Unite 6

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 24

HZ. MUHAMMED’İN (S.A.V.

)
ŞAHSİYETİ

• Hz. Peygamber'in Âile Hayatı, Hz.


Peygamber'in Şahsiyeti
İÇİNDEKİLER

• Hz. Peygamber'in Siyâsî ve Askerî


Kişiliği İSLAM TARİHİ I
Prof. Dr. Mustafa
AĞIRMAN

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Hz. Peygamber'in âile hayatını,
HEDEFLER

eşlerini, çocuklarını ve yakınlarını


daha iyi tanıyabilecek,
•Hz. Peygamber'in bedenî ve ahlakî
güzelliklerini öğrenebilecek,
•Hz. Peygamber'in çevresindeki
insanlara verdiği değeri ve onlarla
olan geçimini kavrayabilecek,
•Siyasî ve askerî kişiliği hakkında
bilgiler öğrenebileceksiniz. ÜNİTE

6
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

Eşleri ve Ev Hayatı
ÂİLE HAYATI
Çocukları

Fizikî Özellikleri ve
Gündelik Hayatı

İbâdet Hayatı
ŞAHSİYETİ
Hilmi, Sabrı ve
Şükrü

Şefkat ve
HZ. MUHAMMED’İN (SAV.) ŞAHSİYETİ

Merhameti

Hoşgörüsü ve
İnsanların Kalbini
Kazanması

Azmi ve Cesâreti

Duyarlılığı ve
Duygulu Oluşu

Doğruluğu ve
Güvenilirliği

Cömertliği

Vefakârlığı

Sosyal ve Fizikî
Çevreye Önem
Vermesi
Yönetimin
Oluşması

SİYASÎ VE ASKERÎ
Bürokrasi
KİŞİLİĞİ

Askerî Hayat

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

GİRİŞ
Yüce Allah, Hz. Âdem’i topraktan yaratmış sonra ona kendinden ruh
üflemiştir. Bu gerçek, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle anlatılır: “Bir zaman Rabbin
meleklere demişti ki: “Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir
insan yaratacağım. Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz
hemen onun için secdeye kapanın” (Hicr sûresi, 15/28-29). İnsan, Yüce Allah’tan
aldığı ruh sebebiyle meleklerin kendisine secde ettiği bir varlıktır. Bu sebepten
dolayı İslâm dini, insanı saygıdeğer bir varlık olarak görür. Kur'ân-ı Kerim’de
belirtildiğine göre insan, Yüce Allah tarafından hem beden hem de ruh yapısı
bakımından en güzel şekilde yaratılmış, yerde ve gökte olanlar buyruğu altına
verilmiş ve temiz gıdalarla rızıklandırılmıştır. İnsan, yaratılıştan hak dine
yönelebilecek ve güzel ahlaka erişebilecek iyi eğilimlerle donatılmıştır. İnsana
bahşedilen bu temel özelliği koruyup geliştirebilmek, onu güzel ahlakla
donatabilmek için peygamberler gönderilmiştir. Peygamberler, yaşantıları ve ahlak
güzelliğiyle çevrelerine örnek olmuşlar, insanları tevhîd inancına ve güzel ahlaka
dâvet etmişlerdir. Bu gâye ile gönderilen peygamberler zincirinin son halkası, Hz.
Muhammed (s.a.v.)’dir. Ondan sonra peygamber gelmeyecektir. Onun ahlakı,
kıyâmete kadar tüm insanlık için örnektir. Bu konuda Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de
şöyle buyurur: “Andolsun ki, Rasûlullah’ta, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe
kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örneklik vardır” (Ahzâb
sûresi, 33/21). Bu âyetten anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber’in aileaile hayatı,
ahlaki üstünlüğü, siyasisiyasi ve askerî kişiliği onun yolundan gidenler için güzel
örneklerle doludur. Hz. Peygamber’in kendisi de şöyle buyurmuştur: “Ben, güzel
ahlakı tamamlamak için gönderildim.” Gerçekten de öyle olmuş ve o, yaşantısı ile
güzel ahlakı tamamlamıştır. Çevresi ile çok iyi geçinmiş ve Yüce Allah’ın Kur’ân-ı
Kerim’de buyurduğu gibi örnek bir hayat yaşamıştır. Dostları ve ashâbı şöyle
dursun, düşmanları bile onun doğruluğunu, dürüstlüğünü, çalışkanlığını,
vefakârlığını, güvenilirliğini, hoşgörüsünü ve adâletini takdir etmişler ve kendisine
güvenilir Muhammed anlamına gelen ‘Muhammedü’l-Emîn’ demişlerdir. Onun,
çocuklara ve yaşlılara, kadınlara ve erkeklere, kölelere ve cariyelere, misafirlere ve
yolculara, yoksullara ve düşkünlere, zenginlere ve soylulara, askerlere ve
komutanlarına, âmirlere ve memurlara, yerlilere ve yabancılara, ev halkına ve
komşularına davranışı dillere destandır. Aslında onun hayatı baştan sona bir
destandır. O, kimlikli ve kişilikli bir insandır. Evet, o bir insandır; melek değildir.
Aynen bizim gibi bir insandır. Yüce Allah’ın, insanlar içerisinden seçip insanlara
gönderdiği bir peygamberdir. O, bir peygamberdir. Yüce Allah’ın verdiği görevi
eksiksiz yerine getiren bir peygamberdir. O, bir devlet başkanıdır. Elinin altında
devlet hazinesi olan ama kendisi toplumun en alt kesimindeki insan gibi zor şartlar
altında geçinen bir devlet başkanıdır. O, bir öğretmendir. Gece tatlı uykusunu terk
edip öğrencilerinin yatakhanelerini dolaşan ve üstü açılan öğrencilerinin üstünü
örten bir öğretmendir. O, bir baba ve dededir. Evi, eşi, çoluk-çocuğu, torunları ve
yakınları vardır. Onlarla olan münasebetleri bizim için örnektir. O, kendi evinde
yetimleri barındıran ve ekmeğini onlarla paylaşan bir merhamet abidesidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

HZ. PEYGAMBER’İN AİLE HAYATI


AileAile, toplumun en küçük birimidir. Toplumun sağlam olması aile
yapısının sağlam olmasına bağlıdır. Yüce Allah Kur'ân-Kerim'de sağlıklı nesillerin
yetiştirilmesi için ailenin kurulmasını emreder, ailenin temelini oluşturan eşler
arasındaki sevgi ve merhameti de varlığının delillerinden biri kabul eder.
Peygamber Efendimiz de sürekli ailenin önemine dikkat çekmiş, gençleri yuva
kurmaya teşvik etmiş, yoksul gençlerin aile kurabilmeleri için çaba göstermiştir.
Ailede huzur için eşlerin birbirlerine sevgi ve saygılı davranmalarını, olumsuzlukları
değil, güzellikleri öne çıkararak iyi bir geçim ortamını oluşturmalarını istemiştir.
Hz. Muhammed (s.a.v.), bu konuda şöyle buyurmuştur: "En hayırlınız, eşi ve
çocukları için hayırlı olandır. Bana gelince ben, aileme karşı en hayırlı olanınızım”.
Eşine ve çocuklarına iyi davrananların en hayırlı kişiler olduğunu bildiren Hz.
Muhammed (s.a.v.), müminlerin iman bakımından en mükemmel ve ahlak
Dolayısıyla sonraki
bakınından en güzel olabilmelerini de aileleriyle sağlıklı ilişkilerine bağlamıştır.
evliliklerinde bazen
iddia edildiği gibi Çocuklarına sarfettiği her şeyin sadaka olduğunu söyleyen Peygamberimiz, bu
cinselliğin değil, bir konuda bir sahâbîsine şöyle buyurmuştur: "Sen, ev halkına bir harcamada
takım özel sebepler ve bulunduğun zaman şüphesiz ki ondan sevap alırsın, hatta hanımına ikram ettiğin
hikmetlerin söz konusu lokmadan bile." Hz. Peygamber, erkeklere ”hanımlarına ve çocuklarına iyi
olduğu açıktır. davranmalarını” tavsiye ederken, hanımlara da ‘eşlerine karşı çok iyi
davranamlarını” tavsiye etti. Evliliğin sevgi ve saygıyı paylaşmak olduğunu öğretti.

Eşleri ve Ev Hayatı
Hz. Peygamber Efendimiz de diğer peygamberler gibi zamanı gelince
evlenmiş ve çocuk sahibi olmuştur. Kurduğu yuvada çocuklarını çok güzel bir
şekilde yetiştirmiş, eşleri ile çok güzel bir evlilik hayatı yaşamış ve müminlere bu
yönüyle de örnek olmuştur. Peygamberimizin ilk eşi ve altı çocuğunun annesi,
yirmi beş yaşında iken evlendiği Hz. Hatice'dir. O sırada kırk (veya yirmisekiz)
yaşında dul bir hanım olan Hz. Hatice, ticaretle meşgul oluyordu ve Mekkeliler
arasında Tâhire yani saf ve temiz unvanıyla tanınıyordu. Kendisine yapılan
evlenme tekliflerinin hepsini geri çevirmiş ve el-Emîn (doğru, güvenilir) unvanıyla
tanınan Hz. Muhammed (s.a.v.) ile evlenmeyi tercih etmişti.
Hz. Peygamber ile yirmi beş yıl evlilik hayatı yaşayan Hz. Hatice, ölünceye
Hiçbir şeyi sebepsiz ve kadar Peygamberimize içten bir sevgi duymuştur. Hz. Peygamber’in dâvetini kabul
boş yere yapmayan Hz.
ederek İslâm'a giren ilk mümin olma şerefini kazanmış, çeşitli sıkıntılara karşı ona
Peygamber'in
her zaman destek olmuştur. Peygamberimiz de onu çok sevip saymış, iyiliklerini
evliliklerinde de çeşitli
hikmetler vardır. hiçbir zaman unutmamış, ölümünden sonra da onu sürekli rahmet ve minnetle
anmış, kabrini ziyaret etmiş, geride kalan yakınları ve dostlarıyla ilgilenmiştir.
Hz. Peygamber, Hz. Hatice'nin vefatına kadar başka bir evlilik yapmadı. İlk
eşi vefat ettiğinde kendisi elli yaşına ulaşmıştı. Diğer evliliklerinin tümünü bu
yaşından sonra gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla sonraki evliliklerinde bazen iddia
edildiği gibi cinselliğin değil, bir takım özel sebepler ve hikmetlerin sözkonusu
olduğu açıktır. Peygamberimiz'in Hz. Hatice'nin vefatından sonra çeşitli gayelerle,
çeşitli zamanlarda evlendiği hanımlarının adları şöyledir: Hz. Sevde, Hz. Âişe, Hz.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

Hafsa, Hz. Zeyneb bint Huzeyme, Hz. Ümmü Seleme, Hz. Cüveyriye, Hz. Zeyneb
bint Cahş, Hz. Ümmü Habîbe, Hz. Safiye, Hz. Meymûne ve Hz. Mâriye. Hz.
Peygamber'in eşleri "müminlerin anneleri=ümmehâtü'l-müminîn” olarak kabul
edilirler. Yaptığı hiçbir işi sebepsiz ve boş yere yapmayan Hz. Muhammed'in
evliliklerinde de çeşitli hikmetler vardır. Bu hikmetleri şu şekilde sıralayabiliriz:
 Hz. Âişe ve Hz. Hafsa annelerimiz vasıtasıyla hanımlara dinî alanda bilgi
Çok evliliği sebebiyle aktarımı yaptığı ve İslâmî hizmetlerde önceliği olan Hz. Âişe’nin babası Hz.
Hz. Peygamber'i Ebû Bekir ve Hz. Hafsa’nın babası Hz. Ömer'le dostluğunu pekiştirdiği
şehvete düşkünlükle düşünülebilir.
itham etmek hakikate  Bazı hanımlarla evliliği, onların İslâm'daki fedakârlığına bir vefa şeklinde
aykırı bir durum olup, gerçekleşmiştir. Habeşistan'a göç etmiş olan Hz. Ümmü Habîbe ile Hz.
yalan ve yanlış bir
Sevde buna örnektir.
iddiadan ibarettir.
 Peygamber Efendimiz bir kısım evlilikleriyle de bazı kabilelere dostluk
mesajları vermek istemiştir. Necid bölgesinin en büyük kabilelerinden
Âmir b. Sa'saa'ya mensup olan Hz. Zeyneb bint Hüzeyme ile Hz. Meymûne
buna örnek sayılır.
 Hz. Cüveyriye ve Hz. Safiye ile evliliği ise siyasi amaçlıydı. Bunlardan
Cüveyriye ile evliliği, Mustalık oğulları kabilesinin İslâm'a girmesine sebep
olmuştur. Safiye ile evlilikten maksat ise Yahûdîlerin dostluğunu
kazanmaktı.
 Zeyd b. Hârise'den boşanan Zeyneb bint Cahş ile evliliği ise Câhiliye
Hz. Âişe'nin anlattığına
göre Peygamber döneminde evlatlıkları öz çocuk olarak gören anlayışa karşı İslâm
Efendimiz ev işleriyle de hukukunda yeni bir ilkenin uygulanması şeklinde olmuştur. Bütün bu
yakından ilgilenirdi. gerçekler ortada iken çok evliliği sebebiyle Hz. Peygamber'i şehvete
düşkünlükle itham etmek hakikate aykırı bir durum olup, yalan ve yanlış
bir iddiadan ibarettir.
Peygamber Efendimiz, eş ve çocuklarına zaman ayırır, onlarla gezintiye çıkar
ve kendileriyle çok güzel sohbetler ederdi. Geleneksel folklor gibi meşru
eğlenceleri seyretmelerini teşvik ederdi. Bayram namazlarına aile fertleriyle
birlikte katılırdı. Spor amaçlı yürüyüşe çıkar, bazen Hz. Âişe örneğinde olduğu gibi
koşu yarışı yapardı. Bir defasında Hz. Âişe ile yarışmışlar, Hz. Âişe geçmişti. Birkaç
yıl sonra tekrar yarıştıklarında bu sefer yarışmayı Hz. Peygamber kazanmış ve Hz.
Âişe'ye gülümseyerek "bu önceki yarışmanın rövanşıdır" demişti.
Peygamberimiz, ilk Hz. Âişe'nin anlattığına göre Peygamber Efendimiz ev işleriyle de yakından
çocuğu Kâsım sebebiyle ilgilenirdi. Gerektiğinde kendi elbisesinin söküğünü diker, ayakkabılarını tamir
"Ebü'l-Kâsım" künyesini eder, koyunları sağar, ev işlerinde hanımlarına yardımcı olurdu. Çarşıya pazara
almıştır.
gittiğinde alışveriş yapar, yükünü de kendisi taşırdı.
Hz. Peygamber, Arap toplumunda yaygın olarak görülen hanımlara şiddet
uygulanmasına kesinlikle karşı çıkardı. Ashâbına da şöyle derdi: "Dövdüğünüz
kadınla akşamleyin aynı yatağı utanmadan nasıl paylaşırsınız?"

Çocukları
Hz. Peygamber Efendimizin çocukları, biri dışında Hz. Hatice'den doğmuştur.
Tercih edilen görüşe göre bunlar Kâsım, Abdullah, Zeyneb, Rukıyye, Ümmü

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

Gülsüm ve Fâtıma'dır. Oğlu İbrahim ise Mısırlı eşi Mâriye'den dünyaya gelmiştir.
Bilindiği gibi oğulları Kâsım, Abdullah ve İbrahim küçük yaşta vefat etmişlerdir.
Peygamberimizin kızı Zeyneb, peygamberlikten 10 yıl önce doğdu. Hicretten
önce, Mekke'de teyzesi Hâle'nin oğlu Ebu’l-Âs ile evlendi. Bedir'de müşrikler
tarafında savaşarak esir düşen kocası serbest bırakılırken Hz. Peygamber,
Zeyneb'in Medine'ye gönderilmesini şart koştu. Medine’ye gideken müşrik birinin
saldırısına uğrayan Zeyneb, bineğinden düştü ve karnındaki çocuğunu kaybetti.
Daha sonra Ebu’l-Âs, Müslüman olarak Medine'ye geldi, aile birliği yeniden
kurulmuş oldu. Çok geçmeden Hz. Zeyneb 8 /630 yılında vefat etti. Ebu'l-Âs ve
Zeyneb çiftinin, Ali ve Ümâme adlarında iki çocukları dünyaya gelmiş, bunlardan
Ali küçük yaşta ölmüştür. Ebu’l-Âs, eşi Zeyneb’in vefatından dört yıl sonra 12/634
yılında vefat ederken kızı Ümâme’yi dayısının oğlu Zübeyir b. Avvâm’ın himâyesine
bırakmıştı. Zübeyir de Ümâme’yi Hz. Ali ile evlendirdi. (Ümâme’nin Hz. Ali ile
Hz. Osman, Rukıyye ile evliliğinin teyzesi Hz. Fâtıma’nın ölümünden sonra olduğu unutulmamalıdır.) Bu
evlendi, eşi ile birlikte evlilik, Hz. Ali’nin şehit edilmesine kadar devam etmiştir. Hz. Ali ve Ümâme çiftinin
Habeşistan'a hicret etti. Ali Evsat adında bir oğulları dünyaya gelmiş ve bu çocuk küçük yaşta vefat etmiştir.
Sonra Mekke’ye, Ümâme, Hz. Alinin şehadetinden sonra Muğîre b. Nevfel b. Hâris b. Abdulmüttalib
oradan da Medine’ye
ile evlenmiş; ondan da Yahya adında bir oğlu dünyaya gelmiştir. Yahya da küçük
hicret ettiler.
yaşta vefat ettiğinden Zeyneb’in nesli de tükenmiştir.
Hz. Peygamber'in ikinci kızı Rukıyye, Zeyneb'ten üç yıl sonra dünyaya geldi.
Yetişkin bir kız olduğunda Ebû Leheb'in oğlu Utbe ile, kızkardeşi Ümmü Gülsüm de
diğer oğlu Uteybe ile nişanlanmıştı. Rasûl-i Ekrem'in, peygamber oluşunun hemen
ardından Ebû Leheb, nişanı bozdurdu. Nişanın bozulmasından sonra Hz. Osman,
Rukıyye ile evlendi ve eşi ile birlikte Habeşistan'a hicret etti. Bir müddet sonra
Mekke’ye döndüler, ordan da Medine’ye hicret ettiler. Rukıyye, hicretin ikinci
senesinde Medine'de hastalandı ve Bedir Savaşı günlerinde (2/624) vefat etti. Hz.
Peygamberimiz, Osman ve Rukıyye çiftinin Abdullah adlı bir çocukları dünyaya gelmiş, ancak küçük
Fâtıma'yı çok severdi.
yaşta ölmüştür. Daha sonra Hz. Osman, Ümmü Gülsüm’le evlenmiş, o da 9/631
Altı yaşındayken
kaybettiği annesinin yılında Medine'de vefat etmiştir. Hz. Osman ve Ümmü Gülsüm çiftinin çocukları
hasretini onunla olmamıştır. Ayrı ayrı zamanlarda Hz. Peygamber’in iki kızı ile evlendiği için Hz.
gidermeye çalışırdı. Bu Osman’a iki nur sahibi manasında ”zünnûreyn” denilmiştir.
sebeple Fâtıma "Ümmü
ebîhâ=babasının Hz. Fâtıma, Peygamber Efendimizin en küçük kızıdır. Peygamberlikten beş
annesi” künyesiyle de yıl önce doğdu, hicretten sonra 2/624 yılında da Hz. Ali ile evlendi. Bu evlilikten
anılmaktadır. Hasan, Hüseyin, Muhassin, Ümmü Gülsüm ve Zeyneb adlarında beş çocuğu
dünyaya geldi. Hz. Fâtıma, babasının vefatından altı ay sonra Medine’de vefat etti.
Hz. Peygamber’in soyu, kızı Fâtıma kanalı ile devam etti.
Hz. Peygamber'in son çocuğu İbrahim'dir. Mısırlı olan eşi Mâriye'den
dünyaya gelen İbrahim, yaklaşık iki yaşında iken vefat etti. Rasûlullah'ın Hz. Fâtıma
dışındaki bütün çocukları kendisinden önce vefat etmiştir.
Hz. Peygamber, çocuklarını ve torunlarını çok sever, onların her biriyle ayrı
ayrı ilgilenirdi. Kız çocuklarını ve kız torunlarını daha çok severdi. Çocuklarının ve
torunlarının dünyaya gelişinde sevincini belli eder, doğum müjdesi getirenlere
bahşiş verir, Allah'a şükür için yoksullara sadaka verir, akika kurbanı keserdi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

Peygamber Efendimiz, torunları Hasan ve Hüseyin'i de çok severdi; onlar


için "dünyada kokladığım reyhanlarım, çiçeklerim" derdi, "cennet gençlerinin
beyefendileri olduğunu" söylerdi ve "Allahım! Ben bunları seviyorum, sen de sev
bunları" diye dua ederdi. Peygamber Efendimiz, kızı Zeyneb'ten torunu olan
Ümâme ile ve diğer bütün torunlarıyla ilgilenirdi. Deve taklidi yaparak onları
sırtında taşır, namazda omuzuna tırmanmalarına müsaade ederdi. Aile fertleriyle
birlikte iken torunlarından biri su istese müsaitse hemen kalkıp su verirdi.

HZ. PEYGAMBER'İN ŞAHSİYETİ


Sevgili Peygamberimiz, bir hadis-i şerifinde kendisinin güzel ahlakı
tamamlamak için gönderildiğini ifade etmiştir. Kur'an'da belirtildiğine göre de
Yüce Allah onu en güzel ahlakla donatmış ve şöyle buyurmuştur: “Elbette sen,
üstün bir ahlak üzeresin” (Kalem sûresi, 68/4). Bu sebeple onun ahlakî kişiliği, tüm
insanlık için en güzel örneklerle doludur. Çünkü o, hayatı boyunca Kur’ân’ın
gösterdiği şekilde bir hayat yaşadı. Nitekim Hz. Âişe, Peygamber’imizin ahlakını
soranlara "Onun ahlakı Kur'andı" cevabını vermiştir.
Peygamberimizi görerek Müslüman olma şerefine erişen ashâbın
bildirdiğine göre Sevgili Peygamberimiz, hem vücut yapısı hem de ahlak yapısı
itibarıyla insanların en güzeli idi. Bir insanın ahlakî kişiliği hakkında en doğru
bilgileri, aile fertlerinin ve diğer yakınlarının verebileceğinde hiç kuşku yoktur.
Peygamber Efendimizin ahlak güzelliğine en ayrıntılı biçimde şâhid olanlar da onun
aile fertleri ve yakın çevresinde yer alan ashâbıdır. Biz de Peygamberimizin örnek
ahlakı ile ilgili bilgileri onların anlatımlarından öğrenmekteyiz.
Peygamber efendimizin tüm insanlık için örnek olan ahlak güzelliğini
tanıyabilmek için ilk önce onun fiziki özelliklerini, huy güzelliğini ve
davranışlarındaki mükemmelliği sonra da ahlakî şahsiyetini incelemek gerekir.
Peygamber Efendimizin
fiziki özelliklerine Fiziki Özellikleri ve Gündelik Hayatı
şemâil, bunların
anlatıldığı edebî eser ve Peygamber efendimizin vücut yapısı özelliklerine “Şemâil”, bu özelliklerinin
levhalara da hilye anlatıldığı edebî eserlere ve levhalara da “Hilye” adı verilir. Şemâil kaynaklarına
denilmektedir. göre Hz. Peygamber, uzuna yakın orta boylu idi. Başı, insanlar arasında hoş ve
güzel sayılacak ölçüdeydi. Yüzünün rengi beyazdı. Gözleri siyah, kaşlarının arası az
açıktı. Kirpikleri sık ve uzundu. Sakalı sık, omuz başları ve omuzlarının arası geniş,
elleri ve ayakları itidal üzere idi. Saçı kumral olup hafifçe dalgalı idi.
Peygamberimiz, güler yüzlüydü. Dinleyenlerin eksiksiz anlayabilmelerini
sağlamak amacıyla yavaş yavaş konuşur, daha iyi anlaşılabilmesi için de önemli
konuları birkaç kere tekrarlardı. Zaman zaman insanları rahatsız etmeyecek hafif
kokular kullanır, ikram edilen çiçekleri kabul ederdi. Gürültü çıkarmadan son
Gerek yiyecekler, gerek
derece dikkatli bir şekilde yürürdü, bakışlarıyla kimseyi rahatsız etmezdi. Dizüstü
giyim, gerekse ev
eşyasının helal oturur, bağdaş kurar, bazen de uyluklarını karnına çekip ellerini dizlerinin üstüne
yollardan kazanılmış bağlardı. Geceleyin yatarken, kendisine nimetler veren, ihtiyaçlarını gideren,
para ile alınmış evinde huzura erdiren Allah'a hamdeder; O'nun adını anarak uykuya dalar,
olmasına önem verirdi. uyandığında da yine Allah'a hamd ve şükreder, dönüşün O'na olacağını söylerdi.
Hem beden hem de ruh temizliğine çok önem verir, özellikle ağız ve diş

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

temizliğine dikkat ederdi. Her abdest alışında, o günkü şartlarda bir çeşit diş fırçası
sayılan misvakla dişlerini temizlerdi. Estetiğe, tertipli ve düzenli olmaya önem
verirdi.
Peygamber Efendimiz giyiminde çok titizdi, dağınıklıktan hoşlanmazdı. Ev
döşemesi olarak yaşadığı dönemdeki yaygın eşyayı kullanırdı. Gerek giyim, gerekse
ev eşyasında ihtiyacı karşılamaya, sadeliğe, temizliğe ve tertipliliğe özen gösterirdi.
Yemekten önce ellerini yıkar, yemekten sonra hem ellerini hem de ağzını yıkardı.
Yemeğe besmele ile başlardı, yemek bitince de Yüce Allah'a hamd ve şükrederdi.
İyice acıkmadan sofraya oturmaz, karnını tıka basa doldurmadan sofradan
kalkardı. Şartların elvermesi durumunda yemek davetlerine katılır, hiç kimsenin
davetini geri çevirmezdi. Sofrayı paylaştığı kişilerle güzel ve hoş sohbet ederdi.
Gerek yiyecekler, gerek giyim, gerekse ev eşyasının helal yollardan kazanılmış para
ile alınmış olmasına önem verirdi. Gündelik hayatta her zaman güler yüzlü, tatlı
sözlüydü. Kimseyi üzmez, kimseyi hor görmez ve azarlamazdı. Herkes, onun
Onun kulluğu, ihsan
yanında kendisini rahat hissederdi.
mertebesindeydi. Yani
ibadetlerini, Allah'ı İbadet Hayatı
görüyormuşçasına
yerine getirirdi. İbadetİbadet, Yüce Allah’a kulluk etmek demektir; Yüce Allah’ın razı olduğu
amel demektir. Hz. Peygamber, Yüce Allah'a kulluğunda samimi idi. İbadetlerini
Allah'a gönülden bağlılıkla, samimiyetle ve sürekli olarak yapardı. Onun kulluğu,
ihsan mertebesindeydi. Yani ibadetlerini, Allah'ı görüyormuş gibi yerine getirirdi.
Gerçekten de o, namazda kendisini o denli Allah'a teslim ederdi ki, okuduğu
Kur'an âyetlerinin anlamlarına göre duygulanır ve kendinden geçerdi.
Sevgili Peygamberimiz, ibadetleri Yüce Allah'ın sonsuz nimetlerine karşı bir
şükür olarak görürdü. Namazlarını, haccını, umresini, orucunu, zekâtını, kurban
Hz. Peygamber'in ibadetini, gece yarısında kıldığı teheccüd namazını ve diğer nafileleri hep aynı
Allah'a samimi kulluğu
derinlikte yerine getirirdi. O, hiçbir zaman namazla hayatı birbirinden ayırmazdı.
ve dinî duyarlılığı,
toplum hayatına engin Onun anlayışında yoldaki bir engeli kaldırmak, bir yoksulun ihtiyacını karşılamak,
bir tevazu olarak Allah'ı zikretmek, O'na dua ve tövbe etmek, Kur'an okumak ve dinlemek de
yansırdı. kulluğun gereklerindendi. İbadet eden insan, aynı zamanda yararsız söz ve
davranışlardan uzak durmalı, iyilik yapmalı, yardımsever olmalı, namus ve şerefini
korumalı, sözünde durmalı, emaneti gözetmelidir.
Hz. Peygamber, her işte olduğu gibi ibadet işinde de aşırılığa karşıydı. Dünya
işleri ile ilgilenir, aile fertlerine zaman ayırır, bedenini dinlendirir, uyur, zamanı
gelince de ibadetlerini yerine getirirdi. Dünya ve ahiret dengesini çok iyi kurardı.

Alçak Gönüllülüğü
Yüce Allah onu, kaba ve
Alçak gönüllülük, Yüce Allah’ın büyüklüğünü ve kendi küçüklüğünü anlamak
katı yürekli olmaktan
ve idrâk etmek esası üzerinde gelişen, fikre ve vicdana dayalı bir histir. Kendini
uzaklaştırmış, insanları
bağışlamayı, doğru yola büyük görmenin zıddı olup, şeref ve yükselmenin merdivenidir. Yüce Allah, alçak
ulaşmaları için onlara gönüllü olmayı emretmiş, kibirli olmayı da yasaklamıştır. Peygamber efendimizin
dua etmeyi öğretmişti. Yüce Allah'a olan samimi kulluğu ve dinî duyarlılığı, toplumun hayatına engin bir
tevazu olarak yansırdı. Bir gün onu ziyarete gelen yabancı bir şahıs, huzuruna
girince titremeye başlamıştı. Bunu gören Peygamberimiz "arkadaş, titreme! Ben

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

bir kral değilim. Kureyş'ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum" diyerek
muhatabını rahatlattı. Yine bir gün, huzuruna bir kadın geldi; belli ki bir ihtiyacının
karşılanmasını istiyordu. Yaşlı olması sebebiyle derdini tam anlatamıyordu.
Herkese ayıracak bu kadar zamanı olmasa da Peygamber Efendimiz, bu hanıma
yaşlılık sebebiyle bunamış biri gibi davranmadı, herhangi bir usanç belirtisi
göstermeksizin onunla ilgilendi.

Hilmi, Sabrı ve Şükrü


Hilm, yumuşak huyluluk demektir. Acele etmemek, hiddetlenmemek
manalarına da gelir. Peygamber efendimiz, yumuşak huyluydu, ağırbaşlı ve
sabırlıydı; öfkesine galip gelir, intikam fikrinden uzak dururdu. Zira Allah onu, kaba
ve katı yürekli olmaktan uzaklaştırmış; insanları bağışlamayı, doğru yola ulaşmaları
için onlara dua etmeyi öğretmişti. Kendisi de suçluları affederdi.
Sevgili Peygamberimiz, kadın-erkek, genç-yaşlı, zengin-fakir herkese eşit
davranır, kimseye ayrıcalık yapmazdı. Namaz kılarken, çocuklar secdede omuzuna
tırmansalar da onları azarlamazdı. Omuzunda iz bırakacak derecede onu sarsarak
devesine erzak yüklenmesini isteyen bedeviyi bile yumuşaklıkla karşılamış,
kolaylıkla isteğini yerine getirmişti. Zaman zaman İslâm'ın özüne aykırı soru
soranları da soğukkanlılıkla dinler, onlara uygun cevaplar verirdi. Duygularına
hâkimdi. Rastgele ve tepkisel davranmaz, sözü düşünerek söyler, işi tartarak
yapardı. Tatsız gelişmeler karşısında rahatsız olsa bile bunu dışarıya yansıtmazdı.
O, bu konuda şöyle buyurmuştur: "Güçlü kişi, güreşte hasmını yenen değil,
öfkelenince öfkesini yenebilendir."
Hz. Peygamber, risâletle görevlendirildikten sonra müşriklerin türlü baskı ve
Düzeltilmesi gereken eziyetlerine maruz kaldı. Öte yandan inkârcılar ona büyücü, şâir ve deli diye iftira
davranışları, "içinizde attılar. Peygamberliğin onuncu yılında Tâif’ten dönerken taşlayıp hakaret ettiler.
şöyle şöyle yapanlar
Kısacası Peygamber efendimiz, sıradan bir insanın asla dayanamayacağı bu tür
var, bunlardan
vazgeçsinler" diyerek sıkıntılar karşısında sabırlı, fedakâr ve cesur bir şekilde davranmayı bildi.
herkesi kapsayacak Hz. Peygamber, sıkıntılar karşısında sabırlı olduğu kadar da şükür sahibiydi.
tarzda söylerdi.
Yüce Allah'ın ihsan ve ikram ettiği sayısız nimetlere karşı şükretmeyi bir görev
bilirdi. Çünkü Yüce Allah, kendisine şükredilmesini, nankörlük edilmemesini
belirtiyor; şükretmenin, nimetlerin artmasına vesile olacağını bildiriyordu.
Allah Rasûlü (s.a.v.), sürekli Allah'a şükrederdi. Bir gece kalkıp namaza
durdu. Uzunca bir süre namazda kaldı. Bu durum, eşi Hz. Âişe'nin dikkatini çekti ve
"Ey Allah'ın Rasûlü! Senin geçmiş-gelecek tüm günahların affolunmuşken namazı
bu denli uzatmanın sebebi nedir?" diye sorduğunda Hz. Peygamber efendimiz
"Allah'a şükreden bir kul olmayayım mı?" cevabını verdi.
Allah'a gereği gibi şükretmesini bilmeyenler, insanlardan gördüğü iyiliklere
de teşekkür etmezler. İnsanlardan gördüğü iyiliğe karşı teşekkür etmeyenler de
Allah'a gereği gibi şükretmezler. Peygamberimiz, hem Allah'a şükreden hem de
iyilikler karşısında insanlara teşekkür eden yüksek bir ahlaka sahipti.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

Şefkat ve Merhameti
Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm’de Peygamberimizin âlemlere rahmet olarak
gönderildiğini bildirmekte ve meâlen şöyle buyurmaktadır: “Biz seni âlemlere
ancak rahmet olasın diye gönderdik” (Enbiyâ sûresi, 21/107). Hz. Peygamber
efendimiz, inananlara karşı çok şefkatli ve merhametli idi. Allah da onun hakkında
"çok şefkatli ve merhametli" anlamına gelen "raûf ve rahîm" sıfatlarını kullanmış
ve şöyle buyurmuştur: “Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki,
sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, raûf yani size çok düşkün ve rahîm
yani müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir” (Tevbe sûresi, 9/128).
Peygamber efendimiz, düşmanlara lânet okumasını isteyen birine,
kendisinin lânet için değil, âlemlere rahmet için gönderildiğini söylemiştir.
Merhamet etmeyenin merhamet göremeyeceğini hatırlatırken de “siz,
yeryüzündekilere şefkat ve merhamet gösterin ki, göktekiler de size merhamet
etsinler" diyerek merhamet yollarını genişletmiştir.

Hoşgörüsü ve İnsanların Kalbini Kazanması


Hz. Muhammed, üstün bir hoşgörü sahibiydi. Bunun tabiî bir sonucu olarak
insanları farklılıklarıyla kabul ederdi. Bir kişide olumsuz bir durum görse onu
düzeltirken şahsiyetini incitmemeye özen gösterirdi. Düzeltilmesi gereken
davranışları, “içinizde şöyle şöyle yapanlar var, bunlardan vazgeçsinler” diyerek
Hz. Ali: "Savaşlarda Hz. herkesi kapsayacak tarzda söylerdi. Böylece hiç kimse rahatsız edilmeden
Peygamber kadar yanlışlıklar düzeltilmiş olurdu.
düşmana yaklaşan bir
kişi olmazdı, ne zaman
Azmi ve Cesareti
savaş kızışıp da darda Hz. Peygamber, yufka yürekli ve musamahalı olduğu kadar hayatında
kalsak ona sığınırdık."
kararlı ve cesurdu. Mekke’de İslâm'ın yayılmasını engellemek için akla gelmedik
zorluklarla karşılaştı. Fakat o, bunlardan yılmadı, engelleri kararlılığı ve cesaretiyle
aştı. Hz. Ali (r.a.) der ki: "Savaşlarda Hz. Peygamber kadar düşmana yaklaşan bir
kişi olmazdı, ne zaman savaş kızışıp da darda kalsak ona sığınırdık." Hz. Enes de der
ki: "Başımız dara düşünce Peygamber efendimizle korunurduk." Yine Hz. Enes
(r.a.) Peygamberimizin cesâretiyle ilgili şöyle ilginç bir olay anlatır: “Bir gece
Medineliler, bir gürültü ile sarsılmışlar ve korku içinde ne yapacaklarını
şaşırmışlardı. Hz. Peygamber efendimiz, ashâbını korkutan bu gürültüyü işitince
kılıcını almış, bir ata binerek gürültünün duyulduğu tarafa doğru tek başına gitmiş
ve olayı inceledikten sonra geride kalan Medinelilerin yanına dönüp korkulacak bir
Hz. Peygamber, doğup şey olmadığını söyleyerek onları rahatlatmıştı.
büyüdüğü Mekke
çevresinde henüz Uhud savaşında bazı Müslüman askerlerin disiplinsizliği sebebiyle meydana
peygamber olmadan gelen karışıklıkta yetmiş şehit verilmesine rağmen Hz. Peygamber, dağılan
önce doğru ve güvenilir askerlerini toplayarak düşmanı durdurmuş ve Mekkelileri geri dönemeyecekleri bir
anlamında "el-Emîn" yere kadar takip etmişti. Hz. Peygamber'in bu azmi karşısında düşman geri dönme
olarak tanındı. cesaretini gösteremedi. Benzer bir gelişme de Huneyn savaşında yaşanmıştır.
Şöyle ki, Hz. Peygamber, ilk hücumda neye uğradığını şaşırarak dağılan İslâm
ordusunu "Dağılıp kaçmayın! Buraya gelin! Ben Allah'ın Rasûlüyüm!" diyerek
etrafında toplamış ve yeni taktiklerle parlak bir zafer kazanmıştır. Bu olaya şâhit

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

olan bir sahâbî şöyle diyor: "Şehadet ederim ki Allah Rasûlü, bir adım bile
gerilemedi. Savaş vahşi bir yangın gibi yayıldığı zaman hepimiz Peygamber
efendimizin çevresine sığındık."
Peygamber Efendimiz baskı, şiddet ve saldırganlığın önünde asla eğilmedi;
hiçbir zaman korkmadı ve yılmadı. Zulme ve haksızlığa karşı azim, kararlılık ve
cesaretle, kahramanca mücadele etti, Müslümanlığın önündeki engelleri aştı.

Duyarlılığı ve Duygulu Oluşu


Sevgili Peygamberimiz, çevresinde yaşadıklarından etkilenen duygulu bir
kişiliğe sahipti. Bunun doğal bir yansıması olarak güzel sesli birinin okuduğu
Kur'an, Yüce Allah'ı zikir ve tefekkürle O'na huşû üzere ibadet, kimsesiz bir
çocuğun sıkıntısı ve ölüm hâli onu hislendirirdi. Küçük oğlu İbrahim,
hastalandığında onu bağrına basıp şefkatle öptü ve gözyaşlarını tutamadı. Bu
sırada şöyle diyordu: "Allah'ın takdiri karşısında elden ne gelir ey İbrahim! Göz
yaşarır, kalp hüzünlenir. Biz, Allah'ın rızasına aykırı bir söz söylemeyiz. Ey İbrahim,
senin ölümün sebebiyle derin bir üzüntü içindeyiz..." Benzer bir şekilde, kızı
Zeynep'ten olan torunu Ali’nin vefatı üzerine Peygamberimiz gözyaşlarını
tutamadı. Bunu yadırgayan bir şahsa ise şunları söyledi: "Bu gözyaşı, Allah'ın,
dilediği kullarının kalbine koyduğu bir rahmettir…"

Doğruluğu ve Güvenilirliği
Kendisine bir hediye Peygamber Efendimiz, müslümanı, ”insanların kendisine güvendiği, elinden
verildiği zaman daha
ve dilinden diğerlerinin zarar görmediği kişia olarak tanımlar. Söz söylerken
değerlisiyle karşılık
verirdi. Ashâb-ı Kirâm, yalancılık edeni, söz verdiği zaman sözünde durmayanı, kendisine bir şey emanet
Hz. Peygamber'in edilince hıyanet edeni" de ikiyüzlülükle nitelerdi. Peygamber efendimizin kişiliğiyle
cömertliğini bereketli bütünleşmiş özelliklerinden biri de onun doğruluğu ve güvenilirliğidir.
yağmur taşıyan
Hz. Peygamber, doğup büyüdüğü Mekke çevresinde henüz peygamber
rüzgârlara benzetirdi.
olmadan önce doğru ve güvenilir anlamında "el-Emîn" olarak tanındı. Bir kısım
Mekkeliler bu özelliği sebebiyle emânetlerini ona teslim ederlerdi. Ticari
faaliyetlerinde de o hep dürüstlüğüyle ün yapmıştı. Daima insanların yardımına
koşar, verdiği sözde dururdu. Dürüstlüğü, düşmanlarının bile dikkatini çekerdi.

Cömertliği
Cömertlik, malı ve zenginliği Allah rızası için ihtiyaç sahiplerine vermek
demektir. Peygamberimiz, cömertlikte de müslümanlara örnekti. Bu hususta şöyle
buyurmaktadır: "Allah cömerttir, cömertliği sever." Yine ona göre cömert kişi,
"Şayet babanız Mut'im Allah'a, cennete ve insanlara yakın, cehennem ateşinden ise uzaktır.
b. Adiy sağ olsaydı, Hz. Peygamber'den dünya ile ilgili bir şey istenilince reddetmezdi; istenilen
benden esirleri
şey varsa verir, yoksa vaat ederdi. Duruma göre kimine yemek yedirir, kimine
isteseydi fidye
istemeden hepsini elbise giydirir, kimine para verirdi. Yardım isteyen kişi, sağlıklı ve çalışabilecek
serbest durumda ise onu çalışma hayatına yönlendirerek kendi kazancıyla ayakta
bırakırdım"(Ahmed b. durmasını sağlardı.
Hanbel, Müsned, IV,
Hz. Peygamber, kendisine bir hediye verildiği zaman daha değerlisiyle
80).
karşılık verirdi. Ashâb-ı Kirâm, Hz. Peygamber'in cömertliğini bereketli yağmur

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

taşıyan rüzgârlara benzetirdi. Onun cömertliği, Ramazan ayında daha da artardı.


Hiçbir zaman aceleci, cimri ve kibirli olmadı.

Vefakârlığı
Vefakârlık, sevgili Peygamberimizin ruhunu süsleyen erdemlerden biriydi.
Sözünde durur, vaadinden dönmezdi. İslâm'a hizmet edenleri hiçbir zaman
unutmaz, arkadaşlarını ve aile dostlarını sık sık arar ve anardı. Bir defasında
Habeşistan hükümdarının elçileri Medine'ye geldiklerinde onlarla bizzat
ilgilenmişti. Bunun sebebi, vaktiyle Habeşlilerin, ülkelerine sığınan Müslümanlara
gösterdikleri konukseverlikti.
Hz. Peygamber, çıktığı bir sefer esnasında yolunu Ebvâ köyünden geçirerek
annesi Âmine'nin kabrini ziyaret etti; eliyle mezarın toprağı düzelterek annesinin
kendisine olan sevgisini hatırladı ve hüzünlendi. Kendisine süt emziren Süveybe
hanıma çeşitli yardımlarda bulundu. Yine sütannesi Halîme hatuna hürmet eder ve
ihtiyaçlarını karşılardı. Dadısı Ümmü Eymen'e "sen benim ikinci annem sayılırsın"
"Küçüklerimize
merhamet etmeyen, diyerek iltifat ederdi. Amcası Ebû Tâlib'in eşi yani yengesi Fâtıma hanım için de sık
büyüklerimize saygı sık şöyle derdi: "O, benim annemdi!"
göstermeyen bizden
değildir"(Tirmizî, Birr,
Çeşitli Toplum Kesimleriyle İlişkileri
15) diyerek çocuklara Peygamber Efendimiz, çocukları çok severdi; onların arasına katılır,
şefkatin, yaşlılara
selamlaşır, onlarla konuşur ve şakalaşırdı. Bu sebeple çocuklar, bir yolculuğa
hürmetin ne kadar
önemli olduğunu çıkacağında onu uğurlar, dönüşünü de özlemle beklerlerdi.
vurgulamıştır. Hz. Enes, çocukluk ve gençlik yıllarını onun yanında geçirdi. Ona göre Hz.
Peygamber, çocukları sevmeyi, onlarla ilgilenmeyi, tehlikelere karşı onları
korumayı cehennemden kurtuluşa vesile ve merhametli olmanın gereği sayardı.
Peygamberimiz, iman, ibadet ve ahlak bilgilerinin çocuklara seviyelerine uygun bir
şekilde öğretilmesini isterdi. Kendisi de bu konuda örnek olur, torunları Hasan’ın,
Hüseyin’in ve kızı Zeyneb'ten olan torunu Ümâme'nin namazda omuzuna
binmesini hoş görürdü. Özellikle yoksul, kimsesiz, hizmetçi ve öksüz çocuklarla
ilgilenilmesini isterdi.
Bir defasında Peygamberimiz, küçük bir kızın ağladığını gördü. Sebebini
sorduğunda evine un almak için yanında bulunan parasını kaybettiğini söyledi.
Peygamberimiz, kaybettiği parayı ona verdi, ama çocuğun bu sefer de geciktiği için
evdekilerin azarlamasından korktuğunu farketti ve unu aldıktan sonra çocuğu
evine kadar götürdü. Ev sahipleri de Peygamberimizin evlerine kadar gelişine
sebep olduğu için, çocuğa kızmak yerine memnuniyetlerini ifade ettiler.
Hz. Peygamber, şehitlerin yetimi olan çocuklarla özellikle ilgilenilmesini
istemiştir. Hz. Hamza'nın yetimi olan kız çocuğunun bakımının üstlenilmesi
hususunda çok istekli olan Hz. Zeyd b. Hârise'ye, Hz. Cafer ve Hz. Ali'ye bu konuda
duyarlı davrandıkları için çok teşekkür etti ve teyzesiyle evli olması dolayısıyla
onun eğitimini Hz. Cafer'e verdi.
Hz. Peygamber, kız ve erkek çocuklar arasında ayırım yapılmasına karşı
çıkardı. Halbuki İslâmiyetten önce cahiliye çağında kız çocukları doğuştan

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

potansiyel suçlu gibi algılanırlardı. Bu anlayış, kimi kabilelerin kız çocuklarını


öldürmelerine sebep olurdu. Hz. Peygamber, bu cahiliye anlayışını yıktığı gibi kız
çocuklarına gereken önemin verilmesini emretmiş, onları eğitip hayata
hazırlayanların büyük sevaba erişeceğini ve cennete gireceğini müjdelemiştir.
Peygamber efendimiz, İslâm'ı yaymaya başladığı ilk günlerden itibaren
gençlere değer vermiştir. Çünkü İslâm'a ilk girenler arasında çok sayıda genç vardı.
Bu genç insanlar, çevreden gelen baskılara boyun eğmediler, yılgınlık
göstermediler, sabırla engelleri aştılar ve İslâm'ın yayılmasında önemli hizmetler
yaptılar.
Gençlerin, İslâm'ın yayılmasına katkıları Medine döneminde de devam etti.
Nitekim henüz hicretten önce Medine'ye öğretmen olarak görevlendirilen ilk
şahıs, Mus'ab b. Umeyr adlı bir gençti. Bir yıl içinde İslâm'ın Medine'de
duyulmasına ve yayılmasına önemli katkı sağladı. Medine'de bu gençler arasına
Zeyd b. Sâbit, Muâz b. Cebel gibileri eklendi. Özellikle Zeyd, Hz. Peygamber'in
isteğiyle İbrânice, Süryânice ve diğer bazı yabancı dilleri öğrenerek yabancı
misafirlerle Peygamberimiz arasında tercümanlık yaptı.
Rasûl-i Ekrem, tüm Hz. Peygamber, gençlerle olduğu kadar yaşlılarla da iyi ilişkiler geliştirmiştir.
toplum kesimleriyle
Nitekim o bu konuda şöyle buyurmuştur: "Küçüklerimize merhamet etmeyen ve
ilişki kurmuş, herkesin
yeteneğine uygun büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” Hz. Peygamber, bu sözüyle
ilerleme yollarını açmış, çocuklara şefkatin, yaşlılara da hürmetin ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır.
hiç kimseyi ihmale ve
Allah Rasûlü (s.a.v.) herkese, en başta ana-babalar olmak üzere bütün
ilgisizliğe terk
yaşlılara saygılı davranmalarını tavsiye ederdi. Yaşlı kimselere ikramda bulunmanın
etmemiştir.
Allah'a itaatin bir eseri olduğunu söylerdi. Bir gün huzuruna biri genç, biri orta yaşlı
ve biri yaşlı olmak üzere üç kişi gelmişti. Söze ilk önce en genç olan başlamak
isteyince Peygamberimiz, yaşlı şahsı göstererek ilkönce onun konuşmasının daha
doğru olacağını belirtti. Yine bir gün Peygamber Efendimiz, yanında bulunanlara
süt ikram ediyordu. Kâseye sütü koyup önce en yaşlı olana sundu ve şöyle dedi:
"Buyurunuz, bereket büyüklerimizdedir."
Hz. Peygamber, Hem Mekke’de ve hem de Medine’de hanımlara karşı çok iyi
davrandı. Onun bu davranışı hanımların İslâm'ın yayılmasına büyük katkı
sağlamalarına sebep oldu. Unutulmamalıdır ki, İslâm tarihinde ilk Müslüman, Hz.
Peygamberin hanımı Hz. Hatice'dir. İslâm tarihinde Allah yolunda şehitlik
derecesine erişen ilklerden birinin Sümeyye hanım olması da dikkat çekicidir.
Mekke döneminde, Hz. Âişe ve ablası Esma gibi hanımlar, Hz. Ömer'in kız
kardeşi Fâtıma hanım gibileri İslâm'a önemli hizmetler vermişlerdir. Hicret’te Hz.
Esma'nın, babası Hz. Ebû Bekir'e ve Peygamberimiz’e hazırladığı erzak torbasının
Hanımların İslâm'a ağzını kuşağından kopardığı iplerle bağlayarak onları Sevr Mağarası’na uğurlaması
hizmeti Medine önemli bir hizmet olarak İslâm tarihine geçmiştir. Hanımların İslâm'a hizmeti
döneminde artarak Medine döneminde artarak devam etmiştir. Ensardan Ümmü Süleym'in hizmet
devam etmiştir. için oğlu Enes'i getirip Peygamber Efendimize sunması oldukça anlamlıdır.
Ümmü Umâre, Uhud Savaşı’nda kocası ve iki oğlu ile birlikte savaşırken
yaralanmıştı. Savaşın ardından düşmanı takip için hazırlanan birliğe de katılmak
istedi. Ancak Hz. Peygamber, yaralı olması sebebiyle buna izin vermedi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

Peygamber’imizin, düşman takibinden döndükten sonra ilk sorduğu kişi, Ümmü


Umâre oldu. Yine Uhud savaşında kocası, kardeşi ve oğlunu şehit vermiş olan
Sümeyra hanım, sürekli Peygamberimizi sorup araştırmış, onu sağ olarak görünce
de "değil mi ki sen sağsın, bütün musibetler bana hiç gelir" demiştir.
Müslümanların eşleri ve kızları arasında okuma yazma bilenler ve bir de
Peygamberimizin eşleri Hz. Âişe ve Hz. Hafsa gibileri, İslâm dininin hanımlara
öğretilmesinde önemli hizmetler yapmışlardır. Hz. Peygamber'in sağlığında
hanımlar, istedikleri zaman Cuma ve bayram namazlarına gidebiliyorlardı.
Peygamberimiz, hanımlardan gelen istek üzerine Mescid-i Nebevî'de onlara
haftada bir gün sohbet etmiştir. Hz. Peygamber'in sağladığı imkânlarla hanımlar,
İslâmi dönemde savaşta ve barışta her zaman önemli sorumluluklar
üstlenmişlerdir.
Rasûl-i Ekrem, tüm toplum kesimleriyle ilişki kurmuş, herkesin yeteneğine
Kur'an'da da akrabalık uygun ilerleme yollarını açmış, hiç kimseyi ihmale ve ilgisizliğe terk etmemiştir.
bağlarını kesmenin Sosyal hayatı oluşturan kesimler arasında onun ilgi ve şefkatinden sadece
yanlışlığına ve çocuklar, gençler, yaşlılar ve hanımlar değil, yoksullar, muhtaçlar, işsizler, iş
komşulara iyiliğin
sahipleri, işçiler, hizmetçiler, öksüzler, şehit aile çocukları ve özürlüler de nasibini
önemine dair âyetler
mevcuttur (Ra'd 13/21- almıştır. O, toplumda her kesimle ilgilenmiş, insanlara moral, sevinç, ümit ve huzur
22; Nisa 4/36). veren projelerinden her kesimi yararlandırmıştır. Dolayısıyla hiçbir yoksul, hiçbir
yetim, hiçbir özürlü onun inşâ ettiği toplumda ilgisizliğin ve duyarsızlığın
karanlığına terk edilmemiş, onun rehberliği sayesinde hayatlarını hep bir ümit,
neşe ve moral içinde devam ettirip gitmişlerdir.

Sosyal Çevreye Önem Vermesi


Kur'ân-ı Kerim'de Müslümanların kardeş oldukları, birlik-beraberlik içinde
olmaları, birbirleri aleyhine dedikodu yapmamaları, iftira etmemeleri, ön yargılarla
birbirlerini töhmet altında bırakmamaları, birbirlerinin hatalarını açıklayıp
yaymamaları hatırlatılmaktadır. Bu konuda Yüce Allah, şöyle buyurur: “Müminler,
ancak birbirlerinin kardeşidirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeletin ve
Allatan korkun ki bağışlanasınız. Ey müminler! Bir topluluk diğer topluluğu alaya
almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya
almasınlar. Belki onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın,
birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir!
Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir. Ey iman edenler! Zannın çoğundan
kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın.
Biriniz, diğerinizi arkadan çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten
hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah,
İslâm bilginleri, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyendir ” (Hucurât sûresi, 49/10-12).
Peygamber Efendimize
Hz. Peygamber, Kur'an'ın gösterdiği kardeşliği, birlik ve beraberliği ashâbı
"Yaşayan Kur'an"
demişlerdir. arasında gerçekleştirmeye çok çalışmıştır. Ona göre nasıl ki, insanın organlarından
biri rahatsızlandığı zaman diğer organlar da o ağrıyı hissederse Müslümanlar da
birbirlerinin dertleriyle, sıkıntılarıyla ilgilenmelidirler. Bu konudaki hadis-i şerifin
meâli şöyledir: “Bütün müminleri birbirlerine acımada, sevgide, ikramda ve
yardımlaşmada sanki bir beden gibi görürsün. O bedenin bir organı hastalanınca,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

bedenin diğer kısımları birbirlerini hasta organın acısına ortak olmaya çağırırlar.”
Peygamber Efendimiz, bir Cuma hutbesinde, din kardeşlerinin birbirlerine destek
olmalarını bir duvarı sağlamca tutan örülmüş tuğlalara ve birbirine kenetlenmiş
sağlam binalara da benzetir ve Müslümanlara birlik hâlinde olmalarını, ayrılıp
dağılmaktan şiddetle kaçınmalarını tavsiye eder.
Müslümanlar, birbirlerine kin tutmamalı, haset etmemeli, sırt çevirmemeli,
ilgiyi kesmemelidirler. Din kardeşleri arasındaki ilişkilerde barış üzere olmak
esastır; kin, haset, kovuculuk, gıybet gibi şeylere yer yoktur. Temel gaye, toplumun
birliği, sosyal hayatın huzur ve barışı olmalıdır. Peygamberimiz, bu konuda şöyle
buyurur: "İnanmadıkça cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de gerçek
anlamda inanmış olmazsınız.” Peygamberimiz, bir hadis-i şerifinde Müslümanı
şöyle tarif etmiştir: "Müslüman, elinden ve dilinden bütün Müslümanların güvende
olduğu; mümin ise, insanların, canları ve malları hususunda kendisinden güvende
olduğu kimsedir.”
Bireysel Etkinlik

•Hz. Muhammed'in sosyal ve fizikî çevre hassasiyeti hakkında araştırma


yapınız.

Hz. Peygamber, bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve ahiret


gününe iman eden kimse, akrabasını görüp gözetsin.” Peygamberimiz, bu
sözleriyle akraba ile ilgilenmenin önemini vurgulamıştır. Kur'an'da da akrabalık
bağlarını kesmenin yanlışlığına ve komşulara iyiliğin önemine dair âyetler
mevcuttur.
Bu konuda bir âyetin meâli de şöyledir: “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir
şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya,
uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunan işçi, hizmetçi ve
benzerlerine iyi davaranın. Allah, kendini beğenen ve daima böbürlenip duran
kimseyi sevmez” (Nisâ sûresi, 4/36).
Allah Rasûlü (s.a.v.), toplumun birliğini sadece ilke bazında ele almakla
kalmamış, bu ilkeleri pratiğe yansıtacak kurumları da oluşturmuştur. Bunların
başında câmiler gelir. Hz. Peygamber, hicret yolculuğunun nihayetinde henüz
Medine'ye girmeden Kubâ'da birkaç gün içinde İslâm tarihinin beş vakit açık ilk
mescidini yapmıştır. Daha sonra Medine merkezinde Mescid-i Nebevî'yi inşâ
etmiş, bitişiğine de Suffe okulunu yaparak hizmete açmıştır. Böylece iç huzuru,
câmide yan yana saf tutan Müslümanların birliğiyle görünür hâle getirmiş, Suffe
okulunda yetiştirdiği öğrencilerle sözkonusu birliği iyice pekiştirmiştir. Bununla
birlikte Peygamberimiz, muhacirlerle ensar arasında sosyal birliği sağlama adına
kardeşlik kurmuştur. Buna göre, Medine’nin yerlisi olan ensar, Mekke’den gelen
muhacirlere ekonomik alanda destek verirken, muhacirler de onlara sabır ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

fedakârlık tecrübelerini aktarmışlardır.


Rasûlullâh (s.a.v.), Müslümanlar arasında kurulmuş olan barışın bozulmasına
asla izin vermemiş, barışı bozabilecek herhangi bir tartışma meydana geldiğinde
hemen müdâhale etmiştir. Örnek vermek gerekirse, aralarındaki tartışma
esnasında Bilâl-i habeşî'yi “kara kadının oğlu!" diye küçük gören bir sahâbîyi, "Ben
aranızda iken hâlâ mı cahiliye gayreti güdüyorsun?" diye uyarmış, bunun üzerine o
sahâbi, Bilâl'den özür dilemiştir. Benzer şekilde Kubâ köyünde oturanlar arasında
bir kavga çıktığını duyan Peygamber efendimiz, hemen bir ata binip oraya ulaşmış
ve ikindi namazının vakti biraz gecikse de kavga edenleri barıştırmadan Medine'ye
dönmemiştir.

Fiziki Çevreye Duyarlılığı


Peygamber efendimizin şefkat ve merhameti, sadece insanlarla sınırlı
değildi. O, aynı zamanda çevrenin korunması ve yaşatılmasına da çok önem
Peygamber Efendimizin vermiştir. Bu anlamda Müslümanlarda sürekli çevre bilinci uyandırmaya
şefkat ve merhameti,
çalışmıştır. Nitekim kuru ve çorak bir araziyi işe yarar hâle getirene Allah'ın
sadece insanlarla sınırlı
değildi. O, aynı mükâfat vereceğini, insan ve hayvanlar ondan yararlandıkça araziyi verimli hâle
zamanda fiziki çevrenin getirene sadaka sevabı yazılacağını müjdelemiştir. Buna karşılık bir serçeyi haksız
korunması ve yere öldürenden kıyamet gününde Yüce Allah'ın hesap soracağını da haber
yaşatılmasına da önem vermiştir.
vermiştir.
Hayvan haklarının gözetilmesine işaret eden Peygamberimiz, çölde giderken
susuz bir köpeğe su veren kişinin cenneti kazandığını, aç-susuz bırakılarak ölüme
terk edilen bir kedi yüzünden de bunu yapanın cehennemlik olduğunu bildirmiştir.
Peygamber Efendimiz, yolculuk sırasında ibadet için mola verdiğinde, ilkönce
hayvanların yükünü indirir, istirahatlarını sağlar, ibadetini ise sonra yapardı.
Hz. Peygamber, çevre temizliği ve insan sağlığı için Müslümanlardan,
evlerinin etrafını, sokakları, park-bahçe gibi dinlenme yerlerini temiz tutmalarını
istemiştir. Peygamberimizin öğretilerine ve uygulamalarına göre Müslüman, çevre
dostudur, ona asla zarar veremez.
Rasûl-i Ekrem, Medine'de bazı bölgeleri herkesin yararlanacağı park alanı
ilân etmiş, buradaki tüm canlıları şu sözleriyle koruma altına aldığını açıklamıştır:
"Ya Rabbi! İbrahim Peygamber'in Mekke'yi korumaya alınmış yeşil alan kıldığı gibi
ben de Medine'yi korumaya alınmış yeşil alan bölgesi kıldım. Onun iki kayalığı
arası korumaya alınmıştır; ağaçları kesilmez, ağaçların yaprakları koparılmaz,
otları yolunmaz, hayvanları avlanmaz!" Peygamberimiz, benzer şekilde Tâif şehri
için önem taşıyan Vec Vâdisi'ni de korumaya almıştır. Bu gibi mekânlarda
mecburiyet olmadıkça ağaç kesilmesini yasaklamış, kesilmek zorunda kalınırsa
yerine bir ağaç dikme ilkesini insanlara benimsetmiştir.

HZ. PEYGAMBER’İN SİYASİ VE ASKERÎ KİŞİLİĞİ


Yönetimin Oluşumu
Hz. Peygamber’in hayatında iki dönem vardır. Biri Mekke dönemi, diğeri de
Medine dönemidir. Mekke dönemi, Medine dönemi için bir hazırlık safhasıdır. Hz.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

Peygamber Mekke'de 610 yılı Ramazan ayında peygamberlikle görevlendirildiği


andan Medine'ye hicret edinceye kadar Mekke şehir devletinin çeşitli engelleriyle
karşılaştı. Müslümanlara yapılan eziyet ve işkenceler bir yana, peygamberliğin
yedinci yılında Müslümanlar aleyhine üç yıl boyunca ekonomik ve sosyal boykot
kararı almış olmaları, onuncu yılında Tâif'ten dönerken Hz. Peygamber'i müşrik
olan Mut’im b. Adiy’in himâyesinde şehre girmeye mecbur bırakmaları, onüçüncü
yılında da Hz. Peygamber hakkında ölüm kararı almış olmaları, Mekke şehir
devletinin siyasisiyasİ gücünü Müslümanlar aleyhine kullandıklarını açıkça ortaya
koymaktadır. Hz. Peygamber de buna karşılık tebliğin başarıya ulaşması için
siyasisiyasİ örgütlenmeye ihtiyaç duydu. Bunun ilk adımı Akabe biatlarıyla atıldı.
Bu amaçla Hz. Peygamber, ikinci Akabe biatında dokuzu Hazrec'ten, üçü de Evs'ten
olmak üzere oniki kişiyi hicretten sonra Medine'de oluşturacağı siyasi
organizasyonun ilk temsilcileri olarak tayin etti. Bu oniki kişden biri olan Es’ad b.
Zürâre’yi de teşkilatın başkanı olarak tayin etti. Böylece teşkilâtlanmada ilk adım
Hz. Peygamber, atılmış oldu.
alışverişte güven
ortamının Hz. Peygamber, 622 yılında Mekke'den Medine'ye hicret edince henüz şehre
yaygınlaşmasına önem girmeden Kubâ köyünde Müslümanların varlık ve bağımsızlığının sembolü olarak
verirdi. ilk mescidi yaptı. Sâlim b. Avf oğulları yurdundan geçerken Rânûna vâdisinin
ortasına varıldığında Hz. Peygamber, Müslümanların birliğini temsilen ilk Cuma
hutbesini okudu ve namazı kıldırdı. Hicretin tamamlanmasından sonra da
muhâcirlerle ensar arasında kardeşliği kurmak suretiyle ilk Müslüman toplumu ve
siyasi birliği oluşturmuş oldu.
Bunun ardından Hz. Peygamber, Müslümanlar dışında şehrin sakinleri olan
Yahudi ve başka inanç sahiplerini de adâlet ve insaf ölçülerinde kapsayacak hukuki
bir metin ortaya koydu. ”Medine Vesikası” adı verilen bu metinde karşılıklı ilişkiler,
görev, sorumluluk ve haklar açık bir şekilde belirlenmişti.
Bu şekilde ortaya çıkan teşkilâtlanmanın kaynağı, Kur'an ve onun
uygulayıcısı durumunda olan Hz. Peygamber'di. Kurulmakta olan yönetimin amacı,
yeryüzünde nizam ve huzurun, Hakkın ve hukukun üstünlüğüyle adaletin
"İş, ehil olmayana sağlanması idi. Bunun için, sosyal hayatı ayakta tutacak tüm hukukî ve ahlaki
verildi mi kıyameti değerlerin korunması, iyiliğin yayılması, kötülüğün önlenmesi, sosyal adaletin
bekle!" gerçekleştirilmesi, devletler arası ilişkilerin kurulması, din ve vicdan hürriyeti,
ehliyet ve liyakata önem verilmesi, yönetimin temel ilkelerini oluşturmuştur.
Hz. Peygamber, kurduğu yönetimle asayiş ve güvenliği sağlamış, ekonomik
hayatın temellerini atmış, eğitim öğretimi planlamış, zekât, cizye, öşür gelirlerinin
ve vergilerin toplanması için görevliler, mülki yönetim için valiler, hukukla ilgili
meseleler için hâkimler, ilmi ve dini yaymak için öğretmenler, resmî yazışmaları
yürütmek için kâtipler, askerin sevk ve idaresi için komutanlar görevlendirmiştir.
Hz. Peygamber, Başta Necran bölgesinde oturan Hıristiyanlar olmak üzere,
devletin müslüman olmayan vatandaşları ile yaptığı anlaşmalarda onlara can ve
mal güvenliğiyle din ve vicdan özgürlüğü tanımıştır. Diplomasiye önem vermiş,
özellikle Hudeybiye barışından sonra komşu devlet başkanlarına ve önemli kabile
reislerine elçiler ve mektuplar göndererek iyi ilişkiler kurmayı amaçlamıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

Bürokrasi
Hz. Peygamber’in yönetim ilkelerinden biri de halkın işlerinin hızla ve
kolaylıkla yürütülmesidir. Bunun için "kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz,
nefret ettirmeyiniz!" tâlimatını vermiştir. Kamu görevlilerinin uygulamalarıyla ilgili
olarak Peygamberimizin yaptığı şu dua, bu açıdan mühimdir: "Allahım! Her kim
Müslüman toplumun bir işini üstlenir de güçlük çıkarırsa sen de ona meşakkat ver!
Her kim de merhametle davranıp kolaylık gösterirse sen de ona merhamet et!"
Hz. Peygamber'e göre halka ait işlerin yürütülmesi, sosyal bir sorumluluktur.
Dolayısıyla görevliler, bu yükümlülüğün gereğini yerine getirecek bilgi ve ehliyete
Bu oniki kişden biri olan sahip olmalıdırlar. Nitekim Hz. Peygamber, Kur'ân-ı Kerim'de yer alan
Es’ad b. Zürâre’yi de
"emanetlerin ehline verilmesi" (en-Nisâ, 4/58) prensibini kamu görevlerinde
teşkilatın başkanı olarak
önemle uygulamış ve "iş, ehil olmayana verildi mi kıyameti bekle!" buyurmuştur.
tayin etti. Böylece
teşkilatlanmada ilk Allah Rasûlü, aynı şekilde kamu görevi için aşırı istekli olmayı uygun bulmamıştır.
adım atılmış oldu. Çünkü ona göre ihtiras, kişinin görevini kötüye kullanmasına, rüşvete ve adam
kayırmaya yol açabilir. Bu hususta şu talimatı vermiştir: "Bir devlet görevini ısrarla
istemeyiniz. Zira ısrar ettiğin göreve getirilirsen, işin yürütülmesi esnasındaki
yetersizliğinden dolayı sorumlu tutulursun. Şayet böyle bir görev ısrarın dışında
sana verilirse yardım ve destek görürsün!"
Hz. Peygamber, devletin çeşitli işleri için tayin ettiği memurlarına, aile
fertleriyle birlikte geçinebileceği bir maaş, barınabileceği bir ev, iş yerine gidip
gelebileceği bir binek hayvanı tahsis ediyordu. Memurun, bunun dışında alacağı
hediyeyi bile bir çeşit rüşvet sayıyor, en küçük bir devlet malını şahsî işinde
kullanmayı hıyanet ve hırsızlık olarak değerlendiriyordu.

Ekonomik Hayat
Hz. Peygamber, kişisel kazanca önem verirdi. Bu sebeple hicretten sonra
Medine'de Müslümanlar için alışveriş merkezi kurarak çalışma hayatının
temellerini attı. İş hayatı, işveren, işçi, esnaf, tüketici, hubûubat ve meyve üreticisi
Toplanan vergiler,
ve ticari ortaklığa dair çeşitli düzenlemeler yaptı. Alışverişte güvenliğin sağlanması
Kur'an ve Sünnet
ölçülerine göre sarf için denetçiler görevlendirdi, kendisi de denetlemeler yapardı. Bir defasında hileli
olunurdu. satış yapmaya çalışan birini, "alışverişte Müslümanları kandırmayınız. Aldatan,
bizden değildir" diyerek uyarmıştır. Zaman zaman Müslümanların alışveriş
yaptıkları mekânları ziyaret edip ölçü ve tartı aletlerinin başına geçerek ticarette
dürüstlüğün önemini vurgular, böyle davrananların cenenette peygamberler,
sıddıklar ve şehitlerle beraber olacağını söylerdi. Hz. Peygamber, alışverişte güven
ortamının yaygınlaşmasına önem verirdi. Pazarda bir müslümanın kesinlik kazanan
alışverişini bozacak tarzda yeniden pazarlık yapılmasını, üreticinin malını pazara
intikal ettirmeden önce hile ile ucuza kapatılmasını, karaborsacılığı, satılan malın
kusurlarının gizlenmesini, gereğinden fazla abartı ile övülmesini, yalan yere
yeminle malın sürümünün artırılmak istenmesini doğru bulmazdı.
Hz. Peygamber, zenginlerin dinî, sosyal, mali sorumluluklarının gereğini
yerine getirmelerini isterdi. Darda kalan iyi niyetli borçluya mühlet verilmesini
tavsiye eder, ribâ (faiz) ile borç alıp vermeyi kesinlikle yasaklardı. Çünkü Kur'ân-ı
Kerim'de ribâ kesin bir dille yasaklanmıştır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

Hz. Peygamber döneminde beytülmal (hazine) gelirlerini humus denilen


ganimetin beşte biri, Müslümanlarla anlaşmalı olan gayrimüslimlerden can, mal
güvencesi ve inanç hürriyetinin sağlanmasına karşı belirli kurallara göre alınan
Beytü’l-Mâl’in (Devlet cizye, yine aynı kişilerin topraklarından elde ettikleri ürünler karşılığında
Hazinesinin) gelirleri, kendilerinden alınan haraç, Müslümanlardan alınan zekât ve toprak mahsullerinin
humus, cizye, haraç, zekâtı olarak bilinen öşür oluştururdu. Bunlar âmil denilen vergi memurları
zekât ve öşürden tarafından toplanırdı. Bazen bu görevi valiler de yapardı. Toplanan vergiler, Kur'an
ibarettir.
ve Sünnet ölçülerine göre sarf olunurdu. O zaman gümrük vergisi yoktu.

Askerî Hayat
İslâm’da esas olan barıştır. İslâm, bütün insanların barış içinde yaşamalarını
esas alır ve müminleri hep birden barışa davet eder. Savaş arızi ve geçici bir
durumdur. İslâm’da, temel hak ve özgürlükler engellendiği takdirde savaşa izin
verilmiştir. Anarşiye, karışıklığa, kargaşaya, hiçbir zaman izin verilmemiştir. Mekke
döneminde müşriklerin baskısından bunalan Müslümanlar, peygamberimize
gelerek onlara karşılık vermek istemişler, ancak Peygamber efendimiz savaşa izin
verilmediğini bildirerek sabır tavsiyesinde bulunmuştur. Mekke’den Medine’ye
hicret edildikten ve devlet kurulduktan sonra savaşa izin verilmiştir. Hudeybiye
musâlahasına kadar olan savaşlar savunma savaşlarıdır, ondan sonra cereyan eden
Hz. Peygamber, savaşlar da İslâm’ı ve İslâm devletini koruma altına almak için yapılmış savaşladır.
insanları imha için değil, Hz. Peygamber’in savaşlarında güdülen gaye ve hedef, düşmanları yok etmek
ihya için gönderilmiş bir
değil; onları İslâm ile buluşturmak ve inanmalarını sağlamaktır. Bizans
peygamberdir.
İmparatorluğuna karşı yapılan Mûte ve Tebük savaşları ile Yahudilerle yapılan
savaşlar hariç, Mekke müşrikleri ve müşrik Arap kabileleri ile yapılan savaşlarda bu
hedefe ulaşılmıştır.
Hz. Peygamber, insanları ve insanlığı imhâ için değil, ihyâ için gönderilmiştir.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz, savaşın nasıl yapılacağını bile
bize öğretmiştir. Hem de tatbikatını yaparak öğretmiştir. Katıldığı savaşlarda
komutanlarına ve askerlerine şu emirleri vermiştir:

 Kadınları, çocukları, çok yaşlı olanları öldürmeyiniz, din adamlarını, geri


hizmette çalışan işçileri ve himetçileri öldürmeyiniz,
 Mamur (bayındır) yerleri tahrîb etmeyiniz (yıkmayınız),
Hz. Peygamber’in idare  Ekili araziye zarar vermeyiniz,
ettiği savaşlara gazve  Mabedleri (tapınakları) yıkmayınız,
(gaza) adı verilir.  Öldürmek mecburiyetinde kaldığınız insanı bir hamlede öldürünüz.
 Müsle yapmayınız (öldürmek mecburiyetinde kaldığınız insanın organlarını
vücudundan ayırmayınız).
Peygamberimiz, bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Ben, rahmet
peygamberiyim; ben, savaş peygamberiyim.” Hz. Peygamber, savaşlarında bile
rahmet olan bir peygamberdir. O, hiç kimsenin evini, ocağını ve yuvasını yıkmadı.
Kadınları ve çocukları öldürmedi. Askerlerine, mecbur kalmadıkça düşmandan
kimseyi öldürmemelerini emretti. Bu sebepten dolayı az zâyiatla büyük neticeler
elde etti. Dünyanın, bugün bile Hz. Peygamber’den öğreneceği çok şey vardır.
Hz. Peygamber, hicretten sonra başlattığı askerî faaliyetlerini vefatına kadar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

devam ettirdi. Hz. Peygamber’in sevk ve idare ettiği savaşlara “gazve” (gaza)
kendisi katılmayıp bir sahâbînin kumandası altında gönderdiği askerî birliklere
de “seriyye” adı verilirdi. Hicretten vefatına kadar olan on yıllık zaman zarfında
Medine’den çıkan 120 askerî harekât neticesinde müslümanlardan 340, düşman
birliklerinden ise yaklaşık 800 olmak üzere toplam 1200 kadar insan hayatını
Hz. Peygamber’in bir
sahabînin kaybetmiştir. Bu rakamlar gösteriyor ki, Hz. Peygamber’in hedefi kan dökmek
kumandasında değil, insanları İslâm’la buluşturmaktır. O, bu hedefe varmak için savaşı bile barışa
gönderdiği askerî çevirebilecek taktikler ve stratejiler kullandı. Birçok yeri cephe açmadan aldı,
birliklere seriyye denir. birçok kabilenin gönlünü dostlukla fethetti. Siyaset, diplomasi ve istihbaratı
birleştirerek çok kere silah kullanmadan hedefine ulaştı. Vefat ederken geriye
bıraktığı Arap yarımadası, az zayiatla elde edilmiş, üç Türkiye büyüklüğünde bir
toprak parçasıdır.
Örnek

•Bedir, Uhud, Hendek vd. savaşları gazve niteliğindedir. Sîf’ü’l-Bahr,


Râbiğ, Harrar, Batn-ı Nahle vd. seriyye niteliğindedir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

•Hz. Peygamber, ilk evliliğini yirmi beş yaşına geldiğinde dul bir kadın olan Hz.
Hatice ile yaptı. Bu evlilik yirmi beş yıl sürdü. Hz. Peygamber’in bu evlilikten
ikisi erkek, dördü kız olmak üzere altı çocuğu oldu. İlk çocuklarına Kâsım
ismini verdikleri için kendisi de Ebu’l-Kâsım künyesi ile anıldı. Oğulları Kâsım
Özet ve Abdullah, küçük yaşlarda vefat ettiler. Kızlarından Zeyneb, Mekke
döneminde teyzesinin oğlu Ebu’l-Âs ile evlendi; 8/630 yılında Medine’de
vefat etti. Rukıye de Mekke döneminde Hz. Osman ile evlendi. Bedir
savaşının hazırlıkları yapılırken hastalanan Rukıye, zafer haberi Medine’ye
geldiğinde (2/624) vefat etmişti. Bu sefer Hz. Osman, Ümmü Gülsüm ile
evlendi; o da 9/631 yılında Medine’de vefat etti. Hz. Peygamber, en küçük
kızı Fâtıma’yı 2/624 yılında Hz. Ali ile evlendirdi. Ümmü Gülsüm’ün çocuğu
olmadı. Rukıye ve Zeyneb’in çocuklarının da soyu devam etmedi. Hz.
Peygamber’in soyu kızı Fâtıma’nın oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin kanalıyla
devam etti. Bilindiği gibi Mısırlı Mâriye’den olan oğlu İbrahim de küçük yaşta
vefat etmişti.
•Hz. Peygamber, ilk eşi Hz. Hatice vefat edinceye kadar ikinci bir evlilik
yapmadı. Hz. Hatice vefat ettiğinde Hz. Peygamber elli yaşındaydı. Diğer
hanımlarıyla olan evliliklerini bu yaştan sonra yaptı. İkinci evliliğini Hicretten
önce Mekke’de yaşlı bir hanım olan Hz. Sevde ile yaptı. Hz. Âişe ve diğer
hanımlarıyla Medine’de evlendi. Hz. Peygamber’in bâkire olarak evlendiği
tek eşi Hz. Âişe’dir. Evlendiği hanımlar içerisinde önceki eşlerinden çocuk
sahibi olanlar ise, Hz. Hatice, Hz. Ümmü Seleme ve Hz. Ümmü Habibe’dir. Hz.
Peygamber, onların çocuklarına çok iyi baktı ve yaşları gelince kendilerini
evlendirdi, yuvalarını kurdu.
•Hz. Peygamber’in, hanımları, çocukları, torunları ve hanımlarının yakınları ile
çok güzel bir geçimi vardı. Hanımlarına değer verir, çocuklarını ve torunlarını
çok severdi. Her biri ile dînî, sosyal ve siyasal bir gerekçe ile evlendiği
hanımlarının yakınlarına da ayrı bir değer verir ve onlarla güzel diyaloğlar
kurardı.
•Hz. Peygamber, hem dış görünüş itibariyle hem de ahlâk itibariyle insanların
en mükemmeliydi. Ahlâk ve şemâil bakımından eşsizdi. Görenleri etkileyen
tatlı bir fizikî görüntüsü ve herkese örnek olacak üstün bir ahlâkı vardı. Dış
görünüşü güzel olan Hz. Peygamber’in iç dünyası da güzeldi. Rabbine çok
ibâdet eden takvâ sahibi bir kuldu. Alçak gönüllü, güvenilir, yumuşak huylu,
sabırlı ve devamlı şükreden bir kuldu. Şefkat ve merhamet sahibiydi.
Hoşgörüsü ile herkesin kalbini kazanmıştı.
•Hz. Peygamber, azim ve cesâret sahibi bir liderdi. Doğruluk ve güvenilirlik
onun ayrılmaz vasıflarındandı. Cömertti, daima verirdi. Toplumun her
kesimiyle iyi ilişkileri vardı. Kendisine yapılan iyiliği unutmazdı, vefalıydı. Çok
geniş bir çevresi vardı. Çok evliliklerinin hedeflerinden biri de buydu. Evinde,
mescidinde ve çevresinde temizliğe dikkat ederdi. Fizikî çevrenin
korunmasına düşkündü.
•Hz. Peygamber, dünyanın gördüğü eşsiz bir liderdi. O,Siyâsî, ictimâî ve askerî
yönden bir dâhiydi. Hicretten sonra Medine’de güçlü bir devlet ve iyi bir
yönetim kurdu. Bürokraside görev verdiklerini ehil olanlardan seçti. Tayin
ettiği komutanların hepsi başarılı oldu. Düşmanlarından hiçbir zaman
korkmadı. Onlarla yaptığı savaşlarda âdil olmayı elden bırakmadı. Eşi
bulunmaz bir lider, gerçek bir devlet reisiydi. Rabbimizin buyurduğu gibi
“âlemlere rahmetti.” Unutmayalım ki, insanlığın bugün ve kıyamete kadar
her gün ondan öğreneceği çok şey vardır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Hz. Peygamber’in ilk eşi ve altı çocuğunun annesinin adı nedir?
a) Hz. Âişe
b) Hz. Hafsa
c) Hz. Hatice
d) Hz. Mâriye
e) Hz. Safiye

2. Hz. Peygamber’in soyu çocuklarından hangisi ile devam etmiştir?


a) Oğlu Kâsım
b) Oğlu İbrâhim
c) Oğlu Abdullah
d) Kızı Zeyneb
e) Kızı Fâtıma

3. Hz. Peygamber’in fiziki özelliklerine ne ad verilir?


a) Delâil
b) Siyer
c) Sünnet
d) Şemâil
e) Hadis

4. Aşağıdaki cümlelerden hangisi Hz. Peygamber için yanlıştır?


a) Hoşgörülü ve alçak gönüllüydü.
b) Eşlerine değer verir ve çocuklarını çok severdi.
c) Doğruluk ve güvenirlilik onun ayrılmaz özelliklerindendi.
d) Cesaret ve azim sahibiydi.
e) Suçu olanı affetmezdi.

5. Aşağıdaki özelliklerden hangisi Hz. Peygamber’de bulunmazdı?


a) Hilim, sabır ve şükür
b) Cömetlik, vefakârlık ve duyarlılık
c) Sadâkât, emânet ve fetânet
d) Acelecilik, cimrilik ve kibirlilik
e) Adâlet, ihsân ve takvâ

6. Hz. Peygamber, yolculuk esnasında mola verince ilk önce ne yapardı?


a) Su arardı.
b) Yemek yerdi.
c) Abdest alırdı.
d) Namaz kılardı.
e) Hayvanların yükünü indirirdi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

7. Hz. Peygamber’in, hicretten sonra Medine mescidinin bitişiğinde yaptırdığı


okul aşağıdakilerden hangisidir?
a) Suffe
b) Medrese
c) Dergâh
d) Mektep
e) Kurs

8. Aşağıdakilerden hangisi Beytü’l-mâl’in gelirlerinden biri değildir?


a) Zekât
b) Humûs
c) Cizye
d) Öşür
e) Gümrük vergisi

9. Aşağıdakilerden hangisi Hz. Peygamber’in savaş öncesinde verdiği


emirlerden biri değildir?
a) Çocukları öldürmeyiniz.
b) Kadınları öldürmeyiniz.
c) Din adamlarını öldürmeyiniz.
d) Çok yaşlıları öldürmeyiniz.
e) Müsle yapınız.

10. Hz. Peygamber zamanında Bizans İmparatorluğu ile yapılan savaşlar


aşağıdakilerden hangisidir?
a) Mute ve Tebük
b) Bedir ve Hendek
c) Bedir ve Uhud
d) Uhud ve Hendek
e) Huneyn ve Hudeybiye

Cevap Anahtarı
1.c, 2.e, 3.d, 4.e, 5.d, 6.e, 7.a, 8.e, 9.e, 10.a

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şahsiyeti

YARARLANILAN KAYNAKLAR
Ağırman, Mustafa (2006). Hz. Peygamber’in savaş stratejisi, Bütün Yönleriyle Asr-ı
Saadette İslâm. editör: Vecdi Akyüz, İstanbul
Algül, Hüseyin (1996). Gazve, DİA, XIII/488-499, İstanbul TDV Yayınları.
Algül, Hüseyin (2007). Sevgi ve Rahmet Peygamberi. Bursa.
Algül, Hüseyin (2010). Peygamberimizin Şemâili, Ahlak ve Âdâbı. İstanbul.
Apak, Apak (2009). Hz. Peygamber'in etrafındaki çocuklar ve gençler. Bursa.
Avcı, Casim (2008). Muhammedü'l-Emîn-Hz. Muhammed'in Peygamberlik Öncesi
Hayatı. İstanbul.
Çelik, Ömer-Öztürk, Mustafa-Kaya, Murat (2004). Üsve-i Hasene. İstanbul.
Çetin, Abdurahman (2007). Örneklerle Peygamberimiz. İstanbul.
Hamidullah, Muhammed (1972). Hz. Peygamber’in savaşları. çeviren: Salih Tuğ,
İstanbul.
Hamidullah, Muhammed (1990). İslâm Peygamberi. çeviren: Salih Tuğ, İstanbul.
Kandemir, M. Yaşar (2005). Hayatımıza peygamber modeli. İstanbul.
Kandemir, M. Yaşar (2010). Şemâil, DİA. XXXVIII/497-500, İstanbu: TDV Yayınları.
Karakılıç, Celaleddin (2006). Hz. Muhammed’in hayatı ve eşsiz ahlakı, Ankara.
Kazıcı, Ziya (1991). Hz. Muhammed (s.a.s.)'in eşleri ve aile hayatı. İstanbul.
Sarıçam, İbrahim (2003). Hz. Muhammed ve evrensel mesajı. Ankara.
Savaş, Rıza (1992). Hz. Muhammed devrinde kadın. İstanbul.
Savaş, Rıza (2006). Asr-ı Saâdet'te Hz. Peygamber'in aile hayatı ve evlilikleri, Bütün
Yönleriyle Asr-ı Saâdet'te İslâm. editör: Vecdi Akyüz, İstanbul.
Uzun, Mustafa İsmet (1998). Hilye, DİA. XVIII/44-47, İstanbul: TDV Yayınları.
Yardım, Ali (2005). Peygamberimizin şemâili. İstanbul.
Yeniçeri, Celal (2000). Hz. Muhammed ve yaşadığı hayat. İstanbul.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24

You might also like