Eğitim Sosyolojisi Vize Ödevi

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 13

T.C.

ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ
KAZIM KARABEKİR EĞİTİM FAKÜLTESİ

SOSYOLOJİ VE EĞİTİM SOSYOLOJİSİ NEDİR?

RAFET İBRAHİM AYDOĞDU


210601081

DOÇ. DR. RIDVAN KÜÇÜKALİ


EĞİTİM SOSYOLOJİSİ DERSİ

İNGİLİZCE ÖĞRETMENLİĞİ ANABİLİM DALI

KASIM – 2021
ERZURUM
İçindekiler
1. Sosyoloji Nedir?........................................................................................................................2
1.1. Giriş........................................................................................................................................2
1.2. Sosyolojinin doğuşu...............................................................................................................2
1.3. Toplumbilimsel İmgelem........................................................................................................3
1.4. Sosyolojik Bilgi ve Sağduyu Bilgisi.......................................................................................3
1.5. Sosyolojinin Diğer Sosyal Bilimlerle İlişkisi..........................................................................3
1.7. Günümüzde Sosyoloji.............................................................................................................5
1.8. İşlevselcilik, Yapısal-İşlevselcilik ve Yeni-İşlevselcilik.........................................................7
1.9. Çatışma Teorisi.......................................................................................................................7
2. Eğitim Sosyolojisi......................................................................................................................8
2.1. Giriş........................................................................................................................................8
2.2. Eğitim ve Öğretim..................................................................................................................8
2.3. Eğitim Sosyolojisi..................................................................................................................8
2.4. Eğitim Sosyolojisinin Ortaya Çıkışı.......................................................................................8
2.5. Eğitimin Önemi ve İşlevi........................................................................................................9
2.6. Eğitime Yapısal-İşlevsel Bakış...............................................................................................9
2.7. Çatışmacı Yaklaşımın Eğitime Uygulanması.......................................................................10
2.8. Yorumcu Yaklaşımın Eğitime Uygulanması........................................................................10
2.9. Eğitime Postmodern Yaklaşımlar.........................................................................................10
2.10. Kültürel Çoğulculuk.........................................................................................................10
2.11. Yaşam Boyu Öğrenim......................................................................................................11
2.12. Değerler Eğitimi...............................................................................................................11
KAYNAKÇA.......................................................................................................................................12

1
1. Sosyoloji Nedir?
1.1. Giriş

Sosyoloji diğer adıyla toplum bilimi, kişi ve toplum arasında geçen etkileşimi konu edinerek
araştırma yapan bir bilim dalıdır. Sociology kelimesini fonetik anlamda incelediğimizde,
sonda yer alan “logy” Yunanca’da “bilim” anlamına gelmekte olup Latince’de genel anlamda
insanı ifade eden, üye, arkadaş veya dost anlamındaki, “socius” kelimesinden gelen “socio-”
kökünün bir araya gelmesinden oluşur.
Sosyoloji, kişinin eylemlerini kapsamlı oluşmaların öğeleri olarak görme alışkanlığıyla diğer
sosyal bilimlerden ayrılır. Sosyolojinin toplum ve insan yaşamına bağlı üstleneceği
sorumluluklar, bir bilim dalı olarak ortaya çıktığı 19. Yüzyıldan beri eksilmedi. Başka bir
deyişle sosyoloji bilimi, 21. Yüzyılın ilk kısmında da toplum ve insan hayatına bağlı
ehemmiyetini korumaktadır (Özben M., 2021).

1.2. Sosyolojinin doğuşu

Sosyoloji’nin bir bilim olarak ortaya çıkışı 19. Yüzyılı işaret etmektedir. 19. Yüzyıl geneline
bakıldığında modern toplumların da tarihsel bir figür anlatımıyla dünya tarihindeki yerini
aldığı bir dönemi karşılar. Bu bilgiler ışığında bakıldığında sosyolojinin modern toplumların
bilim dalı olduğu ortaya çıkar.
19. yüzyıl, Avrupa kıtasında önceki dönemlere binaen tarıma dayalı üretimden daha çok
sanayi tarzında fabrikasyona metal eşya üretimine dayanan bir tarza geçilen yüzyıldır. Bu
geçiş ya da üretim tarzında yaşanan değişim insan yaşamının neredeyse her alanında
ekonomik, sosyal, düşünsel, politik ve hukuksal olmak üzere köklü değişikliklerin
yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Avrupa Kıtası özellikle 18. Yüzyılından kalan toplumsal
devrimlerle uğraşırken Reform, Rönesans, yeni keşifler ve bilimdeki buluş ve ilerlemelerden
sonra, aşağıda verilen 19. yüzyıla damgasını vuran şu iki gelişmeyi de beraberinde getirmiştir:
 1789 Fransız Devrimi
 Sanayi Devrimi (1801’de buhar gücüyle çalışan ilk makinenin kullanımıyla da)
Sosyolojinin bir bilim olarak ortaya çıkışının temel sebepleri olarak bu iki devrim
gösterilebilir. Aynı zamanda bu devrimler modern devlet ve toplumlarının ortaya çıkışında da
önemli bir etkiye sahiptir. Avrupa’da 1789 Fransız Devrimi ve Sanayi Devriminin
gerçekleşmesi ile beraber bir dizi şiddetli değişimler geleneksel yaşam biçimlerinin
çözülmesine sebep olmuştur. Bu perdeden bakıldığında 19. Yüzyıl, geleneksel dünya söz
konusu olduğunda, insanlık için geri dönüşün bir daha söz konusu edilemeyeceği bir netleşme
ya da başlangıç yüzyılı olarak tarihe geçmiştir.
Yaşanılan büyük çaplı değişimler için epeyce kısa bir süre içinde, küçük köy ve kasaba gibi
küçük yaşam alanları yerine büyük kentlerin geçmesi yeni bir toplum modelini ortaya
çıkarmıştır. Özetlemek gerekirse modernleşme yeni bir toplum ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Ancak bu yeni toplum düzeni topraklarından uzaklaşmak, yoksulluk, zorlu çalışma
koşulları gibi pek çok sorunu da beraberinde getiren bir toplumdur. Bu bağlamda modern
toplumların kuruluş aşamasında fedakârlıklar beraberinde gelmiştir. Bir başka biçimde ifade
etmek gerekirse, Avrupa’da 19. yüzyılda ortaya çıkan yeni uygarlık, kendini tanımlayacak ve
kendini onun üzerinden açıklamayı/tanımlamayı sürdürmek istediği yeni bir bilimi de ortaya
çıkarmıştır: Sosyoloji. Sosyoloji bilimi; modern insanın, toplumun ve dünyanın bilimi olarak
doğmuştur.19. yüzyıl ile 21. yüzyılın insan toplumları için ihtiyaç ve öncelikleri farklı

2
olmasına karşın, sosyolojiye olan beklenti ve ilgi bakımından esaslı bir değişiklik olması söz
konusu değildir.

1.3. Toplumbilimsel İmgelem

Sosyoloji, olguların görünen yanından ziyade içine inebilmek ve bazen çok kolayca kabul
edilebilen düşüncelere, kanaatlere ya da toplumsal faaliyetlere yeni bir bakış açısı ile
bakabilmek için ‘apaçık’, ‘olağan’ ya da ‘doğal olarak kabul edilen’ şeyleri sorgulamanın
önemini anlatır.
Sosyolojik anlamda düşünmeyi öğrenmek, başka bir deyişle, daha geniş anlamda görünüme
bakabilmek imgelemin işlenmesidir. Sosyolojiyle uğraşmak, yalnızca sıradan bir bilgi edinme
süreci olarak değerlendirilmez. Sosyolog, kişisel koşulların dolaysızlığından kurtulabilen ve
konuları daha geniş bir bağlam içerisine yerleştirebilen kişidir. Sosyolojik inceleme, her
şeyden önce C. Wright Mills’in ifadesiyle sociological imagination’e (toplumbilimsel
imgelem)  bağımlıdır.
Toplumbilimsel imgelem, bireyin görünüşte özel olan problemleri ile önemli toplumsal
meseleler arasındaki bağlantıları ya da tekil bir toplumsal olgunun diğer toplumsal olgular ve
daha geniş bir çerçevede genel toplumsal süreçlerle arasındaki ilişkileri yakalamaya uğraşan
bir çabadır. Meydana gelen bireysel ya da toplumsal olayları en geniş biçimde anlamayı,
geçmiş, bugün ve gelecek perspektifi içerisinde ve başka toplumsal olaylar ve süreçlerle
ilişkili olarak değerlendirmeyi salık verir (Anonim 2, 2021).

1.4. Sosyolojik Bilgi ve Sağduyu Bilgisi

Sosyolojik düşünce tarzından ayrılan birçok yol olmasına karşın sağduyu özel bir yer tutar.
Diğer akademik dallardan ziyade sosyoloji kendi yeri ve pratiği için önemi tartışılmaz
sorunlarla dolu olan sağduyuyla ilişkilidir. Sağduyu, genelde dünyayı anlama çabalarımıza ve
dünyaya yönelik yargılarımıza egemendir. Sağduyu, toplumlar içerisinde evrensel yargı ve
ortak duygu ifadesinde somutlaşmış inançlar ve değerler bütününü, insanın eskiden beri var
olduğunu gördüğü, içinde doğup büyüdüğü toplumda benimsediği teori ve pratikleri ifade
eder. Sağduyu bilgisi; en genel anlamıyla, günlük işlerimizi sürdürebilmek için ihtiyaç
duyduğumuz, faydalandığımız zengin ancak dağınık, sistematik olmayan, genelde bağlantıları
belirsiz, pratikte karşımıza çıkan, bölük pörçük ve söze dökülemeyen bilgidir. Bu yönüyle de
pratik faaliyetin ve görünüşün ötesine geçip kuramsal bir düzeye çıkamayan bir bilgi türü
olarak değerlendirilir. Genel olarak, günlük hayatın bilgisi olarak kabul edilen sağduyu
bilgisinin zorunlu olarak yanlış olduğunu da söyleyemeyiz.

1.5. Sosyolojinin Diğer Sosyal Bilimlerle İlişkisi

Bauman, sosyolojinin diğer akademik disiplinlerle ilişkisini, benzerliklerini ve farklılıklarını


‘kütüphane’ metaforuyla anlatır. Devamında da şu soruları sorar: “Bir şeyi diğerlerinden
farklı olarak ‘sosyolojik’ yapan şey nedir? Bir şeyi öteki bilgi yığınlarından ve öteki bilgi
kullanma/üretme pratiklerinden farklı kılan nedir?”
Aslında, sosyoloji kitaplarıyla dolu kitap raflarına baktığımızda gözümüze çarpan ilk şey
başka raflar olacaktır. Çoğu üniversite kütüphanesinde, muhtemelen hepsi de ‘sosyoloji’den
başka isimler taşıyan, sözgelimi etiketlerinde ‘tarih’, ‘siyasal bilimler’, ‘hukuk’, ‘sosyal
politika’, ‘ekonomi’ yazan kitapların en yakın raflara yerleştirilmiş olduğunu göreceksiniz. Bu
gibi rafları birbirine yakın olacak şekilde düzenleyen kütüphaneciler belki okuyucuların rahatı

3
ve istedikleri kitabı kolayca bulmalarını düşünmüştür. Sosyoloji raflarına göz gezdiren
okuyucuların zaman zaman, örneğin tarih ya da siyasal bilimler raflarına konmuş bir kitabı
arayacaklarını ve bu kitapları, örneğin fizik ya da makine mühendisliği raflarındaki
kitaplardan daha sık arayacaklarını varsaymışlardır (ya da biz öyle olduğunu tahmin
edebiliriz). Başka bir ifadeyle, kütüphaneciler sosyolojinin konusunun bir bakıma ‘siyasal
bilimler’ ya da ‘ekonomi’ adı altındaki bilgi yığınının konusuna daha yakın olduğunu, belki
ayrıca sosyoloji kitaplarıyla hemen yakınına dizilmiş kitaplar arasındaki farklılığın
sosyolojiyle, örneğin kimya ya da tıp bilimleri arasındaki farklılığa kıyasla daha az
dillendirilmekte, belli belirsiz, biraz da tartışmalı olduğunu varsaymışlardır.
Akıllarından bu düşünceler geçmiş olsun ya da olmasın, kütüphaneciler doğru olanı yapmıştır.
Yan yana dizilmiş bilgi kümelerinin ortak çok şeyleri vardır. Hepsi de insan ürünü dünyayla,
dünyanın insan etkinliklerinin izlerini taşıyan, insanların eylemleri olmaksızın var olması
düşünülemeyen parçası ya da boyutlarıyla ilgilidir. Tarih, hukuk, ekonomi, siyasal bilimler,
sosyoloji, hepsi de insan eylemlerini ve bunların sonuçlarını tartışır. Bu da paylaştıkları çok
şey olduğu anlamına gelir ve dolayısıyla gerçekten aynı gruba girerler. Gelgelelim, eğer bütün
bu bilgi kümeleri aynı alanı araştırıyorlarsa, onları birbirinden ayıran şey, varsa, nedir?
‘Farklılık yaratan farklılık’, bölünmeyi ve ayrı isimleri haklılaştıran şey nedir? Bütün
benzerliklerine ve ortak ilgileri ve alanlarına rağmen, hangi gerekçeyle tarihin sosyoloji
olmadığında ve ikisinin birden siyaset bilimi olmadığında ısrar gedebiliriz? 1
Sosyolojiyi farklı kılan, insan eylemlerini geniş çaplı oluşumların parçaları olarak görme
alışkanlığıdır, bu oluşumlar ise karşılıklı bir bağımlılık ağına takılmış faillerin rastlantısal
olmayan birlikteliği biçiminde düşünülebilir. İnsanların her zaman ve kaçınılmaz olarak başka
insanlarla ortaklık, iletişim, mücadele, rekabet, elbirliği halinde yaşamaları neden ve hangi
anlamda önemlidir? İşte sosyolojik tartışmanın özel alanını oluşturan ve sosyolojinin beşeri ve
sosyal bilimlerin görece özerk bir dalı olarak tanımlanmasını sağlayan şey bu tür sorulardır
(Anonim 2, 2021).
1.6. Sosyoloji’nin Kurucu İsimleri

Auguste Comte ( 1798 - 1857 )

Sosyolojinin kurucu babası olarak bilinir. Aynı zamanda ilk defa “sosyoloji” kelimesini
kullanan kişidir. Pozitif bilimi (ispatlanabilir bilim, matematik, fizik vs.) sosyolojiye
uyarlamıştır. Toplumdaki değişimleri açıklamak için 3 Hal yasasını koymuştur:

3 hal yasası :
Teoloji (dinsel)
Metafizik
Pozitivist (doğrudan bilimsel tekniklerle açıklamak)

Toplumdaki herhangi bir olayı, 3 hal yasasına göre açıklayabileceğimizi savunur.

Emile Durkheim ( 1858 - 1917 )

Pozitivisttir. Auguste Comte sosyoloji kelimesini kullanan ilk kişi olmasına rağmen sosyoloji
alanında yapılan ilk çalışmalar Emile Durkheime aittir. Sosyolojinin gelişmesine çok büyük
katkılar sağlamıştır. Toplumu inceleyebilmek için toplumsal olguyu inceler. Sosyolojide
incelenmesi gereken toplumsal olguların olduğunu savunur. Toplumsal olguların

4
davranışımızı belirleyen olgular olduğunu söyler. İntihar davranışının bir toplumsal olgu
olduğunu söyler.

İntihar davranışı :

İntihar, kişisel bir eylem olduğundan dolayı açıklaması da psikolojik nedenlere


dayandırılmaktadır. Durkheim’e göre kişisel eylemlerden biri olan intihar, sosyolojik
açıklamadan çok psikolojik bir açıklamaya uygun gibi görünse de aslında sosyolojik bir
olgudur. Durkheim, intiharı özellikle toplumsal birlik problemi ile ilişkili bir toplumsal olgu
olarak görür. Bu nedenle de onu toplumu bir arada tutan toplumsal bağlar ile ilişkili olarak ele
alır. Bu bakımdan Durkheim’ in intihar olgusunu ele alışını birey ve toplum arasında uygun
denge arayışı ve bu dengeyi bozabilecek tehditlerin belirlenmesi olarak yorumlayabiliriz.

Başlıca eserleri :

- (Toplumsal İş Bölümü;2006)
- (Sosyolojik Yöntemin Kuralları; 1985)
- (İntihar; 1987)
- (Din Hayatının İlkel Biçimleri; 2005)

Karl Marx ( 1818 - 1883 )

Karl Marx, ekonomi disiplini açısından önemli çalışmalar yapmıştır. Sermaye ve emek ilişkisi


kavramlarını inceler. Sınıf mücadelelerini ele alır; üretimi kontrol eden yönetici sınıf ile
üretim için gereken emeği sağlayan mülksüz emekçi sınıfı arasındaki çatışmayı anlatır.
Marx’a göre devletler yönetici sınıf tarafından idare edilir ve  devletin kamu çıkarları adına
hareket eder gibi gösterilip aslında yönetici sınıfının çıkarlarını doğrultusunda olduklarını
söyler. Kapitalizmin içinde işveren ve işçi arasındaki sınıf çelişkilerinin işçi sınıfın siyasi
zaferi ve bunun sonucu kurulacak sınıfsız bir toplum (işçi devrimi kavramı) olacağını
savunur. Emekçi sınıfın kapitalizmin yıkılması ve sosyo ekonomik bir değişimin geçirilmesi
için düzenli bir devrim hareketini yürütmenin bir zorunluluk olduğunu anlatır. Komünizm
geldiğinde sınıf çatışmalarının ve kapitalizmin ortadan kalkacağını söyler.

Max Weber ( 1864 - 1920 )

Toplumdaki değişimleri Karl Marx gibi sadece ekonomik nedenlere bağlamaz. Max Weber
için toplumdaki değişmelerin din, gelenek ve görenekler, inançlar, düşünceler,
fikirlerde olduğunu savunur. Dünyadaki her şeyin maddi unsurlarla açıklanmayacağını söyler.
Kapitalizmdeki bu kötüye gidişin demokrasiyle durdurulabileceğini savunur. Kapitalizmi
ortaya çıkışını batı toplumlarındaki Hristiyanlığın Protestan mezhebi olduğunu düşünür.
Toplumdaki değişimin bilim ve teknolojinin gelişmesiyle ortaya çıkacağını savunur.
Demokrasinin bu kötüye gidişatı durduracağına inanır.

1.7. Günümüzde Sosyoloji

Sosyolojik
1
inceleme yapan kişi, sosyolog; araştırma konularına bütünüyle boş bir zihinle
(Zygmunt Bauman,
yaklaşmazlar. Sosyolojik
Araştırma Düşünmek,
konuları s. 11-12)
ne olursa olsun, incelemekte oldukları olayın belli yönleri
üzerine yoğunlaşmaktadırlar. Araştırma konularına belli kabuller ile yaklaşırlar, bazı

5
araştırma yöntemlerine ağırlık verirler ve cevap aradıkları belli sorular bulunur. Teoriler bu
soruların cevaplarını sistemli ve açıklayıcı bir biçimde ortaya koyarlar.
Sosyal teorisyenler, varsayımlarını sistematik olarak geliştirirler ve teorilerinin toplumsal
hayatı ne ölçüde açıkladığını kapsamlı olarak anlatmaya çalışırlar. Bundan daha da önemlisi,
davranışlar, toplumların işleyiş biçimleri ve süreçleri ile ilgili yeni genel anlayışlar
geliştirirler.
Toplumsal dünyada insanlar karşılıklı ilişki halindedirler, başka bir anlatımla, toplumsal
etkileşim halindedirler. Sosyolojik teori, toplumsal dünyayı açıklamak için bir model önerir.
Bu anlamda, sosyolojik teori son derece soyut bir kavramdır. Zira toplumsal etkileşim
hakkında konuşmak, aile ve okul gibi işlevsel olarak birbirlerinden farklı toplumsal
sistemlerden bahsetmek demektir. Bunların çoğunluğu da, toplumsal gerçekliği bir bütün
olarak kavrama ve açıklama iddiasında bulunan, ancak yalnızca uzmanları tarafından
anlaşılabilen soyut bir kavramsallaştırmaya dayanır ve özel bir terminoloji aracılığıyla ifade
edilir.
Sosyolojik teoriler, yalnızca gerçekliği resmeden birer model ya da gerçekliğin yeniden inşa
edilmesinden ibaret bir şey değildir; “onlar aynı zamanda [toplumsal gerçekliğe ait] parçaların
nasıl bir araya getirilebileceğini anlatan birer kullanma kılavuzudurlar.”1  İnsanların
davranışlarının gözlemlenmesi ve bu gözlemlerle farkına varılan davranış kurallarının yeniden
yapılandırılması sonucu ortaya çıktıkları, dolayısıyla da –insana bir tür yaşam kılavuzluğu
teklif eden felsefe, ideolojiler ya da dinler gibi sistemlerden farklı olarak- bilimsel oldukları
iddiasını taşırlar. Fakat bu ayrıştırmanın ve iddianın ne ölçüde geçerli olduğunun hâlihazırda
yoğun bir şekilde tartışıldığı da hatırda tutulmalıdır.
Teorilerin toplumsal gerçekliği ve gündelik hayatın işleyişini parçalara ayırarak, parçalar
arasındaki ilişkileri soyutlayarak ele alma çabası, teorilerin gerçeklikle ilişkisinin bazı
zamanlar ortadan kalkması gibi riskleri de içinde barındırır. Soyut ve uzmanlara hitap eden
dilleri nedeniyle teoriler, çoğu insan için sıkıcı da olabilir. Ancak gündelik sohbetlerde, gazete
köşelerinde ya da televizyon talk-şov programlarında konuşulan töre cinayetleri, okullardaki
cinsel taciz ya da şiddet, evlilik yaşının yükselmesi ya da boşanma oranlarının artması,
nüfusun yaşlanması, diplomalı işsizler vb. gibi pek çok konu aslında sıkıcı bulunan bu
kuramlar eşliğinde ya da gölgesinde konuşulur. Şüphesiz sosyolojik teorilerin sıkıcılığına ve
soyutluğuna karşın, gerçek hayat çok daha renkli ve canlıdır.
Sosyolojik teorilere ihtiyacımızın olup olmadığı elbette tartışmaya açık bir konudur; ancak
¹ Rudolf Richter, Sosyolojik Paradigmalar, çev. Necmettin Doğan, İstanbul: Küre Yay., 2012, s. 10.
“Bizim bu konuda ne düşündüğümüzün bir önemi yok; gündelik hayatı kuram olmaksızın
ifade
2
edemeyeceğimiz
Rudolf apaçık
Richter, a.g.e., s. 14. ortada durmaktadır. Zira kuram, bahsedilen gerçeklik hakkında
varsayımlar yürütmek ve bunların vuku bulmasını ummaktır.” 2  Günlük rutin işlerimizden
daha kapsamlı ve uzun vadeli toplumsal olgulara –ne olduklarına, nasıl meydana geldiklerine,
nasıl işlediklerine, nereye varacaklarına, nasıl davranmamız gerektiğine, neden belli bir
biçimde davranmamız gerektiğine vs. varıncaya dek- hemen her şey hakkında bir teorimiz
vardır. Her gün hayata yeniden sıfırdan başlamamak için, irili ufaklı çok fazla sayıdaki bu
teorilere ihtiyaç duyarız. Gerçekte, toplumsal hayatta işleyen bu türden pek çok teorinin
varlığını günlük rutin işlerimizde hissetmeyiz. Bizim için alışkanlık haline gelmiştir;
alışkanlarımıza güvenerek günlük hayatımızı sorunsuzca yürütürüz. Bir aksama olduğunda,
varlığını fark edemediğimiz yapıların, sistemlerin ve teorilerin üzerine düşünmeye başlarız.
Comte, Marx, Durkheim, Weber, Simmel gibi klasik sosyal teorinin kurucu isimleri, içinde
bulundukları toplumların yaşadığı hızlı değişimin toplumsal doğasını ve sonuçlarını
kavramaya ve yorumlamaya çalışmıştır. Bu çaba; bir yandan yaşanılan değişimin doğasını
anlamaya dönük, diğer yandan da söz konusu değişime yön vermeye yöneliktir. Bu uğraşta

6
her bir düşünürün toplumsal hayatı anlamak için belirleyici öncülleri diğerlerinden farklı idi.
Örneğin Durkheim ve Marx birey üzerindeki dışsal güçlerin gücü üzerine yoğunlaşırken,
Weber bireylerin dış dünyadaki yaratıcı eylemde bulunabilme yeteneklerini merkeze alıyordu.
Marx ekonomik sorunların önceliğine işaret ederken, Weber daha geniş etkenler dizisine
vurgu yapmaktaydı. İnsanlık tarihi boyunca yaşanan değişimi bilimsel olarak açıklama
iddiasında ortak olmakla birlikte, bu tarihin temel dinamiğinin ne olduğuna ilişkin önerileri
birbirlerinden farklıydı. Bir teorinin, bilimsellik iddiasının veya düşünsel rakiplerinden daha
bilimsel olduğunun veya ilgili alanda yegâne bilimsel görüşü temsil ettiğinin kabul edilmesi;
o teorinin, bugünün ve geleceğin toplumuna yön verme hakkını –dönemin dünyevi ve
metafizik dünyaya ilişkin her tür düzenlemenin yegâne meşru kaynağı olarak aklın ve bilimin
görülmesi nedeniyle- bilimsel olarak elde etmesi açısından önemliydi, hala da öyledir. Klasik
sosyal teori içerisinde öne çıkmış yukarıdaki isimlerin düşünceleri etrafında gerçekleştirilen
tartışmalar sosyoloji tarihi boyunca karşımıza çıkar. Toplumsal hayatı ve gerçekliği açıklama
çabaları, sonraki yıllarda – yukarıda isimleri zikredilen düşünürlerle belli etkileşimleri
bulunan- farklı kuramcılar tarafından (ve kuramları aracılığıyla) sürdürülmüştür. Burada,
nispeten daha yakın tarihli bu kuramlardan bazıları, özellikle de, II. Dünya Savaşı esnasında
ve sonrasında geliştirilen ve sosyolojik araştırmalarda yaygın bir şekilde kullanılan belli başlı
sosyolojik teoriler ele alınacaktır: Yapısal-işlevselcilik, çatışma teorisi, sembolik
etkileşimcilik, fenomenolojik sosyoloji, anlamacı sosyoloji, postmodern sosyal teoriler,
feminist teori (Bulut Y. , 2021).

1.8. İşlevselcilik, Yapısal-İşlevselcilik ve Yeni-İşlevselcilik

İşlevselcilik; toplumu, –bir istikrar ve dayanışma ortaya çıkarmak üzere- farklı parçaları
birlikte işleyen bir sistem olarak görmektedir. Bir sistem işlevsel terimlerle
kavramlaştırılırken, bu sistemin ve unsurlarının nasıl çalıştığına ilişkin bir dizi varsayım
oluşturulur. Bunlar arasında öne çıkan üç tanesi vardır: (1) Bir sistemin öğeleri işlevsel olarak
karşılıklı ilişki içindedir; (2) Bir sistemin oluşturucuları bu sistemin süregiden işleyişine
genellikle olumlu katkılarda bulunurlar; (3) Pek çok sistem diğer sistemler üzerinde etkide
bulunur. Bunlar aynı zamanda tüm bir organizmanın alt sistemleri olarak görülebilirler. 1 Bu
teoriye göre, sosyoloji, toplumun parçalarının birbirleriyle ve bir bütün olarak toplumla
ilişkilerini incelemelidir (Bulut Y., 2021).

1.9. Çatışma Teorisi

Çatışma teorisyenleri, toplumları ve toplumsal kurumları bir arada işleyerek denge yaratan,
¹ Mark Abrahamson, İşlevselcilik, çev. Nilgün Çelebi, Konya, 1990, s. 3-5.
birbirlerine dayanan kısımlardan oluşan sistemler olarak gören işlevselciliğin aksine, toplumu
bireylerin, grupların güç elde etmek için birbirleriyle mücadele ettikleri ve çatışmanın
denetim altına alınmasını bir grubun geçici bir süre için rakiplerini bastırdığı bir arena olarak
değerlendirirler. Çatışma teorisi, temel olarak iki farklı gelenekten beslenir. Bunun da
ötesinde, çatışma teorisi içerisinde değerlendirilen sosyologlar arasında farklılıklar
bulunmaktadır. Fakat yine de, homojenliği gevşek olan bu teori kapsamında değerlendirilen
isimlerin ortaklaştıkları üç temel nokta mevcuttur: (1) İnsanların hepsi bazı temel çıkarlara
sahiptir. (2) Tüm çatışma yaklaşımının merkezinde, toplumsal ilişkilerin çekirdeği olarak
iktidar (güç) bulunur. (3) Değerler ve düşünceler, bütün toplumun kimliğini ve hedeflerini
belirleyen araçlar olmaktan ziyade, farklı grupların kendi amaçlarını gerçekleştirmek üzere
kullandıkları silahlardır (Bulut Y. , 2021).

7
2. Eğitim Sosyolojisi
2.1. Giriş

Çağdaş dünyada, toplumsal hayatın şekillenmesinde eğitim başrol üstlenmektedir. Bu sebeple


de toplumların siyasi, ekonomik, kültürel gelişimlerinin ve gelişim süreçlerinde yaşadıkları
çeşitli sorunların eğitim-öğretim alanıyla ilişkili olması şaşırtıcı değildir. Eğitsel süreçlerin
toplumla ilişkisini irdeleyen Eğitim Sosyolojisi, bu önemi ve kapsamından dolayı,
Sosyolojinin önemli alt dallarından biridir.

2.2. Eğitim ve Öğretim

Eğitim bireyin kişiliğini geliştirmesi ve toplumsal hayatta yer edinebilmesi için ihtiyaç
duyduğu bilgi ve beceriyi kazanmasına yardım eden kavramdır. Ailede başlar ve içinde
bulunulan toplumun örgütlenme yapısına göre eğitim kurumlarında devam eder. Eğitim,
kişinin kendisini geliştirmesini desteklediği gibi toplumsal bir rol ve meslek öğretimini de
kapsar. Bu pencereden bakıldığında eğitim hem bireysel hem toplumsal boyutu vardır. Bu
geniş kapsam kişinin ihtiyaç duyduğu bilgi türleri için de geçerlidir. Hayatını sürdürmek için
çeşitli bilgi türlerine ihtiyaç duyan bireyin davranışlarını inşa eden sürece “eğitim”, kişinin bir
uzmanlık kazanmasını sağlayan bilgiyi edinme sürecine “öğretim” denmektedir. Tarihi
süreçte ve farklı toplumlarda iyi insan olmaya yüklenen anlama, bilim ve teknolojide yaşanan
gelişmeye bağlı olarak eğitime yüklenen anlam ve öğretimin içeriği çeşitlenir (Anonim 4,
2021).

2.3. Eğitim Sosyolojisi

Eğitim ve öğretim; aile, okul, ekonomi, siyaset, din gibi başlıca toplumsal kurumlarla ve
nihayetinde bütün toplumla ilişkilidir. Toplum ve toplumsal kurumlar ile eğitim ve eğitsel
süreçler arasındaki ilişkiyi inceleyen bilim dalına da Eğitim Sosyolojisi denir. Aile ve okul
eğitimin doğrudan ilişkili olduğu toplumsal kurumlar olmalarının yanı sıra birlikte bireyin
eğitim sürecinde yakın çevresi, iletişim teknolojileri sayesinde uzak çevresi, geleneksel ve
modern değerler gibi çok çeşitli toplumsal unsurlar etkin olabilmektedir. Bu sebeple eğitim
sosyolojisinin araştırma alanı geniş kapsamlıdır. Bireylerin toplumsallaşarak yetişkinlerin
dünyasına dahil olması ve toplumsal roller edinmesi eğitim sosyolojisinde araştırma
alanındaki geniş kapsamını sınırlarını oluşturur.
Eğitimin eğiten ve eğitilen ve yine öğretimin öğreten ve öğrenen şeklinde tarafları vardır.
Eğitenler ebeveyn ve öğretmen gibi belirli kavramlardan olabileceği gibi toplumsal çevre ve
medya gibi yapılandırılmamış unsurlardan da oluşabilir. Okul, eğiten-öğreten ve eğitilen-
öğrenen rollerinin bilinçli bir şekilde yapılandırıldığı toplumsal bir kurumdur. Bu yönüyle
okul, eğitim sosyolojisinin özel ilgi alanıdır. Okul eğitimi bir taraftan eğitimin en önemli
işlevi olan bireylerin toplumsallaştırılmasını gerçekleştirirken diğer taraftan devletin siyasi ve
ideolojik yönelimlerinin toplumda gerçekleşmesinin kanalı haline gelir. Başka bir deyişle
devlet toplumdan aldığı yetkiyle okul gibi kurumlar vasıtasıyla toplumsal düzeni sağlamayı ve
ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmeyi hedefler. İşte Eğitim sosyolojisi bu düzenin nasıl
sağlanacağı, kimler tarafından, kimlerin lehine ve aleyhine gerçekleşeceği gibi sorun
alanlarını araştırır (Anonim 4, 2021).

8
2.4. Eğitim Sosyolojisinin Ortaya Çıkışı

Eğitim sosyolojisinin tanımını zorlaştıran durumlardan biri konularının Pedagojinin


(Eğitimbilim) konularıyla yakın olmasıdır. Bugün eğitim sosyolojisinin, sosyolojinin, bir alt
dalı olduğu genel kabul görse de pedagojik bakış açısına göre sosyoloji bu alanı ele alan temel
sosyal bilimlerden sadece biridir. Buna göre pedagoji; sosyoloji, psikoloji gibi sayılı temel
sosyal bilimden faydalanan bir alandır. Tıpkı Mühendislik ve Tıp Bilimlerinin Biyoloji, Fizik,
Kimya gibi temel bilimlerden faydalanan alanlar olmaları gibi. Dolayısıyla sosyoloji eğitim
alanında yaptığı çalışmalarla “eğitim sosyolojisi” olarak adlandırabileceğimiz bağımsız bir
bilimsel alanda değil pedagojik alanla ilgili olarak “eğitimin sosyolojisini” yapmaktadır.
Ancak son yıllarda Eğitim Sosyolojisi alanında yapılan değerli çalışmalarla eğitime sosyolojik
bakışı diğerlerinden ayıran ve bu alanı farklı bir bilim dalı olarak kabul ettiren bir gelişme
yaşandığı da görülmektedir. Bu noktada pedagoji alanı en fazla Psikolojiye yakınlaşırken
Eğitim Sosyolojisi araştırma alanında izlediği yöntemlerle ve araştırma sorularıyla sınırlarını
netleştirmektedir.
Sosyoloji ve Psikolojide “eğitim” tanımı farklıdır. Psikolojiye göre eğitim “her bireydeki
yetenekleri en yüksek derecede geliştirmelidir ve bu geliştirme, bireyin gelecekteki
başarılarını sağlamalıdır.” Psikolojik görüş bireyden hareket eder ve bireye öncelik verir.
Buna karşın topluma öncelik veren Sosyolojik bakış açısıyla ise eğitim, “yetişkinlerce gençler
ve çocuklar üzerine uygulanması gereken bir eylemdir.” Bu eylem sayesinde çocuklar, önceki
nesillerin mirasını edinir ve böylece içinde yaşadıkları topluma daha iyi uymalarını sağlayan
fikirleri ve gelenekleri kazanırlar. Sosyolojik görüş, bireyin zekâsının, algısının ve ahlaki
duyarlılığının kaynağının toplum olduğunu savunur. Bu iki görüş eğitim alanında birey ile
toplum arasında çelişki oluşturur. Eğitim bireysel gelişimi mi yoksa toplumsal gelişimi mi
öncelemelidir? Bireyi önceleyen psikolojik yaklaşım, modernleşme döneminde “yeni eğitim”
anlayışı olarak kendisini geleneksel eğitimin, yani sosyolojik görüşün karşısında
konumlamıştır. Böylece öğrenciler, yeni eğitim anlayışıyla boyun eğmeyi ve geleneklere
bağlılığı öğütleyen geleneksel bakış açısından özgürleşeceklerdir. Modern dönemde yapılan
eğitim çalışmalarının psikolojik görüşe yakın oluşunun arkasında bu tür bir yönelim
mevcuttur (Anonim 4, 2021).

2.5. Eğitimin Önemi ve İşlevi

Modern toplumlarda eğitim kurumunun taşıdığı görev, farklı kuramlar tarafından çeşitli
şekillerde açıklanmış olsa da ulus devlet yapılanmasının güçlendiği 20. yüzyıldan itibaren
uygulamada eğitimin işlevini ifade edebileceğimiz görece net bir çerçevenin olduğunu
söyleyebiliriz. Bu bağlamda eğitimin siyaset ve ekonomi kadar temel, modern bir toplumsal
kurum olduğu, eğitimden beklentilere yansımaktadır. Toplumsal adalet ve eşitliği sağlama,
yoksulluğu ve işsizliği azaltma, toplumsal ve ekonomik kalkınma gibi modern toplumların
önemli sorunlarının çözümünde eğitim kurumunun rol alması toplumların beklentileri
arasındadır.

2.6. Eğitime Yapısal-İşlevsel Bakış

İşlevselci yaklaşımda işlev, bir sistemin denge sağlayabilmesi için karşılanması gereken
gereksinimlere işaret etmektedir; sistem içerisinde her bir parçanın birbirine bağımlı ve
uyumlu olması beklenir. Düzenli bir toplumun temelinde birbirine bağımlı unsurların varlığı,
sosyologları toplumsal kurumları işlevleri ile incelemeye yönlendirmiştir.¹ Yapısal–işlevselci
bakış açısının temelleri ilk dönem sosyologların düşüncelerinde izlenebilmektedir.

9
Söz konusu düşünüş biçimiyle özellikle ön plana çıkan sosyologlar olarak Emile Durkheim ve
Talcott Parsons sayılabilir. Eğitime yapısal–işlevselci pencereden bakan sosyologların
endüstrileşmenin ortaya çıkarmış olduğu istikrarsızlık ve bunalımlar çerçevesinde,
bütünleşme ve dengeye vurgu yaptıkları dikkat çekmektedir. Bütünleşme ve dengenin
sağlanmasında ise merkezi rol toplumsal bir olgu ve kurum olarak eğitimdir.

2.7. Çatışmacı Yaklaşımın Eğitime Uygulanması

İşlevselci yaklaşım, modern endüstriyel toplumun -eğitimin de katkısıyla- orta sınıfın


genişlemesiyle rasyonel ve eşitlikçi bir düzen ve istikrara sahip olacağını iddia ediyordu.
Çatışmacı yaklaşım, bunun aksine, kendi içinde çeşitlense de genel olarak eğitimin modern
kapitalist toplumlarda seçkinlerin ve muktedirlerin tahakküm aracı olduğunu ve toplumsal
eşitsizlikleri pekiştirerek gelecek nesillere taşıdığını iddia eder. Çatışmacı yaklaşımın fikri
kaynakları Karl Marx ile Max Weber’dir. Bu iki büyük sosyoloğun görüşlerinden sırasıyla
Yeni-Marksist ve kültürel etmenlere dayalı (Marksist olmayan) çatışmacı yaklaşım türemiştir²
(Anonim 5, 2021).

2.8. Yorumcu Yaklaşımın Eğitime Uygulanması

Geniş toplumsal süreçlerle ilgilenen makro kuramların aksine yorumcu yaklaşım tikel
bireyselliklere odaklanır. Bu sosyolojik yönelim bireysel eylemler, benliğin gelişimi,
toplumsal gerçekliğin inşa süreçleri, bilginin inşası ve aktarımı, etkileşim aracı olarak dil
konularını araştırır (Anonim 5, 2021).

2.9. Eğitime Postmodern Yaklaşımlar

Postmodernlik sıklıkla modernliği takip eden dönemi betimlemek için kullanılır. Modernlik,
“aklı” toplumsal ilerlemenin kaynağı olarak görür. Modern düşünceye göre akıl toplumu
yeniden yapılandırmak için ihtiyaç duyulan teorik ve pratik normları keşfedebilir. Bunu
yapmaya ehil olan modern aklın eski düzeni yıkarak adil ve eşitlikçi bir yeni düzen
kurabileceği kabul edildi. Fransız ve Amerikan devrimleri bu kabul üzerinde yükselir. Modern
dünya üretim, tüketim yeni teknoloji, yeni ulaşım araçları, endüstriyel ve sömürgeci bir dünya
dinamikleriyle anılır. Modernleşme bireyselleşme, sekülerleşme, endüstrileşme, kültürel
farklılaşma, metalaşma, kentleşme, bürokratikleşme ve rasyonelleşme süreçleriyle kendisini
inşa eder.
Ne var ki, modernleşmenin en önemli dinamiği kapitalist ekonomi endüstrinin üretici/tüketici
¹ (Murphy
aktörlerini ve Davis,
(işçiler) baskı1979, s.9)alırken kapitalist üretim/tüketimin doğrudan parçası olmayan
altına
aktörleri
² (zanaatkârlar,
İnal (2004: 68-9) köylüler, kadınlar, Batı-dışı toplumlar, vb.) kamusal alandan dışladı.
Ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında endüstriyel üretimin karakterinde yaşanan değişim,
bilişim teknolojilerinin gelişmesiyle yeni bilgi çeşitlerinin meydana gelmesinden dolayı
postmodernlik teorisyenleri bu sürecin modernlikten farklılaştığını ve faklı bir kavramla ifade
edilmesi gerektiğini ileri sürdüler. Postmodern söylem aynı zamanda modernliğin baskıcı
karakterini ve toplumsal normlara yüklenen kesinlik anlamını eleştirerek kendisini
modernliğin eleştirisi üzerinde inşa etme yoluna gitti (Anonim 6, 2021).

2.10. Kültürel Çoğulculuk

Kültürel çoğulculuk, bir ideal olarak kültürel çeşitliliği savunur. Örneğin çeşitli dillere, ırklara
ve dinlere sahip kişilerin kamusal alanda eşit temsil edilmesi gerektiği ifade edilir. Modern
toplum modelinin bu kültürel çeşitliliği asimile ettiğinden hareketle postmodern yaklaşım
10
bunların siyasal ve toplumsal alanda var olmalarının desteklenmesi gerektiğini öne sürer.
Dolayısıyla postmodern yaklaşım modernliğin tüm kültürelliklerin toplumsal bütünlüğün
içinde eriyerek benzeştiği asimilasyon politikasına karşın toplumsal ayrımların korunarak
ifade hakkı tanınmasını savunan kültürel çoğulculuğu savunur (Anonim 6, 2021).

2.11. Yaşam Boyu Öğrenim

Yeni teknolojilerin ve bilgi ekonomisinin çağdaş toplumda etkin olmasıyla eğitim algımız da
değişmeye başlamıştır. 19. yüzyıldan itibaren kitlelerin eğitime yönlendirilmesi devlet
politikası olarak uygulanmış ve bütün nüfusun temel eğitimi alması hak ve zorunluluk haline
gelmiştir. Ancak eğitim denince akılda ilk beliren okul kurumunun eğitim ve öğretim
faaliyetinin biricik uygulayıcısı olma konumu sarsılmaya başlamıştır. Sadece okula değil,
yaşam boyu eğitim çağımızın eğitim anlayışını şekillendirmeye başlamıştır (Anonim 6, 2021).

2.12. Değerler Eğitimi

Değerler eğitimi yaklaşımının geçmişi 18. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Modern toplumda
farklı dinlere mensp öğrencilerin hangi değerler etrafından eğitim görecekleri sorunsalı bu
alanın gelişmesini sağlamıştır. Bu tür karma okulların ABD’deki babası sayılan Horace Mann
dini çeşitliliğe sahip bir toplumda ahlak eğitiminin ilkelerinin nasıl oluşturulacağı
sorgulayarak farklı inançlara mensup olsalar da herkesin belli değerleri kabul ettiği
kabulünden hareket etti. Bu anlayışa göre ahlaki değerler dini ve tarihi bağlamlarının dışında
da öğretilebilir. “Kardeşçe sevgi, kibarlık, cömertlik, yumuşak başlılık” gibi değerler herkesin
kabul edeceği değerlerdir ve değerler eğitiminin temel ilkeleri olabilirler.
Eğitimin sekülerleşmesi ve devlet okullarının milli birliği sağlama araçları haline gelmesiyle
¹ (Clark ve diğ., 2018, vi-xxxvi)
ahlak eğitimi seküler zeminde üretilmeye başlandı. 19. yüzyılda devlet okullarının temel
değerleri ilerleme, ulus, devletin mükemmelliği, çocuğun kendi ülkesini diğer tüm ülkelerden
üstün tutması yönünde değişime uğradı. Ardından bu ulusdevlet değerleri yerini vatandaşlık
kisvesi altındaki ahlak eğitimine bıraktı. Ana hedef öğrencilerde ortak sorumluluk duygusu
oluşturmaktı. John Dewey’in de ifade ettiği gibi eleştirel ve derinlemesine düşünme ise 20.
yüzyılda eğitimin temel değeri haline geldi. Bu yüzyıl boyunca vatandaşlık değerleri ve
eleştirel düşünce eğitimin işlevlerini de temsil eden değerleri oldu.¹ 1970’li yıllardan itibaren
ise postmodern eğitim anlayışı çerçevesinde farklı değerlerin eğitimde etkili olabileceğini
savunan ve aile, sorumluluk, vatanseverlik gibi geleneksel değerleri tekrar etkin kılmak
isteyen görüşler ortaya konmuştur (Anonim 6, 2021).

11
KAYNAKÇA
Anonim 1. (2021, 11 24). İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM
FAKÜLTESİ: https://cdn-
acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/19_20_Bahar/egitim_sosyolojisi/1/index.html
#konu-1 adresinden alındı
Anonim 2. (2021, 11 24). İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM
FAKÜLTESİ: https://cdn-
acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/20_21_guz/sosyolojiye_giris_1/1/index.html
#konu-3 adresinden alındı
Anonim 3. (2021, 11 24). Kırklar Ders: http://kirklarders.blogspot.com/2015/10/sosyolojinin-
kurucu-babalar.html adresinden alındı
Anonim 4. (2021, 11 24). İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM
FAKÜLTESİ: https://cdn-
acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/19_20_Bahar/egitim_sosyolojisi/1/index.html
#konu-1 adresinden alındı
Anonim 5. (2021, 11 24). İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM
FAKÜLTESİ: https://cdn-
acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/19_20_Bahar/egitim_sosyolojisi/1/index.html
#konu-1 adresinden alındı
Anonim 6. (2021, 11 24). İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM
FAKÜLTESİ: https://cdn-
acikogretim.istanbul.edu.tr/auzefcontent/19_20_Bahar/egitim_sosyolojisi/14/index.ht
ml#konu-2 adresinden alındı
Bulut, Y. (2021, 11 24). İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM
FAKÜLTESİ: https://dep.manas.edu.kg/img/files/11/Sosyolojiye%20Giriş%20I
%20(İst.%20Ünv.).pdf adresinden alındı
Özben, M. (2021). Sosyolojiye Giriş. Erzurum: Atatürk Üniversitesi.

12

You might also like