (Binbaşı, M. M. Muallimi): 123 515, 516, 519, 521, 522, 543, 595, 602,
Muhtar Üredin: 793 681, 683, 707, 759, 826, 861, 926, 939,
Murad (III., Pâdişâh): 53 957, 959, 961, 985, 1090, 1098, 1099,
Murad (V., Pâdişâh): 53, 255, 259,262,266, 1120, 1127, 1158, 1159, 1161, 1162,
1002 1169, 1170, 1172, 1180, 1245, 1246
Murad (Paşa, Kuyucu): 6 Mustafa Lûtfî: 206, 1154
Murad (Mizancı, M. M. Müderrisi): 122, Mustafa Nâzım (Paşa, Adliye Nâzın): 1054
137, 139, 189, 192, 204, 215, 1047 Mustafa Reşîd (Paşa, Sadrâzam): 10, 27,
Musa (Çelebi, Şehzade): 52 37, 1010, 1247
Musa Kâzım (Şey'ül-İslâm): 344, 823, 1027, Mustafa Reşîd: 928
1029 Mustafa Reşîd Belgesay (Ord. Prof. Dr.):
Musa Süreyya (Bestekâr): 441 1200
Mustafa (Paşa, Kıbleli, Vezir): 1165 Mustafa Reşîd Tarakçıoğlu: 686
Mustafa (Paşa, Alemdar): 1245, 1247 Mustafa Suley: 1213
Mustafa (III., Pâdişâh): 952 Mustafa Şeref Özkan (Prof.): 494, 500, 503,
Mustafa (Burdurlu): 951 522, 1189
Mustafa (Paşa, Çelebi, Sadrâzam): 951 Mustafa Şevket (Müderris): 997
Mustafa (Müderris): 95, 96, 923 Mustafa Şevket (Müellif): 1064
Mustafa (M. M. Muallimi): 48, 60 Mustafa Şevket Yund (Ord. Prof.) : 976,
Mustafa (Paşa, Maârif Nâzın): 161, 164, 1056
165, 167 Mustafa Tevfik: 1124
1375
Mustafa Vehbi (Mâliye Nâzın): 171, 179, Müfîde Erberk: 739
191 Müjgân Cunbur (Dr. Ph.) XXXVIII
Mustafa Vehbi (M. M. Müderrisi): 923 Mükerrem Unsal: 494, 500, 541
Mustafa Zeki (Paşa, Tophane Müşiri) : 225, Mü'min Erkunt: 804
247, 314, 940 Mü'min Öner: XXXIX
Mustafa Zihnî (Ticâret, Nâfia Nâzın) : 186 Münib Hayri Ürgüplü: 1190
Muşeg (Ermeni İhtilâlcisi, Piskopos): 844 Münîbe Arar: 1154
Muvakkar Ekrem Talu: 1129, 1132 Münif (Paşa, Maârif Nâzın): 143, 144, 179.
Muzaffer Kılıç: 1098 186, 191, 202, 214, 215, 275, 304, 902
Muzafferüddin (İran Şahı) : 269 Münir (Dâhiliye Nâzın): 275
Mübeccel Kıray (Doç, Dr.): 796 Münir Ertegün (Büyükelçi): 739
Müfid Râtib :1127
i 376 I
Nihâi Adsız: 846, 847 Nurhayat Atabinen: 1065
Nihâi Erdener (Doç. Dr.): 806 Nuri: 54
Nihâi Erkutun: 442 Nuri (Fetva Emini): 985
Nijad Ekrem: 1014, 1019, 1131 Nuri: 216
Nişan (M. M. Muallimi): 122 Nuri (Paşa, Başmâbeynci): 262
Niyazi Çıtakoğlu: 775 Nurullah Ataç: 1034
Nu'man (M. M. Muallimi): 123 Nurullah Kunter (Prof Dr.): 806, 1083
Nu'man (Hoca): 983 Nuryan: 109, 171
Nureddin Artam: 1196 Nüzhet Kuraner: 1083
Nureddin Bilgiçer: 799 Nüzhet Ortanca: 994
Nureddin Sevin: 641, 685, 1194
ö
Ömer (Hoca): 255 Ömer Lûtfî (Şey'ül-İslâm): 261
Ömer (Paşa, Serdâr-ı Ekrem): 921 Ömer Lûtfî Barkan (Prof.): 798
Ömer (Âşık): 1183 Ömer Rızâ Doğrul: 951, 1005
Ömer Berk: 803 Ömer Seyfeddin (Hikayeci): 1029
Ömer Celâl Sarç (Ord. Prof.): 831, 832 Özcan Çankaya: XXXVII
Ömer Hayri: 1102 Özcan Kaya: 685
Ömer Isfendiyar Kadaster (Prof. Dr.): 11
1377
Paul de Kock: 1282, 1283 Peyâmi Safa: 13, 954
Paul Fauchille: 1250 Pierre Loti: 1281
Paul Herigo: 1283 Pierre Pontoine: 1278
Paul Leroy Beaulieu: 25, 1272 Pierre Sales: 1280
Paul Negulesco (Prof.): 487 Pikar (M. M. Muallimi): 332
Paul VVittek (Prof.): 1179 Pitrin A. Sorokin: 782
Pertev (Müdderris, Hacı): 11 Platon (Flozof): 759
Pertev Subaşı: 806 Polibus: 759
Pertevniyal (Valide Sultan): 1073 Ponson du Terrail: 1280
Pertev Şelf (Prof.): 796 Prudhom: 760
1378
Richard Chislet: 811 Rodvia Lloyd (Prof. Dr.): 79b
Richard Stone: 777, 792, 1260 Rohde (Prof.): 643, 644, 1140
Rif'at (Kaymakam): 958 Roy G. Blakey: 640, 644, 740
Rif'at (Muallim, Kilisli): 1067 Ruhiye Gölcüklü: 1207
Rif'at (Mâliye Nâzın): 1055 Ruşen Eşref Ünaydın: 861
Rif'at (Saltoğlu, Şâir): 1246 Rüşdî (Paşa, Mütercim, Sadrâzam): 104,
Rif'at Kardam (Dr., Kilisli): 437,1017,1066, 255, 1000, 1047
1220 Rüşdî (Molla): 42
Rimbaud (Şâir): 1108 Rüşdi (Meb'us): 388
Robert Perrain: 1282
1379
Sami Öngör: 726, 782, 796 Sıddık Sami Onar (Ord. Prof.Dr.): 860,1198
Sâmih (Hattat): 984 Sırrı Erinç (Prof. Dr.): 794
Sara (Hanım): 1104 Sokrat (Filozof): 1247
Sasvan (Meb'us): 404, 410, 414, 417, 418 Somerset Maugham (Yazar): 1281
Schlick: 1258 Soto (Prof.): 789
Schumacher: 1140 Stalin: 1134
Sefer Eronat: 686 Stephan Lausanne (Gazeteci): 256
Selâhaddin: 873 Stojan Pretner: 1260
Selâhaddin: 1230 Sturn (Prof. Dr.): 667, 679
Selâhaddin Bâbiiroğlu: 796 Suad Bilge (Prof. Dr.): 639, 668, 670, 672,
Selim (III., Pâdişâh): 19, 26, 27, 1182 675, 685, 725, 774, 775, 780, 783, 805,
Selim (Yavuz, Sultan): 952, 1037, 1161 806, 849, 884, 907
Selim (Uryânî-zâde): 171 Suad Göksaltık: 804
Selim: 1080 Sudî (Meb'us): 389
Selim Melhame (Paşa, Ticâret Nâzın): 313 Sulhi Dönmezer (Ord. Prof. Dr.): 806
Selim Sabit (Maârif Nâzın): 130 Sulhiye: 907
Serkis (Sermîmar): 148 Suna Giirsoy: 739
Selim Sırrı Tarcan: 498, 934, 1080 Suna Kartal: XXXIX
Selmâ: 1082 Suna Kili: 777
Selmâ Akçora: 1090 Süheyb (Meb'us): 389
Selmâ Yazoğlu (Gazeteci): 972 Süheyb Derbil (Prof. Dr.): 788, 1222
Seniha Hızal: 498 Süleyman (Kanunî, Pâdişâh): 1161, 1246
Serfiçen: 199 Süleyman (Şehzade): 53
Serkis: 107, 109 Süleyman (Paşa, Ferik): 214, 822
Süleyman (Buhâralı, Şeyh). 267
Serkis (Sermîmar): 148
Süleyman: 293, 294
Server: 171, 817
Süleyman: 845
Server İskit: 1058, 1068, 1126, 1185
Süleyman: 1081
Servet - Seza (Kadınefendi): 265
Süleyman: 1088
Settar İlksel: 806
Süleyman Çelebi: 1255
Seyfeddin: 107, 108
Süleyman Fevzi (Meb'us): 354, 361, 362,
Seyfeddin Turhan: 1301
Seymour Smith: 801 374
Seyri: 60 Süleyman Gönlübol: 1212
Seyyid (Meb'us): 389, 1097 Süleyman Kuraner: 686
Seyyid Mustafa İzzet: 58, 97 Süleyman Nazif (Şâir): 218, 959, 961, 1014,
Seyyid Ömer: 875 1105, 1107, 1128
Seyyid Tâhir (Dağistan Beyi): 1089 Süleyman Sâib: 1182
Seyyid Yusuf Fâzıl (Meb'us): 410 Süleyman Sırrı İçöz: 496, 501, 505
Sezâî (Meb'us): 351, 359, 384, 388, 401, Süleyman Sadi: 275
405, 409, 410, 411, 416, 417 Süreyya (Paşa): 160, 174, 179, 187, 204,
Sezâî: 907 209, 233, 275, 284, 285
Simith (Prof.): 679 Süsheim (Prof.): 1030
Sirâceddin: 256 Süyüm Çankaya: XXXVII
Sîret Tarhan (Okutman): 685 Sven Hedin: 1284
i 380
Şâkir (M. M. Muallimi): 123 Şerif Osman (Paşa, Bosna Valisi): 55, 56
Şâkir (Hafız): 1000 Şevket: 34, 42
Şefik (M. M. Muallimi): 123 Şevket (Paşa, Ferik): 823
Şefik (Paşa, Zabtiye Nâzın): 218 Şevket (Binbaşı): 1089
Şefik (Kaymakam = Yarbay): 1048 Şevket Dağ (Ressam): 498
Şefkati: 11 Şevket - Feza (Hanım): 812
Şehnaz (Hanım): 1049 Şevket Râşid Hatiboğlu: 1200
Şehrâzât: 839 Şevki: 1077
Şehrî: 1061 Şiiler: 1247
Şeker (Hanım): 1156 Şinâsî (Şâir): 13, 1247
Şekib Arslan (Meb'us): 416 Şinâsî Altındağ (Prof. Dr.): 298
Şemseddin (M. M. Muallimi): 437 Şinâsî Çelikkol: 782, 800, 801
Şemseddin Günaltay [Prof., Başvekil): 405, Şinâsî Güçeri: 781. 800, 804
411, 416, 551, 602, 614, 615, 1091, Spitzer (Abdülmecid'in Doktoru): 53
1093 Şîvezâd Erez: 958
Şemsüddin Sami: 816, 817, 1106, 1247 Şükrî (Miralay): 122
Şemsüddîn-i Sivâsî: 1064 Şükrî (Paşa, A'yan A'zâsı): 425, 426
Şerbet (Hanım): 921 Şükrî: 1112
Şeref Gözübüyük (Prof. D r ) : 685, 726, 770, Şükrî: 869
777, 778, 779, 788, 789, 1208, 1232 Şükrü Baban (Ord. Prof.): 478, 491, 492,
Şerif: 255 814, 858, 864
Şerif (Paşa, Hicaz Valisi): 993 Şükrü Kaya (Dâhiliye Vekîli): 488, 494,
Şerif Koyuncu: 739 517, 861, 933, 1191
Şerif Mahmud Hamdi (Kadı): 839 Şükrü Sökmensüer (Dâhiliye Vekîli): 609
Şerif Mardin (Doç. Dr.): 673, 674,675,725,
773, 776, 806, 1218
1381
Tevfik Nevzad: 1022 Turan Güneş (Prof. Dr.): 671,673,674,676,
Thedule Ribot: 1278 726, 770, 783, 788, 1218
Thomas (Atinalı Filozof): 759 Turgut Erem: 1196
Thomas J. Ennis: 801 Turgut Türkoğlu: 1157
Theodore Cahu: 1282 Turgut Uzus: 795
Todori (Kara, Paşa): 140, 141 Turgut Var: 665
Todoraki (Meb'us): 388 Turhan (Paşa): 313
Tolstoy: 1047 Turhan Feyzioğlu (Prof. Dr.): 614, 640, 644,
Tom Askwhit: 796 667, 676, 677, 775. 788, 806, 884, 890,
Tosun: 60 1222
Troçki: 760 Turhan Onur: 795
Truman: 1139 Türkân Ulutin: 972
Tuğrul Akçura: 796, 797 Türk Kaya Ataöv (Doç. Dr.): 685, 725, 774,
Tullio Murr: 1282 779, 780, 781, 783, 806, 1280
Tuncer Gülensoy: 869
ü
Üstün Arık: 725, 773
V
V. A. Thomson: 1261 Vedad Râşid Seviğ (Prof. Dr.): 806
Vahdeti: 11 Vedîa Karabey: 936
Vahdi Hatay (Okutman): 640 Vehbi Eralp (Prof. Dr.): 1167
Vartakez (Meb'us): 372, 373, 374, 375, 3 Venizelos: 1158
378, 389, 390 Verlaine: 962, 1108
Vasfî (Meb'us): 410 Veysel Karânî: 1247
Vasfî (Şeyh): 1054 Veysel Şatıroğlu (Âşık): 894, 896, 897
Vâsıf (Enderunlu, Şâir): 5 Vicin (M. M. Muallimi): 122
Vâsıf Çınar (Maârif Vekîli): 1165, 1177 Vildan Âşir Savaşır: 934
Vasos (Yunan Albayı): 253 Vilfredo Pareto: 1257
Vedad Dalokay: 797 Voltaire (Filozof): 328, 1281
Vedad Örs (Okutman): 641, 685
Y
Y. Sâim Atasağun (Dr.): 795 Yaman Törüner: XXXIX
Y. Yazıcı: 499 Yani Melahrinos: 1087
Yahya Kemâl Beyatlı: 975, 1107, 1178, 11 Yanko Mazürüs (Paşa): 97, 107, 109
Yahya Naci (Bulgaroğlu): 12 Yakoviski (Paşa): 959
Yahya Tâhir: 1078 Yavuz Abadan (Prof. Dr.): 596, 597, 598,
Yâkub: 1100 608, 614, 639, 642, 643, 645, 667, 668,
Yâkub: 1234 669, 671, 672, 674, 685, 699, 700, 708,
Vâkub Kadri Karaosmanoğlu; 1104. 11 725, 775, 778, 779, 789, 814, 875, 884,
1110; 1111 1140. 1213. 1214, 1221, 1222, 1223
1382
Yekta: 11 Yusuf Mardin: 968
Yılmaz Altuğ (Prof. Dr.): 806 Yusuf Münir: 100
Yorgaki (Şûrây-ı Devlet A'zâsı): 109 Yusuf Sıdkî (Kadı-asker): 968, 971
Yorgaki Melahrinos (M. M. Müderrisi): Yusuf Tavat: 640
332, 1087 Yusuf Taşfin (Berberi imparatoru): 1247
Yorgi (Yunan Prensi): 1253 Yusufyan (M. M. Muallimi): 122
Yunkers (Prof.): 1099 Yusuf Ziya (Tikveşli, Müderris): 997
Yusuf (Şeyh, Hacı): 1035 Yusuf Ziya Binatlı (Prof.): 898
Yusuf (Miralay): 1080 Yusuf Ziya Ortaç: 958, 960, 1104, 1109,
Yusuf Agâh: 109 1111, 1126, 1130, 1163
Yusuf Akçura: 332, 940, 1088 Yümnî Üresin (General): 830
Yusuf Kâmil (Paşa, Sadrâzam): 79, 85, 97 Yves Lacoste: 1260
Yusuf Kemâl Tengirşenk (Prof. Dr.): 957,
1096
W
W. M. Davis (Coğrafyacı): 979 Werner: 760
W. Shakespeare: 1197 VVeitling: 760
W. Wunt: 1278 VVhithaker (Miss, Okutman): 644
Wagner: 1247 VVilhelm (Alman İmparatoru): 817
VVallace Cook: 1282 VVilki Kolens: 1279
Walt Disney: 1283 VVilliam James: 1278
Warner Sonbart: 1259 VVilliam Saroyan: 1218
Weber: 760 VVittek: 760
Wels Herbert: 1218 VVoodrovv VVilson: 1215
-o-
1383
YANLIŞ — DOĞRU
CEDVELİ (*)
Sayfası, Sayfası,
Satırı Yanlışı Doğrusu Satırı Yanlışı Doğrusu
( ") Bütün gayretime ve dikkatime rağmen, eski nıetîn I erin çokluğu sebebiyle Kitabı, meşhur "mürettib hatâ
ndan kurtaramadım. Bu İ'tibarla I. ve I I . Cildler'i okumaya başlamadan önce, tashih'lerin yapılmasını
bilhassa rica ederim
— XLVII
13 teshilât-ı sıh- teshilât-ı sahi 4 9 - 33 tâ'zim (ve bü tazim
hıyyenin (= he (= gerçek tün benzerleri)
sağlık dâvası"- kolaylıklar) 50- 6 (binasında) (binalarında)
nın) âit (ve bütün âid
5 1 - 22
37 Vuku Vuku' benzerleri)
44 lüzum-ı lüzumu 5 2 - 16 Âliyye-i ülûkâ- Aliyye-i mülü-
40 te'kîkine tekidine ne-i kâne
44 Allah-ı Allahu 53- 3 Ceht cehd
21 Memuriyetlerin Me'muriyetle- 5 3 - 18 muahadât-ı muâhedât-ı
de rinde 53- 24 (Joloji (Jeoloji
5 tâ'y'ın (ve bü ta'yin 57- 17 1959 1859
tün benzerleri) 58 1 M ü s t e i d d a n (ve müstaiddan
40 Say (ve bütün sa'y bütün benzerle
benzerleri) ri)
13 diğer (ve bütün dîger 64 •27 (pek çok âferi- (takdir ve teb-
benzerleri) ne) rik'e)
31 istida (ve bü istid'a 64 36 sahîhen sahîhan
tün benzerleri) 65 •15 Sâbih Sabîh
4 ücretlerde ücretler de 67 •5 m e v c u t (ve bü mevcud
9 malûmat (ve malumat tün benzerleri)
bütün benzerle 67 -13 maâriferverîleri maârif perverî-
ri) leri
12 bâ'zı (ve bütün ba'zı 68 -a mâ'ruz (ve bü maruz
benzerleri) tün benzerleri)
12 Şeyhinşâhî Şehinşâhî 70 -26 esâmisi de esâmisiyle
XLVIII
73-19 (ilâve edilecek) nizam ve irâ 16ü- 19 Mü- Mükâ -
de - i Seniyye 165- 18 (usul) (uygun görül
bir gûnâ hâl ve müş)
73-39 husâsâtın husûsâtın 163 •2 kerektiğinden gerekdiğinden
74-7 (Rit'atlû) (Rif'atlû) 165- 0,13 biha baha
77-13 istinas istinaf 173 10 mâ'füvviyyet'- ma'füviyyet'den
83-37 Vesâiresine ve sâiresine den
85-2 Menleh'ül-Emr' Men leh'ül-Emr 174 26 atû - âtı -
95-7 edilmesfine edilmesine 175 4 sinleri sinleri
97-22 î'tibâriyle (ve i'tibâriyle 175- 15 Edip Edîb
bütün benzer 175 16 Hâlit Hâlid
leri) 184- 4 Şû'beye (ve bü Şu'beye
97-26 görülmeğin görünmeğin tün benzerleri)
105-11 tetkik tasdik 184 23 î'tâ İ'tâ
105-21 muhtaç muhtas 188 35 tesviyesi (öden Pâdişâh! şeref
106-34 tahsisata tahsisatına mesi) hakkında müteallik buy-
107-8 inâyeten âtıfeten şeref-vârid o- rularak keyfiyet
107-17 (ilâve edilecek) lan irâde-i mer Nezâret-i Müşâ-
Efendi mahsû-
hamet âde-i pâ- rünileyhâ'ya
sen Dâireye
di - teb -
celb ve da'vet-
le Mekteb'in 193- 22 Mukaddimleri mukaddemleri
hâl ve mevkı'i 193- 30 altına altında
sual olundukda İ'dâdiye
196 20 i'dâdi'ye
108-23 bedel hitam bâdelhitam
198 11 Sinn sin
113-17 ıedbiriyye tedrîsiyye bihîn-i
204 6 bilhîn-i
115-27 nesk-i nesak-ı mekteb
206 1 mektep (ve bü
116-16,1' Son Sınıfına (çıkarılacak) tün benzerleri)
geçenler veya şâ'şaası, me -
203 •10 Şâ'şaası, mü -
122-31 muavini muallimi içtima'
212 -7 içtimâ' (ve bü
123 - 25 Nûman Nu'man tün benzerleri)
129 48 Cerdesi ceridesi tâli'
213 -4 tâli
130-10 evbâb-ı ebvâb-ı ta'n'e
213 -35 tâ'ne
134 - 28 Selis Mehmed selîs olarak
Mehmed 221 -21 müsabakat (ve müsabaka
bütün benzerle
135-13 Medû'lünce medlulünce ri)
135 - 22 (dâima duâ) (durmadan ça Sü'n - anh sün - anh
222 -1
lışmak)
223 -2 min nin
135-31 tekmil-i tekmili
226 -6 nesk-i nesak-ı
136 - 38 mânevi (ve bü ma'nevi
tün benzerleri) 230 -23 bahis bahis
137-34 m'al-memnûniy- maal - memnu- 235 -25 icabını (ve bü icâbını
ye niyye tün benzerleri)
— XL-IX -
246 7 î'tâsı (ve bütün i'tası 310 34 Sânî'den sânî'de
benzerleri) 312 37 mezunla - me'zunla -
246 40 mualliminin muallimîn'inin 312 40 t a l i p (ve bütün tâlib
2 4 8 - 14 mücaz mücâz benzerleri)
255- 35 vukuu vuku' 313 5 Vilâyet'den vilâyet'de
255 37 masned-i mesned-i 315 2 sonrada scnra da
257 39 beyn e'l-Vükelâ beyn'el-Vükelâ 316 30 ledeı mütalâa ledelmütâlaa
257 34 ba'd'e'zin (ve ba'dezin 321 27 sıfatı (ve bü sıfatı
bütün benzerle tün benzerleri)
ri) 322 3 1877 1876
259 29 t a v r - tahakküm tavr-ı tahak 322 17 ye'nin nin
le kümle gösterlen gösterilen
322 18
259 32 âkliyesi'nin âkliyesi'nin te'hiri
322 20 te'hir-i
260 34 fırsadda fırsatda 331 21 mükâtıbat-ı mükâtebat-ı
263 4 ahz-ı ahd-ı yapıyorlarmış
333 37 yapıyorarmış
264 19 mutlakıyyedden mutlakıyet'den (satırdan tama
334 31 'den
264 38 ebzerleme ezberleme men çıkarıla
265 24 bakmaayn bakmayan cak)
265 -27 müvecherat mücevherat 335 30 yolu yolun
268 •37 Ötesi ötesi 340 11 sosya sosyal
271 7 hâl'in hal'ini 341 26 göüldüğü görüldüğü
272 19 şahanede şâhâne de 342 22 bildiriyordu bildiriliyordu
273 13 sebep (ve bü sebeb 352 24 nâkis nakıs
tün benzerleri) 355 •40 muhtel-i muhtell-i
275 7 Emini Emmi 356 - 1 daha muvafıktır daha mı muvâ-
283 6 Âlî'ye Âlî'ce fıkdır?
284 15 veçhiyle veçhile 360 36 nihârî (ve bü nehârî
287 33 mazbûrun mezbûrun tün benzerleri)
288 28 lâh şorân-ı has (satırı tama 365 18 vesâid (ve bü vesâit
sa müessese men çıkarıla tün benzerleri)
l e r i n i n kuruluş cak) 368 •5 ıttıratsız ıttıradsız
amaçlarından 369 - 3 1 gelnce gelince
daha ileri
375 •11 bizm bizim
288 -29 mî şirme 378 -15 belâgan belagan
289 •9 Asâir-i Urûban Aşâir-i Urban 382 -15 denilivor deniliyor
289 24 ihdas ve kurul İhdas edilmeli 389 - 1 Lâzistan Lâzistan
malı - (kurulmalı)
389 •23 tetkik (ve bü tedkîk
294 3 hüs-i hüsn-i
tün benzerleri)
294 41 sabih'ül-hidme sâbık'ül - hidme 393 16 nüdü ile yaşar nüdü ve bir
295 -14 rabdedilmiş rabtedilmiş lar; şahısları zümre ruhu de
299 10 Evrâk-ı havadis (satırdan tama fânî'dir; en kuv ğildir; bu M e m -
men çıkarıla v e t l i zümre te- leket'de bir a-
cak) sânüdleri zama sırlık hizmetle -
299 - 1 1 tesi) tesi ile) nın âmân -
304 •37 leylîye leyliyye 402 40 tafsilâtla tafsılâtıyle
405 - 32 evdet avdet 548 4 etmişti etmişdir
411 -34 tâ'limiye - tâ'limiye - 550 26 Muhâlef Muhalefet
421 - 34 bittabi' bittabi' 556 26 hâl hal
427 - 29 Demekki Demek ki 559 17 tarirî tahrîri
433-13 evbâb-ı esbâb-ı 576 36 vâsılardan vâsıtalardan
439-11 İade, Müsâraal iade, müsâbe- 594 12 masıyla siyle
ret sağlamıyor sağlanıyor
596 30
448 -14 lejant Iejand çıkılmak çıkılmaz
599 41
450 - 32 dâ'vâ (ve bü dâva ayrındın ayrıldın
604 35
tün benzerleri)
612 18 İ'mâlar İmâlar
453 - 38 menbâ' (ve bü menba'
tün benzerleri) 629 16 1., 2., 3. 1, 2, 3
629 18 mer'iyeyet mer'iyet
453 - 41 hatıratı hatıratı
454 - 21 Eb'ül-Ûlâ (ve Eb'ül-Ulâ 630 7 1. ve 2. 1 ve 2
Ll —
849-2 çalışmış (1962- Çalışmış oldu 949 • 16 faziyetin fazîlet'in
de S.B.F. De ğu 949-17 hasâl-i hasâil-i
kanı) 949 - 24 (pençenez) I (pince-nez) =
849 -10 birak biraz binocle]
856 -12 istifâen (ve bü isti'fâen 952 - 27 aeâzi arazî
tün benzerleri)
953 - 36 hüvei hallak'ül- hüv'el-hallâk'ül-
864 - 20 ve — bâki (ve ben bâkî
869-2 Tayyarpara Tayyar Paşa zerleri)
872-19 Hak'ı (ve bütün Hakk'ı 954-8 tirefâm tîrefâm
benzerleri) 954-12 unutmaz unutulmaz
877-13 vekâtından vefatından 954-14 nazîri nazîr-i
878-13 hatıyle yatıyle 954-15 nev'-i (ve bütün nevi'
383 - 34 kazâ'dır gazâ'dır benzerleri)
892-17 Sarkışla Şarkışla 954-17 dûşine dûş'ine
955-3 Şî'ir (ve bütün şi'îr
893-2 la le benzerleri)
393 - 42 ya parken yaparken 955 - 29 kefalet kefâle
955 - 32 emânet emânât
893 - 45 Necker Becker 957-12 T.B.M.M.'de T.B.M.M.'nde
959-9 risalesi risalesi
902-13 Turquie en Turquie
959 - 35 rahbetine rahmetine
902-15 Legislative Legislatife
963 - 20 yine yine
913-17 şerefi şerefli
972 - 24 kibâr'arı kibâr'iarı
921 - 23 câ'li ca'li
972 - 29 rütbe rütbeye
922-8 bi - hem bî - hem
972 - 41 âcilihû acilühû
928-11 Ahmet (ve bü Ahmed
tün benzerleri) 978 - 32 Benoit'da Benoit'da
936 - 34 mezarlığına mezarlığında 984 - 23 sınav sınavı
938 - 42 kütübhâne kütübhâne 985-5 (ilâve edile 14 Şubat 1910'
cek) dan 25 Ocak
939 - 31 Mensub sivil 1914'e kadar
(ilâve edile
cek) giyinmiş iki su Mekteb-i Mül-
bay tarafından kiyye Ahkâm-ı
tevkif edilerek Evkaf Müder
deniz Motoru risliğinde bu
ile İz - lundu.
939 - 39 mütehhem müttehem 987-1 delâletle dalâletle
940 -19 betbahd'dır. bedbaht'dır 991 - 15 olsaydım olsaydın
944 - 41 iisân-ı Lisân-ı 997-15 sancaklarından sancakdarla-
946-20 irfan irfanı rından
— Lll —
1014-30 tâb-ı tab'ı 1122 •S mütevazı (ve mütevazı'
Lll
İ266 1 izahlı (ve bütün izahlı 1286 •20 Ve'n - v'en -
benzerleri) 1286 24 Nuşşu'al Nuşû'il
1267 21 ledünî-i ledünni 1290 15 savaşından savaşında
1267 31 Menan Menam 1302 1 il ile
1278 41 ümit (ve bütün ümid 1310- 6 tahlili (ve bü tahlili
benzerleri) tün benzerleri)
1283 1 la Martine Lamartine 1316 11 kurulu kurulun
1283 17 Eline Elinor 1335 9 topladık toplandık
O ....
— LIV —
M ü c e i l i d o ğ l u
ALİ ÇANKAYA
MÜLKİYE TÂRİHİ
VE
MÜLKİYELİLER
( M ü l k i y e Ş e r e f K i t a b ı )
III. CILD
3 — Me'muriyet unvanları ile eski ilce ve bucakların hangi il ve sancak'a veya livâ'ya
bağlı oldukları da ( ) içinde açıklandı.
4 — Me'zun adları'ndan önce gelen ve (:) ile ayrılan, meselâ, A/1:, A/80:, A/101:
veya 1303: gibi işaret ve sayılar, me'zunların me'zuniyet "sıra numarasf'nı göstermekde
olup, şahıs ve kitap endeksleri için lüzumludur.
5
Öğretmenlerinden Agâh Sırrı Levend ile Yargıç Muammer Sırrı Levend'in babasıdır. Rumca
okur, yazar ve konuşurdu. Ûlâ Rütbesi'nin 2. sınıfına kadar yükselmişdi. 4. Rütbeden Os
manlı Nişanı'na sâhibdi.
BASILMIŞ ESERİ
I — A - 3 / 1 (1) : Müşevvik'ül-Evlâd (= Doğumun Teşviki)
İstanbul, Matbaa-i Eb'üz^-Ziyâ; 1287 (1871); 76 sf.; 8°
6
ve ba'zı Kazalarda Nâiblik (Şer'î Hâkimlik) yaptıkdan sonra 1859'da Mekteb-i Fünûn-ı Mül-
kiyye'ye girdi ve 18 Aralık 1860'da me'zun oldu. Bundan sonraki hayâtına âid bilgi buluna
madı.
S a i d
A / 5 : B E H Z A D (8) Muhib Efendi adında bir şahsın azatlı kö
lelerinden olup 1822 (1238 H.) doğumludur. Mül
kiye'ye girmeden önce Erzurum ve Sivas Eyâletleri Tahrîrat Başkâtibliği'nde; Meclis-i
Vâlâ Mazbata Odası Hulefâlığı'nda (Raportörlüğü'nde) bulundu. 1859'da açılan Mülkiye'ye
girerek 18 Aralık 1860'da 38 yaşında olduğu hâlde me'zun oldu. Bu sırada rütbesi (sâlise)
idi. Bundan sonraki hayâtına dâir bilgi bulunamadı.
7
diğinden öncelikle bir kaza kaymakamlığına ta'yinine tavassut etmesi hususunda Maârif
Nâzın Abdürrahman Sami Paşa'ya verdiği dilekçesi, sözü geçen Nazır tarafından yazılan;
tezkire ile kaymakamlığa ta'yin edilmesi rica edildi. Bundan sonraki hayâtına âid bilgi bu
lunamadı.
8
A/13 : REFİK (16) 1842'de İstanbul'da doğdu. Husûsî öğrenim yaptık
tan sonra onyedi yaşında iken "mücerred kesb-î
ma'iûmât etmek üzere" 1859'da Mülkiye'ye girdi. 18 Aralık 1860'da bitirdi. Bundan sonraki
hayâtına dâir bilgi bulunamadı.
A/14 : AHMED RÜŞDÎ (17) 1827'de Kudüs'de doğdu. Kudüs'de Medrese öğreni
mini tamamladı. Ba'zı "Kur'a Mümeyyizliği" me'mu-
riyetlerinde bulunduktan sonra İstanbul'a gelerek Bâyezid Cami'i Dersiâmlığı'na ta'yin
edildi. Otuziki yaşında iken, 1859'da Mülkiye'ye girdi. Buradan, 18 Aralık 1860'da me'zun
oldu. Bundan sonraki hayâtına âid bilgi bulunamadı.
9
A/19 : ( H a c ı ) ALİ RIZÂ (22) Saray İmamlarından Osman Efendi'nin oğludur. 1824'-
de İstanbul'da doğdu. Ayasofya Câmi'i derslerine
devam edip "riiûs" aldı. Küçük yaşda Saray'a alınarak uzun müddet Sultan Abdülme-
cid'in Annesi Bezm-i Âlem Sultan'ın hizmetinde bulundu. Adı geçen'in vefatı üzerine Bâb-ı
Seraskerî (Millî Savunma Bakanlığı) Mektûbî Odası Hulefâlığına nakledildi. Bu görevde ve
otuzbeş yaşında iken, 1859'da Mülkiye'ye kaydoldu. 18 Aralık 1860'da bitirdi. Me'-
zuniyetini müteâkıb sırasıyle: 1864'de Cebel-i Hadîd, 1865'de Gökçedağ, 1866'da Ada
pazarı Kazaları Müdîrliklerine; 1868'de Kastamonu Vilâyeti Dîvân-ı Temyiz Başkâtibli-
ğine; 1870'de Bâb-ı Seraskerî Harbiye Dâiresi Me'murluğuna; 1879'da aynı yer Piyade
Dâiresi Tahrîrat Kalemi Me'murluğu'na getirildi. 1883'de Piyade Dâiresi 3. Şu'be Tahrirât
Mümeyyizliğine terfi" etti. 1892'de aynı vazîfede iken mütemayiz rütbesine yükseldi. Bun
dan sonraki hayâtına dâir bilgi bulunamadı.
A/22 : YUSUF ZİYA (26) 1833'de Harput (Elazîz)'da doğdu. Bir süre Medre
se öğrenimi ve Kadı Kâtibliği yapdıkdan sonra yir-
mialtı yaşında iken, 1859'da Mülkiye'ye girdi. Buradan 18 Aralık 1860'da me'zun oldu. Bun
dan sonraki hayâtına âid bilgi bulunamadı.
A/23 : MEHMED ARİF (27) 1827'de Yalvaç (İsparta)'da doğdu. Medrese öğre
nimi yaptıktan ve bir süre de Nâib (Şer'î hâkim)
10
maiyyetinde bulunduktan sonra, 1859'da Mülkiye'ye girdi. 18 Aralık 1860'da me'zun oldu.
Bundan sonraki hayâtına dâir bilgi bulunamadı.
A/26 : MÜNİR RÂİF (30) Ferik (Korgeneral) Râif Paşa'nın oğlu olup 1832'de
İstanbul'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Babasının
Mutasarrıf olarak bulunduğu Varna, Şumnu ve Akkâ'da tamamladı. 1859'da yeni açılan
Mekteb-i Fünûn-ı Mülkiye'ye girdi. 18 Aralık 1860'da me'zun oldu. Arabca'ya kuvvetle vâ-
kıfdı. Bundan sonraki hayâtına dâir bilgi bulunamadı.
11
A / 3 0 : M E H M E D RİF'AT (34) 1820'de Erzurum'da doğdu. Mülkiyeye girmeden ön
ce "Rikâb-ı Şâhâne Kapucubaşılığı"nda ; Erzurum
Eyâletine bağlı Göle Kazası Müdîrliği'nde; Kars ve Çıldır Gümrük Me'murluklarında; Filibe
Sancağı'na bağlı Sultanyeri Kazası Müdîr Vekilliği'nde; üç yıl kadar da İkinci Ordu Maiyyet
Kâtibliği'nde bulundukdan sonra 1859'da Mülkiye'ye girdi. 18 Aralık 1860'da bitirdi. Hakkın
da başka bilgi bulunamadı.
A/32 : HASAN RÜŞDÎ (36) 1827 doğumludur. 1859'da Mülkiye Mektebi'ne girdi.
18 Aralık 1860'da me'zun oldu. Hakkında başka bil
gi bulunamadı
A/33 : LATİF (37) Eşref Paşa'nın (?) Azatlı Kölelerinden olup 1828
doğumludur. Eşref Paşa'nın Mühürdarlık hizmetin
de bulunmakda iken 1859'da Mekteb-i Fünûn-ı Mülkiyye'ye girdi. 18 Aralık 1860'da me'zun
oldu. Hakkında başka bilgi bulunamadı.
12
beraber "Ticâret Meclisi A'zâlığı" görevini de yapmakda idi. 1860'da ilk mezunlarla birlik-
de sınavlara girip Mülkiye Mektebinden de diploma aldı. Bundan sonraki hayâtına âid bilgi
bulunamadı.
( *) Bak.: a) içişleri Bak. Özlük iş. Gn. Md. Sicil 5b. Dosya Nu. 715
b) Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsis Dosya Nu. 9502
(39) Bak.: a) Sicill-i Ahval Defteri, Nu. 132., 455. sf.
b) içişleri Bak. Özlük İş. Gn. M d . Sicil Şb. Dosya Nu. 22/483.
••(40) Bak.: Sicill-i Ahval Defteri, Nu. 26, 197. sf.
,(41) Bak.: Pirlepe Kazâsı'ndaki hizmetleri için Bu Kitab'ın l . C , 87. sf.
13
geçerek 1875'de İstanbul Bidayet Mahkemesi Ceza Dâiresi A'zâlığına; 1877'de Tuna Vilâye
ti A'şar Müfettişliği'ne; aynı yıl Adana Vilâyeti Adliye Müfettişliği'ne atandı. 1879'da Yan-
ya, 1881'de Hüdâvendigâr (= Bursa) Vilâyetleri Adliye Müfettişliklerine; 1882'de Der-saâ-
det (İstanbul) İstînâf Mahkemesi A'zâlığına getirildi. Bu son görevinden 1890'da emekliye
ayrıldı. Bundan sonraki hayâtına âid bilgi bulunamadı.
14
1879 yılında Maârif Nezâreti, Babamı Beylerbeyi ve Dâvûdpaşa Rüşdiyelerine Kavâid-i
Türkî ve İnşa' Muallimi olarak ta'yin etti. O Mekteblere de yine beraber öğleden sonra
haftada ikişer gün giderdik. On ay da böyle geçtikten sonra, Babama İzmit Müddeî-i Umûmî
Muavinliği tevcih olundu. Bin Dörtyüz kuruş maaş için değil, fakat İstanbul'da cismen
ve ruhen pek fena yorgun düştüğü için kabul etti. Hemen İzmit'e gittik. O zamanlar o gü
zel Memleket, kaatil bir malarya (sıtma) menba'ı idi. Hepimiz hastalandık. Dört ay zarfın
da ihtiyar Hoca Hanım gitdi. Yedinci ayda da genç ve dinç Validem vefat etti. Bu felâket'-
den bir hafta sonra pek perişan bir hâlde yine Üsküdar'a döndük. Bir ay dinlendik. Sonra
Babam, bilmem hangi dostunun delaletiyle Nişantaşında Müzîka-i Hümâyun Ferîk'i Necib
Paşanın konağından "Nerkis Edâ" isminde bir Hanımla evlendi. Bu Hanım, Sultan
Murad Saraylılarındandı. Bir ay sonra yine İzmit'e gittik. Beş ay kadar daha oturabildik. Ba
bamın Makaamâta recası üzerine aynı me'muriyetle Geliboluya nakli tensib olundu. He-
man İstanbul'a döndük ve oradan Gelibolu'ya gittik. Babam hastalıklı bir âdem olmakla be
raber terbiye-i fikriyem ile meşgul olmaktan fârig olmazdı. 1890'da Pederim Gelibolu'da
"seretan (— kanser)" illetinden vefat etti.»
Resmî sicil kaydında da me'muriyet hayâtı şöyle belirtilmektedir (42/a):
1861'de girdiği Mülkiye'den 1863'de me'zuniyetini müteâkıb sırasıyle: 1863'd<
Zabtiye Nezâreti konturato Kalemi Kâtibliği'nde; 1864'de Filat, 1865'de Palopogon Kazaları
Müdîrliklerinde; 1868'de Cisr-i Mustafapaşa, 1869'da Kırkkilise (= Kırklareli), 1870'de Baba
eski Kazaları Kaymakamlıklarında görevlendirildi. Bu son vazifesinden Maârife geçerek 1875'-
de İstanbul Dâvutpaşa ve Beylerbeyi Rüşdiyeleri Kavâid-i Türkî ve İnşa' Muallimliklerine ge
tirildi. Bu görevden de Adliye'ye geçerek 1879'da İzmit, 1880'de Gelibolu Bidayet Mahke
meleri Müddeî-i Umûmî Muavinliklerini îfâ etti. 1888'de azledildi. İki defa evlendi. İlk eşin
den bir kız ve dört erkek evlâdı oldu. Arabca, Farsça'ya kuvvetle vâkıf olup, Bulgarca ko
nuşurdu.
A / 4 1 : M E H M E D ŞÜKRÎ (44) Ali Rızâ Efendi'nin oğludur. 1840 [1256 H.J'da Bul
dan (Denizli)'da doğdu. 1862'de Mülkiye'den me'zu
niyetini müteâkıb; 1000 krş. maaşla Kur'a Mümeyyizliği'ne ta'yin ile Devlet hizmetine girdi.
15
1863 (1280 H.J'de bu görev'den ayrılıp yedi yıl açıkda kaldıkdan sonra 1870 (1287 H.)'de
1800 krş. maaş ile Tuna Vilâyetine bağlı Mengaliye Kazası Kaymakamlığı'na ve aynı yıl fah-
riyyen aynı Kaza Belediye Meclisi Reîsliği'ne; 1875 (1292 H.)'de Varna Sancağını teşkil
eden «beş Kaza dâhilinde devir ve seyahatle vuku'u melhuz olan cinayetleri tahkik etmek
üzere Seyyar Müfettişlik nâmıyle ihdas olunan me'muriyete tayin olunmasından dolayı»
Kaymakamlıkdan ayrıldı. Sözü geçen Müfettişliğin kaldırılması üzerine, altı ay açıkda kalıp
1876'da Tuna Vilâyeti Dîvân-ı Temyîz-i Cinayet Şu'besi Reîsliği'ne; 1877'de Evkaf Nezâreti
Senedât Dâiresi Me'murluğu'na nakledildi. Eylül 1878 (Ramazan 1295)'de Lüleburgaz Kay
makamlığı'na ta'yin edildi ise de sözü geçen Kazanın, 1877 Rus Savaşı sonucu Rus işgaa-
linde bulunması sebebiyle göreve başlayamayıp üç ay kadar Çorlu'da oturdu; buradan Mart
1879 (R. Evvel 1296)'da 1800 krş. maaşla Kütahya Sancağı'nın Simav Kazası Kaymakamlı
ğı'na nakledildi; bu görevden Haziran 1881 (Receb 1298)'de azledildi. Sekiz yıl açıkda
kaldıktan sonra Ocak 1889 (C. Evvel 1306)'da 1250 krş. maaşla (O zaman) Aydın (denen,
şimdiki İzmir) Vilâyetine (şimdi Manisa İli'ne) bağlı Kırkağaç Kazası Kaymakamlığı'na
atandı. Mart 1890 (Receb 1307)'da Eşme Kazası Kaymakamı ile "becayiş" edildi.
«Mumaileyh hakkında tevali eden şikâyât üzerine (İzmir Vilâyetinden) gönderilen (Tah
kik) Me'murun (un) icra ettiği tahkîkatda: Bundan üç sene evvel, Küre Nâhiyesi'nde
(— Bucağında) bir ufak çömlek içinde zuhur eden dörtyüz aded altun ve gümüş meskû-
kât-ı atika'mn (eski paranın) kendi müsâhamasıyle telef olduğu ve umûr-ı nâfia için cem'
«dilen (toplanan) iânâtın maksaddan gayrı işlere sarfına ve istifâde-i zâtiyyesi için birta
kım arâzi-i memlûke'nin ziyama sebebiyet verdiği ve hevâ ve hevesine fevkalâde inhima
ki hasebiyle ef'âl-i gayr-ı meşrûa'da bulunduğu mütevâtir bulunması cihetiyle azli, İzmir
Vilâyetinden iş'ar olunması ve icrası lâzım gelen muâmele'nin ta'yîni zımnında evrâk-ı
müteallıkası Şûrây-ı Devlet'e havale kılınmasına mebni» 27 Aralık 1894 (14 K. Evvel
1310)'de azledilmişdir. Muhakemesi sonunda: Yapılan ihbarların "kavl-i mücerred'de"
bulunduğu anlaşılması üzerine "men'i muhâkemesi"ne ve "cevâz-ı istihdamına (= yeni
den me'muriyete alınmasına)" karar verilmesi üzerine, Ekim 1899 (Eylül 1315)'da 1575 krş.
maaşla Nalût (Trablusgarb) Kazası Kaymakamlığı'na ta'yin edildi. Buradan Eylül 1901
(Eylül 1317)'de Gadames (Trablusgarb) Kazası Kaymakamlığına nakledildi. Bu Kazanın
havasıyle imtizaç edemediği doktor raporu ile sabit olduğundan, Haziran 1903 (Hazi
ran 1319)'de 2250 krş. maaşla İmâdiye (Musul) Kazası Kaymakamlığına nakledildi-
Tedavi için sözü geçen Gadames Kazâsı'ndan bu Kazâ'nın bağlı olduğu Mutasarrıflık
Merkezine nasıl geldiğine, uzun müddet nasıl maâşsız ve perişan hâlde bırakıldığına dâir
"Mülkiye Tekaaüd Nezâreti (= şimdiki Emekli Sandığı'nın ilk şekli olan teşkilât)" 'ne
verdiği dilekçeyi, o devirde idare âmirlerinin, dolayısıyle taşra me'murlarının hangi şart
larda bulunduğunu, bugünkü kuşaklara bir nebze olsun anlatabilmek amaciyle, aşağıya
asliyle birlikde geçirmeyi Sosyal Hayâtımız ve İdare Târihimiz yönünden faydalı buldum:
16
kılındı. Çâkerleri ise, Kazâ-i mezkûrdan aldığım rapor ile tabut içinde olarak kemâl-i me
şakkatle Livâ'ya (Mutasarrıflık Merkezine) gelüp iztırârî isti'fâya mecbur oldum. Dersaa-
det'e (İstanbul'a) geleli yedi-sekiz mah (ay) dan beru müdâvat (tedavi) olunmakda isem
de halâ matlub derecede sıhhat bulamadığımdan oniki nefer ayalim (aile ferdleri) ile bilâ
idare ve nafaka mağduren kaldım. Dâhiliye Nezâreti Celîlesinden üç mah'dan berû iki
defa isti'lâm olunarak (sorularak) bu defa Nezâret-i Celîlelerine cevâbı verildi. Bu kerre
dahî ma'zuliyet maaşına nail olamayacak olursam külliyyen idaresiz ve nâçar bir hâlde
kalacağım tabiî ve yirmibeş senelik bendegânın büyük sefalet içinde bulunmasına Ulül-emr
Efendilerimizin de kaail olamayacağı bedihî olduğu cihetle netice-i hasenenin tez vaktin
de is'âfını Nezâret-i Âsafânelerinden istirham ve iktizâ eden mahalle emir ve havale buy-
rulmasım istid'a eylerim. Ol babda ve her hâlde emr-ü ferman Hazret-i Menleh'ül-emrin-
dir.
| 21 Şubat 1317
Godames Kazası Sabık Kaymakamı
Mehmed Şükrî Bin Ali Rizâ
(Mühür)»
17
BASILMIŞ ESERLERİ
18
A / 4 5 : ALİ NUSRET Paşa G i r i t Merigelenlerinden Dimyanaki Sermed Ağa'nın
(= Rumeli B e y l e r b e y i ) (48) oğlu olup 26 Ocak 1846 (13 K. Sânî 1262)'da
Girit-Hanya'da doğdu. Hanya Rüşdiyesi'nde orta öğ
renimini tamamladı. Mülkiye'den me'zuniyetini müteâkıb sırasıyle: Mart 1868 (Şubat
1284)'de 750 krş. maaşla İskefiye Sancağı Meclis-i İdare Türkçe Kâtibliği'ne; Ekim
1871 (T. Evvel 1287)'de aynı yer Başkâtibliği'ne; Ekim 1878 (T. Evvel 1294)'de 1910
krş. maaşla aynı Sancak, Eylül 1879 (Ağustos 1295)'da Resmo Sancakları Tahrîrat Mü-
dirliklerine; Ocak 1884 (K. Evvel 1300)'de 1300 krş. maaşla Aydın (İzmir) Vilâyeti'nin
Bayındır Kazası Kaymakam Vekilliği'ne; Ekim 1885 (Eylül 1301)'de 1250 krş. maaşla Seli
ne (Girit-Hanya), Kasım 1886 CT. Evvel 1302)'da Yerepetre veya Pertire, Şubat 1887
(K. Evvel 1303)'de aynı maaşla Araç (Kastamonu), Temmuz 1888 (Haziran 1304)'de aynı
maaşla Taşköprü, Mayıs 1889 (Mayıs 1305)'da aynı maaşla Boyâbad (Kastamonu), Eylül
1890 (Eylül 1306)'da aynı maaşla inegöl (Hüdavendigâr = Bursa) Kazaları Kaymakamlık
larına getirildi. Ekim 1891 (T. Evvel 1307)'de 3000 krş. maaşla Resmo Sancağı Mutasarrıf
lığına yükseltildi. Bu vazifede iken Haziran 1893 (Zilka'de 1310)'de, başarıları ve ehliyeti
göz önüne alınarak rütbesi "Paşa (= Rumeli Beylerbeyi)" 'lığa yükseltildi.
«Livâ-i mezkûr (Resmo Sancağı) Cezire (Ada) ötedenberi zuhur eden harekât-ı ba-
ğıyâne'nin (Rum şakilerinin) cevelângâhı (dolaştıkları yer) bulunduğu cihetle buradaki Mu
tasarrıfın, Müslüman ve Hıristiyan unsurları nezdinde sâhib-i nüfuz olması lâzımeden
bulunduğundan, halbuki Paşâ-i Mumaileyh (söz konusu Ali Nusret Paşa) ise dürüst (sert)
muâmeleleriyle kazandığı su'-i şöhret (kötü şöhret) ve hakkında ekser ahâli tarafından
hâsıl olan nefret sebebiyle nüfuzu zail (otoritesi kayb) olduğundan» bahisle Girit Vâlili-
ği'nin teklifi üzerine Eylül 1894 (Ağustos 1310)'de 1000 krş. ma'zûliyet maaşı verilerek az
ledildi. Bir yıl kadar açık maaşı aldıkdan sonra Kasım 1895 (T. Sânî 1311)'de 4000 krş.
maaşla Ergani (Diyarbekir) Sancağı Mutasarrıflığına ta'yin edildi. Bu vazifeden aynı maaş
la Mayıs 1898 (Nisan 1314)'de Cebel-i Garbî (Trablusgarb) Sancağı Mutasarrıflığı'na;
Eylül 1899 (Eylül 1315)'da 10000 krş. maaşla Hudeyde (Yemen) Mutasarrıflığıma nakledil
di. Bu vazifede iken hastalanarak Haziran 1900 (Haziran 1316)'de isti'fâ etti. 5000 krş.
ma'zûliyet maaşı verilmek suretiyle dört yıla yakın istanbul'da tedavi gördükden sonra
Ekim 1904 (T. Evvel 1320)'de 5400 krş. maaşla Dedeağaç (Edirne), Mayıs 1906 (Nisan
1322)'da 6480 krş. maaşla Midilli Sancakları Mutasarrıflıklarına gönderildi. Bu görevde
iken de "ma'zeret-i meşrûasından nâşi (= haklı özründen dolayı) " 6 Ağustos 1908 (23
Temmuz 1324 = 2. Meşrûtiyet'in i'lân edildiği gün)'de isti'fâ ederek ayrıldı. Kısa bir müd
det açıkda kaldıkdan sonra "Kendisinin erbâb-ı iktidar'dan (= başarılı bir kimse) " olma
sı nazara alınarak, Ekim 1908 (Eylül 1324)'de 15000 krş. maaşla Ma'mûret'ül-Azîz (Elâzığ)
Vâliliği'ne getirildi.
«Müşarünileyh hakkında tevâlî etmekde olan şikâyetlerden dolayı me'muriyetinin de
vamı muvâfık-ı maslahat olamayacağına binâen azli ile yerine bir münâsibinin ta'yini» için
19
Dâhiliye Nezreti'nden Meclis-i Vükelâ'ya (Hükûmet'e) yazılan tezkere üzerine 4 Ağustos
1909 (21 Temmuz 1325)'da azledildi. Bir müddet açık maaşı aldıktan sonra, 9 Ekim 1909
(25 Eylül 1325)'da, kendi isteği üzerine emekliye ayrıldı. Rumcaya çok kuvvetle vâkıfdı.
1894'de 3. Rütbeden Mecîdî 1896'da 3. rütbeden Osmânî, 1897'de 2. rütbeden Mecîdî nişan
ları ile taltif edildi.
A/47 : ABDÜLVÂHİD (50) Ergirili Seyyid Ağa'nın oğlu olup 1839'da Ergiri'de
doğdu. 1862'de girdiği Mülkiye Mekrebi'nden 1864'de
me'zun oldukdan sonra sırasıyle; 1866'da Tergovişte (Kosova) Kazası Müdîrliği'ne gönde
rildi. Bu görevde terfi' ederek 1869'da Nevesin, 1871'de Nevesel, 1874'de Vişgrat Kayma
kamlıklarına getirildi. Bundan sonraki hayâtına âid bilgi bulunamadı.
A/48 : ALİ RÂSİH (51) Haleb'li Ali Bey'in oğlu olup 1843'de Sapanca'da doğ
du. 1864'de Mülkiye Mektebi'nden me'zun olduktan
sonra sırasıyle: 1866'da Pazarcık (Bilecik) Nahiyesi Müdîrliğinde; 1869'da Bolvadin Kazası Mal
Müdîriiği'nde görevlendirildi. Bu vazifede iken terfi' ederek 1875'de Ezenbol, 1877'de Yenişe
hir (Bursa), 1880'de Akova (Kosova), 1881'de Yakova, 1884 Yeni Varoş, aynı yıl 2. defa Ya-
kova, 1885'de İştip (Kosova), 1893'de Taberiye (Beyrut), 1894'de Hısn'ül-Ekrad (Beyrut),
1895'de Merciiyyûn, 1897'de Nasıra, 1898'de Safed, 1900'de Sur, 1901'de Bergama, 1903'de
Alaşehir, 1905'de Karaburun (İzmir) Kazaları Kaymakamlıklarında bulundu. Bu son vazife
sinde iken yaş haddinden emekliye ayrıldı. Bundan sonraki hayâtına dâir bilgi bulunama
dı. Torunu, Mardin (1969) Valisi Celâl Kaya Çan'a bu hususda yazılan üç mektuba cevap
alınamadı.
A/49 : ALİ ŞEVKİ (52) Mehmed Tevfik Efendi'nin oğlu olup 1843'de İbradı'da
doğdu. 1865'de Mülkiye'den me'zun olduktan sonra sı
rasıyle: 1866'da Konya Vilâyeti Mektûbî Kalemi Kâtibliği ile D«vlet hizmetine girdi. Bu görevde
20
terfi' edip 1868'de Anamur Kaymakamlığına; 1869'da Erzurum Vilâyeti Merkez Sancağı
Meclis-i Temyiz 2. Reisliği'ne; 1872'de Koyulhisar (Sivas), 1873'de Milas (Muğla), 1879'da
Boğazlıyan (Yozgat), 1883'de Garbîkaraağaç (Giresun), 1888'de Mudurnu (Bolu), 1889'da
Bor (Niğde), 1891'de Bozkır (Konya) Kazaları Kaymakamlıklarına gönderildi. Bu son gö
revinde iken 10 Kasım 1892 (19 R. Ahir 1310)'de Hakkın rahmetine kavuşdu. -
A/52 : HALİL BEDRİ (55) Grebine Müftîsi Feyzuliah Efendi'nin oğlu olup 1839'-
da Grebine Kazasına bağlı Hisar Köyü'nde doğdu.
1865'de Mülkiye'yi bitirdikten sonra sırasıyle; 1867'de Aydın (İzmir) Sancağı'na bağlı Ka-
rahayıt Nahiyesi Müdîrliğine gönderildi. Terfi' ederek 1868'de Aydın Sancağı Meclis-i Hu
kuk Başkâtibliğine; 1878'de Aydın Sancağı Bidayet Mahkemesi Başkâtibliğine; 1887'de aynı
Sancak Bidayet Mahkemesi Mukaavelât Muharrirliği'ne (= Noterliğine) getirildi. 1902
1318 R.J'de Bozakyol Nahiyesi Müdîrliği'ne; Eylül 1903 (Eylül 1319)'de Cezâir-i Bahr-i
Sefîd (Rodos) Vilâyeti İstînâf Mahkemesi Başkâtibliği'ne; Mayıs 1907 (Nisan 1323)'de
Edirne Vilâyeti İstînaf Mahkemesi A'zâlığı'na atandı. Bu vazifede iken 2. Meşrûtiyet'in
Hânından sonra yapılan "me'mur tensîkaatı"na tâbi' tutularak 22 Ocak 1909 (8 K. Sânî
1325)'da 479 krş. maaşla emekliye sevkedildi.
21
Şer'iye Mahkemesi Kâtibliği'ne gönderildi. Buradan 1855 (1271 R.)'de Kırşehir Şer'iye
Mahkemesi Kâtibliği'ne nakledildi. Bu görevde iken terfi' ederek 1859 (1275 R.)'da yine
aidatla Tırnovacık, 1860 (1276 R.)'da Saray-Vize, 1862 (1278 R,)'de Sarayköy Nâib (57)'-
liklerinde görevlendirildi. Bu vazifede iken sınav kazanarak 1863 (1279 R.)'de Mülki-
ye'ye girdi ve 1865'de buradan me'zun oldukdan sonra sırasiyle: 1868 (1284 H.)'de 1250
krş. maaşla Tefenni (Burdur-Konya). 1870 (1287 H.)'de 1500 krş. maaşla Mihalıççık (Es-
kişehir-Ankara), aynı yıl 2000 krş. maaşla Mecidiye (Kırşehir-Ankara), 1871 (1287 R.J'de
1500 krş. maaşla Boğazlıyan (Yozgat-Ankara) Kaymakamlıklarına getirildi. Bu son vazife
sinde iken idare mesleği'nden ayrılıp Haziran 1875 (Mayıs 1291)'de Mekteb-i Nüvvâb'a
(58) girdi. Haziran 1877 (Haziran 1293)'de sözü geçen Mektebi de bitirip Adliye Mesleği'-
ne geçdi. Sırasıle: 1875 (1292 H.)'de Keskin (Ankara), 1878 (1295 H.)'de Arabsun
[ ( = Gülşehir) Nevşehir], 1885 (1301 R.J'de 500 krş. maaşla Akseki (Antalya-Konya),
1888 (1304 R.)'de 750 krş. maaşla Eğridir (Hamidâbad = İsparta • Konya), 1893
(1309 R.J'de Toyran (Selanik), 1895 (1311 R.J'de 1000 krş. maaşla Akdağmadeni (Yoz
gat-Ankara) Kazaları Kadı'lıklarma getirildi. Bu son vazifesinden tekrar idare mesleğine
dönerek Nisan 1899 (Mart 1315)'de 907 krş. maaşla Bozkır, Kasım 1901 (T. Evvel 1317)'de
899 krş. maaşla Beyşehir, Mart 1902 (Mart 1318J'de 907 krş. maaşla Karapınar (Konya)
Kazaları Kaymakamlıklarına atandı. Son görevinden isti'fâen ayrıldıkdan ve bir yıl kadar
açıkda kaldıkdan sonra Ağustos 1907 (Temmuz 1323)'de Bozdoğan, Eylül 1908 (Ağustos
1324)'de Çine (Aydın - İzmir) Kaymakamlıklarına gönderildi. Çine Kaymakamı iken 26 Ara
lık 1909 (12 K. Evvel 1325)'de 516 krş. maaşla ve kendi isteği ile emekliye ayrıldı. 30
Haziran 1913 (16 Haziran 1329)'de oturmakda olduğu Akseki'de Hakkın rahmetine kavuş-
du. Mehmed Veysel Efendi kızı Fatma Hanım'la evlendi. Yusuf Ziya, Nâzım adlarında iki
erkek ve Enîse, Sıdıka adlarında iki kız evlâd babası idi.
İlmî Rütbeleri :
/ 1892'de Bâ-ibtidâ-i Hâriç Edirne Müderrisliği Payesi
\ 1897'de Bâ-Hareket-i Hâriç Edirne Müderrisliği Rüûsu
22
A/55 : OSMAN (61) İbrahim Efendi'nin oğlu olup 1839'da Lofça'da doğ
du. 1865'de Mülkiye'yi bitirdikden sonra sırasıyle;
1867'de Payas, 1869'da İskenderun, 1872'de Bor, 1876'da Ermenek, 1877'de Köprü, 1879'da
Hopa, 1881'de Demirhisar (Selanik), 1883'de Varto, 1884'de Pervari (Siirt), 1885'de Rıdvan,
1887'de Cuma (Manastır), 1889'da Silvan, 1890'da Ovacık (Dersim), 1893'de Besni, 1895'de
Darende, 1898'de Ereğli (Konya) Kazaları Kaymakamlıklarına getirildi. Bundan sonraki du
rumuna âid bilgi bulunamadı.
A/56 : AHMED ŞEKÛR (62) Elmas Ağa'nın oğlu olup 1845 (1262 H.)'de Ergiri
(Arnavutluk)'de doğdu. Dâr'ül-Maârif Mektebî'nde
ve Mahrec-i Aklâm'da okudukdan sonra (63) Mülkiye Mektebine girdi. 18 Nisan 1869 (5
Nisan 1285)'da buradan Altıncılıkla me'zun oldu; sırasıyle: Rüsumat Emâneti (Gümrükler
Umûm Müdürlüğü) kâtibliğine ta'yin edilerek Devle? hizmetine girdi. 1866 (1283 H.)'da
aynı yer Muhasebe Tahrîrat Kalemi'ne me'mur edildi. 1869 (1286 H.J'da terfîan İşkodra
Vilâyeti Meclis-i Temyîz-i Hukuk 2. Reîsliği'ne getirildi. 1870 (1287 H.)'de 1000 krş. maaşla
İşkodra Vilâyeti, 1895'de Preveze Sancağı Rüsumat Nezâretleri (Gümrük Müdîrlikleri)
Tahrîrat Başkâtibliklerine getirildi. 1896'da bu son görevinden emekliye sevkedildi. Arna
vutça ve Rumca biimekde idi. Bundan sonraki hayâtına dâir bilgi bulunamadı.
A/57 : HALİL RAHMİ (64) Kadı-zâde Mehmed Nâmık Efendi'nin oğlu olup 1835
(1251 H.J'de Elbistan (Maraş)'da doğdu. 1865'de
Mülkiye'yi bitirdikden sonra sırasıyle: 1869 (1286 H.J'de İpekler (= Baharözü) Nahiyesi
Müdîrliği'ne ta'yin edilerek Devlet hizmetine girdi. Burada terfi' edip 1880'de Darende,
1881'de Tenos veya Tenüs (Sivas), 1885'de Siverek, 1888'de Çarsancak (= Çemişkezek),
1891'de Pah veya Bah Kazaları Kaymakamlıklarına; Pah Kazâsı'nın 13 Mart 1894 (1 Mart
1310)'de Nâhiye'ye indirilmesi üzerine aynı Nahiye Müdîr Vekilliğine; aynı yıl Ağustosu'n-
da 2. defa Çemişkezek Kaymakam Vekilliğine; aynı yıl Eylül'ünde Kızılkilise (Elâzığ) Ka
zası Kaymakamlığına getirildi. 2 Ocak 1896 (20 K. Sânî 1312)'da bu görevden ayrıldı. Bun
dan sonraki hayâtına âid bilgi bulunamadı.
23
Ayas'li Diraz-zâde Ulemâdan ve Ayaş Kazası İmamlarından Dıraz-
z â d e
A/59 : ( H a f ı z ) H A S A N (66) Hafız Mehmed Râşid Efendi'nin oğlu olup
22 Mayıs 1832 (25 Haziran 1248/15 Muharrem
1250)'de Ayaş'da doğdu. Ayaş, Beypazarı, Adapazarı Medreseleri'nde 1849'dan 1854'e
kadar öğrenimini tamamladıkdan sonra İstanbul'a geldi. Fâtih "Tetimme-i Sâbia Med-
resesi"ni bitirip "İcazet" aldı. 5 Aralık 1866'da Mülkiye'den Altıncılıkla; 1867'de de
Dârülmuallimîn-i Âliye (Yüksek Öğretmen Okulu)'den me'zun oldu. 1868 (1285 H.J'de Niş
Rüşdiyesi Muallim-i Evvel'liğine ta'yin ile Devlet hizmetine ve öğretim mesleği'ne girdi.
Sonra sırasıyle: 1872 (1289 H.J'de Sofya, 1875 (1292 H.J'de Köstendil, 1877 (1294 H.)'de
Milas, 1881 (1299 H.J'de Karamürsel, 1885 (1303 H.J'de Cisr-i Ergene (= Uzun Köprü),
aynı yıl Bilecik, 1890 (1308 H.J'de Söğüt (= Ertuğrul), 1893 (1311 H.J'de Eğridere, 1897
(1315 H.J'de Garbîkaraağaç Rüşdiyeleri Muallim-i Evvelliklerine gönderilip görevlendirildi.
Son vazifesinden 20 Şubat 1900 (19 Şevval 1317)'de kendi isteği ile emekliye ayrıldı. Evli
olup iki erkek, bir kız evlâd babası idi. Arabca ve Fransızca bilirdi. 12 dereceden ibaret
olan "İlmiye Mensubu Müderrislik Pâyesi"nin 9. "Mûsıle-i Süleymâniye" derecesine ka
dar yükselmişdi. Ne zaman vefat ettiğine dâir bilgi bulunamadı.
24
A / 6 2 : Ö M E R SABRİ (69) Öküz Mehmed Paşa ahfadından Leskovikli Mehmed
Râgıb Bey ile Hatîce Hanım'ın oğlu olup 1843 (1259
H.)'de (69/c)'deki kayda göre Mora - Yenişehir'de,
(69/a ve 69/b)'deki kayıdlara göre de İstanbul'da
doğdu. Mahrec-i Aklâm'ı bitirdikten sonra bir tarar
dan maâşsız olarak Bâb-ı Âlî Terceme Odası'na
devam ederken açılan imtihanı kazanıp Mül-
kiye'ye girdi. 1865'de buradan da me'zun oldu. Sı
rasıyla: 1871'de Poti Şehbenderliği'ne; 1873'de bu
göreve ilâveten Tiflis Başşehbenderliği vekâieti'ne
gönderildi. 1879'da Hâriciye Mesleği'nden ayrılarak
aynı yıl Me'mûrîn-i Mülkiye Tekaaüd Sandığı Sandık
Eminliğine (Veznedarlığına) getirildi. 1885'de Mâli
ye Nezâreti Başveznedarlığı'na; 1890'da İstanbul
Emniyet Sandığı Müdîrliği'ne yükseltildi. 1894'de
idare mesleğine geçerek Bitlis Vali Vekilliği'ne;
1895'de aynı yer Vâliliği'ne atandı. Bu vâzîfede iken 1899'da Bitlis'de Hakkın rahmetine
kavuşdu. Fransızca'ya vâkıf olup Arnavutça ve Rumca konuşurdu. 1879'da Mevhibe Ha
nımla evlendi; altı kız, iki erkek evlâd babası idi.
«Vazifesi esnasında herkese eşit muamele yapmayı prensip edinmişdi. Emniyet San
dığı Müdîri iken "Saray'a mensub Sultan ve Şehzadelerin sözü geçen Sandığa rehin et
tikleri mücevher v.b. eşyalar için özel bir işlem yapılması Yıldız Sarayı'ndan ısrarla
istenmesine" karşılık büyük bir cesaretle "Ben Sultanlara Halk'dan ayrı muamele yap
mam " demek suretiyle Mâbeyn'in taleblerini şiddetle red etmiş; Böylelikle Sultan Abdülha-
mid'in takdirini kazanmış; Bitlis'e Vali Vekili olarak gönderilmesine İ r â d e çıkmışdır
» (69/c)
25
Tuna Vilâyeti İdare Meclisi Mustantikliği'ne (İdâri Sorgu Yargıçlığına); 1868'de Doniçe,
1869'da Narlıç, 1872'de Cuma, 1875'de Mecidiye, 1877'de Seydişehir, 1880'de Aziziye,
1886'da Çal Kazaları Kaymakamlıklarına atandı. Bu son vazifesinden, tesbit edilemeyen
bir sebeble, 1888'de emekliye sevkedildi. 24 Aralık 1899 (11 K. Evvel 1315)'de Buldan'da
Hakkın rahmetine kavuşdu. 1892'de evlendi. İki erkek, bir kız evlâd babası idi.
A/65 : İSMAİL HAKKI (72) Müfti-zâde Ali Hıfzı Efendi'nin oğlu olup 1839'da
Harput'da doğdu. Memleketinde Medrese öğreni
mi yapıp 1859'da Akyolu Kazası Şer'iye Mahkemesi Başkâtibliği'ne; 1860'da Bahçe, 1862'de
maa-Sapanca Kazaları Nâibliklerine getirildi. Bu son görevinden 1863'de ayrılarak İstanbul'a
geldi. Mülkiye'ye girdi; 1869'da me'zun oldu. Sırasıyle: 1867'de Gürün, 1870'de Eğridir,
1873'de Yalvaç, 1874'de Daday, 1875'de Düzce, 1876'da Halil'ür-Rahman (Kudüs], 1877'de
Gazze, 1878'de Eğin (= Kemaliye), 1888'de Koziçan, 1894'de Bulanık Kazaları Kaymakam
lıklarında görevlendirildi. 1897'de idare mesleğinden ayrılarak İstanbul'a geldi; aynı yıl İs
tanbul Belediyesi Onuncu Dâire, 1900'de Üçüncü Dâire (Belediye Şu'beleri) Muhasebeci
liklerine atandı. Bundan sonraki hayâtına dâir bilgi bulunamadı. Evli olduğu tesbît edildi.
A/66 : HASAN (73) Süleyman Ağa'nın oğlu olup 1837'de Ergiri'de doğ
du. 1866'da Mülkiye'den me'zun olduktan sonra:
1867'de Marglıç, 1871'de Mitroviçe (Bosna), 1874'de Gılamuç, 1887'de Noska Kazaları
Müdîrliklerinde görevlendirildi. Bundan sonraki hayâtına âid bilgi bulunamadı.
26
BASILMIŞ ESERİ
A/70 : VELİYYÜDDÎN (77) Hasan Yazıcı-zâde Molla Şemsüddin Efendi ile Fat
ma Hanım'ın oğlu olup 1841 (1257 H.J'de Görice
(Arnavutluk)'de doğdu. 1867'de Mülkiye'den me'zun oldukdan sonra sırasıyle: 1868'de Köp
rülü Kazası Mal Müdîrliğine; 1870'de Manastır Vilâyeti Dîvân-ı Temyîz Hukuk ve Cinayet
Mahkemesi Kâtibliği'ne; 1873'de Kesendre, 1878'de Prispe veya Perspe (Manastır), 1888'de
Langaza, 1889'da Sarışaban (Selanik), 1890'da Volçentrin, 1892'de Selâhiye (Şam),
1897'de Râniye (Musul), 1899'da Ebûarîş Kazaları Kaymakamlıklarına getirildi. Bu
son vazifeden Şubat 1900'de azledildi. Uzun müddet açık maaşı aldıkdan sonra,
Mart 1906 (Şubat 1322)'da 562 krş. maaşla emekliye sevkedildi. 24 Mart 1915
(10 Mart 1331)'de emekli olarak oturmakda olduğu İzmir'de Hakkın rahmetine kavuşdu.
Evli olup bir erkek evlâd babası idi. Arnavutça ve Rumca konuşurdu.
A/71 : İZZET HÜSNÎ (78) Mehmed Ali Efendinin oğlu olup 1841'deSerfiçe'de
doğdu. 1867'de Mülkiye'den me'zun oldukdan sonra sı
rasıyle: 1868'de Potkova, 1869'da Pravişta Nahiyeleri Müdîrliklerinde; 1872'de Gradişka Kazası
Kaymakam Vekilliği'nde; 1874'de Meçova, 1875'de Vençe Nahiyeleri Müdîrliklerinde; 1879'-
da Leş Kazası Kaymakamlığında; 1880'de Serfiçe Sancağı Belediye Meclisi Reîsliği'nde;
1887'de Katerin (Selanik) Kazası Kaymakam Vekilliği'nde; 1888'de Serfiçe Bidayet Mahke
mesi Ceza Dâiresi A'zâlığı'nda; 1892'de Koçkiri (Sivas), 1895'de Azîziye (= Koyulhisar),
27
1897'de Gevaş, 1898'de Gevar Kazaları Kaymakamlıklarında görevlendirildi. Bundan sonrakr
hayâtına dâir bilgi bulunamadı.
28
•Ereğli (Konya), 1892'de Hadim Kazaları Kaymakamlıklarına getirildi. Bundan sonraki du
rumuna âid bilgi bulunamadı.
K o | e
A/78 : ALİ RİZA (84) - zade Mehmed Ali Efendi'nin oğlu olup 1839'-
da Merzifon'da doğdu. 1869'da Mülkiye'den me'
zun oldukdan sonra sırasıyle: 1870'de Sorgun (Ankara), 1871'de Kızılkoca (Yozgat),
1872'de Selmanlı (Ankara) Nahiyeleri Müdîrliklerine getirildi. Terfi' edip 1873'de Sür
mene, 1874'de Priştine, 1875'de Avanos, 1879'da Palu (Elaziz), 1881'de Arapkir, 1883'de
Aziziye, 1885'de Erbaa, 1886'da Simav, 1895'de Âdilcevaz Kazaları Kaymakamlıklarına ge
tirildi Bu son görevinden 13 Haziran 1898 (1 Haziran 1314)'de 833 krş. maaşla emekliye
sevkedildi. 25 Ağustos 1911 (12 Ağustos 1327) Cuma günü, Memleketi olan Merzifon'da
Hakkın rahmetine kavuşdu. 1872'de evlenmişdi. Bir erkek evlâd babası idi.
A/79 : ALİ RİZA (85) Mustafa Şerif Efendi'nin oğlu olup 1844'de Yenişe
hir (= Larisa-Mora)'de doğdu. Mülkiye'den me'zun
oldukdan sonra 1869'da İstanbul 1. Ticâret Meclisi A'zâ Mülâzımlığı'na ta'yin ile Devlet
hizmetine girdi. 1870'de Kuziçan Kazası Nüfus ve Emlâk Tahrîr Me'murluğu'na; 1873'de İs
tanbul Emlâk Tahrîr 2. Dâiresi 1. Kolu, 1. Fırkası 1. Muharrirliği'ne; 1874'de aynı Dâire 3.
Şu'be Emlâk Kabzımallığına; 1880'de 3. Dâire Mal Kâtibliği'ne; 1891'de aynı Dâire Mal
29
Me'murluğu'na; 1897'de Hazîne-i Mâliye Tahrîr ve Vergi Tahsil İdaresi Muhasebe KalemF
2. Mümeyyizliği'ne; 1899'da aynı Dâire 1. Mümeyyizliği'ne getirildi. Bundan sonraki duru
muna âid bilgi bulunamadı.
(86) Bak.: a) Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 10, 733. sf.; Zeyl Defder Nu. 80, 13. sf.
b) içişleri Bak. Özlük İş. Gn. Md. Sicil Şb. Dosya Nu. 10/733
(87) Bak.: a) Sicill-i Ahvâl Defteri; NU. 18, 63. sf.
b) Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsis Dosya Nu. 17931 - 32238
(88) Bak.: a) Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 10, 789. sf.
b) Mâliye Bak. Emekli İş Md. Tahsis Dosya Nu. 28372 - 29119
(89) Azil Sebebi içim Bak.: Bu Kifab'm l . C , 267. sayfasına. ,,,
30
Kaymakamlığı'na ta'yin edilmiş ise de maaşı indirildiğinden bu göreve gitmemiş, isti'fâ
ederek me'muriyetden ayrılmışdır. İki yıl açıkda kaldıkdan sonra müracaatı üzerine 1880'de
1750 krş. maaşla Sungurlu (Yozgat - Ankara), 1882'de 1215 krş- maaşla 2. defa Çu
buk - Âbâd Kaymakamlıklarına getirilmiş ise de Merkez'den Çubuk'a Kaymakam ta'yin
edildiğinden Ankara Valisi Âbidin (Dino) Paşa tarafından Yaban - Âbâd [= Kızılcahamam)
Kaymakamlığı'na gönderildi. 1886'da Ayaş Kaymakamı ile "becayiş"! yapılıp sözü geçen
Kaza Kaymakamlığına ta'yin edildi. Bu görevde iken 4 Eylül 1892 (22 Ağustos 1308)'de
azledildi (89). iki yıl kadar açıkda kaldıkdan sonra 1894'de 1750 krş. maaşla Safranbolu,
1898'de 1575 krş. maaşla Kerpe, 1899'da Bandırma, 1904'de Mudurnu, 1907'de 2075 krş.
maaşla Çekmece-i Sagîr (= Küçük Çekmece - İstanbul) Kazaları Kaymakamlıklarında gö
revlendirildi. Bu son vazifesinden 10 Ekim 1909 (26 Eylül 1325)'da 1040 krş. maaşla emek
liye sevkedildi. Emekli olarak İstanbul'da oturmakda iken 22 Temmuz 1917 (22 Temmuz
1333)'de istanbul'da Hakkın rahmetine kavuşdu. Hacı İbrahim Bey Kızı Fatma Zehra Ha
nımla evli olup, Hasan Fehmi adında bir erkek, Mü'mine adında bir kız evlâd babası idi.
Ana dili olan Çerkesceye vâkıfdı. 1889'da Saniye Rütbesi'nin 2. Sınıfına terfi' etmişdi.
A/83 : AHMED HİLMÎ (90) Eğinü Bekir Efendi'nin oğlu olup 1842'de istan-
, bul'da doğdu. Fâtih Rüşdiyesi'nde orta öğrenimi
ni tamamladı. Mülkiye'yi bitirdikden sonra sırasıyle: 1871'de Adliye Nezâreti Me-
zâhib (Mezhebler) Kalemi Kâtibliği'ne; 1873'de Dersaadet ( — İstanbul) Jandarma
Dâiresi Fırka Meclisi Kâtibliği'ne; 1876'da Bâb-ı Zabtiye (Zabtiye Nezâreti) Tefrik Meclisi
Kâtibliği'ne; 1877'de Adliye Nezâreti Mektûbî Kalemi (Özel Kalem) Mümeyyizliği'ne;
1879'da aynı Nezâret Levazım Me'murluğu'na getirildi. Bundan sonraki hayâtına dâir bilgi
bulunamadı. 1875'de Rütbesi "Sâlise" idi.
31
dirliklerine getirildi. Terfi' ederek 1879'da Ermenek. 1881'de Gülnar, 1883'de Mut Kazaları
Kaymakamlıklarına; 1890'da Mut Kaymakamlığına ek olarak Aksaray Kazası Kaymakam Ve
killiğine; 1891'de yine ek görev olarak Aksaray A'şar ihale Me'murluğu'na; 1892'de Arab-
sun Kaymakam Vekilliği'ne; 1893'de Hamîdiye (Hama Sancağı - Beyrut Vilâyeti), 1894'de
Gerede (Bolu), 1896'da Salihli (Manisa), 1900'de Demirci (Manisa) Kaymakamlıklarına
atandı. Bundan sonraki hayâtına âid bilgi bulunamadı.
A/88 : HASAN TAHSİN (95) Murad - zâde'lerden olup 1853'de İbradı'da doğ
du. 1872'de Mülkiye'yi bitirdikden sonra sırasıyle:
Seydişehir, Beyşehir, Bozkır, Ilgın, Ereğli (Konya), Ürgüp Kazaları Kaymakamlıklarına ge
tirildi. Bir süre Maraş Sancağı Mutasarrıf Vekilliği yaptı. Zeytun (Haleb) Kazası Kaymaka
mı iken 7 Nisan 1894 (25 Mart 1310)'de tutulduğu zâtürrie'den kurtulamayarak Hakkın
rahmetine kavuşdu. Evli olup üç erkek, dört kız evlâd babası idi.
32
larına getirildi. Bu görevde iken «Kazâ-i mezkûr'da icrâ-i şekaavet eden Vangel'in der
desti (yakalanması) hususuna müsamaha etmesi ve Jandarma Mültezimleri hakkında vuku'
bulan şikâyetleri dinlememesi ve bu suretle üç köy ahâlisinden otuzdört kişinin Bul
garistan'a geçmesine sebebiyet vermesi ve eşkıyaya yardım eden şahısları mahke
meye tevdi' eylememesinden dolayı» 13 Nisan 1894 (31 Mart 1310}'de azledilmiş ve "Me'-
murîn Muhâkemâtı Kanunu'Yıa göre mahkemeye sevkedilmiş ise de 30 Kasım 1897 (17 T.
Sâni 1313)'de beraat etmişdir. 1898'de 1575 krş. maaşla Elbistan, 1899'da Cisr-i Şuur
(Haleb), 1899'da Membiç (Haleb Vilâyeti) Kazaları Kaymakamlıklarında görevlendirildi.
Son vazifesinde iken 16 Temmuz 1900 (2 Temmuz 1316)'de azledildi. Bundan sonraki du
rumuna âid bilgi bulunamadı. Arabca'ya vâkıf olup Rumca ve Bulgarca konuşurdu.
1882'de 4 Rütbeden Mecîdi Nişanı aldı. 1890'da da Saniye Rütbesi'ne terfi' etti.
33
A / 9 2 : M E H M E D TEVFİK (100) Bahriye Nezâreti Müsteşarlarından Nazmi Bey'in
oğlu, Müşir Nâmık Paşa'nın torunudur. 1860'da İs
tanbul'da doğdu. Beyazıd Rüşdiyesi'nde orta, Mah-
rec-i Aklâm'da lise, Mülkiye'de yüksek öğrenimini
tamamladı. Ayrıca İstanbul Hukuk Mektebini (Fa
kültesini) de bitirdi.
1874'de Bâb-ı Âlî Mektûbî-i Hâriciye Kalemi Mü-
lâzımlığı ile Devlet hizmetine girdi. Bundan sonra
sırasıyle : 1877'de Hey'et-i A'yan Kalemi'nde; 1878'-
de Mektûbî-i Hâriciye Kalemi 3. Sınıf, 1881'de aynı
yer 2. Sınıf Hulefâlıklarında; 1885'de Hâriciye Nezâ
reti Umûr-ı Şehbenderi Kalemi (Konsolosluk İşleri
Şu'besi) Mümeyyizliği'nde; 1887'de Roma Sefareti
Müsteşarlığı ve sonra Maslahatgüzarlığında; 1892'-
de Hâriciye Nezâreti Matbûât-ı Ecnebiyye (Yabancı
Basınlar) Şu'besi Serhalîfeliği'nde; 1898'de Tâbiiy-
yet Şu'besi Müdîr Muâvinliği'nde; 1908'de Matbuatı Dâhiliye Müdîrliği'nde [= şimdiki
(1969) Başbakanlık Basın - Yayın Genel Müdîrliği]; 1909'da Sultan Reşad'ın 2. Karînliği'nde
(= Karîn-i Sânî-i Hazret-i Şehriyârî ve Mâbeyn-i Hümâyun Müdîri = Pâdişâhın Özel Sekre
teri ve Saray Dâhiliye Müdîri) görevlendirildi.
Rahmetli Hâlid Ziya Uşaklıgil, Tevfik Bey'in Saray'daki tutumunu ve karakterinin özel
liklerini şöyle anlatmaktadır (100/c - 1.C.: 135. - 138):
«"31 Mart" olayını çıkaranlardan otuzdörd'ünün Harb Divanınca verilen i'dâm kararla
rını tasdik eden "irâdeyi" (Pâdişah'dan) istihsai etdikden ve Zincirlikuyudan Şişli tarikiyle
Nişantaşındaki Konağıma uğrayıp, sebebini söylemeksizin, geceyi Saray'da geçireceğimi
haber verdikden sonra Dolmabehçeye indim. Kısa bir zaman sonra i'dam kararı Sedâret'e
gitmiş bulunuyordu.
Ben de ne olursa olsun, bu mes'elede dahlimin hiçden ibaret olduğuna kana'atle be
raber, yüreğimi sıkan bîr pençeyi uyuşturmak için Tevfik Beyin odasına girdim. Oyalan
mak, üzücü düşüncelerden silkinmek ihtiyacıyle kendi kendimden kaçmak istedikçe onun
refakatine koşardım.
Onun (Tevfik Bey'in) hilm'i, sükûnu, hiç bir zaman haleldar olmayan resmiyeti ve za
rafeti, şahsiyetinin etrafını inşirah ve istirahat veren bir dâire ile çevirirdi. Pek mütedey
yin, pek muttaki olmakla kalmıyarak namazına, orucuna ne kadar mütakayyid ise, hâdisât
ve vukuata karşı da, bunların nasıl olsa yatışacağına, düzeleceğine, nihayet iyi bir neticeye
vâsıl olacağına inanan ve bu suretle zihnini işgal ederek huzuruna halel verebilecek çöp
leri parmaklarıyla tutup bir tarafa atan bir felsefesi vardı. Kaç kerre sabahleyin Evrâk-ı
Havadisi okudukdan ve bunların zehir akan yazılarıyle harâb oldukdan, yahud, ba'zan me-
34
rakı tahrik edecek mâhiyetdeki celselerinde hazır bulunmak için Meclis-i Meb'usan'a gön
derilip orada sanki irtica hareketi daha dün vuku' bulmamışcasına, yalnız Türk olmayan
unsurlar arasında değil, asıl Türk Meb'uslar içinde de çarpışan ihtirasların, ferdâ'da (ge-
lecekde) ne olacağında korku veren tezahürlerin müşâhadesiyle sarsıldıktan sonra, O'na
gider ve endîşelerimi anlatırdım. O, bir çocuğun saçma dertlerini dinlercesine susarak,
fakat iştirak etmeyen bir tebessümle dinler; sonra gülerek, meselâ:
— Bunlar hep geçecektir; ınâyet-i Rabbâniyeden ümid kesmemelidir, derdi.
Onun bir hanım-kız edâsıyle bir gülüşü vardı ki, cüssesinin büyüklüğiyle bir tezad teş
kil etmesine rağmen, fıtratının zarafetine pek uygun olurdu. Kendisi tekellüfden hiç ayrıl
mamağa pek i'tinâkâr olduğundan, latîfe etmekden, şakalaşmakdan, hattâ ba'zan kendisi
nin ismet tekayyüdlerini tırmayalacak nevi'den hikâyeler nakl etmekden haz eden Lûtfî Si-
mâvî'nin şakalarına mukaabele etmek için yalnız bu kibarâne ve ma'sumâne gülüşlerini
kâfi bulurdu. Bir gün Ben de, bu şaka zemininde biraz ileri gitmiş ve O'nu gücendirmiş ol
dum. O günden sonra bir müddet gene sabahları odama gelmekde ve beni en süslü se-
lâmlarıyle ve iltifatlanyle taltif etmeğe devamla beraber, hâlinde bir tutukluk, bir güce
niklik, bir alınganlık kokusu duymuşdum. Bu, epeyce devam etdi ve şaka zemininde, ek
seriyet üzere, ölçüyü kayb ettiğimi, hayâtımın geçmiş demlerinde de pek çok defalar
vâkıf olmuş ve bu muaşeret günâhını tekrar etmemeğe mükerreren ahd eylemiş olduğum
hâlde, bu melek kadar sabûr ve hamûl olan refîk'ı bile küstürecek derecede gene huyuma
mağlûb oluşumdan mahcûb ve perişan, nihayet vicdan üzüntüsünün defini gidip kendisi
ne tarziye vermekde aramıştım. O hiç bir zaman bana gücendiğini i'tiraf etmek istemedi;
fakat benim bu özür dileme müracaatımı da kâfi bularak eski samimiyet tavrına avdet et-
mişdi.
O gün O'nun odasına girince, böyle Saraya avdet edişimin sebebini hemen anlatdım.
Fütursuz ve endişesiz görünüyordum. Hikâyemi bitirdikten sonra o geceyi Saray'da geçir
mek için emir aldığımı ve akşam yemeğinde sofrada beraber bulunacağımı söyledim.
O, i'dam kararında hiç tevakkuf etmeyerek ve bende zihnen bir ilişik olabileceğine
zâhib olmamış görünerek:
— Ne kadar iyi.... dedi; çokdan akşam yemeklerinde beraber bulunmamışdık. Sonra
ilâve etdi:
— Eğer Saray'da kalmanız icâb etmeseydi yemekden sonra beraber sinemaya gitmek
teklifinde bulunurdum. Bu gece gene Ringadin ile Rosalie'nin pek eğlenceli bir filmi var
mış.
Tevfik Bey, akşam yemeklerini Saray'da yemek i'tiyâdında idi ve ancak yemekden
sonra, Mâbeyn'den el ayak çekilmiş bulununca vazifesine hatime verilmiş farz ederek,
dünyada tek eğlencesini teşkil eden Tepebaşı Sinemasına giderdi. O zaman sinema, bu gü
nün terakkîleriyle kıyas kabul etmeyecek derecede ibtidâî bir hâlde ve bittabi' sessizdi.
Tevfik Bey'in bahs ettiği artistler de o zaman için bu günün Charlie'si ve Harold Lcyd'ı
kadar kendisini sevdirmiş olan meşhur Boulevard Sanatkârlarından sinema için Ringa
din nâmını tahallüs eden (= takma adını kullanan) Prince idi. Tevfik Beyin, bu san'atkâra
ve ekseriyet üzere Rosalie nâmiyle ona refakat eden Comique Kadına bir meclûbiyeti
vardı. Beni de bir kaç kerre oraya götürmüşdü.
35
O akşam sofrada hep sinemadan, bu san'atın istikbâlinden ve evvelce görülmüş
oyunlardan bahs etdi. Mu'taddan az konuşan bu dost, bu akşam nasılsa, gaaliba esen
müz'ic havaya bir nebze neşât vermek için bol bol söylüyordu.»
Kâmil Paşa Kabinesi'nin iktidara geldiği sırada 1911'de Saray'daki vazifesinden uzak
laştırılarak Şûrây-ı Devlet Mülkiye Dâiresi A'zâlığı'na ta'yin edildi. Sözü geçen Kabine'nin
düşmesi ve yerine İbrahim Hakkı Paşa Kabinesi'nin gelmesi üzerine 1912'de tekrar Sa
ray'a alınıp eski görevine başladı ve aynı yıl Ser-Karînlik'e yükseltildi. Bu olayı da rah
metli Ali Fuad Türkgeldi şöyle anlatmaktadır (100/ç):
«Kâmil Paşa tarafından İkinci Mâbeynciliğe getirilmiş olan Reşid Bey derhal ihraç ile
Tevfik Bey me'muriyet-î sabıkasına iade olunmuşdur. Fakat Tevfik Bey, teşekkür için Hu-
zur'a (Sultan Reşad'ın yanına) çıkınca "Koyu İttihadcı Tevfik kulunuz!» diye kendisinden
ıne'mûl edilmiyecek bir söz sarf etmişdir....»
Sultan Reşad'ın vefatı üzerine yerine gelen Vahidüddin, "İttihad Terakki Fırkası
(Partisi) sempatizanı" olduğunu zannettiği Tevfik Bey'i, 9 Temmuz 1918 (9 Temmuz
1334)'de Mâbeyn'den uzaklaştırdı. Bundan sonra herhangi bir görev almayarak 20 Tem
muz 1338'de 5000 krş. maaş ve kendi isteği ile emekliye ayrıldı. Üsküdardaki evine çe
kildi.
Rahmetli Hâlid Ziya Uşakgil bu ayrılışı da şöyle anlatmaktadır (100/c - 2.C.: 127. -
128- sf.):
«.... Vahidüddinin kinleri vardı. Bunlardan biri de Sultan Reşad zamanında Saray'da
İttihad ve Terakkinin bir mümessili makaamında telâkki edilen ve o zaman İkinci Mâbeyn-
ci, daha sonra Baş - mâbeynci olan Tevfik Bey hakkında idi. Yıllarca devam eden sıkı mü
nâsebetlerimde bu halûk ve nâzik zâtın, hiç bir vesiyle ile temkinden, vakar ve haysiyye-
tin icâbından ayrıldığına şâhid olmamışdım. Tek bir ta'birle ahlâkını ifâde etmek lazımsa,
mübarek bir adamdı, diyeceğim. Hâriciye mesleğinden yetişmiş; lisana âşinâ, aynı zaman
da Şark Edebiyyâtına da vâkıf olan Tevfik Beyi, belki ben bir iki defa hadden aşırı şakalar
la gücendirmiş olabilirdim. Fakat o bana karşı, dâima cemîlekârâne davrandı. Herkesin ba
na dalkavukluk ettiği bir sırada, ki bunu sonra hikâye edeceğim, en samimî muhalefet te-
zâhürleriyle beni takviye etti. İşte bu sebeble Vahidüddin'in O'nun hakkında yaptığı hare
keti işitince pek ziyâde müteessir oimuşdum. Kimbilir kendisi ne olmuştur. Topkapı Sa
rayında bîat râsimesi esnasında yeni Hünkâr (Padişah Vahidüddin), Tahtında iken önün
den geçenlere, Taht'ın saçağını öptürmek vazifesi Baş-mabeynci'ye teveccüh ederdi. O za
man bu mevki'de bulunan Tevfik Beydi. O, vazifesinin başına, Tahtın yanına gelince, Hün
kâr eliyle işaret ederek uzaklaşmasını emretmiş ve ondan sonra gelen Mâbeynci Nüzhet
Beye işaret ederek onu yanına celbetmiş. Bütün hazır bulunanların gözü önünde saraha
ten kovmak mâna'sına gelen bu hakaareti müteâkıb, bîçâre Tevfik Bey bir kenara sinmiş
ve yüzünde şamar yemişcesine bir elem, uzun kaametinde beline bir tekme vurulmuşca-
sına bir çöküklük, saatlerce durmuş..-. Ondan sonra bunu hazm edebildi mi? Ne yaptı?
Saray'da ne kadar kaldı? Vak'anın akıbetini lâyıkıyie bilmiyorum; yalnız biliyorum ki Ma
kaamında uzun müddet kalamadığı gibi hayatta da pek uzun kalamadı-..»
İstanbul'un işgaalinde İngilizlerden bir hayli eziyet gördü; bir müddet Arapyan Har
nı'nda mevkuf olarak kaldı. Tahliye edilinoe Üsküdar'da "Millî Mücâdele"cilerle işbirliği
36
yaptı. Büyük Zafer'den sonra evini tekrar İstanbul Semti'ne nakletti. 1926'da İstanbul'da
Hakkın rahmetine kavuşdu. Arabca, Farsça ve Fransızca'ya çok kuvvetle vâkıfcb. «Natûk
(Güzel konuşur) ve mazbut ifadeli olup sözü mantıkî teselsüllerle çok kuvvetli ve te'sirli
idi. 1900'de İstanbul Hukuk Mektebi Medhal-i İlm-i Hukuk (= Hukuk Başlangıcı) ve Hukûk-ı
Düvel (= Devletler Umûmî Hukuku) Dersleri Öğretim Görevliliği'ne de getirildi. Saray'da
görev alınca bu işi bırakdı» (100/b).
A/94 : İBRAHİM NAZMİ (103) Hatib Halil Efendi ile Fatma Havva Hanım'ın oğ
lu olup 1859'da Plevne'de doğdu. Plevne Kasaba-
sı'nda ilk öğrenimini yaptıkdan ve Medreselerde de bir süre okudukdan sonra Mülkiye'-
ye girdi; 1876'da bitirdi. Mekteb-i Fünûn-ı Mülkiyye'nin son me'zunlarından bulunmaktadır.
Me'zuniyetini müteâkıb sırasıyle: 1879'da Şeyhler (İzmit), 1880'de Ak - Âbâd (Kocaeli),
1881'de Karasu (İzmit), 1882'de tekrar Şeyhler Nahiyeleri Müdîrliklerine getirildi. Burada
terfi' ederek, 1883'de Garzan, 1889'da Göynük, 1893'de Mudurnu, 1896'da Nallıhan, 1898'de
Kalecik, 1900'de Çubuk, 1902'de Karaağaç, 1904'de tekrar Nallıhan, 1907'de Akçaâbâd,
1908'de Çarşamba, 1909'da Fatsa Kazaları Kaymakamlıklarına getirildi. Bu görevde iken 29
Kasım 1909 (15 T. Sânî 1325)'da otuz hizmet yılını doldurduğundan emekliye ayrıldı. 3 Şu
bat 1911 (19 K. Sânî 1327)'de Ankara'da Hakkın rahmetine kavuşdu. Hâtîce Hanımla evli
idi.
Hâl tercemesi ve resmi için oğlu Mülkiye Mektebi 1927 Mezunu Ferid Nazmi Gür-
men'e iki defa mektup yazılmasına rağmen cevap alınamadı.
37
Iı Mitroviçe Kazâsı'nda doğdu. Mitroviçe'de ilk öğrenimini yapıp bir süre de İstanbul
Fâtih Câmi'i derslerine devamdan sonra girdiği Mülkiye'den 1873'de me'zun ol
du. Sırasıyle: 1876'da 900 krş. maaşla Leryos Nahiyesi Müdîrliği'ne; iki sene sonra
900-750 krş. maaşla Patnos Kazası Kaymakam Vekilliğine; 1879'da 700 krş. maaşla Kalim-
nos Kazası Tahrîrat Kâtibliğine; 1885'de 600 krş. maaşla yeni kaza hâline getirilen
Leryos Tahrîrat Kâtibliği'ne; 1888'de 600 krş. maaşla kazâ'dan nahiye hâline çevri
len Patnos Nahiyesi Müdîrliği'ne; 1897'de 1125 krş. maaşla 3. Sınıf Enez (Edirne) Ka
zası Kaymakamlığına; 1898'de Cuma (Manastır) Kazası Kaymakamlığına getirildi. Bu va
zifede iken 16 Temmuz 1902 (2 Temmuz 1318)'de sebeb gösterilmeden azledildi. Çok iyi
Rumca bilmesi nazara alınarak 1 Haziran 1903 (18 Mayıs 1319)'de Tepedelen Kaymakam
lığına ta'yin edildi ise de Yanya Vilâyeti'nce Dâhiliye Nezâreti'ne yazılan Şifre'de «Mu
maileyhin Ergiri Sancağı ahâlisinden olmasına ve Tepedelen Kazâsı'nın ise Ergiri Sancağı
na bağlı bulunmasına mebni Tepedelen'e ta'yininin mahzurdan salim olamayacağından
Konice (Yanya) Kazası Kayınakamlığı'na nakli » teklifi uygun görülerek 26 Haziran
1903 (12 Haziran 1319)'de 1125 krş. maaşla Konice, 1906'da 1225 krş. maaşla İskrapar
Kazaları Kaymakamlıklarına atandı. Nisan 1910'da 2000 krş. maaşa terfi' etti. Temmuz
1912'de azledildi. Ma'zul olarak istanbul'da oturmakda iken 25 Mart 1915 (11 Mart 1331)
Çarşamba günü İstanbul - Sarıgüzel civarında, İskenderpaşa Mahallesi, Nûribaba Sokağı'n-
daki evinde Hakkın rahmetine kavuşdu. Eşi, kendisinden evvel vefat ettiği için dul'du.
Mehmed Âdil, Ahmed Beşir, Besim adlarında üç erkek ve Bahriye, Makbule, Saniye, Yüm-
niye adlarında dört kız evlâd babası idi. Arabca ve Farsça'ya vâkıf idi; Rumca ve Arna
vutça konuşurdu.
38
A / 9 8 : M E H M E D VEHBÎ (107) Kırım'lı Hacı Ahmed Efendi'nin oğlu olup 1850'de
Köstence'de doğdu. İlk öğrenimden sonra bir süre
de Cami' dersleri'ne devam edip Mülkiye'ye girdi; 1875'de me'zun oldu. Devlet hizmetine
1876'da ta'yin edildiği Hasankeyf (Mardin) Nahiyesi Müdîrliği ile başladı. Sırasıyle: 1878'-
de Siirt Sancağı Tahrîr-i Arazi Seyyar 3. Fırka (= ekip) 2. Kâtibliği'nde; 1879'da Virgül Na
hiyesi Müdîrliği'nde; 1882'de Cizre Kazası Vergi Kâtibliği'nde görevlendirildi. Bundan son
raki durumuna âid bilgi bulunamadı.
39
A/101 : ABDÜLVEHHÂB (110) Yusuf Efendi'nin oğludur. 1855'de Demirci (Mani
sa)'de doğdu. 1875'de Mülkiye'den me'zun oldukdan
sonra sırasıyle: 1876'da Lepuşka, 1877'de Konice (Hersek), 1878'de Ostrosça, 1881'de Mid
yat (Mardin), 1883'de Irva, 1885'de Praşova (Priştine), 1887'de Yakova Kazaları Kaymakam
lıklarına getirildi. Bundan sonraki durumuna âid bilgi bulunamadı.
A/102 : MEHMED SABİT Ali Seyfeddin Bey'in oğludur. 1849'da Mirho (Kaf-
(111) kasyaj'da doğdu. 1875'de Mülkiye'den me'zun ol
dukdan sonra sırasıyle: 1876'da Şavşat Nahiyesi Müdîrliği'nde; Nahiye Müdîrliği uhdesin
de kalmak üzere 2 ay Şîran, 2 ay, 9 gün İspir Kazaları Kaymakam Vekillikleri'nde; 1884'de
Amasra Nahiyesi Müdîrliği'nde görevlendirildi. Terfi' ederek 1888'de Albak veya Alpak
(Van), 1891'de Gevaş, 1897'de Âdilcevaz, 1898'de Şemdinan, 1902'de Şatrat'ül-Müntefik,
13 Kasım 1904 (30 T. Evvel 1320)'de Hoy Kaymakamlıklarına getirildi. Bu vazifede iken 28
Kasım 1904 (14 T. Sânî 1320)'de Hoy'da Hakkın rahmetine kavuşdu. Gürcü'ce bilmekte idi.
40
Vilâyeti), Mayıs 1890da Ponhet (Pilmar Kazası - Midilli Sancağı - Rodos Vilâyeti) Nahiye
leri Müdîrliklerinde görevlendirildi. Nisan 1891'de bu görevden isti'fâ ederek ayrıldı. İki
yıl kadar açıkda kaldıkdan sonra Mayıs 1893'de 1250 krş. maaşla nâhiye'den kazâ'ya çev
rilen ve adı Orhâniye olarak değiştirilen Koçanik (Kosova Vilâyeti) Kaymakamlığı'na atan
dı. Bu görevden de « İdâri iktidarı Kazâ'nın ehemmiyyet-i mevki'iyyesi ile mütenâsib
olmadığından dîger bir mahal'e nakl» edilmesi Kosova Vâliliği'nden Dâhiliye Nezâretine
bildirilmesi üzerine Temmuz 1896'da azledilerek ayrıldı. Haziran 1897'de 1053 krş. maaşla
Kelkit (Gümüşhane Sancağı - Trabzon Vilâyeti), Ekim 1898'de 907 krş. maaşla Koçhisar
(Konya Vilâyeti), Ekim 1899'da 1125 krş. maaşla Karaman, Mayıs 1904'de 1500 krş. maaşla
Silivri (İstanbul), Eylül 1909'da 2000 krş. maaşla Garbîkaraağaç (İsparta Sancağı - İzmir
Vilâyeti) Kazaları Kaymakamlıklarına atandı- Bu görevden de Mart 1910'da kadro hârici
bırakılıp, 425 krş. açık maaşı ile uzaklaştırıldı. Açıkda bulunduğu sırada 1 Ocak 1915 (18 K.
Evvel 1330) Perşembe günü Hakkın rahmetine kavuşdu. Hatîce Hanım'la evli olup
vefat ettiği zaman, İstanbul'da Kabataş Sultanîsi Riyaziye Muallimi olan Hâlid adında bir
erkek ile Nazire, Emine, Mevhibe, Semîha, Sâmiye adlarında beş kız evlâd babası idi.
Arabca, Farsça'ya âşinâ olup, Arnavutça konuşur; Rumca ve Bulgarca okur, yazardı.
41
Bu son vazifesinde iken, 2. Meşrûtiyet'den sonra çıkarılan "Mülkî ve Askeri Me'murîn
Tensîkaat Kanunu"nun 11. Maddesi gereğince 4 Ocak 1910 (21 K. Evvel 1325)'da emekliye
sevkedildi. Hakkında başka bilgi bulunamadı.
42
A/108 : MEHMED ÂSİM (117) Nahiye Müdîrliği'nden emekli Kütük-zâde Ali Efendi'-
nin oğludur. 1849'da Kastamonu Vilâyeti'nin Karcıoğ-
lu Köyü'nde doğdu. Kastamonu Sıbyan Mektebi'nde, istanbul Sultanahmed Câmi'i yanında
Mehmed Efendi Medresesi'nde bir süre öğrenimden sonra Mülkiye'ye girdi; 1875'de bitirdi.
Mezuniyetini müteâkıb sırasıyle: 1877'de Karacaviran (Kastamonu Vilâyeti), 1878'de Mergıv
ze, 1881'de Koçhisar, 1882'de tekrar Karacaviran, 1885'de Koziga (Kastamonu), 1888'deKara-
cahisar Nahiyeleri Müdîrliklerine getirildi. Bu vazifede iken 3. Sınıf Kaymakamlığa terfi'
ederek 1892'de İskilip, 1898'de Razlık (Selanik), 1899'da Tikveş, 1900'de Çatak, 1903'de
Boğazlıyan, 1906'da Mut, 1907'de Terme Kazaları Kaymakamlıklarında görevlendirildi. Bu
son vazifesinde iken 2 Ağustos 1910 (19 Temmuz 1326)'da emekliye sevkedildi. Emekli
olarak oturmakda olduğu İstanbul'da 3 Şubat 1912'de Hakkın rahmetine kavuşdu. Hanife
ve Azîze Hanımlarla evli olup Bahriye, Hatice ve Ali adlarında üç. evlâd babası idi.
43
reti Varidat Odası'na mülâzemeten (maâşsız olarak) devama başladı. Bir süre sonra maa
şa geçirildi. Mülkiye'den me'zun oldukdan sonra 1882'de Molva Kazası Kaymakam Vekilli-
ği'ne; 1885'de Rızvan veya Rıdvan, 1886'da Mutki, aynı yıl Ahlat, 1890'da Hizan, 1897'de
Garzan Kazaları Kaymakamlıklarına; 1898'de Siirt Mutasarrıf Vekilliği'ne; 1902'de Sincar
Kazası Kaymakamlığına getirildi. Bu vazifede iken 12 Şubat 1906 (20 K. Sânî 1322)'da 1307
krş. maaşla emekliye sevkedildi. 1 Şubat 1919 (1 Şubat 1335)'da emekli olarak oturmak
la olduğu Edirne'de Hakkın rahmetine kavuşdu. Arabca ve Farsça'ya vâkıfdı. Hâlid Efendi
Kızı Hatice Hanımla evli idi. Çocuğu yokdu.
BASILMIŞ ESERİ
IV — A • 111/ 8 (1): Revnak (Şi'ir Mecmuası, Nu. 1.-11. Cüzler)
İstanbul, Matbaa-i Hilâl; 1302 (1886); 48 sf.; 8°
(120) KAPI KETHÜDASI: Vâli'lerin, Sancak Beylerinin, Merkez Dairelerindeki ve Patrikhâne'deki, Bâb-ı Alî ve
Nezâretlerdeki işlerini tâkib etmek üzere ta'yin eyledikleri Me'mur'a verilen ad'dır. Eyâlet Kapı Kethüdaları,
Valilerin tam salâhiyyetli Vekilleri yetkisine sâhib olup onlar nâmına her türlü müracaat ve taahhüd'de bulunan
b i l i r l e r d i . Bunlar, me'mur oldukları yere göre, isim alırlardı: Eyâleti Kapı Kethüdası,.. Vilâyeti Kapı Kethü
dası,... Patrikhânesi Kapı Kethüdası gibi....
Kapı Kethüdaları, önceleri Vali veya Sancak Beyleri tarafından seçilir; vazîfelerî bunların me'muriyetleri
süresince devam ederdi. Bu hizmet'in şahsa bağlı kalması mahzurlu görülerek 1863 (1280 H.)'de, Kapu Kethü
dalarının ta'yin ve azil şekilleri değiştirildi; Devletçe ta'yin ve azilleri esâsı kabul olundu.
Patrikhane hariç olmak üzere, Vilâyet ve Livâ'ların Kapı Kethüdâlıkları 1903'den önce kaldınImışdır. Bu hu
susta daha geniş bilgi için Bak.: LÛTFÎ TÂRİHİ; 10.C, 7 1 . - 7 2 . sf.
(122) Bak.: a) Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 40, 4 1 . sf.
b) Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsis Dosya Nu. 19941
(123) Bak.: a)' Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 10.. 527. sf.
b) Mâliye Bak. Emekli iş. MM. Tahsis Dosya Nu. 29112
(124) için 45. sf. ya ve (125) için de 48. sf.nın dip notlarına bakınız.
44
Sınıf Kaymakamlık Diploması verilmesi üzerine 1887'de 1250 krş. maaşla Cuma (Serfiçe San
cağı - Manastır Vilâyeti) Kazası Kaymakamlığına getirildi. Üç ay sonra bu vazifeden de isti-
fâ'en ayrıldı. 1891'de 1750 krş. maaşla Hısn'ül-Ekrad (Beyrut Vilâyeti), 1894'de Taberiye [Bey
rut Vilâyeti), 1896'da Salt (Suriye Vilâyeti) Kazaları Kaymakamlıklarına atandı. 1898'de 1575
krş. maaşla Re's'ül-Ayn (Suriye Vilâyeti) Kazası Kaymakamlığına nakledildi ise de rahat
sızlığını ileri sürerek bu göreve gitmeyip İstanbul'a döndü ve «ilerûda dîger bir mahall'e
ta'yin edilmek üzere» Ekim 1899'da azledildi. Bu arada açılan sınavı kazanarak Nisan
1900'de 1. Sınıf Kaymakamlığa yükseldi. Kasım 1900 (1316)'de 2250 krş. maaşla Garyan
(Trablusgarb Vilâyeti) Kaymakamlığına ta'yin edildi. Şubat 1902'de ek görev olarak uh
desine Cebel-i Garbî (Trablusgarb Vilâyeti) Sancağı Mutasarrıf Vekilliği de verildi. Bu va
zifede iken "ârıza-i vücûdiyyesi"nden dolayı 8 Ocak 1907'de isti'fâ edip İstanbul'a geldi.
İki yıl kadar açık maaşı aldıkdan sonra 29 Ekim 1909'da emekliye sevkedildi. Karadağ - Sırp
Savaşı'ndaki başarısından dolayı, 1878'de 5. rütbeden Mecîdî Nişanı, 1395'de Hamiyyet-i
Vataniyye, 1902'de Nikel Hamidiye Hicaz Demiryolu Madalyaları ile taltif edilmişdi.
45
MEMİŞ Mahir Efendi ile Fatma Hanım'ın oğludur. 1830'da
A/115 M E H M E D RÜŞDÎ (127) Batum'a [hâlen (1969) Artvin İli'nin Borçka İlce-
si'ne] bağlı Camili (= Maçahel) Nâhiyesi'nde doğ
du. Mülkiye'den mezuniyetinden sonra 1881'de
Yenipazar (Aydın Sancağı), 1882'de Güney (Deniz
li Sancağı) Nahiyeleri Müdîrliklerinde; 1886'da
Ebû - Kemâl, 1893'de Katif (Basra), 1899'da Râdiye,
1901 Otça Kazaları Kaymakamlıklarında bulundu.
1903'de Hakkın rahmetine kavuşdu. Fadime Ha
nımla evli idi. Mekteb-i Mülkiyye 1894 me'zunu
Rahmetli Mes'ud Benli ile Şevki, Rauf adlarında üç
erkek, Sa'diye adında bir kız evlâd babası idi.
A/116 : ABDÜLKAADİR (128) Mehmed Efendi'nin oğludur. 1856'da Borş veya Yors
(Yanya Vilâyeti) Nâhiyesi'nde doğdu. Mülkiye'den
me'zun oldukdan sonra sırasıyle: 1879'da Karaca - Âbâd (Selanik), 1880'de Kesendire Na
hiyeleri Müdîrliklerine getirildi. 3. Sınıf Kaymakamlığa terfi' ederek 1882'de Tepedelen
(Yanya), 1886'da Zir (Ankara), 1888'de Yaban - Âbâd {= Kızjlcıhamam - Ankara Vilâyeti),
1890'da Akdağ (Yozgat), 1891'de Çerkeş (Çankırı = Kengiri Sancağı - Ankara Vilâyeti),
1896'da Eşme (Manisa Sancağı - İzmir Vilâyeti), 1898'de Soma (Manisa Sancağı - İzmir
Vilâyeti), 1899'da Sarayköy (Denizli) Kazaları Kaymakamlıklarında görevlendirildi. Bundan
sonraki hayâtına âid bilgi bulunamadı.
46
resi Serme'mur (Başme'mur) Vekilliği'ne getirildi. Bu görevden idare mesleği'ne geçdk
1879'da Kozhâne (Gümüşhane Sancağı - Trabzon Vilâyeti), 1881'de Yağmurdere (Gümüş
hane Sancağı - Trabzon Vilâyeti) Nahiyeleri Müdîrliklerine getirildi. Bundan sonraki duru
muna dâir bilgi bulunamadı. Arabca ve Farsça'ya vâkıfdı.
47
yonu'ndan mahalline gönderilen hey'et'in raporuna nazaran Kaymakam-ı Mumaileyhin de-
vâm-ı me'muriyeti münâsıb olamayacağı anlaşıldığından...." 19 Mart 1908 (5 Mart 1324)'de
azledildi. Ağustos 1910'da 2000 krş. maaşla Ödemiş, Ocak 1912'de Ustrumca (Selanik),
Mayıs 1912'de Edremit Kazaları Kaymakamlıklarına gönderildi. Edremit Kaymakamı iken
başlayan "Balkan Harbi" içinde «.... Midilli Adası'nın Yunanlılar tarafından işgaali sırasında,
Yunan İşgal Kumandanlığınca Moluva'ya Kaymakam ta'yin edilen Kostaki'ye Edremit'de bu
lunan kardeşi Mihalaki vâsıtasıyle "Moluva'daki İslamların korunmasından dolayı" teşek-
kürnâme yazdığı Karesi (= Balıkesir) Mutasarrıflığı'ndan bildirilmesine ve bu gibi nikaat'ı
(noktalan) idrak edemeyecek derecede takdirsizlik göstermesine nazaran devâm-ı me'mu-
riyetinin gayr-ı caiz görünmesine mebnî....» 23 Nisan 1913 (9 Nisan 1329)'de azledildi. Üç
yıl kadar açık maaşı aldıkdan sonra 8 Haziran 1915 (25 Mayıs 1331)'de emekliye sevke-
dildi.
Karadağ ile Sırbistan resmen bîtaraf kalmışlar ise de, askerî hazırlıklarında, tabiî kusur etmemişler
d i r . Bilhassa Rus propagandasının te'siri ile, Avrupa Matbûâtı'nda mes'ele büsbütün i'zâm edilip "Şark
Hıristiyanlığı'nın, Müslüman Türk zulmüne daha fazla dayanamayacağı" şeklinde heyecan verici yazılar ya
yımlanmaya başlaması, yukarda elbirliğinden bahsettiğimiz üç İmparatorlukdan başka, Fransa ve italya'nın
bile onlarla birlikde Mes'ele île alâkadar olmasına sebeb olduğu için Bâb-ı Âlî çok müşkil b i r durumla
karşılaşmışdır.
Hersek İsySm'nın askerî ve siyâsî olmak üzere iki yönü vardır: Askerî bakımdan, isyancıların devamlı
olarak gördükleri dış yardımlar sebebiyle, Hersek Sancağı Türklerin, Yerli Hıristiyanlardan başka Sırplar
ve Karadağlılarda da mücâdele meydânı hâline gelmiş; Anadolu'dan ve Rumeli'den mütemadiyen kuvvetler
gönderilmiş; az zamanda dört Kumandan değiştirilip Derviş Paşa'nın yerine Ahmed Hamdi Paşa, onun
yerine Rauf Paşa ve nihayet bunun da yerine sonradan "Gâzî" Unvanını a-lan Ahmed Muhtar Paşa gönderil-
mişdir. Bütün bunlara rağmen bu kanlı isyan 2 Temmuz 1876'da başlayan Sırbistan - Karadağ Muhârebesi'-
ne kadar sürüncemede kalmışdır. Bu târihde Sırbistan - Karadağ Prenslikleri, yine Rusya'nın yardımıyle,
aralarına Bulgarları da alarak Osmanlı Devleti ile Savaş'a başlamışlardır. Bu Savaş'tn sonu da, Türk Or-
dusu'nun çok zayıfladığını gözönüne alan Rusya'nın meşhur 1877 (1293 H.) Savaşını açmasına yaramışdır.
isyân'ın siyâsî yönünü de 1877 Harbi sonundaki kayıplarımız teşkil etmektedir.
(125) Daha önce askere alınmayan Medrese Talebesi (Talebe-i Ulûm) 1874'de zaruret dolayısıyie askere alınmaya
başlanmış; bunlardan "Asâkîr-i Muâvine-i İlmivye (= Yardımcı Öğrenici Askerleri)" alayları teşkîl edil
miştir.
(127), Bak.: a) Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 10, 247. sf.
b) Mâliye Bak. Emekli iş. M d . Tahsis Dosya Nu. 29002,28700
c) Talebimiz üzerine torunlarından Sayın Hâlid Benli'nin gönderdiği ve Arşivimizde saklı 10.101966
günlü mektup.
(128) Bak.: SicMI-î Ahvâl Defteri; Nu. 10, 895. sf.
(129) Bak.: a) Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 7, 23. sf.
b) İçişleri Bak. Özlük İş. Gn. M d . Sicil Şb. Dosya Nu. 7/23
(130) Bak.: Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 66, 35. sf.
(131) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli İş. M d . Tahsîs Dosya Nu. 28432
b) içişleri Bak. Özlük iş. Gn. M d . Sicil Şb. Dosya Nu. 140/A
(132) Bak.: Sicill-i Ahvâl Defteri, Nu. 18, 4 1 . sf.
48
(Rusçuk Sancağı - Varna Vilâyeti), 1878'de Elazîz, 1881'de Siverek Rüsumat Müdîrliklerine;
1886'da Gümüşhane Sancağı, 1898'de Van Vilâyeti, 1905de Amasya Vilâyeti Defter-i Hâ-
kaanî Me'murluklarına (Tapu Sicil Muhâfızlığı'na) getirildi. 1909'da bu son vazifesinden
emekliye sevkedildi.
49
A / 1 2 4 : A B D Ü L G A N Î (136) Şuaybî-zâde, Antakya (Hatay) Müftî Müsevvidi Hacı
Ahmed Efendi'nin oğludur. 1845 (1262 H.)'de An
takya'da doğdu. Sıbyan Mektebi'nde ilk öğrenimini
yaptıkdan "Medresede Arabi'den sarf ve Nahiv,
Mantık, fârisî" okudukdan sonra Mülkiye Mekte-
bi'ne girdi. Mülkiye'ye girmeden önce 1865'de mü-
lâzemetle Antakya Mahkeme-i Şer'iyye Zabıt Kâtib-
liği'nde bulundu. 1872'de Mülkiye'den me'zun ol-
dukdan sonra: 40 krş. yevmiye ile Antakya A'şar
Müzayede ve İhale Me'murluğu'na getirildi. 1873'-
de 1350 krş. maaşla Ladik (Sivas), 1874'de Te-
nüs (Sivas) Kazaları Kaymakamlıklarına nakledil
di. Bu görevde dört ay kalıp ayrıldı. 1875'de 1120
krş. maaşla Bozkır (Konya) Kaymakamlığına atan
dı. Burada sekiz ay hizmetden sonra aynı yıl
Karapınar (Konya) Kaymakamı ile "becâyiş"de bu
lundu ise de Karapınar Kaymakamı'nın "taht-ı muhâkeme"de olması dolayısıyle, Dâhi
liye Nezâreti'nce becayişleri kabul edilmediğinden tekrar Bozkır Kaymakamlığı'-
na döndü. Haziran 1877'de bu görevden azledilerek ayrıldı. Şubat 1878'de 1120 krş.
maaşla Esbekşan Kaymakamlığı'na getirildi. Şubat 1880'de bu vazifeden isti'fâen ay
rıldı. Nisan 1884'de 1500 krş. maaşla Cizre (Mardin Sancağı - Diyârıbekir Vilâyeti),
Kasım 1886'da Nusaybin (Diyârıbekir Vilâyeti), Nisan 1890'da 2500 krş. maaşla Muhail
(Yemen Vilâyeti), Aralık 1891'de Kangide (Yemen Vilâyeti), Haziran 1892'de Ricâl'ül-Maa
(Yemen Vilâyeti), Temmuz 1893'de Katabe (Yemen Vilâyeti) Kazaları Kaymakamlıklarına
atandı. Bu görevde iken Ocak 1895'de azledildi. Şûrây-ı Devlet'e yaptığı müracaat haklı
görülerek azil kararı kaldırıldı ve Kasım 1896'da 1750 krş. maaşla Nebek (Suriye Vilâyeti)
Kaymakamlığına getirildi. Buradan Eylül 1898'de becayiş suretiyle Kuneytre (Suriye Vi
lâyeti) Kaymakamlığına atandı. Bu vazifede iken Suriye Vilâyeti'nde yeni teşkil edilen Salt
Kazâsı'nın «ehemmiyyet-i mevkı'iyyesi cihetiyle Kazâ-i mezkûr'e, husûsiyyet-i mahalliyye'ye
vâkıf birinin ta'yini lâzım gelmesine ve Mumaileyhin de vukûf-ı tâmmı bulunmasına bi
nâen» Ocak 1899'da Salt Kazası Kaymakamlığı'na nakledildi. Bu Kazâ'da iken de yerine
"Zâbitân-ı Askeriyye'den (= Subaylardan)" birini ta'yini cihetiyle Mayıs 1900'de ayrıldı.
Eylül 1900'de 1575 krş. maaşla Birecik (Haleb Vilâyeti), Haziran 1904'de Savur Kazaları
Kaymakamlıklarında görevlendirildi. Aralık 1907'de 787 krş. ma'zuliyet maaşı verilerek az
ledildi. Nisan 1909'da 1575 krş. maaşla Osmaniye Kaymakamlığına getirildi. Buradan da
Ağustos 1908'de azledilerek ayrıldı. Kasım 1908'de 2250 krş. maaşla Dilim Kaymakamlı
ğına atandı. 14 Ağustos 1909'da bu görevden emekliye sevkedildi- Emekli olarak istanbul'-
(136) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsis Dosya Nu. 19893
b) içişleri Bak. Özlük iş. Gn. Md. Sicil Şb. Dosya Nu. 806/4
c) Torunu (Oğlu'nun oğlu) C. S'ayçılartndan Sayın Aytekin Gani Ataman'ın gönderdiği ve Arşivimizde-
saklı 13.7.1966 günlü mektup,
50
da oturmakda iken, 1916'da Hakkın rahmetine kavuşdu. Evli ve bir erkek evlâd babası idi.
Mûsikî ile uğraşmak hobisi olup gaayet güzel "Kanun" enstrümanı çalardı
A/125 : İSMAİL HAKKI Paşa Kadı Ahmed Hilmi Efendi'nin oğludur. 10. batından
(= Rumeli Beylerbeyi) (137) Minkarî Ömer Efendi ve Minkarî-zâde Şeyh-ül-İslâm
Yahya Efendi ahfâdındadır. 1852 (15 Zilka'de
1269)'de Akseki Kazâsı'nın İbradı Nâhiyesi'nde
doğdu. Akseki Sıbyan Mektebi'ndc, İstanbul'da Be-
yazıd Rüşdiyesi'nde okudukdan sonra Mülkiye'ye
girdi. 1872'de me'zun oldu. Sırasıyle: 6 Temmuz
1874'de Tırıyanda, 28 Eylül 1877'de Karatekeli Na
hiyeleri Müdîrliklerine getirildi. Aşağıdaki belge'-
de de görüldüğü gibi, açılan sınavı kazanıp 3.
Sınıf Kaymakamlığa terfi' ederek 15 Eylül 1879'da
Kula, 2 Haziran 1880de Tirebolu, 4 Aralık 1881'de
Salihli, 18 Ağustos 1882'de Akhisar (Manisa), 28
Eylül 1884'de Bayındır, 10 Şubat 1885'de Bergama,
21 Kasım 1886'da Ödemiş, 1893'de Nazilli Kayma
kamlıklarına gönderildi. Bu son görevde de terfi'
ederek 1899'da Asir, 1902'de Muş, 1903'de Kayseri, 1905'de Preveze, 1906'da Bolu, 1907'de
Yozgat Sancakları Mutasarrıflıklarına getirildi.
*>&*'/
(137) Bak.: En küçük oğlu Sayın Hamza Türegün'ün gönderdiği ve Arşivimizde saklı 19.9.1966 günlü mektup.
51
Yukarıdaki belge'den de anlaşılacağı veçhile Mutasarrıflığa yükselince Paşa'lık
(= Rumeli Beylerbeyi) rütbesi'ne de terfi' etti. 2 Meşrûtiyet'in ilânından sonra yapılan
"tensîkaat"da emekliye sevkedildi. Emekli olarak oturmakda bulunduğu Ödemiş'de 1911'de
Hakkın rahmetine kavuşdu. Ödemiş'de medfundur. Evli olup dört erkek ve dört kız evlâd
babası idi. 1. Rütbeden Mecidî, 2. Rütbeden Nişân-ı Âlî-i Osmânî ile taltif edilmişdi.
(138) Bak.: Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsis Dosya Nu. 4120
(139) Bak.: Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsis Dosya Nu. 3456
(140) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli iş. M d . Tahsis Dosya Nu. 9509
b) içişleri Bak. Özlük İş. Gn. Md. Sicil Şb. Dosya Nu. 860
53
zîfesinde iken 4 Ağustos 1912 (21 Temmuz 1328)'de kendi isteği ile ve 666 krş. maaşla
emekliye ayrıldı. Arabca ve Kürtçe bilirdi.
A/129 : BİLÂL EDÎB (141) Mehmed Mahir Efendi'nin oğludur. 1844 (1260
H.)'de Batum'da doğdu. 1872'de Mülkiy'den me'-
zun oldukdan, bir süre de İstanbul'da Merkez Teşkilâtı'nda maâşsız olarak çalışdıkdan
sonra, sınavla 3. Sınıf Kaymakamlığa terfi' etti. Sırasıyle: 1873'de Şırnak (Van Vilâyeti),
1879'da Siverek, 1885'de Beypazarı, 1890'da Pervari, 1893'de Arva, 1894'de tekrar Pervari,
1896da Bulancak, 1899'da tekrar Arva, 1900'de Çapakçur Kazaları Kaymakamlıklarına getiril
di. Son vazifesinden 5 Aralık 1902 (21 T. Sânî 1318)'de azledildi. Uzun yıllar açıkda kaldık-
dan sonra, "Tensîkaat Kanunu" hükümlerine tâbi' tutularak 10 Eylül 1909 (27 Ağustos
1325)'da emekliye sevkedildi. Emekli olarak istanbul'da oturmakda iken 18 Nisan 1911
(4 Nisan 1327) Pazartesi günü Hakkın rahmetine kavuşdu. Hafîze Hanım'la evli idi. Meh
med Şevket, Yusuf Ziya, Ömer Lûtfî adlarında üç erkek; Menşûre, Behiye, Nuriye, Cemîle
adlarında dört kız evlâd babası idi.
(141) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsis Dosya Nu. 7716
b) İçişleri Bak. Özlük iş. Gn. Md. Sicil Şb. Dosya Nu. 632/2
(142) Bak.: Mâliye Bak. Emekli iş. M d . Tahsîs Dosya Nu. 17665
(143) Bak.: Kızı Bn. Âliye Güran'ın gönderdiği ve Arşivimizde saklı not.
54
rasıyle: 1865'de Mâliye Nezâretti Masraf Muhasebesi Kalemi Mülâzımlığı'na; 1868'de 750
krş. maaşla Filibe (Edirne Vilâyeti) Sancağı Seyyar Tahrîr-i Arazi Me'ımurluğu'na; 1869'da
aynı görevle Pazarcık (Filibe), 1870'de yine aynı görevle Kızanlık (Filibe) Kazalarına gön
derildi. Açılan Kaymakamlık sınavını kazanarak 3. Sınıf Kaymakamlık rütbesi ve 2500 krş.
maaşla Lahye (Yemen Vilâyeti), Nisan 1875'de 1000 krş. maaşla Cisr-i Ergene (= Uzun
köprü - Edirne Vilâyeti) Kazaları Kaymakamlıklarına getirildi. 1876'da 2000 krş. maaşla
Gelibolu Sancağı A'şâr Me'murluğu'na; 1879'da 1340 krş. maaşla Niksar (Tokat Sancağı),
1881'de 1100 krş. maaşla Koyulhisar (Sivas Vilâyeti) Kazaları Kaymakamlıklarında görev
lendirildi. Evli olduğundan başka hakkında bilgi bulunamadı.
(144) Bak.: a) Maliye Bak. Emekli İş. Mrl. Tahsis Dosya Mu 18872
b) Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 1, 280. sf.
55
la TrabluS'Şam Mutasarrıf Vekilliği'ne; aynı yıl dört ay sonra 5000 krş. harcırah ile Baal-
bek Sancağı'nda meydana gelen ba'zı mühim olayların tahkikine me'mur kılındı. İki ay son
ra 10000 krş. harcırah ile Cebel-i Dürûz ve Havran Sancakları Ahâlisi arasında "tahaddüs
eden münazaa ve mukaatele-i l)mûmiyye"nin tahkikine me'mûren "fevkalâde selâhiyet
— olağanüstü yetki" ile Havran'a gönderildi. Altı ay içinde burada tahkıkaatı tamamladık-
dan sonra Aralık 1878 (Zilhicce 1296)'de 5000 krş. maaşla Müfettiş olarak bulunduğu Hav
ran Sancağı Mutasarrıflığına ta'yin edildi. «... Suriye Vilâyet-i celîlesi Valisi Ubbehetlû
(eski Sadrı Azam) devletlû Midhat Paşa hazretleri tarafından yazılan mülâhaza...» ile eh
liyet ve başarısı onaylandı. «.... Havran Sancağı Mutasarrıflığının ümerây-ı askeriyye'den
(askerî Komutanlardan) muktedir bir zât'a tevdi' lüzumu Suriye Vilâyeti'nden (Midhat Pa-
şa'dan) iş'ar olunması üzerine...» 11 Şubat 1880 (R. Evvel 1298)'de Havran Mutasarrıflığın
dan ayrıldı. Temmuz 1881'de7000 krş. maaşla Bağdad Vilâyeti Adliye Müfettişliği'ne nekledil-
di. «...Me'murin-i Mahalliye ile aralarında zuhura gelen mübâyenet-i ahval, mesâlih-i câriyye'-
ihlâl derecesine vardığı cihetle lüzûm-ı tebdili, cânib-i Vilâyet'den ve Mumaileyhin bir cinayet
şübhesiyle mahkemesi lâzım geldiği Vilâyet-i mezkûre Müddeî-i Umûmiliği'nden inha olunma
sına mebni, muhakemesi netîcesi'nde hâsıl olacak hâl'e göre hakkında muamele olunmak
üzere...» 10 Temmuz 1882 (27 Haziran 1298)'de azledilmiş ise de, hakkında yapılan tah-
kîkatda, suçlamanın esâsı olmadığı Bağdad Valiliğinin yazısından anlaşılması üzerine aynı
yıl Eylül'ünde aynı maaş ile Van, 16 Mayıs 1885 (2 Mayıs 1301)'de Diyârıbekir Vilâyetleri
Adliye Müfettişliklerine getirildi. Vilâyetlerdeki Adliye Müfettişlikleri'nin lağvedilmesi
üzerine 28 Eylül 1886 (15 Eylül 1302)'da paşa (= Mîr-i mîranj'lık payesi ile Necid Sanca
ğı Mutasarrıflığına atandı. 26 Şubat 1887 (13 Şubat 1303)'de azledildi. 1889 (Muharrem
1307)'da 6000 krş. maaşla Maraş, 1890 (R. Ahir 1308)'da 7500 krş. maaşla ve becayiş su
retiyle Hülle Sancakları Mutasarrıflıklarına getirildi. «... Paşa-i mumaileyh ta'dâd-ı ağnam
me'muriyetiyle Dîvâniye Kazâsı'na gönderildiği hâlde, ağnam işini bir tarafa bırakarak ge
rek Vilâyetin, gerek Mahallî Kumandanlığın re'yi inzimam etmeksizin ba'zı ıslâhata teşeb
büs ve ibtidar eylediği ve icra edilen vesâyâ ve tebligaatın te'sîri olmadığı Bağdad Vilâ
yeti'nden iş'ar olunmasına ve Meclis-i İdâre-i Vilâyet'den birbirini müteâkıb alınan telg-
rafnâmelerde dahî, Mumaileyhin Vilâyet merkezi ile olan muhâberât-ı âdiyesi'nde bile
lisân-ı resmî'ye ve sıfat ve haysîyyet-i me'muriyetine yakışmayacak ta'birât-ı istihfâfkâ-
râne ve bî-edebâne isti'mâli ile hodserâne harekâtında devam etmekde bulunduğu derme-
yân kılınmış olmakdan nâşi....» 7 Haziran 1891 (29 Şevval 1308)'de azledildi Haksız ve
kanunsuz yere azlediIdiğini ileri sürerek Şûrây-ı Devlet'e (Danıştay'a) yaptığı müracaat
üzerine, sözü geçen Makam'ca yapılan tahkîkaat neticesi, haklı görüldü; "azil tasarrufu"
kafdırıldı. 21 Kasım 1891 (18 R. Ahir 1309)'de 6500 krş. maaşla Yenipazar (Kosova), 22
Mayıs 1892 (24 Şevval 1309)'de 10000 krş- maaşla Zor (Haleb) Sancakları Mutasarrıflık
larına getirildi. Hizmetindeki başarılarından dolayı Eylül 1893'de terfi'an "Rumeli Beylerbe
yi Pâyesi"ne yükseldi. Ehliyet^ liyâkat ve üstün başarısı gözönüne alınıp "Makaam-ı Sadâ-
ret-i Uzmâ (= Sadrazamlık)"dan Sultan II. Abdülhamîd'e yapılan arz ve teklif üzerine 27
Temmuz 1895'de 15000 krş. maaşla Musul Vilâyeti Vâliliği'ne terfi'an ta'yin edildi.
«.... Kerkük Kasabası ile civarındaki eşkiyâ'nın vuku'a getirdiği ba'zı muhasamata Mu-
56
tasarrıf'ın acz gösterdiği ve bu hâlin Vilâyet'in şâir cihetlerine sirayetinden korkulmakda
bulunduğu Mumaileyhin kendi kendisini mes'uliyetden tebriye edercesine çekdiği telgraf-
nâme'de gösterilmiş ve oraların derkâr olan ehemmiyetine ve muhâfaza-i âsâyiş'in el-
zemiyyetine mebnî Diyârbekir'de bulunan Ferik Abdullah Paşa'nın umûr-ı Vilâyeti deruhde
etmesi ve Musul Vâliliği'ne de maksadı te'mine muktedir bir zât'ın ta'yini şeref-sâdır olan
irâde-i Seniyye-i Hazret-i Pâdişâhı iktizâ-i âlîsi'nden bulunmakla....» 16 Nisan 1896'da bu
görevden ayrıldı. İstanbul'a gelerek beş yıl kadar açıkda kaldıkdan sonra 27 Kasım 1900'de
Şûrây-ı Devlet Mülkiyesi Dâiresi A'zâlığı'na getirildi. Bu vazifede iken 2. Meşrûtiyet'in
Hânından hemen sonra yapılan "tensikaat"a tâbi' tutularak 2 Ekim 1908'de emekliye sev-
kedildi. Emekli olarak oturmakda olduğu İstanbul'da, 26 Mayıs 1912'de Hakkın rahmetine
kavuşdu. Sâdiye Hanım'la evli olup Ayşe Sabîha adında bir kız evlâd babası idi. Arabca,
Farsça konuşur ve yazardı. Fransız'caya âşinâ bulunuyordu. 1890'da 3. rütbeden Osmânî;
1895'de tebdîlen 2. rütbeden Mecîdî nişanları ile taltif edildi.
(145) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli İş. M d . Tahsis Dosya Nu. 19273-19289
b) İçişleri Bak. Özlük iş. Gn. Md. Sicil Şb. Dosya Nu. 1/968
57
bir oğlu vardı. Bulgarca konuşurdu. 1893'de 4. rütbe'den Nişân-ı Âlî-i Osmânî ile taltif edil-
mişdi.
A/134 : ABDÜSSELÂM (146) Ömer Hüsnü Efendi'nin oğludur. 1850 (1267 H.)'de
Kudüs'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kudüs'de ta
mamladıktan sonra 1870'de İstanbul'a gelerek mülâzemeten Mâliye Nezâreti Mektûbî Kalemi
Rumeli Odası'na devama başladı. 1871'de buradan ayrılıp Mülkiye'ye girdi ve 1874'de me'zun
oldu. Kaymakamlık Sınavı'nı vererek 3. Sınıf Kaymakam rütbesi ile Nisan 1877'de Halil'ür-Rah-
man (Kudüs Sancağı) Kaymakam Vekilliği'ne gönderildi. Aynı yıl Eylül ayı'nda asaleti tas-
dîk edilerek, maaşı 1215 krş.'a yükseltildi. Temmuz 1883'de Kudüs Meclis-i İdare A'zalığı'na;
Haziran 1884'de aynı Sancak Masârifat Komisyonu A'zalığı'na; aynı yıl Ağustosu'nda Ku^
düs Bidayet Mahkemesi A'zalığı'na nakledildi. Tekrar idare mesleği'ne dönerek Temmuz
1885'de Aden (Yemen Vilâyeti), Nisan 1888'de Safîta (Akkâ Sancağı), Kasım 1891'de Ak-
kâr (Beyrut Vilâyeti), 1893'de Cenin, Mayıs 1895'de Cible (Beyrut Vilâyeti), Kasım 1896'da
Yafa (Kudüs Sancağı) Kazaları Kaymakamlıklarına atandı. 8 Şubat 1900'de terfi' ederek
Fizan, 31 Eylül 1907'de Ammâre Sancakları Mutasarrıflıklarına getirildi. Son vazifesinden
16 Mayıs 1908'de azledildi. Ma'zuliyet maaşı almakda iken "tensîkaat'a tâbi" tutularak 9
Aralık 1909'da emekliye sevkedildi. Ana dili olan Arabca'ya kuvvette vâkıfdı. 1899'da Ûlâ
Rütbesi'nin 2. Sınıfına terfi' etti. Aynı yıl 3. Rütbeden "Nişân-ı Âlî-i Osmânî" ile mükâfatlan
dırıldı.
(146) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli İş. Md. Tahsis Dosya Nu. 19810
b) içişleri Bak. Özlük iş. Gn. Md. Sicil Şb. Dosya Nu. 561/A
(147) Bak.: Talebimiz üzerine oğiu Orman Yüksek Mühendisi Cevad Ziya Ma'rufiu'nun gönderdiği ve Arşivimizde
saklı 17 Ocak 1968 ve 6 Mart 1968 günlü mektuplar.
;58
si Reisliğine getirildi. Beşiktaş - Akaareıtlerde "Âfitâb-ı Maârif" adiyle ve Fransızca öğre
tim yapan bir özel okulun imtiyazını aldı. Uzun yıllar bu Okul'da da öğretmenlik yapdı. "Mü
rüvvet Gazetesi"nin sâhib ve Başyazarlığını da der-uhde eyledi. «... O zamanlar kırk para
olan gazete fiyatlarında bir hamle yapıp, sözü geçen Gazete'yi haftalık'dan günlüğe çıka
rarak fiatını da on paraya indirdi. Bu gazete için verilen jurnallar sebebiyle iki defa hapse
dildi ve bir keresinde de Fîzan'a sürüldü...» Emekli oldukdan sonra Kızıltoprak'daki evi'nin
bahçesinde "Kızıltoprak Dâr'ül-İstihzârı" adiyle bir i'mâlathâne kurdu. Burada Kolonya, diş-
tozu, vb. i'mal edip piyasaya sürdü. "Türk Enfiyesi" adiyle yaptığı bir enfiyenin patentini o
zamanki Reji (= Tekel) idaresi satın aldı. 1918'de, 64 yaşında olduğu hâlde, İstanbul'da
Hakkın rahmetine kavuşdu. Mezarı, Kızıltoprak'da Ma'rufî-zâde'lerin tamir ettirdiği Zühdî
Paşa Câmi'i hazîresindedir. Arabca, Farsça ve Fransızca'ya çok kuvvetle vâkıfdı. Mevlâna'-
ya âşık olduğu için Galata Mevlevîhânesi'ne mensubdu. Vefatına kadar ittihad ve Terakki
Partisi'ne kayıdlı ve Kadıköy Grupu İdare Hey'eti A'zâsındandı. Maârif Nazırlarından Zühdî
Paşa'nın yeğeni ile evli idi. Sedad Ziya (Sidar) Ma'ruflu, Mahmud Vedad Ma'ruflu, Cev&d
Ziya Ma'ruflu adlarında üç erkek ve (Mülkiye 1908 me'zunlarından Rahmetli Sa'adeddin
Serim'in eşi olan) bir kız eviâd babası idi. Müzik'le uğraşmak hobi'si olup günümüze ka
dar tutunup gelen ba'zı besteleri vardır. Ûlâ Rütbesi'nin 1. Sınıfına kadar terfi' etti. Muhte
lif namlardan beş nişan aldığı (147) deki kaynakda bildirilmektedir.
4148) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli İş. Md. Tahsîs Dosya Nu. 9926
b) İçişleri Bak. Özlük iş. Gn. M d . Sicil Şb. Dosya Nu. 85/39
59
1898'de Kula (Manisa Sancağı-İzmir Vilâyeti) Kazaları Kaymakamlıklarında görevlendirildi.
« Kula Kazâsı'nın âb ü havâ-i mahallî'si ile imtizaç edemeyerek başka bir Kazâ'ya
naklini istid'a» etmesi üzerine durum incelenerek Ağustos 1902'de aynı maaşla Akhisar
(Manisa Sancağı-İzmir Vilâyeti) Kazası Kaymakamı ile becayiş edildi (149). Aralık 1905'de
aynı maaşla ve yine becayiş suretiyle Hudeyde Kaymakamlığına rta'yin edildi ise de, bura
ya gönderilmeyerek izmir Vâliliği'nce Aralık 1905'den Mart 1906'ya kadar Eşme Kazası Kay
makamlığında görevlendirildi. Buradan yine becayiş suretiyle, Haziran 1906'da Soma Kay-
makamlığı'na getirildi. Mayıs 1909'da 375 krş. mâzuliyet maaşı verilerek Soma Kaymakam-
lığı'ndan azledildi. Aynı yıl Temmuz'unda 1575 krş. maaşla Aziziye (Bağdad Vilâyeti) Kay
makamlığına gönderildi. "Görülen lüzum" üzerine bu görevden de Eylül 1910'da azledildi.
Ma'zûlen istanbul'da oturmakda iken 5 Mayıs 1911 (21 Nisan 1327)'de Hakkın rahmetine ka-
vuşdu. Kendisinden evvel vefat eden Necm-i Cihan Hanımla evli olup, vefatı sırasında Mü-
lâzım-ı Sâni (teğmen) oian Kâzım, Posta Kâtibi olan Niyazi, İstanbul Mekteb-i Hukuk 2.
Sınıf Oğrenici bulunan Süreyya adlarında üç erkek ve Müzeyyen, Şaziye (vefatı sırasında
evli idiler), Nâdire adlarında üç kız evlâd babasıdır. Arabca ve Farsça'ya vâkıf olup Rum
ca konuşurdu 1888'de Saniye Rütbesi'ne terfi' etti; 1895'de 4. rütbeden Mecidî nişanı ile
taltif kılındı
A l i
A/137 : HASAN AKİF (150) Efendi'nin oğludur. 1839'da doğdu. 1862'de Mül-
kiye'yi bitirdikten sonra sırasıyle; Haziran 1862'de
1000 krş. maaşla Yahyalı (Niğde Sancağı-Konya Vilâyeti), Ağustos 1864'de Kemer - Edremit
(Edremit Kazâsı-Karesi = Balıkesir Sancağı), aynı yıl 1500 krş. maaşla Sarışâban (Drama San-
cağı-Selânik Vilâyeti) Kazaları Müdîrliklerine getirildi. Kaymakamlığa terfi' ederek Şubat
1867'de 2500 krş. maaşla Balçık (Varna Sancağı-Tuna Vilâyeti), Nisan 1872'de Teşne (Bos
na Vilâyeti), Ocak 1873'de 2250 krş. maaşla Grebine, Nisan 1875'de Konice (Bosna Saray
Vilâyeti), aynı yıl Aralığında Derbent (Bosna Saray Vilâyeti), Aralık 1876'da Gradişka (Bos
na - Saray Vilâyeti), Mart 1879'da 2000 krş. maaşla Keşan (Gelibolu Sancağı) Kazaları Kay
makamlıklarına atandı. Bu son vazifesinde iken 11 Ağustos 1880'de azledilip bir süre son
ra da emekliye sevkedildi. Emekli olarak Malkara'da oturmakta iken 9 Kasım 1906 (26 T. Ev
vel 1322)'de Hakkın rahmetine kavuşdu. Dervişe Ayşe Hanım'la evli idi. Çocuğu yokdu.
A/138 : VELİ SABRI (151) Mehmed Pertev Efendi'nin oğludur. 1848 (1265 H.)'-
de Alâiye (= Alanya)'de doğdu. Medrese öğreni
mini müteâkıb Mülkiyeye girdi. 22 Eylül 1875 (9 Eylül 1291)'de me'zun oldu. Bundan
sonra sırasıyle: Şubat 1876'da Maaret'ün-Nu'man (Haleb Vilâyeti), Şubat 1878'de Şırnak
(Mardin Sancağı-Diyârbekir Vilâyeti), aynı yıl Eylül'ünde Avniye (Mardin Sancağı-Diyâr-
bekir Vilâyeti), Aralık 1885'de Kızılkilise (Mazgirt Sancağı - Dersim Vilâyeti), Ekim 1887'de
(149) Hâlen (1969) kul lanı Imakda elan Akhisar Hükümet Konağı ile eski Tekel idaresi binâsı'nın bu Kaymakam.
tarafından yaptırıldığı sicilinde kayıdlıdır.
(150) Bak.: Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsis Dosya Nu. 20170
(151) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli iş. M ü . Tahsîs Dosya N*u. 42045
b) içişleri Bak. Özlük iş. Gn. Md. Sicil Şb. Dosya Nu. 258
60
Ma'muret'ül-Hamid (Alpak Sancağı), Nisan 1888'de Mahmûdî (Hakkâri Sancağı-Van Vilâ
yeti) Kaymakamlıklarına; Kasım 1891'de Konur (Ankara Vilâyeti) Nahiyesi Müdîrliği'ne;
Aralık 1895'de Kulp (Genç Sancağı-Bitlis Vilâyeti) Ocak 1898de Torul (Gümüşhane Sanca-
ğı-Trabzon Vilâyeti), Ekim 1906da Eğridir (İsparta Sancağı-Konya Vilâyeti) Kazaları Kay
makamlıklarına getirildi. Son görevinden "Tensikaat Kanunu" gereğince, 23 Mayıs 1910
(9 Mayıs 1326)'da "kadro hârici" bırakılarak azledildi. 25 Ağustos 1914 (11 Ağustos 1330)'-
de yaş haddinden emekliye sevkedildi. Arabca ve Farsça'ya vâkıfdı.
(152) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsis Nu. 29293
b) içişleri Bak. Özlük iş. Gn. M d . Sicil Sb. Nu. 1001
c) S i c i l l i Ahvâl Defteri Nu. 2/782
61
1898'de Saniye Rütbesi Mütemayiz Sınıfı'na terfi' etmişdi. 1905'de tebdîlen 3. Rütbe'-
den "Mecîdî Nişanı" ile mükâfatlandırıldı.
62
zâsı Kaymakamlığına getirildi. Burada sekiz ay, onbeş gün vazife görüp Eylül 1873'de 1250 krş
maaşla Ankara Vilâyeti Belediye Dâiresi Reîsliği'ne; Mayıs 1874'de 1800 krş. maaşla Deve
li (Kayseri Sancağı - Ankara Vilâyeti), Eylül 1875'de Keskin (Ankara Vilâyeti), Ağustos
1878'de 1500 krş. maaşla Vezirköprü (Sivas Vilâyeti), Aralık 1880'de 1750 krş. maaşla Ri-
câl'ül-maa (Yemen Vilâyeti), Mart 1883'de 1500 krş. maaşla Hımar (Bağdad Vilâyeti) Ka
zaları Kaymakamlıklarına atandı. Bu görevden isti'fâen ayrıldıkdan ve bir yıl, dört ay, yir-
midört gün açıkda kaldıkdan sonra Eylül 1886'da 1750 krş. maaşla Hâceriye (Yemen Vilâ
yeti), Mart 1888'de Zebdiye (Yemen Vilâyeti), Şubat 1889da Zemar (Yemen Vilâyeti),
Haziran 1890'da 2000 krş. maaşla Zeytun (Maraş Sancağı) Kazaları Kaymakamlıklarında
görevlendirildi. Son görevinden Nisan 1893'de isti'fâen ayrıldı. Mart 1894'de Basra Vilâye-
ti'ne bağlı olarak yeniden teşkîl olunan Kav Kazası Kaymakamlığına ta'yin edilmiş ise de
bu Kazâ'nın geliri henüz Kaza Me'murlarının maaşına yetecek derecede olmadığından bir
süre açık maaşı alıp Haziran 1894'de 1750 krş. maaşla Mitroviçe (Kosova Vilâyeti), Eylül
1895'de Kalkandelen, Eylül 1896'da Nevrekop (Serez Sancağı), Eylül 1897'de 1575 krş.
maaşla Kerpe (Cezâir-i Bahr-i Sefîd Vilâyeti), Kasım 1898'de Der'a (Havran Sancağı),
Ocak 1901'de Taberiye (Akkâ Sancağı) Kazaları Kaymakamlıklarına getirildi. Bu vazifede
iken, 20 Temmuz 1902 (6 Temmuz 1318)'de hastalanarak tedavi İçin İstanbul'a geldi. Has
talığı tedavisi imkânsız bir hâle gelince "Tensîkaat Kanunu" gereğince Ekim 1909'da 1027
krş. maaşla emekliye sevkedildi. 1894'de Saniye Rütbesi 2. Sınıfı'na terfi' etmiş; 1898'de
4. rütbeden Mecîdî Nişanı ile taltif kılınmışdı.
A/142 : MUSTAFA HULÛSÎ Kadı'lardan Sâdık Efendi'nin oğludur. 1849 (1266 H.)'-
(155) da Antalya'da doğdu. Sıbyan Mektebi'nde ilk öğreni
mini, Antalya Rüşdîyesi'nde orta öğrenimini tamamlayıp Şubat 1868'de 1000 krş. maaşla Pa-
zarköy (Bursa Vilâyeti) Nahiyesi Müdîrliği'ne ta'yin edilerek Devlet hizmetine başladı. Bu ara
da Mülkiye'ye girerek 1872'de me'zun oldu. Bundan sonra sırasıyle: Mayıs 1875'de 1500 .krş
maaşla Gemlik Kazası A'şâr ihale Me'murluğu'na; aynı yıl Eylül'ünde 3. Sınıf Kaymakamlığa
terfi' ederek 1670 krş. maaşla Bolvadin Kazası Kaymakamlığına; bu görev üzerinde olmak şar-
tıyle Mart 1879'da Çal Kazası Kaymakam Vekilliği'ne; Mayıs 1881'de 1750 krş. maaşla Karafer-
ye, Mayıs 1882'de 1250 krş. maaşla Vodina (Selanik Vilâyeti), Kasım 1883'de 1750 krş-
maâşla Kavala, Mayıs 1885'de 2. defa Karaferye, Ağustos 1886'da 1250 krş. maaşla 2.
defa Vodina, Eylül 1887'de 1750 krş. maaşla Adapazarı (İzmit Sancağı), Eylül 1890'da 2000
krş. maaşla Eskişehir (Kütahya Sancağı) Kazaları Kaymakamlıklarına getirildi. Bu son gö
revinden Mutasarrıflığa terfi' ederek Mayıs 1896'da 5275 krş. maaşla Müntefik Sancağı
Mutasarrıflığına yükseltildi. Bu görevde iken Mart 1897'de 1598 krş. ma'zuliyet maaşı
tahsis edilerek azledildi. Bundan sonraki durumuna dâir bilgi bulunamadı. Arabca'ya vâ-
kîtdı. 1896'da Ûlâ rütbesi 2. sınıfına terfi' etmiş; 1896'da Tebdîlen 2. rütbeden Mecîdî Ni
şanı ile taltif kılınmışdı.
63
A/143 : MEHMED TÂHİR Kadı-zâde Hacı Mustafa Âsim Efendi'nin oğludur. 1850
(156) (1267H.)'de Akseki'de doğdu. Sıbyan Mekteblerinde
ve Medrese'de okuyup Mülkiyye'ye girdi. Buradan 1877'de me'zun oldu. Me'zuniyetini müteâ-
kıb sırasıyle: 1879'da 304 krş. maaşla Gölmarmara (Akhisar Kazası - Manisa Sancağı - İzmir
= Aydın Vilâyeti) Nahiyesi Müdîrliği'ne ta'yin edilerek Devlet hizmetine girdi. Burada ondört
ay görev yapıp 1880'de isti'fâen ayrıldı. On ay açıkda kaldıkdan sonra 1881'de 800 krş. maaşla
Saray - Vize (Edirne Vilâyeti) Nahiyesi Müdîrliği'ne atandı. Bu görevde iken sınav kazanıp
3. Sınıf Kaymakamlığa yükseldi. Nisan 1885'de 1250 krş. maaşla Azîziye (Karahisar-ı Sâ-
hib = Afyon Sancağı) Kazası Kaymakamlığına getirildi. «Kazâ-i mezbûr'un 1305 H. (1887)
Senesi öşr'ünden 30.000 kile'ye yakın zahirenin ziyama sebebiyet verdiği » cihetle Ocak
1891'de azledildi ise de yapılan tahkîkaat ve muhakeme sonucu ihbarın doğru olmadığı
anlaşıldığından Şubat 1891'de 1250 krş. maaşla Atranos (= Orhaneli - Bursa Vilâyeti),
Nisan 1895'de Gönen (Karesi = Balıkesir Sancağı - Bursa Vilâyeti), Kasım 1900'de Ter-
govişde (Kosova Vilâyeti), Eylül 1902'de 907 krş. maaşla Bor, Şubat 1903'de 1125 krş.
maaşla Arapsun (= Gülşehir), Mart 1906'da Ürgüp Kazaları Kaymakamlıklarına getirildi.
Bu vazifede iken 2. Meşrûtiyet'den sonra çıkarılan "Tensîkaat Kanunu" gereğince 17 Ara
lık 1909'da 546 krş. maaşla emekliye sevkedildi. Bundan sonraki durumuna dâir bilgi bulu
namadı. 1897'de Sâlise Rütbesi'ne terfi' etti; 1898'de 4. rütbeden Mecidî Nişanı ile taltif
kılındı.
<156) Bak.: a) içişleri Bak. Özlük iş. Gn. Md. Sicil Şb. Dosya Nu. 3/982
b) Mâliye Ba>k. Emekli iş. Md. Tahsîs Dosya Nu. 29025
((157) Bak.; a) İçişleri Bak. özlük iş. Gn. M d . Sicil Şb. Dosya Nu. 716/1
b) Mâliye Bak. Emekli iş. M d . Tahsîs Dosya Nu. 29113
64
sına mebni Mahkeme-i mezkûrece 1 sene hapsine hükmolunmuş ise de, Mumaileyhin vuku' bu
lan nakl-i dâva istid'asına mebnî Selanik Bidayet Mahkemesi'nce tekrar muhakemesi yapılarak
beraatına hükmolunduğu » cihetle, bir yıl, onbir ay, on gün açıkda kaldıkdan sonra, Şubat
1885'de Hamar (Müntefik Sancağı - Basra Vilâyeti) Kazası Kaymakamlığına ta'yin edildi. Bura
dan Ocak 1887'deSuk'uş-Şuyuh (Müntefik Sancağı - Basra Vilâyeti) Kazası Kaymakamlığıma
nakledildi. Nisan 1888'de buradan da azledildi. 1 yıl, 14 ay ma'zuliyet maaşı aldıkdan son
ra 875 krş. maaşla Temmuz 1889'da Ankara Vâliliği'nce Haymana Kaymakam Vekilliğine
ta'yin edilmiş ise de, Dâhiliye Nezâreti'nce asaleti tasdik edilmediğinden aynı yıl Eylül'ün-
de ayrıldı. Mart 1900'de 2500 krş. maaşla Mahmudî (= Kâzımpaşa - Van Vilâyeti)
Kaymakamlığı'na getirildi. « Kaza merkezi olan Saray Kasabasında katledilen Timur
Ağa'nın, keyfiyyet-i katli hakkında icrâ-i tahkikat etmedikden başka maznunlar (= Sanık
lar) hakkında muâmele-i himâyekârâne'de bulunduğu beyn'el - aşâir (aşiretler arasında)
şüyu' bulması ve aleyhine şiddetle kıyam olunması üzerine tebdili, Kazâ-i mezkûr Me'mû-
rîni ile Naibi (= Hâkimi) tarafından iş'ar ve aşâir ve ahâli canibinden de yekdiğerini mü-
teâkib arz-ı mahzarlarda (= dilekçelerde) istid'a olunmasına mebni 4 T. Sâni 1306 (17
Kasım 1890) (Van) Meclis-i İdâre-i Vilâyet Karârı ile eli işden çektirilmekle » İstanbul'a
geldi. Yapılan tahkîkatda ihbarların bir esâsa dayanmadığı anlaşıldığından görevine iade
si kararlaştırıldı ve Ocak 1891'de 2500 krş. maşla Şirvan (Bitlis Vilâyeti), Temmuz
1896da 1750 krş. maaşla Ohri (Manastır Vilâyeti), Nisan 1900'de 3000 krş. maaşla Muha
(Yemen Vilâyeti) Kazaları Kaymakamlıklarına getirildi. Bu görevde iken "Paşa (— Mîr-i
miran) "lığa terfi' etti. Ocak 1901'de azledildi. Altı yıl açık maaşı aldıktan sonra Eylül
1908 (2. Meşrûtiyet'in İlânından sonra)'de 4500 krş. maaşla Cebel-i Garbî Sancağı Muta
sarrıflığına atandı. Bu görevden de Ocak 1909'da azledildi. "Tensikaat Kanunu" gereğince
16 Eylül 1909'da 1369 krş. maaşla emekliye sevkedildi. Arabca, Rumca'ya vâkıf olup, anadili
bulunan Arnavutça konuşurdu. 1895'de Yunan Muharebe Madalyası ile taltif edilmişdi.
(158) Bak.: a) Talebimiz üzerine, Torunu Sayın Nâfi'î Demirkaya'nın 15.2.1968'de ve Yeğeni Sayın Prof. Vehbi
Sarıdal'ın 28.3.1968'de gönderdikleri. Arşivimizde saklı mektublar.
b) Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 1, 950. sf.
65
1308)'de 53 yaşında iken Seferhisar'da Hakkın rahmetine kavuşdu. Seferhisar'da bir tek
kenin küçük mezarlığında medfundur. Ürgüp Kazası Müdîri iken teyzesinin kızı Munise
Hanımla evlendi; birisi küçük yaşda ölen üç kız, bir erkek evlâd babası idi. Kızlarından,
büyüğü olan Huriye Hanım Sivas Kongresi A'zâsından, Niğde eski Meb'uslarından Hâlid
Mengi'nin Annesi; dîger Kızı Ayşe Sıddîka Hanım ise Mülkiye 1926 me'zunu Rahmetli Nâ
zım İlaldı'nın Annesi, erkek evlâdı da Kaymakamlardan merhum Mehmed Salâhaddin Bey'-
dir. Şi'ir ve besteleri'nin olduğu yakınlarca bildirilmişdir.
K a d l Es
A/146 : MAHMUD AGÂH (159) ' a d Efendi-zâde İsmail Hakkı Etendi'nin oğ
ludur. 1845 (1262 H.)'de Alâiye (= AİanyaJ'de doğ
du. «Medrese'de Arabi'den Mantık'a, Fârisî'den Gülistan'a kadar okudu.» Mülkiye'ye girip
1872'de me'zun oldu. 1872'de Gülek - Maa Tekeli Nahiyesi Müdîriiği'ne ta'yîn edilerek Dev
let hizmetine girdi. 3. Sınıf Kaymakamlığa terfi' ederek 1875'de Feke (= Bilanköy), 1880'-
de Osmaniye, aynı yıl 2. defa Bilanköy Kazaları Kaymakamlıklarına; 1882'de ek görev ola
rak Haçin (Adana) Kazası Kaymakam Vekilliğine; 1884'de becayiş suretiyle Kars (= Bah
çe - Adana Vilâyeti) Kazaları Kaymakamlıklarına getirildi. 1888'de azledildi. Bundan sonra
ki hayâtına âid bilgi bulunamadı.
(159) Bak. Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 3, 380. sf. ('den Sayın Seyfi Özeğe tarafından kopya edildi.)
(160) Bak. Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 3, 38. sf. ('den Sayın Seyfi Özeğe tarafından kopya edildi.)
(161) Bak. Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 3, 98. sf. ('den Sayın Seyfi Özeğe tarafından kopya edildi.)
66
2. KISIM
ME'ZUNLARI (*)
71
"Çiçekpazarı Rüşdiyesi"ne çevrilen Mekteb'in Fransızca Muallimliği'ni de de'ruhde etti.
29 Haziran 1880'de Yıldız Sarayı Mâbeyn-i Hümâyûn'u 4. Kâtibliği'ne; Mayıs 1886'da da 1.
Kâtibliği'ne yükseldi. 23 Aralık 1895 (10 K. Evvel 1311)'de Bükreş Sefîrliği'ne; 24 Ağustos
1908 (10 Ağustos 1324)'de Washington, 10 Şubat 1909'da Roma Büyükelçiliklerine gönde
rildi. Son vazifesinden 30 Eylül 1911 (16 Eylül 1327)'de kendi isteği ile emekliye ayrıldı.
Yukardaki görevlerinden ayrı, geçici görev olarak da:
a) 8 Haziran 1882'de «.... Ferîkân (Orgeneraller) 'dan Orgolski Paşa refakatinde, Al
manya İmparatoru 1. VVilhelm'in torununun çocuk sahibi olması münâsebetiyle "Nâme-i
Hümâyun"u tevdi' ve İmparatoriçe Augusta ile Almanya Veliahdı (sonradan İmparator)
Friedrich Wilhelm ve eşine (Pâdişah'ca gönderilen) "Hedâyây-ı Seniyye'yi (Pâdişâhın ar
mağanlarını) takdim etmek için » Almanya'ya;
b) Aynı yıl Ekiminde, «Almanya İmparatoriçesi Augusta ve haşmetlû İmparator
VVilhelm'e (Sultan 2. Abdülhamid tarafından) ihdâ buyrulan Şefkat ve Osmânî Nişanlarını
tevdi' etmek ve Alman Ordusu'nun manevralarında hazır bulunmak üzere "Sefiri Fevkalâ
de" sıfatıyle me'mûren Almanya'ya gönderilen Gâzî Ahmed Muhtar Paşa refakatinde, me'-
muriyet-i mahsûsa ile » Almanya'ya;
c) «... 1888'de Alman İmparatoru ve Prusya Kralı II. VVilhelm'in tahta çıkışını tebrik
için (Saray) Teşrîfât-ı Umûmiyye Nâzın (Protokol Umum Müdîri) ve (Saray) Dîvân-ı Hü
mâyun Tercemanı Münir Paşa refakatinde ve "Sefîr-i Fevkalade" sıfatıyle » 3. defa Al
manya'ya;
ç) 1881'de Avusturya imparatoru François Jozeph'in da'veti üzerine teşkil edilen
"Hey'et-i Fevkâlade"ye katılarak Viyana'ya;
d) Mayıs 1883'de Rus Çarı ili. Alexandre'ın "Taç Giyme Töreni"nde « taraf-ı Sal
tanat-! Seniyye'den hazır bulunmak üzere A'yân'dan Server Paşa refakatinde » "Sefâret-i
Fevkalâde" görevi ile Moskava'ya;
e) 1888'de Bulgaristan'a "Fevkalâde Komiser" olarak ta'yin edilen Mahkeme-i Temyiz
(Yargıtay) Başmüddeî-i Umûmî'si ve Adliye Nâzın Rizâ Paşa refakatinde "Me'muriyet-i
Mahsûsa" ile Sofya'ya;
f) 1887'de, Kraliçe Victorya'mn ingiltere Tahtı'na çıkışının 50. Yıldönümü dolayısıyle,
adı geçeni Pâdişâh nâmına tebrik için Ali Nizâmî-Paşa (Mülkiye Mektebi Yüksek Okul hâ
line getirildiğinde ilk Müdîr) (3) refakatinde ve "Sefir-i Fevkalâde" sıfatıyle Londra'ya
gönderilmişdir.
Emekli oldukdan sonra, Yurd'dan ayrılarak uzun yıllar Avusturya, İtalya ve Fransa'da
ikaamet etti. 13 Kasım 1920'de İstanbul'da Hakkın rahmetine kavuşdu. Fransızca, Alman
ca, ingilizce, Ulahça'ya vâkıfdı. "Bâlâ" rütbesi'ne kadar terfi' etmişdi. 23 yaşında evlendi.
1 erkek, 2 kız evlâd babası idi.
Nişanları:
1) 1. Rütbeden Mecîdî Nişanı (alt derecelerdekilerle değiştirilerek)
2) 4. Rütbeden Osmânî "
3) Murassa' "
72
4) Gümüş Girit Madalyası; Gümüş ve Altın İmtiyaz Madalyası
5) Almanya, 2. Rütbeden Couronne de Prusse
6) „ , „ Aigle Rouge (Roter Adler Orden)
7) „ , „ „ Murassa' "Aigle Rouge Avec Croix de brillants"
8) Avusturya, 2. Rütbeden François Joseph Nişanı (1882)
9) „ , 1 . Rütbeden „ „ „ (1883)
10) Rusya, 1. „ "Saint Stanislas" Nişanı
11) İtalya, ,, >„ "Couronne d'ltalie" „
12) Romanya, ,, „ "Couronne de Roumanie" Nişanı (1900)
UJ »» ı »» ı» "Carol I. Jübile Madalyası" (1906)
*") ıı ı ?? t» "Etoile de Roumanie" Nişanı (1908)
BASILMIŞ ESERİ
73
Rahmetli Râgıb Ziya Mağden evvelce gönderdiği mektupta Müteveffâ'dan (.A/a) «Mavro
Kordato'yu, Orman ve Maâdin Nezâreti'nde genç bir Ziraat Yüksek Mühendisi iken tanı
dım. Kendisi, halim, selim, uzak görüşlü, terbiyeli ve kâmil bir insandı. Orman ve Maâdin
Nezâreti Nazırlık Sandalyası'nı işgal ederken bıraktığı hâtıra temizdir...» diye bahsetmek-
cledir.
7 : JAK NAHMİAS;
(Jacques Nahmias) Bankacı Selânik'li Menahem Nahmias ile Madame
Mek. Nu. 14 (9) Tamara Nahmias'ın oğludur. (G/a)'daki kayd'a göre
1858'de Selânik'de, (6/b)'deki kayd'a göre de
21.9.1860'da İstanbul'da doğdu. Galatasaray Sultanîsi
ile Paris "Saint Barbe College" ini bitirdi. 1879'da
Mülkiye'den me'zun oldukdan sonra sırasıyle: 1880'-
de Mâliye Nezâreti Teftîş-i Umûr-i Mâliye (Mâliye
Teftiş Hey'eti) Kalemi'ne me'mur edilerek Devlet
hizmetine girdi. 1882'de Hazîne-i Mâliye Müsteşar
Muavinliği, 1886'da aynı yer Hukuk Müşavirliği Ka
lemleri Kâtibliklerine nakledildi. Bu görevden 1889'-
da Düyûn-ı Umûmiyye İdaresi Vâridât-ı Muhassasa
1. Mümeyyizliği'ne getirildi. Buradan Osmanlı Ban-
kası'na geçerek 1.10.1894'de sözü geçen Banka Baş
Terceman Muâvinliği'ne; 1902'de Terceme Dâiresi
Âmirliği'ne; 1923'de aynı Banka Umum Müdîrlik
Merkezi Muâmelât-ı Resmiyye Müdîrliği'ne getirilip yükseltildi. Bu vazifede iken
1. Ocak 1927'de yaş haddinden emekliye sevkedildi. Emekli olarak oturmakda olduğu
İstanbul'da 21 Ocak 1943'de vefat etti. Fransızca, İtalyanca, Almanca okur, konuşur
ve yazardı. Rumca ve İspanyolca konuşurdu. Osmanlı Devleti hizmetinde bulunduğu sırada
Mütemayiz Rütbesi'nin 2. sınıfına kadar terfi' etmişdi. 6 Ağustos 1900'de, VViesbaden'de
1862 doğumlu Fr. Anna Pangola ile evlendi. Çocuğu yokdu.
74
8 : SARRAFYAN ; 1859 (1275 R.)'da İstanbul'da doğdu. 1879'da Mülki-
Mek. Nu. 19 (7) ye'den me'zun oldukdan sonra Darbhâne-i Âmire'de
Kâtiblik yapdığına dâir söylentiden başka araştırma
larıma rağmen hakkında bilgi bulamadım.
75
Farsça'ya çok kuvvetle vâkıfdı. Rumca konuşurdu. 28 yaşında iken Hamzaalaybey-zâde Kâ
mile Hanım'la evlendi. İki kız, dört erkek evlâd babası idi.
E m i n
10 : H A S A N T A H S İ N ; Efendi'nin oğludur. 1854 (1271 H.J'de İs-
Mek. Nu. 21 (9) tanbul'da doğdu. Yüksek Mekteb hâline getirilen
Mülkiye'den 1879'da me'zun oldukdan sonra sı-
resıyle: Haziran 1880'de Edincik (Hüdâvendigâr = Bursa Vilâyeti), Mart 1883'de İv
rindi (Karesi = Balıkesir Sancağı • Bursa Vilâyeti), Kasım 1884'de Gönen (Balıkesir
Sancağı), Şubat 1886'da tekrar İvrindi Nahiyeleri Müdîrliklerine getirildi. 3. Sınıf Kayma
kamlığa terfi' ederek Mayıs 1891'de Burhaniye (Balıkesir Sancağı), Şubat 1902'de Kalkan-
delen (Kosova Vilâyeti), Kasım 1902'de Ayvalık (Balıkesir Sancağı - Bursa Vilâyeti), Tem
muz 1904'de Karabiga (Biga Sancağı - Bursa Vilâyeti) Kazaları Kaymakamlıklarına getiril
di. Bu son vazifesinde iken yakalandığı hastalığın tedavisinin imkânsız hâle geldiği anla
şılması üzerine, 26 Mayıs 1909'da ma'lûlen emekliye sevkedildi. Mütemayiz Rütbesi'nin 2.
Sınıfına terfi' etmişdi.
M ı s ı r
11 : M E H M E D K Â M İ L ; Hidiviyet (Genel Valiliği) Sarayı Dâire Müdîrle-
Mek. Nu. 22 (10) rinden, Humus (Suriye Vilâyeti) 'lu Nu'man Efendi'
nin oğludur. 1853'de Humus'da doğdu. 1876'da Gala
tasaray Sultânîsi'nden, 1879'da da Mülkiye'nin Yüksek Kısmı'ndan me'zun oldu.
Mülkiye'ye devam ederken 1876'da İstanbul Sultanîsi 1. Kısım Coğrafya, 2. Kısım Târih
Muallim Muâvinlikleri'ne getirildi. Buradan 1877'de Bâb-ı Âlî - Hâriciye Nezâreti Terceme
Odası Hulefâlığına (= Şefliği'ne) nakledildi. Mülkiye'yi bitirdikden sonra 3. Sınıf
Kaymakam olarak 1879'da Mergab (Suriye Vilâyeti) Kazası Kaymakamlığına atandı. Bun
dan sonraki durumuna âid bilgi bulunamadı. Fransızca, Farsça'ya ve Ana dili olan Arabca'-
ya çok kuvvetle vâkıfdı.
BASILMIŞ ESERİ
76
ye'ye öğrenici olarak girince sözü geçen görevden isti'fâen ayrıldı. Me'zuniyetini
müteâkıb sırasıyle: Şubat 1879'da 1500 krş. maaşla Sarışâban (Selanik Vilâyeti),
Temmuz 1881'de 1250 krş. maaşla Boğazlıyan (Yozgat Sancağı - Ankara Vilâyeti), Mart
1887'de aynı maaşla Nallıhan (Ankara Vilâyeti), Haziran 1890'da 1750 krş. maaşla Kalkan-
delen (Kosova Vilâyeti) Kazaları Kaymakamlıklarına getirildi. Son vazifesinde iken
«.... Nâib-i Kaza (İlce Hâkimi) ve Mal Miidîri ile Mumaileyh arasında meydana gelen mü-
nâferet'in (= uyuşmazlığın), bunlar değiştirilmedikçe ortadan kaldırılması mümkin olama
yacağı » Kosova Vâliliği'nden bildirilmesi üzerine Mal Müdîri ile İlce Yargıcı değiştirildi;
24 Mayıs 1892'de kendisi de azledildi; Ağustos 1892'de 2500 krş. maaşla Yenipazar
(Kosova Vilâyeti) Kazası Kaymakamlığı'na nakledildi. Bu Kazâ'dan da « Mumaileyh il»
Kaza üerigelenieri arasında meydana gelen ihtilâf ve münâferet'den nâşî (= anlaşmazlık
ve uyuşmazlıkdan dolayı)....» burada daha fazla Kaymakamlık yapması uygun olmayacağı
hususunun Kosova Vâliliği'nden yazılmasıyle, 19 Ekim 1894'de idaresi daha kolay bulunan
Prepol (Kosova Vilâyeti) Kazası Kaymakamlığı'na nakledildi. 18 Ekim 1897'de 2250 krş. maaşla
Avlonya (Yanya Vilâyeti), 18 Ekim 1900'de Aynaroz (Selanik Vilâyeti) Kazaları Kaymakam
lıklarına getirildi. Bu görevde iken terfi' ederek Ekim 1902'de 4050 krş. maaşla Gümüşhane
(Trabzon Vilâyeti), Ekim 1905'de 6750 krş. maaşla Muş (Bitlis Vilâyeti) Sancakları Muta
sarrıflıklarında görevlendirildi. Bu vazîfede iken Mart 1906'da, tesbit edilemeyen bir sebeb-
le azledildi. İki yıl, altı ay açık maaşı aldıkdan sonra, 17 Eylül 1908'de 5265 krş.
maaşla İçel (= Mersin - Adana Vilâyeti) Sancağı Mutasarrıflığına atandı. Bu görevden 6
Eylül 1909'da Siirt Mutasarrıflığına nakledildi ise de kabul etmeyip gitmediğinden muş
ta'fi addedildi. 1/3 nisbetinde açık maaşı verilerek 30 Temmuz 1910'da azledildi. Ma'zulen
İstanbul'da oturmakda iken 14 Ocak 1912 (1 K. Sânî 1328) Salı günü Hakkın rahmetine
kavuşdu. Murad Bey kızı İsmet Hanım'la evli idi. Mehmed Ali ve Behram Ali adlarında iki
erkek evlâd babası idi. Fransızca'ya vâkıfdı. Ana dili olan Çerkezce konuşurdu. 1901'cte
"Ûlâ" Rütbesi'nin 2. Sınıfına yükselmiş; 1898'de, değiştirilerek, 4. rütbeden Mecîdî, 1902'-
de 3. rütbeden Osmânî Nişanları ve 1895'de Hamiyyet-i Vataniyye, 1906'da Nikel Hamîdîye
Hicaz Demiryolu Madalyaları ile taltif kılınmışdı.
(12) Bak.,: a) Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsis Dosya Nu. 20047
b) içişleri Bak. Özlük iş. Gn. M d . Sicil Şb. Dosya Nu. 525
c) Mizan; Haftalık Gazete; 4 Nisan 1889; Nu. 9 1 , 893. sf.
77
Iıık), Ağustos 1897de Genç (Bitlis Vilâyeti), Ağustos 1903'de Görüce (Kosova Vilâyeti),
Şubat 1904'de Mardin (Diyârıbekir Vilâyeti), Kasım 1905'de Süleymâniye (Haleb Vilâyeti),
Temmuz 1906'da Dersim Müstakil, Ekim 1907'de Ertuğrul (= Bilecik - Bursa Vilâyeti),
Eylül 1908'de Kütahya (Bursa Vilâyeti), Mayıs 1909'da İzmit Sancakları Mutasarrıflıklarına
atandı. Bu son vazîfesinden 14 Aralık 1911'de "Tensikaat'a tâbi' tutularak" 3019 krş. maaş
la emekliye sevkedildi. Emekli olarak oturmakda olduğu Bursa'da 31 Mart 1920'de Hakkın
rahmetine kavuşdu. Fransızca'ya kuvvetle vâkıfdı. Hatice Tâhire Hanım'la evli idi. Mehmed
Reşid, Ahmed Rizâ, Mahmud Nureddin adlarında üç erkek; Zübeyde ve Saadet adlarında
iki kız evlâd babası idi. Vefat ettiği sırada kızları evlenmemişdi. Oğullarından Mehmed
Reşid ve Ahmed Rizâ yedek subay olarak katıldıkları 1. Dünya Harbi'nde esir düştüklerin
den Basra'da esir bulunuyorlardı. Enküçük oğlu Mahmud Nureddin ise Bursa Sultanisi
(= Lisesi) 'nde 9. Sınıf öğrenicisi idi.
BASILMIŞ ESERİ
(13) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli, iş. Md. Tahsîs Dosya Nu. 11912
b) Danıştay Başkanlığı Sicil Arşivi Dosya Nu. 2934
( *) "Mülâzemet Rüûsu" için Bak.: Bu Kitab'm I.C., 157. sf.
78
1880 ( 1296 R. )
ME'ZUNLARI (*)
BASILMIŞ ESERLERİ
81
17 : ALİ C E V A D ; Ayıntab (Gaziantep)'Iı Şâir Hasan Aynî'nin torunu,
Mek. Nu. 104 (3) Dîvân-ı Muhasebat (Sayıştay) 2. Kâtiblerinden Mu-
hiddin Efendi'nin oğludur. 1856'da İstanbul'da doğ
du. Galatasaray Sultânîsi'ni bitirip girdiği Mülkiye
Mektebi'nin Yüksek Kısmı'ndan 1880'de me'zun oldu.
Mülkiye'yi derece alarak bitirdiği için, Sultan 2. Ab-
dülhamid'in emriyle Yıldız Sarayı (Mâbeyn-i Hümâ
yun) 3. Kâtibliği'ne ta'yin edilerek Devlet hizmetine
girdi. 1891'de 2. Kâtibliğe terfi' etmekle beraber, ek
görev olarak da Tömbeki Rejisi (= Tekeli) İdaresi
Komiserliğini deruhde etti. 1904'de 1. Kâtibliğe,
1906'da da Başkâtibliğe (Serkitâbî-i Hazret-i Şehri-
yârî'liğe) yükseldi. Aynı yıl, ek görevi Tütün Reji
(Tekel) İdaresi Komiserliğine nakledildi. 27 Nisan
1909 (6 R. Ahîr 1327) Salı günü Abdülhamid Hân'ın
hal'i üzerine Başkâtiblik görevinden ayrıldı. Bundan
sonra emekli olarak uzun yıllar Osmanlı Bankası İdare Meclis'i A'zâlığı'nda bulundu. 1930'-
da İstanbul'da Hakkın rahmetine kavuşdu. Mezarı Bebek'dedir. Mülkiyede öğrenici iken,
Dârülmuallimîn (Erkek Öğretmen Okulu)'de Târih Muallimliği de yaptı. Sultan Hamid tara
fından "Sefâret-i Fevkalâde" görevi ile Felemenk (Hollanda) Kralı nezdine Lahey'e, Alman
İmparatoru nezdine Berlin'e, Fransa Cumhurbaşkanı nezdine Paris'e, Rus Çarı nezdine
Moskova'ya, Avusturya-Macaristan İmparatoru nezdine Viyana'ya gönderildi. 1895'de "Bâlâ"
rütbesine terfi' etti. 1904'de "Murassa' İftihar Nişanı" ile taltîf kılındı. Dîger sosyal durumu
hakkında oğlu emekli Büyükelçilerden ve Kontenjan Senatörlerinden Sayın Cevad Açıkalm'a
yazdığımız mektuplara cevab alınamadı. Fransızca'ya kuvvetle vâkıfdı.
82
MEHMED Çerkeş ilerigelenlerinden Hacı - zade Osman Bey'in
19 : Ş E M S Ü D D İ N Paşa oğludur. 1854 (1271 H.)'de Kafkasya'nın Obih veya
(= V e z î r ) ; Mek. Nu. 106 (5) Obeyh Kasabası'nda doğdu. 1862'de Ailesi ile birlik-
de İstanbul'a göçetti. Fâtih'de Hâfızpaşa Sıbyan
Mektebi'nde, Fâtih ve Beşiktaş Rüşdiyeleri'nde, Mah-
rec-i Aklâm'da okudu. 1879'da Galatasaray Sultânî-
si'nden, 1880'de de Mülkiye'nin Yüksek Kısmından
me'zun oldu. Mülkiye ve Galatasaray dâhil bütün
mektebleri sınıfının birincisi olarak bitirdi. Mülki-
ye'de talebe iken 1878'de 350 krş. maaşla Galatasa
ray Sultanîsi (Lisesi) Orta Kısım Hazırlık Sınıfı
Türkçe, 1879'da bu göreve ek olarak 750 krş. maaş
la Mekteb-i Mülkiyye İ'dâdî Kısım 1. Sınıfı Hesâb-ı
Nazarî ve Hendese öğretmenliklerine ta'yin edildi.
Mülkiye'aen me'zun olunca sözü geçen görevleri
sona erdi. Me'zuniyetini müteâkıb, Sultan 2. Ab-
dülhamid'in emriyle Haziran 1880'de 1500 krş.
maaşla Yıldız Sarayı (Mâbeyn-i Hümâyun) 3. Kâtibliği'ne atandı. Nisan 1884'de 3000 krş.
maaş ve tahsisatla Atina Sefareti Başkâtibliği'ne nakledildi. «Yunan Mes'elesi (?)'nde di
ğer yabancı devletler sefirleriyle beraber Osmanlı Devleti Sefiri Feridun Bey'in de 3 Şa
ban 1303 (7 Haziran 1886)'de Atina'yı terketmesinden 48 gün (25 Temmuz 1886) sonra
dönüşüne kadar aynı Sefaret Maslahatgüzarlığımı » deruhde etti. 4 Nisan 1887'de bu gö
revden 5000 krş. maaşla Hâriciye Nezâreti Umur-ı Şehbenderî Müdîrliği (Dışişleri Bakan
lığı Konsolosluk Dâiresi Genel Müdürlüğü)'ne nakledildi. 17 Kasım 1892 (26 Rebi'ül - Ahir
1310)'de 10.000 krş. maaş ve 10.000 krş. "tahsisat" ile Bükreş Sefirliği'ne gönderildi. Bu
görevde iken «Romen Başvekili Kataresku'nun Sefarethane'ye gelerek Bükreş'de çıkan Ko-
lera'nın sirayetini önlemek için tebaa-i Osmaniye'den 10000 kişinin Romanya'dan kaldırıl
masını tebliğ ve Müşarünileyh (Şemsüddin Bey) de keyfiyeti Hâriciye Nezâretine (ken
disinin fikrini kaydetmeden) iş'ar eylemesi...» üzerine, olaylar hakkındaki takdirsizliği na
zara alınıp «.... başka bir me'muriyet-i münâsibe'ye ta'yin olunmak üzere....» Eylül 1893'de
azledildi. Bükreş Sefâreti'ne Şâkir Paşa'nın (?) ta'yini Bâb-ı Âlî'ce: « Romanya Hükû-
meti'nden alelusul istimzaç olundukda (— sorulduğunda), Bavyera'daki çiftliğinde bulunan
Romanya Kralı "Şemsüddin Bey'in tebdiline teessüfle beraber Şâkir Paşa'nın Sefirliğini
kabul ederim" demesiyle Şâkir Paşa'nın ta'yini durduruldu. Fakat Şemseddin Bey'in de
me'muriyeti iade olunmayarak tam maaşla ma'zul sıfatıyle bir sene kadar....» Sefirlik göre
vini yaptıkdan sonra başka bir şahsın ta'yini üzerine Bükreş'den ayrıldı. 11 Eylül 1895'de
6000 krş. maaşla Hâriciye Nezâreti Müsteşar Muâvinliği'ne nakledildi. Bu görevde iken
Ağustos 1895'de "Bâlâ Rütbesi" 'ne terfi' etti. 18 Şubat 1896'da 10000 krş. maaş ve bu
mikdar tahsîsat ile Tahran Sefirliği'ne getirildi. Buradan idare mesleğine geçerek 26 Hazi-
83
ran 1896'da 20000 krş. maaşla Van Vâliliği'ne nakledildi. 13 Eylül 1897'de 13500 krş. maaş
ve 9000 krş. tahsisat ile 2. defa Tahran Sefirliği'ne atandı. Iran Şahı Muzafferüddin, Ab-
dülhamîd'in resmî müsâfiri olarak İstanbul'a geldiğinde, Mehmed Şemsüddin Bey'in
me'muriyetinin devamını arzu etmesi üzerine sözü geçen Sefirlik'de maaşı 30000 krş.'a
çıkarılarak bırakıldı. Bu görevde iken « İran'da i'lân-ı Meşrûtiyet edilmesine teş-
vikatda bulunduğu » gerekçesiyle 7 Şubat 1908 (2. Meşrutiyet'in ilânından altı ay ev-
vel)'de azledildi. Aynı yıl 8 Ağustos 1908'de 25000 krş. maaşla Kâmil Paşa Kabinesi'ne
Evkaf Nâzın olarak girdi. Bu görevi 13 Şubat 1909'da, sözü geçen Kabine'nin düşmesi üze
rine, son buldu. Bundan sonra, önce 7500 krş. sonra 5000 krş. açık maâşıyle İstanbul'da
kaldı. 14 Kasım 1909'da 6000 krş. maaş ve kendi isteği ile emekliye ayrıldı.
Trablusgarb ve Bingâzi Eyâletleri'ne "Muhtar İdare" verilmesiyle 20 Ekim 1912'de
"Vezirlik Payesi" verilerek beş yıl süre ile "Nâib'üs - Sultan (= Pâdişâh Vekîli) "lığa
gönderildi. Osmanlı - İtalya Trablusgarb Harbi yenilgisinden sonra İtalyan'lar tarafından
İstanbul'a iade edildi. Emekli olarak İstanbul'da oturmakda iken 1921'de Hakkın rahmetine
kavuşdu. Şerif Rauf Paşa (?)'nın kızı ile evli olup eski Hâriciyeciler'den Orhan Şemsüddin
merhumun Babası idi. Fransızca, Arabca, Farsça'ya çok kuvvetle vâkıf olup Almanca ve
anadili olan Çerkesce konuşurdu.
Mülkiye 1894 (1310 R.) yılı me'zunlarından rahmetli Sami Evranosoğiu, Şemsüddin
Paşa hakkında şunları yazmışdı (5/a):
«.... Şemsüddin Paşa, nevi' şahsına münhasır bir insân-ı kâmil'di. Avrupa'nın felsefe
ve dîger ilim ve fenlerindeki terakkıyyâtını, Fransızca'nın edebî dekaayık'ını {—anlaşılması
çok güç metinlerini) derin bir ihata ile inceleyen bu yüksek Şahsiyyet, aynı zamanda Tâ-
rih-i İslâm (= İslâm Târihi)'ların en güzidelerini tedkîk ederek dînî ahlâk ve felsefe'de
müntehây-ı kemâl'e vâsıl olmuş müstesna bir isti'dâd idi. Hem, lâzım gelen vasıfları ta-
mâmıyle üzerinde toplamış kudretli bir sefir, hem de Asrın müstesna bir "İlâhiyyât Müte
hassısı" idi. Kendisini tanıyanlar, yüksek meziyetlerine hayran kalırlardı.
Romanya'da Sefir iken, Romanya Kralı Karol, husûsî bir teveccühle Türk Sefarethane-
si'ne gelir ve Müşârünileyh'in felsefî sohbetlerinden çok mahzuz olurmuş (= zevk alır-
mış). Hattâ, Saray'ında bir odayı Mescid olarak hazırlattırmış; Şemsüddin Bey Saray'a gel
diği zaman bu Mescid'de namaz kılarken, Kral ve Kraliçe kendisini, gönüllerinde ma'nevi
bir zevk duyduklarını ısrar ile söyleyerek, seyrederlermiş. Bu hâl İstanbul'a kadar akset
miş; sonra da kendisinden işitilmiş idi.
İran'da bulunduğu vakit, en meşhur müctehid (= İslâm Hukukçuları)'ler ile temaslar
da bulunarak onların üzerinde ciddi te'sirler yapmış ve İslâm Âlemi'ni ikiye ayıran "Ehl-i
Sünnet ('"')" ve "Şia (* )" 'nın birleşmesi yolunda ehemmiyetli bir adım atmış ise de,
me'muriyetine son verilmesiyle bu teşebbüs akim kalmışdır.
Arabca'daki vukuf ve iktidarları herkesçe malûm olan Darülfünun Müderrislerinden
merhum Şevket [Yund (***)'! Baban-zâde Ahmed Naim [Mülkiye, 541/1310 (1894) // 3.C.
me'zunu] ile bana, Muhiddin-i Arabî (****) 'nin "Füsûs'ül - Hikem" adlı kitabını okutmuş;
84
kudret-i ilmiyyesi bizleri hayran bırakmışdı. Geçen 45 senede (1945'den geriye) en ileri
gelen İstanbul Dîn Âlimleri'nin hemen hepsini bilirim. Buna dayanarak diyebilirim ki, Şem-
süddin Paşa gibi Kur'ân-ı Kerîm'in Âyetlerinden hayret - efzâ (= hayret veren) hakîkî mâ-
na'lar çıkaran selâhiyyet sahibi bir kimse görmedim. İşte, İlim Âlemine şeref veren Şem-
süddin Paşa, vefatına kadar, ilme daimî bir alâka ile bağlıydı.
Merhumun vefatında günlerce müteessir olmuş; aşağıdaki "Târih"i düşürmüşdüm;
1890'da 2. rütbeden Osmânî; 1892'de 3. rütbe'oen Mecîdî Nişanları; 1892'de Gümüş Girit
Madalyası; 1894'de Romanya Hükûmeti'nce 1. Rütbe'den "Etoile de Roumanie"; 1895'de Iran
Hükümetince Şir ve Hurşîd Nişanları ile taltif edilmişdi.
BASILMIŞ ESERLERİ
20 : ALİ RIZÂ; Mek. Nu. 107 (6) Kaza Kaymakamlarından Hüseyin Hüsnî Bey'in oğ
ludur. 1859 (1276 H.)'da İstanbul'da doğdu. Sıb-
yan Mektebi'nde ilk, Galatasaray Sultânîsi'nde lise öğrenimini tamamladı. 1880'de Mül-
kiye'nin Yüksek Kısmı'ndan me'zun oldukdan sonra sırasıyle: Ocak 1881'de 1000 krş.
maaş ile Mâliye Nezâreti Vârıdât-ı Umûmiyye idaresi (Gelirler Genel Müdîrliği) Kâ-
85
tibliğine ta'yîn edilerek Devlet hizmetine girdi. 1883'de 2000 krş. maaşla Rüsumat Emâ
neti Müsteşar Muavinliği Kalemi Kâtibliği'ne; 1901'de aynı Emânet Terceme Kalemi Müdîr-
liği'ne; 1905'de Galata Rıhtım Şu'besi Antrepo Aktarma Muamelâtı Müdîrliği'ne; 1907'de
İstanbul Gümrük Muhafaza Müdîrliği ve ek görev olarak da Me'murîn-i Mülkiyye Tekaaüd
Sandığı Umûmî Hey'eti A'zâlığına; 1909'da Rüsumat (Gümrükler Genel Müdürlüğü) İnti-
hâb-ı Me'murîn Encümeni (Me'mur Seçme Komisyonu) Reîsliği'ne getirildi. Bundan sonraki
durumuna âid bilgi bulunamadı. 1909'da "Ûlâ" rütbesi'nin 2. Sınıfı'na terfi' etmişdi. Fransız
ca okur, konuşur ve yazardı.
86
2 Ağustos 1911'de kendi isteği ile emekliye ayrıldı. Fransızca'ya yok kuvvetle vâkıfdı.
1899'da "Ûlâ" rütbesi'nin 2. Sınıfı'na yükseldi. Aynı yıl 2. rütbeden "Mecîdî Nişanı" ile
taltif edildi.
BASILMIŞ ESERLERİ
87
1882 (1298 R.) (*)
M E ' Z U N L A R l (**)
C* ) Yüksek Kısım Sınıfları'nın tamamlanamaması sebebiyle 1881 (1297 R.) yılında Mül
kiye Me'zun veremedi. Daha fazla bilgi için, 1.C., 156. sf. ya bakınız.
(**) Bu yıl Me'zun sayısı: 22
23 : M E H M E D RİF'AT Paşa Balkapanı tüccarından Hasan Efendi'nin oğludur. 1
(= V e z î r ) Mek. Nu. 16 (1) Mart 1861'de İstanbul'da doğdu. Sıbyan Mektebi'nde
ilk, Beyazıd Rüşdiyesi'nde orta, İstanbul Sultânî-
si'nde lise öğrenimini tamamladı. 1882'de Mülkiye'-
nin Yüksek Kısmı'ndan "a'lâ (= iyi)" derecede
me'zun oldu. Me'zuniyetini müteâkıb Şubat 1882'de
Bâb-ı Âlî (Hâriciye Nezâreti) Terceme Odası Kâ-
tibliği ile Devlet hizmeti'ne girdi. Haziran 1884'de
Ticâret Nezâreti Terceme Kalemi Kâtibliği'ne nak
ledildi. Bu Dâire'nin kaldırılması üzerine tekrar Hâ
riciye Nezâreti'ne geçdi. Aralık 1885'de Tiflis Baş-
sehbender Vekilliği'ne ve Kançılarlığı (= Konsolos
luk KâtibliğiJ'na; Nisan 1888'de Poti Şehbender
(= Konsolos) Vekilliği'ne; Ekim 1889'da 2. d e f a
Tiflis Başşehbender Vekilliği ve Kançılarlığı'na; Ara
lık 1890'da Tırhala, Eylül 1891'de Novorosisk, aynı
yıl Aralığı'nda Petersburg (= Leningrad) Şehbenderliklerine getirildi. Terfi' ederek Şu
bat 1892'de Atina ve Pire Başşehbenderliği'ne; aynı yıl Ekim'inde Berlin, Mart 1895'de Lond
ra Büyükelçilikleri Müsteşarlıklarına atandı. 1897'de Washington Sefirliğine ta'yin edildi ise
de, tesbît edilemeyen bir sebeble bu göreve gitmeyerek, Aralık 1897'de "Orta Elçi" unvanı
ile Atina Elçiliğine gönderildi. Bu görevi de sekiz yıl başarılı şekilde yapıp Nisan 1905'da
"Sefîr-i Kebîr (= Büyükelçi) sıfatı ve Vezirlik payesi" ile Londra Büyükelçiliği'ne gönde
rildi. Bu olayı, emekli Hâriciye Me'murlarından Es'ad Cemâl Paker şöyle anlatmaktadır
(1/h): «Türkiye'nin Türkçe bilmeyen Londra Sefiri Müsürüs Paşa'nın ölümünden sonra, bu
Me'murluğa kimin ta'yin edileceği, Türkiye ve İngiltere Devletleri arasında bir münâkaşa
mevzu'u olmuş; Londra Maslahatgüzarı Abdülhak Hâmid, Hâriciye Nezâreti'ne gönderdiği
bir telgrafla, "İngiltere Hâriciye Nezâreti'nin Londra'ya bir Müslüman Sefir ta'yinine asla
i'tiraz etmeyeceğini, bilâkis memnun olacağını" bildirmiş; Sultan Abdülhamid de Roma
Sefiri Reşid Bey'i Londra Sefaretine inha etmişdi. Bunun üzerine ba'zı Rum aileler, İstan
bul'daki İngiltere Sefiri mutaassıb O'Connord'u elde ederek türlü entrikalarla, Reşid Bey'in
ta'yinini önlemek istemişler; O'Connord da İngiltere Hâriciye Nezâreti'ne bir şifre ile "Reşid
Bey'in zevcesinin İtalya'da orta tabakaya mensub bir kadın olduğunu, Londra'nın Saray ve
kibar muhitine girmesinin doğru olamayacağını" ileri sürmüş ve İngiltere Hâriciye Nezâreti bu
fikirleri tasvib ettiğini Hükümetimize bildirmişse de, Abdülhamid bu inhada ısrar etmişdir.
Bu tartışmalar çok uzamış; hattâ O zamanki İngiltere Kralı Edvvard VII. işe karışmış; Ab-
dülhamid'e bizzat yazarak "Seyahati sırasında Atina'da tanıdığı Rif'at Bey, ingiltere'ye ta'-
92
Rif'at Paşa'nın kâmil bir insan, değerli bir diplomat olduğunda, kendisini tanıyanlar,
tarafsız olarak birleşmektedirler. Dış memleketlerde geçen me'muriyetinin uzun bir süre
sini kapsayan Atina Orta Elçiliği sırasında çok iyi ad yapmış; Londra Büyükelçiliğinde
iken, yabancı büyükelçiler arasında, İngiltere Kralı VII. Edvvard'ın [şimdiki (1969) İngil
tere Kraliçesi Elizabeth'in Dedesi] en çok sevip takdir ettiği ve VVindsor Sarayı'na sık sık
müsâfir ederek uzun sohbetlerde bulunduğu bir şahsiyyetdi. Hâriciye Nâzın iken de, kısa
sürede, Devlet'e en nâzik zamanlarda pek değerli hizmetler îfâ etti. Yabancı elçi ve bü
yükelçilere, Türk Hâriciyesi'nin, 2. Meşrûtiyet sonrası, sarsılan i'tibârını yüceltip tanıttı.
Mütâreke Devri'nde, bilhassa Tevfik Paşa tarafından, kendisine bir çok defa yapılan
"Londra Mümessilliği" teklifini şiddetle reddetdi. 1. Dünya Savaşı'na girmemizin, Millet'e
felâketten başka bir şey getirmeyeceğini Bâb-ı Âli'ye defalarca yazmışdı; fakat O Devr'in
sorumlularını ikna edemedi.
Yukarıda belirttiğimiz meziyetleri hakkında rahmetli Hâlid Ziya Uşakgil şunları yazmak
tadır (1/ç):
«Ben, Saray'a (Mâbeyn Başkâtibi = Pâdişâhın Genel Sekreteri olarak) geçmeden
önce Rif'at Paşa'yı tanımazdım; yalnız uzakdan uzağa görür ve şöhretini işitirdim. O'nun
(sonradan Sadrâzam ve Mülkiye 1882 Me'zunu) Hakkı Paşa, (Maârif Nâzın ve Mülkiye
1882 me'zunu) Emruilah Efendi, (Mütâreke'de Maârif Nâzın ve Mülkiye 1883 me'zunu,
Gelenbevî-zâde) Said Bey ile (Mülkiye öğreniciliği zamanında ve) genç yaşından beri
dost olduklarını; pek temiz bir aileden olduğunu, pek iyi ve temiz şekilde büyüdüğünü;
kibar etvârıyle (= tavırlarıyla) Hâriciye Nezâreti'nde de pek güzide bir diplomat olarak
tanındığını bilirdim. Saray'a geçtikden sonra da, temaslarımla, bütün bu uzakdan bilinen
evsâfını (= vasıflarını = niteliklerini) günden güne artan bir sarahat (= açıklık)'la gör
düm. O'na pek az bir zaman içinde tam bir incizab (= gönül akması) duydum. Bu suret
le te'essüs eden his, resmi münâsebetlerle de her vesile ile arta arta, nihayet Büyük Harb'-
in son yıllarında Berlin'de, daha sonra O'nun hayâtı nihayetine kadar İstanbul'da pek derin
ve mütekaabil bir muhabbete münkalib olmuşdu (çevrilmişdi) »
Eski Hariciyecilerden Ahmed Reşid Bey de, Rif'at Paşa hakkındaki bilgi, düşünce ve
duygularını şöyle tesbît etmişdir (1/b):
«Sabık Berlin Sefîr-i Kebîr Rif'at Paşa dün söndü. Bundan 6 sene evvel nâbehengâm,
bayağı bir ecel-i kaza'ya kurban olurcasına, irtihâl eden Hakkı Paşa gibi, Rif'at Paşa dahî,
Memleketimizde ma'atteessüf pek az kimsenin lâyıkıyle anlamış olduğu büyük bir insan,
büyük bir recül-i devlet, büyük bir diplomat idi. Hamiyyet ve fazîlet'in tecessüd etmesi
mümkin olsaydı, Rif'at Paşa'da teşahhus ederdi. Memleketimizin pek temiz, pek necîb bir
dûdmân-ı kadîm'inin bir uzv-ı mütemeyyiz'i olan Rif'at Paşa'da, asâlet-i fıtriyye, necâib-i
ahlâkiyye kemâl derecesini bulmuşdu. Sefir ve Hariciye Nâzın sıfâtlarıyle Rif'at Paşa'nın
hayâtı, Memleketin hudûd-ı mülkiyye-ı haricîsinde, yabancı devletler nezdinde, dâhilen
dahî düvel-i ecnebiyye mümessilîn-i siyâsiyye'si indinde vazife görmeği tasavvur ve memul
eden gençlerce i'tinâ ile tedkîk olunmağa hakikaten şâyeste bir ömr-i güzîde'dir. Rif'at
Paşa hayât-ı hususiyye'sindeki pürüzsüzlük, hayât-ı resmiyyesindeki dürüstlük ile her bu
lunduğu Sefâretde kendisini cümleye sevdirmiş, saydırmış; herkesin gönlünde kendisine
karşı derin bir muhabbet-i hürmetperverâne, ta'zimkârâne perverişyâb olup katmasına mu
vaffak olmuşdur.
93
Refakatleri tâ Mekteb-i Mülkiyye'den başlıyan Hakkı Paşa ile Rif'at Paşa arasında ta-
biatıyle bir kıyas terettüb eder; zîrâ bu iki büyük adam Devletimizin en mühim işlerine
karışmış; en buhranlı zamanlarımızda idâre-i Hükûmet'i vukûf-ı kâmil ile, salâhiyyet-i kâ
mile ile ellerinde tutmuş ricalimizin ilk saflarında bulunanlardandır. Bu mukaayesenin neti
cesinde, ben ki her ikisini de herkesden iyi tanımışımdır, devlet adamı, hele elçi sıfatiyle
fazi ü rüchan'ı Rif'at Paşa'ya tevcih etmekde bir an tereddüd eylemem. İbrahim Hakkı Pa
şa ilmen, değil Rif'at Paşa merhum'a, fakat el'an içimizde, hattâ Avrupa'da, hattâ Ameri
ka'da, öyle çok kimseyle kıyas mevki'ine konulamaz bir şahsiyet-i mümtâze idi; cidden
bir dâhi idi. Onun irfân-ı bülend'ini herkesden evvel, herkesden ziyâde takdir etmekle Rif'at
Paşa büyük bir fazilet ibraz ederdi. Nitekim, Hakkı Paşa'nın irtihâli ile münhal olan Berlin
Sefâret-i Kübrâ'sı kendisine teklif kılındığı vakit, adem-i kabul ile mukaabele etmiş;
"Ben Hakkı Paşa'nın yerini dolduramam" demiş; halbuki, O Berlin Sefaretini deruhde et-
mîyecek olursa oraya, ortada isimleri deveran eden ba'zı nâehillerden birinin nasbcluna-
cağını bildiğim için, hissiyyât-ı hamiyyetperverâne'sini tahrik ile vuku' bulan İsrarım üze
rine, teklif-i vâki'i red'den sarfınazar eylemiş idi.
Muharebe esnasında Alman'larla aramızda mevcud olan bir takım hukukî ve siyâsî iş
leri Berlin'de Hakkı Paşa'nın refakatinde ve "Murahhas-ı Fevkalâde" sıfatında takîbetmiş
olmaklığımdan dolayı benim kendisine refakatimi istemiş ve Tal'at Paşa Kabinesi de bunu
tasvib ile, beni Sefâret'de Rif'at Paşa'ya teşrik eylemiş idi. Ba'zı esbab haylûleti ile, bu
refakat pezirây-ı hakikat olamadı. Maamâfih Rif'at Paşa'nın bende gördüğü ve hizmetine
zam ve tahsis etmek istediği ihtisaslarda, o müstağni olarak, ağır vazifelerini o müstesna
dirâyetiyle başardı. Şâyân-ı nazar-ı dikkatdir ki, Muhârebe-i Umûmiyyenin infilâki es
nasında, Paris'de Büyükelçimiz bulunan Rif'at Paşa'yı Kayser VViihelm Hükümeti Berlin'de
görmek istedi; Onun hakkındaki istimzâc-ı mu'tâde'ye çok kadirşinasâne cevâb-ı mu
vafakat verdi. Diplomasi hayâtında bu, bir nailiyyet-i muazzama'dır.
Devletimizi Londra'da liyâkat-i tâmme ile temsil eden Sadr-ı sabık Tevfik Paşa gibi
Rif'at Paşa da, 1914'deki zimamdârân-ı Hükûmet'imizin, Vatanı nasıl bir hevlnâk varta'ya
sürüklediklerini görebiliyordu. Ne ötekini, ne berikini dinlediler ve işte görün, bakınız ne
oldu
Bir gün Sadrâzam Hüseyin Hilmi Paşa, İran Sefirinin kendisine götürüp vermiş oldu
ğu bir takriri kabul ve Hâriciye Nazırına bir tezkire-i resmiyye ile irsal etmiş idi. Kalem-i
Mahsus'unun Müdîr-i fi'lîsi bulunduğum Rifat Paşa, beni celb ile yazdırdığı:
«Mademki bir ecnebi elçinin takrîrini benden habersiz kabul edebiliyorsunuz, takririn
îcâbettiği muameleyi siz görünüz» mealindeki cevaba takriri leffederek Sadârete reddey-
ledi. Hüseyin Hilmi Paşa ise tarîk-i savâb'a rücu' ile büyüklük göstermek lâzım gelirken:
"Makaam-ı Sadâret'i, süferây-ı ecnebiyye takrirlerinin kabulünden men' eder bir nass-ı ka
nunî olmadığı" yolunda bir cevab-ı alel cevâb göndermekliğe indi; mugaalataya sapdı. Rif'at
Paşa mutâlaa-i garibe üzerine bana isti'fanâmesini yazdırdı. Araya girdiler; Tal'at Paşa'nın
o uzlaştırıcı haslet-i fevkalâdesi te'sîrini yapdı; Rif'at Paşa isti'fâdan vazgeçdi ve böyle bir
müdâhale de bir daha asla tekerrür etmedi; Hâriciyye'ye kanunen, nizâmen, usulen, kaaide-
ten müteallik işlerin kâffesi için merci'-i has fi'len de Hâriciye Nezâreti oldu.
Ma'hûd sefaret tercemanları eski Hâriciye Nazırlarından çokça yüz bulmuşlardı. Va>
94
kıtlı vakitsiz, ekseriya vakitsiz, gelirler; Nazırlar tarafından hemen kabul olunmaklığı ister
lerdi. Ehemmiyetli, ehemmiyetsiz, ekseriya ehemmiyetsiz işleri için Nâzın saatlerce işgaal
ve it'âb ederlerdi. Rif'at Paşa Nazır Odasının kapısını bu evrâh-ı habîseye kat'iyyen kapadı.
Bir gün Nâzın görmek istediğini, O'na odacı ile ihbar eden İtalya Sefareti Baştercemâ-
nı ile görüşmeye Rif'at Paşa beni me'mur etti. Abdülhamîd Devrinden kalma olan o çalım
lı Sinyor Kanoya, bizzat Nazırla görüşmek istediğini söyliyerek, benimle mükâlemeden ic-
tinâb etti. Bunu Rif'at Paşa'ya söyledim. "Terceman beylerle görüşmeye Nazır in vakt ü
hâli hiç de müsâid olmadığı" cevâbını gönderdi. Başterceman Bey şiddetli bir hiddete ka
pılıp tehditkârâne sözler savurmağa başlayınca, kendisini edeb ve i'tidâle da'vet ettikden
ve sükûnu avdet eyleyince beni gelip görebileceğini söyledikden sonra, Tercemanlara muh-
tas odadan çıkıp odama çekildim. Ertesi gün yatışmış olarak geldi; birgün evvelki mace
radan hiç bahsetmeksizin benimle güzel güzel konuştu. İşte "Kapitülasyonların" yâdigâr-ı
bedkârı olan tercemanlık müessesesi erkânına ilk tekmeyi atan Rif'at Paşa merhumdur.
Rif'at Paşa hârice gönderilecek me'murları bizzat muayene ve ahvâlini tahkik ve ted-
kîk etmeden ta'yin etmezdi. İlm ile edeb ve asaletin, nezâhatin, hüsn-i etvâr'ın, âdâb-ı
muâşeret'e ıttıia'ın, v.s. gibi evsâfı cami' bulunanları tercîhan nasbederdi. Mukaavemet ede
mediği ba'zı te'sirât-ı mühimmenin tazyîki altında, Hâriciyenin hâricdeki me'muriyetlerine
yine kerhen razı olduğu bir, iki zât tanırım ki, Avrupa'da yıllarca kaldıkları hâlde nâresîdeğî-i
tavr-ı hâl ve kaüerini bir türlü düzeltip yoluna koyamamışlardır. Rif'at Paşa "ihracât emtea-
sı"ndan olmıyan bu efendilerin me'muriyetlerine dâir evrakı imzalarken bana "görüyorsunuz
bunlar yontulmazlar" demişdi.
Ecnebî memleketlerde ba'zı me'murlarımızın, bir takım uygunsuz kadınları taht-ı nikâh
larına alıp da hem zatî, hem de Devlet'e muzâfen, vakar ve haysiyyetlerine şaibe getirdik
leri nazar-ı esefle müşâheddi. Âtiyen bu gibi uygunsuzlukların önüne geçmek için, kablel
izdivaç Nezâret'den izin istihsâli usûlünü koydu. Her mâna'siyle uygunsuz bir nikâh irtikâb
olunacağını teferrüs edince matlub ruhsatı diriğ eyliyecekti.
Rif'at Paşa'nın zevcesi, Rus Generallerinden bir zâtın kerime-i necîbesidir. Rif'at Bey
Tiflis Kançıları iken, muhabbet-i mütekaabile O'nu bu Hanımla birleştirmişdir. Paşa'nın ger-
çekden müstesna bir salon adamı olarak yetişmesinde, bu her mâna'sı ile Fâzıla Hanıme
fendinin te'sîri olduğu şübheden varestedir.
Rif'at Paşa, O'nu anlıyanlarca pek kıymetli bir âmirdi. Sevmekde batî ve ihtiyatkârdı;
fakat anlayınca, takdir edince, çok vefakâr, hattâ fedakârdı. Mütârekenin hengâme-i ak
dinde, o şüriş-i azîm devrinde Müttefiklerimizle aramıza düşman girip, Almanya ile ihtilâ
fımız kesildiği esnada, hiç bir dakika i'tidâl-i demini kaybetmeksizin bunca tebaamızı, ta
lebemizi, askerî ve mülkî me'murlarımızı iaşe ve irâhe eden; elindeki vesâit-i mahdûde
tükenince ma'nevî i'tibâr-ı nâmahdud'u sayesinde, Alman Hükümetine i'tibâr-ı mâlî açtır-
tan koca Berlin Sefir-i Kebîrimiz, Mütârekenâmenin "Düvel-i Merkeziyye" ile idâme-i mu
nâsebâtdan bizi men' eden 23. Bendi hükmüne tevfîan geriye celb edildi.
Mütâreke Devrinde Tevfik Paşa Kabinesinin kendisine musırrâne teklif ettiği Londra
Mümessilliğini musırrâne reddeyledi. Tekaaüdünü istedi ve istihsâl etti. O'nun artık emeli,
bir gûnâ me'muriyet-i Devlet değil, mahzâ ve mutlakaa selâmet-i Devletti; necât-ı Millet'ti;
rehây-ı Vatandı. Pek yakından tanıdığı ve tanıdıkça haklarındaki nefretinin artmakda oldu-
95
ğunu bana söyler olduğu Yunânîleri denize dökecek kumandanın elini öpmeye ahdetmisdi.
İsmet Paşa Türk Milletinin "Itıknâmesi" olan Lozan Ahidnâmesini tertib ederken, ettirirken
O, Rifat Paşa, hastalığını istihfaf ederek, Almanya'dan kalkıp İsviçre'ye gitmişdi. İsmet
Paşa'nın elini öpemedi; fakat O'nun alnını öpdü. O bûse-i hamiyyet'de duyduğu safây-ı
derûnu, müddet-i ömründe duymamış olduğunu, Rifat Paşa bana söylerdi »
Büyükelçiliği sırasında kendisiyle birlikde çalışan bir şahıs da şu bilgiyi vermekte
dir (1/b-38):
«Harb-i Umûmî'ye atılmanın bizce felâketden başka bir neticeyi müstelzim olamıya-
cağını, O vakit Paris Sefiri bulunan Rifat Paşa yazmış ve bu sebeble Enver Paşa takımını
gücendirmişdi. Rifat Paşa, Paris muhitinin te'sirâtına tabi' olduğundan değil, neticenin va
hametine kendi hesab ve ictihâdıyle kaani bulunduğundan, o vakıtki Hükümeti kanlı bir
mâcerâ peşinde koşmakdan tahzîr ile men' etmek istiyordu.
Ferdây-ı vefatında, Türkçe bir gazetenin, Rifat Paşa'yı Paris muhitine aldanmış veya
meclub olmuş suretde göstererek bu iş'arı tahlil etmesi, hem O'nun hatıratına, hem hakaa-
yık-j târihiyye'ye hürmetsizliktir.
Harb-i Umûmiye duhulün bizce izmihlal ile neticeleneceğini keşf ü i'lân eden yalnız
Rifat Paşa merhum değildi. O vakit Sofya Sefaretinde Ataşemiliterimiz bulunan Binbaşı
Mustafa Kemâl Bey de, en gür sesiyle ve kaleminin sarir-i feryadı ile bu müdhiş hakikati
i'lân edip durmuşdu. Binbaşı Mustafa Kemâl Bey sesini işittiremediği Sofya'dan tehlikeye
düşen Vatan'ın imdadına koşa koşa geldi.
Miralay Mustafa Kemâl Bey, Anafarta'da İstanbul'u, Gazi Mustafa Kemâl Paşa da Ci-
dâl-i Milli'de Vatanı kurtardı »
(2) Bak.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler, A. Çankaya; Ankara, 1954; 2.C., 52. sf.
b) Saray ve Ötesi, Halici Z. Uşaklıgil; İstanbul, 1940; I.C., 89.-90. sf.
c) Edebî Yeniliğimiz; ismail Habib (Sevük); İstanbul, ?; 3. t a b ' ı ; 402. sf.
(Bu dipnot'un devamı 97. sf. dadır.)
96
etti. 1906'da, Meclis-i Maârif A'zâlığı uhdesinde kalmak üzere Konya Hukuk Mektebi Mü-
dîrliği'ne gönderildi (2/İ-715). Bu görevde, Meşrûtiyet'in i'lânına kadar kaldı.
Başarılı bir Maârif Müdîrliği yaptığını, hem önemli vilâyetlere ta'yin edilmesinden,
hsm de aşağıdaki doküman'dan anlamakdayız (2/e):
« Selânik'de Mekteb-i Mülkiyye-i Şahâne'den me'zun, yerine ve bütün fi'liyyât-ı
îerakkî-i maârife müntec Emrullah Efendi nâmında bir Maârif Müdîrî vardır; kadirşinaslığı
müsellem olan devletlû Gâlib Paşa (Selanik Valisi) Hazretleri Müdîr-i mumaileyhin dâi
ma terakkî-i maârife âid olan bütün isteklerini derhal hüsn-i is'af (= iyi şekilde yerine
getirme) ve tezyîd-i sa'y ü gayretine bez!-i eltaf buyurmakda, velhâsıl şân-ı âmiriyete ya
raşır muâvenâtı asiâ diriğ etmemekdedir.
(Emrullah Efendi) ikdam ve gayretinin boşa gitmemekde olduğunu görüp, geceyi gün
düze katarak cidden çalışmakda ve hattâ meşaakk-ı seferiyye ve masârif-i zarûriyye'ye bile
bakmıyarak Vilâyetin her tarafını dolaşıp mevcud mektebleri teftiş ve nadiren tesadüf et
tiği nâehil muallimleri tebdil etmekde ve ca-be-ca (= yer, yer) en küçük köylere kadar
neşr-i maârife himmet eylemektedir.
Esas maksada sürü' etmeksizin bâlâdaki mukaddimeye lüzum görüşüm tafsîlât-ı zâi-
deden addedilmemelidir. Çünki, ba'zı "Ne yapalım me'mûrîn-i mülkiyye'den muavenet göre
miyoruz." gibi saçma ma'zeretler serdeden bir takım maârif me'murlarının dünya yüzünde
bulunabileceği vârid-i hatır olmuşdur. Yoksa, hiç bir maârif müdîrinin aklına gelmek nasib
olmayan bir usûl-i hamiyyet-perverâne üzre çalışıp çabalamakda, mühim muvaffakiyetlerini
merci'i bulunan Nezâret-i Celîle'ye her-bâr tasdik ettirmekde olduğu herkesin tahtı tasdî-
kında bulunan Emrullah Efendiyi, medh ü sena için değildir. Zâten bu gibi gayur me'mur-
lar, gazeteler sütunlarına aksedecek alkışlardan hoşlanmazlar
Maamâfih bedîhîdir ki, maârif me'murlarının sa'y ü gayretlerine sed çekmek, teşebbüs
lerine ehemmiyet vermemek hiçbir vicdanın kârı değildir.
Nezâret-i müşârünileyhânın ciddî teşebbüsleri dâima takdir ve maârif me'murlarının
işlerini teshil etmekde olduğu, Selânikdeki aşariyle sâbitdir. Ezcümle hiçbir tarafında henüz
mevcud mekteb-i i'dâdî binası bulunmadığı hâlde, Maârif Müdîrinin, "mektebler inşa' ve
ikmâl olununcaya kadar, münâsıb binalar istîcâriyle hemen i'dâdîlerin küşâdı" fevâidine
dâir Nezâret-i müşârünileyhâya olan ma'rûzâtı derhal tasvîb ve şu teşebbüsü teshil edil-
ç) Yakın Târihimiz; Haftalık Dergi; J.C., 1. sayı, 15.-195.; 3.C., 245.; 4.C., 163. sf.'lar
d) Türkiye'de Çağdaş Düşünce Târihi; H. Ziya Ülken; l . C , 293.-297. s.
e) Mizan Gazetesi; 2. sene, Nu. 74; 3 R. Ahir 1306 (1888); 774. s.
f) Akşam Gazetesi; 6.8.1946; 6. s.; Sabri Cemil Yalkut "Dârülfünûn'dan Muhtar Üniversite'ye" adlı
sürekli yazı.
g) Uius Gazetesi; 2.9.1945; 4. s.; Hüseyin Câhid Yalçın, "Meşrûtiyet Devri ve Sonrası"
h) Türk Meşhurları Ansiklopedisi; İ.A. Gövsa; istanbul, ?, 115 s.
ı) Geçmişde Bugün; F.F. Tülbentçi; istanbul, ?; 3.C., 8 5 . - 1 0 1 . s.
i) Türkiye Maârif Târihi Osman Ergin; istanbul, 1943; 105., 109., 454., 564., 715., 1055., 1056., 1057.,
1067., 1079., 1093., 1095., 1143., 1147., 1194., 1204., 1205., 1219.; 1420. sf.'lar.
k) Eserleri hakkında bilgi: Sayın Seyfeddin Özege'den ve Millî Kütübhâne Kataloglarından alındı.
97
mistir. İşte bu sebeble bu gün Merkez-i Vilâyet'den başka, livalarda dahî birer mükemmel
i'dâdî küşâdına muvaffakiyyet hâsıl olmuştur....»
İsviçre'den İstanbul'a döndükden ve Meclisn Maârif A'zâlığı'na atandıkdan sonra
yakın arkadaşı Gelenbevî-zâde Said Bey'in pek çok yardımlarını gördü ve O'nun tavassu
tu ile devamlı olarak, bilhassa Servet-i Fünûn'a "Emirî" takma adiyle yazılar yazmaktaydı.
Bu arada kendisine haklı bir şöhret sağlayan ve Türkiye'de, batı ölçüsünde, ilk "Ansiklo
pedi" olan "Muhît'ül-Maârif'i yazmaya başladı. Bu eserin 1. Cildi 1902 (1318 R.)'de yayın
landı. Çok geniş bir ölçü ile başlanan, her konuya geniş yer ayrılan bu Eser, zamanına
göre çok mükemmel bir ansiklopedi örneğidir. Ancak, 639 sayfa tutan 1. Cild'i, eski Alfa-
bemiz'in (= Elifbamızın) ilk harfi'nin ortasına bile gelememişdi. Tamamlandığı takdirde
100 cild'e ulaşacağı tahmin edilen bu cidden kıymetli eser'in, Meşrûtiyet'den sonra kuru
lan bir Hey'et'ce 1. Cild'i genişletilerek 2. defa basıldı. Bundan sonra, çıkan harbler ve
kendisinin vefatı sebebiyle bir daha ele alınamadı.
Meşrûtiyet'in i'lânını müteâkıb ta'yin edildiği Galatasaray Sultanîsi Müdîrliği'nde bir
aylık kısa bir görevden sonra, Maârif Nezâreti Meclis-i Maârif İlmî Dâire Reîsliği'ne geti
rildi. Aynı yıl Kırkkilise (= Kırklareli) Sancağı Meb'usluğu'na seçildi. 12 Ocak 1910'da
kurulan İbrahim Hakkı Paşa Kabinesi'ne 1. defa, 31 Aralık 1911'de 8. Said Paşa Kabine-
si'ne 2. defa Maârif Nâzın olarak girdi.
1. defa Maârif Nâzın olduğu zaman yapacağı işleri, resmî demec'inde şöyle açıkla-
rmşdı (2/i - 1056):
«.... Maârif mensubu olmakla, Memlekete karşı taahhüd etmiş olduğumuz vezâif
(= görevler) pek mu'tenâdır. Münevver ( — aydın) fikirler, müzehheb (= yaldızlanmış,
arınmış) vicdanlar, mu'tekid (= inancı kuvvetli) kalbler yetiştirmek gibi hidemât-ı mühim
me (= önemli hizmetler) ile mükellef (= yükümlü) bulunuyoruz.
Sa'âdet-i âtiyemiz'in (-= geleceğimizin mutluluğu) te'mîni', Meşrütiyet-i meşrûamızın
teşyidi (— yükseltilip sağlamlaştırılması), ensâl-i Vatan'ın (= vatan nesillerinin) terbiye-i
ahlâkiyye ve terbiye-i zihniyyelerine terdîfen (= ardısıra) levâzım-ı Meşrûtiyyet'e muvafık
(= uygun) bir terbiyye-i ehliyye ve siyâsiyye te'mîn eylemek keyfiyyetlerine mevkuf
(= bağlı) olup husûsiyle (= özellikle) terbiyye-i ahlâkıyye'nin bir süret-i müessi-
re'de te'mîni de terbiyye-i dîniyye'ye itinâ ve ihtimam ile müyesser olacağından, mekâtib'-
de (= okullarda) hissiyyât ve tedrîsât-ı dîniyye'nin kemâ-hiye-hakkıha (= hakkıyle) ten-
miye ve terakkisine (= geliştirilip ilerletilmesine) ve ferâiz-i dîniyye'nin icrasına ihtimam
etmek de, terbiyye-i atfâl'e (= çocuk eğitimine) memur olanlar için bir vazife teşkil eder.
Mekteblerimizde evlâd-ı Vatan'ın, bu evsâf ve mezâyâ (= vasıf ve meziyetler) ile beraber
hayât-ı şahsiyye ve medeniyye cihâdında (= savaşında) dâima gaalib olacak sûretde
ma'lûmat-ı ameliyye ile mücehhez olacak sûret'de yetiştirilmeleri esbabını tehiyye ve te'-
min edecek tedâbîr-i külliyye (= tüm tedbirler) Merkez'ce ittihaz edilerek mahal be ma
hal (= yer yer) mevki'-i icrâ'ya vaz'olunmak üzere peyder pey (= ard arda) tebliğ olu-
nacakdır »
İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Emrullah Efendi'nin Maârif Nazırlığı hakkında şunları yazmış-
dır [2/i - 1079):
98
« Türk Maârif Târihi'nde bir Emrullah Efendi Devri vardır. Orta tedrisâta Avrupai
ve insanî karakterini veren, modern bir Darülfünun (= Üniversite) fikrini ortaya koyan,
İttihâd ve Terakki Partisi'nde "Türklük ve Türk Kültürü" şuurunu canlandıran O'dur. Sâde
ce bir iş'de şöhreti vardır, denilemez.... Maârif Nâzın iken yaptığı "Kanun ve Nizâmnâme"
projeleri, birer ilmî ve psikolojik şaheserlerdir. Ben, Maârif Nezâreti'nde me'mur bulundu
ğum sırada, O'nun tarafından hazırlanmış ve kendi eliyle tashih edilmiş olan bütün bu
vesikaları, yazılı âbideleri toplamış; Üniversite'de idarem altında bulunan "Terbiye Müzesi
Kütübhânesi" ne koymuşdum....»
Türkiye'de "Tedrisât-ı İbtidâiye Kanunu (= İlk öğretim Kanunu)" adiyle ilk defa yü
rürlüğe giren çok önemli Kanunu, bizzat Emrullah Efendi, Maârif Nazırlığı sırasında kaleme
almış: kanunlaşması için de Meclis'e sunmuşdu. Sözü geçen kanun'un "Gerekçe"sinde
şunları yazıyordu (2/i - 1093):
«.... Çocukların hukûk-ı maârifi, bunları okutmak için mekteb yapmak vazifesini orta
ya koymuşdur. Bu vazifeler ana-babalara ve içtimâi kültürden, memleket ilerlemesinden
faydalanan bütün Halk'a ve Hükümete terettüb eder. O hâide bu vazifelerin yapılmasını
icâb eden çalışma ve öğretim, derece derece Halkın ve Hükümetin ödenmesi gerekli
zimmetidir. İş'in ehemmiyeti gerekdiği şekilde düşünülecek olursa, Halk'a âid olması iktizâ
eden masraflar ile, Hükûmet'e yüklenmesi gereken masraflar çeşidinin ta'yini hakkında
tereddüde yer verilemez Mekteb binalarını Ahâli yapmalıdır. ÇUnki:
a) Memleketimizin muhtâc olduğu bu kadar çok mekteb binası masrafına Devlet Büt
çesi mütehammil değildir.
b) Bu inşaat umumiyet i'tibariyle devamlı masrafa lüzum gösterecek çeşidden sayı
lamaz.
c) Hükümet masrafları formalitelere dayandığı için sür'atli şekilde her köy ve kent'de
Hükûmet'ce mekteb binası yaptırılması uzun seneler alır.
ç) İlk mekteb binaları diğerlerine nisbetle küçük olduğu için masrafı azdır.
d) İlk Mekteb binaları Halk tarafından yaptırılırsa Hükümet buralarda tedrisâta derhal
başlama hususunda kendisini mes'ul mevki'de görecekdir. Böylelikle köy ve kentlerde
ilköğretim için bir yarışma başiayacakdır »
Maârif Nâzırlığı'ndaki durumunu, o zamanki Eğitim Sistemimize getirdiği yenilikleri
de Sayın Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken şöyle anlatmaktadır (2/d):
« Türkiye'de yeni "maârif sistemi" Abdülhamîd'in kurduğu ilk öğretim ve yüksek
öğretim kurumu ile başlar. O sırada Üniversite açmak maksadıyle yapılan birkaç teşebbüs
başarısız kaldığı için. Üniversitenin "Dârülfünûn-ı Osmânî" adiyle asıl açılışı, 2. Meşrûti
yet başına düşer. Meşrûtiyetin ilk yıllarında "Maârif Reformuna nereden başlamanın doğ
ru olacağı" problemi gazetelere kadar bütün Basını uğraştıran bir konu oldu. O sırada or
taya atılmış olan iki karşıt tezden biri Sâtı' Bey'in "maârif ıslâhı'na ilkokulların düzenlen
mesinden başlama" fikri, ikincisi Emrullah Efendinin "Tûbâ Ağacı Nazariyesi ( * ) " diye ta-
(*) TUBA AĞACI: İslâm inanışı'na göre, C e n n e t ' d e bulunan ve kökü gök'de, dal'ları ve meyveleri aşağıda
bulunan bir ağaç'dır. Emrullah Efendi'nin "Eğitim Reformu"na bu ağacın adını vermesinin sebebi, eğitim
ıslâhına gerçekde m a â r i f i n kökü olan " İ l k OkuT'dan, zahirde ise, "Tûbâ Ağacı" gibi kökü tepede kalan
Üniversite'den başlanması f i k r i n i savunmasmdadır.
99
nınan ve "maârif işine önce Üniversiteden başlama" şeklinde ifâde edilen fikirdir. Emrul
lah Efendi, bu fikrini gerçekleştirememiş; yine eldeki imkânlara göre ilköğrenimi teşkilât
landırarak işe başlamış; ileri sürdüğü bu fikir sonradan Darülfünun tarafından benimsene
rek zamanımıza kadar bir çok taraflılar bulmuşdur.
Emrullah Efendi, Maârifin imkânlarını, Bütçe, öğretmen maaş tutarı ve yetiştirme za
manını hesabladıktan sonra kendi adını taşıyan "Tuba Ağacı Sistemi"nden bir süre için
vazgeçerek, ona karşı olanların savunduğu gibi, işe ilköğretimle başlamıştır. Sabah gazete-
sî'nde çıkan bir yazısında şöyle diyordu: ".... Memleketin ihtiyaçları pek geniş, araçlarımız
ise sınırlıdır. Taşra ilkokulları için 70.000 öğretmen lâzım. En basit pedagoji bilgisi olan bu
kadar öğretmeni değil, bunun yüzde birini bulmaya imkân yokdur. Görülüyor ki en yakın ve
en acele ihtiyaç ilköğretimin düzenlenmesidir. Bunun için şimdilik, lâyihamdaki Darülfü
nundan başlamayı bir yana bırakarak ilköğretimden başlamayı doğru buldum " diyordu.
Emrullah Efendi, Kanun Lâyihasında ilkokulların masraflarını hesablamışdır. Lâyiha, Emrul
lah Pedagojisinin özetidir. İnsanlığın yaradılışında doğruluk, iyilik ve güzellik gaayelerine
ulaşma diye üç meyil olduğunu bunların da psikolojik hayatda zihin, irâde ve duygu diye
üç yeti'ye (= kaabiliyete) karşılık bulunduğu fikrini savunarak, 19. yüzyıl Fransız eklek
tik filozofu Victor Cousin'den mülhem görünüyor: "Bir ilim, hangi yolda îcâd ve ke
şifler yapıyorsa o yollardan öğretilmelidir." düstûrunu koyan Emrullah, ba'zı ilimlerin terkîb
(= sentez), ba'zılarının tahlil [= analiz) ile bulunduğunu göz önüne alarak, çocuğun fikri
eğitimine eksik başlamamak için, öğretimin ilk derecelerinde bu iki türlü metodun kullanıl
ması gerektiği kanısındadır. Bunun için başlangıç bilgisi hâlinde matematik ve tabîat'ı, ilk
okul programına koymuşdur.
Emrullah Efendinin, i'dâdî okullarına âid ıslah gayreti de birinciden sonra gelmiştir.
Burada, i'dâdî sınıfları 3, rüşdiye 4 olmak üzere 7 yıldır. Buna karşılık liseler için hazırla
dığı lâyihada bu, tam yeni okul sistemine göre, üç birinci devre, üç ikinci devre olmak üze
re 6 yıla ayrılmaktadır.
Emrullah Efendinin yeni tüzük ile vücuda getirdiği Üniversite (= Darülfünun) şu bö
lümlerden ibâretdi:
1 — Şer'î İlimler Bölümü; 2 — Hukukî İlimler Bölümü; 3 — Fünün Bölümü; 4 — Tıbbî
İlimler Bölümü; 5 — Edebî İlimler Bölümü.
Eczacı ve dişçi yüksek okullarını Tıbbî İlimler Bölümüne, Vilâyet Tıbbiye ve Hukuk
Okullarını İstanbul Darülfünununa bağlıyordu. 1876da açılan ilk Darülfünun, bir i'dâdî de
recesinde bile değildi. Fakat yeni kurulan Darülfünun, Fakülte ve Şu'beleri, Kürsîleri, Labo-
ratuvarları ile ciddî bir ilim kurumu olmağa başlıyordu. Emrullah Efendi, 22 Nisan 1912'de
'Darülfünun Nizamnâmesi"nin gerekçesini yazdı. Orada, "Darülfünun, kültür yaratıcısı
ve yayıcısı olan temel kurum" diye ta'rif ediliyordu. "Darülfünun dediğimiz yüksek kurum
lar, ilimler ve nazariyelerin hem yayılmasına hem ilerlemesine hizmet eder." deniyordu....»
100
çekememiş ve onunla iğbirar (= soğukluk, kırgınlık) husule getirmişdi. Mekteb-i Sultanî
Müdîriiğinden isti'fâsını kabul etmesinden dolayı Tanın (Gazetesin)'de Emrullah Efendi
aleyhinde neşriyatda bulunmağa başlamışdık....»
Nâzırlıkdan çekildikden sonra bir taraftan Meb'usluğu devam ederken, dîger yönden
de Darülfünun (= İstanbul Üniversitesi) Edebiyyât Şu'besi (— Fakültesi) Felsefe ve İcti-
mâiyyat Müderrisliği (= Profesörlüğü)'ne devam etti. Bu görevdeki durumunu da, o za
manki öğrenicilerinden Sabri Cemil Yalkut şöyie anlatmaktadır ( 2 / f ) :
«... Edebiyyât Fakültesinde Felsefe İşte en ziyâde gözümüzün yıldığı bir ders
Bunun adını dahî işitmemiştik. Çünki, i'dâdîlerde böyle bir ders okutulmazdı. Emrullah Efen
dinin Felsefe Dersleri, bizi birdenbire şaşırttı. Evvelâ, günlerce kendisini dinledik; doğru
sunu söylemek gerekirse bir şey anlamadık. Not tutmayı da muntazam başaramadık. Niha
yet kendisi bize not yazıp vermeye başladı. Arada geçen ıstılahları (= terimleri) anlama
mız için de bunlara haşiyeler (= dipnotları) yazardı. Buna rağmen işin içinden çıkmak bir
hayli zor oldu. Bu zorluğu artıran bir sebeb de Kendisinin kullandığı yeni terimlerdi. Me
selâ "Metod" karşılığı bilinen "usûl" kelimesini O yanlış buluyor; onun yerine Arabca'da
"yol, cânib" mâna'sına da gelen "nahiv" ta'birini kullanıyordu. Metodoloji'ye "İlm'ül-Enhâ"
diyordu. Gene "sevk-i tabiî" yerine "insiyak" kelimesini alıyordu.
Emrullah Efendi'nin o zaman felsefe terimlerini, tabii Arabca olarak, bulup yerine koy-
makda büyük bir hizmeti vardır. Fakat ders takriri çok karışıkdı. Bir bahisden bir bahse
atlar; genç dimağları oldukça yorardı. Himmeti çok yüksekti. Yaşadığı İstibdad Devrini
hesaba katmadan ve tek başına "Muhit'ül-Maârif" adiyle bir Ansiklopedi çıkarmaya baş
ladı. Bize, PAUL JANE gibi muharrirlerin filozof! eserlerinden istifâde etmemizi tavsiye
ederdi »
Meb'us ve Müderris bulunduğu sırada, daha Memleket'e pekçok temiz hizmetler yapa
cağı bir yaşda, 7 Ekim 1914'de Yeşilköy'deki evinde, geçirdiği bir kalb krizi sonunda Hak
kın rahmetine kavuşdu. Mezarı Fâtih Câmi'i Bahçesindedir. Evli idi. Mülkiye Me'zunu bir
oğlu bulunduğu tesbit edildi.
Rahmetli Hâlid Ziya Uşaklıgil, Emrullah Efendinin karakter ve kapasitesi hakkında şun
ları yazmaktadır (2/b):
«.... Hâtırası dalgınlığı ile de gelecek'e intikal eden Emrullah Efendinin, başka evsâfı
da vardı. Dalgınlık şöhreti hayâtında o kadar şayi' idi ki, bütün mevcudiyetine müstevli ol
muş ve onu herkese yalnız o sıfatıyle tanıtmışdı. Başka evsâfı arasında bilhassa bir tanesi
daha vardı ki, uysallığı idi. Herhangi bir ağızdan yâhud kendi karihasından bir fikir doğup
da ona muvafık görünecek olursa o cihetden esen rüzgârın istikaametîne uyar ve artık et
rafını göremiyerek, gözleri yalnız teveccüh edilecek noktaya dikilmiş, uykusunda yürüyen
bir adam hâlinde, ilerlerdi. Hattâ böyle doğuvermiş bir fikrin tahrikiyle yürürken dâima
burnunun üzerinden kayıp, düşen, yâhud buğulanıp örtülen gözlüğünün altında gözleri,
muhatabını görmeyen, ona bakmayan bir donukluk alır ve bütün kendisine söylenen sözle
ri hep dimağında bir çivi gibi saplanmış fikrin etrafında, bir kayayı aşındırmayan su çırpın
tıları gibi geçiştirirdi.
Tam mâna'sı ile bir ilim adamı olan bu zât, hayâtın amelî cihetleriyle asla meşgul
101
olamamışdı. Hele amelî hayâtın mihveri olan para ile münâsebeti yoktu. Ben O'nu İzmir'
de Maârif Müdirliğinde tanımış; sonra geçen yıllarda bıütün idbâr ve ikbâl safhalarını
ta'kib etmiştim. Giyinişinde, yaşayışında, ev hayâtında parasızlığıyle paraiılığmın arasında
hiç bir bariz fark görmedim »
Darb-ı mesel hâline gelmiş dalgınlığı hakkında da şu ilginç ve hoş olay tesbît edilmiş-
dir (2/ç):
«Gelenbevî Said Bey, (Mülkiye 1883 Mezunu) bir gün Mahmudpaşa yokuşundan iner
ken Maârif Nâzın Emrullah Efendiye rastgelmiş; konuşmaya başlamışlar. Emrullah Efendi'-
nîn dalgınlığını bilen Said Bey, lakırdı arasında yavaşça dönmeğe başlar ve o suretle ha
reket eder ki, yüzü yokuşa doğru konuşan Emrullah Efendinin geldiği istikaamet yokuş
aşağı seklini alır. Said Bey veda ederek yanından ayrılınca, Emrullah Efendinin, Mahmutpa-
şa yokuşundan, önce geldiği yönün aksine olarak, aşağı doğru dalgın dalgın indiği görü
lür »
«.... Yine bir gün, Boğaziçi Vapurlarından birinde giderken mütemadiyen leblebi ye-
mekde imiş. Bir aralık yanında oturan şahıs yavaşça eğilerek:
— Efendi hazretleri, müsâade ederseniz, leblebilerin kalan kısmını da eve, çocukları
ma götüreyim, demiş....
Dalgın Emrullah Efendi, kendi cebine elini sokuyor zannı ile devamlı olarak yanındaki
adamın cebine elini daldırıp, çocukları için aldığı kuru yemişleri yemeye devam ediyor
muş »
BASILMIŞ ESERLERİ
24/21 (3): Osmanlı İttihad ve Terakki Cem'iyyetinin Bin Üçyüz Yirmiyedi Senesi Dör
düncü Kongresinde Tanzim Olunan Siyâsî Programa Dâir İzâhnâme
İstanbul, Matbaa-i Hayriyye; 1330 (1914); 88 sf.; 8°
102
26 : İ B R A H İ M H A K K I Paşa Zabtiye Nezâreti Müsteşarlığında, Sakız Mutasarrıf-
(= V e z î r ) ; Mek. Nu. 20 (4) lığı'nda ve Şehremaneti (= İstanbul Belediyesi)
Meclisi Reisliği gibi önemli hizmetlerde bulunan,
Şehremaneti Meclisi Reisi iken vefat eden Sakız'lı
Mehmed Remzi Efendi'nin oğludur. 1862 (28 Şevval
1279)'de İstanbul'da doğdu. Sıbyan Mektebi'nde,
Beşiktaş Rüşdiyesi'nde, bir yıl kadar Mahrec-i Ak-
lâm'da okudukdan sonra, Yüksek Okul olarak ye
niden kurulan Mülkiye'ye girdi. İ'dâdî ve Yüksek
Kısımlarda 5 yıl okudukdan sonra Sınıfının birincisi
olarak ve "Pekiyi (= Aliyyüla'lâ)" derecede
1882 (12 Şevval 1299)'de me'zun oldu. Mezuniye
tini müteâkıb ilk me'muriyeti, Eylül 1882'de, maâş-
sız olarak ta'yin edildiği, Hâriciye Nezâreti Tahrîrât-ı
Hâriciyye Kalemi Hulefâlığı'dır. 13 Ağustos 1883'-
de, Sultan Abdülhamid'in emriyle, Yıldız Sarayı
(Mâbeyn-i Hümâyun) Mütercimliği'ne nakledildi. 1886'da bu göreve ek olarak İstanbul Hu
kuk Mektebi (Fakültesi) Târih-i Siyâsî, bir süre sonra buna ilâveten Hukûk-ı Esâsiye
(= Anayasa Hukuku), Hukûk-ı idâre-i Mülkiyye (= İdare Hukuku), Hukûk-ı Düvel (= Dev
letler Ummî Hukuku) Dersleri Müderrisliğine ve 13 Ağustos 1889'da da Hamidiye Yüksek
Ticâret Mektebi İIITM Servet (= Genel Ekonomi) ve Ticâret Hukuku Muallimliklerine ge
tirildi. 12 Haziran 1894'de Esas ve ek Görevleri baki kalmak üzere Meclis-i Sıhhiyye A'zâ-
lığı'nı, aynı yıl 9028 krş. maaşla Bâb-ı Âlî Hukuk Müşâvirliği'ni deruhde etti. Bu görevler
de iken, ek ve esas maaşının toplamı 18875 krş.'a yükseldi.
Mülkiye'de öğrenici iken Hocası ve Müdîri bulunan Abdürrahman Şeref Bey, İbrahim
Hakkı Paşa'nın vefatından sonra yazdığı bir yazıda, Bâb-ı Âlî Hukuk Müşâvirliği'ndeki ba
şarısını şöyle anlatmaktadır (4/c - 1764):
« Bâb-ı Âlî Hukuk Müşâvirliği'nin, yabancı hukukçulardan Laren, Parnis, Kor, Keser
gibi kimselerden alınıp Gabriyel Noradonkyan Efendi ile beraber Hakkı Bey'e tevdi' olun
ması, bu çok ehemmiyyetli vazifeyi yapacak iktidarda Memleket'de adam yetiştiğine en gü
zel dâl (= delil gösteren) idi. Hakkı Bey kendisine tedkîk için havale olunan mesâil-i
ecnebiyye'yi (—- diplomatik mes'eleleri), hem Hükümetin ve hem ilgili tarafın menfaati-
103
ne ve adalet ve hukûk'a muvafık sûretde hallederdi. Aynı zamanda çeşitli, ehemmiyetli ve
acele işlerde geniş ihatası ve dürüst karârıyle hem Hükûmet'in (= Bâb-ı Âlî'nin) ve hem
yabancıların emniyetini kazanmışdı....»
Yine bu görevde iken geçici olarak:
a) Almanya İmparatoru II. VVilhelm'in İstanbul'u ilk defa ziyâreti'nde maiyyetine me'-
mur edildi.
b) İtalya ve Yunanistan'a Hükümetle ilgili "Özel Görev ve Selâhiyetle" gönderildi.
c) Şikago Sergîsi'nde 1. Komiser olarak bulunmak üzere, iki defa Şikago'ya gitti.
ç) İstanbul'a gelen, Siyam Kralı'nın Kardeşi Prens Damberk'e Mihmandarlık ve II.
Abdülhamîd'in Prensi huzuruna kabulü sırasında tercemanlık yaptı.
d) İstanbul'a gelen Sırp Kralı Alexandr'ı karşılama ve uğurlamada, Hükümeti temsî-
len Niş (Yugoslavya'da bir Şehir)'e kadar gitti.
e) Bosna - Hersek mes'eleleri'nin çözümlenmesi için muhtelif târihlerde kurulan Ko
misyon Başkanlığı'nda; Rumeli Demiryolları Tahvilleri'ne dâir ba'zı mes'elelerin incelen
mesi ve Beyrut Rıhtımı için kurulan Komisyon ile Rumeli Teftiş Hey'eti A'zâlıkları'nda;
Cebel-i Dürûz Tahkik Hey'eti A'zâlığı'nda bulundu.
f) Yunan Hükümetiyle akdolunan eşkıya, suçluların iadesi, tâbiiyyet ve konsolosluk
Anlaşmalarını müzâkere, Yunanistan'ın yenilgisiyle sonuçlanan Osmanlı - Yunan Savaşı
(1897) sonunda Yunanistan'ın vermeye mecbur olduğu Harb Tazminatını Dağıtma Komis
yonları A'zâlık ve Reîslikleri'nde;
g) Anarşistlere karşı alınacak milletlerarası tedbirleri kararlaştırmak üzere Roma'da
toplanan Konferans'da Osmanlı Devleti'ni temsîlen Delege'likde;
h) Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan ve İran Ticâret Muahedeleri, Bulgaristan'daki
Müftî'lerle Türk Vakıfları Hukûku'nun te'mîni Komisyonları Reisliklerinde görevlendirildi.
Bu arada, başarılarını gözönüne alan Sadrâzam Said Paşa, 6. defa Sadrazamlığı sırasın
da, 2. Abdülhamîd'e, Hakkı Bey'in Hâriciye Nezâreti Müsteşarlığına getirilmesini teklîf et
miş ise de, Pâdişâhça kabul edilmemişdi. Said Paşa bunu "Hâtırât"ında şöyle anlatmakta
dır (4/c - 1765):
«.... Bâb-ı Âlî Hukuk Müşaviri Hakkı Bey'in Hâriciye (Nezâreti) Müsteşarlığına ta'yîni-
ni arzettim. Tezkire-i ma'rûza, re'y-i Şâhâne'ye muvafık olmayan ma'rûzat'da olduğu gibi,
cevâb-ı resmî ile değil, Mâbeyn Başkâtibi tarafından, tezkire-i husûsiyye ile red olundu. Fa
kat bu Tezkire de yine İrâde'ye istinad ediyordu. İki gün sonra (Pâdişâhın) Huzur (un)'a gir
diğimde, Hakkı Bey'in Hâriciye Müsteşarlığı, ehliyet-i müsellemesi'ne ve Müsteşarlığın
ehemmiyyetine rmebni' olduğundan is'âfı lüzumunu tekrar arzeyledim. Zât-ı Şâhâne (Pâdişâh),
"Hakkı Bey içün ilerûde başka me'muriyet bulunur" cevabiyle redd-i evvel'i te'kid etti »
Meşrûtiyet'in ilânından hemen sonra teşekkül eden Kâmil Paşa Kabinesi'ne, Hâşim
Paşa'nın isti'fâsı üzerine, 36000 krş. maaşla 2 Ağustos 1908'de, Maârif Nâzın olarak girdi.
7 Ağustos 1908'de bu Nezârete ek olarak Dâhiliye Nazırlığı Vekilliği'ne: yirmi iki gün son
ra Dâhiliye Nâzırlığı'na asaleten, Maârif Nâzırlığı'na Vekâleten getirildi.
Nazırlıkları dönemindeki durumunu da, Abdürrahman Şeref Bey, yukarda bildirilen ya
zısında şöyle anlatmaktadır (4/c-1765):
104
«.... Maârif (Nezâretin) de Emrullah Efendi'nin ve şâir Nezâret Erkânının tensîb ve teş
viki ile, ilk yaptığı " M e m u r i n Tensîkaatı'nda isabet edemeyip i'tirazlara uğramış ve Dâ
hiliye Nezâreti'nde her aklına gelen ve açıkda kalan idare me'murları, bâ-husûs işe yaramaz
ve nâehl ma'zuller, Valilik ve Mutasarrıflık isteği ile hergün (Dâhiliye) Nezâret (i) binasını
abluka eyledikleri cihetle, adedleri yüzlere baliğ olan işbu talihlere meram anlatmak ve dâ
valarını defetmek içiin pek ziyâde sıkılmış ve yorulmuşdu. Kalbi ve tehammülü geniş olmak
hasebiyle ta'cîzât ve tazyîkaat-ı vakıaya ol kadar aldırmayıp târif-i nâkaabil meşgaleler ve
gürültüler arasında intihâbâtı icra ettirmişdi Lâkin nâ-hoşnud'larm çokluğu ve Matbûât'ın
(Basın'ın) şiddetli taarruz ve hücumları karşısında mekaamını muhafaza edebilmesi gayr-ı
kaabil olmağın, Meclis-i Umûmî'nin (Millet Meclisinin) 2. açılışından sonra (15 Aralık
1908)'de 25000 krş. maaş ve 16000 krş. tahsisat ile Roma Sefîrliği'ne ta'yîn edilerek İstan
bul'dan çıkarılmış ve garazkârane ve nâbeca (= haksız) ta'rizlerden kurtulduğu gibi muh
taç olduğu istirahate de nail olmuşdu....»
Burada bir yıla yakın görevden sonra 28 Aralık 1909 (15 Zilhicce 1327)'da Hüseyin Hil
mi Paşa'nın Sadrâzamlıkdan isti'fâsı üzerine "Paşalık (= 2- Rütbeden Vezirlik) payesi"
tevcih edilerek 25000 krş maaş ve 5000 krş- "tahsisat" ile Sadr-ı A'zâmlığa ta'yin olundu.
Buna dâir "Hatt-ı Hümâyun" şöyle idi (4/e):
«Vezîr-i Meâl-i Semirim Hakkı Paşa;
Hüseyin Hilmi Paşa'nın isti'fâsına mebnî, Mesned'-i Sadâret (= Sadrazamlık Makaamı)
uhdenize, Mekaam-ı Meşihat (^= Şeyh'ül-İslâm'lık görevi) Sudur [= Kadı - Asker)'dan
Hüseyin Hüsnü Efendi'ye tevcih kılınmışdır. Umûr-ı İdâre-i Devlet'in, Ahkâm-ı Celîle-i Şer'iy-
ye'ye ve usûl-i meşrûa-i Meşrûtiyyet'e tevfikan hüsn-i temşiyeti ve usûl-i mezküre'nin fe-
vâid ve muhassenâtı delâil-i fi'liyye ile irâe ve ısbât edilerek sunûf-ı muhtelîfe-i ehâli
beyn'inde hüsn-i âmizîşin bir kat daha takviyesiyle Memleket'in te'min-i terakkıyyât-ı mad-
diyye ve ma'neviyyesi'ne ve istihsâl-i refâh-ı âmmeye hadim kavânin ve tedâbîr'in bir an
evvel ittihaz ve icrası ehass-ı âmâl-i Mülûkânemdir. Teşkil edeceğiniz Hey'et-i Vükelâ'nın
ol veçhile hüsn-i temşiyet-i umûre sarf-ı mezid-i i'tinâ edeceğine i'timâd-ı Şahanem ber-ke-
mâl'dir. Cenâb-ı Hak, tevfîkaat-ı samedâniyyesi'ne mazhar eyliye....
30 Zilhicce 1327 (12 Ocak 1910)
(Pâdişâh) Mehmed Reşad »
Bu Hattın Bâb-ı Âlî'de okunuşuna ve Hakkı Bey'in, Hakkı Paşa olarak Sadr-ı A'zam'lık
görevine başlayışına âid tafsilât da şöyledir (4/e):
«.... Dün (12 Ocak 1910, Çarşamba) Sadr-ı A'zâm fehâmetlû, devletlû Hakkı Paşa
Hazretleri (stabl-ı Amire'den [= Saray Ahırı'ndan) tahsis olunan Arabaya râkiben (= bi
nerek) Dolmabahçe Sarayı'na gitdi; iltifât-ı Pâdişâhî'ye nail olmuş ve kendilerine "MUhr-i
Hümâyun (= Sadrazamlık Mühürü)"un tevdi'inden sonra, Şeyh'ül-lslâm devletlû, semâhat-
lû Hüsnî Efendi Hazretleri de Huzûr-ı Pâdişâhî'ye kabul buyrulmuşdur.
Ba'dehû (= Sonra) haklarında merâsim-i ihtirâmiyye îfâsıyle Sadâret ve Meşîhat'ın
tevcihini mutazammın (Yukarıda örneğini verdiğimiz) Hatt-ı Hümâyun dest-i ta'zîm'de
(= saygıyle elde olduğu) bulunduğu hâlde Başkâtib (Başkîtâbî-i Hazret-i Şehrîyâri = Pâ
dişâhın Genel Sekreteri) Hâlid Ziya Bey ile birlikde bir Saltanat Kayığına râkib olmuşlar ve
105
saat on'a yirmi kala Sirkeci İskelesi'ne muvâsalet eylemişlerdir. Havanın fevkalâde lalîf ol
ması hasebiyle, Âlây-ı Vâlâ'yı (Büyük Tören Alayını) temaşa (= seyr) içün gelen birçok
Halk, Bâb-ı Âlî'den i'tibâren İskele'ye kadar Cadde'yi (Bâb-ı Âlî - Şimdiki Ankara Caddesi
ni) iki taraflı ihata eyledikleri, Hükümet tarafından da 4. Alay'ın Nişancı Taburu ve Muzi-
kası (= Bandosu) Merâsim-i Mahsûsa-i Ta'zimkârî'yi ifâ içün münâsıb mahallere ikaame
edilmişdi. Bundan başka birçok Jandarma efradı (= Eratı) ve Polis neferâtı (= Me'mur-
ları) inzibat ve intizam'ın muhafazasına sarf-ı mesâi etmekde idü'ler. Sadr-ı Cedîd (= Yeni
Sadrâzam) Hazretleri İskele Rıhtımına çıktıkları zaman, Teşrîfâtî-i Dîvân-ı Hümâyun
(= Sadrazamlık Protokol Umum Müdîri) Behçet Bey ile Ma'rûzât Kalemi Müdîri Âsaf Bey
ve me'murîn-i şâire tarafından istikbâl edilmişlerdir (= karşılanmışlardır).
( *) Târih Düşürme : Bir Olay'ın târihini şi'ir hâlinde ve "Ebced hesabı" ile tesbît etmekdir.
106
Böylece Sadr-ı A'zamlı'ğa geldikten sonra, Kabine'sini aşağıda gösterildiği şekilde
kurdu (/ç):
Sadr-ı A'zam : İbrahim Hakkı Paşa (***)
Şeyh'ül • İslâm : Çelebi-zâde Hüseyin Hüsnf (*)
Adliye Nâzın ve Şûrây-ı Devlet Keîsi : Kastamonu Mebusu Necmeddin Molla (Ko-
cataş) Bey
Harbiye Nâzın : Ferik (= Orgeneral) Mahmud Şevket Paşa
Hâriciye Nâzın : Rif'at Paşa [**•)
Dâhiliye Nâzın : Edirne Meb'usu Tal'at Bey (Paşa)
Mâliye Nâzın : Selanik Meb'usu Câvid Bey (***)
Bahriye Nâzın : Mirliva (= Tuğamiral) Halil Paşa
Maârif Nâzın : Emrullah Efendi (***)
Orman-Ma'den-Ziraat Nâzın : Dimitraki Mavro Kordato Efendi (***)
Ticâret ve Nâfia Nâzın : Haüaçyan Efendi
Evkaf Nâzın : A'yân'dan Şerif Haydar Bey
(*) Sayın Ferîdun Fâzıl Tülbentçi "Geçmişde Bugün" adlı eserinde (3. C, 101. s.) Hüseyin Hüsnî Efendi ye
rine, Şeyh'ül-İslâm olarak Mûsâ Kâzım Efendi'yi göstermişdir k i , yanlışdır. Mûsâ Kâzım Efendi, 12 Temmuz 1910'-
da Hüseyin Hüsnü Efendi'nin Şeyh'ül-islâmlık'dan isti'fâsmdan sonra söz konusu Makaama ta'yin edilmiştir.
Hüseyin Hüsnü Efendi; Din âlimlerimden ibrahim Rüşdî Efendi'nin oğludur. "Çelebi-zâde" lakabı, Dedesinin
Babası Erzurum'lu Çeiebi Mehmed Efendi'den gelir. Mahkeme-i Evkaaf Kadılığından, Şeyh'ül-islâmlık'a rjetiril-
mişdir. Bu görevde, 6 ay, 1 gün hizmet gördükden sonra Baş-Mâbeynci Lutfî Simâvî Bey'in bildirdiğine göre:
« Dahil olduğu, Kabine aleyhinde muhalif Meb'uslarla birleşerek tahrîkât'da bulunduğundan, Saray-ı Hü-
mâyun'a ceibedilerek " i s t i ' f â y a " mecbur » edilmişdir.
{**) 19 Ocak 1910'da, Meb'usan ve A'yan Meclisi olarak kullanılan "ÇIRAGAN SARAYI"nın yanması olayına te
mas etmektedir.
Çok büyük maddî kayba yol açan ve aradan ellidokuz yıl (1969) geçmesine rağmen halâ harabesi dahî
restore ettirilemeyen bu saray "yangın") şöyle vuku' bulmuşdur.
"Hareket Ordusu"nun İstanbul'a girmesinden i'tibâren, ittihad ve Terakkî Fırkası (= Partisi), Pây-ı
Taht'a hâkim bir işgal kuvveti gibi davranmaya başladı. Bu zihniyyet ile, Meclis-i Meb'usan Reîsi Ahmed Rızâ
Bey, "Çırağan Sarayı"nın "Meclis Binası" olmasını istedi. Sultan Reşad, buna muvafakat etmediği halefe,
Ahmed Rızâ Basın'a, "Pâdişah'ın, O muhteşem Saray'ı Meclis-i Mills'ye ihsan ettiğinden" bahsederek bir
emir-i vâki' yapdı. Ayasofya'deki A'yan ve Meb'usan Meclisleri, hemen Çırağan'a taşındı. Aradan bir yıl
bile geçmeden 19 Ocak 1910'da, İbrahim Hakkı Paşa'nın Sadr-ı A'zamlığa ta'yininden bir hafta sonra, dik
katsizlik ve tedbirsizlik yüzünden, Boğaziçi'nin O çok zarîf ve nâdîde Binası bir - iki saat içinde yanıp kül
otdu. Geriye bugünkü harab iskeletden başka bir şey kalmadı, içinde, kıymeti milyonları bulan mefrû'şat'dan
başka, Yıldız Sarayı'ndan getirilen eşya ve birçok kıymetli tablolarla san'at eserleri de mahvoldu. Deniz
suyundan faydalanmak için önceden tertîbat alınmaması afvedilecek gafletlerden değildir. Bütün Memleketi
derin üzüntüye boğan bu "felâket" üzerine, A'yan ve Meb'usan Meclisleri, sonradan "Güzel San'atlar Aka
d e m i s i " binası olarak kullanılan ve 1940"da yanan "Fındıklı Sarayı"na yerleştirildi k i , İbrahim Hakkı Pasa
"Programı" bu Binâ'da okudu.
Not adlarının yanında (***) olanlar Mülkiye me'zunu olup. Hakkı Paşa dâhil, 13 kişiden teşekkül eden Kabine'-
nin 5 üyesi Mülkiyeli'dir.
107
"Meb'usân-ı Kiram,
Hüseyin Hilmi Paşa Hazretlerinin isti'fâsı üzerine taraf-ı Eşref-i Hazret-i Şehriyârî'dert
havale buyrulan teşkil-i Hey'et-i Vükelâ vazifesini, tevfikaat-ı İlâhiyye'ye müsteniden ka
bul eylemiş ve Ricâl-i Siyâsiyye'mizle vuku' bulan mülâkaat ve müzâkerat neticesinde hem -
fikir ve hem - nesil ve mütecanis bir Hey'et teşkiline ihrâz-ı muvaffakiyyet etmiş bulundu
ğumdan Huzûr-ı Hümâyun-i Cenâb-ı Mülûkâne'de alelusul bittahlif me'muriyetleri icra olu
nan refiklerim ile birlikte, bugün ilk d e f a olarak Meclis-i Umûmî-i Millîmizin A'yan ve
Meb'ûsan Kısmında arz-ı vücud şerefine nail oluyorum.
Hey'etimizin vezâif-i me'muresinde muvaffakiyyeti, Vükelây-ı Millet ile vifak ve i'tilâf-ı
tam üzre çalışabilmesine mütevakkıf olup, bu da Vükelây-ı Devletçe ta'kibedilecek mesle
ğin Mebûsân-ı Kiramca dahî hüsn-i telâkki edilerek mazhar-ı muavenet olmasıyle hâsıl
olacağından bu bab'da ba'zı îzâhat i'tâsını vazifeden addederim.
Vatan-ı mukaddesimizin, Meclis-i Âlî-i Umûmîmizin enzâr-ı dikkat ve hamiyyetinden
dûr olmayan ahvâl-i hâzırasına göre Hey'et-i Cedîde-i Vükelâ, te'mîn-i ezhan ve takrîr-i asa
yişi a'zam ve akdem-i vecâib addetmektedir. Geçen Martın Otuzbirinde serzede-i zuhur olup
Hürriyet-i Osmâniyye'nin sûret-i istirdâdındaki parlaklığı harekât-ı leimâne-i irticaiyye ile
bir reng-i hazîn'e kalbeden ve Şanlı Orduy-ı Osmânî'nin hareket-i seriay-ı vatanperverâne-
siyle lehülhamd zeval bulan vak'ay-ı elîme bir müddet müessesât-ı cedîde-i ahrârânemizi
tevakkuf-ı zarurîye uğratmış olduğundan ve bu gibi vakaayi'-i müessifenin tekerrürü ihti
mâli kalmamak üzere ba'zı tedâbîr-i fevkalâde'ye tevessül edildiğinden Hey'et-i Vükelâ,.
Memleketimizde şu ahvâ!-i esef - iştimal'den hiçbir eser kalmamasını ve tedâbîr-i tedrî-
ciyye-i âkılâne ile hayât-ı milliyyemizin mecrâ-ı tabiîsine girmesini hedef ittihaz edecek
fakat lâyıkıyle tedkîk ve teemmül olunmadan birşey yapmakdan ictinâb ederek Kanûn-i
Esâsî ile te'min edilen hukuk-ı umumiyyenin tamamen cereyanı, bu Kanun-i muazzez ve
muhteremin her türlü halelden ve âsâyiş ve istirâhat-i âmmenin her güne teaddî'den ma
suniyet ve mahfuziyyet-i maksad-ı mühimmi ile te'lif ve telfîk eyliyecektir.
Kuvvây-ı Umumiyye-i Devletin yekdiğerinin unvanına karışmayarak Kanûn-ı Esâsî ka-
vâid-i asliyyesi veçhile her kuvvetin kendisine âid hukuk ve salâhiyyât'dan tamamen isti
fâdesi intizâm-ı umur-ı Memleket nokta-i nazarından pek ziyâde hâiz-i ehemmiyyetdir Ten-
sîkaat-ı devâire âid kanun devr i zâil-i İstibdad'ın bıraktığı seyyiât-ı mevrûse cümlesinden
bir hâle çaresâz olmak maksadıyle tanzim olunarak, işin fevkalâdeliği tefrîk-ı kuvvâ kaside
sinin bir dereceye kadar feda edilmesini mûcib olmuş ise de, neticeten Meclis-i Meb'usâ-
nı vazâif-i asliyyesi hâricinde işgal ve tasdi'a meydan vermiş ve Kanûn-ı mezkûrun tanzi
mi hıyn'indeki ahvâl dahî tebeddül ederek tensîkaat umurunun mecrây-ı tabiîsine icra'ı ikti
za etmekde bulunmuş olmağla, Hey'et-i Celîle-i Vükelâ bu babda dahî Kuvve-i İcrâiyye'ye
kanunen müterettib meşgale ve mesuliyeti deruhde etmekden çekinmiyerek hâl ve mas
lahat ve vecâib-i adi ü merhametin delaletiyle münasıb göreceği tedâbîr-i kanûniyye'yi Mec
lis-i Umûminin nazar-ı takdirine arzeyliyecektir.
Anâsır-ı Osmâniyye'den bulunan cemaatı muhtelifenin hâl ve mevki'-i kanûni'leri, Ka
nûn-ı Esâsî ile muayyen ve mahfuz ve bu babda bir gûnâ şübhe ve tereddüde mahal ol
madığı derkâr bulunduğundan, Kanun-i mezkûr'un mevâdd-ı muhtelifesi beynindeki ahengi
irtibata halel verilmiyerek ve Osmanlılık maksad-ı ulvi'si rehber ittihaz edilerek Uhuvvet-i
108
Osmâniyye'nin muhabbet ve emniyet-i mütekaabile-i anâsır esâsı üzerine binası ve ebnây-ı
Vatan'a ta'mim olunan hidmet-i mukaddese-i askeriyye ile beyn'el anâsır bir kat daha teey-
yüd edecek ihtisâsat, muhâdenet ve samimiyyetin takviyyesi ehemm-i makaasıd'dır.
Hikmet-i hükümet şiddet ve merhametin mezcini âmirdir. İhlâl-i âsâyiş edenlere şid
det, bundan musâb olanlara karşı merhamet teşkil etmekle beraber ba'zı aksâm-ı memâ-
lik'de ahâlinin hususiyyet-i ahvâli ve emzice ve âdâtca ihtilâfı bununla beraber terakkı-
yât-ı iktisâdiyye'nin noksanı veya mefkudiyeti mugaayir-i merzîy, ahvâl-i müzmin şekline
koyduğunda Hey'et-i Vükelâ bu babda yalnız şiddet-i tedbir-i kâfi addetmeyüp, fenalığın
esbabını taharrî'ye ve onlara çâresâz olmağa ve şu suretle esasdan ıslâhına gayret ede
cek ve bu babda lüzum göreceği tedâbîr-i kanuniyye'nin tasvibini veya kendisine me'zu-
niyyet-i muayyene i'tâsını Meclis-i Umûmîden ta'eb edecekdir
Vilâyâtın tanzîm-i idaresi, ehemm-i umur olduğundan, bu babda kaleme alınmış olan
lâyihay-ı kanüniyye hâiz olduğu ehemmiyyet-i fevkalâde ile suret ve müddetde Şûrây-ı
Devlet'ce ve Hey'et-i Vükelâ'ca arîz ve amîk tedkîk ve Meclis-i Mebûsân'a sür'at-i mümki-
ne ile takdim olunacaktır.
Bilcümle Şuabât-ı İdarenin ıslâhı ve ezcümle emvâl-i gayrı menkûle hakkındaki ka-
vânîn'in terakkıyyât-ı asriyye'ye ve ihtiyâcât-ı zemâniye tevfîki ve kavânîn-i adliye'ce te-
kemmülât-ı lâzımenin vücûde getirilmesi ve Memleketçe terakkıyât-ı maddiyye'nin mâ bi-
hi'l-istihsâli olan umûr-ı nâfia imtiyâzâtı hakkında Kuvve-i İcrâiyye ve Kanuniyye'nin hu-
dûd-ı vezâif'ini ta'yin edici nizâm-ı mühimmin vaz'ı hususunda gerek mukaddemce Hey'et-i
Sabıka tarafından başlanmış, gerek bu d e f a ibtidar edilecek tedkîkaatın bir netice-i serîa'-
ya îsâline çalışılacak ve tanzîm-i kavânîn'de Şerîat-ı Mutahhare ahkâm-ı münîfesi dahî bir
rehber-i kıymetdâr olacakdır.
Terakkiyât-ı Memleket, yalnız kavânîn-i mükemmele tanzîmiyle hâsıl olamayıp, bun
ların hüsn-i tatbik ve icrası en mühim cihet olduğundan, Hey'et-i Vükelâ ber-vehc-i kava-
nîn selâmet ve ma'dilet ve sür'at ile tedvîr-i umûr-ı Hükümete ve Meşrutiyetin fevâid ve
muhassenâtını herkese re'y'ül-ayn gösterecek tekemmülât-ı maddiyyenin vücûd bulma
sına ve idâre-i Devlet'de îcâbât-ı hakıkiyye-i meşrûtiyet'in yerleşmesine sarf-ı mezîd-i i'ti-
nâ edecekdir.
Seleflerimiz Sene-i Âtiye Bütçesini takdim etmîşdir. Mazher-i tasvibiniz olacak Büt
çenin hüsn-i tatbiki ile beraber tekâlîf-i devletin usûl-i tahsil ve cibâyetinde ıslâhat ile
bir kat daha semeredâr olmalarının te'mîni ve tezâyüd-i varidat hususunda zâten Hey'et-i
Celîle'lerince ma'lûm bulunan müzâkerâtın intâc'ı ve masârifde mümkin mertebe iktisad
ve tasarrufa riâyetle beraber şan ü Şeref-i Devlet'e te'mîn-i hüsn-i idareye hadim mas
raflardan kaçınılmaması lüzumu pîş-i nazar-ı dikkat'de bulundurulacakdır. Bu cümleden
olarak, Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye'nin bir Devlet-i Muazzama olması ve hudud-ı berriyye
ve bahriyyesinin vüs'atı i'tibâriyle Ordu ve Donanma ihtiyâcâtı kemâl-i i'tina ile tedkîk
edilip idâre-i Hükûmet'de intizam arttıkça tezayüdü tabiî elan istitaat-ı mâliyye'mizin mü-
tenâsıben icâbedecek ve en ziyâde zâmin-i sulh ü salâh olacak fedâkârlıklar Vükelây-ı
Ümmet-i Osmâniyye'nin tedkîkaat-ı vatanperverânelerine arzedilecektir.
Devlet-i Aliyye'nin meslek-i haricîsi, bilcümle Düvel-i Muazzama ve Mütehâbbe ile,
muhâdenet-i samimiyye esâsına ve komşu hükümetlerle dostâne ve i'timadkârâne bir po-
109
litikaya miistenid olup sûret-i umumiyye'de îcâbât-ı ahdiyye'ye riâyet gösterilmek ve kim
seye karşı haknâşinasâne ve tecâvüzkârâne makaasıd ta'kib edilmemek ve buna mukaabil
Vatan-ı mukaddesimizin hukuk ve menâfi'i dahî şan ü şerefine lâyık suretlde müdâfaa edi
lerek bimennih'il-kerîm her türlü halelden masun bulundurulmak ve elyevm mevcud olan
ve âtide tehaddüs edebilecek bulunan mesaili, şu esas dâiresinde idare ve halletmek
ve Devlet-i Aliyye'nin cemiyyet-i düveliyye içinde mühim bir unsür-ı müsâlemet teşkil et
mesine gayret olunmak hususunda Seleflerimizin mesleği muhafaza kılınacakdır.
Usûl-i Meşrutiyet'in takarrürü, Devr-i İstibdâd'ın ezhân-ı düvel'de ihdas ettiği tered-
düdâta lehülhamd nihayet verip Meşrutiyet'in usûl ve füru'unun muhafazasına Kuvve-i
Teşrîiyye ve İcrâîyece ne kadar i'tina ve usûl-i mezkûreyi muhil addolunabilecek ahval
den ne derece ittika olunur ve bu iki kuvvet beynindeki ittihad ve i'timat ne kadar istik
rar ve izdiyâd ederse o nisbetde hüsn-i temâyülâta mazhar olacağını ve şu suretle hu-
kûk-ı meşrûamızın muhafazasına muvaffak olmakla beraber mâni'i terakkiyyat olan kuyûd-ı
ahdiyye-i kadîme ve a'sardîdeden suhuletle kurtulacağımız, kazayây-ı bedihiyye'den ol-
mağla şu tarîk-i selâmetde devam ile âlem-i medeniyyetin enzâr-ı takdir ve hayırhâhîsini
celb'e çalışmak bir maksad-ı mühim teşkil edecekdir.
Bir sülüs asır müddet, en dehşetli bir istibdâd altında ezildikten sonra ancak bir bu
çuk sene nâil-i hürriyet olan Memleketimizde yapılacak işlerin çokluğu, en âlî-himmetleri
bile düşündürecek derecededir. Fakat bu babda gösterilecek hüsn-i niyyet ve gayret-i hâli-
sâneye tevfikaat-ı Sübhâniye de eklenince en müşkil işler kesb-i suhulet edeceğine i'timâ
dımız berkemâldir. Eltâf-ı Rabbaniyye'ye ve Meşrutiyyet-i Osmâniyye'nin Birinci Pâdişâh-ı
Kürriyetperveri bulunan Zât-ı Hazret-i Şehriyârî'nin âmâl-i hasene-i Hümâyunlarına ve Mec-
lis-i Âlî-i Umûmîmizin efkâr-ı selime ve hamiyyet ve muhabbet-i vataniyyesine müsteniden
kabul ettiğimiz vazîfe-i mühimme'de hüsn-i muvaffakiyyetimizi Cenabı Hak dan temenni
ederiz."
Program, hıyn-i kıraatinde ve hitâmında şiddetle alkışlanmışdır. Hakkı Paşa bunu mü-
teâkıb nutk-ı âtî'yi de irâd eylemiştir:
"Meb'us Efendiler; okuduğum programa bir iki söz ilâve etmek isterim. Zâten prog
ram matbu' olarak tevzi' olunacakdır. Hey'et-i Vükelâ vazifesini birkaç kısma hasretmişdir.
Bunların birincisi en mühim kısmıdır ki, onlar da Memleketimizde teskîn-i ezhan ve takrîr-i
âsâyiş esbabını ihzardan ibâretdir. Dünyada en fena şey hakikati görmemekdir. Esasen bir
hastalığı tedavi etmemek fena bir şeydir- Fakat bu hastalığın tedavisi içün de teşhîs-i
maraz lâzımdır.
Memleketimizde bu hâl-i mühimmin mevcud olduğu malumunuzdur. Fakat, inşâallah
Cenâb-ı Hakkın İnayeti ve muâvenet-i aliyyeleriyle, bu teheyyücü izâle edeceğiz. Zâten
Cenâb-ı Hak sulhcu olunmasını emrediyor. Allah'ın şu emrini unutmıyatım. İnâyet-i Rab
baniyye'ye mazhar olacağımızdan eminim. İkinci Kısım da ba'zı cihât (= yönler) ihtiva
eder. Bir defa Memleketimizde anâsırı muhtelife beyn'inde su'-i tefehhüm vardır- Bunu da
inkâr etmeyelim. Fakat ben buna mahal olmadığını düşünüyorum ve bunu da Halka anla
tacağımızdan eminim. Vilâyât hakkında bir kanun derdest-i takdimdir- Fakat bilirsiniz ki
Vilâyâtımız iki kısımdır: Bir kısmı Kanûn-ı Umûmî ile kaabil-i idâre'dir; diğer kısım Vilâ-
yât'da hususiyet-i idare vardır. Meselâ, Yemen Vilâyeti gibi. Bu Vilâyet hakkında Dâhili-
110
ye Nâzın Beyefendinin ba'zı ifâdâtı vardı; onu şimdi biz tedkîk ediyoruz ve kendimiz için
en mühim vazife addeyliyoruz. Vilâyet-i mezkûre'de, hamiyyetkâr, faal, ciddî, namuskâr
milyonlarca Müslüman ehâlimiz, yine bir su'-i tefehhüm neticesi olarak hâl-i isyanda görü
nüyorlar ve seyl-i hurûşan gibi orada kardeş kanı akıyor. İnşâallah bunun çâresini bulaca
ğız ve re'yinize müracaat edeceğiz; fakat şunu te'min ederim ki, bu cihetin hallini akdem-i
vezâif biliriz. Sonra düvel-i ecnebiyye ile siyâsiyyâtımıza taallûk eden mebâhis var ki bun
ları sarahaten söylemiyorum; emîn olunuz ki Hey'et-i Vükelâ makaasıd-ı vatanperverâne'-
den hiçbir vakit ayrılmıyacakdır.
Bugün Girit mes'elesi bütün Millet-i Osmâniyye'nin kulûbunda hattâ çocuklarına va
rıncaya kadar zihinlerinde yer etmiştir. Bu mes'ele'de gaayet mutedilâne ve basiretkârâne
bir hatt-ı hareket ta'kib ediyoruz; orada hakk-ı Saltanatımızın muhafazasını ve Girit üzerin
de hiçbir devletin hakk-ı hâkimiyyeti hâiz cimamasını istiyoruz. Bizim maksad-ı esasimizin
ne olduğunu ve ne dereceye kadar zâmin-i sulh ü salâh bulunduğunu, eminim ki dostu
muz olan devletler anlamışlardır. Şundan emîn olunuz ki, bu bahis arada sırada kesilmek
le beraber Hükümetin zihninden zail olmuş değildir. Fakat âkîlâne ve hakimane şan ü şe-
ref-i millî'ye muvafık suretde muhâfaza-i hukukumuzu arzu ediyoruz."
Bunu müteâkıb, Mecliste bir müzâkerat cereyan etti. Hilâfgîrândan (= Muhalefet -
den} ba'zıları i'tirâzat'da bulundu ise de onlar da bertaraf edildi. Keyfiyet ârâ'ya vaz' olu
narak 34 reye karşı 187 re'y ile Kabineye beyân-ı i'timad edildi...»
111
Hakkı Paşa'yı ben, İzmir'den henüz pek genç olarak gelince, Emrullah'ın (Maârif Nâ
zın Emmllah Efendi) tavsiyesiyle tanımıştım. Yıldız Sarayı mütercimliğinde etrafın levsi-
ne (= çirkefliğine) sürünmeyerek toplanmış eteklerinin temizliği ile kendisini pek iyi
bilirim.
Bâb-ı Âlî'de Hukuk Müşaviri, Dârülfünün'da Hukûk-ı Düvel Müderrisi iken, arkadaşla
rından, talebesinden iktidarını, faaliyetini, malûmatının ve çalışma kuvvetinin vüs'atını
işitirdim, O'nıı yakından tanıyanlar, hele talebesi, meftunu idiler. Onun bütün ömrü oku
makia, çalışmakla, durmadan dinlenmeden kafasının servetini artırmakla geçerdi; yaşa
yışında sadelik, tabiîlik başlıca esasdı. Nişantaşında, İhlamura doğru bakan sahada, konak
denemiyecek kadar büyükçe, pek basit döşenmiş, fakat kitap odası yığın yığın dolu asu
de bir meskeni vardı... Onu Sadâreti esnasında kaç kere yazı odasında, birkaç kere de
Meclis-i Meb'usan'daki odasında, kürsîde çalışırken gördüm ve dinledim.
Kalabalık evrak arasında bir dolaşışı, içinden sermâye alınacak olanları öyle bir ayı-
rışı, kısa bir göz gezdirmekle derhal yazıların lübbünü öyle bir emişi vardı ki bu ancak
pek çabuk işüyen bir intikal hassesiyie ve mümârese ile mümkin olabilirdi. Kürsîde hita
besi heyecansız, evzâsız, tekellüfsüz... ziynef'den mahrumiyetine bedel büyük bir ikna
kuvvetine mâlikdi.
Husûsî mülakatlarda da O'nu dinlemek, insanı haz ile tebessüme sevkeden bir lezzete
sevkederdi. Buna, şahsından intişar eden cazibeyi de ilâve etmek lâzımdır. Kısa denmiye-
cek kadar orta bir boyu vardı ki şişmanlık denmiyecek kadar dolgunluğu ile bir ahenk
teşkil ederdi. Yürüyüşünde, duruşunda, söyleyişinde ne azamet, ne guruı-, ne nahvet, mu-
hâtabda soğuk te'sir yapabilecek, karşısındakini küçültecek bir ma'na' yokdu. Belliydi ki
karşısındaki adam Sadrazamlığın iftihârıyle üfürülmüş, şişirilmiş bir şahsiyet değil, sâde
ce sizin gibi bir adamdır- Bir adam ki müstesna zekâsı ile, zengin ma'îûmâtı ile neden
bahsolunsa onun hakkında geniş selâhiyetle herkes gibi söyleyen, kendi makaamıyle mu
hatabının arasında bir mesafe görmeyen, hemen kendisini takdir ettirmeğe ve takdir eder
ken de sevmeğe sevk etsin.
Pâdişah'da da (= Sultan Reşad) derhal aynı te'sîri yaptı. Yavaş, yavaş, gün geçtikçe
görmeğe başlamış idik ki, O'nda da bir hayal inkisarı belirmek üzeredir- Siyâsetinin iki
esas umdesi olan ADL ve İHSAN, hüküm süren ahval, tevali eden avarız arasında nasıl
tatbiki muhal hayaller olduğuna şâhid oldukça neş'esine halel gelmekte idi.»
Sadr-ı A'zamlığı zamanındaki olayların en önemlisi, İtalya'nın, elde etmek için yıllar
dan beri fırsat beklediği Trablus-Garb ve Bingâzi Eyâletlerine musallat olmasıdır ki, Târihi
mizin bu çok acı ve o derecede meş'um olayının neticesinde nice facialar meydana gelip
Devlet ve Milleti perîşân etti.
İstanbul'daki İtalya Sefareti ile, gaflet uykusuna dalan Bâb-ı Âlî arasında alınıp veri
len "Nota'Mardan anlaşıldığı üzere, İtalya Hükümeti Osmanlı Hükümetinin zaafından fay
dalanarak bir takım münasebetsiz ve sudan sebebler ileri sürüp sözü geçen iki Eyâlet'imi-
zi işgaal için kendisinde bir hak görme adîliğine kalkışdı. 29 Eylül 1911 gecesi aşağıdaki
"Ültimatom" ile "Casus-Belli (= harb sebebi)" yi belirterek savaş i'lân e t t i ;
«.... Zîr'de (aşağıda) vâz'UI-imza İtalya Maslahatgüzarı, metbu'-ı müfahhamı Haşmetlû
112
Kral Hazretlerinin Hükûmeti'nden aldığı evâmiri (= emirleri) infâzen husûsât-ı âtiye'yi
(= aşağıdaki hususları) Zât-ı Fahîmânelelerine beyân ile iktisâb-ı fahr eyler:
İlk planda, alınması gerekli görülen tedbirlerin kuvveden fi'le ulaşması için (= İtal
ya) Krallık Hükûmeti'nin, daha önce, Osmanlı Hükümetine verdiği mühlet, uygun bir cevab
gelmediğinden, bitmişdir. Bu cevâbın gelmemesi, Trablus ve Bingâzi'deki İtalyan hukuk ve
menfaatlerinin muhafazası emrinde, Osmanlı Hükümet ve Me'murları tarafından şimdiye
kadar görülen pekçok sayıdaki su'-i niyyet veya acz'i te'yid etmektedir. Bu i'tibarla İtalya
Kraliyet Hükümeti, hak ve menfaatlerinin ve İtalya Hükûmeti'nin şeref ve haysiyyeti'nin
korunmasına, elindeki bütün imkânlarla doğrudan doğruya başlamak mecburiyetinde
dir (!). Bundan sonra meydana gelecek olaylar, uzun süredenberi Osmanlı Hükümeti Me'
murları tarafından İtalya'ya karşı ta'kîb edilmiş hareket hattının acı ve fakat zarurî bir ne
ticesi oimakdan başka bir şekilde telâkki edilemez.
İki Memleket arasındaki karşılıklı dayanışma ve iyi niyyetle münâsebetde bulunma
gayretleri bu suretle kesildiğinden, İtalya Hükümeti, bu andan i'tibâren kendini Türkiye ile
harb hâlinde addeyler.
Aşağıda imzası bulunan İtalya Mümessili hükümetinden aldığı emre uyarak, Roma'da-
ki Osmanlı Maslahatgüzarına, pasaportlarının hazır bulunduğunu Zât-ı Fahîmânelerine
(= Ekselanslarına) bildirmekle beraber kendi pasaportlarının da derhal gönderilmesini
recâ eder. İtalya Krallığı hududları içinde bulunan Osmanlı Tebaasının şahsî emniyetlerini
ve mal ve işleri içün en küçük bir şikâyete mahal kalmaksızın Hükümetin garantisi altında
bulunduklarının bildirilmesine de İtalya Kraliyet Hükümeti aşağıdaki imza sahibini me'mur
eylemiştir Tarabya, 29 Eylül 1911»
Rahmetli Hâlid Ziya Uşaklıgil, bu ültimatomdan önce, Hakkı Paşa'nın durumunu şöyle
belirtmektedir (4/İ-206):
«.... Hakkı Paşa İtalya'dan pek iyi intibalarla gelmişdi. İki Memleket arasındaki dostâ
ne münâsebetlerin sağlamlığına ve sürekliliğine o derece emin idi ki, o taraftan ufukda
hiçbir leke görmüyordu.... İstanbul'da da Hükûmet'le İtalya Sefareti arasında pek ziyâde
dostluk bağları teessüs etmişdi. Hakkı Paşa Sadr-ı A'zamlı'ğa Roma Sefâreti'nden geldiği
için, kendisiyle İtalya Sefiri arasında tekellüf'den, resmiyet'den arınmış bir münâsebet
hâsıl oldu.
Bir gün bana, İtalya Sefiri telefon etti: "Hakkı Paşa, bu akşam yemeğine bana geli
yor; yemekden sonra da briç yapacağız; siz de geliniz " dedi. Bu suretle Sefir, Sadr-ı
A'zam ve ben, yalnız üç kişi, Sefâret'de akşam yemeğinde bulunduk. Bu husûsî mâhiyetde
da'vete sebeb ne idi? Bunu o zaman hiç düşünmemişdim. Ancak, sonradan vuku'ât tevâlî
edince, zuhur eden ve hiç beklenilmeyen hâdise ile bu da'vet arasında bir münâsebet bu
lunmuş olacağına hükmettim. Yemek arasında hiçbir siyâsî mes'eleden bahsedilmedi.»
Rahmetli Ahmed Reşid Rey de "Canlı Târihler" adlı eserinde şunları yazmaktadır
(4/C-1772):
«.... İtalya Ültimatomu'na dâir Roma Sefaretinden gelen telgraf Hakkı Paşa'ya, Jan
darma Teşkilâtı'nı ıslâh için Türkiye hizmetine alınmış olan bir İtalyan Generalinin evin
de briç oynamakla (!) meşgul iken getirilmiş. Oyuna devam etmek için zarf'ı açıp oku
mamış Nihayet, iş'den haberdâr olan General'in Refikasının ısrarı ile zarf'ı açarak haki-
113
katı öğrenmiş. İşittiğim bu vak'ayı, teseyyüb ve ihmâlin pek ileri bir derecesini gösterdiği
içün, fakat kayd-ı ihtiyat ile zirkediyorum »
Harb Hânından sonra, Hakkı Paşa'nın ne şekilde davrandığını ve Kabine'nin nasıl düş
tüğünü, yine Rahmetli Hâlid Ziya Uşaklıgil'den şöyle öğreniyoruz (4/İ-206):
«.... O gecenin hâtıralarını hiçbir zaman unutmayacağım. En küçük tafsilâtına, en ufak
elvanına kadar o saatlerin heyecan ve telâş ile dolu safhaları, sönmek bilmeyen bir ay
dınlıkla gözlerimin içinde yaşıyor. İlk önce Bâb-ı Âlî'den bir yaver geldi ve bana:
— Sadrâzam Paşa rica ediyor, dedi; ben gelinceye kadar Saraydan ayrılmasın ve te
lâşa düşürmeden Hünkârın Mabeynden Hareme çekilmesini de tehîr edecek suretde ted
bîr alsın, diyor.
— Pekâlâ, dedim. Amma bunun ma'na'sını anlamadım. Bana uzun gelen bir zaman
sonra Hakkı Paşa geldi. Yalnız o değil, Vükelâ'dan bir kaçı da birer ikişer arkasından ye-
tişdiler. Kimlerdi? Rif'at Paşa, Necmüddin Molla, Halil Menteş, Hayri Beyler ve bir iki
Nazır daha.... Onlar Sadârete mahsus odada toplanırlarken Hakkı Paşa bana geldi. Bütün
hayât-ı resmiyesini dolduran müşkiller arasından her vakit nikbin çıkan, her zorluğa te
sadüf ettikçe "Nasıl olsa bunun da içinden çıkılır." emniyetiyle neş'esinden, nefsine i t i
maddan ayrılmayan bu adamı hiç bu hâlde görmemişdim. Sanki simsiyah kesilmişdi; göz
lüklerinin altında hiçbir sabit noktada tevakkuf edemiyerek etrafdan meded umarcasına
dönen nazarı, derin bir endişe ile silinmiş gibi idi. Tâ karşıma kadar geldi. Sesinde bir ku
rulukla:
— Fena bir haber dedi İtalya'dan 24 saatlik bir "ültimatom" geldi. Bizden Trablus-
garb'ı istiyorlar; verilmez ise harb....
Ben de dondum. 24 saat içinde hallolunacak bir mes'ele... Ya azîm bir vilâyeti terk
etmek, yâhud âkibeti meçhul, daha doğrusu fecaati pek kolay keşfolunacak bir harbe gi
rişme....
— Hünkâra, dedi, münâsib şekilde arzediniz. Telâşa düşürmeden... Sonra taraf-ı Şaha
neden Said Paşa'yı Saraya da'vet ettiriniz. Bu Siyâset Pîri'nin de fikrini alalım, dedi
Said Paşa ile istişareden bir netice alınamamışdı. Hakkı Paşa, Hey'et-i Vü
kelâ nâmına isti'fâ ediyordu. Yanlarında bulunmadım; ne görüştüler, ne söylediler; vâkıf
değilim. Müsveddeyi Necmüddin Molla kaleme aldı.
Hünkâr isti'fânâmeyi dinledikden, mu'tâd olan selâmlarını, teessüflerini tekrar ettikden
sonra Hareme çekilmek üzere ayağa kalktı ve bana:
— Yarın sabahleyin Said Paşa'nın konağına gidersiniz; Sadâreti ona kabul ettirmeye
çalışırsınız. Elbetde i'tizâr edecektir; amma sonunda muvafakatini istihsal edersiniz; bu
da olmazsa ben kendisini tekrar görürüm, dedi »
Liyakatsiz bir Hükûmet'in, basîretden mahrum bir idarenin Memleketin başına ne bü
yük ve telâfisi imkânsız felâketler getirebileceğine dâir acı ve fakat o derece ibret verici
esaslarla dolu bu "Târihî Facia" ile ilgili pekçok hususları Siyâsî Târih'e bırakıp, bir
gerçeğe ışık tutulması için aşağıdaki dokümanı verip bu kısmı kapatıyorum (4/c-1781):
« Sultan Hamîd, 1881den 1908e kadar 27 sene Trablusgarb ve Bingâzî Eyâletleri'ni
eline geçirmeye çalışan İtalya Hükûmeti'nin bütün teşebbüslerini, aldığı tedbirlerle akim
114
bırakmışdı. İtalyan Donanması ile boy ölçüşecek kudretde bir Donanmamız olmadığından,
Trablusgarb ve Bingâzî'nin karadan takviyesine teşebbüs ederek, oradaki mühim bir askerî
kuvvet'e ek olarak "Kul-Oğulları" adiyle yerli halkdan, hakîkaten kuvvetli bir " M i l i s " Teş
kil etti. îcâb eden noktaları tahkim eyledi. Müdâfaa esaslarını, silâh ve cebhâne ile kuvvet
lendirdi. Bu tedbirler hakkında senelerce devam eden tebligat ve takibatı muhtevi olarak
yazılan, yüzlerce "İrâde Tezkireleri" görülürse, insaf ile teslim edilir ki, o iki Kıt'anın, 27
sene İtalya'nın hırsı karşısında Ülke'ye bağlı bulunuşu sırf Sultan Hamîd'in gayret, himmet
ve basiretinin neticesidir. Nitekim Abdülhamîd'in hal'ini müteâkıb Meşrutiyetçilerin, dola-
yısıyle İttihadcılar'ın, "Kul-Oğulları Teşkilâtı" nı kaldırmaları ve Abdülhamîd tarafından gön
derilmiş olan çok kuvvetli iki tümen askerin, Mahmud Şevket Paşa tarafından alınıp Ye-
men'e gönderilmesi, burada bir bölük asker dahî bırakılmaması, fırsat kollayan İtalyan'la
rın, buraya saldırmasına ve bu iki Eyâletin elimizden çıkmasına sebeb olmuşdur...» Yal
nız bunların elimizden gitmesine değil, bunu fırsat bilen Balkan Devletleri'nin açtığı "Bal
kan Savaşı" sonunda koskoca Rumeli'nin elimizden çıkmasına Rodos'la birlikde Oniki Ada'-
ları kaybetmemize yol açmışdır.
Hakkı Paşa Kabinesi'nde Adliye Nâzın olan Necmüddin (Kocataş) Molla'nın, bu hu-
susda yazdığı mektub'da anlattığına göre (4/b):
«.... 10 Eylül 1911 günü, Meclis-i Vükelâ'da "mes'ele ve ültimatom" müzâkere edilirken
Kabine arkadaşlarına:
— Bana birşey sormayınız... Eski zamanlarda benim vaziyetime düşen Sadr-ı A'zamla-
rın kafasını Pâdişâhlar binek taşı'nda kestirirlerdi....» diyen Hakkı Paşa, aşağıdaki "isti'fâ
mektubu" ile Sadr-ı A'zamlık'dan ayrıldı (4/c-1776):
«.... İtalya Matbuatının neşriyât-ı müheyyicesi ile başlayıp altı gün mukaddem Trablus-
garb'e nakliyât-ı askeriyye icrasından sarf-ı nazar olunması talebini hâvi İtalya'nın İstanbul
Maslahatgüzarından alınan Nota ile mâhiyyeti anlaşılabilen mes'ele hakkında Hükûmet-i
mezkûre'nin dünkü gün gönderdiği ültimatom'da Trablusgarb ve Bingâzî'nin 24 saat zar
fında tahliyesi taleb edilmiş olup, buna verilen cevabda bir şekl-i muvafık ile müzâkere-i
siyâsiyye icrası teklif olunmuş ise de, İtalya Hükûmeti'nce bu, cevâb-ı red makaamında
bittelâkki, Hükûmet-i Seniyye'ye (= Osmanlı Devleti'ne) i'lân-ı harb edilmiş ve Preveze'de
bir Torpidomuzun topa tutulması suretiyle fi'len dahî i'lân-ı muhâsemât kılınmışdır. Şu ah-
vâl-i mühimme karşısında Hey'et-i Vükelâ'nın mevki'i pek ziyâde nezâket kesb etmesine
ve bu sebeble hakkında emniyet-i umûmiyye'nin de insilâbı bedihî bulunmuş olmasına bi
nâen, böyle mühim ve nâzik bir zamanda devâm-ı me'muriyyetim muvafık olamıyacağından,
bugüne kadar cereyan eden ahvâl ve muamelâtın ve hal-i hâzır mes'elenin mes'uliyyeti
kendime âid olmak üzere, vazîfe-i Riyâset'den [~- Sadr-ı A'zamlık'dan) afvimi istirham
eylerim. 28 Ağustos 1327 (10 Eylül 1911)
İbrahim Hakkı »
«... Hakkı Paşa'nın ve Kabinesi'nin gaafilâne ve mühmilâne davranması, Afrika kıt'asın-
da (Sultan Abdülhamîd zemânında) tasallutdan masun kalan iki Vilâyet-i mühimme'nin em
sali gibi bir daha avdet etmemek üzere elden gitmesine sebeb olduğu için Dîvân-ı Âlî'ye
sevkedilmesi, bu Vilâyetlerin Meb'usları tarafından taleb edilmiş ve gazeteler de o yolda
neşriyatda bulunmuş iseler de, iktidarda bulunan İttihad ve Terakki Partisi'nce kulak veril-
115
meyerek » Hakkı Paşa, ba'zı mes'elelerin halli için Londra'ya gönderildi, uzun müddet
orada kaldı.
21 Temmuz 1915'de 20000 krş. maaş ve 21000 krş. "Tahsisat" ile Berlin Büyükelçi
liğine ta'yin edildi. 10 Şubat 1916'da, Büyükelçilik görevine devam etmek üzere, A'yan
A'zâlığı'na da nasbolundu. Bu arada 15 Ekim 1917'de Alman İmparatoru II. VVilhelm'in 3.
defa İstanbul'a gelmesi üzerine, sözü geçenle birlikte İstanbul'a geldi. Bu gelişinde 30 Ey
lül 1917'de açılan A'yan Meclisi'nde yemin töreni yapıldı. Tekrar Berlin'e döndükden sonra
"dizanteri"ye yakalanıp 8 gün hasta olarak yattı. Berlin'in en meşhur profesör tabîblerin-
den olan Kravs tarafından tedavisine rağmen kurtarılamıyarak, 28 Temmuz 1918 (20 Şev
val 1336) Pazartesi günü akşamı Orta Avrupa saati ile 19.00'da Berlin'de Hakkın rahmeti
ne kavuşdu. Cesedi tahnit edilerek, 7 gün sonra İstanbul'a getirildi. Beşiktaş'da Naccar-zâ-
de Türbesine kondu; 5 Ağustos 1918 Pazartesi günü ikindi Namazını müteâkıb Sinanpaşa
Câmi'inden alınıp, büyük bir cenaze alayı ile Yahya Efendi Türbesi Kabristanı'na defnedil
di. Evli idi; Sabiha adında bir kızı olduğu tesbit edildi. Tamamlayıcı bilgi için Torunlarından
Prof. Dr. Perihan Çambel'e yazılan mektub'a cevab alınamadı.
117
Şeyh'ül-islâm Cemâlüddin Efendi, "Hâtırât-ı Siyâsiyye" adlı eserinde şunları yazmış-
dır (4/C-1773):
« Bu silsile-î nevâib'in {= belâlar silsilesinin) en mühimmi ya'ni Balkan Harbi'ni
intâc eden (= doğuran) esbabın (= sebeblerin) en müessiri, Trablusgarb Muharebesi
ve o mes'elede Hakkı Paşa ve Kabinesi'nin hayret-bahş-i ukûl (= akıllara durgunluk ve
recek) olan gaflet ve müsâmahasıdır.... Fevkalade teaccüb edilecek ahvaldendir ki Hakkı
Paşa, hayli müddet Sefâret'le Roma'da ve Âsim Bey (eski sefirlerden) dahî Sofya'da bu
lunarak, Ricâl-i Cem'îyyet (= Ktihad ve Terakki Partisi ilerigelenleri) tarafından biri Sa-
dâret'e, diğeri de ahiren Hâriciyye Nezâreti'ne getirildikleri hâlde, nezdinde bulundukları
Hükümetlerin, Osmanlı Devleti hakkındaki menviyât-ı muzırra (= kötü niyetler) ve tedâ-
rükât-ı seferiyye (= savaş hazırlıkları) Merine vâkıf olmayarak, bu iki Hükümet'in hakkı
mızda hüsn-i niyyet perverde etmekde olduklarını rüfekaay-ı muhteremelerine (= sayın
arkadaşlarına) te'mînen beyân ve büyük, küçük devletlerle aramızda münâsebât-ı hasene
(= iyi ilişkiler) carî olduğunu Meclis-i Meb'ûsan'da dahî dermeyân ettiler [= bildirdiler).
Şüûnât (= olaylar) ise, az zamanda bunun aksini isbat eyledi. Dirayetleri müsellem bu
iki Zât-ı Muhterem'in "İzâ Câe el-kazâ amiye el-basar (= Kaza geldiğinde göz görmez
olur.)" medlülünce (== anlamınca), hakaayık'ı (= gerçekleri) şöyle dursun, zevahiri bi
le hüsn-i takdir edememiş oldukları anlaşıldı »
"İkdam Gazetesi" sahibi rahmetli Ahmed Cevdet "Aksen Ştayn (= Achesen Stein)"
adlı Alman Gazetesi'ne Hakkı Paşa hakkında yazdığı makaalede (4/C-1795):
« Hakkı Paşa, fâdıl bir zât idi. Bir devlet adamı olmak üzere, işlerinden dolayı
bî-tarafâne muhakeme edilmelidir. Zira, Merhum'un şahsına teallûk eden birçok umûmî
vazifeler vardı ki, Memleketin mâzîsi'nde, hâi'inde, o vazifelerin te'sirleri görülmüşdür ve
bundan böyle de görülecekdir.
Hakkı Paşa'nın şahsını ne kadar sever isek sevelim, bu sevgi, samimî olarak Memle
kete âid olan vazîfelerdeki tutumunu muhakeme etmekden bizi men'eden bir müessir ol
mamalıdır.
Hakkı Paşa merhum, vakıa Koca Reşid veya Âlî Paşalar sırasında zikredilecek bir
pâye'ye erişebilmiş bir kimse değildi. Fakat bu zât, Meşrûtiyyet'in en mühim zamanların
da, mühim vazifeler îfâ etti. Ve Sadr-ı A'zam'lık zemânına maat'teessüf büyük felâketler
tesadüf etti. Kezâlik, Osmanlı Donanmasını ıslâh edip kuvvetlendirme projeleri dahî O'nun
zemânında masa üzerine geldi. Balkan Muharebelerini hazırlamış ve doğurmuş olan "Trab
lusgarb Faciası" O'nun zemânında vuku' buldu. Bütün bu hâdisât içinde yalnız vekaayi'i ka
bahatli çıkarmak elbette doğru değildir. O vekaayi'e karşı, devlet adamlarının da âsâr-ı fik-
riyyesi'ne tesadüf etmek isterdik
Bize kalırsa, Hakkı Paşa merhum, büyük bir devlet adamının siyâsî vasıflarına ve hâ-
let-i rûhiyyesine mâlik değil idi; iyi bir hukuk müşaviri, fâdıl bir muallim idi. Biz O'nu bu
mevki'de gördük ve görüyoruz. Hukukî mes'eleler hakkında mütâlâasını âlimâne bir sûret-
de bildirirdi. Avrupa'nın büyük mes'eleleri içinde at oynatabilir bir Sadr-ı A'zam, bir sefir
değildi. Merhum, latif bir zât, müsavi muameleden hoşlanır; herkese lûtf ile mukaabelede
bulunur; fevkalâde iyilik sever (= hayr-hâh) idi....» diye düşüncelerini belirtmektedir.
118
Nişan - Madalyaları:
1 — Murassa' Osmânî Nişanı
2 — Murassa' Mecîdî Nişanı
3 — Altım ve gümüş "İmtiyaz Madalyası"
4 — Altun Liyâkat Madalyası
5 — Hamiyyet-i Vataniyye Madalyası
6 — Yunan Muharebesi Madalyası
7 — Almanya, 1. rütbeden "Aigle Rouge" Nişanı
8 — Fransa, 4. rütbeden "Legion d'Honneur" Nişanı
9 — Siyam, 3. rütbeden "Beyaz Fil" Nişanı
10 — Sırbistan, 1. rütbeden "Takuvu" ve "Kara Jorj" Nişanı
11 — Bulgaristan, "Murassa' Saint Alexandre" Nişanı
12 — İran, "Şîr ü Hurşid" Nişanı
13 — İtalya, "Saint Morisse" Nişanı
HA — Romanya, "Couron-Etoil" Nişanı
15 — Rusya, 1. rütbeden "Saint Stanislas" Nişanı
16 — Belçika, 2. rütbeden "Leopold" Nişanı
17 — Felemenk, 1. rütbeden "Uranj Basav" Nişanı
121
Pasa'nın (*) idaresinde açılan Ziraat Bankası'na yine Mikail Efendi'nin tavassut ve imtihan
etmesiyle 1887'de 800 krş. maaşla Muhasebe Başkâtibliği'ne ta'yin edildi. On yıl bu görev
de devamlı ve başarıyle çalışdıkdan sonra 1898'de Ziraat Bankası Umum Muhasebeciliğine
yükseltildi. Eylül 1909'da, ehliyet ve liyâkati gözönüne alınarak Mâliye Nezâreti Muhasebat
Umûm Müdîrliği'ne naklen ve terfîan getirildi. Bu arada ek görev olarak, Mart 1915'de Mâ
liye Nezâreti Tahrîr-i Müsakkafat (= Bina sayımı) Komisyonu A'zâlığı'nı; Kasım 1917'de
aynı yer Reîsliği'ni de deruhde etti. Eylül 1915'de Mâliye Nezâreti Müsteşarlığı'na yükseldi.
Bu vazifede iken 1918'de İstanbul'da enfarktüs'den vefat etti. Zengin bir Ermeni ailesinin
kızıyla evliydi. Çocuğu olmamışdı.
1908 Eylül'ünde Mâliye Nezâreti'nin, tahsili kıt olan me'murları için açdığı "Mâliye Tat-
bikaat Mektebi (= Şimdiki Mâliye Meslek Okulu)" nde Teşkilât-ı Mâliye, 1906'dan 1908'e
kadar da Mülkiye Mektebi Yüksek Kısmı'nda "İlm-i Mâlî" ve "Ahkâm-ı Evkaf" Muallimliği
de yapdı. Çok çalışkan ve namuslu bir şahıs olduğu sicil dosyalarının incelenmesinden an-
laşılmışdır. Ana dili olan Ermenice'den başka Fransızca'ya âşinâ bulunduğu sicilinde kayıd-
Jıdır. "Ûlâ Rütbesi" nin 2. Sınıfı'na terfi' etmiş; 1900de (tebdîlen) 3. rütbeden "Mecîdî",
1907'de (tebdîlen) 2. rütbeden "Osmânî" nişanları ile taltîf kılınmışdı.
122
1912'de bu görevden ayrılarak İstanbul'a geldi. Uzun müddet açıkda kalıp ma'zuliyet maaşı
aldıkdan sonra 11 Ekim 1919'da 15000 krş. maaşla Konya Vâliliği'ne atandı. Bu görevde iken
«.,.. (Birinci) Bozkır faciası (isyanı) 'nda T.B.M.M. Hükümetine karşı âsî ve bâği bir kuv
vete, müdâfaa-i nefs ve mevki' mecburiyetinde bulunan ve Millî Hükûmet'e muti' ve sâdık
ahâli-i Müslime'den bir kısmının kati ve itiâfıyle neticelenen elim bir mâcerâ karşısında
kalmış olduğu hâlde, uhdesine terettüb eden vazîfe-i kanûniyye ve vicdâniyyesini ihmâl
ederek, kuvvâ-i bâğıye'nin âmâl ve harekâtına mümâşaat ile nüfuz ve haysiyyet-i Devlet'in
ihlâline sebebiyyet vermiş olduğundan » 24 Mayıs 1920 (= 24 Mayıs 1336)'de T.B.M.M.
Hükûmeti'nce azledilip istanbul'a sevkedildi. Azil keyfiyeti 10 Ağustos 1920'de İstanbul
Hükûmeti'nce onaylanarak, "Cevâz-ı istihdam" karârı verildi ve 3 Temmuz 1921'den i'tibâren
de açık maaşı tahsis kılındı. T.B.M.M.'nce, İstanbul Hükûmeti'ne son verilmesi târihi olan
1 Kasım 1922'den i'tibâren de emekliye sevkedildi. Fransızca'ya âşinâ olduğu, Rumca ve Arna
vutça konuşduğu sicillinde kayıdlıdır. 1902'de"Ûlâ" rütbesi'nin 1. Sınıfı'na yükselmişdi; 1904'-
de (tebdîlen) 2. rütbeden "Mecîdî", 1910'da Fransa Hükûmeti'nin "Officier de l'lnstruction"
Nişanları ile taltif kılınmışdı.
(10) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsis Dosya Nu. 19261, 41001
b) Sayıştay Sicil Arşivi Dosya Nu. 298
c) Talebimiz üzerine torunu Sayın Bn. Leylâ Bakı'nın gönderdiği ve Arşivimizde saklı 30.5.1968 günlü
mektup
123
33 : AHMED HASAN; Bekir Efendi'nin oğludur. 1854'de İstanbul'da doğdu.
Mek. Nu. 43 (11) Sıbyan Mektebi'nde ilk, Beyazıd Rüşdiyesi'nde orta
ve Mahrec-i Aklâm'da Lise öğrenimini tamamladı.
1880'de kabul edildiği Mülkiye'nin Yüksek Kısmını 1882'de bitirdi. Me'zuniyetini mü-
teâkıb: Eylül 1882'de, maâşsız olarak, Cem'iyyet-i Rüsûmiyye (= Gümrükler Yö
netim Kurulu) Kalemi Mülâzımlığı ile Devlet hizmetine girdi. Ağustos 1883'de Mec-
lis-i Sıhhiyye Evrak Müdîrliği Kâtibliği'ne; Temmuz 1884'de Ticâret ve Ziraat Nezâreti
Terceme-i Fünûn Kalemi Kâtibliği'ne nakledildi. Bu son görevinden idare mesleğine geçe
rek, Nisan 1887'de Sürmene (Trabzon), Ekim 1889'da Şarköy (Tekirdağ Sancağı), Aralık
1889'da Keşan (Edime), Aralık 1890'da Mürefte (Tekirdağ Sancağı), Aralık 1891'de Havsa
(Edirne Vilâyeti), Haziran 1899'da Sofulu (Edirne), Temmuz 1903'de Eğridere, Haziran
1905'de Ahiçelebi (Edirne), Mart 1907'de Cisr-i Mustafapaşa (Edirne) Kazaları Kaymakam
lıklarına getirildi. Terfi' ederek Mayıs 1909'da Ergani, Eylül 1912'de Karahisâr-ı Şarkî San
cakları Mutasarrıflıklarına gönderildi. Bu vazifede iken, 16 Mayıs 1913'de azledildi. İki yıl
kadar ma'zuliyet maaşı aldıkdan sonra 14 Mayıs 1915'de emekliye sevkedildi.
Emekli olarak İstanbul'da oturmakda iken 16 Mart 1922'de Kasımpaşa'daki evinde Hak
kın rahmetine kavuşdu. Nihâi Hanım'la evli idi. Çocuğu yokdu.
125
İstanbul Hukuk Mektebi'ni de bitirdiği için, uzun yıllar İstanbul'da Avukatlık yaptığına dâir
söylentiden başka, araştırmalarıma rağmen hakkında bilgi bulamadım.
126
40 : EDMON POLİKAS 1865'de İstanbul'da doğdu. 1882'de Mülkiye'nin Yük
FRANSUVA ROSİ TERZİYAN; sek Kısmı'ndan me'zun oldukdan sonra Hâriciye'ye
Mek. Nu. 62 (18) girdi. Aynı yıl Hâriciye Nezâreti Tahrîrat Kalemi Hu-
lefâlığı'na; 1883'de Kosova Vilâyeti Tercemanlığı'na;
1886'da Tıbbiye Mektebi Fransızca Muallimliği'ne;
1887'de Batum Şehbenderliği Kançılar Vekilliği'ne;
1888'de aynı vazîfe'ye asaleten; 1889'da Poti Şeh
bender {.= Konsolos) Vekilliği'ne getirildi. 1890'da
Hâriciye Mesleği'nden ayrılarak Muallimliğe geçdi.
Aynı yıl ta'yin edildiği Adana İ'dâdîsi Fransızca Mual-
limliği'nde beş yıl görevden sonra İstanbul'a geldi.
Mart 1896'da Mülkiye Mektebi Fransızca Muallimli
ği'ne atandı. Bu görevde oniki yıl kalarak, Kasım
1908'de azledildi. "Tensîkaaf'a tâbi'tutuldu ve 1909'-
da emekliye sevkedildi. 1906'da "Ûlâ" rütbesi'nin 2.
Sınıfı'na yükselmişdi. Daha fazla bilgi için Rum
Patrikhanesine yazılan mektub'a cevap alınamadı.
127
Rahmetli İbn'ül-Emîn, Süleyman Vehbi hakkında şunları yazmakda ve şi'irle uğraştığı
için de Edebî şahsiyyetini şöyle belirtmektedir (19/c):
« Kısa boylu, büyük başlı, uzun yüzlü, esmer, terbiyeli bir zât idi. Ba'zı manzûmele-
riyle tnakaalelerini "Ah ü Enîn" adiyle 1888 (1304 R.)'de bastırmışdı. Bu Kitab'ın "Mukad-
dime'sinde diyor ki:
Şimdi yatmış mıdır eyvah acebâ? Ediyor mu yine bin istiğna (= naz).
Kime mahremdir o kıymetli belâ; Kimedir yine o bin vâ'd ü vefa;
Bana rağmen kime imdâd eyler. Bu tahayyül beni berbâd eyler.
128
BASILMIŞ ESERLERİ (18/ç)
129
den ve Yıldız Sarayı'ndaki Mütercimlik görevinden ayrıldı. Hukuk Mektebi'ndeki Müder
risliği bakî kalmak üzere, 1891'de 4000 krş. maaşla Maârif Nezâreti Mektubculuğu'na ve
Sicill-i Ahvâl (= Zâtisleri Şu'besi) Reîsliği'ne getirildi. 1893'de Darülfünun Hukuk Mekte
bindeki dersine Hukûk-ı Düvel Müderrisliği de eklendi ki, Memleketimizde Devletler Hu-
hüsî Hukuku öğretimi ilk defa Hasan Sırrı ile başlamış oldu. Mayıs 1894'de Maârif Nezâ-
reti'ndeki görevine âid maaşı 6000, Ekim 1897'de de 10000 kuruşa yükseltildi. 1895'de Mek-
teb-i Hukuk Hey'et-i Muâillimîn Reîsliği'ne (Hukuk Fakültesi Profesörler Kurulu Başkanlı
ğına) seçildi. Temmuz 1903'de Maârif Nezâreti'nden, aynı maaşla, Şûrây-ı Devlet Tanzi
mat Dâiresi A'zâlığı'na; Şubat 1904'de 12000 krş. maaşla Rüsumat Emâneti Mektubculu
ğu'na nakledildi. Mayıs 1907'de 11000 krş. maaşla Rüsumat Eminliği (= Gümrükler Gn.
Md.)'ne terfi' etti. Mayıs 1909'da "Rüsumat Eminliği" unvanının "Rüsumat Umûm Müdîrli-
ği"ne çevrilmesi üzerine, aynı maaşla Rüsumat Umûm Müdîrliği'ne atandı. Bu görevde on-
bir yıla yakın kaldıkdan sonra 3 Mayıs 1920'de kendi isteği üzerine emekliye ayrıldı. Emek
li olarak oturmakda olduğu İstanbul'da 1933'de Hakkın rahmetine kavuşdu. "Bâlâ" rütbesi'-
nin 1. Sınıfına kadar yükselmiş; 2. rütbeden "Osmânî", 3. rütbeden "Mecîdî" nişanları ile
taltif kılınmışdı. İngilizce, Fransızca ve Arabca'ya çok kuvvetle vâkıf olduğu, Almanca'ya
âşinâ bulunduğu sicillinde kayıdlıdır. Shakespeare'in eserlerini Memleketimizde ilk defa
İngilizce'den Türkçe'ye çeviren kimsedir. Muhtelif Mecmua ve gazetelerde pek çok çeşit
li ve ilmî esaslarda yazılmış makaaleleri vardır.
(20) Bak.: Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; A.Çanksya; Ankara, 1954; 2.C.; 64. sf.
130
Rahmetli'yi yakından tanımış olan Ahmed Râsim de "Muharrir, şâir, Edîb" adlı kita
bında şunları yazmaktadır (21/c):
« Ali Ferruh merhum'u, tâ Mekteb-i Mülkiyye'ye girdiği günden beri tanırım. Koca
baş, açık alın, yüzü çilli, ablak çehreli, sarı-elâ veya hafif mavi gözleri zekây-ı fıtrî'sini fıl
dır fıldır anlatır; latîfegû, meşy'i (= yürüyüşü) vakûrâne idi. Kendisinin:
"ŞAYAN" 'dan
132
Andırırdı Asây-ı "Mûsâ"yı Sandırırdı cilây-ı "Tûbâ' yi
Şerefe-i sadrine zuhâl kandil Gurfe-i kadrine mahal tenzil
Hergün ol manzara-i mukaddesi ben Seyr ederdim şafakda revzenden»
"Murassa' Mecîdî", "Murassa' Osmânî", îran Devleti tarafından 5. rütbeden "Şîr ü Hur-
şid", Fransa Devleti tarafından 4. rütbeden "Academie Française" ve 5. rütbeden "Legion
d'Honneur" nişanları ile taltif edilmişdi.
44/54 (7): Taklîb-i Elfaz yâhud Mebâdî-i İştikak (Formation des Mots)
İstanbul, Mihran Matbaası; 1304 (1888); 7 7 + 1 sf.; 8°
-O-
133
1833 (1299 R.)
ME'ZUNLARI (*)
137
Hakkın rahmetine kavuşdu. Beşiktaş'da Yahya Efendi Dergâhı Mezarlığı'na defnolundu.
Sünbüle Hanım'dan dört evlâdı olmuş ise de hâlen (1969) bir kızı hayattadır. Fransızca'ya
vâkıf olduğu sicillinde kayıdlıdır.
138
M yer 1. Sınıf Muâvinliği'ne; 1908'de Maârif ve Nâfia Dâiresi 1. Sınıf Muâvinliği'ne; 1909'-
da Tanzimat Dâiresi 1. Muâvinliği'ne getirildi. Hakkında başka bilgi bulunamadı. "Mütema
yiz" rütbesine terfi' etmiş; 1890'da 4. rütbeden "Mecîdî" nişanı ile taltîf kılınmışdı.
(5) Bak.: Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; A. Çankaya; Ankara, 1954; 2.C., 70. sf.
(6) Bak.: Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 77, 27. sf.
(7) Bak.: a) Son Asır Türk Şâirleri; İbn'ül-Emîn M. Kemâl i n a l ; istanbul, 1942; 1496 1498. sf.
b) Hazîne-i Fünûn; Haftalık Dergi; 25 Nisan/11 Mayıs/16 Mayıs/19 Ağustos 1312 (!«»*); 1., 3.,
4., 5., 19. Sayılar; 195., 36., 58., 284.-285. sayfalar.
139
« Şi'irleri sofiyane (*) olmasından dolayı "Şâiri İlâhî Neva" adiyle anılırdı. Sinarr
Paşa tarzındaki mensur tedarru'u [- yakarışları) nesirde de kudret sahibi olduğunu gös
teriyor. Arabca ile Niyâzî-i Mısrî'nin üç "gazel'inin şerhi olan Türkçe unvanlı küçük kitap
ları ve "Dîvânı" Bursalı Tâhir Bey merhum'da idi "
Şi'irlerinden örnek vermeye geçmeden, ölümünden 7 yıl önce, "edebî değeri" ni be
lirten ve "Hazîne-i Fünûn" Dergisi sahibi Andelib Bey'e yazdığı bir mektubu ve buna ilişik,
bir arkadaşı ile müştereken yazdığı, bir şi'irini yayınlamayı uygun gördüm (7/b-3., 4. sa
yı):
«Eb'ül-fezâil Andelib Beyefendiye;
Ma'rûz-ı bendegânemdir;
Meşher-i maâlî ıtlâkına sezâvâr olan "Hazîne-i Fünûn"unuz, erbâb-ı kemâlin âsâr-s
bergüzidesiyle müveşşah olduğu hâlde, şâiriyyet nokta-i nazarından asla kıymeti olmıyan
âsâr-ı kemterânemin dahî arasıra neşr'ine himmet buyurulduğu manzûr-i dîde-i mubâhât
olmaktadır.
Mahzâ teşvik-i tenezzülkârâneden ibaret bulunan işbu ulüvv-i cenâb-ı maârif - perverî-
lerine karşı ne yolda arz-ı teşekkür edeceğimi bilemem.
İşte bu teşvîk-i vâlâları, müteallikaat-ı bendegânemden Nezzâreddin Bey bendelerine
dahî sirayet ederek onu da inşâd-ı nazm'a sevkeyledi.
Usül-i nazm'ı taallüm sevdâsıyle bu sabah yanıma gelerek nevhevesâne ibrâmâtı ara
sında irticalen:
Yâdigârımdır sana, ey gonca fem!..
mısra'ını inşâd ile ikincisini düşünmiye başladı; bendeniz de mahzâ teşvik için:
Gözlerimden döktüğüm eşk-i elem!..
mtsra'ıyle beyt'i ikmâl ederek "haydi müştereken bir manzume yapalım" dedim. Devam
ettik; nusha-teyni, matviyyen mütekaddim, mesnevî'cik vücûda geldi; değersizliği ile be-
»âber tezyîd-i şevk ü gayretine medar olmak için neşrini arzu ettim.
Mübtediyân-ı şi'ir ü edeb'i teşvîk'a masruf olan himemât-ı mütevâliyeleri, bu nevhe-
ves'den dahî diriğ buyrulmayacağından emîn olduğum içün takdimine cür'etyâb oldum.
Manzumeye bir isim vermek lâzım ise, onu, emr-i tashîhiyle beraber, uhde-i mürüv
vetlerine tefviz ederim. Herhalde irâde efendimizindir.
8 Ağustos 1312/Perşembe
— Sultan Selimde —
Premedi Kazası Kaymakamı
Ali Rızâ
Manzûme-i Mezkûre
N (ezzâreddin) — Yâdigârımdır sana, ey gonca fem!
R (ızâ) — Gözlerimden döktüğüm eşk-i elem.
N — Döktüğüm seylâb-ı aşkım nerdedir?
R — Hâk-ı pây-i akdesinde, yerdedir!
N — Ağlamakdan oldu çeşmânım alil,
R — Hâlime insaf ede Rabb-ı Celil.
N — Merhametden yok mudur sende eser;
(*) Sofî: İslâm Dîni'nde Tasavvuf ile ilgili ve O n a mensub olan kimsedir.
140
R — Yoksa hâlimden mi kaldın bihaber?
N — Gözlerimden hâlimi isbât eder,
R — Hâk'e rizan ettiğim hûn-i ciğer.
N — Yandı cismim Allah Allah ey güzel!
R — Olmadı gönlümce hâsıl bir emel.
N — Leblerinden sâdır olmaz bir sühan,
R — Yok mudur tâb-ı cevab ey dilşiken!
N — İntizârım oldu hadden pek füzûn,
R — Tâ beçend olsun gönül zar ü zebûn.
N — İnkisâr-ı hatırım çokdur sana,
R — İğbirarım sanma kim yokdur sana.
N — Merhamet eyle bana ey nazenin!
R — Bir zaman olsun gönül gamdan emin.
N — Vechini görmez mi bir kimse senin,
< R — Sevb-i istiğnada gizlenmiş tenin.
N — Göster Allah aşkına dîdârını,
R — Yakma ruhum, âşık-ı gamhâr'ını.
N — Gözlerimden kanlı yaşlar akmada,
R — Sözlerim Dünya'ya âteş çakmada.
N — Dilberim! dilberliğin Sübbûhusun,
R — Rûh'sun! gülzâr-ı hüsn'ün ruhusun.
N — Leblerinden selsebîl-i cân akar.
R — Bir nazarla gözlerin canlar yakar.
N — Çeşmime târ oldu aşkından Cihan,
R — Lâlezâr-ı ömrüme erdi hazân.
N — Sevdiğim! zülfün nigâr-ı aşk'dır,
R — Âteşin gönlüm mezâr-ı aşk'dır.
N — Hasretin etmiş beni mihnet-güzin,
R — Gözlerim, gönlüm hazin, eskim hazin.
N — Yandı zeyni merhamet kıl himmet et,
R — Gel "Rızâ" yi şâdkâm-ı vuslat et »
« NA'T-I ŞERİF
Cemâlin cânâ her yüzden ayandır, yâ Resûlallah!
Velî her zerrede sırrın nihândır, yâ Resûlallah!
Cihân'a feyz-i lutfun râygândır, yâ Resûlallah!
Özün, fi'Iin, sözün hep dilsitandır, yâ Resûlallah!
Kemâlin bâis-i kevn ü mekândır, yâ Resûlallah.
**
Makaam-ı akdesin'dir tahtgâh-ı mülk-i "Ev-ednâ",
Müyesser olmamışdır gayr'e keşf-i râz-ı "Mâevhâ",
Tamâm-ı fakr ile cânlardaki cânânesin Hakkaa,
Nigîn-i şevketin ferman revây-ı mülk-i istiğna
Dem'in berceste-i lâhûtiyândır, yâ Resûlallah!...
142
Kesilmez bâb-ı lutfûnden ümidi ehl-i îmânın,
Çekilmez feyz-ı cûdundan dâhil-i hân-ı ihsanın,
Açılmaz bâb-ı kahrı Hazret-i Mennân-ı zî-şânın,
Kapanmaz bâb-ı lütfü sen gibi bir şanlı Sultânın,
Vedâd'ın huccet-i tahlîs-i cân'dır yâ Resulallah!
**
Sana mülk ü melek mebhût, hayranı âlem-i nâsüt,
Sana fülk ü felek fertût handân-ı âlem-i lâhût,
Senin fazi ü kemâlin mebhasi bir emr'dir meskût,
"Rızâ" 'nın kalbi olmuşdur sana en şanlı bir tâbut;
Bu devletle metâf-ı kudsiyân'dır yâ Resulallah»
143
yet'in i'lânından sonra, idare mesleği'ne geçdi. Kasım 1908'de Berat, Nisan 1910'da Serfiçe,
Haziran 1911'de Kırkkilise (= Kırklareli) Sancakları Mutasarrıflıklarına atandı. Bu vazife
sinden, Kırklareli'nin Balkan Harbi'nde Bulgarlar tarafından işgaali üzerine 25 Temmuz
1913'de ayrılıp İstanbul'a geldi. İki yıla yakın açık maaşı aldıkdan sonra "Mülkiye Me'mur-
ları Tekaaüd Kanunu'nun 13. ve Me'murîn-i Dâhiliye Hakkındaki 18 Nisan 1331 Tarihli Me-
vadd-ı Muvakkate-i Kanuniye" gereğince 14 Mayıs 1915 (1 Mayıs 1331)'de 1602 krş. maaş
la emekliye sevkedildi.
16 Aralık 1922'de Memleketi olan Yunanistan-Avlonya'ya gitti. Burada üç yıl kaldıkdan
sonra 17 Aralık 1925'de İstanbul'a döndü. «.... Âmâl-i Milliye'ye muhalefeti ve tekaaüd
maaşına mâni' bir hâli bulunmadığı » İstanbul Polis Müdîriyeti'nin 26 Nisan 1926 gün ve
1. Şu'be 2362 sayılı yazısından "bittahkîk" anlaşılması üzerine yeniden emekli maaşı bağ
landı. 1937'de tekrar Arnavutluk'a döndü. 1943-1944 yıllarında Amavutluk'un Berat Kasaba-
sı'nda oturmakda idi. Ne zaman vefat ettiğine dâir bilgi bulunamadı. Rumca ve Arnavut
ça'ya kuvvetle vâkıf olduğu, Fransızca'ya âşinâ bulunduğu sicillinde kayıdlıdır (8/c).
144
54 : OSMAN ÂSİM; Hacı Mustafa Efendi'nin oğludur. 1861 (1278 H.J'de
Mek. Nu. 64 {9) İstanbul'da doğdu. Mülkiye'nin Yüksek Kısmı'ndan
me'zun oldukdan sonra Nâfia Nezâreti Muhasebe
Kalemi Me'murluğu ile Devlet hizmeti'ne girdi. 1884'de aynı yer 2. Kâtibliği'ne; 1896'da 1.
Kâtbliği'ne; 1902'de Mümeyyiz Muâvinliği'ne; 1904'de 2. Mümeyyizliğe; 1906'da Başvezne-
dar Muâvinliği'ne; 1909'da Başveznedarlığa yükseldi. Bu görevde iken 29 Ağustos 1922'de
İstanbul'da Hakkın rahmetine kavuşdu.
145
1893'de 3000 krş. maaşla Edirne Vilâyeti Maârif Müdîrliği'ne; Ekim 1894'de 5000 krş. maaş
la İstanbul Hamîdîye Yüksek Ticâret Mektebi Müdîrliği'ne ve ek görev olarak da aynı yıl
Ticâret Târihi, 1895'de Hesâb-ı Ticarî, 1896'da İlm-i Servet, 1897'de Coğrafya-i Ticarî Müder
risliklerine ve aynı yıl yine ek görev olarak Vefa İ'dâdîsi Hikmet (= Fizik) Muallimliği'ne
getirildi. 1901'de Darülfünun (= Üniversite) Fen Şu'besi (= Fakültesi) Fizik Müderris-
liği'ni; 1902'de ilâveten ve 2. defa olarak Hamîdiye Yüksek Ticâret Mektebi Fizik-Kimya
Muallimliklerini; Darülfünun Tatbikî Fizik Müderrisliği'ni deruhde etti. 1902'de Vefa İ'dâdîsi
Fizik ve Hamidiye Yüksek Ticâret Mektebi Coğrafya Muallimliklerini terketdi. 1904'de 2500
krş. maaşla ve "MüderrisÜk" sıfat ve görevi uhdesinde kalmak üzere Maârif Nezâreti Rüş-
diye Mektebleri Müdîrliği (= Orta Öğretim Genel Müdîrliği)'ne atandı. Aynı yıl Yüksek
Ticâret Mektebi'ndeki Ticâret Târihi, Hesab, Servet, Fizik-Kimya Muallimliklerinden ayrıldı.
Temmuz 1905'de 3325 krş. maaşla aynı Nezâret İ'dâdî Mektebler Müdîrliği'ne; Ocak 1907'*
de 3500 krş. maaşla Meclis-i Maârif A'zâlığı'na; Ekim 1908'de Meclis-i Maârif 2. Reisliği'ne;
aynı yi! Aralığı'nda 5000 krş. maaşla aynı yer Reîsliği'ne naklen ve terfîan getirildi. Ma
yıs 1910'da 6000 krş. maaşla Maârif Nezâreti Müsteşarlığı'na yükseltildi. 22 Temmuz 1912'-
de kurulan Gazi Ahmed Muhtar Paşa Kabinesi'ne 15000 krş. maaşla Maârif Nâzın olarak
dâhil oldu. Bu Kabine'nin 29 Ekim 1912 Salı günü düşmesi üzerine 3 ay, 8 günlük Maârif
Nazırlığı son buldu ve Darülfünundaki görevine döndü. 21 Temmuz 1919'da kurulan 3. Dâ-
mad Ferid Kabinesi'ne 2. defa Maârif Nâzın olarak getirildi. Bu Kabine'nin isti'fâsı üzerine
2 Ekim 1919'da kurulan Ali Rızâ Paşa Kabinesi'nde aynı Nazırlığı muhafaza etmekle beraber
Evkaf Nazır Vekiiliği'ni de deruhde etti. 3 Mart 1920'de bu Kabine'nin de isti'fâsı ile her
iki Nazırlık görevinden ayrıldı. 17 Mart 1920'de 98 sayılı Kararname ile Darülfünun Fen Şu'
besi (= Fakültesi) Reîsliği'ne [= Dekanlığı'na) seçildi. Büyük Zafer'i müteâkıb İstanbul
Hükûmeti'nin ilgaasından sonra, aşağıdaki "Belge"den de anlaşılacağı üzere "Cevâz-ı İstih
dam" karârı verilerek eski görevine iade edildi:
Maârif Nâzır-ı Sabıkı Said Bey'in âmâl-i milliyye'ye muhalif bir fi'l ve hareketi olmadığı
İcra Vekilleri Hey'eti Reisi (= Başvekil) Rauf (Orbay) Beyefendi Hazretleri ile T.B.M.M.
Reîs-i Sânîsi Ali Fuad (Cebesoy) Paşa Hazretleri'nin tezkire-i cevâbiyyelerinden anlaşılmış
olduğundan cevâz-ı istihdamına karar verildi. 3 Temmuz 1339 (3 Temmuz 1923)
T.B.M.M. Hükümeti
Maârif Vekâleti Müdîrler Encümeni
(Mühür) »
146
istanbul Dârülfünûnu'nun 1933'de İstanbul Üniversitesi şekline getirilişine kadar, Fen
Fakültesi Fizik Kürsîsi Profesörlüğü'ne devam etti. Sözü geçen târihde yaş haddinden
emekliye ayrıldı.
Uzun yıllar süren öğretim hayâtı'nda yaptığı hizmetlere mükâfâten 1931'de, aşağıdaki "Bel
ge" 'den de anlaşılacağı gibi, Maârif Vekilliği'nce "Fazilet Mükâfatı" ile taltif edildi:
« T.C.
MAÂRİF VEKÂLETİ Ankara, 9/6/1931
Yüksek Mektebler Dâiresi
54325
Said Beyefendi;
Darülfünun Fen Fakültesi Müderrislerinden
İstanbul
Emekli olarak oturmakda olduğu İstanbul'da 9 Aralık 1937 günü Hakkın rahmetine ka-
vuşdu. Mezarı Rumelihisarı Kabristanındadır. Önce, Amcası Gelenbevî Hayri Efendi'nin
Kızı Halide Pırlanta Hanımla; bu Hanım'ın vefatı üzerine Kâbehan (= Hacı) Cemile Hanım'-
la evlendi. Halide Hanım'dan 2 kız, 2 erkek; Cemile Hanım'dan da 1 kız evlâdı olmuşdur.
Arabca ve Fransızca'ya vâkıfdı. Elektrik te'sîsâtı, motor, saat tamiri ile uğraşmak, kotra ve
yelken yarışlarına iştirak etmek, kara avcılığı yapmak hobisi idi.
147
Vefatı büyük teessür uyandırdı. İstanbul Basınında çıkan yazılardan üçünü aşağıya
alıyorum: Ahmed İhsan Tokgöz şöyle yazıyordu (10/ç):
«Gelenbevî Said göçdü. Onunla, irfan hayâtımızda en ziyâde çalışmış ve çok sevilmiş,
her tarafda hürmetle lâyık görülmüş bir büyük ilim adamı kaybettik. Kendisi bir kaç yıldır
çökmüşdü; fakat kafası yerinde idi. Onu sevenlerin ümidi kalmamıştı; fakat ne de olsa
ümid kesilemezdi. Kendisini hüzünlü gözlerle görüyorduk; şimdi bu teselli de ortadan
kalktı. İhtiyar bir Alman âlimiyle (1.) Büyük Harb yıllarında konuşuyordum. Kendisi 80 yaşı
nı geçmişdi. Söz sırası gelerek bana şöyle demişti:
— Çok yaşamak çok iyi şeydir; lâkin bir hazin tarafı vardır. İnsanın eşleri, dostları,
bildikleri birer birer gider; acı bir yalnızlık hissi içinde kalmak vardır; işte buna dayanmak
zor oluyor
Ne kadar doğru düşünce. Etrâfımdaki dostların ve bildiklerin göçüp gitmeleri beni çok
üzüyor. Fakat Gelenbevî Said'in beklenilen irtihâli bana hepsinden daha acı geldi. Çünki,
O benim Mekteb Arkadaşım, hayat yoldaşım, Hocam, bana insanlık dersi veren filezofum,
vefakâr Komşum idi. Ona en çok minnetdârlığım, bana natür aşkını, avcılığı, denizciliği ve
yelkenciliği sevdirerek ömrümün yirmi yıldan ziyâdesini denizler üstünde yelken ve dümen
kuflanmakda geçirmek zevkini öğretmiş olması idi. Hâlâ kırlarda, dağlarda natür'ün doyul
maz güzellikleri içinde elimde baston dolaşır ve yürürken ekseriya Said'i hatırlarım.
O, dâima tekrarlardı "Dünyada en vefakâr arkadaş güzel natürdür" derdi. Gelenbevî
Said, Mekteb'den (Mülkiyeden] çıktıkdan sonra, o zaman vilâyetlerde kurulan yeni i'dâdî
mekteblerinden birisine müdîr ve muallim olarak seçilmiş, gönderilmişdi. Çok muhterem
Devlet adamları yetiştiren Gelenbevî Ailesine mensub Said, bu Ailenin ocağı olan İstin-
ye'deki bir eski zaman yalısını daha o zaman terkedip ayrılmışdı. Dediğim Yalı hâlâ gözü
mün önündedir. İstinye'deki yalı 1903'de bu Ailenin son şefi olan Said'in Kayınpederi Ge
lenbevî Hayrullah Efendi tarafından Afif Paşaya satıldı ve Afif Paşa eski yalıyı yıkdı ve
oraya çok büyük ve muhteşem bir yalı yapdı. Zannediyorum ki, dediğim yalı şimdi başka
sâhibl.er elindedir
Said, tabiatiyle eski Tekaüd Kanunu'na göre çok az maaşla tekaüd olmuşdu. Tam
ma'nâsıyle namuslu olan, bütün resmî hayâtında dosdoğru yürüyen bu Adam, tekaüd maaşı
nın azlığından dolayı son senelerini sıkıntı içinde geçirdi; belki daha sefil olurdu; teşekkür
olunur ki Cumhuriyet Hükümetinin irfan emekdarlarına uzanan şefkatli eli, O'na da yardım
etti ve bu sefaleti hafifletti. Rahmetli Said'in cenazesini kaldırmak işini bile Başvekâlet
der-uhde eyledi ve böylece ilim hayâtında, irfân'a hizmetde bütün ömrünü geçiren bu çok
kıymetli Adamın, son yolculuğu daha düzgün oldu.
Şimdi biraz da husûsî hâtıralara geçelim:
Said ile Mekteb'de başlıyan ve yarım asırdan ziyâde olan arkadaşlığım, 1892'de Bur-
sa'da daha samimî bir şekil alır. O târihde Said, Bursa Maârif Müdîri idi. Babam Bursa
Defterdarı olduğu için, Ben oraya çok sık giderdim. Said avcı idi; bütün arkadaşlarını bu
spora teşvik ederdi. Arkadaşlarımız arasında Polonya mültecilerinden Baronovvski isminde
bir Vilâyet Mühendisi dahî vardı. Baronovvski'yi Kastamonu'dan tanıyordum. Polonyalı Vi
lâyet Mühendisi Bana ilk av tüfengini tutturan adam olmuşdu ve kendisi de çok kıymetli
148
bir mühendis, yüksek ruhlu bir natür meftunu idi. Baronovvski bize Mudanya'dan bir sandal
aldı. Sandal öküz arabasiyle Bursa'ya ve oradan Yenişehir yolundaki çifte ufak göle nak
lolundu. Göle ilk olarak bir sandal indirilmiş oluyordu. Sazlık içinde ördekler, etrafı sazla
sarılan sandalımızın farkında olmadılar. İlk yaylım ateşde onbeş kadar yeşilbaş ördeği
suya düşürdük amma, hayvanlar hep havalandı; tepemizde uçuşup uçuşup ilerideki ikinci
göle göç ettiler. Biz de elimiz böğrümüzde kaldık. Said, nükteli sözleriyle Baronowski'yi
kızdırmağa başladı. Baronovvski hiç aldırmıyor:
— Canım başka kuş vururuz, diye bizi oyalıyordu ve tam o aralık önümüzdeki ayva
ağacını gösterdi ve Said'e yavaşça:
— İşte sana bir sarı asmakuşu, dedi; dünyaya miyop olarak gelen Said'in elindeki tüfenk
patladı; hepimiz kahkahayı salıverdik; Said, iri ve güzel bir sarı ayvayı vurmuşdu ve ayva
nın parçaları ortalığa saçılmışdı.
Baronovvski sandal muvaffakiyetsizfiğinin intikamını almışdı ve rahmetli Said de bu
ayva hikâyesini hiç unutamamışdı. Bu defa Ankara'ya gelmezden evvel Yeşilköy'deki evin
de, kendisini son olarak ziyaret ettiğimiz zaman hasta döşeğinde Said yine bu ayva
hikâyesini hatırlamışdı ve gülüşmüşdük.
Said, vilâyetlerdeki vazifelerinden İstanbul'a Ticâret Mektebi'ne ve Maârife geldiği
zaman, İstinye'deki Aile ocağından ayrıldığını söylemişdim. İstinye'den evvelâ Moda'ya
gitti; sonra Bakırköyü'ne geldi ve oradan Said'i Yeşilköy'e getirdik ve yanyana iki evde ki
racı olduk.
Said'i İstinye'den Moda'ya, Bakırköy'e, Yeşilköy'e ya'ni hep deniz kenarına sevkeden
kuvvet, ruhundaki deniz ve yelken sevgisi idi. Said'in "Perran" adında yelkenli kotra biçimi
büyük bir sandalı vardı. Arkadaşımın Perran'ı bana, deniz sevgisini ve kotracılığı aşıladı.
Evvelâ Said'in delaletiyle aldığım büyükçe sandalı yelkenledik; adını "Seyran" koyduk.
Seyran, bir lodos fırtınasında demirli durduğu yerden karaya düştü, parçalandı. Sonra me
raklı bir İngilizden büyük bir kotra aldım; adını "Benci" koydum. Birkaç sene sonra yine
değiştirdim; Fransa'dan güzel bir kotra getirttim. Bu tam seyahat gemisi idi. Adını "Nesrin"
koyduk. Kotranın isim babası Said idi ve kendisiyle beraber çok tatlı yelken ve av seya
hatleri yaptık. Geçmiş zaman olur ki, hayalî cihan değer!....
Memleketimizde bir tenezzüh kotrasına, ufak da olsa, ilk Türk Sancağını çeken Said'di.
O'nun şakirdi de ben idim. O târihde (1903) bir yelken meraklısı daha vardı. O da Sakailı
Reşid'di. Yelken merakından ziyâde kotrada yan gelip safa sürmeğe veya bol uyumağa
hevesli bir Türk ve bir de Fransız kotracı vardı; amma onları, merhum Said'in açtığı Türk
Yelken sporu ile hiç alâkadar sayamam.
Eski Ayastefanos, şimdiki Yeşilköy'de, Said'le yanyana kiracı olarak oturmakta çok
devam etmedik. 1904'de birer arsa elde ettik; birbirimize yakın birer ev yaptık ve Said'i
seven arkadaşlardan birçoğu o târihde Yeşilköy'e yerleştiler. Yalnız, levanten tatlısu frenk-
leri merkezi olan Yeşilköy'de on kadar Türk evi yapmışdık. Meşrûtiyet'in i'lânı işte bu esna
da oldu; bir sene sonraki 31 Mart'da Hareket Ordusu bizi gelip Yeşilköy'de buldu; Abdül-
hamîd'i ıskat eden Meb'usan Meclisi Yeşilköy'de toplanmışdı.
1909da beni Yüksek Ticâret Mektebi İktisâdi Coğrafya Muallimliğine merhum Said
149
seçdi. Ben o Mekteb'de 1917'ye kadar ders verdim. Te'min ederim ki, İktisadî Coğrafya'nın
değil, hayat ve yaşama derslerinin en mühimlerini Ben Said'den alırdım.
Zavallı Said tali'sizdi. Çok sevdiği Karısını daha genç yaşda iken kaybetmişdi. Yetiş
miş Kızı çok erken ölmüşdü. Delikanlı bir oğlu da hayâta gözünü yumuvermişdi. Bu Aile
darbeleri Said'i çok sarsmışdı. Sonraları, kendine uygun bir arkadaşla hayâtını birleştirmiş-
di ve etrafına topladığı akrabasıyle münzevî ve çok basit bir hayat sürer olmuşdu.
Said, tam mâna'siyle ve eski tâbirle "Hezâr Fen" idi. Elinden her iş gelirdi. Fizik me
rakiyle elektrikçi idi; evinde tamirci, bakımcı idi; hısım ve akrabasının hepsinin hâmisi ve
babası bulunuyordu. Evinin kapısı onlara ve bütün dostlarının hepsine açıkdı. Said'in evine ge
lip haftalarla, aylarla kalanlar çokdu. Kendisi hayırhah idi. Onun evi eş ve dost bucağı idi. Ben
Said'i böyle tanıdım, böyle sevdim. O, vücuddan düştükçe sevgim azalmadı; fırsat bulduk
ça mutlaka ziyaretine gittim ve her ziyaretimde otuz sene evvel çok yakışıklı, çok beşuş
ve son derece nükteli sözler söyliyen Said'i karşımda görüyorum sanırdım. Sözlerimi bi
tirmeden bir fıkra daha hikâye edeyim:
Said'in Amcası ve Kayınpederi olan Gelenbevî Hayrullah Efendi, Said'in hayâta gözünü
kapadığı Yeşilköy'deki evde, Damadının yanında ölmüşdü (1906). Vaktin Şeyh'ül-İslâm'ı
Cemâleddin Efendi'yle akrabalıkları hasebiyle, Hayrullah Efendi'nin vefatını Şeyh'ül-İslâm'a
haber vermek hizmetini Said benden istemişdi. Şeyh'UI-İslâm kapısına gittim, söyledim.
Şeyh'ül-İslâm beni Dâirede odasında yalnız kabul etmişdi. Böyle acıklı bir haberin Kadın
lar tarafından duyulmasını istemediği için, Kardeşinin oğlu olan Said Molla odaya girdiği
zaman "Bizi yalnız bırak" demişdi. Said Molla, 1918-1922 seneleri düşman işgalindeki İs
tanbul'da menhus roller oynayan ma'hud Said Molla'dır. Hayrullah Efendi'nin vefat haberini
Şeyh'ül-İslâm'a götürdüğüm târihde Said Molla henüz 18-20 yaşlarında bir gençdi. Bu Genç
Amcasından duyduğu "Bizi yalnız bırak" ihtarını alınca, doğru Saray'a koşup bir jurnal ver-
mişdi. Ben sorguya çekilmişdim. Eğer Said'in evinde yatan cenaze henüz kalkmış olma
saydı, bu sorgudan zor kurtulacaktım.
İşte geçen hafta, Mekteb-i Mülkiye'den çıktığının tam 55. ve hayâtının 75. yılında
dünyadan göç edip giden Gelenbevî Said, böyle yüksek yaradılışlı, temiz yürekli, çok na
muslu bir adamdı. Akıbeti fecî oldu. Cumhuriyet'in irfan sever eli ona uzanmasaydı, daha
acıklı olurdu.»
T.B.M.M. 4. dönem İstanbul Meb'usu ve büyük Türk Aydını, istanbul Müzesi'nin kuru
cusu Rahmetli Halil Edhem Eldem de şunları yazımışdı (10/e):
«.... Said'imizin ebedî gaybubeti bana çok te'sir etti. Hasta hasta Sirkeci'ye gittim.
Nasıl gitmeyeyim ki pek eski ve karabet derecesine gelmiş bir dostlukdan başka, Maârif
Nâzın iken Müze'de çok iyiliğini gördüm. Unutulmaz bir dostluk. Cenazede pek çok kala
balık vardı. Yeni Câmi'de bu kalabalık daha arttı. Oğlu İsmail'i aradım, buldum. O da et
rafımızdaki duranlara Babası'nın beni ne kadar sevdiğini söyledi. İşte bir parçamız daha
kayboldu. Said, Benim bildiğim adamlar içinde en akıllısı ve en fâzıl ve âlim olanlardandı.
Lisanımızda mevcud olmayan "esprituel" ta'biri O'na tatbik olunabilirdi. Moliere gibi bir
adamdı. Acıyalım, ağlayalım. İstanbul, 11 1. Kânun 1937»
Rahmetli'nin öğrenicilerinden ve eski Gümrükler Umum Müdîrlerinden, Mülkiye 1903
yılı Me'zunu, Rahmetli Cemil Mete de şu hâtıra ve düşüncelerini kaydetmişdi (10/e):
150
« Eski Maârif Nazırlarından Bay Said Gelenbevîoğlu vefat etmiş Bu haberi
"Ulus" da okuduğum zaman beni bu ölümlü dünyaya rabteden tellerden biri daha, sanki
koptu; benliğimizi maziye bağlıyan hâtıralar zincirinin bir halkası daha düşdü ve toprağa
karıştı. Gençliğimizin her duyguyu kalın bir adese arkasından gördüğümüz o pek çeşitli
demlerini süsliyen kıymetli bir vücud, bugün Târih'in sinesine intikal etmiş bulunuyor.
Makaamı Cennet olsun, Kabr'i nur ile dolsun....
Merhumu şöyle kırk yıl evvel 1315 (1899)'da Vefa (Dersaâdet) İ'dâdîsinin 3. Sımfı'nda
bulunduğum zaman Hikmet-i Tabiîye (Fizik) Muallimimiz olarak tanıdım. Dolgun vücudu,
kumral saçları, aynı renkde şık sivri sakalı, altın gözlüğü, dâima ilikli duran siyah redin
gotu ile, tıpkı güzel basılmış kıymetli bir kitab matbûiyeti arzeden zarif endamı hâlâ gözü
mün önündedir. O zaman Yüksek Ticâret Mektebi Müdîrliği'nde bulunuyordu. Bizim için
neş'e ve neşat günü olan derslerinde, Mektebin Âmeliyathânesi'nden (Laboratuvar) ya bir
"ramisden" makinesi getirterek bize elektrik istihsâli tatbîkaatını gösterir; yâhud kendi
hanesinden getirdiği bir projeksiyon cihazı ile duvara bir tahta kurusu aksettirerek izahat
verirdi. Merhum iyi avcı, iyi denizci (yelkenci), elişlerinde gaayet mahir, ince bir adam ol
duğundan, dersleri bizi mütemadiyen alâkalandırmakdan hâli kalmazdı.
Balonlar bahsinde idik. Jules Verne'nin yeni okumuş olduğum "Cevv-i Hava'da Seya
hat" adlı eserindeki "Albatros Sefinesi"nin tatlı menâkıbı hâtıramı okşamakda devam edi
yor; hele eserin nihâyetinde, Roman'ın Kahramanı, muzaffer "Robür"ün ağzından Jules
Verne'nin ortaya attığı "İstikbâl havada ağır tayyar sefinelerindir; Havaya ancak onlar
hâkim olabileceklerdir" iddiası taze muhayyilemi kurcalayıp duruyordu. Vesileyi fırsat bil
dim. Ayağa kalkarak:
— Efendim, Cevv-i Havada Seyahat nâmındaki fennî romanı okudum. Beni pek düşün
dürdü. Bunun hakkında ne mütâlâa buyruyorsunuz? dedim. Cevaben:
— Oğlum, o eserleri hepinize tavsiye ederim. Onların cümlesi ilim hakikatleridir. Al
batros hakkındaki meşhûdat ne kadar doğru ise, Müellifin "Deniz Altında Seyahat" adlı ese
rindeki "tahtelbahir sefinesi (denizaltı gemisi)" de o derece bir hakikatdir. O Eseri de
tavsiye ederim, okuyunuz. Bunların hakikat ve fi'liyât sahasına çıkması yakın bir iktikbâl
mes'elesidir; cevabını verdi. Şimdi ne zaman bir tayyare geçse, bir tahtelbahir görsem
Said Bey merhumu kürsîde altın gözlükleri arkasından mütebessimâne bakarak "Bu haki-
katlar yakında tahakkuk edecektir" diyen sevimli ve necîb simasını görür gibi olurum.
Mekteb-i Mülkiye'den çıktığım zaman, Said Bey Maârif Nezâreti'nde Mekâtib-i Rüşdiye
İdaresi Müdîri idi. Yeşilköy (Ayestefanos) 'de otururdu. Efkâr-ı ahrarânesini isbat eden bir
çok hareketleri vardır. Emrullah Efendi merhum kendisinin pek ziyâde muavenet ve hima
yesine mazhar olmuşdur.
Meşrutiyet'de Abdülhamîd'in hal'inden sonra Yıldız'daki Müzesinde bulunan giranbahâ
eşyanın tasnif ve âid olduğu yerlere tevzi'ine me'mur olarak, orada toplanmakda olan Ko
misyonun, Mâliye Nezâreti'nden Me'mur Kâtibi bulunuyordum. Bu Komisyonun başında es
ki Müze Müdîri, şimdi Meb'us, Bay Halil Edhem ile o zaman Maârif Müsteşarlığımda bu
lunan Said Gelenbevîoğlu vardı. Ara sıra Vükelâ'dan ba'zıları ve bilhassa Maârif Nâzın Em
rullah efendi gelirdi. Bir iki defa da Beşinci Mehmed Reşad gelmiş; bir defasında "Bira
der (= Abdülhamîd) benden merhum Vâlide'nin altın bir saatini almıştı. Kıymetli bir hâtı-
151
radır. Acaba bu eşya arasında çıkar mı?" tarzında bir arzu izhar edince, Said Bey'in "Çocuk
lar, şu saati bulsak da adamcağızı sevindirsek" diye verdiği emir üzerine, bir kaç gün araş
tırma yaparak tarifine benzer bulduğumuz bir saati Saray'a yollamıştık.
Sırbistan Kralı Piyer Kara Yorgiyeviç İstanbul'a geldiği zaman, Beşinci Mehmed O'nu
Sirkeci Gan'ndan alıp muhteşem bir alayla "Yıldız Sarayı"ndaki Merasim Dâiresine getir-
mişdi. Biz iç bahçenin nihâyetinde kâin Cihannümâ Köşkü'nden, yedi sekiz metre alçakda-
ki dışbahçe yolundan geçen alayı temaşa ediyorduk. Kral ile Pâdişâhın arkasındaki arabada
bulunan Baskâtib Halid Ziya ve Baş Mabeyinci Lûtfi Simâvî Beylerin, yukarı pencerelerde
gördükleri Said Bey'le neş'eli ve şetâretli selamlaşmaları hâlâ gözümün önündedir.
Said Bey merhum, dersde ve imtihanda ciddî bir hoca, hâriçde ise talebesine karşı
şefik bir baba idi. Mâiiye'den Mümeyyizlikle Dîvân-ı Muhâsebat'a naklimi müteâkıb, beni
Maârif hesabına Paris'e tahsile göndermek istemişdi de bu babaca arzusunun ifâsına aile
vî vaziyetimin müsaadesizliği, O'nu da beni de ne kadar üzmüşdü.
Hayat bir nevi' hâtıralar mecmuasıdır. Vefatiyle nice kıymetli hâtıralarımızı bugün
ebediyete götüren o muazzez vücud, şimdi Rumelihisarı Şehitliğinde Boğazın yeşil yamaç
larına ve denizlerin maviliklerine bakan Aile kabristanında sakin yatıyor....
«Güzâriş-i hayât'dan şu sırrı anladım ki ben
Memat, bir didinmenin sükûne inkılâbıdır»
İrfan hayâtının hâmisi olan Cumhuriyet Hükümeti, merhumun cenazesine yardım edil
mesini emrederek Memleket Evlâdını yetiştirmek için ömür çürütenlerin Ailelerini minnet-
dâr eylemişdir.»
İlmî Rütbeleri: 1 — 1879'da "Hareket-i Hâriç"; 2 — 1882'de "İbtidâ-i Dâhil"; 3 — 1888'de
"Hareket-i Dâhil"; 4 — 1891'de "İbtidâ-i Altmışlı"; 5 — 1892'de "Mûsıla-i Süleymâniyye";
6 — 1893'de "Hâmise-i Süleymâniyye".
152
Kaymakamlıklarına getirildi. Bu son görevinden, « İslâm ve Hıristiyan Ahâli arasında
tefrika (= ayrılıklar) meydana getirdiğinden » Edirne Vâlisi'nin yazısı üzerine Eylül
1892'de azledildi. Üç yıla yakın açıkda kaldıkdan sonra, Temmuz 1895'de Lüleburgaz (Edirne
Vilâyeti), Hazjran 1896'da Sultanyeri (Gümülcine Sancağı), Nisan 1899'da Midye (Edirne
Vilâyeti), Ağustos 1900'da İskeçe (Gümülcine Sancağı), aynı yıl Ekim'de 2. defa Keşan,
Mayıs 1902'de Yunda (Cezâir-i Bahr-i Sefîd = Oniki Akdeniz Adası Vilâyeti) Kazaları Kay
makamlıklarına atandı. Aynı yıl Temmuz ayında Yunda Kazâsı'nın Nâhiye'ye çevrilmesi
üzerine kadro dışı bırakıldı. Uzun yıllar açıkda kaldıkdan sonra, 1 Ocak 1912'de "cevâz-ı is
tihdam karan" verilerek 1/3 açık maaşı bağlandı. 14 Mayıs 1915'de "tensîkaaf'a tâbi' tutu
larak emekliye sevkedildi.
Bundan sonra me'muriyet almayıp uzun yıllar, Hemşehrisi ve Soydaş'ı meşhur Mat
baacı Mihran Nakaşyan'ın Matbaası'nda Fransızca Mütercimliği yaptı. 1930-1940 yılları ara
sında da Cumhuriyet Gazetesi'nde çalışdı. Merhum Yunus Nâdi, bir zamanlar "Malûmat"
Gazetesi'nde birlikde çalışdıkları Vartan'a Gazetesinde hafif bir iş vermişdi Enis Tahsin
Til'e göre (11/ç): «.... güler yüzlü, hoş sohbet, zekî ve zarif bir adamdı »
BASILMIŞ ESERİ
(12) Bak.: a) İçişleri Bak. Özlük İş. Gn. Md. Sicil Şb. Dosya Nu. 15
b) Mâliye Eak. Emekli iş. Md. Tahsis Dosya Nu. 28826
c) Talebimiz üzerine oğullarından ve Ankara Avukatlarından Sayın Ferruh Ağan'ın gönderdiği ve Arşi
vimizde saklı 30.12.1967 günlü mektup
ç) Resim ve dîger mufassal bilgi yine oğullarından ve içişleri Bakanlığı Dâire ve Arşiv eski Müdîrle-
rinden Sayın izzet Yalkut'dan alındı.
153
riye Vilâyeti), 1904'de Kaşot (Cezâir-i Bahr-i Sefîd Vilâyeti), 1905'de Ahiçelebi (Edirne
Vilâyeti) Kazaları Kaymakamlıklarına getirildi. Bu görevde terfi' ederek 1907'de Elbasan,
1910'da Siirt Sancakları Mutasarrıflıklarına atandı. Bu son görevinden 29 Şubat 1912'de
1165 krş. maaşla emekliye sevkedildi. Emekli olarak oturmakda olduğu İstanbul'da, 1916'da
Hakkın rahmetine kavuşdu. İstanbul - Maçka Kabristanı'nda medfundur. Evli olup üç erkek
ve iki kız evlâd babası idi. Arabca ve Farsça'ya vâkıf olduğu Sicil Dosyasında kayıdlıdır.
Dinî, Târihî ve Felsefî eserler okumak hobisi idi. 1891'de "Liyâkat ve Şecaat Madalyası"
ve 1896'da da "Yunan Muharebe" Madalyası ile mükâfatlandırılmışdı.
(1.3) Bak.: Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; Ali Çankaya; Ankara, 1954; 2.C., 73. sf.
154
Menemenli-zâde, Müderris Bâb-ı Âlî Sadâret Telgraf Kalemi Müdîrlerinden ve
61 : MEHMED TÂHİR; Adana Bölgesi'ndeki Menemenli Sülâlesi Mensubla-
Mek. Nu. 81 (15) rından Menemenli-zâde Hâşim Receb Bey'in oğlu
ve Büyük Vatan Şairi Nâmık Kemâl'in damadının
kardeşi, Dışişleri eski Bakanlarından rahmetli Nû-
man Nenemencioğlu'nun Amcasıdır. 1862 (1279 H.)'-
de Adana'nın Karaisalı (= Çeçeli) Kazasında doğ
du. Karaisalı ve Adana Sıbyan Mektebleri'nde oku-
dukdan sonra, küçük yaşda İstanbul'a getirildi. So-
ğukçeşme Askerî Rüşdiyesi'nde orta, Mülkiye'nin
İ'dâdî Kısmfnda lise öğrenimini tamamladı. 30 Ağus
tos 1883 (24 Şevval 1300)'de Yüksek Kısım'dan me'-
zun oldu. Bir süre "Gayret" adında bir dergi çıkardı
13 Aralık 1883'de Şûrây-ı Devlet Tanzîmat Dâiresi
Mülâzımlığı'na maâşsız olarak ta'yin edildi. 19 Hazi
ran 1884'de, 1000 krş. maaşla, Ticâret - Ziraat Ne
zâreti Terceme-i Fünûn Kalemi Kâtibliği'ne nakle
dildi. Bir süre sonra maşı 500 krş.'a indirildi. Bu Ka-
lem'in 13 Şubat 1886'da kaldırılması üzerine, ma'zuliyet maaşı verilerek açığa çıkarıldı. 25
Mayıs 1887'de 600 krş. maaşla tekrar Şûrây-ı Devlet'e geçip Mülkiye veya Dâhiliye Dâirele
ri 2. Sınıf Mülâzımlığı'na getirildi. Burada da 2 yıl çalışdıkdan sonra Maârife geçdi. 13 Ha
ziran 1889'da 2500 krş. maaşla Aydın (= İzmir) Vilâyeti Maârif Müdîrliği'ne ve 300 krş. ek
maaşla İzmir İ'dâdî'si İlm-i Servet f= Genel Ekonomi), yine 300 krş. maaşla İlm-i Hey'et
(= Astronomi) Muallimliklerine atandı. 30 Aralık 1891'de bu görevlerine 200 krş. maaşla
Müsellesat [= Trigonometri) Dersi Muallimliği de ilâve edildi.
Sözü geçen İzmir Maârif Müdîrliği görevi'nde, İzmir Vilâyeti Eğitim ve Öğretim İşleri'-
ne çok faydalı hizmetlerde bulundu. Bunlar, o zamanki İstanbul Basım'nda şöyle anlatıl
maktadır (15/c):
« Bir müddetden beri Dersaadet'de (= İstanbul'da) bulunmakda olan Aydın
(= İzmir) Vilâyet-i Celîlesi Maârif Müdîri Edîb ve Şâir-i nezâket-perver Menemenli-zâde
İzzetlû Tâhir Beyefendi, dünkü gün (== 15 Ekim 1890) mahall-i me'muriyyetine (İzmir'e)
müteveccihen şehrimizden müfârakat eylemişdir (= ayrılmışdır).
155
Maârif Müdîrleri meyânında (= arasında) ma'lûmat ve hamiyyet ve gayretiyle müte-
hayyiz (= i'tibâr sağlamış) bulunan Mîr-i Mumaileyh, Vilâyet-i Müşârünileyhâ (İzmir)
umur-ı maârifinin ıslâh ve terakkisi esbabının istikmâli zımnında Dersaadet'e gelmiş olduk
ları ma'lûm olup, bu cümleden olmak üzere İzmir İ'dâdîsi'nin tevsî'iyle beraber Şehr-i mez-
kûr'da (= söz konusu İzmir Şehri'nde) bir de İnâs (= Kız) Mekteb-i Rüşdiyesi (= Orta O-
kulu) te'sîsi zımnında, Maârif Nezâreti celîlesi nezdinde teşebbüsât-ı lâzime'de (= gerekli
temaslarda) bulunmuşlardır.»
27 Ekim 1891'de, 2000 krş. maaşla Selanik Maârif Müdîrliği'ne ve 300 krş. ek maaşla
Selanik İ'dâdîsi Kavânin-i Mülkiyye (— İdarî Kanunlar), İlm-i Servet (= Genel Ekonomi)
Muallimliklerine atandı. Eylül 1892'de Maârif Müdîrliği maaşı 2500 kuruşa yükseltildi ve ek
görevine de 300 krş. maaşla Müsellesat (= Trigonometri) ve Kozmografya Muallimlikleri
eklendi. 23 Nisan 1893'de 2200 krş. maaşla Maârif Nezâreti Mektûbî Kalemi Müdîrliği'ne
nakledildi. Bu görevde iken uhdesine "Maârif Müdîrleri Vezâifini Ta'yin Komisyonu" ile
"İ'dâdî Ders Programları Hazırlama Komisyonu" A'zâlıkları da verildi. 1895'de terfî'an Maâ
rif Nezâreti Mühimme Kalemi (= Önemli İşler Şu'besi) Müdîrliği'ne nakledildi. Bu arada
29 Ağustos 1893'de Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne Kitâbet-i Resmiyye (= Resmî Yazışma)
ve Darülfünun Edebiyyât Şu'besi (= Fakültesi) İlm-i Ahlâk Müderrisliklerinde de görev
lendirildi. 13 Şubat 1903 (15 Zilka'de 1320) gecesi geçirdiği bir kalb krizi sonunda Hakkın
rahmetine kavuşdu. Karacaahmed Kabristanı'na defnolundu. Vefat ettiği sırada, çok genç
olmasına rağmen, sakal bırakmışdı. A'yan A'zâsı ve Mısır Fevkalâde Komiseri Mehmed
Rauf Paşa'nın kızı Lem'an Hanım'la evli idi. Çocuğu olup olmadığı tesbît edilemedi.
Özel öğretmenlerden öğrenmek suretiyle Arabca, Fransızca'ya çok kuvvetle vâkıfdı; Farsça'
ya âşinâ idi. Şubat 1901'de "Ûlâ" rütbesi'nin 1. Sınıfı'na terfi' etmiş; Nisan 1902'de (tebdî-
len) Osmânî Nişanı'nın 2. Rütbesi ile taltîf kılınmışdı.
156
Iı kitabı ana kitab olmuşdu. Bu Kitab, Tâhir Bey'in (Mülkiyede hocası ve) Üstadı Recâî-zâ-
de Ekrem'in "Ta'lîm-i Edebiyyât-ı Osmâniyye" adlı Kitabı yolunda giden bir kitabdı...» (15/e).
157
Hayaller, ol bedâyi' ki da'vet ettikçe,
Şitâb ederdiler âgûşuma beşûşâne,
Neden di? bilmiyorum, hepsi bârid ü câmid,
Dururdular bana karşı o demde bigâne.
*
Hayâl ü his ve hakikat, bütün o şi'iriyyât,
Ne varsa sanki dimağımda incimâdetmiş,
Cümûdet öyle ki, zihnimde bir yığın efkâr,
Kalemden akması kaabil değil, donup bitmiş.
*
Gelip de faslı hubûb etmedikçe bâd-ı bahar,
Nefesle kaabil olur mu küşâyiş-i ezhâr?
Kâğıt elimde, yazıp bozmadan bütün doldu...
*
Çalışma fâidesizdir.. nâsîb yok, bildim;
Ne varsa kâğıdın üstünde hepsini sildim;
Dedim: yazık, yine üç saatim heba oldu!»
«MEKTEB
B A S I L M I Ş ESERLERİ
(16) Bs'k.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; Ankara, 1954; 2.C., 75. sf.
b) Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsis Dosya Nu. 8634
(17) Bak.: a) Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 72, 333. sf.
b) Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsis Dosya Nu. 28482
c) Akşam Gazetesi; 14 K. Sânî 1940; 3. sf.
159
Muallimliklerinde de görevlendirildi. 1895'de İ'dâdî Mektebler Müdîrliği'ne (= Orta Öğre
tim Gri. Md.) terfi' etti. Bu sırada bir İlk Okul öğretmeni'nin Yıldız Sarayı'na vermiş olduğu
"Sultan 2. Abdülhamid'e su'-i kasd yapmak için dinamitli zarf hazırladığı" iftirasını kapsa
yan bir jurnal üzerine evi basılarak tutuklandı. Üç ay Taşkışla'da tutuklu kaldıkdan sonra
bir suçunun olmadığı anlaşılınca, hem kendisinin, hem de "Müfteri Muallimin" taşra'da bi
rer me'muriyete tayinleri hususuna "İrâde" çıkması üzerine 1897'de Konya Vilâyeti Maârif
Müdîrliği'ne ve ek görev olarak da Konya İ'dâdîsi Fransızca Muallimliği'ne gönderildi. Bu
arada 28 Ağustos 1900'den 21 Aralık 1900'e kadar Niğde Sancağı Mutasarrıf Vekilliği de
yaptı. 1906'da terfîan Bursa Maârif Müdîrliği'ne; 1907'de Maârif Müdîrliği uhdesinde kal
mak üzere Afyonkarahisar Sancağı Mutasarrıf Vekilliği'ne getirildi- Konya Maârif Müdîri
iken 1901'de Konya'da ve Türkiye'de ilk defa te'sis olunan "Halı ve Kilim Sergisi Hazırlama
Komisyonu Reîsliği"ni; 14 Nisan 1900'den 27 Aralık 1903'e kadar Konya Vilâyet Matbaası
Müdîrliği'ni; Konya Sanayi' Mektebi f= şimdiki Konya San'at Enstitüsü) İnşaat Komisyo
nu Reîsliği'ni; Bursa Maârif Müdîri iken, 1906'da, şimdiki Bursa Lisesi Binâsı'nda, ilk defa
açılan "Bursa Yerli Mahsûller Sergisi Komiserliği" görevlerini de fahriyyen (== maâşsız
olarak) îfâ eyledi. Meşrûtiyet'in i'lânı üzerine, Ağustos 1908'de Galatasaray Sultanîsi Mü
dîrliği'ne nakledildi ise de, Ekim 1908'de Preveze Sancağı Meb'usluğu'na seçilmesi üzerine
bu görevden ayrıldı. Ancak, aynı târihde Bursa Vâliliği'ne ta'yini dolayısıyle Meclis-i Meb'û-
sân'a katılamadı. 1909'da 1. Hüseyin Hilmi Paşa Kabinesi için Maârif Nazırlığı teklif edildi
ise de "İdare mesleği'nde daha fazla muvaffak olacağı" sebebini öne sürerek afvını diledi
ve Valiliğe devam etti. 1910'da Kastamonu Vâliliği'ne nakledildi ise de rahatsızlığı sebebiy
le buraya gidemeyerek 2. defa Bursa Vâliliği'ne getirildi. Ancak bir ay sonra İ'tilâf ve Hür
riyet Fırkası'nın (= Partisi'nin) iktidara gelmesiyle yerine, Mütâreke yıllarında Harb Dîvânı
Reîsi iken zulmiyle meşhur, Kürt Mustafa Paşa ta'yin edildiğinden açıkda kaldı. 1914'de
kendi isteği ile emekliye ayrılıp bir daha resmî görev almadı. İstanbul - Moda'daki
evinde ilmî çalışmalarla vakit geçirdi. Hazırlanıp tamamlandığı halde bastırılamayan 3000
sayfalık bir Ansiklopedi ile yine 3000 sayfalık "Herşeyden Biraz" adlı bir Halk Bilgisi Kitabı
yazdı. 15 Ocak 1940'da İstanbul'da Hakkın rahmetine kavuşdu. Merkezefendi Mezarlı
ğındaki Aile Kabristanı'na defnedildi. Bekârdı. Fransızca'ya çok kuvvetle vâkıf olup Arabcs,
Farsça'ya âşinâ bulunduğu Sicillinde kayıdlıdır. 1892'de "Ûlâ" rütbesi'nin 2. Sınıfı'na yüksel
miş; 1892'de 3. rütbeden Osmânî, 1904'de 2. rütbeden Mecîdî, 1905'de Fransa Hükümeti
tarafından "Officer de l'lnstruction Publique", 1912'de Duc de Saxabourg tarafından "Fon
Bor Kruvaze" rütbesinde "Saks Erniştayn" Nişanları ile taltîf kılınmışdı.
BASILMIŞ ESERLERİ
XVIII — 63/82 (1): Su (Kardeşi Prof. Dr. Besim Ömer Paşa ile birlikde)
İstanbul, Cerîde-i Askeriyye Mat.; 1300 (1884); 3 + 399 sf.; 8°
63/83 (2): Esâmi-i Türkiyye'yi (= Türkçe Adları) Cami' İlk Kıraat Kitabı
İstanbul, Mahmudbey M a t ; 1309 (1893); 32 sf.; 8°
63/84 (3): Hanım Kitabı (Evişleri Ansiklopedisi)
İstanbul, Hayriye Mat.; 1300 (1884); 15 + 422 sf.; 8°
160
64 : MUSTAFA ŞEKİB; Sadrâzamlardan Ârifî Paşa'nın oğludur. 1864'de İs
Mek. Nu. 111 (18) tanbul'da doğdu. Galatasaray Sultânîsi'nde lise öğre
nimini tamamladı. 1883'de Mülkiye'nin Yüksek Kıs-
mı'ndan me'zun oldukdan sonra aynı yıl Ekiminde Hâriciye Nezâreti Tahrîrât-ı Hâriciye Ka
lemi Hulefâlığı (= me'mur adaylığı) ile Devlet hizmetine girdi. 1885'de Londra Sefareti
2. Kâtibliği'ne gönderildi. 1888'de Merkeze nakledildi. 1889'da terfian Roma, 1890'da Viyana
Sefaretleri Başkâtiblikleri'nde görevlendirildi. 1892'de tekrar Merkeze nakledilerek Hârici
ye Nezâreti İstişare Odası Muâvinliği'ne; 1894'de aynı yer 1. Mümeyyizliği'ne getirildi.
1906'da Bulgaristan Komiserliği'r»; 1909'da Stockholm Sefirliği'ni deruhde etti. 1904'de
"Ulâ" rütbesi'nin 1. Sınıfına yükseldi. Araştırmalarıma rağmen hakkında başka bilgi elde
edemedim-
161
Hamîdiye Yüksek Ticâret Mektebi Usûl-i Defterî (= Muhasebe) Muallimliğimi deruhde
etti. 1902'de Matbaa-i Âmire'den ayrılarak Hamîdiye Yüksek Ticâret Mektebi Müdîrliği'ne
ve Usûl-i Defterî, Hesâb-ı Ticarî, İlm-i İktisad Muallimliklerine ta'yin edildi. 1906'da, Yük
sek Ticâret Mektebi'ndeki Muallimlikleri bakî kalmak üzere, Matbaa-i Âmire Müdîrliği'ne
atandı. Bu görevde iken 1910'da bir yıl süre ve geçici vazife ile Manastır ve Yanya Vilâ
yetlerimde Ticâret Mektebleri kurmaya me'mur edildi. 1. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru
1918'de, Matbaa-i Âmire Müdîri olarak matbaa malzemesi almak ve modern matbaacılık
üzerinde incelemeler yapmak üzere Almanya'ya gönderildi. Burada iken 5 Nisan 1919'da
kurulan Dâmad Ferid Kabinesi Maârif Nâzın Ali Kemâl tarafından azledildi. Koyu ittihad
Terakkî Partisi mensubu olduğu töhmetiyle İngiliz İşgal Kuvvetleri Kumandanlığı tarafından
bir süre İstanbul'a dönmesine müsâade edilmedi. Durumunu îzâh ederek, 26 Şubat 1921'de
Berlin'den İstanbul'a döndü. Aynı yıl Ekim'inde "İkdama Cevdet" ile birlikde "İkdam Mat
baası Kitabcılık Kısmı"nı kurdu. Büyük Zafer'den sonra T.B.M.M. Hükümeti Maârif Vekâ-
leti'nce Nisan 1923de Galatasaray Lisesi Hesâb-ı Ticarî ve Usûl-i Defterî Muallimliği'ne
ta'yin edildi. 1924'de yaş haddinden emekliye ayrıldı. 1925'de "Hâmid Matbaası"nı kurdu.
Bu te'sisle Memleket Kültürü'ne pek çok faydalı hizmetler yaptıkdan sonra 28 Nisan 1931'-
de İstanbul'da Rahmân'ın rahmetine kavuşdu. Evli idi. Bir oğlundan başka evlâdı olup ol
madığı tesbît edilemedi. 1902 "Ûlâ" rütbesinin 2. Sınıfına yükseldi. 1901'de 3. rütbeden
Mecîdî Nişanı ile taltif edildi. Fransızca'ya kuvvetle vâkıf olduğu, Tatarca konıışduğu, Er
menice yazdığı sicillinde kayıdlıdır.
Kendisini çok yakından tanıyan müteveffa Profesör Kirkor Kömürcan'ın ifâdesine gö
re (19/ç): «.... İyi bir maârifci ve çalışkan bir insan, dürüst bir kimse, çok girgin bir iş
adamı idi »
Oğlu Galatasaray Lisesi eski Müdîr Muavinlerinden İzzet Hâmid Ün de şunları yaz-
mışdır (19/ç):
«.... Hâmid Bey, Meşrûtiyet'den önce Matbaa-i Âmire'deki vazifesi sırasında "gizli
muzîr evrak basıyor" ihbarı üzerine tevkif olundu. Aylarca Yıldız Sarayı'nda muhakeme
edildi; bir delil bulunamayınca serbest bırakıldı. 1909'da Hakkı Paşa (*) Matbaa-i Âmire'yi
tekrar açdığı vakit, buradaki hizmetlerini gözönüne alıp, Hâmid Bey'i Müdîr ta'yin etti.
Bugün "Maârif Matbaası (= Millî Eğitim Basımevi)" adım taşıyan büyük Müesseseyi ıslâh,
tevsi', teçhiz edenin ve şahsî teşebbüsü ile kurduğu "Hâmid Matbaası'nda, Türkiye'de ilk
defa Eylül 1928'de yeni harflerle kitab basan ilk matbaacının Hâmid Bey olduğundan, Tür
kiye'de matbaacılığın gelişmesinde büyük hizmetler ettiğinden pek az kimse haberdar
dır »
(*) Önce Maârif Nâzın, sonra Sadrâzam elan ibrahim Hakkı Paşa.
162
65/87 (3): Mufassal Usûl-i Defterî (2. Kısım)
İstanbul. Matbaa-i Âmire; 1317 (1901); 452 sf.; 8°
65/88 (4): Usûl-i Defterî
İstanbul, Karabet M a t ; 1321 (1905); 384+6 sf.; 8°
65/89 (5): Ma'lûmât-ı Ticâriyye
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1325 (1909); 238 sf.; 8°
65/90 (6): Ma'lûmât-ı Ticâriyye ve Usûl-i Muhasebe (Kısm-ı Evvel)
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1326 (1910); 124 sf.; 8°
65/91 (7): Muhtasar Usûl-i Muhasebe; Fenn-i Defterî (Kısmı Sânî)
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1327 (1911); 3+192 sf.; 8°
65/92 (8): Mükemmel Usûl-i Defterî
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1329 (1913); 7+450 sf.; 8°
(20) Bak.: a)'Sf d 11-1 Ahvâl Defteri; Nu. 89, 391. sf.
b) Mâliye Bak. Özlük iş. Mel. Sicil Dosya Nu. 430
(21) Bak.: Sicîll-i Ahvâl Defteri; Nu. 89, 391. sf.
163
68 : HASAN TAHSİN; Hacı Mehmed Efendi'nin oğludur. 1865'de Girit -
Mek. Nu. 270 (22) Hanya'da doğdu. 1883'de Mülkiye'nin Yüksek Kıs-
mı'ndan me'zun oldu. Aynı yıl, Ticâret Nezâreti Ter-
ceme-i Fünûn Kalemi Me'murluğu ile Devlet hizmetine girdi. 1886'da Hâriciye Nezâreti
Mektûbî Kalemi Kâtibliği'ne nakledildi. Buradan Maârife geçerek 1887'de Karesi (= Balı
kesir) Sancağı Maârif Müdîrliği'ne ve Karesi İ'dâdîsi Fransızca, Târih-i Umûmî Muallimlik-
leri'ne; 1888'de Karesi İ'dâdîsi Müdîr Vekilliği'ne ve Hikmet [= Fizik) Muaiiimliği'ne;
1889'da Konya Vilâyeti Maârif Müdîrliği'ne ve Konya İ'dâdîsi Fransızca, Târih-i Tabiî (= Jeo-
ji) Muaiiimliği'ne; 1890'da Selanik Vilâyeti Maârif Müdîrliği'ne ve Selanik İdâdîsi Tâ
rih-i Tabîi, İlm-i Servet ve Kavânîn-i Mülkiyye Muallimlikleri'ne; 1891'de İzmir, 1892'de Ha-
leb, 1893'de Diyârbekir Vilâyetleri Maârif Müdîrliklerine getirildi. 1894'de İstanbul'a dö
nerek Mahmudiye Rüşdiyesi Lisân-ı Osmânî (= Türkçe) Muaiiimliği'ne; 1895'de Üsküdar
İ'dâdîsi Müdîrliği'ne; 1896'da Maârif Nezâreti Sicill-i Ahvâl ve İstatistik Şu'besi Baş-
kâtibliği'ne; 1896'da ek olarak Topkapı Rüşdiyesi İlm-i Eşya ve Fransızca Muallimliklerine;
1901'de Maârif Nezâreti Mektûbî Kalemi Müdîrliği'ne atandı. 1909'da aynı Nezâret Kütüb-
hâneler Umum Müfettişliği'ne yükseltildi. Bundan sonraki hayâtına âid bilgi bulunamadı.
-O-
164
1884 (1300 R.)
ME'ZUNLARI (*)
167
Mersin Mutasarrıfı iken "Paşa (= Mîr-i mîrân)" lık Payesi tevcîh edildi. 10 Mayıs 1900'-
de Şarkî Karahisar, 9 Aralık 1900'de Ergiri, 9 Nisan 1902'de Drama Sancakları Mutasarrıf
lıklarına nakledildi. 2. Meşrûtiyet'in Hânından hemen sonra 14 Ağustos 1908'de Sinop San
cağı Mutasarrıflığıma getirildi ise de gitmeyip azledildi. Altı ay kadar açık maaşı aldık-
dan sonra, 9 Mart 1909'da Aydın Sancağı Mutasarrıflığına gönderildi. Bu vazifeden de,
tesbît edilemeyen bir sebeble, 14 Eylül 1909'da "Kadro hârici" bırakılmak suretiyle ayrıldı.
14 Mayıs 1915'de emekliye sevkedildi. Mütâreke'de Dâmad Ferid Hükümeti tarafından 25
Mart 1919'da Niğde Sancağı Mutasarrıflığına atandı. Burada bir ay görevden sonra,
28 Nisan 1919'da terfian Bitlis Vâliliği'ine getirildi. 21 Eylül 1919'da Ankara Vâliliği'-
ne nakl edildi ise de, Ankara Halkının «.-... İstanbul Hükûmeti'nce ta'yin edilen bir Vâli'yi
kabul etmeyeceklerini....» İstanbul'a telgrafla bildirmeleri üzerine bu göreve gidemeyip İs
tanbul'a döndü. Kendisine, Ankara Valiliği Kadrosu uhdesinde olmak üzere, açık maaşı
bağlandı. 7 Ağustos 1925'de T.C. Hükûmeti'nce emekliye sevkedildi. Fransızca'ya vâkıf ol
duğu sicillinde kayıdlıdır. 1896'da (tebdîlen) 2. Rütbeden "Mecîdî", 1902'de (tebdîlen) 3.
rütbeden "Osmânî" nişanları ile taltif edilmişdi.
168
Mersin Sancakları Mutasarrıflıklarına atandı. 27 Mart 1912'de "SİSAM BEYİ" (4) yapılarak
15500 krş. maaşla "Sisam Adası"na gönderildi. Balkan Harbi içinde "Ada"nın Yunanlılar ta
rafından işgaali üzerine 12 Mart 1913'de buradan ayrılarak İstanbul'a geldi. Aynı târihden
geçerli olmak üzere, 7850 krş. açık maaşı ile kadro dışı kaldı. 10 Aralık 1918'de A'yan A'zâ-
lığı'na ta'yin edilerek Meclis-i A'yan'a girdi. Bu görevde de Saltanat'ın ve İstanbul Hükûme-
ti'nin ilgaasına kadar kaldıktan sonra, 1 Kasım 1922'de 4238 krş. maaşla T.B.M.M. Hükümeti
tarafından emekliye sevkedildi. Emekli olarak oturmakda olduğu İstanbul Yeniköy'de 1948
de vefat etti. 1901'de Osmanlı Devleti Hâriciye Nazırlarından Alexandre Kara Todori Paşa'-
nın Kızı Anna ile evlendi. 1 erkek, 1 kız evlâd babası idi. Anadili olan Rumca'dan başka Türk
çe ve Fransızca'ya kuvvetle vâkıfdı. 1904'de "Bâlâ" rütbesi'nin 1. Sınıfına yükselmişdi.
1896'da 2. Rütbeden (tebdîlen) "Mecîdî" nişanı ile taltîf edilmişdi. İslâm Devletleri para
ları kolleysiyonu yapmak santraç oynamak hobi'si idi.
(4) Sisam Beyliği: 1830'da Yunanistan'ın istiklâl kazanmasıyle kurulmuş ve "Özel Statü"ye sâhib bir "Eyâlet"i-
mizdi. Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı, Merkezi Sisam Adası'nda, 100.000 nüfuslu, kendisine
mahsus Bayrağı, Rumca ç'ıkan Resmî Gazetesi, Millet Meclisi bulunan bu eyâlet, minyatür bir
devlet gibi idi. Büyük Fâtih'den beri, vergi gelirleri "Kaptan Paşa (= Deniz Kuvvetleri Ko-
(5) ve (6) Dipnotları 170. sayfa'dadır. (Devimi 170. sf.'dadır.)
169
iken kendisinin yaptırıp açtırdığı eserlerindendir. Mülkiye Mektebi'nde, her yıl sınıfını bi
rincilikle geçmiş; sınıf birincisi olarak da me'zun olmuşdur. Riyaziye Dersleri'ndeki büyük
kaabiliyetine izafeten, Sınıf Arkadaşları Kendisine "Arşimed" adını vermişlerdi...»
Rahmetli, Gelibolu Mutasarrıfı iken Gelibolu Rüşdiyesi'nde Fransızca Öğretmeni olan
rahmetli Mazhar Müfid Kansu da (6/c):
«... Haşmet Bey çok nâzik ve terbiyeli bir zât idi. Maârife büyük ilgi ve muallimlere
büyük i'tibar gösterir; iş sâhiblerine de çok iyi muamelede bulunurdu. Gelibolu Hükümet
Konağı'na giden Cadde, Haşmet Bey zamanında açılmışdır....» diye bahsetmektedir.
Vefatını müteâkıb İstanbul Basını'nda şu yazı çıkmışdı (6/b):
« Mübtelâ olduğu îlletden kurtulamayarak ahiren irtihâl-i dâr-ı bekaa eden, Sadr-ı
sabık ubbühetlû - devletlû Kâmil Paşa'nın oğlu Haşmet Bey, Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne'-
nin yetiştirdiği ezkiyây-ı şübban'dan (= çok zeki gençlerden) olup Mekteb'de, Muallimle
rinin ve hüsn-i ahlâk, nezâketi ile de arkadaşlarının muhabbetini kazanmış idi....»
1888'de "Ûlâ" rütbesi'nin 2. Sınıfına yükseltilmiş; 1886'da 3. rütbeden "Mecîdî", 1887'-
de 3. Rütbeden "Osmânî" nişanları ile taltîf edilmişdi. Hâl tercemesinin noksan kısımları
için oğlu Hikmet Bayur'a yazılan üç mektuba cevab alınamadı.
mutanı)" lara bırakılmış olan bu Ada-Eyâlet, Yunan İhtilâli sırasında Hıristiyan Ahâli'nin
Türk - Müslüman azınlığını tamamen ortadan kaldırdığı için muhtar (= yarı bağımsız) bir
idâre'ye bağlanmış; pek önemsiz bir vergi vermek suretiyle iç idarelerinde tamamen serbest
bırakılmışdı. Fakat Yunan asıllı Sisam'lıların buna1 rağmen Osmanlı Devleti'nden şikâyetleri
kesilmemişdi. Bu şikâyetler 1906'da Osmanlı Devleti'ne çok bağlı olarak tanınan Sisam Beyi
Andonya Kopasi Efendi zamanında bir "ayaklanma" şeklini alınca, Sultan 2. Abdülhamid,
Hamîdiye Kruvazörünü Ada'ya göndererek "İsyân"ı derhal bastırmıştı. 2. Meşrûtiyet'in i l â
nından sonra, Rumlar azgınlıklarını şımarma derecesinde artırmışlar; Sisam Beyi Kopasi
Efendi'yi öldürmüşler; Bâb-ı Âlî, pekçok işde olduğu g i b i , acz ve meskenetini bunda da
göstererek Sisam'a sâdece Vegleri'yi "Bey" olarak göndermekle yetinmişdi.
Sisam Beyliği bu durumda 75 yıl kadar devam etmiş; Balkan Harbi'nde Ada'nın, diğer
leri g i b i , Yunanlılar tarafından işgaali üzerine, muhtariyet de son bulmuşdur.
<5) Bak.: Siciil-i Ahvâl Defteri; Nu. 43, 83. sf.
(6) Bak.: a) Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 2, 606. sf.
b) Servet-i Fünûn; 10 T. Sânî 1310 (1894); 193. sayı, 174. sf.
c) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; Ankara, 1954; 2.C., 84. sf.
(7) Dipnotu 171. Sayfa'dadır.
170
Nezâreti'nce isti'fâsı kabul edilmeyerek 29 Şubat 1894'de aynı maaşla Akkâr (Beyrut Vi
lâyeti), 13 Eylül 1894'de 2500 krş. maaşla Aclun (Suriye Vilâyeti) Kazaları Kaymakamlık
larına atandı. Son vazifesinde iken terfi' ederek 19 Mayıs 1898'de, önce 4500, sonra 7500
maaşla Aşir Sancağı Mutasarrıflığıma gönderildi. Bu vazifeden « dürüst ve sert idaresi
ile Ahâli-i Urbân-ı Mahalliyye'yi [= Mahallin Arab Halkı'nı) dilgîr ve tenfîr etmekde
(= kalblerini kırarak, kendisinden soğutmakda) olduğu, şâyân-ı i'timad ba'zı Rüesây-ı
Memleket'in (= Aşir Sancağı'nın güvenilir ba'zı ileri gelenlerinin) iş'ârâtından anlaşılma
sına binâen azledilmesine dâir Mekke-i Mükerreme Emâret-i Celîlesi'nden gösterilen lü
zum üzerine "bâ-İrâde-i Seniyye (= Sultan 2. Abdülhamid'in emriyle)" » 11 Temmuz
1899'da azledilerek ayrıldı. Haksız yere yapılan bu azil tasarrufundan dolayı Şûrây-ı Dev-
let'de açtığı dâvayı kazanıp "tebriye edilmiş (= temize çıkmış)" dir. Bunun üzerine 4 Şu
bat 1900'de "Paşa (= Mîr-i mîrân)" lığa terfi' ettirilerek, 6750 krş. maaşla Necid (Basra
Vilâyeti) Sancağı Mutasarrıflığına ta'yin edildi. Bu görevde iken « Ailesiyle
beraber hasta olduğundan bahs ile, ya dahilî Viiâyat'da (= Anadolu Vilâyetlerinin
birinde) diğer bir Mutasarrıflığa tahvilini, veyâhud me'muriyetden afvını istid'a etmesi »
üzerine 16 Aralık 1902'de 6730 krş. maaşla Siirt Sancağı Mutasarrıflığına nak
ledildi. Bu vazîfede iken, 20 Şubat 1903'den 17 Mart 1903'e kadar 26 gün Valilik maâşı'nın
1/2'si tutarı olan 3600 krş. maaşla Bitlis Vali Vekilliği de yaptı. 10 Ocak 1905'de Ergani
Sancağı Mutasarrıflığıma nakledildi. Burada iken Karısının vefatı üzerine, çocuklarına ba
kacak kimsesi bulunmadığından, 28 Nisan 1906'da isti'fâ ederek ayrıldı ve Memleketi olan
Kudüs'e gitti. Uzun müddet boşda kaldıkdan sonra 22 Aralık 1907'de 5400 krş. maaşla Hav
ran Sancağı Mutasarrıflığına ta'yin edildi. 29 Mayıs 1909'da bu vazifeden azil suretiyle ay
rıldı. Bir yıla yakın 2000 krş. ma'zûliyet maaşı ile açıkda kalıp 3 Mart 1910'da 6000 krş.
maaşla Müntefik Sancağı Mutasarrıflığına getirildi. 4 Ocak 1912'de buradan da "idâreten
azil" suretiyle ayrıldı. Bir yıl daha ma'zûliyet maaşı aldıkdan sonra «.... Havran Mutasarrıf
lığının ehemmiyyet-i mevki'iyyesi'ne binâen mezkûr Mutasarrıflığa evvelce de orada bulu
narak ahvâl ve ihtiyâcât-ı mahalliyye'ye kesb-i vukuf etmiş olan Musa Kâzım Paşa'nın ta'-
yini, Suriye Valisi Kâzım Paşa tarafından teklif ve inha olunması üzerine....» 21 Ekim 1912'-
de 6000 krş. maaşla 2. defa Havran Mutasarrıflığına atandı. 30 Temmuz 1913'de Kozan,
Mayıs 1914'de İçel (= Mersin) Sancakları Mutasarrıflıklarına nakledildi. Bu son vazifesin
de iken 14 Mayıs 1915'de "Tensîkaat Kanunu'na tâbi' tutularak" 2113 krş. maaşla emekliye
sevkedildi. Emekli olarak oturmakda olduğu Bilecik'de, 4 Mayıs 1920 (4 Mayıs 1336)'de
Hakkın rahmetine kavuşdu. 1. Eşinin vefatı üzerine Semîha Hanım'la evlendi. 2 erkek ev-
lâd babası idi. Fransızca ve Arabca'ya çok kuvvetle vâkıfdı. 1892'de İtalya Devleti tarafın
dan 3. rütbeden "la Couronne d'ltalie", 1893'de 4. rütbeden "Mecîdî" nişanlan ile taltîf
edilmişdi.
Zât-ı Vâlâlarının Mâliye Nezâreti'ne ta'yinlerine İrâde-i Seniyye-i Hazret-i Pâdişâhı mü
teallik buyrulmuş olmağla tebliğ olunur.
20 Kânun-ı Evvel 1327 (3 Ocak 1912)
Sadr-ı A'zâm Said (Paşa) »
Bu görevden de 24 Mayıs 1912 (10 Mayıs 1328)'de isti'fâen ayrıldı. A'yân A'zâlığı'na
döndü. Buna dâir "Kararname" de şöyledir:
« İrâde-î Seniyye
(10) Bak.: Mülkice Târihi ve Mülkiyeliler; Ankara, 1954; 2.C., 86. sf.
(11) Bak.: a) Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 60, 345. sf.
b) Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsis Dosya Nu. 35920
c) Mâliye Bak. Özlük İş. Md. Sicil Dosya Nu. 7/94 - 15
ç) Eserleri hakkında bilgi Sayın Seyfeddin Gzege'den, Resim Şehbal Mecmûâsı'ndan alındı.
d) Türkiye Maârif Târihi; Osman Ergin; istanbul, 1942; 4.C., 1054., 1055., 1207., 1200. sf.
e) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; Ankara, 1954; l . C , 390. sf.
173
Ayan A'zâlığı sıfatı üzerinde iken 2 Şubat 1921 (2 Şubat 1337) Çarşamba gecesi İstan
bul - Kadıköy Bahariye Caddesi'ndeki evi'nde Hakkın rahmetine kavuşdu. Eşi kendisinden
evvel vefat ettiğinden duldu. Sâliha Pakize, Havva Saadet adlarında iki kız evlâd babası idi.
Sâliha Pakize Hanım, eşi Reşid Paşa - zade Ahmed Zeki Bey'in 2 Mart 1924'de vefatı üzeri
ne, Darülfünun Müderrislerinden Ali Muzaffer (Göker) Bey ile 15 Ağustos 1924'de yeniden
evlenmişdi. 1901'de "Ûlâ" rütbesi'nin 1. Sınıfına terfi' etti. 1902'de (tebdîlen) 3. rütbeden
"Osmânî", 1911'de 1. rütbe'den "Mecîdî" nişanlan ile taltif edilmişdi.
Mülkiye'deki öğrenicilerinden, 1902 me'zunu Sayın Yahya Sezâî Uzay, Nail Bey hakkın
da şu hâtırasını nakletmektedir (11/e):
«.... Usûl-i Mâliye Dersi Hocamız, Meşrûtiyet Devri Mâliye Nazırlarından Nail Bey,
çok çalışkan, fazilet sahibi bir zât idi. Biz Son Sınıfda iken son dersini verdikden sonra bi
ze:
— Efendiler, bundan sonra sizinle hayatda arkadaş olarak karşılaşacağız. Size faydalı
olacak ba'zı tavsiyelerde bulunayım, diyerek nasihat etmişdi Bunlardan bir tanesini hatır
lıyorum: "Evlendiğiniz zaman iç güveysi girmeyiniz; sofranıza oturduğunuz zaman kuru ekmek-
den başka bir yiyeceğiniz olması bile, "bu ekmeği ben kazandım" diyebilecek, göğsünüzü
geı-elııleoek vaziyetde olunuz; erkeklik gururunuzu hiç bir şeye feda etmeyiniz" demişdi.
Yine bu muhterem Hoca, dersinde, Devlet Bütçesi'ni: "Masarif ve Vâridât-ı Devlet'in muvâ
zenesini gösteren Kanundur" diye ta'rif ederdi. Sebeb olarak da "insanın husûsî hayâtında
ayağını yorganına göre uzatması lâzımdır; amma, Devlet, ayağına göre yorgan tedârik et
mek mecburiyetindedir....»
BASILMIŞ ESERLERİ
XX — 78/93 (1): Hayât-ı Düvel (Mehmed Rakım ile beraber, 1.C., 1. Kısım)
İstanbul, A. Maviyan Mat.; 1306 (1890); 224 sf.; 8°
78/94 (2): (Aynı Kitab; 1.C.: 2. Kısım)
İstanbul, A. Asaduryan Mat.; 1307 (1891); 3 + 225 — 412 sf.; 8°
78/95 (3): (Aynı Kitab; 1.C.: 3. Kısım)
İstanbul, A. Asaduryan Mat.; 1310 (1894); 413 — 501+3 sf.; 8°
174
78/96 (4): Muhtasar İlm-i Servet [— Mâliye)
İstanbul, Matbaa-i Âmire; 1317 (1901); 206+2 sf.; 8°
78/97 (5): Fenn-i Usûl-ı Mâliye
istanbul, Cihan Mat.; 1329 (1913); 344 sf.; 8°
78/98 (6): Mâliye (Ders) Notları [Mülkiye 3. Sınıf Talebesinden Fâzıl (Pelin) ile]
İstanbul, Mülkiye M a t ; 1329 (1913); 170 sf.; 8°
(12) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsîs Dosya Nu. 28936
b) İçişleri Bak. Özlük iş. Gn. Md. Sicil Şb. Dosya Nu. 741
175
rıflığı'na gönderildi. 1 Şubat 1910'da bu görevden de azledildi. 2 Mart 1910'da kendisine
açık maaşı bağlandı; "tensîkaaf'a tâbi' tutularak 2 Mayıs 1915'de 1210 krş. maaşla emekli
ye sevkedildi. 1897'de "Mütemayiz" rütbesine terfi' etmişdi.
176
sırasıyle: 1894'de 2. Sınıf Mümeyyizliğe; 1899'da 1- Sınıf Mümeyyizliğe; 1902'de 1. Dâire
Başmümeyyizliği'ne; 24 Mayıs 1906'da Dîvân-ı Muhasebat A'zâlığı'na yükseldi, istanbul Dî-
vân-ı Muhasebatının da T.B.M.M. Hükûmeti'nce kaldırılması üzerine, 1 Kasım 1922'de emek
liye sevkedildi. Emekli olarak İstanbul'da oturmakda iken 3 Eylül 1923'de Hakkın rahmetine
kavuşdu. 1898'de Safder Hanım'la evlendi. Vefatı sırasında Fribourg Üniversitesi'nde öğre-
nici bulunan ve 1892 doğumlu olan Nâdir Hakkı adlı bir erkek ile 1908 doğumlu Ayşe Ni'-
met adlı bir kız evlâd babası idi.
85 : MUSTAFA BAHİR; Tütün taciri Hasan Râgıb Bey'in oğludur. 1865 (1282
Mek. Nu. 611 (18) H-3'de istanbul'da doğdu. Galatasaray Sultânîsi'nde
lise öğrenimini tamamladı. Temmuz 1884'de Mülki
ye'nin Yüksek Kısmı'ndan me'zuniyetini müteâkıb;
Ağustos 1884'de 1000 krş. maaşla, Ticâret ve Ziraat
Nezâreti Terceme-i Fünûn Kalemi Mütercimliği'ne
ta'yin edilerek Devlet hizmetine girdi. Ekim 1884'de
ek görev olarak Galatasaray Sultanîsi Türkçe; Ekim
1886'da Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne İ'dâdî Kısmı
Fransızca Muallimlikleri'nı de deruhde etti. Bu
görevlerden 1887'de ayrılarak Hâriciye Nezâretine
geçdi. Eylül 1889'da Yalta (Rusya) Şehbenderliği'ne
(= Konsolosluğuna); Nisan 1890'da Kefe (Rusya)
Başşehbenderliği'ne (= Başkonsolosluğuma); Ağus
tos 1893'de Malta Başşehbenderliğine, Ocak 1895'-
de Atina-Pire Başşehbenderliğine; Ocak 1898'de
Tebriz Şehbenderliği'ne getirildi. 1901'de Bükreş
Başşehbenderliği'ne nakledildi. Bu görevde iken yakalandığı "zehirli sıtma"dan kurtulamaya
rak 1902'de Bükreş'de Hakkın rahmetine kavuşdu. 1945'de Ankara'da vefat eden Süedâ Uy
saler Hanım'la evlendi; Seyyid Uysaler ve Bahir Uysaler adlarında iki erkek evlâd babası
idi. Fransızca'ya vâkıfdı. İ'dâdî Mektebleri için "Fransızca Gramer", "Fransızca Okuma Ki-
177
talu" adlarında iki kitab yazdığı Sicilinde kayıdlı ise de "Künye'Meri tesbît edilemediği için
"Mülkiyeli Yazarların Kitabları Bibliyografyası"na geçirilemedi.
178
nik (== Samsun) Sancakları Mutasarrıflıklarına gönderildi. Son görevinden Şubat 1913'de
azledilerek ayrıldı. Uzun müddet ma'zuliyet maaşı alarak açıkda kaldıkdan sonra, 27 Ocak
1919'da Dâhiliye Nezâreti Me'murîn ve Sicill-i Ahvâl t= Özlük İşleri) Müdîrliği'ne; bu Mü-
dîrliğin 4 Ağustos 1920'de Umum Müdîrlik hâline getirilmesi üzerine de aynı târihde Me'
murîn ve Sicill-i Ahvâl Umum Müdîrliği'ne atandı. 1 Kasım 1922'de Saltanat'ın ve İstanbul
Hükûmeti'nin ilgaası üzerine vazîfesi sona erdi. 13 Ocak 1923'de emekliye sevkedildi. Bun
dan sonra uzun yıllar İstanbul'da serbest olarak çalışdı. 1947'de vefat etti. Ana dili olan Er
menice'den başka, Fransızca, Arabca'ya vâkıf olduğu Rumca konuşduğu sicillinde kayıdlı-
dır.
BASILMIŞ ESERİ
XXII — 87/102 (1] Takvim-i Edebî: 1304 (1888 yılı Şi'ir Antolojisi)
İstanbul, Mahmudbey Mat.; 1305 (1889); 40 sf.; 8°
88 : KEN'AN Paşa (= Tuğg.) Nazif Paşa (?)'nın oğludur. 1861'de İstanbul'da doğ
Mek. Nu. 651 (21) du. Galatasaray Sultânîsi'nde lise öğrenimini tamam
ladı. Ağustos 1884'de Mülkiye'nin Yüksek Kısmı'n-
dan me'zun olduktan sonra Harbiye Mektebi'ne gir
di. Buradan 1888'de Erkân-ı Harb Kolağası (= Kur
may Önyüzbaşı) olarak Ordu'ya katıldı. 1892'de Kur
may Binbaşı'lığa terfi' ettirilip Yıldız Sarayı'na alın
dı. Sultan 2. Abdülhamîd'in Yâverliği'ne (= Yâver-i
Hazret-i Şehriyârî'liğe) atandı. Bu görevde sırasıyle
terfi' edip 1904'de Tuğgeneral oldu. Abdülhamîd'in
hal'i üzerine, Yıldız Sarayı'na mensub pekçok me'-
mur ve subayların olduğu gibi, Nisan 1909'da "pa-
şa"lık rütbesi kaldırılarak önyüzbaşılığa indirildi;
"Kenan Efendi" sıfatını aldı; iki ay sonra da asker-
likden tard edilip emekliye sevkedildi. Bundan son
raki durumuna âid bilgi bulunamadı.
-O-
(21) Bak.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; Ankara, 1954; 2.C., 90. st.
b) Şehbal Mecmuası; Ağustos 1324; 2. sayı
179
1885 (1301 R.)
ME'ZUNLARI (*>
183
90 : İBRAHİM EDHEM DİRVANA; Mek. Nu. 126 (2)
184
3 Şubat 1919'da Dâhiliye Nezâreti Müsteşarı oldu. 5 Mart 1919'da 1. Dâmad Ferid Kabine-
si'ne Posta Telgraf ve Telefon Nâzın olarak girdi. Kabine'nin 2. kuruluşunda aynı Nazırlı
ğı muhafaza etmekle beraber, 20 Mayıs 1919'da Şûrây-ı Devlet Reîs Vekiliiği'ni, 29 Haziran
1919'da da Dâhiliye Nezâreti Nazır Vekilliği'ni der-uhde etti. 20 Temmuz 1919'da bu görev
lerinden ayrılarak kurulan 3. Dâmad Ferid Kabinesi'ne dâhil olmadı. 2 Mayıs 1920'de 4. Da-
mad Ferid Kabinesi'ne 2. defa ve asaleten Şûrây-ı Devlet Reîsi olarak girdi. 27 Haziran
1920'de aynı Kabine'nin Ticâret ve Ziraat Nazırlığı Vekilliği'ni de der-uhde etti. 30 Temmuz
1920'de Kabine'nin düşmesi üzerine sözü geçen görevlerinden ayrıldı. Uzun müddet ma'-
zuliyet maaşı ile açıkda kaldıkdan sonra 1 Şubat 1926'da emekliye sevkedildi. Emekli olarak
oturduğu istanbul'da 1959 yılında Hakkın rahmetine kavuşdu. 41 yaşında evlenmişdi. 4 Er
kek evlâd babası idi. Fransızca'ya kuvvetle vâkıf, İngilizce'ye âşinâ bulunuyordu. 1899'da
"Ûlâ" rütbesi'nin 1. Sınıfına yükseldi. 1907'de 1. rütbeden "Mecîdî" nişanı ile taltif edildi.
1895'de terceme ettiği "Usûl Hakkında Nutuk" ile Türkiye'ye ilk defa büyük Fransız
Filozofu "Descartes" ve felsefesini tanıtmış oldu. 1946'da İstanbul Üniversitesi Edebiyyât
Fakültesi, bu ciheti nazara alarak, bir "jübile" tertibledi; Türkiye'nin tek sosyoloji dergisi
olan "İş Mecmuası" Sâhib ve Başyazarı Ord. Prof. Z.F. Fındıkoğlu da, sözü geçen Dergi'-
nin 55. sayısını, İbrahim Edhem Dirvana'nın hayat ve hizmetleri'ne ayırdı.
Rahmetli Hakkı Târik Us, İ. Edhem Dirvana için şunları yazmışdır (2/c):
«.... Fikir âleminin, ilk basılışından 45 yıl sonra Maârif Vekilliği'nce satın aiınıp ikinci
defa bastırılmış bir kitap olan Descartes'ın "Usûl Hakkında Nutuk'' tercemesiyle, siyâset
âleminin, 1919'da Ticâret ve Dâhiliye Nâzırlıklarıyle tanıdığı İbrahim Edhem Dirvana, Basın
Dünyasına yirmi yaşında iken, Tercemân-ı Hakîkat'ın 24 Ocak 1885 sayısında Mülkiye'nin
118 numaralı talebesi diye imzalanmış bir yazıyla doğuyor....
Eğer ömrü vefa etseydi, Bizde spor merakını ilk uyandırmış olan Galatasaray'ın Jim
nastik Muallimi Ali Faik Üstünidman (*) ya'ni küçük kardeşiyle birlikde gelecekti. Düyûn-ı
Umümiyye Muhasebecisi Mes'ud Bey'in oğullarından İbrahim Edhem Dirvana'nın siyâsî ha
yâtı üzerinde durulmaya değer; Meşrutiyet'de "İdarî Adem-i Merkeziyyet" tarafdârı bir fır
ka (= parti) kurmuş; Beyrut Vâliliği'nde bu esâsa göre bir lâyiha hazırlayıp Bâb-ı Âlî'ye
göndermişdi.
Son Dâhiliye Müsteşarlığı Makaamına geldiği gün, masası üzerinde selefi Vasfi Hoca'-
nın Sivas Vilâyetine verdiği bir emrin müsveddesi duruyordu. Müsvedde de ".... Mustafa
Kemâl Paşa askerlikden isti'fâ etmiş; buraya gelir. Hakkında ne yapayım? " sorusuna,
"tevkif ederek İstanbul'a yollayınız...." cevâbını veriyordu. Yeni Müsteşar bunu yırtdı ve sâ
dece "askerlikden isti'fâ etmiş bir zât sivil vatandaş muamelesi görür" cevâbını verdi ve
kendisinden evvel idarî bir karar ile herbiri bir tarafa sürülmüş dört beş gazetecimizi he
men serbest bıraktırdı.
Jübi'lemizin değerli rüknü (İbrahim Edhem Dirvana) üç yaşına kadar söz söyliyemi-
yordu. Eskiden böyle çocuklara yaptıkları gibi, onu da Emir Buhârî'nin Türbesine okutmak
için, Yemiş İskelesi'nden bir kayığa bindirdiler. Halic'in ortalarına doğru varırlarken büyük
bir kayıkla bir çarpışma oldu ve denize dökülen kayıkdakilerden çocuk: "Lala!.." diye ba
ğırdı ve o andan i'tibâren de dili büsbütün açıldı; fakat İbrahim Edhem baş tarafı Peyâm-ı
(*) Ali Faik Üstünidman'ın hayâtı için 2. Cild, 932. sf. ya bakınız.
185
Sabah'da çıkan Dinler ve Felsefeler adlı büyük eseri istisna edilirse, sözü yazıya çevirmek
hususunda dâima imsak etmişdir. Halbuki Semerât-ı Akıl adiyle, daha Bâb-ı Âlî Terceme
Dâiresine gider ve Hamîdiye Ticâret Mektebinde hocalık ederken çıkardığı küçük Kitap
kendi ifadesince "ağaçda kemâle gelip de kendiliğinden yere düşen meyvalar" gibi zihin'de
vücud bularak tekellüfsüz ağızdan dökülen sözlerdir ve oradan öğreniyoruz ki kendisince
"sözden asıl maksad mâna' olduğundan, doğan fikirlerde, vezin elbisesi ve kaafiye pabucu
olmuş olmamış, ortaya çıkmalarına bir engel sayılmaz."
İbrahim Edhem Dirvana'nın çocukluğu Üsküdar'da geçmiş ve Nuhkuyusu ile Paşakapısı
Mezarlıklarında gördüğü irili ufaklı mezar taşları, onda ölümsüz bir yaşama arzusu peyda
etmişdi. Kendisi bize anlatıyor ki, "87 yıllık ömrünün tecrübelerine göre, bekaa yazılı eser
ler de başka bir vasıtayle elde edilemiyor." O hâlde kudretli kalemini elinden bırakmamak
iki tarafın arzusunu te'lif eden bir dilek değil midir? »
BASILMIŞ ESERLERİ (2/e)
X X I I I — 90/103 (1): Semerât-ı Akıl (= Aklın Meyveleri; te'lif)
İstanbul, A.K. Tozluyan M a t ; 1303 (1887); 26 sf.; 8'
90/104 (2): Usûl Hakkında Nutuk (Descartes'dan terceme)
İstanbul, Mahmudbey M a t ; 1311 (1895); 206 sf.; 8°
90/105 (3): (Aynı Kitab, kısaltılmış 2. bası)
İstanbul, Devlet M a t ; 1928; 119 sf.; 8°
(4) Bak.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; Ankara, 1954; 2.C., 95. sf.
b) İçişleri Bak. Özlük iş. Gn. M d . Sicil Dosya Nu. 1/702
( 5 ) Bak.: a) Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 153, 425. s : .
b) Mâliye Bak. Emekli İş. Md. Tahsis Dosya Nu. 9464
c) İçişleri Bak. Özlük İş. Gn. Md. Sicil Dosya Nu. 395
(*) Ceyb-i Hümâyun: Osmanlı Pâdişâhlarının, Tanzîmat'dan sonraki devirde, özel masrafları ile uğraşan ve Sa
ray'da bulunan Dâire.
186
tibliği'ni de deruhde etti. Yıldız Sarayı'na verilen ve «Velîahd (sonradan Pâdişâh olan Sul
tan ReşadJ'ın terzisi'ne elbise diktirerek sözü geçenle gizli temasda bulunduğunu....» bildi
ren bir jurnal üzerine, 31 Temmuz 1903'de Ma'muret'ül-azîz [= Elazığ) Vilâyeti Maiyyet
Me'murluğu'na ta'yin edilerek Harput (= Elâzığ Vilâyeti'nin Merkezi)'a sürüldü. Kayma
kamlığa ta'yin edilmeyerek burada 5 yıl sürgün olarak kaldıkdan sonra 2. Meşrûtiyet'in
i'lânıyle birlikde çıkarılan "afv-ı Umûmî"ye tâbi' tutuldu; 11 Kasım 1908'de terfîan Kırşe
hir Sancağı Mutasarrıflığıma atandı. Buradan 24 Nisan 1910'da Antalya, 14 Şubat 1911'de
Preveze, 17 Eylül 1913'de Burdur, 10 Kasım 1914'de Cebel-i Bereket (= Osmaniye) San
cakları Mutasarrıflıklarına nakledildi. Son görevinden 5 Şubat 1915'de azledildi. Uzun yıllar
vazife verilmeyip açıkda kaldıkdan sonra, 1 Kasım 1922'de emekliye sevkedildi. 1925'da
İstanbul'da Hakkın rahmetine kavuşdu. Arabca ve Fransızca'ya vâkıfdı. 1909'da "Ûlâ" Rüt-
besi'nin 1. Sınıfı'na yükselmiş; 1897'de 2. rütbeden "Mecîdî" nişanı ile taltîf edilmişdi.
(6) Bak.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; Ankara, 1954; 2.C., 95. sf.
b) Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsîs Dosya Nu. 23428
c) Bayındırlık Bak. Sicil Arşivi Dosya Nu. 1553
(7) Bak.: Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 45, 415. sf.
(8) Âmedî-i Divân-ı Hümâyun: Bâb-ı Âlî'nin (= Sadrazamlık — Başvekâlet Dâiresi'nin) en önemli Şu'bele-
rinden b i r i olup, Meclis-i Vükelâ {— Bakanlar KuruluJ'dan ve dîger Devlet Dâireleri'nden Bâb-ı Âlî'ye gelen
teklif evrakı üzerine, Pâdişâhın "İrâde (= O n a y ) " sini yaza'n, hazırlayan ve bunları Pâdişâha arz eden ve
Pâdişahdan gelecek irâde'leri de kaydedip âid oldukları dâirelere tebliğ eden Dâire'dir k i , bu günkü "Başba
kanlık Kanunlar ve Kararlar Dâiresi"ne eşitdir.
187
dan sonraki durumuna dâir bilgi bulunamadı. Ancak, 1904'de Hakkın rahmetine kavuştuğu
öğrenildi.
(9) Bak.: a) Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; Ankara, 1954; 2.C., 96. sf.
b) Talebimiz üzerine oğlu Sayın Dr. Emir Necib Ata'kam'm gönderdiği ve Arşivimizde mahfuz 3.12.1967
günlü mektup.
(10) Bak.: Sicill.i Ahvâl Defteri; Nu. 35, 71. sf.
188
rât-ı Hâriciye Kalemi Kâtibliği'ne; 1889'da Mâliye Nezâreti Muhâsebe-i Umûmiyye-i
Mâliye Tedkîk Kalemî Kâtibliği'ne ta'yin edildi. Vazifesine devamsızlığı sebebiyle 1890'da
kaydı silindi. Bundan sonra bir müddet Galata Gümrük İdâresi'nde Kâtib olarak çalışdı
Hakkında başka bilgi bulunamadı. Mülkiye'deki sınıf Arkadaşlarından rahmetli Tevfik Bi-
renin ifâdesine göre: «.... Tulumbacılığa çok hevesli olduğu için Mülkiye'de öğreniciliği
süresince tulumbacı olarak bütün İstanbul yangınlarına katılırdı....»
189
ya, 1908'de Adana Vilâyetleri Valiliklerine getirildi. Nisan 1909'da son görevinden azledile
rek ayrıldı. Bundan sonraki hayâtına dâir bilgi bulunamadı. 1901'de "Bâlâ" rütbesi'ne terfi'
etmiş; 1901'de 1. rütbeden "Osmânî" nişanı, 1904'de "Murassa' Mecîdî" nişanı ile taltîf
kılınmışdı.
B A S I L M I Ş ESERLERİ
XXIV — 99/106 (1): Bulunsun (Kompozisyon yazma usûlü, tere.)
İstanbul, A.K. Tozluyan Mat.; 1302 (1886); 53 sf.; 8°
99/107 (2): Bu da Bulunsun (Toplama yazılar)
İstanbul, Karabet ve Kasbar Mat.; 1302 (1886); 77 sf.; 8°
99/108 (3): Gel Keyfim Gel (Fıkralar, te'lif)
İstanbul, A. Maviyan Mat.; 1303 (1887); 192 sf.; 8"
99/109 (4): Büyük Çocuklar (Pedagojik eser; tere.)
İstanbul, A. Maviyan Mat.; 1304 (1888); 48 sf.; 8°
99/110 (5): Tercemelerim
İstanbul, Karabet Mat.; 1304 (1888); 39 sf.; 8°
99/111 (6): Gelişigüzel (Şi'ir antolojisi)
İstanbul, Mihran Mat.; 1304 (1888); 48 sf.; 8°
191
sevkedildi. Şûrây-ı Devlet (= Danıştay)'de açdığı dâvayı kazandığından emeklilik tasar-
fu kaldırıldı. 1 Mart 1919'da Karahisar-ı Şarkî Mutasarrıflığına ta'yin edildi. 12 Ekim 1919'-
da bu vazifeden de azledildi. Uzun süre ma'zûliyet maaşı alıp açıkda kaldıkdan sonra 1 Ma
yıs 1925'de T.C. Dâhiliye Vekâleti'nce emekliye sevkedildi. 1940'da İstanbul'da Yedikule
Ermeni Hastahânesinde vefat etti. Evli olup Mardik ve Harutyan adlarında iki oğlu vardı.
Mardik Nevvyork'da Lraber adında Ermenice bir gazete çıkarıyordu. Ana dili olan Ermeni
ce'den başka Fransızca'ya vâkıtdı. 1903'de "Gümüş Liyâkat" madalyası ile taltif edildi.
1908'de "Saniye" rütbesinin 1. Sınıfına yükseldi.
BASILMIŞ ESERİ
XXV — 103/112 (1): İktisad Prensipleri
İstanbul, Yüksek Mühendis Mektebi Matbaası;
1.C.: 1930; 241 sf.; 2.C.: 1936; 309 sf.; 3.C.: 1940; 189 sf.,
193
104 : M E H M E D ŞÂKİR; 1864'de İstanbul'da doğdu. Ekim 1885'de Mülkiye'-
Mek- Nu. 658 (18) nin Yüksek Kısmı'nı bitirip aynı yıl Aralık Ayı'nda
Defterhâne (= Tapu Kadastro) İdare Meclisi Zabıt
Kâtibliği'ne ta'yin edilerek Devlet hizmetine girdi. 1887'de aynı yer Encümen Kalemi Umûr-ı
Tahririye 2. Mümeyyizliği'ne; 1903'de aynı Dâire 1. Mümeyyizliği'ne; 1909'da Başkâtibliği'-
ne getirildi. Bundan sonraki durumuna âid bilgi bulunamadı.
194
da Muâmelât-ı Nakdiyye (= Para İşleri) Şu'besi Müdîr Muavinliğine getirildi. Bundan son
raki hayâtına dâir bilgi bulunamadı-
108 : MEHMED FUAD; Hüsnü Efendi'nin oğludur. 1864 (1281 H.)'de İstan
Mek. Nu. 662 (22) bul'da doğdu. Ağustos 1885'de Mülkiye'nin Yüksek
Kısmı'nı bitirdikden sonra Hazîne-i Mâliye Masârifat
Umûmî İdaresi (= Bütçe ve Mâlî Kontrol Umum Md- lüğü) Kâtibliği'ne ta'yin ile Devlet
hizmetine girdi. 1886'da aynı Nezâret Muhâsebe-i Umıımiyye İdaresi Defter-i Kebîr Şu'besi
Kâtibliği'ne nakledildi- 1888'de aynı yer Merkez Kalemi 2. Mümeyyizliğine; 1898'de 1. Mü-
meyyizliği'ne; 1901'de Mahsûbat Kalemi (= Kesin Hesablar Şu'besi) Müdîrliğine; 1908'de
Medine (Su'udî Arabistan) Vakıf Emlâkler İnşaat ve Ta'mîrat Müdîrliği'ne yükseltildi. Son
görevinden Eylül 1918'de, Hicaz'ı kaybetmemiz üzerine, ayrıldı. Bundan sonraki durumuna
dâir bilgi bulunamadı.
109 : İBRAHİM CÂVİD; Sadrâzam Halil Rif'at Paşa ile Rusçuk ileri gelen
Mek. Nu. 663 (23) lerinden Hacı Mehmed Alî Ağanın Kızı'nın oğlu
dur. 29 Haziran 1865'de Babasının Mektubcu (24)
olarak bulunduğu Tuna Vilâyeti merkezi Ruscuk'da
doğdu. "İbrahim Câvid" ebced hesabı ile (1283 H.)'-
ye eşitdir ki bu da "târih düşürme" de doğum târi
hine denk gelmektedir. Galatasaray Sultânîsi'nde
lise öğrenimini tamamladı. 7 Ağustos 1885'de Mül
kiye'nin Yüksek Kısmı'nı bitirdikden sonra: Kasım
1885'de Babası'nın Vali olarak bulunduğu İzmir'de
Reji (Tekel) İdaresi Muhâberât-ı Türkî (= Türkçe
yazışma) Kâtibliği'ne atandı. Mart 1886'da Hâriciye
Nezâreti Tahrîrât-ı Hâriciye Kalemi Kâtibliği'ne nak
ledildi. Temmuz 1889'da Cem'iyyet-i Rüsûmiyye
(= Gümrükler Yönetim Kurulu) A'zâlığı'na; Eylül
1895'de de Şûrây-ı Devlet A'zâlığı'na getirildi. Bu
1
(21) Bak. Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 8 1 , 17. sf.
(22) Bak. Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 3 1 , 453. sf.
(23) Bak. a) Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 93, 75. sf.
[Bu Dipnotu'nun devamı olan b), c), ç ) , d ) , e ) , f) kısımları ile (24) Dipnotu 196. sf.'dadırl
195
vazifede iken, 7 Ekim 1899 (2 C. Ahîr 1317/25 Eylül 1315) Cumartesi günü akşamı Şûrây-ı
Devlet'den çıkıp Büyükada'daki evine gitmekde iken Arnavut Hacı Mustafa adında bir şerir
tarafından Galata Köprüsü'nün Büyükada İskelesi merdivenleri üzerinde, Karadağ Rövolveri
kurşunlarıyle vuruldu. İlk ve ikinci kurşun sol memesi üstüne ve altına isabet edip kalbini
parçaladı- Vücûdundan kan boşanmaya başladı- Orada bulunanlar tarafından Ada İskelesi'n-
deki Mescid'e naklolundu. Beş-on dakika sonra Hakkın rahmetine kavuşdu. Bâb-ı Âlî'de ça-
lışmakda bulunan Sadrâzam Halil Rıfat Paşa'ya, Oğlu'nun "bir cânî tarafından yaralandığı"
haber veriJdi. Paşa, büyük bir keder içinde Sultanahmed'deki Konağı'na geldi. Burada oğ
lunun vefatını duyunca çok perişan oldu. Ailesini teselli etmek için, Nişantaşındaki Kona
ğı'na gitti. Fecî olayı haber alan Sultan 2. Abdülhamîd derhal ve birkaç defa Halil Rifat
Paşa'ya me'murlar göndererek ta'ziyet'de bulundu. Daha sonra kendisini Yıldız Sarayı'na
da'vet ve huzuruna kabul ederek teselli eyledi-
Bu feci' olayın nasıl meydana geldiği hakkında çeşitli kaynakların verdiği bilgilere geç
meden önce oluşuna dâir "gerçek"e en yakın malûmatı, kısaca, Sultan 2. Abdülhamid'den
öğreniyoruz (23/f):
« Beni hal'den ziyâde hal'in sûret-i tebliği müteessir etti. A'yandan, Meb'uslardan
bir hey'et seçmişler; sellemehüsselâm (= selâmsız, müsaade almadan) Odam'a girdiler.
Bunların içinde bulunan Tiran'lı (Arnavud) Es'ad Toptanı (Paşa) gaayet kaba ve küstah bir
tavırla yüzüme karşı:
— Millet Seni azletti!, dedi. Hal' kelimesini bile, bana karşı "azl" şekline koyarak
tezlîl (= tahkîr) ettiler. Zavallı Millet Kendisini bekleyen mukadderatı bilebilseydi...
Bu Es'ad Paşa'nın kim olduğunu herkes bilir. Fakat benim bildiğim ba'zı şeyler vardır
ki, pek az kimselerce ma'iûmdur:
Erzurûmî Hafız Mehmed Paşa'yı sever ve şahsına i'timad ederdim. Bana Müşir (= ma
reşal) Derviş Paşa tavsiye etmişdi. Hafız Mehmed Paşa Draç Mutasarrıfı iken, ni'metimle
yetişip lâyık olmadığı hâlde bir gaflet ânımda "paşa"lık'a kadar yükselttiğim Es'ad Toptâ-
nî'nin küçük biraderi Gani, Draç'da bir takım münasebetsizliklerde bulunmuş. Orada kal
masını münâsib görmedim. Mahfûzen İstanbul'a gönderdiler. Muhacirin Komisyonu Reisi
Yusuf Rızâ Paşa delaletiyle bana bir telgrafnâme gönderip dehalet etmişdi {= sığınmışdı).
Acıdım; tahliye ettirip Tüfenkçi Başı olarak Saray'a aldım ki, bunu da bir hatâ olarak kabul
ederim. Bu vak'a, hatırımda kaldığına göre, Filibe ve Yunan Hadîseleri'nden bir iki sene
sonra, 1303 (1885) târihlerinde idi. Saray'da rahat durmadı; mahkeme karârıyle Harput
(Elâzığ eski merkezi)'a nefy' ettim (= sürdüm). Yaverlik vermişdim ve Kaymakamlığa
(— Yarbaylığa) kadar çıkarmışdım.
196
Gani, eşkiya tabiatlı bir adam idi. Biraderi Es'ad Toptanı Paşa'nın da daha temiz bir hil-
katde (= yaradılışda) olmadığı gibi.... İ'tiraf ederim ki, ben Gani'ye fazla meydan vermiş
olmakla muhik ve münâsıb (= haklı ve uygun) bir haraketde bulunmamışdım. Öldürülme-
yip yaşasaydı, bittabi yine Harput'a ve belki daha uzaklara def'ederdim.
Gani'nin öldürülüşü ne siyâsî bir vak'adır, ne de bir intikam eseridir:
Bursa'lı Hafız nâmında ve kendi ayarında bir mahlûk ile ittifak etmişler. Öteyi, beriyi
tehdîd ile soyarlarmış. Bir soygun hâsılatı yüzünden aralarında bir münazaa zuhur etmiş.
Gani, Hâfız'ı öldüreceği sırada, Hafız daha tetik davranarak Gani'yi katletmiş. Vak'a bundan
ibaret... Öldürülen Gani'nin kandâvâsı gütmeye hasb'elkavmiyye (Arnavut örf ve âdetine gö
re) mecbur olan biraderi Es'ad Toptanı, Hâfız'ı tâkib edecek (kovalıyacak) yerde, bir müd
det önce Büyükada'da Gani'nin bir taarruzuna uğradığından dolayı kendisine kızan ve öl
dürülüş haberi üzerine memnûniyyetini açıklamış olmakdan başka kusuru ve cinâyetde hiç
bir medhali olmayan Sadr-ı A'zam Rif'at Paşa'nın Mahdumu Câvid Bey'i Köprü üstünde
güpegündüz öldürtdü. Bu iş için bulduğu kaatil de Hacı Mustafa adlı şerir, âdî bir Arnavud
idi.
Rif'at Paşa'nın Şahsı ile Ailesi efradını ikinci bir intikaama hedef olmakdan korumak
maksadıyle ve yine Rif'at Paşa'nın ricası üzerine, Câvid Bey'in Kaatiline verilmiş olan
i'dam cezasını (Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu'nun = Anayasa'nın kendisine verdiği yetki'ye da
yanarak) müebbet kürek hapsi'ne çevirdim »
8 Ekim Pazar günü Câvid Bey'in cenazesi Sultanahmed'deki Konak'dan kaldırılıp SuI->
tanahmed Câmi'inde namazı kılındıktan sonra Sultan Mahmud Türbesi Bahçesine defnolun-
du. Cenaze Sultan Mahmud Türbesi'ne götürülürken, Sultanahmed Meydanı ve Ayasofya
civarı ile Divanyolu, yürünemeyecek derecede, Halk ile dolmuşdu. Kati edilmesinden 3 gün
önce, 2. Abdülhatnîd tarafından taltîfen kendisine verilen Murassa' Osmânî Nisanı'nı bir
gün dahî takmak nasîb olmadı.
Şeyh İsmail Serâceddin'in 4. oğlu ve Manastır Defterdarı Mustafa Nuri Bey'in kızı,
Sadrâzamlardan Mehmed Rüşdî Paşa'nın Yeğeni Hasibe Hanımla evlenmiş; 1945'de vefat
eden Ali adında bir oğulları olmuşdu. Yukarda bildirdiğimiz Murassa' Osmânî Nişanı'ndan
ayrı olarak 1. rütbeden "Mecîdî" nişanını, altun ve gümüş "imtiyaz" madalyalarını hâmildi.
Fransızca bildiği, İngilizce'ye âşîna bulunduğu sicilinde kayıdlıdır. Çok iyi yazı yazma kaabi-
liyetine sâhibdi.
197
hamid'e verdiği lâyiha pek şiddetli idi. Bu lâyihada, Rumeli'de serîan ıslâhat yapılmazsa,
Devlet'in Avrupa'da bekaasına imkân olamıyacağı, İdaredeki fenalıkların derhal izâlesi lâ
zım geldiği, ma'ruzâtının sadâkatden başka bir sâiki olmadığı gösterilmişdi.
Abdülhamîd bu lâyihaya hem kızmış, hem de Câvid Bey'e murassa' Osmânî nişanı ver-
mişdi. Câvid Bey'in bu lâyihadan pek az sonra vefatı vuku' bulmuş olması bir çok dediko
duya sebeb olmuşdu.
Bay Fuad Simâvî'nin bahsetdiği dedikodular, Câvid Bey'in itlafından, Sarayın ve Abdül-
hamsd'in de parmağı olduğu yolunda söylenmiş sözler olacakdır. Böyle bir ihtimâli hiç vâ-
rid görmüyoruz. Yıldız için, Câvid Bey müz'iç bir şahsiyet telâkki ediliyorsa, onu ıskat için
vücudunu izâleden başka çâreler bulmak hiç de güç değildi. Câvid Bey Arnavutları sevmez
di. Abdülhamîd'e takdim ettiği bir lâyihada "Zât-ı Şahaneleri bir Türk Pâdişâhısınız; ken
dinizi niçin Arnavutlarla ihâtâ ediyorsunuz?" yolunda pek cür'etkârâne sözler yazmışdı. Böy
le ataklıkların bâdî olabileceği vahim akıbetleri düşünen Halil Rif'at Paşa, oğlunun bu lâyi
hasından haberdar olunca:
— Elin kınlaydı da bu lâyihayı yazmayaydın, diye Câvid Bey'e itab etmişdi.
Fakat Abdülhamîd bundan dolayı da Câvid Bey'e bir şey yapmadı. Yalnız Büyükada'da-
ki Köşkünde kendisini tarassuda me'mur olan Ser-hafiye Kadri Bey, Câvid Bey etrafında ta-
kayyüdü artırdı.
Bu lâyihaların ancak bir te'sîri görülüyordu: Câvid Bey'in hasımlarını artırmak!.... Bu
adamlar da buna mukaabil Câvid Bey'in Babası'nın, Dâhiliye Nezâretinden beri valilikleri
müzayedeye çıkarmış olduğunu her tarafda işaa ediyorlardı.
Abdülhamîd'in kızı Zekiye Sultan'ın kocası Gazi Osman Paşa-zâde Dâmad Nurüddin
Paşa'nın metresi olduğu söylenilen Kamelya katledilmiş; kaatili Arnavut silahşörlerden
Gani olduğu rivayeti Halkın ağzında dönüp dolaşmışdı. Gani, Arnavutluğun Toptânî Âilesin-
dendi. Toptânî Es'ad Paşa'nın kardeşiydi. İkinci Meşrutiyet'de Draç Meb'usu olup, sonrala
rı "Arnavutluğu Avusturya'ya peşkeş çekmeye kalkan", bu sebeble ismine "Prens dö Du-
kakin" unvanını da ilâve eylemiş olan Basri Bey "Şark Âlemi" nâmıyle Fransızca neşretti
ği bir eserde, Toptânî Ailesinin menşe'ine dâir ba'zı ma'lûmatın mevsükiyeti derecesini ta'-
yine hâlen imkân bulamadığımız için, bunları buraya nakle lüzum görmedik. Ancak Ohri
Kaymakamı iken duyup öğrendiklerime dayanarak şunu söyliyebilirim ki, Toptânî Es'ad Pa
şa Tiran havâlisinde servetini, nüfuzunu, kudretini (gayr-ı meşru' şekilde) seneden seneye
artırmışdı.
Osmanlı Meb'usan Meclisi'nde Draç Sandalyesini işgal eden, Balkan Harbi'nden sonra
Arnavutluk ayrılınca Memleketinin Tacını iddiaya kadar ileri giden, sonra Paris'de (Konti-
nental Oteli önünde) genç bir Arnavut tarafından öldürülen Es'ad Paşa'nın (âdî) hüviyeti
hatırlardan çıkmamışdır. Kardeşi Gani'ye gelince:
Tiran'da kalması mahzurlu görüldüğü için Draç Mutasarrıfı Erzurum'lu Hafız Mehmed
Paşa, İrâde-i Seniyye île kendisini İstanbul'a göndermiş; Gani, Muhacirin Komisyonu Reisi
Yusuf Rızâ Paşa delaletiyle o zaman Saray'a alınmışdı. Bir ara Harput'a nefyedilmiş iken
tekrar İstanbul'a celb olunarak yaverlikle kaymakam {•= Yarbay) rütbesine kadar terfi* et
mişdi.
Tunuslu Mahmud Paşa'nın Damadı İsveçli (dönme) Ali Nuri Bey, Fransızca "Akşam
198
(— le Soir)" Gazetesi'nde yazmış olduğu bir makaalede, Gani'yi, tam bir "orta çağ ser
gerdesi" olarak tasvir etmişdir.
Gani, İstanbul'a meyhanelere, umumhanelere dehşet salmışdı. Kudretli şahsiyetlere
çatmakdan, hâkimleri silâhla tehdîd'den çekinmezdi. Memleketinde olduğu gibi, İstanbul'da
da yalnız kendi bilgisine ve duygusuna göre adaleti en kısa yoldan tatbik etmek üzere teh
likeli teşebbüslerden sakınmazdı.
Toptanî Es'ad Faşa Yanya Jandarma Alay Kumandanı iken Devlet hizmetinde kullanıl
mamasına Şûrây-ı Devlet'ce karar verilmiş; bu babdaki mazbata arzolunmuşsa da Gani ve
Halil Bey gibi silâhşorlardan çekinen Abdülhamîd, İrâdesini bir türlü verememişdi.
Gani, para ve imtiyaz işlerine de karışıyordu. Bu yolda ba'zı talebleri Sadâret Maka
mınca terviç edılmemişdi. Gerek Ağabeyi Es'ad Paşa hakkında verilen kararda, gerek ken
disinin uğradığı redlerde, Câvid Bey'in parmağı bulunduğunu zannediyordu. Bu sebeble
Sadrâzam'ın oğlu ile araları hiç iyi gitmiyordu. Zâten Câvid Bey'le Pâdişâh etrafındaki di
ğer Arnavutlar arasında da husûmet gittikçe kuvvetlenmekde idi.
Silahşor Gani, bir pazar günü Büyükada'ya gelir; İskele Kahvesine oturur; Câvid Bey
de bu kahvede bulunmaktadır. Gani, garsonu çağırır; herkese işittirecek suretde Câvid
Bey'e hakaaretâmiz bir haber gönderir. Câvid Bey, orada Gani ile boy ölçüşmenin ölümle
oynamak demek olacağını bildiği için çekilip kitmeği tercih eder ve Pâdişâha şikâyetde
bulunur; fakat bir semere hâsıl olmaz. Kısa bir zaman sonra Gani, ahbabı Şehremaneti
Meclisi A'zâsından Bursa'lı Hafız Paşa ile Beyoğlunda Rumeli Hanındaki Muhallebici'de otu
rurlarken, aralarında iş ortaklığından bir münâkaşa çıkar. Gani rövolverini Hafız Paşa'ya
gösterir; güya şaka olarak:
— Bak, bu rövolver nasıl? Sen'de bir tecrübesini edeyim mi? diye sorar. Hafız Paşa
Gani'nin kendisini öldürmek niyetinde olduğuna zâhib olur; hemen tabancasını çekerek
Gani'yi vurur, öldürür. Gene Ali Nuri Bey'in anlattığına göre: Mahallebiciden çıkıp rasgel-
diği polis me'murlarına:
— Gani rövolverle kendisini vurdu; Hekim aramağa gidiyorum, diyerek savuşur. Men-
sub olduğu Mabeyinci Râgıb Paşa'nın çiftliğinde saklanır. Hafız Paşa sonra Atina'ya kaçmış;
Meşrutiyetin ilânında. Umûmî Afv üzerine İstanbul'a gelmişdir.
Gani Bey'in itlafı üzerine Câvid Bey hiç medhali yokken orada, burada:
—İşte biz adamı böyle yaparız! diye temeddüh'de (öğünme'de) bulunur; bu sözleri
şayi' olur. Es'ad Paşa Toptanî de bunları duyar. Zâten aleyhinde Şûrây-ı Devlet'den çıkan
mazbatanın, Câvid Bey'in nüfuz ve te'sîriyle tanzim edildiğini zanneden Es'ad Paşa'nın, Sad
râzamın Oğlu'na kini bir kat daha artar; fakat iş bununla kalmaz. Bütün Arnavutlukda Gani
Bey'in katlinde Câvid Bey'in parmağı bulunduğu kanaati yerleşir ve Amavutlarda Câvid
Bey'e karşı husûmet umumîleşir. Nihayet Arnavutluk'daki Dukakin Kanununun "kana kan"
maddesi İstanbul'da tatbik olunur!...
Yanya'dan İstanbul'a gelen Hacı Mustafa, Câvid Beyi bekliyerek Köprü'de tabanca ile
öldürür. Koşuşup üstüne atılan polislere hiç mukaavemetde bulunmıyarak teslim olur.
Hacı Mustafa'nın bu kolayca teslimiyeti, tabiî kendisini himaye edecekler bulunacağı
na emniyetinden ileri gelmişti.
O, bu kanaatinde aldanmamışdı. Hacı Mustafa evvelâ hapsedildi; bir ara tahliye olun-
199
du; sonra tekrar yakalandı; nihayet Cinayet Mahkemesi'ne verildi. Mustafa'nın, bu katli
taammüden icra eylediği meydandaydı. Mahkeme, Hacı Mustafa'nın i'dâmına hükmetdi.
Fakat Abdülhamîd i'dam cezasının tatbikine tarafdar değildi. Otuzüç yaşındaki oğlu'nun
ziya'ı acısıyle bittabi' dağdâr olan Halil Rif'at Paşa, Kaatilin kanunî cezasını görmesi teselli
sinden de mahrum kalacağını anlayınca teessürü bir kat daha artmışdı.
Bu hâl ile birkaç gün Bâb-ı Âlî'ye gitmedi. Abdülhamîd Bâb-ı Âlî'ye devam etmesini
İrâde etdi. Halil Rif'ad Paşa yemiyor, uyuyamıyordu. Gelen Mabeyn adamlarına:
— Hâlim yok, beni af buyursunlar!... diye cevab veriyordu. Halil Rif'at Paşa i'dâm ce
zasının tatbikinde ısrar edince, kendisini bu fikirden vazgeçirmek için, Abdülhamîd evvelâ
Adliye Nâzın Abdürrahman Paşa'yı gönderdi. Sonra Tophane Müşiri Zeki Paşa da İrâde
ile gelerek:
— İ'dâm için ısrar etmeyiniz; çocuklarınız var. Arnavutlar sonra gene Ailenizden inti
kam alırlar, diye Arnavutlukda câri Dukakin Kanununun Osmanlı Payitahtında tatbikinin önü
ne geçmeğe Hükümetin ve Pâdişâhın muktedir olamıyacağını anlatmağa çalışdı. Zeki Pa
şa, Rif'at Paşa'yı ikna için üç d e f a gelip gitti. Halil Rif'at Paşa me'muriyetden afvıni ni
yaz ediyordu. Son d e f a gelişinde Zeki Paşa Abdülhamîd'den:
— Benim hatırım için ısrar etmesin! Benim ona emniyetim vardır! İrâdesini getirdi.
Artık her türlü ısrarın boş olduğunu, Pâdişâhın, etrafını sarmış Arnavutlardan nefsen
korktuğunu anlıyan, Oğlunun Kaatilinin i'dâmı hususunda nüfuzunu yürütemiyeceğine kaanî
olan Halil Rif'at Paşa da işin ilerisine gitmedi; hazım ve sükûtu ihtiyar eylemeği tercih etti.
Hacı Mustafa i'damdan afvolundu; müebbed kürek cezası ile Meşrutiyete kadar mahbus
kaldı. Arnavutları kırmak, haklarında şiddet gösterilerek husûmete yol açmak, Saray'ın işi
ne ve mesleğine uymazdı. Pâdişâh'ın Arnavutlar hakkında tuttuğu siyâsete bir Câvid Bey
feda edilmez olur muydu!... Bunun için dir ki, Kaatil kısasdan kurtulmuş; zavallı Halil Rif'at
Paşa da duyduğu acıları sabır ve tevekkül ile bastırmağa, örtmeğe mecbur kalmışdı.
İsveçli Ali Nuri Bey, bu mes'eleye dâir Fransızca Akşam Gazetesindeki makaaiesinde,
Âbdülhamîd'in Halil Rif'at Paşa'ya Câvid Bey'in diyeti olmak üzere (16000) onaltı bin altın
verdiğini yazmışsa da, Câvid Bey'in Oğlu Ali Bey bunu şiddetle tekzib eylemişdir.
Halil Rif'ad Paşa da felâketden sonra ömrünün sonuna ve hastalıkdan mecalsiz kalın
caya kadar her türlü zahmetlere katlanarak, en zarurî ve tabiî hareketleri bile jurnallardan
kurtulamıyarak iki sene kadar daha vazifesine devam etti »
200
Ahmed Rif'at Bey, Biraderinin katlinden evvel ve sonra Berlin'den Paris'e Ahmed Rızâ
Bey'e iki mektub göndermişdi. Bu mektubların birincisinde, Pâdişâh'ın ve İstanbul'un ba'zı
ahvâlinden bahsediyor; İkincisinde ise kardeşi Câvid Bey'in ölümündeki esrarı aydınlatı
yordu. Ahmed Rif'at Bey'in, Câvid Bey'in katli hâdisesi hakkında verdiği malûmat başka
vesikalarla te'yid edilir mâhiyetde değildir. Ahmed Rif'at Bey, bu mektubunda kardeşi Câ
vid Bey hakkında yakînen bildikleriyle, duyduklarını ve tahmin ettiği ba'zı hususları yazmış-
dır:
«.... Tabiî, Kardeşim Câvid Bey'in, Abdülhamîd tarafından köprü ortasında beş el silâh
ile bir tüfekçi vâsıtasıyle öldürtüldüğünü gazetelerde gördünüz. Biraderimin Abdülhamîd
tarafından öldürtüldüğü, gün gibi aşikârdır. Ba'zı hususları, bana söylediği şeylerden iyi
biliyorum. Hattâ Kendisi son zamanlarda Ebüfhüdâ Efendi ve Sultan ile fena halde bozuş-
muşdu.
Bana, hiç unutmam, bir gün dedi ki: Ahmed, Sultan çâresini bulsa beni öldürtecekdir.
Fena halde bozuşduk. Lâkin bir yiyemez, korkar dedi. Hiç ümid etmezdi. Sokak'da
alenî ötede beride Sultan'a söver, sayardı ve son zamanlarda fena halde tehdîdâta başladı.
Söylendiğine göre Gani Bey'in katlinde Râgıb Bey'in eli varsa hiç şübhe etmem Sultan'ı o
yolda da tehdit etdi. Şimdi Biraderin, Sultan'a vermiş olduğu bir çok lâyihalar vardır. Bir
kaçını okumuşdum. Hele Makedonya hakkındaki lâyihası olmaz şey. Sonra bir çok defa is
tintaka çekildi. Verdiği tahrîrin aynı ve şifahî cevapların aynı Biraderde mahfuzdur. Onları
getirtmek istiyorum. Sultan, Büyük Adadaki evini abluka ettirmiş; lâkin evrak başka yer
dedir. Bakalım elde edersem çok iyi olur.
Zannedersem, Kardeşim geçen sene Mâliye Nâzın oluyordu. Sonra kaldı. Bu sene, Sul
tanı, gene Mâliye Nâzın yapsın diye tehdîd etmişse bir sebeb de odur. Sonra da ihtiyar Sad
râzamı (Halil Rif'at Paşa'yı) istediği şekilde kullanabilmek için, merhum Câvid'in vücûdu
nun kalkmasının lüzumunu hissetmiş olmalı ki bu haltı etti.
Kardeşim pek aşırı gitmişdi; eğer adalet nâmına vurdutmuşsa Hüsnî Paşa'ları ve sâi-
reyi tercih ede idi; daha âdilâne olmaz mıydı? Eğer saçma söylüyorsam beni mazur tutunuz.
Ne yazdığımı bilmiyorum; pek mahzunum, hastayım; ellerim kalem tutmuyor. Sizi mütees
sir etmek için bu feryadnâmeyi yazmıyorum; havadis ve îzâhât vererek Cem'iyyet'e hizmet
etmek isterim. Evvelce Hamîd'e adavetim (= düşmanlığım) Vatana etmiş olduğu hâinlik-
den dolayı yüzde doksan idi; şimdi Biraderim için kînim adavetim bir kat ziyâdeleserek
yüzde yüz oldu. Hamîd ile, Milletimin selâmeti için sizlerle beraber vücudumu feda edince
ye kadar çarpışacağım. Vatanım ve merhum Biraderimin ruhu üzerine yemin ederim... Size
insaniyet nâmına rica ederim, Kardeşim ölmüşse, şimdi sizi kardeş tanıyorum. Meşveret'de
ve dîger Fransız gazetelerinde birer makaale yazılmasını rica ederim. İçinde, hakikatin hâ
ricinde hiç bir şey istemem. Hakikati yazınız... Hem de Cem'iyyet'e büyük bir hizmet olur.
Abdülhamîd bir vakitler zehirli şerbetler içirterek öldürtürken, artık şimdi Milletin gö
züne batırır gibi resmî elbiseli tüfekçilerinden birisiyle Köprü'nün ortasında beş kurşun ile
öldürttü. Kardeşim arkasından üç kurşun yer yemez hemen cebindeki rövolveri ile dönüp
iki el ateş ederek kendisini müdâfaa etmişse de göğsünden iki kurşun daha yiyerek oraya
hemen nefessiz düşer.. Ben gene Vatanım için hep birlikde daha ciddî, fedâkârane çalı
şacağım (*)»
202
çağrıldım. Pâdişâh "bir müddetden beri Vükelâmız birbirinin aleyhine düştüler. Artık Sa
ray'ımda bulunanlara kadar tecâvüz olunuyor" şeklinde sözler söyledikden sonra, Merasim
Dâiresi'ne giderken Kendisinin kullanmakda olduğu açık araba'da beni yanına oturtdu. Bu
fevkalâde iltifatı gören Vükelâ, Makaam-ı Sadâret'e ta'yirı olunacağıma işaret addederek
ba'zıları tebrik'e şitâbân oldular. Rif'at Paşa da şübhelendi.
Bir müddet sonra maktul Gani'nin intikaamını almak üzere Arnavutluk'dan gönderilen
Hacı Mustafa tarafından Câvid Bey kati edildi...."
Gani'nin öldürülmesinden evvel, Câvid Bey'in 2. Abdülhamid'e takdim ettiği arîza, şâ-
yân-ı dikkat olduğundan dere ediyorum:
".... Gani Bey'in, Çâkerlerine (= kendisine, Câvid Bey'e) su'-i kasd için bir müddet
den berû arkamda dolasdığı ve bu babdaki niyyet-i cinâyet-kârânesi'ni pekçok kişiye de
söylediği Veliyy-i Ni'met Efendimiz'ce ma'lûmdur. Merkum, el'an serbest gezmesinden
büsbütün cür'etlenerek ve taraf-darları tarafından cür'etlendirilerek evvelki Pazar-irtesi gü
nü akşam üzeri, Ada Vapurları'nın Köprü'deki İskelesine giderek avenesiyle beraber Çâ-
kerlerini beklediklerini ve üç - dört günden berû Çâkerleri Ada'ya gitmediğim cihetle ora
da bittabi bulamayarak avdetle Beyoğlu'na giderek Abd-i Memlûkleri'ni (= kendisini) ora
da da araştırdıklarını bugün haber aldım.
Veliyy-i Ni'met-i bî-minnet-i a'zam ve akdesimiz Efendimiz'in en esdak (= sâdık) ve
en fedakâr havass-ı bendegânmın hayatlarına kasd'e kadar cür'et eden Gani gibi kaatil ve
hâin ve kahbe bir âdemin, bu maksad-ı cinâyet-kârâneye tesaddî etmesi, hizmet ettiği taraf-
dan aldığı ta'limât-ı mühimme'nin tatbîkaat ve icrââtına sür'at-i mübâşeret'le fikirlerinde
merkuz bulunan ve mahfî olan emel'in husulü içün olduğu pek aşikârdır. Binâenaleyh mer- •
kum Gani ile avene-i ma'lûmesi'nin ve müşevvik ve muharriklerinin böyle efkâr-ı mel'unâ-
ne'ye cür'etdeki esâs-ı maksad'ları dâhilen ve haricen tahdîş-i ezhân'ı tevlîd edecek bu
gibi tecâvüzât-ı cinâyet-kârâne ve harekât-ı bâğıyane'ye cür'et, Veliyy-i Ni'met-i Mukadde-
sî'miz Efendimizin bunca mesâî-i âliye ve tedâbîr-i hakîmâne-i Hüdâ - Pesendâneleri
sayesinde leh'ül-hamd v'el-minne istihsâl olunan sükûnet ve âsâyiş-i umûmiyye'yi ihlâl et
mek ve bu suretle maazallah sümme maazallah-ü Taâlâ mekaasıd-ı mel'unânelerine vâsıl
olmakdan ibâretdir. Şu hâlde, merhum Gani ve avenesi olan mütecasirlerle beraber müşev
vik ve şerîk-i mefsedet'leri olanların harekât ve sekenâtlarının bilâ ifâte-i vakt keşf ve is-
tidlâliyle beraber hayâtımızdan birkaç kat mukaddes tuttuğumuz sevgili, melek - haslet Ve
liyy-i Ni'metimiz Efendimiz'in menâfi'-i Saltanat-ı Seniyye'lerinin halelden vikaayesi içün
îcâbât-ı icrâiyye'nin fırsat fevt edilmeyerek bir dakika evvel mevki'-i icrâ'ya konulması her
fedakâr abd-i esdâk'ın ehass-ı âmâli'dir. Kullarına (kendisine) muvâfık-ı tensîb-i âlî-i Ve
liyy-i Ni'met-i Azamîleri olursa, şu bir - iki gün içinde muvakkaten ve bir iş behâne ederek
Viyana'ya kadar gitmeyi istirham eder ve zâten her hâl ü hareketimiz Veliyy-i Ni'met-i Mu
kaddes Efendimiz'e âid olduğundan bu bab'da şeref sudur buyrulacak fermân-ı âlî-i Veliyy-i
Ni'met-i Azamîlerine intizar eylerim. Kaatıbe-i ahval'de emr ü ferman Veliyy-i Ni'met-i
A'zam ve Akdes Efendimizindir. ....
Abd-ı memluk-ı esdâkları
Câvid »
Bu ariza'nın târihi olmadığı içün Câvid Bey'in katlinden ne kadar zaman evvel yazıldı
ğı ma'lûm değildir. Viyana'ya gitmek istemesi Gani'nin su'-i kasd'ından kurtulmak içindi.
203
O'nun öldürülmesinden sonra gitmesine hacet kalmadı. Lâkin Kaatil Arnavud'un İstanbul'a
gelmesi kendisi'nin ahrete gitmesini mûcib oldu.
O zamana yetişmiş ve hâdiseye kesb-i vukuf etmiş olan Ricâl-i Askeriyye'nin çok mü
him simalarından, burada adını yazmaya me'zun olmadığım, muhterem bîr zât'ın bana ver
diği malûmata göre:
"Dâmad Nûrüddin Paşa, bir aralık Kamelya nâmında çok güzel bir Rum kadını'nın dil-dâ-
de'si (= âşığı) olduğundan, Zevcesi Hanım Sultan, Babasına (2. Abdülhamîd'e) arz-ı keyfiy-
yet ve şikâyet etti. Kamelya'nın evine aldığı zen-dost'lar (= zanparalar) arasında Yâve-
rân-ı Şehriyârî'den (= Pâdişâhın Yaverlerinden) Kaymakam (= Yarbay) Tiran'lı Gani Top-
tânî ileri gelenlerdendi. Yıldız Sarayı'ndan aldığı ta'lîmat üzerine Kadın'ın evine vakitli va
kitsiz girip çıkmağa başladı. Bir gece hem kadını ve gürültüye koşan annesini ve hem de
havlayan fino köpeğini rövolver kurşunu ile öldürdü. Vak'anın şahidi olmadığından kaatil
meydana çıkarılamadı; yâhud çıkarılmak istenmedi. Beyoğlu sefâhet âlemlerinin belli başlı
müdavimlerinden, kumar ve işret ile me'lûf mütecaviz bir şahıs olan Gani, Kamelya'nın
öldürülüşünden sonra Yıldız Sarayı'ndan gördüğü i'timada güvenerek küstahlığını artırdıkça
artırdı ve Saray'ı da bîzâr eder oldu.
Gani ile Câvid Bey arasında bir kadın yüzünden hâsıl olan rekaabet, derin husûmete
müncer oldu. Hattâ Gani, düşmanlık hissini yenemeyerek Câvid Bey'in zevcesini tâkîbe
cür'etle, O'nu tahkîre yeltendi. Yıldız Sarayı'nca şımarıklığı tahammül olunamayacak dere
ceye geldiğinden yokluğu varlığından hayırlı görülmeğe başlandı.
Sefahat âlemlerindeki hem-pâları'ndan ve Mâbeynci (Sarıca) Râgıb Paşa'nın mu'temed
adamlarından Hafız Mehmed Paşa ile oturup konuştukları sırada Hafız, birdenbire tabanca
sını çıkarıp Gani'yi öldürdü. Evvelce Pasaportunu hazırlayıp yol tedârikini görmüş olduğun
dan hemen vapurla Atina'ya kaçdığı söylendi. Câvid Bey'in, aralarındaki husûmetin şevki
ile Gani'yi öldürttüğü yolunda şurada, burada bir takım sözler sarfettiği rivayet olunmuş-
du »
[Abdülhamîd Devri Dâhiliye Nazırlarından) Memduh Paşa "Kuvvet-i İkbâl - Alâmet-i Ze
val" adlı eserinin 26. sayfasında diyor ki:
"Sultan Abdülhamîd'in pekçok lûtfuna ve hiç'den Ferik'liğe (= Korgeneralliğe)
nail olan Es'ad Toptânî Paşa, kardeşi Gani'yi öldürttüğünü zannettiği Câvid Bey'i öldürme
si için, evinde yetiştirdiği (İşkodra Vilâyeti Dâhilinde Leş Kasabası ahâlisinden olup yine o
Vilâyet dâhilinde Akçahisar Kazası Halkı'ndan, ellibeş yaşlarında) Hacı Mustafa'yı İstanbul'a
göndertdi. Mustafa, Şehr'in sağını solunu ve Câvid Bey'in hangi saatde hareket eden va
purla Büyükada'daki evine gitmekde olduğunu öğrendikden sonra, Galata Köprüsü yanında
ki Ada Vapurları iskelesi'nde Câvid Bey'i öldürdü. Kaatilin Câvid Bey'le hiçbir münâsebeti
olmadığı hâlde bu katli îfâ etmesi, Es'ad Toptânî'nin kan dâvası gütmesine atfedildi. Oğlu
nu öldüren Cânî'nin i'dâmı hususunda nüfuzunu yürütemeyince, Sadrâzam Rif'at Paşa iste
ğinde ısrar etmeyip hazm-ı sükût etti. Kaatilin Arnavud olduğu ve Arnavutları kırmamak,
haklarında şiddetli muamele yapmamak 2. Abdülhamîd'in mesleği (= prensibi) olmasına
mebnî Kaatil Hacı Mustafa i'dam edilmedi...." Meşrutiyetin ilânından sonra çıkarılan "Afv-ı
Umûmî'den faydalanarak serbest bırakıldı »
204
İbn'ül-Emîn, katil olayına âid yukardaki açıklamayı yaptıkdan sonra, Câvid Bey'in şah-
siyyeti hakkında da şunları yazmaktadır (23/e - 1568):
« (Câvid Bey) Şûrây-ı Devlet Tanzimat Dâiresi A'zâsından iken, birgiin bir mes'ele-
nin müzâkeresi sırasında her türlü ma'nâsıyle erbâb-ı haysiyyet ve nâmus'dan ve şâyân-ı
hürmet fudalâ'dan olan, Tanzimat Dâiresi Reisi İzzeddin Bey'e karşı, bi-edebâne (= edeb-
sizce) tâbirine lâyık sûretde harekette bulunduğundan, izzet-i nefs'ini me'muriyete tercih
eden Reis, derhal Mekaamını terk ile evine gitmişdi. Bu hâlden çok müteessir olan Sadrâ
zam Rif'at Paşa, İzzet Bey'in evine mükerreren me'mur göndererek i'tizar [= özür dileme)
ve tarziye içün oğlunu göndereceğini, hattâ arzu ederse O'nu Şûrây-ı Devlet'in diğer bir
Dâiresine nakledeceğini ihbar etmiş ise de İzzeddin Bey kabul etmemişdi.
Ramazan geceleri (Sadr-ı A'zam) Mühürdar (ı) (= Özel Kalem Müdîri) ile beraber res
mi tahrîratları yazmak üzere Sadâret Mektubi Kalemi Kâtiblerinden eli kalem tutanlar Sadra
zamlık Konağına gönderilirdi. Ben de defaâtle me'mûren gitmişdim. Bir defasında Rif'at
Paşa, biraz rahatsız olduğu içün müsâfirlere mahsus olan sofra'da bulunamamışdı. Câvid
Bey Sofrada bulunanları âdem (= adam) yerine koymayup, bir yemek henüz yenmeden di
ğerini getirtmek, O'nu da bırakdırıp başka bir yemek istemek gibi âdâb-ı muâşeret'e ve ne
zâkete muhalif hareketlerde bulunduğundan (Sofrada bulunan) Dayısı Niyazi Bey tarafından
azarlanmış; "Sen yemeyeceksen, yâhud işin varsa sofradan kalk; niçin acele edip de her
kesin rahatını bozuyorsun" demişdi.
BASILMIŞ ESERLERİ
205
110: MEHMED RÂGIB; 1864'de İstanbul'da doğdu. Ağustos 1885'de Mülki-
Mek. Nu. 664 (25) ye'nin Yüksek Kısmı'nı bitirdikden sonra: aynı yıl
Ekim'inde Mâliye Nezâreti Masârîfât Dâiresi (= Gi
derler Gn. Md.) Te'diyat ve Havaleler Kalemi Kâtib-
liğine atanarak Devlet hizmetine girdi. Temmuz 1886'-
da Hazine-i Hâssa Emlâk-ı Hümâyûn Kalemi 2. Kâtibli-
ği'ne; 1890'da Emlâk-ı Hümâyûn Komisyonu Zabıt Kâ-
tibliği (— Raportörlüğü)'ne; 1895'de aynı yer Senet
ler Kalemi 1. Kâtibliği'ne; 1896'da Mâbeyn-i Hümâ
yûn (= Yıldız Sarayı) Mübâyaat (= Satın almalar)
Komisyonu A'zâlığı'na yükseltildi. Bu vazifede iken
1906'da "göğüs nezlesi (= angine de poitrine)"n-
den İstanbul'da Hakkın rahmetine kavuşdu. Fransız
ca bildiği sicillinde kayıdlıdır. "Saniye" rütbesine
yükselmişdi.
B A S I L M I Ş ESERİ
XXVII 110/115 (1): Jan Malori'nin Cinayeti (Ernest Daudet'den tere.)
İstanbul, Tarîk Mat.; 1311 (1895); 186 sf.; 8'
206
tırmak için, Kudüs Mutasarrıflığıma ta'yin edilen Mâbeyn Kâtiblerinden ve Kendisinin Sınıf
Arkadaşlarından Tevfik (Biren) Bey'in maiyyetinde Kudüs Tahrîrat Müdîri olarak Kudüs'e
gönderildi. 1903 yılına kadar bu vazifede kalıp isti'fâ etti ve İstanbul'a döndü. Bundan son
ra da "İkdam", 2. defa "Tercemân-ı Hakikat" ve "Sabah" Gazetelerinde çalışdı. 2. Meşrûti
y e t i n i'lânından sonra "günlük" olarak çıkmaya başlayan "Servet-i Fünûn" Başyazarlığı'™
deruhde etti. "Şûrây-ı Ümmet", Abdullah Zühdî'nin kurduğu "Yeni Gazete" Gazeteleri'nde
çalışdı. Balkan Harbi'nde "Sabah Gazetesi" Muhabiri olarak Viyana'da bulundu. "Mahmud
Sâdık" adından başka, makaalelerinde "Osman Gâlib", "Gâlib Kadri", "Çatlak Zurna",
"Mırnav" takma adlarını da kullanırdı. 1916'da, yazarlık'a devam etmek kaydıyle Anadolu-
Bağdad Demiryolu İdaresi Neşriyat Âmirliği'ne getirildi. "Demiryolları" ve "Uyanış - Ser
vet-i Fünûn" Dergileri'nin mes'ul Yazı İşleri Müdîrliği'ni de îfâ etti. Ayrıca Eytâm-ı Muha
cirin (= Göçmen Öksüzleri) Mektebi Ders Nâzırlığı'nda ve Türkçe, Hesab - Hendese, Tâ
rih Muallimlikleri'nde; Çiçekpazarı, Feyziye ve Beşiktaş Rüşdiyeleri'nde Fransızca, İlm-i
Eşya (= Fen Bilgisi); Gümrük Me'murları Mektebi'nde İktisadî Coğrafya; 3 Aralık 1905'den
23 Kasım 1908'e kadar Mekteb-i Mülkiyye Usûl-i Mâliye Muallimlikleri'nde de bulundu.
1916'da, Türkiye'de ilk defa kurulan "İstanbul Matbuat Cem'iyyeti"ne ilk Reîs seçildi. 1930
yılı başlarında hastalandı. T.C. Reîs-i Cumhuru Gazi M. Kemâl (Büyük Atatürk'ümüz) has-
talığıyle çok yakından ilgilendi ve sık sık hatırını sordurdu; tedâvîsi'ne dikkat edilmesi
hususunda emir verdi. Mahmud Sâdık bundan son derece duygulanmışdı. Hastalığının en
şiddetli zamanlarında, ölümüne iki gün kala dahî "Basın"ı yakından tâkib etti ve her sabah
yanına gelenlere:
207
1886 (1302 R.)
ME'ZUNLARI (*)
113 MUHARREM MÜMTAZ: Kosova Vilâyeti İstînâf Mahkemesi Ceza Reîsi Sa
Mek. Nu. 86 (2) lim Efendi'nin oğludur. 1864 (1281 H.)'de Çemişke-
zek'e bağlı Kermile Köyü'nde doğdu. Mülkiye'nin
Yüksek Kısmından "Pekiyi (= Aliyyüla'lâ)" dere
cede me'zun oldu. 13 Ekim 1886'da Şûrây-ı Devlet
Tanzimat Dâiresi 2. Sınıf Mülâzımlığı ile Devlet
hizmetine girdi. 18 Ocak 1892'de aynı yer 1. Sınıf
Mülâzımlığına; 18 Ocak 1897'de 1. Sınıf Muavinli
ğe terfi' ettirildi. 1898'de geçici görev olarak Suri
ye ve Beyrut Vilâyetleri ile Kudüs Sancağı Tapu
İşlerini Tedkik Komisyonu Reisliğine getirilip sözü
geçen yerlere gönderildi. 11 Haziran 1907'de Bağ-
dad Vilâyeti Vali Muâvinliği'ne atandı. Buradan
terfian 25 Temmuz 1909'da Urfa, 25 Ocak 1910'da
Karesi (= Balıkesir)) 11 Nisan 1914'de 2. defa Ur
fa, 17 Aralık 1915'de Maraş Sancakları Mutasarrıf
lıklarına ta'yin edildi. Buradan da terfian 13 Ekim 1919'da Elazîz Vilâyeti'ne nakledildi.
T.B.M.M. Hükûmeti'nin, yerine bir başkasını ta'yin etmesi üzerine, 31 Temmuz 1920'de bu
görevden ayrıldı ve aynı târihde 2 Mayıs 1920'den i'tibâren geçerli olmak üzere, emekliye
sevkedildi. Bundan sonra ticâretle uğraşdı. 1931 yılında İstanbul'da Hakkın rahmetine ka
ti) Bak.: a) Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsis Dosya Nu. 282
b) içişleri Bak. Özlük İş. Gn. Md. Sicil Şb. Dosya Nu. 913
c) Mizan, Haftalık Mecmua; 6 Eylül 1888; 583. sf.
(2) Bak.: a) Slcill-i Ahvâl Defteri; Nu. 28, 7. sf.
b) Mâliye Bak. Emekli İş. Md. Tahsis Dosya Nu. 29579
c) içişleri Bak. Özlük iş. Gn. Md. Sicil Şb. Dosya Nu. 2037
211
vuşdu. 1899'da "Ûlâ" rütbesinin 2. Sınıfı'na yükselmiş; aynı yıl 3. rütbeden "Osmânî",
1907'de de 2. rütbeden "Mecîdî" nişanları ile taltîf edilmişdi. Fransızca bildiği sicillinde
yazılıdır.
(3> Bak.: Mülkiye Târihi ve Mülkiyeliler; Ankara, 1954; 2.C., 107. sf.
(4) Bak.: a) Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 3 1 , 187. sf.
b) Gümrük ve Tekel Bak. Sicil Arşivi Dosya N'u. 5/85
c) Mâliye Bak. Emekli iş. Md. Tahsîs Dosya Nu. 42223
(5) Bak.: a) Sicill-i Ahvâl Defteri; Nu. 18, 251. sf.
b) Mâliye Bak. Emekli İş. Md. Tahsîs Dosya Nu. 17682 - 28662
cj İçişleri Bak. Özlük İş. Gn. Md. Sicil Dosya Nu. 690
212
Mart 1887'de atandığı Hüdâvendigâr (= Bursa) Vilâyeti Maiyyet Me'murluğu'nda kay
makamlık stajı'nı tamamladıktan sonra: Ağustos 1888'de Köprü, Ağustos 1889'da Gümüş
hacıköy, Kasım 1895'de İştip (Kosova), Ağustos 1896'da Osmaniye, Ekim 1897'de Bozcaada,
Haziran 1898'de Tarsus, Ocak 1900'de Antakya, Mart 1901 'de Humus, Eylül 1902'de Salt,
Mart 1906'da 2250 krş. maaşla İslâhiye (= Adana Vilâyeti) Kazaları Kaymakamlıklarına
getirildi Burada iken 1 Haziran 1907'de azledildi. 562 Krş. me'zuliyet maaşı ile 2 yıl açık-
da kaldıkdan sonra, 18 Nisan 1910'da 2000 Krş. maaşla Malazgirt (Muş Sancağı) Kazası
Kaymakamlığfna ta'yin edildi ise de, bu vazifeye gitmedi; 24 Temmuz 1910'da aynı maaş
la Ovacık (Elazîz) 18 Ekim 1911'de Nazimiye Kazaları Kaymakamlıklarına atandı. 23 Ocak
1913'de «.... vazifesindeki lâkaydîsi ve acziyle beraber içkiye düşkünlüğünden ve idâre-i
umûr'da muvaffak olamamasından » dolayı Nazimiye Kazası Kaymakamlığımdan azledil
di. 9 Nisan 1913'de 1/3 nisbetinde ma'zuliyet maaşı tahsis edildi. "18 Nisan 1331 tarihli
Me'murîn-i Dâhiliyye'nin Tekaaüdiyesi Hakkındaki Kanun"a göre 14 Mayıs 1915'den i'tibâ-
ren 500 Krş. maaşla emekliye sevkedildi. Emekli olarak oturmakda bulunduğu İstanbul'da,
23 Şubat 1917'de Hakkın rahmetine kavuşdu. Sâime Hanımla evli idi. 1894 doğumlu Meh-
med Muzaffer, 1902 doğumlu Hasan Hâlid ile Emîne Hâdiye ve Fatma Behice adlarında
dört evlâdı vardı. Arabca ve Fransızca'ya âşinâ bulunduğu sicillinde yazılıdır.
213
"Pekiyi" derecede Yüksek Kısım'dan mezun oldu. Aynı yıl Sultan Abdülhamîd'in "İrâde"sî
ile Mâbeyn 2. Kâtibi olarak Yıldız Sarayı'na alındı. Çalışkanlığı, zekâsı ve dürüstlüğü ile
Pâdişâhın dikkatini çektiğinden 1890'da Karîn'liğe getirildi. Bu vazifede 19 yıl çok temiz
bir nam bırakarak çalışdı. Jurnalcılara karşı ma'sumları, Vatanperverleri, hamiyyet sahih
lerini korumakla şöhret kazandı. Yıldız Sarayı'ndaki Dâiresi, haksızlığa uğramışların sığına
ğı oldu. Bu hususu, "İngiliz Hâriciye Nezâreti Arşivi"ndeki gizli Belge'lerden de öğrenmek
teyiz (6/ç):
« Mehmed Arif Bey Mâbeyncilerin {= Saray Me'murlarının) en te'sirlilerindendir.
Fakat, Kayınpederi Rıza Paşa (Serasker = Millî Savunma Bakanı) ile akrabası Ahmed Pa
şa (?) Avrupa'ya kaçdıklarından beri (Pâdişâhın) göz (ün) den düşdü. Sıhhatinin çok bo
zuk olduğunu sanıyorum »
Haksızlıklara göğüs germesine bir başka misâl de şudur (6/b-386):
« 1901 yılı, Servet-i Fünûn için pek meş'um olmuşdur. Hüseyin Câhid (Yalçın)'in
bir makaalesi bahane edilerek, Abdülhamîd'in İrâdesi ile kapatıldı. Gazete'nin Sahibi Ah
med İhsan (Tokgöz), makaale Sahibi Hüseyin Câhid, hattâ Gazetelerdeki yazılan Hükümet
nâmına kontrole me'mur Veled (İzbudak) Çelebi, Cinayet Mahkemesi'ne verildiler. Bere
ket, Adliye Nezâreti'nin başında Abdürrahman Nûrüddin Paşa gibi hamiyyetiyle meşhur kıy
metli bir vezir vardı. Ayrıca Ahmed İhsan'ın Mülkiye'den Arkadaşı Arif Bey de Pâdişâhın
"Kurenâ" sındandı. Bu ikisinin himmetiyle sözü geçenler mahkûm olmaktan kurtulabildi-
ler.»
1897 YunanHarbi'nin kazanılmasında da son derece önemli ve târihî bir rol oynadı:
Abdülhamîd, Harb'i (7) bir türlü göze alamıyor; Türk Milleti'nin şerefi böylelikle Yu
nan Palikaryaları tarafından zedeleniyordu. Abdülhamîd Devri'nin adı her zaman nefretle
anılan hafiyelerinden meşhur Arab İzzet, aldığı rüşvetin karşılığında, Pâdişâha nüfuz ederek
Harb'i geciktirmeye çalışıyordu. Bunun üzerine Arif Bey Kayınpederi Serasker Rızâ Paşa
ile bir gece anlaşdı. Pâdişâhın yatak odasına gidip paravana arkasından kendisine:
— Şevketlim, Serasker Rızâ Paşa kulunuz "Yunan'a haddini bildirmeyecek oldukdan
sonra ben bu üniformayı artık taşımam" diyerek ceketini çıkardı ve isti'fânâmesini yazıp
imzaladı. Fermanınızı bekliyorum; Cenâb-ı Hakkın ve Cenâb-ı Peygamber'in tevfîki bizim
ledir; tereddüd buyurmayınız; Yunan'a haddini bildiriniz.... dedi. Abdülhamîd uzun müddet
düşündükten sonra:
— Harb i'lân olunsun diye İrâde etti. Arif Bey hemen keyfiyyeti Rızâ Paşa'ya teb
liğ etti. Alasonya'da bekleyen Kahraman Ordumuz, 3 saat sonra büyük Türk Kumandanı Ed-
hem Paşa'nın komutasında hücuma geçdi. Bir hafta içinde Yunan keferesi târümâr edilip
Ordularımız Atina yakınlarına dayandı. Böylelikle "Türk Güoü"nün yumruğu Yunan'ın tepe
sine indi ve "Türk Şerefi" kurtarıldı (6/a).
2. Abdülhamîd Arif Bey'i çok takdîr etmesine rağmen, başkalarının mağduriyeti ile
sonuçlanacak işleri kendisine havale etmezdi. Bu sebeble ve istibdad'a kuvvet veren ted
birlere, sayıları her yıl geometrik ulamla artan jurnallara daha fazla tahammül edemeye
rek önemli mevki'ini, rahatını, hertürlü konforu bulunan hayâtını bırakdı; küçük bir ola-
214
yi bahane edip bir gece Kuruçeşme açıklarından geçen bir gaz tankerine atlayıp 1905'de
Fransaya kaçdı. Burada bir yıl kaldıkdan sonra, fazla çalışmakdan yakalandığı "Sürmenaj"
hastalığının artması üzerine, Abdülhamîd'den izin aldırarak İstanbul'a Âilesi'nin yanına döndü.
Abdülhamîd, tekrar eski vazifesine dönmesi için ısrar etti ise de kabul etmedi. Meşrûti-
yet'in tekrar Plânında İstibdad devrine mensub pek çok kimselerin konakları basıldığı, ken
dileri tahkir edildiği hâlde, Arif Bey'in Büyükada'daki evine giden kalabalık, saatlerce evi
nin önünde kendisini saygı ile alkışladılar.
Millî Mücâdele'yi hasta yatağında candan ta'kîb ediyor; katılamadığı için büyük üzün
tü duyuyordu. Bir gün, Sınıf Arkadaşı Ahmed İhsan Tokgöz'e şunları söylemişdi:
— Bu Millet çok vartalar atlatmışdır. Yunanın 1897'de olduğu gibi bir daha tepelene
ceğine îmânım tamdır. Hem bu defa, ne "Dur!" diyecek Rus Çarı, ne de "dur!" deseler
bile korkup duracak Abdülhamid vardır diyerek Millî Mücâdele'ye ve O'nun benzersiz
Başkumandanı Mustafa Kemâl'e olan güvenini belirtmişdi. Yakalandığı "sürmenaj"dan kur
tulamayarak, Büyük Zaferi bile idrâk edemeden, 7/8 Mart 1922 gecesi şiddetli bir "beyin
kanaması"ndan Rahmân'ın rahmetine kavuşdu. Fransızca ve Arabca'ya çok kuvvetle vâ-
kıfdı. "Ûlâ" rütbesinin 1. Sınıfı'na kadar yükselmişdi.
215
120 : H A Y K Y A Z I C I Y A N ; İlk Osmanlı Meclis-i Meb'ûsânı'na Edirne Meb'û-
Mek. Nu. 179 (10) su olarak giren Rupen Yazıcıyan'ın oğludur.
1865'de Edirne'de doğdu. Mülkiye'nin Yüksek
Kısmı'ndan me'zûniyetini müteâkıb: Ocak 1887'de Hâriciye Nezâreti Terceme Oda
sı 2. Kâtibliği'ne ta'yin edilerek Devlet hizmetine girdi. 1889'da Mâliye Nezâreti Kupon
Kalemi 2. Kâtibliği'ne nakledildi. 1890'da aynı Nezâret Mektûbî Kalemi 1. Kâtibliği'ne terfi'
etti. Bu vazifeden ve me'muriyetden 1892'de isti'fâ ederek ayrıldı. Hakkında başka bilgi
bulunamadı.
216
124 : M A H M U D C E M Â L E D D İ N ; Ticâret ve Ziraat Nezâreti Ticâret Dâiresi (= İç ve
Mek. Nu. 665 (14) Dış Ticâret Genel) Müdîrlerinden Refik Bey'in oğlu
dur. 1864 (1281 H.J'de İstanbul'da doğdu. İlk, orta
ve lise öğrenimini özel olarak tamamladı. Mülkiye'nin Yüksek Kısmı'ndan me'zun olduk-
dan sonra, Ekim 1886'da Ticâret ve Ziraat Nezâreti Terceme-i Fünûn Kalemi Kâtibliğine ata
narak Devlet hizmetine girdi. Ocak 1887'de ek görev olarak Hamîdiye Yüksek Ticâret Mektebi
Fenn-i Servet-i Milel (= Genel Ekonomi) Muallimliği'ne de getirildi. Terceme-i Fünûn
Kalemi'nin lağvı üzerine 1888'de Bâb-ı Âlî Terceme Odası 2. Kâtibliği'ne nakledildi. Bura
dan idare mesleği'ne geçdi. Şubat 1889'da Küçükçekmece (İstanbul Vilâyeti), Ekim 1891'de
Kartal (İstanbul), Eylül 1892'de Ayvalık (Karesi Sancağı - Bursa Vilâyeti), Ekim 1893'de
Kirmastı (= Mustafa Kemâl Paşa - Bursa Vilâyeti), Mart 1894'de Sömbeki (Adası), Mayıs
1901'de Humus (Haleb Vilâyeti), Mart 1903'de Antakya (Haleb Vilâyeti) Kazaları Kayma
kamlıklarına getirildi. Buradan, terfi' ederek, Ocak 1905'de Kerkük, Ekim 1908'de Kozan,
Mart 1909'da Zor, Haziran 1911'de Çatalca Sancakları Mutasarrıflıklarına gönderildi. Bu va
zifede iken 30 Temmuz 1914'de azledildi. 1 Mayıs 1915'de de emekliye sevkedildi. Emekli
olarak oturmakta olduğu İstanbul'da 28 Mart 1923 (28 Mart 1339)'de Vaniköyün'deki evin
de Hakkın rahmetine kavuşdu. Ali Rızâ Bey'in kızı Mâlike Hanım'la evli olup Âliye Perihan,
Emîne Leylâ adlarında iki kız evlâd babası idi.
217
Hafız Mehmed Tevfik Efendi'nin oğludur. 21 Kasım 1866'da İstanbul'da doğ
du. Dâr'ül - Hilâfe Medresesi'nde ve Çiçekpazarı Rüşdiyesi'nde orta, Mülkiye'nin İ'dâ-
dî Kısmı'nda lise öğrenimini tamamladı. Yüksek Kısım'dan me'zuniyetini müteâkıb:
Ocak 1887'de Rüsumat Emâneti (= Gümrükler Gn. Md.) Muhasebe Kalemi Kâtib Muavin
liği ile Devlet hizmetine girdi. Buradan 1889'da Mâliye Nezâreti Düyûn-ı Umûmiye Kupon
Kalemi Kâtibliği'ne nakledildi. 1891'de aynı Nezâret Tedkîk Kalemi Mümeyyizliği'ne terfi'
etti. Bundan sonra sırasıyle: Manastır, Ankara Vilâyetleri Defterdarlıklarında; İzmit, Haleb
Vilâyetleri ile Maraş Sancağı havalisi Metruk (= terkedilmiş) Emlâk Komisyonları A'zâ
ve Reislikleri'nde; Maraş Sancağı Muhasebe Müdîrliği'nde bulundu. Bu son görevinde iken
1919-1920 Maraş Millî Mücâdelesi ve Müdâfaası'na fi'len iştirak etti. Büyük Zaferi müteâ
kıb T.B.M.M. Hükümeti Mâliye Vekâleti'nce İsparta Sancağı Muhasebe Müdîrliği'ne atandı
Bu vazifeye giderken 23 Mayıs 1923'de Afyon İstasyonu'nda araba içinde Hakkın rahmetine
kavuşdu. Fatma Tevhide Hanım'la evli olup 3 kız, bir erkek evlâd babası bulunuyordu.
218
nin "Mütemayiz" sınıfına terfi' etmiş; 1901'de Yunan Muharebe Madalyası, 1902'de 4. rüt
beden "Mecîdî" nişanı, 1903'de 4. rütbeden "Osmânî" nişanı ile taltif kılınmışdı. Fransızca,
Arabca ve Farsça'ya kuvvetle vâkıfdı. Bahçe ve çiçekle uğraşmak hobi'si idi.
b) Mâliye Bak. Özlük iş. Md. Sicil Şb. Dosya Nu. 399
219
129 : MEHMED RAHMİ; Gümülcine Sancağı Muhasebeciliğinden emekli,
Mek. Nu. 678 (19) Saniye rütbesinin mütemayiz sınıfı'na kadar yük
selmiş bulunan ve Trabzon ilerigelenlerinden
Boztepeli İmam-zâdelerden İzzetlû Ahmed Hilmi
Efendi ile Zahide Hanım'ın oğludur. Kendi el ya-
zısıyle yazdığı ve kopyası Arşivimizde mahfuz
not'da « her ne kadar resmî kayıdlarda tevel-
lüd târihi 1281 senesi Şa'ban'ınm 17 Salı günü gös
terilmiş ise de, Büyük Babamın defterinde: 1282 se
nesi Şa'ban-ı Şerifin 8 ve 1281 senesi Kânun-i Ev-
veli'nin 14. Salı gecesi ezânî saat 8'de "mahdu
mum Rahmi dünyaya geldi" diye kayıdlıdır....» şek
linde yazılı bulunduğuna göre: 27 Aralık 1865 (8
Şaban 1282/14 K. Evvel 1281) Salı'yı Çarşamba'ya
bağlayan gece ezânî saat 8'de, İstanbul'da, Dîvân-ı
Âlî Mahallesi'nin Câmi'-i Şerîf Caddesi Nu. 4 evde
doğdu (20). Nüfus cüzdanındaki kayda göre «boyu : orta, gözü : elâ, rengi : buğday, vü
cûdunda herhangi bir sakatlığı yokdur; ya'ni alâmet-i fârika'sı: tam'dır.». Babasının me'-
muren bulunduğu Bursa Rüşdiyesi'nde orta, Mülkiye'nin İ'dâdî Kısmı'nda lise öğreni
mini tamamladı. 27 Temmuz 1886'da "Karîb'üla'lâ (= iyi'ye yakın)" derecede Yüksek Kı-
sım'dan me'zun oldu. Rüşdiyeyi bitirdikden sonra Aralık 1880'de 50 krş. maaşla Kütahya
Sancağı Muhasebe Kalemi Mesâlih-i Câriye Mukayyid Refikliğine atanarak Devlet hizme
tine girdi. Bu görevden Temmuz 1881'de, Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâne müsabaka sınavla
rı için, isti'fâen ayrıldı; İstanbul'a geldi. Sınavı kazanarak, aynı yıl Ekiminde yatılı olarak
Mülkiye'ye girdi ve yukarıda belirtilen târihde Yüksek Kısım'dan me'zun oldu. 11 Aralık
1886 (22 Safer 1302)'da 600 Krş. maaşla Şûrây-ı Devlet Muhâkemat Dâiresi 1. Sınıf Mü-
lâzımlığı'na ta'yin edildi. Dört ay sonra, o zaman yürürlükde olan bir kanun hükmünce Mâliye
Nezâreti Kupon Kalemi'ne nakledildi ise de «.... Şûrây-ı Devlet'de lüzum-ı istihdamının arz
ve inha edilmesi üzerine....» eski görevinde bırakıldı. Temmuz 1889'da 2. Sınıf Muavinliğe;
22 Şubat 1900'de 750 Krş. maaşla Şûrây-ı Devlet Bidayet Mahkemesi A'zâ Mülâzımlığı'na:
Ağustos 1906'da ayni yer A'zâlığı'na; Ekim 1908'de Şûrây-ı Devlet İstînâf Mahkemesi
A'zâhğına; Temmuz 1909'da Şûrây-ı Devlet Temyîz Mahkemesi A'zâlığı'na getirildi.
Bu arada uzun yıllar istanbul Vefa İ'dâdîsi Usûl-i Kitabet (Resmî yazışma usûlü)
220
Muallimliği de yapdı. Temmuz 1911'de Şûrây-ı Devlet Mahkemelerinin kaldırılması
üzerine kadro dışı bırakılarak açıkda kaldı. İki yıl kadar 1/3 nisbetinde ma'zuliyet
maaşı aldıkdan sonra, 9 Mart 1913'de emekliye sevkedildi. İstanbul Dâr'ül-Elhân
(= Konservatuvar) Müdîrliği yapmasına rağmen, büyük geçim sıkıntısı içinde çok acı
zamanlar geçirdi. Hıristiyan Mekteblerinin ba'zılarında kendisine muallimlik verilerek mâlî
müzâyaka'dan kurtarılmaya çalışıldı. 29 Nisan 1924 (29 Nisan 1340/24 Ramazan 1342) Salı
günü sabah saat 9'da (*) İstanbul-Sahrây-ı Cedîd Mahallesi, Bağdad Caddesi Nu. 14 evinde
Hakkın rahmetine kavuşdu. Eyûb Sultan Mezarlığında medfundur. Fatma Hanımla evli idi.
Çocuğu yokdu. Fransızca'ya vâkıf olduğu resmî sicillinde kayıdlıdır. Sâlise rütbesi'ne tefi'
etti.
Türk Mûsikîsi Târihi'nin müstesna yerlerinden birini işgaal eden Rahmi Bey'den, sala
hiyetli zevat ve müellifler şöyle bahsetmektedirler: İb'nül-Emîn M. K. İnal'a göre (19/ç):
« Rahmi Bey seyrek sakallı, kısa boylu, tıknaz bir âdem idi. Mûsikîde mahir, sedası
hafif ve latif idi. Güzel terennüm eder; çok güzel nısfiye çalardı. Pek nefis şarkılar bes-
telemişdir. Vaktiyle şi'ir ile de meşgul olmuş ise de, besteleri güftelerinden nisbet kabul
etmeyecek kadar güzeldir....»
Rahmetli Ahmed İhsan Tokgöz de şunları yazmışdır (19/d):
« Rahmi Bey, san'atkâr rûhuyle doğmuş ve çocukluk muhiti o zemanın mûsikî ve
edebiyyât meraklılariyle mücehhez olduğu için, daha küçük yaşda edebiyyât ve mûsiki ile
ülfet peyda etmiş idi. Sonra, O'na Tabiat gaayet hassas bir mûsiki kulağı ve ince bir yü
rek vermişdi. Kendisi tam ma'nâsiyle maâlî ve irfanın âşığı idi. Biz Mülkiye'de O'na
"Âşık Şâir" der idik. Zemanın cereyanına uyarak "Gazelci" (= Gazel şeklinde şi'ir yazan
şâir)" olmuşdu. Önce güfte yazar, sonra bu güfteyi bestelerdi. Âşık ve şâirlere yakışacak
sûretde rind meşreb olup maddî şeylerle uğraşmayı hiç sevmezdi; tam şark filozofuydu.
Ölünceye kadar da bu vasıflarını muhafaza etdi...»
Rahmetli Ercümend Ekrem Talû, Babası Recâî-zâde Ekrem Bey'in Mülkiye'de öğreni-
cisi olan, bu sebeble sık sık Recâî-zâde'nin Konağına gelen Rahmi Bey'e dâir şunları an
latmaktadır (19/c):
« Rahmi Bey, üstâd mertebesine erişmiş çok değerli bir bestekârdı. Kırk'dan fazla
olan bestelerinin hepsi bir eser-i san'atdir. Türk Mûsiki Târihinde Hacı Arif Bey'den sonra
beste ile güfteyi birbirine Rahmi Bey kadar güzel imtizaç ettiren bir bestekâr yokdur.
Merhum, Mülkiye'de Recâî-zâde Ekrem Bey'in talebesindendi. Kendisi daha talebeliğinde
müstesna san'at kaabiliyetiyle Üstâd'ın dikkatini çekmiş; sevgisini kazanmışdı. Rahmi Bey,
her Cum'a bize yatıya gelir; Tevfik Fikret', Ali Ekrem, İsmail Safa ile buluşur; onların, Ba
bamın nezâretindeki münâkaşalarını söze karışmadan dinlerdi. Meclisin sonlarına doğru
Hocasının ricası üzerine nısfıyesini çıkarır; meclisde bulunanlara bir "müzik ziyafeti" çe
kerdi. Kendisi Recâî-zâdenin pek çok güftelerini muhtelif makamlarda bestelemişdir. Bil
hassa en güzel şarkılarından biri olan beyâti şarkısını:
(20) Sayın Refik Ahmed Sevengil (19/e)'deki Kitabında Rahmi Bey'in doğum yerini "Gümülcine" olarak gös-
termekde olup, düzeltilmesi gereken önemli bir zühule meydan vermektedir. Rahmetli'nin İstanbul'da
doğduğu resmî kayıdlarla sâbitdir.
(*) Yukarda da açıklandığı gibi, Rahmi Bey'in doğum günü de Salı'dır. Mukadderat'm garîb bir cilvesi olarak
aynı gün ve saat'da da Allah'a rücû etmişdir.
221
Gül hazîn, sümbül perişan, bağ-ı zarın şevki yok,
İlk d e f a "geçtiği" zaman, meşhur Kemani Tatyos, Rahmi Bey'in ayağına kapanarak
takdirini izhar etmişdi. Yine güftesi Ekrem'in olan ısfahanı makaamından bestelediği:
Etme beyhude figan vazgeç gönül,
Gel bu sevdadan hemen vazgeç gönül.
Şarkısını da ilk defa okuduğu zaman, rahmetli Tevfik Fikret'in O'nu huşu' ile dinler
ken gözleri dolmuş; dudakları titremiş: alnı ve şakakları heyecandan terlemişdi.»
Sayın Yılmaz Tuna, Rahmi Bey'in "san'atı"nı şöyle tahlil etmektedir (19/f):
« Neyzen Mehmed Rahmi Bey, nay ve nısfiye üfler, güzel okurdu. Şarkılarının ço
ğunun güftesi kendisinindir. Fakat emsali gibi kötü değildir. Rahmi Bey iyi bir şâirdir.
Kırk'a yakın güfte bestelemiş olduğuna göre senede ancak bir eser yazmış demekdir. Şu
halde şarkılarının çoğunu besteledikten bir müddet sonra neşr etüııeyip imha eylemiş de
mekdir. Bütün titiz san'atkârlar böyle yapmışlardır.
Rahmi Bey, Türk Mûsikîsinin bir hayli sükût etmiş olduğu bir devrin bestekârı olma
sına rağmen, eserleri zamanının müstesnâlarındandır. Şarkıları bir pırlanta gibi işlenmiş-
dir. Teknik çok sağlam, şekil kusursuz ve estetik bakımından da mükemmeldir. Tanbûrî Ce
mil ve Rahmi Beyler, birinci sınıf zevk-i selimleri ile Türk Mûsikîsinde yarım asra yakın
bir zamana te'sir ederek Mûsikînin daha ziyâde mübtezelleşmesine oldukça mâni' olmuş
lardır »
Rahmi Bey'in veresesi tarafından 1927'de Ahmed İhsan Matbaasında bastırılan "Rahmi
Bey Merhumun Şarkıları" adlı broşürü, Türk Mûsikî'si Araştırıcıları'na, küçük bir hizmetde
bulunmak amacı ile, hiç bir ayırma yapmadan aşağıya aynen alıyorum. Burada rahmetli
ve azîz San'atkârın bütün besteleri'nin güfteleri noksansız mevcutdur. Böylelikle, Kendisi'-
nin Türk Mûsikîsi'ne yaptığı hizmetlere ve her biri diğerinden nefis besteleri ile elli yıl
dan beri en az beş kuşağa çektiği san'at ziyafetlerine olan şükran borcumuzdan pek küçük
bir parçasını ödemeye çalışdığıma ve Büyük San'atkârın ruhunu hoşnud ettiğime kaani'im:
224
GÜFTE : Şarkı Servinâzı seyret çıkmış oyuna,
BESTE : Mahur Pembeler yaraşmış fidan boyuna,
USÛL : Aksak Aceb ne cins diyorlar soyuna,
"Nakarat"
Kuzu ise yavrum, gelsin koyuna.
*
GÜFTE : Şarkı Süzüp süzüp de ey melek,
BESTE : Nihavent O çeşm-i nîm hâbını,
USÛL : Yürük Semaî Neden ya rağbet etmemek,
Dağıtmağa sehâbını.
'Nakarat"
Gönül beğendi sevdi pek,
Hitabını cevâbını;
İç imdi iç şarâbını,
Ko bir yana hicabını,
Aç imdi aç nikaabını,
Ayan et âfitâbını.
*
GÜFTE : Şarkı Ey gül-i nev bahâr-ı ân,
BESTE : Şevk-efzâ Reng-i hande hüsnüne şân,
USÛL : Aksak Bûy-ı zülfün canlara cân,
'Nakarat"..
Gonca bir gülsün açıl gül,
Şakısın karşında bülbül.
*
GÜFTE : Şark; Ağyâre nigâh etmediğin naz sanırdım,
BESTE : Uşşak Çok lûtf imiş ol âşıka ben az sanırdım;
USÛL : Aksak Gamzen dil'i rusvây-ı cihan eyledi âhır
"Nakarat"..
Billâh ben ol âfeti hemrâz sanırdım.
*
GÜFTE : Şarkı Gönlümü hicrana yakdı ah o mehveş neyleyim.
BESTE : Beyâtî Araban Ağiamakda etmiyor teskîn-i âteş neyleyim
USÛL : Ağırca aksak Oldu zevk ü neşve-i ömrüm müşevveş neyleyim
"Nakarat"...
Ağlamak da etmiyor teskîn-i âteş neyleyim.
•
GÜFTE : Şarkı Bakıp ruhsârına âh eylemişdim,
BESTE : Beyâtî Araban Seni aşkımdan agâh eylemişdim,
USÛL : Devr-i Hindi Nigâh-ı âh'a hemrâh eylemişdim;
'Nakarat"...
Seni aşkımdan agâh eylemişdim.
226
Kırıldı câm-ı neş'em oldu rızân,
DağıEdı bezm-i işret gitti canım,
Eder mi avdet ömrüm var mı imkân
"Nakarat".
Perişanım, harabım, bîmecâlim.
*
GÜFTE : Şarkı Bana seyrân-ı cemâlindir emel,
BESTE : Beyâti Araban Gül, açılsın gül-i dîdârın gel,
USÛL : Aksak Güle vermez nazar-ı dîde halel,
"Nakarat".
Gül, açılsın gül-i dîdârın gel,
*
GÜFTE : Şarkı Aceb nâzende şûh-ı dil-sitân'sın,
BESTE : Hüseynî Güzelsin, tazesin, ter'sin, civansın,
USÛL : Curcuna Gözümde nursun, sinemde cansın,
"Nakarat".
Hemen gönlümdeki râz-ı nihânsın.
*
GÜFTE : Şarkı Dostluğun varsa yanında kıymeti,
BESTE : Hüseynî Gel unutma eski bezm-i ülfeti
USUL : Ağırca Düyek Hoş gelir geçmiş zemânın sohbeti
"Nakarat".
Gel unutma eski bezm-i ülfeti.
227
Nerden geliyor bu coşkun dere,
Aceb bilse bunu, uğrağı nere,
Ola ki yâr'e benden haber ede,
"Nakarat"..,
Dökeyim derdim ağlaya ağlaya,
228
GÜFTE : Şarkı İltifatınla senin pür neş'edh- câm-ı hayât,
BESTE : Segah Sevdiğim, Allah için etme dirîğ-i iltifat,
USÛL : Ağırca aksak Elverir, nâz etmede gösterdiğin fart-ı sebat
"Nakarat"
Sevdiğim, Allah için etme dirîğ-i iltifat.
*
GÜFTE : Şarkı Ey dilber-i işvebâz
BESTE : Şehnaz Nedir bu sendeki nâz,
USÛL : Aksak Yeter ettiğim niyaz,
İşte hâzır ince-saz,
Çık oyuna gülbeyâz,
Gönlüm eylensin biraz.
230
ZENGÛLELİ SÛZÎNÂK ŞARKI Güfte : Recâî-zâde Ekrem Bey
Beste : Rahmi Bey
Bir sihr-i tarab nağme-i sâzındaki te'sîr,
Hep yaralı seslerle eder ruhumu teshîr.
Hicrân-zede sevdaları eyler bana tasvîr,
Hep yaralı seslerle eder ruhumu teshîr.
•pr
Merkez Ma'zûliyet 2 7 8 1
Temyiz A'zâsından
PARA
KURUŞ PARA
1333
RAHMİ BEY
MEHMED .;••;•» i u ı i ı , . . .
SAHIB M A
RAHMİ "' *ŞIN
*:." \ TATBİK MÜHÜRÜ
(Muhur)
Güfte : Recâî-zâde Ekrem Bey Beste : Rahmi Bey
BEYÂTÎ ŞARKI
Gül hazin, sünbül perişan, bağ-zârın şevki yok,
Dert-nâk olmuş hezâr-ı nağme-kârın şevki yok,
Başka bir haletle çağlar cüy-bârın şevki yok,
Ah eder, inler nesîm-i bîkarârın şevki yok,
Geldi amma, neyleyim, sensiz baharın şevki yok.
231
132 : AHMED İHSAN TOKGÖZ; Sancak Muhasebe Müdîrliklerinde, Vilâ
Mek. Nu. 685 (23) yet Defterdarlıklarında bulundukdan sonra Abdülha-
mîd İdâresi'nin son zamanlarında Dîvânı Muhasebat
(= Sayıştay) A'zâlığı'na kadar yükselen ve "Bâlâ"
rütbeli olarak vefat eden Hâlid Bey'in oğlu; Kasta
monu - Taşköprü Kazası ileri gelenlerinden Saraç
Tokgözoğlu Abdurrahman Ağa'nın torunudur. Kendi
sinin anlattığına göre (23/b):
«.... Babam, Muhâsebecilikde, Defterdar!ıkda dola
şır olduğu için 1866 (1282 H.)'da Erzurum'da doğ
dum; Kastamonu'da yürüdüm; Üsküdar'da ilk mekte
be başladım; Şam Rüşdiyesi'nde orta tahsilimi yap
tım....» Mülkiye'nin İ'dâdî Kısmı'nda da lise öğreni
mini tamamladı. 19 Temmuz 1886'da Yüksek Kısım'-
dan me'zun oldukdan sonra aynı yıl Ekim'inde Hâri
ciye Nezâreti Terceme Odası Mütercimliği'ne ta'yin
edilerek Devlet hizmetine girdi. Ocak 1887'de Tophâne-i Âmire (= İstanbul Askerî Silâh
Fabrikası) Müşirliği Tercemanlığı'na nakledildi. Eylül 1890'da bu görevden ve Me'muriyet-
den isti'fâ ederek ayrıldı ve Mülkiye'de öğreniciliğinden beri (24) amaç edindiği serbest
hayâta atılma ve matbaa kurma arzusunu gerçekleştirmek için, Türk Matbaacılığı'nda çok
önemli yeri ve rolü olan "Servet-i Fünûn Matbaası"nı kurdu.
Türk Millî Kültürü'ne ve Edebiyyâtı'na büyük hizmetler îfâ eden "Servet-i Fünûn Mec-
mûası"nı da yarım asra yakın bir zaman devam ettiren bu "meşhur" Matbaa'nın Târihi'ni
Sayın Enver Esenkova şöyle anlatmaktadır (23/h):
«....Servet-i Fünûn Matbaası, İstanbul'un eski ve namlı matbaalarındandır. Hâlen (1958)
"İstanbul Matbaacılık T.A.O." adı ile Cağaloğlu Türbedar Sokağı'nda (İstanbul Kız Lisesinin
arkasındaki sokak) 14 numaralı binada faaliyet hâlinde büyük bir matbaadır. Açıldığı gün
den beri kurucusu Ahmed İhsan'ın ismi ile anılan bu Matbaa, Edebiyyâtımızda çığır açmış
olan Servet-i Fünûn, Edebiyyât-ı Cedîde ile Fecr-i Âtî cereyanlarını hazırlayanlara yuva ol
muş; matbaacılık sahasında pek çok ustanın yetişmesine rehberlik etmiştir.
Son yarım asırlık Siyâsî Târihimizin çek karışık yıllarında, 1890 (1306)'da "Âlem Mat
baası, Ahmed İhsan ve Şürekâsı" adiyle kurulmuşdur. İlk açıldığı yer, Ebüssuud Caddesin-
232
de, bu Caddenin tramvay caddesiyle kavşağına yakın, iki katlı iki dükkândır; açılışından bir
sene sonra büyültülerek beş dükkânı işgal etmişdir.
Ahmed İhsan Matbaası biraz da Servet-i Fünûn Mecmuası demektir. Gerçekden Ahmed
İhsan'ın Mekteb-i Mülkiyye'den me'zun oldukdan sonra ilk gaayesi Matbaa ile birlikte iyi
bir resimli haftalık gazete çıkarmaktı.
1891 (1307) yılında Servet-i Fünûn te'sis olunduğu zaman Matbaa'da kâfi derecede ha
zırlık olmadığı gibi, Avrupa'da henüz doğmuş olan çinkografiyi (= klişeciliği) İstanbul'da
bilen bile yoktu. Ancak Avrupa'dan getirtilen galvano kalıplar, ki bunlar zamanın meşhurla
rının resimleriydi ve Mercan'daki Bible House (Baybl Havuz = İncil Dağıtma KitabeviJ'dan
kiralanan tabiî manzaralar ile 1891 Martının 27'sinde Servet-i Fünûn'un ilk sayısı çıkarıldı.
Fakat Matbaa'da yazılar eskimesin diye makinelerin kazan silindirine çuha sarmak mutad
olduğundan, getirilen çinko resimler de basılamadığından, matbaacılığın yeni tekniğini ted-
kîk etmek üzere, Ahmed İhsan Avrupa'ya gitmeğe mecbur oldu. Avdetinde, kendi ifâdesi
ile: "Matbaanın cihet-i fennî ve amelîsi" ıslâh olunarak Memleketimizde ilk olarak güzel
resim basıldı. Gerçekden, Ahmed İhsan Viyana'da Angerer ve Gösehol Çinko ve Hâk Fab
rikası ile yaptığı anlaşma neticesinde İstanbul'un manzara fotoğraflarının klişelerini yaptır-
mışdı. Bu yeni îcâd klişelerin nasıl basıldığını, ne gibi mürekkeb kullanıldığını da öğrenmiş;
Paris'e ısmarladığı kâğıtlar da gelince baskı tekniğinin iyi bir numunesini vermişdir. Müteâ-
kıb sayıda ise çıkan Kız Kulesi resmi Pâdişâh Abdülhamîd'in o kadar hoşuna gitmişdir ki
İrâde-i Seniyye ile, Servet-i Fünün'a aylık 3240 krş. yardımdan başka, maaşı Devletçe veri
lecek Paris'li hakkak M. Napier'nin Matbaa için getirilmesine karar verilmiştir. Ancak bu
zât, Paris'deki çalışkanlığını burada göstermemiş, vaktini balık tutmak, güvercin beslemek,
gevezelik etmekle geçirmişdir, denmektedir. Hattâ Ebussuud Cadde'sindeki Matbaa'nın ay
dınlığını kâfi bulamayınca kendisi için şimdiki Akşam Matbaası binasında ya'ni eski Basîret
Matbaasında büyük bir oda tutulmuşdur. Fakat Napier burada da çalışmamış; nihayet bir
gün Abdülhamîd'e jurnal edilip Yurd dışına çıkarılmış ve böylelikle Ahmed İhsan Matbaası
bir kâbustan kurtulmuşdur. Fakat bu sırada Pâdişâhın Matbaaya olan teveccühü de sarsıl-
mışdır.
Ebussuud Caddesindeki Matbaa görüldüğü gibi mühim gelişmeler kaydetmişdir. Hattâ
o zamanlar makineler hamallar tarafından çevrilirken yeni çıkan bir petrol motürü tecrübe
edilerek İstanbul'da i!k defa havagazı motürü konmuşdur. Bu esnada binanın karanlık, ba
sık ve arkasına gelen Bâb-ı Âlî Bahçesinin sızıntıları ile rutubetli oluşundan dolayı Mat
baanın başka bir yere taşınmasını düşünür iken garib bir hâdise Ahmed İhsan'a yardım et
mişdir. Vak'a şudur: Ahmed İhsan Matbaasının biraz ilerisinde Ebussuud Sokağında bulu
nan Mahmudbey Matbaasında Bâb-ı Âlî'nin o sırada ihya eylediği "Takvim-i Vekaayi" basıl
maktadır. Gazete'de bir Hatt-ı Hümâyûn'a âid bir yazıda "Hasb'el - îcâb" ta'bîrinde eliflâm'ın
elifi, lamelifden sonra gelerek "hasbe la îcâb" şeklinde çıkar. AbdUlhamîd bundan şübhele-
nir; Takvim-i Vekaayi' kapatılır; Müdîri bir daha Devlet me'muriyetine alınmamak üzere azlolu-
nur. Bu havadis Servet-i Fünûn'da da çıkar; ancak Servet-i Fünûn, Alphonse Daudet'nin
Jak adlı romanını tefrika etmektedir; o günkü fıkra ise şöyle nihayetlenmektedir: "elde bir
gazete lâzımdı; iş görüldükden sonra gazetenin kapatılması kolay idi." ve tefrika devam et
mekte olduğundan mu'tad "mâba'dı var" ihtarı ile bu cümle biter. Bu kötü tesadüfü kasd'e
233
hamleden Matbuat Müfettişleri Servet-i Fünûn ve Matbaasının kapatılmasına karar verirler
iken Ahmed İhsan romanın durdurulması şartiyle mes'eleyî kapatır; fakat vakit kaybetme
den Servet-i Fünûn İdarehanesini Matbaadan ayırır. Sanayi' ve Maâdin Bankasının bulunduğu
bina Hazîne-i Hassa tarafından kat kat kiraya verildiğinden, 1. katı derhal, ayda 4 altun'a kira
lar ve oraya yerleşir. Servet-i Fünûn büyük Caddeye çıkınca Matbaa Kısmının idaresi, o za
manki "Âlem Matbaası ve Şürekâsı" firmasına dâhil bulunan iki şerike bırakılır. Ahmed İh-
san'ın bu iki Ortağı, ticâret, iktisad ve hesaba da yabancı olduklarından Matbaa iflâs mev-
ki'ine düşer; Ahmed İhsan, Ortaklarının haklarını satın alır ve tekmil makine aksamı ile
Matbaayı Servet-i Fünûn'un bulunduğu yere nakleder. Bu göç sırasında vuku' bulan bir hâ
dise de Devrin zihniyet ve havasını göstermek bakımından şâyân-ı dikkatdir. Matbaa aç
mak gibi Matbaanın nakli de izin almağa muhtaçdı. Ahmed İhsan da böyle bir izni almış;
eski dükkânları tahliye etmiş; makinelerini Bâb-ı Âlî karşısındaki Maâdin ve Sanayi' Banka
sına taşıttırdığı sırada, oradan arabası ile Zabtiye Nazırı geçer ve Matbaanın taşınmasına
mâni' olur. Makineler Sokak ortasında kalır. Ahmed İhsan derhal, Sadrâzam Avionyalı Ferid
Paşaya istid'a verir; Sadrâzam da istid'anın altına şu ibareyi yazar: "Bâb-ı Âlî'nin karşısın
daki binada matbaa bulunması teftîş ve nezârete daha ziyâde elverişli olduğundan müma
naat olunmamak üzere Zabtiye Nezâretine" havale ederek Zabtiye Nazırının müdâhalesini
keser; Matbaa da yeni yerine yerleşir. Bu bina son i'mar faaliyeti sırasında yıkılmıştır.
Bâb-ı Âlî karşısındaki bu binada Matbaa şöyle tanzim edilmişdi. Bodrum katını makine
ler işgaal ediyor; en üst kat'da mürettibhâne bulunuyordu. Matbaanın idaresi ise bizzat Ah
med İhsan tarafından ele alınmıştır. 1897'de "Âlem Matbaası" nâmı kaldırılmış; Matbaanın
ismi "Matbaa-i Ahmed İhsan" olmuşdur.
Ahmed İhsan'ın hareket tarzı gösteriyor ki, O, Gazete ile Matbaa İdaresini dâima ayrı
tutmayı ön plâna almışdır. Bu bilmecburiye oportünist davranışın sebebini zamanın hürri
yetsizliğinde, jurnalcilik zihniyetinde aramak gerekir. Bu düşünce ile olacak, Ahmed İhsan
yeni binaya taşınır taşınmaz Servet-i Fünûn için ayrı bir idarehane tutar.
Türk Matbuatının dalkavukluk rüzgârına kapıldığı, kapılmak mecburiyetinde kaldığı ve
hamallarına kadar bütün personeline rütbe, nişan ve madalyalar verildiği bir sırada, dîger
matbaalar gibi Ahmed İhsan Matbaası da Pâdişâha sunulmak üzere bir liste tanzim eder.
Bu listede kendi ismi, Tevfik Fikret'in ismi ve muharrirlerinin isimleri yoktur. Matbaaların
taltifi "emsali misillû" şeklini aldığında, "mucibince irâde" çıkar; Başmürettib "Mütema
yiz", Abone Me'muru "Saniye" olurlar; Makine Hamalları Sanâyi'-i Nefîse Madalyalarını gö
ğüslerine asarlar. Usulden olduğu üzere de Matbaanın nail olduğu "iltifât-ı cihanderecât"-
dan dolayı Servet-i Fünûn'da bir teşekkür fıkrası yazılır. Fakat Tevfik Fikret, Matbaa halkına
nişan istenilmiş olmasının, Gazete'de yazılmasını acı acı tenkid eder; Matbaaya küser, uğ
ramaz olur. Mecmua ve Matbaa buhranlı günler geçirir. Hattâ 1890 Boer Harbi dolay isiyle
İngiliz taraftarlığı göstermiş olan bir çok Servet-i Fünûn mensubu nefyolununca Matbaaya
kimseler uğramaz olmuşdur. Sansür, baskı ve hürriyetsizliğin daha da şiddetlendiği bu se
nelerde matbaada ba'zı teknik yenilikler yapılır. O zamana kadar Memleketimizde renkli
baskılar yapılmış ise de Avrupa'da başlanılan "üçrenkli - trikromi" denilen yeni usûl biz
de henüz görülmemişdi. Bu yeni îcâd ilk d e f a Servet-i Fünûn'da tatbik olunur. Klişeleri Vi-
yana'da yaptırılıp getirilmişdir. Matbaa, sınaî vadide gelişmekde, hâsılatın bir kısmı ile Ga-
234
zete de yaşatılmaktadır. Fakat faaliyet Servet-i Fünûn'un yavan mündericâtı içinde güzel re
sim basmak, o târihde ilk çıkan Ziraat Bankası Biyango biletleri ve Mushaf-ı Şerif tab'ına
inhisar etmektedir. İlmî, fennî, fikrî eserlerin basılmasına veda' edilmişdir. Bu sırada Mus
haf-ı Şerifin basılması ile litografi (taşbaskı) faaliyeti te'min edilmiş ise de tipo makinele
rine iş bulmak lâzım geldiğinden, 1902'de yapılacak nüfus sayımı için lüzumlu olan Nüfus
Tezkirelerinin baskısı alınır. 1893'de dağıtılan ilk nüfus tezkirelerinden sonra "Hâmîdiye"
tâbir c-iunan bu tezkirelerin baskısı Matbaa için elle tutulur bir gelir te'min eder. İstibdadın
matbaalara saldırdığı ve Matbaa-i Âmire adlı Devlet Matbaasının bile kapatıldığı o sıralarda
İstanbul'da Türk'ler elinde kalabilen 4-5 matbaa arasında, Ahmed İhsan Matbaası mühim bir
yer kazandı.
1908 Haziran'ında Rumeli'de İstibdâd'a karşı başlayan İsyan belirtileri te'sîrini İstanbul'
da da hissettirdi. 9 Temmuz'da Sadâret'de değişiklik oldu. Bâb-ı Âli'nin tam karşısında fevka
lâde bir nokta işgaal eden Matbaa'dan Hükümetin telâşı ve faaliyeti yakından tâkib edilmek
tedir. Hâdiseler hızla gelişmektedir. 10 Temmuz Sabahı İstanbul Halkı senelerce zabtetdiği
isyanını haykırmak üzere sokaklara dökülmüş, tezahürat yapmaktadır. Sirkeci'den Bâb-ı
Âlî'ye doğru akan kalabalık bir ara Ahmed İhsan Matbaası'nın önünde toplanmışdır. Günlük
olarak basılan Servet-i Fünûn tek taraflı basan iki makina ile gündüz, gece durmadan bas
kı yaptığı hâlde 25000 nüsha çıkarabilmektedir. O anları canlandıran Ahmed İhsan aynen
şöyle yazmaktadır: "Muharrirler yazıyor; makineler basıyor; me'murlarımız dağıtıyor, Halk
da kapışıyordu."
Halk istibdad'dan kurtuluşun sevinci içindeydi. Fakat bu hararetli günler çok sürmedi;
gazete alanlar azaldı; gazeteciliğe kalkanlar büyük zararlara uğradılar. Servet-i Fünûn da
zarar etmeğe başlayınca, Ahmed İhsan günlük Servet-i Fünûn'u 17 Mart târihinde kapattı.
Günlük gazeteciliği tekâmül ettirmek gaayesiyle Paris'de iken satın aldığı küçük rotatif
makinesini de Şûrây-ı Ümmet Gazetesi'ni çıkarmak isteyenlere Fransız ustası ile birlikte
devretti.
Ahmed İhsan yevmi gazete çıkarmanın, oynak siyâsî hava altında gaayeti tehlikeli ol
duğunu anlayınca, Servet-i Fünûn'u tekrar haftalık olarak takviyyeye karar verdi. Matbaa'ya
çinkografi yapmak üzere yeni âletler satın aldı; bir de mütehassıs usta getirdi.
Bu kararlar isabetliydi; zira İstibdadı yıkanlar hürriyet adına daha iğrenç denebilecek,
bir şahıslar idaresi kurmuşlardı. Dâhildeki sıkıntıları unutturmak gaayesiyle nazarları hâri
ce çevirmek için çığırtkanlarına "ya Girit yâhud ölüm" dedirtenlerin yoluna sapanlar İrti-
câ'ı da körüklüyorlardı. İşte böyle bir günde Ahmed İhsan Matbaası'na göz diken politika
cılardan biri:
— Siz iyi lisan bildiğiniz halde burada faaliyet gösteremiyorsunuz!; Panislâmizm yap
mak üzere sizi Tiflis'e Şehbender göndereceğiz, dedi. Bu sürgün badiresinden Ahmed İhsan
zor sıyrıldı. Yeni İdarenin körüklediği, fakat kendi aleyhine tezahür eden İhtilâl meş'um 31
Mart günü patlak verdi. Tanin ve Şürây-ı Ümmet Matbaaları darmadağın edildi. Bâb-ı Âlî'ye
doğru yürüyen bir güruh da Ahmed İhsan Matbaası'nın önünde durur; sesler yükselir; bu
rası da matbaa!... Ittihadcı mı? Hayır.... Bir "hayır" ile Matbaa kurtulur. Bunlar olup biter
ken Matbaa'da yalnız başına Ahmed İhsan bulunmaktadır; pencereden dışarısını gözetle
mektedir. Tanîn ve Şûrây-ı Ümmet Gazeteleri batmıştır; Ahmed İhsan, Servet-i Fünûn'ı ye-
235
niden yevmi olarak çıkarmaya karar verir. 6 Nisan'da ilk sayıyı yayınlar. 11 Nisan Cuma gü
nü Hareket Ordusu İstanbul'u taraf taraf zabtetmeye başlar. İstanbul kan ve ateş içindedir;
Matbaa'da Servet-i Fünûn yevmî olarak basılmaktadır. Ahmed İhsan ise o sırada Yeşilköy'
deki Hareket Ordusu Karargâhı'ndan gazetesine günde 3-4 d e f a adamla haber göndermek
tedir (1909'da İstanbul'da henüz telefon yoktu). Sükûnet günleri gelince, Ahmed İhsan si
yâsî gazetecilikden çekilmeğe bir kere daha karar verir. Matbaa'da da iş yoktur. Anarşi, ih
tilâl ve onu ta'kib eden te'dibler ilmi, fikrî ve edebî hareketleri büsbütün durdurmuşdur.
Matbaa'nın yaşamasını düşündüğü bir günde, eski mekteb arkadaşlarından İsmail Müştak
Bey gelir ve yeni çıkaracakları bir siyâsî gazete için matbaacılık ve kitabcılık da yapmak
üzere bir matbaa kurmak istediklerini fakat bir yenisini kurmakdansa Ahmed İhsan'ın, Mat
baası ile kuracakları Şirket'e girmesini teklif eder. Kurulacak Şirket'de Meb'us Mazelya
Efendi, Mr. Hugnen v.b. bulunmaktadır. Sermâye 25 bin altın olacaktır. Ahmed İhsan da 4500
altın sermayeli Matbaası ile katılacakdır. Ahmed İhsan, Matbaa'sının istikbâlini koruyan bir
mukaavele yapar; tasarlanan ittihad Gazetesi yayınlanmaya başlar; fakat ancak 3 ay da
yanır. Ahmed İhsan tedbirlerini önceden aldığı için, Matbaa zarara iştirak etmez. Sermaye
darlardan Mr. Hugnen ise kalan sermâye ile Matbaa'ya, yalnız matbaacılık için kullanılmak
üzere, iştirake karar verir. Ve böylece Ocak 1910'da "Ahmed İhsan ve Şürekâsı Komandit
Şirketi" doğar. Bu sırada Matbaa'ya mahsus bir bina inşâsına, Sermâye'ye dâhil % 6 faizle
avans alınmasına karar verilir. Eski Mekteb-i Mülkiyye (şimdiki İstanbul Kız Lisesi arkası)
karşısında yeni bir bina inşa edilir ve Matbaa oraya nakledilir. On sene devam eden bu
Şirket'in ortakları yavaş yavaş hisselerini Ahmed İhsan'a satarlar; böylece Komandit Şirket
kanunî olarak tasfiye olunur.
1929'da İsviçre Banknot Matbaası Orell Füssl ve Viyana Kâğıt Fabrikaları Elbemühl'ün
iştiraki ile "Ahmed İhsan Matbaası Limited Şirketi" doğdu; fakat Ahmed İhsan'ın mütea-
kib senelerde Meb'us olması dolayısıyle, Matbaa gitgide ihmâl edilmeye başladı. 1942'-
de Ahmed İhsan'ın ölümü üzerine daha da bakımsız hâle düşdü; nihayet 1945 yılında
vârisleri tarafından İstanbul'un kâğıt, kırtasiye ve Matbaacılıkta eski bir firması olan
"Âfitab"a satıldı. 1950'de "İstanbul Matbaacılık Anonim Şirketi" oldu.
Memleketimizde en iyi baskı san'atının öncülüğünü yapmış olan bu Matbaa, bugün
dahi aynı an'aneyi devam ettirmektedir.»
Bu arada Mekteb Arkadaşı Said Gelenbevîoğlu, Yüksek Ticâret Mektebi Müdîri iken,
isteği ve inhası ile 1909'dan 1917'ye kadar Yüksek Ticâret Mektebi İktisadî Coğrafya Mu-
allimliği'ni; 1911'den 1913'e kadar 20 ay süre ile istanbul Belediyesi Beyoğlu Şu'besi Mü-
dîrliği'ni ifâ etti.
236
Avrupa'da iken Dâmad Ferid Hükûmeti'nin P.T.T. Nâzın Sabri Bey bana geldi; kendisiyle
istişareden sonra, faaliyet sahası Almanya ve Avusturya olmak üzere "Ankara Matbuat ve
İstihbarat Şubesi (= Haber Ajansı)"m açdım. Millî Hükümet'e âit haberler, T.B.M.M. Mat
buat ve İstihbarat Umûm Müdîrliğinden bana gönderilirdi. Ben de bunları vakit geçirme
den Alman ve Avusturya Matbüâtı'na verirdim. Büyük Zafer'den sonra, Lozan Konferansı
nın başından sonuna kadar Başmurahhaslık maiyyetinde Lozan Türk Matbuat Bürcsu'nu
idare ettim. Konferans çalışmaları tamamlanınca İstanbul'a döndüm....»
1931'de Ordu Meb'usluğu'na getirildi ki, bu görevi vefatına kadar kesintisiz onbir yıl
devam etti. Bu arada, muhtelif zamanlarda "Himâye-i Etfal (== Çocuk Esirgeme) Cem'iy
yeti" ve "Hilâl-i Ahırıer (— Kızılay)" Derneklerinin Cenevre ve Paris'de toplanan millet
lerarası Kongreleri'ne dört defa, "Cem'iyyet-i Akvam (= Şimdiki Birleşmiş Milletler Teş-
kilâtı'nın 2. Dünya Savaşı'ndan önceki şekli) Müzaheret Cem'iyyeti" nin Prag, Bal ve Lo
zan'da toplanan Kongrelerine Türk Delegesi olarak katıldı. Ordu Milletvekili iken 27/28
Aralık 1942 gece yarısı saat 0,30'da Değirmendere'deki çiftliğinde Hakkın rahmetine ka-
vuşdu. Değirmendere "Garibler Mezarlığı"na, vasiyeti gereğince defnedildi. Evli olup üç
evlâd babası idi. Fransızca'ya kuvvetle vâkıf, Almanca'ya âşinâ bulunuyordu. Vefat haberi
Basın'da büyük yankılar yapdı (23/f):
«... Ordu Meb'usu ve Servet-i Fünûn Mecmuası sahibi Ahmed İhsan Tokgöz'ün cena
ze töreni bugün saat 15'de Değirmendere'de yapıldı. Törende Kocaeli Valisi Ziya Tekeli,
Donanma Komutanı Koramiral Şükrü O'kan, Üssübahrî Komutanı, dîger Amiraller, Emni
yet Müdîri, Jandarma Komutanı, Bando ve bir müfreze ile bütün Değirmendere Halkı ve
yakınlardan gelen Hey'etler hazır bulundular.
Vilâyet, Donanma, Parti ve Halk Hey'etleri Cenazeyi tâkibediycrdu. Hazîn bir tören
den sonra, Ahmed İhsan Tokgöz Değirmendere'deki Garipler Mezarlığına gömüldü....
*
Siyasal Bilgiler Okulundaki Tören
Ordu Meb'usu Ahmed İhsan Tokgöz için, dün gece Mülkiye Mektebi'nin merasim sa
lonunda bir ihtifal yapılmış; söz alan kıymetli hatibler merhumun hayâtından, eserlerin
den bahsetmişlerdir.
Merasim saat 20.15'de Merhumun hâtırasına hürmeten bir dakika sükûtla başlamış
ve söz alan Maârif Vekilliği Müsteşarı İhsan Sungu, Merhumun mücâdele dolu hayâtını,
Matbuat Tarihimizdeki sarsılmaz ve ötmez mevki'ini belirtdi ve yanında getirmiş olduğu
eser ve mecmualardan misâller okuyarak Servet-i Fünûn Mecmuasının 52 yıllık hayatiyle
birlikte 1891'den Cumhuriyetin i'lâmna kadar matbuatımızda geçen merhaleleri açık ve
samimî bir lisanla anlatarak sözlerine Merhumun bundan iki yıl önce Mülkiye'nin yıldö
nümünde söylediği son "bilmem bir daha gelebilecek miyim?" cümlesini hatırlatarak bi
tirdi.
İhsan Sungu'dan sonra söz alan, Mülkiye Öğrenicisi Ali Himmetgil, genç Mülkiyelile
rin yaşlı mesiekdaşlarına karşı olan derin sevgi ve saygılarına terceman oldu; sözlerini
şöyle bitirdi: "Her zaman Mektebimize, Vatanımıza onlar kadar lâyık olmaya çalışacağız".
237
Bundan sonra kürsüye çıkan genç şâirlerimizden ve Mülkiye Öğrenicilerinden Şinâsi
Özden, (= Özdenoğlu) samimî ve içden gelen bir konuşma yapdı; Ahmed İhsan Tokgöz'ün
şu parçasını okudu:
"Genç arkadaşlarım, müsaade ediniz de hepinize oğullarım diyeyim; şimdi sözlerim
size hitabdır: Mülkiye Mektebinin sânını, şerefini, muvaffakiyetlerini yükseltmek vazifesi
bundan sonra sizlerindir. Muvaffak olacağınıza ve Mektebin târihî adını yükselteceğinize
asla şübhe etmiyorum." Toplantı saat 23.30'da sona erdi.»
Ahmed İhsan'ın şahsî kalem faaliyetine gelince: Jules Verne'den yaptığı muhtelif terceme-
lerle yazı hayâtına girerek, klasiklere elatmamakla beraber, Alphonse Daudet, Bourget
gibi birçok tanınmış Fransız Romancısının eserlerini rahat okunan sâde bir dille Türkçeye
nakletmişdir. Te'lif olarak da "Hâver", "Ülfet" ve "Haraşo" adlarındaki edebî değerden
mahrum romanları, iktisad'a dâir bir iki eseri, 1891'de yaptığı bir Avrupa seyahatine âid
olarak "Avrupa'da ne Gördüm?" isimli ve değerce basit bir seyahatnamesi, nihayet iki cild-
lik "Matbuat Hâtıraları" vardır. Eserleri arasında dikkat ve ehemmiyete lâyık bulunanı da
bu son kitab'dır. Çünki Basın Hayâtımızın uzun bir devresi hakkında kıymetli bir kaynak
dır; 10 Temmuz'u (= 2. Meşrûtiyet'in i'lânını) İstanbul'da tâkib eden günler ve Bâb-ı Âlî'
nin o günlerdeki vaziyeti hakkında alâka ile okunmağa lâyık ba'zı görüş ve bilgileri ihtiva
etmekdedir. Ahmed İhsan'ın Memleket dahilindeki seyahatleri hakkında cild hâlinde top
lanmamış bir hayli yazısı da vardır.»
Rahmetli Ali Cânib Yöntem de şu hâtırasını anlatmaktadır (23/e):
« Servet-i Fünûn'un sahibi Ahmed İhsan Bey'di. Ahmed İhsan Bey'i eskidenber!
tanıdım. 1931de Atatürk'ün tensîbiyle her ikimiz de Ordu'dan Meb'us çıkınca, yıllarca da
ha yakından temas ettik. Bu yıllarda Ahmed İhsan Bey'in yaşı hayli ilerlemiş olduğu hâlde,
canlılığı bana hayret verirdi. Servet-i Fünün Dergisini uzun yıllar nasıl aksatmadan devam
ettirebildiğini ve koca bir Matbaa'yı nasıl kurup zenginleştirdiğini daha iyi anlamış oldum.
1836da Mülkiye Mektebini bitirince kısa bir müddet me'murluk hayâtına girdi. Fakat
o serbest çalışmak istiyordu. Ufak tefek ba'zı dergiler neşretti. Sonra "Âlem Matbaası"
238
adını verdiği Basımevini kurdu. 1890'da Servet-i Fünûn'u çıkarmağa başladı. Bu adı niçin
seçtiğini sorduğum zaman, güldü ve şöyle bir cevab verdi:
"Bu adı ben seçmiş değilim. Eskiden doğrudan doğruya Maârif'deki "Encümen-i Teftiş
ve Muayene" nin izniyle haftalıklar çıkarılabilinirdi; sonra Pâdişâh Abdülhamîd'in emriyle
bu usûl kalkdı. Onun İrâdesi olmadan dergi çıkarmak imkânı kalmadı. Bunun ne kadar uzun
bir iş olduğu meydanda idi. Aynı zamanda ben o zaman otuz yaşında da değildim. İstedi
ğim kabul edilmedi. Bir arkadaşım akıl öğretti: Çıkmakta olan gazetelerden birine haftalık
ilâve olarak bu yapılabilir, dedi. Bir Rum Galata'da "Servet" adlı bir gazete çıkarıyordu.
Servet'in kuyruğuna bir "Fünûn" taktık; iş oldu bitti. 1306 ya'ni 1890'da ilk sayımız çıktı."
İlk yılında O'na, zamanında pek şöhretli, edîb ve şâir olarak tanınan Nâbî-zâde Nâzım Bey
yardım etmiş; "Seyyiei Tesâmuh" adlı Romanını tefrika suretiyle çıkarmışdır. Yine bu iki
yıl içinde Ahmed Râsim ve Ali Ferruh Beyler ile Ahmed İhsan'a dâima yardımcı olan Mah-
mud Sâdık Bey, Yazı Hey'etine girdiler. Merhum Besim Ömer Paşa tahsilini ikmâl için git
tiği Paris'den döndükden sonra, Servet-i Fünûn'a yazı yardımında bulunmağa başladı. İlk
yılda her sayı tirajının altıyüz'ü geçmediğini öğrendim. 1891'den i'tibâren başda Recâi-zâde
Ekrem Bey olmak üzere, O'nun teşviki ile Tevfik Fikret, Hâlid Ziya, daha sonra Cenab Şaha-
beddin, Ali Ekrem (Nâmık Kemâl'in oğlu), 1897 Yunan Muharebesi sırasında Hüseyin
Câhid, Mehmed Rauf, Ahmed Hikmet (Müftioğlu), İbrahim Cehdî ya'ni Süleyman Nazif,
Faik Âlî (Ozansoy), biraz sonra da Ahmed Şuayb, Dergi'de bir zümre hâlinde toplanmışlar
ve bu suretle Edebiyyât Târihimizde "Edebiyyât-ı Cedide" diye anılan teşekkül meydana
çıkmışdır.
1901 yılı Servet-i Fünûn için pek meşum olmuşdu. Hüseyin Câhid'in bir makaalesi
bahane edilerek, Memleketin bir kısım aydın gencini etrafında toplayan bu Dergi Abdülha
mîd'in İrâdesi ile kapatıldı. Bundan sonra tâ Meşrûtiyet i'lân edilinceye kadar "Servet-i Fü
nûn" patates yetiştirmek, ziraatle gübrecilik gibi konularda öteberi yazmak mecburiyetinde
bırakılmışdır. Bu müddet esnasında Ahmed İhsan pek eski dostu Mahmud Sâdıkla haşha
şa kalmışdı.
2. Meşrutiyet'in Hânından sonra İstanbul Gençlerinden bir kısmı "Fecr-i  t i " adı ile
bir topluluk kurdular ve tıbkı Edebiyyât-ı Cedideciler gibi "Servet-i Fünûn"u kendi eserle
rini basacak bir organ saydılar. Ahmed İhsan Bey, 22 Temmuz 1910'da günlük Servet-i Fü
nûn Gazetesinin birinci sayısının çıkışını kutlamak üzere fevkalâde bir sayı çı
kardı. Orada Edebiyyât-ı Cedîdeciler'den, "Fecr-i Âticiler'e kadar ihtiyar, orta yaşlı ve
genç yazarların, hepimizin, şi'irleri, resimleri, makaaleleri vardı. Servet-i Fünûn Ahmed Ih-
san'ın ölümüne kadar devam etdi. Adını "Uyanış" olarak değiştirdi ve uyudu!....»
Basılmış Eserleri'nin künyelerini bildirmeden önce, te'lif romancılığı hakkında kısa bir bil
gi vermek amacıyle, Servet-i Fünûn'da tefrika edilip sonra kitab hâlinde yayımladığı "Hâ-
ver - Millî Roman" adlı eserinden kısa bir örnek vermeyi uygun buldum. (23/ç):
239
« Teklifsiz arkadaşları arasında "güzel" lâkabına mazhar olmuş Râci Bey'i herkes
bilir. İşin garabetine bakınız ki, hakîkaten yakışıklı olan Râci Bey'in şu unvan hiç hoşuna
gitmez. Vâkıâ Kerkükî-zâde Râci Efendi, İstanbul kibarları arasında kibirsiz, gurursuz, nazik ola
rak şöhret bulmuşdur. Şimdi şâyân-ı dikkat bir nokta var; Râci Bey'i herkes tanır, dedik; her
kes tâbirinden maksad, öyle bütün İstanbul Halkının tanımasını ifham değildir. Râci Bey yaşa
dığı âlem içinde tanınmışdır; Râci Bey'in yasağıdı âlem ise, öyle iş güç ehlinin girdiği yer diye
telâkki olunamaz. Râci, kibarların zenginlerinden olduğu için, âdet yerini bulsun fikrine tâbi'
olarak hemen elde eylediği me'muriyetini uhdesinde muhafaza eder. Boğaziçinde yalısı,
İstanbul'da konağı vardır. Bahar gelince araba ile kâğıthâne'den, yazın Bağlarbaşı ile Kuş-
dilinden, kışın Beyoğlu'nun eğlencelerinden geri kalmaz; tarz-ı hayâta Avrupakârîlik vermek
için, Yaz'ları ufak seyahatler eder. Meselâ bu yaz Bursa Kaplıcalarına, gelecek sene Sela
nik Vilâyetinin dâhilinde vâki' çiftliğine sefer verir. Hülâsa İstanbul kibarları meyânında
hâli, vakti yerinde olmakdan ziyâde zengin addolunanların en mu'tedi! tarzda yaşayanı Râ-
ci'dir. Yaşadığı âlemin halkı, hele zengince olması, kendini o âlem ile daha epeyce başka
larına tanıtmışdır. İşte Kerkükî-zâde Râci Bey böyle bir adamdır İstanbul'da Ka
basakaldaki konağı, tarz-ı cedîd ile yapılmış sağlam bir kârgir dâiredir; Anadolu Hisarın
da vapur iskelesine civar yalısı, o Köye ziynet veren ebniyelerden sayılmaktadır; fazla ola
rak Burgaz Adası'nda ufak bir sayfiyesi ile biraz evvel haber verdiğimiz Selanik'te Uzun-
köprüye civar Yüksekkaya Çiftliği de vardır ki, gerek Adadaki sayfiye, gerek çiftlik hakîka
ten fevkalâde ta'birine lâyıkdır.
Kerkükî-zâde Râci Bey, 25 yaşında iken, ricâl-i ulemâdan olan Pederinin büyük serve
tine vâris olmuş; dört sene sonra dahî elindeki servetin re's'ül-mâline dokunmak cinnetini
göstermeden kendi gibi zengin ve henüz pederi vefat! etmiş bir kibar kızıyle teehhül et-
mişdi. Râci'nin zevcesi Sâdiye Hanım'ın Pederi de ricâl-i ulemâdan idi. Bu adam meslek-i
ilmiyye'de büyük bir mevki' istihsal etmiş olarak terk-i hayat edip olanca servetini biricik
vârisi olan kızına bırakmış idi. Râci'nin Sâdiye ile teehhülünü o vakit haber alanlar:
— Allah için küfüv!.... diye takdir etmişler; en bedhahlar bile zebân-ı ta'riz uzatmağa
vesiyle bulamamışlardı.
Hikâyemizin zaman-ı ceryâmnda otuzbeşini bulmuş olan Râci, zevcesinin vâridâtıyle
birleşerek büyük bir mikdar teşkil etmiş malını, terk-i hayât ederse kime bırakacağını bil
miyordu. Zira her cihetçe münasib ve muvafık bulunan izdivaç, müsmir olamamış; tara
feyn bir minimininin meydana gelmesiyle evdeki şenliği artıramamışdı. Bâlâter konağın, ya
lının şu yalnızlığı, Râci'yi fena halde bîzâr eyleyor idi. Birkaç defalar odalık almak yahud
tekrar evlenmek istediyse de baba olmak şerefinden mahrumiyetin kabahati kendisinde
mi yoksa zevcesinde mi olduğunu bilemedikden başka zevcesine karşı hissettiği hissiyât-ı
muhabbetkârâne-i sâdıka, Râci'yi şu fikirden fariğ eyliyordu. Maamafih, kalbini rahne-
dâr eden mahrumiyetden dolayı Zevcesini bir azıcık itham etmekden de çekinmiyordu.
Sâdiye'ye gelince: Evinin işiyle eğlence ve gezmesiyle, hizmetçileri, halayıkları ile
alelhusus ahbabları, müsâfirleriyle ziyâde meşgul olduğundan zevcini dâima me'yus eden
mes'ele ile çokluk it'ab-ı zihn'e vakit bulamıyordu. Sâdiye, mûsikîyi, âfât-ı müsikîyye'den
"kanun"u çok severdi. Gezmelerden asla geri kalmak istemez; giyinmeye kuşanmaya me
rakı çokdur. Bununla beraber iffet ve namusu hususunda kimseye zebandırazlık etmek hak-
240
kını vermemişdir. Uzunca boylu, nâzik yapılı, kumral saçlı, latif kara gözlü, ufacık ağızlı, in
ci dişli, beyaz tenli Sâdiye, tabiî olan hüsn'üne san'atın muavenetini dahî zammederek
dâima kendini daha parlak göstermek san'atını iyi bilirdi. Zevcine riâyeti mahsusa'sı var
dı. Terbiyesi de pek güzel olduğu için, ne süs yaparsa onun için yapıyormuş gibi göste
rirdi.
Râci de böyle bir zevceye lâyık adamdır. Râci, tab'an nâzik, mütehassis, âlîcenab ve
ah'âk-ı âliye ashâbından'dır; nezâketi icâbından olarak kalbini rahnedar eden mes'eleden
dolayı velev kinaye tarzında olsun Zevcesine birşey söylememişdir; yalnız ara sıra pek
teklifsiz arkadaşlarına râz-ı derûn'unu ifşa ederdi. Mahalle halkına, komşularına bile so
rulsa, Râci ile Sâdiye'nin geçimleri Allah için yolunda olduğunu, Kadının tam bir kadın,
Bey'in de tam bir efendi olduğunu haber alırsınız; artık böyledir diye aralarında hiç uygun
suzluk olmamıştır, sanmamalı. Vakıa ara sıra ufak tefek dırıltılar meydan almış; amma on
lar da hârice aksetmeden ikisinin arasında kaybolup gitmişdir.
Romancılık vazifesinde biraz daha ileri gidersek, haber vermeli ki, Râci Zevcesine riâ
yet-i mahsusa'da bulunmakla beraber yaşadığı âlem-i zevk ü safânın îcâbatı olan karılı eğ
lencelerden de külliyen geri kalmazdı. Fakat şu yolda her ne yaparsa, evden birkaç kurşun
atımı uzaklarda icra ettiği için zevcesine asla sezdirmezdi. Sâdiye'ye duyurmadan ettiği
sadakatsızlıklardan dolayı dahî, ba'zan Râci'nin hissiyatı galeyana gelerek Zevcesine ziyâde
muhabbet âsârı gösterirdi.
Râci veçhen de güzel adamdır; vücudca kuvvetlidir; otuzbeşini aş