Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 29

HZ. MUHAMMED’İN (S.A.V.

)
PEYGAMBERLİĞİ VE MEKKE
DÖNEMİ

• Risâlet Döneminin Başlaması


• İslam'a Davet ve İlk Müslümanlar
İÇİNDEKİLER

• Açık Davetin Başlaması


• Baskı ve İşkenceler
• Habeşistan'a Hicret İSLAM TARİHİ I
• Garanik Hadisesi
• İkinci Habeşistan Hicreti
Prof. Dr. Muhammet
• Hz. Hamza'nın Müslüman Oluşu
• Hz. Ömer'in Müslüman Oluşu
Hanefi PALABIYIK
• Müslümanlara Uygulanan Boykot
• Taif Seferi: Yeni Bir Melce Arayışı
• İsra ve Mirac
• Artan Şiddet, Hicrete Zorluyor

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Hz. Peygamber'in ilk vahyi alışı, davetin
HEDEFLER

ilk aşamaları ve tevhid mücadelesinin


arka planını kavrayabilecek,
• İlk müslümanları tanıyabilecek,
• İslam'ın zuhuru ve Mekke döneminde
çekilen sıkıntıları, müşriklerin baskı ve
işkencelerini, sebep ve mahiyet itibariyle
kavrayıp, müslümanların duruşlarını
değerlendirebilecek,
• İslamî davetin Mekke dışındaki imkânları
ve hicrete giden süreci anlayıp ÜNİTE
değerlendirebileceksiniz.

3
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

Risâlet Döneminin
İlk Vahiy
Başlaması

HZ MUHAMMED’İN PEYGAMBERLİĞİ VE MEKKE DÖNEMİ


Alay ve
İslam'a Davet Küçümseme
Sertleşme ve
İlk Tepkiler ve Şiddet
Sebepleri
Müşriklerin Baskı
ve İşkenceleri
Ebu Talib'e
Müracaat
Müşriklerin
Uzlaşma Teklifleri Resulullah Yapılan
Teklifler
Habeşistan'a
Hicret Garanik Olayı

Boykot
Hz. Hatice'nin
Vefatı
Hüzün Yılı
Ebu Talib'in Vefatı
Taif Seferi

I. Akabe Biatı
İsra ve Mirac

Arayış ve Hicret II. Akabe Biatı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

GİRİŞ
Allah’ın hangi şartlar altında vahyi göndererek tarihin akışını değiştirmeyi
murat ettiği bilinmemekte, ancak âlimler Allah’ın peygamber göndermedeki
hikmetini soruşturmaktadırlar. Ayrıca neden Hz. Muhammed seçilmiştir, neden
Mekke, neden Arapça, neden bu tarih, belli değildir. Ancak Allah’ın,
Peygamberi’nin durumuna bağlı olarak, onun bulunduğu yer olan Mekke’yi
seçtiğini ve Kitabını da onun dili olan Arapçayla gönderdiğini söylemek
mümkündür.
Tüm bu konularda hikmet adına çeşitli araştırma ve spekülasyonlar yapılmış
olsa da, sonuçta elimizde, vakıa ile karşı karşıya olduğumuzun bilinci kalmaktadır.
Ancak şunu unutmamalıdır ki, buna rağmen birçok teori öne sürülmüş ve bu
teoriler üzerine inşa edilen bir “İslam Düşüncesi” geleneği ve medeniyeti olmuştur.
Genel anlamda nübüvvet (risâlet), insanların dünya ve ahiretle ilgili
ihtiyaçlarının giderilmesi amacıyla Allah ile insanlar arasında yapılan elçilik
görevidir. Elçi olarak seçilen kişi, Allah’ın vahiy yoluyla öğrettiklerini, emirlerini ve
yasaklarını insanlara ulaştırma görevi almıştır. Bu kişiye nebi ve resul denmektedir.
Hz. Muhammed Allah’ın insanlara gönderdiği ilk peygamber değildir ve kendisine
gelinceye kadar çok sayıda peygamberler gönderilmiştir. Gönderilen
peygamberlerden bir kısmı ‘Kitaplı”, bir kısmı ise “Kitaplı değil”dir. Kur’an’ın
kendilerinden bahsettiği peygamberler, çoğunlukla Hicaz bölgesinde bilinen ve
iyice tanınıp haberdar olunan peygamberlerdir.
İslam kültürü ve düşüncesine göre, Hz. Muhammed (s) peygamber olarak
gönderildiği sıralarda, başta Yahudiler ve Hıristiyanlar olmak üzere, çeşitli dinî ve
sosyal gruplar arasında bir peygamberin yakınlarda çıkmak üzere olduğu inancı
hâkimdi. Bunun sebeplerinden ilki, Kur’an’ı Kerim’in bildirdiğine göre, Allah’ın tüm
Nübüvvet (risâlet), peygamberlerden kendilerinden sonra gelecek olan peygamberi müjdelemeleri ve
insanların dünya ve ona iman etmeleri hususunda söz almış olmasıdır. (Al-i İmran, 3/81) Bu yüzden her
ahiretle ilgili peygamber kendilerinden sonra gelecek olanı müjdelemiş ve Hz. İsa (s) da Hz.
ihtiyaçlarının Muhammed’i (s) müjdelemiştir. İşte Resulullah’ın gelişinin Ehl-i Kitap tarafından
giderilmesi amacıyla bilinmesinin sebebi budur. İkincisi ise, Kitap Ehli’nin bildirdikleri dışında, çeşitli
Allah ile insanlar
bölgelerde etkisi kabul edilen kâhinler/arrâflardan da yakında bir peygamberin
arasında yapılan elçilik
görevidir. geleceğinin bilgisi yayılmış olmasıdır. Bir peygamberin geleceği haberinin
Mekke’de yaşayan hanifler tarafından verildiğine dair rivayetlere de
rastlamaktayız. Mesela Kus b. Sa’îde’nin Ukaz panayırında verdiği yakında
geleceğinden bahsettiği hutbeyi, gençlik yıllarında Allah Resulü de dinlemiş ve
ondan övgüyle bahsetmiştir.
Nitekim murad-ı ilahiye uygun olan bu beklentiler tahakkuk etmiş ve Allah,
Mekke’de Hz. Muhammed’i Nebi-Resul olarak seçip görevlendirmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

RİSALETİN BAŞLAMASI
İlk Vahiy
Yalnızlık duygusunu yaşayan Hz. Peygamber yine bir gün Hıra mağarasında
tefekkür ile iştigal ederken kırk yaşında ”vahiy” hadisesi vuku buldu. Cebrail ona,
Ramazan ayının sonuna doğru bir gece vakti, Allah’ın kendisini peygamber olarak
seçtiğini bildiren İkrâ suresinin ilk beş ayetini indirdi.
Allah Resulü’nün vahiy alışının bu ilk anını, kabul edilen rivayetiyle vererek
değerlendirmek istiyoruz: “Hz. Peygamber mağaradayken (veya uyurken) birden
bir varlığın kendisine yaklaştığını görmüştür. Vahiy meleği Cebrail olduğunu
sonradan anlayacağı bu varlık, Hz. Peygamber’e (s), “oku!” der. Allah Resulü (s),
“Ben, okuma bilmem!” deyince, Cebrail, Allah Resulu’nü (s), takati kesilinceye
Resulullah, Hıra kadar sıkar ve bırakır. Öyle ki, Hz. Peygamber kendisini ölecek zanneder. Bundan
Mağarasındayken, sonra Cebrail, Allah Resulu’ne, “Oku!” der. Allah Resulü (s) yine, “Ben, okuma
vahiy meleği Cebrail bilmem!” deyince, Cebrail, Allah Resulu’nü (s) tekrar nefesi kesilinceye kadar sıkar
gelerek, ona “oku!” ve bırakır. Allah Resulü (s), kendisini ölecek sanır. Sonra, Cebrail Allah Resulune
der... Böylece Risalet
yine, “Oku!” der. Allah Resulü (s), Cebrail’in sıkmasından kurtulmak için, “Neyi
başlamış olur.
okuyayım!” diye sorunca, Cebrail, Alâk suresinin başındaki beş ayeti okur ve gider.
Cebrail ayrılıp gittiği zaman, o ayetler Allah Resulu’nün (s) zihnine nakşolmuş
gibidir.
Örnek

•Kanaatimizce Resulullah, mağaradayken Cebrail kendisine, “Oku (yani


“duyur”)” demek suretiyle “Risaletle görevlendirildiğini duyurmasını”
istemiştir. Hz. Peygamber de, “Ben okuma bilmem” derken “Neyi
duyuracağını bilmediğini” ifade etmek istemiştir..

Hz. Muhammed (s) çok korkmuştu. Mağaradan ayrılıp hızla evine giderken
Hıra dağının ortasına geldiği zaman, gökten bir ses işitti: “Ey Muhammed! Sen,
Allah’ın Resulüsün; ben de, Cebrail’im!” diyordu. Allah Resulü (s), başını kaldırıp
bakınca, Cebrail’i, ayaklarını göğün ufkuna basmış bir insan suretinde gördü! “Ey
Muhammed! Sen, Allah’ın Resulüsün; ben de, Cebrail’im!” diyordu. Allah Resulü (s)
duraklamış, ona bakakalmıştı. Ne bir adım ilerleyebiliyor, ne de gerileyebiliyordu.
Cebrail’i görmemek için, yüzünü göğün ufuklarından ne tarafa çevirip baksa, hep
onu öylece görüyordu! Cebrail’in sesi, Allah Resulu’ne (s) kâh gökten, kâh yerden,
kâh ağaçtan, kâh dağdan geliyordu.”
Rivayetlere göre Hz. Peygamber’in, Cebrail’i aslî suretiyle gördüğü yerlerden
biri burasıdır.
Hz. Peygamber bu hadise neticesinde ürpermiş ve bir telaş ile evine
gitmiştir. Bu durumu gören Hz. Hatice, eşinde farklı bir şeyin olduğunu anlasa da,
Hz. Peygamber’in, “üzerimi ört, biraz uyumak istiyorum” sözü üzerine bir şey
sormamıştır. Hz. Peygamber uyandıktan sonra olan biteni Hz. Hatice’ye anlatmış ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

kendi adına kaygılarını dile getirmiştir. Bu diyalog son derece önemli ve birçok
durumu aydınlatıcıdır. Resulullah, “Ben mağaradayken, bana bir şey uğradı, onun
cin veya başka bir şey olmasından korkuyorum. Bilirsin zaten kâhin ve
büyücülerden nefret ederim, bana da bir şey musallat olmasın?” diyerek, sözlerini
bağlayınca, eşi, “Hayır! Sen etrafına karşı iyilik yaparsın, herkese karşı hayırlısın,
akrabanı gözetir, yolda kalmışa, yoksula ve düşküne el atarsın. Allah sana bir zarar
vermez bence hiç endişelenme!” diyerek kocasını teselli etti.
Ertesi gün Hz. Hatice, Hıristiyan olan, Tevrat ve İncil’i iyi bilen yakın akrabası
Varaka b. Nevfel’e gitti. Resulullah’ın yaşadıklarını ona olduğu gibi anlattı. Varaka
ise cevaben “anlattıklarından anlaşılan odur ki, Muhammed’e Cebrail gelmiş ve
onu peygamberlikle görevlendirmiştir. Ona gelen daha önce Musa ve İsa’ya da
gelmişti.” Daha sonra, Hz. Muhammed’i ziyarete gelmiş, karısının anlattıklarını bir
de onun ağzından iyice dinlemiş ve Hz. Hatice’ye dediklerini onu da söylemiş ve
peşine, “keşke kavmin senin yerinden yurdundan çıkardıklarında yanında olsam da
sana destek olabilsem” demiştir. Allah Resulü de bu ifadeyi şaşkınlıkla karşılamış ve
“kavmim beni yurdumdan mı uzaklaştıracak?” diye sormaktan kendini alamamıştır.
Bunun üzerine Varaka, “evet, bu, tüm peygamberlerin başına gelmiştir!” diyerek
cevaplamıştır.

Vahyin Kesilmesi (Fetretü’l Vahy)


Hz. Muhammed (s) olanları anlamlandırmaya çalışırken Cebrail’in yeniden
kendisine gelmesini beklemeye başladı. Olay Mekke’de duyulmuş fakat Cebrail de
bir daha görünmez olmuştu. Bu durum Hz. Peygamber’i çok üzmüş, ümitsizliğe
düşürmüş ve yaşadığı tecrübenin söylenen ve düşünülenden farklı bir şey
Resulullah’ın ilk vahiy olabileceği endişesini taşımaya başlamıştı ki, üç ay kadar devam bu aradan sonra
alışından sonra, üç aylık Cebrail yeniden geldi ve kendisine bir daha kesilmemek üzere Kur’an’ı vahyetmeye
bir süre dışında vahiy başladı.
hiç kesilmemiş, 23 yıl
boyunca devam Bazı rivayetlerde her ne kadar fetret döneminin üç yıl olduğu aktarılsa da bu
etmiştir. Vahyin durumu kabul ne aklen ne de kronolojik açıdan kabul edilebilir görünmemektedir.
kesildiği üç aylık kısa bir Zira üç yıllık bir kesinti bir üzüntü, sıkıntı ve sabır ile risalete hazırlamaktan ziyade
döneme ise “Fetretü’l- ümitlerin yitirilmesine, gerçekleşen olayın bilinen tecrübe olmadığı kanaatine
Vahy” denir. varılmasına ve mevcut olayın unutulup gidilmesine sebebiyet vermesi
muhtemeldir. Ayrıca bu üç yılın ”ferdî tebliğ’ faaliyetinin üç yıl sürmesiyle
karıştırıldığını düşünüyoruz, çünkü süre itibarıyla 3 yıl fetret ve 3 yıl da ferdî tebliğ
dönemi altı yıl eder ki, bu süre sonunda yani 6. yılda başlayan Habeşistan’a
Hicret’in gerekçesi olan işkence ve baskıya zaman kalmamaktadır. Bu gerekçelerle
fetretü’l vahyin çok kısa sürdüğünü ancak merak ve endişe doğuracak kadar da
devam ettiğini kabul etmelidir ki, bunu ifade eden ”üç ay” rivayetleri makul ve
tercihe şayan görünmektedir.
Rivayetlere göre Allah Resulü, vahye tekrar muttali olmak ümidiyle Hıra
mağarasına gitmiş ve Cebrail’i gökyüzünü kaplamış bir halde görmüştür. Bunun
üzerine evine gitmiş ve örtüsüne bürünmüştür. Daha sonra ise, “Ey örtüye
bürünen!...” diye başlayan Müzzemmil ve Müddessir surelerinin ilk ayetleri nazil
olmuştur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

Resulullah kendisine gelen bu vahiyleri anlamaya ve kavramaya, verilen


talimatları da yerine getirmeye çalışmaktan başka bir şey yapmıyordu. Zira hemen
inen bu ayetler onu göreve de davet ediyordu.

İlk Namaz
Namazı ve abdesti emreden ayetler daha sonra nazil olmakla beraber,
eskiden beri toplumda bilinen ve bazılarınca icra edilen bu ibadeti Resulullah da
sabah ve akşam olmak üzere günde iki vakit olarak ifa etmeye başlamıştır. Çünkü
namaz, ayetlerden anlaşıldığına göre, Allah’ın göndermiş olduğu tüm dinlerin ortak
ve aşikâr ibadetidir. (Bakara: 2/83, 125; Maide: 5/12; Yunus: 10/87; Hud: 11/87;
Lokman: 31/17; Beyyine: 98/5) Oruç ve sadaka da böyledir.

İSLAM’A DAVET VE İLK MÜSLÜMANLAR


Allah Resulü, peygamberlikle görevlendirildikten sonra, etrafındakilere
Namaz, daha vahyin öncelikle sessiz sedasız bir şekilde aldığı emirleri tebliğ etmeye başladı. Mekke’deki
gelişinin ilk başında ve bu çağrı, yapı ve özellikleri itibarıyla birkaç (üç) safhaya ayrılabilir. Birinci dönemi
sabah ve akşam olmak ‘doğuş ve başlangıç dönemi’; ikinci dönemi de ”direniş ve var oluş dönemi”’;
üzere günde iki vakit üçüncü dönemi ise ”varlığı sürdürme ve arayış dönemi” olarak adlandırmak
olarak kılınmaya
mümkündür. Doğuş ve başlangıç dönemi (ferdî davet dönemi) safhasını da iki
başlamıştır.
kısma ayırmak mümkündür. İlki ”doğuş/ferdî davet dönemi’”dir ki, üç yıl kadar
sürmüştür. Daha sonra ”yürüyüş/toplu davet dönemi” gelmektedir ki, o da iki-üç yıl
sürmüştür.

Ferdî Davet Dönemi


Ferdî davet sürecinden, hiç kimsenin duyamayacağı, haberdar olamayacağı
şekilde bir davet anlaşılmamalıdır. Zira durum bu şekilde seyretseydi hiç kimsenin
Müslüman olması mümkün olmazdı. Ferdî daveti tanıdık bildik kişilerin İslam’a
davet edildiği; her yer, zemin ve ortamda toplu biçimde davetin yapılmadığı
şeklinde anlamak gerekir. Öyle ki Hz. Muhammed’in ”Peygamberlik İddiası” kısa
zamanda duyulmuş ve bu durum neticesinde kimi onu kınamış, kimi mecnun
olduğunu düşünmüş kimi ona acımış, kimi ise alay etmiştir. Fakat bu dönemde
baskı ve işkencenin olmadığını görmekteyiz. Hz. Peygamber’le alay ediyorlar, ona
gülüyorlardı ve : “Demek Muhammed göklerden haber getiriyormuş ha!”
diyorlardı. Müşrikler bu durumu ilk dönemde öylesine umursamıyorlardı ki, Hz.
Peygamber bazen Kâbe’de yalnız veya eşi ve Hz. Ali ile namaz kılabiliyordu.

İlk Müslümanlar
Bu durum yaklaşık üç yıl sürdü. Bu süreçte epey insan Müslüman oldu. Bu
bağlamda ilk Müslümanlar listesini uzunca ele almak ve bu Müslümlara dair bilgiler
aktarmak her ne kadar mümkünse de çalışmanın kapsamını ziyadesiyle
genişleteceği için bütün isimleri kaydetmedik. Bundan dolayı biz sadece adı sıkça
duyulan ilk Müslümanları ve erken Müslüman olmuş kişileri Asım Köksal’ın yaptığı
sıralamayı temel alarak vermekle yetindik:

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

• Allah Resulu’ndan (s) sonra, Yüce Allah’a ve O’nun Resulüne ilk inanan,
Allah Resulu’nun sevgili eşi Hz. Hatice idi. Sonra kızları Hz. Zeynep, Hz.
Rukayye, Hz. Ümmü Külsûm, Hz. Fâtıma.
• Zeyd b. Harise, sekiz yaşından beri Resulullah’ın yanında olan Zeyd,
vefatına kadar Allah Resulu’nün yanından ve hizmetinden hiç
ayrılmamıştır.
• Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir, Bilal-i Habeşî ve annesi Hamâme, Ebu Fükeyhe, Halid
b. Saîd ve eşi Ümeyne, Amr b. Saîd, eşi Fâtıma ve kardeşi Halid b. Saîd
• Hz. Osman, Zübeyr b. Avvam, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi Vakkas,
Talha b. Ubeydillah
• İlk sırayı alan bu zatları takip eden isimlerin birkaçı şöyledir:
• Ebu Ubeyde b. Cerrah, Ebu Seleme, Erkam b. Ebi’l-Erkam, Osman b.
Maz’un ve iki kardeşi, Abdullah b. Mes’ud, Cafer b. Ebi Talib, Saîd b. Zeyd
ve eşi Fâtıma bt. Hattab, Ubeyde b. Haris, Ayyaş b. Ebi Rebia ve eşi Esma
bt. Selame vdd.
İlk müslümanlar hakkında
İlk Müslümanlara bakıldığı zaman onların, toplumun çeşitli katmanlarından
olduğu görülecektir: Zengin, fakir, hür, köle, kadın, erkek, yaşlı ve genç... Bu durum
İslam’ın aslında herkes tarafından tam olarak anlaşıldığı ve karşılık gördüğünün de
delilidir.
Bu insanlar samimiyetle Allah’ın dinini kabul etmişlerdir. Bu dinî duygu ve
İlk Müslümanın kim
bağlıklıklarının bir heves veya çıkar doğrultusunda olmadığının onların bütün baskı
olduğu hususu siyasi ve
mezhebi saiklerle ve işkencelere rağmen imanlarında sebat etmelerinden de anlayabiliyoruz.
suiistimal edilmiştir. Ayrıca ilk Müslümanın kim olduğu hususunun siyasi ve mezhebi saiklerle
suiistimal edildiğini yinelemekte fayda görüyoruz. Bu hususta tartışmalar olmakla
beraber bizce bu durum çok da önem arz etmemektedir.

Yürüyüş Dönemi (Toplu Davetin Başlaması)


Allah Resulu, davetinde iki şeye dikkat ediyordu. Birincisi görevini ifadır ki,
bu da Kur’an’da açıkça belirtilmiştir: Şahit, müjdeci ve uyarıcı olmak (Bakara 2/213;
İsra 17/105; Furkan 25/56 vd.); öğüt vermek (Nisa 4/63; Araf 7/21, 68; vd.), hayrı
ve azabı hatırlatmak (Kâf 50/45; Zariyat 51/55 vd.) ve kendisine emredileni tebliğ
etmek (Ali İmran 3/20; Maide 5/67, 92, 99 vd.). İkincisi ise söylediklerini önce
kendisinde tatbik etmek, her hususta önce kendi nefsini ıslah, terbiye ve tezkiye ile
güzel ahlakı yaşamak.
Allah Resulü ”toplu davet” emri gelene kadar, eş, dost ve yakınlarına onlar
da kendi yakınlarına tebliğde bulunuyordu. Risâletinin üçüncü senesinin sonunda
“Ve en yakınları(ndan başlayarak erişebildiğin herkesi) uyar ve seni izleyen
müminlere kol kanat ger; buna rağmen sana karşı çıkarlarsa, de ki: “Ben sizin yapıp
ettiklerinizden sorumlu değilim!” (Şuara 26/214-216) emrini aldı. Böylece toplu
davet dönemi başlamış oldu. Fakat bu vazifeyi nasıl ifa edeceği hususundaki
kararsızlığı kendisini aç susuz kalıp hasta olacak kadar derin düşüncelere soktu.
Cebrail (as) gelerek, yakınlarını ilâhî azapla korkutmasını peygamberimize tekrar
hatırlattı (Hicr 15/94-99). Bunun üzerine tasarladıklarını uygulamak için Hz.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

Peygamber, önce Safa tepesine çıktı. Tüm halka yüksek sesle bağırarak onları
topladı ve Haşimoğulları ile Abdülmuttaliboğulları’nı ve Kureyş’in diğer kollarına
tek tek seslenerek Peygamberliğini duyurdu, onları Allah’a ve Resulüne imana
çağırarak ve gelecek günün azabıyla korkutarak, onları imana davet etti. Kureyş
büyüklerinin alaylarına muhatap olmanın dışında bir karşılık bulamadı.
Bundan sonra Resulullah, yakın akrabalarıyla yemekli bir toplantı tertip
etmiş ve Hz. Ali’yi çağırıp, yemek hazırlamasını, sonra da Abdulmutâlib Oğullarını
toplamasını istedi. Hz. Ali, Resulullah'ın dediklerini aynen yaptıktan sonra
Abdülmuttalib oğullarından kırk kişi toplandı. Oradan bulunan Ebu Leheb Hz.
Peygambe’e çıkışarak, “Bunlar senin amcaların ve amcalarının oğullarıdır. Sen,
onlara bir takım şeyler söyleyeceğine, asıl sen, dinî sapkınlığını bırak ve şunu da
aklından çıkarma: Kavmin, senin için bütün Arap topluluklarına karşı koymayı göze
İlk Müslümanların alacak değildir. Bana kalırsa Kureyş senin üzerine çullanmadan, bizim senin başına
sosyal durumlarına
dikilip seni hapsetmemiz gerekir, bizim böyle yapmamız, ötekinden daha kolaydır.
bakıldığında, onların
zengin-fakir, hür-köle, Ey kardeşimin oğlu, ben amcaoğullarına, senin getirdiğin gibi şer ve kötülük getiren
kadın-erkek, yaşlı-genç bir kimse daha görmedim.” dedi. Bu sözler üzerine oradakiler de dağılıp gittiler.
toplumun her Resulullah, onlara bir şey söyleyemedi.
kesiminden insanlar
olduğu görülecektir. Ertesi gün Resulullah Hz. Ali’ye tekrar Abdülmuttalib oğullarını toplamasını
ister. Bu toplantıda Allah Resulü, müşrik akrabalarını bir olan Allah’a ve O’nun
dinine davet ettikten sonra, “Bu yolda kardeşim ve sahabim olmak üzere bana kim
bey'at eder?” buyurdu. Buna sadece çocuk yaştaki Ali olumlu cevap verdi. Herkes
alay edip dağılırken, Ebû Tâlib: “… Bizim katımızda, sana yardım etmek kadar
sevgili bir şey yoktur. Bu toplananlar, senin atalarının oğullarıdır. Tabiî ki, ben de
onlardan birisiyim. Sen, emrolunduğun şeye devam et. Andolsun ki, etrafını
kuşatıp seni korumaktan bir an geri durmayacağım. Ancak nefsimi,
Abdülmuttalib'in dininden ayrılmak hususunda bana boyun eğer bulmadım. …”
dedi.
Bu rivayetteki bazı ifadelerin, mucizeli anlatılar yanında bir takım problemler
ve çelişkiler içerdiğini söylemek de mümkündür. Ancak konuyu uzatmamak için
burada ele almaya gerek görmemekteyiz. Burada kanaatimize göre kabul edilecek
tek husus, genel anlamda değil de, özel anlamda ve sadece aile ve çocuklarının
gözetilmesi hakkında Resulullah’ın bir yardımcı istemiş olabileceğidir. Zira bu
olaydan sonra Allah Resulü Hz. Muhammed, dur durak demeden, zaman ve mekân
gözetmeden, her durum ve fırsatta insanları Allah’ın yüce dinine çağırmış ve onlara
dini hayata geçirme ve yaşatma hususunda örnek olmuştur.
Resulullah şimdiye kadar birebir ve yakınındakilere yaptığı tebliğ davetini,
artık toplu olarak ve grup hâlindeki insanlara da yapıyordu. Kâbe’yi tavaf için
gelenlere, pazar ve panayırlara gidiyor, oradakilere tebliği yapıyor ve dine davet
ediyordu. Fakat kendisi gibi diğer Müslümanların da tebliğ faaliyetlerine açıkça
başlaması ve hız vermesi, artık Kureyş’i tedirgin ve hatta rahatsız etmeye başladı.
Bu yüzden Peygamberimiz’i bazen tersliyorlar, bazen itip kakıyorlar ve bazen
de konuşmasına imkân vermiyorlardı. Bu durum tebliğ yapan diğer sahabe için de
söz konusuydu. Durum öyle bir hâl almıştı ki, Müslümanlar artık rahat değillerdi,
tedirgindiler ve bazen de birbirlerinden endişe etmeye başlamışlardı. Çünkü bazı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

aileler çocuklarının Müslüman olmasından rahatsızlık duyuyorlar ve birbirleriyle ve


Allah Resulü’yle konuşmasına fırsat vermemeye çalışıyorlardı.
Bu durum Allah Resulü’nü bir tedbir almaya ve din kardeşleri için toparlayıcı
bir çare aramaya itti. Bunun için en uygun yerin ilk Müslümanlardan olan Erkam’ın
evi olduğuna karar verdi.

Dâru’l Erkam (Erkam’ın Evi)


Hz. Peygamber ve arkadaşlarına gösterilen tepkiler şimdiye kadar aşağılama,
küçümseme, görmezden gelme, itiraz ve alay iken, davetin 4. yılından itibaren
işkence, baskı, hakaret ve eziyetler başlamıştır. Hatta bu durum Müslümanların
sayısı artıkça daha da şiddetleniyor ve dayanılamaz bir hâl alıyordu. Bunun üzerine
Ziyafet yemeğinde Hz.
Allah Resulu, ashabıyla daha rahat görüşmek, onların sıkıntı ve ihtiyaçlarına
Peygamber’in Hz. Ali’yi
yardımcı olarak yardımcı ve destek olmak, İslam’ı ve yeni inen ayetleri tebliğ etmek için bir yere
seçmesi, genel anlamda ihtiyaç duydu. Erkam’ın evi bu iş ideal bir yerdeydi, hem Kâbe’ye yakın ve onu
olmayıp aile ve görüyor, hem müşriklerin karargâhı olan Daru’n Nedve’yi görüyor, hem de merkezî
çocukların gözetimiyle bir konumda bulunuyordu. Erkam’ın evinin bir çözüm arayışı neticesinde
ilgilenmeyi kapsayacak belirlendiğini görmekteyiz. Dolayısıyla bazı rivayetlerde bi’setin ilk yıllarında olduğu
özel bir yardımcı seçimi şeklindeki aktarımlar makul görülmemektedir. Zira ilk yıllarda Hz. Peygamber’i
gibi görünmektedir.
böylesi bir arayışa itecek ortam ve durum söz konusu değil. Bu yüzden, Erkam’ın
evinin kullanılmasının 3. yıldan sonra olduğunu düşünmek daha kabul edilebilir
görünmektedir.
Burası Müminler için, inen ayetleri öğrendikleri, işkenceden sığınma ve
Müslümanlar cemaati olarak diri kalmayı sağlayacan çok yönlü bir mekân
hüviyetindeydi. Müslümanlar burada öğrendiklerini tebliğ ediyorlardı da ayrıca.
Evin Kâbe’nin yakınında oluşu, Mekke’ye umre veya hac için gelenlerle irtibat
kurma kolaylığı sağlaması, herkes için rahatça erişilebilecek merkezî bir konumda
olması da burayı tercihte önemliydi.
Erkam’ın evi Müslümanlar için öylesi bir sembol olmuştur ki Müminler,
buraya geçişi bir tarih başlangıcı yapmışlar ve “Erkam’ın Evinden Sonra” deyimini
kullanmışlardır. Bu yüzden ilk Müslümanlardan bir kısmı, Erkam’ın evinde İslam’ı
kabul ettiği için “ilk Müslümanlardan” unvanını da almışlardır.

İlk Tepkiler
Kureyş müşrikleri ilk yıllarda (3. yıla kadar) bu yeni oluşumu önemsememişti.
Fakat hafife aldıkları bu insanlar bir tefrika çıkaracak derecede bir güç oluşturma
noktasına doğru ilerliyordu. Hz. Peygamber’in tebliği yayılmaya başladıkça
müşriklerin maddi manevi otoritelerini sarsıp, inançları olan putperestliği
temelden yok eder nitelik arz etmeye başladı. İşte o zaman müşrikler de
Kureyş’in Allah
Müslümanlara karşı sert bir tutum takınmaya başladılar.
Resulü’nün davetine
itiraz veya Artık her yer ve ortamda Müslümanlar dillerde dolaşıyor ve onlar
muhalefetinin engellenmeye çalışıyorlardı. Sonuç olarak bu işten etkilenmeyen ev ve aşiret yoktu.
arkasında birçok sebep Herkes aynı gerekçeyle değilse de, çok çeşitli sebeplerle Allah Resulü’nün davetine
vardı.
itiraz veya muhalefet ediyorlardı. Genellikle bu sebepler şu şekilde sayılmaktadır:

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

• Kureyşîler yüzlerce yıldan beri putperest idiler. Atalarının putperest dinini


terk etmekte zorlandıkları gibi, ona muhalefetin de kendilerine bir zarar ve
uğursuzluk getireceğini düşünüyorlardı. Put ticareti de, bundan geliri
olanların muhalefetine yol açıyordu.
• Mekke sınırlarında bulundurduğu Kâbe ile Hicaz bölgesinin biricik dinî
merkezi olup, her yıl oraya hac mevsiminde hac için, diğer zamanlarda da
umre için, her taraftan çok sayıda insanı çekmekteydi. Buraya gelen
hacıların ihtiyaçları bir takım Kâbe hizmetleriyle karşılanıyordu. Babadan
oğula geçen bu hizmetler toplumda nufüz ve menfaatte celb ediyordu.
Aynı zamanda bu, ticarî faaliyetleri oluşturan panayırlara da imkân
tanıyordu. Bundan dolayı da kendilerinen hem maddi hemde manevi
anlamda elde ettikleri otoritelerini ellerinden alıp yoksul, sefil ve itibarsız
düşürecek bu dine karşı çıkıyorlardı.
• Hz. Peygamber (s), Kureyş ileri gelen azılı müşriklerinin kötülüklerini ve
çıkar sağlamak için yaptıklarını ortaya döken ayetleri okuyup duruyordu.
Müşrik ulularından kimi, bu ve benzeri ayetlerde sıralanan kötülüklerin
tümünü, kimisi de bir kısmını kendisinde bulup rahatsızlanmakta; bu
kötülüklerle teşhir edilmesinin, kendilerini bir gün gözden
düşebileceklerinden kaygılanmakta idiler.
• Kendilerini toplumun üzerinde ve seçkinleri olarak gören Kureyş uluları,
kendileri için üstün bir hak tanımayan, herkesi bir tarağın dişleri gibi eşit
tutan (Hucurat 49/13) bir dini kabullenip benimsemekte zorluk
çekiyorlardı. Hz. Peygamber’in, serveti ve toplumdaki nüfuzu dolayısıyla
kendilerini Allah’ın sevgili kulu olarak gören müşriklerin bütün otoriteleri
yıkması ve zelil durumda oldukları ayetlerle tekrar etmesi de muhalefetin
önemli sebeplerindendi.
• Hz. Peygamber’in Haşimoğullarından çıkması, Kureyş aşiretleri arasında
asabiyet temelli kabilecilikte diğer aşiretlerin arka planda kalmasına sebep
olacaktı. Nitekim Ebu Cehil bu yoldaki duygusunu şöyle açıklıyordu: “Biz ve
Abdi Menaf oğulları, şeref ve şan hususunda şimdiye kadar çekiştik
durduk. Onlar halka yemek yedirdiler, biz de yemek yedirdik. Onlar
arabuluculuk ederek diyet yüklendiler, biz de arabuluculuk ederek diyet
yüklendik. Onlar halka bağışta bulundular, biz de bağışta bulunduk. Onlarla
kulak kulağa giden iki yarış atı durumuna gelince, onlar, 'işte, bizden,
kendisine gökten vahiy gelen bir peygamber de var!' dediler. Biz bunun
Kureyş’in işkencelerine dengini nereden bulup da onların seviyesine ulaşacağız? O hâlde vallahi,
dayanamayan biz hiçbir zaman ona inanmayacağız ve onu tasdik etmeyeceğiz.”
Müslümanlar, Allah • Kureyş’in Peygamber algısı da aslında onların muhalefetinin önemli
Resulu’nün kapısını sebeplerindendi. Zira Kureyş ulularının telakkilerine göre, Kur'ân inecek
çalıp, ondan dua ve
idiyse, ne diye Kureyş ileri gelenlerinin yaşlı ve zengin olanlarına değil de,
yardım istiyorlardı. Ama
tek çare sabırla sıradan, fakir ve yetim birisine iniyordu? Nitekim Velid b. Mugîre: “Ben
direnmekti. Kureyşlilerin seyyidi, ulu kişisi olduğum halde, nasıl geri bırakılırım da,
Muhammed'e vahiy iner? Yahut Sakîf kabilesinin seyyidi, ulu kişisi Ebu
Mes'ud Amr b. Umeyru's-Sakafî de bu hususta nasıl geri bırakılır? Biz, bu iki

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

kentin ulu kişileriyiz. Biz dururken başkasına vahiy inmesi olacak şey değil!”
diyordu (Furkan 25/41).
• Kuran’ın Mekke aristokrasinin kurduğu sömürü düzenini yıkmak istemesi
de bu düzenden beslenenlerin muhalefetine sebebiyet verdi.
• Ahiret düşüncesini kabullenmek istemiyorlar, dünyada yaptıkları
haksızlıkların hesabını vermek korkusu, onları kendilerini düzeltecek yerde,
karşı çıkmaya itiyordu.
• Kur’an muarızlarının, şair ve hatiplerin Kur’an karşısında aciz kalmaları
onların düşmanlıklarını daha da şiddetlendirdi.
• İtiraz edecek husus bulamadıkları zaman, peygamberin kendileri gibi bir
‘beşer’ olmasına itiraz ederek, onun bir ‘melek’ olması gerektiğini ve
söylüyorlardı (İsra 17/94; Zuhruf 43/31).
Resulullah'ı ve diğer Müslümanları konuşma ve tartışmalarıyla ikna
edemeyenler, Kur’an karşısında suskun kalanlar, Müslümanların sayısındaki artışı
gördükçe tepkileri iyice artıyor ve artık baskı ve işkencelere başvuruyorlardı.

Müşriklerin Baskı ve İşkenceleri


Baskı ve işkencelerin aşama aşama farklılaştığını görmekteyiz. İlk olarak
psikolojik ve sosyal olan bu baskılar daha sonra anne ve babanın çocuklarına tavır
alması şeklinde devam etti. Butün bunlar netice vermeyince işkence, dayak, hapis
vb. her türlü eziyete başladılar. Fakat bu işkenceleri herhangi birinin bir
Müslümana yapması, Arap geleneklerini de düşünürsek mümkün
görünmemekteydi. Nitekim de öyle oluyordu. Herkes öncelikle kendi akrabalarına,
kimsesiz köle ve cariyelere işkence ediyorlardı. Kabile asabiyeti dolayısıyla
öldürülme olmasa da Allah Resulü’nün dahi istisna edilmediği işkenceler söz
konusuydu.
Mesela bir gün Ebû Bekir’in söz ve nasihatlerine tahammül edemeyen Utbe
b. Rebia onu iyice dövdü. Bitkin düşen Ebû Bekir evine götürüldükten sonra
kendine gelir gelmez Resulullah’ın sağlıklu olup olmadığını öğrenmek adına
Erkam’ın evine gitti. Yine bir gün Ebû Bekir, Resulullah’ı müşriklerin elinden
kurtarmaya koşmuş, ama fena halde dövülmüştü.
Rivayetlerin serdedilişine göre, nerede ve ne zaman yapıldığı belli değilse de,
Resulullah'a yapılan baskılar da kaynaklarda yer almaktadır.
Peygamberimiz’e peygamberlik gelmeden önce, kızı Ümmü Külsûm, Ebu
Leheb'in oğlu Uteybe ile Rukayye de Ebu Leheb'in diğer oğlu Utbe ile nişanlanmış
olup henüz evlenmemişlerdi. Tebbet sûresi nazil olunca, Ebu Leheb'in karısı Ümmü
Cemil, oğullarını, Rukayye ve Ümmü Külsûm’den dinden çıktıkları ve atalarının
dininden ayrıldıkları gerekçesiyle boşattı.
Allah Resulü, hem Mekke lideri Ebû Talib’in yeğeni ve hem de onun
koruması altında olduğu hâlde baskı ve zulümlere maruzken, koruması olmayan
diğer Müslümanların hâli çok daha vahim idi. Hz. Peygamber ise onlara sabrı
tavsiye ediyor ve emin bir topluluğun emin bir belde inşa edeceğini söylüyordu.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

Müşriklerin Resulullah’ı ve ashabını maruz bıraktıkları daha birçok işkence ve


sıkıntılar ve bunlara karşı gerçekleşen mucizeli anlatımlar, kaynaklarımızda çokça
yer almaktadır. Bu anlatıların bir kısmının da yine abartılı ve o zamanki Arap
toplumun geleneğine ve sosyo-kültürel ortama uygun anlatımlar olmadığı için
Kureyş’in Allah Resulü kabul edilemez olduklarını düşünmekteyiz. Diğer bir problem ise, olayların, onlarla
ve Müslümanlara en irtibatlandırılmaya çalışılan ayetlere sebebi nüzul olarak gösterilmesidir ki, bu da
çok baskı yapanları, 23 tartışmalıdır. Resulullah da bütün işkence ve eziyetelere tıpkı ashabı gibi maruz
kişi olarak kalmış ve bunlara direnmiştir. O bu direnme gücü, azmi, sabrı ve kararlılığı ile
sayılmaktadır.
korunmuş biridir, tıpkı ashabının olduğu gibi.
İslâmiyet Mekke'de yayılmaya başlayınca, müşriklerin ileri gelenlerinden
bazıları, kıskançlık ve düşmanlıklarını açıkça, bazıları da kapalı ve sinsi bir biçimde
sürdürmüşlerdir. Bu kişilerin isimlerinde ittifak olmamakla berbaer 23 kişiyi
Müslümanlara düşmanlıkta aşırıya gidenler arasında sayabiliriz. Hz.Peygamber’e
düşman olan bu müşrik ulularından Ebu Süfyan b. Haris, Ebu Süfyan b. Harb, Amr
b. Âs ve Hakem b. Ebi'l- Âs'tan başka, hiçbirisi Müslüman olmamıştır. Bu
düşmanlıkta aşırıya gidenlerin tamamından ziyade sürekli adı duyulan ilk onunun
adını zikretmekle yetineceğiz: 1. Ebu Cehil Amr b. Hişam, 2. Ebu Leheb b.
Abdilmuttalib, 3. Ukbe b. Ebi Muayt, 4. Ümeyye b. Halef, 5. Übeyy b. Halef, 5. Nadr
b. Haris, 6. Züheyr b. Ebi Ümeyye, 7. Ebu Kays b. Fâke, 8. Hakem b. Ebi'l-Âs, 9.
Muaviye b. Mugîre, 10. Münebbih b. Haccac.

Müşriklerin İtiraz ve İftiraları


Müşriklerin Allah’a, Peygamber’e ve Kur’an’a itiraz ve iftiralarına cevapların
çoğu doğrudan Kur’an’dan gelmektedir:

• Kur’an’ın Allah katından gelme onun kelamı olduğuna değil beşer olarak
Hz. Muhammed'in sözü olduğunu iddia etmektedirler. (Müddessir: 74/25;
Furkan: 25/6; Yunus: 10/37; Şuara: 26/194, Zuhruf: 43/4, Yunus: 10/15
vd.)
• Allah Resulü, Kur’an’ın bir elçi yani Cebrail tarafından getirildiğini
Müşriklerin Allah’a, söylemesine karşı, ona düşmanlık beslemeleri şeklindeki itirazları. (Bakara:
Peygamber’e ve 2/97-98; Hakka: 69/40)
Kur’an’a itiraz ve iftira • Kur’an daha ilginç ve daha başka bir biçimde inmiş olmasını istemeleri.
ediyorlardı. Onlarla (Furkan: 25/32; Fussilet: 41/44)
yapılan tartışmalar • Allah Resulu’nün ayetleri okumasına karşı onların da karşı propaganda
aynen Kur’an’a da
oluşturmaları. (Fussilet: 41/26)
yansımıştır.
• Kur’an’a karşı koyamayınca, onun hakkında “bu eskiden beri duyduğumuz
masallardır” demeleri. (Enfal: 8/31; Müminun: 23/83)
• Kur’an’ın bir şair veya kâhin sözü olduğunu söylemeleri. Çünkü Arapların
inancına göre, mükemmel sözler ancak şair ve kâhinler tarafından
söylenmektedir. (Hakka: 69/41-42; Şuara: 26/210; Yasin: 36/69)
• Kur’an’ın etkileyiciliğine karşı duramayınca, onu ‘ söz büyüsü’ olarak
adlandırılmak istediler. (Saffat: 37/36; Zariyat: 51/52; Saffat: 37/15 vd.)
• Allah Resulu'nü reddetmek için ısrarla ondan mucize istemeleri. (Enfal
8/32; Ra’d 13/38; Ankebut 29/50-51; En’am 6/109; İsra 17/59 vd.)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

Tabii bu konularda daha çok sayıda ayet örnekleri zikretmek mümkündür.


Biz bu kadarıyla yetinmek istiyoruz.

Bireysel Etkinlik •Günümüzde de, gerek müslümanlar ve gerekse gayrimüslimlerin


Kur'an'a bakışlarını, ilk dönem müslümanları ve müşrikleriyle mukayese
ediniz.

Müşriklerin Uzlaşma Teklifleri


Bu mübarek “Kitab”da yer alan ve putperestliği yeren, putperestlerin
cehenneme atılacaklarını bildiren ayetler, Kureyş müşriklerini kızdırmaktaydı.
Bunun için, müşriklerin ileri gelenleri, Resulullah'a, “bizim sana iman etmemizi
istiyorsan, ahiret, ceza, mükâfat gibi bizim inanamadığımız şeyleri zikreden ve
inandığımız putları yeren ayetlerin olmadığı bir kuran getir. Şayet yoksa, uydur!”
şeklinde teklifle geldiler. Resulullah, bu teklifleri reddeti. (Yunus 10/15-18).
Yine müşrikler Hz. Peygamber’e gelerek, “Biraz sen bizim taptıklarımıza tap,
biraz da biz senin taptığına. Gel sen bizim dinimizde tabi ol, biz de senin dinine tabi
olalım.” şeklinde bir teklif getirdiler. Hz. Peygamber’in, tekliflerini reddetmesi
üzerine (Neml: 27/63; En’am: 6/14; Zümer: 39/64; Kafirun: 109/1-6) Kureyş
müşrikleri Peygamberimiz’e (s) sövüp saydılar ve onunla uzlaşma ümitlerini
kestiler.

Müşriklerin Ebû Talib’e Müracaatları


Her türlü baskı ve işkenceye rağmen Müslümanların sayısı artmaktaydı. Bu
Müşrikler, Resulullah’a
olmadık tekliflerde durum karşısında müşrikler Hz. Peygamber’i bir şekilde yolundan vaz geçirmek
bulunsalar da istedikleri istiyordu. Araplarda asabiye duygusu çok güçlüydü. Bundan dolayı herkes kendi
cevabı alamıyorlardı. kabile mensubun yanında bulunurdu. Ebû Talib de yeğeni Muhammed’i her şart ve
koşulda koruyordu. Müşrikler de Hz. Peygamber’i vaz geçirmek için amcasına
gittiler ve ona, “Ya sen yeğenini bizimle uğraşmaktan men eder ve atalarımıza dil
uzatmasını, ilahlarımızı yermesini ve aklıllılarımızı akılsız saymasını engellersin, ya
da biz onunla ve seninle çarpışırız.” dediler. Ebu Talib’e kavmiyle bağlarının
kopması her ne kadar ağır gelse de yeğenini onlara teslim etmeye gönlü el
vermiyordu. Bu durumu yeğenine ileten Ebu Talib’e, yeğeni Hz. Muhammed, "Ey
amca! Vallahi, bu işi bırakmam için Güneşi sağ elime ve Ayı da sol elime koysalar,
Allah dinini üstün kılıncaya ya da ben bu yolda ölüp gidinceye kadar davamdan vaz
geçmem." dedi, gözleri yaşardı ve ağladı. Ayağa kalkarak dönüp giderken, Ebu
Talib, "Gel ey kardeşimin oğlu, gel!" diye seslenerek Peygamberimize, "Ey
kardeşimin oğlu! Git, istediğini söyle, işine devam et, istediğini yap! Vallahi, ben
seni hiçbir zaman onlara teslim edecek değilim!" dedi
Kureyş müşrikleri, Ebu Talib'in her şart ve koşulda yeğeninin yanında
olacağına anladıkları zaman, bir ihtimal düşüncesiyle Umâre b. Velid b. Mugîreyi,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

Ebu Talib'e götürdüler ve ondan Umare’yi alıp, Hz. Muhammed’i teslim etmesini
istediler. Ebu Talib ise, "vallahi, siz bana ne kötü şey teklif ediyorsunuz! Bu insaflı
bir davranış mıdır? Siz bana oğlunuzu vereceksiniz, ben onu sizin için
besleyeceğim. Ben oğlumu size vereceğim, siz ise onu öldüreceksiniz, öyle mi?
Vallahi, bu hiçbir zaman olur şey değildir!” diyerek onları reddetti.
Yine bir gün aralarında şöyle dediler: “Muhammed’in işi çığırından çıktı,
işlerimiz karıştı. Sihirde, kehanette, şiirde en bilgilimizi araştıralım da,
topluluğumuzu dağıtan, işimizi karıştıran, dinimizi ayıplayan şu adamın yanına
gönderelim, kendisiyle bir konuşsun; üzerinde direndiği şeyle ne yapmak istediğine
bir baksın, durumu öğrensin.” dediler. Tartışmaları sonucunda bu iş için, Utbe b.
Rebia’dan daha uygun birinin olamayacağına kanaat getirdiler. Peygamberimiz de
toplantı yerine yakın bir tarafta yalnız başına oturuyordu. Bunun üzerine Hz.
Peygamber’in yanına giden Utbe, ona “yaptığın bu şeyle mal istiyorsan mal
verelim, şeref, şan, şöhret istiyorsan on verelim, ne elde etmek istiyorsan söyle ona
sana verelim” şeklinde bir teklifte bulundu. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Fussilet
Ebu Talib, Araplardaki sûresini okumaya başladı. Utbe de, susup, sakince onu dinledi. Peygamberimiz,
asabiye geleneğine Fussilet sûresini okuyup secde ettikten sonra: “Ey Ebû’l- Velid! Hiç işitmediğini
uygun olarak, dinlemiş bulunuyorsun. Artık işte sen, işte o! Benim diyeceğim budur.” buyurdu.
Müslüman olmadığı Bundan sonra, Utbe kalkıp arkadaşlarının yanına varırken, arkadaşları birbirlerine:
halde yeğenini vefatına “Vallahi, Ebû’l-Velid buradan gidişinden başka bir yüzle geliyor.” dediler. Gelip
kadar korumuş
yanlarına oturduğu zaman, Utbe’ye: “Ey Ebû’l-Velid! Ne haber getirdin?” diye
kollamıştır.
sordular. Utbe: “Vallahi, ben şimdiye kadar bir benzerini daha önce işitmemiş
olduğum bir sözü işittim. Vallahi, o ne şiirdir, ne sihirdir, ne de kehânettir. Ey
Kureyş cemaati! Gelin, beni dinleyin, bana uyun. Şu adamı, üzerinde durduğu şeyle
baş başa bırakın. Siz aradan çekilin, ondan uzak durun! Vallahi, kendisinden
dinlemiş olduğum söz, büyük bir haber olacaktır. Eğer onu Araplar öldürürlerse,
sizden başkasıyla onun hakkından gelmiş olursunuz. Eğer o Araplara hâkim olursa,
onun hâkimiyeti sizin hâkimiyetiniz, onun kudret ve şerefi de sizin kudret ve
şerefiniz demektir. Siz böylece, onun sayesinde, insanların en mutlusu olursunuz.
Ey kavmim! Gelin, bugün bana itaat edip sözümü dinleyin de, başka zaman isyan
ederseniz edin.” dedi. Kureyşliler: “Vallahi, ey Ebû’l-Velid! O, diliyle seni de
büyülemiş.” dediler. Utbe: “Bu, benim onun hakkındaki görüşümdür. Siz nasıl
istiyorsanız öyle yapın.” dedi.
Müşriklerin bu ve benzeri teşebbüsleri de bir fayda etmiyor; sonuç, inadına
inkârdan ve daha da sertleşen mücadeleden başka bir yere varacak gibi
görünmüyordu. Nitekim süreç de bu minvalde seyretti. Şiddet ve mücadele de
tavizsiz bir şekilde ileri gittiler.

Hz. Hamza’nın Müslüman Olması


Rasulullah’tan iki ya da dört yaş büyük olan amcası ve sütkardeşi Hz.
Hamza’nın, Ebu Leheb’in Hz. peygamber’e yaptığı baskılara dayanamadığı, onu
dövdüğü ve buna tepki olarak Müslüman olduğu rivayet olunur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

Habeşistan’a Göç
Müslümanların içinde bulundukları zor durumdan dolayı Allah Resulü
üzülüyor fakat ashabına sabrı tavsiye etmekten başka bir şey yapamıyordu.
Sonunda onlara, “Allah sizi içinde bulunduğunuz sıkıntıdan kurtarıncaya kadar
Habeş ülkesine göç etseniz iyi olur. Zira orada yakınındakilerden hiç birine zulüm
yapmayan adil bir hükümdar vardır.” diyerek ashabına tavsiyede bulundu.
Bu tavsiyeden sonra Müslümanlar’ın azınlık diyebileceğimiz küçük bir kısmı
hicret ettiler. Kaynaklarda iki kez olduğu aktarılan Habeşistan’a hicretin ilki
bi’setten beş yıl sonra (m. 615) yılında gerçekleşti. Kafile, dört kadın on bir erkek
olmak üzere 15 kişiydi. Osman b. Maz’un başkanlığındaki kafile Kızıldeniz
kenarındaki Şuaybe limanından ücret karşılığı iki ticaret gemisine binerek
Habeşistan’a ulaştılar ve bu şekilde tarihin “ilk hicret”i gerçekleşmiş oldu.
Müşrikler her ne kadar bu hicrete engel olmaya çalışsalarda başarılı olamadılar.
Böylece başlayan Habeşistan’a hicretin başlıca sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:

• Mekke’de Müslümanlara karşı uygulanan şiddete paralel olarak yaşama


şartlarının zorlaşması
• Kabile esasına dayalı bir toplum özelliği taşıyan Mekke şehri ve çevresinde,
İslam’a giren hür insanların, kendi kabileleri tarafından ötekileştirilmesi
neticesinde eman hakkını kaybetmeleri
• Bu dönemde, Mekke ve çevresindeki kabileler ve şehirlerin doğrudan ya da
dolaylı olarak Mekke ile ilişkisi mevcuttu ve henüz tamamı müşrik idi.
Dolayısıyla Hicaz ya da Arap yarımadasının içerinde başka bir yere hicret
söz konusu değildi.
• Yarımada’da bulunan Hıristiyan ve Yahudi topluluklar kendi aralarında
çekişme ve mücadele içerisinde bulundukları için, kendilerine rakip olacak
Müslüman muhacirleri içlerine dâhil edemezlerdi.
• Habeşistan’da eman vb. kurumlara gerek duymadan Müslüman
Muhacirlerin rahatça yaşayabilecekleri bir ortamın bulunması.
• Arabistan’ın diğer bölgelerine nazaran, Kızıldeniz gibi doğal bir sınır ile
yarımadadan ayrılan Habeşistan’ın Bizans’a bağlı bir eyalet olarak nispeten
daha sistemli ve adil bir yönetime sahip olması sebebiyle Mekke
müşriklerinden gelecek tehlikelere karşı korunabilecekleri emniyetli bir
Hz. Hamza’nın coğrafya olarak kabul edilmesi. (Öztürk, Levent. (2001). 55-66.)
Müslüman olması,
Nitekim İlk Muhacir kafilesi, bi'setin 5. yılı Recep ayında (615) on bir erkek,
Müslümanlar için güç,
kâfirlere ise, bir korku dört kadınla (veya on ikisi erkek dört kadın toplam on altı kişi ile) birlikte hareket
ve esef olmuştur. ederek, gizlice Kızıldeniz kenarında bulunan Şuayba limanına kimi yaya kimi de
binekli olarak Habeşistan’a ulaştılar. Bu ilk Muhacir kafilesi, reisleri Osman b.
Maʻzun dışında, Hz. Peygamber’in kızı Rukiye ile eşi Hz. Osman b. Affan, Ebu
Seleme ile eşi Ümmü Seleme, Âmir b. Ebî Rebîa ile eşi Leylâ b. Ebî Hamse, Ebû
Huzeyfe b. Utbe ile eşi Sehle bt. Süheyl, Zübeyr b. Avvâm, Mus‘ab b. Umeyr,
Abdurrahman b. Avf, Ebû Sebre, Hâtıb b. Amr, Süheyl b. Beydâ’dan oluşuyordu.
Müşrikler, ilk muhacir kafilesini yakalayıp geri çevirmek için takip etseler de
başarısız oldular ve geri döndüler. Zira Muhacirler kiraladıkları bir gemi ile denizin

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

karşı kıyısına geçerek Habeşistan topraklarına ayakbastılar. Bu olay, İslam tarihinde


“ilk hicret” olarak bilinir.
Receb ayında hicret eden Muhacirlerden bazılarının Şaban ayını da
Habeşistan’da geçirdikten sonra Ramazan ayında, Mekke’ye döndükleri, ancak
Şevval ayında tekrar Habeşistan’a gittikleri söylenir.

Garanik Hadisesi
Garanik Hadisesi Müslümanların Habeşistan’dan iki ay sonra dönmesine
sebebiyet veren olay olarak İbn Sa’d ve Taberi gibi klasik müelliflerin eserlerinde
yer almıştır. Rivayetlere göre Peygamberimiz Kâbe’nin yanında iken, “Gördünüz
mü o Lat ve Uzza’yı? Ve üçüncüleri olan diğeri; Menât’ı.” mealindeki Necm
Sûresi’nin 19.-20. ayetlerini okuduktan sonra, “Bunlar yüksek kuğulardır, onların
şefaatleri umulur” mealindeki ”sözde ayetler”’ şeytanın telkini ile söyledikten
sonra sıra Secde ayetine gelince secdeye etmiş, bu olaya şahit olan müşrikler de
güya putlarının Hz. Peygamber tarafından övülmesine sevinerek hemen secdeye
varmışlar! Akşam olunca Cebrail (a.s.) gelerek Hz. Peygamber’e “Allah tarafından
vahyedilmeyen sözleri söylediğini” bildirmiş. Hz. Peygamber buna çok üzülmüş,
şeytanın ilkâ ettiği bu sözleri kaldırıp atmış! (Sarıçam, İbrahim. (2003). Bu olayla
ilgili aktarılan rivayet İslam âlimleri tarafından çeşitli yönlerden eleştiriye tabi
tutulmuştur. Kâbe ve çevresinden putları temizlemek maksadıyla gönderilen ve işi
tevhid mücadelesi olan bir peygamberin, böyle bir söz sarf etmesi hatta müşriklerin
putlarını övmesi asla düşünülemez. Kaldı ki, Necm Suresi’nin 19. ve 20. ayetleri,
lafzı ve bağlamı dikkate alındığına putların anlamsızlığını ve kötülüğünü ortaya
koymaktadır. Aynı anda bu şekilde çelişkili ifadeler nasıl makul olarak
Garanik Hadisesi,
yorumlanmıştı? Kanaatimizce zaten Hz. Peygamber’in konuşmalarını bastırmak için
Habeşistan
gürültü eden müşriklerin bu esnada söyledikleri putları öven ifadeleri, edip ve şair
muhacirlerinin iki ay
sonra Mekke’ye bir müşrik tarafından okunmuş, orada bulunan insanlar buna dayanarak secde
gelişlerinin sebebini de etmişlerdir. Bunların ayetmiş gibi algılanmış veya algılatılmış olması da
teşkil eden olay olarak mümkündür. Sadece Kur’an’ın korunmuşluğunu desteklemek için kaynaklarımıza
ifade edilmiştir. giirmiş olan olan bu rivayetin, çok da ciddiye alınmasını uygun bulmamaktayız.

İkinci Habeşistan Göçü


Cafer b. Ebî Tâlib başkanlığında tertip edilen ikinci hicret kafilesi nübüvvetin
6./m. 616. yılında Habeşistan’a ulaştı. İkinci kafile seksen iki erkek ve on seksiz
kadından oluşuyordu. Bazı araştırmacılar ise Habeşistan’a hicretin küçük grupları
hâlinde devamlı olduğunu dolayısıyla bu adlandırmanın sadece toplu bir gidişten
kaynaklandığınıifade etmektediler.
Mekkeli müşrikler burada da Müslümanları rahat bırakmamışlar, Amr b. Âs
ve Abdullah b. Ebî Rebîa’yı, Necâşî’ye takdim edilmek üzere bolca hediyelerle
Habeşistan’a elçi olarak gönderip, Muhacirlerin iade edilmesini talep etmişlerdi.
Hükümdarın huzurunda yapılan karşılıklı konuşma ve tartışmalardan sonra Necâşî
Ashame, müşriklerin iade isteğini reddederek, Müslümanlara daha fazla himaye ve
destekte bulunmuştur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

Habeşistan muhacirlerinden otuz üç kişilik bir grubun Şi‘bu Ebû Tâlib’deki


boykotun sona ermesinden sonra (620) Mekke’ye döndükleri, 33 erkek 8 kadından
oluşan diğer bir grubun da Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden sonra
Medine’ye gittikleri ve bunlardan 24’nün Bedir Savaşına iştirak ettikleri
bilinmektedir. Cafer b. Ebî Tâlib başkanlığındaki son Habeşistan kafilesinin ise,
hicretin 7. senesinde Hayber kuşatması sırasında Medine’ye geldikleri
nakledilmektedir.

Mekkedeki Durum ve İlk Şehid


Elçilerinin Habeşistan eli boş dönmeleri Kureyş müşrikleri iyice
hiddetlenmişti. Bu öfke, şiddet ve işkencenin dozununda artmasının tetikleyicisi
oldu ve Ammar b. Yasir’in annesi Sümeyye ve babası Yasir işkenceler neticesinde
şehit düştü (615). Bilal b. Ebi Rebah ve diğer sahipsiz insanlar ise tarifi mümkün
olmayan işkencelere maruz kaldı.

Hz. Ömer’in Müslüman Oluşu


Hz. Ömer bi’setin 6. yılında (m. 616) Müslüman oldu. O, Müslüman
olduğunu Ebû Cehil de dâhil olmak üzere bütün müşriklere aleni bir şekilde
meydan okuyarak duyurmuştur. Ömer’in Müslüman olmasına, Müslümanlar çok
sevinmiş o Müslüman olduktan sonra da ilk kez Kâbe’de toplu halde namaz
kılabilmişlerdir. Ancak bu namaz ve tavaftan sonra çıkan kavgada Müslümanlar
ciddi zarar görmüşlerdi.

Boykot/Ambargo
Müşriker her ne yaptıylarsa Mekke’de, Hz. Muhammed’i ve onun ashabını
durduramamışlardı. Habeşistan’a hicreti engelleyemedikleri gibi, giden elçiler de
eli boş dönmüştü. Hz. Hamza ve Hz. Ömer de Müslüman olmuştu. İşkence, dayak
ve her türlü baskıya rağmen gidişatı durduramıyorlardı. Sonunda bütün bunları b
ıraktılar ve daha köklü bir tedbir almanın yolunu düşünmeye başladılar. İşte bu
sırada Habeşisatn’a giden bir grubun geri dönüş yaptığını düşünebiliriz. Müşrikler
asıl problem olarak Hz. Muhammed ve kabilesinin ona desteğini görüyorlardı. Asıl
iş, bunu çözmek ve kabilesinin Muhammed’i teslim etmesini veya himayeden
vazgeçmesini sağlamaktı. Bunun için onların tümünü içine alacak bir boykot
uygulama kararı aldılar.
Kureyş müşrikleri ve Ehabiş kabileler anlaşarak Hâşimoğulları ve
Boykotun asıl hedefi Hz.
Muhammed veya onun Muttaliboğullarını düşman ilân ettiler. Bu tavır öylesi keskin bir durumdu ki sadece
himayesinden Hz. Peygamber’i değil Müslüman olmayan akrabalarını da ortadan kaldırmayı göze
vazgeçilmesi idi. alıyorlardı. Aralarında yaptıkları anlaşmayı Kâbe duvarına astılar. Benî Hâşim ve
Benî Muttalib’e karşı uygulayacakları boykotun kapsamı şu şekildeydi:

• Haşim ve Muttaliboğullarının mahallesine yiyecek, içecek, gıda vs. girişi


engellenecek.
• Haşim ve Muttaliboğullarından hiçbir şey alınıp, satılmayacak.
• Haşim ve Muttaliboğulları ile insani ilişkiler kesilecek, toplumdan tecrit
edilecek.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

• Haşim ve Muttaliboğulları ailelerinden kız alınıp, kız verilmeyecek.


Müşrikler, kendini dışarda tutan Ebu Leheb hariç boykota maruz kalan bütün
Haşim ve Muttalib Oğullarından Hz. Muhammed’i kendilerine teslim etmelerini
istiyorlardı.
Bu insanlar üç yıl boyunca Şi’bu Ebu Talib’de/Ebu Talib Mahallesi’nde sıkı bir
şekilde uygulanan sosyal ve ekonomik ambargodan dolayı çok zor günler
geçirdiler. Hatta boykotun son dönemlerinde açlıktan inleyenlerin sesi dahi
duyulur olmuştu. Nitekim boykot bi’setin onuncu yılında Hişam b. Amr
Müşrikler, kendini başkanlığında Züheyr b. Ebu Ümeyye, Mut’im b. Adi, Ebu’l-Bahteri, Zem’a b. Esved
dışarda tutan Ebu gibi insaflı kimseler vesilesiyle kırıldı.
Leheb hariç boykota
maruz kalan bütün Hz. Peygamber ise burada kendisine ve kabilesine yapılan zulmü de yardımı
Haşim ve Muttalib da unutmamıştır. Müşriklerin boykot için yaptıkları ve Kâbe’ye astıkları anlaşma ise
oğullarından Hz. “Allah” lafzı hariç tamamı (zulüm ve akrabalık bağlarını hiçe sayan kısım) bir kurt
Muhammed’i tarafından yenmişti. Onların bu girişimi de umdukları şekilde sonuçlanmamıştı.
kendilerine teslim
etmelerini istiyorlardı. Hüzün Yılı
Boykotun kaldırılmasından sonra Resulullah tebliğ faaliyetlerine devam
ederken, müşrikler de çeşitli şekillerde onu engellemekle meşgul oluyorlardı.
Kureyşliler tarafından Resulullah’a ve akrabaları Benî Hâşim ve Benî
Abdulmuttalib’e karşı uygulanan ambargonun ortadan kalkmasının sevinci ve
heyecanı çok sürmedi. Çünkü üç sene süren ezici boykot sürecinin ardından
Resulullah, önce daima yanında olup onu himaye eden ve bu süreçte çok yorgun
ve hasta düşen 87 yaşındaki amcası Ebû Talib’i kaybetti. O, Resulullah’ın çok ısrar
ve isteğine rağmen, müslüman olmayı reddetmiş, atalarının dini üzere ölmeyi
tercih etmişti.
Amcasının ardından da yirmi beş yıllık yol arkadaşı olan çok sevdiği eşi ve
davasında en büyük destekçisi Hz. Hatice’yi kaybetti (10 Ramazan/19 Nisan 620).
Onu da amcası gibi Hacun (Cennetü’l-Muallâ) kabristanına defnetti. Resulullah onu
hayatı boyunca takdir, rahmet ve muhabbetle anmış, hatırasını yâd etmiştir.
Art arda meydana gelen bu acı hadiselerin, Hz. Peygamber’de bıraktığı derin
iz ve elem sebebiyle, bisetin 10. yılı İslam Tarihinde "senetü`l-hüzn/âmu’l-hüzn
=hüzün yılı" olarak isimlendirildi.

Tâif Seferi: Bir Melce (Sığınak)


Zulüm ve işkencenin hat safhaya çıktığı boykot sürecinin ardından yakınlarını
da kaybetme üzüntüsü yaşayan Allah Resulü, sadece yakınını değil aynı zamanda
kendisini koruyup kollayan, himaye eden amcasını da kaybetmiştir. Artık
Haşimoğullarının başında, zorunlu olarak kendisine bir süre destek vermek
durumunda kalan Ebu Leheb vardı. Nitekim bu destek uzun sürmemiş Mekke artık
Allah Resulü için katlanılamaz bir eze ve işkencenin merkezi hîlini almıştı.
Bunun üzerine Resulullah hem yeni bir vatan arayışı hem de İslam’ı Mekke
dışına tebliğ niyetiyle azadlısı Zeyd b. Harise ile birlikte nübüvvetin 10. yılı şevval
ayının sonlarına doğru gizlice Taif’e gitti. Orada Sakîf kabilesinin reisleri ve eşrafı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

konumunda ve Resulullah’ın da uzaktan akrabaları olan Abd Yalîl b. Amr b. Umeyr,


Mesud b. Amr ve Hubeyb b. Amr adında üç kardeş bulunuyordu. Burada kaldığı on
gün boyuca Resulullah’ın davetine olumsuz cevap veren Taif halkı, sadece bununla
kalmayıp onu taşladılar. Şehirden ayrılırken sığındığı bir bahçede, bahçe
sahiplerinin kölesi olan Addas ise Hz. Peygamber’le görüşmesinden sonra
Müslüman oldu.
Mekke’ye dönmek zorunda kalan Resulullah Mekke’nin ileri gelenlerinden
iki kişiye haber göndererek eman istedi, fakat kabul etmediler. Ancak daha sonra
haber ettiği Mut‘im b. ‘Adiyy onun himayesini üstlendi. Silahlarını kuşanarak
oğullarıyla birlikte Hz. Muhammed’i karşıladı ve eman verdiğini açıkça Mekke’ye
ilan etti.

İSRA VE MİRAC
Kendisine ve kabilesine uygulanan boykot, akabinde amcası ve hanımını
Hz. Peygamber’in
kaybetmesi daha sonrasında büyük bir umutla gittiği Taif’ten olumsuz bir neticeyle
Mekke şehrindeki
Mescid-i Haram’dan, dönmesi, Allah’ın Resulünü ziyadesiyle üzmüştü. Bu esnada vuku bulduğu kabul
Kudüs’teki Mescid-i edilen İsra ve Mirac hadisesi, bu zor durumunda ona moral ve destek olmuştu.
Aksâ’ya yaptığı gece
Hz. Peygamber’in Mekke şehrindeki Mescid-i Haram’dan, Kudüs’teki Mescid-
yolculuğuna “İsra”;
Mescid-i Aksa’dan göğe i Aksâ’ya yaptığı gece yolculuğuna “İsra”; Mescid-i Aksa’dan göğe yükselmesine ise
yükselmesine ise “Mirac” denir. Önemli bir mucize olarak kabul edilen bu olayın ilkine Kur’an’ın İsra
“Mirac” denir. Suresinde atıf olmakla beraber, Mirac olayı tamamen diğer kaynaklarda yer
almıştır.
Buna göre Cebrail geceleyin gelerek, Resulullah’ı almış ve Kudüs’de Mescidi
Aksa’ya götürmüştü. Resulullah orada Peygamberlere imamlık yaparak iki rekât
namaz kıldırmış ve daha sonra bir binek vasıtasıyla göklere yükselerek zaman ve
mekândan münezzeh olan Allah’ın huzuruna çıkarak onunla görüşmüştü. Bu
esnada doğrudan bazı ayetleri ve mümlinler için müjdeleri alarak, aynı şekilde
doğrudan Mekke’ye geri dönmüştü.
Kaynaklarda detaylı olarak anlatılan İsra ve Mirac hadisesinin vuku
bulduğuna dair ittifak olmakla beraber, bu olayın mahiyeti, manen mi fiziken mi,
rüyada mı yoksa uyanıkken mi olduğu tartışılmaktadır.

HİCRETE GİDEN SÜREÇ VE AKABE BİATLERİ


Mekke’li müşrikler tüm Müslümanlara karşı zulüm ve baskılarını
sürdürüyorladı. Resulullah ise Tâif seferinden umduğu neticeyi elde edememişti.
Artık Mekke’nin tebliğ için tıkandığı, orada tebliği imkânı ve muhatabı olmadığı
açıktı. Zaten Müslümanlığı kabul edenlerin de kendini gizlemek zarureti de vardı.
Buna rağmen Hz. Peygamber, Mekke’nin tarih boyunca hac ve ticaret merkezi
olma özelliğinden faydalanmayı ihmal etmemiş İslamiyet’e davet gayretini
Mekke’ye gelen yabancılar üzerine yoğunlaştırmıştır.
Hz. Muhammed, hac ziyareti ve panayırlar için Mekke’ye gelen kabileler ile
görüşüyordu. Fakat bu sefer daha farklı bir şey yapacak, kabilelerle yaptığı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

görüşmede, İslam’ı tebliğinden sonra eğer kabile İslam’ı kabul ederse, onlara kendi
yurtlarına göçmek istediğini ve himayelerine alıp almayacaklarını da soracaktı.
Tebliği esnasında İslam’ı kabul etse de, özürle Resulullah’ı kendi yanlarına
alamayacaklarını beyan eden gruplar da belki olmuştu. Ancak Yesribli Hazrec
kabilesine mensup altı kişilik bir grupla yaptığı görüşme umut verici oldu. Bunlar
Neccârdan; Esad b. Zürâre ve Avf b. el-Hâris, Zuraykdan; Râfi b. Mâlik, Selîme’den;
Kutbe b. el-Âmir, Harâm’dan; Ukbe b. Âmir ve Ubeyd (Selime)’den; Câbir b.
Abdillâh b. Riâb idi. Nübüvvetin 11. yılındaki bu görüşme, Mekke ile Minâ arasında
Akabe adı verilen mevkide vuku buldu. Allah Resulü, onlarla tanıştı, Kur’an okudu,
davetini ve beklentisini açıkladı.
İslam’ı kabul ederek memleketleri olan Yesrib’e dönen bu grup, Hz.
Peygamber’den öğrendikleri dillerinin döndüğünce anlatma çabası içerisine
girdiler. Bunun neticesinde Medine’de Hz. Peygamber ve daveti bilinmeye ve
konuşulmaya başladı.
Yesriblilerin Hz. Peygamber’in İslam’a davetine olumlu cevap vermelerinin
ve onu şehirlerine davet etmelerinin sebepleri arasında şunlar sayılabilir:

• Medineli Araplar Medine’deki Yahudilerle savaş ve kavgaya


tutuştuklarında, eskiden beri Yahudiler onları, “yakında gelecek olan
peygamberle” tehdid ederlerdi. Dolayısıyla bu peygambere onlardan önce
Birinci Akabe Beyatı, sahiplenmek istemeleri.
“Beyatu’n-Nisa” • Çoktandır çıkması beklenen ve hakkında söylentiler duydukları peygamber,
şeklinde olmuştur. Hz. Muhammed olabilirdi. Ona erkenden inanmak istemeleri.
• Bitip tükenmeyen savaşlardan bıkan Medineli Evs ve Hazrec gruplarının
istikrar arayışına dışardan birinin hakemlik yapması. Çünkü kendi
gruplarından hangisi liderliği ele geçirirse, diğerine baskı yapacak ve onları
tahakküm altına alacaktı.
• Medineli Arapların, sayıca kendilerinden çok olan Yahudi kabilelerinin
Medine’ye hâkim olmalarından endişe duymaları.
Resulullah, bi’setin 12. yılı yani bir sonraki sene hac yapmak için Mekke’ye
gelen ve on iki kişiden oluşan Medineli heyetle gizlice bir araya geldi. Bu,
Medine’de İslam’ın tutan mayasının göstergesiydi. Bu kişiler oldukça temkinli
hareket ederek, Mekkelileri şüphelendirmeden yaptıkları buluşmada, Allah
Resulü’ne beyat ettiler. Bu beyat, savaş ve siyasi hiçbir içerikten bahsedilmediği,
iman, ahlak ve adalet üzere söz verildiği için, “kadınlar beyatı” şeklindeydi. Bu
beyat Akabe’de yapıldığı için Birinci Akabe Beyatı olarak adlandırılmaktadır. Bu
beyattan sonra Resulullah’a veda eden ve sonraki hac mevsiminde görüşmek üzere
sözleşen grup, haccını yaparak, Medine’ye döndüler. Resulullah istekleri üzerine
onlara Mus’ab b. Umeyr’i muallim olarak gönderdi.
Mus’ab b. Umeyr, Medine’de eskiden beri çatışma halinda olan Evs ve
Hazrec kabileleri arasında dengeli bir yaklaşım sergiledi. Es‘ad b. Zürâre’nin evinde
kalarak onun desteğiyle oldukça verimli bir çalışma yürüttü. O, Hz. Peygamber’in
tebliğ tarzını çok iyi kavramış olması, o zamana kadar inmiş olan Kur’ân ayetlerini
ezbere bilmesi, etkili hitabeti ve güzel konuşmasıyla Üseyd b. Hudayr ve Sa‘d b.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

Muâz gibi tanınmış lider şahsiyetlerin İslam’ı kabullerini sağladı. Medine’de


müslümanlara namazlarında imamlık yapan Mus’ab’ın çalışmaları meyvesini verdi.
Öyleki Yesrib’deki Arapların bir kısmı İslam’ı kabul etmiş, çoğunluğu da tamamen
İslamiyet’ten ve Resulullah’tan haberdar olmuştu.
Sonraki yıl hac mevsiminde (bisetin 13. senesi/622’de) büyük kısmını
Hazreclilerin teşkil ettiği, yetmiş iki erkek ve üç kadından oluşan bir heyetle
Yesribliler Mekke’ye geldiler. Yine Mekkelilere hissettirmeden yapılan gizli
görüşmede Yesribliler Hz. Muhammed’i ve Müslümanları Yesrib’e davet etmişler
ve onu koruyacaklarına dair teminat vererek ona biat etmişlerdi. İkinci Akabe
Beyatı olarak adlandırılan bu biata savaşla ilgili mevzuları içerdiği için “Beyʻatül-
Harb” adı verilmiştir.
Hz. Peygamber onları teşkilatlandırma ihtiyacı duyarak, dokuz Hazreçli, üç
de Evsli olmak üzere, on iki kişiyi “nakîb/reis” olarak tayin etti; hepsinin
sorumluluğunu da Nakîbü’n-Nukebâ olarak Es‘ad b. Zürâre’ye verdi.
Hz. Peygamber, bu görüşmeye katılanlardan, kayıtsız şartsız kendine itaat
İkinci Akabe Beyatı,
sözü almış, onlardan Resulullah’ı kendi nefislerine tercih edeceklerine, ailelerini
“Beyatu’l-Harb”
şeklinde olmuştur. korudukları gibi kendisini de koruycaklarına dair söz almıştı. Hatta bunu ısrarla
teyid eden amcası Abbas da duyduğu bu sözden sonra rahatlamış ve bu sözü bir
teminat olarak görmüştü.
Diğer taraftan Medineliler de kendileri için yeni bir sürecin hatta sıkıntılı bir
dönemin başladığını görüyor ve tahmin ediyorlardı. Ancak imanlarının icabı neyse
bunu yapmaları gerektiğinin de bilincindeydiler. Gerekirse bu hususta savaşmayı
ve ölmeyi de göze almışlardı. Bu durum, onların ikinci Akabe beyatı için Mekke’ye
gelmeden önce bu hususta aralarında çok konuştuklarını ve nasıl yapılması
gerekiyorsa o yönde kara aldıklarını da göstermektedir.
Mekke müşrikleri ve ileri gelenleri bu olaydan geç haberdar olmuşlar ancak
bir şey yapamamışlardı. Onlara düşen bundan sonra daha dikkatli olmaktı. Ancak
bu tarihten sonra Allah Resulü, Medinelilerle yaptığı plana uygun olarak Mekkeli
Müslümanların Medine’ye hicret etmelerine izin verdi. Artık Müslümanlar ferdi ya
da topluluklar hâlinde ama mümkün olduğu kadar gizli ve hissettirmeden
Mekke’den çıkarak Medine’ye göç etmeye başladılar. Ama durumdan rahatsız olan
müşrikler de hicret edenleri ya engellemeye ve hapsetmeye ya da hicretlerine
mani olmaya çalışıyorlardı.
Allah Resulü ise zamanı gelince yolculuğuna başlayacaktı. Müşrikler de bunu
anlamış, durumdan tedirginlik duymuş ve Hz. Peygamber için kesin bir çözüm
bulmak üzere toplantı kararı almışlardı. Çünkü hicrete imkân ve fırsat
bulamayanlar, köleler, kadınlar, yaşı henüz küçük çocuklar, eman vb. sebeplerle
başkalarının himayelerinde yaşamak zorunda olanlar dışında Mekke’de neredeyse
Müslüman kalmamıştı. Toplantıda Ebû Cehil’in teklifiyle alınan karar onun
öldürülmesi yolundaydı. Evinde onu ortadan kaldıracaklardı. Şehrin bütün
kabilelerinden seçilmiş gençlerden oluşan bir grup silahlı genç, gece vakti evine
girerek suikastle onu ansızın öldürüvereceklerdi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

Resulullah bu kararı halası Rukayka bt. Sayfî b. Hâşim vasıtasıyla öğrendi ve


zaten hazırlanıp planladıkları üzere, Hz. Ali’yi evine bırakarak Hz. Ebu Bekir’le
beraber suikast gecesi akşamı evi terkederek Medine’den ayrıldı.

Bireysel Etkinlik
•Müslümanların müşriklerle mücadelesini ve müşriklerin Kur'an'a
tepkilerini ayetlerle çalışınız ve yorumlayınız.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

•Allah Resulu, ilk vahiy aldığı zaman 40 yaşındaydı ve Hıra mağarasında vuku
bulan bu olaydan bir müddet sonra 3 ay boyunca hiç vahi gelmemiştir. Bu
durum Resulullah'ı endişelendirmişse de bundan sonra vahiy 23 yıl boyunca
hiç kesilmememek üzere devam etmiştir.
•Hz. Peygamber almış olduğu risalet görevini ilk önce çok yakın eş ve
Özet
dostlarına duyurmuş onlarla beraber ve onların da çabalarıyla ilk müsliman
cemaat oluşmuştur. Ferdi davet dönemi adını alan bu 3 yıllık sürede,
müşriklerin sert ve şiddete varan bir tepkisi olmamış sadece onlara karşı alay
ve acıma duygusuyla bakılmıştır.Bu dönemde Resulullah'ın daveti Mekkenin
dışında da duyulmuş Ebuzer gibi bazıları böylece Müslüman olmuşlardır.
•İlk Müslümanların müsteşriklerin idaa ettikleri gibi toplumun madur
kesimlerinden değil, zengin-fakir, hür-köle, kadın-erkek ve genç-ihtiyar her
grubundan oluştuğu görülmektedir. Bu da, İslam davetinin kabul
gördüğünün anlaşıldığının alametidir.
•Yüce Allah'ın davetini açık yapması emri üzerine, Resulullah, Mekke'nin Ebu
Kubeys tepesine çıkarak tüm Mekkelileri İslam'a davet etti. Peşine yakın
akrabalarına bir ziyafet vererek tümünü islama çağırdı.
•Bundan sonra Allah rasulu Kabe'de çarşıda, pazarda heryerde insanları toplu
halde İslam'a davet etti. Müslümanlar'ın rahatça görüşüp Rasulullahla
buluşması için Erkam'ın Evi uygun bir mekan olarak seçilmişti.
•Müslümanlar'ın sayısının gittikçe artmasını gelecekleri ve menfaatleri
açısından tehlikeli gören Mekke'nin ileri gelen müşrikleri Allah Resulunu ve
Müslümanları engellemek ve onları putperestliğe dündürmek için çok büyük
baskı ve işkencelere başvurdular. Ne yaparsa yapsınlar hiçbirşey elde
edemeyince hem Resulullah'la hem de amcasıyla görüşerek davetin sona
erdirilmesini istediler.
•Bütün bunların fayda etmemesi müşrikleri dahada kızdırmış ve sert
davranışlarının devamını sağlamıştır. İşte Hz. Hamza'nın Müslüman oluşu da
böylesine bir olaya tepkiyledir.
•Hz. Peygamber, Mekke'de İslamiyet'e davet imkân ve şartlarının zorlaşması
üzerine Müslümanların bir kısmının adil bir hükümdarın idaresinde bulunan
Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye etti.
•Bisetin 5. yılında ilk Habeşistan kafilesi, ertesi sene ise ikine Habeşistan
muhacirleri bu ülkeye giderek, Mekkeli müşriklerden gelebilecek
tehlikelerden bir müddet de olsa uzak olma yanında, dinlerini rahatça
yaşama imkânına kavuştular.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23


Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliği ve Mekke Dönemi

•Mekke'de gün geçtikçe İslam'ı seçenlerin sayısında artış kaydediliyor, buna


paralele olarak, Müslümanlara uygulanan şiddet artıyordu. Hz. Hamza'nın
ardından Hz. Ömer'in de Müslüman oluşu başta Hz. Peygamber olmak üzere
bütün Müslümanları sevindiren, cesaret veren bir gelişme oldu.
•Nübüvvetin 7. senesinde, Kureyş'in şiddet ve baskı halkasını daha da
Özet(devamı)
genişleterek Hz. Peygamber’in kabilesi Haşim ve Abdulmuttalib Oğullarına
kendi mahallerinde boykot uygulamaları, şehirle ve diğer insanlarla
irtibatlarını kesmeleri, alışverişi kesmeleri, dışarıdan evlenmelerine izin
vermemeleri, gıda ve diğer İhtiyaçların karşılamalarına ambargo koymaları
dayanılmaz acı ve katlanılmaz acıların üç sene boyunca trajediye dönüşmesi
anlamına geliyordu.
•Nübüvvetin 10. senesi Hz. Peygamber için sevdiklerini tek tek kaybettiği
Hüzün yılı oldu. O, önce amcası ve biricik hamisi Ebu Tâlib'i, bundan çok kısa
bir süre sonra da sevgili hanımı Hz. Hatice'yi kaybetti. İşte büyük acıların
yaşandığı bu yıl, İslam tarihi literatürüne "Hüzün Yılı" olarak geçecekti.
•Mekke'de gittikçe azalan tebliğ ve yaşama imkânı, Hz. Peygamber'i yeni bir
mekân arayışına itti. O, Tebliğ'ini Taife taşıyarak, Müslümanlara nefes
aldırmak, mücadelesini buradan devam ettirmek niyetinde İdi. Azadlısı Zeyd
ile gittiği Taif seferinde beklemediği bir tavırla karşılaşarak Mekke'ye
dönmek zorunda kaldı.
•Kur'an'daki İsrâ suresinin ilk ayetlerinde zikredilen İsrâ ve genel kabule göre
bununla eşzamanlı olarak yaşadığı Mirâc hadisesi Hz. Peygamber'in hüzün
yılı sonrası Allah tarafından eşsiz lütuf ve ikramına mazhar olması anlamına
yorumlanmıştır.
•Artan şiddet ve kureyşlilerin baskıları neticesinde Mekke'yi terk etme
noktasına gelen Hz. Peygamber, hac mevsiminde şehre gelen Arap
kabilelerine tebliğine devam ederken, nübüvvetin 12 ve 13. yılında
Medinelilerle Mina yakınlarındaki Akabe bölgesinde yapılan müzakereler
sonucunda beklediği neticeyi aldı. Mekke'de yaşayan Müslümanlar, ferd ya
da küçük gruplar hâlinde gizlice Medine'ye hicret ettiler. Mekke'de kalan
küçük bir grup insan dışında tamamına yakını Medine'ye göç ettiler.
•Hz. Peygamber de yakın dostu Ebu Bekir ile birlikte hicret için yola çıkarak
gizlice Mekke'yi terk etti.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24


Hz. Muhammed’in Peygamberliği ve Mekke Dönemi

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Hz. Muhammed’e ilk vahyi nerede almıştır?
a) Sevr Mağarasında
b) Kâbe’de
c) Hıra Mağarasında
d) Erkam’ın evinde
e) Kendi evinde

2. İlk Müslüman olduğu tartışmasız kabul edilen kişi aşağıdakilerden


hangisidir?
a) Hz. Hatice
b) Hz. Ali
c) Hz. Ebubekir
d) Zeyd b. Harise
e) Hz. Hamza

3. Namazı ve abdesti emreden ayetler daha sonra nazil olmakla beraber,


eskiden beri toplumda bilinen ve bazılarınca icra edilen namaz nasıl
kılınıyordu?
a) Günde 5 vakit
b) Günde 1 vakit
c) Günde 2 vakit
d) Haftada bir vakit
e) Ayda bir vakit

4. Fetretü’l vahiy (vahiy inişinin kesilişi) ne kadar sürmüştür?


a) 3 gün
b) 3 hafta
c) 3 ay
d) 3 yıl
e) 30 gün

5. Ferdî davet döneminin süresi aşağıdakilerden hangisidir?


a) 2 yıl
b) 2.5 yıl
c) 4 yıl
d) 3 yıl
e) 1 yıl

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25


Hz. Muhammed’in Peygamberliği ve Mekke Dönemi

6. Aşağıdakilerden hangisi Hz. peygamberin görevleri arasında yer almaz?


a) Şahit olmak
b) Müjdeci olmak
c) Azabı hatırlatmak
d) Hidayet etmek
e) Ahlaklı olmak

7. Hz. Peygamber bi’setin 10. yılında Tâif’e hangi sahabeyle beraber


gitmiştir?
a) Hz. Ömer
b) Hz. Hamza
c) Hz. Abbas
d) Zeyd b. Hârise
e) Ebu Tâlib

8. Hz. Peygamber bi’setin 10. Yılında Tâif’e yaptığı seferde aşağıdakilerden


hangisi Müslüman olmuştur?
a) Ebu Zer el-Ğıfârî
b) Selman-ı Fârisî
c) Zeydü’l-Hayl
d) Suheyb b. Sinân
e) Ninovalı Addâs

9. İsra ve Miraç hadisesi ne zaman olmuştur?


a) Taif Seferinden önce
b) Taif Seferinden sonra
c) Hicretten sonra
d) Boykottan önce
e) Akabe beyatları arasında

10. II. Akabe Beyatı hangi yılda gerçekleşmiştir?


a) 620
b) 621
c) 622
d) 623
e) 624

Cevap Anahtarı
1.c, 2.a, 3.c, 4.c, 5.d, 6.d, 7.d, 8.e, 9.a, 10.c

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26


Hz. Muhammed’in Peygamberliği ve Mekke Dönemi

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Ahmet Cevdet Paşa. (1986). Kısas-ı Enbiya ve Tevârih-i Hulefâ I-II. İstanbul Bedir
Yayınları.
Algül, Hüseyin. (1986). İslâm Tarihi I-IV: İstanbul Gonca Yay.
Apak, Adem. (2006). Anahatlarıyla İslam Tarihi I. İstanbul: Ensar Yayınları.
Araştırma Komisyonu. (2009). Genç Sahabeler, çev. E. S. Erdoğmuş. İstanbul:
Karınca ve Polen Yayınları
Avcı, Casim (Editör). (2018). İlk Dönem İslâm Tarihi. İlâhiyat Önlisans Programı,
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yay.
Aydınlı, Abdullah. (1994). Ebû Zer el-Gıfârî. DİA, X, 266-269, İstanbul.
Aykaç, Mehmet. (1995). Fâtıma bint Esed. DİA, XII, 225, İstanbul.
Azimli, Mehmet. (2010). Siyeri farklı okumak. Ankara: Ankara Okulu Yayınları.
Belâzürî, Ebul-Abbas Ahmed b. Yahyâ. (1417/1996). Ensâbu’l-Eşraf, (thk. Süheyl
Zekkar-Riyâd Ziriklî), Beyrut.
Buharî. (1981). el-Câmiu’s-Sahîh, İstanbul.
Çağatay, Neşet. (1997). Zeyd b. Hârise. İA, XIII, 547-548, İstanbul.
Çağatay, Neşet. . (1997). Zübeyr b. Avvâm. İA, XIII, 534-536, İstanbul.
Demircan, Adnan. (2000), Nebevî Direniş Hicret. İstanbul: Beyan Yayınları.
el-Belâzurî. (1987). Ensâbu’l-Eşrâf, (thk.: Muhammed Hamidullah), Kahire.
Fayda, Mustafa. (1994). Ebû Bekir. DİA, X, 101-108, İstanbul.
Fayda, Mustafa. (2005). Muhammed. DİA, XXX, 408-423, İstanbul.
Fayda, Mustafa. (2005). Muhammed. Hayatı, DİA, c. XXX, İstanbul: Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, 408-423.
Fayda, Mustafa. (2007). Ömer. DİA, XXXIV, 44-51, İstanbul.
Fığlalı, Ethem Ruhi. (1994). Ebû Tâlib. DİA, X, 237-238, İstanbul.
Fığlalı, Ethem Ruhi. (1996). İmam Ali (Ali İbn Ebî Tâlib). Ankara: TDV Yay.
Halebî, Ebü’l-Ferec Nûreddin ‘Ali b. Burhâniddin. (1400/1980). İnsânü’l-Uyûn fî
Sîreti’l-Emîni’l-Me’mûn, es-Sîretü’l-Halebiyye I-II, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut.
Hamidullah, Muhammed (2004). İslam Peygamberi, (çev. M. Yazgan), İstanbul.
Hamidullah, Muhammed. (1990). İslâm Peygamberi (Hayatı ve Faaliyeti), (çev.
Salih Tuğ) (5. Baskı). İstanbul: İrfan Yayınları.
Hasan İbrahim Hasan. (1987). İslâm Tarihi I-VI, (çev. İ. Yiğit-S. Gümüş) (2. Baskı)
İstanbul: Kayıhan Yayınları.
Hazreti Ali -Sempozyum Bildirileri-.(2009). ed. Rıza Savaş, İzmir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27


Hz. Muhammed’in Peygamberliği ve Mekke Dönemi

İbn Abdi’l-Berr, Ebû Ömer Yusuf b. Abdullah b. Muhammed. (t.y.). el-İstîâb fî


Marifeti’l-Ashâb, thk. Muhammed el-Becâvi, Kahire.
İbn Asâkir, Ebü’l-Kasım Ali b. Hasen b. Hibetullah b. Abdillah. (1996). Târihu
Medîneti Dımeşk, (thk. Ebû Saîd b. Ömer b. Ğarâme el-Amrâvî), Dımaşk.
İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik b. Eyyûb el-Himyerî. (1391/1971). es-
Sîretü’n-Nebeviyye, Beyrut.
İbn Hişâm. (t.y). Sîretu’n-Nebî, (thk.: M. Muhyiddin Abdulhamid), Kahire.
İbn İshâk, Ebû Abdillah Muhammed b. İshâk b. Yesâr. (1981). Sîre, (thk.
Muhammed Hamîdullâh), Konya.
İbn Kesîr, Ebu’l-Fida İsmail. (1386/1966). el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut.
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b, Muslim ed-Dîneverî. (1970). el-Meârif,
Beyrut.
İbn Sa’d. Ebu Abdillah Muhammed. (1380/1960). et-Tabakâtu’l-Kübrâ, Beyrut.
İbn Saʻd. (1957), et-Tabakâtu’l-Kübrâ I-VIII, Dâru Sadır, Beyrut.
İbn Seyyidinnâs, Ebü’l-Feth Fethuddin Muhammed b. Muhammed. (1974).
‘Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Meğâzî ve’ş-Şemâil ve’s-Siyer I-II, 2. baskı, Dâru’l-Cîl,
Beyrut.
İbnü’l-Esîr, İzzeddun Ebû’l-Hasan Ali b. Ebi’l-Kerem Muhammed b. Abdi’l-Kerim eş-
Şeybânî. (1385/1965). el-Kâmil fi’t-Târih, Beyrut.
Kara, Seyfullah. (2003). Peygamber Döneminde Gençlik. İstanbul: Ağaç Yayınları.
Kiraz, Ömer Faruk (2007). Hz. Peygamber’in Amcaları, Sakarya Üniv. Sos. Bil. Enst.,
(Basılmamış Yük. Lis. Tezi), Sakarya.
Koçyiğit, Tahsin. (2018). Hicret Sonrası Medine’de İlk Durumlar ve Yeni Düzen
Kurulmasına Yönelik Faaliyetler, İslam Tarihi ve Medeniyeti I-XV, (Ed. Mehmet
Şeker). Siyer Yay., İstanbul.
Koçyiğit, Tahsin. (2019). Habeşistan’a Hicretten Medine’ye Kadar İslam’ın Mekke
Dönemi, İlk Dönem İslam Tarihi, (Ed. M. Hanefi Palabıyık). Erzurum: Atatürk
Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yay., ss. 103-129.
Komisyon. (2010). İlk Dönem İslam Tarihi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir.
Köksal, M. Âsım. (1987-1989). İslâm Tarihi I-XVIII, İstanbul: Şamil Yayınları.
Köksal, M. Âsım. (1993). Darülerkam. DİA, VIII, 520-521, İstanbul.
Mes’ûdî, Ebü’l-Hasen Ali b. el-Hüseyn b. Ali. (1357/1938). et-Tenbîh ve’l- İşrâf, thk.
A. İsmail es-Sâvî, Bağdâd.
Mes’ûdî, Ebü’l-Hasen Ali b. el-Hüseyn b. Ali. (t.y.). Mürûcu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-
Cevahir, thk. M. Muhyiddin Abdulhamid, Kum.
Muhibbüddîn et-Taberî. (t.y.). Ahmed b. Abdillah, Zehâiru’l-Ukbâ fî Menâkıbi
Zevi’l-Kurba, Mısır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28


Hz. Muhammed’in Peygamberliği ve Mekke Dönemi

Mustafa (Kadı) Darir Efendi, Erzurumlu. (2004). Siyer-i Nebi, yay. haz. Selman
Yılmaz, İstanbul: Başucu Kitapları Yayınları.
Önkal, Ahmet. (1998). Hicret. DİA, XVII 458-462, İstanbul.
Öztürk, Levent. (2001). Etiyopya’da İslamiyet -I- (Asr-ı Saadette Habeşistan’la
Münasebetler), İstanbul.
Palabıyık, Muhammet Hanefi. (2019). Hz Muhammed’in Peygamberliğinin İlk
Yılları, İlk Müslümanlar ve İlk Tepkiler, İlk Dönem İslam Tarihi, (Ed. M. Hanefi
Palabıyık). Erzurum: Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Yay., ss. 64-
102.
Said Havva. (1991), Elesas fi’sünne Siyteün Nebeviyye I-VI, çev. A.Ali Ural vd.,
İstanbul: Aksa Yayınları.
Sallabî, Ali Muhammed. (2009), Siyeri Nebi I-II, (çev. M. Kasadar vd.). İstanbul:
Ravza Yayınları.
Sarıçam, İbrahim. (2003). Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara: Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları.
Suyûtî, Celalüddîn Abdirrahman b. Ebî Bekir. (1952). Tarîhu’l-Hulefâ, (thk., M.
Muhyiddin Abdulhamid), Mısır.
Şiblî, Mevlâna. (1978). Asr-ı Saadet, İslâm Tarihi, (çev. Ö. Rıza Doğrul). İstanbul
Eser Yayınları.
Şulul, Kasım. (2008). İlk Kaynaklara Göre Hz. Peygamber Devri Kronolojisi (2.
Baskı). İstanbul: İnsan Yayınları.
Taberî, Ebu Ca’fer Muhammed b. Cerir. (1987). Târîhu’t-Taberî-Tarihu’l-Umem ve’l
Mülûk, Darü’l Kütübü’l İlmiye, Beyrut.
Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî Ya’kub b. Ca’fer b. Vehb, Târihu’l-Ya’kûbî, Beyrut, tsz.
Yavuz, Salih Sabri. (2005). Mi’râc. DİA, XXX, 132-135, İstanbul.
Yıldız, Hakkı Dursun. (1986). Redaktör, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi,
Çağ Yay., İstanbul.
Zehebî, Şemsuddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (1995), Tarihu’l-İslâm, Beyrut.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29

You might also like