Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 69

eskiçağ

YIL: 1 SAYI: 8 KASIM 2018

ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

ESKİÇAĞLARDAN
GÜNÜMÜZE
DÜNYA MİTOLOJİSİ
Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 1
3-7 8-10 11-18

19-24 26-27 28-30 31-42

43-45 46-58

AYLIK OLARAK DİJİTAL


ORTAMDA
YAYIMLANIR

ESKİÇAĞ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ


Yıl: 1 Sayı: 8 (Kasım) 2018
Ana Teması: Mitoloji
İmtiyaz Sahibi: Eskiçağ Araştırmaları Merkezi
Genel Yayın Yönetmeni: Umut Ataseven
Sanat Yönetmeni: EÇAM
Onur Kurulu Başkanı: Prof. Dr. Bülent İplikçioğlu
Yayın Kurul Danışmanı: Bünyamin Yıldız
Danıışma Kurulu:
Didem DEMİRALP
Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 2
Adil GÜRSES
Sosyal Medya Danışmanı: Etem Dönmez
Birce BALCI

AKHİLLEUS’İN
MİTOLOJİK
KARAKTERİ VE TROİA SAVAŞI

A khilleus; büyük deniz tanrıçalarından

Thetis Peleus ile yaptığı zoraki evlilikten gebe


biri olan Thetis ile Zeus'in torunu Peleus'in
oğludur. İlyada'da merkezi bir figür ve Troia kalır. Teselya'da bir oğlan dünyaya getirir ve
savaşındaki en önemli savaşçıdır. efsaneye göre denizin dibine geri döner.
Akhilleus ismininde denizin dibinde yaşayan
Mitolojiye göre deniz tanrı Poseidon ve Zeus varlıkların, Akheloos ve Akheles gibi,
Thetis ile evlenmek istiyorlardı. Dişi titanlardan isimleriyle benzerlik gösterdiği
Themis; bir tanrılar toplantısında Thetis ile düşünülmektedir. Homeros'a göre ise Thetis
Zeus veya Poseidon arasında yapılacak bir kocasını terk etmez, Akhilleus de anne ve
evlilikten doğacak olan çocuğun, babasından babasıyla büyür ve buradan Troia'ya katılır.
daha güçlü bir silaha ve konuma sahip olacağı
kehanetinde bulunur. Bunun üzerine Zeus, Thetis oğlunun bir ölümlü oluşundan üzüntü
Thetis'i bir ölümlüyle evlendirmeye karar verir. duymaktadır. Oğlunu kendi gibi bir ölümsüze
Bu ölümlü Aiakos'un oğlu Peleus'tir. Aiakos, dönüştürmek ister. Bu konuda kaynaklarda iki
farklı efsaneyle karşılaşıyoruz.
Zeus' in oğludur, bu durumda Akhilleus Zeus' in
torunu sayılmaktadır.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 3


İlk olanı Thetis'in vaatlerde bulunmaya başlamışlardır. Savaş
oğlunu Styks nehrine batırmasıdır. Akhilleus'i tanrıçası Athena zaferi, Hera gücü, güzellik ve
topuğundan tutan Thetis, nehre batırıp ölümsüz aşk tanrıçası Aphrodite ise Sparta kralı
olmasını sağlamaya çalışmaktadır. Menalaos'un karısı Helene'nin aşkını ortaya
koymaktadır.
Diğeri ise bir gece
oğlunu yine topuğundan tutarak ateşe yatırmaya Paris tanrıçanın
kalkışmasıdır. Bu iki efsanede de topuğundan güzelliğinden mi Helene' nin aşkından mı
tutulduğu için sadece oradan yaralanmaktadır. bilinmez Aphrodite'yi seçer. Ve bundan sonra
Paris'in aklı fikri Helene'dedir.
Thetis'in bu
tutumundan hoşnut olmayan baba Peleus, Belki de tarihteki ilk güzellik yarışması
oğlunu bir kentaurun yanına göndermeye karar diyebileceğimiz bu masalın sonunda Aphrodite
verir. Kentaurlar yarı at yarı insan şeklinde ödülü olarak Eris'in ortaya attığı altın elmayı
yaratıklardır. Kheiron da bu at adamlar arasında alır. Ancak Paris'e verdiği sözü bir türlü yerine
en güçlü ve bilgin olanıdır. Hekimlikte de getirmemektedir.
ustadır. Bir doğa adamıdır. Peleus oğlunu
Paris tanrıçanın sözünü yerine getirmemesi
Kheiron' a emanet eder. Bu at adam Akhilleus'i
üzerine, Menalaos'un da Girit'te bulunduğu bir
öğrencisi gibi görür ve yetiştirdiği birçok yiğit
zamanı fırsat bilerek Sparta'ya gider ve
gibi Akhilleus'i de güçlü bir savaşçı ve avcı
Helene'yi kaçırır. O'nu Troia'ya getirir. Böylece
olarak yetiştirir. O'nu hayvan bağırsaklarıyla,
savaşın mitolojik nedeni oluşur. Eski Yunan
ayı gibi yırtıcı ve güçlü hayvanların iç
tarihi kaynaklarına baktığımızda asıl nedenin
organlarıyla besler. Bunların yanı sıra
Troia'nın arkasındaki zenginlik, Ege ve
Akhilleus, bu bilgin at adamdan tanrı korkusunu
Akdeniz'e inme çabası olduğu görülmektedir.
da öğrenir.
Helene’yi Paris'in kaçırdığını öğrenen
Akhilleus' in annesi
Menalaos, Mykenai'nin en büyük kralı olan
Thetis kehanetlere göre oğlunun Troia
ağabeyi Agamemnon' a giderek durumu anlatır.
Savaşı'nda öleceğini bilmektedir. Oğlunun kötü
Bundan sonra Akhalar Troia'ya bir sefer
kaderini değiştirebileceğini düşündüğünden
düzenlemeye karar verirler. Ancak Akha
O'nu savaştan uzak tutmak adına Skyros
kahinleri savaşa Akhilleus'in dahil olmadığı
adasında bir kralın, Lykomedes'in, yanına
sürece Troia'nın alınamayacağını söylerler.
gönderir. Akhilleus burada adeta bir kız çocuğu
Bunun üzerine Agamemnon ve yine bir Yunan
gibi giydirilerek, kralın kızlarıyla birlikte
kralının oğlu olan Odysseus Skyros adasına
hayatını sürdürmeye başlar. Ancak Thetis de
doğru yola çıkarlar.
dâhil olmak üzere, Troia savaşına katılacak
olanlar; yine kehanetlere göre Akhilleus
olmadan savaşın kazanılamayacağını
bilmektedirler.
Elbette burada Troia
Savaşı’nın nedenine de değinmek
gerekmektedir. Peleus ve Thetis'in evlilik
şölenlerinde kavga tanrıça Eris, şölene üzerinde
en güzele yazan bir elma gönderir. Ve böylece
aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite, Zeus' in eşi
Hera ve savaş tanrıçası Athena arasında kimin
daha güzel olduğuna dair bir tartışma başlar.
Zeus de bu kavganın bitmesi için bir hüküm
vermesi adına Paris'i seçer. Paris Troia kralının
oğludur. Mitolojide üç güzeller masalının
hüküm veren karakteridir. Üç tanrıçadan en
güzelini belirleyecektir. Ancak tanrıçalar Paris'e
Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 4
Adaya geldiklerinde Odysseus'n aklına dâhice
bir fikir gelir. Akhilleus'in birlikte yaşadığı
Skyros kralının kızlarına br tüccar olarak
kendini gösterir ve bohçalar içerisinde pahalı Akhilleus'i de yanlarına alan Yunanlılar ilk
kumaşlar ve mücevherler sunar. Bohçanın alt olarak Troia sandıkları Mysia bölgesine sefer
kısmına çeşitli silahlar yerleştirmiştir. Kız düzenlerler. Burada Hekate'nin oğlu Telephos'u
kılığındaki Akhilleus silahları gördüğünde yaralarlar. Mysia'yı yağmalarlar. Ancak buranın
heyecanlanır, onları kullanmak ister ve kendini Troia olmadığı anlaşılınca denize açılırlar. Bu
belli eder. Bir başka anlatıma göre yine kez rüzgâr onları Yunan adalarına savurur.
Odysseus, kralın sarayında şaşırtıcı bir şekilde Tenedos adasında Agamemnon ve Akhilleus ilk
savaş borusunu çaldırmayı başarır ve bunun defa kavgaya tutuşurlar. Akhilleus burada
üzerine zırhına sarılan Akhilleus kendini belli Apollon'un oğlu Tenes'i öldürür. Efsaneye göre
eder. Akhilleus Tenes'i öldürürse savaş meydanında
vurularak öldürülmekten kurtulamayacaktır.
Odysseus kızlar bohçayla oyalanırken
Akhilleus' e Yunanların başına gelenleri anlatır Akhilleus savaşta çarpıştığı sıralarda bir zafer
ve O'nu savaşa dâhil olmaya ikna eder. kazanır ve Briseis adlı bir kadını esir alır. Bazı

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 5


kaynaklarda kölesi ve kapatması olarak '' Bir Atreus oğulları mı sever,
anlatılmaktadır. karılarını,
Bu sıralarda Agamemnon Apollon'un rahibin Sever korur karısını duygulu akıllı her
kızı Khryseis'i tutsak olarak alır. Kızı babasına adam..''
vermek istemediği için tanrı Apollon Yunanlılar
Akhaların gitgide güçsüz ve kötü duruma
üzerine hastalık salar. Bunun üzerine
düşmeye başlamalarıyla Akhilleus'in yakın
Agamemnon kızı vermeye razı olur Bundan
arkadaşlarından Patroklos devreye girer.
sonra ise Akhilleus ile Khryseis'in yerine
Durumu O'na anlatır ve eğer savaşmayacaksa
istediği Briseis için kavgaya tutuşur.
silahlarını ve zırhını alıp savaşa gitmeye
Agamemnon ve Akhilleus arasında çıkan bu kararlıdır.
tartışma sırasında Agamemnon, Briseis'i
Patroklos Akhilleus'in zırhını ve silahlarını
alacağını ima eden ağır sözler söyler. Bunun
kuşanıp Troialıları
bozguna uğratır. Bunun
üzerine oğlunun
intikamını almak isteyen
Apollon Troialı Hektor'u
kışkırtır ve Patroklos'u
vurmasını sağlar. Hektor
Patroklos'u öldürür.
Hektor, Patroklos'u
silahlarından soyar ve
Akha yiğitleri ölüsünü
almak için Hektor'la
dövüşürler. Nihayetinde
cenazeyi alır, acı haberi
Akhilleus'e ulaştırırlar.
Akhilleus arkadaşının
ölümü üzerine korkunç
bir yasa boğulur. Derin
bir pişmanlık ve üzüntü
duyar. Ancak
arkadaşının öcünü
almaya karar verir ve
annesi Thetis'i yanına
çağırır. Ondan demirci
tanrı Hephaistos'a yeni
üzerine deliye dönen Akhilleus çadırına
silahlar yaptırmasını ister. Bu arada da
çekilerek savaşmayı reddeder.
Akhaların toplantısında Agamemnon ile
Yaşanan bu durumlara öfkelenen ve içerleyen barışırlar
Akhilleus, annesi Thetis'e yalvarır ve
Yeni silahlarını kuşanan Akhilleus savaşa tekrar
Yunanlıların kaybetmesini sağlamasını ister. Ve
dâhil olmuştur. Adeta çıldırmış gibi Troialıların
Thetis tanrı Zeus'tan yardım oğlı için yardım
üzerine koşar ve önüne geleni öldürür.
diler.
Troialılar surların içine sığınırlar. Dışarıda
Troialıların zafer yanlızca Hektor kalır. Ve Akhilleus tarafından
kazanmaya başlaması üzerine Agamemnon öldürülür. Bunun üzerine kahraman ilan edilir.
özür diler fakat Akhilleus gururundan özürleri Hektor'un cesedini bir arabaya bağlar ve Troia
kabul etmez. Homeros İlyada'da Akhilleus'in bu etrafında defalarca dolaştırır.
olayla ilgili söylediklerini şöyle anlatır:

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 6


Akhilleus Hektor'un cesedini Patroklos'un KAYNAKÇA
cenazesine gururla getirir. Ancak Hektor'un
1) Carpenter, H.
babası Akhilleus'e yalvararak cenazeyi geri
Thomas, Antik Yunan'da Sanat ve Mitoloji,
ister. Sonunda ikna olan kahraman, Hektor'un
İstanbul, Homer, 2002.
cesedini geri verir.
2) Elkırmış, Zeynep,
Troyalıların kayıpları üzerine savaşa, savaş
''Troya'', Yeni Yüksektepe Dergisi, 2004, 44,
tanrısı Ares'in kızlarından amazon kraliçesi
16/23
Penthesilea ile Memnon katılır. Memnon şafak
tanrıçası Eos'un oğludur. Troialılara yardım 3) Erhat, Azra, Mitoloji
ederler. Ancak Akhilleus Memnon'u, mazon Sözlüğü, İstanbul, Remzi, 2011
karaliçesini ve diğer önemli insanları da kılıçtan
geçirip büyük kahraman olarak anılmaya başlar. 4) Fink, Gerhard, Antik
Savaşın devamında Troia'nın içine girmeye Mitolojide Kim Kimdir? ,İzmir, İlya, 2004
başlarlar. Akhilleus şehrin içlerine girdiği 5) Gagarin, Michael,
sıralarda, Apollon'un da yardımıyla Paris'in oku The Oxford Encyclopedia of Ancient Greece
ile karşılanır. Ok, kahramanın öldürülebileceği and Rome VOL 1, Newyork, Oxford
tek yer olan topuğuna gelir, Akhilleus ölür. University, 2010
Akhilleus efsanesi artık bitmiştir. Aias ve 6) Hunger, Herbert,
Odysseus cesedini savaş alanından Lexicon Der Griechischen Und Römischen
uzaklaştırarak barakasına götürdüler. Briseis ve Mythologie, Wien, 1959
annesi Thetis onun için yas tuttular.
7) Lexicon
Cesedi İda Dağı'ndan getirilen dağ gibi yığılmış Iconographicum Mythologiae Classicae,
odunlar üzerine kondu sonra ateşlendi. Esir Switzerland, Artemis, 1981
Troialı gençlerin de boğazları kesilerek O'na
kurban edildiler. Çok geçmeden Akhilleus 8) Pauly, P. , Wissowa,
şerefine düzenlenen oyunlar başlamıştı. Thetis G. v.d ,Real_ Encyclopadie Der Classischen
kazananlara ödülleri bizzat kendisi verdi. Altertumswissens_chaft (RE)
Sonunda demirci tanrı Hephaistos'a yaptırılan
9) Peter Delius Verlag
Akhilleus'in meşhur silahlarını ortaya koydu.
Kadrosu, Başvuru Kitapları Mitoloji, Çin, NTV,
Cenazesini Troialılara kim kaptırmadıysa,
2010
silahlar onun olacaktı. Agamemnon silahların
Odysseus' e verilmesine karar kıldı. 10) Rosenberg, Donna,
Dünya Mitolojisi, Ankara, İmge, 2003
Akhilleus Yunan Mitolojisi’nin efsanevi
kahramanlarındandır. Annesi bütün uğraşlarına 11) Akşit, İlhan, Batı
rağmen oğlunu kötü kaderinden kurtaramamış, Anadolu Mitolojisi ve Troya Efsanesi, İstanbul,
savaşa girmesine engel olamamıştır. Birçok Fatih, 1979
önemli kişiliği yenerek büyük kahraman olarak
anılmaya başladığında, belki de tam da zafere
ulaşmak üzere olduğu sırada Paris' in okuyla
öldürülmüştür.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 7


ALBASTI
Albastı, bütün Türk boylarında ortak olarak Ey şeytanlar, şeytanlar,
inanılan bir kötü ruhtur. Yörelere ve tarihin
akışına göre -birbirine benzer olmak üzere- şu Bu ciğeri alın,
sözcüklerle adlandırılmıştır: Abası, Al, Albas,
Buna kanaat edin,
Albastı, Albıs, Albız, Alkarası, Alkarısı, Almıs.
Doğum sırasında ve sonrasında gerek ana için, Bu kadını öldürmeyin,
gerek çocuk için çok büyük bir tehlike olan
Albastı ve bu ruhla ilgili inançlar Türkler'in çok Zarar dokundurmayın,
eski devirlerinden günümüze dek gelen, halâ
Anadolu ve Anadolu dışı Türkler arasında
yaşayan önemli bir mitolojik unsurdur. Koyun ciğeri size yetmez mi?

Karakteristik bir Türk motifi olan Al, Albastı Bu koyun ciğerini ciğer saymıyor musunuz?
ruhu Orta ve Batı Türkleri'nde Albastı, Alkarısı;
Öyle ise elime kılıç alırım,
Osmanlı metinlerinde Albız; Uranha-Tuba
Türkleri'nde Albıs; Altay Türkleri'nde Almıs; Hesapsız ruhlarımla,
Saha (Yakut) Türkleri'nde Abası olarak bilinir. Size saldırırım.
Kam = Baksı = Şaman'lar, Albastı'yı genellikle
keçi suretinde görürler. Bu inançla ilgili olarak
yapılan törenlerde Albastı, ana ve çocuktan Lohusa kadınlara musallat olan Albastı
uzaklaştırılmağa çalışılır. Saptanmış böyle bir hakkındaki inançlar ve Albastı'nın musallat
törende baksı bir yandan ilahi/afsun okur, öte olma şekli Kırgız, Kazak ve Anadolu
yandan bir koyun ciğerini lohusanın ciğeri Türkleri'nde bütün ayrıntılarıyla aynı
yerine Albastı'ya verir. Çünkü Albastı biçimdedir (lohusanın ciğerlerini alıp götürmesi
lohusanın ciğerini alıp kaçar ve suya atar. Ciğer ve suya atması, ocaklı adamlardan korkması,
suya düşerse lohusa ölür. Saptanan bu baksı tüfek sesinden kaçması, demirden ürkmesi vb).
ilahisi/afsunu şöyledir: Kazak ve Kırgız Türkleri'nde keçi biçminde
görünen bu kötü ruhun Urenha-Tuba

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 8


Türkleri'nde keçi sesi ile bağırması, Anadolu KIRGIZ ve KAZAK TÜRKLERİ'NDE
Türkleri'nde kötü sesle bağırması gibi ayrıntıları
da özdeştir.
Kırgız Türkleri ile Altaylılar'da doğum saatı
Bu ruh bütün Türkler'de dişidir; hoppa, hilekar
yaklaştığında oba ya da oymak kadınları
ve yalancıdır.
lohusanın evinde toplanırlar. Deneyimli bir
Urenha Türkleri'nin kam (şaman) dualarında kadın ebe (ineci) görevi yapar. Çadırın ortasına
anılan ve kayalarda bulunan 6 sarı Albastı, (ateş yakılan yerine) bir direk yerleştirilerek
Kazak, Kırgız ve Başkurt Türkleri'nde Sarı Kız buna bir urgan bağlanır. Bu urganın bir ucu
biçiminde olan ruh ve Anadolu Türkleri'nin Sarı duvara bağlanır ve lohusanın koltuk altından
Kızlar efsanesi arasında özdeşlik ilişkisi vardır. geçirilir. Kadın çok acı çekmeğe başlarsa
Albastı (Alkarısı) lohusaya musallat olmuş
Erzurum ve Erzincan inançlarına göre Albastı,
demektir. Bunun üzerine Albastı'yı korkutmak
at yelesini örmekten zevk alır. Yenisey
üzere erkekler de toplanır ve "Hay! Huy!" diye
Türkleri'nin bir kolu olan Kalar Türkleri'nin
bağırmağa başlarlar, tüfekle havaya ateş
inançlarında da Kaya ve Dağ Ruhu'nun en
ederler. Bu gürültü, kadın doğuruncaya ya da
sevdiği eğlence at yelesini örmektir. Lohusanın
baygınlığı geçinceye değin sürer. Kimi kez bir
Kara ya da Kara Bastı'dan korkusunu ve bu
hoca ya da bir baksının işe karışması gerekir.
Kara'yı kovmak için Kara Bakşı çağrılmasını da
Manas Destanı'nın devamı olan Yolay Kaan
Destanı'nda görürüz:
Kazak ve Kırgız Türkleri'ne göre Albastı iki
Kara bakşı bar edi çeşittir: Kara Albastı ve Sarı Albastı. Sarı
Albastı'lar hoca ya da baksı'ların (şaman)
Karabaskan katındın
okumasıyla kaçarlar. Kara Albastı ise, kendisini
Evliyası bar edi... görebilen ocaklı adamdan başka kimseden
korkmaz. Sarı Albastı, sarışın bir kadın
Kara bakşı loğusaya gelen cinlere seslenerek: biçimindedir; bazan keçi ya da tilki biçimlerine
Alıstan kelgen Al-bı deymen de girer. Bu ruh lohusalara musallat olup
ciğerlerini alır ve götürüp suya atar. Baksılar ya
Raktan kelgen can-bı deymen... da ocaklı adamlar Albastı'yı ciğeri yerine
koymağa mecbur ederler. Albastı'yı yakalayan
der. Burada geçen Al, Albastı'dan başka bir şey
baksı kopuzunu eline alıp birtakım afsunlar
değildir.
söyler. Bundan sonra Albastı ciğeri yerine
Sözün özü, Türk boylarınca Al, Albastı, Albas, koyar ve lohusada yaşama geri döner. Baksılar,
Albız vb sözcüklerle adlandırılan kavram Albastıyı genellikle keçi biçiminde görürler.
hakkında bütün Türk boylarında aynı inanmalar
Kara Albastı ya da öteki adıyla Kara, ciddî ve
vardır. Lohusalara musallat olan bu kötü ruh
ağırbaşlı bir ruhtur. Sarı Albastı ise hoppa,
Çin Seddi'nden Akdeniz kıyılarına, Kuzey Buz
hilekar ve şarlatandır. İnsanları çoğunlukla
Denizi'nden Hindistan'a dek yayılmış olan
aldatarak ele geçirir. Kimi kez insana
Türkler'in inançlarında yer alır. Kuşkusuz bu
dokunmayacağına söz verir ve uzak durur.
inanç Türk kültürünün derinliklerinden
Ancak hep bir fırsat bekler ve kolayını
kaynaklanmakta ve kökleri Eski Türkler'in Atlı
bulduğunda da zararını verir.
Bozkır Kültürü'ne dayanmaktadır. Dolayısıyla
Albastı inancı, Türkler ve Türk kültürü için - Albastı tüfek sesinden korkar. Lohusa albastı
tıpkı Bozkurt gibi- tipik ve ayırt edici bir olursa tüfek patlatılır. Albastı demircilerden,
kültürel motiftir. Şimdi Albastı inancını Türk demirden ve ocaklı adamlardan da korkar.
boylarına göre madde madde değerlendirelim: Kazaklar, lohusayı Albastı'dan korumak için
çekiç ve bir demir parçası alıp "Demirci geldi!
Demirci geldi!" diye bağırırlar. Öyle kudretli
demirciler ve ocaklı adamlar vardır ki bunların

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 9


mendili, başlığı bile Albastı'yı korkutmağa
yeter. Bu inançların aynısı Anadolu
Türkleri'nde de vardır.
BAŞKURT TÜRKLERİ'NDE
Başkurtlar'ın Albastı ile ilgili inançları Kazak
ve Kırgız Türkleri'nin inançlarının aynısıdır.
KAZAN TÜRKLERİ'NDE
Kazan Türkleri'nin inançlarına göre de Albastı ALTAY TÜRKLERİ'NDE
kötü bir ruhtur. Boş evlerde, çöllerde bulunur.
Çeşitli biçimlerde görünür. Yolcuların yolunu Altaylılar'ın inançlarına göre Almıs (Altaylılar
şaşırtır, uykuda basar. Albastı'ya Almıs der), kötü bir ruhtur. Kara
Nemeler'in yani Kötü Ruhlar'ın başı olan Erlik
URENHA-TUBA TÜRKLERİ'NDE 'in adamlarından ve hizmetkarlarındandır. Altay
Türkleri'nin Albastı inançları da genel olarak
Uluğ Kem ırmağının dolaylarında yaşayan
Kazak ve Kırgızlar'ınki gibidir.
şamanist Urenha-Tuba Türkleri'nde Albastı'ya
Albas adı verilir. Albas, hiç evlenmemiş bir
kızdan türemiştir. Albaslar kumsal yerlerde ve
kayalarda bulunurlar, keçi gibi bağırırlar.
Kızlara musallat olup hasta ederler. Güçlü
kamlar ilahiler okuyarak albısları kovarlar.
Kam dualarında Sarı Kız olarak
nitelendirilerler: Altı sarı albıslarım.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 10


Etem DÖNMEZ

ÇAKA BEY
VE
BEYLİĞİ

Tıpkı Çaka Bey gibi


Çavuldur Boyuna mensup olan,
tarih hocam Osman ÇANDIR’a ithaf
olunmuştur.

Özet : 26 Ağustos 1071 tarihinde vuku


bulan Malazgirt Meydan Muharebesi’ni
takip eden hadiseler neticesinde
Anadolu’yu fethe memur edilmiş pek çok
komutandan biri olan Çaka Bey’in hayatı,
faaliyetleri, yaşamının dönüm noktaları

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 11


incelendiğinde, bütün diğer temelinde yerleşik bir imparatorluğa uyum
kumandanlardan farklı bir kişilik ve hayat sağlayamayan dinamik Türkmen
öyküsüne sahip olduğu görülmektedir. Öyle kitlelerinin ve Selçuklu Ailesi mensupları
ki ilk denizci Türk beyliğini kurma vasfına arasındaki antlaşmazlık sahiplerinden
haiz olan Çaka Bey, Bizans Arslan Yabguoğulları’nın, Mikail
İmparatorluğu’nu ortadan kaldırmak ve Yabguoğulları tarafından devlet
Constantinopolis merkezli bir Türk Devleti merkezinden uzaklaştırılmasına dayanan
kurarak bunun başına geçmek arzusunu da bir politika izlenerek, Anadolu coğrafyası,
taşımaktaydı. Fikirleri, kabiliyetleri ve doğudan gelen Asyalı kavimlerin
icraatları ile Türk Tarihi içerisinde pek yerleşimine açılmıştır. İşte bu
mühim bir mevki işgal eden Çaka Bey sebeple çeşitli Türk komutanları,
hakkında günümüze ulaşan kaynakların ve Kutalmışoğlu Süleyman Şah önderliğinde
bugün kendisi hakkında yapılan Anadolu’yu fethe ve iskana başlamışlardır.
çalışmaların, onun hayatını önem Bu fetih sürecinde söz konusu komutanlar
derecesine yakışır ölçüde aydınlatabildiğini arasında bulunan ve fakat harpler esnasında
belirtmek pek güçtür. Bu küçük tanıtma Bizans’a esir düşen ancak bu mağlubiyet ve
yazısı, Çaka Bey ve Beyliği hakkında elde esaret ile bütün faaliyetleri son bulmak
olan malumatın terkibi olmayı yerine aksine pek daha farklı bir mecra
amaçlamaktadır. izleyerek, Bizans adına diğer bütün
Anadolu fatihlerinin hepsinden daha
Anahtar Kelimeler : Çaka Bey, İzmir, tehlikeli boyutlara ulaşan icraatlara
Selçuklu, Bizans, Ege. girişecek olan Çaka Bey’in ehemmiyetine
zıt bir orantı ile oldukça az bilgi bulunan
Giriş : XI. Asrın ikinci çeyreğinden itibaren hayatı ve eseri günümüz tarihçiliğinde
II.Basileus’un ölümü ve dolayısıyla mercek altına alınması gereken en önemli
imparatorluk sürecinin sona ermesiyle konular arasında yer almaktadır. Yunanca,
başlayan dönem Bizans Tarihleri’nde Latince, Arapça ve Farsça dillerine vakıf
felaket yılları, zor dönemler, zirveden olamamaktan kaynaklı dönem kaynaklarını
dönüş gibi başlıklar altında birincil halleri ile inceleme fırsatı
incelenmektedir. Söz konusu dönemde bulamadığım hayatımın bu devresinde
1071 yılında İran coğrafyasında uzanan ve oluşturmaya çalıştığım bu çerçeve, Çaka
bir Ortadoğu İmparatorluğu olmaya aday Bey ile alakalı mevcut bilgileri bir araya
bulunan Büyük Selçuklu Devleti ile getirmek amacından öteye gidemeyecek bir
Anadolu çekirdeği ve bir kısım Rumili derecede bulunmaktadır.
topraklarını elinde tutma gayretinde Çaka İsmi’nin Etimolojisi :
bulunan Bizans İmparatorluğu arasında
vuku bulmuş olan Malazgirt Meydan Hayatı hakkındaki bilgilerimizi geniş
Muharebesi, Bizans’ın Anadolu’yu bir daha ölçüde İmparator Aleksios Komnenos kızı
tamamını elde edemeyecek boyutta Anna Komnena’nın eseri Aleksiad’a borçlu
kaybetmesine yol açmış ve Selçuklu Sultanı olduğumuz Çaka Bey’i ayrıca daha zayıf
Alp Arslan ile İmparator Romanos olmakla birlikte mesfur imparatorun özel
Diogenes arasında akdedilen antlaşmanın, sekreteri Zonaras’ın eseri Aleksias ve bir
mezkur imparator tahttan indirildiği için doğu kaynağı olarak da
geçersiz sayılması üzerine başlayan ancak Danişmendname’den tanıyabilmekteyiz.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 12


belirtmekle beraber,
DLT’de geçen “çaq-çak”
sözcüğü bir şeyin kesin
ve öz hali manasına
gelmek olduğundan
“çakan” sözcüğünün de
özgün anlamı
verebileceği yahut teyze
oğlu anlamını karşılayan
“çıqan-çıkan” sözcüğü
ile bir bağlantısı
olabileceğini tahayyül
etmekteyiz. Şu halde
3

kesin bir yargıya


varılamayacağını
belirtmek isteriz.

Erken Dönem Hayatı :

Çaka Bey’in hayatı ile


alakalı olarak ilk
bilgilerimiz onun
Anadolu fethine giriştiği
gençlik çağlarında
başlamakta olup, daha evveli şimdilik
Çaka Bey’in ismi Aleksiad’da Tzakhas, muğlaktır. Oğuzların Çavuldur boyundan
Çakhas, Çakas şekillerinde geçmekte olup, olduğu sanılan Çaka Bey hakkında Zonaras,
İbrahim Kafesoğlu’na göre bahsi geçen “küçük asilzade sınıfından kahraman ve
dönemde Grekçe kaynaklarda yabancı büyük Türk Çaka” diye bahsederek4, onun
isimlerin sonuna eklenen “s” harfi aslında Türkler arasında ortalama bir komutan
“n” sesi vermekte olduğundan bu ismin aslı statüsünde bulunurken, sonraki faaliyetleri
Çakan olmalıdır.1 Mücteba İlgürel ise, ile adeta adını dünya tarihi sahnesine
Aleksiad’dan sonra yazılan yazdıracak denli mühim icraatlar
Danişmendname’de doğrudan Çaka isminin sergilediğine işaret etmektedir. Çaka Bey,
geçmesini Moğol tesirine bağlamaktadır.2 öncelikle Sultan Turasan adlı bir komutan
Günümüz bilim alemi genel olarak Çakan maiyetinde Maraş ve Sarız’ı fethetmiştir.
adının doğru olduğunu kabul etmekle Ardından Kayseri – Constantinopolis arası
birlikte yaygın kullanımda Çaka ismi hala coğrafyada akınlara katıldığı bilinen Çaka
intihap edilmekte ve biz de bu küçük Bey bu akınlar esnasında Bizans kuvvetleri
eserimizde bu kullanımı tercih etmiş komutanı Aleksandros Kabalikos’a esir
bulunmaktayız. Kelime manasına gelince, düşmüştür. Ancak bunun tam olarak hangi
kesin bir bilgiye sahip olunmadığını

1
Kafesoğlu, 2014, s.178. 3
Kaşgarlı Mahmud, 2012, s.132, 144.
2
İlgürel, 1993, s.187. 4
Turan, 2014 a, s.118.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 13


çarpışmada olduğu bilinmemektedir. Öte detaylı bilgi birikiminden mahrum durumda
yandan kaynaklarda Çaka’nın bulunmaktayız.
III.Nikephoros Botaneiates’e (1078 – 1081)
esir olarak sunulduğu belirtildiğine ve bu Çaka Beyliği :
esaret süreci Aleksios Komnenos’un (1081
– 1118) saltanatının başlangıcı ile sona İzmir’in fethinden sonra Çaka Bey’in, yerli
erdiğine göre Çaka’nın Bizans’taki yaşamı Bizanslılar (Rumlar) ile kendi emrindeki
ancak 3 yıla hasredilebilir. Fakat bu söz Türkleri müşterek olarak çalıştırdığı
konusu üç yıl dolu dolu geçmiş, Çaka Bey bilinmektedir. Öyle ki gemi yapım tekniği
esaret şöyle dursun, Nikephoros tarafından ve tecrübeli denizci personel olarak
yetenekleri fark edilerek, adeta bir Bizanslıları istihdam eden Çaka Bey,
şehzade/prens derecesinde eğitime tabi Rumlara6 inşa ettirdiği gemilerde savaşçı
tutulmuş ve Yunanca ile Latince öğrenerek olarak Türk askerlerini yerleştirmiş ve ilk
Homeros’u aslından okuyacak bir düzeye etapta 40-50 parçalık bir donanma meydana
gelebilmiş ve bunun yanında getirmiştir. Bu donanma, bir galat-ı meşhur
Protonobilissimos (En Soyluların Birincisi) olarak pek çok kaynak ve çevrede ilk Türk
ünvanını almıştır.5 Muhtemelen Bizans donanması olarak yansıtılmaktadır. Halbuki
İmparatoru, bu yetenekli Türk gencini, Çaka Bey, açık denizlere çıkan ilk Türk
Antik Yunan Kültürü ile Roma Devlet donanmasını kurmuştur. Daha evvel, 1027
Geleneği’nin bir terkibi olan Bizans yılında Gazneli Mahmut Han’ın İndus
İmparatorluk Sistemi içerisinde yetiştirerek Nehri’nde donanma yüzdürdüğü ve Catlar’a
yine Türklere yahut sair Bizans karşı savaştığı, Kirman Selçuklu Sultanı
düşmanlarına karşı kullanmayı Kavurd’un ise Hürmüz Donanması’nın da
amaçlamaktaydı. Diğer taraftan Çaka yardımıyla Umman’ı kontrol ettiği
Bey’in bu eğitim sürecinde Bizans Savaş malumdur.7 Ancak açık denizlerde
Sanatına da vakıf olması durumu, ona müstakilen hareket eden ve Bizans
gelecekte ortaya koyacağı başarılarda pek İmparatorluğu gibi yerleşik bir devlete karşı
ehemmiyetli bir yardımcı faktör olacaktır. durabilen bir Türk donanmasının
Aleksios Komnenos’un tahta çıkışı, Çaka mevcudiyetinden, Çaka Bey ile birlikte
Bey’in hayat safhasında bir diğer dönüm bahsedebilmekteyiz. Daha evvel
noktasını teşvik ederek, onun bilinmeyen değinildiği gibi Bizans Savaş Sanatı’nı iyi
nedenler ile sahip olduğu ünvanları kavrayan Çaka Bey, bu bilgisi ile Bizans’ın
kaybederek Constantinopolis’ten ayrılıp, merkezinin ancak deniz gücü ile ele
Anadolu’ya geçmesi, burada tekrar Türkler geçirilebileceğini fark edip, Bizans’a
ile birleşmesi, lider konumuna geldiğine tamamen son vermek ve Constantinopolis
göre de eskiden buyruğu altında bulunan merkezli bir Türk İmparatorluğu kurmak
birlikler ile temasa gelip, ve ardından fikrini haiz bulunuyordu.8 Bu düşünce
İzmir’i (Smyrna) fethederek kendisi için bir çerçevesinde etki alanını genişletmek adına
üs haline getirmesine yol açmıştır. Bütün bu sırasıyla Urla (Klazomenai), Foça (Phokai),
hadiselerin tam olarak ne zaman ve ne Midilli (Lesbos), Sakız (Khios), Sisam
şekilde cereyan ettiği sarih olmayıp, daha (Samos), İstanköy (Kos), Rodos ve

5
Daş, 2009, s.50 ; Turan, 2000, s.126. 8
Ostrogorsky, 2015, s.332 ; Runcıman, 2008, s.60 ;
6
Turan, 2014 c, s.286. Turan, 2014 b, s.330.
7
Merçil, 2009, s.21.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 14


Edremit’i (Adramyttion - Adramitto) ele Peçenek ve Uz kuvvetlerinin Çaka Bey ile
geçirdi.9 Bu fütuhat, Batı Anadolu kıyılarını temas kurarak Bizans hareket planlarını
ve en azından Doğu Ege’yi Çaka’nın sızdırdıkları düşünülmektedir. Bütün bu
egemenliğinde buluşturdu. Anadolu’daki tedbirlere rağmen Sakız’ın geçici olarak
diğer bütün Türk Siyasi Teşkilatları’ndan Bizans eline geçtiğini görmekteyiz. Kısa
farklı bir mahiyet arz eden bu denizci sürede Sakız’ı istirdat eden Çaka Bey’in,
beylik, Steven Runcıman tarafından, Türk savunma halinde kaldığı müddet zarfında
beyliklerinin en tehlikelisi olarak zamanın aleyhine işleyeceğini kavraması
nitelendirilmiştir. Ayrıca 1086 yılında
10
ona Bizans üzerine etkili saldırılar
İznik’teki Selçuklu Hakimi Ebu’l-Kasım ile gerçekleştirmesi gerektiği fikrini vermiş
birlikte Bizans’a karşı ortak harekatlara da olmalıdır ki Anadolu’daki Selçuklu
girişmiş olan Çaka Bey, İzmit’e yapılan kuvvetleri ile Trakya’daki Peçenekleri de
harekata donanması ile destek vermiştir. yanına çekerek Bizans’ı üçlü bir kıskaca
Çaka Bey’in bu icraatları ile gelecek için almayı planladığı bilinmektedir. Hatta bu
oluşturduğu tehlike ve tehdidi Bizans kıskaç, Bizans’ı öylesine tehdit etmişti ki
İmparatorluğu da sezmiş olmalıdır ki Haçlı Seferleri’nin bahaneleri arasında dahi
Aleksios Komnenos’un, Nikephoros yerini almıştır.12 Ayrıca bilhassa Peçenek
Kastamoniates (Kastamonulu) komutasında tehdidi ve bu tehdidin deniz yönünden de
bir donanmayı, Türklerin Ege’de kurduğu Çaka Bey tarafından tamamlanabilme
denizci beyliğin faaliyetlerini sonlandırmak ihtimali imparatoru Papa’ya başvuracak
ve mümkün olursa bu siyasi güce de son denli endişeye sürüklemiştir.13 Bunun
vermek vazifeleri ile Ege sularına yanında üç yönlü kıskacın, Türk ve hatta
yolladığını görmekteyiz. Söz konusu batılı tarihçiler tarafından Osmanlılar
donanma ile Çaka Beyliği kuvvetleri dönemindeki Constantinopolis kuşatmasına
arasında 19 Mayıs 1090 tarihinde, Koyun benzetildiğini belirtmek, Bizans’ın düştüğü
Adaları yakınlarında meydana gelen deniz durumun vahameti hakkında bizlere fikir
savaşından Çaka Bey galip ayrılarak, vermeye kafidir.14 Bu kuşatma tahayyülü,
Bizans’a karşı ilk açık deniz muharebesini Bizans’ın tarihi boyunca uygulaya geldiği
kazanmış ve böylelikle daha büyük bir düşmanlarını birbirine kırdırma siyaseti ile
şöhret kazanarak pek daha ehemmiyetli bir fiiliyata geçmekten alıkonmuş ve
kuvvet haline gelmiştir.11 Karadeniz’in kuzeyindeki bir diğer Türk
kavmi olan Kumanlar (Kıpçak),
Bizans İmparatorluğu’nun, kendisine karşı Peçeneklere karşı kışkırtılarak, ortak
ortaya çıkan bu büyük tehdide karşılık Bizans-Kuman kuvvetleri, 29 Nisan
ikinci teşebbüsü meşhur amirallerinden 1091’de, Meriç Kıyısında, Omurbey
Constantinos Dalassenos ve yardımcısı (Lebinium) mevkiinde Peçenekleri mağlup
Opus tarafından 500 Flandreli Şövalyenin edip, kıyıma uğratmışlar ve tarih sahnesinde
de dahil olduğu bir donanma yollayıp, mühim bir mevki arz etmeyecek denli
Sakız’ı (Khios) kuşatmak olmuştur. Bu
sefer esnasında Bizans saflarında bulunan

9
Sevim-Merçil, 2014, s.531 ; Turan, 2000, s.49. 11
Daş, 2009, s.52.
Şerafettin Turan, Edremit’i ele geçiren ilk Türk’ün 12
Sevim-Merçil, 2014, s.10.
de Çaka Bey olduğunu belirtmektedir. 13
Turan, 2014 a, s.122 ; Vasiliev, 2017, s.442.
10
Runcıman, 2008, s.56. 14
Kafesoğlu, 2014, s.178 ; Vasiliev, 2017, s.440.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 15


etkisiz ve tehlikesiz hale getirmişlerdir.15
Buradaki kıyım, bizzat Anna Komnena
tarafından “on binlerle ifade edilemeyecek
büyüklükte bir insan topluluğunun kadın ve
çocuklarıyla birlikte helak oluşu” olarak
nitelendirilirken Bizans halk ezgilerinde de
“İskitler bir gün farkla Mayıs’ı
göremediler” şeklinde yer bulmuştu.16 M.S.
XI. Asırda halen İskit (Skythai) adının
varlığını koruması ayrıca Peçenekler için
kullanılması ehemmiyeti haizdir.
Müttefikleri bunun gibi bir yenilgiye maruz
kalırken Çaka Bey’in neden herhangi bir
faaliyette bulunmadığı bilinmemektedir. Bey, Selçuklular ile sıhriyet kurmuş
Şahsında barbarların atılgan cüretkarlığıyla, oluyordu. Trakya’dan Bizans’ı sıkıştıracak
Bizans eğitim sisteminin inceliğini ve o
dönemin Doğu Avrupa siyasi ilişkilerinin bir müttefiki artık kalmadığı için, doğrudan
mütekamil bilgisini birleştirmiş olan Çaka Constantinopolis’in ikmalini kesmeyi ve
Bey’in bu esnada maksadını doğrudan açığa açlığa mahkum etmeyi amaçlayan Türk
vurup, bir yandan da psikolojik bir yıpratma amirali, Çanakkale Boğazı’ndaki Abydos
harekatı başlatmak adına, “Basileus” (Aydos)’u kuşatmaya almıştır. Bu kuşatma
ünvanını kullandığını görmekteyiz. esnasında Bizans İmparatoru Aleksios
Böylelikle Türk Amirali, kendisini Roma Komnenos’un, yine iki düşmanı birbirine
İmparatoru ilan etmiş oluyordu.17 karşı kışkırtma politikası güderek
I.Kılıçarslan’a, Çaka Bey’in asıl hedefinin
Bizans, karşılık olarak, İoannes Dukas ve Selçuklu tahtı olduğunu belirten bir mektup
Constantinos Dalassenos tarafından idare yazması, Selçuklu kuvvetlerinin Çaka Bey
edilen bir harekat ile Midilli’ye de bir üzerine yürümesine yol açmıştır. Çaka Bey,
çıkarma yaparak, Çaka Bey’in planlarına durumu damadı ile yüz yüze görüşerek,
cevap vermek istemiştir. Çaka Bey’in müttefikiyle düşman olup, Bizans
kardeşi Yalvaç (Galabatzes) tarafından karşısında zayıflamaya yol açmamak adına
korunan adaya Çaka Bey de desteğe gelmiş harekete geçtiğinde, Sultan Kılıçarslan onu
ancak çıkan fırtına neticesinde Bizans ile hoş karşılamış ancak Aleksiad’da
antlaşma yaparak, İzmir’e çekilmek belirtildiğine göre görüşme esnasında bizzat
durumunda kalmıştır.18 Kılıçarslan tarafından öldürülmüştür. Bu
hadiseden sonra I.Haçlı Seferi’ne değin
Peçeneklerin önemli siyasi güçler arasından kaynaklarda geçen Çaka Bey isminin
çekilmesi üzerine Selçuklular ile olan aslında Çaka Bey’in oğluna yahut bir
temasını sıkılaştırmak adına Süleyman Şah naibine ait olup, Bizans kuvvetleri beyliği
oğlu I.Kılıçarslan ile kızını evlendiren Çaka ortadan kaldırana değin, İzmir çevresinde
hakimiyetin sürdürüldüğü ancak ilk Haçlı
seferi esnasında bu beyliğe de son verilerek,

15
Taşağıl, 2014, s.291. 17
Turan, 2014 a, s.123 ; Vasiliev, 2017, s.440.
16 18
Vasiliev, 2017, s.441. Sevim-Merçil, 2014, s.531.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 16


sahil şeridinden tamamen Türklerin Bizans’a desteği görülmüştü. Dubrovnik,
çıkarılıp, Orta Anadolu’ya çekildiklerini Zeta gibi Slav şehirleri ise ya tarafsız
belirtmeliyiz.19 Bunun yanında kalıyorlar yahut Bizans aleyhinde rol
I.Kılıçarslan’ın eşi (Çaka Bey’in kızı) de oynuyorlardı. Öte yandan XI. Asrın
Bizans İmparatoru tarafından Çaka başından itibaren önemli bir güç olarak
Beyliği’ne teslim edilmiş ve Çaka Bey’in Avrupa Tarih sahnesine dahil olan
oğlu olan kardeşi ile birlikte Anadolu Macaristan, Arpad Hanedanlığı
içlerine, Kılıçarslan’a doğru harekete önderliğinde güçlenerek yol alırken,
geçmeleri haklarındaki son kayıt I.Laszlo (1077-1095) Hırvatistan’ı ele
olmuştur. 20
geçiriyor22, Macarların Adriyatik sularına
inmesi Venedik ve Bizans’ı rahatsız etmeye
Bahis konusu dönemde, Bizans’ın, Aleksios başlıyordu. Bundan sonraki devrede Bizans,
Komnenos önderliğinde çöküşünün Avrupa Devletler silsilesi ile olan karmaşık
durdurularak, iç dinamiklerinin yeniden ilişkilerini bu sistem daha sadeleşmiş
sağlamlaştırılıp, kendi kendisini savunabilir olmadan sürdürmek durumunda kalırken,
bir hale geldiği malumdur. Öte yandan bu doğuda Haçlılar ile İslam dünyası
kalkınmayı sağlamak adına Venedik ve Pisa arasındaki mücadeleleri de takip etmek
gibi İtalyan şehir cumhuriyetlerine verilen mecburiyetinde olacaktı. Venedik
ticari imtiyazlar ile bu devletlerin Cumhuriyeti ile olan ilişkilerinde dikkatli
ahalisinin, yerli Bizans tüccarından daha davranmamanın bedelini de 1204’te geri
ayrıcalıklı duruma getirilmesi, devletin dönüşü olmayacak olan kayıplar ile 57 sene
ileride mahvına sebep olacak olan IV. Haçlı boyunca kadim başkentinden sürülerek
Seferi’ne (1204) giden yolda pek önemli bir ödeyecekti.
merhale teşkil ederek, Venedik’in siyasi,
askeri ve ticari güç kazanmasına yol Türklere gelince, kıyı şeridini tekrar ele
açmıştır. Tarihçiler, San Marco geçirmek için Anadolu’ya kesif Türk
Cumhuriyeti’nin, Aleksios Komnenos’un akınlarını yani Moğol İstilasını, dolayısıyla
verdiği ticari imtiyazlar ile doğudaki XIII. Yüzyılı bekleyecekler, bu esnada
müstemleke imparatorluğunun temellerinin Anadolu’yu elde tutabilmek adına Haçlılar,
atıldığına hem fikirdirler.21 Özetle, Aleksios Bizans, Moğollar ve kendi aralarındaki
Komnenos, içinde bulunduğu tehlikelerden mücadeleler ile meşgul olmak durumunda
kurtararak, ömrünü uzattığı Bizans’ı aslında kalacaklardı.
yırtıcı kuşlardan korumuş oluyor ancak
vebaya yakalanmasına da yol açıyordu. Bu Sonuç :
devletlere verilen imtiyazat, keyfi olmayıp,
Normanlar başta olmak üzere, sair Anadolu’nun fethine memur edilmiş bir
tehlikelere karşı Bizans’a özellikle deniz Türk beyi olarak, Danişmendliler,
gücü bakımından destek ve müttefik Mengücekler, Saltuklular gibi beylik
kazandırmak amacı taşımaktaydı. Nitekim kurması ve faaliyetlerini Anadolu üzerine
Apulia Dükü Norman Robert Guiscard’ın yöneltmesi beklenen Çaka Bey, yine aslında
Draç kuşatmasında Venediklilerin, kendisinin bir daha herhangi bir icraat

19
Runcıman, 2008, s.60 ; Turan, 2014 a, s.124,125. 21
Gregory, 2016, s.291 ; Ostrogorsky, 2015, s.339 ;
20
Runcıman, 2008, s.149. Vasiliev, 2017, s.438.
22
David, 2003, s.288.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 17


gösteremeyeceği şekilde düşünülmesine yol
açan Bizans esareti ile hayatının ilk
safhasından tamamen uzaklaşarak, tahayyül
edemeyeceği şekilde bir eğitim alma şansını
yakaladıktan sonra, Bizans devlet yapısını
çok iyi incelemiş ve buna göre harekatlarını
yönlendirmiş önemli bir Türk beyidir.
Bütün diğer Anadolu Türk beylerinden
farklı olarak, doğrudan Bizans tahtını hedef
alması, Constantinopolis’i kuşatma
düşüncesi ve hatta kendisi için uzak
coğrafyalardaki Türk bey ve boyları ile
iletişim kurarak onlarla ittifaklar
oluşturması onun sair beyler yanında
temayüz etmesini sağlamaktadır. Çaka
Bey’in esareti onu yok etmemiş, daha da
güçlendirmiştir. Bizans Devleti’ne karşı
önemli bir tehlike oluşturan bu Türk
amirali, yüzyıllardır süre gelen, Bizans’ın
düşmanlarını birbirine kırdırtma politikası
karşısında varlığını koruyamamış, önce
Peçenek müttefiklerini kaybetmiş, sonra da
Kılıçarslan’ın güveni ve desteğinden olarak
hayatıyla bu durumun bedelini ödemiştir.
XI. Asrın son çeyreğinde önemli bir süre
Ege’yi kontrol altına alan Çaka Bey
hakkında bildiklerimiz, şahsının
ehemmiyetine nazaran ters orantılı olacak
şekilde pek düşük düzeydedir. Çaka Bey ve
Beyliği hakkında yeni araştırmalar
yapılabilmesi, yeni kaynaklara
erişilebilmesi ve söz konusu Türk
amiralinin hayatının muhtelif yönleri ile
aydınlatılarak kendisinin ve beyliğinin Türk
ve Dünya Tarihi içerisinde oynadığı rolün
daha vasıflı bir şekilde ortaya konulmasını
umut etmekteyiz.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 18


ORTA ASYA TÜRK
EFSANELERİNDE SUMER
EFSANELERİNDEN İZLER
Bunlar daha çok Sumerlilerin tanrıları ve dinleri
İlk olarak Promete’nin insanlara yazıyı, ile ilgili konuları kapsamaktadır. Sumer
matematiği, astronomiyi, tıbbı, hayvanları yazarları ve ozanları tanrılarıyla ilgili çeşitli
evcilleştirmeyi, gemi yapmayı, kâhinliği efsaneler yaratmışlar, şiirler yazmış, ilâhiler
öğrettiği efsanesi nedeniyle, batı dünyasında, bestelemişlerdir. Bunlardan başka, destanlar,
bütün kültürlerin Yunanlılardan kaynaklandığı atasözleri, hikâyeler gibi konular da bulunuyor
inancı yüzyıllar boyu süregelmiştir. Diğer bunlar arasında.
taraftan, Tevrat da bir kısmı tanrı tarafından Sumerlilerin dinleri ve edebî yapıtları gerek
yazdırılmış, bir kısmı İsrailliler tarafından kendileri zamanında yaşayan, gerek daha sonra
yaratılmış ilk dinsel ve edebî kitap olarak kabul gelen Ortadoğu milletlerini etkisi altına alarak
edilmişti. izleri, bir taraftan Yunanlılar yoluyla Batı
Geçen yüzyıl içinde, Mezopotamya’da yapılan dünyasına, diğer taraftan Tevrat ve Kur’an’a
kazılardaki buluntular, çıkan binlerce yazılı kadar ulaşmıştır.
belgenin çözülüp okunması ile her iki inanç da Sumerlilerden Tevrat’a geçen konular üzerinde
kökünden sarsıldı. Çünkü Promete’den an az Batıda bazı yayınlar yapılmışsa da bu hususta
2000 yıl önce Sumerliler bunların hepsini ülkemizde bir yayın yoktu. Aynı konuların
bulmuşlar, yapmışlar ve kullanmışlardı. Diğer Kur’an’da bulunup bulunmadığı, bulunuyorsa
taraftan Tevrat’taki birçok konuların ne düzeyde olduğu soruları beni bir hayli
Sumerlilerden kaynaklandığı, metinler meraklandırmıştı. Bu nedenle geçtiğimiz
okundukça meydana çıkmış ve çıkmaktadır. aylarda Sumer edebiyatından ve efsanelerinden
Bilindiği gibi Sumerlilerin en önemli Tevrat ve Kur’an’a geçen konuları
bulgularından biri, dillerine göre bir yazı icat karşılaştırmak suretiyle oldukça ayrıntılı bir
etmeleri, onu geliştirmeleri ve kil üzerine yazı hazırladım.
yazarak zamanımıza kadar ulaşmasını Sumerlilerin dillerinin Türkçeye benzediği ve
sağlamaları olmuştur. Bulunan belgeler dağlık yerden göç ettikleri kamsı gittikçe
arasında büyük değeri olanlar edebî yazıtlardır. yaygınlaşmaktadır. Bu nedenle Orta Asya Türk

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 19


üzerinde uçuyor. Birinde denizden
bir taş çıkarak Ülgen’e konacak bir
yer oluyor. Başka birinde Erlik,
diğerinde kişi, bir diğerinde ise
yaban ördeği suyun içinden toprağı
çıkararak yeri meydana getiriyor.
Bir başkasında ise Su içindeki tanrıça
Akana veya Ak-ene, Ülgen’e yeri ve
göğü nasıl yaratacağını söylüyor (s.
332). Ülgen de yere ve göğe “ol”
diyor, onlar da oluyorlar (s. 433).
Ülgenin yer ve göğe “olun” demesi
ve evreni 6 günde yaratarak yedinci
gün dinlenmesi Tevrat ve
Kur’an’daki Allahın “ol” diyerek
Kültürü ile onların kültürü arasında bir bağlantı yeri göğü 6 günde yaratması ve
bulabilir miyim, düşüncesi ile Prof. Bahaâttin yedinci günü dinlenmesi motifi ile paraleldir.
Ögel’in Türk Mitolojisi 2 kitabını zaman zaman İnsanın yaradılışı: Sumer’de tanrılar çoğalmaya
incelemekte idim. Hakikaten bazı parellellikler başlayınca kendi işlerini yapıp
tesbit ettim. Bunları bir başlangıç olarak bu yetiştiremediklerinden yakınıyor ve bütün
kongrede sunmaya karar verdim. Fakat tanrıların yaratıcısı tanrıça Nammu’ya gelerek
araştırmalarım ilerledikçe konunun daha işlerini yapacak kimseler yaratması için
genişleyeceğini ve kongre süresini aşacağım yalvarıyorlar. O da oğlu bilgelik tanrısı Enki’yi
anlayarak araştırmayı kısa kesmeye mecbur derin uykusundan uyandırarak tanrıların işlerini
oldum. görecekleri yaratmasını söylüyor. Enki de
Bahaattin Ögel, Türk mitolojisi temelinin uzay annesine derin sudan çamur almasını, ona
ve dünya ile ilgili inanış ve anlayış olduğunu tanrıların görüntüsünde şekil vermesini, ona bu
yazmış. Sumer mitolojisinde de böyle. işte yer tanrıçası ile doğum tanrısının yardım
Sumerliler yaradılış ve evrenle ilgili edeceğini söylüyor. Enki, ey anneciğim! yeni
düşüncelerini toplu bir halde yazmamışlar doğanın kaderini söyle, diyor, sonunda o bir
Ancak bunlar, destanların baş kısımlarında veya insan oluyor.
ortalarında kısım kısım anlatılmış. Aynı Türk efsanelerinde insanın yaradılışı: Bunların
geleneği Türk destanlarında da buluyoruz. birinde tanrı Ülgen deniz yüzünde toprak
Sumer yaradılış efsanesine göre, önce her taraf parçası görüyor. Bu toprağa “insan olsun”
derin ve geniş bir su ile kaplıydı. Bunun adı diyor, o insan oluyor. Adı Erlik. Bu tanrı ile
tanrıça Nammu. Bu tanrıça sudan bir dağ kendini bir tutmaya kalkınca, tanrı etleri
çıkarıyor. Oğlu hava tanrısı Enlil onu ikiye çamurdan, kemikleri kamıştan 7 insan daha
ayırıyor, üstü gök, altı yer oluyor. Göğü, gök yaratıyor Türk Memlük efsanesinde, bir
tanrısı An, yeri de yer tanrıçası Ninki ile hava mağaraya dolan çamurlardan, yağmur ve sıcak
tanrısı Enlil alıyor. 3 Buna göre önce evreni etkisiyle 9 ay sonra ilk erkek meydana geliyor.
meydana getiren suda olan ana tanrıça ile hava Buna “Ay Atam” demişler, tekrar mağraya
tanrısıdır. Gök ve yer birer tanrı değil onların dolan çamurlarla 9 ay sonra da bir kadın
sahibidirler. dünyaya gelmiş. Buna da “Ayva akyüzlü”
Türk efsanelerinde çok çeşitli yaradılış motifi demişler. Başka bir efsanede tanrı insan
var 4 Buna rağmen ana motif birbirlerine şeklinde 7 erkek ve 4 kadın yapmış. Diğer bir
benziyor. İlk olarak evren büyük bir sudan Altay efsanesine göre tanrı Ülgen insanın
oluşuyor. Tanrı Ülgen, bazısında insan olan
kişi, bazısında şeytan olan Erlik ile bu suların
Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 20
anlamına gelen Nin.ti’dir. Bu kelimede Nin
hanım, ti kaburgadır. ti’nin diğer anlamı
“yaşam” dır. Bu hikâye Tevrat’a geçerken ka-
burgadan bir kadın yaratılmış ve ti kelimesinin
ikinci anlamı alınarak “kaburganın hanımı”
yerine İbranicede “hayat veren hanım” anlamı-
na gelen “Havva” adı verilmiştir.
Özbeklere göre İnsanın ilk atası Kil Han imiş.
Ögel, bunun İran’daki Kil Şah’ın bir devamı
olduğunu söylüyor. Tevrat’taki “Adam”ın anla-
mı da kırmızı toprak.
Görüldüğü gibi gerek tek tanrılı dinlerde, gerek
Türk efsanelerinde, Sumer’de olduğu gibi,
evren sudan, insan topraktan meydana
gelmiştir.
Türklerin Yeraltı Dünyası hakkındaki
inanışları da Sumerlilerin inanışına benziyor
Sumerlilere göre Yeraltı Dünyasında ölüler
nehir yoluyla götürülüyor. Nehrin sonunda
Yeraltı tanrıçası Ereşkigal’ın 7 kapıdan geçilen
etlerini topraktan, kemiklerini taştan yapıyor. sarayı bulunuyor. Oraya gitmek isteyenler için
Kadını da erkeğin kaburgasından. Kadının, bazı yasaklar var. Aynı motif Türk efsanesinde
Tevrat’a göre Adem’in kaburgasından de bulunuyor. Ögel Kur’an’daki cennetin
yaratılması, Adem ile Havva’nın cennetten ırmağı olarak yorumlamak istemişse de bunun
kovulması motifi hakkında Ögel kitabının Sumer’deki Yeraltı nehri olduğu kuşkusuz.
475’inci sahifesinde bazı yorumlar yapmışsa da Aynı nehir Tevrat’ta, Şeol, Yunan’da Hades
yine bu hikâyenin kaynağı Sumerlilere olarak bulunmaktadır.
dayanmaktadır. Sumer metinlerinde gök gürültüsü bulutlarını
Sumer’de Dilmun adında saf temiz tanrıların simgeleyen İmdugud adlı kutsal bir kuş var. Bu
yaşadığı bir ülke var. Hastalık, ölüm bilinmeyen kuş kaderleri veriyor, sözüne karşı gelinmiyor
yaşam ülkesi. Fakat orada su yok. Su tanrısı, ve yardımlar yapıyor. Onun kanatları açılınca
güneş tanrısına, yerden su çıkararak orasını tatlı bütün göğü kaplıyor. 9 Bu kuş Akadlılarda
su ile doldurmasını söylüyor. Güneş tanrısı Anzu adını alarak birinci yüzyıla kadar
istenileni yapıyor. Böylece Dilmun meyva çiviyazılı metinlerde varlığını korumuştur.
bahçeleri, tarlaları ve çayırları ile tanrıların Bazen kartal olarak da algılanan bu kuş ve
cennet bahçesi oluşuyor. Bu bahçede yer yılanla ilgi bazı hikâyeler var Sumer
tanrıçası 8 şifa bitkisi yetiştiriyor. Bunlar metinlerinde. Bunlardan birinde aşk tarnıçası
meyvelenince bilgelik tanrısı Enki hepsinden İnanna tanrılar bahçesinde dalsız budaksız bir
tadıyor. Yenmesi yasak olan bu meyveleri yiyen ağaç yetiştiriyor. Ağacın tepesine Imdugud
tanrıya, tanrıça çok kızıyor ve onu ölümle kuşu, ortasında Lilit isimli bir cin ve köküne de
lânetleyerek ortadan yok oluyor... Diğer tanrılar bir yılan yuva yapmış. Bu yüzden tahtasından
büyük güçlüklerle yer tanrıçasını bularak tanrıyı yapmak istediğini yaptırmak için ağacı
iyi etmesi için yakarıyorlar. Tanrıça, tanrının 8 kestiremiyor. Gılgameş imdadına yetişip onları
bitkiye karşı hasta olan 8 organı için birer şifa kaçırıyor ve ağacı keserek tanrıçaya veriyor.
tanrısı yaratıyor. Bunlardan 5 tanesi Tanrıça. İkinci hikâye: Kral Etana’nın çocuğu olmuyor.
Hasta olan organlardan biri kaburga. Onu iyi Çocuk yaptıran bitki gökte imiş ama göğe
eden tanrıçanın adı, kaburganın hanımı

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 21


çıkma imkânı yok. O, bir gün bir çukura düşmüş anlatılmış. Hayat ağacı yerle göğü
kartal yavrularını bir yılanın yemesinden birleştiriyormuş (B. Ögel, s. 598). Bu kuş ve
kurtarıyor. Kuş buna çok seviniyor. Buna ağaç İnanna’nın bahçesine diktiği dalsız budak-
karşılık olarak, kralın otu alabilmesi için sız ağaca benziyor. Sibirya ve Orta Asya
kanatlarının üzerine bindirerek göğe çıkarmaya şamanları kartalı tanrı elçisi olarak görmüşler,
başlıyor. Kuş her yükselişte aşağıda ne esasen Şamanlığın babası da kartal imiş.
gördüğünü sorması üzerine kral evvelâ geniş bir Altaylıların Kögütey destanında kahraman
alan olduğunu, gittikçe onun küçüldüğünü, en Karabatur, atlarım çalan Kaankerede adındaki
sonunda da birşey göremediğini, korktuğu için kuşu ararken onun iki yavrusunu ejderden
hemen indirmesini söylüyor. kurtarıyor. Kuş da Karabutur’a atlarını geri
Üçüncü hikâye: Kahraman Lugalbanda, Zabu veriyor? Yolda düşmanları tarafından öldürülen
ülkesinden kendi şehri olan Uruk’a dönmesi kahramanı, kuş hayat suyu vererek
için, İmdugud kuşunun dostluğunu kazanmak canlandırıyor.
istiyor. Kuş yuvasında bulunmadığı zaman Kırgızların kahramanı Ertöştük, tepesi göklere
yavrularına yağ, bal, ekmek veriyor ve onlara uzamış bir çınar ağacı üzerinde Alp Karakuş’un
bakıyor. Kuş yavrularına böyle güzel bakana yavrularım yemeğe gelen ejderi öldürüyor. Kuş
candan dost olmaya, ona yardım etmeye karar da ona birçok iyilik yapıyor.
veriyor ve Lugalbanda’nın şehrine rahatlıkla Başka bir efsanede Ertöştük’ü kuş yeraltından
dönmesini sağlıyor. yeryüzüne çıkarıyor. Çıkarken yiyecekleri
Bu üç hikâyedeki kuş ve yılan motifi Asya bitiyor. Adam etlerinden koparıp veriyor.
efsanelerinde çeşitli şekilde bulunuyor. Telüt Yeryüzüne çıktıklarında adamın etlerini iyi
Türkleri arasında Merküt soyundan bir boya ediyor kuş. Bu iyileştirmenin, kuşun hayat ağacı
göre sağ kanadını güneş, sol kanadını ay üzerinde olmasındandır, deniyor (B. Ögel, s.
kaplayan kutsal bir gök kuşu var (B. Ögel, s. 541).
599). Sibirya’da şehirlerin ve yurtların yanında Bir Uygur efsanesinde, Bilge Buka’nın
bir sırık üzerinde ağaçtan yapılmış bir kuş resmi atalarından birinin dibinde yattığı ağaca bir kuş
bulunuyor. Kuşa gök kuşu, direğe de göğün gelerek ötmeğe, daha sonra adamı tırmalamaya
başlamış, o sırada ağaçtan zehirli bir yılan
indiğini görerek adam kuşu bırakmış. Bu kuşa
direği deniyor. Orta Asya ve Sibirya Uygurlar tanrı gözüyle bakıyorlarmış (B. Ögel,
efsanelerinde bu direk “Hayat ağacı” gibi 86).

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 22


Ögel, bu kuş motifinin eski İran Zend arasına kadar uzanan bu kuş motifi de
Avesta’dan gelmiş olabileceğini söylüyor. Sumerlilere mi dayanıyor, yoksa hepsi birden
Bunda Hazer denizi ortasında bir ağaç üzerinde daha önce var olan bir kültürden mi alınmıştır,
bir kuş bulunduğu yazılı imiş. Tahmuruf ve bunu şimdi söyleyemiyoruz.
zal’in tılsımları bu kuştan geliyormuş. İranlılar Sumer’de kahramanlar tanrılarla bağlantılı,
buna Sireng veya Simurg diyorlar. Araplar da insanüstü güçlere sahip. İlk işleri ülkeye zararlı
adı Anka, Zümrüdü Anka. Bunun Araplardan olan büyük güçteki hayvanı öldürmek. Aynı
İran’a geçtiği de söyleniyormuş. Buna karşılık motifi Türk kahramanlarında da buluyoruz.
Ögel’e göre Türklerdeki Hüma kuşu, Sumer’de 7 temel sayı olarak görülüyor. 7 dağ
peygamberin hadislerinde cennet kuşu olarak aşmak, 7 kapı geçmek, 7 kat gök, 7 tanrısal ışık,
bildirilen kuşmuş. Bu cenette oturuyor, zaman 7 ağaç gibi. Türklerde temel sayı 9 olmasına
zaman 7 kat göğe çıkıp tanrıya gidip geliyor, karşın 7 sayısı da bulunuyor. Ögel’e göre bu
deniyormuş. İranlılar bunun Çin topraklarında Mezopatomya’dan batı Türklerine geçmiş.
yaşayan bir kuş olduğunu, savunuyorlarmış. Göktürk devrinde Kozmolojik bir anlam
Çin edebiyatında “Cennet Kuşu” motifi büyük kazanmış. 7 iklim, 7 yıl, 7 gün, 7 gök kısrağı
önem taşıyormuş. Bu kuş motifinin, “gök gibi (B. Ögel, s. 314).
gürültüsü kuşu” adı altında Alaska’dan Güney Türklerde tanrı ülkeyi uygarlaştırıyor. Sumer
Amerika’ya kadar bulunduğunu müşahade inanışına göre de tanrılar şehirleri, kurumları
ettim. Çeşitli adlar almış ve efsanelere karışmış yapıp insanlara vermişlerdir.
bu tanrısal kuş hikâyesi İ.Ö. en az 3000 Türk Kaganı, tanrı tarafından çeşitli güçler
yıllarında Sumerlilerde başlamış olduğunu verilerek insanları idare etmek üzere tahta
gördük. Hüma kuşunun da aynı kaynaktan oturtulmuştur. Sumer’de tanrılar şehir beylerini
geldiği kuşkusuzdur Çünkü Sumer’in taıırısal kendileri geçerek ve güçler vererek kendileri
bahçesinde, cennet bahçesindeki dalsız yerine ülkeyi idare ettiriyorlar
budaksız bir ağaç üzerine tünemiş bu kuş 7 kat Türklerde dağlar tanrıya yakın sayıldığından
göğe çıkıyor. kutsal olmuşlar. Kurbanlar verilmiş, dağlara.
Görüldüğü gibi, Sumerlilerin İmdugud kuşu, Sumer’de de dağlar tanrılarla insanlar arasında
Akatlılarda Anzu, Araplarda Anka, Zümrüdü bağlantı kurdukları düşüncesiyle kutsal
Anka, İran’da Simurg, Hindlilerde Garuda, sayılmış. Onun için dağ olmayan
Türklerde Hüma adları altında çeşitli efsanelere Mezopotamya’da Sumerliler tanrı evlerini
konu olarak sürmüştür. Amerika yerlileri yapay tepeler üzerine yapmışlardır.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 23


Sumerliler kendilerine “Karabaşlı” derlerdi. Bu yoluyla mı gelmişti, yoksa vaktiyle aynı
deyimin Türklerde olup olmadığını merak Topraklar üzerinde yaşamış olmalarından mı
ediyordum. Divan-ı Lûgat-it Türk, cilt III, s. kaynaklanıyordu?
222’de, Türkler arasında erkek ve kadın Bunu bugün söyleyecek durumda değiliz.
kölelere “Karabaş” deyimi kullanıldığı yazılı. Yalnız şunu belirtmeden geçemeyeceğim;
Manas destanında ise Manas ziyafete yalnız Sumerlilerin yaradılış efsanesinden biraz farklı
çağrıldığında “karabaşlı kişiyiz” demiş. Bu olan Babil yaradılış efsanesinden Türklerde bir
yalnız başımıza “yiğidiz” demekmiş (B. Ögel, iz bulamamam oldukça ilginç.
s. 513). Alanguva hikâyesinde, Alanguva Aziz Atatürk’ün büyük bir içtenlikle arzuladığı
ışıktan olan çocukları için onların tanrı oğlu bu tür araştırmaları, daha derin ve kapsamlı
olduklarını, “karabaşlı” insanlarla karıştırılma- olarak genç kuşakların yapacağı ümidiyle
malarını söylüyor. sözlerimi bitiriyorum. Teşekkürlerimle.
Sumer’de birbirine karşıt olan nesnelere kendi
özelliklerini saydırarak atışmalar yaptırılmıştır. MUAZZEZ İLMİYE ÇIĞ
Kuş balık, bakır gümüş, kazma saban, yaz kış
gibi. Bu Türklerde de varmış. Buna “aytışma”
deniyor. Bunun örneğini Divan-ı Lûgat-it Türk
yaz ile kışın atışması olarak buldum. Konu
değişik ama motif aynı. Türklerde de Sumer’de
olduğu gibi yaz ve kış tanrıları bulunuyor.
Sumer bilgin ve yazarları vaktiyle yaratılmış ve
düzenli olarak işleyen kozmik varlıkları ve
kültür olaylarını m e kelimesi altında toplamış-
lardır. Bir tablet üzerinde 100’den fazla m e
bulunmuşsa da bunların ancak 60 kadarı
okunabilmiştir. Bu kelimenin anlamı
bilinmiyor. Birbirlerine karşıt kavram ve
nesneleri içeriyor gibi görünüyor. Kavga barış,
doğru yanlış, beylik tanrılık, krallık çobanlık,
yalancılık doğruluk, fahişelik gök cenneti
fahişeliği gibi. Bu tarz Türklerde de var: Tanrı
şeytan, iyilik kötülük, bilgi cehalet, sadakat
vefasızlık, yükseklik alçaklık, ölür yaşam gibi.
Buna dualizm deniyor. Ögel’e göre İran
mitolojisinden girmiş Türklere. Eski Türk
Maniheizminde bunlar iki yıldız, daha doğrusu
iki kök sembolü ile ifade edilmiş. Hayat ve
ölüm ağacı kökleri olabileceği söylenmiş (B.
Ögel, s. 421).
Burada Sumer kültürü ile Türk kültürü
arasındaki parelellikleri elimden geldiğince
özetlemeye çalıştım. Bunlara daha birçokları
ekleneceğinden kuşkum yok. Rahmetli Prof.
Bahaeddin Ögel’in belirttiği gibi, Türk efsane
ve destanlarında komşularından, Mani
dininden, budizmden, Lama dininden, İran’dan,
Hrıstiyanlık ve Müslümanlıktan birçok etkiler
bulunduğu anlaşılıyor. Sumer etkisi bunlar

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 24


Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 25
Antik Mısır inancına göre Anubis’in
mezarları koruma güçüne sahip olduğu
bilinmektedir. Bu yüzden mezarların
girişine mezarları korusun diye Anubis
heykelleri konulmuştur.
Anubis (Ölüler Tanrısı) Ayrıca Anubis bizde bilinen ismi ile mahşer
günü ruhu tartan tanrıdır. Terazisinde
ölünün ruhunu temsil eden kalbi ile
Anubis (Anpu – Eski Mısır’da Ölüler Tanrısı. ),
Adaletin tanrıçası Ma’at’ ın tüyünü tartar.
Antik Mısır İyi birinin kalbi tüye karşı hafif gelir ve
mitolojisine göre, Nephthys ve Seth’in ölünün ruhunu gök yüzüne bir daha
oğlu olduğu düşünülür. İsis ve Osiris’in doğması için gönderir. Eğer kötülük yapmış
oğlu olduğu da görüşler arasındadır. biri ise tüy hafif gelir ki bu durumda o
Çakalların mezarlar etrafında dolaşması kişinin ruhu yer altı ülkesine yılanlara
nedeniyle çakal başlı Anubis ölümle gönderilir. Bu da sonsuz azap demektir.
beraber anılır. Ölen Anubis en çok bilinen Mısır tanrılarından
Osiris’i mumyaladığı için mumyalama biriydi. Doğruluk tüyüne karşı ölünün
tanrısı olmuştur. Görevi tüm ölüleri yüreğini tartarken, Anubis ahrete kimin
korumak ve yüceltmektir. Bu yüzden gideceğinin kararını verme konusunda
mumyalamayla görevli kişiler Anubis Osiris’e yardım ederdi. Anubis’in rolü,
maskesi takarlardı. Ölen kişi diğer dünyada ölüye yer altında rehberlik etmekti ve bu
yargılanırken Anubis ona yardım eder. ona Mısırlılarda özel bir önem vermekteydi
Anubis diğer dünyada ölülerin koruyucusu
ve ölüler kentinin efendisidir. Anubis
tanrılar arasında en korkutucu olanıdır. Yeryüzündeki hayattan çok, onları
Ölüleri tekrar hayata döndürme gibi bir ilgilendiren yer altı tanrısı olan Osiris’in
özelliği de olduğu sanılmaktadır. Yüzünde diyarındaki sonraki yaşamdı. Anubis’e
bir çakal ısırığı vardır. Kutsal mumyalayıcı bütün bu ölümlerinde ‘temiz’ olarak
olarak da bilinir. yargılanmak isteyenlerden dolayı saygı
Çakal (ya da köpek) veya çakal başlı insan duyulurdu ki diğer dünyaya rahatça
biçiminde betimlenirdi. Anubis’in öteki gidebilsinler. Kalbi doğruluk tüyünden
ölüm tanrıları arasında önemli bir saygınlığı daha hafif ya da eşit olarak tartılan kişi yer
vardı. Temel olarak ölü gömme kültü ve altı dünyasında Osiris’e sunulurdu. Ek
ölülerin gömülmesiyle ilgiliydi. İlk kez olarak, Anubis bedenin çürümesini
İsis’in Osiris’i mumyalamasına yardım engelleyen mumyalamanın mucidi olarak
ettiğine ve mumyalamanın mucidi olduğuna bilinirdi. Mumyalanarak bir Mısırlı
inanılırdı. Daha sonraları “ölülerin yargılanır yargılanmaz ruhu daha önceden
kılavuzu” konumunu kazandı. içinde bulunduğu bedene tekrar girebilirdi.
İskenderiye’nin Serapis ve İsis Anubis eğer orada vücudu korumazsa
tapınmasında yer aldı. Yunan tanrısı kurtuluş ve dolayısıyla ahret olmazdı.
Hermes’le özdeşleştirilerek Hermanubis
adıyla anıldı.
Anubis’in çakal başlı olma sebebi ise
mezarların etrafında çakallar dolaşmasıdır.
Mezarlar da Anubis’i ilgilendirdiğinden
çakal başlı olarak tasvir edilmiştir.
Anubis’in izi neredeyse tüm mezarlarda
görülür.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 26


Anubis’in Tasviri
Anubis çoğunlukla bir çakalın ya da kurdun
siyah başı ile insan formunda tasvir edilirdi.
Bu özellik mezarlık çevrelerinde dolasan
birçok vahşi köpeğin ve çakalın temsili
olmalıydı. Bunlar mezarlıkların resmi
olmayan gardiyanları olarak belirmişlerdir,
daha sonrasında ise köpek-başlı Anubis’le
bağlantıları kurulmuştur.
Anubis genellikle uzun adım atmış ya da
ayakta durmuş şekilde canlandırılırdı fakat
bazen ise yere uzanmış ya da çömelmiş tam
bir hayvan formunda gösterilirdi. Yine
siyah renkte olarak, Mısır tapınaklarında
bulunan tanrıların heykellerini içeren
tapınak olan naos seklinde bir tabutun
üzerine eğilmis vaziyette olabilirdi.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 27


Hydra:
Herkül tarafından
öldürülen 9 başlı dişi yılan

kanına buladığı oklar, Herkül’ün sonraki bazı


Hdyra (Ὕδρα), Yunan mitolojisine
görevlerinde, ayrıca kentaur (yarı insan, yarı at
göre Lerna gölü yakınlarındaki bir bataklıkta
şeklinde mitolojik yaratık) Nessos’un
yaşamış, dokuz başlı, yılansı bir dişi
öldürülmesi sırasında işine yaramıştır.
canavardır. Typhon ileEchidna’dan türemiş
canavarlardan biri olan Hydra, sürüngen Lerna
özellikleri gösteriyor ve Ölüler Ülkesinin Lerna Mitolojik kaynaklara göre Hydra’nın yaşadığı
bataklığının dibindeki girişlerinden birine Lerna gölü, Mora Yarımadasında
bekçilik ediyordu. Hydra’nın soluğu ve kanı (Peloponnesos), Antik Argos şehrinin
ölümcül derecede zehirliydi, ayrıca güneyinde, bugünkü Myloi köyü civarında
kafalarından biri kesilecek olsa kesilen kafanın bulunuyordu. Fakat 19. yüzyılda bir alüvyon
yerinde derhal en az iki yeni kafa türüyordu. lagününe gerileyen göl, günümüzde bütünüyle
Hydra, Herkül (Herakles) tarafından, ölümsüz uçup gitmiştir. Göl uçup gitmiş olmasına karşın,
kahraman 12 görevinden ikincisini yerine Lerna’da hala var olan karstik membalar,
getirdiği sırada öldürülmüştür. Herkül, efsanelere göre, deniz tanrısı Poseidon’un,
Hydra’yla mücadele esnasında bir yandan da mitolojide Danaid diye adlandırılan Danaos’un
tanrıça Hera’nın yolladığı Karkinos adlı dev 50 kızından biri olan Amymone’ye
yengecin saldırısını savuşturmak zorunda yaklaşmasının karşılığında Lerna’ya bahşettiği
kalmış, Hydra’yı da bir tür armağandı ve coğrafyacı-tarihçi
(Bibliotheca yazarı Apollodorus’a göre) ancak Strabon’un yazdıklarına bakılırsa şifa verici
yeğeni Ialos’un yardımıyla, kestiği kafaların bir özelliğe sahiptiler. İşte Hydra’nın yaşadığı
zamanlar Hydra’nın gövdesiyle birleştiği boyun bataklık, mitolojik kaynaklara göre, kutsal
kısımlarını meşaleyle dağlayıp canavarın sayılan bu Amymone membasının çok
kendini yeniden üretme (rejenerasyon) yakınındadır. Mitolojik canavar Hydra, oraya
özelliğini iptal etmesi sayesinde ortadan nereden, nasıl geldi, bilmiyoruz, fakat Hydra,
kaldırabilmiştir. Hydra’nın zehirli Typhon ve Echidna’dan türemişti ve – önemli

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 28


bir detay olarak – tanrıça Hera tarafından özel Gel gelelim, öyle olmadı. Lerna bataklığına
olarak büyütülüp yetiştirilmişti. Hydra’nın 9 giden Herakles, önce Hydra’nın zehirli
başı vardı, ama bunların sadece bir tanesi, tam soluğundan korunmak için ağzına, burnunu
ortada bulunanı ölümsüzdü. Gerçi Pausanias, sarıp kapattı. Sonra aşağıya, civardaki köylerde
Hydra’nın herhangi bir su yılanı gibi tek başlı yaşayanların yüreğine dehşet salmış Hydra’nın
olduğuna, ama diğer tüm su yılanlarından Amymone membasının dibindeki inine doğru,
büyük olduğuna inanır. Kanı ve nefesi ölümcül ucunu ateşlediği birçok ok fırlattı. Hydra
derecede zehirli olan Hydra, bataklığın ininden çıkıp korkunç bir biçimde tısladı,
dibindeki Ölüler Ülkesi girişinin gardiyanıydı. Herakles de ona kılıcı ya da meşhur sopasıyla,
hatta bazı eski vazo resimlerinde gösterildiği
üzere, belki bir ekin orağıyla saldırdı. Bu
Hydra’nın Herkül’ün 12 Görevi
mücadelenin detaylarını Apollodorus’un
Kapsamında Öldürülmesi
Bibliotheca’sından öğreniyoruz: Canavarın
kestiği her bir başının yerine en az iki yeni baş
Tanrıça Hera ile kahraman Herakles arasındaki çıktığını gören Herakles, Hydra’yı bu şekilde alt
husumetin temeli, kabaca ve kısaca, Herakles’in edemeyeceğini anlayıp arabasının sürücüsü ve
Zeus’un ölümlü bir kadından (Alkmene) doğma yeğeni (yani Herakles’in ikizi Ifikles’in oğlu)
oğlu olmasıdır, diyebiliriz. Hera her zamanki olan Iolaos’tan yardım istedi. Belki de tanrıça
gibi Zeus’un başka bir kadınla olan ilişkisini Athena’nın esinlemiş olduğu, canavarın kesilen
kıskanmış, fakat Herakles söz konusu boyunlarını meşaleyle dağlama fikri, Ioalos’a
olduğunda, kıskançlık veya nefret nedeniyle aitti. Fikir gerçekten de işe yaradı; Herakles bir
yapıp ettiği şeyler bakımından epey ileriye kafayı uçurur uçurmaz Ioalos uçmuş kafanın
gitmiştir. Doğumuna onca engel olmaya canavarın gövdesinde kalan kökünü elindeki
çalıştığı Herakles’i bilmeden emziren Hera, meşaleyle dağlıyor, böylece oradan artık yeni
Herakles büyüyüp de Thebai kralı Kreon’un bir kafa çıkamıyordu. Herakles’in Hydra’yla
kızı Megara ile evlendikten sonra büyük mücadelede galibiyete yaklaştığını görünce
kahramanın başına korkunç bir felaket getirerek tanrıça Hera, bir umut, Herakles’in dikkatini
cinnet geçirttiği Herakles’in o sırada öz dağıtmak için oraya Karkinos adlı dev bir
çocuklarının katili olmasını sağlar. Bununla da yengeç yolladı. Fakat yenilmez kahraman,
kalmaz, vicdan azabı içinde kıvranan Herakles’i Karkinos’u ayaklarıyla ezip geçti. Hydra’nın
Delphi kahini vasıtasıyla Miken kralı geriye kalan tek ve ölümsüz başını da
Eurystheus’a yönlendirir. Herakles, işlediği Athena’nın kendisine verdiği altın kılıçla alan
büyük günahtan arınabilmek için, on yıl Herakles, hala yılan gibi kıvranan bu canlı
boyunca, kral Eurystheus’un kendisine verdiği kafayı yolu üzerindeki büyük bir kayanın dibine
görevleri, bu görevler ne olursa olsun, yerine sıkıştırdı, sadağından oklarını çıkartıp okların
getirecektir. İşte Herkül’ün 12 ucunu Hydra’nın ölümcül bir zehre sahip kanına
Görevi dediğimiz efsanevi işler, Miken kralının daldırdı. Bu zehirli oklar, Herakles’in sonraki
Herakles’e verdiği vazifelerdir. Herakles, bu bazı görevlerinde, ayrıca kentaur (yarı insan,
vazifelerden ilki olan Nemea Aslanını öldürme yarı at şeklinde mitolojik yaratık) Nessos’un
görevini tamamladıktan sonra, kendisine öldürülmesi sırasında çok işine yarayacaktır.
Eurystheus tarafından ikinci görev olarak Hydra’nın kanı öylesine zehirlidir ki Strabon
Hydra’yı öldürme görevi verir. Bu görev da, Pausanias da, balıkları yenmeyen, leş
herhalde rastgele seçilmiş değildi ve tanrıça kokulu Anigros nehrinin bu duruma Herakles’in
Hera muhtemelen yine işin içindeydi; çünkü Nessos’u öldürmesi sırasında kullandığı okların
Hydra’yı sırf Herakles’i öldürsün diye nehirle temas etmesinden sonra düştüğünü
yetiştirenin Hera’dan başkası olmadığını yazarlar.
biliyoruz. Sanırım Tanrıça, Herakles’in Herakles’in ikinci görevi, Hydra’nın
Hydra’ya yem olacağına kesin gözle bakıyordu. öldürülmesiyle tamamlanmış olur. Gelgelelim,

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 29


Miken kralı
Eurystheus, işin
içine Herakles’in
yeğeni Ioalos’un
karışmış olduğu
gerekçesiyle işi
tam manasıyla
tamamlanmış
saymaz ve bu
görevin yerine
Herakles’e başka
bir görev verir.
Orijinalinde bu
ünlü hikayede 12
değil, 10 görev söz
konusudur,
görevlerin sayısı
12’ye sonradan
çıkarılmıştır. İşte
Eurystheus’un bu
görevi saymaması
da 10 görevin nasıl
olup da 12’ye
çıktığına dair
yapılmış iyi
mitolojik
açıklamalardan
biri oluyor. Öte
yandan, efsaneye
göre, Hydra’nın
öldürülüşü
karşısında büyük
hayal kırıklığına
uğrayan tanrıça
Hera, Hydra’yı
Hydra (Su yılanı),
Karkinos’u da
Yengeç
takımyıldızı
olarak gökyüzüne
asmıştır. Güneş
yengeç
burcundayken
Hydra
takımyıldızının
kafası da onun
yakınlarındadır.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 30


çekmemesi için çocukların ikiz olarak

Herakles doğmasını sağlayacaktır. Zeus, kahraman


Perseus’un soyundan dünyaya gelecek olan
bu çocuğun çok büyük bir güce sahip
olacağını da bilir.

Kimdir? Alkmene’nin kocası Amphitryon sabah eve


En büyük Yunan kahramanlarından biri olan döndüğünde karısıyla yatmak ister ancak
Herakles’i, Romalılar Alkmene, gece birlikte olduklarını
Hercules (Herkül) olarak tanırlar. Herakles düşündüğü için buna isteksiz olduğunu belli
insanın doğaya karşı yenilmez oluşunu, edecek şekilde davranır. Bundan şüphelenen
kuvvet ve dayanıklılığı simgeler. Doğanın Amphitryon bir kahine danışır ve kahinden
insanın başına saldığı afet ve musibetlerden Zeus’un Alkmene ile o gece beraber olduğunu
insanlığı daima korumuştur. Tanrı vergisi öğrenir.
kuvvetinden zevk duymayan Herakles,
kahraman olmayı da kendi seçmemiştir. Zeus’un Alkmene’yi gebe bıraktığını öğrenen
Doğduğundan beri ona kin ve nefret besleyen Hera büyük bir kıskançlık ve Herakles’e karşı
Hera’nın odağından kaçamamış, insafsız bir da nefret duyar. Zeus’a söz verdirir ki Perseus
kralın (Eurystheus) emirlerini (on iki görev) soyundan ilk doğacak çocuk, insanlar
yapmak zorunda kalmıştır. Verilen görevleri üzerinde büyük bir egemenlik kuracaktır. O
bitirdiğinde ise korkunç bir yanlışlık sırada Mykeneai’ya giderek orada Perseus’un
yüzünden yanmış ve bedeninden arınıp soyundan olan Sthenelos’u bulur.
ölümsüzlüğe kavuşmuştur. Olağanüstü bir Sthenelos’un karısının yedi aylık gebe
güce sahip olan Herakles, kıvrak zekası ile de olduğunu bilen Hera ebe tanrıça
anılan bir karakter olmuş, mitsel bir Eileithyia’dan kadını yedi aylıkken
savaşçıdan ölümsüz bir tanrıya dönüşmüş ve doğurtmasını ve Alkmene’nin doğumunu da
daha sonra kendisine bu şekilde tapınılmıştır. geciktirmesini ister. Yedi aylıkken doğurtulan
o çocuk Eurystheus’tur. Herakles’ten erken
doğan Eurystheus böylece Tiryns kralı olur.
Herakles’in Doğumu
Herakles (Herkül), Zeus ile kahraman Herakles’in Çocukluğu
Perseus’un soyundan gelen ve güzelliği ile de
tanınan Alkmene’nin oğludur. Zeus’un Hera Eurysheus’u erken doğurtmakla
tanrılar ve devler arasında yaklaşan bir savaş Herakles’in elinden haklarını almış olur
için ölümlü bir kahramana ihtiyacı vardır. ayrıca bununla da kalmayarak, sekiz aylıkken
Thebai Sarayı’nda yaşayan Alkmene’yi Herakles ikizi İphikles’le birlikte beşiğinde
Herakles’i doğurması için seçer ve yattığı bir gün çocukları boğmak için iki
Alkmene’nin henüz yeni evlendiği eşi kocaman yılan gönderir. Yılanları gören
Amphitryon’un bir savaş için saraydan İphikles ağlamaya başlar ancak Herakles
ayrılmasını fırsat bilerek kocasının kılığına yılanları elleriyle yakalar ve sıkarak boğar.
girip Alkmene’yle beraber olur. Aslında
Alkmene asıl eşi olan Amphitryon’dan da
gebedir ve Zeus bunu bildiğinden
Alkmene’nin ikinci kez doğum sancısı

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 31


Peter Paul Rubens – The Birth Of The
Milky Way (1636 -1637)
The Infant Hercules Strangling Serpents in Bazı hikayelerde ise Zeus’un habercisi olan
his Cradle – Joshua Reynold (1788) Hermes’in Herakles’i henüz bebekken
Hera’nın kıskançlığından korkan Alkmene, Olympos’a getirdiğini, onu bizzat Zeus’un,
Herakles’i Thebai’nin dışında bir tarlaya Hera uyurken tanrıçanın göğsünde
bırakır. Bu sırada Zeus’un isteğiyle Athena emzirdiğini ve Hera’nın uyanıp çocuğu itip
Hera’yı yanına alarak yürüyüşe çıkmıştır. fırlatmasıyla çocuğun ağzındaki fazla sütün
Bebeği gören Athena şaşırmış gibi yaparak fışkırarak Samanyolu’nu oluşturduğu
çocuğu Hera’ya gösterir ve “Haydi, senin yazılmaktadır.
memelerinde nasılsa süt var, izin ver de şu
küçük yaratık da birazını emsin.” der. Hera
hiç düşünmeden çocuğu emzirmek için Herakles’in Gençliği ve
kucağına alır. Herakles tanrıçanın memesini
öyle kuvvetli emer ki Hera duyduğu acıyla On İki Görevi
bebeği yere fırlatır. Bu arada göğsünden
fışkıran süt gökyüzüne ulaşarak adına Herakles çok iyi bir eğitim görür ve kendini
Samanyolu (Süt Yolu, Milky Way) denilen geliştirir. Amphitryon ona araba
yıldız kümesini oluşturur. kullanmasını, Eurystos ok atmasını, Linos da
güzel saz çalmasını öğretir. Daha sonra bir
kralın kızıyla(Megara) evlenen Herakles’in
üç çocuğu dünyaya gelir. Ne yazık ki
Hera’nın nefreti burada da devreye girer ve
Herakles’in cinnet getirmesine sebep
olarak çocuklarını öldürmesine yol açar.

Herakles kendine geldiğinde suçlarından


arınmaya çalışır ve Thespios’un yanına
giderek ona sığınır. Hera ise Apollon kahini
Pythia aracılığıyla Herakles’e, Eurystheus’un
hizmetine girmesi ve onun verdiği görevleri
yerine getirmesini ister. Hera’nın Herakles’e

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 32


karşı olan nefretini bilen Zeus ise, hem mitolojide geçen diğer yaratıkların, Typhon
Herakles’in sonsuz üne erişeceğinden emin ile Ekhidna’nın oğlu, Kerberos ve Sfenks’in
olmak hem de Hera’yı memnun etmek ise kardeşidir. Herakles aslanla
istediğinden Herakles’in Tryns kralı karşılaştığında oklarının da, büyük tahta
Eurystheus’un emrettiği görevleri yapması sapanının da bir işe yaramadığını anlar. Bu
gerektiğini ve yaptığı taktirde onu ölümsüz yaratık, aslında postunun delinmez olduğuna
yapacağını söyler. inanılan bir yaratıktır. Herakles canavarı
köşeye sıkıştırmayı ve güreşerek yere
yıkmayı başarır.

Hercules Figthing with the Nemean Lion –


Francisco de Zurbaran (1634)
Hayvanı boğarak öldüren Herakles derisini
aslanın pençesiyle yüzerek üstüne giyer. Bu
post sayesinde Herakles’e ok işlemez
olmuştur. Herakles’in, Yunan resim ve
heykellerinde çoğu kez bu ganimeti giyindiği
görülür. Hera, aslanı Leo takımyıldızında
ölümsüzleştirir. (Nemea yolunda Herakles’i,
oğlu aslan tarafından parçalanıp yenmiş fakir
bir köylü, Molorkhos, konuk eder. Otuz gün
The Labours of Hercules sonra dönüşünde Molorkhos’un koçunu
Herakles’in on iki kahramanlığının her birinin birlikte Zeus’a sunarlar. Herakles burada
takımyıldızlarını isimlendirmekte kullanılan Nemea oyunlarını başlatır.)
hayvanlardan birine tekabül ettiği düşünülür.
Bu isimlerin bir kısmını bugün de kullanmaya
devam ediyoruz.
2 – Lerna Ejderi (Hydra)
Herakles’in ikinci görevi, Hera’nın Argos
1 – Nemea Aslanı bölgesindeki Lerna bataklığına saldığı dokuz
başlı bir yılanı öldürmekti. Herakles yaratığı
Eurystheus’un, Herakles’e verdiği ilk görev öldürmeye gittiğinde, yılanın bir başını
Nemea bölgesinde dehşet saçan aslanı kestiğinde yerine iki tane baş çıktığını anlar.
öldürmesi olur. Nemea Aslanı, aslında Bu da görevi üstesinden gelinmez bir hale

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 33


getirir. Bu da yetmezmiş gibi Hydra’ya
eşlik eden dev bir yengeç Herakles’e ayak
bağı olur.

Hercules Fighting With The Lernaean


Hydra – Francisco de Zurbaran (1634)
Yengeci ayağıyla ezerek öldüren Herakles
yeğeni İolaus’un yardımıyla yanan
meşaleleri Hydra’nın kesilmiş boyunlarını
dağlayarak yerine yeni bir kafa çıkmasını
engeller. Hydra’ya asıl gücünü veren
ölümsüz son başı da kestikten sonra
Hydra’nın ölümcül zehirle dolu kanına
oklarını batırır. Heraklesin attığı bu okların
yarası hiçbir zaman iyileşmez. Kesik başı
da bir kayanın altına gömer. Hera bu iki
canavarı su yılanı ve yengeç takımyıldızları
olarak göklere yerleştirir.

3 – Kyreneia Geyiği

Dönüş yolunda Artemis’le karşılaşan


Herakles, durumu anlatarak merhamet diler
ve geyiği geri getireceğine söz verir.
Eurystheus’a götürdüğü geyiği tam teslim
edecekken bilerek ipini erken bırakır, böylece
geyiğin kaçmasını sağlar. Herakles hem
geyiği getirdiği için görevini tamamlamış olur
hem de geyiğin kaçmasına izin vererek
Artemis’e verdiği sözü tutmuş olur.

Herakles’in ilk iki görevini başarı ile


bitirmesine sinirlenen Eurystheus çok daha
zorlu bir görev olan Kyreneia Geyiği’ni
yakalama görevini verir. Herakles, Av
Tanrıçası Artemis için kutsal olan bu geyiği
öldürürse Artemis’in gazabına uğrayacağını
bildiğinden geyiğe zarar vermeden yakalmak
için bir yıl boyunca kovalar. Sonunda yorgun
düşen geyiği yakalar.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 34


4 – Erymanthos Yaban Herakles, Elealı Menedemos’un tavsiyesi ve
İolaos’un yardımıyla ahırın duvarına iki delik
Domuzu açar. Daha sonra yakınlardan geçen Alpheus
ve Peneios ya da Menios nehirlerinin
yataklarını değiştirerek, nehir sularının ahıra
akmasını sağlar. Böylece ahırları hiç
uğraşmadan temizlemiş olur.

6 – Stymphalos Gölü’nün
Kuşları
Herakles’in altıncı görevi Stymphalos
Gölü’nde yaşayan kuşları yok etmekti. Bu
gölde yaşayan ve Ares için kutsal sayılan bu
kuşların çelikten gagaları, pençeleri ve
tüyleri vardı. Kuşlar Stymphalos Gölü’nün
etrafından üreyerek sürüler oluşturur ve
çelikten tüylerini insan ve hayvanlara
fırlatarak onları öldürürlerdi. Zehir saçan
Heracles and the Erymanthian Boar dışkılarıyla da ekinleri küflendirerek zarar
Herakles’in dördüncü görevi, Arkadia’daki verirlerdi.
Erymanthos dağında yaşayan ve civardaki
köyleri yakıp yıkarak büyük zararlar veren
devasa yaban domuzunu canlı olarak
yakalamaktır. Keskin dişleri olan domuz çok
tehlikelidir. Herakles kısa bacaklarına rağmen
çok hızlı koşan domuzu karların üstüne sürer
ve yorulan hayvanı bir müddet sonra
yakalamayı başarır.Yaban domuzunu
bağlayarak sırtına atan Herakles bu halde
Mykene’ye ulaştığında dördüncü görevini de
başarıyla tamamlamış olur.

5 – Augias’ın Ahırları
Eurystheus’un Herakles’e verdiği beşinci
görev, kral Augeias’a ait sığırların konulduğu
pis ahırları bir günde temizlemekti.
Augeias’ın hayvanları bütün hastalıklara
karşı bir çeşit bağışıklığa sahipti ve verimleri
de çok iyiydi. Sığır ve koyunlarının tutulduğu
ahırlar yıllarca temizlenmemiş, yaydığı koku
ise tüm Peloponnesos’a öldürücü zehir
saçmaya başlamıştı.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 35


7 – Girit Boğası
Herakles’in yedinci görevi, Tethris Nehri’nin
suladığı bölgelerde ekinleri köklerinden
söküp meyve bahçelerini çevreleyen
duvarları yerle bir ederek Girit’te dehşet
saçan boğayı yakalamaktır. Herakles Girit’e
gittiğinde Kral Minos ona her türlü yardımı
yapmayı teklif eder ancak Herakles hiçbir
yardımı kabul etmez.

Herakles, gölün kenarına ulaştığında sayıları


çok fazla olan kuşlara ne yapacağını
düşünüyorken Tanrıça Athena, Hephaistos
tarafından tunçtan yapılan bir çıngırağı
Herakles’e verir. Herakles bataklığa bakan
yüksek bir dağa çıkar ve çıngırağı kullanır. O
kadar kuvvetli bir ses çıkar ki tüm kuşlar
korkudan çıldırmış bir şekilde havalanarak
gökyüzüne kaçarlar. Kaçanlardan birçoğunu
Herakles oklarıyla vurmayı başarır. Uzun bir mücadeleden sonra boğayı yorup
daha sonra kollarıyla kavrayarak yakalar
ve Eurystheus’a getirmeyi başarır.
Eurystheus boğayı Hera için kurban etmek
ister ancak Hera bunu, Herakles’e daha fazla
şöhret getireceğini düşündüğünden kabul
etmez ve boğayı tekrar serbest bırakırlar.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 36


8 – Diomedes’in Atları Döndüğünde ise atların Abderos’u da
parçalayıp yediklerini görür. Buna çok
Sekizinci görev, Trakya kralı Diomedes’e ait öfkelenen Herakles kral Diomedes’in
olan dört vahşi kısrağı yakalamaktı. cesedini atlara yem eder. Karınları doyup
Diomedes savaşçı bir halk olarak anılan sakinleşen atları kolay bir şekilde
Bistonelerin hükümdarıydı. Kral, kısrakları Eurystheus’a götürür.
demir zincirlerle, tunçtan yapılmış yemliklere
bağlar ve masum konuklarını atlara yem 9 – Amazonlar Kraliçesi
ederdi. Herakles bu görev için kendisine aşık
olan erkek sevgililerinden Abderos’tan Hippolyta’nın Sihirli Kemeri
da yardım ister. Daha sonra, Diomedes’in
seyislerini etkisiz hale getirerek, kısrakları Herakles’in dokuzuncu görevi,
yakalar ve onları denize doğru sürerek bir Eurystheus’un kızı Admete’nin isteği üzerine,
tepecikte bulunan Abderos’a emanet eder. normalde Ares’e ait olan fakat Amazonların
Arkasından gelen Bistonelerle savaşmak için Kraliçesi Hippolyta’nın kullandığı kemeri ele
geri dönen Herakles, kral Diomedes’i bir geçirmekti. Herakles ve arkadaşları bu görevi
sopayla öldürür ve cesedini atların olduğu yerine getirmek üzere gemiyle yola çıkar ve
yere götürür. Amazonların limanına varırlar. Çok
geçmeden kendisini ziyarete gelen Hippolyte,
genç adamın kaslarına hayran kalır ve kemeri
duyduğu aşkın bir göstergesi olarak
Herakles’e verir. Ancak Amazon kılığına
giren Hera, limana gelen bu yabancıların
Hippolyte’yi kaçıracakları söylentisini etrafa
yayar. Bunun üzerine Amazonlar gemiyi
ablukaya alır. Herakles, bunun üzerine
kendisine ihanet edildiğini düşünerek
Hippolyte’yi öldürür.

10 – Geryon’un Sürüleri
Herakles’e verilen onuncu görev, Erytheia’da
hükümranlık kuran Geryon’un dillere destan
sığırlarını hiçbir karşılık ödemeden
Eurystheus’a getirmekti. Geryon üç başlı, altı
elli ve belinde bir araya gelen üç gövdeyle
dünyaya gelmişti. Geryon’un sığırları, çift
başlı köpek Orthos tarafından otlatılmaktaydı.
İlk olarak Herakles çoban köpeği Orthos ile
çoban Eurytion’u zeytin ağacından yapılma
sopasıyla öldürür. Daha sonra Herakles’in
karşısına Geryon çıkar. Saldırıya geçen
Hercules Throws Diomedes to His Horses Geryon’a karşı yerinde sabit kalan Herakles,
as Food -Luca Giordano (1685) attığı üç okla Geryon’u alt etmeyi başarır. Bu
sırada Geryon’a yardım etmek için gelen Hera

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 37


da payını almıştır. Herakles onu sağ göğsüne
attığı okla kaçırmayı başarmıştır.

11 – Hesperidlerin Altın
Elmaları
Kendisine verilen on görevi sekiz yıl gibi bir
sürede bitiren Herakles’in ikinci ve beşinci
görevini saymayan Eurystheus, ona iki görev
daha verir. Herakles’in on birinci görevi ise,
Hera’nın kutsal bahçesinde bulunan altın
elma ağacından bir meyveyi getirmektir. Bu
bahçe Atlas Dağı’nın altında bulunur ve
Atlas’a ait binlerce at burada dinlenirdi.
Atlas’ın kızları yani Hesperidlerin, bahçeye
girip elmaları çalması yüzünden Hera bu
ağaçları koruması için korkunç bir canavar
olan Ladon’u görevlendirir. Ayrıca Atlas da
bahçeyi sahiplenir ve onları korumayı
kendine görev bilirdi.

Herakles yolculuğu sırasında ak saçlı yaşlı


Deniz Tanrısı Nereus’u bulur ve altın
elmalara nasıl ulaşacağını sorar. Bu bilgiyi
almak için şekil değiştirmekte çok usta olan
Nereus’u sıkıca yakalayan Herakles, tanrının
geçirdiği birçok değişikliğe rağmen ona
sarılmayı bırakmaz. Sonunda Nereus,
Herakles’e elmaları kendi eliyle
toplamamasını, Atlas’a toplatması gerektiğini
tembihler.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 38


isteği kabul etmiş gibi davranır fakat başının
altına bir destek almak için Atlas’tan yükü
kısa bir süreliğine tutmasını ister. Herakles’e
inanan Atlas elmaları yere bırakır ve gök
kubbeyi tekrar omuzlar. Bunu fırsat bilen
Herakles ise elmaları yerden alarak hemen
oradan uzaklaşır.

12 – Kerberos’un Ölüler
Ülkesi’nden Kaçırılması
Herakles’e verilen en son görev aynı zamanda
en zoruydu. Herakles’ten Tartaros’taki üç
başlı köpek Kerberos’u çıkarıp yeryüzüne
getirmesi istenir. Herakles, Lakonia sınırları
içerisinde bulunan Tainarum’dan Tartaros’a
iner ve Hades’ten Kerberos’u ister. Hades ise
alaycı bir gülümsemeyle savaşçıya dönerek
“Eğer onu, sopanı ve oklarını kullanmadan
yenmeyi başarırsan Kerberos senindir.” der.

Atlas and Hercules Carrying a Sphere Ivory


Herakles bahçeye ulaşır ulaşmaz Atlas’ın
yanına gider ve Eurystheus’a götürmek için
elmaları kendisi yerine toplamasını ister.
Atlas’ın görevi gök kubbeyi taşımak
olduğundan birkaç saatlik rahatlama için
yapamayacağı şey yoktur. Gök kubbeyi
Herakles’e devreder ve elmaları toplamaya
gider. Ne var ki elmayla dönen Atlas’a
özgürlük çok cazip gelir ve elmaları
Eurystheus’a kendi götürmek istediğini
söyler. Herakles ise kurnazca davranak bu

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 39


Herakles’in Ölümü
Kendisine verilen görevleri yerine getirdikten
sonra Thebai’ye dönen Herakles, o sırada
otuz üç yaşına basmış olan Megara’yı
birlikteliğinin kendisine uğursuzluk
getirdiğini ileri sürerek yeğeni İolaos ile
evlendirir. Kendine de daha fazla talih
getireceğine inandığı genç bir eş aramaya
koyulur.

Daha sonra Herakles, kral Oineus’un kızı


Deianeria ile evlenir. Deianeria ile Evenos
Nehri’ne gelirler ve orada tanrılar tarafından
nehrin kayıkçısı olarak seçildiğini söyleyen
Kentaurlardan Nessos ile karşılaşırlar.
Deianeria’yı sağ salim karşı kıyıya geçirirken,
Herakles de nehri geçmek için yüzmeye
başlar. Ne var ki pazarlıkta anlaşılmasına
rağmen Herakles’in sopasını ve yayını nehrin
karşısına fırlattığını gören Nessos verdiği
sözden döner ve Deianeira’yı bıraktığı kıyıya
dönerek genç kadına sahip olmaya çalışır.
Eşini kurtarmak için yayını alan Herakles,
Nessos’a doğru nişan alır ve yarım millik bir
mesafeden onu göğüsünden vurur.

Herakles, Akheron kapılarına zincirlenmiş


olan Kerberos’un yanına gider ve hemen
yaratığın boynuna sıkıca sarılır. Bu hamleye
karşı Kerberos, korkunç dikenlerle kaplı olan
kuyruğuyla Herakles’e saldırmaya çalışır
ancak üzerindeki aslan postu sayesinde
Herakles bu saldırılardan kurtulur. Yaratık
pes edene kadar boğazını sıkmaya devam eder
ve en sonunda Kerberos dayanamaz ve pes
eder. Kerberos’u yanına alan Herakles onu
Eurystheus’a teslim ederek görevini
tamamlar.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 40


sürdürürken aşk iksirini kullanmaya karar
verir. Herakles’in seramonide giyeceği tuniği
örmeye başlar ve bitirdiğinde iksiri tuniğe
sürer. Herakles tuniği giydiğinde, vücut ısısı
zehri hareketlendirerek derisine yapışıp
yakmasına neden olur. Herakles duyduğu
acıyla tuniği ve onunla birlikte derisini de
soyup çıkarır. Herakles, acısını ancak ölümün
yatıştırabileceğini düşünür. Cenaze için
odunları yayar ve üzerlerinde uzanır.

Nessos, Deianera’ya dönerek, “Eğer yere


dökülen tohumları toplar ve yaramdan akan
kanla karıştırıp, biraz da zeytinyağı ilave
edersen bir aşk iksiri elde edeceksin. Bu
karışımı onun gömleğine sürdüğünde artık
kocanın seni aldatacağından hiç korkma!”
der.

Deianeria hayatını Trakhis’te, Herakles’in


kendisini aldatmasından bıkmış olarak

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 41


Yanan meşale odunlara değer değmez, bir
yıldırım açık gökyüzünde parlayarak
odunlara çarpar ve ortaya çıkan bir bulut
Herakles’i sararak onu Olympos Dağı’na
taşır. Zeus sözünü tutmuş ve Herakles
ölümsüz olmuştur.

Yararlanılan Kaynaklar

• Arthur Cotterell ve Rachel Storm-


Dünya Mitoloji Ansiklopedisi
• Andre Bonnard-Antik Yunan
Uygarlığı
• Colette Estin-Yunan ve Roma
Mitolojisi
• Robert Graves- Yunan Mitleri
• Andre Bonnard-Antik Yunan
Uygarlığı
• Donna Rosenberg-Dünya
Mitolojisi
• Azra Erhat-Mitoloji Sözlüğü

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 42


Tamer SAĞCAN

DÜNYANIN EN
ESKİ
HALKI BİLMECESİ

Dünyanın en eski halkı olmak. Bu iddianın


tarihi vesikalar içerisinde değerlendirildiği en
mühim örnek muhakkak ki, Cicero tarafından
kendisine “Tarihin Babası” unvanı verilmiş
olan Herodot’un Tarih adlı meşhur eserinde yer
almaktadır. Herodot’un eserinin ikinci kitabının
ikinci bölümünde Psammetik’in Frigyalıları
dünyanın en eski halkı olarak ilan ettiğinden
bahsedilir. Metinde bu konuda Mısırlılar ile Herodot’un aktardığına göre Psammetik
Frigyalılar arasında bir iddialaşma olduğu dünyanın ilk halkı olan insanları nasıl tespit
belirtilir. Psammetik zamanından önce en eski edeceğini bulmak üzere bir çobana rastgele iki
halk olduğunu iddia eden Mısırlıların, çocuk verir. Bunların yanında konuşulmasını
Psammetik’in gelişiyle bu iddiasından nasıl yasaklar. Amaçladığı şey bu çocukların
vazgeçtiği anlatılır. ağzından çıkacak ilk kelimedir. Bu kelimeden
yola çıkarak dünyanın en eski halkını bulacağını
düşünür. Çocuklar iki yıl sonra çobanı
gördüklerinde “bekos” diye bağırırlar. Bunun

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 43


Selçukluların yükselişte olduğu bilgisini
akılda tutmalıyız.

Bilindiği üzere –os eki Eski Yunan


dilinde sıfat, belirtme ve çoğul eki olarak
kullanılan bir ektir. Bu ekle birlikte
yazılan kelimeler dilimize geçerken bu –
os eki okunmamaktadır. Bu noktada
“ebek” kelimesi ile “bek.os” kelimesinin
üstelik anlam bakımından aynılığı göz
önüne alındığında aynı kelime olduğu
yönünde kuvvetli bir karine olduğu
ortadadır. Bu noktaya kadar geldiğimizde Frig
haberini alan Psammetik herhangi bir şeye
dilindeki bek.os (muhtemelen o dilde “bek”)
bekos diyen insanların kim olabileceğini
kelimesi ile Oğuz Türkçesinde yer alan “ebek”
araştırır ve Frigyalıların ekmeğe bekos dediğini
kelimesinin, İskitler ile ne bağlantısı olduğu
öğrenir. Bu hâl üzerine Frigyalılar dünyanın en
sorulabilir.
eski halkı ilan edilir23.

Etnonimler zaman zaman araştırmacıyı içinden


Aktarılan bu hikâye pek çok yönden bir ilk çağ
çıkılmaz bir labirente sokabileceği gibi, zaman
bilmecesinin anahtarı konumundadır. Zira bu
zaman da karanlıkta kalmış noktaları
hikâye bir şekilde yolumuzu İskitler’e ve oradan
aydınlatmakta mahirdir. Prof. Dr. Taner
da M.S. 10. Yüzyılın Oğuzlarına götürebilecek
Tarhan’ın “Aşguzay/İskit” aynılığından yola
anahtar olay ve kelimelere sahiptir. Herodot
çıkarak vurgulamış olduğu İskitlerin Oğuzlar
tarihinde, Frigyalılar ile Mısırlılar arasında
olma ihtimali ile ilgili Kazak akademisyen Zaur
olduğu iddia edilen tartışma, Justinus’un
Hasanov daha kapsamlı ve ikna edici deliller
Epitome of the Philippic History of Pompei
sunmaktadır. Eski Yunan dilinde “t” ve “h”
Trogus adlı eserinde şu kelimelerle hayat bulur:
sesleri yan yana geldiğinde “z” olarak
“Her ne kadar İskitler ve Mısırlılar arasında
okunduğunu belirten Hasanov, Rusça'da “Skif”,
soyun eskiliği konusunda çok uzun bir çekişme
İngilizce'de “Skythes” olarak beliren kavramın
olmuşsa da İskitlerin soyu en eski olmuştur.”24
Türkçe doğru okunuşunun “Skuz” olduğunu
akademik olarak, dil bilim ilkeleri
Bu noktada birbirine çok benzeyen hikâyeler
doğrultusunda açıklamaktadır.26 Bu bağlamda
arasında eksik olan bağlantıları kurabilmek için
Genel Türk Tarihi alanında kıymetli eserler
milattan sonraki 1073 yılına ve Kaşgarlı
veren Prof. Dr. Osman Karatay’ın son
Mahmut’un Abbasi Halifesine takdim ettiği
zamanlarda kaleme almış olduğu farklı farklı
Divan-ı Lügati’t Türk adlı eserine uzanmak
makalelerde Oğuz-İskit etnoniminin benzerlik
gerekiyor. Kaşgarlı Mahmut’un sözlüğünde
hatta aynılığı üzerinde durulmalıdır. Zira bu
“ebek” kelimesinin anlamı olarak “çocuk
benzerlik, işbu yazımızın konusu olan dünyanın
dilinde ekmeğin adı” tanımı verilmektedir25. Bu
en eski halkı bilmecesinin ve Frigyalılar ile
veriyi incelerken eserinde Oğuz Türkçesine dair
İskitler’in aynı toplum olabileceğine dair
kelimelerden bahsedilmekte olduğu, bu eserin
önemli delilleri incelemeyi gerekli kılar.
sunulduğu tarihte Oğuz Türkleri olan

23 Herodotos; Tarih, II. Kitap, 2. Bölüm, s.117. 26Zaur Hasanov; Çar İskitler, Akt: İlyas Topsakal, Türk
24 İlhami Durmuş; İskitler, s.161-162.- Justinus; Epitome of Dünyası Araştırma Vakfı Yayınları, İstanbul, 2009, s.103-
the Philippic History of Pompei Trogus, Kitap 2, Bölüm 1. 109.
25 Kâşgarlı Mahmud; Divanü Lûgat-it Türk, Türk Dil

Kurumu Yayınları, Birleştirilmiş Birinci Baskı, Cilt I-II-III,


Çev; Besim Altay, Sf. 68

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 44


Mehmet Turgay Kürüm’ün Türkler
Ansiklopedisinde de yayınlanmış Futhark
Alfabesi ile ilgili makalesinde İlk dönem Frig
rünik yazısı ile İskitçe rünik örneklerin
karşılaştırılmasından yola çıkarak bu iki
uygarlık arasında kurduğu bağ, “bek”, “ebek”
kelimesi benzerliği ve Yunan tarihçi Herodot ile
Latin tarihçi Justinus’un eserlerinde canlanan
meselin aynılığı arasındaki bağı
kuvvetlendirmektedir.

Dünyanın en eski halkı kimdir sorusuna


dönecek olursak; eskiçağ tarihçilerinin
aktardığı bilgiler doğrultusunda bir tarafta
Mısırlıların olduğu bilgisi kati olmakla birlikte
diğer tarafta kim olduğu hususunda iki kuvvetli
karine oluşturulabilir. Ya Frigyalılar ve İskitler
aynı halk olup, farklı coğrafyalarda, farklı
etnonimlere sahip olmuşlardır ya da bu
halklardan biri, diğerinin efsanelerini,
mesellerini ve hatta dillerini miras olarak bakiye
almıştır.

Fakat bütün bu tartışmayı Psammetik adlı Mısır


Firavununun ilginç sosyal deneyinin gayri
bilimsel deliline dayanarak yapabilmek
mümkün değil. Aslında iş bu yazının amacı da
dünyanın en eski halkının bilgisine ulaşmaktan
ziyade, tarihi vesikalarda aktarılan hikâyelerin
benzerliğinden yola çıkarak bu anlatıların
izlerini takip edip, aynı tarihlerde geniş bir
coğrafyaya yayılmış olan farklı etnonimlere
sahip tek bir halkın varlığına ulaşmaktır. Eldeki
deliller henüz bunu söyleyebilmek için çok
erken. Ancak bu konuda araştırmaya devam
etmek için yeterli delil olduğunu söylemekten
de geri durulmamalı.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 45


1952’de bu tabakların altında eksiksiz
Maya Mitolojisi bozulmamış bir mezar keşfedilir. Mezarın
Mayalar ya da Maya halkları (İspanyolca içindeki çürümüş cesedin yüzünü çok zarif
mayas), Mezoamerika'da Maya uygarlığını mozaik bir yeşim maske kaplamaktadır.
kuran atalarının topraklarında, Ceset, tahta 12 yaşında çıkan ve M.S. 683
günümüzdeki Guatemala, Güney Meksika yılında 80 yaşında ölen, Güneş Lordu Pacal
ve Yukatan Yarımadası, Belize, El Salvador isimli Mayalar tarafından çok sevilen bir
ve Batı Honduras'ta yaşayan ve 7 milyon krala aittir. Bu hazinenin ender güzelliği
nüfusa sahip olan Orta Amerika'nın en yanı sıra daha şaşırtıcı olan diğer keşif
tanınmış yerli Kızılderili halkıdır. Mayalar, mezarın kapağıydı. İsviçreli yazar Erich
binalarında güçlü bir kireç harcıyla von Daniken kapağın ortasındaki figürün
yapılandırılmış, ters çatı kemeri uzaygemisini yöneten bir uzaylıyı temsil
kullanıyorlardı. Mayaların dev boyutlu ettiği teorisini ortaya atmıştır.
binalarının pek çoğunun dinsel amaçlı
binalar olması, Maya mimarisinin 9. ve 10. yüzyıllar arasında uzmanların
gelişiminde dinin etkili olduğunu henüz inandırıcı bir şekilde
düşündürmektedir. Maya uygarlığının en açıklayamadıkları gizemli olaylar olmuştur.
ilgi çekici anıtları dinsel merkezlerdeki Mayalar, bir tür imparatorluk kurdukları
piramitlerdir. bölgenin merkez
kısmındaki, Teotihuacan gibi dinsel ve
törensel bakımdan da merkezî olan kentleri
bilinmeyen bir nedenle terk etmişlerdir.
Kimi kentlerde bu ayrılış o kadar ani
olmuştur ki, inşa halindeki yapılar yarım
kalmıştır.

Eski Mayalar’ın din adamlarının


uygulamaları onların birer şaman olduğunu
da göstermektedir. Mayalar, sonradan
Kızılderililer’de görülen Amerika
Şamanizmi’nin özgün hallerinden birini
oluşturmuşlardır. Asya Şamanizmi’yle pek
çok bakımdan paralellik gösteren Maya
Şamanizmi’nin en önemli farklarından biri,
Asya Şamanizmi’nde transa geçmede
uyuşturucu maddelerin kullanılmamasına
karşın, Maya Şamanizmi’nde halüsinojen
Maya kentlerinden Palenque’de, Palenque ve psikoaktif maddelerin kullanımıdır.
Harabeleri arasında “Yazıt Tapınağı” diye
bilinen bir tapınak bulunmaktadır. 65 metre James Churchward, Mircae Eliade,
yüksekliğindeki Merdiven Piramidi’nin Cihangir Gener gibi araştırmacı yazarlar,
üzerinde duran ve bu yapının geniş taş eserlerinde Amerika Şamanizmi’nin Asya
tabakalar halinde yapılmış bir tabanı vardır. Şamanizmi’nde görüldüğü gibi, bir
inisiyasyon içerdiğini belirtirler.
Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 46
Kimileri Popol-Vuh’taki ikizlerin
hikâyesini sınav ve aşamalarıyla inisiyatik
sürecin ilginç bir öyküleştirilmiş biçimi
olarak yorumlar. Churchward'a göre,
Mayalar önceleri tektanrılı Mu Dini’ne
bağlı topluluklardı. Dinleri sonradan
yozlaştırılmış ve sembollerin, zamanla,
Mısır’daki ve Hint’teki gibi, anlamlarını
anlamayanlarca ilahlaştırılması sonucunda,
çoktanrılı bir din haline getirilmiştir.

Sembolizm
Maya geleneklerinde diğer ulusların
gelenekleriyle parelellik gösteren
sembollerden bazıları şunlardır:

Mısır: Mayalar’ın temel sembollerinden


biridir. Mayalar’ın kutsal kitaplarından
Popol-Vuh’ta ilk yapılan Ademler’le
sonraki Ademler’in yoğurulduğu
maddelerin aynı olmadıkları belirtilir. Önce
toprağın kullanıldığı, verim alınamayınca, Geyik: Birçok gelenekte reenkarnasyonu
sonra tahıl (mısır) hamurunun kullanıldığı simgeler.
belirtilir.
Köpek: Maya geleneğinde köpek, Güneş’i
yolunda sevkeden ilahın sembolüdür.

Skarabe: Esas olarak Mısır’da rastlanan bu


sembole Çin geleneğinde “Altın Çiçeğin

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 47


Gizi” adlı kitapta, Maya geleneğinde Yağmur: Rahmet anlamındaki yağmur,
ise Chilam Balam adlı kitapta rastlanır. Mayalar’ın giysilerinde ve el yazmalarında
iplerle, mimaride ise küçük sütunlarla
simgelenir. (Maya geleneğindeki
deyimlerden biri, Türkçedeki gibi, “yağmur
sicim gibi yağıyor”dur. Maya geleneğinde
yağmur yağdıran ilah, sarmal biçimli
tasarlanır.

Yedi rakamı: Maya geleneğinde yedi


rakamına yedi ışınlı taç olarak, yedi
rakamının kelam ile ilişkilendirilmesine
Popol-Vuh’ta rastlanır. Rakama ayrıca
“göğün” yedinci katından inen, uygarlık
getiren kahramanların babaları olan yedi
Ahpu efsanesinde ve 12 yıldızın ortasındaki
Kartal: Şamanizm’in ve Mayalar’ın temel (onüçüncü) merkezî yıldızın adında (insan
sembollerinden biridir. Kökeni Orta-Asya kalbiyle ilişkilendirilen ilahe-7) rastlanır.
olan çift başlı kartal sembolü Hititler’de,
Selçuklular’da, Mayalar’da ve sembolü Yer’in göbeği: Maya kutsal kitabı Popol-
sonradan resmî amblem olarak benimseyen Vuh’ta atmaca, “Göğün Göbeği”nden
Rusya, Avusturya ve Arnavutluk’ta görülür. “Yerin Göbeği”ne dikine iner, yılanı yutar,
(Alacahöyük kapı sfenksindeki iki başlı güneşle ilişkilendirilir, güneşe yalnızca
kartal, iki pençesiyle iki dağın üzerinde böyle kuşların bakabildiği söylenir. Popol-
duruyor biçimde tasvir edilmiştir.) Vuh’ta “Göğün” yedinci katından inen,
uygarlık getiren kahramanların babaları
Üçgen: Maya geleneğinde ışığın ve olan 7 Ahpu, “Yerin kalbi”ne indiklerinde
tohumun sembolüdür. Uxmal tapınağındaki insan biçimine girerler.
bir üçgenin içine, muhtemelen bir yıldızı
gösterecek şekilde üç nokta konmuştur. Sarmal (spiral) ya da yılan: Mayalar'da
rastlanılan başlıca yılan sembolleri
gökyüzündeki iki başlı yılan, yedi başlı
yılan, ağaçlı yılan, yumurtalarının
çevresinde spiral biçimde çöreklenmiş
yılan, iki “S” biçiminde kesişen çift yılan,
iki noktalı (yıldızlı) yılan, veya içinde
noktalar (yıldız konumları) olan “S” biçimli
yılan, tüylü yılan, eski Mısır geleneğindeki
gibi yaratılışla ilgili görülen ve
Mısırca’daki aynı adla adlandırılan Mehen
yılanıdır. Tüylü yılan (ilâh Kukulkan) kimi
tasvirlerinde “S”ler çizen bir yılanla temsil
edilir ve yılan içine, bir yıldızın
yörüngedeki konumları gösteriliyor gibi,
Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 48
yuvarlak yeşim taşları yerleştirilir. Birçok kurarlar. Uxmal’da Devin Piramidi'nde
gelenekte yılan kimi zaman olumlu, kimi tasvir edilen 12 yağmur ilahının bu yıldız-
zaman olumsuz anlamda kullanılmıştır. ilahlar olduğu sanılmaktadır. Maya
Yılanın Mayalar’da göksel bir sembol geleneğinde 12 sayısına ayrıca 12 boynuzlu
seçilme nedeni muhtemelen, vücudunun yılan başı olarak rastlanır.
gökcisimlerinin yörüngeleri şeklini
alabilmesi, S'ler çizebilmesi özelliğidir. Güneşsel obje: Güneş’i fiziksel olarak
temsil eden objelere İnkalar’da,
Mayalar’da, eski Mısır’da, Şamanizm’de,
Anadolu uygarlıklarında ve diğer birçok
gelenekte rastlanır.

Gök katları: Bu Şamanist sembole


Mayalar’da da rastlanır. Mayalar'da,
gökyüzü anlamında kullanmadıkları “Gök
katları” 13'tür.

Yaşam ağacı: Mayalar, “Yer” ile semavi


âlem arasındaki irtibatı simgeleyen “yaşam
ağacı”nı çoğu zaman iki dallı olarak, T
Şimşek ve yıldırım: Popol Vuh’ta şimşek (Tau) biçiminde tasvir ederler.
ve yıldırımdan Tanrı’nın yazılı kelamı, gök
gürültüsünden ise sözlü ya da sesli kelamı Daire: Maya dilinde dairenin adı aynı
olarak söz edilir. zamanda “yasaları koyan İlâhî İrade”
anlamına gelen “Uol”sözcüğüdür.
Merdiven: Bu sembole Mayalar'da Popol-
Vuh'ta ilahların kullandığı merdiven olarak Tüy: Kuş tüyünün özellikle eski Mısır,
ve Chilam Balam kitabında “Yer”i ve Maya, İnka, Amerika kızılderilileri ve Asya
“Göğü” yapan ilahın, göğün ve suyun Şamanizmi geleneklerinde önemli bir yeri
ortasından geçmek için, 1.Chouen tarihinde vardır. Hakikatin, doğruluğun, ilâhî
yaptığı ilk merdiven olarak rastlanır. adaletin, hafifliğin ve -göğe çıkmada
kuşların en büyük yardımcı unsuru
Oniki sayısı: Maya geleneğinde sıkça olduğundan- yükselmenin sembolü olarak
rastlanılan bu sayısal sembole Popol-Vuh'ta kabul edilir.
gök ilahına yardımcı olan 12 yıldız olarak
rastlanır. Mayalar bu 12 yıldızı, ortalarına Kuş: Mayalar’ın ve K. Amerika
güneşi andıran bir büyük yıldız gelecek kızılderililerinin geleneklerinde kuş
şekilde tasvir ederler ki, bu merkezî yıldızla sembolü, daha çok ilahlarla ve Yaratıcı’yla
birlikte, toplam 13 yıldız olmuş olur. Fakat ilişkilendirilmekle birlikte, ölenlerin
onüçüncü yıldız yayın ortasında olduğu için ruhlarının kuşla simgelenmesi sembolizmi
yedinci yıldız konumundadır. Bu yüzden bu geleneklerde de mevcuttur.
merkezî yıldıza “ilahe-7” denir. Mayalar
ilahe-7 ile insanın kalbi arasında da bir ilişki

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 49


Irmak: Maya geleneğinin yanı sıra, oluşturularak geldi.(…) O devirdeki
Şamanizm, Grek, Gal geleneklerinde de varlıklar şekilsizdi. Konuşmasını
görüldüğü gibi, ırmaklar, cennetle biliyorlardı. Daha güneş
ilişkilendirildikleri kadar cehennemle de görünmüyordu.(…) İlahlar dördüncü çağın
ilişkilendirilir. ilk insanlarını ise yoğurarak oluşturdular.
Dördüncü çağın ataları olarak önce dört
erkek yaptılar, sonra erkekler uyurken
Yaratılış
kelam yoluyla onlara dört kadın yaptılar. Bu
Maya geleneğine göre yeryüzündeki atalar, ilahlara benzer olarak yapılmışlardı,
canlılar bugüne dek her biri çok uzun zaman benzerleriydi, mükemmeldiler. Gördükleri
dilimlerini kapsayan ve tufan benzeri her şeyi öğreniyor, anlıyorlardı. Bilgi ve
yıkımlarla sona eren dört çağ ya da devir bilgeliklerini (sanatkarlıklarını icra ederek)
geçirmiştir. Mayalar’ın kutsal kitabı Popol taşlara, dağlara, doğaya yansıttılar. İlahlarla
Vuh’a göre çok eski çağlarda devler de aynı dili konuşuyorlar ve birbirleriyle
yaşamış ve yarı-ilahlar devleri öldürerek mükemmel biçimde anlaşıyorlardı.
“devler çağı”nı bitirmişlerdir. Şimdi beşinci Sonunda her şeyi bildiler ve Yer ve Göğün
çağda bulunmaktayız. Şimdiki dünya, bir dört köşesini, dört yönünü incelediler. Fakat
haçın uçları gibi dört yönde yerleşmiş dört ilahlara denk olmaları ilahların hoşuna
kardeş koruyucu (Bacab'lar) tarafından gitmedi; böyle olunca ilahlarla insanlar
taşınmaktadır. arasında ayrım kalmıyordu. Bu yüzden
büyük ilahlar insan-ilahların, yani ataların
gücünü sınırlama kararı aldı. Bir aynanın
yüzünün buğulanması gibi ataların gözlerini
kararttılar, artık insanlar ancak kendilerine
yakın olanı görebileceklerdi. ‘Güneşin
doğduğu ülke’de yaşayıp çoğaldılar.”

Üç âlem kavramı
Asya Şamanizmi’ndeki üç alem kavramı
Maya Şamanizmi’nde de görülür. Yer,
yeraltı alemi ve ilahi olan ruhsal gök. Nasıl
Asya Şamanizmi’nde yeraltı alemi ve
ruhsal gök, katlara ayrılıyorsa, Maya
Mayalar’ın kutsal kitaplarından Popol- geleneğinde de böyle katlara ayrılır.
Vuh’ta, yaratılış, dünyanın meydana Aralarındaki en önemli fark
getirilişi ve daha sonraki bir çağda ataların sayıdadır. Aztek geleneği gibi, Maya
imal edilmesi hakkında şu sözler, geleneğine göre de, ruhsal gök 13 “gök
Mayalar’ın yaratılışla ilgili inanışları katı”ndan oluşurdu. (Asya Şamanizmi’nde
hakkında bir fikir vermektedir: bu sayı genellikle 7, 9 veya 12 olur.)
Yeryüzü ile ilâhî alem arasında bu
“Ses fiil demektir, kelam yaratılış demektir. ortamlardan en aşağıdaki ya da en yoğun ve
Yer, kelam ile yaratıldı. Kelam yedi rakamı kaba olanı insanların yaşadığı yeryüzü idi.
Her gök katında Oxlahuntikú adı verilen 13

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 50


ilah bulunurdu. Yeraltı alemi öte-alemin alt (xoloitzcuintle) yardımıyla bir ırmağı
kısımlarını, kötü kısımlarını, gök katları ise geçmesi gerekir. (Bir ortamdan diğerine
üst ve ışıklı kısımlarını oluşturuyordu. Vecd geçmeyi simgeleyen, öte-alemdeki ırmağın
veya trans halinde gök katlarına çıkacak her geçilmesi sembolizmine Asya
şamanın göğe çıkmadan önce öte-alemin en Şamanizmi’nde ve pek çok gelenekte
alt, en kötü ve korkunç tabakaları olan karşılaşılır.) Gök katlarından birinde, hak
yeraltı alemine inmesi gerekirdi. Maya edebilmiş olan ruhsal varlıkların
geleneğinde yeraltı alemi, Asya ulaşabileceği, mutlu olunan bir cennet
geleneklerinde de rastlandığı gibi, 9 vardır.
katlıdır. Burada ikamet edenlere ise
Bolontikú adı verilir. Maya cehennemini Mayalar’da ruh göçü kavramının olup
oluşturan bu katlara Mitnal denir. Yeraltı olmadığı konusunda farklı görüşler
alemi ölüm ilahı Ah Puch’un bulunmaktadır; kimilerine göre, ruh göçü
egemenliğindedir. kavramına diğer Kolomb-öncesi Amerika
uygarlıklarında ve kimi Kızılderililer’de
Yine Şamanizm’deki üç âlemi rastlandığı gibi, Mayalar’da da
irtibatlandıran “yaşam ağacı” kavramı, rastlanmakla birlikte, Mayalar’daki ruh
Maya geleneğinde de bulunur. göçü kavramı Hinduizm’dekinden
Yeryüzündeki pek çok gelenekte farklıydı. Bu inanışa ait izlere kral Pacal’ın
karşılaşılan yaşam ağacına Maya yeniden doğması hikâyesinde ve Popol-
geleneğinde Yaxché adı verilir; kökleri Vuh’taki ikizlerin öyküsünde de rastlanır.
yeraltında olan bu ağacın dalları gök “Atalar kültü”nün de bulunduğu
katlarında uzanır. Mayalar’da ataların kafatasları muhafaza
edilirdi. Maya kazılarında kristal
Maya dininde ölüm kafataslarına da rastlanmıştır.

“Ölmek” sözcüğü Popol-Vuh kitabını Yaratılış Efsanesi


yazanların torunları olan Chorti
kızılderililerinde aynı zamanda “yolculuk” Mayaların yüzü aşkın tanrısı olduğu
anlamına gelir. Chorti'ler ölen kimsenin öte- söylenmektedir. Bugün, bunların yaklaşık
âleme, ucu Tanrı’nın elinde olan bir iple kırk tanesi biliniyor. Aşağıda, önemli
çekilerek göçtüğüne inanırlar. Bu inanışa tanrıları inceleyeceğiz. Her dinde olduğu
Asya Şamanizmi’nde de rastlanır. Astral gibi, Maya dininde de bir yaratılış hikayesi
beden ya da esîrî beden kavramı Mayalar’da vardır. Mayaların Yaratılış Efsanesi ise
da mevcuttu. Bireyin bu ikinci “can”ına, Maya Mitolojisine göre aşağidaki gibidir;
ruhsal ikinci benliğine ya da eş varlığına
way adını verirlerdi. Bu kavram hâlen Maya dininin yaratılış efsanesini, Popol
bugünkü Mayalar’da mevcuttur. Vuh ve Chilam Balam isimli kutsal
kitaplarda öğreniyoruz. Popol Vuh, bugüne
Maya dinine göre ölüm olayından sonra kadar bulunan en büyük Maya belgesidir.
ikinci canı ya da way adı verilen ruhsal Popol Vuh, 17.yüzyıl civarında çevrilmiştir.
varlığıtranstaki şamanların yolculuğu gibi Yaratılış efsanesi, dünya yaratılmadan
bir yolculuk yapar. Önce Xibalba (yeraltı önceki şeyleri anlatarak başlar:
alemi) yolunu tutar; oradaki bekçi köpeğin
Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 51
Başlangıçta sonsuz karanlığın içinde Ve onları yarattılar. Yaratıcılar yaptı
yalnızca yukarıda gökyüzü, aşağıda deniz bunu.“Siz geyikler, çalılıklar ve otlaklarda
vardı. Hareket edecek ya da gürültü yapacak dört ayak üzerinde yürüyeceksiniz.
hiçbirsek olmadığı için sakin ve sessizdiler. Ormanda çoğalacak, ağaçların serin
Yeryüzü henüz sulardan yükselmemişti. gölgesinde ve nehir kıyılarında
Otlar ve ağaçlar, taslar, mağaralar ve uyuyacaksınız. Siz kuşlar, ağaçların
koyaklar, kuşlar ve balıklar, yengeçler, dallarında ve sarmaşıkların arasında
hayvanlar ve insanlar daha yaratılmamıştı. yasayacaksınız. Oralarda yuvalarınızı
Kükreyecek ya da gürleyecek hiçbir şey yapacak ve çoğalacaksınız”. Geyik ve
yoktu, çünkü yalnızca yukarıda boş kuşlara böyle buyruldu ve böyle yaptılar.
gökyüzü ve aşağıda sakin deniz vardı.
Ve yaratıcılar memnun oldular: “Biz
Suyun içinde yeşil ve mavi tüylerin altına düşündük ve tasarladık ve yarattığımız
yaratıcılar gizlenmişti. Bu büyük kusursuz oldu” Sonra yaratıcılar,
düşünürler suyun içinde sessizce yarattıkları canlılarla başka şeyler
konuştular. Evrende gecenin sonsuz buyurdular. “Konuşun, seslenin ve bağırın,
karanlığında yalnızdılar. Birlikte ne her biriniz yapabildiğiniz kadar. Bizim
olacağına karar verdiler. Birlikte adımızı söyleyin, bizi övün ve bizi sevin. ”
yeryüzünün sulardan ne zaman
yükseleceğini, ilk insanin ve tüm diğer canlı Fakat kuşlar ve hayvanla,r bunu
türlerinin ne zaman doğacağını, bu canlı yapamazlardı. Çığlık atabilir, tıslayabilir ve
varlıkların yasamak için ne yiyeceklerini ve ötebilirlerdi; ancak yaratıcıların adlarını
şafağın dünyayı soluk ışık seline ilk ne söylemezlerdi.
zaman boğacağını kararlaştırdılar.
Yaratıcılar, yaptıkları canlılardan hoşnut
“Yaratılış başlasın!” diye heyecanla kalmadılar. Onlara dediler ki ,“Sizlere
seslendi yaratıcılar, “Boşluk dolsun! Deniz verdiklerimizi geri almayacağız. Ancak bizi
çekilsin ve yeryüzü ortaya çıksın! Dünya, övemediğiniz ve sevemediğiniz için, bunu
uyan ! Böyle olsun !” Ve yeryüzünü yapacak başka canlılar yapacağız. Bu yeni
yarattılar. Yaratıcılar yaptı bunu. Sislerin yaratıklar sizlerden üstün olacaklar ve
arasından, bir toz bulutunun içinden dağlar sizleri yönetecekler. Sizlerin kaderi onlar
ve vadiler denizden yükseldi ve çam ve tarafından parçalanmak ve etinizin yenmesi
selvi ağaçları zengin toprakta kök saldılar. olacak. Böyle olsun!”
Tatlı sular, dağların yamaçlarında ve
vadilerin içinde dere olup aktılar. Ve onları yarattılar. Yaratıcılar yaptı
onları… Kendilerini övecek ve sevecek
Ve yaratıcılar memnun oldular. “Biz, uysal ve saygılı bir canlı biçimlendirmeye
düşündük ve tasarladık” dediler; “Ve karar verdiler. Önce çamurlu toprağa sekil
yarattığımız, kusursuz oldu !” vermeyi denediler; fakat bu malzeme, çok
yumuşaktı. Hareketsiz ve zayıf bir yaratık
Sonra yaratıcılar sordular; “Yarattığımız oldu. Konuşabiliyorsa ama hiç kimse
ağaçların altında yalnızca sessizlik mi olsun dediklerine anlam veremiyordu.
istiyoruz? Vahşi hayvanlar, kuşlar ve
yılanlar yaratalım. Böyle olsun!”
Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 52
“Çamurdan yapılmış yaratıklar hiçbir Öğütmek için kullandıkları taşlar, şimdi
zaman yaşamayacak ve onları öğüttüler. Ocak ateşi üzerinde
çoğalamayacaklar!” diye bağırdı yaratıcılar yaktıkları kap kacaklar, şimdi yüzlerini
ve bu yaratığı yok ettiler. yaktılar.

Sonra yeni yaratıkları tahtadan oymayı Umutsuzca yaşamları için savaşan tahta
denediler. “Bu malzeme tam bize uygun yaratıklar, evlerini çatılarına tırmanmaya
görünüyor! Sağlam ve dayanıklı.” dediler. çalıştılar; ama evler yıkıldılar ve onları yere
“Bu yaratıklar insana benziyor ve insan gibi attılar. Dallarında güvenliğe kavuşmak için
konuşuyorlar. Bunlardan pek çok yapalım. ağaçlara tırmanmaya çalıştılar; ama ağaçlar,
Böyle olsun!” onları salladılar ve yere attılar. Mağaralara
girmeye çalıştılar; ama mağaralar,
Tahtadan canlılar, yaşadı ve çoğaldılar; ama kapandılar ve onlara sığınak olmayı
hiç kimse dediklerine anlam veremiyordu reddettiler.
ve içlerinde, yüzlerinde ruh, elleri ve
ayaklarında kuvvet yoktu. Ciltleri sarı ve Birkaçı dışında tahta yaratıkların tümü yok
kuruydu, altında besleyecek kan olmuştu. Diğerleri, şekilsiz yüzler ve
dolaşmıyordu. Dört ayakları üzerinde çeneleriyle sağ kaldılar ve onları suyundan
anlamsızca dolaştılar ve yaratıcılarını gelenlere “maymun” adı verildi.
düşünmediler.
Yaratıcılar, sonra gecenin karanlığında
“Tahtadan yapılmış yaratıklar yaşayıp görüşmek için toplandılar. Güneş, Ay ve
çoğaltmak için yeterince iyi değil!” diye yıldızlar, daha gökyüzünde yerlerini
bağırdı yaratıcılar. Ve bu tahtadan almamışlardı. “Yeniden bizi övecek ve
yaratıkları yok etmeye karar verdiler. sevecek yaratıklar yaratmayı deneyelim.
Böyle olsun! Yeryüzünde soylu canlılar
Yaratıcılar, gökte özsuyundan büyük bir sel yasasınlar. Onlara biçim vereceğimiz
oluşturdular ve yeryüzüne döktüler. Tahta malzemeyi arayalım.”
yaratıkların kafalarına vurdular ve onları
ağaç gibi devirdiler. Sonra bir kartal, Dört hayvan, dağ kedisi, koyot, karga ve
üzerlerine geldi ve gözlerini oydu. Bir küçük bir papağan, yaratıcıların önüne
yarasa, üzerilerine geldi ve kafalarını geldiler ve onlara yakında bolca yetişen sarı
kopardı. Bir Jaguar üzerlerine atladı ve ve beyaz başaklı mısırlardan söz ettiler.
kemiklerini kırıp dağıttı. Yeryüzü, Yaratıcılar hayvanların gösterdiği yola
karanlıkla örtüldü ve aralıksız bir kara koyuldular. Mısırı buldular, öğüttüler ve bu
yağmur yağdı. yiyecekten soylu yarattılar biçimlendirdiler.
“Böyle olsun!” diye heyecanla bağırdılar..
Güçsüz kalınca, düşmanları tahta Ve onları yarattılar. Yaratıcılar yaptı onları.
yaratıklara saldırdılar. Küçük-büyük
hayvanlar, onlara saldırdı. Sopalar ve taşlar, Böylece dört “İlk Ata” yaratıldı. Yaratıcılar,
tabaklar ve çömlekler, onlara saldırdı. Aç gövdelerini mısır unundan yaptılar.
bıraktıkları ve eziyet ettikleri köpekler, Öğütülmüş sarı ve beyaz mısırdan içecekler
şimdi dişleriyle yüzlerini parçaladılar. yaptılar ve bunlar yeni yaratıklarına kas ve

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 53


et oldu ve bunlarla birlikte güç vermek için İlk Atalar için özenle eşler yaratıp
onları beslediler. biçimlendirelim. Eşleri, onlar uyurken
gelsinler ve uyandıklarında onlara mutluluk
Ve yaratıcılar memnun oldular. “Biz, vermek için orada olsunlar. Böyle olsun!”
düşündük ve tasarladık.” dediler. “Ve
yarattığımız, kusursuz oldu!” Ve onları yarattılar. Yaratıcılar yaptı onları.
Ve yaratıcılar memnun oldular. “Biz
Bu dört “İlk Ata”, insan gibi görünüyor ve düşündük ve tasarladık.” dediler “ve
konuşuyordu. Çekici, akıllı ve bilgeydiler. yarattığımız kusursuz oldu!”
Çok uzakları görebiliyorlardı. Dağlar ve
vadiler, ormanlar ve çayırlar, okyanuslar ve Bir süre sonra yaratıcılar, İlk Atalar ve
göller, ayaklarının altındaki yeryüzü ve Analar'a benzeyen birçok insan daha
başlarının üstündeki gökyüzü onlara yaptılar. İnsanlar, karanlıkta yaşayıp
doğalarını açık ettiler. çoğalıyorlardı, çünkü yaratıcılar, daha ne
Güneş'i, ne Ay'ı, ne de yıldızları, herhangi
Dört İlk Ata, dünyada görülecek her şeyi bir ışık biçimi yaratmışlardı. Hem açık, hem
gördüklerinde, gördüklerinin değerini koyu tenli, hem varlıklı, hem yoksul ve
anladılar ve yaratıcılarına teşekkür ettiler. farklı diller konuşan çok sayıda insan,
“Bizi yaratıp sekil verdiğiniz için size doğuda bir arada yaşıyordu.
teşekkür ederiz.” dediler. “Bize görme,
duyma, konuşma, düşünme ve yürüme Tanrılarının hiçbir görüntüsünü yapmadılar,
yetenekleri için size teşekkür ederiz. Büyük ama yaratıcılarını unutmadılar ve sevgi dolu
ve küçük, uzak ve yakın her şeyi ve uysaldılar. Yüzlerini göğe kaldırıp dua
görebiliyoruz. her şeyi biliyoruz ve size ettiler: “Ey yaratıcılar! Bizimle kalın ve bizi
teşekkür ediyoruz!” dinleyin! Işık olsun! Şafak olsun! Gündüz
olsun! Şafak dünyayı soluk ışığa boğsun ve
Yaratıcılar, artık memnun değildiler. Güneş onu izlesin. Güneş her gün
“Amaçladığımızdan daha iyi yaratıklar mı aydınlanarak gökyüzünde parladıkça, bize
yarattık? Çok mu kusursuzlar?” diye soyumuzu sürdürmemiz için kızlar ve
birbirlerine sordular. “O kadar bilgili ve oğullar bağışlayın. Bize iyi, yararlı ve mutlu
bilgeler ki, bizim gibi tanrı mı olacaklar? yasamlar verin ve bize barış verin!”
Daha az görsünler ve bilsinler diye
görüşlerini mi azaltsak? Böyle olsun!” Bu sözlerle insanlar, Güneş'i yükselip
yaratıcıların yaptıkları basamakları altın
Böyle konuştu yaratıcılar ve yarattıkları ışınlarıyla aydınlatmaya çağırdılar.
varlıkları değiştirdiler. Gözlerine sis
üflediler ki yalnızca yakınlarında olanları “Ve öyle olsun!” dedi yaratıcılar “Işık
görsünler. Böylece yaratıcılari dört İlk olsun! Evrenin şafağında, tüm
Ata'nın sahip oldukları bilgi ve bilgeliği yok yarattıklarımızın üstünde sabahın erken
ettiler. ışığı parlasın! Çünkü biz düşündük ve
tasarladık ve yarattığımız kusursuz oldu!”
Yaratıcılar, atalarımızı yaratıp böyle
biçimlendirdikten sonra dediler ki : “Simdi

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 54


Ve onu yarattılar. Yaratıcılar yaptı bunu. Mam, ilk suyu döken tanrıça diye de
Güneş, sulardan yükseldi ve altın ışınlarını adlandırılır. Kukulkan’ın eşidir.
yeryüzüne saçtı. Büyük ve küçük hayvanlar Dokumacılık sanatının yaratıcısıdır.
koyakların serin gölgesinde ve nehir Kahraman ikizler İxbalanque ve
kıyılarında ayağa kalktılar ve doğan güneşe Hunaphu’nun büyükannesiydi. İxbalanque
yüzlerini döndüler. Jaguar ve puma kükredi ve Hunaphu hakkında bir efsane vardır;
ve yılan tısladı. Kuşlar, kanatlarını açtılar ve Dünya ve canlıların yaratılmasından kısa
şarkı söylemeye başladılar. İnsanlar, bir süre önce, İxbalanque ve Hunaphu
tütsüler yakan ve kurbanlar sunan rahiplerin (kahramanlar) yeraltı dünyası tanrısına
çevresinde dans ettiler. Çünkü yaratıcılar meydan okurlar. Ancak tanrıya giden
dünyayı ışıkla aydınlatmışlardı ve yoldaki bazı tuzaklardan kurtulmalıdırlar.
kusursuzdu. Birçok tuzağı geçtikten sonra yarasa dolu
bir odaya girmek zorunda kalırlar. Orada
Maya tanrılarını inceleyecek olursak; Tanrı ölüm vampiri, Hunaphu’nun kafasını
Kukulkan, Mısır Mitolojisindeki Thoth koparır. Sonra yeraltı tanrıları bu kafa ile bir
gibi, bilgi tanrısıydı. çeşit top oyunu oynarlar.İxbalanque,
Kendisine Quetzalcoatl, Viracocha, Ahau tanrılara çaktırmadan Hunaphu’nun
Kin veya Tüylü Yılan da denilirdi. Dört ana kafasını bir tavşanla değiştirir. Tanrılar
elementin de tanrısıydı. Dört ana elementin tavşanı atınca, tavşan koşmaya başlar ve
simgesi olan canlıların da tanrısıydı. kaçar. Tanrılar da şaşırır, tavşanın peşinden
giderler. İxbalanque,kardeşinin kafasını
Hava — Akbaba yerine takarak onu canlandırır. Yeraltı
tanrıları geri döndüklerinde iki kardeşin de
Toprak — Mısır sağ olduğunu görünce çok sinirlenirler.
Kahraman kardeşler de yeraltı tanrılarına
Ateş — Kertenkele saldırdılar, onları alt ettiler. Kötü tanrıların
egemenliklerini yitirmesiyle evrendeki
Su — Balık düzen rahatça kurulabilmiştir.

Efsaneler, Kukulkanın Doğu ufkunda Mayalar bu top oyununu oynuyorlardı.


belirip, denizden geldiğini söylüyor. Amaçları bu efsaneyi anmaktı. Oyuna oyun
Atalarına dokumacılıktan tarıma, gibi değil de, kutsal bir tören gibi
astronomiden mühendisliğe dek birçok şey bakılıyordu. Çünkü oyunun çok derin
öğreten bu tanrının fiziksel özellikleri ise, anlamları vardı ve oyundan sonra tanrılara
Mayaların tasvirine göre, Mayaların aksine, kurbanlar verilirdi. Kurbanlar genelde
beyaz tenli, açık renk gözlü, açık renk saçlı, kaybeden takım olurdu. Kauçuk top ile
uzun boylu bir tanrı. Elinde de sürekli bir oynanan bu oyunun amacı, topu kalça,
asa taşıyor. Bu dönemde Mayaların daha hiç omuz, dizde sektirerek oyun alanındaki
birbeyaz adam ile karşılaşmamış olduğu deliklerden geçirmekti.Bu oyunu
düşünüldüğünde, bu tanımlama oldukça basketbolun atsıymış gibi görebiliriz.
ilginç geliyor. Üstelik, Kukulkanın uzun bir
de sakalı var Mayalarda hiç olmayan bir şey
bu, çünkü genetik olarak sakalları çıkmıyor!

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 55


Maya Mitoloji Tanrıları ve ırkına mensup olduğu açıkça belirtilir.
Toltek, Aztek, Maya ve İnka metinlerine
Tanrıçaları göre, insanlarla bir süre yaşamış, onlara
doğru yolu gösterdikten ve uygarlığı
Hunab Kú: Adının anlamı tek olan
öğrettikten sonra göklere geri dönmüştür.
Tanrı’dır. Yaratan, var eden Tanrı’dır.
Kimi metinlerde ondan tek kişi olarak değil,
Mutlak olandır. Tüm ilahların babası ve
çoğul olarak söz edilir. Maya dilinde
efendisidir. Adındaki üç heceden “hun”
“yılan” ile “gökyüzü” sözcükleri
“tek olan” anlamına,”nab” “ölçü” ve
telaffuzları bakımından eşseslidir ve “kaan”
“hareket” anlamına ve “ku” ya da “kub”
olarak telaffuz edilirler. İlahın adının Maya
“veren” anlamına gelir ki, üçü
dillerindeki okunuşu “Kukuul kaan”dır.
birleştirildiğinde oluşan anlam, “ölçüyü ve
hareketi vermiş tek olan” ya da “hareketi
veren ‘tek olan’”dır.

Itzamná (okunuşuyla İtsamna): Göklerin,


gecenin ve gündüzün efendisi ve Hunab
kú’nun oğludur. Güneş ilahı olarak, Ahau
ya da Kakmó Kinich olarak da tezahür eder.
Elyazmalarında dişsiz, kartal burunlu ve
bazen sakallı olarak temsil edilir.

Kukulkan: Toltekler ve Aztekler’deki adı


“sakallı yılan” anlamında Quetzalcóatl,
quiché dilindeki adı Gucumatz’dır. Bu ad
Pueblo kızılderililerinin dilinde “sakallı
yılan” , Meksika kızılderililerinin dilinde Ix Chebel Ya'ax: Kinich Ahau’nun
ise “kuş-yılan” anlamına gelir. Mayalar’da zevcesi.
bu ilah “tüylerle kaplı yılanların efendisi”
anlamında Kukulkan adını almıştır. Kinich Ahau: Itzamná’nın oğlu olan güneş
Tasvirlerde tüylü bir yılan olarak ilahı.(Kinich Ahau: Maya güneş tanrısıdır.
gösterilmekle birlikte, eski metinlerde onun Kinich veya Küniş, Türkçe “Güneş”
aslında bir yılan olmadığı, beyaz insan kelimesi ile neredeyse birebir aynıdır. Eski

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 56


Türk inancında “Künhan” Güneş-Han adı (kara), ve güney (sarı). İki köpek dişi
kutsal güneşe verilen isimlerden biridir. belirgin olarak temsil edilir. Adının
Ahau ile Han sözlerinin yakınlığı ise dikkat hiyeroglifinde bir göz bulunur ki, bu, Tro-
çekicidir.) Cortesianus elyazmasında “T” şeklini alır.

Ixchel: Itzamna’nın zevcesidir. Ay’ın ve


dokumanın ilahesidir, sulara, su
baskınlarına hükmeder. Genellikle bir testi
suyu yere, yani yeryüzüne döker halde veya
dokuma yapar halde temsil edilir. Itzamná
ve Ixchel, Mayalar tarafından EES olarak
adlandırılırlardı.

Wakax Yol K'awil ya da Nal: Mısır bitkisi


ilahıdır. Bazen üç mısır başağıyla temsil
edilir.

Ah Puch, Kisin, Kimilo Hun Ahaw: Ölüm


ilahıdır.

Chac ya da Chaac (Çak okunur): Şimşek,


yıldırım ve yağmur ilahıdır.Dört yöne
bölünür; doğu (kırmızı), kuzey (ak), batı
Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 57
Yum kaax: Mısır ve savaş ilahıdır. Cabrakan : Maya mitolojisinde dağların ve
depremlerin tanrısıdır. Dev Vucud Caquix
Xaman Ek (okunuşuyla Şaman Ek): ile Chimalmat'ın oğlu olan Cabrakan'ın
Kuzeydeki bir yıldızın ilahıdır. inanışa göre altı çocuğu olmuştur. Bu
çocuklardan bugüne isim olarak sadece
Ixtab: İntihar tanrısı, Kisin’in zevcesi ve Chalybir ulaşmış, diğerlerinin isimleri
Chamer'in karısıdır. Bir tür psikopomptur bilinmemektedir. Dev Zipacna Cabrakan'ın
(ölülere eşlik ve rehberlik eden). Maya erkek kardeşidir.
geleneğinde, intihar, özellikle de kendini
asmak, onurlu bir ölüm olarak görülürdü; Gukumatz : Maya mitolojisinde bir gök
özellikle de kurban ritlerinde kurban olanlar tanrısı. Ayrıca dünyayı yarattığına inanılan
ve katledilen savaşçılarla yedi tanrıdan biridir. İnsanlığa tarımı ve
karşılaştırıldığında. Ixtab, boynuna bir halat medeniyeti öğretmiştir.
bağlanmış (çoğunlukla asılmış) bir ceset
olarak resmedilirdi ve intihar etmiş Tzacol : Maya mitolojisindeki bir gök tanrı
kimselere ebedi hayatta eşlik ederdi ve yaratıcı tanrılardan biri.
(psikopomp).

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 58


Kendisine genel olarak evlerde tapınıldığı için
onuruna yapılan binaların sayısı fazla değildir.
(Roma’daki Vesta Bakireleri’nin Tapınakları
hariç.) Toplumun koruyucusu olarak, halka açık
yapılardaki ocaklar onun kutsal merkeziydi.
Metropolis’i temsil ettiğinden, kolonilerde
kurulan şehirlere Metropolis’te yanan ateşten
götürülür, bu sayede Metropolis’in bir
parçasının bu yeni şehirde olması sağlanırdı.

Hestia, tanrılar ve insanlar arasında büyük bir


şeref payı elde etmiştir. Her tapınakta ve her
evde sunağı vardır. Ocakta yanan ateş, tanrıların
da insanların da konutlarında dinsel bir merkez
sayılırdı.

Hestia – Sonsuz Ateşin Ocak tanrıçası olan Hestia aynı zamanda tanrı
ve tanrıçaların evinin de koruyucusu olarak
Tanrıçası bilinir. Kendini evine adamış olan Hestia, diğer
tanrı ve tanrıçalar gibi dünya üzerinde
Kronos ve Rhea’nın altı çocuğundan biri olan
dolaşmayıp, tüm zamanını Olympos Dağı’nda
Hestia, kardeşler içerisinde en büyük olandır.
geçirmiştir. Hestia’nın diğerleri gibi kendine
Tanrısal varlıkların en kibarı olmasının yanı
has öykülerinin olmamasının sebebi, evinden
sıra, en cömert ve en erdemli tanrıça olarak da
ayrılmakta gösterdiği isteksizlikten
bilinmektedir. Kendisine ibadet eden insanlar
kaynaklanmaktadır.
onu fazilet timsali olarak görmüşlerdir. Hestia o
kadar erdemli ve saygındır ki, bu saygısını Mitlerde kendisinden nadiren bahsedilir. Bunun
sarsacak mite rastlanılmamıştır. bir diğer nedeni de onun son derece lekesiz bir
tanrıça olarak algılanması ve hakkında
Hestia, heykel ve resimlerdeki tasvirlerinde
dedikodu yapılmamasından kaynaklanır.
genellikle olgun bir kadın olarak tasvir edilir.
Hestia’nın bu kutsal konumu son derece
Ocak ateşi dışında, eşek ve domuz da sembolleri
önemlidir. Büyük bir erdem sahibi olan tanrıça
arasında yer alır.
diğerlerine kıyasla daha özel tutulur.
Ocak ateşinin ve aile kavramının tanrıçası olan
Hestia barıştan yana olan bir tanrıçaydı. Bu
Hestia, evlerin ve aile bireylerinin koruyucusu
sebeple, nedeni ya da sonucu ne olursa olsun
olarak evlerde olup bitenleri de yakından
herhangi bir çatışmadan kaçınırdı. Huzura olan
izlerdi. Ayrıca konukseverliğin ve ateşte pişen
büyük inancı sebebiyle de asla evlenip yuva
nimetlerin koruyucusu da sayılırdı.
kurmadı.
Hestia’nın önceliği evlerdi, ancak toplumu
Hestia evlenmek istemiyordu, ancak bu durum
korumakta onun görevleri arasında yer
taliplerinin olmasına engel değildi. Denizlerin
alıyordu. Bu sebeple evlerin yanı sıra kamu
Tanrısı Poseidon ve Işığın Tanrısı Apollon ona
yapıları, toplantı alanları ve topluma ait mülkler
aşık olmuştu. İki tanrı, Hestia’yı elde edebilmek
de egemenlik alanına girmekteydi. İnsanların
için ciddi bir rekabetin içine girdiler. Öyle ki,
toplantı noktalarının tanrıçası olarak da
aralarındaki bu rekabet neredeyse savaşa
bilinmektedir.
dönüşecekti. Hestia savaşa neden olmak

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 59


istemediğinden bu duruma bir son vermek adına tanınan bazı haklar onlar içinde geçerliydi.
kardeşi Zeus’tan müdahale etmesini istedi. Örneğin, mahkemelerdeki duruşmalara
katılabilir, sahip oldukları malları dilediklerine
Zeus, Hestia’nın bakire kalmasına izin verdi ve
bırakmak üzere vasiyet düzenleyebilirlerdi.
onu koruması altına aldı. Hestia’da sonsuza dek
Ayrıca yol hakkı, törenlerde veya eğlencelerde
bakire kalmak için yemin etti ve bu yemin
ise kendilerine ait bölüm edinme hakları
neticesinde hizmetinde olan rahibelerinde
bulunmaktaydı. Rahibeler, özel korumalara da
bakire olması gereği ortaya çıktı.
sahiplerdi.
Yunanlılara kıyasla Romalılar, Hestia yani
Her güzel şeyin birde kötü tarafı vardı. Vesta
Vesta için tapınak inşa etmişlerdir. Roma’da
Bakireleri birçok ayrıcalık elde ediyordu, ancak
bulunan bu tapınakta soylu ailelerin kızları
yaptıkları tek bir hatada ağır bedeller ödemek
arasından seçilmiş olan rahibeler
zorunda kalıyorlardı. Vesta Ateşi’nin yanmasını
bulunmaktaydı. Tapınakta bulunan altı rahibe
sürdürmek önemli bir görevdi. Romalılar, ateş
tamamen tanrıçaya adanmıştı.
söndüğü takdirde Roma’nın uğursuzluğa
uğrayacağını düşünüyorlardı. Ateşin sürekliliği
büyük önem taşıdığından bu kutsal görevi ihmal
Bu rahibelerin genel adı Vestal’di. Vestaller, eden bir rahibe en ağır şekilde cezalandırılırdı;
Roma’nın ileri gelen ailelerinin çocukları ateşin sönmesine yol açan rahibe sopalarla
arasından seçilmekteydi. Bu çocuklar arasından dövülürdü.
da en güzel ve en kusursuz olanı seçiliyordu.
Çocuklar seçildiklerinde, anne ve babalarının
hayatta olması gerekiyordu. Rahibelik eğitimi
altı ile on yaş arasında başlıyordu. Vesta
Rahibesi olmak Roma’da oldukça önemliydi.
Seçilen bu kızlar, hem kendileri hem de aileleri
için büyük bir onur kaynağıydı.

Seçilen kızlar bakirelik yemini ettikten sonra


otuz yıl boyunca tapınağa hizmet etmek içinde
söz veriyordu. Bu otuz yıl sırasıyla, öğrenci,
hizmetkar ve öğretmen olarak on yıllık üçer
bölüme ayrılıyordu. Seçilen kızlar, kabul
töreninde diğer Vesta Bakireleri tarafından
tapınağa getirilirlerdi. Beyaz giysiler giydirilir
ve saçları kesilirdi. On yıllık eğitim sürecinin
ardından hizmet görevleri başlardı. Bu
dönemdeki görevleri Vesta Ateşi’nin sürekli
yanmasını sağlamak ve her gün bu ateşe kutsal
su serpmekti. Ayrıca bir diğer görevleri de
kutsal eşyaları korumaktı. Bir Vesta Bakiresi için en büyük suç, bakirelik
yeminini bozmaktı. Bu durum Tanrıça’ya ve
Roma’ya hakaret demekti. Çünkü Romalılar
Ayrıcalıklar ve Cezalar kentin refahının Vesta Bakirelerinin sadakatine
bağlı olduğuna inanıyorlardı. Bakirelik
Rahibelere tanınmış pek çok ayrıcalık
yeminini bozduğu belirlenen rahibe diri diri
bulunmaktaydı. Bu kızlar herhangi bir erkeğin
gömülüyordu.
egemenliği altında olmadığı için erkeklere

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 60


Sonuçta bir Vesta Bakiresi olarak yemin
etmişti, ancak yeminin çiğnemiş ve hamile
Bu gömülme görkemli bir törenle yapılırdı.
kalmıştı. Kurallar gereği Rhea’nın ve ikizlerinin
Onuru lekelenen bir rahibe kefene sarılırdı;
sonu ölümdü. Lakin bu emri alan hizmetkarlar,
kefen kalın kenevirden örülmüş ince bez
bebekleri öldürmeye kıyamadığından onları
şeritlerden oluşurdu. Bu kefen rahibeyi tümüyle
Tiber nehrinin akıntısına bırakırlar.
hareketsiz hale getirir, çığlıklarının ve
yakarışlarının duyulması engellenirdi. Sonra Romus ve Remulus adındaki bebekler nehir
ölüleri taşımakta kullanılan bir sedye üzerine tanrısı tarafından kurtarılır ve Lupa adındaki
yerleştirilen kadın tüm kentte dolaştırılırdı. dişi bir kurda verilir. Nehir Tanrısı olan
Mezarın başında bir rahip dualar okur ve ipler Tiberinus daha sonra Rhea Silvia ile evlenir.
çözülürdü. Romus ve Remulus ise büyüdükten sonra
Numitor’u ziyaret eder ve onunla birlikte
Rahibe daha önceden kazınmış olan mezara
hakları olan tahtı almanın planını yaparlar. İki
indirilirdi. Mezarda bir günlük su, yiyecek ve
kardeş, Amulius’u tahttan indirip öldürmeyi
ışık bulunurdu. Sonra mezarın üzeri toprakla
başarırlar.
örtülürdü. Törende bulunanlar mezarın yerinin
belli olmaması için toprağı itina ile
düzeltirlerdi. Suç işleyen rahibelerin gömülme
işi geleneksel törenle yapılmadığı için onuru
zedelenmiş olan Vestal’in asla Ölüler Diyarı’na
ulaşamayacağı düşünülürdü. Onun kurban
edilmesi tanrıları yatıştıracak ve Roma’nın
herhangi bir felakete uğramasını engelleyecekti.

Festivaller

1 Mart, Roma takviminin ilk günüdür. Bugün


özel günde Vesta için yakılan ateş tazelenirdi.

7-15 Haziran, Vestalia olarak adlandırılan bir


festival yapılırdı. Bu günler arasında Tanrıça
onurlandırıldı.

Rhea Silvia Efsanesi

Ilia adıyla da bilinir. Aeneas’ın soyundan gelen


Rhea, Alba Longa’nın hükümdarı Numitor’un
kızıydı. Numitor’un kardeşi Amulius tahtı ele
geçirdi ve ağabeyinin oğlunu öldürttü. Amulius
yeğeni Rhea’yı varis olmaması için Vesta
Bakiresi olmaya zorladı.

Rhea Silvia bekaret yemini etmiş olsa da


kendisini Mars’ın yaklaşımlarına karşı
koruyamadı ve ondan hamile kaldı. Bu durumu
egemenliğine bir tehdit olarak gören Amulius,
yeğeninin öldürülmesi gerektiğine karar verdi.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 61


ve bilinmezliği karşısında ezilmeniz
gerekir. Dünyaya dair çok az şey bilen
insanoğlu denizlerden, gökyüzünden ve
doğal afetlerden fazlasıyla etkilenerek bu
tanrıları yaratmışlardır.

Şimdi doğumundan başlayarak binlerce


yıl çok büyük topraklarda inancının
hükmünü süren bu tanrıyı daha yakından
tanıyacağız.

Zeus’un Doğumu
Zeus – Göklerin Efendisi ve
Annesi Tanrıça Rhea, Zeus’u doğurduğunda
Hikayesi onu hemen Girit’e kaçırmış ve bir mağaraya
kapatmıştı. Orada bebek Zeus’a bakan bir de
peri vardı. Perinin adı ise Amaltheia’ydı ve bu
Bugün konumuz yunan mitolojisinin en büyük orman perisi bebeği keçi sütü ile besliyordu.
ve en güçlü ama bir o kadar tuhaf tanrısı Zeus. Ancak bu öyle normal bir keçi değil, korkunç
Yunanlar binlerce yıl bu bencil, kibirli ve bir yaratığa benziyormuş ve çok büyükmüş.
çapkın tanrıya dualar etmişlerdir.

Onu biraz daha yakından tanıyabilmek için


Zaten daha da ilginci Güneş Tanrısı Helios’dan
doğuşuna ve bazı efsanelerine bakalım.
doğma bir keçiymiş ve görüntüsüyle Titanları
‘Tanrıların ve İnsanların Babası’ olarak bilinir.
bile korkuturmuş. Zeus büyüyüp de kendi
Bu unvanın da hakkını verir bir yandan. Her ne
egemenliğini kurmak için savaşa girdiğinde bu
kadar ona az önce çapkın demiş olsam da pek
keçinin derisinden bir kalkan yapmış kendine.
de öyle değildir.

İnsan veya tanrı fark etmeksizin her kadının


peşinde koşar. Şekiller değiştirir, zorla Titanlara karşı da kendini bu kalkan ile
yataklarına girer, kaba kuvvet uygular, tecavüz savunmuş. Bu kalkanı daha sonra Athena’da
bile eder. kullanmıştır hatta Gorgo adında bir canavarı
öldürmüş ve onun yılanlarla örülü kafasını bu
Bu pek çapkınlık değil… Tanrısal özellikleri
kalkana takmıştır.
sadece doğa üstü güçlere sahip olmasından
ibarettir. Onun dışında oldukça kötü bir Zeus, Rhea’nın altıncı çocuğudur. Babası
karaktere sahiptir. Bu yönleriyle fazla Kronos ikinci nesil tanrılardandır. Kronos’da
insansıdır. babası Uranos’u yenerek egemenliğini
kurmuştur. Zeus’da bir gün tıpkı babasının
Romalılar ona Jüpiter demektedir. Karısı baş
yaptığını yaparak ayaklanacak ve egemenliği
tanrıça Hera’dır. İkisinin karakterini biraz
eline geçirerek üçüncü nesil yani Olympos
detaylı incelediğinizde tanrısal özelliklerinden
Tanrılarının egemenliğini ilan edecektir.
çok insani özellikleri ön plana çıkar.
Şimşeklerin ve gök gürültüsünün tanrısıdır. Her
tanrı gibi caydırıcı ve hükmedici bir gücü
Kronos babasına karşı gelmiş ve yerine
vardır.
geçmişti. Kendi sonunun da aynı şekilde
Ondan korkmak için sadece kafanızı kaldırıp geleceğini ön gören Kronos beş çocuğunu bu
gökyüzüne bakmanız, gördüğünüz şeyin kudreti yüzden yuttu…

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 62


Annesi altıncı ve son çocuğu olan Zeus’un da
kardeşleriyle aynı kaderi paylaşmaması için
Toprak Ana Gaia ve Yıldızlı Gök Uranus’a dua
etti. Onlar da Rhea’yı Girit Adasındaki
Lyktos’a gönderdiler.

Doğum burada gerçekleşti ve Zeus’un


doğumunu mutluluk ile karşılayan çoğu savaşçı
kalkanlarına vurarak gürültü yaptı ve bebek
tanrının ağlamalarının duyulmamasını
sağladılar. Az önce bahsettiğim keçi de işte
burada emzirdi Zeus’u.

Tabi bu sırada yeni doğan çocuğunu iştah ile


yutmayı bekleyen sorunlu bir baba var. O da
halledilmesi gereken büyük bir sorun. Ama zaman içerisinde onunla bağdaşıp sembolü
Rhea’nın bir fikri var. haline gelecektir. Onlardan aldığı destek ile
Titanları yenmeyi başarmıştı. Hepsi toprağın
altına götürülüp zincire vuruldular. Başlarına
Doğumdan sonra bir taşı sanki bebekmiş gibi ise üç tane Hekatonkheir konuldu. Bunlar yüz
bir beze sarıp Kronos’a yutturmayı başarmıştır. kollu güçlü yaratıklardı.
Ardından büyüyen Zeus kendisinden beklendiği
gibi babasına karşı harekete geçti. Amacı
babasının yuttuğu bütün kardeşlerini geri Evrenin Hakimi Zeus
kusturmaktı ve bunu başardı.
Sonunda babasını yenmiş ve kardeşlerini de
özgür bırakmıştı. Artık evrenin tek egemeni
olmuştu. Karşısında durabilecek hiçbir güç
Zeus’un Kronos ile Savaşı
yoktu. Hemen kardeşlerini topladı ve aralarında
Babasına karşı saldırdığı anda Titanlar ikiye br görev dağılımı yaptı.
bölündüler. Bir kısmı Zeus’un tarafına geçti ve
onun yanında savaştılar. Ancak bazı titanların
onun yanına geçmesi babasına karşı savaşında Onlar artık Olympos Tanrılarıydı. Gökleri
istediği gücü elde ettiği anlamına gelmiyordu. kendisine aldı, denizleri kardeşi Poseidon’a
verdi, yer altını Hades’e verdi. Bütün yeryüzü
ve Olympos tanrıların ortak malı sayılacaktı
Daha da güçlenmek için çeşitli yollara artık.
başvurdu. Bunlardan en önemlisi ölüler
ülkesinin derinliklerine inmesiydi. Ölüler
ülkesinin en derin yeri olan Tartaros geldi ve Daha sonra bir de karısı oldu Zeus’un. Meşhur
burada Kronos tarafından esir tutulan Kykloplar baş tanrıça Hera… Homeros’a göre bir tek
ile Hekatonkheirleri serbest bıraktı. onunla evli kaldı. Heseidos ise Zeus’un bir çok
evliliği olduğunu söyler. İlk olarak Metis ile
evlenmiştir. Metis bilgeliği simgelemektedir.
Bunun karşılığında Kykloplar Zeus’a
yıldırımları ve şimşekleri verdiler. Bu güç
Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 63
Son karısı Hera’dan ise ateş tanrısı
Hephaistos, savaş tanrısı Ares, gençlik
tanrıçası Hebe ve ebe tanrıça Eileithyia doğar.
Ardından gidip Atlas’ın kızı Maia ile birlikte
olur ve bu ilişkiden Hermes doğar. Kendi
alnından Athena çıkar.

Ardından Semele ile birlikte olur ve bu


ilişkisinden de Dionysos doğar. Keçi sütü
etkisi mi bilinmez ama Zeus birçok tanrının,
ölümlünün ve yarı tanrının doğmasına sebep
olmuştur. Bu konuya daha sonra döneceğim.
Şimdi şimşeklerin hakiminin ilişkilerine
girmişken biraz daha devam edelim.

Antiope ile de birlikte olmuştur. Ancak evlilik


ya da aşk söz konusu değildir. Gece olunca
Antiope uyuduğu sırada Satyr biçimine
girerek yatağına girer. Bu arada Satyr yarı
keçi yarı insan ürpertici bir mitolojik
yaratık…

Kafasına taktığı bir başka kadın ise İo’dur. İo


Metis’den doğacak bir erkek çocuğun, kendisini Agros Kralı İnakhos’un kızı ve Hera tapınağı
yenip tahtını ele geçireceği kehanetini rahibesidir. Yani artık bu kadarına da pes…
duyduktan sonra evliliği pek de iyi Karısına tapan bir rahibeye karşı bile gözü
sonuçlanmaz. Metis doğum yaptığı sırada Zeus dönebilen korkunç bir tanrı.
gelir ve onu yutar…

Bulut şekline girip İo ile birlikte olur.


Üreyici ve Yaratıcı Zeus Kıskançlığı ve kini korkunç olan Hera durumu
fark edip kızı sorduğunda, İo’yu tanımadığını
Ardından ikinci evliliğine başlar Zeus. Onun adı ve hiç görmediğini söyler. (Hangi don ya ?)
ise Themis’dir ve adaleti simgeler. Ardından bir Çoktan İo’yu Hera’dan saklamak için zavallı
evlilik daha yapar. Bu sefer de Eurynome ile kızı beyaz bir ineğe çevirmiştir bile.
evlenir. Dördüncü karısı ise Mnemosyne’dir ve
onunla evliliğinden dokuz esin perisi olan
Musalar doğar. Hera bu saçma yalana inanmış gibi yapar ve
ineği kendisine hediye etmesini söyler. Zeus
hemen kabul eder ve ona verir ineği. Hera ise
Ardından kardeşi Demeter ile birlikte olur. Bu bir yüzgözlü nöbetçi Agros’u diker ineğin yani
evliliğinden Persephone doğar. Evet hani şu İo’nun başına. Gerçi sonra Zeus kızı Hermes
daha sonra Hades’in kaçırıp karısı yaptığı yardımıyla kurtarır.
Persephone…

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 64


Bir de Kallisto var. Arcadia Kralı Lykaon’un
kızı. Avcı tanrıça Artemis’in izinden giden bir
avcı kadın. Zeus yine şekil değiştirme
numarasını kullanarak Artemis kılığına girer ve
gidip Kallisto ile beraber olur…

Zeus ve Hera

Daha çok var böyle… Saymakla bitmez. Ayrı


bir yazının konusu bile olabilir bunlar.
Hepsinden anlamamız gereken nedir? Bunu
düşünmeyi daha çok seviyorum.

Zeus ve Hera’yı okuyup araştırdığınızda


ikisinin de ciddi derecede kişiliklerinin bozuk
olduğunu görürsünüz. Hera kadınların bütün
kötü özelliklerini barındırırken, Zeus erkeklerin
bütün kötü özelliklerini barındırır. Sevimsiz ve
gürültücü ebeveynlere benzerler. Cinsellik
şüphesiz o dönem için bir yaratma unsurudur.

Tanrılar da üreyerek insanları ve başka tanrıları


meydana getiriyorlardı. Bu kadar çok çocuğu
olan bir adam belki de onlar gözünde tek eşliliğe
çok uygun bir adam olamazdı.

Karısı Hera’yı her fırsatta aldatan, ama


karısından da bir o kadar korkan, cinsel arzuları
ve kendi çıkarları doğrultusunda, elde etmek
istediklerini her türlü yola başvurarak elde eden
bencil, kibirli, sevimsiz bir tanrıdır.

Hades bile birçok yönüyle neredeyse ondan


iyidir. Kız kardeşi Hera ile tuhaf bir evlilikleri
vardır. Bunu Hera ile ilgili yazdığım yazıdan da
okuyabilirsiniz. Zeus’un çok kahramanca
tavırlar sergilediği, çok asil ve onurlu
davrandığı görülmez. Görülse bile bir Tanrıya
yakışacak seviyede değildir.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 65


Eski insanların onlar için söyledikleri ve
tanrılara yaklaşımları oldukça ilginçtir.
Bunlar meşe ağacı, boğa ve kartaldır.
Özellikle Hera ile birlikte sevgiden değil de
Kadınların peşinde koşarken girdiği şekillerle
korkudan beslenirler sanki. Zeus’un karakteri
de zaman zaman sembolize edilir. Adamın
tahta oturmadan önce ve tahta oturduktan sonra
kadınlar için girmediği şekil kalmamıştır.
bir takım değişiklikler gösterir. Acımasız,
Bunlar; Kuğu, Satir, Altın yağmuru, ateş, guguk
çıkarcı, entrikacı ve bencil tanrılardır.
kuşu, yakışıklı çoban, bulut, geyik ve boğadır.

Ancak yine üzerinde durulması gereken asıl


Başka aklıma gelmiyor şuan. Varsa yazarsanız
konu eski insanların cinsellik, doğurganlık ve
sevinirim. Ayrıca sadece hayvan ve tuhaf
yaratıcılık ile kuvvetli bağlar kurmasıdır. Erkek
şekillere girmekle de kalmıyor. Az önce
bir tanrının olabildiğince dişi ile birlikte olup
örneğini verdiğim gibi, başka tanrılar ve
yeni şeyler yaratması onlar için normal bir
tanrıçaların da kılığına giriyor hatta beğendiği
düşüncedir. Sanki Hera’nın kıskançlığını
kadınların kocaları kılığına bile girmekten
eğlenceli hikayeler kurmak için üretmişlerdir.
çekinmiyor…

Zeus ölümlü ya da Tanrı fark etmez hangi


Karısı Hera’da kocasının çapkınlıklarına engel
kadınla birlikte olursa olsun, bir yaratıcı olduğu
olmaya çalışarak geçirir zamanını. Engel
için bu ilişkilerin ardından yeni ve önemli şeyler
olamadığı zamanlarda ise Zeus’un başka
yaratmıştır. Mesela buna bir örnek verelim.
ilişkilerinden olma çocuklarına hayatı zindan
etmeyle uğraşır.

Zeus’un ikinci eşi adaleti simgeleyen


Themis’tir demiştik. Bu birliktelikten Hora ve
Zeus Tasviri
Moiralar meydana gelmiştir. Yani ”Disiplin,
Adalet ve Barış” Yani Zeus aynı zamanda yeni Kendi tasvirlerinde çok güçlü bir görüntüye
kavramlar da üretiyordu. sahiptir. Genellikle olgun ve bilge bir görünüşe
sahiptir. Ciddi ve düşünceli bakışlara sahiptir ve
O dönemde yaşayan insanlar dünyanın acımasız
alnı geniştir. Saçları oldukça gür ve dalgalıdır.
koşullarının ancak bu kişilikte, dengesiz tanrılar
Sakalları ise kıvırcıktır.
tarafından oluşabileceğini düşünmüş olmalılar.

Zeus’un Unvan ve Sıfatları


En eski tarihli tasvirlerinde pek çıplak olarak
Zeus halk arasında da pek çok unvan ve sıfat ile
göremeyiz Zeus’u. Çıplak tasvirleri artmaya
anılmıştır. Mesela ‘Göklerde gürüldeyen’,
başladığında sembolik duruşu da şekillenmeye
‘Şimşek Savuran’, ‘Bulutları Devşiren’, ‘Keçi
başlamıştır. Genellikle sağ göğsünü ve kolunu
derisinden kalkan taşıyan’, ‘Yağmur yağdıran’,
açık bırakan bir pelerini vardır.
‘Uzaktan duyulan gök gürültüsü’, ‘Rüzgar
estiren’ ya da ‘Gök Kuşağı Astıran’ bunlardan Sanat Tarihi açısından çok önemli bir figürdür.
bazılarıdır. Uzun yıllar boyunca baş tanrı olarak tapılan bir
tanrının figürü elbette her yere yayılmış ve
Zeus’un Olympos’da bir tahtı bulunmaktadır ve
Sanatçılar tanrılarını onurlandırmak
Hephaistos’un yaptığı bir krallık asasına
istemişlerdir.
sahiptir. Roma’da Jüpiter olarak bilinir. Onu
Sanat Tarihinde pek çok sembol ile
görebilirsiniz.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 66


Olympia Zeus tapınağında bulunan Zeus
heykeli Dünyanın 7 harikasından biri olarak
seçilmiştir. Olympia o dönemlerde o kadar
önemli bir merkezdir ki ilk olimpiyatlar da bu
şehirde başlamıştır, hem de Zeus onuruna…

Anadolu’da Zeus

Anadolu’da ise özellikle Ege’de iki önemli


Tanrı vardır. Sıcak havalar nedeniyle gök
gürültüsü ve yağmur yağdıran tanrı Zeus ve
Denizlerin ve deniz canlılarının hakimi
Poseidon. Bu iki tanrı Ege’de yaşayan Anadolu
insanı için şüphesiz çok önemli bir yer taşır.

Adatepe Zeus Sunağı ise yine bu anlamda


önemli bir yerdir. Zeus’un Truva Savaşını
buradan izlediği söylenir. Ege’nin pek çok
yerinde Zeus’un etkisinin izlerine rastlamak
mümkündür.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 67


ÖNERİYORUZ…
Ünlü Sümerolog’umuz Muazzez
İlmeyi Çığ, şimdi de Orta Asya
kökenli Tufan efsanesinin izini
sürüyor. Tufan konusu, şimdiye
kadar birçok kez ve birkaç açıdan
işlenmiş olmasına rağmen, Çığ
konuya, bugüne kadar hiç işlenmemiş
bir açıdan yaklaşıyor.
Türklerin Anadolu'ya binlerce yıl
önce geldiği tezinden hareket eden
yazar, Türklerin Tufan efsanesiyle,
Sümerlilerin Tufan destanı arasındaki
bağlantıları araştırıyor. Bunun için
Çığ, Asya ve Orta Asya tarihinin
derinliklerine dalıyor ve
Türkmenlerin, Altay Türklerinin,
Kazakların, Azerilerin, Farslıların ve
Hintlilerin Tufan efsanelerini
Sümer'deki efsaneyle karşılaştırarak
inceliyor. Ayrıca yazar, hem
Mezopotamya kaynaklı olan hem de
Tevrat ve Kur'an'daki Tufan
efsanelerini Sümerlilerinkiyle
karşılaştırıyor. Yazar kitabında Tufan
felaketinin hangi coğrafyada olduğu
sorununu da tartışıyor ve kendi
tezlerini açıklıyor.

Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 68


Eskiçağ Araştırmaları Dergisi 69

You might also like