Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 10

b.

Ekolojik ve Kültürel Bakışlar: Şikago Okulu

20. yüzyılın ilk çeyreğinde Avrupa’ya, önceki yüzyıldan devralınan sömürge paylaşımı
kavgalarının ülkeleri büyük bir savaşa sürüklediği yoğun kargaşa ortamı hâkimdir. Amerika
Birleşik Devletleri (ABD)’nde ise bu yıllar, artık oturan kapitalizmin zengin ekonomi rüyasıyla
göçmenleri çekmeye ve kentlerin katlanarak büyümeye devam ettiği yıllardır.

Bu farklılık, kuramsal çalışmaların seyrine de yansır. Batı kentinin giderek daha fazla
hırs, hesap, çatışma ve bezginlikle özdeşleştirilen çehresi, savaş yıkımının da etkisiyle kent
karşıtı düşünceyi diriltir. Tam da bu dönemde Avrupa’da Oswald Spengler, Simmel’in kent
analizini yeniden kurgulayarak ya da bir nevi tersinden okuyarak bir kırsal mistisizme
ulaşacaktır. Ona göre insan yaşamının temel çelişkisi, kırsal kesim ile kentsel kesim arasındadır.
İnsan yaşamının geldiği aşamada devasa kentlerin oluşturduğu medeniyet, insanları topraktan
koparmaktadır; oysa insan yaşamının kökleri hep topraktadır. Spengler’a göre bu kopuşun
yarattığı kentlerin sonunda ülkeyi batıracağını görmeden, ekonomik ve siyasal tarih
kavranamaz.1

Spengler, Batının Çöküşü’nde2 köylü-kentli ya da taşra-kent ayrımlarını, kültür-


medeniyet ikiliği üzerinden okur. Onun gözünde köy, taşra ya da kırsal kültürün mekânlarıdır
ve tarihin akışı kaçınılmaz biçimde medeniyete yani kasaba ve kente doğrudur. Batı dünyası
için kültürden medeniyete geçiş 19. yüzyılda tamamlanmıştır. Bu dönemden itibaren büyük
aydın kararlar, en küçük köyün bile önemli olduğu dünyada değil üç dört büyük kentte
alınmaktadır. Bu dünya kenti artık “yuva” değil kozmopolitanizm anlamına gelir. Bu kente ait
olan da halk değil kalabalıktır. Spengler, büyük kentin insanını ve onun “kültürün eski ve geniş
manzarası”nın sahibi taşraya-köylüye bakışını şöyle anlatır:3

“Topraktan doğan ve büyüyen gerçek insan yerine, akıştan (akışkan olmalı-y.n.) yığınlar şeklinde
birbirine dengesizce bağlı olan, yeni bir çeşit göçebe vardır: Parazit şehirli –geleneksiz, bütünüyle kesin,
dinsiz, zeki, verimsiz, köylüyü ve köylünün en ileri şekli olan köy beyini küçümseyen. Sona, inorganik olana
doğru büyük bir adımdır bu –ya nedir mânası? …. Kültürün temsilcisi olan bütün geleneklere (soyluluk,
kilise, ay3rıcalıklar, sülaleler, sanatta görenek ve ilimde bilgi sınırlanması) karşı anlaşılmayan düşmanlığı;
köylünün bilgeliğini karıştıran keskin ve soğuk zekâsı; bütün cinsiyet ve toplum konularındaki, çok ilkel
içgüdü ve şartlara kadar uzanan, yeni moda tabiatçılığını (natüralizm); spor sahaları ve ücret kavgaları
şeklinde yeniden ortaya çıkan ‘ekmek ve eğlence’ (panem et eircenses) tutkusu. Bütün bunlar kültürün kesin
kapanışını ve taşralıya karşı, geç kalmış, geleceksiz fakat önlenmesi imkânsız, insan geçiminde yepyeni bir
dönemin açılışını haber veriyor.”

Spengler, kültür, gelenek ve erdemle tanımladığı köylüyü, “bütün kültürlerden bağımsız


ebedi insan” mertebesine koyar. Karşılığında kentli ise akıl ve paranın tutsağı; geleneksiz,
inançsız, kof medeniyetin simgesidir. Bu iki ruh arasındaki savaşta tarihin akışı daha büyük
olandan yanadır; nasıl kasabalının gözünde köy ya da taşra geri ve dar kafalı ise kasabanın
kendisi de megalopolis karşısında geri ve dar kafalı kalacaktır. 4 Bu gidiş ise Batının
Çöküşü’nün resmidir adeta. Toprağından ve kültüründen kopuş, onun gözünde haberini verdiği
yepyeni dönemin trajedisi olacaktır.

1
Martindale, a.g.e., s.37-38
2
Oswald Spengler, Batının Çöküşü, 2. bs., Çev. Giovanni Scognamillo-Nuray Sengelli, İstanbul, Dergâh Yay.,
1997.
3
Spengler, a.g.e., s. 46-47.
4
A.e., s. 331.
Spengler’ın bu kent karşıtı kırsal mistisizmi önemli bir iz bırakmaz; zira kentler giderek
yükselmekte, gelişmekte; toplumsal kuram da büyüyen kentlerin ve kentsel sorunların analizine
daha fazla eğilmektedir. Ancak Spengler, kentsel alan için yeniden yorumlanmak suretiyle de
olsa, kent tanımını benimsediği Simmel ile birlikte Şikago Okulu’nun iki kanadına etki eden
düşünürlerden biri olur.

Batı Avrupa’da savaş ortamının yarattığı gerilim sürerken, ABD’de kenti sistemli bir
biçimde ele almaya yönelik ilk ciddi girişimlerin de tohumu atılmıştır. 1892’de açılan Şikago
Üniversitesi bünyesindeki Sosyoloji Bölümü, 1910’ların başında Robert E. Park ve Ernest W.
Burgess’in katılımıyla, ilk kapsamlı kent analizlerinin, araştırmalarının, sistematik alan
çalışmalarının ve etnografilerin toplandığı ‘okulun’ doğduğu yer olur. Bu bölüm, 1900’lerin
başından 1950’lere kadar uzanan dönemde bünyesinde çalışmalar yürüten birden fazla kuşağa
ev sahipliği yapsa da, Şikago Okulu, asıl olarak Robert Park ile onun takipçileri olan Ernest
Burgess, Roderick McKenzie ve Louis Wirth’ün çalışmalarıyla anılır.5 Parker’a göre Şikago
Okulu’na bu vasfını veren, epistemolojik bir topluluk ya da toplum anlayışları ve yaklaşımları
aynı olan bir grup olmaları değil, 1930’lara kadar bu dört ismin bir arada yürüttükleri ya da
birbirini besleyen çalışmalarıdır. 6 Kabaca iki büyük savaş arası dönemde toplanan bu
çalışmalar, Şikago’yu kent çalışmaları için bir laboratuvar, kenti de ekolojik ve kültürel bir yapı
olarak ele almak suretiyle, doğrudan doğruya kent analizine yönelen ilk kapsamlı açıklama
girişimi olmuştur.

Şikago Okulu’nun çalışmaları -en genel ifadesiyle- iki konu etrafında biçimlenmiştir
denebilir: “Kentlerin mekânsal düzenleme biçiminin toplumsal ilişkilere etkisi ve kentlilerin
yaşam biçiminin, geleneklerinin oluşturduğu kültürel yaşam.”7 Bir başka deyişle Okul, kenti,
biri kentin fiziksel yapısı ve kent mekânı üzerindeki düzenlemelerin kent yaşamına etkisi; diğeri
kent yaşamının doğurduğu metropol kültürü ile bu kültürde ifadesini bulan kentlilik mevhumu
olmak üzere iki yönüyle ele alır.

Bunlardan ilki, okulun “insan ekolojisi” olarak adlandırılan çalışmalarını içerir. Burada
temel soru, kentsel alanda nüfusun çevreye nasıl uyum sağladığıdır. Sorunun cevabı, “sosyal
süreçlerin mekâna oturtulması” için kentsel büyümeyi ve gelişmeyi açıklayan mekanizmalarda
aranmıştır. Bu mekanizmalardan biri, işlevsel ve mekânsal olarak farklılaşmış kent ortamında
yaşayan birey ve gruplar arasındaki rekabet ya da yarışmacı işbirliği; diğeri ise insan
yerleşmelerinde kimi faaliyetlerin daha belirleyici olduğu düşünülen baskınlık ya da hâkimiyet
anlayışıdır. 8 Her iki varsayımın da kuramsal dayanağı Darwin’dir. Darwin’in doğadaki rekabet
ve güçlü olanın ayakta kalışına dair tezleri kent topluluklarına uyarlanmış ve kentler “uygar
insanın doğal yaşam alanı”9 olarak tanımlanmıştır. Bu yanıyla kentler, “biyolojik analoji

5
Şikago Okulu ile ilgili genel bilgilere hemen her sosyoloji-kent sosyolojisi, kent ya da genel olarak mekân
tartışmalarının olduğu eserlerde rastlamak mümkün. Ben burada şu kaynaklardan bir derleme yoluna gittim: Mark
Gottdiener, Leslie Budd, Key Concepts in Urban Studies, 3rd ed., London-UK, Sage Publications, 2006, p. 1-4;
Eylem Özdemir, “Kültürel Farklılıkların Kentsel Siyasete Yansıması: Mersin Örneği”, Yayımlanmamış Doktora
Tezi, İstanbul, 2009, s. 66-67; Howard S. Becker, “The Chicago School, So-Called”, Qualitative Sociology, Vol.
22, No. 1, Human Sciences Press, y.y., 1999, s. 3-4 (Çevrimiçi) https://bscw.uni-
wuppertal.de/pub/nj_bscw.cgi/d8022004/beckerchicagoschool.pdf, 02 Haziran 2014; Saunders, a.g.e.,
6
Simon Parker, Urban Theory and The Urban Question: Encountering the city, London-UK, Routledge,
2004, s. 39.
7
Duru ve Alkan, a.g.e., s. 12.
8
Aslanoğlu, a.g.e, s. 60.
9
Robert E. Park, Ernest W. Burgess, Roderick D. McKenzie, The City, Chicago-USA, The University of Chicago
Press, 1925, Reprinted 1984; içinde, Robert E. Park, “The City: Suggestions for the Investigation of Human
Behavior in the City Environment”, (ilk basım: The American Journal of Sociology, Vol. 20, No. 5, Mar.,1915,
yoluyla sosyal grupların mekândaki rekabeti”10 açısından değerlendirilmektedir. Kenti ve
kentte yaşayanları ekolojik çerçevede ele alan bu yaklaşımı Şikago Okulu’nda Robert Park ve
onun fikirlerini genişleten Ernest Burgess ile Roderick McKenzie temsil eder. Ancak ekolojik
yaklaşım asıl ifadesini Park’ın yazılarında bulur.

Park, “The City: Suggestions fort the Investigation of Human Behavior in the Urban
Environment (Kent: Kentsel Mekânda İnsan Davranışı Araştırmaları İçin Öneriler)” adlı
meşhur makalesinin hemen başında, çalışmasına esas aldığı kent tanımını ortaya koyar.
Spengler’ın “Köylü için evi neyse uygar insan için de kent odur.” sözünden hareket eden Park’a
göre kent, bireylerin bir araya geldiği; toplumsal hayatı kolaylaştıran araçların (binalar,
tramvaylar, elektrik lambaları…), kurumsal ya da yönetsel aygıtların (mahkemeler, hastaneler,
okullar…) toplandığı bir yer olmaktan çok daha fazlasıdır. Kent, daha çok, gelenek ve
görenekler ile bunların bünyesinde taşınan tutum ve düşüncelerin bir bütünüdür. Yani kent,
sadece bir fiziksel mekanizma ve yapay yapı değil aynı zamanda onu var eden insanların yaşam
süreçlerini içeren bir doğal ürün ve özellikle de insanın doğasıdır. İnsanın doğal yaşam alanı
olarak belirlenen kent, sadece coğrafi ve ekolojik değil, işbölümü temelinde örgütlenmiş bir
ekonomik birim özelliği de taşır. Kent, işbölümü, uzmanlaşma, meslekler, sözleşmeler, binalar,
yollar, resmi kuruluşlar, makineler vs. ile oldukça yapay bir “psiko-fiziksel” mekanizmadır;
fakat aynı zamanda bütün bunlarla birlikte var olan, bireysel ve toplumsal ilişki biçimlerinin
şekillendiği kendine özgü bir kültürel tiptir. Yani kent, bu bakış açısından, yer ve insanlar ya
da mekân ve kültürel alan olarak ifade edilebilir.11 Böylece Park, dayandığı kent tanımından
hareketle, makalesi boyunca kentin bu iki çehresini bir arada ele alır. Bir tarafta kent planı,
yerel yönetim organizasyonu, mesleki tipler ve meslek sınıflandırması, endüstriyel
organizasyon, kentsel çevre gibi kentin fiziksel yapısına; diğer tarafta komşuluk ilişkileri,
gettolar, ikincil ilişkiler, toplumsal kontrol mekanizmaları, kentsel huylar/mizaç ve
alışkanlıklar gibi kentin ahlaki/kültürel düzenine ilişkin meseleler yer alır ve bütün bunlar, bir
arada ve birbiriyle ilişki içinde kent nosyonunu oluştururlar.12

Saunders, Park’ın çalışmalarında, ondan önceki pek çok düşünürün izleri olduğunu ileri
sürer. Örneğin Park’ın insan doğası hakkındaki ontolojik varsayımları ve birey-toplum
arasındaki ilişkiye bakışı ile genel metodolojisi Durkheim’a dayanmaktadır. Kent alanını kentli
insanın doğal yaşam alanı olarak tespit ederek kentte yaşayan bireylerin hem biyolojik hem
kültürel mücadelesi esasında kurduğu analizleri ya da genel olarak kuramsal çerçevesinin
kaynağı Darwin’in görüşleridir. Yine, insan toplumunun iki çehresi olarak biyolojik mücadele
ve faydacılık Spencer ve Darwin, uzlaşma ve ortak amaç Comte ve Durkheim (kolektif bilinç)
düşüncesinin izleri olarak Park’ın analizlerinde kendine yer bulmuştur.13 Ama asıl olarak
Park’ın görüşlerindeki ikilikler, Darwin ve Durkheim’ın kuramlarından beslenmektedir. Kenti
doğal yaşam alanı ve buradaki bireysel ve toplumsal ilişkileri de bir tür biyolojik-kültürel
mücadele olarak görmesi Darwin’den, insan topluluğundaki işlevsel(mekânsal ve ekonomik)
farklılaşma ve karşılıklı bağımlılık gelişimine yönelik iddiaları da Durkheim’dan mülhemdir
denebilir.14

pp. 577-612), (Çevrimiçi) http://www.esperdy.net/wp-content/uploads/2009/09/Park-The-City.pdf, 17 Nisan


2014, p. 2.
10
Kurtuluş, a.g.e., s. 181.
11
Park, a.g.e., p. 1-2
12
Park, a.g.e., 1-46.
13
Saunders, a.g.e., s. 60-63.
14
A.e., s. 63-64.
Park, bu kuramsal mirastan beslenerek oluşturduğu analizlerinde, toplumsal
karmaşıklığı dört unsur üzerinde toplar: 1. Nüfus, 2. İnsan eliyle yaratılmış şeyler (teknolojik
kültür), 3. Gelenek ve inanç (ahlaki kültür) ve 4. Yaşamın doğal kaynakları. Bu dört unsur,
aslında insan topluluğunun yarattığı kültürün birbiriyle uyumlu iki ayağını oluşturmaktadır: Bir
yanda gelenek ve inanışlar; diğer yanda insan eliyle yapılan şeyler ve teknolojik araçlar.15 Bu
iki ayak arasındaki etkileşim ya da uyum, biyotik dengenin ve toplumsal eşitliğin devamlılığını
sağlayacak formül olarak da Pak’ın görüşlerinin temelinde durmaktadır. Onun kentsel yaşamı
üzerinde inşa ettiği bu ikilikler, Mc Kenzie’nin bir insan topluluğunun büyüme sınırları, üretimi
ve bu üretim toplamının büyüyen topluluk arasındaki dağıtımı; Burges’in eş merkezli çemberler
biçiminde topluluk gelişme modeli ve bu modeldeki rekabet, baskınlık, yerini alma ve istila
kavramlarına dayanan analizleri ile genişletilerek kente ekolojik bakış diyebileceğimiz
çerçeveyi oluşturmuştur.16 Bu çerçeve içinde kentsel toplumsal yaşamın biyotik düzeyi
“topluluk” ve onun kültürel düzeyi de “toplum” olarak tanımlanmıştır. Simbiyotik birlik olan
topluluğu meydana getiren rekabet; kültürel birlik olan toplumsal birliği meydana getiren ise
uzlaşmadır.17

Şikago Okulu’nun, kenti fiziksel ve kültürel bir bütün olarak ele alan ancak daha çok
ekolojik bir yaşam alanı olarak tanımlayan kanadı, nasıl (Burgess ve McKenzie’nin de geliştirip
beslediği) Park’ın çalışmalarında asıl ifadelerini buluyorsa; insan ekolojisi yaklaşımını
görüşlerinin iki ayağından biri olarak kullanmasına rağmen, Okulun kenti asıl olarak kültürel
çerçevesiyle ele alan kanadının temsilcisi de Louis Wirth’tür. Wirth, Saunders’ın “bir sosyoloji
dergisinde şimdiye kadar yayımlanan tartışmasız en ünlü makale”18 diye selamladığı “Bir
Yaşam Biçimi Olarak Kentlileşme”19 adlı makalesinde, hem sosyolojik açıdan –kendi dönemi
için- eksikliği hissedilen, anlamlı bir kent tanımına hem de (hatta daha çok) sadece kentin
kendisinin ve farklı kent tiplerinin değil, kentteki yaşamın ayırt edici özelliklerini ortaya
koyabileceği kapsamlı bir kentlileşme yaklaşımına da ulaşmak amacındadır. Wirth,
makalesinde, kendinden önce böyle sistemli bir kentlileşme tanımına en yaklaşmış isimler
olarak Weber (“Die Stadt”20 makalesi) ve Park’ı (yukarıda değindiğim “The City: Suggestions
fort the Investigations of Human Behavior in the Urban Environment” adlı yazısı) işaret eder.
Ama –ona göre- bu yetkin katkılar bile “düzenli ve tutarlı bir kuram çatısı oluşturmaktan
uzaktır”21. Bu nedenle Wirth, dikkatini kentin tanımından çok kentli yaşam biçiminin,
kentlileşmenin ya da kent kültürünün temel özelliklerinin neler olabileceği üzerinde
yoğunlaştırır. Ona göre “İyi bir kentlileşme tanımı, yalnızca tüm kentlerin genelde gözlenen
temel niteliklerini göstermekle kalmamalı -en azından bizim (kendi toplumunu kastediyor –
y.n.) kültürümüzdeki- değişik biçimlerinin neler olabileceğini bulmamıza yardımcı
olabilmelidir.”22Bu yaklaşımıyla Wirth, Park ve Simmel’in analizlerinin bir sentezine
girişmiştir23 denebilir. Ancak bu sentezde baskın olan, Simmel ve onun kent tasavvurudur.

15
Robert Park, Human Communities, New York-USA, Free Press, 1952, p. 158.
16
A.e., 65-66.
17
Saunders, a.g.e., s. 68.
18
A.e., s. 109.
19
Louis Wirth, “Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentlileşme”, Duru ve Alkan, a.g.e., s. 77-106.
20
Duru ve Alkan, Weber’in bu makalesine “Wirtschaft und Gesellschaft, Tübingen, kısım I, ölüm viii, s. 514-601”
biçiminde referans göstermişlerdir. Bu eser, benim de bu bölümde daha önce kaynak olarak aldığım “Şehir:
Modern Kentin Oluşumu” adıyla Don Martindale’in derlediği ve Musa Ceylan’ın Türkçe’ye çevirdiği kitap
içinde de yer alan makaledir.
21
Wirth, a.g.e., s. 86.
22
A.e., s. 83.
23
Saunders, a.g.e., s. 110.
Wirth de makalesine –Robert Park gibi- kent olgusunun sadece fiziksel varlığı ile
tanımlanamayacağını anlatarak başlar. Kenti sayısal nüfus değeri, büyüklük ya da katı bir
biçimde mekânla sınırlandırdığımız sürece bir yaşam biçimi olarak kentlileşme için uygun bir
kavram geliştirmek zorlaşacaktır. Bunlar bir kentin betimlenmesinde, kentsel toplumun ayırt
edilmesinde görmezden gelinemez özelliklerdir;24 fakat sosyolojik bir kentlileşme tanımı
bundan daha fazlasına ihtiyaç duyar. Bu nedenle Wirth, kendi kentlileşme tanımını şu üç özellik
üstüne kurar: a) Nüfusun büyüklüğü, b) yerleşim yerlerinin yoğunluğu, c) Yerleşim yerlerinde
oturanların ve grup yaşamının farklılığı;25 ya da yine kendisinin kısa adlandırmasıyla nüfus,
yoğunluk ve heterojenlik.

Bunların her biri, kendi içlerinde kentli yaşam biçiminin temel özellikleri olarak
sıralanabilecek etkiler yaratmaktadırlar. Örneğin nüfus yığılması arttıkça, bir yerde yaşayan
insanlar arasındaki farklılıkların da artması beklenir. Bu farklıklar da bireylerde renk, etnik
köken, ekonomik ve toplumsal konum, beğeni ve öncelik gibi daha başka toplumsal
farklılaşmalara yol açar. Böyle bir yapı içinde geleneksel akrabalık bağları, komşuluk ilişkileri
ve ortak halk gelenekleri içinde oluşmuş dayanışma ağları yerine rekabet ve resmi denetim
mekanizmaları öne çıkacaktır. Kentli birey, kırsaldaki bireye göre daha az tanıdığı olduğundan
değil, kentte ilişkiye girdiği insanların çok küçük bir bölümünü tanıyabildiğinden şizoid bir
kentli tipi doğacaktır. Kentteki bireyler, birbirleriyle oldukça parçalanmış roller içinde karşı
karşıya gelir. İkincil, yapay, geçici, kişisel ve parçalanmış ilişki tarzları hâkimdir. Kişilerin
birbirine bakışı çıkarcı, karmaşık ve ussaldır. Uzmanlaşmış görevler, dolaylı iletişim araçları,
çıkarların temsili ve temsilcilerin önemli hale gelmesi, kentli yaşam biçiminin nüfus yığılması
ile bağlantılı diğer önemli göstergeleridir.26 Nüfusun yoğunluğu arttıkça farklılaşma ve
uzmanlaşma da artacaktır. Böylece insanların ve etkinliklerinin farklılaşmasına yol açan
kalabalığın etkisi güçlenecek ve toplumsal karmaşa artışı kendini gösterecektir. Kentte
yaşayanların yerleşim yeri tercihlerini etkileyebilecek olan kira bedeli, ulaşım, estetik,
saygınlık değerleri, rahat yaşam, toplumsal statü, gelenekler, alışkanlıklar, ırk ve etnik köken
vb. etmenler, benzer konumlarda ve benzer ihtiyaçlara sahip kimseleri bir araya getirir. Böylece
kentin farklı bölgeleri, uzmanlaşmış işlevler kazanır (Ekolojik bakışın bölgesel ayrışma
kuramlarının izleri burada okunabilir). Böylece aralarında büyük toplumsal farklılıklar bulunan
insanların birbiriyle yakın ilişkiler kurmak zorunda kalmaları nedeniyle, kentte –diğer
olanaklara başvurulmadıkça- yalnızlığın, kişisel öfke ve gerilimin artmasına yol açacaktır.27 Son
olarak heterojenlik, kentte toplumsal yapının farklılaşmasıyla ilişkilidir. Değişik kişilik
tiplerinin karşılıklı toplumsal etkileşim içinde olduğu kentsel çevre, daha bütünleşmiş
toplumlara göre toplumun daha fazla sayıda kola ayrılmasına ve farklılaşmasına ortam
yaratacaktır. Bu yapı birey kendisini tek bir grup içinde değil, kişiliğinin farklı yönlerine hitap
eden farklı gruplar içinde ifade edecektir. Türlü işlevlerini yerine getirebilmek için değişik
nitelikteki bireyleri kendisine çeken kent, bu bireyler arasında yarışmayı, sıradışılığı, yeniliği,
verimliliği ve yaratıcılığı özendirerek önce herkesi farklılaştırır; ama zaman içinde –kentin
ekonomik temelinin gereği olarak- bu bireysel farklılıklar kaybolur ve kent, bütün bireyler için
eşitleyici, düzleyici bir çehreye bürünür. Kentin toplumsal, siyasal yaşamına ve kitle hareketine
katılan birey, artık kişisel özelliklerini toplumun isteklerine göre arka plana atmak
durumundadır.28

24
Wirth, a.g.e., s. 80-82.
25
A.e., s. 87-88.
26
A.e., s. 89-92.
27
A.e., s. 93-95.
28
A.e., s. 95-98.
Wirth’ün analizi, kentte yaşayan birey ve toplulukların, kentsel mekânın fiziksel
boyutları ile etkileşim içerisinde yüz yüze oldukları kentli yaşam biçiminin ayırt edici
özelliklerini tespit etme amacındadır. Wirth, bu yaşam biçimini (kentliliği), kentte
yaşayanlardan(kentlilerden) bağımsız olarak zaten var olan bir değişimler ve değerler kümesi
olarak resmeder. “Bir gelişme sürecinin ürünü” olan kent, üzerinde yaşayanlara kendinden
menkul yaşam biçimi ile etki eden başlı başına bir etken durumundadır.29 Wirth, kentlileşmeyi,
kentte yaşayan bireylerin ve grupların şu ya da bu ölçüde, kısa ya da uzun vadede, bir biçimde
maruz kalacakları bir tarihsel-toplumsal aşama olarak görür. Wirth’in analizi, doğrudan bir
karşılaştırma biçiminde ifade edilmese de, tipik bir kırsal-kentsel tartışması etrafında
biçimlenmektedir denebilir. Wirth asıl olarak kentli yaşam biçiminin ya da kentlileşmenin
temel parametrelerini arıyor olsa da bunları değerlendirirken ortaya koyduğu ölçütleri, kentsel
yaşam öncesi toplulukların (kırsal yaşam-halk) yaşam tarzına ilişkin özelliklerin değişmesi
üzerinden belirlemektedir. Bu belirleme biçimi ise Wirth’ün yaklaşımını kırsal-kentli ayrımı
çerçevesine yerleştirmektedir.

Wirth, aslında kentsel yaşamın, daha önceki yerleşme biçimleri olan tarım, tımar ve köy
toplumlarının izlerini hala taşıdığının ve aynı şekilde, kentsel yaşamın da ulaşım ve iletişim
teknolojisindeki gelişmelere koşut olarak kent sınırları dışına ve kırsal yaşama doğru
yayıldığının farkındadır. Saunders’ın da işaret ettiği üzere, kendi dönemi için bunun farkında
olmak oldukça önemlidir.30 Çünkü sonraki yıllarda kentsel-kırsal ikiliğini reddeden ve bunun
dayanağı olarak da biri büyük kent merkezlerinde kırsal yaşam tarzının (kentin kırsallaşması),
diğeri kırsal alanlarda kentsel yaşam tarzının (köylerin kentselleşmesi) izlerini arayan
çalışmaların sayısı artacaktır. Bunlar, aynı zamanda, Wirth’ün analizini kurduğu bu ayrım
üzerinden eleştiren çalışmalardır. Wirth’ün kentsel alanda eskiden baskın olan insan birliği
örüntülerinin izlerinin hemen yok olmayacağının ve öte yandan kentin kırsala taşmasının
farkında olması,31 bir bakıma bu eleştirilerin de haklılığını sorgulatmaktadır. Ancak Wirth
kırsal ve kentsel arasında kesin bir ayrılık ve dönüşüm olmayacağını baştan kabul etmekle
beraber, yine de bunları birer ideal tip olarak kavramlaştırmakta ve görüşlerini bu iki ideal tip
üzerinden oluşturmaktadır. Wirth’ü Weber ve Simmel ile buluşturan ve kentsel-kırsal ikiliği
tartışmalarında kültürel yaklaşım kategorisine yakınlaştıran da bu idealleştirme tercihidir
denebilir:

“… kentsel ve kırsal kişilik tipleri arasında kesin ve farklı dönüşümler bulmayı beklememeliyiz. Kent
ve köy, söz konusu yerlerdeki insan yerleşmelerinin kendini düzenleme eğilimlerine göre, iki ayrı kutup
olarak değerlendirilebilir. Kentsel-endüstriyel ve kırsal-halk toplumlarını ideal topluluk tipi biçiminde ele
alarak, toplumların çağdaş uygarlık içinde aldığı temel biçimlerin çözümlenmesi için uygun bir yaklaşıma
ulaşabiliriz.”32

Wirth, çağdaş toplum biçimlerinin çözümlenmesinde yardımcı olacak ideal tipler olarak
aldığı kırsal-kentsel yaşam biçimlerini, birbirinden kesin ve mutlak sınırlarla ayırmamakla
birlikte, bunlar arasında bir aşama geçişi ve yeni tipler yaratacak denli farklı özellikler tespit
etmektedir. Ona göre, sonuçta kırsal ya da halk yaşamı bir önceki dönemin baskın karakteridir
ve kentlileşme, bu tipe ait özelliklerin değişmesi ve yeni bir biçim alması demektir. Wirth ikisini
bir arada saymasa ve sadece kentli yaşamın özelliklerini sıralasa da onun kentli yaşam biçimini
tanımlamaya çalışırken başvurduğu özellikler, kentin birdenbire içinde bulduğu değil bir önceki

29
A.e., s. 79.
30
Saunders, a.g.e., s. 111.

Daha sonra yeniden değinmek üzere, burada şimdilik sadece M. Young ve P. Willmott, Abu-Lughod, O. Lewis,
P. Mann, H. Gans ve R. Pahl’ın isimlerini anacağım.
31
Saunders, a.g.e., s. 111.
32
Wirth, a.g.e., s. 79.
toplum tipine (kırsala) ait özelliklerin değişmiş formlarıdır. Formel kontrol mekanizmaları; yüz
yüze olsa da geçici, yüzeysel, anonim, gayrişahsi ve parçalı ilişkiler; 33 bütün bunların toplandığı
üst başlıklar olarak nüfus büyüklüğü ve yoğunluğu ile farklılaşmış (heterojen) nüfus yapısı,
kentlileşme göstergeleri olarak sıralanmaktadır. Bunlar, doğrudan böyle ifade edilmese de
pekâlâ, daha az nüfus, daha türdeş (homojen) toplum yapısı; aile bağlarına ve yakın ilişkilere
dayalı dayanışma ve kontrol mekanizmaları; birincil, yoğun, şahsi ve bütüncül ilişkiler gibi
kırsal yaşam biçimine ait görülen özelliklerin karşısındadır.

Böyle bakınca Wirth’ün de kırsal ve kentsel olanı ayrıştırma ve bunları birbirleri


üzerinden değerlendirip konumlandırma tercihiyle Tönnies-Simmel eksenine yerleştiğini
söylemek sanırım abartılı olmayacaktır. Bu iki ideal tipten kentsel olanı kırsal olana göre daha
olumsuz denebilecek kavramlarla tarif eden Wirth’ün, bu yönüyle Spengler etkisinde kaldığı
da iddia edilebilir. Ancak bu başlığın en başına dönersek, Spengler kenti her yönden bir
bozulma ve çöküş, kırsalı ise –artık kaybolan- mistik bir yüceltme içinde ele alıyordu. Wirth
ise bütün olumsuz yanlarına rağmen tercihini açıkça kent ve kentlileşmeden yana koymaktadır.
Martindale’ın ifadesiyle Wirth, “Spengler’in şehir karşıtlığında ve kırsal mistisizminde kendine
bir sığınak bulamayacak derecede kentli”dir.34 Bu yönü ise onu Simmel’e daha çok
yakınlaştırır.

Wirth’ün kentli yaşam biçiminin temel özelliklerini ortaya çıkarmak üzere geliştirdiği
bu ideal tip yaklaşımını ve yaklaşımına esas aldığı kavramları, antropolog Robert Redfield
kırsal yaşam biçiminin ana hatlarını ortaya koymak üzere işe koşmuştur. Böylece Şikago
Okulu’nun kültürel yaklaşım ayağında, Wirth’ün kentlileşme tezini destekleyecek biçimde,
Redfield da bir tür köylü ya da kırsal yaşam tipi belirleme çabasına girişecektir.

Şikago Üniversitesi’nde Park’ın bir başka öğrencisi olan Redfield, 1920’lerin sonunda
Meksika’nın Yucatan yarımadasında Kızılderili ve Maya kültürünü yaşatan topluluklar
üzerinde yoğunlaştırdığı alan çalışmalarını yansıtan yayınların35 ardından 1947’de yayımladığı
“The Folk Society (Kırsal Halk Toplumu)” adlı makalesinde36 bir ideal tip olarak küçük köy
topluluğunun ve köylülüğün temel özelliklerini özetle ortaya koymuştur.

Redfield da makalesine, Wirth gibi, toplum tipleri arasında mutlak-kesin sınırlar


olamayacağını; ancak (kentli ve kırsal gibi) ideal tipler üzerinden hareket etmenin toplumları
anlamayı kolaylaştıracağını belirterek başlar:

“Bütün toplumlar bazı açılardan benzerdir ve bazı açılardan da her biri diğerlerinden farklılaşır;
burada daha ileri götüreceğimiz varsayım, (kırsal) halk toplumlarının, onları bir tip, modern kent toplumu

33
Şen, a.g.e., s. 109.
34
Martindale, a.g.e., s. 40.
35
Robert Redfield, Tepoztlan, a Mexican village: A study in folk life, Chicago-USA, The University of Chicago
Press, 1930; Chan Kom, a Maya Village, Chicago-USA, The University of Chicago Press, 1934; The folk
Culture of Yucatan, Chicago-USA, University of Chicago Press, 1941.
36
Robert Redfield, “The Folk Society”, The American Journal of Sociology, Vol. 52, No. 4, The University of
Chicago Press, 1947, pp. 293-308, (Çevrimiçi) http://web.mnstate.edu/robertsb/380/the%20Folk%20Society.pdf,
06 Temmuz 2014.

Burada “(kırsal) halk toplumu” olarak çevirdiğim kavramın karşılığı olarak Redfield “folk” kavramını
kullanmakta ve bu bölümde daha önce sözü geçtiği üzere, toplumları folk (halk) ve kent toplumu olarak iki
kategoride incelemektedir. Redfield, “folk” kavramını tercih etmesinin nedenini, bu kavramın diğerlerine göre
daha doğru ve kusursuz olması değil, sadece ele aldığı toplulukların (köylüler ve kırsal kesim) kent yaşamından
bütünüyle kopuk olmadığını bilmesi olarak açıklar. Folklor ve halk şarkıları bunun bir göstergesidir. Bu nedenle
de kavram kullanımından çok kavramın içeriğinin önemine işaret eder. Redfield’ın “folk” kavramına yüklediği
anlam, kent toplumu dışında kalan toplulukların (kabileler, köylüler, taşralılar vb. kırsal topluluklar) tümünü
ile zıt düşen bir tip olarak düşünmemize imkân tanıyan belli ortak özellikleri olduğudur. Bu tip bir ideal, bir
kurgudur.”37

Redfield’a göre bir ideal tip olarak kır toplumları, belli başlı birtakım ortak özellikler
taşımaktadır. Bu özellikler şöyle özetlenebilir: 1) Kır toplumu küçük toplumdur; üyeleri
birbirini yakından tanır ve aralarında uzun süreli bir ortaklık-müşterek söz konusudur. 2) Kır
toplumu, soyutlanmış toplumdur. Başka topluluklarla çok sınırlı iletişimi olan topluluklar
olduğunu bildiğimiz halde, ideal kır toplumu, üyelerinin dışarıyla hiç iletişimi olmayan
topluluktur. 3) Kır toplumunda yazılı kültür aktarımı yoktur; geçmişin, geleneğin ve inançların
aktarımı sözlü kültüre dayanmaktadır. 4) Kır toplumunun üyeleri birbirine benzer. Çok uzun
dönemler boyunca birbirleriyle yaşamaktan ve başkalarıyla yan yana gelmemekten ötürü,
biyolojik olarak da benzerdirler. Bu nedenle kır toplumu, homojendir. 5) Sayılan ilk dört
özelliğin sonucu olarak, güçlü bir aidiyet duygusu görülür. Kır toplumunda grup dayanışması
yoğundur. 6) Kır toplumunda işgücünün bölünmesi ya da işbölümü söz konusu değildir. Sadece
cinsiyet rolleri farklılaşmıştır. Onun dışında, birinin yapabildiğini bir başkası ya da herkes
yapabilir; üretim araçları ve ekonomik faaliyet ortaktır. İdeal kır toplumu, bir grup olarak,
diğerlerinden ekonomik olarak bağımsızdır. Burada insanlar tüketecekleri kadar üretir ve
ürettiklerini tüketirler. 7) Kır toplumunu niteleyebilecek kavram, kültürdür. Alışılageldik-
geleneksel kavrayışların organizasyonu ya da entegrasyonu olarak oluşan bu kültür, topluluk
üyelerinin davranışlarını belirleyen ve bütünü parçalardan daha önemli kılan bir üst sistemdir
aynı zamanda. 8) Kır toplumunda tutum ve davranışlar geleneksel, kendiliğinden ve eleştiriye
kapalıdır. Kurallar, haklar ve ödevler göreneğe dayalıdır. Bilgi, eleştirel tecrübeye dayanmaz;
objektif ve sistematik olarak formülize edilmiş değildir. 9) Kır toplumunda akrabalık bağı ve
bu bağlarla biçimlenen genel topluluk aidiyeti başlıca önceliktir. Aile bireyden; topluluk, birey
ve aileden önce gelir. Müşterek değerlerin biçimlendirdiği bu topluluk, bu değerlere illa dinsel
bir anlam yükleme gereği olmadan, bir tür “kutsal toplum” olarak tanımlanabilir. 10) İnanç ve
akrabalık bağları ile kuşatılmış bireylerin hayatında ticari kazanç motivasyonuna yer yoktur.
Para vb. ticari değer yüklü kavramlara da bu toplumlarda rastlanmaz.38

Redfield, bir bakıma Wirth’ün ideal kent toplumu için aradığı özellikleri, benzer
ölçütlerle bir ideal kır toplumu için yeniden kurgulamıştır. Saunders’ın ifadesiyle Redfield,
“kırsal kentsel sürekli(li)ğinin diğer ucunda toplulukların kültürel özelliklerini tanımlayarak
Wirth’in analizini tamamlayan bir ideal-tip ‘halk toplumu’ (kırsal toplum) geliştirmeye devam
etmiştir.”39 Kırsal toplumun temel özelliklerini, kent toplumu ile açık ya da örtülü biçimde
karşılaştırma yoluyla belirlemeye dönük bu yöntem, Şikago Okulu içinden olmasa da, Redfield
ile aynı yıllarda, 1930’larda yayımlanan başka çalışmalarda da izlenmiştir. Bunlardan en
bilineni, kuşkusuz Sorokin ve Zimmerman’ın “Principles of Rural-Urban Sociology (Kent ve
Kır Sosyolojisinin İlkeleri)” eseridir.

Sorokin ve Zimmerman, zirai teknolojinin gelişmesinden önceki dönem için köy ile kent
arasındaki temel farkları dokuz temel başlıkta toplamışlardır: 1. Meslek: Köylünün asıl işi
hayvan ve bitkilerin yetiştirilmesi yani zirai faaliyettir. Bu yönüyle, madenciler de dahil, diğer

kapsamaktadır. Ben burada, kırsal halk topluluklarının tümünü ama özellikle de köylü tipini ifade eder biçimde,
Redfield’ın “folk” kavramının karşılığı olarak kısaca kır toplumu kavramını kullanacağım.
37
Redfield, The Folk Society, s. 293.
38
Redfield, a.g.e., 295-304. Redfield, makalesinin ikinci bölümünde folk(kır) toplumunun özelliklerini anlatıyor
ve üçüncü bölümde bunların genel bir değerlendirmesini, kent toplumuyla kısa bir karşılaştırmasını ve alan
araştırması yürüttüğü yerlerden ideal kır toplumuna yakın topluluklar ile görece daha heterojen toplulukların bir
karşılaştırmasını sunuyor. Yukarıda sıraladığım maddeler, Redfield’ın madde madde işlediği özellikler olmayıp,
makalesinin özellikle ikinci bölümünden benim süzdüğüm ve öne çıkardığım özelliklerdir.
39
Saunders, a.g.e., s. 115.
bütün ekonomik faaliyetlerden ayrılır. 2. Çevre: Köylü, iklim ve hava şartlarına daha fazla
maruz kalır; doğayla doğrudan temas halindedir. 3. Cemiyet büyüklüğü: Köy topluluğu, kentten
daha az nüfusludur. 4. Nüfus yoğunluğu: Nüfusun sadece miktarı değil, yoğunluğu da köylerde
daha azdır. 5. Nüfusun homojenliği ve heterojenliği: Köy nüfusu, kente göre daha homojendir.
6. Sosyal mobilite: Kentli nüfus toplumsal açıdan daha hareketlidir. 7. Göçlerin istikameti:
Felaket devreleri hariç, kentten köye doğru bir göç akını olmaz. Genelde köyden kente göç
görülür. 8. Sosyal farklılaşma ve tabakalaşma: Kentte, iş bölümü başta olmak üzere, her türden
sosyal farklılaşma daha fazladır. 9. Sosyal münasebetler sistemi: Kentte sosyal ilişki imkânı
çeşitli ve çok olmakla beraber yüz yüze temas köye göre daha düşüktür. 40

Kent ve köy toplumlarını karşılaştırarak tanımlama yöntemi, sonraki yıllarda başka


yazarlarca da sürdürülecektir. Örneğin Hertzler, homojenlik-heterojenlik, sosyal hareketlilik,
yerleşim ölçüleri, nüfus yoğunluğu ve sosyal ilişkilerin şekli konusunda Sorokin ve
Zimmerman’ın sıraladığı farklılıklara birkaç madde daha ekler: 1. (Tönnies’i hatırlatırcasına)
köy cemaat, kent ise güvensizlik ve yalnızlık duygusu yaratan bir ferdiyet iklimi
oluşturmaktadır. 2. Köyde informel kentte formel organizasyona dayalı bir iş birliği düzeni
vardır. 3. Köyün basit yapısı, sosyal kontrol mekanizmasının işlerliğini kolaylaştırır. Köy,
çeşitli nedenlerle daha içine kapalı ve değişmelere dirençli bir cemaat iken kent, ilişkilere açık
bir cemiyettir.41 Böylece Hertzler’de de köy, daha küçük bir alanda daha az ve görece homojen
bir nüfusu barındıran, toplumsal hareketliliğin az, informel ve cemaat tipi ilişkilerin hâkim
olduğu, kapalı ve değişime açık olmayan bir yerleşim birimi olarak ifade bulmaktadır.

Bütün bu çalışmalarda asıl saik, kent ve kır toplumlarını birbirlerinden ayıran temel
özellikler belirleyerek buradan kentin karşısında bir kırsal ya da kırsal toplumun karşısında bir
kent toplumu ideali çıkarmaktır. Burada Şikago Okulu’nun, Wirth’te kent toplumu, Redfield’da
kırsal halk toplumu için esas kabul edilen ideal tip geliştirme çabalarının kuşkusuz önemli payı
vardır. Saunders, bu çabanın, sadece kavramlaştırma düzeyinde kalmadığını, kavramlar
üzerinden başlı başına bir açıklama girişimi de olduğunu belirtir:

“Birlikte ele alındığında, Wirth ve Redfield’ın çalışması iki ana temayı kapsar. Birincisi, insan
ilişkilerinin kalıpları mantıksal olarak bir çift ideal-tip (bunun içeriği tartışmaya açıktır) olarak
kavramsallaştırılabilir. Şöyle ki herhangi bir ampirik olay onların arasında bir noktaya yerleştirilebilinir ve
şehircilik ile kırsalcılığın safça algılanan bazı ölçüleri diğer durumlarla karşılaştırılabilir…. (İkincisi) farklı
topluluklar arasındaki ilişki kalıplarının çeşitliliği, toplulukların büyüklük ve yoğunluğu, iç homojenlik
dereceleri ve diğer popülasyon merkezlerinden soyutlanma ölçütleri bakımından açıklanmalıdır…. bu
temalardan birincisi kavramlaştırma ile ilgiliyken ikincisi ise kendi başına bir açıklama girişimidir.”42

Bir bütün olarak bakıldığında, Şikago Okulu’nun kent üzerine yürüttüğü araştırmalar iki
konu etrafında toparlanabilir: “Kentlerin mekânsal düzenleme biçiminin toplumsal ilişkilere
etkisi ve kentlilerin yaşam biçiminin, geleneklerinin oluşturduğu kültürel yaşam.” 43 Hem
fiziksel hem kültürel boyutta yürüttüğü çalışmalarla okulun, kent ve daha genel çerçevede
mekân sosyolojisine yaptığı katkılar açıktır. Şikago Okulu, kentin fiziksel kuruluşunu ve kent
mekânının somut-maddi çehresini açıklamaya yönelik araştırmalarla kenti doğrudan analiz

40
Pitirim Sorokin and Carle C. Zimmerman, Principles of Rural-Urban Sociology, New York, Henry Holt and
Company, 1930, s.13-58’den aktaran: Amiran Kurtkan Bilgiseven, Köy Sosyolojisi, 2. bs., İstanbul, Filiz Kitabevi,
1988, s. 83-89.
41
Joyce O. Hertzler, Society in Action, New York, The Dreyden Press, 1954, s. 28-36 ve Pitirim Sorokin, Culture
and Personality, New York, Harper and Brothers, 1947, s. 301-302’den derleyen: Ayda Yörükan, Şehir
Sosyolojisinin ve İnsan Ekolojisinin Teorik Temelleri, Der. Turhan Yörükan, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım,
2006, s. 49-55.
42
Saunders, a.g.e., s. 115-116.
43
Duru ve Alkan, a.g.e., s. 12.
nesnesi haline getirme noktasında öncüdür. Diğer taraftan, bu mekânsal örgütlenme içinde
gelişen kentli yaşam biçiminin, kırsal yaşam biçiminden ayrıldığı noktaları kentli-kırsal ideal
tipleri geliştirerek açıklama çabası, sadece fiziksel değil kültürel anlamda da kent mekânının
anlaşılması yönünden önemli başlıklar açmıştır.

Fakat bütün bu katıları bir tarafa, Şikago sosyologları ve antropologları da mekânı ve


toplumsal mekânı belirli kalıplar içinde ele alıp, diğer mekân alanlarıyla bir karşıtlık ya da
sıralama içinde değerlendirme anlayışından uzak duramamışlardır. Park’ın, kentleri “uygar
insanın doğal yaşam alanı” olarak tanımlarken, kırsal ya da geleneksel olanı doğrudan
olumsuzlama niyetiyle hareket etmediğini varsaysak bile tarihsel gelişim yönünden daha geri
aşamada gördüğünü söyleyebiliriz. Wirth ve Redfield, kurdukları ideal tipler etrafında ele
aldıkları kentli ve kırsal yaşam tiplerini, az önce Saunders’a atıfla belirttiğim gibi, sadece
kavramsallaştırma değil bir açıklama yöntemi olarak da ortaya koymuşlardır. Onlar için kırsal
ve kentsel yaşam tipleri, sadece kavramların karşılığını anlamanın değil bu kavramlarla
ayrıştırılan alanları ve kültürleri açıklamanın da aracı olmuştur. Böylece kırsal ve kentsel olanı
bir ikilik ve karşıtlık alanı olarak gören yaklaşım Şikago Okulu’nda da temel bakış ve yöntem
olarak benimsenmiştir:

“Yapılan araştırmalarda kentlerin ‘kırsal topluluklardan farklı, kendine özgü bir örgütlenme ve
yaşam biçimine sahip olduğu’ ön kabulünden yol çıkılıyordu. Kentin, kırsal topluluklarda olduğu gibi,
ekonomisi ve işleyişi içinde özel işlevleri buluna doğal bölgelerden oluştuğu düşünülüyordu. Bu bölgelerin
yine kendine özgü kişiliği, kurumları ve grupları bulunmaktaydı.”

Şikago araştırmacıları, kentsel ve kırsal yaşam biçimlerinin olumlu yanları kadar


olumsuz yanlarının da farkında görünürler. Hatta ilk bakışta, hem Park hem de Wirth’ün kentsel
yaşamı çokça olumsuz ve umutsuz kavramlarla ele aldığı düşünülebilir. Park’ta aile, gelenek,
din kurumları ile devamlılığı sağlanan toplumsal uzlaşmanın kentsel ortamda çözülmesi;
Wirth’te kentsel yaşam tipini gergin ve yalnız, kentsel ilişkileri ikincil, yapay, çıkarcı, anonim
olarak ifade edilmesi, buna dayanak olarak sunulabilir.44 Ancak her ikisi de kentin diğer
çehresinin, yani farklılıkları bir araya getiren, bireysel farklılıkları hoşgörüyle karşılayan ve
geliştiren, bütün olumsuz yanlarına rağmen bireysel özgürlüğün mekânı olarak kentin45
savunucularıdırlar. Bu bakış açısının ise, başta öncülleri Durkheim ve Simmel olmak üzere, bu
çalışmada bahsi geçen 19. yüzyıl toplumsal kuramcılarının kente bakışının bir devamı olduğunu
söylemek güç değildir. Hatta biraz daha ileri giderek, Şikago Okulu araştırmacıları da kent-kır
arasındaki kurdukları ilişki ve burada kente yükledikleri anlam bakımından, ikilikçi Batı
düşünce geleneğinden sıyrılamamışlardır.

44
Saunders, a.g.e., s. 61 ve 114.
45
Wirth, a.g.e., s. 87.

You might also like