Professional Documents
Culture Documents
Anılar 3
Anılar 3
Ö NSÜ Z YERİNE
Aynı gü zel dil ve anlatımla kaleme alınmış ü çü ncü gerilla anı
kitabı…Dışarıdan okuyacak birisi gibi değ il de aynı ateşin, aynı
sıcağ ın kenarında ve içinde olanları o anlara gö tü recek gü zel bir
çalışma. Olayların zincir halklarından ilerleyip ü lkemizin dö rt
tarafını gö receksiniz.
Bir insanın bedeni gibi ele alınmış bu olaylar, aynı zamanda
gerçek olaylar. Ü lkenin son patikasında biten olaylar gö nü l ve
pratikte kazanılmış bir savaşın da bir belgesi durumundadır. Bu
anıların gerçeği ve ciddiyeti kadar, ü lkemizin doğ a şartları içinde
kar, yağ mur dinlemeden değ er emekçileri olan Seyit, Berxwedan
ve Gü lan yoldaşların çabaları çalışmaya eklenmiş onunla pekişmiş
bir değ er biçimi olmaktadır.
Çalışmaya damgasını vurmuş sadelik ve yalın anlatım
okuyanı, anlatanın yanına gö tü rü yor oradan da olayın içinde yol
aldırıyor. Kitapta o zamanların şartları ve insanını gö receksiniz.
Uzun bir emek ve çabadan sonra bu çalışmada demlenmiş bir dil
hemen gö ze çarpmaktadır. Belki de kitabın olaylar dışındaki bir
ö zeliğ i de bu olmaktadır. Olay ve kitap arasında bu anlamda
kenetlenmiş, bir biri içinde erimiş bir ilişki biçimi vardır.
Çok aşırı bir anlatıma kaçılmamış olmasına rağ men içindeki
insanların ruhunu gö rü rsü nü z. Anlatım ve insanların iç dü nyasında
ü lke ve yoldaş sevgisini gö rü rsü nü z. Anlatılan şey insanın kendisi
olmaktadır. Kızgın bir savaşın içinde insanların her şeyi insanı
koyduğ u bir merkez…
Olaylar ve zaman buna hizmet etmekte, bunun etrafında
dö nmektedir. Her anı bir insanla başlar başka bir insanla son
bulmaktadır. Mekan ve zaman insanla başlar onunla devam eder.
Belki de bu hareketin ö zgü nlü ğ ü ve rengi budur ve bu çalışma onu
başarmıştır.
9
SİS
Numan AMED
10
Erzurum’da Hareketli Savaş Denemesi
11
SİS
12
savaşı geliştirmekti. Taktik geliştirmekten ö nce denemelerini
yapmaya çalışıyorduk. Erzurum eyaleti kü çü k bir eyalet olduğ u
için, çok fazla kimse o taktiğin geliştirilmesi beklentisi içersinde
değ ildi. Bunu başarmak hem bizim açımızdan hem de genel
açısından bir sü rpriz olurdu.
94 operasyonlarından sonra dü şman araziden çekildi.
Merkezlere sıkışıp kalmıştı. Dolaysıyla dü şman yokluğ unu
yaşıyorduk denilebilir. Çü nkü dü şman arazide kalmamıştı. Kolay
kolay operasyona da çıkmıyordu. Kendi karakollarına hapsolmuş
bir durumu yaşıyorlardı. Ya gidip karakollarında vuracaktık ya da
dü şmanı araziye çekip vuracaktık. Onun da dışında dü şmanla
arazide veya başka bir yerde karşılaşmak zordu. Hareketli savaş
taktiğ i de dü şmanı araziye çekip çok geniş alanlarda değ işik eylem
taktikleriyle darbelemekti. Bir anlamda onu tuzağ a çekmeydi.
Gerillada geliştirilen temel taktiklerden biri hareketli savaş
taktiğ iydi. Dü şman merkezleştikçe onu merkezinden hareket
ettirip vurma taktiğ iydi bir nevi. Bö yle bir deneme için Bingö l’ü n
Yedisu ilçesi ü zerinde bir planlama yaptık. Bö yle bir denemeye
girişmek için gü ce ihtiyaç vardı. O yü zden Eyalet karargahı o
dö nemde bö yle bir deneme için gü ç arttırdı. Karargah zaten
normalde 60-70 kişilik gü çle kalabalıktı. Bö yle bir deneme için sayı
biraz daha arttırıldı. Bö lgelerden de ö nemli oranda gü ç alındı.
Planlama hem merkeze girme, tepelerini vurmak ü zere esasta da
dü şmanı araziye çekme ü zerine yapılmıştı. Dü şmanın ü zerine gidip
tepelerini vurmaya çalışmak, araziye çıkarmak için tahrik edici bir
girişim olacaktı. Eylem planımız, Manga eylem tarzını gö sterip
araziye çektikten sonra kapsamlıca vurma ü zerine kuruluydu.
Bu planlama çerçevesinde kalabalık bir gü çle Şehit Xebat
dediğ imiz alandan Adaklı-Kiğ ı-Yedisu ü çgenine geçtik. Yedisu’ya
daha yakın bir yerde konumlandık. Çü nkü planlamamız Yedisu’ya
yö nelikti. Gerekli ö rgü tlenmeler, planlamalar, hazırlıkları yaptık.
Alan tuttuk. İlk eylem yapılması gereken yerleri belirledik.
Eylemden sonra başlayabilecek kapsamlı operasyonun bizim
denetimimizde olması için tutuğ umuz alanın coğ rafyasını komple
13
SİS
14
için kü çü k birimlerle eylem yapmayı da istemedik. Bir sü re
operasyon alanının dışında kalacak bir şekilde bir yere çekildik.
Çü nkü hazırlık sorunlarımız da vardı. Alt yapı sorunlarımız vardı.
Biraz hazırlık yaptıktan sonra alanın içlerine dö nmek istedik.
O kalabalık gü çle yaylalarda kalmak bü yü k risk taşıyordu.
Dezavantajlı da olsa yaylalarda kalıp dü şmanın gelip bulmasını
bekleyeceğ imize sert ve gü zel arazinin içine girip dü şmanın içinde
kendimize yer açmamız gerekiyordu. Dü şman hala arazideydi.
Kademeli olarak arazi arama tarama için araziye yayılıyordu
bazen. Daha ö nce kaldığ ımız vadilerden birine girip yerleştik.
Gü cü mü z mevzilendirildi. Araziye dağ ıtıldı.
Bu sü reçlerde ben hep tepelerdeydim. Zorlu bir sü reçti.
Çü nkü çok ciddi alt yapı sorunlarımız vardı. Birde tam karşımızda
çıplak bir şekilde duran dü şman gerçekliğ i vardı. O zaman
dü şmanın gerek muhaberesinde, gerekse araziye çıkarılan
gü çlerden imha amaçlı ve eyaleti işgal amaçlı geldiğ ini yeni
anlamaya başladık. Dü şmanın içinde olan vadiye girip
yerleştiğ imiz gü nü n sabahı saat dokuz sıralarında dü şmanın
hareketliliğ i bize doğ ru başladı.
O dö nemde muhabereye bakıyordum. Muhaberecilerin yeri
tepelerdi. O yü zden hep tepelerdeydim. Muhaberecilik tepelerde
yaşamak demekti. Dü şman telsizlerini takip etmek, hareketlerini
izlemek muhaberecilerin gö reviydi. Bir nevi arkadaşlarının yaşamı
hem tepede alınacak gü venlik hem de dü şman muhaberesini takip
eden muhaberecilere emanettir. Muhaberecilerin gö revlerini
doğ ru yapması birçok kaybın da ö nü ne geçebilir. Zaten o amaçla
belirlenir. Dü şmanın içindeki bir vadiye ulaşıp mevzilendiğ imiz
gece yine tepedeydim. Ve sabaha kadar da dü şman telsizlerini
takip etmiştim. Sabah sekizde dü şmanı takip etmesi için telsizi bir
arkadaşa devir ettim biraz uyuyayım dedim. Aldığ ımız bilgileri de
direk eyalet komutanına veriyorduk. Dü şman hareketliliğ i
hakkındaki bilgileri anında iletiyorduk. Saat dokuz sıralarında
muhabereyi devir ettiğ im arkadaş beni kaldırdı. Dü şmanın
hareketliliğ i hakkında bilgi verdi.
15
SİS
16
denir. Bu dağ lara, biz ve bizden ö nceki isyancı Kü rtler tarafından
ise Bandoz’lar deniliyor. Kuş uçmaz kervan geçmez denilen tü rden
dağ lardır. Asi, sarp başları dik gö kyü zü ne deler gibi heybetli
duruşlarıyla bilinen, tanınan dağ lardır. Yaz kış zirvelerinden kar
eksik olmaz. Bandozların ana kolundan birinde zirveye yakın bir
yerdeydik. Diğ er arkadaşlar ise Bandozların Çavreşlere uzanan ana
sırtta mevzilenmişlerdi. Karargah ise kaldığ ımız vadide kale
dediğ imiz bir mağ ara var orada kalıyordu. Onun ü stü nde kışın
tutuğ umuz bir tepe vardı. Daha çok gö zetleme amacıyla kullanılan
bir tepedir. Oraya daha çok gö zcü leri çıkarıyorduk. O tepeye yine o
amaçla ü ç arkadaş çıkarılmıştı. Kısa bir sü re sonra o tepedeki
arkadaşlar dü şmanın alt taraftan onlara doğ ru gitmekte olduğ unu
sö ylediler. Dü şman oraya sadece alttan gidebiliyordu. Bizim
tuttuğ umuz tepeye ise hem aşağ ıdan hem de yukarıdan
gelebiliyordu. Bizim tepeye doğ ru gelmesi durumunda mutlaka
gö rü rdü k. Çü nkü bize gö rü nmeden o tepeye çıkması imkansızdı.
Fakat diğ er tarafı yani karargahın ü stü ndeki ve kadın arkadaşların
tutuğ u tepeyi gö remiyorduk. Dü şmanın o tepeye doğ ru gideceğ i
anlaşılınca arkadaşlar anında gerekli takviyeleri yaptılar. Artık
dü şmanın gelmesi bekleniyordu.
Kadın arkadaşların bulundukları yerden karargahla direk
bağ lantı kurulamıyordu. Çü nkü bulundukları tepe çok arkaya
dü şü yordu. Bundan dolayı karargahla bağ lantıları bizim
ü zerimizden oluyordu. Bir sü re sonra yeniden bize çağ rı yaptılar.
O gü n o tepenin tepe komutanlığ ını Newal adında Urfalı, 92
katılımlı eyalete Haziran ayında gelen arkadaş yapıyordu. Gü çlü bir
arkadaştı. Daha sonra 96 yılında Dersimde şehit dü ştü . Değ erli,
yiğ it bir arkadaştı. Unutulmaması gereken bir arkadaştı.
Yaşamında, savaşçılığ ında, emekçiliğ inde ö rnek bir arkadaştı. O
zaman manga komutanıydı. Dü şmanın bu seferki bağ lantıda
dü şmanın onlara yaklaştığ ını sö yledi. Onlara giden takviye ise
daha ulaşmamıştı. Oysa çoktan ulaşması gerekiyordu. Takviye
olarak giden arkadaşlara çağ rı yaptık, yerlerini bulamadıklarını
sö ylediler. Onlara aracılık yaparak onları telsizden gö rü ştü rdü k.
17
SİS
18
çatışmayı gö ze alarak gidiyoruz demekti. O saatten sonra yumuşak
coğ rafya da kalmamızın bir anlamı kalmamıştı. Ö yle bir arazide
kalmak kayıp vermek demekti. Orada kayıp vermektense çatışarak
kayıp vermeyi gö ze alabileceğ imiz bir alana gitmek daha iyidir
diye dü şü nerek Şehit Xebat alanına gitmeye karar verdik. Ama
ondan ö nce Eyalet Komutanı arkadaş bizimle bağ lantı kurdu.
Bağ lantı kurmanın amacı gideceğ imiz yolu kontrol etmemiz içindi.
Bu gerilla kurallarından biriydi. Gidilecek yol ö nceden kontrol
edilirdi. Ve grup yola çıkmadan ö nce ö ncü ler çıkarılırdı. Ö nden
giden arkadaşlar gidilecek yolu kontrol ederler, gidilecek yolu
denetimlerine alırlardı. Ve dü şmanın olması durumunda gruptan
ö nce onlar dü şmanla çatışmaya girip grubu kurtarırlardı.
Eyalet komutanı arkadaş bağ lantı kurarak geçiş hattı
hakkında bilgi istedi. Daha ö nce hiç kullanmadığ ımız bir yolu
kullanmak istiyorduk. O yoldan hiç gitmemiştik. Geçmeyi
dü şü ndü ğ ü mü z yer Bandozların zirvesinden geçip kendini vadiye
bırakıyordu. Yol diyorum ama çok fazla yol da değ il. Yani
kullanılan bir yol yok. Ama gerilla için her yer yol olduğ u için ona
da diyorum. Aslında geçmeyi dü şü ndü ğ ü mü z yerin yol verip
vermeyeceğ ini de bilmiyorduk. O yü zden eyalet komutanı arkadaş
oranın yol verip vermediğ ini, kendimizi oradan vadiye bırakabilir
miyiz diye soruyordu. Tabii muhaberemizin tamamı şifrelerle
oluyordu. Bir de zirvede, boğ azda bir şey olmadığ ını soruyordu.
Tabii zirvede ve boğ azda bir şey olmadığ ına emindik. Çü nkü orayı
yani zirve ve boğ azı gü n boyu izlemiştik denetimimizdeydi.
Boğ azda ve zirvede bir şey yok ama diğ er yü zü nde ne var ne yok
bilmiyoruz diye Eyalet Komutanı Fikret arkadaşı cevapladım.
Hava kararmak ü zereydi. Karanlığ ın kahramanlarının yola
çıkma vaktiydi. Gece gerillanın zamanıydı. Gecelerin efendilerinin
yola çıkma zamanıydı. Ondan dolayı arkadaşlar ö nden gitmek için
bir grup arkadaş gö nderdiler. Onlarla bizim tepe grubundan da iki
arkadaş gidecekti. Bizim gruptan bir arkadaşla birlikte ben gitmek
istiyordum. Ancak Fikret arkadaş benim kalmam gerektiğ ini,
19
SİS
20
tarafından tutulduğ unu, sırtın her tarafında askerlerin ateş
yaktığ ını sö ylediler. Bu durum bulunduğ umuz yerin dü şman
tarafından kuşatıldığ ını gö steriyordu. Ve dü şmanla aramızda en
fazla iki yü z ile ü ç yü z metre kadar bir mesafe kalmıştı. İç içe
girmiş sayılıyorduk. Arkadaşların verdiğ i bilgiye gö re ü s
tarafımızdaki sırtta yaklaşık bine yakın asker vardı. Az sayıda gü ç
değ ildi. Daracık bir alan bize kalmıştı. Arkadaşlar oradan da geri
geldikten sonra Eyalet Komutanımız Şehit Fikret arkadaş bize
fedai bir birim lazım dedi. Dö rt arkadaş ö ne çıktı. Fikret arkadaş
olurda dü şman ü stü mü ze gelirse bu arkadaşlar diğ er gü cü n
kurtarılması için fedaice çatışacak. Yani bu arkadaşlar grubun
kurtulması için kendini feda edecek. Onlar çatışırken diğ er gü çte
geri çekilecek dedi. Arkadaş içinde olduğ umuz durumda en iyi
planlamanın bu olduğ unu dü şü nerek ö yle bir planlama yapmıştı.
Dü şmanın ü zerimize gelmesi durumunda arkadaşların
kurtulması için kendilerini feda etmek için gö nü llü dö rt arkadaş
istenince ilk ö ne çıkan Agit arkadaş oldu. Daha sonra hemen
hemen arkadaşların hepi eline kaldırdı. Ama Fikret arkadaş ilk
ellerini kaldıran Agit arkadaş ile bir tane daha erkek ve iki de
bayan arkadaşı gö stererek heval sizler çıkın dedi. Ardından onlara
çıkmaları için bir yer gö sterdi. Arkadaşlar gö sterilen yere çıktılar.
Bü tü n bu olaylar, gelişmeler yarım saatlik zaman zarfında
yaşanıyor.
21
SİS
22
dü şmanın ilerlemesi için bü yü k bir engel oluyor. Dü şman bu engeli
aşamayınca başka hiçbir tarafa yö nelemiyor.
Aslında arkadaşlar akşamda o tepeyi bırakmayacaklardı.
Ama cephaneleri kalmadığı için arkadaşlar tepeyi bırakıp
gelmelerini sö ylediler. Her arkadaşta sadece 15 mermi kadar
cephane kalmıştı. Bager arkadaşla birlikte şehit dü şen sekiz
arkadaş dışındaki arkadaşlar gelip bize ulaştılar. Her tarafın
dü şman tarafından tutulduğ unu ö ğ rendik. Zaten gü nü bü yü k bir
çatışma ve direnişle geçirmiştik. Daha sonra o tepeye şehitler
abidesi adını verdik. Tepede çatışan arkadaşlarda gelip ulaştıktan
sonra Fikret arkadaş arkadaşlardan nereye gidebiliriz, ne
yapabiliriz, nasıl mevzilenebiliriz diye gö rü ş almaya başladı. Ya da
nasıl gü cü mü zü buradan çıkarabiliriz diye sorularla arkadaşlardan
gö rü ş alıyordu. Arkadaşların genel gö rü şü kendimizi yamaçlara
verip gizlenelim şeklinde oldu. Ancak aynı zamanda dü şmanın bizi
bulması durumunda çatışabileceğ imiz yerleri seçmemiz gerektiğ i
konusunda fikir birliğ ine vardık. Yamaçları kullanalım gö rü şü çıktı.
Çü nkü dü şman ya zirvededir ya da vadileri kullanıyordu. Aldığ ımız
karar doğ rultusunda hareket etmek için o daracık yerden çıkıp
araziye yayıldık. Bizde belli yerlerde arazi tuttuk. En stratejik
yerde bizim manga tepeci olarak kaldı. Diğ er arkadaşlar biraz daha
yamaçlarda kaldılar. Sabah olunca dü şmanı izlemeye başladık. Biz
normalde bir ö nceki gü nden daha fazla çatışmalı, hareketli ve
dü şmanın daha çok saldırganlaşarak ü zerimize geleceğ ini
bekliyorduk. Ama bir sü re dü şmanı izleyip takip ettikten sonra
ö yle olmadığ ını gö rdü k. Bir ö nceki gü ne gö re bile daha az ve sınırlı
hareket ettiğ ini gö rdü k. Saat on bire kadar ö yle gö rü ndü . Saat on
birden sonra dü şman hareketliliğ i her tarafta gö rü lmeye başladı.
Ancak biz dü şmanın biraz arka tarafına dü şmü ştü k. Zaten ö yle
planlayarak hareket etmiştik. Dü şman gü çleri daha çok çatışmanın
yaşandığ ı alana kaymıştı. Durum bö yle olunca biz arka tarafına
dü ştü k. Yani arkasına sarkmış olduk. Ama hala dü şmanın
içindeydik. Dü şmanla iç içe sayılıyorduk. Manga olarak
bulunduğ umuz yer dü şman hareketliliğ ini izleyebileceğ imiz, genel
23
SİS
araziye hakim olduğ umuz bir yerdi. Kısa bir sü re sonra alana
yoğ un helikopter gidiş gelişleri başladı. Operasyonun yayılması
olabilir mi diye dü şü nü rken çok seri bir şekilde inip
kalkmalarından operasyon gü cü nü geri çekmek için çalıştıklarını
anladık. O gü cü n hepsini akşama kadar çektiler. Dü şman
hareketliliğ i kalmayınca iki arkadaşı eyalet komutanının yanına
gö ndererek, dü şmanın geri çekildiği haberini verdim. Ama eyalet
komutanı arkadaşı ikinci dü nya savaşı gibi bir çatışma yaşadık. O
kadar gü ç nasıl bir gü nde çekildi. Taktik yapmış olabilirler. O
yü zden siz yinede yerinizde kalın ve duyarlı olun diye bir talimat
gö ndermişti. O gecede o tepede kaldık. Ama biraz daha
rahatlamıştık. Çü nkü arazide gö rü nü rde dü şman kalmamıştı.
Dü şman gü cü gö zlerimizin ö nü nde çekilmişti. Bundan dolayı
yanımdaki arkadaşlara duyarlı olalım ama rahat yatalım dedim.
Sabah kalkıp araziyi keşif ettiğ imde dü şman yoktu. Ö ğ le saatlerine
kadar bekledik. Ö ğ le saatlerinde aşağ ıya arkadaşların yanına inip
dü şmanın çekildiğini sö yledik.
Aslında dü şmanın o geri çekilişi operasyonun orada bitmesi
demekti. Tabii bizim alana yö nelik başlayan operasyonun
bitmesiydi. Oysa meğer arkadaşların yoğ un olarak bulunduğ u
alanlara 35 bin kişilik gü çle çok yoğ un bir şekilde operasyon
başlatmıştı. Operasyon Karlıova’nın sınırından Pü lü mü r’e kadarki
geniş bir alanı kapsıyordu. Adaklı, Kığ ı, Yedisu olarak bilinen ara
bö lgeyi tamamen kapsamıştı. Ü s ve hareket alanlarımız olan bu
yerlerin tamamını kuşatmışlardı adeta. Tabii bunları daha sonra
ö ğ rendik. Çü nkü daha farklı yerlerde de arkadaşlar çatışmaya
girmişlerdi. Yoğ un temaslar yaşanmıştı. Biz sadece bizim karargah
ve çevresinde gelişen boyutuyla yaşadık. Diğ er alanlarda ciddi
çatışmalar yaşanmıştı. Operasyon uzun bir sü re devam etti.
Akşam olunca toplanıp başka bir alana geçecektik. Fikret
arkadaş hareket etmek için içtima’a geçince kısa bir konuşma
yaptı.
Farklı bir yerde Şehit Harun arkadaş onlar çatışmaya
girmişlerdi. Onların grubundan da dö rt arkadaş şehit dü şmü ştü .
24
Dü şmanın hedefi bulunduğ umuz alanı işgal edip bizi hazırlıksız
yakalayıp ciddi darbe vurmaktı. Tabii alana yö nelik diğ er bir
hedefleri de insansızlaştırmaktı. Yakıp, yıkarak viraneye
dö nü ştü rmekti. Bu ikinci hedeflerine gerçekleştirdiler. Çü nkü
alandaki kö yleri yakıp yıktılar. Kö yleri boşalttılar. Alanda sadece
biz kaldık. Bunları daha sonra ö ğ rendik. Dü şman bu operasyonu
Botan’dan ö zel savaş gü çleri ve tugaylarıyla başlatıp oradan Amed,
Serhat ve Erzurum’dan sonra Dersime kaydırmak istiyordu. Ve
planladığ ı gibi de yü rü tmü ştü . Dü şman o operasyonuna roma
harekatı adını vermişti. Çü nkü geçip gittiğ i yeri yakıp, yıkıp kü l
ediyordu. Dü şman gü çlerinden bir kol bir kö ye girdiğ inde ü stlerine
şimdi ne yapalım diye telsizden bilgi verdiklerinde ü stlerin verdiğ i
cevap roma faaliyetine devam edin diye talimat veriyordu.
Çü nkü gerçekten girmedikleri yer bırakmadılar. Daha ö nce
dü şmanın hiç girmediğ i yerlere bu sefer girmişti. Bu operasyonda
her yere girdi ve gö rdü ğ ü yer şeyi yaktı. Silahtan ziyade askerin
yanında benzin vardı. Galonlara doldurulmuş benzin taşıyorlardı
yanlarında.
Kobralar yangın çıkarıcı roketler kullanıyorlardı. Savaş
uçakları naplm bombalarını kullanıyordu. Bunu gö rmeyenler,
yaşamayanlar bu kadar da olur mu diye sorabilirler. Anlatılanlar
inandırıcı gelmiyor olabilir. Çü nkü haksız savaşların yü rü tü ldü ğ ü
dü nyanın hiçbir coğ rafyasında bö yle bir şey olmamıştı. Askerin
meyve ağ acına çıkıp benzin dö kü p aşağ ıya inerek ateşe verdiğ ini
gö zlerimizle gö rdü k. Bir meyve ağ acının bile kalmasına izin
vermek istemiyorlardı. Kü rtlere dü şmanlığ ı bu denli ilerlemişti.
Derinleşmişti. Bir meyve ağ acına bile tahammü ller kalmamıştı. Bu
operasyonla o dü zeyde Kü rdistan yakıldı. Arazinin yü ksek yerinde
yani tepelerde olduğ um için dü şmanın bu vahşetlerinin çoğ unu
gö rdü m. Neden bu kadar vahşet diye soruyor insan kendi kendine.
Aslında sorunun cevabı kendi içinde saklıdır. Çü nkü yapılanlar
Kü rdistan’daki dü şman gerçekliğ ini gö steriyordu. Bize bunu iyi his
ettiriyordu. Buda kinimizi, ö fkemizi arttırıyordu. Alanda bulunan
bü tü n kö yler boşaltıldı. Yakıldı. Tek bir ev bırakılmadı. Bir çıban
25
SİS
26
geçirip işgal edeceğ i eyalet olarak bizim eyaleti hesaplamıştı. Fakat
arkadaşların direnişiyle en fazla darbelenen eyaletlerden biri oldu.
Arkadaşlar apansız bir mü cadeleyle dü şman ciddi bir şekilde
darbeledi.
Operasyonun bitiminde sonra geri çekilirken Adaklı’dan
Karakoçan ü zerinden Dersime kayma biçiminde oldu. Tabii bu geri
çekilme sırasında da arkadaşlar Adaklı Karakoçan arasında da
attıkları pusuda iki cemse imha ettiler. Gü ndü z ortası o kalabalık
operasyon gü cü nü n içersinde o iki revü hedeflenip imha edildi. O
iki revü dan tek bir asker kurtulamadı. Ve arabaları da uçuruma
yuvarlandı.
Geldiler. Bekledikleri sonuçların aksine sonuçlarla geri
dö ndü ler. Vurmaya gelmişlerdi. Ama kö tü bir şekilde vurularak
geri dö ndü ler. Ummadıkları, beklemedikleri direnişlerle
karşılaştılar. Ama bir noktada amaçlarına ulaştılar. Oda gerillanın
bü tü n alanlarına girmeleriydi. Ve alanı insansızlaştırmalarıydı.
Bu operasyon 15 gü n sü rdü . Ağustos sonunda başlayıp Eylü l
ortalarına kadar sü rdü .
Şehit Fikret bu olaya ilişkin Eylü lde sekizlerin tü rkü sü diye
uzun bir şiir yazdı.
Dü şmanı İskender’in ordusuna arkadaşları da Ali’nin kılıcına
benzetiyordu şiirde.
27
SİS
Rênas Amed
28
İntikam Haftası…
30
kişilik bir askeri gü çle Şehit Remzi alanına yö nelik bir operasyon
başlattılar. Operasyonun başlangıç tarihinin 5 Nisan olmasının ö zel
bir anlamı vardı. 5 Nisan’da Mustafa Kemal Amed’e gelmişti.
Mustafa Kemal’in Amed’e geldiğ i gü nü operasyonu başlatma gü nü
yapmaları Amed’i bir kez daha askeri zor, baskı, şiddetle teslim
alma anlamına geliyordu.
Operasyon 23 Nisan’a kadar sü rdü . Operasyonda Eyalet
Komutanımız Cemal (Mahmut Gü l) arkadaş dahil çok sayıda
arkadaş şehit dü ştü . Yaşanan şahadetlerin bir kısmı dü şmanla
çatışmalarda olurken, bü yü k bir bö lü mü Nisan ayı olmasına
rağ men karda donma sonucu oldu.
Operasyonun bitiminden sonra 11 Nisan 1999 yılında
Sason’da şehit dü şen Amed (Ferdi Ö zgen) arkadaş Eyalet
komutanlığ ı gö revini ü stlendi. Amed arkadaş Cemal arkadaşın
şahadetinden çok etkilenmişti. Normalde Amed arkadaşın
mensubu olduğ u Atmanki Aşireti ile Cemal arkadaşın mensup
olduğ u Badiki aşireti arasında bir kan davası da yaşanmıştı. Ama
ona rağ men her iki arkadaş uzun yıllar birlikte gerillacılık
yapmıştı, aynı yö netimde yer almışlardı. Aşiretleri arasındaki kan
davası onların ulusal kurtuluş mü cadelesinde yer almalarını
etkilememişti. Aksine birlikte oldukları aynı çatışmalarda her ikisi
de diğ erine bir şey olmasın diye daha fazla çaba sarf etmişti. Cemal
arkadaşın şahadetini Amed yoldaşa bildirmeye gittiğ imizde Gorse
dağının tepesinde sırtını bir kayaya dayamış, gece Amed’in
ışıklarının gö rü ndü ğ ü yerde oturmuş dü şü nü rken onu bulmuştuk.
“Heval mü saade var mı” diye sorduğ um da: “yalnız mısın?” diye
sorarak cevap vermişti. “Evet yalnızım” diye cevap verip ona
dö nü p bakınca; gö zlerinin ağ lamaktan kan çanağ ında dö ndü ğ ü nü
gö rdü m. Amed arkadaş, Cemal arkadaşın şahadetinden bu denli
etkilenmişti. O yü zden işe yaşanan şahadetlere anlam verilmesi,
onların intikamını almaktan başka bir seçeneğ imizin olmadığ ını
eyalet gü cü ne anlatmak için eyaletin bü tü n bö lgelerinde
gerçekleştirdiğ i toplantılarla başladı. Bu toplantılarda Mayıs ayının
ilk haftasını intikam haftası olarak ilan edilme, bu hafta içinde
31
SİS
32
keşfin yapılmasından ibaretti. Tabii bü tü n bö lgeler en kısa sü rede
bu hazırlıklarını tamamlamalıydı. Çü nkü her an eyleminizi
gerçekleştirin talimatı Amed arkadaş tarafından verilebilirdi.
Eylemler aynı gecede eş zamanlı gerçekleştirilecek şekilde
planlanmıştı. Tabii eylemler gerçekleştirildiğ inde bunu anladık.
Eylemler gerçekleşmeden ö nce arkadaş yapısı tarafından bu
durum bilinmiyordu. Her gü ç sadece kendisi eylem yapacak
şekilde bir bilgi vardı.
Bü tü n gü cü hazırlıklarını tamamladı. Eylem grupları
belirledi. Eyleme gidecek arkadaşlarla toplantılar yapıldı. İntikam
haftasının eylemi, eylemleri için artık sadece eyalet
komutanlığ ından talimatın gelmesini bekleniyordu. Ö fke ile
bilenmiş, nefretle dolmuş, atmacalar operasyonunda şehit dü şen
arkadaşlarının intikamını almak için, eyleme gitmek için heyecanla
bekleyen arkadaşların beklediğ i talimatın gelmesiydi. Arkadaşlar
bir an ö nce eyleme gitmek için sabırsızlanıyorlardı adeta. Çü nkü
Cemal, Hogir, Hebun, Avareş, Ozan, Rojin, Cemşit, Muhammed,
Jiyan, Reşat, Zeynep, Darıstan, Rozerin, Nedim ve adını
yazamayacağ ım onlarca arkadaşın bu eylemlerle intikamı
alınacaktı. Acıları dinmez. Ama bir nebzede olsa hafifletilecekti. O
yü zden arkadaşlar eylem gü nü ve saatinin gelmesini iple
çekiyorlardı, bunun için sabırsızlanıyorlardı.
6 Mayıs…
33
SİS
34
telsizleri ö nce devreye girdi. Ardından kollardan kopuk birimleri
telsizlerinden sesler yü kselmeye başladı. Birim sorumluları
tekmillerini kol komutanlarına, kol komutanları eylemlerinin
tekmillerini eylem koordinelerine aktarmaya başladılar.
35
SİS
36
kaldırdılar. Ayrıca tepedeki Doçka’yı sö kü p getiremedikleri için
imha etmişlerdir. Burada hiçbir kaybımız ve yaralımız yoktur. Bir
grubumuz da Hani merkezine girdi. Burada vurulacak bir tepe
olmadığ ından arkadaşlar şehrin merkezine girip dü şmanın
çıkmasını ve çıkan dü şmanı vurmaya planlamışlardı. Arkadaşlar
şehir merkezine girer girmez dü şman panzerlerle ilçenin içinden
tü r atmaya başlıyor. Arkadaşlar da Hani’nin çıkışında bir panzeri
B7 ile vurarak imha ediyorlar. Burada silah vb malzemeleri
kaldırma fırsatı bulamamışlar. Buradaki arkadaşlar da sağ lam bir
şekilde geri çekiliyorlar. Piran’a giden grubumuzda Piran’ın
içindeki Tim tepesini hedefledi. Tepeyi tü mden dü şü rememişse de
tepeyi bü yü k oranda etkisiz hale getiriyor. O arkadaşlarda tepeden
ü ç silah, iki dü rbü n, ü ç çanta kaldırdılar. Hazro’ya da bir grup
arkadaş girmişti. Orada da bir sü re ilçe merkezinde dü şman
çatışıyorlar. Dü şmana kayıp verdirip geri çekiliyorlar. Ayrıca
Hazro’ya bağ lı Heyderaka kö yü ndeki petrol kuyularını arkadaşlar
hedefliyor. Kuyuları ateşe veriyorlar. Buradaki arkadaşlarda yaralı
ve şehit vermeden geri çekiliyorlar. Ayrıca Sexwebun arkadaşın
gü cü nden bir grup arkadaş’ta Karaz’a bağ lı Siya Hacê tepesini
hedeflemişler. Tepedeki askerler tanklarını bırakıp kaçıyorlar.
Arkadaşlar tankı ele geçiriyorlar. Yarım saat kadar tankın etrafında
dö nü yorlar. Birkaç tane el bombası atıyorlar. Tankı nasıl
kullanacaklarını bilmedikleri için bırakıp geri çekiliyorlar. Bir grup
arkadaşta Dara Hênê’ye bağ lı Avnik Karakolu tepesini
hedefliyorlar. O tepede etkili bir şekildi vuruluyor. Arkadaşlar
tepede yedi askerin cenazesinin ü zerine gidiyor. Altı silah, bir tane
de mayın dedektö rü arkadaşlar kaldırıyorlar.
Arkadaşlar intikam haftası kapsamında ö nü mü ze
koyduğ umuz hedefleri vurduk. Arkadaşlarımızın intikamını
almaya çalıştık. Ü lkemizin, halkımızın ve savaşımızın başladığı
gü nden bu yana şehit dü şen yoldaşlarımızın intikamını almaya
çalışıyoruz. Buna ö mrü mü z yetmez. Ancak biz yaşadığımız sü rece
onların intikamını alma yeminiyle hareket edeceğ iz.
37
SİS
38
Amed arkadaş sö zlerini bitirmeye doğ ru giderken yeniden
dö nü p etrafına baktı. Yeşeren doğ aya, açan yapraklara hayıfla
baktı. Gö zleri doldu. Bahar gelmişti. Ama birçok arkadaşımız yeni
gelen baharı gö rememişti. Onların yerine baharı yaşamak bir yü k
gibi bize kaldı. Birde intikamlarını almak ve emanetlerini yarınlara
ulaştırmak da bir gö rev olarak bize kaldı. Amed arkadaş bir şey
belirtmek isteyen yoksa toplantımızı bitireceğ iz. Ama hepimiz
burada birbirimize arkadaşlarımızın, halkımızın, yiğ it
devrimcilerin intikamlarını alma sö zü nü vererek kalkıp
alanlarımıza gideceğ iz. Amed arkadaşın sö zlerinin bitirmesinin
ardından Şehit Remzi vadisi sloganlarla inlemeye başladı. Yer gö k
sloganlarla inliyordu adeta. Arkadaşlar avazları çıktığ ı kadar
haykırıyordu. Toplantı bitmişti. Toplantıdan sonra bazı bö lgelerin
gü çleri aynı gece bazıları da bir gece daha Şehit Remzi vadisinde
kaldıktan sonra bö lgelerine geçti. Ve o yılın sonbahar aylarına
kadar Amed arkadaş eyalet komutanlığı gö revini yü rü ttü .
Arkadaşlar da Amed arkadaşa verdikleri sö zlerini tuttuklarını
gö stermek için sonbahar aylarına kadar durmadan eylem yaptılar.
Her bö lge, her birlik, her birim kendi çapında eylem gerçekleştirdi.
Gerçekleştirilen bu eylemlerle o yıl savaş çok kızgın geçti. Çü nkü
her eylemden sonra dü şman operasyona çıkıyordu, bu kez de
arkadaşlar araziye çıkan dü şmanı vuruyordu. Arkadaşların bu
saldırılarının ardından gü n boyu sü ren sert ve kızgın çatışmalar
yaşanıyordu. Tabii dü şman arkadaşlardan darbe yiyince acısını
ormanlardan çıkarıyordu. Her darbeden sonra Amed eyaletinin bir
dağında ya da bö lgesinde ormanları ateşe vererek geri çekildi.
Yıl sıcak ve sert geçmişti. Ama bahar aylarında verdiğ imiz
kayıplardan sonra kış aylarına kadar hemen hemen hiç kayıp
vermedik.
96 yılı da Amed Eyalet’inin savaş tarihine bu şekilde geçti.
39
SİS
40
olabilir. Ama o sü rece denk gelmişti. Ankara’nın dikimevinin alt
tarafındaki bir mahallede oturan ö ğ renci arkadaşlar vardı. O
ö ğ renci arkadaşların yaşadığ ı mahallede bir olay olmuştu.
Mahallede Mehmet Albay adındaki bir faşist vurulmuştu. Bu şahıs
azılı bir faşistti. Mehmet Albay Abdullah Çatlının yakın arkadaşıdır.
Orada da pilot’un evi vardı. Mehmet Albay’ın vurulduğ u silah
pilotun evine bırakılıyor. Olaydan birkaç gü n sonra yanında başka
silahlarla birlikte silah bizim eve getirildi. Silahları Pilotun kendisi
getirdi. Ü ç silahtı. Ü çü de kirli silahlardı. Biri o olayda kullanılmıştı
diğ er ikisi de daha farklı olaylarda kullanılan silahlardı. O silahlarla
yakalanan biri ya idam alırdı ya da mü ebbet hapis cezası alırdı.
Çü nkü birçok eylemde kullanılan silahlardı.
Bizim ev deşifre olmuştu. O yü zden çocuk halimle hiç kimse
bana sö ylemeden silahları alıp çok fazla deşifre olamayan
arkadaşların evine bıraktım. Silahları bıraktığ ım ev bizim eve gö re
daha az deşifre olmuştu. İkinci gü n gece yarısı evimiz basıldı. Albay
Kemal diye bir adam vardı. Daha sonra İzmir emniyet mü dü rü
oldu, ondan sonra Ordu valisi oldu. Albay Kemal, ö zel harekâ tçıdır.
70’lerin başında Tü rkiye’den ABD’ye ö zel harekat eğitimi için
gö nderilen bir grup var o grup içersinde yer alan kişilerden biriydi.
Ankara’da DAL (Derin Araştırma Laboratuarı) diye bir yer var.
DAL ö zel sorgu merkezidir. Albay Kemal DAL’ın kurucusudur. Ö zel
olarak da bize karşı operasyonlar yü rü ten ekibin başındaydı. Onun
ekibi gece yarısı evi bastı. Kapıyı kırarak içeri girdiler. Evi aradılar.
Didik didik ettiler. Silahları arıyorlardı. Bir de misafir var mı diye
soruyorlardı.
Evde 70’li yıllarda dağ ıtılan bildiriler, kitaplar, dergiler vardı.
Bildiri, dergi, kitapların olduğ u yeri de aradılar. Gö rmelerine
rağ men almadılar. Onlar hakkında soru bile sormadılar. Bundan
dolayı silah ve arkadaşları aradıklarını anladık. Aramayı
bitirdikten sonra gittiler. Ertesi gü n bir başka evi bastılar. Basılan
ev Haki arkadaşın şahadetine adı karışan Mehmet Uzun adındaki
şahsın eviydi. O zaman bizimle birlikte hareket ediyordu. O evin
bahçesinde bir silah bulunmasına rağ men evden kimseyi gö zaltına
41
SİS
42
ö nderlikler kolay kolay çıkmaz. Kaygımız korkumuz ondandı.
Benim okuldan Dersim’li Metin adında bir arkadaşım vardı. Metin,
Karasu arkadaşın kaldığ ı evin ev sahibiydi. Ö rgü tlemeye
çalıştığ ımız biriydi. Metin benim ne olduğ umu biliyordu. Sabah
kalkınca evin çevresinde şü pheli şeyler gö rü yor. Hemen gelip bize
haber verdi. Metin’in verdiğ i bilgilerde bizde var. Ö nderlik oraya
yani Karasu arkadaşın kaldığ ı eve gitmek için gelmiş. Ama oradaki
durumu bilmiyor. Ö nderliğ in sezgileri birde ihtiyatlılığ ı her zaman
gü çlü ydü . Beni çağırdı. Git oraya ne var ne yok. Bir bak kontrol et
gel dedi. Ö nderliğ in bu sö zleri ü zerine yola çıktım. Bü yü k bir gü ven
ve gururla gidiyorum. Çü nkü ö nderlik bana bir gö rev vermiş. Gidip
yerine getirip gelmem gerekiyor diye dü şü nü yorum.
Gidip kontrol edip gelmem gereken yeri yani Karasu
arkadaşın evinin olduğ u yeri iyi biliyordum. Birde Metin arkadaşın
bana verdiğ i bilgiler vardı, ondan dolayı biraz daha tedbirli
gidiyorum. Direk asfalt yoldan gitmedim. Ara sokaklardan geçerek
gitmeyi planladım. Gidip bakmam gereken ve Karasu arkadaşın
oturduğ u yer Tek Mezar denilen bir mahalleydi. Oraya yakın bir
yerde bizim akrabalar vardı. Bizim akrabaların oradan geçtim.
Onların olduğ u yerin çevresinden dolanarak gittim. Gö ren olursa
akrabalarımın yanına geldim diyecektim. Evi gö receğ im bir yere
varıp oradan evi gö zetlemeye başladım. İşaretler polislerin eve
girdiğ ini gö steriyordu. Sivil polis olduğ u için hiç belli etmemeye de
çalışıyorlardı. Birkaç gü n evimizin basılmasından dolayı
avantajlıydım. Çü nkü o ev baskını sırasında baskına gelen
polislerin hepsini tanıdım. Yani onları yakından gö rmü ş ve
yü zlerini nerede gö rü rsem tanıyacaktım. Eve girilmişti ama bir
baskın havası da yoktu. Hiçbir şey yokmuş, hiçbir şey olmamış gibi
gittiğ im gibi koşarak gidip eve girmedim. Eve biraz daha hakim
olan bir yere çekilerek oturup evi izlemeye başladım. Ama hiçbir
yerden gö rü nmeyecek, dikkat çekilmeyecek bir şekilde
konumlandım. Durumu netleştirip gidip bilgi vermem gerekiyordu.
O yü zden iyi izlemem gerekiyordu. Bunun bilincindeyim. Baktım
evin ö nü nden arabalar da gidip gelmeye başladı. Arabalardan
43
SİS
44
orada gö rdü klerimi ö nderliğ e aktarmaya başladım. “Abi Albayın
ekibi orada. Baskın var. Evin etrafını polisler sarmış. Karasu
arkadaş eğer evde ise evde mahsur kalmış herhalde” diye bilgi
verdim. Verdiğ im bilgileri dinledi. Buluşma yerine arkadaşlar top
da getirmişlerdi.
Ö nderlik o zamanda top oynamayı seviyordu. Polis arabaları
da gidip geliyordu. Dikkat çekmesin diye iki takım oluşturup top
oynamaya başladık. Biraz topta oynadıktan sonra ö nderlik gitti.
Tabii o zaman bu durumun ö nemini bilmiyordum. Bunun
ö neminin farkına 88 yılında Çanakkale cezaevindeyken vardım. O
zaman bize iki tane Serxwebun geldi. Şehit dü şen Burhan Çiftçi
adında bir arkadaş vardı. Dergilerin gelişini o ö rgü tlemişti.
Dergileri bir biçimde içeri aldık. O sayıların birinde ö nderlik parti
tarihini anlatırken o olayı da anlatmıştı. “Ben bu olayı biliyorum”
dedim. O zamana kadar olayın ciddiyetini kavrayamamıştım. Olaya
bir devrimcinin yaptığ ı normal bir gö rev gibi yaklaşıyordum.
Herhangi bir militanın, herhangi bir devrim taraftarının yerine
getirmesi gereken gö revdi. Ben bö yle bir gö revi yerine getirme
tutkusuyla yerine getirmiştim. İşte dergi de okuyunca ö nemini fark
ettim. Ondan sonrada benzer birçok olay yaşadık. Mesela bir
yerden bir yere giderken arkadaşlardan ö nce gidiyorduk. Bir şey
olması durumunda bize olsun diyorduk. Arkadaşların kurtulması
için çatışmalara girdiğ imiz de oldu. Devrimcilikti ve bunlar
devrimcilik için yapılıyordu. Ancak burada sö z konusu olan
ö nderlikti. Ve herkesin yapabileceğ i, yapacağ ı bir gö revdi. Dergide
olayı okuduktan sonra farkında olmadan bu kadar ö nemli bir
gö rev mi yapmışım diye kendi kendime sormadan edemedim. O
zaman 1993 yılında Kızıltepe’de GAP eyalet sorumlusu iken şehit
dü şen Celal Ö zalp arkadaş vardı. Olayı okuyunca bana dikkatli
dikkatli baktı. Ve “vay be farkında olmadan tarihe yö n veren bir
olayda yer almışsın” dedi.
Devrimci bir gö rev, devrimci bir sorumluluktu. Yerine
getirilmesi gereken bir gö revdi.
45
SİS
Harun-Cemal Şerik-arkadaş
46
Binboğ aların eteklerinde doğ up bü yü dü m. O dağ ların
bü yü sü yle geçti çocukluk yıllarım, yıllarımız. Çü nkü oralarda
devrimcilik yapan ağabeylerimiz ve ablalarımız vardı. Devrimciliğ i
de onlardan ö ğ rendik. Çü nkü bir gü n onlar gibi olmak istiyorduk.
Ve o yü zden bir an ö nce bü yü yü p onlar gibi silahlı olarak
Binboğ alara, Engizeklere, Nurhaklara çıkıp devrimcilik yapmak
için can atıyorduk.
Çocukluğ umuz bu ve bunun gibi birçok hayalle sü slenerek
bü yü yorduk. O yü zden Çocukluk hayallerimden biri Binboğ alara
silahla çıkmaktı. Çü nkü o zaman anladığ ımız kadarıyla devrimcilik
yani elde silah dağ larda savaşmak, var olan zulme ve zalimlere
karşı savaşmak demekti. O yü zden hayallerimizden biri de bu
savaşa, savaşlara katılmaktı.
Bü yü dü k. Devrimci dü şü ncelerle tanıştık. Taşlı sopalı
kavgalara katıldık. Gö zlerimiz ö nü nde halkımız katliamlarda
geçirildi. Sonunda kendimizi her tü rlü haksızlıktan, zalimlerden,
işbirlikçilerden, ihanetçilerden intikam alma hareketi olan PKK
hareketinin içinde bulduk. Çü nkü ö zgü rlü ğ ü n ateşi dağ larda
yanmıştı. Dağ larda bir avuç insan tarafından yakılmıştı.
Beyinlerimizde, yü reklerimizde ve ü lkemizin orta yerinde kurulan
dü şman karakollarına bu ateşin etrafından kalkıp gelerek
baskınlar yaptılar. Ve o baskınlarda birlikte dağ lardaki ateş sayısı
da giderek arttı. Ö zgü rlü ğ e koşanların sayısı da artmıştı.
İşte bö yle ateşten yılların yaşandığ ı ve savaşın zirveye çıktığ ı
92 yılında harekete katıldım. Bir yıl sonra da ö nderlik sahasına
geçtim.
Bir yıl kadar da ö nderlik sahasında kaldım. Bir yıl kadar
ö nderliğ in eğitiminden geçtim. Eğ itim sonunda ö nerimi Gü neybatı
eyaletine yaptım. Ama Ö nderlik ö nce gerillacılığ ın daha etkin,
yetkin yine gerillacılığ ın mekanı, savaşın merkezinin Botan
olduğ unu bir sü re kalıp tecrü be aldıktan sonra Gü neybatı
Eyaletine gitmem durumunda daha iyi olacağ ını sö yledi.
47
SİS
48
Ama ben bü yü k bir kararlılık ve azimle kısa sü re içinde 90 kg
ağırlıktan 60 kg’ye dü ştü m.
Kısa sü rede gö sterdiğ im çaba ve yoldaşlarımın yardımlarıyla
yaşama, dağ a uyum sağ ladım. Çü nkü kısa sü rede yapmak
istediklerim, istediklerimiz vardı. Oda dü şmanla hesaplaşmaktı. Bu
hesaplaşma uzun sü reli yaşama ve dü şü nme biçiminde değ ildi.
Ö nderliğ e, partiye bü yü k bir inanç oluşmuştu bende. Ö nderliğ in,
partinin çabalarına karşılık kendimi, kendimizi borçlu his
ediyorduk. O yü zden kısa sü rede birkaç etkili darbe vurmak her
gerillanın olduğ u gibi benim de bü yü k bir isteğ imdi. Sert savaş
yıllarıydı. O yü zden kendime en fazla bir yıllık bir ö mü r biçmiştim.
Biçtiğ im bu kısa ö mü r sü resinde dü şmanla hesaplaşmak
istiyordum.
Zorlu bir yü rü yü şü n ardından Botan’a ulaştık. Botan’da
henü z birkaç gü nü mü z geçmişti ki başka bir yerdeki bir çatışmada
bir arkadaş yaralanmıştı. O arkadaşın tedavi ihtiyacı vardı.
Bulunduğ umuz koşullarda da tedavi edilmesi zordu. Çü nkü
yaraları ciddiydi. Arkadaş tedavisi için Gü ney’e geçirilmesi
gerekiyordu. Onun için ö nce Besta’dan Cudi’ye geçirilmesi
gerekiyordu. O arkadaşın geçirilmesi gö revini bizim arkadaşlar
aldı. Onun için bizimle bir toplantı yapıldı. Toplantıda bu kutsal
gö rev için bir grup arkadaşın gö revlendirilmesi gerektiğ i belirtildi.
Bu gö rev için benimde içinde olduğ um bir grup arkadaş kendimizi
ö nerdik. 8 kişilik bir grup olarak belirlendik. Dağ ve savaş
koşullardır yaşadığ ımız. Onun için o arkadaşı taşımak için elimizde
her hangi bir aracımız da yok. Bizden ö nceki arkadaşların
yaptıkları gibi bizde arkadaşımızı sırtımızla taşıyacağ ız. Onun
iniltilerini yıllarca kulaklarımızda çınlayacak. Belki daha
ulaştırmamız gereken yere ulaştırmadan herhangi birimizin
sırtındayken şehit dü şecek. O acıdan inlerken bizde ona acılarını
dindirmek için yapabilirsek ü lkemizin gü zelliklerini,
arkadaşlığ ımızın gü zelliklerini, yoldaşlığ ımızı ö zgü rlü ğ ü n gü zelliğ i
anlatacağ ız. Çok zaman kaybetmeden yola çıktık. Yaralanan bir
bayan arkadaştı. Gü zelce gerillanın taşıma sedyesi olan ve Darbest
49
SİS
dediğ imiz araları Şutıkle ö rü len iki ağ açtan oluşan bir sedye
yaptık. Her seferinde iki arkadaşın alıp omuzlarında taşıdığ ı bir
şekilde yol alıyorduk.
Bir akşam ü zere yola çıkmıştık. O gece sabaha kadar
yü rü dü k. Sabahın ilk ışıklarıyla Cudi ile Besta arasında kalan bir
yere ulaşmıştık. Araziyi tanıyan arkadaş bizi bir yere gö tü rerek
orada kalabileceğ imizi sö yledi. Kalacağ ımız yer çok sık olmasa da
ormanlık bir dere kenarıydı. Amacımız gü nü orada geçirdikten
sonra gece yine yolumuza devam etmekti. Yorulmuştuk. O yü zden
de arkadaşlar dinlenmek için oldukları yere uzandılar. Bir arkadaş
nö bete çıkarıldı. Bende olduğ um yere uzanmıştım. Ama daha
uyumamıştım. Etraftan seslere gelmeye başladı. Seslerin
gelmesiyle birlikte doğ rulup sesin geldiğ i yö ne doğ ru bakmaya
başladım. Ama gö zlerime inanamadım.
Çü nkü dü şman askerlerinin yanımıza kadar sokulduğ unu
gö rdü m. Yanımdaki arkadaşlara ses çıkarmamak için dokunarak
kalkın dü şman geldi dedim kısık bir sesle. Daha arkadaşlar
kafalarını kaldırmadan askerler bizim olduğ umuz yeri gö rdü ler.
Arkadaşlar daha tam toparlanamamışlardı. Ben kalkarken silahımı
da almıştım. Ama ne yapacağımı bilmiyordum. Dü şmana karşı
savaşmaya gelmiştik. Ama nasıl savaşacağ ımı bilmiyordum. Bu
konuda bir tecrü bem yoktu. Henü z bir eğ itim de almamıştım. Bir
an ne yapsam iyi olur, ne yapmam gerekir diye dü şü nmeye
başladım. An diyorum ama bu andan da ö te kısa bir zaman
dilimidir. Çü nkü gerillada her şey çok hızlı bir şekilde gelişiyor.
Komutanımız olan Karker arkadaş “elindeki silahtır
karşındaki da dü şmandır ne duruyorsun vursana” diye seslendi
bana. Komutanımız talimatını verdikten sonra tetiğ e asıldım.
Silahın ateşlenmesiyle elimin tetiğ e gitmesi arasında birkaç saniye
geçmişti sadece. Ama bana yıllar geçti gibi geldi. Çü nkü ilk kez
dü şmanı vuruyordum. İlk mermi patladıktan sonra rahatladım.
Bana sanki yıllardır dü şmana karşı savaşıyormuşum gibi gelmeye
başladı.
50
Dü şman etrafımızı sarmıştı. Diğ er arkadaşlar da silahlarını
alıp mevzilendiler çatışma başladı. Mevzilenme dediğ im de ö yle
taşlardan, kayalardan mevzi yapma biçiminde değ il. Kendi
etrafımızda birbirini savunma temelinde bir çember oluşturduk.
Çü nkü etrafımız kuşatılmıştı. Durumumuz fazla iyi değ ildi. Ama
gerilla olarak bir fedai topluluğ u olduğ umuz, ö nderlik
felsefesinden hareketle son mermilerimize kadar direnecektik. Ne
sağ dü şmana teslim olacaktık ne de kolay kolay ö lü me teslim
olacaktık. Son mermimize kadar yaşamanın ve kurtulmanın
koşullarını yaratmaya çalışacaktık. Çok fazla kurtulma şansımız da
gö rü nmü yordu. O zaman iyi çatışmamız gerektiği, dü şmana ağ ır
darbeler vurmamız gerektiğ i şeklinde dü şü nü yorduk hepimiz. Bu
dü şü ncelerle çatışmayı sü rdü rü rken, o sırada biraz uzağ ımızda
yaptığ ımız Darbestin ü zerinde yatan yaralı arkadaşa dö ndü m.
Sanki birileri bana ona bak demişti.
Yanına bırakılan bombasının elinde ve pimini çekmekle
uğ raştığ ını gö rdü m. Onu ö yle gö rü nce “ne yapıyorsun Heval”? diye
bağ ırmayla birlikte yerimi de değ iştip yanına gittim. Bomba daha
elindeydi ve pimini de çekmişti. Bombanın patlamaması için sıkıca
elini tuttum. Henü z bomba da kullanmamıştım. Ama teorik
eğitimini almıştık. Bombanın nasıl patladığ ını, piminin nasıl
çekildiğ ini biliyordum. Bü tü n bunları dikkate alarak yavaşça
bombayı elinden aldım. Yanından beş metre kadar uzaklaştıktan
sonra, bize en yakın olan dü şman gü çlerinin ü zerine fırlattıktan
sonra yanına dö ndü m. Yanında patlayıcı madde olarak başka bir
şeyin olup olmadığ ını sordum. “Elimdeki tek şey olan bombayı da
aldın” diyerek çok kızdığ ını belli ediyordu. “Hiç korkma Heval, hiç
bir şey olmayacak ve hepimiz kurtulacağ ız. Hem de dü şmana ağır
darbeler vurarak bu çemberi kıracağ ız” dedim. Aslında
kurtulacağımıza dair çok fazla bir umudum da yoktu. Tam da o
sırada grup sorumlumuz arkadaş da yanımıza geldi ve ne var diye
sordu. Herhalde o arkadaşın elinden bombayı gö rmü ştü ya da
orada bir şey olduğ unu fark etmişti. Bir şey yok diye cevap
vereceğ im bir anda telsizden ses geldi. Heval Heval, Açık Cihaz,
51
SİS
52
dü şman bizim olduğ umuz taraftan geri çekildi. Arkadan onları
kuşatmaya başlayan arkadaşlara karşı kendilerini savunmak
zorunda kalmışlardı. Arkadaşlar birçok yerde gü venlik almışlardı.
Birkaç tepeyi tutmuşlardı. İki arkadaş da yanımıza kadar geldi.
Durumumuzu sordular. O kadar yakından ve ağ ır silahlar
kullanılmasına rağ men hiçbir arkadaşımız yara almamıştı. Gelen
arkadaşlar Heval Adil’in yaralı arkadaş varsa onlara
gö ndermemizi, gü venliğ imizi aldıklarını yerimizden hareket
etmememiz şeklindeki talimatını getirmişlerdi. Ayrıca vereceğ i
habere gö re hareket etmemiz gerektiğ ini sö ylemişti. Yerimizde
kaldık. Ö ğ lene kadar Heval Adil’in verdiğ i talimattan ö tü rü
yerimizde kaldık. Ö ğ leden sonra Heval Adil birkaç arkadaşla
birlikte çıkıp yanımıza geldi. Çü nkü dü şman arkadaşların etkili
vuruşlarına dayanamayıp geri çekilmişti.
Bizde oradan çıkıp Heval Adil onların kaldığ ı noktaya geçtik.
O gü n onların yanında kaldık. Ertesi gü n bizim gruptan iki arkadaşı
çıkarıp yerine bö lü ğ ü nden iki arkadaş bize verdi. O şekilde
yolumuza devam ederek o arkadaşı sağ lam bir şekilde tedaviye
gö nderilmesi için Cudi’ye ulaştırdık. Arkadaşı ulaştırdıktan sonra
sağ lam bir şekilde geri yerimize dö ndü k.
Bu olayla arkadaşlığ ın gü çlü bağ larına tanıklık ettim. Ve bu
dağ larda arkadaşlarla yaşamın yarattığ ı gü cü gö rdü m.
X X X
53
SİS
54
zorladığ ımızı anladık. Aslında bunu da o tavırlarıyla bize anlattı. O
arkadaş o durumuyla ne bir gü n gruptan koptu, nede herhangi bir
arkadaşa yü k oldu -ki o yol sü resi boyunca ona yakın operasyona
takıldık, iki sefer pusuya dü ştü k- o yapısıyla kendisini Erzurum’a
ulaştırmaya kilitlemişti. O arkadaşın o bü yü k iradesine tanıklık
ettim. O yü zden tü m arkadaşlarda bü yü k bir saygı uyandırdı.
Yaşamda duruşu ve katılışıyla etkili bir arkadaştı. Bizimle
Erzurum’a kadar gelip ulaştı. Hani derlerle Erzurum topraklarında
gerillacılık yapmak olan muradına ulaştı. Bir yıl da kaldıktan sonra
şehit dü ştü ğ ü nü ö ğ rendim. Bü yü k ö zlem duyduğ u, sevdiğ i o
topraklara ulaşmıştı. Bu bende iz, etki ve gü zel şeyler bırakan
kararlılık ve iradeli olmanın insana nereler yaptırabileceğ ini
gö steren kısa bir yol anısıydı.
55
SİS
56
vermek zorundayız” diyerek bizi gö nderdiler. Karargahta yerini
değ iştirecekti. O yü zden biz hayvanları almak için yola çıkarken
karargahta oradan ayrıldı. Yola çıktık ama her yer dü şman
tarafından tutulmuştu. Dü şman kuşatması altında yü rü yorduk.
Ama Kü rdistan dağ larının koruyucu melek gibi insanı koruyan
kolları altındaydık. Kayalıklar, vadiler ve sık ormanlıklar dü şman
içinden gö rü nmeden yol almamızı sağ lıyordu. Dü şmana
gö rü nmeden, gö rü ntü vermeden gidip hayvanları bıraktığ ımız
yerde bulduk.
Hayvanları yanımıza aldık. Hayvanları aldıktan sonra
karargahın bize verdiğ i buluşma yerine gidecektik. Ancak biz
hayvanları yanımıza alıp gitmeye hazırlanana kadar dü şman
gideceğimiz yeri de tuttu. Bundan dolayı gitmemiz gereken yere
gidemedik.
Arkadaşlara ulaşamayınca yeni bir planlamaya gitmemiz
gerekiyordu. Oturup arkadaşlarla bir planlama yaptık. Yaptığ ımız
planlamaya gö re hayvanların ele geçmemesi için sık ormanlıklı bir
alanda bağ layıp biraz onlardan uzaklaştıktan sonra gizlenmeyi
esas alacaktık. Yaptığ ımız planlamaya gö re hareket etmek için
hayvanları bağ ladıktan sonra onlardan biraz uzaklaşmak için yola
çıktık.
Yola çıkışımızla birlikte çok şiddetli bir yağ mur başladı.
Sonbahar yağ murlarıydı. Ne zaman başlayacakları ne zaman
duracakları belli olmayan yağ murlardı. Gö kyü zü nü n maviliğ i yerini
siyaha bırakmıştı. Hava kararmıştı. Zifiri bir karanlık basmıştı her
yeri. Hava soğ uktu. En gencimiz ve henü z yeni bir savaşçı olan Axin
arkadaş soğ uktan titriyordu. Aslında hepimiz ü şü yorduk. Ama
nede olsa hem yaş hem de dağ daki yılların bize ö ğ rettiklerinden
ö tü rü idare ediyorduk. Bir arkadaş kefiyesini çıkarıp Axin arkadaşa
verdi. Utanarak, sıkılarak aldı. Çü nkü hepimizin koşulları aynıydı.
Alırsa veren arkadaşın da ü şü yeceğ ini dü şü ndü . Kaldı ki ü şü yordu
da. Ama yılların o arkadaşa ö ğ rettikleri vardı. O yü zden belki
hepimizden daha az ya da daha fazla ü şü yordu. O çok ö nemli
değ ildi. Ö nemli olana orada kefiyesini çok ü şü yen ve en gencimiz
57
SİS
58
Dü şmanın ü zerimize doğ ru geldiğ ini sö yledi. Yağ mur toprağ ı
hamur gibi yoğ urmuştu. Toprak yumuşacık olmuştu. O toprak ve
çamurda yü rü yerek gelmiştik. İzlerimiz çıkmıştı. İz çıkararak
gelmiştik. Sabah çevreyi kontrol eden dü şman gö rdü ğ ü izlerimizi
takip ederek ü stü mü ze doğ ru geliyordu. Arkadaşın o bilgiyi
vermesiyle birlikte çantalarımızı sırtlayıp hareket hazır halde
bekledik. O anda doğ al bir şekilde iki gruba ayrıldık. Toplam
sayımız sekiz kişiydi. Biz dö rt arkadaş yamaca vurduk diğ er dö rt
arkadaşta dereye vurdular. Gece boyu yağ an yağ mur suyu çok
yü kseltmişti. Hırçın bahar selleri gibi akıyordu dere. Yamaçtan
yukarıya doğ ru biraz yü rü dü kten sonra bir yerde durduk. O sırada
derenin içinden geçen arkadaşları gö rdü k. Kemal arkadaş Axin
arkadaşı omzuna almış yü rü yordu. Birkaç arkadaş bir ağ ızdan onu
çağ ırdık. Ama suyun gü r ve hırçın sesi onun sesimizi almasını
engelliyordu. Yamaçtan yolumuza devam ettik. Ö nü mü zde kü çü k
bir sırt vardı. O sırta doğ ru yü rü yorduk. Bir iki arkadaş geçti, biz ü ç
arkadaş takılı kaldık. Ö nden geçen arkadaşlardan sonra birkaç
dakika içinde biz o kü çü k sırtın boğ azına ulaşana kadar dü şman
ü stü mü ze kadar gelmişti. Zaten o boğ azı yoğ un ateş altına almaya
da başladılar. Orayı geçemedik. Ve o andan sonra da geçemezdik.
Mermilerden korunmak için oradaki kü çü k bir taşın arkasına
geçtik. Taşın arkasına geçip beklemeye başladık. Bizi gö rmü şlerdi.
Çü nkü durmadan o taşa ateş ediyorlardı. Arkasında olduğ umuz
taşı yoğ un ateş altına almışlardı. O andan sonra da ne geri
gidebiliyorduk nede ileri.
Ne orayı geçip ileriye doğ ru gidebiliyoruz. Ne geldiğ imiz
yoldan geri dö nebiliyoruz. Ü stü mü zde dü şman var. Arkamızda ise
korkunç bir uçurum vardı. Dü şman sadece bize ateş etmiyordu.
Bizim bulunduğ umuz yerle birlikte sü rekli vadiyi de ağır ve ferdi
silahlarla dö vü yorlardı. Bizim içinde olduğ umuz korkunç duruma
rağ men hepimiz Kemal arkadaşla vadiye doğ ru giden o genç,
coşkulu, moralli kü çü k arkadaşımız Axin’i dü şü nü yorduk.
Kendimizi değ il onu ve onu yanında gö tü ren Kemal arkadaşı
dü şü nü yorduk. Ona ait bendeki son gö rü ntü Kemal arkadaşın
59
SİS
60
havayı kapattı. Birkaç damla yağ mur da attı. Biz de hafiften
ıslandık.
Askerler yerini değ iştirdikten sonra Kobra helikopteri geldi.
Vadinin içinde iki tur attıktan sonra geri gitti. Ü st taraftaki dü şman
ise kendimizi on metre kadar alt tarafına bıraktığ ımız ve ilk ateşte
arkasına sığındığ ımız taşı vurmaya devam ediyordu. Kobra
helikopterinin gelip gitmesi, yine askerlerin bir sü re karşımızda
mevzilendikten sonra gitmelerinden gö rü ntü mü zü kaybettiklerini
anlamaya başladık. Karşılarında kayanın ü stü nde ama kaya ile bir
olmuş bir şekilde olmamıza rağ men bizi gö rmemişlerdi.
Zaman zorda olsa geçiyor. Geçmek istemese de geçiyor.
Zaman geçtikçe sağ kalacağ ımıza dair umudumuz artıyor. Zaman
geçtikte yaşama umudumuz artıyor. Ö ğ leden sonra oldu.
Umudumuz daha da artmıştı. Saatler geçmeye devam ediyor.
Saatler geçtikçe bizde o taşı tutunduğ umuz şekli almaya devam
ediyoruz. Ellerimiz donmuştu. Ö ylece taşa yapışıp kalmıştık.
Akşama kadar ö yle kaldık. Çü nkü dü şman vadinin içinden ve ü st
tarafımızdan akşama kadar çekilmedi. Akşama doğ ru dü şman artık
araziye rastgele ateş etmeye başladı. Artık sık ve yoğ un ateş değ il
de seyrek bir şekilde ateş ediyordu. Akşam oldu. Karanlık bastı.
Ama oradan nasıl çıkacağ ımızı dü şü nü yoruz bu sefer. Tamam,
dü şmandan kurtulduk ama buradan nasıl kurtulacağ ız? Diye
dü şü nü yor, kendimize sorular soruyoruz. Bayan arkadaş biraz
daha ü st tarafımızda kalmıştı. Ben ve Şiyar hareket edemiyoruz.
Bayan arkadaşa “heval sen çıkabiliyor musun?” diye sorduk. Ama
o da çıkamıyordu. Nasıl yapacağ ız diye dü şü nü p tartışırken ü st
tarafımızdan ses gelmeye başladı. Şehit Dılbirin arkadaşın sesini
tanıdık. Ama bayan arkadaş ise “heval ü stü mü ze geldiler” dedi. Ben
“Dilbirin arkadaşın sesidir” dedim. Bayan arkadaş “o zaman
dü şmanı ü stü mü ze getirdi” dedi. “Heval hele dur dinle arkadaş ne
sö ylü yor anlamaya çalış ö nce” dedim. Arkadaşın sesi biraz daha
yakınlaştı. Çevrede dü şman olduğ undan sesini çok fazla
yü kseltmek de istemiyordu. Bizden ö nce geçen arkadaşların da bir
yerde gizlendiğ ini ve gizlendikleri yerden bizi gö rdü klerini
61
SİS
62
kurtulan arkadaş gelip bize ulaşınca ö ğ rendik. O gelene kadar biz o
arkadaşların hepsinin kurtulduğ unu dü şü nü yoruz.
Arkadaşlara ulaştık. Bizim diğ er gruptaki arkadaşlar yoktu.
Aradan iki gü n geçmişti. Bir grup arkadaşla onları aramaya gittik.
Axin arkadaşı Kemal arkadaşın bıraktığ ı yerde cenazesini gö rdü k.
Beli kırılmış, gencecik bedeninin oynatamayan genç yoldaşımızın o
durumuna rağ men ona kıymıştı dü şman. Kemal ve diğ er arkadaşın
da cenazelerini bulup gö mdü kten sonra geri dö ndü k. Ama bizim
gruptaki ve ilk dü şman taramasında kendisini alt tarafımıza
bırakan arkadaşı bulamadık. Kayboldu. O arkadaşı arıyoruz. Ne
cenaze var ortada, ne ondan bir iz buluyoruz. Teslim olduğ una dair
herhangi bir bilgi de alamadık. Bizim alt tarafımızdaki kayalığ ın
altına kadar geldiğ ini gö rdü k. Dü şman da oraya inmedi. Orayı
vurmadılar da. O arkadaşa bir şey olmaması lazım diye
dü şü nü yoruz. Ama arkadaşa ilişkin herhangi bir ize ulaşamıyoruz.
Birkaç gü n boyunca her yeri arayıp taradık. Hiçbir şey bulmadan
karargaha geri dö ndü k. Birkaç gü n sonra arkadaşlar sırf o arkadaş
için bir grup daha gö nderdiler. Yine sonuç alamadık. O arkadaşı
bulamıyoruz. Arkadaşlara bir kez daha oralara gitmek istediğ imizi
sö yledik. Artık sağ değ il de en azından cenazesini bulalım dedik.
Akşam ü zere ü ç arkadaşlık bir grup olarak yola çıktık.
Arkadaşlardan yani karargahtan iki ya da ü ç saat kadar
uzaklaşmıştık patikadan birinin bize doğ ru geldiğ ini gö rdü k.
Uzaktan ö nce tanımadık. Dü şman değ ildi. Bu dağ larda kö ylü de
yok, olsa da tek kişi gü nü n bu saatinde ve burada ne arıyor
diyoruz. O yü zden kö ylü nü n olmasına da ihtimal vermiyoruz. Bir
dü rbü n atıp kim olduğ unu anlamaya çalışalım dedik. Dü rbü n atan
arkadaş, “elbiseleri bizimdir. Arkadaştır ama tanıyamadım” dedi.
Hızlanarak ona doğ ru biraz daha ilerledik. Biraz daha yakınlaşınca
o arkadaş olduğ unu gö rdü k. Elindeki iki kiloluk bal tenekesiyle
boynumuza sarıldı. Yaklaşık bir haftaydı bizden kopmuştu. Bir
hafta boyunca aç kalmıştı. Oradan çıktıktan sonra bildiği bir
depoya gidip elindeki iki kiloluk balı alıyor. Çü nkü onu alamazsa
yü rü yemeyeceğ ini dü şü nü yor. Birbirimize sıkıca sarılıp onu
63
SİS
X X X
64
musun diye sordu. Ö nderlik bunları sö ylediğ i an çocukluk
hayallerim yeniden gö zlerimin ö nü nden geçti. Çocukluğ um
gö zlerimin ö nü nde canlandı. Çü nkü onları gerçekleştirme
imkanlarının gelip beni bulduğ unu fark ettim. Tabii ö nderliğ in
sayesinde bu gerçekleşiyordu. Kanatlanıp uçacak gibiydim.
Sevincimden ne diyeceğimi bilemiyordum. Ö nderlik gö zlerimdeki
sevinci okuyordu adeta. Birkaç dakikalık bir suskunluktan sonra
evet başkanım istiyorum dedim. “Tamam o zaman hazır ol, çü nkü
bir sü re sonra gidersin” dedi. Ö nderliğ in dudaklarından bu sö zler
dö kü lü r dö kü lmez kafamda oraya nasıl ulaşacağ ımın planlarını
yapmaya başladım. Akademiye gelmeden ö nce yaralanmıştım.
Zaten akademiye, ö nderlik sahasına gelmemin bir nedeni de tedavi
olmaktı. Yaralarım henü z tam iyileşmemişti. Sevinçten hemen
hazırım başkanım dedim. Ö nderlik “daha iyileşmediğ imi, hala
topalladığ ımı sö yledi. İyileşince gidersin” dedi. Bahara doğ ru
eğitim bitmeden ö nce grubumuz oluşturuldu. Yirmi kişilik bir
gruptuk.
98 yılı ilkbaharında akademiden ilk grup olarak biz çıktık.
Yolumuz uzundu. Erkenden gidip ulaşmamız gerekiyordu.
Erkenden çıkmamızın nedenlerinden biri de baharla birlikte
gideceğimiz alanın yolunun açılmaya başlamasıdır. Diğ er
eyaletlerin ö yle değ il; çü nkü karlı dağ lar, engin yaylalar, bü yü k
çaylar ve nehirler aşılması gerekiyor. Ama gideceğ imiz yolda da
yü ksek dağ lar, nehirler vardı. Fakat bahar mevsiminde yolumuzu
engelleyecek kadar etkili değ ildi. Bir tek engelimiz vardı; oda
dü şmandı. Yolumuz uzundu. Çü nkü Amanoslar’a oradan,
Nurhaklara oradan Engizekler oradan da Binboğ alar’a kadar
gidecektik.
Grubun yarısı Amanoslarda kalacaktı. Biz diğ er yarısı da
Gü neybatıya geçecektik. Uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra ö nce
Amanoslara vardık. Yolda o kadar çok şey yaşadık ki bunları
anlatsam gü nlerce bitmez. Çok değ erli bir yoldaş vardı.
Kuryemizdi. Yol bilen tek arkadaştı. O yolda şehit dü ştü . Kuryesiz
kaldık. Doğ rultuyu bildiğ imiz ve birde eskide olsa haritamız olduğ u
65
SİS
66
Bir gü n çeşitli gö revler çıktı. Keşif, eylem, erzak gö revleri çıkmıştı.
Eski arkadaşların hepsi, bir de o yeni savaşçılardan ikisini de
yanlarında gö reve gö tü rdü ler. Biz ve dö rt yeni savaşçı kalmıştık
noktada. Adını cennet noktası koyduğ umuz bir noktamız vardı.
Gerçekten de cennet gibi bir yerdi. Gö ksu çayının birkaç metre
ü stü ndeki bir vadideydi. Çınar, meşe, sö ğ ü t ağ açlarının iç içe
olduğ u sık bir yerdi. Buz gibi suyu olan bir çeşmesi vardı. Soğ uk
çeşmemizin hemen on metre kadar ü st tarafında yer altından
kaynar suyun fışkırdığ ı bir çeşme vardı. Bir tarafından soğ uk, diğ er
tarafından sıcak suyun aktığ ı bir şekilde bir yer dü zeltip nokta
yapmıştık. Geceyi orada geçirdik. Sabah olunca keşif yapmak için
ü st tarafımızda olan kayaya çıktım. Yeni aldığ ımız savaşçılara daha
rojbaş çekmemiştim.
Bir yandan dü rbü nle keşif yapıyor, diğ er yandan da telsizden
dü şmanı dinliyordum. Dü şman hareketliydi. Çok geçmeden
hareketliliğ inin bizim bulunduğ umuz vadinin içinde olduğ u ve
zaten birkaç dakika sonra da vadinin her iki tarafındaki
patikalardan kollar şeklinde operasyon amacıyla çıkmış
olduklarını gö rdü m.
Bize doğ ru geliyorlardı. Orada çok fazla zaman kaybetmeye
gerek yoktu. Hemen aşağ ıya inerek o gençleri de uyandırdım.
Onlara bir şekilde silah temin edip vermiştik. Eğ itim olarak da
nasıl kullanabileceklerini gö stermiştik. Ü rkmemeleri için de
dü şmanın olduğ unu hemen sö ylemedim. Biri çay yapmak istedi.
“Hayır gerek yok, ateş yakma arazide dü şman var” dedim. Bir iki
dakika daha geçtikten sonra “silahlarınızı alıp arkamdan ve çok
dikkatli bir şekilde gelin” dedim. Uygun bir yere kadar gittiğ imizi
dü şü nerek “ikisini bir yere diğ er ikisini de bir başka yere
mevzilendirerek burada bekleyin” dedim. Ama ondan ö nce
vadiden kobra sesleri gelmeye başladı. Çok geçmeden de
gö rebileceğ imiz bir yere geldiler. Beş tane birden kalkmıştı. İlk
defa Gü neybatıda operasyonlarda kobralar kullanılıyordu. Yeni
katılanlardan birine Cuma adını vermiştik. Çok temiz biriydi.
Elbistanlı ve ü niversiteden katılmıştı. Hem cesaretli hem de
67
SİS
68
geçirmiyorlardı. Yamaçları da arama taramadan geçirmek için
bü yü k bir gü çle gelmeleri gerekiyordu. Kendimiz kurtulduk diye
dü şü nmeye başlayınca, bu kez doğ al olarak diğ er arkadaşlar için
endişelenmeye başladık. Ö ğ leden sonra oldu. Biraz daha bekleyip
akşamü zeri olduktan sonra yerimizden hareket etmeyi planladım.
Daha ö nce belirlediğ imiz bir buluşma noktası vardı, oraya gitmeyi
dü şü nü yordum. Zaten dü şman operasyonu olmasaydı da o gece
oraya gitmek için hareket edecektik. Akşamü zeri olmuştu ama
hava daha aydınlıktı. Hareket ettik. Arazi uygundu, bir de
yakınlarımızda dü şman yoktu. Buluşma yerimize doğ ru birkaç saat
kadar yü rü dü k. Buluşma noktamızın yakınına gelmiştik.
Yanımdaki arkadaşlara, “heval siz oturun ben kontrol edip
geleyim” dedim. Engizek arazisi sanki gerilla için yaratılmış. Sık
ormanlık ve kayalıklıdır. Kayalıklı yerleri labirentler gibidir. Bu
araziye biraz hakim olan bir insanın kendisini koruyamaması
dü şü nü lemezdi. Direk buluşma yerine gitmemeyi dü şü ndü m.
Zaten bu bir gerilla kuralıydı. Ö yle durumlarda tedbir almadan
hareket etmek gerillacılığ a aykırıydı. O anki tedbir her ihtimali
dü şü nerek nokta kontrol edildikten sonra gitmekti. Tabii
arkadaşlar oradaysa gidecektik. Orada olmadığ ına gö re gitmemize
gerek yoktu. Kontrol etmeden gitmek iyi değ ildi. Nokta yerine
gidip kontrol ettim ama kimse yoktu. Arkadaşlar gelmemişti. Geri
dö ndü m.
Noktayı uzaktan gö rebileceğ imiz bir şekilde kalabileceğ imiz
bir yer bulup oraya gittik. Geceyi orada geçirdik. Orada arkadaşları
bekliyoruz. Gü n boyu orada bekledik. Akşam oldu ama arkadaşlar
yine gelmediler. Belirlediğ imiz ikinci randevu yerine gitmek için
hareket ettik. Gideceğ imiz ikinci randevu noktasına vadiden
geçerek gitmemiz gerekiyordu. Hava da daha kararmamıştı.
Derecikten kendimizi aşağ ıya, vadinin içine doğ ru bıraktık.
Daha birkaç metre gitmeden dü şman gü çlerinden bazıları diğ er
gruplarlına telsizden çok açık bir şekilde beş kişi bize doğ ru
geliyorlar diyerek başka bir gruba haber verdi. Aralarındaki bu
muhabereyi duyunca olduğ um yerde durdum. Sö z ettikleri beş kişi
69
SİS
70
kurtulan olmaz, onu biliyorum. Yeni katılan o gençleri
koruyamama kaygısını yaşıyorum. Başka bir şeyin kaygısı değ il
yaşadığım. Bu arada taşın arkasında mevzilendik. Etrafımız tam
tutulmuştu. Hareket edemezdik. Hareket için havanın kararmasını
beklememiz gerekiyordu.
Askerler ü zerimize gelemediler. İki tane korucuyu
gö nderdiler. Onlarda birkaç adım attıktan sonra geri dö ndü ler. Ve
komutana “biz gitmiyoruz, askerlerini gö nder” dediler.
Komutanları bu sefer iki tane asker gö nderdi. Onlarda birkaç adım
attıktan sonra oldukları yerde durdular. Telsiz konuşmasından
operasyonun koordinesini yakımıza geldiğ ini anlıyorum.
Durmadan kü fü r ediyordu. Cevap vermiyordum. Sonra telsizden
“bu sefer elime geçtin kurtuluşun yok” diye anons yaptı. Artık
elimden kurtulamazsın diyordu. “Bizim cenazelerimizi almak
istiyorsan ve o kadar cesaretin varsa kendin gel ü zerimize. Neden
askerleri ve korucuları gö nderiyorsun” dedim.
Yeniden kü fü r etmeye başladı. “Ben hiç kü fü r ediyor
muyum?” dedim. “Neden utanmadan kü fü r ediyorsun? Korkak
insanlar kü fü r eder” dedim. “Bu sefer elimden kurtulursan yarın
gidip istifa ederim, edip bu alandan ayrılırım.”
Aramızda bu diyalogun geçtiğ i kişi Nurhak’ın komutanıydı.
“Tamam, ama sö zü nde durmasan seni ben ö ldü rü rü m” dedim.
“Tamam” dedi. “Ama ö nce sen buradan kurtul gö reyim” diyordu.
Gece on ikiye kadar orada kaldık. Arada bir mermi atıyorlar.
Aydınlatmak için ışıldak atıyorlar. Kü fü r ediyorlar. Ama ü zerimize
gelemiyorlardı. Onların amacı gü ndü z olana kadar bizi orada
tutmaktı. Saat on ikiyi geçti. Çantaya bağ lı bir çaydanlık vardı. Onu
açıp ses çıkarmadan yere bıraktım. Arkadaşları ses çıkarmamaları
konusunda sıkı sıkıya tembih ettim. “Çıkaracağ ınız en kü çü k ses
imha olmamız demektir” dedim. “Ben ne yaparsam sizde aynısını
yapın” dedim. “Ö nce elinle yeri yoklar ses çıkaran şeyleri
temizledikten sonra elinin yerine ayağ ınızı bırakacaksınız” dedim.
“Benden uzaklaşmadan gelin” dedim.
71
SİS
72
sö yledikten sonra “heval biz kendimizi sağ lama aldık. Ellerinize
sağ lık. Sizde kendinizi sağ lama alın” dedim. Onlar da çıktılar
oradan. İki gü n sonra operasyon çekildi. Arkadaşlarla bir noktada
buluştuk. Biz değ il imha amaçlı ü zerimize gelen dü şman kayıp
vermişti.
Bu çatışma ve kuşatma o yeni arkadaşlar için de bü yü k bir
deneyim oldu.
X X X
74
Ay ışığ ı vardı. Dolunay vaktiydi. Dolunay tepemizde bir tepsi
gibi duruyordu. Geceyi gü ndü z gibi aydınlatmıştı. Arkadaşlara
dö nü p “heval içinizde tırpanla ot biçmesini bilen var mı?” diye
sordum. İki arkadaş “biz biliyoruz” dediler. Bu gece de buradayız.
Gü n boyu hepimiz birlikte o ihtiyarı izledik. Garibanın
yaşadıklarına tanık olduk. Bö yle giderse ihtiyar yoncasını kışa
kadar bitiremez. Ona yardım etmemiz gerekiyor. “O yü zden gidin o
tırpanı çıkarıp getirin, yaşlı adamın gü n boyu bir metre kadar alanı
biçemediği otları biçin” dedim. O iki arkadaş gidip ö nce tırpanı
çıkarıp getirdiler, sonra da yoncayı biçmeye başladılar.
Diğ er arkadaşlar da suyun başına oturdular. Kimi yü zü nü
yıkıyor, kimi ayaklarını, kimi çoraplarını yıkıyordu. Bir sü re sonra
bir gece ö nceden kaldığ ımız noktaya gitmeye hazırlanırken o iki
arkadaşa “heval siz sabaha kadar yoncayı biçersiniz” dedim.
“Tamam” diyerek onlar işine devam ettiler, biz de noktaya
dinlenmeye gittik.
Tarla çok bü yü k bir yer değildi ama arkadaşlar sabaha kadar
bitiremediler. Sabaha doğ ru tırpanı aldıkları yere koyduktan sonra
onlar da yanımıza noktaya geldiler. Ama yarısından fazlasını
biçmişlerdi. Sabah oldu kö ylü ler tarlalarına geldiler. Bende
dü rbü nü aldım bizim ihtiyarı izlemeye başladım. Yoncasının
biçildiğ ini gö rü nce ne yapacak diye merak ediyordum. Dü rbü nle
onu izliyordum. Tarlaya girmeyene kadar dışarıdan tarlanın
biçildiğ ini fark etmedi. Tarlaya girince gö rdü . Olduğ u yerde durdu.
Etrafına baktı. Yukarılara baktı. Kimse gö rü nmü yordu. Başını
gö kyü zü ne doğ ru kaldırdı ö nce. Ardından dua edercesine ellerini
kaldırdı. Duadan sonra yine etrafına baktı, bakındı kimseyi
gö rmü yordu. Gitti tırpanı sakladığ ı yere baktı. Tırpanının da
yerinde olduğ unu gö rdü . Çaydanlığ ını, şekerini kontrol etti. Çıkarıp
baktı, geri yerlerine bıraktı. Geri dö ndü . Biçilen yere baktı
ortasında ayakta kaldı bir sü re. Ardından olduğ u yere oturdu.
Yaklaşık bir saat kadar ö ylece orada oturdu. Hiç hareket
etmiyordu. Gö rü nler ayin yaptığ ını sanırdı. Bir sü re daha geçtikten
sonra kalktı. Gö lgeliğ in altına gitti ve orada oturdu. O gü n hiç elini
75
SİS
76
oraya çalışmalar için gitmiştik. Çalışmalar da insanlarla yü rü tü lü r.
Yanıma soranca bilen bir arkadaşı da alarak noktadan indim.
Yanlarına doğ ru giderken ikisi birden durup tuhaf tuhaf bize
baktılar. Bunlar da kim, nereden çıktılar diyen bir ifade vardı
yü zlerinde. Ö ylece bizi izliyorlardı. Yanlarına gidip selam verdik.
Tam tesisatlı gitmiştik. İlk ö nce ü rperdiler. Biraz tedirginleştiler.
Biz gerillayız. Size bir kö tü lü k yapacak değ iliz. Korkmanıza gerek
yok dedik. Bunları sö yleyince korkuları biraz geçti. Tabii o ana
kadar ayakta duruyoruz. Bunları sö yledikten sonra “buyurun
oturun. Çay yapıyorum gelin bir çayımızı için” dediler. Oturduk.
Sö ze bir yerden girerek onlara kim olduğ umuzu, amacımızı, ne için
oralarda olduğ umuzu kısaca anlattık. Bizimle konuşan ihtiyarın
komşusuydu. “Evet, hayır, tamam vb” tü rden cevaplar veriyordu
sö ylediklerimize karşı. İhtiyar oturmuş hiç konuşmuyordu.
Komşusu bir şeyler sö ylü yor, soruyor bizde konuşuyoruz, cevap
veriyoruz. İhtiyar hiçbir şey sö ylemeden oturmuş bizi izliyor. Bir
çay içtik biraz daha sohbet ettik. Adam birden konuya girdi. “Ya
biliyor musunuz? burada bu son iki gü nde çok acayip bir şey oldu.
Bu olanlardan da bir şey anlamadık.” –“Ne oldu?” diye sordum.
Tarlasını biçtiğ imiz ihtiyarı gö stererek “bu garibanı gö rü yor
musunuz? Kimsesiz bir garibandır. Bu alt tarafta bir yonca tarlası
var. Bir adam tutup yoncasını biçtirmeyecek kadar fakirdir.
Kendisi de biçemiyor. Bu gü n geldi bana ü ç gü ndü r tarlayı geldiğ ini
ama çok az bir yer biçtiğ ini, bir gü n geldiğ inde yoncanın yarısının
biçildiğ ini, bu gü n de geldiğ inde tarlanın hepsinin biçilmiş halde
gö rdü ğ ü nü sö yledi. Kimin yaptığ ını bilmiyor. Bu devirde ö yle hayır
yapacak insanlar da yok. Durmadan tanrıya dua etmiş bu gü n.
Bü tü n eşyaları yerinde sağ lam duruyor. Oradaki bir parça
ekmeğ inin bile yerinde olduğ unu gö rmü ş. Adam deli olacak
neredeyse.” Komşusu bunu anlatırken o hiç konuşmadan bize
bakıyor. “Peki, ne diyor? Ne olmuş olabilir? Bunu kimin yaptığ ına
dair hiçbir fikri yok mu?” diye sordum. “Kö ylü vallahi bilmiyorum.
Oda bilmiyor. Zaten o yü zden dü şü nmekten deli olacak neredeyse.”
“Sence kim yapabilir” dedim. “Vallahi bu devirde kimse bö yle bir
77
SİS
Serhat ENGİZEK
78
İran Zindanından Bir Kaçış Hikayesi…
80
Akşam loşluğ u her yere hakim olmamaya başlayınca yola artık yola
çıkmaya hazırdık. Ancak havanın biraz daha kararmasını
beklememiz gerektiğ ini sö yledik.
Zaman biraz daha ilerleyince, gü n artık tü mü yle geceye
doğ ru akmaya başlayınca arabaya binip yola çıktık. Bir ö nceki gece
uyumamıştık. Çü nkü gü ndü z bizi geçirecek ilişkiyi zamanında
bulamamıştık. Gü ndü z ilişkiyi zamanında bulsaydık onun
gö stereceğ i yerde dinlenecektik. Uykusuz, yorgun, argın bir
haldeydik. Gü ndü z dinlenemediğ imiz için daha on dakika yol
almadan, kent merkezinden çıkmadan gö zlerimizden uyku akmaya
başladı. Uykusuzluktan gö zlerimizi açamıyorduk. O yü zden hangi
yoldan gittiğ imizi de gö remiyorduk. Ancak normalde kaçak yoldan
gitmemiz gerekiyordu. Arkadaşlar hep kontrollerin olmadığ ı kaçak
yolları kullanırlardı. O yoldan gittiğ imizi sanıyordum. Bir anda
Salmas’ın çıkışındaki yol gü venliğ inin yakınında olduğ umuzu fark
edince kaçak yoldan gitmediğ imizi anladım. Ama artık iş işten
geçmişti. Çü nkü artık kontrol noktasındaydık. Kontrol
noktasındaki askerler arabayı yani bizi durdurdular. Askerler
kimlik sormadılar. Sadece bagajı kontrol edeceklerini sö yledi.
Askerler kontrol etmek için bagaja doğ ru gidince panikleyen şofö r
gaza bastı. Bagajda da bir şey yoktu. Her şey çantanın içindeydi.
Çanta da arabanın içinde bizim yanımızdaydı. Yü z metre kadar
uzaklaşmadan askeri araçlar her yerden yolumuzu kesmeye
başladı. Askeri araçlara ulaşmadan ö nü mü zdeki son virajda
kendimizi arabadan attık. Yeni iki arkadaş tecrü besizliklerinden
ö tü rü hemen yakalandılar. Ben de kö yden uzaklaşmaya
çabasındaydım. Ama bulunduğ um yerde bırakalım dağ lık yerler
arkasına saklanabileceğ im tepecikler bile yoktu.
Dü z bir ovaydı. Askerler çok kısa sü re içinde her yeri
sardılar. Etrafımda oluşturdukları dar çemberin içinde kaldım. O
zamanlar daha İran ile ilişkiler çok fazla kö tü değ ildi. Yakalan
arkadaşları bir sü re sonra harekete teslim ediyorlardı. Bunu
dü şü nerek teslim oldum. Ama olayın şokunu yaşıyordum. Çü nkü
neye uğ radığ ımızı anlayamamıştım. Gerillada da çok fazla
81
SİS
82
da orada olduğ unu gö rdü m. O arkadaş benimle yakalan gençleri de
yanına almıştı. Onun dışında bizden kimse yoktu o cezaevinde.
Bahoz arkadaş 2002 yılında yakalanmıştı. Ceza vermişlerdi ve
Salmas cezaevine sü rgü n olarak gö ndermişlerdi. Arkadaşı gö rü nce
yeniden bir kişi de olsa arkadaşları gö rmenin sevinci olarak
gö zlerimden yaşlar dö kü lmeye başladı. Oraya gider gitmez
yakalanmamıza ilişkin arkadaşları bilgilendirmek için bir not
yazmak istedim. Bahoz arkadaş “yazdığ ı bir notla arkadaşları
bilgilendirdiğ ini sö yledi.” İki hafta kadar da orada tuttular. Orada
da hemen hemen her gü n istihbaratçılar soruşturma için gelip
gittiler. İki ay kadar bir sü re orada cezaevinde kaldıktan sonra bir
gece vakti beni cezaevinden alıp Urmiye’deki İstihbaratın
Karantina adını verdiğ i kendilerine bağ lı yere gö tü rdü ler.
Urmiye’de getirildiğ im yerde de hü creye attılar. Yirmi gü n
kadar da burada hü crede kaldım. Hü crede kaldığ ım için orada
arkadaşlar var mı yok mu bilmiyordum. Kaldığ ım yerde ışık yok.
Kapalı bir hü credir. Gece gü ndü z her zaman karanlıktır. Adamlar
bizi karanlığ a mahkum etmek istiyorlardı uygulamalarıyla. Yirmi
birinci gü n oradan çıkarıp aralarında benimle birlikte yakalan iki
gencin de olduğ u birkaç kişinin olduğ u bir başka yere aldılar.
Birlikte yakalandığım arkadaşların da olduğ u kısma beni aldıktan
sonra oranın sorumlusu çağ ırıp benimle konuştu. Bu konuşma da
bir tü r soruşturmaydı. Çü nkü bulunduğ umuz yer istihbaratın
yeriydi. İstihbarata bağ lı ve bizden yakalanan arkadaşların
tutulduğ u yerdi. Buradaki soruşturma da ağ ırlıklı olarak yanımızda
yakalanan malzemeler ü zerineydi. Çü nkü hala o malzemelerle
onlara karşı bir eylem girişiminde bulunmayacağımızdan emin
olmamışlardı. Doğ ruyu sö ylemediğ im sü rece beni oradan
çıkarmayacağ ını çok açık bir şekilde sö ylediler. Yaklaşık ü ç aydı
tutuklanmıştık. Yani İran devletinin askeri ve istihbarat gü çlerinin
elindeydik. Ama yakalandığ ımıza dair resmi hiçbir şey yoktu.
Çü nkü mahkemeye çıkarılmış değ ildik. Bir gü n geldiler bizi
mahkemeye çıkaracaklarını sö ylediler. Sö yledikleri gü n bizi alıp
gö tü rdü ler. Soruları da mahkeme başkanı sordu, sorduğ u soruların
83
SİS
84
Arkadaşız, birbirimize ö lü mü ne bağ lıyız. Birbirimizle yıllar
geçirmiştik. Birlikte kalmıştık. Ancak orada hangimizin
durumunun ne olduğ unu çok fazla bilmiyorduk. O yü zden
birbirimize karşı biraz da temkinli yaklaşıyorduk. Aradan bir hafta
kadar zaman geçti. Arkadaşlarla konuşuyor, tartışıyor, gidişatı
değ erlendiriyoruz. Yine İran ile ilişkileri ve ilişlerin sonuçlarının ne
olabileceğ i, bizi Tü rkiye’ye teslim edip etmeme ihtimali, partiye
verip vermeyeceklerini tartışıyoruz. İran daha ö nceki yıllarda çok
az sayıda arkadaşı Tü rkiye’ye teslim etmişti. Bize sizi ö rgü te
vereceğ iz demişlerdi. Ama Tü rkiye’ye verme ihtimalleri de vardı.
Çü nkü İran ile ilişkilerimiz eskisi gibi iyi değ ildi. Ayrıca Tü rkiye
İran ilişkileri bizim ü zerimizden yapılan ittifakla daha iyi bir
noktaya gelmişti. Ayrıca konjö ktü rel durum neyi gerektirseydi
İran’ın onu yapacağ ını biliyorduk.
Bü tü n bunları enine boyuna tartıştık. Bü tü n ihtimalleri gö z
ö nü nde bulundurarak ö rgü tü beklememize gerek olmadığı, bir
biçimde buradan kurtulmanın yollarını bizim aramamız gerektiğ i
noktasında gö rü ş birliğ ine vardık.
Bu da bir kaçış demekti. Ben nasıl kaçabiliriz, kaçmak için
nasıl bir ö rgü tlenme ve çalışmaya ihtiyacımız olduğ unu
dü şü nü rken meğer arkadaşlar ö nceden bazı hazırlıkları yapmışlar
bile. Kendileri buraya girdikleri gü nden itibaren burada bir
biçimde kaçmayı dü şü nmü şler, ona gö re kafalarında bir planda
yapmışlar, onun için bazı malzemeleri de bulmuşlar. Sadece
yapılması gereken planı uygulamaktır. Yani kaçış yolu olarak
gö rü len yeri açmak için çalışmaya başlamaktı.
Aradan bir sü re daha geçtikten sonra oturup bir planlama
yaptık. Planlamaya gö re ilk ö nce dü şmanın geliş gidiş saatleri
tespit edilecek ki bunu zaten biliyorduk. Onların geliş gidişlerinden
sonra sırasıyla yolu açmak için arkadaşlar çalışmaya başlayacak.
Planı sadece birkaç kişi biliyordu. Plana dahil olan arkadaşlar
çalışırken bilmeyenleri nasıl idare edeceğ imizi, kuşkulanmamaları
için neler yapmamız gerektiğ ini dü şü nü p kararlaştırdık. Bunu iki
amaçla yapıyorduk. Birincisi ne kadar az kişi bilirse deşifre olma
85
SİS
86
çalışmasını da başlattık. Çü nkü kutlamalar çok gü rü ltü ve patırtılı
oluyordu. Sonunda yirmi altı gü nlü k bir çalışmadan sonra duvarda
çıkabileceğ imiz kadar bir delik açtık. Newroz’a yetiştiremeyince,
bu kez Agit Arkadaşın şahadet yıldö nü mü ne yetiştirme gibi bir
planlamaya gittik.
Ve o gü nde de çıkmaya karar verdik.
Son olarak nasıl gideceğ iz diye kısa bir tartışma yaptık. Grup
olarak gitmek hiç doğ ru değ ildi. Çü nkü ö yle bir durumda herhangi
bir yakalanmada hepimiz yeniden yakalanacaktık. O zaman tek tek
çıkalım ve her çıkan arkadaş tanıdığı ilişkiye gitsin dedik. İlk ö nce
şu an adını hatırlayamadığ ım bir arkadaş çıktı. O arkadaştan sonra
Bawer arkadaş çıktı. Xeyri arkadaş ile birlikte o iki yeni savaşçı da
epey kilo almışlardı. O kiloyla açtığ ımız delikten çıkmaları zor
gö rü nü yordu. Ondan sonra zar zor bir tane yeni savaşçı da
çıkardık. Ama diğ eri çıkamıyordu. Xeyri arkadaş da aldığ ı
kilolardan ö tü rü çıkamıyordu. Onu orada bırakmak istemiyorduk.
Çü nkü eski bir arkadaştı. Orada kalması onun için kö tü olurdu.
Devlet zaten en çokta eski arkadaşlara yö neliyordu. Tü m
arkadaşlar çıktıktan sonra çıkabileceğ imi, arkadaşları
bırakmaktansa biraz daha çalışabileceğ imizi, gerekirse sabaha
kadar kalabileceğ imi, sabahın erken saatlerinde çıkabileceğ imi
sö yledim. Ama arkadaşlar kabul etmediler. Sonunda çıktık. Zaten
delik çok dardı. Çıkarken omuzlarımız kanlar içinde kaldı. Ama
çıktıktan sonra da rahat olamıyor insan. Çü nkü yakalanma riski
var. Kaçtıktan sonra yeniden yakalanmak İran’da ya idam
edilmemiz ya da hiç bekletilmeden Tü rkiye’ye teslim edilmemiz
demekti. Ama yakalanma durumunda da hiçbir şey yapamasak bile
kendi kendimizi imha etmek için bazı hazırlıklar yapmıştık. Çü nkü
bizde kural, eğ er kendini savunacak imkanların yoksa dü şmanın
eline sağ geçmektense kendini imha etmektir. Toplam yedi
arkadaştık. Ancak sadece beş arkadaş çıkabildik. Tek tek
arkadaşlar çıkıp gittiler. Ben de o yeni savaşçıyı yanımda tuttum.
Daha doğ rusu çıkmadan ö nce çıktıktan sonra bir kö şede beni
beklemesini sö ylemiştim. Çıktığ ımda da beni beklediğ ini gö rdü m.
87
SİS
88
arkadaş ayrı kalmıştı. Onun yerine ulaşıp ulaşmadığ ını ö ğ renmek
istiyorduk. Bunun için ne kadar çabaladıysak da bir sonuç
alamadık.
Kaçışımızdan ö tü rü İran devleti çok sıkı gü venlik ö nlemleri
almıştı. Urmiye’den çıkan bü tü n yolları sıkı bir şekilde tutmuş,
kuşkulandıkları her şeyi arıyorlardı. Bu da birkaç gü n yerimizden
kıpırdanmadan orada kalmamızı gerektiriyordu. Dö rt gü n o ev ve
çevresindeki bahçesi ile çiftliğ inde kaldık. Aileye gidip gelen var.
Ailede bundan dolayı tedirgin oluyordu. Birde daha fazla aynı
yerde kalmak bü yü k bir risk almak demekti. O yü zden yer
değ işikliğ ine karar verdik. Kelaraş taraflarına geçmeyi dü şü ndü k.
Ama arkadaşlar şimdi o taraflarda operasyonlar olduğ unu
sö ylediler. Kandil, Xinere taraflarına gelen yolların dışındaki
yolları kullanmak daha sağ lıklı olacaktı. Çü nkü o hatları, yolları
kullanmak riskliydi. Çok kullandığımız hat ve yollar olduğ u için
denetime alınmışlardı. O yü zden o hat ve yolları kullanmaktansa
Mırgever hattını kullanmayı daha uygun gö rdü k. Bizi oraya
gö tü recek ilişkimiz vardı. Onu arayıp bulmamız gerekiyordu.
Kaldığ ımız aile aracılığ ıyla ona haber verdik. Aynı gü n çıkıp geldi.
İlişki geldi ama yine araba ile gitmek zorundaydık. Ancak bir
daha arabada yakalanmamız durumunda rezil olacaktık. Ayrıca
ö rgü te hesap vermeyi gerektiren bir duruma dü şerdik. Bundan
dolayı kuryeye patika varsa yaya gitsek daha iyi olur dedik. Gelen
kurye ö yle bir yol olmadığ ını, araba dışındaki yoldan gitmek araba
ile gitmekten daha riskli olduğ unu sö yledi. Araba ile gitmek
dışında bir yolumuz olmadığ ını gö rü nce, bu kez sıkı gü venlik ve
tedbirlerle nasıl gidebiliriz diye dü şü nmeye başladık. İlişki yani
kuryemiz bu konuda uzman olduğ u için her şeyi kendisi belirledi.
Biz en az ü ç arabaya binecektik. Bindiğ imiz arabaların dışında bir
araba ö nden bir tane de arkadan bize eskortluk yapacaktı. Gitmek
için tatil gü nü nü bekledik. O gü n çok fazla kontrol olmuyordu.
Akşamü zeri yola çıktık. Kontrol noktalarına varmadan inip
altından ya da ü stü nden geçip yeniden yola çıkıyorduk. Bizden
ö nce gelip bekleyen arabalara binip yolumuza devam ediyorduk.
89
SİS
90
bıraktın, arkadaşlarla neden gitmedin diye veryansın ediyordu.
Geri geldiğ imizi gö rü nce aralarındaki kavgaya da son verdiler.
Kadın sevinç gö zyaşlarıyla “heval buyurun içeri girin” dedi.
İçeri girdik. Kahvaltımızı yaptık. Çayımızı içtik. Yeniden nasıl
gidebileceğ imizi tartışmaya başladık. Ev sahibi “arabadan başka
bir yol olmadığ ını, gü venlikli bir şekilde gitmek için ü ç ya da dö rt
araba ayarlanabileceğ ini, eskortlu bir şekilde gidilebileceğ ini”
sö yledi. Kabul ettik. Çü nkü başka çıkış yolu bulamıyorduk. Birde
belirlediğ imiz yö ntem riski ortadan kaldırıyordu. Akşam olunca ev
sahibi gidip arabaları ayarladı. Sabah saat dö rtte aile ile vedalaşıp
yola çıktık. Doğ u Kü rdistan’ın sınır kenti olan Şino’ya doğ ru gelince
hepimizi bü yü k bir heyecan sardı. Çü nkü en sıkı kontrol her zaman
orada olurdu. Kaçışımızdan sonra daha da sıkılaştırılmış olmalı
diye dü şü nü yoruz. Kurye bu durumu fark edince bizi rahatlatmak
için “heval hiç merak etmeyin. Şino ve civarındaki yollar en iyi
bildiğ im yerlerdir. Hiçbir şey olmadan sizi buradan sağ lam bir
şekilde çıkaracağ ım. Hiçbir şey olmadan geçip gideceğ iz
arkadaşların yanına” dedi. Yan ve kaçak yollardan geçip son kö ye
kadar araba ile geldik.
Gireceğ imiz dağ yolu ile kö y arasında derin bir vadi vardı.
Mart ayıdır. Yağ murların hiç durmadığ ı gü nlerdir. Yağ mur
sularının dolduğ u dereler ırmaklar gibi olmuş. Vadide çılgın ve
delice akan suyun sesi kulaklarımızı tırmalıyordu. Su yol vermez
dedik kuryeye. Kurye heval başka yol yok. Mecburen bir biçimde
suyu geçeceğiz. Başka çaremiz yok. Yukarıya ü st tarafımızdaki sırta
çdoğ ru çıkmakta zordu. Birde ayrıca sudan sonraki tepelerde her
zaman İran gü çleri konumlanıp araziyi denetimlerine alıyorlardı.
Vadi boyunca kendimizi bıraktık. Bir sü re gittikten sonra yukarıya
çıkmaya karar verdik.
Celal arkadaş ö nde ben onun arkasında yü rü yoruz. Dağ a,
dağ daki arkadaşlarımıza doğ ru yü rü yorduk. Onlara doğ ru gitmek
ö zgü rlü ğ e doğ ru gitmekti bizim için. Zaten gerillacılık bir ö zgü rlü k
yolculuğ u değ il miydi? Ö zgü rlü ğ e atılan son adımlar, son anlar, son
dakikalar diye dü şü nü yoruz bir yandan ö te yandan da hala
91
SİS
yakalanma riskini atlatmış değ iliz. Bu her iki duyguyu bir arada
yaşıyoruz. İran karakoluna doğ ru yü rü yorduk onu biliyoruz.
Karakolun yö nü bizde değ il, dağ taraflarında olduğ unu biliyorduk.
Ancak yine de zindanlarından kaçtığımız bir devletin karakoluydu.
Ve hemen yolumuzun ü stü ndeydi. Karakollarının çok fazla bir şey
yapamayacaklarını da biliyorduk. Çü nkü hem asker sayısı az hem
de askerlerin çıkıp yolumuzu kesmeleri gibi bir cesaretleri yoktu.
Karakolla aramızda kısa bir mesafe kalınca mola verdik. Birkaç
dakikalık moladan sonra yolumuza devam ettik. Boğ aza doğ ru
çıkıyorduk karşıdan gelen iki kişiyi gö rdü k. Biraz daha yaklaşınca
tanıdığ ımız ve ilişki olarak kullandığ ımız iki kaçakçı olduğ unu
anladık. Nereden geldiklerini ve yolda dü şman olup olmadığ ını
sorduk. Arkadaşların yanından geldikleri ve yolda da dü şman
olmadığ ını, yolun açık olduğ unu sö ylediler. Onlardan sonra bir saat
kadar daha yü rü dü kten sonra artık bizim olan ve arkadaşlarımızın
mekan tuttukları dağ lardaydık. Arkadaşların denetimine olan
alana ulaşınca içimden ağ lamak geldi. Çü nkü bir daha bu dağ ları
gö receğ imizi sanmıyorduk. Tü rkiye’ye teslim edilme korkusuyla
yatıp kalktık gü nlerce.
Gü nlerce o psikoloji ile yaşadık. Ama şu an sadece bizden
birkaç dakika ö te arkadaşlarımızın olduğ u bir yerdeydik. Yeniden
dağ larımızdaydık. Kendimizi aşağ ıya doğ ru arkadaşların yanına
bıraktık. Birkaç dakika sonra da arkadaşlara ulaştık. Tarih Dö rt
Nisandı. Yani ö nderliğ imizin doğ um gü nü nde arkadaşlara ulaştık.
Tabii bir sü rpriz daha bizi bekliyordu. Yanına ulaştığ ımız
arkadaşların kongre toplantısında olduklarını gö rdü k. Bu da
PKK’nin yeniden yapılanma kongresiydi. Zindandan kaçıp PKK’nin
yeniden yapılanma kongresinin yapıldığ ı ortamda kendimizi
bulduk bir anda. Kongrenin son gü nü ne ulaşmıştık. Son gü nü ne de
ulaşmış olsak da Zindan da kaçtığ ımız gü nde kendimizi ö yle bir
ortamın içinde bulmak moralimize moral katmıştı.
Xemgin Zinar
92
Komutan Ahmet Repo’dan Hayat Dersleri
94
vardı. O da bö lü k komutanıydı. Yine Kawa arkadaş vardı o da takım
komutanıydı. Bu arkadaşlar ö lü mü ne direnerek şehit dü ştü ler.
Bizim kurtulmamız için şehit dü şeceklerini bilerek, tuttukları
tepelerde direnip bizi savunarak şehit dü ştü ler. Bir fedakarlık
ö rneğ ini sergiledi bu arkadaşlar. Orada feda edilen candı. Bir çay
yapmak, bir ateş yakmak, bir galon su getirmek değ ildi. Bö yle
fedakarlıklara tanıklık ederek ö ğ reniyordum yaşamı ve savaşı.
Ö zgü rlü ğ e giden yolu ö yle ö ğ reniyordum. Yaşım kü çü k ve tek
bayan arkadaştım o bö lü kte. Bizim sorumlumuz da Ahmet Repo
arkadaştı. Yaşam deneyimim yoktu. O yü zden çok zorlanıyordum.
Bunu gö ren Ahmet Repo arkadaş her konuda bana yardımcı
olmaya başladı. Dü şü ncede, yaşamda, tecrü belerini aktarmada
bana yardımcı oluyordu. Ahmet Repo arkadaş bana bir mü cadele
arkadaşı, bir ana, bir baba oldu o dö nemde. Onlardan daha fazla
bana yardım ediyor yaşam deneyimini kazandırmaya çalışıyordu.
Ama en nihayetinde benim bir silah arkadaşımdı. Her zaman, her
yerde, her koşul altında gö zü kulağ ı benim ü zerimdeydi. Sahip
çıkıyordu. Ben onun için bir bayan olmaktan ö nce arkadaştım.
Arkadaşıydım. Onunla birlikte dü şman karşı savaşmaya gelmiştim.
O da bu bilinçle hareket ederek beni korumaya, sahip çıkmaya
çalışıyordu. Bir yandan savaşın korkunç acımasızlığ ını anlatmaya
çalışırken ö te yandan da hareket ve halk olarak bizim başka
çaremiz kalmayan savaşı bana ö ğ retiyordu. Çatışmaların orta
yerinde elimi yü zü mü yıkamak için gidip çeşmeden bana su
getiriyordu.
Tepeden ve cepheden beni çağ ırıp temizliğ imi yapmam için
beni çeşmenin başına gö tü rü yordu. Ben elimi yü zü mü yıkarken o
nö betimi tutuyordu. Saçlarım çok uzundu. Bir gü n yine beni
çeşmeye gö tü rdü . Savaş ortamıydı. O yü zden saçlarım kirlenmişti.
Saçlarımı yıkamak istedim.
Heval Ahmet’te nö betini tutmuş ve beni izliyordu. Saçlarıma
su dö kü p yıkamaya çalışırken hepsini birbirine kattım. İçinde
çıkamaz bir hale gelmiş olmalıyım ki Heval Ahmet mü dahale etti.
Ö nce gü zelce gü ldü bana, ardından geldi saçlarımı kendisi yıkadı.
95
SİS
Sonra bir ağ acın altına beni gö tü rdü orada saçlarımı gü zelce taradı.
Ö rü klerimi ö rdü . Savaş ve yokluk dö nemiydi. Koşullardan ö tü rü
aşırı derece de bitlenmiştim. Heval Ahmet saatlerce saçlarımın
içindeki bitleri tek tek ayıklamaya çalıştı. Dü şmanın durmadan
ü zerimize saldırılar dü zenlediğ i bir durumda bunları yapıyordu.
Erkek bir arkadaştı. Ve o gü ne kadar mü cadele içersinde
çeşitli dü zeylerde gö rev yapmış biriydi. Vay ben şu gö revi yaptım,
onun için bunu yapamam diye bir dü şü ncesi yoktu. O an bir
yoldaştı ve yoldaşlığ ını yapıyordu. Yoldaş ve arkadaşlığ ın
gereklerini dü şü nerek yapıyordu. O yü zden PKK arkadaşlığ ı diğ er
arkadaşlıklara benzemez. Ve normal insanlar da kolay kolay anlam
vermezler. Bu arkadaşlığ ın gü zelliğ ini anlamak için onu yaşamak
gerekir. Ahmet Repo arkadaş, her taraftan saldırı altında
olduğ umuz ve adressiz herhangi bir kurşunun gelip bizi
bulabileceğ i bir sırada bunları yapıyordu. O sırada ben yeni ve
sıradan bir savaşçıydım. O da bizim komutanımızdı. Ama PKK
gerillasının bir komutanıydı. PKK komutanlığ ı, militanlığ ı da bu
demekti. Tabii bunların hepsini mü cadele içersinde kaldığ ı yıllarda
yaşadığı acılar ile bunları ö ğ renmiş ben de, geçtiğ im yollardan
çıkardığ ım derslerden ö ğ rendim. O an insan yanındaki yoldaşının
aynı zamanda annesi, babası, ağ abeyi, kız kardeşi yani her şeyi
olduğ unun farkına varıyor. Ö yle bir durumda PKK arkadaşlığ ının
aslında birinci dereceden kan bağ ı olarak saydıklarımdan da daha
değ erli olduğ unu anlıyor insan. Çü nkü insan ailesinden biri için
çok kolay kolay ö lü me gitmez. Ama PKK’nin ö ğ rettiğ i ve geliştirdiğ i
arkadaşlıkta bu var. Hem de arkadaşlık ve yoldaşlık sevgisi ve
bağ lılığ ının temel ilkesi olarak gelişiyor bu. Bu arkadaşlık kanla
yaratılmış, oluşturulup geliştirilmiş bir arkadaşlıktı. Çü nkü dağ da,
dağ larda, ö zgü rlü k için yola çıkmış bizim gibi insanların dağ larda
arkadaşlarımızdan başka kimsemizin olmadığ ını anlıyor insan.
Ahmet Repo arkadaştan gerillacılığ ımın ilk gü nlerinde
ö ğ rendiklerim beni şekillendirdi. Bana hayatı, mü cadeleyi, gerçek
komutanlığ ın ne olduğ unu, PKK’liliğ in ne olduğ unu ö ğ retti. O
96
yü zden hala oturduğ um her yerde konuştuğ um her arkadaşa
bunları anlatıyorum.
Savaş gü nleri yokluk gü nleriydi. Sıkıntıların en ü st dü zeyde
yaşandığ ı gü nlerdi. Ciddi zorlanmaların yaşandığ ı gü nlerdi. Zaten
gerçek arkadaşlıklar o dö nemlerde ortaya çıkıyor. Ahmet Repo
arkadaş o gü nlerde sadece saçlarımı taramıyordu. Kefiyem yoktu,
yağ murluğ um yoktu. Havalar çok soğ uktu. Bana ilk ö nce bir kefiye
buldu. Ama yağ murluk bulmak zordu. Tek bayandım ve yaşım da
kü çü ktü . O yü zden uyumak için yerimi yanına yapıyordu ve
yağ murluğ unun bir bö lü mü nü kendi ü zerine bir bö lü mü nü de
benim ü zerime çekiyordu. Nö betçi arkadaş beni nö bete kaldırmaya
geldiğ inde çoğ u zaman ben yerine tutarım o daha çocuk yaşta ve
gençtir. Onun yerine ben tutarım diyerek kalkıp yerime nö bet
tutuyordu.
Ahmet Repo arkadaş bü tü n bunları savaş ortamında
yapıyordu. Bir yandan benimle ilgilenirken ö te yandan da bizim
cephede sü ren savaşı koordine ediyordu. Bazı geceler çatışmalar
şiddetlenince uykudan uyanırdım. Uykudan uyandığ ımda Ahmet
Repo arkadaşı yanımda gö rmeyince onu aramaya çıkıyordum. Bir
tepede bulamayınca diğ er tepeye gidiyordum. Onu bulana kadar
aramaya devam ediyordum. Ö yle olmuştu ki onsuz duramıyordum.
Ona bağ lanmıştım. Aslında onun şahsında harekete, arkadaşlara,
ö rgü te bağ lanmıştım. Tabii bü tü n bunları şimdi anlıyorum. Savaş
giderek şiddetlendi. Bulunduğ umuz yerlere, tepelere yö nelik
saldırılar yoğ unlaştı. Gü neyli gü çler Tü rkiye ile birlikte hareket
ediyor ve bize saldırıyorlardı. Yine yoğ un saldırıların olduğ u bir
gü nde yan tarafımızda bulunan tepe ile bizim tepede yedi arkadaş
şehit dü ştü .
Arkadaşların şehit dü ştü ğ ü nü bana sö ylemediler. Arkadaşlar
bilmememi, şehit dü şen arkadaşların cenazelerini gö rmememi
istiyorlardı. Şehit dü şen arkadaşların cenazelerini bir kayanın
altına gö tü rmü şlerdi. O gü n Heval Ahmet’i gö rememiştim. Tepenin
hepsini dolaştım yine bulamadım. Savaşı koordine etmek için diğ er
tepeye gittiğ ini sonradan ö ğ rendim. Hava kararınca ortalıkta çok
97
SİS
98
Korkumu yenmem için elimden tutup şehit dü şen arkadaşların
yü zlerine sü rdü . Bedenlerinin ü zerinden gezdirdi. Ondan sonra bu
kadar yıl savaş içinde kaldım. Yanımda şehit dü şen onlarca
arkadaş oldu. Çoğ unun cenazelerini hiç korkmadan kaldırıp
gö mdü m. Savaşın sonuna kadar Ahmet Repo arkadaşın bö lü ğ ü nde
kaldım. Savaş bitip geri çekilme başlayınca bu kez Heval Ahmet’in
bö lü ğ ü yaralı arkadaşların aktarılması, sağ lam yere gö tü rü lmesi
için gö revlendirildi. Ondan sonra biz bö lü k olarak tepe tepe, vadi
vadi dolaşıp yaralı arkadaşları aradık. Bulduğ umuz yaralı
arkadaşları bir grupla - yara durumlarına gö re grubun sayısı
değ işiyordu- yaralı arkadaşlar için ayrılan yere gö nderiyorduk.
Yaralı arkadaşları toplama gö revimizde bitince bizi de geri çekerek
Zelê’ye gö nderdiler.
Zelê’ye vardığ ımızda beni Heval Ahmet’in bö lü ğ ü nden alıp
başka bir bö lü ğ e verdiler. Zaten biz oraya gider gitmez Ferhat,
Heval Ahmet’i tutukladı. Prangalar vurdu ayaklarına. Bahar olunca
ot toplamak için bir gü n araziye çıktık. Meğ er tutukluların
bulunduğ u tarafa gitmişiz. Tutukluların tutulduğ u yerden Heval
Ahmet’in elleri bağ lı ve arkasından da yü rü yen bir nö betçiyi
gö rü nce var gü cü mle ağ lamaya başladım. Ona koşmak istedim ama
yanımdaki arkadaş bırakmadı, bir de beni susturmaya çalıştı. Ama
gö zlerimden yaşlar sicim gibi akıyor. Beni susturamayacağ ını
anlayınca ot toplamaktan vazgeçip beni mangaya getirdi.
Heval Ahmet prangaya vurulmuştu. Sadece o değ ildi. Onun
dışında başka arkadaşların olduğ unu da ö ğ rendim. Anlamıyordum.
Neden bö yle oluyor kendi dü şü nü yordum kendi kendime. Bir
cevap bulamıyordum. Bazı arkadaşlara sordum durmadan ama
kimse bana bir cevap vermedi. Çü nkü komutanımın prangaya
vurulma nedenlerini ö ğ renmek istiyordum. Adını bile sö ylemekten
çekinen bir arkadaş: “Prangaya vurulan arkadaşların çoğ u
Haftanin’de komutanlık yapan arkadaşlardır. Ferhat’ın teslimiyet
anlaşmasına uymayıp savaşı devam ettirdiğ i için çeşitli şeylerle
suçlanıp Ferhat tarafından prangaya vurulmuşlar” dedi…
99
SİS
Kürdistan Mardin
100
Doğu Kürdistan’da İlk Kadın Gerilla Mangası
102
beş yirmi metre kadar yukarı çıkıldıktan sonra girilebiliyordu. Yani
ö nce on beş yirmi metre kadar bir tü nelden yukarıya çıkılıyordu.
Ondan sonra beş metre kadar da sağ tarafa dö nü p yü rü nü yordu.
Ondan sonra mağaraya giriliyordu.
İçine girdik. Ancak içinde kalınabilmek için biraz
çalışılmamız gerekiyordu. Altının dü zeltilmesi, içinin bir dü zene
sokulması gibi bazı işler yapmamız gerekiyordu. Altını dü zelttik.
İçini temizledik. Bir manga kadar yer açıldı. Açılan yerde erkek
arkadaşların yeri oldu. Ö yle karar aldık. Çü nkü orasını aynı
zamanda televizyon mangası olarak da kullanacaktık. Ö yle olunca
biz kadın arkadaşların kalacağ ı bir yer yapmak zorundaydık. Onu
da dışarıda yapmak zorundaydık. Çü nkü onun dışında yer yoktu.
Dışarıda da Mağ aranın ö nü nde yapacaktık. Yeri uygundu. Çü nkü
hiçbir yerden gö rü nmü yordu. Birde kazıp yer altına yapsaydık
gö rü ntü verme gibi bir risk kalmazdı. Orada mangamızı yapmaya
karar verdikten sonra manga yapımına başladık. Toplam altı kadın
arkadaştık. Orada kalan gü ç olarak da sayımız 16 kişiydi. Mangayı
bitirdik ama biraz kü çü k oldu. Çü nkü bizim her şeyimiz o manga
olacaktı. Mangayı yaptık bitirdik ama ortasında iki arkadaşın yerini
alacak kadar bir taş çıktı. O yü zden de kü çü k oldu. Çok kısa zaman
içinde yapıp ü stü nü kapatmamız gerektiğ i için de taşı kırmadan
kapattık. Yerimiz kü çü ktü . Ö yle kü çü k bir mangada ö yle bir taşla
yaşamak zor olurdu. Onu aramızda bir tü rlü kabul edemiyorduk.
Ama çok fazla yapacağ ımız bir şey de yoktu. Zaten kazma işini
bitirmemizin sonuna doğ ru çıktı. Elimizde onu kıracak bir şey de
yoktu. Kıramıyorduk da. Nasıl olsa ü ç dö rt ay kalacağ ız dedik ö nce.
Mangayı dü zenledik. Kadın arkadaşlar da biraz estetiğ e ö nem
veriyor. Bir de okulda olacağı için daha gü zel olmasını istiyorduk.
O taşı içimize sindirmesek de, neyse artık çıkmış ve kıramıyoruz
dedik. Kışın onu da aramızda idare ederiz diyorduk hepimiz. O da
bizim bir parçamız olsun dedik. Hepimiz ö yle dü şü ndü ysek de
Berçem arkadaş ö yle dü şü nmedi. İlk ö nceleri çok fazla sö ylemedi.
Ama kafasına taktığ ı her halinden belli oluyordu. Gü nlerce gidip
geldi o taşa baktı. Etrafında dö ndü . Durup baktı. “Bu taş benim
103
SİS
sinirlerimiz bozuyor” deyip durdu. “Heval bir şey olmaz, bak gece
yatarken yastık yapıyoruz” dedim. “O da bizim bir sü sü mü z olsun.
Bu kışı o da bizimle geçirsin”… Ama dinletemedik. Bir kere
kafasına koymuştu. O taşın başına bir şey getirecekti. Bir gü n
yö netimi de ikna etti. Erkek arkadaşların da hepsi geldi. Biz kadın
arkadaşlar da girdik. Ortalığ ı toparladık, o taşla uğ raşmaya
başladık. Manganın içinde çalışıyoruz. O yü zden kısa boylu olanlar
daha rahat çalışabiliyordu. Boyu kısa olan daha iyi balyozu kaldırıp
kullanabilirdi. Hakurkê’ye yö nelik gerçekleşen hava saldırısında
şehit dü şen Nudem arkadaşta bizimleydi. En kısa boylumuz o
olduğ u için en rahat o çalışabiliyordu. Balyozu en iyi Heval Nudem
kullandığ ına gö re bu taşı o kırsın dedik. Ama gü cü yetmedi. Bırakıp
dışarıya çıktı. Bir erkek arkadaş vardı, “ben şimdi beş dakikada o
taşın işini bitiririm” diye kendinden çok emin bir şekilde içeri girdi.
Ama beş dakika geçmeden o da kendini dışarıya attı. Tabii
kıramadan. Çü nkü taş kırılacak gibi değildi. Her içeri giren birkaç
dakika sonra kendini dışarıya atıyordu. Bu arada her kendini
deneyen arkadaşta taşa ö nemli darbeler vuruyordu. İnadımızdan
vazgeçmedik. Tabii en çok inat eden de Berçem arkadaştı. Gü n
boyunca kendimizi denedik. Sonunda taşı kırdık. Kırmadan
bırakamazdık. En son dü zeltmesi için Berçem arkadaşla birlikte bir
arkadaş mangaya girdiler. Kü çü k bir parçası gelip gö zü ne çarptı.
Heval Berçem’e “o taş illaki sizinle yaşacağım dedi. Ama biz hayır
dedik. Onu kırmaya çalıştık. Sonunda da kırdık. Ama o bizden
vazgeçmedi. Çü nkü bir parçası gelip gö zü ne girdi” dedim. Tabii taşı
çıkardıktan sonra mangamızın şekli çok gü zel oldu.
Bizim mangayı gü zelleştiren Heval Berçem’in inadıydı.
Zamanla gö zü ne giren parça da çıktı. Bö ylelikle o taşın bizimle
hiçbir şeyi kalmadı. Çok geçmeden oranın sert kışı başladı. Kışı
daha geniş bir mangada, daha geniş bir okulda geçirmeye başladık.
Çok kar yağ dı. O kadar çok kar yağ dı ki şubat ayında her gece
mangamızın ü zerinden kar atmaya başladık. Atmasaydık mangayı
başımıza çö kertirdi. Gazlarımız karın altında kaldı. Bir gü n uğ raştık
zor çıkarabildik. Çıkarıp yeni bir yere koyduk.
104
Kışı bitirip bahara çıktık. Kayıp vermeden, operasyon
yemeden, eğ itimle geçirdiğ imiz bir kıştan sonra bahara atılım
yapmak ü zere çıktık. Gü zel bir kış geçirmiştik. Arkadaşlar iyi
yoğ unlaşmıştı. Bahara iyi hazırlanmıştık. O yü zden yö netimin de
kışı o kampta geçiren arkadaşlardan beklentisi vardı. Bizden
bahara iyi bir giriş yapmak bekleniyordu. Tabii ki iyi giriş, gü zel
sonuç alıcı ve kayıpsız eylemlerle olurdu. Her arkadaş kendini çok
iyi bahara hazırlamıştı. 2009 yılını da eylemlerle geçen 2008 yılı
gibi geçirmek istiyorduk. Arkadaşlar ona gö re hazırlanıyordu,
yoğ unlaşıyordu. Hedefler ü zerinde tartışmalar yü rü tü yorduk.
Hata, eksiklik ve yetmezliklerimiz ü zerinde tartışma yü rü tü yor,
onlardan ders çıkarmaya çalışıyorduk. Yani yeni bir pratik için
hem genel hem bireysel hazırlıklar için hummalı bir çalışma
yü rü tmü ştü k. Fizik ve psikolojik olarak kendimizi hazırlıyorduk.
En çokta bu konu ü zerinde duruyorduk. İyi bir hazırlık sü reciydi.
Bu iyi hazırlık sü recinin sonunda bahara çıkarken arkadaşlar
bir keşif ö nü mü ze koydular. Revanser karakolunun keşfiydi.
Berçem arkadaşla ikimiz ü ç erkek arkadaşla birlikte beş arkadaş o
keşfe gittik. Keşfe gitmeden ö nce dü zenlemeler yapıldı. Heval
Berçem ile Serxwebun Urfa arkadaş Dalaho’ya takım komutanları
olarak gideceklerdi. Arkadaşlar gitmek için henü z erken olduğ unu,
o yü zden eylem yaptıktan sonra gitseler daha iyi olur dediler.
Keşfe gittiğ imizde artık Nisan ayıydı. Nisan yağ murları
altında yü rü yü p keşif yerine ulaşmamız gerekiyordu. Metrelerce
karın yağ dığ ı oralarda Nisan’ın yağ mursuz olması dü şü nü lemezdi.
En az karları kadar yağ murları da olurdu. Bu dü şü nceler ve buna
gö re bir hazırlıkla yola çıktığ ımız gibi feci bir yağ mura tutulduk.
Bizim ü slendiğ imiz alanda daha kar kalkmamıştı. Revanser tarafı
biraz daha sıcak olduğ u için kar kalkmıştı. Orada kar kalmamıştı.
Bunu tahmin ettiğ imiz için keşfe gitmeye karar vermiştik. Bir gü n
boyunca yağ murun altında yü rü dü k. Keşif yerine vardığ ımızda
yağ mur durmadı. Yanımıza bir parça naylon alarak gitmiştik.
Tulumun ü zerine naylon atarak yatmıştım. Berçem arkadaş
ü zerine yağ murluk atmadan yatmıştı. Her arkadaş bir ağ acın altına
105
SİS
106
Arkadaşlar o eyleme Berçem arkadaşı saldırı grubu dışında
bir grupla gö ndermeyi dü şü nü yorlardı. Çü nkü yeni gö rev almıştı.
Sıcak kanlıydı. O şekilde gitmesi durumunda şehit dü şme
ihtimalinin olacağ ını dü şü nü yordu arkadaşlar. O yü zden saldırı
grubunda yer vermek istemiyordu. Ama o ısrarıyla kendisini
saldırı grubunun içine aldırttı. Arkadaşlar birkaç eylemde savunma
vb yerlerde yer alarak tecrü be kazanmasını istiyordu. Berçem
arkadaş çok ısrar edince, arkadaşlar bu eylem için kol komutanı
belirlendiğ ini o yü zden onun savunmada yer almasını sö yleyince
“savaşta yetki ile mi olur, ben bu eyleme savaşçı olarak gideceğ im”
diyerek gruba girdi. Normalde komutan olduğ u için sorumlu
gitmesi gerekiyordu. Bizde buna pratiğ in dili denir. Ama Berçem
arkadaş yetki ile değil, bir savaşçı olarak o eylemin saldırı kolunda
yer almak istedi ve yer aldı da. Ama Serxwebun arkadaş eylemde
kol komutanlarından biri olarak yer aldı. Çü nkü o biraz daha
tecrü beliydi.
Bizim grup caddeyi tutacaktı. Tuttuğ umuz cadde Revanser
şehrinden gelen yoldu. Şehirden karakola gelecek gü çleri vurmak
için o yolu tutma gö revi bizim gruba verildi. Eylem yerine gittik.
Kısa sü re içinde gruplar yerlerini aldılar. Eylem tam planladığ ı
şekilde ve zamanında çok gü zel bir şekilde başladı. Hiçbir aksaklık
çıkmadı. Arkadaşların orada geliştirdiğ i ve adına Şaho bombası
dediğ imiz bir bomba vardı. El yapımıdır. Patladığ ında havan kadar
etki yaratan bir bombadır. Arkadaşlar eylemi o bombayla
başlattıklarında atıldığ ı yer birden alev aldı. Arkadaşlar karakola
girdiklerinde pastarların kimisi yemekhanede, kimisi televizyon
izliyor, kimisi yatakhanedeymiş. Beklenmedikleri bir anda eylem
yapıldığ ı için dağ ınık ve hazırlıksız bir şekilde arkadaşlara
yakalanıyorlar. Keşif yaptığ ımızda o kadar dolu değ ildi. Sonradan
ö ğ rendiğ imize gö re kısa bir sü re ö nce bize yö nelik kapsamlı bir
operasyon amacıyla o gü nlerde o karakola çok sayıda gü ç gelmiş.
Yani operasyon gü cü gelip karakola yerleşmiş ama bizim bundan
haberimiz yok. O yü zden arkadaşlar karakolun içine girdiğ inde çok
107
SİS
108
çıkıyorsa vuruyor. Heval Serxwebunu kapıya kadar getiriyorlar
kafasına sıktığ ı bir mermi ile şehit dü şü rü yor. Kudurmuş bir
şekilde arkadaşlara mermi yağ dırıyor. Heval Serxwebunun
arkasından ona yardım ederek gelen Berçem arkadaş arkasındaki
arkadaşlara dikkat çekmek için “Heval Heval” diye seslendiğ i
sırada onu da vuruyor. Arkasından bir arkadaş daha geliyor oda
şehit dü şü yor. Peş peşe beş arkadaş şehit dü şü yor. Çawşin adında
genç bir arkadaş vardı. Sonunda Çawşin dediğ imiz o genç arkadaş
ü zerine giderek onu tarayarak vuruyor. Elindeki BKC’yide
kaldırarak getiriyor. O silah hala arkadaşların yanındadır. O silaha
her baktığ ımda, o silahla şehit dü şmü ş her beş arkadaşın
gö rü ntü leri gö zlerimin ö nü ne geliyordu. Sekiz kişilik saldırı
grubundan beş arkadaş şehit dü şü yor, bir arkadaşta yaralanıyor.
Sadece iki arkadaş sağ kalmıştı. Mü dahale için harekete geçtik.
Ama o zamana kadar diğ er yollardan karakola gü ç geldi. Etrafını
sardılar. O yü zden o arkadaşların cenazelerini alamadık. Ama diğ er
arkadaşlar beş arkadaşı şehit dü şü ren o korucun ü zerinden
kaldırdıkları BKC ile gelip bize ulaştılar.
Bir şehir eylemiydi ve çok başarılıydı. Biz eylemi
başlattığ ımızda oranın yerel radyosu canlı yayına geçmişti. PJAK
şehri kuşatmış, her yeri kuşatmaya almış, Revanser kuşatma
altındadır diye haber veriyordu canlı bir şekilde. Eylem çok
başarılıydı. Ama beş kayıp verdik. O eylemden sonra İran Kara
Kuvvetler Komutanını gö revden aldı. Çü nkü eylem gerçekten çok
başarılıydı. Serxwebun ve Berçem arkadaş Dalaho açılımını
yapmak için gö revlendirilmişlerdi. İkisi de orada şehit dü ştü . O
yü zden o yıl Dalaho’da açılamadı. Çok ses getiren bir eylem oldu.
Oradaki halkımız açısından da çok iyi oldu. Çü nkü o karakol halka
kan kusturmuştu. Zaten onun hedeflememizin nedenlerinden biri
de oydu. Halkın kendisine gü veni geldi, cesaret kazandı. Bizde de
PKK’liliğ in eski ve gerçek ruhu bir kez daha ortaya çıkıyordu.
Arkadaşını bırakmamak için beş arkadaş canını feda etmişti.
Doğ unun gü zel ve yiğ it gü lleri olarak ekildiler o topraklara. Bize de
onları yarınlara taşımak, gü zelliklerine, yiğ itliklerine,
109
SİS
Meral Kızılırmak
110
gö tü rmü ştü . Ben giderken yanımda gü ç gö tü rdü m. Serhattan gü ç
geldi. Yine Amed’ten daha başka birkaç taburluk gü ç gelmişti.
Denilebilir ki Dersimde gü cü n hem nitelik bakımından hem de
nicelik bakımından en fazla arttığ ı bir yıldı. İyi bir savaşçı yapı
birikmişti. Komuta dü zeyi tecrü beli, savaşkan bir yapı orada
birleşmişti. Savaşta pişmiş, savaşını doğ asını iyi bilen gü çlü bir
yapı ve komuta bileşimi orada toplanmıştı. Ciddi bir gü ç yoğ unluğ u
oluşmuştu. Komuta yapısı da girişken ve gü çlü ydü . Zeynel arkadaş
da gelmişti. Gö revi eyalet komutanıydı. 94 yılının bahar girişiyle
birlikte Tü rk devletinin bü yü k operasyonları başladı. Operasyonlar
sonbahara kadar aralıksız bir şekilde sü rdü .
Dersime giden gü çler iddialı ve savaşçı gü çlerdi. Gü çlerin
hepsi Dersime bü yü k eylemler için gitmişlerdi. Arazinin gü zel ve
gü çlü olduğ unu gö ren arkadaşlar coğ rafyanın tamamına dağ ıldı.
Bu durumu fark eden dü şman buna karşı bir karşı hamle yaptı. 94
operasyonları biraz bu temelde başladı. İki tarafta bü yü k
operasyon gü cü ydü . Biz gerilla cephesinden de durum bö yleydi.
Devlet cephesinden de durum bö yleydi. Yani hem gerilla cephesi
bü yü k operasyonlara hazırlanmıştı, yü rü tü yordu, hem diğ er taraf
yani devlet zaten bir konsept oluşturmuştu o temelde
operasyonları yü rü tü yordu. Dolaysıyla 94 yılı bü yü k bir savaş yılı
oldu. Yani hem sayısal açıdan gerilla bü yü k bir birikime ulaştı hem
de eylem ve çatışmalarda bü yü k bir yoğ unluk yaşandı. 94 yılı biraz
bu temel ü zerinde yaşandı. 94 yılında da bü yü k eylemlerimiz oldu.
Mesela Dersimde birkaç karakol birden kaldırıldı. İlk defa
Dersimde karakollar toparlanarak belli merkezlere taşındı. Kö yler
yakılıp yıkılarak boşaltıldı. Bü tü n bunlar Dersimde 94 yılında oldu.
Yılı tamamlayıp ü slenme alanına geçince, Şehit Cihat arkadaşın
Demenan tarafında Kutuderede ü slenen ve birde Pü lü mü r de kalan
az gü cü mü z dışında kalan diğ er gü cü mü zü n tamamı Aliboğ az’ında
ü slenme yaptı. Dersimin bü tü n gü çleri orada ü slendi bir anlamda.
Gü çler Aliboğ azı’na toplandı ve orada ü slendi. Kışı Aliboğ az’ında
geçirdik.
111
SİS
112
kalmıştı. Onlara da el koyduk. Kö ylerin hepsi boşaltıldığı için erzak
yoktu. Yani erzak sıkıntısı da çekiyorduk. Karakolda el
koyduğ umuz erzaklar bizim için epey yararlı oldu. Çevrede keşifler
yaptık. Nereyi vuralım diye hala hedef netleştirmeye çalışarak
hedefler ü zerine dü şü nü yorduk. Yani bir anlamda hedef peşinde
olduğ umuz da sö ylenebilir. Daha sonra arkadaşlarla yaptığ ımız bir
tartışmada Ovacık-Dersim arasındaki karayoluna pusu atsak nasıl
olur dedik kendi kendimize. Arkadaşların kafasına yattı o yü zden
onu kararlaştırdık.
Daha Mart ilk haftasındaydık. Bahar aylarıdır, devlet
operasyon için hazırlık yapıyor o yü zden bü yü k ihtimalle gü ç
kaydıracak sağ a sola diyerek Munzur vadisinden geçen Ovacık-
Dersim yoluna pusu atmayı kararlaştırdık. Zaten Aliboğ azına
yö nelik hazırlıkları vardı. Kutudereye yö nelik hazırlıkları vardı.
Bunu oralara yakın olan merkezlere gü ç kaydırmalarından
anlıyorduk. Devletin bizim harekete geçeceğ imizi ve bü yü k bir
pusu atacağ ımızı daha tahmin etmeden o yola bü yü k bir pusu
atalım dedik.
Gü cü mü z yaklaşık 300 arkadaş vardı. 300 arkadaşın hepsini
o pusu için ö rgü tledik. İlk ö nce pusu yerini keşfettik. Keşfettiğ imiz
pusu yeri takriben Dersim şehir merkezinden on beş yirmi dakika
kadar uzaktı. Yani daha doğ rusu pusu oradan başlayacaktı. Zaten
Dersim-Ovacak yolu Munzur vadisi boyunca gidiyor. Yol su
boyunca Ovacık’a kadar gidiyordu. Yolun bir kenarı suyun aktığ ı
vadidir. Diğ er tarafı da dağ lık alandır. Yani ü zerine pusu atılırsa
diğ er tarafı da sudur. Dolaysıyla kurtulmak isteyenler suya
atlamak zorunda kalırlar ki o yü kseklikten suya atlamak
mermilerle vurulmaktan daha beter yapardı. Yani kaçmak isteyen
gü çler ya suya atlayarak ö lü rlerdi ya da caddede kalarak bizim
mermilere hedef olarak ö leceklerdi. Yani kurtuluşu olmayan bir
yere pusu atmayı dü şü ndü k. Pusuya en uygun yer olarak
keşfettiğ imiz Dersime on beş yirmi dakika kadar uzaklıktan
başlayarak takriben dö rt km kadar olan alanda yol kenarında
kazdığ ımız mevzilerde gü çlerimiz pusuya yattı. Pusuyu asfalt yolun
113
SİS
114
dolayı bazen arkadaşlar mevziden çıktıktan sonra on, on beş
dakika kadar hareket ettikten sonra ancak yü rü yebiliyorlardı.
Hareket edebiliyordu, kendine gelebiliyordu. Çü nkü o durumda
bazen bazı arkadaşların vü cudu taş kesiliyordu.
Ö zellikle mevzilerde pusuda yatan arkadaşlar çok
zorlandılar. Ama bü yü k bir sabır gö sterdiler. Arkadaşlar bunu
bü yü k bir inançla yapıyordu. O yü zden o sabrı gö sterebiliyorlardı.
Çü nkü bu eylem mutlaka olacak diyorduk. Ama bir haftadan sonra
artık sabrımızın son noktasına geldik. Pusuda beklemenin yedinci
gü nü ne girdiğ imizde arkadaşlar “artık bizim tahammü l gü cü mü z
kalmadı, sabrımız kalmadı, bu pusudan, bu işten vazgeçelim, gidip
başka bir yerde başka hedefler bulup eylem yapalım. Beklediğ imiz
konvoy gelmiyor. Beklide hiç gelmeyecek. Bu yağ ışlı ve zor
gü nlerde bu kadar gü n kar, yağ mur, soğ uk altında mevzilerde
kalmaktan arkadaşların çoğ u zatureye yakalandı” dediler. Bazı
arkadaşların sesleri dahi kısılmıştı. Şiddetli ö ksü rü klere yakalanan
arkadaşlar olmuştu. Bundan dolayı bazı arkadaşları biraz daha
dinlenmeleri için bir gü n iki gü nlü k için pusu yerine gö ndermeyip
yanımızda noktada tuttuğ umuz da oldu. Koşullar çok zordu. Kar,
yağ mur, çamur, soğ uk, açlık demeden ü ç yü z arkadaşla pusuda
beklememizin bir haftası dolmuştu. Tabii bu zor koşullar altında
geçen bir haftalık sü re doğ a koşullarından kaynaklı etkilerini
gö stermeye başlamıştı. O yü zden sabrımızın son noktasına
gelmiştik. Çü nkü arkadaşlar daha fazla o koşullara dayanamıyordu.
Arkadaşların o koşullarda bekleyemiyoruz gibi bir yaklaşımları
olmadı. Son nefeslerine kadar dü şmana bir darbe vurmak amacıyla
orada bekleyebilirlerdi. Ve zaten bu kararlıktaydık. Ama biz
durumu gö zden geçirmek istedik. Bir iki gü n daha geçtikten sonra
arkadaşların artık sabırları tamamen tü kendi. Artık bu işten
vazgeçelim diye ısrar etmeye başlayan arkadaşlar da oldu. Bu
duruma karşı bende de bir tereddü t gelişmeye başladı. Arkadaşlar
çok zorlandıklarından mı bö yle yapmaya başladılar diye
dü şü nmeye başladım bende. O sıra Mazlum arkadaş “heval bir gü n
daha yani yarın da bekleyelim konvoy gelmese o zaman
115
SİS
116
O zaman da şifre olarak tespihinizi çekin sö zlerini
belirlemiştik. İşte saat 9 civarında “tespihinizi çekin” diye bize şifre
verdiler gö zetleme kulesindeki arkadaşlar. Pü r dikkat kesildik.
Zaten o saatler normal dü şmanın geliş saatleriydi. O yü zden
normalde de biz o saatlerde dikkat kesiliriz. Ama şifrede gelince
daha da dikkatli olamaya başladık.
Gö zetlemeciler tespihinizi çekin diye şifreyi verince hepimizi
bü yü k bir heyecan sardı. Çü nkü o kadar gü ndü orada pusuda
gelecek bü yü k bir hedef için pusuda bekliyorduk. Ha geldi ha
gelecek diye gü nlerce beklemenin ardından yaşanan bir heyecandı.
Birde pusuda beklemek çok zordur ve sabır istiyor. Tren
beklemeye hiç benzemiyor. Şifre olarak verilen sadece bir sö zdü .
Ama hepimizin bü yü k bir heyecan duymasına yetmişti. Yerimizde
duramaz olduk. Heyecan aldı gö tü rdü bizi. Pusunun ne olacağı da
belli olmuyor. Heyecanın bir nedeni de oydu. Acaba amacına
ulaşabilecek mi, darbe vurabilir miyiz ya da karşı taraf bir darbe
vurabilir mi, bir başarı elde edebilir miyiz, bir aksilik çıkar mı,
eylem başlamadan ö nce kaçan olur mu gibi bir sü rü olasılığ ı
dü şü nmeye başlıyor insan. Heyecanın nedenleri arasında bunlar
da var. Bir pusu anında bir sü rü olasılığı hesaplıyor insan. Gü n
boyu, pusuda kaldığ ınız gü nler boyu bu olasılıkları hesaplamak
zorunda kalıyor insan. Pusu anı yani pusuya dü şecek hedef
gelmeye başlayınca insanda bu sefer daha farklı ve yeni duygular
yaşanmaya başlıyor. Şifreyi alır almaz pusuda bekleyen
arkadaşlara hazırlanın biçiminde belirlediğimiz şifreyi anında
verdim. Mevziler bu haberi birbirlerine fısıltılar biçiminde
aktardılar. Bir anda haber bü tü n mevzilere ulaştı.
Pusuda kuralımız şuydu; Pusu alanı dolmadan
vurulmayacaktı. Yani dö rt km boyunca attığ ımız pusu alanının
tamamına dü şman girmeden vurulmayacaktı. İlk ateşi en son
mevzi yapacaktı. Ö yle olunca alanın tamamına dü şmanın girdiğ i
anlaşılacaktı. İlk vuran en sondaki mevzi olacaktı. Çok geçmeden
araçlar gö rü nmeye başladı. İlk mevziden başlayarak yavaş yavaş
ilerlediler. En ö ndeki panzerdi. Panzer en son mevziiyi geçtikten
117
SİS
118
araçlardan ateş ediliyordu. Ayrıca bazı gü çler araçlardan inip bizi
sarmak için harekete geçtiler. Ama ilk vuruşta bü yü k bir darbe
aldılar. Bir kısmı suya atladılar. Bir kısmı araçların içinde
vuruldular, bir kısmı yolun ü zerine dü ştü ler. İlk darbeyle bü yü k bir
panik yaşanmaya başladı ve o beraberinde bü yü k bir dağ ılma
yaşamalarını getirdi.
Bir kararımız da eğ er iyi vurursak bazı araçları yakıp
bazılarını da Munzur suyuna yuvarlayalım şeklindeydi. Aslında
tam bir karar değ ildi. Bir sohbet esnasında sö ylediğ imiz şeylerdi.
Arkadaşları motive etmek için, moral vermek için sö ylenmiş
şeylerdi. Onları Munzur’a dö keriz demiştik. Meğ er birçok arkadaş
onu gerçek bir karar olarak algılamış. Arkadaşlar eylemin esas
amaçlarından biri olarak algılayıp bir plan olarak uygulamaya
başlıyorlar. Bazı arkadaşlar bö yle bir kararımız olduğ una gö re o
zaman cemseler’i yakıp Munzur suyuna yuvarlayalım diyorlar. Bu
yü zden arkadaşlar kendilerini caddeye bırakıp malzeme çekmeye
başladılar. Mevzilerden birer arkadaş caddeye iniyor her biri bir
şey alıp yukarıya çıkıyordu. Ö nden kaçıp kurtulan panzer ve
konvoyun pusu alanına girmeyen kısmından atışlar da yapılıyordu.
Bu atışlar altında arkadaşlar caddeye inip bir şeyler alıp yukarıya
çıkıyordu. Ama çok şiddetli atışlar değ ildi. Delil adında bir takım
komutanı arkadaş vardı. Orada şehit dü ştü . Dersimli gü çlü , bağ lı ve
gelişmeye açık dü rü st bir arkadaştı. O sırada Delil arkadaş da inip
bir şeyler getiriyor. Delil takım komutanıydı. O inince neredeyse
takımın hepsi iniyor. Yani ö yle oldu ki arkadaşlar inip bir şeyler
alıyor, dö nü p cemselere bakıyor, sağ kalan varsa vuruyorlar, biraz
yolda turlayıp dö nü yorlar gibi bir ortam oluştu. Durum ö yle olunca
o asfalt yolda sanki hiçbir şey yokmuş gibi bir hava doğ du. Sanki o
caddede vurulan askerler değ il, vurulan o askerleri yola inen
arkadaşlar vurmamış, ö nden arkadan ateş etmeye çalışan dü şman
hiç yokmuş gibi bir hava doğ du. Adeta bir zafer sarhoşluğ u
durumu ortaya çıktı. Bu durumun oluşmasına bir anda o kadar çok
sayıda asker hiçbir karşılık vermeden vurulmuş olması da ö nemli
bir nedendi. Pusu alanı içine giren ve vurulan cemselerin hepsi de
119
SİS
ele geçmişti. Yani deyim yerindeyse ana baba gü nü gibi bir şey
oldu. Yani artık dü şmanın işi bitmiştir, biz artık istediğ imiz gibi
caddeye inip çıkalım, malzeme olarak ne varsa alalım, sağ kalan
varsa vuralım, cemseleri ateşe verelim havası hakim olmaya
başladı. Zaten birkaç cemsede ateşe verildi, birkaç tanesi de
Munzur suyuna yuvarlandı arkadaşlar tarafından. O sırada bö lü k
komutanı ve eylemin pratik yü rü tü cü sü Mazlum arkadaşta
yanındaki iki arkadaşlar birlikte silahını eline alarak caddeye
iniyor. Cemselerde ne varsa taşımaya başlıyor. Birkaç kere yola
inip malzeme alıp yukarıya çıkıyor. Normalde onun caddeye hiç
inmemesi gerekiyordu. Eylemi ikimiz koordine ediyorduk. Yani
eylemin bir bö lü mü nü ben bir bö lü mü nü de o koordine ediyordu.
Çü nkü ben arazinin tamamına hakim değ ildim. 4 km’lik engebeli
arazinin tü mü nü gö rmem ve hakim olmam mü mkü n değ ildi.
Bulunduğ um yer pusu alanının tamamını gö rmü yordu. O yü zden
gö rü nmeyen bö lü mü o koordine ediyordu. Zaten bu şekilde de
gö rev bö lü mü nü yapmıştık. Doğ an havadan etkilenerek o da
koordineyi bırakıp caddeye iniyor. Onun ö yle hareket etmesi
arkadaşları da cesaretlendiriyor. Onlarda ö yle hareket etmeye
başlıyorlar. Savunmadaki arkadaşlar bile yerlerini bırakıp caddeye
inmeye başlıyor.
Tabii ben arada sırada ne oldu ne yaptınız artık geri
çekilelim diye talimat veriyorum. Mazlum arkadaş “heval daha
malzeme çekiyoruz bitirince çekiliriz” diyordu. Mermi çekiyorlar,
erzak çekiyorlar, belki o cemselerde bir aylık operasyonun
malzemesi var. O araçlarda her tü rlü silah var, malzeme var. Bir
devlet gü cü dü r her şeyleri vardı. Çekmekle bitmez ki. Arkadaşlar
da ne buluyorsa almak istiyorlar. Yol ü zerinde bö ylelikle dö rt saate
yakın kaldık. Ana bir yol. Ü zerinde dü şmanın 34 dö rt tane
cemsesinin vurulduğ u ö nde ve arkada dü şmanın olduğ u bir yolda
bu kadar kalmak iyi değ ildi. Bir de Dersime sadece birkaç km
uzakta bir yerdeyiz. Bir de hiçbir zaman bir pusuda bu kadar
kalınmamış. Bu sü re içinde her tü rlü mü dahale yapılabilir. Ama
yolda biriken sivil arabalardan ö tü rü devlet mü dahale edemiyordu.
120
O araç yoğ unluğ u oluşmasaydı çok daha erken mü dahale
edebilirlerdi. Ben yine de arada sırada uyarıyordum. “Heval
oyalanmayın, geri çekilin” diyordum. Bu uyarılardan sonra artık
arkadaşlar da çekilmek ü zereyken tabii aradan yaklaşık dö rt saat
gibi bir zaman geçmiş, birden bire pusu alanına yirmi tane panzer
girdi. Ö nlerinde yol açan bü yü k araçlarla gelmişti. O araçlar
ö nlerinde ne varsa temizleyerek panzerleri pusu yerine
ulaştırmıştı. Cemselerin bir kısmını da o araçlar Munzur suyuna
yuvarladı. Gelen panzerlerde namlularını pusu alanımıza
doğ rultup ateş açarak gelmişti. Yoğ un bir şekilde tarayarak
gelmişlerdi. Mazlum arkadaş panzerleri geç fark ediyor. Yukarıda
kalan bir arkadaş “Heval Mazlum çabuk çıkın panzerler geldi”
diyor. Ama artık iş işten geçmiş. Çü nkü panzerler yanlarına kadar
gelmiş. Mazlum arkadaş yukarıya çıkmak için hamle yapınca
kendilerine ulaşan bir panzerle karşı karşıya kalıyor. Yamaca
vurup yukarıya tırmanmaya çalışırken panzerden açılan ateşle bir
darbe alıyor. Panzer onu arkadan vuruyor. Yaralanır yaralanmaz
hemen telsiz bağ lantısı kurdum. “Yaralandım” dedi. “Yoldan
uzaklaşmaya çalış” dedim. “Yoldan uzaklaşırsan arkadaşlar seni
alır” dedim. Telsizi yanındaki arkadaşa verdi. “Delil arkadaş
nerede” diye sordum. “Delil arkadaşın da yolda olduğ unu” sö yledi.
“Delil arkadaşın hemen yukarıya çıkmasını ve yukarıya çıktıktan
sonra Heval Mazlumun yoldan uzaklaşması için bombalarla
panzerlere vurmaya çalışsınlar” dedim. Yanımdaki arkadaşlardan
ikisini de onlara doğ ru gö nderdim. Ne yaparsanız yapın “Heval
Mazlumun çekin” dedim. Yanımdaki arkadaşlardan birinin adı
Newrozdu. Çok iyi ve savaşçı bir arkadaştı. Mazlum arkadaşın
yaralandığ ını duyar duymaz silahını alıp koştu. Bizim olduğ umuz
yer de panzerler tarafından yoğ un ateş altına alınmaya başladı.
Mermiler yağ mur gibi ü stü mü ze geliyor. O durumda aşağıya inmek
daha fazla kayıp vermekti. Ama ona rağ men arkadaşlar Mazlum
arkadaşı almak için inmeye çalıştılar. Kısa bir sü re sonra Mazlum
arkadaşın sesi kesildi. Sesi kesilince kurtulamayacağ ını anladım. O
sırada onun telsizini alan bir bayan arkadaş “Heval Mazlum
121
SİS
122
sırtlayarak getirdik. Sırtından yaralanmıştı. Ağ ır yaralandığ ı için
bulunduğ u mevziiden dahi dışarıya çıkamamıştı. Yanımdan
mü dahale için giden Newroz arkadaşla birlikte onu mevziden alıp
getirdik. Bö yle olunca arkadaşların cemselerden aldığ ı
malzemelerde kaldı. Çü nkü artık yaralı arkadaşları taşımaya
başladık.
Birde Mazlum ve diğ er arkadaşlar şehit dü şü nce artık
gö zü mü zde malzemenin beş kuruşluk değ eri kalmadı. Moral
kalmadı kimsede. Moralimiz bozuldu. Mazlumun şehit
dü şmesinden bü tü n arkadaşlar çok etkilendiler. Hak edilmeyen bir
kayıptı. Verilmemesi gereken bir kayıptı. Bir de Mazlum gibi
arkadaşın kaybıydı. Ve onunla birlikte şehit dü şen diğ er arkadaşlar
da vardı. Hiçbir arkadaşın burnu bile kanamadan bü yü k bir zaferle
oradan çıkabilirdik. Bü yü k bir eylem yapmıştık. İmha ettiğ imiz
dü şman gü çlerinin ü zerinden çok miktarda malzemede
kaldırmıştık. Neredeyse her arkadaş ü ç dö rt silah almıştı
askerlerin ü zerinden. Lav silahı alan arkadaşlar da vardı. Ama bir
anlık zafer sarhoşluğ u bize o kayıpları verdirmişti. Moral
bozukluğ unun nedenlerinden biri buydu. Ama asıl neden Mazlum
ve diğ er arkadaşların şahadetiydi. Yani o durumda neredeyse
kontrol elimizden çıktı. Ve ö yle bir sonuçla karşı karşıya k aldık. En
son artık tamamen inisiyatifi ele alıp sert talimatlarla arkadaşları
çektim. Keşke başta yapsaydım. Ama Mazlum arkadaşın
inisiyatifini kırmak istemiyordum. İlk defa bir eylemde koordine
gö revini almıştı. Kırılmaması, kendine gü venini yitirmemesi için
yapmamıştım. Ama daha sonra “keşke başta yapsaydım” dedim.
Ama artık iş işten geçmişti.
Gü çlerimizin tamamını çektik. Çok zaman kaybetmiştik.
Tamamen caddeden çekilince bu kez kobralar geldi. Bu sefer onlar
geri çekilme hatlarımızı vurmaya başladı. Geçen sü re içinde devlet
gü çleri araziye yerleşmişti. Yani pusuya girmeyen bazı gü çleri
arazide bazı noktaları tutmuş ve bizi izleyerek geri çekilme
hatlarımızı anında kobralarla veriyorlardı. Birde arka
tarafımızdaki sırtlara tırmanarak yolumuzu kesmek istiyorlardı.
123
SİS
124
dü şenler. Ö rneğ in yeni katılım Jiyan adında bir arkadaş vardı.
Mazlum arkadaşın elinden tutmuş çekerken mermi gelip onu
bulmuştu ve Mazlumun eli onun elindeyken şehit dü şmü ştü .
Atmosferi ağ ırlaştıran, duygusallaştıran bö yle gö rü ntü ler olmuştu.
Jiyan arkadaş yeni olmasına rağ men arkadaşların hepsinin adeta
gö z bebeğ i gibi sevdiğ i biri olmuştu. Cesur, yiğit ve arkadaşları çok
seven bir arkadaştı. Arkadaşlara çok bağ lı olduğ u için arkadaşlar
onu sevmişti. O on arkadaş dışındaki gü cü mü zü n tamamı geri
çekildi. Ağır yaralanan Dilan arkadaş vardı. Birde kobraların
vuruşu sırasında hafif yaralanan bir iki arkadaş vardı. Onun
dışındaki arkadaşlarda bir şey yoktu. Hepsi sağ lam bir şekilde geri
çekilmiştik. Gü çlerimiz sağ lam bir şekilde geri çekilmişti. O
noktada toparlanmayı sağ ladıktan sonra artık yü rü yemeyecek
duruma gelen Dilan arkadaşa yaptığ ımız bir sedye ile onu taşımaya
başlayarak Kırmızı dağ a çekildik. Eylemin sonuçlarını ertesi gü n
bü yü k telsizle aktardık. Biz çok tahmini bir rakam verdik. On
dokuz ile yirmi asker arasında kayıplarını verdik. Kayıpların ağ ır
etkisi vardı, bir de abartılı bir rakam vermemek için ö yle verdik.
Oysa imha edilen 34 aracın her birinde bir asker dahi vurulsaydı
kayıpları 34 olurdu. Meğ er BBC radyosu eylemi aynı gü n Dersimde
şiddetli çatışmalar ve yaşanan çatışmalarda Tü rk ordusunun ağ ır
kayıp verdiğ i şekilde vermiş. Dü şman kendi kayıplarını yü z on
sekiz kişi şeklinde verdi. Yani aslında verdiğ imiz rakam sadece
suda gidenlerin rakamıydı. Çü nkü verdiğ imiz rakam kadar asker
suya atladı ve atlayanların hepsini su gö tü rdü .
Trajik kayıplar verdik. Yersiz kayıplar verdik. Ama bü yü k bir
eylemde yapıldığ ını sonradan dü şü nü nce anladık. Kayıpların
ü zü ntü sü nden gö zü mü zde eylemin bü yü klü ğ ü de, dü şmana
vurduğ umuz darbe de gö rü nmü yordu. Sonra kö ylü ler dü şman
kayıplarına ilişkin bilgi getirdiler. Onların getirdiğ i bilgi de yetmiş
askerin vurulduğ u ve ü ç katı kadar askerin de yaralandığ ı
biçimindeydi. Oysa o araçlardan sağ kurtulan olmamıştı.
Yarattığ ı siyasi ve askeri etkiyle daha sonra bü yü k bir eylem
olduğ unu daha iyi anladık. O eylemin askeri etkisi o eylemle
125
SİS
126
Serhat Anısı
128
sö yledik. Randevu yeri olarak orayı verdik. Ama orayı ne biz nede
keşfe gö nderdiğ imiz arkadaşların çok bildiğ i bir yer değ ildi. Sadece
uzaktan gö rmü ştü k o kadar. Onlar, keşfe gittikten sonra ikinci gü n
bizde oraya gidecektik. Hedefe yakın olduğ u, buluştuğ umuz gü nü
de orada geçirdikten sonra akşama doğ ru eylemimizi
gerçekleştirmek için oradan harekete geçecektik.
Onları gö nderdikten sonra o kayalığ a gitmek için yola çıktık.
Çok uzak bir yerdi. Tendü reklerden Diyadin’in arkasına kadar
gitmemiz gerekiyordu. Bir gecelik bir yoldu. Bir gecede ancak
oraya varabilirdik. Gece oraya varınca mecbur gü nü oralarda bir
yerde geçirecektik. Bilmediğ imiz ve ilçenin hemen ü stü ndeki bir
yerdi. Riski buradan geliyordu. Eyleme gideceğ imiz için orada
kalmayı gö ze aldık. Yoksa normalde kalınabilecek bir yer değ ildi.
Gece boyunca yü rü dü k. Sabaha doğ ru oraya ulaştığ ımızda keşfe
gö nderdiğ imiz arkadaşların orada olmadığ ını gö rdü k.
Gelmemişlerdi. Yer de çok kö tü ydü . O saatten sonra oradan geri
dö nme imkanımız da yoktu. O arkadaşların olmaması bizde bü yü k
bir tereddü t yarattı. Çü nkü her şey olabilirdi. Yakalanmalarından
tutalım da kaçışlarına da kadar ihtimaller vardı. O durumda, oraya
giden bizlerin de çok bü yü k tehlikede olduğ u anlamına geliyordu.
Ama yapacak başka bir şey de yoktu. O saatten sonra oradan yola
çıkamazdık. Yola çıkıp gü ndü z o ovanın içinde kalacağ ımıza, en
azından olası bir dü şman yö neliminde o kayalığ ı iyi tutar, bir
gü nlü k çatışmayı sü rdü rebiliriz diye dü şü nerek orada kaldık.
Sabah oldu. Ortalık tam aydınlandı. Ama arkadaşlar gelmedi.
O gü nü akşam edinceye kadar yü reğ imiz ağ zımıza geldi. Çü nkü o
kayalığ ı uzaktan gö rmü ştü k. Sabah olduğ unda leyleklerin kayalığ a
tü nediğ i gibi tutunursak, ancak kalabileceğ imiz bir yer olduğ unu
gö rdü k. Her taraftan gö rü nen bir yerdi. Kendimizi gizleyecek,
kamufle edecek bir şeyi de yoktu. Diyadin ve çevresindeki yerleşim
yerlerinden biraz uzaktı ama tam şehir merkezinin ü stü nde bir
yerdi. Oranın en yü ksek yeri olarak da orası vardı. O yü zden de ilk
bakışta dikkat çekebilecek bir yerdi. Açık bir yerdi. Nereden
bakılsaydı orası gö rü nü rdü . Tek çare uzanmaktı. Hepimiz o
129
SİS
130
ses tonunu biraz değ iştirerek, sesini biraz asker sesine benzeterek
konuşacaktı. Tabii bizim bu konuşmalarımızı duyunca kalkıp
paniğ e girecekler ve ö dleri kopacaktı. Bö ylece onların bizi o
kayalıkta bekletmelerinin intikamını almış olacaktık. Plandan
sonra Deniz arkadaş biraz yaklaştı. Uzaktan, oğ lum dikkatli ol. “Bir
şey var mı?” diye bağ ırdım. Deniz arkadaş: “komutanım buradan
sanki bir hışırtı sesi geliyor.” Devamla “Aslında hışırtıdan çok
uyuyan birilerinin horlama sesine benziyor.” Ben de buna karşılık
“Dikkatli ol, iyice bak diye yeniden” bağ ırdım. Deniz arkadaş,
“komutanım sesin geldiğ i yere yavaş yavaş yaklaşıyorum.” Deniz -“
komutanım bir iz buldum, sanki burada insan var” diye yeniden
seslendi. “Oğ lum dikkatli ol, mevzilen hemen yanına yetişiyoruz”
diye biraz daha yü ksek bir sesle bağ ırdım. Deniz “komutanım
buldum adamları. Burada yatıyorlar ne yapalım” dedi. “Sakın
karışma hemen yanına geliyorum” dedim. “Sen oradan ayrılma
geliyoruz. Onları sağ yakalamaya çalışalım” dedim. Birkaç adımda
Deniz arkadaşın yanına vardım. Zaten yan yana sayılırdık. Onun
bulunduğ u yerden sü rü nme taklidi yaparak onlara yanaştık. O
sırada bir telaş yaşanmaya bağ ladığ ını fark ettim. Nefesleri
kesilmiş gibi sesler çıkarıyorlardı. O sırada bombanın piminin
çekiliş sesini duydum. O an silahlarını aldığ ımızı ama bombalarını
almadığ ımızı ve bize bomba atmaya hazırlandıklarını anladım. Bu
sefer ben paniklemeye başladım. O panikle “heval heval biziz, size
bir oyun oynadık sakın bomba atmayın” diye seslenmeye başladım.
Meğ er bombalarının pimini çekmişler. Sesimi tanıyınca sesimizin
geldiğ i yere değil de, ö bü r tarafa pimini çektiği bombayı atmak
zorunda kaldılar. Bomba patladı ama bizden uzak ve diğ er tarafa
attıkları için bir şey olmadı. Yanlarına gittik. Nefesleri kesilmiş bir
haldeydiler. Bet beniz atmışlardı. Bü yü k bir korku ve şaşkınlık
yaşayan insanların ruh halini hala yaşadıklarını gö rdü k. Onlara
oyun oynadığ ımızı, bö ylelikle anlamış oldular. Bize kü stü ler. Çok
kızdılar. Ellerinde silah olsaydı bizi vurabilirlerdi belki de. O denli
kızmışlardı. Onlara kü çü k bir oyun yapmak istediğ imizi sö yledik.
Ama dinlemediler. Neden bö yle yaptınız deyip durdular. Heval bizi
131
SİS
bir gece leylek yuvası gibi ve çok riskli bir yerde neden
beklettiklerini, oraya neden gelmediklerini sorduk. O kayalıkta
yaşadığımız o korkunç gü nü n stresini onlara bö yle bir oyun
oynayarak atlatmak istediğ imizi sö yledik. Oyunun kurallarına gö re
konuşmaya başladığ ımız andan itibaren sesimizi duymuşlar
meğ er. Ondan sonra soğ uk ö lü m terlerini dö kmeye başlıyorlar.
Yanlarına bakıp silahlarını da gö rmeyince durumlarının çok kritik
olduğ unu dü şü nmeye başlıyorlar. Nefesleri kesiliyor adeta. Son
çare olarak bomba atarak kendilerini kurtarmayı
dü şü nü yorlarmış. Bize atmak ü zere oldukları bomba ve yaşadıkları
psikolojiyi bu şekilde anlattılar. Onlara birkaç eleştiri daha yaptık.
Randevu yerine gelmemelerinin ciddi bir hata olduğ unu, bir daha
bö yle yanlışlık yapmaları gerektiğ i yö nü ndeydi eleştirilerimiz.
Onlarda, onlara oynadığ ımız oyuna ilişkin bize bir sü rü eleştiri
yaptılar. Ondan sonra arkadaşları bıraktığ ımız yere gittik. Ama
arkadaşlar zaten bomba seslerini duymuşlardı ve heyecanla bizi
bekliyorlardı. Tabii kısaca onlara da o iki arkadaşa oynadığ ımız
oyunu ve gelen bomba sesleri hakkında bilgi verdik. Vakit artık
sabaha doğ ruydu. Bomba seslerinden dolayı arkadaşları da
bıraktığ ımız yerden de biraz daha uzaklaştıktan sonra,
bulduğ umuz uygun bir noktada kalmaya karar verdik. O geceyi
geçirdikten sonra ertesi gü n oturup yeniden ne yapabiliriz diye
tartıştık ve tartışma sonucunda bir plana ulaştık. Ulaştığ ımız plan
Tendü reklerle Sinekler arasına uzanan ova var. O ovadan vurup
Sineklere çıkacağ ız. Oradan da gidebilirsek Aladağ a kadar
gideceğiz. Oradan gidip Doğ ubayazıt-Iğ dır asfaltını keseceğ iz.
Yolumuzda korucular varsa silahlarına el koyacağ ız, ö nü mü ze
çıkan ve gü cü mü zü aşmayan hedefler çıkarsa eylem yapacağ ız.
Oradan dö nerek Tendü reklere başka bir yoldan giderek Ağ rı
dağında Mahir arkadaşla buluşacağ ız. Bö yle bir plan ö nü mü ze
koyduk. Ama belirlediğ imiz ve gitmeyi dü şü ndü ğ ü mü z yol hattını
bilen yok. Genel olarak da gideceğ imiz alanı tanıyan da yok. Sadece
ö yle araziyi genel hatlarıyla biliyoruz. Yine o gü n kaldığ ımız yerden
araziye bakarak keşif yapmaya çalıştık o kadar.
132
Sineklere geçmek için o ovayı geçmemiz gerekiyordu. Ovanın
ortasında bü yü k bir kö y gö rü nü yor. Aslında birkaç kö y var ama
geçmek için belirlediğ imiz hat ü zerinde sadece o kö y gö rü nü yor. O
kö yü geçtikten sonra, kö yü n arkasına doğ ru uzanan ve sineklerden
inen bir vadi var. Vadi uzaktan yeşil gö rü nü yor. Bü tü n bunları,
uzaktan yaptığ ımız keşfe gö re sö ylü yoruz. Takriben bir gecede o
yolu kesebiliriz diye hesapladık. Gece yola çıkıp o kö ye uğ rarız.
Kö yde biraz dinlendikten sonra erzakımızı alıp vadiye gitmek için,
yola çıkarız dedik. Sabaha kadar vadiye ulaşıp orada ü sleniriz diye
hesapladık. Akşam olunca yola çıktık. Yü rü yoruz yü rü yoruz ama
yol bitmiyor. Ova yolları kadar yorucu yol olmadığ ını birçoğ umuz o
gece anladık. Yılların gerillaları olmamıza rağ men, ova yollarının o
kadar yorucu olduğ unu bilmiyorduk. Yü rü dü kçe ovanın uzaktan
gö rü ndü ğ ü gibi olmadığ ını da anlamaya başladık. Uzaktan çok
yakın gibi gö rü nü yor. Ama insan içine girince bir tü rlü bitmeyen
bir ova olduğ unu insan anlıyor.
Gecenin geç bir vaktinde girip erzak almayı dü şü ndü ğ ü mü z
ova kö yü ne vardık. Kö yü n dışında bü yü kçe bir ev vardı. Kapıyı
çaldık. Açtılar içeri girdik. Selamlaştık. Ev sakinleri telaşa
kapıldılar. Tuhaf hareketler etmeye başladılar. Bunlar daha ö nce
herhalde arkadaş gö rmemişler, o yü zden bö yle telaşlanıp
panikliyor diye dü şü ndü k. Bir sü re sonra geçer diyoruz kendi
kendimize. Biraz oturduk. Tavırları yine değişmedi, biraz daha
zaman geçti yine değ işmedi. Birbirlerine kaş gö z işaretleriyle
anlaşarak bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar. Garip garip yü zü mü ze
bakıyorlar. Ne yapacağ ız diye bekleyen bir ruh halleri vardı. Bu
durum değ işmeyince şü phelendim. Yanımda oturan Deniz
arkadaşın kulağ ına eğ ilerek, “burada galiba tehlikeli şeyler var”
dedim fısıltıyla. “Bunlar bize komplo falan kurmasınlar mı?” dedim.
“O yü zden dışarıdaki gü venliğ imizi daha da arttıralım” dedim.
Bunun ü zerine Deniz arkadaş, bir iki arkadaşı daha nö bet için
dışarıya çıkardı. Onlarla birlikte oda dışarıya çıktı. Onları
yerleştirdikten sonra içeri girdi. O nö betçileri gö tü rü p
yerleştirirken, bunların yaşadığ ı panik daha da arttı. Sanki bir
133
SİS
134
fazla anlaşma da sayılmaz. Çü nkü biz içine dü ştü ğ ü mü z durumdan
kurtulmak istiyorduk. Anlaşmaya da vardığ ımıza gö re kalkıp
gidelim gibisinden bir şeyler sö yledim.
Bize iki ü ç torba doldurup hazırladılar. Torbalarda elbise,
kazak vb gibi giyim eşyaları olduğ unu sö yleyince, “şu an lazım
değ il; Burada kalsın arkadaşlar daha sonra geldiklerinde alsınlar”
dedik. İhtiyacımız olabileceğ ini dü şü ndü ğ ü mü z bir iki şey alıp,
gerisini daha sonra alacağımızı sö yleyerek kaldırmalarını sö yledik.
Korucu başına bir miktar para toplayıp verdiler. Bizim için onların
hiç biri ö nemli değ ildi. Ö nemli olan bilmeden girdiğ imiz durumdan
kurtulmaktı. O anlaşmadan sonra artık bizim de fazla kö yde
kalmamızın bir gereğ i yoktu.
“Tamam, size gü veniyor ve inanıyoruz, size bir hafta
mü saade biz artık gidiyoruz” diyerek kö yden çıktık. Daha sonra o
kö yü n gerçekten de bir hafta içinde silahını teslim ettiğ ini dostlar
gelip bize sö ylediler. Evden çıktık tespit ettiğ imiz ve gitmeyi
dü şü ndü ğ ü mü z vadiye doğ ru gidecek şekilde yolumuza devam
ettik. Yol bitmek bilmiyor. O kadar çok yorulduk ki, arkadaşların
bazıları kendilerini yere attı ve biz artık gelmiyoruz dediler.
Sabaha da vadiye de az kalmış. Ama arkadaşlar artık adım atacak
gü cü kendilerinde bulamadıklarını sö ylü yorlardı. Ovanın
ortasında ö yle kü çü k taş ö beklerinde kalalım diyen arkadaşlar da
oldu. Diğ er bazıları da olabilir dediler. O taşlara ve arkadaşlara
baktım ö nce sonra silahımı aldım. “Heval ben buralarda
kalmıyorum. Ve gidiyorum. Kalmak isteyen kalsın istemeyen de
arkamdan gelsin” diyerek yola çıktım. Ö nce Deniz kalktı peşime
takıldı. Ardından ü ç dö rt arkadaş daha, ü ç dö rt daha derken
arkadaşların hepsinin peşimde dizildiğ ini gö rdü m. Yolumuza
devam ettik. Sabah saat yedi civarına kadar yü rü dü k. Artık gü neş
atmak ü zereydi. Aslında gü neş çoktan doğ muştu ama henü z vadiye
vurmamıştı. Vadinin ağ zına ulaştık. Ama vadiden çok vadinin
ağ zındaki bir kö yü n içinde kendimizi bulduk. Kö yü n içinde
kendimizi bulunca meğ er yeşil vadi olarak uzaktan gö rdü ğ ü mü z
yer kö ymü ş. Uzaktan çok gü zel bir konumlanma noktası olarak
135
SİS
136
gü neş batmadan kö ye indik. Girdiğ imiz evin sahibi “heval kö yde
bir kaç ay ö nce başlayan kan davası var. Heval buna siz mü dahale
edin. Bu sorunu ancak siz çö zersiniz” dedi. “Eğ er mü dahale
etmeseniz bunlar birbirlerini çok kö tü şekilde ö ldü recekler” dedi.
“Tamam” dedik. Her iki tarafı da çağ ırdık. Olayı dinledik. Bir kız
kaçırma davasıydı. Bu yü zden birbirlerini ö ldü rmü şlerdi. Birde
birbirlerini ö ldü renler akrabaydı. Olayı cemaat usulü bir yö ntemle
çö zmeye karar verdik. Her iki tarafı da ikna edecek bir şekilde
çö zmek için bu yö ntemi seçtik. Birine biraz ceza kestik. Ondan alıp
diğ erlerine verdik. Birbirlerini ö perek anlaşmaları gerektiğ ini
sö yledik. Birbirlerini ö ptü ler. Bir daha bir şey olmayacak diye sö z
verdiler. Zaten biz birkaç gü n sonra gelip kontrol edeceğ iz dedik.
Sö zü nde durmayan, sö zü nü çiğ neyen, bizim koyduğ umuz kuralları
aşanı kesinlikle sü rgü n ederiz dedik. O kan davası sorununu da
çö zmek için toplantımızı yaptıktan sonra Sineklere çıktık. Daha
sonra, o kan davasını çö zmek için koyduğ umuz kurallara her iki
tarafın da uyduğ unu ö ğ rendik. Ve bir daha da o kö yde kavganın
çıkmadığ ı da aldığ ımız bilgiler arasındaydı.
Sineklerde birkaç gü n eylem yapmak için hedef tespit
etmeye çalıştık. Tabii bu arada yaptığ ımız planlama için
belirlediğ imiz zamanın da sonuna doğ ru gelmiştik. Eylem yapmak
için zaman kalmamıştı. Ama bilmeden girdiğ imiz bir korucu
kö yü nü silahsızlandırmıştık. Ayrıca bir kan davası sorununu
çö zmü ştü k. Mahir arkadaşla buluşmak için yolumuza devam ettik.
Gidip belirlediğ imiz zaman ve mekanda Mahir arkadaşı bulduk. O
da geçiş yolumuzu ayarlamıştı. Bir gü n daha orada kaldıktan sonra
4. Kongreye katılmak için yola çıktık…
138
savaşımımızdan sonra içinde gü venliğ i adı altında bir tane de
karakol yaptılar. Halen de o karakol var. TRT alandaki en yü ksek
yere kurulmuştu. Karakolda onu korumak için oraya kurulmuştu.
Botan’ın neresinden bakılırsa orası gö rü lü r. Cudi’den, Piro’dan,
Herekol’dan çok rahatlıkla gö rü lebilen bir yerdir. Garzan’ın bazı
alanlarından bile çok rahatlıkla gö rü lebiliyor. Çok yü ksek bir tepe
ve her tarafı ışıklandırılmış bir yerdir. O yü zden de her yerden
gö rü lebiliyor. Bilmeyenler, o tepenin başındaki ilçenin adı nedir?
diye sorabilirler. Gece ışıklandırmaları yarılınca mitolojilerde
anlatılan kentler var ya onlar gelir insanın aklına…
Arkadaşlar hedef olarak o tepeyi seçmişlerdi. Ona yö nelik bir
eylem gerçekleştirmeyi planlamışlardı.
Bir yol Eruh’tan yani Mişarê tarafından gelip karakola
çıkıyor. Oradan da kö ye iniyor. Çok dik ve pis bir yoldur. Sivri bir
tepedir. Onunda dışında çok fazla yol yok. Yaya yolu var yani bazı
patikalar var onlarda çok asi yerlerden geçiyor. Yol gitmez, kervan
geçmez misali olduğ u için Tü rk devleti ve ordusu bu mevziilerine
çok gü veniyordu. Gerillanın hayatta gidip oraya yö nelik bir eylem
gerçekleştireceğ ini hiç dü şü nemiyorlardı her halde. Tepenin
sivriliği, asiliğ i, yine yolun tek olmasından ö tü rü ö yle bir ihtimal
vermiyorlardı. Devlet ya da Ordunun APO’cuların ö nü ne
koydukları hedefi ne pahasına olursa olsun gerçekleştirme
yö nü ndeki kararlılığ ını çok fazla dü şü nmemişti. Kendini
kandırmıştı. Ve çok kez kendini kandırdığ ı gerçekleştirilen
eylemlerle ortaya çıkmıştı.
Sonbahardı. İçerde ü slenecek gü çlerde Gü neye çekilecek
gü çler de belli olmuştu. Gü ney’e geçecek gü çlerin yola çıkma
zamanı geliyordu. Ama geceler hala çok sıcaktı. Onuncu ya da on
birinci aydı. Çü nkü artık yağ murlar başlamıştı. Biz Çırav gü cü ydü k.
O yıl Çırav gü cü olarak eylem yapma amacıyla Gabar’ın hareketli
birliğiyle hareket etmiştik. Bir araya gelip eylemimizi
gerçekleştiriyor, ardından eylem toplantısını yapıp alanımıza
çekiliyorduk. Biz keşif yapıp eylem için Gabar gü cü nü çağ ırıyorduk,
onlar keşif yapıp bizi çağ ırıyorlardı. O şekilde eylem yapıyorduk.
139
SİS
140
itibaren bitene kadar eylem başlamış demektir. O heyecan eylemin
sonuna kadar sü rü yor. Hazırlığ ımızı yaptık. Ağ ır silah gö tü rü p
gö tü rmeyeceğ imizi Rojhat arkadaşa sorunca “hayır
gö tü rmeyeceğ imizi” sö yledi. “Arkadaşlar bireysel eşyalarını
bıraksın ama cephanelerini getirsin” dedi. Keşfe giden grubun
içinde ben de vardım. Çantamı bir arkadaşa teslim ettim. Rojhat,
Pale, Cihat, Şoreş Şırnak, Halil Derik’in de içinde olduğ u kalabalık
bir grup olarak gidecektik. Saat on gibi yola çıktık. Yağ mur da
yavaş yavaş çiseliyor. Bü lcü na kö yü nü geçtik. Bü lcü nayı geçince
kü çü k bir tepecik var. Orada doğ al mağ aralar da var. O mağ aralara
girip beklemeye başladık. Sabaha karşı uyanıp keşif için tepeceğ in
ü stü ne gittik. Oradan Bü lcü na TRT’sinin karakolunun tepesi ve
ü zerindeki mevziilerin hepsi çok iyi gö rü nü yordu. Hava tam açıldı.
Ama her yeri bu sis sardı. Sis her yeri kapatmıştı. Tepenin ü stü nde
her birimiz bir ağ acın altına geçtik. O sırada Halil arkadaş “heval
artık bu olayın sırı kalmadı. Biz TRT’nin son keşfi için buraya
geldik. Akşama kadar buradayız. Son keşfimizi de yaptıktan sonra
eylemi başlatacağ ız.” Akşama kadar keşfimizi yaptık. Oradaki
dü şman çok normal bir şekilde mevzilenmişti. Çevrelerini saran
mevzileri tutmuşlardı. Onun dışındaki pozisyonları normaldi.
Oradaki askerler çok rahattı. Havanın yağ ışlı olmasını dü şü nmü ş
olmalılar. Oysa biz en çok yağ murlu havaları değ erlendiriyorduk.
Akşama kadar oradaki gü cü takip ettik. Akşama doğ ru bir konvoy
oraya geldi. Gelen konvoyun gü ç mü , cephane mi yoksa erzak mı
getirdiğ ini çok fazla netleştiremedik. Ancak konvoy geri dö nü p
gidince de gü çte bir artışın olmadığ ını gö rdü k. Gü cü n artmadığ ına
gö re konvoyun başka şeyler getirdiğ i şeklinde yorumladık.
Eylemin sabote olmaması için de çok dikkat ediyoruz. Hava soğ uk
olmasına rağ men ateş falan yakmadık. Sis giderek arttı. Akşama
doğ ru artık her yeri kapattı. Tabii bu bizim için çok iyi bir şeydi.
Akşama doğ ru eyleme katılacak arkadaşlar da sisten yararlanarak
gelmeye başladılar.
Eyleme katılacak arkadaşlarda gelince biraz daha
bekledikten sonra harekete geçecektik. Harekete geçmeden ö nce
141
SİS
142
çadırın altına girmişler. Sinan arkadaş, Çekdar arkadaşı geriye itip
namluya elini atıp çekmeye çalışıyor. Namluyu çekmeye çalışırken
askerin elinin tetikte olmasından dolayı tarama oluyor. Bir mermi
Çekdar arkadaşın koluna isabet ediyor. Bir mermi de Sinan
arkadaşın gö ğ sü ne isabet ediyor. Her iki arkadaşta yaralandı. O
sırada Halil arkadaş “saldırın” diye bir talimat verdi. Daha eylemin
başlama saatine de biraz var. Ama beklenmeyen ve istenmeyen bir
durumla karşı karşıya kalmıştık. Tabii bu sö ylediklerimin hepsi
birkaç saniyelik bir zaman diliminde yaşandı. Halil arkadaş saldırın
diye talimat verdikten sonra bir dakikalık sü re içinde ikişerli bir
şekilde tepeye saldırmak için harekete geçtik. Tepeyi olduğ u gibi
ö nü mü ze kattık. Tepedeki asker silah patlatmaya fırsat bulamadı.
Çü nkü bir anda bomba, RPG7, BKC ve ferdi silahlarla o çadır ve
etrafındaki mevzilere saldırdık. Pusuya gelen gü cü n tuttuğ u tepe
birkaç dakika içinde dü ştü . Bazı askerler karakol değ il de diğ er
tarafa doğ ru kendilerini bırakıp kaçmaya başladılar.
Silahlarımızın seslerini duyan Rojhat arkadaş onlarda
karakola saldırmaya başlıyorlar. Onlarda bir anda kendilerini
karakolun içinde buluyorlar. Karakolun binalarından birini alevler
sardı. Zaten eylem başlar başlamaz elektrikler kesilmişti. Ama ateş
alan karakolun binasının alevleri bu kez çevreyi aydınlatmaya
başladı. Ortalık gü ndü z gibi aydınlandı. Çü nkü alevler o kadar
yü ksek ve fazlaydı.
Eylem genel koordinesi saatinden ö nce eylemin başladığ ını
gö rü nce eylemin sabote olduğ unu dü şü nerek, eylem kol
komutanlarından eyleme ilişkin bilgi alıyor. O sırada Halil arkadaş
“tepeyi çabucak temizleyin.” Karakola gelen diğ er koldaki
arkadaşların zorlanmaması için, “karakola doğ ru gidelim” dedi.
Karakol, gü venliğ i için çıkardığ ı gü çlerin hepsi imha oldu. İçindeki
askerlerin çoğ u da canlarını kurtarmak için sağ a sola doğ ru
kaçmaya başladı. Askerler can havliyle kendilerini rastgele oraya
buraya vuruyorlardı. O sırada bü tü n gruplar birbirine karıştı.
Çü nkü artık ne uzak savunma, ne yakın savunma nede saldırı
grubu diye bir şey kaldı. Çü nkü bir anda kendimizi askerlerini
143
SİS
144
getirdiğ in” diye sordu. “Heval bir silah getirdim ama ne olduğ unu
daha doğ rusu adının ne olduğ unu bilmiyorum” dedim.
Karakola doğ ru giden yoldan devam ettik. Birkaç adım atınca
Pale arkadaşın bir mevziinin yanında durmuş birini beklediğ ini
gö rdü m. Tabii “heval dikkatli olun” dedi. “Ne var?” diye
sorduğ umuzda “bu mevziden ses geliyor ve kendinizi eğ erek gelin”
dedi. Yanına vardığ ımızda “savunmaya geçin mevziye bomba ile
saldıracağ ım” dedi. Heval Pale daha bombasıyla uğ raşırken, bir
anda ikimizin ortasında bü yü k bir patlama oldu. İkimiz yere
atlamıştık. Pale arkadaşla ikimize de bir şey olmadı. Mayın mı,
ışıldak mı olduğ unu anlayamadık. Halil arkadaş arkadan “ne oldu”
diye bağ ırdı. Pale arkadaş “heval bir şey patladı ama ne olduğ unu
bizde anlayamadık” diye cevap verdi. İkimizin ortasında olmasına
rağ men, bize bir şey olmayınca o mevziiden olmadığ ını anladık.
Durmadan mevzinin ü zerine yü rü dü k. Pale arkadaş bir tarama
yaptı. Ama onlardan bir karşılık gelmedi. Sadece inilti vardı. Meğ er
yaralanmışlar. Tabii Pale arkadaşın taramasından sonra o sesler de
kesildi. Sesler kesilince silahlarını toplayıp oradan çıktık. Karakola
doğ ru yolumuza devam ettik. Geçtiğ imiz yerlerden arkadaşlar
cephane, silah vb gibi diğ er malzemeleri topluyorlar. Kısa bir sü re
sonra karakolun bahçesine dış duvarının dibine ulaştık.
Karakoldan aşağ ıya doğ ru kaçan askerler korkudan rastgele
çevreyi tarayarak kaçışıyorlardı. Ö nü mü zde daha birkaç mevzii
vardı. Ama boş ya da dolu olduğ unu bilmiyorduk. Rojhat arkadaşın
kolunun gelmesi içinde orada bekledik. Heval Pale ö n
tarafımızdaki mevzileri vurup ö yle beklememiz için yanına bir BKC
kullanan arkadaşı silahıyla birlikte gitmesini istedi. Amaç o kontrol
etmediğ imiz mevziiyi vurmak birde karakolun çeşitli yerlerinden
gelen tek tü k mermilerin geldiğ i yerleri vurup etkisizleştirmekti.
BKC kullanan arkadaşlardan biri Sabri Tori adındaki arkadaştı.
Pale arkadaşın yanına gitmesi için onu çağ ırdık. Her zaman
yaptığ ımız ve kayıplarımıza neden hatanın aynısını orada da
yaptık. Dü şman tepesinde olduğ umuzu adeta unuttuk. Sanki orada
hiç dü şman yokmuş gibi hareket etmeye başladık. Sağ kalan,
145
SİS
146
Karakol uçurumlu bir tepenin başında olduğ u için cephaneyi o
uçurumlardan atmaya başlıyorlar. Kaldırılması mü mkü n olmadığ ı
için bö yle bir çö zü mü dü şü nü yorlar. Gelen cephanenin içersinde
Doçka mermilerinden, havan mermilerine, ferdi silah
mermilerinden MG3 mermilerine kadar her şey var. Arkadaşlar
cephanenin hepsini uçurumdan attıktan sonra geri çekilmeye
başlıyorlar. Bizim grupta şehit dü şen Sabri arkadaşı getirip kö ye
giden şose yolun yanında ona gü zel bir mezar yapıp gö mdü k. Ama
dü şmanın gö rmeyeceğ i şekilde gö mdü k. Tepeye ilk gidişte
grubumuzdan hafif yaralan Sinan ve Çekdar arkadaş da yanımızda.
O yü zden geri çekilmede gecikme oluyordu. Birde her arkadaşın
yü kü en az kendi silah, raxtı dışında en az iki silah vardı. Bundan
dolayı ö nden giden bir gruba yaralı arkadaşları taşımak için
kö yden iki katır almasını sö ylemiştik. Biz kö ye ulaşana kadar onlar
katırları alıp yolumuza çıktılar. Yaralı arkadaşları bindirerek
yolumuza devam ettik. İki tane katır da Rojhat arkadaş onların
ö nü ne gö tü rü yorlar. Onlar da şehit dü şen Cuma arkadaşı katıra
bindirip karakoldan bir hayli uzaklaştırdıktan sonra, gö mü p
gü zelce kamufle edip yollarına devam ediyorlar. Arkadaşlar için
yaptığ ımız mezarlara daha sonra kolayca bulmak için işaretler
bırakmıştık. Daha sonra arkadaşlar gidip her iki arkadaşın da
cenazelerini alıp getirerek denetimimizdeki bir yere gö mmü şlerdi.
Arkadaşlara ait hiçbir şey karakolda kalmadı. Zaten arkadaşların
şahadeti de bü yü k bir talihsizlik ve tesadü fle olmuştu.
Arkadaşlar karakolu perişan etmişlerdi. Her yeri yakıp
yıkmışlardı. Karakolda asker diye bir şey kalmamıştı. Vurulan
vurulmuştu, vurulmayan kendilerini rastgele arazinin herhangi bir
yerinden bırakıp kaçmaya çalışmıştı. Bazıları kendilerini
karakolun ü zerinde kurulu olduğ u uçurumlardan bırakarak
ö lmü şlerdi. Bazıları da ö lmemişlerdi ancak bedenlerinde sağ lam
kemik kalmamıştı. Tabii bu bilgilerin çoğ unu daha sonra
kö ylü lerden almıştık. O karakolun şahsında perişan olan devletin
kendisiydi. Yenilen devletti. Oraya karakol kurup askerleri
yerleştirmişlerdi ama onları koruyamıyordu. Karakolun ana binası
147
SİS
ve yan binalarının hepsi sabaha kadar yanmıştı. Biz de sağ lam bir
şekilde geri çekilme yaparak Gabar’a geldik. Halil arkadaşla telsizle
gö rü şen Haşim arkadaş biz daha eylemin tekmilini ö rgü te
vermeden o halka dağ ıtmıştı. Halk onun sevincini gü nlerce
yaşamıştı. Tabi o kadar saat sü ren bir eylemde kullanılan bomba,
silah sesi, barut kokusu yine karakolun alevlerinden çıkan
dumanlarla kafam davul gibi şişmişti. O yü zden zar zor
yü rü yordum. Bu durumu gö ren milislerden biri yaralı olduğ umu
sanıp beni taşımak için kaldırdı. “Ne yapıyorsun heval?” diye
sorduğ umda, “yaralısın seni taşıyorum” dedi. Hayır yaralı
olmadığ ımı, silah sesi, barut kokusu, karakolun alevlerinden
etkilendiğ imi sö yledim. Ona rağ men milis beni taşımaya devam
etti. Geri çekilme sü recinde bö yle komik ve gü lü nç sayılacak şeyler
de yaşandı. Geri çekilmemizi sabaha karşı tamamladık. Geri
çekilme sağ lam bir şekilde yapıp ulaşmamız gereken yere ulaşınca
o zaman havanın soğ uk olduğ unun farkına vardık. Çü nkü bireysel
hiçbir şeyimizi yanımızda gö tü rmemiştik. Arkadaşlar birkaç yerde
ateş yaktı ısınmaya başladık.
Ö ğ le saatlerine kadar dinlendik. Ö ğ leden sonra eylem
toplantısını yaptık. Eyleme katılan arkadaşlara çeşitli ö dü ller
verildi. Bu eylemlerden sonra karakollar bırakılmaya başlandı.
Birçok karakol boşaltıldı. Bazı kö ylerde korucular silahlarını
bırakmaya başladı. Dü şmanda bu panik ve korku yaşanmaya
başlayınca, biz de daha ö nce çok gizli bir şekilde girdiğ imiz ve
içinde karakol olan kö ylere bu kez bü yü k gruplarla bayraklarla
girmeye başladık.
Kö ylerde gelişmeleri halka aktarmak için toplantılar yaptık.
Bu toplantıları kadınlara ayrı, erkeklere ayrı yaptık.
Toplantılarımızın hepsini kö y camilerinde yapıyorduk. Camiler
toplantıların merkezi olmuştu. Zaten ilk sü reçlerde de Hz.
Muhammed’de camileri toplumun sorunlarını çö zmek için
kullanmamış mıydı? Bizde farkında olmadan camileri o amaçla
kullanıyorduk. Eylem toplantısından sonra girdiğ imiz kö ylerden
biri de Dêrşev kö yü ydü . Bu kö y Gabar’daki en bü yü k kö ylerdendir.
148
Yaklaşık beş yü z hanelik kö ydü r. Okulu, sağ lık ocağı, camisi olan
bir kö ydü . Kö ye yaklaşık yü z arkadaş kadar gittik. Arkadaşlar kö y
ağ asıyla gö rü şerek toplantı yapmak için geldiğ imizi sö ylediler.
Adam hiç itiraz etmeden ne yapmak istiyorsak yapabileceğ imizi
sö yledi. Kısa bir sü re içinde halk camide toplandı. Halk camide
toplanınca gö vde gö sterisi amacıyla arkadaşlar caminin ö nü ndeki
kü çü k alanda ö nce içtima aldı. Ardından bazı arkadaşlar gü venlik
için çıktı, bazıları kö yü n çeşitli yerlerine konumlandırıldı bazıları
da toplantı yapmak için camiye girdi. Kadınlar için toplantı yapan
kadın arkadaşlar da kadınların toplandığ ı eve doğ ru gittik.
Bunlara dağ lılar denir. Çok fazla yaylaya çıkıp inmiyorlar. Yine
kentle ilişkileri hemen hemen yok denecek kadardır. İhtiyaçları
için kö yden birkaç kişi kasabaya inip çıkıyordu o kadar. Onun
dışında kente, kasabaya onlardan kimse inmiyordu. Bir coğ rafik
harikadır. Kö yde yü zlerce çeşme var. Ekilecek tarlaları kendi
elleriyle yapmışlar. Zaten dü z, ovalık yer yok tarla için. Kö yü n
çevresindeki kayaların ü zerine kırmızı toprak getirip dağ ıtarak
bostan yerlerini yapmışlar. Yine her yeri meyve ağ açlarıyla
doluydu. Yani alandaki ü ç ağ açtan biri meyve ağ acıydı. Kö yü
kuranlar o denli bü yü k bir emek harcamıştı o kö y için. Yani her
şeyleri emek kokan bir yerdi. Gece yarısına kadar kö yde kaldık.
Çü nkü o karakol baskınından sonra artık alanda neredeyse
dü şman kalmadı gibi. Alanda denetim tamamen bizim elimize
geçti. Çü nkü bahar başından beri onlarca karakol, tepeye yö nelik
eylemler olmuştu. Eylemlerim çoğ u da başarılı olmuştu. Bu yü zden
dü şman birçok karakolu boşaltmak zorunda kalmıştı. Buda alanın
tamamen açılması ve denetimimize geçmesi demekti.
O gece geç saatte kö yden çıktıktan sonra kö yü n hemen
arkasındaki uzun ve gü zel sırta kendimizi verdik. O sırt Dêrşev
kö yü ile Karnê kö yü arasındaki bir sırttır. Bu sırt oradan uzayıp
Basret suyuna kadar geliyor. O gü n orada kaldık. Ama hava çok
soğ uktu. Her manga kendine bü yü k bir ateş yaktı. Yakılan ateşler
orayı bir kent gö rü nü mü ne çevirdi. Bulunduğ umuz yer Gabar
TRT’sinden de gö rü nü yordu. Ama dü şman yediğ i darbelerden
149
SİS
150
gelecek dü şmanın yolunu kesmek için o tarafa gittik. Yerimize
ulaştık. Pusu atıp beklemeye başladık. Bir sü re geçti ama gelen
olmadı. Bir sü re daha bekleyip bir şey olmadığ ını anlayınc,
kendimizi bırakıp alanımıza gitmek için yolumuza devam ettik.
Oradan alanımıza gitmek için çok uzak değ ildi. Yolumuz daha da
yakınlaşıyordu. Oradan birkaç saat yü rü dü kten sonra Geliyê
Gordilaya ulaşırdık. Geliyê Gordila bir alanın genel ismiydi. Orada
kendi içinde de ayrı isimlerle tanınan noktalarımız vardı. İlk
ulaşacağ ımız yer Memiroka adında bir kö ydü . Normalde
bulunduğ umuz yerden oraya ulaşmak için en fazla bir saat kadar
yü rü memiz gerekiyordu. Ama ü ç saatte zar zor ulaşabildik. Yolun
çamur oluşu, gecenin zifiri karanlık olması yol almamızı
engelliyordu. Kö ye ulaştık. Yağ mur yağ maya devam ediyor. Her yer
hala zifiri karanlık bir gecenin hü kmü altındadır. Birim birim
evlere dağıldık.
Kö yü n çoğ u milislik yapıyordu. Bizim gittiğ imiz evde bir
milisin eviydi. Gecenin o saatinde oraya gidişimize şaşırıp kaldılar.
“Bu vakitte nereden geliyorsunuz Heval Rojhat” dediler. Tabi
alelacele soba yakmaya başladılar. Rojhat arkadaş durumu anlattı.
Milis bir şey olmadığ ını sö yleyince kendimizi kurutmak istedik.
Ama giysilerimizde kurutulacak bir şey kalmamıştı. Çü nkü her
yerimizden su akıyordu. Birim olarak dağ ıldığ ımız evlerde
kendimizi kuruttuk. Çü nkü oradan sonra noktamıza az kalmıştı. Bir
iki saat kadar kendimizi orada kuruttuktan sonra kalkıp noktamıza
gittik. Başarılı geçen bir eylemden sonra noktada kalan arkadaşlar
bizi bü yü k bir sevinç ve mutlulukla karşıladılar. Ertesi gü n ve
gü nlerde bö lgemizde normal çalışmalarımıza başladık…
XXXX
151
SİS
152
Gerillanın Mantığa Sığmayan Çözümleri
kadar varan bir silsiledir, bazen dü z de oluyor yani her yeri dağ lık
değ ildi.
Noktaya varmamızdan bir gü n sonra dü şmanın bir takımlık
gü cü geldi, bir sü re kaldıktan sonra geri gitti. Dü şman gü cü alana
girdiğ i an onu fark ettik. Ne yapmak istediğini anlamaya çalıştık.
Ancak ne yapmak istediklerini anlamadık yani niçin geldiklerini ve
neden çok kalmadan geri dö ndü klerini kestiremedik. Biz noktada
çekilmiş hatıra resimlerinin ele geçtiğ ini bilmiyoruz, gö rü ntü de
vermediğ imiz için noktamıza yö nelik bir keşif olduğ unu hiç
dü şü nmedik.
Ben de oradaki arkadaşların yanına o akşam varmıştım ve
alana da çok fazla hakim değ ildim.
O akşam da orada kalacaktık ve oranın suyu da noktadan iki
saat kadar uzaktaydı. Ben o gece suya giden gurubun içindeydim,
bir arkadaşla birlikte suya gidecektik. O alanın her yerinde su yok,
bazı yerlerinde çeşme bile yok ama kuyular var bazı yerlerde o da
yok ve çok uzaklardan su getirmek zorundaydık. Bir ö nceki gü n
askerlerin geliş ve gidişleri beni rahatsız etmişti ve ben suya
gidecektim. İçimden heval yerimizi değ iştirelim demek geçti ama
yapamadım. Çü nkü gö reve gidecektim. Olur da bazı arkadaşların
kafasına gö reve gitmek istemediğinden nokta değ iştirmemizi
istiyor gibi bir dü şü nce oluşabilir dedim kendi kendime. Yani ö yle
sö yleyen falan da yoktu ama ben gö reve gideceğ im için gurur
meselesi yaptım ve arkadaşlara sö ylemedim. O akşam karanlığ ın
basmasıyla birlikte ben ve bir arkadaş su getirmek için yola çıktık.
Orada bizimle bulunan heval Serdat ve Zeki bö lge yö netiminde yer
alıyorlardı. Biz gö revden saat on ikiye doğ ru geri dö ndü k, çok
yorgun olduğ umuz için o arkadaşlarla sohbet edemedik. Sohbetsiz,
yorgun, argın bir şekilde uyuduk. Biraz sohbet etseydik
yorgunluğ umuz kalmazdı. Ama yapamadık.
Kaldığ ımız yerin kendisi çok sarp bir yer olduğ u için dü şman
ö yle kolay kolay giremezdi. Yani izler olmasa dü şmanın orasını
bulması mü mkü n değ ildi. Biz noktaya girerken bir eyleme
gidercesine zorlanarak giriyorduk. Yani o denli sarp bir yerdir.
154
Aşağ ısı uçurum ü stü çok sarp bir yerdi. O yü zden yolu bilmeden
oraya girmek imkansızdı. Sabah da erkenden kalktım, cihazı takip
etmeye başladım. Etraf çok sisli olduğ undan bir şey
gö rü nmü yordu. Ancak cihazı iyice dinleyince ilginç seslerin
geldiğ ini fark ettim. Daha sonra oranın gü cü nden bir arkadaşa,
sesin yakın geldiğ ini sö yledim. Yani cihaz frekanslarının
gö sterdiğ ine gö re ses çok yakındı ama sisten bir şey
gö rü nmü yordu. Ben arkadaşa biraz da çekinerek bö yle sö yledim,
arkadaş “yok” dedi sesler şehirden geliyor. Ben alanı fazla gü venlik
açısından tanımıyordum, kendi içimden diyorum; vallahi ses çok
yakın geliyor ve içimden bir şeyler hissediyorum ama ifade
edemiyorum. Yani gururluyum, arkadaşlara ö yle dü şmanın
geldiğ ini hissediyorum diyemiyorum ama rahat da değ ildim. Ben
ö yle sö yledikten yarım saat sonra bizim yirmi dakika uzağ ımızda
olan noktamızda dü şmanın hareketliliğ ini fark ettik. Sonra olayın
gerçek yü zü netleşti, bunlar her yerde avcı kolu operasyona
çıkmışlardı. Biz bö yle orada sayılı arkadaşlardık zaten bizim
yerimize gelip beli olan yola bakıyorduk. Heval Sedat “dü şmanın
bizi gö rdü ğ ü nü ” sö yledi.
Kaldığ ımız yer çok sarp olduğ undan manga gibi bir yeri ö nce
taşlarla kapatmışız sonra da naylonla ü stü nü kapatıp kamufle
etmiştik. Ama eğer tam karşıdan bakılırsa bir mağ ara gö rü nü mü
veriyordu. Artık dü şmanın bizim için geldiğ ini hepimiz anladık. Ne
yapabiliriz gibisinden birbirimize birkaç saniyeliğ ine bakarken bir
kurşun sesi vadiden yü kseldi. Bu kurşunu askerlerle birlikte gelen
kuruculardan biri sıkmıştı. Normalde kurucu olmasa asker bizi
gö rmezdi, bu mü mkü n de değ ildi. İşte o arada heval Zeki “biz
dışarıya çıkacağ ız” dedi. Ben o zaman kendimi tutamadım “nereye
çıkacağız” dedim. “Eğ er çıkarsak ki bizi gö rü rler, değ il silahlarla
sadece taşlarla bile olsa bizi param parça ederler” dedim. “Bu
noktaya inerken silahlarımızı birbirimize vererek indik şimdi nasıl
buradan çıkacağ ız” dedim. Arkadaşlar bö yle bir bana bir de
bulunduğ umuz yere baktılar yani sanırım dakikalar değ il saniyeler
geçmişti ki arkadaşlar kalmaya karar verdiler. O noktada kaldık
155
SİS
156
Ö yle çıplak gö zle durduğ un yerden bakınca tabi ki bizim
hiçbir şeyimiz gö rü nmü yor, bir çö p tenekesi vardı, onun da bazen
içini dolduruyor sonra uzaklara gö tü rü p dö kü yorduk. Onların bizi
tanıma ve ne olduğ unu anlama çabaları bir korucunun kafasını
bizden yana çıkarıp bakmasına kadar geçen bir sü re devam etti.
Korucu kafasını çıkardı çıkarmasına ama bizim de kurşunumuz
sanki yılların imbiğ inden geçmiş de zamanı gelmişçesine gidip onu
buldu. Bizim bulunduğ umuz yer çok tehlikeli bir yerdi. Korucunun
akıbeti bö yle olunca onlar bir daha kafasını da çıkarıp bize
bakmaya cesaret edemediler. Ama belki onlarca silah bize doğ ru
birden ateşlenmeye başladı. Ama mermiler bizi almıyordu.
Bulunduğ umuz yere gelen yol en fazla otuz metre kadarı
gö rü nü yor ö tesi uçurum ve gö rü nmü yordu. Ü stü mü ze gelmeleri
için o otuz metreyi bize gö rü nmeden geçmeleri gerekiyordu ki, o
uçurumda bu da imkansızdı. Yani yukardan kimse bizi gö rmü yor,
aşağıdan da bir şey gö rü nmü yor. Teslim olun çağ ırısını bizi dışarı
çıkarabilmek için yarım saat sonra tekrarladılar ve ardından da
kimsiniz diye soruyorlardı. Asıl amaçları bizi konuşturmaktı bunu
biliyorduk. Bizden ses çıkmayınca yirmi otuza yakın roketi birden
yeniden bizim tarafa attılar. Biz konuşmuyoruz. Gü ndü z olmasına
rağ men gecenin sessizliğ ine bü rü nmü şü z, bu durum da onları daha
çok korkutuyor. Onlar yoğ un bombardımandan vazgeçmiyorlardı,
bizim de yanımızda ü stü nde yemek pişirdiğ imiz tü p vardı ve
tehlike arz ediyordu artık. Dedik ne olur ne olmaz basınçta tü p
patlayabilir onu dışarı atalım. Tabi tü pü atarken yakıp atık aşağ ıya
doğ ru, meğ er orada da asker varmış bizim bundan haberimiz
yoktu tabi. Aşağ ıda askerler var ve biz tü pü atıktan sonra bize
sadece sesleri geldi yani onları aslında gö rmü yorduk. Biz onlara
tü pü attık onlar da bağ ırmaya başladı tabi işte “mayın geliyor,
kaçın” diye çığlıklar atıyorlardı. Mayın sandıkları tü pü roketlerle
vurdular.
Coğ rafyanın dar olduğ u yerler gerilla için çok elverişli
değ ildir ve ilk hata son hattadır. Bu gibi coğ rafyalarda çatışmaya
giren her gü ç ne olursa olsun ya teslim olmak zorunda kalmış ya da
157
SİS
158
Ama o askeri vurmamız hala yaşadığ ımızı anlamalarına
neden oldu. Bu sefer tekrar yanlarında ne kadar roket varsa bize
atmaya başladılar, o zaman benle bir arkadaş kapıda bekliyorduk.
Ben yanımdaki arkadaşla birlikte yemek yaptığ ımız yerde
mevzilenmiştik. Arka tarafta da heval Zeki, Sedat arkadaş onlar
kalıyorlardı. Heval Zeki Ö nderlik sahasından gelmişti yani daha
ö nce sahada kalmıştı. Eğ er yanılmıyorsam ikisi de Kızıltepeliydiler.
Biz ö nde duran iki kişi o askeri vurunca yeni bir bombardımanla
bize karşılık verdiler. Bu arada ben birkaç parça aldım, birde
vuruşların basınçları artık bizi rahatsız ediyordu. Yani fazla
roketlerin parçaları bize isabet edemiyor fakat onlar direk kapıya
vurmaya çalışıyorlardı. Parçalar daha çok dışarıya doğ ru
gidiyorlardı içeriye doğ ru çok az parça geliyordu. Bu yoğ un
bombardıman içinde biraz dengemizi kaybettik ama hiçbir
arkadaşta biz kapıdakiler dahil ciddi bir yaralanma durumu
olmadı. Dü şman ise hızından bir şey kaybetmeden vurmaya devam
ediyordu. Ö ğ le arasında beş dakika gibi bir zaman içinde bize
yeniden çağırı yaptılar. Tabii bu seferki çağ rıda sicillerimizi de
okumaya başladılar. Zaten bize daha ö nce yoğ un roketler
vurulmuş, bir askerde uçurumdan gitmişti. Ondan sonra kimse
bizim yanımıza da inmeye cesaret edemiyor, korkudan yanımıza
gelemiyorlar.
O arada gittikçe biz zaman kazanmaya başladık. Birde biz
onlara hiç kendi sesimizle cevap vermeyince bu onları çok ama çok
kızdırıyordu. Biz ise ancak gelenlerle çatışabiliyoruz, karşımızda
ö yle ciddi bir hedef yok, her yer uçurumdur. Derenin aşağısındaki
dü şmanı gö remiyorduk zaten karşımızdaki de gö rü nmü yordu,
birde ü sten sadece gelenleri gö rebiliyorsun. Yani sen içerdesin ve
tek bir yeri gö rebiliyorsun, oradan da artık kimse gelmiyor yani
gelmeye cesaret edemiyor.
Ama onlar bizden net bir gö rü ntü almak için değ işik
yö ntemler kullanmaya devam ediyorlardı. Ö ğ le arası çağırılarla
geçti ondan sonra yine bizden bir gö rü ntü ya da artık bize ne
olduğ unu ö ğ renmek için bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı. Bazen
159
SİS
bir taşı ipe bağ layıp sarkıtıyorlardı bizi kandırmak için ama biz bu
oyunlara gelmiyorduk. Kurtuluş yoksa bile sonuna kadar ilkeli bir
şeklide direnecektik. Bazen de onlar işte birbirlerine komut
veriyorlar aşağ ıya in tamam komutanım tak tak sanki geliyormuş
gibi yapıyorlardı ama gerçekte de biz onların yerlerinde
saydıklarını bizden gö rü ntü almak için bö yle ses çıkardıklarını
anlıyorduk. Bazı askerler diyor komutanım bomba atalım aslında
bize ne olduğ unu çok merak ediyorlar, aşağ ıya inemiyorlar ama
ö ylece de duramıyorlardı. Sabahtan beri de yaptıkları her
bombardıman sonrası bü yü k bir sessizlik çö kü yordu araya. Biz
gecenin sessizliğ i olmuştuk onlar içine dalmaktan korkuyorlardı
ama çekip de gidemiyorlardı. Her bombardıman sonrası yaptıkları
gibi bizden bir tepki bekliyorlardı yine. Ama bizden ses
çıkmıyordu. Askerler bizi kandırmak için işte “indim komutanım
iniyorum komutanım” seslerini yayıyorlardı ortalığ a. Onlar bu
sessizliğ in karşısında çıldırıyorlardı ama başka bir şeyde
yapamıyorlardı.
Derken bir asker daha zorla aşağ ıya gö nderildi, biz ikinci
bombayı da attık. O da aşağ ıya gitti. Bizi yine yoğ un bir
bombardımana tabi tuttular ama artık kimse inmeye cesaret
edemiyor. Sessizlik almış başını gidiyor ve bu sessizlik sanki onları
boğ uyordu. Ben atıkları roketleri yü ze kadar sayabildim ne kadar
cephane harcadıklarını hatırlamıyorum yani yü zden sonrasını
sayamadım. Sonra saatini tam hatırlamıyorum ama helikopter de
geldi.
160
bü tü n tekniğ i sınırsız bir şekilde kullanmış ama sonuç
almamışlardı yani sonuç ne bilmiyorlardı. Yani bir deliğ e sıkışıp
kalmış bir gurupla baş edemediklerini kabul etmiyorlardı
kendilerine. Biz kobra sesini duyunca artık tamam dedik gerçekten
de kobra karşıdan vurursa yani vurabilse iki dakikalık iştir bizim
yerimizi havaya uçurmak. Yani karşımızdan bize iki roket vursa
hiçbir tedbirimiz yok, biz biliyoruz ki mangadayız onlar her ne
kadar mağ ara sansalar da biz mangada olduduğ umuzu çok iyi
biliyoruz ve bu iyi değ ildi. Yani yerimiz kobra saldırısına
dayanamaz, dayanmaz onu biliyoruz. Ama bunu onlar bilmiyor.
Çü nkü bizi manga da değ il de mağ arada sanıyorlar. O arada
helikopter indirme yaptı sonra hala tam anlayamadığ ımız
yukarıdan ü stü mü ze yakıcı bir madde dö ktü ler. Yani ü stü mü ze
atıkları madde yakıcıydı, onu ü stü mü ze dö ktü ler yukardan. Onlar
ü stten yakıcı madde dö ktü klerinde, ü stü mü ze bayıltıcı ilaç ya da
zehirli gaz dö kü yorlar diyordum kendi kendime. Yakıcı olduğ unu
da gö rü nce artık kurtuluş kalmadı, bunlar kimyasal atılar dedik.
Ö nü mü zdeki bir metre topraktan duvar vardı ü stü ndeki naylon
eridi, duvarımız da açığ a çıktı. Ama o ateş sö nmedi, sü rekli yanan
bir alev halini aldı. Onlar bilmiyorlardı ama bu bizim için bir
avantaja dö nü ştü . Bir de ateşin sö nmediğini gö rü nce ateşi içeriye
de attılar. Bizim yanımızda akşamdan getirip kullanmaya fırsat
bulamadığ ımız suyumuz vardı. Kullanmaya zaman bulamadığ ımız
suyla içerdeki ateşi sö ndü rdü k. Zaman bize o kadar zorlayıcı
saniyeleri yaşattıktan sonra, boğ azımıza dayayan anlar geçirdikten
sonra nefes alıyorduk yavaş yavaş.
Ö ğ leden sonra yani bir sü re sonra vadinin bizim
bulunduğ umuz tarafına gö lge dü şmeye başladı. Noktamız ö ğ leden
sonra gö lge oluyordu. Bir de noktamızda ö yle uçurumlarda bü yü k
ama çok bü yü k ağ açlar vardı onların hepsi yandı ve kü l oldu.
Ateşin uzun sü reli yanışı bizim için iyi oldu. Yani biz dumanın ve
alevlerin içinde nefes alıyorduk. Beynimi yokluyordum daha ö nce
hiç bir yerde ateşten ve dumandan kalkanlar duymamıştım. Kendi
kendime biraz gü lü mseyerek arkadaşlara baktım ve içimden
161
SİS
162
yer uçurum. Biz de etrafımızı iyi gö remiyoruz. Sadece her yerin
tutulduğ unu biliyoruz ama onların mevzilerini yani
mevzilendikleri yerleri tam bilmiyor ve gö remiyoruz. Biz sadece
geceyle gelen umutlarla birlikte tahminler yü rü tü yoruz ve
anlıyoruz ki çemberdeyiz. Ama kaç çember ya da ne kadar asker
olduğ unu bilmiyoruz. Yani akşamı dü şü nmeye başladığımızdan
beri mutlaka bir arkadaşı buradan çıkarmalı ve durumumuzdan
arkadaşları haberdar edebilmeliyiz diyorduk. Tek derdimizi
yaşadığımız olayın nasıl yaşandığ ını, nasıl direndiğ imizi arkadaşlar
tarafından bilinmesidir. O yü zden bir arkadaş buradan mutlaka sağ
kurtulmalıdır diyoruz.
Akşam olunca hangimizin ö nce dışarıya çıkacağ ı tartışmaları
başladı. Alanı tanımıyordum. Oraya planlama için gitmişim. Şimdi
orada araziye hakim olamadığ ımdan fazla ö ncelik sahibi değ ildim.
Sedat arkadaş vardı zaten onunla beraber oraya gitmiştik, o da
oranın yö netiminde yer alıyordu. Hatta ben ona dedim ki “heval
Sedat biz o kadar Botan’da kalmışız biraz imkanlarımızı
kullanalım” diye bir espri de yaptım.
Arkadaşlar biraz daha bekleyelim. Bizden ses çıkmayınca
hepimizin vurulduğ unu dü şü nü p yatabilirler, bizden bu durumdan
faydalanın çıkabiliriz denildi. O yü zden bir sü re daha bekleyelim
dedik. Saat dokuza kadar bekledik. Arkadaşlar beni çıkarmayı
dü şü ndü ler oranın bö lge sorumlusu Zeki arkadaş, bana baktı ve
“sen alanı tanımıyorsun fazla zaman kaybetmeden buradan çıksak
daha iyi olur. Ö nü mü zde uzun bir gece var ve daha nelerle
karşılaşacağ ımızı bilmiyoruz” dedi. Daha deliğ in içindeyiz, ama biz
cihazdan onları takip ediyoruz. Aslında onları takip ederken
yoldaşlarımızın sesini duyma umudunu da bü yü tü yoruz içimizde.
Saat dokuzu biraz geçince bir ara yaptıkları muhaberede
askerler uyuyor artık çok yorulmuşlar onları değ iştirseniz iyi olur
dediler. Biz bunu duyunca zamanı geldi. Artık bir girişim yapalım
dedik. Girişim yapalım ama o uçurumun dibinde kimse duramıyor,
yani yü z metre uzakta falan bomba mesafesinden kendilerine
mevziler yapmışlar. İlk girişimi ben yaptım. Çok dikkatli ve yavaş
163
SİS
164
attım. Yani uçurumdur bö yle derece derece iniyorsun ama yer çok
kö tü . O sırada yine yağ mur gibi bombalar gelmeye başladı.
Normalde kendi hayatımı kurtarmak için kendimi orada
tutamam. Ama arkadaşlarımın hayatını kurtarabilmek için orada
bombaların duramadığ ı, sadece pimlerin durabildiğ i o uçurumda
arkadaşlarımı savunmak için kaldım. O bombalar yoğ unca aşağ ıya
gidiyor, bizim için bu da ö nemli. Anladık ki askerler aşağ ıda yok,
yani bö yle aşağ ıya çok bomba attıklarına gö re mevziler gö rü nü yor.
İkincisi her mevzide herkes kendisine ateş yakmış ısınıyorlardı.
Sayımızı da netleştirdikleri için çok fazla korkmuyorlar.
Ben dışarı çıktım, silahımın ü stü nde otuz mermi vardı yani
şarjö rü m doluydu. Bize hakimiyet kurmaya çalışan mevziiyi
taradım. Yani en etkili mevziiye şarjö rü mü n yarısını boşalttım.
Adamlar bilmiyorlar ben dışarıdan atıyorum, onlar hala bizi
içerden atış yapıyor sanıyorlar. Orada yarım saat kadar ben tek
başıma kaldım, yani o sü reç içinde kimse gelmedi. Ben tarama
yaptıktan sonra yapılan bombardımandan sonra hiç kimseden ses
çıkmadı, bu sessizlik yarım saat kadar sü rdü . Yani o anlar ö yle zor
ki seslenmeye cesaret edemiyorum onlara bir şey olmuş olabilir
diye. O durumda sen de çaresiz kalıyorsun beklemekten başka
çaren yok. Ben içimden diyorum mutlaka yaşayan birileri kalmıştır
yani birileri kapıda olsa da birileri mutlaka yaralı da olsa kalmıştır
diyorum daha doğ rusu ö yle olsun istiyorum. Yani arkadaşlardan
birinin yaralı da olsa sesini duymak istiyorum. Ben bö yle
dü şü nü rken baktım bir arkadaş geldi, bü yü k bir şaşkınlık ve
heyecanla hemen diğ er arkadaşların durumlarını sordum. Dedi ki
“hiç sorun yok” yani arkadaşların hepsi iyidir. İşte insanın yarasına
merhem gibi gelen sö zler “arkadaşların hepsi iyi bir şey olmamış.”
Bir saat içinde hepimiz o mangadan çıktık ama daha çemberden
çıkmış değ iliz.
Ama hepimiz o mangadan çıkmış ve dışarıdaydık. Dü şman
ışıldak da atıyordu bazen gü nü z kadar aydınlık oluyordu her yer.
İşte o zaman Mart ayıydı daha yeni yeni yapraklar açılıyor ö yle sık
ormanlıklar da yok. Yani ortaya bir de kamuflaj sorunu çıkıyor.
165
SİS
166
kalan çemberleri de aştık. Giderken tartıştık yani kendimizi yukarı
vereceğ iz, orada dü şman her yeri tutmuş da olabilir ama biz
çemberleri yaracağ ız, ne olursa olsun.
Yani bir kişi bile sağ kurtulsa yeterdir diyoruz artık. Herkes
kendini ö nü mü ze çıkabilecek bir engelde fedai olmak için
hazırlamıştı. Hatta bir bombamı daha ö ğ lenden hazırlamıştım ben
yani pimini çekmiştim ama ü stü nde hortum kalmıştı. Dü şman
gelmeyince o zaman yanımda ö yle hazırda kaldı. Yani o bombam
ö yle kalmıştı ve ben onu atamamıştım namluya sü rü lmü ş bir
kurşun gibi yanımda taşıyordum.
167
SİS
168
ulaşırız diyerek yola çıktık. Cihazda dü şmanı takip ederek
gidiyoruz. Hala çemberden çıktığ ımızın farkına varmamışlardı. O
yü zden bü tü n konuşmaları yarın nasıl bizi vuracaklarını, bizi
oradan nasıl sö kü p çıkaracaklarını konuşuyorlardı. Aslında sö zü n
doğ rusu palavra atıyorlardı. Çü nkü bir gü n boyunca o delikte
avuçlarının içinde gibiydi. İki korucu, iki asker dışında bizim
bulunduğ umuz yere gelmeye cesaret eden bile olmadı. Tabii o
gelenler de vuruldular.
Dü şmanı dinleyerek ve kendi kendimize onlarla alay ederek
yü rü meye devam ediyoruz. Biraz daha yü rü dü kten sonra yolu,
yani ovayı bilen arkadaş “daha yolumuzun çok olduğ unu” sö yledi.
Arkadaş ö yle sö yleyince ovanın ortasında açık bir yerde
kalacağ ımızı anladım. O sırada ovadaki ekinleri dü şü ndü m. Çü nkü
içinde saklanabileceğ imiz bir yerler bulmamız gerekiyordu. Ancak
buğ daylar da daha tam boy atmamıştı. Yani insanın kendisini
içinde saklayabileceğ i kadar boy atmamışlardı.
Oradan geçen ipek yolu var, o yol gü ney Kü rdistan’a kadar
geliyor. İpek yoluna bile daha varmış değildik. Daha yaklaşık bir
saat kadar o yola vardı. Normalde bulunduğ umuz yerden o yola bir
saat yok. Ancak yol çamur ve biraz da zorlanarak yü rü dü ğ ü mü z
için bir saatte varsaydık iyiydi. Bu arada hava da yavaş yavaş
açılmaya başladı. Hava açıldıkça ipek yolu da gö rü nmeye başladı.
Heval Zeki “hava açıldı ama biz daha ipek yoluna varmış değ iliz”
dedim. “Doğ ru ama başka ne yapalım” dedi. “Ardından da galiba
yolu geçemeyeceğ iz” diye ekledi. Yolu geçseydik kendimizi biraz
daha sağ lama almış olurduk. Aslında yolu geçtikten sonra gitmeyi
dü şü ndü ğ ü mü z kö ye daha iki saat kadar bir yol kalıyordu. Ama
yinede yolun ö te tarafı daha iyi olurdu. Birkaç adım daha attıksan
sonra Heval Zeki, “artık nereye kadar gidebilirsek” dedi sadece.
Biraz daha yü rü dü k. Kızarak ufukların yerini aydınlık almaya
başladı. Hava giderek açıldı. Ovanın tam ortasında kaldık. Newroz
gü nü dü r ve biz ovanın tam ortasında bir yerdeyiz.
Hem yorgunluktan dolayı hem de gece boyu yü rü dü ğ ü mü z
için tam nereye geldiğ imizi bilmiyorduk. O ovada da çok azgın
169
SİS
Apocu gençler
170
gö relim kö yü n ortasında bir bayrak sallanıyor. Anladık ki
çatışmaya yakın bir kö ydü r orası. Ama biz vurduğ umuz kurcuların
o kö yden olduğ unu bilmiyoruz. Meğ er bunlar işbirlikçi azgın
kurucularmış. Saat yediye doğ ru iki genç bizden yana tarlalara
geldiler. Onlar tarla sulamaya mı geldi yoksa başka bir iş için mi
geldiler tam hatırlamıyorum. Ama onlar tam bulunduğ umuz
tarlanın içine yani bulunduğ umuz yere geldiler. Biz de o kadar
barut, ateş ve çamura bulaşmışız ki bizi ilk gö rdü klerinde çok
ü rktü ler. Ö yle bir sü re donup bize baktıktan sonra normal insanlar
olmadığ ımızı anladılar da bir tü rlü nasıl insanlar olduğ umuzu
çıkaramıyorlardı. Yağ mur yağ ıyordu ama çok şiddetli değ ildi yine
de her yerimiz çamur içinde kalmıştı. Bir de alanlara elbise
ulaştırma zorlukları olduğ u için bizim de elbiselerimizin hepsi
gerilla elbisesi değildi. Mesela heval Zekinin sadece yeleğ i gerilla
yeleğ iydi. Pantolonu kadifeydi tabancası da vardı yani hazırda en
sivilimiz oydu. Şimdi gö revin hepsi ona dü şü yordu. Heval Zeki
tabancasını kaptığ ı gibi gençlerle sohbet etmeye gitti. Onlara
arkadaş olduğ unu sö yledikten sonra gençlerden birinden kü reğ i
eline aldı, bunları gü venlik amaçlı yapıyordu. Yani gençler
kaçmasın, bizi deşifre etmesin diye yapıyordu. O gençlerden biri on
beş diğ eri on yedi yaşlarındaydı. Ama onlar bizim arkadaş
olduğ umuza inanmıyorlardı yani biz onları inandırana kadar çok
zorlandılar. En son biri “heval askerler kendilerini bu kadar
çamura batırmazlar” dedi. Yani arkadaş olduğ umuza inandılar.
Ondan sonra saat dokuzdu herhalde tam emin değ ilim sekiz de
olabilir iki askeri arabanın geldiğ ini gö rdü k.
Biz ilk ö nce paniğ e girdik kendi kendimize dedik ki kurdun
ağ zından çıkıp aslanın ağ zına girmişiz. Bombalarımızı yeniden
hazırlarken kesin bunlar bizi takip ettiler diyoruz birbirimize. Ö yle
hazırlık yapmaya çalışıyoruz ama bomba ve silahlarımız da bizim
gibi çamur içindeler çalışıp çalışmayacağı bile beli değildi. Ama biz
yine de hazırlanıyorduk her olasılığ a karşın. Bizim bulunduğ umuz
kanalda su vardı ve arabadan inen asker o gençleri çağ ırdı. Heval
Zeki ve bir arkadaş daha da o gençlerin yanındadır biz de elimiz
171
SİS
172
ummadığ ı bir yerdeydik. Bö yle avcı kollu tek tü k arabalar da
geziyordu. Biz yine alanı tanıyan bir arkadaşın ö ne geçmesiyle
yolumuza geceyle birlikte devam ettik. Bir yarım saat kadar daha
yü rü dü kten sonra arkadaşlar ipek yolunu geçtiğ imizi sö ylediler.
Biz yü rü dü kçe karanlık kuyulaşıyor, sis yoğ unlaşıyordu. Artık ö yle
bir hale geldi ki sen beş metre ö teni bile gö remiyorsun. Biz ö yle ü ç
dö rt saate yakın bir zaman yü rü dü kten sonra arkadaşlar kendi
aralarında tartışmaya başladılar. Yolu şaşırmıştık kö ye tek bir
asfalt yol gidiyormuş yani kaybolmuştuk gecenin ve o ovanın
içinde. Asfaltın kenarından geçmişiz ve bunu fark edememişiz.
Yolu şaşırınca da bir suyla karşılaştık meğ er şehrin kirli suyuymuş
ve biz o suya vurmak zorunda kaldık. Biz sudan çıkıp da yü rü meye
devam ettikçe bizden yü kselen kokuların da farkına vardık. Bir de
heval Sedat’tın bir ayakkabısı dü şmü ştü ama o kesmeye
sö ylemeden, ö yle sorun çıkarmadan yola devam ediyordu. Bizden
yü kselen kokular yü zü nden artık mesafeli de yü rü mek zorunda
kalmıştık. Mecburiyetten mesafeli gidiyoruz, o kadar ki kö tü
kokuyoruz dö rdü mü z de.
Ama yü rü meye devam ettik geceyi ve sisleri aşarak. Bir de
baktık ki apartmanların, arabaların olduğ u yerden bö yle on dakika
kadar uzak bir yerdeyiz. Acele etrafa bakındık ki bir kulü be vardı
hemen oraya girdik. Kulü beye baktık içi dolu tahta. O tahtaları
yaktık ve ateşin alevleri tavana vuruyordu artık. Ateş ve gerilla
arkadaşlarımızın hasreti sarıyor bizi. Saat bir iki civarı olduğ u için
arabalar da fazla çalışmıyordu artık. Sessizlik ve ateşin ısısı geceyle
birlikte yol alan bir ö zlemi bü yü tü yordu koynunda. İşte heval
Sedat’tın ayakkabısı yok aç, yorgunduk ama oralarda kalmak
istemiyorduk. Yani arkadaşlarımızın hasreti çekiyordu bizi. Bir
saat kadar ya dinlendik ya da dinlenmedik yeniden dü ştü k yollara.
Ö ncü mü z de artık kaygılanıyor. Yolu kaybetmişiz, tam nereye
gidiyoruz bilmiyoruz ama arkadaşlara ulaşabilme umudu
ayakkabısız yorgunda olsak yü rü tü yordu bizi. Bir saat daha
yü rü dü kten sonra karşımıza bü yü k bir kö y çıktı, bu arada
ö ncü mü z bizimle kaygılarını da paylaşmayı unutmuyor tabi. Bü tü n
173
SİS
174
Gerilla taktikleri bitmez
175
SİS
176
sevgisi ne kadar da benziyordu birbirine. Beni uyku tutmayınca
doğ alında nö betçi de oldum. Ertesi gü n ö ğ len gibiydi biz hala cihazı
dinliyoruz.
Biz evde hem dinleniyor hem de arkadaşlarımıza yeniden
ulaşmanın yollarını arıyoruz. Ö ğ leye gibi bizim çatışmaya
girdiğ imiz noktadan bü yü k bir patlama sesi yü kseldi ve yankısı
bize kadar da geldi. Biz ovadan sesi duyduk. Biz o çatışma yerinden
uzak bir yerde ovada dinledik bu patlamayı. Bir de biz noktada ilk
çatışmaya girdiğ imiz zaman bizim diğ er arkadaşlar da yani gö reve
gidenler de eğ er yanılmıyorsam şehirden geliyorlar. O zaman o
gurubun sorumlusu heval Latifti, o da Suruçluydu. Daha sonra
Gapta bir arkadaşla birlikte çatışmada şehit dü ştü . Biz noktadan
çıkarken onlar da noktadan ışıldakların yü kseldiğ ini gö rü yorlar.
Onlar da bu sefer bizim imha olduğ umuzu dü şü nerek noktaya
gelmiyorlar. Kendi kendilerine diyorlar ki kesin kurtulan
olmamıştır eğ er olmuşsa bile onu da sağ ele geçirmişlerdir. Bu
arada biz kurmaya çalıştığ ımız cihaz bağ lantısını kurduk. Biz
arkadaşlarla bağ lantı kurup hala yaşadığ ımızı bildirdik ama heval
Latif oradan sağ çıktığ ımıza inanmıyordu. Biz genele haber
vermişiz ama bizim alan yö netimi hala inanmıyorlar bizim sağ
olduğ umuza. Diyorlar ki her arkadaşın sesini cihazdan duyalım
ancak ondan sonra sizin sağ olduğ unuza inanırız. Gerçekten
bulunduğ umuz yeri gö ren bizim oradan sağ kurtulacağ ımıza
inanmaz. Biz kendimiz de oradan kurtulmuşuz ama hala oradan
sağ çıktığ ımıza inanmıyoruz. Aslında bizi imkansızlıklar kurtardı
diyebilirim. Mantıklı dü şü ndü ğ ü n zaman tıkanma gelişiyor, çok
mantıklı dü şü nsek aslında oradan çıkmamamız gerekiyordu, yani
mantık ö yle diyordu. Biz hepimiz cihazda tek tek konuştuk, o
zaman bizim dü şmanın eline geçmediğ imize inandılar alandaki
arkadaşlarımız. Onlara da takılmadan geçemedik ya dedik partiye
tekmil verdik onlar yaşadığımıza inanıyor ama siz
inanmıyorsunuz. Ö yle kendi aramızda birbirimize de takıldık.
Biz iki ü ç gece o evde kaldık. Ondan sonra beş saat
yü rü dü kten sonra ancak varmamız gereken kö ye vardık. Oraya
177
SİS
178
Mehmet Mardin
BERXE MİN! *
Bir aşk var; biri kadın biri erkek iki kişi arasında yaşanır.
Kirli dü nyamız onu kirletmiştir. Bu yü zden ö mrü azdır. En gü çlü
duygu zannedilir. Uğ runa ö lü mlere gidilir, hayatlar savrulur o
gerçek sandığ ımız ama yalanlaştırılmış duygu için. Bu yolun gideni
çok, mutlu olanı azdır.
179
SİS
180
ihtimali olursa arkadaşların onu nasıl savaş alanından
uzaklaştıracağ ı en bü yü k kaygısıydı. Bunu kara kara dü şü nü r ve
bazen bu kaygısını bizimle paylaşırdı. Taburdaki tü m arkadaşlar
gibi, Heval Rü stem de Aziz’imiz konusunda hassastı. ‘O’ndan ö nce
gitmeliyim, onun gidişini gö rmeye dayanamam’ derdi. Her eylem
ö ncesi tü m arkadaşlarda olduğ u gibi, heval Rü stem’le de onu
birbirimize emanet eder, kendisini (Aziz’izimizi) de dikkatli olması
yö nü nde uyarırdık. İşte bö yle, kendisini bizim yaşam sevincimiz
haline getirmişti Aziz…
Doksanlı yılların başında, daha sonra içimizden kaçan Hogır
denen adamın yanlış yaklaşımları ve uygulamaları sonucu
Botan’daki Ala denilen vadide yaşayan bir aşiret; gerillaya, yani
kendi kurtarıcısına dü şman hale getirilmişti. Bu, en bü yü k
yaramızdı. Aldığ ımız, sonradan iyileştirdiğ imiz kurşun, hain
şarapnel parçaları bile bu kadar acıtmazdı bizi.
…
Bu seferki hedefimiz Deştoke denen işgalci gü ç tarafından
denetimde tutulup yö nlendirilen ve bizim de eksikliklerimizden
beslenen bu aşiretin de bağ lı olduğ u bir karakolu topraklarımızdan
sü rmek, ihaneti temizlemekti. Eylem iki koldan
gerçekleştirilecekti. Ve bir kolun koordinesinde Aziz’imiz,
diğ erindeyse başka bir arkadaş yer alacaktı. Ben, yani Rojin tabur
yö netimi tarafından ilk kol’un yardımcılarından biri olarak
dü zenlenmiştim. Aziz eylemde bana yakın olacaktı, tabii bunun
sorumluluğ u da ağırdı. – Her ne kadar o benim bir ü stü m olsa bile-
…
Hava kendini yavaş yavaş koyu bir renge buladığ ında, son
hazırlıklarımızı tamamlamış; mevzilere yaklaşmıştık. İri-ufak
patlama sesleri heyecanımızı çoğ altıyordu, Aziz’e dikkat
ediyordum. Nerede ne yapıyor diye… Karanlık bir dü şman gibi
aramıza girmiş onu gö rmemi engelliyor, bir taraftan eyleme
katılırken diğ er yanımla onu arıyordum. Hep dostumuz olan
karanlığ a farkında olmadan kü frediyordum. Belimdeki şarjö rü
kılıfından çıkarıp arkamda ayakta duran arkadaşa vereyim derken,
181
SİS
aniden bir şeyin yuvarlanıp bana çarparak aşağ ı doğ ru gittiğ ini
gö rmü ştü m. Bu durum muhtemelen bir arkadaşın yaralandığını ve
kendisini tutamadığ ını gö steriyordu. Elimdekileri oraya bırakıp
koşar adım peşinden gittim. Ne kadar hızlı gittiğ imin farkında
değ ilim, bir de baktım yaralı gelip ayaklarımın ö nü nde durdu.
Eğ ildim. Durduğ umuz yer ormanın biraz açıldığ ı birkaç metrelik
bir alandı, her zaman dostumuz olduğ una inandığ ım yıldızların
hafif aydınlığ ında yü zü ne baktım. İnanamıyordum!
Aziz’di bu… Yaşıyordu… Nereden geldiğ ini anlayamadığ ım,
aynı vü cudumda yayılan sızıya benzer; hafif bir kan sızıntısı
gö rü yordum vü cudunda. Bedeninden mi geliyordu sızıntı, yoksa,
yoksa kafasından mı? Bu kö tü ihtimali hemencecik rahatlıkla
kafamdan sildim. Hayır, ağ ır yaralanmış olamazdı.
– Rojin, Heval Rojin diye zorlukla bana seslendi.
- Bu cihazı ve silahımı al…
Bir taraftan onun sö ylediklerini yapmaya çalışırken, diğ er
taraftan bir şey olmayacağ ını, onu kurtaracağ ımızı yarasının
ö nemli olmadığını anlatmaya çalışıyordum. En bü yü k inancımız bu
olmasını isterdim o anda…
Zorlukla ve inlemeyi anımsatan bir şekilde:
- Hayır, yine de.. Sanırım yaram ağ ır…
Diretiyordum:
- Bir şey olmayacak, kendini bırakma.
Bu arada etrafa birçok arkadaş toplanmıştı. Cihazını,
koşarken veya ani bir harekette dü şmesin diye – çü nkü bö yle
durumlar çok yaşanıyordu- yeleğ inin cebine dikmişti Aziz… Şimdi
çoğ alıp tü m elbiselerince emilen kanın içinde dikişleri nasıl
açacağ ımı, bir taraftan ona nasıl yardım edeceğ imi dü şü nü yordum.
Her şeyden ö nce o benim komutanımdı, onun sö ylediklerine
ö ncelik vermek zorundaydım. Yeniden:
- Cihazı sö kmen lazım… Dişlerinle kopar hadi…
İçinde bulunduğ u duruma rağ men kendisine hâ kimiyetini
koruyordu. İkircikli halimi gö rü nce:
182
- Hadi, bir şey olmaz. Senin dişlerin keskindir. Belki kan da
bulaşır. Bir şey olmaz.
Biraz durduktan sonra:
- Hem biz yoldaşız, birbirimizin kanı ağ zımıza bulaşsa da
normaldir, dedi.
Ne yapabilirdim ki?
183
SİS
184
Eğ er yolunuz bir gü n dü şer de dağ lara gelirseniz; mutlaka
şehitlik’leri ziyaret edin! Gö kyü zü ndeki bir yıldız size gö z kırpıyor
olacaktır belki de o anda! Ve yıldız ve yıldızlar bulunduğ umuz
şehitlikte ve birçoğ unun da bir mezar taşı olmayan yurdumuzun
herhangi bir yerinde toprağ ına emanet olan arkadaşlarımızın
kendisidir.
Rojin Gevda
I.
Haftanin’e ulaşmak için sabaha kadar yaptığ ımız yü rü yü ş
sonrası mola vermiş, ö ğ leden sonra harekete geçmek için
hazırlıklar yapmaya başlamıştık. İkindiye doğ ru molayı bitirip yola
devam etmemiz gerekiyordu. Yü ze yakın arkadaş, uzun yü rü yü şü n
185
SİS
186
olan Metina’daki arkadaşlarla bağ lantı kurmaya çalıştık. Fakat
bulunduğ umuz yer oraya da hem uzak ve ters taraftaydı. Biz
boğ azı geçenler arasında kurye de vardı. En ö nde yü rü dü ğ ü için ilk
boğ azı o geçmişti. Bir araya gelip bir karar almalıydık. Beş kişiydik
ve saat gece yarısına doğ ru ilerliyordu. Bir olasılık, grubun
dü şmanın tam karşısına dü şen tepeyi sü rü nerek de olsa
geçmesiydi. Bu durum, şahadeti ve imhayı da beraberinde
getirecekti bü yü k olasılıkta... Olduğ umuz yerde kalmak da zaten bu
kadar bombardıman altında imha demekti. Bir çıkış yolu olmalıydı!
Ayrıca boğ azı geçip arkadaşlara ulaştıktan sonra da
geldiğ imiz yolu geri dö nmek, yapılabilecek diğ er şeylerden biriydi.
Şunu biliyorduk fakat; bunu yapmak daha bü yü k bir hata olabilirdi.
Çü nkü orada da pusu atılmıştı. Tam bir imkâ nsızlıklar yumağ ıydı
içinde bulunduğ umuz durum. Ama bir çaresi olmalıydı, bir çö zü m
mutlaka vardı. İnsanoğ lu-kızı, hele bir gerillaysa çö zü msü z
kalamazdı. Saatlerce arkadaşlarla bunun ü zerine kafa yorduktan
sonra, boğ azın diğ er tarafında kalan arkadaşların ne olursa olsun
bu tarafa geçmeleri yö nü nde karar aldık. Ü çer ü çer geçilecekti,
dikkat çekmemek ve hem de olası bir imha durumunda kayıp
sayısını ö nlemek için geçerken sayı az tutulmalıydı... Bizler bu
tarafta kalmıştık, arkadaki arkadaşlara haberi ulaştırır ulaştırmaz
onlar da ü ç kişilik gruplar halinde sü rü nerek tepeyi geçmeye
başladılar. Nefesimizi tutmuştuk, o ana kadar ü ç grup geçmişti.
Dö rdü ncü grup geçerken yeniden termal kameraya takılmıştı ve
tank, havan ve katyuşa atışları hep birden başladı. Artık ne olursa
olsun geçmeliydik, bekleyemezdik. Ö lü m yağ muru altında durmak,
teslim olmakla eşdeğ erdi. Hareket, hareket; tek çıkar yol buydu. Bu
arada on bir arkadaş yaralanmıştı. Bazıları ağ ır yaralıydı. Bir bayan
arkadaş ayağ ından yaralanmış, havan ayağ ını koparmıştı. Beş
arkadaş onu çatışmanın içinden çıkarabilmek için kalmış, taşıyarak
çatışma alanından uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Yolda bu
arkadaşları gö rdü k. İki arkadaş onların ikisiyle yer değ iştirdi. Ben
de kalacaktım. Bu arada Sosin ve Mazlum adında iki arkadaş, aldığ ı
parçalarla yaralanmış ve şehit dü şmü şlerdi. Ferhat ve yeni bir
187
SİS
188
Bu arada dü şman gü çleri yaralı arkadaşlara ulaşır ulaşmaz,
hiç sorgusuz hepsini şehit dü şü rmü şlerdi. O anki yaşadığ ım
duygular anlatmakta hep zorlanırım. Patlamaya hazır bir yanardağ
ve patlamak için beklemek, sabretmek zorunda oluşu... İşte bu
ikisini bir arada yaşayabilmek ve ruhunuzun da bu gerginliğ e
dayanması oldukça zor...
Zap’a ulaşmıştık artık. Onbir arkadaşımızı kayıp vermiştik.
Yö netimdeki arkadaşlarımız için soruşturma ve inceleme istedik.
Yaşadığ ımız olay tü m arkadaşların moralini dü şü rmü ştü , ö zellikle
yeni arkadaşlar birer duygu yıkımı yaşamışlardı.
Ulaştığ ımız alan Zap’ta da lojistik sıkıntısı vardı. Erzak az
değ il, hiç yoktu. Oradaki tü m arkadaşlar yarı tok yaşıyorlardı.
Sayımız da fazlaydı. Niceliğ in fazla olduğ u bir ortamda erzak
sorunu baş sorunlardan biri olur. Bu kadar insanın en azından
hayatta kalabilmesi için minimum dü zeyde beslenmesi gerekir.
Buna bağ lı zorlanmalar yaşanabilir yoksa... Bazen Zap suyuna inip
suya birkaç bomba atıyorduk, yakaladığ ımız balıklar bir ö ğ ü nlü k
bile yetmiyordu. Kasım’daydık, gerilla kış çalışmalarına başlamak
ü zereydi. Ve yeni bir ü slenme için artık çok geçti. Burada daha
fazla kalamazdık. Farklı bir alan. Tek çö zü m yol buydu. Kar vardı
ama yine de alan yö netimine bir an ö nce Zagroslara geçmek için
kurye ayarlamasını ve alandan ayrılacağ ımızı sö yledik.
Ortadoğ u’nun en yü ksek sıra dağ larından olan Zagroslar kışın
başlamasıyla birlikte, hatta sonbahar aylarından itibaren karın ilk
dü ştü ğ ü alandı. Yaz aylarında bile bazı bö lgelerde kar kalıntılarıyla
karşılaştığ ımız durumlar az değ ildi. Kar çoğ almamıştı henü z,
Zagroslar bize geçit verecekti…!
O arada bizi gö tü recek olan kurye sanırım gö revinde biraz
isteksiz olduğ undan, arkadaşların moralini bozacak konuşmalar
yapıyordu sağ da, solda. Çok da tecrü beli olmayan arkadaşlara,
karın geçit vermeyeceğini, yol ü zerinde KDP kö ylerinin olduğ unu
ve bunun bizim için iyi olmayacağ ını, yolda kalacağ ımızı
sö yleyerek birçok arkadaşın moralini bozmuştu. Yol gü zergâ hında,
geçmemiz gereken yü ksekçe ve zorlayacak tek bir boğ az vardı.
189
SİS
II.
Bir gü n boyunca, yani yirmidö rt saate yakın yü rü mü ştü k,
yolumuz az kalmıştı. Onun ö ncesi son, tehlikeli dediğ imiz boğ azı
geçmemiz gerekiyordu. Ve buraya yaklaştıkça da karın daha da
arttığ ını gö rü yorduk. İlerledikçe, saatlerdir enerji kaybeden
vü cutlarımızın dayanıklılığ ı sadece iradeye dö nü şü yordu. Koca bir
gü nü n ardından bizi yü rü ten bedensel gü ç değildi artık, idareydi.
Ö zellikle en ö nde yü rü yen için on dakikadan fazla yolu açmak
imkâ nsızdı. Bu yü zden en ö nde yü rü yen arkadaşı her on dakikada
bir değ iştiriyorduk. Tabii ki daha fazla dayanan arkadaşlar da
190
oluyordu, fakat onlar da yarım saate varmadan arkaya
geçiyorlardı. Yü rü dü kçe kar gibi, fırtına da artıyor, rü zgâ r
savurduğ u karı kefyelerimizin arasından yü zü mü ze, gö zü mü ze
çarpıyordu. Nefes almamız zorlaşıyordu. Acaba yerimize sağ
ulaşabilecek miydik?
...
Devam eden fırtına ve bastıran sis, kuryeyi de şaşırtmış,
kurye de yolu kaybetmişti. Artık gitmemiz gereken yö nü , ne de
geldiğ imiz yö nü çıkarabiliyorduk.
Ö lü mü n bir pususundan savaşarak kurtulurken, bir diğ erine
yakalanıyorduk. Bir beyazlığ ın ortasına dü şmü ş, onunla
kuşatılmıştık. Beyaz sevilen bir renktir normalde ve karın da
insanların çoğ u tarafından sevildiğ ini duymuşuzdur. Şimdi karın
insan dü şmanı olduğ unu dü şü nmek istemiyorduk. Gö rü ş
mesafemiz yer yer bir metreye kadar dü şü yordu. Kuryenin yoldan
emin olmadığ ını sö ylemesi arkadaşların moralini daha da
bozmuştu…
Arkadaşların çoğ unun artık ayakkabıları ayaklarında
donmuş, bazı arkadaşlar hareket edemiyordu. Vü cudumuzda
harcadığımız enerji karı eritmiş, elbiselerimiz ıslanmış, ağ ırlaşmış
ve donmuştu. Beyaz fırtına içinde ne kadar olduğ unu bilmediğ imiz
bir sü re için durmalı, daha fazla yü rü memeliydik. Yö nü mü zü
kestiremiyorduk çü nkü , bu hareket daha kö tü sonuçlar
getirebilirdi. Az da olsa havanın açılmasını, sisin azalmasını
beklemeliydik. Bunun için çantalara bağ lı naylonları karı
engelleyecek biçimde başımızın ü zerinde açıp, çantalarımızın
ü zerine oturmuştuk. Nefeslerimiz birbirimizi az da olsa ısıtmış ve
az da olsa dinlenmiştik. Çantalarımızdaki ekmeklerimizden birkaç
lokma yedik. Bazı arkadaşlar artık yü rü yemiyordu. Onlar
çantalarını ve ağırlık yapacak malzemelerini bırakmak
durumundaydılar. Ve silahlarını taşıyamayanların da silahlarını
birkaç arkadaş taşımak ü zere aldı.
Çok uzun sü re de hareketsiz kalamazdık.
191
SİS
192
Ben de komutan yardımcısıydım, biri bu duruma
sinirlenmişse bunu en iyi ben dillendirebilirdim. Neden en ö nce
komutanımız pes ediyordu? Sinirlenmiştim.
- Tamam, dedim. Tamam, birimiz nereye gidiyorsa, hepimiz
oraya gidiyor. Yolumuz aynı! Neden sen! Neden sen ilk
dü şenimizsin?
Sustu... Zaten kendisini dü şü ndü ğ ü nden değ il, hepimizi
dü şü ndü ğ ü nden bu davranışa girmişti. Ve bu duygusallık ani
refleks olarak kendisini bu şekilde gö stermişti.
Komutanımız oydu. Dağ şartlarında, yeni ve tecrü besiz, hatta
birçok eski gerilla için de komutanın davranışları etkileyicidir.
Bö yle bir kural ya da gelenek yoktur. Ama savaşçı bunu içten içe
yazılmamış bir kuralmışçasına bilir ve yaşar. Sonuçta tecrü besiz
olan; zor bir durumda ya da ilk defa karşılaştığ ı bir durumda ona
gö re eski olan, komuta edenlerin davranışlarına bakar. Ve ona gö re
tavır belirler, ondan etkilenir. Dolayısıyla Deniz arkadaşın, grubun
komutanı olarak bö yle bir davranışta olması bizi kaygılandırmış,
kızdırmıştı. Zaten yol boyunca yaşadığ ımız olumsuzluklar,
yeterince etkilemişti grubu... Bu uyarının sorumluluğ unu
kendimde gö rdü m.
III.
Kurye artık yolu tanımadığ ını, araziye hâkimiyeti
kaybettiğ ini açıkça sö ylemiş ve onun da kaderi bizimkine
bağ lanmıştı. Yü rü yorduk, nereye olduğ unu bilmeden bir kurtuluşa
yü rü yorduk. Durmak, hareketsizlik daha kö tü ydü . Nereye, ne
zamana kadar yü rü yeceğ imizi bilmeden. Bir mü ddet sonra,
adımlarımızın bizi gittikçe yokuş aşağ ı gö tü rdü ğ ü nü hissetmeye
başladık. Hani yü rü rken olur ya, gö zlerinizi bağ layın ve
bilmediğ iniz bir toprak parçasında yü rü yü n. Ayaklarınızın sizi bir
yokuşa mı sü rdü ğ ü nü , dü z yolda mı olduğ unuzu, ya da yokuş aşağ ı
mı indiğ inizi size sö yleyecektir. İşte ö yle bir duyguydu.
Hissediyorduk diyorum, çü nkü etrafımızı bir metrelik bir alana
kadar gö rebiliyorduk. Evet, aşağ ı iniyorduk, artık buna şü phe
193
SİS
yoktu. Kar kalınlığı aynı olmasına rağ men biz sanki daha da çukura
iniyormuşuz gibi hissediyorduk. Vü cudumuz ile yer arasındaki açı
daha da azalıyor, yere daha paralel bir duruma geliyorduk. Bundan
emin olmak için birbirimize aynı şeyleri hissedip hissetmediğ imizi
sorduk. Bu soru şuna benziyordu: ‘Fark gö remiyorum, ya sen?..’
- Heval, ben sanki aşağ ı iniyormuşum gibi hissediyorum, ya
sen..?
Herkes artık birbirine bu soruyu sormaya başlamıştı. Birçok
arkadaş giderek daha da battıklarını, ama karın kalınlığ ından bir
şey kaybetmediğ ini sö ylü yorlardı. Muhtemelen burası bir vadiydi,
ama nerenin, hangi vadisi? Buradan inmeliydik, başka çaremiz
yoktu... Artık nereye çıkarsak... İkinci gü n ö ğ leden sonra olmuştu.
Kendimizi ve arkadaşlarımızı bu beyaz Azrail’den kurtarmalıydık.
Bir, birbuçuk saat yaklaşık olarak, diğ er tü m ihtimallere beynimizi
kilitleyip buradan indik. Sanırım doğ ru yoldaydık. Kar kalınlığ ı
azalıyor, fırtına etkisini yitiriyordu. Gö rü ş mesafemiz yü kseliyordu.
Tü m bunlar iyiye işaretti, demek ki bir ovaya yaklaşıyorduk? Ama
hangi ve kimin denetimindeki ova? Ö yle ya, Kü rdistan’dı burası…
Her an karşımıza o zaman bize dü şman olan KDP veya
topraklarımızın içlerine kadar giren Tü rk ordusuyla bile
karşılaşma ihtimalimiz vardı.
IV.
Birkaç dakika sonra karşımıza bir dü ş gibi, kahverengi ıslak
toprak çıktı. İlk etapta gö zlerimize inanamıyorduk. Toprağ ı gö ren
arkadaşların yaptığ ı ilk şey elindeki mermilerden birkaç tane
sıkmak oluyordu. O dö nemki sevgi gö sterimiz buydu, başka bir şey
yoktu. Kahverengi, ıslak toprak bize yeniden doğ muşuz gibi bir
duygu vermişti. Mesafeli yü rü yen arkadaşlar indikçe sevinç
seslerimiz kalabalıklaşıyordu. Sanki yeni bir yaşam kurmuştuk.
Ö lü mü n eşiğ inde yeni bir yaşam... Ö lü mlerin eşiğ inde yeni bir
yaşam... Nereye ulaştığ ımızı bilmiyorduk, ama artık tehlike, en
azından donma tehlikesi kalkmıştı. Tü m arkadaşlar birbirine
sarılıyor, bu omuz omuza ö lü mü ve omuz omuza kurtuluşu
194
kutluyorlardı. Biraz daha aşağ ılara indikten ve cihazımızı taramaya
verip tanıdık bir adres bulduktan sonra arkadaşlar Xakurke’de,
arkadaşlarımızın denetiminde olan alana ulaştığ ımızı
sö yleyeceklerdi...
Sadakat
2003 yılında Piranşehir kö ylerine açılıyorduk. Hareket
olarak oralara girip açmak gerekiyordu. Tanımak ve bazı dostlar
oluşturmak için kö yler girip çıkıyorduk. Piranşehir’in ovalık
kö ylerine kadar inmiştik. Bir gece yine rastgele bir iki kö ye girip
çıktık. Kalacak bir yer ayarlamak için yü rü yorduk. Yü rü dü ğ ü mü z
yol bostanların içinden geçiyordu. Domates, salatalık gibi taze
sebzelerin içinden geçiyorduk. Arkadaşlar biraz salatalık ve biraz
domates alalım mı yanımıza diye sordular. “Halkın bahçesidir,
içine girmeyin heval” dedim. “Bir de alana yeni giriyoruz. Giriş
halkın bostanından izinsiz sebze almakla yaparsak iyi olmaz”
dedim. “Belki bizim aldığ ımızı da bilmezler ama yine de iyi değ il,
yapmamamız gerekir” dedim. Arkadaşlardan biri “heval kö yden
erzak almamışız. Eğ er buradan da bir şey almasak yarın gü nü aç
geçiririz” dedi. “Onun için biraz salatalık ve domates alalım” dedi.
“Tamam” dedim. Bu arada sağ a sola baktım gü ndü z çalıştıktan
sonra dinlenmek için yaptıkları bir gö lgeliğ i gö rdü m. “Ö nce bir
kulü beye bakalım. Belki koparıp oraya bırakmışlardır. Oradan
alırız” dedim. İçeri girip baktım. Masa gibi bir şey yapmıştı. Onun
ü zerinde yeni koparılıp bırakılmış salatalık, domates vardı.
“Arkadaşlara artık bostana girmeyin, burada hazır var bunları
alalım” dedim. Yanımıza bize yetecek kadar salatalık ve domates
aldık. Kendi kendime bö yle olmaz dedim. “Bostan sahibine bir not
yazıp bıraksak iyi olur” dedim. “Notta tahminen ne kadar sebze
aldığ ımızı sö yleriz. Ayrıca karşılığ ında da bir miktar para bırakırız”
dedim. Bu dü şü nceme arkadaşlar gü ldü ler. Ya aldığ ımız iki
195
SİS
Menal Arteş
196
İlk hata son hatadır
Yıl 1998. Mardin eyaletinin Bagok Bö lgesindeydik. Mardin
eyaletinde Bagok’un stratejik bir yeri vardır. Bagok’tan Midyat
taraflarına bir gö rev için gidecektik. Midyat alanında bir birim
olarak cephe faaliyetini yü rü tü yorduk. Bazı işler için Bagok’a
gelmiştik. İşlerimizi bitirdikten sonra alanımıza geri dö necektik.
Yaz aylarının sıcak gü nlerini yaşıyorduk. Aylardan Hazirandı. O
zaman Bagok Bö lgesinin Bö lge Komutanı Gü neybatı Kü rdistan’ın
Derbespi bö lgesindendi. Eski bir arkadaştı. Devrimci mü cadele
tarihimizde emekleri olan bir arkadaştı. Bü yü k fedakarlıklarda
bulunmuş arkadaşlardan biriydi. Partiye, ö rgü te, ö nderliğ e,
arkadaşlığ a, halka gü çlü bağ larla bağ lı bir arkadaştı. Arkadaşlığ ın
manevi gü cü yle donanmış bir arkadaştı. Herkesin moral, gü ç aldığ ı
bir arkadaştı. Emekçi bir arkadaştı. Ve kendisiyle birlikte
yanındaki arkadaşları başarılara sü rü kleme gü cü ne sahip biriydi.
Her şeyini arkadaşlarla paylaşan bir arkadaştı. En gü zel
ö zelliklerinden biri buydu. Her şeyi, gü zelliğ i kendisinden ö nce
arkadaşlarına layık gö rü yordu. Yemeyip arkadaşlara yediren,
içmeyip arkadaşlara içiren gü zel arkadaşlık ö zellikleri vardı. Bazen
istemeyerek de olsa bir arkadaşı kırmış olsaydı gü nlerce yemek
yemeyebilen bir arkadaştı. O kadar etkilenip, ü zü lebilen ve incinen
197
SİS
198
Yapmayı dü şü ndü ğ ü mü z eylemin hedefini de tespit etmişiz. Sizinle
bir grup arkadaş gö ndereceğ iz. Siz alanınıza geçmeden ö nce o
grupta sizinle gelerek birlikte o hedefin keşfini yapmanızı
istiyoruz. Araziye hakim olduğ unuz için arkadaşlar da sizinle
gelirse onlara hedefe yanaşmak için neresi uygundur, nereden geri
çekilebileceğ ini, olası bir mü dahale de nasıl tedbir alınması
gerektiğ i konularında arkadaşlara bilgi verirsiniz” dedi. “Keşfi
bitirdikten sonra arkadaşlar geri dö ner sizde alanınıza işinizin
başına gidersiniz” dedi. Keşfini yapacağ ımız hedef her akşam saat
sekizden on bire kadar Midyat-Nusaybin asfaltında bir panzer
devriyeye çıkıyordu. Genelde rahatlıkla vurulabilecek bir askeri
araç da panzere eşlik ediyordu. Arkadaşların yapmayı planladıkları
eylem bu devriyenin vurulmasıydı. Bunlar için pusu atılacaktı.
Keşif yapacağ ımız yer Bagok’tan dö rt ile beş saat kadar
uzaklıktaydı. Oradan sonra da bir o kadar yü rü dü kten sonra
faaliyet yü rü teceğ imiz alana varırdık. Keşif yapacağ ımız yere yakın
bir sığ ınağ ımız vardı. Sığ ınağ ımızı boş bir Ezidi kö yü nde yapmıştık.
Dü şman bu kö yü yakıp yıkarak boşaltmıştı. Çok eski ve tarihi bir
kö ydü . Kö yü n altıda uzun yıllar ö nce yapılmış tü nel ve mağ aralar
vardı. İnsan o tü nel ve mağ aralara girince içinde kaybolacak gibi
oluyordu. Ezidiler kendi gü venlik ve savunmaları için bu tü nel ve
mağ araları yapmışlardı. İnsan diyebilir ki o kö y iki kö y gibiydi. Bir
yer ü stü ndeki birde yer altındaki kö ydü . O kö yde bir evin altında
bir sığ ınak yapmıştık. Bagoktan yola çıktıktan dö rt saat sonra keşif
yapacağ ımız yere vardık. Pusu yerini tespit ettik. Tespit ettiğ imiz
yere mevzilenip keşif yapmak için devriyenin gelmesini bekledik.
Çok geçmeden panzer arkasında bir arabayla çıkıp geldi. Geçip
gitti. Bir sü re sonra geri dö nü p Midyat’a doğ ru gitti. Bö ylelikle
keşfimizi de yapmış olduk. Keşif bitene kadar saat on iki civarı
oldu. Keşif yerinden sığ ınağ ımızın olduğ u yere kadar yaklaşık iki
saatlik yol vardı. Keşiften sonra gidip o gece sığ ınakta kaldıktan
sonra, ertesi gü n alanımıza geçmeyi dü şü nü yorduk. Zaten Bahoz
arkadaş ile de ö yle planlamıştık. Keşif bittikten sonra sığ ınağ ımızın
olduğ u yere gitmek için yola çıktık. Ama gittiğ imiz gibi de sığ ınağ a
199
SİS
girmeyi dü şü nmü yorduk. Çü nkü sığ ınağ a erken girmek hem iyi
değ ildi hem de o geceyi sığ ınakta geçirmiş olacaktık, bir de ertesi
gü nü sığ ınakta geçirmek vardı. Yani neredeyse on beş on altı saat
gibi bir zaman sığ ınakta kalmamız demekti. Buda sıkıcı olurdu. O
yü zden sığ ınağ ın olduğ u yere varınca bir yerde biraz zaman
geçirdikten sonra sabaha doğ ru sığınağ a gireceğ iz dedik.
Sığ ınağ ımızın oldu kö ye vardık. Bir su sarıncının ü zerine oturduk.
Bu sarınclar kış yağ murları ve karıyla doluyor. Kö ylü lerde yaz
aylarında ihtiyaçlarını bu sarınclardan karşılıyorlardı. Ü zerine
oturduğ umuz sarınc sığ ınağ ımızın oldu yerden yirmi dakika kadar
uzaktı. Orada biraz oturduk. İhtiyaçlarımızı karşıladık.
Çoraplarımızı yıkadık. Galonlarımızı doldurduk. Arkadaşlar ü zü m
bağ larının içine girip biraz da ü zü m toplayıp getirdiler.
Ü zü mü mü zü de yedik. Takriben sabaha bir saat kadar kalınca
sığ ınağ a gitmek için kalktık. Artık yavaş gitsek iyi olur. Çü nkü
birazdan gü n aydınlanacaktı. Gü n aydınlanmadan sığ ınağ a girmek
gerekiyordu. Sığınağ ımızı kö ylü lerden kalma evin altındaki bir
mağ arada yapmıştık. Eşyalarımızı toplayarak oraya gitmek için
hareket ettik. Mağ aranın içi çok karanlıktı. Gü ndü z bile karanlıktır.
Gece ise hiçbir şey gö rü nmü yordu. Mağ aranın içine girdik. Birlikte
Midyat taraflarında cephe faaliyeti yü rü ttü ğ ü mü z arkadaşın adı
Mirzaydı. “Heval sen galonlarımızı gö tü rü p su doldur. Sarınc da
hemen mağ aranın yan tarafındadır.” Yani mağ aranın olduğ u evin
yan tarafındadır. Kö ydeki her evin bir sarıncı vardı. Heval Mirza
“sen su doldurup gelene kadar biz de sığ ınağ ın ağ zını açar
eşyalarımızı içine atarız” dedim. Sığ ınağ ın kapısında duruyorduk.
Sığ ınağ ın ağ zını açmak için arkadaşlara biraz uzak durmasını
sö yledim. Sığınaktan çıkıp ağ zını kapattıktan sonra sü rekli bir
işaret bırakıyorduk. Bıraktığımız işaret sığ ınağ ımızın birileri
tarafından gö rü lü p gö rü lmediğ ini anlamamız içindi. Bö yle
tedbirlerimizi almak zorundaydık. Çü nkü sığ ınak hazır bir
mezardır. Ne olursan ol orada fark edildiğ in an kurtuluş olmazdı.
Onun için çok duyarlı, hassas, dikkatli yaklaşmak gerekiyordu.
İzlerden tutalım içine girip çıkmaya kadar hatta ağ zını açıp
200
kapamaya kadar hatta ve hatta içinde yiyeceğ in yemeğ e kadar
dikkat etmek gerekiyordu. Yiyecekler dışarıya koku vermeyecek
cinsten yiyecekler olmalıydı. Soğ an, sarımsak, elma, portakal,
kaynamış yumurta gibi yiyecekleri içine sokmuyorduk. Yine
kokulu sabun ve kolonya içine almıyorduk. Bu tü r yiyecekler ve
diğ er malzemeleri çok fazla bulduğ umuz da sö ylenemezdi. Ama
bulmamız durumunda da sığ ınaklarımıza yanaştırmıyorduk.
Akşam saatlerine kadar içinde sigara da içmiyorduk. Sığ ınağ ımızı
ağ zı L harfi şeklinde yer altına doğ ru gidiyordu. Ağ zını ö nce taşla
dolduruyorduk. O taşların ü zerine hayvan gü bresiyle ö rtü yorduk.
Çü nkü mağ aranın tabanını hayvan gü bresiyle kaplıydı. Kö y dolu
iken herhalde kö ylü ler o mağ arada hayvan beslemişler. Çok
ustalıklı bir şekilde kapatıyorduk. Ö yle kapatıyorduk ki orada ö yle
bir şey olduğ unu hiç kimse fark edemezdi. O zamanlar el feneri
falan da yakmıyorduk. Çakmakta yakmıyorduk. Sadece çakmağ ın
çarkını çakarak çıkan kıvılcımlarla kontrol ediyorduk. Bir iki kere
çakmağ ın çarkını çaktım. Daha ilk çakılışta sığ ınağ ın ağ zını
kapattığ ımız gibi olmadığını anladım. Hemen şü phelendim. Ayrıca
işaretimizin de bozulduğ unu fark ettim. Arkadaşlardan birini
gö ndererek Mirza arkadaşı çağırmasını istedim. Çü nkü acaba
benden ö nce sığınağ ın ü zerine gelip gelmediğ ini, gelmişse ağ zıyla
ve işaretimizle kendisinin oynayıp oynamadığ ını ö ğ renecektim.
Heval Mirza geldi. ilk ö nce sığ ınağ ın kapısına dokunup
dokunmadığ ını sordum. “Hayır” dedi. O zaman sığ ınağ ın ağ zını
birlikte kapattığ ımızı ancak şimdi kapattığ ımız gibi olmadığ ını
gö rdü m. “Sen de bir bak” dedim. “Kapıdaki değ işiklikler dikkatini
çekmemişti. O yü zden de bö yle kapatmıştık” dedi. İkna olmadım.
Ve olamazdım da. Çü nkü ben kapattığ ımız gibi olmadığ ı
dü şü ncesinde nettim. “Tamam ö yle kapattık diyorsan ö yle olsun”
dedim. Arkasından da arkadaşlara “hele siz silah ve çantalarınızı
alıp biraz uzaklaşın. Ben biraz daha dikkatli bu kapıya baktıktan
sonra kapıyı açarım. Olur da herhangi bir şey olursa da hepimize
olmasın” dedim. Yavaş yavaş taşları kaldırmaya başladım. Her taşı
kaldırmadan ö nce çakmak çakarak altını kontrol ettikten sonra
201
SİS
kaldırıyordum. Altında bir şey olmadığ ını gö rdü kten sonra taşı
kaldırıp çıkarıyordum. Taşların hepsini tek tek kontrol ettikten
sonra çıkardım. Son bir taş kalmıştı. Son taş en bü yü k ama yassı
olan taştı. Onu da kaldırdıktan sonra sığ ınağ ın kapısı açılacaktı.
Elimi taşa attım. Ama daha oynatmadan çakmağ ı yeniden çaktım.
Çakmağ ın kıvılcımlarıyla taşın altından bir şeylerin yansı yaptığ ını
fark ettim. Yansımayı gö rü nce elimi oynamasın diye taştan çektim.
Arkadaşlardan bir tane kefiye istedim. Arkadaşlar kefiyeyi
getirdiler. Kafamı sığ ınak deliğ inin içine soktum. Kefiyeyi de
kafamın ü stü ne ö rttü m. Çakmağ ı çaktım. Çakmağ ın ışığ ıyla taşın
altına bakınca şaşırdım. Çü nkü şans eseri olarak kurtulmuştuk.
Meğ er dü şman gelip sığ ınağ ı gö rmü ş. Karışmamış. Bozmamış.
İçindekilere de hiç dokunmamış. Nasıl olsa bir gü n gelip gireceğ iz
diye dü şü nerek iki el bombasıyla yaptıkları bubi tuzağ ını
kurmuşlar. Yaptıkları bubi tuzağ ını son taşın altına
yerleştirmişlerdi. Son taşı kaldırdığ ımız gibi bizde patlayacaktı.
Dikkatli ve duyarlı davranmasaydık her beşimizde ya da bir
kaçımız şehit dü şebilirdik. Belki de sağ kalan sadece dışarıdan bize
su gö tü rmeye gitmiş olan Mirza arkadaş kalırdı. Şimdi bö yle bir
durumla karşılaşınca yeni bir zor durumla karşı karşıya kaldık.
Şimdi o saatten sonra ne yapacaktık. Ovanın ortasında kalmıştık.
Bir tarafımız karakol, bir tarafımız korucu kö yü olan bir ovanın
orta yerinde kalmıştık. Ü st tarafımızdan Midyat-İdil asfaltı
geçiyordu. En fazla iki saat sonra korucuların sü rü leri bizim
bulunduğ umuz alana gelecekti. Sü rü lerini kö yü n sarınclarından su
içmek için getirirlerdi. Kendileri de evlerin gö lgesinde
dinleneceklerdi. Bulunduğ umuz yerde zaten hiçbir şey yoktu.
Yakın yerlerde bile ormanlık bir alan ya da bir çalılık bile yoktu.
Tek çaremiz vardı. Hiç zaman kaybetmeden oradan çıkıp çok seri
ve sü ratli bir şekilde kendimizi Bagok’a atmamızdı. Bizi ancak o
koruyabilirdi. Onun dışında hiçbir şey bizi koruyamazdı. Bagok’un
eteklerine kendimizi atsaydık bile sağ lam bir yere ulaşmış olurduk.
Eteklerine bile ulaşmak için en az iki, iki buçuk saat gibi bir zaman
yü rü memiz gerekiyordu. Tabii normal yü rü yü şle gidecek olursak
202
bu kadar yü rü memiz gerekiyordu. Bizi bekleyebilecek olan ü ç
ihtimal kafamdan geçti. Birincisi kö yde pusuda olabilir. İkincisi
korucuların sığınağ ı gö rebilecek bir şekilde gö zcü çıkarmış
olabilecekler, ü çü ncü sü de gü ndü z çobanları gelip sığ ınağ ı kontrol
edebilirler diye dü şü ndü m. Bü tü n bunları da dü şü nü nce oraların
yakınlarında bile kalmamız biçim için bü yü k bir tehlike olacağ ını
hesapladım. Bu ihtimallerden yola çıkarak bizim kaybedecek tek
bir saniyelik zamanımızın bile olmadığ ı kanısına vardım. O
durumda bizim için bir dakikalık bir zaman bile altın değ erindedir.
Tabii daha bu durumu arkadaşlara sö ylemedim. Bü tü n bunlar
birkaç saniyelik zaman dilimi içinde cereyan ediyor. Arkadaşlara
dö nerek heval çantalarınızı, silahınızı alıp hemen çıkıp gidelim
buradan dedim. Heval “hiç kimse neden, ne için diye soruda
sormasınlar. Çü nkü size neden olduğ unu açıklayacak kadar
zamanımız yok. Ben nereye gidersem arkadaşlar peşimden
gelsinler o kadar. Uygun bir yere ulaştığ ımızda size neden bö yle
yaptığ ımıza dair açıklama yapacağ ım” dedim. Arkadaşlar biraz
tedirginleştiler. Ne oldu, ne var diyen arkadaşlar oldu. “Heval
hiçbir şey” yok. “Bir de olmuş değ il. Gidelim ulaştığ ımız sağ lam
yerde ancak size ne olduğ unu ve neden bö yle yaptığ ımızı
açıklayabilirim. Şimdi zamanla yarışmamız gerekiyor. Kaybedecek
tek bir dakikamız bile yok. O yü zden hızla buradan çıkmamız
gerekiyor” dedim. Arkadaşlardan biri biraz da kızarak “ne
olduğ unu bizim de bilmemiz gerekiyor” heval dedi. O zaman
hemen yanıma gelin diyerek onları sığ ınağ ın başında topladım.
Çakmağ ı çakarak tuzağ ı gö sterdim. “İşte bunun için burayı terk
etmemiz gerekir” dedim. “Arkadaşlara şimdi ne için burayı terk
edeceğ imizi anladığ ına gö re, o zaman vakit kaybetmeden çıkalım”
dedim. O andan sonra hiçbir arkadaş tek bir kelime etmeden yola
çıktık. Yö nü mü zü Bagok dağ ına çevirdik. O an ne karakolu, ne
korucu kö yü nü , ne çobanları nede gü ndü z olduğ unu hiç
dü şü nmeden yer yer koşarak, yer yer yü rü yerek yolumuza devam
ediyoruz. O sırada hiçbir şey dü şü nmü yoruz. Dü şü ndü ğ ü mü z tek
şey var o da kendimizi Bagok’a ulaştırmaktır. Tam gü neş doğ mak
203
SİS
ü zereyken dağ a yani Bagok’a ulaştık. Ulaştığ ımız ilk sağ lam yerde
bir nefes almak için mola verince ne kadar zamanda geldiğ imizi
ö ğ renmek için saate baktım. Evet, yanlış gö rmü yordum, yaklaşık
iki buçuk saatlik yolu bir saat bile olmadan almıştık. Dağ ın
kucağ ına kendimizi atmıştık. Dağ ın kendisine daha tam
ulaşmamıştık. Ama bizi koruyabileceğ i ve denetiminde olduğ umuz
eteklerine ulaşmıştık. Ormanın içindeydik. Ondan sonra artık
gü ndü zde gidebilirdik. Biraz rahatladık. Derin bir nefes aldık. Artık
dağ larımız arkamızdadır dedik. Bundan sonra bize bir şey olmaz
dedik. Bir ananın çocuklarına kol kanat germesi gibi Bagok arazisi
ve ormanıyla bizi korumaya aldı. Yorulmuştuk. Terlemiştik.
Susamıştık. Ağ zımızda dilimiz kurumuştu. İyi ki yanımızda kü çü k
petlerden vardı. Onları doldurup çantamıza koymuştuk.
Çantalarımızı açıp petlerimizi çıkardık. Suyumuzu içtik. Birer
sigarada sarıp yaktık. Yaklaşık yarım saat kadar dinlendikten
sonra, arkadaşlardan birine çevremizi keşfetmek için dü rbü nü
verdim. Arkadaş geldiğ imiz yoldan başlayarak çevreyi keşfettikten
sonra dö ndü . Bir şey olmadığ ını sö yledi. Telsizden dü şmanın
muhaberesini takip ediyoruz, ondan da anormal bir şey yoktu.
Olağ anü stü bir hareketlilik yoktu. Tek tü k çoban araziye çıkmaya
başlamıştı. Duruma bakılırsa gö rü ntü mü zü alan yoktu. Biraz daha
dinlendikten sonra arkadaşların yerine ö ğ renmek için bağ lantı
kurmamız gerekiyordu. Çü nkü yanlarına gidebilmek için yerlerini
bilmemiz gerekiyordu. Telsizle birkaç çağ rı yaptığ ım gibi
arkadaşlar cevap verdiler. Şifreli bir şekilde onlardan yer istedim.
Arkadaşlar neredesiniz, keşfe gitmemiş miydiniz diye sordular.
Yerimizi sö yleyince arkadaşlar orada ne arıyorsunuz, şimdiye
gitmiş olmanız gerekiyordu anlamına gelecek şeyler sö ylediler.
Yanınıza ulaştığ ımızda gelişmeleri aktarırım diyerek muhabereyi
kısa kestim. Şifreli bir şekilde bizim onlardan ayrıldığ ımız yerde
olduklarını sö ylediler. Artık dağ daydık. Ve dağın ü stü mü ze gerdiğ i
kolu, kanatları altındaydık. O bizi koruyordu. Zaten o sırada
arazide kimseyi gö rmek mü mkü n değ ildi. Arazi boşaltılmıştı.
Gö rü lebilen insan ya korucu, ya asker ya da arkadaşlar olurdu.
204
Onun dışında kimseyi gö rmek olanaksızdı. Keşfimizi de yapmıştık
ve arazide anormal bir şeyin olmadığ ını da gö rmü ştü k.
Arkadaşların bize yerlerine sö ylemelerinden sonra yola yanlarına
gitmek için yola çıktık. Aşırı bir yorgunluk ve uykusuzluk da vardı.
Birde gü venlikli yere ulaştığ ımızı dü şü nerek yavaş, kendini hiç
incitmeyecek bir yol yü rü yü şü nü yü rü yorduk. O yü zden normalde
bir saat kadar bir sü re sonra arkadaşların yanına ulaşabileceğimiz
bir yolu iki buçuk saat gibi bir sü rede zor aldık. Noktaya ulaşınca
arkadaşlar bizi noktanın dışında karşıladılar. Bir yere geçip
oturduk. Oturduğ umuz yer bizin için hazırlanmış bir yerdi.
Gerillada gö revden dö nen arkadaşların dinlenmesi için yer ve
yemek hazırlamak bir gelenektir. Bizim içinde hem yer hem de
yemek hazırlanmıştı. Oturduk yemeğ imizi yedik. O sü re içinde
arkadaşların hepsi yavaş yavaş etrafımıza toplanmaya başlamıştı.
Çü nkü herkes yaşadıklarımızı merak ediyordu. Daha doğ rusu
neden alanımıza gitmediğimizi, yine keşfi yapıp yapmadığımızı
merak ediyorlardı. Herkes merakla bizim konuşmamızı bekliyordu.
Konuyu Bahoz arkadaş açtı. Ne oldu, neden gitmediniz gibi kısa net
sorularla konuya girdi. Başımızdan geçen olayı Bahoz arkadaşa ve
orada konuşmamızı bekleyen arkadaşa ö zetledik. Onlarda duruma
şaşırdılar. Oradan sağ kurtulmamıza sevindiler. Bu arada duyarlı
yaklaşarak durumu fark etmemiz gü venliğ e ne kadar dikkat
ettiğimiz onları sevindirdi. Arkadaşlar o zaman dinlenin. Bir iki
gü n daha yanımızda kaldıktan sonra farklı bir yoldan alanınıza
geçersiniz dediler. Tabii bu arada orada kaldığ ımız iki gü nlü k sü re
içinde arkadaşlara yaptığ ımız keşfin sonuçlarını da verdik.
Arkadaşların yanında iki gü n dinlendikten sonra ayrı bir yoldan
alanımıza geçip çalışmalarımıza başladık…Biz alanımıza ulaştıktan
yaklaşık bir hafta sonra arkadaşlar yaptığ ımız keşfe gö re o eylemi
gerçekleştirmek için gitmişlerdi. Akşam saat sekiz buçukta devriye
için gelen panzeri etkili bir şekilde vurmuşlardı. Eylemi
gerçekleştirmek için de Omerya alanından dö nerek eylem alanına
gitmişlerdi. Çü nkü bizim daha ö nce gittiğ imiz yerden gidemezlerdi.
Orada hem izlerimiz gö rü lmü ştü hem de sığ ınağ ımız deşifre
205
SİS
Menal Arteş
206
Düşmanın en güçlü yerinde zayıflık vardır
1997 yılında Mardin Eyaletinin Omerya bö lgesindeydik.
Xırabê Alê adında bir karakol vardı bö lgede. Karakol olduğ u yer
Mardin merkeze bağ lı bir kö ydü . Kü çü k bir karakoldu. Aldığ ımız
istihbarata gö re 200 yakın asker karakolda vardı. Oradaki asker
komandoydu. Oradaki gü ç yaşam, nö bet, hareket tarzını tamamen
değ iştirmişti. Gerilla eylemliklerine karşı bö yle tedbirler
almışlardı. Gece karakolda kalmıyordu. Geceyi genelde karakolun
dışındaki bir yerde intişar halinde uyumadan geçiriyordu.
Gü ndü zleri karakola çekilip dinleniyordu. Çü nkü oraya yö nelik çok
kolay eylem yapamayacağ ımızı dü şü nü yordu. Oraya yö nelik
gü ndü z eylem yapmak için bazı kayıpları gö ze almak gerekiyordu.
Onun için yaşamlarında geceleri gü ndü z, gü ndü zleri gece
yapmışlardı. Gü ndü z dinlenmeye geçerlerken sadece hazır kıtaları
uyanık kalıyordu. Bir takım ya da manga kadar gü cü hazır kıta
olarak belirleyip uyanık kalmalarını sağ layarak dinlenmeye
geçiyorlardı. Yani uyuyorlardı. Tasfiyeci Serhat’ın eyalette olduğ u
dö nemdi. Ve bir mantıkta oluşturmuştu. Oluşturduğ u mantık da
gerilla Mardin’de gü ndü z eylem yapamaz mantığ ıydı. Arkadaşlarda
ö yle bir psikoloji geliştirmişti. Gü ç ü zerinde o mantıkta olumsuz
bir etki yaratmıştı. Eylemi gerçekleştirmeye dü şü ndü ğ ü mü z
dö nemde o artık eyaletten çıkmıştı. Ama yarattığ ı etki hala vardı.
Kendisinde sonra Felat arkadaş eyalete gelmişti. Felat arkadaşın
Serhat’ın yaratığ ı etkiyi yıkmak, oluşturduğ u psikoloji aşmak için
bü yü k bir çaba gö steriyordu. O yü zden de yeni eylem taktikleri,
hedefleri, eylem yapabilme gü cü nü n olduğ unu gö stermek için
durmadan keşifler yaptırıyordu. Gerillanın Mardin’de Serhat
207
SİS
208
uçları sıcaktan yanmış, sapsarı olmuştu. Deyim yerindeyse
cehennem gibi bir hava vardı. Karakol çok stratejik bir yere
kurulmuştu. Yü ksek bir tepenin ü zerine yapılmıştı. Yan tarafında
da kö y var. Bir kö y karakoluydu. Ama kö yü n içine değ il de
yanındaki stratejik tepeye yapılmıştı. Kö yde de sadece bir korucu
vardı. Yani açıktan koruculuğ u kabul edip silah alan bir kişi vardı.
Gizli korucu olanlar da vardı. Ama bizim için o an ö nemli olan
açıktan silah alan korucuydu. O korucu da asker araziye çıktığ ı
zaman onlara ö ncü lü k yapıyordu. Onun da çok fazla gö nü llü
olduğ u sö ylenemezdi. En azından onun hakkında aldığ ımız bilgiler
bu yö nlü ydü . Birçok karakol savaştan sonra yapılmıştı. Ve en
stratejik yerlere kurulmuştu. Bu karakolda savaşın başlamasından
sonra yapılmış bir karakoldu.
Saat bir buçuk iki civarında karakola yaklaşmaya başladık.
Bulunduğ umuz arazide karakola hakim olan her hangi bir tepe vb
gibi bir yer yok. Karakol oradaki arazinin tamamına hakim bir
yerdeydi. En yü ksek tepe karakolun yapıldığ ı yerdi. Ö yle bir yerde
yapılmıştı. En bü yü k avantajımız etrafının ormanlık olmasıydı.
Kurulu olduğ u tepenin etrafı ormanlıktı. O ormanın içinden
yaklaşmaya başladık. Geri çekilme yapabileceğ imiz bir hat bıraktık.
Karakolun gü venliğ i çeşitli yerlerine yapılan nö betçi kulü belerine
çıkarılan nö betçilerle sağ lanıyordu. Arazinin bü yü k bir kısmı
ormanlıktı ancak bir yerden sonra ormanlık bitiyordu. O yü zden
kendimizi meşe dallarıyla kamufle etmiştik. Kaplumbağ a
yü rü yü şü yle yol alıyorduk. Sonunda nö betçi kulü besinin altına
kadar vardık. Nö betçi kulü belerinin kapısı araziye bakıyordu.
Oraya da A4 silahını yerleştirmişlerdi. Nö betçi kulü besinin alt
tarafına kadar yaklaştık. Havanın sıcak olması ve birde gece
uyumamasından olsa gerek nö betçinin dalgın bir şekilde
oturduğ unu gö rdü k. Dikkati dağ ılmıştı. O haliyle onu hedeflemiş
olsaydık elle bile yakalayabilirdik. Ama amacımız o değ ildi. Bizim
amacımız karakolun içindeki askeri etkili bir şekilde vurarak
bü yü k kayıplar verdirmekti. Amacımız karakolun içine girmekti.
Riski bü yü ktü . Kayıp da verebilirdik. Yani geri gelmeyebilirdik.
209
SİS
Ama etkili bir eylem olacağ ını biliyorduk. Karakolun içine çok
rahat bir şekilde girer eylemimizi yapardık. Ama nasıl geri
çekileceğ imizi hiç dü şü nmü yorduk. Çok fazla da ö nemli değ ildi.
Çü nkü dü şmana bü yü k bir darbe vurmayı istiyorduk. Bununla
birlikte eyalette Serhat tarafından oturtulmaya çalışılan bir
anlayışı kırmaya çalışıyorduk. Onun için bir bedel gerekiyordu.
Zaten gerilla olmak halk için bedel ö demeye hazır olmak demekti.
Bu bedelleri gö ze aldığ ımız için gerilla olmaya karar vermiştik.
Ü lkemizde bedel ö denmeden hiçbir şeyin elde edilmeyeceğ ini
bizden ö nceki ö ncü komutanlarımız kanlarını dö kerek
gö stermişlerdi. Bizim yapmamız gereken de onların yolundan
yü rü mekti. Yapmaya çalıştığ ımız da oydu. O yü zden bedeli ne
olursa olsun ö demeye hazır olduğ umuz için ö yle bir eylemde yer
almak için kendimizi ö nerdik. Kö ye baktık. Hiçbir canlı ve hiç bir
ses daha doğ rusu yaşama dair hiçbir belirti gö rü nmü yordu. Sıcak o
denli yaşamlarını etkilemişti. Karakolla aramızda yaklaşık 50
metre kadar var. Karakolun içinden de arada bir tek tü k ses
geliyor. O da hemen kesiliyor. Hareket ise hiç yok. Dö nü p
nö betçiye bakıyoruz. Adamın dalıp gittiğ i dü nya dan hala
dö nmediğ ini ve dö nmeye de niyeti olmadığ ını gö rü yoruz. Oraya
kadar da birbirimiz savunarak gitmiştik. Ö yle rastgele gitmedik.
Bir yere kadar o beni savunuyordu. Biraz yol alıyordum. Gittiğ im
yerde durup onun savunmasına geçiyordum o da gelip bana
ulaşıyordu. Ö yle birbirimizi savunarak oraya kadar gitmiştik. Ama
çok duyarlı ve dikkatli bir şekilde gitmiştik. Çü nkü en kü çü k bir ses
eylemi sabote ederdi. Ve bizim de orada cenazemiz kalırdı. Çü nkü
sabote olması durumunda orada vurulmamız demekti. Bir sü re
daha etrafı ve karakolu dinledik. Arık harekete geçmenin zamanı
gelmişti. Ama daha seri ve sü ratli hareket etmemiz için
ü zerimizdeki meşe dallarını atmamız gerekiyordu. Meşe dallarını
kesip attık. Zaten hafif olmak ve seri hareket etmek için
yeleklerimizi de gö tü rmemiştik. Bize yetecek kadar cephane
almıştık. O durumda insan çok heyecanlanıyor. Heyecandan insan
kendini zor zapt ediyor. İnsanın yü reğ i insandan ö nce harekete
210
geçiyor, insanı alıp gö tü rü yor. Kendimizden çok yü reğ imizi
sakinleştirmeye çalışıyorduk. Tabii o durumda bizi gö ren olmuş
mu, olmamış mı, acaba karakolda ne var ne yok gibi bir sü rü şey
insanın kafasından geçiyor. Kafamızı kaldırıp duvarın ü zerinden
bakarsak bizi gö rü rler mi acaba gibi bir sü rü soru insanın kafasını
meşgul etmeye başlıyor. Kafamızda dö nü p dolaşan bu soruların
hepsini bir kenara atıp ayağ a kalkıp karakola gireceğ iz, askeri
gö rdü ğ ü mü z yerde vuracağız nereye kadar gidebilirsek gideriz ya
vuruluruz ya da etkili bir eylem yaparız diyerek ayağ a kalktık.
Silahlarımızı koltuk altlarımızda gizleyerek kö ylü ler gibi hareket
ederek karakolun kapısına doğ ru yü rü meye başladık. Elimizdeki
bombalarımızın pimlerini çekmiş, silahlarımızın emniyetini açmış
elimiz tetikte ö yle gidiyoruz. Kapıda nö betçi yoktu. Arazinin
olduğ u tarafa nö betçi çıkarmışlardı. O da elli altmış metre kadar
uzakta kalmıştı. Kö yden karakola gelen yolun ü zerine meğ er
nizamiye var. Ama biz bunu fark etmemiştik. Ama bizi
gö rmü yorlardı. Onlarla aramıza karakol binası giriyordu. Avluya
girdik. Kimse yoktu. Hazır kıta olarak kalanlar da meğer kantinde
oturuyor. Hızla kendimizi askerlerin yatakhanesi olduğ unu
dü şü ndü ğ ü mü z yerin pencerelerinin altına kendimizi attık.
Kafamızı hafiften kaldırıp baktığ ımızda askerlerin ranzalarda
yattığ ını gö rdü k. Silahın dipçiğ iyle camı kırdık. El bombalarımızı
fırlattıktan sonra bir de tarama yaptık. Şarjö rlerimiz bitene kadar
tarama da yaptıktan sonra oradan hızla çekilmeye başladık. İlk
etapta kendimizi karakolun dış duvarının dibine kadar attık.
Ortalık toz duman oldu. Nö betçiler A4 ve Doçkalarla etrafı
taramaya başladılar. Karakolun içinde patlayan bomba ve
yaptığ ımız taramalardan sonra bağ ırtılar ve inlemelerle dolup
taştı. Askerler her yerden ve rastgele taramaya başladılar. Ama ilk
baskından bü yü k bir şok yaşadıkları anlaşılıyor. Çü nkü kim nereyi
tarıyor belli değildi. Neye uğ radıklarına şaşırmışlardı. Hala ne
olduğ unu tam bilmiyorlar. Sadece bağ ırtılar, iniltiler yü kseliyordu
yatakhaneden o kadar. Karakolda deyim yerindeyse tam bir kaos
yaşanıyor. Bizim bu durumdan yararlanmamız gerekiyordu. Orada
211
SİS
212
kendime. Benimle olan arkadaşta daha çok uzaklaşmamıştı. Ona
çabuk kendini bana ulaştır, yaralandım diye seslendim. Yanıma
gelince telsizi verdim. “Sen git arkadaşlara ulaş, ben zor
kurtulurum” dedim. “Seni bırakmam, bırakamam” dedi. “Ya seni de
gö tü rü rü m ya da bende gitmem” dedi. Telsizi aldı. Sağ eliyle
silahını tutarak sol omzuyla koltuğ umun altına girerek beni adeta
peşinden sü rü klercesine oradan uzaklaştırmaya başladı. En iyi
avantajımız ise ormanın içine dalmış olmamızdı. O sırada
savunmayla da bağ lantı kurarak yaralandığ ımı, BKC ile
uzaklaşmamız için dü şmanı vurmalarını sö yledik. Ü zerindeki
yoğ un Doçka ateşine rağ men arkadaşlar bizi savunmaya başladılar.
Ü zerlerine olan ateş daha da yoğ unlaşınca yerlerini değ iştirerek
yeniden savunma yapmaya başladılar. Bir sü re sonra orayı da
bırakmak zorunda kaldılar. Çü nkü gerçekten dayanılacak gibi
değ ildi. O durumda kendi başımıza kaldık. Orada Geliyê Kurdisê
dediğ imiz bir vadi vardı. kendimizi o vadiye doğ ru verince
gö rü ntü mü zü kaybettiler. O vadinin ormanı daha sıktı. Arazisi
biraz daha gü zeldi. O vadi kısmen de karakolun hakimiyetinin
altından çıkmaktı aynı zamanda. Vadiye girişimizle yol
gü zergahımızı da değ iştirmiş olduk. Ama çok fazla gidemedik.
Ayağ ım kö tü olmuştu. Mermi tarak kemiğ inden girip ayağ ımın
altından atmıştı. Yere basacak durumda değ ildim. Kemik param
parça olmuştu. Yanımdaki arkadaşın yardımıyla biraz daha
uzaklaştık. Ama artık ne bende nede arkadaşta yü rü yecek hal
kalmıştı. Bir de savunmanın hakimiyetinin altından da çıkmış
olduk. O durumda hareket etmek bü yü k bir riskti. Çü nkü
gö rü ntü mü zü alması durumunda bizi imha etmesi olurdu.
Mecburen kendimizi sık ormanın içinde sakladık. İyice kendimizi
kamufle ettik. Ses seda çıkarmayacak bir şekilde beklemeye
başladık. Kendimizi sakladığ ımız yer sık ormanlık olduğ u gibi
insanın kendisini saklamasına yarayacak çok bü yü k olmayan
kayalıklar da var. O kayalıkların içine girmiş, her tarafımızı meşe
ağ açlarıyla kapatmıştık. Ama oraya girdiğ imiz anda bir yılan sesini
duydum. Oradan korkarak geçen bir yılanın çıkardığ ı sesi sadece
213
SİS
214
Menal Arteş
215