Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 118

T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ BİLİM DALI


ÇALIŞMA EKONOMİSİ ANABİLİM DALI

KÜRESELLEŞME VE KÜRESELLEŞMENİN
KADINLARIN ÇALIŞMA YAŞAMINA ETKİSİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

GÜLER YILMAZ
140120010012

İSTANBUL, 2006
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ BİLİM DALI


ÇALIŞMA EKONOMİSİ ANABİLİM DALI

KÜRESELLEŞME VE KÜRESELLEŞMENİN
KADINLARIN ÇALIŞMA YAŞAMINA ETKİSİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

GÜLER YILMAZ
140120010012

DANIŞMAN
DOÇ. DR. ZEKİ PARLAK

İSTANBUL, 2006
GENEL BİLGİLER

İsim ve Soyadı: Güler YILMAZ

Anabilim Dalı: Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri

Bilim Dalı: Çalışma Ekonomisi

Tez Danışmanı: Doç. Dr. Zeki PARLAK

Tez Türü ve Tarihi: Yüksek Lisans 2006

Tez Adı: Küreselleşme ve Küreselleşmenin Kadınların Çalışma Yaşamına Etkisi

Tez Özeti:

Küreselleşme, ülkeler arasında, sermayenin, paranın, malların ve emeğin dolaşımını


zorlaştıran engellerin azaltılmasını sağlamaktadır. Bunun yanında, dünya ekonomisinin
serbestleştirilmesi ve dünyanın ekonomik bir bütün oluşturma sürecinin hızlanmasını
sağlamaktadır. Küreselleşme sürecinde, üretim yapısının değişmesiyle işgücü piyasasındaki
değişimler işgücüne katılım oranında, kadın işgücü arzında ve ücret düzeyinde ciddi
değişikliklere neden olmuştur. Gelişmiş ülkelerde, kadın istihdamındaki artışa esnek üretim
biçiminin önemli katkısı bulunmaktadır ve kadınların yoğun olarak hizmet sektöründe
çalıştıkları görülmektedir. Ülkemizde sanayileşmenin gelişmesiyle kadınların istihdamda yer
almaları paralellik arz etmiştir. Yapılan araştırmalarda, kadınların erkeklere göre eğitim
düzeyi oldukça düşük olduğu görülmektedir. Özellikle teknolojik gelişmelerin hızla yaşandığı
ve eğitimli insanlara gereksinim duyulan sanayileşme döneminde eğitimsiz kadınların çalışma
yaşamında tutunabilmeleri oldukça güçtür. Tez temel olarak kadın istihdamında küreselleşme
ile birlikte bir artış olduğuna fakat bunun yanında piyasa yapısı ve mevzuatlar gereği sorunlar
yaşayarak olumsuz etkilerini de göstermeye çalışmaktadır.

II
GENERAL INFORMATION

Name and Surname: Güler YILMAZ

Field: Labour Economics and Industrial Relations

Programme: Labour Economics

Supervisor: Doç. Dr. Zeki PARLAK

Title of Thesis: Globalısatıon and The Impact of Globalısatıon on Women in Busıness Lıfe

Abstract:

Globalization eases the movement of capital, money, goods and labour through countries. In
addition, helps liberalisation of world economy and uniting the world economy. Through the
globalisation process, via the changes in production structure obtained outstanding changes in
labour force participation rate, women work force supply and level of wages. It has been
stated that, Post-fordist production improved the women employement and women mostly
work in service sector in developed countires. Industrial improvement developed in parallel to
the women employement in Turkey. According tto the researches, women are less educated
than men. Especially, it is hard for less-educated women to be successful in an industrially
improved time in which well-educated labour is needed. Summarisingly, the thesis states that
the women labour has improved and increased parallel to globalisation however it hardens via
the market structure and the fundamentals.

III
İÇİNDEKİLER
ÖZ……………………………………………………………………………………….. II
ABSTRACT ……………………………………………………………………………. III
TABLOLAR …………………………………………………………………………… 1
GİRİŞ………………………………………………………………………...………….. 2
1. KÜRESELLEŞMENİN TANIMI ve GENEL ÇERÇEVESİ …………...………... 6
1.1.Küreselleşmenin Kavramı ve Tanımı …………………………………...…… 6
1.2.Küreselleşmenin Gelişimi …………………………………...……………….. 8
1.3.Küreselleşme Süreci ve Yeni Ekonomik Düzen …………...………………… 11
1.4.Küreselleşmenin Boyutları …………...……………….…………...…………. 13
1.5. Ekonomik Küreselleşme …………...……………….…………...…………... 14
1.6. Libarelleşme Eğiliminin Artması …………... ………...…………………….. 17
1.7. Yeni Teknolojilerin Ortaya Çıkması ve Yayılması …………...…………...… 19
1.8. Uluslararası Ticaret ve Çokuluslu Şirketler …………...…………………….. 22
1.9. Küreselleşne İstihdam ve Emek Piyasaları…………...……………………… 27
1.9.1. Üretimin Küreselleşmesi: Yeni Uluslar Arası İşbölümü...………….. 27
1.9.2. Artan İşsizlik……………………………………...........…………….. 31
1.9.3. Enformal Sektörün Gelişmesi ve Enformal İstihdam……………....... 34
1.9.4. Esnek Çalışma……………………......……………………………… 36

2. KADINLARIN ÇALIŞMA HAYATI …………...……………….…………...…… 38


2.1.Kadının Çalışma Yaşamı : Tarihsel Gelişimi …………...…………………… 38
2.1.1.Sanayi Devrimi Öncesi Dönemde Kadın İstihdamı …………...……... 40
2.1.2.Sanayi Devrimi Sonrası Dönemde Kadın İstihdamı …………...…….. 41
2.2.Küreselleşme, Kadın Emeği ve İstihdamı…………...………………………... 44
2.2.1.Ekonomik Faaliyete Katılım Bakımından Kadın İstihdamı ………….. 51
2.2.2.Kadın İstihdamın Artması …………...……………….…………...… 53
2.3. Kadınların Çalışma Yaşamını Etkileyen Güncel Sorunlar…………...…… 56
2.3.1.Yapısal Uyum Politikalarının Kadınlar Üzerinde Etkisi …………...… 56
2.3.2.Küresel İşsizliğin Kadınlar Üzerinde Etkisi …………...……………... 58
2.3.3.Çalışma Yaşamında Cinsiyete Bağlı Ayrımcılık …………...………... 60
2.4. Kadın Çalışanlara Yönelik Uluslararası Düzenlemeler …………...………… 63
2.4.1. Birleşmiş Milletler Dünya Kadın Konferansları …………...………... 64
2.4.2.Avrupa Konseyi Tarafından Kabul Edilen Düzenlemeler …………... 66
2.4.3.Avrupa Sosyal Şartı …………...……………….…………...………... 66
2.4.4.Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmeleri …………...……………… 66
2.4.5.Türkiye’nin Onayladığı ILO Sözleşmeleri …………...……………… 67

3.TÜRKİYE’DE KADIN İSTİHDAMI VE KADINLARIN ÇALIŞMA YAŞAMI... 69


3.1. Türkiye’de Kadin İşgücü İstihdamının Tarihsel Gelişimi …………...……… 69
3.1.1.Cumhuriyetten Önceki Dönemde Kadın Çalışanlar …………...…….. 69
3.1.2.Cumhuriyet Döneminde Kadın İstihdamı …………...……………….. 73
3.1.3 1980 Sonrası Dönemde Kadın İstihdamı …………...………………... 77
3.1.3.1.Türkiye’de Kadın İşgücü ve İşgücüne Katılım Oranı ……….. 77
3.1.3.2. Eğitim Durumuna Göre İşgücüne Katılım Oranı ...…………. 80
3.1.3.3.Yaş Durumuna Göre Türkiye’de Kadın İstihdamı …………... 85
3.1.3.4.Ekonomik Faaliyete Göre Kadın İstihdamı …………...……... 87
3.2. Türkiye’de Kadınların Çalışma Yaşamında Karşılaştığı Sorunlar………….. 90
3.2.1.Eğitim ve Mesleki Eğitimde Eşitsizlik …………...…………………. 90
3.2.2.Ücretlendirmede Eşitsizlik …………...……………………………… 91
3.2.3.Çalışma Yaşamında Eşitsizlik …………...…………………………… 92
3.2.4.Sosyal Haklardan Yararlanmada Eşitsizlik …………...……………… 93
3.3.Türkiye’de Kadın İşgücünün Örgütlenme Yapısı ve Sorunları ………..……. 94
3.3.1.Kadın Bakış Açısına Göre Sendikalar ve Sendikacılık …………......... 95
3.3.2.Sendikal Faaliyetlere Katılım …………...……………….…………... 96
3.4.Kadınların Çalışma Yaşamına İlişkin Sorunları …………...………………… 99
SONUÇ …………...……………….…………...………………...…………...………… 103
KAYNAKÇA……...……………….…………...……………….…………...……….… 106
TABLOLAR

Tablo -1 Dünya Ticaretinin Gelişmesi 1950-1994 (Yıllık Artış Oranı)

Tablo-2.1. Seçilmiş Bazı Ülkelerde Nüfus, İşgücü ve Kadın İşgücü Durumu (1980-1999)

Tablo-2.2. Seçilmiş Bazı Ülkelerde Kadınların Ekonomik Faaliyete Katılım Oranı

Tablo-3.1. 1915 Yılında Erkek ve Kadın Günlük Ücretleri

Tablo-3.2. Tarım İşçi Gündelikleri (1913 Yılı)

Tablo-3.3. Türkiye'de Ücretliler İçerisinde Çalışanların Dağılımı (1937-1943)

Tablo-3.4. Sayım Yıllarına İtibariyle Kadın Nüfusun Mesleklere Göre Dağılımı (l)

Tablo-3.5. Sayım Yıllarına İtibariyle Kadın Nüfusun Mesleklere Göre Dağılımı (2)

Tablo-3.6. Türkiye'de Kadın İşgücü ve İşgücüne Katılım Oranları (1988-2002)

Tablo-3.7. İktisaden Faal Olmayan ve Olan Nüfus Oranı (%) 1955-2000

Tablo-3.8. Eğitim Durumu ve Yıllara Göre Kadın İşgücü Katılım Oranı (%), Kent

Tablo-3.9. Eğitim Durumu ve Yıllara Göre Kadın İşgücü Katılım Oranı (%), Kent

Tablo-3.10. Okur-Yazar Olmayan ve Okur-Yazar Oranı (%), 1935-2000

Tablo-3.11. Yaş Grubu ve Yıllara Göre Kadın İşgücü Katılım Oranı (%), Kent

Tablo-3.12. İşteki Durum ve Ekonomik Faaliyete Göre İstihdam Edilenler

Tablo-3.13. İşteki Durum ve Ekonomik Faaliyete Göre İstihdam Edilenler

1
GİRİŞ

20. yüzyılın son çeyreğinde üzerinde en çok tartışılan konulardan biri


küreselleşme ve küreselleşmenin ekonomik, teknolojik, siyasi ve kültürel alanda etkileri
olmuştur. Bu süreç özellikle dünya ekonomisi üzerinde önemli etkiler meydana
getirmiştir. Bir taraftan ulus devletler güç kaybederken diğer yandan ulusal ekonomiler
giderek bütünleşmektedir. Ekonomik, politik ve kültürel olmak üzere kendini farklı
şekillerde ifade eden küreselleşme sürecinin alt yapısını iletişim ve ulaşım
teknolojilerindeki gelişme oluşturmaktadır. Bilgi teknolojilerinin gelişimi ve buna
paralel olarak iletişim teknolojilerinin gelişimi ve ulaşımda sağlanan kolaylıklar dünya
ekonomisinde para ve mal dolaşımını arttırmakta ve üretimin farklı mekanlara
kaydırılmasını kolaylaştırmaktadır.
Bu süreçte çok uluslu şirketlerin küreselleşme sürecine ivme kazandıran en
önemli faktörlerden biri olduğu ileri sürülmektedir. Gerek ulusal ekonomilerin dünya
ekonomisi ile bütünleşmesine katkıları gerekse yabancı doğrudan yatırım faaliyetlerini
gerçekleştirmeleri ve üretimin dünya ölçeğinde hareketli hale getirmeleri çok uluslu
şirketleri küreselleşme sürecinin merkezine yerleştirmektedir. 1980 sonrası çok uluslu
şirketlerin faaliyetleri sonucunda dünya ticaretinin hacmi önemli ölçüde artarken,
doğrudan yabancı yatırımlarda çok büyük artışlar kaydetmiştir. Bu değişimle birlikte
uluslararası alanda rekabet iyice artmış ve bu rekabetin getirdiği sonuçlar, gelişmiş
gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkeleri olumlu ve olumsuz pek çok yönde etkilemiştir.
Bu tezde küreselleşmenin özellikle kadın emeği üzerinde olumlu olumsuz etkileri
incelenmiştir.
Küreselleşme, uluslararasılaşma ve bütünleşme aynı zamanda yeniden
yapılanmayı ifade etmektedir. Yeniden yapılanma sermaye, ürün ve işgücü
piyasalarında gerçekleşen bir süreçtir. Üretim örgütlerinin yeniden yapılanması yeni
teknolojilerin ve özellikle bilgi teknolojisinin kullanımını arttırmıştır. Üretimin
uluslararasılaşması ticaret serbestliliğinin artması, sermaye hareketlerinin hızlanması,
emek yoğun ve faaliyetlerin gelişmiş ülkeler yerine gelişmekte olan ülkelerde
gerçekleşmesi, üretimin esnekleşmesi işgücü piyasalarının bölünmesi ve yeni çalışma

2
biçimlerinin ortaya çıkması yeniden yapılanan ekonomiler için sayılabilecek temel
özelliklerdir.
Bu sürecin etkilerini en derinden hissettirdiği alanlardan biri istihdam ve emek
piyasalarıdır. Küresel iş gücü piyasalarının yükselişi küresel işsizlik, ekonomik büyüme
ve istihdam küreselleşmenin istihdamı etkilediği en belirgin alanlarıdır.
Küreselleşmeyle ortaya çıkan işsizlik sorunu iş yaratmadan büyümeye gelişen teknoloji
ile birlikte yüksek vasıflı işçi gereksiniminin artması sonucu düşük vasıflı işsizlik
oranının yükselmesini, yeni teknolojilerle bilgi işçilerine olan talebin artış göstermesine
talep farklılıklarının yol açtığı işçi göçleri ve daha karmaşık bir hale gelmiş, iş aramak
ve işe girmek giderek zorlaşmaya başlamıştır.
Bu tezde, küreselleşmeyle birlikte çalışma yaşamında görülen değişikliklerin iş
gücü piyasasına ve özellikle kadın istihdamına etkisi üzerine araştırma yapılmıştır.
Sanayi öncesi dönemden başlayarak, sanayi dönemi ve günümüze kadar gelen süreçte
kadınların çalışma hayatında karşılaştığı sorunlar üzerinde durulmaktadır.
Üretim faaliyetlerine her dönemde katılan kadınların, ücretli olarak istihdamı
ancak sanayi devrimi ile birlikte gerçek anlamda mümkün olabilmiştir. O tarihten bu
yana, ülkeler arasında farklılıklar olmakla beraber, gelişmişlik düzeylerine bağlı olarak,
kadınlar istihdamda giderek artan oranda yer almaktadır. Aynı zamanda üretim
düzeyindeki bu değişimin kadın iş gücü arzında ve ücret düzeyinde ciddi değişikliklere
neden olduğunu söylemek mümkündür.
Gelişmiş ülkelerde kadın istihdamındaki artışa esnek üretim biçiminin önemli
katkısı bulunmaktadır. Özellikle çalışma saatlerindeki esneklik, batı Avrupa ülkelerinde
evli ve çocuklu kadın iş gücü katılım oranının artması sağlamıştır. Kadınların iş gücüne
katılımını ve istihdamda yer almasını etkileyen bir çok faktör bulunmaktadır.
Ekonomik, sosyal ve kültürel faktörlerin etkisi ile kadın istihdamını şekillendirmektedir.
Hala kadını, ‘iyi anne’ ve ‘iyi eş ‘ olarak gören toplumsal yargılar olduğu gibi, kadının
toplumsal alanın her safhasında erkeklerle eşit olarak yer alması için uğraş veren ve
politikalar geliştiren toplumlarda bulunmaktadır.
Küreselleşme ile şekillenen uluslararası iş bölümü, gelişmiş ülkelerdeki kadın
işçileri imalat sanayindeki işlerini kaybetmelerine yol açtığı yönünde görüşler

3
bildirilmiştir. Bunun yanı sıra tezde de üzerinde durulduğu gibi hizmet sektörünün
büyümesiyle kadın çalışanlara yeni iş olanakları ortaya çıkmıştır. Kadınların yoğun
olarak çalıştıkları sağlık, sosyal hizmetler ve eğitim olanaklarının yanında turizm
alanında artan iş olanakları da imalat sektöründe kayba uğrayan kadınların bu
kayıplarını telafi etmelerini sağlamıştır.
İmalat sanayinde kaybedilen iş gücü piyasası gelişmekte olan ülkelerde yeni iş
olanakları ortaya çıkarmıştır. İlk bakışta kadınlar lehine oluşmuş görünen bu durum,
birbirine paralel iki süreçten dolayı onlara fazla yarar sağlamadığı görülmüştür. Bu
süreçten birisi, piyasalardaki kuralsızlaşma, yani istihdama ilişkin koruyucu mevzuatın
kapsamının daraltılması, diğeri de emek kullanımının esnekleşmesidir.
Türkiye’de bu süreç, Cumhuriyet dönemiyle birlikte kadına sağlanan sosyal ve
kültürel haklar kadınların kamusal alanda yer almasını hızlandırmıştır. Zamanla
toplumun kadına yüklediği görevde de değişiklikler olmuş ve çalışan kadına karşı
takınılan tutum, olumlu yönde gelişme göstermeye başlamıştır.
Bu tez, küreselleşme sürecinin çalışma yaşamında yol açtığı değişimleri, kadın
emeğinin çalışma yaşamındaki konumuna olan etkisi yönündeki iddiaları incelemeyi
amaçlamaktadır. Tez temel olarak kadın istihdamında küreselleşme ile birlikte bir artış
olduğuna fakat bunun yanında piyasa yapısı ve mevzuatlar gereği sorunlar yaşayarak
olumsuz etkilerini de göstermeye çalışmaktadır.
Bu tez üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, genel olarak küreselleşme
kavramı, gelişimi ve getirdikleri yer almaktadır. Çalışmanın amacı doğrultusunda
küreselleşmenin ekonomik boyutu üzerinde durulmakta ve ekonomik küreselleşmeyi
hazırlayan sebepler incelenmektedir. Bu sebepler arasında liberalleşme eğilimlerinin
artması, ideolojik kutuplaşmanın sona ermesi, yeni teknolojilerin ortaya çıkması ve
yayılması, uluslararası ticaret ve çok uluslu şirketler, üretimin küreselleşmesi yer
almaktadır. Son olarak ta küreselleşmenin getirdiği değişimler üzerinde durulmuştur.
İkinci bölümde ise, kadınların çalışma yaşamı ve çalışma yaşamındaki gelişmeler
ele alınmaktadır. Sanayi devrimi öncesi ve sanayi devrimi sonrası kadın istihdamının
gelişimi anlatılarak, küreselleşme sürecinde kadın istihdamında dünyada nasıl bir değişimin
olduğu istatistiksel verilerle ele alınmaktadır. Dünya da kadın istihdamının nüfus ve işgücü

4
bakımından ayrıca ekonomik faaliyete katılım bakımından incelenmektedir. Daha sonra
çalışma yaşamında cinsiyete bağlı ayrımcılık ortaya çıkış nedenleriyle birlikte ele
alınmaktadır. Son olarak ta cinsiyete bağlı ayrımcılığın ve çalışma koşullarındaki değişimin
kadınlar üzerindeki olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak için hazırlanan uluslararası
düzenlemeler ve sözleşmeler yer almaktadır.
Son bölümde ise, Türkiye’de kadın işgücü üzerinde durulmaktadır.
Küreselleşmeyle birlikte işgücü piyasasındaki değişimlerin Türkiye’deki kadın işgücünü
nasıl etkilediği incelenmektedir. İşgücüne katılım, eğitim durumu, yaş durumu, ekonomik
faaliyete göre kadın istihdamı istatistiksel olarak ele alınmıştır. Son alarak da Türkiye’de
kadın işgücünün örgütlenme yapısı ve sorunları tartışılmaktadır.

5
BİRİNCİ BÖLÜM

KÜRESELLEŞMENİN TANIMI VE GENEL ÇERÇEVESİ

1.1. Küreselleşme Kavramı ve Tanımı

Kavram olarak “Küresel” sözcüğünün kökeni, 400 yıl öncesine gitse bile,
küreselleşme oldukça yeni bir kavramdır. İlk olarak 1960’larda ortaya çıkan küreselleşme
kavramı, 1980’lerde ise sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Ülke ekonomilerinin birbirine
bağımlılığını, dışa açıklığını ve entegrasyonuna işaret eden bu kavram üzerinde tam bir
görüş birliğine varılamamıştır.
Küreselleşme kavramı, son birkaç yıldır geniş çapta ekonomi, ticaret, sosyoloji ve
politika alanındaki ilim adamları tarafından kullanılmaktadır. Terimin aynı olmayan
kullanımlarını ortak bir paydada toplamak istediğimizde büyüyen mal ve faktör piyasası
entegrasyonu fikrine varırız ki; tam entegre olmuş bir piyasa uluslar arası ürünler, hizmet ve
üretim faktörleri sermaye, işgücü ve teknoloji kullanımında engellerin olmaması şeklinde
tarif edebiliriz. Böylece küreselleşme uluslararası arbitraj maliyetlerinin eşitlenmesi şeklinde
tanımlanabilir1.
En genel anlatımla, ulusal ekonomilerinden artan ölçüde birbirine bağımlılığı olarak
tanımlanır.1 Ayrıca ulusal sınırların aşılarak, farklı ülkelerin birbirleriyle iletişimlerinin ve
ilişkilerinin gelişmesi olarak da tanımlayabiliriz.
Kavramı kullananların kavrama yükledikleri anlamlar arasında bir paralellik
görülmemektedir. Sözcük, kapitalizmin küreselleşmesi anlamına gelmez, çünkü merkezi
planlamaya tabi ülkeler dışında zaten 100 yıldan uzun bir süredir dünya çapında bir piyasa
ekonomisine sahip bulunuyoruz. “Küreselleşme daha çok son yıllarda egemen olduğu
görülen ekonomik güçlerin ve özellikle Asya endüstrilerinin yükselişi karşısında
kapitalizmin egemenliğinin zayıflığını ifade eden bir sembol olarak kullanılmaktadır2.

1
Nusret Ekin, ’Küreselleşme ve Gümrük Birliği, İstanbul Ticaret Odası. Yayın No:1999-47,
Güncelleştirilmiş II. Baskı, İstanbul, Şubat, 1999, s.47
2
Nusret Ekin,, Küreselleşme ve Gümrük Birliği, İstanbul Ticaret Odası, Yayın No:1996-32,

6
Küreselleşme ile ekonomisi, ideolojisi ve siyasal pratikleriyle giderek bütünleşen ve
homojenleşen bir dünya oluşmakta ve bilgi teknolojisinin getirdiği fırsatlarla artık
küreselleşen bir kültürden söz etmek mümkün olmaktadır3. Dünya ekonomisindeki yapısal
değişimin nedeni, piyasaların ulusal sınırlarını aşarak global bir nitelik kazanması ve aynı
zamanda piyasalardaki rekabetin giderek yoğunlaşmasıdır4.
Küreselleşme henüz tamamlanmamış bir süreçtir. Bir yandan üretim faktörlerinin,
mal ve hizmetlerin artan alışkanlığı nedeniyle, ekonomilerin karşılıklı bağımlılığı giderek
artmaktadır. Öte yandan bu süreç içerisinde kültürlerin kalıplaşması gerçekleşse de genişçe
bir uluslararası alanda benzer eğilimler içerisine girdiği görülmektedir. Küreselleşmeyi
ulusal sınırların ortadan kalkması, para ve mal hareketleri ile ticaretin ve enformasyonun
gelişmesi sonucunda serbest piyasaların bu sınırları aşarak bütünleşmesi olarak çok genel bir
şekilde tanımlamak mümkündür5.
Küreselleşmeyle vaat edilen, iş gücünün, teknolojik gelişmelerin ve sermayenin
serbest dolaşımıdır. Bu yüzden küreselleşmenin doğmasında; özellikle iletişim teknolojisinin
yaygınlaşması sonucu, tüm insanlık aleminin aynı normlarda hizmeti, demokrasiyi, insan
haklarını talep etmesinin de bir etken olduğu değerlendirilmektedir6.
Küreselleşme ya da Global bütünleşme, global entegrasyon, ülkeler arasındaki
iktisadi, siyasi, sosyal ilişkilerin yaygınlaşması ve gelişmesi, ideolojik ayrımlara dayalı
kutuplaşmaların çözülmesi, farklı toplumsal kültürlerin, inanç ve beklentilerin daha iyi
tanınması, ülkeler arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması gibi farklı görünen ancak birbirleriyle
bağlantılı olgular içerir. Küreselleşme bir anlamda maddi ve manevi değerlerin ve bu
değerler çerçevesinde oluşmuş birikimleri ulusal sınırları aşarak dünya çapında yayılması
anlamına gelir7.

İstanbul, 1996, s.16


3
Meryem Koray, ‘Küreselleşme İlerlerken Gerileyenler: Ekonomi Karşısında Sosyal, Sermaye
Karşısında Emek, Piyasa Karşısında Siyaset’, İktisat Dergisi, Sayı:369, Temmuz,1997,s.17
4
Numan Kurtulmuş, ‘Sanayi Ötesi Dönüşüm’, İz Yayıncılık, 1996, s.144
5
Sayım Yorgun, ‘Küreselleşme Sürecinde Sendikalar’, MESS Mercek, No: 12, Ekim 1998, s.17
6
E. Kutlu, ‘ Küreselleşme’, AÜİİBF Dergisi, Cilt.14, Sayı:1-2, Eskişehir, 1998, s.365
7
Devlet Planlama Teşkilatı (DTP), ‘Dünyada Küreselleşme ve Bölgesel Bütünleşmeler,
DPT:2375-ÖİK:440, Ankara , 1995, s. 1

7
Küreselleşme bir süreçtir. Küreselleşme , sanayinin iktisadi anlamda gelişmiş
ülkelerden Üçüncü Dünya Ülkelerine doğru kayması, dünya ürünlerinin ortaya çıkması, (bir
arabanın üretilmesinde yirmi sekiz ayrı ülke ürünü parçaların kullanılması), olarak da
tanımlanabilir8.

1.2. Küreselleşmenin Gelişimi

Günümüzde dünya ekonomisi, İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren başlayan ve


1980’lerden itibaren hızlanan bir “Küreselleşme” eğilimi içindedir. Küreselleşme, ülkeler
arasında sermayenin, paranın, malların ve emeğin dolaşımını zorlaştıran engellerin
azaltılarak dünya ekonomisinin serbestleştirilmesi ve dünyanın ekonomik bir bütün
oluşturma sürecinin hızlandırılmasıdır.
Küreselleşmenin işgücü piyasası üzerine etkisi öncelikle üretim sistemindeki
dönüşüm ile ortaya çıkmıştır. Gelişmiş ülkelerde kar oranlarının düşmesi ve teknolojik
gelişmeleri üretime hızla geçirilmesi zorunluluğun doğması, bunun yanında ürün
farklılaşmasının ortaya çıkması Fordist üretim sistemini 1973 krizi ile birlikte çıkmaza
sokmuştur. Özellikle Japonya’da uygulanan esnek üretim biçiminin sağladığı başarı diğer
ülkelerde bir dönüşümü adeta zorunlu kılmıştır. Teknolojik gelişmeler üretimde mavi
yakalıların gücünü zayıflatırken, beyaz yakalıların önemini artırmıştır. Bu gelişimi bir
anlamda “ikinci sanayi devrimi” olarak ele almak mümkündür. Üretim sistemindeki bu
dönüşüm “kitlesel üretim piyasalarının doyuma ulaştığı, kitlesel üretim teknolojilerinin
gelişim potansiyelini tükettiği, çevresel değişikliklere aşırı duyarlı olan kitlesel üretim
teknolojilerinin 1970’lerdeki artan belirsizlik ortamında maliyetleri düşüremediği, gelir
düzeyi yükselen gelişmiş ülkelerde tüketicilerin artık farklılaştırılması ve ürün yeniliklerinin
rekabet gücünün temelini oluşturduğu, bu nedenlerle hızla değişen ve yeni ürünlerle
değiştirilmesi gereken piyasa koşullarında üretim sistemlerinin esnek bir yapıya sahip olma”
zorunluluğundan kaynaklanmaktaydı.9
İkinci Dünya Savaşı bittiğinde mağlupları Almanya, İtalya ve Japonya galipleri ise

8
İsmail Gökal, ‘Globalleşme’, Dış Ticaret Dergisi, Yıl:2, Sayı:7, Ekim 1997, ss. 25-26
9
Erol Paymaz,1997,’’Esnek Üretime Dayalı Bir Rekabet Stratejisi Geliştirilebilir mi? Türkiye’de
Fason Üretim’’, Petrol-iş 95-96 Yıllığı, Ankara:Petrol-iş Sendikası Yayını, s.708-709

8
İngiltere, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği idi. İkinci Dünya Savaşı
birincisinden farklı olarak Kapitalist dünya sistemine alternatif yeni bir sisteminde etkinlik
alanının doğmasına neden oldu. Bu sistemin ana gövdesi Sovyetler Birliği’nin oluşturduğu
sosyalist sistemdi.
II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan teknolojik gelişmeler, emek piyasasını
etkileyerek üretimin şeklini ve yapısını değişime zorlamaya başlamıştır. 1970’li yıllardan
itibaren petrol fiyatlarının giderek artmasıyla baş gösteren 1973 dünya petrol kriziyle
toplam talep düşmüştür.
Bretton Woods para sisteminin çökmesi gibi faktörler gelişmiş batılı ülkelerde
sanayi devriminden itibaren süregelen kitlesel üretim, işbölümü ve tamgünlü standart
istihdama dayalı Fordist Üretim Yapısı’nın giderek terk edilmesine yol açmıştır. 1970’li
yıllar bir geçiş dönemini simgelerken, 1980’li yılların başından itibaren geçiş döneminin
sonucunda belirginlik kazanan “Yeni Ekonomik Düzen” devreye girmiştir.
Küreselleşme süreci içinde, mal ticaretinin ve finans sektörünün serbestleştirilmesi,
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının uluslararası şirketler kanalıyla yaygınlaşması ve
bölgesel entegrasyon anlaşmalarındaki gelişmeler önemli yer tutmuştur. (Ticaretin
serbestleştirilmesi sürecinde en önemli adım, 1948 yılında faaliyete geçen GATT
anlaşmasıdır.)10
Mal ve finans piyasalarındaki serbestleşme ile birlikte, doğrudan yabancı
yatırımların miktarı ve şeklindeki değişiklerin yanında dünyanın değişik bölgelerindeki
(Avrupa’da AB, K. Amerika’da N.A.F.T.A. ve Uzak Doğu’da A.S.E.A.N. ile Japonya ve
diğer Uzak Doğu ülkelerinin bütünleşmesi hareketi) gözlenen bloklaşma eğilimleri de
uluslar arası ticaretin ülkeler arasında serbestleşmesinde önemli gelişmelerdir.
Küreselleşme çerçevesinde dünyadaki değişimi uyaran gelişmeler ise çok boyutlu bir
şekilde devam etmektedir. Değişimin başında teknoloji gelmektedir. Son iki yüzyılda
gerçekleştirilen tarım ve sanayi devrimlerinin ve teknolojik gelişmelerin kaynağı sürekli
olarak sanayileşmiş ülkeler olmaktadır.
Sanayi Devrimi ile birlikte İngiltere’de hızla gelişen çitleme hareketi verimliliği
düşük toprakların (marjinal toprakların) üretime sokulmasına kaynaklık etti. Bu gelişmenin

10
Cengiz Bahçekapılı, “Küreselleşme Bölgeselleşmeyi Geride Bıraktı”, İktisat Dergisi, Temmuz

9
bir sonucu olarak küçük tarımsal işletmelerin tarım sektörü içindeki payının azalmasına
neden oldu. Ancak bu küçülme yeni teknolojilerin tarım sektörüne uygulanabilirliğini artırdı.
Diğer yandan İngiltere’nin yüzyılın sonuna doğru tarım ithalatına koyduğu kota ve izinleri
kaldırması ekilen toprakların ve çiftçi sayısının azalmasına neden oldu.Nitekim İngiltere’de
GSYİH içinde tarım sektörünün payı 1841’de %47.7 iken, 1861’de %36,5 düzeyine indi11
yapmış olduğumuz bu saptama tarım sektöründen sanayi sektörüne geçişin çok kısa sürede
nasıl gerçekleştiğini açıkça göstermektedir.
1947 yılındaki GATT Anlaşması (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Anlaşması)
küreselleşmenin başlamasının en önemli adımlarındandır. Bu anlaşmayla bütün dünyada
serbest ticaret sisteminin oluşması hedeflenmektedir. Bugün mal ve hizmetlerin yanı sıra
sermayenin de ülkeler arasında dolaşması söz konusudur.
1980’lere gelindiğinde, devlet-piyasa dengesinin piyasa lehine bozulmasının
getirdiği ideolojik devrimin teknolojik gelişmelerle birleşmesi küreselleşmeyi kaçınılmaz
hale getirmiştir. 1990’larla birlikte siyasi blokların ortadan kalkması, teknolojik gelişmelerin
önemli değişmelere sebep olması ile mal ve finans piyasaları sınırları ortadan kaldırmaya
başlamıştır.
Küreselleşme sürecinde özellikle gelişmiş ülkeler arasında yaşanan gelir dağılımı
adaletsizliği hem ülkeler, hem de ülke içindeki gruplar açısından küreselleşmeye yönelik en
önemli tehdidi oluşturmaktadır. 2000 yılı İnsani Kalkınma Raporuna göre en zengin %20’lık
gelir grubu dünya gelirinin %86’sını, ortadaki %60’lık grup dünya gelirinin %13’ünü, en alt
%20’lik grup ise, dünya gelirinin %1’ini almaktadır. 1960’lı yılların başında yeryüzündeki
en zengin %20 ile en fakir %20 arasındaki oran 1/30’idi. Bugün ise, küresel zenginlikler
önemli ölçüde arttığı halde bu oran 1/60’a yaklaşmıştır. Dünya nüfusunun %16’sının
yaşadığı yüksek gelirli ülkeler 1980’de dünya gelirlerinin %72’sini yaratıyorlardı. Bugün bu
oran %83’e çıkmış durumda. Yani, gelişme trendi gelişmiş ülkelerden yanadır. Buna karşılık
aynı sürede aralarında Türkiye’nin de yer aldığı orta gelirli ülkelerin dünya gelirindeki payı
1980’de %22,8 iken, bugün %11,5’lere gerilemiş durumdadır.

994/4, s. 66-67
11
Ömer Faruk Çolak, 1986, “Malthus’un Nüfus ve Ücret Teorisi Üzerine Bir İrdeleme”, İktisat
Dergisi, Sayı:262-263, s.288.

10
1.3.Küreselleşme Süreci ve Yeni Ekonomik Düzen

18. yüzyılda başlayıp 19. yüzyılı içine alan sanayi devrimi sadece yeni buluşlar ve
üretimin artmasını sağlamamış aynı zamanda kapitalizmin kurumsallaşmasını da sağlamıştır.
Kapitalizmin 20. yüzyıldaki ilerleyişi çok hızlı olmuş ve dünya ekonomisi, hiçbir yüzyılda
görülmemiş bir değişimi yaşamıştır. Bu süreç elbette kesintisiz olmamış, dünya ekonomisi
siyasi ve/veya iktisadi nedenlerden kaynaklanan kesintilerle karşı karşıya kalmıştır. Siyasal
kesintilerin en büyükleri I. ve II. Dünya Savaşları olmuştur. İktisadi olguların neden olduğu
en önemli kesintiler ise 1929 bunalımı ve 1973’de petrol fiyatlarında artış sonrası yaşanan
stagflasyonist kriz olmuştur.
I. Dünya Savaşı sonrasında üretimde bant sisteminin getirdiği üretim artışı, klasik
iktisatçıların bir kısmını kötümserliğe sürükleyen teknolojinin yaratma olasılığı olan işsizlik
korkusunu aşmış, diğer taraftan da artan üretimle birlikte efektif talebi arttıracak olan bir
gelir akımını işçi sınıfına sağlamıştır. Bu süreç bir anlamda sanayi devrimi sırasında yaşanan
düşük ücret ve uzun çalışma saatleri nedeni ile kapitalist ve işçi arasındaki gerginliği yok
eden ve bir sulhun sağlandığı dönem olmuştur. ABD’de Ford’un seri otomobil üretimi ve
4000 dolara otomobil satışı Amerikalılara bir anlamda gelecekteki refah düzeyleri için birer
sinyal görevi görmüştür. Ortaya çıkan bu olumlu tablo 1929 krizi ile bozulmuştur.
1929 krizi sadece ekonomide yaşanan bir bunalım değildir. Kriz aynı zaman da
egemen iktisat okulu olan Klasik İktisat Okulunun da çökmesine neden olmuştur. Çünkü
artık J.B.Say’ın ünlü tekerlemesi ‘Her Arz kendi Talebini Yaratır’ ekonomide işlemiyordu.
1929 bunalımı özellikle tarım sektöründeki arz fazlalığı ile başlamış, ABD Merkez Bankası
FED ‘in klasik sıkı para politikası nedeni ile finans sektörünü de içine almıştır. Tarım ve
sanayi sektöründeki arz fazlalığı, fiyatların düşmesine bu da kar oranlarında azalmaya neden
olmuştur. Zincirin son halkasında işçi çıkarmalar başlamış, bu ise toplam talebin düşmesine
ve krizin derinleşmesine neden olmuştur. Ortaya çıkan bu kurgu bir anlamda, Malthus ve
Max’ın kapitalizmin efektif talep yetersizliğinden kaynaklanacak olan bir kriz ile bunalıma
gireceği öngörüsünün kapitalizmin önüne koyulması olarak görülebilir.

11
1929 krizi, I. Dünya Savaşının yükü altında ezilen ve ciddi boyutta işsizlik ile karşı
karşıya kalan Almanya’da, faşizmin yükselişi için bir fırsat olmuştur. Almanya ve
İtalya’daki faşist hareket Batılı ülkelerin tahmin edemeyeceği bir şekilde çok kısa sürede
güçlendi ve dünyayı II. Dünya Savaşı batağına sürükledi. Savaş tüm ülkeler için bir yıkım
olmakla beraber aynı zamanda önemli bir efektif talebin yaratılmasına da kaynaklık etmiştir.
1932 yılında uygulamaya koyduğu ‘New Deal’ politikaları, savaş sonrası diğer ülkeler
içinde adeta rehber olmuş ve dünya ekonomisi 1970’li yıllara değin sürecek olan korumacı
ve ekonomiye devlet müdahalesini zorunlu gören Keynesyen iktisat politikalarının
egemenliği altına girmiştir.
ABD’nin savaş sonrası Batı Avrupa’nın imarı ve bu ülkeleri Sovyetler Birliği’nin
oluşturduğu Doğu Bloğu karşısında güçlendirme politikası çerçevesinde yapmış olduğu
Marshall yardımı Batı Bloğunun uygulayacağı iktisat politikaları açısından da belirleyici
olmuştur. Uygulanan müdahaleci iktisat politikasının 1973 krizi ile sona ermesi gelişmiş
ülkeleri “birbirine yaklaştırırken, bir taraftan da Doğu Bloğu ve gelişmekte olan ülkelerin
iktisadi yapılanmalarını da zorlamaya başladı. Sonuçta Doğu Bloğu 1990 yılında çözülmüş,
gelişmekte olan ülkelerin bir kısmı ise yeni iktisadi liberalizm rüzgarı karşısında korumacı
politikalardan vazgeçmek zorunda kalmıştır”.12
Kapitalist ekonomilerde 1973 krizi ile birlikte düşen kar oranları ve küçülen
ekonomiler nedeni ile önemli bir finansal kaynak atıl duruma gelmiştir. Paranın yüksek
maliyeti nedeni ile bu kaynaklar iki şekilde kullanılmıştır:
Gelişmekte olan ülkelere kredi olarak verildi,
Sermayenin önündeki engellerin kaldırılması sağlandı.
İki çözüm uzun süreli ve olumlu bir etki yaratmadı. Çünkü gelişmekte olan ülkeler
almış oldukları kredileri olumlu biçimde kullanamadılar ve 1980’lerin başında bunlardan
bazıları moratoryum ilan ettiler. Buna karşı ikinci çözüm yolu aşama aşama uygulandı ve
büyük ölçüde kapitalist ülkelerin ekonomileri üzerindeki devlet müdahalesini yok etmede
bir araç olarak kullanıldı. Yani sermaye hareketlerinin önündeki engelleri önce bu ülkeler
kendi aralarında kaldırdılar, daha sonra da gelişmekte olan ülkelere bu yönde telkinlerde
bulundular. Uygulanan bu politika büyük ölçüde kapitalist ekonomiler açısından başarılı

12
Ömer Faruk Çolak, 1986 “İngiltere’de Sanayi Devrimi Sürecinde Sermaye Birikimi ve D.

12
oldu. Bu ülke grubunda yer alan ekonomiler 1990’lı yıllarda istikrarlı büyümelerin yanında
enflasyon oranı düşürürken işsizlik oranını azaltmayı da başardılar.
Gelişmekte olan ülke ekonomiler, bu süreçte farklı gelişim örnekleri gösterdiler.
1997-1998 yılında yaşanılan krize rağmen Güneydoğu Asya ülkeleri dünya ekonomisindeki
1973 sonrasındaki dönüşümde olumlu yönde etkilendiler. Bu ülkelerden Güney Kore,
Tayland, Singapur 1997 yılında yaşanan krize rağmen kısa sürede ayağa kalkabildiler.
İktisadi toparlanmanın bu kadar kısa olmasının altında yatan en önemli neden bu ülkelerin
rekabetçi piyasa ekonomisine diğer ülkelere göre daha yakın olmaları ve bu yönde yeni
girişimlerde bulunacakları yönlü ortaya koydukları eğilimdir. Gelişmekte olan ülkelerin,
içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu orta gelir düzeyinde olanlar, bu süreçten aynı şekilde
yararlanamadılar. Bu ülkeler içerisinde yer alan Brezilya, Meksika ve Türkiye 1980-2000
yıllarını istikrarsız büyüme, yüksek enflasyon ve finansal kırılganlık nedeni ile
ekonomilerinde yapısal dönüşümü gerçekleştirememelerinin etkisi ile iniş çıkışlı bir iktisadi
yapılanmaya mahkum oldular.
Bazı ülkelerde ortaya çıkan bu olumsuz gelişmelere karşın küreselleşmenin ayrılmaz
bir parçası olarak görülen sermaye hareketlerindeki ve uluslararası ticaretdeki serbestleşme
eğilimi ile birlikte 1940’larda %40 dolayındaki uluslararası gümrük vergisi oranları 1993’de
%4’ün altına düşmüş bu da dünya ticaret hacminde önemli artışlara neden olmuştur. Nitekim
uluslararası ticarette son 40-50 yıl içinde, ulusal ekonomik büyüme oranlarının iki katı yıllık
büyüme gerçekleştirilmiştir.

1.4. Küreselleşmenin Boyutları

Modernitenin “ilerleme” anlayışı içinde değerlendirildiği takdirde yeni bir olgu


olmayan ve bir “süreklilik” ifade eden küreselleşme, birçok bakımdan da geçmişten bir
“kopmayı” ya da “kırılma”yı ifade etmektedir13. İnsani kalkınma raporuna göre
küreselleşme yeni bir olgu olmasa da şu dört alanda farklıdır: Yeni pazarlar, yeni aracılar,
yeni aktörler, yeni kurallar.
Yeni Pazarlar: Yabancı para ve sermaye piyasaları küresel olarak birbirine bağlıdır

Ricardo’nun analizi” G.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt:2, sayı:1-2, s:288.

13
ve 24 saat işlem yapılabilir. Küresel düzeyde, milyarlarca dolar değerindeki işlemler,
elektronik devreler vasıtasıyla saniyelerle gerçekleştirilmektedir. Dünya finansal
piyasalarında her gün 1-5 trilyon dolardan fazla para el değiştirmektedir. Küresel düzeyde
bütünleşmiş finansal piyasalar tarihte ilk defa gerçekleşmektedir. Ayrıca, hizmetler,
bankacılık, sigorta ve taşımacılık alanlarında yeni piyasalar ortaya çıkmakta ve piyasalar
anti-tröst kanunlarıyla yeniden düzenlenmektedir.
Yeni Araçlar. İnternet linkleri, mobil telefonlar, medya ağları teknolojik açıdan
tarihte ilk defa ortaya çıkmıştır. Ve bütün bu teknolojiler, küreselleşmenin teknolojik alt
yapısını oluşturmaktadır.
Yeni Aktörler: Dünya Ticaret Örgütü ulusal hükümetlerin üstünde bir otoritedir. Çok
uluslu şirketler bir çok ülkeden daha büyük bir ekonomik güce sahiptir, küresel gönüllü
kuruluşlar (NGO) ve ulusal sınırları aşan diğer gruplar ortaya çıkmıştır.
Yeni Kurallar: Ulusal hükümetlerin gücünü daraltan ve ulusal hükümetleri daha çok
bağlayan ticaret, hizmet ve entelektüel mallar üzerinde çok taraflı anlaşmalar gündeme
gelmiştir.
Küreselleşme 18. ve 19. yüzyıldan itibaren devam eden bir süreç olarak
değerlendirilebilirse bile özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde ekonomik, teknolojik ve
ideolojik faktörlerinde etkisiyle geçmiştekinden çok farklı bir çehre ve hız kazandığı
söylenebilir.

1.5. Ekonomik Küreselleşme

Ekonomik açıdan sermaye yatırım getirisi yüksek olan yerlere doğru kaydıkça, mal
ve hizmetler karşılaştırılmalı üstünlüğe sahip ülkeler tarafından üretildikçe ve özelleştirme
sonucu etkinlik arttıkça, bu değişiklikler küreselleşen ekonomideki katılımlar tarafından
paylaşılarak büyük kazançlar sunmaya başlar. Bu ekonomik etkinlik kriterlerinin etkilerini
tekrar güçlendirmek, bilgi teknolojisindeki hızlı değişimler ve otomasyon (bilgisayar
teknolojilerinin gelişimi) global iletişimin maliyetlerini olağanüstü bir şekilde
düşürmektedir. Hızlı, kolay ve ucuz iletişim ağı kıtalararası ölçekte üretim

13
Veysel Bozkurt, ‘Küreselleşmenin İnsani Yüzü’, Alfa Yayınları, 2000, ss. 28-29.

14
organizasyonlarını hızlandırmakta ve ülkeler arası büyük sermaye değerlerinin hızlı
hareketliliği, ülkeler bazında, yeni prodüktivite anlayışlarının oluşmasını sağlamakta ve
sonuçta bu tür gelişmeler tüm ülkeler tarafından benimsenmekte ve uygulanmaktadır.
Ekonomik yönden bugün yeryüzündeki ülkelerin önemli bir kısmı birbirleriyle
bütünleşmeye başlamıştır. Örneğin Tayland’da başlayan bir kriz, bütün Asya’yı etkilediği
gibi, bizi de etkileyebilmektedir. Ya da Rusya’da yaşanan bir krizin arkasından Türkiye’den
bu ülkeye ihracat yapan bir çok firma kapısına kilit vurmak zorunda kalabilmektedir. Bu da
doğal olarak ülkeleri kendi politikaları kadar, başka ülkelerin izlediği ekonomik ve siyasal
politikalar konusunda da duyarlı olmaya zorlamaktadır. Yani artık ülkelerin iç işlerinde
yaşadığı sorunlar ile dış ilişkilerindeki sorunlar arasındaki sınır giderek silikleşmeye
başlamıştır.
Ekonomik alanda küreselleşmenin ivme kazandırdığı unsurlar genel hatlarıyla:
sermaye ve finans çevrelerinin artan serbest dolaşım hızı, demografik yapının gelişmiş
ülkeler aleyhine değişmesiyle ortaya çıkacak emek piyasalarının hareketliliği ve üretimdeki
rolü, dış ticaretin yaygınlaşması ve gittikçe birbirine bağlı hale gelmesi şeklinde
sınıflandırılabilir.
Ekonomik küreselleşme kavramı, bağımsız ülke ekonomilerinin bir bütün içinde
toplanmasını ifade etmektedir14. Bu genel tanımın yanı sıra, ekonomik küreselleşme çeşitli
şekillerde tanımlanmaktadır. Bir tanıma göre ekonomik küreselleşme, ulaştırma ve
haberleşme alanlarında kaydedilen gelişmeler sonucunda dünya ekonomilerinin
bütünleşmeleri veya tek pazar oluşturmalarıdır. Başka bir tanımlamaya göre, ekonomik
küreselleşme, dünya ekonomisinin işleyişi, piyasaların ve üretimin organize edilmesi,
firmaların yapılanması, sermayenin küresel sisteme akışı ve toplumların politika ve eğitim
sistemleriyle kültür ve işgücü piyasası kurumları yapılanma tarzı arasındaki farklılığın
artışını ifade eden bir kavramdır15.
Çalışma hayatında esnekliğin giderek yaygınlaşmasına yol açan faktörlerden en
önemlilerinden birisi, ekonomik faktörlerdir. Bunda, 1980’li yıllar ile birlikte ivme kazanan

14
W. Molle, The Economics of European Integration: Theory, Practise, Policy, Aldershot,
London 1991, s.19.
15
D. Campbell, The Globalizing Firm and Labour Institutions’, Multinational and Employment:
The Global Economy of the 1990’s (Eds. P. Biley ve diğerleri), International Labour Office,
Geneva, 1993, s.267.

15
küreselleşme ve artan uluslar arası rekabetin çok büyük bir payı bulunmaktadır. Bu nedenle
de serbest rekabete dayalı piyasa ekonomisinin koşulları ulusal ve özellikle uluslar arası
alanda kıyasıya bir rekabeti gündeme getirmiştir. Bunun doğal bir sonucu olarak da:
günümüz rekabet koşullarına uyum sağlayabilen işletmeler ayakta kalabilmekte, diğerleri
ise; hızla piyasadan silinmektedir.
Üretimin küreselleşmesi, ekonomik küreselleşmenin en önemli unsurlarındandır.
Üretimde küreselleşme, şirketlerin mal ve hizmet üretim faaliyetlerini kurdukları ülkenin
dışına çıkarabilmeleri anlamına gelmektedir. Bu da sınır ötesi sabit sermaye yatırımları, sınır
ötesi iştirakler ve fason imalat anlaşmaları gibi yöntemlerle yapılabilir.
Küreselleşmenin hangi seviyeye ulaştığını anlayabilmemiz için doğrudan yabancı
yatırımların 1980’den sonra ulaştığı noktayı bulmamız yerinde olacaktır. Doğrudan yabancı
sermaye yatırımlarının geldiği noktayı dünyaya ihracatı ve üretimdeki artışla kıyaslayarak
daha net görebiliriz. 1983-1990 arası Doğrudan Yabancı Yatırımların Yıllık Artış Oranı
%29 olup dünya ihracat hacminin üç ve dünya üretim artış haddinin dört katını aşmıştır.
Doğrudan yabancı yatırımların dünya ticaretindeki ve üretimdeki payı giderek artmaktadır16.
Ekonomik küreselleşme, ekonomik ilişkileri etkileyen veya bunlara yön veren
kuralların uluslar arası harmonizasyon veya mal ve sermeyenin uluslar arası bir düzeyde
serbest olarak dolaşımını ya da tüm ekonomik birimlerin tüm yabancı ve uluslar arası
piyasalarda faaliyette bulunmasını engelleyecek faktörlerin ortadan kaldırılması anlamına
gelmektedir17.
Bir tanıma göre ekonomik küreselleşme; siyasi, sosyal ve teknik sebeplerle dünyada
sermayenin, ticaretin, üretimin ve işgücünün uluslararası rekabete konu olma eğiliminin
kuvvetlenmesini dolayısıyla faktör ve ürün piyasalarının bütünleşmesini ifade etmektedir18.
Ekonomik küreselleşme gelir eşitsizliğini hem ülke içinde hem de ülkeler arasında
dramatik olarak artmaktadır. Dünyanın zengin ülkelerinde yaşanan %20 üst gelir dilimiyle
fakir ülkelerde yaşayan %20’lik alt kesim arasındaki gelir farkı 1960 yılında 30 kat iken bur

16
DPT, Dünyada Küreselleşme ve Bölgesel Bütünleşmeler, (DPT) :2375-ÖİK:440, Ankara, 1995.
s.12
17
Nusret Erkin, ‘Globalleşme Sürecinde Dünya Ekonomisi: Genel Bir Yaklaşım’, İlim ve Sanat
Dergisi, 1995, Sayı:39, s.7
18
Mustafa Aykaç, ‘Globalleşen Dünyada İşgücü Piyasaları’, Çerçeve Dergisi, Sayı: 14, İstanbul

16
oran 1997’de 74 katına fırlamıştır. Dünyanın en zengin 200 insanı net kazancını 1994-1998
yılları arasında iki kat arttırarak 1 trilyon doların üstüne çıkarmışlardır.
1980’lerden bu yana son yirmi yılın en belirgin ekonomik eğilimi küresel boyutta bir
ekonomiye doğru gidiştir. Uluslar arası finansal piyasalardaki başarısızlıklar, Doğu Asya
krizinin de gösterdiği gibi, küresel düzeyde ciddi ekonomik bozukluklara neden olmaktadır.
Pek çok uluslar arası şirket, hammadde kaynaklarına ulaşım ve üretimin örgütlenmesi
konularında küresel ölçekte çalışmaktadır. Hukuk, muhasebe ve işletme danışmanlık
firmaları, hizmet sektöründeki diğer firmalarla birlikte, faaliyetlerini uluslar arası düzeyde
yürütmektedir19.

1.6. Liberalleşme Eğilimlerinin Artması

Gelişmiş ülkeler, geçen on yıl içinde ulusal ve uluslararası düzeyde, küreselleşmeye


sebep olacak şekilde, ekonomi politikalarını yapısal reform üzerinde yoğunlaştırmıştır. Bu
reformların amacı, temelde, yaşanan ekonomik sıkıntıların aşılmasına yöneliktir. Bunun için
birey ve teşebbüs düzeyinde özel girişim alanının ise, daraltılması yoluna gidilmiş ağırlıklı
olması öngörülmüştür. Bir başka ifadeyle, ekonomik liberalleşme eğilimi, yeniden önem ve
güncellik kazanarak, yaygınlaşmıştır20.
1980’lerden 1990’ların ortasına kadar, ABD ve AT ülkeleri dahil, OECD ülkeleri
ekonomi politikalarında ‘yapısal reform’ hareketine girilmiştir. Birey ve girişim düzeyinde,
alanını büyütmek ve devletin kontrolünü azaltmak yapısal reformun amacını
oluşturmaktadır. Böylece, ekonomik yapılar daha serbest, açık ve daha piyasa ağırlıklı şekle
gelmiştir. Günümüzde ekonomik liberalleşme normlarına OECD ülkeleri daha sıkı uyum
sağlamaktadır. Bu ekonomik liberalleşme eğilimi, vergi reformu ve kamu sektörünün payını
sınırlayıcı, etkinliğini arttırıcı, devlete ait firmaların özelleştirilmesi, mal ve para
piyasalarının serbestleştirilmesi gibi önlemler alınmıştır. Kapsam, derece ve zamanlama
bakımından ciddi farklılıklar göstermenin yanı sıra, her OECD ülkesi ekonomilerini

1995, s.30
19
TÜSİAD, “Kadın ve Erkek Eşitliğine Doğru Yürüyüş: Eğitim, Çalışma” Yaşam ve Siyaset,
Aralık 2000, Yayın No:TÜSİAD-T/2000-12, s.290
20
Bahçekapılı, a.g.e., s.66

17
liberalleştirmeye çalışmaktadır. Çünkü liberalleşme yönündeki bu eğilim politik güç
dengesinin de muhafazakarlığa doğru kaymasını beraberinde getirmiştir. Avustralya, Fransa,
Yunanistan, İspanya, Yeni Zelanda’da örnekleri görülmektedir21.
Ekonomide merkezi planlamanın uygulandığı Sosyalist Blok’un dağılması ile
küreselleşmenin eş zamanlı olarak gerçekleşmesi, dünya ekonomisinde liberalleşme
yönündeki eğilimlerin artmasını ve yaygınlaşmasını sağlamıştır. Bu durum, sadece Sosyalist
Blok’un yıkılmasından değil, aynı zamanda kapitalist iktisadi büyüme modelini uygulayan
gelişmiş ülkelerin daha fazla liberalleşme isteklerinden kaynaklanmaktadır22.
1973 petrol şokuyla başlayıp 1980’li yılların sonlarına doğru özellikle gelişmiş
ülkelerde hissedilmeye başlanan ekonomik durgunluk ve kriz, bu ülkeleri, refah devleti
anlayışına dayanan mevcut iktisat politikalarını gözden geçirmeye ve revize etmeye itmiştir.
Sonuçta, refah devleti uygulamalarında önemli ölçüde kısıtlamaya gidilerek, liberal ekonomi
politikalarına ağırlık verilmiştir. Zamanlama, derece ve içerik açısından önemli farklılıklar
göstermekle beraber, ABD, AT, ve OECD ülkeleri ekonomilerini daha fazla liberalleştirme
gayreti içindedir.
Gelişen ülkeler, bu değişim karşısında ithal ikameci ve koruması politikalarla ulusal
ekonomik büyümelerini gerçekleştiremeyeceklerini anlamışlardır. Aynı zamanda ekonomik
yapılarını liberalleştirmek için yapısal reformlara girişmişlerdir.
Liberalizmin özellikle 1970’lerde kendini iyice hissettirmeye başlayarak sadece fikir
alanında değil, aktüel ekonomik ve politik hayata da taşındı. 1979’da İngiltere’de, 1980’de
Amerika’da liberal fikirlere bağlılığı bilinen siyasi ekipler iktidara geldi. Diğer demokratik
ülkelerde de liberal fikirler geniş ölçü de sosyal demokrat mutabakatın görüşlerine nazaran
ağırlık kazanmaya başladı. 1980’lerin sonunda ise, birkaç yıl önce hayal edilmesi mümkün
olmayan dönüşümler gerçekleşti, yaygın tabiriyle, Doğu blokunu silip süpüren “liberalizm
ve demokrasi devrimi” meydana geldi23.

21
H. Henderson, ’The US and Others in a Changing World Economy, The World Economy, Vol.16,
1993, No:5, s.539
22
Kurtulmuş, a.g.e., s.121
23
Atilla Yayla, ‘Liberalizm’, Turhan Kitap Evi Yayınları, Bilimsel Eserler Dizisi:20, Ankara, 1992,
s.9

18
1.7. Yeni Teknolojilerin Ortaya Çıkması ve Yayılması

Teknoloji, bir sanayi dalıyla ilgili üretim yöntemlerini, kullanılan araç, gereç ve
aletleri kapsayan bilgi olarak tanımlanabilir. Teknoloji, üretimle ilgili bilginin gerçek hayatta
kullanılmasını ifade eden tekniklerin bütününü oluşturmaktadır. Ayrıca insanın bilgisini
çeşitli araç ve gereçlerin oluşumunda devreye sokması ve insanın maddi çevresini
değiştirmek ve denetlemek, amacı da teknoloji tanımında yer almaktadır. Teknoloji bilgi
birikiminin pratik hayatta yaygın biçimde uygulanması anlamı taşımaktadır. Teknolojik
gelişme, üretim ile ilgili yöntemleri, kullanılan araç gereç ve aletleri kapsayan bilgideki
gelişmeyi ifade etmektedir24.
Günümüzde bilimsel veya teknolojik devrim veya teknolojik patlama adı verilen tüm
ekonomik alanları, üretimin organizasyonunu , dağıtımını ve yaratılan gelirin paylaşımını
doğrudan etkileyen yeni teknolojiler dönemi ortaya çıkmıştır. Son teknolojik gelişmeler
emek yoğun makineleşme dönemini geride bırakarak sermaye yoğun makineleşme
sistemleri dönemini başlatmıştır. Makine sistemleri bir üretim sürecinde birbirini
tamamlayan makinelerin organik olarak birleşmesini ifade etmekte, bu sistemde üretimde
enformasyon akışı, eşgüdüm ve iş bölümü en üst düzeyde bilimsel yöntemlerle
yapılmaktadır25.
Ekonomi, politika, kültür ve yaşam tarzı açısından farklı etkilere sahip teknoloji,
günümüze kadar başlıca üç döneme ayrılması mümkün olan bir gelişme trendi izlemiştir. İlk
dönem, buhar gücünün üretim sürecine uygulanmasıyla kitlesel üretimin gerçekleştirildiği,
işgücünün tarımdan sanayi sektörüne aktığı sanayi devrimi sonrası dönemdir. Bu dönemdeki
teknolojik gelişmenin belirleyici unsuru, bilginin aletlere, süreçlere ve ürünlere
uygulanmasıdır. İkinci dönem, büyük üretim hatları kullanmak suretiyle, daha önce insan
esaslı olan üretim ve montaj işleminin mini ve makro bilgisayarların olduğu programlanmış
makinelere bırakıldığı, bir anlamda da bilginin işlere uygulanmaya başlandığı dönemdir.
Burada, kitlesel üretim tarzı devam etmekle birlikte büyük produktüvite artışları
sağlanmıştır. Üçüncü ve son dönemde ise, özellikle 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren
bilgi işlem ve iletişim teknolojilerinde hızlı gelişme ve yeniliklerin ortaya çıkmasıyla

24
Y . Balcı, ‘Bilgi Teknolojisi ve İstihdam’, Çerçeve, Yıl.4, Sayı:15, Ağustos-Ekim 1995, s.78

19
başlayan, bilginin diğer geleneksel üretim faktörlerini geride bırakarak hızla belirleyici
faktör haline geldiği dönemdir. Tüm bu gelişmeler, süreselleşme sürecinde önemli rol
oynamıştır26.
Teknolojik değişim, toplum ve emek piyasaları üzerinde önemli etkiye sahiptir.
Küreselleşmenin asıl nedeni de teknolojik değişimin hız ve hacminde yaşanan artıştır.
İletişim ve bilişim teknolojilerinde kaydedilen büyük ilerleme, kapitalin, malların, bilgi ve
tüketim biçimlerinin evrensel bir nitelik taşıyan “küreselleşme”nin baskın nedenidir. Ayrıca
teknolojik yineliklerin hız ve büyüklüğündeki önemli değişmeler küreselleşmeyi önemli
boyutlara ulaştırmıştır. Mikroelektroniğin, elektronik bilgi işlem sistemlerinin ve dijital
iletişimin patlaması, örneğin internet ve dünya çapında bir web sistemi çalışma hayatını
gerçek bir dönüşüme uğratmaktadır.
Teknolojik değişmelerin küresel ekonominin koşulları ile birleşerek istihdam
biçimlerini etkilemesi işçi ve işverenler arasındaki ilişkilerin yeniden tanımlanmasını
gerektirmektedir. Yeni teknolojiler ulaştırma ve haberleşme maliyetlerinde olağanüstü
düşüşler sağlanmıştır. Yeni üretim ve tüketim kalıpları meydana getirmiştir.
Yeni teknolojilerin beraberinde getirdiği maliyetlerdeki olağanüstü düşüşler,
ekonominin hemen her sektörünü önemli ölçüde etkilemiştir. Kısaca değinecek olursak:
- İletişimi çok süratli hale getirip, kolaylaştırmış ve yaygınlaştırmıştır. Buna
paralel olarak rekabet genişlemiş ve artmıştır.
- Dünya finans piyasaları arasındaki bağlantıyı gerçekleştirerek, küresel bir nitelik
kazanmasını sağlamıştır,
- Haberleşme ve ulaştırma maliyetlerini azaltmıştır.
- İnternet, kablolu TV gibi özel küresel telekomünikasyon ağları vasıtasıyla bilgi
akışını hızlandırmış, medya ve iletişim alanında global bir açılım sağlayarak
fikirlerin dünya çapında yayılmasını mümkün kılmıştır.
- Firma içinde faaliyet gösteren birbirinden uzak üretim birimleri arasında
koordinasyonu kolaylaştırmıştır.
- Bilgi işlem teknolojisindeki yeniliklerin imalat sektörüne ve büro çalışmasına
girmesiyle birlikte, esnek üretim organizasyonları ve çalışma şekillerin ortaya

25
Petrol-İş, ‘ 90 Petrol-İş’, Yayın No:2, İstanbul 1990, s.409

20
çıkmasına yol açmıştır.
- Yeni ve daha rekabetçi çalışma ve üretim organizasyonlarının yaygınlaşmasını
sağlamıştır.
- Yeni teknolojilerin etkileri yeni işler yaratmanın yanısıra, iş yok etmesi de
kapsamaktadır. Çağımızın sanayi-ötesi toplumunda, vasıflı işgücüne ihtiyaç
artmaktadır.

Yeni teknolojileri öncelerinden ayıran önemli bir özellik bunların ortaya çıkardığı
yeniliklerin ve ürünlerin çok kısa bir sürede dünyanın hemen her tarafında yaygınlaşmasıdır.
Kapitalist gelişme sürecinde ortaya çıkmış belli başlı buluşların, kullanım yaygınlığına
ulaştığı sürelerle ilgili bir araştırmaya göre; buhar makinesinin 150-200 yıl, televizyonun 55
yıl, otomobilin 40-55 yıl, vakum tüplerinin 25-30 yıl, transistörün 15 yıl ve son olarakta
mikro işlemcilerin 5-10 yıl olarak tespit edilmiştir. Yeni teknolojiler; tüm bu özellikleri,
ortaya çıkardığı yenilikleri ve sağladığı avantajlarıyla dünya ekonomi politik sisteminin
küreselleşmesinde en önemli sebeplerinden biri ve aynı zamanda sistemin itici gücüdür.
Teknoloji devriminin haberleşmede yarattığı olağanüstü hızlanma ve alan
genişlemesi, ekonominin her kesiminde yeni olanaklar ve üretim biçimleri yaratmaktadır.
Dünyayı, yerleşen deyimiyle, “küresel köy’e döndürecek kadar küçülmesi, uzaya açılmada
yeni boyutlar eklenmesini sağlamaktadır. Haberin akışı artık sınır tanımıyor; televizyon
ekranlarında, bilgisayar ekranlarında her an neredeyse sınırsız haber kaynakları bireyin
karşısına geliyor, önünde yeni ufuklar açıyor. Teknolojik devrim haberleşmeyi çok
hızlandırmakla kalmıyor, aynı zamanda küreselleştiriyor. Tıpkı bir küçük köy sakinlerinin,
köyün her tarafında her an her köylüye ne olup bittiğini bilebilmesi gibi bir durum söz
konusu. Küresel köy olgusu, bunu yaşamasını ve bundan yararlanmasını becerebilenler için
ufuk çizgisini çok ileri iten bir olanak27.
Sermayenin kar haddindeki düşüşe ve şiddetlenen rekabete karşı koymak için,
Merkez (sanayileşmiş, gelişmiş, bilgi çağına giren, sermayesiyle, kültürüyle, para birimi
yoluyla dünya ekonomisine ilişkin kararlarda etkili olan ülkeler takımı) firmaları teknolojik

26
Kurtulmuş, a.g.e., ss.127-128
27
Gülten Kazgan, ‘2000 Yılına Doğru Yeni Ekonomik Düzen ve Türkiye’, 2000’li Yıllarda Türkiye
Ekonomisi ve Ekonomi Öğretimi, Türkiye Ekonomi Kurumu, Ankara, 1993, ss..21-22

21
yeniliklerin ve yeni firma örgütleşmesi biçimlerinin yaratılmasında baş döndüren hıza
ulaştılar. Alanın ölçülerinden Japonya’da otomobil firmalarının durumu konuya ışık saçar
nitelikte. Dünya pazarında Japon arabaları kalite ve fiyat açısından neredeyse ‘eşsiz’ rekabet
gücüne sahiptir. Ancak bu gücü sürdürmek için, arabalarda sürekli küçüklü büyüklü
teknolojik yenilikler yaratarak kendilerine Pazar açmaya çalışıyorlar. Bu işin hızı o noktaya
gelmiş ki, sonunda Japon tüketicileri yenilikleri izlemekte güçlük çekip şikayete
başlamışlardır, üreticilerse işin tadının kaçtığını fark etmişler. Yani teknolojik yeniliklerin
hızı herkesi bezdiren noktaya bile varabiliyor, sırf rekabet gücünü koruyabilmek için28.
1960’lı ve 1970’li yılların tarım teknolojisindeki Yeşil Devrim, 1980’li yıllara
gelindiğinde, merkezi tarım pazarlarında egemen kılmıştır. Biyoteknoloji-gen tekniği ise,
bugün ve yarının dünyasında bu egemenliği tartışmasız kılacağa benzemektedir. GATT-UR
tarım pazarlarını serbestleştirirken, patent hakkının tekel gücünü sağlamlaştırarak bunu
garantiliyor. Bu alandaki yenilikler tıpta ve ilaç sanayiinde de büyük değişimlere yol
açacaktır29.

1.8. Uluslararası Ticaret ve Çok Uluslu Şirketler

Dünyanın çeşitli bölgelerinde çok eski zamanlardan beri kısa ve uzun mesafelerde
ticaret sürdürülmüş olmasına rağmen, II. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni büyük bir sıçrama
ortaya çıkmıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulan dünya ekonomik sisteminde
ulaşılmak istenen hedeflerin başında serbest ticaret düşüncesinin uygulamaya geçilmesi ve
dünya çapında yaygınlaştırılması geliyordu. Bunu sağlamaya yönelik olarak uygulamaya
konulan GATT anlaşması ile, uluslar arası ticaretin önündeki engeller tespit edilmiş gümrük
tarifeleri ve kotalarla sınırlandırılarak azaltılmış, böylece ticari liberalizasyon
gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Hükümetlerce uygulanan dış ticaret politikaları ulusal piyasalar arasındaki sınırları
belirginleştirip mal akımlarını engelleyebilirler. Dış ticarete müdahalelerle uygulanan
korumacılık, kaynakların yüksek gelir sağlayabilecekleri en çok korunan sanayi dallarına
kaymasına yol açar; bu da uzmanlaşmayı gelişmenin bir yolu olarak karşımıza çıkarır.

28
Kazgan, a.g.e., s. 195

22
Ulusal piyasaların ayrılması piyasa büyüklükleri arasında farklar da doğurur; dolayısıyla
ortaya, üretimde ölçek ekonomilerinden yararlanma, pazarlama ve teknoloji kullanımı
olanakları arasında bir eşitsizlik çıkmış olur.
Dinamik bir dünya ekonomisi çerçevesinde de, dış ticaret engellemeleri önemli bir
rol oynarlar. Eğer üretim faktörlerinin hareketliliği sağlanabilirse, koruma politikalarının
sağladığı ekonomik üstünlükler başka piyasalarda da karlı bir biçimde kullanılabilir. Çok
uluslu firmaların faaliyetlerindeki artış, idarecilik, teknoloji ve yatırım fonları gibi üretim
faktörlerinin ulusal sınırları aşabilmesinden kaynaklanmaktadır; politik ve ekonomik istikrar
ile ulaşım ve iletişim alanındaki ilerlemeler bu gelişmeyi kolaylaştırmıştır. Çok uluslu firma
faaliyetleri durumunda görüldüğü gibi, üretim faktörlerinin hareketliliği, uluslar arası ticaret
teorisinin geleneksel varsayımlarına dayanan ulusal dış ticaret politikalarının bazı yönleriyle
ilgili kuşkulara da yol açmıştır.
Uluslar üstü sermayenin ve çok uluslu şirketlerin yeni ekonomi nedeniyle
mobilitesinin artması, bu şirketlerin kendisine en cazip imkanları sunan ülkelerde faaliyet
göstermesine yol açmaktadır. Ülkenin gelişmesinde ve istihdam sorunlarının çözümünde
yabancı sermayenin önemli bir rol oynaması ülkelerin çok uluslu şirketlere mali konularda
cazip imkanlar sunmasına yol açmaktadır.
Gelişen ülkelerin ticaretindeki bu artışın nedenleri ile ilgili olarak, iki görüş ortaya
çıkmıştır. Birinci ve en önemli popüler görüş, teknolojinin etkileri üzerinde durmaktadır.
Ulaştırma maliyetlerinin düşmesi ve haberleşme hızının artması dünyayı küçültmektedir.
İkinci görüş ise, ekonomik liberalleşme üzerinde durulmaktadır. Bu görüşü savunanlar
GATT ve yakın zamanlarda gelişen ülkelerin tek taraflı liberalleşme tedbirlerinin rolüne
değinmektedir30.
Küreselleşme ulusal üretim ve tüketimde ithalat ve ihracatın daha büyük bir pay
oluşturmasına neden olmaktadır. Toplam yatırımlarda yabancı yatırımların payını
arttırmaktadır. Küreselleşmeyle 1975 yılında 282 milyar dolar olan dünya yabancı direkt
yatırımlar, 1983’te 2 trilyon dolara ulaşmıştır.
Günümüzde dünya ticareti, dünya üretiminden %50 daha hızlı artmaktadır. Bazı

29
Kazgan, a.g.e., s. 198
30
P. Krugman, ‘Growing World Trade: Causes and Consequences’, Brookinds Papers On Economic
Activitiy, No:1, 1995, ss.337-342

23
ülkelerin dünya ticaretindeki payı daha hızlı bir şekilde yükselmektedir. Türkiye’de buna
örnek olarak verilebilir. 1979’da 7.4 milyar dolar olan dış ticareti 1995’te 55 milyar dolara
çıkmıştır. GSMH’nın oranı olarak 1979’un %16 oranından, 1994’ün %31 oranına
yükselmiştir.
Uluslararası şirketler giderek dev boyutlara ulaşmakta, bazılarının yıllık ciroları pek
çok ulus devletin GSMH’sını geçmektedir. Örneğin; Şubat 2000’de açıklanan Dresdner
Bank ile Deutsche Bank birleşmesi neredeyse 1.2 trilyon dolar tutarında bir aktif büyüklük
göstermektedir. Ayrıca bu tutar Latin Amerika’nın GSMH’sından da fazladır. Şirket
birleşmeleri, sermaye piyasalarında oyunlarla diğer şirketleri ele geçirme, şirketler arası
anlaşmalar, özelleştirmenin yarattığı tekeller bunların ölçeklerini giderek devleştiriyor. Ulus-
devletin etkinliğinin en aza indiği, uluslar arası şirketlerin ekonomide egemenliği ele
geçirdiği bir sistem oluşmaktadır31.
Çokuluslaşma yoluyla şirketlerin dış ülkelerde dolaysız yatırım yaparken artık
küresel düzeyde kör planları yapmaları, sermayeyi küreselleştirmektedir. İkinci dünya savaşı
sonrasında ABD şirketlerinin önce Batı Avrupa’ya ve Latin Amerika’ya imalat
yatırımlarıyla başlattıkları süreç, 1960’lı yılların ortasından itibaren Uzakdoğu’nun dinamik
ülkelerine kaydı, bu sürece gelişmiş ülkelerde katılmıştır.
1970’li yıllarda ise, başta Japonya Uzakdoğu’nun dinamik ülkeleri devreye, bu kez
kendi şirketlerinin çokuluslulaşmasıyla girdi ve dış yatırımlara geçti. 1980’li yıllara
gelindiğinde, orta derecede sanayileşmiş pek çok ülke, bu arada Türkiye, bu kervana
katılmıştı. 1980’deki özgürleşme sürecinde koşullar en az düzeye indirildi, üretim kesimi,
hisse payı v.b. biçimdeki kısıtlamalar büyük ölçüde kaldırıldı. 1990’lı yıllarla birlikte
yerli/yabancı yatırım ayırımı kaldırıldığı gibi yabancı sermayeye devlet garantileri hukuk
düzlemine taşındı32.
Tüm bu gelişmeler, ticarette patlamaya yol açmış, ticaretin daha fazla uluslar
arasılaşmasını ve genişlemesini sağlamıştır. 1970’de uluslar arası ticarete konu olan mal ve
hizmet miktarı, dünya GSMH’nın %25’ini oluştururken, bu oran 1990’da %45’e ulaşmıştır.
Uluslar arası ticaretteki bu hızlı artış ve büyüme, ülke ekonomilerinin birbirleriyle daha fazla
bağlantılı ve açık hale geldiğini göstermektedir. Uluslar arası ticaretteki bu artış ile birlikte,

31
Kazgan, a.g.e., s.157

24
dünya ticaretinin yapısı önemli ölçüde değişmiştir. Dünya toplam ihracatında sanayi
ürünlerinin payı, 1965’de %61’den, 1990’da %71’e yükselmiştir. Özellikle gelişen ülkelerin
ihracatında sanayi ürünlerinin payı 1970-1990 arasında %20’den %60’a çıkarak üç kat
artmıştır.
Ticari alandaki bu gelişmeler, ticaretin global bir karakter kazanmasına yol açmıştır.
Sınır ötesi menfaat gruplarını ve değişik milletlere mensup bireyleri sıkı çıkar bağlarıyla
birbirlerine bağlamıştır. Ortaya çıkan bu karşılıklı etkileşim ve bağımlılık neticede,
ekonomik alanda küreselleşmeye sebep olan en önemli faktörlerden biri olmuştur.
Dünya ticaretinin artması, dünya ticaretinin yapısını önemli ölçüde değiştirmiştir. İlk
olarak, toplam dünya ihracatında sanayi ürünlerinin payı 1965’de %61’den 1990’da %71’e
yükselmiştir. Tablo 1 incelendiğinde, bu artış özellikle toplam ihracatın yarısında fazlasının
sanayi mallarının oluşturduğu gelişen ülkelerde ve sanayi malların toplam ihracatındaki
payının %78’e ulaştığı Güney ve Güney Doğu Asya’da belirgindir. Sanayi malları
ihracatının payı artış göstermekle beraber, Latin Amerika ve Afrika hala hammadde
ihracatçısı konumlarını sürdürmektedir. Diğer taraftan, geçiş sürecindeki Doğu Avrupa
ekonomilerinin toplam ihracatında sanayi mallarının payı 1990’da önceki yıllara oranlara
düşmüştür. Yüksek gelirli ülkelerin sanayi ürünleri ihracatı 1980’lerde %4,5 oranında
artarken, gelişen ülkelerde bu oran yıllık %7.6 olmuştur. Gelişen ülkeler grubu içinde Asya
diğer bölgelere oral daha hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Sanayi malları ihracatı Doğu
Asya’da yıllık %12.4 ve Güney Doğu Asya’da yıllık %9.1 dolayında artmıştır33.

32
Kazgan, a.g.e., s.168
33
World Bank, Global Economic Prospects and the Development Countries.Washington.1992.
s.65

25
Tablo1: Dünya Ticaretinin Gelişmesi 1950-1994 (Yıllık Artış Oranı )
1950- 1975- 1984- 1990 1991-
İSTATİSTİK KONUSU 1973 1983 1989 1994
Dünya Ticareti
Hacim 7,7 3,1 6,4 4,6 3,8
Değer - 8,9 3 8,3 -0,7
İhracat Hacmi
Gelişmiş Ülkeler - 3,9 5,9 5,8 2,8
Geçiş Ekonomileri - 3,6 2,4 -9,5 -15
Gelişen Ülkeler - -1,9 7,3 8,7 8,2
Asyanın Yeni Sanayileşen Dört Ülkesi - 12,2 13,6 6,2 11,4
Alt-Sahra Afrikası - -0,6 2,4 7,7 -2,8
İthalat Hacmi
Gelişmiş Ülkeler - 2,8 7,9 4,8 2,9
Geçiş Ekonomileri - 2,2 2,9 -5,1 -13,5
Gelişen Ülkeler - 7 3,3 5,5 11,2
Asyanın Yeni Sanayileşen Dört Ülkesi - 9 13,2 12,5 12
Alt-Sahra Afrikası - -0,5 0,9 1,8 -2,4
Kaynak: ILO (1995): World Employment Report. Int. Labour Off. Geneva. s.21

Dünyanın en büyük 500 imalat şirketinin gelişmiş ülkeler arasında şirket sayısı
dağılımı, ABD’nin 1996’da %61 iken 1991’de %31’e düşmüştür. Japonya’nın 1996’da
%7’den 1991’de %24’e yükselmiştir. Burada seneler itibariyle şirket dağılım sayısı ABD’de
neredeyse üçte bire inerken, Japonya’nın payı üç kattan fazla artmıştır. OECD ülkelerinin
dolaysız yatırımlarının büyük kısmı en dinamik büyümeye sahip Uzakdoğu ile Meksika ve
Brezilya’ya gitmektedir. Bu alanda en az gelişmiş, en durağan ülkeler, başta Afrika ve
Güneybatı Asya neredeyse hiç bir şey alamıyor. Nedeni, kar beklentisinin düşüklüğü,
rizikonun yüksekliği, kültür farklılığı v.b. Dolaysız yatırımların 1990’larda en hızlı arttığı
bölgelerden biri de Doğu Avrupa ve Orta Asya’dır. Gelişmekte olan ülkelerde (GOÜ) dış
yatırım artışı, 1990’lı yıllarda gelindiğinde, artık Singapur, Hong Kong gibi küçük boyutlu
kent devletlerinin dışına taşmıştır. İlk sırada 4 milyar dolarla Çin, onu izleyerek Güney Kore
ve Brezilya geliyor. 1991’de 1.3 milyar dolar tutarında net dolaysız sermaye yatırımı yapan
Güney Kore’nin bir özelliği de bunların yarısının sanayileşmiş ülkelerden olması. Oysa
diğer GOÜ’nün dolaysız yatırımlarının büyük kısmı (Örneğin Brezilya’nınkilerde dörtte üç
oranında)diğer GOÜ’ye gidiyor, sanayileşmiş pazarlara yapılanlar sınırlı kalıyor.

26
Küreselleşme ile ekonomi ve ticarette milli devletlerin etkinlikleri ve denetimleri
ortadan kalkmış ve uluslar arası şirketler belirleyici güç olmuştur. Bu şekilde uluslar arası bir
pazar ortaya çıkmaktadır. Bu pazarda insanların, malların hizmetlerin ve sermayenin
önündeki bütün sınırlar kalkmaktadır. Ulaşım ve iletişim çok hızlı bir şekilde
gerçekleşmektedir. Ülkelerin birbirine bağımlı hale gelmesi, dünya üzerinde dış ticaretin,
ihracatın ve ithalatın artmasına sebep olmaktadır.

1.9. Küreselleşme, İstihdam ve Emek Piyasaları

1.9.1. Üretimin Küreselleşmesi: Yeni Uluslar Arası İşbölümü

Üretimde küreselleşme, şirketlerin mal ve hizmet, üretim faaliyetlerini kurdukları


ülkenin dışına çıkarabilmeleri anlamına gelmektedir. Bu da sınır ötesi sabit sermaye
yatırımları, sınır ötesi iştirakler ve fason imalat anlaşmaları gibi yöntemlerle yapılabilir.
Burada üretimin her bir parçası maliyet, üretim faktörü, fırsat maliyetleri bakımından değişik
üretim bölgelerinde gerçekleştirilmektedir.
Üretim sürecinin uluslararası alanda ağ işletmeler biçiminde örgütlenmesi ve farklı
işgücü piyasalarında üretilebilmesi küreselleşmenin belirgin bir özelliğidir. Ancak bazı ürün
ve hizmetlerin üretim süreci uluslararası ölçekte gerçekleşmesi, farklı ülkelerdeki farklı
işgücü piyasalarına dağıtılması olanağı yoktur ya da sınırlıdır. Bu ürün ve hizmetlerin
üretilmesi sürecindeki işler nitelikleri gereği bölgesel ya da ulusal işgücü piyasalarında
sağlanan işgücüyle yapılmak zorundadır. Bu işler taşınamazlar. Bu işlere inşaat, kamu,
tarım, ve bazı hizmet işleri örnek verilebilir. Bu işlerin yapılmasında, sermaye ulusal ya da
bölgesel işgücüne bağımlılığından kurtulmak ve küresel düzeyde üretim faktörlerini en çok
fayda sağlayıcı biçimde örgütlemek için uluslararası işgücü mobilitesini kullanır. İşgücü
mobilitesinin yönü, sermaye mobilitesinin genel yönüne terstir. Az gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerden gelişmiş olan ülkelere doğru gerçekleşen bu işgücü mobilitesi yasal yollarla
da olabilir. Bu mobilite iki önemli ve yeni niteli taşır. Birincisi mobilitenin yöneldiği ülkenin

27
ekonomik yapısının kalıcı bir unsur olması, ikincisi ise yedek işgücü kaynağı olmasıdır. 34
Gelişmiş ülkelerin şirketleri öteden beri kendi ülkelerinin dışında ve özellikle ihtiyaç
duydukları hammaddenin bulunduğu ülkelerde ve sektörlerde yatırım yapmışlardır. 1970’li
yıllarda yaşanan iktisadi kriz ve takip eden yıllarda yaşanan verim düşüşleri, artan korumacı
önlemler ve Doğu Asya’dan gelen rekabet baskıları üretimde küreselleşme sürecini
hızlandırmıştır. Batılı gelişmiş ülkelerin sanayicileri verimlerini ve rekabet yeteneklerini
artırabilmek için üretimdeki örgütlenme tarzında bir dizi değişiklik yapmışlardır.
Birincisi, mal farklılaştırmasıdır ki, bu tüketici artığına el koyma ve tekelci karı elde
etme imkanı sağlar. Aynı zamanda rekabet gücünü de arttırıcı bir faktördür.
İkincisi, üretimde otomasyonu arttırarak kaliteyi yükseltmiş ve standartları
yakalamayı hedeflemiştir.
Üçüncüsü, maliyetleri düşürmek amacıyla dikey entegrasyonu azaltıp fason imalata
yönelmiş ve az stokla çalışmayı tercih etmişlerdir.
Dördüncüsü, İletişim ve taşımacılıktaki kolaylıklardan yararlanarak maliyetleri
düşürmek gayesiyle üretimin bazı aşamalarını başka ülkelere aktarmışlardır.
“Üretim örgütlenmesinin mekansal kısıtlarını azaltan teknolojik gelişmeler de
olmuştur. Mikro elektronikteki gelişmeler iletişimi, bilgi saklamayı ve işlemeyi hızlandırıp
kolaylaştırdığından artık üretimi daha uzaktan ve daha süreli denetlemek, yönetmek, sipariş
alıp vermek mümkündür. Bu gelişmeler finansal sermayenin de hareketliliğini
arttırmaktadır35.”
Ucuz doğal kaynaklara (enerji kaynakları gibi) ulaşmak savaş sonrası ABD orijinli
şirketlerin dünya ölçeğinde genişlemesinin ilk nedeni olmuştur. Az gelişmiş ülkelerdeki
hammadde fiyatları gelişmiş ülkelerdeki benzer hammadde fiyatlarına göre düşüktür. 1969
ile 1974 arası zaman diliminde birincil mal fiyatlarının yükselmesi sermaye birikiminde yapı
değişimine neden olmuştur.
Ucuz işgücüne, üretim birimlerinin fakir ülkelere kaydırılması ile ulaşılmıştır. Japon
firmaları kültürel nedenlerden dolayı işgücü göçünü desteklemediler. Bunun yerine üretim
birimlerini Güney Kore, Tayvan ile bölgedeki diğer ülkelere kaydırdılar. Avrupa ülkeleri
yüksek siyasi, sosyal maliyetine rağmen işgücünü fakir ülkelerden ithal ettiler. ABD

34
Ronaldo Munck, Uluslararası Emek Araştırmaları, Öteki yayınları, Ankara, 1995, s.311

28
firmaları ise, ucuz işgücünü fakir ülkelerden ithal ettiler. ABD firmaları ise, ucuz işgücüne
ulaşmak için iki yöntemi de kullandılar. Bir yandan göçü teşvik ettiler, diğer yandan ise bazı
üretim birimlerini azgelişmiş ülkelere kaydırdılar.
1950’li yıllarda üretim sadece gelişmiş ülkelerde gerçekleşirken 1990’lı yıllarda yeni
uluslararası küresel işbölümü olarak adlandırılan küresel işbölümü yedi ülke grubu arasında
karmaşık bir şekilde paylaşılmıştır. Bu yedi ülke grubunu şu şekilde sıralamak
mümkündür36.
En Zengin Ülkeler: En zengin ülkeler grubunda ABD, Kanada, Japonya, Avustralya,
Yeni Zelanda, Güney Afrika ve AT üyesi ülkeler yer almaktadır. Dünyadaki ekonomik
faaliyetin 4/5’i bu ülkeler tarafından gerçekleştirilmektedir.
Yeni Sanayileşen Ülkeler: İleri teknoloji kullanmada insan gücü yetiştirmede,
araştırma-geliştirme merkezleri kurmada bir hayli yol alıp başarılı olan, fakat küresel
ekonomik hiyerarşi de orta sınıfta yer alan ikinci grup. Brezilya, Meksika, Hindistan,
özellikle de Asya kaplanları olarak adlandırılan Tayvan, Kore, Singapur ve Hong Kong’dan
oluşan bu ülkeler teknolojik yönden hala ABD ve Avrupa Ülkelerine bağımlılıkları devam
etmektedir.
Sınırlı Olarak Gelişmiş Tarıma Bağlı Ülkeler: Fakirlikten kurtulup, fabrika veya bir
tezgah sahibi olmayı düşünüp, pirinç ve fasulye tarlalarına sahip olmayı terk etme
düşüncesinde olan Tayland, Endonezya, Malezya ve Çin bu grupta yer alan ülkelerdir.
Geçiş Sürecindeki Ülkeler: Bugün Asya ve Güney Amerika’nın gelişmiş ülkeleriyle,
yabancı yatırımı ülkelerine getirme çabasını sürdüren eski Sosyalist Doğu Bloğu ülkeleridir.
OPEC Ülkeleri: Dünya ekonomisinde önemli rol oynayan çoğunluğunu Ortadoğu
ülkelerinin oluşturduğu OPEC ülkeleridir. OPEC ülkeleri, sanayi ürünleri ithal edebilecek
gelir düzeyine sahip olmalarına rağmen, kendi sanayilerini kuracak bilim ve mühendislik
temelinden ne yazık ki mahrumdur.
Yoksul Ülkeler: Dünya ekonomisinin hammadde merkezi durumunda olan ve 40’a
yakın ülkeyi içine alan Afrika ve Güney Amerika ülkeleridir.
En Yoksul Ülkeler: Bu son grupta Afrika’daki az gelişmiş 47 ülke yer almaktadır.

35
DPT, a.g.e. 1995, s. 11
36
Campell,D.‘Foreing Investment,Labour Immobility and The Quality of Employment’,
International Labour Review,1994, Vol.133.

29
Birkaç ilkel hammadde ihraç etseler de, dünya ülkeleriyle ekonomik ilişkileri yok denecek
kadar azdır.
Bu yedi ülke grubu arasındaki uluslar arası ticaret, karşılıklı ekonomik bağımlılığın
itici gücü olmuştur. Uluslararası ticaret arttığında, ekonomiler daha bağımlı hale gelmiştir.
Uluslararası ticaret işgücü piyasalarının karşılıklı bağımlı hale gelmesinde en önemli ve
belirgin faktördür. Çünkü, bir bölgede işgücünün üretimi, diğer ülkelerin tüketimine
bağlıdır. Şüphesiz, bir ulusal ürün daha fazla ticarete konu olursa, ulusal işgücü piyasası
gittikçe dünya ekonomisindeki diğer bölgelerin tüketim tarzlarına bağlı hale gelebilir.
Dolayısıyla bugün ulusal işgücü, yabancı işgücüyle yurtiçi işgücü piyasasında rekabet
etmektedir.
Uluslararası işgücü mobilitesinin bir diğer yönü kadın işçilerdir. Özellikle Latin
Amerika ülkelerinde kadın işgücünün uluslararası mobilitesi artmaktadır. Bu artışın nedeni
sadece kadın işgücünün ‘daha uysal’ ve daha az sendikalaşmasından kaynaklanmaz. Artış
aynı zamanda cinsiyete dayalı iş bölümüyle yalından ilgilidir. Hizmet sektöründe ‘kadınlara
ait’ işlerden olan temizlikçilik, ev hizmetleri, çocuk bakıcılığı gibi işlerin göçmen kadın
işçiler tarafından yapılmasına yönelik artan istek bu artışı diğer yandan etkiler37. Benzer
gelişmeler Asya ülkeleri içinde geçerlidir.
Finansal dışa açılma, yani sermaye hareketinin serbestleştirilmesi de üretimin
küreselleşmesini kolaylaştırmaktadır. GATT’ın Uruguay müzakerelerinde gelişmiş ülkeler
finans sektöründe, özellikle bankacılıkta bütün ülkelere serbestleştirme politikalarını telkin
etmektedir.
Doğrudan yabancı yatırımların sektörel dağılımları zaman içinde değişim
göstermiştir. 1950’lerde birincil metalarda ve tabii kaynak-yoğun sektörlerde yoğunlaşan
doğrudan yabancı yatırımlar, son yıllarda hizmet ve teknoloji yoğun imalata yönelmiştir.
Hizmet sektörünün GSMH’daki payı özellikle gelişmiş ülkelerde büyümektedir. Bu
da iletişim ve enformasyon teknolojisindeki hızlı gelişmenin bu sektörün sunduğu
hizmetlere talebi arttırmasının bir neticesidir. Doğrudan yabancı yatırımların hizmetlerde
yoğunlaşmasının bir sebebi, hizmetlerin çoğunun ihraç edilememesidir. Avrupa Topluluğu
ülkelere hizmetlerde en çok doğrudan yabancı yatırım yapılan bölge durumundadır.

37
Munck, a.g.e., s.316

30
Doğrudan Yabancı Yatırımların oldukça büyük bir kısmını gelişmiş ülkelerin
şirketleri yapmaktadır. ABD, Almanya, Fransa, İngiltere ve Japonya’nın 1985-1989 yılları
arasında toplam kaynak ülkeler içindeki payı %80 civarındadır38.
Doğrudan yabancı yatırımların coğrafi dağılımında iki eğilim dikkati çekmektedir.
Birincisi ABD, AT ve Japon şirketlerinin kendi aralarında yaptıkları doğrudan yabancı
yatırımların artmasıdır. İkincisi ise bu ülkelerin şirketlerinin gelişmekte olan ülkelerde
doğrudan yabancı yatırımlara hız vermeleridir. Bunun sebebi ise yabancı pazarlarda
ihtisaslaşmanın sağladığı etkinlikten yararlanmak ve gümrük ve gümrük dışı yöntemlerle
uygulanan korumacılığı aşmaktır.
1980’lere kadar ABD en çok doğrudan yabancı yatırım yapan ve yapılan ülke idi.
1980’lerden sonra ise, AT ve Japonya sahneye çıktı. AT’nin tek ülke olma yolunda hızlı
adımlar atması Japonya’da ise yenin değerlenme eğilimi ve korumacılık tehditlerine maruz
kalması onları doğrudan yabancı yatırım yapmaya sevk etti. ABD, AT ve Japonya dünya
ticaretinin yarısını yapmakta olmalarına karşılık bu ülkelerin şirketleri doğrudan yabancı
yatırımda hem mevcut stokun hem de akımların %80’ine kaynaklık etmektedir.
ABD, Orta ve Güney Amerika’daki birçok ülkeye yapılan doğrudan yabancı
yatırımlar konusunda temel kaynak ülkedir. İstisna olanak Peru ve Brezilya’da ABD’nin
yerini AT almıştır. NAFTA anlaşmasının olgunlaşmasıyla ABD’nin Meksika’daki doğrudan
yabancı yatırımlarını arttırması beslenmektedir. Hong Kong, Tayland, Tayvan, Singapur ve
Güney Kore’de Japon menşeli doğrudan yabancı yatırım hakimiyeti söz konusudur.

1.9.2 Artan İşsizlik

Günümüzde işsizlik sorunu önemli bir politik sorun olma özelliğini sürdürmektedir.
Gelecek yüzyılda çözümlenmesi gerekecek en büyük sorunun dünya çapında işsizlik olduğu
kabul edilmektedir.

38
DPT. a.g.e. 1995. s. 91

31
İşsizliğin temel nedenleri olarak:
a) Çalışma gücü ve arzusu olmasına rağmen bireylerin çalışabilecek bir iş
bulamaması;
b) Mesleki beceri ve yeteneğe uygun bir iş bulamaması;
c) İstihdamın yapısının değişmesi sonucunda beyaz yakalıların çoğalması, hizmet
sektörüne geçiş, kalifiye işçiliğin çoğalması gibi nedenler dolayısıyla işgücü talebinin
sınırlanması;
d) Açık işlere uygun işgücü bulunamaması;
e) İşgücü arzının, işgücü talebinden fazla olması; sıralanabilir.
1973 yılından bu yana birçok sanayileşmiş ülkede işsizlik oranları yükselmiştir. Batı
Avrupa ülkelerinde son 22 yılda işsizlik oranı %10’ları aşmıştır. AB ülkelerindeki işsizliğin
bir özelliği de ABD ve Japonya’nın tersine bir durum olan uzun süreli işsizliğin
bulunmasıdır. Batı Avrupa’daki yüksek işsizlik oranı kalkınma hızının önceki yıllara göre
düşük düzeyde seyretmesinden kaynaklanıyor. Bu özellik, işsizliği önleme yöntemlerinde
farklılıklar doğurmaktadır39.
Hizmet akdinin feshindeki tazminatlar, ihbar süreleri, işsizlik sigortası yardım tutarı
ve sürelerindeki farklılıklar, işsizlik süresini etkilemektedir. Dünyanın gelişmiş bölgelerinde
ve özellikle sanayileşmiş AB ülkelerinde işsizliğin 1970’li yıllardan bu yana artış
göstermesi, 1973 sonbaharında ortaya çıkan petrol krizi, hammadde sorunları, demografik
nedenler, teknolojik gelişmelerin üretime uygulanması çok uluslu şirketler ve küreselleşme
olgusunun meydana getirdiği ekonomik faktörler ile açıklanmaya çalışılmıştır. Ayrıca son
23 yıl içinde dünyanın birçok ülkesinde ekonomik durgunluk yaşarken, enflasyon ve düşük
büyüme hızı, istihdamı olumsuz yönde etkilemiştir.
Dünyanın birçok bölgesinde istihdam koşullarının bozulması ile birlikte, dünya
ekonomisindeki göreli düşük büyüme ve ülkeler arasındaki büyüme oranlarındaki büyük
farklılık, sürmekte olan küreselleşme süreci hakkında istihdam açısından bazı endişeler
doğurmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde, gelişmiş olan ülkelerden yapılan ithalatın da
artması gelişmekte olan ülkelere iş kayıplarının artmasına neden olmaktadır. Gelişmiş sanayi
ülkelerinden, gelişmekte olan ülkelere yapılan ticaret ve sanayi yatırımlarının gelişmiş

39
Hanami. T, ‘Globalization, Employment and Social Clauses’ 1st World Law Conference; Brussels;

32
sanayi ülkelerdeki işsizliğin artmasına ve kalifiye olmayan işçilerin ücretlerinin düşmesine
neden olduğu ileri sürülebilir.
Batının endüstri toplumlarında günümüzde en fazla dikkati çeken sorun,
ekonomilerin işsizlikte kaydettiği başarısızlıktır. Bu başarısızlığın devam edeceği yönünde
yaygın bir kanaat vardır. Ayrıca 1973 yılından itibaren OECD ülkelerinde kişi başına yurt içi
hasıla artış hızının düşmesi, yaşanan ikinci petrol krizi, 1980’lerden sonra bazı ülkelerdeki
negatif büyüme, işsizlik oranının artmasının dış etkileri olarak ortaya çıkmıştır. Bu dış
etkenlerin dışında aşağıdaki gelişmeler de istihdamı olumsuz yönde etkilemiştir:
a) İşgücü maliyeti, ücretlerden alınan vergiler, sosyal güvenlik yardımlarının işgücü
verimliliğinden daha hızlı artmakta olması;
b) İşgücü verimliliğinin daha hızlı arttığı hizmetler sektörlerinde istihdam
genişlerken, imalat sanayinde emek talebi azalmış ve çalışanların sayısı gittikçe azalmakta
olması;
c) Kamu yönetimi ve sosyal güvenlik harcamalarının, azalmakta olan milli gelirin
önemli bir bölümünü kapsaması;
d) Devletçe yürütülen enflasyonla mücadelede ekonomiyle ilgili daraltıcı politikalar
uygulanması;
e) Küreselleşmenin gündeme getirdiği işletme ve işletmeler arası ilişkileri etkileyen
büyük organizasyon değişiklikleri.
Küreselleşmenin belirgin vasıflarından biri, orta yönetim kademelerinin azalması,
daha geniş iş tarifleri, ‘otoritede ademi merkeziyet’ veya yetki dağılımı, teşvike dayalı ve
şirketlere has ücret sistemlerinde somutlaşan yeni bir yaklaşımın yaygınlaştırılmasıdır. İş
organizasyonu değişikliğinin başlıca özelliği ise, çekirdek işçiler için daha yüksek ücret ve
menfaatler, kesin bir şekilde bir çekirdek ve çevresel işgücü ayrımı, yaşlanmış, az vasıflı ve
yi ile somutlaşan kapalı bir şirket içi işgücü piyasası modelinin su yüzüne çıkmasıdır40.
Küreselleşmenin sonucu olan bu tür iş organizasyonu, atipik çalışma biçimlerine, alt
işverenliğe, esnek çalışmaya ve ücretlerde esnekliğin uygulanmasına yol açmıştır.
Küreselleşmenin sonucu olarak, artan rekabetin tüm dünya için giderek artan istihdam
olanağı yaratıp yaratmayacağı konusunda, ekonomistler farklı görüşler savunmaktadır.

1996;p.189

33
İşsizlikten en çok etkilenen kesimin gençler, kadınlar, yaşlılar, yabancılar,
göçmenler, mesleki bilgisi ve becerisi yetersiz olan işçiler ve özürlülerdir. Eskiden işsizliğin
nedeni kişinin tembelliği, yetersizliği kabul edilirken, günümüzde işsizliğin sorunu
toplumun çözülmesi gereken bir sorunu olarak kabul edilmektedir. İşsizliğin nedenleri ise,
daha çok uygulanan ekonomik ve sosyal politikalarda aranmalıdır.
Sonuç olarak, küreselleşmenin sonucu olan artan rekabetin istihdam olanağı
azaltılacağı konusuna pek olumlu bakılmamaktadır. İşsizlik sorunu günümüzde gelişmiş
veya gelişmekte olan birçok ülkeyi tehdit eden bir sorun niteliğini korumaktadır.

1.9.3. Enformal Sektörün Gelişmesi ve Enformal İstihdam

Kayıt dışı istihdamın (enformal sektör) genelde kabul edilmiş bir tarifi
bulunmamaktadır. Kayıt dışı sektörün yapısal özelliklerinin ne olduğu, ne işlediği ve bu
sektörü belirleme konusunda bir kavram kargaşası yaşanmaktadır. Kavram konusunda çok
değişik terimler kullanılmaktadır. Enformal ekonomi yanında “yeraltı ekonomisi”
(Underground Economy), “yasadışı ekonomi” (İllegal Economy), düzensiz ekonomi
(Irregular Economy) gibi kavramlar kullanılmaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO),
kayıt dışı istihdam sektörünü, gelişen ülkelerde iş olanaklarının yaratılmasını sağlayan bir
istihdam olarak görmüştür.
Günümüzde kırsal kesimde yaşayan nüfus her yıl kentlere göçler yoluyla
akmaktadır. Ancak kentlerdeki formel sektörlerde istihdam olanakları sınırlı
bulunmaktadır. Kentlerdeki, istihdam olanakları özel teşebbüs işyerlerinde, varsa kamu
işletmelerinden oluşmaktadır. Kamu işletmelerinin gittikçe özelleştirilmeye tabi tutulması
da bu işletmelerdeki istihdam olanaklarını azaltmaktadır.
Özel sektör işyerlerinde ise konjonktürel dalgalanmalarının ortaya çıkardığı
ekonomik krizler ve teknolojik gelişmelerin sonucu, istihdam yapısındaki değişmeler
işgücü taleplerini azaltmış, kente göç eden işgücü de işsizlik sorunuyla karşı karşıya
kalmıştır.
Gelişen ülkelerde işsizler bu nedenle enformal istihdama kaymaktadır. Gelişen

40
a.g.e., s.193

34
ülkelerde istihdam sorunlarının en önemlisini enformal istihdam oluşturmaktadır. Ayrıca
günümüzde modern sanayi ve hizmet sektörlerinin istihdam sağlamadaki yetersizliği de
enformal sektörün ekonomi içinde sürekli olmasına ve yayılmasına neden olmuştur.
Kırsal kesimden kente göç eden bu fazla işgücü, kendi çalışabileceği işi kendi
yaratmak durumunda kalmıştır. Bu da modern sektör dışında kalan işgücüne istihdam
olanağı sağlamıştır. Modern sektörde işe girmekteki zorluklara karşılık, enformal
sektördeki işe girme kolaylıkları bu sektörün istihdamının özelliğini yansıtmaktadır.
Uzun yıllar enformal sektörü geçici bir olay olarak değerlendirilmiş ve bu sektöre
fazla bir ilgi gösterilmemiştir. Ancak zaman içinde modern işletmelerde enformal sektör
işçisine iş bulma olanağı oluşmayınca, bu kavram toplumsal önem kazanmıştır.
1970’lerde ABD’nin bazı bölgelerinde toplam işgücündeki enformal istihdamın
%17’den %19’a yükseldiği tespit edilmiştir. (ILO) Bu gelişme diğer sanayileşmiş
ülkelerde görülmektedir.
1980’li yıllardan sonra başlayan ekonomik kriz ve küreselleşmenin getirdiği
uluslararası rekabet gelişen ülkelerde enformal sektörün daha da büyümesine yol açmıştır.
Gelişen ülkelerde iş güvencesinin olmaması, reel ücretlerin düşürülmesi ve istihdamın
daralması bu sektörün yayılmasını daha da hızlandırmıştır.
Ayrıca bu ülkelerdeki işsizlik sigortası ve diğer gelir sağlayıcı süreçlerin olmaması
nedeniyle de işçiler için enformal sektör istihdamın bir alternatifi olarak ortaya çıkmıştır.
Latin Amerika ülkelerinde 1980–1987 arasında enformal sektör istihdamı %56’ya
yükselmiş aynı dönemde toplam tarım dışı istihdam ancak %30 artmıştır. Afrika’nın
Sahara bölgesinde enformal sektörün yılda %6–7 oranında artığı görülmektedir.
Dünya Bankası tarafından hazırlanan bir raporda, dünyada 2 milyar insanın düşük
gelirli ekonomilerde yaşadığı ve ayrıca, dünya nüfusunun yaklaşık üçte birinin işsiz ve
%15’lik bir bölümünün formel sektördeki işletmelerin maliyetlerinin düşürülmesi baskısı,
esnek çalışma ve üretim metotlarının uygulanması ile bazı üretim bölümlerinin alt
işverenlere(taşeron) verilmesinin daha az sayıda işin yaratılmasına yol açtığı bilinmektedir.
Bazı üretim bölümlerinin alt işverene verilmesi, alt işverenlerin önemli bir kısmının
enformal sektörü oluşturması yol açmıştır. Ancak bu gelişmeler, formel sektörde çalışan
işçilerin iş güvencesinden yoksun kalmasına, büyük ölçüde işçi-işveren ilişkilerinin

35
kuralsızlaştırılmasına (deregülasyon) ve işçilerin geçici hale getirilmesini doğurmuştur.

1.9.4. Esnek Çalışma

Geçmiş yüzyıllardan bu yana çalışma süreleri üzerindeki tartışmalar endüstri


ilişkilerinde daima güncelliğini korumuştur. Roma İmparatorluğu devrinde, o dönemin
toprak rejiminde serflerin toprak köleleri için günlük çalışma süresini şöyle bir formüle
bağlamış olduğunu görürüz: “Köleler çalışırlar ve uyurlar”. Orta çağlarda Osmanlı
İmparatorluğu’nda Lonca-Gedik düzeninde günlük çalışma süresi genellikle ve bazı
istisnalar dışında “çalışma seher vakti başlar ve akşam ezanına kadar devam eder” şeklinde
idi.
Avrupa’da ise, emek esnekliği kavramı ilk olarak 1973 yıllındaki petrol fiyatlarının
ani artışlarla patlak veren ekonomik krizin bir sonucu olarak 1970’li yılların ortalarında
gündeme gelmiştir. Bu çalışma formülleri, çalışma sürelerinin ne kadar uzun olduğunu
göstermektedir. Günümüzde uygulanan çalışma süreleri, büyük ölçüde mücadeleler ve
tartışmaların sonucunda elde edilmiştir.
Esnek iş süreleri zamanımızın bir buluşu değildir. Esnek çalışmanın en eski ve
yaygın biçimde uygulanan şekli olan vardiya çalışma yüzyıldan fazla bir süredir
bilinmektedir. İş sürelerinin esnekleştirilmesi konusu son 8–10 yılda giderek artan bir
oranda önem kazanmıştır.
İşçinin kişisel çalışma süresi her ne kadar işyeri süresi içinde ise de, bunlar
birbiriyle aynı değildir. Esnek çalışma, işçilerin değişik çalışma süresinin eşit olmasını
ifade etmektedir. İş sürelerinin kısaltılması da, çalışma sürelerinin esnekleştirilmesi demek
değildir. Örneğin, çalışma sürelerinin veya genel tatil günlerinin artırılması iş süresinin
esnek olmayan bir şekilde kısaltılması olayıdır. İşyeri çalışma süresi ile kişisel çalışma
süresinin ayrılması devamlı veya en azından uzun bir süre için geçerli olmalıdır.
İşyerinin olağanüstü durumlarında alınan geçici önlemler, örneğin, fazla
çalışmaksızın geçici olarak yardımcı elemanların çalıştırılması iş sürelerinin
esnekleştirilmesi demek değildir. Ayrıca genellikle periyodik veya geçici olarak artan iş
yükünün ek iş gücü ile üretilen sezon ve kampanya işleri, bir süre için açık olan mevsimlik
oteller, hasat döneminde ek işgücü çalıştıran tarım işletmelerindeki çalışmalar, iş

36
sürelerinin esnekleştirilmesi demek değildir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ve günümüzde meydana gelen modern teknolojik
gelişmeler, işgücünün şeklini ve yapısını değiştirmiştir. 1970’lere kadar yaygın olan
kitlesel üretim ile iş bölümünü ve tam günlü standart istihdam şeklini benimseyen “Fordist
Üretim Yapısı” geçerliliğini kaybetmeye başarmıştır.
Günümüzde teknolojilerin süratli olarak gelişmesi, arz-talep değişiklikleri ve
konjonktürel dalgalanmalar ve yeni çalışma yöntemleri, çalışma saatlerini bu üretim
sürecine uydurması zorunluluğunu ortaya koymuştur.
Esnek çalışmanın yaygınlaşmasının önemli bir nedeni de, ekonomideki durgunluk
ve işsizliktir. Genel olarak dünyada ekonomik büyüme hızları zayıflamakta ve işsizlik
artmaktadır. Bu nedenle hükümetler, esnekliği istihdamı arttıran ve işsizliği azaltan bir
tedbir olarak görmekte ve teşvik etmektedir.
Ayrıca iş kolunda ve sektörel yapıda meydana gelen değişikliklerin de bu yönde
etkisi vardır. Endüstri ötesi topluma geçerken, sanayi sektöründeki iş gücü azalmakta ve
hizmet sektöründe işgücü artmaktadır. İşte bu hizmet sektöründeki artış, çalışma
sürelerinin arttırılmasına ve farklılaşmasına en uygun ve yaygın bir çalışma şeklini
gündeme getirmektedir. Bu sektörde esnekleşme modelleri, diğer sektörde de bazı
uygulamalara vesile olmuştur. Ayrıca gerek ulusal gerekse de uluslar arası düzeyde rekabet
şartlarının artması da, esnekliğe zorlayan sebepler arasındadır.
Esnek iş sürelerinin uygulanmasının en önemli ve en sık karşılaşılan nedeni, toplu
iş sözleşmeleri ile iş süreleri kısaltılmasına rağmen işletme çalışma sürelerinin aynı
kalması veya arttırılması isteğidir. Bu şekilde özellikle büyük harcamalarla konulan üretim
kapasitelerinden tam olarak yararlanılması veya daha da iyileştirilmesi amaçlanmaktadır.
Yeni teknolojilerin pahalı olması nedeni ile işin gereği olarak üretime ara verilmesi
olanaksız işletmelerde üretimin sürekli olması için de esnek çalışma gerekli olabilmektedir.

37
İKİNCİ BÖLÜM

KADINLARIN ÇALIŞMA HAYATI

2.1. Kadının Çalışma Yaşamı: Tarihsel Gelişimi

Çalışma hayatında özel olarak ele alınması gereken bir sosyal grup, kadın
işgücüdür. Çalışma yaşamında kadın incelemeye alındığında, konu, süreç içinde, toplumsal
ilişkiler ve kadının toplumdaki konumu üzerine değerlendirmelere kaymaktadır.41
Kadınların işgücü piyasasında yer almaya başlamaları değişik kuramları da ortaya
çıkarmıştır. Bazıları olayları tamamen cinsiyet ayrımcılığı boyutuna indirgerken, bazıları
da, dünya görüşlerinin kadına biçtiği role göre konuya yaklaşmaktadırlar.
Neo-klasik emek piyasası kuramına göre kadını üretimdeki rolü, toplam emek arzı
ve bu emeğe olan talebe bağlıdır. Kadın işgücü beceri düzeyi ile elde ettiği marjinal
verimliliğine bağlı olarak istihdam edilmekte ve ücretini almaktadır. Eğer kadınlar göreli
olarak düşük ücret elde ediyorlarsa bunun nedeni becerilerinin nitelikleridir42
Marksist kuram ise, neo-klasik emek kuramına karşı çıkmakta, emeğin sadece bir
meta olmadığını, girişimci tarafından talep edildiğinde meta haline geldiğini ileri
sürmektedir. Toplumsal sınıfların ve bunların üretim faktörleriyle olan ilişkilerini öne
çıkaran Marksist görüş, emek piyasasını üretim alanı, evi de tüketim ve yeniden üretim
alanı olarak tanımlayarak, kadınların evde yaptıkları işleri üretim çerçevesinde
soyutlamaktadır.43
Emek piyasasının tekdüze bir yapıya sahip olmadığını öne süren ayrımlaşmış emek
piyasası kuramı, işgücü piyasasının farklı tabakalardan oluştuğu görüşünü esas alarak,
çalışma koşullarının ve davranış kurallarının farklı olduğu alt piyasa ve farklı süreçlerin
olduğu yapılardan söz etmektedir. Birincil iş gücü piyasasında eğitimli, nitelikli işgücü
uygun koşullarda istihdam olanağı bulurken, ikincil piyasada ise bu piyasada iş bulamayan

41
Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müd., Bankacılık Sektöründe Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık,
KSSGM Yayın Ankara, Ocak 2000, s.7
42
KSSGM, Yeni Üretim Süreçleri ve Kadın Emeği, KSSGM Yayını, Ankara, 1999, s.28-29
43
a.g.e.s., 28

38
işçiler güvencesiz koşullarda, daha düşük ücretle iş bularak istihdama katılabilmektedirler.
Genellikle kayıt dışı istihdam oluşturan bu yapıda, büyük oranda kadın işgücü istihdam
edilmektedir. Kadın işgücü, erkek işgücüne kıyasla eğitim yetersizliği ve karşılaştığı çeşitli
engeller nedeniyle ikinci piyasadaki ucuz ve güvencesiz işgücü arzını oluşturmaktadır.
Çalışma yaşamında kadın sorununa farklı bir bakış sergileyen ve kadınların kendi
içlerinden doğan feminizm akımının da kadın istihdamına ilişkin farklı görüşleri
bulunmaktadır. Kendi içerisinde de farklılıklar bulunan hareketin konuyla ilgili
yaklaşımları yıllar içerisinde değişik boyutlar kazanmıştır.
Cinsiyet ayrımcılığına kadın-erkek arasında siyasal, toplumsal ve ekonomik eşitliği
savunan feminizm hareketi, Fransız Devriminden sonra kadın özgürlüğünün, kadınların
seçme ve seçilme ile mülkiyet hakkının savunulması biçiminde kendini göstermiştir. Bu
dönemden 1960’lı yıllara kadar daha çok iyi eğitimli kadınlar arasında taraftar bulduysa da,
1968 sonrası geniş bir tabana yayılmıştır. Bu akımın oluşmasında kadının toplum içinde
var olan ‘ikinci kişi’ olma yargısını yıkma arzusu vardı.44
Kadınların sürekli erkeklerle birlikte ifade edilmesinin bir norm haline geldiğini
vurgulayan feministler, erkekler tarafından toplumda kadının biyolojik rolünün çocuk
doğurması, sosyal rolünün ise çocuk yetiştirmesi olarak algılanmasına karşı
çıkmaktadırlar.45
Kadın işgücü piyasasında ayrı bir cinsiyet olarak ele alınması gerektiği konusunda
çok sayıda epistemolojik yaklaşım bulunmaktadır. Feminist akımlarda cinsiyet temelli
ayrımcılıkta kendi içinde farklılıklar göstermektedir. Akılcılığa dayalı feminist
kavramlaştırmalar, cinsiyet ayrımından kaynaklanan eşitsizliği vurgularken, bu eşitsizliğin
ortadan kaldırılması gerektiğini savunmaktadır. Köktenci feminizm ise, cinsiyet farklılığını
kabul etmekte, ancak bu farklılığın giderilmesini değil, yüceltilmesi gereken bir değer
olduğunu benimsemektedir. Bunun yanında son yıllarda ortaya çıkan post modern feminist
yaklaşım ise, farklı kadın kimliklerinin nasıl ortaya çıktığını sorgulamaktadır.46

44
Ayşe Sevim, ‘Medeni Kanun Kabulüne Dek Türkiye’de Feminizmin Nabzı Atıyor muydu?’
(Çevirimiçi) http:/www.netpano.com/feminizm.htm, 27.11.2002
45
Adam Kuper, Jessica Kuper, The Social Encyclopedia, Routledge, London, 1996, s.916
46
KSSGM, a.g.e. Yeni Üretim Süreçleri ve Kadın Emeği, s.280

39
2.1.1. Sanayi Devrimi Öncesi Dönemde Kadın İstihdamı

İlkel toplumlarda insanlar başlangıçta yerleşik olmayan göçebe bir yaşam içinde
avcılık ve toplayıcılık yaparak yaşamalarını sürdürürken, bu süreçte kadınlar önemli roller
üstlenmişlerdir. Etnografik kalıntılara bakan toplumbilimciler, bu dönemde erkeklerin
avcılık yaparken, kadınların bazı tohum bitkilerinin yetiştirilmesi ve çanak-çömlek yapımı
gibi işlerle ilgilendiklerini saptamışlardır.47
İlkel dönemde sınıfsız ve sömürünün olmadığı bir toplum yapısı vardır. Kadın-
erkek arasında işbölümü de bu dönemde ortaya çıktı.48İçinde bulunulan koşullar
kendiliğinden oluşan doğal işbölümünde üretimde etkin olan kadın, evin yönetimini de
üstlenmiştir. Üretimde zamanla meydana gelen değişmeyle üretim faaliyetlerinden ilk
olarak kadınlar ve yaşlılar çekildi. Kadın giderek ev işleri ve çocuk bakımıyla ve basit
işlerle uğraşmaya başladı. Kadın emeği böylece süreç içerisinde ikinci plana
düştü.49Tarımda sabanın icadı ve tekerleğin tarım alanındaki faaliyetlerinde de
kullanılmaya başlanması geçmişte ortak yapılan tarım faaliyetlerini ‘erkek işi’ haline
getirmiş, çömlek yapımında da tekerleğin kullanılması ile bu alan da erkeklere geçmiştir.
Böylece insanlık tarihinde ilk kez bu zamanda, kadın erkek arasındaki denge, erkek lehine
değişmiştir.50
Yerleşik düzene geçişten X. yüzyıla kadar süren dönem ‘aile ekonomisi ve kölelik
düzeni’ olarak nitelendirilmektedir. Bu dönemin özelliği işgücünün aile bireyleri ve köleler
tarafında karşılanması ve her iki durumda da bir ücretin söz konusu olmasıdır. X-XV.
yüzyıllar arasındaki dönemde ‘Feodal Düzen’ egemendi. İşlediği toprak ve üretim araçları
üzerinde mülkiyet değil kullanma hakkı olan serfler, aile üyeleriyle beraber çalışmak
zorunda olduğundan kadınlarda doğrudan çalışma faaliyetine dahil olmaktaydılar.51

47
TİSK, Çağdaş Sanayi Merkezinde Kadın İşgücünün Konumu: Bursa Örneği, TİSK Yayını,
Ankara, 2002, s.17
48
Hülya Karataş, İktisadi Hayatta Kadın ve Sorunları, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, 1989, s.27
49
Serap Döner, Kadını Aile ve Çalışma Yaşamındaki Konumu ve İçinde bulunduğu Görev İkilemi,
İ.Ü. Sosyal Bilimle Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1999, ss.4-5
50
Bengü Usal, Kadın İstihdamı Üzerine AB-Türkiye Karşılaştırılması, İ.Ü, Sosyal Bilimle Enstitüsü
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1996, s.8
51
Ömer Zühtü Altan, Kadın İşçiler ve Türkiye’de Kadın İşçilerin 1475 Sayılı İş Kanunu İle
Korunması, Eskişehir, 1980, ss.14-16

40
17. yüzyılda madencilik bölgelerinde kız ve erkek çocuklar babaları ya da anneleri
ile maden ocaklarını ağzına, bazen de yer altında çalışmaya gidiyorlardı. Kadınlar
evlenmeden önce de sonra da çalışmak zorundaydı. Ev içi işlerde, atölye ve madenlerde,
balıkhanelerde, tarlada, çiftlik atölyelerinde her türlü işte çalışmaktaydılar. Aldıkları ücrette
erkeklerden çok düşüktü zaten ortaçağdan itibaren çalışma saatlerinin uzunluğu da gün
doğumundan gün batımına kadar devam ediyordu. Londra’da sabah altıda başlayan çalışma
saati, akşam sekizde sona ermekteydi ve ara dinlenmesi gibi bir uygulamada yoktu. Bu
dönemde kadınların neden bu güç çalışma koşullarında razı oluklarını, çalışan bir genç
kızın şu ifadesi daha iyi açıklamaktadır;’ ücret yüksek değil, fakat çorba tenceresinin
kaynamasına yardım ediyor’.52

2.1.2. Sanayi Devrimi Sonrası Dönemde Kadın İstihdamı

Sanayi Devrimi ile birlikte kadınlar işçileşmişlerdir. Bu süreçte ekonomik ve


toplumsal pek çok sorun ortaya çıkmış ve yeni düzene karşı başkaldırma ve mücadelelerde
başlamıştır. Bu gerilimli ve çatışmaların yaşandığı iş yaşamında, kadınlar ve çocuklar,
yetişkin erkek işçilere oranla daha uysal ve güçsüz görülerek tercih edilmeye başlanmıştır.
Bu olay kadınların işçileşmesinin ilk nedenidir. Diğer bir neden; teknik gelişmelerin,
üretim sürecini kolaylaştıran makinelerin, oluşan işbölümü ve uzmanlaşmanın kadın ve
çocuk emeğinden yararlanmayı kolaylaştırmasıdır. Üçüncü bir neden de, özellikle
İngiltere’de kadınların Sanayi Devrimi öncesinde çalışma yaşamı içerisinde önemli ölçüde
yer almalarıdır. Sanayi Devrimi, önce ücret karşılığında bir iş ilişkisine dayalı olarak
bağımlı çalışan ve adına ‘işçi’ denen kesimin oluşmasını ve yaygınlaşmasını sağlamış, daha
sonra da yukarıdaki gerekçelerden de kaynaklanan nedenlerle kadınları ve çocukları
çalışma yaşamı içerisine çekmiş ve ilk kez “kadın ve çocuk işçi” kavramlarının doğmasına
yol açmıştır.
Kadınlar, tarihin ilk dönemlerinden beri ekonomik hayatın faal birer öğesidir.
Kadınların çalışma yaşamına ücretli olarak girmesi, 18. yüzyılın sonlarında İngiltere’de

52
Herbert Heaton, Avrupa İktisat Tarihi 1, (çeviren: M. Ali Kılıçbay ve Osman Aydoğuş), Teori
Yayınları, Ankara, 1985, ss.340-341

41
başlamış; Avrupa’ya ve dünyaya yayılması, sanayi devriminin yarattığı toplumsal
değişimle olmuştur. Kadınların ekonomik faaliyetleri, önceleri; savaş dönemleri haricinde,
tarım kesiminde, çoğunlukla da kendi işletmeleri ile sınırlı kalmıştır. Sanayileşmiş
ülkelerde ise kadının tarım dışında istihdamı yüksektir. Çağdaş toplumlarda artan iş
bölümü ve uzmanlaşma çalışma yaşamının belirleyici özellikleri olmuştur.2
Çalışma yaşamının bugünkü duruma gelmesi bu şekilde uzun bir süreçten
geçmiştir. 1844’te İngiltere’de 13 yaşından küçüklerin fabrikalarda 6,5 saatten fazla
çalışmamaları ve günün diğer yarısında okula devam etmeleri kabul edildi. Kadınlar da
haftada en fazla 69 saat çalıştırılabileceklerdi. 1850’de 13 yaşında küçüklerle, kadınların
yeraltında çalışmaları yasaklandı ve bu uygulamaları denetlemek için müfettişler
görevlendirildi. 1860’dan itibaren de çalışma düzenlemeleri her tür işyerini kapsayacak
şekilde genişletildi.53
19. asırda hemen hemen bütün batı ekonomilerinde sanayileşme süreci tekstil
sanayi ile başladığından, kadın işçiler ücretli endüstri işçilerinin önemli bir bölümünü
oluşturmuştur. 20. asrın yarılarına kadar erkek ücretli işçiler artarken, kadın katılım
oranları nispeten durgun kalmıştır. İkinci dünya savaşından sonra ise, hizmet ve kamu
sektörlerinin büyümesi, kadın işgücü oranını yükseltmiştir. Son yıllarda, bu artış daha da
hızlanmıştır. Elektronik gibi yeni endüstriler, yeni iş ve üretim organizasyonu metotları ve
üretim süreçleri, tüm bu gelişmelere önemli katkıda bulunmuştur.54 Kapitalist ülkelerde, 2.
Dünya savaşı sonrası ortaya çıkan ‘sosyal devlet’ anlayışı, çalışma yaşamında sosyal
güvenlik kurumlarının gelişmesinde etkili olmuştur. Çalışma yaşamında kadın işgücünü
koruyucu bir dizi yasal düzenlemeler bu dönemde ortaya çıkmıştır.55
Kadın işçilerin, çalışma yaşamına ilişkin düzenlemelerle ilgili ilk örnek İngiltere’de
ortaya çıkmıştır. 1842’de kabul edilen Madenler Kanunu ile 10 yaşından küçük çocuklar
ve her yaştaki kadınların yer altı maden işlerinde çalıştırılmaları yasaklandı. Aynı yasak
Fransa’da 1874’de uygulanmaya başlandı. Yine İngiltere’de 1844 yılında kadın işçilerin
günlük iş süreleri yasa ile 12 saat ile sınırlandı. Fransa’da ise 1892 yılında 11 saatlik sınır

53
Heaton, a.g.e., ss.336-341
54
Nusret Ekin, ve Diğerleri, Türkiye’de Kadın İşgücü İstihdamındaki Gelişmeler Karşısında Kısmi
Süreli İstihdam. Hukuki Esaslar ve Sosyo Ekonomik Yönleriyle Kısmi Çalışma, T.C. Başbakanlık
Aile Araştırma Kurumu Eğitim Serisi: 6 Paneller, Konferanslar: 4, Ankara, Mayıs 1991, s.20
55
Petrol-İş, “Kadınlar Sosyal Güvenceden Yoksun.” Petrol-İş, Sayı:92, Ocak 1994, s.28

42
getirildi. Devlet tarafından kadınlara yönelik düzenlemeler yapılırken kadın işçilerde
mücadele sürecine girmişlerdi. 1830’da Amerika’da dokuma fabrikalarında çalışan kadın
işçiler, dünyada ilk kez bir sendika kurmuşlardır. Kadın işçilerin ilk toplu eylemleri ise 19.
Yüzyıl sonunda İngiltere’de yapıldı. 1888 yılında Londra’da 700 kadın kibrit işçisinin
katıldığı bir grev yapıldı ve bunu 1889’da dokuma işçilerinin grevi izledi.56
Sanayi devriminin başlangıcından 2. Dünya Savaşı öncesine kadar kadınların
ekonomik yaşama katılımları artmakla beraber, asıl artış savaş sonrasında olmuştur.
İngiltere’de çalışma yaşamına evli kadınların katılışı bu dönemde yaşanmıştır. Fransa’da
da aynı süreç yaşanmıştır. Zamanla savaş ortamı kadınlar için iş olanakları yaratmıştır.
Ancak kadınların bu kadar hızlı bir şekilde istihdama yönelmeleri İngiltere’de tartışmaları
da beraberinde getirmişti, bazıları bu durumun İngiliz aile karakteristiğinde değişimlere
neden olacağını düşünmekteydi. Kadınların çalışma yaşamına getirdiği bu değişiklik savaş
yılları boyunca diğer ülkelerde de benzer şekilde devam etmiştir.57
Fransa’da kadınların istihdamda tarım, sanayi ve hizmetler sektöründe yer almaları
1800’lü yıllardan 1900’lü yılların başına kadar düzenli bir artış göstermiş, 1900-1940 arası
dönemde özellikle hizmetler sektöründe önemli artış olmuş, diğer sektörlerde de artış
devam etmiştir. Aynı dönemlerde erkeklerin hizmetler sektöründe istihdamındaki artış ise
duraklamış, sanayi ve tarım sektöründeki istihdam ise azalmıştır.58
Sanayi Devrimi ile birlikte Batı Avrupa ülkelerinde büyüme oranı artmaya devam
etmiş. Ülkeler 1740 yılında %1.4 iken, bu oran 19. Yüzyılın sonlarına doğru yılda %8.3’e
yükselmiştir. Bu da göstermektedir ki Batı Avrupa 18. Yüzyılın ikinci çeyreğinden
başlayarak büyük bir sanayi devrimi atağına kalkmış ve bu atak kapitalist iktisadi sistemin
yetkinleşmesi ile sonuçlanmıştır.
Dünyada hemen her alanda değişikliklere yol açan Sanayi Devrimi sonrasında,
çalışma yaşamı en çok etkilenen alan olmuştur. Bu alanda 1870’lerden başlayarak yaşanan
olumlu gelişmelerden her toplum dolaylı da olsa etkilenmiş ve düzenlemeler yapma gereği
duymuştur. Artan istihdam olanakları, yeniden şekillenen sektörel yapılar, öne çıkan insan
hakları tartışmaları gibi konular, kadın istihdamını arttırıcı etki yaratmış ve kadınlara

56
Altan, a.g.e, ss.28-32
57
A.Tilly Louise ve Joan W. Scott, Women, Work and Family, Libraryof Congress Cataloging, USA,
1978, s.214

43
yönelik eşitlikçi ve koruyucu politikalar oluşturulması gündemi sürekli meşgul etmeye
başlamıştır. Başlayan bu süreç, günümüze değin yaşanan ve yaşanmaya devam eden
çağdaş yeniliklerle devam etmektedir.

2. 2. Küreselleşme, Esnekleşme, Kadın Emeği ve İstihdamı

18. yüzyıldan başlayıp 19. Yüzyılı içine alan sanayi devrimi sadece yeni buluşlar
ve üretimin artmasını sağlamamış aynı zamanda kapitalizmin kurumsallaşmasını da
sağlamıştır. Kapitalizmin 20. yüzyıldaki ilerleyişi çok hızlı olmuş ve dünya ekonomisi,
hiçbir yüzyılda görülmemiş bir değişimi yaşamıştır. Bu süreç elbette kesintisiz olmamış,
dünya ekonomisi siyasi ve iktisadi nedenlerden kaynaklanan kesintilerle karşı karşıya
kalmıştır. Siyasi kesintilerin en büyükleri I. ve II. Dünya Savaşları olmuştur. İktisadi
olguların neden olduğu en önemli kesintiler ise 1929 bunalımı ve 1973’de petrol
fiyatlarında artış sonrası yaşanan stagflasyonist kriz olmuştur.
Küreselleşmenin işgücü piyasası üzerine etkisi öncelikle üretim sistemindeki
dönüşüm ile ortaya çıkmıştır. Gelişmiş ülkelerde kar oranlarının düşmesi ve teknolojik
gelişmeleri üretime hızla içerilmesi zorunluluğunun doğması, bunun yanında ürün
farklılaşmasının öne çıkması Fordist üretim sistemini 1973 krizi ile birlikte çıkmaza
sokmuştur. Özellikle Japonya’da uygulanan esnek üretim biçiminin sağladığı başarı diğer
ülkelerde bir dönüşümü adeta zorunlu kılmıştır. Teknolojik gelişmeler üretimde mavi
yakalıların gücünü zayıflatırken beyaz yakalıların önemini arttırmıştır. Bu gelişimi bir
alanda ‘İkinci Sanayi Devrimi’ olarak ele almak mümkündür. Üretim sistemindeki bu
dönüşüm ‘kitlesel üretim piyasalarının doyuma ulaştığı, kitlesel üretim teknolojilerinin
gelişim potansiyelini tükettiği, çevresel değişikliklere aşırı duyarlı olan kitlesel üretim
teknolojilerinin 1970’lerdeki artan belirsizlik ortamında maliyetleri düşüremediği, gelir
düzeyi yükselen gelişmiş ülkelerde tüketicilerin artık farklılaştırılmış mallar talep ettiği ve
artan uluslararası rekabet ortamında ürün farklılaştırılması ve ürün yeniliklerinin rekabet
gücünün temelini oluşturduğu, bu nedenlerle hızla değişen ve yeni ürünler yoluyla
değiştirilmesi gereken piyasa koşullarında üretim sistemlerinin esnek bir yapıya sahip

58
a.g.e., s.67

44
olma’ zorunluluğundan kaynaklanmaktaydı.59
Küreselleşme sürecinde, üretim biçiminde değişmeden kaynaklanan işgücü
piyasasındaki bu değişim işgücüne katılım oranında, kadın işgücü arzında ve ücret
düzeyinde ciddi değişikliklere neden olmuştur. Nitekim gelişmiş ülkelerde kadın
istihdamındaki artışa esnek üretim biçiminin önemli katkısı bulunmaktadır. Özellikle
çalışma saatlerindeki esneklik, Batı Avrupa ülkelerinde evli ve çocuklu kadın işgücü
katılım oranının artmasını sağlamıştır. Bundan dolayı küreselleşme sürecinin istihdamda
doğurduğu sonuç, belki de sürecin kadınlar üzerinde etkisinin en kolay görülebileceği
boyuttur. Bundan yola çıkarak, kadınların gerek emek piyasasındaki konumları, gerekse
hane halkı içindeki veya genel olarak toplumdaki konumları açısından statü değişimlerine
ilişkin bir değerlendirme yapılabilir.
Endüstrileşme hemen her ülkede ve her konuda kadın emeğinin konumunu
etkilemektedir. Kadın işgücünü evi dışına çekmekte, ücretsiz aile işçiliğinden ücretliler
sınıfına geçmesine yol açmaktadır.‘Küreselleşme kadın emeğine iki türlü etki yapıyor:
Birincisi, kadınların işgücüne katılım oranını düşürüyor, ikincisi, çalışan kadınların
yaptıkları işin, nitelik ve ücreti açısından gerilemesine neden oluyor.’60
Çalışan kadınlar açısından gelişmelere baktığımız zaman, kadının “geleneksel
sektörde” ücretsiz aile işçiliğinden bu sektördeki hızlı gelişmelere paralel olarak sanayi
sektöründe ucuz işçiliğe, daha sonra da hizmet sektöründe erkeklere nazaran daha düşük
ücret ödenen meslek ve işkollarına geçtiğini görüyoruz. Sanayileşme ve gelişme süreciyle
bir yandan kentleşen, sosyal alt yapısı tamamlanan geliri yükselen ve iyi dağılan ülkelerde,
değişen teknoloji ve kadınların eğitim ve vasıf seviyelerinin yükselmesi ile özellikle iktisadi
faaliyetlere katılma imkanı ortaya çıkmıştır. Gelişmiş ülkelerde kadınların yoğun olarak
hizmet sektöründe çalıştığı görülmektedir.

59
Erol Taymaz, “Esnek Üretime Dayalı Bir Rekabet Stratejisi Geliştirilebilir mi? Türkiye’de Fason
Üretim”, Petrol-İş 95-96 Yıllığı , Ankara, 1997, Petrol-İş Sendikası Yayını, ss.708-709
60
Dilek Uğuz Ertugrul, , ‘Serbest Piyasanın Serbest Kadınları’ Kadın Dünyası, Ekim 2000,s.9

45
İşe girişte, daha iyi çalışma koşullarında ve sosyal politikalar ve programlarda,
savaş sonrası dönemlerde zorlukla elde edilmiş kazançların çoğu, daha çok sanayileşmiş
ülkelerde tehdit altındadır. Krizlere, bundan işsizliğe ve yapısal işsizliğe bir tepki olarak,
pek çok hükümet, ‘eve dönüş’ politikalarını teşvik etmektedir. İşveren yeni ‘esnek’ çalışma
modellerini dayatması ile birlikte çalışma yaşamıyla ilgili düzenlemelere bir tehdit yaratan
bu politikalar, kadınların eşitliği konusundaki ilerlemeyi tersine çevirmekte, kadınları
işgücü piyasasında marjinalleştirmektedir.61

Küresel ekonominin yarattığı faydalar ülkeler arasında eşit olarak dağılmayıp, daha
derin ekonomik farklılıklara, yoksulluğun kadınlaşmasına, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin
artmasına, enformal sektörün büyümesine ve çalışma koşullarının bozulmasına neden
olmuştur. Bazı ülkelerde kadınların işgücüne katılım oranındaki artış olmuşsa da, daha
genel olarak gözlenen durum, ekonomik politikaların uygulanmasının kadınların katılımını
olumsuz etkilemesidir. Ayrıca, katılımın arttığı durumlarda da ücretler, işte yükselme ve
çalışma koşulları gibi konularda beklenen olumlu değişmeler görülmemiştir. Pek çok
ülkede kadınlar, düşük ücret ödenen, kısmi statülü ve güvencesiz işlerde çalışmaya devam
etmekte, özellikle işgücü piyasasına giren genç kadınlar, işlerini en önce kaybedenler
olmaktadır. Öte yandan, dış faktörlere bağımlılığının artması ve finansal sorunlar, ülkelerin
toplumsal güvenlik ve refah alanlarındaki koruma ve hizmet alanlarının daralmasına,
bütçelerin kısılmasına ve bu alanlara ait sorumlulukların hane üyeleri ve özellikle kadınlar
tarafından ikame edilmesine de neden olmuştur.62
Gelişmekte olan toplumlar, sanayileşme çabası içinde olan ancak, aynı zamanda
ekonomileri ağırlıkla tarıma dayalı toplumlardır. Bu toplumlar, gelişmekte olan ülkelerin
sorunları olarak sıralanabilecek, hızlı ve plansız kentleşme, hızlı nüfus artışı, işsizlik,
yetersiz eğitim ve sağlık koşulları ile karşı karşıyadır. Bu ülkelerde kadın sorunu, çağı
yakalamak adına gündeme getirilmekte ancak kadın hakları, uygulamada değil şekil olarak
söz konusu olmakta’.63 Ekonomi raydan çıkınca, hukuki ve toplumsal kazanımların

61
Türk-iş Kadın İşçiler Bürosu, Çalışan Kadınlar ICFTU Politika ve Programları, Demircioğlu
Matbaacık Bayındır sk. Türk-iş Pasajı Yenişehir/Ankara, s.25
62
TÜSİAD, Kadın-Erkek Eşitliğine Doğru Yürüyüş:Eğitim,Çalışma Yaşamı ve Siyaset, Aralık
2000,s.127
63
Oya Çifçi, Kadın Sorunu ve Türkiye’de Kamu Görevlisi Kadınlar, Türkiye ve Ortadoğu Amme
İdaresi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1982, s.73-75.

46
güvencesi ortadan kalkar.’ Tespitinin doğruluğunu, yaşadığımız süreden çok kadınlara
kanıtlamıştır. Kadınların kazanılmış haklarının görece fazla olduğu toplumsal
formasyonlarda bile, emek piyasasından ilk dışarı atılan, işsiz bırakılan, evlere gönderilen
kesim kadınlar olmuştur.64
Gelişmekte olan toplumlarda kadınlar düşük düzeylerde işgücüne katılırlar. Yer
aldıkları çalışma alanları daha çok tarım, ücretsiz aile işçiliği ve küçük ev sanatlarıdır.
Tarımdaki modernleşme ile tarımsal faaliyetlerden uzaklaşan ve kentleşme ile göçün
sonucunda, henüz yeterince sanayileşmemiş ve istihdam olanakları kısıtlı kente gelen
kadın, bu aşamada marjinal (enformal) olarak adlandırılan güvencesiz, daha çok ev içi
çalışmaları kapsayan ve istatistiklerde işgücü olarak kabul edilmeyen, düşük ücretli işlerde
çalışmaya başlamaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde hizmet sektörü de hızlı bir gelişme
içersindedir. Kadınlar bu sektör içinde daha çok büro işleri ve kadınlara atfedilen işlerde
çalışmakta, önemli bir kesimde ev içi işlerde çalışmaktadırlar. Gelişmekte olan ülke
kadınları da erkeklerle eşit çalışma koşulları ve olanaklarına sahip değillerdir.65
Öte yandan kadınların nüfus ve istihdamına bakıldığında işgücü piyasasına katılım
oranları, birçok ülkede hızlı artışlar görülmektedir. ‘1980’ler boyunca ABD’de 17 milyon
yeni yaratılan işin 2/3’nün kadınlar tarafında doldurulması OECD ülkelerinde 1980
yılından sonra ücretli kadın sayısının yılda %2 oranında artış göstermesi XXI. yüzyılda
kadının iş piyasasında önemli rol oynayacağının’ göstergesidir.3 Kadınların iş gücüne
katılım oranındaki bu artışa karşın, işgücü piyasalarında gerek ücret, gerekse de mesleki
açıdan kadınlara karşı ayrımcılık devam etmektedir. Ayrımcılığı engellemeye yönelik
olarak ülkeler özellikle 1970’lerden beri ‘Eşit Fırsatlar Yasaları’ adı altında çeşitli yasal
düzenlemeler yapmaktadır. OECD kaynaklarından edinilen verilere göre kadınların
işgücüne katılım oranları, kadın/erkek kazanç rasyonu, kadınların nitelikli işlerdeki ve
kadınların düşük ücretli işlerdeki oranı gibi kriterler kadının işgücü piyasasındaki
statüsünün olumlu yönde geliştiğini göstermektedir. Örneğin bu düzenlemelerin popüler
olmaya başladığı 1970’lerden beri Türkiye ve Japonya dışındaki bütün OECD ülkelerinde
kadın işgücüne katılım oranı hissedilir düzeyde artmıştır.66

64
Şule Necef, ‘Kadın Ekonominin Tamponu’, Kadın Dünyası, Ekim 2000, s.13
65
Çifçi, a.g.e.,s.76-78
66
Shirley Dex ve Walter Peters, Franco-British Comparisons of Women’s Labor Supply, Oxford

47
ILO’dan alınan bilgiye göre, 1995 yılı verilerinde işgücüne katılım oranı AB
ülkelerinden Fransa’da %59.9, Almanya’da %62, İngiltere’de %65.6, Danimarka’da
%77.8, İsveç’te %81.5 düzeyine ulaşmıştır. Aynı şekilde OECD kaynaklarına göre
kadın/erkek kazanç rasyonu bütün ülkelerde artmıştır. Benzer eğilim OECD ve ILO
kaynaklarından kadın üst grup işlerdeki oranın artmakta ve düşük ücretli işlerdeki oranın
azalmakta olduğu gözlenmektedir.
2000-2001 yıllarına ait gelişmelerin yer aldığı, Dünya Bankasınca yayınlanan
Dünya Kalkınma Raporundaki verilerden hazırlanan Tablo:2.1’de seçilmiş bazı ülkelerde
nüfus, işgücü ve kadın işgücünün 1980-1999 yılları arasındaki durumu gösterilmektedir.
Tablodaki ülkelerden toplam işgücüne dahil nüfus bakımından en fazla işgücüne sahip
ülke, 750 milyon kişi ile Çin’dir (1999). İşgücündeki artışa baktığımızda yirmi yıllık
süreçte çok büyük bir artışla 540 milyondan 750 milyona yükselmiştir. Çin’de işgücündeki
kadın oranı ise aynı dönemde %40’tan %45’e yükselmiştir.
Tablo 2.1’deki ülkelerden en az işgücüne sahip ülkeler ise 2 milyon kişi ile İrlanda
ve Norveç’tir. Bunları toplam 3 milyon kişi ile Danimarka, Finlandiya ve İsrail
izlemektedir. 1980-1999 yılları arasındaki değişime baktığımızda bu ülkelerden Danimarka
ve Norveç’in işgücüne dahil nüfusunda yirmi yıllık süreçte bir artış olmamıştır. Ancak
kadın işgücü oranı Danimarka’da %44’den %46’ya, Norveç’te ise %41’den %46’ya
yükselmiştir. Bu da kadınlar açısından olumlu bir gelişmedir.

Economic Papers, 1992, Sayı:44.s.7

48
Tablo 2.1: Seçilmiş Bazı Ülkelerde Nüfus, İşgücü ve Kadın İşgücü Durumu (1980-1999)
NÜFUS TOPLAM 15-64 Yaş İŞGÜCÜ TOPLAM
KADIN (%)
ÜLKE (Milyon) (Milyon) (milyon)
1980 1999 1980 1999 1980 1999 1980 1999
ABD 227,2 272,9 151 179 109 139 41 46
Almanya 78,3 82 52 56 38 41 40 42
Avusturya 7,6 8,1 5 6 3 4 41 40
Avustralya 14,7 19 10 13 7 10 37 40
Belçika 9,8 10,2 6 7 4 4 34 41
Bulgaristan 8,9 8,2 6 6 5 4 45 48
Çin 981,2 1249,7 586 844 540 750 43 45
Danimarka 5,1 5,3 3 4 3 3 44 46
Finlandiya 4,8 5,2 3 3 2 3 47 48
Fransa 53,9 59,1 34 39 24 27 40 45
Hollanda 14,2 15,8 9 11 6 7 32 40
İngiltere 56,3 59,1 34 39 24 27 40 45
İran 39,1 63 20 38 12 20 20 27
İrlanda 3,4 3,7 2 2 1 2 28 34
İspanya 37,4 39,4 23 27 14 17 28 37
Kaynak: World Bank, World Development Report 2000/2001,ss 278-279

Tablodaki ülkelerden kadın işgücü oranının en yüksek olduğu ülke %49 ile
Rusya’dır. Bu demektir ki, Rusya’da toplam işgücünde kadınlarla erkekler eşite yakın
oranda yer almaktadır. Bunu sırasıyla Bulgaristan(%48), Finlandiya(%48), İsveç(%48)
izlemektedir. Toplam işgücü içerisinde kadın işgücü oranının en düşük olduğu ülke ise
%15 ile Suudi Arabistan’dır. Ancak bu ülkede 1980’den 1999’a kadar ki yirmi yılda kadın
işgücü oranında %100’e yakın bir artış gerçekleşmiş, yine de kadınların işgücündeki payı
çok düşük düzeylerde kalmıştır. Bu ülkeyi sırayla İran(%27), Pakistan(%28),
İrlanda(%34), İspanya(%37) ve Türkiye (%37) izlemektedir.
Kadınların işgücüne katılımı dünya genelinde yıllar itibariyle artan bir seyir
izlemektedir. 1975 yılında çalışan kadın sayısının toplam işgücüne oranı 1/3 iken 1985’te
1/2’ye yaklaşmıştır. Her yıl ortalama on milyon kadın çalışan nüfusa katılmakta ve bu
katılım bu şekilde devam ederse yüzyılın sonuna doğru yılda on üç milyona ulaşacağı
tahmin edilmektedir. 1998-1999 yılında ABD, İsveç, İngiltere, İtalya ve İrlanda’yı
kapsayan araştırmada, işgücündeki artış oranının %80-%100 arasında değişen oranlarda

49
kadın çalışanlara ait olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Dünya genelinde yapılan araştırmalardan biri de son 33 yılda çalışan kadın oranının
%18 arttığını, erkeklerin oranının ise %5 azaldığını ortaya koymuştur.67 Bu araştırmalar ve
ortaya konan tablodan da anlaşılacağı gibi kadınların işgücüne katılımı sürekli artmakta ve
toplam nüfusta yaklaşık eşit dağılım gösteren kadın ve erkek oranı çalışma yaşamında da
eşitliğe doğru yaklaşmaktadır.
1980 yılında dünyada toplam işgücü iki milyar otuz beş milyon ve 15-16 yaş toplam
nüfusu ise iki milyar beş yüz doksan beş milyon iken, 1999 yılında toplam işgücü miktarı
sekiz yüz elli milyon beş yüz elli yedi bin ve 15-64 yaş nüfus ise bir milyar yüz altmış altı
milyon artmıştır. Yirmi yıllık süreçte dünyada 15-64 yaş nüfus %44, toplam işgücü ise %42
artmıştır. Bu sürede kadınların toplam işgücündeki oranı ise ancak %39’dan %41’e
yükselmiştir, yani %3’lük bir artış gerçekleşmiştir.
Tablodaki ülkelerden, dünyadaki kadın işgücünün toplam işgücüne oranı olan
%41’in üzerindeki ülkeler Rusya, Bulgaristan, Finlandiya, İsveç, Danimarka; Kanada,
Norveç, ABD, Çin, Fransa, İngiltere, Romanya, Avusturalya, Almanya, iken Suudi
Arabistan, İran, Pakistan, İrlanda, İspanya, Türkiye, İtalya, Avusturya, İsviçre, Hollanda da
kadınların toplam işgücündeki oranları dünya ortalamasını altındadır. Belçika, İsrail,
Japonya’da ise kadın işgücü ortalaması dünya ortalamasına eşittir.
Rusya, Bulgaristan, Çin gibi ülkelerde kadın işgücü oranının yüksekliliğinin
ülkelerdeki siyasal rejimlerden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Zira bu ülkelerde kadınların
çalışma yaşamında erkekler gibi her alanda istihdam edildikleri geçmişten beri devam eden
bir uygulamadır. Yine Suudi Arabistan, İran ve Pakistan gibi ülkelerde kadın işgücü
oranının düşüklüğü de ülkelerindeki mevcut siyasi rejimin kadına bakışına dayanmaktadır.
Bu ülkelerde kadınlar özellikle çalışma yaşamı ve kamu alanı dışında, girişimcilikten uzak
bir yaşam sürdürmek zorunda olduklarından doğal olarak işgücü oranı da düşük
kalmaktadır.
Kadınların dünya genelinde yoksullaşması, onların istihdamda yer alma biçimleri
ve işgücü piyasasındaki engellerle doğrudan ilgilidir. Yoksulluk oranının kadınlar arasında
yüksek olması, gelişmek olan ülkelerde çalışan kadınların düşük ücretli, düzensiz, tehlikeli

67
Melek Onaran Yüksel, Türk İş Hukukunda Kadın Erkek Eşitliği, Beta Yayını, İstanbul, 2000,

50
işlerde yoğunlaşması ve iş ve sosyal güvenlik kanunlarının kadınları korumada etkin
olmamasına bağlıdır. Gelişmekte olan ülkelerde toplam işgücü içindeki kadın payı
yükselmektedir, ancak hala gelişmiş ülkelerdeki kadınların oranından düşüktür. 1990
yılında OECD ülkeleri içinde gelişmiş ülkelerde işgücünde kadın oranı %60 iken,
gelişmekte olan ülkelerde ancak %31 düzeyinde kalmıştır. 1970-1990 dönemine ilişkin 20
yılda kadınların işgücündeki oranı Kuzey Afrika, Batı Asya ve Latin Amerika bölgesinde
yükselirken, diğer bölgelerde az da olsa azalma göstermiştir.68

2.2.1 Ekonomik Faaliyete Katılım Bakımından Kadın İstihdamı

Tablo 2.2’de seçilmiş bazı ülkelerde 1999 yılı itibariyle kişi başına yurt içi gelir ve
ekonomik faaliyete katılım oranları arasında doğrudan bir ilişki olmadığı görülmektedir.
Özbekistan, Bulgaristan, Romanya, Azerbaycan gibi eski Doğu Bloku ülkelerinde
geçmişten beri kadınlar ülkede uygulanan sistem gereği ekonomik faaliyete
katıldıklarından, kadınların ekonomik faaliyete katılım oranları yüksek olmasına rağmen
kişi başına gelir düşüktür. Bunun yanında petrol zengini Suudi Arabistan, Birleşik Arap
Emirlikleri gibi ülkelerde kadınların ekonomik faaliyete katılım oranları düşük, ancak kişi
başına gelirleri yüksektir.
Tablo 2.2’deki ülkelerden erkeklerde ekonomik faaliyete katılım oranının en
yüksek olduğu ülkeler Birleşik Arap Emirlikleri (%92), Danimarka (%83), İsveç (%80),
iken en düşük olduğu ülkeler ise Cezayir (%47), Azerbaycan ( %50 ) ve Bulgaristan
(%52)‘dır. Kadınların ekonomik faaliyete katılım oranının yüksek olduğu ülkeler İsveç
(%76), Danimarka (%73), Özbekistan (%6 ), ABD (%60) ve Kanada (%70) iken, Düşük
olduğu ülkelerin Cezayir (%7) Suudi Arabistan (%7), İran (%11) ve Ürdün (%13) olduğu
görülmektedir.

s.7
68
ILO, Gender, Poverty and Employment, Geneva, 1995, s.10

51
Tablo2.2: Seçilmiş Bazı Ülkelerde Kadınların Ekonomik Faaliyete Katılım Oranı
Kişi Başına Düşen Milli Ekonomik Faaliyete
ÜLKE ERKEK KADIN
Gelir Katılım (Yıl)
A.B.D. 32.778 2.000 75 60
ALMANYA 25.749 2.000 67 48
AZERBEYCAN 513 2.000 50 43
BAHREYN 9.369 1.999 65 19
BELÇİKA 24.277 2.000 62 43
BAE 19.700 1.995 92 31
BULGARİSTAN 1.543 2.000 52 43
CEZAİR 1.726 2.000 47 7
DANİMARKA 32.853 1.998 83 73
FRANSA 24.267 2.000 62 48
İNGİLTERE 24.323 2.000 72 55
İRAN 3.445 1.999 75 11
İSPANYA 14.939 2.000 64 40
İSRAİL 17.564 2.000 61 48
İSVEÇ 26.968 2.000 80 76
İSVİÇRE 36.031 2.000 78 58
JAPONYA 34.276 2.000 76 49
KANADA 20.822 2.000 73 60
MISIR 1.307 1.999 74 20
ÖZBEKİSTAN 682 1.989 75 61
ROMANYA 1.392 2.000 71 56
SURİYE 2.525 2.000 80 21
SUUDİ ARABİSTAN 7.095 1.986 79 7
TÜRKİYE 2.813 1.999 74 31
ÜRDÜN 1.576 1.993 73 13
YENİ ZELLENDA 14.754 2.000 72 56
YUNANİSTAN 11.811 2.000 62 39
Kaynak: (Çevrimiçi)http://un.org./depts/social/inc-eco,htm,05.01.2003

Danimarka ve İsveç’te hem kadınların hem de erkeklerin ekonomik faaliyete


katılım oranının yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Buna karşılık erkeklerin yoğun olarak
ekonomik faaliyete yer aldığı Birleşik Arap Emirlikleri ve Suriye’de kadınlar için aynı
şeyleri söylemek mümkün değildir.
2000 yılında AB’de, istihdamdaki toplam insan sayısı bakımından üç ülkenin payı
(Almanya, Fransa, İtalya) %50’den fazladır(80.6 milyon). Geriye kalan 12 üye ülkenin
toplamı, bu üç ülkedeki istihdamdan daha da azdır. Kadın ve erkek toplam istihdam
oranına göre istihdam oranı en yüksek olan ülkeler sırasıyla; Danimarka (%76,4), Hollanda
(%72,9), İngiltere (%71,2) ve İsveç (%71,1) ve kadınların istihdam oranına göre ise;

52
Danimarka (%72,1), İsveç(%69,7), Finlandiya (%65,2) ve İngiltere (%64,5) olduğu
görülmektedir. Avrupa Birliğinde kadınlar, 25-49 yaş arası dönemde daha fazla istihdamda
yer almaktadır. Bu yaş grubunda çalışan kadınların oranı, AB ülke ortalamasına göre % 68
gibi yüksek bir değerdir. 25 yaşın altında ve 49 yaşın üzerindeki kadınlarda çalışanların
oranı daha düşüktür. 69

2.2.2.Kadın İstihdamının Artması

Sanayileşmeyle birlikte devletin işgücü piyasasına müdahale süreci başlamıştır. 2.


Dünya savaşı sonrası dönemde sendikaların güç kazanmasıyla birlikte, hükümetlerin
benimsedikleri ve uyguladıkları ekonomik ve sosyal politikalarla, toplu pazarlık sisteminin
sonuçları arasında uyumun sağlanması için, devlet iş piyasasına aktif olarak müdahale
etmeye başlamıştır. 1960’lı ve 1970’li yıllara kadar geçen dönem içinde devlet, ulusal,
sosyal ve ekonomik çıkarları korumak amacıyla işçi işveren ilişkilerine tek taraflı
müdahalelerde bulunmuştur. 1960’ların ikinci yarısında artan enflasyonist baskılar ve 1973
yılındaki ilk petrol krizi, sanayileşmiş ülkelerin çoğunda, savaş sonrası uygulanan endüstri
ilişkileri modelinin zayıflamasına yol açmıştır. Ücret artışları ile verimlilik artışları
arasındaki paralellik bozulmaya, verimlilik düşmeye enflasyon ve işsizlik oranları artmaya
ve Taylorist-Fordist yoğun üretim sistemleri yenilikçi karakterlerini kaybetmeye
başlamıştır. Bu nedenle devletin iş piyasasıyla ilgili stratejileri yasal düzenlemeler ve toplu
pazarlık gibi konulardan, verimlilik ve işsizlik gibi temel sorunlarla ilgili makro alanlara
kaymaya başlamıştır. İlk ciddi işsizlik sorunu ile 1970’li yıllarda karşılaşılmıştır70.
Dünyada 1970’lerden itibaren uygulamaya konulan istikrar politikaları, piyasa
ekonomisini ön plana çıkarmak, iç ve dış rekabeti teşvik etmek ve fiyatların düşmesine,
bazı firmaların piyasadan çekilmesine ve yeni firmaların piyasalara girmesine yol açmıştır.
Bu çerçevede, artan iç ve dış rekabete paralel olarak sendikasızlaştırma hareketleri
kuvvetlenmiştir. Bu gelişmeleri 1980’ler boyunca işsizlik oranlarındaki artışların izlemesi,
sendikaların toplu pazarlıkta istihdam güvencesini ön plana çıkarıp ücret artışları ve diğer

69
Insee, Les Femmes, Insee, Paris, 1995, s.117
70
Lönnroth, J, ‘Global Employment Issues in The Year 2000’; Monthly Labour Review, Vol.11 No:9,

53
çalışma şartlarından taviz vermesine yol açmıştır. ABD’de sendikalar istihdam güvencesini
sağlamak uğruna, ücret artışlarında, fedakarlık yapmayı, hatta ücret indirimlerini bile kabul
etmişlerdir71.
1980’li yıllar tüm dünya ülkeleri gibi OECD üyesi ülkeler için de gerek ekonomik
durum gerekse işgücü piyasaları açısından zor geçmiştir. Bu dönemde makro ekonomik
politikaların tüm sorunları çözemeyeceği anlaşılmış, hükümetlerin bilinçlenmesi sonucu
mikro ekonomik politikalara ve yapısal düzenlemelere büyük önem vermeleri kamu
yönetiminde yeni yaklaşımlar getirmeleri işgücü piyasaları için olumlu olmuştur72. Böylece
işbirliği, makro alandan mikro alana kayma göstermiş, devlet mümkün olduğu ölçüde
müdahalesini azaltarak, iş piyasasının düzenlenmesini işçi-işveren taraflarına bırakmıştır.
1990’larda ekonomideki değişmeler sadece sosyalist ülkelerde değil ABD’nde de
yaşandı. 1998 yılında toplam 138 milyonluk bir işgücüne sahip olan ABD’nde işgücüne
katılımda erkeklerin oranı %71,6, kadınları oranı ise %57,1 olmuştur. Ancak arasındaki
fark gittikçe azalma yönündedir. İstihdamda yer alan kadınların dağılımına baktığımızda;
zenci kadınların %62,8’i, beyazların %59,4’ü ve Latin Amerikalı kadınların %55,6’sı
istihdama katılmaktadır.
1900 yılında ABD’nde tarımda çalışanların oranı %40 iken 2000 yılında bu oran
%2’ye düşmüştür. 1950’den sonra bir beyaz yakalı devrimi yaşanmış ve pek çok çalışanı
hizmet sektörüne çekmiştir. 2000 yılında yeni işlerin %90’ı hizmet sektöründe ve iş
gücünün de %70’i bu sektörde istihdam edilmiştir. 1950’de sanayi ve hizmet sektöründe
çalışanların oranı eşit iken (%42), 50 yıllık süreçte sanayide istihdamın oranı azalma,
hizmet sektöründe çalışanların oranı ise artış göstermiştir73.
ABD’nde kadınların istihdamda yer almalarının bu şekilde düzenli bir gelişme
göstermesinin gerisinde bu alanda yapılan yasal düzenlemelerin etkisi olmuştur. 1963
yılında çıkartılan Eşit Ücret Yasası (Egual Pay Act.), 1964’de çıkartılan Yurttaş Hakları
Yasası ( Civik Right Act ) bu konudaki ilk yasal düzenlemelerdir. Yasalardaki hükümlerin
uygulanmasında da İstihdamda Fırsat Eşitliği Komisyonu (EEOC) yetkili kılınmıştır.

September 1994, s.7.


71
Aykaç, M.Globalleşen Dünyada İşgücü Piyasaları, Çerçeve, Mayıs-Temmuz 1995,s.31
72
Garonna, P,’Değişen bir Toplumda Kadınların İstihdam İmkanlarının Geliştirilmesi’, Değişen Bir
Toplumda Kadınların İstihdamı Konferansı; İİBK; Ankara, 1990, s.9
73
J.Joohn Macionis, Society: The Basics, Prentice Hall, NJ 2000, s.281,282

54
Ayrıca devletin işgücü piyasasına ve istihdam yapısına müdahale etmesi anlamına gelen ‘
Olumlu Eylem Programları (Affirmative Action )’ ile istihdamda kadın aleyhine olan
eşitsizliği kadının bireysel sorunu olmaktan çıkarıp toplumsal düzeyde ele almıştır74.
Avrupa Birliği ülkelerinde kadın çalışanları korumaya, ayrımcılığı yasaklamaya,
fırsat ve davranış eşitliğini sağlamaya yönelik çalışmalar Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun
kuruluş tarihinden beri devam etmektedir. Bu amaçla pek çok yönerge yayınlanmış ve
karar alınmıştır. Birlik üyesi ülkelerde kadın işgücünün istihdam olanaklarının artması ve
işgücüne katılımlarının özendirilmesi amaçlanmaktadır.
Kadın ve erkeklere eşit davranılması AB sosyal politikasının temel amaçlarından
biridir. Bu nedenle üye ülkelerle ve sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte çalışmalar yürüten
AB Komisyonu, cinsiyetler arası eşitliği bir insan hakları, sosyal adalet ve demokratik
temel sorunu olarak görmektedir. AB fırsat eşitliğini ve istihdamı birbirine bağlamıştır.
Kadınlara yeterince istihdam yaratmayan bir Avrupa’da kadınlara iş bulmanın olanaksız
olduğunu bilen Birlik, üye devletlerin Avrupa’da rekabetçi bir emek piyasası
oluşturmalarını desteklemek amacıyla bir ‘Avrupa İstihdam Stratejisi ‘ belirlenmiştir.
Bu gelişmelere rağmen hala yüksek oranlı işsizlik hemen bütün üye devletlerin
önemli sorunudur. Her on AB vatandaşından biri iş aramasına rağmen bulamamaktadır.
AB’nde İstihdam oranı %61’dir, yani ABD ve Japonya’nın on puan altındadır. Bu genel
olumsuzluktan en çok yine bazı gruplar etkilenmektedir. Avrupa’da kadınlar arasında
istihdam oranı, erkeklere göre %20 daha düşüktür. Özürlülerin durumu daha kötüdür.
Bundan dolayı AB’nin hedefi AB’nde daha fazla iş yaratılmasını sağlamanın yanında,
nüfus grupları içindeki bu farklılığı ortadan kaldırmaktır75.

74
Yüksel,Melek Onaran,Türk İş Hukukunda Kadın Erkek Eşitsizliği, Beta Yayın,İstanbul, 2000,s.19-20
75
Çevrimiçi) http://www.aegee-kayseri.org/bulletink.3.htm,14.04.2003

55
2.3. Kadınların Çalışma Yaşamını Etkileyen Güncel Sorunlar

2.3.1. Yapısal Uyum Politikalarının Kadınlar Üzerinde Etkisi

Küreselleşme bir yandan uluslararasılaşma ve bütünleşmeyi, öte yandan yeniden


yapılanmayı ifade eder. Yeniden yapılanma sermaye, ürün ve işgücü piyasalarında
gerçekleşen bir süreçtir. Dünya ekonomisinde yeniden yapılanmaya duyulan gereksinimin
nedeni, 1970’li yıllarda dünyanın pek çok ülkesinde yaşanan ekonomik bunalımdır. Bu
amaçla hazırlanan ekonomik uyum politikalarının uygulandığı ülkelerde kaynakların
kullanımına yönelik kısa döneme odaklanmış programlardır. Yoksullar, kadınlar ve
çocuklar bu politikaların olumsuz etkilerini en çok yaşayan kesimlerdir. Türkiye’de yapısal
uyum politikaları, 1980’lerin hemen başında dünyada ilk gündeme geldiği tarihte yer
almıştır.76
1980 sonrası uluslararası iş bölümü yeniden şekillenirken ve gelişmiş ülkelerdeki
kadın işçiler imalat sanayindeki işlerini kaybederken, hizmet sektörünün büyümesiyle yeni
iş olanaklarına kavuşmuşlardır. Kadınları yoğun olarak çalıştıkları sağlık, sosyal hizmetler
ve eğitim alanlarında, ikinci sırada da turizm alanında artan iş olanakları, imalat sektöründe
kayba uğrayan kadınların bu kayıplarını telafi etmelerini sağlamıştır. Gelişmekte olan
ülkelerdeki kadınlar ise, uluslararası iş bölümünün gelişmiş ülke kadınlarının elinden alıp
kendilerine verdiği imalat sanayi işyerlerinde yoğunlaşmışlardır. Bu ilk başta kadınların
lehine gözükse de, iki süreçten dolayı onlara fazla yarar sağlamamıştır. Bu süreçlerden ilki
piyasalardaki kuralsızlaşma, diğeri de emek kullanımının esnekleşmesidir.77
1980’lerde uygulanan yapısal uyum programlarının hem yeterince istihdam olanağı
yaratılmamasına, hem de işsiz kalan kesimlerin ortaya çıkmasına neden olduğu ve böylece
zaten var olan enformel sektörün büyümesine yol açtığı bilinmektedir.78
Kadınların enformal sektördeki iş gücüne katılımları, dünya genelinde, formal
sektöre katılımlarından yüksektir ve hem kentsel hem de kırsal alanda artma eğilimi devam
etmektedir. Kadınları enformal sektörde yer alışları ya ev dışı ya da ev içi mekanlarda olur.

76
Insee, 1995,ss.122-123
77
a.g.e., s.124

56
Ev dışında çalıştıkları yerler genellikle parça birleştirmesi yapılan, koruyucu yasaların ve
ücretlerle ilgili düzenlemelerin geçerli olmadığı iş yerleridir. Ev dışında ikinci önemli alan,
evde hizmetçilik, çocuk bakıcılığı ve iş yerlerinin temizliğidir. Evde çalışan kadınlar,
üretici firmaların ürünlerini ya da ürün parçalarını evlerinde üreterek, bir yandan enformal
sektörün gelişmesine, bir yandan da varlığını sürdürmesine hizmet etmektedirler. Pazarın
dalgalanmaları karşısında üretici firmalar, evlerinde çalışan ve çoğu kadın olan esnek bir
işgücü ordusuna sahip olmakla kendilerini bu dalgalanmalardan korurlar.79
Küreselleşme daha açık ekonomi, serbest ticaret, finansal akışkanlık, özelleştirmeyi
ön gören politika değişmeleri ve özellikle sosyal hizmetlerdeki kamu harcamalarında
daralmalar ile sonuçlanmıştır. Büyüyen küresel ekonominin yarattığı faydalar ülkeler
arasında eşit olarak dağılmayıp, daha derin ekonomik farklılıklara, yoksulluğun
kadınlaşmasına, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin artmasına, enformal sektörün büyümesine
ve çalışma koşullarının bozulmasına neden olmuştur. Bazı ülkelerde kadınları işgücüne
katılım oranlarında artış olmuşsa da, daha genel olarak gözlenen durum, ekonomik
politikaların uygulanmasının kadınların katılımını olumsuz etkilemesidir. Ayrıca, katılımın
arttığı durumlarda da ücretler, işte yükselme ve çalışma koşulları gibi konularda beklenen
olumlu değişmeler görülmemiştir.80
Dünyada özellikle 1980 sonrası dönemde global ekonomi şartlarının ağırlık
kazanması, gelişme yolunda olan ülkelerde ihracata yönelik sanayileşme stratejilerinin
takip edilmesi neticesinde firmalar rekabet baskısı altında işgücü maliyetlerini kısmak için
kadın işgücünden faydalanma yolunu seçmişler, bu ise genel olarak kadın işgücü oranının
aratmasına sebep olmuştur. Bazı araştırmacılar tarafından bu durum ‘işgücünün
kadınlaşması’ olarak yorumlanmıştır. Ülkemizde ise 1980 yılında başlayarak uygulamaya
konulan uluslar arası piyasalara entegrasyon politikaları sonucunda, ekonomimizin çeşitli
yönleriyle dışa açılmasına ve ihracatımızın önemli ölçüde artmasına rağmen, kadınları
istihdamı konusunda, benzer politikalar uygulayan ülkelerde izlenen dönüşüme paralel bir
süreç yaşanmadığı görülmektedir. Yapılan araştırmalar neticesinde Türkiye’de tarım-dışı
kadın işgücünde görülen artışın istihdamın kadınlaşmasına yol açacak ölçüde olmadığı

78
a.g.e., s.125
79
a.g.e., s.126
80
a.g.e., s.127

57
sonucuna ulaşılmıştır.81
Türkiye’de kadın işgücünün (tarım dışı) katılan oranının çok düşük olmasının en
önemli nedenlerinden birisi de, bir yandan temel değişken olan işin geliri ile ev ve çocuk
bakımı gideri arasındaki farkın ortalama olarak düşük kalması, diğer yandan da kadını
ücretli işe yöneltecek asgari farkın kültürel nedenlerle halen yüksek olmasıdır. Kuşkusuz
düşük eğitim düzeylerinde dışarıda kazanılacak ücret, ev işleri ve çocuk bakımı için
ödenecek ücreti karşılamaya ya ancak yetecek, ya da altında kalacaktır. Eğitim düzeyi
yükseldikçe kazanılan gelir ile masraf arasındaki fark lehte gelişeceğinden, katılım oranı da
artma eğiliminde olacaktır.

2.3.2.Küresel İşsizliğin Kadınlar Üzerine Etkisi

Yapısal uyum politikaları, özellikle düşük gelirli kentli ailelerin satın alma
güçlerinde zayıflamaya neden olmakta, hanece yaşanan ekonomik baskı da, daha önce
çalışmamış hane üyelerini ev dışında iş aramaya yöneltmektedir. Ancak sunulan kadın
emeğinin özellikleri, bu emeği talep edecek işgücü pazarına uygun olmadığında veya
çalışmak isteyen kadınlar bu pazarın öne sürdüğü çalışma koşullarını kabul
edemediklerinde, işsizlik durumunu yaşamaktadırlar.
Kentli kadınların işsizlik oranları daima erkeklerden daha yüksek ve çoğu zaman
erkeklerin iki katı veya daha fazla olmuştur. Kırsal alanlarda kadınların işsizlik oranlarının
erkeklerin işsizlik oranlarının gerisinde kalmasının nedeni ise, ücretsiz aile işçisi olan ve
aslında gelir getirici bir işte çalışmayan kadın nüfusun da işgücü istatistiklerinde, istihdam
edilenler arasında yer almaktadır. Kırsal kesimdeki bu durum, Türkiye’de genelindeki kadın
işsiz oranlarını da etkilemektedir. Kadın işsizliği için ikinci boyut, işsizliğin en yoğun
olarak genç kadınlar arasında görülmesidir.
Ülkemizde işgücüne katılma oranı 2001 yılı Nisan ayı itibariyle %46.4
düzeyindedir. İşgücüne katılma oranı erkeklerde %70.4, kadınlarda %22.8 dolayındadır.
İstihdamdaki artışta en önemli pay hizmetler sektörü olmuş ve hizmetler sektöründe

81
Cem Kılıç, Türkiye’de Kadın İşgücüne Katılım Oranları ve Gelişen Sanayi Merkezleri Açısından
Görünüm, http://www.dicle.edu.tr/khuka/10.htm 2001.s.2

58
istihdam edilenlerin toplam istihdam içindeki payı %43.2 düzeyine ulaşmıştır. Sanayi
sektörünün toplam istihdam içindeki payı %18.9 düzeyindedir. Sanayi sektörü kayıtlı
istihdam açısında en önemli sektör niteliğindedir. İşsizlik oranı hane halkı işgücü
anketlerine göre 2001 yılı Nisan ayı itibariyle %8.6’dır.
İşsizlik ve eksik istihdam nedeniyle atıl işgücü oranı yıl itibariyle %14.6 düzeyinde
gerçekleşirken kentsel işsizlik oranı %10.8, kırsal kesimde işsizlik oranı %5.6 olmuştur.
Kentsel kesimde eksik istihdam oranı %5.9 olurken, bu oran kırsal kesimde %6.2 olarak
gerçekleşmiştir. Atıl işgücü oranı kentsel kesimde %14.1 iken, kırsal kesimde bu oran
%10.2 olmuştur. Toplam işgücü içerisinde ücretli ve yevmiyelerin payı %50.4
düzeyindedir. Bu oran kentsel kesimde %72.7, kırsal kesimde %21.3 düzeyindedir.
Kentlerde kadın ve erkek işsizler arasındaki önemli bir fark da ilk kez iş arama ile
ilgilidir. DİE Hane halkı İşgücü Anketi 1999 yılı sonuçlarına göre işsiz kadınların %56’sı
ilk kez iş arayanlardan oluşmaktadır. Diğer bir konuda kadınların iş ararken geçirdikleri
süre de erkeklerden uzundur. İşgücü piyasasının özelliği ve erkeklerden farklı muamele
buna neden olarak gösterilebilir. Ayrıca erkeklere göre daha yüksek işsizlik oranlarının
olması ve onlardan da uzun süre işsiz kalmaları, sadece eğitim düzeylerinin
erkeklerinkinden düşük olması ile açıklanamayacak kadar karmaşık bir olgudur.4
Türkiye’de işsizlik oranı 2001 yılı itibariyle %8.6 düzeyindedir. İşsizlik oranının
birçok ülkeye göre düşük olmasının nedenleri arsında öne çıkanlar; işgücüne katılma
oranının düşük olması, kırsal kesimin nüfusunun ve tarım sektöründe ücretsiz aile işçisi
olarak çalışanların gelişmiş ülkelere göre yüksek olması ile sosyal güvenceden yoksun
kişilerin yaşamlarını sürdürülebilmek için işin niteliğine ve ücrete bakmaksızın buldukları
işlerde düşük verimlilikte çalışmalarıdır. Türkiye’de işsizlik kentsel kesim ağırlıklıdır. 2001
yılı Nisan ayı itibariyle kentsel kesimde işsizlik oranı % 10.8 iken bu oran kırsal kesimde
%5.6’ya düşmektedir.
Türkiye’de işsizliğin cinsiyet ve eğitime göre baktığımızda daha ilginç bulgulara
erişmekteyiz. Kadın işgücünde işsizlik oranı Türkiye genelinde %8.3 olurken, bu oran
kentsel kesimde %16.3, kırsal kesimde ise %2.2 düzeyine düşmektedir. Oranın kent ve kır
arasında bu kadar büyük farklılık göstermesinin altında yine ücretsiz aile işçiliği
yatmaktadır. Eğitim durumuna göre işsizliğe baktığımızda eğitimli genç işsizlik oranı genel

59
işsizlik oranının çok üzerinde, %23.7, düzeyinde gerçekleşmektedir. Kentsel kesimde
eğitimli genç kadın işgücünün işsizlik oranı %26.7 düzeyinde iken, bu oran erkek
işgücünde %23.8 düzeyindedir. Kırsal kesimde çalışma alanının özelliği gereği eğitimli
genç işsiz oranı düşmekte ve %22 düzeyine inmektedir. Kırsal kesimde genç eğitimli kadın
işgücünün işsizlik oranı %27.2 dolayındadır.
Türkiye’de işsizliği azaltmaya yönelik politikalar arasında, eğitimin iş bulmada
olumlu katkılar sağlayacağı savunulmuştur. Fakat genç eğitimli işsiz kadınların oranı da
oldukça yüksektir. DİE’nin Nisan 1999 Hane Halkı İşgücü İstatistiklerine göre kentlerde
işsiz kadınların %44’ü lise ve lise dengi okullardan mezun olup iş arayan kadınlardır. Aynı
eğitim düzeyinde iş arayan erkeklerin oranı ise %24’dür.
Dünyada giderek artan işsizliği asgariye indirmek amacıyla sermaye, kadınları
tekrar eve döndürme politikalarını uygulamaya başmaktadır. Rusya’da Çalışma Bakanı ‘
ülkede binlerce erkek işsiz varken, niye kadınları istihdam edelim. Kadınlar evde oturup ev
işi yapsınlar.’ Derken, gerçekte işsizliğin ulaştığı korkunç boyutları kadınları eve
göndererek azaltma düşüncesindedir.82

2.3.3. Çalışma Yaşamında Cinsiyete Bağlı Ayrımcılık

İnsanların eşit haklara sahip olduğu konusundaki köklü değişikliklerle ilgili


tartışma ve mücadeleler ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve İngiltere’de
başlamıştır. Kadınların eşit haklara sahip olması ve kadınlara karşı ayrımcılık sorunu
azınlıkların hakları ile birlikte ele alınmıştır. Amerikan İç Savaşı sonrası kabul edilen 1776
tarihli Bağımsızlık Bildirgesinde “bütün insanların eşit yaratıldığı” hükmü ile ilk kez eşit
haklara sahip olma ilkesi bir belgede somutlaştırılmıştır. Fransız Devrimi de bir kadın
hakları devrimi değildir, ancak özel ve kamu hukuku alanında kadı ve erkeğin hukuksal ve
sosyal eşitliğinin sağlanmasında temel oluşturulmuştur. Devrimin gerçekleştirilmesindeki
en önemli etmenlerinden biri de eşitlik düşüncesiydi ve 1789 tarihli İnsan ve Yurttaşlık
Hakları Bildirgesinin temel taşlarından biri olmuştur. Buradan hareketle hukukta herkesin
eşit olduğu düşüncesi, hukuk terminolojisinden “ayrımcılık” ve “ayrıcalık” kavramlarının

82
Petrol-İş 1994, a.g.e., s.28

60
çıkarılması, kamu görevlerine girişte yetenek ve yeterlilik dışında başka bir kritere
uygulanmaması gibi önemli sonuçları sağlanmıştır.
Cinsiyete dayalı ayrımcılığın iki şekilde ortaya çıktığı görülmektedir: Bir kişinin bir
kadına, cinsiyeti nedeniyle bir erkeğe davranacağından daha olumsuz ya da daha az olumlu
davranması (dolaysız ayrımcılık) ve/veya biçimsel olarak eşitlikçi gözüken davranış veya
uygulamaların sonradan kadın üzerinde ayrımcı etkiler yaratması (dolaylı ayrımcılık).
Çalışma yaşamında dolaysız ayrımcılığa ilişkin pek çok örnekle karşılaşmaktadır. Kadın
çalışanların belli kadrolarda ve unvanlarda çalıştırmak üzere işe alınmamaları, terfi
ettirilmemeleri gibi. Dolaylı ayrımcılık bazen bir kişinin kendisinden bir şey isteyen bir
kadına, istenen şeyi vermeyi belli bir koşula bağlaması şekilde de ortaya çıkmaktadır. Buna
göre ileri sürülen koşulun şu özellikleri taşıması durumunda cinsiyete dayalı dolaylı
ayrımcılıktan söz edilebilir:5
a) Hem erkek, hem de kadınlara uygulanıyor veya uygulanacaksa,
b) Yerine getirebilecek kadınların oranı erkeklere göre daha az ise,
c) Yerine getirmemek, kadının zararına ise,
d) Koşulu öne süren kişi, koşulu, uyguladığı kişilerin cinsiyetinden bağımsız
olarak savunamıyorsa, bu durumda dolaylı söz konusudur.
Örneğin, bir işveren işe alacağı tüm personelin boylarının 1.75 metrenin üzerinde
olmasını koşul olarak ileri sürüyorsa, yukarıdaki dört özelliği taşıdığından dolayı ayrımcılık
yapıyor diyebiliriz. Ancak dördüncü kriter, işin yapılması için gerekli bir özellik ise,
cinsiyete dayalı ayrımcılıktan söz edilemez.83 Kadına karşı çalışma yaşamında ayrımcılığı
yaratan uygulamaların temelinde sosyo-kültürel nedenler bulunmaktadır. Bu tüm uluslar
için geçerli bir durumdur.
İngiltere’de cinsiyet ayrımcılığı kanunundan önce hazırlanan bir raporda (White
Paper Equality For Women), kadınların istihdamda karşılaştıkları yasal engellerin yanı sıra,
asıl eşitsizliklerin nedeninin de–facto engeller olduğu ve bunların dayanağının da gelenek,
göreneklerden kaynaklanan anlayışlar ve önyargılar olduğu belirtilmiştir.84
Çalışma yaşamında cinsiyete dayalı ayrımcılık temelinde şu alanlarda ortaya

83
a.g.e. , s.6
84
Yüksel, a.g.e., s.16

61
çıkmaktadır:85
a) Mesleklere yönlendirme
b) Personel alımı
c) İşyerlerindeki tutum, davranış ve yükselme
Geçmiş yıllarda “kadın işi” olarak görülen meslekler tüm dünyada sınırlı sayıda idi.
Bu durum ders kitaplarındaki örneklere kadar yansımıştır. Kadıların işgücüne katılımları
artmasına karşın, ders kitaplarında nadiren işgücüne dahil göstermekte, çoğunlukla evde
tanımlanmaktadır. 1972 yılında Amerika’da bu konuda bir araştırma yapan De Crow, ders
kitaplarını belli bir zaman periyodu içinde incelemiş ve erkeklerin 147 farklı türde meslekte
tasvir edilirken, kadınların sadece 26 farklı meslekte tanımlandığı ve bu 26 mesleğinde
kafeterya elemanı, hemşire, öğretmen, sekreterlik gibi geleneksel kadın işi sayılan
meslekler olduğu sonucuna varmıştır.86
İş yeri ayırımı kadınlara özgü bir takım basmakalıp yetenekler doğrultusunda
yapılmaktadır. Bunlar erkek ve kadın işi kavramlarının ayrımında önemli bir noktadır.
Kadınlar tarafından yapılan bir takım işler, ihtiyaçların yerine gelmesi, temizlik, çocukların
veya hastaların bakımı, yemek hazırlığı...vb. gibi kendi doğal yapılarında taşıdıkları
duygularla çevrelenmiştir. Genel olarak ele alındığında erkek işi kavramının altında beceri,
otorite ve teknoloji kavramları yatarken, kadın işleri daha az beceri isteyen ve servis amaçlı
olarak tanımlanmaktadır.
Bir iş “erkek işi” veya “kadın işi” olarak tanımlandığında geleneksel ifadelere,
mitolojik düşüncelere ve önyargılı fikirlere dayandırılarak desteklenmektedir. Kadınların
fiziksel gücü ve mekanik duyarlılığa sahip olmamaları onların birçok işe yatkın
olmadıklarını göstermekte; ayrıca kadınların karar verme, yönetim ve idari işlerde
sorumluluk alma isteklerinin az olması onları bu işlerden uzak tutmaktadır. Benzer bir
şekilde kadınlık içgüdülerini kullanabildikleri; sevgi, sabır, ve şefkat gösterdikleri birçok iş
kadınların olmuştur. Bir erkek patronun emrinde olan sekreter, bir kantinde yemek
hazırlayan bayan, sağlık alanında çalışan hemşire bahsedilen tüm bu doğal yeteneklere
sahip kadın mesleklerinde sadece birkaç örnek olarak gösterilebilir.87

85
KSSGM, Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık, s.7
86
KSSGM, Ders Kitaplarında Cinsiyetçilik, KSSGM Yayını, Ankara, s.36
87
Meryem Koray, “Çalışma Yaşamında Kadın Gerçekleri” Basisen Eğitim ve Kültür yayınları. 23, İzmir,

62
2.4. Kadın Çalışanlara Yönelik Uluslararası Düzenlemeler

Kadınların başlangıçtan beri, istihdamda eşit koşullarda ve oranlarda yer


almamaları nedeni ile erkeklerden ayrı olarak korunma gereksinimleri ortaya çıkmıştır.
Cinsiyet ayrımcılığını her alanda önlemek ve eşit çalışma koşullarıyla beraber, koruyucu
önlemler almak amacıyla, uluslar arası kuruluşlarda uzun zamandır düzenlemeler
yapmaktadırlar. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Uluslar Arası Çalışma Örgütü gibi
kuruluşların bu alanda pek çok düzenlemesi bulunmaktadır. BM Genel Kurulu tarafından
1979’da kabul edilip, 3 Eylül 1981’de yürürlüğe giren bu sözleşmeyi Türkiye 24 Temmuz
1985 tarihinde onaylamış ve 19 Ocak 1986’da yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, devletlerin
hem kadınlara karşı ayrımcılığı ortadan kaldırmak için somut adımlar atmakla yükümlü
kılmakta, hem de diğer bütün kişi, örgüt ya da kuruluşların kadınlara karşı ayrımcılık
yapmasını önlemekle görevlenmektedir. Sözleşme imzalayan devletleri bağlayıcıdır yani
devletler yasal sistemlerini sözleşme hükümleriyle bağlayıcı hale girmek zorundadırlar.
Türkiye’de başlangıçta Medeni Kanunun bazı hükümlerinden dolayı çekince koyduğu belli
maddelerdeki çekincelerini yeni Medeni Kanunun hazırlanması üzerine 1999 yılında
kaldırmıştır.

Madde 11-Taraf devletler, çalışma alanında kadınlara karşı ayrımcılığı kaldırmak


üzere kadınlara erkeklerle eşit temeli üzerinde özellikle;
Tüm insanların ayrılmaz bir hakkı olup çalışma hakkı,
• Çalışma konularında eşit seçme ölçütlerin uygulanması dahil, eşit çalışma
fırsatı hakkı,
• Meslek ve işini özgürce seçme hakkı, yükselme, iş güvenliği ve tüm hizmet
koşul ve olanaklarından yararlanma hakkı ve çıraklık, ileri meslek eğitimi ve
yineleyici eğitim dahil, meslek eğitimi alma ve yeniden eğitme hakkı,
• Toplumsal yardımlar dahil, eşit ücret hakkı ve eşdeğerde bir iş bakımından
olduğu gibi, işin niteliğinin değerlendirilmesi bakımından da eşit davranılma

1993, s.18

63
hakkı,
• Özellikle emeklilik, işsizlik, hastalık ,sakatlık, yaşlılık ve çalışma engelleri
durumunda toplumsal güvenlik hakkı ve aynı zamanda ücretli izin hakkı,
• Doğurganlığın korunması dahil, sağlığın korunması ve güvenli çalışma
koşulları hakkı, sağlamak üzere tüm uygun önlemleri alır.
Evlilik ve analık gerekçeleriyle kadınlara karşı ayrımcılığı önlemek ve kadınların
etkin çalışma haklarını sağlamak için;
• Gebelik veya analık izni gerekçesiyle işten çıkarmayı ya da işten çıkarma
bakımından medeni duruma göre ayrım gözetmeyi, yaptırımlara bağlamak
koşuluyla yasaklamak;
• Önceki işini, kıdemini ve sosyal haklarını yitirmeksizin ücretli veya benzeri
sosyal yardımlarla doğum izni vermek;
• Anne ve babaya aile yükümlülüklerini, iş sorumluluklarını ve sosyal yaşama
katılmayla bağdaştırabilme olanağı vermek üzere özellikle çocuk bakım
kolaylıklarının kurulması ve geliştirilmesi görülerek, gerekli destekleyici
sosyal hizmetler verilmesini özendirmek;
• Gebelik sırasında, zararlı olduğu bilinen iş türlerinde kadınlara özel koruma
sağlamak; üzere uygun önlemler alınır.

2.4.1. Birleşmiş Milletler Dünya Kadın Konferansları

Değişik ulusların oluşturduğu kadın hareketi gurubu, dünyanın dikkatini kadınların


sorunlarına çekmek amacıyla 1972’de BM’e başvurmuşlar ve 1975 yılının “Uluslar arası
Kadın Yılı” kabul edilmesini istemişlerdir. Bu başvuru BM Kadının Statüsü Komisyonu
tarafından kabul edilerek ve aynı yıl Meksika'da “Birinci Dünya Kadın Konferansı”
düzenlendi. Bu konferanstan sonra BM Genel Kurulu, 1975-1985 yıllarını “Kadın On Yılı”
olarak kabul etti. Amaç; eşitlik, kalkınma ve barış hedeflerine ulaşmaktı. İstihdam, sağlık
ve eğitim konuları Kadın On Yılının ana temalarıydı.
Kadın On Yılında yapılan çalışmaların değerlendirilmesi amacıyla 1980’de
Kopenhag’da “İkinci Dünya Kadın Konferansı” toplandı. Bu konferans, eşitliği sadece

64
yasal eşitlik değil, haklarda, sorumluluklarda eşitlik ve kalkınma faaliyetlerinde eşitlik
olarak yorumladı.6 Bu konferansta kadınların durumunun iyileştirilmesi amacıyla alınacak
önlemleri belirleyen “Hareket Planı” kabul edildi.88 Üçüncü Dünya Kadın Konferansı,
Kadın On Yılı’nın bittiği 1985 yılında Nairobi’de toplandı ve on yılın değerlendirilmesi
yapıldı. “İleriye Yönelik Stratejileri ortaya konuldu. Kadınların her düzeydeki karar alma
mekanizmalarına katılmalarının gereği belirtildi.89
Pekin’de 1995 yılında gerçekleştirilen Dördüncü Dünya Kadın Konferansı’na 189
ülke 17 bin delege katıldı ve “Pekin Bildirgesi ve Eylem Platformu” kabul edildi. Ülkeler
ilk defa bu toplantıda ulusal politikalarında yapacakları değişikliklere ilişkin olarak
bağlayıcı taahhütlerde bulundular.90
Ülkeler kadın çalışanlarla ilgili şu hedefleri gerçekleştirmeyi taahhüt etmişlerdir:
• Mesleki ayırım ve istihdama ilişkin her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması,
• Kadın istihdamının artırılması, çalışan kadınların korunması, istihdama
uygun çalışma koşullarına ve ekonomik kaynaklara ve ulaşabilirlikte dahil,
kadınların ekonomik haklarının ve bağımsızlığın yaygınlaştırılması,
• Kadınların ekonomik kapasitesinin artırılması ve ticari ağlarının
güçlendirilmesi,
• Kadınlar ve erkekler için çalışma ve aile sorumluluklarının uyumlu olmasının
yaygınlaştırılması,
• Kadın emeğinin görünür kılınması.91

Son olarak da 5-9 Haziran 2000 tarihinde New York’ta, Pekin Konferansından beş
yıl sonra BM Genel Kurulu Özel Oturumu yapıldı ve bu toplantı kısaca Pekin+5 adıyla
anılmaktadır. “Kadın 2000: Yirmi Birinci Yüz yıl İçin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği,
Kalkınma ve Barış” başlıklı toplantının sonuç belgesinde yer alan en önemli karar
kadınların iş yaşamındaki haklarına ilişkin ILO bildirgesi ilkelerinin hükümlerince
savunulması ve kadınların iş haklarıyla ilgili ILO sözleşmelerinin benimsemesidir.92

88
KSSGM, a.g.e. , s.1
89
New Ways, a.g.e. , ss.19-17
90
a.g.e. , ss.21-23
91
KSSGM, Ulusal Eylem Planı, KSSGM Yayını, Ankara, 1998, ss.36-39
92
New Ways, a.g.e. , s.9 ve 43

65
2.4.2. Avrupa Konseyi Tarafından Kabul Edilen Düzenlemeler

Avrupa’da II. Dünya Savaşı sonrası gerginliğinin ve çalışmanın yerini güven ve


işbirliğinin alması amacıyla 5 Mayıs 1949'da 10 ülke tarafından Avrupa Konseyi’ni
kuran anlaşma imzalanmıştır. Türkiye’de 1950’de Konseye katılmıştır ve bugün Konsey
41 üyeli bir olmuş haline gelmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Konseye üye ülkelerin
vatandaşlarının belirli insan hakları ve temel özgürlüklerini güvence altına almak
amacıyla 1950’de Roma’da imzalamış ve 1953’de yürürlüğe girmiştir. Sözleşmeyle
güvence altına alınan hakların uygulanmasını denetlemek amacıyla da 1954’de Avrupa
İnsan Hakları Komisyonu ve 1959’da da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kurulmuştur.
Türkiye tarafından da imzalanan bu sözleşmede ilke olarak ekonomik ve sosyal
haklar üzerinde durulmamış, daha çok medeni ve sosyal haklara yer verilmiştir.
Sözleşmenin 14. Maddesinde sözleşmeye getirilen hak ve özgürlüklerden yararlanmada
cinsiyet ayırımı yapılmayacağı hükmüne yer verilmiştir.7

2.4.3. Avrupa Sosyal Şartı

ASŞ, çalışma hakkı, uygun ücret ve çalışma ortamı, sendika üyeliği gibi hakları
güvence altına almaktadır. 1965’te yürürlüğe giren bu sözleşme, 1996’da gözden
geçirilmiş ve kadınların eşitliği ilkesi güçlendirilmiştir. Şartın uygulanmasıyla ilgili
olarak uluslararası denetim söz konusudur.93

2.4.4. Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmeleri

1919 yılında kurulan ve asıl olarak çalışma standartlarını evrensel düzeyde


belirleyen bir uzmanlık kuruluşu olan ILO, sözleşmelere ve tavsiye kararları yoluyla

66
bunu gerçekleştirmeye çalışır. Sözleşmeler onaylayan ülkeler açısından sözleşmeyi
uygulama ve o sözleşme çerçevesinde denetimi kabullenme yükümlülüklerini getirir.
Tavsiye kararları ise genellikle sözleşmelerde yer alan konulara ilişkin açıklayıcı
hükümler içerir. ILO, dünya genelinde sosyal gelişmeyi sağlamaya çalışmakta ve bu
alanda uluslar arası haksız rekabeti önlemektedir. Yaptığı bu zorlu işi başarmasının iki
nedeni bulunmaktadır. Birinci neden üye devletlerinin tutumlarını iki yıl boyunca
izlemesi, ikincisi ise sözleşmelerin görüşülmesi sırasında ve kabul edilirken işçi-işveren
ve hükümet temsilcilerinin bir arada bulunmalarıdır. Bu üçlü yapı ILO’yu diğer
uluslararası kuruluşlardan ayıran en önemli özelliktir.94
ILO’nun kadın çalışanlara yönelik düzenlemeleri yıllar itibariyle ilginç bir trend
göstermektedir. ILO, kuruluşunun ilk yıllarında ağır ve tehlikeli çalışma koşullarının
korunması ile hamilelik ve doğum süreçlerinde korunması için çalışırken, 1950 yıllarda
özellikle kadına karşı ayrımcılığın önlenmesi amaçlanmıştır. 1960’lı yılların ortalarından
sonra ise kadınların sosyal ve ekonomik gelişme sürecinde uygun çalışma koşullarında
istihdamına yönelik düzenlemeler yapılmaktadır.

2.4.5. Türkiye’nin Onayladığı ILO Sözleşmeleri

Türkiye 09.07.1932 tarihinde Birleşmiş Milletler’e üye olmakla doğrudan ILO’ya


da üye olmuştur. 1932 yılından bu güne kadar geçen sürede Türkiye tarafından 182
sözleşmeden 40 tanesi onaylanmıştır. Türkiye’nin ILO normlarını onaylama konusundaki
tutumu genelde ihtiyatlı olmuştur. Önce iç hukukta ILO normlarına uygun düzenlemeler
yapılmış, sonradan ILO sözleşmelerinin imzalanması tercih edilmiştir.8
Kadın çalışanları korumaya, ayrımcılığı yasaklamaya, fırsat eşitliği ve ücret eşitliği
sağlamaya yönelik ILO sözleşmelerinden çoğunu imzalayan Türkiye, bu alandaki
çalışmalarına devam etmektedir. ILO’nun yedi temel sözleşmesi içinde yer alan 100 sayılı
“Eşit Değerde İş İçin Eşit Ücret Sözleşmesi” ve 111 sayılı “İş ve Meslek Bakımından
Ayrım Hakkında Sözleşme” de onaylanan sözleşmelerindendir.95 Yine kadın çalışanlar için

93
(Çevrimiçi) http://avrupakonseyi.org.tr.03.04.2003
94
Metin Kulal, “Küreselleşme Karşısında UÇÖ”, İşveren Dergisi, Cilt:37, Sayı: 10, Temmuz 1999, s.24
95
Süral, a.g.e. ,s143

67
önemli bir sözleşme olan 158 sayılı “Hizmet İlişkisine İşveren Tarafından Son Verilmesi
Hakkında Sözleşme” 1994 yılında Türkiye tarafından onaylanarak iç hukuka dahil
edilmiştir.96
Ancak, yine konumuz açısından önem taşıyan 156 sayılı “Aile Sorumlulukları Olan
Kadın ve Erkek İşçilere Eşit Davranılması ve Eşit Fırsatlar Tanınması Hakkında
Sözleşme”, 103 sayılı “Kadının Doğum ve Doğum sonrası Çalışması Hakkında Sözleşme”
ve 89 sayılı “Kadınların Gece Çalışması” sözleşmeleri henüz Türkiye tarafından
onaylanmamıştır.97
Kadın – erkek eşitliği konusunun dinamik olması ve bu alanda yükselen değerlerin
mevcut ulusal ve uluslar arası düzenlemeleri zorlaması nedeniyle, bu alanda ILO
sözleşmeleri de güncelliğini yitirmekte (103 sayılı sözleşme gibi)ve revizyona tabi
tutulmaktadır. ILO, çalışan kadınlara yönelik düzenlemelerinde, kadın ve erkek çalışanlar
için fırsat ve davranış eşitliğinden, ailevi yükümlülüklerini eşit paylaşımından bahsetmekte,
çalışan kadınların korunmasını ise sadece hamilelik ve doğum hallerinde kabul etmektedir.
Bu gelişmeye paralel olarak Türkiye’deki iç hukuk normlarının da revizyona tabi tutarken
“çalışan kadının korunması” ve “fırsat ve davranış eşitliği” kavramlarının yerinde ve doğru
kullanılmasına özen göstermektedir.98

96
Yüksel, a.g.e. ,s.51
97
Süral, a.g.e. ,ss148,150 ve 157
98
Süral, a.g.e. , s.165

68
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE KADIN İSTİHDAMI VE KADINLARIN ÇALIŞMA


YAŞAMI

3.1. Türkiye’de Kadın İşgücünün İstihdamının Tarihsel Gelişimi

3.1.1. Cumhuriyetten Önceki Dönemde Kadın Çalışanlar

Bir tarım toplumu özelliği taşıyan Cumhuriyet öncesinde, kadınlar çoğunlukla


tarlada ve ev işlerinde ücretsiz istihdam edilen bir konumdaydı. Ülkede de sanayileşme
olmadığı gibi büyük ölçekli işlemlerde henüz bulunmamaktaydı. Kadının toplumsal statüsü,
1839 Tanzimat Fermanı ile resmi boyutta tartışılmaya ilk kez konu edilmiş, fermanla
birlikte kadınlara bazı haklar verilmiş ve kadınlarda konumlarını yavaş yavaş tartışmaya
başlamışlardır.
Kölelik uygulaması nedeniyle, kadınların kölelerin yaptıkları işleri yapmaları da
engelleniyordu. Köle ticareti ancak 1857 yılında kaldırıldı. Toplumda alt sınıflarda yer alan
kadınlarla köleler, zengin ailelerin evlerinde ücretle çalışıyorlardı. Köle olmayanlarda
ücretli çalışmaya yavaş yavaş yönlenmişlerdi. Sadece ev işlerinde değil, değişik iş
kollarında ücretli işçiliğe doğru bir geçiş yapmaya başladılar. 20. Yüzyılın başlarında
tekstille ilgili işlerde çalışanların yarısı kadındı. Yine 1897’de İstanbul Kibrit
Fabrikasındaki işçilerin de yarısını kadınlar oluşturuyordu.
Bu yeni dönemde kurulan kadın dernekleri, kadınlara evden çıkıp kamusal alana
girme olanağı yarattı. İlk kadın dernekleri toplumda ayrıcalıklı konumdaki kadınlarca
kuruldu. Özellikle gayrimüslimler bu konuda daha aktifti. Müslüman kadınların
önderliğinde bir araya gelmiş kadınlardan oluşan ilk dernek ise 1876’da Mithat Paşa’nın eşi
tarafından kuruldu.99
Ülkedeki sanayileşme çabalarının gelişmesi ile kadınların istihdamda yer almaları

99
Nicole Van Os, “Geçmişten Gelen Kaynaklar, Gelecek için Kaynaklar,” (Çeviren: Kaya Genç)

69
paralellik arz etmiş ve 1850’den sonra kadınlar özellikle tekstil işyerlerinde yoğun olarak
çalışmaya başlamışlardır. O yıllarda İzmir ve Uşak civarlarında çoğunluğu Avrupalılar
tarafından işletilen halı atölyeleri bulunmaktaydı ve bunların sadece bir tanesinde 300
tezgah kullanılmakta, bu tezgahlarda da 300 kadın işçi çalışmaktaydı.100
1880’lerde ise Uşak’ta 600 halı tezgahında toplam 3.000 ve 5.000 genç kız istihdam
edilmekteydi. 1900’lü yıllara gelindiğinde ise tezgah sayısı bir kat artarak 1200’e, tam
zamanlı çalışan kadın sayısı da 6.000’e ulaşmıştır. 1913’te Orta ve Batı Anadolu’da halı
imalatında toplam 60.000 kadın çalışmaktaydı.101
Ücretli olarak çalışmaya başlayan ve sayıları gittikçe artan kadın çalışanları,
Tanzimat’tan sonra Osmanlı İmparatorluğu’na yeni yeni girmeye başlayan ithal
makinelerin çıkarlarına zarar verdiklerini düşünerek eylemlerde de bulunmuşlardır. İlk
olarak 1839’da Slevne’de, 1851’de Samakof’ta mekanik aletlerin kullandığı işyerlerinde
zarar vermişlerdir. 1861 yılında da Bursa’da kadınlardan oluşan kalabalık bir işçi grubu,
dokuma fabrikasının eski bir mezarlık üzerine kurulduğunu bahane ederek, fabrikayı
basmışlar ve kendilerine rakip gördükleri makine ve tezgahları tahrip ederek, fabrikayı ataşe
vermişlerdir. 1908 yılında ise sayıları 1.500 civarında ki kadın eylemci Uşak’ta üç mekanik
ve buharlı yün eğirme fabrikasını basarak, depolardaki ham yün ve işlenmiş yün iplikler
yağmalanmış, makineler tahrip edilmiş ve bina ateşe verilmişti. Olaylar hızla yayılmış ve
Kütahya’dan gelen görevlilerin de müdahalesiyle ancak durdurabilmiştir.102
XIX. yüzyılda dünyada yaşayan hızlı değişimlerden Osmanlı toplumu da
etkileniyordu. Tanzimat Fermanı da bu etki ile ortaya çıkmıştı. 1908 Anayasası ile ilk kez
özgür bir siyasal ortama geçilmeye çalışıldı ve bu dönemde kadınlar da ekonomik ve sosyal
durumlarını iyileştirmek için isteklerini dile getirmeye başladılar. 1880’li yıllarda ilk kez
gazetelerde kadın köşelerine yer verildi, 1895’de de “Hanımlara Mahsus Gazete” isimli bir
dergi yayınlandı.103
Birinci Dünya Savaşı toplumsal yapıda zorunlu değişikliklere de yol açmıştır.

Toplumsal Tarih Dergisi, Mart 2002, Sayı: 99, ss. 7-8


100
Ömür Zühtü Altan, Kadın İşçiler ve Türkiye’de Kadın işçilerin 1475 Sayılı İş Kanunu İle
Korunması, Eskişehir İTİA Basım evi, Eskişehir 1980, s. 49
101
Yavuz Selim Karakışla, “Uşak’ta Kadın Halı İşçilerinin İsyanı (1908), Toplumsal Tarih Dergisi,
Sayı:99, ss. 54-56
102
a,g.e. ,ss. 54-56

70
Osmanlı Devletindeki müslüman kadınlar da farklı alanlarda çalışmaya başladılar. 1916
yılında Harbiye Nazırı Enver Paşa ve eşinin uğraşıyla “Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i
İslamiyesi” adıyla bir örgüt kuruldu. Müslüman kadınları değişik alanlarda daha fazla
istihdam sokmak amacıyla kurulan kuruluş, yoğun ilgiyle karşılaştı ve iki buçuk ayda on
dört bin kadın iş için başvurdu. Bir yıl içinde işe yerleştirilen kadın sayısı 8.860 kişiye
ulaştı.104
Cemiyete yapılan çok sayıdaki kadının iş talebini karşılayabilmek için şubelerde
açılmaya başlandı ve buralarda el işleri gibi fazla sermaye gerektirmeyen işlerde üretime
başlandı. Cemiyet, iş verdiği ya da işe yerleştirdiği her kadının ücretinden yüzde on beş
kesinti yapıyordu ve bu da önemli bir gelirdi. Bu kaynaklar, yeni iş alanları açmak ve savaş
nedeniyle kimsesiz kalan kadınlar için kalacakları yerler yapmak için kullanılıyordu.105
Tanzimat’la başlayan kadınların toplumsal yaşama daha fazla katılmasıyla beraber
çok sayıda kadın kuruluşu da ortaya çıktı. Bu kuruluşlar, çok değişik alanlarda kadına
hizmet sunmak ve güç birliği oluşturmak amacıyla kuruluyordu. 29 Kasım 1918’de Kuvay-ı
Milliye’nin düzenlediği Milli kongreye katılan 50 kuruluşun 16’sı değişik amaçlarla
kurulan kadın dernekleriydi.106
Birinci Dünya Savaşı, kadınları bir bakıma doğrudan çalışma yaşamına
yöneltmiştir. Erkeklerin savaş nedeniyle cepheye gitmeleriyle boşalan postane ve hastane
gibi yerlerdeki kamu görevlerine kadınlar girmişlerdi. Büyük şehirlerde kadınlar bu şekilde
istihdama girerken, Anadolu’da da “Amele Taburları” adıyla kurulan savaşçı birlikler
yoluyla istihdamda yer almışlardır. 1913 yılında ülkede var olan sanayi işletmelerinde
çalışanların %20’si kadın iken, 1915’te %30’a yükselmiştir.107
Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. Yüzyılından itibaren kadın çalışanların sayısında
önemli yükseliş başlamıştır. Örneğin; 1913 ve 1915 yıllarında yapılan Sanayi Sayımı
sonuçlarına göre; 1913 yılında gıda sanayiinde çalışan kadın oranı %31 iken, 1915’de %

103
Gürgün Say, Siyasal Değişimde Kadın Boyutlu, Kurtiş Matbaacılık, İstanbul 1998, s. 177
104
Ayşe Sevim, ‘Medeni Kanun Kabulüne Dek Türkiye’de Feminizmin Nabzı Atıyor’ Türk-iş Kadın İşçiler
Kurultayı. Petrol-iş. Sayı 96. Kasım 1995, s. 3
105
Yavuz Selim Karakışla, “Kadın İşçileri Evlendirme Kampanyası”, Tarih ve Toplum Dergisi, Sayı: 219,
Mart 2002, ss. 27-28
106
Sevim, a.g.e. , s. 4
107
Şenol Memişoğlu, “Cumhuriyet Döneminde Kadın Hakları”, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s.62

71
44’e yükselmiştir.108 Kadın işçi sayısının artmasında savaş dışında, kadın işçi ücretinin
düşüklüğü de etkili olmuştur. Tablo 3.1’de görüldüğü gibi, kadın işçilerin aldıkları ücretler
erkeklerin ücretlerinden oldukça azdı.

Tablo 3.1: 1915 Yılında Erkek ve Kadın Günlük Ücretleri


Sektör Erkek Kadın
Şekercilik 17-25 Kuruş 8-10 Kuruş
Konserve 25-30 Kuruş 8-10 Kuruş
Dokuma 10-13 Kuruş 4-6 Kuruş

Kaynak: Ahmet Makal, Osmanlı İmparatorluğu’nda Çalışma İlişkileri, İmge


Kitapevi

Sanayi sektöründeki bu büyük ücret farklılığı tarım kesiminde de yaşanmaktaydı.


Aşağıda bazı bölgelerde kadın ve erkek tarım işçi ücretleri gösterilmiştir. Tabloya göre, her
sektör ve her bölge için kadın işçi ücretlerinin, erkek işçi ücretlerinden oldukça düşük
olduğu anlaşılmaktadır.

Tablo 3.2: Tarım İşçi Gündelikleri (1913 Yılı)


Bölge Erkek İşçi Ücreti Kadın İşçi Ücreti
Aydın 12-16 Kuruş 5-8 Kuruş
Ankara 8-15 Kuruş 4-5 Kuruş
Kırşehir 7-8 Kuruş 3-3.5 Kuruş
Malatya 7 Kuruş 2 Kuruş
Diyarbakır 6-8 Kuruş 2.5 Kuruş
Urfa 5-10 Kuruş 2-3 Kuruş

Kaynak: Ahmet Makal, Osmanlı İmparatorluğu’nda Çalışma İlişkileri, İmge


Kitapevi

108
Altan, a.g.e. ,s.58

72
3.1.2. Cumhuriyet Döneminde Kadın İstihdamı

Her alanda köklü değişikliklerin yapıldığı ve yeni bir dönemin başladığı


Cumhuriyet dönemine geçişle birlikte, kadınlarla ilgili de pek çok yenilik getirilmiştir.
Çalışma yaşamının dışında ve kamusal alanda uzak kalmak zorunda kalan Türk Kadını için
cumhuriyetin ilanı bir dönüm noktası olmuştur.
Cumhuriyet ilan edilmeden önce, yeni devletin alt yapısını oluşturmak ve sorunları
belirlemek amacıyla, Atatürk tarafından 1923 yılında İzmir’de İktisat Kongresi
toplanmıştır. Toplumun her kesiminden temsilcilerin katıldığı bu kongreye kadın
çalışanları temsilen de, Hayriye, Elif, Emine, Şefika, Münire ve Nigar Hanımlar katılmıştır.
Savaş döneminden sonra ortaya çıkan ağır ekonomik koşullar ve yetişkin erkek işgücünün
azalması, kadınların doğrudan istihdama katılmasını zorunlu kılmış, dolaysıyla kadın işçi
sayısı da artmaya başlamıştır. Bu durum, toplanan İzmir İktisat Kongresi’ne de yansımış ve
kadın işçi temsilciler de bu önemden dolayı davet edilmiştir. Kongrede kadın işçilere
doğum öncesinde ve sonrasında 8 hafta ve ayda üç gün ücretli izin verilmesi için yasa
hazırlanması kararı alınmıştı. Bu karar da günün koşulları içinde düşünüldüğünde kadın
çalışanları korumaya yönelik önemli bir adımdı. Uygulanan ekonomik sistemin liberal
olarak nitelendirildiği ilk dönemlerde hızlı ekonomik kalkınmayı sağlayabilmek amacıyla
yerli sanayinin kurulması ve geliştirilmesi için özel kesime ayrıcalık verilmiştir. Ancak
1930’lardan sonra 1929 yılında yaşanan ekonomik bulanımın da etkisi ile devlet, doğrudan
yatırımcı olarak tekstil, çimento, madencilik, şeker sanayi gibi alanlara yönelmiş ve devletçi
bir ekonomi politikası izlenmiştir. İşçi sayısının dolayısıyla kadın işçi sayısının da
artmasına neden olan bu gelişmelerin yanı sıra hukuksal alanda da kadınlar lehine
düzenlemeler yapılmıştır.9
1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile tüm Türk çocukları için ilk öğrenim
zorunlu hale getirilmiş, böylece kadınların eğitiminde ilk ve önemli bir adım atılmıştır.
Daha sonraki yıllarda kızlar için açılan öğretmen, ebe, hemşire okulları ile kız sanat
enstitüleri kadınların bir meslek sahibi olmalarında etkili olmuştur. Yaşanan bu değişimler
sayesinde 1927 yılında sanayi sektöründe çalışan işçilerin yaklaşık ¼’ünü kadınların

73
oluşturduğu tahmin ediliyordu.109
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kadınlar, kendilerine sağlanan bu hakları bir
mücadele sonucu elde etmemişler, doğrudan yeni devletin amaçları doğrultusunda
kendilerine verilmiştir. Bu nedenle bu dönemde bir “devlet feminizm” politikası
uygulandığını söylemek de mümkündür.
Sosyal devlet kavramı da, Cumhuriyetle birlikte çağdaş anlamına kavuşmuştur.
Bunun ilk adımı da 1930 tarihli 1593 sayılı umumi hıfzısıhha Kanunudur.110 Bu kanun,
Türkiye’de devletin sosyal politika alanında kadın işçileri koruma amaçlı ilk
müdahalesidir.111 Kanun; kadın, çocuk ve genç işçilerin çalışma yaşı, süreleri, işin özelliği,
kadın ve çocuk işçilerin bedensel nitelikleri yönünden çalışma koşullarına ilişkin
düzenlemeler içermektedir. Devletin çalışma yaşamına kapsamlı olarak ilk müdahalesi ise
1936 yılında çıkarılan 3008 sayılı ilk iş Kanunu ile başlar.112
Cumhuriyetle birlikte başlayan sanayileşme ve kalkınma çabaları sürerken İkinci
Dünya Savaşı patlak verdi. Türkiye savaşa doğrudan katılmamıştı ama seferberlik nedeniyle
erkek çalışanları önemli bir bölümü orduya alınmıştı. Bundan dolayı iş gücünde bir azalma
olmuş ve bu eksiklik de kadın ve çocuklar istihdam edilerek giderilmeye çalışılmıştır. Tablo
3.3’de ücretliler içerisinde kadın ve çocuk çalışanların sayısında 1937’den 1943’e nasıl bir
değişim yaşandığı gösterilmiştir.113

Tablo3.3: Türkiye’de Ücretliler İçerisinde Çalışanların Dağılımı (1937-


1943)
İstatistik Konusu 1937(Sayı) 1937(%) 1943(Sayı) 1943(%)
Çocuk(12-18) 23.347 9% 51.871 19%
Kadın 50.131 19% 56.937 21%
Erkek 191.863 72% 166.275 60%
Toplam 265.341 100% 275.083 100%

Kaynak: Ahmet Makal, Türkiye’de Tek Partili Dönemde Çalışma İlişkileri 1920-

109
Altan, a.g.e., ss.68-69
110
Sakine Uygur, Kadın işçiler ve Sorunları, Türk-iş Yayını, Ankara 1999, s.8
111
Özkuzukıran, a.g.e., s.9
112
Altan, a.g.e., s.69
113
Ahmet Makal, Türkiye’de Tek Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1920-1946, İmge Kitapevi,
Ankara 1999, s.310

74
1946, İmge Kitabevi, Ankara 1999, s.310

1937 yılında ücretlilerin içerisinde erkeklerin oranı %72.11 iken 1943’de %60.45’e
gerilemiştir. Aynı dönemde toplam ücretlilerin sayısında bir azalma olmamış, tersine az da
olsa artış yaşanmıştır. Aradaki bu fark ise büyük ölçüde çocuk işgücünün ve kadın işgücünü
istihdam girmesiyle karşılanmıştır. Özellikle çocuk işgücünün payı %8.80’den %18.86’ya
yükselmiştir. Kadın çalışanların oranında ise yaklaşık %2’lik bir artış gözlenmektedir.
Bu yıllarda, Türkiye’de 1936 tarihli iş kanunu yürürlükteydi. Ancak çalışanlar
arasında aynı işi yapmalarına karşın ücret farklılıkları bulunuyordu. Kanuna göre işverenler,
işçilerin tabi olacakları hükümleri gösterir bir “dahili talimatname” hazırlamak zorundaydı.
Ücret farklılığını bu talimatnamelerde görmek mümkündür. Türkiye’de kibrit ve çakmak
tekeline sahip bir Amerikan firmasının dahili talimatnamesinde, 13-16 yaş arası çocuklar: 6
kuruş, 17-18 yaş arası gençler: 7 kuruş, 19 yaş ve üstü erkek işçiler:8 kuruş, 19 yaş ve üzeri
kadın işçiler:7 kuruş aldıkları belirtilmiştir.
1927 yılında yapılan nüfus sayımındaki sonuçlara göre, asıl mesleği tarımsal
faaliyet olan kadın oranı %96.2 iken, sanayiye ait işçilerde toplam kadın nüfusu ancak
%1.9’luk bölümünün çalıştığı anlaşılmaktadır.114
Tablo 3.4: Sayım Yıllarına İtibariyle Kadın Nüfusun Mesleklere Göre Dağılımı
Sanatlar Maden, İnşaat

Ev. İktisadiyat Şahsi


Nakliyade Muvaşala

Umumi Hiz. Serbest


Toprak Mahsülleri

Sanayi, Küçük
Sayım Yılı

Hizmetler
Ticaret

Meslek
Ziraat

1935 94.25 3.93 0.35 0.09 0.54 0.84


1940 92.95 1.52 0.21 0.05 0.38 0.16
1945 93.07 3.98 0.53 0.16 1.53 0.73
Kaynak: Emel Doğramacı, Türkiye’de Kadının Dünü ve Bugünü, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1997, s.116

114
Emel Doğramacı, Türkiye’de Kadın Dünü ve Bu Günün, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,

75
Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) tarafında yapılan sayım sonuçlarına göre, tablodaki
değerlere bakıldığında yine kadınların çok büyük bir bölümünün tarımla ilgili mesleklerde
çalıştıkları görülmektedir. Bu alanda çalışanların oranı 1927’de %96.2’den, 1965’de ancak
%94.18’e düşmüştür. Diğer mesleklerde çalışanların oranlarında da, otuz sekiz yıllık
süreçte fazla bir değişim yaşanmamıştır. Müteşebbis kadın sayısında 1950-1965 döneminde
%100 oranında bir artış olduğu görülmektedir. Sayıları çok azda olsa böyle bir gelişme,
kadınlar arasında girişimcilik kültürünün yavaş yavaş olduğunu göstermesi bakımından
önemlidir.

Tablo 3.5: Sayım Yıllarına İtibariyle Kadın Nüfusun Mesleklere Göre Dağılımı

Himetler Toplam
Ticaret Ormancı

Olmayan İşçiler
Teknik Eleman
Serbest Meslek

Kalifiye Tamir
Nakliye İmalat
Maden Ve Taş

Kalifiye İlgili
Sanatkar ve
Müteşebbis
Sayım Yılı

Çıkartma

1950 0.38 0.43 0.07 0.008 0.19 2.33 0.52 0.35


1955 0.55 0.49 0.12 0.012 0.037 2.16 0.32 0.48
1960 0.75 0.63 0.08 0.008 0.059 2.59 0.31 0.58
1965 1.21 0.89 0.10 0.010 0.070 2.78 0.14 0.62

Kaynak: Emel Doğramacı, Türkiye’de Kadının Dünü ve Bugünü, Türkiye İş


Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1997, s.116

Tarımda makineleşmenin yaygınlaşması 1950’li yıllardan itibaren köyden kente


göçü hızlandırmıştır. 1970’lere kadar sanayinin göreceli olarak büyümesi, kente göç eden
yeni iş gücünü emebiliyor ve yeni kentli kadınlara istihdam alanları yaratıyordu. Bu yıllarda
kentsel istihdamdaki kadın oranı her yıl ortalama %1.1 oranında büyümüştür. Ancak,
1980’lere gelindiğinde sanayileşme yavaşlamış ve kette oluşan işgücü, formel istihdam
kapasitesinden hızlı arttığı için formel işgücüne katılım oranı azalmaya başlamıştır.

Ankara 1997, s.116

76
Kente göçe gelen kadınların vasıfsız olmaları, onlara olan formel istihdamdaki
talebi azaltmış, çalışmak zorunda kalan kadınların önemli bir kısmı da kayıt dışı istihdama
yönelmiştir. Kayıt dışı istihdam miktarı da resmi istatistiklere yansımadığından kadınların
işgücüne katılım oranları daha da düşük çıkmaktadır.

3.1.3. 1980 Sonrası Dönemde Kadın İstihdamı

Kadınların Cumhuriyet yönetimi ile birlikte pek çok kazanımlar elde ettiği
Türkiye’de istihdam alanında aynı gelişmelerin yaşandığı söylenemez. Kadınların bu yarışa
çok gerilerden başlamış olması, erkeklerle aralarındaki mesafenin kapanmasını da
geciktirmektedir. Kadınların çalışma yaşamındaki durumlarına değişik kriterler açısından
bakıldığında farklılıklar daha net görülebilecektir.

3.1.3.1. Türkiye’de Kadın İşgücü ve İşgücüne Katılma Oranı

Türkiye’de son on beş yıl içerisinde toplam işgücü sayısında az da olsa bir artış
yaşanmıştır. Tablo 3.5’de görüldüğü gibi, 1989 yılında 19.391.000 olan toplam işgücü
miktarı, 2002 yılında 22.699.000’a yükselmiştir. Toplam işgücü, bu sürede yaklaşık
%17’lik bir artış göstermiştir. Aynı sürede erkek işgücü sayısı 2.866.000 artarken, kadın
işgücü sayısındaki artış ancak 442.000 olmuştur. Erkeklerde işgücüne dahil nüfus artışı
toplamdan da fazla artarak %21.2 olurken, kadınlarda artış ancak %7.5 düzeyinde kalmıştır.
Nüfusun yarısını oluşturan kadınların işgücü içindeki oranı hala ancak %28 gibi çok düşük
düzeydedir.
İşgücüne katıma oranı ise aynı dönemde toplam %57.5’den, %48.7’ye gerilemiştir.
İşgücü miktarı artarken işgücüne katılma oranı azalan bir seyir izlenmiştir. Özellikle 1999
yılından itibaren yaşanan ekonomik kriz ortamı bu azalışı hızlandırmıştır. Erkeklerde İKO
1988 yılında %81.2 gibi yüksek bir düzeyde iken 2002 yılında yaklaşık %10.7’lik bir
azalma ile %70.5’e gerilemiştir. Kadınlarda İKO da, %7.4’lük bir azalma ile, %34.3’ten
%26.9’a inmiştir. Çalışma çağında olmasına karşılık işgücüne katılmayanların büyük bir
bölümü ev kadınları ve öğrenciler olduğundan kadınların çalışma yaşamına katılma

77
eğilimleri İKO’ni önemli ölçüde etkilemektedir.10
İşgücüne Katılma Oranı’nın bu kadar düşük olması işgücü piyasasına ya aktif olarak
çalışan, ya da işsiz olarak katılmayan çok büyük bir kesimin olduğunu göstermektedir. 2002
yılı IV. Dönem işgücü anket sonuçlarına göre 15 yaş ve üzeri kadın nüfusu 23.574.000
olmasına rağmen bunun ancak 6.655.000 kişisinin işgücüne dahil olduğu görülmektedir.
İşgücüne dahil olmayan 16.918.000 kadın bulunduğu anlaşılmaktadır.
Köyden kente göçün sürekli artarak devam etmesi nedeniyle, genç nüfusa rağmen
işgücüne katılmayanların sayısı oldukça yüksektir. Köyde iken kendi tarlasında çalıştığı için
ücretsiz aile işçisi olarak görülen kadın, şehre gelince işgücü dışında ev kadını olarak
görülmekte, böylece işgücü miktarı da azalmaktadır.

Tablo3.6: Türkiye’de Kadın İşgücü ve İşgücüne Katılım Oranları (1988-2002)

İŞGÜCÜNE KATILIM
İŞGÜCÜ (Bin Kişi)
ORANI(%)
YIL
TOPLAM

TOPLAM
ERKEK

ERKEK
KADIN

KADIN
1988 19 391 13 536 5 855 57,5 81,2 34,3
1989 19 931 13 664 6 267 58,1 80,6 36,2
1990 20 150 13 990 6 160 56,6 79,7 34,2
1991 20 684 14 504 6 181 57,1 80,2 34,1
1992 20 815 14 759 6 056 56,1 79,7 32,6
1993 19 772 14 714 5 059 52,2 78,1 26,6
1994 21 176 15 135 6 041 54,6 78,5 31,0
1995 21 500 15 398 6 103 54,1 77,8 30,6
1996 21 804 15 651 6 153 53,5 77,1 30,1
1997 21 824 15 893 5 931 52,2 76,4 28,3
1998 22 399 16 250 6 150 52,3 76,2 28,6
1999 23 187 16 532 6 656 53,0 75,8 30,3
2000 22 031 16 253 5 778 49,2 72,9 25,7
2001 22 269 16 339 5 929 48,7 71,7 25,9
2002 22 699 16 402 6 297 48,7 70,5 26,9
Kaynak: DİE İşgücü İstatistikleri Servisi, Yayınlanmamış Çalışma
Gelişmiş ülkelerde %60’ların üzerinde olan kadınların İKO, ülkemizde nerede ise

78
bunun yarısı düzeyinde seyretmektedir. Bu olumsuz tablonun değiştirilmesinde sorumluluk
sadece kadınlarda değildir. Toplumun sosyo- kültürel yapısı, çalışma yaşamında kadınlara
yönelik koruyucu düzenlemelerin yeterince işletilmemesi, eğitim eksikliği, esnek çalışma
biçimlerinin yayanlaşmaması gibi faktörler, kadınların işgücüne katılmalarını olumsuz
olarak etkilemektedir.
İktisaden faal olan nüfus oranında, 1955 yılı verilerine göre kadınların katılım oranı
%72.0 iken 2000 yılında bu oran %39.6’ya düşmüştür. İktisaden faal olmayan nüfus
oranında ise 1955 yılında katılma oranı 28.0 iken 2000 yılında bu oran 60.4’e yükselmiştir.
Bu değişimin nedenleri arasında 1955 yılı itibariyle tarım kesiminde çalışan kadın
nüfusunun yüksek oluşu gösterilebilir. Sanayileşmeyle birlikte diğer sektörlerdeki işgücü
yükünün çoğunu erkeklerin oluşturması da kadınların iktisaden faal olan nüfus oranındaki
neredeyse yarı yarıya bir düşüşe neden olmuştur.

Tablo3.7:İktisaden Faal Olmayan ve Olan Nüfus Oranı(%), 1955-2000


Sayım İktisaden Faal Olan İktisaden Faal Olmayan
Yılı
Toplam

Toplam
Kadın

Kadın
Erkek

Erkek

1955 83.7 72.0 95.3 16.3 28.0 4.7


1960 79.6 65.3 93.6 20.4 34.7 6.4
1965 74.3 56.6 91.8 25.7 43.4 8.2
1970 64.9 50.2 79.5 35.1 49.8 20.5
1975 64.5 47.3 80.9 35.5 52.7 19.1
1980 63.2 45.9 80.2 36.8 54.1 19.8
1985 61.2 43.7 78.5 38.8 56.3 21.5
1990 60.7 42.8 78.3 39.3 57.2 21.7
2000 55.2 39.6 70.6 44.8 60.4 29.4

Kaynak:DİE Hanehalkı İşgücü Anketi

79
3.1.3.2. Eğitim Durumuna Göre Katılım Oranı

İşgücüne katılma ile eğitim arasında doğru bir orantı bulunmaktadır. Kişilerin
eğitim düzeyleri yükseldikçe, istihdama daha fazla yönelmediktedirler. Ülkemizde
kadınların önemli bir sorunu da eğitimsizliktir. Erkeklere göre kadınların eğitim düzeyi
oldukça düşüktür.
1935 yılında altı ve daha yukarı yaştaki kadınlarda okuma yazma bilen nüfus oranı
%9.8’den 1999 yılında %77.4’e, erkeklerde ise %29.3’ten %94.2’ye yükselmiştir.11 Bu
artışa rağmen hala kadınlar arasında önemli oranda okuma yazma bilmeyen bulunmaktadır.
Bu da, kadınlarla erkekler arasındaki işgücüne katılmadaki farklılığın ana nedenlerinden
biri olarak kabul edilmektedir. Çünkü “eşitliğe açılan kapının anahtarı
eğitimdir.”115Türkiye, 1995 yılında Pekin’de yapılan Dünya Kadın Konferansında 2000
yılına kadar kadın okur yazarlığını yüzde yüz artırmayı taahhüt etmişti.116 Ancak,
görüldüğü gibi bu taahhüt yerine getirilmemiştir.

115
Nazan Moroğlu, “AB Anlaşmalarında ve Yönergelerinde Kadın Erkek Eşitliği İle İlgili
Düzenlemeler”, AB’ne Giriş Sürecinde T.C. Anayasası ve Kadın Erkek Eşitliği Politikaları,
KSSGM Yayını, Ankara 2000, s.33
116
TÜSİAD, a.g.e. , s.33

80
Tablo 3.8: Eğitim Durumu ve Yıllara Göre Kadın İşgücü Katılım Oranı (%), Kent

Lise ve Fakülte/
Yıl Toplam Lise Altı
Dengi YOkul
17.8 12.7 41.1 78.8
1989
17.0 11.4 42.3 78.5
1990
15.5 10.0 38.9 79.4
1991
16.9 10.7 41.2 80.3
1992
15.5 9.5 37.5 76.8
1993
17.2 11.3 34.5 78.6
1994
16.7 10.1 35.0 72.9
1995
15.8 9.0 32.9 72.4
1996
16.7 9.3 33.9 72.0
1997
16.5 9.0 33.3 74.5
1998
17.7 10.6 31.8 71.2
1999
16.9 9.5 30.3 69.1
2000
16.8 9.8 29.3 69.6
2001
18.8 11.5 30.8 69.9
2002

Kaynak: TÜSİAD, Türkiye’de İşgücü Piyasası ve İşsizlik, İstanbul 2002, s.53

Üstteki tabloya göre, lise altı eğitime sahip kadınlarda İKO, genel ortalamalarının
altında gerçekleşmiştir. Bu sonuç her yıl için ayni şekilde devam etmiştir. Lise ve dengi
okul mezunu kadınlara göre de, fakülte ve yüksekokul mezunu kadınlar daha yoğun olarak
işgücüne katılmaktadırlar. Genel olarak kadınların İKO her yıl azalan bir seyir izlerken,
bazı yıllar (1992,1997,1999 ve 2002) az da olsa bir artış yaşanmıştır. Bu durum ülkedeki
konjonktürsel dalgalanmalarla da ilgilidir. Son yıllarda genel ekonomik dengelerde yaşanan
istikrarsızlıklar, istihdamı da etkilemektedir.
1989-2002 dönemindeki lise altı eğitim düzeyindeki kadınlarda İKO’nda yıllık
düşüş %0.76 iken, 1989-1996 döneminde düşüş yıllık %4.74 olmuştur. 1996-2002
döneminde ise ortalama yıllık artış %4.17 gibi yüksek gerçekleşmiştir. Bu şekilde aşırı bir

81
dalgalanma, daha çok düşük eğilimli kadınlarda yaşanmaktadır. Yüksekokul ve fakülte
mezunu kadınların işgücüne katılım oranı rakamlarındaki yıllık ortalama dalgalanma %
1’den bile azdır. Çünkü ekonomik krizlerden daha çok, eğitimsiz işgücü
etkilenebilmektedir. İşini kaybedenin yeniden bir iş bulma olanağı da çok azdır.
Tablo 3.8’de ise, tarım dışı toplam kadın işgücü içinde değişik eğitim
düzeylerindeki kadınların dağılımı gösterilmiştir. Buna göre, 1989 yılında lise altı eğitim
düzeyindeki kadınların işgücü içindeki payı %60.3 iken, 2001 yılında %42.6’ya
gerilemiştir. Ancak aynı dönemde kadın işgücü sayısı azalmamış, aksine ortalama %2.66
artmıştır.
Kadın işgücünde aynı dönemdeki bu artış, lise ve dengi okul mezunlarında ortalama
%4.53, fakülte ve yüksekokul mezunlarında ise %7.78 olarak gerçekleşmiştir. 1989 yılında
toplam kadın işgücünde üniversite mezunlarının payı %14.7’den, 2001 yılında %26.3’e
yükselmiştir. Tablodan da anlaşıldığı gibi bu süreç, tarım dışında aynı şekilde devam
edecektir.
Kadınların çalışma yaşamında yeterince yer alamamalarının hem nedeni, hem de
sonucu eğitim düzeylerinin düşüklüğüdür. Özellikle teknoloji gelişmelerin hızlı yaşandığı,
dolaysıyla da eğitimli insanlara gereksinim duyulduğu bu dönemde, eğitimsiz kadınların
çalışma yaşamında tutunabilmeleri çok güçtür.

82
Tablo 3.9: Eğitim Durumu ve Yıllara Göre Tarım Dışı Kadın İşgücü
Yıl Toplam İşgücü Lise Altı Lise ve Dengi Fakülte/Y.Okul

Kişi % Kişi % Kişi % Kişi %


1989 1 873 100.0 1 129 60.3 469 25.0 275 14.7

1990 1 808 100.0 987 54.6 535 29.6 285 15.8

1991 1 703 100.0 913 53.6 485 28.5 305 17.9

1992 1 994 100.0 1 057 53.0 579 29.1 357 17.9

1993 1 870 100.0 945 50.5 586 31.4 339 18.1

1994 2 068 100.0 1 079 52.2 580 28.1 409 19.8

1995 2 038 100.0 945 46.4 671 32.9 422 20.7

1996 1 991 100.0 846 42.5 689 34.6 456 22.9

1997 2 249 100.0 939 41.7 786 34.9 525 23.3

1998 2 302 100.0 931 40.4 809 35.1 563 24.4

1999 2 487 100.0 1 098 44.2 785 31.6 604 24.3

2000 2 554 100.0 1 079 42.3 818 32.0 656 25.7

2001 2 567 100.0 1 094 42.6 799 31.1 675 26.3

Kaynak: TÜSİAD, Türkiye’de İşgücü Piyasası ve İşsizlik, İstanbul 2002,s.50

Kadınların eğitim düzeyi yükseldikçe, istihdam oranı da yükselecek, işsizlik oranı


ise doğal olarak azalacaktır. Eğitim düzeyi yüksek kadınlarda, kadınların çalışma yaşamına
girişen ilişkin düşünceler, kadının çalışması yönü de değişmektedir. Ayrıca eğitimli kadının
ailesi de, eğitimli kadının çalışmasını destekler konuma gelmektedir.12 Eğitim düzeyleri
yükselen kadınlar, “meslek rolleri” ni önemsemekte ve geleneksel yapının etkilerinden
kendilerini kurtarma fırsatı bulamaktadırlar. Eğitimli kadın, çalışmayı ve mesleki rolünü,
eğitimsiz kadına göre daha pozitif tanımlamaktadır.117
Sekizinci beş yıllık planda da, ülkemizde eğitim sistemindeki gelişmelere rağmen
çalışan nüfusun eğitim düzeyinin gelişmiş ülkelere göre çok düşük olduğu vurgulanmakta
ve işgücünün eğitim düzeyinin uluslar arası rekabet gücünü artıracak şekilde geliştirilerek,
çalışma yaşamı paralelinde sürekli eğitim olanaklarının güçlendirileceği ifade edilmekte,

117
Dilek Şenel, “ Çalışma Yaşamında Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık İşyerinden Örnekler”, İktisat

83
2001-2005 dönemini kapsayan plan döneminde, nitelikli insan gücünün geliştirilmesi için
ayrılan kaynakların artırılmasına ve etkin kullanımına özen gösterileceği belirtilmektedir.118

Tablo3.10: Okur-Yazar Olmayan ve Okur-Yazar Oranı(%), 1935-2000

Okur -Yazar Olmayan Oranı(%) Okur-Yazar Oranı(%)


Sayım
Toplam

Toplam
Yılı
Kadın

Kadın
Erkek

Erkek
1935 80.8 90.2 70.7 19.2 9.8 29.3
1940 75.5 87.1 63.8 24.5 12.9 36.2
1945 69.8 83.2 56.3 30.2 16.8 43.7
1950 67.5 80.6 54.5 32.5 19.4 45.5
1955 59.0 74.4 44.1 41.0 25.6 55.9
1960 60.5 75.2 46.4 39.5 24.8 53.6
1965 51.2 67.2 35.9 48.8 32.8 64.1
1970 43.8 58.2 29.7 56.2 41.8 70.3
1975 36.3 49.5 23.8 63.7 50.5 76.2
1980 32.5 45.3 20.0 67.5 54.7 80.0
1985 22.6 31.8 13.5 77.4 68.2 86.5
1990 19.5 28.0 11.2 80.5 72.0 88.8
2000 12.7 19.4 6.1 87.3 80.6 93.9

Kaynak: DİE Hanehalkı İşgücü Anketi

Kadınların istihdamının arttırılmasında, onlara çağdaş bilgi ve becerilere sahip


olacakları eğitim olanaklarının sunulmasına çalışılmalıdır. Sadece sayısal olarak kadın
istihdamını arttırmak yeterli değildir. Kadın istihdamını arttırırken yeni istihdama
girenlerin, katma değeri yüksek, nitelikli iş ve mesleklere yönelmeleri sağlamak, refahın

Dergisi, sayı:377, Mart 1998


118
DPT, VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı, DPT Yayını, Ankara 2000, ss. 89-90

84
paylaşımı açısından da önemlidir.119 Vasıfsız ve düşük ücretli işlerde çalışan kadın sayısı
ancak böyle bir politika ile azaltılabilir. Bu şekilde, kadınların erkeklere göre daha az ücret
geliri elde etmeleri de önlenmiş olacaktır.

3.1.3.3. Yaş Durumuna Göre Türkiye’de Kadın İstihdamı

Erkeklerden farklı olarak, kadınların yaşları ile istihdama katılmaları arasında belirli
ilişkiler bulunmaktadır. Geleneksel kültürel yapı nedeni ile ev işleri ve çocuk bakımı gibi
sorumlulukları üstlenen kadınlar, bu sorumlulukları nedeni ile çalışma yaşamını bazen
tamamen, bazen de belli bir süre için terk etmektedirler. Aşağıdaki tabloda, kentlerde yaş
grubuna göre kadınların İKO gösterilmiştir.

Tablo 3.11: Yaş Grubu ve Yıllara Göre Kadın İşgücü Katılım Oranı (%), Kent
Yıl Toplam 15-19 20-24 25-34 35-54 55+
1989 17.8 20.4 26.1 22.6 15.5 4.0
1990 17.0 18.4 25.3 21.2 16.0 2.7
1991 15.5 16.6 23.8 19.7 13.8 2.1
1992 16.9 16.2 26.6 21.8 14.9 3.1
1993 15.5 15.1 23.3 20.5 14.1 2.3
1994 17.2 16.3 25.5 22.4 16.2 3.3
1995 16.7 15.4 24.4 21.8 15.7 3.4
1996 15.8 14.7 23.5 20.7 15.1 2.9
1997 16.7 16.1 26.7 21.1 15.4 2.7
1998 16.5 16.0 25.7 26.6 14.7 3.1
1999 17.7 16.0 27.1 23.0 16.4 3.6
2000 16.9 14.3 27.1 23.3 15.4 2.5
2001 16.8 13.6 26.0 23.0 15.7 2.7

Kaynak:TÜSİAD, Türkiye’de İşgücü Piyasası ve İşsizlik, İstanbul 2002, s.56

119
Nukhet Başargan Hotar, 2001’li Yıllarında Çalışan Kadın, Mercek Dergisi, Sayı: 17 Ocak 2000, s.89

85
Türkiye’de kadınların çalışma yaşamında yer almaları, belli yaş dönemlerinde
yoğun olarak yaşanırken, belli yaş dönemlerinde azalma eğilimi göstermektedir. Kadınların
ülkemizde ücret karşılığı çalışma süresi, sekiz yıl gibi çok az bir zaman dilimidir. Yine ev
dışında çalışma yaşamına katılan kadınları %50’si beş yıl içerisinde genellikle evlenme
yada hamilelik gibi nedenlerle, emeklilik hakkını elde etmeden işinden ayrılmakta ve
böylece geçmişteki hizmet süreleri sosyal güvenceye kavuşmadan boşa gitmiş olmaktadır.
Araştırmalar sonucu elde edilen ampirik bulgulara göre, Türkiye!de genç yaşta
istihdama katılan kadınların önemli bir bölümü, emeklilik çağına gelmeden çalışma
yaşamını terk etmektedirler.120 Tablo 3.10’teki bulgulara göre, 15-19 yaş grubundaki
kadınlarda İKO, hızla azalarak 1989’da %20.4 iken 2001 yılında %13.6’ya gerilemiştir.
Bunun nedeni, eğitime devam eden kadın sayısında yıllar itibariyle artış olmasıdır.
Eğitimde geçen süre uzadıkça, bunun sonucunda İKO bu yaşlarda azalacaktır.
Ellibeş yaşın üzerindeki kadınlarda da son yıllara kadar İKO’nda azalma yaşanmış,
ancak emeklilik yaşının yükseltilmesi nedeni ile bu azalış durmuştur. Çünkü artık kadınlar
emeli olabilmek için daha uzun süre çalışmak zorundadırlar. 20-34 yaş arasındaki
kadınlarda ise özellikle son yıllarda İKO’nda artış görülmektedir. Zira 1989-1996 arası
döneminde ortalama olarak yılda %1’den fazla azalma olurken, 1996-2001 döneminde bu
yaş grubunda işgücü katılım oranında yılda ortalama %2’den fazla artış olmuştur.
Kadınlar belli yaşlarda işgücü katılım oranında değişikler olduğunu aşağıdaki
şekilde daha kolay görmek mümkündür. 20-24 yaş arası dönemi, kadıların daha fazla iş
gücüne katıldıkları dönem iken, erkeklerde bu dönem 25-34 yaş arasıdır. Ancak zamanla
kadınlarda evlenme yaşının yükselmesi, çalışmaya karşı toplumsal yargıların değişmesi,
eğitimde geçen sürenin uzaması gibi nedenlerle çalışma yaşamındaki yaş dalgalanması da
değişecektir. Şekilde erkeklerde 54 yaş sonrası döneminde İKO’nda yaşanan hızlı düşüşün
nedeni de yine erken emekliliktir. Bunun da emeklilik yaşındaki yükselmesi nedeni ile
bundan sonra daha geç çalışma yaşamından ayrılmak durumunda kalacaklardır.

120
Ayşe Eyüboğlu, , v.d. “Kentli Kadınların Çalışma Koşulları ve Çalışma Yaşamını Terk Nedenleri”,
İktisat Dergisi, Sayı:377, Mart 1989, s.37

86
3.1.3.4. Ekonomik Faaliyete Göre Kadın İstihdamı

Günümüzde kadınların çalışma yaşamına katılmaları bakımında hala bir tarım


toplumu olma niteliğinde olan Türkiye’de, diğer alanlarda kadınların yeterince istihdam
edilmedikleri görülmektedir. Ülkenin sanayileşmesi istihdam alanlarının çeşitlenmesi gibi
gelişmelere rağmen, kadınlar büyük oranda tarım kesiminde ücretsiz aile işçisi konumunda
çalışmaktadır. Köyden kente göçle beraber tarımda çalışan kadın sayısında sürekli bir
azalma olduğu görülmektedir. Tablo 3.11’de, 1988 yılında tarımsal alanda çalışan kadın
sayısı 4.019.000 kişiye düştüğü görülmektedir. Tarımda çalışanlar azalırken imalat sanayi,
toptan ve perakende ticaret, lokanta ve oteller, toplum hizmetleri, sosyal ve kişisel hizmetler
gibi alanlarda ise önemli artışlar yaşanmıştır. Çalışan kadınların bu şekilde değişik alanlara
yönelmeleri köyden kente göç yanında başka faktörlere bağlıdır. Özellikle eğitimli kadın
sayısının artması önemlidir.
Türkiye’de iş gücünün, gelişme sürecine bağlı olarak gerçekleşmesi gerektiği gibi,
tarımda diğer sektörlere kayma eğilimi çok yavaştır. Bu kayma bu şekliyle devam ettiği
taktirde, tarımsal istihdamın toplam istihdamdaki payının %10’lara düşmesi, ancak 2050’li
yıllarda gerçekleşebilecektir. Tabloda görüldüğü gibi istihdam edilen kadınların %60’a
yakını hala tarım sektöründe çalışmaktadır. Bu oranın azaltılması elbette çok kolay
olmayacak ve çok zaman alacaktır.
Sanayileşme sürecinin başlangıcında, genellikle erkek işgücü yerine tarım
sektöründe çalışan kadın işgücü, sanayileşmenin yaygınlaşmasıyla tarım dışındaki
sektörlere yönelmektedir. Hizmetler sektörünün, fiziksel bir güç gerektirmemesi, esnek
çalışma şekline uygunluğu yerleşim bölgelerinde ya da yakınında bulunması kadınları bu
sektöre çalışmaya daha fazla yöneltmektedir. Bunun sonucunda da hizmetler sektöründeki
kadın oranı sanayi sektörüne göre daha fazla artış göstermektedir.13
İş kollarına göre kadın istihdamı konusu gündeme geldiğinde, kaçınılmaz olarak
kadın meslekleri de gelmekte ve bazı iş kollarında kadın yoğunluğu görülmektedir.
Çalışma yaşamında bu şekilde, erkek ve mesleklerinin belirgin olarak ayrıştığı ve
kadınların kendilerine özgü olarak gördüğü alanda istihdam edildikleri gerçeği pek çok

87
ülkede olduğu gibi Türkiye’de de geçerlidir.121 Bazı mesleklerde ise kadın oranı, Avrupa
oranlarından daha yüksektir. Mimarların %30.6’sı doktor ve operatörlerin %29’u
eczacıların %51’i avukatların ise %26’sı kadındır.122
Tablo 3.12:İşteki Durum ve Ekonomik Faaliyete Göre İstihdam Edilenler

BİN KİŞİ TÜRKİYE KENT KIR


(15+YAŞ,KADIN 2000 2001 2002 2000 2001 2002 2000 2001 2002
İŞTEKİ DURUMU (IV) (IV) (IV)
1. Toplam 5 403 5 463 5 917 2 022 2 002 2 276 3 381 3 461 3 640
a) Ücretli ve Yevmiyeli 1 979 1 920 2 387 1 633 1 600 1 880 346 320 506
b) Kendi hesabına ve İşveren 677 740 799 204 215 188 473 525 611
c) Ücretsiz aile işçisi 2 747 2 803 2 731 184 188 208 2 563 2 616 2 523
2. Tarım, ormancılık,avcılık 3 183 3 338 3 436 179 205 196 3 005 3 133 3 240
a) Ücretli ve Yevmiyeli 113 111 221 43 37 34 70 75 187
b) Kendi hesabına ve İşveren 469 551 629 42 68 60 427 483 570
c) Ücretsiz aile işçisi 2 601 2 676 2 586 93 101 102 2 508 2 575 2 484
3. Tarım dışı faaliyetler 2 220 2 125 2 480 1 843 1 797 2 080 376 327 400
a) Ücretli ve Yevmiyeli 1 866 1 809 2 166 1 590 1 563 1 846 276 245 319
b) Kendi hesabına ve İşveren 208 189 170 163 147 128 45 42 41
c) Ücretsiz aile işçisi 146 127 145 91 87 105 55 40 40
Toplam (Yüzdeler) 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0
a) Ücretli ve Yevmiyeli 36.6 35.1 40.3 80.8 79.9 82.6 10.2 9.2 13.9
b) Kendi hesabına ve İşveren 12.5 13.5 13.5 10.1 10.7 8.3 14.0 15.2 16.9
c) Ücretsiz aile işçisi 50.8 51.3 46.2 9.1 9.4 9.1 75.8 75.6 69.3
EKONOMİK FAALİYET
Toplam 5 403 5 463 5 917 2 022 2 002 2 276 3 381 3 461 3 640
Tarım 3 183 3 338 3 436 179 205 196 3 005 3 133 3 240
Sanayi 715 690 816 522 529 611 193 161 205
İnşaat 31 21 21 25 20 21 6 1 -
Hizmetler 1 474 1 414 1 643 1 296 1 248 1 447 178 166 195
Toplam (Yüzdeler) 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0 100.0
Tarım 58.9 61.1 58.1 8.8 10.2 8.6 88.9 90.5 89.0
Sanayi 13.2 12.6 13.8 25.8 26.4 26.9 5.7 4.6 5.6
İnşaat 0.6 0.4 0.4 1.2 1.0 0.9 0.2 - -
Hizmetler 27.3 25.9 27.8 64.1 62.3 63.6 5.3 4.8 5.4

NOT: 1) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.


2) 2 bin kişiden az değerlerde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir.
Kaynak: (Çevrimiçi) http://www.die.gov.tr/tırkish/sonist/isgucu/2502010.gif,14.5.2003

121
Elif Akan, “Kadının İşgücü Piyasasındaki Durumu ve Sendikalaşma”, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1996 s.234
122
(Çevrimci) http://www.kssgm.gov.tr/metin 1.html, 05.8.2000

88
Tarım dışı istihdamın 1989 yılından itibaren gelişime baktığımızda tarım dışı
istihdamın toplam istihdamdaki oranının sürekli artan bir seyir izlediği anlaşılmaktadır.
Erkeklerde tarım dışı istihdam /toplam istihdam oranı %42 iken, kadınlarda %38.9
olmuştur. Yukarda da belirtildiği gibi tarım dışı alanlara geçiş yaşanmaktadır, ancak süreç
yavaş işlenmekte ve gelişmiş ülkelerle aramızdaki oransal fark bir türlü kapatılmamaktadır.
Kadınlarda 1989 yılında tarım dışı istihdam/ toplam istihdam oranı %23.4 iken, 2001
yılında %38.9’a yükselmiştir, erkeklerde ise %65.8’den, %74’e yükselmiştir. Toplamda ise
%52.6’dan %64.6’ya yükselmiştir. Görüldüğü gibi kadınlarda tarım dışı istihdama yönelme
daha hızlı gerçekleşmektedir. Aynı dönemde erkeklerdeki artış %8.2 olurken, kadınlarda
15.5 olmuştur. (Sürecin tamamı için bkz. TUSİAD, Türkiye’de işgücü Piyasası ve işsizlik,
s.123)
Kadınların ülkemizde eksik temsil edildikleri bir yer de milletvekilliğidir. Bu gün
550 milletvekili bulunan meclisteki kadın sayısı ancak 24’tür. Bu da cumhuriyetin ilk
dönemlerinden sonraki en yüksek orandır. Nüfusun yarısını oluşturan kadınların,
milletvekili seçimlerinde aktif rol oynamamaları ve kendilerini temsil edecek kişilerin kendi
cinslerinden olması yönünde özel bir çaba göstermemeleri yıllardır bu olumsuz tablonun
değişmemesine yol açmıştır. Bunda elbette siyasal partilerin kadın adaylara yaklaşımları da
etkili olmuştur, ama yinede kadınların bu konuda daha bilinçli davranmaları gerekmektedir.
Kadınlara has sorunların, kadınlar tarafından daha kolay anlaşılacağı ve çözüm aranacağı
gerçeğinden hareketle, bu alanda yaşanacak olumlu gelişmeler, çalışma yaşamında
kadınların konumlarını da olumlu yönde değiştirecektir.

89
Tablo 3.13: Türkiye’de Yıllara Göre Parlamentodaki Kadın Üye Sayısı ve Oranı
Kadın Milletvekili
Seçim Yılı Milletvekili sayısı Kadın Oranı
Sayısı
1935 395 18 %4.6
1939 400 15 %3.8
1943 435 16 %3.7
1946 455 9 %2.0
1950 487 3 %0.6
1954 535 4 %0.7
1957 610 7 %1.3
1961 450 3 %0.7
1965 450 8 %1.8
1969 450 5 %1.1
1973 450 6 %1.3
1977 450 4 %0.9
1983 400 12 %3.0
1987 450 6 %1.3
1991 450 8 %1.8
1995 550 13 %2.4
1999 550 23 %4.2
2002 550 24 %4.4

Kaynak:http://www.ka-der.org/istatistikler/milletvekilleri.htm,05.08.2003

3.2. Türkiye’de Kadınların Çalışma Yaşamında Karşılaştığı


Sorunlar

3.2.1. Eğitim ve Mesleki Eğitimde Eşitsizlik

Kadınların çalışma hayatında mesleki ilerlemesinin önünü kesen en önemli


etkenlerden biri; eğitime katılımın az olmasıdır. Toplumdan kaynaklanan bazı önyargılar
kadınların eğitim olanaklarını kısıtlamakta ve kariyer gelişimlerine büyük ölçüde engel
olmaktadır.
II.Dünya savaşı ve sonrasında kadınların çalışma yaşamına katılımında büyük bir
artış gözlenmiştir. Burada önemli etken, savaş yıllarında daha önce erkeklerin yaptıkları
işlerin kadınlar tarafından yürütülmesidir. Bu oluş çok önemli ölçüde zorunluluktan
kaynaklanmışsa da, bunu izleyen dönemde kadınlar, eğitim kalitesinin de yükselmesi
sonucu kendilerini çalışma hayatı içinde kanıtlamaya başlamışlardır. B öylece kadın için

90
işyerinde başlayan işbölümü, etkisini ev yaşamında da hissettirerek ev işlerinde ve
çocukların bakımı konusunda sorumluluğu erkek ile paylaşmaya başlamıştır. Bu da kadının
sadece ev kadını değil, çalışan kadın rolünü de beraberinde getirmiştir. Kadının toplumsal
rolü nedeniyle ev hayatı ve iş hayatı arasında denge kurmak zorunda olması, kadınların
annelik, eşli rolünün bir uzantısı gibi değerlendirilen öğretmenlik, hemşirelik, sekreterlik
gibi feminen mesleklere yönelmesine yol açmıştır Böylece erkeksi ve kadınsı meslek
ayrımı ortaya çıkmıştır. Ayrıca kadınların iş güvencesi ve sınırlı zaman uygulaması
nedeniyle de kamu kesimini tercih ettikleri görülmüştür.
Gerçekten de kadın çalışanlar ve yöneticiler, genellikle hizmet sektöründe, finans,
sigortacılık, emlakcılık ve toptan veya perakende satış işlemlerinde erkeklere nazaran çok
daha fazla yer almaktadırlar. Endüstri sektöründe kadınların, kumanda pozisyonlara
yerleştirilmelerinin risk olduğu kanısı mevcuttur. Zira özel sektörde çalışan geleneksel
olarak kadın fonksiyonel alanı diye adlandırılan ve tepe yönetim kademeleri için kariyer
yolunda olmayan insan kaynaklar, şirket iletişimi, halkla ilişkiler ve pazarlama alanlarında
sadece staff (kurmay) pozisyonlarında çalışmakta olup, yetkisiz sorumluluklar
üstlenmektedirler.123
Kadın evinde çocuğu yoksa tam zamanlı işlerde çalışmaktadır. Ancak çocuk
sorumluluğu olan kadın yarı zamanlı işleri tercih etmektedir.

3.2.2. Ücretlendirmede Eşitsizlik

Sanayi devriminden itibaren çıkartılan kadınları iş yaşamında korumaya yönelik


yasalardan birinin erkek ve kadınların farklı ücret almalarını yasaklayan yasal olduğu
görülmektedir.
Türkiye’de çalışan kadınların ücretleri erkeklerinkinden düşüktür. Kadınlarla
erkekler arasındaki ücret farklılıkları öğrenim durumuna, çalışılan sktöre ve işteki
durumuna göre azalmakta veya artmakta ama genel kural bozulmamaktadır. Kadınların
ücretlerinin düşüklüğü ve erkek ücretlerinin daima gerisinde kalması, sadece kadınların

123
TÜSİAD: “Kadın Erkek Eşitsizliğine Doğru Yürüyüş: Eğitim, Çalışma Yaşamı ve Siyaset”, 2000,
s:144

91
işgücüne katılım oranı ile ilgili önemli bir saptama değildir; aynı zamanda kadınların
çalışma kararlarını etkileyici, çalışma hayatında statülerini düşürücü bir durumdadır.
Kadınların erkeklerden daha düşük ücret elde ettikleri hem makro hem de mikro
analizlerle kanıtlanmıştır.mali esneklikte denilen bu tür, işletmelerin gereksinim duydukları
esnekliği sağlaması bakımından bir ‘ödemeler sistemi’nin kurulmasını gerekli kılmaktadır.
Ücret esnekliği, çalışanlara yapılan ücret ödemelerinde uygulanan sistemin kişi bazlı
olması ve bunun verimlilik, işletmenin ekonomik yapısı, performans, sahip olunan
yetenekler açısından ayrı ayrı değerlendirebilme serbestisini ifade etmektedir.

3.2.3.Çalışma Yaşamında Eşitsizlik

Çalışma yaşamında ayrımcılı; işverenlerin, çalışanlara ya da iş başvurusunda


bulunanlara, cinsiyet, ırk, etnik köken, din, fiziksel özellik, yaş gibi karakteristik özelliklere
bağlı olarak farklı muamelede bulunmasıdır.
Çalışma yaşamında ayrımcılık dolaylı veya dolaysız olarak görülebilmektedir.
Dolaysız ayrımcılık; cinsiyet, ırk, etnik köken, yaş, din gibi özelliklere dayalı olarak bir
çalışana diğer bir çalışana kıyasla direkt olarak daha olumlu yada daha olumsuz
davranılmasıdır.
Dolaylı ayrımcılık ise direkt olarak ortaya çıkmaz. Yapılan ayrımcılığın açık olarak
görülmemesi ayrımcılığa uğrayan cinsin mensubunu daha fazla mağdur edebilmektedir.
Dolaylı ayrımcılık en yoğun olarak, 1980 sonrasında tüm dünyada yaygınlaşan ve kadın
istihdamının büyük bir çoğunluğunu kapsayan kısmi zamanlı çalışma tipinde
görülmektedir.
Çalışma hayatında ayrımcılık, işe alımda, terfide, ücrette, işten çıkarmada,
emeklilikte, sosyal haklarda, meslek kategorilerinde, örgütlerdeki tutum, davranış ve
değerlendirmede diğer çalışma koşullarında ortaya çıkabilmektedir.
Cinsiyete dayalı mesleki ayrımcılık her ülkede, her ekonomik koşulda, her politik
sistemde ve dinsel, sosyal ve kültürel çevrede yoğun bir şekilde hissedilmektedir. Bu
ayrımdan en çok zarar gören kesim ise kadınlardır124. Günümüzde cinsiyet ayrımcılığından

124
RichardAnker,‘TheoriesofOccupationalSegregationBySex:AnOverview,InternationalLaborReview,Vol

92
etkilenen sadece kadınlar olmamaktadır. Erkeklerde çalışma hayatının tüm sahalarında
cinsiyetlerinden ötürü ayrımcılık yaşabilmektedirler.

3.2.4. Sosyal Haklardan Yararlanmada Eşitsizlik

İnsan haklarının önemli bir boyutunu oluşturan sosyal haklar içinde sosyal
güvenlik, sendikal örgütlenme, grev hakları vb. başta geldiği bilinmektedir. II. Dünya
savaşından sonra kadın işgücü sayısı artarken, yasal düzenlemeler beraberinde kadınlarında
başta sendikal örgütlenme haklarından yayrarlanmaya başladıkları görülmüş, ancak yinede
kadınların örgütlenmesi yetersiz kalmıştır. Bu oluşumda sendikacılığın erkek işi olarak
algılanmasının önemli bir rolü olduğu söylenebilir.125
Çalışma yaşamının içinde yer alan kadınların ‘kadın ve erkek arasında eşitlik ilkesi’
çerçevesinde hastalık, işgörmezlik, yaşlılık, iş kazası, mesleki hastalık, analık ve işsizlik
risklerine karşı bir koruma sağlayan soysal güvenlik hizmetlerinden yararlandırmaları
yanında bu risklere uğrayan kadınlara yönelik sosyal yardım hizmetlerinden cinsiyet
ayırımı yapılmaksızın yararlandırılmaları esastır. Bir takım avantaşlar elde eteme olanağı
sağlayan emeklilik kesintilerinin kadın işçiler için işveren tarafından ödenmemesi, eşitsiz
bir biçimde dul maaşının tespiti, gebelik ve doğum dönemlerinde kadının korunmaması
gibi eşitsizlik politakalarını önlemek amacıyla gerek Avrupa Topluluğu gerek ILO’nun
çalışma yaşamında kadın ve erkek eşitsizliğini sağlamaya yönelik yönergelere, sözleşme ve
tavsiye kararları bu konuda atılmış önemli adımlardan biridir.
İlk olarak 1972 yılında ABD’de kadınların işe girme, ücretlendirilme ve işte
yükseltilmeleri olanağı açısından erkeklerle eşit davranış görmesini öngören ‘istihdamda
fırsat eşitliği’ yasası kabul edilmiş, buna benzer yasalar daha sonra Avrupa ülkelerine
yansıyarak ‘eşitlik politikaları’ toplumların tümünde yer almaya başlamıştır. Özellikle
günümüzün gerektirdiği bilgi toplumuna geçiş sürecinde bu oluşumun giderek
yaygınlaştığı, işverenlerin kadın çalışanlarının ikili rolünü, bir diğer ifade ile ev, aile ve iş
sorumluluklarını hafifletmek amacıyla esneklik adı altında bir dizi uygulamaları
başlattıkları dikkati çekmiştir. Kuşkusuz bu konuda uluslararası düzeyde de kadın hakları

136,1997,(Çevrimiçi)http://www.questia.com/PM.qst?a=o&d=5000844444, 01.05.2004

93
konusunda bir duyarlılığın oluşmasının da payı büyüktür.

3.3. Türkiye’de Kadın İşgücünün Örgütlenme Yapısı ve Sorunları

Kadınlar da erkekler gibi, sadece çalışma koşullarını değil, aynı zamanda yaşam
koşullarını da düzeltmek için yani en geniş anlamıyla kadın işçiler olarak çıkarlarını
korumak ve savunmak için sendikalara üye olurlar.
Türkiye’de kadınların sendikal hareket içerisinde gerek sayısal, gerek yönetimlerde
geri olmasının nedenleri ise şu şekilde sıralanmakta; Türkiye’de ücretli ve maaşlı
çalışanların yüzde 80’i erkek, yüzde 20’si kadındır. Sigortalı işçi içersinde yüzde 90’ı erkek,
yüzde 10’u kadındır. Türkiye’deki toplam 6 milyon kadar çalışan kadının 4 milyonu kırsal
kesimde ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır. 500 bini kendi hesabına çalışan gruba
dahildir. Ücretli ve maaşlı konumda çalışanların sayısı ise 1.5 milyondur. Bu durumda
kadının ücretli ve maaşlı statüde işgücüne katılımın düşüklüğü sendikalardaki kadın
sayısının azlığından ileri gelmektedir. Kadının sendikalarda örgütlenmesinin önündeki
ikinci engel, düşük statülü ve sendikalaşmanın gerek yasal, gerekse pratik açıdan zor olduğu
yerlerde çalışmasıdır. Üçüncü büyük engel ise yasal kısıtlamalardır. Sağlık, eğitim, genel
idari hizmetler gibi kadın memur istihdamının nerede ise yüzde 50’ye vardığı hizmetlerde
sendikal haklar yoktur.126
Hizmet sektöründe kadın istihdamı diğer sektörlere nazaran daha yoğundur.
Özellikle bankacılık alanında kadın emeğinin ve sendikalaşma oranının yüksek olduğu
görülmektedir. Banka ve sigortacılık işkolunda dört sendika örgütlenmiş bulunmaktadır.
Örnek: BASS, BANKSİS, SASİSEN VE BANK-Sİ-SEN
BASİSSEN’in verdiği bilgilere göre kendisine bağlı bankanın Şubat 2000 itibariyle
15.678 kadın, 12.553 erkek olmak üzere toplam 28.231 üyesi vardır. Görülüyor ki kadın
çalışanlar erkek çalışanlara nazaran sendikalaşma oranı daha yüksek. Örnek olarak
araştırılan bir kamu bankasında, toplam çalışan sayısı 1696 kişidir. Çalışanların hepside
bankanın bağlı bulunduğu BANK-Sİ-SEN üyesidir.

125
TOKSÖZ Gülay, ERDOĞDU Seyhan:’ Sendikacı Kadın Kimliği’ İmge Yayınlar, 1998,s.28
126
Türk-iş, Kadın İşçiler Kurultayı, Petrol-iş, Sayı 96, Kasım 1995, s.56

94
Türkiye’de genel olarak kadın-erkek eşitliği politikaları yönünde yeterli bir
duyarlılık ve çaba görülmediğinden sendikalardan da bu beklenememektedir. Kuşkusuz
toplu sözleşmelerle getirilen haklar açısından bir kadın erkek ayırımı yapılmamaktadır.
Ancak işlerin gruplandırılması, yükselme olanakları, işten çıkarmalar gibi konularda kadın-
erkek ayırımı yapılmamaktadır. Ancak işlerin gruplandırılması, yükselme olanakları, işten
çıkarmalar gibi konularda kadın-erkek ayırım yapılıp-yapılmadığı sendikaların henüz
gündemine girmiş değildir. Ya da sendikalar gelişmekte olan bölgelerde istihdamdaki
kadınların büyük bölümü tarımda yer alırken, gelişmiş ülkelerde kadınlar yoğun olarak
hizmet sektöründe çalışmaktadırlar. Hizmet sektörünün gelişmesine bağlı olarak gelişmekte
olan ülkelerin bazılarında da hizmet sektörü kadınlar için büyük bir çalışma alanı
yaratmaktadır.127 Hizmet sektörünün gelişen kolu olan banka sektörü, kadın emeğinin
yoğun olarak bulunduğu bir alandır.

3.3.1. Kadın Bakış Açısına Göre Sendikalar Ve Sendikacılık

Kadınların çıkarlarını temsil etmekte her zaman yetersiz kalmış olan sendikalar, bu
yetersizliklerini aşmak için özellikle gelişmiş ülkelerde “olumlu eylem programları”
şeklinde çeşitli destekleyici politikalar uygulamaktadır.
Türkiye’de çalışma yaşamında kadınların durumuna bakıldığında,kadınların ancak
üçte birinin iktisaden faal olduğunu,bunların da yalnızca üçte birinin gelir getirici bir işte
çalıştığı görülmektedir. Kırsal kesimde ücretsiz aile işçiliği belirleyici olurken, kentlerde
sanayi ve hizmetler sektöründe çalışan kadınlar ağırlıkla enformel çalışma ilişkileri içinde
yer almaktadır. Kentlerde çalışan kadınların yarısından fazlasının (%56) sosyal güvenliği
yoktur. Ücretli çalışan 1,5 milyon kadın içinde SSK üyesi olan kadın sayısı dört yüz binin
biraz üzerinde,beş yüz bine yakın da kadın memur vardır. Memur sendikalarını ve bunlara
üye kadın memurları veriler yetersizliğinden ötürü bir yana bırakılacak olunursa,sendikaya
üye kadın işçi sayısının,bu alandaki verilerinde güvenilir olmamasından ötürü,tahminen 130
bin dolayında olduğunu söylemek mümkündür. Yani işçi olarak çalışan kadınların %10-

127
Koray, 1993, a.g.e., s.24

95
%15 civarındaki kısmi sendika üyesidir. Tüm sendika üyeleri arasında kadınların oranı ise
%9 civarındadır. Sonuçta Türkiye’de ücretli çalışan kadın sayısının bir azınlık
olduğunu,bunların içinde sendikalı kadın işçi sayısının da çok ufak bir “mutlu azınlık”
olduğu görülmektedir.
Sendika üyesi kadınlar işçiler imalat sanayiinde dokuma,gıda ve metal,hizmetler
sektöründe ticaret, büro, eğitim, bankacılık ile konaklama ve eğlence yerleri işkollarında
yoğunlaşmaktadır. Üyelik oranlarının düşüklüğünün yanı sıra kadın işçiler sendikaların
karar organlarında son derece yetersiz temsil ediliyorlar. En büyük işçi konfederasyonu olan
Türk-İş bünyesindeki sendikalar arasında şube başkanı olan sadece iki kadın vardır.
Bunlardan biri profesyonel,diğeri amatör olarak çalışmaktadır. Sendikalarda genel merkez
düzeyinde yönetim kurulu üyesi hiç kadın yoktur. Kadınlar daha çok şubelerin yönetim,
disiplin ve denetleme kurallarında üye olmakta veya işçi temsilcisi olarak amatör biçimde
görev yapmaktadırlar. Durum diğer konfederasyonlarda da pek farklı değildir. Yetersiz
temsil olgusu bir sorun olarak görülmediği gibi,kadın işçilerin de çıkarlarını gözeten bir
anlayış henüz sendikal politikalarda ifadesini bulamamıştır. Gelişmiş ülkelerdeki olumlu
eylem programlarına Türkiye’de rastlanmamaktadır.

3.3.2. Sendikal Faaliyetlere Katılım

Kadınların sendikalarda işçi temsilciliğinin ötesinde, yönetim düzeyinde görev


alması bazen desteklenmekte, bazen de çeşitli engellemelerle karşılaşmaktadır. Sendika
yöneticileri genellikle vitrin görevi üstlenebilecek bir kadın yöneticinin bulunmasından
yanadır. Çoğu kez çeşitli güçlüklerin üstesinden gelerek sendikada aktif olan kadınlar,kadın
işçilerin sendikal faaliyetlere ilgisini çok yetersiz bulmaktadırlar. Ancak kadınların teşvik
edildikleri taktirde sendikal görev üstleneceğini düşünenlerin oranı %68 civarındadır. Buna
göre, sendikaların yöneticisi kadrolarının kadınları katmak yönünde bir niyetlerinin
bulunması ve kadınların katılımını kolaylaştıracak önlemlerin alınması halinde katılımlar
artabilir. Kadınlar sendika yöneticilerini seçimlerde kadınlar için kota uygulanmasını
çoğunlukla (%63) olumlu bulmaktadır. Karşı çıkanların oranı %13. Dörtte bire yakın bir
kısmının (%23) ise bu konuda bir fikri yoktur. Yönetimde kadınların yer almasının kadın

96
işçilerin sorunlarının çözümüne katkısı konusunda ise kadınların %93’ü bu soruya “evet”
demektedir.
Sendikada aktif kadınların toplu iş sözleşmelerinin sendikal politikalarda kadınlar
yararına kullanılabilecek çok temel bir araç olduğu konusunda yeterli bilgileri
bulunmamaktadır. Toplu iş sözleşmesinde kadınlarla ilgili ne gibi hükümlerin yer almasını
istedikleri sorusuna kadınların %43’ü cevap vermemiştir. Cevap veren kadınların öncelikle
dile getirdiği konu ise kreş ve emzirme odası sorunlarıdır (%34).
Bunu iş güvencesine yönelik hükümlerin tesisi (%23) ve kadınlar için eğitim ve
kültürel faaliyetlerin düzenlenmesi (%20) izlemektedir. Ayrımcılığa karşı hükümler (%13)
ve doğum izinlerinin uzatılması (%10) diğer talepler arasındadır. Eğitim ve kültürle ilgili
faaliyetlerin yer alması,özellikle düzenlenen mesleki eğitim programlarından kadınlarında
yararlandırılmasının toplu iş sözleşmesiyle güvenceye alınmasını istemek şeklinde
yorumlanmaktadır. Dile gelen istekler aslında kadınları çalışma yaşamında gerçekten
olumsuz etkileyen durumları değiştirmeye yöneliktir. Ancak toplu iş sözleşmelerini kendi
yararlarına biçimlendirebilmek için kadınların bu konuda ciddi bir mücadele vermeye hazır
olmaları,taleplerine güç kazandıracak bir kararlılık içine girmeleri gerekmektedir. Oysa şu
anki durum bundan çok uzaktadır.
Kadınlar sendikaların en önemli eksikliğini eğitim olarak görmekte, buna bağlı
olarak sendikaların birinci görevini üyelerini eğitmek ve bilinçlendirmek olarak (%81)
tanımlamaktadırlar. Sendikaların ikinci görevi, sosyal hakları sağlamak (%72). Üçüncü
sırada gelen görev ise demokrasinin gelişmesine katkıda bulunmaktır (%53). Ücret artışı
sağlamak (%53) aynı sıklıkta dile getirilen bir diğer görevdir. Ücret artışı konusunun sosyal
ve politik içerikli görevlerden sonra gelmesi, Türkiye’de egemen olan ücret sendikacılığına
karşı bir tepki olarak değerlendirilmektedir. Aynı zamanda kadınların sendikalardan
beklentileri, sendikaların tarihsel ve sosyal niteliğine uygun olarak işçilerin bilinçlenmesine,
eğitilmesine katkıda bulunan dayanışma örgütleri olmasını beklemektedirler.
Sendikada aktif kadınlar sendikalardan beklentilerle tutarlı biçimde sendika
yöneticilerinden öncelikle dürüstlük ve şahsi çıkar gözetmeme, daha sonra çalışkanlık ve
mücadelecilik ve tabanla demokratça iyi ilişkiler kurulmasını beklemektedirler. Mevcut
sendikal yapılar ve günümüzde egemen olan sendikacı tipi bu beklentilerine cevap

97
vermekten çoğu kez uzak ama kadın işçiler olmasını istediklerini ortaya koymaktadırlar.
Kadın sendika yöneticileri insanlara yardımcı olmayı, onların haklarını aramayı ve
sorunlarına çözüm bularak kendilerine manevi doyum sağlamayı, sendikacılık yapmalarına
yol açan nedenler olarak belirtmektedirler. İki-üç sayılı kadın dışında profesyonel kadın
yöneticinin bulunmaması, sendikacılığın, erkek yöneticilerin önemli bir kısmında olduğu
gibi çıkar sağlayan bir meslek olarak yapılmadığını,kadınlarla erkekler arasındaki büyük
farkın burada yattığını göstermektedir.

KAMU VE ÖZEL İŞYERLERİNDE CİNSİYET AYRIMINA GÖRE İŞÇİ VE SENDİKALI ÜYE


SAYILARI

TEMMUZ 2005

SENDİKALI ÜYE SENDİKALAŞMA


CİNSİYET SEKTÖR TOPLAM İŞÇİ SAYISI
SAYISI ORANI
KAMU 670.595 905.198 134,98 (*)
ERKEK ÖZEL 3.584.164 1.601.027 44,67
TOPLAM 4.254.759 2.506.225 58,9
KAMU 56.767 85.173 150,04 (*)
KADIN ÖZEL 711.058 354.531 49,86
TOPLAM 767.058 439.704 57,27
KAMU 727.362 990.371 136,16 (*)
TOPLAM ÖZEL 4.295.222 1.955.558 45,53
TOPLAM 5.022.584 2.945.929 58,65

(*) 2821 Sayılı Sendiklar Kanununun 24 üncü Maddesinde; Sendika üyesi işçisinin geçici
olarak işsiz kalması durumunda sendika üyeliğin etkilenmeyeceği, 25 inci Madede ise; Üyelikten
çekilen işçinin sendika üyeliğinin 1 ay daha devam edeceği belirtildiğinden; işten ayrılanların
sendika üyelikleri sona ermemekte, bu nedenle de sendikalı işçi sayısı toplam işçi sayısından
fazla çıkabilmektedir.

Temmuz 2005’e ait kamu ve özel işyerlerinde cinsiyet ayrımına göre işçi ve
sendikalı üye sayılarına baktığımızda; kamu sektöründe çalışan toplam erkek işçi sayısı
670.595, sendikalı üye sayısı ise 905.198 olduğu görülmektedir. Burada sendikalaşma oranı
%134,98’dir. Özel sektörde toplam erkek işçi sayısı 3.584.164 iken, sendikalı üye sayısı
1.601.027’dir. Burada sendikalaşma oranı %44,67’dir.
Erkekler için tüm sektörlerde duruma bakılacak olunursa; toplam çalışan işçi sayısı
4.254.759, sendikalı üye sayısı 2.506.225 ve sendikalaşma oranı %58.90 olmaktadır.

98
Temmuz 2005’e ait kamu sektöründe çalışan kadın işçi sayısı 56.767, sendikalı işçi
sayısı 85.173 ve sendikalaşma oranı %154,04 olarak tespit edilmiştir. Özel sektörde çalışan
kadın işçi sayısı 711.058, sendikalı üye sayısı 354.531 ve sendikalaşma oranı %49.86’dır.
Her iki sektör için toplam kadın işçi sayısı göz önüne alındığın da ise kamu
sektöründe çalışanların sayısı 767.825, sendikalı üye sayısı 439.704 ve sendikalaşma oranı
%57.27’dir.
Kamu sektöründe çalışan toplam işçi sayısı 727.362 iken sendikalı üye sayısı
990.371 olarak tespit edilmiştir. Sendikalaşma oranı %136,16’dır. Özel sektörde çalışan
toplam işçi sayısı 4.295.222 iken sendikalı toplam üye sayısı 1.955.558’dir. Sendikalaşma
oranı ise %45.53’dür.
Her iki sektör için toplam çalışan işçi sayısı 5.022.584, sendikalı üye sayısı
2.945.929 ve sendikalaşma oranı %58.65’dir.Genel olarak bakılacak olunursa, kamu
sektöründe çalışan işçi sayısı sendikalı üye sayılarından daha azdır. Bunun yanında özel
sektörde sendikalı üye sayıları çalışan üye sayılarından azdır. Kamu sektörünün
sendikalaşma oranı özel sektörün sendikalaşma oranından daha fazladır. Her iki sektörde de
kadın işçilerin sendikalaşma oranı erkek işçilerin sendikalaşma oranından daha fazladır.

3.4. Kadınların Çalışma Yaşamına İlişkin Sorunları

Endüstrileşme, kadını ev dışındaki çalışma alanlarına çeker ve kadın ücretsiz aile


işçiliğinden ücretli çalışmaya geçerken, çeşitli sorunlar ve eşitsizliklerde ortaya
çıkmaktadır. Zaman içinde kadın işgücü üzerindeki denetim biçimi ve derecesi
değişmektedir. Buna karşılık kadının işgücü piyasasındaki marjinal konumu ve kadına karşı
ayrımcılık uygulamaları çeşitli mekanizmalarla varlığını sürdürmektedir. Bu uygulamaların
bazıları düzenli olarak uygulanan ve gözle görülen katı kurallar biçiminde, bazıları ise daha
az görülen ve dolaylı yollarla ortaya çıkan ayrımcılık uygulamaları olarak
gerçekleşmektedir.
Kadınları çalışma hayatıyla ilgili yaygın değer yargılarından bazıları şöyle
özetlenebilir:
• Kadınlar, erkeklere oranla çalışma yaşamında daha düşük ücretle

99
çalıştırılabilirler. Erkekler, genelde, tam zamlı işlerde çalışmakta; daha üst
pozisyonlara gelmekte ve daha fazla ek ödenek elde etmektedir.
• İşverenler, kadın işgücüne yatırım yapma konusunda ve istihdam etmede
genellikle isteksiz davranmaktalar. Kadınları anne adayı olarak görmeleri ve
doğum durumunda ücretli veya ücretsiz izin gibi sosyal haklar talep edecekleri
kaygısı işverenlerin kadınları işgücü piyasalarında daha çok marjinal uğraşlarla
sınırlı kalmaları gerektiğine duyulan inancı arttırmıştır.
• Kadınlara çalışma yaşamında erkeklere kıyasla daha az yönetsel sorumluluk
verilmesi.
• Ekonomik gerileme ve kriz dönemlerinde, özellikle evli kadınlar öncelikle
işten çıkarılmaktadır. Bunun için, yüksek tazminat ödenmesi gibi bazı
özendirici etkenlerde kullanılmaktadır.128
• Çalışan çocuklu kadının, işyerince sağlanacak, kreş, yuva vb. olanaklara
gereksinimi vardır. Gebe ve emzikli kadınlarla ilgili tüzük, 150 kadın işçi
çalıştıranın işverene kreş açma yükümlülüğü, 100 kadın işçi çalıştıran işverene
de emzirme odası açma yükümlülüğü getirmektedir. İşyerlerinin pek azında bu
yükümlülükler yerine getirilmektedir. Yalnız belirtmek gerekir ki, bu konudaki
tüm çabaları sadece işverenlerden beklememek gerekir. Devletin de bu konuda
etkin bir kol oynaması kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu sorun sadece işverenin
halledeceği bur sorun sadece işverenin halledeceği bir sorun sadece işverenin
halledeceği bir sorun sadece işverenin halledeceği bir sorun olmayıp ancak bu
alanda işverenin de sorumluluğu gözden kaçırılmamalıdır.129
• İşe yerleştirmede erkekler kadınlara göre önceliklidir.
• Çalışma yaşamında kadınlara daha az yükselme olanağı tanınır.
• Çalışan kadınlara, aldıkları sorumluluğa uygun yetki verilmez.
• Yasal düzenlemeler kadınların çalışmalarını kolaylaştıracak kadar yeterli
değildir.
• Kadınlarla ilgili meydana gelen iş kazalarında tazminat ve işlerine bağlı sağlık
sorunlarının değerlendirilmesinde, ergonomik yetersizliklerin hesaplamalarının

128
İbid

100
da yapılması zarureti vardır. Bu kadınların ergonomik özellikleri arasındaki
farklılık durulmamakta bu nedenle de kadınların çalışma şartları daha da
zorlaşmaktadır.130
• İş Kanunumuzun 69. Maddesi’nde kadınların gece alıştırılmaları esas itibariyle
yasaklanmıştır. Ancak sanayiden sayılmayan işler de kadınların geceleri
çalıştırılmalar mümkündür dolayısıyla işin gereği icabı, bazı işlerde kadın
çalıştırabilmektedir. Böylelikle gece çalışan kadın bazı sorunlarla karşı karşıya
kalmaktadır.131
• Kadınların sağlık durumlarını, eğitim, evlilik, sosyo-ekonomik statü ve
doğurganlık gibi çeşitli faktörler etkilemektedir. Bu faktörler de kadının
çalışma hayatındaki verimliliğini, sosyal yapı ve kalkınma çabaları içindeki
rolümü olumlu veya olumsuz olarak belirlenmektedir. Kadınlara sağlık
sorunları açısından bakılırsa, çalışma hayatındaki çevre koşullarına bağlı
oluşan hastalıkları, beslenme yetersizlikleri, doğumlarının tıbbi kontroller
altında olmaksızın yapılması, uygun olmayan hijyen şartları yanlış ve eksik
yapılan sağlık eğitimi gibi ortak sorunlarla karşılaşılmaktadır.132
• Hamile işçinin korunmasına ilişkin mevzuat, kadının erkeğe göre daha zayıf
olduğu gerçeğinden hareket etmektedir. Hamile kadın işçi, hamilelik ve doğum
sonrasında bir takım sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. “Gebe ve Emzikli”
kadınların Çalıştırılma Koşulları ile Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtları
(Kreşler) Hakkında Tüzük ile işe başladıktan sonra kadın işçilere verilen
emzirme izni süreleri de sorunu çözmekten uzaktır. Kentlerimizde 45 dakikada
evine gidip, bebeği emzirmek ve tekrar işe dönmek fazla teorik olup,
uygulaması hemen hemen mümkün değildir. Ayrıca yine tüzükle açılması
öngörülen emzirme odalarına bebeklerin getirilip götürülmeleri de sorundur.
Kreş çağında çocuğunun hastalanması halinde kadın işçiye ücretsiz ve ya yarı
ücretli izin hakkı verilmesi de ayrı bir sorundur. Bu sorunların çözüme
kavuşturulması, çalışan anneler ve anne adaylarını en önde gelen isteklerinden

129
Özkuzukıran, a.g.e., s.23
130
a.g.e., s.24
131
a.g.e., s.25

101
biridir.133
• Çalışan kadınlar açısından, eğitimdeki fırsat eşitliği önemli bir sorun olarak
karşımıza çıkmaktadır. Toplumumuzda kadınların eğitim düzeyleri, erkeklere
göre çok daha düşüktür. Eğitim çağında, kız ve erkek çocuklar ayrımcılığa
maruz bırakılmaktadır.134
• Sendikaların genelde erkeklerin yönetimde olması nedeniyle, erkek ve kadın
sendika üyeleri arasındaki fark gözetilmektedir.135
• Bütün dünyada kadınlar sermaye ve eğitim olanaklarından daha düşük
düzeylerde yararlanmaktadır. Kadınların toplumda yaratılan eğitim
olanaklarından gerektiği şekilde yararlanmamaları, onların işgücü
piyasalarında karşılaştıkları sorulanları arttırmaktadır. Kadınların eğitim
konusundaki yetersizliklerinin nedeni biçimsel eğitim düzeylerinin düşük
tutulması; beceri isteyen işlere hazırlayıcı özel eğitimlerin verilmemesi,
işyerinde verilen geliştirici eğitimlerden kadınların daha düşük düzeyde
yararlandırılmalıdır.136
Belli işlere ve mesleklere kadınlar kabul edilmemekte veya yerin yeni kabul
edilmeleri. Kadınları korumak amacıyla yapılan koruyucu yasal düzenlemeleri nedeniyle,
kadınların bazı mesleklere girmeleri engellenmiş olmaktadır. Örneğin ülkemizde, bir
zamanlar kadınlar kaymakamlık, müfettişlik gibi bazı mesleklerde kabul edilmemişlerdir.
Yine bazı işlerde ve meslekler istihdam edilecek kadın sayısı dondurulmaktadır. Buna da
örnek olarak ülkemizde asker ve polis örgütlerinde kadınlara kota uygulaması
gösterilebilir.137

132
a.g.e., s.26
133
a.g.e., s.27
134
Bankacılık Sektöründe Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık, a.g.e., s.16
135
a.g.e., s.15
136
a.g.e., s.16
137
a.g.e., s.16

102
SONUÇ

Küreselleşme daha çok ekonomi, serbest ticaret, finansal alışkanlık, özelleştirmeyi


ön gören politika değişmeleri ve özellikle sosyal hizmetlerdeki kamu harcamalarında
daralmalar ile sonuçlanmıştır. Büyüyen küresel ekonominin yarattığı faydalar ülkeler
arasında eşit olarak dağılmayıp, daha derinden ekonomik farklılıklara, yoksulluğun
kadınlaşmasına, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin artmasına, enformal sektörün büyümesine
ve çalışma koşullarının bozulmasına neden olmuştur. Bazı ülkelerde kadınları işgücüne
katılım oranlarında artış olmuşsa da, daha genel olarak gözlenen durum, ekonomik
politikaların uygulanmasının kadınların katılımının olumsuz etkilemesidir. Ayrıca,
katılımın arttığı durumlarda da ücretler, işte yükselme ve çalışma koşulları gibi konularda
beklenen olumlu değişmeler görülmemiştir.
Uyum politikasının temelinde, krizin nedenini emek maliyetinin fazlalığı olduğu
tespiti yatmaktadır. Bu durumda, ilk alınan önlem, ucuz emek arayışına girişilmesi
olmuştur. Merkez ülkeler, üretimin emek yoğun bölümlerini ayrıştırıp, emeğin ucuz olduğu
ülkelere transfer etmişlerdir. Bu ülkelerde ucuz emek arayışı sonucunda ise, emek
piyasasında değeri düşük ikinci sınıf emek olarak değerlendirilen kadın emeği yoğun
biçimde devreye sokulmuştur
Ekonomik şartların değişmesi, iş organizasyonlarının değişmesi, esnek üretim ve
yönetim tekniklerinin uygulanması, işverenlerin sistemde insiyatiflerinin artması, emek
piyasası koşullarının işçiler lehine gelişmesi, liberal politikaların güçlenmesi endüstri
ilişkiler sisteminin ve sistemi oluşturan aktörlerin sorgulanmasına ve çağdaş bir yeniden
yapılanma sürecine girmesine ve geleneksel kavramların yerini yeni anlayış ve
yaklaşımların almasına neden olmuştur. Özellikle istihdam ve işgücü yapısında oluşan
değişim, sendikaların üye ve güç kaybetmesi ve toplu pazarlığın merkezden uzaklaşmasına
neden olduğunu söylemek mümkündür.
Dünyada özellikle 1980 sonrası dönemde global ekonomi şartlarının ağırlık
kazanması, gelişme yolunda olan ülkelerde ihracata yönelik sanayileşme stratejilerinin
takip edilmesi neticesinde firmalar rekabet baskısı altında işgücü maliyetlerine kısmak için
kadın işgücünden faydalanma yolunu seçmişler, bu ise genel olarak kadın işgücü oranını

103
artmasına sebep olmuştur. Bazı araştırmacılar tarafından bu durum ”işgücünün
kadınlaşması” olarak yorumlanmıştır. Ülkemizde ise 1980 yılında başlayarak uygulamaya
konulan uluslararası piyasalara entegrasyon politikaları sonucunda, ekonomimizin çeşitli
yönleri ile dışa açılmasına ve ihracatımızın önemli ölçüde artmasına rağmen, kadınları
istihdam konusunda, benzer politikalar uygulayan ülkelerde izlenen dönüşüme paralel bir
süreç yaşanmadığı görülmektedir. Yapılan araştırmalar neticesinde Türkiye’de tarım-dışı
kadın işgücünde görülen artışın istihdamın kadınlaşmasına yol açacak ölçüde olmadığı da
dikkati çekmektedir.
Türkiye’de kadın işgücünün (tarım dışı) katılan oranının çok düşük olmasının en
önemli nedenlerinden biriside, bir yandan temel değişken olan işin geliri ile ev ve çocuk
bakımı gideri arasındaki farkın ortalama olarak düşük kalması, diğer yandan da kadını
ücretli işe yöneltecek asgari farkın kültürel nedenlerle halen yüksek olmasıdır. Kuşkusuz
düşük eğitim düzeylerinde dışarıda kazanılacak ücret, ev işleri ve çocuk bakımı için
ödenecek ücreti karşılamaya ancak yetecek, ya da altında kalacaktır. Eğitim düzeyi
yükseldikçe kazanılan gelir ile masraf arasındaki fark lehte gelişeceğinden, katılım oranı da
artma eğiliminde olacaktır. Günümüzde küreselleşmeye bağlı olarak teknolojik
gelişmelerin özellikle modern sanayi içerisinde “kadın işi” olarak ifade edilen emek-yoğun
işlere azalttığı ve giderek ortadan kaldırdığı açıktır. Nitekim bu durumda Türkiye’de
etkilenmekte ve belirttiğimiz diğer sosyoekonomik sebeplerle beraber kadın işgücüne
katılım oranı olumsuz yönde değişmektedir.
Kadın çalışanların önemli bir kısmı elde etmiş oldukları gelirin tamamını hane halkı
reisine veya kocasına vermektedir. Bir bölüm kadın çalışan ise, değişen sosyo ekonomik
yapı içerisinde, elde etmiş olduğu geliri kendi harcamaları için ya da ev ihtiyaçları için
ailesiyle paylaşarak kullanmaktadır. Bu yapılanma hane halkında erkek hükümdarlığının
devam ettiğini, kadın işgücü arzının erkeğin gelirine veya erkeğin çalışma süresine bağlı
olmasına karşılık, erkeğin işgücü arzının kadının işgücü arzına bağlı olmadığını söylemek
mümkündür.
Türkiye’de kadınlar tarımsal sektör ve ev içi istihdam dışında çalışma olanağını
Cumhuriyetle beraber elde etmişlerdir. Kadın hakları konusunda yasal düzenlemeleri yapan
ilk ülkelerden birisi olan Türkiye’de ne yazık ki özellikle kentsel alanlarda kadının

104
işgücüne katılım oranı çok düşük düzeylerde kalmıştır. Bunun temel nedeni aile içinde
erkeğin hükümranlığı, kadının çalışmasına yönelik toplumsal bakışın iyi olmaması ve
kadının yeterli beşeri sermayeye sahip olmamasından kaynaklanmaktadır. Sadece bu zincir
bile kendiliğinden cinsiyet ayrımcılığına neden olmaktadır.
Sektör bazında incelendiğinde kadınların tarımdan sonra en yoğun olarak istihdam
edildiği sektör hizmet sektörüdür. Son yıllarda hizmet sektöründe çalışan kadınların oranı
artmaktadır. Sektörün genişlemesinin yanı sıra bu sektördeki bazı işlerin “kadın işi”,
“kadına uygun iş” olarak algılanması da artışa önemli rol oynamıştır. Kadınların sanayi
sektöründe çalışmasını engelleyen bazı koruyucu yasalardan ve kadın emeğinin “ucuz
emek” olarak algılanmasından dolayı, sanayi de çalışan kadınlar daha çok emek-yoğun iş
kollarında işe alınmaktadır. Bunların dışında tekstil, hazır giyim, gıda ve tütün gelmektedir.
Ayrıca, sanayi sektörü için kadınların yeterli teknik donanım ve bilgiye sahip olmaları da
bu sektörden uzak kalmalarına neden olmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde %60’ların üzerinde olan kadınların işgücüne katılım oranı,
ülkemizde ise nerede ise bunun yarısı düzeyinde seyretmektedir. Bu olumsuz tablonun
değiştirilmesinde sorumluluk sadece kadınlarda değildir. Toplumun sosyokültürel yapısı,
çalışma yaşamında kadınlara yönelik koruyucu düzenlemelerin yeterince işletilmemesi,
eğitim eksikliği, esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaşmaması gibi faktörler, kadınları
işgücüne katılmalarını olumsuz olarak etkilemektedir.
Kadınların kendi sorunlarına ya da sorunlarını çözmesi beklenen kurumlara
ilgisizlikleri de bir mazeret olarak kullanılmamalıdır. Önemli olan bu gerçeği görmek ve
olumlu yönde değişiklik yapma yolunda adım atmaktır. Bu açıdan her toplumsal kuruma
düşen bir sorumluluk olduğu gibi kadınların topluma kazandırılmasından her kurumun
sağlayacağı yararlar olduğu da gerçektir. Modernleşme sürecinde Türkiye’de kadınların,
kendilerine göre desen arayışları, toplu protesto gösterilerinden, dergi çıkartmaya ve
Akademik Kadın Araştırma Merkezi kurmaya kadar pek çok farklı olayla kendisini
göstermiştir.

105
KAYNAKÇA

1. Akan, Elif; Kadının İşgücü Piyasasındaki Durumu ve Sendikalaşma, İ.Ü. Sosyal


Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1996.
2. Altan, Ömür Zülfü; Kadın İşçiler ve Türkiye'de Kadın İşçilerin 1475 Sayılı İş
Kanunu İle Korunması, Eskişehir, 1980.
3. Altan, Ömür Zülfü; Kadın İşçiler ve Türkiye'de Kadın İşçilerin 1475 Sayılı İş
Kanunu ile Korunması, Eskişehir İTİA Basımevi, Eskişehir 1980.
4. Anker, Richard; Theories of Occupational Segregation By Sex: An Overview,
International Labor Review, Vol 136, 1997, (Çevrimiçi)
5. Aykaç, Mustafa; “Globalleşen Dünyada İşgücü Piyasaları”, Çerçeve Dergisi,
Sayı: 14, İstanbul 1995.
6. Bahçekapılı, Cengiz; “Küreselleşme Bölgeselleşmeyi Geride Bıraktı”, İktisat
Dergisi,
Temmuz 1994/4.
7. Balcı, Y.; "Bilgi Teknolojisi ve istihdam", Çerçeve, Yıl.4, Sayı:15, Ağustos-Ekim
1995.
8. Bozkurt, Veysel; Küreselleşmenin İnsani Yüzü, Alfa Yayınları, 2000.
9. Büyükuslu, Ali Rıza; “Sendikalar Küreselleşmeye Dayanabilir mi?”, İktisat
Dergisi, Mayıs 1998.
10. (Çevrimiçi) http:/www.netpano.com/feminizm.html, 27.11.2002
11. (Çevrimiçi) http://www.kssgm.gov.tr/metin l.html, 05.8.2000
12. (Çevrimiçi) http://avrupakonseyi.org.tr.03.04.2003
13. Çiftçi, Oya; Kadın Sorunu ve Türkiye'de Kamu Görevlisi Kadınlar, Türkiye ve
Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1982.
14. Çolak, Ömer Faruk; "1986 'İngiltere'de Sanayi Devrimi Sürecinde Sermaye
Birikimi ve D. Ricardo'nun Analizi" G.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt:2, sayı: l-2.
15. Çolak, Ömer Faruk; "1986, Malthus'un Nüfus ve Ücret Teorisi Üzerine Bir
İrdeleme", İktisat Dergisi, sayı: 262-263.

106
16. D. Campbell, The Globalizing Firm and Labour Institutions’, Multinational and
Employment: The Global Economy of the 1990's (Eds. P. Biley ve diğerleri),
International Labour Office, Geneva, 1993.
17. Devlet Planlama Teşkilatı (DTP), Dünyada Küreselleşme ve Bölgesel
Bütünleşmeler, DPT: 2375- OIK: 440, Ankara, 1995.
18. DPT, VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı, DPT Yayını, Ankara 2000.
19. Döner, Serap; Kadını Aile ve Çalışma Yaşamındaki Konumu ve içinde bulunduğu
Görev İkilemi. İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, 1999.
20. Doğramacı, Emel: Türkiye'de Kadının Dünü ve Bugünü, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, Ankara 1997.
21. DPT, Dünyada Küreselleşme ve Bölgesel Bütünleşmeler, (DPT): 2375-OIK: 440,
Ankara, 1995.
22. Ekin, Nusret; Küreselleşme ve Gümrük Birliği, İstanbul Ticaret Odası Yayın No:
1999- 47, Güncelleştirilmiş II. Baskı, İstanbul, Şubat, 1999.
23. Ekin, Nusret; Küreselleşme ve Gümrük Birliği, İstanbul Ticaret Odası Yayın No:
1996- 32, İstanbul 1996.
24. Ekin, Nusret ve Diğerleri,; Türkiye'de Kadın İşgücü İstihdamındaki Gelişmeler
Karşısında Kısmi Sureli İstihdam. Hukuki Esaslar ve Sosyo-Ekonomik
Yönleriyle Kısmi Çalışma. T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Eğitim
Serisi:6 Paneller, Konferanslar: 4, Ankara, Mayıs 1991.
25. Erkin, Nusret; Globalleşme Sürecinde Dünya Ekonomisi: Genel Bir Yaklaşım,
İlim ve Sanat Dergisi, 1995, Sayı: 39.
26. Ertuğrul, Dilek Uğur; "Serbest Piyasanın Serbest Kadınları", Kadın Dünyası,
Ekim 2000.
27. Eyüboğlu, Ayşe; "Kentli Kadınların Çalışma Koşulları ve (Çalışma Yaşamını
Terk Nedenleri", İktisat Dergisi, Sayı:377, Mart 1989.
28. Gökal, İsmail; "Globalleşme", Dış Ticaret Dergisi, Yıl:2, Sayı:7, Ekim 1997,
ss.25-26.

107
29. Gülay, T. ERDOGDU Seyhan: Sendikacı Kadın Kimliği, İmge Yayınlar, 1998.
30. Heaton, Herbert; Avrupa İktisat Tarihi 1, (Çeviren: M.Ali Kılıçbay ve Osman
Aydoğuş), Teori Yayınları, Ankara, 1985.
31. H. Henderson, The US and Others in a Changing World Economy, The World
Economy, Vol.16, 1993, No:5.
32. Hotar, Nükhet Başargan; "2001'li Yıllarında Çalışan Kadın", Mercek Dergisi,
sayı: 17 Ocak 2000.
33. ILO, Gender, Poverty and Employment, Geneva, 1995.
34. Insee, Les Femmes, Insee, Paris, 1995.
35. Karluk, Rıdvan; Küreselleşen Dünyada Uluslar arası Ekonomik Kuruluşlar ve
Entegrasyonlar, 2. Basım, Eskişehir, 1995.
36. Kazgan, Gülten; "2000 Yılına Doğru Yeni Ekonomik Düzen ve Türkiye", 2000'li
Yıllarda Türkiye Ekonomisi ve Ekonomi Öğretimi, Türkiye Ekonomi Kurumu,
Ankara, 1993.
37. Krugman, P. "Growing World Trade: Causes and Consequences", Brookinds
Papers On Economic Activity, No.l, 1995.
38. Karakışla, Yavuz Selim; "Uşak'ta Kadın Halı İşçilerinin isyanı (1908)",
Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı:99.
39. Karakışla, Yavuz Selim; "Kadın İşçileri Evlendirme Kampanyası", Tarih ve
Toplum Dergisi, Sayı: 219, Mart 2002.
40. Kılıç Cem; Türkiye'de Kadın İşgücüne Katlım Oranları ve Gelişen Sanayi
Merkezleri Açısından Görünüm, http://www.dicle.edu.tr/khuka/10.htm 2001.
41. KSSGM, Ders Kitaplarında Cinsiyetçilik, KSSGM Yayını, Ankara.
42. Koray, Meryem "Çalışma Yaşamında Kadın Gerçekleri", Basisen Eğitim ve
Kültür
Yayınları. 23, İzmir, 1993.
43. Kutlu, E. "Küreselleşme", AUHBF Dergisi, Cilt.14, Sayı:l-2, Eskişehir, 1998.
44. Koray Meryem. Küreselleşme İlerlerken Gerileyenler: Ekonomi Karşısında
Sosyal, Sermaye Karşısında Emek, Piyasa Karşısında Siyaset, İktisat Dergisi,
Sayı:369, Temmuz, 1997.

108
45. Kurtulmuş, Numan; Sanayi Ötesi Dönüşüm, İz Yayıncılık, 1996.
46. KSSGM, Ulusal Eylem Planı, KSSGM Yayını, Ankara, 1998.
47. Kulal, Metin "Küreselleşme Karşısında UCO", İşveren Dergisi, Cilt:37, Sayı: 10,
Temmuz 1999.
48. Karataş, Hülya. İktisadi Hayatta Kadın ve Sorunları, İ.Ü. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1989.
49. KSSGM, Bankacılık Sektöründe Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık, KSSGM Yayın
Ankara, Ocak 2000.
50. KSSGM, Yeni Üretim Süreçleri ve Kadın Emeği, KSSGM Yayını, Ankara, 1999.
51. Sevim, A. Medeni Kanun Kabulüne Dek Türkiye'de Feminizmin Nabzı Atıyor
muydu?
52. KSSGM, Yeni Üretim Süreçleri ve Kadın Emeği. KSSGM Yayını, Ankara, 1999.
53. Kuper, Adam. Jessica Kuper, The Social Encyclopedia, Routledge, London, 1996.
54. Louise, A.T.ve Joan W. Scott, Women, Work and Family, Libraryof Congress
Cataloging, USA, 1978.
55. Makal, Ahmet. Türkiye'de Tek Partili Dönemde Çalışma İlişkileri: 1920-1946,
İmge Kitapevi, Ankara 1999.
56. Memişoğlu, Şenol. Cumhuriyet Döneminde Kadın Hakları, İ.U. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
57. Moroğlu, Nazan; "AB Anlaşmalarında ve Yönergelerinde Kadın Erkek Eşitliği ile
ilgili Düzenlemeler", AB'ne Giriş Sürecinde T.C. Anayasası ve Kadın Erkek
Eşitliği Politikaları, KSSGM Yayını, Ankara 2000.
58. Munck, R. Uluslararası Emek Araştırmaları, Öteki Yayınları, Ankara, 1995.
59. Necef, Şule; "Kadın Ekonominin Tamponu", Kadın Dünyası, Ekim 2000.
60. Os, Nicole Vuz. Geçmişten Gelen Kaynaklar, Gelecek için Kaynaklar, (Çeviren:
Kaya Genç) Toplumsal Tarih Dergisi, Mart 2002, Sayı: 99.
61. Özel, Mustafa; "Küreselleşme ve Bloklaşma Üzerine", İlim ve Sanat Dergisi,
Sayı:39, 1995.

109
62. Paymaz, Erol; I997, "Esnek Üretime Dayalı Bir Rekabet Stratejisi Geliştirilebilir
mi? Türkiye'de Fason Üretim", Petrol-i§ 95-96 Yıllığı, Petrol-İş Sendikası Yayını,
Ankara.
63. "Türkiye'de Fason Üretim", Petrol-iş 95-96 Yıllığı, Ankara: Petrol-İş Sendikası
Yayını.
64. Petrol-İş, "90 Petrol-İş", Yayın No:2, İstanbul 1990.
65. Petrol-İş, “Kadınlar Sosyal Güvenceden Yoksun” Petrol-İş, Sayı:92, Ocak 1994.
66. Say, Gürgün. Siyasal Değişimde Kadın Boyutlu, Kurtiş Matbaacılık, İstanbul
1998.
67. Sevim, Ayşe. "Medeni Kanun Kabulüne Dek Türkiye'de Feminizmin Nabzı
Atıyor", Türk-İş Kadın İşçiler Kurultayı. Petrol-İş. Sayı 96. Kasım 1995.
68. Şenel, Dilek. “Çalışma Yaşamında Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık İşyerinden
Örnekler", İktisat Dergisi, sayı:377, Mart 1998.
69. Shirley Dex ve Walter Peters, Franco-British Comparisons of Women's Labor
Supply, Oxford Economic Papers, Sayi:44, 1992.
70. Taymaz, Erol. Esnek Üretime Dayalı Bir Rekabet Stratejisi Geliştirilebilir mi?
Türkiye'de Fason Üretim, Petrol-İş Sendikası Yayını, Petrol-İş 95-96 Yıllığı,
Ankara, 1997.
71. Türk-İş Kadın İşçiler Bürosu, Çalışan Kadınlar ICFTU Politika ve Programları,
Demircioğlu Matbaacılık Bayındır Sk. Türk-İş Pasajı Yenişehir/Ankara.
72. TISK, Çağdaş. Sanayi Merkezinde Kadın İşgücünün Konumu: Bursa Örneği,
TISK Yayını, Ankara, 2002.
73. Tuna, Yusuf. “Dünyada Globalleşme Eğilimleri ve Dengeler”, Çerçeve Dergisi,
Sayı:14, Mayıs-Temmuz. 1995.
74. Türk-İş., Kadın İşçiler Kurultayı, Petrol-İş, Sayı 96, Kasım 1995.
75. TUSIAD, Kadın ve Erkek Eşitliğine Doğru Yürüyüş: Eğitim, Çalışma, Yaşam
ve Siyaset, Aralık 2000, Yayın No: TUSIAD-T/2000-12.
76. TUSIAD: Kadın Erkek Eşitsizliğine Doğru Yürüyüş: Eğitim, Çalışma Yaşamı ve
Siyaset, 2000.

110
77. TUSIAD, "Kadın-Erkek Eşitliğine Doğru Yürüyüş: Eğitim", Çalışma Yaşamı ve
Siyaset, Aralık 2000.
78. Uysal, Bengü. Kadın İstihdamı Üzerine AB-Türkiye Karşılaştırılması, İ.Ü, Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1996.
79. Uygur, Sakine. Kadın İşçiler ve Sorunları, Türk-İş Yayını, Ankara 1999.
80. W. Molle, The Economics of European Integration: Theory, Practise, Policy,
Aldershot, London 1991.
81. World Bank, Global Economic Prospects and the Development Countries.
Washington. 1992.
82. Yayla, Atilla. Liberalizm, Turhan Kitapevi Yayınları, Bilimsel Eserler Dizisi:20,
Ankara, 1992.
83. Yorgun, Sayım. “Küreselleşme Sürecinde Sendikalar”, MESS Mercek, No: 12,
Ekim 1998.
84. Yüksel, Melek Onaran. Türk İş Hukukunda Kadın Erkek Eşitliği, Beta Yayını,
İstanbul, 2000.

111

You might also like