Professional Documents
Culture Documents
Erich Von Daniken - Tanrıların Ayak İzleri
Erich Von Daniken - Tanrıların Ayak İzleri
com
Dost ve eleştirmen
olarak yardımlarını
esirgemeyen Rolf R. Bigler'in
anısına...
İ Ç İ N D E K İ L E R
3 — Ç ö z ü l m e m i ş Sırların C e n n e t i Malta 85
Bibliyografya 252
FOTOĞRAF HAKLARI BİR
7
Acaba bu sandık ne tür bir nesne idi?
İşte hikâyenin t a m bu noktasında, dinbilimciler ger
çek birer polis müfettişi rolüne bürünerek, birbirleriyle çe
lişen fikirler ileri sürerler. Pierre Universal Sözlüğünde,
Ahid Sandığı diye bilinen sandık şöyle tanımlanır:
'Akasya ağacından bir sandık. 1.75 m. uzunluğunda,
1 m. boyunda ve 1 m. genişliğinde; içi ve dışı altınla
kaph-'C 1 )
Ünlü ilâhiyatçılardan Dr. H u g o Gressmann'a kalırsa,
sandık biraz d a h a uf akçadır: ( 2 )
'Yaklaşık 1.25 m. uzunluğunda, 0.75 m. boyunda
ve 0.75 m. genişliğinde.'
Doğrusu kusursuz, fakat oldukça noksan ayrıntılar.
Çok daha meraklı araştırmacıların elinden çıkan Kabbalis-
tik eserlerin en ünlüsü olan Z o h a r ' d a daha geniş bilgilerle
karşılaşırız. F a k a t , büyük ihtimal ile, M.S. 130 ile 170
yılları arasında gün ışığına çıkan bu kitap, gizli bir M u
sevî eseri olduğundan, resmî kayıtlar için kaynak oluştur
mamıştır.
Bununla birlikte, Ahid Sandığı'na yaklaşık 50 (!)
sayfa ayırmış ve de diğer suçbilimcilerin gözünden k a ç a n
çok ince ayrıntılara kadar inmiştir.
Ahid Sandığı'nın Z o h a r ' d a «Günlerin Eskisi» şeklin
de tanıtılması da ilk bakışta oldukça şaşırtıcıdır. Biraz
daha dikkatle eğilindiğindeyse bu isnadın sandığa yönelik
olduğu açıkça ortaya çıkar.
Zohar'daki tanımlar, Çıkış bölümündeki hesaplara
uygundur. İsrail'in Tanrısı Yahova, kesin ayrıntıları da
vererek, Musa'ya «Günlerin Eskisi» için bir sandık yap
masını emreder. Bu kap, o olağanüstü «Günlerin Eskisi»
ile birlikte Çöl Yolculuğu'na birlikte götürülecektir.
Buraya kadar böyle bir sandığın varlığma hiç kimse
itiraz etmemektedir. Ölçüleri ise, uzmanlar arasında ihtilaf
yaratmaktadır. Dinbilimsel Cinayet Bürosu, bu sır dolu
sandığm amaçlarıyla ilgili olarak da hemfikir o l m a k t a n Harry Torczyner(«), ikisi Musa'ya verilen yasaları içe
uzaktır. r e n Kitabeler olmak üzere, Ahid Sandığı'nın protokolleri
içerdiğini öne sürmüştür. Harry Torczyner, bu noktada,
S
h e m klasik «Ahid Sandığı» kavramına hem de bu sandığın
içeriğine belirli bir şüphe ile bakan meslektaşı Martin
4
Dibelius'un( ) görüşlerine yaklaşmaktadır.
Aslını isterseniz, M u s a ' n ı n «Levililer» de bu söz k o Lazarus Bendavid yalnızca zekî bir insan olmayıp, ça
nusu ruhban sınıfını eğittiği gibi, bizler de şü Kutsal K i t a p ğının da oldukça ötesinde bir kişiydi. Ortodoks bir Yahudi
10 11
yerine gitsin, ve bizi ve kavmimizi öldürmesin. Ç ü n k ü
bütün şehirlerde ölüm şaşkınlığı vardı: *t$İSb.m eli
olarak Z o h a r ' ı okumuş muydu? Eğer okumuş ise, «Gün
oralarda çok ağır oldu. Ölmeyen adamları âa urlar
lerin Eskisi» ile karşılaşmış mıydı? Bu bölüm zihninde
kapladı, ve şehrin feryadı göklere çıktı.:»
birtakım şüpheler uyandırmış mıydı? Elde ettiği mevcut
- Tevrat, I. Samuel 5, 11-12 -
araştırmalarla tatmin olmamış mıydı? Hiç şüphesiz, sadece
belirli ve seçkin bir grubun Sandık'la temas hâlinde bu Filistîler tam yedi ay boyunca bu şeytanî aygıtın
lunduğunu, bu ileri gelen ruhban sınıfının bile her aîlaktn tasallutuna uğradı. Sonunda hepsi, bu belâdan kurtulmayı
günü sandığın yanına sokulamadıklannı gayet iyi biliyordu. murad etti. İki öküz tarafından çekilen bir arabanın üze
Çünkü Sandık, tehlike arzediyordu! rine yerleştirdiler ve hayvanları Beyt-şemeş sınırına doğru
Bendavid. kamçıladılar.
«Talmudçulara kalırsa, Kutsalların Kutsalı'na yapı Bir sabah vakti, Beyt-şemeş'liler derede buğday bi
lacak her ziyaret, beraberinde ölüm tehlikesini de ta çerken, karşılarında arabayı ve üzerinde sandığı gör
şımaktaydı. düler. İnekleri kurban ettikten sonra, Sandık'la il
Ruhbanların başı daima belirgin bir korkuyla yaklaşı gili olarak ne yapılması gerektiğini bilen Levilileri
yor ve sağsalim geri dönmesi hâlinde, .o günlük var çağırdılar. Ne var ki, Sandığın ne denli tehlikeli ol
tayı atlattığından ötürü sevinç duyuyordu,» duğunu bilemeyen tam 50.070 insan korkunç bir
şekilde can verdi. Biraz fazlaca meraklı olduklarından
Sandığa yaklaşmışlardı ve T a n r ı cezalarını vermişti.
Cinayet hikâyemiz giderek karmaşıklaşıyor! Ve Ahid
Sandığı el değiştiriverdi! Muzaffer bir savaşın ardından, - I. Samuel, 6-19 -
Batı kökenli bir İbranî Kabilesi olan Filistîler, Sandığı Bu noktada, Sandık, yeniden kendisini imâl eden
müsadere ediverdiler. Bu esrarengiz aygıtın İsrailoğulları halkın eline geçmiş durumdadır. F a k a t ne çare ki, ne işe
için taşıdığı önemin farkına varmış ve sahipliğine kon yaradığını hâlâ bilememekteyiz.
makla birtakım ayrıcalıklar edineceklerini ummuşlardı. Cinayet hikâyesi devam etmekte, fakat belirli bir
Ne var ki, Filistîler bunu kullanabilecek talimatlardan çözüm yavaş yavaş kendi kendini ele vermektedir.
yoksundular ve konuya yabancıydılar. Kısa bir zaman 1978 yılında Matına (Kudret Helvası) Makinesi adın
sonra, Sandık ile yakın ilişki kurmayı deneyenlerin ya da bir kitap yayınlandı. Elektronik danışman George Sas-
hasta düştüğünü ya da ölüp gittiklerini fark ettiler. Aygıtı soon ile biyolog ve mühendislik üzerine yazılar yazan R o d -
şehirden şehire dolaştırmaya başladılarsa da, netice değiş ney Dale'in ortak çalışma ürünü olup L o n d r a ' d a basılmıştı.
medi. Ne idüğü belirsiz nesneye her kim yaklaştıysa, çı Britanyalı araştırmacılar Zohar'ın «Günlerin Eskisi» bölü
banlar döktü, derileri pul pul soyuldu, tüyleri, kılları yo
m ü n e günümüz biyolojik ve teknik bilgiler ışığında eğilerek
lundu. İster çocuk ister ergin kişi, korkunç ağrı ve sızılar
yeni bir bakış açısı getiriyorlardı. Aynen Bendavid'in de
her yanlarını kapladı, kusmalar ve ıstırap dolu ölümler
öngördüğü gibi Ahid Sandığı'nın teknik bir aygıt olduğuna
birbirini izledi.
ve İsrailoğullarının çöldeki yolculukları sırasında, bol mik
H â k i m Samuel, olaylara tanıktı: tarda protein ihtiva eden «kudret helvası» ürettiğine k a r a r
vermişlerdi.
«Ve çağırıp Filistîlerin bütün beylerini topladılar ve
dediler: İsrail A " > h m m sandığını gönderin, ve yine
13
12
Bu bilgilerin ışığı altında, Ahid Sandığı Davası, yeni:
bir görünüm kazanmıştır. Şöyle ki:
Bilinmeyen birtakım nedenlerden ötürü, dünya dışı
varlıklar bir grup insanı çevrelerinden ve insanlığın geri
kalan bölümünden iki nesil için koparmayı uygun bul
muşlardır. Kendilerine aracılık eden bir peygamber vasıta
sıyla, bu seçilmiş grubun, uygarlıktan uzaklaşmasını em
retmişlerdir. Bu seçkinlerden biri olan Musa'nın önderliği
altında, İsrailoğulları sahraya doğru yola koyulmuştur.
Y'B^öya dışı varlıklar bu göçebe kavmi düşmanlarından
' korumuş, saldırıya geçen Mısırlıları suda boğmuştur:
14 15
ve bulut ve karanlık vardı; fakat geceyi aydınlatıyor
men, Musa, halkını bu yanar cehennemden geçirme riskini
du; ve bütün gece biri ötekine yaklaşmadı.
göze almıştır.
-Tevrat, Çıkış 14, 19-20 -
İsrail halkının yiyeceğini kim temin etmiştir?
Kendilerine dünya dışı varlıklar yardımcı olmuştur ve
Bu bulut, bazı araştırmacıların tahmin ettikleri gibi,
Musa d u r u m d a n haberdardır. «Yanar Çalı» da kendini gös
meteorolojik bir olgu değildi. Musa, bulut direğinin, İsra-
teren Tanrı, Çıkış döneminin zorlu yılları boyunca yardım
iloğullarına yol gösterici olduğunu açıkça ifade etmekte
cı olacak bir de makine arzetmiştir.
dir:
Harika bir makinedir bu. Gecenin çiği ile mikroskopik
bir çeşit yeşil yosunu karıştırarak ihtiyaca uygun miktarda
«Ve gündüzün ve geceleyin yürüsünler diye; k*'ü
yiyecek üretmektedir. Musa'nın da işaret ettiği gibi, zaman
onlara yol göstermek için, gündüzün bulut direğinde
zaman m e n ü n ü n tekdüzeliğinden yakınmalar olursa da, hiç
ve geceleyin onlara ışık vermek için, ateş direğinde,
değilse aç kalan yoktur.
önlerinde gidiyordu; gündüzün bulut direği, ve gece
leyin ateş direği kavmin önünden ayrılmadı.» Çiğ ve yeşil yosun bileşiminden oluşan yiyecek, rad
yasyon yoluyla üretilir. Radyasyon enerjiyi gerektirir. Çıp
- Tevrat, Çıkış, 13, 21-22 -
lak çölün göbeğinde bu enerji nereden temin edilebilir?
Bu ne tür bir enerji kaynağıdır ki, aradan kırk yıl geçtiği
Rastlantısal meteorolojik fenomenler genellikle birkaç
halde hâlâ tükenmez?
saniye, birkaç dakika bazen de birkaç saat sürer. Aylar
Bugün ise bu soru işaretini kazıyabiliriz. Mevcut tek
ve yıllarca devam edegeldikleri ise görülmemiştir. Bu
nolojimiz, bize söz konusu aygıtın olsa olsa bir mini nük-
açıklama da pek deneysel sayılmaz.
leer-reaktör olduğunu söylemektedir. Bu tür reaktörler
Bireysel olarak bir tek İsrailli'nin ya da küçük bir
hâlihazırda mevcuttur ve bir süreden beri faaliyettedir. 1978
grubun peşinde olmadığımız için, daha dar kanallardan
Şubat ayından bu yana, resmî kaynaklar aracılığıyla bu
geçmek zorunda olan suçbilimcilere kıyasla, işimizin ko
konuda bilgi sahibiyiz.
laylığından söz edilebilir. Vahşi bir beldeyi katleden bü
yük bir göç dalgasının peşindeyiz. D ü ş m a n mağlup edil
miştir ve yol açıktır. Şüphesiz, binlerce kadın, erkek ve
çocuğu günümüzün en m o d e r n ordularının bile zorlukla R u s Casus Uydusu «Cosmos 954», Kanada'da Büyük
baş edebileceği bir vahşet diyarından geçirmek ve taze Esir Gölü kıyılarına düşer. A B D H a v a Kuvvetleri Stratejik
gıda ihtiyaçlarının üstesinden gelmek, son derece zorlu bir Bombardıman Komutanlığı alarma .geçer. Denizaltılara şif
teşebbüstür. reli mesajlar ve emirler iletilir. R b k e t üslerindeki bütün
izinler kaldırılır. N A T O tam kırmızı alarm durumunda
dır. 'Cocmos 954', 45 kilodan fazla radyoaktif uranyum
235 taşımaktadır. Uzmanlara göre bu miktardaki bir ener
H e r şeyiyle düşmanca olan tüm çevresi ile birlikte çöl
iklimi, + 58 C° ile - 10 C° arasında değişen bir ısı sunar ji 1000 yılı aşkın bir süre boyunca hiç durmadan radyoak
insanoğluna. Yıllık yağış ortalamasının 10 santimetreyi aş tivite üreterek ülkeyi zehirleyebilir ve gökyüzünü radyoaktif
tığı nâdirdir. Dev bir k o n u k kitleyi doyurarak açlığını gi bulutlarla kaplamayı sürdürebilir. 'Cosmos 9 5 4 ' düşerken,
derecek doğal ürünlerden yoksundur. Bütün bunlara rağ- sürtünmeden ötürü reaktör yumuşayarak erimiş, ölümcül
muhtevası boşalmıştır. Politikacılar kibarca el sıkışırlar ve
16
tanrıların ayak izleri 17/2
karşılıklı güvenceler verilir. Ne var ki, bu tokalaşmalar oluyordu. Hassas makine, h e m zarar verici dış etkenlerden
yalnızca politik gerginliği yumuşatabilir. Radyoaktif emis h e m de meraklı nazarlardan k o r u n m a altına almıyordu.
yon ise yerli yerinde durmaktadır. Uzun molalar boyunca bu «fabrika» nm çevresine bir çadır
B u n d a n bir süre sonra Hindistan Hükümeti, yıllar kuruluyor ve radyoaktivite tehlikesini bertaraf edebilmek
önce C I A tarafından u z m a n dağcılara, Himalayalara bir için daima k a m p ı n dışına yerleştiriliyordu:
mini-reaktör taşıtıldığını, bu aygıtın Çin'i dinleme ve göz
leme operasyonları için bitmez tükenmez bir kaynak oluş «Ve Musa çadırı alırdı, ve onu ordugâhtan dışarı,
turduğunu açıklamıştır. ordugâhtan uzak kurardı; ve ona T o p l a n m a C a d ı n
Mini-reaktörler plütonyum atomlarının dağılmasıyla derdi.»
enerji üretir. Ağır su ve sıvı yakıt gücü kullanan büyük - Tevrat, Çıkış 3 3 , 7 -
ölçekli atomik istasyonların aksine, mini-reaktörlerde rad
yasyon enerjisi doğrudan elektriğe dönüşür. Mini-reaktör M a d d î delillerin peşinde iz sürmeye devam edelim.
radyasyon salıverir. Tehlikelidir, fakat bu tehlike kaçınıl Artık epeyce yol katettik, nasıl çalıştığı hakkında bile fik
maz değildir. Nitekim yürekli bir grup dağcı. Himalayaların rimiz var.
tepesine taşımış ve sağ-salim geri dönmüşlerdir. Sassoon ve Dale, Z o h a r Kitabı'nı etüd ederek maki
Mini-reaktörler geleceğin uzay gemilerinin bağımsız nenin yapımı üzerinde çalışırlarken, «Günlerin Eskisi» b ö
enerji kaynağıdır. Radyasyon kullanarak su ve yeşil yo lümünden yeni bir şey öğrendiler. K u d r e t Helvası için
sundan besin üreten bir makine, yıldızlararası uzay yolcu bıkıp usanmadan t a m altı gün çalışılıyor, belli ki yedinci
luğu y ö n ü n d e n büyük bir ö n e m taşımaktadır. Sassoon ve gün ise makine temizleniyordu. Ve bu bakım işlemi, Musa*
Dale'in bu yaklaşımlarının uzay yolculuğu uzmanlarınca nın kardeşi H a r u n tarafından yönetilen Levililer tarafından
dikkatle gözden geçirildiğinden eminim. Güvertelerinde gerçekleştiriliyordu. H a r u n da M u s a ile birlikte dağa tır
'Kudret Helvası' makinesi bulunduran uzay gezginleri için, manmış ve büyük ihtimalle bu k o n u d a belirli bir eğitime
hiç şüphesiz en önemli sorunlardan bir tanesi çözülmüş tabi tutulmuştu. T a n r ı öğretmişti ona:
olur.
«Ve R.-!\a- ona dedi: Git. in; ve sen ve seninle be
raber H a r u n çıkacaksınız; fakat kâhinlerle kavra
Kutsal Dağın üzerinde ' T a n r ı ' tarafından Musa'ya gös R.'-.'^M çıkmak için geçmesinler, tâ ki O, onlara
terilen sandık, herhalde açıkta bırakılamazdı. Belki bitmek hücum etmesin.»
tükenmek bilmeyen k u m fırtınaları aygıt için zararlı idi. - Tevrat, Çıkış .19, 24 -
Belki değişken ve yüksek ısı oynamalarına karşı mutlaka
bir koruyucu mekanizma gerekiyordu. Eelki de, yola k o Araştırmanın bu aşamasında ne tür hükümler yürütüle
yulan İsrail Halkı'nın, gıdalarını temin eden k a y n a k hak bilir?
kında bir şey bilmemeleri zorunluydu. Şöyle veya böyle, — G ö ç e n halkı himaye ve onlara refakat eden d ü n
verilen ölçülere göre, belirli bir modele uygun bir de mu yâ dışı varlıklar, belirli bir grubu çevreden soyutlamış
hafaza sandığı yaptırılmıştı. Bu açıdan, Ahid Sandığı asıl lardır;
madde değil, yalnızca M a n n a Makinesi'ni barındıran bir —r- D ü n y a dışı varlıkların uzay gemileriyle servis im
k u t u d a n ibaretti. Böylece her iki hedef de gerçekleşmiş kânları yoktur. Yoksa himayelerine aldıkları halkı bu şe
kilde nakledebileceklerinden söz edilebilir;
18 19
•• • \
— İniş yapan dünya dışı varlıkların sayısı son derece «Ve Sina dağı, hep tütüyordu, çünkü R •. \ o n u a
kısıtlıdır. Dağa iniş yapar yapmaz, uzay gemisinin komu üzerine ateş içinde inmişti; ve o n u n dumanı o c a k
tanı, derhal Musa ile temas kurarak, dağm çevresinde bir dumanı gibi çıkıyordu, ve b ü t ü n dağ çok t i t r e d i »
koruyucu mekanizma oluşturmuş ve dağı meraklılardan - Tevrat, Çıkış 19, 18 -
uzak tutmuştur:
Uzay Gemisinden bir besin üreten makine indirile
s?
«Ve R . ' ; ' < Musa'ya dedi: In, kavme (enbih et, rek Musa ile H a r u n ' a teslim edilmişti;
sakin R ^ j ^ İ görmek için sının geçmv>;«ler, ve — Makinenin nakli gerektiğinde, belirli bir kutuya,
bir çoğu yoK olmasın... Ve Musa R A İ * H 6 dedi: Ahid Sandığı'na yerleştiriliyordu;
Kavm Sina Dağına çıkamaz; çünkü sen: Dağa sı — Makine, boyunduruğa koşulmuş bir çift öküz tara
nır koy, ve onu takdis et, diye bize tenbih ettin.» fından taşınmakla birlikte, 3 0 0 kg.'dan daha fazla ola
- Tevrat, Çıkış 19, 21-23 - mazdı, çünkü arasıra da olsa, erkeklerin omuzlarında nak-
ledifüiği oluyordu;
— Sandığın yanma yaklaşanlar ya hastalanıyor, ya
Sayıca az olan uzay dışı varlıklar, üstünlüklerini tek ölüyor veya çıban ve sivilceler döküyorlardı;
nolojik gösterilerle kanıtlamışlar, Mısır Ordusu'nu püskür — Sandığın içinde ne taşındığını hiç kimse bilmi
ten İsraillileri koruyan Ateş Direği ile sıcak gazları yakan yordu. Halkın tek bildiği, T a n r ı ' n m kendilerine yiyecek
ve yüksek sesler çıkaran geminin bazı ünitelerini kullan temin ettiği idi. Sandığın çevresini saran çadır bezi aynı
mışlardır: zamanda büyük bir sırrı da gizliyordu;
— Özel eğitim gören Levililer, koruyucu kıyafetleri
ile bakım hizmetlerini yerine getiriyor, fakat onlar bile ne
tür bir makine olduğunu bilemiyorlardı. Ruhbanların bile
öldükleri birtakım olayları göz ö n ü n d e bulundurarak,
makineden haklı olarak korkuyorlardı.
«Ahid Sandığı Davası» ile ilgili araştırmalarımızın ne
ticesinde bugün için söyleyebileceklerimiz bu kadardır.
Peki daha sonraları ne oldu?
Sandık ve gizemli muhtevasının başına neler geldi?
Nerede son buldu?
Varlığını hâlâ sürdürüyor mu?
O n u yeniden bulabilir miyiz? Nasıl bulabiliriz?
O boyut ve ağırlıktaki bir nesne, toz olup uçamaz ya.
İz sürmeye devam edelim.
'Çıkış'taki tanımlardan hareket edecek olursak, ma
kine, normal düzendeki hizmetini sürdürmüş, Vâdedilen
Ülke'ye gelinmesi ile, fonksiyonunu yitirmiştir. Süt ve bal
Musa, Ahid Sandığı ile karşı karşıya. a k a n pir beldede, aynı monoton menüye gerek yoktur.
20 21
Ne var ki,. ilk gelenlerin, yolculuklarında, kendilerine Bu nakliye sırasında bir başka h a r i k a d a h a yaşandı:
yiyecek sağlayan bir n m a k i n e getirdiklerine ilişkin dediko «Ve AUfe.va sandığını yeni bir arabaya koydular,
dular yayılır. Endüstri casusluğu başlamıştır. H e r h ü k ü m ve onu tepede olan Abinadab'ın evinden kaldırdılar;
dar bu yorulmak nedir bilmeyen makineye sahip olmak ve Abinadab'ın oğullan Uzza ve A h y o yeni arabayı
ister. İsrailoğulları'na galebe çalarak makineyi ele geçi sürüyorlardı; ve Ah. 4n sandığı ile beraber onu tepe
ren, ardından bir dizi belâya uğrayan Filistîler k o n u s u n a de olan Abinadab'ın evinden kaldırdılar, ve Ahyo
daha önce değinmiştik. sandığın ö n ü n d e y ü r ü y o r d u . . . V e N a k o n ' u n h a r m a n
yerine geldiler, ve Uzza A i k / a n sandığına elini uza
Beyt-şemeş'e ulaşan Sandığın kaderi ne gibi bir yol tıp tuttu; çünkü öküzler tökezlemişlerdi: ve Uzza'ya
izlemiştir? H i ç değilse 20 yıl boyunca bir b a r a k a d a mu karşı R A B M N öfkesi alevlendi; ve düşüncesizliği
hafaza edilmiştir: yüzünden All%r<. onu orada vurdu: O r a d a A l î y i m san
dığı yanında öldü.»
«Ve Kiryat-yearim ahalisi geldiler, ve . R A f t Ş İ N - Tevrat, I I . Samuel 6, 3-7 -
1
sandığını çıkardılar, ve onu tepede t >u A B İ N A D ^ B '
ın evinin içine götürdüler, ve B. \ j £ B İ N . sandığını M a k i n e ile ilgili araştırmalarımızda bir yeni belge
beklemek için oğlu Eleazar'ı takdii'ettiler. Ve vaki d a h a . Yirmi yıllık bir atâletten sonra yine elektro-şoklaç.
Oldu ki sandığın Kiryat-yearim'e konduğu günden üretiyor! Diğer bir deyişle, mini-reaktör h â l â enerji yay
sonra çok vakit geçti, ve yirmi yıl oldu; ve b ü t ü n İs m a y a devam ediyor. B u n d a n s o m a k i kovuşturmamız için
rail evi î t ' : Bİ ödediler.» son derece önemli bir nokta.
' • Tevrat, I. Samuel 7, 1-2 - Ufak tefek aksilikler atlatılır ve sandık ile muhtevası
güvenlik içinde Kudüs'e ulaşır. K r a l D a v u d Öylesine sevinir
Büyük ihtimalle, makine u z u n zamandır çalışmıyordu; ki, memnuniyetinden d a n s eder. B ü t ü n elbiselerini savurup
hiç kimse ilgilenmediğinden t a m a m e n unutulup gitmişti. atar ve a n a d a n doğma çırılçıplak kalır. Sahip olma duygu
Yaklaşık M . Ö . 1000 yıllarında yaşayan İsrail'in ilk sundan ötürü m ü d ü r bu sevinç? Yoksa, makinenin yeniden
kralı Saul, damadı Kral D a v u d ' a ( M . Ö . 1013-973), za faaliyete geçmesi için Yahova'ya yakaracak mıdır? H a l k ı
m a n ı n d a o denli ilgi toplayan aygıtı hatırlatan ve hatırlayan için kudret helvası mı isteyecektir?
ilk kişi oldu. Kral D a v u d ' u n Sandık ile ilgilenmeye b a ş Sandığa sahip olmaktan dolayı onur duymaktadır, fa
ladığı sıralarda, söz konusu nesne, hâlâ A b i n a d a b ' m ba k a t ne sarayına kor, ne de onun için bir t a p m a k yaptırır:
rakasında bulunuyordu. H e r n e k a d a r merakı uyandıysa
da, bu möfak, sandığı yeni yaptırdığı sarayın bir odasına «Ve Rj-i4|pN sandığını içeri getirdiler, ve o n u n
>> naklettirecek bir ölçüye varmadı. Belki de tüyleri d ö k e n için D a v u d ' u n kurmuş olduğu çadırın ortasındaki ve*
hastalıkların anısından ürkmüştü. Ya da bu ucubeye, özel rine onu koydular.»
bir oda açtıracak kadar ö n e m atfetmedi. Şöyle veya böyle, - Tevrat, I I . Samuel 6, 17 -
kayınpederini^'talimatına uyarak yanında 30.000 kişi ile
birlikte «A'lrthın sandığını Baale-yahuda'dan çıkarmak»
(T^evrat, I I . 'iamııel 6, 1) için harekete geçene k a d a r be Esrarengiz nesne, D a v u d ' u n halefi Kral Süleyman
lirli bir zaman gerekti. {ML.Ö. 965-926) yönetimine k a d a r bir kez d a h a suskunluk
23
22
dönemine girdi. Kral Süleyman, Kutsalların Kutsah'ıu Ta- — Muhtemelen, dünya dışı varlıklar ortadan kaybol
p m a k ' t a özel olarak korunan bir odaya yerleştirdi. B u r a d a , muşlardır.
tam 3 0 0 yıl boyunca İsrail Krallığı'nın savaş ve felâketle
rinden etkilenmeden kaldı. Bu d ö n e m zarfında çapulcular
4 kez a l t o ve mücevher gibi kıymetli birtakım eşyaları Yeni izimizi sürmeye koyulalım.
yağmaladtlarsa da, sandığa dokunulmadı. En azından ka Peygamber Yeremya (M.Ö. 627-585) ve çağdaşı H e -
yıtlarda bu k o n u d a bir bilgiye rastlanılmadı. Anlaşılan zekiel dönemlerinde, dünya dışı varlıklar birdenbire yeni
çapulcular ziynet ve mücevherat ile daha fazla ilgilen den arzı endam ediverirler. Yeremya'dan, hâlâ tehlikeli bir
mişlerdi. Sandığın varlığından haberdar değiller miydi? biçimde radyoaktif tehlike barındıran aygıttan kurtulma
Esrarengiz muhtevasından mı korkmuşlardı? İsrailliler, çöl sını isterler.
serüveninin bu paha biçilmez armağanını gizlemişler miy Eski Ahid'in büyük peygamberlerinden biri olan Ye
di? Nerede olduğunu bilen yok muydu? A c a b a bu yüzden remya, huzursuz bir karakter çizer. K u d ü s ' ü n kuzeyinde
mi izleri yok olmuştu? Tevrat'ın bir başka bölümünden, Küçük Anatotta kentinde yetişmiş, putperestlere karşı sert
artık p e k fazla önem atfedilmediği sonucunu çıkartabiliriz: liği ve her türlü ahlâksızlığa karşı katı tavırları ile çağdaş
larına oldukça sevimsiz bir portre sunmuştur. Diğer bir d e
«Mukaddes sandığı İsrail Kralı D a v u d ' u n oğlu Sü yimle, herkesin kendi iç dünyasını seyrettiği birer ayna
leyman'ın yapmış olduğu eve koyun; artık sizin omuz vermiştir insanlarına. Diğer peybamberler gibi, o da, yı
larınızda yük olmayacaktır.» kılışını kehânet eder. Yahuda Kralı Yehoyakim'in ( M . Ö .
-Tevrat, I I . Tarihler 35.3 - 608-598), Yeremya'nın sözlerinden pek hoşlanmamasını,
olağan karşılamak gerekir. Yine de bu durum karşısında
Tahminlere göre, Sandık, Kudüs'ün tahribatı sırasın gerilememiştir. Yönetiminin ilk yıllarında tapınağının ka
da (M.Ö. 586) kaybolmuştur; Soruşturma ne k a d a r zor- pısında zehir-zemberek bir konuşma yapar. Herkese öyle
laşırsa zorlaşsm yolumuza devam edeceğiz. M ü c a d e l e d e n sine ters düşer ki, hasımları onu ebediyyen susturabilmek
bu kadar çabuk vazgeçecek değiliz. için tuzaklar kurarlar.
Bütün bu entrikalar arasında, kurnaz Yeremya'nın
aklına parlak bir fikir gelir. M . Ö . 605 yılında, öğrencisi
Fakat, öncelikle ikinci bir durum-fespit raporu hazır Baruk'tan sözlerini yazmasını ve yaymasını ister. Bir yıl
layalım: sonra, bir dinsel bayram sırasında, Baruk, tapınakta top
— Makine, artık «kudret helvası» üretmemektedir. lanmış bulunan cemaate. Yeremya'nın sözlerini okur. G ö
.. — .Nasıl çalıştığını bilen yoktur. revliler galeyana gelir ve Kral Yehoyakim'e karşı bir is
— U z u n bir süre âtıl kaldığı halde, mini-reaktör hâ yan tertiplemekle itham ederler. B a r u k ' u n elindeki tomarı
lâ işlemektedir. Meydana getirdiği elektrik gücü, sandığa alır ve Kral'a iletirler. Kral da aynı şekilde öfkeye kapılır,
dokunan Uzza'yı öldürmeye yetecek k a d a r yüksektir. tomarı bıçakla dağlar ve parçaları ateşe atar.
— Üç kral; Saul, Davud ve Süleyman Sandıktan O andan itibaren Yeremya ve Baruk, bir çeşit ca
ürkmekte ve onu gizli tutmaktadırlar. susluk faaliyetlerine karışacaklardır.
— Z a m a n ı n akışı içinde, sandık, çöl yolculuğu b o Peygamberler, kendilerini t a m e m e n dini konulara
yunca taşıdığı espriyi ve dinsel önemini yitirmiştir. adayamaz olmuşlardır.
24
Z a m a n l a birer demagog ve politikacı kesilirler. Konuş bir de genç H a b e ş vardır. Ebedmelek, h ü k ü m d a r ı n üzerin
tukları zaman, hedefleri güncel politik çıkarlarıdır. Öylesine deki nüfuzunu kullanarak açlıktan ölme ve d o n m a tehlikesi
ustalaşırlar ki, kitleleri nasıl ve ne yöne kanalize edebile ile karşı karşıya bulunan peygamberi zindandan kurtarır.( 9 )
ceklerinden emin hâle gelirler. Kral Yehoyakim ve K r a l Kudüs de fâzla dayanmaz. Babilliler, şehrin surlarım
Tsedekiya, Mısır vasalları görünümündedirler. Yeremya aşarlar; Kral tutsak alınır ve gözleri kör edilir. On bin İs
ise d a h a ziyade Kaide (Babil) tarafını tutar ve Mısır aleyh railli sürgüne yollanır.
tarıdır. Yehoyakim ve Tsedekiya putperest geleneklerine «...bütün ordu komutanları ve eli silah tutan erkek
izin verirler ve bu tür adetler İsrail'de yaygınlaşır. Yeremya ler, çilingirler ve demirciler... yalnızca önemsizler geride
bu ahlâksızlıklara karşı büyük infial gösterir. İsrail kavmi kaldı. Tapınak ve kraliyet sarayının hazineleri de Babil'e
o sıralarda haraca bağlanmış olduğundan, isyana teşvik için taşındı. Süleyman'ın alım kapları tapmağın içinde parça
uygun bir ortam söz konusudur. İsrail Kralı, çözümü Mısır' landı.» ( 10 >
la anlaşmakta bulur ve tazminat ödentilerini savsaklar. Sonunda Yeremya yeniden özgürlüğüne kavuşmuştur!
Kaide Kralı II. Nabukadnezar (M.Ö. 605-562) du Ne var ki, soru işareti yerli yerinde durmaktadır: Ahid
r u m a müdahale eder ve Suriye'den bir ordu göndererek Sandığı nerededir? Bu tür cinayet davalarında çözüme ulaş
M . Ö . 597 yılında Kudüs'ü ele geçirir. m a k zordur. Doğru yolu bulabilmek için birçok iz sürmek
gerekir. Biz de, her ne kadar dolambaçlı yollar izlesek de,
süper makinenin peşinden ayrılmamalıyız.
Bu darboğazda, Tsedekia, nefret ettiği Yeremya'ya bir Z a m a n içinde bir sıçrama yapalım.
elçi yollar. Anında, sihirli bir el değmişçesine, bir Mısır
Ordusu devreye giriverir. Babilliler, hem. İsrail h e m Mısır
olmak üzere, iki ateş arasında kalırlar. Yüzeysel olarak, Ye- Kudüs, Bâbil Kralı Nabukadnezar tarafından M . Ö .
remya'nm kehâneti boşa çıkmış gibi gözükürse de, bir süre 597 tarihinde ele geçirilir. Oğlu Belşazzar, M . Ö . altıncı
sonra, olayların akışı kehâneti doğrular. Babilliler, Mısır yüzyıl ortalarında h ü k ü m sürer. D e r k e n esrarengiz bir olay
O r d u s u ' n u kesin bir yenilgiye uğratarak yeniden Mısır'a meydana gelir.
dönerler. Kral Belşazzar, büyük bir tören için bin kadar k o n u k
Tarihin hiçbir döneminde hiçbir yönetici, haricîlerin davet etmiştir. İçkili kafayla, babasının Kudüs'ten getirdiği
galebe çalışından bu denli mutluluk duymamıştır. Cezalan altın ve gümüş kapların doldurularak salona getirilmesini'
dırma yöntemleri farklılaşmış, fakat ortadan kalkmamıştır. emreder ve bu buyruğu coşkuyla karşılanır. Tatlı şarabın
Ya kendileri gözden düşer, ya da itibarları lekelenir. Yerem- da etkisiyle, şamatacı konuklar, kutsal nesnelere el atarlar.
ya ? nın saraydaki hasımları, Tsedekia'yı nihâî darbeyi vur Doğrusu, harika bir fikir ortaya koymuştur şu Belşaz
ması için ikna ederler. Kral, peygamber politikacıyı tavanı zar!
zehirli çamurla kaplı bir zindana atar. Başa belâ pey Bütün bu âlemin ortasında, birden tüyler ürpertici bir
gamber, orada açlıktan ölmeye terk edilir. sahne yaşanır. Salonun puslu karanlığının arasından bir
H e r güzel cinayet hikâyesinde «kahraman», son a n d a p a r m a k belirir ve duvara şöyle yazar:
ve beklenmedik bir biçimde kurtarılır. Yeremya da talihli
dir bu k o n u d a ! «Şarap içtiler, ve altın, ve gümüş, tunç, demir, ağaç,
Tsedekia'nın danışmanları arasında Ebedmelek adlı ve taş ilahlara hamdettiler.
26 27
H e m e n o saat, bir insan elinin parmakları göründü,
geçmesi söz konusu değildir. F a k a t , yine de hiçbir iz bı
ve şamdanın karşısında kral sarayının duvar sıvası rakmaksızın sırra kadem basar. Din müessesesince mesrû
üzerine yazdı; ve kral yazan bu elin ayasını gördü. kabul e d i l m i ş ^ ) metinlerde b u n d a n fazlası söylenmemiş
O zaman kralın benzi değişti, ve düşünceleri kendi tir.
sini üzdü; ve belinin oynak yerleri çözüldü, ve dizleri
birbirine çarptı. Falcıları, Kildanîleri, ve büyücüleri
getirsinler diye, Kral yüksek sesle bağırdı... Ve çi
K o n u iie ilgili yegâne atıfları, gizli tutulan Apokrifa
zilen yazı şudur: M E N E , M E N E , T E K E L , U F A R -
metinlerinde buluyoruz. Apokrifa, Hıristiyanlarca Eski
SİN (sayıldı, tartıldı ve eksik b u l u n d u ) . . . Kildanî
Ahid'in parçası olarak kabul edilmemekle birlikle, resini
Kralı Belşazzar, o gece öldürüldü.»
akış ve içerik olarak diğer Ahid bölümlerine uygundur.
- Tevrat, Daniel 5, 4-7 ve 25-30 -
. Apokrifa'ya dahil bulunan «Makkabi'nin İkinci Kita
b ı n d a şunları okuyoruz:
Bütün bu sahnelerden çıkarabileceğimiz yegâne so
nuç, t a p m a k t a n getirilen kapların, büyülü olduğudur. Ahid
«Ve aynı yazıda denir ki, peygamber, Tanrı tara
Sandığı'ndan söz edilmemektedir.
fından uyarılmış olarak, çadıra ve sandığa kendisiyle
. gelmelerini — M u s a ' n ı n tırmanıp ela T a n n ' n ı n mirası
nı gördüğü d a ğ a — emreder. Ve Yeremya oraya git
Biz yeniden Yeremya'ya dönelim ve bu noktadaki
tiğinde bir mağara kovuğu bulur; Çadırı, sandığı, bu
bir tuhaflığın üzerine eğilelim. Yazıcısı Baruk tarafından
hurdanlık mezbahını içeri kor ve kapıda durur. Kendi
naklonulduğuna göre, Üstad'ı, Arş-ı Alâ'nın bir meleği ta
sine eşlik eden bazı kişiler yolu işaretlemeye heves
rafından, Bâbil Ordusu'nun katliamı ile ilgili olarak ha
ederlerse de, sonuç alamazlar. D u t u m u sezen Yerem
berdar edilmiştir. Büyük ihtimalle", olacakları peşinen bi
ya, onları şöylece azarlar: 'Tanrı'nm halkım yeniden
len bu melek, Yeremya'yı, T a n r ı tarafından Musa'ya ve
bir araya toplayacağı ve onlara mağfiret ifnan eyle
rilmiş olan k a p l a n , ergeç saldırıda bulunacak olan Bâbil-
yeceği yer olarak bilinsin.»
lilerden saklaması için uyarıda bulunmuştur. Diğer bir de
- Apokrifa, II. Makkabiler, 2, 4-7 -
yimle, melek Belşazzar'ın d a h a sonra getirttiği kap, tepsi,
kadeh ve lambalarla değil de, M u s a ' n ı n yolculuğu sıra
Mişna'da ise (Mişııa, T a l m u d ' u n bir parçası olup,
sında yanında taşıdıklarıyla ilgilenmiştir. Hiç şüphesiz,
sözlü yasaları sistemleştirir) bir ruhban kişinin Kudüs dı
içindeki «Kudret Helvası Makinesi» ile birlikte, Ahid
şında sandığı ararken iri bir kaya bulduğu, fakat işin ay
Sandığı da bunların arasında idi.
rıntılarına giremeden garip bir hastalığa yakalanarak öl
düğünden söz edilir:
30 31
Bu konuların eserde yer alması, İ s a ' n ı n d o ğ u m u n d a n önce
İz bizi nerelere sürükleyecek? yazıldığı için, imkânsızdır. İsa'dan önce 965-926 yılları aı .ı
Habeş Ebedmelek'in, Sandığın gece gezintisine ta smda yaşamış olan Kral Süleyman, İsa, çarmıha gerilme
nıklık ettiğini unutmuş değilim. Vatanına döndüğü za ve yeniden diriliş h a k k ı n d a nasıl söz söylesin?
man, bu harika makine hakkında konuşmuş olabilir mi? En iyisi, Sandığın İsa öncesine d a y a n a n izini bulabil
İz bulma umudunu tamamen yitirse bile, bir suçbilim- mek için, İsevî eklentileri atlamak yerinde olacak. K e b r a
ci havlu atmaz. Uzun bir zaman, Habeşlerin yazılı gele Nagast'ın d a h a ilk girişinde bile, Sandıkla ilgili bir refe
nekleri üzerine eğildim. «Kralların Haşmeti» ya da «Kral rans var:
ların Sânı» anlamlarına gelen «Kebra Nagast» destanının
«Kurtların kemiremeyeceği cinsten, ağaçtan bir San
varlığından haberdardım. Dünyamızın bize ait olan kesi
dık yapın ve içini saf altınla doldurun. İçine Yasa
minde bu destanı bilen yok gibidir. Habeşçe orijinalin Al
K e l â m ı m k o y u n ki, benim bizzat parmaklarımla yaz
manca bir kopyasını bulabilmek, doğrusu hiç de kolay ol
dığım ahid o l s u n . . . O n u n içindeki semavî ve manevî
madı.
(aslolan) çeşitli renklerdedir, işlenmesi harikuladedir,
Şükürler olsun ki, bir adet mevcuttu. Bavycra Dev yeşim taşına, k ö p ü k taşına, topaza, yemen taşma,
let İlimler Akademisi'ne bu konuda teşekkür borçluyuz. kristale ve ışığa benzer; nazarı, cebren hapseder, aklı
Vakti zamanında ünlü Asurolog Cari C.A. Bezold'a (1859- şaşırtır, hayrete düşürür. Sanat erbabının, insanoğ
1922) bir burs tahsis ederek, Berlin-Londra-Oxford ve Pa- lunun elinden değil, tanrının zekâsından çıkmıştır. O,
ris'teki( 1 6 ) manuskrilerden oluşan bu bilinmeyen eserin gün bizzat kendisi — kendi meskeni için yaratmıştır...
ışığına çıkmasını sağlamışlardır. ve içinde bir gomor (muhtemelen üç litrelik eski İb
rani ölçüsü olan Ö m e r ile aynı şey) ölçeklik, gök
yüzünden inen kudret helvası var; ve üzerine değen
Kebra_ Nagast'm tam olarak ne zaman yazılmış oldu
H a r u n ' u n Asası ile h i ç kimse içine sü dökmemiş,
ğunu söyleyememekteyiz. Bezold'un Almanca çevirisi, İs-
hiç kimse iki parçaya ayırmamış; ve üç asadan tek
hak ve Yemharana-Ab adlı iki Arabın M.S. 4 0 9 yıllarında
bir asa teşekkül etmiştir.»
Habeşçeden Arapçaya yaptıkları tercümeye dayanmakta
dır. M . Ö . 850 yılları akla gelen bir ihtimaldir. Çevirmen - K e b r a Nagast, Bölüm 17 -
ler, giriş bölümünde şunları yazmışlardır: Habeşlerin, o günlerde, h a k k ı n d a hiçbir bilgi sahibi
olmadıkları bir aygıt için oldukça m a k û l bir tanımlama.
«Bu eseri bir Kıptî kitabından Arapçaya çevirdik... Kelime hazinelerinden olabildiğince zekîce seçimler yap
« Rahmet'in 409'uncu yılında, Habeş Ülkesinde, La- mışlar. Hezekiel de T a n r ı ' a m ihtişamı için safir - kristal
libala adı verilen Kral G a b r a MaskaFın günlerinde, ve değerli taşlardan hareket etmiştir. E n o k da, y a n ger-
İyi Piskopos Abba George'in günlerinde... Aciz hiz çeküstücü bir tavırla, dünya dışı varlıkların başkanını
metkârınız olan bendeniz İshak için dua edin ve ifa şöylece tanımlamıştır: «Bedeni safir, suratı zeberced tası
de kusurlarımı mazur görün.» gibi... tasviri imkânsız bir ışık ve ışıkta şekiller vardı...»
İşte İbrahim'in Vahyinde bulduklarımız. H e r iki imaj da
Bizler de, orijinal Kebrn Nagast ile hiçbir ilgisi olma ne kadar birbirlerini andırıyor!
yan. Hıristiyanlık doktrinleri ve İsa'nın yeniden gelişine
ilişkin sokuşturmaları için, zavallı İshak'ı mazur görelim.
tanrıların ayak izleri
33/3
Kebra Nagast* ta Ahid Sandığı ile ilgili olarak geçen da da konukseverliğinin zirvesine çıkmıştır. Kebra N a g a s f
eu önemli n o k t a . Sandığın içinde insan elinden çıkmamış taki listeye bir göz atalım:
tm nesneden ilk kez söz edilmesidir.
K c b i a ıNagast, ayrıntılı vc renkli Lir lıilsi v e r h o r , « O . . . ona, harikulade zenginliklerinden ve kıyafetle
Habeş Kraliçesi Makeda. çezginei Hr tacilden, İsrail K r a h rinden, her ne diledi ise v e r d i . . . Öyle ki, Habeşis
bulevman in zarif bir insan olduğunu vc muhteşem bir tan'da bunlar için yeni bir hazine açıldı, altı bin ci
ki'oilıgı vönettigim ugrenivoı. Kraliçe M a k e d a . İsraillilerin varında deve ve araba, ağızlarına k a d a r yüklendi ve
ı.mı IM ve halkına volinle o L ı u k ihsan c t ligi esrarengiz san çöle doğru yola çıktı... ve bir de, Tanrı'tun bahsettiği
dıktan Ja haberdnr oluyor bilgelikle Süleyman tarafından yapılan ve kişinin ha
Bu haberden esinlenen M a k e d a , komşu ülke kralım vada uçmasını sağlayan bir de gemi armağan edildi.»
i) ai ct etmeyi arzuluyor Masrafları dikkate almadan özen -Kebra Nagast, Bölüm 30 -
il hazırlanıyor, 797 deve yükleniyor. Sayısız eşek ve katırla
üülikte 3 0 0 de yardakçı alıyor. Bu metni iki kez okumalı. M a k e d a ' n ı n Habeşistan'a
götürdükleri arasında develer, arabalarla birlikte, bir de
havada u ç a n a r a ç varl Tarihçiler kesin ayırımı yapmışlar,
5ö>lentilere göre, Musa Şeriatına hiç de uygun düşme arabalardan bir çeşidi karada, biri ise havada gidiyor.
yecek kadar hızlı bir playboy ve kadın düşkünü olan Bilge Doğrusu şaşırtıcı bir tipmiş şu Süleyman. Garajında her t ü r
Süleyman, yalnızca kendi ülkesinin kadınları ile yetinmi lü araba varmış!
yor ve sınırlarının ötesinden de gönül eğlenceleri buluyor
Ve kaçınılmaz şey gerçekleşir.
du. Bu nedenle, Habeş Kraliçesi'nin o n u r u n a böylesine
görkemli bir şölen vermesi doğal olsa gerektir; Geri d ö n ü ş ü n d e n tam dokuz ay ve de beş gün s o m a ,
Kraliçe, bir oğlan çocuk' doğurur ve «3ayna-lehkem» adı
«Süleyman, O n a büyük değer verdi ve kendi sarayının nı verir. (Bakın, k o n u n u n neresinden neresine geliyoruz.
yanında bir konaklama yeri tahsis etti. G ü n d ü z ve Fonetik açıdan Bayna-lehkem, Ebed-melek bileşimine çok
akşam yemekleri için her seferinde, on beş ölçek yakındır. K o n u ş m a dilinde, sesli ve sessiz harfler kaymıştır.
'kori' (364 litrelik eski İbrani ölçüsü) saf beyaz Kronolojik açıdan ise, Süleyman dönemi, Yeremya ve
unla pişmiş zeytinyağı ve etsuyu ile soslanmış ek Ebedmelek'ten dörtyüz yıl k a d a r gerilere dayandığından,
mekle, 30 ölçek 'kori' 3 5 0 kişilik pide, yeterli sayı bu yaklaşım anlamsız gözükmektedir. Fakat, tarihçilerin,
isimleri karıştırma gibi hatalarına rastlanmıştır. H e r ne ise,
da tabak-çanak, on öküz, beş boğa, sayısız geyik, ka-
bu yalnızca bir saplamadır.)
j a c a , oğlak, elli koyun, yağlı kümes hayvanları, alt
mış gerrat ölçeklik bir teneke şarap ile, 30 ölçeklik
eski şarap gönderdi... Ve h e r gün, görenlerin göz
lerini büyüleyen muhteşem elbiselere garketti.» Fırtınalı aşkın meyvesi Bayna-lehkem, bütün sanat
- K e b r a Nagast, B ö l ü m 23 - larda eğitim görür, her tür silah kullanımında ustalaşır ve
22 yaşma bastığında, o da, babasmı görmek üzere K u d ü s ' e
Bilge Süleyman'ın sonu gelmez harcamaları ( ! ) . . . gider:
Kraliçeyi adeta resmî bir yoldan ayartan kral, uğurlama-
34 35
«Genç Bayna-lehkem zarifti, ve bütün vücudu ve hat
ları, omuzlarının duruşu, babası Kral Süleyman'mki üzerinde k a r a r kılarlar. Kralın oğlu sıfatı ile Bayna-leh
gibiydi; ve gözleri, a y a k l a n ve yürüyüşü K r a l Süley kem, güvenilir bir kişi d u r u m u n d a d ı r . Ve m a h r e m yerlere
m a n ' a benziyordu.» girebilir. Bu ayrıcalığından yararlanarak, Sandığın m u
-Kebra Nagast, Bölüm 32 - hafaza edildiği odaya girerek, inceden inceye ölçü ala
caktır. D a h a sonra da adamları şehirdeki değişik m a r a n
Bu ziyarete son derece sevinen Süleyman, oğlunu ar gozlara sandığın muhtelif parçalarını sipariş edeceklerdir.
mağanlara boğar. Ne var ki, Bayna-lehkem, oldukça açık
gözdür! «Ve ben, parçalar birbirine eklenmeden, çatıyı alaca
ğım ve onları bir araya getireceğim, (daha s o m a ) Si
yon meskeninin (sandık) altına yerleştirecek ve Siyon
Bu armağanlardan hiçbiri onu sevindirmez. Gizli bir örtüleri ile saracağım, ve Siyonu alacak, toprakta de
niyeti vardır. Ahid Sandığı'nı istemektedir! rin bir çukur kazacağım ve Siyon'u — y o l a çıkana
Babası Süleyman'a Sandığı annesine götürmek iste ve yanımıza alana k a d a r — b u r a y a yerleştireceğim.»
diğini söyler. Ç ü n k ü , her k i m o n a sahip olursa, Kadir-i -Kebra Nagast, B ö l ü m 45 -
Mutlak tarafından korunmaktadır.
Süleyman, önce biraz telâşlanırsa da, işi velveleye
vermez. M u s a ' d a n kalan bu p a h a biçilmez nesne, tapma Basit, fakat ustaca bir plan.
ğın özel bir odasmda muhafaza ^edilmekte ve yanına yal Marangozlar, Sandığm orijinaline uygun renk ve ağaç
nızca seçkin ruhbanlar girebilmektedir. Kralın açısından, tan ısmarlanan bölümleri hazır edince, Bayna-lehkem, bir
artık bir esprisi kalmadığı söylenebilir. H a t t a , M a k e d a ' n ı n gece yarısı t a p m a ğ a girer, adamlarının da kendisini izle
sarayına göndererek h e m k o r u m u ş h e m de geçirdikleri yebilmeleri için kapıyı aralık bırakır. M u s a ' n ı n Sandığı'nı
mutlu saatleri hatırlatmış olacaktır. Bundan da öte, San eski kumaşlarla örterek, Kudüs dışına Habeşlerin konak
dığın muhafazasını bir başkasına devretmek de, hakkı ol l a m a m e k â n ı n a taşır ve gömerler. Taklit parçalar birleş
tirilir ve odaya yerleştirilir. Hiç kimse aradaki farkı sez-
malıdır.
meyecektir:
Sandık, o ana dek, özel tedbirler alınmadan nakle
dilmiş değildir. -
«Doğrudan yöneldi ve ihvanını, üç adamı uyandırdı,
Süleyman da, iki a n a n o k t a belirler:
p a r ç a l a n alarak Tanrı'nın Evi'ne gittiler — v e bü
— M u t l a k bir gizliliğe riayet edilecek;
tün kapıları açık buldular, dışarı açılan ikisini de,
«— Ve bu nakil, resmî açıdan kendi bilgi ve iradesi
içeridekileri d e — . Siyon'u, T a n r ı ' n m Yasası'nm T a p ı
dışında gerçekleşmiş olacaktır.
n a ğ ı n d a n ve beraberlerinde alıp götürdüler... Ve
Bu ikisi de doğaldır. Halkın, Kralın Sandığı elinden dördü Siyon'u taşıdılar, Azaryas'ın evine getirdiler,
çıkardığını duyması hâlinde, isyan etmesi gayetle olağan yeniden T a n r ı ' n ı n Evi'ne döndüler, parçaları yerine
karşılanabilecek bir d u r u m d u r . yerleştirip, Siyon örtüleriyle örttüler ve kapıları ka
Bayna-lehkem, b a b a s m d a n bilgelik, annesinden ise pattılar.»
kurnazlık almıştır. Sırdaşlarına, söz konusu gerekleri na
- K e b r a Nagast, 4 8 . B ö l ü m -
sıl yerine getirebileceklerini danışır. Belirli bir k o m p l o
36
37
Bir hafta k a d a r sonra, Habeşler, kamplarım söktüler. D a h a taze bir r a p o r a ihtiyacımız var.
Kudüs'te bir tek kişi bile Sandığın başına gelenlerden ha — Süleyman'ın H a b e ş Kralı'na verdiği çeşitli arma
berdar olmamıştı. Bu bile artık Kudret Helvası üretmeyen ğanların arasında bir de havada u ç a n araba mevcuttur.
aracın, İsraillileri p e k ilgilendirmediğinin bir başka kanıtı — Süleyman'ın gizliden onayı ile Kralın Oğlu, San
dır. dığı Kudüs'ten kaçırmıştır.
Sandık, bir hafta kadar şehrin dışında saklanmış,
«Ve veda ettiler (krala) ve ayrıldılar. İlk iş olarak Si- d a h a sonra bir arabaya yüklenerek, üstü, eski-püskü bez
yon'u çıkarıp bir arabaya yüklediler, değersiz ve eski lerle örtülmüştür.
püskü bezlerle, her çeşit kumaşlarla gizlediler. B ü t ü n — K u d ü s dışına çıkılır çıkılmaz, Sandık yeni bir
arabalar yüklenmişti, kervanın ustaları uyandırıldı, arabaya nakledilmiştir. Bu araba, belirli bir miktar hava
b o r u üflendi, şehir heyecana kapıldı, gençler yüksek lanarak yolculuk etmiştir. Atlar, develer ve katırlar da göz
sesle bağrıştılar.» önüne alınırsa, bu araba, inanılmayacak kadar geniş biı
- K e b r a Nagast, Bölüm 50 - yüzeye sahip olmalıdır. Çünkü kervanda daha birçok ara
ba bulunmuş olmakla birlikte, tarih kayıtçıları, yalnızca
bir tek arabadan söz etmişlerdir.
Kudüs'ten uzaklaşınca kendilerini güvende hisseden — Kralın oğlu. planında her şeyi düşünmüştür. Ba
Habeşler, Ahid Sandığı'nı yeni bir arabaya naklettiler. Ve basının annesine verdiği uçan arabaya binerek, K u d ü s dışı
olağanüstü olgular dizisi bir kez daha başgösterdi. Z â t e n na çıkıp arabayı bırakmış, sıradan bir gezginci gibi, yayan
şimdiye kadar, m a h u d Sandığın bir kez bile olaysız yolculu geri dönmüştür. Sandığı çalmış ve uçan arabaya yüklemiş
ğuna tanık olmuş değiliz: tir. Bu arabanın uçuş hızına, kovalayacak olanların yeti
şebilmelerine imkân yoktur.
«Başmelek Mikail ö n d e n yürüyordu... ve kendisini Bu varsayımlar, kayıtlarla güç kazanmaktadır.
bir bulut şeklinde üzerlerine yayarak, güneşin yakıcı Kudüs'teki tapmağın ruhbanları, hırsızlığın iarkınn
lığından koruyordu. H i ç kimse arabayı çekmiyor. varır ve d u r u m u Kral Süleyman'a bildiriıieı. O c i k i l n ı e ü e n ,
Mikail bizzat kendisi, vagonlarla yürüyordu ve ister asker toplayıp Habeşlerin peşine düşmesi i^in ısrar «derici.
insan, ister at, koyun, yüklü deve olsun; her canlı. Süleyman, bu isteklerini kıramaz. tabii oğlunun bu iıır-
bir gez kadar yerden yükseltilmişti. H a y v a n sırtında sızılğın içinde bulunduğunu da kabul etmek isteme/..
gidenler de, eğerleri üzerinde birer karış havalanmış- Süleyman'ın hızlı atlıları bile Habeşîcrın izlerin*: y e
J a r d ı . . . ve hayvanların sırtlarına yüklenmiş her türlü tişemez. Mısır'a uçtukları için, bunda jajilacak bir şe\
eşya da aynı şekildeydi... A r a b a d a yolculuk eden yoktur. Mısırlılar. İsrail kesil' birliklerine şu açıklam^dn l ^
herkes de, rüzgârın önünde savrulan deniz ortasındaki îunurlar:
gemiler gibiydiler... ve gövdesi rüzgârla kayıp giden
kartal gibiydiler. Böylece yolculuk ettiler; ö n d e ya Vc Mısırın adamları onUra dediler kı « b i r k u , gai,
da geride kimse yoktu, sağdan veya soldan taciz edil ''>nce Habeşistan: dan beiirli adamlar buradan geçti
mediler.» Icı•; ve onlar melekler gibi dört tekerlekli bir arabada
yolculuk ediyorlardı, .e oitiur gökyüzünün Uu falla
-Kebra Nagast, B ö l ü m 52 -
rından daha çabuktular.
7«)
38
Ve şehirler ve kasabadakiler bu insanların Mısır ül değildi artık. K e n d i halinde krallar bile birden İsrail'e
kesine gelişlerine şahit oldular, ki tanrılarımız ve saldıracak kadar arslan kesildiler. Süleyman'ın, Sandığın ba
kralın tanrıları aşağı düştü ve parçalara bölündü ve şına gelenlerin gizli tutulmasına ilişkin buyruğu da, za
mabutların kuleleri de aynı şekilde tuzla buz oldu.» manla halk arasında duyuldu:
- Kebra Nagast, 58. ve 59. Bölümler -
«Ve Süleyman cevap verip onlara dedi: 'Artık konuş
Son derece dikkate değer bir durum. maya bir son verin, Sizler. Verin ki, sünnetsizler
U ç a n bir araba, kuleler yıkıyor... Üzerinde atlar, bi övünüp de, 'debdebeleri geçti, T a n r ı onları terk etti'
niciler ve develer için bile yer var... Doğu hayalciliğinin demesinler. Yabancılara açılmayın. Bu tahtaları bir
aşırı bir örneği mi? Devasa uçan cisimlere H i n t destanları leştirdim. Altınla kaplayıp Sandığa benzetelim. Yasa
Mahabharata ve Ramayana'da rastlanır. Bunlardan biri Kitabını da içine koyalım.»
de, tanrılar tarafından bırakılmış olup, 'tapınak kadar bü - K e b r a Nagast, Bölüm 62 -
yük ve beş kat yüksekliğindedir.' Ramayana, dağları tit
reten, gökgürültüleri çıkaran, ağaçları, çayırlan ve evlerin Süleyman, "hırsızlığı örtbas edebilmek için, sahte san
damlarını kavurarak uçan cisimlerden söz eder. Mısır kay dığın gerçek sembollerle süslenmesini emretmek zorunda
naklı bu korku hikâyesinin gerçekliğini kabul etmeliyiz. kalır. Fakat, sonu yaklaşmıştır. K e b r a Nagast'tan 11 yıl
K r a l Süleyman işi bu kadarla bırakmamıştır. Bir grup d a h a yaşadığını, ne var ki T a n r ı ' d a n yüz çevirerek kendini
seçkin askerin başına geçerek, olaya doğrudan katılmış, muhteris aşk ilişkilerine verdiğini öğreniyoruz. Bayna-leh
oğlu Bayna-lehkem'in ne z a m a n geçtiğini sorduğunda, Mı kem'in tasarrufuna geçen Sandık, d a h a sonra ne olmuş
sırlılardan şu karşılığı almıştır: tur?
40 41
ve yüzleri ile toprağa kapandılar ve Tanrı'ya bütün leneklere göre u ç a n bir makine ile buraya bizzat gelmiş
kalbleriyle şükranlarını sundular.» ve tapmağın yapımına nezaret etmiştir.»
- Kebra Nagast, B ö l ü m 53 - O zaman için, bu sözlerin bir tekine bile inanmamış,
fakat dindar bir Müslüman olan profesörü rahatsız et
Anne Makeda. tacını, b u n d a n böyle Kral Menelik ola memek için, şüphelerimi açığa vurmamıştım.
rak bilinecek olan başarılı oğluna devretti. Menelik, yeni Kebra Nagast'ı okuduğum günden beri, Kral Bilge Sü
Habeş Hanedanı'nın kurucusu oldu. leyman'ın dünyanın dört bir tarafına uçmuş olabileceğine
1955 tarihli Habeş A n a y a s a s ı n ı n ikinci maddesin inanıyorum. Eski Ahid'de, Süleyman'ın hiç durmaksızın
d e ^ 7 ) şöyle deniyordu: vurgulanan bilgeliği, belki de teknolojik bilgisinden ileri
geliyordu.
«Kraliyet Asaleti, ebediyyen aynı aile ağacından H a Ne yazık ki. b u n u n ne tür bir uçan makine olduğunu
beşistan ve Şeba Kraliçesi ile Kudüs Kralı Süley bilmiyoruz ve bilemeyeceğiz de. Tufan öncesi peygamber
m a n ' ı n oğulları Kral I. Menelik'in soyundan gele lerinden E n o k ' u n sözünü ettiği Gökyüzü'nün Oğulları, ge
cektir.» rilerinde bir yolcu gemisi mi bıraktılar?
Ve bu garabetin nasıl çalıştığını bilen, gizli bir teknik-
Habeşistan Negüs'ü, Etyopya İmparatoru Haile Selâ- lonca, özel eğitim görmüş bir tarikat mı vardı? Cevaplan
siye 1974'de sürgüne gönderilen sülâlesini Menelik'e ka ması imkân dışı koskocaman sorular. Kebra-Nagast'a da
dar uzatıyordu. Habeş hükümdarları kendilerine bazen yanarak emin olabildiğimiz tek nokta, Süleyman'ın H a b e ş
kral, bazen imparator, kimi zaman da Kralların Kralı adını Kraliçesine «uçan bir makine» armağan ettiği ve bu nes
veriyor; Ahid Sandığı sayesinde Kudretli T a n r ı ' n m himâ nenin daha sonra Ahid Sandığı hırsızlığında önemli bir rol
yesi altında diğer bütün yöneticilerin üzerinde olduklarına oynadığıdır.
inanıyorlardı.
42 43
bin öküa ve boğa kestiler. Ve Siyon'u (sandık)
D a b r a m a k e d a Kalesi'ne yerleştirdiler, ve Siyon'u
beklemek için üç yüz kılıçlı muhafız diktiler.»
• K e b r a Nagast, Bölüm 85 -
46 47
ş ü p ölmekte ya da ciddi şekilde hastalanmaktadırlar. G ü
neş ışınlarının yansıtılması bu denli etkin olamaz. İsrail'de, Ü r d ü n ve/veya Habeşistan'da yapılacak bu
Aygıtın enerji üreten bölümü, oldukça k ü ç ü k olmalı tür araştırmalara, dinsel ve siyasal bir muhalefetin tepki
dır. Bugün kullanılan cinsten bir mini-reaktör varsayımına göstereceğini gayet iyi idrak ediyorum. Ütopik bir düşünce
daha önce değinmiştim. ağızdan çıkar çıkmaz, benim de içimi burgu gibi oymaya
Bu ne tür bir ışındır ki a) h e m güçlüdür b) h e m de başlayan şüpheciliği b a n a anlatmayın. F a k a t çevresindeki
Sandığın ortalarda gezdiği her zaman için uzun ömürlü izleri incelemek için parmaklarını bile oynatmayanlar da,
kalabilmiştir? Plütonyum bir ihtimaldir. 24 3 6 0 yıl için lütfen dünya dışı varlıkların varlıklarıyla ilgili gözle görülür
yarım ö m r ü vardır. Yani orijinal radyoaktivitenin yarısı, bir kanıt sorup durmasınlar bana.
24 3 6 0 yıl sonra hâlâ tükenmemiş kalır. Bugün elan tıkır- Ahid Sandığı hâlâ bir yerlerde olmalıdır.
dayan saat, bu realitenin göstergesidir. Gerçekten çok fazla arzülamış olsaydık, «Ahid Sandı
Bu tür ışınların yerlerini belirleyebilmek için, günü ğı Davası» şu an için bile mutlu sona ulaşmış olabilirdi.
müz teknolojisine başvurulabilir. Son derece basittir
de. Hassas dedektörlerle donanmış bir helikopterdir gere
ken. Potansiyel bölgelerin üzerinde uçmaktan başkaca bir
iş yapmayacaktır. Eğer tezimiz doğru, ve de m a d d e plü
tonyum ise, nesnemiz hâlâ radyoaktivite yüklü olmalı
dır.
Başka bir radyoaktif m a d d e kullanılmış olsa bile,
Sandığın mini-reaktörü hâlâ ışın yayıyordur. Küçük bir
ihtimaldir. Kabul. Fakat, ne de olsa bir şanstır. Ve bu
gün çok d a h a küçük şans taşıyan projeler uğruna milyonlar
sarfolunmaktadır. Neden bir kerecik de geçmişin araştırıl
ması için harcamayalım? Geleceği kazanabiliriz. Ahid San-
dığı'nı ve de Kudret Helvası Makinesi'ni bulabilirsek, en
azından şunları idrak etmiş oluruz:
1 — Dünya dışı ve bizden üstün yaşam biçimleri
mevcuttur.
2 — Dünya dışı varlıklar yerküreyi ziyaret etmiş
lerdir.
3 — Dünyanın eski sakinlerinden bazı grupları be
lirli yönlere kanalize etmişlerdir.
4 — Zekî yaratıklar için birlikte yaşamanın ilk ku
ralları, dünya dışı varlıklardan gelmiştir.
5 — D ü n y a dışı varlıkların bir zamanlarki teknoloji
lerini, metalürji yeteneklerini, özetle bilgi düzeylerini öğren
miş oluruz.
48
tanrıların ayak izleri
49/4
RESMİ KAYITLARDAN 1 9 3 2 yılında İsviçreli avcı S t e f a n Rattin, Rio d e
J a n e i r o ' d a k i Britanya K o n s o l o s l u ğ u ' n a b a ş v u r a r a k . Al
bay Favvcett'i g ö r d ü ğ ü n ü b i l d i r d i . Albay Favvcett, bir
1 7 5 3 yılında Portekizli J o a c d e Silva G u i m a r a e s , kızılderili kabilenin e l i n d e t u t s a k t ı . Başvuru, k e l i m e s i
aynı yıl k e ş f e d i l m i ş olan d e v a s a m e t r u k şehirler ile ilgili k e l i m e s i n e a y n e n ş ö y l e idi:
r a p o r u n u y a y ı n l a d ı . Bugün b u d o k ü m a n , Rio d e J a n e i r o
devlet arşivinde muhafaza edilmektedir. « 1 6 Ekim 1 9 3 1 gün b a t ı m ı n a d o ğ r u , a r k a d a ş l a r ı m
G u i m a r a e s , k e n d i s i ile on sekiz a r k a d a ş ı n ı n G o n - la birlikte, İ g u a s s u Ximary Irmağı'nın kollarının
fugy Irmağı'nın kıyılarında, Boa Nova kentinin kuzeyin b i r i n d e ç a m a ş ı r l a r ı m ı z ı yıkarken, b i r d e n k e n d i m i z i
d e altın v e e l m a s arayışlarını hikâye e t m e k t e d i r . Or kızılderililerle ç e p e ç e v r e s a r ı l m ı ş b u l d u k . . . G ü n
m a n l a r v e bataklıklarda g e ç e n n i c e ayların a r d ı n d a n , yön b a t ı m ı n d a n s o n r a , b e y a z ı m t r a k sarı sakallı v e d e
inisyatiflerîni t a m a m e n yitirir ve kendilerini bir a n d a bir rilere b ü r ü n m ü ş uzun saçlı ve yaşlı bir a d a m pey-
t e p e d e b u l u r l a r . Söz k o n u s u a n , ş ö y l e c e dile getiril d a h o l u v e r d i . . . Kederli bir hâli y a r d ı ve gözlerini
miştir: üzerimden ayıramıyordu... Birden, beyaz olduğu
nun farkına v a r d ı m . . . Kızılderililer uykuya dalın
«Altımızda, o r m a n l a ç e p e ç e v r e s a r ı l m ı ş bir ş e h r i n ca, y a n ı m a s o k u l d u ve ingiliz o l u p o l m a d ı ğ ı m ı
binaları u z a n ı y o r d u . Ü z e r i n e birtakım yazılar ka s o r d u . . . D e v a m etti: ' B e n ingilizim v e A l b a y ' ı m .
z ı n m ı ş , g e n i ş bir k e m e r l i k a p ı d a n geçtik. Enli c a d Britanya K o n s p l o s l u ğ u ' n a git ve Binbaşı P a g e t ' a ,
d e l e r ve her tarafa d a ğ ı l m ı ş kırık d ö k ü k s ü t u n l a r burada t u t s a k edildiğimi söyle.'»
b u l d u k . M e y d a n ı n b i r i n d e siyah bir s ü t u n , s ü t u n u n
ü z e r i n d e de bir eli k a l ç a s ı n d a d i ğ e r eliyle kuzeyi Kayıp a d a m ı n oğlu Bryan Favvcett, Rattin'in b a b a
i ş a r e t e d e n bir a d a m v a r d ı . Yine, t a ş a k a z ı n m ı ş sını g ö r d ü ğ ü n e ilişkin h i k â y e s i n e i n a n m a z . Oğlu d u r u
bol bol r e s i m ihtiva e d e n — f a k a t bu r e s i m l e r bü m u u m u r s a m a y ı n c a , son d e r e c e öfkelenen İsviçreli,
yük ö l ç ü d e t a h r i p o l m u ş t u — b i r s a l o n a r a s t l a d ı k . k e n d i n a m ı n a yaşlı a d a m ı k u r t a r a r a k y e n i d e n uygarlığa
Dikili t a ş l a r ı n ü z e r i n d e o k u y a m a d ı ğ ı m ı z b i r t a k ı m g e t i r m e y e karar verir. Stefan Rattin de kayıplara ka
karakteristik yazılar v a r d ı . Yıkık bir s a l o n d a , p e m - rışır.
be-kırmızı bir disk çıktı k a r ş ı m ı z a . . . » 1 9 5 2 ' l e r d e , bu kez de Bryan Favvcett, 27 yıl ö n c e
sırra k a d e m b a s a n b a b a s ı n ı b u l m a k ü z e r e bir sefer t e r
1 9 2 5 yılında Londra Kraliyet Coğrafya D e r n e ğ i tipler. S e f e r i n d e şu yargıya varır ki, Albay P e r c y Harrî-
ü y e l e r i n d e n Albay P e r c y H a r r i s o n Favvcett, e s r a r e n g i z s o n Favvcett ve yol a r k a d a ş l a r ı , kızılderililer t a r a f ı n d a n
şehri b u l a b i l m e k niyetiyle bir a r a ş t ı r m a g e z i s i n e çıktı. katledilmişlerdir.
F a w c e t t ve ekibi, bir d a h a h i ç geri d ö n m e d i l e r . Ya 1 7 5 3 tarihli Portekiz d o k ü m a n ı n d a sözü e d i l e n
1 9 2 8 - y ı l ı n d a , bir a r a m a v e k u r t a r m a seferi d ü z e n ş e h i r ? Burayı bir d a h a gören o l m a z . Ciddi ve r e s m î s e
lendi. S o n u ç s u z k a l d ı . ferler t e r t i p l e n m e z . Bugün ise, M o s k o v a Kızıl M e y d a n '
1 9 3 0 ' d a Britanyalı g a z e t e c i Albert d e W i n t o n d a t o p l a n m ı ş bir a h a l i n i n , u y d u l a r t a r a f ı n d a n tek t e k
b a ş k a n l ı ğ ı n d a bir d i ğ e r sefer d a h a yola koyuldu. Win- sayılabilmesi m ü m k ü n d ü r . Şu kadar kilometre t e p e d e n ,
t o n da k a y ı p l a r a karıştı. Leonid Brejnev'in « d a c h a » s ı n ı n ısıtılıp ısıtılmadığını
50 51
İKİ
söyleyebiliriz. Uçaktaki bir aygıtla t o p r a ğ ı n derinlikle
rindeki m a d e n l e r i v e p e t r o l ü belirlemek artık s ı r a d a n
İ N S A N O Ğ L U D O Ğ A Y A Ü S T Ü N GELİYOR
olaylardandır.
Bütün bunları yapabiliriz d e , bakir o r m a n l a r ı n içi
ne g i z l e n m i ş kentleri b u l m a k için z e r r e c e sıkıntıya gi
r e m e y i z . Hiç d e ğ i l s e bir t e k ş e h i r . Albay Favvcett'in ara
dığı bile b u işe d e ğ m e z m i ? N e d e n hiçbir h ü k ü m e t y a
d a a r a ş t ı r m a e n s t i t ü l e r i n i n komisyonları b u kayıp k e n t l e
i l g i l e n m e z ? Oysa NASA için ideal bir proje o l m a l ı y d ı .
İnsanların insanlar tarafından m e y d a n a getirildiği ve
Albay Favvcett, ş ö y l e d e m i ş t i :
b u n u n oldukça zevkli bir süreç olduğu bilinen bir k o n u d u r .
Gelecekte, insanların robotlar tarafından yapıldığı bir gün
«İster oraya varıp da geri d ö n e l i m ister o r a l a r d a
de gelecektir. İnsanların tanrılar tarafından meydana geti
bir y e r d e k e m i k l e r i m i z ç ü r ü s ü n , ş u r a s ı m u h a k k a k
rildiklerini iddia edip d u r d u m . Bugün de, insanların da
tır ki, eski G ü n e y A m e r i k a b i l m e c e s i n i n ve h a t t a
aynen tanrılar gibi, sunî insancıklar yaratabileceklerini ka
t a r i h ö n c e s i d ü n y a n ı n gizlerinin ç ö z ü m ü , b u eski
nıtlayacağım.
ş e h i r l e r i n n e z a m a n kurulduklarını a n l a m a k v e
bilimsel a r a ş t ı r m a l a r a a ç m a k l a m ü m k ü n d ü r . Bu
ş e h i r l e r i n m e v c u t b u l u n d u ğ u n u biliyorum.»
BristoPlu 32 yaşındaki Lesley B r o w n ' u n unutulmaya
cak yardımı sayesindedir ki, 1978'in insanı canından bez
dirici yaz sezonu, dünya basını için kayda değer bir d ö n e m
olarak geçmiştir.
Bayan Brown kısırdı; dölyatağma uzanan rahim ka
nalları tıkalıydı.
Dr. Patrick C. Steptoe adlı jinekolog, Lesley'in onca
zamandır arzuladığı çocuğa kavuşmasına yardımcı oldu.
D ö l yatağından bir yumurta a l a r a İ 'in vitro', yâni bir
deney tübünde ('in vitro' deyimi doktorlar tarafından kul
lanılıyor ve Latince 'cam içinde' anlamına geliyor) eşinin
sperm hücrelerinden birisiyle birleştirdi. Embriyon, d o k t o r
nezaretinde, besleyici bir eriyik içinde serpildi. En uygun
zamanda, cenin, Bayan B r o w n ' u n rahmine aktarıldı. 1978.
yılı yazında dünyaya gelen Louise, gayet sağlıklı bir çocuk
oldu. 'İn vivo' (bedenin içinde) teşekkül eden benzerlerin
d e n hiçbir farkı yoktu. Diğer bebeklerden tek ayrıcalığı,
dünyaya geliş biçimiyle ilgili olarak k o p a n gürültü ve şöh
Kaynaklar: Bryan Fawcett ed., Fawcett Araştırması, Londra,
reti idi. Herhalde dünya üzerinde hiçbir bebek başlıkları bu
1953 Ravista, Cilt 1, sayfa 181, 514 no'lu doküman.
53
52
denli işgal etmemiş, dünyaya geliş hikâyesi bu kadar çok k a p içerisinde, erkek spermlerinden homunculus a d m ı ver
yayın organma k o n u olmamıştır. Ve yine başka hiçbir diği küçük bir adamcık geliştirebileceğini ileri sürüyordu.
bebeğin ön sayfalarda bu k a d a r geniş fotografían çıkmamış Paracelsus'un bu cüretli teorisi, Goethe'yi etkiledi.
ve henüz beşikte iken bu kadar çok evlenme teklifi alma Faust'an ikinci bölümünde, bu tarifnameye uygun olarak
mıştır. geliştirilen bir laboratuar h o m u n c u l u s ' u n a yer verdi. F a u s t '
un yardımcısı Wagner, alman sonuçtan m e m n u n d u :
1978 yazının tüp bebeğinin bu denli sansasyonel bir
etki uyandırışı, herhalde ebeveyn ve doktorlarının cesaretiy
«Bir insanoğlu yapılıyor!
le yakın ilgili olsa gerektir. Yoksa, BristoFlu Brown Jr.'un
ilk olduğunu söylemek oldukça zordur. Olsa olsa, yüzlerce,
Kudretli bir tasan, delilik gibi çağrışır önceleri,
belki de binlerce kız ve erkek kardeşi arasında «GİZ
Başarınm yollarını kestirince, gülüyoruz şimdi:
L İ L İ K » olayını aşan ilk örnektir. Büyük ihtimalle bunlar
İnsan zihninin derin harikalarına bürünmüş bir
dan çoğu da, suskunluk perdesinin gerisinde sağlıklı ola düşünür de,
r a k büyümüşler, kendilerini üreten doktorlar ise, bilimsel
• Sonunda yaratabilir düşünen bir beyni.
çevrelerle kilisenin hışmına u ğ r a m a m a k için sessiz kalmayı
yeğ tutmuşlardır. Son olayda da her iki taraftan da bir
Şimdi ahenk içinde camlar, kudretin en tatlı notası ile,
takım sesler yükselmekle birlikte, in vitro döllenmenin
Sisleniyor ve açılıyor sonra, en uzak düşüm gerçek
dinî ve ahlâkî yaklaşımlarla pek zıt düşmediğini dikkatli
oluyor,
bir dille de olsa kabul etmişlerdir.
Özlem dolu gözlerim boylu boyunca görüyor:
Zarif bir şekil, yaşayan, nefes alan ve hareket eden.
Adamcığım benim! Şu dünya başka ne isteyebilir?
Bolognalı Daniele Petrucci, 1950'lerde, beş yüzden
fazla insan embriyonunu tüpte geliştirmeyi başardığını du Simyacıların tezgâhından üç yüz yıl sonrasına k a d a r
yurdu diye başına neler gelmiştir neler. Ben bu Petrucci intikal eden gerçeğin ultfa-modern laboratuarlardaki bilim-
çocuklarından hiç değilse bir tanesinin sağ olduğunu, fakat adamlarının da, katı bir gizlilik içerisinde efsanelerden efsa
bu arada kendi neslini «in vivo» sürdürmeyi de unutma neler yaratmaya çalıştıklarını öğrenmek, ilginçtir.
dığını ümit etmek isterim.
P a p a X I I . Pius'un, doğrudan adını zikretmese de, Tan- Kalıtsal faktörlerin yönlendirilmesi, yüzyılımızın or
rı'nın işine karışılmamasına ilişkin uyarısı üzerine, Pet talarından itibaren genetik moleküler biyolojinin büyük bir
rucci, bir daha benzer deneylere girişmemeye yemin et hızla gelişmesi sayesinde, olabilirlik şansı kazanmıştır. Bu
miştir. r a d a söz konusu ettiğimiz moleküler genetiktir ve kalıtsal
On altıncı yüzyılda doktor ve tabii ilimler bilgini Pa moleküler temellere, mutasyona, kalıtsal sistemlerdeki de
racelsus (1443-1541), insan embriyonlarını bedenin dışında ğişmeye vb. dayanmaktadır. Diğer bir deyimle, organiz
geliştirme gibi o zamana k a d a r hiç duyulmamış bir düşün maların oluşum sırrını taşıyan hücreleri incelemektedir.
ceyi geliştirince( 2 0 ), Kilise son derece şüpheci bir tavır al Bu mikrokosmos'taki araştırmaların ne denli zor ol
mıştır. Paracelsus, vücut ısısı altında muhafaza edilen ve duğunu anlamak için, insanoğlunun gövdesinde 50 milyar
insanın öz cevheri olan k a n atmosferini ihtiva eden bir civannda hücre bulunduğunu hatırlamak yeterlidir. Bir kıs-
54 55
tas olabilmesi için şu ölçüleri verebiliriz: bir sperm hüc İlerlemeyi, i m h a edici bir M a h ş e r Savaşı'na benzeti
resi 0.05 m m . uzunluğundadır. En geniş yumurta hücresi yorlar. Hiç şüphesiz, aklı ve insanî sorumluluğu, bu p r o
0.1 mm. çapındadır. Sinir hücresiyse yalnızca 0.008 m m . fesyonel kötümserlere kıyasla çok d a h a üstün bir köşeye
çapındadır. Bununla birlikte, kuruluş planı olan gizli k o d koyarım. Uygarlık tarihinin binlerce yılında olduğu gibi,
( D N A ) t ü m insan ve hayvanlarda ve de tüm bitkilerde, insan zekâsının üretebileceği her türlü eserin ustaları olarak
her hücrede mevcuttur. Bir hücrenin kendi halefinden kalmalıyız. B ü t ü n zamanlar için böyle olmalıdır bu.
doğuşu, doğa açısından son derece mantıklı bir biçimde İnsanoğlunun doğal döllenme dışında çoğalabilmesi
meydana gelir. Olayı en basite indirgemek gerekirse, elli görünebilir gelecekte ulaşılabilir bir hedef olarak gözük
milyar hücreden bir teki bile canlı kalsa, koskoca insanın mektedir ve t ü p bebeklere kıyasla çok daha ileri aşama
yeniden inşa edilmesi için yeterli olur. Bir başka benzetme lara varılacaktır.
ile tek bir taş, St. Paul Katedralinin bütün temel planını Bundan on yıl kadar önce yürüttüğüm tahminler
ve de cephe görüntüsünün esasını içermektedir. — s a m i m i söylemek gerekirse, ben bile kendimi fazlaca
Dr. Steptoe'nun in vitro başarısı için ne denli itibar cüretli b u l m u ş t u m — 'in vitro' bebek sayesinde doğrulan
kazandığı ve de tebriklere boğulduğunu hayâl ederseniz, mıştır.
önemli bir yanılgıya düşmüş olursunuz. Yine de, meslek O zamanlar şu bölümü okumuştum:
taşı L.B. Shettles kadar sıkıntı çektiği söylenemez. Shettles
de, Florida'lı bir çiftin talebi üzerine in vitro döllemede «ASah adamı yarattığı günde, onu AiUx benzeyişin
başarı kazanmış, ne var ki d a h a bu dölleme aşamasına bile de yaptı; onları erkek ve dişi yarattı; ve onları müba
gelinmeden, üniversitesini karşısında bulmuştur.( 2 1 ) D r . rek kıldı, ve yaratıldıkları günde onların adını A d a m
Steptoe da, «insanlığı küçük düşürmekle suçlanmış ahlâk koydu.»
sızlıkla damgalanmıştır.» H e m e n her taraftan ağır suçlama - Tevrat, Tekvin 5, 1-2 -
lar gelmiştir.
Ve de:
Doktorların, çocuk sahibi olarak mutluluğa erişmek is «Ve R A $ A % h adamın üzerine derin uyku getirdi,
teyen evli çiftlere yardımcı olmalarında ne ahlâksızlık var, ve o uyudu; ve onun kaburga kemiklerinden birini
anlayamıyorum. Fakat, ister nükleer enerjinin barışçı yol aldı, ve yerini etle kapadı; ve F>\B A i ^ h a d a m d a n
lardan kullanımına, ister gezegenlerarası uzay yolculuğuna aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı, ve onu
yönelik olsun, her türlü ilerlemeye karşı direnen ve çığlık adama getirdi. Ve a d a m dedi: şimdi bu benim ke
lar k o p a r a n bir «kötümserler yasası» nın varolduğu muhak miklerimden (!) kemik, ve etimden (!) ettir; buna Ni
kaktır. Akla gelebilecek her türlü araştırma kuruluşlarının sa denilecek, çünkü o insandan alındı.»
hemen yanıbaşında hazır bekleyen bu «Yasa» bombardıma - Tevrat, Tekvin 2, 21-23 -
na geçmek için zerrece tereddüt göstermemektedir.
Geleceğin yıkıcıları olan bu kişiler, birtakım karanlık O zamanlar, h ü m a n a o i d zekî varlıkların genetik kod
düşüncelerin tasalludu altında olmalılar. Herhalde, b ü t ü n yoluyla sunî bir mutasyon sayesinde programlanıp program
araştırmaların yalnızca olumsuz yönlerde kullanılabileceği lanmadıkları sorusu takılmıştı aklıma. Ve yine, kendi ken
ne inanıyorlar. dime sevgili Havva Anamızın çiftleşme olmaksızın erkeğin
56 57
sperm hücresinden meydana getirilip getirilmediğini sor Banların hepsi kabul, fakat a r a d a bir ilâve faktör söz
muştum. konusu olmalıdır. Bana göre, bu ilâve faktör, uzaysaldır.
Dünya gezegeni ile (hayvan) K o s m o s ' u n (zekâ) bir kesiş-
mesidir söz konusu olan. Çünkü, ayan-beyan ortadadır ki,
Akla uygundur. Sümer çivi yazısında kaburga kemiği bugünkü hâli ile zekî insan, m a y m u n ve m a y m u n öncesi
için kullanılan karakter «ti» dir ve «hayat gücü» anlamına bir kökenden çıkmış olamaz. Yalnızca ırk belirlemeleri
gelmektedir. Tevrat'ın m o d e r n bir çevirisi şöylece olabilir bile bunun kanıtıdır.
mi: «AiL'a, hayat gücünü A d e m ' d e n aldı?!.» Ve bu hayat İnsanoğlu, öncelikle hangi ırktan meydana gelmiştir?
^ gücü denilen nesne de hücredir. H ü c r e olmaksızın hayat Çeşitli ırklara neden gerek görülmüştür?
olmaz. H a t t a cennette bile. Etnoloji, biyolojik antropolojinin bir dalı ve insan
G ü n ü m ü z ü n moleküler biyoloji ile ilgili araştırmaları ırklarının tarihçesidir. Irk derken, aynı türün bir alt gru
tamamen bu gerçeğe dayanmaktadır. bundan, farklı dış özellikleriyle ayrılan bir başka alt grubu
Bazı şeylerin öneminin sonradan kavranmasıyla akıl kastediyoruz. Bu Özellikler; orantılar, yüzün biçimi, derinin
lanmak, kimi zaman daha kolay bir yoldur insan için. rengi (deri hücrelerinde meydana gelen bir pigmentin ne
İlk sorularımla ilgili sondajlarım yeterince derine ticesinden başka bir şey değildir), saç, gözlerin r e n k ve
inemedi. A d e m ' i n nasıl sahne aldığını sormalıydım aslında. pozisyonu, dudaklar ve kan grubu gibi ortak noktalardır.
Öncelik hangisinde idi: Y u m u r t a d a mı, tavukta üıı yoksa U N E S C O ' n u n 1951 tarihli tanımına göre, üç ana ırk
horozda mı? Adem, bir t ü p bebek olabileceği gibi, hücre mevcuttur. Kafkasyen, Mongoloid ve Negroid temel ırklar
bölünmesi yoluyla da üretilmiş olabilir. Benim ilgilendiğim birbirlerinden temel karakteristiklerde ayrılmakta ve kalıtım
bu ilk bölünmedir ve bu k o n u üzerinde biraz kafa yormak yoluyla devam etmektedirler.
istiyorum. Umarım, pek fazla ileri gitmiyorumdur. İnsanoğlunun ırk grupları, dünya üzerine yaygın bu
O l d h a m ' d a k i t ü p bebek hangi ırktandır? Ebeveyni be lunan tek temel biyolojik türün üç değişik örneğinin alt
yaz olduğuna göre, tabii beyaz ırktan. gruplarını oluşturmaktadır. Türlerin bireyleri birbirleriyle
Peki ya bizim atalarımız — o n l a r a A d e m ve Havva çiftleşebilmektedir. Bu çiftleşmeyi engelleyebilecek fizyolo
«üyelim— onlar hangi ırka aittirler? Beyaz • siyah - yoksa jik ve morfolojik etkenler söz konusu değildir. Bu gerçek,
sarı mıydılar? Ya da tenleri, bugün bulunmayan bir başka dünyanın d ö r t bir yanında hemen her gün yeni baştan ka
renk mi arzediyorrjö? nıtlanmaktadır...
Evolüsyoncular, insanın m a y m u n d a n türediğini söy Ne var ki, bu açıklama da değişik ırkların kökenlerine
lerler. ışık tutmaktan uzaktır. Konuya yaklaşan kuramlardan çok
Şimdiye kadar beyaz bir m a y m u n göreniniz var mı? şey yoktur. F a k a t ciddî ve herkesçe kabul edilebilir olanına
Ya da siyâhî ırkı andıran kıvırcık saçlı ve de koyu renkli rastlanmamıştır! Bilinen odur ki, bizce malum olan tarih,
bir m a y m u n ? ırkların oluşmasına etkide bulunmamıştır. Bu oluşma sü
Fizik yapı olarak maymunla belirli bir benzerlik için reci, çok d a h a önceleri gerçekleşmiştir.
de bulunduğumuzu hiç kimse reddedemez. A r a ç kullanma Sümer, Babil ve Mısır gibi ilk uygarlıklar ırk sorununu,
ya yatkın el yapısı ve öne çıkık uzamsal gözler de işin sanki d a i m a mevcut imişçesine karşılamışlardır. Herodot,
cabasıdır. H i p o k r a t ve Aristo değişik ırklardan dünyanın en doğal
bir şeyi olarak söz etmektedirler. Irk polemikleri, ırk sa-
58 59
vaşlan, korkunç kıyımlar kan kızılı izlerini yazılı ve ya
kilerin ağzından şu tür bir yaklaşım gelmesine alışılmıştı:
zılı olmayan tarihe adeta kazımıştır. Bir dönem belirli bir
«Ne de olsa zencidir... Ne de olsa kızılderilidir!» Gelece
ırk kendini diğerlerinden üstün görmüş, bir zaman sonra
ğin insanları ise şöyle tersleneceklerdir birbirlerine: «Ne de
ise yerini bir başkası almıştır. Kimi zaman da, bir ırkın men
olsa A - R h pozitif grubundan!» H e l e hele bir k a n gru
supları, diğer bir ırkın insanları tarafından sırf o ırktan
bunun diğerlerine olan üstünlüğü diye bir şey ortaya çı
olmadıkları için tahrik edilmişlerdir.
karsa, siz seyreyleyin bilimsel ırk polemiklerini.
Yüzyılımızda da, bir türün temsilcileri Hitler'in ırk
Fakat, ister dış özellikleri, ister genetik karakteristikleri
cinnetine kaptırmışlardır kendilerini. Ve geriye kalan yal
kullansınlar, ırk karşılaştırmaları benim sorularımı cevap
nızca kan ve cinayetlerle dolu cehennem prototipi olmakta
landırmaktan uzak kalıyor: İlk insan hangi n k t a n d ı ve üç
dır insanlık tarihi için. Gelecek nesiller için duvarlardan
temel ırkın nitelikleri neden böylesine birbirlerinden farklı
hiç silinmeyecek acı bir yazıdır bu. Ülkeler, halklar, ırklar
dır?
ve kabileler arası azamî derecede gelişen günümüz ileti
şim araçları, artık hepimizin de tek bir türün parçaları ol
duğumuz gerçeğini aşılamaktadır. En azından, ben böyle
Negroidlerin (özellikle Jamaica yerlileri arasında çok
olduğunu umuyorum.
tipiktir) derileri koyu renktir, çıkık dudakları, (dominant
Bu konuyu böylece berraklaştırdıktan sonra şu soruyu
özellik olarak) kıvırcık saçları ve de enli burunları vardıt
yöneltebiliriz: Öyleyse insanlar arasındaki farklılıkların ne
(Kafkasyalılarla, belirli birtakım özellikleri ortaktır.) A n a
denini nasıl açıklayabiliriz? Irk araştırmalarının modernize
negroid ırk içerisinde farklı karakteristikler içeren 18 alt
okulu olan genetik ilmi, genetik karakteristikleri elde etme
grup yer alır. B u n u n nedeni de açık ve basittir: Evrim
mizi sağlayacak objektif sınıflandırmalar yapmaktadır. Çe
tarihinin akışı içerisinde ana motifler, mutasyonlar yoluyla
şitli ırk bölümlerine ait k a n grupları, serum proteinleri ve
ana ırkın kalıtımsal özelliklerini farklılaştırmıştır. Ayrıca
Rhesus faktörleri ayırıcı karakteristiklerin bulunabilmesi
benim için önemli olan da, a n a ırk içindeki karşılaştır
için ilmin ışığı altında incelenmekte ve karşılaştırılmakta
malar değil, ilk ana ırkın kökenine iniş sorununun çözü-
dır.
lebilmesidir.
Bu sayededir ki, Hintlilerin % 89.3'lük bir yüzdesi
nin 0 kan grubundan olduğu, B grubunun ise yalnızca 0.8'
lik bir oranda kaldığı ortaya çıkarılmıştır. Mongoloidlerde
Konuya yaklaşabilmek için ilk yola çıkış noktası,
ise alınan sonuç farklıdır: Bu gruptaki insanların % 18.3'ü
bütün ırkların aynı anatomik fizik yapıya sahip olmaları
B, % 55.7'si ise 0 grubundandır.
ve yine b ü t ü n ırkların çiftleşebilmeleridir. Bütün ırkların
Bu tür kan grubu karşılaştırmaları, hiç şüphesiz insan
bütün bireylerinin hücrelerinde aynı protein yapısı mevcut
genetiği açısından oldukça ilginçtir, fakat kesin çözümlere
tur. Bu noktada, m a y m u n a benzer atalarımızla m a l u m ilgi
ulaştırılabileceği yönünden oldukça kuşkuluyum. Ç ü n k ü
bağlantılarından biri çıkıyor karşımıza. Şempanzelerin de
bu tür klasifikasyonlar yalnızca bugün için geçerlidir! Z a
protein yapısı bizlerle aynıdır!
manın akışı içerisinde ne gibi değişikliklere uğradığını gös
Bu nasıl olabilir?
termediği gibi, ilerisi için de fikir vermekten uzaktır.
Charles Darwin'den (1809-1892) bu yana, türlerin,
Ayrıca, b a n a kalırsa bu tür yaklaşımlar, ırk ayırımı
doğanın seleksiyonu tarafından farklı olarak geliştirildiği,
için yeni yeni motifler de sağlamaktadır. Bir zamanlar Yan-
doğanın kökendeki ortak ürünü olan m a y m u n ve insanın
60
61
belirli bir 'x' zamanında bu nedenle birbirlerinden ayrıl kin bir itici evrim gücünün(23) mevcut bulunması gerek
dıkları kabul edilmektedir. Ve bu evrim süreci milyonlar tiği konusunda k a r a r kılmışlardır.
ca yıl sürmüştür. Böyle olabilir de. Diğer bir deyişle, mil Bu güç ne olabilir? Pennsylvania Üniversitesinden
yonlarca yıl içerisinde milyonlarca mutasyon sonunda ya Profesör Loren Eiseley adlı antropologun gayet açık ve
radılışın tacını başımıza yerleştirmiştir. Doğrusu hiç de fe kesin iddiasına göre, insan gruplarının oluşması sırasında
na çağrışmıyor. mental yetenekler meydana getiren bir faktör, bütün evrim
teorisyenlerince gözden kaçırılmıştır. B e n de bu görüşe ka
Ne var ki, bir noktaya dikkat etmeden geçemeyece
tılıyorum. Peki ama, insanla şempanzenin, protein yapı
ğiz. Bu hiç d u r m a d a n devam eden ve yüzlerce farklılıklar
ları tamamen farklı olan iki patlak gözlü kurbağaya kıyas
meydana getiren evrim süreci, ne hikmetse şempanzeyle
la, birbirleri ile d a h a yakın olmaları (ya da öyle iddia edi
insanların protein yapısına d o k u n m a d a n geçmiştir.
liyor) olgusuna ne diyelim? Üstelik Darwin ve izleyecilerine
Hemoglobinin (alyuvarların rengini veren cevher)
kalırsa, dünya tarihine kısacık bir sıçrama yapan kurba
proteinde yer alan 146 makro-molekülden tutun da, tekli
ğaya kıyasla, şempanzeden insana k a d a r uzanan evrim sü
yapı taşı olan amino-aside varana kadar.şempanzeyle insan
reci, milyonlarca yıldan fazla sürmüş ve birbiri peşisıra
birçok ortak özellikler arzetmektedir. Bu denli benzerlik
milyonlarca mutasyon yaşanmıştır.
lerden söz edip dururken, doğrusu, şempanzelerden homo
troglodytes (mağara adamları) diye örnek getiren İsveçli
botanikçi Cari von Linné'yi de (1707-1778) mazur gör
İşte benim cevabım:
mekten kendimizi alamıyoruz.
M a y m u n d a n insana geçişte sunî bir mutasyon söz ko
Bu ortak protein yapısı, insanın, doğal mutasyon ve nusudur. İddia edildiği gibi maymunlardan öylesine mil
evrim sürecinden tek başına geçmediğini kanıtlamaktadır. yonlarca yıldır ayrı değiliz. Aile içindeki bu bölünme, yal
Neden olmasın? nızca on binler şeklinde ifade edebileceğimiz bir dönem önce
cereyan etmiştir. M a y m u n l a insanın protein yapılarının aynı
oluşunun esprisi de bu noktaya dayanmaktadır. İlk ilkel
İki kurbağanın protein yapılarını karşılaştıracak olsak, «hominid» ile homo sapien arasında gerçekten de ö n e
şempanzeyle insanmkine kıyasla 50 misli büyük varyasyon sürüldüğü gibi milyonlarca mutasyon bulunsa idi, her ge
lara rastlarız. Halbuki, bu kurbağalardan biri, bir çiğ d a m netik uzmanının kabul edebileceği gibi, bu iki canlının
lası kadar yekdiğerinin aynıdır. Sonuç: Kurbağalar, insan protein yapıları son derece farklı bir görünüm alırdı. D e
ve şempanzeye kıyasla birbirlerine çok d a h a yakın olduk mek ki, durum böyle değildir ve atalarımız olan homo
larına göre, protein yapıları da kayıtsız şartsız aynı olma sapien'ler, m a y m u n sürülerinden yalnızca on binlerce yıllık
lıydı. Buna karşılık, insan ve şempanzenin protein çatıları belirli bir süre önce ayrılmışlardır.
nın ise birbirleriyle ilgisi bile bulunmamalıydı. Oysa, kanıt İnsan maymunla çiftleşemez, çünkü zekî insanoğlu
lanan bunun t a m a m e n tersi olmuştur. m a y m u n u n her çeşidinden t a m a m e n farklı bir tür meydana
Kaliforniya Üniversitesinden Profesör Alan C. Wil getirmiştir. Evren tarihi için ancak «dakikalar» la ifade
son ve meslektaşı Mary Claire King, iki araştırmacı biyo- edilebilecek böylesine kısa bir zamanda insan türü nasıl
kimyager, proteinle ilgili bu şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşın olabilmiş de, bu kadar pozitif aşamalar kaydetmiştir? May
ca, o güne kadar henüz keşfedilememiş, fakat çok daha et- m u n - ya da insan, nasıl olmuş da böyle birdenbire kür-
62 63
baları gibi siyah, negroid ırktan olabilirlerdi. Eğer öyle
künü yiürivermiştir? Nasıl olmuş da, böyle aniden kendi idiyse, dünyanın bu ilk sakinleri n e d e n b ü t ü n gezegene
kendini uygarlaştırmayı ve kültürler oluşturmayı akıl ede yayılmadılar? Mongoloidler ve Kafkasyenler, «sarılar»
bilmiştir? Eski yoldaşları olan hayvanları avlama fikrini ve de «beyazlar» nereden çıktılar?
ona kim vermiştir? Yemeğini pişirebilmek için ateş yakmak Başlangıçta, dünya dışı varlıklar değişik ırklar ara
düşüncesini nereden almıştır? sında tercih yapma d u r u m u n d a mıydılar? Değişik insan
Evet, ve de ilk erkek, eğer bir maymun sürüsünden gruplarına değişik yetenekleri, farklı iklim ve coğrafî şart
mutasyona uğratıldı ise, kimle çiftleşmiştir? Kendine uygun lara intibaklarını kolaylaştırmak için mi ihsan ettiler? K o
bir eşi yoksa, kromozom sayısı olarak uygun düşmediği yu renk tenlerin pigmentasyonu, ırkın sıcak iklim kuşak
için m a y m u n ataları ile de çiftleşemez. larında yaşayabilmesi için mi programlanmıştı? Ve de bu
Gülünç bir saçmalıktır ama, antropologların bu işler n u n tersi, beyaz ırkın beyaz teninin ne gibi avantajları vardı?
öyle.aniden olup bitmedi, dereceli evrimin gerçekleşmesi D a h a ılımlı iklimler için mi öngörülmüşlerdi?
milyonlarca yıl sürdü dediklerini duyar gibi oluyorum. Bugün, ilkel insanın derisinin koyu renk olduğu ka
Homo Sapienm zekî bir varlığa dönüşmesinin âni olması bul edilmektedir. D a h a sonraları insanların ten rengi, dün
benim savımdır ve kanıüayacak herhangi bir veriye sahip yanın çeşitli bölgelerinde yaşamalarına ve b u n a bağlı ola
değilim. Ne var ki, insanla m a y m u n u n aynı karmaşık pro rak ultraviyole ışınlarını sindirmelerine bağlı olarak gide
tein yapılarına sahip oldukları gerçeğine paralel olarak, rek değişmiştir. Çoğu kimse, ultraviyole ışınlarında bu
bu sav da geçerlidir. lunan D vitaminini sorumlu gösterme eğilimindeyse de,
Şimdilere değin keşfedilememiş evrimin itici gücünü fakir bir güneş altında yaşayan koyu tenli Eskimoları dü
nerede aramalıyız (Wilson?) Evrim kuramcılarında eksik şündükçe, bana hiç de mantıklı gelmiyor bu yaklaşım.
olan ve de insan gruplarına mental yeteneklerini kazandı Sakın hiç kimse, derilerinin balık yağıyla karardığını söy
ran faktör nedir? (Eiseley). lemeye filan da kalkışmasın. Ve de Mongoloidler neden
Düşünülemeyeni d ü ş ü n m e cesaretini ne kadar kısa sarıdır? Zenciler de güneşsiz bölgelerde yaşamalarını sağ
zamanda gösterirsek, bütün bu soruların cevap bulması da layacak bölgelerde, farklı renkler içeren deriler kazana
o denli çabuklaşacaktır. mazlar mı?
D ü n y a dışı varlıklar 'homo sapien'i m a y m u n sürüsün İleri ve üstün zekâlı dünya dışı varlıkların, mavi ge
den ayırmışlar ve sunî bir mutasyon yolu ile ona zekâ ka zegenimizle ilgili ön araştırmalarında, değişik çevresel or
zandırmışlardır. Kendi biçimlerine göre yapmışlardır b u n u . tamları belirleyerek, yaratıklarını bu temele göre ana ırk
Evrimin itici motoru, işte bu tartışmalı yönlendirmede aran gruplarına bölmüş olmaları m ü m k ü n d ü r . Hominidleri ken
malıdır. Ve bu yönlendirme, hepimizin görmekte olduğu di görüntülerine göre mutasyona uğratır ve zekâ kazandı
gibi m ü k e m m e l sonuç vermiştir. rırken, gelecek nesiller için, ilk varlık şekilleriyle ilgili
B u n d a n sonraki spekülatif görüşleri, onların bu başa olarak izler bırakmışlardır.
rılı aracılıkları üzerine inşa ediyorum. Diğer yandan, genetik yoldan farklı deri renkleriyle
diğer karakteristiklerin oluşması, güçlü bir eğitim etkin
liğini amaçlaması bakımından, yüksek bir zekânın, yük
İlk insanlar hangi ırka mensuptular? sek bir ahlâk anlayışının işareti olsa gerektir.
Şüphesiz ki, insan bedeninin yapısı bir tür maymun Şöyle bir çevrenize göz gezdirin. Deriniz hangi renk-
dan geliyordu. Demek ki ilk insanlar da m a y m u n akra-
tanrıların ayak izleri 65/5
64
ten olursa olsun, hepiniz aynı türe mensupsunuz. Birbiri- Bir dakika d u r u n bakalımf Ben, tek bir ırkın var
olduğu dönemlerden söz ediyorum. Başlangıçta, rengini
nizle barış içerisinde yaşayın!
maymunlardan alan tek bir ırk; yalnızca zenci ırkı oldu
Tarih öncesi çağların ilk uzay gemisinin müretteba
ğu konusunda, ırk kuramcılarıyla t a m a m e n aynı fikir
tı da, dünya dışı varlıklardan mı meydana gelmiştir?
deyim.
İnsanlık tarihinin büyük efsanelerince bizlere nak-
lonulduğu üzere, dünya kızları ile yatarak çocuklar mı
üretmişlerdir? Dünya dışı varlıkların modeline, genetik ör
neklerine uygun farklı ırkların ortaya çıkışı, 'tanrıların Ne var ki, siyahtan beyaza geçiş bir tek mutasyon
emirleri'ne ters düşen bu cinsel trafiğe mi dayanmaktadır? ile gerçekleşmiş olamaz; b u n u n için sonu gelmez bir mu-
Ya da, birbirlerinden tamamen habersiz başka baş tasyonlar zincirlemesine gerek vardır.
ka uzay gemileri değişik mekânları ziyaret mi ettiler diye Ortada yalnızca bir tek cins varken, diğer türler na
kendi kendime sorarım. Yoksa belirli bir grup 'homo sıl ortaya çıkabilir? Su katılmamış bir zenci, iki ırk arasın
sapien'i maymunlar sürüsünden ayırarak geride bir de si da bir çiftleşme olmaksızın nasıl beyazlaşabilir?
yah ırk mı bıraktılar? Veya binlerce yıl sonra, bu kez de G ü n ü m ü z ü n «ara ırkları» olan Araplar, Eskimo-
beyaz ya da sarı mürettebat taşıyan başka kozmik ziyaret lar ve Güney Denizi Adalılarının ara çiftleşmeler sonu
ler mi yaşandı? Siyahı ırk bir hata sonucu meydana geldi cu ortaya çıktıklarını kabul ediyorum, söz gelimi.
de, dünya dışı varlıklar bir takım araştırmalar sonucu F a k a t bu imkan, başlangıç için söz konusu olamaz.
genetik kodu değiştirerek beyaz veya sarı ırkları mı prog Bilim, başlangıçta yalnızca. bir tek ırkın var olduğunu ve
ramladılar? zamanın akışı içerisinde kendi içinde değişime uğradığını
İrk kuramcıları benim yaklaşımlarımı bir kenara ata öne sürmektedir! Ya ikinci bir ırka ya da başka ırklara
caklardır. Geçerlilik kazanmış ve kabul edilmiş açıklama değişmedir öne sürülen.
lar onlar için yeterlidir. F a k a t , aslını isterseniz, ne bilmek Yalnızca şu n o k t a d a uyuşuyoruz ki, başlangıçta yal
tedirler k i . . . nızca bir tek ırk, siyah ırkın var olduğunu söyleyen, bi
limin ta kendisidir. A r a çiftleşmeler için ortada ne bir
beyaz vardır ne de melez. Sıfıra sıfır. Yalnızca siyahlar.
İlk bilgi düzeyimizin değersizliğini sergilemek için Bu kadarını kafama yerleştirmiş bulunuyorum.
şu tek örnek yeterlidir: Ve şu karara varıyorum ki, beyaz ırk ortada olma
Zenci bir aile tropikal kuşaktaki yuvasından göçer dığına, siyahlar da kendi aralarında çiftleşmeler yoluy
ve daha serince bir bölgeye yerleşir. Nesiller boyunca la beyaz üretemeyeceklerine göre, bu iş kendi kendine
pigmentler değişir, koyu deriler öylesine açılır ki, beyaz gerçekleşmiş olamaz. Kuramın kabul edilebilmesi için, si
laşır. Uzmanlara göre, artık güneşe karşı k o r u n m a n ı n yahların bilmem kaç bin yıl boyunca, beyazlarla hiç dur
gereği kalmadığından, negroid beyaz olmuştur. T a m a m m a d a n çiftleşmiş olmaları gerekir. Diyelim ki mümkündür,
olmasına tamamdır d a , siyah a d a m bu yeni çevresinde kı fakat beyazları kim kaybetmiş de biz bulacağız?
vırcık saçlarını, kara gözlerini ve çıkık dudaklarını da
kaybetmelidir ki, gerçek bir beyaz a d a m olabilsin.
İşte bu kadar basittir. Siyahi, bir beyazla çiftleşe- Araplar, kendi ırk kökenleriyle ilgili olarak şöyle bir
cektir ve böylece sizler... hikâye anlatırlar:
66 67
«Günün birinde Yüce Tanrı bir topak balçık alır
ve ondan ilk insanı yaratır. M e y d a n a gelen eserini ni de, herhalde dış görüntü değildir. F a r k l ı ırkların kafa
sağlamlaştırmak için toprak fırınına yerleştirir. Yağ larında ve kalplerinde neler olup bitmektedir?
m u r düşer ve fırının ateşini söndürür. Ve Yüce Tanrı Farklı ruhsal yapılar ve benzerliği bulunmayan dav
fırının kapağını açtığında görür ki, yaratığı beyazdır ranış normları, karşılıklı anlaşmayı zorlaştırmaktadır. T e
ve hiç de hoş değildir. Yine de, emeği boşa gitme levizyonda, ölülerini son yolculuğuna tamtamlarla uğurla
sin diye, eserini alır içine can üfler ve düşük niteliğine yan renkli insanlar gören bir Avrupalı, bu son yolculu
rağmen, bırakır ki, nereye isterse çekip gitsin. İkinci ğun sessiz geçmesine alışkın olduğu için, umutsuz bir eda
bir kez, Tanrı balçık alır ve ikinci adamı yapar. Oca ile başını sallar. D o ğ u n u n büyük masalcıları sayesinde,
ğı yakar ve iyice kızana kadar başında bekledikten söz konusu dünyanın, kaderin her türlü akışını kayıtsız
sonra, adamı içine yerleştirir. Diğer tanrıların neşe lıkla karşıladıklarını biliyoruz. Irk karakteristikleri yal
dolu bir dansının cazibesine kapılır ve bu arada eseri nızca dış görüntülerden ibarettir. Asıl engeller çok d a h a
ni unutur. Sonunda akıl edip de fırından çıkardığında, içlerde, derinlerde yer alır. Bu derinliklere nüfuz edebil
ikinci a d a m da simsiyah kesilmiştir ve hiç de cazip mek için öncelikle anlaşılabilir dış davranış normlarına
değildir. Buna rağmen, ona da nefesi ile can üfler ve alışkanlık kazanmalıyız. Önyargılardan ve üstünlük k o m p
o n d a n da pek hazzetmediği için bırakır ki, nereye is lekslerinden kurtulabilmemiz ancak bu yolla m ü m k ü n
terse gitsin. Ve Yüce Tanrı, şaheserini yaratmaya, si olabilir.
yahtan da beyazdan da güzel bir eser meydana getir Irk araştırmaları, üzerleri soru işaretleri ile bezenmiş
meye karar verir. Bir kere daha balçığa el atar ve bayraklarla kaplı bir yoldan inen bir slalom pisti sunar"
yaptığı adamı firma yerleştirir. Bu kez en uygun za araştırmacılarına. Belirli niteliklere sahip bulunan ve sırf
m a n geçene kadar fırının başında bekler. A d a m ı n de bu nedenden ötürü özel ilerlemeler kaydedebilen bir ırk
risi tam istediği tarzda esmerleşince, fırından çıkarır mevcutsa, doğrusu bilmek isterdim. H e m e n bütün zenciler
ve ona da nefesi ile can üfler. Bu iyi bir örnek olmuş müziğe yatkındır; adeta kanları ritmik bir şekilde akar.
tur ve tanrı onunla dostluk kurar. İşte esmer tenli Nedendir? Tibetlileri tepelerde güneş ışınlarına karşı da
A r a p bu şekilde meydana gelmiştir.» ha az duyarlı yapan derilerinin rengi midir? Zenci, ya
kıcı bir güneş aljtında, moilgoloide kıyasla neden daha da
Bu efsane Arapların kendilerini seçkin ırk olarak yanıklıdır? Güney Denizi Adalarındaki erkeklerin göğüs
görmelerinin esprisini açıklamaktadır. Bu tür bir kibir, lerinde neden kıl bitmez? Bugün Orta Amerika dolay
yalnızca Araplara özgü olmayıp, diğer ırkların da oldukça larında yaşamakta olan Maya torunlarının saçları, en geç
sık ve bolca başvurdukları bir tavırdır. kin yaşlarda bile neden beyazlanmaz? Zencilerin neden
gözleri mavi olmaz? Diğerlerine kıyasla daha üstün bir
zekâ düzeyine sahip bulunan ırklar mevcut mudur?
Dilinizi yakmanın en güzel yolu, duyarlı ırk konula Bu tür sorulara devam etmeye kalksak, kocaman bir
rına temas etmek; elinizi kavurmanın en uygun yönte- şehrin telefon rehberi kadar yer kaplamak işten bile de
miyse, yine bu konularla ilgili olarak bir şeyler yazmak ğildir.
tır. B u n u n birçok nedeni vardır. Kızgın demirin barışçı vc Başlangıçta, dünya dışı varlıkların temel ırkları be
rasyonel düşünce sularında scrinleyememesinin tek nede- lirli yeteneklerle donatırken, onlara çok özel bir takım
görevler yükleyip yüklemediklerini sorarak, dinamitle oy
68 nadığımı gayet iyi biliyorum.
69
î a n n ı n kayda değer başarılarının da, dinsel öğelerle hiçbir
Irkçı değilim. Dünya üzerindeki hiçbir ırka üstün ya
ilgisi olamaz.
da aşağı gözüyle b a k m a m . Ne var ki, bilgiye karşı olan
susuzluğum, ırk konuları üzerinde sorular yöneltmenin Şöyle veya böyle, çağdaş sahnemize uysun veya uy
zamansız ve tehlikeli olduğunu ima eden tabuya karşı çık masın ve hatta isterse fazlaca duyarlı kulaklar için biraz
m a m a yol açıyor. Kanımca, sarı - beyaz ve siyah ırktan rahatsız edici çağrışım yapsın, iddia ediyorum ki, dünya
araştırmacılar «biz neden bîzfz» sorusunu h e p birlikte dışı varlıklar belirli bir ırk seçmişlerdir. Mitolojiler, belirli
şöyle iyice bir kurcalamalılar. ırkların 'belirli tanrılar' tarafından düşmanlarına karşı na
sıl korunduğu ve fertlerinin dünya gezegeninin önemli gö
Bu ana soruya bir kez girildi mi, o kaçınılmaz teh
revlerine getirildiğine ilişkin anlatımlarla doludur. Eski
likeli alana da ulaşılmış olunur ve beklenen soru gelir:
kaynaklar, hangi ırkın ne gibi özel avantajları yüzünden
Seçkin bir ırk var mıdır?
seçildiğini anlatmaz, fakat Eski A h i d ' d e seçilenin diğerle
Batı bilgeliğinin temeli olarak Kutsal Kitabı alır ve riyle karışmamasını talep eden birtakım kesin kanıtlar
de Eski A h i d b ö l ü m ü n ü okursak, Yahudilerin kendilerini mevcuttur.
«seçkin ırk» olarak gördüklerini anlarız. Şöyle bir soru Musa, İsraillileri 40 yıl süren bir yolculukla Mısır'dan
soramaz mıyız: K i m tarafından ve hangi gaye için seçil çıkararak Vâdedilen Ülke'ye götürürken, T a n r ı Buyruğu
mişler? Özel bir görev için mi ayrılmışlar? Bu binlerce olarak diğer ırklarla her türlü ilişkide bulunmalarını kesin
yıllık seçkinlik iddiası, Y a h u d i halkının uğradığı baskı likle yasaklamıştır. Ve T a n r ı onlara nezaret etmiş ve birlik
ve zulümlerin nedeni mi olmuştur? Diğer ırklar bu iddia te olmuştur. Ve bu eşliği boyunca bir de alâmet göstermiş,
d a n rahatsız olarak bir çeşit nefsi müdafaa mekanizması
gündüzleri bulut sütunu, geceleri ateşten sütun olarak te
mı işletmektedirler? Neden? Oysa, Yahudilerin onlara bir
zahür etmiştir. Kıskanç tanrı bu şekilde onları düşmanlara
kötülükte bulundukları söylenemez.
ve yabancılara karşı korumuş, m a n n a denilen mucizevî
ekmekle de (kudret helvası) beslemiştir.
Bu kırk yılın sonunda İsrailliler Vâdedilen Ülke'ye
19 ve 20. yüzyılların tabii bilimler tarihçesine şöyle ulaşmışlar, fakat, yalnızca yeni neslin duhûlü için izin çık
bir bakınca, bütün bilimsel ilerleme ve keşiflerin yarıdan mıştır. İçinde süt ve bal akan ülke, Musa da dahil olmak
fazlasının Yahudi ilim adamları tarafından gerçekleştiril üzere, yaşlılara kesin olarak yasaklanmıştır.
diğini görüyorum. Yahudiler astronom, biyokimyacı, ma Ne olmuş olabilir ki?
tematikçi, botanikçi, fizikçi, doktor, zoolog ve biyologlar( 2 4 ) Tarihsel ve teolojik açıklamaların, bu buyruktaki in
arasında daima önde gelmişlerdir. 1901 ile 1975 yılları celiğe inebildikleıini sanmıyorum.
arasında Yahudi asıllı 66 (!) tane Nobel Ö d ü l ü sahibi B u n d a n on yıl önce ortaya koymuş olduğum kuramın
vardır. da hâlen geçerli olup olmadığından emin değilim. H e r
Yani bu «seçkin insanlar» seçkin bir ırka mı mensup neyse, o zamanlar demiştim ki, 'tanrılar' veya dünya dışı
turlar? Elbette hayır. Aslında Yahudiler bir ırk da değil varlıklar, bu kırk yıl zarfında yeni genetik niteliklere sa
dir. Biyolojik açıdan b ü y ü k bir çoğunlukla — a y n e n A r a p hip yeni bir nesil meydana getirmişlerdir. Ve bu niteliklere
komşuları g i b i — Avrupa Irkı'nın doğulu bir alt grubuna çevredeki diğer insan grupları sahip değillerdir. Bu izolas
mensupturlar. Bu nedenle de bir Yahudi ırkından değil de, yon ve de Yahudilerin yalnızca Yahudilerle evlenmeleri
Yahudi halkından söz edebiliriz. Ve Yahudi bilim adam- buyruğu, yeni genetik malzemenin saflığını muhafazaya yö-
JO
71
nelik olabilir mi? Musa tarafından konulan bu kural. Ya daha önceden hücre özleri alınmış bir dişi kurbağa
hudi ırkının safiyetini değil de, bu belirli insan türünün nın yumurta hücrelerine aşılandı. Bu yumurta hücre
insanlığın geri kalan bölümüyle arasındaki avantaj ve de lerinden tetariler geliştirildi. Ve bunlar, annelerine hiç
zavantaj özelliklerini k o r u m a fikrinden kaynaklanmış ola benzemeyen albinos kurbağalarına dönüştüler.» (2^)
bilir mi?
Deneydeki bu sürece, Y u n a n c a ' d a n alınma ve «dal,
Irkçı önyargıların sivrileşjiği günümüzde, bu tür yak
parça» anlamına gelen «klon»a izafeten, cloning denildi.
laşımlar oldukça zamansız birtakım öfke bulutlarını cez-
Günther Speicher, bu işlemleri en anlaşılabilir biçimde ifa
bedebilir. Seçkin ırk sorusunu yöneltirken taşıdığım so
de edenlerden biridir:
rumluluğun bilincindeyim. Ne var ki, birtakım sorunların
da, yalnızca üzerini örtmekle, üstesinden gelinebileceği ka «Kesilen bir bitkinin toprağa dikildiği zaman yeniden
nısında değilim. büyümesi, ana bitkinin bir karbon kopyasından b a ş
ka bir şey değildir.» ( 2 5 )
72 73-
lanılarak erkek hücre cevheri, yumurta hücresinden çıkar
zihinsel süreçlerle kaplı bir zırhın ortasında mı yaşıyoruz?
tılmıştır. Böylece fare-embriyosu her iki ebeveynden ge
B u n u n nedeni de, bizi yaratanların bizleri «kendileri gibi»
len kalıtımsal bilgiyi izleyemez duruma düşmüş, yalnızca
zekî kılmaları mıdır?
annesininkini alarak, onun doğrudan bir kopyasına dönüş
G ü n ü n birinde bize yapmış olduklarım, bizim de tek
müştür.
rarlayacağımızı biliyorlar mıydı?
Diğer bir deyişle, bu yöntem yalnızca dişilerin bölün
Tanrılar da, Tekvin'de şu kehânette bulunmamışlar
mesini m ü m k ü n kılmaktadır. A m a n ne mutluluk! Peki ya
mıdır:
erkekler? Oldukça basittir! Cenova Üniversitesi'nden P r o
fesör Illmensee'ye kulak verelim:
«...yapmaya başladıkları şey budur; ve şimdi yap
«Döllenmiş bir yumurtanın tüm kalıtımsal malzeme maya niyet ettiklerinden hiçbir şey onlara m e n edil
sini beden hücresi cevherine değişecek olursak, o za meyecektir.»
m a n da erkek olanın kopyalarım ortaya çıkarmamız - Tevrat, Tekvin, İL 6. -
söz konusudur.»( 2 5 )
İngiliz fizyolog Alan S. Parker, insan hücre çekirdeği G ü n ü n birinde bölünmeyle birbirine benzeyen insan
ni izole ederek r a h m e enjektasyonunu kurduğu zaman, lar grubu m e y d a n a getirmek m ü m k ü n olabilecek midir?
henüz bu tür bölünmeler gündeme bile gelmiş değildi. Tek bir nitelik ve de istenilen nicelikte görüntüler? M e
H a t t a bu kehânet sahibi, bir adım daha ileri giderek, erkek meliler üzerinde yürütülen başarılı deneyler, insanlarda (ge
sperminin ne kadar bir süre için depolanabileceğine eği nellikle) bir "zaman sonra uygulanır. Gazeteci David Ror-
liyordu. Şüphesiz bu değerli malzemenin replikasyonundan vik'in öne sürdüğü gibi, böyle bir hücre bölünmesi ile
yola çıkıyordu. Genetik k o d u n bulunmasında büyük ya meydana getirilmiş ilk insanın sapasağlam olup da A B D '
rarlılıklar gösteren Prof. Marshall W. Nierenberg'le de iş de yaşamını sürdürdüğü iddiasının gerçek olup olmaması
birliğinde bulunan Parker, günün birinde bütün zorlukların ikincil derecede önem taşır, Önemli olan, mevcut veriler
çözüleceğine inanıyordu. Bir tek sorun vardı ki, o da za dahilinde ve de söz konusu bireysel anlatımın çerçevesin
mandı. 25 yıl içerisinde hücrelerin genetik bilgiyle prog de, çok yakın bir gelecekte bu işin hakikaten yapılabilir
ramlanabileceğim de öngörüyordu. Stanford Üniversitesin olmasıdır.
den Prof. Joshua Lederberg adlı genetisyen de, onun bu
H e r araştırma kesitinin belirli bir amaç ve hedefi
iyimserliğini paylaşıyordu. O da, bu bin yılın tamamlan
vardır. İster kan, ister deri, ister bir başka organdan ol
masından önce, kalıtımsal faktörlerin istenildiği gibi çekip
sun; bir hücreden çoğaltılmış insan imajının korkunçlu
çevrilebileceğinden emindi.
ğu, nasıl olup da anlamlı ve faydalı olarak gösterilebilir?
Öyle görünüyor ki, uzmanlar, tahminlerinde oldukça Bu yöntem yürürlüğe girince; politikacıları, asker
ihtiyatlı davranmışlardır. Oysa her şey, çok d a h a çabuk leri, bilim adamlarını, uzay pilotlarını, din adamlarını, kâ
yürümektedir. hinleri ve de komedyenleri topluca, kitle üretimi halinde
Kaderin rolünü üstlenmeye mi başlıyoruz? mi ortaya çıkaralım? Orwell ve Huxley'in işaret ettikleri o
Bu ilerlemeyi yürüten mekanizmaya yardımcı olamaz cehennem mi açılacak önümüzde? Irk özellikleri yüzünden
mıyız? hiç d u r m a d a n birbirleriyle çekişen yeni ırk kategorileri mi
İçimizden programlanmış ve de izlememiz gereken yaratalım? Eski güzellik anlayışımızı bir kenara atarak, oto-
74
75
uzman olmamaları için hiçbir n e d e n yoktur. Üstün tekno
masyondan fırlamış mankenler mi salalım ortalığa? Belirli lojik 'know-how'ları ile ırklarının «DNA»sım geliştirmiş
araştırma gayelerine uygun erkek tipleri mi üretelim? Er ler ve nakletmişlerdir. O n d a n sonra da, insanın yapımıyla
kek veya kadın, zamansız bir ölüme karşılık, kadın veya ilgili tanrısal program kendi yolunu izlemeye devam etmiş
erkeğin hücrelerinden birkaç çift alarak istif mi etsin? tir. Başlangıçtan beri mevcut olan temel bir bilgiyi yakala
Entelektüel devlerin miniminnacık artıkları, her alan maya çalışıyoruz; bu bilgiyi içimizde taşıyoruz; tek yapa
daki dehâların kalıntıları, «hücre bankaları»nda hazır cağımız, onu yeniden keşfetmekten ibarettir,
bekleyerek, ölülerin izlerini sürecek tıpatıp aynı yeni in Önümüzde uzanan 'onlu' yıllarda gezegenlerarası yol
sanlar mı arzedecek? culuğa açılacağız. Gezegenimizdeki hammaddeler tüken
meye yüz tuttuğu için bu adım mutlaka atılacak. Bu zo
runlu ihtiyaç, evrenin meçhul yaratık ya da uygarlıklarını
Yüzyılın şu veya bu dahisinin bilgi birikiminin ken keşfetmekten d a h a önemli bir itici güç olarak ağırlığını
disi ile birlikte yitirilmemesi halinde, insanların ö n ü n d e hissettirecek.
çok büyük kapıların açılabileceğine inanıyorum. Einstein Neye malolursa olsun, değişmeyecek bu. Kendi nes
ölümsüz olabilseydi, insanlığın izleyeceği yol biraz olsun limizin sürmesi için evreni cezalandıracağız.
farklı olmaz mıydı? Büyük düşünür, bedeninin yakılmasını,
beyninin ise araştırmalara vakfedilmesini vasiyet etmiş
tir.! 2 7 ) Ve bu beynin ty'ichita'daki bir biyolojik deney la Uzayın derinliklerinde dünyaya benzer ve bomboş bir
boratuarında bir mukavva kartonun ortasındaki formalde- gezegen bulunacak olursa, onu koloni haline getirmek
hid dolu kavanozun içerisinde yüzedurması, bilim adına tek kelimeyle mantıklı olacaktır. F a k a t birtakım engel
utanç vericidir. leyici faktörler de yok değildir. Yüzlerce ve de binlerce
Beynin bazı bölümleri uzmanlara yollanmış; beyin kadın ve erkeği dev uzay seferleriyle nakletmek h e m çok
cik ve beyin zarının parçaları tahlil edilmemiştir. F o r m a l - pahalı h e m de sonuçlan bakımından oldukça belirsizdir.
dehid'in antiseptik bir etkisi vardır. Einstein'ın ö l ü m ü n ü n Bu gezegen dünyamıza çok çok benzese bile, bu iskân,
34 yıl sonrasında, tek bir hücre bile hayatta kalamamıştır. protestolara yol açacaktır. G â z kombinasyonları zarar ve
Bu büyük bilginin sıradan bir akademik inceleme dı rebileceği gibi, değişik bakteriler de «ırk»ımıza dokuna
şında neler planlamış olduğunu hiç kimse kestiremez. bilir. Böyle bir d u r u m d a sömürgecilerimiz yeni şartlara
Daha 1955 Merde, hiç kimsenin hayâlini Jbile kuramadığı nasıl alışacaklardır? Belki de bu kuramsal gezegende artı
birtakım gelişmeler mi öngörmüştür? Bilim, 'fi' tarihi için seksenden eksi seksene kadar oynayan ısı değişikliklerine
öngörülmüş olağanüstü bir ihtimali tahrip mi etmiştir? rastlanacaktır. Özel koruyucu giysiler olmadan insanla
rımız bu ısıya nasıl karşı koyacaklardır? (bu özel giysi
ler olsa bile, bu kez de fizik plânda çalışabilmeleri için
Bugünkü hücre biyolojisi ve mikrocerrahi tarafından engel teşkil edecektir)
esinlendirilen kişisel spekülasyonum, dünya dışı varlıkla
rın, kendilerince bilinen yöntemlerle, homo sapien türü
nü hücre bölünmesiyle meydana getirdiklerini fısıldıyor İşte bu ve b u n a benzer konular üzerinde, kapalı kapı
kulağıma. Gezegenlerarası yolculuğa hükmedebilecek d ü lar ardında yürütülen tartışmalar bir noktaya ulaşmış-
zeyde olduklarına göre, genetik yönlendirme k o n u s u n d a
77
76
tır: Hücresel b ö l ü n m e ! Eğer gezegen boşsa, yeni gezege nalardan etkilenmez, diğer Kızılderilileri yatak döşek e d e n
nin şartlarına uygun bir ırk programlanabilir. Eğer zekî nemli sislere b a n a mısm demez, «gökten düşen ışık» (şim
bir tür gelişememişse, o zaman bu türlerden en ilerisinin şekken zarar görmezlerdi. Ve Urolar, bu dünyaca bilinme
yumurta hücrelerine, insanların kalıtımsal faktörleri zer- yen bir dille anlaşıyorlardı.
kedilebilir. T a r i h tekerrürden ibarettir. Dünya dışı var
İnsan olmadıklarına ilişkin inançlarını inatla korudu
lıkların mavi gezegenimizde yapmış olduklarını tekrarla
lar. 1960 yılında sekiz tane safkan U r o kalmıştı. Titicaca
maktan başkaca» bir işimiz yoktur!
G ö l ü ' n ü n sazlık adalarının bu son sakinleri de 1962 yılın
Yerkürede, bu cüretli fikirlerimi kanıtlayacak, belir da öldüler.
tiler var mıdır?
Bu kendilerini beğenmiş münzeviler hangi ırktandı
— Eski dinlerle birçok mitolojilerde 'tanrıların', in lar? Varlıklarının ilk gününden bu y a n a dünyalılarla çift
sanları kendi suretlerinde yarattıkları ve başarılı olana letmeyerek yaratılıştan son güne kadar ırklarını karıştır
kadar birçok denemelerde bulundukları anlatılmaktadır.(" 8 ) madılar. Bu Uroîarı kim ve hangi amaçla yarattı? Özel bir
— Birçok kişi — k i bunların bazıları bugün de bu misyon mu yüklenmişlerdi?
i d d i a d a d ı r — hanedanların hükümdarlarının bu tanrıların Temel ırklar herhangi bir biçimde benim «dünya dışı
doğrudan neslinden geldiklerini öne sürmüşlerdir... Söz varlıklarım» la ilintiliyse, tanrıların bir ırk karışımı ya da
gelimi Mısır Firavunları, eski Sümer Kralları, Habeş ve kesin bir ayrımdan hareket ettiklerinden söz edebiliriz.
İran Kraliyet Aileleri, Japon İmparatorluk Sülalesi vb.
Bu sorunun karşılığını efsaneler, mitler ve ilk dinsel
— Güney Denizlerinden Sulu Denizi'nde yaşayan geleneklerde arayacak olursak, kıskanç tanrıların ırklar
«Toraca Kabilesi» kendilerinin gökyüzünden gelmiş olduk bileşimine karşı olduklarını görürüz, D a h a önceki sözlerimi
larına, ataları olan Puanglarm dünya sakinleri ile evlilikler tekrarlamamak için, yalnızca, yeni nesil yetişene kadarki
yapıp karışana kadar, damarlarından akan kanın beyaz ol İsrailoğullarının kırk yıllık tecridini, Puang ve Uroların
duğuna yemin-billah ederler.( 2 9 ) kesin bir şekilde ayrı tutulmalarını hatıratmakla yetme
— 1962 yılına kadar Titicaca G ö l ü ' n ü n sazlık ada yim. Ve de eski Mısır Firavunlarının, bir takım şeylerin
larında, U r o adlı bir kabile yaşamıştır. Uroların kanları aile içinde kalabilmesi için, yalnızca yakın akrabalarıyla
siyahtı. Bunlar, uzaydan geldikleri ve asla karışmamaları evlendiklerini hatırlayalım.
gerektiği inancıyla hiçbir komşu kızılderili kabilesiyle çift
leşme ilişkisi kurmamışlardır. D a i m a içlerine d ö n ü k ve di
ğer kabilelerden kaçarak yaşamışlardır. Bundan 1400 yıl
Aynı türlerin bütün ırklarının, aralarında karışarak
önce Kızılderili Aimara, daha sonra da İspanyol F a t i h
üreyebileceklerini biliyoruz. «Dünya dışı varlıklar» bu ırk
Francisco Pizarro'nun (1478-1541) Bolivya platolarına ak
sal karışmaları istememiş olsalardı, seksüel organlarla ilgi
masıyla Urolar sazlık adaları m e y d a n a getirerek o tarihten
li birtakım kısıtlamalar getirir ya da kromozom yapılarını
itibaren yaşamlarını o alan üzerinde sınırladılar. Diğer ka
farklılaştırarak çiftleşmeleri engellerlerdi. Diğer bir deyim
bilelerin hepsine tepeden bakmakla birlikte, herhangi bir
le, insan k r o m o z o m u n u n değişmezliği zekânın gizli ko
sürtüşmeden de kaçındılar. Özel nitelikleri yüzünden özel
d u d u r ! Bu yüzden midir ki, tarih öncesi mutasyonlardan
bir kibir duyuyorlardı. Suda ölmediklerini ve buz gibi so
bu yana her zekî varlık 46 kromozom taşıyagelmiştir?
ğuğu bile hissetmediklerini ileri sürerlerdi. K o r k u n ç fırtı-
Hücresel bölünmenin ışığı altında, model hücreye
78 79
göre, zekâyı (ya da diğer ırksal karakteristikleri) da türet bilmenin sınırları jıerede yatmaktadır? Herkes aynı hücre
mek m ü m k ü n d ü r . Son derece çekici, fakat o denli de tehli den gelirse, bu mantık sorunu nasıl çözülecektir?
keli bir gelişme burnumuzun dibindedir. Operatörler, organ Biyolojik bir saatli b o m b a tıkır tıkır işlemektedir.
naklinin, bağışıklıkla ilgili tepkiler göstermeden sorunsuz
bir şekilde yürüdüğüne işaret edebilirler. Bir başkası dâ
bu şekilde meydana gelmiş bir klanın aynı cinsten çiftleş Yine de, bu araştırmaların devamını, mükemmel bir
menin son aşaması olduğunu söyleyebilir. F a k a t bu, yal proses yönlendirmenin kurallarının bulunmasını, fakat bu
nızca bir ya da birkaç insan türünün bölünmesiyle çoğal buluşların kapalı kapıların ardında muhafazasını savunu
tılacağı gibi yanlış bir k a m uyandırabilir. Bir zamanlar çe yorum. Kusursuz erkek ve dişi cevherleri, gerekli izinler
şitli tipler meydana getirilmiş olup bunlar birbirleriyle le birlikte, uygun sıvıların içinde, öngörülen sıcaklıkta de
normal ilişkiler kurmuşlardır ve bu çiftleşmeler devam polanmalıdır. Beklenmedik bir felâket durumunda, (bu fe
edecektir. Bu sürecin yalnızca olumlu yöndeki hayâllerini lâket dünyaya çok yakından geçen bir meteorun atmosfere
kurmak da yanıltıcı olabilir. Bir dizi caniler ve diktatör zehirli gazlar saçması şeklinde kozmik yoldan ya da ato- ,
türemesi gibi aşın ihtimalleri bir kenara bıraksak bile, üre mik bir patlama sonucu radyoaktivitenin dörtbir yana ya
timde hata edebilme, tanımlanabilmesi güç h a m m a d d e ya yılması şeklinde tezahür edebilir) insan ırkı, aynen ilk
nılgıları yüzünden canavarlar türetmek de, imkân dahilin günkü gibi, aynı yöntemlerle çoğalabilme şansına sahip
dedir. Bu başarısız örnekler ne olacaktır? Bunlar da insan olacaktır.
sayılacaktır. Ahlâki ve dinsel normlar insan hayatının ko Fakat, bu süreç işlerlik k a z a n a m a d a n da, bu tür fe
runmasını emretmektedir. H e r ilerlemenin, bir takım rahat lâketler yaşanabilir. Bu nedenle, bir an önce geliştirilmeli
sız edici sorumlulukları da vardır. ve uygulanabilirlik kazanmalıdır.
Ş.-ns ve tehlike çok yakında yerleşmiş olan iki komşu Bu şekildeki bölünme ile meydana gelecek olan tip
dur. Terazinin kefesi hangi yöne meyledecektir? Mole- lerin, birbirinin mutlak kopyaları olacakları da söylenemez.
küler biyoloji ile mikrocerrahiye sıkı bir yasaklama mı ge Tek örneğe göre kuluçkalanmış olmalarına rağmen, «in
tirilecektir? Benim kişisel kanılarımdan t a m a m e n bağım vivo» üretilmiş geleneksel hemcinsleri gibi, ayrı bireyler
sız olarak, bilgi üretme zorunluluğunun yanısıra, hemen olacaklardır, Dış görünüş olarak birbirlerini olağanüstü de
her ülke ve dünyanın her köşesinde araştırma yasaklan recede andıracak, fakat birbirlerinden bağımsız olarak dü
da birlikte gözlemlenmektedir. Genetik araştırmalar için şünecek ve davranacak, kendi çevreleri tarafından yön
makine ve aygıt sığdırılabilecek, binlerce geniş salona lendirileceklerdir. Bu insanlar yepyeni bir kalıtımsal en
değil, küçük mekânlara gerek vardır. Bu araştırmaları kim formasyon taşıyacak ve bunu yeni nesillere aktaracaklar
denetleyebilecektir? Genel p l â n d a böyle bir yasağa harfiy- dır. Bunlar da mutasyonlara uğrayacak; bir zaman, belki
yen uyulduğunu kim bilebilecektir ki? D a h a da ötesi, bu on iki nesil kadar sonra, artık iki elmanın yarısı gibi gözük
güne kadar, araştırılabilecek olgunluğa gelmiş bir konu meyeceklerdir.
n u n irdelenmesine hiçbir kuvvet engel olamamıştır. Bu tür hücresel bölünme yolu ile üreme, muhtemel bir
Biyolojik ve ahlâkî sorunlara paralel olarak, çözül felâkete karşı olduğu kadar, uzayın fethi için de büyük
mesi zorunlu yasal sorunlarla karşılaşılacağı da kesindir. önem taşımaktadır. Araştırma ve uygulamaların düzen al
Bu bölünme yoluyla m e y d a n a gelen türün kalıtım sahibi tına alınması için uluslararası bir «Genetik Denetleme Ko
kim olacaktır? Mirasçılar kimdir? Doğrudan akraba ola- misyonu» kurulmasının savunuculuğunu yapan Lord Rotsc-
83
82
ÜÇ
ÇÖZÜLMEMİŞ SIRLARIN CENNETİ MALTA
85
Bundan binlerce yıl önce ise, her iki ada da bu oluklarla
şişen caddeleriylc sanki bir h ü k ü m r a n tarafından bölün kaplı idi. Bu yüzeysel karıklara bakınca, ve de .birbirleriyle
müş pastel renkli adacıklara inersiniz. paralelliklerini görünce, doğal bir tepki olarak ilk düşünce
1954 modeli eski bir F o r d ' u n içinde Malta-Hilton'a ürünü «oluk»tur. Ne var ki, biraz d a h a yakından incele
doğru yol alırken, şoför, yeni sosyalist yönetimi övmekte nince, bu esrarengiz izlerin kelime karşılığı olarak «oluk»
oldukça cömertti. «İngilizleri de, işimize yaramayan diğer ile hiçbir ilgisinin olmadığı anlaşılır.
lerini de atacağız!» İlgilenip ilgilenmediğime aldırmaksızm, Oluktan oluğa hem açılış h e m de uzantı olarak bir
Dr. D o m Mintoff'un sağlam bir gelişmeyi sağlayabilecek çok farklılıklar söz konusudur. Özellikle eski başkent
bir süpermen olduğu konusunda da bilgi edindim. Mdina'nın güneybatısında, Dingli yakınlarında bu durum
Bu gelişmenin fazlaca bir işaretini göremedim. 11 vı' oldukça açıktır ve söz konusu noktadaki «oluklar», ma
öncesi ziyaretim sırasında rastladığım nefis otelleri, güze! nevra sapağı gibi bir araya toplanmaktadırlar.
caddeleri, baştan çıkartıcı mağazaları ve bakımlı plajları) - Bunlar - gerçekten de «garip oluklar»dır ve arkeologla
la gerçek bir tatil cenneti olan belde, gösterişinden çok rın bile hayrete düşmelerine yol açmaktadırlar. Ovalardan
şeyler yitirmişti. 1974 Aralığında ada bağımsız bir cum geçmekte, tepeleri aşmakta, yanyana giderken birden bir-
huriyet olmuştu ve süpermenin liderliği altında sosyaliz leşivermekte, aniden beklenmedik virajlar almakta veya
min o kurşunî cansıkıntısına doğru yol alıyordu. Gezi reh doğrudan doğruya Akdeniz'in derinliklerine uzanıvermek-
ber vc kitapçıklarından bu cennete atfedilenlerden çok az tedirler. Bir kısmı da, sivri kayalıkların bitiminde son bul
şey kalmıştı geriye. Birkaç gün içinde, artık buraya tali? maktadır. Bu bölgelerde, kayalar ve «oluklar» hep birlikte
yapmak için gelinmeyeceğini anlamış bulunuyordum. Mal- sulara karışmış olmalıdır.
tali balıkçılar, her nasılsa, teknelerini gökkuşağı renklerine
boyamayı sürdürüyorlardı. Bir an için Hong Kong'ıı hatır -
ladımsa da, M a l t a ' d a çerçöp vc hurdalardan eser yoktu Bu izler, farklı özellikler içermektedir. 65 ile 123
Adalılar, on altıncı yüzyılın sonlarına doğru aday! cm. arasında değişik genişlikler arzetmekte; karıklar 70 cm.
Avrupa Kültür merkezlerinden birine dönüştüren Malta derinliğe kadar inmektedir. Mensija yakınlarındaki bir
Şövalyelerini olduğu kadar, «oluklar»! da yakînen biliyor «oluk», bir tepenin çevresinde eğri çizmekte, kireçtaşı yü
du. Ne var ki, zerrece önemsenmeyen «oluklar»m korun zeyde 72 santim kadar derinlik vermektedir.
ması için Malta Hükümetince hiçbir girişimde bulunulmu Araba olukları teorisinden hareket edecek olursak,
yordu. bu derinlikten böylesine virajların alınabilmesi hemen he
Z a m a n zaman bu «oluklaı»ı gezen turistlerin bazıları, men imkânsızdır. Araba dingili ya böylesine derinliklerde
bir zamanların demiryolu olmuş ve d a h a sonra değerli de hareket etmiş ya da en az 72 santim yüksekte yer almış
mirleri başka amaçlar için eritilmiş eski bir hatta dolaştığını tır. Diğer bir deyimle, bu dingile 1.5 metre çapında bir
düşünseler yeridir. Belki de bir kısım ziyaretçiler, söz ko tekerlek gerekir; bu denli devasa bir tekerleğin, bu kidsî
nusu izlerin arabalar tarafından açılmış olabileceğini zanne- keskin virajları alması söz konusu olamaz. Kırılması, par
diyorlardır. K a ç tür açıklayıcı yaklaşım olduğunu bilemi çalanması kesindir. Bağımsız süspansiyon gibi bir yak
yorum. A m a hiç değilse bunların hiçbirinin doğru olmadı laşım, o günlerde bilinmemektedir ve de 1.5 m. yüksek
ğını biliyorum. likteki tekerlekler, ekskavatör çağrışımı yapmaktadır ki, bu
M a l t a ' n ı n olukları tarih öncesinin eşsiz bir bilme- dar oluklarda manevra yapabilmesi imkânsızdır.
cesidir. Malta ve Gozo'da bugün hâlâ yüzlercesi vardır
87
86
fiği... 6 cm. Kavis bükülmesi, 84 m. (!) çapında bir kapalı
daire çağrıştırmaktadır. 72 santimin de üzerinde olmaklığı
gereken tekerleklerden birini oluğa oturtun ve kavisler üze
rinde hareket ettirin, hele hele kum sandığında da değil!
Bu şartlar altında tekerleğin hareket etmesi imkân dışıdır.
Kenarların kum yerine sert kayadan meydana gelmesi, ta
savvur ötesi bir durum oluşturur. H e r olukta iki tekerlek
üzerinde yürüyen arabalar teorimizi arkeolojik bir çukura
gömebiliriz.
Sırf gırgır olsun diye, çifte dingilli araba projesi ge
liştirecek olursak, durum iyiden iyiye imkansızlaşır. Kam
yonların, zayıf lastiği geniş bir lastikle destekleme olayıdır
bu. Dönemeçlerde daha dar bir ikinci şerit: bulunmadığı
için, iki tekerlekli araba projemizi de tarih öncesinin araba
galerisinden çekip çıkarabiliriz.
San Pawl-Tat-Targa yakınlarında dört farklı oluk bir
tek olukta birleşmekte, fakat aralarındaki açıklık büyük
değişiklik arzetmektedir. Buyrun size Okus-Pokus. H e m e n
yakınlarda bir yerde, iki oiuk birbiri ile kesişmektedir, fa
kat derinlikleri t a m a m e n ayrıdır. Mensija dolaylarında de
miryolu çalışması iyice düzensizleşmektedir. Oluk, 60 san
timlik bir derinlik içerisinde iniş çıkışlar göstermekte, en
derin noktada 11 santim, en yüksek noktada ise 20 santim
lik bir genişliğe erişmektedir.
89
88
bir R o m a Tapınağı bulunmuş, bu tapmağın kalıntılarının
daha da altında bu kez dc bir Yunan Tapınağı gün ışığına
çıkmıştır. Arkeologlar işin sonuna ulaştıklarını sanırken,
bir başka sürprizle daha karşılaşmışlar; bir tabaka altta
bu kez de ağır vc yekpare taşlar bulunmuş, bu taşlar kal
dırılınca, yarım daire şeklinde bir megalitik tapmağın ön
cephesi yüzyıllar süren uykusundan uyanmıştır.
90
91
kesitler arabalar tarafından açıldıysa, kesitlerin yatay ol
maları gerekir. Tekerleklerin uçlarının takoz biçiminde ola
maktadır. Yoksa o günlerin yapımcıları, kauçuk dingil sis
bileceği tezine vereceğim karşılık da şudur ki, bu mctod
temi mi kullanmaktaydılar?
ile monolit gibi ağırlıkların taşınabilmesi düşünülemez.
— Olukların kesitleri zemin üzerinde dik açı meyda
Böyle bir d u r u m d a hem serviste çukurların daha da de
na getirmemektedir. Derinleştikçe, daralmaktadır. Eğer bu
rinleşmeleri gerekirdi. Son olarak da, yine tekerleklerin çapı
gerçeğini vurgulamak zorundayım. Bu tür açıklamalar son
derece zayıf kaçan kaytarmalar ya da aptalca esprilerden
öteye gidemez. H a d i öyleyse, söyleyin bakalım, bu oluk
lar nasıl açılmıştır?
92
dır. Hayvanların aynı yoldan yıllar ve yıllar boyunca yürü
düklerini varsayarsak, arkalarında bir işaret, hiç değilse bu
ağır yükün altında güç sarf ederken, yumuşak kircçtaşmın
üzerinde toynak izlerini bırakmaları gerektiğini düşünebili
riz. Söz konusu Malta olukları arasında bir tek bile toynak
izi yoktur.
95
araba kabartma veya tabloları da bulunmuş değildir. Nak
liyede böyle bir yöntem kullanılmış olsa idi, herhalde, Bu «oluklar» labirentinin ne için kullanıldığı ya da
birçok duvar resimleri barındıran ada halkı, tapınaklarına kimin tarafından yapıldığını bir bilen yoktur. G ü n ü m ü z
bunu da nakşetmeyi ihmal etmezdi. de birkaç bilim dalıyla ilgili araştırmalardan bol bol söz
edilir. Arkeologlar fizikçilere danışır, kimyacılar ve meta-
lürjistler bu tür bilmecelerin çözümü için el ele verirler.
Üstelik «oluklarsın tapmaklar nedeniyle ortaya çık Malta'da bu t ü r bir işbirliğinden söz edilemez.
tığı söylenemez, çünkü söz konusu yolların hiçbiri tapı « O l u k l a r d a ilgili analizlerin, cehalet haritasında bom
nakların önüne uzanarak burada son bulmamaktadır. Tapı boş izler bırakacağı muhakkaktır. T a ş küreler, tahta çatal
nakların çevresinde dört bir yöne dağılmakta, tapınak bu lar veya araba tekerlekleri, altlarındaki taş zemine sürtü-
lunmayan yerlerde de ortaya çıkmakta, hatta civarda baş nürken iz mi bırakmışlardır? Geçmiş zamanların bu ulaşım
ka hiçbir harabenin mevcut olmadığı yerlerde de rastlanıl araçları her ne olursa olsun, acaba küçük organizmaları ki
maktadır. reçtaşı ve balçığın gözeneklerine nüfuz ettirmiş olabilir
s o l u k l a r s ı n haritaları çıkarılmış ya da ölçülmüş de mi? Bu gözenekler arasından ortaya çıkarılacak fosil toz
ğildir. Hiç şüphesiz başhbaşına yorucu bir iştir bu. Bazı ları gibi. kalıtımlar olukların kökenine inişi sağlayabilir
bölgelerde, yer örtüsüne karışarak gözden kaybolmuşken, mi?
bir başka yerde yemden ortaya çıkmaktadır. Üzerlerinde ev Bugün için denizlerin derinliklerinde kaybolan «oluk
ler inşa edilmiş, yüzyılların aşındırmasına uğramışlardır. lar»! araştırmada kullanılabilecek her türlü teknik imkân
lara, akademik merceğin altına koymamıza yarayacak va
sıtalara sahibiz. Neden biri çıkıp da bu işi üstlenmez?
İlkel geçmişimizden arta kalan bu olağanüstü bilmeceyi
çözüme kavuşturmaksızm öylece bırakmalı mıyız? Nor
mal hallerde bilim adına aşırı duygusal ve de susuz kalmış
gibi istekli davranan biz Batılılar, neden bu konuda bu
kadar ilgisiziz?
98 99
mıştır. Delirmek işten değil. Yollar inşa edilirken faş ta
pınaklar çoktan mevcutsa, o z a m a n tapınaklara yapı mal
ğunu göstermektedir. Tanrıça heykelcikleri 5000 yıllıktır. zemesi için düşünülmemişlerdir. «Olukların» inşa tarihinin
Sicilyalılar M . Ö . 300, Fenikeliler ise M . Ö . 1400 tarihlerin M.Ö. 5000 yıllarına kadar indirilmesi görüşü de, Akdeniz'
de gelmişlerdir. in bugünkü deniz seviyesine b u n d a n 10.000 yıl önce ulaş
Bilim adamları 'oluklar'ı Bronz Devri'ne uağlayadur- tığı gerçeği karşısında bocalar. Diğer bir deyimle, Batı Yu
sunlâr, bu nesnelerin 'Neolitik' Devirden kalmış olabileceği nanistan'dan k o p u p gelen son göçmenler dalgasının «oluk
fikrini savunan bir kişiye bile rastlamadım. Bu küçük tarih lar» ın yapımcılığını yüklenmesi söz konusu değildir.
kaydırması bile aslında yeterli olamaz. O devrin insan Malta'yla ilgili «araba yolu» kuramına, sırf yanlış ar
ları zekî balıklar mıydı? Yoksa şnorkelli, tahta hava pom keolojik yaklaşımlara örnek olsun diye değindim. Bin türlü
palı, şeffaf göz bölümleriyle bronzdan dalgıç kıyafetleri açıklama vardır, fakat üstteki cilaları kazıyacak olursanız,
kullanarak mı su düzeyinin altındaki 'oluklar'ı da açmayı kendinden geçmiş harabe ortaya çıkar. H e r ne ise, uz
başardılar?
manlık kitapları ve benzerlerinde, okuyucunun karşılaşa
İçtenlikle söylemek gerekirse, bilinmeyene doğru ka cağı belki de en önemsiz ve uyduruk bölüm, k o n u n u n çö
çıyoruz.. Bazı arkeologlar ise, bu oluklar şebekesinin on zümüyle ilgili olan son kısımlardır. Farklı görüşleri hoş
bin yıl önce bile mevcut olabileceğini iddia ediyorlar, böy görüyle karşılayamayan okulların da eğitim sistemi budur.
lece bugün deniz altında kalan bölümlerinin ana karanın Oysa önemli olan, bir sorunun cevaplandırılabilmesi değil,
parçası olduğu zamanlara ulaşmış oluyorlar. F a k a t hele bir ortaya konulmasıdır. Bilmeceye getirilecek son çözüm çok
kulak verin bana — kesim işi için neler kullandı bu in d a h a değersizdir.
sanlar — nasıl dcldiler, nasıl yonttular ve de bu kilomet
Tarih öncesi devirlerde, d ü n y a m a bir başka yerinde
relerce uzanan çukurları nasıl kazdılar?
tekrarlanmayan birtakım garip şeylerin olup bittiği açıktır.
Sorunun cevabı, çakmak taşından yapılma araçlar ola Ada, birileri ya da birşeyler için merkez teşkil etmiş ol
caktır, tabiatıyla. Taş Devri Modası'nın yaratıcısı olan malıdır. Bir diğer görüş de, çukurlara metal alaşımları akı
çakmak taşı, kireç taşına kıyasla çok daha sert ol tıldığı şeklindedir. Fakat, çukurların, metalin henüz kul
duğu için, daha akla yakındır bu karşılık. Ne var ki, jeo lanılmadığı devirlerde oluşmuş olması, bu tezi de çürüt
loglar ne Malla'da ne komşu adalarda çakmak taşının izi mektedir. Buzul Devri sonrasında Akdeniz seviyesinde olan
ne bile rastlamamışlardır! Öyfeysc. Taş Devıi'nin Oluklar değişiklik, bunun kesin kanıtıdır.
şebekesi için elzem olan bu çakmak taşlarının büyük mik
Belki şu yaklaşım bir parçacık düşünülebilir. Tarih
tarlarda ithal edildiği sonucuna mı varacağız?
öncesi devirlerde yaşayan dinazor türü sürüngenler mi
Bazı yorumculara göre, bütün bunların hepsi yanlış açmışlardır bu izleri? Paralel uzanan, aniden kesişen ya
tır ve bu olukları planlayıp inşa edenler. Yunanlı veya da dönemeçler alan hatlar da, dinazorlarla ilgili bilgileri
Fenikeli göçmenlerdir. Neden olmasın? Fakat bu tez de mizle uyuşmamaktadır. Çünkü bu hayvanlar yerküre üze
bizi sıkıntıdan kurfarmamaktadır. Tarihin akışına ilişkin rinde asla düzenli izler bırakmamışlardır.
bütün kayıtlarda görüleceği gibi, göçmenler yeni vatanla
rına bilgi birikimlerini birlikte taşır ve pratiğe dökerler.
Oysa ne Sicilya ne de Yunanistan'da bu tür «oluklar» ın
-Oluklar ın açık deniz kanalları olduğu yaklaşımını
izine bile rastlanılmış değildir.
da bir kenara bırakabiliriz. Herkes bilir ki, su daima te-
Ne garip çelişkilerdir bütün bunlar! Denir ki, taş ta
pınaklar, son göçmenler gelmeden çok çok önce yapıl-
101
100
peden aşağı en alçak noktaya doğru akar. Oysa «oluklar» Bugün bizce bilinmeyen doğal bir ü r ü n ü n yetiştirildiği
dere-tepe aşmakta, ovaları dolaşmaktadır. Suyun, belirli bir yataklar olabilirler mi? Yoksa «olukların» diplerinde ipek-
eğimi tırmanabilmesi için, yüksek bir basınca ve borulara böcekleri mi yetiştiriliyordu? G ı d a için bu yola başvuran
gerek yardır. Malta'da boru veya boru kalıntısı da bulun tarih öncesinin bilinmeyen bir «deniz yosunu kültürü»
muş değildir. O günlerde, bu tür bir kanallar ağı açacak ka ile mi karcı karşryayız? Böyle birçok soru üretebiliriz. Bu
dar akıllı biri çıkmış ise, bu kişinin iki nokta arasında en şebekenin kitlesel üretimi kimlere yönelikti? A d a yerlileri
yakın mesafe olan doğrular yerine bir sürü karmaşık zig- nin bu k a d a r çok ürünü kendileri kullanamayacakları bir
zaglardan hareket'edeceği söylenemez. yana, üstelik, d a h a önce de söylediğim gibi, tarih öncesi
deniz ticaretiyle ilgili de hiçbir kayıt mevcut değildir. Ay
rıca, çiftçilerin tarlalarının da yanyana açıldığı, tepelerden
Bu nitelikte bir kanalizasyon sistemiyle sulama yapıl aşıp vadilere kavuşmadığı da bir başka gerçektir.
dığı da iddia edilebilir. Fakat ada, bütün devirlerde kaya «Oluklar» o garip eğimli ve dönüşler hatlarıyla m o
lık ve tarım yönünden fakir olagelmiştir. Hiçbir şey yetiş dası geçmiş bir yazı tarzı olabilir mi? Suyun altında ka
memiştir. H u m u s (karatoprak) bile ithal edilmiştir! D a h a lan kısımlar hatırlandığında bu çekici spekülasyon da sıfırı
kırk yıl öncesine varana kadar, gemilerine su almak için tüketmektedir. Suyun dibinde kalan yazıları kim okuyabi
yanaşan kaptanlardan para yerine .humus talep edilirdi! lirdi ki?
Bunlardan başka da birtakım açıklamalar olmalıdır!
Bu yaz; saçmalığını kabul edip de, Akdeniz'in yük
selmesinden öncelerine bağlasak bile, bu defa da bir başka
soru çıkmaktadır karşımıza. Söz konusu yazıların okuyucu
larının u ç m a yeteneğine sahip olduklarını teslim etmeliyiz.
Aksi takdirde, çok geniş bir saha kaplayan yazılar hiç
kimsenin işine yaramayacaktır.
Mikroskobun altına bir ütopik görüş daha itelim.
«Oluklar,» dökülen özel metal alaşım sayesinde, dev bir
anten işlevi mi görüyordu? On bin yılı aşan bir zaman
öncesinde, metalin bile bilinmediği bir çağda, bu eserin in-
şacıları kimlerdi? Taş tapınakların yapımcıları bile değil
diler üstelik.
Herhangi bir noktayı atladım, gözden bir şeyler ka
çırdım mı? Sanmıyorum.
102 103
ramdan anladığım hayâlı kalıplar, düşünce ürünleri değil,
gerçek ve de fizik yönden son derece aktif varlıklardır.
Tarih öncesinde, benim «tanrılarım» ın Malta'yı ken
di hedefleri için seçip seçmediklerini düşünüyorum. Ve
burada meydana getirdikleri herhangi bir şey yüzünden,
Maltalılann, bu tanrıların anısına ve de dünya dışı var
lıklara biatlarının bir nişanesi olarak bu işaretleri açıp
açmadıkları sorusu aklıma takılıyor.
104 105
lı gözükür. Adadaki otuz adet taş tapınak, masif taş bloktan
m â m ü l yapıları ve menhirleriyle tanrısal boyutlar arzeder.
Malta'nın yüzölçümü 247 kilometrekare, Gozo'nunki
ise 76 kilometrekaredir. Hagar Qim tapmağında bulunan
tahtalar üzerinde radyokarbon metodu ile yeni tarihleme
çalışmaları yapılmıştır. Y a p ı m için öngörülen tarih M . Ö .
4000'dir. En eski yerleşim merkezlerinin kuruluşu M.Ö.
1 OOO'den geri gitmeyen Romalılarla, ilk toprak fetihleri
M . Ö . 1200-900 aralarına rastlayan Yunanlılar, o tarihler
de henüz tarih sahnesinde aktif değillerdir. Bu durum, uy
garlığın Avrupa'ya Babil ve Mısır üzerinden Sümer'den
yayıldığı görüşünü çürütür. Malta'nın mimarî mucizeleri
Taş Devri'nde meydana gelmiştir!
Yine de bu C-14 metoduna pek fazla güvenmem.
Çünkü atmosferdeki radyoaktif C-14 izotoplarıyla sabit
bir ilişki esasına dayanır. Ve bana göre, tahta veya kemik
bulutları da, söz konusu yapının arkeolojik zamanlaması
için sağlıklı bir veri değildir. Hagar Oim'in M . Ö . 4000'lere
dayandırılması her şeye rağmen memnuniyet vericidir. Hiç
değilse asgarî bir zamanlama çıkmıştır ortaya. Tapınağın,
yapımcılarının tahta artıklarının tamamen ortadan kalkmış
olabileceği bir zaman kadar eski olduğunu söyleyebiliriz.
Ayrıca, Hagar OJm de Malta diyaleğinden gelme
bir sözcüktür ve de «taşlara niyaz edilmiş» gibi bir anlama
gelmektedir. Bölgesel arkeologlara göre, Hagar Q i m tapı
nağı, Fenike ilahlarına adanmıştır. Milattan Önce 4 0 0 0 '
lerde mi? Tuhaftır. Antik Çağın Erguvan Kralhğı'nınt? 1 ) bu
kadar erken bir tarihte de mevcut bulunduğuna dair hiçbir
kanıt yoktur.
«Oluklar» ille de tapmaklara bağlanacak olursa, man-,
tık açısından bu yapılara doğru uzanmaları gerekir ki, du
rum b u n u n tam tersidir. Otuz tapınak adanın çeşitli köşe
lerine dağılmış durumdadır ve hatlar çevrelerinden tama
men bağımsız bir biçimde gelip geçmektedir.
Tarxien Kompleksi Paola Kenti yakınlarındadır. H a
gar Qim, güney kıyısındaki Mnajdra yakınlarındaki tapı
naktan yalnızca birkaç yüz metre uzaklıktadır. Skorba Ta-
106 107
îaya k o y m a d a n önce, Malta'nın «oluklar» ve «tapınakları»
mn yanısıra, sergilediği bir başka eşsiz özelliğe d a h a de
nın önüne geldiğimde, bütün yükü omuzlarıma binen iki
ğinmek istiyorum.
kameranın da ağırlıkları ile, girip girmemekte tereddüt et
miştim. Günlerdir, acımasız bir güneş, adayı kavurup duru
yordu. Öyle bir hava vardı ki, araştırma yapmak için son
Saflieni'de, Valetta'nın güneydoğusunda, Paole Ken
iştahı da kayboluyordu insanın. Gömleğim ve pantolonum
ti (12 0 0 0 nüfuslu) yakınlarında H a l Saflieni Hypogeum'u,
vücuduma yapışmıştı. Sonunda içeri girmeye karar verdim.
ziyaretçileri hayrete düşürür. Hypogeum Yunaricadan alın
madır ve (hypo: altı, gaia: toprak) «yeraltı odası» gibi bir Hypogeum'un serinliğinde bir on beş dakika kalmak ba
anlama gelir. Arkeolojik literatürde hypogeum kavramı yağı iyi gelecekti. O r a d a bütün bir gün kaldım ve ne halde
daha ziyade gizli yeraltı mezar odaları ile yine gizli mabet olduğum t a m a m e n aklımdan çıkıp gitti.
ler için kullanılmaktadır.
Yeraltı odalarına geçmek için gireceğiniz evin, sokak
Giriş, zemin seviyesindedir. Sonra üç kat d a h a iner
taki benzerlerinden farkı ağır putreller taşıyan dört adet
siniz. Benim karşıma, karanlıkların içinden beliren iki met
dikdörtgen sütundan oluşan masif kapısıdır. Duvarında
relik, heybetli bir M a l t a h çıktı, bir hışımla kameralarımı
mermer bir tabelâda şövle yazar: H A L - S A F L İ E N İ P R E -
elimden kaptı. Şaşkınlığımı ve tartışmaya hazırlandığımı
HİSTORİK HYPOGEUM'U.
görünce alelacele ekledi: «No caméras» ve belki İngilizce
Bu konudaki literatür, övgülerinde bir parça müsrif
bilmem endişesi ile devam etti: «Défendu!» Kameraları
davranmıştı. Günün olanca yorgunluğunu taşıyarak kapı-
tahta bir dolaba yerleştirdikten sonra eliyle işaret etti:
«Voill»
Bugün, bile birçok müzede neden fotoğraf çektiril-
mediğini anlayabilmiş değilim. Karşılığında bir ücret iste
yebilirler, fakat herhalde tek. neden bu değil ki, Paris'te
Musée de Fhomme'daki bütün ödeme ısrarlarıma rağmen,
yetkilileri ikna etmeyi başaramadım.
Kimi zaman da, arkeologların kemli alanlarına giren '
konuların aydınlatılmasından pek hoşnut kalmadıkları ze
habına kapılırım.
Bahşiş denilen nesnenin mucizelerini deneylerle ya
şamış olduğum için Maltah devin avuç una iki Malta Li
rası sıkıştırdımsa da, pek para etmedi. Bahşişi kabullendi,
fakat kameralarımı vermedi.
Yalnızca 1.68'lik yüz hizama doğru eğilerek ciddi bir
ifadeyle kulağıma fısıldadı: «Bayım, burası kutsal bir yer
dir!* Kutsal bir yer olduğu su götürmezdi, ben de mesele
çıkarmayacak kadar uysaldım. Fotoğraf çekmeye değecek
Hal Saflieni Hypogeum'tmun giriş kapısı.
bir şeyle karşılaşırsam, nasıl olsa bir yolunu bulurum diye
geçiriyordum aklımdan.
J08
109
D e r k e n kamera bekçisinin bir e! çırpması ile kendi
sinden birkaç santim daha uzun ikinci bir dev daha be-
Hriverdi. Küçük bürodan çıkan bu ikinci de katılınca, bir
anda devler arasında kalıvermiştim. Birinciye kıyasla daha
da gençti. Boynuna kırmızı ipekten bir kaşkol sarmış, ka
lasına da bir bere geçirmişti. Değişik dillerden meydana
gelen karmaşık bir Fransızca ile anlatmaya çalıştıklarından
üç şey anladım ki, birincisinin İngilizcesi daha iyi olmalıy
dı. Ve de biri müze diğeri de hypogeum olmak üzere gö
rülebilecek iki şey vardı. İçerideki dört adet camekânlı ka
sayı düşünecek olursak, müze sözü biraz abartma olur.
H e r ikisini de görmek istedim. Genç deve de iki lira toka
edip, anlatacaklarını İngilizce olarak nakletmesini istedim.
Birlikte camekânlara doğru yürüdük.
1902'de şimdi içinde bulunmakta olduğumuz evin
inşası sırasında bir şans eseri olarak bulunan Hypogeum,
varlığını bu kasvetli binaya borçlu idi anlayacağınız. Mut
lu bir rastlantı idi kısacası.
110 ın
sonraki kapıdan girilen kehânet odasında, rahiplere, gör
dükleri düşleri yorumlatırlarmış. Bu mekânın olağanüstü
dım. B u r a d a bir duvar inşa edilmiş ve giriş k o r u m a al akustiği h a k k ı n d a bir şeyler okurmıştum, fakat yavaşça
tına alınmıştı. fısıldanan birkaç kelimenin bile bir anda büyüyerek bütün
Doğuştan usta bir geveze olan rehberim, daha önce her tarafta yankılanması karşısında etkilenmekten kendimi
binlerce kez yapmış olduğu gibi, helezon! merdivenleri ih alamadım. G e n ç dev, ne düşündüğümü anlamış gibi elim
tiyatla iniyordu. Aşağılara indikçe sessizleşiyordu. Sonun den tutarak duvardaki oyuklardan birinin önüne sürükledi.
da öyle bir hale geldi ki, herhangi bir soru yönelttiğim Oyuğun t a m karşısında birtakım uzun sadalar çıkarmaya
zaman, kulağıma fısıldamaya başladı. koyuldu:
O r t a katın ana salonuna varınca, «harika» demekten «Oooooohhhaaaaaa» ve de «Uuuuuuhhhhiiiii!»
kendimi alamadım ve sordum: «Neden buradaki tek zi Devin çığlıkları, en gürültülü bir diskoteğe taş çıkar-
yaretçi benim?» tırCasına, sanki Hi-Fi bir sistem kurulmuş gibi dört bir
Yavaşça kulağıma fısıldadı: «Maltalılar kehânetten yana dağıldı. En küçük fısıldamaları bile, amplifikatörden
korktukları için gelmezler. Otelden turistleri gönderirler yayılırcasına diğer bütün oluk ve çıkıntılara kadar yansı
ama, artık sezon kapandı.» yordu.
Ben de denemek istedim. Oval oyuğa sokulup uzun
Eğer tarihlendirmelerimiz doğru ise, bundan 6500 yıl bir 'evet'te ben çektim. Sesimi yükselttikçe rezonans ar
tıyor; etkin bir bariton gibi peşlere düştükçe de, sesimin
kadar önce. inanç rahibi kişiler bu -salona gelerek bir
vibrasyonu ve ekosu her köşeden duyuluyordu. Oyuğun
belli bir köşesinden çıkan yankının, özellikle berrak oldu
ğu dikkatimden kaçmadı. Sesimi doğrudan o tarafa yö
nelttim ve sonunda, kaya oyuğunun gerçek bir amplifika
tör fonksiyonu gördüğüne karar verdim. Gitarın rezonans
kutusu gibi idi adeta. Sanıyorum ki, kayanın diğer oyuk
larla olan görünmeyen bağlantıları sesimi alarak, salonun
geri kalan kısımlarına da yayıyordu.
Yanımda bir bayan olmadığı için deneyemedim ama,
bu harika amplifikatör yalnızca erkek seslerini böylece ya
yıyor, bir kadın ziyaretçi sesini ne kadar yükseltirse yük
seltsin, akustik etkiyi göstermiyormuş. Malta'yı bir kez
de, yanımda bir bayanla ziyaret etmeliydim.
Gezilerim boyunca, üzerimde olağanüstü izler bırakan
çok yerler gördüm. Yukarı Mısır'daki Kral Mezarları ve
piramitlerden Türkiye'deki taş anıtlara; Cuzco tepelerindeki
Sacsayhuaman hisarından T i a h u a n a c o ' n u n su kanalları ve
Paskalya Adaları'nın dev heykellerine varana kadar çok
112
vabı şüphe ve tereddüt doluydu. Bu mağaraları her gün
geze geze, atalarının bu eseri çekiçle açtıklarına ilişkin bir
teori geliştirmişti.
Cep fenerimi kullanmama izin yermişlerdi. Sütunların
kıvrımlarını, oyukları, kubbenin bölümlerini, ustaca çalış
ma izlerini rahatça görebiliyordum. Oyukları meydana ge
tiren monolitler t a b a n d a n boğum y a p m a d a n kıvrılıyorlardı
ve zeminle aynı taştandılar. Dahiyane bir yapı tarzının
kirişleri gibi, üstlerindeki kalan monolitler kıvrılarak kub
bede birleşiyordu.
Ne tür kehânetlerdi burada söylenenler? Üç mü, dört
mü, yoksa beş bin yıl önce mi? Kehânet için başvuranlar
Fenikeliler veya Yunanlılar değildi. M a b e t binlerce yıl
göçmenlerden gizlenmişti. Fenikeli ve Yunanlı fâtihler
M.Ö. 1400 ilâ 8 0 0 arasında gelmişlerdi, oysa burada bu
lunan mezarlar için onlardan 1000 yıl ötesi, M.Ö. 2500
gibi bir tarih biçilmişti.
Sırık boylu rehberim üç adım aşağı indirerek bir za
manlar Tanrıça'nın durmuş olacağı bir oyuğa sürükledi.
Bir taşla kapalı olan kovuğu işaret etti. Meğer bu tür bir
çok oyuk daha varmış ve içlerinden insan ve hayvan iske
letleri çıkıyormuş. Bu insan ve hayvanların kurban olup
olmadıklarını ise bilen yokmuş. Birkaç bin yıl sonrası için
bile korkunç bir fikir olmayı sürdürüyor bu düşünce.
114 115
«Hakkında bir şey bilinmeyen ilkel halkın kehânet
merkezi ve yeraltı tapmağı çeşitli bölme ve odalar
dan oluşur ve toprağın altında kayalardan üç kat
şeklinde oyulmuştur.»
117
az bir değişiklik olmaktadır. Oysa, radyatör gibi bir sürü Hypogeum'u inşa ettiklerini iddia etmiyorum. Benim
insanın doluştuğu kapalı yerlerde, havanın ne kadar çabuk spekülasyonum o «tanrılarsın veya o nesilden- gelenlerin
ısındığı herkesin malûmudur. Saflieni Hypogeum'u Tür Taş Devri insanının yararlandığı araç ve .üstün tekniklere
kiye'de Derinkuyu'nun yeraltışehirleri kadar ayrıntılı bir sahip oldukları görüşünden hareket etmektedir. Adaların
biçimde donanmıştır. Derinkuyu'da da yerin altındaki 13 ilk sakinlerinin, tanrıların talebi üzerine, neyi neden yap
katta da yazın ve kışın, ısı sabittir. tıklarını bilmeden, şevkle çalışmış olmaları da kuvvetle
Derinkuyu konusunda bilim adamları, Hıristiyanlık muhtemeldir.
sonrası yıllarda yapılmış olduğu üzerinde ağız birliği et G ö r ü n ü r d e k i b ü t ü n çelişkiler arasında bir bağ var mı
mişlerdir (sanki o zamanda da adım başı ısı mühendisle dır? Tanrıları, insanları, olukları ve tapmakları bir p o t a d a
rine rastlanıyormuş gibi!) Bu doğru değildir, fakat bu ta- toplayabilir miyiz?
rihleme hiç değilse birinci sınıf havalandırma sistemi için
açıklama olarak kabul edilmelidir. Hypogeum konusunda
işin bu kadar kolayına kaçamayız. Buranın Taş Devri'nden H o m e r , İthaca Kralı Odysseus'un on yılı aşkın bir
kalma olduğu tartışmasız kabul olunmaktadır. zamanla yaşadığı serüvenleri ve başına gelen felâketleri
Taşların yapımı ve işlenmesi ile akustik olayı bir bil yazara M o r a ' n ı n güneydoğu ucundaki Malea b u r n u n d a kor
mece ise, Taş Devri'nin havalandırma sistemi tek kelimeyle kunç bir fırtınaya tutularak sürüklenen gemileriyle birlikte
şaşırtıcı olmaktan da öte bir durumdur. tek gözlü devlerin; Kiklopların adasına düşer. H â l â Kik-
Hypogeum'un üç katlı olarak inşa edildiği düşünülmüş,
daha doğrusu salonlar ve kovuklar birbirlerinden mimari
olarak farklılıklar gösterdiklerinden, bilim adamları böyle
düşünmüşlerdir. Üst kattaki doğal oyuklar genişletilmiş ve
perdahlanmıştır. Orta katın ana salonuyla yan odalarınday-
sa henüz açıklanamayan bir çeşit yapay megalitik yöntem
kullanılmıştır.
Yine de bu açıklama pek bir şey ifade etmemektedir.
Akustik düzen ve havalandırma sistemi bütün Hypogeum
için geçerli olduğuna göre, söz konusu farklı teknikler
eşzamanlı olmalıdır. Bu nedenle, ilk mimar da halefleri de
işin başından itibaren kompleksin bütünü için kesin bir gö
rüşten yola çıkmışlardır. Eğer taştan bir eser ortaya koyu
yorsanız, t a d i l a t l a da restorasyonlar söz konusu olamaz.
B a n a göre, «oluklar», tapınaklar ve Hypogeum bu
bölgeye 'tanrılar'ın elinin değdiğinin bir kanıtıdır.
Benim teorimi kavrayanlar için gereksiz, fakat eleş
tirmenlerimin yapacakları ithamlara bir karşılık olmak üze
re bir noktayı vurgulamamda yarar var. Ben 'tanrılar'm
burada çalışmaya koyularak. «olukIar»ı, tapınakları ve Yer altında üç kat. Taşlar ustaca oyulmuş ve kıv
rımlar verilmiş.
118
119
lop duvarcılığının eseri olarak tanımlanan taş duvarları in
şa ederler.
Bilimsel literatürde Kiklopların adasının bugünkü Si
cilya olduğu tahmin edilmekteyse de, bunun böyle olması
şart değildir.
Malta ve" üç uydu adası, Sicilya'dan yalnızca 95 ki
lometre uzaklıktadır. T a ş yapıları bir parçacık inceleyen
herkes benim hissettiklerimi hissedecektir. Yoksa Kiklop
duvarcılığının yaratıcıları ile mi karşı karşıyayız?
120
Bu da bu devlerin mevcudiyetlerinin son kesin kanıtıdır. esasa dayanmaktadır. Firavunlar, Çin-Japon ve İnka İm
Boyuna kendi kendimi tekrarlamak istemiyorum, fakat ta paratorları en eski zamanlardan beri değişik biçimlerde
rih öncesi devleriyle ilgili dokümanları sık sık tekrarla mumyalanma işlemine tabi tutulmuşlardır. Öyleyse, «tan
m a k zorundayım. Aksi takdirde, «Fakat Bay Daeniken, rıların oğulları» olan devler de, dünya dışı yaratıkların so
devler hiçbir zaman varolmamıştır ki» şeklindeki çıkışlara yundan gelen bu ilk nesil de, aynı yöntemleri neden kul
m u h a t a p olurum. İnsanlar, doğruluğu kabul edilemeyen lanmış olmasın ki?
şeyleri unutmaya ve değer vermemeye alışkındırlar. İlk zekî insanlar, uzay yolculuğuna çıkan tanrıların
çocuklarıysalar, şüphesiz bu göksel babalarından birtakım
bilgiler edinmiş ve hatta, belki de şöyle bir emir almış
« E Ğ E R » sözcüğünü anlamlı bir biçimde heceleyerek lardır:
vurgulayalım! «Beden hücrelerinizi muhafaza edin. Onları, günün
— Eğer Homer, Odysseus'unda manzum bir fantezi birinde kendi suretinizde varlıkların üretiminde kullana
den hareket etmiyor da, gerçeklerden söz ediyor idiyse... caksınız!»
— Eğer Malta, Kikloplarm adası idiyse...
— Odysseus'un yanaştığı yer burası idiyse...
— Kikloplar «düşen melekler»in, dünya dışı varlık Malta yolculuğumuzun fotoğraflarını dosyalarken, bir
ların soyundan idilerse... likte çalıştığımız Willi Dünnenburger ilginç bir noktaya dik-'
. . . işte o zaman «oluklar»ın da, taş tapınakların da katimi çekti. Malta'lı Ana Tanrıçanın tüm heykelcikleri,
ve Hypogeum'un da bu tanrılar veya onların soyuyla doğ
rudan bir ilişkisi vardır.
Neden mi?
Bu oluklardan bir bölümünün Akdeniz'in derinlikle
rine uzandıklarını, yani son Buz Devri'nden öncesine da
yandıklarını hatırlayalım. Klasik arkeoloji açısından o za
m a n zarfında teknolojik yeteneğe sahip insanlar yoktur.
Bu mantıktan hareketle, söz konusu mirası bırakanlar Taş
Devri sakinleri değilse, kimlerdir?
Tanrılar veya soyu, Malta'daki varlıklarıyla ilintili
olarak bir işaret mi bırakmışlardır? Bu teknik miraslarının
dışında, Hypogeum. örneğinde olduğu gibi, giriş kapıları he
nüz keşfedilememiş birtakım tohum bankaları da bırakmış
olabilirler mi? Yoksa A n a Tanrıça bilmecenin son anahtarı
mıdır? Gezegenimizin eski yöneticilerinin gövdelerinden
alınmış son derece iyi korunan hücreler, kayaların altındaki
megalitik mezarlarında bizleri mi bekliyor? G ü n ü n birinde
mumyalanmış devlerin tabutları mı bulunacak?
İleri sürdüğüm bu fikirler aşırı değildir ve belirli bir
Tarxien Tapınağı. Malta Adası, Kikloplara mı aitti?
122 123
Bu tür bir görüntü karşısında, o devrin heykeltıraşları
nın insan anatomisi üzerinde bilgi sahibi olmayacak ka
gebe kadınları tasvir etmekteydi. Karınları sanki üçüz doğu- dar ilkel olduklarını söyleyerek işin içinden çıkabilirdik.
racakmışçasına şiş, buna karşılık kalçaları da hemen h e m e n Ne var ki, omuzlar ve kolların şekil mükemmelliği, bu tezi
hiç yok gibiydi. Gövdelerinin alt kısmı, hiç kullanılmıyor- geçersiz kılıyordu. Ve bu heykellerin çoğunda da dört par
muş gibi yağlıydı. Baldırlar belli belirsizdi ve şişkinlik he mak açık oluyor, başparmak ise sanki doğum sancısının
men ayaklardan başlıyordu. acılarını ifade etmek istercesine kalbi gösteriyordu. Ve bu
karınlar, normal ceninden daha yüklü bir şeyler mi taşı
maktaydılar? Kadınların vücudu, fetüsün anormal ağırlığı
yüzünden mi öne doğru eğilmişti? Kalça ve dizlere etkide
bulanan dokusal değişiklik ve cenini çevreleyen özel bir
sıvı mıydı? Bu zavallı yaratıklar doğuma yakın, büyük bir
zorlukla pati pati yürüyen ördeklere mi dönüyorlardı?
Bu görüş açısından değerlendirme yapılacak olursa,
ana tanrıça da geçmişte devlerin mevcut bulunduğuna iliş
kin önemli kanıtlardan bir tanesidir. Kebra Nagast'tan, fe-
tüsler aşırı büyüyünce kendi kendine yarılan karınları öğ
reniyoruz. N i p p u r kökenli Sümer çivi yazılarından bir ta
nesinde Hava tanrısı Enlil'in dünya çocuğu Ninlil'e tecavüz ,
Hamile ana tanrıçalar. ettiği anlatılır. Ninlil, bu günahkâr tanrıya şöyle yalvarır:
124
den yararlanmak isteyen, ağzının t a d m ı bilenler değildir. sıralı 1169 uzun taş mevcut olup, b u n l a r d a n 70 tanesi bir
Bretanya yüzlerce yıl, gezginci ressamların — b u g ü n onlara yarım daire şeklinde ayrılmaktadırlar ki, bu şeklin biraz
turist d i y o r u z — uğrak yeri olmuş ve bu cazibesi de bin daha değişiğine Kerlescan'da da rastlanmaktadır. 5 9 4 men-
lerce «menhir» (taş dikitler)den kaynaklanmıştır. hir'den 555 tanesi 13Tü ve 39'lu sıralar halinde daireler
Geçen sonbaharda Bretanya'da birkaç gün geçirdiğim oluşturmaktadır. Kerzehro'da 10'luk sıralarla 1129 taş,
şualarda, bir gece yarısı dolunay altında menhirlerin ara Lagatjat'ta ise üçlü sıralar halinde 140 taş vardır.
sında dolaşmaya çıktım. Bir başka yıldızda, ya da dünyanın Bu çizelge henüz tamamlanmamıştır, fakat bilinmeyen
en ilkel bir arazisinde sandım kendimi. bir geçmişe dayanan bu muazzam çalışma h a k k m d a yine
Menhir'ler veya Kelt dilinden çevirisi ile «uzun taş» de yeterli bir fikir vermektedir. Bretanya'daki menhirlerle
lar upuzun hayaletlere benzer gölgelerini düşürüyorlardı Malta'daki megalitik yapıların bir ortak özelliği vardır ki,
üzerime. Şekiller yığını bir dizi ışık oyunu gibi yansıyor her ikisi de son Buzul Devri'nden önce yapılmıştır. Ç ü n k ü
lardı. Gölgelerin arasından olmayan tablolar görüyordum. Malta'daki 'oluklar' Akdenize doğru yayılırken, Bretanya'
Bazen insan suratları, bazen kollarında çocuğu ile bjr anne. nın sütunları da Atlantik Okyanus'unun maviliklerine utan
Derken arslanlar, kaplanlar, büyük sürüngenler ve örüm maktadır!
cekler. Ayışığmın bunaltıcı sessizliğinde çevremde dört dö Genellikle bir bölgenin yeriil ri arasında, o bölgenin
nüyorlardı. Tarih öncesinin canavarları, efsanevî yaratık olgularıyla ilgili birtakım açıklamalara rastlanmaktadır.
lar her an saldırıya geçebilecek bir uzaklıkta tetikte bekli Bu taşlarla ilgili sorular yönelttiğim Breton çiftçiler
yor; ben onlara yanaşacak olursam, anında yine tarih omuzlarını silkip yalnızca şu sözlerle yetindiler: «Personne
öncesinin taş yığınlarına dönüşüveriyorlardı. Geçmişe uza ne sait!» (Kim bilir?) Cehaletin kabulü, diğer bazı çev
nan bir zaman yolculuğu yapıyordum. relerin ileri sürdükleri Hıristiyan efsanesinden (daha rasyo
nel bir çağrışım yapıyor. Bu efsaneye göre M.S. Üçüncü
Yüzyılda bu civarlarda yaşayan St. Cornelius, R o m a lej-
Uzun Taşlar, hâlâ açıklanamamış bir düzen içerisinde yonerleri tarafından izlenir. Hz. İsa'nın yardımını ister ve
dururlar. Bunlar buraya sürüklenmiş ya da Buz Devrinden bu yardım sayesinde, büyükleri subaylar olmak kaydıyla,
arta kalmış değillerdir. bütün Romalı askerleri taşa çevirir. Böylece, askerî rüt
Üçlü-on ikili sıraları ile bir a n d a taş kesilivermiş bir beler, menhirlerde bile muhafaza edilmiştir. Doğrusu ina
orduyu andırırlar. Bu t a ş ' «asker» lerden en küçüğü yak nılmaz bir şey!
laşık bir metre boyundadır. Aralarındaki en büyük dev olan,
Plouarzel yakınlarındaki Kerloas Menhiri'nin boyu 12
metre olup, ağırlığı 150 tondur. Kesinkes en irileri ise Loc- İnanılması oldukça güç bir diğer yorum da bugünkü
mariaquer menhiri olup, bazı bölümleri parçalanmış ve, Bretanya'nın bir zamanlar Drüidlerin kutsal topraklan ol
toprağa yatık haldedir. T a m a m ı sağlam ve dikik olarak dü masından kaynaklanır. Buraya kadar doğrudur ama, Kelt
şünülecek olursa, boyu 20 metreyi bulur, ağırlığı ise 350 halkının rahipleri olan Drüidlerin en etkin dönemi, Sezar
tonu aşar. zamanına, İsa'dan önceki son yüzyıla rastlar. Demek ki,
Kermario yakınlarında 100 metre genişliğinde ve Drüidler, tapınaklarını burada kurmuş olsalar bile, yalnız
1.2 km. uzunluğundaki bir platform üzerinde, 10 sıra ha ca zaten kurulu bir kompleksi devralmaktan başkaca bir
linde tam 1029 adet menhir bulunmaktadır. Menec'te 11 marifetleri yoktur. Oldukça zeki ve tutumlu bir davra
nış!
126 127
•"4
130
131
jik ve dinsel gelenekler, bunların tanrıların soyu olduk
larını iddia etmektedir. belirli bir noktada kulaklıklardan, çok ç o k u z a k bir mesa
Ve bir başka soru: Bu devler zekî mi, aptal mıydılar? feden gelirmişçesine birtakım sesler duyulur. Kendi rad
Geride bıraktıkları eserler belirli bir zekâ-ürünüdür. Tabi yomuzu kendimiz yapmaya çalışan biz k ü ç ü k çocuklara ne
oldu?
atıyla, Bretanya'daki türden taş komplekslerin zekî amaç
lara mı hizmet ettiği yoksa bir çeşit meşguliyetle tedavi mi
oldukları konusunda bir h ü k m e varmak gerekmektedir. Kuvars, titreşimleri aynen bir telsiz anteni gibi yaka
Komplekslerin düzenli yerleştirilmesi, belirli bir plan lar ve spesifik bir noktada konsantre ederek tekrarlar. Sıkı
dahilinde hareket edildiğinin kanıtı olmaktadır. Ve plan bir araştırmadan sonra, yardımcı bir elektrik amplifikatör
kuran her varlık zekâ sahibidir. Aksiyomatik hükümler: olmaksızın, yayın yapan istasyonun frekansını belirlemiş
oluruz!
Zekî devler binlerce menhir'i kayalardan sökmüş, birta
kım belirlenmiş mekânlara taşımış ve düzenli sıralar ha Kuvarsın özel niteliği, Kutzer'e şu soruyu sorduruyor:
linde dikmişlerdir. Menhirler belli bir yöntem ile şarj mı ediliyordu? Bizce
Nasıl bir hedefe ulaşmaya çalışıyoruz? malum olmayan bir enerjiyle harekete mi geçiyorlardı? Di
ğer bir nesneyle birleşince titreşimler mi yaymaktaydılar?
Ya da bir başka evrenden titreşimler mi alıyorlardı? Ce
Kulmbach'lı Alman Mühendis Rudolf Kutzer gözü- vapsız kalmaya m a h k û m sorular. F a k a t hiç değilse, bizim
pek bir spekülasyonda bulunmuştur. Kutzer'e göre, menhir- için gelecekte söz konusu olabilecek bir teknolojiye, dünya
ler kozmik enerji için bir amplifikatör oluşturacak dev bir dışı varlıkların geçmişte sahip olabileceklerini bilmiyor m u - .
sinyal anteni olarak düzenlenmiştir. yuz? Bilim, geçmişi bugünün mantığıyla kavramaya çalış
Bu cüretli tezi doğrulayabilecek birtakım belirtiler tığı içindir ki, kimi zaman gülünç ve son derece uyumsuz
tablolar çıkmaktadır ortaya.
mevcut mudur?
Ne gariptir ki, telefon kabloları birçok ülkede hâlâ
Menhirler yapı olarak genellikle kuvars, bazen de de
odundan direkler aracılığıyla yapılır ve o d u n u n da daya
mir izleri ihtiva eden bir taştan yapılmışlardır. Kuvars,
nıksız bir malzeme olduğunu herkes bilmektedir. Çürür,
içinde kimyasal silis barındıran (SİOJ) dünyanın en sert ma
hasar görür ve yüksek derecede yanıcıdır. Yine de bu tür
denlerinden biridir.
telefon direkleri nice ülkede yığınladır.
Kuvars konusunda cahil olan bir kişi, bu madenin ni
teliğiyle ilgili olarak yeni model saatlerden referans alabi
Arkeologlar, b u n d a n 5000 yıl sonrasında, faaliyette:
lir. Kristallerin elektrik^reaksiyonlarıyla ilgili olarak 1880'
Tepelerde ve ovalarda yerden çıkıntılar yapmış, orta
lerde çeşitli araştırmalar yürüten Jacques ve Pierre Curie,
ları delik betonlar bulunuyor. Ve M.S. 2 0 0 0 i n sonlarma
belirli bir yöne itilen veya döndürülen kuvars kristallerinin
doğru yaşamış olan atalarının beton blok sıralarının önemli
üzerinde oluşan baskıyla meydana gelen piezo-eiektriğini
bir rol oynadığı bir çeşit dine mensup bulundukları kanı
bulmuşlardır. Yalnızca bu minimum enerjinin kullanımıyla,
sını ediniyorlar. Yoksa ülkeden ülkeye, kıtadan kıtaya bu
saatler bir yıl hatta d a h a fazla işleyebilmektedir.
blokları neye taşımış olsunlar ki? Bir başka kuram ise bu
Kuvars kristaller, eski kutulardan radyo alıcıları tü
açıklamaya karşı çıkarak büyük çaplı göçler için bir çeşit
rettiğimiz çocukluk günlerimizden yabancımız değildir. Ku
kılavuz kerterizi görevi gördüklerini ileri sürüyor. Ölümsüz
varsın üzerine son derece ince bir iğne getirdiğimiz zaman,
takvim yaklaşımının da yeniden hortladığını söylemeye bil
132 m e m gerek var mı.
133
Karşılarına çıkan tek engel, hiçbir kuramın açıklaya
madığı tek sorun, hâlâ ortadan kalkmamış odun parçaları
nın kalıntıları! Bazı bilim adamları betonlara meşaleler ta
kıldığı konusunda ısrar ediyorlar. O d u n parçaları ateş al
mayan cinsten bir çeşit sıvıya bulanmış. Bu kuram, henüz
bilimsel literatüre geçmeye fırsat bulamadan, eleştirmenler
devreye giriyor ve ateşle haberleşmek için kullanılma ku
ramının saçmalığından söz ediyorlar. G e n ç bir arkeolog, te
lefon direklerinin söz konusu olabileceğini fısıldayınca bir
protesto gürültüsüdür kopuyor. İki binli yılların sonunda,
insanlar oldukça zekîydiler ve şaşırtıcı bir teknolojiye sa
hiptiler. Birincisi, radyo kullanılıyordu, ikincisiyse, diğer
buluşlar aksini kanıtladığı için, asla o d u n d a n telefon direk
leri söz konusu olamazdı, birçok m a d e n bu işi görmekteydi.
İşte, M.S. 7000'lerde, yeryüzündeki beton temellerin 2 0 0 0
yılında telefon direklerine yuva vazifesi görmediğini kesin
olarak böyle kanıtlayacaklar.
Bizim mantığımız daha mı sağlamdır?
Bu satırları yazarken bile, eleştirmenlerimi öfkeyle ku
lağıma fısıldarlarken duyar gibi oluyorum: «Taş Devri'nin
devlerinin dev bir anten oluşturmak için taşlar topladığını
mı söylüyorsun? Devler, senin devlerin, eğer bir antenin
nasıl çalıştığı konusunda en küçük bir fikirleri varsa, her
halde uzun taşlar yerine bir başka m a d e n kullanırlar!»
Bu mantıktaki mantığa ne dersiniz?
Kikloplar Projesinde olduğu gibi bir antenler ormanı
kuracak olsak, tabii ki m a d e n kullanırdık. N A S A Araştır
ma Merkezi'nin programları arasında, her biri 100'er met
reden oluşan ve 1500 yönelici antenden meydana gelen
bir sahanın teşkil edilmesi de vardır. Ve bu dev antenler
binlerce beton yuvaya oturtulacaktır. Ne var ki, binlerce
yıllık bir zaman aşımı karşısında, Kiklopların antenleri de
paslanır, atomlarına ayrılır, yağmurla yıkanır, rüzgârla
savrulur. Geriye ne kalır? Geometrik bir biçimde sıralan
mış binlerce beton yuva. Kendisi de sağlam yapılı olan
toprak, onları korozyondan koruyacaktır.
NASA'nın Kikloplar projesi ile hiçbir fark yok mu?
ikisi de antenler ormanı mı? Belki de gelecek nesillerin teknologları, buradan yayın
134 135
yapan ve uzaydan alınan ve de metal anten kullanmayan çizikler bir çeşit süsleme sanatı olarak kabul edilmekte
özel bir sistem geliştirecekler. Belki de, titreşimler yayan dir. Toprağın altında, hiç kimsenin göremeyeceği yerde
kuvarstan bir dağ dikecek ve onu anten yerine kullana bir süsleme sanatı!
caklar. Kim bilebilir ki? Bu menhir kompleksleri diken Acaba, toprağın altında kalan bu oyuklarda, menhir
Tanrıların oğullarından meydana gelen nesil, böyle bir sü lerin birbirlerine bağlandıkları metal parçalar mı yer alı
reçten haberdar mıydı? Kuvars yardımı ile piezoelektrik yordu? Mühendis Kutzer'in kuramına göre, böyle bir an
kullanımında böylesine ileri miydiler? tenler ormanınırr çalışabilmesi için, bu tür bağlantılara
Kim bilir? ihtiyaç vardır. Kuvars yüklü menhirler, elektrik etkisi ola
Spekülasyonlarım gözüpek, aksiyomlarım arasındaki bilmesi için, yoğunlaşma gerekir. Bu biçim bir dekorasyo
ilinti ise henüz tam oturmuş değildir. Herkes bu entelektüel nun yalnızca toprağın altında kalan bölümlerde ortaya çı
ılımlılığa sahip olsaydı da Bilge Sokrat'ın «Bildiğim bir tek kışı, menhirlerin üst taraftan bağlantı halinde olmadıkları
şey var ki, o da hiçbir şey bilmediğim» sözlerine övgü ile nı da göstermektedir. Bugün geriye yalnızca oyuklar kal
katılsaydı, şüphesiz en ideali olurdu. Menhirlerin anlamı mıştır. Bakır ya da bir başka m a d e n d e n iz yoktur. Yok diye
ve amacına ilişkin bütün varsayımlar modası geçmiş ve antenler kuramını çöp sepetine mi atmalıyız?
mantıksızken, ortaya hem geçmişi h e m de geleceği kap Paratoneri düşünün. Toprağın altında kalan kısım,
sayan yeni yeni yönlendirici fikirler atmanın hiç kimseye üstteki kısma kıyasla çok daha çabuk aşınır. Oysa eleman
bir zararı dokunmaz. saldırısına ilk karşı duran yukarı kısımdır. Öyleyse top
rağın altındaki metal bölümün tahrip görmesi nedendir?
Bazen en küçük ayrıntılar bile önemli çağrışımların
Asit eriyikle birleştirilen iki farklı maden, hep bir-?
kapısını aralar.
likte galvanik bir eleman oluştururlar. H e r galvanik (elek
H e m e n bütün menhirler tepeden aşağıya doğru in
trik) elemanda, öylesine bir iyo trafiği ortaya çıkar ki, b i r
celmektedir. Yapıcıların, toprağa gömmeden önce, uzun
dizi elektrolitik ve elektrokimyasal süreçler sonucunda, ana
taşları tek tek yonttuklarını düşünebiliriz. İki noktada tu
metal yavaş yavaş ayrışır. Asit eriyikte birleşen değerli
tarsızlık görüyorum.
m a d e n ile baz m a d e n arasındaki ayrılık ne denli büyükse,
Bu ağır taşlar, tersine, aşağıdan yukarıya doğru incel bu ikincinin tahrip görme oranı o denli yükselir.
tilmiş olsalar, çok daha dengeli bir biçimde toprağa otur Magnezyum (Mg), alüminyum (Al), manganez (Mn),
muş olurlardı. H e r inşaat uzmanı bu görüşü doğrulayacak çinko (Zn), k r o m (Cr), demir (Fe), nikel (Ni), kalay
tır. Taban düzlemi artı temel taban taşı artı ölü bir ağırlık, (Sn), kurşun (Pb), bakır (Cu) ve gümüş (Ag) asit eriyik
stabilizasyonu sağlar. Bu nedenledir ki, bugün beton temel içerisinde, ana madeni tahrip edici madenler grubuna gi
ve destekli yüksek binalar yapabilmekteyiz. Piramitler, rerler. Bu temel madenler için bir 'eksi', değerli madenler
yukarı doğru daralmakta ve en geniş bölümleri, toprakla için de 'artı' işareti koyacak olursak, ortaya şöyle bir görü
temas eden alanda olmaktadır. Başka türlü olsaydı, mut n ü m çıkmaktadır:
laka bir yana eğim verirlerdi. N o r m a l menhir de piramit — Mg, Al, M n , Zn, Cr, F e , Ni, Sn, P b , Cu, Ag, +
gibidir. Oysa, yukarıdan itibaren aşağıya doğru incelirse, Metaller ve asit eriyik, galvanik bir alan oluşturur
zemine temas ettiği alan azalır ve stabilizasyonu düşer. lar, iyonik bir akım meydana gelir ve içinde madenler çözü
Breton menhirlerinin bir diğer esprisi de, yüzeyin altın lür. Toprak altındaki madenler arasında asit eriyik a r a m a
da kalan bölümlerinin oyuk oyuk oluşudur. Bu oyuk ve konusuna gelince, yağmur suyu, bir çeşit hafif asittir.
136 137
Bir elektrod betona, bir diğer elektrod da toprağa yer- yabilecek ölçülerde değildir. Rostudel ile C a p de la Chèv
leştirilse bile, kemirici bir akım ortaya çıkar. Betondaki re arasında uzanan bağımsız dolmenler ise, devler için yapıl
demir, katod; topraktaki ise anotj olur. Uzun vâdede, anod mış bir mobilyayı andırmaktadır gerçekten de. Belki onlar
bozulur, çözülür ve iyonlara ayrılır... Bu tür bozulan akım da toprağın altındaydılar ve de yüzyılların aşındırması ile
larla ilgili m o d e r n ölçümlemelerde, belirli bir z a m a n zar gün ışığına çıktılar. Bilemiyoruz. F a k a t şu kadarını söyle
fında kaç gram madenin kaybolacağı bile hesaplanabilmek- yebiliriz ki, zamanında, menhir sütunlar Taş Devri için
tedir.P) teknik amaçlara yönelik olarak kullanıldıysalar, dolmenler
Mantıksal sonuç; zengin kuvars muhtevalı menhirler de bu sistemden kaynaklanmış olmalıdırlar. Belki bu dol
birbirleriyle madeni bir bağlantı ile bağlı idiyseler, yeraltın menlerin altında bir şey gizlenmişti ya da çevreyi bir şey
daki madenî kısmın binlerce yıllık süre içinde çoktan çö den korumaktaydılar.
zülüp gitmiş olacağıdır. Çünkü, megalitler katod etkisi yap
maktadırlar. Ayrıca, bu tür yan akımların bir monolitten
ötekine yalnızca doğru bir hat üzerinde değil, daireler ha Çok çok önce bir zamanda, günlerden bir gün, bilin
linde de gidebileceğini gözönünde tutmalıdır. Menhir blok- meyen bir nedenden ötürü (bu, benim hipotezim değildir!)
lanma yakın tek bir güçlü katodun, binlerce yıllık süre megalitlcrin yapımcıları ve inşaatçıları ortadan kayboldular
içinde madenleri eritebilmiş olması gerekir. veya öldüler. Kendilerinden sonra gelecek nesillere şaşırtı
cı bir bilmece armağan ettiler. Bugün bile, binlerce yıl
önce nelerin olup bitmiş olduğunu kestiremiyoruz. Acaba,
Menhir komplekslerinin teknik bir amacı olabileceğine sakladıkları gizleri yarın birgün ifşa edecekler mi?
ilişkin spekülasyon dolmenlerden de pek uzak tutulamaz.
Kelt dilinden çevrilecek olursa, 'dol' masa, ' m e n ' taş,
yani taş masa anlamına gelmektedir.
Bu taş masaların çok çeşidi vardır: Bazen iki hantal
megalit, dev bir taş dilime destek olmakta; kimi zaman
küçük megalitler üzerinde değişik dilimlere; on adet geniş
tabakadan oluşan koridorlara, sunî olarak üstü örtülerek
mezar haline getirilmiş dolmenlere de rastlamaktayız.
Aynen menhirler gibi, dolmenlerin de amaç ve taşı
dıkları espri çözülememiş; birçok dolmenin altında, Taş
Devri'yle ilgileri olmayan mezar ve iskeletler bulunmuştur.
T u n ç Devri'nde, Bretanya'nın daha sonraki sakinleri, ha-
- zır buldukları dolmenleri, son uykuları için oldukça uygun
köşeler olarak görmüş olacaklar. Bölgedeki çiftçilere so
racak olursanız, dolmenlerin devlerin masaları olduğu kar
şılığını vereceklerdir. Bu cevaplar, yeni bir tutarsızlığı gün
d e m e getirmektedir: Devler için çok alçak, cüceler içinse
uygun olabilecek dolmen koridorları, k a i m dilimleri taşı-
138 139
ülkelerin b u l u n m a s ı , k o l o n i z e e d i l m e s i v e s ö m ü
RESMİ KAYITLARDAN r ü l m e s i n e paralel geri d ö n ü l m e z bir s ü r e ç izleye
cektir.»
« G ü v e r t e l e r i n d e erkekler ve k a d ı n l a r t a ş ı y a n uzay
gemileri yeryüzünün y ö r ü n g e s i n d e o k a d a r çok k e z
t u r a t a c a k l a r ki, b u i n s a n l a r k e n d i l e r i n e b u l u n d u k
ları m e k â n ı n sürekli sakinleri gözüyle b a k a c a k l a r
ve geri d ö n ü ş için arzu g ö s t e r m e y e c e k l e r d i r . »
«Uzayda y a p a y d ü n y a l a r ı n k u r u l m a s ı kaçınılmaz
dır. Ve insanın uzaya a ç ı l m a s ı b a ş l a m ı ş t ı r . Bu
a ç ı l m a büyük keşifler d e v r i n d e o l d u ğ u gibi, y e n i
141
140
DÖRT
İ43
Suratı beyaz, gövdesi kırmızı, kanatları ise altındır.
Ornitoloji kitabında bayağı iyi bir köşe işgal etmesi işten
değildir y a . . . bu kitaba nasıl sokulsun!
Ç ü n k ü G a m d a kanatlarını açınca, yeryüzü sallanır.
Uzaya doğru yolculuklarına başlayınca da böyle olur.
Ve ekleyelim. Bir tek fobisi vardır, o da yılanlardır.
Fakat bu fobisinin, sağlam bir nedeni de yok değildir.
144
tanrıların ayak izleri 145/10
Çok garip. Bir zamanlar, İ n d r a ' n ı n başı çektiği tanrılar, bir başka
Babilli Etana'yı uzaya taşıyan kuş da, kartal olarak Hintli tanrılar grubu olan Asura'larm saldırısına uğramış
tasvir edilir. Aya iniş yapan ilk insanlı uzay gemisinin adı lardı. Zor d u r u m d a kalan İndra, sopası Vadşıra'yı d ü ş m a
da «kartal» dı. nın üzerine savurdu ve Şiva'ya yardım etmesi için d u a
Tarih tekerrür mü? etti. İ n d r a ' n ı n grubuna yardım ihsan etmeye k a r a r vermiş
olan Şiva bu isteği geri çevirmedi. Ve İ n d r a grubuna, Asu-
r a l a n bir tek ateşli ok ile yenebileceklerini söyledi. Ne var
Şiva kimdi? ki, İndra ve diğer tanrılar kendi güçlerini kullanabilecek
Şiva nedir? bir d u r u m d a değildiler. B u n u n üzerine Şiva, güçlerinin
Bu her iki sorunun cevabı da gizem dolu bir geçmişe yarısını kendisine vermelerini önerdi. Bu öneriye uydular
ve Şiva Asura'ları alevle altetti. F a k a t ö d ü n ç aldığı gücü
açılmaktadır.
iade etmedi ve bütün tanrılar arasında en güçlüsü oldu.
Şiva, belli başlı tanrılardan biriydi ve ayrıntılı olarak
H i n t Veda'larında tanımlanmıştı. Sürekli mekânı Hima- Şiva'nın cephaneliği arasında bir de Pinaka, üç çatallı
bir mızrak vardı ki, ateş saçıyordu. Ayrıca bir kılıç, bir
layalarda Kailasa Dağı'nm tepesindeydi. Sanskritçe'de
yay, üç tane de yılana sahipti. Bunlar, kangal şeklinde göv
«müşfik olan», «dost olan» anlamına gelmektedir. Bu ni
desini sarıyor ve yaralanabilir noktalarını koruyorlardı. Bu
telikleri d a h a ağır basıcı olmalıdır ki, aynı zamanda yıkıcı
noktaiar baş, omuzlar ve belindeydi. Belinin özel bir ilgiye
bir tanrı olmasına rağmen, inayeti ve lütfedici yanı büyük
ihtiyaç gösterdiği açıktı, çünkü yeni hayatın yaratıcısı, ya
saygı görürdü.
ratıcı olarak, yaratıcı güç fallus, sembolünü oluşturuyordu.
Oldukça esrarengiz ve de tekin olmayan bir tanrı gibi
Üretici ve yok edici özellikler arasında gidip gelen
gözüküyor olmalıydı Şiva. Birçok resim veya heykellerde
Şiva, zevk ve sefayla keder dansını severdi. Evrenin ölüm
ya çıplak ya da ceset külleri ile sıvanmış pis bir beden
süzlük hareketiydi bu dans. Şiva, bu kozmik gerçek dansını
ve kıvrım kıvrım, taranmamış saçlarla tasvir olunurdu.
oynarken, başının çevresinde bir ışık hâlesi belirirdi ve
Hepsine ilâveten Şiva'nın beş t a n e suratı, d ö r t kolu ve
çevresi birtakım hayalete benzer şekillerle sarılırdı.
üç adet de gözü vardı!
Evrenin efendisi Şiva b ü t ü n b u n l a r a ve daha da faz
Ü ç ü n c ü gözü alnının ortasındaydı. Veda'larm ifadesi
lasına muktedirdi. Bütün bu nitelikleri not etmeli, fakat
ne göre bu gözüyle hem görür h e m de yok ederdi. D ü ş
aşağıdaki satırları da okumalıyız.
manına sert bir edayla baktığı zaman, bir ateş dalgası çı
kardı bu tehlikeli üçüncü gözden.
Bu kadarla da bitmiyor. Mavi diliyle mavi boğazının Şiva nedir?
da bir hikâyesi var. Yılan tanrıları suyu zehirleyince, Şiva,
Dünyanın en güçlü lazer topudur.
karısı Parvati ile birlikte, ağzı vasıtasıyla, bu içilmez suyu
Vatanı, San Francisco'nun banliyölerinden Livermor'
filtre etmişti ve o günden beri diliyle boğazı maviydi.
dur. Şiva'nın fiyatı selefinden oldukça yüksektir ve otuz
Şiva yenilgi nedir bilmezdi, ve kendisine duayla niyaz milyon Amerikan dolarıyla ölçülmektedir! Saniyenin mil
edilirse, son derece iyilikçi ve yumuşak huylu olurdu. y a r d a biri k a d a r bir zaman diliminde, Şiva, kum tajıesi
büyüklüğündeki bir hedefe yirmi lazer ışını sıkıvermçkte-
dir. Enerji çıkışı 26 milyon megavatlıktır. Bir karşılaştırma
146 147
yapmak gerekirse, sürekli çalışan normal bir nükleer reak
tör, yalnızca bin megavatlık bir üretimde bulunmaktadır. talus, kendi adıyla anılan ünlü işkenceye m a r u z bırakıldı.
Aynen mitolojik Şiva gibi modern Şiva da h e m tahrip Çenesine kadar berrak suya gömüldü, fakat içmeye kalkın
edici h e m de kurtarıcı olabilir. Bizim Şiva'mız hidrojen ca bu sular çekildi; suların bitim yerinde ağızlara lâyık
bombalarını ayrıştırabileceği gibi, patlatabilir de. G ü n ü n meyvelere doğru her. uzanışında, meyveler kayıp gitti ve
birinde «Bizim Şiva'mız», bir atışta, helium yoluyla hid kafasının üzerinde asılı duran bir k a y a parçası her an dü
rojeni eriterek, enerji problemimizi çözümleyebilecektir. zerek onu parça parça etmeye hazır bekledi. Bu üç işkence,
Hidrojen-helium çözücü reaktörü enerji konusunda uz yâni susuzluk, açlık ve ölüm korkusuyla, Tantalus, t a n n -
manlaşan bütün fizikçilerin ortak düşüdür. îarın sırlarını açığa vurmanın cezasını ödedi.
Livermore'da neler olup bitmektedir? • M o d e r n Tantalus, bir kez daha, bu defa m o d e r n bilim
Şiva'nın lazer ışınları mikroskobik ölçüde küçük bir yoluyla kendisine verilen sırları ifşa etmenin eşiğindedir.
cam küreye kenetlenmektedir. Bu minik kürede deuterium Wisconsin Üniversitesi'ndeki bilim adamları, son derece
ve tritium'un gaz halinde karışımı, helium izotopları vardır. karmaşık bir makineye Tantalus adını vermişlerdir. Söz
Bu karışım lazer ışınları ile karşılaşınca çözülmekte ve mil konusu makine, elektronları ışık hızına eriştirmektedir. Bu
yonlarca derecede bir ısı meydana gelmektedir. Bu deneyin hıza erişen partiküllere sychrotron radyasyonu adı veril-
amacı şudur: Böylesine yüksek ısılarda hidrojen atomları mejcte ve mavi bir ışık yayan bu partiküller, X- ışınlarından
heliuma karışmaktadır. Bilim adamlarına göre b u n d a n son çok daha güçlü bir radyasyon saçmaktadır. Ve bu radyas
rası basittir. Aynen reaktörlerde olduğu gibi serbest kalan yon molekül ve atomların içine nüfuz etmektedir.
enerji, türbinleri döndüren istime dönüştürülecektir. İşte bu y ö n t e m sayesinde evren en büyük surlarından
Tarih tekerrürdür. birini açığa vuracaktır. Bundan önce insan gözüne kapalı
bulunan atomik dünya, gözle görünür hâle gelecek ve
eşyanın strüktürü, atomik elemanlarına ayrılacaktır. Tanta
Tantalus, Zeus'un oğluydu ve bir haindi! Bir tanrı lus adlı makine, b ü t ü n sırları ortaya dökmek için k o l l a n sı
oğlu ve Frigya Kralı olarak, tanrıların masasında yemek vamaktadır. Böylece eşyanın strüktürünü ve ona kendi
yeme ve onların sohbetlerine kulak verme ayrıcalığına sa ellerimizle de şekil verebilmeyi öğreneceğiz. Tanrıların
hipti. Yücelerin sırdaşlığına lâyık olmak yerine, ölümsüz omuzlarından bakacağız.
lerin sırlarını dünyalı dostlarına açmak yolunu seçti. İtibarı Eski bir hikâye kendi kendini tekrarlıyor kısacası.
arttı da arttı. İnsanlar ona kendilerinden çok d a h a fazla
şeyler bilen, olayların ve nesnelerin önünden giden seçkin
bir kişi gözü ile bakmaya başladılar. Kozmik sırların bekçileri daima bir hazineyi elden çı
Tantalus, taunların o n u r u n a bir şölen verdi ve onların karmak zorunda kalmışlardır. Tantalus adlı makineyse şim
her şeyi bilip bilmediklerini sınamayı diledi. Oğlu Pelops'u dilik üstünlüğünü korumaktadır.
öldürerek m a s a d a servis ettirdi. Tanrılar, yemeğe ellerini Arabistan Geceleri masallarında pırıldayan s bir başka
bile sürmeden bu sefilce günahını anladılar ve Pelops'u ye nesne de, bir zamanların ünlü Alaaddin'in Lambası'dır.
niden hayata döndürdüler. B a b a Tantalus ise, k o r k u n ç iş Avrupa, Asya ve Afrika'da son derece popüler olan bu
kenceler göreceği yeraltı dünyası Hades'te ebediyen kalma masalda, Alaaddin bir sihirbazın emri üzerine harika lam
cezası gördü. Ve orada, o ıslak ve karanlık âlemde, T a n - ' bayı geri getirmek üzere bir yeraltı mağarasına iner. L a m
bayı bir sıvazlayanın bütün arzulan yerine gelmektedir.
148
149
L â m b a n ı n marifetinin farkına varan Alaaddin, geri ver sırlılar Güneş Tanrısı Re'yi (veya R a ) sayarlardı. R a , yara
mekten kaçınır, her dilediğine kavuşur, bir prensesle ev tıcı olarak tanıtılan başka ilahların ismi olarak da kul
lenerek ö m r ü n ü n sonuna k a d a r mutlu bir ömür sürer. lanılmıştır. A m o n Ra b u n a bir örnektir. D ö r d ü n c ü Fira
Alaaddin de, bugün adını taşıyan bir aygıtın büyük- vun H a n e d a n ı Kefren ile başlamak üzere, krallar bile ken
babasıdır. Alaaddin büyük harcamalar yapılarak Brookha- dilerine «Ra'nın Oğulları» sanını uygun görmüşlerdir. T ü m
ven Ulusal Laboratuarı'nda imal edilmiştir. büyük kentlerde güneş tapmakları kurulmuştur. Güneşi yü
Alaaddin'in yaydığı ışınlar, Wisconsin'deki Tantalus' celtme, İnka dininin de tipik motiflerinden biri idi. İ n k a
tan yüz kat daha güçlüdür. Yeni harika lamba da, parti- Hükümdarları, soy kökenlerini güneş tanrısı İnti'ye bağla
küllerin sırrını çözmeye yöneliktir. Bilim adamları, bu sa yarak, kendilerini «Güneşin Oğulları» olarak adlandırmış
yede, eşyayı atomlarına ayırabilme; bir başka m e k â n a nak lardır. Eski Yunanlılar, R o d o s ' t a o n u r u n a büyük mabetler
lederek orada yeniden bhieştirebilmeyi ummaktadırlar. kurarak, güneş tanrısı Helios'un gönlünü hoş ederlerdi. R o
Alaaddin, hayâl ettiği sarayları hiçten meydana getirmeyi malılar ise d a h a bir sadeliğe kaçarak, tanrılarına güneşin
başarıyordu. Yakın gelecekteki halefleri de Brookhaven' Latince karşılığı olan ismi vermişlerdir: Sol.
de aynı işi gerçekleştirecekler. Güneş dinlerinin ana motifi, hayatı devam ettirici ve
Bu yolda ilk adımlar atılmıştır. yaratıcı güç olan güneşin tâ kendisidir. Işık ve sıcaklık ver
Uzak bir gelecekte, eşyaları, geleneksel yöntem ve miş; insan, hayvan ve bitkilerin büyümelerini sağlamıştır.
nakliye tarzının dışında kalan bir biçimde hareket ettirebil İnsanlar, güneş olmaksızın hiçbir nesnenin varlığını sür
mek m ü m k ü n olacak. Uçaklar, gemiler, trenler h u r d a yığını düremeyeceğini gayet iyi kavramışlardır. Anlamışlardır ki,
hâline gelecekler. TV'nin bilim-kurgu dizisi U z a y Yolu, güneşsiz bir dünyayı buzlar kaplayacak ve bütün hayat tür
günün birinde gerçekleşecek olanların kehânetinde bulunu leri son bulacaktır.
yor. Filmciler, mürettebatı ışınlama yoluyla gezegenlere M.S. 1979 yılında, tüm dünyayı kapsayacak yeni bir
indiriyorlar. güneş dininin eşiğinde bulunuyoruz. Güneş bir kez d a h a ta
T a n t a l u s ' u n araştırmaları sona erdiğinde, bu aşama pmaklarda kutsanacak ve bizi afsununa cezbederek umutlar
ya ulaşılmış olunacağı ümit ediliyor. Bir televizyon kame vadedecek. D ü n y a n ı n hemen her köşesinde, güneş enerjisi,
rası, görüntüleri naklederek, istenilen boyutlara indirerek haksız yere çamur atılıp duran atom enerjisinin yerine
beyaz cama yansıtabiliyor. Güçlü ışınlar da, her cinsten ci geçecek.
simleri ayrıştırarak molekül ve atomlarını istenilen bir İlk «Güneş Tapmağı», on yıldan bu yana Fransız Pi-
başka m e k â n a taşıyabilecek t a m a m ! Ve orada orijinal renelerindeki Odeille köyü yakınlarında çalışmalarını sür
modele göre, gözle görünürden çok daha büyük bir hızla dürmektedir. Güneşli ve açık havalarda 3000 santigrada
yeniden bir araya gelecekler. Alaaddin'in Harika Lamba- k a d a r yükselebilen bir ısı üretmektedir. Boeing, McDonnell
sı'ndaki radyasyon önceden haber verilen bir şeyi yeniden Douglas ve Exxon gibi büyük Amerikan firmaları; Dornier
sahneliyor. Masallar gerçek oluyor. ve Messerschmidt-Bolkew gibi Alman şirketleri; B B C gibi
İsviçre işletmeleri ve İsrailli Holon Enstitüsü güneş tekno
lojisini geliştirebilmek için Ruslara karşı amansız bir yarış
H e m e n tüm ilkel uygarlıklar güneşi yüceltmiştir. Sü vermektedirler. Bu yoğun araştırmaların sonunda X kere
merlerde Güneş Tanrısı U t u , asasını, güneşin iyilikçi güç bin megavatlık güneş enerjisini devasa uydular aracılığı ile
lerini temsil eden güneş tanrısı Şamah'a vermiştir. Mı- toplayacak ve yeni «Büyük Tapınak»!ara, güneş santralle-
150 151
rine, mikrodalgalar halinde depolayacağız. Bugün h e m e n bilecektir. İşte o z a m a n güneş tapınaklarımız son derece
bütün geniş ölçekli sanayi yatırımları, çok da uzak olmayan ters köşelerde kalakalacaklardır! Bilim adamları yıllardan
bir gelecekte güneş enerjisine dönüşümü gerçekleştirecek bu yana güneşteki patlama ve lekelere dikkati çekerek, ik
ve günlük kullanım programlarına dahil edeceklerdir. lim değişikliklerine bu tezahürlerin neden olabileceğine
Güneş enerjisinin kullanımında hiçbir tehlike söz ko işaret etmektedirler.
nusu değil midir? Elbette hayır. D ü n y a d a hiçbir enerji yok Zararı yok. Güneş tanrıları Utu ve Şamah, Helios,
tur ki, kullanım alanında beraberinde birtakım rizikolar ge Ra ve Sol ve b ü t ü n diğerleri yeniden saygınlık kazandılar.
tirmesin. M o d e r n güneşe tapanlar bunun pek sözünü et Bir kez daha insanlar, hayat veren güneşe duacı oluyorlar.
miyorlar, çünkü işin bu tarafı kitaplarına uymuyor. H e r Modern müminlerin diktikleri tapmaklar, eskilerin bizi hâ
şeyden önce, atomik güç yoluyla üretilmiş bulunan saf ener lâ etkileyen kalıntılarına kıyasla çok d a h a görkemli oluyor.
jiyi, olaylar neticesinde değil de, ideolojikman gömmek zo Güneşe tapınmakta kararlıyız. Helios'un damgasını taşıma
runda kalacaklar. Diğer bir deyimle, Yaşlı Güneş Baba, yan hiçbir şey çalışmıyor. Aynen eski zamanlardaki gibi.
damımızın tepesinde parıldıyor. Tarih tekerrürden ibarettir.
Diyelim ki, birtakım nedenlerden ötürü, mikro dalga Sevgiyle dopdolu ve romantik duygular içerisinde,
ların iletimi, dünyanın devasa antenini ısıtmasın. B u n u n Yirminci Yüzyıl teknologları, geleceğe yönelik buluşlarına
neticeleri korkunç olur. İnsan, hayvan ve bitki gibi t ü m mitolojik adlar takıyorlar.
organik yaşam yavaş yavaş çözülür ve ölür. Veya bir savaş Neden?
durumunda, karşıt güçler, birbirlerinin güneş uydularını Mitoloji mi bize yetişiyor?
tahrip etsinler; dünyamız üzerindeki bütün ışıklar söne Yoksa, mitolojiyi gerçekliğe d ö n d ü r m e sürecinin içinde
cektir. T ü m dünyayı kapsayan doğal afetlerde de, dam mi bulunuyoruz?
lardaki güneş enerjisi emen aynalar, bir anda değerlerini Herhalde b u n d a n birkaç yıl öncesinde yıldırım veya
yitireceklerdir. şimşekle mitolojik bir isim arasında bağ arayanlar alay
Ne tür doğal afetler mi düşünüyorum? Yeni güneş ta konusu olurlardı. Ben de bu güçle ilgili mitolojik bir isim
pınakları, bizim normal uzantı alanımızın dışında bir yer bulamamam karşısında hayret ediyordum ki, en nihayet kar
lerde; çöllük alanlarda, dağların yalçın güneşli tepe şıma çıktı ve büyük sürpriz oldu. Lazer! Bugün herkes
lerinde, ya da yedi deniz üzerindeki yüzer tesislerde kuru bu sözcüğü duymuştur, fakat nereden türetildiğini çok azı
lacak. Bu ana istasyonlar ile enerjinin kullanılacağı alanlar mız bilir. «L»ight «A»mplification (by) «S»timulated
arasında büyük mesafeler ortaya çıkacak. Dünyanın ekse «E»mission of «R»adiation yani, Uyarılmış Radyasyon
nindeki en küçük bir değişiklik bile, din kitaplarındaki dep Emisyonlarıyla Işık Büyütülmesi anlamına gelen İngilizce
rem ve sellere yol açar. Böyle bir durumda, enerji kayna sözcüklerin başharflerinden alınmıştır.
ğına uzanarf yollar tıkanınca; insanlık, bu enerjiye en faz 1978 yılında, lazer toplarının geliştirilmesi için, yal
la muhtaç olduğu bir dönemde, yoksun kalacaktır. nızca A.B.D. 5 0 0 milyon dolar harcamıştır. Dünyanın her
İklim değişiklikleri oldukça geniş bir platform üze tarafında bu konuya yönelik harcamaları düşünecek olursak,
rinde seyrededurmaktadır. Bu tür radikal değişikliklerin de astronomik rakamlara ulaşırız.
vamı d u r u m u n d a j yüksek basınç alanı olmaklığı nedeniyle Bu bol keseden harcamalar niye yapılıyor? Kutsal şim
güneş tapmakları kurulan bir bölge, belki de bir z a m a n şek, uçan roketleri ve gökyüzündeki «şeytani» uyduları te
sonra alçak basınç alanma dönüşerek güneşe hasret kala- mizliyordu. Ne var ki, dünya üzerinde imal edilen her nes-
152 153
nenin, bir de tersine dönüşü söz konusudur. D ü n y a yüze yorlar. Geçmişe duyulan özlem mi yoksa geleceğe yönelik
yinde yer alan kentler, günün birinde uzay platformlarından bir u m u t m u ?
toz zerreciklerine dönüştürülebilir. Mitolojinin kutsal şimşe M.S. 5 0 0 0 yılında (eğer o günlerde hâlâ İsa'nın do
ği bir anda gerçek oluvermiştir. Tarih tekerrürden ibarettir. ğusuyla başlayan bir zaman hesabı kalmışsa) etimologlar,
F a k a t , lazer barışçı kullanımlara da yatkındır. bu metni açıklayabilmek için birbirlerine girecekler:
24 Haziran 1978 tarihinde, Atlantic City semalarında
garip bir görüntü belirdi. Roketler patlatılmadan, fosforlu «İlk alâmet Helios'tan geldi. Büyük R a h i p , ülkenin
çarklar çevrilmeden gökyüzünde meydana gelen fantastik bilge insanlarını topladı ve haber verdi: T a n r ı tanı
bir ışık oyunu. Zürih'li uluslararası Göksel Işık Oyunları maz d ü ş m a n bizi yok etmek istiyor.
Yatırımcısı Heinz R. Gisel, işletmesinin, lazer aracılığıyla Bilgeler Kurulu, Kudretli Satürn'ün, Samos'u haber
gökyüzündeki 20 km.'lik mesafeden bile görünebilir sahne almak ve gözlemlerini rahiplere bildirmek üzere, gök
ler meydana getirebildiğini açıklıyor. yüzüne götürmesine karar verdiler.
İşin yalnızca başlangıcında bulunduğumuz su götür Karşı durulmaz gücün bir yıldırım çakışıyla yola ko
mez bir gerçektir. Ve anlaşıldığı kadarıyla b u n u n bir sınırı yulan Samos, okyanusun derinliklerine düştü. Orada,
da yoktur. Resim ve yazılar, uzayda 1000 km.'lik uzaklık Deniz tanrısı N e p t ü n şöyle dedi: ' G ü c ü n ü n üçte birini
lara yansıtılacaktır. Pırıl pırıl doğmuş dolunay'ın yüzünde bana naklet, ben de ebedî buzun altında ikâmet eden
yanıp sönen harfler okunacak: Coca-Cola-Coca-Cola-Coca- Nautilus'tan, bize yardımcı olmasını isteyeyim. Z e u s '
Cola. Ve yine dolunay zamanları, dinsel gruplardan kara un çevik çocukları onunla birliktedir.'
lazer ışınlarıyla uyarılar alacağız: «Mahkeme-i K ü b r a günü Nautilus sessizce sulardan yükseldi ve N e p t ü n ' ü ruhla
yakındır!» doldurdu. Kuzey Yıldızı'nm buzla kaplı altından geç
ti ve Zeus'un çocuklarını, akkor haline gelmiş düş
Bu teknik sihir yöntemlerine karşı değilim. B ü t ü n bun
m a n bölgesini ele geçirmeye yolladı. Ve gece, gündüz
ları görecek kadar yaşayacak olursam, yalnızca, hepsinin
kadar parlak oldu. İnsanların kavrulmasını ve un ufak
daha da önce mevcut bulunduğunu bildiğim için, yılışık yı
olup yanışını seyretmek müthişti.
lışık sırıtacağım. Büyük bir kuvvet ve ihtişam ile arzı endam
D ü ş m a n memleketi yanadursun, göksel muhafız Pe
eden tanrılar, gökkubbeye resimler yansıttılar, fakat yete
gasus, tanrı tanımazların, her şeyin tahrip edicisi Şi-
neksiz evlatlarımız bu işin sırrını anlayamadı ve ilâhî kuv
va'ya, kendilerine yardım etmesi için yalvardıkiarmı
vetin alâmetleri olarak kabul etti. Tevrat'ta raslanıldığı
haber verdi.
üzere, bazen el yazılan, bazen yüzler, kimi zaman da «gece
Başrahip b u n u öğrenince, Şiva'ya karşı ancak ve an
leri gözüken ateş sütununda olduğu gibi» güneşten daha
cak, gücünün doruğuna erişmiş bir N o r a ' n ı n karşı
parlak ışık huzmeleri gördüler.
durabileceğini akıl etti. Helios ve Pegasus'un büyü
Uzay teknologlarımız mitolojiye büyük ilgi duyuyor leyici bakışlarım kuşanarak, cemaata bütün dua ve
lar. Uydularına Midas, Samos, Cosmos, Pegasus, Helios niyazlarını Nora'ya yöneltmelerini emretti. N o r a ' n m
ve benzer isimler veriyorlar. Gökyüzüne tırmanan roket damarları güçle doldu. İnsanların evleri soğudu. Bü
lerinin adları da Thor, Atlas, Titan, Centaur, Zeus, Jüpiter, tün melekler sustular. Hafiften bir uğuldama ile, tan
Satürn ve Apollo. Büyük mitolojik ailenin bireyleri, uzay is rıların çocukları, enerjilerini Nora'ya aktardılar.
tasyonlarının döküntü barakalarında birer birer toplanı- Derken, büyük bir şimşek çaktı ve dünyayı güneşten
154 155
Bu konsantre güç sayesinde, N o r a , Şiva'yı dünyanın
de d a h a fazla aydınlattı; gökyüzünün en ötelerine yörüngesinden atmayı başarır. Işının aşırı etkisiyle
kadar uzandı. Şiva'nın öldürücü gözleri köreldi. Güç ayın yüzeyindeki platform çöker.»
lü, haşmetli tanrı, çaresizlik içerisinde Ay'ın üzerine
yığıldı.» Teknolojik çağ öncesinden kalma bir insanın mezarın
dan doğrulduğunu ve bizim teknik düzeyimiz ile yüzyüze
5000'li yıllarda bile mitolojik isimler karışıklığa yol geldiğini düşleyelim. Tepesinden vızır vızır devasa uçaklar
açıyor ve esrarengiz bir çağrışım getiriyor. Oysa, söz ko gelip geçecek; girdiği odaların bir köşesinde, cam üzerinde
nusu metin, en açık ifadesi ile şöyle diyor: birtakım şekiller hareket edecek vb. vb. vb. Gerçekliği ya
şama d u r u m u n d a olmayan bu insan, hiçbir şeyi açıklaya
«Uydu Helios'un raporları, düşmanın saldırıya geç
mayacak, çevresindeki her şeyi büyüye, sihirc atfede
mek üzere olduğu uyarısını haber veriyor. Başkomu
cektir.
tan kurmaylarını toplantıya çağırarak, durum muha
sebesi yapıyor. Mitolojinin bize çarpıtarak ilettiği birtakım bilmece
lerle karşı karşıya bulunuyoruz. Aynı minval üzere, h e m e n
Samos uyduları ile desteklenen bir Satürn Roketi
her şey sürekli bir gelişme izliyor, önce dar ve basit öl
nin dünyanın yörüngesine oturtulmasına karar alı
çekte başlayıp giderek karmaşıklaşıyor. Bu tür düşünce
nıyor.
için, teknolojinin uzak geçmişte herhangi bir yeri yok.
Satürn, görevini uygularken bir lazer ışınıyla isabet
Karşımızda «uçan makineler», «ışın tabancaları» ve yok
alıyor. Deniz Kuvvetleri K o m u t a n ı da atom deniz-
edici silahlar cirit atıyor ama, yalnızca fantezi, büyü ve
altısı Nautilus'tan yapacağı yanıltıcı karşı saldırılarla
ideogram anlayışının ürünü oluyor bunlar! Çok keyiflendim,
düşmanı şaşırtmayı hedefliyor. Nautilus 20 adet Zeus
mazur görün!
roketi taşımaktadır.
Başkomutan; yani N e p t ü n adlı kompütür tarafın
dan programlanan Nautilus, buzların altından k u t u p Bir gazete haberinde, Amerika Birleşik Devletleri'nin,
hattını aşarak roketlerini hedefe gönderiyor. D ü ş m a n açık denizlerdeki uçak gemileri için «görünmezlik mantosu»
lazer ışınları ile cevap veriyor. Ve bu enerji doğrudan aradığını okudum. Görünmezlik mantosu? Bu konuyu daha
güneşten temin ediliyor. Bölge alevler içinde kalı önceden duymuşluğum var. Kişiyi, gerektiğinde görünmez
yor. yapan bir m a n t o . Eski Cermenler, cinlerin bir m a n t o ara
Pegasus tipi uydular enerji yüklemesini hesap ede cılığıyla kendilerini görünmez kılabildiklerine ciddi olarak
rek, sonuçları yerküredeki genel karargâhlara bildiri inanırlardı. Nibelungenlied'de, K a h r a m a n Siegfried, bu
yorlar. mantoyu Cüceler Kralı Alberich'ten kazanıyor ve d a h a son
Ve buradakiler bir anda tehlikenin farkına varıyor ra, düellolarında başarıyla kullanıyordu.
lar. U y d u yörüngesindekinden daha güçlü yalnızca Ne var ki, bir kişinin ortadan yok edilmesiyle, saat
bir tek lazer vardır ki, o da N o r a sisteminin lazeri te 70 km. hızla seyreden 100 bin tonluk bir geminin kay
dir. N o r a ' n m lazer topları, henüz işlemeye hazır ol bolması arasında önemli bir fark söz konusudur.
mayan bir atomik reaktör tarafından beslenmektedir. Amerikan Donanması, ümitsiz bir arayışın peşine mi
Sonuçta, ülkedeki bütün enerji N o r a ' y a kilitlenir. düşmüştür?
Fabrikalardaki makineler stop eder. Evler ışıksız ka Uzunca bir zamandan bu yana, düşman saldırıları,
lır.
157
156
hedefin teleskoptaki belirlenmesi üzerine kurulmaktadır. silah ve uçan cisimlerin varlığından haberdar oluyoruz.
İnsamn gözü, sis ve yağmurda, güvenilir bir yön verici de Bir zamanların en büyük tahrip edicisi Şiva bile, arasıra
ğildir. Hedefler, elektronik gözlerle yakalanmaktadır. düşmanlarının gözleri önünde, toz olup gidiyor. Tarih te
Hedefi görünür kılabilmenin iki yöntemi vardır. Saldı kerrür etmektedir. Gıpta edilecek bir modeldir bu. Yeni
r a n roket, ya belirli bir program dahilinde hedefe gönde den geri dönüyoruz.
rilmekte ya da radarının enfraruj ve mikro-dalgaları belir Hava şartları ne olursa olsun hedefine ulaşan N A T O
lemesine göre yol almaktadır. Saniyenin çok daha düşük tanksavar roketleriyle ilgili haber, yalnızca canlıları öldü
bir zamanlaması içerisinde, bu programlama bir k o m p ü t ü r rerek cisimleri olduğu gibi muhafaza eden n ö t r o n bombasın
aracılığıyla ya da elektronik olarak gerçekleştirilmekte dan daha yeni değildir. Hayvan ye insanların çiftleştiril-
dir. Elektronik sistem geçerliliğini yitirirse, teknolojik gö- mesi, insan ile makinenin sibernetik üniteler halinde birleş
rünmezlik mantosu bulunmuş olacaktır. Uygulamada bu tirilmesi de öyle. B u n u n gerçek planda uygulanabilme yete
tür bir aldatmaca m ü m k ü n m ü d ü r ? İşte Die Welt Gazetesi' neğinin açıklık kazanması, önümüzdeki yüzyıla kalmıştır.
nin yorumu: Bu konuda söylenecek bir çift söz d a h a vardır.
Yoksa tarih, ölümcül bir yönde mi tekerrür ediyor?
«Son olarak Hughes Şirketi'nden edindiğimiz bilgi
lere göre, saldırgan durumundaki silahlar elektronik
olarak öylesine yanlış bir yöne sevkediliyorlar ki, bir Yıllardan bu yana, gerçekten ölümcül bir «örnek»,
uçak gemisinin «hayalet hedefi» ne yöneliyor ve pra beni sürekli huzursuz eder. D a h a da önce belirttiğim gibi,
tikte suyun içine düşmekten öteye gidemiyor. Bizim konuya tehlikeli öğeler karıştırıp durduğumdan, belki de
çıkartabildiğimiz tek sonuç, uçak gemisinin her iki gündem dışı bıraksam yerinde olur.
yanına da antenlerin m o n t e edildiğidir. Ve yönetim Çılgın bir azınlığın, yerküremizi topyekûn bir savaşa
odasına küçük kompütürler yerleştirilmiştir. Ve bu sürüklediklerini varsayalım.
sistemin aynı zamanda yüzlerce sinyali izleyebildiği Öldürücü silahlarım hangi hedeflere yönelteceklerdir?
tahmin olunmaktadır. Bomboş sahraya mı? Elbette hayır.
Belirli bir sinyal alınır alınmaz, otomatik olarak Himalayaların ulaşılmaz yamaçlarına mı? Biraz zor.
yayın yapan frekans ölçülerek, dostla-düşman, bilgi Kuzey ve Güney Kutuplardaki buz yığınlarına mı?
sayar tarafından ayırdedilmektedir. Ve bunun üzerine Neden ki?
spesifik frekans tayfı için, terzi elinden çıkan elektro Güney Amerika'nın Andlarındaki yoksul kızılderilile-
nik «görünmezlik mantosu» nu seçmektedir. D ü ş m a n rin yerleşme merkezlerine mi? Asla.
ise, elektronik aygıtlarınca belirlenen, fakat aslında Güney Denizlerinin mercan kayalıklarına mı? Niye ki?
mevcut olmayan bir hedefe saldırmaktadır.» (17.5. Avustralya yerlilerinin kervan geçmez mekânlarına
1978) mı? Hiçbir zaman.
Orta Afrika zencilerinin kulübelerine, Mali Cumhu-
Doğrusu olağanüstü, ne var ki, bu nesne de daha riyeti'nin fakir zencilerinin tepelerine mi? Ne gerek v a r
önceleri mevcuttu. ki?
Hintlilerin ulusal destanları olan M a h a b h a r a t a ve R a - Kuzey ve Orta Amerika kızılderililerinin üzerine, M e k
mayana'da, kendilerini düşmana karşı görünmez kılabilen sika ve Arizona çöllerine mi? Kesinlikle hayır.
158 159-
Y u k a t a n çengellerindeki M a y a soyuna mı? Uzak bir ve bunu arzuluyacaklardır. Bunların her biri ve de tümü
olasılık. birer adadır bundan böyle.
T u n d r a n ı n vahşiliklerinde yaşayan şen R u s köylüle Kurtulanlar değişik dil ve lehçeler konuşmaktadırlar.
rine mi? Doğrusu epey gözden uzak. Birbirleriyle ilişkileri de olmazsa, nasıl anlaşacaklardır ki?
A m a z o n kabilelerine mi? Bunların ne suçu var ki? Radyo, televizyon, teleks gibi tüm iletişim araçları yok edil
Tarafların hedefleri, uygarlığın merkezinde, milyon miştir. H e r şey, aynen «sıfır» gününde olduğu gibidir. Fab
ların yaşayıp çalıştığı noktalar olacak. Haritadan silinecek rikalar çalışmamaktadır. Satışa hazır mallarla tıkabasa dolu
olan bölgeleri, bu yerler meydana getirecek. süpermarketler yoktur. Caddelerde arabalara rastlanma
Yoğun atomik saldırıların, gezegenimizi sonsuza dek maktadır. Gökyüzünde uçaklar sırra kadem basmışlardır.
radyoaktiviteye boğacağı iddiasının gerçekle ilişkisi yoktur. Kurtulanlar kendi kaderleriyle başbaşadırlar. Robinson
Bombaların düşmediği köşelerde, hayat devam edecektir. Crusoc'nun büyük serüveni b a s a m a k t a d ı r .
Aralarında insan da bulunmak üzere, birçok canlı, sandığı O günlerde. Batılı bir mühendis, turizm acentasının
mızdan çok daha fazla çevreye uyma yeteneğine sahiptir kandırıcı reklamlarına kapılarak, tam savaşın patlak ver
ler. Üstüne üstlük, geleceğe yönelik tüm modern silahların, diği sırada, tatilini geçirmek üzere, Tibet yaylalarına yol
deyim yerinde ise, radyoaktif yönden daha temiz olmaları lanmıştır. Atom Savaşı'nm tüm dehşetinin bilincinde olan
için gayret gösterilmektedir. Belirli bölgeler, ölümcül ato ve artık hiçbir ulaşım aracının kendisini evine götüremeye-
mik bombaların bir süre etkisi altında kalacak, fakat bu sü ceğini gayet iyi anlayan bu a d a m ne yapar?
reler sınırlı olacaktır. Saldırgan da savunan da bu tür si
lahlarla ilgilenmektedir. Nüfusunu yitiren, herhangi bir şey
yetiştirebilme imkânlarından yoksun kalan bir galip ülke, Teknolog olarak gayet iyi bir eğitim görmüştür ve bu
böyle bir zaferi ne yapsın ki? Galiplerin adım bile ata nedenle de teknik konularda Tibetlilerden üstündür. Eski
madığı radyoaktiviteyle kaplı bir Avrupa kimin işine ya Yunan matematikçi ve kâşif Arşimed (M.Ö. 285-212) gi
rasın? bi, tüm keşifleri yeni baştan yapacak, kaldıraç yasalarını
yeniden bulacak, arazi ve bedenleri tekrardan ölçecek, yer
kürenin dışında Arşimed Noktasına bir kez d a h a ulaşa
Ne olursa olsun, insanlar, insan grupları; Sahra, Ti caktır. Ve Tibetliler ona hayrandırlar.
bet, Kutuplar, And Dağları, Güney Denizleri, Avustralya Bilgi düzeyinin doğaî sonucu olarak, mühendis, dün
içleri, Afrika, Meksika çölleri, R u s tundraları ve Yukatan yanın birtakım başka köşelerinde de, hayatta kalmış grup
ile Amazon'daki Kızılderili toplanma bölgeleri gibi böl lar olabileceğini düşünecektir. N e r e d e olduklarını bilmek
gelerde varlıklarını sürdürecekler; ve olanca felâkete rağ isteyecek, içini bir merak kemirecektir... Aralarında zekî
men, uygar uluslar arasında da ileri teknolojileri koruyabi teknologîar barındıran diğer gruplarda da aynısı olacaktır.
lenler kalacaktır. Er-geç, mühendisimiz, bir keşfe çıkacaktır.
Binlerce, yüzbinlerce insan büyük felâketi atlatarak, Diğer gruplar da aynısını yapacaklardır. Her grup,
dünyanın çeşitli köşelerinde dağınık bir vaziyette yaşamla başkalarının da hayatta kalmış olabileceği fikrinden hareket
rına devam edeceklerdir. Ve birbirleri hakkında bir şey edecektir.
bilmeyeceklerdir. Bir ilişki kuramayıp haber alamadık Yola koyulmadan önce de, terk ettikleri yere günün
ları sürece, tek kurtulanın kendileri olduklarını düşünecek birinde yabancıların yolu düşebilir düşüncesiyle, birtakım
162 163
Piktogramlar, çağımızın uluslararası dilidir!
Büyük felâketten geriye kalan gruplarımıza dönelim.
Eski vatan ve yaşamlarında piktogramları tanımıyor olsalar
bile, ihtiyaç karşısında bunları keşfedeceklerdir. H e r zekî
varlık, bir zaman sonra, kendi ana dilinde mesajlar kara
lamanın anlamsızlığını kavrayacaktır. Akla en yakın olanı
basit ve stilize figürler düşünerek, bunları keski kalem
lerle kayalara kazımaktır. Aynen, kendilerinin rastlamaları
halinde, anlayabilecekleri figürler.
On iki yıldan bu yana, dünyanın hemen her yanında
taban tepip duruyorum. A B D ' d e H o p i Kızılderililerının ara
sında; Brezilya'da hayalet şehir Sete Cidades'te; Keşmir ve
Türkiye'de; Güney Afrika, ve Sahra'da; Kuzey Avrupa ve
Güney Fransa'da; Kaliforniya ve Kuzey İtalya'da; Güney
Denizi Adaları ve Filipinlcr'dc kaya ve mezar resimlerinin
fotoğraflarını çektim. Hopi Kızılderililerinin reislerinden
Beyaz Ayı'yı tanıdım. Beni, Kızılderili Bölgesi'cin tepe
lerinde kalan ve yabancıların merakından kıskançlıkla ko
rudukları derin bir vadiye götürdü. Bu gizli vadide, kaya
duvarları piktogramlarla doluydu. Beyaz Ayı'ya bu işaret
leri okuyup okuyamadığını sordum. Hepsini değil, dedi, fa
kat çoğunu tanıyordu.
Atalarının bu işaretleri neden ve kimin için bırakmış
olduklarını öğrenmek istedim.
Yaşlı Kızılderili, atalarının — b i l i m adamlarının iddia
ettikleri gibi Bering Boğazını aşarak kuzeyden güneye de
ğ i l — güneyden kuzeye göçtüklerini, bu göç sırasında ka
bilenin sık sık bölündüğünü ve yeni grupların oluştuğunu
anlattı. Yaşadıkları deneyleri kendilerinden sonrakilere ak
tarabilmek için. eskiler, bu kaya resimlerine başvurmuş
lardı.
Kaya resimlerinin farklı tarihlerden intikal ettiği takıldı
aklıma.
Beyaz Ayı, bunun da cevabını biliyordu. Değişik grup
lar ve bu gruplardan türeyen nesiller, aynı yere gelerek,
yeni keşifleriyle, iyi ve kötü haberleri kayalara kazıyor
lardı. Kaya resimleri ve kabartmalar, M a o Çinindeki duvar
posterleri kadar büyük bir önem taşımaktaydı.
164 165
fenomeni, b ü t ü n yerküreyi kapsayan bir felâketle açıkla
nabilir mi?
G ü n ü m ü z d e k i bir felâketten s o m a , tarih yine kendi
kendini tekrarlayacak mıdır?
Kurtulanlar, diğer kurtulanlarla kendilerini bağlayan
geleceğe yönelik patikayı, kaya piktogramlarında mı araya
caklar?
Geçmiş, giderek bize yaklaşıyor m u ; yoksa bizi aşıyor
mu?
G ü n ü m ü z , geçmiş tarihte ölüm busesini mi arıyor?
En son geliştirilmiş silah sistemleri, mitolojik adlarla
vaftiz edilirse uluslararası anlaşılabilirlik arzeden bir re
sim yazısını yeniden keşfediyorsak, geçmişin derin kaynak
larına zoraki dalışımız bu denli aşikâr ise, bütün bunların
nedeni eski tarihte mi yatıyor, yoksa bizim kendi tabiatı
mızdan mı kaynaklanıyor?
Bilincimiz, geçmişten geleceğe, gelecekten yeniden
geçmişe götüren bir ebedî çark (perpetuum mobile) midir?
Nerede başlıyor, sevkedici unsur, asıl saik nerededir?
167
166
zamanına kıyasla (fazlaca) ileri gitmişti.,Ayrıca, bir şans Doğru m u d u r bu? Çıkış ve kayboluşunda, ışık da,
sızlığının da, bilim dünyasında fırtınalar koparan Einstein' partikülleri olan foton ve nötronlanyla, ışık hızında h a r e
ıh Relativité Teorisi'nden önce açığa vurması olduğunu da ket ederken, aynı şekilde yoğun bir kütle arzetmektedir.
eklememiz gerekir. Cenevre yakınlarındaki C E R N ' d e yürütülen deneylerde,
Sommerfeld, ışıktan d a h a hızlı seyreden partiküller her geniş ölçekli sinkrotronda, elementer partiküller ışık
bulunduğu, bu garip nitelikli partiküllerin, enerji kaybet hızının % 99.4 kadarlık bir b ö l ü m ü n e eriştirilmiş ve hiç
tikçe daha da hızlı hareket ettikleri yolunda bir teori attı de büyük bir kütlesel yığılma m e y d a n a gelmemiştir.
ortaya. F o t o n ve nötronları çalıştıran nedir? Sırları nerede
Einstein'ın teorisi, Sommerfeld'in, ışık hızının sını yatmaktadır? Sahip oldukları tek şey, devinim enerjisidir.
rındaki partiküllerin son derece yoğun bir kitle oluştur Bir kez durdurulurlarsa, arkalarında iz bile bırakmadan
duklarına ilişkin gözüpek fikirlerini perdeledi. kaybolmaktadırlar.
Dietmar Kirch( 3 6 ), elementer partikülleri, kabaca üç
sınıfa ayırmaktadır:
Bir kez dünyaya takdim edildi mi, en az ihtimal ta
şıyan, en çok tahmine dayah teoriler bile cazibelerini kay
1. Nükleon ve elektron gibi partiküller (ışık hızının
betmez.
altında seyrediyorlar)
Sommerfeld'in, yüzyılımızın başlarında açıkladığı bu
2. F o t o n ve nötron gibi partiküller (ışık hızında sey
«ışıktan d a h a hızlı partiküller» teorisi, uzun zaman fizik
rediyorlar)
çilerin eğlence konusu oldu. N e w York Columbia Üniver
3. Tachyonlar (ışık hızından d a h a hızlı seyrediyor)
sitesinden Teorik Fizik Profesörü Gerald Feinberg, yıl
lar sonra 1967'de, söz konusu teoriyi yeniden ele aldı.( 3 5 )
H e r şeyden önce, tachyonlar yalnızca, bir süredurum
Partiküllere bir de unvan yakıştıran Feinberg, tachyon adı
(atalet) sisteminde ortaya çıkmaktadırlar ki, bu sistem bi
nı uygun gördü. (Yunanca'da tachys, hız anlamına gel
zim için erişilebilir değildir. Bu nedenden ötürü de, Eins
mektedir) Bilim adamları bir kez daha Einstein'a d a y a n a :
tein'ın teorisiyle bir çelişme söz konusu değildir. Birinci
rak, ışıktan daha hızlı hiçbir nesnenin seyredemeyeceğini
sınıfa giren partiküller daima ışık hızının altında seyret
ileri sürdülerse de, bazı elementer partikül uzmanları ko
mekte ve sınırlı enerjiyle bu düzeye ulaşamamaktadırlar.
nuyla ilgilendiler ve bu tür partiküllerin mevcut olabileceği
Üçüncü sınıfa giren tachyonlar ise daima ve daima ışıktan
görüşünü desteklediler.
daha hızlı hareket etmekte ve ışık hızına düşmeleri m ü m
Bu cesur tez, Einstein'ın itiraz kabul etmez teorisiyle
kün olamamaktadır.
uzlaşabilecek midir?
Tachyonlar, farklı bir süredurum sisteminde mevcut
Einstein'ın relativité teorisine göre, hareketsiz bir sü-
tur. Bizce bilinen ve içinde yaşamakta olduğumuz süredu
redurum sisteminde (bununla ivme etkisi olmayan bir çer
r u m sisteminin elementer partiküllerinin tamamen zıddı bir
çeve dahilinde bulunmak kastedilmektedir) ışık hızına sahip
davranış sergilemektedirler.
bulunmayan bir cisim, bir başka süredurum sisteminde de
ışık hızına ulaşamaz. Bu nedenden dolayıdır ki, ışık hızının
«Bir olay, uzaydaki yeri ve meydana geldiği zaman
sınırında büyük bir kütleye erişen bir partikül de, ışık hı
belirtilmek üzere tanımlanabilir. Olay, dört boyutlu
zına ne ulaşabilir ne de onu aşabilir.
bir gerçekliktir. Olayı betimleyen tarih, uzaydaki p o -
168 169
zisyonu betimleyen koordinatlarından bağımsız değil
O n l a r için normal olan süreç, geçmişin gelecekten üretilme
dir. Çünkü, süredurum sistemi değiştiği zaman, za
sidir. Biz «uzak geçmiş»ten d e m vururken, onlar da «uzak
m a n ve uzay ölçümleri de değişmektedir. Bu nedenle
gelecek» ten söz ederler. Ve kastettikleri şey de, gelecek
d ö r t boyutlu bir uzay zamanından söz ediyoruz.
kavramından bizim çıkardığımız anlamın t a m a m e n tersi
Birçok ivmelendirilmiş sistem açısından değerlendi
olur.
recek olursak, tachyonlar, zamanın içerisinde geriye
doğru da hareket edebilirler.» ( 3 S )
170
171
Beyinlerimizin içinde neler olup bitiyor? Diğer bir Belki dogmatik görünebilir ama, kendi kendimle çe
boyuttaki, bir başka süredurum sistemindeki atomdan kü lişmiyorum. Çelişki gibi gözüken birtakım noktalan, belki
çük partikülleri düşlediğimiz zaman, farkında olmaksızın, de bu örnek bira/ olsun acıklıca kavuşturacaktır.
bilincimizde yer alan geleceğe ilişkin enformasyondan mı Diyelim ki, bundan 50 bin yıl öncesinde dünya üze
yararlanıyoruz? Uzak bir geçmişte yer almış birtakım olay rinde yüksek derecede teknolojik bu sanayi düzeyine ulaş
lar, uzak bir gelecekte de mi tekrarlanmıştır? Geçmiş mış bir toplum mevcut bulunsun. Yine varsayalım ki. bu
ve gelecekle ilgili bilgilerin birbirine aktığı ikili bir kanalda ileri teknik düzeydeki atalarımız, yüksek hızlara erişebilen
mı düşünce üretmekteyiz? G ü n ü m ü z teknik buluşlarına mi «zay gemilerini diğer güneş sistemlerine göndermiş ulsun-
tolojik isimler takılması, bir rastlantı değil de, özgür irade *ar. Bu yolculuklar sırasında, uzay gezginleri, z a m a n ge
mizin dışında kalan bir olay mıdır? nişlemesi yasalarına tâbi olmuşlardır. Uzay gemisinin hı
Z a m a n , geçmişe ve geleceğe doğru yönlcndirilebilirse, zıyla zamanlama kotlusunda ortaya çıkan farklı hesaplan
göz önüne alarak, uzay gemisinde geçen bir on yıîm, dün
doğrudan etkisi hangi yöne doğrudur? Garip bir fikir gibi
ya üzerindeki 40 bin yıla malolduğunu hayâl edelim.
gelecek ama, kuramsal bir tachyon zaman makinesi ile geç
mişe yolculuk edebilerek, şu an gerçekleşecek olan bir Ve kabul edelim ki, bu yıldızlara açılabilcn uygarlık
olaya düzen verebilir miyiz? Konuyu örneklendirmek gere 40 bin yıl içerisinde, M.Ö. 50.000 ile M Ö . 10.000 yıllan
kirse, herhangi bir kişinin tachyon zaman makinesine hinip arasında ortadan kalkmış olsun. Korkunç savaşlar, doğai
de Eski R o m a ' y a dönmesi ve .Tül Sezar'ı, Scnato'da başı afetler ve yerkürenin her yanım kaplayan tufanlar, üstüne
na gelecek suikast ile ilgili olarak uyarabilmesi m ü m k ü n üsüük. kutupların yer değiştirmesi. Ya da, dış uzaydan
müdür? İmparator, bu uyarıyı dikkate almaksızın yine Se- gelen bir mikrobun yayılması gibi bir olay yaşanmış ol
nato'ya giderek suikaste uğrayacak mıdır, yoksa aksine, sun:
tarih tamamen farklı bir seyir mi izleyecektir? Uzak geç Hayatta kalanlar, sil baştan yeniden başlayacaklar
mişe uzak gelecekten çeki düzen verebilecek miyiz? M.S. dır. Korkunç afetlerden sonraki nesiller yine mağaralarda
on binli yıllarda yaşayacak olan ahfadımız, bu tür yön yaşayacaklardır. Yazı yazabilir, ateş yakabilir, araçlar kul
lendirmeleri başaracaklar mıdır? Bu görüş açısından yakla lanabilir, toplumsal örgütleri sürdürebilir, fakat ırklarının
şılırsa, gelecek tarafından sürekli olarak düzeltildiği için, parlak geçmişini, yalnızca atalarının geleneklerinden bile
tarih değişmez midir? bilirler.
Uzay yolculuğu teknolojisi, 50 yıl içerisinde ışık hı Ve aradan geçen yalnızca on yıllık bir zaman aşı
zıyla uçuş düzeyine erişmeyi gerçekleştirirse ve böylece kö m ı n d a n sonra, uzay gemilerinin geri döndüklerini farzc-
tümserlerin oluşturduğu Kara Tarikat geleceğimizi körelt delim. Bu uzay gezginleri ne yapacaklardır? Görünüşü
mede yanılgıya düşerse; acaba bu aşama, insanlık ta kurtarmaya bakacaklardır. Hayatta kalanları yönetecek, on
rihinde ilk kez mi cereyan edecektir, yoksa yalnızca de ları eski yasalara ve toplu yaşamın eski kurallarına ite
delerimizin yapmış olduğunu tekrarlamakla mı yetinece ceklerdir.
ğiz? «Dünya dışı varlıklar» insanların ilk aşamalarını zi Diğer bir deyimle, atalarımız dış uzaydan gelen kendi
yaret etmiştir şeklindeki iddiamın ciddi bir biçimde üzerinde atalarınca ziyaret edilmişlerdir. Tek bir ailenin çocuk
d u r m a m d a n bu yana, «atalarımız uzay yolculuğunu gerçek ları olmalarına rağmen, kosmosun derinliklerinden ge
leştirmişlerdir» cümlesiyle de çelişkiye düştüğümü sanmı lenler, tanrılar olarak karşılanmışlardır. Tarih tekerrür
yorum. den ibarettir.
172 173
Ç o k da uzak olmayan bir gelecekte, kadın ve erkek RESMİ KAYITLARDAN
mürettebatla birlikte uzaya açılacak bir uzay gemisi konu
sunu gündeme getirecek olursak, acaba geçmişten mi yoksa
gelecekten mi söz etmiş oluyorum. Değişik bakteri kültür
Yıllar ö n c e bir d o s t , Britanya M ü z e s i "ndekî bir k ı
leri sterilize buzdolabında muhafaza edilecek. Havası alın
ş ı m t a b l o n u n S ü m e r v e Babil s a v a ş l a r ı n d a k u l l a n ı l m ı ş
mış plastik paketlerde her cins bitki saklanacak. Özel ola
t a n k resimlerini s e r g i l e d i ğ i n e i ş a r e t e t m i ş t i .
rak oksijenlenen küçük leğenlerde, küçük balıklar yüze
cek. Kabinler, zamanımızın bilgilerini dile getiren ansik Bu s o h b e t t e n h e m e n sonraki ziyaretim sırasında
Britanya M ü z e s i ' n i n zemin katındaki tablolardaki Babil
lopediler, mikro-filmler, evrenin en uzak bir köşesinde ge
v e Asur devrini y a n s ı t a n g ö r ü n t ü l e r d e yer alan c i s i m
rek duyabilecekleri ve hayatta kalmalarını sağlayacak kaz-
lerin, tanka b e n z e d i k l e r i n e ben d e dikkat e t t i m . A r k e
ma-kürek ve tırmık gibi araç gereç ile dolu olacak.
ologlara göre, k e n t duvarlarını y a r m a y a yarayan savaş
Ve öyle bir gün gelecek ki, çetele ile tutulan gün
ş a h m e r d a n l a r ı idî bunlar.
ler d o l a c a k . . . ve göklere doğru açılacaklar.
Ve tarih yine tekerrür edecek olursa, uzay gemisinin Olabilir d e , fakat ille de böyle olması g e r e k m e z .
kaptanı büyük bir ihtimal ile N u h adını taşıyacak. Dört n e s n e , bu kalın kütükten « ş a h m e r d a n » yak
laşımından soğutmuştur beni:
— Bu ş a h m e r d a n denilen n e s n e l e r , söz k o n u s u
k a v r a m d a n her n e anlıyor iseniz, a s k e r l e r t a r a f ı n d a n
t a ş ı n ı r , kendi k e n d i l e r i n e , hele y o k u ş yukarı h i ç h a r e
ket e d e m e z l e r d i . Taşıyıcılar ok ve t a ş l a r a karşı koru
n u y o r olsalar bile, h i ç d e ğ i l s e , ayaklarının g ö z ü k m e s i
g e r e k i r d i . Değişik b i ç i m d e h a r e k e t ettirilen bir ş a h m e r
d a n ı n da a l t ı n d a k i tekerlekli bir vasıtayı mutlaka gör-
mekliğimiz g e r e k i r . Ö y l e y s e bu n e s n e l e r nasıl n a k l e d i l
miştir?
— Ş a h m e r d a n ı n , d u v a r veya k u l e y e t e m a s e t t i ğ i
z a m a n , belirli bir etki m e y d a n a g e t i r e b i l m e s i için, m u t
laka dik açı ile v u r u ş s a ğ l a m a s ı g e r e k m e k t e d i r . T a m a
m e n yukarı d o ğ r u y ö n e l t i l m i ş ş a h m e r d a n l a r , p r a t i k t e
hiçbir yarar ifade e t m e m e k t e d i r . Bu y o l d a n s a ğ l a n m ı ş
bir k i n e t i k enerji, n e t i c e s i z k a l m a k t a d ı r . Bu p o z i s y o n
daki bir ş a h m e r d a n ı n , saldırıda b u l u n d u ğ u yüzeyle t e
m a s ı , ya d e v r i l m e s i n e ya da en a z ı n d a n at gibi ş a h a
k a l k m a s ı n a yol a ç a c a k t ı r .
— R e s i m l e r d e n b i r i n d e g ö z ü k e n ikiz ş a h m e r d a n
î s e , p r a t i k t e t a m a m e n yararsızdır. İkili ş a h m e r d a n ile
d u v a r a b i n d i r e c e k olursanız, v u r u ş g ü c ü yarıya inecek-
174 175
tir. Ne var ki, bu işin yapıcıları, iki ş a h m e r d a n ı uygun
g ö r m ü ş l e r ve uçlarını yukarı doğru ç e v i r m i ş l e r .
— Son olarak, a m a en ö n e m s i z o l m a y a n n o k t a y a
g e l e î î m . Ş a h m e r d a n n e d e n bir kuleye ihtiyaç g ö s t e r
mistir, n e r e d e görülmüştür?
B u ikili ş a h m e r d a n örneği — d a h a çok mevcut
t u r — b a n a Eriha k e n t i n e yapılan saldırıda rastladığımız
c i n s t e n bir tür akustik t o p l a n o l u p olmadıklarını d ü ş ü n
dürdü:
178 179
riye büyük bir değer verirdi. Bugün bile, geometri üzerine
Şimdi birkaç örnek-verelim:
yazılmış birçok kitap, Eflatun'un şu cümlesi ile başlar:
— Delfi ile Epidaurus, arasındaki uzaklık ile E p i d a u -
rus ve Delos arasındaki azaklık, «Altın Kesit»in uzun
«Geometriden habersiz kimselere, söz söyletmeyin.
bölüte orantısını .vermektedir ki, b u orantı % 62'dir.
Geometri, ebedî oluşun bilgisidir.»
— Olympia ile Chalkis arasındaki uzaklık ile, Olympia
ile Delos arasındaki uzaklık, yine aynı % 62'lik orantıyı
Öklid'in, Eflatun'a o sıralar mevcut bulunan geomet
vermektedir.
rik bilmecelerle ilgili gözlemlerinden söz etmiş olması da
— Delfi ile Thebes arasındaki uzaklık, Delfi ile Atina
ihtimal dahilindedir. Bu da, Öklid'in, Eski Yunan tapı
arasındaki uzaklık oranı da yine % 62'dir.
naklarının taşlarına biçim veren geometrinin temel ilke
— Sparta ile Olympia arasındaki uzaklık ile, Spar
lerini bildiği anlamına gelir. Dr. Manias, konuyla ilgili
ta ve Atina arasındaki uzaklık oranı da, yine Altın Ke
olarak şöyle demektedir: «Ökiid geometrisi, bütün olarak,
sifin % 62 prensibine uymaktadır.
asırlara dayanan dinsel ve bilimsel metinlerden kaynak
—- Epidaurus'tan Sparta'ya uzanan hat ile E p i d a u r u s
lanmaktadır.»^' 7 )
ile Olympia arasındaki hattın oranı % 62'dir.
Tabii hepimiz, Öklid tarafından da vurgulanan, «Al
— Delos ile Eleıısis arasındaki uzaklık ile, Delos
tın Kesit»in ne olduğunu biliyoruz. Bu dinsel yapılarla il
Delfi arasındaki mesafe, yine % 62'lik bir orantının haber
gili olarak birtakım ilişkilerin derinlerine girmeden önce.
cisidir.
'altın kesit' ile ilgili olarak kızımın ders kitabındaki tanım
— Knossos'tan Delos'a olan uzantı ile Knossos'tan
lamayı a k t a r m a k istiyorum:^"»
Chalkis'e olan uzantı arasındaki oran, % 62'dir.
— Delfi D o d o n i arası ile, Delfi Atina arası, yine
% 62'lik bir oran vermektedir.
«AB doğrusu, bir E noktası ite bölünürse, ve bu bö
Bu dinsel merkezlerdeki tuhaflıklar, bir tek «Altın Ke
lünmede AB'nin AE'ye olan orantısı, AE'nin EB'ye olan
sit» bilmecesi ile de çözüme kavuşmuş değildir.
orantısı ile eşit ise, AB'nin 'Altın Kesife bölündüğü söy
Bu tapmaklardan biri merkez alınarak, çevresinde
lenebilir.»
bir daire çizilecek olursa, dairenin çizgisi iki ve üçüncü bir
e
tapınaktan; hatta bazen bir dördüncüsünden teğet geç
mektedir. Söz gelimi:
« I — — 1 18
— Merkez Knossos olmak üzere Sparta ve Epidaurus
daire çevresinde kalmaktadırlar.
«Bu bölünmüş doğru, uzun böiütü kadar uzatılacak — Merkez T aros olmak üzere Knossos ve Chalkis
olursa, yeni doğru da «Altın Kesit» prensibine uygun bir daire çevresinde kalmaktadır.
yapı arzedecektir. Bu süreç sonsuz kere tekrar edilebilir.» — Merkez Delos olmak üzere Thebes ve İsmir daire
çevresinde kalmaktadır.
— Delfi, Olympia ve Atina; Argos'tan eşit uzaklık
R H— J| 1 |g tadırlar.
<• K .% fi — Sparta, Eleusis ve kehânet merkezi Trofonion;
Miken'den eşit uzaklıktadırlar.t 8 7 )
180
181
bu sayısız geometrik düzenlemeler, yapımcılarla ilgili şans
faktörünü o r t a d a n kaldırmaktadır.
Öyleyse bu matematiksel mükemmelliği nasıl açıklaya
cağız? Tarih öncesi İnsanların m a t e m a t i k bilgi düzeyiyle n a
sıl bağdaştıracağız? Bu adamlar, neyi nerede kurduklarını
nasıl bilebildiler?
Bütün bu ilişki ve bağlantılar, ancak büyük bir yük
seklikten görünebilir olduğuna göre, geometrik şebekenin
tepelerinde yer alan birileri, ellerindeki flamaları sallaya
rak, 'tamam, işte. o r a d a ' diye komutlar mı verdiler!
182
183
lmdığı» şeklindeki ifadesi ne anlama gelmektedir? Ve bu Dr. Manias, derin bir hayret uyandıran ikinci bir ke
sözü M . Ö . 400'lerde sarfediyorsa, binlerce yıl geriye dö şifte bulunuyor ve anlıyor ki, eskilerin bu geometrik sis
nünce, doğrudan Tanrılar Çağı'nm göbeğinde buluruz ken temi, yalnızca Yunanistan'la sınırlı değildir. Kıbrıs, L ü b n a n
dimizi. (Baalbek), İskenderiye ve hatta Mısır Piramitleri bile aynı
Bu tür bilmeceler, beraberinde bir sürü ciddi sorular şebekenin birer parçasıdırlar.
getirmektedir. T a p m a k ve dinsel merkezlerin Öklid'den R u s araştırmacıları Gonçarov, M a k a r o v ve Morosov
önce yapıldığı kabul edilirse, ve de bunlar belirli bir geo eski önemli kültürel merkezleri içeren bir harita üzerinde
metrik örnekler şemasına uygunluk gösteriyorlarsa, eski çalışmışlardır. Moskova Güzel Sanatlar Üniversitesi'nden
Yunanlıların neden böyle bir yola başvurduklarını sormak Nikolai Gonçarov, ortaya çıkan neticeyi görünce, elinde
gerekir. Bu olağanüstü planlamanın nedenini bulmalıyız. olmadan aklına bir futbol topunun kesitleri gelmiştir.( 4 0 )
Ve böylesine eski devirlerde böylesine ileri matematik bil Önemli kültür merkezlerinin noktalandığı dünya haritası,
gileri nereden bulduklarını açıklayabilmeliyiz. Ve son ola yerküreyi on iki adet beşgene ayırmıştır. «Komsomolskaya
rak, kendileri bulamayacağına göre, söz konusu mekânları Pravda» Gazetesinden Nikolai Bodnaruk, şöyle yazmıştır:
Yunan kabilelerine gösteren kimdir? Sorular dizisi bizi
çıkmaz bir yolun içine itiyor. «Bu haritaya göre birçok eski kültür, yerleşme alan
Olaylar, bu kadarla da kalmıyor ve iyiden iyiye kar- larını rastlantı neticesinde değil, bu sistemin belirli
maşıklaşıyor. odak noktalarına göre belirlemiş, Mohenjo D a r o ' n u n ,
İndüs kültürü Mısır, Kuzey Moğolistan, İrlanda, Pas
kalya Adası, Peru ve ' R u s kentlerinin anası' Kiev için
bu yaklaşım tamamen tutmaktadır.
Kuzey Afrika ile Basra Körfezi arasındaki petrol
yatakları, iki beşgenin kesişme hattı üzerinde uzan
maktadır. Aynı durum, Amerika'da Kaliforniya'dan
Teksas'a kadar uzanan bölge için de geçerlidir. Bu
çift şebekenin odak noktalarına dikkatlice bir göz
gezdirelim: Güney Afrika'nın olağanüstü zenginlikle
re sahip güney kesimi, Güney Amerika'da Cerro de
Pasco yerleşim merkezleri, Alaska ve Kanada; Batı
Sibirya'nın petrol ve yeraltı gazı okyanusları ve d a h a
niceleri.
Tabiatıyla bu bağlantıları her tarafa uygulayamayız.
Ne var ki, rastlantı hesaplarını aşan bir yoğunluk söz
konusudur. Ayrıca, gezegenimizdeki değişikliklere
bağlı olarak doğal zenginliklerin oluşumundaki fark
lılık, geometrik düzendeki sapmaları açıklamaya ye
Maya Piramidi Chichen îtza - tanrılardan kalma bir terlidir.»
alâmet mi?
184 185
Bu son keşiflerin ışığı altında, Eflatun'un da 'Timaeus' —- Uffington'un Berkshire meralarındaki 110 met
adlı eserinde «dünyamıza tepeden bakacak olursak, on iki relik Beyaz At.
parçalı bir deri topa benzetirdik» demiş olduğunu özellikle — C e m e Abbas'taki 55 metrelik dev.
hatırlatmalıyım. — Sussex Eyaleti'nde Wilmington'daki Uzun A d a m .
Ş u ' d ü n y a ananın dere-tepe ve ovalarında gerçekten — Kaliforniya'da Blythe yakınlarındaki 13 m. uzun
hiçbir yenilik yok mudur? * luğunda ve 9 metre yüksekliğindeki at; 28 m. yüksekliğin
Dünyanın her yanına yayılmış bulunan dev taş «alâ de ve 21 m. genişliğindeki kollarını açmış dev anasıyla 31
metleri» göz önüne getirince, bu tür anıt ve kültür merkezle metrelik dev.
rinin, belirli bir komisyonca öngörülen «ana plan» çerçeve — Arizona Sacoton'daki 46 metrelik dev.
sinde yapıldığı ve söz konusu kutsal mekânlara, uçan tanrı — M a n i t o b a ' d a White Shell Eyalet Parkı'ndaki Aşın
lar tarafından görülerek yerleştirildiği izlenimine kapılmak mış Mozaikler. M a r l b o r o u g h ' n u n sekiz km. batısındaki
tan kendimi alamıyorum. Bu kolluk örneklerini sıralayalım Wiltshire'de Silbury Tepesi.
(eski kitaplarımda daha geniş bilgi mevcuttur): — A B D Louisiana Eyaleti'nde Poverty Burnu ya
— Dünyaca ünlü Nazca düzlüklerinde iniş şeritleri kınlarındaki 6 adet ve de toplam uzunlukları 11.2 mili
arasına dev figürler resmedilmiştir. bulan sekizgenler.
— Şili'de Antofagasta Eyâleti'ndeki kayalarda dev — A B D Ohio Eyaletindeki-, Bush Yarığı'nın Yılan
satranç tahtası modelleri resmedilmiştir. Tepeciği. R i p o n ' d a (Yorkshire), J a p o n Adası H o k k a i d o '
— Kuzey Şili'deki Taratacar Çölü'nde 100 metre yük da N o n a k a d o yakınlarında, A B D ' n i n çeşitli eyaletlerinde
sekliğinde dev bir robot vardır. ve de Wyoming'in Big H o r n Dağlarındaki Medicine Çarkı
başta olmak üzere birçok yerde karşımıza çıkan ortak
merkezli daire ve çarklar.
— Ve son olarak, P e r u ' d a Paracas Koyu'na uzanan
And sıralarındaki 250 metrelik gaydalar.
Bu küçük koleksiyon yeterince kanıtlamaktadır ki, es
ki kültürlerin insanları, dağlara veya düzlüklere, yüksek
lerden görünülebilir birtakım devasa alâmetler kazımışlar
dır. Neden ve kimin için katlanmışlardır bunca zahmete?
Arkeolojik literatür, bütün bunları eski bir külte bağ
layarak karşımıza çıkmaktadır. Olabilir, fakat ne tür bir
külttür söz konusu olan? H a d i alçakgönüllülük göstererek
bilgi dileyelim. F a k a t bu bilgi hiçbir zaman sunulmaz. Eğer
söz konusu olan bir kült ise, evrensel cinsten bir kült ol
malıdır bu. Ortak bir türetici, bütün insanlara aynı akti-
vitelerin ilhamını aşılamıştır. Aksi takdirde, her kıt'adan
bir sürü insanın dağlara tırmanıp kayaları kazıması, ovalara
resimler çizmeleri, yakmdan anlaşılmayan geniş figürler
m e y d a n a getirmek için iş yapmalarının bir anlamı kalmaz.
187
toprak üzerinde, ancak çok yükseklerden u ç a n kar-
tallarca görülebilecek, dev alâmetler kazımaya baş
lamışlar.»
189
R A G ekibi söz konusu bölgeden ayrıldıktan sonra, bir de lunmalıdır. Duvar boyunca yürümeye başlar ve bir s ü r e
'roket k ü l t ü ' n ü n doğup doğmayacağını kim bilebilir? sonra anlar ki, bu daire şeklinde bir yapıdır ve d ö n ü p do
G ü n ü m ü z ü n aktüel olayları bile yeni yeni kültlerin laşıp yine aynı noktaya gelmiştir. Ve en nihayet, çalılıklar
doğuşuna yol açabiliyor ise, o z a m a n son derece haklı bir ve ağaç dallarının arasından geçebileceği bir gedik bulur.
şekilde, uzak geçmişin kült ve mitlerinin de, gerçekten ya Renders, Zimbabwe harabelerini gören ilk beyaz olduğun
şanmış birtakım olaylarca esinlendirildiğini ileri sürebiliriz.. d a n kuşkulanır.
Ve bu açıklama, devasa «taş alâmetleri», tanrılar için or
taya konulan tüm alâmetleri akla yakın kilar.
1871 yılında R e n d e r s Alman jeolog Kari M a u c h ' u
aym yere sevkeder. M a u c h harabelerin bir planını çıkarır
1868'de, Alman kâşif ve fildişi taciri A d a m R e n d e r s , ve Almanya'ya geri dönüşünde kendisini Zimbabwe'nin
Güney Afrika'nın kesif çalılıklarında kaybolur. Bıçağıyla Kâşifi ilan eder. M a u c h , Zimbabwe ve çevresinin Kral Sü
tropik bitki örtüsünden kurtulabileceği bir yol açmaya ça leyman'ın altın ve değerli taşlar getirttiği (Eski Ahid, I.
lışan Renders, birdenbire, kendisini on metrelik bir duvarın Krallar 9, 26) Ofir Ülkesi olduğu şeklindeki görüşü des
önünde buluverir! tekler. Tabii bu görüş, Zimbabwe'nin esrarını çözebil
Ve o an için kurtulduğuna inanır. Çünkü m a d e m ki mek gayesi ile ortaya atılan yığınla tezden yalnızca b i r
burada duvarlar vardır, şüphesiz civarda insanlar da bu- tanesidir.
Başkalarıysa bu Ofir denilen yeri Hindistan ve E l a m '
da, Arabistan veya Doğu Afrika'da ararlar. Büyük ihtimal
le Kızıldeniz'in batı kıyısının güneyinde biryerlerde k a l
maktadır. Nerede olursa olsun, Kari M a u c h da, teorilerden
birine damgasını vurmuş ve bu gizem dolu mekânın ken
disinden önce r a p o r edildiğini bilememiştir. Oysa, A d a m
Renders, bulunduğu yeri terk etmemiş ve ölene kadar o r a d a
kalmıştır.
Kuramsal tezlerin yoğun sis perdesi, Zimbabwe H a r a
belerini kuşatmıştır. Arkeolog Marcel Brion( 4 1 ) Zimbabwe
ile ilgili kuramların tamamını derledikten sonra, bunların
hiçbirinin «romantik spekülasyonlar» dan öteye gidemeye
ceği h ü k m ü n e varmıştır.
190 191
Çok yer gezmiş çok yer görmüş bir Portekizli Tarih
çi, D a m i a o de Goes (1502-1574), Zimbabwe'den söz eder,
fakat bir kez bile görmüş değildir. Ülkelerindeki muazzam
bir mimarîden d e m vuran gururlu zencilere değinir. Vatan
daşı ve de meslektaşı J o a o de Barros (1496-1570), dört
ciltlik «Asya» adlı eserinde Zimbabwe'ye de yer verir.
Şöyle yazar de Barros:
194 195
ince tahta işlerini, fildişi kakmacdık ürünlerini dikkatle el
den geçirdim.
«Eğer sözlerini yeterince anlayabildiyşem, Bay Sinc
lair, Zimbabwe'yi zenciler inşa etmişler. F a k a t neden
ve hangi amaçla?»
Arkeolog, Zimbabwe'nin, o günlerde de aranılan bir
m a d e n olan altınların depolandığı ve yağmalara karşı ko
runduğu bir kale olarak inşa edilmiş olabileceğini düşü
nüyordu.
Bu cevap beni pek tatmin etmemişti doğrusu.
Portekizli tarihçi, yerli geleneklerine kulak verdikten
sonra şöyle yazmamış mıydı?
«Bu yapının Şeytan'm eseri olduğunu iddia ediyor
lar. Ç ü n k ü kendi kapasitelerini göz önüne alınca, böyle
bir nesnenin insan elinden çıkmış olamayacağına inanı
yorlar...»
Zimbabwe'nin bugünkü görünümü ne alemdedir?
196
fikrinden hareket etmişti. Kazılar yapıldı, fakat böyle bir
mezar bulunamadı. G ö r ü n ü r d e hiçbir amacı olmamasına
rağmen, kule de, diğer duvar y a p i a r l a birlikte öylece dur
maktadır.
Bu eliptik hattın çevresinde, «vâdi harabeleri» diye
anılan ve o kadar da kayda değer olmayan bir mahal daha
yer alıyor. Özellikle bir vadi olup olmadığı da tartışma
götürür. Harabeler, geniş eliptiğin bulunduğu düzlüğün üze-
rindeler, hepsi o kadar. Ve ancak burada imkân bulunabil
diği için, taşların arasında renkli bir bahçecilik gelişiyor.
Geniş elips, ile 'vâdi harabeleri', tepede kalan ve «Ak-
ropolis» adı verilen bir üçüncü kompleksin gölgesinde ka
lıyorlar. Burada, doğal toprak özellikleri olağanüstü bir
ustalıkla kullanılmış. Kayaların yarık verdiği yerlerde du
varlar inşa edilmiş. En kalın dış duvarlar 7.50 m. yüksek
liğinde ve 6.70 m. genişliğinde. Yukarı doğru giderek in
celiyor ve en tepede genişlikleri 4 m'ye düşüyor! Yapı iş
çileri, duvarların bazı bölümlerini ince kaya çıkıntılarına
kurabildiklerine göre, yükseklik konusuna bayağı aşina
olmuş olmalılar. Zimbabwe gerçekten bir kale ise, Akro-
polis'in bu bölümlerinin savunması kolay geçmiştir.
198 199
bizler gibi pratik yöntemlerden yola çıktıklarına i n a n m a k
istediğim için, bu masif taşlarla karşılaşana kadar, Düşler
Ülkesi Ofir fikrine p e k ihtimal vermemiştim. N e d e n mi?
Eğer altınların nakliyesi için bir garnizon öngörülüyor
200 201
ise, askerler bu heybetli Akropolis'te yaşayabilir ve düzlüğü Masif konik kulenin, büyük elipsin içinde; sağ kö
gözleyebilirlerdi. şede anlamlı bir k o n u m u vardır. Elips ve kule, ufak tefek
farklılıklarla Mali Batı Afrika Cumhuriyeti'nde de ortaya
çıkan bir Sirius modeli değil midir?
Buraya kadar tamam da, eliptik duvarla ilgili yine de Araştırmacı ve bilim adamı R o b e r t K.G. Temple, ha-
bir açıklama gelmiyor. Ne çevreye kumanda edebilecek bir tırlanamayacak k a d a r eski zamanlardan bu yana, Sirius Sis
esprisi var, ne de yüzyıllar boyunca bütün savunmacıların temiyle ilgili en ince ayrıntıları bile bildiklerini kesinlikle
başvurduğu kulelere, burçlara, mazgallı siperlere ve de kanıtlamıştır.
mazgal sevilerine sahip! Duvarlara tırmanmak bile m ü m Sirius A, Büyük Köpek T a k ı m Yıldızı'nm (Canis M a
kün değil. Ne merdiven, ne de aynı işi görebilecek çıkıntı jör) ana yıldızıdır. H e m e n h e m e n görünmeyecek k a d a r kü
lar var. Bu büyük eliptik taş yığını, tam anlamıyla ne idüğü çük bir n ö t r o n yıldızı, Sirius B, çevresinde eliptik bir yö
belirsiz bir nesne. rünge çizmektedir. Ve Sirius A ' n ı n çevresindeki bu yörünge,
Peki ama. Tanrı Aşkına, Afrikalı zenciler, yüzlerce Dogonların kaya çizimlerinde, ayan beyan ortadadır.
ton graniti buraya hangi amaçla taşıyıp da bu garip anıtı Dogonlular, bu üstün astronomik bilgilerini, Dogori
diktiler? adlı bir tanrıdan aldıklarını ileri sürmektedirler. N o m m o
Bu soruyu kafamdan silemiyor, harabeden harabeye zencileri, Sirius A ' n ı n yörüngesinde dönen Sirius B ile
gezerken, zihnimin bir köşesinde sürekli bu bilmece ile uğ ilgili olarak aydınlatmakla yetinmemiş, b u n u n yanısıra Si
raşıyordum... ta ki, Zimbabwe Müzesi'nin duvarındaki bu rius sisteminde yer alan diğer bazı gezegenlerin adları ile
kompleksle ilgili bir harita fikir verene k a d a r ! yörüngesel çizelgelerini de belirlemiştir. Sözgelimi bir
«ayakkabıcı gezegeni» ile bir de «kadınlar gezegeni» mev
cuttur ki, m o d e r n astronomi henüz bu k o n u d a herhangi bir
bilgiye sahip değildir. Tek bilmen, Sirius B'nin, Sirius A'
nin çevresinde, elli yılda t a m a m l a n a n eliptik bir yörünge
çizdiğidir.
Zimbabwe Müzesi'nin planı önünde öylece dururken,
birden bir paralelliğe takıldı aklım. Sağ köşedeki kulesi ile
birlikte Zimbabwe'nin büyük elipsi, D o g o n ' u n Sirius m o
delini andırmıyor muydu? Büyük elipsin içinde yer alan
yıkık duvarlar, açıklanabilmesi son derece güç bir biçim
de «ayakkabıcı gezegeni» ile «kadınlar gezegeni'nin yörün
gelerini çağrıştıran bir yol izlemiyor mu? A n a eliptik du
varın içinde, onun üçte biri uzunluğunda ikinci bir duvar
neden yer alsın ki? Bu helezonî iç eliptik duvarın, savunma
amacına hizmet ettiği de söylenemez.
D o g o n ' u n Sirius Modeli ile Zimbabwe'nin kuleli elip
Zimbabwe harabelerinin krokisi ile Mali'nin Dogon sinin benzerliklerini müşahede etmek için, pek de fazla ol
Kabilesi'ne ait Sirius Modeli. mayan bir yükseklikte, havadan şöyle bir tur atmak yeter
lidir.
202 203
G ö r ü n t ü yönünden benzerlikleri göz önüne alındığın
da, sorun, Zimbabwe Kompleksi ile Dogon Sirius Modeli
arasında ideolojik bir bağlantının b u l u n u p bulunmadığı
dır.
Bütün zaman ve mekânlarda, insanları büyük gayret
ve eserlerin yapımına iten başlıca faktör din olgusu ola
gelmiştir. Tanrılar adına dünyanın hemen her köşesinde
meydana getirilen alâmetler, dinsel kökenlidir. Dinsel dür
tüler aracılığıyla taş tapınaklar ve piramitlerden A r a p ca
mileri ve Hıristiyan katedrallerine kadar nice eserler ger
çekleştirilmiştir. İnkalar ve Mayalar da, basamaklı piramit
ve tapınaklarını yine tanrıların şerefine dikmişlerdir. Dün
yaya yön veren tüm manevî inançlarda, yoksulların en yok
sulları bile, tanrısal sembolleri yüceltebilmek için altın ve
kıymetli taşlan toplamaya itina göstermişlerdir. Putperest
veya Hıristiyan hiç fark etmez. İnsanoğlu daima yapılar
kurmuş ve bir tanrıyı onurlandırmak gayreti ile fedakâr
lıkları göze almıştır.
Kendi kendimize sormaklığımız gereken konu, Zim
babwe siyahilerinden tanrı N o m m o ' y a tapanların, bu deva
sa yapıyı, özel olarak tanrılarının anısına Sirius sisteminden
örneklendirmiş olup olamayacaklarıdır. Dinsel şevkle, N o m -
m o ' n u n günün birinde geri dönebileceğine ilişkin umutları
nı, böylesine heybetli bir yapıya mı dökmüşlerdir? Tanrı
larına «burada yaşıyor ve seni bekliyoruz» tarzında bir işa
ret bırakmayı mı amaçlamışlardır?
204 205
yor. F a k a t Dogonluların, ne zaman ve neden dolayı M a l f babwe ile ilgilenen bütün diğerleri k a d a r geçerli olsa ge
ye geldikleri konusunda herhangi bir bilgiye sahip değiliz. rektir.
G ö r ü n e n o ki, aynı yıldız sisteminin modeli, ne Dogonlular Bütün bu çalışma ve yolculuklarımın ardından, saç
ne de Bantular için yabancı değil. H e r ikisi de, Mısır tan larına kır düşmüş Atinalı beyi hatırlıyorum. Beni affet
rısı H o r u s ' u n sembolü olan şahine tapıyorlar. Dogonlar, mesini dilemeliyim kendisinden.
Sirius Sisteminden kalma yıldızlardan armağan bir efsaney
le tanrıların ziyaretini ebedîleştirmeye mi çalışıyorlardı?
Bantular da, aynı gayreti, ancak tepeden bakılırsa anlaşıla
bilecek bir eser meydana getirmek için mi sarfediyor-
lardı?
Yaklaşımlarının Zimbabwe bilmecesine kesin bir çö
züm getirdiği iddiasında değilim. Tek bildiğim odur ki,
bugüne kadar hiçbir kimse, dört dörtlük tatmin edici bir
şey söyleyememiştir. Zimbabwe'nin büyük elipsi kale ol
madığına göre (kale, 100 metre yüksekteki Akropoliste-
dir) ya bir mesken ya da bir çeşit tapınak olarak kullanıl
mış olmalıdır. Ne var ki, kendi türünden en küçük bir bu
luntu bile ortaya çıkamadığına göre, bu mesken k u r a m ı
suya düşmek zorundadır; görece barbarca şeklinde tanımla
yabileceğimiz duvar işçiliğinde de ne bir kral adına ne de
herhangi süsleyici bir dekorasyona yer verilmemiştir. T a c a
benzer en küçük bir nesne bulunmamıştır. Bir zamanların,
içinde insanların yaşadığı çağrışımını verebilecek oda filan
yoktur. Çevrede koskocaman bir d ö r t duvar, o n u n içinde
hemen paralelinde bir iç duvar, ve de bir köşede kapısız-
penceresiz bir k u l e . . . Kral ne yapsın b ü t ü n bunları?
Kale ve saray kuramları tasfiye olduğuna göre, dinsel
bir kült yaklaşımı ile başbaşa kalıyoruz. Zimbabwe'de
kaldığım süre zarfmda, paralel duvarların arasında kapısız
kuleye doğru sıralanarak Sirius Sisteminden gelen tanrı
N o m m o adina ayinler yapan B a n t u zencilerinin hayallerini
kuruyordum.
Buraya kadar d ö k ü m ü n ü yaptığımız Zimbabwe soru
nuna getirilen b ü t ü n çözümler, spekülasyonlardan öteye
gidememiştir. Sırf bu nedenledir ki, ben de kendi spekülas
yonumu eklemekte bir sakınca görmüyorum. Bu da, Zim-
206 ¿07
ALTI
RESMİ KAYITLARDAN
G E R Ç E K KRAL LİSTELERİ
212
213
1200 yıl h ü k ü m sürdü. 100 yıl h ü k ü m sürdü.
Ve bu uzun yönetim sürelerinden doğan sorunla ilgili
Gulla-Nidaba-anna-pad Kutsal G I L G A M I Ş ,
olarak kişisel spekülasyonuma geçmeden önce, Krallar Lis
9 6 0 yıl h ü k ü m sürdü. babası bir Lillu cini idi,
t e s i n d e n derlediğim bir seçme bölümü aktarmak istiyorum.
Zukakip Kullab'ın Yüksek R a h i b i y d i
Liste insanın yaradılışına kadar uzanmakta ve şu an için
9 0 0 yıl hüküm sürdü, 126 yıl h ü k ü m sürdü.
bizi.ilgilendirmeyecek bir sürü sayfa işgal etmektedir.
(ve kral), (onun h ü k ü m r a n Ur-nungal,
lığı) G I L G A M I Ş ' ı n oğlu
Krallar Li.sw.si WB 444'ten örnekler: 324 yıl oldu. 30 yıl h ü k ü m sürdü.
Kutsal Lugal-banda, U r - n u n g a i ı n oğlu
çoban olan, Utul-kalamma
Krallık gökyüzünden yeniden gökyüzünden.
1200 yıl h ü k ü m sürdü. 15 yıl h ü k ü m sürdü,
indiği zaman,, Çoban T a u n Dumuzi
Tanrı Dumu-zi, balıkçı Labaser
krallık Eridn'da idi. 36.000 vıl h ü k ü m s ü r d ü .
olan, şehri Kua'dır, 9 yıl h ü k ü m sürdü. •
E r i d ı i d a Akilim kraldı. Üç k r a l ,
28.800 yıl hüküm sürdü. 108.000 yıllarını h ü k ü m
Alalgar, 36 000 yıl sürdüler.
hüküm sürdü. Lanık'ta En-zib-zi-anna
Bir anlamda, Kralların Listesi, tanrıların listesi ol
İki kral, 28.000 yıl hüküm sürdü.
maktadır. Krallar, Sümerlerce yüceltilmekle kalmamış, ay
64 800 yıl hüküm sürdüler. Alab 600 yıl hüküm sürdü.
nı zamanda eğitmen ve öğretmen olarak da görülmüşler
Bad-Bad-tibira'da Atab'ıü ı^îı;
dir. Gılgamış, E t a n a ve Enkidu adlarını taşıyan destanla
En-men-lu-anna 840 yıl h ü k ü m s ü r d ü .
rın kahramanlarıdır. Kral listelerindeki isimler çivi yazısı
43.200 yıl hüküm sürdü. Çoban E i ANA.
ile bezenmiş kil tabletler ve mühürlerde de zikredilmiş ve
En-men-gal-anna gökyüzüne yükselen,
böylece bir ya da birkaç tarihçinin uydurması olmadıkları
28.000 yıl hüküm sürdü. ülkeleri güçlendiren.
ortaya çıkmıştır. Krallar gerçekten mevcut olmuş ve etki
Sippar'da En-men-dur-amm kraldı.
leri, günlük hayatın her kesimine damgasını vurmuştur.
kraldı 0 1560 vıl hüküm sürdü
İyi hoş da, bu akla hafsalaya sığmayan uzun hüküm
21.000 yıl hüküm sürdü. tialift darlık yıllarının anlamı nedir?
Bir kral, E t a m i n i n oğlu, Friedrich Schmidtke( 4 ( i ), Sümerologların içinde bu
21.000 yılını hüküm sürdü. 400 yıl hüküm sürdü. Umdukları keşmekeşle ilgili olarak şunları yazıyor:
Suruppak'ta Ubar-tulu Samug'un oğlu Tizkar,
kraldı 305 yıl hüküm sürdü. «İlk bakışta, hanedanların birbirlerini izledikleri ı/
18.600 yıl hüküm sürdü. İlta-sadum, lenimine kapılmıyor ki, bu da. Sümer T a r i h i n i n
Beş şehir. 1200 yıl hüküm sürdü. boyutlarına sığması mümkün olamayacak bir takım
Sekiz kral, (Mes)-kiag-ga(ser), sonuçlar veriyor.»
241.200 yıl hüküm sürdüler. Güneş T a n r ı s i n m oğlu
Tufan indi. başrahipti Bilimsel çevrelerde, tarihçilerin hangi nedenden ötüriı
Tufan indikten sonra, krallık Kis'teydi. böylesine 'imkânsız rakamlar' kullanmış olabilecekleri hay
ve krallık indikten sonra Kis'te Ga-ur kraldı,
215
-214
ret ve tartışma konusu oluyor. C46) Profesör Schmidtke Sü
m e r ve Babil krallarının isim ve tarihlerini sunmadan ö n
ce, temkinli bir dille taviz arıyor:
217
dosyalarına aittir. Biri çıkar da, bu tür olayları kanıtlamaya
«Göğün ve Yerin Hâkimi, G ü n e ş tanrısı için, es
çabalayacak olursa, nasılsa doğum tarihlerini belgeleyebile
ki kral N a b u k a d n e z a r ' m Sippar'daki evinde inşa et
cek destekleyici kanıtlardan yoksun kalacaktır. Kocakarı
tiği ve eski temellerini arayıp bulamadığı G ü n e ş T a -
masalı...
pınağı'nı yeniden k u r d u m . 45 yılın ardından, bu
Hayat süremiz, vücutlarımızdaki 15 milyar hücrenin
evin duvarları yıkılmıştı. Öylesine korkmuştum ki,
fonksiyonlarıyla belirlenmektedir. Bu hücreler, yaşam bo
dizlerimin üzerine düşmüş, vücudumu dehşet dalga
yunca bölünmekte ye vücudumuzun yeniden inşaasmda gö
sı sarmış, yüzüm allak bullak olmuştu.
rev almaktadır. Yirmilerden itibaren hücresel bölünmeler
T a n r ı ' n m suretini tapmağın içinden aldım ve bir
geri saymaya başlamakta, otuzdan sonra sona ermekte; en
başka tapmağa koydum. Eski temelleri aradım ve
fazla 50 adet bölünme daha geçirmektedir.
zemini 18 arşın derinleştirelim, ve güneş tanrısı;
İnsanoğlu'nun 110 ve 120'ler gibi «Tevrat» yaşları
Güneş Tapınağı'nın Büyük Efendisi 3 2 0 0 yıl boyun
beklemesi, yalnızca bir arzu, bir d ü ş t ü r . . . tâ ki, jerontolojik
ca başka hiçbir kralın göremediği, Sargon'un oğlu
araştırmalar, hücresel çürümeyi yavaşlatmayı başarana ka
Naram-sin'in temellerini b a n a gösterdi. ...(bu bölüm
dar. Eski devirlerden kalma mumya dokularını inceleyen
ler okunamamıştır)
bilim adamları, farklı fizik yasalara tâbi insanların hiçbir
Sargon'un oğlu Naram-sin'in temellerine, ne giren
zaman mevcut olmadığını söylemektedirler.
ne de çıkan noktalara yapı taşlarını yerleştirdim.»
Bu tartışılmaz gerçeklerin ışığı altında, Sümer ve Tev
rat yazıcılarının, atalarının, m o d e r n bilimin bile ulaşama
Kral Nabu-na'id, ısrarlı bir şekilde arayarak yerin 18
dığı böylesine astronomik yaşlara ulaştıklarım iddia etme-
arşın altında selefi Naram-sin'in inşa ettiği Güneş Tapı
lerindeki nedeni anlamıyorum.
nağı'nın temellerini bulmuş olduğunu (kendi zamanından
Kalde'nin Ur kenti yakınlarındaki El Obeid tepesinde
3 2 0 0 yıl öncesinden kalma) açıkça anlatmaktadır.
Sir Charles Leonard VVooIley, üzerinde şu sözcükler kazılı
Dikkati çeken bir başka n o k t a da, Naram-sin ismi
bir kil tablet bulmuştur:
nin de, aynen babası Sargon gibi, kral listelerinde, tama
m e n değişik zamanlarda yeniden ortaya çıkışıdır, (yaklaşık
«Ur Krula Mes-anni-padda'nın oğlu, Ur Kralı A-an-
M Ö . 3800)
ni-tadda'ya ithaf edilmiştir.»
Ve bir örnek daha: A ve B Kral Listelerine göre,
H a m m u r a b i , I. Burnaburias'tan yaklaşık 7 0 0 yıl k a d a r ön
Bu Mes-anni-padda, Krallar Listesinde, Tufan'dan
cesinde h ü k ü m sürmüştür. Şümerologlar ise böyle bir şe
sonraki üçüncü hanedanın kurucusu olarak geçmektedir.
yin söz konusu olamayacağım ileri sürerler.
Kral listelerindeki isimlerin, sanki birden fazla hü
kümdarlık etmiş ve birkaç yüzyıl için ortadan kaybolmuş-
«Hammurabi'nin I. Burnaburias'tan 7 0 0 yd önce ya
çasına, farklı zamanların farklı hanedanlarında yeniden
şamış olduğu şeklindeki bir iddia t a m a m e n i m k â n
ortaya çıkmaları şaşırtıcıdır.
dışıdır.» ( 4 8 )
İşte bir örnek. Babil Kralı Nabu-na'id, Sippar'daki
G ü n e ş ' Tapmağı'nda bulunan tablette şöyle demektedir
N e d e n imkânsızdır? Büyük bir emek ü r ü n ü olarak
(M.Ö. 55-538):
hazırlanan K r a l Listelerinde söylenen b u d u r !
Çeşitli kralların kil tabletlere kazılı isimlerine deği-
218
219
İlk bakışta, her ikisine de kaynaklık etmiş olan kişile
gik bölgelerde rastlanmıştır. Bu belgeler, söz konusu kral
rin aynı tarihçiler olabileceği benim de gözümden kaçtı.
ların yaşamış olduklarını, su götürmez biçimde kanıtla
Tevrat ve tarih araştırmaları ortaklaşa olarak, daha sonra
maktadır. İsimler, belgesel kanıtlardır. Kral Listeleri, hangi
ları İsrail'in kurtarıcısı ve Yahova dininin kurucusu olacak
hükümdarların işbaşma geçtiklerini ve ne kadar süreyle iş
olan, genç M u s a ' n ı n bir Firavun sarayında büyüyüp eği
başında kaldıklarım anlatmaktadır bizlere.
tim gördüğünü kabul etmektedirler. Herhalde, MÖ ikibin-
Ve şimdi gerçek çapraz bilmece başlıyor!.
lerin o eşsiz kütüphanelerinden bol bol yararlanmak im
Sümerologlar henadanlar ve bu hanedanlardan gelen
kânını bulmuştu.
kralların düzgün bir kronolojisini çıkarmaya çalışmakta
Musa, Sümer Kral Listelerine göz atmış mıydı? Ve bu
dırlar. Ve bu aşamaya da, değişik bölgelerde bulunan t a b
enformasyonları üstün hafızasına kaydederek, sözlü gele
letlerin analiziyle ulaşabileceklerini sanmaktadırlar.
neğin bir parçası olarak devir mi etmişti? Eğer öyleyse,
Belirli bir tarih kayıtlara geçmekte, ileriye veya ge
Tevrat'taki on ata için, Sümerlerin Tufan Öncesi Krallara
riye yönelik kronolojik akış, bu esasa göre izlenmek iste
atfettikleri aynı rakamları neden almadı? Sümer ve Tevrat'
nilmektedir. Söz gelimi, K r a l X ' i n yerini Kral Y alır.
ta zikredilen ahfad ile ilgili olarak aynı kaynağın kılavuz
Ve Kral Y, bir savaş sırasında Kral Z tarafından öldürü
luk ettiği fikriyle eğlenenler çıkabilir. Ne var ki, her iki
lür. Bu hesaba göre, Kral X, K r a l Z ' d e n daha önce yaşa
sinin de iyiden iyiye bir gözden geçirilmesi neticesinde en
mış olmalıdır.
Önemli ortak nokta olarak kralların ve ataların ileri yaş
Ve tam bu noktada, tarihin uzak dönemleri, gayretkeş
ları tartışmasız olgu olarak belirmektedir. Ve bu da, bu
bilim adamlarına pis bir oyun oynamaktadır! Kral X, Y
olguyu açıklayabilmek için yeterli sayılamaz.
ve Z b a m b a ş k a bir kil tablette bambaşka bir sıralama ve
tamamen değişik bir çevreleme içersinde yeniden ortaya
çıkarlar.
Tartışmamıza, tahmine dayalı üç açıklama katmalıyım:
Bu zahmetli soy ağaçlarını bir çırpıda yıkmamak için
1) Z a m a n zaman, Tufan Öncesi Kralları, dünya dışı
ne yapmak gerekmektedir?
varlıklar tarafından başka güneş sistemlerine yapılacak yol
Onlar da, arkeologların bu tür durumlarda başvurduk
culuklara davet edilmektedirler.
ları yöntemi kullanırlar. Herşey için bu eski tarihçileri suç
Ve bu yolculukların son derece etkileyici anlatımları,
larlar. Bu baylar sayı saymasını bilmemektedir, diye pat
geleneksel Y a h u d i Kabbala'sınm ana kitabı olan Z o h a r ' d a
larlar. Kralları ve tarihleri, sırayla yazacaklarına, karma
muhafaza edilmiş durumdadır. Ve de Habeş Kilisesi tara
karışık geçirmişlerdir kayıtlara. Yani, bu tarihçilerin genel
fından meşru kabul edilen E n o k ' u n Kitabı'nda da aynıları
de b u d a l a ^ l d û k l a r i n a inanmamızdan başka çare yoktur.
mevcuttur.
Ne var" ki, bu ağır yakıştırmalardan sonra, ortada bir
Teknik T a r i h Profesörü Richard Hennig, Sümer Ef
gerçek d a h a vardır Uf 1)Ü savunmasız tarihçiler, orijinal
sanesi E t a n a ' n ı n bazı bölümlerini, «dünyanın en eski uçuş
K r a l Listelerinde her h ü k ü m d a r ı birbiri peşi sıra kaydet
hikâyesi» olarak tanımlamaktadır. MÖ 3000 ilâ 2 5 0 0 yılları
mişlerdir! Ve bu güvenilmez tarihçilerin nasıl olup da, Tev
arasında kil tabletlere yazılan bu hava yolculuğu, aynı za
r a t ' a da el atabildikleri ve on ata'yı da sisteme sokabil
m a n d a silindir mühürlere de işlenmiştir. Sümer Destanı Gıl-
dikleri, iyice akıl karıştırıcı bir m u a m m a d a n ibarettir.
gamış'ta, kahramanın tanrıların m e k â n m a yaptığı düşlere
lâyık yolculuk, uzun uzun anlatılmaktadır.
221
220
Uzak dünyalara yapılan hava yolculukları, yalnızca lar tarafından bir aşağı bir yukarı taşındıkları yaklaşımları
Ortadoğu insanlarına özgü masallardan değildir. MÖ dört pek o kadar saçma gelmemeye başlar.
ve üçüncü yüzyıllarda yazılan ulusal Hint destanları Ma- H ü k ü m sürme yıllarıyla ilgili «İmkânsız» bulunan ra
habharata ve R a m a y a n a ' d a , aynı k o n u l a n bulmak m ü m kamlar ve kral gemisinin; kraliyetin gökyüzünden geli
kündür. N o r d i k mitlerde ve kızılderili geleneklerinde de ay şi, bu dünyayla ilgili nesnelerle karşı karşıya bulunmadı
nı şey ortaya çıkmaktadır. Anlaşılan ' t a n r ı l a r l a yapılan ğımız şüphesini güçlendirmektedir.
göksel yolculukların, belirli bir gruba ait «telif hakkı» söz Zamanın açılma ve genişleme prensibini biliyor isek,
konusu değildir. on kralın h ü k ü m sürdükleri 456.000 yıl rahatsız edici bir
Albert Einstein'm (1879-1955) relativité teorisini ge ifade olmaktan çıkar. H a t t â basit bir çocuk oyuncağına
liştirmesinden bu yana, hayatın başlayışı ve sona erişiyle dönüşür!
ilgili olarak aşırı rakamlar ileri sürmek m o d a olmuştur. Ve
fizik deneylerden sonra da, Einstein'm teorisi, doğal yasa
ların bir keyfiyeti olarak kanıtlanmıştır.
2) Dünya dışı varlıklar (tanrılar) dünya çocuklarıyla
Z a m a n ı n genişlemesi ve açılmasıyla ilgili ebedî doğa
çiftleşerek oğullar ve kızlar üretmişlerdir. Böyle iddia et
yasası ışık hızında seyreden bir uzay gemisinin astronotları mektedir Peygamber Enok. 1947 yılında, Ölü Deniz yakın
için, gerideki üste kendilerini izleyenlere kıyasla, zamanın larındaki Chirbek O u m r a n yerleşme merkezi yakınlarında
çok daha ağır seyredeceğinden ne fazlasını ne de eksiğini bulunan 2000 yıldan da çok daha eski Lamech parşömenin
söylemiştir. de böyle söylenmektedir. Nippur dolaylarında h ü k ü m sü
Einstein'dan bu yana, zaman, artık sabit bir boyut de ren Sümer tanrısı Enlil, çekici Ninlil'i iğfal ederek çocu
ğildir. Enerji ve hız yoluyla yönlendirilebilir. ğuyla birlikte alır. Tekvin bölümünde bile, 'tanrı oğulları'
Bu bilginin ışığı altında, Kral Listelerindeki o içinden ile 'insan kızları' arasında evliliklere değinilmektedir.
çıkılmaz Sümer tarihleri nasıl değerlendirilebilir? Bu alışılmışın dışındaki döllenmenin ürünlerinin, ruh
Bize kadar uzanabilen Sümer yazıtları, zamanın akışı doktorunun koltuğuna uzanarak iç yaşamlarındaki bölün
içersinde tüm önemini yitirecek, boş dış politikalardan söz melerle ilgili şaşırtıcı ayrıntılar nakletmelerinden daha ta
etmemektedir. Söz konusu yazıtlar, kendi çevrelerinde mes bii ne olabilir. Ve bu melezler, «seçkin» yaratıcılarını tak
ken tutan 'tanrılar' için kurulan saray ve tapınaklar gibi lide yeltenmişlerdir. Çünkü bütün geleneklerde de tanrıların
nesnel olaylardan dem vurmaktadır. Ve Sümer Kralları, ölümsüz olduğu söylenir, oysa ara nesil de, diğer insanlar
kendilerini 'gerçek' tanrıların temsilcileri olarak görmek gibi ölümlüdür.
tedirler. Bu 'tanrılar', kralları kişisel olarak yerlerine me Ve 'tanrıların' yeryüzünde ürettikleri nesiller, dünya
mur kılmışlar ve onlar da bütün dünyayı kaplayan T u f a n ' dışı varlıklar gezegenden tamamen ayrıldıkları ve bu ne
dan sonra, aynı prosedürü izlemişlerdir. Ve Tufan'lar çe denle de yüksek hızlarla yapılabilecek yıldızlararası bir
kilip de, Mavi Gezegenimiz yeniden içinde yaşanılabilir yolculuk söz konusu olamadığı için, ölümlü oldular. Yaş
hale gelince, kral gemisi gökyüzünden geriye dönmüştür. lanma sürecini engelleyemediler.
Kral Listesinde söylenilen budur.
Tanrı oğullarının bu kaba ölümlülüğü yenebilmek için
Eğer bu nokta gerçek kabul edilecek olursa, tanrı kral uğraşmaları tamamen kavranılabilir bir durumdur. Ve yine
ların yaşayan dünya dışı varlıklar veya dünya dışı yaratık- aynı şekilde, diğer insanlar ile aralarındaki bu ayrıcalığı
222 223
kullanmış olmaları da anlayışla karşılanabilir. Yönetici sı olduklarım ve yalnızca günlük yönetim işlerini, yerlerine
nıflar bile onların bu üstün güçlerinden faydalanmıştır. geçirdikleri krallara bıraktıklarını biliyorlardı.(* 7 ) R a h i p
İçine ne hastalık ne de ölümün adım atamadığı o kut ler h e m dünya dışı tanrıların geri dönüşlerinden h e m de
sal bahçe, Sümer Cenneti Dilmun, nasıl bir şeydi ki? onların uyuyan oğullarının yeniden uyanmasından korku
K a h r a m a n Gügamış'ın a t a l a n n d a n Utnapiştim'in ga yorlardı.
yet iyi bildiği o «ölümsüzlük otu» ne olabilirdi? Kendisi T a p m a k l a r , ilk köken olarak, yaşayan gerçek tanrı
de bir ölümsüz olarak, ölüler denizinin çok çok uzaklar larla karşılaşma yerleri olarak yapılmıştı. Ç o k çok sonra
daki yakasında bir adada oturuyordu. Bu ebedî gençlik bit ları, tanrılar geri dönmeyip de uyuyan tanrı oğullan da
kisi neydi? kalk borusuna "karşılık vermeyince, rahipler devreye gi
Tufan'ı atlatanlardan Utnapiştim, sırrını Gılgamış'a rerek, kral ve insanların uysal ve söz dinler kalabilmelerini
açmıştı. Ölümsüzlük, bir tatlı su bitkisinden elde ediliyor sağlayabilmek için ellerinden geleni yaptılar. Tapınaklara,
du. Gılgamış, bu bitkiden edindi ve yemeleri için yakınla bir zamanların göksel kökenli olanlarını hatırlatacak hey
rına da vermek istedi. Yol üzerinde, bir kaynak başında keller dikildi.
yıkanırken, bir yılan çıkageldi ve bu harika bitkiyi çaldı. Belki bu üç spekülasyon, Krallar Listesi WB 4 4 4 ' ü n
Gılgamış ağladı. çevresini saran esrar perdesinin aralanmasında yardımcı
Tanrıların ve/veya Tufan Öncesi Kralları'nın oğulları olabilir. Bilgi bankalarındaki depolanmış gerçejkler, gözden
hücrelerin yaşlanmasını yavaşlatan bir ilaç mı biliyorlar kaçırılmayacak kadar kusursuzdur.
dı? Ve bu ilaç yaşam fonksiyonlarını bir parça daha uzatı
yor muydu?
Şimdilere dek bu ölümsüzlük otu bulunabilmiş değil
dir. Jeriatrik çalışmalar, bizim adımıza; bizim için arayış
ları sürdürmektedir.
226
d ü n y a n ı n ilk i n s a n ı n d a n ö n c e zorba d ü ş m a n l a r
b e l i r d i . Bu 12 bin yıl Önce idi. Uzay g e m i l e r i , YEDİ
enerji kaynağı o l a r a k ışık kullanıyorlardı. Oturu
labilir bir g e z e g e n a r a r k e n , yıldızlararası u z a y d a GEÇMİŞİN PEYGAMBERİ
u z u n bir yolculuk y a p m ı ş l a r d ı . Yeni ırk k e n d i n i
zeki insanlıkla çiftleşerek ü r e t t i . U z a y d a n gelebi
l e c e k d i ğ e r zekî yaratıkların k o r k u s u n u d u y m a k
sızın, h a y a t l a r ı n d a n zevk aldılar.»
228
229
şımları, p a t l a m a y a n mermilere benzetme h a k k ı m görüyo
fesi: A n c i e n t Astronaut Society, CH-4532 Feldbrunnen,
r u m kendimde. Yöntem şu: Heyerdahl, Ceram, Brion veya
İsviçre). Tanrıların Arabaları adlı filmimin, Amerikan tele
L h o t e gibi araştırmacıların elinden çıkma bir arkeoloji ki
vizyonunda kısaltılmış bir kopyasını seyretmişti. T a r i h ön
tabı bazı buluntuları benden .tamamen farklı değerlendire
cesi çağlarda gezegenimizin tanrılar tarafından ziyaret edil
cek olursa, çürütülmüş oluyor. B u n u n tersine, geçerli dog
diğine ilişkin görüş, bu ünlü hukukçuyu öylesine etkile
malara karşı, eski metinlerin y o r u m u n d a m o d e r n bilgileri
mişti ki, birkaç dostuyla birlikte kendiliklerinden bu konu
kullanınca yine ben hataya düşmüş oluyorum. Başkalarının
daki k u r a m ve araştırmalarla ilgili bilgi değiştokuşunda
hipotezleri kutsal, dokunulmaz, gerçek ve bilgeliğin son aşa
bulunmak üzere bir dernek kurmaya karar vermişler. G e n e
maları olarak kabulleniliyor. Hipotez yönden ben b u n u n
Phillips, o zamanlar konuyla ilgili olarak b a n a yazıp des
aksini — r kısmen ya da t a m a m e n — iddia edince tek keli
teğimi istedi.
meyle siirç-ü lisan ediyorum. İşte her şey bu denli basit
1979 yılında A AS, 42 ülkeye yayıldı ve üye sayısı
cereyan ediyor. Atalarımız da, her ilerici fikre karşı, böy
4000'e yükseldi. Bunların yaklaşık üçte biri öğretim üyele
lesine engelleyici bir kafa yapısıyla direnselerdi, halimiz
rinden ve benim yazdığım konularla ilgilenen yazarlardan
ne olurdu? Tarihimiz boyunca da d a h a nice otoriteler, ken
oluşuyordu. 1974'ten bu yana, dernek, her yıl bir başka ül
di görüşlerini kesin gerçekler olarak mermerlerde anıtlaş
kede dünya kongreleri düzenlemeye başladı. İçlerinde eleş
tırmak ve h e r türlü protestoyu kutsal şeylere karşı işlenmiş
tirilerimiz de yer almak kaydıyla, son araştırma sonuçla
bir ihanet olarak tanımlamaya yeltenmişlerdir. Bu otorite
rı trampa edildi ve lektürler halinde k a m u oyuna duyurul
ler, sindiremeyecekleri kuramları boğazlarından geçireme-
du, tartışmalar açıldı. Bugüne kadar yapılmış olan dün
yince, karşıtlarını boyunduruklarda sergilemeyi ya da direk
ya kongreleri şöylece sıralanmaktadır: 1974/Şikago, 1 9 7 5 /
lere bağlayarak ateşe vermeyi yeğ tutuyorlardı. Bugün de
Zürih, 1976/Crikvenica (Yugoslavya), 1 9 7 7 / R i o de Ja-
aynısı oluyor. Ne var ki, âsiler, dogmatik görüş ve doktrin
neiro, 1978/Şikago, 1 9 7 9 / M ü n i h , 1980/Yeni Zelanda.
leri, tartışmasız gerçekler olarak kabul edecek olsalardı, in
Kuramımız, böylesine şiddetli eleştirilere uğramasa, sanlık, bilgi alanında bir adım bile ileri gidemeyecekti. H e
giderek kendini daha mükemmelleştirebilmesi m ü m k ü n ola men bütün çağlarda ilerlemenin ana kaynakları olan yeni
mazdı. 1968 yılından beri «Eskiçağ Astronotları» görüşü yeni görüşlerin ortaya konulması ve geliştirilmesiyle iler
nü eleştiren 25 kitap basıldı. B u n l a r d a n ondokuzu isim veya leme kaydedilebilir. İlerleme, gelişme ve bilginin ileri aşa
takdim safhalarında bilimsellik iddiası taşımakla birlikte, malarına ulaşabilmek için bu tür zorlamalara muhtacız. Bu
aralarından yalnızca dokuz tanesi ilim adamlarınca kale nu gayet iyi bilircesine, Werner von Braun (1912-1977)
nle alınmıştır Aksine birçok iddiaların mevcut bulunması şöyle diyordu:
na rağmen, ben hâlâ gerçek a n l a m d a bir «bilimsel» kitabı
bekleyip durmaktayım. Bu r o t a d a n saptırıcı baskılar, ba,- «Bir şeyin niteliği sonradan kavrandığında, gerçek
sın-yayın üzerindeki belirty tüketici etkilerinden meydana olmuş bir Ütopya'dan daha basit bir nesne yoktur!*
gelmektedir. Eleştirme sisteminin m ü k e m m e l bir olgu oldu
ğunu kabul ediyorum. Hepsi de az veya çok aynı şeyleri
yazıp duruyorlar. Gerçek kanıtlardan yoksun oldukları için, Bu işlerden çoğu kez ağzım yanmakla birlikte, 1977'de
alışılagelmiş bir takım boş iddialar, kutsal sayfalardan alı- bir kere d a h a vaatlerin ağıyla çevrelenmekten kurtulama-
n â r a k r k a r ş ı - k a n ı t gibi ileri sürülmek isteniyor. dım. P r o d ü k t ö r G r a h a m Massey ziyaretime gelerek, konu
Hiçbir şeyi kanıtlayamadıkları için, bu karşıt yakla- larımla ilgili objektif bir dokümantere ilişkin son derece
230 231
nazik yaklaşımlarda bulundu. B B C adına gelmiş bulundu hem de tahrik edici olmalıdır! Son derece hoşnutum. D e
ğu için, normal olarak kabul ettim. Sagan'dan Heyerdahl'a mek ki, esinlendirici bir tek fikir bile, kurulu düzenleri sar-
kadar, karşıtlarım, bu tür ciddi dizilerde resmigeçit yapmış sabiliyor. Arabalar, buzdolapları ve diğer maddi konforu
lardı. Çıkıp çıkmamaları gerçi beni ilgilendirmezdi ama, muzun yanısıra, madde düzeyinin üzerindeki sorulara açık
herhalde bir karşılık vermek de en doğal hakkımdı. Bu bir kafa yapısının varlığını göstermez mi bu durum? D e
hakça bir mücadele olacak, benim kuramımın savunucula mek ki, gayrı safî millî hasıla Üe ilgili uğraşlar, insanoğlu
rı da, karşıtlarıyla yüzyüze diyaloga gireceklerdi. Ne var nun geçmişini arama ve geleceğe yönelik düşler kurma tü
ki, zerresi bile gerçekleşemedi bu iyi niyetimin. Yalnızca ründen çabalarını tam anlamıyla silememiş.
eleştimerüerime konuşma şansı tanındı. * Her ne kadar zevkli olsa da, dostlarımın yorum ve
Bay Massey'in dokümanteri birçok ülkede gösterilip görüşlerini almaktan kaçınıyorum. Fakat bu hararetli or
de, tüm eleştirmenlerim ağız birliği edip bilimsel bir tavır tam içersinde oldukça sinsi ve öznel bulduğum bir tavra
takınarak «Daeniken'in maskesi düşürüldü diye ahkâm dikkat çekmek isterim. Okullarda (okullu çocuklardan bir
kesmiş olmasalar, üzerinde durmaya değmeyecekti. sürü mektup aldığım için gayet yakından biliyorum) ve
Ünlü Amerikalı astronom Cari Sağan, ödülü kapıp bir takım yayınlarda, genç nesiller muhatap alınarak «tan
kaçtı. rılar eşittir astronotlar» kuramının zararlı ve insanlık için
büyük bir tehlike olduğu fikri, açık veya kapalı olarak sü
rekli malzeme teşkil ediyor. Bakın nasıl yapılıyor...
1977 yılı sonlarından bu yana, eğer deyim yerinde
ise, ikili oynayan bir dernek faaliyet göstermektedir. Adı
da Paranormal İddiaların Bilimsel Araştırılması Komitesi' Üç temel iddia var:
dir. Söz konusu komite Amerika Birleşik Devtetleri'ndeki 1) Kabul edilmiş dünya tablosu içerisinde, tarih öncesi
«yeni" saçmalığ;ı»( 48 j ortadan silmeye çalışan bilim adamı, devirleri için dünya dışı yaratıkların ziyaretine bir gerek
gazeteci've eğitimci olmak üzere 43 üyeden meydana gel yoktur. Dünya dışı varlıkların yerküreye inerek sakinlerine
miştir. Kuruluşun, başı^ Buffalo Devlet Üniversitesi'nden yardımcı olduklarına gelene kadar, bilmece oluşturan olgu
Felsefe Profesörü Paul Kurtz'tur. Cari Sagan'ın da bu ku lar, çok daha doğal ve mantıksal yoldan açıklanabilir.
ruluşun üyelerinden biri olduğunu söylememe gerek var 2) Tanrılar eşittir astronotlar görüşünün savunucuları,
mı? Komite, eski astronotlar görüşüyle ilgili olarak başını atalarımızı aptal ve basit buluyorlar. Ve dünya dışı varlık
bombardımana tutmaktadır. ^Farklı düşünen insanlara da ların yardımı olmaksızın, bu anıtsal eserleri tekbaşlarma
hayat hakkı tanıyan, üç büyük şirketten biri olan* N B C te dikemeyeceklerini öne sürüyorlar.
levizyon şirketine fcârşı özellikle saldırmaktadır. Popüler 3) Bu hikâyeler insanlık için tehlikelidir, çünkü insanı
dergilerin editörleri, bilimsel gösterişlerle bezenmiş maka dünya dışı varlıklara inandırarak, onların yardımlarını
leler karşısında çaresiz etkilenmekte... ve basmaktadır beklemeye, ellerini kollarım bağlayıp oturarak, tüm sorun
lar. ların çözümü için yol gözlemeye iticidir.
Tek kelimeyle harika! İ 9 6 8 yılından beri olup bitmiş Bu suçlamalar, açık bir yalanlama ve tekzip gerek
tir bütün bunlar. Ve dayandıkları tek neden de, bir best- tirmekte ve gerçekten de dünya çapındaki tartışmalarda
sellerdir. Hem sahne hem de sahne gerisinde böylesi bir ana noktaları oluşturmaktadır. Ve beyni uyuşturarak dü
savaşı yürütebilmek için, ortaya atılan kuram hem güçlü şünmeyi engelleyen birer uyuşturucudan farksızdırlar.
232 23J
Tanrılar eşittir astronotlar kuramı, gerçekte konulara — İlk mumyalamalar (insanların, tanrıların yeniden
nasıl yaklaşıyor? Önce birinci iddiayı ele alalım: dönüşü ile fizik plânda yeniden doğacaklarına inanmaları).
Tarih öncesi geçmişimize eğilerek çözülememiş ol — Tanrıların dönmesi ihtimaline karşı beslenen yay
gulara kanıt getirmeye çalışan b u n d a n daha mükemmel ve gın korku (çünkü insanoğlu kutsal yasaklamaları hiçe say
mantıklı başka bir tek bile k u r a m tanımıyorum: mış, bu nedenle de dünya dışı varlıkların geri dönmeleri
— Dünya üzerindeki hayatın kökeni. hâlinde cezalandırılacağına inanmıştır).
— D ü n y a üzerindeki zekânm kökeni. — Tanrıları yatıştırmaya yönelik ilk kurban kabilin
—r M a y m u n ve zekî insan arasındaki farklılıklar (ek den armağanlar (dünya dışı varlıklar 'evrimsel y a r d ı m l a
sik bağlantılar). rına karşılık, genellikle bu tür armağanları kabul etmek
— İnsan ve şempanzenin idöntik protein yapısı (eksik tedirler.)
olan evrimsel itici güç) — Buğday ve mısır gibi, mitolojilerde tanımlanmış
— Dinlerin başlangıcı. ilk yiyecek maddelerinin kökeni.
— Mitolojilerin orijinal çekirdeği. — Eski dinsel sembollerle kültlerin kökeni (güneş
— Eski Ahid'de, diğer bir çok eski metinlerde oldu kültü, yıldızlar kültü, gökyüzünde uçan arabalar, gökkub-
ğu - gibi, tanrının ateş, gürültü, duman, zelzele gibi tezahür bedeki tekerlekler, Ahid Sandığı ve Süleyman'ın U ç a n Ara
lerin eşliğinde dolaşması. bası gibi teknik makineler). Yeryüzüne, çizilen ve ancak
— Devlerin ve ırkların kökeni. uçan tanrılar tarafmdan görülebilir olan devasa figürler.
•— Peygamber E n o k ' u n Kitabındaki gökyüzünün düş Geleneklerin kökeni (söz gelimi başmelek (iblis) Lüsifer'in
müş oğullarının isim listesi. elindeki ateş saçan kılıç ile diğer başmelek Cebrail ile sa
— T a n r ı ve şeytan sorunu, iyilik ve kötülüğün temel vaşması). Yerkürenin her tarafına yayılmış sayısız dinsel
sembolleri. motifli kaya resimleri. •
— Tarih öncesi devirlerinin kutsal yargı mahkemele — Eski zamanların dinsel ve kutsal heykelcikleri
rinin tanımı. - (miğferli tanrılar, uzay elbisesine benzer giyimli figürler,
— Dünya çapındaki Tufan. kanatlar ve teknik aksesuarla donanmış tanrılar vb.).
— Tufan Öncesi'nin efsanevî kralları ve ataları. — D ü n y a dışı varlıkların onuruna bugün hâlâ de
— Gökyüzüne karışan dinsel ve mitolojik biçimler. vam etmekte olan kültlerin kökeni (Brezilya'da K a y a p o
Şimdilere dek açıklanamamış ve tarih öncesi devirlerden kızılderilileri, A B D Arizona'da H o p i kızılderilileri).
kalan yapıların kaynağı ve nedenleri (tanrılara karşı bes Elbette bu tamamlanmış ve mükemmel bir liste de
lenen saygıyı göstermek için, genellikle t a m ı elinden çıkma ğildir. Ben, yalnızca birkaç hayati noktaya değinebîlme
ya da ruhban sınıfların «kutsal» geçmişten edindikleri bil arzusundan yola çıktım. Eleştirmenlerim, gerçekten objek
gilerle kullanılabilen âletlerle inşa edilmiş). tif olabilselerdi, insanlığın bilinmeyen tarihine uzanan yol
— Tanrılara karşı bir k o r u n m a vasıtası olarak inşa lara açılan geçitlerle uğraştığımızı kabul ederlerdi.
edilen sığmaklar (yeraltı şehirleri, gayrı meskûn kaya lâ Dünya dışı varlıkların geçmişimizin karanlık devirle
birentleri, dolmenler). rini aydınlatmaya gerekmediği ve gezegenimiz üzerindeki
— Eski metinlerde sık sık ortaya çıkan z a m a n geniş bir zamanlar mevcut olundukları teorisinin hiçbir şeyi açık
lemeleri (Japonların Nihongi'sinde ve Baruk Kitabında layamayacağı şeklindeki açık kapı bırakmayan katı yakla
Abimelek'in kaybolmaları). şım, savunulacak bir şey olmaktan uzaktır.
234 235
Gelelim ikinci iddiaya. Atalarımızın aptal ve tarih
Geçmişin çözülemeyen bilmecelerine uzanabilecek ba öncesi yapıları yapabilmekten çok çok uzak bir kapasitede
sit cevaplar nerededir? Tanrılar eşittir astronotlar k u r a m ı , bulunduklarını hiçbir z a m a n yazmış değilim. Taş tapmaklar
gerçekten de basit cevaplar getirdiği için mi işe yaramaz la, Nazca Vadisindeki şekillerin dünya dışı varlıkların
dır? H o m o sapienlerin genetik bir evrim sürecinde bilmem elinden çıkmış olduğunu da söylemiş değilim. Ön yargılı
kaç milyonda birlik bir ihtimalin ortaya çıkması neticesin muhaliflerimin k ö t ü niyetli iddialarından ibarettir bütün
de evrime uğradığım kabul etmektense, dünya dışı varlık bunlar.
ların kendilerine benzeyen zeki yaratıklar meydana getirdik B u n a karşılık, yapılış n e d e n ve motifi olarak, söz
lerine i n a n m a k çok d a h a «basit» değil midir? Üstelik ge konusu esrarengiz yapıların, 'tanrılar' tarafından gösterilen
lenekler de b u n d a n başka bir şey söylememektedir bize. yapı teknikleri ile dünya dışı varlıklara kadar uzatılabileceği
Basit cevaplara ulaşabilmek yerine, ilk mitolojiler ve din görüşünü destekliyorum. Ve bu görüşüm de uygun bir ze
lerdeki (metinlerinde sık sık rastlanan teknik bilgilere minden kaynaklanıyor. Dünyanın h e m e n her yanında rastla
rağmen) anlatılanlara psikolojik uydurmalar gözüyle bak nılan bu usta eserleri başka türlü açıklayabilmek m ü m k ü n ,
m a k saçmalık değil midir? Dünya dışı yaratıkların yerküre m ü d ü r ? Karşılaştırmalı doktrine göre, çeşitli ilkel kültür
de bir zamanki varlığım kabul edecek olursanız (lütfen, ler birbirlerinden tamamen bağımsız bir şekilde gelişmiş,
hiç değilse kuramsal bir deney olarak), o zaman, atalarımızı Paskalya Adalarından Bretanya'ya, İnka öncesinden Bri
ruh doktorunun sedirine sürüklememize gerek kalmayacak tanya Adasına (Stonehenge) kadar, tamamen ilintisiz bir
tır. Ne var ki, bu olguyla yiizyüze gelip de kurcalamaktan- biçimde ortaya çıkmıştır.
sa, tarih öncesi devirler için devlerin varlığım t o p t a n red Paskalya Adalarındaki, Sacsayhuaman'daki (Peru) taş
detmek çok d a h a kolaydır. Eski metinlerdeki devlerin izle yapılar ile M a l t a ve ÇatalhÖyük'teki (Türkiye) ve Baalbek'
ri görmezlikten gelinemez, üstelik dünya üzerinde bulun teki (Lübnan) aynı tarz üretim ile yüzyüze gelince, ister is
dukları devirlere ait olan bu izlerin fotoğrafları da çekil temez şu soruyla karşı karşıya geliriz: Bütün ustalarını aynı
miştir. Z o r bir soruya bu yöntemle yaklaşmak, hiçbir şekil inşa tekniklerini uygulamak üzere dünyanın çeşitli köşele
de basit bir cevap olarak değerlendirilemez. rine postalayan uluslararası duvarcılık okulu neredeydi?
Mesleklerle ilgli olarak körlük, yalnız bilimsel çevre Üstelik, ortada ne gemi ne de uçak gibi düzenli bir ulaşım
lerle sınırlı kalmayıp, hemen her alanda karşımıza çıkmak imkânı ne de «Günümüzün Megalitik Yapıları» türün
tadır. Rahatsız edici yeni fikirler, genellikle toptan redde den dergilere i m k â n sağlayabilecek bir iletişim söz konusu
uğramaktadır. Uzmanlar, yeni fikir ve görüşlerin üzerine değildi.
eğilmektense, tamamen saçma eski açıklamaların içinde
gömülüp kalmayı yeğ tutmaktadırlar. Bundan 2 5 0 0 yıl
kadar önce, tanrılar, atamız EzekieFe şöyle -demişlerdir: Benim basit varsayımım:
«Görmek için gözleri olan, fakat görmeyenlerin ortasında, Atalarımız, birbirlerinden tamamen habersiz bir bi
isyancıların evinde ikâmet ediyorsun» Bugün olsa, bu cüm çimde, dünyanın çeşitli köşelerinde, t a p m a k ve piramitler
leye şöylece bir ilâvede bulunulabilinirdi: «Görmek için dikmek için devasa monolitler topladılarsa, bu müthiş
kanıtlara sahipler, fakat kullanmıyorlar!» emek sarfına esas teşkil edebilecek ortak bir motifleri ol-
maklığı gerekir.
Peygamber Enok, sayfalar tutan bir takım astronomik
237
236
tariflerden yola çıkarken (büyük ihtimalle bunların anla Bu projeyle ilgili olarak birkaç yıl içersinde yeniden
mını o gün anlayabilmiş değildir), b ü t ü n bu bilgilerin, ken haber alıp da sevimli atalarımızın kısıtlı da olsa belirli b i r
disine, gökyüzünün gözcüleri tarafından dikte edildiğini zekâ düzeyine ulaştıklarını; insan benzerleri gibi b a m b u
ileri sürer. Doğrusu, bu gökyüzü gözcülerinin kimliklerini d a n zifaf yataklarına uzandıklarını muzları elleriyle y e m e
sormak kadar akıllıca bir davranış düşünülemez. yip çatal-bıçak kullanmaya başladıklarını, önemli ihtiyaç
Geçmişimizle ilgili bir takım gelenekler, cevaplandı ları için hijyenik biçimde WC'ye başvurduklarını ve de
rılmaları gereken sorular sıralamaktadır. Ve ben b u n a rağ kafesten kafese telefon görüşmeleri yaptıklarını öğrenecek
men atalarımızı budalalıkla suçlamıyorum. Tersine, son de olursak, şaşırmayalım.
r e c e üstün zekâhjtolduklarını düşünüyorum. K u r a m ı m a ge Schweitzer Illustrierte, maymunları evcilleştirmek için
tirdikleri eleştirilerin tamamen ötesinde, ilerlemelere ken yürütülen çalışmalara şöyle yer veriyor. ( 5 0 )
dilerini ustalıkla adapte etmişlerdir. Dişi goril Coco, San Francisco Hayvanat Bahçesinde
Atalarımızın kimlik kartının deşifre edilmesi için ya 4 T e m m u z 1971 tarihinde^diinyaya geliyor. Penny Patter
pılan çalışmalara gelince, maymunların, özellikle şempan son adlı genç bir bayan, Coco'yu alıyor. Ve yedi yıl k a d a r
zelerin, meydana çıkarılmaya bağlı yaratıcı bir zekâya sa sonra, Coco, sahibesinden, belirli istek ve emirleri ifade
hip bulundukları, deneylerle kanıtlanmaktadır. Belirli bir eden 350 kadar kelimeyi hakkıyla öğrenmiş bir düzeye ula
deneyler dizisinde maymunlar yemek ve sularını alabilmek şıyor. Öğretmeni Penny, öncelikle sağır-dilsiz alfabesini aşı
için belirli düğmelere basmakta, ışığı söndürüp yakmakta, lamaya çalışıyor Coco'ya. Ve yedi yılın ardından, Coco,
diğer kafese geçebilmek için kapı kolunu açmak gibi eğitim söz konusu işaretlere tam bir hakimiyet sağlıyor. Son
leri başarıyla tamamlamaktadırlar. olarak Coco, Michael adlı erkek bir gorille dünya evine
11 E k i m 1978 tarihli Frankfurter Allgemeine gazete giriyor. Artık tek bir konu kalıyor geriye. Doğacak yav
sinde şöyle bir haber yer almıştır: rular, analarının eğitim görmüş zekâsını alacaklar mı, yok
sa Bayan Patterson, ana okulu eğitimini yenilemek zorun
«Karadeniz kıyılanında, Adler yakınlarında 10 bin da mı kalacak? H e r türlü şıkta unutulmamalıdır ki, yal
m a y m u n için bir kent kuruluyor. Maymunlar, D e nızca bir tek m a y m u n eğitilmiştir; b ü t ü n bir maymun sürü
neysel Patoloji ve Terapi Bilimsel Araştırmalar E n s - sünün davranışı değiştirilmiş değildir!
titüsü'ne ait. Moskova'da yayınlanmakta olan hafta Şempanzenin zekâsı pek fazla geliştirilememektedir,
lık Nedelya'nm haberine göre, mimar Vadim Adâ- Senegal'deki bir av hayvanları rezervasyonunda, şempanze
movich'in plânı 84 hektarlık bir arazi üzerinde bir lere rehabilitasyon programı uygulayan bir Maymun Oku-
laboratuar ile hayvanlara meskenlik edecek kulübe 51
lu( ) mevcuttur. 1968 yılından bu yana Stella Brewer,
lerden meydana geliyor. H e r kulübede ışık, akar ana-babasmı kaybetmiş ya da hayvanat bahçesi ve sirk gi
su ve b a m b u d a n yataklar mevcut bulunacak. Duvar bi insan etkisi altındaki yerlere düşmüş şempanzeleri ala
larda plastik boyalar kullanılacak. H e r kulübenin çit- rak, yeniden cangıla dönüş şartları için hazırlamaktadır!
li açıkhava alanı bulunacak. Nedelya'ya göre, may Böylece, insan çaba ve öğretimi altına girmiş may
munlar, şimdiye kadar keödilerine ayrılmış en geniş munların bir parça zekâ kullanmaları gerekmektedir. Özel
arazide yaşayacaklar. Ve demir parmaklıklardan olu düğmelere basmak, belirli kelime ve şekilleri anlamak ve
şan özel bir çit, maymunlar kentiyle dünyanın geri kendi çevresinde yaşam sürdürebilmek, öğretilmeye ça
49
kalan kısmı arasındaki ilişkilere set çekecek.»( ) lışılmaktadır.
238 239
B ü t ü n bunların hiçbiri, maymunların kendi girişimiy cil de, büyük bir güçle ve azametle döneceğini, bulutlarda
le gerçekleşmiş değildir. Biz insanlar, öğretmenleri duru o t u r a r a k h ü k ü m vereceğini söyler.
m u n d a y ı z . Eğitim gören bu şempanze ve goriller birkaç n e
Bu geri d ö n ü ş umutları, 2 0 0 0 yıl önce, İsa Yahudile
sil sonra belirli ölçüde bir bağımsızlık kazanırlarsa, yarım
rin arasındayken de mevcuttu ve Mesih'in beklenişi şeklin
yamalak da olsa mantık içerisinde konuşabilir ve bir çeşit
de ifade ediliyordu. İsa'yı kurtarıcıları olarak tanımadılar.
uygarlık meydana getirebilirlerse, biz insanlar, onların var
lık düzeni içersinde 'tanrılar'm rolünü oynamış olacağız.
Onlara bilgiyi ve gelişmeleri için temelleri veren bizleriz.
Bu düşünen maymunlar açısından zeka ve güç sahibi bizler Tevrat'ta, gökyüzünün bekçileriyle birlikte ebediy-
olacağız. B ü t ü n bunlar, bu işi tezgahlayanların kafaların- y e n kaybolan Tufan öncesi peygamberi E n o k ve ateşten
dakinin tamamen tersini kanıtlamaktadır, k a n u n c a . Böy bir araba içinde bulutlara karışan İlyas gibi kişiler mevcut
lece maymunların zamanın akışından bağımsızlıkları değil, tur. Geleneksel öğretiye bakılırsa, E n o k ve İlyas, b u r a d a
tersine bu akış içersinde dış güçlerden etkilenebilmeleri ölmek için geriye döneceklerdir.
kanıtlanmış olmaktadır! Uzaya çıkışından önce, Bep-Kororoti de, bir gün geri
Bu benzetmeden hareketle, insan zekâsıyla ilgili geliş döneceğini vâdeder. Brezilya'da R i o Fresco'da yaşayan Ka-
me üzerinde karar vermeyi, okuyucularıma bırakıyorum. yapo kızılderililerinin 'tanrı' olarak taptıkları, 'uzay savaş -
Ya bizim eğitmenlerimiz kimlerdi? çısı'dır. Arizona'daki Hopi kızılderililerinin tanrısı Kachina
da, vedalaşırken, bir gün geri döneceğine ilişkin söz ver
Ve nihayet, gelelim üçüncü noktaya* Tanrılar eşittir
miştir.
astronotlar kuramı tehlikeli midir? İnsanları, sorunlarına
ancak dünya dışı yaratıkların çözüm bulacağına inandıra Beyaz Fatihler İnka İmparatorluğu'na ayak bastıkları
rak, ömürleri boyu beklemeye itebilir mi? B ü t ü n saldırı sırada ( 1 5 4 2 / 2 5 ) coşkuyla selamlanmışlard* Çünkü gele
lar arasında en çok geri zekâ ürünü olanıdır bu. Bu yalanı nek, günün birinde tanrıların geri döneceklerini vâdediyor-
destekleyen herkes, 'yukarıdan yardım' vâdeden kurulu d u . Dinsel bağnazlıkları içinde, İnkalar, Altın delisi Fran
dinlere saldırıda bulunmuş olur. Şu sükûn verici düşünceye cisco Pizarro komutasındaki İspanyol güruhunu, geri dö
ne demeli: «Tanrı ihsan eder.» Temel dinsel grup ve mez nen tanrıları sandılar. O r t a Amerika'daki Aztekler dc aynı
heplere bağlı çocuklar, Pazar Okullarında ne öğreniyor yanılgıya düştüler. 1519'da H e r n a n d o Cortez o zamanlar
lar? «Kapıyı çal, sana açılır.» «Murad insandan, takdir Amerika'nın en büyük kenti olan Tenochtitlan'a yanaşın
Tahrı'dan.» «Dile, verilsin.» «Ruhta fakir olanlara ne ca, Azteklerin kendisini uzun zamandan beri bekledikleri
tanrıları sanmaları, işini son derece kolaylaştırmış oldu.
mutlu; Ç ü n k ü gökyüzünün melekûtu onlar içindir.»
1778 yılında denizci James Cook Havai adalarını keşfe
H e r he kadar bir mağfiret doktrini değilse d e , kade
derken, yerliler, Cook'u altın saçlı tanrıları «Lono» san
rin reddi gibi bir tehlike veya kişinin kendi güçlerini kü
dılar ve evine döndüğü için şükrettiler.
çümsemesi veya k a r a r l a n kesin tanımlanmamış başka var
lıklara bırakması gibi sapmaların, «tanrılar eşittir astronot Eski geleneklerde, bu tür bağlayıcı vaatlerde bulunan
lar» kuramında yeri yoktur. Ve b u n a rağmen iddia ediyo lar ne tip tanrılardı? Bunlar buluttan ruhlar veya hayâl
r u m ki, dünya dışı varlıklar geri döneceklerdir! ü r ü n ü fantomlar olamazlar. Gökyüzünden inen ve ataları
mızın arasında yaşayan fizik bedenlilerdi. F a k a t öylesine
Hıristiyanlar, Efendi'lerinin dönüşünü beklerler. İn-
üstün vasıflara sahiptiler ki, tanrıların gücü ile özdeş tutu-
248 249
/