Professional Documents
Culture Documents
Sağlik Hukukunda Temel Kavramlar
Sağlik Hukukunda Temel Kavramlar
19
Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?
2.3. Endikasyon
2.4. Komplikasyon
20
2.1. Tıbbi Müdahale
Bir başka tanımda tıbbi müdahale, “kişilerin ruh ve beden sağlığına yönelik herhangi
bir noksanlığı veya hastalığı teşhis, tedavi etmek; tedavinin mümkün olmadığı hâllerde
hastalığı hafifletmek, ilerlemesini ve kötüye gitmesini önlemek, acıları dindirmek, ortaya
çıkmamış ama çıkması muhtemel hastalıkları önlemek ya da yasadan kaynaklı olarak nüfus
planlaması amacıyla yapılan, kanunun yetkilendirdiği kimselerce tıp biliminin öngördüğü
genel kural ve esaslar uyarınca gerçekleştirilen her türlü faaliyet” olarak tanımlanmaktadır.
Hakeri tıbbi müdahaleyi “insan üzerinde tıp biliminin uygulanması ile bağlantılı olarak
yapılan her türlü müdahale” olarak tanımlamıştır.
Müdahale: “hekim veya diğer sağlık personeli tarafından teşhis, tedavi, rehabilitasyon
ve önlem amacıyla yapılan muayene, tedavi veya diğer tıbbi işlemlerdir.”
Hatalı uygulamaları ifade etmek için literatürde tıbbi malpraktis kavramının yanı sıra,
Tıpta Yanlış Uygulama, Tıbbi Hata, Tıbbi Uygulama Hataları, Hekimliğin Kötü Uygulaması
gibi kavramların kullanıldığı görülmektedir.
Türk Tabipler Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kurallarının 13. maddesinde “Hekimliğin
Kötü Uygulanması” başlığı altında parantez içinde malpractice kavramı belirterek
“bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeni ile bir hastanın zarar görmesi hekimliğin
kötü uygulanması anlamına gelir” tanımlaması bulunmaktadır.
24
beceri eksikliği ile yanlış veya eksik teşhiste bulunması veya yanlış tedavi uygulaması veya
hastaya tedavi vermemesi ile oluşan ve zarar meydana getiren fiil ve durum” olarak
tanımlanmıştır.
2.3. Endikasyon
Ancak istisnai bazı durumlarda tıbbi endikasyon bulunmasa dahi sosyal gereklilik
(sünnet) ve psikolojik gereklilik (estetik müdahaleler) nedeniyle yapılan bazı müdahalelerin
de endikasyon unsurunu taşıdığı kabul görmektedir. Benzer şekilde deneysel nitelikli
müdahalelerin, şekil ve fonksiyon değiştirici müdahalelerin (estetik ameliyatlar, cinsiyet
değişikliğine yönelik müdahaleler), kişinin üretim fonksiyonuna yönelik müdahalelerin
(rahim tahliyesi, sterilizasyon, kastrasyon, suni döllenme), aşı ve üçüncü kişi yararına
müdahalelerin (organ nakli, kan nakli) de dolaylı tedaviye yönelik olmaları veya kanunla
düzenlenmeleri gerekçesiyle hukuka uygunluğu kabul edilmektedir.
2.4. Komplikasyon
Hemen hemen tüm tıbbi uygulamalar bünyesinde belli bir riski taşımaktadır. Bu risk
kimi zaman yüksek kimi zaman azdır. Hekim tarafından bir hastanın bakımı üstlenildiğinde
hastanın bundan yarar sağlayacağı umulmakla birlikte tıp biliminde bunun kesin bir garantisi
yoktur. Tıbbi uygulamaların doğasında olan bu riskler, büyük kısmı hekimler tarafından
gerekli dikkat ve özen gösterilmiş olsa bile kaçınılmaz nitelik taşımaktadırlar. Ortaya çıkacağı
veya çıkma ihtimali bulunduğu bilindiği, öngörülebildiği hâlde uygulamanın yapılması
belirgin derecede hasta yararına ise, bu riskler, uygulamanın yapılmasına engel kabul edilmez.
Komplikasyondan hastanın bilgisi olduğu ve buna onam verdiği durumlarda hekim, bu
zararların ortaya çıkmasından sorumlu değildir. Hukuk literatüründe “izin verilen risk”
kavramının tıptaki karşılığını “komplikasyon” oluşturmaktadır.
25
Her ne kadar muhtemel komplikasyonlarda hastanın haberi var ve buna rıza göstermiş
ise de ortaya çıkan istenmeyen komplikasyonların doğru yönetilmemesi, zamanında fark
edilerek müdahale edilmemesi ise tıbbi hata olarak kabul edilmektedir.
Tıbbi işlemlerin tümünde, teşhisten tedaviye kadar olan bütün süreçte belirli
standartlara uyulması gerekmektedir. Standardın dışına çıkılması çoğu zaman tıbbi hataya
sebebiyet verecektir.
Tıbbi standart terimi doktrinde “hekimin tedavi amacına ulaşması için gerekli olan
ve denenerek ispatlanmış bulunan, hekim tecrübesi ve doğa bilimlerinin o anki ulaştığı
düzey” olarak tanımlanmaktadır.
Hekim ile hasta arasında karşılıklı icap ve kabulle bir sözleşme ilişkisi doğduğu andan
itibaren, hastaya karşı, diğer meslektaşlarınca da kabul edilen ve uygulanan oranda bir dikkat
ve özeni göstereceğini, bu standartlara uygun şekilde hizmet vereceğini kabul etmektedir.
Dolayısıyla hekimin kabul ve taahhüt ettiği standart tıbbi uygulamadan uzaklaşması, onun
meydana gelen zarardan sorumlu olmasını da doğurabilecektir. Hekim sadece sözleşmenin
olduğu durumlarda değil, sözleşmesiz tıbbi müdahalenin yapıldığı durumlarda da belli
standartlara uygun davranmak durumundadır. Bu durumlara örnek olarak, acil tıbbi müdahale
yapılması gereken olaylarda, hastanın sözleşme yapamayacak durumda (bilinçsiz, küçük veya
akıl hastası) olması hâli gösterilebilir. Böyle bir durumda hasta ile hekim arasında karşılıklı
rızaya dayalı bir sözleşme kurulamasa dahi, yapılan uygulamanın belli meslek standartlarına
ve bilimsel gerekliliklere uygun olması gerekmektedir. Bu durumda söz konusu standartların
ve bilimsel gerekliliklerin ne olduğunun, nasıl tayin ve tespit edileceğinin belirlenmesi,
hekimin sorumluluğunu ortaya çıkarmak açısından önem taşımaktadır.
26
diğer insanlardan farklı olarak bir eğitime tabi tutulurlar ve bu eğitim sebebiyle edindikleri
bilgiler onların meslek uygulamalarında, diğer insanlardan farklı davranmalarını beklememize
neden olur. Diğer sebep ise; profesyonel bilgi ve beceri gerektiren uygulamaların
değerlendirilmesinde, o mesleğin getirdiği standartlar ölçü alınmalıdır.
Bu ölçülerin standart tıbbi uygulamayı tespit etmek için tek başına yeterli olamayacağı
açıktır. Esasen standart tıbbi uygulamanın ne olduğunu tespit ederken, her duruma, her olaya
ve her uygulamaya uygun bir tanım vermek mümkün görülmemektedir. Bununla beraber
doktrinde standart uygulamanın tespiti için bazı ölçülerin esas alındığını ve kısıtlı
tanımlamaların yapıldığını söylemek gerekir.
Referans alınacak hekimin kim olduğunun tespitinde bugüne kadar uygulanan kuralın,
“bölgesellik kuralı” olduğu görülmektedir. “Bir hastanın bakımını üstlenen hekimin, aynı
bölgede çalışan diğer hekimler tarafından eğitim, yetenek ve sağlık bakımı ile ilgili olarak
sunulan mesleki standarda sahip olması” şeklinde tanımlanabilecek bu kural, bir anlamda
hekimleri korumaya yönelen bir mantıkla geliştirilmiştir. Aksi hâlde, teknolojik imkânlara ve
yeni gelişmelere çok daha kolaylıkla ulaşabilecek bir kentte yaşayan hekimle, kırsal bölgede
yaşayan hekime aynı standardın uygulanması haksızlık oluşturabilecektir.
27
durumda birbirini tanıyan ve hatta beraber çalışan hekimlerin, olaya objektif yaklaşmaları
beklenemeyecek, bu da hastanın zararına olacaktır.
28
Bir hizmet ya da ürünün, henüz bilimsel olarak güvenli ve etkili olduğu
kanıtlanmaksızın bir hastalığın teşhisinde, tedavisinde veya etkilerinin azaltılmasında
kullanılmak üzere aldatıcı promosyonu, reklamı, dağıtımı ya da satışının yapılması da yine
tıbbi kötü uygulama değil, sahtekârlık/dolandırıcılık olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla
bu gibi durumlarda artık tıbbi kötü uygulamadan değil, dolandırıcılık ve/veya sahtekârlıktan
bahsedilecek ve bu eylemlerde bulunanların, meydana çıkan zararlara ilişkin
sorumluluklarında ihmal değil, kasti kusurları söz konusu olacaktır.
Yukarıda belirtilen kasıtlarla hareket etmeyerek uzmanlık alanına girmeyen bir konuda
faaliyet gösteren hekimlerin sorumluluğu ise, tıbbi kötü uygulama açısından
değerlendirilmelidir. Bu örnekte, yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmayan hekim özel
uzmanlık gerektiren bir uygulama gerçekleştirmekte ve hastaya bu konuda yeterli bilgi ve
tecrübeye sahip olduğunu söyleyerek yanlış bilgilendirmektedir. Böyle bir durumda artık
hekimden, ortalama bir meslektaşının göstereceği ve genel hekimlik standartlarına dayalı bir
performans değil, özel uzmanlığın gerektirdiği yüksek standartlarda bir performans
beklenecektir.
Benzer bir olaya ilişkin olarak Yargıtay tarafından verilen bir kararda; “…Davalı çene
cerrahisi uzmanı bir hekimdir. Meydana getirdiği kötü durum uzmanlığı dışında fakat iddiaya
göre yetkili olduğu cihazın kötü kullanılmasından doğmuştur. … Raporda arızaların (hastanın
bünyesindeki nedenlerden, kişisel istidadından, ışınlara karşı aşırı duyarlılığından) ileri
geldiği belirtilmektedir. Oysa uzman hekim hastanın bünyesinin, kişisel durumunun, ışınlara
karşı aşırı duyarlılığını önceden göz önüne alarak tedaviyi bu etkilerin doğuracağı sonuçları
bertaraf edecek nitelikte yapacaktır. Sağlık Şurası’nın bir uzmanın hastanın bünyesini, kişisel
durumunu, ışınlara karşı duyarlılığını doktorun hiçbir inceleme yapmadan doğuracağı etkinin
sonuçlarından doktorun sorumlu tutulamayacağını benimsemesi olanaksızdır. Aksi hâlde
doktor, teknisyen veya işçinin yaptığı zararların birbirinden farkı kalmaz. Uzman doktor
bütün bu üç tehlikeyi bertaraf edecek biçimde çalışmak zorundadır. Çalışmazsa veya çalışıp
da böyle bir sonuç doğurursa bundan sorumlu olur. …Esasen 3153 sayılı Yasa’nın açık
buyruğuna aykırı hareket ederek kendi uzmanlığı dışında başka bir uzmanlık alanında
çalışmıştır…. Olayda açık ve belirli bir kişisel kusur vardır….”demek sureti ile uzmanlık
alanı dışında uygulamada bulunan hekimin, bu uzmanlığın gerektirdiği standartlara uygun
hareket etmemekten sorumlu olacağı kabul edilmiştir.
29
üyelerinin görüşüne başvurulmakta, böylelikle, ülkenin neresinde faaliyet gösterirse göstersin,
hekimlerin güncel ve geçerli yeniliklere uygun hizmet verip vermedikleri araştırılmaktadır.
Esasen bu konuda mahkemelerin uzman bilirkişilerden beklentisi; “yapılması gereken” ile
“yapılanın” mukayese edilerek hekimin standart uygulamanın dışına çıkıp çıkmadığının tespit
edilmesidir.
Hekimler ile hasta arasındaki ilişkide her iki tarafın da bazı hakları ve borçları
bulunmaktadır. Söz konusu bu hak ve borçları belirginleştirmek için, ilişkinin hukuki
mahiyetini oraya koymak gerekmiş ve gerek doktrinde gerekse yargı kararlarında taraflar
arasında bir sözleşme (vekâlet sözleşmesi) ilişkisi olduğu kabul edilmiştir. Taraflardan
birinin, sözleşme gereği üstlendiği borçlara aykırı davranması durumunda ise “hukuki
sorumluluk” doğmaktadır. Bu bağlamda hekimin; hastanın iradesine aykırı davranması,
aydınlatılmış onam alması, özen göstermesi, işi bizzat yapması (şahsen ifa), sır saklaması gibi
sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini hukuka aykırı olarak ihlal etmesi durumunda,
hastada oluşan zararı giderme konusunda hukuki sorumluluğu doğmaktadır.
Zaman zaman taraflar arasında sözleşme olmadan da tıbbi girişim söz konusu olabilir.
Örneğin acil durumlarda bilinci yerinde olmayan hastaya yapılan müdahale sırasında,
karşılıklı kurulmuş bir sözleşmeden bahsedilemeyecektir. Hekimle hasta arasında daha
önceden sarih (açık) veya zımni (örtülü) olarak kurulmuş bir akit bulunmadığı takdirde,
sorumluluğun kaynağını kural olarak bir haksız fiil teşkil etmektedir. Böylece sorumluluk ya
Borçlar Kanunu’nun (BK) 49. maddesi gereğince haksız fiilden veya BK.’nın 66. maddesi
gereğince yardımcı şahısların fiilinden ya da BK’nın 69. maddesi gereğince, malik bulunduğu
şeylerdeki (belirli nitelikteki tıbbi alet ve makinelerdeki) yapım ve bakım eksikliğinden
doğmaktadır.
30
Uygulamalar
31
alınan raporlardan Adli Tıp Kurumu 5. İhtisas kurulunun oybirliği ile ve Adli Tıp Genel
Kurulunun oyçokluğu ile verdiği raporlarda; Hastanın ameliyatına ilişkin tüm bilgilerin
ameliyattan sonra 4.5.1996 tarihinde düzenlenmiş belgelere dayalı olduğu, ameliyat bülteni,
anestezi formu gibi girişim anında düzenlenmesi gereken hiçbir belgenin, ayrıca ameliyatla
ilgili video kasetin dosyada olmadığı, dosyadaki kasetin daha sonraki ameliyata ilişkin
olduğu, ilacın test dozu olarak 1- 2 M1. IV enjeksiyondan sonra beklenerek hastada yan etki
yapıp yapmadığının gözlenmesi ve gelişebilecek hipotansiyona karşı geri kalan dozun yavaş
bir şekilde enjekte edilmesi, eğer indiksiyonda kullanılıyorsa, yeterli anestezi derinliğinin
kirpik refleksi veya solunum durması ile takip edilerek doz ayarlamasının yapılması gerektiği,
ancak test dozu uygulamasının bile komplikasyon oluşmasını kesin olarak önleyemeyeceği,
hastaya verilen 75 mg. l. V pentothal hastanın yaş ve vücut ağırlığı dikkate alındığında
optimal ( uygulanabilir ) doz olarak kabul edilebilir ise de, küçüğün genel anestezi altında
olması dikkate alındığında, beraber verilen diğer ilaçlar sinerjizim ( önceki kullanılan ilaçlarla
aynı yönde etki göstererek etkiyi artırma ) ve potensiyalizasyon ( önceden kullanılan ilaçların
etkiyi artırma ) göstermesi nedeniyle, küçüğe daha düşük doz pentathol verilmesinin uygun
olacağı, ancak gelişen nörolojik hasarın uygulanan ilaca bağlı alerjik reaksiyon sonucu mu,
yoksa ilacın doğrudan sistemik etkisi sonucunda mı meydana geldiğini ayırt etmek için yeterli
tıbbi verimin olmadığı belirtilmiştir.
Adli Tıp Genel Kurulunun azınlık görüşünde ise; hastaya uygulanan 75 mg. dozun
normal hastalar için ameliyata başlama dozu olduğu, çocuk olan hasta için bu dozun yüksek
olduğu, oluşan nörolojik hasarın ilacın hatalı dozda uygulanması sonucu meydana geldiğinin
kabulü gerektiği, bu nedenle ne amaçla olursa olsun anestezik maddelerin uygulanmasından
sorumlu olan doktorun göstermesi gereken azami dikkat ve tedbiri göstermediğinden 4/8
oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir. Adli Tıp Kurumu 5. İhtisas Kurulu, Adli Tıp Genel
Kurulunun çoğunluk görüşü ve azınlık görüşü tarafından hazırlanan raporlarda ittifakla,
hastanın genel anestezi altında olduğu, verilen diğer ilaçlarla sinerjizim ve potensiyalizasyon
gösterebilmesi nedeniyle, hastaya yaşı ve kilosu nazara alındığında daha düşük dozda
pentathol verilmesi gerekirken buna uyulmadığı belirtilmiştir. Yine ameliyat sırasında
tutulması gereken belgelerin tutulmadığı, ameliyat raporunun 6-7 ay sonra yazıldığı da
dosyadan anlaşılmaktadır.
Vekil vekâlet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden
sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin,
eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur.
Vekilinin sorumluluğu genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi
32
gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur. ( BK. 321/1 md. )
O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun
unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları
yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut
durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden
belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlar da,
bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri
almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve
hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan
kaçınılmak ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil ( hasta ), mesleki bir iş gören
doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini
beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK'nun 394/1 maddesi hükmü
uyarınca, vekâleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Ayrıca hâkim HUMK'nun 286/1.
maddesi hükmüne göre, bilirkişilerin vardığı sonuçla bağlı olmayıp, delilleri kendisi
değerlendirip, somut olayın özelliklerini ve dosyadaki diğer verileri esas alarak, kusurun
mevcut olup olmadığını kendisi takdir edip belirlemelidir.
33