Professional Documents
Culture Documents
Tiyatro Araştırmaları Dergisi (Sayı 2)
Tiyatro Araştırmaları Dergisi (Sayı 2)
i
TİYATRONUN KÜLTÜR NİTELİGİ
Orestes'in böyle kuşku içinde: "Ne yapayım ben şimdi?", "Kime baş
vurayım?" diye haykırması, onun bu sorusu, kendisini, bir önceki
ezici durumdan kurtarır ve ona daha büyük biradım attırıro Davran-
maların nedenleri, artık yalnızca belli kımıldanışların bir sonucu ol-
mayıp, insanın içinde verdiği karar olarak kavranması bir başarı
olur. Batı tiyatrosunun beşiğinde işte bu kavrayış vardır.
Eski Yunan ile Roma tiyatrosunun korkuyu gösteriş biçimi ile
son yüzyılın: bir Kafka'nın, bir Sartre'ın ya da bir Temesse William'
ın korkuyu işleyiş biçimleri hep başka başkadır. Modern insan neden
korkar? O,. başarabileceği yerin (mevkiin) en yüksek basamağına
çıkmıştır; parlak bir yaşam sürmektedir. Bu parıltılan bırakmaktan,
yüksekten düşüp yuvarlanmaktan, ölüme sürüklenmekten korkar
bugünün insanı. Bu da onun için iç karartıcı, sıkıcı, ezici olur.
Eski Yunan ile Roma tiyatrosu böylesine ezmiyor insanı! Burada,
insan ruhunun düştüğü acıklı hava, acıklı olaylar karşısında, gene de
yükseltici oluyor. Hem de öylesine ki, Almanların klasik-romantik.
ozanlarından Friedrich Hölderlin, Sophokles'in tragedyasını, şöyle
övmüştür:
"Bir çokları, sevinçli olanı sevinçli söylemek için boşuna uğraşmış-
lardır. Sevinçli olan ise burada, acı içinde konuşandadır."8
Bu da işte katharsis (iç arınma) ile başarılıyor.
d
8 MELAHAT ÖZGÜ
i
TİY ATRONUN KÜLTÜR NİTELİGİ 9
Shakespeare de gene ayni şeyi söylemiş değil midir? "As you !ike
it" (= Beğendiğimiz gibi) adlı oyunda, sürgündeki Dük'ün iki lord'-
lardan biri olan Jaques'un sözleri:
"Bütün dünya oyun yeri,
kadın, erkek, hepsi oyuncu!
Çıkıyorlar sahneye, iniyorlar sahneden,
biri de bütün yaşamı süresince
oynuyor 'bir çok rolleri yedi perdede ... "lo
Bundan önce de Dük'ün ormanda rasladığı aptal adam, kendisine şöyle
demişti: ...
" 1.
2.
Seyircide yarattığı tepki ile ilgi çekici,
Etkisi ile uyarıcı,
3. Seyir için gelen halkı kavrayışlı yapıcı,
4. Seyirciyi kendisine bağlayıcı,
5. Onu, savaşında kendisi ile birlikte sürükleyici oluyor.
Bunları yapamıyorsa tiyatro, o zaman kendi başına kalır ve gelişemez.
Bunun içindir ki, tiyatronun ödevi, her şeyden önce'seyirci ile olan bir-
liği sağlamak ve kendi ile seyirci arasındaki ayrımı gidermeğe çalış-
maktır. Şu ya da bu alandan, peşin yargılarla dolu olarak gelenlerle
ayrıca uğraşmağa değmez; çünkü tiyatronun uyaran, aydınlatan et-
kisi, doğrudan doğruya insanı değiştirrneğe götürür ki, bu da bir sahne
yapıtının varlığını gösterir. Sahne yapıtı, eski Yunandan bu yana,
insanların niteliklerini, kıskançlıklarını, kötü duygularını değiştirmiş,
Avrupa'nın en parlak çağlarında bile , bitip tükenmek bilmeyen iyilik
bilmezlikleri, insan. harcamaları azaltmak için yollar arattırmış, insanı
aydın bir düşünür, kültürlü bir insan yapabilme güçleri arasında yer
almıştır. Tiyatronun niteliği, etkisiyle, .kültür alanında her çağda,
çok olumlu olmuş, özgür çalışabildiği sürece de hep olumlu olacak-
tır; yeter ki oyun seçiminde başarı gösterilsin.
I,
I,
'.
I~
;
...J
PİR SULTAN ABDAL OYUNU ÜZERİNE
BİR İNCELEME
Erol To y'un yazdığı Pir Sultan Abdall adlı oyun 1967 ta-
rihinden itibaren üç tiyatro mevsimi arka arkaya Ankara Halk
Oyuncuları tarafından oynanmış, Anadolunun çeşitli kentlerinde tek-
rarlanmıştır.
Oyunu yöneten Umur Bugay 1968-69 mevsımının en başarılı
yönetmeni olarak Asaf Çiğiltepe sanat ödülünü, Pir Sultan rolünü can-
landıran Tuncer Necmioğlu ise Ankara. Sanatseverler Derneğinin
1967-68 tiyatro mevsiminin en başarılı erkek oyuncu ödülünü kazan-
mışlardır.
Pir Sultan Abdal, konusunu on altıncı yüzyılda yaşamış olan
ünlü halk ozanının yaşantısından alır. İki bölümlü, türkülü bir
halk oyunu olarak tanıtılmıştır2• Oyunu Umur Bugay yönetmiş, dekor
Metin Deniz, Işık Yüksel Topçugüler tarafından düzenlenmiş, türkü-
lerini Rahmi Saltık ve İsmail İpek okumuşlardır.
Yazar Erol Toy Pir Sultan Abdal'ın kişiliğine, yaşantısına dair
bilinenlerden, rivayet ve efsanelerden, şiirlerinden, Sultan Süleyman
devrindeki halk ayaklanmaları hakkındaki tarihi bilgiden, bu çağın
ekonomik düzeni konusundaki incelemelerden tiyatro malzemesi ola-
rak yararlanmıştır. Bu malzemeyi kendi toplumcu görüşlerine ve ti-
yatro sanatının gereğine göre biçimlemiş, seçim, yorum, vurgularna-
larında özgür davranmıştır.
Tarihsel malzemeden yararlanan her sanatçı eserini yaratırken bu
malzemeyi kullanmakta özgür kalmak, istediği elemeyi, eklerneyi ya-
pabilmek ister. Bu, öncelikle tarihselolayın belli bir yönde yorumla-
nışından ileri gelir. Ayrıca yazar sanatının kendineözgü kurallarına da
uymak zorundadır. Kendini tarihe karşı değil, sanatına karşı sorumlu
1 Toy, Erol: PİR SULTAN ABDAL, oyun. İzlem Yayınları, İstanbul, 1970.
2 "Halk Oyuncuları Yayın Organı", Kasım 1969. Sayı: 1
d
12 SEVDA ŞENER
ı A, g. e" s. 49
2 A. g. e., s. 69-70
3 A. g. e., s. 78-79
4 A. g. e., s. 75-78
d
14 sın'nA ŞENER
Giriş:
çağını bilerek yaşıyan ve daha iyi bir dünyanın özlemi içinde acı
çeken oyun yazarı, gerçekleri ne bir tülün ardından süsleyerek göster-
meye çalışır, ne de bencil bir tutumla kendine olan acıma duygularını
ön düzeye alarak dolambaçlı, belirsiz yollardan kaçamaklar arar.
O, hiçbir avuntuya sapmadan insanoğlunun atılmış köprülerini bir
bir gözlerimizin önüne serer. İçinde bulunduğu çağın en devingen ve
en etkili bir anlatım aracı olan tiyatro ise, insanoğlunun yaşamakta
olduğu dünyayı topluca bilince, tehlikeleri görmeğe ve doğruları anla-
mağa yöneltir. Ünlü Alman yönetmeni Hans Schweikart'ın belirttiği
gibi, "tiyatro, seyircisine kendi yaşamındaki bilmediği şeyleri, daha
doğrusu bilmekten kaçındığı şeyleri göstermekten sorumludur." çağ-
daş yazar ister çocuksu soytarılıklarla, ister şiirle bir hava içinde,
ister epik, ister dramatik yollardan olsun, kütlelerin sorunlarını sağlam
yorumlarla, devinim yolunda olan bir düşünce sistemiyle ve nesnel bir
yönelim içinde verir: "Yazarlar, olayları bütün gerçekleri ile anlama-
yı ve yorumlamayı öğrenmelidirler. Yaşamın yalın, ama büyük 'feno-
meni'ni gösteren oyunlar yazmayı bilmelidirler. Bugünün tiyatrosu ya-
zarIardan yalın, belirgin, anlaşılır, psikolojik olmayan etkiler gerek-
tirmektedir," diyordu Erwin Piscator 1929 yılında. Çünkü "bugünün
dram sanatının varoluş nedeni, bireyin kendine olan özel ilişkisi ya da
kişisel alınyazısı değildir,. bu varoluşun nedeni içinde bulundulumuz
çağa ve kütlelerin alınyazılarına olan ilişki ile anlam kazanır."
1970 yılının Ağustos başında genç yaşta yitirdiğimiz Sermet
Çağan, çağdaş Türk tiyatrosunun örnek bir oyunu Ayak-Bacak Fab-
rikası ile getirdi. Geçmişteki değerlerle, bugüne ve geleceğin de-
ğerlerine helezoni bir gelişim düzeni içinde yönelen, çağdaş sentezi,
gelenekseloyun kaynakları ve bugünün tiyatrosu ile kuran Çağan
~zerinde önemle durulması gereken bir yazarımızdır. Ayak-Bacak
30 ÖZDEMİR NUTKD
"Sevgili Özdemir,
5 Aralık 1966
Mektubun beni çok sevindirdi. Çeşitli engeller ve düşünceler
karşlSlnda, arada bir kendininkine benzer bir düşünce ve tutumla
karşılaşmak, insan insanı büyük ölçüde mutlu kılıyor.
ı Bu oyun ilk kez, 1964'te, "İ.T.Ü.B Gençlik Tiyatrosu" tarafından oynadı.
AYAK - BACAK FABRİKASI 31
Sermet Çağan"
Görüldüğü gibi, Sermet çağan'ın yazdığı bu mektupta bazı ger-
çekler su yüzüne çıkıyordu. O, daha çok ilçelere ve köylere gidip oy-
namak istiyordu. Anadolu'nun çeşitli yöreleri üzerinde onun soruş-
turmalara aldığı yanıtlarla 2 epeyi bilgisi olmasına karşın, yapabileceği
araştırmalar için büyük bir alçak gönüllülükle benim yardımımı di-
liyordu.
Sermet çağan, gerek oyunlarını yazarken, gerekse oyun sahneye
koyarken günlerce kütüphanelerde, arşivlerde bir bilim adamı gibi
çalışırdı. Öyle bir iki kaynakla da yetinmezdi; herhangi bir nökta üze-
rinde çalışmasını doyurucu bulmuyorsa, hangi kentte, hangi ülkede o-
lursa olsun yazar, sorup soruştururdu. Onunçalışma özelliklerinden bi-
ri de, çok sayıda gazetenin ve derginin verdiği haberleri kesip saklama
sıydı. Bu işi de büyük bir ustalıkla yapardı. Genelolarak gözden kaça-
bilecek günlük bir olayın haberi, gazetenin hangi köşesine sıkışmış olur-
sa olsun, onun makası değince değerleniverirdi.
2 Soruşturmaya gelen yanıtların bir bölümü, Tahir Alangu tarafından açıklanmıştır:
bkz. Oyun, 1966-2, sayı: 29
32 ÖZDEMİR NUTKU
i
AYAK. BACAK FABRİKASI 35
tıcı kadronun başı olan Şef, aslında halk ve Şef'i ele geçirmiş olan
toprak ağaları tarafından yönetilir; Şef olanları bitenleri sonradan öğ-
renen, ağaları buyruğu altına alamayan ve bu duruma karşılık kişisel
doygunluği.ınu dünyasal tadımlarda arayan biridir. Toprak ağaları ise
o ülkenin hem polisi, hem de politikacısıdır; ülkeyi bunlar yönetir,
bunlar yargılar, bunlar düzenler, bunlar karıştırır.
Osmanlı tarihine bir göz attığımızda aynı durum gözümüze çarpar.
Ekonomik bunalım döneminde, İmparatorluğun çeşitli illerinde ken-
dilerine güç ve servet sağlayan ya da geniş topraklar üzerinde egemen-
liklerini kabul ettiren kişiler vardır. Ayan, Ağa, Derebeyi olarak bö-
lümliyebileceğimiz bu kişiler, toprak sahibiyseler, ağa, devlete baş kal-
dırdıklarında birer derebeyi niteliği içine giriyörlardl. Gerçi Osmanlı
toplum yapısı içinde üçünün de yeri yoktu; ama ekonomik bunalım
sonucunda bunlar bozuk düzenin ortaya çıkardığı zorunlu birimler ol-
muştu. Niyazi Berkes şöyle diyor:
"Ekonomik bunalım döneminde ayanlar birdenbire önem kazan-
mağa başladılar ve zamanla siyasal güç kazandılar, hatta resmen
tanınan bir mevki sahibi oldular. ( ... ) bulundukları bölgelerde si-
yasal birer güç olarak hayat kaydı ile alınan vergi iltizamı sayesinde
ayanlar devletle halk arasında bir bağlantı kuran tabaka oldular.
Devlete karşı halkı, halka karşı devleti temsil eder duruma geldiler" 11.
XVIII. yüzyıl sonu ile XiX. yüzyıl başlarında ayanlarm gücü oka-
dar çok artmıştı ki bunların bazıları yarı bağımsız bir duruma geldik-
leri gibi bir bölümü de devlete karşı durarak derebeyi olmanın da yolu-
nu tutmuşlardı. Bunlar, ne tarımda ne de endüstride bir üretim sistemi-
ni geliştirmemişler, yalnızca "mütesellim"lik, voyvodalık biçiminde
faizcilik ve kesenekçilik (iltizam) ile geçinmekteydiler. Bulundukları
bölgelerin kamu ve yasa hizmetlerini yürüten yüksek memurlarını elde
edip devlet hazinesi için toplanması gereken paraların daha üstünde bir
miktarı hazineye gitmeden kendi ceplerine indiriyorlardı. Devlet, bun-
ların kendilerine bağlı olanlarından asker, para ve yasa gücü yönünden
yararlanıyor ve onlara rütbeler veriyordu. XVIII. yü yılın sonunda ise
devlet ayana ve ağalara dayanıyordu; çüİıkü bunların aracılığı olmadan
ne vergi alabiliyor, ne de düzeni sağlıyabiliyordu.
Ayak-Bacak Fabrikası bir "Bolluk Türküsü" ile başlar. Oyun baş-
ladığında halkın 12 bol ürün almış olmalarından dolayı duydukları se-
LI Niyazi Berkes: Türkiye İktisat Tarihi, Cilt II, (Istanbul, 1970), s. 336
12 Yazar, halk deyimi ile çeşitli sınıfları gösterir. Aynı kişiler bazan -köylü, bazan işçi,
bazan küçük tüccar olarak ortaya çıkar.
36 ÖZDEMİR NUTKU
vinci izleriz. Öyle ki, yazar, bu sevinci gösterirken halkın yöresel bir
havadan kendilerine yabancı olan bir dansa (twist'e) gittiklerini anlamlı
bir biçimde gösterir. Buna karşılık o ana kadar üst yükseltide yemek
yemekte olan ağaların tepkisi büyük olur; onlar bu bolluğu onayla-
mamaktadırlar. Bunun nedeni, ellerindeki, bir hayvan yemi olan, kara
tohumu. satabilme olanaklarını yitirmiş olmalarıdır; çünkü halk hay-
vanlarına da, ürün bololduğu için buğday yedirmektedir.
Oyunun başlangıcında, çağan'ın "Derebeyleri" olarak tanıttığı
toprak ağaları, sindirdikleri halk dağıldıktan sonra sofralarına geri
dönerler ve yiyip içerken aralarında konuşurlar:
"2. Derebeyi .. Çı/gmlar gibi eğleniyorlar. (Bağırır) Niye eğleni-
yorlar?
1. Derebeyi Bolluk oldu ülkede, böyle oldu.
yokolmağa doğru sürükler. Bunun için de, tarım buhranları, ekilen top-
rakların alanlarını daraltmak, üretim tekniğini bozmak, tarımsal üre-
timi azaltmak ve hayvan yetiştirme işini geriletmek yoluyla kapitalist
ülkelerin tarımı üstünde yıkıcı bir etki yapar.
Endüstride olduğu gibi, tarım alanındaki bunalımdan kurtulmak
için büyük sermayedarlar, küçük üreticileri yutarak yarışmayı önlerler.
Ayrıca, büyük sermaye kuruluşlarının kendi aralarında birleşmeleri
ile tekelci sermayeciliğe doğru bir gelişim başlar. Böylece, bu birleşen
büyük kurumlar merkezileşmeye ve gittikçe güç kazanmağa ve hortum-
ları nı ekonomik yönden geri kalmış ülkelere uzatmağa yönelirler.
Bunun sonucu gerçek üreticiler fakirleşrneğe ve yokolmağa başlarlar.
Oyunda, bu gerçek daha yalın bir düzeyde ve alanı daraltılarak
verilmiştir. Burada birleşenler anaparayı ellerinde tutan toprak ağaları,
ezilen de halktır. Buğdaylarını üreten köylüler, ürettiklerini elden
çıkararak toprak ağaları tarafından karatohum yemeğe zorlanmak-
tadıdar. Bu noktada üreticilerin kendi ürettiklerine yabancılaşması
da söz konusud.ur. Oyunun ilk bölümünde, toprak ağalarını birleş-
meye götüren bir konuşmaya tanıklık ederiz:
fığı toplumun gerçek ihtiyaçlarına nisbetle değil, ancak peşin para ile
satın alma isteğine nisbetle söz konusudur 14" •
çağan, ekonomik yönden geri kalmış ülkelerde zorunlu ekono-
mik devrimlerin yapılamamasında, yapılmak isteniIse bile birtakım
atılımların gerçekleştirilmemesinde çıkarçıların parmağını görüyor.
Bozuk bir düzende, bu çıkarcılar aynı tutum ve niteliklerle çeşitli
alanlarda etkin olabilecek gücü elde edebilmektedirler. Ayak-Bacak
Fabrikası'nda Derebeyleri, aynı zamanda polisler, yargıçlar ve
politikacılardır:
"(Ti borusu. II. Sahnede derebeyi kılığında gördüğümüz üç polis
girerler. Sağdaki trampet, soldaki boru, ortadaki bir rulo taşı-
maktadır. Ortaya gelip yanyana dizi/ir/er,)
Öküz Kim bunlar be?
1. Vat. : Şejin polisleri ...
Öküz : Amma da çok derebeylerine benziyorlar ha." (s.36)
"(Ti Borusu. Derebeyleri ile aynı kişi/er olan üç yargıç girer. El-
lerindeki tabureleri delikanlının çevresine koyup otururlar.)
2. Vat. Bunlar kim?
1. Vat. Yargıçlar.
2. Vat. Derebeylerine ne kadar çok benziyorlar!" (ss.45-6)
"1. Politikacı: Ben.
2. Politikacı: Ben.
Öküz : Bunlar derebeyleri deği/ mi be?
Kadın Hayır.
Öküz Haa. evet, yargıçlar!
'Kadın Hayır değil.
ÖküzHayır bi/dim, polisler.
Kadın Görmüyor musun be parti başkanları.
Öküz Ulan. Amma benziyor/ar bunlar birbirlerine
haa!" (ss. 79-80)
Böyle bir durumda, vatandaş, karşılarında hep aynı nitelikteki
kişileri bulmaktadır; ve bu kişilerin davranışları; sözleri, çıkarcı yanları
birbirinin aynıdır. Bu kişilerin yönetici kadroyuçeşit1i yollardan ele
geçirmesi ise gerekli ekonomik kalkınmanın yapılmasını engellemek-
tedir:
14 aynı, s. 3
AYAK - BACAK F ABRİKASı 39
15 Niyazi Berkes: iki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz, (Ankara, 1962), ss. 113-4.
16 aynı, ss. 114-5
40 ÖZDEMİR NUTKU
42 ÖZDEMİR NUTKU
"( ... ) Tanzimat olayı da, dış güçlerin etkisi ve reformcu bir üst
kadronun eseridir. Yine altyapı çözümlenmeksizin yukardan aşağı
bir hareket gerçekleştirilmek istenmektedir. Halk yine hareketin
ve olayın bütünüyle dışında kalmakta, ulema ôyan yine hareketin
karşısında bulunmakta ve artık Batı anlamında bir bürokrasiye
dönüşmüş olan yönetici kadro, devleti kurtarma peşinde koşmaktadır.
( ... ) Bu yeni akımların başında Meşrutiyetçilik akımı gelmektedir.
Hareketin öncüsü Jön Türkler 1876'da Birinci Meşrutiyet'in kurul-
masında etken olmuşlar, halk bu olayın da x.ine dışında kalmıştır"19.
C.
A YAK • BACAK FABRİKASI 43
23 aynı, s. 24
48 ÖZDEMİR NUTIW
26 aynı, s. 83
27 aynı, s. 85
28 Niyazi Berkes: aynı kitap, ss. 19-20
AYAK - :BACAK FABRİKASı 51
L
56 ÖZDEMİR NUTKU
33 aynı, s. 30
58 ÖZDEMİR NUTKU
GelenekselOyun Özellikleri:
Sermet çağan, bu oyununda çağdaş bir yoruma giderken gelenek-
sel Türk oyun biçimlerini de oyunun özüne uygun, çağdaş bir senteze
götürerek sağlamıştır. Gelenekseloyunların özelliklerinden yararlan-
mada birtakım kalıpları olduğu gibi aktaran (Karagöz'ü sahneye
indirmek, Orta Oyunu kişileriyle çağdaş sorunları yansıtmak, bugünün
kişilerini Gölge Oyunumuzun kişileri gibi konuşturup hareket ettir-
mek, vb.) yazarların düştüğü yanlışlıktan kaçınan yazar, geleneksel
oyunların özelliklerinden daha çok evrensel nitelikleri ve "tavır" getir-
me açısından yararlanmiştır.
Geleneksel Türk tiyatrosunun "açık biçim" i ile kurulmuş olan bu
oyun, doğu tiyatrosunun göstermeci, duraklarla gelişen biçimini kapsar.
Daha önce belirttiğimiz gibi, dokuz episod'dan ortaya çıkartılan bu
oyunda, seyirciye estetik uzaklığı (ya da yabancılaştırmayı) sağlayan
çeşitli olay kesitleri vardır. Oyunun gelişiminde kişilerin psikolojileri
değil, saptanan olaylara bağlı olarak çeşitli kişilerin davranışları ön dü-
zeydedir. Bu çeşitli davranışlar ise bütünlenmiş bir dünya görüşünü
vareder. Bu da seyirciye genel görünüş üzerinde düşünme, yargılama ve
karar verme olanağını verir. Kişilerin ruhsal durumları doğalolarak
bu tutumdaki bir oyunda söz konusu değildir; o kişilerin yaşamlarıyla
ilgili yönelişleri ve bu yönelişlerindeki çelişkilerin açımlanması
amaç olarak saptanmıştır. Bunun için de, oyun kişileri karakterler
değil, bir toplumu kuran çeşitli kesitlerin temsilcileridirler; bu
kesitlerin durumunu, ekonomik ve toplumsal özelliğini ve düşünce
düzeyini gösterirler. Orta Oyunu'nda olduğu gibi, kişiler belli karak-
terlerin canlandırıcıları, yaratıcıları değil, toplum sorunlarına ışık tu-
tarken temsilcileri de öz eleştiriye yönelten özelliklerin simgeleridirler.
Böylece, kişileri ele alırken derinlemesine değil, genellemesine olan bir
yorumu, birimleri değil, tümcü! eleştiriyi saptamak gerekir.
AYAK - BACAK FABRİKASI 71
Kavuklu Uzatma usta, haniya şey yok mudur? Bir insan şey
dedikçe baktı ki kurtuluş yok, işte o zaman şey
eder. Baktı şeyedemedi, o zaman şeyolmasın diye
derhal şeyeder. Eğer şeyedemez ise işte o zaman şey
olur. O da artık şey' demez, bütün şeyden vesse- ,
lam!
Himmet Ulan ne diyon?
Kavuklu Şey diyorum, haniya ... "J6
Görüldüğü gibi, aktardığımız bu kısa bölüm, Ayak-Bacak Fabrikası'n-
daki "Şey" tekerlemesini andırmaktadır. Bu oyunda vatandaşların
birbirlerinden, kopmuşluklarını, birbirlerine ve kendilerine ve gi-
derek dillerine yaba'llcılaşmaları, Gözlemeci'de Himmet ile Kavuk-
lu' nun yabancılaşmasına bir paralellik kurmaktadır. Aradaki tek ayrı-
calık, çağan'ın bunu, oyununun yorumunu getirecek işlevsel açıdan
kurmuş olmasıdır.
Bu oyunda, bulduğumuz Orta Oyunu ve Gölge Oyunu metinlerine
olan başka bir paralellik çocuk oyunlarındaki konuşma biçimine yakın
tekrarların kullanılışıdır. Kendi içinde bir dengeyi ve simetriyi getiren
bu çocuksu konuşmalar ilk bakışta "abes" gibi görünürse de, çağan'-
ın oyununda belli. "tavır"ları açıklar: .
"ı. Politikacı: Benim partim ...
2. Politikacı : Benim partim .
3. Politikacı: Benim partim .
Kadın-Öküz-Kız-2. Vatandaş: Yaşa, varol, yaşayın varolun!
Bin yaşayın! (Alkışlar)
ı. Politikacı: Ben .
2. Politikacı: Ben .
3. Politikacı: Ben .
ı. Politikacı: (Ötekilere) Soydunuz vatandaşları be!
2. Politikacı: (Ötekilere) Bütün gün uyukladınız. Ne yaptınız
bu vatan için? Kutsal balıklara duaya bile git-
mediniz. ,Dinsizler. Nişt, sen de, sen del
36 Kavuklu Hamdi: Gözlemci (yazma), D. T. C. F. Tiyatro Araştırmaları Enstitüsü
Belgeliği.
AYAK • BACAK F ABRİKASı , 75
Sonuç:
Kendi çağdaş görüşünü ileten Sermet çağan, oyununda hiçbir
olayı ve hiçbir kişiyi hayalinden yaratmamış ve "idealleştirmemiş"tir.
Tümü de gerçektir bunların; ve bu gerçeklerin tümünü de doğurgan-
lıkları içinde eleştirmiştir. Her gerçek bir sonraki gerçeği doğururken,
yine o gerçekler daha önceki gerçeklerin birer uzantısı durumundadır.
Bu oyunda, kişilerin davranışlarıyla sağlanan "tavır" kendi toplumu-
muzu, kendi uygarlığımızı yansıttığı gibi, evrensel nitelikleriyle dünya
uluslarının bütününe bilimsel bir açıyla yönelir. Oyundaki kişilerin
bu yüzden adları yoktur; çünkü birer temsilcildirler. Bunlar yöresel-
leştirilmeden, yöreselgerçekleri temsil eden kimselerdir. Davranışları
ile toplum yapımızı, bu yapıyı oluşturan kişilerin davranışlarına özdeş-
lik kurarlar.
Böyle bir oyunu sahneye koyarken, dikkat edilmesi gereken en
önemli m)kta, Ayak-Bacak Fabrikası'nın, ayağı yere basmayan, hava-
da kalmış, "idealleştirilmiş" düşüncelere sapmadan uygulamaktır. Bu
yazıda sözünü ettiğimiz ve etmediğimiz bir çok yönlerden bu oyunun
yalnızca belirli sorunlara yönelen bir bildiri olarak ele alınamıyacağmı
belirtmek isteriz. Oyunun özüne uygun biçimi, gerek yönetmene, gerek
oyunculara ve gerekse eş değeri paylaşan sahnenin öteki teknik sorum-
lularma tiyatro estetiği açısından büyük olanaklar vermektedir. çağan'-
m bu oyunuyla sağlamca ortaya koyduğu sorunlar, ancak yeterli bir
tiyatro estetiği içinde etkili ve yararlı olabilir. Bunun tersi, oyunun boşu
boşuna ve haksız olarak harcanmasına sebep olur.
J
ESKİ İSTANBUL'DA FRANSIZ SAHNESİ
1 İtalyan Sahnesinin çalışmaları bir başka incelemede ele alınmıştır. bkz. Metin And,
"Türkiye'de İtalyan Sahnesi", ltalyan Filolojisi dergisi, sayı 1-2 1970, ss. 127-ı42.
2 Fransızlar geleneksel Türk tiyatrosuna da ilgi duymuşlar. İlk inceleme için bkz.
Jules Arnic, "Spectacles chez les Turcs", Le Monde dramatique 1835,. ss. 412-415.
3 bkz. J. M. Tancoigne, Vayage a Smyrne dans ['Archipel et L'Ile de Candie, Paris
1817, II, ss. 82-83. .
4 bkz. Cornelio Magni, Ilpiu curioso e vago della Turchia, Parma 1704, II, ss. 10-17;
Journal d'Antoine Galland pendant son sejour tl Constantinople 1672-1673, Paris. 1881, II,
ss. 14, 34, 36; Albert Vandal, L'Odysee d'un Abbassadeur. Les Voyages de Marquis de Noin-
tel (1670-1680), Paris 1900, ss. 202-203.
78 METİN AND
Kadın bir olay daha anlatır aynı türden. Bu acı olaya ikisi de gül-
mektedirler şimdi. çatışmaları buruk, acılı bir alayda erimiş gibidir.
Sonra gene bir Erkek, bir Kadın anlatırlar. Tempo adamakıllı hızlan-
mıştır. Kadın yabancılaşma oyununu o kadar içtenlikle oynamaktadır
ki, Erkek onun sivriliğinde kendi aşırılığını görür gibi olur. Her zaman
savunduğu bir yaşam görüşü başkasında yadırgatmaktadır onu. İki-
sinin de insanları uzak açıdan, alayla karşılamalarına bir kabalık, bir
insafsızlık sinmiştir. Bu kaba, taklidi, eğlenceli konuşma iç bunalım-
larının boşalımıdır sanki. Kadın kucağında getirdiği, içeriki odaya ya-
tırdığı çocuğun, tüm öykülerin değindiği çocuğun, aslında bir taş bebek
olduğunu söyler:
L~
ÇİN TİYATROSU
Çin halkı tiyatroya çok düşkündür. Daha aile ocağında iken ta-
rihsel olaylar, mitoloji kahramanları onlara dedeleri ve masalcılar tara-
fından anlatılmış ve değerlendirilmiştir. Bütün bunlar çin tiyatrosunda
epik, dramatik ve lirik sanat türleri içinde onların gözleri önüne serilir
ve canlandırılır.
Geleneğe bağlı olan Çin tiyatrosu, müzik, dans, konuşma, pando-
mim ve akrobasi üzerine kurulmuştur. Burada müzik en önemli rolü
oynarı. Dramatik bir yapısı olduğu kadar müzikal bir yapısı da vardır.
1 Çin'de müziğin çok eski çağlarda varolduğunu görüyoruz. Fakat bu müziğin bir
eğlence aracı olmaktan ziyade dinsel maksatlarla yapıldığını anlıyoruz. Shang sülalesi za-
manında (M. Ö. 1600-1028 (yeni kronolojiye göre. Bak. W. Eberhard: A history of Chiana
Berkeley, 1969.5.19) fal kemiklerinde 'müzik' kelimesine ve sonra 6 çeşit müzik aletine (da-
vul, gonk, ses taşları, nüfve tüy ve kamıştan yapılmış kaval) rastlıyoruz (bak. Shıh Chi: 24.
Müzik bho i. S. 2a, 5 b, ve 6 b). Chou sülalesi zamanında (M. Ö. 1028-257) müzik zengindi.
şarkılar için birçok ses tonunun adları verilmektedir. Sonra Konfüçyüs'ün düzenlediği Shıh
Ching'de (Şarkılar kitabı) 305 kadar, halk türkülerini, dinsel ve dinle ilgili olmayan tören
şarkılarını bulabiliriz. Bu çağlarda müziğin kutsal insanlar tarafından tanrıları (Gö~ü)
memnun etmek, halka neşe vermek, bununla onları yÖnetmek ve nihayet erdemi yaymak
için yapıldıllı kaydedilir. (Bak. Shıh Chi: 24. Müzik bn. s. 7-8 b, 9 a, 10 b. Ve Chien Han
Shu: 22. Müzik bho 7 - 8 b). Yine bu belgelerden Atalar tapınağında kurban törenlerinde
müzillin eşlillinde bir takım danslar yapıldıllını öllreniyoruz (Bak. Chien Han Shu: 22. Mü-
zik bho s. 9a - 12 b).
Atalar tapınağında kurban törenlerinde müziğin eşliğinde bir takım danslar yapıldı~ını
öğreniyoruz (Bak. Chien Han Shu: 22. Müzik bho S. 9a - 12 b).
Bundan başka, bu çağlarda müzik Çin toplumunun eğitiminde ve sonra devletin
yönetiminde esaslı bir prensip olarak kabul ediliyordu. Onlara. göre, 'kötü müzik halkı,
örfve adetleri ve kanunları bozar, devleti sarsar. Bunun için bu tür müzik yasak edilmelidir
(Bak. Yueh Chi (Müzik hakkında notlar) BöL.i - II.).
Chou sülalesinden sonraki sülalelere ait tarihsel belgelerde Çin müziğine ait bölüm-
ler buluyoruz. Burada müzik dinsel törenlerden başka ziyafetlerde, toplantılarda bir eğ-
•
6- ArIington. s. 7.
- Kou-yü'nin, Lu Derebeyliği (BöL. ıv-v s. 36-52) ve Ch'i Derebeyliği (BöL. vı,
s. 52-59) bahislerinde böyle bi kayde ratslamıyoruz. Bu olaydan Chia-yü bahsetmektedir
(bak. Hou Han Shu. 81. Li Hsün bahsi. 4. s. 2. b).
7- Bak. Shıh Chi: 47. s. 10 a b (Konfüçyüs'ün biyografisi).
8- Konfüçyüs'ün Adalet Bakanı olduğuna dair 'Meng- Tzu (2, 209)' ve Tso Chuan'da
(M. Ö. 503-501) bazı kayıtlara rastlıyoruz. Fakat yapılan incelemeler sonunda bunun
doğru olmadığı görülür. Meng-tzu'tzu'nın bu mushası daha sonraki bir baskıdır. Burada
Konfüçyüs'ün niçin görevinden ayrılıdığını söylemez. Tso Chuan ise Konfüçyüs'ün göre-
vinden ayrılma nedeninden hiç bahsetmez. Lun-yü'de ise O'nun Adalet Bakanı veyahut
buna benzer yüksek mevkilerde hiçbir şekilde yer almadığını kendi ağzından öğreniyoruz
(bak. Lun-yü: BöL. II, 21 iX. 6) ve
- Türkçe çevirisi: Muhaddere N. Özerdim. Konuşmalar 'Konfüçyüs'. Milli
Eğitim Bakanlığı yayınlarından. Ankara. 1963. BöL. XVııI. s. 132. ve BöL. iV. not. 124.
9- Shıh huang-tı'nın sarayında koruduğu ve devlet işlerinde görev verdiği en ünlü
artıstierden biri Yu Chan'dı. Bu aynı zamanda cücedir (Shıh Chi: Bh. 126. s. 5 b-6 a )
Ve,
- Chung-kuo Hsi-chi Shıh: s. 5-6. Ve,
- Chung-kuo Chin Shıh Hsi-chü Shıh. C. I. s. 3.
- Hsi-ch'ü Tsung-t'an. s. 2,
- Arlington: s. 10
- Ch'in umparatoru Shıh huang-ti, Chou'ların danslı şarkılarından çok faydalan-
mıştır. 'Ta Wu'yu alıp değiştirmiş 'Wu Wsing Wu demiştir (Bak Sui Shu: 15, Müzik bh.
II. s. la, ve Chung-kuo Hsi -chi Shıh. s. 5).
ÇİN TİY ATROSU 123
mış 'Ta Chü'lerdi. Bunlar l00'den fazla idi. Fakat bir kısmı kaybolmuştur (Bak. Sung Shıh:
126. Müzik h. i. s. 7 a b - 8 a b. ve Sung Shıh: 142: Müzik bho 17. S. 9 ab-ll a ve 16 b).
Ve
- Chung-kuo Hsi-chi. s. 32 (burada 40 Ta Ch'nün adı verilmiştir) ve s. 26, 31, 37.
- Chung-ku Chin-shıh Hsi-ch'ü Shıh s. 6-8 ve 18-26.
- Hsİ-ch'ü Tsung-t'an. S. 9-10.
126 MUHADDERE N. ÖZERDİM
nir. Her bir sahne aşağı yukarı bağımsız bir oyundur. Dramatik
yapıIışından başka müzikal bir yapıIışı da olan K'un Ch'ü'de müzik
çok önemli bir roloynar. Bu müziğe K'un Ching de denir. Ye Ching
Hsi müziğine nazaran daha melodik ve daha yumuşak bir havası var-
dır. Mahalli dilin özelliği de bu müziğe daha başka bir üstünlük verir.
Bu tiyatronun müzik aleti sadece flüttür.
Ching Hsi'de (Başkent veya Peking tiyatrosu) piyesler, konu-
ları itibariyle zengindir. Daha çok tarihsel ve mitolojik kahraman-
lar, imparatorların tahta geçişleri, gözdelerin çirkin rekabetleri, impara-
toriçelerin kıskançlıklar, devlet büyüklerinin zulümleri, düşmanlara
karşı savaşlar, kardeş kavgaları ve nihayet komutanların ihanetleri
gayet canlı olarak bu sahnede gösterilir. Bu oyunlar edebi bir sanat ese-
ri yaratmak gayesi güdülmeden aktörler tarafından yazılır. Piyesler
uzun değildir, 1-2 sahnedir. Oyunda, muayyen kişilerle ilgili olayların
başı ve hatta son1Jcu toplu ve kısa olarak canlandırılır. Ye müzikal cüm-
leler sınırlıdır, daima tekrar eder. Bu da seyirci kitlesinin bu müzik
. tekniğini daha kolayca anlamasını sağlar. Müzik aletleri ise telli enst-
rümanlardır.
Bu iki tiyatronun piyesleri genelolarak iki grup içinde toplanır:
1- Askeri piyesler (Wu Hsi):
Savaş oyunlarını ve tarihsel öyküleri içindetoplar. Çinliler bu
temsilIeri çok severler. Zira bunlar çok heyevan verici ve hareketli
oyunlardır. Sahnede bayrakları dalgalandırarak çoşkun hareketler
yapan kahramanlar savaş ihtişamının tüm deyimiyle canlandırırlar.
Burada şarkı ikinci veya üçüncü derecede gelir. Bütün parçalar savaş
sahneleri haline konmuştur.
2- Sivil piyesler (Wen Hsi):
Bunlar sosyalolayları gösteren oyunlardır. Her günkü yaşantıyı
yansıtırlar. Daha ziyade şiir ve şarkı üzerine kurulmuş oyunlardır.
Bu iki grup dışında, komediler ve mitolojik piyesler vardır. Ko-
mediler,-akrobatik oyunlardan, güldürücü ve basit, şarkısız parçalar-
dan ibarettir. Mitolojik oyunlar ise, tabi at üstü olayları anlatan ve kut-
sal insanların yaşantısına ait oyunları gösterir. Gerek Wu Hsi gerekse
W~n Hsi piyeslerinin, hem gerçeğe hem de muhayyileye yani, mitolojiye
ve [olklöre dayandığını görüyoruz.
Ching Hsi tiyatrosunda iki müzik uslubu vardır. Bunlar Hsi-pi Erh-
huang (Pi-huang da denir) usluplarıdır. Zamanla bu iki usluba birçok
130 MUHADDERE N. ÖZERDİM
San Hsien: Üç telli bir müzik aletidir. Mızrap ile çalınır. İkinci
derecede bir alettir. Şekli ovaldir. Beden kırmızı tahtadan ve yılan
derisinden yapılmıştır. Boyu 15 cm kadardır. Sapı ise 70 cm'dir ve 3
tane ses anahtarı vardır.
Ti Tzu: Bambudan yapılmış bir flüttür. K'un Ch'ü'nün müzi-
ğinde de kullanılmıştır. Çinlilerin çok sevdiği bir müzik aletidir.
Tan P'i veyahut Hsiao Ku: Üç ayak üstünde duran ve üstü deri ile
kaplı bir davuldur. İki tane bambu değnekle çalınır. Çapı 50 cm, derin-
liği 8 cm kadardır. Önemli bir çalgıdır. Orkestra şefi tarafından çalınır.
Tan Ku veyahut Ta ku: sivil pieysler az, fakat askeri oyun-
larda çok kullanılan bir davuldur. Buna Ru Ch'in eşlik eder. şekli
bere biçimindedir. ve çeşitli büyüklüktedir. Öküz derisinden yapıl-
mıştır. Kenarları siyah lake kaplıdır. Üzerindealtun yaldızlı bir
ejder resmedilmiştir. Bambu çubukla çalınır.
Pan: Çin sahne orkestrasının tipik bir müzik aletidir. Zamanı
bildirir, ve orkestra şefinin değneği yerine geçer. Bu alet Tan P'i-ku'yu
çalanın sol elinde bulunur. Kırmızı tahtadan yapılmış üç parçadan
ibarettir. Uzunluğu 30 cm kadardır. Sert bir ses çıkarır. '
i
Ta Lo: Bakırdan yapılmış büyük bir gonkdur. Sapı 30 cm' dir to-
puzlu bir değnekle çalınır.
Rsiao Lo: Küçük bir gonkdur. Aktörün gelişini bildirir. Şarkı
söylenirken kullanılmaz. Askeri piyeslerde, savaş sahnelerinde ve durma
hareketlerinde çalınır.
Hsing: Bu alet iki küçük prinç kaptan ibarettir. Birbirine bir kor-
donla bağlıdır. Birbirine vurularak ses çıkarır. Trajik havalarda davul-
la beraber kullanılır.
Ch'ou sınıfı ikiye ayrılmıştır. Wen Ch'ou: Adi rolleri içine alır.
Bunlar hizmetçiler, mahpuslar ve saire kişilerdir. Wu Ch'ou. Asker-
lerdir. Bunlar düğüşürler, ata binerler, ve akrobasi hareketleri yapar-
lar.
Tiyatro binası ve dekorlar: (Resim iO) Eski çağlarda tiyatro
binaları tapınaklara aitti. Bina taştan yapılmıştır. Damları gayet süs-
lüdür. Sahne yerden yüksek olarak yapılmış bir platforum şeklindedir.
Üç tarafı açıktır v perde yoktur. Halk mabedin avlusunda ya oturur
veyahut ayakta seyreder. Bu sahne sonradan gerek saraylardaki ve
gerekse şehir tiyatro sahnelerinin protipi olmuştur. Tapınak sahnelerin-
den sonra, halk tiyatroları geçici olarak kurulmuştur. Tahtadan yapıl-
mış olan bu sahnelerin bambu direkleri vardır ve kolayca kaldırılabilir.
Şehirlerdeki daimi tiyatro binalarının menşei çayevleridir. Mançu
sülalesi zamanında sahne tipi bu çayevlerinden alınmış ve geliştiril-
miştir. Peking'deki yazlık saraydaki sahne böyle bir sahnedir. Yalnız
bu üç katlıdır.28 Sarayın himayesinde olan bu tiyatro yalnız saray hal-
halkının eğlenme si için yapılmıştır. Halktan kimse buraya giremezdi.
1911' den sonra bu çeşit eski tiyatro binaları yerine modern tiyatro
binaları yapılmıştır.
Dekorlar: Sahnede bizim dekor diyebileceğimiz bir şey bulunmaz.
Dekor olarak ortaya konan şeyler gayet semboliktir, yabancılar bir şey
anlamaz. Örneğin: Bir değnek bir atı, üzerine tekerlek resmi yapılmış bir
çift bandıra bir arabayı temsil eder. Aktör kapıyı kapamak isterse el-
lerini birleştirir. Ellerini açmakla kapıyı açmış olur. Sahneye püsküllü
veya tüylü bir değnekle girerse ata biniyor demektir. Değneği yere atar
veya uşağına fırlatırsa attan iniyor demektir. Üzerine balık resmi
yapılmış bir bayrağı sallarsa, bu fırtına veya sel baskını olacağına bir
işarettir. Elleri alnında olduğu halde koşarak sahneye gelen aktör şid-
detli bir yağmurun gelmekte olduğunu anlatır. Kuvvetle nefes alırsa
çok içki içtiğini ifade eder. Takma sakalını üfler ve başını sallarsa kız-
gın olduğunu anlatmış olur.
Bir masa mahkemeyi, lokantayı veya bir memur masasını ve masa
üstüne konmuş bir sandalya tahtı ifade eder. Masaya tırmanmak te-
peye tırmanmak demektir. Masaya çıkan general etrafı denetliyor
demektir. Masa yanında bir sandalya bir dağı temsil eder. İki bambu
değnek arasına getirilmiş bir kumaş bir ş~hir duvarını gösterir. Bir im-
parator daima ejderli sarı ipek bir elbise ile görünür. İmparatorun a-
damları uzun elbiseler giyerler. Hizmet edenler aşağı tabakadan kim-
seler ise kısa jaket ve, pantolon giyerler. Yüksek rütbeli bir genaral
arkasına dört bayrak takmış olarak görünür. •.
Sarayın himayesinde olan saray tiyatrosunun her türlü masrafları-
nı saray bütçesi karşılar. Fakat şehir ve halk tiyatrolarının masrafları
ise oranın zenginleri tarafından ödenir. Genelolarak giriş parası diye
bir şey yoktur. Halk istediği zaman gelir, sıralara ve msaların etrafın-
daki sandalyalara oturur, yer içer ve oyunu seyreder. Yalnız içtikleri
çayın parasını (Ch'a eh'ien) öderler. Zamanla bu adet kalkmış ve halk
oturdukları sandalyeler için muayyen bir para öderneğe başlamışlardır.
Bununla beraber, bazı yerde eski adeti devam ettiren tiyatroların
(örneğin, Nanking'de Fu-tzu Miao'da) 1948'larda bile varolduğunu
görüyoruz.
Halk Tiyatrosu:
Yüksek tabakanın tiyatrosu sayabileceğimiz K'un Ch'ü ve Ching
Hsi tiyatrolarının yanında konuları ve ruh yönünden çok farklı olan
ve onların hemen her günkü yaşantısını gösteren bir halk tiyatrosu
da vardır. Bu tiyatro büyük yetenekleri geliştirecek bir ortam bula-
mamakla beraber, uzun yıllar orijinalitesini ve canlılığllnı kaybetmi-
yerek halk için en büyük bir eğlence kaynağı olmuştur.
Halk tiyatrosunun temelini teşkil eden Yang-ko'lar (nebat şar-
kıları), halk tiyatrosunun en canlı örneklerinden biridir. Yank-ko'-
ların menşeinin, Sung sülalesinin (12-14'üncü yüz yıl) ünlü şairlerinden
Su Tung-p'o'nin yazdığı şiirler olduğu ileri sürülür." Şair, Ting vila-
ytini yönettiği zaman oradaki halkın pirinç ,tarlaları içinde çalıştığını
görmüş, onların yorgunluğunu giderecek ve güçlüğü unutturacak şar-
kılar yazmış. Bunları bilhassa pirinç ekme zamanında söylemelerini an-
latmış. Çok geçmeden bu şarkılar bütün Ting vilayetine yayılmış ve
köylüler yazı bilmediklerinden ancak ağızan ağıza nakledilerek bu
günkü şeklini bulmuştur.29
Fakat, Yang-ko'ların menşeinin böyle 12'inci yüz yıl gibi geç
bir tarihe konulmıyacağı kanaatindeyiz. Zaten Su Tung-p'o da Wu
Chang şehrinden geçerken köylülerin kamıştan bir ata (Yang-ma)
bindiklerini ve bunula gezdiklerini anlatır. Amma burada şarkı söyle-
diklerinden hiç bahsetmez.3o
29-Ting-hsien Yang-ko hsüan: F. H. Lee. F. S. W. Chang. ı933. s. 1-9.
30-Chi-chu-fei-Iei Tung-p'o Hsian Shen-shıh: Ching-chin Tung-p'o Wen-chishu-
Hao. böL. 24. s. 6ı (Shanghai, Commercal press).
,
138 MUHADDERE N. ÖZERDİM
•
142 MUHADDERE N. ÖZERDİM
it
Ying-t'ai (şarkı söylüyor): 'Çok aptal ve budalasın. Chu Ying-t'ai-
şimdi sevgi işlerini hiç düşünmüyor. O anda '4' nöbeti' sesini duyuyor.
Rafın üstündeki altın horoz kanatlarını çırparak bağırıyor. Horoz ka-
natlarını çırparken 'Ying-t'ai artık elbiselerini giysin' diye bağırıyor.
Ying-t'ai : 'Hemen elbiselerimi giyiyorum.'
Shan-po (şarkı söylüyor): 'Şimdi' , 5 nöbetini' duyuyorum. Korku-
yorum. Kapının iki kanadını açıyorum. Kuzey-doğudan güneş doğu-
yor. Kardeşimi birkaç defa çağırıyorum. durmadan çağırıyorum.
Tanrı bilir ki, altın tuğlayı düşürmedik. Artık 'Dağ'dan ayrılacağız.'
Ying-t'aı : 'Kardeşim başka yerde öğrenimini yapacak.'
, Shan-po : Başka okullarda kutsal kitaplar okudum. ve 'Yük-
sek Dağ'da ise ayaklarımı altına alıp uyudum.'
Ying-t'ai : "'Büyük ağabeyim, kardeşine' Dağ'danhemen in-
mesine yardım edecek.'. 36
36-Bizim elimizdeki metin burada bitiyor. Halbuki diğer kaynaklarda sonuç başka
başkadır. Genelolarak, birbirine kavuşamayan gençler ölürler, ancak öteki dnyada bir-
leşirler. Ye onlar halkın nazarında artık 'ölümsüz insanlar'dır (bak. diğer kaynakıar: alt
not 32-33 - 34 - 35).
1-
J
Resim 6-Bir Tan sanatçısı
152 MUHADDERE N. ÖZERDİM
ÇİN
•
TİYATROSU 153
Empedokles kimdir?
Empedokles, tarihte V. yüzyılda yaşamıştır. Agrigentumlu6 arayan
bir düşünür ve düşünen bir arayıcıdır; fizikçidir, hekimdir, büyücüdür,
Faust tipidir; fazla olarak da bir rahiptir; uzağı görür, mucizeler yara-
tır. Eski Yunanlılar onu son yıllarında çok sevmişler, çök övmüşler.
Bir çoğu da ona düşman gözüyle bakmış, ondaki büyük insanların
kişiliğini anlıyamamıştır. İçinden gelen bir görev duygusuyla o, hep
öğretmek, yönetmek, yardım etmek, desteklemek istemiş, aynı zamanda
da var olanı eleştirerek varlıklara karşı çıkmış, arı bir Tanrılar öğretisi,
yaşam bilgeliği, yeni bir felsefe getirmek istemiştir. Empedokles'in
felsefesi: dünyasal-Tanrısal bir felsefedir. İçinde gelişler ve gidişIer, oluş-
lar ve bitişler birbirine karışır. Canlı varlıkların, yalın olanlardan yük-
sek olanlara gelişmesini, aynı zamanda da ruh dolaşımını öğretir. O,
her şeyin kökünü dört ögede: toprak~ su, hava ve ateşte görür, evrenin
ana güçlerini de sevgi ile nefrette bulur. Bunlar, eylemi sağlayan güçler-
dir ve bir temel üzerindedirler; çözülmeleri, ayrılmaları ve gene birleş-
meleri, devinimli dünyamızı yaratırlar. Böylesine yalın bir felsefe,
Hölderlin'in pantheizmine uyuyordu. Empedokles, Hölderlin gibi hep
kurtarmak isteyen bir' mizaçtı, yalnız ondan çok daha güçlü, kendine
çok daha güvenli ve kendini çok daha beğenmiştir. Kaynaklarında o,
kendisini şöyle tanıttırmıştır:
i "Ben, aranızda, ölümlü olarak ölümsüz Tanrı gibi dolaşıyorum.
Beni her yerde, bir böylesi olarak karşılıyorlar, başıma da çiçek-
lerden taç örüyorlar. Parlak kentlere ayak bastığımda ise, erkek
ve kadınlar bana tapıyorlar. Ardımdan, binlerce kişi geliyor ve
benden kurtaracak yolun nerede olduğunu, ağır hastalıkların derin
yaralar açtığı acılardan kurtulma çarelerini, kehanetleri öğrenmek
istiyorlar. "7
Ve işte bu yeni, onu mutlu kılan uyum, evren yaşamı ile uyumunu bir
daha yitiremez; çünkü artık eylemsiz (passif) alışa ve duyuşa dayan-
maz. O, bunu, şimdi kendi gücü ile kazanmış, yorularak, caba ile öz
varlığım genişletmiştir. Evrenin güzelliğini, hakikat ve bilgi olarak
kazanmıştır. Kendisini bütüne, bilinçli olarak vermiştir. Şimdi de artık
kendisinden, kendi içinden, evren varlığının gerçeğini ve güzelliğini
konuşturabilir, eserlerinde de biçimini verebilir: Empedokles, bir sanat-
çıdır. Onun için bu doruk anı, aynı zamanda, çabasının ve varlı-
ğımn gerçekleşmesi, açıklanması dır. Sancılar kesildikten, kıvranmalar
bittikten sonra, çocuk doğar. Çocuk, sanat yapıtıdır. Yapıt da burada
"ölüm"dür, sanatlı bir "ölüm".
Dramın özü, Empedokles'in içindeki ve dışındaki bu karşıtların
uzlaşımındadır. Pantheas ile Başrahibin gözleriyle bakıldığında, Em-
pedokles, kaderinin gücü altında eğik görülür. Çok yükseklerden aşa-
ğıya düşmüş bir insan gibi o, sanki karanlık bir köşede durur. Tanrı
ondan yüz çevirmiş, gece sanki umuzlarına çökmüş gibidir. Gün do-
ğuncaya dek de, o, böyle kalır. Ama ortalık aydınlandığında, açık
hava içinden seslenir, her şeyi yeni görüyormuş gibi olur. Çok iyi tanı-
dığı ağaçları, pınarları selamlar. Gençliğinden bu yana, çok iyi bildiği
doğayı, yavaş yavaş amlar gibi olur: ama, gene de kendi ile doğa ara-
da bir yabancılık kalır:
Sorun: i
"Empedokles" de, arı bir sorun söz konusudur. İnsan ile Tanrı,
ekonomik varlık ile tüm yaşam arasındaki ilişki sorunudur bu. İnsan-
dan insana olan ilişkiler, bunlardan sonra gelir. Bunun için de Hölder-
lin, kahramanını, insanlığa, ilk planında saptadığı gibi, aile bağları ve
bir takım görevler1e iliştirmemiştir. Empedokles, arı iç varlığa dönük
insanın büyük imgesidir. Kendi cinsinden öteki varlıklara olan iliş-
kileri de gene ruh alanındadır: O, herkesin hocasıdır, dostudur, bütün
insanlara iyilik eder; Tanrılar önünde de kendisine düşen bir görev
yoktur onun için. O, Tanrılara, kendi cinslerinden daha derin bir görev
ve yaşama bilinci ile bağlıdır.
İç çatışma
Varlığının büyük düyümü, iç düyüm, Empedokles'in bu mutlu
yaşam bilincinde oluşuyor. Duygularında tamamiyle insan olan bu
Tanrılar dostu, ancak bu sınırlı insanlığını unuttuğu ve en büyük sevgi
ile kendini, her şeyi canlandıran Tanrıya verdiğinde, özlemi gerçek-
leşiyor, iç varlığı doluyor. Ama, kendini böylece, biricik Tanrısal yaşa-
ma verme, insanlığın, yasaların gerektirdiği gibi, sürekli olamaz. Empe-
__________________________ J
168 MELAHAT ÖZGÜ
Dış çatışma,
siktheaters. (s. Bild. I) Sie hat in der vergangenen Spielzeit das hundert-
jahrige Jubilaum ihres reprasentativen Heimes, qes Operngebaudes an
der Wiener Prunkstrasse, dem Ring, gefeiert. Dieses Haus, hat wah-
Zweiten Weltkrieges bei einem amerikanischen Luftangriff schwerste
rend des Schaden editten, Es wurde -unter Bedachtnahme auf seine
historische Gestalt-wiedererrichtet und 1955 neueröffnet. Vorher hatte
die Staatsoper ein Jahrzehnt in einem Ausweichquartier gespielt. Dort
wurde besondere Liebe und Sorgfalt an die Aufführungen von Mozart
Opern gewendet. Es standen gerade für diese Aufgabe pradestinierte,
hervorragende Sanger zur Verfügung, die sich zu einem unvergleichli-
chen Ensemble vereinigten. Man sprach sehr bald von dem Wiener
Mozartstil, der als Höhepunkt der stilistischer Authentizitat angesehen
wurde. Durch Gastspiele im Ausland, durch Aufführungen der Salz-
burger Festspiele und durch Schallplatten wurde dieser Wiener Mozart-
stil in der ganzen Welt bekannt. Es ist unverkennbar, dass er
die Mozart-Interpretation in aller Welt nachhaltig beeinflusst hat.
Sehr bal d nach der Übersiedlung in das erneuerte alte Haus am
Ring zeigte es sich aber - vor allem bei Verdi-und Wagner-Auffüh-
rungen - das s ein Opernhaus von Spitzenrang nicht mehr als Ensemble-
theater, zumindest nicht mehr als reine s Ensembletheater, geführt
werden könne, dass es sich mehr oder weniger dem Startheater nahern
müsse. Der Flugverkehr hat es nun einmal thöglich gemacht, dass Stars
im Laufe einer Saison in den bekanntesten Opernhausern und bei den
angesehensten Festspielen vor das Pub1ikum treten. Und ein Opern-
haus, das etwa glauben sollte, auf derartige Stars verzichten zu können,
würde sehr ba1d nicht mehr zur Weltspitze gehören. Der Glücksfall
der Wiener Mozartaufführungen, die noch einmal alle Vorzüge des En-
sembletheaters in höchster Vollkommenheit manifestierten, konnte über
.den möchtigen Trend zum Startheater nicht hinwegtauschen *. Her-
bert von Karajan, hat wahrend der glanzvollen Aera seiner Direktion
an der Wiener Staatsoper die Konsequenz aus diesen Trend gezogen und
den Schritt in das Startheater entschlossen getan. Selbstverstandlich
hat das Startheater eine Nivellierung der Opernspielplane zur Folge.
Allerdings war ja auch schon vor der Entwicklung zu Startheater die
Differenzierung in den Spielplanen der Operntheater gering. Gerade
die Wiener Staatsoper beschrankte sich seİt jeher auf ein Standartreper-
toire, weil sie sich wegen des konservativen Geschmacks der Mehrzehl
ihrer Besucher der Pflege der modernen Oper nur selten gewidmet hat-
* Man darf ja auch nicht übersehen, dass die Trager der Hauptrollen in diesem
Ensemble durchwegs zu international anerkannten Stars geworden waren.
174 HANS BRUNMAYR
te. Sehr freulich ist es, das s sieh der zur Wiedereröffnung 1955 neu
eintudierte "Wozzek" des österreichischen Komponisten Alban Berg
(1885-1935) auf dem Spielplan erhalten hat und sich zunehmenden Pub-
likumsinteresses erfreut. Die Aufführung dieses Werkes ist allerdings
als derzeitige Spitzenleistung der Wiener Staatsoper anzusehen. Seit-
her hat man auch "Lulu" von Alban Berg ebenfalls ineiner exemp-
larischen Aufführung herausgebracht. Man darf hoffen, das s auch
dieses Werk zum fixen Repertoire gehören wird.
Das von Jahr zu Jahr trotz guten Besuchs sUindig steigende Defizit
der Bundestheater hat an der Wiener Staatsoper zu ejneı: bedauerlichen
Drosselung der Neuinszenierungen geführt. Die Vermehrung des
Defizits wird versUindlich, wenn man weiss, wie gross etwa bei der Wie-
net Staatsoper die Anzahl der Personen ist, denen Gagen-und Lohn-
erhöhungen - im Gefolge einer allgemeinen Steigerung der Lebens-
haltungskosten - zugute kommen. Die Wiener Staatsoper verfügt über
mehr als 100 Gesangsolisten zu denen noch etwa 25 regelmassig gas-
tierende Künstler kommen. Das Orchester besteht aus 152 Musikem,
ausserdem sind 23 Bühnenmusiker engagiert. Dem Ballett gehören 85
Tanzerinnen und Tanzer an, der Ch or hat über 100 Mitglieder. Zusam-
men mit den Angestellten der Direktion, mit Dirigenten und Korre-
petitoren, mit Regisseuren und deren Assistenten, mit Bühnen-und
Kostümbildnem und mit der Komparserie ergibt sieh die Zahl von ca.
1200 Personen. Zahlt man dazu noch das technische Personal von
ca. 560, so ergibt sich für die Wien er Staatsoper ein Stand von ca. 1760
Beschaftigten. Besondere personelle und finanzielle Probleme wer-
den für die Wiener Staatsoper und für alle Theater in Österreich durch
eine schrittweise Verkürzung der Arbeitszeit auf 40 Stunden pro Woche
entstehen.
Das zweite staatliehe Musiktheater, die Volksoper halt im Wesent-
liehen noch am Ensemble fest. Allerdings spielen auch hier in einzelnen
Produktionen neben Solisten aus dem Stammpersonalganze Ensemble-
gruppen amerikanischer Künstler(z. B. West-Side-story). Seit ihrer
Wiedereröffnung nach dem Zwejten Weltkrieg hatte sieh diese
Bühne vorwiegend der Operette gewidmet. Es wurde hier ein
beispielhafter Stil für die Aufführung klassischer Wiener Operetten
(von Johann Strauss, Millöcker und Suppe) erarbeitet. Hier wurden
auch die ersten Musieals in Wien aufgeführt. Daneben hatte aber
auch die Spieloper ihre Heimstatte. Erst die derzeitige Direktion hat
die Position der Oper im Spielplan wesentlich verstarkt. Es werden
vor allem selten gespielte, fast vergessene Werke dieser Gattung, in
das Repertoire aufgenommen.
ZUR ÖSTEWREIClllSCHEN THEATER 175
Sitz S. 25, - dieser Betrag besass damals eine Kaufkraft von ca. 250
heutigen Schilling. Für die teuerste Karte im Theater in der Josefstadt
wird jetzt aber nur etwa die Halfte dieses Betrages verlangt. Und das
auf Grund einer richtigen Überlegung, denn eine Verdoppelung der
Preise hatte halbleere Hauser zur Folge. Eine Drosselung der Ausga-
ben des Theaters ist nicht möglich. Erste Schauspieler könnten, wenn
ihnen geringere Gagen geboten würden, nicht an diesem Theater gehal-
ten werden. Die Gagenansprüche sind durch den Vergleich mit Film-
und Femsehenhonoraren und mit den von deutschen und schweize-
rischen Bühnen gebotenen Summen begreiflicherweise seit 1938 stark
gestiegen. Durch die Sozialgesetzgebung wurde die finanzielle Situation
des technischen Personals sehr wesentlich gebessert und dadurch sind
gleichfalls die Ausgaben des Theaters erhöht worden.
Das Theater in der Josefstadt wurde in den Zwanziger - und frühen
Dreissigerjahren von Max Reinhardt, dem grossen Regisseur geleitet.
Dass die Vollkommenheit der schauspielerischen Leistung, die vollen-
dete Emsemblewirkung im Mittelpunkt der künstlerischen Bemühun-
gen stand, fand ihren Ausdruck schon in der offiziellen Bezeichnung
des Theaters. Diese lautete "Die Schauspieler des Theaters in der Jo-
sefstadt unter Führung von Max Reinhardt". Auch heute noch
sind die künstlerischen Intentionen des Theaters in erster
Linie auf die Pflege eines kultivierten Kammerspieltons, eines
Josefstadter Ensemblesstils gerichtet. Deshalb gelangen denn auch in
den letzten Jahren einige exemplarische Aufführungen von Werken des
bedeutenden österreichischen Dramatikers Arthur Schniztler unter
der Regie seines Sohnes Heinrich.
Das Publikum dieses Hauses sucht aber in erster Linie anregende
Unterhaltung. Der langjahrige Direktor des Hauses ist der Meinung,
dass ihm nur das Abonnementssystem die Mögliehkeit bietet, literariseh
anspruehsvollere Stüeke in den Spielplan miteinzubeziehen. Andem-
falls ware der Besueh derartiger Vorstellungen zu sehwaeh, die Auffüh-
rungszahl infolgedessen zu niedrig, um die Einstudierung zu reeht-
fertigen.
In der einen Filialbühne, den "Kammerspielen" pflegt das Josefs-
tadter Ensemble typisehes Boulevaxdtheater. In dem kleinen Theater
im Konzerthaus bepsielt das Theater in der Josefstadt eine z~eite
Filialbühne und widmet sich dort der modemen Dramatik. Es besteht
eine Zusammenarbeit mit dem östereiehisehen Femsehen, das daher
aueh entspreehenden Einfluss auf die Gestaltung des Spielplanes nimmt.
178 HANS BRUNMA YR
Die Keııertbeater
Die Zerstörung vieler Theatergebaude wahrend des Zweiten Welt-
krieges war der Anlass, behelfsmassig Theaterraume zu adaptieren.
Meistens handelte sich um Souterrainlokale, die zu Kaffeehausern
und Restaurants gehören. Manchmal hat man sich aber auch in Keller-
gewölben von Privathausern installiert. In Wien waren allerdings
schon in den Dreissigerjahren in Kellerraumen von Kaffeehausern
Spielstatten eingerichtet worden, in denen aber durchwegs ein caba-
retistisches Genre gepflegt wurde, freilich meistens Cabaret von
betrachtlichem literarischen Rang.
Für die Gründung von kleinen Bühnen nach 1945 waren aber
nicht nur die Zerstörungen des Krieges und die N ot der Zeit mass-
gebend, es gab dafür auch geistige Voraussetzungen. Wahrend der
Zeit der nationalsozialistischen Herrschaft war das Theaterpublikum
von der Möglichkeit, die auslandische zeitgenössische DramenIiteratur
kennenzulernen, fast völIig abgeschnitten. So wie die meisten Werke
der modernen bildenden Kunst galten auch viele literarische Werke,
die sich modern er Formen bedienten oder angehlich dekadente Themen
behandelten, als "entartete Kunst". Sie waren von der öffentIichen
Darbietung ebenso ausgeschlossen wie alle Werke jüdischer Autoren.
Nach 1945 herrschte also ein senr reger Nachholbedarf. Der Mangel an
Konsum-und Luxusgütern, der Ausgaben hiefür weitgehend reduzierte,
steigerte die TeiInahme des Publikums an kulturelIen Veranstaltungen.
Es kam damals zur Gründung vieler Kleinbühnen, sogenannter Kel-
lertheater. Einige von ihnen konnten bedeutende künstIerische Er-
folge erzielen. In vielen Fallen erwiesen sich die se kleinen Bühnen für
Regisseure und Schauspieler als Sprungbretter zu grossen Karrieren.
Die Zahl der Kellertheater schwankt. Es ist nicht a~lzu schwer mit
viel U nternehmungslust und wenig Geld ein derartiges Theater zu
gründen. Nicht alle derartigen Untermehmungen erwiesen sich als lang-
lebig. Zur Zeit spielen in der österreichischen Hauptstadt etwa zehn
180 lIANS BRUNMA YR
In jeder Lehranstalt ist eine Lehrkraft damit betraut, dort die Agenden
des Theaters der Jugend zu führen. In ahnlieher Weise arbeitet der ös-
terreiehisehe Zweig der internationalen Vereiningung "Jeunesses
musicales" dureh ihn werden den Sehülern der höheren Lehranstalten
Abonnements für Konzertzyklen und Karten für Einzelveranstaltun-
gen sehr preisgünstig angeboten.
Das "Theater der Jugend" gibt seit vielen Jahren eine sehr bemer-
kenswerte Kulturzeitsehrift für Junge Mensehen unter dem Titel
"Neue Wege" heraus. In diesen Heften werden Aufsatze und Rezen-
sionen publizıert, die auf den Theaterbesueh vorbereiten. Die Zeit-
sehrift enthalt aber aueh literarisehe Beitrage junger Diehter und
Sehriftsteller. Es ware unmöglieh, die Entwieklung der neuen österrei-
ehisehen Lyrik zu studieren, ohne sieh mit den "neuen Wegen" zu be-
sehaftigen.
In den letzten zwei Jahrzehnten wurden in Wien drei groBe, jeder-
zeit bespielbare Theatergebaude abgerissen. Die Erregung darüber war
gross. Wie konnte so etwas in der Theaterstadt Wien passieren? Der
damals für die Kultur zustandige Stadtrat bereuerte, dass dieses Theater,
wenn sie fahrbar gewesen waren, von der Demolierung bewahrt wor-
den waren. Das heisst, dass man die se Bühnen an ihren Stadtorten in
den unmittelbar an die City angrenzenden Stadtteilen für entbehrlieh
hielt, dass man sie aber in den am Stadtrand gelegenen W ohn"ierteln
benötigt hatte.
N un, man hat in den Randbezirken zwar keine neuen Theater er-
riehtet, wohl aber dort und da aueh für Theateraufführungen geeig-
nete Mehrzweeksale gebaut. In diesen und in anderen. - alteren - Rau-
men - an insgesamt etwa zwanzig Spielstatten - gibt das Ensemble des
Volkstheaters im Laufe eines Monats je eine Vorstellung eines für diese
Tournee einstudierten Stüekes. Die Kleinheit der Bühnen und der Man-
gel an komplizierteren teehnisehen Einrichtungen sehliessen die Auffüh-
rung personenreicher Stüeke und sokher, die haufigen Szenenweehsel
erfordern, aus.
Zweek dieser Tourneen dureh die Aussenbezirke, die von der Ar-
beiterkammer, der Berufsvertretung der Arbeiter und Angestellten,
finanziell unterstützt werden, ist die Gewinnung eines neuen Theater-
publikums, vor allem aus den Kreisen der Arbeitersehaft. Eine mehr
als zehnjahrige Erfahrung zeigt, dass auf diese Weise das Interesse an
Theater tatsaehlieh geweekt oder belebt werden konnte. Die Frequenz
der Vorstellungen ist aber gerade in den ausgesproehenen Arbeiter-
182 HAN S BRUNMAYR
Festspiele
Mit einigen kurzen W orten seien absehliessend noeh die zahlrei-
ehen Festspielveranstaltungen in Österreich erwahnt. Die Salzburger
Festspiele sind in den fünfzig Jahren Bestehens zu einer international
so bekannten Einrichtung geworden, dass ieh es mir versagen kann,
über ihre Darbietungen, aber auch über ihre Bedeutung für das Kul-
turprestige Österreiehs und für den Fremdenverkehr des Landes zu spre-
ehen. Vielleicht aber soll von der negatiyen Seite dieser glanzvollen Ve-
ranstaltungen, namlich vom Defizit die Rede sein und von der Regelung
die getroffen wurde, um es alljahrlieh abzudeeken. Vor zwanzig Jahren
wurde ein Gesetz gesehaffen, durch. das der Staat verpfliehtet wird,
40 % dieses Defizits zu tragen. Für je zwanzigProzent haben alljiihr-
lieh das Land Salzburg, die Stadt Salzburg und der Salzburger ,Frem-
denverkehrsfond aufzukommen. Herbert von Karajan hat vor eini-
gen Jahren seiner Geburtsstadt Salzburg mit den Osterspielen eine
kurze 2 Festspielsaison geschenkt, deren. Programın bisher Opern
Richard Wagners und Konzerte umfasste. Der grosse Dirigent hat
das Projekt zunaehst duseh Einsatz eigener Mittel veranstaltet.
Der Fortbestand wurde durch eine Vereinigung von Abonnenten
186 HAN S BRUNMAYR
Bodrum Tiyatroları
İkinci dünya harbi sırasında çok sayıda tiyatro binasının kul-
lanılamaz hale gelmesi, geçici tiyaro salonlarının sağlanmasını zorunlu
kılmıştı. Oyunlar, çoğunlukla, kahve ya da restoranlara ait bulunan
bodrumIarda oynanıyordu. Ancak konut olarak kullanılan binaların
bodrumIarına taşınan topluluklar da yok değildi. Viyana'ya gelince,
daha 1930'larda kahvelerin bodrumlarında sahneler kurulmuştu. Bu
AVUSTURYA TİYATROSUNUN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU 199
yandırdığı yankı, büyük olmuştur. Tiyatro şehri Viyana, böyle bir ola-
ya nasıl sahne olabilmiştir.
O zamanki Belediye Meclisi, alaylı bir ifade kullanarak, durumu
şöyle izah etmişti: Eğer bu tiyatrolar, hiç bozulmaksızın, oldukları
gibi, bulundukları yerden alınıp, tekerlekler üzerinde, başka yere nakl-
edilebilselerdi, hiç şüphesiz yıktırılmazdı. Ama sözü geçen bi-
nalar, şehrin merkezinde artık bir görev yapamiyorlardı; oysa şehrin
kenarındaki yeni yerleşme merkezlerinde, faydalı olabilirlerdi.
Binaların bu merkezlere yılGlmaksızın nakli de tabii ki düşünülemez-
di.
Bugünkü durumda, dış mahallelerde yeni tiyatro binaları inşa
edilmemiştir. Ancak şurada burada, içinde tiyatro da oynanabilecek ve
birçok amaçlara hizmet edebilecek nitelikte salonlar yapılmıştır. Gerek
bu salonlarda, gerekse eskiden beri mevcut bazı salonlarda - salon
sayısı, toplam olarak yirmiyi bulmaktadır - Halk Tiyatrosu Topluluğu
bir ay zarfında bu turne için hazırlanan temsilIeri oynamaktadır. Gerek
sahnelerin küçüklüğü, gerekse komplike teknik tesislerin eksikliği,
kalabalık oyunlarla, sık sık sahne değişimini gerektiren oyunların oy-
nanmasını engellemektedir.
İşçi ve memur kuruluşları tarafından desteklenen bu turnelerin
amacı, özellikle işçi sınıfından yeni bir seyirci kitlesi yaratmaktır.
On yılı aşan bir tecrübe, bu şekilde tiyatroya karşı gerçekten ilgi uyan-
dırılabileceğini, mevcut ilginin de muhafaza edilebileceğinj ortaya
koymuştur. Ancak işçi muhitlerinde temsilIerin frekansı, halen düşük-
tür. Televizyonun rekabeti, bu konuda hiç şüphesiz büyük rol oyna-
maktadır. Ancak işçi ve müstahdemin geniş ölçüde araba sahibi olma-
ları da seyirci sayısının azalmasının bir başka nedenini teşkil etmek-
tedir. Araba sahibi olmak, şehirdeki daha şık sahneieri izlemeyi kolay-
laştırmaktadır. Bu türden pahalı bir tiyatro ziyareti, seyircinin sosyal
prestijini yükseltmeğe isteğini de tatmin etl11-ektedir.
Festivaller
Nihayet bir kaç kelime ile Avusturya'daki festivallere de temas et-
mek istiyorum. Salzburg festivalleri, 50 yıllık geçmişleri boyunca öy-
lesine uluslararası üne sahip bir kurum haline gelmişlerdir ki, sundukları
temsilIer, Avusturya'nın kültür prestij i ve turizm açısından taşıdıkları
önem üzerine fazla söz harcarnam gereksizdir sanıyorum.
Ancak, belki de bu gösterilerin olumsuz yönünden, yani yol açtıkları
mali zarardan, ve her yıl bu zararı gidermek için alınan tedbirlerden söz
AVUSTURYA TİYATROSUNUN GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU 205
,
ESKİ BİR KARAGÖZ FASLı:
ÖDÜLLÜ YA DA KARAGÖZ'ÜN PEHLİVANLlGI
Tef velvele ile başlama çalınır. Kamış nareke ile gösterme aheste aheste kaldırılır
Semai
O nühüfte gamzelerden bunu kim reca ederdi
Bu nigah-i aşina'i eden iktiza iderdi 7
Gice gördüm encümende bün-ü nahl-i nar-evende
Ki rakib ile çemende Çelebim sam iderdi.
Perde Gazeli
Hacivat Gel ey zahid kenar-i bezm-i irfanda mekıtal anla
Hakikattır sözü ariflerin guş et meal anla
Mecaze hamledenler ehl-i zahirdir bu esrarı
Sen ibretle nazar kıl fani dünyadan misal anla
Görünen perdedir amma verasın bilmeden maksud
Cihana i'timad etme heman zill ü hayal an la
Tehi sanma bunu Şeyh Küşterinin yadigarıdır
Ne guna gösterir bak alemi sahib - kemal anla
H - Huzur-i hazıran, cem'iyyet -i ehli irfan vakt-i sefa-yi merdan. Laindir, münkirdir,
münarıktır hınzırdır bi-edebtir, Şeytanın dinsizliğine Rahmanın birliğine hamd-ı, bi-
gaayet Şevketlu kudretlü merhametlu padişahımız efendim hazretlerinin ömrü afiyeti
şahanelerine (yeri öperek) demem o demek değil ben bendenize ben duacınız ben
hake, ben hak-sare eli yüzü yunmuş, elfazı düzgün, sözü sohbeti yerinde bir yari
kafadanm olsa her lisandan dem ursa biraz da şiire musikiye aşina olsa o söylese
bendeniz dinlesem ben söylesem o dinlese her ikirniz de söylesek cümle temaşa buyu-
ran hüzzar-ı kiram safa-yab olsalar. İş ne imiş işimizi mevla rast getire! (Cureuna)
Hayalel medet bana bir güzel eğlence medet medet aman
K - Hayalel medet.. Sana güzel bir dayak medet medet aman aman
H - Hayalel medet.. Gelse ol çeşm-i siyah ım handeler peyda eder medet medet aman
aman aman (Cureuna durur) Acayip şey bu akşam Karagözüme ne oldu 7
K - (İçerden) Yahu!
Ka - (Içerden) Ne var kocacığım 7
K - Şu yatağı çabuk ser, uykum geldi.
Ka - Ayol üç aydır yatak serili.
K - Neden öyle 7
Ka - Beraber kalkarsın diye kaldırmadım
K - Çenen tutulsun ... Hacivat sorarsa hasta de
H - Çok şey bir kere kapıyı çalayım (Çalar)
Ka - Kim 0007
K - Hasta de. hasta de ...
H - Benim, hanım abla
Ka - A Hac:vat Çelebi siz misiniz, buyrun.
K - Çağırma şunu be.
H - Karagözüm evde mi 7
Ka - Evde ama la-teşbih hasta
H - Yah vah vah haberim olsaydı ziyaret ederdim üzerinde tedarik im de yok ... hatır
sormak lazım eli boş da gidilmez ... Aaa
ESKİ BİR KARAGÖZ FASLI 209
K - (Içerden) Yahu üşüyorum bir yorgan daha ört
H - Acaba ne götüreyim? ... Karagözümün sevdigi şurdaki şeylerden almak gerek ...
onbeş tane yafa portakalı. alsam
K - (Içerden) Aman karı şu lacivert yorganı da ört
Ka - Ayol üç yorgan oldu, daha terlemedin mi?
H - Sade portakal da götürmek dogrusu ayıp olur bir şey daha ilave edeyim .... Bir kutu
balla bir kubbe tereyagı olsa pek münasip alır. (
K - Yahu çabuk ol pembe yorganı da ört
H - İyi ki aklıma geldi Karagözüm beyin kızartmasını pek sever on tane kadaralayım
bizim kümesten de iki piliç alsam çok makbule geçer.
K - (Içerden) Yahu çabuk ol bir yorgan daha ört
Ka - A Kocacıgım yorgan kalmadı
K - Komşudan iste
Ka - Ben utanırım isteyemem
K - Çabucak birşey buluver
Ka - Neyimiz var ki ne bulayım
K - Ahırda eşegin çulu var onu olsun ört
H - Şimdi hatırladım Karagözüm çocuktan beri meyveyi pek sever. Yemiş iskelesine ine-
yim elma, armut, şeftali, muz, kayısı, bardak erigi, beş. on çeşit yemiş de tedarik ede-
yim
K - (Içerden) Aman karı yetiş çul çuval örtü ne varsa üstüme ört
H - Ben de amma da aldım yürüdüm ha .. Hasta kısmına bu kadar abur cubur meyva
yedirilmez bal, piliç gibi şeyler sıhhatine muzır degil midir?
K - Yahu şu üstümdeki çulları kaldu
H - Ya hekim tereyagla beyini perhiz etti ise şimdilik sormadan götüremem dogrusu
K - Hiii, gel şu pembe yorganı da kaldu
H - Belki portakal da zarardır herhalde hekime sormadan hiçbir şey götÜfmem
K - (ıçeriden) Gel gel şu yatagı kaldır
Ka - Ayol ne çabuk iyileştin
K - Geliratı olmayan hasta bu kadar yatar
Ka - Şifayı buldun demek ,
K - Hacivatın verdigi perhiz sayesinde bir şeyim kalmadı
H - (Hızlı sesle) Ay.. Burada bir kese var epey de agırca kim düşürmüşacaba, sahibini
bulsam teslim eder bir sevap işlerdim
K - (Atlayarak yerleri arar) Eyvahlar olsun!
H - Ne oldu Karagözüm bu telaş ne?
K - Bırak yahu çıldırmak birşey degil
H - Ne var söyİesene
K - Şey sen çoktanberi burada mısın?
H - Epey vakittir buradayım
K - Burada bir kese buldun mu?
H - Ay, o kese senin mi?
K - Elbette benim, düşürmüşüm
H - Pekala Karagözüm onu ben buldum.
K -, Ver öyle ise
H - Bilirsin ki ben haram kabul etmem
K - Bilmez olur muyum. Allah Allah ver şu keseyi hay Allah razı olsun
H - Fakat iyice sahibini bulup tetkik etmeden veremem
210 METİN AND
Şarkı
Yörük Semai
Hacivat - Maşaallah Dürtabanzade böyle aheste aheste şarkı söyliyerek ne canibe teş-
ili? .
Çelebi - Bendenize mi sual buyuruyorsunuz Hacivat Çelebi?
H - Evet zahir evladım
Çelebi - Teessüf olunur Hacivat Çelebi hiç felaketimi sormuyorsunuz
H - Aman evladım ne gibi felaket Doğrusu haberdar değilim
000
b J
ESKİ BİR KARAGÖZ FASLı 213
d
214 METİN AND
H - Sizlere ya men hft evladım ... Do oh beşyüz lira parayı aldım. Dört yüzünü şu ödülün
tamirine sarfederim mütebaki yüz lirayı da sefayi hal ile yerim
K - (Atlayarak) Hacivat
H - Ne var Karagözüm
L,
K - Ne olacak payedelim
i~.
H - Neyi?
K - Aldığın paraları
H - Senin o parada ne hakkın var?
K - Vay ben lakırdıları yukardan bedava mı dinledim?
H - Ben adama on para vermem
K - İşittim yüz lira artıyor şunun .elli lirasını bana ver
H - Ben adama elli para göstermem
K - Bunca senelik refikiz diye böbürlenirsin bir arkadaşlık adı var
H - Bende sana göre akça. yok
K - Bende de sana dayak çok (Pastav. Hacivat kaçar) Hay çengel sakallı kerata ben de
sana rahat vermem çekileyim köşe penceresine bakayım ahvali alem ne gösterir (Gider)
Zenneler (Hacivat tarafındaki ödüle karşı çıkarlar) (Hacivat karşılar)
Şarkı
Zenneler - Müptela-yi gam olan rahat-ı dünya bilmez
Zehri hicrana kalan lezzeti sehiib bilmez
Sahili kıldı emel nüzhet sahra bilmez
Endı1z yadın olan sahili hülya bilmez
Çekilir mi a göz cevri tedai zaman
Ateşi kahrın ile yaktın dile bin dağ nihan
Sine-i pür söz elem gözlerimi kapladı kan
İşte mahvoldu tenim çünkü temelden viran
Zenne - Gönülkuşu
K - Benim gönlüm de kanarya kafesi, bu yanındakinin?
Zenne - Mürgü-sefa
K - Kafes geniş onu da sığdırırım
Zenne - Senin kimin, kimsen var mı?
K - Nerde, kimseciklerim yok
Zenne - Bizim de öyle, bek:lr mısın?
K - Dulum daha kocaya varmadım
Zenne - Amma ettin haa erkek kısmı kocaya varır mi, demek kısmetin çıkmadı
K - Siz gelinceye kadar hiç bir kısrnet çıkmadı
Zenne - Hemşiremle benim de öyle
K - Allah allah'çıkmadı ha bazı kısrnet ayağına gelir de insan farkına varamaz.
Zenne - Demek kısmetininşimdi farkına vardın, yakındamı? '
K - İki tane birden önümde duruyor
Zenne - Görmüyoruz göstersene
K - Bugünlük kısmetim siz
Zenne - Ne kadarda dilbazsın, bülbül gibi ötüyorsun
K - Çifte kuşları görünce çlğırtkan!ığım açıldı
Zenne - Burada bir ödül varmış
K - Taaa .karşıki bina
Zenne - Sahibi nerede çağırsanıza
K - Hacı Cavcav geliyor ben savuşayım (Gider)
H- Semai Yörük
Maşallah çifte nazeninlerim böyle takmış takıştırmış çekmiş çekiştirmiş iki dirhem
bir çekirdek göz süzerek gerdan kırarak etrafı eknMı temaşa ederek •...
K - Amma da kaykıldın kerata
H - Ayakdahaşmak başınızda. hünk:lri gaz yaşmak, sırtınızda ferkeniz, iki hemşire ne
canipden gelüp ne cenaha teşrif buyuruyorsunuz, hanım kızlarım?
K - Amin Hacivat
H - Ne amini
K - Dua bitti de ondan
H - Ben dua etmiyorum hanım kızları ağırlıyorum
K - Kantarcı mısın?
Zenne - Bizlere mi sual ediyorsunuz Hacivat Çelebi ?
H - Zahir kızım sizlere hitabediyorum
Zenne - Fel:lketimizden haberdar değilsiniz zannederim
H - Ne "gibi fel:lket kızlarım
Zenne -, Aaaah Hacivat babacığım kimsesiz kaldık
H - Peder valideye "ne oldu?
Zenne - İkisini de emri hak vaki oldu iki hemşire öksüz yetim kaldık
K - Her babası ölen buraya geliyor.
216 METİN AND
sini size vereyim şimdilik oturun ileride gelen pehlivanlarIa llüleşmeğe mecbursunuz
kızım
Zenne - Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın
H - Öyleyse buyurun ikametgahınızı göstereyim (Giderler) (lç~rden) işte kızlarım hangi
odayı intihab ederseniz orada istirahat edin sabah akşam da imaretten aşınızı almayı da
unutmayın şifndilik Allah rahatlık versin (Dışarı çıkar, Karagöz karşılar) Vay Karagö-
züm sen burada
K - (Ağlayarak) Sorma Hacivat başıma gelenleri
H - Ne oldun Karagözüm ağlama yavrum ağlama
K - Burnuna kabak bağlama
H - Reca ederim Karagözüm sen ağladıkça ben müteessir oluyorum
K - Ben ağlamayım da kim ağlasın (Yine ağlar)
H - Canım Karagözüm ne oldun çabuk söyle
K - (Ağlayarak) Ah Hacı Cavcav babam sizlere ömür
H - İyi etmiş vaktinde almış
K - Neyi vaktinde almış
H - Babam kömür aldı demedin mi?
K - Suratına bir ellerne yapıştırırım, ulan babam vefatetti
H - Sen nerede oturuyorsun?
K - Hangi nerede?
H - Babam Vefa'ya gitti diyorsun
K - Zeyrek Yokuşunda dayak yer misiri, babam OIdü
H - Ne ördü
K - Çorap ördü ne muzip herifsin babam yürüdü.
H - Sılaya mı salladınız?'
K - Helvacı dededen bir dayak yer misin, yürüdü
H - Kötürüm müydü?
K - Evet domates ezmesi vardı babamı götürdüler
H - Mahalle kahvesine mi?
K - Yok kıraathaneye (Pastav)
j
H - Babana ne oldu?
J
K - Hu dedi nefesi çıktı
H - Babanın
K - Evet
H - Hayırsız evlatmışın
K - Neden
H - Babana bir kalaycı körüğü uydura idin
K - Suratına bir yelpaze vururum ulan babam göçtü
H - Aaah Karagöz niçin vaktiyle davranıp bir payanda vurmazsın
K - Dülger bulamadım (Pastav)
H - Şunu aşikar söyle de anlıyayım
K - Babamı kalabalıkla götürdük
H - Nereye?
K - Edirnekapı'dan dışarıya
H - Hoşundu Karagözüm bana haber vermezsin
K - Neye haber vereyim?
H - Dolmalar helvalar yapıp teferüce gidersin ha
K - Sana ayırdım Hacivat
218 METİN AND
H - Ne ayırdın bakayım?
K - Beş kardeş tatlısı (Pastav)
H - İki lakırdıyı bir araya getiremzesin külhani şunu aşikar söyle
K - Babamı toprağa gömdük üstüne biraz su döktük biraz okuduk döndük geldik
H - Gördün mü ya şimdi anladım merak etme Karagözüm bir sene sonra bir çok baba
çıkar
K- Suratına bir ballı baba yapıştırayım bari (Pastav)
H - Latife söylüyorum Karagöz demek babacığınız merhum oldu hl!.?
K - Evet him him oldu
H - Çok kederlendim Karagözüm öldüğünü niçin bana haber vermedin
K - Ne yapalım kader Hacivat, ölüverdi
H - Bütün bütün mü?
,. K - Yok yarısı evde kaldı, divane misin sen?
rı - Allah bakide kalanlara uzun ömürler ihsan etsin başın sağ olsun Karagözüm haberim
olaydı ben de cenazede bulunurdum ... Ne kadar oldu Karagözüm?
K - Otuz sene kadar var
H - Eey şimdi neye ağlıyorsun?
K - O zaman işim vardı şimdi aklıma geldi
H - Epey bir şeylere varis oldun mu?
K - Ne gezer Hacivar bir kuru ev
H - Baban tutamaklı idi eveşyasına. dair kıymetli şeyler bırakmıştır.
K - Yirmi parça sökük hasır, kırk tane çatlak kase, yirmi beş tane kırık tabak hepsi
bundan ibaret
H - Zararı yok Karagözüm kendin çalışır kendin yersin
K - O bir şey değil kalan evin eşyanın yarısına da kocakarı varis
H - Demek yarısı babandan ona geçmiş
K - Hayır yarı yarıya ortakmışlar
H - Demek yarısı babanın yarısı da ananın üstünde
K - Babam ağırlığa dayanamamış altında kalmış ezilmiş, anam da dişini sıkıp dayanıp
duruyor
H - Demek ana oğul yalnız kaldınız
K - Bir şey değil ama anamla geçinemiyoruz
H - Neden
K - Neden olacak malın yarısı benim diye bana kafa tutuyor, pay etmeğe kalkıyoruz ha-
hasırın bir ucundan o tutuyor bir ucundan ben çektim mi yarısı, onda yarısı bende
H - Her nekadar olsa valdendir biraz hoş kullan
K - Geçende bir akşam sarhoş olarak eve geldim ne kadar kase tabak varsa sokağa at-
tım
H - Yazık değil mi, ne atıyorsun?
K -, Komşular işitsin diye
H - Komşuların işitmesinden ne çıkar?
K - Karagöz miras yedi hovardalık ediyor derler a
H - Böyle şeyden hiçbir şey hasıl olmaz
K - Olmaz olur mu kocakarı ile kavga hasıl oldu
H - İyi etmemişin Karagöz
K - Çenesine dayanamdım pürhiddet geceyarısı evden fırladım
H - Nereye gidiyorsun
K - Nereye gideceğim belli değil Fatihten Zeyrekten Küçükpazara indim her yer ıssız
ESKİ BİR KARAGÖZ FASLI 219
kapalı Küçükpazar Hamamı açık hamama gireyim dedim cebime yokladım otuzbeş
para var
H - O kadar para ile hamama girilmez
K - Kolayını buldum hamamın kapısına mendili yaydım onbirbuçuk mangalı gibi yere
çöktüm giren çıkanlar mendile para atmağa başladı ...
H - Adeta dilenmek
K - Neden dileneyim gönül-rızası ile para veriyorlar.
K - Epeyce de para birikti altmış senedir hamamenedir bilmem, ben de gireyim dedim ...
H - Ay sen ömründe hiç hamama girmedin mi?
K -'Doğduğum zaman annem bulaşık çukurunda yıkamış oğlum bir daha hamam yüzü
görmesin demiş ... hamama girdim girer girmez üç kişi nalınları takırdatarak üzerime
hücum ettiler heriflere yalvarmağa başladım
H - Acaba birine mi benzettiler?
K - Beni böyle kırmızılı görmüşler saka kuşu sanmışlar efendiyi kafese koyun diye çır-
pınıyorlar
H - Hamamlar da kibara mahsus hususi yerler vardır kafes diye ona derler.
K - Hacivat dağda yolda adam soyarlar ama hamamda kibarca soyuyorlar herif bir boh.
ça açtı yüzüme baktı kibarca soyununuz dedi doğrusu böyle iltifatlı hırsıza kim olsa
soyunur.
H - Hamamcılar sana karşı hürmet-i mahsusa da bulunmuşlar
K - Bir peştemal altıma, bir de sırtıma haydi hamamdan içeri girdim bir de ne göreyim
gayet büyük değirmen taşını hamamın ortasına yatırmışlar
H - Hamamın göbek taşı
K - Öyle ise göbekli hamam olacak birkaç kişi oraya yatmışlar
H - Elbet yatarlar orada ter dökerler
K - Tellaklardan biri geldi sürünecek misin demesin mi gel de kızma zaten sürünüyoruz
H - Kese sürdürecek misin, yani kendini yıkattıracak mısın demek
K - Epey zaman ben de o göbek taşında yattım uyuya kalmışım
H - Hamamın sıcaklığı seni gevşetmiş
K - Gözümü açtım vücudumda bir titreme
H - Acayip hamam sana dokanmış olacak
K - Kalktım nalınları giyeyim dedim ikisi de kırıldı tellak geldi buyurun halvete diye
koluma girdi titremeden tellakın kolunu incitmişim kumanın kenarını tutayım dedim
kuma koptu
H - Çok şey, bir tuhaf hastalık olmasın
K - Hastalık değil ben o göbek taşına yatmadım mı uyuya kalınışım benden evvel yaralı
birisi yatmış bacağında pehlivan yakısını çıkarıp oraya bırakmış, yakı benim belime
yapışmış bana pehlivanlık sirayet etmiş, vücudumun titremesi ondanmış, adeta ben
pehlivan olmuşum
H - Hamamcılar senin pehlivan olduğunu anladılar mı?
K - Anlamaz olurlar mı, daha ziyade itibarım arttı
H - Sonra yıkanıp çıktın mı?
K - Büyük tasa işkembe çorbasını yaptırmışlar getirip önüme koydular, herif kaşık getir-
meye gitti açgözlülükle tadına bakayım dedim elimi soktum bir avuç aldım meğerse
sabun köpüğü imiş.
H - Seni sabunlamak için
K - Herif geldi tasın içinden kocaman bir at kuyruğu çıkardı
H - Lif olacak
_______________ J
220 METİN AND
K - Lif, mif onunla her tarafımı kabarttı bir kapıya baktım bir kendime nasıl dışarı Çl-
kacağım diye düşünmek aldı
H - Tellilk bir ufak su döker hiçbir şey kalmaz
K - Ufak su birşey değil ya büyüğünü ederse hamam kokar. .. herif beni güzel yıkadı
büyük havlulara sardı doğru kafese, hararetim var dedim limonata ikram ettiler,
doymadım bir daha bir daha derken tamam ondört bardak içmişim giyindim
çekmece başına geldim, tezgilhtar beni mahçup etti doğrusu
H - Ne dedi Karagözüm?
K - Ne diyecek hesabınız verilmiştir pehlivan demesin mi?
H - Namın, şamn hamamdan yürürneğe başlamış
K - Hem.yürüdü, hem de altı saatte koştu ... Hamamdan çıktım mahalle kahvesine gel-
dim gençler gülle ile idman ediyorlar, elli okkalık bir gülleyi iki elle zor kaldırıyorlar ..
Şöyle kendimi bir yoklama edeyim dedim serçe parmağımı elli okkalık güllenin halka-
sına taktım onbeş arşın öteye attım beni böyle gördüler biraz oynaş yapalım dediler,
rasgeleni yere vurdum
H - Aferin Karagöz şimdi inandım sen adamakıllı pehlivan olmuşsun
K - Bütün mahalleli etrafımı aldılar, seni Okmeydanı'na müsakaya götüreceğiz dediler.
H - Müsaka ne?
K - Okmeydanında pehlivan müsakası varmış
H - Tuhafsın Karagözüm ona pehlivan müsabakası derler
K - Cuma günü derlendik, toplandık otuz kişi kadar beni öne kattılar Okmeydanı'nda
soluğu aldık
H - Çok kalabalık mı idi?
K - Mahşer yeri gibi bölük bölük pehlivanlar oturuyorlar, bizimkiler de ayrı bir tarafa
oturdular .. Birçok pehlivanlar güreşiyorlar uzaktan davul zurna sesi ile bir kalabalık
kalabalık söktü herkeste bir "geliyor", sesidir gidiyor
H - Ne geliyormuş?
K - Ne gelecek altı arşın boyunda bir pehlivan geliyor, kalabalıkla pehlivan getirdiler o
da bir tarafa oturdu orta yerde de güreş kesildi ... Derken bir tellilI çıktı ağalar beyler
paşalar işitmiyen işitsin Leylek Pehlivan demekle maruf pehlivan burada her kim ki
onunla güreşir yenerse üçyüz lira borcu var
H - Çıkan oldu mu?
K - Ne mümkün kimsede cesaret yok, çıkan da o}madı
H - Demekki pek kuvvetli pehlivanmış
K - Hemen meydana fırladım ben varım, kendine güveniyorsa gelsin
H - İyi cesaret Karagöz
K - O soyundu ben soyundum kisbetleri giydik, yağlandık ballandık meydana çıktık
H - Yazık Karagözüm herif senin bir tarafını kıracak
K - Oradakiler de öyle dediler beni onun yarı boyunda gördüler ortalığı bir gülüşmedir
aldı... Biraz dolaştık, tellilI yanımıza geldi ikimiz de eğildik ... Allah Aıııah havada uçan
kartal pehlivanlar birbirini tartar Leylek pehlivanla Karagöz pehlivan birbirine çarpar
hodrl meydan .. çırpıştık birbirimize el ense ettik o beni yokladı ben onu
H -Nasıl buldun pehlivanı?
K - Kale gibi
H - Eyvah yenileceksin
K - Birkaç savaştık ama çok zorlu herif
H - Kaçak güleş
K - Ne kadar kaçak güleşsem herif çullanıyor
b
ESKİ BİR KARAGÖZ FASLİ 221
Türkü
Kayserili - Oynar oynar gelir banadayanır
Akşam yatar gün doğmadan uyanır
Aman dostlar buna can mı dayanır
Ilgıt ılgıt eser yolu sılanın sılanın hey
Keçi değil boğazlıyam satayım
Eşek değil hergeleye katayım
Ilgıt ılgıt eser yolu sılanın sılanın hey
Kaleden üç kız bakar O kız bana yan bakar
Sırmalı uçkur yapar Bakışı beni yakar
İkisi şöyle dursun Kayserinin kızları
Vah biri beni yakar Yumurtaya kulp takar
Nakrat
Kınalı parmakların
Gümüştür tırnakların
,Geliyor yanıma keklik
Kastin canıma keklik
ESKİ BİR KARAGÖZ FASLI 223
Beberuhi - Türkü
K - El elden üstündür ama buna benim gibi örs çekiç pehlivanı ister. Bir vuruşta yam-
yassı olur
Bebe - Yakit geçirmiyelim şu pehlivanı çağırın da bir el tutalım
H - Yiğidim pehlivan karşında duruyor .
Bebe - Göremiyorum
K - Dur bostandan gözlük getireyim
Bebe - Sen misin pehlivan, sakallı?
K - Benim, ne zannettin
Bebe - Bileydim buraya kadar yorulmazdım
K - Haber göndereydin ben gelirdim
Bebe - Yazık olacak canına kıymayım, pes de de güleşmeden gideyim
K - Pes ne demek
H - Yenildim demek
K - Güleşmeden evvel gitsen iyi olur
Bebe - Eğer benimİe güleşirsen kendini yok bil
K - Ne yaparsın?
Bebe - Barsaklarını bir tarafa, kollarını bir tarafa bacaklarını bir tarafa
K - Hoşgeldin kasap başı
Bebe - (Ntira atarak) Hodri meydan
K - Hodri (Güreşirler Beberuhi yenilir) AI Hacivat pehlivanını
Bebe - Ben uzak diyarlardan geldim, id man yapmadım, benim büyük kardeşimi gön-
dereyim ona cevap ver bakalım
K - Ey senin büyük biriiderin mi var ?
Bebe - Yar ya o idmanlıdır, ben idmanalmadım
K - Al sana alelhesap bir idman vereyim (Pastav)
(Meydan boş kahr bir Beberuhi daha gelir)
Bebe - Memleketimi sorarsan Elbasan, adımı sorarsan 'Kel Hasan
K - (Yukardan) Biçime bakarsan kör sıçan
Bebe - Diyar diyar gezdim, çok yiğitlerle güleştim hepsinin sırtını yere ~etirdim
K - (Aşağıya iner) Hoş geldin delikanlı
Bebe _. Neden. sordun
K - Konuşalım dedim de
Bebe - Benimle konuşmak ıçın abdestin var mı?
K - Onun için mi ağzını açtın
Bebe - Yerli misin?
K - Hayır basurluyum
Bebe - Bura mahsulü müsün?
K - Maltepe'nin
Bebe - Burda mı dünyaya geldin?
K - Çarşamba pazarında
Bebe - Çarşambalısın ha
K - Bazı Perşembeli de olurum
Bebe - Burada bir topsakallı pehlivan varmış
K - Yar, ne yapacaksın?
Bebe - Benim küçük biriideri yenmiş de ona haddini bildireceğim
K - Sen onun büyüğü müsün?
Bebe - Ondan on yaş büyüğüm
..
,,~
226 METİN AND
..
ı
f
i
ESKİ BİR KARAGÖZ FASLI 227
Acem - Türkü
Nakarat
Nakarat
Arnavut - Türkü
K - Anne şu tüfeği ver .. AI... Tabancayı da ver ŞU.kılıcl da ver ... AI... Şu kulaklıyı da
0
K - Hoş geldin Hoş geldin be ... lafsöylesene be ... Dilsiz misin? Hoppala ... Ben konu-
şayım bari Hoş geldin ... Hoşbulduk.. Nasılsın iyi misin ... iyiyim çok şükür .. Ner-
den geliyorsun .. Dur şuna bir tokat atayım (Pastav)
Laz - Merhaba gözüm nasılsın eyu musun, dolu musun, boş musun, nereden gelüp ne-
reye gittiğimu sormazsın
K - Ben ...
Laz - Ben dünde aklıma geldü haçan ben buraya geldüm sen karşiina çıktın ...
K - Ben sa..
Laz - Gevezelüğü bırah birer birer danışalım konuşalım (Karagöz ağzını kapar)
K - Hay köpoğlu değirmenin çakıltaşını boğazına takmış, şunu koyuvereyim (Bırakır)
Laz - SenkÜ bana diyeceksün?
K - (Kapayarak) Bir bıraksam onsekiz mil gidecek, nerden. geliyorsun?
Laz - Trabzondan (Kapar)
K - Ne istiyorsun?
Laz - Haçan varmış burada pehlivan (Kapar)
K - Laf güleşi edersin ben yenilerim, ne pehlivanısın?
Laz - Lliz pehlivanı
K - Ben de kaz pehlivanı
Lliz - Bana derler Hamsi pehlivanı
K - Bana da kızgın zeytinyağ pehlivanı derler bir kızartırsam halin kaIınaz
Laz - una pilav pişmez hodri meydan güleşmeli
K - Hodri be (Güreşirler, laz yenilir kalkar)
Uz - Penu yendin sanma bir daha güleşirsin. göstereceğim sana ne adam olduğumu
K - Evvela ben sana göstereyim (Pastav, Laz kaçar) Başka var mı yenilecek, (Gider)
"""'~~~~~~~~~~~~~~~~~~.---- , .._---- --------
Nakarat
r
:
Yahudi - Yelimi bırak hastalık var
K - Peki bıraktım (Güreşirler)
Yahudi - Bacaklarımda ağrı var, ilişme
K - Ben vazgeçtim sen git kendi kendine güreş
Yahudi - Aşkolsun sen beni ne zannettin, kapar mısın ödülü
K - Vay ödülü almaya mı geldin?
Yahudi - Hem alacağım, hem de yahudi pehlivanlar dolduracağım
, K - Evvela burası Balat pazarı mı?
l. Yahudi - -Beğenmedin mi Balat pazarını, senin gibi okkalarla çürük domates dolu
K - AI öyleyse bir tane suratına mostralık domates (Pastav) (Yahudi kaçar) Aşkolsun
domates pehlivan da gitti (Çekilir)
Muhacir - Türkü
Alişimin kaşları kara aman
Sen açtın sinerne yare
Bulamadım derdine çare. aman
Görmedin mi ol civan Alişimdi Tuna boyunda
Evleri var hane hane aman
Benleri tane tane
Saramadın yane yane
Görmedin mi ol civan Alişimdi Tuna "boyunda
Gele gele geldim buracaza dahi gönlüm nereceğeze kimse yok mu bu murada
anlanelim
J
ESKİ BİR KARAGÖZ FASLı 233
7
ESKİ BİR KARAGÖZ FASLı 235
______________________ J
236 METİN AND
Köçek Ağırlama
Diğer
Atımı bağladım ben bir meşeye meşeye
Benden selam söyle de yavrum Ayşeye Ayşeye
Oğlum gıdı gıdı da gel gel gel
Yavrum gıdı gıdı da gel gel gel
Eller sarar yar yüreğime dert olur dert olur,
i
ESKİ BİR KARAGÖZ FASLı 237
HABERLER
______ J
240 HABERLER
İtalya'nın Venedik şehrinde adı "La Bu yılki şenlik programı şu şekilde dü-
Biennale dİ Venezia" olan bir kültür kuru. zenlenmişti:
luşu var. II. Dünya Savaşında kurulan
bu kurum önceleri iki yılda bir plastik sa- 20 Eylül 1970 Stokholm Şehir Tiyatrosu A.
sanatlar sergisi açarken, gelişerek gü- ÇEKOV, "Martı". Yön: Ot-
zel sanatların her dalında sergi ve şenlikler tomar Krejca. Yer: Teatd di
düzenler olmuş ve bu çalışmalarını her Palazzo Grassi.
yıla çıkartmış. Ayrıca Bİennale di Venezia'. 22 Eylül 1970 Hamburg, Deutsches Schaus-
nın zengin fotoğraf, ses bandı ve görüntü pielhaus, HEINER MÜL-
bandı arşivi ile kitaplığı ve her türlü kül- LER, "Philoktet". Yön: Hans
türel çalışmaların düzenlenebileceği büyük Lietzau. Yer: Teatro di Pa-
bir binası var. İki yıldır bu kuruluşun dü- lazzo Grassi.
zenlediği tiyatro şenliklerine dünyanın
23 Eylül 1970 Hayfa Şehir Tiyatrosu, YE-
çeşitli ülkelerinden tiyatro öğrenimi yapan
HUDA SOMMO, "Nikah
gençler, şenliği İzlemek amacı İle, gözlemci
olarak, davet edilİyorlar. Tiyatro Araştır- Komedisi". Yön: Joseph Mil-
maları Enstitüsü'ne gönderilen çağrı üzerİne lo. Yer: Teatre Corso, Mestre.
bu yıl şenliği ben İzledİm. 24 Eylül 1970 The Freehold, Londra SO-
Şenlikteki gösteriler dışında geçen yıl- PHOKLES, "Antigone". Yön:
larda oynanmış oyunlara ait görüntü bant. Nancy Meckler. Yer: Teatro
larını da seyredip, bu oyunlardan bazılarını di Palazzo Grassi.
ekranda olsun değerlendirme olanaklarımız 26 Eylül 1970 Nederlandse Comedie W.
da bulunuyordu. SHAKESPEARE, "Kısasa
________________ J
242 HAllERLER
______________ J
244 HABERLEll
ün yapmış olan Çekoslovak'lar Cinohermi uygulayan, ilginç bir oyun sundu. Evrensel
Klub Tiyatrosu aracılığı ile "Vişne Bah- sorunlara değiniliyordu. Dil engeli bu ol-
çes;"ni getirmişlerdi şenliğe. Karşımızda dukça karışık oyunun anlaşılmasını bir kat
komedya öğelerinin vurgulandığı, canlı, ha- daha zorlaştırdı.
yat dolu, aynı zamanda kişilerin dramını Teatro Stabile Trieste, "Kamelyalı
da ciddiyetle ve inandırıcı olarak veren bir Kadm"ı yeni bir biçimde yorumlamak ça-
Çekov bulduk. bası ile ortaya garip bir temsil çıkarmıştı.
Şenliğin öteki topluluklarından Hayfa
Teatro Stabile deıı' Aquila'nın Areti-
Tiyatrosu, Rönesans Çağında bir Musevi
no'dan adapte ettiği "La Ortigiana"
tarafından İtalyanca yazılan bir eseri İbra-
temsili Avrupa'daki klasikleri günümüze
niceye uygulayarak oynadı. Özeııiği ol-
uygulama modasına hizmet etmekten öte
mayan bir halk komedyasıydı gördüğümüz.
bir şey getirmiyordu şenliğe.
Barcelona'nın Adria Gual Tiyatrosu
dışavurumcu ve epik öğeleri karışık olarak İbrahim BERGMAN
_________ J
246 HABERLER
mesi (35 s.): Yazar, Finten, Eserde Shakes- Türk Tiyatrosunda Kadın So-
peare'nin etkisi. - Uygulama çalışmaları:
runları ve Sular Aydınlanıyordu:
Devlet Tiyatrosunda Finten, dekor ve ışık-
lama planları kostüm ve aksesuar listesi,
2652 ilksen FıRAT.
reji notlarından örnek, fotoğraflar Tiyatro Tarihi ve Dramaturgi incele-
mesi (95 s.): Türk toplumunda kadın sorun-
Nazım Kurşunlu ve "Geciken- ları (İslamiyetten önce, İslamiyetten sonra,
ler" : 16647 Sait eECELi. Cumhuriyet döneminde), Tiyatroya kadın
Tiyatro Tarihi ve Dramaturgi ince- sorunlarının yansıması (Cumhuriyetten ön-
ce, Cumhuriyetten sonra ele alınan kadın
lemesi (50 s.): Nazım Kurşunlu yaşamı,
sorunları), Sahnede kadın: Nezihe Meriç
Tiyatro ile ilişkisi, yapıtları, görüş açısı,
Gecikenler (öz ve biçim). - Uygulama ça- (Sular aydınlanıyordu). Uygulama çalışma-
lışmaları: Sahne ışık ve dekor planları, ları: Devlet Tiyatrosunda Sular aydınlanı-
kostüm çizelge ve eskizleri aksesuar listesi yordu, genel sahne dekor ve ışıklama plan-
reji defteri temsilden fotoğraflar. ları, dekor ve kostüm eskizleri, kostüm ve
aksesuar listesi, reji defteri temsilden fotoğ-
Güngör Dilmen Kalyoncu ve raflar.
"Midas'ın Altınları": 2169 Okan Toplumsal Taşlama Açısından
KıLAN. Cevat Fehmi Başkut ve "Buzlar
Tiyatro Tarihi ve Dramafurgi incele- Çözülmeden": 17987 Baha Halil
mesi (40 s.): Yazar, mitolojininkonu ola- ARSLAN.
rak kullanılışı, Midas'ın altınları (öz, biçim,
Tiyatro Tarihi ve Dramaturgi incele-
sözlü ve hareketli ifadeler). Uygulama ça-
mesi (66 s.): Cevat Fehmi Başkut (kişiliği
lışmaları: Dekor olan ve eskizleri, ışık
sanatı eserleri) Buzlar Çözülmeden (öz bi-
planı, kostüm eskizleri, aksesuar çizelgesi,
çim dil ve diyalog).- Uygulama çalışmaları:
reji defteri, fotoğraflar, eleştiriler.
Sahne ve ışıklama planları, dekor ve kos-
ŞUrli Tiyatro ve "Pirinçler ye- tüm eskizleri, kostüm ve aksesuvar listesi,
reji defteri, temsile ait fotoğraflar.
şerecek": 19414 Dinçer KAÇARAN.
Geleneksel Türk Tiyatrosu
Tiyatro Tarihi ve Dramaturgi inceleme-
si (27 s.): Tiyatro da şiir: Sedat Veyis Karagöz' de "Ferhat ile Şirin''';
Örnek, oyun ve şiirsel yanı. Uygulama 17823 Fatoş ÜNER.
çalışmaları: Devlet Tiyatrosunda sahneye
Tiyatro tarihi ve Dramaturgi incele-
koyuş, dekor ve ışıklama planları, dekor ve
mesi (110 s.): Karagöz oyunlarının özellik-
kostüm eskizleri, aksesuvar ve kostüm lis-
leri (dağarcığı, konuları, oyun yapısı, kişi-
tesi, reji defteri, temsile ait fotoğraflar.
ler, dil, manzum ve müzik, tekik), Ferhat
Geleneksel Tiyatromuz ışığında ile Şirin (Divan edebiyatında, halk edebi-
"Yedi Kocalı Hürmüz": 17904 Me- yatında, Karagözde) Ferhat ile Şirin'de
giysiler.- Uygulama çalışmaları: Ferhat ile
tin SOYDAN.
Şirin'in reji defteri, Karagöz sahnesinin plan,
Tiyatro tarihi ve Dramaturgi incele- kesit ve izometrisi, karagöz figürleriyle
mesi (41 s.): Orta oyununun niteliği, Sadık Hitit kabartmalarına ait resimler, ortao-
Şendil, Yedi Kocalı Hürmüz, Mithat Paşa yunu ve karagöz havalarının notaları.
Tiyatrosunda Yedi Kocalı Hürmüz.
Uygulama çalışmaları: Dekor ve ışık- El Kuklası ve "Sahte Esirci":
lama planı, kostüm eskizleri, aksesuvar 13430 Yıldırım KIRHAN.
listesi, reji defteri, temsilden fotoğraflar. Tiyatro tarihi ve Dramaturgi incele-
IIABERLER 247
______ J
248 HABERLER
hoşlanmadığını sık sık belirten yazar, dü- oyunun sahne üzerindeki yorumunda bu
şüncelerini bir mizah havası içinde vermeyi "çocuksuluk" vurgulandı. Dekor, belli
daha dOğru bulmuş olabilir. Ancak bu oyu- bir tarih dönemini vermiyecek yolda soyut-
nun ereği yalnızca güldürrnek değildir, ça- Iandı, eşyalar çocukların oynadığı küpler,
ğımızın dehşet verici Caligula'larını da tanı- toplar, silindirlerle verilrneğe çalışıldı. Kos-
. mamızı sağlıyor. tümler Roma İmparatorluğu'nun o döne-
"At" araştırma ve çalışma yönünden mindeki özellikleri "üsliiplaştırılarak" di-
de Tiyatro Kürsüsü öğrencilerine geniş kildi; bunun için süslerden, biçimsel nite-
uygulama olanakları sağladı. Caligula'nın liklerden yararlanıldı.
Roma İmparatorluğu'nun başına geçtiği Oyunun dekoru, kostümleri, eşyaları
İsa'dan sonra 37 yılı ile öldürüldüğü 41 yılı- ve aksesuvarı her zaman olduğu gibi tiyatro
nın tarih ve sosyoloji açısından incelenmesi; kürsüsü öğrencileri tarafından yapılmıştır.
o dönemin töreleri, davranışları ve giyimi Gerek atölyelerde, gerek teknik odalarda
üzerinde araştırmalardan başka, elde edi- çalışan elemanlar arasında hiç bir profes-
len bilgilerin çağdaş açıdan değerlendirilmesi yonel sanatçı yoktur. Bu uygulamanın tü-
yoğun bir çalışmayı gerektirdi. Ayrıca, oyu- mü ö~renciler tarafından ortaya çıkarıl-
nun çocuksu tutumu göz önüne alınarak mıştır. Özdemir NUTKU
"KISASA KISAS"
Geçen yıl Deneme sahnemizde tatbikat ken tutkularına kapılarak ayni suçu kendi
çalışması olarak Gyula Hay'ın 'A T'ından işleyen vekilinin mensup olduğu soylu
sonra W. Shakespeare'in 'Measure For sınıf ile halk tabakasının ustaca yanyana
Measure'ı 'KISASA KISAS' adıyla oynadı. getirilmiş olduğu bu eserde Prof. Meinecke
Kürsümüzün kurulduğu ilk yıldanberi kUL.- halkın bayağılığından ve suç işlemeye yat-
sik eserler üzerinde tatbikat çalışmaları kınlığından yakınan yöneticilerin iki yüzlü-
yaptıran Uzman Prof. Max Meinecke'nin lüğünü vurgulamıştı.
aynı geleneğe sadık kalarak seçtiği bu Sahneye koyuş ta Shakespeare' sahne-
'karanlık komedi', metin yönünden öğren- sinin biçimi, dekor anlayışı ve oyunculu-
cileri bir hayli uğraştırdı. 1953 yılında İ. ğuna olanaklar ölçüsünde sadık kalmaya
Galip Arcan'ın Fransızcadan çevirdiği me- çalışıldı. İç sahne hissini veren podium, ya-
tinden Kürsümüzce yararlanılması İst. Şehir nında iki kapı, apron stage'in parmaklıkları,
Tiyatrosu ve sayın Arcan'ın izniyle sağlan- heaven'a benzetilmek için sahne üzerine
mıştı. Fakat aradan geçen yıllar dili eskit- gerilen mavi perde 'Globe'tan esinlenilmişti.
mişti. Fransızca çevirinin de yer yer oriji- "Ramp ise hem çeşitli mekanları vermede
nal metinden uzaklaşmış olduğu farkedildi. hem de daha önde oynanması gereken
İngilizce aslından ve Schlegel-Tieck Alman- komik sahnelerde kullanıldı. 'KISASA
ca çevirisinden kontrol edilerek eldeki KISAS' için hazırlanan müzük ve kostüm-
metin üzerinde iki aydan fazla dramaturgi lerde de Shakespeare çağının özellikleri
çalışmaları yapıldı. Nispeten düzeltilmiş araştırıldı ve uygulamaya gidildi.
bir metinle reji çalışmalarına başlandı. Böylece 'KISASA KISA S' ile hem bir
Uzman Prof. Max Meinecke 'KISASA Shakespeare oyununun çağında hangi te-
KISAS'1 seçerken bir yönetim sorunu mel düşüncelerle sahnelendiği incelenmiş
etrafına yerleştirilen evrensel özü yeteri hem de günümüzün sahne olanakları" için-
kadar çağdaş ve geçerli bir tema olarak de dört yüzyıllık bir klasik eserin kendi
görmüş değişik bir yoruma gitmemişti. özellikleri gözden kaçırılmadan ve günü-
Ulusunun sevgisini kaybetmemek için so- müzün açısından nasıl oynanacağı üzerinde
rumiuluğundan kaçan bir Düka ve yasala- çalışılmış oldu.
rı çok sıkı bir şekilde uygulamaya çalışır- Sevinç SOKULLU
d
252 HABERLER
c.. d
----------------------------- -------
254 HABERLER
geleneksel tiyatro ile bugünkü tiyatro arasındaki bağların incelenmesi, dram ve sahne sana-
tının teknik yönleri gibi çeşitli konular, üniversitenin, bilimsel alanda aydınlatılmasını
beklediği konulardır. Ayrıca da, Arkeoloji, Türk Edebiyatı, Alman, Fransız, İngiliz, İtal-
yan ve Rus edebiyatıarı, halk bilimi etnoloji, toplum bilim, ruh bilim, Türk tarihi gibi çeşit-
li dallariyle iş birliği yaparak ortak konular üzerinde de araştırma yapacaktır. Hele Türk
dili yoIiyle, Türk dilinin ses olarak değerlendirilmesinin verileri çok yararlı olacaktır. Sonra
da sinema, radyo, televizyon ve sahne müziği alanlarında araştırmalar yapacaktır. Tiyatro
Araştırmaları Enstitüsünün amacı budur. İlk verimlerini geçen yıl çıkan "Tiyatro Araş-
tırmaları" dergisi ile verdi.
"Yalnız gönül istiyor ki en yakın bir zamanda bizim Üniversitemizde, bilhassa tiyat-
ro yazarlarımızın yetişebilmesi için, Edebiyat Fakültelerinde, birer Tiyatro Enstitüsü
kursunlar; böylelikle de biz, Avrupa ve Amerika'dan, hele şimdi Asya'dan da geri
kalmıyalım."
Muhsin Ertuğrul'un bu dileği i i k olarak, gerek Kürsü, gerekse Enstitü bakımından Fakül-
temizde gerçekleşmiş bulunuyor. Kendisine Asya, Avrupa ve Amerika'ya, hiç değilse onlara
yetişrnek için gereken çabayı göstereceğimize söz veriyoruz. Muhsin Ertuğrul'un şu anda
aramızda bulunması, bize bugünün mutlu anlarını yaşatıyor. Bu büyük sanat adamının
ektiği tohumlar yeşermiş, sahne yaşamı yurdun her yanında gelişrneğe başlamıştır.
İkinci "Şeref Üyeligi" payesini Prof. Dr. Ragıp Ü n er' e verdik. Kendisinin,
özellikle Fakültemize göstermiş oldugu ilgi ve tiyatro konularına olan anlayışiyle
Kürsümüzün ve Enstitümüzün kuruluşlarında bizlere destek olmuş, sözleri ve yazıları
ile savımızı savunmuş, Mecliste, kanun ve yönetmeliklerimizin çıkmasında önemli rol
oynamıştır. Kendisine çok şey borçluyuz. Ona önünüzde bütün Enstitü üyeleri adına
teşekkür ederim.
Sehr verehrte ,Herr Professor Dr. Heinz Kindermann und Fniu Kollegin Prof. Dr.
Margret Dietrich!
Erlauben Sie mir bitte, dass ich Sie beide zu gleicher Zeit anreden darf. Denn Sie haben
uns immer zu gleicher Zeit, immer zusammen, über unsere Schwierigkeiten hinweggeholfen.
Sei es auf wissenschaftlichem oder praktischem Wege. Ihre Werke Ieuchteten uns voran,
so dass wir vertrauensvoll mit sicheren Schritten auftreten und für die Entwicklung unserer
erst sehr jungen Theaterwissenschaft sorgen konnten. Sie standen unseren Jungen Dozen-
ten hilfreich zur Seite und führten sie in Ihre Arbeitsweise ein, so dass sie durch Ihre Anre-
gungen sehr gefördert wurden. Sie scheuten selbst die weite Reise hierher nicht um uns die
ersten wissenschaftlichen Vortrage über das Theater zu halten. Sie antworteteden auf
aıle unsere Fragen und interressierten sich selbst für das türkische Theater. Die erworbe-
nen Kenntnisse gaben Sie dan n mit Erfolg in Österreich bekannt. Durch Ihre Anregung
steht jetzt im Schauspielführer Joseph Gregors, Manches über das türkische Theater.
-Wir fühlen uns alle mit Ihnen eng verbunden und möchten gerne Sie als Korrespondieren-
der Ehrenmitglied unter uns haben. Wir sind nun in der glücklichen Lage, neben unserem
Lehrstuhl auch ein Institut für Theaterwissenschaft bekommen zu haben. Wir hoffen, wenn
wir mit unseren Forschungen und Einrichtungen so weit sind auch einmal den internatio-
nalen Kongress [ür Theaterwissenschaft in der .Türkei, bei uns, unter dem Dach unseres
Fakultats zu veranstalten. Nehmen Sie ,nun dieses Ehrenzeichen von unserer Seite an und
lassen Sie uns für aıle Ihre Bemühungen herzlich danken.
Sözlerime son vermeden önce, bu vesile ile, başta Dekanımız Prof. Dr. Şerafeddin
Tur a n olmak üzere, ondan önceki Fakülte Dekanlarımıza da, sıra ile: Prof. Dr. Mustafa
Ak t a ğ'a, Prof. Yaşar Ö n e n'e, Prof. Dr. Emin B i i g i ç'e, Tiyatro konusuna anlayış
gösterdiklerinden, gerek kürsü, gerekse Enstitümüzün kuruluşlarında büyük yardımları
dokunduğundan, önünüzde teşekkür eder ve Dekanıınızdan üyelik beratlarını dagıtmasını
rica ederim:
d
.. --~
258 HABERLER
I. Asli Üyeliğe
5. Muhsin Ertuğrul
Melahat ÖZGÜ
HABERLER 259
J
260 HABERLER
KONUK KONFERANSçaAR
AVUS1FRYA KÜLTÜR DANıŞMA- oyununda Louis Gorki'nin FAKİRLER
Nı DR. HANS BRUNMAYR'İN DiAPO- HANI (L'Auberge des Pauvres) adlı oyu-
ZİTİFLERLE VERDtGt KONFERANS; nunda Klecs, L. Pirandello'nun İNSAN,
HAYVAN, ERDEM (L'Homme, la Bete,
13 Mayıs 1970 tarihinde Çarşamba
la Vertu) adlı oyununda Eczacı, Gogol'ün
sabahı, saat 10'da, Avusturya Kültür Ba-
MÜFETTİş'inde Chlestakov, Moliere'in
kanlığının Danışmanı Dr. Hans Brunmayr:
BİLGİN KADıNLAR (Les Femmes Sa-
"Avusturya Tiyatrosunun Günümüzdeki Du-
vantes) adlı oyununda Chrysale gibi rolleri
rumu" konusu üzerinde, diapozitifler gös-
oynadı.
tererek bir konferans verdi. Bu konferansın
Goldoni'nin oyunlarının yüce bir ic-
metnini Türkçeye çevirisiyle birlikte dergi-
racısı olarak "AŞIKLAR"da Fabrizio,
mizde basdık (Almancası: s. 127) (Türk-
KISKANÇ KADıNLAR'da Sior Todaro
çesi s. 145)
(1959 Venedik Festivali) ve ARLEC-
CHINO İKİ EFENDİNİN HİZMETİNDE
İTALYAN SAHNE SANATÇıSı adlı oyunda Pantalone (1959, Milono "Pic-
NİcO PEPE-NİN KONFERANSı VE O- colo" Turnesi) rollerini oynadı.
YUNU; COMMEDlA DELL'ARTE
Sinema Faaliyetleri:
19 Ocak 1909'da Udine'de doğan 1936: İKİ ÇAVUŞ (I Due Sergenti);
Nico Pepe, 1930'da, Ruggero Lupi'nin 1938: PİLOT LUCIANO SERRA; 1940:
yönettiği "Lupi - Borboni - Pescatori" DON PASÇUALE, IL CAVALIERE DI
Kumpanyasına katılarak her çeşit rolleri KRUJA; 1941: TERESA VENERDI;
oynamak üzere meslek hatına atİldı; bunu 1942: İTİRAF (Confessione), OlARABUS,
izleyerek "A Gandusie ve D. Galli"nin,
LA CONTESSA CASTIGLGONE; 1943:
"P. Borboni"nin ve 1940'dan 1943'e kadar DAGLILAR (Quegli della Montagna);
"Tofano - Rissone - De Sica"nın kumpan'- 1944: ZAZA; 1949: ACı PİRİNÇ (Riso
yalarına girdi.
Amaro); 1950: ŞEYTANLA ANLAŞMA
Savaştan sonra, ilkin Peppino De Fi- (Patto con Diavolo); 1951:. DİLENCİNiN
lippo'nun yanında, sonra da Roma'da, KıZı (La Figlia del Mendicante); 1952:
"Teatro dell 'Ateneo" 'da, tamamen kendine NAPOLEONE MAHALLENİN MELEK-
özgü bir tarz olan karakter rolleri oynadı. LERİ (Gli Angeli del Quartiere), BÜYÜK
Daha sonra bu tiyatronun "animateur'''ü VARYETE (Gran Varieta); 1955: LE VI-
ve 1952-1953'te de müdürü oldu. CONTE DE BRAGELONNE, TECAVÜZ
1955-1957 Torino'da, 1957-1958'de Pa- (L'lntrusa), GECE KONDU YETİMESİ
lermo'da iki ayrı "Teatro Stabile" kurdu (L'Orfana del Ghetto); 1959: LES TRlPS
ve bunları idare etti. 1959'dan buyana Mi- AU SOLEIL; 1960: Dr. MABUSE'ÜN BİN
lano "Piccolo" Tiyatrosuna bir çok kereler GÖZÜ (I MiIle Occhi del Dott. Mabuse);
katıldı. 1961: İTALYAN KAPRİççosu (İtalia-
Büyük bir titizlik ve canlılıkla icra nische Capriccio); 1962: SİYAH MONKL
ettiği karakter rollerinde uzmanlaşmış (Le Monocle Noir), EN PLEINE CIRAGE;
olmasına rağmen; dramatik oyunlar- 1968: IL PROFESSORE.
da da büyük başarı sağladı; dolayısiyle Denemeci ve eleştirici olarak, "Dram-
Vgo Betti'nin TUFAN (Deluge) adlı ma" ve "Scenario" adlı dergilerle işbirligi
oyununda Archibaldo (1942, Roma, "Teat- yaptığı gibi, "Encyclopedia del Teatro"da
ro dell' Ateneo"), yine Vgo Betti'nin ve çeşitli İtalyan gazetelerinde de yazılar
RÜYALARIMIZ (I Nostri Sogni) adlı yazmıştır.
HABERLER 261
________ J
262 HABERLER
Trumpet for Nap" (=Nap İçin Bir Trom- limize çevrildi, Değişim Dergisinde yayın-
peta) bu alanda yazar ve oyuncu olarak landı (sayı: 11, 15 eylül 1962) 1963 yılında
çalışmalarının ürünüdür. Ludwig Tieck'in da Devlet Tiyatrosu, Ankara Oda Tiyatro-
"Der gestiefelte Kater" (= Çizmeli Kedi) sunda oynadı. Avrupa'da da Lübeck'de,
komedyasını sahne için işlemiştir. Şimdi de Düsseldorf'da, Ulm'da, Stuttgart'da, Te-
Münih'de, bağımsız yazardır. laviv'de, Varşova'da ve İspanya'da oynan-
Tankred Dorst, 1959 yılından bu yana, dı. Son eseri: "Toller" dir (= Çılgın). - Gü-
sahne oyunları da yazıyor. İlk sahne yapıtı: ney Almanya Televizyonu için 1961 yılın-
"Gesellsehaft im Herbst" (= Güzde Top- da "La Buffonata" adında bir de bale ope-
luluk) 1959 bir güldürüdür. İkinci güldürü- rası yazmıştır.
sü de "Der tote Oberst (= Ölü Albay). iki Tankred Dorst: "Bir oyunun bildiri-
de farce'ı vardır: sini diyaloglar haline konmuş gerçekte
ı. "Die Kurve" (=Dönemeç) Dilimize değil; oyunun içine somut olarak oturmuş,
Behçet Necatigil tarafından çev- ondan koparılamaz, sanki onunla kenet-
rilmiş (1964) ve De Yayınları ara- lenmiş gerçekte aramalıdır" der.
sında çıkmıştır. Kendisi, Ma!1nheim Nationaltheater'in
2. "Freiheit für elemens" (=Clemens (Devlet Tiyatrosunun) sahne yazarları ara-
için Özgürlük) sında açmış olduğu yarışmada ödül almış-
tır. 1960 yılında da Gerhart Hauptmann
"Die Grosse Sehmaehrede an,der Stadt-
armağanı. bursunu kazanmıştır.
mauer" adlı dramı (1962) (= Sur Dibi)
başlığı altında, Veyis Örnek tarafından di- Melahat ÖZGÜ