Professional Documents
Culture Documents
TNBildiri
TNBildiri
ULUSLARARASI
İSLÂM & TIP
(TIBB-I NEBEVÎ)
KONGRESİ
BİLDİRİLERİ
ADANA
ISBN: 978-975-487-215-6
Adana 2016
ADANA
2015 ULUSLARARASI
İSLÂM & TIP
(TIBB-I NEBEVÎ)
KONGRESİ
SEKRETERYA
Doç. Dr. Hasan AKKANAT (Çukurova Ü. İlâhiyat F.)
Yrd. Doç. Dr. Ertuğrul DÖNER (Çukurova Ü. İlâhiyat F.)
Arş. Gör. Ahmer Rifat Geçioğlu (Çukurova Ü. İlâhiyat F.)
Arş. Gör. Merve KOYUNCU (Çukurova Ü. İlâhiyat F.)
AÇILIŞ KONUŞMALARI
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Açılış Konuşması
Ramazan SAYGILI
Tıbb-ı Nebevî Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
1
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Üstelik bu ilim adamları, bugün olduğu gibi kendilerine küresel ilaç endüstrisinin
tröstlerini değil, bizzat eşref-i mahlukat olan insanı ödev olarak kabul ediyorlardı.
İslam Tıbbının etik anlayışı deşifre edilecekse, kâr merkezli değil ahlak merkezli
işleyen bu kadim zihniyeti tanımamız ve bilmemiz şarttır.
Bunun anlamı şudur:
Müslüman hekim, “Hastalandığım zaman bana şifa veren Allah’tır” (Şuara, 80)
ayetinin sorumluluğunu sırtında taşıyan kişidir.
Medeniyet kurmak, medeniyet yolcusu olmak. Dar çevre anlayışlarını bir tarafa
bırakıp, prangalardan kurtulup, büyük hedeflere odaklanan İslam ana halterinde yürü-
yen aklını kiraya vermeyenlerin işidir.
3 gün boyunca sürecek olan kongremizde, birbirinden değerli ilim insanlarımızın
tebliğlerinden maksimum düzeyde istifade edilmesini temenni ediyorum.
Sırtımızdaki yükün sorumluluğunu taşıyabilen insanlar olmamız duasıyla.
Saygılar sunuyorum.
2
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Açılış Konuşması
Sayın Valim,
Sayın Komisyon Başkanım,
Sayın Rektörüm,
Değerli Konuklar,
Sayın Dr. Sâre Davutoğlu Hanımefendinin himayelerinde, ülkemizde üniversite
düzeyinde, alanında ilk olarak düzenlenmekte olan “Adana 2015 Uluslararası İslam ve
Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi’ne” hoş geldiniz, şeref verdiniz.
Kongremize katılımlarınızdan dolayı büyük bir memnuniyet duyduğumuzu ifade
eder, hepinizi saygıyla selamlarım.
Himayelerinde, Uluslararası İslâm ve Tıp Kongresi düzenleme isteğimizi kendile-
rine arz ettiğimiz andan itibaren bizlere çok güçlü destek veren Sayın Dr. Sare Davutoğ-
lu Hanımefendiye şükranlarımızı arz ederim.
Çukurova Üniversitesi olarak, bu Kongrenin düzenlenmesinde bizlere her zaman,
her türlü desteği veren Valimiz Sayın Mustafa Büyük Beyefendiye teşekkürlerimizi su-
narım.
Adana Tıbb-ı Nebevi Derneği Başkanı Sayın Ramazan Saygılı Bey’e ve Yönetim
Kurulu üyelerine; ayrıca Çukurova Kalkınma Ajansı yetkililerine de destekleri için te-
şekkürü bir borç bilirim.
Vali Yardımcımız Sayın Şükrü Çakır Beyefendi başta olmak üzere, kongremizin
düzenlenmesinde emek ve hizmetleri için Kongre Düzenleme Kurulu Başkan ve üyele-
rine de ayrıca teşekkür ederim.
Kongremize, Üniversitelerimizin yanı sıra; Sağlık, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlık-
larımız, Diyanet İşleri Başkanlığımız ve diğer kurumlarımız da yakın ilgi göstermişler-
dir. Sayın Bakanlarımıza, Diyanet İşleri Başkanımıza ve diğer kuruluşlarımızın yönetici-
lerine de teşekkürlerimi sunmak isterim.
Kongremizde bilimsel program yanında, İslam Tıbbı, Minyatürü ve Hat Sergisi; İs-
lam Tıp Aletleri Sergisi; Türk-İslam Tıp Elyazmaları Tanıtım Sergisi; Türk-İslam El Sa-
3
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
natları Sergisi; Ebru Sanat Gösterisi; Türk Sanat Müziği ve Sema Gösterisi; Tarihte Ada-
na – Adana’da Tarih gibi sunum, sanatsal etkinlik ve sergilerden oluşan zengin bir sos-
yal program da yer almaktadır. Bu etkinliklerin hazırlanmasındaki emek ve katkıların-
dan dolayı; Üniversitemiz Diş Hekimliği Fakültesi Emekli Dekanı Prof. Dr. İlter Uzel,
Üniversitemiz Ramazanoğlu Konağı Kültür Merkezi Müdürü Doç. Dr. Gözde Ramaza-
noğlu, Doç. Dr. Hayri Kaplan, Öğr. Görevlisi Neyzen Süleyman Tuna, Meltem Koyunoğlu
hocalarımıza ve Adana Olgunlaşma Enstitüsü Müdürlüğü’ne çok teşekkür ederim.
Kongremizin bugünkü oturumları, şuan içinde bulunduğumuz Kongre Merke-
zi’mizde yapılacaktır. Yarın ve ertesi gün yapılacak oturumları ise, Üniversitemiz Mithat
Özsan Amfisi’nde gerçekleştirilecektir.
Ülkemizin en güçlü ve saygın bilim kurumlarından biri olan Çukurova Üniversi-
temizde düzenlediğimiz bu kongremize, yurtiçinde ve yurt dışında bulunan Üniversite-
lerin, Tıp, Diş Hekimliği, İlahiyat, Eczacılık, Veterinerlik, Ziraat ve Su Ürünleri fakültele-
rine mensup 160 bilim adamı katkı sağlamıştır. Kongremizde 97 bildiri sunulacaktır.
Bu kongremizin burada vurgulanması gereken en önemli özelliği; dini tabu olarak
nitelendiren; bu nedenle dini, akıl ve bilimin ilgi alanından çıkarmak isteyen tutum ve
yaklaşımların aksine; her disiplinden bilim adamlarının seçkin ilahiyatçı akademisyen-
lerimizle buluştuğu bilimsel bir platform oluşturmasıdır. Kanaatimce, bu kongrede çok
önemli bilimsel buluşmalar gerçekleşecek, Yüce Dinimiz İslâm’ın buyruklarının akıl ve
bilimle çelişmediği yakından görülecektir. Tıp, Diş Hekimliği, Eczacılık, Veterinerlik,
Ziraat, Su Ürünleri ve İlahiyat alanındaki bilim adamlarımızın aynı noktada buluştukları
gözlemlenecek, bilimin ortaya koyduğu gerçeklerle hurafeler birbirinden ayrılacaktır.
Kongremizde yapılacak oturumlarda; Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in ve Sevgili
Peygamberimizin kişi ve toplum sağlığı konusundaki evrensel buyruk ve mesajları or-
taya konulmaya çalışılacak, İslâmî kaynaklarda yer alan bu alandaki nakiller, kaynak ve
bilgi değeri açısından incelemeye tabi tutulacaktır. İslâm bilginlerinin tarih boyunca Tıp
bilimine yaptıkları katkı ve hizmetler de, bu oturumlarda mercek altına alınacaktır.
Yüce dinimiz İslâm’ın, kişi ve toplum hayatını kuşatıcılığına paralel olarak, Kong-
remizde sunulacak olan bildiriler de insan hayatını doğrudan ilgilendiren konuları
içermektedir. Bu konudaki ana başlıklar; Hijyen, Koruyucu Hekimlik, Sağlıklı Beslenme,
Helal ve Temiz Gıdalar, Aile Hekimliği, Anne ve Çocuk Sağlığı, Ruh Sağlığı, Ağız ve Diş
Sağlığı ve Organ Nakli gibi güncel konulardır.
İslam düşüncesine göre, insan; en değerli varlıktır. Çünkü o, yaratılmışların en
mükemmelidir. Bu nedenle, yeryüzünde Allâh’ın halifesi olarak yaratılmış ve her şey
onun emrine sunulmuştur. Bu özelliği sebebiyle, yaratılmışlar içerisinde insanın önceli-
ği vardır. İnsan, mükerrem ve saygın bir varlıktır. Bu yüzden, Yüce Kitâbımızın ve Sev-
gili Peygamberimizin, insan onurunu koruyan çok önemli buyrukları vardır.
Yüce Dinimiz İslâm’ın ortaya koyduğu buyruklara göre; insan hayatı kutsal ve
vazgeçilmez niteliktedir. İnsanın canı ve bedeni korunmuştur. Sevgili Peygamberimiz
“Bir canın, diğer bir cana tam eşit ve denk olduğunu” bildirmişlerdir. Burada, Sevgili
Peygamberimizin, Tıbb-ı Nebevi kapsamındaki buyruklarının ahlakî ve etik boyutu ile
birlikte, bu buyrukların insan ve toplum huzuru açısından önemi karşımıza çıkmakta-
dır. Günümüz dünyasında ortaya çıkan; insanın genetik deney ve uygulamalara konu
olması, organ nakli, üreme teknolojisi, sperm bankası, kiralık annelik, gebelik, süt ban-
kası gibi konulardaki gelişmeler bu bağlamda ele alınacak ve kongremizde sunulacak
bildirilerle ciddi biçimde tartışılacaktır.
Kongremizde, Sevgili Peygamberimizin Tıp biliminin kurucusu olmadığı, Yüce
Allâh tarafından kendisine öyle bir görev verilmediği, hepimizin yakından bildiği gibi
4
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Tıbbın tüm insanlığın ortak malı olduğu; Yine Sevgili Peygamberimizin mesleğinin he-
kimlik olmadığı, kendisinin Peygamber olarak görevlendirilmeden önce ticaretle uğra-
şarak ailesinin geçimini sağladığı bilim adamlarımız tarafından sunulacak bildirilerle
anlatılacaktır.
Ayrıca, Sevgili Peygamberimizin tıp alanındaki buyruklarının kaynağı, Tıbb-ı Ne-
bevi’nin temel niteliği ve koruyucu hekimlik vasfı, Sevgili Peygamberimizin sağlığın
korunmasıyla ilgili buyrukları, hekimlikle ilgili tavsiyeleri, Tıp alanında kendilerine
isnat edilen buyrukların doğruluk derecesi ve değeri, her biri alanında seçkin bir ko-
numa ulaşmış bilim adamlarımız tarafından kongremizde ele alınacaktır.
İnanıyoruz ki; Üniversitemizin ev sahipliğinde düzenlenen “Adana 2015 Uluslara-
rası İslam ve Tıp Kongresi”, köklü bir kültür ve medeniyet şehri olan Adana’mızın sos-
yal ve kültürel hayatına değişik bir soluk getirecektir.
Yurtiçinden ve yurt dışından kongremize katılan bilim adamları ve diğer misafir-
lerimize, “Adana’mıza ve Çukurova Üniversitesine hoş geldiniz” demekten büyük bir
mutluluk ve şeref duymaktayım.
Kongremizin açılışında bizleri yalnız bırakmayan çok değerli öğretim üyelerimi-
ze, sevgili öğrencilerimize ve Adanalı hemşehrilerimize ayrıca teşekkürü bir borç bili-
rim.
Sevgili öğrencilerimize; büyük emek ve zahmetlerin ürünü olarak gerçekleştirdi-
ğimiz bu kongremizin oturumlarını titizlikle takip etmelerini, seçkin bilim adamlarımı-
zın bildirilerini dikkatle dinlemelerini tavsiye ediyorum.
Sözlerime son verirken; “Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi)
Kongresi’nin” verimli ve başarılı geçmesini diler; gerçekleşmesindeki himaye ve destek-
lerinden dolayı Sayın Dr. Sare Davutoğlu Hanımefendiye, Sayın Valimize ve emeği geçen
bütün arkadaşlarıma tekrar teşekkür eder, hepinize saygılarımı sunarım.
5
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
6
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Açılış Konuşması
Mustafa BÜYÜK
Adana Valisi
Sayın Milletvekillerimiz,
Rektörlerimiz,
Değerli Bilim İnsanları
Değerli Misafirler;
İnsanlığın Kur’an’la şereflendirilmesine vesile olan âlemlerin Rabbi’nin son elçisi
Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (a.s.), gözlem, deney ve tecrübeye dayalı akli
bilimleri Müslümanlar için vazgeçilmez bir rehber olarak tavsiyesinden güç alan tıp
biliminin İslam kültür ve medeniyetiyle kucaklaşmasına vesile olacağına inandığımız bu
kongrenin hayırlı olmasını yüce Rabbimden niyaz ediyorum.
Değerli misafirler... Hepinizi hürmetle selamlıyorum. Allah'a şükrediyorum bunu
bize nasip etti. Önemli idi; çünkü Devlet, bilim adamları ve din adamları bu kongrede
biraraya geldi ve çok hayati bir konuda güzel bir çalışmayı gerçekleştirdi.
Emeği geçen herkese teşekkürlerimi ve tebriklerimi iletiyorum.
Saygılarımla.
7
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
8
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ADANA
2015 ULUSLARARASI
İSLÂM & TIP
(TIBB-I NEBEVÎ)
KONGRESİ
BİLDİRİLER
9
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
10
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
11
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
12
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Kavramsal Çerçeve
Her şeyden evvel, başlık ve içerdiği kavramlarla ilgili önemli gördüğüm
açıklamalarla başlamak istiyorum. Bu başlığı atarken “et-Tıbbu’n-Nebevî” kav-
ramını da, “Hadis” kavramını da bilinçli bir şekilde kullanmadım. Onların yerine
“Tıp” ve “Rivayet” kavramlarını niçin tercih ettiğimi şöyle izah edebilirim:
“et-Tıbbu’n-Nebevî” yani “Peygamberî Tıp/Peygamber tıbbı” şeklindeki
kullanım İslam’ın ilk asırlarında kullanılan bir tabir değildir. H. II. ve III. asırda
tasnif edilen temel hadis kaynaklarımızda yer alan Tıp ve hastalıklarla ilgili bö-
lümler “Kitâbu’t-Tıb” ve “Kitâbu’l-Merdâ” vb. başlıklarla isimlendirilmiştir. “et-
Tıbbu’n-Nebevî” tabiri, ancak H. IV. ve V. asırlar ve sonrasındaki bazı teliflerde
ortaya çıkmış ve daha sonra yaygın bir kullanım haline dönüşmüştür.
“Tıbb-ı nebevî tabiri, hastalıkların tedavisi ve sağlığın korunması hakkında
Resûl-i Ekrem’den nakledilen hadislerle bunlara dair literatürü ifade eder. Bu
literatüre dahil eserlerde hadislerin yanında âyetlere ve kadîm dönemden baş-
layarak çeşitli devirlerde yaşamış hekimlerin görüşlerine de yer verildiği halde
daha çok ilgili hadisler ele alınarak incelendiği için bu saha “et-tıbbü’n-nebevî”
şeklinde anılmıştır… “T-B-B” kökü Arapçada “maharet sahibi olma” anlamını
içerdiğinden maharetli ve kabiliyetli kişilere tabip denilmiş, zamanla bu kelime
tıp alanındaki uzmanlığı belirten bir terim haline gelmiştir. Aynı kökten türeyen
kelimeler “tıp ilmini bilme, tedavi usullerinde uzman olma” mânasında hadis-
lerde geçer.” Dolayısıyla Tıp ve Tabâbet, insanlık tarihinden itibaren beşeriyetin
meşgul olduğu hastalıklar ve onların tedavisi ile ilgili mesleğin adıdır. Hemen
her medeniyette öyle ya da böyle birçok tedavi yöntemleri hep var olagelmiştir.
Nitekim “et-tıbbü’n-nebevî” kapsamında dile getirilen birçok tedavi şekli, İslam
öncesi Arap kültürü ve medeniyetinde de var olan bir tecrübe idi. Bu nedenledir
ki, söz konusu ayrımın farkında olan çeşitli çalışmalarda, “et-Tıbbu’l-Câhilî”, “et-
Tıbbu’l-Arabî”, (Câhiliyye Dönemi Tıbbı, Arap Tıbbı) şeklinde isimlendirmelere
rastlamaktayız. Bazı çalışmalar ise İslam sonrası tıbbî tecrübeyi Hz. Peygamber
13
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ile sınırlandırmak yerine bunu daha genel olarak ele almış ve “et-Tıbbu’l-İslâmî”
diye nitelemeyi uygun görmüştür.
“Nebî ve nübüvvet” ise, Allah’ın mesajlarını beşere iletmek üzere “kendi iç-
lerinden seçip gönderdiği” elçileri ve peygamberliği ifade eder. Kur’an’da
Nebîler, “Melek-Rasûl” değil, “Beşer-Rasûl” olarak nitelendirilmiştir. Diğer pey-
gamberler gibi, Allah Rasûlü de her şeyden önce bir insandır. İlahiyat sahasın-
daki birçok çalışmaya konu olduğu üzere o, hem beşeriyet, hem de risa-
let/nübüvvet yönü olan bir peygamberdir. Oysa bazı çalışmalarda onun risa-
let/nübüvvet yönü o kadar öne çıkartılmıştır ki, neredeyse beşerî yönü yok sa-
yılmıştır. Diğer taraftan öyle çalışmalar vardır ki, bunun tam tersine onlar da
onun sadece beşerî yönünü önemsemişler, Kur’an’ı tebliğ etmesi dışında risa-
let/nübüvvet yönünü göz ardı edebilmişlerdir.
Hz. Peygamber’in bu iki yönü yeterince kavranamadığından, onun hadis ve
sünnetlerinin anlaşılmasında ciddi problemler yaşanmış ve birçok bilimsel tar-
tışmalar yapılmıştır. Tartışmaların bir boyutunu da tıp ile ilgili hadislerin kay-
nağı, sıhhati ve değeri oluşturmaktadır. Kimileri, Hz. Peygamber’in risa-
let/nübüvvet yönünden hareketle bu tür bilgileri vahye dayandırmakta, dolayı-
sıyla konu nebevî dolayısıyla da ilâhî bir boyuta çekilebilmektedir. Kimileri ise
bu tür bilgileri, tamamen beşerî tecrübeye indirgeyebilmiştir. İşte sorun tam da
buradadır ve bu tebliğde tıp ile ilgili rivayetlerin nasıl okunacağı ve ne şekilde
değerlendirileceği konusu tartışılacaktır.
Tartışmaya geçmeden önce başlıkta özellikle kullandığımız “rivayet” kav-
ramını da açıklamamız yerinde olacaktır. Halk arasında Hadis denildiğinde he-
men “Hz. Peygamber’in sözleri” akla gelse de, birçok Hadis Usûlü kitabındaki
tariflerde altı çizildiği üzere aslında Hadis, “Hz. Peygamber’e nispet edilen, izâfe
edilen sözler” demektir. Burada “nispet” ve “izâfe” kayıtlarına vurgu yapılması
ilmî açıdan çok önem arz etmektedir. Zira hadis diye nakledilen her söz, aslında
Hz. Peygamber’in kesinkes söylediği iddia edilmeksizin, ona yapılan bir atıftır.
Bu atıf, sahih ve sabit olması halinde “makbul” sayılır ve onunla amel edilir. Aksi
takdirde sadece bir atıf olarak kalır ve kabul edilmez. Burada biz, hem Hz. Pey-
gamber’e nispet edilen sahih, zayıf ve hatta uydurma haberleri, hem de başkala-
rından nakledilen diğer nakilleri de içerecek bir kapsamda “rivayet” terimini
kullandık. Zira halkımızın havsalasında, yukarıda altı çizilen “nispet/izâfe edil-
me” hususu yer almadığı ve hadis denilince akla adeta Kur’an ayeti gibi tartışıl-
maz dinî bir dayanak geldiği için “rivayet” terimini tercih ettik. Şüphesiz bu ri-
vayetler içerisinde tüm Müslümanlar tarafından asırlardır amel edilegelen bin-
lerce sahih-makbul hadis olduğu gibi, çeşitli sebeplerle tartışılmış, itiraz görmüş
ve reddedilebilmiş birçok rivayet de bulunmaktadır. Bu durum biraz sonra ör-
nekleriyle görüleceği gibi tıp ile ilgili rivayetler için de söz konusudur.
Hangi ad ile anılırsa anılsın, İslam ilim-kültür tarihinde kaleme alınan tıp
ile ilgili tüm çalışmalar ağırlıklı olarak rivayetlere dayanmaktadır. Kuşkusuz
ilgili rivayetlerin İslam medeniyetindeki tıbbın gelişimine önemli katkısı olduğu
tartışılamaz bir gerçektir. İlk asırlarda hemen her hadis kitabında tıp ile ilgili
bölümlerin bulunması, ilerleyen asırlarda birçok müstakil risale ve kitabın telif
edilmesine ön ayak olmuştur. Bugün de pek çok özgün telifin yanı sıra, bu alanla
ilgili hem Müslüman hem de oryantalist ilim adamları tarafından kaleme alınan
14
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
sayısız bilimsel çalışma yapılmış ve elimizde hayli zengin bir literatür oluşmuş-
tur. Bu çalışmaların bir kısmı ilahiyatçılar tarafından yapılırken, bazıları da alan
uzmanı tabiplerce gerçekleştirilmiştir.
Günümüzde tıp ile ilgili çalışmalarda olsun, internet sayfalarında olsun en
çok rastlanan problem, tıp ile ilgili rivayetlerin doğru değerlendirilememesidir.
Kimileri bazı rivayetlerden “i’caz” hatta “mucize” çıkartmaya çalışırken, kimileri
de bazı rivayetleri ileri sürerek hem İslam’a, hem de İslam’ın Peygamberine dil
uzatmakta ve alay edebilmektedir. Bazıları ise Hz. Peygamber’in konumunu ve
hadislerin nasıl okunması gerektiğini yeterince bilemediği için olmadık teviller-
le, açıklamalarla savunmaya geçmekte, kendince bir şekilde izahlar getirmekte-
dir. Kısaca kimileri acımasızca saldırırken, kimleri de amansızca savunmaya
çalışmaktadır. Ancak itiraf etmeliyiz ki bu tür savunmacı açıklamaların çoğu,
genç kuşakları tatmin ve ikna etmekten uzaktır.
Biz bu tebliğimizde önce teorik olarak sırasıyla tıp ile ilgili rivayetlerin
kaynak değeri, dinî değeri, sıhhat değeri, bilgi değeri, kültürel değeri ve aktüel
değeri üzerinde durduktan sonra, bu tür rivayetlerin nasıl anlaşılması gerekti-
ğine dair bazı ilkeleri örneklerle ortaya koymaya çalışacağız.
1. Rivayetlerin kaynak değeri:
Rivayetin referans değeri de diyebileceğimiz bu başlıkla şu üç hususu kast
etmekteyiz:
a. Rivayetin kaynağı kimdir? Bu kaynak, Hz. Peygamber olabileceği gibi,
sahabe, tâbiîn ve sonraki nesiller de olabilir. Şüphesiz burada Hz. Peygamber’in
sözü ile diğerlerinin sözleri, referans değeri açısından farklılık arz eder.
b. Hz. Peygamber’e ait ise, bu sözün kaynağı nedir? Kur’an-ı Kerîm mi,
vahy mi, Hz. Peygamber’in kişisel görüşü, sahip olduğu kültürü veya tecrübesi
mi? Burada da kaynağın neliği, rivayetin değerini doğrudan etkileyecektir.
c. Rivayet hangi kaynakta yer almaktadır? Bu kaynak, İslam alimleri tara-
fından muteber addedilen Buhârî ve Müslim’in Sahih’leri de olabilir, daha geç
dönem telif edilen ve birçok problemli rivayeti içeren herhangi bir kitap da ola-
bilir. Rivayetin muteber bir eserde yer alması, onun sahih olma ihtimalini artırı-
yor olsa da, asıl olan her bir rivayetin “zâtî değeri”dir. Fakat burada ilke olarak
en azından muteber kaynaklara başvurulmalıdır.
2. Rivayetlerin dinî değeri:
Hz. Peygamber’den gelmesi itibariyle bu rivayetlerin dinî yönü de söz ko-
nusudur. Temizlik, sağlığın önemi, tedavi olma, zararlı şeylerden sakınma, has-
talıkların bulaşıcılığı, karantina, koruyucu hekimlik, manevî tedavi vb. birçok
hususta Hz. Peygamber’in tatbikatı ve talimatı elbette Müslümanlar için önem
arz etmektedir. Hz. Peygamber’in bu konulardaki öğreti ve tavsiyelerinin birço-
ğu onun sünnetini oluşturduğu için, bu konularda Müslümanlar söz konusu id-
eal öğretiye uyarlar. Ancak aşağıda vereceğimiz örneklerde görüleceği üzere bu
durum, tıp ile ilgili tüm rivayetler için genelleştirilemez. Dolayısıyla bir Pey-
gamber olarak onun tıp ile ilgili örnek uygulamaları ve öğretilerinden oluşan
Sünnetinin elbette dinî bir değeri vardır. Fakat bir beşer olarak ona isnad edilen
çoğu kültürel rivayetler için dinî bir değerden söz edilemez.
15
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
dislerde dıştan bakan birinin göreceği görüntüye göre açıklanmış, bundan in-
sanların ibret almaları, Allah Tealâ'nın varlık, birlik, irade ve kudretini anlamak
için bu eserini de delil olarak kullanmaları istenmiştir.
Bu hususta bizim tercihimiz hem Kur’an’a hem de modern tıp verilerine
uyum arz ettiği için herhangi bir gün vermeyen sadece üç aşamayı sıralamakla
yetinen Enes b. Mâlik rivayetleridir.
2. Rivayet, Kur’an ışığında anlaşılmalı, Kur’an’ın açık bir ayetine aykırı ol-
mamalıdır
Sığırların sütü, yağı ve eti ile ilgili nakledilen şu rivayet buna güzel bir ör-
nektir:
“Size sığırın sütü ve yağını tavsiye ederim; zira onun sütü deva, yağı da
şifâdır. Fakat etinden sakının; çünkü onun eti hastalıktır (hastalık üretir).”
Bu rivayet, sığır cinsini kurbanlıklar arasında zikreden birçok ayete aykırı
olduğu gibi, bizzat ailesi adına sığır kurban kesmesinden dolayı sünnete de aykı-
rıdır. Zira Yüce Allah’ın eti hastalıklı olan bir hayvanı kurbanlar arasında sayma-
sı makul değildir.
3. Çelişkili gözüken rivayetler uzlaştırılmalı ya da biri tercih edilmelidir
Rivayetlerde görülen en önemli bir problem de birbirleriyle çelişmeleridir.
Şayet bu rivayetler arasında cem, telif, nesh durumu vb. yollardan biriyle uzlaş-
tırma imkânı varsa uzlaştırılır. Aksi takdirde ileride belki bir çözüm yolu bulu-
nur beklentisi içindeki hadisçilerin temkinli yaklaşımı gereği tevakkuf edilir.
Ancak burada tıp vb. zaman içerisinde gelişmeye veya keşfe açık olan hususların
dışında kalan inanç, ibadet ve ahlâk vb. konularda bekleyip durmanın pek fay-
dası olduğu kanaatinde değilim. Bu nedenledir ki çelişen rivayetlerden mana ve
muhteva olarak daha güçlü ve makul olanın tercih edilmesi uygun olacaktır.
“Hastalığın bulaşıcılığı yoktur” şeklindeki rivayet ile Hz. Peygamber’in karantina
uygulamasına dair uyarısı ve “Cüzzamlıdan, aslandan kaçar gibi kaçın!”, “Hasta-
lıklı hayvanları, sağlıklı olanların yanına yaklaştırmayın” vb. uyarıları, bu konu-
da göstereceğimiz en uygun örnektir. Hadis şârihleri bu rivayetler arasını çeşitli
tevillerle uzlaştırmaya çalışmışlardır. Ancak, bugün pek çok hastalığın bulaşıcı
olduğu konusunda kimsenin tereddüdü yoktur. Şu halde bu konuda bulaşıcılığı
vurgulayan rivayetlerin tercihi daha isabetli gözükmektedir.
18
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
19
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Hz. Âdem’in yaratılışı ile ilgili uzunca bir rivayetin sonunda şöyle denil-
mektedir: “Cennete her giren kimse altmış arşın boyunda ve Âdem'in suretinde
olacaktır. Fakat Âdem'den sonra halk gittikçe kısalmış ve bu âna kadar (kısala-
rak) gelmiştir.”
Rivayetin son cümlesi ciddi bir problem oluşturmaktadır. Nitekim İbn Ha-
cer de bu problemi çözemediğini şu cümlelerle itiraf etmiştir. “Geçmiş ümmet-
lerden mesela Semûd kavminden kalma kalıntılardan, evlerinden onların boyla-
rının yukarıdaki (tedrîcî) tertibi gerektirecek kadar çok uzun olmadığı anlaşıl-
maktadır. Halbuki bu insanlar, çok uzun süre önce yaşadılar. Bunlarla Âdem
arasında geçen süre, bu gibi kavimlerle İslam’ın ilk dönemi arasında geçen sü-
reden daha azdır. Dolayısıyla ben hala bu problemi çözebilmiş değilim.”
Son yıllarda yapılan araştırmalar ve bulgular hadisteki ifadenin tam aksini
söylemektedir: “Binlerce yıl önceki atalarımızla yapısal anlamda en önemli fark-
lılıkların başında boy geliyor. Yüz bin yıl öncesindeki insanın boyuyla günümüz-
deki insanın boyu arasında en az 30 cm.’lik fark var. Öyle görünüyor ki, her yeni
neslin boyu bir öncekine göre biraz daha uzuyor. ABD’de yayınlanan bir rapora
göre 1960’lara göre insan boy ortalamasında yaklaşık 2 cm.’lik artış var. Zaman
içerisinde meydana gelen bu uzamanın nedeninin yalnızca rastlantısal bir ge-
lişme ya da ortama uyum sağlamak olmadığı düşünülüyor. Gelişen toplumların
yeme alışkanlıklarındaki değişiklikler, daha çok çeşitli gıdanın, sağlıklı ve bilinçli
tüketilmesinin boy uzamasındaki önemli etkenlerden birisi olabileceği belirtili-
yor. Yapısal özellikler, genlerin yapısındaki değişikliklerle, sonraki kuşaklara
aktarılıyor. Bu nedenle kişinin boyunu belirleyen en önemli etken, genetik şif-
re…”
10. Rivayetler, kesinleşmiş bilimsel veriler ışığında değerlendirilmelidir
Kesinleşmiş bilimsel verilere aykırı rivayetlere örnek olarak da şunu vere-
biliriz:
“Her insanda üç yüz atmış eklem bulunmaktadır. Şu halde bir kimse Allah’ı
tekbirle yüceltir, Allah’ı hamd ile över, “Lâ ilâhe illallâh, sübhânallâh” der, Al-
lah’tan mağfiret diler, insanların yolları üzerindeki taş veya diken yahut kemik
gibi şeyleri bir kenara atar yahut iyiliği emir veya kötülükten nehyeder ve bun-
ların hepsi üç yüz altmışı bulursa o günü, cehennem ateşinden kurtarmış olarak
tamamlamış olur.”
Anatomi uzmanlarının ulaştıkları bilimsel verilere göre insan iskeletinde,
doğumda yaklaşık 300 kadar, çocuklarda 222-223, normal ergin bir insan iske-
letinde ise 206 kemik bulunmaktadır. Bu sayıya en küçük kemikler de dahildir.
Yani 360 kemik ve buna ilaveten 360 eklem bulunduğu bilgisi bilimsel verilere
uygun bir bilgi değildir. İnsan iskeletinde 360 kemik ya da eklem bulunduğunu
belirten bu bilginin, İslâm öncesi kültürlerden alınmış olma ihtimali söz konu-
sudur.
Yapılan araştırmalar, bazı versiyonlarda geçen 360 rakâmînın ya
isrâiliyyâttan alınma bir bilgi olduğunu ya da senenin, yuvarlak bir hesapla 360
gün olmasından hareketle her güne bir sadaka fikriyle kimi râvîler tarafından
hadise eklenmiş olabileceği ihtimali üzerinde durmaktadır.
20
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
21
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
24
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
25
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
kurumlaşan bu görüş, geleneksel tıbbın “Unani tıp” adlı uygulaması ile adlandırılıp gü-
nümüzde çağdaş tıp, kanıta dayalı tıp, pozitif tıp denilen uygulamanın temelini yapmak-
ta ve uzman bilgisayar programları, nanoteknolojiye dayalı tedavi, robotik cerrahi, kök
hücre tıbbı, genetik mühendislik, vb. etiketlere sahip geleceğin disiplinlerini vaad et-
mektedir. Bu tıp okulu net ve belirgin şekilde koruyucu, tanı koyucu ve tedavi edici
dallara ayrılmakta olup çalışanları sadece hekimlerle sınırlı değildir ve yapılacak uygu-
lamalar kesin ve sabit protokollere dayandırılmakta; uygulayıcıların özel ve yoğun bir
eğitim almaları gerekmektedir.
Konunun kuramsal temelinden ziyade pratiği ile meşgul olan hekimler, bu iki gö-
rüşe aldırış etmeksizin, hastalığı, tarihsel olarak “sağlıklı olmamak” şeklinde tanımlar-
ken, 20.yüzyılda dünyadaki en üst yetkili sağlık örgütünü temsil eden Dünya Sağlık Ör-
gütü, aynı geleneksel “kimseyi küstürmeme” ilkesini koruyup alttan alta ikinci görüş
doğrultusunda sağlığı: “Herhangi bir hastalık ve güçsüzlük halinin olmaması ve bede-
nen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyi olma durumu” olarak tarif etmiş ve sağlığı etki-
leyen ana faktörleri %10 sosyal koşullar; %8 tıbbi koşullar; %7 iklimsel koşullar; %15
kalıtsal koşullar ve %60 yaşam şekli olarak belirlemiştir. DSÖ’ne göre standart olarak
sağlık dengeli bir diyet, yeterli uyku, makul egzersiz ve ruhi dinginlik gerektirmektedir.
Aynı deklerasyon, zaman ve yer nedeniyle burada tek tek zikredemeyeceğimiz “Sağlığı
doğrudan veya dolaylı şekilde etkileyen olumsuz etmenler” için 15 alt başlık açmakta
olup bunların tümü 2.ontolojik görüş ile örtüşmekte ve 1.görüşü tümden yok saymakta;
Sağlıklı bir kişiye atfedilen nitelikleri ise 10 başlık altında sıralamaktadır. Bu 10 başlı-
ğın 9 tanesi ontolojik 2.görüş ile örtüşür yani tümüyle maddi varlığa dayalı göstergeler
iken sadece bir başlık altında ontolojik 1.görüşe gönderme yapmaktadır.
Tanım olarak bilim özünde bir inanç olup bilimsel bir önerme, diğer inanç model-
lerinden sadece, eş koşullar altında aynen yinelebilir olması ile ayrılır. Bir önermenin
genel kabul görmesi, mantıksal olması ve sadece sayısal ifadelere indirgenmesi öner-
menin bilimsel önerme adını alması için yeterli ön-koşul değildir. Bu bağlamda çağdaş
tıp veya bilimsel tıp önermelerinin bu temel ilkeyi gerçekleştirmesi zorunludur. Salt
rivayet veya zanna dayanan, hatta toplumdaki herkes tarafından onaylanan bir önerme
daha sonra bilimsel önerme halini alması için yapılacak çalışmalara başlangıç oluştura-
bilse dahi bilimsel değildir ve böyle bir önermeye dayalı girişim kabul edilemez.
Tıbb-ı Nebevi başlığı altında toplanan veriler grubunun ele alınması için öncelikle
bu deyimin içeriği ve kapsamı konusunda uzlaşma olması şarttır. Bu bağlamda, birbiri
ile bağlantılı gibi görünse de gerçekte birbirinden çok farklı başlıca iki tür içerik söz
konusu olup dolayısı ile bu iki farklı grubun ayrı ayrı ele alınmaları zorunludur.
(1) Hz. Peygamber’e ait olan, kendi sağlığındaki edim, söylem ve tavsiyelerine
dayalı tıbbi önermeler.
(2) Kur’an ve hadislere doğrudan, dolaylı veya zorlamalı olarak bağlanan tıbbi
edim, söylem ve görüşler.
Tıbb-ı Nebevi adıyla sadece Hz. Peygamber’in söylem, edim ve tavsiyelerine daya-
lı bir tıp ifade ediliyor ise kanımızca bu aşağıdaki nedenlere bağlı olarak külliyen yanlış
bir betimlemedir.
1. Hz. Peygamber’e izafe edilen bir diğer meslek (örneğin, İktisad-ı Nebevi, Hu-
kuk-u Nebevi, Nebevi Mühendislik, Siyaset-i Nebevi, Talim ü Terbiye-i Nebevi, vb.) bu-
lunmamakta iken tıp mesleğinin peygambere dayandırılması, en azından aşırıya kaçmış
ve çizgiyi taşmış bir sevgi gösterisi, bir mucize beklentisi ve majik tıp anlayışının bir
ifadesidir.
27
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
2. Tüm kusur ve hatalardan arınmış mutlak doğru Kur’an’dır. Ezelden ebede hiç-
bir ayetin kesinlik ve doğruluğundan kuşku duyulamazken, velev ki Kur’anı aktaran ve
herhalde en iyi anlayan kişi olan Resulün söz ve edimlerinin de ezelden ebede değişmez
mutlak doğrular ve hatadan ari olarak kabul edilmesi ve irdeleme ve eleştiriye tabi tu-
tulmaması, Resul’ün söz ve hareketlerinin de vahiy şeklinde ana kaynaktan geldiğini
iddia etmek olacaktır ki böyle bir ön kabulün nelere yol açacağını düşünmek bile insanı
ürpertir.
3. Hz. Peygamber hekim değildir. Hadise dayalı olarak bizzat kendisinin hekim ta-
rafından tedavi edildiği ve hastalara şifacılara değil ehil hekimlere gitmeyi tavsiye ettiği
kesin olarak bilinmektedir.
4. Risalet döneminde ve hele başlangıç evrelerinde ehil hekim, yani eğitim ve öğ-
renim görmüş hekimlerin Peygamber, ashab veya İslam devleti tarafından kurulmuş
eğitim kurumlarından yetişmiş olmaları olanaksızdır. Dönemin Mekke-sinde tıp icra
eden “eğitimli hekimler” bu eğitimlerini İslam ile ilgisiz, “unani tıp eğitimi veren” o dö-
nemin çağdaş kurumlarından almıştır.
5. Hz. Resülullahın sağlık konusundaki tavsiyeleri dönemin Mekke ve mücavirin-
de rivayet edilen ve mümin-müşrik herkesin hastalık halinde uyguladığı inanç ve söy-
lencelerdir. Gerçekten de bu söylence ve inançlardan bazılarının bilimsel açıdan tümüy-
le hatalı ve saçma olduğu kanıtlanmış olup, bu hataların insan olarak Muhammed bin
Abdullah yerine Hz. Resülullah’a izafe edilmesi, içinden çıkılmaz bir soruna ve zorlamalı
açıklamalara yol açacaktır.
6. Bizzat Hz. Resullallah, Allah’ın sünnetlerinin ölümlü bir insan için değişmeye-
ceğini buyurmuştur.
7. Hz. Resüllullah’ın vefatı öncesi hastalığının çok ıstırap verici ve ağır seyretmesi
“rivayetler 1 hafta ile 15 gün arasında değişmektedir” ve kendisinin bu esnada önerdiği
tedavi şekli önermemizin doğruluğunu kanıtlamaktadır.
Tıbb-ı Nebevi başlığı altında, Kur’an ve Hadislere istinat ettiği öne sürülerek yapı-
lan tıbbı uygulama ve önermelere gelince:
1. Kur’an ve Hadislere yapılan göndermeler kanımızca içinde yaşanılan dönem ve
toplumun dayattığı baskı ve tekfirden kurtulma, kabul görme arzusu ve yapılan uygu-
lamalara mistik bir zemin de sağlamak amacından kaynaklanan zorlama bir davranıştır.
(Ki bu durum diğer inanç sistemlerinde de aynen görülmektedir).
2. Darü’l-Hikme dönemine kadar olan tıp uygulamaları temel olarak Asr-ı Saadet
ile aynı ilkeler ve işleyiş gösterirken Darü’l-Hikme döneminde yetişen büyük alim, he-
kim ve filozoflar, eski metinlerden yapılan çeviri ve telhislerden sonra telif kitaplar
yazmışlar, bu dönemin kapanması ile bilgi üretme ve ilerleme Batı’ya geçerken İslam
dünyası nakile dayalı, aklı reddeden bir karanlığa gömülmüş ve rivayet ve keramete
dayalı majik tıp öne geçmiştir. Burada ilginç olan bir husus, İslam’ın yetiştirdiği bu bü-
yük bilginlerin, kendilerini İslam olarak adlandıran zevat tarafından çoğu kez tekfir
edilmeleri; keza bu bilginlerin ürettiği tedavi yöntem ve çoğu bitkisel ilaç reçetelerinin
ise Tıbb-ı Nebevi yaftası ile tekrar piyasaya sürülmesidir.
3. Cehaletin kör karanlığında İslam’ın vaaz ettiği ilkelere uymak yerine İslami
söylemi kendi heva ve heveslerine uydurma gayreti içinde olan bu kabil safsatalar or-
tadan kaldırılmadıkça hayatın hiçbir noktasında uygarlaşma ve ilerleme gerçekleşemez.
Keza, “Peygamberin varisi alimlerdir” hükmünün ne olduğu ve kastedilen alimlerin
kimler olacağı iyice irdeleyip anlaşılmadan, nerdeyse hepsi İsa’dan önce yaşamış pagan
İyonya filozoflarının görüşlerine dayanmak ve bunu İslam zannetmek cehaletten de
beter bir tablo olup açıkça görüleceği gibi İslam aleminin geri kalma nedeni din değil,
28
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
İslam’ın emirlerini unutup bir kurum olarak dini kendi düzeyine indiren cahil sürüler-
dir.
4. Özetle, tıbb-ı nebevi adı takılan veriler koleksiyonu kanımızca genel tıp tarihi
içinde yer alan ve İslam toplumlarda uygulanan bir dönemi kapsamakta olup bu yönüy-
le tıp tarihinin konusudur. Tıbbın bir bütün olduğu ve genelde Batı bilimi, özelde Batı
tıbbı denilen akımın temelinde İslam’ın yaptığı gözlem ve uygulamaların, bunların da
temelinde Mısır, Çin, Hint, Anadolu, Elen ve antik toplumlarının emeklerinin yattığı
düşünülecek olursa bu konunun bir ezilmişlik ve iddialaşma aracı haline getirilmeden
tıp tarihinin özel bir dönemi olarak ele alınması kanımızca daha doğru ve çok yararlı
olacaktır. Daha açık bir ifade ile, geçmiş uygarlıkların verilerini yağmalayıp apartarak
yarattığı temel üzerinde serpilen ve uygarlığı sadece Batı’ nın ürünü olarak pazarlayıp
insanı sadece biyolojik bir nesne haline indirgeyen 21.yüzyılın kibirli ideolojilerine he-
kimliğin tüm insanlığın ortak ürünü olduğunu anımsatmak ve bu ışık altında, başta
Anadolu, Hint, Çin, Uzak Doğu, Afrika, Amerika ve özellikle İslam uygarlığının bu ortak
ürüne olan katkılarını, kibir, eziklik, rekabet ve üste çıkma gibi ötekileştirici yollara
sapmadan araştırıp ortaya koymak ve benzer bilimsel kongreleri daha geniş boyutta ve
düzenli bir takvim dahilinde toplamak herhalde hepimizin en öncelikli görevi ve bir
vefa borcudur.
5. Tıbb-ı Nebevi başlığı altında kullanılmış olan bitki, drog, reçete ve tedavi yön-
temlerinin, mistik öğelerden ayıklanarak, folklorik tıp bilgisi olarak kabulü ve bu pre-
paratları bir kalemde reddetmeyip keza bu preparatlara sanal güçler de izafe etmeyip,
çağdaş bilim yöntemlerine uygun olarak ele alınmaları ve incelenmeleri, tıpkı herbal tıp
veya fitoterapide adı geçen tüm bitkilere de aynen uygulanacağı gibi faydadan ari ol-
mayıp bize yeni bir ışık tutacak kapasitededir.
Konuşmamı bitirmeden önce son söz olarak tekrar Kutadgu Bilig’deki özdeyişi
bir soru halinde siz konuklarımıza yöneltmek istiyorum. Kendiniz, eşiniz, çocuğunuz
hastalandığı zaman okuyucuya (o dönemin mistik sağıltıcısı) mı yoksa otçuya (o döne-
min hekimi) mı başvurursunuz?
Türkiye’de yapılan bir araştırma, Türk halkının hastalanmaları halinde %25 sa-
dece hekimlere, %25 sadece üfürükçülere inandığını, halkın %50’sinin ise her iki yolu
birlikte kullandığını göstermiştir.
Ahirete intikal etmiş bütün hekimlere rahmet, tüm konuklara barış ve kurtuluş
dilerim.
Kuşkusuz doğruyu bilen sadece Allah’dır.
Saygılarımla.
29
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
30
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Giriş
Sağlığın korunması ve hastalıkların tedavisiyle ilgili Hz. Peygamber’den nakledi-
len söz ve tatbikat genel olarak “Tıbbu’n-Nebî” (Peygamber’in tıbbı) veya “et-Tıbbu’n-
Nebevî” (Nebevi tıp) olarak adlandırılır. Meşhur hadis mecmualarının çoğunda
“kitâbu’t-tıb” ve “kitâbu’l-merdâ ve’t-tıb” başlığı altındaki bölümlerde yer alan ve ayrıca
müstakil kitaplarda bir araya getirilen bu tür rivayetlerin Hz. Peygamber’e nisbetinin
sıhhati meselesi ayrı bir konu olmakla beraber, sıhhatinin kabulü halinde de, bunların
ilahi tavsiyeler mi, yoksa Hz. Peygamber’in kendi toplumu içinde edindiği bilgi ve tec-
rübesinin ürünleri mi olduğu konusu ayrıca tartışılmıştır.
İnsan hayatının en önemli konularından biri olan sağlığın insanlık tarihi boyunca
herkesi çok yakından ilgilendirdiği şüphesizdir. Bu yüzden, tarih boyunca Tıp ilmi ka-
dar ilgi ve öneme mazhar olan başka bir ilim dalı olmadığı söylenebilir. Peygamberler
de en az diğer insanlar kadar kendilerinin ve çevrelerindekilerin sağlıklarıyla
ilgilenmişlerdir. Bu konuda hakkında en çok bilgiye sahip olduğumuz Hz. Muhammed
(sas.), Hamidullah’ın ifadesiyle “pratisyen bir hekim” gibi “kendisine başvuran hastalar
için birçok tedavi çare ve reçeteleri tertip edip göstermiştir.” Bu reçeteler “tabip gözü
ile ele alınırsa, bir bölümünün genel tıp konularına ve tababetin icrasına, pek çoğunun
koruyucu hekimliğe, bir kısmının da tedavi edici hekimliğe ait ilaç tariflerinden ibaret
olduğu görülür.”
İslam’ın geldiği dönemde Arabistan da tabipliğiyle ün salmış insanlar vardı. Hz.
Peygamber bunlara değer verdiği gibi, hem kendisinin hem de ashabının sağlık sorun-
larında onlardan yararlanmıştır. Mesela, Hâris b. Kelede es-Sakafi (ö. 50/ 670) bun-
lardan biriydi ve Sa’d b. Ebî Vakkas’ın hastalığında Hz. Peygamber ona, Hâris’e
başvurmasını tavsiye etmişti.
Bu tabiplerden birisi de Ebû Rimse et-Teymîdir. (ö. 49/ 669) Rivayete göre Ebû
Rimse, kendisi gibi tabip olan babasıyla beraber Hz. Peygamber’i ziyarete gelmişti. Ba-
bası, Hz. Peygamber’in sırtındaki güvercin yumurtası büyüklüğündeki et parçasını gö-
rünce, “ben insanlar içinde en iyi tabibim. Seni tedavi edeyim mi?” diye sormuş, Hz.
Peygamber de, “hayır, onun tabibi onu yaratandır” diyerek, muhtemelen, kendisine
zararı olmayan bu ben’i aldırarak sağlığını riske atmak istememiştir.
31
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
nasıl temiz ruhlara ve diri kalplere şifa veriyorsa Nebevi tıb da sadece temiz bedenlere
münasibtir. İnsanların Nebevi tıptan yüz çevirmeleri, bizatihi şifa olan Kur’an’dan şifa
istemekten yüz çevirmeleri gibidir. Bu, ilaçtaki kusurdan değil, hastanın tabiatının
pisliğinden, hastalık mahallinin bozukluğundan ve ilacı kabul etmeyişindendir.”
Mehdî b. Ali b. İbrahim (ö. 815/ 1412) adındaki Yemenli bir alim de Nebevi tıbbın
kaynağının vahiy olduğunu iddia ederek, Hz. Peygamber’in de önem verip müracaat
ettiği diğer tıbbın zan ve tahmine dayandığını söylemektedir: “ Bil ki tıbb-ı nebevi ta-
biplerin tıbbına benzemez. Çünkü kaynağı ilahi vahiydir. Diğer tıp ise zan ve tahmine
dayandığı için hata edilebilir. Tıbb-ı nebevi ile kanaat getirmeyen kimse imanının
noksanlaştığını kesin olarak bilmelidir. Tıbb-ı nebeviyi inançla uygulayan kimse ise
birçok faydaları temin eder.”
Günümüzde bu kanaati paylaşan ilim adamları da vardır. Mesela Mahmud Deniz-
kuşları, “şayet tedavi hatalı olsa idi Hz. Peygamber uyarılırdı, çünkü o vahyin kontrolü
altındadır.” derken, İbrahim Canan da, “Rasulullah her meselesinde vahye müsteniddir
veya ikaz ve irşâd-ı ilahinin garantisi altındadır.” diyerek, sahih rivayetlere dayalı tıbb-ı
nebevi örneklerinin isabetinin tartışılamayacağı kanaatindedir. Bu konuda çalışmaları
bulunan Asaf Ataseven ise kanaatini şöyle açıklamaktadır: “Hz. Peygamber (sas.) ‘in
tıbba dair hadis-i şerifleri... tıbbi telakkilerimize uygunluk göstermektedir. Bu hadis-i
şerifler tıp sahasındaki bugünkü gelişme ve araştırmalardan asırlar önce ifade buyu-
rulduğu için bir tıbbi mucize telakki edilmelidir.”
Bu anlayışların dışında konunun mana ve maksadına önem veren alimlerden İbn
Haldun’a (ö. 808/ 1406) göre ise, “tıbb-ı nebevi, bedevi Arapların gelenek ve
göreneklerinden tevarüs ettikleri uygulamalardır, vahiy değildir. Hz. Peygamber’in ah-
valinden bahseden hususlar ise adet ve cibilliyet gereğidir. Yoksa amel edilmesi zorunlu
(meşru) kılınmış şeyler değildir. Çünkü Hz. Peygamber, bize tıbbı ve diğer adetleri
tanıtmak için değil, şeriatı öğretmek için gönderilmiştir.” Fazlur Rahman da (1919-
1988) İbn Haldun’un bu görüşüne katılarak Hz. Peygamber’den nakledilen “bu tıbbi
reçetelerin veya telkinlerin illa da Peygamber’in buluşları olduğuna ve eski Arabistan
tıbbının bir parçası olmadığına inanmak için bir sebep yoktur.” demekte ve İslam önce-
si Arabistan’da yaygın olan “hacamat” uygulamasını örnek vermektedir.
Hz. Peygamber’in kendi dönemine ve içinde yaşadığı topluma ait geçmişten in-
tikal eden bilgi ve tecrübeye dayanarak yapmış olduğu tavsiyelerin halk sağlığı
bakımından pratik değeri bulunanların kabul ve tatbiki mümkün olmakla beraber,
modern tıp ilminin kabul edemiyeceği, hatta zararlı sayacağı hususları, Hz.
Peygamber’den geliyor diye savunmanın ne Kur’an’la ne de Sünnet’le bağdaşır tarafı
vardır. Bu konuda ısrar etmek, Hz. Peygamber’in sünnetini ve onun maksat ve hedefini
doğru olarak anlamamak demektir.
Mesela, Medine’ye gelen ve orada hastalanan bir gruba Hz. Peygamber’in, tedavi
amacıyla develerin süt ve idrarlarından içmeleri tavsiyesini ele alalım. Buradaki süt
içme tavsiyesi herkes tarafından anlaşılabilir olmakla beraber, idrar içme tavsiyesinin
makul karşılanmayacağı aşikardır. Bu durumda, birçok meşhur hadis mecmuasında yer
alan ve hadisçilerce de sahih kabul edilen bu rivayeti asılsız saymamız mı gerekecektir?
Konuyu biraz araştırınca böyle acele bir karara gerek yoktur. Zira idrarın, özellikle deve
ve insan idrarının eski toplumlarda ve bu arada araplar arasında bazı hastalıkların te-
davisinde kullanıldığı bilinmektedir. Bugün bile Anadolu’nun bazı yörelerinde idrarla
tedavi metodunun izleri halk arasında mevcuttur. O halde Hz. Peygamber’in, içinde
yaşadığı toplumun bilgi ve tecrübesine dayanarak böyle bir tedavi yolunu önermiş ol-
ması pekala mümkündür. Ancak Hz. Peygamber bu rivayette deve idrarının temizliğin-
den bahsetmemiş, üstelik başka hadislerinde genel olarak idrardan sakınılması gerekti-
ğini ifade etmiştir. Onun için, vahiy eseri olmayan, sadece mahalli bilgi ve tecrübeye
33
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
dayanan böyle bir tavsiyenin daha sonra başka muhitlerde uygun görülmemiş olması
mümkündür ve bunun Sünnet’e muhalefet olarak değerlendirilmesi de yanlıştır. Nite-
kim Ebû Hanîfe, bu rivayeti bildiği halde idrar içme tavsiyesini hoş görmemiştir. O hal-
de tıbb-ı nebevi olarak bilinen birçok uygulama günümüzde geçerliliğini kaybettiği için
pratikte dikkate alınmıyorsa bunun sünnete karşı olmakla bir alakası yoktur.
Bu konuda başka bir örnek daha verebiliriz: Hz. Peygamber, hicretten kısa bir sü-
re sonra difteri veya kızıl (zübha) hastalığına yakalanan sahabi Es’ad b. Zürâre’nin şişen
boğazının dağlanmasını emretmiş, bir rivayete göre de bizzat kendisi iki kere
dağlamıştır. Bu sırada Yahudilerin, “eğer Muhammed gerçekten Peygamberse arka-
daşını iyileştirsin” demeleri üzerine Hz. Peygamber, “ona doğrudan fayda veya zarar
veremeyeceğini” söyleyerek kendisinde insanüstü bir güç olmadığım belirtmek istem-
iştir. Nitekim Es’ad b. Zürâre kısa bir süre sonra bu hastalıktan vefat etmiştir. Bugün
kesin olarak teşhis ve tedavileri yapılabilen ve etkili ilaçları üretilmiş olan difteri,
boğmaca, kolera vb. hastalıkların tedavisinde, “Hz. Peygamber o zamanda şunları
önermiş ve uygulamıştı” diyerek aynı yolu benimsemenin ne sünnetle ne de akıl ve
iz’anla ilgisi vardır.
Şimdi de, yukarıda kısaca temas edilen, “yemek kabına düşen sineğin, bir
kanadında hastalık, diğer kanadında şifa olduğu gerekçesiyle yemeğe iyice batırıldıktan
sonra atılması gerektiğini” ifade eden hadisi değerlendirelim. Bu rivayet hadisçiler
tarafından sahih kabul edilen ve meşhur hadis mecmualarında yer alan bir haberdir. En
önemli hadis kaynaklarının tasnif edildiği 3. hicri asırda yaşayan İbn Kuteybe ed-
Dîneverî (ö. 276/ 889), meşhur eseri Te’vilü Muhtelifi’l-Hadis’inde bu rivayete nisbeten
uzunca yer ayırmış ve bunu eleştiren muhtemelen Mutezile’ye mensub bazı kimselere
kendince muknî cevaplar vermiştir. “Nazar (düşünce, akıl)ın yalanladığı bir hadis”
başlığı altında, rivayete yapılan itirazlara cevap veren İbn Kuteybe, hadisin sahih
olduğunu, dini hususları akıl ve müşahede ile açıklamanın doğru olmadığını çeşitli
örneklerle izah etmiştir.
Birbiriyle çelişkili hadislerin arasını uzlaştırmak ve itiraza konu olan problemli
rivayetlerin makul izahını yapmak için kaleme aldığı eserinde, “sineğin yemeğe tama-
men batırılmasını” dini bir iş kabul eden İbn Kuteybe’nin, Hz. Peygamber’den menkul
söz ve davranışların kaynağının vahiy olduğu kanaatini taşıdığı anlaşılmaktadır.
Günümüzde de pek çok yoruma tabi tutulan ve tıbbi yönden makul bir izahı için
müstakil kitaplar bile yazılan bu haberin Hz. Peygamber’den nakli sahih olması halinde
vürûd sebebiyle ilgili muhtemel bazı yorumlar şunlar olabilir:
1. Hz. Peygamber bu tavsiyeyi Allah’tan aldığı bilgiye göre yapmıştır.
Sözkonusu rivayette bunu teyid eden hiçbir işaret yoktur. Üstelik böylesine
önemsiz ve herkesi ilgilendirmeyen bir konuda ilahi bir uyarının olması beklenmez.
2. Hz. Peygamber bu tavsiyeyi, Arap toplumunun yemek kültürüyle ilgili bir ade-
tine istinaden yapmıştır.
Böyle bir yorum makul olmakla beraber Arapların bu tür bir adetleri olduğuna
dair bilgimiz yoktur.
3. Hz. Peygamber, kendi toplumunun, sineğin bir kanadında zehir, diğerinde de
onu bertaraf edecek panzehir olduğu konusunda sahip bulunduğu bilgi ve tecrübeye
dayanarak bu tavsiyede bulunmuştur.
Arapların böyle bir tecrübeye sahip olup olmadıklarını bilmediğimiz gibi, bu
tecrübenin bugünkü modern tıp ilminin verileriyle teyid edildiğine dair bir bilgimiz de
yoktur.
34
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
4. Hz. Peygamber yemeğin içine düşen bir sineği çıkarmaya çalışırken, istemey-
erek sineğin yemeğin içine tamamen girmesine yol açmış, bunu gören bir kimse de Hz.
Peygamber’in bunu bilerek yaptığı düşüncesiyle olayı başkalarına bu şekilde
aktarmıştır.
Bu ihtimal makul görünmektedir.
5. Hz. Peygamber, fakirliğin yaygın olduğu ve sineklerin çokça bulunduğu sıcak
bir ortamda içine sinek düşen yemeğin tamamen dökülüp heba edilmemesi için böyle
bir tavsiyede bulunmuştur.
Bu durumda, sineğin yemeğe tamamen batırılması yerine alınıp atılmasını veya
sineğin değdiği kısımla birlikte atılmasını tavsiyesi daha makul görünmektedir.
Elimizde bu muhtemel yorumları doğrulayacak kesin bir delil olmamasına rağ-
men, Hz. Peygamber’den sahih olarak geldiği kabul edilen bir haberi anlamaya çalışır-
ken, hadis şarihlerinin uzun açıklamalarına girmeden bu tür bir akıl yürütmenin de
yapılabileceğini göstermek istedik. Mamafih bu haberin Hz. Peygamber’e ait olmaması
da pekala mümkündür. Çünkü meşhur hadis kaynaklarında senedi sağlam olup, metni
yönünden Hz. Peygamber’e isnadı mümkün olmayan rivayetler mevcuttur. Ayrıca bu ve
benzeri rivayetlere İslam tarihinin ilk dönemlerinden itibaren yapılan itirazları da dik-
kate almak gerekir. Zira bu itirazların esas amacı Hz. Peygamber’i nefyetmek değil, ona
nisbeti uygun görülmeyen rivayeti nefyederek Hz. Peygamber’i bu tür haberlerden ten-
zih etmektir.
Bu rivayetin sahih olması halinde de bunda bir hikmet arayıp tavsiyeyi aynen uy-
gulamak Hz. Peygamber’in sünnetine uymak değildir. Sünnete uymak, Hz. Peygamber’in
maksat ve muradını doğru anlayıp ona göre hareket etmektir. Bu haberde olduğu gibi
şayet gerçek amacını öğrenememiş ve bu davranışın bugün için bir faydasını tesbit
edememişsek, hatta bugünkü bilgilerimiz ışığında zararlı olabileceğini anlamışsak onu
derhal terk etmemiz sünnete uygun olan davranıştır. Çünkü sünnette şekil ve biçimden
çok maksat ve muhteva önemlidir.
Aynı değerlendirmeyi misvak kullanımı için de yapabiliriz. Arabistan’da diş
temizliği için misvak kullanmayı icad eden Hz. Peygamber değildir. İnsanlığın çok eski
devirlerinden beri diş temizliğinin çeşitli vasıtalarla yapılageldiği şüphesizdir.
Peygamberimizin içinde yaşadığı toplum ve coğrafyanın o günkü şartlarda diş temizliği
için kullandığı en uygun aracın, erak ağacının dalı veya kökünden elde edilen misvak
olduğu da doğrudur. Ancak Hz. Peygamber’in buradaki sünneti, diş temizliğine verdiği
önemdir. Onun için dişlerimizi sık sık temizlememizi tavsiye etmiş, neredeyse
emretmiştir. Bu temizliğin zaman – mekan farklılığına ve bu alandaki bilimsel gelişmel-
erin ulaştığı seviyeye göre farklı araçlarla yerine getirilmesi son derece doğaldır. Bugün
için bu araçlar fırça ve macundur, yarın başka bir şey olabilir. Bütün bu olumlu gelişim
ve değişimleri göz ardı ederek hala misvakın faziletinde ısrar etmenin bir anlamı yok-
tur. Misvakın, Hz. Peygamber döneminin en iyi diş temizleme aracı olduğunu söylemek
başkadır, onun bütün zamanlar için en uygunu olduğunu söylemek başkadır. İkincisi,
biçimsel ve zahiri sünnet anlayışının bir ifadesidir.
Peygamberimizin bu kadar önem vermesine rağmen bugün en fazla diş çürükle-
rinin ve diş eti hastalıklarının Müslüman ülkelerde görülmesi, Onun sünnetine ne
ölçüde uyduğumuzun bir göstergesidir. Gelişmiş batı ülkelerinde, içinde, diş ve diş eti
hastalıklarının her türü için ayrı tedavi ünitelerinin yer aldığı kapsamlı hastaneler ve
konuyla ilgili her türlü bilimsel çalışmaların yürütüldüğü diş hekimliği fakülteleri, diğer
ülkelerin ulaşmaya çalıştıkları bir ideal olarak önlerinde dururken, bazılarımızın hala
Hz. Peygamber’in sünnetine uyabilmek için hangi aracı kullanacağımızı tartışması, ka-
naatimce Onun sünnetini iyi anlayamadığımızın bir ifadesidir. Asırlarca önce bu
35
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
konularda Batı Medeniyetine ışık tutan ve kaynaklık yapan Müslüman ecdadımızın sa-
hip olduğu sağlıklı din ve bilim anlayışına ve bunun sağladığı özgüvene bugün her za-
mankinden daha çok muhtaç olduğumuz aşikardır.
Sonuç
Peygamberlerin yetki ve otoritelerinin asıl kaynağı Cenabı Haktır. Ancak onlara
tabi olan ve sevgilerini çeşitli şekillerde izhar etmek isteyen insanlar bununla yetin-
memişler ve sanki Allanın bahşettiği yetki ve sıfatları yetersiz görürcesine onları beşer
üstü vasıflarla donatmışlardır. Hz. Muhammed (s.a.s.) de bundan fazlasıyla nasibini
almıştır. Bunun sayısız örneklerini görmek için Hasâis ve Delâil kitaplarına bakmak
yeterlidir.
“Bütün sanatların ve kültürel güzelliklerin ilk önce Peygamberlere vahy-
olunduğu... inancı Ortaçağ İslamında oldukça yaygındır.” Bu bağlamda “tıp sanatının da
İdris (Enoch) Peygamber vasıtasıyla vahyedildiğine inanılmaktadır.” Peygamberlerin
her şeyin ilk bilgisine sahip oldukları şeklindeki bu anlayış bazı Müslümanlarda, Hz.
Muhammed’in her ilim ve sanatı en üst düzeyde bildiği şeklinde ifadesini bulmuştur.
Buna göre Peygamberimiz, tıp, ziraat, ticaret, askerlik v.s. gibi konularda da en üstün
bilgiye sahipti ve bu konularda da herkese örnekti. Halbuki hadis kaynaklarımız bunun
böyle olmadığını gösteren örneklerle doludur. Hz. Peygamber her konuda uzman
olmadığı için arkadaşlarıyla istişare etti, bazen onların tavsiyeleri doğrultusunda kendi
görüşünden vazgeçti, bazen kendi arzu ve kanaati hilafına çoğunluğun görüşüne uydu.
O bir örnek insandı ve bu yönleriyle de insanlara örnekliğini gösterdi. İbn Haldun’un
dediği gibi, Onun görevi “bize tıbbı ve diğer adetleri tanıtmak değil, dini öğretmekti.”
Hiç şüphesiz O, bu görevini başarıyla tamamladı ve bize Kur’an’ı ve kendi rehberliğini
(sünneti) bıraktı. Bunları doğru anlayıp doğru anlatmak artık bizim sorumluluğumuz-
dadır. Hz. Muhammed (sas.) ‘i ne ölçüde doğru anlayıp doğru tanıtırsak O’nun sün-
netine de o ölçüde uymuş oluruz. Özü ihmal edip şekil ve teferruat üzerinde tartışmak
kendimizi aldatmaktan başka bir şey değildir.
36
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Allah Rasûlünden müspet ilimler alanına giren pek çok hadis nakledilmektedir.
Bu tür rivayetler çoğunlukla insan sağlığı/tedavi ve astronomi alanında yoğunlaşmak-
tadır. Bunların yanında hayvancılık ve tarım alanında konumlandırılabilecek bazı had-
isler de mevcuttur. Münekkid hadisçiler bu tür rivayetleri iki kısma ayırmışlardır. a)
Senedleri ve metinleri açısından mevzu kabul edilenler. b) Zayıftan sahihe uzanan bir
kategoride yer alanlar. İkinci bölümde yer alan rivayetlere bakış açımızın ne olacağı
hususu öteden beri tartışma konusu olmuştur, günümüzde de olmaya devam etmekte-
dir.
A-Yaklaşım Farklılıkları
Hz. Peygamberin pozitif ilimler bağlamında söylediklerinin nasıl değer-
lendirilmesi gerektiğini irdeleyenler tıpla ilgili hadisleri merkeze almışlar ve bunun
üzerinden kanaatlerini dile getirmişlerdir. “Tıbb-ı nebevî” diye başlıklandırılan
rivayetleri değerlendirmede temel olarak dört yaklaşımla karşı karşıya olduğumuzu
görüyoruz. Bunları özetle ifade edecek olursak:
1-Hz. Peygamberin bu sözleri vahiy ve ilhamla söylediğini benimseyenler: Mehdî
b. Ali b. İbrahim el-Yemenî (815/1412) ile Said Havva bu kanaattedir. Ülkemizde de
merhum Ahmed Davudoğlu Hz. Peygamber’in tıpla ilgili bazı hadislerine yapılan
itirazları reddetmek bağlamında "hâlâ birçokları nazariye olmaktan ileriye geçemeyen
cüce bilgiler" nitelemesini yapar ve Hz. Peygamber’in haber verdiği bir şeyin imkansız
olduğu aklen ve şer'an sabit olursa, bu haberin müteşâbihâttan sayılacağını belirterek
bunların ilahi menşeli olduklarını kabul ettiğini göstermiş olur.
2-Rasûlullah’ın bu bilgilerinin vahiy, nübüvvet ve kâmil akıldan meydana geld-
iğini düşünenler: İbnu’l-Kayyım'ın (keza Aliyyu'l-Kârî’nin) yaklaşımı böyledir. Söz ko-
nusu rivayetleri, risalet görevi içinde görmediğinden olsa gerek, ahkama dair hadisler
misali aynı kapsamda yani ilahî menşeli olarak değerlendirmez. Ancak, nübüvvet
nurunun ve vahyin mahsûlü, şeriatın tamamlayıcısı olarak değerlendirir ve onlara
uyulması gerektiğini söyler.
3-Hz. Peygamber’in bunların bir kısmını tecrübeyle söylediğini, diğerlerinin mu-
cize olduğunu benimseyenler. Muhammed Hamidullah ve muasır Gazali bu yak-
laşımdadırlar.
4-Allah Rasûlü bu hususları kendi zamanında sahip olduğu bilgiler çerçevesinde
edindiği deneyime göre söylemiştir diye düşünenler. Taberî, Hattâbî, İbn Haldûn, Şah
37
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
38
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Gök cisimlerine yönelik olarak Arabistan’da yaygın olan bir inanış da yıldızlara
tapınmaktı. Çeşitli yıldızların putları yapılarak adlarına kurbanlar kesilirdi. Aynı za-
manda kayan yıldız bir hükümdarın ölümüne, doğumuna veya önemli bir hadisenin
vukuuna işaret sayılırdı. Yağmur, rüzgar, fırtına, havanın ısınması veya soğuması gibi
tabiat olayları ile ağaçların döllenmesi de o zaman ki inanışa göre yıldızlar sebebiyle
olmaktaydı. Nitekim bu hususa vurgu yapan Hz. Peygamber, “Allah gökten bereket in-
dirdiği her vakit insanlardan bir grup küfranda bulunurlar. Allah yağmuru indirir; onlar
şu yıldız şöyle yaptı, böyle etti derler.” buyurmuştur. Başka bir hadiste de şöyle geçer:
"Eğer Allah, yağmuru beş yıl tutup sonra gönderecek olsa, insanlardan bazıları inkar
eder ve: "Micdeh yıldızı sebebiyle yağmura kavuştuk!" derdi." Cahiliye döneminde gök
gürültüsü de bulutlarla görevli bir meleğin sesi sanılırdı. Bu melek, bulutları emrine
aykırı davranmaktan alıkoyar ve sürüsünü sevk eden çoban gibi onları oradan oraya
güderdi. Cinlere de bazı görevlerin yüklendiği cahiliye döneminde, suların buharla-
şması ve sert çöl ortamında havanın güneş ışığında kırılarak değişik hallere girmesi
cinlerle irtibatlı görülürdü. Bazıları yağmur gibi tabii hadiselerin gerçekleşmesinde de
cinlerin aracı olduğuna inanırdı.
Burada kısaca aktardığımız örneklerden de anlaşılacağı üzere, İslam öncesi Ara-
pların inanışı, çözemedikleri tabiat olaylarının ardına farklı farklı güçler vehmetmel-
erinden ibaretti. Bilimsel bir araştırmanın olmadığı bir coğrafyada zaten bundan tabiî
bir durum da olamazdı.
Şimdi Hz. Peygamberin evren tasavvuruna dair bazı örnekler zikredebiliriz:
1-Kainatın yaratılışı: Hz. Peygamber’den, yaratılışın gerçekleşme zamanı ve sa-
fahâtıyla ilgili pek çok hadis gelmektedir. Rivayetlerin bir kısmında ise, bu hususlarda
ayrıntılı bilgi verilir. Şu örnekte bu durum açıkça görülür: “Mahlukatını yaratmazdan
önce Rabbimiz Amâ'da idi. Ne altında hava, ne de üstünde hava vardı. Arşını su
üzerinde yarattı."
2-Gökler: Gökyüzünün gıcırdadığını belirten Hz Peygamber, onun dürülmüş bir
dalga, korunmuş bir tavan olarak tarif eder ve semanın üstünde başka bir sema daha
bulunduğunu söyleyerek yedi kat semayı sayar. Sonra konuşmasına devamla: "İkisi
arasında ne (kadar uzaklık) var biliyor musunuz?" diye sorduktan sonra, "Beş yüz yıl!"
der. Sonra tekrar: "Bunun gerisinde ne olduğunu biliyor musunuz? Bunun gerisinde su
var. Suyun gerisinde Arş var. Allah, Arş'ın üstündedir. Ademoğlunun yaptıklarından
hiçbiri O'na gizli kalmaz." buyurur. Ardından tekrar: "Bu arz nedir, biliyor musunuz?
Bunun altında bir diğer arz var, ikisi arasında beş yüz yıl var.” Böylece yedi arzın
varlığını birer birer sayar."
3-Güneş: Rivayetlerden anladığımız kadarıyla, Hz. Peygamber güneşin kendi yö-
rüngesinde döndüğü keza dünyanın yuvarlak olduğuyla ilgili bilgi sahibi değildi. Ebû
Zerr’den gelen rivayet bunu teyit etmektedir: "Güneş batarken Rasûlullah ile birlikte
mescidde idim. Bana: "Ey Ebû Zerr, biliyor musun bu güneş nereye gidiyor?" diye sor-
du. Ben: "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir!" dedim. "Arş'ın altına secde yapmaya gider, bu
maksatla izin ister, kendisine izin verilir. Secde edip kabul edilmeyeceği, izin isteyip izin
verilmeyeceği zamanın (kıyametin) gelmesi yakındır. O vakit kendisine: "Geldiğin yere
dön!" denir. Böylece battığı yerden doğar. Bu durumu Cenâb-ı Hakk'ın şu sözü haber
vermektedir: "Güneş, duracağı zamana doğru yürüyüp gitmektedir. Bu aziz ve alîm olan
Allah'ın takdiridir."
Burada önemli bir mesele de dünyanın sadece Arap yarımadasındakiler için batı
tarafından doğacak oluşudur. Çünkü güneş tam da dünyanın batı yarımküresine
doğacakken geri dönecektir. Oysa, güneşin doğuş ve batışı ifadeleri mecazîdir. Zira
bugün kesin olarak bilinmektedir ki, güneş doğup batmamakta, dünya onun etrafında
39
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
varsaysak bile, geri kalan büyük çoğunluğun bilgisi esas itibarıyla ona dayanmıyordu.
Kaldı ki kendi tespitleri de olmuş olsa, bunlar da bölgesel diğer bilgiler ile aynı havuzda
değerlendirilmeyi fazlasıyla hak etmektedir. Bu rivayetleri nakleden sahabilerin söz
konusu hadisleri bir mucize, daha önceden bilinmeyen bir durum olarak değil de Allah
Rasûlünün tavsiyeleri olarak naklettiklerini göz önünde bulundurursak durum daha iyi
anlaşılacaktır.
İslam öncesine baktığımızda şunu görürüz: Cevad Ali’nin tespitlerine göre balla
tedavi, hacamat, dağlamak, rukye; sarımsak, soğan, kimyon, kereviz, hardal, çemen,
enfiye, çörek otu gibi bitkilerin tedavide kullanılması yanında develerin bevliyle tedavi,
dişlerin sağlıklı korunması için arak ve bazı ağaçları fırça olarak kullanmak, göz iltihabı
için ismid ve diğer sürme çeşitleriyle tedavi olmak, lavman (hukne), yaraların tedavis-
inde zakkum kullanmak bilinen tedavi usûlleriydi. Cüzzam, baras (alaca), humma
(sıtma) maruf hastalıklar, sünnet olmak da yaygın idi. Keza kuduz köpeklerin
öldürülmesi, veba olan yere girilmemesi de böyleydi.
2-Allah Rasûlünün başkalarının tecrübelerinden yararlanması:
Hz. Muhammed’in bizzat kendisinin yararlandığı tıbbî uygulamalar ile döne-
minde var olan halk tabipleri, Allah Rasûlünün dönemindeki birikimi ve uygulamaları
anlamamıza yardımcı olacaktır.
a) “Emzikli kadınla cinsel ilişkiyi yasaklamayı düşünmüştüm, ancak Rumlarla
Farslıların bunu yaptıklarını (ve çocuklarının zarar görmediğini) görünce vazgeçtim.”
Bu hadislerinde Hz. Peygamberin diğer milletlerin tecrübelerinden yararlandığı an-
laşılmaktadır.
b) Allah Rasûlü rahatsız olan Ubeyy’e tabip göndermiş, o da onu dağlayarak te-
davi etmiştir. Keza Es’ad b. Zurâre krup (göğüs anjini) hastalığına yakalanınca Hz.
Peygamber dağlanmasını istemiş, diğer rivayete göre de kendisi iki kez boğazından
dağlamıştır. Yahudilerin, “Gerçekten peygamber ise onu iyileştirsin de görelim.”
demeleri üzerine, kendisinde olağanüstü bir güç olmadığını söylemiştir. Nihayetinde
dağlama yapılmış ama bir süre sonra hasta ölmüştür. Hastanın ölmüş olması konuya
Hz. Peygamber dönemi tıbbî uygulamalarına nasıl bakmamız gerektiği hususunda bir
ışık tutmaktadır.
c) Hz. Peygamber rahatsızlanan Sa’d b. Ebî Vakkas’ı Hâris b. Kelede’ye
yönlendirmiştir.
d) Tabip olan Ebû Rimse et-Teymî yine tabip olan babasıyla birlikte Hz. Peygam-
ber’i ziyarete geldiğinde sırtındaki yumruyu tedavi etme teklifinde bulunmuş, muhte-
melen acı vermemesi nedeniyle Hz. Peygamber bu teklifi kabul etmemiştir.
e) Urve Hz. Âişe'nin tıp bilgisine şaşırdığını söyleyince Hz. Aişe yeğenine "Urveci-
ğim! Hz. Peygamber ömrünün sonlarına doğru hastaydı. Arabistan'ın her tarafından bir
takım heyetler kendisini ziyarete geliyorlar ve bazı ilaçları tavsiye ediyorlardı. Ben de
onların tavsiye ettikleri ilaçları uyguluyordum. Bu bilgim oradan geliyor." demiştir.
Bu bilgilere ve tavsiye ettiği tedavi yöntemlerine bakarak, Hz. Peygamberin kendi
dönemine göre iyi sayılabilecek düzeyde tababet bilgisine sahip olduğunu söyleyebilir-
iz. Bu nedenle şunlar ve benzeri rivayetler geçmişten gelen bir birikimin ve tecrübenin
hulasası olarak gözükmektedir: "Tedavi olduğunuz en faydalı şey hacamattır.", "Tedavi
olduğunuz en yararlı şey hacamat ve hind buhurudur." ,"Kullanabileceğiniz en faydalı
sürme ‘ismid’dir. Çünkü o göze kuvvet verir, saç bitirir."
D-Tıbba Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi
41
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Allah Rasûlünden nakledilen tıbba dair hadisleri nasıl anlamamız gerektiği husu-
suna katkı sağlamak ve kendi yaklaşımımızı ortaya koymak amacıyla bazı tespitler
yapmak gerekmektedir:
1-Rasûlullah’ın yaptığının neliği:
Hz. Peygamber öncesi ve kendi dönemi uygulamalarına baktığımızda, Hz. Mu-
hammed’in yaptığının "şer'îleştirme" olduğunu görüyoruz. Bu da üç seçenekten biriyle
oluyordu: a) Uygulanan tedavi usûllerinde -içkiyle tedavide olduğu gibi - dinin prensip-
lerine aykırılık söz konusu iptal ediyordu. b) Tashih ediyordu. Avf b. Mâlik anlatıyor:
Bizler cahiliye döneminde rukye yapıyorduk. Rasûlullah'a "Yâ Rasûlallah! Bu hususta
ne buyurursunuz?" diye sorduk. Bize "Yaptığınız rukyeleri bana arz edin. Şirk olmadık-
tan sonra rukyede beis yoktur." diye cevap verdi. c) Bir problem yoksa bırakıyordu ve
hatta tavsiye ediyordu. Bütün tedavi tavsiyeleri bu bağlamda değerlendirilebilir.
2-Bunların neden vahiy/mucize olarak değerlendirilemeyeceği:
Hz. Peygamberin tavsiye etmiş olduğu veya uyguladığı tedavi yöntemlerinin ne-
den vahiy/mucize veya benzeri bir çerçevede değerlendirilmeyeceği hususu iki başlıkta
ele alınabilir:
a) Bu rivayetleri mucize olarak kabul edecek olursak, Allah tarafından tasdik
edilmiş ilaçtan daha iyisi bulunmayacağı için modern tıptan istifade etmeden, gerekti-
ğinde ameliyat olmadan, her zaman istifade imkanımız olduğu için ismid, çörek otu,
hurma, buhur vb. şeylerle tedavi yoluna gitmemiz gerekir. Örneğin Hz. Peygamber
Ubeyy'e doktor gönderip damarını kesip dağlattırdığı için bugünkü imkanlardan istifa-
de etmeden benzer durumla karşılaşınca aynı tedaviyi uygulamamız icap eder. Biz bun-
ları söylerken bitkilerle tedaviyi reddetmiyoruz; eğer bunlar mucize ise, mucize ilaç
dışında başka tedavi yolu aramanın yanlış olacağını; oysa Hz. Peygamber zamanında
yapılanın o döneme göre en iyisi, bununla beraber nihâî tedavi olmadığını söylemek
istiyoruz.
b) Hz. Peygamberin tavsiye ettiği yöntemler veya ilaçlar kendi coğrafyası şartları
çerçevesindedir. Bu yüzden o coğrafyada var olan bir şeyi tavsiye etmiştir. Hiç şüphe
yok ki, o dönemde dünyanın daha yeşil olan bölgelerinde yetişen bitkilere paralel
olarak daha güzel ilaçlar uygulanıyordu, keza daha iyi tedavi yöntemleri söz konusu
olabiliyordu. Dolayısıyla Hz. Peygamber o bölgelerden birinde yaşamış olsaydı tavsiye
edeceği yöntemler yaşadığı coğrafyaya ait olacaktı. Böyle bir şey durumunda ise
örneğin Hz. Peygamber Çin’de peygamber olarak gönderilmiş olsaydı, o coğrafyadaki
tedavi yöntemlerini olağanüstü mü görecektik ve bunlara ilahî bir yön mü atfedecektik?
Bu sorunun cevabı “hayır” olmalıdır. Bu nedenle acve, ismid v.b rivayetlere aynı
çerçevede bakmak yararlı olacaktır. Bal ve çörek otu v.b. rivayetlere gelince, bunları
tecrübeye dayalı olarak faydalı bulunmuş ilaçlar olarak görmek uygundur. Dünyanın
her yanında da böyle görülmüştür.
Allah Teâlâ "Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp
beslenen atlar hazırlayın. Bununla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan
başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz..."
buyurmaktadır. Görüldüğü gibi, ayette, hazırlık olarak atların büyütülüp eğitilmesi ve
düşmana karşı bu şekilde hazırlık yapılmasından bahsedilmektedir. Fakat ayeti okuyan
hiç kimse silah sanayinin ilerlediği şu çağda, atları beslemek için haralar kurmayı ve bu
şekilde Allah'ın emrini yerine getirmeyi düşünmemektedir. Herkes bilmektedir ki, bu-
rada murat edilen çağın gereklerine uygun olarak düşmana karşı hazırlık yapmaktır.
Aynı durum "Hayır, kıyamete kadar atların alınlarındadır." , "Bereket, atların alınların-
dadır." hadisleri için söz konusudur. Bunları nasıl ki o dönem şartlarına göre değer-
42
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
lendiriyorsak, faydalı ilaçları tavsiye eden hadislere de aynı şekilde bakmak duru-
mundayız.
3-İlgili hadislerin modern bilimler ışığında tahlili:
Hz. Peygamberden nakledilen hadisleri modern bilimlerin değerlendirmeleri al-
tında tahlil edecek olursak, öncelikli olarak bunların Allah Rasûlünün yaşadığı zaman
itibarıyla sahip olduğu bilgiler olduğunu söylemek durumundayız. Bu durumda sahih
olanları merkeze almak suretiyle gelen haberleri şu şekilde kategorize etmemiz müm-
kün gözükmektedir:
a) Bugünkü bilimsel verilere kesin olarak muvafık olanlar: Büyük ihtimalle bu
hadisleri Hz. Peygamber söylemiştir. Bunlar tıbbın ilerlemediği ve basit düzeyde kaldığı
bir toplumda geleneksel bilgiler ışığında hasta insanlara tavsiye edilmiş ve tecrübe
edilmiş ilaçlardı. Bunlar Rasûlullah'ın uyguladığı, uygulanışını gördüğü veya haberdar
olduğu yöntemlerdir. Ancak bu, "bitkilerle tedavide en iyi ilaçlar bunlardır" manasına
gelmemektedir. Çünkü dünyanın her yerinde bitkilerle tedavi öteden beri bilinmekte,
bir yerde bulunan otlar sahip oldukları özellikler sebebiyle Hz. Peygamber’in tavsiye
ettiklerinden daha randımanlı neticeler verebilmektedir. Bu sebeple de mucizevî değil-
lerdir.
b) Bugünkü bilimin kesin olarak reddettikleri. Çeşitli rivayetlerde Hz. Peygam-
ber’in rahatsızlanan bedevilere (Uranîler) develerin bevlini içmelerini tavsiye ettiği,
onların da bu tedavi sonunda iyileştikleri rivayet edilir. Âmirî'nin şiirinde geçtiğine
göre, cahiliye döneminde insanlar develerin bevillerini tedavi için kullanıyorlar, bazen
de hastaların içmesi için kaynatıyorlardı. Zaten ilgili hadisin rivayetinde, Rasûlullah'ın
onlara develerin bevillerini içmelerini tavsiye etmesi tabii bir olay gibi anlatılmakta,
yeni keşfedilmiş veya çok ilginç bir hâdise olarak arz edilmemektedir. Ancak gerek fıkıh
kitaplarının ve gerekse günümüz tıbbının benimsediği üzere, idrarla bu şekilde bir te-
davi söz konusu değildir. Hele de deve idrarının daha ağır olduğu bilimsel araştırmalar-
la ortaya konulmuştur.
c) Tıbbın kesin karar veremedikleri. Hz. Peygamberin dünyevî alandaki birikimi-
nin bir kısmının yanlış olabileceği kabul edildikten sonra, bugünkü müspet ilimlerin
bazı hadislerde bahsedilen hususların doğruluğu hususunda kesin karar verip verme-
mesi bir açıdan önem arz etmemektedir. Bizlerin bakış açısı netleştikten sonra, müspet
ilimler hadiste geçen hususu onaylarsa, Hz. Peygamber zamanındaki kabulün doğru
olduğunu, reddederse yanlış olduğunu anlamış oluruz. Müspet ilimlerin haklarında
karar vermediği hususlara gelince, bunlar hususunda ilmin ne söyleyeceğini beklemek
durumundayız. Ancak, sonuç müspet de olsa menfi de olsa, bizim bakış açımız içeris-
inde yer alacaktır. Burada belki şu söylenebilir: Müspet ilimler sürekli gelişim içinde
olduğu için, Hz. Peygamber’in bir takım tavsiyelerini hemen redde yönelmek bir şey
kazandırmaz. Böyle yaptığımızda ilmin gerektirdiği temkini elden bırakmış oluruz.
Çünkü "çağımızda, büyük ilmî gelişmelerin daha önce doğru kabul edilen inanç ve ka-
naatleri nasıl değiştirdiği görülmektedir." Ancak, beklemenin de bir sınırı olduğu
bellidir. Yoksa bilimsel olarak son sözün söylendiği bazı konularda, ilmin o konuda
keşfedemediği yeni bir şeyler olabilir diyerek, hadis hakkında verilecek kararı ne-
redeyse kıyamete bırakmak makul değildir. Sinek hadisi konumuzla ilgili çok güzel bir
örnektir. Bugünkü bilimsel verilere göre, sahih olarak değerlendirilen bu hadiste geçen
husus gerçeklik arz etmemektedir. Hadiste anlatılanın gerçek olduğunu ifade etmek
amacıyla zikredilen raporların hiçbiri gerçek değildir. Zaten olsaydı müslümanlar bunu
her alanda kullanırlardı.
4-Tıbbı nebevî ifadesinin anlam alanının daraltılması:
43
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
44
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Sonuç
İbn Haldun hurma aşılama hadisini misal vererek bunları adet ve tabii durumlar
olarak değerlendirir ve şer’î ameller olarak görmez. Hz. Peygamber’in insanlara dini
tebliğ etmek için geldiğini, tababeti öğretmek için gelmediğini belirtir. Rızaeddin b.
Fahreddin de aynı çerçevede şöyle der: “Peygamberler tıp, aritmetik, matematik gibi
bilimleri öğretmek için gönderilmiş olsalardı insanların akıl, duyu ve iradelerinin ta-
mamen ibtal edilip dünyevi işlerin tümünde peygamberin öğretisine uymaları gerekir-
di. Yeryüzünde halifelik yapmak üzerine gönderilen insanlar için bunun mümkün ol-
madığını herkes bilse gerektir.”
Kanaatimizce, İslam öncesi uygulamaların mevcudiyetine bakarak, Allah Rasûlü-
nün tıpla ilgili birikim ve tavsiyelerini diğer alanlardaki birikimleriyle aynı kategoride
değerlendirmek ve onu, müspet ilimler açısından zamanının insanı olarak kabul etmek
en makulü olacaktır. Çünkü peygamberlik görevi sınırları içerisinde doktorluk bulun-
muyordu. Bu nedenle, kendi dönemine göre tecrübe edilmiş uygulamaları uyguluyor
veya tavsiye ediyordu. Bize düşen de, Allah Rasûlünün tıp alanındaki tavsiye ve uygu-
lamalarını ashabın kabul ettiği çerçevede kabul etmektir.
Kaynakça
Ali, Cevad, el-Mufassal fî Târîhi'l-Arab kable'l-İslâm, I-X, Ysz.-1993
Bedr, Abdurrahman, el-Felek inde`l-Arab, Trablus-Tsz.,
el-Buhârî, Muhammed b. İsmail b. İbrahim, Sahîhu'l-Buhârî, hzr. Abdulazîz b. Ab-
dillah b. Bâz, I-VIII+Fihrist, Beyrut-1991
ed-Dârekutnî, Ebu'l-Hasan Ali b. Ömer, el-İlelu'l-Vâride fi'l-Ehâdîsi'n-Nebeviyye,
thk. Mahfûzurrahman Zeynullah es-Selefî, I-IX, Riyad-1414
Davudoğlu, Ahmed, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, I-X, İstanbul-1977
Denizkuşları, Mahmud, Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîslerde Tıb, İstanbul-1982
ed-Dihlevî, Şâh Velîyullah, Huccetu'llâhi'l-Bâliğa, hzr. Muhammed Şerîf Sukker, I-
II, Beyrut-1992
Ebûbekr, es-Seyyid Salih, el-Edvâu'l-Kur'âniyye fî İktisâhi'l-Ehâdîsi'l-İsrâîliyye ve
Tathîri'l-Buhârî minhâ, Ysz.-Tsz.
Ebû Dâvûd, Sunenu Ebî Dâvûd, hzr. Kemâl Yûsuf el-Hût, I-II+Fihrist, Beyrut-1988
Ebû Reyye, Mahmud, Edvâ' ale's-Sunneti'l-Muhammediyye, Kahire-1980
Emînî, Mevlânâ Muhammed Takî, Hadîs Kâ Dirâyetî Mi'yâr, Karaçi-1986
Ergün, Ahmed, Hz. Peygamber (SAV) ve O'nun Sünnetine Olan İhtiyaç, Parantez
Dergisi, İlkbahar-1995, s. 28-37
Gülen, M. Fethullah, Sonsuz Nur, I-II, Feza Yayıncılık-1994
Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, trc. Salih Tuğ, I-II, İstanbul-1980
el-Hattâbî, Ebû Süleyman, İ'lâmu'l-Hadîs fî Şerhi Sahîhi'l-Buhârî, hzr. Muhammed
b. Sa’d b. Abdirrahman Âl-Suûd, I-IV, Mekke-1988
Havva, Saîd, Allah Resûlü Hz. Muhammed, trc. Halil Günenç, Ankara-1979
İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed, Mukaddimetu İbn Haldun, thk. Ali Ab-
dulvâhid Vâfî, I-III, Dâru Nehdati Mısr, Kahire-Tsz.
45
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
İbn Hanbel, Ahmed, Musnedu’l-İmam Ahmed b. Hanbel, hzr. Şuayp Arnavut vd., I-
L, Beyrut-1997
İbn Kayyım el-Cevziyye, Ebû Abdillah Muhammed b. Ebîbekr, el-Menâru'l-Munîf
fi's-Sahîhi ve'd-Daîf, thk. Abdulfettah Ebû Gudde, Mektebetu'l-Matbûâti'l-İslâmiyye,
Beyrut-Tsz.
-----, Zâdu'l-Meâd fî Hedyi Hayri'l-İbâd, thk. Şuayb el-Arnavut, Abdulkadir el-
Arnavut, I-VI, Beyrut-1992
İbn Kuteybe, Ebû Muhammed ed-Dineverî, Kitâbu`l-Envâ, Haydarabad-1956
İbnu'l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Abdurrahman, Kitâbu'l-Mevdûât, I-III, Beyrut-1983
el-Kalkaşendî, Ahmed b. Ali, Nihâyetu`l-Ereb fî Ma`rifeti Ensâbi`l-Arab, hzr.
İbrahim el-Ebyârî, Kahire-1959
-----, Subhu`l-A`şâ fî Sınâeti`l-İnşâ, I-XIV, Kahire-Tsz.
Lebîd b. Rebîa, Dîvânu Lebîd b. Rebîa el-Âmirî, hzr. Hamdû Tammâs, Beyrut-2004
Molla Hâtır, Halîl İbrâhîm, el-İsâbe fî Sıhhati Hadîsi'z Zubâbe, Riyad-1984
Muslim, Ebu'l Huseyn el-Kuşeyrî, Sahîhu Muslim, hzr. Muhammed Fuâd Ab-
dulbâkî, I-IV+Fihrist, Beyrut-1983
en-Nesâî, Ahmed b. Şuayb, Sunenu'n-Nesâî, thk. Mektebu Tahkîki't-Turâsi'l-Arabî,
I-VIII+Fihrist, Beyrut-1992
en-Nevevî, Yahya b. Şeref, Sahîhu Muslim bi Şerhi'n-Nevevî, Dâru'l-Kutubi'l-
İlmiyye, I-XVIII+Fihrist, Beyrut-Tsz.
en-Nuveyrî, Ahmed b. Abdilvehhâb, Nihâyetu’l-Ereb fî Funûni’l-Edeb, I-XVIII, Ka-
hire-1929
Okiç, M. Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, İstanbul-1959
Rızaeddin b. Fahreddin, Dinî ve İctimaî Meseleler, hzr. Ö. Hakan Özalp, İst.-2007
es-Sehâvî, Muhammed b. Abdirrahman, el-Mekâsidu'l-Hasene fî Beyâni Kesîrin
mine'l-Ehâdîsi'l-Muştehira ale'l-Elsine, thk. Ebu'l-Fadl Abdullah Muhammed es-Sıddîk,
Beyrut-1986
Seyyidetî, sayı: 500, s. 49, London-8-14/10/1990 (Muhammed Gazâlî ile yapılan
mülakat)
Şahin, Ahmet, Hadiste Metin Tenkidi, diploma çalışması, İzmir-1987
eş-Şâtıbî, Ebû İshâk İbrahim b. Musa, el-Muvâfakât fî Usûli'ş-Şerîa, thk. Abdullah
Draz ve diğerleri, I-IV, Dâru'l-Kutubi'l-İlmiyye, Beyrut-Tsz.
eş-Şehristânî, Muhammed b. Abdilkerîm, el-Milel ve'n-Nihal, hzr. Ahmed Fehmî
Muhammed, I-III, Beyrut-1992
et-Taberî, Ebû Ca'fer, Tehzîbu'l-Asâr, el-Cuz'u'l-Mefkûd (Kayıp Cüz), thk. Ali Rıza
b. Abdillah b. Ali Rıza, Beyrut-1995
et-Tirmizî, Muhammed b. Îsâ, el-Câmiu's-Sahîh, hzr. Kemâl Yûsuf el-Hût, I+V, Bey-
rut-1987
Ünal, İsmail Hakkı, Hz. Muhammed ve Tıp, Diyanet İlmî Dergi, (Hz. Muhammed
özel sayısı), s. 181-90, Ankara-2000
Ya`kûbî, İbn Vâdıh Ahmed b. İshak, Târîhu`l-Ya`kubî, I-II, Beyrut-1960
46
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
47
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
48
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Özet
Tarih boyunca İslâm âlimlerinin ve müslümanların ilgisine mazhar olan tıbb-ı
nebevînin bilhassa alternatif tıpla birlikte tekrar dikkatleri üzerine çektiği görülmekte-
dir. Bu ilginin sebeplerinden en önemlisi, onun belli ölçüde vahye dayandığı önkabulü-
dür. Ancak tıbb-ı nebevînin vahiy kaynaklı olup olmadığı ya da ne ölçüde vahiy mahsülü
olduğu, İslâm âlimleri arasında tartışmalıdır ve bu konuda üç farklı görüş ortaya çık-
mıştır. Ayrıca tıbb-ı nebevînin vahiy kaynaklarının tesbit edilmesi, onun değerini ve
bağlayıcı olup olmadığını ortaya koyabilmek bakımından zaruridir. Bu sebeple çalış-
mamızın temel konusu, tıbb-ı nebevînin vahye istinat edip etmediğinin ya da ne ölçüde
vahiy mahsulü olduğunun ve diğer kaynaklarının belirlenmesidir. Elinizdeki çalışma
söz konusu görüşleri incelemeyi hedeflemektedir. Tıbb-ı nebevîye dair hadislerin sıh-
hati ve değeri, günümüzde geçerli olup olmadıkları, modern tıpla uyuşup uyuşmadıkla-
rı, bu çalışmayı dolaylı olarak ilgilendirmekte ve çalışmamızın asıl konusunu teşkil et-
memektedir.
Giriş
Tıbb-ı nebevî tabiri kısaca, “Resûl-i Ekrem’in Kur’an’a ve gayr-i metlüv vahiy’e,
içinde yaşadığı toplumun kültürel birikimine ve şahsi tecrübesine dayanarak edindiği,
bir kısmını kendi hayatında tatbik ettiği, ayrıca ashâbına ve ümmetine tavsiye ettiği
tıbbî uygulama ve öğütler” diye tanımlanabilir. Tıbb-ı nebevî; tıbbu’l-vikâî (koruyucu
tıp), tıbbu’l-ilâcî (tedavî edici tıp) diye iki ana başlık altında değerlendirilebilir. Tıbb-ı
nebevînin kapsamı ise hıfzı’s-sıhha, temizlik (hijyen), helal ve temiz gıdalarla dengeli
beslenme, hastalığı ve şifayı Allah’tan bilme, her hastalığın devasının yaratıldığına
inanma, tedaviyi ihmal etmeme, mâneviyatı ve moral gücünü yüksek tutma, sadece
görünen ve hissedilen maddî hastalıkların yanında ruhî hastalıkları da dikkate alma,
tedavide bitki, yiyecek ve içeceklerin hassalarından yararlanma, dua ve rukye gibi usul-
leri de ihmal etmeme şeklinde özetlenebilir. Çalışmamızın başlığını teşkil eden vahiy
kaynakları terkibindeki “kaynak” kelimesi ile Allah Resûlü’nün tıbbî bilgisini nereden
aldığını kastediyoruz.
Ümmetine karşı çok düşkün ve merhametli olan Resûl-i Ekrem, ümmetinin has-
talıklardan korunması ve tedavisi ile de ilgilenmiştir. İslâm’daki önemine binaen tıbbı
dinî ilimler arasında değerlendiren İslâm âlimleri vardır. Hatta bazı âlimler tıbbın kay-
nağının ilahî olduğunu ve onun temel esaslarının peygamberlere vahiyle bildirildiğini,
49
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
daha sonra tıbbın beşerî tecrübelerle geliştirildiğini ileri sürmüşlerdir. Hayatın her
alanına hitap eden İslâm’ın, tıbba verdiği önem, Hz. Ali’ye (r.a.) ya da İmam Şâfiî’ye (ö.
204/820) atfedilen “ilim ikidir; din ilmi ve beden ilmi” sözüyle veciz bir şekilde ifade
edilmektedir. Muhaddisler Allah Resûlü’nün tıbba dair hadislerine eserlerinde yer ver-
mişlerdir. Meselâ İmam Mâlik el-Muvatta’nın Kitabu’l-‘Ayn bölümünde tıpla ilgili bazı
hadisleri tahric etmiş, İmam Buhârî’den itibaren ise hadis kitapları Kitâbu’t-Tıb
bölümüne yer vermişlerdir. Ancak bu konudaki hadisler sadece mezkûr bölümlerde
değil Kitâ-bü’t-Tahâre, Kitâbü’l-Etʽime, Kitâbü’l-Eşribe, Kitâbü’l-İman ve Kitâbü’l-Edeb
gibi bölümler içinde de yer alabilmektedir. Müteakip asırlarda İslâm âlimleri tıbb-ı ne-
bevî üzerine zengin bir literatür vücuda getirmişlerdir.
Bununla beraber hadis kitaplarında bir bölüm teşkil eden ve müslüman âlimlerin
ilgisine mazhar olup hakkında müstakil eserler telif edilen tıbb-ı nebevî ile ilgili bazı
problemler ve tartışmalar da bulunmaktadır. Tıbb-ı nebevî konusunda her şeyden evvel
cevaplanması gereken soru ise Hz. Peygamber’in (a.s.) söz ve davranışlarının ne ölçüde
ilâhî kontrol altında olduğudur. Bu soru da temelde Hz. Peygamber’in Kur’an dışında
vahiy alıp almadığı meselesine dayanmaktadır.
Biz bu çalışmamızda tıbb-ı nebevîye dair hadislerden ve sünnetten hareket
ederek Allah Resûlü’nün sağlıkla ilgili evrensel nitelikteki prensipleri ve kendisinden
asırlar sonra keşfedilen bazı tıbbî meseleleri vahiy almaksızın bilip bilemeyeceğini ya
da ne ölçüde ve nasıl bildiğini değerlendireceğiz. Konumuzun sınırlarını aşmamak için
tıbb-ı nebevîde tavsiye edilen bitki, yiyecek ve ilaçlarla ilgili birkaç örnek vermekle
yetineceğiz.
50
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
51
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
namazı farz kılmış, ayrıca hastaların oruç tutmayabileceklerini beyan buyurarak esa-
sen sağlığı korumayı hedeflemiştir. Keza başından rahatsız olan ihramlının ihramdan
çıkarken tıraş olma zorunluluğu yoktur. Dahası idrar, gaita, kusma, aksırma, uyku, aç-
lık, susuzluk gibi şeylerin tehir edilmesi insan sağlığına zararlı olduğundan buna yol
açabilecek sebepleri ortadan kaldırmaya yönelik Kur’ân’da emirler vardır. Teyemmüm
âyeti buna delil olarak gösterilebilir. “Nefislerini öldürmeyiniz” âyeti, teyemmümün
cevazına delil sayılmıştır. “Sizden her kim o günlerde hasta veya yolcu olursa, tutama-
dığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar” âyetinde sağlığın korunması gözetil-
miştir.
Kur’ân tıbba dair prensiplerin yanında spesifik bazı yiyeceklerin değerine dikka-
timizi çekmekte; bal, kuş eti, zeytin ve zeytinyağı, zencefil gibi bazı yiyeceklerin ve bit-
kilerin birtakım özelliklerini öne çıkarmaktadır. Örnek olarak “Onda insanlar için bir
şifa vardır” âyetinde balın şifa özelliğine vurgu yapılmaktadır.
Bunlardan başka, Kur’ân, her detaya girmediği için, Resul-i Ekrem’e uyulmasını,
getirdiği hükümlerin kabul edilip yasak ettiği şeylerden kaçınılmasını emretmekte,
Allah Resûlü’nün güzel şeyleri helal, pis şeyleri haram kıldığına ve onda güzel bir örnek
olduğuna dikkat çekmektedir.
ab. Gayr-i metlüv vahiy
İslâm âlimlerinin çoğunluğu, Hz. Peygamber’in Kur’an’da yer alan vahyin dışında
da vahiy aldığını kabul etmektedirler. Bu sebeple onlar vahyi -farklı adlandırmalar olsa
da- vahy-i metlüv ve vahy-i gayri metlüv diye ikiye ayırmışlardır.
Genel mânada bir tabip olmasa da kalplerin bir tabibi ve ümmetinin sağlığıyla il-
gilenen bir resûl olarak Hz. Peygamber’e Allah Teâlâ tarafından bazı tıbbî prensip ve
bilgilerin öğretildiğinde şüphe yoktur. Kendisine öğretilen söz konusu temel prensipler,
vahy-i gayri metlüv tabir edilen vahiy türü içinde değerlendirilmektedir. Bunu birkaç
örnek üzerinden delillendirmek istiyoruz:
Yahudi âlimlerinden biri, çocuğun nasıl meydana geldiğini ve cinsiyetini belirle-
yen faktörleri sorduğunda Resû-lullah (a.s.) onun sorusuna cevap vermiş, bunun
üzerine yahudi, “Vallahi doğru söyledin, sen hakiki bir peygambersin” itirafında bulun-
muştur. Resûl-i Ekrem orada hazır bulunan ashâbına “Ben onun sorduklarının cevabını
bilmiyordum, o anda bana Allah Teâlâ bildirdi” buyurmuştur. Keza anne rahminde
çocuğun ne zaman canlandığına ve ona kaç günlükken ruh üflendiğine dair hadisler,
mirac gecesinde görüştüğü meleklerin kendisine ve ümmetine kan aldırmayı (hacamat)
tavsiye etmeleri ve Cebrail’in misvak kullanmayı salık vermesi gibi hususlar bu katego-
ride değerlendirilebilir. Aynı şekilde mikrobun bilinmediği bir çağda karasineğin bir
kanadında zehir, diğer kanadında panzehir olduğuna işaret eden hadis, ayrıca “ Sa-
kallarınızı hilalleyiniz (parmaklarınızla suyu içine temas ettiriniz), tırnakların kısaltınız,
zira şeytan tırnaklarınızın arasında barınır” hadisi ile mikrobun o günün insanına daha
kolay yoldan anlatabilmek için şeytana benzetilerek anlatılması son derece önemlidir.
Ayrıca hadislerde veba olan yere girilmemesi, veba olan yerden de çıkılmaması emri,
sağlıklı develerin hasta devenin yanına yaklaştırılmasının yasaklanması bulaşıcı has-
talıklara karşı karantina uygulamasına delalet etmektedir. Bütün bunların ümmi bir
peygamberin vahiy olmaksızın kendiliğinden bilemeyeceği tıbbî hususlardan olduğunu
düşünüyoruz.
Bu sebeple tıbb-ı nebevînin vahiy kaynaklı olduğunu savunan Mahmûd Nazım
Nesimî, bu görüşüne delil aldığı hususlardan biri, “Mantar ekip dikmeden Allah’ın
kudreti ile kendiliğinden yetişir; suyu (bazı) göz hastalığına şifadır” rivayetidir. O,
İslam’dan önce Arapların mantarın bu hassasını bilmediklerini, ayrıca Yunan tıbbında
mantarın bazı göz hastalıklarını tedavide kullanılmadığını belirterek dolayısıyla bu
52
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
bilginin ilâhî kaynaklı olduğunu, zira Hz. Peygamber’in kendiliğinden böyle bir şeyi
bilmesinin mümkün olamayacağını vurgular.
Ancak burada dikkat çekmemiz gereken birkaç husus bulunmaktadır: Bunlardan
ilki, göz hastalıklarının çeşitlerinin ve sebeplerinin tam olarak tanınmadığı ve tıbbın
fazla gelişmediği bir çağda mantardan yararlanıldığıdır. Unutulmaması gereken ikinci
husus, mantarın hangi türünün ne tür bir göz hastalığına şifa olduğudur. Diğeri ise aynı
sonucun her hastada gerçekleşip gerçekleşmediğidir. Bizim burada verdiğimiz
örnekler, ihtisas alanlarının alabildiğine geliştiği çağımızda, göz hastalıklarını mantarla
tedaviyi teklif etmek değil, o günün şartları altında Arap kültüründe ve Eski Yunan’dan
gelip (Galenik tıp) Bizans ve İran’la devam eden dönemin tıbbında bilinmeyen ve
kullanılmayan bazı uygulamaların ilahî kaynağa dayanmış olabileceğine vurgudan
ibarettir.
Hadislerde “İki şifaya sarılınız: Bunlar bal ve Kur’an’dır” buyurulmuştur. Bal; be-
denî, Kur’an ise özellikle kalbî ve rûhî bir şifadır. Resûl-i Ekrem’in karnı ağrıyan kimse-
ye âyetlerde şifa diye övülen bal şerbetinin içirilmesini tavsiye etmesi dikkat çekicidir.
Bununla birlikte İbn Hacer, kişinin iman derecesine göre tıbb-ı nebevînin tesirinin deği-
şebileceğini vurgular. Ona göre Kur’an, temiz kalplere fayda verdiği gibi tıbb-ı nebevî de
temiz bedenlere faydalıdır. Mantarla ilgili olarak yaptığımız değerlendirmeler, bal için
de geçerlidir. Karın ağrısı çok genel bir ifadedir. Hâlbuki dâhiliye ve gastroloji uzmanla-
rının sahası olan bu konuda, karındaki ağrının ne tür bir ağrı olduğu, sebepleri ve belir-
tileri çok yönlü tahlil ve tetkiklerle teşhis edilmeden günümüzde bal şerbeti içilmesini
tavsiye etmek hadisleri doğru anlamamaktır.
Hadis kaynaklarımızda çörekotunun ölüm hariç her derde deva olduğu, acve
hurmasında zehirlenmeye karşı şifa özelliğinin bulunduğu ile ilgili rivayetler de yer
almaktadır. Bununla birlikte çörekotu, ölüm hariç, her derde deva ise ondan başka ilaç
aramamak gerektiği, hâlbuki diğer hadislerde farklı bitki ve ilaçların tavsiye edildiği
şeklinde itiraz gelebilir. Bu hadisin çörekotunda pek çok faydanın bulunduğunu müba-
lağa yoluyla ifade şeklinde anlaşılmalıdır. Konuyla ilgili hadislerde geçen acve hurması-
nın zehirlenmeye karşı etkili olduğu yönündeki hadisleri âlimler:
a. Bunun sırf acve hurmasının özelliğinden değil Resûlullah’ın duasının bereketi
sebebiyle olduğu,
b. Bu hassanın her zaman için geçerli olduğu ya da
c. Peygamberimiz (a.s.) zamanına ve Medine’ye has olduğu şeklinde üç farklı
görüş ileri sürmüşlerdir.
En isabetli yol, peşin kabul veya reddetmek yerine, bunun geçerliliğinin tıbbî
deneylerle test edilmesidir. Bu sebeple tıbbî hadisleri değerlendiren Hattâbî (ö.
388/988), tedavinin şahsiliğini, tavsiye edilen bitki ve ilaçların herkes için geçerli
(umumi) olmayabileceğini belirterek Allah Resûlü’nün herhangi bir şahsa tavsiye ettiği
ilaç ya da duanın başka biri için aynı etkiyi sağlamayabileceğini ifade eder.
b. Vahye dayanmayan sünnet ve beşerî tecrübe
ba. Kıyaslama
Hadis kaynaklarımızda Hz. Peygamber’in kendi dönemindeki bazı milletlerin uy-
gulamalarına bakarak bazı tıbbî tavsiye ve yasaklamalarda bulunduğunu, tıpla ilgili bazı
görüş ve tavsiyelerini tashih ettiğini gösteren rivayetler mevcuttur. Buna bir örnek
vermekle yetineceğiz. Resûl-i Ekrem, kocanın, çocuğuna süt emziren eşiyle cinsî müna-
sebette bulunmasının (gayle) çocuğa zarar vereceği düşüncesiyle bu fiili yasaklamak
istemiş, ancak Rumlar ve İranlılar böyle yaptıkları hâlde bunun çocuklarına zararının
53
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
olmadığına dair daha önceki bir duyumunu hatırlayarak mezkûr fiili yasaklamaktan
vazgeçmiştir. Bu durum tıbb-ı nebevînin bir kısmının vahye değil kıyaslamaya ve tec-
rübeye dayandığını ortaya koymaktadır.
bb. Nebevî tecrübe ve kültürel miras
Yaşadığı toplumda bilinen ve çeşitli hastalıklar için kullanılan bazı bitki ve yiye-
cekleri tedavi maksatlı olarak Resûl-i Ekrem’in ümmetine tavsiye ettiğini, bu noktada
kendi tecrübelerinden de yararlandığını görüyoruz. Meselâ karın şişliği rahatsızlığı
sebebiyle müshil olarak sütleğen kullanan eşi Ümmü Seleme’ye (r.a.), tabiatı zehirli
olan sütleğen yerine zararsız bitkilerden sinameki ve sennûttan yararlanmasını tavsiye
etmesi, Allah Resûlü’nün fetaneti ve tecrübesiyle bazı bitkilerin özelliklerini bildiğini
göstermektedir.
Resûl-i Ekrem Arap toplumunun kültürel mirasından da istifade etmiştir. Arapla-
rın Rumlar ve İranlılarla temasları bulunmaktaydı. Eski Yunan’a ve kadîm medeniyetle-
re dayanan, eğitimle öğrenilen bir tıp müktesebatının varlığı inkâr edilemez. Öyle ki
Araplar arasında Kuzey İran’daki Cundişapur Tıp Okulu- nda eğitim görmüş Sakif kabi-
lesinden Hâris b. Kelede ve oğlu Nadr b. Hâris gibi bazı tabipler bulunmaktaydı. Allah
Resû lü’nün bunlardan istifade etmiş olması ihtimal dâhilindedir.
Hz. Peygamber tıp konusunda gayr-i müslim tecrübeden ve uzmanlardan da ya-
rarlanılmasını tavsiye etmiştir. Nitekim onun kalp rahatsızlığına düçar olmuş bazı has-
taları, yukarıda bahsi geçen ve dönemin önde gelen hekimlerinden Hâris b. Kelede’ye
gönderdiğini biliyoruz. Allah Resûlü’nin yukarıda değindiğimiz gayle hakkındaki açık-
laması buna diğer bir örnek olarak gösterilebilir. Bu sebeple Hattâbî (ö. 388/988) ve
İbn Hacer (ö. 852/1449) eğitimle öğrenilen ve geleneksel tıp müktesebatını dikkate
alarak tıbb-ı nebevîyi, tıbb-ı kıyâsî ve tıbb-i tecrübî diye ikiye ayırmışlar; ilkine dünya-
nın çeşitli yerlerinde uygulanan Yunan tıbbını, diğerine de Peygamberimizin yaşadığı
dönemdeki Hind ve Arapların uygulayageldikleri tıbbı misâl vermişlerdir.
İbn Hacer, tıbbı “bedenle ilgili” ve “kalple ilgili” olmak üzere, aynı şekilde iki grup-
ta değerlendirir. Bedenle ilgili olan tıp, bu konuda Resûlullah’tan ve diğerlerinden nak-
ledilen bilgiler olup bunların çoğu tecrübeye dayanır. Kalple ilgili olan ise Allah Re-
sulü’nün din konusunda Allah’tan aldığı vahiylerdir. O, tıbb-ı nebevînin [bir kısmının]
vahye müstenit olduğunu, diğerlerinin ise hisse ve tecrübeye dayandığını belirtir.
Diğer yandan Resûl-i Ekrem, içinde yaşadığı toplumun tecrübesinden
yararlanmışsa da bazı uygulamalarını benimsememiş, bazı tıbbî uygulamaları da tashih
etmiştir. Meselâ Araplar bademcik iltihabında şişliği sıkarak tedavi etmeye çalışırlardı.
Resûl-i Ekrem bunun yerine ûdu’l-hindî (topalak otu) isimli bitkinin suyunun buruna
damlatılmasını tavsiye etmiştir. Ayrıca o, alkol içeren ilaçların tedavi amaçlı olarak
içilmesini yasaklamıştır.
Allah Resûlü, bazı tıbbî uygulamaların doğrusunu göstererek yapılmasına
müsaade etmiştir. Câhiliye döneminde olduğu gibi kendi zamanında da telkin (nefes)
yoluyla hastalar tedavi edilirdi. Ancak Câhiliye inancı gereği şifa, Allah’tan gayrı
varlıklardan umulur yahut uygulanan yöntemin mutlak şifa vereceğine inanılırdı.
Resûlullah, okunan dua ve hastaya sarf edilen sözlerin küfür ve şirk unsurları taşıma-
ması kaydıyla bu tür tedaviye izin vermiş, dolayısıyla söz konusu uygulama sünnet
tarafından tashih ve ibka edilmiştir.
54
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
değiliz. Ancak şu kadarını belirtelim ki meselenin özü, sünnetin kaç kategoride değer-
lendirildiği ve tıbb-ı nebevînin bunlar içinde nerede yer aldığıdır. Daha kolay anlaşıl-
ması bakımından bu konudaki farklı görüşlere ve tartışmalara kısaca değineceğiz.
Bazı âlimlere göre Allah Resûlü- nün tıpla ilgili açıklamaları, sıradan tavsiyeler
olmayıp bazısı vahiyle kendisine bildirildiğinden ümmet için önem arz etmektedir.
Nitekim Hattâbî’ye göre, Allah Resûlü’nün tedavi maksatlı zikrettiği metotların çoğu,
vahye değil tecrübî kısma dayansa da Hz. Peygamber’e has, vahiy kapsamına girip ta-
biplerin idrakinin üstünde olan tıp bilgisi de vardır. Vahye dayalı olan tedavi şekli; dua,
Allah’a sığınma ve rukye şeklinde ortaya çıkar.
a. Tıbb-ı nebevînin ilahî kaynaklı ve bağlayıcı olduğunu savunanlar
Tıbb-ı nebevînin kaynağı konusunda İslâm âlimleri üç farklı görüş ileri
sürmüşlerdir: Bunlar; tıbb-ı nebevînin ilahî kaynaklı olduğu, onun vahiy unsuru
taşımadığı, bir kısımının vahye istinat ettiğidir.
Sünnetin vahiy kaynaklı olduğunu savunanlar, ondan bir cüz olan tıbb-ı nebevîyi
de -ister metlüv isterse gayr-i metlüv olsun- vahye dayandırmış olmaktadırlar. Tıbb-ı
nebevî özelinde onun kaynağı problemi ile ilgili olarak âlimlerin görüşlerini değer-
lendirdiğimizde ilk görüşü savunanların başında İbn Kayyım el-Cevziyye’nin (ö.
751/1350) geldiğini görürüz. Öyle ki o, tıpla Hz. Peygamber’in getirdiği vahyin
münasebeti olmadığını iddia edenleri vahyi ve Hz. Peygamber’in görevini anlamamakla
ve böylelerinin onun getirdiği emir ve yasakları idrak etmede yetersiz olduklarını ileri
sürer.
Bazı çağdaş âlimler de bu görüşü benimsemişlerdir. Meselâ Mahmûd Nazım Nes-
imî ve Canan, “Tıbb-ı nebevînin kaynağı Kur’an ve sünnettir” diyerek kanaatlerini
yansıtırlar. Nesimî, bu görüşüne Yunan tıbbında ve Araplarda bilinmeyen bazı tedavi
yollarının Hz. Peygamber tarafından uygulanmasını delil olarak gösterir.
b. Bağlayıcı olmadığını savunanlar
İslâm âlimleri içinde, Hz. Peygamber’in (a.s.) asıl görevinin dini tebliğ ve tatbik
olduğunu savunarak, hayatın diğer alanlarına dair uygulamalarının onun yaşadığı
coğrafya ve içinde yetiştiği kültürle yakın alâkasından hareketle, bunların dinî
bağlayıcılığının bulunmadığı görüşünü benimseyenler bulunmaktadır. Bunlar, Hz.
Peygamber’in ismet sıfatı ile bazı içtihatlarında yanılmasının arasını bağdaştırabilmek
için sünneti, dinî ve dünyevî şeklinde ikiye ayırarak problemi çözmeye çalışmışlardır.
Tespit edilebildiği kadarıyla İslâm tarihinde ilk defa tıbb-ı nebevînin bağlayıcı
olmadığını iddia edenlerin başında Mu’tezile kelamcıları gelmektedir. Onlar, Resûl-i
Ekrem’in hastaları tedavi etmesinin peygamberliğiyle ilgisi bulunmadığını, hekimlerin
tedavi yöntemlerinde olduğu gibi, Hz. Peygamber’in yaptığı tedavilerde de şifanın
“ilaçların tesiriyle” ortaya çıktığını ileri sürmüşlerdir.
İbn Haldun (ö. 808/1406) da tıbb-ı nebevînin nübüvvetle ilgisinin bulunmadığını
iddia eden âlimlerdendir. O, tıbb-ı nebevî ile ilgili olarak şu değerlendirmede bulunur:
“İslâm şeriatı zâhir olduktan sonra nakil ve rivayet edilen tıp, Arapların âdetleri
kabilindendir. Allah Resûlü-nden tıbba dair rivayet edilen sözler, Araplar arasında mu-
tat olan tıbba aittir. Hz. Peygamber’in hâllerinden bahsedilirken, onun tıpla ilgili bazı
hâlleri nakledilmişse de bunlar bir âdet ve tabiî hâller cümlesinden olup
Peygamber’den nakledilen meşru işler ve ameller kabilinden değildir. Çünkü Hz.
Peygamber ilâhî olan şeriat hükümlerini bildirmek üzere gönderilmiş, tıbbı ve başka
âdetleri anlatmak için gelmemiştir. Nitekim hurma tozlaştırma (aşılama) meselesinde
Allah Resûlü’nün ashâbına ‘Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz’ buyurması
55
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
buna işaret eder.” Ayrıca İbn Haldun, hastaların iyileşmesinde psikolojik durumun da
rolünü dikkate alarak bazı hastaların Hz. Peygamber’in tıbbî tavsiyeleriyle iyileşmesin-
in psikolojik sebeplerle olabileceğini ifade etmiştir. Karnı ağrıyan kişi bal şerbetini ina-
narak içtiği için tesirini görmüştür.
Şah Veliyyullah ed-Dihlevî (ö.1176/ 1762) de sünneti, “risalet görevini tebliğ ka-
bilinden olan sünnet”, “risalet görevini tebliğ kabilinden olmayan sünnet” şeklinde ikiye
ayırmaktadır. Dihlevî’ye göre tıpla ilgili ve ibadet niyeti olmaksızın âdet kabilinden olan
hadislerle, folklor türünden olup ümmetinin anlattığı şeyleri Resûlullah’ın zikretmesi
ayrıca Resûlullah’ın o güne has bazı cüz’i maslahatın teminine yönelik ve devlet başkanı
sıfatıyla yaptığı bazı tasarruflar, “risâlet görevini tebliğ kabilinden olmayan sünnet”e
girmektedir. O, bu saydıklarımızın ümmeti bağlayıcı olmadığını belirtir.
Fazlur Rahman da tıbbın kaynağı ve oluşum sebepleri hakkındaki üç farklı görüşü
zikrettikten sonra kendi kanaatini ifade etmiştir. O, tıbba dair hadislerin birçoğunun
Resûl-i Ekrem’in söz ve fiileri çerçevesinde müteakip nesiller tarafından yapılan
yorumlar olup bunların kendisine sonradan izafe edildiğini ve tıbbı mânevileştirme ve
ona kıymet kazandırmanın amaçlandığını ileri sürmüştür.
Çağdaş âlimlerden Yusuf el-Karadavî’ye göre kan aldırmak, çörekotu ve sürme
kullanmak gibi tıp hadislerini uygulamak sünnet değildir. Ona göre nebevî tıbbın ruhu
yani amacı önemlidir. Nebevî tıbbın ruhu da insan sağlığına önem vermek, tedavi olmak
ve hastalıklardan korunma gibi hususlardır.
Netice itibariyle her şeyden evvel Hz. Peygamber’in görevleri değerlendirilirken
gündeme getirilen dinî-dünyevî ayrımı, oldukça problemli, sübjektif ve sınırlarının be-
lirlenmesi hayli zor bir konudur. Tıbb-ı nebevî de dâhil siyaset, hukuk, ekonomi, sosyal
kurumlar, sağlık ve eğitim gibi alanlar dünyevî gibi görünse de biz Allah Resulü’nün bu
sahaya giren söz ve davranışlarının da dine dâhil olduğu kanaatindeyiz. Resûlullah’ın
birebir uygulamalarından, araçlardan ziyade amacın önemli olduğunu, sağlığın kıyme-
tini bilip hastalıklardan korunmak (tıbb-ı vikâî), tedaviye başvurmak (tıbb-ı şifâhî) gibi
unsurların tıbb-ı nebevînin özünü teşkil ettğini düşünüyoruz. Efendimizin tıbbî bazı
uygulamaları, onun “dine dair öğretileri” anlamındaki uyulması hidayet, terki dalalet
olan sünen-i hüdâ olmasa da uyulması güzel, terki mübah olan zevâid sünnet şeklinde
değerlendirilebilir.
56
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Tıbb-ı nebevînin diğer tıplardan başka bir farkı ise onun kapsamıdır. O, sadece
hastalıklarla değil kişinin aile hayatı, akraba ilişkileri, toplum içindeki davranışları, ye-
mesi, içmesi, giyimi, uykusu ve cinsî hayatı gibi hayatın her alanı ile ilgilenir. Resûl-i
Ekrem’in tedaviden önce koruyucu hekimliğe yoğunlaştığı söylenebilir. Yukarıda da
vurgulandığı gibi, helal ve temiz gıdalarla dengeli beslenme, perhiz, az yemeyi tercih
edip mideyi tıka basa doldurmayıp üçte birinin yemek, üçte birinin su, geri kalanın ise
boş kalması ve zararlı şeylerden kaçınma, nebevî tıbbın temel karakteristiklerindendir.
Bu hususlar bugünkü tıpta da tavsiye edilmektedir.
Bu esaslar çerçevesinde tıbb-ı nebevînin temel özellikleri şu şekilde sıralanabilir:
a. Hastalığı da şifayı da yaratanın Allah Teâlâ olduğu,
b. Koruyucu hekimlik (et-Tıbbu’n-vikâî),
c. Temiz ve helal gıdalarla beslenme,
d. Dengeli beslenme ve perhiz,
e. Ölüm hariç her hastalığın şifasının olduğu ve çaresinin aranması gerektiği,
f. Tedavi olmanın zarureti,
g. Maddî hastalıkların yanında psikolojik rahatsızlıklar ve sihrin de tıbb-ı ne-
bevînin ilgi alanı içinde olduğu,
h. Bazı bitki, yiyecek ve içeceklerde şifa özelliğinin bulunduğu,
i. Haramda şifa aramayı yasaklaması,
j. Alanında mütahassıs olan kişiler eliyle tedavi olmak gerektiği
k. Ehil olmayan kişilerin, verdikleri zararı tazmin edecekleri (hasta hakları),
l. Dua ve tedavi ile iyileşmenin de kader içinde mütalaa edilmesi gerektiği,
m. Resûl-i Ekrem’in kendi yaşadığı dönemin imkânlarına göre tavsiyelerde
bulunduğu,
n. Onun çağları aşan tıbbî tavsiyelerinin de mevcudiyeti,
o. Tıpta tedavi ve şifa imkânlarının maddi vasıtalarla sınırlı olmadığı,
p. Hastalıklara karşı duanın gücünden yararlanılması ve Kur’an’ın şifa niyetiyle
okunabileceği,
r.Şifa bulmak için uygulanan beşerî yöntem ve kullanılan maddelere kişinin mut-
lak kudret atfetmemesi gerektiği,
s.Hz. Peygamber’in tıbbı ve tedaviyi gizemli, sihirsel ve büyüsel alandan çıkarıp
herkese ve akla açık hâle getirmek suretiyle rasyonelleştirdiği.
Sonuç
Tıbbî hadislerin vahiy ürünü olup olmadığı meselesi, sünnet-vahiy ilişkisi
temelinde, ulemâ arasında tartışmalıdır. Sünnetin vahiy mahsülü olup olmadığına ya da
ne ölçüde vahye dayandığına dair tartışmalarda olduğu gibi, tıbb-ı nebevînin de kaynağı
tartışılmış ve tıbbî hadislerin vahiy ürünü olduğu, hiçbirinin vahye dayanmadığı ve bir
kısmının vahye istinat ettiği şeklinde “üç farklı görüş” ortaya çıkmıştır.
Tıbb-ı nebevî konusunda asla göz ardı edilmemesi gereken husus, peygamber-
lerin asıl görevinin dini tebliğ ve ümmetlerini irşad ve şeriatı tatbik etmek olduğudur.
Ancak bu durum, dinin tam olarak yaşanabilmesi için temel şartlardan biri sağlık
57
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
olduğundan, diğer peygamberler gibi Resûl-i Ekrem’in de ümmetinin sağlığı ile yakın-
dan ilgilenmesine mani değildir. Bu sebeple tıbbın ilkeleri ile bazı tedavi usullerinin ve
bazı bitkilerin hassalarının farklı bir vahiy türü ile (gayr-i metlüv vahiy) Hz.
Peygamber’e bildirildiğine, geçmiş bazı peygamberlerin de aynı mazhariyete erdiğine
dair rivayetler vardır.
Bu çalışmamız bize, tıbb-ı nebevînin birtakım evrensel prensipler getirdiğini, söz
konusu prensiplerin “temelde” Kur’an’a ve sünnetin belli bir kısmını oluşturan gayr-i
metlüv vahiy türüne dayandığını göstermiştir. Allah Resûlü’nün mezkûr evrensel pren-
siplerin dışındaki sağlıkla ilgili tavsiye ve uygulamaları, büyük ölçüde kendi görüş,
kıyas ve tecrübelerinin yanında, zamanının çevre kültürlerinin ve içinde yaşadığı mu-
hitin tıbbî birikim ve tecrübesine de dayanmaktadır. Bu, meselenin teorik ve tespiti
yönüdür.
Ancak bu noktada bazı problemler vardır:
a. Tanım ve kapsamı ile alâkalı olarak tıbb-ı nebevîden evrensel ilkeleri mi anla-
malıyız, yoksa yerel ve tarihsel uygulamaları mı?
b. Tıpla ilgili olarak nakledilen rivayetlerin sübutü ve sıhhati,
c. Evrensel olanlarının tespitine bağlı olarak bağlayıcı olan ve olmayanların belir-
lenmesi,
d. Tıbbî tavsiyelerin her insan üzerinde aynı etkiyi gösterip göstermediğidir.
Kanaatimizce tıbb-ı nebevînin yerel ve tarihsel uygulamalardan ziyade sağlıkla
ilgili olarak Resûl-i Ekrem’in koymuş olduğu “evrensel prensipler” olarak anlaşılması,
ancak bu kısmının bağlayıcılık niteliği taşıdığı görüşü daha isabetlidir. Nitekim tıbb-ı
nebevî ile ilgili hadislerin bir kısmının vahiy ürünü, bir kısmının Arapların ve çevre
kültürlerin bu konudaki bilgi ve tecrübelerinden yararlanarak Resûl-i Ekrem’in bunlara
kendi tecrübelerini de katarak yaptığı tavsiyelere dayandığı, İslâm âlimlerinin çoğun-
luğunun benimsediği görüştür. Hadislerde Allah Resûlü’nden gelen açık ifadeler yoksa
tıbb-ı nebevîye dair hadis ve uygulamaların (sünnet) vahiy ürünü olup olmadığı, ancak
onların taşıması gereken özellikleri değerlendirerek anlaşılabilir. Bu temel özellikler
kısaca, “Kur’ân’ın ve sünnetin ana ilkeleriyle bağdaşma, ayrıca tıbbın genel ilkeleriyle
uyum içinde olma” şeklinde özetlenebilir.
Tıbb-ı nebevînin özü, Allah’ın devası olmayan hastalık yaratmadığı, her şey ilâhî
takdirle olsa da tedbir almanın, kendimizi tehlikeye atmamanın ve sağlığı korumanın,
hastalığa yakalandığında tedavi olmanın da Allah’ın emri ve kaderi cümlesinden
olduğudur. Nitekim her derdin devasının yaratıldığına dair hadiste doktorları ve ilgili
diğer uzmanları hastalıkların çaresini bulmaya ve bu hususta çaba sarf etmeye teşvik
vardır. Tıbb-ı nebevînin önemli yönlerinden biri dua, rukye gibi uygulamalardır;
diğerleri insanlık tecrübeleriyle de bulabilir.
Burada dikkat çekeceğimiz diğer bir husus, konumuzla ilgili olarak günümüz
tıbbının tespitlerine aykırı olan hadislerin ya da sahih hadislere zıt olan tıbbî bulguların
yanlış olabileceğinin gözden kaçırılmamasıdır. Zira pozitif ilimlerde de mutlak doğru
yoktur. Bugün doğru diye kabul edilen bir husus, daha sonra yapılan derin araştırma-
larla değişebilmektedir. Bu sebeple tıbba dair bazı rivayetlerin en azından ihtiyatla
karşılanması, onları kesin olarak reddetmeden, belki ileride uygulanması gerekebilir
diyerek tevakkuf etmek daha uygun bir tavır olacaktır.
Ayrıca Hz. Peygamber’in sağlığa dair koymuş olduğu evrensel ilkelerde değil, uy-
gulamalarında ve tavsiye ettiği bazı tedavi usulleri konusunda ihtiyatlı davranılmalıdır.
Çünkü tıbb-ı nebevîye dair bir dizi çalışma yapmadan bu konudaki tavsiyelerin Hz. Pey-
58
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
gamber dönemine mahsus olduğunu iddia etmek ve bu konudaki hadisleri hemen zayıf
ve mevzu gibi peşin değerlendirmelerle göz ardı etmek, ilmî ve isabetli bir tutum değil-
dir. Önce tıpla ilgili rivayetlerin sahih olanlarının tespit edilmesi, ardından bunların
geçerliliğinin tıp, mikrobiyoloji, eczacılık, farmakoloji, ilahiyat gibi bilim dallarının uz-
manlarının “müşterek çalışması” ve yapılacak deneylerle test edilip doğrulanması, ev-
rensel ve bilimsel parametreler ile test edilmesi, buradan alınacak neticelere göre ha-
reket edilmesi en isabetli yol olarak gözükmektedir.
Son söz olarak Hz. Peygamber’in “resûl” yönünün yanında “beşer” yönünün de
dikkate alınması zaruridir. Bununla birlikte “vahiy alan bir beşer” olarak vahyin kontro-
lü altında bulunan ve ümmete model olarak gösterilen Allah Resûlü, tıp konusunda da
ümmetine rehberlik etmiştir. Ancak tıbb-ı nebevî ile ilgili daha fazla ve müşterek ilmî
çalışmalar yapılmasına ihtiyaç vardır.
Kaynakça
Albayrak, Halis, Kur’an’da İnsan-Gayb İlişkisi, İstanbul 1993.
Âmirî, Ebu’l-Hasen Muhammed b. Yûsuf, Kitâbu’l-ilâm bi menâkıbı’l-İslâm (nşr. A.
Abdulhamid Gurâb), Kahire 1967.
Atmaca, Veli, Hadislerde Rukye, Rağbet Yayınları, İstanbul 2010.
------------, “Tedavi ve İnanç Meselesine Dair Hadisler Çerçevesinde Tıbb-ı Ne-
bevî’nin İnanç Boyutu Üzerine”, Hadis Tetkikleri Dergisi, IX: 2, 2011.
Aynî, Ebû Muhammed Bedreddin Mahmûd b. Ahmed b. Musa el-Hanefî (ö.
855/1451), Umdetü’l-kâri şerhu Sahîhi’l-Buhârî, İdâretü’t-tıbâati’l-müniriyye, Kahire ty.
Browne, Edward G., İslam Tıbbı (çev. Enise Anaş), İnkilap, İstanbul 2012.
Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (ö.256/870), Sahîh-i Buhârî, (el-
Kütübü's-sitte ve şürûhuhâ içinde) Dâru Sahnun, Tunus; Çağrı Yayınları, İstanbul
1413/1992.
Canan, İbrahim, Hz. Peygamber’in Sünnetinde Tıp, Akçağ Yayınları, Ankara 1995.
------------, Kütüb-i Sitte: Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, Ankara, t.y.
Denizkuşları, Mahmut, Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîslerde Tıp, İstanbul 1996.
Dihlevî, Ebû Abdilazîz Kutbüddîn Şah Veliyyullah Ahmed b. Abdirrahîm b.
Vecîhiddîn ed-Dihlevî el-Fârûkî (ö.1176/1762) (çev. Mehmet Erdoğan), Huccetullâhi’l-
bâliga, İstanbul 1994.
Ebû Dâvud, Süleyman b. Eş´as b. İshak el-Ezdî es-Sicistânî (ö. 275/889), Sünenüi
Ebî Dâvud (el-Kütübü's-sitte ve şürûhuhâ içinde) Dâru Sahnun, Tunus; Çağrı Yayınları,
İstanbul 1413/1992.
Elgood, C. A Medical Hstory of Persia and the Eastern Caliphate, Cambridge Uni-
versity Press, Cambridge 1951.
Fazlur Rahman, İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıb (çev. Adnan Bülent Baloğlu, Adil
Çiftçi), Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1977.
Gazzâlî, Ebû Hamîd Hüccetü’l-İslâm Muhammed b. Muhammed (ö. 505/1111), el-
Müstesfâ min ilmi’l-usûl (dirâse ve tahkîk Hamza b. Züheyr Hafız), eş-Şeriketü’l-
Medineti’l-Münevvere li’t-tıbâa ve’n-neşr, Cidde t.y.
Genç, Mustafa, Sünnet Vahiy İlişkisi, Kitabi Yayınevi, İstanbul 2009.
Görmez, Mehmet, Hadis İlminin Temel Meseleleri, Otto, Ankara 2014.
59
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
60
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
61
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
62
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
63
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
64
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
İnsanları yaratan, çeşitli nimetlerle donatan, onlardan dünya hayatında ilahi ira-
deye uygun bir hayat sürmelerini isteyen Allah, onların bu sorumluluklarını yerine ge-
tirebilmelerine rehberlik edip yol göstermek üzere peygamberleri görevlendirmiştir.
Peygamberlerin asli ve öncelikli görevi, Allah’ın kendilerine vahyettiği ilahi emirleri,
ilkeleri insanlara tebliğ etmek, onların anlayabileceği şekilde açıklamak ve bunların
nasıl hayata geçirilebileceğini yaşayarak göstermektir. Hz. Muhammed (s) de, bu görevi
ifa etmek üzere görevlendirilen son peygamberdir.
Hz. Peygamber (s), bu görevlerini yerine getirirken, bir taraftan kendisine bahşe-
dilen ilimden istifade etmiş, diğer taraftan ilahi iradenin belirlediği ana ilkeler
çerçevesinde bir hayat tarzını ortaya koymanın mücadelesini vermiştir. Bu noktada
onun görevlerini yaparken dile getirdiği sözlerinin ve ortaya koyduğu uygulamalarının
tamamı ilahî kaynaklı bilgiler midir? Yoksa bunda kendi tecrübelerinin, yaşadığı toplu-
mun birikiminin etkisi var mıdır? Özellikle insanların kulluk görevleri ile doğrudan
ilgili olmayan alanlarda onun söylediklerinin kaynağı nedir? Mesela onun ziraat veya
sağlık alanı ile ilgili söylediklerinin kaynağı vahiy midir? Bunların bir kısmı veya tama-
mı, o dönemin beşeri tecrübesine dayanan bilgiler midir? Bu durum geçmişte olduğu
gibi günümüzde de tartışılmaktadır.
Bu çerçevede üzerinde durulması gereken bir diğer konu, Tıbb-ı Nebevî hadisle-
rinin kapsam alanı nedir? Günümüz tıp verileri ile mukayese edildiğinde neleri kapsa-
maktadır? Onların bugünün şartlarında pratize edilmesi ne ölçüde mümkündür? Bun-
ların açıklığa kavuşturulması, bu rivayetleri okuyan günümüz insanının aklına gele-
bilecek soruların bir kısmına cevap teşkil edecektir.
gönderdi.” “Doğrusu biz seni, gerçekle, şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik” “Biz
Rasulleri, sadece müjdeleyici ve uyarıcılar olarak göndeririz”şeklindeki ayetlere dikkat
ettiğimizde, Peygamberlerin asli görevlerinin insanları güzel amellere teşvik etmek ve
salih amel sahiplerini müjdelemek, hata işleyen veya hak yoldan çıkanları uyarıp ikaz
etmek olduğu anlaşılmaktadır. Peygamber algısında ilk dikkat etmemiz gereken husus
budur. Bu çerçevede Peygamberlerin görevlerinin teblîğ, tebyîn, teşrî’ ve temsîl
olduğunda âlimler hemfikirdirler. Kur’an’ı tebliğ eden Peygamber (s) onu açıklamaları
ve pratiğe aktarmasıyla yaşanır bir hayat tarzına dönüştürmüştür. Kur-an’ın ana
hatlarıyla ortaya koyduğu emir ve nehiyleri, Hz. Peygamber’in katkılarıyla pratiğe
aktarılmıştır. Namaz’ın nasıl kılınacağı, Hacc’ın nasıl ifa edileceği, Kur’an’da bulunma-
yan hususlardır. Bunların yaşanması ancak Hz. Peygamber’in uygulamalarına müracaat
ile mümkündür. Söz gelimi, Kur’an’da emredilen zekatın, kimler üzerine farz olduğu,
hangi periyotlar içinde ve hangi tür mal varlığından hangi oranda ödeneceği, hadislerle
açıklığa kavuşturulmuştur. Hz. Peygamber’in bu konuları açıklayan hadisleri, kendine
has görüşleri ve tercihi midir? Bunlar o dönemin Arap toplumunun örfü müdür? Yani
Peygamber (s), zekat esaslarını vahiyden bağımsız olarak mı vaz’ etmiştir. Elbette değil.
Bunlarda vahyin delaleti kaçınılmazdır.
Yine Hz. Peygamber’in gayb, kıyamet ve ahiret ile ilgili Kur’an’da yer olmayan ko-
nulardaki hadislerini de ne Arap örfüyle ne beşerî bilgi ile açıklamak mümkündür. Bun-
ların zorunlu olarak ilahî bilgilendirmeye istinat etmesi gerektiğini kabul etmek duru-
mundayız. “De ki, göklerde ve yerdeki gaybı (görünmeyen şeyleri) Allah’tan başka kimse
bilmez” ayetinde gaybı ancak Allah’ın bileceği vurgulanmıştır. Ancak bir başka ayette
ise, “Gaybı bilen O (Allah’tır). Gaybını kimseye göstermez. Ancak razı olduğu Rasule
gaybını gösterir (bildirir)” buyrulmuştur. Bu ayetten de Allah’ın kullarına muttali
kılmadığı birtakım bilgileri, bazı Peygamberlerine bildirebileceği anlaşılmaktadır. Bu
çerçevede hadislerin belli bir kısmının vahiy kaynaklı olmasının bir zorunluluk olduğu
söylenebilir.
Dinin hükümlerinin ortaya konulmasında bir takım temel hedefler gözetilmekte-
dir. Bunlar, usulcüler tarafından Mekâsıdu’ş-şerîa olarak adlandırılmıştır. Muhammed b.
Tahir İbn Âşûr (1393/1973), mekâsıdu’ş-şerîa-yı, kanun koyucunun hükümleri vaz’
ederken gözettiği, amaç edindiği hedef ve gerekçeler şeklinde tanımlamıştır. Burada
dinden bahsedildiğine göre kanun koyucu, Allah ve onun çizdiği çerçeve içinde
Rasulullah’tır. Onların hüküm koyarken gözettiği hedef ve amaç ise İslam dininin
hükümleriyle gözetilen amaçlardır.
Mekâsıdu’ş-şerîa’nın üç mertebesi olduğunda usulcüler neredeyse ittifak
halindedirler. Bunlar Zarûriyyât, Hâciyyât ve Tahsîniyyâttır. Şâtıbî (790/1388)
Zarûriyyât’ı, din ve dün-ya işlerinin yürütülmesi kendilerine bağlı olan hususlardır.
Eğer onlar olmazsa, dünya işleri fesada uğrar, kargaşa olur, hayat son bulur, diyerek
tanımlamıştır. Hâciyyât, kendisi olmasa da olabilen, ancak bir genişlik ve kolaylık
sağladığı için ihtiyaç duyulan şeylerdir. Tahsîniyyat ise, zaruret ve hâcet seviyesinde
olmayan, mekarim-i ahlak’a (güzel ahlaka) teşvik gayesini içeren maslahatlardır.
Buradan dinin en öncelikli hedeflerinin, Zarûriyyât olduğunu anlamaktayız. Nite-
kim usulcüler de bunu ed-Zarûrâtü’l-hamse veya el-Usûlü’l-hamse (beş zorunlu ilke)
şeklinde dile getirmişlerdir. Bu beş zorunlu ilke, hedef şunlardır:
Dinin korunması
Canın korunması
Aklın korunması
Neslin korunması
66
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Malın korunması
Dinin gerçekleştirmede öncelikli hedefi olan bu esaslara baktığımızda, üç tanesi-
nin belli ölçüde sağlık ile ilgili olduğunu görmekteyiz. Canın, aklın ve neslin korunması
hedefinin kâmil manada gerçekleştirilmesi, sağlık söz konusu edilmeden mümkün mü-
dür? Bu mümkün olmadığına göre sağlık konusu da dinin üzerinde durması gereken
konular arasındadır, diyebiliriz.
Nitekim Hz. Peygamber (s), tedavi yollarını araştırmayı teşvik etmiştir. Üsame b.
Şerîk’in anlattığına göre çeşitli yerlerden gelen bedeviler, Hz. Peygamber’e tedavi ola-
lım mı diye sorunca, Neb (s): “Tedavî olunuz. Çünkü Allah, şifasını yaratmadığı bir hasta-
lık yaratmamıştır. Ancak bir hastalık müstesna o da, ihtiyarlıktır buyurmuştur.” Hadiste,
her hastalığın bir çaresinin olduğu hatırlatılarak, tıbbî araştırmalar teşvik edilmiş ol-
maktadır.
Rasulullah insanın kendi canına kıymasını men edip yasaklayarak şöyle buyur-
muştur: “Kim bir zehir içerek kendini öldürürse, o kimse cehennem ateşi içinde ebedi ka-
larak dâima o zehiri yutmakla azap görecektir.” Hadisin Müslim rivayetinde bıçakla
kendini öldürerek veya dağ gibi yüksek bir yerden atarak intihar etmesi durumunda da
aynı şekilde azap göreceği bildirilir. Bu hadis çerçevesinden baktığımızda, Hz. Peygam-
ber’in kendiliğinden, intihar edenin cehennemde ebedi zehir içerek azap göreceğini
söylemesi mümkün müdür? Burada söz konusu edilen husus, Kur’an’da açık bir ifade ile
dile getirilmemiştir. Ancak bunu, vahye dayanmayan Nebevî veya beşerî bir beyan ve
tasarruf olarak görmek mümkün değildir. Bu ancak ilahi irade ile ortaya konulabilecek
bir husustur.
Hz. Peygamber (s), "Sakın sizden birini, emrettiğim ya da nehyettiğim bir husus
kendisine ulaşınca koltuğuna yaslanmış bir halde "Benim aklım ermez. Biz Allah'ın Kita-
bında ne bulursak ona uyarız" derken bulmayayım" demiştir. Bu hadis, Kur’an İslam’ı
veya sünnet bağlayıcı değil söylemi ile Hz. Peygamber’in emir ve nehiylerinin hafife
alınmaması gerektiği uyarısını yapmaktadır. Hattabî (388/), “Dikkat edin bana kitap ve
onun bir misli verildi” hadisini şerh ederken bu ifadenin, “metlüv yani tilavet edilen,
zahir olan vahiy gibi tilavet olunmayan batınî bir vahyin daha Peygambere verildiği
anlamına gelebileceğini belirtir. Kitap kapsamında indirilen vahiy, tilavet olunan vahiy-
dir. Onu açıklaması için indirilen vahiyle de Nebi(s), umumi olanı tahsis eder, Kitapta
olmayan yeni hükümler koyar. Bu bilgi de sünnet anlamına gelmektedir.”
Bu durum, tabii ki Hz. Peygamber’in her söylediğinin vahye dayandığı anlamına
gelmez. Nitekim hadis kaynakları şöyle bir olayı nakletmektedirler. Rasulullah (s) Me-
dine’de hurma ağaçlarının üzerine çıkıp tozlanma yoluyla hurmaları döllendirmeye için
çalışan bazı insanlar görür. Onların ne yaptığını sorar. Anlatılınca Nebi (s) bunun bir
faydasının olacağını sanmıyorum der. Onlar da bu işi terk ederler. Ancak o yıl hurma
rekoltesi az olur. Bu, kendisine haber verilince Rasulullah (s): “Ben de ancak bir in-
sanım. Size dininizle ilgili bir şey emredersem onu alıp yapınız. Kendi görüşümle bir şey
söylersem, ben de bir insanım (yanılabilirim)” demiştir. Bir başka rivayete göre ise, “Siz
dünyalık işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz” buyurmuştur. Nebi (s)’in bu ifadelerinden,
onun din ile ilgili olmayan mesleki ihtisasa dayanan konulardaki beyanlarının dinî
bağlayıcılığının olmadığı anlaşılabilir. Nitekim Nevevî, bu hadisi şerh ederken,
Peygamberin teşri gayesi olmaksızın dünya işleri ile ilgili kendi görüşüne dayanarak
söylediklerinin isabetli olmayabileceğini, bunun da onun için bir eksiklik olmadığını
söylemiştir. Hz. Peygamber, ticaretle meşgul olan Mekke şehrinin çocuğudur. Medine
ise ziraî faaliyetlerin yoğun olarak görüldüğü bir yerdir. Dolayısıyla onun, ziraî konuda
bir birikim sahibi olmaması doğaldır. Ancak Hz. Peygamber’in ziraî üretimle ilgili bu
ifadesi her alanı kapsayacak şekilde teşmil edilmemelidir. Onun yine ziraat alanıyla
67
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ilgili olan ziraî ortakçılık (Müzâraa), ziraî ürünlerin zekatı gibi konulardaki beyanları
elbette fıkhî/hukukî açıdan bağlayıcı bir değer taşımaktadır.
İbn Haldun’a (808/1405) göre de Hz. Peygamber’in bu konudaki sözleri âdetlere
dayanır. Şeriatle ilgili değildir. O bize, şeriatı öğretmek için gönderilmiştir. Tıp ve ben-
zeri konuları öğretmek için değil.
İbn Kayyım el-Cevziyye’ye göre ise Tıb-ı Nebevî’nin kaynağı vahiydir. Ona göre
Peygamberin Tıbbı kesin ve ilahidir. Vahye dayanır. Diğer tıplar ise tahmin, zan ve
tecrübeye dayanmaktadır. Ona göre tam bir iman ile Nebevi tıbba inanan kimseler,
onun faydasını görürler.
Acaba Tıbb-ı Nebevî hadisleri, bir hüküm kaynağı mıdır? Yoksa ümmetin sağlığını
korumayı hedefleyen bir tavsiye konusu mudur?
Buharî Sahîh’inin Tıb bölümünde, ikinci baba, “Erkek kadını, kadın erkeği tedavi
edebilir mi?” başlığını koymuş ve Rubeyyi’ bint Muavviz’den, Rasululah ile gazvelere
çıktıklarını, kendilerinin savaşanlara su dağıtıp hizmet ettiklerini, ölenleri ve yaralıları
Medine’ye taşıdıkları rivayetini aktarmıştır. Onun bab başlığını veriş şeklinden hadisi,
bunun caiz olduğuna delil olarak serdettiğini anlamaktayız.
Rasulullah (s), “Daha önceden tabiplik yaptığı bilinmeyen birisi bir kavme doktor-
luk yapmaya kalkar da hastaya zarar verirse, verdiği zararın bedelini ödemekle
mükelleftir” buyurmuştur. Hasta haklarının korunması açısından hekimlik yapanlara
önemli bir sorumluluk yükleyen bu hadis, aynı zamanda hukuki bir uygulamaya,
tazminata zemin teşkil etmektedir. Dolayısıyla bu hadislerin hukuki bir değer taşıdığı
anlaşılmaktadır. Onun vahye müstenit olması da ihtimal dahilindedir.
Ancak tüm Tıbb-ı Nebevi hadisleri için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Ni-
tekim Şah Veliyullah Dihlevî (1176/1762) Sünnet’i, Risaletin tebliğine yönelik olan
sünnetler ve Risaletin tebliğine yönelik olmayan sünnetler olmak üzere ikiye ayırmıştır.
Ahiret hayatı, melekût âlemi, ibadetlerle ilgili kurallar, ihtiyaçların karşılanması gibi
hususların Risaletin tebliği kapsamında olduğunu ve bunların bir kısmının vahye bir
kısmının da içtihada dayalı olduğunu belirtir. Tıp ile ilgili hadisler, ibadet kastı olmayan
âdet kabilinden davranışları, yargısal kararları gibi hususlardaki beyanlarının Risaletin
beyanı kapsamında olmadığını söyler.
Sahabenin, sağlığı ilgilendiren konularda da Peygamberimizin tavsiyelerine uy-
duklarını görmekteyiz. Nebevî Sünneti, zahiren değil fıkhî derinliği içinde anlamaya
çalışmasıyla tanınan Hz. Ömer'in (r.a) Şam seferi esnasındaki tavrı, bunun önemli
misallerinden sadece biridir. Hz.Ömer’e (r.a) Şam bölgesinde Serğ denilen yerde, ordu
komutanı Ebû Ubeyde (r.a) ve arkadaşlarının Şam'da veba olduğunu haber vermesi
üzerine, önce ilk muhacirleri sonra Ensar’ı toplamış onların ihtilaf etmeleri üzerine,
Kureyş’in ileri gelenleriyle iştişare etmiş ve onların görüş birliği ile dönmesinin uygun
olacağını söylemeleri üzerine Hz. Peygamber (s.a.s)'in "bulaşıcı hastalık olan yere
girmeme ve oradan dışarı çıkmamayı" emreden hadislerine istinaden Şam'a girmemeye
karar vermiştir.
B- Kapsamı
Tıbb-ı Nebevî hadislerini, sağlıkla ilgili uygulamalar açısından genel bir değer-
lendirmeye tabi tuttuğumuzda aşağıdaki hususları kapsadığını görmekteyiz.
1 -Hastanın moralini takviye eden hadisler:
Dinî açıdan Tıbb-ı Nebevî hadislerine bakıldığında şu tür rivayetler karşımıza
çıkmaktadır: Buharî, hastalığın keffaret olması başlığı altında Rasulullah’ın (s) şöyle
68
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
buyurduğunu nakletmektedir: “Kendine isabet edip batan bir dikene varıncaya kadar
Müslümanın başına gelen gam, keder, üzüntü ve eza veren hiçbir şey yoktur ki Allah buna
karşılık onun hatalarını affetmemiş olsun”, “Allah, kimin hakkında hayır dilerse ona musi-
bet verir” Bu rivayetler, öncelikle bir Müslümana her tür sıkıntıya karşı direnme gücü
aşılamaktadır. Hasta olan bir insan önemli ölçüde vücut direncini kaybetmektedir. Buna
bir de moral bozukluğu eklenirse, vücudunun hastalığa dayanması ve tedavisi iyice
zorlaşacaktır. Bu hadislerde başa gelen musibetin hem manevi boyutu, bağışlanmaya
vesile olması vurgulanmakta hem de ona direnme gücü, moralini ayakta tutma psikolo-
jisi kazandırılmaktadır. Karşılaştığı sıkıntılara bakış açısı değişmekte, bunların da bir
hayır vesilesi olabileceği düşüncesi aşılanmaktadır. Hastalığına ek olarak bunların, kötü
bir insan olduğu için kendisinin başına geldiğini düşünmesi onu daha çok yıpratacaktır.
Bu tür hadisler, bu negatif algıyı düzelterek pozitif bir algıya dönüştürmekte ve diren-
cini takviye etmektedir.
Yine bir başka hadiste Müslümanın Müslüman kardeşi üzerindeki hakları arasın-
da “Hasta ziyareti” de yer almaktadır. Hasta ziyaretinin, hasta olanın moralini düzeltip
vücut direncini artırmaya önemli ölçüde katkı sağladığı bilinen bir gerçektir. “Aç olanı
doyurun, hasta olanı ziyaret edin ve esir olanı hürriyetine kavuşturun” hadisini Buharî,
Hasta ziyaretinin vacipliği başlığı altında vermektedir. Yani ona göre bu, bir Müslüma-
nın diğer Müslümana karşı sorumlulukları kapsamında olan bir görevdir. Bu tür hadis-
ler, bir taraftan toplumsal dokuyu güçlendirirken, diğer taraftan sıkıntıya düşenlere,
hastalananlara psikolojik bir destek sağlamaktadır. Günümüzde bazı tabipler, psikolojik
desteğin ve hastanın moralini yüksek tutmanın tedaviye % 25-30 katkı sağladığını dile
getirmektedirler.
2-Hz. Peygamber’in günümüz tıp anlayışına göre hâlâ geçerli olan tavsiyeleri:
Tıbb-ı Nebevî hadislerine günümüz tıp anlayışı çerçevesinden bakıldığında, on-
larla ters düşmeyen bazı uygulamalar görmekteyiz. Tabii ki bunların o günkü imkanlar
çerçevesinde uygulandığı göz ardı edilmemelidir. Bunlardan bazıları şöyle ifade edilebi-
lir:
"Hz. Peygamber (s) ateşli bir kadının su ile serinletilmesini tavsiye etmiştir." Bugün
de tabipler vücut sıcaklığı yükselen kimseler için elbiselerinin hafifletilmesini ve hara-
retin düşmesi için ıslak bez ile koltuk atı ve ayaklarının serinletilmesini önermektedir-
ler.
Uhud Savaşında yaralanan Rasulullah (sav)'in kanının durdurulması için Hz. Ali,
kalkanın içinde su getirdi. Hz. Fatıma O'nun kanını yıkadı, sonra bir hasır yaktı ve onun
külü ile yara kapatıldı." Günümüzde de kan kaybeden bir hasta için hekimler öncelikle
kan kaybını önleyici tedbirler almaktadırlar.
3-Koruyucu hekimlik kapsamındaki bazı hadisleri:
“"Yiyecek ve içeceklerinizin kaplarının ağzını örtünüz (açık bırakmayınız)." Ağzı
açık kalan bir kabın içine girecek zehirli bir böcek ve benzeri zararlı bir haşerat ondan
içenin hastalanmasına hatta ölümüne bile sebep olabilir.
Hz. Peygamber yanına gelen bazı kimseleri uyararak “Size ne oluyor ki, dişleriniz
sararmış olduğu halde yanıma geliyorsunuz. Misvak kullanınız" demiştir. Günümüzdeki
tüm imkanlara rağmen toplumun hâlâ ağız ve diş sağlığına dikkat etmediği bir gerçek-
tir. Bu tavsiyenin, kırk yaşına kadar okuma yazma bilmeyen bir kimse tarafından, bun-
dan ondört asır önce dile getirilmesi son derece dikkat çekicidir.
Tıka basa yemekten men eden Hz. Peygamber, insanı ayakta tutacak dengeli bir
beslenmeyi tavsiye etmekte ve Müslümanlara yemekte midesinin en fazla “üçte birini
yemek için, üçte birini su için, üçte birini de nefes alabilmek için ayırmasını” tavsiye et-
69
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
mektedir. Bu gün ölçüsüz bir şekilde yemek yiyenler, obezite sıkıntısı çekmekte, bazen
bırakın başkasına faydalı olmayı kendi vücudunu taşımaktan aciz kalmaktadırlar. Obe-
zite problemi ile baş edebilmek için de doktor doktor dolaşmaktadırlar. Halbuki, Nebevî
tavsiyeyi gözeten birisi hem sağlığını korur hem de lüzumsuz yere tüketmediği imkan-
ları ile başkalarına yardımcı olma imkanını elde eder. Daha fazla tüketme hırsına
kapılan insanlar da devletler de insanlığın baş belası haline gelmektedirler. Günümüz
Dünyasında en çok tüketen zengin milletlerin gözünün, fakir, aç ve sefil olanların doğal
kaynaklarında ekmeğinde olması, onların insanlık ve medeni olma iddiasıyla tam bir
tezat teşkil etmektedir.
Salgın hastalığın olduğu yerlerde bir önlem olarak devreye konulan karantina uy-
gulamasını Hz. Peygamber’in, bundan 14 önce asır başlatması son derece dikkat çekici
bir durumdur. Nitekim o şöyle buyurmuştur: “Bir yerde veba olduğunu işitirseniz, oraya
girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde veba vukua gelirse, oradan ayrılmayınız” Hz. Peygamber
(s) bir tabip olmadığına göre, bu konudaki bilgisi, tavsiyesi belki vahye müstenit
olabilir.
4- Botanik eczacılığı kapsamındaki tedavi usulleri önerilmiştir.
"Mantar kudret helvası cinsindendir. Suyu göze şifalıdır."
"Mantar (Allah'ın Beni İsrail'e in'am ettiği kudret helvası denen) menn'dendir. Suyu
göz için şifadır. Acve (denen hurma cinsi) cennettendir ve zehire karşı şifadır." Aynı bab-
da, Ebu Hüreyre’nin bu konudaki tecrübesi de nakledilmektedir. O şöyle demiştir: "Ben
üç veya beş veya yedi mantar aldım, onları sıkıp suyunu bir şişeye koydum. Gözü hasta
olan bir cariyeme tatbik ettim. İyileşti." Bunun laboratuvar ortamında tıbbî imkanlarla
incelenmesi gerekir. Hiç incelemeden toptan reddi doğru olmasa gerektir.
Hz. Aişe (ra) ve Cabir b. Abdillah (ra) kanalıyla rivayet edilen bir hadise göre Hz.
Peygamber (s) “Sirke, ne güzel katıktır” buyurmuştur. Bazı rivayetlere göre Hz.
Peygamber (s), Cabir b. Abdillah’ı yanına alıp evine götürmüş ve evde bir yiyecek var
mı diye sormuş, ona evde ekmek ve sirkeden başka bir şey olmadığı - bazı rivayetlere
göre ise bunlara ilaveten hurma da olduğu- belirtilmiş. Hz. Peygamber bunları Cabir’e
de ikram ederek birlikte yemiş ve bu esnada ondan yukarıdaki hadisi varit olmuştur.
Hadisin bir boyutu evde bulunabilen yiyecek bunlar olduğu için, Hz. Peygamber’in ka-
naatkârlık gösterip bunu söylediğini düşünebiliriz. Ancak, yakın dönemde yaşanan
şöyle bir uygulamayı da burada aktarmak isterim. Fakültemizde bir öğretim üyesinin
eşi karaciğer nakli ameliyatı geçirmişti. Bu zorlu ameliyat sebebiyle kontrol altında
tutulması gerektiğinde hemen müdahale edilebilmesi için ilgili öğretim üyemiz eşiyle
bir yıl ameliyatın olduğu İzmir’de kalmıştı. Bu ameliyattan sonra doktorunun ona
tavsiyesi, bundan sonra yiyeceği sebzeleri bir süre sirkeli su içinde beklettikten sonra
tüketmesi olmuştur. Bu tavsiye Hz. Peygamber’in yaşadığı orta çağda Arap
yarımadasında değil, 2000’li yıllarda teknik imkânların tümüyle seferber edildiği bir
hastanede modern imkânlarla gerçekleştirilen bir ameliyattan sonra yapılıyor. İşin bu
yönünü de unutmamak gerekiyor. Madem bu rivayetleri, çağdaş bilimin verilerine göre
değerlendireceksek bunları da dikkate alarak değerlendirmeliyiz. Bunları genel bir
değerlendirmeyle o günün toplumunun bir birikimidir diye geçiştirmemeliyiz.
Bir de şunun tartışılması gerekir. Bilimin ortaya koyduğu her veri yüzde yüz
doğru mudur? Hiç hata etme yanılma payı yok mudur? Bilimsel veriler hiç değişmez
mi? Geçmişte doğru kabul edilen bazı bilimsel tıbbî verilerin bugün geçerliliğinin olma-
dığını hepimiz biliyoruz. Peki bugünkü verilerin yanlış olduğu, ileriki yıllarda yapılan
araştırmalarla ortaya çıkarsa ne diyeceğiz. Bugünkü bilimsel veriler esas alınarak red-
dedilen Tıbb-ı Nebevî ile ilgili hadisler olabilir. Peki bu redde gerekçe olan bilimsel ver-
ilerin yanlışlığı ortaya çıkarsa ne denilecektir?
70
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Diğer taraftan bu rivayetleri akla göre değerlendirirken kimin aklına göre değer-
lendireceğiz. Bu salonda bulunan bazı akademisyenlerin aklına göre bu rivayetler
önemlidir ve ciddi olarak tetkik edilmelidir. Bazılarının aklına göre de bunlar, üzerinde
durulmaya değmeyen o dönemin toplumunun birikimini yansıtan bilgilerdir. O zaman
kimin aklına göre bu rivayetler değerlendirilecektir? Aklın verilerinin de bilimsel ver-
ilerin de nesnel değil öznel boyutlarının olduğu göz ardı edilmemelidir.
Bazı hadislerde geçen ifadeler de mutlak anlamına alındığı için problem
oluşturmaktadır. Bunlardan birisi “Çörek otu ölümden başka her derde devadır” had-
isidir. Tıbb-ı Nebevî hadisleri bir bütün olarak dikkate alındığında, Hz. Peygamberin
tedavi için tavsiye ettiği yegane şeyin, çörek otu olmadığını görmekteyiz. Şayet ölüm-
den başka her şeye faydalı olsaydı, herkese sadece çörek otunu tavsiye etmesi gere-
kirdi. Nebi (s)’in kendisi de farklı tedavi yollarına başvurmuş, sadece çörek otu ile te-
davi olmamıştır. O halde bu hadis ile kastedilen şey, onun önemini vurgulamaktır.
Mesela biz günümüzde bazen bir kimsenin kahramanlığını ifade etmek için, o bir or-
duya bedeldir deriz. Bu mübalağalı bir anlatımdır. Gerçekte hiçbir kimse, bir orduya
bedel iş yapamaz. Hadisteki ifade de böyle anlaşılmalıdır.
Günümüzde yaygın olan, kimyasal üretime dayanan ilaçların kullanılmasıdır. An-
cak gittikçe botanik eczacılığına verilen önemin her geçen gün arttığını görmekteyiz. Bu
tür veriler ve tavsiyeler koca karı ilaçları olarak uzun yıllar tahkir edilmiştir. Bunlar,
ilmi tetkike tabi tutulmadan tahkir edildiği için, İslam ülkeleri kendi ilaçlarını
üretememiş, dünyada kimyasal ilaç üretenlerin pazarı haline gelmiştir. Bu gün Dü-
nyanın üreten gücü halinde son yılların en hızlı büyüyen ülkesi Çin’de ise Botanik Ec-
zacılığı yaygın bir şekilde hizmet vermektedir. Günümüzde Dünya’daki her beş insan-
dan biri Çinli ise, botanik eczacılığı sanıldığı kadar basite alınacak bir şey olmasa gerek-
tir. Kazakistanlı öğrencilerimizden öğrendiğimize göre Çin, sadece kendi ülkesinde
değil, Kazakistan’daki önemli miktarda bir araziyi de bu amaçla kullanmak üzere
kiralamıştır. Botanik Eczacılığını (Şifalı bitkileri) önemli ölçüde kullanan Çin Tıbbı,
ülkemizde de yakın ilgi görmeye başlamıştır.
Bu çerçevede Tıbb-ı Nebevî de yer alan koruyucu hekimlik ve botanik eczacılığını
ele alıp inceleyen ciddi tetkikler yapılmalıdır. Tabiplerin, bi-yo-kimyacıların, eczacıların
ve ilahiyatçıların birlikte çalışacağı Bir Üniversitenin gözetiminde bir Tıbb-ı Nebevî
Enstitüsü veya Araştırma Merkezi kurularak bu verilerin günümüz ilmî imkanları ile ele
alınıp incelenmesi, bu konudaki ezber ve ön yargıya dayanan polemiklere son verecek,
belki İslam Dünyasında patent haklarına kendilerinin sahip oldukları özgün bir ilaç
endüstrisinin teşekkülüne de öncülük edebilecektir.
Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
71
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
rıyla sınırlamak, her şeyden önce Nebevî Tıbbın ruhuyla çelişecektir. Kanaati-
mizce bu konuda yapılması gereken, Hz. Peygamberin sağlıkla ilgili söz ve pra-
tiklerinden yola çıkarak ve aynı zamanda tıpla ilgili ifadelerin ve yerel bir takım
uygulamaların arka planındaki hikmet ve mesajları dikkate alarak Tıbb-ı Ne-
bevî’nin dayandığı temel evrensel ilkeleri tespit etmek, bunları geliştirmek, sis-
tematik hâle getirmek ve uygulamaktır.
Tıbb-ı Nebevî’nin dayandığı temel ilkeler şu şekilde belirtilebilir:
1. Sağlığın Bir Nimet ve Emanet Olduğu İlkesi:
Hz. Peygamber “İki nimet vardır ki insanların çoğu onları değerlendirme
konusunda aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman.” buyurarak, insan sağlığının önem-
li bir nimet olduğuna dikkat çekmiştir. Aynı şekilde Resûlullah “Hastalık gelme-
den sağlığın kıymetini biliniz.” şeklindeki ifadesiyle sağlığın önemli bir nimet
olduğunu ve onu korumanın gereğini vurgulamaya çalışmıştır.
Nebevî Tıbba göre, her insan kendisine bir lütûf ve emanet olarak verilen
sağlığını korumak ve onu faydalı bir şekilde değerlendirmekle mükelleftir. Hz.
Peygamber bu gerçeği şu sözüyle belirtmiştir: “Kıyamet gününde kişi, bedenini
ne uğruna yıprattığından hesaba çekilecektir.” Ayrıca Allah Resûlü sevap kaza-
nırım düşüncesiyle sürekli oruç tutan, hayatının tümünü ibadetle geçirmek için
geceleri uyumak istemeyen ve doğal olarak sağlıklarını tehlikeye atan bazı
sahâbîleri şiddetle eleştirmiş ve onları bu düşüncelerinden vaz geçirmeye ça-
lışmıştır.
2. Tıbb-ı Nebevînin Dayandığı İkinci İlke, Dinamik Tıp Anlayışıdır.
Dinamik tıp anlayışında yerelliğe ve donukluğa yer yoktur. Dinamik tıp an-
layışının temeli; tıbbın sürekli gelişen ve evrensel bir ilim olduğu gerçeğine, bu-
nun için farklı kültür ve medeniyetlere ait tıp bilgilerinden istifade etmenin bir
zorunluluk olduğu felsefesine dayanır. Söz konusu ilkenin en somut göstergesi,
Hz. Peygamberin mevcut tıp anlayışıyla yetinmeyip ashâbını tıp alanında çalış-
ma ve ilerlemeye teşvik etmesi, bu teşviğin sonucunda çok sayıda erkek ve ka-
dın sahâbînin hekimlik yapmış olmasıdır. Aynı şekilde dinamik tıp anlayışının
bir gereği olarak, tedavide Müslüman olmayan doktorlardan istifade edilmiş ve
gerektiğinde gayr-ı müslimlerin tedavi yöntemleri kullanılmıştır. Ayrıca Allah
Resûlü, tıp alanında çalışanların desteklenmesi ve Tıbbî çalışmaların ilerlemesi
için hekimlere emeklerinin karşılığı olarak ücret verilmesini emretmiştir.
3. Koruyucu Hekimlik İlkesi
Tıbb-ı Nebevî’nin dayandığı üçüncü ilke, koruyucu hekimlik ilkesidir. Hz.
Peygamber hastalanmadan önce tedbir almayı, sağlıklı olmanın önemli bir par-
çası olarak değerlendirmiştir. Kendisi bu konuda hassas davrandığı gibi ashâbı-
nı da bu alanda bilinçlendirmeye çalışmıştır. Resûlullah hastalıklardan korunma
amacına dönük olarak; ağız-diş bakımı, beden ve çevre temizliği hususlarında
gereken hassasiyetin gösterilmesini; sağlıklı beslenmeyi, bu bağlamda temiz
yiyecek ve içecekler tüketmeyi; yemekten önce ve sonra ellerin yıkanmasını;
bulaşıcı hastalıkların olduğu ortamlardan kaçınılmasını; manevî gelişime önem
verilmesi gerektiğini (Allah’a iman ve dua etme) ve gerektiği kadar dinlenme ve
73
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
74
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
lara şifa vereceklerine zarar vermişlerdir. Hz. Peygamber bu tip anlayışı ve uy-
gulamaların önüne geçmek için “Kim bilgisi olmadığı halde hekimlik yapmaya
kalkışırsa sebep olacağı zararı öder.” buyurmuştur. Böylece Hz. Peygamber, in-
san sağlığının istismarının ve tıp ilminin zarar görmesinin önüne geçmeye ça-
lışmıştır.
Sonuç
Tıbb-ı Nebevî’de insan sağlığı hayatî bir öneme sahiptir. Buna göre Tıbb-ı
Nebevî’de sağlık, insana verilen önemli bir nimet ve emanet olarak nitelendiril-
miş; koruyucu hekim uygulamasının önemine dikkat çekilmiş; hastalık söz ko-
nusu olunca meşrû yollardan tedavi olmamız gerektiği teşvik edilmiş; sağlığın
bir istismar aracına dönüşmesi yasaklanmış; tedavide işin ehline verilmesi ge-
rektiği hatırlatılmış; hastalığın mahiyetine göre farklı tedavi yöntemlerine ve
muhtelif ilaçlara başvurulmasının doğru olacağı vurgulanmış ve böylece tutarlı,
sistematik, evrensel bir tıp anlayışı ve bu anlayışla örtüşen tedavi yöntemleri
hedeflenmiştir.
KAYNAKLAR
Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855), el-Müsned, I-VI, Çağrı Yayınları, İstanbul,
1992.
Buharî, Ebû Muhammed b. İsmail b. Muğîre (ö. 256/870), el-Câmiu’s-Sahîh,
I-VIII, İstanbul 1992.
Ebû Davud, Süleyman b. Eş’as (ö. 275/888), Süneni Ebî Dâvud,I-V, İstanbul,
1992.
Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, I-II, İstanbul, 1993.
İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Beyrut, 2004.
İbn Mâce, Ebû Abdullah (ö 275/888), Sünenü İbn Mâce,I-II, İstanbul, 1992.
İbnü’l-Esîr, İzzuddin Ebi’l-Hasan Ali b. Muhammed (ö. 630/1232), Üsdü’l-
Gâbe, VIII,
Beyrut, 2008.
Köşe, Abdullah, ‘Hâris b. Kelede’, DİA, XVI, 198, İstanbul, 1997.
Müslim, Ebû’l- Hüseyin b. Haccac el-Kuşeyrî (ö. 261/875), el-Câmiu’s-
Sahîh, I-III, İstanbul, 1992.
Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Ali b. Şuayb, Sünenü’n-Nesâî, İstanbul,
1992.
Sarıçam, İbrahim - Erşahin, Seyfettin, İslam Medeniyeti Tarihi, Ankara,
2008, 179.
Sarıçam, İbrahim, Hz. Peygamber ve Evrensel Mesajı, Ankara, 2004.
Tirmizî, Muhammed b. İsa b. Sevre (ö. 279/892), el-Câmiu’s-Sahîh, I-V, İs-
tanbul, 1992.
75
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
76
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Dövme yaptırmayın.
ALEYKUM BİSSİVVAK
Dişlerinizi misvaklayın-fırçalayın
Arak adlı ağacın kök ve dallarından elde edilen Misvakta Florid vardır. Florid an-
tiseptik, antibakteriyel ve antioksidandır.
Amerikan Pediyatri akademisi, 2012 yılı Kanıta dayalı çalışmaların yayınlandığı
Raporda Sünnet-Hitan –Cirkumsizyonun faydalarını tespit etti. Sünnetlilerde en-
feksiyon, herpes, sifiliz Aids ve Kanserin çok az olduğunu belirledi.
EL MÜ’MİNU KAVİYYUN HAYRUN VE EHABBU MİNEL MÜ’MİNU DAİF!
İndallahta Sağlıklı Mü’min hasta mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir.
2. Kul Ve Resul
Peygamber efendimiz, isimlerini ve aile yapılarını bildiğimiz bir ebeveynden
dünyaya gelmiş. Yani bir beşer, bizler gibi yiyip-içen konuşan, düşünen, uyuyan, Allahın
kulu bir insan. Kendi ifadesiyle:”Ben Allahın kulu ve Resulüyüm.” Allahın eğittiği ve
görevlendirdiği seçilmiş bir insan.
Hastalanmış, burun damlası kullanmış, kan aldırmış ve bu işi yapana ücret öde-
miş. Başka bir hastalığında hanımı Hz. Ayşe, topladığı bitkilerden ve yeşil otlardan ilaç
yaparak Peygamber efendimizi tedavi etmiş. Gözün beyazını parlatıp kirpikleri besledi-
ği için tavsiye eden Peygamberimiz uyumadan önce sürme taşı ile gözüne sürme çek-
miş.
Uhud savaşında yaralanan peygamberimiz, diğer yaralılarla birlikte suyun bol ol-
duğu Tarikul Uyun’a gelmiş. Yaralar temizlenmiş, pansuman yapılmış ve sarılmış. Hz.
Ali efendimizin geniş kalkanının tersiyle içine doldurup getirdiği su ile yüzünde kol ve
bacağındaki kanı yıkanmış temizlenmiş. Hz. Fatma annemiz yaktığı hasırın külünü ya-
ranın üzerine bastırmış ve sarmış.
Peygamber efendimiz ümmete canlı bir dersti, nesnel örnekti. Bu tarz tedavi gi-
rişimleri yanlış olsaydı uyarılırdı. Çünkü Resulüllah her davranışıyla İlahi vahyin
kontrolündeydi.
3. Cahiliye Dönemi Tıp Geleneği
Arabistanın değişik bölgelerinde sağlık konusunda tecrübeyle kanıtlanmış gele-
neksel tıp dışında, gülünç derecede batıl ve hurafeler de vardı. Panayırlarda tapınmak
için hazırladıkları helva ile şekil verilmiş putları, acıkınca lokmalara bölüp yedikleri
zamandı.
Tavşanın topuk kemiğini üzerlerinde bulundurunca hastalanmayacaklarına ina-
nırlar, hastalıklara karşı bağışıklık kazanacaklarına inanırlardı.
Eşekler gibi anırınca bulaşıcı veba hastalığından korunacaklarını zannederlerdi.
Şehla ve şaşılıklarda hastayı devamlı olarak dönmekte olan değirmen taşına bak-
tırınca tedavi olacağını sanırlardı.
Birini yılan sokmuşsa, zehir bütün vücuduna yayılmasın diye ona uyku uyutmaz-
lardı.
Devenin burnundaki yaranın sağalması için başka ve sağlam bir deveyi dağlarlar-
dı.
78
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
79
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
gittiği ve yıllarca kaldığı İranda “ Cündişapur Tıp Okulunda” yapmış. Sonra memleketi
olan Taif şehrine geri dönerek yıllarca Doktorluk mesleğini icra edip hasta tedavi etmiş.
Peygamberimiz Taifli Doktor Harise güvenir ve ağır bir hastalığa tutulanlara Dr.
Harise gidip tedavi olmalarını tavsiye ederdi. Hastalığında ziyaret ettiği Uhud harbinin
meşhur okçusu Sa’d bin Ebi Vakkas’a Taife kadar gidip Dr. Harise tedavi olmasını söy-
lemişti.
Kaynak eserlerde İran Hükümdarının -”Kisra” huzuruna çıkan Dr. Haris çok müs-
pet intibalar bırakarak onunla sohbet ediyor. İran hükümdarı bedevilerin arasından
çıkıp gelen Dr. Harisin zeka ve yeteneklerine hayran kalıyor.
Tabib Nadr
Hekimlerdendi.
Başka bir örnek; Resulullahın altı halası ve iki de teyzesi vardı. Halalarından
Atike, safiye ve Erva iman ettiler. Feride ve Fahida teyzelerinin ikisi de risalet gelmeden
önce vefat etmişlerdi. Peygamberimizin teyzesinin oğlu Tabip NADR, on bin nüfuslu
Mekkede çok tecrübeli bir uzman hekim olarak tanınır. Tabip Nadr, hekimliğin dışında
iyi enstrüman çalan bir müzisyendir ve tarih bilginidir.
Yalnız hidayet Allahtandır ve bir nasip işidir. Peygamberin teyzesi oğlu Dr. Nadr,
öz amcası Ebu Lehep gibi sadece İslama karşı değil, bizzat Hz. Muhammede karşı da
körü körüne saldırmıştır.
Dimatul Ezdi
Başka bir hekim Yemenli DİM’ADUL EZDİ, sinir ve ruh hastalıları uzmanıydı.
Tüm Arabistanda bizin Mazhar Osman gibi hazakatiyle ve ustalığıyla şöhret sahibiydi.
Yemenden Mekkeye ziyaret için gelmişti. Ona müşrikler şehirde kendisinin peygamber
olduğunu, Allahın Resulü olduğunu söyleyen bir mecnunun-delinin dolaşmakta
olduğunu söylediler. Önce EL Emind, El Mecnun oldu.
-Bak, işte Muhammed evine doğru gidiyor.
Dr. Dim’adul Ezdi de karşıda Ebu Talip mahallesine girmek üzere olan kalabalığı
gördü. İddia edildiği gibi bir deli miydi yoksa gerçekten Nebi miydi? Bu şahsı yakından
görüp konuşmalıydı. Onu, kendisi önde yürürken kışkırtılan çocukların gülerek, bağırıp
çağırarak peşine takılı olduğunu gördü. Önce çocukları dağıttı.
Tabib Dim’ad, yaklaştı ve Resulullahı iyice süzdü. Yürüyüşüne, davranışına, bakı-
şına ve duruşuna baktı. Sonra usulca konuşmaya başladı.
“Ya Muhammed, bugüne kadar çok hastayı sağlığına kavuşturdum. Ben hekimim.
Kendini bana tevdi edersen Seni kolayca tedavi edeceğimi ümit ediyorum!“ dedi.
Peygamberimiz, “bu adam da neyin nesi, nerden çıktı ve bu ne münasebetsiz
müdahale!” diye şaşırmadı ve kızmadı. Aksine bütün vücuduyla ona döndü, sükunet ve
mülayemetle önce, Allaha hamd etti ve şu veciz cevabı verdi.
-Elhamdulliahillezi, Nahmeduhu va nestainuh.
Va Nu’minu bihi va netevekkelu aleyh,
Men yehdillehi fele mudilleleh,
Va men yudlil fele hediyeleh,
Eşheduenlailaheillallah, vahdehu le şerike leh,
Va enne Muhammeden abduhu ve resuluh!
81
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
82
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Beklenen son peygamber olduğunu kabul eder. Fakat saltanatı ve dünya muhabbeti
onun İslama katılmasını engeller. İlerde belki Hristiyanlığa bir mezhep olur umuduyla
hediyeleşmekle ilişki kurmak ve gönül almak ister. İslam’da yaşanan Müellefetul Ku-
lubü bize karşı çalıştırır.
İskenderiye Patriği Mukavkıs, Resulullah’ a hediye olarak bir deve yükü kumaş ve
terlik, birisi Mariya Annemiz ve kızkardeşi Şirin olan iki cariye ve iki de doktor
gönderir. Hediyeler Medinede paylaşılır. İki Mısırlı Doktora’ da Medine’ de hasta
bakmaları için bir yer gösterilir. Doktorlar aylarca gösterilen adrese yerleşir ve hasta
beklerler.
Aylar sonra bir gün Mısırlı Doktorlar Resulullah’ a gelirler:
“Efendim biz altı aydır Medine’deyiz. Mevcut Arap tıbbıyla yerli tabipler hastaları
kolayca tedavi ediyorlar. Bize çok az iş düşüyor. Günlerce boş oturuyoruz. İzin verirse-
niz memleketimize dönmek istiyoruz!”
Resulullah bu teklifi makul karşılar ve Mısırlı doktorlara dönerek:
“Evet, sizler Mısır’ a geri gidebilirsiniz. Müslümanlar hasta olmazlar. Çünkü onlar
ACIKMADAN YEMEZ ve DOYMADAN KALKARLAR!”
“NAHNU KAVMUN LE NE’KULU HATTE NECU’, VA İZE EKELNE LE NEŞBE’!”
Bu hadisi şerif bütün diyetisyenlerin, hekimlerin ve Müslümanların kulağına küpe
olmalıdır. Çünkü bu beslenme disipliniyle bugün bütün Dünyayı tehdit eden, özellikle
zengin ülkelerde Diyabet, Aids, Kanser, Reflu ve tüm hazım bozukluklarının da önüne
geçen çağımızın hastalığı OBEZİTE’yle savaş mümkün olacaktır.
Bizans İmparatoru Herakliusun da aldığı mektuba karşı medineye tabip gönder-
diği ve aynı gerekçeyle tabiplerin geri döndükleri kaydedilir.
Mekke’de ve çölde bedeviler arasında efsanevi şöhrete sahip bir hanım doktor da
vardı. Beni Evs kabilesinden Tabibe Zeynep. Çok hasta tedavi etmiş ve tanınmış
şairlerin şiirlerine konu olmuş. Kaynaklarda tedavi ettiği hastanın gözüne sürme taşı
tatbik etmiş. Bu hanım doktor uzun bir ömür sürmüştür.
83
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
84
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
85
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
86
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
bir çözüm yaratılmış olduğu bilgisinin bilinciyle kendi bilim disiplini içinde üst se-
viyede çaba göstermek zorundadır. Diğer yandan Tıbbün-Nebevi içerisindeki
efendimizin “Abdullah” kimliğiyle bağlantılı insani haller yine bir müslüman hassas-
iyetiyle taranarak anlaşılmaya çalışılmalıdır. O dönemdeki lokal bölgesel tıbbi uygula-
malar, adetler, galenik iktibaslara dayanan geleneksel bilgiler içerisinde efendimiz
tarafından sahih hadislerle dikkat çekilen hususlara analojik, temsilsel, işari olarak yak-
laşılarak evrensel çıkarımlarda bulu-nulmalıdır. Bu hallerde mekanik kabul veya
saygısız red aşırılıklarından uzak durulmalıdır. Diğer taraftan mevzu, uydurma hadisler
ve israiliyyat diğer pek çok siret, siyer malzemeleri içine karıştırıldığı gibi Tıbbü’n-
Nebevi emanetini de bulandır-ma amaçlı dahil edilmiş olabilir. Bu alanda da en üst
düzeyde özen gerekmektedir. Yine bu konuyla ilgili suistimalat yapabilecek şarlatanlık,
sahtekarlık, kaba softalık, ham yobazlık gibi insaniyet ve İslamiyet düşmanı bilim dışı
uygulamalarla azami seviyede mücadele etmek hepimize düşen çok önemli bir
görevdir.
Sahih Tıbbün-Nebevi emanetleri ile günümüzde mevcut kanıta dayalı bilimsel tıp,
birbirlerinin rakibi veya düşmanı değil tamamlayıcılarıdır. Tedavi amaçlı herhangi bir
geleneksel unsur fiziksel olarak elimizde ise onun da mev-cut kanıta dayalı bilimsel tıp
ölçüleriyle sorgulanması gerekmektedir. Bu bilimsel yaklaşımın bizzat kendisi de
Tıbbü’n-Nebevi gereğidir. Bilimsel tıp yöntemleri, ilaçlar ve diğer tedavi edici mad-
delerde etkinlik, güvenilirlik, tolerabilite, toksisite ve farmakoekono-mi verilerini
ortaya koymaya çalışırlar. Bu şekilde hekimlerin hastalar üzerinde tedavi edici amaçla
kullanabilecekleri etkin, güvenilir, zehirli etki içermeyen, yan etkileri kontrol altına
alınabilir olan ilaçlar üretilir. Geleneksel ilaçlar da bilimsel yönden kabul edilebilir
olmak için bu bilimsel parametreler ile test edilmelidir. Bu yaklaşıma örnek olarak
ülkemizde geliştirilmiş “Ankaferd hemostat” gösterilebilir. “Ankaferd hemostat”
ilacının kanama durdurma ve doku iyileştirme özellikleri yönünden etkinlik, güvenilir-
lik, tolerabilite, toksisite testleri ve kontrollü klinik çalışmalar başarıyla
gerçekleştirilmiştir. PubMed http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/?term=ankaferd
bilimsel veri tabanında Ankaferd’in bu özelliklerini gösteren 168 yayın mevcuttur. Bu
yayınlar her geçen gün artmaktadır. Böylece ülkemizdeki bilim adamlarının çabalarıyla
geleneksel bir preparat bilimsel bir ilaç haline getirilmiştir. Sahih Tıbbün-Nebevi ema-
netleri İslami hassasiyet ve bilimsel bilgi ile titiz biçimde bu şekilde ilerletilebilir.
Ankaferd, ülkemizde yeni geliştirilmiş ve evrensel literatürde kabul görmüş he-
mostatik (kanama durdurucu) bir ilaçtır. Ankaferd-bağımlı özgül protein ağı oluşumu
ve vital eritroid aggregasyon (kırmızı kürelerin canlılığını koruyarak doku onarımı
amaçlı olarak bir araya gelişi) global fizyolojik hemostatik süreçleri yönetir.(1)
Ankaferd kanama durdurucu ve çeşitli patolojik durumlara bağlı gelişen hasarlarda
doku iyileştirici olarak topikal (yüzeysel olarak) kullanılmaktadır.
Ankaferd’in hemostatik etki mekaniz-ması ve doku hasarını iyileştirmesi Anka-
ferd-bağımlı vital eritroid aggregasyon ve özgül protein ağı oluşturmak yoluyla fizy-
olojik yara iyileşmesine hizmet ederek gerçekleşir. Bu mekanizma Resim 1’de
gösterilmiştir.
Bitki ekstreleri, geleneksel tıp alanında geniş kullanım alanlarına sahip olmuşlar-
dır. Ankaferd, folklorik olarak yüzyıllar boyunca geleneksel Türk hekimliğinde hemos-
tatik ajan olarak kullanılmış bir bitkisel ekstrakttır. Ankaferd, Kekik (Thymus vulgaris),
Meyan (Glycyrrhiza glabra), Üzüm (Vitis vinifera), Havlican (Alpinia officinarum) ve
Isırgan otu (Urtica dioica) bitkilerinin standardize karışımından oluşmaktadır. Anka-
ferd isimlendirmesi (Anka ve Ferd kelimelerinin kökenleri), uluslararası Tıbb-ı Nebevi
kongresinde tartışılmış olup ulaşılan sonuçlar Resim 2’de gösterilmektedir.
88
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
89
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
90
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
RESİM 3: PubMed’de Ankaferd kelimesi ile yapılan arama sonuçları sayfası (14/10/15)
91
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Kaynaklar
1. Haznedaroglu BZ, Beyazit Y, Walker SL, Haznedaroglu IC. Pleiotropic cellular,
hemostatic, and biological actions of Ankaferd hemostat. Crit Rev Oncol Hemat
2012;83:21-34.
2. Haznedaroglu IC. Molecular Basis of the Pleiotropic Effects of Ankaferd Blood
Stopper. Iubmb Life 2009;61:290-.
3. Karabiyik A, Gulec S, Yilmaz E, Haznedaroglu I, Akar N. Reversible Protease-
Activated Receptor 1 Downregulation Mediated by Ankaferd Blood Stopper Inducible
With Lipopolysaccharides Inside the Human Umbilical Vein Endothelial Cells. Clin Appl
Thromb-Hem 2011;17:E165-E70.
4. Yilmaz E, Gulec S, Torun D, Haznedaroglu IC, Akar N. The effects of Ankaferd
(R) Blood Stopper on transcription factors in HUVEC and the erythrocyte protein profi-
le. Turk J Hematol 2011;28:276-85.
5. Demiralp DO, Haznedaroglu IC, Akar N. Functional proteomic analysis of Anka-
ferd (R) Blood Stopper. Turk J Hematol 2010;27:70-7.
6. Ozel-Demiralp D, Igci N, Ayhan B, Egin Y, Haznedaroglu IC, Akar N. Prohemos-
tatic and Antithrombin Activities of Ankaferd Hemostat Are Linked to Fibrinogen
Gamma Chain and Prothrombin by Functional Proteomic Analyses. Clin Appl Thromb-
Hem 2012;18:604-10.
7. Beyazit Y, Sayilir A, Suvak B, Torun S, Haznedaroglu IC. Molecular Basis of An-
kaferd-Induced Hemostasis in the Management of Sternal Bleeding. Heart Surg Forum
2012;15:E305-E.
8. Balcik OS, Koroglu M, Cipil H, et al. A Placebo-Controlled, Randomized, Double-
Blinded, Cross-Over Phase-I Clinical Study Indicating the Safety of Topical Ankaferd
Hemostat in Healthy Volunteers. Uhod-Uluslar Hematol 2012;22:267-74.
9. Al B, Yidirim C, Cavdar M, Zengin S, Buyukaslan H, Kalender ME. Effectiveness
of Ankaferd blood stopper in the topical control of active bleeding due to cutaneous-
subcutaneous incisions. Saudi Med J 2009;30:1520-5.
10. Teker AM, Korkut AY, Gedikli O, Kahya V. Prospective, controlled clinical trial
of Ankaferd Blood Stopper in children undergoing tonsillectomy. Int J Pediatr Otorhi
2009;73:1742-5.
11. Teker AM, Korkut AY, Kahya V, Gedikli O. Prospective, randomized, controlled
clinical trial of Ankaferd Blood Stopper in patients with acute anterior epistaxis. Eur
Arch Oto-Rhino-L 2010;267:1377-81.
12. Eyi EGY, Engin-Ustun Y, Kaba M, Mollamahmutoglu L. Ankaferd blood stopper
in episiotomy repair. Clin Exp Obstet Gyn 2013;40:141-3.
13. Guler M, Maralcan G, Kul S, Baskonus I, Yilmaz M. The Efficacy of Ankaferd
Blood Stopper for the Management of Bleeding Following Total Thyroidectomy. J Invest
Surg 2011;24:205-10.
14. Odabas ME, Cinar C, Tulunoglu O, Isik B. A New Haemostatic Agent's Effect on
the Success of Calcium Hydroxide Pulpotomy in Primary Molars. Pediatr Dent
2011;33:529-34.
92
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
93
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
94
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
الملخص
ِّ
الصحيَّة (الجسميَّة والنفسيَّة) ،وذلك من خالل اهتم اإلسالم بحفظ سالمة األفراد والمجتمع
َّ
ثم ربط ذلك بالعقيدة ،وكانت أغلب األوامر النبوية الصحيح بشتَّى الوسائلَّ ، ِّ
الصحي َّ التثقيف
حي أكثر من إيجاد العالج ،فدرهم وقاية خير من قنطار الوقائي والتثقيف ِّ
الص ِّ ِّ
الطب ص ُّب في
ِّ تَ ُ
بث العادات الصحيَّة الصحيحة بين جميع األفراد وفي األعمار َّ
كافة ،وكان لهذا ثم ِّ
عالجَّ ،
الط ِّب ،وكان ِّ
للط ُّب َّ
النبوي في التثقيف دور في تقليل انتشار األمراض ،وإبعاد الخرافات عن ِّ
ٌ
الص ِّحي ،من حيث :رعاية األفراد زمانه قصب السبق في مجال ِّ
الط ِّب الوقائي والتثقيف ِّ
السبق العلمي ويتمثل :بالحج ِّر ِّ
الص ِّحي وعدم خروج حتَّى َْ ونفسياً)ْ َّ ،
َّ (جسمياً
َّ صحياً
َّ وحمايتهم
للعد َوى ،والترياق (المضاد الحيوي) ،واختيار
إلمكانيَّة َح ْملهم ْ
األصحاء من مكان المرض ْ َّ
الطبيب الماهر ،والتنفير من الطب الكاذب الذي يمتهنه غير األكفاء.
المقدمة
الحمد هلل رب العالمين والصالة والسالم على المبعوث رحمة للعاملين وعلى آله وصحبه
أجمعين وبعد،
الرسل
أرس َل ُّ ِّ َّ َّ
فإن هللا عز وجل أنزل االنسان على األرض واستخلفه عليها ُلي َعمرها ،و َ
الطبية مثل عيسى عليه السالم ِّ تختص باألمور الرسل
ومنذرين ،فكانت بعض معجزات ُّ ِّ
ُّ مبشرين ُ
95
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
يسى ْاب َن َم ْرَي َم ا ْذ ُك ْر ِّن ْع َمِّتي َعَل ْي َك َو َعَل ٰى َوالِّ َدِّت َك ِّإ ْذ أَي َّْدتُ َك ِّب ُرو ِّح ِّ
َّللاُ َيا ع َال َّ قال تعالى( :إ ْذ َق َ
ِّ ِّ َّ ِّ ِّ َّ ِّ الن ِّ اْلُقد ِّ ِّ
يل * َوإِّ ْذ تَ ْخُل ُق اب َواْلح ْك َم َة َوالت ْوَرَاة َو ْاإل ْنج َ اس في اْل َم ْهد َوَك ْه ًال * َوإِّ ْذ َعل ْمتُ َك اْلكتَ َ س تُ َكل ُم َّ َ ُ
ص ِّبِّإ ْذِّني * ِّ ِّ ِّ َّ ِِّّ ِّ ِّمن ِّ
ئ ْاألَ ْك َم َه َو ْاأل َْب َر َ ط ْي ًار ِّبِّإ ْذني * َوتُْب ِّر ُ ين َك َه ْي َئة الط ْي ِّر بإ ْذني َفتَ ْنُف ُخ ف َ
يها َفتَ ُكو ُن َ الط ِّ َ
ِّ ِّ
ال َّالذي َن َكَف ُروا م ْن ُه ْم ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِِّّ
يل َع ْن َك إ ْذ ج ْئتَ ُه ْم باْل َبي َنات َفَق َ َوإِّ ْذ تُ ْخ ِّرُج اْل َم ْوتَ ٰى بإ ْذني * َوإِّ ْذ َكَفْف ُت َبني إ ْس َرائ َ
ِّ
ين) (المائدة ،)110:وذلك لحاجة الناس الدائمة إلى الطب وحفظ النفس، ِّإ ْن َٰه َذا ِّإ َّال س ْحٌر ُمِّب ٌ
وقد َثب َت عن النبي صلى هللا عليه وسلم بعض الوقائع التي حصلت معه في المعجزات الطبية.
صحة األفراد والبيئة اإلسالمية ونظافتهما ،ومن ذلك نظافة البدن؛ األيدي
َّ أوالً :أوامر
واألسنان واألظافر و َّ
الشعر ،ونظافة الملبس ،ونظافة الطعام والشراب ،ونظافة الشوارع والبيوت
والمدن ،ونظافة المياه كاألنهار واآلبار.
المعدية ،وتشمل الحجر الصحي ،وعزل المريض ،وعدم ثانياً :أوامر لمنع األمراض ُ
الدخول على الوباء ،وعدم الفرار منه ،وتعقيم األيدي قبل الدخول على المريض وبعد الخروج
منه ،االستعانة بالطب والدواء ،والتطعيم في الوقاية والعالج.
الصحة الجنسيَّة ،كتحريم الزنا واللواط والعادة السرية ،وتحريم الرهبنة واعتزال
َّ رابعاً:
النساء ،ومنع إتيان النساء في المحيض ،وأمر بالغسل بعد المحيض وبعد الجماع.
96
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
خامساً :الصحة النفسية والعقلية ،وهي تعاليم لمنع أسباب التوتر العصبي ،وذلك باألمر
باإليمان باهلل وقدره ،الصبر على الشدة والمحنة والمصيبة والمرض ،تحريم اليأس واالنتحار،
األمر بتعاون الناس وتراحمهم لتخفيف أعباء الحياة ،ثم منع كل بؤر التوتر في المجتمع
كالمقامرة والربا ،والمضاربة واللهو غير البريء ،والضجة.
ِّ
بالحث على الجهاد ،العمل اليدوي والحركة ،تشجيع سادساً :تشجيع اللياقة البدنية،
األلعاب الرياضية ،المصارعة ،ركوب الخيل ،السباحة الرمي ،المبارزة ،السباق بأنواعه ،كراهية
السمنة والكرش والخمول.
ظ فيه َّقلة األمراضَّ ،
وقلة انتشارها ،فلقد جاءت أحاديث والناظر إلى المجتمع النبوي يل َح ُ
ديني يؤجر عليه المسلم ،على سبيل وتبنيه كم ٍ
عتقد ٍ الص َّحي الوقائيِّ ، تؤسس مبدأ التثقيف ِّ
كثيرة ِّ
ُ ُ
تحث على النظافة الشخصية وحفظ ِّ
الص َّحة ،بل ومنها المثال :في العبادات كثير من األحاديث ُّ
ما كانت َّ
النظافة شرطاً لصحة القيام بتلك العبادة ،مثل أحاديث االغتسال (الواجب والمسنون)،
والوضوء في اليوم خمس مرات ،والحث على استعمال السواك وتنظيف الفم ،والعناية باألسنان
واللثة ،وغسل الطبق بعد ولوغ الكلب فيه ،وإزالة النجاسات عن البدن والثياب ،والنهي عن شرب
المحرمة ،وتحريم الزنا وإتيان المرأة في ُدُبرها ،وكذلك تحريم العالقات
َّ الخمر ،وأكل الحيوانات
تدل على تأسيسالمحرمة ،والحث على ممارسة الرياضة ،وكثير من األحاديث التي ُّ َّ الجنسية
الص َّحية ودعمها من خالل النصوص الشرعية والتوجيهات النَّبوية ،نذكرها في ثنايا الثقافة ِّ
البحث إن شاء هللا تعالى.
وفي الجانب المجتمعي والبيئي :مثل حديث األمر بنظافة البيت وعدم التشبُّه بغير
المعدي) كحديث (ال يورد ممرض على المسلمين ،وعدم مخالطة المريض (حالة المرض ُ
(فر من المجذوم فرارك من األسد) من خالل الحجر ِّ
الص َّحي وعدم انتقال مصح) ،وحديث ِّ
َْ ُ
ثم عدم مخالطة أصحاب األمراض المعدية ،وحفظ األطعمة واألشربة وتغطية اآلنية، المرضَّ ،
وغيرها من األحاديث َّ
النبوية التي ترعى حفظ صحة المجتمع.
وغيرها من األمثلة التي تبين تأسيس النبي صلى هللا عليه وسلم لمبدأ التثقيف ِّ
الص َّحي
المقصر في ذلك دنيوياً
ثم محاسبة ُ
للفرد والمجتمع ،وجعله مربوطاً بمبدأ الثواب واألجرَّ ،
وأخروياً.
مشكلة البحث:
97
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
يمكن تلخيص مشكلة البحث ضمن إطار األسئلة التالية :هل اعتنى اإلسالم ِّ
بالص َّحة
العامة للفرد والمجتمع؟ ما مدى اعتماد النبي صلى هللا عليه وسلم لمبدأ التثقيف ِّ
الص َّحي
عد البالد والوقائي؟ ما هي أهداف التثقيف ِّ
الص َّحي النبوي؟ وما أثرها على المجتمع؟ هل تُ ُّ
اإلسالمية متخلفة في المجال ِّ
الص َّحي والتثقيف فيه حتى لو كانت فقيرة؟ وما مدى عناية دين
اإلسالم بها.
أهداف الدراسة:
النبوي بمبدأ التثقيف ِّ
الص َّحي ،وجعل الثقافة ِّ
الطب َّ تهدف الدراسة إلى بيان مدى عناية
ثم نشر المفاهيم والمعارف ِّ
الص َّحية (الفردية والمجتمعية) ُمعتقداً إسالمياً يؤجر عليه المسلمَّ ،
السليمة في المجتمع من خالل السنة َّ
النبوية وأوامر النبي صلى هللا عليه وسلم، ِّ
الص َّحية َّ
الص َّحية باستخدام إمكاناتهم ،وبناء االتجاهات ِّ
الص َّحية حل مشاكلهم ِّ ومساعدة الناس في ِّ
الص َّحي السليم وتغير الخاطئ إلى سلوك صحي صحيح نابع الصحيحة ،وأخي اًر ترسيخ السلوك ِّ
من معتقد ديني حتى يصبح عبادة يؤجر عليه.
التمهيد
98
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
كالسرطان بأنواعه ،السيَّما األمراض التي ُيعبَّر عنها بأمراض النمط المعيشي (كأمراض
الضغط ،والقلب ،والسكري) اليومي,،كثير من هذه األمراض إنما هي نتيجة لسلوك غذائي أو
فإن التثقيف ِّ
الص َّحي هو حجر الزاوية للوقاية من هذه األمراض ،بل معيشي خاطئ ،ومن هنا َّ
الص َّحة ،فمن خالله يتم االرتقاء بالثقافة ِّ
الص َّحية ،والمعلومات فعال لتعزيز ِّ
هو أول عنصر َّ
التوجهات وتغيير السلوكيات ِّ
الص َّحية الخاطئة إلى توجهات صحيحة. ُّ وبناء
تم االرتقاء بمفهوم (التثقيف ِّ
الص َّحي) فأصبح علماً من علوم وخالل السنوات األخيرة َّ
ِّ
الص َّحة التي تُد َّرس في المعاهد والجامعات ،ويستخدم النظريات السلوكية ،والتربوية ،وأساليب
االتصال ،ووسائل التعليم ،ومبادئ اإلعالم لالرتقاء بالمستوى ِّ
الص َّحي للفرد والمجتمع.
التثقيف ِّ
الصحَّي في اإلسالم:
خاصاً بالتثقيف ِّ
الص َّحي ،فكثير مما وردفي القرآن الكريم والسنة اهتم اإلسالم اهتماماً َّ
لقد َّ
الص َّحة؛ يندرج في إطار التثقيف ِّ
الص َّحي ،والحث على العناية بالجسم المطهرة حول ِّ
َّ َّ
النبوية
ِّ
بالحث على ثم بالمضادات الحيوية ،ثم ِّ
الصحي والوقايةَّ ، ابتداء بالتثقيف و ِّ
الص َّحة المجتمعية،
ً
العالج والتداوي ،واختيار الطبيب الماهر بعمله ،وترك الشعوذة وما يتصل بها ،وهذه النصوص
الص َّحي أساساً شرعياً متيناً ،ينطلق من خاللها في أنشطة التثقيف شكل للمثقف ِّ الشرعية تُ ِّ
الص َّحي يكون أجدى وأكثر وقعاً في نفوس الناس عندما ننطلق فيه من الص َّحي ،فالتثقيف ِّ
ِّ
الص َّحية ،عندما يعلمون أنهاتقبالً لإلرشادات ِّ منطلقات شرعية ،وتوجيهات دينية فالناس أكثر ُّ
ين َوُي ِّح ُّب اْل ُمتَ َ
ط ِّه ِّر َ
ين) (سورة البقرة،)222: ِّ
جزء من تعاليم دينهم ،قال تعالى(ِّ :إ َّن هللاَ ُيح ُّب التََّّو ِّاب َ
قال القرطبي في تعليقه على اآلية :والمتطهرون أي بالماء من الجنابة واألحداث؛ قاله عطاء
وغيره .وقال مجاهد :من الذنوب؛ وعنه أيضاً :من إتيان النساء في أدبارهن ،ابن عطية :كأنه
ِّ ِّ
وه ْم من َق ْرَيت ُك ْم ِّإَّن ُه ْم أ َُن ٌ
اس َخ ِّرُج ُ
نظر إلى قوله تعالى حكاية عن قوم لوط( :أ ْ
ط َّه ُرو َن) (األعراف.(82 :
َيتَ َ
َّ
فالطهارة والنظافة هي األصل في حياة المسلم وعباداته ،وهو ما تتميز به المجتمعات
اإلسالمية ،فالمسلم يبدأ يومه بغسل يديه قبل البدء بأي عمل امتاالً لقول النبي صلى هللا عليه
اء َحتَّى َي ْغ ِّسَل َها ثَالَثًا َفِّإَّن ُه الَ َي ْد ِّرى أ َْي َن
اإلن ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ
َحُد ُك ْم م ْن َن ْو ِّمه َفالَ َي ْغم ْس َي َدهُ فى ِّ َ
ظ أَ
استَ ْيَق َ ِّ
وسلم( :إ َذا ْ
َباتَ ْت َيُدهُ).
99
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
هو السعي المتواصل لتعزيز صحة الفرد والمجتمع ,ومحاولة منع أو التقليل من
حدوث األمراض وذلك من خالل التأثير على المعتقدات ,االتجاهات ,والسلوك فردياً
ومجتمعياً.
هو عملية يتحقق عن طريقها رفع الوعي ِّ
الصحَّي عن طريق تزويد الفرد
بالمعلومات والخبرات بقصد التأثير في معرفته وميوله وسلوكه من حيث صحته وصحة
المجتمع الذي يعيش فيه.
الصحَّي يمكننا القول بأن التثقيف ِّ
الصحَّي اإلسالمي: ومن خالل التعريفات السابقة للتثقيف ِّ
(هو الوسائل الـهادفة إلى االرتقاء بالمعلومات ِّ
الصحَّية لدى الفرد والمجتمع بناء على
الصحَّية ِّ
الصحَّيحة للفرد والمجتمع من خالل النصوص العقيدة ،وغرس السلوكيات ِّ
عية).
الشر َّ
الطب الوقائي يتداخالن في المحافظة على الفرد والمجتمع في والتثقيف ِّ
الصحَّي و ُّ
أحسن حاالته ِّ
الصحَّية ،وذلك عن طريق:
100
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ستهدف بالتثقيف،
الم َ ِّ ِّ ِّ
فإن عناصره هي :الرسالة الصحَّية ،المثقف الصحَّيُ ،
ومن هنا َّ
وسيلة التثقيف ِّ
الصحَّي.
ولكي تكون عملية التثقيف ِّ
الصحَّي فاعلة ومؤثرة يستلزم أن تحقق هذه العناصر
بعض المتطلبات ،والناظر إلى التوجيهات َّ
النبوية يجدها اشتملت على هذه المتطلبات وهي :
101
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-الرسالة ِّ
الصحَّية يجب أن تكون المعلومة صحيحة ،وواضحة ،ومفهومة وفي
ومشوقة وتحقق الهدف المنشود ،ويظهر ذلك جلياً في الخطاب النبوي ،من
ِّ مستوى المتلقي،
حيث سهولة الخطاب ،التشويق بربطه باألجر والثواب.
المثقف ِّ
الصحَّي :تكون لديه المعرفة (المعلومة)مع القدرة على توصيلها ،ويكون ِّ -
ِّ
ق فيمقتنعاً ،ومؤمناً بالرسالة التي ينوي إيصالها ،ولديه مهارات اتصال ،وذلك متحق ٌ
النصوص الشرعية َّ
النبوية (إنما هي وحي إلهي).
-المستهدف بالتثقيف ِّ
الصحَّي :يجب تحديد درجة فهمه وثقافته ،وأن تتوفر فيه
الرغبة في التغيير مع التركيز على حاجته ِّ
الصحَّية.
-وسائل التثقيف ِّ
الصحَّي:
الصحَّي المستخدمة في نشر المعلومات ِّ
الصحَّية ،من وسائل تتنوع وسائل التثقيف ِّ
تقليدية نمطية ،إلى تقنيات عصرية حديثةَّ ،
وكلما كانت وسيلة االتصال تفاعلية ،وتخاطب
حاسة َّ
كلما كان تأثيرها أكبر ،وفي عصره حاول النبي صلى هللا عليه وسلم استخدام أكثر من َّ
َّ
كافة الوسائل المتاحة لتوصيل المعلومات ،ومن خالل َّ
عدة وسائل منها:
األسلوب التفاعلي في إيصال المعلومة ال ِّصحَّية ،حيث كان يتوضأ أمام الصحابة،
ِّ فع ْن َع ِّائ َش َة أ َّ
ام ان ِّإ َذا أََرَاد أ ْ
َن َيَن َ ول هللا صلى هللا عليه وسلم َك َ َن َر ُس َ ويغسل يديه قبل الطعامَ ،
َن َيأ ُْك َل َغ َس َل َي َدْي ِّه. وهو جُنب َتو َّضأَ و ُضوءه لِّ َّ ِّ
لصالةَ ،وِّإ َذا أََرَاد أ ْ َ َُ ُ ٌ َ ُ َ ُ
استخدام المنبر (وهو أكبر وسيلة إعالمية وقتها) :فقد نقلت كثير من أحاديث
النبي صلى هللا عليه وسلم من خالل حديثه على المنبر ،وتعليم الناس ما يحتاجونه ،أو في
العامة والحلقات.
َّ المجالس
التوجيه الفردي وقت الحاجة :حيث كانت بعض األحاديث ِّ
الصحَّية عبارة عن
توجيه نبوي قبل وقت الحاجة إليه.
المبحث األول :التثقيف ِّ
الصحَّي على المستوى الشخصي والبيئي.
المطلب األول :التثقيف ِّ
الصحَّي على المستوى الشخصي.
صحة أفراده َّ
كافة من خالل ثقافة أفراده واتبَّاعهم ثم مدى َّتنطلق قوة المجتمع وتماسكهَّ ،
الص َّحيحة ،ويكون ذلك من خالل معرفتهم بالطرق ِّ
الص َّحية واألنماط الص َّحية ِّ
السلوكيات ِّ
الص َّحيحة ،والمعارف التي تدعم هذه السلوكيات ،وقد اعتنى اإلسالم بالثقافة ِّ
الص َّحية المعيشية ِّ
102
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
الشخصيَّة من بداية حياة اإلنسان ،فمنذ والدته حتى مماته هناك سلوكيات صحيَّة ينبغي على
الفرد اتَّباعها والعمل بها ،على المستوى الفردي ،والمستوى االجتماعي.
العامة ،والسلوكيَّات البيئيَّة ِّ
الص َّحيحة َّ وعلى المستوى البيئي؛ اعتنى اإلسالم بالسالمة
صحة المجتمع وسالمة أفراده ،وذلك من خالل ما سيأتي معنا الحقاً عند بيان
َّ التي تحفظ
صحة المجتمع.
ثم أمر اإلسالم بسنن الفطرة التي تشمل الذكر واألنثى ،والتي لم تُذكر في أوامر َّ
النِّب َّي صلى هللا عليه َّللاُ َع ْن ُه -قال :س ِّم ْع ُت َّ ضي َّ الديانات األخرى صريح ًة ،فعن أَِّبي هريرة -ر ِّ
َ َُ ْ َ َ َ َ َْ
ف ظَف ِّارَ ،وَن ْت ُ يم األَ ْ ِّ
ص الشاربَ ،وتَْقل ُ
َّ ِّ ِّ اال ْسِّت ْح َد ُادَ ،وَق ُّ
طرة خمس :اْل ِّختَان ،و ِّ
ُ َ
ِّ
ول( :اْلف ْ َ ُ َ ْ ٌ وسلم َيُق ُ
الش ِّار ِّب ص َّ (ع ْشٌر ِّم َن اْل ِّف ْ
ط َ ِّرةَ :ق ُّ اآلباط) ،وفي رواية مسلم عن عائشة –رضي هللا عنهاَ - َ
اإل ْب ِّط َو َحْل ُق اْل َع َان ِّة
ف ِّ ظَف ِّار و َغسل اْلبر ِّ
اج ِّم َوَن ْت ُ ص األَ ْ َ ْ ُ َ َ
السواك واسِّت ْن َشاق اْلم ِّ
اء َوَق ُّ ُ َ
وإِّعَف ِّ ِّ ِّ
اء الل ْح َية َو َ ُ َ ْ َ ْ ُ
َّ ِّ ِّ و ْانِّتَقاص اْلم ِّ
ض َةَ ،زَاد ُقتَ ْي َب ُة ض َم َ َن تَ ُكو َن اْل َم ْ يت اْل َعاش َرَة ِّإال أ ْ
ص َع ٌبَ :وَنس ُ ال ُم ْ َّاء َق َ اء)َ ،ق َ ِّ
ال َزَكري ُ ُ َ َ
ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ
اء).
اص اْل َماء َي ْعني اال ْست ْن َج َ يعْ :انتَق ُال َو ِّك ٌ
َق َ
أن سنن الفطرة تبلغ ثالثين خصلة ،وذكر ابن حجر َّأنها
ونقل ابن حجر عن ابن العربي َّ
أعم من
تزيد على ثالثين ،فقال( :فإذا أراد خصوص ما ورد بلفظ الفطرة فليس كذلك ،وإن أراد َّ
ذلك فال تنحصر في الثالثين ،بل تزيد كثي اًر).
ومن خالل النظر في هذه السنن النَّبوية؛ التي جعلت هذه العادات ِّ
الص َّحية من سنن
ورسخت هذه المفاهيم في عقيدة أفرادها ،نرى مدى عناية اإلسالم بمفهوم التثقيف اإلسالمَّ ،
الص َّحيح ألفراده ،فمن بداية حياة الفرد يسير مع العادات ِّ
الص َّحية وينشأ عليها ،وتبقى الص َّحي ِّ
ِّ
الص َّحية مطلوبة منه بعد بلوغه ويحاسب عليها ،والناظر إلى هذه العادات يراها مطلب العادات ِّ
103
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
الطب الحديث ،وهي مما تتبنَّاه الدول وتسعى لنشره بين أفرادها في يفرضه العقل ِّ
الص َّحيح و ُّ
َّ
كافة المجتمعات (المسلمة وغير المسلمة).
ويتميَّز عود األراك عن غيره كفرشاة األسنان وغيرها بعدة أمور منها:
104
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
كذلك احتواؤه على مادة الفلورايد والسيليكون اللتان تساعدان على مقاومة البكتيريا واأللوان
المترسبة ،عدا عن رائحته العطرية المزكية للفم.
أما االستنشاق واالستنثار والمضمضة؛ التي هي من سنن الوضوء ،يقوم بها المسلم في
و َّ
اليوم خمس مرات ،للصغير والكبير ،والذكر واألنثى ،ومن خالل االستنشاق االستنثار،
بصحة فمه وأنفه ،وإخراج ما فيها من األوساخ التي قد تكون دخلت
َّ والمضمضة :يعتني المسلم
فيه خالل اليوم ،فيحمي نفسه من األوساخ واألمراض التي قد تدخل من هذين المنفذين ،ال
سيَّما و َّ
أن كثير من األمراض تدخل من خالل الجهاز التنفسي والجهاز الهضمي.
العَقد التي في ظهور األصابع ،واحدتها برجمة ،وهي المواضعأما غسل البراجم :وهي ُ
َّ
ممن ال يكون طري البدن ،وقال الغزالي :كانت التي تتَّ ُ
سخ ويجتمع فيها الوسخ ،وال سيَّما َّ
العرب ال تغسل اليد عقب الطعام ،فيجتمع في تلك الغضون وسخ ،فأمر بغسلها ،قال النووي:
مختصة بالوضوء ،يعني أنها يحتاج إلى غسلها في الوضوء،
َّ وهي سنة مستقلة ،ليست
والغسل ،والتنظيف ،وقد أُلحق بها إزالة ما يجتمع من الوسخ في معاطف األذن وقعر الصماخ،
َّ
فإن في بقائه إض ار اًر بالسمع.
105
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
المسلمين اآلن من مخالفة السنة و ِّاتباع غير المسلمين في إطالة أظافرهم ،فمن سنن اإلسالم
قص األظافر ،وسنن اإلسالم أولى ِّ
باالتباع من سنن ومما أمر به النبي صلى هللا عليه وسلم ََّّ
ْ
غير المسلمين.
ومن خالل ما سبق في بعض السنن التي شرعها اإلسالم نرى مدى ترسيخ الثقافة
ِّ
الص َّحية ،ومدى حرص اإلسالم على حماية الفرد من األمراض ،كذلك إبعاد ما ُي ِّنفر الفرد في
يتعدى خمس مرات مجتمعه والعناية بمظهره ،وفي هذه السنن التي تكون أحياناً مطلب يومي َّ
في اليوم (كالمضمضة ،واالستنشاق ،واالستنثار ،والسواك) ،ومنها ما يكون مرة في اليوم
(كغسل البراجم) ،ومنها ما يكون في كل فترة مرة واحدة حسب الحاجة (كنتف اإلبطَ ،
وحْلق
العانة ،وقص األظافر) ،ومنها ما يكون مرة واحدة في العمر (كالختان).
106
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ض ورَد َّن ُم ْم ِّر ٌالنِّب ُّي صلى هللا عليه وسلم( :الَ ُي ِّ ال َّ عن أبي هريرة –رضي هللا عنهَ -ق َ
النِّب ِّي صلى هللا عليه وسلم ص ٍح) ،وفي حديث آخر( :أُسام َة ْب َن َزْيٍد ُي َحِّد ُث س ْعداًَ ،ع ِّن َّ عَلى م ِّ
َ َ َ َ ُ
ض َوأ َْنتُ ْم ِّب َها َفالَ تَ ْخ ُرُجوا ِّم ْن َها َفُقْل ُت
وها ،وإِّ َذا وَق َع ِّبأ َْر ٍ الط ُ ِّ ِّ ٍ
اعون بأ َْرض َفالَ تَ ْد ُخُل َ َ َ
َقالِّ :إ َذا س ِّمعتُم ِّب َّ
َ ْ ْ َ
ال َن َع ْم). ِّ ِّ ِّ
أ َْن َت َسم ْعتَ ُه ُي َحد ُث َس ْعًداَ ،والَ ُي ْنك ُرهُ َق َ
107
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
وقد فهم كبار الصحابة هذا الفهم ،من خالل الحجر ِّ
الص َّحي واالبتعاد عن العدوى في
(نفر من وي َعُّد هذا من قدر هللا كما قال عمر بن الخطاب رضي هللا عنهُّ : األمراض المعديةُ ،
ضي اب -ر ِّ ط ِّ َن عمر بن اْلخ َّ
َّاس أ َّ ُ َ َ ْ َ َ قدر هللا إلى قدر هللا) ،فقد روى البخاري َع ْن َع ْبِّد هللاِّ ْب ِّن َعب ٍ
َ َ
احَج َن ِّاد أبو ُع َب ْي َد َة ْب ُن اْل َج َّر ِّ اء األ ْ ُم َر ُ
ام حتَّى ِّإ َذا َكان ِّبسر َ ِّ
غ َلق َي ُه أ َ َ َْ َّ ِّ
َّللاُ َع ْن ُهَ -خ َرَج إَلى الش ِّ َ َّ
الُ :ع َم ُر ْادعُ لِّي َّاسَ :فَق َ ال ْاب ُن َعب ٍ َن اْلوَباء َق ْد وَقع ِّبأ َْر ِّ َّ
ض الشامَِّ ،ق َ َ َ َخ َب ُروهُ أ َّ َ َ ص َح ُاب ُهَ ،فأ ْ َوأَ ْ
َن اْلوَباء َق ْد وَقع ِّب َّ ين األ ََّولِّ َ اْلمه ِّ
اج ِّر َ
الاخَتَلُفوا َفَق َ الشامَِّ ،ف ْ َ َ َخ َب َرُه ْم أ َّ َ َ استَ َش َارُه ْمَ ،وأ ْ اه ْم َف ْ ينَ ،ف َد َع ُ َُ
اب َص َح ُ ض ُهم :م َع َك َب ِّقَّي ُة َّ ِّ ضهمَ :ق ْد َخرج َت ألَم ٍر ،والَ َنرى أ ْ ِّ
الناس َوأ ْ ال َب ْع ُ ْ َ َن تَ ْرج َع َع ْن ُهَ ،وَق َ ْ َ َ َْ َب ْع ُ ُ ْ
الْ :ارتَِّف ُعوا َعِّني ،ثُ َّم ِّ ول هللاِّ صلى هللا عليه وسلم ،والَ نرى أ ِّ رس ِّ
َن تُْقد َم ُه ْم َعَلى َه َذا اْل َوَباءَ ،فَق َ َ ََ ْ َُ
ِّ
اختالَِّف ِّه ْم، َقالْ :اد ُعوا ِّلي األ َْنصارَ ،ف َد َعوتُهمَ ،فاستَ َشارُهمَ ،فسَل ُكوا سِّبيل اْلمه ِّ
اخَتَلُفوا َك ْ ين َو ْ اج ِّر َ َ َ َُ ْ َ ْ َ ْ ُْ َ َ َ
ش م ْن مه ِّ
اج َرِّة اْلَف ْت ِّح، ِّ ِّ
اه َنا م ْن م ْش َي َخة ُق َرْي ٍِّ ِّ ِّ ِّ
َُ َ ان َه ُ الْ :ادعُ لي َم ْن َك َ الْ :ارتَف ُعوا َعني ،ثُ َّم َق َ َفَق َ
اسَ ،والَ تُْقِّد َم ُه ْم َعَلى َه َذا َن تَ ْرِّج َع ِّبالنَّ ِّ ِّ ِّ ِّ
َف َد َع ْوتُ ُه ْمَ ،فَل ْم َي ْخَتل ْف م ْن ُه ْم َعَل ْيه َرُجالَ ِّنَ ،فَقاُلواَ :ن َرى أ ْ
ال أبو ُع َب ْي َد َة ْب ُن ِّ ظ ْه ٍر َفأ ِّ صِّب ٌح َعَلى َ َّ ِّ ِِّّ ِّ ِّ
َصب ُحوا َعَل ْيهَ ،ق َ ْ اْل َوَباءَ ،ف َن َادى ُع َم ُر في الناس :إني ُم َ
ال ُع َم ُرَ :ل ْو َغ ْي ُر َك َقاَل َها َيا أ ََبا ُع َب ْي َد َةَ ،ن َع ْم؛ َن ِّف ُّر ِّم ْن َق َد ِّر هللاِّ ِّإَلى ِّ
ار م ْن َق َد ِّر هللا؟ َفَق َ
اح :أ َِّفر ا ِّ
اْل َج َّر ِّ َ ً
ُخ َرى َج ْد َب ٌة ،أََل ْي َس ص َب ٌةَ ،واأل ْ ان؛ ِّإحداهما خ ِّ
ط ْت َواد َياً َل ُه ُع ْد َوتَ ِّ ْ َ ُ َ َ
ِّ ان َل َك ِّإِّب ٌل َه َب َ َرَْي َت َل ْو َك َ َق َد ِّر هللاِّ ،أ َأ
الر ْح َم ِّن ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ
اء َع ْبُد َّ الَ :ف َج َ ص َب َة َرَع ْيتَ َها بَق َد ِّر هللا؟ َوإِّ ْن َرَع ْي َت اْل َج ْد َب َة َرَع ْيتَ َها بَق َد ِّر هللا؟ َق َ إ ْن َرَع ْي َت اْل َخ ْ
ض حاجِّت ِّهَ ،فَقالِّ :إ َّن ِّعنِّدي ِّفي ه َذا ِّعْلما؛ س ِّمعت رسول هللاِّ ِّ ِّ ٍ
ً َ ْ ُ َُ َ َ ْ َ ان ُمتَ َغيًبا في َب ْع ِّ َ َ ْب ُن َع ْوفَ ،وَك َ
ض َوأ َْنتُ ْم ِّب َها َفالَ ض َفالَ تَْق َدموا َعَل ْي ِّه ،وإِّ َذا وَق َع ِّبأ َْر ٍ ولِّ :إ َذا س ِّم ْعتُم ِّب ِّه ِّبأ َْر ٍ صلى هللا عليه وسلم َيُق ُ
َ َ ُ َ ْ
ف. ص َر َ َّللاَ ُع َم ُر ثُ َّم ْان َ ال َف َح ِّم َد َّ تَ ْخرجوا ِّفر ا ِّ
ار م ْن ُه َق َ ُُ ًَ
النهي عن ال ُّ
تنفس في اإلناء أو النفخ فيه:
اإلن ِّ ِّ
اء) ،وفي رواية َن َيتََنَّف َس في ِّ َ النِّب َّى -صلى هللا عليه وسلمَ -
(ن َهى أ ْ َع ْن أَِّبى َقتَ َادةَ أ َّ
َن َّ
اء أَو ينَفخ ِّف ِّ ابن عباس َقال( :نهى رسول َّ ِّ
يه). اإل َن ِّ ْ ُ ْ َ
َن ُيتََنَّفس ِّفي ِّ
َ َّللا -صلى هللا عليه وسلم -أ ْ َ ََ َ ُ ُ
وجاء النهي عن التنفس في اإلناء أو النفخ فيه لعدة أسباب ،منها :لعدم انتقال األمراض
عن طريق الجهاز التنفسي في األطعمة ،ومنها تغيُّر الطعام من النَّفس ،فربما يقع فيه شيء
ِّ
المتنفس في الطعام ،أو تغيُّر رائحة الطعام من َنَفس النافخ لوجود رائحة في من فم النافخ أو
نفسه ،وانتقالها في المكان الذي يجلس فيه مع غيره ،وفيه من الذوق الذي ال يحبُّه الناس فيما
بينهم ،قال ابن حجر في الفتح( :وجاء في النهي عن النفخ في اإلناء عدة أحاديث ،وكذا النهي
عن التنفس في اإلناءَّ ،
ألنه ربما حصل له تغير من النفس ،إما لكون المتنفس كان متغير الفم
108
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
عن أبي هريرة :أن النبي صلى هللا عليه و سلم كان إذا عطس غطى وجهه بيده أو
بثوبه وغض بها صوته.
وفي الحديث داللة واضحة على حفظ المجتمع من انتقال األمراض ،وذلك من خالل
منع انتقال الرذاذ إلى الجالسين ،واحتماليَّة انتقال بعض األمراض التي ثبت َّأنها تنتقل
بالعطاس ورذاذه ،وكذلك بالنََّفس ،وفيه داللة على جواز لبس َّ
الكمامات حال الخوف من انتقال
بعض األمراض عن طريق النفس والعطاس ،أو ما يقوم مقامها لمنع انتقال الرذاذ إلى المكان
المحيط بالمريض.
جاء في عدة أحاديث نبوية إشارات على الترياق والما يقوم مقامه كالمضاد الحيوي
والمطعوم في عصرنا الحديث ،كالوصية بأكل العجوة صباحا ،كذلك العسل والحبة السوداء،
109
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
الع ْدوى.
طريقة اال نتقال و َ اسم المرض
الملوث
الطعام والشراب َّ التفوئيد
َّقلة َّ
النظافة الشخصية (مالمسة براز المريض، الكبد إلتهاب
انتقال العدوى من خالل اليد والمالمسة في حال عدم ()A/E
نظافته).
الرذاذ. السحايا
نقل الدم ،االتصال الجنسي ،دم األم للجنين عن اإليدز ،الزهري،
طريق المشيمة. السفلس
لكل مرض ،وهو من بابوفي باب الحث على التداوي شرع اإلسالم البحث عن الدواء َّ
عدة أحاديث ُّ
تحث على التداوي والبحث عن األخذ باألسباب ،والتوكل على هللا ،فقد جاءت َّ
عالج هذه األدواء ،مع التوكل على هللا وطلب الشفاء منه ،ونقف هنا مع بعض هذه األحاديث
تحث على التداوي وحفظ ِّ
الص َّحة ،منها: التي ُّ
وروى اإلمام أحمد وغيره عن النبي صلى هللا عليه وسلم قوله( :ما أنزل هللا داء ،إال
قد أنزل له شفاء ،علمه من علمه ،و جهله من جهله).
(إن هللا لم ينزل داء أو لم يخلق داء إال أنزل أو خلق له دواء ،علمه من علمه
و جهله من جهله إال السام ،قالوا :يا رسول هللا و ما السام ؟ قال :الموت).
111
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
( في الحبة السوداء شفاء من كل داء إال السام ،).وفي رواية الترمذي (عليكم بهذه
الحبة السوداء ،فإن فيها شفاء من كل داء ،إال السام).
روى أنس بن مالك عن النبي صلى هللا عليه وسلم قال( :إن هللا عز وجل حيث
خلق الداء خلق الدواء فتداووا).
وغيرها من األحاديث التي ذكرها العلماء في كتبهم في خو ِّ
اص بعض العادات ،وبعض
النباتات.
وقد ذكر ابن حجر في شرحه لبداية كتاب الطب في صحيح البخاري َّ
أن الطب نوعان:
طب الجسد فمنه ما جاء في المنقول عنه صلى هللا عليه و سلم ،ومنه ما جاء عن
أما ُّ
و َّ
ثم هو نوعان :نوع ال يحتاج إلى فكر ونظر ،بل فطر هللا على
غيره ،وغالبه راجع إلى التجربةَّ ،
معرفته الحيوانات ،مثل :ما يدفع الجوع والعطش.
ونوع يحتاج إلى الفكر والنظر ،كدفع ما يحدث في البدن مما يخرجه عن االعتدال،
إما إلى ح اررة أو برودة ،وكل منهما إما إلى رطوبة أو يبوسة أو إلى ما يتركب منهما،
وهو َّ
وغالب ما يقاوم الواحد منهما بضده.
الص َّحة ،واالحتماء عن المؤذي ،واستفراغ ثالثة أشياء :حفظ ِّ فقال( :ومدار ذلك على
ان ِّم ْن ُك ْم
الثالثة في القرآن ،فاألول :من قوله تعالى (َف َم ْن َك َ المادة الفاسدة ،وقد أشير إلى
أن السفر مظنة النصب ،وهو ُخ َر) (البقرة ،)184:وذلك َّ
أَيَّا ٍم أ َ يضا أ َْو َعَلى َسَف ٍر َف ِّعَّدةٌ ِّم ْن
َم ِّر ً
112
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
غيرات ِّ
الص َّحة ،فإذا وقع فيه الصيام ازداد فأُبيح الفطر ،إبقاء على الجسد ،وكذا القول في من م ِّ
ُ
المرض.
والثالث من قوله تعالى (أ َْو ِّب ِّه أَ ًذى ِّم ْن َأر ِّْس ِّه َف ِّف ْد َي ٌة) (البقرة )196:فإنه أشير بذلك إلى
جواز حلق الرأس الذي ُمنع منه المحرم؛ الستفراغ األذى الحاصل من البخار المحتقن في
الرأس ،وأخرج مالك في الموطأ عن زيد بن أسلم مرسالً إن النبي صلى هللا عليه وسلم قال
ِّ
الطب خير؟ قال :أنزل الداء الذي أنزل الدواء). أطب؟ قاال يا رسول هللا :وفي
لرجلين :أيُّكما ُّ
الداء) َه َذا ِّإ ْع َالم َل ُه ْم، َّللا َعَل ْي ِّه َو َسلَّم( :أ َْن َزَل َّ
الد َواء َّالِّذي أ َْن َزَل َّ صلَّى َّ وقال النوويَ( :ق ْوله َ
َ
اش َرِّة َم ْخلُوَقات ْاأل َْرض ِّم ْن َداء ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ
َوإِّ ْذن فيهَ ،وَق ْد َي ُكون اْل ُم َراد ِّبِّإ ْن َزاله ِّإ ْن َزال اْل َم َالئ َكة اْل ُم َوَّكل َ
ين ِّب ُم َب َ
طة ِّم ْح َجم أ َْو َش ْرَبة َع َسل أ َْو ِّ ِّ ِّ
َّللا َعَل ْيه َو َسَّل َمَ :
(ش ْر َ صلَّى َّ َوَد َواءَ ،وَذ َك َر َب ْعض ْاألَطبَّاء في َق ْوله َ
ِّ
َعَلم).َّللاُ أ ْ
ض ُروب اْل ُم َعاَفاة َو َّ َل ْذ َعة ِّب َن ٍار) أََّن ُه ِّإ َش َارة ِّإَلى َجميع ُ
ومما سبق يتَّضح لنا مدى اهتمام اإلسالم ِّ
بالص َّحة العامة ألفراد المجتمع ،وذلك من َّ
مرض ،فالمسلم يسعى ألن ِّ
ألم بهم ٌإن َّخالل تثقيفهم َّأوالً ،ثم حثهم على طلب الدواء والعالج ْ
قدر هللا ووقع به مرض؛ سارع إلى األخذ باألسباب إن َّ
يكون صحيحاً سليماً من كل مرض ،و ْ
أحب إلى هللا من المؤمن
ُّ وطلب التداوي ،وذلك عمالً باألوامر َّ
النبوية ,فالمؤمن القوي
الضعيف ،وفي ٍ
كل خير.
113
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ومن خالل الرقية ربَّما يدخل فيها ما ليس بصحيح ،أو ما يكون مخالفاً لإلسالم ،أو من
الطب وهو بالمشعوذ ،ونشر موقع (رسالة اإلسالم) الذي يشرف عليه الدكتور عبد
َّ َّيدعي معرفة
العزيز الفوزان ،في دراسة للموقع ،حيث أشارت إلى أن حجم اإلنفاق على األعمال الخرافية
من دجل وشعوذة في العالم العربي بلغ 10مليار دوالر سنوياً ،و َّ
أن العالم العربي به أكثر من
ربع مليون مشعوذ ودجال.
ونهى النبي صلى هللا عليه وسلم عن مثل هذه األعمال وبيَّن أنها من الشرك والشعوذة،
الرَقىفعن عبد هللا بن مسعود رضي هللا عنه قال :قال رسول هللا صلى هللا عليه وسلم(ِّ :إ َّن ُّ
ف ِّإَلى ِّ ِّ ِّ التوَل َة ِّشركَ ،قاَلتُ :قْلت :لِّم تُقول ه َذا و َّ ِّ َّ ِّ ِّ
ف َوُك ْن ُت أَ ْخَتل ُ َّللا َلَق ْد َك َان ْت َع ْيني تَْقذ ُ ُ َ َ ُ َ َ ْ ٌْ َوالت َمائ َم َو َ
اك َعمل َّ َّللاِّ ِّإَّنما َذ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ
ان َي ْن َخ ُس َها ط ِّ
ان َك َ الش ْي َ َُ ال َع ْبُد َّ َ ُفالَ ٍن اْل َي ُهودى َي ْرِّقيني َفإ َذا َرَقاني َس َك َن ْتَ .فَق َ
َّللاِّ -صلى هللا عليه وسلم- ول َّ ان َرُس ُ َن تَُقولِّي َك َما َك َ
ِّ ِّ
ان َي ْكفيك أ ْ ف َع ْن َها ِّإَّن َما َك َ
اها َك َّ ِّ ِّ
ِّب َيده َفِّإ َذا َرَق َ
اء الَ ُي َغ ِّاد ُر َسَقماً). ِّ
اؤ َك شَف ً
َّ ِّ
اء ِّإال شَف ُ
ِّ َّ ِّ
اشف أ َْن َت الشافي الَ شَف َ
اس ْ ِّ الن ِّ
اس َر َّب َّ ِّ ِّ
ول ( أَ ْذهب اْل َب َ َيُق ُ
الص َّحيح ،قال فبيَّن النبي صلى هللا لعيه وسلم مدى كذب المشعوذين ،وأخبر الطريق ِّ
الش ْرك " َوِّفي الرَقى ِّمن ِّ
ْ (وِّفي اْل َحِّديث " التَّ َم ِّائم َو ُّ صاحب (عون المعبود) في شرحه للحديثَ :
الدواء و ِّ
الشَفاء َوإَِّّن َما ِّ ن َّ َّ َّ ِّ ِّ
ام َّ َ َ َّللاُ َل ُه " َكأَن ُه ْم َك ُانوا َي ْعتَقُدو َ أَن َها تَ َم ُ
يم ًة َف َال أَتَ َّم َّ
آخر " َم ْن َعل َق تَم َ َحديث َ
َّللا َّالِّذيطَلُبوا َد ْفع ْاألَ َذى ِّم ْن َغ ْير َّ وبة َعَل ْي ِّه ْم َو َ ِّ ِّ ِّ
َج َعَل َها ش ْرًكا ألََّن ُه ْم أ ََرُادوا ِّب َها َد ْفع اْل َمَقادير اْل َم ْكتُ َ
ُه َو َد ِّافعه ِّا ْنتَ َهى).
ظ ُّن العالج فيه، وقد نهى النبي صلى هللا عليه وسلم عن التداوي بحرام ،حتى وإن كان ُي َ
اء َو َج َع َل َّ
اء َوالد َو َ
َّ َّللاِّ -صلى هللا عليه وسلم(ِّ :-إ َّن َّ
َّللاَ أ َْن َزَل الد َ ول َّ ال َرُس ُ الَ :ق َ
فعن أَِّبى َّ ِّ
الد ْرَداء َق َ َْ
اء َفتََد َاوْواَ ،والَ تََد َاوْوا ِّب َح َارمٍ). ِّ ِّ ٍ
ل ُكل َداء َد َو ً
114
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
أمر اإلسالم المجتمع المسلم بترك ما ال يعلمون ،وعدم ِّادعاء ما ال يعلمون فقال تعالى:
ان َع ْن ُه َم ْسُئوًال) ِّ
ص َر َواْلُف َؤ َاد ُك ُّل أُوَلئ َك َك َ ف َما َل ْي َس َل َك ِّب ِّه ِّعْل ٌم ِّإ َّن َّ
الس ْم َع َواْل َب َ (وَال تَْق ُ
َ
(اإلسراء.)36:
عمله ،االمين في صنعته ،فقال تعالى ودعا المسلمين للبحث عن الشخص الماهر في
اهما يا أَب ِّت استَأ ِّ
ْج ْرهُ ِّإ َّن َخ ْي َر َم ِّن ِّ
ْ ِّإ ْح َد ُ َ َ َ
وموجهاً على لسان ابنة الرجل الصالحَ( :قاَل ْت مخب اًر
ِّ
ال
على لسان يوسف عليه السالمَ( :ق َ ين) (القصص ،)26:وقال تعالى ْج ْر َت اْلَق ِّو ُّي ْاألَم ُ
استَأ َ
ْ
يم) (يوسف ،)55:وفي اآليات توجيه ربَّاني باختيار ض ِّإِّني ح ِّفي ٌ ِّ
اج َعْلِّني َعَلى َخ َزِّائ ِّن ْاأل َْر ِّ
ظ َعل ٌ َ ْ
القوي العارف بصنعته ،واألمين على هذه الصنعة وما يتبعها من تبعات ،وعليم بها ماهر
بإدارتها وحسن التصرف فيها.
وأخرج مالك في الموطأ عن زيد بن أسلم مرسالً إن النبي صلى هللا عليه و سلم قال
َن رسول َّ ِّ الط ِّب خير يا رسول َّ ِّ
ط ُّب ؟ َفَقاالَ :أَو ِّفي ِّ
ال:
َّللا ? َق َ َّللا ؟ َف َزَع َم َزْيٌد أ َّ َ ُ َ َ ٌْ َ َ ُ َ َ ُّك َما أَ َ
لرجلين :أَي ُ
اء. الدو َّ ِّ َّ
اء ،الذي أ َْن َزَل األ َْد َو َ أ َْن َزَل َ َ
أهم األمور التي وتأتي اختيار أهل الكفاءة في شؤون الحياة َّ
كافة ،الدينية والدنيوية ،ومن ِّ
ِّ
الطب يحفظ الجسم الذي هو من يجب على الفرد اختيار األكفأ فيها هي األمور الطبية ،ففي
الضرورات الخمس في االسالم وهو(حفظ النفس) ،فمن يباشر مهنة الطب بغير علم؛ في
ِّ
الطب لكسب المال ،وقد جعل اإلسالم على األغلب يجني على الناس بجهله ،و ِّادعائه لمهنة
أن عليه الضمان فيما تسبَّب به من أذى للمريض ،فقال َّ الطب وهو ليس من أهله
َّ من َّادعى
طبَّب والَ يعَلم ِّم ْنه ِّط ٌّب َفهو ض ِّ
ام ٌن). َُ َ تَ َ َ َ ُ ْ ُ ُ (م ْن
رسول هللا صلى هللا عليه وسلمَ :
يدل على ُّ
تكلف الشيء، التفع ِّل ُّ
ُّ أي من تعاطى الطب ولم يسبق له تجربة ،ولفظ
لتهوره
والدخول فيه بكلفة ككونه ليس من أهله (فهو ضامن) لمن طبَّه ،بالدية إن مات بسببهُّ ،
ِّ
الطب ،بأخذه عن أهله من اهل العلم أما من سبق له تجربة وإتقان لعلم
بإقدامه على ما يقتل ،و َّ
فطب وبذل الجهد دون تقصير فال ضمان عليه.وحاز على ما يثبت ذلكَّ ،
قال الخطابي( :ال أعلم خالفاً في المعالج إذا َّ
تعدى ،فتلف المريض كان ضامناً،
والمتعاطي علماً أو عمالً ال يعرفه متعدي ،فإذا تولد من فعله التلف ضمن الدية ،وسقط عنه
القود ألنه ال يستبد بذلك دون إذن المريض ،وجناية الطبيب في قول َّ
عامة الفقهاء على
عاقلته).
115
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ِّ
الطب ،وهذا ولفظ الحديث جاء بصيغة العموم ،لكل من َّادعى نوعاً من أنواع العالج أو
طب ،وصفه أو قوله،
يشمل جميع أنواع األطباء والمعالجين ،قال المناوي( :وشمل الخبر من َّ
الكحال ،وبمراهمه وهو الجرائحي ،وبموساه وهو
وهو ما يخص باسم الطبائعي ،وبمروده وهو َّ
الخاتن ،وبريشته وهو الفاصد ،وبمحاجمه وشرطه وهو الحجام ،وبخلعه ووصله ورباطه وهو
المجبر ،وبمكواته وناره وهو الكواء ،وبقربته وهو الحاقن ،فاسم الطبيب يشمل الكل،
وتخصيصه ببعض األنواع ُعرف حادث).
من هنا نرى مدى عناية اإلسالم بمبدأ اختيار الطبيب الماهر في عمله ،األمين في
ِّ
المقصر في استخدام هذه المهنة ،فلقد نهى القرآن الكريم عن إلقاء النفس في مهنته ،ومحاسبة
ِّ
َح ِّسُنوا) (البقرة ،)195:ونهى النبي صلى (وَال ُتْلُقوا ِّبأ َْيِّد ُ
يك ْم ِّإَلى التَّ ْهُل َكة َوأ ْ الهالك فقال تعالىَ :
صَّلى هللا ِّ
ول هللا َ
هللا عليه وسلم عن جلب الضرر للنفس ،أو التسبب في جلبه لآلخرين فقال َرُس َ
ض َرَار). علي ِّه وسلَّم( :أَن الَ ضرر والَ ِّ
َ ََ َ َْ َ َ ْ
فاإلسالم دين شامل لنواحي الحياة َّ
كافة ،فيه الخير للفرد وللمجتمع ،ولسائر األرض،
فمن تبع هدى هللا فلن يضل أو يشقى ،فيحفظ في دنياه صحيحاً معافى ،سعيد النفس سليم
البدن ،وفي آخرته سعيداً راضياً.
وصلى هللا على سيدنا محمد وعلى آله وصحبه وسلم ،فما أصبنا فمن هللا وحده التوفيق،
وما أخطأنا فمن أنفسنا وتقصيرنا ،نسأله سبحانه وتعالى القبول.
الخاتمة
أهم النتائج:
وفيها ُّ
الحمد هلل ِّ
رب العالمين والصالة والسالم على المبعوث رحمة للعاملين ،وبعد؛ تتلخص
أهم نتائج البحث بما يأتي:
ُّ
اهتم اإلسالم بتعزيز الثقافة الصحيَّة بأفراده َّ
كافة دون تمييز بين ذكر أو أنثى ،صغير َّ
اهتم بصحة الطفل الوليد.
أو كبير ،بل َّ
116
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
إن عناية اإلسالم بالتثقيف الصحي كان أكبر من إيجاد العالج ،كون الوقاية أسهل
َّ
أما العالج فقد أوجد اإلسالم بعض األمثلة
من إيجاد العالج ،كذلك أقل كلفة وأسهل لألفرادَّ ،
لذلك.
َّ
حث اإلسالم على التداوي وطلب العالج ،وجعل ذلك من األخذ باألسباب ومن
التوكل على هللا تعالى.
لمعدية ،وتشمل الحجر الصحي ،وعزل وضع اإلسالم قواعد لمنع األمراض ا ُ
المريض ،وعدم الدخول على الوباء ،وعدم الفرار منه ،االستعانة بالطب والدواء ،والتطعيم في
الوقاية والعالج.
الضارة
َّ أمر اإلسالم بسالمة الغذاء وأشاع الثقافة الصحية الغذائية ،فقد منع األغذية
وشجع أكل اللحوم
بالصحة ،كالميتة والدم ولحم الخنزير والمخدرات ،ومن األشربة منع الخمرَّ ،
وشجع على أكل ما له قيمة غذائية ،إلى جانب
َّ اء لحم البر والبحر ،وكل مشتقات اللحوم، سو ً
اهتم اإلسالم أيضاً بنظام الغذاء :كمنع اإلسراف في األكل ،واألكل
االهتمام بنوعية الغذاء ،و َّ
دون جوع ،واألكل حتى التخمة.
117
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ابن أبي شيبة ،أبو بكر عبد هللا بن محمد بن أبي شيبة ،المصنف ،مكتبة الرشد،
الرياض ،ط أولى1409 ،م.
األلباني ،محمد ناصر الدين ،السلسلة الصحيحة ،ط ،1دار المعارف ،الرياض،
1992م.
،___ صحيح وضعيف الجامع الصغير وزيادته ،المكتب اإلسالمي ،د.ط ،د.ت.
البخاري ،محمد بن إسماعيل البخاري ،الجامع الصحيح ،تحقيق :مصطفى البغا ،دار
ابن كثير ،بيروت ،ط الثالثة1407 ،هـ1987 ،م.
البزار ،أبو بكر أحمد بن عمرو ،البحر الزخار (المسند) ،مكتبة العلوم والحكم -
المدينة المنورة ،تحقيق محفوظ الرحمن زين هللا وآخرون ،ط األولى ( ،الطبعة بدأت 1988م ،
وانتهت 2009م).
الترمذي ،محمد بن عيسى ،السنن ،تحقيق :أحمد محمد شاكر وآخرون ،دار إحياء
التراث العربي –بيروت ،د.ط ،د.ت.
ابن الجوزي ،أبو الفرج عبدالرحمن بن علي ،غريب الحديث ،دار الكتب العلمية -
بيروت ،ط األولى1985 ،م.
الحاكم ،محمد بن عبد هللا أبو عبد هللا الحاكم ،المستدرك على الصحيحين ،دار
الكتب العلمية ،بيروت ،ط أولى 1411هـ1990 ،م.
ابن حجر ،أحمد بن علي العسقالني ،فتح الباري شرح صحيح البخاري ،دار المعرفة
-بيروت 1379 ،هـ.
ابن حنبل ،أحمد بن حنبل الشيباني ،المسند ،مؤسسة قرطبة ،القاهرة ،د.ط ،د.ت.
الخطابي ،أبو سليمان أحمد بن محمد ،معالم السنن ،المطبعة العلمية ،حلب ،الطبعة
األولى 1351هـ 1932 -م.
أبو داود ،سليمان بن األشعث ،سنن أبي داود ،دار الفكر ،بيروت ،د.ط ،د.ت.
الطبراني ،أبو القاسم سليمان بن أحمد ،المعجم األوسط ،دار الحرمين -القاهرة ،
1415هـ ،د.ط.
118
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
العظيم آبادي ،أبو الطيب محمد شمس الحق ،عون المعبود شرح سنن أبي داود،
المكتبة السلفية ،المدينة المنورة ،ط الثانية1388 ،هـ 1968 ،م.
القرطبي ،أبو العباس أحمد بن عمر ،المفهم لما أشكل من تلخيص كتاب مسلم،
تحقيق :محي الدين مستو وآخرون ،دار ابن كثير -دار الكلم الطيب ،ط األولى1471 ،ه-
1996م.
القرطبي ،أبو عبد هللا محمد بن أحمد بن أبي بكر ،الجامع ألحكام القرآن ،تحقيق:
أحمد البردوني وإبراهيم أطفيش ،دار الكتب المصرية –القاهرة ،ط الثانية1384 ،هـ 1964 -م.
القضاة ،عبد الحميد ،تفوق اإلسالم في الطب الوقائي ،المستشفى اإلسالمي ،األردن،
ط أولى1987 ،م.
كامل ،محمد ،اإلعجاز العلمي في اإلسالم ،دار الكتب الحديثة ،مصر ،ط الثانية،
د.ت.
ابن ماجه ،محمد بن يزيد القزويني ،السنن ،دار أبي المعاطي ،مصر ،د.ط ،د.ت.
مالك ،ابن أنس ،الموطأ ،تحقيق :محمد فؤاد عبد الباقي ،دار إحياء التراث العربي –
مصر ،د.ط ،د.ت.
مسلم ،أبو الحسين مسلم بن الحجاج النيسابوري ،صحيح مسلم ،دار إحياء التراث
العربي ،بيروت ،د.ط ،د.ت.
المناوي ،عبد الرؤوف بن تاج العارفين بن علي ،فيض القدير شرح الجامع الصغير،
دار الكتب العلمية بيروت –لبنان ،ط األولى1415 ،ه.
النسيمي ،الدكتور الطبيب محمود ناظم ،الطب النبوي والعلم الحديث ،الشركة المتحدة
للتوزيع ،بيروت ،ط األولى1984 ،م.
النووي ،أبو زكريا يحيى بن شرف ،المنهاج شرح صحيح مسلم بن الحجاج ،دار
إحياء التراث العربي –بيروت ،الطبعة الثانية1392 ،هـ.
أبو يعلى ،أحمد بن علي بن المثنى الموصلي ،مسند أبي يعلى ،دار المأمون للتراث،
دمشق ،ط أولى1404 ،هـ.
119
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
.م1985 ، إصدار شهر آذار، المجلة العربية، السواك أجر وعالج، عبد هللا،الشمري
َّ
مجلة جامعة،) (هل أحاديث الطب النبوي وحي: بحث محكم بعنوان، شرف، القضاة
.م2002 ، األردن،مؤتة
120
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Özet
Allah, insanı yaratmış ve her türlü tehlikelerden ve hastalıklardan korumak-tadır.
Fakat insan hastalanabilir. Bundan dolayı vücudunu hastalıklardan koruması gerekir.
İnsan sağlığının korunması korunması hususunda Tıbb-ı Nebevi ile Modern Tıp ortak
mücadele etmek durumundadır.
Tıbb-ı Nebevi ile Modern Tıp’ın ortak hedefi insan saglıgını korumak olmalıdır.
,Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) bal, zeytinyagıçörekotu, mantar, kına, kudret
helvası gibi bazı maddeleri kendi sağlığının korumasında kullanmış ve asha-bına da bu
tedavi metotlarını kullanmayı önermiştir. Fakat ashabına sarhoş edici maddelerle te-
davi olmayı yasaklamıştır. Peygamberimiz bulaşıcı hastalıklı bir bölgeye girmeyi ve o
bölgeden çıkmayı (Karantina) da yasaklamıştır.
Modern Tıp da Peygamberimizin (s.a.s.) kullandıgı tedavi metotlarını (Tıbb-ı
Nebevî) kullanmaktadır. Örneğin psikoterapi, obezite ile mücadele, bitkilerle tedavi,
misvak ve misvak özlü macun kullanma, yemekten önce ve sonra elleri yıkama, helal
maddelerle tedavi olma, haram maddelerle tedavi olmama, dua ve inançla terapi ve
bulaşıcı hastalıkların sirayetini önlemek için karantina gibi.
Bu sebepten biz modern tıpçı, ziraatçi, hukukçu, kimyacı, fizikçi, biyolog, ilahi-
yatçı gibi sahsında uzmanlaşmış ilim adam-larının bir araya geldiği sunmak istiyoruz:
2015 Adana İslam & Tıp Uluslararası Tıbb-ı Nebevî Kongresi gibi kongrelerin ve Sem-
pozyumların yapılmasını arzuluyoruz. Bu tip ortak çalışmaların insanlığın sağlığı ve
mutluluğu için faydalı olacağına inanıyoruz.
Anahtar Kelimeler: Tıbb-ı Nebevî, Modern Tıp, Tedavi Yöntemleri, Karan-tina.
121
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Abstract
Allah created human and he preserve all of dangers and disease. But human may
fall ill so he must protect him body from all of disease. From this point There are many
relationships between At-Tibbu al Nabawi (Medicine of the Prophet) and Modern Med-
icine.
At-Tibb al Nabawi and Modern Medi-cine’s the common objective must be to pro-
tect human health. Prophet Muhammad (peace be upon him) used in health the fight
against obesity, phytotherapy with some materials honey, vinegar, nigella, mushroom,
henna, manna etc. Psychotherapy, prayer and medication like this. He advised his com-
panions methods of treatment and him companions used in health methods of treat-
ment but he banned intoxicated methods of tereatment for companiens. Prophet Mu-
hammed not to enter the place where the epidemic and not allowed to leave from there.
(Quarantine)
Modern Medicine uses in health Prophet Muhammed’s (peace be upon him)
methods of treatment (at-Tibb al Nabawi) too. For example the fight against obesity
miswak and miswak concise paste, wash hands before eating and after, psychotherapy,
take measures against infectious diseases of a diseased. (Quarantine)
Because of that we advised multydisipliner works like 2015 Adana İnternational
at-Tibb al Nabawi Cong-ress. İnternatinal Congress with modern medic, agriculturalist,
lawyer, chemist, physicist, biologist, theologian etc. We believe this kind of collabora-
tion will be beneficial for human health and happiness.
Key Words: at-Tibb al Nabawi, Modern Medicine, Methods of Treat-ment, Quar-
antine)
Giriş
A- Tıbb-I Nebevî İle Modern Tıp İlişkisi
Tıb, Arapça kökenli bir kelimedir. Cismin ve nefsin ilacı, rıfk anlamlarına, Tabîb
kelimesi ise refîk, hâzık, mâhir kimse anlamlarına gelmektedir.
“Tıbb-ı Nebevî” tabiri, hastalıkların tedavisi ve sağlığın korunması hakkında
Rasûl-i Ekrem’den nakledilen hadislerle bunlara dair Literatürü ifade eder. Bu Litera-
türe dâhil eserlerde hadislerin yanında ayetlere ve kadim dönemden başlayarak çeşitli
devirlerde yaşamış hekimlerin görüşlerine de yer verildiği halde çok ilgili hadisler ele
alarak incelediği için bu saha “Et-Tıbbu’n-Nebevî” şeklinde anılmıştır. Bugünkü bilim
tarihçileri, İslam dünyasında tarih boyunca gelişmiş tıp ilmini genellikle “Et-Tıbbu’l-
İslâmî” tabiriyle ifade etmektedir.”
Yüce Allah, “halife olarak yarattığı” ve “kendisine emanetini yüklediği” insanı
“şüphesiz başıboş ta bırakmamış”, “Hangimizin daha en güzel davranacağını sınamak
için ölümü ve hayatı yarattığını” beyan etmiştir. Bu açıdan onun başına gelecek tehlike-
ler ve hastalıklar karşısında da onu yalnız bırakmayacaktır. Maruz kalabileceği çeşitli
tehlikelerden kurtulma ve bu hastalıktan korunma yollarını gösterecektir. Bu açıdan
Yüce Allah, hastalıklar karşısında bedenen ve ruhen zayıf kalmış kuluna yardım et-
mekte ve: “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın” buyurarak kullarının sağlıklı
huzurlu bir hayat sürmesi için öncelikle sağlıklarına dikkat etmelerini, her türlü teh-
likeli durum ve davranışlarından kaçınmalarını emretmiştir.
Kişinin hastalıklara yakalanmamak için gayret sarf etmesi, şayet hastalığa düçar
olursa tedavi olmak için Peygam-berimizin (s.a.s.) bizzat kendisinin ve Sahâbe-i
Kirâm’ın tatbik ettiği bazı tedavi yöntemlerini arayıp bulması ve tedavi olarak sağlığına
kavuşma çabasını da Yüce Allah’ın ve Peygamberimizin birer emri telakki ediyoruz.
122
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Allah (c. c.) hiçbir hastalığı devasız yaratmamıştır ihtiyarlık hariç” buyurmuştur.
Peygamberimizin hastalıklar karşısında: “Tedavi olunuz!” tavsiyesine rağmen tedavi
olmamakta ısrar etmek ve tevekkül etmek ve hastalığı bir kader gibi telakki etmek,
İslam’ın insana bakışıyla ne Kur’an’daki ne de hadislerdeki temel prensiplerle
örtüşmektedir. Bu açıdan Modern Tıp Mütehassıslarının tedavisinde bazı tedavi me-
totları geliştirmelerine rağmen henüz % 100 tedavisi gerçekleşmeyen AİDS hastalığının
da Tıp Otoritelerinin titiz incelemeleri ve araştırmaları sonucunda % 100 tedavisinin
de gerçekleşebileceğine inanıyoruz.
Asrımızın temayüz etmiş muhaddis ve muhakkiklerinden biri olan Prof. Dr. Şuayb
Arnavut da ilim adamlarını, ilim dallarına göre kategorize etmemiş, böyle bir değer-
lendirmenin doğru olmadığını da şöyle ifade etmiştir.“ İnsanların bilgileri birbirinin
üzerine koyarak ulaştıklarında Yüce Allah’ın onlara: “Gelin bakalım!” diyecek ve kıya-
met kopacak. “Nihayet yeryüzü zinetini takınıp (rengârenk) süslendiği ve sahipleri de
onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada bir gece veya gündüz ona
emrimiz (afetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak
biçilmiş bir hale getiririz.” Yani kıyamet insan aklı yeryüzündeki bütün her şeyin
künhüne vâkıf olduğu zaman kopacaktır. Hz. Peygamber (s. a. s.): “Allah, yarattığı her
hastalık için mutlaka bir deva yaratmıştır.” Buyurmuşlardır. Öyle hastalıklar var ki bun-
ların tedavi yollarını bugün bilmiyoruz. Öyleyse bir gün gelecek bunların ilaçları
keşfedilecek. De ki: “Yeryüzünde gezin, bir bakın…” Bunun adı itibardır. Yani “İbret
alındır.”
B- Peygamberimiz Hz.Muhammed’in (s.a.s.) İnsan Sağlığının Korunmasında
Tavsiye Ettiği Modern Tıpta Da Uygulanabilecek Bazı Tedavî Yöntemleri
Tıbb-ı Nebevî konusunda vârid olan hadislerin değerlendirmesi hususunda cerh
ve ta’dil âlimlerinin incelemeleri sonucunda Mevzû olarak addedilen ve mevzuat kita-
plarında yer almış hadisleri kullanmaktan kaçınmayarak aşırı gidenler olduğu gibi Sa-
hîh, Hasen, Zayıf olup olmadıklarına itibar etmeksizin hepsini reddederek aşırı giden-
lerin varlığı da unutulmamalıdır. Bu hususta Yavuz Köktaş’ın hadisleri değer-
lendirmede dengeli davranmayı öngördüğü şu yorumunu kayda değer buluyoruz:
“Hadislere yönelik meraklar, sorular, tenkitler he zaman var olagelmiştir. Bazen bu
tenkitler bizzat hadîsin kendisine yönelirken, bir anlamda hadis inkârcılığına yol
açarken bazen Kur’an’a, akla, tarihe muhâlif hadislerle sınırlı kalmıştır. Şüphesiz bu
isabetli bir tavır olsa da bu ilkelerin hadislere uygulanmasında ciddî problemlerin
olduğu da bir vakıadır. Nihayetinde bu ilkeleri hadislere tatbik edenler insandır.
Kendilerine ait düşünceleri olan, çağın ve toplumun etkisi altında kalan bizlerin farklı
görüşlere sahip olması doğal kabul edilmelidir. Yer yer hadisçiler de kendi aralarında
ihtilafa düşmüşlerdir. Kimi bir hadise sahih derken kimi zayıf hatta uydurma demiştir.
Bu durum işin tabiatında bulunmaktadır. Çünkü hadislere sahih mi değil mi hükmü
vermek ictihaddır. Hadisçiler arasında hadislere hüküm verme noktasında çok sert
davranıp hemen mevzû hükmünü vermeye meyilli olanlar da çok gevşek olup zayıf olan
hadisleri Hasen hatta Sahîh derecesine yükseltmeye çalışanlar da vardır. En güzeli orta
yoldur. Biz o hadisçilerin müteşeddid ve mütesâhil olduklarını söylüyoruz, ancak aslın-
da onların yaptığı da ictihaddır. Yaptıkları bir endişeden kaynaklanıyor. Hz.
Peygamber’e ait olmayan bir şeyi aitmiş gibi kabul etme ya da Hz. Peygambere ait
olabilecek bir sözü reddetme endişesi… Elbette bu noktada bizlerin birikim, kişisel
yapısı değerlendirmede etkili olacaktır. Burada önemli olan husus önyargılarımızdan
belki tamamen değil ama-sıyrılabilmek, konuyla ilgili verilere vâkıf olabilmek ve onları
sırf Allah’ın rızasını elde edebilmek için değerlendirmektir. Bu durum elde edilen sonu-
cun mutla doğru olduğunu göstermez. Bununla birlikte iyi niyetli ve sağlam temele
dayalı yaklaşımlar her zaman değerli olmuştur.”
124
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
125
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
126
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
başlatan etken gerçekten fast food mu yoksa insanların eskisi kadar hareket et-
memelerini sağlayan teknoloji mi?”
Dubai’den Fadlil Mustafa Abdullah, 5.Islam Tıp Tarihi Cemiyeti Kongresi’nde,
Pandemik Obezite ve Islam’daÇözüm Yolları adlı bir bildiri sunmuş, sağlığımızla ilgili
yiyeceklere ve yiyecek alışkanlığımıza dair Kur’an’dan ve hadislerden bazı örnekler
vermiştir.
3-Bitkilerle (Fitoterapi) Tedavi
Peygamberimiz ve Sahabe-i Kirâm, hastalıklarına karşı bazı bitkilerle tedavi
yöntemleri uygulanmıştır. Ancak Peygamberimizin ve Sahâbe-i Kirâm’ın kendi dönem-
lerinde kullanmadığı herhangi bir bitki Tıbb-ı Nebevî’ye girmez gibi bir iddia ileri
sürmek, İslâm’ın genel prensipleriyle bağdaşmaz. Zira hastalığın tedavisinde hangi
bitkinin daha tesirli olacağı ve hangi bünyede hangi bitkinin daha çok yarar sağlayacağı
da % oranlarla ifade edilemez. Peygamberimizin: “Ölüm ve ihtiyarlık hariç her derdin
devasının bulunacağına” işaret etmesi kâinatta tedavi amaçlı her bitkiden yararlanıla-
bileceğine ve her türlü yöntem ve teknikleri kullanarak hastalıkların tedavi edile-
bileceğine işarettir. Peygamberimizin bitkilerle uyguladığı tedavi yöntemleri modern
tıpta da hâlen uygulanmaktadır. Bitkilerle tedavi konusu daha önce yapılan Tıbb-ı Ne-
bevî kongrelerinde ayrı ayrı oturumda detaylı işleneceği için biz sadece bazılarına
işaret etmekle iktifa edeceğiz. Çörek otu ,kına ,kudret helvası ,bal vb. madde ve
bitkilerle tedavi yöntemlerine modern tıptan da bir örnek sunmak istiyoruz.
“Alman Doktor Robert Gorter, 1976yılında Tıp fakültesini yeni bitirdiği günlerde
kansere yakalandı. Kendisine aşama 4 testiküler kanser tanısı kondu. Hocalarının
dediğine göre üç aylık ömrü vardı. Ama o buna inanmadı. Kemoterapi ve Radyoterapi
gibi geleneksel tedavi yöntemlerine de inanmıyordu. Bir doktor olarak ateşin bağışıklık
sistemini güçlendiren bir etkisi olduğunu biliyordu. Zira o sebepten hastalanınca
ateşimiz yükselmiyor muydu? Kararını verdi. Ateşini bilinçli olarak yükselterek ve
bağışıklık sistemini kamçılamasıyla bilinen ökse otu ekstresini kendi kanına şırınga
ederek bir tedavi uygulayacaktı. Umutsuzluk nedir bilmemesi ve pozitif düşünme yönt-
emlerinin de katkısıyla kanseri bir yıldan az bir sürede yendi. Sonra hayatını bu tekniği
bütün kanser hastalarına uygulamaya adadı. Yaklaşık 30 yıldır, kurucusu olduğu Köln
Tıp Merkezi'nde ateş yani hipertermi tedavisiyle, en ağır kanser vakalarına umut olan
Dr. Gorter ile tedavi yönteminin ayrıntılarıyla ilgili kendisiyle yapılmış bir röportaj
yayınlanmıştır. Sempozyuma katılmak için Türkiye’ye gelen Dr. Robert Gorter ile
yapılan bu röportajın tebliğimizle ilgili bölümünü sunuyoruz:
“Vücut ısısı 38,5 dereceye ulaşınca, bağışıklık sistemi alarm durumuna geçer. Bu
sıcaklıkta, kandaki bağışıklık kimyasalları altı saatte iki katına çıkar. Kanser hastaların-
daki bağışıklık sistemini tekrar harekete geçirmek için, tüm beden hipertermisi uy-
guluyoruz. Yani tüm bedeni 39 hatta bazı durumlarda 40 dereceye kadar ısıtıyoruz.
Kanserli bölgeye lokal sıcak uygulaması da uyguluyoruz ki bu da 42 derecelik ısı ile
yapılıyor. Bu durumda kanser hücreleri öldüğü gibi etraflarındaki sağlıklı hücreler
hiçbir zarar görmezler. Isıtmayı infrared lambalarla yapıyoruz. Bugüne kadar yapılan
araştırmalar kanser hücrelerinin 38.8 derecede ölmeye başladıklarını ve 42 derecede
neredeyse tüm kanser hücrelerinin yok edildiğini göstermiştir. Ben haftada iki gün 42
derecelik sıcak suyun bulunduğu bir küvete giriyordum. "Sadece ateş meydana
getirerek tüm hastalıkları tedavi edebilirdim." demiş. Yunan Doktor Parmenides milat-
tan önce 500'lerde...Ateş ve Sıcak Terapisi antik çağlardan beri bilinir. Romalıların sıcak
sülfür banyoları, Fin hamamları, Avrupa ve Amerika SPA uygulamaları, Japon Jakuzileri,
Kızılderili terleme çadırları ve dünya çapındaki Terapi amaçlı kullanılan sıcak su
kaynakları bunun bir göstergesidir. Isıtma haricinde kanıma Ökse Otu Ekstresi şırınga
ediyordum ki bu bitki bağışıklık sistemini güçlendiren çok önemli bir bitkidir.
127
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
128
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
129
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
132
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
133
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
135
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
136
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
137
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
138
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Özet
Her organda olduğu gibi böbreklerde çeşitli nedenlerle hastalanabilir. Tıbbı te-
davi sonucu şifa bulup düzelebilir. Düzelmezse olay kalıcı olur. Buna Kronik Böbrek
Yetmezliği denir. Kronik böbrek yetmezliği hastaları vücutta biriken toksinleri He-
modiyaliz cihazına bağlanarak atabilirler. Bu işlem haftada 3 gün, günde 4 saat sürer.
Yaşam süresi en uzun kronik hasta gruplarından birisi, Hemodiyaliz hasta grubudur.
Hemodiyaliz hastaları yaşamlarının büyük kısmını hastanelerde geçirirler. Hasta birey
kendini güçsüz, düşkün, çaresiz ve yardıma muhtaç hisseder. Bu dönemde ailelerinden
daha çok birlikte oldukları sağlık personelinden ilgi, alaka, sabır ve hoşgörü beklerler.
Yıllarca süren beraberlik bir arkadaşlık ortamı oluşturur.
Dünya Sağlık Örgütü sağlığı şu şekilde tanımlar. Sağlık; insanın bedenen, ruhen ve
sosyal yönden tam iyilik halinde olmasıdır. Hemodiyaliz hastasının cihaza olan
bağımlılığı hastanın özgür yaşamını ve zamanını sınırlandırır. Ayrıca beslenmesinde
birçok yiyecek yasaklanmıştır. Kilo almaları ve su içmeleri sınırlandırılmıştır. Bu
şartlarda yıllarca süren bu yaşam mücadelesi hastada yaşam kaygısı, endişe, sıkıntı,
huzursuzluk, mutsuzluk gibi duygular gelişmesine sebep olur. Bu son saydığım ruhsal
139
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
A- TEORİK ÇERÇEVE
Böbreklerimiz vücudun en önemli organlarından biridir. Fonksiyon kayıpları
tansiyon yükselmesinden, kansızlığa kadar birçok sistemi fizyolojik olarak etkile-
mektedir. Böbreklerimizin kalıcı fonksiyon kaybı Kronik Böbrek yetmezliği olarak bi-
linir. Vücuttaki toksinleri atmak için hasta haftada 3 gün, 4 saat hemodiyaliz cihazına
140
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
girer. Bu hastada cihaz bağımlılığı, iş gücü kaybı, sık karşılaşılan psikiyatrik sorunlar
depresyon, anksiyete, tedaviye uyumsuzluk, uyku bozuklukları, cinsel fonksiyon bo-
zukluğu, intihar girişimi, psikoza yol açar. Psikologlar ve psikiyatrlar bu hastalara
yardımcı olmaya çalışırlar. Bunların yanında hastalarda manevi yardımında hastalığın
yol açtığı olumsuzlukları kabullenmeyi kolaylaştırdığı görülmektedir. Bu çalışmanın
amacı; dini duyguları yüksek hastalara bu dönemde talepleri halinde manevi yardım
sağlanmasının önemini vurgulamaktır.
1. Kronik Böbrek Yetmezliği ve Hemodiyaliz
Dünyada her 10 kişiden birinde böbrek hastalığı bulunmaktadır. Türk Nefroloji
Derneğinin yaptığı tarama çalışmasına göre, Türkiye'de her 6- 7 yetişkinden birinde
çeşitli evrelerde Kronik Böbrek Hastalığı bulunduğu gösterilmiştir. Buda Kronik böbrek
yetmezliği oranının ne kadar sık görüldüğünü göstermektedir.
Böbrekler iki tanedir ve yetişkinlerde her bir böbrek yaklaşık 11-12 santimetre
uzunluğunda ve 150- 160 gram ağırlığındadır. Vücutta yaklaşık 5 litre kan vardır. Bu
kanın tamamı dakikada bir kalpten vücudun çeşitli organlarına pompalanır. Bir litre-
den daha fazla kan (1,2 litre) her dakika böbreklerden geçirilerek süzülür.
Böbreklerimizden bir saatte 72 litre; bir günde ise 1.700 litre kan süzülür. 150 gramlık
tek bir böbreğin içinden günde yaklaşık 850 litre kan geçer. Böylece bir günde bütün
kan böbreklerimizde 340 kez analizden geçirilir.
2. Böbreklerin Görevleri
Metabolik ürünlerin vücuttan atılması:
Böbreklerimizin en önemli görevi vücudumuzdaki zararlı ve atık maddeleri (üre,
kreatinin, ürik asit gibi) süzerek vücuttan idrar yolu ile atmaktır.
Kan basıncının düzenlenmesi:
Böbreklerimiz çeşitli hormonlar salgılar. Bunların birinin adı renindir. Bu hor-
mon yardımı ile tansiyonumuz düzenlenir.
Sıvı dengesini ve kandaki pH düzenlenmesinisağlar:
Vücudumuza gerekli olan bazı minerallerin, (tuz, potasyum, fosfor, magnezyum
vb) suyun, glikozun ve proteinlerin dengede tutulmasını sağlarlar.
Kan yap:ımını kontrol eder
Böbreklerimiz salgıladığı bir hormon olan eritropoetin ile kemik iliğini uyararak
kan yapımına yardımcı olurlar.
Kemik yap:ımını kontrol eder
141
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
142
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Bir klinikte diyaliz genellikle haftada üç kez gerçekleştirilir ve dört-beş saat sü-
rer. Hastalar evden kliniğe gelirler. Deneyimli doktorlar ve eğitimli tedavi personeli
tüm tedavi boyunca hastayla ilgilenir.
5. Hemodiyaliz Hastasının Sorunları
Diyaliz hastalarında normal hayat düzeni önemli ölçüde bozulmuştur.
En büyük stres nedenlerinden birisi diyaliz işleminin kendisidir.
Ilaç ve diyet tedavisi,
Bir makineye ba,gımlılık
Cinsel fonksiyon bozuklu,gu
.Iş kaybı, sık hastalanma ve saglık personeli stres kaynagı olabilir
Bu hastalarda sık karşılaşılan psikiyatri sorunlar depresyon, anksiyete, tedaviye
uyumsuzluk, uyku bozuklukları, intihar girişimi, psikoz ve rehabilitasyondaki
.zorluklardır
Depresyon, diyaliz hastalarında en sık karşılaşılan psikolojik problemdir.
Hemodiyaliz hastalarında depresyonun mortalite ile ilişkili oldugu gösterilmiştir. Belir-
tileri sürekli depresif mizaç, benlik-değeri düşüklüğü ve ümitsizlik hisleridir.
Yaklaşık her 500 diyaliz hastasından biri intihar eder. Başarısız intihar girişimleri
.daha sık olup bu risk daima akılda tutulmalıdırÇok sayıda diyaliz hastasının ölümü
intihar eğilimi ile ilgili olarak tedaviye uyumsuzluğa bağlıdır. Bütün kronik hastalarda
olduğu gibi diyaliz hastalarında da öfke sık görülür ve hastanın ailesine veya diyaliz
personeline yönelik olabilir. İki hemodiyaliz seansı arasında fazla sıvı alımı sonucu kilo
artışı en sık izlenen tedaviye uyum bozukluğudur. Aileden yeterli destek gören has-
talarda tedaviye uyumsuz davranış daha azdır. Hastanın öfkeli olduğu durumda hastayı
kışkırtmamak, onu anlamaya çalışmak doğ-ru olur.
Öfkenin nedeni çoğu kez hasta tarafından bilinmez ve ev veya iş hayatı ile
bağlantısının araştırılmasına ihtiyaç gösterir. Her iki cinsiyetten diyaliz hastalarının da
cinsel sorunları vardır. Erkeklerde empotans % 70 oranına ulaşabilir. Hastaların yak-
143
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
laşık 2/3’ü böbrek yetmezliği ortaya çıkmadan önceki işine dönemezler. Diyaliz has-
talarında uyku bozuklukları oldukça sıktır. Uyku bozuklukları zihinsel aktivitelerde
azalmaya yol açabilir. Yapılan çalışmalar diyaliz tedavisine başlanılan ilk yılda herhangi
bir nedenle psikiyatrik desteğe % 70 oranında ihtiyaç duyulduğunu, zaman ilerledikçe
muhtemelen bir çeşit adaptasyon sağlandığı için bu oranın % 30'lara düştüğünü
göstermektedir. Tüm yukarıdaki bulguların biri veya birkaçı hastalarda görülebil-
ir.(2,3,4).
Geli şmişülkelere baktığımızda, beden sağlığı kadar ruh sağlığına da önem verild-
iğini görmekteyiz. Meseleye ekonomik açıdan baktığımızda, bugün ABD’de yaklaşık
olarak her birey için, tüm sağlık harcamalarının % 10’unun, diğer bir ifadeyle en azın-
dan 330 doların ruh sağlığına yönelik olarak harcandığı söylenmektedir.
6. Sağlık Hizmetlerinde Manevi Destek: Psiko-Teolojik Bağlam
Din adamlar ı, haftada 9.5 saat danışmanlık ve diger saglık hizmetlerinde
çalışmaktadırlar. Bu toplam olarak yılda 148.2 milyon saat anlamına gelmektedir ki, bu
77.000 üyeli, Amerikan Psikolojik Kurumu’nun yıllık çalışma süresine eşittir. Amerika
artık bu konuda öyle bir noktaya gelmiştir ki, tartışılan konu, din adamlarının psikolojik
danışmanlıkla ilgili ders alıp almadıkları değil, seküler sağlık kurumlarında çalışan
kişilerin dini ve manevi eğitim almalarının gerekliliği üzerinedir.
Din adamlarının büyük çoğunluğu, öğrencilik yıllarında, ilahiyat fakültelerinde
danışmanlık dersleri alırken, psikologların ya da psikiyatristlerin çok azının (% 5) din
ya da maneviyatla ilgili ders aldıkları bilinmektedir. Seküler bir devlet olan ABD için
Krause şu soruyu sormaktadır: “Dini rehberlik yapmak için tıp doktorları mı eğitilmeli,
yoksa tıp camiasının resmi parçasını din adamları mı oluşturmalıdır?” İnsanı beden ve
ruh olarak ayırmak yerine, ona bir bütün olarak bakmak gerekir. Bu bağlamda ruhi
fonksiyonlar da aynen insan vücudunun fiziki fonksiyonları gibi eşit derecede öneme
sahip olup, insan sağlığıyla doğrudan ilgilidir. Bir kişinin bu unsurlar arasındaki
dengeyi görmeden ve onları bir bütün halinde ele alıp incelemeden, bir hastalığı tedavi
etmesi imkânsızdır. Dolayısıyla insanın fiziki, psikolojik, sosyal ve manevi yanlarını bir
bütün olarak incelemek gerekir.
Koenig, 2000 yılından önce bu alanda yapılan 700 çalışmadan 500’ünün (% 71)
dinle ruh ve beden sağlığı arasında olumlu bir ilişkinin olduğunu ortaya koyduğunu
belirtmektedir. Bu analize göre;
93 çalışmanın 60’ında, dindarlık seviyesi yüksek olan kişilerin daha az depre-
syona girdikleri, depresyonu olan kişilerin de daha hızlı iyileştikleri;
68 çalışmanın 57’sinde intihar olaylarının daha az görüldüğü
69 çalışmanın 35’inde daha az kaygılarının olduğu;
120 çalışmanın 98’inde daha az uyuşturucu madde kullandıkları;
114 çalışmanın 94’ünde psikolojik açıdan daha iyi bir durumda, daha ümitli
ve iyimser oldukları;
16 çalışmanın 15’inde hayatta daha fazla amaç ve anlam buldukları;
38 çalışmanın 35’inde evliliklerinde daha mutlu oldukları ve eşleriyle iyi
geçindikleri;
20 çalışmanın 19’unda daha (fazla sosyal destek aldıkları görülmüştür.
5 çalışmadan 5’i de dini inanç ve uygulamaların bağışıklık sistemini
güçlendirdiğini;
144
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
B- AMPİRİK UYGULAMA
Örneklem ve Uygulama
Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi ve Devlet hastanesinde Hemodiyaliz Bi-
rimlerinde manevi yardım ve dini destek üzerine 77 denek kullanılarak anket çalışması
yapıldı. Anket uygulamasında, gönüllü katılım esası ve rastsal örneklem yöntemi
kullanıldı. Hastalara araştırmacı ekip tarafından bu konuya özel hazırlanan 10 soruluk
bir anket formu verildi. Hastaların anket formunu, ortalama 15-25 dakikada doldur-
dukları gözlendi.
Örnekleme cinsiyet faktörü bağlamında bakıldığında ise hemodiyaliz tedavisi
gören 77 hastanın 43’ü erkek; 33’ü kadın olarak tespit edildi.
Bulgular
1-Bu hastal ık sonucu bir işteçalışıyor musunuz?
Evet (%6.2)
Hay(%97.4) ır
2- Gelir düzeyiniz nedir?
Emekli maa (%56.8) şı
Sabit gelirim yok (%31.1)
Di(%12.1) ger
3-Her hemodiyaliz işlemi için evden çıkıp tekrar eve dönünceye kadar kaç saat-
iniz geçiyor?
6 saat (%35)
7 saat (%17.1)
7 saat üstü (%15.8)
4-Organ nakline ba ?şvurdunuz mu
Evet (%30.3)
Hay(%69.7) ır
5-Kaç yıldır organ nakil sırasındasınız?
1y (%26.1) ıl
1-3 y(%30.3) ıl
6-Herhangi bir psikolojik s ıkıntı ve probleminiz oldugundaönce kiminle
paylaşırsınız?
Aile yak (%42.7) ınlarımla
Sa (%28.8) glık personeliyle
Arkada(%15.3) şlarımla
Di (%12.7) ger hastalarla
Din adamlar (%1.3) ıyla
7-Kendinizi dini açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kesinlikle inanıyorum ve bütün dini görevlerimi yerine getirmeye çalışıyorum
(%38,2)
Inancım var ama ibadetlerimi tam olarak yerine getiremiyorum (60,5%)
146
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
147
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Ifadeye muktedir olmayıp da dini inancı bilinen ve kimsesiz olan agoni halindeki
hastalar için de, talep şartı aranmaksızın, dini inançlarına uygun olan din görevlisi
çağrılır.
Bu hakların nasıl ve ne zaman kullanılacagı ve bu konuda alınacak tedbirler,
saglık kuruluşununçalışma usul ve esaslarını gösteren mevzuatta ayrıca düzenlenir. (8)
Hasta haklarındaki gelişmelerin hayata geçirilmeye başlanması ile birlikte has-
talara hastanelerde manevi destek gündeme gelmiştir. Bunun sonucu olarak
07/01/2015 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı ile Sağlık Bakanlığı arasında, hastanel-
erde manevi destek ve dini rehberlik kapsamında “Hastanelerde Manevi Destek Sun-
maya Yönelik İşbirliği Protokolü” imzalandı. Kurumlar arası iş birliği bağlamında
yapılan bu protokol, alanla ilgili çalışmaların başlangıç düzeyi için önemli bir gelişme
olarak görülebilir.
SONUÇ
Homodiyaliz hastasında böbreklerin fonksiyonu bozulmuştur. Bu fonksiyon bo-
zukluğu sonucu hastada kan yapımından, tansiyonun düzenlenmesine kadar bir çok
görevini yapamaz hale gelir.. Diyaliz hastaları birçok fiziksel ve psikolojik strese maruz
kalır. Hastalar haftada 3 gün 4-5 saat hemodiyalize girerler. Bu işlem için hastaneye
gidip eve dönmek için harcanan zaman uzundur. Bizim hastalarımızda 6 saat ve üzeri
(%68.4) idi. Bu işlem için hastalara cerrahi olarak kateter ve fistül işlemi uygulanır.
Bunun dışında sürekli kullandıkları ilaçlar mevcuttur. Devamlı su, yiyecek ve
içeceklerinde sınırlandırma ve diyet uygulanır Bir makineye bağımlılık, cinsel
fonksiyon bozukluğu, iş kaybı sıktır. Bizim hastaların %97.4 herhangi bir işte
çalışmadığını belirtti.
Bu hastalarda sık karşılaşılan psikiyatrik sorunlar depresyon, anksiyete, tedaviye
uyumsuzluk, uyku bozuklukları, cinsel fonksiyon bozukluğu, intihar girişimi, psikoz ve
rehabilitasyondaki zorluklardır. Hastaların bu psiko-sosyal sorunlarla başa çıkabilmesi
için ayda bir psikolog konsültasyonu rutin olarak yapılmaktadır. Gerekli vakalarda
psikiyatri uzmanları da hastaları değerlendirmektedir.
Dini duyguları yüksek bireyler diğer tedavilerinin yanında manevi yardım ve dini
destekte almak istemektedirler. Bizim anket çalışmamızda da manevi yardım ve dini
destek almak isteyen hastaların oranı (%81,6) idi. Bu hizmet imamlar tarafından verild-
iğinde hastalarda ölüm fikri oluşmaktadır. Bizim hastalarımıza, sorunlarınızı kiminle
paylaşırsınız diye sorduğumuzda (%42.7) ailesiyle, (%1.3) din adamlarıyla paylaştığını
belirmektedir. Din adamları hakkındaki bu olumsuz düşüncenin ortadan kaldırılması
gerekir.
Manevi yardım ve dini destek verecek bireylerin din ve tıp egitimi konusunda
yüksek lisans ve doktora düzeyinde eğitim almış uzman kişiler tarafından oluştu-
rulması uygundur. Bu ko-nu multi-disipliner çalışmalarla olgunlaştırılmalıdır. Has-
tanelerde talep eden hastalara; hasta hakları yönetmeliğince sağlanan, manevi yardım
ve dini danışmanlık hizmetlerinin verilebilmesi için gerekli çalışmaların kurumsal
düzeyde hızla başlatılması ve geliştirilmesi gerekir.
KAYNAKLAR
1-Hemodiyaliz Nedir? fhttp://www.renal.com.tr/hemodiyaliz-nedir.
2- Akyol, A. (2013). Son Dönem Böbrek Yetmezliği (Sdby) Olan Hastada Palyatif
Bakım. Cumhuriyet Hemşirelik Dergisi, 2(1), 32-41.
148
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
3-Tan, M., Okanlı, A., Karabulutlu, E., & Erdem, N. (2005). Hemodiyaliz
Hastalarında Sosyal Destek ve Umutsuzluk Arasındaki Ilişkinin Degerlendirilmesi.
Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu Dergisi, 8 (2), 33-38.
4-Tuğrul, Sezer, M. Diyaliz Hastalarında psikolojik sorunlar ve çözüm yolları.
http://www.tsn.org.tr/egcalhek/psikiyatrik_sorunlar.pdf, (Erişim tarihi: 2015).
5-G. Koening Harold, (2013). Din Maneviyat ve Tıp: Klinik Uygulama Için Araştır-
ma Bulguları ve Öneriler. (Çev. N. Kimter), Bilimname 15 (2), 215-230.
6-Altaş N, Köylü M. (2014). Dini Danışmanlık ve Din Hizmetleri. İstanbul: Ensar
Yayınları.
7-Köylü, M. (2007). Ruh sağlığı ve din: Batı toplumu açısından bir değerlendirme.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 23(23), 65-92.
8- Resmi Gazete Tarihi: 01.08.1998 Resmi Gazete Sayısı: 23420
149
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
150
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
عالم خان
محاضر في كلية اإللهيات – جامعة جومشخانه
Abstract
We no longer need for further evidence to describe the present era as the
era of depression, compared with the age past age of anxiety a period that pre-
ceded and then accompanied the post-world war II. The recent decades of the
last century have witnessed a steady increase in cases of depression, all over the
world, infecting the elderly and young men and women.
It was observed that worry, grief and depression are diseases that destroy
human physical power and lead to miserable life. Worry and grief are so harm-
ful diseases that man should try to combat them otherwise he would fall as their
victim and therefore fail to achieve greater accomplishments. It is therefore im-
portant to study this issue which affects human psyche and behaviour. There is
no doubt that the surrender to depression, worry and grief will deprive human
of joy and pleasure and get him astray.
We find the Sunnah of the prophet deals with this mental illness, from dif-
ferent perspectives and show the causes and teachings that help the Muslim and
uplift him from depression and loneliness to the tranquillity and stability.
This study represents an objective study of the Hadiths and some related
Quranic verses.
Key words: Depression, loneliness, Quran, hadith, treatment.
151
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
الملخص
ال نحتاج إلى المزيد من الدالئل على صدق وصف عصرنا الحالي بأنه عصر االكتئاب
النفسي وذلك مقارنة بالعصر الماضي "عصر القلق " ،وهي الفترة التي سبقت وصاحبت ثم
تلت الحرب العالمية الثانية .ولقد شهدت الحقبة األخيرة مع بداية النصف الثاني من القرن
الماضي زيادة مطردة في حاالت االكتئاب في كل أنحاء العالم ،وأصيب بهذا المرض الشباب
والشيوخ والرجال والنساء .
لوحظ ان الهم والحزن واالكتئاب من األمراض التي تحطم قوة اإلنسان وتهدم جسمه
وتجعل حياته ضيقا .فيقعده عن المعالي وحطماه عن اإلنجاز ،لذلك من المهم أن نتناول هذه
القضية المؤثرة على نفس اإلنسان وسلوكه .ال شك أن االستسالم النفسي لالكتئاب والهموم
واألحزان يزول الفرح والسرور ويقع االنسان في الحيرة والتأسف التي تسبب أمور خطيرة
كاإلنتحار.
نجد أن السنة النبوية عالجت هذه األمراض النفسية و بينت األمور واألسباب التي تعين
المسلم وتخرجه من االكتئاب والوحشة إلى السكينة والطمانينة وذلك في مواضيع متفرقة ،و
بحثي هذا يمثل دراسة موضوعية لألحاديث الواردة حول الموضوع مع اإلستعانة بما ورد في
القران الكريم.
الكلمات الرئيسة :االكتئاب ،الوحدة ،القرأن ،الحديث ،العالج.
-1مقدمة البحث :
الحمد هلل والصالة والسالم على سيد األنبياء واألطباء وعلى اله وصحبه أجمعين أما بعد:
فإن االكتئاب النفسي هو أحد أكثر األمراض النفسية انتشا اًر في الوقت الحالي و تؤكد
الدراسات العلمية ارتفاع نسبة حدوثه في المستقبل.
واالكتئاب النفسى ()Depressionهو المرض الذي يؤثر بطريقة سلبية علي طريقة
التفكير والتصرف ،ويصاب به الذكور واإلناث علي حد السواء ،الصغار والكبار والمسنين ال
يفرق بين مستوي التعليم والثقافة وال المستوي المادي .الجميع عرضة لإلصابة به.
من الممكن أن يصاب الشخص ببعض هذه األمراض في أي مرحلة سنية وإن كانت
أكثر ما تكون في السن من 44 - 24سنة .لكن النساء أكثر عرضة لإلصابة عن الرجال
وقد فسر ذلك بأن النساء تتعرض لضغوط اجتماعية وبيولوجية بصورة دائمة.
152
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
لحسن الحظ أن االكتئاب النفسي ليس مثل األمراض التي ال يمكن عالجها بل هو من
األمراض التي يمكن عالجها ،لكن من مشاكله ال يشعر اإلنسان في بعض األحيان أنه يعاني
منه ،وهذا من أخطر أنواع االكتئاب النفسي عندما ال يشعر االنسان أنه مريض ويحتاج إلى
استشارة الطيب المتخصص ،لذا من عرف أنه أصيب به فيجب عليه التوجه إلي الطبيب لتلقي
العالج في الوقت المناسب.
حيث أن التأخر في استشارة الطبيب يكون له توابع سلبية علي سير الخطة العالجية .فقد
تحتاج الحالة إلى فترة أطول من العالج أو كمية أكثر من األدوية مع التعرض لنكسات في
حالة عدم المواظبة علي العالج.
-2ما هو االكتئاب؟
االكتئاب سؤ الحال واإلنكسار من الحزن او كما ذكر في كتب علم النفس" الحزن الدائم".
وقال ابن القيم رحمه هللا تعالى في كتابه الشهير غريب الحديث" أن االكتئاب عبارة عن تغير
النفس باإلنكسار من شدة الهم والحزن .معناه هذه اخر واعلى درجة الهم والحزن.
االكتئاب الشديد.
االكتئاب الموسمي.
153
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
كما عرفنا أن لالكتئاب درجات واعلى واخطر درحته االكتئاب الشديد ،لكن السؤال هل له
ذكر في الشرع يعني في القرأن والسنة ؟
فنعم هذه الدرجات مذكورة في القرأن والسنة بالمصطلحات المختلفة مثل الهم والحزن لكن
كلمة االكتئاب او هذه مادة ايضا له وجود في النصوص اما لفظا او معنى.
اول مصدر من مصادر الشرع هو القرأن الكريم ،وكلما يتحدث سبحانه وتعالى عن
يعقوب عليه السالم عندما جاء اليه اوالده وأخبروه عن بني يامين وأخاه الذي بقي معه في
مصر ،فقال يعقوب عليه السالم .
يا أسفى على يوسف وابيضت عيناه من الحزن فهو كظيم .سورة يوسف
ففي تفسير هذه اآلية ذكر اإلمام ابن كثير قول اإلمام الضحاك :أن معنى كظيم اي
كئيب.
وفي حديث ذكره اإلمام مالك في الموطا ان النبي صلى هللا عليه وسلم تعوذ منه وقال:
اعوذبك من كآبة المنقلب.
فعرف منها ان لهذا المرض ذكر في القرأن والسنة وله مثل في أجيال سابقة.
هناك اسباب شتى ذكرها علماء علم النفس ،مثل الخمر او فقدان العزيز او من هو أعلى
في الرتبة ،لكن لو ننظر اليها فنجد لها عالقة لما ذكر في السنة وباالختصار الشديد اذكر
األسباب المستفادة لالكتئاب من القرأن والسنة واآلثار المأثورة من أصحاب النبي صلى هللا عليه
وسلم وأتباعهم رضوان هللا عليهم أجمعين.
معلوم أن الذنوب والمعاصي ثمرة البعد عن هللا جل وعال ،واالستجابة للشهوات والشبهات
,فلذلك لها أثار قبيحة مذمومة ،ومضرة بالقلب والبدن في الدنيا واآلخرة .ومن المعاصي ما
هموما وأحزًانا وقد يكون العبد فعلها ونسي، ً يعجل هللا عقاب صاحبها في الدنيا فتنقلب عليه
فأخذه هللا عز وجل على غرة من جنس فعله ,حتى لو هم بها ولم يعملها ,كما أخرج اإلمام
َّللا َعَلْي ِّه ِّم َن اْل َهمِّ ِّ ِّ
"م ْن َه َّم ب َسيَئ ٍة َفَل ْم َي ْع َمْل َها أَْر َس َل َّ ُ
الطبري بسنده عن عائشة رضي هللا عنهاَ :
السِّيَئ ِّة".
َواْل ُح ْز ِّن ِّم ْث َل َّال ِّذي َه َّم ِّب ِّه ِّم َن َّ
154
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
فقدان العزيز:
من أسباب االكتئاب فقدان العزيز ,ألن من طبيعة اإلنسان أنه يحزن بفوات ما يحبه من
األصدقاء وذوي األقرباء كما قال محمد رشيد بن علي رضا رحمه هللا صاحب تفسير المنار
تحت هذه اآلية :
َبْيَن ُه ْم يل ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ َّ َّ َقال َ :ن َزَل ْت َعَلى َّ ِّ
َّللا َعَلْيه َو َسل َم َمْرج َع ُه م َن اْل ُح َدْيبَية َ ،وَق ْد ح َ النب ِّي َصلى َّ ُ َ
ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ
أُْن ِّزَل ْت آبة َواْل َح َزن َ ،فَق َ
ال َ :لَق ْد طو اْل َك َ َص َح ُاب ُه ُم َخال ُ َوَبْي َن ُن ُسك ِّه ْم َ ،فَن َحَر اْل َه ْدي ِّباْل ُح َدْي ِّبَيةَ ،وأ ْ
ِّ َح ُّب ِّإَل َّي ِّم َن ُّ
يعا
الدْنَيا َجم ً آي ٌة أ َ
َعَل َّي َ
وكما حزن النبي –صلى هللا عليه وسلم عندما قتل القراء حتى قنت شه ار –أخرج
البخاري رحمه هللا بسنده عن أنس رصي هللا عنه قال " :قنت رسول هللا شه ار حين قتل القراء
فما رأيت رسول هللا حزن حزنا قط أشد منه"
إن من أسباب الهم ,والحزن ,واالكتئاب النظر إلى من هو أعلى من اإلنسان في
الصحة ,والمال ,والحسن ,كما في الحديث الذي أخرجه اإلمام احمد رحمه هللا تعالى بسنده
َحُد ُك ْم ِّإَلى
ظْر أ َ
عن أبي هريرة -رضي هللا عنه –قال النبي -صلى هللا عليه وسلم" :-الَ َيْن ُ
م ْن َف ْوَق ُه ِّفي اْل َخْل ِّق أ َِّو اْل ُخُل ِّق أ َِّو اْلم ِّ
ال" َ َ
هذا فمن نظر إلى من هو أعلى منه ,في المال ,والصحة ,والرتبة ,والوظيفة ,واألوالد ,
والحسن ,والقوة فانه يصاب باألمراض المختلفة المهلكة لإلنسان كالحسد ,والهم,والحزن ,
واالكتئاب لذا نهى النبي –صلى هللا عليه وسلم عن ذلك .
155
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
العقيدة:
من عالج االكتئاب العقيدة الصحيحة وخاصة الرضاء بقضاء هللا وقدره عالج شاف لهذا
المرض الرضاء بقضاء هللا وقدره ،ألن اإليمان بالقضاء والقدر هو أحد أركان اإليمان الستة،
كم ا في الحديث الذي أخرجه اإلمام مسلم رحمه هللا بسنده عن عبد هللا بن عمر بن الخطاب –
رضي هللا عنهما–قال:قال النبي -صلى هللا عليه وسلم :
"اإليمان أن تؤمن باهلل ومالئكته وكتبه ورسله واليوم اآلخر وتؤمن بالقدر خيره وشره"
فيعلم من تفسير النبي –صلى هللا عليه وسلم –أن اإليمان بالقضاء والقدر من السنة
النبوية ,أنه صلى هللا عليه وسلم جعله ركناً من أركان اإليمان ،ولذا ال يستقيم إيمان عبد وال
يقبل عمله إال بأن يؤمن بالقضاء والقدر.
لذلك أوجب اإلسالم على متبعه الرضاء بقضاء هللا وقدره ,ألن العبد إذا علم أن ما قدر
في األ زل ال بد منه وما لم يقدر يستحيل وقوعه استراحت نفسه وذهب حزنه على الماضي ولم
يهتم للمتوقع ,والقرآن تشير إلى هذه الحقيقة كما يقول تبارك وتعالى :
"إني أعلمك كلمات احفظ هللا يحفظك احفظ هللا تجده تجاهك إذا سألت فاسأل هللا وإذا
استعنت فاستعن باهلل واعلم أن األمة لو اجتمعت على أن ينفعوك بشيء لم ينفعوك إال بشيء
قد كتبه هللا لك ولو اجتمعوا على أن يضروك بشيء لم يضروك إال بشيء قد كتبه هللا عليك
رفعت األقالم وجفت الصحف"
156
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
فإن من عالج االكتئاب التقوى والعمل الصالح ألن من لزم نفسه بهما فال يصاب به,
جل وعال يقول :
ومن أصاب فعوفي منه ,إن شاء هللا ألن هللا َّ
" َم ْن َع ِّم َل َصالِّحاً ِّم ْن َذ َك ٍر أ َْو أُْن َثى َو ُه َو ُم ْؤ ِّم ٌن َفَلُن ْحِّيَيَّن ُه َحَيا ًة َ
طِّيَب ًة َوَلَن ْج ِّزَيَّن ُه ْم أ ْ
َجَرُه ْم
ِّبأ ْ
َح َس ِّن َما َكاُنوا َي ْع َمُلو َن"
فال أطيب من حياة المؤمنين ،و ال سعادة حقيقية إال في طاعة هللا تعالى:
فإنه يفهم من هذا الحديث بمفهوم العكس:أن الذنوب سبب الهم,والحزن واالكتئاب,لذلك
فإن اجتناب الذنوب ,والمعاصي ولزوم النفس بالتقوى,والعمل الصالح يقي اإلنسان من الهم ,
والحزن ,واالكتئاب .
157
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
فإن من عالج المجرب لالكتئاب "الجهاد في سبيل هللا " فإنه باب من أبواب الجنة كما
في الحديث الذي أخرجه اإلمام احمد رحمه هللا بسنده عن عبادة بن الصامت رضي هللا عنه
قال :قال رسول هللا -صلى هللا عليه و سلم :
"عليكم بالجهاد في سبيل هللا تبارك وتعالى فإنه باب من أبواب الجنة يذهب هللا به الهم
والغم"
وأن المجاهد في سبيل هللا ينتظر في كل لحظة إلى القتل في سبيل هللا ,ويتمنى عن ربه
الجنة وما فيها من النعم التي ما سمعت عنها األذن ,وما رأتها العيون ,وما خطر على قلب
َّللا ِّم ْن
اه ُم َّ ُ
آت ُين ِّب َما َ البشر وهذا فضل هللا جل –وعال عليه كما أشار إليه في قوله َ ":ف ِّر ِّح َ
ِّ ِّ ِّ
ين َل ْم َيْل َحُقوا ِّب ِّه ْم ِّم ْن َخْل ِّف ِّه ْم أََّال َخ ْو ٌ
ف َعَلْي ِّه ْم َوَال ُه ْم َي ْح َزُنو َن" َف ْضله َوَي ْس َتْب ِّشُرو َن ِّب َّالذ َ
يقول اإلمام الطبري رحمه هللا " :ويسرون بلحوق من لحق بهم من إخوانهم على ما
مضوا عليه من جهادهم ،ليشركوهم فيما هم فيه من ثواب هللا الذي أعطاهم ،وأذهب هللا عنهم
الخوف والحزن".
فأي هم ,وأي غم ,وأي حزن يبقى في قلب المجاهد في سبيل هللا الذي ينتظر هذا
الفضل الكبير .
لذا يقول ابن قيم الجوزية رحمه هللا ":فلو لم يكن في النضال إال أنه يدفع الهم والغم
عن القلب لكان ذلك كافيا في فضله وقد جرب ذلك أهله"
نعم قد جرب ذلك أهله ,كما هو الظاهر من أشعار خبيب األنصاري –رضي هللا عنه:
158
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ختاما أقول ,إن من يعيش في ساحات الجهاد في سبيل هللا ,فال يصيبه القلق ,والهم ,
والحزن ,ألنه دواء مجرب لهذه الداء النفسية ,وذاق طعمه من لزم به عمال.
-7عالج االكتئاب:
ومن العالج الروحاني لألمراض النفسية الدعاء والتسبيح ألن هللا جل –وعال يفرج
الكربات ,ويشفي عن األمراض بسببه,وكان عادة السلف الصالحين أنهم إذا أصابوا مصيبة بأية
نوع كانت ,فيكثرون بالدعاء ,وكان من عادة النبي –صلى هللا عليه وسلم إذا أصابه أمر محزن
فيلجا إلى هللا ويدعو عن ربه ,ولكن نجد دعواته –صلى هللا عليه سلم على نوعين,ما يكون
وقائيا عن األمراض وما يكون عالجيا لألمراض .
من نوع األول كما استعاذ النبي –صلى هللا عليه وسلم عن الهم والحزن :
ومن النوع الثاني :ما يكون عالجا للكرب والضيق والهم والحزن ،ومن ذلك ما أخرجه
أحمد رحمه هللا في مسنده عن عبد هللا بن مسعود-رضي هللا عنه قال :قال رسول هللا
ُ اإلمام
هم وال حز ٌن ،فقال :اللهم إني عبدك بن عبدك بن
صلى هللا عليه وسلم" :ما أصاب أحداً قط ٌّ
في قضاؤك ،أسألك ِّ
بكل اسم هو لك سميت به عدل َّ
في حكمـكٌ ، ،ماض َّ
ٍ أمتك ،ناصيتي بيدك
نفسك ،أو علمته أحداً من خلقك ،أو أنزلته في كتابك ،أو استأثرت به في علم الغيب عندك:
أن تجعل القرآن ربيع قلبي ،ونور صدري ،وجالء حزني،وذهاب همي،إال أذهب هللا َّ
هم ُه وحزنه
،وأبدله مكـانه فرجاً .قال :فقيل :يا رسـول هللا أال نتعلمها ؟ فقـال :بلى ينبغي لمن سمعها أن
يتعلمه.
أما التسبيح :فقد خـاطب هللا وغير ذلك من األدعية التي ذكر في كتب الحديث .و َّ
يق َص ْدُر َك ِّب َما َيُقوُلو َن َف َس ِّب ْح ِّ
تعالى نبيه – صلى هللا عليه وسلم -مسلياً لهَ " :وَلَق ْد َن ْعَل ُم أََّن َك َيض ُ
ِّ ِّ الس ِّ ِّ
ِّك َوُك ْـن ِّم َـن َّ ِّ
بـد َرَّب َك َح َّتى َيأْتَي َك اْلَيق ُ
ين" اع ْ
ين َو ْ
اجـد َ ِّب َح ْمد َرب َ
لنا دعاء ذي فتسبيح هللا تعالى من األسباب المزيلة للهموم واألحزان قال هللا تعالى حاكياً
َن َل ْن َن ْق ِّدَر
أْ ظ َّن
اضباً َف َالنو ِّن ِّإ ْذ َذهب م َغ ِّ
ََ ُ
النون-عليه السالم –وهو في بطن الحوتَ " :وَذا ُّ
اس َت َجْبَنا َل ُه َن ال ِّإَله ِّإَّال أَْن َت سبحاَنك ِّإِّني ُكْن ُت ِّمن َّ ِّ ِّ عَلي ِّه َفَنادى ِّفي ُّ ِّ
َف ْ ين
الظالم َ َ ُْ َ َ َ الظُل َمـات أ ْ َ َْ
ِّ ِّ وَنجَّيَن ِّ
ين"اه م َن اْل َغـمِّ َوَكـ َذل َك ُنْن ِّجي اْل ُم ْؤ ِّمن َ
َ ْ ُ
159
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
وتأثير
ٌ وبالجملة :فإن للدعاء والتسبيح تأثير عجيب في حفظ صحة البدن والقلب،
ِّ
شرور الدنيا. عجيب في دفع
ٌ
النظر إلى من هو أسوأ حاال :
فإن النظر إلى من هو أحسن منك في الخْلق ،فقد تكون أنت ضعيف البنية ،ولكن
أعطاك هللا عز وجل من نعمته صح ًة ،وإن كنت أقل من غيرك .لو أنك لو نظرت إلى من هو
أقوى منك ،وإلى من هو أكثر منك صحة ،فستحسد هذا الغير ،وتستقل نعمة هللا سبحانه وتعالى
عليك ،لذلك جاء في الحديث أخرجه اإلمام مسلم رحمه هللا بسنده عن أبي هريرة –رضي هللا
َّللاِّ -صلى هللا عليه وسلم : ول َّال َرُس ُ
ال َ :ق َ عنه َ -ق َ
َن الَ َت ْزَدُروا ِّن ْع َم َة
َج َدُر أ ْ ِّ
َسَف َل مْن ُك ْم َوالَ َتْنظُُروا ِّإَلى َم ْن ُه َو َف ْوَق ُك ْم َف ُه َو أ ْ
ظُروا ِّإَلى َم ْن أ ْ
"اْن ُ
َّ ِّ
َّللا"
ومن عالج الشرعي لالكتئاب " النظر إلى من هو أسوا حاال" وهذه قضية يستعملها
األطباء النفسيون ،ولكن نبينا وحبيبنا عليه السالم استخدمها قبلهم ؛ كما في الحديث الذي
أخرجه اإلمام البخاري رحمه هللا بسنده عن خباب بن األرت رضي هللا عنهعندما كان الصحابة–
رضوان هللا عليهم أجمعين ,في مكة يضطهدون ويسامون العذاب الشديد على أيدي الكفار ،
متوسدا بردة في ً فجاء خباب –رضي هللا عنه -إلى رسول هللا –صلى هللا عليه وسلم -وكان
ان َم ْن َقْبَل ُك ْم ظل الكعبة ،وقال له :أال تستنصر لنا ؟ أال تدعو لنا ؟ فقال عليه السالمَ ":ق ْد َك َ
وض ُع َعَلى َ ْأر ِّس ِّه َفُي ْج َع ُل اء ِّباْل ِّمْن َش ِّار َفُي َ
يها َفُي َج ُ
ِّ
ض َفُي ْج َع ُل ف َالر ُج ُل َفُي ْح َفُر َل ُه ِّفي األَْر ِّ
ُي ْؤ َخ ُذ َّ
ين ِّه و َّ ِّ
َّللا َلَي ِّت َّم َّن َه َذا ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ط ِّبأ ِّ ِّ ِّ ِّ
َم َشاط اْل َحديد َما ُدو َن َل ْحمه َو َع ْظمه َف َما َي ُصُّد ُه َذل َك َع ْن د َ ن ْص َفْي ِّن َوُي َم َّش ُ ْ
الذْئ َب َعَلى َغَن ِّم ِّه َوَل ِّكَّن ُك ْم َّللا و ِّ
اف ِّإالَّ َّ َ َ اء ِّإَلى َح ْضَرَم ْو َت الَ َي َخ ُ
األَمر ح َّتى ي ِّسير َّ ِّ ِّ
الراك ُب م ْن َصْن َع َ ُْ َ َ َ
َت ْس َت ْع ِّجُلو َن"
فهذه طريقة في العالج النفسي ،إذا أتاك إنسان أصيب بمصيبة ،فقل له :هناك أناس
أصيبوا أكثر منك .
فمثالً :إذا كان قد مات ولده في حادث ،فيقال له :هناك أناس ماتت العائلة كلها ،أو
أن في الناس من ماتت زوجته وأوالده وفقد كل ممتلكاته .وهذا يعني أن اإلنسان إذا أصيب
بمصيبة فإنه ينبغي عليه أن ينظر إلى من هو أسوأ حاالً منه فيقول :الحمد هللا ؛ أنا بخير .
فالفقير ينظر إلى من هو أفقر منه فيدرك نعمة هللا عليه ،ويصلح هذا في أي أمر من
أمور الدنيوية .
160
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
هناك طريقة حديثة جدا لعالج االكتئاب وهي العالج بالنظر وبتأمل ألوان الطبيعية
الخضراء كما قال الباحث سميت فن :إن النظر الى الحدائق يثير البهجة في النفوس ،وإن
التأمل لساعة كل يوم في الشجر والورود وألوانها الزاهية هي طريقة فعالة لعالج االكتئاب
واالحباط ،ولكثير من الحاالت النفسية المستعصبة.
ولكن لو ننظر الى تعاليم اإلسالم أنه حث المسلمين على التفكير والسير في ملكوت
السموات واألرض يقول هللا تعالى " :قل سيروا في األرض فانظروا كيف بدأ الخلق ثم هللا
ينشئ النشأة اآلخرة إن هللا على كل شيء قدير"
فاإلسالم ال يخالف السير والذهاب الى الحدائق الذي هو السبب الرئيسي لسرور النفوس
َم ْن َخَل َقوالبهجة ،وهذا ما اختصره لنا القرأن الكريم بكلمات وجيزة وبليغة في قوله تعالى ":أ َّ
ِّ ِّ َنزل َل ُكم ِّمن َّ ِّ السماو ِّ
ان َل ُك ْم أَن ات َب ْه َج ٍة َّما َك َ َنب ْتَنا ِّبه َح َدائ َ
ق َذ َ الس َماء َماء َفأ َ َ ض َوأ َ َ ات َو ْاألَْر َ َّ َ َ
َّللا َب ْل ُه ْم َق ْوٌم َي ْع ِّدُلو َن"
نب ُتوا َشجرها أَِّإَل ٌه َّمع َّ ِّ
َ ََ َ ُت ِّ
قال اإلمام الطبري رحمه هللا ذات بهجة أي ذات منظر حسن .فتأملوا إلى هذا الربط
الرائع بين الحدائق والبهجة (حدائق ذات بهجة) فالقرأن سبق إلى اكتشاف هذه الحقيقة من
علماء الغرب والشرق.
الخاتمة:
فإن المتأمل في النصوص الشرعية يعلم أن الشريعة اإلسالمية المطهرة ال تمنع المريض
من العالج باألسباب المادي ،لكن في بعض األمراض مثل االكتئاب اإلستشفاء فيه بالعالج
الروحاني أفضل من العالج باألسباب المادي ألنه مجرب وثابت.
المصادر والمراجع.
ابن جرير الطبري تفسير جامع البيان في تأويل القرأن .دار المعرفة بيروت
()1409م
ابن جوزي غريب الحديث ،دار الكتب العلمية بيروت ،الطبعة األولى ( )1985م
أبو الفداء إسماعيل بن عمر بن كثير ،تفسير القرأن الكريم ،دار الكتب العلمية،
منشورات محمد علي بيضون -بيروت
161
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
أبو عبد هللا ياقوت بن عبد هللا الحموي ،معجم البلدان ,دار الفكر –بيروت.
اإلمام ابن تمية ،جامع المسائل ،دار صادر بيروت ،الطبعة األولى()1422هـ
اإلمام ابن قيم الجوزية ،زاد المعاد ،دار الكتاب العربي –بيروت.
اإلمام أبو القاسم سليمان بن أحمد بن أيوب بن مطير الطبراني ،المعجم الكبير ،دار
الكتب العلمية بيروت الطبعة األولى 1412ه
اإلمام محمد بن أبي بكر أيوب الزرعي أبو عبد هللا ابن القيم الجوزية ،الفروسية ,
دار األندلس -السعودية ,الطبعة األولى .1993 \1414 ،
اإلمام محمد بن إسماعيل البخاري ،صحيح البخاري .جمعية إحياء التراث اإلسالمي
الطبعة األولى ()1491ه ـ
اإلمام محمد بن رشيد بن علي رضا ،تفسير القرآن الحكيم (تفسير المنار) الهيئة
المصرية العامة للكتاب ( )1990م
اإلمام محمد بن عيسى الترمذي سنن الترمذي ،دار السالم للنشر والتوزيع ،
الطبعة األولى()1420هـ ـ
اإلمام مسلم بن حجاج ،صحيح مسلم ،دار طيبة للنشر الرياض ،الطبعة األولى
( )1422ه ـ
162
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
163
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ölçütlere göre kalite arayan aşkın içerikli eylem çoğunluğuna nasıl ulaşılabilir? Bu
tutarlı bilinç haline ulaşmak mümkün müdür?
Bu gibi sorular çerçevesinde ibadetin birey ve toplumsal ahlakı belirlemedeki
etkileri anlam merkezli çalışmayla ele alınacaktır.
2. İbadetin ibadet olana kadarki süreci
Islam, bireysel ve toplumsal yapıyı birbiriyle ilişkilendirerek dokuyan düşünce ve
hayata imanla bakma becerisini öngörür. İbadet anlamına böylesi bir bakış, bireyin ve
toplumun akletmesini sağladığı gibi yapı-bünye ve işlevlerinde-eylemlerinde birbi-
rinden etkilenebilir ve etkileyebilirliğini ortaya koyacak ruhunu-iç dokusunu sağlıklı
kılacaktır.
Kulluga dair içeriklendirmemiz, esasen Allah’ı varoluş ve yaşantımızda nerede
konumlandırdığımız, niyet, söz ve eylemlerimizden sorumluluk derecemizin bütün
yönleriyle ortaya çıkacağı ikincil fakat merkezi bir başka dünya olan ahirete dair imanî
tanımlama ve yorumlamalarımız esas perspektif katar. İnsanın varoluşu, kendi ve
hayatın anlamı hakkında bilinçlendirme ve değer katma cehdini taşımış olan
peygamberler ve topluma tebliğ ettikleri kitaplar hakkındaki kalbi ve eylemleri dö-
nüştürücü sorumluluğa olan davetlerini idrak biçimimiz, kısaca O’ndan gelen her tü-
rden görünen ve görünmeyen gayb bilgisini bu dünyadaki tasdik etme tezahürlerimiz,
ibadeti –bireye konuşan anlamıyla kulluğu- hayata getirecektir. Ya da tam tersi boşluk
katan bilinçsizlik düzeyiyle hayatta bocalamalara, belirsizlik ve çatışmalara kayıtsız
kalamayan bireylerden oluşmuş toplumlara dönüşecektir.
Allah, tükenmeyen sürekli verilebilecek karşılıktan bahsederken eylemlerdeki
sürekliliğe de dikkat çeker. Örneğin ‘..Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için Rableri
katında içinden ırmaklar akan.. cennetler..vardır..’ (Ali İmran 3/15) ayetinde sorumlu
bilincin dünyadaki davranışlara hakimiyeti ve yönlendirmesinin sonucunda ödülün
sürekliliğiyle müjde verilir.
Ibadetler her an hikmet ya da hakikatin renkleriyle karşılaştıracak kalıcılık,
süreklilik, iyiyi arama doğrultusundaki değişimin ve içtenlikli yaşamanın imkanlarını
sunar. Bu yüzden memuriyet bilinciyle yürütülen bir görev değil, Tanrı’nın kendine
verdiği ipi tutma becerisidir. Hayatın tek düze olmadığını bizzat içerisindeki bireyler
olarak, savruluşlardan en az yaralanarak çıkmasını sağlayacak olan da bu ipe tutuna-
bilme çabasıdır.
Allah kulluk bilinciyle yaşamayı ihmal edeni, unutanı, erteleyeni kullugundan
dışlamıyor. Onları ifade edişi, fâsık, münafık, kafir gibi başka kavramlarla olsa da her
biri Allah’ın kullarıdır. (Yasin 36/30) Fakat kullukta derece kaydetme çabası, dünya
hayatına verilen sıradanlık düzeyindeki anlamı değiştirecektir. (Necm 53/32) Kulun
hak ettiğini verme çabasını O’nun adalet sıfatı betimler. Kulluk kendine çekidüzen
veren Allah’ı hatırlayış hal ve sürecini içerir.
Örneğin namazda baştan sona kulun, kulluğunu ifade edişi gizlidir. Halden anlat-
ma ve bulunulan hali anlama eylemi olduğuna göre buna kulun Rabbiyle konuşma hali
de denebilir. Konuşma, bilinçlilikten, düşünmeden yoksun olduğunda ya ezberi ya da
bilinçsizlikle yapılan eyleyişle tanımlanabilir. Belki de tam da namazdayken, bireyin
içerisinde olduğu ruh ve düşünce bütünlüğüne ulaşamaması, namazın içerisinde ye-
niden kavrama, namazı-nı okuyabilme şeklindeki anlam yolculuğunun farkına varıl-
mamasıyla açıklanabilir. Başlayan-biten bir eylem, sorumlulukların çizgisini be-
lirtmekle birlikte ibadetlerde bitişler bir sonraki adıma bağlıdır. O yüzden namaz kılan,
ya da hacı olmuş birinin hatası oradakini buraya aktaramaması, bütünlüğün par-
çalanmasındandır.
165
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Bireyin ibadetleri şekli yönlerden ibaret sayması bütünüyle ibadete verdiği an-
lamla ilgilidir. Böylesi bir bilinç, ibadetin hayatın geneline aktarılma, yansıma, ko-
nuşabilme koşullarını ıskalamış ve çoğaltamamış olacaktır. Bilinçlenme hali ise sorma,
hiç hatırında yokken arayışların, sorgulama ve düşünebilmenin erdemli kıyısına yak-
laştıkça artabilecektir. İnsanın kendini sorgulaması yani kendiyle yüzleşebilme
temrinleri ise, namazın bittiği ve tam da içerisindeyken, orucun tamamlandığı ve tam
da merkezindeyken, haccın içinde ve tamamlanmışlığında, zekatın verilişi ve son-
rasındayken bitmeyen ve aslında hep içerisinde olan zaman ufkunda süregelen, ibadete
geçişi ve hayatı anlamlandırmaya dönüşebilecek yollarla karşılaşabilmeyi ko-
laylaştıracaktır.
4. İbadetlerin birey ve toplumsal sağlığa etkisi
1. Öncelikle ibadet kavramına verilen güncel anlam değişebilmeli
Ibadet, kulun kendisinin kabullenilmişliginin duygusunu yaşamasını
kolaylaştıran basamaklardır. Iman ve salih amel olarak anlaşılabildiginde (Ali Imran
.ibadetlerin yalnızca şekilden ibaret olmadıgına varılabilir (57/3
Niyeti ibadet olarak değerlendirilmesine yükselten yalnızca kul ve rabbinin
tanıklığıdır. Başkalarının bir davranışı görünen kısmıyla yüceltmesi, alkışlaması bir
tarafa atılamayacak kadar önemliyse de, başlangıç kısmını, içte olup biten tüm düşün-
celer dışarı aynıyla yansıyacak denli yaratılmadığımıza göre, başkalarının tanıklığı
ahlak ve etik yönüyle konuşulabilirse de, asıl nedenler birey ve Allah’ın tanıklığında
gizlidir. İnsanı dışarıya aktarana kadarki zamanda iç dünyasından geçirmesi, eyleme
dönüştürmesine neden olacak sebepler dünyasından en iyi gerekçelere dayanarak
gerçekleştirmesi, niyetten eyleme kadar olan içsel ve dışsal geçide salih amel özelliği
katacaktır. Doğrusu iyi bir eylem ne denli gözlenebilir olsa da salih nitelikte olup ol-
maması, kendi davranışını sorgulayabilmesinden dolayı birey ve Tanrı’da saklıdır.
Bireyin i şledigi ibadeti salih amel seviyesineçıkartacak olan niyeti ve amelini bi-
reyin okuma becerisine sahip olmasıdır. Eylem, yapılıp biten bir şey olduğunda birey ya
da toplum (topluca ifa edilen namaz gibi) bir sonraki zamanda işleyeceği ibadetine ne
katabilir, ya da ulvi ibadet kendine ne katabilir? Burada bireyin kendi eylemi üzerinde
düşünmekten korkmamasıyla başlayan süreç tam da okuma ediminin ilk adımıdır.
Islam, hem bireysel ahlakı, hem toplumsal ahlakı onarmayaçalışır. Hitap edilen
dil, üslup, din müntesiblerinin zamanın bütünüyle ibadetle geçirilebileceğinin örnekle-
rini verir. Davranışlarımız, sözlerimiz, kalbimiz imanımızın kuvvetlenmesinde, imanın
gözlemlenebilir öncü kuvvetler olduğuna göre her biriyle ibadet içinde olma özelliği de
pekişir. Meşhur bir hadis bunu akla getirir. ‘Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle
değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da gücü yet-
mezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.’
Allah yalnızca namaz kılanı, oruç tutanı görmüyor. Bütün iç kurguları ve dav-
ranışları bağlantı kablolarıyla görendir. Mümin birey namazın içindekileri, orucun
içindekileri bir yönüyle aç kalırken asıl kendini besleyeni fark edip kendine ve dış dü-
nyasına yansıtabilirse hayatı sahiden ibadetli geçebilir. ‘Dini yalanlayan gördün mü?
Yetimlere kötü davranan ve fakiri doyurmak için en az çalışan işte odur. O zaman, vay o
namaz kılanların başına geleceklere ki, henüz onlar kıldıkları namazlardan ha-
bersizdirler.’ (Maun 107/1-7.)
Bireysel ve toplumsal ahlakın mutlaka başkalarıyla ilgili olan yönü bulunduğuna
göre bağı koparmadığı sürece bireyin ibadet halleri çeşitlenecektir. Başkalarının ibadet
içinde olma halimize etkisiyle ilgili pek çok hadis vardır. ‘Birisi Peygambere, kötü veya
iyi bir insan olduğumu nasıl bilebilirim? diye sorunca Hz. Peygamber şu cevabı verir:
167
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
gönüle ilişkin yönlerle ele alındığında namazın ve şekilsel anlamı olan toplumun
odaklandığı bilinen ibadetlerin tefekkür eden, sorgulayan mümin bireye konuşan pek
çok çıkarımlar yapmasına vesile olacaktır.
Kulluk, beş şartla sınırlı olarak görüldüğü ve bu beş amel kendine, başkasına, ta-
biata iyilik katma bilinciyle yapılmadığı sürece birey ve topluma yansıyan genel ve özel
sağlıklılık halinden söz edilemeyecektir. Kıldın mı kıldım, tuttun mu tuttum, gittin mi
gittim söylemi değil, mümin hayatı güzelleştirme, salt çıkar anlayışıyla yaşanılmayan,
bugüne, geleceğe ve düne bir değer katma anlayışını beslediği takdirde, birey ve toplu-
mun yaptığı gündelik, rutinsel, sıradanlık içeren kalıpsal hareketleri, ölü değerler man-
zumesinden öte, hayata değen ve değer katan ibadetlerden söz edilebilir.
Ibadeti beş şarttan ibaret olarak görmek, dünya ve ahiret, varlıklar arasındaki
konumumuz, hayatı yorumlama biçiminde bireyin kendisini ya etkisiz eleman olarak
görmesine ya da bu ibadetlerin şekli kısmının kullukta yeterli olarak saymasına neden
olabilir. Kalbinin katılaştığından şikayet eden bir arkadaşına, yetimlerle ilgilenmeyi,
açları doyurmayı tavsiye eden bir peygamber yaklaşımıyla karşılaşırız. Kendisinde pek
çok kötü nitelikle birlikte Müslüman olmak isteyen birinin yalnızca birini yapma
dediğinde bırakabileceğini söyleyen kişiye ‘yalan söylemeyi bırak’ diyerek kulluğun
bireyin bizzat kendinden başlayarak başkalarını da içine alabilen sorumluluk yönü
üzerinde durması ve aslında bireyin karar vermeye adım atmasını kolaylaştıran Hz.
Peygamberin kulluk örneklerini dolayısıyla ibadet örneklerini çoğalttığını gösterir.
Namaz sadeligin ve huşû olduğu sürece de ihtişamın açılımıdır. Zannedilmesin ki
huşu, namaz dışındaki önceki insanlık hallerimizden soyutlanarak, yüce alemlere bird-
en bire dalıp gitmek, yanı başında vuku bulan olaylardan bütünüyle habersiz olma hali
değildir. Bunun gerçekleşmesi ancak, bir süreç içerisinde olabilir. Bu süreç alanını
namaz dışındaki haller de belirlemektedir. Namazda huşûyu hissetme derdindeki bi-
reyin, namaz dışındaki hallerinde de huşû arayışında bulunmaması ilginçtir.
Hz. Peygamberin saygıyla yerine getirdigi rüku, secde, kıyam halleri huşu halinin
ön basamaklarıdır. Namazın içinde namazı, kendine tutan aynalar, birazcık olsun varlık,
kendimiz, eşya, insanlar hakkında var edici düşünme biçimini önemsemeden namazın
huşusuna varılacak değildir. Namazda huşu istenci kadar namazın dışında icra edilen
eylemlerimizdeki huşu halinde nedense pek düşünülmez.
Namazının, tutamadıgı oruçlarının kazasına duyarlı olan bireyler, kulluktaki
hatırlayış ve azimlerini bu yönde belirleme gayreti taşıdığının kanıtı içerisindedir. Fa-
kat insan hayatında bilerek ya da bilmeden yapılmış hasarlı eylemlerin, vaktin doldu-
ramadığı boşluklarının kazasına, bir insanın günlerinin belki de ömrünün
yıpranmışlıkla geçmesine sebep haksızlıkların kazası üzerinde büyük mercekli bakışı
ihmal etmesi ne garip çelişkisidir. Bu belki de birey olarak kendinin kurtuluşunu salt
namazla olabileceğine dair tefekkürden uzak oluşun bir göstergesidir.
Namaz her ümmete farz kılınan dinin şiarlarından olduğuna göre, bize kadim
İslam topluluk ve milletlerinden olan insanlık atalarımızdan bir şeyler getirir. Bu ko-
nuda her güzel eylemin (salih amelin) bütün bir insanlıkla olan akrabalığını düşündü-
recek kadar bireye ve topluma yalnız olmadığını öğretir.
Bu yüzden namazlarda huşu duyma arzusuna verilen anlamın ibadete verilen
eksik anlamla ilgisi olduğu düşünülebilir. Selam anında görmediği meleklere üst
düzeyden niyetle selam vermeyi önde tutan bir bakış, gördüğümüz, karşılaştığımız,
insanlarla selam vermeyen bir davranış içerisinde bırakıyorsa, selamı kesen insanlar
büyük olasılıkla meleklere selam verdiğinin üst bilincinde de değildir. Namazdan
hayata, hayattan namaza, oruçtan hayata hayattan oruçlara, hacdan hayata hayattan
hacca akan anlamın namaz kılan, hacca giden kısaca şekli ibadeti yaptıktan sonra, ib-
170
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
171
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
GEBELİK, DOĞUM
ve
CİNSEL HAYAT
172
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
173
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
175
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
177
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Özet
Yaratılmışlar, varlıklarını devam ettirebilmeleri için cinselliğe ihtiyaç duyarlar.
Başka bir ifade ile cinsellik, tüm varlıkların vazgeçilmez en temel ihtiyacıdır. Bu ih-
tiyacın sağlıklı şekilde karşılanması, aile hayatının devamı için önem arz etmektedir.
Cinsel anlamda mutsuzluk, eşleri alternatif yollar aramaya yönlendirmekte, sa-
dakatsizlik ve boşanmanın temel nedenleri arasında yer almaktadır. Bazı din ve ide-
olojilerde, cinsellik yerilmesine rağmen, İslam’da temel ihtiyaç olarak vurgulanmış ve
sağlıklı bir cinsellik için yollar gösterilmiştir. Bu tebliğde, İslam’ın bakış açısıyla, mutlu
bir cinselliğin nasıl olması gerektiği üzerinde durulacak, cinselliğin sınırları, orgazm,
erken boşalma vb kavramlar incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: .Islam, Saglık, Cinsellik, Orgazm
Abstract
The approach of Islam to sexual life
The creatures need sex in order to preserve their future generations. In other
words, sex is one of the basic needs of life. It is vital for a family to satisfy this need in a
healthy manner. Spouses may seek alternative ways to satisfy their sexual needs if they
are unhappy in their sexual life and it is also one of the main reasons of infidelity and
divorce. Although some ideologies and religions denounce sex, Islam stresses its im-
portance and shows the ways in which couples may have a healthy sexual life. This
study will examine the approach of Islam to healthy sexual life and deal with some
basic concepts such as the limits of sex, orgasm, premature ejaculation etc.
Key words: Islam, Health, Sex, Orgasm
178
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Giriş
Cinsel ihtiyaç, hayatın vazgeçilmezleri arasında yer alır. Bu ihtiyacın makul ve
meşru daire içersinde giderilmesi mümkün olduğu gibi, meşru olmayan yollardan da
giderilmesi mümkündür. Cinselliliğin meşru yollardan karşılanması için bütün hukuk
sistemleri, erkek ve kadından oluşan aile hayatını öngörmüşlerdir. Meşru olmayan yol-
lar ise İslam hukukunda olduğu gibi ya cezalandırılmış veya çağdaş hukuk sistemlerinin
büyük çoğunluğunda olduğu gibi aile bütünlüğüne zarar verdiği için boşanma nedeni
sayılmıştır. Biz bu çalışmamızda, meşru sınırları içerisinde cinsel ihtiyacın
karşılanmasını ele alacağız.
Seks ‘bedenin cinsel arzu ve isteklerini gideren ve cinsel bölgelerde yoğunlaşan
aktivite,’ ‘üreme için farklı cinslerin birleşmeleri’ veya ‘tarafların cinsel arzu ve istekle-
rini gidermek için cinsel olarak birlikte olmaları’ şeklinde tanımlanabilir. Hangi tür
tanım yapılırsa yapılsın, seks, doğuştan kazanılan cinsel isteklerin giderilmesidir. Or-
gazm, ‘cinsel uyarım ve zevkin en yüksek noktası, doyum’dur. Erken boşalma ise ‘cinsel
birleşimlerde bazı fiziksel veya ruhsal nedenlerden dolayı meninin erken gelmesi’
şeklinde tanımlanmaktadır.
Türkiye’de kısıtlı da olsa kadınlar üzerinde yapılan araştırmalar orgazmın yal-
nızca %30 kadın tarafından yaşandığını göstermektedir. Erken boşalma oranı ise
ortalama %30’dur. Bu oranlar, cinsel ilişki kalitesinin oldukça düşük olduğunu
göstermektedir. Cinsel ilişkide esas olan nicelik/sayı değil, niteliktir yani kalitedir. Bu
kalitenin yakalanabilmesi için cinselliğin öğrenilmesi gerekir. Başka bir ifade ile cinsel
eğitim gereklidir. Sahabe, cinsellikle ilgili konularını Hz. Peygamber’e sorabilmişler,
bilmediklerini öğrenmişler, vahyin kaynağını teşkil ederek gelecek nesillerin aydın-
lanmasını sağlamışlardır.
Tek tanrılı dinlerin temel vurgusu cinsel arzu ve isteklerin meşru sınırlar içeris-
inde giderilmesidir. Yahudilikte seks, üreme için bir araya gelmektir. Tevrat’ta konu
şöyle verilmektedir: ‘Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde
yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, verimli olun,
çoğalın, dedi.’ Başka bir ifade ise şöyledir: ‘Çünkü Tanrı insanı kendi suretinde yarat-
tı. Verimli olun, çoğalın. Yeryüzünde üreyin, artın.’
Hıristiyanlıkta bekarlık ve bekâret özellikle vurgulanmış, bu bağlamda Hz. İsa’nın
annesi bakire Meryem ve Hz. İsa örnek teşkil etmişlerdir. İncil evlenmemeyi şöyle ifade
eder: ‘Yine de evlenmemiş olanlara ve dul kadınlara şunu söyleyeyim, benim gibi kalsalar
onlar için iyi olur. Ama kendilerini denetleyemiyorlarsa, evlensinler. Çünkü şehvetle
yanmaktansa evlenmek daha iyidir.’ Bu ifadeden anlaşılacağı üzere, İncil’de esas olan
evlenmemektir. Yalnızca, zina riski varsa o zaman evlenmeye izin verilmektedir. Şu
ifade ise İslam’ın yasakladığı hadımlığı önermektedir: ‘Çünkü doğuştan, ana rahminden
çıktıklarında hadım olanlar bulunduğu gibi, insanlar tarafından hadım edilmiş olanlar ve
kendilerini Göklerin Egemenliği uğruna hadım saymış olanlar da vardır. Bunu kabul ede-
bilen, kabul etsin!’ Yukarıda yer alan hükümler doğrultusunda, Hıristiyan din adamları
evlenmezler.
Budizm’de ruhbanlar/din adamları bekar hayatı yaşamak zorundadırlar. Zira
Budist inanışa göre ruhbanlık; fakirlik, bekarlık ve sessizliğe dayanır. Konu ile ilgili
Tümer şunları kaydetmektedir: ‘Kadınlarda ahlak-fazilet esastır. Bekâret, en yüksek ide-
aldir. Budist felsefesi, cinsel tatmini, bütün kötülüklerin kaynağı olarak görür.’
Islam’da ise cinsellik hayatın vazgeçilmezleri arasında yer alır ve usulüne uygun
(helal) seks ibadet olarak değerlendirilir. İslam’da cinsel perhiz kabul edilmemiş, dört
ay cinsellikten uzak kalma boşanma nedeni olarak sayılmıştır. İbn Kayyim’e göre,
erkeğin, kadının karnını doyurduğu gibi, cinsel ilişkiye de doyurması gerekir ve bu
179
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
vaciptir. İbn Kayyim, sekste doyuma ulaşıldığında buna denk bir lezzet olmadığını ifade
etmektedir. Ona göre, doyuma ulaşmak için tüm organların bu lezzeti tatması gerekir:
Göz severek bakmalı, kulak duymalı, burun kokusunu almalı, ağız öpmeli, el dokunmalı.
Yahudi ve Hıristiyanlık cinsellikle ilgili detaylı bilgi vermeseler de Islam bu konu
ile ilgili detaylı bilgi vermiş ve Islam alimleri ya müstakil eserlerde konuyu ele almışlar
veya eserlerin bölümlerini buna ayırmışlardır. Örneğin, Şeyh Muhammed El Nefzavi’ye
ait olan الروض العاطر في نزهة الخاطر, (Gönül Gezintilerinin Kokulu Bahçesi), adlı eser cinsel-
likle ilgili konuları detaylıca ele almıştır. Yazar, Tenviru’l-vikâ‘ fi esrâril cimâ adlı kısa bir
eser yazmış, bu eseri gören Tunus’un yöneticisi Abdulaziz’in Veziri Muhammed Avane,
bunun genişletilmesini talep etmiştir. Bu talep üzerine, bu eserini kaleme almıştır.
Yazar, ön sevişmenin gerekli olduğunu, o olmadan tarafların sekse hazırlıklı olama-
yacağını ifade etmekte ve seks pozisyonlarından on biri hakkında bilgi vermektedir.
Çok fazla seksin zararlarından da bahsetmektedir. Ona göre, bedenin sağlıklı olması,
üzüntüden uzak durma, sevincin yüksek olması, baş başa kalma ve hoş müzik cinsel-
liğin temelidir. Cinsellik gücünün arttırılması için bal, zeytin, zencefil, Hint biberi (ke-
babe) vb karışımlar ile yumurtanın sarısının önermektedir. Zeker büyütme ve
kalınlaştırma metotlarından da bahsetmektedir. Eserde her ne kadar cinsel ilişki tüm
detayları ve bazı pozisyonları ile anlatılsa da Hint kültürüne ait eserlerde yer verilen ve
İslam’ın tasvip etmediği, hatta yasakladığı cinsellik konularına bu kitapta
rastlanmamaktadır.
Islam bilginlerinin eserlerinde sık sık rastlanan alıntılar içerisinde Kur’an yer
almaktadır, zira Kur’an cinsellik konularını ele almış ve farklı ayetlerde farklı ifadelerle
zikretmiştir. Bu ifadelerden bazıları şöyledir:
1- ‘Sana kadınların regl durumundan soruyorlar. De ki: "O bir eziyet durumudur’.
Regl durumundaki kadınlardan (cinsel olarak) uzak durun ve onlar temizleninceye kadar
(cinsel) ilişkiye girmeyin. Temizlendiklerinde, Allah'ın size emrettiği gibi (cinsel olarak)
yaklaşın. Şüphesiz Allah tövbe edenleri sever ve temizlenenleri sever.’ Ayetin sonunda yer
alan ‘Allah temizlenenleri sever ifadesi’, dışkı yolundan uzak durmaya da işaret et-
mektedir. Zira dışkı yolu temiz bir yol değildir. Vajina ise hem temizdir, hem de cinsel
ilişki için sıvı bırakarak hazır hale gelmektedir.
2- ‘Kadınlarınız sizin tarlanızdır (hars). O halde tarlanıza dilediğiniz (ennâ) gibi
gelin…’ Bir önceki ayette zikredilen Allah’ın emrettiği şekilde cinsel yaklaşım, bu ayette
daha da vuzuha kavuşturulmuş, cinsellikte döl yatağından olmak şartıyla pozisyon
sınırlamasının olmadığı ifade edilmiştir.
3- ‘Oruç gecesi, kadınlarınıza yaklaşmanız (cinsel ilişki-rafes), size helâl kılındı. On-
lar, sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtüsünüz…’
4- ‘… kendileriyle cinsel ilişkiye girdiğiniz (duhul) karılarınızdan olup evlerinizde
bulunanüvey kızlarınız, eğer anneleri ile cinsel ilişkiye girmemişseniz onlarla evlen-
menizde size bir günah yoktur…’
5- ’… kendilerinden cinsel olarak istifade etti ğiniz kadınlaraücretlerini/mehirlerini
anlaştığınız gibi verin…’
6- ‘… onlar cinsel bölgelerini (furuc) korurlar. Eşleri ve malik oldukları (cariye)
bunun dışındadır. Bunlarla (cinsel birlikteliklerinden dolayı) kınanmazlar. Bundan ötesini
isteyenler, işte onlar sınırı aşanlardır.’
7- ‘İnsanlara; kadınlara, oğullara, kilolarca altın ve gümüşlere…atlara, hayvanlara,
arazilere tutkuyla sahip olma duygusu sevdirildi. Bunlar dünya hayatının zevkleridir. En
güzel makam Allah katındadır.’ Bu ayette, erkeklere, kadınlar; kadınlara erkekler ve her
iki cinse de mal/para sahibi olma duygusu aşılandı/kodlandı, denilmektedir. Ayetin
180
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
sonu ise ‘en güzel makam Allah katındadır,’ ahlaka işaret etmektedir. Zira güzel maka-
ma ulaşabilmek için en temel ilke ahlaklı yaşamaktır. Ayeti bir üçgen gibi düşünürsek,
bir kenarı, aşk; diğer kenarı, altın (para); diğeri ise ahlakı vermektedir. Aşk ve para
hayatın vazgeçilmezleridir, ahlaksız aşk ve para ise Allah indindeki güzel makamı
kaybettirir. Kısacası, hayatımızda üç A (3 X A=A) ahireti vermektedir.
Ahlak+Aşk+Altın=Ahiret. Ahireti kazanmak için 3A’ya dikkat edilmesi gerekir.
Ahlak
181
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
182
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
erojen bölgeleri farklıdır. Bu nedenle, taraflar erojen bölgelerini, yani zevk ve haz duy-
dukları alanları birbirlerine açıkça söylemelidirler.
Münavi, cinsel birleşme öncesi dudakların, dilin emilmesi ve göğüsler ile oynan-
ması; erken boşalma sıkıntısı olanın tedavi olarak boşalma süresini geciktirmesi gerek-
tiğini ifade etmektedir.
Ön hazırlık/sevişme ile ilgili hadislerden bir kısmı şöyledir:
1-‘Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Haya (utanma duygusu), güzel koku
sürünmek, dişleri temizlemek (misvak) ve nikah (cinsellik).’
2-‘Elbisenizi yıkayınız. Saçlarınızı kısaltınız. Dişlerinizi temizleyiniz. Süsleniniz,
bakımlı olunuz. Zira İsrailoğulları böyle yapmıyorlardı. Bu nedenle de eşleri zina etiler.’
Aile içi mutsuzluk hem erkeği hem de kadını farklı alternatiflere sürükleyebilir. Bu
nedenle eşler birbirlerinin mutluluğu için hem bedensel hem de psikolojik hazırlık
içinde olmalıdırlar. Erkek ve kadın bakımlı olmalıdır. Bakımsız erkek, kadın için cinsel
cazibe oluşturmaz; aynı durum, kadın için de geçerlidir.
3-‘Cabir b. Abdullah şöyle dedi: …Bir savaş sonrası Medine’ye dönünce, evlerimize
gitmek için ayrılacaktık ki, Rasulullah şöyle dedi: Akşama kadar bekleyin ki, saçları
dağınık kadın taransın, [etek, koltuk altı] tıraşını olsun…’
4-‘...Kişinin eşi ile oynaşması… haktandır ve doğrudur.’
5- ‘Hz. Aişe’den nakledilmiştir: Rasulullah oruçlu olduğu halde kendisini [Hz.Aişe]
öper ve [Hz.Aişe’nin] dilini emerdi.’
6-‘Hz. Aişe şöyle demiştir: Rasulullah oruçlu olduğu halde öperdi. Oruçlu olduğu
halde sarılırdı/severdi (yubaşiru), fakat cinsel organına en fazla sahip olanıydı.’
7-‘‘Cabir b. Abdullah şöyle dedi:’ Evlendim.’ Rasulullah sordu: ‘Kiminle evlendin?’
‘Dul ile evlendim,’ dedim. [Rasulullah] şöyle dedi: ‘Sana ne oluyor? Bekarlar ve onlarla
oynaşma [varken gidip dul alıyorsun].’’ Başka bir rivayet şöyledir: ‘Keşke, senin onunla,
onun da seninle oynaşacağı bir bakire[ile evlenseydin.]’
8-‘Rasulullah şöyle buyurdu: Size bakire kadınlar lazımdır. Çünkü onların ağızları
daha tatlı, rahimleri daha üretken, aza daha kanaatkârdırlar.’ Kur’an da bakire kadın
vurgusunu sık sık yapmaktadır.
9-‘Allah e şini sana, seni de eşineörtü kıldı. Eşlerim benim avret yerimi görürler, ben
de bunları onlardan görürüm.’ İbn Ömer (v. 692) cinsel bölgelere bakmanın şehevi duy-
guları kamçılayacağını ifade etmektedir. Ebu Yusuf (v. 798), Ebu Hanife’ye (v. 767)
‘erkeğin, kadının cinsel organına dokunmasını, kadının da ereksiyon haline getirmek
için erkeğin organına dokunmasını,’ sorduğunu, Ebu Hanife’nin bunda bir beis olma-
dığını, hatta bunda büyük sevap olmasını ümit ettiğini ifade ettiğini söylemektedir.
Cinsel Birleşme
Ön sevişme ile erkekte peniste kanlanma, büyüme ve mezi, kadında cinsel bölge-
lerin sulanması sağlanmış ve cinsel birleşmeye hazır hale gelinmiştir. Ayette ifade
edildiği üzere, ‘Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde ürün alacağınız organdan
dilediğiniz gibi ilişkiye girin…’ taraflar orgazma ulaştıracak şekilde, diledikleri gibi
ilişkiye girebilirler. Taraflara zarar vermedikçe ve vajinadan (ferc) olmak şartıyla
pozisyon sınırlandırması yoktur. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus,
kadının doyuma ulaşmadan erkeğin boşalmamasıdır.
Erkegin erken boşalması, kadını cinsel mutsuzluga iter ve farklı arayışlara sevk
edebilir. Yapılan araştırmalar, aldatmanın temel nedenleri arasında cinsel mutsuzluk
183
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
bulundugunu ortaya koymuştur. Bu nedenle, böyle bir sorun varsa, bu sorun uzmanın-
dan yardım alınarak giderilmelidir. Bazen, basit bazı bilgiler erken boşalmanın önüne
geçebilmektedir. Örneğin, boşalma hissi geldiğinde, yavaşlayarak, derin nefes alma,
kanın kasık bölgesine girmesini sağlayarak, boşalma hissini dağıtabilir. Unu-
tulmamalıdır ki, bir ilişkide erkek bir defa boşanma yaşarken, kadın defalarca boşana-
bilmektedir. Boşalma, orgazmın üst noktasıdır. Ancak, her boşalma da orgazm değildir.
Cinsellikte nicelik değil, nitelik önemlidir. Yani cinsellik sayısından çok, kaliteli cinsellik
önemlidir. Örneğin, orgazm olmadan erkeğin üç defa boşalması yerine, orgazma
ulaşarak bir defa boşalması cinsel mutluluk için daha önemlidir. Erkek, kendisini
düşündüğü kadar, partnerini (eşini) de düşünmek zorundadır.
Konu ile ilgili bazı hadisler şöyledir:
a) Cinsel İlişki (Pozisyon)
1- ‘Kişi dört parçaya (eller ve bacaklar arasına) yerleşerek cinsel ilişkiye girdiğinde
yıkanması gerekir.’
2-‘‘Ömer, Rasulullah’a geldi ve şöyle dedi: ‘Mahvoldum’. [Rasulullah] ‘Seni mah-
veden nedir?’ dedi. [Ömer], ‘Döşeğimi, bu gece ters çevirdim,’ dedi. Rasulullah ona bir
cevap vermedi. Rasulullah’a şu ayet vahyedildi: ‘Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza
dilediğiniz gibi gelin’. [Rasulullah şöyle dedi:] ‘İster önden, ister arkadan [yaklaş, tüm
pozisyonlar serbesttir], ancak dübürden (dışkı yolu/anüs) ve regl döneminde eşinden
sakın/uzak dur.’’
3-‘‘Yahudiler şöyle diyorlardı: ‘Kadına arka pozisyondan ön bölgeye yaklaşılır ve
kadın da hamile kalırsa, çocuk şaşı olur.’ Bunun üzerine şu ayet indirildi: ‘Kadınlarınız
sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz gibi gelin…’
4-…‘‘Yahudiler şöyle diyorlardı: ‘Karısına arkadan öne yaklaşanın çocuğu şaşı
olur.’ Muhacirler Medine’ye geldiklerinde, Ensar’ın kadınlarıyla evlendiler ve arkadan
öne [pozisyonunda] ilişkiye girdiler. Bir Ensar kadını kocasının [bu talebine] karşı geldi
ve kocasına şöyle dedi: ‘Rasullah’a bunu soruncaya kadar, kesinlikle bunu bana yapa-
mazsın.’ Bu kadın Ümmü Seleme’nin yanına geldi ve bu olayı ona anlattı. O, [Ümmü
Seleme], ona şöyle dedi: ‘Rasulullah gelinceye kadar otur.’ Rasulullah geldiğinde, bu
Ensarlı kadın [bunu] sormaya utandı ve [dışarı] çıktı. Ümmü Seleme bunu Rasulullah’a
sordu. Rasullah şöyle dedi: ‘O kadını çağırın.’ Kadın çağrıldı ve şu ayeti okudu: ‘Kadın-
larınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz gibi gelin…’ tek yerden (vajina) olmak
şartıyla.’’
5-‘‘Yahudiler hanımlarına yalnızca onları yanlarına yatırarak yaklaşırlardı…
Medineliler (Ensar) de bunu onlardan almışlardı. Kureyşliler ise
hanımlarının…elbiseleriniçıkarır, sırtüstü, yüzüstü ve benzeri şekilde zevk alırlardı.
Mekkeliler (Muhacirler), Medine'ye geldiklerinde, onlardan birisi, Ensar'dan bir kadınla
evlendi ve bunları yapmak istedi. Ancak kadın bunu kabul etmedi ve şöyle dedi: ‘Biz yan
yatarak cinsel ilişkiye gireriz. Yapıyorsan böyle yap, yoksa benden uzaklaş.’ Bu ikisinin
durumu o kadar büyüdü ki, olay Rasulullah’a ulaştı. Bunun üzerine şu ayet in-
di, ‘Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz gibi gelin…’ yani döl yatağından
olmak şartıyla sırtüstü, yüzüstü ve benzeri.’’
6- ‘‘Hz. Aişe’den nakledilmiştir. O şöyle dedi: ‘Bir kişi eşini boşadı. O kadın da
başka bir erkekle evlendi, o da onu boşadı. Erkeğinkisi sarkıktı. Erkekten istediği ar-
zuya kadın ulaşamıyordu. Erkek de hemen onu boşadı. Kadın Rasulullah’a geldi ve şöyle
dedi: Ey Allah’ın Rasulü! Eşim beni boşadı. Başka birisiyle evlendim. O benimle cinsel
ilişkiye girdi. Ancak onunkisi sarkıktır. Bir defa hafifçe yaklaştı. Hiçbir yerime
ulaşamadı. İlk eşime helal olur muyum?’ Allah Rasulü şöyle cevap verdi: ‘Diğeri (ikinci
184
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
koca) senin balcağızından tatmadıkça, sen de onun balcağızından tatmadıkça, ilk eşine
helal olmazsın.’’ Cinsel akıntılar, bal (useyle, asel kelimesinin ismi tasgiridir) olarak
nitelendirilmiştir. Hadiste, cinsel akıntıların olduğu bir cinselliğin yaşanması gerektiği
vurgulanmıştır.
b) Orgazm
1- ‘Sizden biriniz e şiyle cinsel ilişkiye girdiğinde, doyuma ulaşsın. Kendisiönce
boşanırsa, karısını acele ettirmesin, [o da doyuma ulaşsın.]’
2-‘Sizden biriniz eşiyle cinsel ilişkiye girdiğinde, doyuma ulaşsın. Kendisi ihtiyacını
kadınında önce giderirse, karısı da ihtiyacını giderinceye kadar (doyuma ulaşıncaya ka-
dar) acele ettirmesin.’
3-‘Sizden biriniz eşiyle cinsel ilişkiye girdiğinde, kendisi ihtiyacını (orgazm) gider-
meyi arzu ettiği gibi eşi de ihtiyacını (orgazm) )giderinceye kadar ondan ayrılmasın.’
Cinsel Sorular ve Yasaklar
Bu başlık altında, zina ve homoseksüellik gibi eşleri ilgilendirmeyen yasaklardan
bahsetmeyeceğiz. Bunlarla ilgili bilgi almak isteyenler ilgili çalışmalara bakabilirler. Bu
başlık altında, günümüzde cinsellikle ilgili görsel ve yazılı medyanın da etkisi ile çokça
sorulan bazı konulara yer vermek istiyoruz.
a) Anal seks
Ters ilişki, anüsden yaklaşma, dışkı deliğinden birleşme gibi ifadelerle belirtilen,
anal seks İslam alimlerinin büyük çoğunluğu tarafından haram, yani yasak olarak kabul
edilmiştir. Bunu haram değil de mekruh kabul eden bazı Şia alimleridir. Tartışmanın en
temel noktası ‘Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz gibi gelin…,’ ifadesinde
yer alan (ennâ/ )أَنَّىkelimesidir. Bu kelimenin temel iki anlamı vardır. Birisi, ‘keyfe’
anlamı olup pozisyon yasağı olmadığını ifade eder, diğeri ise ‘min eyne’ anlamı olup,
her türlü ilişki serbestisini ifade eder. Ayetin geliş nedeni ve hadisleri inceleyen İslam
alimleri, bunun ‘keyfe’ anlamında oluğunu, yani vajinadan olmak şartı ile pozisyon
serbestisi olduğunu ifade etmişlerdir. Ayette geçen hars/tarla, ürün alanı ifadesi de
bunu doğrulamaktadır. Bir önceki ayette geçen, Allah temizlenenleri sever ifadesi de
dışkı deliğinden uzak durmaya işaret eder. Bu ayetin vahiy nedeni, rivayetlerin çoğun-
luğuna göre arkadan öne (vajina) yaklaşmanın sorulması üzerinedir.
Konu ile ilgili bazı hadisler şöyledir:
1- ‘Eşi ile ters ilişkiye giren (dubud) mel’undur.
2- Erkeğe veya kadına duburden yaklaşan kimseye Allah [rızası] ile bakmaz.
b) Regl döneminde seks
Regl ve hayız döneminde cinsel olarak kadınlardan uzak durulması hem
Kur’an’da hem de hadislerde öğütlenmiştir. İlgili ayet, yukarıda verilmiştir. Konu ile
ilgili iki hadis şöyledir:
1-‘Rasulullah, eşleri regl dönemindeyken yaklaşmak istediğinde, izarlarını (etek)
giymelerini emreder sonra da yaklaşırdı.’
2-‘[Hay ’.ızlı kadın ile] cinsel ilişki dışında her şeyi yapın
c) Oral seks
185
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
186
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
üzere, Hz. Peygamber döneminde, hamileliği engelleyici bir yöntem olarak azl (dışarı
boşalma) kullanılmıştır. Bu nedenle, hamileliği engelleyici tedbirlerin tarafların rızası
ile alınması caizdir.
Konu ile ilgili bazı hadisler şöyledir:
1- ‘Rasulullah zamanında azl (dışarı boşanma) yapıyorduk. Bu Rasulullah’a ulaştı,
’.bunu bize yasaklamadı
2- ‘Hz. Cabir’den nakledilmiştir. Rasulullah zamanında bizler azil yapıyorduk,
Ku’ran’da indiriliyordu. Süfya’nın şöyle dediği rivayet edilmiştir: [Azil] nehyedilmesi gere-
ken bir şey olsaydı, Kur’an onu bize yasaklardı.’
3-…‘‘Bir kişi Rasulullah’a geldi ve şöyle dedi: ‘Ben eşimden azl yapıyorum.
Rasulullah sordu: ‘Neden böyle yapıyorsun? Bu kişi şöyle cevap verdi: ‘Kadının çocuğu-
na veya çocuklarına acıyorum’ [eşim hamile kalırsa, süt kesilir veya bozulur böylece
emzirdiği çocuk zarar görür]. Rasulullah şöyle dedi: ‘Şayet bu durum zarar verseydi,
İranlılar ve Bizanslılara zarar verirdi.’’
4- ‘‘Hz Ömer şöyle demiştir: ‘Rasulullah izni dışında hürden (eşten) azil yapıl-
masını nehyetti.’’
g) Fetişizm, sadizm, mazoşizm
Fetişizm ‘saplantılı bir biçimde cinsel coşku uyandıran, karşı cinse ait elbise,
ayakkabı vb. eşyayı’ ifade eder. Sadizm ‘başkalarına acı çektirerek cinsel doyum sağla-
ma,’ mazoşizm ise ‘cinsi haz duymak için, eziyet çekme arzusu’nu ifade eder. Cinsel
ilişkinin temel amacı, tarafların birbirlerine acı ve ıstırap vermeden doyuma erişme-
sidir. Bedenin her türlü acı, ıstırap, işkence ve zararlara karşı korunması farzdır. Bunun
aksi haram olarak kabul edilir. Kur’an’da ‘…ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın,’, ‘…
Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız’, yer alan ifadeler bedensel zararları yasaklamıştır.
Kişinin bedensel haklarından vazgeçmesi mümkün olmadığından, bu konuda
verecekleri rıza da geçersizdir. Bu tür sıkıntıları olanların gerekli tıbbi yardımı almaları
gerekmektedir.
h) Seks oyuncakları
Islam’da cinselligin amacı, insanların kodlarına işlenen cinsel ihtiyacın enüst
noktada giderilmesidir. Ancak bu ihtiyaç giderilirken, ifrat ve tefritten uzak durmak ve
haramlardan sakınmak gerekir. Eşlerin birbirlerini tatmin temel hedef ve amaç olduğu-
na göre, eşler parmak el, ağız vb organlarını aşırıya kaçmamak ve acıya neden olmamak
şartıyla kullanabilirler. Ancak amacının dışına taşan vibratör (yapay penis), yapay
kadın gibi seks oyuncaklarını kullanmak doğru kabul edilmemektedir (mekruh).
i) Seks kitapları, film ve pornografi izleme
Cinsel konular ın adabına uygunöğrenilmesi ve ilgili kitapların okunması gerekir.
Ancak, cinselliği anormal şekilde çizim ve filmlerle anlatan eserlerin okunması ve
izlenmesi doğru kabul edilmez. Pornografi ise, hem erkeğin hem kadının istismar
edilmesidir, bu nedenle de caiz kabul edilemez. Üzülerek ifade etmek gerekir ki, Türki-
ye’de internetin %75 oranında seks ve pornografi içerikli siteler için kullanıldığı ifade
edilmektedir. Buna rağmen, orgazmın %30 oranında kalması, erotik ve pornografik
içerikli malzemelerin, seks kalitesine hizmet etmedikleri ve bir fayda sağlamadıkları
anlaşılmaktadır.
j) Cinsellikle ilgili estetik ameliyat
Zeker/penis büyütme, vajinanın düzeltilmesi, göğüs, dudak, büyütme, düzeltme
gibi estetik ameliyatlar ancak tıbbi zorunluluk varsa yapılabilir. Şekil bozukluğu, cinsel
187
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ilişkiyi engelleyen durumlar (küçük penis, vajina problemleri) gibi durumlarda ilaç,
ameliyat ve benzeri tıbbi müdahaleler ile düzeltmeler yapılabilir.
k) Cinsellik ve teşhircilik
Cinsel organlar ,ın yabancılaraçocuklara vb gösterilmesi anlamına gelen teşhir-
cilik İslam’da haram kabul edilmiştir. Bu nedenle, cinsellik yaşayacak olanların bu ko-
nuda hassas olmaları, özellikle de teşhircilik yoluyla çocukların istismarının önüne
geçmelidirler. Bu konu ile ilgili şu ayet manidardır: ‘Ey iman edenler! Mülkiyetinizde
bulundurduklarınız ve içinizden ergenlik çağına ulaşmamış olanlar, üç defa/vakitte
[yanınıza girmeden önce] sizden izin istesinler: sabah namazından önce, öğleyin
elbiselerinizi çıkardığınızda (dinlenme) ve yatsı namazından sonra. Bunlar üç avret (so-
yunma) vaktidir. Bunların dışında birbirinizin yanına girip çıkmanızda, sizler için de on-
lar için de herhangi bir sakınca yoktur.’
l) Cinselliğin filme alınması
Cinsel aktivitelerin başkaları tarafından kaydedilmesi, tecessüs olarak değer-
lendirilir, bu nedenle de yasaktır. Zaman zaman medyaya yansıyan, başkalarının özel
durumlarının otelde vb yerlerde gizlice filme alınıp, topluma sunulması, hem
tecessüstür hem de Allahın şu ayette yasakladığı fuhşun yayılmasıdır: ‘...Fuhşun yayıl-
masını arzu edenler var ya, onlar için dünyada da ahirette de korkunç bir azap vardır.’
Hz. Peygamber, zina eden Maiz’i itiraf için Hz Peygamber’e yönlendiren Hezzal’e ‘keşke
bunu elbisenle örtseydin,’ demiştir. Hz. Peygamber, ‘…her kim bir Müslüman’ın ayıbını
örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıplarını örter,’ diyerek ayıpların ifşa
edilmemesini öğütlemiştir.
Aile içi cinsellik sırlarının da ifşa edilmesi doğru değildir. Bu noktada Hz.
Peygamber’in şu uyarısı karşımıza çıkmaktadır: ‘Kıyamet Günü Allah katında insanların
en şerlilerinden birisi, kendisi eşiyle, eşi de kendisiyle cinsel ilişkiye girip, sonra da eşinin
sırlarını ifşa eden adamdır.’ Eşlerin kendi cinselliklerini kaydetmeleri de doğru değildir.
Zira bu kayıtların başkalarının ellerine düşme ve çocukları tarafından görülme ihtimali
vardır ki, bu da yarardan çok, zarar getirebilir.
Sonuç
Yahudilik, H ıristiyanlık ve Budizm’in akse Islam cinselligeönem vermiş ve cinsel-
liğin doruk noktasında yaşanmasını tavsiye etmiş, bu konu ile ilgili neredeyse her ko-
nuya açıklık getirmiş ve ‘dinde utanma yoktur’ prensibiyle de bunu abideleştirmiştir.
Eşlerin birbirine sadık kalmalarının temelinde yatan cinsellik ihmal edilmemelidir. Sa-
dakate zarar veren en önemli davranış cinsel tatminsizliktir. Kadınlarda bunun nedeni,
erkeğin bakımsız olması, yeterli ön hazırlık/sevişmeden önce ilişkiye girmesi, erken
boşalması ve kadın orgazm olmadan önce ayrılmasıdır. Erkeklerde tatminsizlik ise
kadının bakımsız olması, cinsel uyarılara cevap vermemesi ve erkeğine uzak dur-
masıdır. Ayrıca, yasak olmayan cinsel fantezilere tarafların yaklaşmaması da her iki
taraf için de cinsel tatminsizlikler arasındadır.
Cinselli ginçift taraflı yaşanması esas olduğundan, tarafların birbirlerini tatmin
etmek için ellerinden geleni yapmaları gerekmektedir. Özellikle erkek, cinsel hayatta
yalnızca kendini düşünmemeli, hazırlanması daha uzun süren eşini ihmal etmemeli,
eşini cinselliğe hazırlamalıdır. Bu bağlamda, ön hazırlık/sevişme ihmal edilmemeli,
orgazma ulaşmak için taraflar çaba sarf etmelidirler. İslam’ın ve tıbbın uygun görmediği
davranışlardan ise taraflar uzak durmalıdırlar. Bu bağlamda, tarafların bedenine zarar
veren objeler kullanılmamalı, zevk, işkenceye dönüşmemelidir. Cinselliğe zarar veren
fiziksel ve psikolojik hastalıklar gecikmeden tedavi ettirilmelidir.
188
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
189
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Giriş
Pek çok insan için evliliğin temel amaçlarından biri çocuk sahibi olmaktır. Evlilik
gibi çocuk sahibi olmanın da fıtri bir ihtiyaç olduğu söylenebilir. Ancak şu bir gerçek ki,
her evli çift bu isteklerine erişememekte, uzun yıllar çocuk özlemi çekerek yaşamak-
tadır.
Düzenli bir cinsel yaşama rağmen bir yıl süresince gebelik oluşmaması tıbben in-
fertilite (kısırlık) olarak nitelendirilmektedir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre
ülkemizde çiftlerin % 15’inin infertil olduğu kabul edilmektedir. Bunların %6’sı tedavi
edilebilmekte %9’luk bir kısmında ise çözümsüzlük sürmektedir. Belirlenmiş infertilite
tipine bağlı olarak çiftlere önerilen birkaç seçenek vardır. Bu seçeneklerden biri de in
vitro fertilizasyon embriyo transferi (IVF-ET), halk arasında “tüp bebek” olarak
adlandırılan yardımcı üreme tekniğidir.
IVF-ET tekni ,giözel yöntemle alınan oositin basit bir kültür ortamına konulduk-
tan kısa bir süre sonra spermle döllendirilmesi ve sekiz-onaltı hücreli bir yapıya
ulaştığında rahme implante edilmesi esasına dayanır.
Söz konusu teknik ile 1978 yılında İngiltere’de ilk tüp bebek dünyaya gelmiştir.
Ülkemizde ise 1987’den beri yasal olarak uygulanmaktadır. Gelişmelere paralel olarak
konunun dini yönü de tartışılmaya başlanmıştır. Bu konuda genel olarak bebek sahibi
olmak için gerekli olan sperm, yumurta ve rahmin evli çifte ait olması şartı ile tüp be-
bek yönteminin uygulanmasında bir sakınca bulunmadığı, buna karşılık fiilen nikâhlı
olmayan kimselerin sperm, yumurta ve/veya rahminin kullanılmasının ise insanlık
duygularını rencide etmesi bakımından caiz olmadığı görüşü ağırlık kazanmıştır.
Tüp bebek, başlangıçta kısırlık tedavisi için geliştirilmiş bir yöntem olmakla
birlikte zamanla pek çok etik ve hukuki tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Söz ko-
190
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
nusu tartışmalar; IVF-ET ile oluşturulan embriyoların hukuki statüsü yanı sıra rahme
transfer edilmeyen fazla embriyoların dondurulması, imha edilmesi, kök hücre,
klonlama gibi tıbbi araştırmalarda kullanılması, embriyoların genetik ayıklama
işlemine tabi tutulması (PGD) ve cinsiyet seçimi (gender selection) gibi meseleler etra-
fında yoğunlaşmaktadır. Esasen tartışmaların özünü de tüpteki embriyonun “insan”
sayılıp sayılmayacağı, diğer bir deyişle “insanın başlangıcı” meselesi oluşturmaktadır.
Öte yandan tüp bebek yöntemiyle çözüm bulunamayan durumların söz konusu
olması, bu konuda yeni arayışlara yönelmeyi doğurmuştur. Bunlardan birisi de, çocuk
sahibi olamayan çiftin karşılıklı rızaya dayanarak taşıyıcı/kiralık anne aracılığıyla
çocuk edinebilmeleri anlamına gelen taşıyıcı annelik uygulamasıdır.
Kadının yumurtasının olmaması, yumurtasının kalitesinin düşük olması, rahmin-
in bulunmaması ya da tıbbi sebeplerle gebeliğine izin verilmemesi gibi nedenlerden
dolayı taşıyıcı anne aracılığıyla çocuk sahibi olma yoluna gidilmektedir.
Günümüzde bu tür bir uygulama dünyanın birçok yerinde sosyal nitelikte bir
kısırlık tedavisi olarak görülmektedir. Taşıyıcı annelik olgusunun hukuki, psikolojik,
sosyal, ahlaki ve dini açıdan tartışılabilir pek çok yönü bulunmaktadır.
Tebligimizde bu tartışmaların detaylarına girmeksizin, DIB Din Işleri Yüksek Ku-
ruluna konu ile ilgili yöneltilen sorular bağlamında sorunları irdelemeye ve kısa bir
değerlendirme sunmaya çalışacağız.
1. Din İşleri Yüksek Kuruluna Gelen Sorular
Günlük yaşamda iletişim kurmak ya da bilgiye erişmek amacıyla kullanılan bir
ifade biçimi olarak soru, düşünmeye ve öğrenmeye yardımcı olan güçlü bir araçtır.
Soru, soru sahibinin duygu, düşünce ve davranışları hatta kişiliği hakkında ipuçları
sunar. Arka plandaki sorunu görebilme, problemin anlatılmayan detaylarına
ulaşabilme, meselenin köklerini değerlendirme imkânı verir. Soru, hayata ve toplumsal
olaylara tutulan bir aynadır. Dolayısıyla soru, sadece soru değildir.
Din Işleri Yüksek Kurulu olarak her gün telefon, mektup ve elektronik posta
aracılığıyla yöneltilen yüzlerce soruya muhatap olmaktayız. Yurt içi ve dışından, her yaş
grubu ve eğitim seviyesinden, farklı inanç düzeyine sahip binlerce insanla soru üzerin-
den iletişime geçmekte, bireysel, ailevi ve toplumsal pek çok problemle sorular
aracılığıyla yüzleşmekteyiz.
Kimi zaman sorunun ne söylediği, ne sorulduğundan daha önemli olabilir. Bu
gerçeğin izinde, tebliğimizde 2012 yılından bu yana Din İşleri Yüksek Kuruluna
yöneltilen tüp bebek ve taşıyıcı annelik odaklı sorular değerlendirilmiş ve aralarından
bir seçki yapılmıştır.
Şimdi ilgili sorular eşliğinde, tüp bebek ve taşıyıcı annelik yöntemleri bağlamın-
da toplumun dini yönden cevap aradığı hususları ve soruların ortaya koyduğu sorun
alanlarını görelim.
2. Tüp Bebek İle İlgili Sorular ve Sorunlar
Önceleri tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olmanın dinî yönden caiz olup olma-
dığı sorusu ile muhatap olunurken zaman içinde konu çok farklı boyutlarıyla sorulara
yansımaya başlamıştır.
Yumurta toplanması ve embriyonun rahme yerleştirilmesi nedeniyle gusül gere-
kip gerekmediği, sperm elde etmek için mastürbasyon yapılmasının hükmü, fazla em-
briyoların dondurulması, kullanılmayan embriyoların imhası, fetal redüksiyon, yumur-
ta, sperm ve embriyo donasyonu, dondurulmuş spermlerin kocanın ölümünden sonra
191
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
eşi tarafından kullanılması, sağlıksız embriyoların ayıklanması, cinsiyet seçimi gibi hu-
suslar bu soruların temasını oluşturmaktadır.
Başlangıçta sperm, yumurta ve rahmin evli eşlere ait olması tüp bebek uygula-
masının cevazı için yeterli görülürken zaman içinde yöntemin içerdiği sakıncalar bariz
bir hal almaya başlamıştır. Sürecin maddi ve manevi anlamda ciddi külfet içermesi
sebebiyle bir kerede birden çok sayıda embriyo üretilmesi söz konusudur. Rahme yer-
leştirilmeyen embriyolar talebe göre dondurularak korunmaktadır.
Dondurulan bu embriyolar ın akıbetiönümüzde ciddi bir sorun olarak durmak-
tadır. Nitekim tüp bebek yaptıran eşlerin kendilerini, fazla embriyoları kullanmak mec-
buriyetinde kalmakla, kullanmayıp itlaf edilmesine göz yummak arasında zor bir
tercihin önünde buldukları ilgili sorulardan anlaşılmaktadır. Ölüm ya da boşanma du-
rumunda da aynı problemle yüz yüze gelinmektedir:
Örnek sorular:
“Tüp bebek tedavisinde oluşturulan fazla embriyoların imha edilmesinin dinen
hükmü nedir? Bu embriyolar izinsiz deney ve tedavi amaçlı kullanılabiliyor. Daha kötüsü
başka anneye transfer edilirse, embriyo sahibi anne babanın vebali var mıdır?”
“1) Tüp bebek yönteminde, sadece bir çocuk isteyen birinin birden fazla embri-
yonun döllendirilmesini istemesi caiz midir? 2) Her hâlükârda bir çocuk isteyen birinin
artan embriyoları yok etmesi caiz midir? 3) Yoksa yıllık 400 TL gibi embriyonun sak-
lanması parasını sürekli vermesi ve yaşatması mı gerekmektedir? Öyle ise ne zamana ka-
dar bu ücreti vermeli ve korumalıdır? 4) Yoksa hastalığı bile olmayan bu embriyoyu yok
mu etmelidir?”
“Bir y ılönce eski eşimle ayrıldık ayrılmadan önce tüp bebek tedavisi için bir tüp be-
bek merkezinde embriyolar oluşturuldu şimdi boşandığımıza göre bunların imhası ger-
ekmektedir. Bu embriyoların imhası kürtajla aynı mıdır, dinen hükmü ne olur?”
Embriyonun hücreden farklı bir şey olmadığına dair pür materyalist bir anlayış
İslam düşüncesine aykırıdır. Din İşleri Yüksek Kurulu’nun konuyla ilgili mütalaasında
da belirtildiği gibi; embriyo, insanın maddi kaynağını oluşturduğundan, dış dünyadaki
insanın sahip olduğu keramet ve itibara sahip bulunmaktadır. Bu nedenle, icbar edici
bir gerekçe yokken, insan embriyosunun öldürülmesi ahlaki olmadığı gibi dinen de hoş
görülemez.
Kurula yansıyan sorulardan, tüp bebek için üretilmiş artık embriyoların kök
hücre çalışmaları başta olmak üzere bilimsel araştırmalarda kullanılıp kullanılmayacağı
hususunun da zihinleri meşgul ettiği anlaşılmaktadır.
Örnek sorular:
“Embriyonun tıbbi amaçlarla araştırma için kullanılmasına izin verilmesi mümkün
müdür?”
2006“yılında fibroblast hücrelerinden ilk defa embriyonik kök hücrelere oldukça
benzer olan İndüklenmiş Pluripotent Kök Hücrelerin (iPS hücreleri) elde edilmesinden
sonra bu alanda yoğun çalışmalar başladı. Laboratuvar çalışmalarında iPS hücrelerini
elde edildikten sonra bunların ne kadar işlevsel olduğunu ölçmek için bazen gerçek em-
briyonik kök hücrelerle karşılaştırılması gerekebilmektedir. Embriyonik kök hücreler ise
9-10 günlük, ana rahmine yerleşmemiş (genellikle tüp bebek tedavisinden arta kalan,
kullanılmayacak olan) blastokist adı verilen embriyolardan elde edilmektedir. Embriyonik
kök hücrelerin bu amaçla kullanılması konusunda İslami açıdan nasıl bir yorum yapıla-
bilir?”
192
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
193
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
194
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
klerle erkek çocuk sahibi olmak için PGD’nin bir fırsat olarak görüldüğü anlaşılmak-
tadır.
Örnek sorular:
“Üç kız çocuğum var, erkek çocuğum olmadı. Eşimin ve benim yaşım geçmek üzere.
Soy ırkımız erkek çocuk olmadığı için yok olacak. Tüp bebek yoluyla bebeğin cinsiyetini
belirleyebiliyorlar. Eğer tüp bebek yöntemiyle erkek çocuk olsa bu günah olur mu? Kadere
karşı mı gelmiş olurum?”
İki erkek“çocuk sahibi bir çiftin tüp bebek yöntemiyle kız bebek sahibi olması caiz
midir?”
Tüp bebek uygulamasında bir başka sorun alanı da dondurulmuş spermlerin
kocanın vefatından sonra eşi tarafından kullanılmak istenmesi durumudur.
Örnek soru:
“Ölen bir erkeğin spermi karısına tüp bebek yapmak için kullanılır mı?”
Bu durumda, kişinin hayattayken rızası ile spermleri dondurulmuş olsa da bu
rızanınölümden sonra da geçerli olup olmadığı hukuki bir sorun oluşturduğu gibi,
ölümle nikâhın sona ermiş olmasından hareketle söz konusu spermlerin kadın tarafın-
dan kullanılması nesep ve miras hükümleri açısından da problem arz etmektedir.
3. Taşıyıcı Annelik İle İlgili Soru ve Sorunlar
Tüp bebekte olduğu gibi taşıyıcı annelikte de öncelikle uygulamanın dini hükmü
merak edilirken zamanla soruların farklı sorunları yansıtan bir içeriğe büründüğü
görülmektedir. Dinin evlilik, neslin, şahsiyetin, kişilerin ruh ve beden sağlığının ko-
runması ve mahremiyet ilkelerini ihlal anlamına gelen taşıyıcı annelik yönteminin
kendisi başlı başına bir sorundur. Bununla birlikte sorular, meselenin değişik yönlerine
dikkat çekmesi bakımından önem arz etmektedir.
Örneğin; “Taşıyıcı annelik yoluyla dünyaya gelen çocuğun gerçek annesi kimdir?”
sorusu ile zihinlerimizdeki mübarek, değerli, nezih imajıyla saf anne algısı, yerini yu-
murta sahibi kadın, rahim sahibi kadın, biyolojik anne, taşıyıcı anne, kiralık anne gibi
daha önce duymadığımız ve bilmediğimiz kavramların kargaşasına bırakmaktadır.
Sonuçta aşağıdaki gibi trajikomik sayılabilecek bir soruyla muhatap olunabilmektedir:
“Taşıyıcı annelik yoluyla doğan insanın vefatında talkın verilirken hangi annenin
”?adı kullanılacaktır
Din Işleri Yüksek Kurulu’nun konuyla ilgili kararında taşıyıcı annelik uygulaması,
dinin mahremiyet, evlilik, neslin korunması, şahsiyetin korunması, kişilerin ruh ve
beden sağlığının korunması ve insanın saygınlığı ile ilgili bir takım ilkeleri ihlal etmesi
sebebi ile caiz görülmemiştir. Haram olmasına rağmen bu yöntemle dünyaya getirilen
çocuğun nesep ve velayetinin, sperm ve yumurta sahibi olan evli erkek ve kadına ait
olduğu, çocukla onu rahminde taşıyıp doğuran kadın arasında ise annelik şüphesi
sebebiyle mahremlik oluşacağı belirtilmiştir.
Toplumumuzda evlenen gençlerin çocuk sahibi olma(ma)sı kimi zaman
kendilerinden çok aile büyükleri ve yakın akraba tarafından problem edilmekte, çocuk
olmasına engel tıbbi bir sorun söz konusu ise çözümü için hep birlikte seferber oluna-
bilmektedir. Böyle bir çabanın ucunun maalesef eşlerin anneleri, kız kardeşleri gibi
birinci dereceden yakınlarının ya da akrabalarının taşıyıcı anne olma girişimlerine ka-
dar uzandığı görülmektedir.
195
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Örnek soru:
“Dayı ve hanımının sperm ve yumurtasıyla oluşturulan embriyonun taşıyıcı anne
olarak yeğene nakledilmesinin günahı var mıdır?”
Do galüremenin biyo-teknik imkanlarla üretime dönüştürülmüş olması kadim
aile kurumunun geleceğini de tehdit etmeye başlamıştır. Günümüzde evlenip eş ve aile
sorumluluğunu üstlenmekten kaçınan kimi erkeklerin fıtri babalık duygularını tatmin
adına taşıyıcı anneliği bir çözüm olarak görmeleri ya da anne olmak istemekle birlikte
evliliğe karşı olan kadınların sperm bankaları aracılığıyla bebek sahibi olmaya
yönelmeleri nasıl bir çözümsüzlüğün/kaosun içine sürüklenildiğinin de göstergesidir
aslında.
Örnek soru:
“Bekâr bir erkek taşıyıcı bir anne ile ilişkiye girip çocuk doğduktan sonra bu çocuğu
annesinden alsa çocuğu annesinden mahrum büyütmek günah mıdır?”
Dini açıdan tecviz edilmeyen taşıyıcı annelik uygulamasının, sperm sahibi erkek
ile rahim sahibi kadın yani taşıyıcı anne arasında geçici ya da devamlı olarak kıyılacak
(dini) nikâh ile meşru hale gelip gelmeyeceği de sorulara yansımaktadır.
Örnek sorular:
“Yumurtalıkları sağlam ancak rahmi alınan bir kadın ve eşinin yumurta ve
spermleri laboratuvar ortamında döllenerek taşıyıcı annelik ile çocuk sahibi olmalarında
sakınca var mıdır? Sakınca varsa bu sakınca taşıyıcı anne ile baba arasında imam nikahı
olmaması mıdır ya da nikah olsa da yumurta ve spermlerin başka bir rahimde bulun-
masından mıdır?”
İlk hanımının“çocuğu olmadığı için bir kimse ikinci evliliğini yapıyor bundan
çocuğu oluyor. Doktor ilk eşine taşıyıcı annelikle çocuk sahibi olabileceğini söylüyor. İkinci
eşin taşıyıcı anne olması isteniyor. Dinen böyle bir uygulama olabilir mi?”
“E şiminçocuğu olmuyor ben de çocuğumun olmasını çok istiyorum, eşimden de
ayrılmak istemiyorum. Taşıyıcı anne ile çocuk sahibi olabilir miyim, caiz mi? Ya da muta
nikahı ile ikinci bir eşim olabilir mi?”
Sonuç
Biyotekni ginüreme alanında sağladığı tüp bebek ve taşıyıcı annelik gibi imkânlar,
aslında doğal bir süreç olarak üremenin, sosyal, hukuki ve ahlaki pek çok soruna yol
açacak teknolojik bir sürece yani üretime dönüşmesine neden olmuştur. Bu durumda
tüpteki embriyodan ya da rahimdeki ceninden değil bir yönüyle teknolojik bir
“ürün”den söz edilmiş olmaktadır.
Do galüremenin yapay üretime dönüştürülmesinin ne gibi sonuçlara yol
açabileceğini, ilk tüp bebek uygulamasını gerçekleştirdiğinde sanırız Dr. Robert Edward
da tahmin edemezdi. İyi niyetle çıkılan bu yolculukta bugün varılan noktanın insanlığın
hayrına olduğunu söylemek oldukça zordur.
Aslında sonuçları görmemiz için çok beklememiz gerekmedi. Yapay üreme tekni-
klerinin gelişmesi; sperm ve yumurta bankaları, dondurulmuş embriyolar, kiralık
rahim, taşıyıcı anne, biyolojik anne, biyolojik baba, tek ebeveyn (single parent), klon
embriyo, embriyonik kök hücre gibi daha önce hiç bilmediğimiz nice yeni kavram ve
uygulamayla tanışmamıza vesile oldu.
196
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
197
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
RUH HASTALIĞI
ve
DİNİ PRATİKLER
198
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
199
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Mitolojide kimera, gövdesi insan ve başı kurt görünümünde olan ve bu örnek gibi
pek çok kimerik canlı modeli bulunmaktadır. Zoolojide kimera terimi, mitolojik
yaratıklardan dolayı kullanılmakta ve farklı zigotlardan kaynaklanmış iki ya da daha
çok genotipin veya genetik olarak farklı hücre grubunun aynı canlı ya da insanda
bulunması durumu olarak tanımlanır. Kimerizm, kromozom yapıları değişik hücrelerin
farklı zigotlardan kaynaklanan bir olaydır. Kan nakli sonucu aynı bireyde farklı kan
hücrelerinin karışması ve doğum sırasında çift yumurta ikizlerinde plasenta aracılığı ile
intraüterin kan nakli olabilmesi ya da kalıtım yoluyla kimerizm/mozaisizm oluşabili-
yor. Hamilelik sırasında az sayıda fötal hücrenin, plasenta yoluyla anne kanına
karışmasına mikrokimerizm denir. Mikrokimerizm olgusunun anne sağlığı açısından
yararları olduğu anne sağlığını olumlu yönde etkilemesi mantıklıdır. Çünkü, sağlıklı bir
anne doğacak çocuğun yaşama şansını arttıracaktır. Anne kanına geçen fötal kök
hücreler daha sonra anne vücuduna dağılmakta deri, karaciğer ve dalak gibi organları
oluşturan dokularda, 10 yıllarla ifade edilebilecek sürelerde canlı kalabilmektedirler1.
Hemen bütün iç organlara dağılan bu hücrelerin tedavi edici özellikleri olduğu
düşünülmektedir. Buna göre, fetal hücreler gittikleri organların özellikle yıkıma
uğramış veya yaralanmış bölgelerine göç etmekte ve organların yıkıma uğramış bölge-
lerinde, ilgili organın hücrelerine benzer yapı ve fonksiyonlar kazanarak organı bir an-
lamda tamir etmektedirler. Bunun, özellikle rejenere yeteneği olmayan organ ve doku-
lar açısından çok faydalı bir işlem olduğu düşünülmektedir. Bu anlamda fetal hücrelerin
sinir sistemi ve beyin dokusunda meydana gelen hasarları tedavi edebilmesi oldukça
önemlidir. Son yıllarda çalışmalar özellikle bu yöne kaydırılmıştır. Gebelik sürecinde
annenin dolaşım sistemine geçtikten sonra, fetal hücrelerin vücudun çeşitli organ ve
dokularına dağılmaları olağandır (Makrokimerizm). Ancak, beynin burada özel bir du-
rumu vardır. Bilindiği beyin, kan-beyin bariyeri denen özel bir yapı tarafından ko-
200
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
201
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
203
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Giriş
Gerek fıtrata uygunlugu gerekse akl-ı selim tarafından açıkça görülen faydalarına
binâen Yüce Allah, bir rahmet ve lütuf nişânesi olarak orucu her millete farz kılmıştır.
Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberler ve ümmetlerine oruç farz
kılınmıştır. Esasen bu husus Kur’an-ı Kerim’in Bakara Suresi 183. ayetinde ifade
edilmektedir. Neredeyse dünyanın tüm dinlerinde ve manevi geleneklerinde var olmuş
olan oruç, bugün de ya perhiz ya da ibadet şeklinde yer almaktadır. Dinlere göre yerine
getirilişi bakımından hiçbir şey yememek, içmemek, bazı şeyleri yememek ve içmemek,
hiç yememek veya hiç içmemek, çalışmamak ya da konuşmamak gibi farklı bir takım
oruç uygulamaları vardır. Örneğin Âsur ve Bâbil’de oruca büyük önem verildiği Ameri-
ka’da Azteklerin ve Peruluların oruç tuttukları, Brahmanizm’de hasta ve yaşlılar da
dâhil tüm Brahmanların her ayın 11. ve 12. günlerinde oruç tutma geleneğinin
bulunduğu, hatta bazılarının nefsânî arzularını yenmek için on beş gün kadar oruç tut-
tukları bilinen bir gerçektir. Yine eski Mısır da orucun genellikle dinȋ bayramların
yanında yer aldığı, Antik Yunan ve Roma’da da diğer milletler gibi oruca büyük önem
verildiği ve sosyal felâketlerden kurtulabilmek için oruç tutulduğu, Totemizm’de bile
perhiz ve riyâzat gibi fiillerin ve tövbe törenlerinin, dinin esası olduğu bilinmektedir.
Ayrıca Hz. Nuh (a.s)’ın Ramazan ve Kurban Bayramı günleri haricinde bütün sen-
eyi oruçlu geçirdiği, Hz. Davut (a.s)’ın ise Hz. Musa’nın şeriatına uyarak kırk gün oruç
tuttuğu rivâyet edilmektedir. Hıristiyanlıkta tarihi gelişim süreci içerisinde çeşitli
değişikliklere uğramış olan oruç ibadeti, Hz. İsa döneminde ve Hıristiyanlığın ilk
yıllarında çok takdir edilen bir ibadetti. Bu nedenle İncillerde de oruç ibadeti övülmüş
olup Katolik Hıristiyanlarda bugün Ökaristik (Ekmek-Şarap Âyini öncesi bir takım katı
besinleri yememe) ve Eklesiyastik (Katolik kilisesine göre yılın belirli dönemlerinde
204
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
yerine getirilen 40 günlük perhiz dönemini içeren bir Tevbe uygulaması) Oruç olmak
üzere 2 çeşit oruç vardır. Cahiliyye döneminde de Arap yarımadasından Yahudiler ve
Hanifler oruç tutmaktaydılar. Bunun yanında özellikle Recep ayı başta olmak üzere
Cahiliyye Araplarının da belli zaman dilimlerinde oruç tuttukları bilinmektedir. Hz.
Peygamber (s.a.v), Medine’ye hicretten önce Muharrem ayının 10. gününde Aşura
orucu tuttuğu gibi hicretin 2. yılına kadar da hem kendisi tutmuş hem de ashâbına tut-
malarını söylemiştir. Bununla birlikte Ramazan orucunun farz kılınmasıyla birlikte
Aşura orucu tutmak isteğe bağlı olarak yerine getirilen müstehap bir oruç haline
gelmiştir.
Anla şılacagıüzere ister beşeri ister ilâhi kaynaklı dinlerde olsun tüm dinlerde ve
manevi geleneklerde yerine getirilişi bakımından bir takım farklılıklar görülse de oruç
ve oruca benzer uygulamaların var olduğu görülmektedir. Bununla birlikte orucun en
belirgin ve mâkul şekline, İslam dininde rastlanmaktadır. Zira İslam dinine göre oruç
ibadetinin zamanı, şartları ve hükümleri açık olup istisnalar bir tarafa keyfȋ bir oluşum
söz konusu değildir.
Günlük dilde kullandığımız oruç kelimesinin aslı Farsça olup ‘günlük’ anlamına
gelen ‘rûze’dir. Bu kelimenin önceleri ‘orûze’ olarak kullanıldığı daha sonra da ‘oruç’
şeklinde ifade edildiği belirtilmektedir. Oruç kelimesinin Kur’anı Kerimdeki Arapça
karşılığı ‘savm’, çoğulu ise ‘sıyam’dır. Arapça’da ‘savm’ ve ‘sıyam’ kelimeleri ‘tutmak,
susmak, hareketsiz kalmak, bir şeye karşı kendini tutmak, kendini men etmek, bir işi
yapmaktan ve söz söylemekten geri durmak’ gibi anlamlara gelmektedir. Nitekim
Kur’an-ı Kerim’de (Meryem 26) bu kelimenin ‘susmak’ manasında da kullanıldığı
görülmektedir.
Terim olarak dinen mükellef olan kimselerin Allah’ın rızasını ve sevgisini ka-
zanmak için ibadet niyetiyle fecrin doğuşundan akşam iftar vaktine kadar orucu bozan
her türlü eylemden uzak kalmaları olarak tanımlanan oruç ibadeti, Hz. Peygamber’in
Medine’ye hicretinden bir buçuk yıl sonra Şaban ayının onuncu gününde farz
kılınmıştır (Bakara, 183). Farz olan oruç, Müslümanlar tarafından Ramazan ayında tu-
tulmaktadır. Bununla birlikte oruç ibadetinin Ramazan ayı boyunca tutulması dinen her
ne kadar zorunlu ise de Hz. Peygamber (s.a.v.), bayram günleri haricinde önemli gün ve
aylarda da oruç tutulmasını tavsiye etmiş ve bu konuda kendisi mü’minlere örnek
olmuştur. Örneğin Ramazan ayı dışında haftanın pazartesi ve perşembe günleri, her
ayın 13., 14. ve 15. günleri, Muharrem ayının 9. ve 10. günleri veya 10. ve 11. günleri,
kurban bayramından bir önceki gün yani Arefe günü gibi önemli gün ve aylarda Allah’ın
rızasını ve sevgisini kazanmak için tutulan vacip ve mekruh olmayan nafile oruçları Hz.
Peygamber’in sıklıkla tuttuğu bilinmektedir.
Mutlulugun ne oldugu ve insanı gerçek anlamda mutluluğa ulaştıran şeyin ne
olduğu sorusuna antik çağlardan itibaren cevap aranmaya başlanmış ve günümüzde de
bu soruya cevap arayışları devam etmektedir. Bu sorulara başta felsefe ve din kendiler-
ine göre cevap vermeye çalışmışlardır. Özellikle Psikoloji biliminin gelişmesi ile birlikte
insanın mutlu olmasında etkili olan faktörlerin neler olduğunu araştırmaya yönelik
çabaların daha da hız kazandığı görülmektedir. Zira son zamanlarda psikopatoloji yak-
laşımlarına tepki olarak ortaya çıkan, insanın olumsuz duygu ve özellikleriyle baş et-
mede potansiyel güçlerine, olumlu yönlerine vurguda bulunarak iyilik halini arttırmayı
amaç edinen, pozitif psikoloji akımı adı verilen yeni bir akım ortaya çıkmıştır Pozitif
psikoloji, daha önceki psikoloji anlayışının aksine insanın olumsuz yönlerinden ziyade
hayatta daha fazla olumlu duygular yaşamasına katkıda bulunan umut, iyimserlik,
başarı, motivasyon ve öznel iyi oluş gibi güçlü yönlerini ele almaktadır. Çünkü bu tür
olumlu duygular, insanın yaşamını zenginleştirdiği gibi onun yaşam doyumu ve mutlu-
luğunun artmasına da katkıda bulunmaktadır. İnsanın olumsuz özelliklerine vurgu
205
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
olarak kabul edilebilir. Pozitif ve negatif duygulanım ise insanların yaşamları ile ilgili
memnunluk ya da memnuniyetsizlik duygularını belirttiği için öznel iyi oluşun duygu-
sal unsurunu teşkil etmektedir.
Diger taraftan psikolojik iyi oluş kavramının ise, insanın yaşam amaçlarına sahip
olup olmadığı, potansiyellerini gerçekleştirip gerçekleştirmediği, toplumsal ilişkilerinin
kalitesi ve yaşamı ile ilgili sorumluluk alıp almaması vb. gibi unsurları içermekte ve
bunları ifade etmekte kullanıldığı görülmektedir. Bu durumda kişinin kendisini ve
yaşamının kalitesini değerlendirişini ifade etmede kullanılan psikolojik iyi oluş
kavramının öz-kabul (kendini kabul), kendini gerçekleştirme, başkalarıyla pozitif
ilişkiler kurma, özerklik, çevresel kontrol, yaşamda anlam ve amaç bulma ve kişisel
gelişim gibi öğeleri içerdiği belirtilmektedir. Böylece psikolojik iyi oluş daha ziyade
kişinin kendisini iyi hissetmesinden çok, iyi bir yaşam sürme ve iyi şeyler yapabilmeyi
ihtiva eden bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır.
Her ne kadar psikolojik iyi oluşun, anlamlı amaçları sürdürme, kişisel gelişim ve
başkaları ile nitelikli ilişkiler kurma gibi pek çok olumlu insan özelliğini içeren bir
kavram olduğu ileri sürülse de literatüre bakıldığında değişik psikolojik iyi oluş model-
lerinin olduğu görülmektedir. Dolayısıyla psikolojik iyi oluşun fiziksel, duygusal,
bilişsel, ruhsal, kişisel ve sosyal süreçlerle ilişkili olarak kavramlaştırılabileceğini ileri
sürenler de mevcuttur.
İnanan insanın Allah’a bağlılığını ifade etmesi ve buna uygun bir takım hareket
ve davranış kalıplarında bulunması anlamına gelen dini ibadetlerden birisi olan oruç
ibadeti şekil ve kalıpların ötesinde gizli ve derin bir takım anlamlar içermektedir. Oruç
ibadeti her şeyden önce Allah emrettiği için ve O’nun rızasını kazanmak amacıyla yer-
ine getirilir. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in hadis-i şeriflerine ve oruçla ilgili yapılan
araştırmalara bakıldığında bizi öbür dünyaya hazırlayan oruç ibadetinin pek çok dü-
nyevȋ faydasının olduğu da görülmektedir.
Her şeydenönce umut ve sevgi, rahmet ve bağışlanma, dostluk, kardeşlik,
paylaşma ve barış ayı olan oruç ayı ve oruç ibadeti pek çok yönden insan için mutluluk
ve iyi olma sebebidir. Oruç Allah’ın en çok sevdiği bir ibadet olarak bizleri Allah’ın
rızasını kazanmaya, ahirette sayısız mükâfatlar elde etmeye, Allah’ın ahlâkıyla
ahlâklanmaya, ‘samediyet’ maddeye köle olmaktan kurtulmamıza, nefis ve şeytanın
vesveselerinden uzak olmaya, âciz bir kul olduğumuzu hatırlamamıza, kötü ve çirkin
davranışlardan uzak kalmaya, takva sahibi, seçkin kullardan olmamıza yardım eder.
Bunun yanında oruç, sabır ve metânetli olmamıza, ruhen ve bedenen sağlıklı olmamıza,
sahip olduğumuz nimetlerin farkına varıp kıymetini idrâk ederek şükretmemize, ihsan
şuuru ile ibadet etme sevincini yaşamamıza, tüm organlarımızı günahtan korumak
suretiyle Allah’ın verdiği emanetleri yerli yerinde kullanıp korumamızı, aç, susuz ve
muhtaç olanların halini empatik olarak anlayarak onlara karşı merhametli ve yardım-
sever olmamızı sağlar. Ayrıca oruç, iftar ve sahur sofralarında dostlar ve akrabalarla
kaynaşmamıza, sosyal yardımlaşma ve dayanışma duygularının güçlenmesine ve
böylece günah ve kötülüklerden uzak daha güvenli ve huzurlu bir toplumun meydana
gelmesine, riyâdan uzak, ihlâs sahibi kimseler olmamıza ve yemek, içmek gibi fiillerden
uzak olan Allah Teâlâ’nın yüceliğini daha iyi anlamamıza yardım ederek pek çok
yönden mutlu olmamıza katkıda bulunur.
Bu ba glamdaülkemizde, oruç ibadetinin psikolojik iyi oluş ya da mutlulukla
ilişkisini ele alan hiç bir deneysel bir araştırmaya rastlanmazken dünyadaki literatüre
baktığımızda söz konusu iki değişken arasındaki ilişkiyi ele alan araştırma sayısının son
derece sınırlı olduğu görülmüştür. Bu nedenle gerek bu alandaki boşluğu doldurmada
katkısı olabileceği düşüncesiyle gerekse Türk-Müslüman kültüründe psikolojik iyi
olmanın, sağlık ve mutluluğun yordayıcılarının neler olduğunu tespit edip sağlıklı ve
207
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
mutlu insan tanımını ortaya koymada ve bu hususta dini ibadetlerin etkisini ortaya
çıkarmada faydalı olacağı düşüncesiyle söz konusu araştırma konusu incelenmeye
değer bulunmuştur.
Araştırmanın Konusu ve Amacı
Ara ştırmanın konusu, Islam dinindeki enönemli ibadetlerden birisi olan oruç ib-
adeti ile psikolojik iyi oluş / mutluluk arasındaki ilişkiyi ve bu ilişkinin ne tür bir ilişki
olduğunu psiko-sosyolojik yöntem ve tekniklerle din psikolojisi açısından incelemektir.
Bu araştırmada temelde oruç ibadetinin yerine getirilme sıklığının ruh sağlığının
en önemli göstergelerinden birisi olan psikolojik iyi oluşa / mutluluğa (sağlıklı ve mutlu
olmaya) olumlu yönde etki ettiği düşüncesinden hareket edilmiştir. Çünkü
gerçekleştirilen araştırmaların pek çoğunda genel olarak ibadetlerin kişilerin ruh
sağlığına olumlu yönde etki ettiği görülmektedir. Zira bilinçli bir şekilde anlamına ve
amacına uygun olarak yerine getirilen ibadetlerin kişilik ve karakteri düzenleyici sis-
temler olarak kişiliğin gerek içe dönük gerekse dışa dönük yönünün gelişmesine,
kişinin toplumla bütünleşmesine, ruh ve beden sağlığının korunmasına katkıda bulun-
mak suretiyle insanda ahlakȋ olgunluğun itici gücü, huzur ve mutluluğun reçetesi
olmaktadırlar.
Bu ara ştırmadaöncelikle örneklemin oruç tutma durumları ile psikolojik iyi oluş
ya da mutluluk düzeylerine göre nasıl bir dağılım gösterdiklerinin belirlenmesi daha
sonra bu iki değişken arasında nasıl bir ilişki olduğu ve bu ilişkinin katılımcıların oruç
tutma sıklıklarına bağlı olarak değişiklik gösterip göstermediği incelenmeye
çalışılmıştır. Ayrıca örneklemin sosyo-kültürel ve demografik özelliklerinin oruç ile
psikolojik iyi oluş / mutluluk ilişkisi üzerinde moderatör (ılımlaştırıcı) bir etkisi olup
olmadığının araştırılması da araştırmanın diğer bir amacını teşkil etmektedir.
Bütün bu amaçlar doğrultusunda oruç tutma davranışı ve psikolojik iyi oluş ya da
mutluluğu iki ana değişken olarak ele alan bu araştırmada Ramazan orucu ve nafile
oruç yordayıcı (bağımsız) değişken olarak ele alınıp yordanan değişken (bağımlı)
psikolojik iyi oluş/mutluluk ile ilişkisi incelenecektir.
Araştırmanın Yöntemi, Evreni, Örneklemi ve Veri Toplama Araçları
Temel bakış açısı itibariyle betimsel ve korelasyonel bir araştırma şeklinde belli
bir amaca yönelik olarak bir model doğrultusunda planlanmış olan araştırmamız sur-
vey (örneklem tarama) yöntemi ve anket tekniği ile gerçekleştirilmiştir.
Bu baglamda araştırmanın ana kütlesini (evrenini) 2014 yılı Ramazan ayında
Çanakkale il merkezinde yaşayan çeşitli yaş grubundan bireyler oluşturmaktadır.
Araştırmanın örneklemeni ise Çanakkale il merkezinde çeşitli yaş gruplarından basit
seçkisiz örneklem (tesȃdüfȋ) yoluyla seçilen yaşları 12 ile 66 yaş ve üzeri arasında
değişen 478 kadın ve erkek katılımcı oluşturmaktadır.
Bu araştırmada veri toplama araçları olarak ‘Kişisel Bilgi Formu’ ve ‘Psikolojik İyi
Oluş Ölçeği’ kullanılmıştır. ‘Kişisel Bilgi Formu,’ örneklemin sosyo-kültürel ve demo-
grafik özelliklerine ve oruç tutma durumlarına ilişkin bilgiler toplamak için hazır-
lanmıştır.
Diener ve arkada şlarının geliştirdigi Psikolojik Iyi OluşÖlçeği’nin Türkçe’ye
adaptasyon çalışması Telef tarafından yapılmıştır. Telef’in söz konusu ölçekle ilgili
olarak elde ettiği bu güvenirlik ve geçerlik sonuçlarının, Diener ve arkadaşlarının
ölçeğin orijinalinde, Silva ve Caetano’un Portekizce’ye uyarlama çalışmasında elde
etmiş olduğu sonuçlarla son derece benzerlik gösterdiği görülmektedir. Söz konusu
ölçekle ilgili olarak araştırma verileri üzerinden de hem açımlayıcı hem de doğrulayıcı
208
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
faktör analizi yapılmış ve ölçeğin güvenilir ve geçerli bir ölçüm aracı olduğu sonuncuna
varılmıştır.
2014 y ılı Ramazan ayındaÇanakkale il merkezinde 550 kişiye uygulanan ve ger-
ekli veri temizleme işlemelerinden sonra 478’i değerlendirmeye alınan anket verile-
rinin analiz edilmesinde frekans dağılımı, aritmetik ortalama, t-testi, korelasyon, re-
gresyon ve faktör analiz tekniklerinden yararlanılmıştır.
Araştırmanın Bulguları
Örneklemin oruç tutma durumlarını tespit etmek için söz konusu oruçla ilgili iki
soruya ilişkin frekans dağılımları ve yüzde oranları hesaplanmış, araştırmaya katılan
kişilerin büyük bir kısmı (%75, 359 kişi) dinen geçerli bir mazeretleri olmadıkça farz
oruçları düzenli olarak tuttuklarını ifade etmişlerdir. Katılımcıların %19’u (91 kişi) farz
olan Ramazan orucunu kısmen yerine getirdiklerini belirtirken %5,4 (26 kişi) oranında
bir örneklem grubu ise farz olan Ramazan orucunu tutmadıklarını ifade etmişlerdir.
Araştırmaya katılanların %11,5’i (55 kişi) Ramazan ayı dışında dinen kutsal
sayılan ay ve günlerde Allah’ın rızasını kazanmak ve sevap elde etmek için sıkılıkla
nafile oruç tuttuklarını belirtmişlerdir. Araştırmada daha büyük bir örneklem grubu
(%50,8, 243 kişi) ise Ramazan ayında tutulan farz oruç dışında bazen nafile oruç tut-
tuğunu belirtirken %36,4 oranında (174 kişi) bir örneklem grubu ise farz orucun dışın-
da hiçbir zaman nafile oruç tutmadıklarını ifade etmişlerdir. Özetle ifade etmek gere-
kirse katılımcıların büyük bir kısmı (%75,1) farz olan Ramazan orucunu düzenli olarak
yerine getirdiklerini belirtirken çok az bir kısmı (%11,5) farz olan oruç dışında nafile
oruçları devamlı olarak tuttuklarını belirtmişlerdir.
Örneklemin Psikolojik İyi Oluş ya da Mutluluk Ölçeği’nden aldıkları puanların ar-
itmetik ortalamasının da bir hayli yüksek olduğu (5,9589) görülmüştür. Ayrıca toplam
puan bakımından en az 8 ve en fazla 56 puan alınabilen ‘Psikolojik İyi Oluş’ ya da
Mutluluk Ölçeği’nden genel olarak örneklemin aldığı toplam puan ortalamasının da
(47,5210) bir hayli yüksek olduğu tespit edilmiştir.
Ara ştırmadaörneklemin gerek ramazan ayında farz oruç tutma ve gerekse rama-
zan ayı dışında nafile oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk
düzeyleri arasındaki ilişkiyi göstermek amacıyla doğrusal regresyon analizi yapılmış ve
regresyon analizi sonucunda oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk
düzeyi arasındaki ilişkiyi göstermek üzere kurulan regresyon modelinin istatistiksel
olarak anlamlı olduğu görülmüştür (F = 6,021; p<0,01). Buna göre, modeldeki bağımsız
değişken olan ramazan orucu ve nafile oruç, mutluluk düzeyinin % 2,1’ini açıkla-
maktadır. Analiz sonuçlarına göre, örneklemin farz olan ramazan orucunu tutma
düzeyleri ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk düzeyleri arasında istatistiksel olarak
anlamlılık düzeyinde bir ilişki olduğu tespit edilmiştir (β=0,126, p< 0.01).
Bununla birlikte ramazan ayı dışında dinen kutsal sayılan gün ve aylarda nafile
oruç tutma düzeyleri ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk düzeyleri arasında istatiksel
olarak anlamlılık düzeyinde herhangi bir ilişki olmadığı görülmüştür (β=0,062,
p=0.202).
Araştırmada oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş / mutluluk arasındaki
ilişkide demografik faktörlerin Ilımlaştırıcı (Moderatör) etkisinin ortaya koyulması da
hedeflenmiştir. Bu amaçla ilk olarak oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş ya da
mutluluk arasındaki ilişkide cinsiyetin etkisini ortaya koymak için, kadın ve erkek için
ayrı ayrı regresyon analizi yapılmıştır. Gerçekleştirilen regresyon analizi sonucunda
hem kadınlarda hem de erkeklerde ramazan orucu ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk
düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki olduğu ve kadınlarda bu ilişkinin erkeklere göre
209
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
biraz daha güçlü olduğu gözlenmektedir. Diğer taraftan, nafile orucun kadınlarda
psikolojik iyi oluş ya da mutluluk üzerinde bir etkisinin olmadığı ancak erkeklerde an-
lamlı bir etki yarattığını söylemek mümkündür.
Oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkide
yaşın etkisini ortaya koymak için, katılımcılar 35 yaş altı ve 36 yaş üzeri olmak üzere iki
yaş grubuna ayrılarak ayrı ayrı regresyon analizi yapılmış ve yapılan regresyon analizi
sonucunda, 35 yaş ve altındaki kişilerde hem ramazan orucu hem de nafile oruç ile
psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasında bir ilişki olmadığı görülmektedir. 36 yaş ve
üzerindeki kişilerde ise Ramazan orucu ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasında
istatiksel olarak anlamlılık düzeyinde bir ilişki olduğu, nafile oruç ile psikolojik iyi oluş
ya da mutluluk arasında anlamlılık düzeyinde herhangi bir ilişki olmadığı tespit
edilmiştir. Bu bulgulardan hareketle kişilerin yaşı arttıkça Ramazan orucunun
psikolojik iyi oluş ya da mutluluk üzerindeki etkisinin arttığını söylemek mümkündür.
Oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkide ge-
lir düzeyinin etkisini ortaya koymak için, katılımcılar gelir seviyesi iyi ve çok iyi olanlar
ile orta ve daha alt seviyede olanlar olmak üzere iki gelir grubuna ayrılarak ayrı ayrı
regresyon analizi yapılmıştır. Yapılan analizler sonucunda, hem Ramazan orucu hem de
nafile oruç ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkinin yüksek gelir
grubunda anlamlı olmadığı bulgulanmıştır. Diğer taraftan düşük gelir grubunda da
Ramazan orucu ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişki anlamlı ol-
mamasına rağmen nafile oruç ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkinin
istatiksel olarak anlamlı olduğu görülmektedir.
Oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkide
eğitimin etkisini ortaya koymak için, katılımcılar eğitim seviyesi lise ve altı olanlar ile
yüksekokul ve üniversite olanlar olmak üzere iki eğitim grubuna ayrılarak ayrı ayrı
regresyon analizine tȃbi tutulmuştur. Yapılan regresyon analizi sonucunda, ramazan
orucu ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkinin lise ve altındaki eğitim
seviyesine sahip kişilerde anlamlı olduğu, ancak yüksekokul ve üniversite düzeyinde
eğitime sahip olan kişilerde anlamlı olmadığı görülmektedir. Diğer taraftan nafile oruç
ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkinin hem lise ve altındaki hem de
yüksekokul ve üniversite düzeyindeki kişilerde anlamlılık düzeyinde olmadığı tespit
edilmiştir.
Son olarak araştırmada oruç tutma davranışı ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk
arasındaki ilişkide kişinin oruç ibadetine yönelik tutumunun ve oruç tutma niyetinin
etkisini ortaya koymak için, katılımcılara yöneltilen soruya verdikleri cevaplar göz
önünde bulundurularak, katılımcılar iki gruba ayrılarak ayrı ayrı regresyon analizi
yapılmıştır. Regresyon analizi sonucunda aile ve sosyal çevresinin etkisiyle Ramazan
orucu ve nafile oruç tuttuğunu söyleyen grupta, oruç ile psikolojik iyi oluş ya da mutlu-
luk arasında anlamlı bir ilişki olmadığı, ancak bu soruya olumsuz yanıt veren grupta
orucun psikolojik iyi oluş ya da mutluluk üzerinde anlamlı bir etkisi olduğu görül-
müştür.
Sonuç
* Oruç ibadeti ile psikolojik iyi oluş ya da mutluluk arasındaki ilişkiyi psikolojik
yöntem ve tekniklerle ele alan araştırmamız sonucunda örneklemin genel olarak farz
olan Ramazan orucunu tutma oranları ile mutluluk oranlarının son derece yüksek
olduğu gözlenmiştir.
* Ara ştırmadaörneklemin farz olan Ramazan orucunu tutma oranları ile
psikolojik iyi oluş ya da mutluluk düzeyleri arasında pozitif yönde ve anlamlılık düzey-
210
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
inde bir ilişki olduğu görülürken nafile oruç ile mutluluk arasındaki ilişkinin anlamlı
olmadığı görülmüştür.
* Diger taraftan oruç- psikolojik iyi oluş/ mutluluk ilişkisi üzerinde sosyo-
demografik ve kültürel faktörlerin ılımlaştırıcı yönde bir takım etkileri olduğu
görülmüş, kendi isteğiyle ve Allah rızası niyetiyle oruç tutan kimselerde oruç-mutluluk
ilişkisinin anlamlı olduğu görülmüştür.
*Ülkemizde oruç ibadeti ile psikolojik iyi oluş arasındaki ilişkiyi ele alan
araştırmalardan ilkini teşkil eden bu araştırmanın, bundan sonra yapılacak araştırma-
lar için bir ilham kaynağı olmasını temenni ediyor, İslam dinindeki ibadetleri ruhsal
sağlığın olumlu parametreleri açısından ele alan daha çok sayıda araştırmaya ihtiyaç
olduğunu düşünüyoruz.
Kaynakça
Akyüz, Vecdi, Oruç, Yemin, Adak ve Keffaret, İz Yay., İstanbul, 2006.
Diener E. & Diener, C., “Most People Are Happy, Psychological Science,7, 1996, pp.
181-185.
Diener, E., “Subjective Well-being,” Psychological Bulletin, 95, 1984, pp.542–575
Doğan, Türkan, Üniversite Öğrencilerinin İyilik Halinin “Maneviyat” ve “Serbest Zaman
Boyutlarının İncelenmesi,” Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, c.3, sayı 26,
2006, s.1-16.
Erdem, Hasan Hüsnü, Oruç ve Ramazan İbadetlerine Dair Yüz Bir Hadis, 4. Bsk.,
Diyanet İşleri Bşk. Yay., Ankara, 1962.
Ery ,.ılmaz, AÖğülmüş, S. (2010) Ergenlikte Öznel İyi Oluş Ve Beş Faktörlü Kişilik
Modeli Ahi Evran Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 11,Sayı 3,Aralık 2010, ss.
189-203.
Hayta, Akif, Ibadetler ve Ruh Saglıgı”, Gen“çlik, Din ve Değerler Psikolojisi (içinde),
Ed. Hayati Hökelekli, Ankara Okulu Yay., Ankara, 2002.
Hökelekli, Hayati, Din Psikolojisi, TDV Yay., Ankara, 1993.
Kaplan, R. M., Bush, J. W., & Berry, C. C., “Health Status: Types of Validity and The
Index of Well-Being,” Health Services Research, 11, 1976, pp.478-507.
K – asani, Alauddin Ebu Bekir b. Mes’ud, Beda’iu’sSana’i’f Tertibiş Şerȃ’i’ Kȃsȃni, ’
.BS, c.II, Beyrut, 1974
Krok, Dariusz, The Religious Meaning System and Subjective Well-Being, Archive
For The Psychology of Religion 36, 2014, pp. 253-273.
P., Sarath, K., Manikandan, “Work Engagement and Wellbeing of School Teach-
ers,” SELP Journal of Social Science (www.selptrust.org), Vol. V, Issue. 22, 2014, pp.100-93.
Schmuck, P., & Sheldon, K.M., “Life Goals and Well-Being: To The Frontiers of Life Goal
Rresearch,” In P. Schmuck & K.M. Sheldon (Eds.), Life Goals and Well-Being: Towards A
Positive Psychology of Human Striving, Hogrefe & Huber Publishers, Göttingen, Germa-
ny, 2001, pp. 1-17.
Roothman, B. Kirston, D.K. & Wissing, M.P., “Gender Differences in Aspects of Psy-
chological Well-Being,” South African Journal of Psychology, 33, 2003, pp. 212-218.
Ryff, C.D., “Happiness is Everything or is it? Explorations on the Meaning of Psy-
chological Well-Being, ”Journal of Personality and Social Psychology, 57, 1989, pp. 1069-
1081.
211
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
212
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
213
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
SAĞLIKLI BESLENME
214
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
215
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Kur’ân Ve Beslenme
Özet
Kur’ân, tüm insanların dünya ve ahiretlerinin huzur ve saadetini hedeflemekte-
dir. Bu nedenle insanları bu istikamette yönlendirmektedir. Bu vesile ile Allah, insan-
lara çeşitli imkânlar sağlamakta, görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Kur’ân’da ver-
ilen bilgilere göre her insanın Allah’a, kendi şahsına, anne babasına, eşine, çocuklarına,
yakınlarına, başka insanlara ve tüm varlıklara karşı yerine getirmesi gereken çeşitli
görevleri bulunmaktadır. Bu çalışmamızda, insanın kendi şahsına karşı olan
görevlerinden, dengeli ve sağlıklı beslenme hakkında bilgi vermeye çalışacağız.
Hakkında çeşitli tanımlar yapılan insanı, akıl ve fikir sahibi olan, konuşarak anlaşan,
hemcinsleri ile yakınlık sağlayıp kaynaşan canlı varlık diye tanımlayabiliriz. İnsanda
bulunan bu üstün vasıflar, onun dışında kalan diğer varlıklarda aynı düzeyde bulun-
mamaktadır. Bunun yanında insanda bazı olumsuz vasıflar da bulunmaktadır. İnsan,
belli bir gaye için yaratılmaktadır. Bu gaye, Allah’ı tanımak ve O’na karşı olan kulluk
görevlerini yerine getirmektir. Başta Allah’a karşı olan görevlerimiz olmak üzere, diğer
görevlerimizi yerine getirebilmek için, sağlığımızı iyi korumamız gerekir. Sağlam top-
lum, sağlam fertlerden meydana gelmektedir. Fertleri olgunluk, nitelik ve güzel has-
letlerle mücehhez olmayan bir toplumun, sağlam, dengeli ve düzenli olması mümkün
değildir. Toplumun sosyal yapısı, ancak sağlıklı fertlerle ayakta durabilir, yücelip
yükselebilir. Aksi takdirde toplum yıkılır ve yok olup gider. Kişi olarak kendi şahsımıza
karşı olan vazifelerimiz, daha çok bedenle ilgili olan vazifelerimizdir. İnsan, beden ve
ruhtan meydana gelen bir varlık olduğu için, bedenini besleyip geliştirmesi, onu çeşitli
tehlikelere karşı koruması gerekir. İnsanın sağlıklı bir hayat sürdürebilmesi için, her
şeyden önce bedeninin sağlıklı olması icap eder. İnsan bedeninin sağlıklı olabilmesi ise,
onun, dengeli ve sağlıklı bir şekilde beslenmesi ile mümkün olabilmektedir. Onun için
Allah, insanlara, sağlığa yararlı, iyi, güzel ve temiz şeylerden yemelerini emretmektedir.
İnsan, ancak dengeli beslenip sağlıklı olduğu zaman, Allah’a karşı olan kulluk görevleri-
216
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ni rahat bir şekilde yerine getirebilir. Kur’ân’da, pek çok ayette bu konuda bilgi ver-
ilmektedir. Beslenmek için gıda alırken, çeşitli ayetlerde haber verildiği gibi, gıdaların
temiz, iyi ve besleyici olanını seçmek gerekir. Kur’ân açısından haram kabul edilen her
türlü gıdadan, şiddetle uzak durmak icap etmektedir. Kur’ân’da haber verildiği gibi
insanların, Allah’ın rızık olarak verdiği temiz ve hoş şeylerden yiyerek beslenmeleri,
ancak bunda ölçüyü kaçırmamaları gerekmektedir. Bunda ölçüyü aşan insanlar,
kendilerini çeşitli hastalıklara maruz bırakmış olurlar.
Anahtar kelimeler: Kur’ân, insan, sağlık, beslenme, israf.
Giriş
Kur’ân, insanlara dünya ve ahiretin huzur ve saadetinin yolunu göstermektedir.
Bu nedenle insanın dikkatini çeşitli konulara çekmekte ve ona, yerine getirmesi gere-
ken görevleri hakkında bilgi vermektedir. Bu vesile ile insana, çeşitli imkânlar
sağlanmakta, görev ve sorumluluklar yüklenmektedir. İnsanoğlu, Allah’ın kendisine
verdiği akıl, bilgi, beceri ve yeteneklerini kullanarak, dünya hayatındaki görev ve
sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmeye çalışmalıdır. Bu görevleri, insanın Allah’a,
kendi şahsına, anne babasına, eşine, çocuklarına, yakınlarına, başka insanlara ve tüm
varlıklara karşı olan görevleri diye kısımlara ayırabiliriz. İnsanın kendi şahsına karşı
olan görevlerinin, diğer görevleri arasında önemli bir yeri vardır. Çünkü insan kendi
şahsına karşı olan görevlerini yerine getirmezse, diğer görevlerini asla yerine
getiremez. İnsan, kendisini maddi ve manevi yönden çeşitli zararlardan koruyacak ki
diğer görevlerini yerine getire bilsin. İnsanın kendi şahsına karşı çok yönlü ve çok
çeşitli görevleri vardır. Dengeli ve sağlıklı beslenme, insanın kendi şahsına karşı olan
görevlerinin başında gelmektedir. Bu nedenle bu çalışmamızda, dengeli ve sağlıklı
beslenme hakkında bilgi vermeye çalışacağız. Bu bilgileri verirken, ölçümüz başta
kur’ân ve onun tefsiri niteliğindeki sünnet olacaktır. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v.),
“Size iki şey bıraktım. Siz, bu iki şeye uygun hareket ederseniz, hiçbir zaman sapıtma-
yacaksınız. Bunlar, Allah’ın kitabı olan Kur’ân ve benim sünnetimdir” diyerek, bu hu-
susa açıklık getirmiştir. Bunların birincisi olan Kur’ân, Allah’ın kelamıdır. Hz. Mu-
hammed (s.a.v.)’in sünneti ise, Kur’ân’ın tefsir ve açıklaması durumundadır. İnsanın,
kendi şahsına karşı olan görevlerini ve özellikle beslenme hakkında bilgi vermeden
önce, kısaca insanı tanıtmaya çalışacağız.
A İnsan –
Arapça kökenli olan “insan” kelimesi, cana yakın olmak, alışmak ve benzeri an-
lamlar için kullanılan “enise – ye’nisu” fiilinden türemiş bir isimdir. İnsan kelimesinin
çoğulu, “nâs” ve “unâs” olarak gelir. Kelime olarak insan, akıl ve fikir sahibi, konuşarak
anlaşan canlı varlık, âdemoğlu, beşer, olgun kişi ve benzeri anlamlar için kullanılmak-
tadır. Ragıp el-İsfahânî’ye (ö. 502/1108) göre, “insanlar birbirleriyle ünsiyet sağlayıp
kaynaştıkları için, insan diye isimlendirilmişlerdir.” Seyid Şerif el-Cürcânî (ö.
816/1413) ise insanı, konuşan hayvan olarak tarif etmektedir. Diğer bir tarife göre in-
san, unutmak anlamında olan “nesiye” fiilinden türemiş bir isimdir ve ahdini (verdiği
sözü) unutması sebebiyle kendisine bu isim verilmektedir. Bu tariflere göre insanı, akıl
ve fikir sahibi olan, konuşarak anlaşan, birbirleriyle yakınlık sağlayıp kaynaşan canlı
varlık diye tanımlayabiliriz. İnsan, kendisinde bulunan bu çeşit özellikleri nedeniyle
diğer varlıklardan üstün olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında insanda hırs, nan-
körlük, unutkanlık ve benzeri bazı eksiklik ve olumsuzluklar da bulunmaktadır.
Dünyadaki varlıkların en büyük gerçeği olmasına rağmen insan, kendisi hakkında
çok az şey bilmektedir. İnsanın biyolojik ve psikolojik yapısını inceleyen uzmanların
cevabını araştırdıkları soruların büyük bir kısmı, hala cevapsız bulunmaktadır.
Günümüze kadar bu konu ile ilgili çeşitli kitaplar yazılmış olmasına rağmen, insanın
217
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
َ ُ َ َ ًَْ َ ْ ِّ َّ ُ ُ َ ْ ُ َ َ ْ َ ُّ ُ
الّش َوالخ ْْ ِي ِفتنة َوِإل ْينا ت ْر َج ُعونس ذ ِائقة ال َم ْو ِت َون ْبلوكم ِب
ٍ كل نف
“Her canl ıölümü tadacaktır. Biz, sınamak üzere sizi kötü ve iyi şeylerle karşı
karşıya getireceğiz. Sonunda bize döndürüleceksiniz.”
Varlıkların en şereflisi olarak yaratılan insan, yaratılış açısından diğer varlıklar-
dan farklı bir durumda bulunmaktadır. Başta canlılar olmak üzere diğer varlıkların
önemli bir kısmının yaratılış gayesi, insanların bu dünyadaki ihtiyaçlarını gidermeye
yöneliktir. İnsanların yaratılış gayesi ise, yukarıda yer verdiğimiz ayetlerde belirtildiği
gibi dünya ve ahiretin huzur ve saadetini elde etmeye yönelik bulunmaktadır. Bu da bir
imtihan ile gerçekleşmektedir. Bu imtihan, insana bazı sorumlulukları yüklemektedir.
Bu sorumlulukları yerine getirirken, çeşitli engellerle karşılaşılmaktadır. Nefis duygusu,
bu engellerin başında gelmektedir. Yapı itibariyle kötülüğe meyyal olan nefis duygusu,
normal olarak her insanda bulunmaktadır. Bir peygamber olmasına rağmen Yusuf
(a.s.), kendi nefsi hakkında şikâyetçi olmuş, nefsini savunamayacağını ve nefsinin
kötülüğe meyyal olduğunu dile getirmiştir:
ٌ ور َّرح ُّ س َأل َّم َار ٌة ب
ٌ السوء إ َّال َما َرح َم َر ِّ َب إ َّن َر ِّب َغ ُف َ الن ْف
َّ َّ ْ َ ُ ِّ َ ُ َ َ
يم ِ ّي ِ ّي ِ ِ ِ ِ ش ِإن
وما أبرئ نف ِ ي
“Ben, nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı
derecede kötülüğü emreder.”
Ayr ıca Allah, Şems suresinde surenin başından itibarençeşitli varlıklara yemin
ettikten sonra, nefsine hâkim olup onu çeşitli kötülüklerden koruyan insanın kurtuluşa
erdiğini, nefsine hâkim olamayan, onu kötülüklerden korumayan ve ona tabi olan in-
sanların da bu imtihanı kaybettiklerini ve zarara uğradıklarını haber vermektedir.
b - Beslenme
Insan, belli bir gaye için yaratılmaktadır. Bu gaye, Allah’ı tanımak ve O’na karşı
olan kulluk görevlerini yerine getirmektir. İnsanın, kendi yapısında var olan ve aynı
zamanda çeşitli insani görevlerini yerine getirmeye engel olmaya çalışan nefis duy-
218
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
gusunu aşmaya çalışmalıdır. İnsanın yapısı, Allah’a inanmaya, O’nu tanımaya ve O’na
ibadet etmeye elverişli bir özelliğe sahip bulunmaktadır. Nitekim Allah Kur’ân’da, in-
sanların ve cinlerin kendisine ibadet etmeleri için yaratıldıklarını haber vermektedir:
ُ ُ ْ َ َّ َ ْ َ َّ ْ ُ ْ َ َ َ َ
ون
ِ وما خلقت ال ِجن و ِاْلنس ِإال ِليعبد
“Ben, cinleri ve insanlar.ı, ancak ban ibadet/kulluk etsinler diye yarattım”
Bu ayette geçen “ibadet” kelimesi, “abede” fiilinden türemiş bir isimdir ve kelime
olarak boyun eğmek, itaat etmek, tapmak, alçak gönüllü olmak, Allah’a ibadette aşırı
gitmek gibi anlamlara gelmektedir. Bu ayette geçen ibadet kelimesi, Allah’ı tanımak,
O’na ibadet etmek, O’nun emir ve yasaklarına uymak, O’na karşı genel bir teslimiyet
gösterip O’nun egemenliğini kabullenmek ve benzeri anlamlarda yorumlanmaktadır.
Geniş anlamlı bir kelime olan “ibadet”, gizli veya açık, Allah’ın rızasına uygun düşen her
türlü söz ve hareketi kapsamaktadır. Buna göre bu ayete dayanarak Allah’ın insanları,
akil ve baliğ oldukları andan itibaren ölünceye kadar Kur’ân’a uygun bir hayat sürdür-
meleri için yarattığını söyleyebiliriz. İnsan, Allah’a inanmalı, Ona ibadet etmeli ve sosyal
hayatta O’nun emir ve yasaklarına uygun hareket etmeli, insan olarak herkese karşı
olan görevlerini yerine getirmelidir. İnsan olarak Allah’a, anne babamıza,
çocuklarımıza, eşimize, yakınlarımıza başka insanlara ve çevremizdeki diğer varlıklara
karşı görevlerimiz bulunduğu gibi, kendi şahsımıza karşı da bazı görevlerimiz vardır.
Kendi şahsımıza karşı görevlerimiz, diğer görevler arasında ciddi bir öneme sahip
bulunmaktadır. Çünkü başta Allah’a karşı olan görevlerimiz olmak üzere, diğer
görevlerimizi yerine getirebilmek için, maddi ve manevi sağlığımızı iyi korumamız ger-
ekir. Sağlam toplum, sağlam fertlerden meydana gelmektedir. Fertleri olgunluk, nitelik
ve güzel hasletlerle mücehhez olmayan bir toplumun, sağlam, dengeli ve düzenli olması
mümkün değildir. Kur’ân, önemi nedeniyle toplumun sosyal yapısı üzerinde durduğu
kadar, fert olarak kişilerin durumu üzerinde de durmakta ve bu konuya ciddi bir şekil-
de önem vermektedir. Kur’ân ayetlerini incelediğimiz zaman, emir, nehiy, teşvik ve
sakındırma bakımından ferde yönelik kaide, telkin ve tevcihlerin oldukça çok olduğuna
şahit olmaktayız. Bunların çoğu, insan sağlığının korunmasına yöneliktir. Tolumun
sosyal yapısı, ancak sağlıklı fertlerle ayakta durabilir, yücelip yükselebilir. Aksi takdirde
toplum yıkılır ve yok olup gider.
Ki şi olarak kendi şahsımıza karşı olan vazifelerimiz, dahaçok bedenle ilgili olan
vazifelerimizdir. İnsan, beden ve ruhtan meydana gelen bir varlık olduğu için, bedenini
besleyip geliştirmesi, onu çeşitli tehlikelere karşı koruması gerekir. Çünkü sağlam bir
beden olmadan, ruhun tek başına herhangi bir değeri olamaz. Unutmamak gerekir ki,
kişinin üzerinde başta bedeninin ve ondan sonra da ruhunun hakkı bulunmaktadır.
İnsan biyolojisinin bozulması, psikolojisinin de bozulmasına sebep olmaktadır. İnsanın
sağlıklı bir hayat sürdürebilmesi için, her şeyden önce bedeninin sağlıklı olması icap
eder. İnsan bedeninin sağlıklı olabilmesi ise, onun, dengeli ve sağlıklı bir şekilde
beslenmesi ile mümkün olabilmektedir. Beslenme, insanın sağlığını koruması,
geliştirmesi ve sosyal hayattaki yaşayışının kalitesini yükseltmesi için ihtiyacı olan be-
sin maddelerini almasıdır. İnsanın, vücudunun büyümesi, yenilenmesi ve sağlıklı
çalışması için gerekli olan besin maddelerini yeterli ve dengeli miktarlarda, uygun za-
manlarda alması gerekir. Onun, bunu bilinçli bir şekilde yapmasına, yeterli ve dengeli
beslenme denmektedir. Yeterli ve dengeli beslenme, düzenli fiziksel hareketlerde
bulunma, vücut sağlığı açısından son derece önemlidir. Onun için Allah, insanlara
sağlığa yararlı, iyi, güzel ve temiz şeylerden yemelerini emretmektedir. İnsan, ancak
dengeli beslenip sağlıklı olduğu zaman, Allah’a karşı olan kulluk görevlerini ve ardın-
dan diğer insani görevlerini rahat bir şekilde yerine getirebilir. Kur’ân’da, pek çok
ayette bu konuda bilgi verilmektedir. Bu konu ile ilgili olan ayetlerden bazılarının
üzerinde durmak istiyoruz:
219
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ُ ََْ َ ِّ َ ْ ُُ
1 - ات َما َرزقناك ْم
ِ كلوا ِمن طيب
“Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin.”
Bu ayette yer alan “Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” ifadesi, Al-
lah’ın sizin için yarattığı “tayyibât” yani haram olmayan helal, mubah, lezzetli ve iştah
çekici gıdalardan yiyin anlamındadır. Bu ve benzeri ayetlerde haber verildiği gibi,
aldığımız gıdaların her yönden temiz olması gerekir. Buna göre Kur’ân, her şeyden önce
insana beslenmeyi emretmektedir. Kelime olarak beslenme, insanın büyüme, gelişme,
sağlıklı ve üretken olarak uzun süre yaşaması için gerekli olan besin öğelerini yeterli
miktarlarda alıp vücudunda kullanması sürecine verilen bir isimdir. Diğer bir ifade ile
beslenme, hayatı devam ettirebilmek maksadıyla besinlerin ağız yolu ile vücuda
alınmalarıdır. İnsanın büyümesi ve gelişmesi, anne karnında başlamaktadır. Sağlıklı
gelişerek büyüme, özellikle zekâ gelişimi için yeterli ve dengeli beslenme şarttır.
Beslenme, dokuların yenilenmesini ve bağışıklık sisteminin sağlıklı olarak çalışmasını
sağlar. Beslenmede, besinlerin kalitesi yanında onların alınış şekli ve zamanı da önem-
lidir. İnsan, sağlıklı ve dengeli bir şekilde beslenmediği zaman, onun büyüme ve
gelişmesinin engellendiği ve sağlığının bozulduğu, bilimsel olarak bilinen bir gerçektir.
Sağlıklı beslenme, vücudun büyüme ve gelişmesi, verimli çalışması, dış etkenlere ve
hastalıklara karşı dirençli olabilmesi için önemli bir şarttır. Dengeli beslenmek için,
vücudun büyümesi, dokuların yenilenmesi ve çalışması için gerekli olan besin öğele-
rinin her birinin yeterli miktarlarda alınması ve vücutta uygun şekilde kullanılması icap
eder. Besin maddeleri vücudun ihtiyaç duyduğu oranda alınmazsa, yeterli beslenme
sağlıklı bir şekilde oluşamaz. İnsan, yeterli miktarda beslenmesine rağmen, uygun
seçim yapamadığı ya da yanlış pişirme yöntemi uyguladığı zaman, gerekli olan besin
maddelerinin bazılarını alamayabilir. Bu gibi durumlarda, gerekli olan besin maddele-
rinin vücut çalışmasındaki işlevi yerine getirilememiş olur ve insan sağlığı bozulur.
Böyle bir durum, yine dengesiz beslenmenin kötü bir sonucudur. Onun için Allah
Kur’ân’da bu ve benzeri ayetlerde, çok veciz ifadelerle insanları bu konuda uyarmak-
tadır.
Bu ayette, tüm insanlara yönelik bir hitap vardır. Tayyib, yani temiz ve hoş
şeylerden yiyerek beslenmeyi hedef alan bu hitap, Allah’ın tüm insanlara yönelttiği bir
emirdir. Bu emir, Âdem’den (a.s.) bu yana başta bütün peygamberlere yönelik olmak
üzere var olan genel bir ilkedir.
ُ ْ َ َ ِّ َّ َ ُ ُ ُ ُ ُّ َ ُّ َ َ
اع َملوا َص ِالحاات و
ِ الرسل كلوا ِمن الطيب يا أيها
“Ey peygamberler! Tayyib/temiz, iyi ve güzel şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işley-
iniz!” Bu ayette, bu emir tüm peygamberlere yöneltilmektedir. Aynı zamanda bu ayette,
bu emirle beraber, iyi işlerde bulunma emredilmektedir. Buna göre salih amel ve iyi
işleri yerine getirebilmek için sağlıklı olmak gerekir. Bunun için de sağlıklı beslenmek
icap etmektedir. Bu iki emrin bu ayette bir arada zikredilesi, insanlara önemli mesajları
vermektedir .
َ ُ َ ُ ُ َََْ ُ َ ْ ُ ْ ه َ ِّ َ ْ ُ ُ ْ ُ َ َ َّ َ ُّ َ َ
2- لِل ِإن كنت ْم ِإ َّي ُاه ت ْع ُبدون
ِ ِ ات َما رزقناك ْم واشك ُروا
ِ يا أيها ال ِذين آمنوا كلوا ِمن طيب
“Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz
rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin.”
Bu ayette Allah, kullarına, kendileri için yarattığı helal şeylerden yemelerini ve
buna karşılık Allah’a şükretmelerini emretmektedir. Bu ayette geçen “yiyin” emri, mu-
bahlığı ifade eden bir emir ve “şükredin” emri ise, vacipliği ifade eden bir emirdir.
Çünkü insanların, Allah’ın yaratmış olduğu rızıktan yemeleri bir hak ve buna karşılık
olarak şükretmeleri bir görevdir. Ancak, açlığın tehlikeli bir sınıra geldiği durumda,
insanın kendisini ölümden kurtaracak kadar gıda alıp beslenmesi farzdır. Böyle bir du-
220
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
rumda, hiçbir şeyi yemeyerek ölen kişi, intihar etmiş sayılır ve dolayısıyla günahkâr
olur. İnsanın, rahat bir şekilde Allah’a ibadet etmesi için gıda alıp beslenmesi mendup,
doyuncaya kadar yemesi mubah ve doyduktan sonra yemesi ise haramdır. Bu konuda,
dini hükümler ile akıl aynı noktada birleşmektedir. Hem akla hem de dine göre insanın,
bedenini açlığa ve susuzluğa karşı koruması için beslenmesi, bir zarurettir. Her insanın,
buna uygun hareket etmesi gerekir. Bu durum, dinin de aklın da emrinin gereğidir.
Onun için İslâm dini, ara vermeden “visal” denilen iki günü bitiştirerek oruç tutmayı
yasaklamaktadır. Çünkü bunda, vücudun zayıflayıp takatten düşmesi söz konusudur.
Allah’ın mubah kıldığı şeyleri yemekten kaçınmak ve bu yolla vücudu zaafa sokmak,
yanlış bir şeydir ve bu tür yanlış şeyler, sevap olamaz; aksine günah olur. Bununla be-
raber, vücudu beslemek için gerekli gıdaları alıp doyduktan sonra, nefis ve şehevi duy-
guların arzusuna uyarak daha fazla yemek, İslâm dininin ana kaynağı olan Kur’ân ve
onun açıklaması durumundaki sünnete ters düşmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v.), çeşitli
hadislerde aşırı yemeyi tenkit etmiş, midenin üçte birini yemeye, üçte birini suya ve
diğer üçte birini de havaya ayırmayı istemiştir. Edebiyat alanında da pek çok şiirde,
beslenmede şehvete uyarak doyduktan sonra gıda almanın zara ve sakıncaları işlen-
mektedir.
Müfessir Kurtubî’ye (ö. 671/1272) göre bu ayette yer alan “size verdiğimiz
rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin” ifadesinde, her bakımdan yiyeceklerden yararlanma
emredilmektedir. Buna göre Allah, insanların helal gıdaların her türlüsünden beslene-
rek gıdalanmalarının gerektiğini haber vermektedir.
Beslenmek için gıda alırken, bu ve benzeri ayetlerde haber verildiği gibi, gıdaların
temiz, iyi ve besleyici olanını seçmek gerekir. Bu ayette “Ey iman edenler! Eğer siz ancak
Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a
şükredin” diye sadece iman edenler bu konuda uyarılırken, Bakara suresinin yüz altmış
sekizinci ayetinde tüm insanlar bu konuda uyarılmaktadır:
ٌ الش ْي َطان إ َّن ُه َل ُك ْم َع ُد ٌّو ُّمب
َّ َ
َ ُ ُ ْ ُ َّ َ َ َ ِّ َ ً َ َ األ ْر ْ ُ ُ ُ َّ َ ُّ َ َ
َّ وا م
ي ِْ ِ ِ ات
ِ ض حالال طيبا وال تت ِبعوا خطو ِ ف
ي ِ ام ِ يا أيها الناس كل
“Ey İnsanlar! Yeryüzündeki temiz ve helal şeylerden yiyin. Şeytanın izinden
yürümeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.” Yukarıdaki Ayette müminlere,
sadece temiz şeylerden yemeleri emredilmektedir. Zaten müminler haram şeylerden
yememektedirler. Bu ayette ise, tüm insanlara seslenilmekte ve onlara hem temiz hem
helal şeylerden yemeleri emredilmektedir. Mümin olsun veya olmasın tüm insanlar,
haram ve temiz olmayan şeyleri yememe hususunda uyarılmaktadır. Çünkü bu tür gıda-
lar, genel olarak insan sağlığı açısından zarar vericidir. Yukarıdaki ayette müminlerin
Allah’a şükretmeleri emredilirken, bu ayette tüm insanlar bu konuda düşünmeye davet
edilmektedir. İçinde başkasının hakkı bulunmayan şey tayyib/temiz olarak kabul
edilirken, cins olarak mubah olan, necis olmayan .şeye de helal denmektedirÇeşitli
ayetlerde gıda açısından temiz ve besleyici anlamında kullanılan tayyib kelimesi,
Kur’ân’da kavram olarak iyi ve hayırlı nesil ,be ,genilen, hoşa gidenverimli, bereketli ,
mutluluk ,saf, dogru ve kusursuz söz ,iffetli olmak ,iyi yapmak ve benzeri anlamlarda da
kullanılmaktadır .
Kur’ân açısından haram kabul edilen her türlü yiyecek ve içecekten, şiddetle uzak
durmak icap etmektedir. Çeşitli ayetlerde, bu konuda kaçınılması gereken haram şeyler
haber verilmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
سٌ ون َم ْي َت ًة َأ ْو َدما َّم ْس ُفوحا َأ ْو َل ْح َم ِخيير َفإ َّن ُه ر ْجَ ُ َ َ َّ ُ ُ َ ْ َ َ َ
ح ِإ ي َّل ُم َح َّرما َعَل ط ِاع ٍم يطعمه ِإال أن يك
َ َ ُْ َ
ِ
ُ َ َّ ُ
ُقل ال أ ِجد ِ يف ما أو
ِ ِ ٍ ِ ي َ
ٌ اض ُط َّر َغ ْ َي َباغ َو َال َعاد َفإ َّن َرَّب َك َغ ُف
ٌ ور َّرح ْ َ َْ ه
يم ِ ِ ٍ ٍ ْ ِ أو ِف ْسقا أ ِه َّل ِلغ ْ ِي
الِل ِب ِه ف َم ِن
“De ki :‘Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek
Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir
emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret
221
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
222
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Bu ayette yer alan “Ama bunda ölçüyü aşmayın” ifadesi, âlimler tarafından çeşitli
anlamlarda yorumlanmaktadır. Kurtubî, burada söz konusu olan ölçüyü aşıp aşırı
gitmeyi, nimete şükretmeyip nankörlükte bulunmak ve varlık nedeniyle isyankârlığa
sürüklenmek anlamında yorumlamaktadır. Muhammed Esed ise bu ayette geçen aşırı
gitmeyi, kibirlenerek kendini beğenmek şeklindeki bir davranış içerisinde bulunmak
diye yorumlamaktadır. Burada üzerinde durduğumuz aşırı gitmek, küfre girmek, malı
aşrı derecede biriktirip stok etmek ve malı çeşitli isyankârlıklarda kullanmak anlam-
larında da yorumlanmaktadır. Abdurrahman b. Hasan b. Merzûk b. Urabî b. Ğuneym
Habenneke el- Meydânî de, bu ayette anlatılan ölçüyü aşmayı, Allah’ın ayette belirttiği
“Size rızık olarak verdiğimiz temiz ve hoş şeylerden yiyin. Ama bunda ölçüyü aşmayın”
emrinde belirlediği hududu aşmak olarak tanımlamaktadır. Buna göre temiz, güzel ve
iyi şeyleri yiyerek beslenirken, yeme ve içmede ölçüyü kaçırmamak gerekmektedir. Bu
konuda ölçüyü aşan insanlar, kendilerini çeşitli hastalıklara maruz bırakmış olurlar. Bu
ayette söz konusu olan Allah’ın gazabı, doyduktan sonra yemenin neticesinde ortaya
çıkan çeşitli hastalıklar olarak değerlendirilebilir. Aşırı yemek, bunun yanında dengesiz
ve sağlıksız beslenmek, anemi, şişmanlık, kolestrol yüksekliği, diyabet, kanser, bağırsak
hastalıkları, kalp ve damar hastalıklarından diş problemlerine kadar birçok hastalıklara
sebep olmaktadır. Bunların çoğu, bu ayette söz konusu olan Allah’ın gazabı olarak kabul
edilebilir. Buna göre, insanın beslenmede ölçüyü muhafaza etmemesi, kendisini
bütünüyle yıkıma sürüklemesi demektir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından yapılan
açıklamaya göre, sağlığı bozacak ölçüde vücutta aşırı yağ birikmesi, obezite (aşırı
şişmanlık) hastalığı diye adlandırılmaktadır. Günlük alınan enerjinin harcanan ener-
jiden fazla olması durumunda, harcanamayan enerji vücutta yağ olarak depolanmakta
ve obezite hastalığının meydana gelmesine yol açmaktadır. Obezite, diyabet (şeker)
hipertansiyon (yüksek tansiyon), kalp, yüksek derecelerde kan yağları, safra kesesi,
kanser, kireçlenme, felç, uyku bozukluğu, horlama, karaciğerde yağlanma, astım, solu-
num zorluğu, erken doğum, zor doğum, gebelik diyabeti, gebe kalmada zorluklar
(kısırlık, adet düzensizlikleri, aşırı kıllanma ve çeşitli psikolojik hastalılara sebep
olmaktadır. Nitekim ayette yer alan “fe kad hevâ” kelimesi, ahiret hayatında helak olma
anlamında yorumlandığı gibi, dünya hayatında helak olma anlamında da yorumlanmak-
tadır. Kelime olarak çeşitli anlamlarda kullanılan “hevâ”, aynı zamanda yıkılıp düşmek
ve ölmek anlamlarına da gelmektedir. Bu gün, insanların yaşadığı çeşitli hastalıklar,
dengesiz beslenmenin ve aşırı yemenin sonucudur. Ona göre insanların dengeli ve
sağlıklı bir şekilde beslenerek sağlıklarını korumaları, insan sağlığını tehdit edebilen
her türlü soğuk ve sıcağa karşı korumak için tedbir almaları, Allah’ın apaçık birer emri-
dir. Her konuda olduğu gibi beslenme konusunda da israftan kaçınmak icap etmektedir.
Bu konu ile ilgili bilgi veren diğer bazı ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
يَ ب ْال ُم ّْشف ْ ُ ْ ُ َ َ َُ ْ َ ْ ُُ
ُّ وا إ َّن ُه َال ُيح ْ َ ِّ ُ َ ْ ُ َ َ ْ ُ ُ َ َ َ َ
ْ ِِ ِ ِ ّشفِ يا ب ِ يب آدم خذوا ِزينتكم ِعند كل مس ِج ٍد وكلوا واشبوا وال ت
“Ey Âdemoğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için fakat
israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.”
ُ َ َّ َ َ
ي َوكان الش ْيطان َ َّ َ َ ْ ْ ُ َ َ ِّ َ ُ ْ َّ ْ َ ْ ِّ َ ُ َ َ السب
َّ َ ْ َ َ ْ ْ َ ُ َّ َ َ ْ ُ ْ َ َو
ِ ْ اط
ِ يل وال تبذر تب ِذيرا ِإن المبذ ِرين كانوا ِإخوان الشي ِ ِ آت ذا القر ّب حقه وال ِمس ِك ْي وابن
ِ ُ َ
ِل َر ِّب ِه كفورا
“Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma .
Çünkü saçıp-savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı nankö-
rdür.”
ُ َ ََْ ْ ُ ْ َ َ َ ُُ َ ًَ ُْ َ َ َ َ
َوال ت ْج َع ْل َيدك َمغلولة ِإل عن ِقك َوال ت ْب ُسط َها ك َّل ال َب ْس ِط فتق ُعد َملوما َّم ْح ُسورا
“Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.”
Allah, bu ayetlerde tüm insanlara seslenmekte, gerektiğinde temiz ve güzel
giyinmelerini, sağlıklı beslenmeleri için yiyip içmelerini, gerektiğinde başkalarına mad-
223
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
224
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
kibir, çekememezlik, gıybet, dedikodu, iftira, yalan, kötü zan, cimrilik, israf ve benzeri
hususlar, birer manevi hastalıktır. Maddi hastalıklara karşı tedavi yollarına
başvurduğumuz gibi, bu ve benzeri manevi hastalıklara karşı da tedavi yollarına
başvurmamız icap etmektedir. Temiz inanç ve güzel ahlak ölçüleri ile hareket etmek
sureti ile bu tür manevi hastalıklardan korunmamız mümkün olabilmektedir. Her in-
sanın, manevi yönden kendi nefsini eğitmesi, kötü alışkanlıklardan uzak durması, iyi
ahlak kuralları ile hareket etmesi ve zaman içerisinde kendi yanlışlıklarını düzeltmesi
gerekir. Haliyle bu istikametteki gelişme, birden oluşmamaktadır. Bunun için uzun za-
mana ihtiyaç vardır. İnsan, zaman içerisinde yanlışlıklarını düzeltir ve güzel
alışkanlıkları edinir. Ayrıca bunun için, kötü kişilerle arkadaşlık yapmaktan uzak
durmak, iyi kişilerle arkadaş olmak ve ilim yönünden de kendimizi geliştirerek cehalet-
ten kurtulmak gerekir. Bütün bunlardan anlaşıldığına göre, kendi şahsımıza karşı olan
manevi vazifelerimiz çok yönlü ve geniş kapsamlıdır. Maddi veya manevi, iyilikten yana
davrananlar, iyilik bulurlar.
Manevi yönden dikkat edilmesi gereken önemli başka bir husus ise, sinirli ve
öfkeli olmaktan uzak durarak her konuda sabırla hareket etmektir. Öfke halinde alınan
temiz gıdalar bile, insan bedenine gereken yararları sağlayamamaktadır. Hatta bir
kadının öfke halinde aldığı gıda, karnındaki veya emzirdiği bebeğe bile olumsuz yönden
etkili ola bilmektedir. Temiz ve havadar bir ortamda, mutlu ve neşeli bir şekilde alınan
gıdalar, insan sağlığına daha fazla yararlı olmaktadır.
Sonuç
Beslenme, sadece insanların degil, tüm canlıların en temel gereksinimlerinden bi-
ridir ve gıda ile sağlık arasındaki köprüdür. Çok küçük yaşlardan başlayarak oluşan
dengeli ve sağlıklı beslenme alışkanlıkları, kişilerin sağlığını belirleyen en önemli etken-
lerden biridir. Yetersiz ve dengesiz beslenme vücut direncini azalttığında hastalıklara
yakalanmaya sebep olduğu gibi, onun tersine aşırı beslenme yani gereğinden fazla gıda
tüketimi de özellikle çağımızın yaygın hastalıkları olarak bilinen şişmanlık, kalp has-
talıkları, kanser, şeker hastalığı gibi önemli sağlık sorunlarına ve sonuçta ölümlere de
yol açmaktadır. İnsanlar, sağlıklı ve dengeli beslenmedikleri zaman, sağlıklı bir şekilde
büyüyemezler, sağlıklarını sürdüremezler, mutlu ve başarılı bir hayata ulaşamazlar ve
normal bir şekilde üreyip kendilerinden sonraki kuşakları dünyaya getiremezler. Ni-
tekim her canlı, gerektiği şekilde beslenemeyince, bir süre sonra ölmekte ve yok olup
gitmektedirler.
Herhangi bir canlının vücut ağırlığının denetimi için yeterli ve dengeli beslenme
ve düzenli fiziksel aktivite (spor türü hareketler) ile sürdürülen bir hayat biçimi
oldukça önemlidir. Bu nedenle biyolojik vücudun büyümesi, yenilenmesi ve çalışması
için gerekli olan enerji ve besin öğelerinin her birinin yeterli miktarda alınması ve
vücutta uygun şekilde kullanılması durumuna, “yeterli ve dengeli beslenme” den-
mektedir. Yeterli ve dengeli beslenme için, uzmanların açıklamaları çerçevesi dahilinde
yeterli miktarda sebze, meyve, tahıl, et, yumurta, süt ve benzeri ürünlerin alınması ger-
ekmektedir. Bunun yanında stres gibi psikolojik rahatsızlıklardan uzak durmak ve
dengeli spor yapmaya da özen göstermek icap etmektedir. İdeal kiloya sahip olabilmek
için uygulanacak sağlıklı beslenme programının yanı sıra yapılacak fiziksel aktivite
büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle uygulanacak beslenme programının yanında
mutlaka gerekli miktarda dengeli fiziksel aktivite yapılmalıdır. Bu nedenle orta de-
recede ev veya bahçe işlerinde çalışmak, tempolu yürüyüş yapmak, bisiklet kullanmak,
yüzmek, hafif koşu yapmak gibi fiziksel hareketler, sağlık açısından önem arz etmekte-
dir.
Insan, ancak dengeli ve saglıklı beslendigi zaman, saglam bir bünyeye ve sağlam
bir ruh yapısına sahip olabilmektedir. Ancak bunun neticesinde, Allah’a, anne babasına,
225
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
eşine, çocuklarına, yakınlarına, diğer insanlara ve çevresindeki tüm varlıklara kaşı olan
görevlerini gerektiği gibi yerine getirebilmektedir. Bu görevlerini Allah rızası için,
bilinçli bir şekilde gerektiği gibi yerine getiren insan, Allah’ın nazarında meleklerden
bile daha üstün bir makama ulaşır. Buna göre insanın, her türlü insani görevlerini yer-
ine getirerek meleklerden daha üstün bir dereceye gelebilmesi için, dengeli beslenerek
sağlığını muhafaza etmesi icap etmektedir. Bu nedenle Kur’ân’ın çeşitli ayetlerinde,
insan sağlığı açısından gerekli ve yararlı besin maddelerinden yememiz ve içmemiz
emredilmektedir. Allah, bu konu ile ilgili ayetlerde inanan insanlara hitap ettiği gibi,
tüm insanlara da hitapta bulunmaktadır. Ancak her konuda olduğu gibi, yeme, içme ve
giyim gibi konularda da israfta bulunup aşırıya gitmekten sakındırmaktadır.
Saglıklı bir hayatı sürdürebilmek, hem dünya hem de ahiret ile ilgili görevlerimizi
rahat bir şekilde yerine getire bilmek için, Kur’ân ve sünnette sağlıklı beslenme hakkın-
da verilen bilgilere uygun hareket etmemiz gerekmektedir.
Kaynakça
ASIM Efendi, “Abede”, Kamus Tercemesi, Cemal Efendi Matbaası, İstanbul 1305.
ATEŞ, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş tefsiri, Yeni Ufuklar neşriyat, İstanbul tsz.
BOTÎ, Muhammed Said Ramazan, Kubra’l-Yekînîyati’l-kevniyye Vücudu’l-Hak ve
Vazifetu’l-
Mahlûk, (Yaratıcının Varlığı Yaratılanın Görevi İslâm Akaidi), Medve yayınları, İs-
tanbul 1986.
BUHARÎ, Muhammed b. İsmail (ö. 256/870), el-Câmiu’s-Sahih, Beyrut 1990.
CARREL, Alexis, İnsan Denen Meçhul, trc. Refik Özdek, Timaş Yayınları, İstanbul
1998.
CÜRCÂNÎ, Ali b. Muhammed eş-Şerif (ö. 816/1413), “İnsan”, et-Ta’rifât,
Mektebetu Lübnan, Beyrut 1990.
DERVEZE, Muhammed Izzet, ed-Düstûru’l-Kur’ânî fî Şüûni’l-Hayat, Mısır 1966.
DRAZ, Muhammed Abdullah, İslam Hakkında Bazı Görüşler, trc. Ali Özek, İstanbul
1977.
EBÛ DAVUD, Süleymân b. Eş’âs (ö. 275/888), Sünen, İstanbul 1981.
ESED, Muhammed, Kur’ân Mesajı, İşaret Yayınları, İstanbul 1999.
GAZALÎ, Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed (ö. 505/1111), Huluku’l-Müslim,
Küveyt 1970.
GÖLPINARLI, Abdulbaki, Yunus Emre, Varlık Yayınları, İstanbul 1995.
HABENNEKE, Abdurrahman b. Hasan b. Merzûk b. Urâbî b. Ğunaym el-Meydânî,
Meâricu’t-Tefekkur ve Dekâ-iku’t-Tedebbur, Dâru’l-Kalem, Dımaşk 2002.
HALIL b. Ahmed el-Ferâhîdî (ö. 175/791), Kitâbu’l-Ayn, Daru İhyâi’t-Turâsi’l-
Arabî, Beyrut tsz.
) IBN HANBEL, Ahmed b. Muhammedö. 241/855), Müsned, Beyrut tsz.
IBN MÂCE, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezit (ö. 273/886), Sünen, Kahire tsz.
IBN MANZÛR, Cemaluddin Muhammed b. Mukerrem (ö. 711/1311), “enise”,
Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1994.
226
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
IBN MEVDÛD, Abdullah b. Mevdûd (ö. 683/1284), el-İhtiyâr, Çağrı Yayınları, İs-
tanbul 1980.
ISFAHÂNÎ, el-Hüseyn b. Muhammed er-Rağıp (ö. 502/1108), el-Müfredât fî
Ğarîbi’l-Kur’ân, Kahraman Yayınları, İstanbul 1986.
KURTUBÎ, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed (ö. 671/1272), el-Câmi’ lî Ahkâmi’l-
Kur’ân,
Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1988.
KUTLUER, .Ilhan, “Insan”, DIA, Istanbul 2000
MALIK, Ebû Abillah b. Enes (ö. 179/795), el-Muvatta, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî,
Beyruttsz.
MAVERDÎ, Muhammed b. Habib (ö. 450/1058), en-Nuketu ve’l-Uyûn, Muesse-
setu’l-Kutubi’s-Safiyye, Beyrut 1992.
–Edebü’d-Dünya ve’d-Din, thk. Mustafa es-Sakka, Şirketu Mektebe ve Matbaati
Mustafa el-Bâbî el-Halebî, Mısır 1973.
MENÂVÎ, Abdurrauf, Feyzu’l-Kadîr Şerhu’l-Camii’s-Sağîr, Mısır 1938.
MORRISON, A. Cessy, Müsbet İlim Yönünden İnsan, Kainat ve Ötesi, trc. Bekir To-
paloğlu, Dergâh Yayınları, İstanbul 1975.
MÜSLİM, b. el-Haccac (ö. 261/874), Sahihu Müslim, Kahire tsz.
NESAÎ, Ebû Abdirrahman b. Şuayb (ö. 303/915), Sünenü’n-Nesâî, Şirketu Mektebe
ve Matbbati Mustafa el-Bâbî el-Halebî, Mısır 1964.
RÂZÎ, Fahruddin (ö. 604/1209), Mefâtîhu’l-Gayb, Daru’l-Fikr, Beyrut 1990.
ROS, David Ros, Aristoteles, trc. A. Arslan ve Diğerler, Kabalcı yayınevi, İstanbul
2002
SOYSALDI, Mehmet, Kalbin Manevi Hastalıkları, Ankara 2006.
ŞEVKÂNÎ, Muhammed b. Ali b. Muhammed (ö. 1255/1839), Fethu’l-Kadîr,
Muessesetu’r- Reyyân, Beyrut 2004.
TIRMIZÎ, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ (ö. 279/892), Sünen, İstanbul 1992.
ZEHEBÎ, Muhammed Hüseyin, et-Tefsir ve’l-Mufessirûn, Dâru’l-Erkâm, Beyrut tsz.
227
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Yüceler Yücesi Eşsiz Beyan’da, helal ve temiz beslenme hususunda dikkat etmem-
izi buyururken, sünnet eksenli hareketin de ehemmiyetine dair can alıcı âyeti
kerimeleri istifademize sunmaktadır. Yaradılış gayemiz gâyet açıktır. Allah u Zülcelal
Ben cinleri ve insanları, sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyurmaktadır.
İkame edilen namazlarda, tutulan oruçlarda, verilen sadakalarda, tüketilen gıdalarda,
velhasıl harcanan her nefeste asıl maksadımız, Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmak
olmalıdır. Birçok değerin alt üst olduğu, kalbî ve ruhî hayatın iflâs ettiği, Muhammedî
bir havanın özlenilir hâle geldiği günümüzde, Hz. Peygamber’in yaptıklarına bağlı kal-
mak çoğu meselemizi çözecektir. Veda hutbesinde “Size iki emanet bırakıyorum, onlara
sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim
ve Peygamberinin sünnetidir.” buyurmaktadır. Kıyamete kadar insanlığın kendisine
misal alması ve adımlarını takip etmesi gereken asıl rehberdir. Bu konuda dikkat
edilmeli ve ‘rehberzede’ olunmamalıdır. O’nun yeme-içme adabı üzerinden asırlar
geçse dahi tazeliğini korumaktadır. Her adabı gibi yeme içme adabının hayat tarzımız
hâline getirilmesi de bizler için kaçınılmazdır.
Sofraya oturunca aklınız ilk ne gelir?
Sofraya oturdugumuzda (veya gıda tüketeceğimiz herhangi bir zaman ve mev-
kide) gıda tüketimine dair iştaha sahip olmamızın, bu iştahı karşılayacak kadar da
soframızda nimetin bulunmasının, Allah’ın büyük bir lütuf ve ikramı olduğunu
düşünmeliyiz. Yani yeme-içme faaliyetleri boyunca zikir, fikir ve şükür hisleri içinde
hareket etmeliyiz Bu nasıl mı olacak? Yemeğe besmele ile başlamak zikir, tüketim
boyunca bu nimetleri vereni düşünmek fikir, yemekten sonra ‘elhamdülillah’ diyerek
kalkmak da şükürdür.
Gıda tüketimindeki asıl gaye midemizi olabildiğince doldurmak ve tok olarak
sofradan kalkmak değildir. Bizlere lütfedilen gıdaları tüketmemizdeki sebeplerden biri-
si Allah’a kulluk yapabilecek gücü elde edebilmektir. Bizlere sunulan her imkân aslında
birer numunedir. Yedikçe lezzet aldığımız ve üzerlerinde her daim Allah’ın sanatını
gördüğümüz çeşit çeşit tabii gıda, aslında öteler ötesinin de habercisidir. Burada
tadıyoruz, tattıkça da asıl kaynağın Cennet olduğunu hatırlıyor ve oraya müşteri
olabilme, orayı kazanabilme gayreti içerisine giriyoruz. Yani her gıda, Allah’ın bizler
228
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
için daha mükemmel hazırlıklar yaptığının sinyalidir. Hal böyle olunca da o gıdaları,
üzerinde Allah’ın esmâsının nakşedildiği birer tefekkür abidesi olarak sevmek gerekir.
Değilse hayvanlar da gıdalarını tüketmekte, lezzetini almakta ve yeme işlemi bitince bir
kenara geçip dinlenmektedir. Zaten bu hususta bizden beklenen de -af buyurun-
hayvanlar gibi o gıdaları yutmak ve doyuncaya kadar tüketmek olmamalıdır. Gıdayı
sevmek, Cenâb-ı Hakk’ın ihsanını, Rahman, Rezzâk ve Mün’im isimlerini sevmektir.
Tükettiklerimizin hesabı sorulacak
Bir imtihan dünyasında bulunan, ağır bir emanet ve mesuliyet yüklenen insan
başıboş bırakılmamıştır. İnsan, misafir olarak bulunduğu dünya hayatında tüket-
tiklerinden, sağlığından, gençliğinden, gücünden, güzelliğinden, zenginliğinden velhasıl,
sahip olduğu her şeyden mesuldür. Helal dairesi bir hayli geniştir. İnsanın harama
girmeden Rezzâk-ı Kerim’in kendisine ihsan ettiği helal ve temiz nimetlerden fayda-
lanması yeterlidir.
Yediklerimiz nesilleri etkiliyor
Her fert, başına gelen menfi akıbetler hakkında dönüp yediklerine ve içtiklerine
de bakmalı ve nesil bozukluğunun ve çocuklarımızdaki manevi dumurun -haşa- keyfi
bir takdir olmadığını, bir ‘hak ediş’ meselesi olduğunu unutmamalıdır. Peki, böylesine
hiç de arzulamadığımız bir olumsuzluk için ne yapmalıyız? Çözüm, helal yemek ve
içmek, harama karşı tedbirli olmak ve şüpheli gıdalardan uzak durmakla mümkün
olacaktır. Affedersiniz de, hayvanlar bile önüne konan her otu yemiyor. Önce yiyeceği
ota bakıyor, kokluyor, eviriyor, çeviriyor ve neticesinde beğenirse yiyor. Peki, eşref-i
mahlûk, yani yaratılanların en şereflisi olan insanoğlu, tetkik etmeden, araştırmadan
her önüne geleni yiyebilir mi?
Mide, yenilen şeylerin bir süre için toplandığı yerdir. Oraya helal lokma koyarsak,
azalarımızdan salih ameller meydana gelecektir. Farklı bir şekilde düşünürsek, şüpheli
lokma koyduğumuz zaman da, azalarımızın Allah yolunda amel etmekte şüpheye
düşeceğini veya hiç de helal hususiyette olmayan amele kalkışabileceğini söyleyebiliriz
Çok yemeyi nasıl mı frenleyebiliriz?
Peygamberimiz “Âdemoğlu karnından daha şerli, kötü bir kap doldurmamıştır.
Oysa ki Âdemoğlu için belini doğrultacak birkaç lokma yeterlidir. Şayet mutlaka yemesi
gerekiyorsa, o zaman (midesinin) üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini de nefes
için ayırsın.”
Çok yemeyi frenlemek mümkün olmasına da, başlamadan evvel açlığın kıymetini
bilip bilmediğimizi kendimize bir soralım. Allah kâmil insanların bedenlerini açlıkla
diriltir. Zira Allah, oruç tutana daha güzelini, yani ruhi besinini vermiyor mu zaten?
Doymaz bir iştahı olan insanı frenleyecek olan ancak manevî yönüne seslenen ilahi
fermanlar ve hakikatler olabilir. Kur’ân ve sünnete uygun yeme içme kültürü, insanı
doldur-boşalt makinesi olmaktan, sömürüye kurban gitmekten “çok kazan çok tüket.”
felsefesinden kurtaracaktır. Çeşitli hikmetlere ve gayelere binaen verilmiş olan aşırı
iştah, nefsin bir hususiyetidir. En büyük cihad nefse karşı yapılan cihad ise, o hâlde
nefsin bu noktadaki zaaflarını bilmekle ona karşı galip gelebiliriz. Sahâbe
efendilerimizle kıyas edildiğinde bugün için birçoğumuz zengin sayılırız. Bir insan
nimetler içinde yüzerken ve nefsinin iştahı onu yemeye sevk ederken nasıl kendini
frenleyebilir? Metodun bir tanesi ve belki de en zor olanı Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi
ve sellem) yaptığı gibi dünya malını kendi üzerinde tutmayıp dağıtmaktır. Bu hususta
Hz. Ömer’in ikazı da unutulmamalıdır. Der ki “Nefsin arzu ettiği her şeyi alıp sofraya
koymak israftandır. Allah ise israf edenleri sevmez.” Öyle ise alabildiğimiz her çeşidi
sofraya koymamalı, nefsi tahrik ederek israflı sofralar kurmamalıyız. Bunu yapa-
229
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
230
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Tüketici olarak etiketlerde ‘jelâtin’, ‘sığır jelâtini’ veya ‘yenilebilir sığır jelâtini’ gi-
bi ifadelerin bulunmasının bizim için kayda değer olmadığını unutmamalıyız. Benzer
şekilde etiketlerde jelâtin yazmasa dahi üründe bazen jelâtin kullanılmış olabileceği de
göz ardı edilmemelidir.
Tatlandırıcılar
Ithal edilen sunî tatlandırıcıların %5’i sağlık alanında % 95 gibi büyük bir kısmı
gıda sektöründe kullanılmaktadır. Altıyüz kilogram şekerin takriben 3 kilogram sunî
tatlandırıcıya denk gelmektedir. şekerden daha fazla tatlılık sağlaması (takriben 200
kat daha fazla), çok daha ucuz olması, şekere göre gıdalarda daha düşük miktarda
kullanılması tatlandırıcının kulalnılma sebepleri arasında yer almaktadır. Neredeyse
aklınıza gelen her tatlı gıdanın içinde kullanılma ihtimali oldukça yüksektir.
Sunî tatlandırıcı üretiminin en fazla yapıldığı ve bunların en çok tüketildiği
ülkelerden birisi Amerika Birleşik Devletleri. En fazla kilo alan, tabir-i diğerle obeziten-
in en fazla görüldüğü ülke de gene burasıdır. Tatlandırıcıların beyinde, gözde, rahimde,
sindirim sitemi organları üzerindeki tesirleri sebebiyle bilhassa çocukların, yaşlıların,
hamilelerin, emziren annelerin, fenilketonürili hastaların dikkat etmeleri gerekiyor.
Modifiye araba gibi modifiye şeker… Nişasta bazlı şeker için ‘mısır şurubu’,
fruktoz şurubu’ Nişasta bazlı şekerin günümüzde kullanılan toplam tatlandırıcılar için-
deki payı takriben % 40’lara ulaşıyor. Türkiye’de kişi başına 6-7 kg fruktoz şekeri
düşerken, Avrupa Birliği ülkelerinde ise bu miktar, kişi başına 1.5 kg civarındadır.
Ben fruktoz şurubu tüketmiyorum mu, diyorsunuz?
Tatlandırıcıların kullanıldıgı her gıdada fruktoz şurubu da yaygın bir şekilde
.kullanılabiliyorÖzellikle unlu mamuller (pasta, kek, kurabiye, bisküvi, kraker vs.),
alkollü ve alkolsüz içecekler, meyve suyu ve gazlı içecekler, reçel, baklava, dondurma,
helva, şekerleme, çikolata, gofret benzeri pek çok gıdanın etiketinde -eğer yazılmış ise-
fruktoz şurubu ibaresini göreceksiniz. Bu arada gıdaların etiketlerinde hangi şeker tü-
rünün, ne miktarda bulunduğu bilgileri maalesef net olarak yazılmıyor. Meselâ hazır
tatlılarda, fruktoz şurubu kullanıldığını üreticilerden başka kimse bilmiyor. Üreticiye
sormanız hâlinde kendi inisiyatifine göre cevap verebiliyor.
Sunî tatlandırıcılar gibi fruktoz şurubu da doyma hissi oluşturmaz. Yemekler tü-
ketildikten sonra doyma hissi, kan şekeri de denen glikoz ve insülin hormonu tarafın-
dan sağlanmaktadır. Gıda tüketilir tüketilmez kanda glikoz artar. Tabi bununla birlikte
kan şekerini sevk-i ilahî ile hücrelerimize gönderen, hücrelerimizi şekere doyuran
insülin hormonu da artar. Yani hücrelerimiz doydu. Netice de biz de doymaya başlarız.
Fruktoz ise kan şekerini düşüren insülin hormon miktarında artışa sebep olmaz. Peki
sonra ne olacak? O zaman da kandaki glikoz, yani kan şekerimiz hücrelere gidemeyecek
ve doyma hâdisesi gerçekleşmeyecek. Bu sebeple gıdalarda glikoz değil de fruktoz
miktarı arttıkça doyma hissi tam şekillenmez. Ayrıca fruktozun fazlası vücutta hızla
yağa dönüşmektedir.
Pankreas kanseri, kolon kanser, aterosiklero, böbrek hasarı fruktoz şurubu
kullanımı sonucu ortaya çıkan önemli hastalıklardır.
Yapılacak en akıllıca şey fruktoz tüketimini ciddi bir şekilde sınırlamak. Belki de
fruktoz labirentinin içinden ancak ve ancak tabii, işlenmemiş, tabi katkılar ile yapılmış
gıdaları tüketerek çıkılır. Ne zaman tabii yöntemlerle beslenmeyi terk ettik, o zaman
balon gibi şişmeye başladık! Aslında günlük tüketilen sebze ve meyvelerdeki tabiî
şeker, vücudun ihtiyacını karşılamaya yetiyor. Fazla alındığında ise, eğer harcanmıyor-
sa, yağa dönüşüp depolanmaktadır. Güvenilen bal ve pekmezin yenilmesi kuru ve yaş
meyvelerin tüketilmesi gerçekten şeker ihtiyacının giderilmesi için yeterlidir. Öte yan-
231
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
dan kan değerleri düşük kişilerde tatlı krizleri için keçi boynuzu pekmezi iyi bir alter-
natiftir. Yaktığın kadar yemek” Atalarımızdan miras kalan baklavaları, yöresel tatlıları
belli ölçüde yiyelim ancak onlar kadar hareketli, çalışkan ve enerji harcayan fertler
olalım. Arabaya binmek yerine yürümeyi; asansör yerine merdiveni tercih edelim. Bilg-
isayar başında, hem yiyip hem de hareketsiz bir şekilde saatlerce oturmayalım.
Renklendiriciler
Marketlerde görürsünüz. Mavi, sarı ve yeşilin kardeş olduğu cıvıl cıvıl gıdalar.
Sanki çilek, karpuz, şeftali tarlasında geziyormuşçasına etrafa koku saçıyorlar. Acaba
marketlerin gökkuşağı gibi gözükmesine, aroma eklenerek gıdaların halk diliyle misk
gibi kokutturulmasına ihtiyaç var mıdır?
Gıdanın görünümleri kadar insanı çeken diğer hususiyeti, onun rengidir. Yani bir
çocuk markete girdiği zaman, ilk olarak gıdanın yaldızlı paketinden veya renginden
etkilenmektedir. Gıdanın tercih edilmesi genelde onun renginin kabul edilmesi ile
alâkalıdır. Sanki beyinde rengi güzel olan gıda daha lezzetlidir gibi bir düşünce oluşuy-
or.
Gıdalarda kullanılan bazı renklendiriciler ve esans diye de adlandırılabilen
aromaların bazıları yag cinsinden maddeler olup sudaçözünmez. Bunları suda çözünür
hâle getirmek için hem su ile hem de yağlarla tam karışabilen ve çözünebilen ara
çözücülere ihtiyaç duyulmaktadır. İşte bu hususta en ucuz olan ve en sık kullanılan ara
çözücülerden birisi de etil alkoldür. Peki, etil alkolden başka ara çözücüler yok mudur?
Elbette vardır. Fakat bunlar, etil alkole nispeten daha pahalı olduğu için tercih
edilmemektedir. İmalatçının bunları seçip kullanmakta bir gayesi ve hassasiyeti yoksa
etil alkolden başkasını kullanmayacaktır. Bununla birlikte her renklendirici için “Etil
alkolde çözdürülerek hazırlanmış.”, diyemeyeceğimizi de belirtmek gerekir.
Sentetik gıda renklendiricileri güvenli midir?
Bilim adamlarının yaptıkları araştırmalar neticesinde bu maddelerin hipe-
raktiviteye, davranış bozukluklarına, ürtiker denen deri hastalığına, sinir iletim bo-
zukluklarına, gen yapımızı oluşturan DNA’larda hasarlara, öğrenme bozukluklarına,
aspirine karşı duyarlılığa, astıma, tümör oluşumuna ve kansere sebep olduğu tespit
edilmiştir. En sık görülen belirtilerin bilhassa çocuklarda hiperaktivite ve davranış bo-
zuklukları olduğu gözlemlenmiştir.
Ingiltere Southampton kentinde gıda katkı maddeleri hakkında, 3 yaşındaki
çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmada katkı maddeli gıdaların tüketimine bağlı
olarak 277 çocuğun, 75’inde hiperaktivite, 79’unda alerji ve 36’sında hiperaktivite ve
alerji şekillendiği tespit edilmiştir. Araştırma, çeşitli cips, şekerlemeler ve gazozlarda
çok sık kullanılan tartrazin (E102), azorubin (E122), sunset yellow F.C.F (E110) ve
ponceau4R (E124) gibi renk verici maddelerin çocukların davranışları üzerindeki
tesirlerini tespit etmek için yapılmıştır. Araştırma neticesinde, çocukların diyetinden
sunî renklendiricilerin çıkarılması hâlinde, çocuklardaki davranış bozuklarının düzeld-
iği, bu maddeleri içeren içeceklerin verilmesiyle davranış bozukluklarının tekrar ortaya
çıktığı belirlenmiştir.
Emülgatörler
Yagı, suya ilave edin, göreceksiniz ki bu iki sıvı hiçbir zaman karışmayacaktır ta ki
emülgatör denen katkı maddeleri bu karışıma eklenene kadar. Bu katkı maddelerinin
uçlarından birisi yağı seven, diğeri ise suyu seven moleküllerden oluşur. Adeta “Ver
elini yağ, ver elini su.” der. Bu şekildeki arabuluculuk vazifesiyle, yağın ve suyun
birbirine muntazam bir şekilde karışmasını sağlayarak, daha kararlı, homojen, yani her
232
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
yerinde aynı özelliği gösteren ve topaklanmaların olmadığı bir karışım elde etmek
mümkün olabiliyor.
Emülgatör hangi maksatlarla kullanılır?
Margarin vb. ürünlerde yağ ve suyun birbirinden ayrılmasını önlemek,
Çikolata, helva, zeytin ezmesi, eritme peynir, salam ve sosislerde yağ sızmasının
önlenmesi ve bu ürünlerin yapısal özelliklerinin iyileştirilmesi,
Mayonez ve salata soslar ından yagın ayrılmasınıönlemek,
Dondurmada süt yağının sudan ayrılmasının engellenmesi ve katılığın
sağlanması, erimenin engellenmesi,
Gazoz vb. alkolsüz içeceklerde kullanılan esansın içecekten ayrılarak üstte top-
lanmasının engellenmesi,
Içecek tozlarının çözünürlüğünün artırılması,
Ekmek, bisküvi, gofret benzeri ürünlerde bayatlamanın geciktirilmesi,
Süt tozunda acılaşmanın geciktirilmesi ve çözünürlüğün arttırılması,
Reçel ve marmelatlarda meyve ve şurubun birbirinden ayrılmasının önlenmesi,
Hazır kek karışımlarında gözenekliğin arttırılması ve homojen karışımın
sağlanması
Toz kremşanti, meyve ezmesi, et suyu tableti, kahve beyazlatıcısı gibi ürünlerde
çözünürlüğün arttırılması,
Çikletlerde esansın homojen karışımının sağlanması ve yapışmanın engellenmesi,
Puding gibi ürünlerin köpüklenmesini sağlayıcı,
Şekerlemelerde tadın muhafazası, sertleşmelerin engellenmesi gibi maksatlar
için kullanılmaktadır.
Emülgatörlü gıdalardaki sıkıntı nedir?
Etiketlerinde en sık göreceğiniz emülgatörler; lesitin, monogliseritler, digliser-
itler, monogliseritler ile digliseritlerin esterleri ve gliserindir. Emülgatörlerin menşei
araştırılmalıdır. Zira bu maddeler helal kesilmemiş olabilen hayvanların veya domu-
zların yağlarından da elde edilebilmektedir. Bu maddelerin sağlık açısından sıkıntılı
olduğuna dair ilmi veri bulunmamaktadır.
Monosodyum Glutamat
Gıdalara katılırsa o gıdanın bir lezzetini -belki mübalağa olacak ama- yüz lezzetli
hâle getiren katkı maddesi. Yani üründe aromayı, tadı, artıran, kısa adı MSG olarak
bilinen, gıda üreticilerinin kendisinden vazgeçemediği, en çok ithal edilenler arasındaki
madde.
Çin Tuzu’ olan, katıldığı gıdaların veya abur cuburların lezzetini artıran bir mad-
de. Etiketlerde zaman zaman adlarını okuyacağınız, tabir-i diğerle okumak zorunda
olduğunuz isimleri ise glutamik asit, glutamin, glutamat, mono potasyum glutamat.
MSG’li gıdaları tüketecek miyiz?
MSG’nin üretici firmaların, gıdaların lezzetini artırmak maksadıyla kullandığı bir
katkı maddesi olduğunu belirtmiştik. Yani üründe hangi lezzet var ise onun lezzetini
âdeta illüzyon yaparak, kat be kat artırıyor. Merak ediyoruz. Acaba MSG’ye ihtiyaç duy-
an biz miyiz, yoksa ‘parakolik’, diğer bir tabir ile ‘paraperest’ üreticiler midir?
233
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
denilmekte, kalbin çalışma hızının artışına paralel olarak mümkün olan en fazla kan
dışarı atılmış olmaktadır. Bu işleyiş ne kadar da güzel bir şekilde tasarlanmıştır!
Kesim metotlarını kabaca 2 gruba ayırmak mümkündür. Bunlardan ilki Türki-
ye’de büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarda yaygın bir şekilde gerçekleştirilen (kanatlı
hayvan kesimhaneleri hariç) bayıltma yapmadan (Türkiye’de bazı kesimhanelerde el-
ektrikle şoklama olsa da) boğazlayarak hayvan kesimdir. Diğer kesim metodunda ise
hayvan bayıltıldıktan, tabiri diğerle sersemleştirildikten sonra kesim yapılmaktadır.
Gelişmiş ülkelerin bazılarında ise sadece hayvanın boynunun her iki yanındaki da-
marlar kesilmekte, bıçak kalbe sokularak kanatma işlemi gerçekleştirilmektedir. İslâmi
kesim ile uzaktan yakından alakası olmayan bu kesim modelindeki kalbe bıçak saplama
fiilini birkaç yıl evvel, ne yazı ki Türkiye’deki kesimhanelerin birinde görmüştüm.
Kasaplarımızın bu hususa azami dikkat etmesi ve boğazdan kesim sırasında ayrıca kal-
be de bıçak saplamaması gerekmektedir. Aksi halde hem kesimin sıhhati bozulacak,
hem de kanı vücuttan atmakla vazifelendirilmiş olan kalbin kan boşatıcı faaliyeti son-
landırılarak ette daha fazla kan kalacaktır.
Bayıltarak hayvanların kesilmesinde ise farklı bayıltma şekilleri kullanılmaktadır.
Bu yöntemlerden bazıları hayvanın tekrar hareketlenmesine imkân sağlarken, bazıları
ise hayvanının ya hemen ya da bir müddet sonra ölümüne sebep olmaktadır.
Hayvan bayıltmada vazgeçemediklerimiz: Bayıltma tabancası, elektrikli şok
Bay ıltmak bazı Avrupaülkelerinde kanun haline getirildi. Yani hayvanı bayılt-
madan kesmek mümkün değil. Varsın onlar böyle yapmaya devam etsinler. Peki, ama
bayıltma nasıl yapılıyor? Hayvan kesiminde değişik bayıltma metotları kullanılmak-
tadır. Bayıltma tekniklerinin nasıl uygulandığını ve kullanılan aletlerin neler olduğunu,
tüketicilerin bilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu bilgiler ve daha sonraki kısımlarda
bayıltma metotlarının menfi taraflarının ve ilmi yönden sıkıntılarını gösteren açıklama-
ların, et tüketimi hususunda sizleri yönlendireceğini düşünüyoruz. Bayıltma metotları
dört başlık altında toplanmaktadır. En sık görülen bayıltma tekniği, tabanca (bayıltma-
ya özel tabanca) veya elektrikle yapılan bayıltmadır. Aslına bakarsanız bunları ilk duy-
duğumda “Bunlar hayvana acı çektirmemek için mi yapılıyor, çok garip.” şeklinde bir
düşünce geçmişti içimden. Kim bilir belki de aynı düşünceler sizin beyninizin ücra
köşelerinden de geçmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de yediklerimizin hem helal hem de temiz
olması istenmektedir. Helallik ve temizliğin çapı bir hayli genişletilebilir. Hayvanın
helal para ile alınması, helal hususiyetteki yemle beslenmesi, kesim şartlarının, kesen
kişinin ve kesilen yerin helalliği bozmayacak hüviyette olması yanında, hayvan re-
fahının da, yani hayvana her türlü yapılacak muamelelerin de dinimizin istediği gibi
olması gereklidir. Bu bakımdan okunulanların hayvan refahı kapsamında da değer-
lendirilmesi ve bayıltmaya ihtiyaç olup olmadığı analiz edilmelidir.
Bayıltma masum gözükmüyor
Bu metotların anestezi işlemi gerçekleştirmeden hayvan haklarına zıt ve âdeta
işkence çektirir bir tarzda yapıldığını savunanlar bulunmaktadır. Uygulanmalarını
müteakip bayılmamış hayvanlarda, kısmî felçlerin görülmesi ve acı hissedildiğine dair
bazı iddiaların olması bu uygulamayı tartışmalı hâle getirmektedir. İlim adamları
yüksek voltaj verilmesi hâlinde kemik kırıklarına rastlanıldığını, düşük voltaj ile
hislerin kaybolmaksızın çırpınmaların oluştuğunu belirtmişlerdir. Hayvanların farklı
büyüklük ve dirence sahip olması da metotlarının tatbik edilmesinde göz ardı
edilmemesi gereken bir husustur.
Çeşitli araştırmalarda, bayıltma metotlarında arzulanmayan hususların
bulunduğu tespit edilmiştir. Yeni bir bayıltma işlemini gerektirebilecek yetersiz bayılt-
malar, hayvan uyanıkken ortaya çıkan kısmi felçler, kafatası kırıkları, beyin hasarı ve
236
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
237
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Sakın kan damarlarının sadece kafa, karın, baldır gibi bölgelerde yoğunlaştığını
zannetmeyin. Her tarafta ama her tarafta incecik, kılcal damar adını verdiğimiz damar
ağcıkları söz konusu. Bunu pamuk şekere benzetebilirsiniz. Mesela bacaklarda, ayak-
larda pamuk şekere benzer biçimde kan damar ağlarının var olduğunu biliniz. İnsanda
da takriben 30 milyar kadar kılcal damar dediğimiz ince damarların bulunduğunu, da-
marların uzunluğunun takriben 120.000 kilometrelere kadar uzandığını, tabiri diğerle
dünyayı 3 kez dolaşabilecek uzunluğa eriştiğini, hepsinin de yaratılış gayelerine uygun
olarak hücrelerin besin maddesi ve oksijen ihtiyacının karşılanmasında vazife yaptığını
hatırlatalım. Hayvanda da mesele benzerlik göstermektedir.
Etin yenebilmesi, tabiri digerle helal olabilmesi için hayvan öyle şartlarda
kesilmelidir ki bu kadar damar ve küçücük damarcıkların içinden kan büyük nispette
dışarı çıkartılabilsin. Peki, bu nasıl mümkün olacaktır? Bu soruyu cevaplamadan evvel
damarların çalışma tertibiyle alakalı bir takım bilgileri de bilmemiz gerekiyor. Şu soru,
geldiğimiz bu noktada önem kazanmaktadır: “Kalp atardamar kanını her yere gitmesi
için pompalıyor, yani bir itici güç unsuru olarak görev alıyor, fakat ayağımızda parmak
ucuna kadar gitmiş olan kan kalbe tekrar nasıl geri dönüyor?’ Kalbin bir emiş gücü
olduğunu yukarda anlatmıştık. Fakat bu emme gücü çok sınırlı olan bir güçtür. Tüm
dokulara, tam olarak yansımamaktadır. Kaldı ki şöyle bir durum da vardır. Yere
koyduğumuz bir bardak suya, biz yanı başında ayakta durarak seslenip, ‘haydi yukarı
doğru ak ve ağzıma gir!’ desek, su bunu dinler mi? Suyun yer çekimine zıt bir yönde
yerdeki bardaktan ağzımıza doğru gelmesi mümkün müdür? Hele ki yerde veya o
bardakta itici bir güç yok iken. O halde ayağımızda veya bacağımızda kalp gibi bir
pompa yok iken nasıl oluyor da ayağımıza inmiş olan kan tekrar yukarı çıkabiliyor?
Bacağımızdaki kanın aşağıdan yukarı gönderilmesinde asıl vazifeyi yapan nedir? Bacak-
larımıza ve kollarımıza giden kanın tekrar kalbimize geri dönmesini sağlayan asıl unsur
kaslara yüklenen vazifelerdir. İskelet kaslarının, yani ayak ve bacaklardaki kasların,
isteğimize bağlı hareket ettirilmesi sebebiyle kasılıp gevşemeleri, onların içinde yer
alan damar yapılarına dışarıdan bir pompa etkisi oluşturur ve kan geriye pompalanır.
Dikkat buyurunuz. İşte bu sebeple iskelet kaslarının tam olarak fonksiyonel olmaları,
yani kasılabilmeleri çok mühimdir. Aksi halde doku içindeki kan atılamaz. Yani kaslara
sinirler yoluyla uyarı gitmiyorsa, beyin “Haydi kas kardeş kasıl, çırpın, titre ve içindeki
kan damarlarına basınç uygula ki kan kalbe geri dönsün.” demedikçe kanın boşaltılması
mümkün olmayacaktır. Bunun pratik misallerini günlük yaşantınızdan da bilebilirsiniz.
Öğretmenlerin ve trafik polislerinin ayakta çok beklemesi neticesinde bacaklarının ve
ayaklarının şişmesine şahit olmuşsunuzdur. Aynı şekilde felç kaldığı için kol ve bacak-
larını kullanamayanların kol ve bacaklarında ödem, yani şişlik oluştuğunu görürsünüz.
Çünkü ayak ve bacaklar hareketsizdir. Atletlerin bacaklarının ise kaslı ve ince olmasını
aşırı harekete bağlayabilirsiniz. Tabiatıyla bacak ve kol kaslarının kasılması ve ‘kasıla-
bilir’ halde olması çok önemlidir. İşte bu sebeple başlıkta da belirttiğimiz gibi, bir
iskelet kasının vazife yapabilmesi için hayvanın emir verebilecek şekilde şuurlu ve
uyanık olması şarttır. Akabinde, o kasın emir alabilecek nitelikte olması, hissizlik veya
felç gibi bir durumun olmaması gereklidir. İskelet kaslarının kasılması ile kanın dö-
nüşünün ancak mümkün olduğu gerçeği bacakta kanın birikmesini ve şişmeyi önlemesi
anlamında öyle mühim bir husustur ki, bazı hastalıklar için bu kasları dışarıdan bir
uyarıyla tetiklemek ve kasılmasına vesile olarak şişliği azaltmak üzere bir takım cihaz-
lar dahi üretilmiştir.
Hayvanların karın, sırt, bel, göğüs kafesindeki kaslar da, aynı bacak ve kol kasları
hükmündedirler. Yani bu belirtilen kaslar da çizgili iskelet kaslarıdır. Yani, kasılmaları o
bölgede kan birikimini önler, kan dolaşımına faydalı olur. Tabiatıyla kasılabilmeleri
için, hayvanın tamamen uyanık ve şuurlu olması gereklidir.
238
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Hülasa, bayıltma sebebiyle hayvanın şok tablosuna girmesi veya hissiz kalması
beynin emir verme gücünü azaltacak veya yok edecek, sinir uyarıları kesilebilecek,
çırpınmalar azalacak ve buna bağlı boğaz bölgesinden akan kan miktarı azalabilecektir.
Elektrikle şoklamak kalbi durdurabilir
Elektrikli bir ev aletinize, mesela çamaşır makinenize, şebekeden bir anda yüksek
akım gelecek olursa makinenizin devreleri yanar ve makineniz fonksiyon dışı kalır.
Eğer açıp bakarsanız, çoğu beyaz eşya ile elektronik malzemelerin kullanıcı rehber-
lerinde, bu şekilde şebekeden kaynaklanan yüksek akımlara bağlı makinenin devrel-
erinin yanması ve cihazın fonksiyon dışı kalması durumu garanti kapsamı dışındadır.
Yani üretici firma size o makineden bir tane daha vermez, bu hatayı üstlenmez.
Kalp; aklı, şuuru ve mühendislik hesaplarına vâkıf bir ilmi olmayan ve elektrik
akımları ile çalıştırılan enteresan bir organdır. Allah’ın bütün vücudumuzda sergilediği
bu muhteşem, mucizevî, ayrıca bir o kadar da insana aciz olduğunu hissettiren kom-
pleks damar sistemi ve kalb pompası, tefekkür ufkumuzu genişletici bir tarzda
çalışmaktadır. Kalbi, hayvanın ölümünden sonra dışarı çıkartıp masaya koysanız dahi
kalp atışlarının devam ettiğini görürsünüz. İşte bu, kalbin içinde üretilebilen elektrik
sinyalleri ile gerçekleşmektedir. Fakat vücuda uygulanacak elektrik akımının kalbin bu
elektrik düzeni kesintiye uğratma ve hayvanı öldürme durumu söz konusudur. Yani
elektrik akımı uygulanması sebebiyle gelişecek ritim düzensizliğiyle, boğazlanıp
kanının akıtılmasına fırsat kalmadan dahi hayvan ölebilir. Aynı yüksek akım sebebiyle
bozulan elektronik eşyanın garanti kapsamı dışında kalması gibi bu şekilde ölen fakat
bilerek veya bilmeyerek kesilen hayvan da garanti kapsamı dışında kalır ve etinin ye-
nilmesi de haram olur.
Işletme sahiplerinin pürüzsüz bir vicdan ile bu hayvanın etini yenmemek üzere
ayıracağına inanmak ne kadar doğrudur? Aynı şekilde o işletmede asgari ücretle çalışan
ve verdiği elektrik şok ile elinin altında daha boğazlanmadan ölen hayvanı, o personel
işverenine bildirebilecek midir? İşten atılmak korkusunu yenip de bunları söyleye-
bilecek midir, o söylese de işveren umursayacak mıdır? Tabi bu büyük hayvanların el-
ektrik şok ile kesilmesinde daha barizdir. Kanatlı hayvan kesimhanelerinde ise ne yazık
ki sistem o kadar hızlı ki, kasapların hayvanın ölüp ölmediğini incelemeleri için vakit
bulunmamaktadır. Zaten kesim işlemi dahi zor şartlarda yetiştirilebilmektedir veya en
azından kesilmeyen hayvan kalmamasına gayret edilmektedir.
Dolay ısıyla, kalbinçalışmasını sekteye uğratacak her hangi bir işlemi çok kolay
bir şekilde kabul etmek doğru olmayabilir. Yani hayvanın şuurlu olması ve elektrik şok
ile ölmüş olmaması gereklidir. Bir diğer mesele de beyin-kalp ve etraftaki doku arasın-
da gidip gelen sinyaller ile kalbin çalışmasını, performansını arttırması durumuyla ilgi-
lidir. Hayvan tabancalı bayıltma ve elektroşok gibi yöntemlerle bayıltıldığında sinyal
iletimini sağlayan bu mekanizmalar da yavaşlayacak ve kalbin performansı olumsuz
etkilenecektir.
Elektrik akımı ile bayıltma metoduna dair diger olumsuzluklar; stres, kan
basıncında artış, kılcal damarların geçirgenliğinde artış, diyafram, karın, bel ile ön ve
arka ekstremite etlerinde nokta şeklinde kanamalara bağlı et kalitesinde bozulma-
lardır.
Kesim anında hayvan acı hisseder mi?
Bay ıltma metodunu tercih edenler, hayvanınçektiği acıyı azaltma maksadıyla
bunu yaptıklarını belirtmektedir. Bununla birlikte bazı ilim adamları, kesim sırasında
hayvandaki hareketlerin, kan kaybeden kasların kasılması ve gevşemesi sebebiyle
239
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
240
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
241
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
242
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-1-
İNSANOĞLUNUN YAPABİLDİĞİ EN GÜZEL ŞEYLERDEN BİRİ “GÜLÜMSEMEK”…
-2-
“LOGO ”SU BİLE GÜZEL…
243
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-3-
EN SEVİMLİSİ DE BU.…
-4-
BAZEN GÖKLER DE GÜLÜMSER…
244
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-5-
-6-
NE DERS İNİZ, ACABA BİRÖĞRETMEN Mİ BU KEDİCİK?
245
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-7-
“GÜLÜMSEME” IRK AYIRIMI DA YAPMIYOR…
-8-
“VERECEK BİR GÜLÜN YOKSA, GÜLÜVER…”
246
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-9-
-10-
D İNİMİZ “AĞIZ VE DİŞ TEMİZLİĞİ” NE DEÇOK ÖNEM VERMİŞTİR.
Peygamber Efendimiz (sav) ;
“Haya duygusu,
Güzel koku sürünmek,
Ve, misvak kullanmak,
Geçmiş bütün peygamberlerin sünnetidir.”
buyurmuşlardır. (Tirmizi, Müsned)
-11-
247
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-12-
Dişler ve diş etlerindeki hastalıkların doğrudan bakteriler tarafından
meydana getirildiğini biliyoruz. Ağızda da sayıları milyarları bulan tam “22
çeşit bakteri” vardır. Dikkat ediniz bunlar 22 tane değil, 22 çeşittir. Ağızdan
hiçbir zaman eksik olmaz ve ağız içi temizliği azaldıkça veya ağız içindeki
gıda artıkları arttıkça, iyice azmakta, güçlenmektedirler. Daha sonra da tıpkı
bir parazit gibi dişlerin üzerine yapışıp, buralarda yaşamaya başlarlar. Dişler
temizlenmezse, dişe yapışık duran bakteriler salgıladıkları asitlerle dişleri ve
dişi kemiğe bağlayan lifleri eritip, tahrip etmeye başlarlar. Daha sonra da
dişin eriyen mine tabakasından içeriye girerek organik kısımları yemeğe
başlarlar. Böylece çürük dediğimiz hadise meydana gelir. Yine, dişi kemiğe
bağlayan lifler de eritildiği için dişler sallanmaya başlar.
-13-
-14-
Batı, ilk diş fırçasını 1780 yılından itibaren İngiltere’de kullanmaya
başlamıştır. O zamanlar fırça domuz kılından, sapları da koyunların ayak
kemiklerinden yapılmaktaydı. Daha sonraları plastik sap ve naylon kıl uygu-
lamasına geçilmiştir. İşte batı medeniyetinin 235 yıl gibi kısa bir süre önce
kullanmaya başladığı diş fırçasına bakılırsa bu konuda İslam medeniyetinin
ne kadar önde olduğu anlaşılır. Hz. Muhammed (sav) 1400 yıl önce: “Eğer
ümmetime zor gelmeyeceğini bilsem beş vakit namazdan önce misvak
kullanmayı emrederdim” buyurmuştur. Buna ilave olarak, namaz öncesi ab-
dest sırasında, ağzın yıkanması ve parmakla dişlerin ovulması da yine
İslam’ın ağız temizliğine verdiği önemi göstermektedir.
248
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-15-
Mikroplarla ilgili hiçbir şeyin bilinmediği, salgın hastalıkların insanları
kavurduğu çağda Peygamberimiz (sav), abdest ve misvak ile muazzam bir
hijyen prensibi ortaya koymuştur. Peygamberimiz (sav):
a) Ağız temizlenmelidir.
b) Ağız, misvak ve abdest ile temizlenmelidir, kaidelerini getiriyordu. İşte
bu kaide diş hekimliğinin temelidir. Avrupa bu kaideyi on bir asır sonra
.bulmuştur
-16-
Tek kelime ile “MUCİZE..…”
Sözlükte “bir şeyi ovmak” anlamına gelen “sivak” kelimesinden türeyen
misvak,dişlerin temizlenmesinde kullanılmak üzere, “ERAK” ağacının
dallarından elde edilen çubuk parçasının adıdır.
249
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-17-
ERAK AĞACI
250
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-18-
-19-
“Bitkinin bol lifli dalları , yetiştiği yörelerde diş fırçası yerine kullanılır. Misvak
adı verilen bu dalların temizleyici etkisi , liflerin sürtünmesinden olduğu kadar,
bileşiminde bulunan antiseptik ve temizleyici özellikteki maddelerden de
kaynaklanır. Misvağın temizleme fonksiyonu hem fiziksel hem de kimyasal yol-
ladır.”
(Ana Britanica Ansiklopedisi 16. Cilt…) Macunu içinde mükemmel bir diş
fırçası…..
-20-
Bu öyle bir fırça ki, plastikten değil, bir ağacın dallarından yapılıyor.
Ayrıca diş macunuyla kullanılmıyor çünkü ağacın içinden doğal olarak
çıkan bir öz var. Bu aynı zamanda çevre dostu bir diş fırçası. Ne plastik
harcanıyor, ne kimyasal katkı maddeleri, ne de alüminyum macun tüpleri.
Ekonomik, bütün diş fırçalarından daha ucuz. En önemlisi, çok da
sağlıklı…
Bu mucizevi diş fırçasının adı misvak. Misvak, Hz. Muhammed’in ağız ve
vücut sağlığı için devamlı kullanılmasını tavsiye ettiği şifalı bitkiler
arasında.
251
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-21-
B U DA TEKNİK OLANI
-22-
-23-
Çok kısa bir süre öncesine kadar dişlerin insan sağlığındaki yerini tıp
bilmiyordu. Hastalıklar sadece problemin olduğu yerde aranıyordu. Bugün
yapılan araştırmalar, diş ve diş etinde yerleşen bakterilerden dolayı birçok has-
talığın meydana geldiğini ortaya koymuştur. Halk arasında pek yaygın olarak
bilinen ve “beta” diye adlandırılan bakterilerin yuvası, diş çürükleri ve diş eti
iltihaplarıdır. Bu bakteriler, alt ve üst solunum yolu enfeksiyonlarından akut
eklem romatizmasına kadar birçok hastalığın sebebidir. Yine kalpte oluşan myo-
carditis sebebi bu bakterilerdir.
Di şçürükleri ve buralarda yaşayan bakterilerin; böbrek yetmezliklerine, , ba-
zı genel vücut kaşıntıları ile göz ve kulak hastalıklarına sebep olduğu ortaya
çıkmıştır. Bunun yanında, daha birçok hastalığın kapısı da yine dişler ve ağızdır.
İşte Peygamberimiz (sav) diş ve ağız sağlığınınönemine tam 1400 yıl önce
işaret edip bizlere rehber olmuştur. Biz Müslümanlar bu gerçekleri bilmeden
önce de iman edip misvağı kullandık. Bugünün bilgileri ise bu gerçeği doğrula-
maktadır. Nitekim en iyi tefsir olan zaman, birçok İslam hükümlerinin
doğruluğunu ispat etmekte, bizler de buna şahit olmaktayız.
252
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-24-
A ğız, mikropların ençok bulaştığı yerdir. Diş çürükleri ve iltihaplanmaların,
bademcik, sinüzit, romatizma, kalp, böbrek, bağırsak, safra kesesi ve sindirim
hastalıklarına sebep olduğu bilinmektedir. Bunun önlenmesi için ağız ve dişlerin
temiz tutulması gerekir. Misvak, tabiî olduğu ve bazı kimyevî maddeler ihtivâ
ettiği için diş fırçasından üstün özellikler taşımaktadır.
Misva:ğın faydaları
Selülozun fizikî etkisi dişleri temizler.
Uçucu yağlar ve selüloz dişleri beyazlatır.
Kokulu reçine ihtiva ettiği için nefesin güzel kokmasını sağlar.
NaCl ve KCl’ün ödemi dışarı çekmesi, diş eti iltihaplarını iyileştirir.
Uçucu yağlar kabızlığı giderir.
Psikolojik etkileriyle siniri teskin eder.
İştahı açar.
Kaynatılarak suyunun içilmesinin basur hastalığına iyi geldiği tesbit
edilmiştir.
Ayrıca misvağın, hazmı kolaylaştırıcı, gözü kuvvetlendirici ve baş ağrılarını
sakinleştirici özellikleri de vardır.”
-25-
AGIZ ve DİŞ SAĞLIĞINA DİKKAT ETMEZSENİZ….
253
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-26-
-27-
254
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-28-
-29-
-30-
255
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-31-
SONUÇTA DİŞLERİNİZİ KAYBEDERSİNİZ…
-32-
AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞINIZA
GEREKEN ÖNEMİ VERİRSENİZ…..
-33-
Misvak baziktir ,bile şiminde bulunan sodyum bikarbonat ile mikropların
çıkardığı asitleri tahrip eder. Ancak diş macunları, ileri derecede, yani ağız için-
deki dengeyi bozacak ölçüde baziktir. Bu nedenle zarar verici olabilir. Misvaktaki
bazik ortam ise iltihapta artan asit ortamı nötralize ederek dişi ve dişetini
korumaktadır. Misvak özsuyu içinde bulunan sodyum bikarbonat dişleri
temizler. Piyasada bulunan diş temizliğinde kullanılan sodyum bikarbonat
granülleri fazla iri tanecikli olduğu için dişleri çizer, fakat misvağın içindeki tan-
ecikler gözle görülemeyecek kadar ince parçacıklardır.
256
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-34-
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) uykudan ve namazdan önce mu-
hakkak misvak kullanmış ve bunu ümmetine de tavsiye etmiştir.
Çünkü misvak;
Her şeydenönce iyi bir antiseptiktir.
A.ğız kokusunu giderir
Di şçürümelerini önler.
Diş etlerini güçlendirir.
Sürekli kullanımda diş eti kanamalarını sonlandırır.
Balgam.ı bertaraf eder
A ğız kuruluğunuönleyerek akıcı konuşmayı sağlar.
Misvak ya.ğı eklem ağrılarına karşı faydalıdır
Misvak tohumu mide kuvvetlendiricidir.
Sürekli kullanımda hem sesi hem de cildi güzelleştirme özelliği vardır.
Bir sünnet-i seniyyeyi ihya ettiğimiz için amellerimiz de sevaplarımızı
artırır.
257
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-35-
Resulullah ın (sallallahu aleyhi ve sellem)’ümmetine misvak ile ilgili
tavsiyelerini paylaşalım:
Oruç tutanlar sabahları misvak kullansınlar, akşama doğru kullanmasınlar
çünkü iftarda iki dudağı kurumuş olan kimsenin kurumuş ağzı kıyamet
gününde nur olacaktır.
Ağızlarınız Kur’an’ın geçtiği yollardır. O yolları misvakla temizleyiniz.
Misvak kullanmak için Cebrail’den (as) o kadar çok telkin aldım ki bu
mevzuda bir vahiy gönderileceğini zannettim.
Ümmetimi zorlamayacağına inansaydım, onlara her abdest alışlarında
misvak kullanmalarını emrederdim.
Hz. Ayşe validemiz (r.anha) şöyle rivayet eder: Resulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) eve girdiği zaman ilk iş olarak dişlerini misvakla temizlerdi.
-36-
Bugün, modern tıbbın diş sağlığı konusunda ortaya koymaya yeni
başladığı tedavi usullerini, İslamiyet 14 asır önce öğretmiştir. Diş sağlığına
büyük bir fayda temin eden misvak, gayet basit ve en iyi diş temizleme
vasıtasıdır. Dişlerin çürümesini önlemek için misvak kullanmak çok
faydalıdır. Larousse İllustre Medical isimli tıp kitabında diyor ki:
(Bütün diş macunları ve tozları, dişlere zarar verir. En iyisi, sert bir fırçadır.
Önce, dişleri kanatırsa da, korkmamalıdır. Diş etlerini kuvvetlendirir ve artık
kanamaz.)
Bu şekildeki diş temizliğini sağlayan en iyi vasıta misvaktır. Diş macunları,
ağızdaki faydalı ve zararlı bütün mikropları öldürürken, misvak sadece zararlı
mikropları öldürür.
-37-
258
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
verir, balgamı keser, hasenatı artırır. Misvak kullanan, Allahü teâlâyı razı
eder, melekleri sevindirir.)[Ebu Nuaym]
Peygamber efendimiz, her zaman yanında ayna, tarak ve misvak taşırdı.
Ashab-ı kiram, savaşlarda bile misvaklarını kullanmayı ihmal etmezlerdi.
Misvağı, dişler sararınca, ağzın kokusu değişince, uykudan uyanınca,
namaza kalkınca, eve girince, toplantılara giderken, Kur’an okumaya
başlarken ve bir de abdest alırken kullanmak müstehabdır.
-38-
DİŞLERİNİZLE İLGİLİ PROBLEM YAŞAMAK İSTEMİYORSANIZ…
-39-
DİŞLERİNİZİ MUNTAZAM OLARAK FIÇALAYINIZ VE MİSVAK KULLANINIZ.
259
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-40-
-41-
SENEDE BİR KEZ, MUTLAKA DİŞ HEKİMİNİZE MUAYENE OLUNUZ.
-42-
ŞEKERLİ YİYECEKLERE DİKKAT EDİNİZ VE DİŞLERİNİZİ KORUYUNUZ.
260
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-43-
AĞIZ KOKUSUNDAN KORUNMAK İÇİN GÜNDE BİR ELMA YİYİN.
-44-
VE LÜTFEN UNUTMAYINIZ:GÜLÜMSEMEK, “SADAKA” DIR!...
261
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
-45-
IŞIL IŞIL BİR GÜLÜMSEME İLE ETRAFINIZA NEŞE, KEYİF VE ENERJİ SAÇMANIZ
DUASIYLA…..
262
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
263
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
264
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
265
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Özet
Islâm’ın dünyaya ve dünyalılara gönderilmesinin yegâne sebebi, insana hem dün-
yevî hem de uhrevî mutluluğunun kazandırılmasıdır. Çünkü “Yapan bilir, öyle ise bilen
konuşur” ifadesinde olduğu gibi, insanı en iyi bilen onu yaratan Allah’tır ve onun hak-
kında da en doğru söz sahibi yine Allah’tır. İnsan, Allah’ın antika ve mahlûkat içerinde
en şerefli ve değerli olarak yarattığı üstün bir varlıktır. Bu güzelliğin ve şerefin korun-
ması da ancak ve ancak onun sahibi olan Allah’ın, Peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği
kılavuz ve onun uygulaması olan sünnet ile olmaktadır.
Islâm, insan sağlığına özellikle de hastalanmadan önce sağlığın korumasına çok
büyük önem vermiş ve bu hususta sağlığın korunması için çok önemli tedbirler sun-
muştur. İnsan sağlığının korunması da beden, ruh ve çevre sağlığının korunmasına bağ-
lıdır. Dünya Sağlık Örgütünün tarifine göre de: “Sağlık sadece hasta veya sakat olmamak
değil, bedenen ve ruhen ve sosyal yönlerden tam bir iyilik hâlidir”. Böylece ferdin sağ-
lıklı yaşayabilmesi için bedenin, rûhun ve çevrenin, sağlığı bozacak etkenlerden ko-
runması ve temiz tutulması gerekir.
Bu bakımdan Hz. Peygamber’in, saglıgın korunması için getirdiği prensipler ve
herhangi bir sebeple sağlık bozulduğunda da bunun tedavisinin yapılması ve nasıl yapı-
lacağı konusundaki tavsiyeleri de büyük önem arz etmektedir. İşte Hz. Peygamber’in,
bedenî ve rûhî olarak sağlığın korunması ve hastalıkların tedavisi konusundaki
Kur’ân’dan ve hadislerinden ve uygulamalarından bizlere miras bıraktığı bilgilerin hep-
si tıbb-ı Nebevi kavramına dâhildir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in beden sağlığı, ruh
sağlığı ve çevre sağlığının korunması ile ilgili birçok öneriler sunduğu görülmektedir.
Bu tebli’gde Kurân ve hadislerden hareketle Hz. Peygamber’in, beden sağlığının
korunması açısından “Kişisel Bakım” yani kişinin maddî ve mânevî olarak kendisini her
türlü kirlerden temiz tutması konusunda önerdiği tedbirler ele alınacak ve tıbb-ı Ne-
266
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
bevî’nin, insan sağlığının maddî ve mânevî yönünü ihtivâ ettiği ortaya konulmaya çalışı-
lacaktır.
GİRİŞ
Islâm’ın dünyaya ve dünyalılara gönderilmesinin yegâne sebebi, insana hem dün-
yevî hem de uhrevî mutluluğunun kazandırılmasıdır. Çünkü “Yapan bilir, öyle ise bilen
konuşur” ifadesinde de olduğu gibi, insanı en iyi bilen onu yaratan Allah’tır ve onun
hakkında en doğru söz sahibi de yine Allah’tır.
Insan, mahlûkat içerisinde en şerefli ve değerli olarak Allah’ın yarattığı en üstün
ve antika bir varlıktır. Bu güzelliğin ve şerefin korunması da ancak ve ancak onun sahi-
bi olan Allah’ın, Peygamberi vasıtasıyla gönderdiği kılavuz ve onun uygulaması olan
sünnet ile mümkündür.
Islâm, insan sağlığına özellikle de hastalanmadan önce sağlığın korumasına çok
büyük önem vermiş, bu hususta da çok önemli prensipler ve tedbirler sunmuştur. Bu
tedbirler ve prensipler, koruyucu hekimlik açısından da çok büyük önem arz etmekte-
dir.
Insan saglıgının korunması; beden, ruh veçevre sağlığının korunmasına bağlıdır.
Dünya Sağlık Örgütü de sağlığı: “Sağlık sadece hasta veya sakat olmamak değil, bedenen
ve ruhen ve sosyal yönlerden tam bir iyilik hâlidir” şeklinde tarif eder.
Ferdin saglıklı yaşayabilmesi için bedenin, ruhun ve çevrenin, sağlığı bozacak et-
kenlerden korunması ve temiz tutulması gerekir. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in,
sağlığın korunması için getirdiği prensipler ve herhangi bir sebeple sağlık bozulduğun-
da da bunun tedâvîsinin yapılması ve bunun nasıl yapılacağı konusundaki tavsiyeleri de
dikkat çekicidir. Hz. Peygamber’in gerek sağlığın korunması gerekse tedâvî konusun-
daki Kur’ân’dan, hadîslerinden ve uygulamalarından bizlere miras bıraktığı sağlıkla
ilgili sahihi bilgilerin hepsi, tıbb-ı Nebevî kavramına dâhildir. Bu bağlamda Hz. Peygam-
ber’in beden sağlığı, ruh sağlığı ve çevre sağlığının korunması ile ilgili birçok öneriler
sunduğu görülmektedir.
Bu tebli’gde Kurân ve hadîslerden hareketle Hz. Peygamber’in, beden sağlığının
korunması açısından “Kişisel Bakım” yani kişinin maddî ve mânevî olarak kendisini
her türlü kirlerden temiz tutması ve sağlığını olumsuz yönde etkileyen hususlardan
uzak durması konusunda önerdiği tedbirlerden bazıları ele alındı ve tıbb-ı Nebevînin,
insan sağlığının maddî ve mânevî yönünü ihtiva ettiği ortaya konulmaya çalışıldı.
267
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
derinin, yumuşak, esnek ve sağlıklı yapısının korunması, beden sağlığı açısından önem-
lidir. Deri, genellikle toz, mikroorganizmalar ve derinin kendi salgılarına bağlı olarak
kirlenir. Kirlenme, derinin normal işlevlerini yerine getirmesini engelleyerek has-
talıklara zemin hazırladığı gibi hoş olmayan bir kokuya da yol açmaktadır. Deri de
birçok salgı bezi tarafından üretilen salgılar, özellikle büyüme çağında olmak üzere,
yaklaşık elli yaşına kadar fazla miktarda üretilmektedir. Dolayısıyla bu dönemde deride
kir oluşumu da daha fazla olmaktadır. Bu nedenle derinin düzenli olarak kirden
arındırılmasına; vücut, el, saç ve tırnakların temizliğine özen gösterilmelidir. Bunlardan
vücut temizliği, günlük yapılması gereken ve canlılık ve rahatlık hissi verip sakinleştiri-
ci etki yapan ve dolaşımı da düzenleyen bir temizliktir.”. Bu temizlik de temiz su ve
sabunla sık sık yıkanmak ve duş almakla mümkündür. Beden temizlendikten sonra da
temiz elbise giyilmelidir.
Konumuz açısından Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, imanın yarısının temizlik ( الطهور شطر
)االيمانolduğunu belirtmesi câlib-i dikkattir. Bununla birlikte Kur’ân’da ve hadîslerde
imândan sonra üzerinde durulan en önemli konulardan biri beden temizliğidir. Çünkü
beden temizliği, sağlığın korunması açısından önemli olduğu kadar ibadetin makbûli-
yetinin de en başta gelen şartlarından biridir. Beden temizliği içerisine dâhil olan kişisel
bakıma bir göz atalım.
a- Gusül (bedenin yıkanması)
Ki şisel bakımın enönemli durumlarından biri gusüldür. Gusül; yıkanmak,
vücudun her tarafını iyice yıkamak demektir. Ergenlik çağına gelen her erkeğin cenabet
olunca, âdet gören her kadının da âdeti bittikten sonra veya nifası tamamlandıktan son-
ra gusül abdesti alması farzdır. Yani bütün vücudunu yıkaması zorunludur.
Bununla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Eğer cünüp olursanız
(herhangi bir vesile ihtilam olduğunuzda veya cinsî ilişkide bulunduğunuzda) boy abdesti
alın, hasta olursanız veya yolcu olursanız ya da abdest bozmaktan geldiğinizde veya cinsî
ilişkide bulunduğunuzda su bulamazsanız o zaman temiz toprak ile teyemmüm edin,
yüzlerinizi ve ellerinizi o toprakla meshedin. Bununla Allah size zorluk çıkarmak istemi-
yor fakat Allah sizi temiz kılmak ve şükredesiniz diye size nimetine tamamlamak istiyor.”.
Böylece her nerede olursa olsun cenabet halinde boy abdesti almak gerekmektedir ki,
bu da bütün bedende hiçbir kuru yer kalmamak şartıyla bütün vücudu iyice yıkamaktır.
Bununla birlikte hadîslerde zorunluluk olmasa bile ergenlik çağına gelmiş olan
müslümanın, cuma günlerinde boy abdesti alması yani gusletmesi tavsiye edilmiştir.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), “ غسل يوم الجمعة واجب على كل محتلم/Ergenlik çağına gelmiş
olan herkese cuma günü boy abdesti alması vaciptir.” buyururken bir başka hadîsinde de
Cuma namazına gidenlere boy abdestini almasını emretmiştir. Burada ergenliğin zikre-
dilmesiyle aynı zamanda vücut salgılarının artmaya başladığı bir döneme de işaret
edilmiş olmaktadır. İkinci hadîs de cuma namazına giden çocukların on yaşlarından
itibaren, en azından her cuma günü boy abdest almalarına işaret etmektedir.
Haftada en az bir defa da olsa boy abdestinin alınmasının tavsiye edilmesiyle
beden temizliginin yapılmasının yanında, hem saglıgın korunması hem vücuttan çıkan
ter kokusuyla çevreyi rahatsız etmeme hem de namazın makbûliyeti açısından önemli
bir temizlik olmaktadır.
b- Tahâret
Kur’ân’da ve hadîslerde önemle üzerinde durulan hususlardan biri de küçük ya
da büyük abdest bozulduğunda su ile temizlenilmesinin emredilmesidir. Buna
tahâretlenme denilmektedir. Bütün fıkıh kitapları ve hadîs külliyatlarından Sünenler,
268
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
tahâret konusu ile başlamakta, diğer hadîs kitaplarında da tahâret bölümleri bulunmak-
tadır. Çünkü ibadetlerin kabul olmasının imândan sonra en temel şartı tahârettir.
Tahâretin nasıl yapılacağını, Hz. Peygamber (s.a.v.) bizâtihî uygulamalı olarak
öğrettiği gibi İslâm âlimleri de bu konu üzerinde çok detaylı olarak durmuşlar, hatta
ciltlerle kitaplar telif etmişlerdir.
Cenâb-ı Hakk, Kur’ân’da “Orada çok çok taharetlenmeyi/temizlenmeyi seven
ّ ”فيه رجال يحبون ان يتط ّهروا وهللا يُحب ال ُم
adamlar vardır. Allah çokça temizlenenleri sever./ط ّهرين
buyurmaktad ır. Buâyet, Kuba ehli hakkında nâzil olmuştur. Bu âyet nâzil olunca Hz.
Peygamber (s.a.v.), Kuba ehline bunun sebebini sormuş, onlar da küçük ve büyük ab-
destlerini bozduklarında su ile istinca ettiklerini/temizlendiklerini söylemişlerdir. Hz.
Peygamber de “Allah sizi methetmiştir, devam edin.” buyurmuştur. Bu şekildeki bir
temizliğin, Allah’ın hoşuna giden bir davranış ve temizlenme olduğu açıkça bild-
irilmektedir.
Bu temizlige “Necâsetten tahâret” denilmektedir. Necasetten tahâret, aynı za-
manda elbisenin ve namaz kılınan mekânın temiz tutulmasını da ihtivâ etmektedir.
Nitekim âyette “Elbiseni temizle, pis şeyleri terk et, yaptığın iyiliği çok görerek başa
kakma.” buyurulmuştur. Görüldüğü gibi elbise temizliği ve ahlâk temizliği birlikte zik-
redilmiştir.
Hâzin (v.463/1071), buradaki “Elbiseni temizle/siyab ve tahhir” kelimelerinin
ifade ettiği mânânın dört duruma işaret ettiğini söyler. Bunlardan birincisi; her iki
kelimenin de hakîki mânâda olmasıdır, yani elbisenin her türlü pisliklerden ve kazurat-
tan temiz tutulmasını emretmektedir. İkincisi; “siyab/elbise” kelimesi hakiki mânâda
olup, “tahhir/temizle” kelimesi mecâzî mânâda olmasıdır ki, “Elbiseni kibirlenmeye
sebep olacak şekilde yerde sürüme, elbiseni kısalt” veya “Elbiseni helal kazançla al, ha-
ram olmasın, çalıntı olmasın” mânâsına gelmesidir. Üçüncüsü; “siyab/elbise” kelimesin-
in nefse hamledilmesidir ki, “Bedenini ve nefsini her türlü günahtan, şüpheden temizle”
mânâsınadır. Dördüncüsü de hem “siyab/elbise” hem de “tahhir/temizle” kelimesinin
mecâz ifade etmesi bakımından “Kalbini her türlü kötü ahlâktan koru ve ahlâkını
güzelleştir” mânâsına gelmektedir. Araplar, doğru ve ahde vefalı olanlar için “elbisesi
temiz” tabirini kullanırlarken, zulmeden kişi için de “elbisesi kirli” tabirini kullanırlar.
Örfümüzde de iffetli kişi için “eteği temiz” ifadesi kullanılmaktadır.
Böylece bu âyeti kişisel bakımdan değerlendirdiğimizde sadece maddî temizliğe
değil aynı zamanda mânevî temizliğe de dikkat edilmesi emredilmektedir. Bu sebeple
olmalıdır ki, Vehbe Zuhayli, tahâret sebebiyle ruh ve bedenin birlikte temizlendiğini
söyler.
c- Abdest
Kur’ân-ı Kerim’de namaz kılınacağı zaman abdest alınması emredilmektedir. Bu-
na “Hadesten tahâret” denilmektedir ki, her hangi bir sebeple abdest bozulduğunda
abdest alınmasıdır. Abdestte eller dirseklerle birlikte, ağız, burun, yüz, kollar ve ayaklar
topuklarla birlikte yıkanmakta, baş ve kulaklar mesh edilmektedir. Abdest yoksa abdest
almak farzdır, bu zorunlu bir yıkama emridir. Abdest var ise de beş vakit namaz
kılınacağında abdest alınması müstehap görülmüştür. Hz. Peygamber (s.a.v.), abdestli
olduğu hâlde namaz vakitlerinde de abdest aldığı nakledilmiştir. Su bulunmaz ise to-
prakla teyemmüm edilmesi emredilmektedir.
Nitekim âyet şöyledir: “Ey iman edenler! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi,
dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın başınızı mesh edin ve topuklarına kadar da ayak-
larınızı yıkayın. Şayet cünüp olursanız (herhangi bir vesile ihtilam olduğunuzda veya cinsî
ilişkide bulunduğunuzda) boy abdesti alın, hasta olursanız veya yolcu olursanız ya da
269
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
270
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
giderilmesi açısından büyük önemi haizdir. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.), parmak maf-
sallarının da yıkanmasının fıtrattan olduğunu bildirmiştir.
Konumuz açısından gerek Kur’ân gerekse hadîsler incelendiğinde günümüzde
“kişisel bakım” olarak isimlendirilen, kişinin mutad olarak vücut temizliği için kendis-
ine yaptığı bakımlar üzerinde sık sık durulduğu açıkça görülmektedir. Bu da Rab-
bimizin bize peygamberleri vasıtasıyla kişisel bakımın insanlara öğretildiğini, bin dört
yüz sene öncesinden Hz. Peygamber (s.a.v.), bizlere bildirmekte ve bizatihi kendi
yaşayışıyla da bizlere örnek olmaktadır. Aynı zamanda bu, O’nun kişisel bakıma ne ka-
dar çok önem verdiğinin açık bir göstergesi olmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.),
on şeyin yaratılışın gereği ve bütün peygamberlerin sünnetleri olduğunu bildirmiş ve
onları şu şekilde açıklamıştır: Tırnak kesimi, koltukaltı ve kasık temizliği, sakal ve bıyık
bakımı, sünnet olma, ağız ve burun temizliği, istinca ve diş temizliğidir.
d- Tırnakların Kesilmesi
Kişisel bakım açısından Hz. Peygamber’in öğrettiği en önemli hususlardan birisi,
el ve ayak tırnaklarının haftada bir kesilmesidir. Çünkü tırnaklar özellikle de et ile tır-
nak arasındaki boşlukta biriken kirler ve yağlar çeşitli hastalıklara zemin hazırla-
maktadır. Bu sebeple haftada bir defa tırnakların kesilmesi önemle tavsiye edilmekte-
dir. Bu durum, insanlık tarihi kadar eski bir sünnet olmakla beraber hem temizlik, hem
de sağlığın korunması açısından çok önemli bir husustur. Çünkü birçok işimizi
ellerimizle yaparız, onun için tırnakların sık sık kesilmesi, mikroorganizmaların
ürememesi için, dolayısıyla sağlığın korunması açısından büyük önem arz etmektedir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) de Cuma namaz ına gitmedenönce bıyıklarını kısaltır, tır-
naklarını keserdi. Abdullah b. Ömer de “Peygamber (s.a.v.) her Cuma günü bıyıklarını ve
tırnaklarını kısaltırdı.” der. Bu da her hafta özellikle de toplum içine çıkarken Hz.
Peygamber’in bıyık ve tırnak bakımını yaptığını göstermektedir.
e-Kas,ık Temizliği
Kişisel bakım açısından yapılması gereken ve Hz. Peygamber’in de fıtrattan
olduğunu söylediği şeylerden biri de kasıkların tıraş edilmesidir.
Hz. Peygamber (s.a.v.), kasık kıllarının tıraş edilme süresinin en fazla kırk gün
olarak belirtmiştir. İslâm âlimlerimiz de bu konuyu izah ederlerken haftada bir, kasık
kıllarının temizlenmesinin gerekli olduğunu şayet bu mümkün değilse kırk günü
geçirmemek gerektiğini söylerler.
f- Koltukaltı Temizliği
Kişisel bakım açısından yapılması gereken ve Hz. Peygamber’in de fıtrattan
olduğunu söylediği şeylerden biri de, koltukaltları kıllarının yolunması ve temizlen-
mesidir. Hadîslerde bu, tüylerin yolunması olarak ifade edilmiştir.
Abdullah b. Ömer “Peygamber (s.a.v.), koltukaltı kıllarını büyütmezdi, çoğaldığında
hemen tıraş ederdi.” der. Âlimlerimiz bu ameliyenin de haftada bir olmasını şayet gecik-
tirilirse ise kırk günü geçirmemek gerektiğini söylerler. Enes b. Mâlik de bu temizli-
klerin en fazla kırk günü geçirilmemesinin belirlendiğini söylediği nakledilmiştir.
Her konuda ümmetine örnek olan Hz. Peygamber (s.a.v.), bu konuda da
örnekliğini yaşayarak olarak göstermiştir.
g- Sakal Bakımı
Kişisel bakım açısından yapılması gereken ve Hz. Peygamber’in de fıtrattan
olduğunu söylediği şeylerden biri de sakal bakımıdır. İslâm’a göre erkeklerin sakal
271
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
272
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
miştir, bizatihi kendisi abdest alırken ve namaza başlarken misvak kullandığı gibi gece
uykudan kalktığında da ağzını mivaklamıştır.
Hz. Peygamber’in fıtrattan oldugunu söylediği ve kişisel bakım açısından yapıl-
ması gereken en önemli şeylerden biri de misvak kullanmak ya da dişleri her gün
fırçalamaktır, diğer bir ifadeyle diş temizliğidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) diş temizliğine o
kadar önem vermiştir ki, bizatihi kendisi sık sık misvak kullanmış, ümmetine de tavsiye
etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Misvak ağzı temizleyicidir ve Rabbin de rızasını ka-
zanmaya vesiledir.”, “Ümmetime meşakkat vermekten kokmasaydım, her namazda mis-
vaklanmalarını emrederdim.” buyurmuştur.
Bununla birlikte saglık açısından zaruret yoksa Hz. Peygamber (s.a.v.), keyfî
olarak dişlerin seyreltilmesini de yasaklamıştır.
k- Burun Temizliği
Hz. Peygamber’in fıtrattan oldugunu söylediği şeylerden biri de istinşaktır.
İstinşak, burnun yıkanması ve temizlenmesidir. Hz. Peygamber (s.a.v.), burun
temizliğine de önem vermiş ve onun yıkanması konusunda tavsiyelerde bulunmuştur.
Nitekim “Biriniz abdest aldığında buruna su çeksin ve sümkürsün.” buyurmuştur. Özel-
likle burun kirleri için mecâzî olarak görünmeyen mânâsında “cin” ifadesini kullanmış
ve bunların giderilmesini istemiştir. Özellikle de abdest alınırken burna su çekilmesini
ve sümkürülmesini emretmiştir.
i- İstinca
Hz. Peygamber’in fıtrattan oldugunu söylediği şeylerden biri de istincadır, küçük
ve büyük abdest bozulduktan sonra necaset mahallini su ile yıkamak ve temizlemektir.
Yukarıda tahâret bahsinde temas edildiği için burada tekrar edilmeyecektir.
j- Sünnet Olmak
Hz. Peygamber (s.a.v.), sünnet olmanın fıtrattan olduğunu bildirmiş ve insanın
yaratılışına uygun olan şeylerin yapılmasını ve sağlığın korunması için gerekli olan
şeylerin yapılmasına dikkatleri çekmiştir. İşte bunlardan birisi de erkeklerin sünnet
olması, diğer bir ifadeyle, erkek çocukların sünnet ettirilmesidir. Sünnet olmanın, dînî
açıdan birçok faydasının bulunması yanında sağlığın korunması açısında da birçok
faydaları vardır.
k- Dövme Yaptırmamak
Hz. Peygamber (s.a.v.), vücuda dövme yapanı da yaptıranı da lanetlemek suretiyle
dövme yapılmasını yasaklamıştır. Dövme yapmak ya da yaptırmak Allah’ın hilkatine
müdahale olduğu gibi aynı zamanda dövme yapılan aletler ve kullanılan kimyasal mad-
deler vasıtasıyla bazı hastalıkların bulaşmasına, cilt kanserine ve gebelikte bebeğin
gelişiminde olumsuz etkilere sebep teşkil ettiği ilgili uzamanlar tarafından belir-
tilmektedir. Bu bakımdan dövme yaptırmanın, sakıncalarının bulunmasıyla da sağlığın
korunması açısından önem arz etmektedir.
2-SAĞLIKLI BESLENME
Sa glıgı korumanın enönemli sebeplerinden biri de sağlıklı ve dengeli beslen-
medir.
l- Yeme İçme Hususunda Ölçülü Olmak
Insanın, hayatını saglıklı bir şekilde devam ettirebilmesi için yemeye ve içmeye
ihtiyacı vardır. Sağlığın korunması açısından beden temizliğine büyük önem veren İs-
lâm’ın temel kaynağı olan Kur’ân’da ve hadîslerde yeme ve içme konusu üzerinde de
273
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
KAYNAKLAR
-Abdurrezzak b. Hemmâm (v.211/826), Musannef (tahk. ve tahr: Habiburrahman
el-A‘zamî), (I-XII), Beyrut, 1970.
-Ahmed b. Hanbel (v.241/855), Müsned, (I-VI), İst., 1992.
-Asbahanî, Abdullah b. Muhammed (v.369/979), Ahlâku’n-Nebi ve Âdâbuhû, Ed-
dâru’l-Mısrıyye el-Benaniyye, Kahire, 2005.
-Aynî, Bedruddin (.855/1451), Umdetu’l-Kârî Şerhu Sahihi’l-Buhârî (X-XXV),
Beyrut, ts.
274
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
275
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
276
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
277
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Özet
Hz. Peygamber'in (s.a.s.) hadislerine bakıldıgında, tıbbı ilgilendiren birçok rivayet
görmek mümkündür. Bu çalışmada tıp ile ilgili hadisler muhteva yönünden ele
alınmıştır. Hz. Peygamber tabip değildi ancak sağlıklı yaşam ve bazı hastalıkların te-
davisi konusunda önerilerde bulunmuştur. Bu makalede sağlıkla ilgili hadislerin daya-
nağının ne olduğu ele alınmış ve Kütüb-i Sitte'deki Tıbb-ı Nebevî ile ilgili hadisler mu-
hteva açısından üç kategoride incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Hadis, Tıbbı Nebevî, Tedavi, Hıfzıssıhha, Meşrulaştırma.
The Prophetic Medicinal Hadiths in Kutub Al-Sitta in Aspects Of Contents
Abstract
When we look at the Prophet's (s.a.s) hadiths, it is possible to see many rumors
concerning medicine. In this study, hadiths related to medicine have been discussed in
terms of content. Hz. Prophet was not a physician, but advised on healthy living and
treatment of certain diseases. In this article, the basis of health related hadiths have
been discussed and hadiths related to Tıbb-I Nebevi in Kütüb-i Sitte have been dis-
cussed in three categories in terms of content.
Key words: Hadith, T.ıbbı Nebevi, Treatment, Sanitation, Legitimation
Giriş
Peygamberler insanlara âhiret mutluluğunu sağlayacak prensipler getirdiği gibi
onların dünyada da iyi bir hayat geçirmelerini hedeflemişlerdir. Dünya mutluluğunu
tamamlayan unsurlardan birisi de sağlıklı bir yaşam sürmektir. Allah Rasûlü (s.a.s.) bu
konudan müstağni kalmamıştır. "Allah (c.c.) yarattığı her hastalık için bir de şifa
278
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
279
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
vardır"ayeti oldu" ,gunuKardeşinin karnı yalan söyledi "ifadesindeki yalan tabirinin ise
mecaz olup hata anlam .ında kullanıldıgını belirtmiştirSonuçta o insan bal içmeye de-
vam etmiş ve şifa bulmuştur. Ancak günümüzde karın ağrısının birçok sebeplerinin
olduğu ortaya çıkmıştır. Bu, tüm karın ağrılarını bal ile tedavi etmenin mümkün olduğu
anlamına gelmez. Bal insana enerji verdiğinden dolayı harareti artırır. O kişinin kar-
nının ağrıma sebebi midesini üşütmesi olabilir. Hz. Peygamber (s.a.s.) o kişinin ve has-
talığının durumunu bildiği için, ayetten yola çıkarak balın şifa olacağını düşünmüş
olabilir. Nitekim o şahıs bal şerbeti içmeye devam etmiş ve şifa bulmuştur. Burada dik-
kat çeken husus, Allah Rasûlü'nün ayetten hareketle tedavi ile ilgili bir tavsiyede
bulunmuş olmasıdır. Ayet şöyledir:
“Rabbin bal arısına şöyle ilham etti: “dağlardan, ağaçlardan ve insanların
yaptıkları çardaklardan (kovanlardan) kendine evler edin. Sonra meyvelerin hepsinden ye
de Rabbinin sana kolaylaştırdığı (yayılma) yollarına gir.”Onların karınlarından çeşitli
renklerde bal çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum
için bir ibret vardır.”
Bu ayetteki 'şifa kelimesinden kastın Kurân mı? yoksa bal mı? olduğu müfessirler
tarafından tartışılmıştır. Mücâhit (v.103/721) ve Leys b. Sa’d (v.175/791) âyette geçen
"fîhi şifâun" ifadesindeki "hu" zamirin Kur'ân'a râci olduğunu savunmuşlardır. Ancak
bu görüş müfessirler tarafından zayıf bulunmuştur. Katâde bu zamirin içeceğe râci
olduğunu ve bala işaret ettiğini savunmuş ve yukarıdaki hadisi delil olarak kabul
etmiştir. İbn Abbâs ve İbn Mes'ûd'a göre de ayette geçen ve şifa olan şey baldır.et-
Taberî (v. 310/922) de âyetteki zamirin en yakın olana râci olmasının daha uygun
olacağını savunarak burada şifa olan şeyin bal olduğunu savunmuştur.Bu âyetten ha-
reketle balın şifa olduğuna dair birçok hadis varid olmuş ve bu ayetin tefsirinde bu tür
rivayetlere müracaat edilmiştir.Bunlar da göstermektedir ki Allah Rasûlü (s.a.s.) bazen
ayetlerden hareketle tıpla ilgili tavsiyelerde bulunmuştur.
2. Hz. Peygamber'in (s.a.s.) tıbbı ilgilendiren ve Kur'an ayetleriyle uyum içinde
olduğu için dayanağının Kur'ân olduğu intibaını uyandıran bir diğer örnek de, abdest
alırken ağza ve burna su vermekle ilgili hadislerdir. Âyette şöyle buyrulmaktadır: "Ey
iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -
başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz,
iyice yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest
bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su
bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi mesh
edin (Teyemmüm edin). Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat O, sizi
tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz."(Maide 6)
Agız ve burun temizliginin saglık açısından önemi günümüzde daha iyi an-
laşılmıştır. Hz. peygamber (s.a.s.) ُ ْ ْ ُhenüz bunlar bilinmezken sağlık açısından çok önemli
َْ َ ْ ْ َ ُ ُ َ َ َ َّ َ َ
bir hususa işaret ederek, (")إذا ت َوضأ أحدك ْم فل َيج َع ْل ِف أن ِف ِه َم ًاء ث َّم ل َين ْبSizden ِ biriniz abdest
ald ıgında, burun deliklerine suçekip sonra da onu sümkürerek temizlesin" buyur-
muştur. Ayrıca, Hz. Âişe (r.a.)'nin aktardığı bir hadiste, "mazmaza" ve "istinşak"ın ab-
destin mutlaka yerine getirilmesi gerekli olan rükünlerinden olduğu bildirilmektedir.
Hadis şöyledir:
ْ ُ ْ َّ ُ ْ َ َ َ ْ
ُ نا ع َص ُام ْب ُن ُي, ان
َ وس ْ ِّ َ ُ ْ َُ ْ َ ُ ْ َ ُ َ َ ُ ْ ْ َ ُ َ َ َ َّ َ
, اَّلل بن ال ُم َب َار ِك
ِ نا عبد, ف ِ ره مِ نب ىل ِ ع نب ي س ح ال ثنا , دحدثنا أبو بك ِر بن أ ِ يب داو
َّ ََ ُ َّ َّ َ ُ َ َّ َ َ َ َ ْ َ َ َ ُ ِ ْ َ ُّ ْ ِّ ي َ َ ان ْبن ُم َ َ َْ ُ ْ َ ْ ُ ْ َ
هللا عل ْي ِه َو َسل َم اَّلل َصىل
ِ أن رسول, عن ع ِائشة, ْعن ع ْروة, ع ِ َّن الز َه ِري, وَس عن سليم, عن ابن ج َري ج
ُ َّ ُ ُ ُ ْ َ ُ َ ْ ْ َ ُ َ ٍَ ْ َ ْ ِ َِ َ
ِ
»وء ال ِذي ال بد ِمنه ِ «المضمضة و ِاالس ِتنشاق ِمن الوض:قال
Hz. Âişe'nin bildirdiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle demiştir: "Mazmaza ve
istinşak abdestin mutlaka yerine getirilmesi gerekli rükünlerindendir".
280
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Abdest ve gusülde ağzı suyla çalkalamak ve suyun ağızda her noktaya ulaşmasını
sağlamaya mazmaza, burna suyu nefesle çekip sonra da sümkürerek burnu temizle-
meye de istinşak ya da istinsar denir.
Abdest ve gusülde ağza ve burna su verip temizlemenin hükmü konusunda İslam
âlimleri dört farklı görüş ortaya koymuşlardır. Bunlar: Gusülde farz abdestte sünnet,
her ikisinde de farz, her ikisinde de sünnet ve her ikisinde “istinşak”ın farz “mazma-
za”nın sünnet olduğu şeklindedir.
Konuyu fıkhî açıdan ele alan bir çalışmada özetle aşağıdaki tespitler yapılmıştır.
Ebû Hanife (ö. 150/767) ve diğer bazı âlimler Maide suresinin 6. ayetindeki "Cünüp
iseniz iyice temizlenin..."ifadesini delil göstererek mazmaza ve istinşakın gusülde farz
abdestte ise sünnet olduğunu söylemiştir. Ayette geçen "fettahharû" ifadesindeki
mübalağalı anlamdan, yıkanması mümkün ve mutat olan yerler anlaşılmıştır. Ayette
açıkça ifade edilmediği için Hz. Peygamber'in "Her kılın altında cenabet vardır. O halde
kılı ıslatınız ve cildi temizleyiniz" hadisi ve onun abdest alırken uygulaması belirleyici
olmuştur. Bu sebeple Hanefi hukukçular abdestte mazmaza ve istinşakın farz değil sün-
net-i müekkede olduğunu kabul etmiştir.
Hanbelî âlimlerin abdestte ağız ve burnun iç kısmının yıkanmasının farz olduğu
konusundaki gerekçeleri ise, Hz. Peygamber'in (s.a.s.) "Mazmaza ve istinşak abdestin
mutlaka yerine getirilmesi gerekli olan rükünlerindendir."hadisidir. Hanbeli fukuhası
bu görüşünü Hz. Peygamber'in (s.a.s.) abdest alırken daima mazmaza ve istinşak
yaptığını ifade eden hadislere dayandırmıştır.Yani Hz. Peygamber'in (s.a.s.) gerek
ayetlerden anladığı gerekse kendi fetanetiyle yapılmasını gerekli gördüğü bir uygulama
ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu uygulamanın kaynağı âyetin ilhamıyla Hz.
Peygamber (s.a.s.) dir.
Mâlikî ve Şâfiî mezhebi hukukçuları, mazmaza ve istinşak'ın abdest ve gusülde
sünnet olduğu görüşünü savunmuştur. Maide Sûresi 6. ayette ifade edilen "yüzlerinizi
yıkayınız" ifadesindeki yüz kelimesinden yüzün görünen kısmının anlaşılacağını, ağız
ve burnun iç kısımlarının yüz kelimesine dahil olmayacağını savunmuşlar, "On şey
fıtrattandır hadisini de delil olarak almışlardır."Ebû Sevr (ö. 240/854) ve İbnu'l-Münzir
(ö. 318/930) gibi bazı âlimler de mazmazanın َ َّ َ َ َ َ َ abdest ve gusülde sünnet, istinşakın farz
َّ َ ُ َ َّ َ َ َ ْ َ ُ َ ْ َ
olduğunu savunmuştur.
َْ َ Bu konuda أض و ت اذإِ الق - وسلم عليه هللا صىل- اَّلل
ِ ولسر عن أ ِب هريرة أن
ُْ ْ ُ ْ َْ ُ ُ َ َ
"أحدك ْم فل َيج َع ْل ِف أن ِف ِه َم ًاء ث َّم ل َين ْبSizden biriniz abdest ald ıgında, burun deliklerine suçekip
sonra da onu sümkürerek temizlesin." hadisini delil getirmişlerdir.Bu hadisle ağzın
değil de burnun yıkanmasının emredildiğine vurgu yapılarak onun ön plana çıkartıldığı
anlaşılmaktadır.
Burun deliklerinin devamlı açık olması ve nefes almakla daima mikroplara açık
halde bulunması, ağzın ise genelde kapalı olması ve burna göre daha az mikroba açık
olması sebebiyle Hz. Peygamber sağlığı koruma adına önemli bir uyarıda bulunmuştur.
3.Alkolle tedavi olmayacağına dair rivayetler de Kur'an'a dayanan hadislerdendir.
Yüce Allah Kur'ân'da "Ey İnsanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanların-
dan yiyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır. " (Bakara
168) buyurarak temiz ve helal olan nimetlerden faydalanmak gerektiğini söylüyor.
Alkolün haram olduğunu bildiren ayette ise, Allah (c.c.) "Ey İman edenler! (Aklı örten)
İçki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir.
Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumarla, ancak aranıza
düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık
vazgeçiyor musunuz?"(5 Maide 90-91) buyurarak, alkolün şeytan işi bir pislik
olduğunu, uzak durmak gerektiğini ve helal olmadığını belirtmektedir. Bu ayetlerle
281
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
içerik olarak uyumlu bir çok hadis vardır. Alkolün şifa olmadığını belirten hadisler de
aynı türdendir.
Târık b. Süveyd el-Hadramî ( r.a.)'den rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir:
Ben: "Yâ Rasûlallah, bizim memleketimizde üzümler var. Biz onun suyunu çıkartıp
şarabını içiyoruz (bu konuda ne dersiniz)? dedim. O: "Hayır (yapmayınız)" buyurdu.
Sonra ben (tekrar) O'na müracaat ederek : "Biz onu hastayı tedavi etmek için
kullanıyoruz" dedim. O: " O (şarap) kesinlikle şifa değildir bilakis hastalıktır" buyurdu
Yukar ıdakiâyette Allah (c.c.) helal ve temiz olanlardan yenilmesini istemekte,
alkolün de şeytanın pisliklerinden bir pislik olduğu vurgulanmaktadır. Bu ayetler
ışığında Hz. Peygamber (s.a.s.) onun şifa olamayacağını olsa olsa hastalığa sebep
olabileceğini ifade etmiştir. Bu hadis, ayetlerin işaret ettiği hakikati ifade etmektedir.
Bunun örneklerini artırmak mümkündür. Bu sebeple, Tıbb'ı-Nebevî ile ilgili hadislerin
bir kısmını Hz. Peygamber'in (s.a.s.), Kur'ân ile uyumlu ve ondan ilham alarak söylediği
anlaşılmaktadır.
b. Kaynağı Bizzat Hz. Peygamber (s.a.) Olan Rivayetler
Tıbbı Nebevî ile ilgili hadislerin muhtevalarına baktığımızda bunların bazılarının
ayetlerde bildirilenlerle aynı paralelde oldukları, bazılarının da dönemin tıbbi birikim-
leriyle uyumlu oldukları görülmektedir. Ancak bunların dışında bazı hadisler de vardır
ki Allah Rasûlü (s.a.s.) peygamberlik fetanetiyle söylemiştir. Bunlar genellikle
hıfzıssıhha konusundadır. Kişisel bakımla İlgili hadisler bununun örneklerinden biri-
sidir.
اك ِّ ِّ ِّ ار ِّب وإِّعَف َّ ص
ِّ الش ْ « َع ْشٌر ِّم َن اْل ِّف-وسلم
ُّ ط َرِّة َق صلى هللا عليه- َِّّللا ِّ
ُ اء الل ْحَية َوالس َو
ُ ْ َ َّ ول
ُ ال َرُس
َ َع ْن َعائ َش َة َقاَل ْت َق
ِّ ِّ َ َق.» اء ِّ وحْلق اْلعان ِّة و ْانِّتَقاص اْلم اإل ْب ِّط
ِّ ف ِّ ار و َغسل اْلبر ِّ واسِّت ْن َشاق اْلم
يت
ُ ص َع ٌب َوَنس ْ ال ُم
َ َّاء َق
ُ ال َزَكري َ ُ َ ََ ُ ََ ُ اج ِّم َوَن ْت َ َ ُ ْ َ ِّ ظَف ْ َص األ ُّ اء َوَق َ ُ ْ َ
. ض َة م ض م لا ون ك ت َنأ َّ
ال ِّ
إ ة ِّ
َ َ ْ َ ْ َ َُ ْ َ َ اْل َع
ر اش
Hz. Âişe (r.a.) Allah Rasulü'nün (s.a.s.) şöyle dediğini söylemiştir: "On şey vardır
ki onlar fıtrattandır: Bıyığı kesmek, sakalı uzatmak, misvak kullanmak, buruna su çek-
mek ,tırnakları kesmek, parmak mafsallarını yıkamak, koltuk altını (kıllarını)
temizlemek, kasıkları tıraş etmek ve su ile taharetlenmek." Ravilerden Mus'ab b. Şeybe,
onuncuyu unuttugunu ancak bunun da agzı mazmaza yapmak olabilecegini söylemiştir.
Temizli gin imanın yarısı oldugunu ifade eden Hz. Peygamber (s.a.s.)özellikle
kişisel bakım olarak bilinen vücut temizliğine ayrıca önem vermiştir. Vücut temizliği
sağlıklı yaşamın temel unsurlarındandır. Câhiliye toplumunun bilmediği ya da önem-
semediği bu konuda Allah Rasûlü (s.a.s.) fıtratın gereği olan aşağıdaki temizlik hu-
suslarına dikkat çekmiş ve Müslümanları sağlıklı yaşamaya teşvik etmiştir. Bu hususlar
Hz. Peygamber'in fetaneti sonucu söylediği sağlığı korumaya yönelik tavsiyelerdir.
Yeme içme ile ilgili rivayetler de bu kategoride ele alınabilir. Dengesiz ve kalitesiz
beslenmenin bir çok hastalığa neden olduğu günümüzde bilinen bir husustur. Hz.
Peygamber (s.a.s.) bu konuya dikkat çekerek insanların sağlıklı ve doğru beslenmeleri-
ni arzu etmiştir.
َ َ َ ْ َ شا م ْن َب ْطنًّ َ َم و َع ًاء َ َ َ َ َ ُ ُ َ َ َّ َ َ ْ َ َ ُ َّ َّ َ َّ َ ُ َ ُ ْ َ
ع ْن ِمقد ِام ْب ِن َم ْع ِدي ك ِر َب قال: ٍ ِ ِ
ٌّ آد
ي ِ الِل صَل الِل علي ِه وسلم يقول ما مَل ِ س ِمعت رسول
ََ ٌ ُ ُ ُ
ٌ َ
َ َ ث ِل ُ َ ٌ َُ ََ ُ َ َ َ ْ َ ُ ْ ٌ َُ ُ َ
ّش ِاب ِه َوثلث ِلنف ِس ِه ِب َح ْس ِب ْاب ِن آد َم أ كالت ُي ِق ْم َن ُصل َبه ف ِإن كان ال َم َحالة فثلث ِلط َع ِام ِه وثل
"Insan midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç
lokma ona yeter. Şayet, birkaç lokmayla yetinmeyecekse, hiç olmazsa karnının üçte
birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefese ayırsın." buyurarak mideyi tıka
basa doldurmama, yeterince yeme, su tüketme ve mideyi iyice doldurarak akciğer ve
diğer organların sıkıntıya sokulmamak için bir miktarını boş bırak tavsiye etmiştir.
282
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Ayrıca, "İki kişinin yiyeceği üç kişiye, üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter." buy-
urarak az yemeyi tavsiye etmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) tıkabasa yemegi hoş görmediği gibi aç kalarak nefse
zulmetmeyi de hoş karşılamamıştır. Kendisine Abdullah b. Amr’ın geceleri devamlı ib-
adet ettiği gündüzleri de oruç tuttuğu iletilince Abdullah b. Amr’a böyle yapmamasını
söylemiş ve şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Bazen oruç tut bazen iftar et, geceleri hem
ibadet et hem de uyu, muhakkak senin vücudunun senin üzerinde hakkı vardır” buy-
urarak insan vücudunun da insan üzerinde hakkının olduğunu, her hak sahibine
hakkını vermek gerektiğini, dolayısıyla Allah'ın emaneti olan vücuda zulmedilmemesi
gerektiğini ümmetine öğretmiştir. Aç kalarak nefse zulmetmek ve tıka basa yemenin,
her ikisinin de insanın vücut dengesini bozacağına işaret ederek, sağlıklı yaşamanın
dengeli beslenmekle mümkün olacağını vurgulamıştır. O (s.a.s.) bir lokma bir hırka
düşüncesini de oburluğu da hoş görmemiştir. Nitekim günümüzde obezite bir hastalık
olarak kabul edilmektedir.
Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.) ayakta yeme içme ile ilgili ümmetini uyarmış ve
bunun insan sağlığı açısından zararlar içerdiğini ( أخبنا معمر عن الزهري عن ِ أخبنا عبد الرزاق قال
ِ
َ ")أب هريرة قال قال النّن صىل هللا عليه و سلم لو يعلم الذي رEger ayakta
يشب وهو قائم ما يف بطنه الستقاءه ِي ِي
su içen kimse, midesine verdiği zararı bilseydi, içtiği suyu şüphesiz ki geri
kusardı""Sizden biriniz ayakta su içmesin. Her kim unuturda içerse, kusmaya çalışsın"
buyurarak etkili bir dille ifade etmiştir.
Insan midesinin ayakta ve oturur vaziyetteki pozisyonu farklıdır. Ayakta duran
bir insan eger sıvı gıda içerse doğrudan doğruya onikiparmak bağırsağına geçer. Eğer
insan sıvı gıdayı oturarak içerse bunlar önce midede birikir, asitle karışarak mikropları
ölür ve sonra onikiparmak parmak bağırsağına geçer. Bu durumda, oturarak su içme
usulüne uymakla insan, bazı hastalıklarından korunmuş olur.
H ıfzı's-Sıhha konusundaönemli örneklerden birisi de diş Temizliği ile ilgili hadis-
lerdir. İslâm dini temizliğe büyük önem vermiş ve temizliği imanın belirtilerinden say-
mıştır. İbadetlerden önce gusül abdesti ve abdest alınmasının zaruri olması, bunu
açıkça göstermektedir. Bedenin, namaz kılınacak yerin, evlerin, çevrenin, hatta dinlen-
mek için oturulan gölgeliklerin (parkların) temiz tutulmasıyla ilgili tavsiyeleri sünnette
bulmak mümkündür. Bunun yanında İslam beden temizliğine ayrıca önem vermiştir.
Yukarıda kaydedilen hadiste de görüldüğü üzere, fıtrattan gelen ve geçmiş peygamber-
lerin de uyguladığı bazı temizlik noktalarına dikkat çekilmiştir. Tırnakların kesilmesi,
koltuk altı ve kasık kıllarının temizlenmesi, bıyıkların uzun kısımlarının kırpılması,
sünnet olmak ve özellikle dişlerin temiz tutulması bunlar arasında sayılmıştır. Ancak
dişlerin temizlenmesi hususunda Allah Rasûlü daha ısrarcı davranmış ve bu konuda
ümmetini uyarmıştır.
Zeyd b. Halid el-Cüheni ve Ebû Hureyre' nin bildirdiğine göre Allah Rasûlü (s.a.s.)
"Eğer ümmetime ağır gelmeyecek olsaydı, onlara her namazda/abdestte misvak
kullanmalarını emrederdim."buyurmuştur.
Misvak kullanılmasının amacı ağız temizliğidir. Hz. Peygamber sadece namaz
esnasında değil, günün her saatinde ağız ve özellikle diş temizliğine önem verilmesini
istemiştir. Allah Rasulü'nün (s.a.s)ٌ abdest َ ْ veya
ٌ َ ْ namaz dışında da, misvak kullandığı ve
ِّ َ ُ ِّ
diş temizliğine dikkat ettiği ""الس َواك َمطه َرة ِللف ِم َم ْرضاة ِل َّلرب "Misvak ağız için bir temizlik ve
َّ َ ُ َّ َ َ
Rabb'ın rızasını kazanmaya sebeptir" hadisinden anlaşılmaktadır. Ayrıca " تسوكوا؛ ف ِإن
ِّ ٌ َ َ ْ ٌ َ ْ َ ِّ
َم ْرضاة ِل َّلرب،الس َواك َمطه َرة ِللف ِم " “Misvak kullanınız. Şüphesiz misvak ağız için temizleyici,
Rabbın rızasına da sebeptir."hadisinde de ağız temizliğine ve Rabbın rızasına dikkat
çekilerek, misvakın sadece namaz esnasında değil her zaman kullanılması, yani ağız
temizliğinin yapılması, gerektiği vurgulanmıştır.
283
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Diger yandan Hz. Peygamber, "Hayret dogrusu nasıl oluyor da sararmış dişlerle
dolaşıp duruyorsunuz. Dişlerinizi misvakla temizleyiniz" diyerek dişleri sararmış bir
halde huzurunaçıkan bazı sahabeyi uyarmıştır.
Bütün bu hadisler ve sahabe uygulaması gösteriyor ki, diş temizliği yalnız abdest
ve namaz için değil, ağız ve vücut sağlığı açısından önemlidir. Dişlerin temiz tu-
tulmamasının onların çürümelerine ve mikrop kaynağı olmalarına sebep olduğu ve
bunun da vücuda yayılarak hastalıklara sebep olduğu günümüzde bilinen bir husustur.
Ayrıca diş çürüklerinin çevredeki insanları rahatsız edecek derecede çok kötü kokulara
sebep olduğu malumdur. Bu gibi sebepler düşünüldüğünde Hz. Peygamber'in (s.a.s.)
insan sağlığı ve toplumun rahatsız olmaması için ne kadar önemli bir uyarıda
bulunduğu anlaşılmaktadır. O günün toplumunda insanların dikkat etmediği ya da
önemsemediği bir hususta sağlığı korumak için önemli bir tedbir alınmıştır. Yukarıda
verilen örnekler muvacehesinde daha bir çok hadis ifade etmek mümkündür. Bu
rivayetlere baktığımızda, genel olarak hasta olmadan önce tedbir almaya ve insan
sağlığını korumaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır.
c. Cahiliye Devri Tıp Alanındaki Birikimlere Dayalı Rivayetler
Islam'ın ortayaçıktığı dönemde insanlar tıp ilmiyle ilgileniyor ve tedavi için ta-
biplere müracaat ediyorlardı. Dönemin tıp birikimi üzerinde Mezopotamya tıbbının
etkisi olduğu düşünülmektedir. Çünkü câhiliye toplumunun hastalık algısı ile on-
larınkinin bir birine benzediği tespit edilmiştir. Her iki toplumda da hastalığın tanrı
tarafından cezalandırma olduğu kabul ediliyordu. Tıbbî bilgi alanında belli bir geri pla-
na da sahip olan câhiliye insanları arasında, basit yöntemlerle, tedavi uygulamalarının
olduğu rivayetlerden anlaşılmaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.s.), insanlar ın ihmallerine dikkatçekerek, sağlığı koruma
yönünde tedbirler alınmasını öğretmiştir. Tıbbı Nebevî ile ilgili rivayetlerin tedavi
kısmına baktığımızda onların çoğunlukla o devirde kullanılan tıp uygulamaları olduğu
görülecektir. Nitekim Peygamberler, içinde yaşadıkları toplumun hayata dair uygula-
malarını tasdik, ya da reddederler. Şayet tepkisiz kalmışlarsa o şeyin mahzurlu olma-
dığı anlamına gelir ki bu da takriri sünnet olur. Hz. Peygamber de yaşadığı toplumda
tıbba dair uygulamaların bazılarının devamını açıkça isterken bazılarını yasaklamıştır.
Yasakladıklarını yapmak dinen uygun değildir. Meşrulaştırdığı ya da tepki göstermediği
uygulamalar ise yapılabileceği anlamına gelir. Ancak unutmamak gerekir ki bunlar, o
zamana kadar olan tıbbi bilgi birikimine dayalı ve dönemin bilgisiyle sınırlıdır. İnsan-
lara fayda sağladığı müddetçe tedavide uygulanmasıda bir mahzur yoktur.
Allah Rasulü (s.a.s.) dönemin tıp bilgi birikiminden istifade etmekle birlikte, tıp
alanında uzmanlaşan kimselere, tedavi olunmasını da tavsiye etmiştir. Nitekim Sa'd b.
Ebî Vakkâs hastalandığında Hz. Peygamber (s.a.s.) onu ziyarete gitmiş ve yatakta yatar
halde görünce, ona ve yakınlarına; "Haris b. Kelede'yi çağırın, O iyi bir hekimdir, Sa'd'ı
tedavi etsin." demiştir.
Ayr ıca Hz. Peygamber (s.a.s.) tıp alanında uzmanlıgaönem vermiş, uzman olma-
yan kişileri de, "Daha önce tabiplik bilgisi olmadığı halde tedavi işine girişen kimse,
hastaya zarar verirse diyetle mükelleftir."diyerek, tabiplikten uzak tutmaya çalışmıştır.
Meşrulaştırdığı Tıbbî Uygulamalar
1. Hacamat.
Hacamat; حجمkökünden türemiş bir kelimedir. Hacamat yaptırmaya ihticâm, ya-
pan kişiye haccâm, kullandığı aletlere de mihcem denir. Hacamat aletleriyle vücuttan
kan alma, ya da vücudun bir yerine kan toplama işlemine hacamat denir. Kan
çıkartılarak yapılana kanlı hacamat, kan çıkartılmaksızın kanı bir yere toplamaya ise
284
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
kuru hacamat denir. Halk arasında bu uygulama şişe vurmak olarak da bilinir. Hacamat
uygulaması Mezopotamya ve Mısır uygarlığına kadar ulaşan bir tedavi yöntemi olarak
bilinmektedir. Tarihi çok eski dönemlere kadar uzanan hacamat uygulaması, câhiliye
döneminde de halk arasında yaygın olarak kullanılmaktaydı. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu
uygulamayı "Sizin tedavi olduğunuz şeylerden herhangi birisinde hayır varsa, o da ha-
camattır."buyurarak meşrulaştırmıştır. Hacamat ile ilgili bir çok sahih rivayet mevcut-
tur. Hz. Peygamber'in (s.a.s.) bu tür hadislerinin muhtevasının câhiliye dönemi tıp biri-
kimlerini yansıttığı anlaşılmaktadır. Zaten hadisteki "Sizin tedavi olduğunuz şeylerden"
ifadesi o dönemde bunun uygulandığını açıkça göstermektedir.
2. Ûd-u Hindî İle Tedavi.
Ümmü Kays Bint-i Mihsân (r.a.) Rasûlullah'ın (s.a.s.) şöyle buyurduğunu
aktarmıştır: "Ûd-u Hindî'yi (küst) kullanmaya devam ediniz. Çünkü onda yedi şifa
vardır. Zâtulcenb hastalığına şifa olması onlardan birisidir."Ûdi Hindî’ye kust ya da kist
olarak da isimlendirilmiştir. Hindistan tarafında yetişenin siyah ve daha hararetli
olduğu bilinmektedir. Buruna çekilmek suretiyle enfiye olarak kullanıldığı gibi biraz
sulandırılıp buruna damlatma şeklinde de kullanılmaktaydı. Bu bitki topalak diye de
adlandırılmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu bitkinin yedi derde deva olduğunu bild-
irmiştir. Bu hadisten Câhiliye dönemi insanlarının bu bitkiyi Hz. Peygamber'den önce
de tedavi amaçlı kullandıkları anlaşılmaktadır.
3. Ismid (göze çekilen sürme).
Abdullah b. Ömer ve Câbir'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.): İsmid'e
(göze çekilen sürme) devam ediniz. Çünkü o, gözü temizleyip görme gücünü artırır ve
kirpikleri (besleyip) yetiştirir." demiştir.
Yukarıdaki rivayetlerde görüldüğü üzere Hz. Peygamber (s.a.s.) kendi döneminde
tedavi olarak kullanılan, hatta bazen kullanımı tarihin derinliklerine uzanan tıp bilg-
ilerinden istifade etmiştir. Ud-u Hindî'yi kullanmaya devam etmelerini tavsiye etmesi,
bunun tipik örneklerinden birisidir. Ümmetine, bunu tedavide kullanmaya devam et-
melerini söyleyerek, bu uygulamayı meşrulaştırmıştır. Aynı şekilde hacamat uygula-
masını ve göze çekilen bir çeşit sürme olan İsmid kullanımını da meşrulaştırmıştır. Bu
uygulamaları Hz. Peygamber (s.a.s.) ortaya koymamış, aksine Allah Rasûlü (s.a.s.) bun-
ları hazır bulmuştur. Ancak O (s.a.s.), devrinin tıpla ilgili doğru uygulamalarını tasvip
ederek onlardan faydalanmıştır.
Yapılmasını Men Ettiği Uygulamalar
Peygamberler kendi dönemlerinde insanların yanlış davranışlarına müdahale
etmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de onlardan farklı davranmamıştır. Çünkü onun
gördüğü halde yanlış olduğunu söylemediği ya da tepki vermediği davranışlar doğru
olarak kabul edilirdi. Bu sebeple Allah Rasûlü (s.a.s.) yaşadığı dönemde gördüğü bazı
tıbbi uygulamaları doğru bulmamış ve onların terk edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Bunlardan bazıları şöyledir:
1. Ate:şle Yakarak Tedavi (Daglama)
Ateşle yakarak tedavi etmeye daglama denir. Hz. Peygamber'in (s.a.s.) yaşadıgı
dönemde insanlar dağlayarak tedavi yöntemini kullanıyorlardı. İnsana çok acı ver-
diğinden dolayı uygulaması çok zor olan bu yöntemi Allah Rasûlü (s.a.s.) çok zorunlu
olmadığı durumlarda tavsiye etmemiştir. İbn Abbâs’ın bildirdiğine göre Allah Rasûlü
(s.a.s.): " Şifa üç şeyde vardır. Bal şerbeti içmek, hacamat yaptırmak ve ateş ile dağla-
mak. Fakat ümmetimi ateşle dağlamaktan men ederim." buyurmuştur. Hz. Peygamber
(s.a.s.) dağlamakta şifa bulunduğunu bildirmekle beraber, dağlamanın insana vereceği
acı nedeniyle, ümmetinin dağlama yöntemi kullanmasını uygun bulmamıştır. Nitekim
285
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
286
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
287
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
المستخلص
يهدف البحث إلى تحرير حكم العمل بالحديث الضعيف ،خصوصاً بعد تعالي األصوات برده جمل ًة وتفصيالً
وإدراجه مع الحديث الموضوع ،ثم إسقاط قاعدة جواز واستحباب العمل بالضعيف في الفضائل والمستحبات على
أبحاث الطب النبوي ألن الراجح كون التداوي سنة او مستحبا وليس واجباً.
سيتناول البحث :تعريف الحديث الضعيف ،درجاته ،مذاهب العلماء من العمل به ،القول الراجح ومن ثم بيان
اندراج أحاديث الطب النبوي ضمن باب المستحبات والفضائل و التمثيل لذلك بأمثلة تطبيقية ألحاديث ضعيفة في
الباب ،وفي الختام عرضأهم النتائج التي توصل إليها الباحث.
288
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
الحمد هلل الذي أطلع شمس السنة النبوية من آفاق المعارف الربانية فأشرقت بها قالع
المعارف الكونية ،والصالة والسالم على سيد المرسلين ،وإمام المهتدين ،وقائد الغر المحجلين
سيدنا محمد الرحمة المهداة إلى العالمين ،وآله وصحبه أجمعين.
تعد أحاديث الطب النبوي باباً من أبواب الموضوعات التي تناولتها األحاديث النبوية
بمختلف درجاتها -من حيث القوة والضعف -صحيحاً وحسناً وضعيفاً ،نال اهتمام العلماء
باإلفراد في كتب و أبواب في المصنفات األمهات الستة وغيرها ،ثم أفرده العلماء في أجزاء
خاصة بأحاديث الطب النبوي.
يهدف البحث إلى تحرير حكم العمل بالحديث الضعيف عموماً ،خصوصاً بعد تعالي
األصوات برده جمل ًة وتفصيالً وإدراجه مع الحديث الموضوع ،والتأكيد على عدم وجود مذهب
مستق معتمد يقول بمنع العمل بالضعيف مطلقاً ،ومن ثَم إسقاط و تطبيق قاعدة جواز
واستحباب العمل بالضعيف في الفضائل والمستحبات على أبحاث الطب النبوي على الراجح من
اعتبار التداوي مستحباً وليس واجباً.
خطة البحث
المبحث األول :الحديث الضعيف ( تعريفه ،درجاته ،حجيته ،مذاهب العلماء في العمل به
في فضائل األعمال ،معنى فضائل األعمال)
ثالثاً :أمثلة لألحاديث الضعيفة التي عمل بها العلماء في موضوعات الطب النبوي.
الخاتـمــة والنتائج
المبحث األول :الحديث الضعيف ( تعريفه ،درجاته ،حجيته ،مذاهب العلماء في العمل به
في فضائل األعمال ،معنى فضائل األعمال)
« َّ
الضعف بفتح الضاد لغة تميم ،وبضمها في لغة قريش ()1
الضعيف لغة :قال الفيومي
خالف القوة والصحة ».
()2
. الحديث الضعيف اصطالحاً :كل حديث لم تجتمع فيه صفات القبول
()3
:وهي االتصال والعدالة والضبط _ ولو لم يكن تاماً -والعاضد عند وصفات القبول
االحتياج وعدم الشذوذ وعدم العلة.
والمراد تبعاً لدرجة ضعفه ،وقد رأيت كثير من العلماء يتحدث هنا مباشرة عن أوهى األسانيد
،ولكن الشيخ محمد عوامة قد لخص البحث بشكل جيد فقال « :ينبغي أن يجعل الحديث
الضعيف في هذا الباب أربعة أقسام :
–1الضعيف المنجبر الضعف بمتابعة أو شاهد ،وهو ما يقال في أحد رواته :لين
الحديث ،أو :فيه لين ..وهو الحديث الملقب بالمشبه أي المشبه بالحسن من وجه وبالضعيف
من وجه آخر وهو إلى الحسن أقرب .
–2الضعف المتوسط الضعف ،وهو ما يقال في راوية ضعيف الحديث ،أو مردود
الحديث أو منكر الحديث .
290
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
وهذه الدرجات تتفاوت تبعاً لتوافر شروط القبول الستة المار ذكرها ،فكلما انعدمت صفات
القبول كان الحديث أشد في الضعف وضعفت إمكانية قبوله ،وكلما توافرت صفات القبول أكثر
كلما خف الضعف وكانت إمكانية جبر الضعف الذي فيه وإمكانية ارتقائه للحسن لغيره أكثر.
اتفق العلماء على اشتراط كون الحديث متوات اًر للعمل به في أصول العقائد ،وقبلوا الحديث
اآلحاد الصحيح في فروع العقائد و األحكام تأسيساً واستنباطاً.
كما عمل الفقهاء يالحديث الضعيف في األحكام في بعض المواطن وفي أحوال معينة وهذا
ابن القيم يقول « األصل الرابع :األخذ بالمرسل والحديث الضعيف إن لم يكن في الباب
شيء يدفعه وهو الذي رجحه أحمد على القياس وللضعيف عنده مراتب فإن لم يجد في الباب
أث اًر يدفعه وال قول صاحب وال إجماعاً على خالفه كان العمل به عنده أولى من القياس وليس
أحد من األئمة إال وهو موافق على هذا األصل من حيث الجملة فانه ما منهم أحد إال وقد قدم
الحديث الضعيف على القياس »( ، . )2و أص َل المسألة العالمة محمد عوامة في كتابه « أثر
الحديث الشريف في اختالف األئمة الفقهاء » وهو مترجم إلى اللغة التركية وهو مهم جداً.
أما بالنسبة لألخالق و فضائل األعمال و الترغيب بالثواب و الترهيب من العقاب والرقائق
والوعظ والفضائل والمثالب و المغازي والسير و التفسير فقد قبل العلماء العمل بالحديث
الضعيف الذي لم يشتد ضعفه ،وقالوا تثبت به بعض المستحبات بشروط.
291
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ودونك نصوص موثقة من كالمهم نظرياً ،أو من تصرفهم عملياً من كتبهم ولم أقصد
االستيعاب ويلحظ أنه المنقول منه بالنسبة للمنهج العملي هو كتب مؤلفة تذكر األحاديث فيها
على سبيل االحتجاج في هذا الموضوع وليست كتباً جامعاً لكل ماورد في المسألة وسأحاول أن
أرتبها على التسلسل الزمني تبعاً لزمن وفاته وقبل نقل النصوص سأعرض أسماء العلماء إجماالً
.
وكلهم أئمة عظام جبال كالبخاري ومسلم ومالك وأحمد وسفيان الثوري وعبد هللا ابن المبارك
وسفيان بن عيينه وعبد الرحمن بن مهدي وابن أبي حاتم وأبو زكر العنبري و الحاكم والخطيب
البغدادي وابن عبد البر والبيهقي وابن قدامة وعبد الحق األشبيلي وأبو الحسن بن القطان وابن
الصالح والنووي وابن سيد الناس والطيبي والجرجاني والزركشي وابن ناصر الدين وابن الهمام
والعراقي والقاري وغيرهم كثير ،سأنقل بعض نصوصهم فيما يلي من مصادرها:
قال اإلمام سفيان الثوري ( ت «: ) 161ال تأخذ هذا العلم في الحالل والحرام إال من
الرؤساء المشهورين بالعلم الذين يعرفون الزيادة والنقصان فال بأس بما سوى ذلك من المشايخ
()3
. »
وقيل لعبد هللا بن المبارك ( ت ) 181لما روى عن رجل حديثاً « هذا رجل ضعيف »
قال « يحتمل أن يروى عنه هذا القدر أو مثل هذه األشياء » قلت لعبدة :مثل أي شي كان ؟
()4
وكتابه الزهد شاهد كضوء الشمس وال قال :في أدب ،في موعظة ،في زهد أو نحو ذلك »
يحتاج إلى بيان .
اإلمام مالك بن أنس إمام دار الهجرة ( ت : ) 197لم يستغن عن ذكر البالغات في
كتاب الموطأ وفيها الكثير من الضعاف التي لم تثبت ،مع أنه جعل كتابه مرجعاً للفقه
()5
. والدين
قال سفيان بن عيينة ( ت «: ) 198ال تسمعوا من بقية ما كان في سنة واسمعوا منه ما
()6
. كان في ثواب وغيره »
وقال اإلمام أحمد بن حنبل ( ت «: ) 241إذا روينا عن رسول هللا في فضائل األعمال
()8
.وقال كما في رواية الميموني عنه «: وما ال يضع حكماً وال يرفعه تساهلنا في األسانيد »
292
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
()1
.وقال في رواية عباس أحاديث الرقاق يحتمل أن يتساهل فيها حتى يجيء شيء فيه حكم »
الدوري عنه «:ابن إسحاق رجل تكتب عنه هذه األحاديث –يعني المغازي ونحوها –وإذا جاء
()2
. الحالل والحرام أردنا قوماً هكذا وقبض أصابع يده األربع »
اإلمام البخاري ( ت ) 256فقد صنف كتاباً في اآلداب والرقاق وهي من فضائل األعمال
وجمع فيه أحاديثاً تفاوتت درجاتها فمنها الصحيح والحسن والضعيف وقد نبه إلى ذلك الشيخ
()3
غدة أبو الفتاح عبد
رحمه هللا ونقل أرقام أحاديث ضعيفة وتتبع الرواة في تحقيقه وتعليقه على كتاب ظفر األماني
للكنوي.
فقام أوالً بنقل جملة من األحاديث –أكتفي بأرقامها كما ضبطها شارحه المبيالني –وذكر
الراوي الضعيف ثم تتبع الرواة الموصوفين بالضعف أو الجهالة أو مستور من خالل الرجوع إلى
تقريب التهذيب وأثبت أن في األدب المفرد أحاديثاً ضعيفة وقد أوردها إمام المحدثين وحجتهم .
ثم إن شارح الصحيح اإلمام الحافظ ابن حجر العسقالني شيخ اإلسالم قال في مقدمة الشرح
المسماة هدي الساري في معرض الكالم عن أحد الرواة وهو محمد بن عبد الرحمن َّ
الطفاوي بعد
أن ذكر أن للعلماء فيه مقاالً «:كأن البخاري لم يشدد فيه ،لكونه من أحاديث الترغيب
وقال في االعتذار عن تخريج البخاري ( فليح بن سليمان ) « وإنما أخرج له ()4
والترهيب »
()5
. أحاديث أكثرها في المناقب وبعضها في الفضائل »
()6
«:أنه يقسم األخبار ثالثة أقسام واإلمام مسلم ( ت ) 261فقد قال في مقدمة صحيحه
:
األول :ما رواه الحفاظ المتقنون ،الثاني :ما رواه المستورون والمتوسطون في الحفظ
واإلتقان ،الثالث :ما رواه الضعفاء والمتروكون » وقد أخرج مسلم لعدد من أعيان الطبقة الثالثة
في المتابعات والشواهد في صحيحه .
وقال ابن أبي حاتم الرازي ( ت : ) 327بعد أن قسم اتباع التابعين إلى خمس مراتب «:
المرتبة الرابعة ومنهم الصدوق الورع والمغفل الغالب عليه الوهم والخطأ والغلط والسهو فهذا
()7
يكتب من حديثه الترغيب والترهيب والزهد واآلداب وال يحتج بحديثه في الحالل والحرام»
وقال الحافظ أبو زكريا يحيى بن محمد العنبري ( ت : ) 344وهو شيخ الحاكم أبي عبد
هللا « الخبر إذا ورد ولم يحرم حالالً ولم يحل حراماً ولم يوجب حكماً وكان في ترغيب أو ترهيب
()8
. أو تشديد أو ترخيص رجب اإلغماض عنه والتساهل في رواته »
293
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
وقال اإلمام الحافظ أبو عبد هللا الحاكم تلميذه « وأنا بمشيئة هللا أجري األخبار التي سقطت
()9
أبي سعيد عبد الرحمن بن مهدي في قبولها » على الشيخين في كتاب الدعوات على مذهب
ثم ساق بسند شيخه العنبري عبارة ابن مهدي المشهورة .
وأما ابن حزم ( ت : ) 456فقد قال في المحلى « :وهذا األثر وإن لم يكن مما يحتج
بمثله فلم نجد فيه عن رسول هللا صلى هللا عليه وسلم غيره وقد قال أحمد بن حنبل ضعيف
()1
. الحديث أحب إلينا من الرأي » قال « :وبهذا نقول »
وقال اإلمام البيهقي ( ت : ) 458بعد أن قسم األخبار وتكلم عن األخبار الضعيفة ذكر
الرواة –فقال « وضرب ال يكون راويه متهماً بالوضع غير أنه عرف لسوء الحفظ وكثرة الغلط
فمن رواياته ،أو يكون مجهوالً لم يثبت من عدالته وشرائط قبول خبرة ما يوجب القبول فهذا
الضرب من األحاديث ال يكون مستعمالً في األحكام ،كما ال تكون شهادة من صفته هذه
مقبولة عند الحكام وقد يستعمل في الدعوات والترغيب والترهيب والتفسير والمغازي فيما ال يتعلق
()2
. به حكم »
وهذا ابن عبد البر ( ت : ) 463يقول « أهل العلم بجماعتهم يتساهلون في الفضائل
.ويقول «:وأهل العلم مازالوا ()4
فيروونها عن كل وإنما يتشددون في أحاديث األحكام »
يسامحون أنفسهم في رواية الرغائب والفضائل عن كل أحد -وفي نسخة على كل حال –وإنما
.ويقول أيضاً :وأحاديث الفضائل ال يحتاج فيها إلى من ()5
يتشددون في أحاديث األحكام »
()6
يحتج به »
294
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
()8
وقال ابن قدامة المقدسي( ت «) 630النوافل والفضائل ال يشترط صحة الحديث لها »
ثم لما تكلم عن مسألة االحتباء واإلمام يخطب قال « :وال بأس باالحتباء ...روي ذلك عن
ابن عمر وجماعة من الصحابة « األولى تركه لما روي عن النبي صلى هللا عليه وسلم..
()9
. فاألولى تركه ألجل الخبر وأنه كان ضعيفاً »
وقال أمير المؤمنين في الحديث اإلمام ابن الصالح ( ت «: ) 643يجوز عند أهل
الحديث وغيرهم التساهل في األسانيد ورواية ما سوى الموضوع من أنواع األحاديث الضعيفة من
غير اهتمام ببيان ضعفها فيما سوى صفات هللا تعالى وأحكام الشريعة من الحالل والحرام
وغيرهما .
وذلك كالمواعظ والقصص وفضائل األعمال وسائر فنون الترغيب والترهيب وسائر ماال تعلق
له باألحكام والفضائل وممن روينا عنه التنصيص على التساهل في نحو ذلك عبد الرحمن بن
ٍ
ومحش عليه ومختصر له وناظم له . .وقد وافقه كل شارع لكتابه ()1
مهدي وأحمد بن حنبل »
وأما اإلمام محيي الدين النووي ( : ) 676فقد يبين ذلك في غير موضع ونقل اتفاقه
العلماء على ذلك كما سترى .فقد قال « قال العلماء من المحدثين والفقهاء وغيرهم :يجوز
ويستحب العمل في الفضائل والترغيب والترهيب بالحديث الضعيف مالم يكن موضوعاً ،وأما
األحكام كالحالل والحرام والبيع والنكاح والطالق وغير ذلك فال يعمل فيها إال بالحديث الصحيح
. ()2
أو الحسن « إال أن يكون في احتياط في شيء من ذلك »
وقال أيضاً في مقدمة شرح مسلم في معرض كالمه في الجواب عن رواية بعض األئمة عن
الضعفاء « :أنهم قد يروون عنهم أحاديث الترغيب والترهيب وفضائل األعمال والقصص
وأحاديث الزهد ومكارم األخالق ونحو ذلك مما ال تعلق له بالحالل والحرام وسائر األحكام وهذا
الضرب من الحديث يجوز عند أهل الحديث وغيرهم التساهل فيه ورواية ماسوى الموضوع منه
()3
وقال « :وقد قدمنا والعمل به ألن أصول ذلك صحيحة مقررة الشرع معروفة عند أهله »
()4
. اتفاق العلماء على العمل بالحديث الضعيف في فضائل األعمال »
وقال ابن سيد الناس ( ت : ) 734بمناسبة كالمه على توثيق محمد بن إسحاق صاحب
السيرة ما نصه «:ثم غالب ما يروي عن الكلبي أنساب وأخبار من أحوال الناس وأيام العرب
وسيرهم وما يجري مجرى ذلك مما سمح كثير من الناس في حمله عمن ال تحمل عنه األحكام
وممن حكي عنه الترخص في ذلك اإلمام أحمد وممن حكي عنه التسوية في ذلك بين األحكام
()5
. وغيرها يحيى بن معين »
295
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ووافق الحافظ ابن كثير ( ت : ) 774ابن الصالح في اختصار علوم الحديث ونقل
. ()7
العبارة كما هي دون تقييد أو إنكار
وقال العالمة بدر الدين الزركشي الشافعي ( ت «: ) 794الضعيف مردود مالم يفد
()8
.وقال «:ما ذكره –أي الحافظ ابن الصالح –من أنه ال يجوز رواية ترغيباً أو ترهيباً »
الضعف إال بصيغة التمريض شامل للضعيف الذي يمتنع العمل به وهو في األحكام ،والذي
شرع العمل به وهو في الفضائل وهو في الظاهر ومن الناس من يجزم بـ قال في الضعيف إذا
()9
. كان من فضائل األعمال واألصل المنع »
وقال شارحاً « :وأما غير الموضوع فجو از التساهل في إسناده وروايته من غير بيان لضعفه
إذا كان في غير األحكام والعقائد بل في الترغيب والترهيب من المواعظ والقصص وفضائل
األعمال ونحوها ثم نقل أن اإلمام أحمد وابن المالك وابن مهدي نصوا على ذلك وعقد لذلك ابن
()1
. عدي فصالً في الكامل وكذلك الخطيب في الكفاية »
وقال ابن ناصر الدين الدمشقي ( ) 842قال « :وكما تجوز رواية الحديث الضعيف
الوارد في بعض هذه األمور –أي الترغيب والترهيب والقصص واألمثال والمواعظ وفضائل
()3
. األعمال –كذلك يجوز العمل به عند الجمهور »
296
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
وقال شيخ اإلسالم زكريا األنصاري الشافعي ( ت «: ) 925وعليه ففائدته جواز العمل به
إذا العمل في فضائل األعمال بالحديث الضعيف جائز ».وتابع في شرح األلفية اإلمام العراقي
()5
. على الجواز تماماً ولم يعلق أو ينكر
وأما أبن حجر الهيتمي الشافعي ( ت : ) 973فقد وافق النووي في شرحه على األذكار
.وقال في موضع آخر «:وال فرق بين حفظ أربعين ()6
على ذلك ونقل اإلجماع واالتفاق
()7
. صحيحة وحسنة وكذا ضعيفة في الفضائل للعمل فيها »
وقال الشيخ المحقق العالمة أحمد رضا البريلوي ( «: ) 1340فصريح ما يعطيه كالمهم
قبول ما اشتد ضعفه لفسق أو فحش غلطه مثالً وإن تفرد ولم يكثر طرقه فانهم وتأمل ...
وبالجملة فاالطالق –أي ما سوى الموضوع –األوفق بالدليل واأللصق بقواعد الشرع الجميل »
()1
ينسب هذا المذهب كمذهب في العمل في الضعيف في فضائل األعمال إلى شيخ اإلسالم
ابن حجر العسقالني والذي نقله عنه الحافظ السخاوي والحافظ السيوطي وصاحب الدر المختار
كما ستأتي النصوص معنا ،وقد نقل السخاوي أنه مذهب الجمهور وفصل في اتفاق العلماء
على الشروط المذكورة نقالً عن شيخه ابن حجر رحمهم هللا جميعاً .
قال اإلمام السخاوي ( ت «: ) 903سمعت شيخنا رحمه هللا [ يعني ابن حجر ] م ار اًر
يقول –وكتبه لي بخطه –إن شرائط العمل بالضعيف ثالثة :األول متفق عليه :أن يكون
الضعف غير شديد ،فيخرج من اتفرد من الكذابين والمتهمين بالكذب ومن فحش غلط .الثاني :
أن يكون مندرجاً تحت أصل عـام فيخرج ما يخترع بحيث ال يكون له أصل أصالً .الثالث :أن
297
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ال يعتقد عند العمل به ثبوته لئال ينسب إلى النبي ما لم يقله .قال واألخيران :عن ابن عبد
السالم وعن صاحبه ابن دقيق العيد ،واألول نقل العالئي االتفاق عليه » ..ثم لما رتب
المذاهب قال « :هو الذي عليه الجمهور يعمل به في الفضائل دون األحكام كما تقدم بشروطه
.وكالم الحافظ السخاوي في فتح المغيث مختصر عن هذا ولكن فصل في الشرط الثاني ()2
»
فقال «:وكان مندرجاً تحت أصل عام حيث لم يقم على المنع منه دليل آخر أخص من ذلك
()3
. العموم »
وقال اإلمام الحافظ السيوطي الشافعي ( ت «: ) 911وذكر شيخ اإلسالم له ثالثة شروط
:أحدها :أن يكون الضعيف غير شديد ،فيخرج من انفرد من الكذابين والمتهمين بالكذب ومن
فحش غلطه ،نقل العالئي االتفاق عليه .
الثاني :أن يندرج تحت أصل معمول به .الثالث :أن ال يعتقد عند العمل به ثبوته بل يعتقد
()4
. االحتياط .وقال هذا ذكرهما ابن عبد السالم وابن دقيق العيد »
وقال الحصكفي الحنفي ( ت «: ) 1088فائدة :شرط العمل بالحديث الضعيف عدم شدة
()5
قال ابن ضعفه وأن يدخل تحت أصل عام ،وأن ال يعتقد سنية ذلك بل يعتقد االحتياط »
عابدين (ت «: )1252شديد الضعف هو الذي ال يخلو طريق من طرق عن كذاب أو متهم
()6
. بالكذب قاله ابن حجر ط/هـ »
فيتحصل لدينا هنا ثالثة شروط وكما رأينا قال أبن حجر أن الشرط األول نقل العالئي
االتفاق عليه والثاني والثالث ذكرهما ابن دقيق العيد وابن عبد السالم.
ومن المتأخرين اختاره –فيمن وقفت على كالمه –ابن عالن في شرح األذكار وفي تفصيل
،والشيخ عبد هللا سراج ()2
،والشيخ الكوثري ()1
والعالمة اللكنوي الحنفي ()7
الكالم من الشروط
()5 ()4 ()3
،والشيخ محمد ،والدكتاور نور الدين عتر ،والشيخ عبد الفتاح أبو غدة الدين
عوامة(.)6
وفسره ابن حجر بـ فيخرج من اتفرد من الكذابين أو المتهمين بالكذب أو فحش غلط هذا
على رواية السخاوي والسيوطي .
وفسره أيضاً بـ بحيث ال يخلو طريق من طرقه عن كذاب أو متهم بالكذب على رواية
الطحطاوي .ونقل ابن حجر أن العالئي نقل االتفاق على هذا الشرط ،لكن في نقل االتفاق
نظر بحثته باستفاضة ال مجال لذكره هنا وسأحيل لبعض المراجع للتوسع.
298
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
في نقلي السخاوي ( عام ) وفي كالم السـيوطي في التدريب ( معمول به ) وإلى هنا
ال خالف ولكن في تفسير السخاوي اختالف في تفسير الشرط ففي القول البديع ( ...فيخرج ما
يخترع بحيث ال يكون له أصل أصالً ) وفي فتح المغيث ( ...حيث لم يقم على المنع دليل
آخر أخص من ذلك العموم ) .
وهنا أقول :نعم كالمه في القول البديع واضح وهو تفسير ظاهر الندراجه تحت أصل عام ،
ولكن كالمه اآلخر يفيد قيداً جديداً –فيما يظهرلي –وهو عدم وجود ما يعارضه وهذا مهم جداً
.
وإلى ما تنبهت إليه يشير تلخيص العالمة الفاضل محمد عبد الحي الكنوي في كتابه ( ظفر
األماني ) ذلك أنه في بداية النقل عن السخاوي والسيوطي نقل ثالثة شروط ،ولكنه في
خالصة البحث نقل أربعة شروط أولها :فقدان دليل آخر أقوى منه معارضاً له ،ثم يذكر ثالثها
:أن يكون داخالً تحت أصل كلي من األصول الشرعية ( ، )7فهذا أمر مهم وقيد عدم
المعارضة مهم جداً فيما يظهر لي .
تتمته عند السخاوي ( لئال ينسب إلى النبي صلى هللا عليه وسلم) وعند الطحطاوي وعند
()8
وقوله « السيوطي ( بل يعتقد االحتياط ) زاد الدكتور نور الدين عتر ال الثبوت الالزم »
االحتياط » واضح فهو إن فعل ذلك العمل وكان النبي صلى هللا عليه وسلم قد قاله فعالً فقد
خرج عن العهدة ،وإن لم يكن فال يترتب على ذلك فساد شرعي .
وكذلك لو جاء حديث ضعيف على كراهة عمل لم يثبت استحبابه بدليل آخر –أي عدم
المعارض –فيؤخذ حنيئذ بهذا الحديث احتياطاً ،ألنه لو قاله النبي يقيناً فيتركه تركنا مكروهاً ،
()1
. وإن لم يكن قد قاله فنحن ما تركنا عمالً واجباً أو مستحباً بل مباح وال خير في ذلك
وقد حاول صاحب التعريف توضيح المراد بهذا الشرط منطقياً فقال « :فالحديث الضعيف
لم يترجح فيه جانب الظن أو الوهمك فيتوقف فيه ،وقد يزيد أحد الجانبين تبعاً لدرجة ضعف
الحديث ،فلما لم يترجح جانب الظن كان الصواب عدم اعتقاد أي ظن نسبته لرسول هللا صلى
هللا عليه وسلم و كذا لما لم يترجح جانب الوهم كان الثواب أيضاً عدم نفي النسبة فاالحتمال
قائم سلباً وإيجاباً ...وال يلزم من التوقف في النسبة منع العمل ،فالقياس معمول به ولكن ال
()2
ينسب للنبي صلى هللا عليه وسلم»
299
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
لدى النظر في كتب المصطلح نجد أن كل مؤلف عندما يتعرض لهذه المسألة –مسألة
العمل بالضعيف في فضائل األعمال أو مطلقاً –يقسمون –مسالك العلماء إلى ثالثة مذاهب
قائلين به مطلقاً ،ومقيدين بشروط ،ومالفين مطلقاً .
ولكني وبعد النظر في المانعين وما نقل عنهم نظرياً ،وما سنراه من اختيارهم عملياً وهو
المهم جداً رأيت الخطأ في نسبة هذا المذهب للكثير منهم بل وجميعهم إن صح التعبير،
وسأذكر أدلتي فيما ذهبت إليه .
نعم صرح بعض العلماء أو نسب إليه هذا نظرياً ولكن عارضه فعله أو نقل آخر عنه كما
سنرى قبل تحرير أقوالهم سأذكر نقول المتأخرين فيما نسبوه لهؤالء العلماء بمنع العمل
بالضعيف مطلقاً .
قال الزركشي (ت )794وتابعه السخاوي والسيوطي « وقد نقل بعض األثبات عن بعض
تصانيف الحافظ أبي بكر بن العربي المالكي أنه قال :إن الحديث الضعيف ال يعمل به مطلقاً
()3
. »
وقال طاهر الجزائري ( «) 1338وذهب قوم إلى عدم جواز األخذ بالحديث الضعيف في
أي نوع كان ،وقد أشار إلى ذلك العالمة عبد الرحمن المعروف بأبي شامة في كتاب [ الباعث
()4
. على إنكار البدع والحوادث ]
وقال الشيخ جمال الدين القاسمي (ت )1332ناسباً المنع لكثير من األئمة كما سنرى –
وهو أول المتوسعين في هذه النسبة كما قال ما نصه «:األول :ال يعمل به مطلقاً ،ال في
األحكام وال في الفضائل حكاه ابن سيد الناس في عيون األثر عن يحيى بن معين ،ونسبه في
فتح المغيث ألبي بكر بن العربي والظاهر أن مذهب البخاري ومسلم ذلك أيضاً يدل عليه شرط
البخاري في صحيحه ،وتشنيع اإلمام مسلم على رواة الضعيف كما أسلفناه وعدم إخراجهما في
()5
. صحيحهما شيئاً منه ،وهذا مذهب ابن حزم رحمه هللا أيضاً » ......
وقال الشيخ محمد زاهد الكوثري الحنفي ( « ) 1371والمنع من األخذ بالضعيف على
–وأبي شامة األطالق مذهب البخاري ومسلم وابن العربي – كبير المالكية في عصره
المقدسي – كبير الشافعية في زمنه –وابن حزم الظاهري ،والشوكاني ولهم بيان قوي في
()6
. المسألة ال يهمل »
300
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
وهكذا بالنظر إلى النصوص المنقولة نجد أن المنع مطلقاً نسب لكل من القاضي أبو بكر بن
العربي ويحيى بن معين والبخاري ومسلم وأبي شامة المقدسي وابن حزم الظاهري والشوكاني.
نسب جميع الذين نقلنا عنهم هذا المذهب إليه وأقدم هؤالء الزركشي في نكته وفيما ظهر لي
،قد اشتهر عن السخاوي والسيوطي ،ولكن جميع الناقلين عنه لم يذكروا في أي موضوع ذكر
ذلك أو في أي كتاب نقل عنه ذلك سواء العلماء المؤلفون أو محققوا كتبهم أجمعون وهم على
قدر جليل في التحقيق ومعرفة خفايا الكتب وعبارة الزركشي « وقد نقل بعض األثبات عن
بعض تصانيف الحافظ أبي بكر » دون ضبط أو تحديد .يقول صاحب التعريف « فلم يوجد
()1
نص صريح عنه يمنع العمل بالضعيف في الفضائل
يقول الشيخ محمد عوامة في تعليقه على القول البديع للسخاوي ،بعد أن ذكر نسبة القول له
من السيوطي و السخاوي « وال أراه يصح عنه لما نقله ابن عراق في تنزيه الشريعة عن
وقد رجعت إلى تنزيه الشريعة البن عراق في تنـزيه ()2
« مراقي ُّ
الزَلف » البن العربي نفسه »
الشريعة ألبن عراق الكناني والنص فيه «:وقال القاضي أبو بكر ابن العربي في كتابه مراقي
الزلف :وبكراهة النظر أقول ألن الخبر وإن لم يثبت بالكراهية فالخبر الضعيف أولى عند
()3
.يقول الشيخ محمد عوامة « فإن صح النقل األول عنه فلعله العلماء من الرأي والقياس »
()4
يحمل على شديد الضعف وللحديث مجال آخر »
ثم إن القاضي أبو بكر يقول في شرحه على الترمذي معلقاً على حديث رواه الترمذي في
العاطس ثالثاً حيث قال الترمذي :حديث غريب وإسناده مجهول :قال ابن العربي « تشميت َ
()5
وهو وإن كان مجهوالً ،فإنه يستحب العمل به ،ألن دعاء بخير وصلة للجليس وتودد له »
.وقد نقل الحافظ ابن حجر عبارة أبي بكر بن العربي وفي النقل عنده زيادة « فاألولى العمل
()6
. به »
فقد رأينا نقالً أن مذهبه المنع اعتماداً على قول ابن سيد الناس في كتابه « عيون األثر في
فنون المغازي والسير » في معرض حديثه عن توثيق محمد بن إسحاق «:ثم غالب ما يروى
عن الكلبي أنساب وأخبار من أحوال الناس وأيام العرب وسيرهم وما يجري مجرى ذلك مما سمح
كثير من الناس في حملة عمن ال تُحمل عنه األحكام ،وممن حكي عنه الترخيص في ذلك :
اإلمام أحمد » وممن حكي عنه التسوية بين األحكام وغيرها يحيى بن معين »( .... )7ولكن :
301
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ثبت لدينا عن ابن معين نقل معاكس تماماً في موضعين :أولهما :ما قاله في موسى بن
()8
. عبيدة الربذي « يكتب حديثه في الرقائق »
ثانيهما :ما قاله ابن عدي عن سعيد ابن أبي مريم « سمعت يحيى بن معين يقول :إدريس
()2 ()1
!! فهذا يفيد أنه يقبل الضعيف وال يمنع األخذ به بن سنان يكتب من حديثه الرقاق »
كما نقل اإلمام السخاوي في معرض حديثه عن مذهب الذين قالوا بالجواز ما نصه «:وهذا
التساهل والتشديد فنقول عن ابن مهدي عبد الرحمن وغير واحد من األئمة كأحمد بن حنبل وابن
()3
. معين » ...........
كما قال الشيخ أحمد بن محمد نور سيف معقباً على حكاية ابن سيد الناس المنع عن ابن
معين « :هكذا قال والنصوص التي جاءت عن يحيى في محمد بن إسحاق ال تعني الترك لما
يروي ،وإنما يرى أن حديثه ليس في مقام االحتجاج فقد قال فيه ثقة ولكن ليس بحجة ،وقدمه
على موسى بن عبيدة وقال في موسى ال يحتج بحديثه ،وذكر أن ضعف ابن إسحاق هو في
الحديث ...وقد كتب المغاري عن َّ
البكائي وهو يقول فيه ليس بشيء وقال :ال بأس به في
اهـ بتصرف فهذه النصوص تثبت صحة ما ذهب إليه الخطيب ()4
المغازي وأما في غيرها فال »
البغدادي والسخاوي ،وال يثبت نسبة المنع إلى يحيى بن معين أبداً .
فقد إدعى أن مذهبه المنع الشيخ جمال الدين القاسمي والشيخ الكوثري وتبعه الدكتور محمد
()5
« وعلى ما ذهب إليه اإلمام أحمد وغيره من عجاج الخطيب رد ذلك الشيخ أبو غدة فقال
أئمة ذلك العصر ..جرى اإلمام البخاري رحمه هللا تعالى في كتابه ( األدب المفرد ) فأورد فيه
جملة كبيرة من األحاديث واآلثار الضعيفة مستدالً بها في الباب وقد يكون الباب قاص اًر عليها
وفي رواتها الضعيف والمجهول ومنكر الحديث والمتروك وأشباه ذلك » ....ثم ساق أدلته
وأمثلته ثم عقب بقوله « :وأفاد هذا الذي قدمته من أحاديث ورواه من كتاب « األدب المفرد »
أن ما قاله واستظهره الشيخ جمال القاسمي رحمه هللا في قواعد التحديث » .....وما قاله شيخنا
الكوثري في « المقاالت » ..غير مسلم ومنقوض بهذا الذي قدمته من صنيعه في األدب
المفرد » ...ثم ذكر كالم ابن حجر في الفتح المتقدم ذكره ملخصاً .وقال أيضاً «:فقد التزم
الصحة في أحاديث كتابه « الجامع الصحيح » ومع ذلك فلم يستغن فيه عن إيراد المعلقات
وفيها القوي والضعيف كما هو معلوم ألنها تنير الباب وتتم فهم النص وتزيده وضوحاً في
302
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
مقصوده وداللته فاإلمام البخاري مع التزامه الصحة في أحاديث كتابه لم يتسغن فيه عن إيراد
()6
. المعلقات والضعاف »
فقد نسب إليه هذا المذهب أيضاً القاسمي والكوثري والخطيب ،ولم َأر تعليقاً للشيخ أبو غدة
في معرض جوابه على القاسمي على نسبة هذا المذهب لإلمام مسلم تحديداً ََ ،بل تكلم عن
اإلمام مالك وموطأه ثم البخاري وكتابيه واإلمام أحمد ومسنده ثم قال « :واإلمام مالك وأحمد
والبخاري وأهل طبقتهم هم القدوة في الدين فنبذ الضعيف غير المطروح وشديد الضعف فروح
()7
.وفي موضع آخر بعد ذكر األئمة « ....وتلك الطبقة عن جادة أهل الحديث األُول » ...
() 8
التي في عصرهم كانوا يوردون الحديث الضعيف في كتبهم المؤلفة للعمل واالحتجاج » ....
.وقال صاحب التعريف في معرض الرد على هذه النسبة « :وأما اإلمام مسلم فإنه ألزم من
صنفه في التصحيح بالفحص والرواية عن الثقات المشهورين فقط وهذا منهج خاص بالصحيح
» ...وحمل عبارته في بيان منهجه أنه المراد من أراد ،افراد الصحيح بالتأليف وليس األمر
مطلق « .وال يوجد حافظ مكثر ُرحلة واحد ترك الرواية عن المضعفين جملة وتفصيالً حتى
اإلمام مسلم رحمه هللا فإنه قال في مقدمة صحيحه أنه يقسم األخبار ثالثة أقسام :األول ما رواه
الحفاظ المتقنون ،الثاني :ما رواه المستورون والمتوسطون في الحفظ واالتقان ،الثالث :ما
رواه الضعفاء والمتروكون « بل إن مسلماً يخرج لعدد من أعيان الطبقة الثالثة في المتابعات
()1
.. والشواهد في صحيحه »
فقد نقل المنع عنه طاهر الجزائري والكوثري ،وعلل الجزائري ذلك بنقله عنه نصاً في كتابه
« الباعث على إنكار البدع والحوادث » قال فيه –بعد ما نقل حديثاً في فضل رجب عن
الحافظ ابن عساكر رحمه هللا –منتقداً « :وكنت أود أن الحافظ ابن عساكر لم يذكر ذلك فإن
فيه تقري اًر لما فيه من األحاديث المنكرة فقدره كان أجل من أن ي ِّ
حدث عن رسول هللا صلى هللا ُ
عليه وسلمبحديث ُيرى أنه كذب ،ولكنه جرى في ذلك على عادة جماعة من أهل الحديث
يتساهلون في أحاديث فضائل األعمال ،وهذا عند المحققين من أهل الحديث وعند علماء
األصول والفقه خطأ ،بل ينبغي أن يبين أمره إن علم وإال دخل تحت الوعيد في قوله صلى هللا
. ()2
عليه وسلم ( :من حدث عني حديث ُيرى أنه كذب فهو أحد الكاذبين ) » اهـ
303
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
نسب العالمة الشيخ محمد زاهد الكوثري القول بمنع العمل بالضعيف للعالمة الشوكاني ،
ولعل سبب ذلك عبارته التي يقول فيها تعقيباً على كالم ابن عبد البر في نقل االجماع على
التساهل في الفضائل :يقول «:وأقول إن األحكام الشرعية متساوية األقدام ال فرق بينها فال
يحل إثبات شيء منها إال بما تقوم به الحجة وإال كان من التقول على هللا بما لم يقل وفيه من
()5
ولكن منشأ اعتبارها مذهباً له .كونه ذكرها عقب عبارة ابن عبد العقوبة ما هو معروف »
البر ،وإن كان كالمه عن األحكام ونحن نتكلم عن الفضائل .
كما أنه ثبت عن الشوكاني تصريح بخالف ذلك فقد قال «:واآليات واألحاديث المذكورة في
الباب تدل على مشروعية االستكثار من الصالة بين المغرب والعشاء ،واألحاديث وإن كان
أكثرها ضعيفاً فهي منتهضة بمجموعها ال سيما في فضائل األعمال »(.)6إذاً فال تصح نسبة
المنع إليه.
الحقيقة أن الشائع هو قول ( العمل بالضعيف في فضائل األعمال ) ولكن األمر أوسع من
ذلك كما قرأنا في عبارات العلماء فهناك أمور في الشريعة تشابه فضائل األعمال ويقرنها
العلماء بها عند الكالم عن العمل بالضعيف كالمغازي والسير وكذلك الزهد والرقاق وسائر فنون
الترغيب والترهيب والوعظ ،وضاف إليها البيهقي التفسير كما سنرى .إذاً فقولنا فضائل األعمال
هذا عنوان عام يتبعه هذه المواضيع كما أشارت إليها نصوص العلماء اآلتي ذكرها إن شاء هللا
تعالى .
304
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
أما فضائل األعمال فال يقصد التحديد بفضائل تفعل بل يشمل ترك منهي عنه بحديث
ضعيف فيكون الترك عمل مبرور وهو فضيلة فاألمر يشمل الفعل للمستحب والترك للمكروه
فالمراد ترجي أجر مخصوص على عمل منصوص أي يجوز العمل بشيء مستحب معلوم
االستحباب مترجياً فيه بعض خصوص الثواب لورود حديث ضعيف في الباب ،و الفرق يكون
بالترجي للثواب فهو في الحديث الصحيح قوي ال خالف فيه ،وبالحديث الضعيف أدنى درجة
منه خصوصاً وقد شهد له األصل العام –وانعدم المعارض له –والمباح بالنية طاعة مستحبة
.
قال ابن حجر الهيتمي « :قد اتفق العلماء على جواز العمل بالحديث الضعيف في فضائل
األعمال ألنه إن كان صحيحاً في نفس األمر فقد أعطي حقه من العمل به ،وإال لم يترتب
()1
.وهذا عين الصواب خصوصاً إذا على العمل به مفسدة تحليل وال تحريم وال ضياع للحق »
نظرنا إلى الشروط فالحديث إذا شهدت له األصول العامة ولم يأت ما يعارضه ،ولم نلزم به
وجوباً بل التزمناه احتياطاً وخروجاً عن العهدة ،فصحيح أن أمارته ضعيفة ولكن هذه الشروط
تزيد هذه األمارة قوة ،فنحن ال نعتقد الثبوت من حيث السند ،ولكن اندراجه تحت األصل العام
يزيد اعتقادنا به قوة ويحثنا على االلتزام به والعمل بمقتضاه .
قال الشيخ العالمة ابن عالن الشافعي «:قال بعض المتأخرين من شراح األربعين تحقيق
مهم هو أن معنى قولهم يجوز العمل بالحديث الضعيف ...أن الراغب في الخير إذا سمع خب اًر
مضمونه من عمل كذا كان له من الثواب كذا جاز أن يعمل ذلك العمل قصداً لتحصيل ذلك
الثواب وانه كان ذلك الحديث ضعيفاً وليس معناه أن يكون ذلك العمل مشروعاً استحباباً إذ
()2
. االستحباب أحد األحكام وال يثبت حكم شرعي بحديث ضعيف »
المبحث الثاني :العمل بالحديث الضعيف في قضايا الطب النبوي
يمكن أن أقسم موضوعات األحاديث الواردة في الطب النبوي إلى سبعة أقسام مستفيداً مما
ذكره الدكتور سليمان األشقر في بحثه (مدى االحتجاج بالحديث النبوي في الشؤون الطبية) و
التمثيل لكل واحد منها كما يلي:
/ 1ما كان من األحاديث الواردة في حكم أصل العمل بالطب والمعالجات وتناول
األدوية .األمر بالتداوي
305
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
/ 2أحاديث فيها توجيهات شرعية متعلقة بعملية التداوي وشؤون المرضى .عيادة المريض
/النهي عن التداوي بمحرم.
/ 3أحاديث أبطلت أنواعاً من المعالجات ،كانت سائدة في الجاهلية ،تنافي صحة االعتقاد
اإليماني ،التعلق بالخرز والتمائم.
/ 4أحاديث أمرت بأدوية ومعالجات ربطتها بأحكام تعبدية وشعائر دينية .السواك.
/ 6أحاديث فيها ذكر أدوية أو معالجات يخبر النبي أنه علمها بطريق الوحي ،أو إخبار
المالئكة ،أو أن هللا يحبها ،أو يكرهها ،و نحو ذلك.الحجامة
تعددت مواقف العلماء من العمل باألحاديث الواردة في الطب النبوي و أشهر نص فيها كالم
صَّلى َّ َِّّ ِّ ِّ
َّللاُ ابن القيم من ذلك ( َوَل ْي َس طبه صلى هللا عليه وسلم كطب األباءَ ،فإ َّن ط َّب النب ِّي َ
ال اْل َعْق ِّلَ .و ِّط ُّب َغ ْي ِِّّره، النب َّوِّة ،وَكم ِّ ِّ ِّ ُّ ِّ ِّ ِّ عَلي ِّه وسلَّم متَيَّقن َق ْ ِّ
صادٌر َعن اْل َو ْح ِّيَ ،وم ْش َكاة ُ َ َ طع ٌّي إَله ٌّيَ ، َ ْ ََ َ ُ َ ٌ
ضى ِّب ِّط ِّب النُُّب َّوِّةَ ،فِّإَّن ُه ِّإِّن َما ير م َن اْل َم ْر َ
اع َكِّث ٍ ِّ ظُنو ٌنَ ،وتَ َج ِّار ُبَ ،وَال ُي ْن َك ُر َع َد ُم ْانِّتَف ِّ أَ ْكثَُرهُ َح ْد ٌس َو ُ
َّ ِّ ول ،و ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ
آنانَ ،ف َه َذا اْلُق ْر ُ ان و ِّْ
اإل ْذ َع ِّ
يم َ
اإل ِّ ِّ ِّ
ال التَلقي َل ُه ب ْ َ اعتَقاد الشَفاء بهَ ،وَك َم ُ َي ْنتَف ُع ِّبه َم ْن َتَلَّقاهُ ِّباْلَقُب ِّ َ ْ
ور ِّم ْن الصُد ِّ اء ُّ ِّ ِّ ِّ َّ ِّ َّالِّذي ُهو ِّشَفاء لِّما ِّفي ُّ ِّ ِّ
ص ْل به شَف ُ الصُدور -إ ْن َل ْم ُيَتَل َّق َه َذا التَلق َيَ -ل ْم َي ْح ُ ٌ َ َ
ِّ
ض ِّهم ،وأ َْي َن َيَق ُع ط ُّب ْاأل َْب َد ِّ ِّ ين ِّإ َّال ِّر ْجسا ِّإَلى ِّر ْج ِّس ِّهم ،ومر ً ِّ ِّ ِّ ِّ
ان ضا إَلى َم َر ْ َ ْ َ ََ ً أ َْد َوائ َهاَ ،ب ْل َال َي ِّز ُيد اْل ُم َنافق َ
اسب ِّإ َّال ْاألَرواح َّ
الطِّي َب َة ِّ َن ِّشَفاء اْلُق ْر ِّ الطِّي َب َةَ ،ك َما أ َّ اسب ِّإ َّال ْاألَبدان َّ ِّ ِّ ِّ ِّ
َْ َ آن َال ُي َن ُ َ َْ َ م ْن ُهَ ،فط ُّب النُُّب َّوة َال ُي َن ُ
آن َّالِّذي ُه َو اء ِّباْلُق ْر ِّاض ِّهم ع ِّن ِّاالسِّت ْشَف ِّ
ْ
ِّ
النُب َّوِّة َكِّإ ْع َر ْ َ اس َع ْن ِّط ِّب ُّ الن ِّ
اض َّ وب اْل َحَّي َةَ ،فِّإ ْع َر ُ َواْلُقُل َ
يع ِّةَ ،وَف َس ِّاد اْل َم َح ِّلَ ،و َع َد ِّم َقُبولِّ ِّه، ِّ ِّ ِّ َّ ِّ
الد َواءَ ،وَلك ْن ل ُخ ْبث الطب َ
ور ِّفي َّ ِّ الن ِّاف ُع ،وَل ْي َس َذلِّ َك لُِّقص ٍ
ُ َ الشَفاء َّ
ُ
ِّ
وهللا الموفق ) (.)1
وهو موقف المحدثين المتقدمين فقد أفرد البخاري و الترمذي و أبو داود و ابن ماجه كتباً
خاصة للطب النبوي وكتبهم مرتبة على الموضوعات وإدراج األحاديث فيها على هذا النسق
هدفه بيان االحتجاج بها والعمل بها .
و السؤال هنا :هل كان في ما ذكره العلماء من أحاديث للعمل بها في الطب النبوي
أحاديث ضعيفة ؟ الجواب :نعم .
ُ
306
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
في كتب السنة األربعة أكثر من ثمانين حديثاً ضعيفاً فيما أحصاه الباحث أحمد محمد زبيلة
()2
في رسالته العلمية المسماة ( تخريج ودراسة أحاديث الطب النبوي في األمهات الست )
منها:
ثالثاً :أمثلة لألحاديث الضعيفة التي عمل بها العلماء في موضوعات الطب النبوي.
/1في عالج ذات الجنب بالزيت والورس ،حديث زيد ابن األرقم ،أخرجه الترمذي
(ح )2078ابن ماجه (ح)3467
/2في عالج اصداع بالحجامة والحناء ،حديث ابن عباس ،أخرجه أبو داود
(ح)3858الترمذي (ح )2054ابن ماجه(ح.)3502
/3في الرقية من الحمى وسائر األوجاع ،حديث زيد ابن األرقم ،أخرجه الترمذي
(ح )2075ابن ماجه ( ح)3526
/5في الحجامة على الريق ،حديث ابن عمر ،أخرجه ابن ماجه (ح)3486
/6في األكل مع المجذوم ،حديث جابر ،أخرجه أبو داود (ح )3925الترمذي (ح)1817
ابن ماجه(ح.)3542
/7في النهي عن األكل منبطحاً ،حديث ابن عمر ،أخرجه أبو داود (ح )3774ابن
ماجه(ح.)3370
/8في ضرر الجلوس في الشمس ،حديث أبي هريرة ،أخرجه أبو داود (ح.)4821
وفي الطب النبوي البن القيم أزيد من عشرة أحاديث ضعيفة ....
الن ِّارَ ،فأَب ِّردوها ع ْن ُكم ِّباْلم ِّ
اء اْل َب ِّارِّد»( .ص 24 ط َع ٌة ِّم َن َّ
/ 1حديث سمرة َي ْرَف ُع ُه« :اْل ُح َّمى ِّق ْ
ُْ َ َ ْ َ
)
ُس ِّر َي ِّ َّ صَّلى َّ / 2حديث أَنس بن مالِّ ٍك يُقولَ :قال رسول َّ ِّ
َّللاُ َعَل ْيه َو َسل َمَ « :ما َم َرْر ُت َلْيَل ًة أ ْ َّللا َ َ َ َْ َ َ ُ َ َُ ُ
ام ِّة»(.ص )41 إل ِّإ َّال َقاُلوا :يا مح َّمد! مر أ َّ ِّ ِّ
ُمتَ َك باْلح َج َ َ ُ َ ُ ُْ ِّبي ِّبم َ ٍ
َ
امو َن »( .ص )42 ٍ ِّ ولَ :ك َ ِّ ِّ
ان ال ْبن َعبَّاس غْل َم ٌة ثَ َالثَ ٌة َح َّج ُ / 3حديث عكرمة َيُق ُ
َّللا عَلي ِّه وسَّلم ِّب ِّحجام ِّة ْاألَخدعي ِّن واْل َك ِّ
اه ِّل». النِّب ِّي َّ ِّ
ْ َ َْ َ صلى َّ ُ َ ْ َ َ َ َ َ َ
يل َعَلى َّ / 4حديث عليَ ،ن َزَل ج ْب ِّر ُ
(ص )44
307
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
َّاس « :إن خير ما تحتجمون فيه يو ِّم س ِّابع ع ْشرة ،أَو تَ ِّ
اس َع َع ْش َرَةَ ،وَي ْو ِّم / 5حديث ْاب ِّن َعب ٍ
َْ َ َ َ َ َ ْ
إحدى وعشرين»( .ص )45
ِّ ِّ
احتَ َج َم ل َس ْب َع َع ْش َرَة ،أ َْو ت ْس َع َع ْش َرَة ،أ َْو ِّإ ْح َدى َو ِّع ْش ِّر َ
ين، / 6حديث أَِّبي ُه َرْي َرَة َم ْرُف ً
وعاَ «:م ِّن ْ
اء ِّم ْن ُك ِّل َد ٍاء»(.ص)46 ِّ
َك َان ْت شَف ً
ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ « :أ َّ ِّ / 7حديث أَِّبي ُه َرْي َرَة
ض اْل َب َدنَ ،واْل ُع ُرو ُق إَل ْي َها َوارَدةٌَ ،فإ َذا َ
ص َّحت اْل َمع َدةُ َن اْل َمع َد َة َح ْو ُ
السَق ِّم»(ص)78 ص َد َر ِّت اْل ُع ُرو ُق ِّب ُّ ِّ ِّ ِّ
َوإِّ َذا َسق َمت اْل َمع َدةَُ ، الص َّح ِّة،صدر ِّت اْلعروق ِّب ِّ
ُُ ُ َ ََ
ظ ْه ِِّّره
ودهُ ِّب َ
َي ُع ُ َّللاُ َعَل ْي ِّه َو َسلَّ َم َعَلى َرُج ٍل
صَّلى َّ ول َّ ِّ
َّللا َ
/ 8حديث علي أََّنه َقالَ :د َخْل ُت مع رس ِّ
ََ َُ ُ َ
حتَّى ب َّ ال عليَ :ف َما َب ِّر ْح ُت ُّ ورمَ ،فَقالُوا :يا رسول َّ ِّ ِّ ِّ ِّ ِّ
ط ْت، َ ُ الُ« :بطوا َع ْن ُه» َ ،ق َ َّللا! ب َهذه مَّدةٌَ .ق َ َ َُ َ ٌََ
اهٌد»( ص)85 َّللا عَلي ِّه وسَّلم َش ِّ النِّب ُّي َّ
َو َّ
صلى َّ ُ َ ْ َ َ َ َ
ومَ ،وَب ْي َن َك َوَب ْي َن ُه َق ْيُد ُرْم ٍح أ َْو ُرْم َح ْي ِّن»(.ص ِّ
/ 9حديث عبد هللا بن أبي أوفىَ « :كل ِّم اْل َم ْج ُذ َ
)110
الجواب :ال ... فهل خالف العلماء بذلك مناهجهم في نقد االحاديث و االحتجاج بها ؟
ألنهم نصوا كما تقدم معنا وأجمعت كلماتهم على قبول الحديث الضعيف والعمل به في
الفضائل والمستحبات واألخالق و االرشادات العامة الصحية والتربوية وعليه فهم أوردوا أحاديث
الطب ضمن أحد التوجيهين...
/1بعض أحاديث الطب النبوي لها شواهد صحيحة في الباب عينه ولذا يكون العمل بمجمل
ما ورد في الباب ال بالحديث ذاته.
/2بعضها اآلخر لم يرد في الباب غيره وهنا يكون العمل به تحديداً فيما ال يعد حكماً شرعياً
ملزماً وإنما من باب االستحباب الذي يؤخذ من األحاديث الضعيفة المندرجة في باب الفضائل
العامة ولكونها تنبيهات وارشادات صحية ووقائية وعالجية يندب إليها وال إلزام فيها.
الخاتـمــة والنتائج
/1الراجح جواز العمل بالضعيف في فضائل األعمال بالشروط المعروفة ،وال يصح ادعاء
وجود مذهب معتمد يمنع من العمل به.
/2آفة الوقوع في النقل عن المتقدم و التوارد و التتابع عليه دون إثبات و توثق هو سبب
الوقوع في نسبة مذهب المنع للعلماء.
308
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
/3التداوي في الراجح عند العلماء دائر بين المباح و المستحب المندوب ،وعليه قبلوا
الحديث الضعيف فيه .
/ 4كثير من أحاديث الطب هي من الفضائل المرغب فيها و ليس فيها إيجاب و إلزام،
وعليه قبلوا الحديث الضعيف فيه .
/5األحاديث الضعيفة عند ابن القيم مثالً كثير منها لها شواهد صحيحة ،أو لها أصل عام
تندرج تحته على الشرط الثاني للعمل بالضعيف.
/ 6الموضوعات األساسية في الطب النبوي البد فيها من الصحيح السيما أصل العمل
بالطب أو ربط الطبيات بالتعبديات أو األوامر الربانية .
/7يقبل الضعيف في التوجيه والنصح ببعض األدوية و اإلرشادات الطبية شريطة أن ال
يعارض القواعد العامة والحقائق الطبية التجريبية الثابتة ،وإال فال يعمل به ويكون بمثابة
الضعيف الذي عارض الصحيح الثابت .
:1أثر الحديث الشريف في اختالف األئمة الفقهاء .محمد عوامة .دار البشائر اإلسالمية .
بيروت 1997 .م.
:2األجوبة الفاضلة لألسئلة العشرة الكاملة .اللكنوي.ت :عبد الفتاح أبو غدة .مكتبة
المطبوعات اإلسالمية .حلب 1994 .م.
:3إختصار علوم الحديث .ابن كثير .دار الكتب العلمية .بيروت 1994 .م.
:6أعالم الموقعين عن رب العالمين .ابن قيم الجوزية .دار الجيل .بيروت1973 .م.
:7واإلمام الترمذي والموازنة بين جامعه وبين الصحيحين .نور الدين عتر .مؤسسة الرسالة.
1970م.
309
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
:8اإليضاح في علوم الحديث .مصطفى الخن و بديع السي اللحام .دار الكلم الطيب.
دمشق 1993 .م.
:9تاريخ ابن معين .ت :أحمد نور سيف .مركز البحث العلمي .مكة 1979 .م.
:12تخريج ودراسة أحاديث الطب النبوي في األمهات الست :أحمد محمد زبيلة.جامعة أم
القرى .مكة المكرمة1988 .م.
:13التعريف بأوهام من قسم السنن إلى صحيح وضعيف .محمود سعيد ممدوح .دار
البحوث.دبي2000.م.
:16توجيه النظر إلى أصول األثر :طاهر الجزائري .مكتبة المطبوعات اإلسالمية .حلب.
1995م.
:18جامع بيان العلم وفضله :ابن عبد البر .دار ابن الجوزي1994 .م.
:19الجرح والتعديل .ابن أبي حاتم الرازي .دار إحياء التراث العربي.بيروت1953.م.
:20حلية األبرار وشعار األخيار ( األذكار ) :النووي .دار الكلم الطيب2001 .م.
:24سنن ابن ماجه .ترقيم :محيي الدين عبد الحميد .المكتبة العصرية .بيروت.
:25سنن أبي داود .ترقيم :محمد فؤاد عبد الباقي .دار إحياء الكتب العربية .القاهرة.
:26سنن الترمذي .ترقيم :بشار عواد معروف .دار الغرب اإلسالمي .بيروت1988 .م.
:29ظفر األماني بشرح مختصر الجرجاني .اللكنوي .ت :عبد الفتاح أبوغدة .مكتبة
المطبوعات اإلسالمية .حلب1996 .م.
:32عيون األثر في فنون المغازي والسير .ابن سيد الناس .دار ابن كثير.دمشق1992.م.
:33فتح الباري شرح صحيح البخاري :ابن حجر العسقالني .دار المعرفة.بيروت.
:34فتح الباقي شرح ألفية العراقي .زكريا األنصاري .المطبعة الجديدة .فاس1935.م.
:37فتح المغيث بشرح ألفية الحديث .المكتبة السلفية .المدينة المنورة1968 .م.
:40قواعد التحديث :محمد جمال القاسمي .دار إحياء التراث .القاهرة1961 .م.
:41قواعد في علوم الحديث :ظفر أحمد التهانوي .مكتبة المطبوعات اإلسالمية .حلب.
1972م.
:43الكامل في الضعفاء :عبد هللا ابن عدي .دار الفكر .بيروت1985 .م.
http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:http://islam
set.net/arabic/ahip/islamic/nabawi/ashkar.ht
ml
:53المنهاج شرح الجامع الصحيح :النووي .دار العلوم اإلنسانية .دمشق1997 .م.
:55منير العين في حكم تقبيل اإلبهامين :أحمد رضا البريلوي .دارأحمد رضا.كراتشي.
1993م.
:56النكت على مقدمة ابن الصالح :الزركشي .مكتبة أضواء السلف .الرياض1998 .م.
:59هدي النبي في الصلوات الخاصة :نور الدين عتر .دار الفكر .دمشق2001.م.
312
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
313
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Giriş
Bir şeyinönemi, onun icra ettiği fonksiyona göredir. Hadisin önemi de müslüman
ferdin hayatında uygulamaya koyacağı amelî ve itikâdî tutumların tümünde müracaat
kaynağı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda hadis ve sünnet, vahyin ışığında,
müslüman bireylerin davranışlarının en temel kurucu değeri olma konumundadır. An-
cak; Rasulullah’ın (sas) söz, fiil ve takrirlerini sonraki nesillere aktaran hadislerin; bilg-
inin nakledilişi esnasında yön ve anlam kaymasına uğrayıp uğramadığı, vürûdu
esnasındaki bağlamsal niteliklerini koruyup korumadığı te’yit edilmeden bu kurucu
değer olma vasfını îfa etmesi mümkün değildir. Bu kapsamda, nakledilen ifadenin hangi
bağlamda söylendiği, kimlerin bu rivayeti bizzat duyduğu, kim tarafından nasıl an-
laşıldığı, nasıl aktarıldığı, rivayet edilen hadis metninin anlam dünyasına râvinin vakıf
olup olmadığı hususları hiç şüphesiz metne yöneltilmesi gereken soruların başında yer
alırlar. Aktarılan ifadelerin neye dair söylendiğinin, hangi soruna karşı ifade edildiğinin
sorgulanması aynı zamanda metni doğru anlamanın da vazgeçilmez bir koşuludur.
ْ َ
Bu bağlamda, tebliğimizde “(Hastalıkta) bulaşıcılık yoktur” (…َ )ال َعد َوىifadesi ile
klasik kaynaklarda yer alan hadis rivayetlerini Tıbb-ı Nebevi bağlamında değer-
lendirme çabası içinde olacağız. Hastalıkta bulaşıcılığın olmadığı beyanını aktaran bu
rivayetler, akıl ve müşahedeye ters görülmüş ve yine Hz. Peygamber’den aktarılan
“cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçınız”, “Sakın hasta deveyi sağlam devenin
yanına uğratmayın” şeklindeki hastalıkta bulaşıcılığın var olduğunun kabul edilişine
bizi şahit kılan hadislerle de uyuşmadığı ifade edilerek tenkit edilmişlerdir.
Ibn Kuteybe (ö.276/889) Te’vilu muhtelifi’l-hadis adlı eserinde, tebliğimize konu
olan hadislere yöneltilen eleştirilere cevap vermek amacıyla genel olarak hastalıkları
tasnif etmekte; cüzzam vb. hastalıklarda hastanın çevresine kötü koku yayılma durumu
olduğu için; sirayetin, burada kötü kokunun vb. bulaşması anlamına geldiğini ifade et-
314
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
mektedir. Bunun karşısında ise veba vb. hastalıklarda hastalığın kendisinin bulaşıcı
olduğunu ifade ederek, bulaşıcı olan ve olmayan hastalıklar şeklinde özetleye-
bileceğimiz bir tasnifi benimsemektedir. Zahiren ihtilaf içeren yukarıda aktardığımız iki
grup hadis rivayeti arasında, umum-husus ilişkisi olduğu sonucunu ortaya koyan, ko-
kunun sirayeti ile hastalığın sirayeti arasında fark olduğu tespitine dayanan bu yak-
laşım farklı delillerle temellendirilmeye muhtaç durumdadır. Nitekim, hicri üçüncü
yüzyılın tıp âlimlerinden Ebubekir er-Râzî (251/865-313/925), vebayı da cüzzamı da
bulaşıcı hastalık olarak vasıflandırmıştır. Bu tespit İbn Kuteybe’nin ortaya koyduğu
açıklamanın, zihinlerde oluşabilecek sorulara tam bir cevap teşkil etmemesi sorununu
gündeme getirmektedir. Ayrıca, İbn Kuteybe’nin hadiste ifade edilen “(Hastalıkta) bu-
َ َْ َ
laşıcılık yoktur” (…َ )ال عدوىbeyanının hastalıgın sirayeti yerine ugursuzlugun sirayeti
anlamına gelebilecegine işareti de ilgili hadislerdeki muradı anlamaçabamızı daha da
derinleştirmemizi gerektirmektedir.
ْ َ
Nitekim bu değerlendirmelerin klasik kaynaklarımızda ( )ال َعد َوىifadesinin has-
talığın kendiliğinden sirayeti yoktur anlamında olduğu da aktarılmaktadır. Bu
bağlamda hadisin, insanların hastalıklı bir kimseyle karşılaştıklarında kendilerinin de
hastalıktan etkilenmeleri halinde, hastalığı da sağlığı da verenin Allah (cc.) olduğu
bilincini ihmâl ederek, hastalığın kendiliğinden sirayet etmiş olabileceği düşüncesine
sahip olma ihtimallerine karşı bir beyan olduğu ifade edilmektedir.
Tebligimizde birbirinden farklı noktalarda konumlanan bu degerlendirmeleri,
hadis rivayetlerinin metinlerini esas alarak inceleme metodunu benimseyerek
ْ َ
َ )…ال َعد َوىirdeleyecek, Hz. Peygamber’in) beyan ının hangiölçüde bağlayıcı bir değer-
lendirmeyi içerdiğini tartışacağız.
Hadis Rivayetlerinin Metin Açısından Tahlili
َ
Hadis metinlerini incelediğimizde ( )العدوىifadesininin hadisin bütün tarîklerinde
ortak olarak aktarıldığına şahit olmaktayız. Ancak bir metnin isabetli bir şekilde an-
laşılabilmesi için öncelikle o metne anlam veren lafızların izâhı gereklidir. Bu bağlamda
öncelikle hadis kaynaklarında “hastalıkta sirayet (bulaşıcılık) yoktur” (… )العدوىve
“Hasta develeri sağlam develerle bir araya getirmeyin” ( )اليورد الممرض عَل المصحifadeleri-
yle birbirlerinin muarızı olarak nakledilen hadis rivayetlerinde yer alan kavramları
:inceleyecegiz
Hadislerde Yer Alan Lafızların Açıklanması:
“”العدوى: Hadis metninde yer alan ve çalışmamızın aslî kavramı niteliğindeki
ْ َ
“ ”ال َعد َوىifadesinde yer alan “ ”الharfinin türü konusunda ihtilaf edilmiştir. Bazı âlimler
bunun “nefy edatı” olduğunu beyan ederken, bazıları ise “nehy edatı” olduğunu kabul
etmişlerdir. İbn Kayyim el-Cevziyye (ö.751/1350) her iki değerlendirmenin de makbul
َ
olduğunu nehy edatı olarak ( )ال تط َّْيواlafzının “ugursuzluk görmeyin” anlamında, mahzuf
fiilin mef’ulu konumunda olacağını ve böylece hadisin manasının “Hastalığın siray-
etinde, Safer’de ve hame’de uğursuzluk görmeyin.” şeklinde olacağını ifade etmektedir.
Nefy edatı olarak kabul edilmesi halinde ise burada muradın nefy li’l-cins olduğunu;
buna göre de hadisin manasının “Hastalığın sirayeti, Safer ve hame yoktur” şeklinde
anlaşılacağını beyan etmektedir.
َْ
“Adva ”()عد َوى kelimesi ise; geçmek, bırakmak, haddi aşmak ve sirayet etmek ma-
ََ
nalarına gelen “”عد َو filinden türemiştir. Hadisteki manası ise hastalığın bir kişiden
başka bir kişiye intikal etmesi, sirayet etmesidir. İbn Kuteybe (ö.276/889 ) bu kavramı
izah ederken iki tür sirayetin var olduğunu beyan etmekte; bunlardan birincisinin
“cüzzam”ın sirayeti, ikincisinin ise “veba”nın sirayeti olduğunu ifade etmektedir. İbn
Kuteybe, cüzzamlı kimsenin kötü kokusunun yakınındakilere geçmesi olarak birinci
315
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
türü izah ederken, ikincisini ise veba hastalığının bulaşması olarak açıklamaktadır. Bu
tasnifin dışında ise, “Bir kimsenin başına, onun hoşuna gitmeyen bir şey veya bir musibet
gelince o kişi: "Şu ev veya kadın uğursuzluğunu bana sirayet ettirdi (bulaştırdı)" der.
Rasûlullah’ın, "sirayet yoktur" dediği sirayet (bulaşma) da işte budur diyerek bu tasnifin-
ْ َ
in ötesinde bir yaklaşımla “ ”ال َعد َوىbeyan ını izah etmektedir. Ibn Kayyim el-Cevziyye
(ö.751/1350) de et-Tıbbü’n-nebevi adlı eserinde İbn Kuteybe’nin bu izahını dikkate
alarak, hadislerde vurgulanan “bulaşıcılık yoktur” ifadesindeki muradın talihsizlik,
uğursuzluk anlamında anlaşılabileceğine dikkat çekmektedir.
ْ َ
Bu değerlendirmeden şunu anlamaktayız ki, sadece ال َعد َوىibaresini dikkate
alarak hadis-i şerifteki muradı anlamak güçlük arz etmektedir. Zira “sirayet”in nasıl
anlaşılacağı hususu ve bu kelimeden tam manasıyla ne kastedildiği mutlak olarak ifade
edilememektedir. Bu ifadeyi, Ebu Salih es-Siman’ın (ö.101/719), Ebu Hureyre’den (ra)
rivayet ettiği “Sirayet, uğursuzluk, hame ve safer yoktur” hadisiyle ele aldığımız zaman
ya da “advâ” kelimesinin kullanıldığı başka hadislere bakıldığı zaman, günlük hayatta
kullanılan “sirayet” ile bu hadis rivayetlerinde zikredilen arasında bir farkın varlığı
gündeme gelebilmektedir. Bu nedenle “advâ” kelimesinin hadis rivayetlerinde beraber-
inde ْ َ ْ kullanıldığı diğer kelimeleri de incelememiz gerekmektedir. Bu bağlamda; طبة,
ْ ُّ ُ
ُ الفأ ُل, الشؤ ُم, الي ْمن,
ُ هامة, صفر, ولَ غ, اليورد الممرض عىل المصحifadelerini inceleyeceğiz.
ِّ َ َ
“”طبة: “Tiyera” ( )الط َ َب ِةkelimesi “tetayyera”( )تط َّ َبfiilinin masdarıdır. Kelime
َ
”anlamı ugursuz kabul etmek olan “Tetayyerada “târa” ( )ط َارfiilinden türemiştir. İbn
Hacer el-Askalanî (ö.852/1449), Fethu’l-Bari adlı Buhari şerhinde “tiyera” kelimesinin
manasını açıklarken dilbilimcilerin, “tefa’ale” ( )تفعلvezninden olup da masdarı
َ َ َ َ
”fialeten“( )فعالةolan sadece “tetayyera” ( )تط َّ َبile “tehayyera” ( )تح َّ َبfillerinin olduğu
kanaatini paylaştıklarını aktarır. Ve bu kelimenin hadisin içerisinde kullanıldığı ma-
nasını ise şu şekilde izah eder: Cahiliyye döneminde bir insan bir yere gideceği zaman
eğer önünden bir kuş geçip sağ tarafına giderse o zaman bu, bir uğurun ifadesi demek
oluyor ve yoluna devam ediyordu. Fakat eğer kuş sol tarafından geçerse o zaman bunu
bir uğursuzluğun ifadesi olarak kabul edip yoldan dönüyorlardı. İbn Hacer’in bu
açıklamasından kelimenin, sözlük anlamıyla uyumlu bir şekilde “uğur” ya da “uğursu-
zluk” manasında kullanıldığını anlamaktayız. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de Yasin Suresi
on üç ila yirmi yedinci ayetleri arasında aktarılan üç elçinin bir topluma gönderilmesi
َّ ُ َ َ ْ َّ َ َ َّ ِّ ُ َّ َّ َ َ َ َ ْ ُ َّ َ ُ ْ َ َ ُ َ َ ْ َّ َ ْ ُ
ve َ onların verdiği cevabı içeren bölümde ( ِبكم ل ِي لم تنتهوا ليجمنكم وليمسنكم منا تط ْينا قالوا ِإنا
ٌ اب أل
يم ٌ )ع َذ
َ “Dediler ki: Ş“üphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vaz-
ِ
geçmezseniz, sizi mutlakaُ َ taşlarız ve bizim tarafımızdanَ size elem dolu bir azap
ُ َ َ ُ ْ ُّ ٌ ْ َ ْ ُ َ ْ َ ُ ْ ِّ ُ ُ َ
dokunur.” ayetinde ve (ّشفون طا ِئ ُرك ْم قالوا ِ م )م َعك ْم أ ِئن ذكرتم بل أنتم قوم “Elçiler de, “Uğursu-
zluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz?).
Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz” dediler.” ayetinde geçmekte olan “”طية ْ kelime
kökünden gelen kavramlar da bu anlamda kullanılmışlardır.
َْْ َْْ
الفأل: “el-Fe’l” ( ْ)الفأ ُلifadesi “tira” ()طية ْ kelimesinin zıt anlamlısı olarak
ُ َْ
sözlüklerde ifade edilmekte, (’)الفألin hüsnü zan sahibi olma, bir işi-olayı hayra yorma
anlamına geldiği zikredilmektedir. Nitekim hadis rivayetlerinde Hz. Peygamber, ْ َ ْ bu iki
ifadeyi birbirinin karşıtı olarak kullanmış, ()طية ْ fiilinden nehyederken (’)الفأ ُلi güzel
bulmuştur. Bu hususta; Allah Rasulü’nün (sas) “Ne sirayet (bulaşma), ne de uğursuzluk
vardır. Benim Fe’l hoşuma gider.” buyurduğunda kendisine “Fe’l nedir?” diye sorulduğu, َْْ
onun da “Güzel bir sözdür” buyurduğu kaynaklarda aktarılmaktadır. Burada ()الفأ ُل
kelimesinden murad edilen husus, uğursuzluk anlayışının İslam’da bulunmadığının
bizzat Hz. Peygamber tarafından ifade edilmesi ve daima iyimser ifadeleri
kullanılmanın gerekli olduğunun beyanıdır.
316
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ْ ُّ ُّ ِّ
الشؤ ُمX الي ْمن
ُ : ()الشؤم ifadesi ise ara )الط َ َب ِةştırmamıza konu olan hadislerde)
kelimesi ile eşanlamlı olarak kullanılmaktadır ki, sözlüklerde de uğursuzluk anlamına
geldiği ifade edilmektedir. Çalışmamızın aslî konusunu teşkil eden hastalıkta bulaşıcılık
olmadığını beyan eden hadislerde geçmemekle birlikte uğur ve uğursuzlukla ilgili
ُّ
rivayetlerde geçen bir diğer kavram da الي ْمن ُ ifadesidir. ()الشؤم kelimesinin zıt anlamlısı
olan ve ug ur anlamına gelen bu kelime, Hz.
َ َ َ ْ َ َ َّ َ Peygambe r tarafından şu şekilde
ُ ُ َ َْ ْ ُ َ ُ ُ
َوقد يكون، ال شؤ َم:kullanılmıştır الي ْمن س
ِ رَ الفو ةِ أ
ر المو ار
ِ الد »ف
ِي (Uğursuzluk yoktur; evde, kadın-
da ve atta uğur vardır ). Araştırmamızın asıl tartışma alanı, “ ”العدوىbulaşıcılık yoktur
ifadesinin anlam ve baglamını ortaya koyabilmek oldugundan, ugur ve ugursuzluk
ifadeleriüzerinde çok detaylı bir tahlil sunmayacak metinlerde geçen diğer kavramları
izah ederek çalışmamıza devam edecceğiz.
“”هامة: “Hame” ( )هامةkelimesi hakkında ise lügatte; çoğulu هوام َ olmak üzere
böcek, haşerat manasına geldiği ifade edilmiş, ayrıca baykuş vb. gece kuşu anlamını
taşıdığı da belirtilmiştir. Bu açıklamaların yanısıra “hame” kelimesinin; cahiliyye za-
manındaki insanların, kabrinde elem çeken bir kişi için üzüntü duyan bir hayvanın var
olduğu inancına sahip olmalarını ifade etmek üzere kullanıldığı belirtilmektedir. Bu
hususta İbn Hacer şu değerlendirmeyi aktarır: “Bir insan öldürüldüğü zaman eğer öcü
alınmadıysa, öcü alınana kadar, kabrinin üzerinde “Beni sulandırın, beni sulandırın!”
diyen bir böcek/kurt bulunur. Öcü alındığında ise oradan ayrılıp gider. Hatta bu inanç
sadece cahiliye Araplarında değil, Yahudilerde de vardır ki onlar, bu böceğin yedi gün
boyunca ölünün kabrinin etrafında gezdiğine inanırlar. Bu değerlendirmelerden
“Hame” ( )هامةkelimesinin cahiliye dönemindeki inanışları ifade etmek üzere
kullanıldığı anlaşılmaktadır ki, Hz. Peygamber ( )ال هامةbeyanıyla cahiliyyedeki bu batıl
.inanışların aslının olmadıgına işaret etmektedir
صفر: “Safer” kelimesinin anlamının ne olduğu hakkında ise iki görüş vardır.
Birinci görüşe göre, bu kelime kamerî aylardan Safer ayı anlamına gelmektedir ki; cahi-
liye Araplarının, harb edebilmek vb. amaçlarla haram ayların yerini değiştirme ya da
geciktirme isteklerine bu ayı araç hale getirdikleri ifade edilmektedir. Hz. Peygamber ال
صفرbuyurarak müşriklerin bu uygulamalarının doğru olmadığına işaret etmektedir.
İkinci görüşe göre ise صفرkelimesi cahiliye dönemindeki bir başka batıl inanışa delalet
etmektedir. Bu inanışa göre “insanlar, acıktıkları zaman karınlarında gezen, yılana ben-
zeyen bir hayvan var olmaktadır ve bu başka insanlara da geçebilme özelliğine de sa-
hiptir. Bu anlamı esas alanlara göre ise Allah Rasulü (sas) bu beyanlarıyla söz konusu
batıl inanışı iptal etmektedir.
ول َ ُغ: Aktardığımız hadislerde geçen bir diğer kavramda (ول ُ
َ )غ ifadesiydi. Ca-
bir b. Abdullah (ra) tarikiyle nakledilen hadiste Hz. Peygamber’inُ “Ne sirayet, ne safer,
ne de gûl vardır” buyurduğu aktarılmaktadır. Buradaki (ول َ )غ ifadesi kelime anlamı
itibarıyla cin ya da şeytan türü, felaket, afet gibi anlamlara gelmektedir. Ancak hadisteki
anlamı itibarıyla ise cahiliyye döneminde arapların bu cin ya da şeytan türünden
gelecebilecek bir zarara olan batıl inanışlarını bu kavram ile ifade ettiklerini
görmekteyiz. Hz. Peygamber de ال غولbeyanı ile bu anlayışı kaldırmakta, insanları bu
.tutumdan uzaklaştırmaktadır
اليورد الممرض عىل المصح: “ ”الharfi, “lâu’n-nehy” olarak vasıflandırılırken “”يورد
kelimesi lügatte “ ”عَلharfiyle beraber kullanıldıgı zaman, getirmek, ithal etmek
.manalarına gelmektedir ض ُ “” hasta devenin sahibi anlamına gelirken “”المص ُّح
ُ الم ْمر ُ ifadesi
ِ ِ
ise saglam devenin sahibi manasına gelmektedir. Bütün olarak burada kastedilen “Has-
ta develerin sahibinin, sağlam deve sahibinin yanına getirilmemesidir; bir başka deyişle
“hasta devesi olan bir kişi, onu bir sürünün içine karıştırmasın” anlamındadır. Zira, se-
bepler çerçevesinde devedeki hastalığın sürüye intikal etme ihtimali vardır. Aslında
317
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
sadece bu hadisi ele alacak olursak zahiren hastalığın sirayeti ile ilgili tartışmaya açık
herhangi bir husus olmadığı düşünülebilecektir. Çünkü hadisin bahis mevzusu tıbbîdir.
Tıbbın da görüşü, bu hadisle örtüşmektedir. Hastalıklar sonuçta; bakterilerden,
virüslerden, mikroplardan vb. kaynaklanmaktadır. Virüs, mikrob vb. ise bir organiz-
madan başka bir organizmaya geçme imkânına sahiptir. Yani sebepler açısından bir
hastalığın bir bedenden başka bir bedene geçmesi mümkündür. Ondan dolayı
Rasulullah (sas), sağlam devenin başına gelebilecek muhtemel bir hastalıktan dolayı,
hasta devenin sağlam develerin içine karıştırılmasını men etmiştir. Ancak yukarıda
izahatını aktardığımız العدوىifadesini içeren hadislerle birlikte bu hadisi düşün-
düğümüzde zahiren bir tezatın varlığı düşüncesi akla gelebilmektedir.
Nitekim; Mu’tezile’nin önde gelen âlimlerinden Nazzam (ö. 231/845): “Re-
sulullah’ın hem “sirayet ve uğursuzluk yoktur” ve “öyleyse ilk bulaştıran kim?” dediğini
rivayet ederler, hem de onun “Cüzzamlıdan, aslandan kaçar gibi kaç!” dediğini ve “O’na
biat için gelen bir cüzzamlıyı bulaştırır korkusuyla geri gönderdiğini rivayet ederler”
ifadeleriyle, rivayetler arasında zahiren varlığı düşünülebilecek bu tezât üzerinden
eleştirel bir tutum benimsemektedir. Modern dönemde de Kütüb-i Sitte Eleştirisi ve
Kur’an’a Arzı adlı eserinde Ferec Hüdür isimli müellif de aklî ilkelerle hadise yönelik
tenkitlerini ortaya koymakta; “… hastalık bulaşması diye bir şey olmadığını rivayet et-
tiler. Bu ise gerçeklere uymayan bir husustur, ilk deveye kim bulaştırdı demek, ilk deveyi
kim doğurdu demeye benzer, bunun ise bir mantığı yoktur, ilklerin başlaması ilk aşama
olarak kendi başlarınadır…” ifadesiyle hadisi akla arzederek reddetmektedir. Bunun
yanısıra “… Madem ki hastalık bulaşması yoktur cüzzâmlıdan kaçmanın manası nedir ki,
bu açık bir çelişkidir.” cümleleriyle de “cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçınız” hadisi
ile hastalıkta sirayet yoktur hadisi arasında bir çelişkinin var olduğunu iddia etmekte-
dir. Bu hususta temel sorumuz, eleştirilere hedef olan bu hadis rivayetlerinin nasıl an-
laşılacağıdır.
Hadisler Arasındaki Zâhirî İhtilafın Mahiyeti
Araştırmamıza esas olan bu hadis rivayetleri, tıbb-ı nebevi açısından dikkat çekici
olmakla birlikte esasen muhtelifu’l-hadis ilminin kapsam alanına girmektedirler. Bu
nedenle mütearız olarak vasıflandırılabilen iki grup hadis hakkında açıklama yaparken,
muhaddis âlimlerin ihtilafların çözümü hususunda benimsedikleri, cem ve te’lif, nesh,
tercih ve tevakkuf metotlarını esas alarak değerlendirmelerde bulunacağız.
Cem ve Te’lif
Çelişkili görülen iki hadisin arasındaki zahiri ihtilafı, aklî ve naklî delillerle
gidererek her iki hadisle de amel etme imkânını ortaya koyan bu metot kapsamında
pek çok görüş ifade edilmiştir. Bunlardan birisi, her iki hadis arasında umum-husus
ilişkisinin var olduğu kabulüyle ihtilafın giderilmesidir. Nitekim, el-Kadı Ebu Bekir el-
Bakillani (ö.403/1013) “hasta develerin sahibi, sağlam develerin sahibi üzerine deve
getirmez” ( )اليورد الممرض عَل المصحhadisinin “Hastalıkat sirayet yoktur” ( )العدوىhadisini
tahsis ettigini ifade etmekte, yani bu durumun sadece develere has oldugunu diger
hayvanları kapsamadıgını belirtmekte, bu kanaatiyle iki hadis arasındaki zahiren var
.olan ihtilafı giderdigini kabul etmektedir
Bir diğer yaklaşım da “hastalıkta sirayet yoktur” hadisiyle cahiliyyeden kalma
batıl itikatları iptal etmeyi hedeflediginin ifade edilmesidir, nitekim bunu ispatlamak
için Hz. Peygamber’in cüzzamlı biriyle oturup aynı tabaktan yemek yediği aktarılır. Bu
görüşe göre hadisin aslî hedefi, tıbbî bir mevzûya izahat getirmek değil itikâdi anlamda
bir olgunlaşmayı temin etmektir. Nitekim, Buhari şârihlerinden Kirmânî (ö.786/1384),
bu hadisi açıklarken Allah’ın (cc) ilminde her şeyin bir temeli vardır. “Sirayetinden
dolayı hastalandı” şeklinde düşünmesinler diye Rasulullah (sas) bu hadisi söylemiştir.”
318
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ifadelerini kullanmaktadır. İbn Hacer el-Askalani (ö.852/1449) ise burada sedd-i zerâi
açısından bir sakınmanın gerekli olduğuna işaret etmekte ve sirayetin olup ol-
mamasının nihai anlamda Allah’ın (cc) muradına bağlı olduğunu belirtmektedir. Ni-
tekim, Bakara Suresi’nde yer alan “O ikisi (Harut ve Marut melekleri) ancak Allah’ın izni-
yle insanlara zarar verirlerdi” beyanı da bu tespiti destekler niteliktedir.
Ilgili hadislerin izahında ortaya konulan bir başka yaklaşım ise bu hadislerl e
kadere işaret edildigidir. Nitekim Tahâvî (ö.321/933), Şerhu Meâni’l-Âsâr adlı eserinde
“Hasta develerin sahibi, sağlam develerin sahibi üzerine deve getirmez” hadisini
aktardıktan sonra “Bunun manası da şudur: Sağlam devenin sahibinin, devesine has-
talık sirayet edince “Eğer ben o hasta deveyi getirmeseydim, deveme bulaşmayacaktı”
derdi. Asıl olan ise, o hasta deve gelmeseydi de yine onun devesinin hastalanmasıdır,
zira Allah kendi kaderine, o devenin hasta olacağını yazmıştır” demektedir.
Zahirî düşüncenin öncü düşünürü İbn Hazm (ö.456/1064) ise el-Muhalla adlı es-
erinde, “Sirayet ve uğursuzluk yoktur” hadisini değerlendirirken; sirayet yoktur bey-
anının, insanın kaderinde ne yazılmışsa onun, başına geleceğine delalaet etiğini ifade
etmekte; bununla birlikte yine de kişinin hasta birisinden, aslandan uzak durduğu gibi
uzaklaşması gerektiğini beyan etmektedir.
Ibn Kayyım el-Cevziyye (ö.751/1350) ise; sirayetin (bulaşıcılığın), hastalığın
sebebi olarak zikredilebilecek pek çok unsurdan birisi olduğunu; bunu inkâr etmenin
Allah’ın (cc) yeryüzündeki nizamın tesisi için belirlediği Sünnetüllah’ı inkâr etmek an-
lamına geleceğini beyan etmektedir. Bununla birlikte o hastalıkları ikiye ayırmakta;
bedenî rahatsızlıklar ve kalbî rahatsızlıklar olmak üzere bir tasnifi benimseyerek siray-
et/bulaşıcılık kavramını da bu bağlamda değerlendirmektedir. Ona göre, bedenî ra-
hatsızlıklar, bireylerin ter türlü organı ile alakalı hastalıkları kapsarken; kalbî ra-
hatsızlıklar ise kişinin duygu dünyasını, zihniyetini ve ruhunu etkileyen unsurları ifade
etmektedir. Bu tasnife bağlı olarak, sirayet(bulaşıcılık) kavramının hem bedenî ra-
hatsızlıklar hem de kalbî rahatsızlıklar için kullanılabildiğine işaret eden İbn Kayyım;
( )العدوىifadesinin, hadiste talihsizligin sirayeti anlamında kalbî rahatsızlıklara tekâbül
edecek şekilde kullanılmış olabileceğini de İbn Kuteybe’nin değerlendirmelerini dik-
kate alarak aktarmaktadır. Çünkü ( )عدوىkelimesi fiziksel anlamda bir rahatsızlıgın
bulaşmasının yanı sıra, hastalıgın oluşmasıyla ilgili metafizik süreci de ifade etmekte-
dir. Hatta bunu; insanlar, talihsiz kabul ettikleri bir kişiyle beraber olduklarında “onda-
ki talihsizliğin, uğursuzluğun kendilerine de geçeceğine inanırlardı” şeklindeki kabulü
naklederek hadisin, bunun da söz konusu olmadığını ifade etmekte oluşuna işaret et-
mektedir. Bu tespitlere göre, Hz. Peygamber ( )العدوىbeyanıyla halk arasında hasta olan
kişiden kaynaklanan bir kötülük getirme, talihsizlik oluşturma şeklindeki inancı
yıkmakta, yoksa fiziksel anlamda bulaşıcılığın olmadığını iddia etmemektedir. ْ َ ْ ُ ْ Bu
ُّ
ُ
tespiti önemli kılan husus ilgili hadisin farklı rivayetlerinde yer alan طبة, ُ الفأل, الشؤم,
ُ
َ غ, kavramlarının da uğursuzlukla ilgili cahiliye toplumundaki
الي ْمن,
ُ هامة, صفر, ول
kabüllere delalet ediyor oluşudur. Bir bütün olarak bu kavramların tamamını birlikte
değerlendirdiğimizde, Allah Rasulü’nün (sas) müslüman toplumunun inanç dünyasını
olgunlaştırmayı hedeflediğini anlamaktayız. Bununla birlikte; Hz. Peygamber’in العدوى
beyanı karşısında bir bedevinin, develerin birbirlerine uyuz olma rahatsızlıgını
bulaştırdıklarını beyan etmesi ve bunu soru olarak ona yöneltmesi; o günkü Arap top-
lumunun عدوىkelimesinden ilk olarak hastalıgın bulaşması anlamını anladıklarına
.delalet etmektedir
Bu kanaatlerin haricinde iki farklı rivayetin zahirinden anlaşılan mananın her
ikisiyle de amel etmenin caiz oldugu da ifade edilmiştir. Burada belirleyici olanın,
muhatabın itikadî durumu olduğu ifade edilmiş; eğer kişinin itikadı zayıfsa o zaman
“sirayet yoktur” hadisinin esas alınacağı, eğer itikadları güçlü bir kimse ise o zaman
319
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
“hasta develerin sahibi, sağlam develerin sahibi üzerine deve getirmez” hadisi ile ya da
ikisiyle amel edilebileceği de söylenmiştir. Bu durumun delili olarak da Hz.
Peygamber’in bedeviye verdiği Peki ilk deveyi uyuz yapan kimdir? şeklindeki cevap zik-
redilmektedir.
Tercih
Araştırmamıza konu olan “sirayet” hadisleri arasında tercih metodunu da
”benimseyen iki grup vardır. Bunlardan birisi, “Sirayet yokturhadisini tercih edenlerdir
ki, tercih nedenleri diger hadisin şaz olduguna hükmetmiş olmalarıdır. Bu husustaki
delilleri ise Hz. Aişe’nin bu hadisi kabul etmediğinin ifade edilmesidir. Taberi
(ö.310/923) bu durumla ilgili olarak, Hz. Aişe’nin “Benim cüzzamlı bir kölem vardı. Ben-
im yediğim tabaktan yemek yerdi, benim yattığım yerde yatardı...” dediğini esas alarak
bu değerlendirmeyi nakletmektedir.
Hadis rivayetleri arasında tercihi benimseyen ikinci grup ise “Hasta develerin
sahibi, sağlam develerin sahibiüzerine deve getirmez” hadisini tercih etmişler. Bu hu-
susta Ebu Hureyre’nin (ra) daha önce ifade ettiği “sirayet yoktur” ifadesinden imtina
etmiş olmasını delil olarak göstermektedirler.
Nesh
Bu görüşe göre iki hadis grubu arasında nasih-mensuh ilişkisi vardır. Yani “hasta
develerin sahibi, sağlam develerin sahibinin üzerine deve getirmez” ve “cüzzamlıdan
aslandan kaçar gibi kaçınız” hadislerinin “Sirayet yoktur” hadisini nesh ettiği kabul
edilir. Fakat hadisleri incelediğimizde bu hususun ilmî olarak temellendirilemediğini
görmekteyiz. Malum olduğu üzere neshi bilmenin yolları Rasulullah’ın (sas) belirtmesi,
sahabenin beyanı, tarihi bilgi ve icmâdır. Çalışmamıza konu olan hadisler arasında na-
sih mensuh ilişkisi olduğuna dair sahabenin bir beyanı olmadığı gibi, rivayetler arasın-
da öncelik sonralık ilişkisini ortaya koyan bir tarihi bilgiye de sahip bulunmamaktayız.
Bununla birlikte neshin vuku bulduğuna ilişkin bir icma da söz konusu değildir. Bura-
dan şu anlaşılmaktadır ki, iki grup hadis rivayetine baktığımızda aralarında katî olarak
nasih-mensuh ilişkisinin var olduğunu ortaya koyacak müdellel bir zemin bulun-
mamaktadır. Ebu Hureyre’nin (ra) unutması ya da daha önce aktardığı bir ifadeyi
tekrarlamaktan ictinab etmesi ise “ihtimal ile neshin vuku bulamayacağı” ilkesi
çerçevesinde bir diğer hadisin nesh olduğuna delil olarak gösterilemez. Nitekim, İbn
Hacer de bu iki hadis hakkında nesh metodunun uygulanamayacağı görüşündeyken;
İbn Kayyım da, neshin vâkî olduğunun tespit edilememesi halinde tevakkuf edilir
diyenlerin var olduğunu ifade etmektedir. Kadı İyaz (ö.544/1149) ise iki görüşü de
aktarmakta ama birini tercih ettiğini net bir şekilde ortaya koymamaktadır. Bununla
birlikte el-Übbi (ö.827/1425), İkmâlu İkmâli’l-mu’lim adlı Müslim şerhinde Kadı İyâz’ın,
bu hadisler arasında neshin var olduğuna ilişkin görüşü, aralarında Hz. Ömer (r.a)’in de
bulunduğu bir gruba izafe ettiğini ifade etmekte ve Kadı İyâz’ın kendi kanaatinin ise,
çoğunluğun görüşü olarak vasıflandırdığı cüzzamlıdan uzak durulmasının emir değil
ihtiyat olarak anlaşılması gerektiği yönünde olduğunu nakletmektedir.
Değerlendirme
Bütün bu tespitlerden sonuca ulaşmaktayız ki, Allah Rasulü (sas) bu hadislerinde
içerik olarak cahiliye itikadını düzeltmeyi hedefleyen bir tutum benimsemiştir.ْ َ ْ Nitekim
ْ ُّ
yukarıda ortaya konulduğu üzere hadisin farklı tarîklerinde yer alan طبة, الفأ ُل, الشؤ ُم,
ُ
َ غ, ifadeleri, cahiliye döneminden kalma batıl inançları tasvir etmektedir.
هامة, صفر, ول
İslam âlimleri bütün bunlara olan inancın İslam öncesi döneme dayandığını ifade et-
mektedirler. İslam’ın tebliğinden sonra bu anlayışlar tamamen kaldırılsa da tamamen
bu algıyı herkesin bırakması mümkün olmamıştır. Bir din olarak İslam, cahiliyye adet
320
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
321
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
322
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
323
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Gelmiş geçmiş tüm dinlerin amaçlarından biri, müntesiplerine mutluluk verici bir
yaşam tarzı sunmaktır. İslamiyet de tüm bireylerin, özelde de inananların ruh, beden ve
akıl sağlığını korumayı amaçlamıştır. Dikkatli bir şekilde incelendiğinde,
serdedilen/vazedilen prensipler sadece inanç ve ibadet ilkelerini izahata kavuşturmak-
la yetinmeyip, aynı zamanda ruh ve beden sağlığına ilişkin birtakım önemli esasları da
içermektedir. Çünkü sağlık, hem mutlu yaşamanın, hem de maddi ve manevi sorumlu-
luğu yerine getirmenin alt yapısını oluşturmaktadır.
Devlet başkanı ve dini otorite olması yanı sıra insanlar için her alanda örnek
teşkil eden Rasûlullah’ın (s.a.s) söz, davranış ve evrensel mesajları her dönemde detaylı
bir şekilde incelenerek dikkate alınmıştır ancak zamanın ilerlemesiyle çok daha iyi an-
laşılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de “And olsun ki, Rasûlullah sizin için, Allah’a ve ahiret
gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir” buyurulmak
suretiyle bu husus teyit edilmektedir. Rasûlullah’a (s.a.s) aidiyeti tespit edilmiş her söz
ve davranışta da çeşitli hikmetler ve maslahatlar söz konusudur.
Hayatın her alanında insanlıga rehber olan Hz. Peygamber (s.a.s) bir taraftan
insanın manevî âlemini ihyâ, diğer taraftan maddi dünyasını en kâmil manada imar
eden evrensel ilkeler vazetmiştir. Adeta hem gönüllere ve ruhlara şifa dağıtmış, hem de
cisme ve bedene tabiplik yapmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.s), hayat ın her alanındaümmetine zengin bir miras
bırakmıştır. O’nun (s.a.s) beşere sunduğu evrensel ilkelerin bir kısmı sağlık alanıyla
ilgilidir. Tebliğ’de Rasûlullah’ın hastalık oluşumu ve tedavi süreci ile alakalı tıp alanına
yönelik hadisleri beş başlıkta ele alınacak, önemine binaen koruyucu hekimlik başlığı
altında incelenecek hususlar da kısmen detaylandırılacaktır.
324
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
1. SAĞLIĞIN ÖNEMİ
Hz. Peygamber, insanlar ın ençok aldandıkları iki nimetten birinin sağlık olduğu-
na dikkatleri çekerek hastalık gelmeden önce sağlığın kıymetini bilmeleri için insanları
uyarmıştır. Kanuni Sultan Süleyman (ö. 1566) da şu beyti ile sağlığın önemine dikkati
çekmiştir: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi; Olmaya devlet cihânda bir nefes
sıhhat gibi”.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak: “…Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik
edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever” buyururken Rasûlullah (s.a.s) “Sizlerden her
kim vücutça sağlıklı; nefsinden ve malından, korkusuz ve huzurlu; günlük yiyeceği de
yanında olarak sabahlarsa, sanki dünyanın bütün nimetleri kendisinde toplanmış gibi
olur” rivayeti ile sağlığın önemini vurgulamıştır.
Ancak Rasûlullah (s.a.s) “Sağlıklı olduğun sırada hastalık halin için hazırlık yap.
Hayatta iken de ölüm için hazırlık yap” rivayeti ile hastalık ve ölümün kaçınılmazlığını
ve bu konuda tedbir almayı ihmal etmemeye dikkatleri celbetmiştir. “Derdi indiren
Allah, devâsını da indirmiştir” rivayeti ile de insanların hastalıklar karşısında ümitsizliğe
düşmelerine engel olup, çare yollarına başvurmaları konusunda teşvik etmiştir.
ُْ َ ْ َ ْ ُ َّ
Bizzat kendisi « “ » الله َّم اغ ِف ْر َِل َو ْارح ْم ِ َّن َواه ِد ِ َب َوع ِاف ِ َّن َو ْارزق ِ َّنAllah’ım! Bana âfiyet ver,
merhamet et, doğru yola ilet. Bana sıhhat ver ve beni rızıklandır” duasını etmiş, ashâbına
da “Allah’tan af ve âfiyet dileyin. Zira kimseye âfiyetten başka hayırlı bir şey verilmem-
iştir” buyurarak sağlığın önemini belirtmiştir. Ayrıca “Dünyalık sıhhat ve afi-
yet konularında kendinizden aşağı olan kimselere bakınız, Üstün olan kimselere
bakmayınız! Çünkü Allah’ın size verdiği nimeti küçük görmemeniz için size uygun dav-
ranış budur” hadis-i şerifi ile bir nevi sağlık konusunda tatminkâr ve mutlu olma
formülünü de vermiştir.
Kısaca imandan sonra insanoğluna verilmiş en büyük nimet olarak sağlık ko-
nusuna dikkat çeken Hz. Peygamber, sağlıklı olmayı ve bu konuda tedbir almayı da in-
san sorumluluğuna verilmiş dinin emirleri arasında sayar.
2. KORUYUCU HEKİMLİK
Insan, beden ve ruh yönüyle mükerrem kılınan bir varlıktır ve kendisine emanet
olarak verilen bedenini koruması da ona yüklenilen sorumluluklar dâhilindedir. En
büyük hekim, hasta olan birini tedavi eden değil, onun hasta olmasını önleyendir. (Çin
Deyişi) sözünde de ifade edildiği gibi sağlık hizmeti denince, akla önce hastalıkların
önlenmesi gelmelidir. Hemen hemen tüm hastalıkların, çevresel ve bireysel risk faktör-
lerine yönelik temel (primordial) ve birincil (primer) koruma yöntemleri ile önlene-
bileceği mütehassıs tıp hekimleri tarafından da dile getirilmiştir.
Ayrıca bedende organsal/uzvî bir hasar meydana geldikten sonra onu onarma ve
düzeltmeye çalışmanın çok zahmetli dahası oldukça maliyetli bir durum olduğu bilinen
bir gerçekliktir. Aktif koruyucu hekimlik yaklaşımıyla başka bir ifadeyle tamamlayıcı tıp
felsefesi kapsamındaki bakış ve özümsemeyle, hastalanmamak için gereken özeni
göstermek gerekmektedir.
Koruyucu hekimlik (hıfzu’s- sıhha, Hijyen), hastalıksız ve saglam olarak yaşama
yollarından bahseden bireysel ya da toplum olarak hastalıkların ortayaçıkmasını ya da
ağırlaşmasını engelleyici önlemler üzerinde çalışan ve sağlığı korumak için gereken
hususları öğreten bir hekimlik dalıdır. İnsanlık tarihinde pratik uygulama alanı eski de
olsa, hekimlikte bir bilim dalı olarak teşekkülü yenidir.
Günümüzde hastalığa yakalanmamak için gerekli tedbirleri önceden alıp sağlığı
korumayı ve sağlıklı bir toplum meydana getirmeyi ifade eden koruyucu hekimlik
(hıfzu’s-sıhha, Hijyen) Hz. Peygamber’in (s.a.s) tıp anlayışının en önemli yanlarından
325
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
biridir. “Hasta olmadan önce sağlığınızın değerini bilin” buyuran Hz. Peygamber (s.a.s),
hastalıklara karşı pek çok önlem ve öneriler sunmaktadır.
Islam tarihinde isim konmamış bile olsa koruyucu hekimlikle ilgili uygulamaları
ilk başlatanın Hz. Peygamber ve Tıbb-ı nebevîyi Yunan, Hind ve İran gibi kadîm tıp ge-
leneklerinden ayıran en önemli hususlardan birisinin de koruyucu hekimliğe verdiği
önem olduğu bazı âlimler tarafından belirtilmiştir. Onun bu konudaki tedbirleri, bize
ulaşan sünnetin detaylarında gizlidir.
Koruyucu hekimlik, halkın kendi kendine olan bilinçli beslenmesi ve düzenli
yaşam kültürünün oluşmasıyla ve hastalanmamaya özen göstermesi davranışı ile
başlar. Genel olarak ele alınırsa birincisi hayat tarzı, ikincisi beslenme, üçüncüsü
psikolojik yaklaşım ve stresten uzaklaşma olarak ifade edilmektedir. Hadislerde ise söz
konusu öneriler genelde bedeni ve ruhu hastalıklardan korumaya yönelik tavsiyelerden
müteşekkildir.
a. Bedeni Hastalıklardan Koruma:
I. Temizlik
Hadîslerde maddî/manevi hastalıklara sebep teşkil eden kirlerden temizlenme
emredilmiştir. Bu husus "Allah temizdir, temizi sever etrafınızı temizleyiniz" ve
“temizlik îmanın yarısıdır” rivayetleri ile veciz bir şekilde dile getirilmiştir. Bu bağlamda
abdest, gusül, tahâret, elbisenin temiz tutulması, yemekten önce ve sonra, gece yatarken
ve sabah kalkınca ellerin yıkanması, en azından haftada bir defa banyo yapılması hatta
mümkünse “Kâmil mümin ancak devamlı abdestli olur” rivayeti ile devamlı abdestli
olmak gibi çeşitli teşvikler bulunmaktadır.
Rasûlullah’ın (s.a.s) ferdî temizlik kapsamında “beş şey fıtrattandır: Bıyıkları
kesmek, kasık kıllarını tıraş etmek, koltuk altı kıllarını yolmak, tırnakları kesmek ve
sünnet olmak" hadisi örnek olarak zikredilebilir. Söz konusu rivayetlerde genel an-
lamda cilt, el, ağız, burun temizliği; saç, sakal, bıyık bakımı, tırnak, koltukaltı, yüz, diş ve
ayak bakımı ve temizliğine önem vermiştir. İlaveten “Sizden biri aksırdığında iki
avucunu yüzüne koysun” buyurarak aksıran kimseden temayüz eden olumsuzlukları
engellemeye çalışmıştır. Öte yandan ailevî münasebetler hususunda belli sınırlamalar
getirmesi, sağ el ile yemek yeme, Peygamberlerin uygulaması olarak nitelendirdiği
sünnet olma emirleri ve tuvalette idrarın sıçramamasına özen göstermesi de koruyucu
hekimlik bağlamında değerlendirilebilir.
II. Çevre Temizliği
Çevre Temizliği “ev temizliği, Sokak, cadde, mahalle, şehrin temizliği ve Çevre
atıkların uygun şekilde uzaklaştırılması ve suların temizliği” başlıkları altında ele alına-
bilir. Hadislerde halkın gelip geçtiği yollarda, gölgelendikleri (kuytu) yerlerde abdest
bozanları kınayan ifadeler yer aldığı gibi, yoldaki zarar verici bir maddeyi kaldırmaya
yönelik emir ve tavsiyeler de mevcuttur. “Avlularınızı ve çevrenizi temiz tutun. Lânetli iki
şeyden sakının; insanların gelip geçtiği yolları ve gölgelikleri kirletmeyin.” Dahası yeterli,
temiz ve sağlıklı su sağlanması için: durgun suya bevletmek ve su mecralarına büyük
abdest bozmak yasaklanmıştır. Ayrıca kuyuların pislikten korunması için çeşitli esaslar
getirilmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) oksijen kaynagı olan agaç dikimine hassasiyet göstererek
“Yarın kıyametin kopacağını bilseniz bile, bugün elinizdeki fidanı dikin” buyurmuş, bu
ağaçtan her kim istifade etse, diken adına kıyamete kadar bir sadaka hükmüne
geçeceğini belirterek ümmeti de teşvik etmiştir. Ayrıca ölü arazileri ihya etmeyi tavsiye
etmiş, belirli bölgelerin ot ve ağaçlarına dokunulmaması için oraları yasak bölge ilan
ederek hurmalıklar oluşturmuştur. Sivrisinekleri yok etmek için bataklıklara hurma
fidanları dikmiştir.
326
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Ancak her ne kadar temizligi ihlal etse de ferdi rahatsızlıklara mahal verecek du-
rumlara engel olmuştur. Örneğin mescide bevleden/idrarını yapan bir bedeviye (ani)
müdahaleyi yasaklayarak işini bitirdikten sonra oranın bir kova su ile yıkanmasını
emretmiştir. Bütün bu tedbirler, o devrin kirleticilerine karşı alınmıştır. Elbette, za-
manımızın hassasiyeti doğrultusunda ilmin sunacağı veriler de dikkate alınarak,
günümüzdeki kirleticiler de ilave edilmelidir.
III. Sağlıklı, Yeterli Ve Dengeli Beslenme
Beslenme, insanın hayatta kalmasını saglayan bir faktördür. Dengeli beslenme
kişinin maksimum fonksiyonda bulunması için ne gerekiyorsa onu yapacak bir destek
başka bir ifadeyle kişinin sağlığıdır.
Hastalıklardan korunmak için alınacak en önemli tedbirlerden biri de beslen-
meye dikkat etmektir. Belirli bir hastalığın sebebi olmasa da ihtiyaçtan daha az, fazla
veya zararlı besinden kaynaklanan birçok hastalık, halsizlik ve neşesizlik halleri vardır.
Gıdanın bulunmadığı ya da çok az olduğu açlık durumlarında düzensiz beslenmeden
kaynaklanan hastalıkların ortaya çıkması ise kaçınılmaz bir neticedir.
Bunun için Rasulullâh (s.a.s.) alınan gıdalara dikkat eder ve bu konuda ashabını
uyarırdı. Devamlı oruç tutmayı yasaklarken, oruç tutanların sahura kalkıp bir şeyler
yemelerini de isterdi. Her gün oruç tutan Abdullah b. Amr b. el-As'a böyle yapmamasını
söylemiş, aksi takdirde vücudunun zayıf düşeceğini hatırlatmıştır. Kuvvetli mü'minin
zayıf mü'minden daha hayırlı olduğunu bildiren Peygamberimiz (s.a.s.), kişinin beslen-
mesine dikkat etmemesinden dolayı güçsüz duruma düşmesini hoş görmemiştir. Yalnız
hurma ile de olsa akşam yemeğinin yenilmesini istemesi, beslenmeye gösterdiği dikkat
açısından önemlidir.
Bununla birlikte Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de “Yiyiniz içiniz ancak israf etmey-
iniz, çünkü O, israf edenleri sevmez” ayetinde israf edilmemesinin önemine işaret
etmiştir. Her işte orta yolun tercih edilmesini ısrarla vurgulayan Rasulullâh (s.a.s) “Her
istediğini yemen israftandır” hadisi ile az yemek yemenin önemine değinerek bir nevî
çok yemenin de ayette yasaklanan israfın bir çeşidi olduğunu ifade etmiştir. Farklı
rivayetlerde acıkmadan sofraya oturmamayı ve tam doymadan da sofradan kalkmayı
tavsiye ederek “İnsanoğlu midesinden daha zararlı/kötü bir kap doldurmamıştır”
rivayeti ile az yemek yemenin beden sağlığı açısından taşıdığı önemi vurgulamıştır.
Ayrıca “Midenin üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birinin de boş bırakılmasını” tavsiye
etmiştir. Meşhur Endülüs âlimi İmam Kurtubî (v.1272): “Rasûlullah’ın (s.a.s) beslenme
ile ilgili bu taksimatını, Hipokrat duysaydı, bundaki hikmet karşısında hayran kalırdı”
demiştir.
Peygamberimizin (s.a.s) saglıklı, dogru beslenme ve hastalıklardan korunmaya
ilişkin birçok hadisi bulunmaktadır. Hadislerde Rasûlullah (s.a.s.), baharatlar, otlar,
sebzeler ve diğer gıda maddelerinin yanında meyvelerin insan vücudunda ortaya
çıkardıkları tesirleri dikkate almış, aralarındaki uyumu gözetmeyi ve tüm besin gru-
plarındaki yiyecekler arası dengeyi sağlamayı bizzat uygulamış ve tavsiye etmiştir.
Geleneksel tıp anlayışına göre, besinler, insan vücudunda ortaya çıkardıkları
tesirler bakımından yaş, kuru, sıcak (hararetli) ve soğuk seklinde sınıflandırılmışlardır.
Hekimler, meyveleri de bu nitelikleri itibarıyla gruplandırmış ve aynı gruptaki besin ve
meyvelerin birlikte alınmamasının sıhhat acısından daha faydalı olduğunu be-
lirtmişlerdir. Ünlü hekimlerden Bergamalı Galinos, az ve birbiriyle uyumlu yiyecekleri
yediği için hastalanmadığını öne sürmüştür.
Yiyecekler arasında uyumu gözetmek, her dönemde farklı şekillerde ifade edilse
de sağlıklı beslenme acısından son derece önemlidir. Peygamberimiz (s.a.s), meyveleri
327
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
farklı meyvelerle veya farklı yiyeceklerle birlikte yemiştir. Yaş hurma ile birlikte sala-
talık ve yine yaş hurma ile birlikte karpuz yediği hakkında rivayetler vardır.
Ayrıca Rasulullâh (s.a.s) meyveleri olgunlaştığında yemeyi tercih ve tavsiye
etmiştir. Çocuklar için de anne sütünü önermiş, yeme ve içme ihtiyacını helal ve sağlıklı
gıdalarla dengeli bir şekilde gidermeyi tavsiye etmiştir. “Bütün uyuşturucu, içkidir.
Bütün uyuşturucu da haramdır.”, “Bütün sarhoş edicilerden sakının.”, “Sarhoş edici
şeylerin bütününü size yasaklıyorum.”, “Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır.”, “Sarhoş
eden bütün içecekler haramdır” demek suretiyle aklı gideren tüm maddelerin içilmesini
ve alınmasını yasaklamıştır. Bununla birlikte “İçkide dertten başka şifâ olmadığını” be-
lirtmiştir.
Ümmetine; bir şey içerken kabın içine solumasınısıcak yemek yemeyi ve yemeğe
üflemeyi, yemek yerken konuşmayı, suyu ayakta, tek solukta, içi görünmeyen ve üstü
açık kaplarda içmeyi yasaklamıştır. Yemeği küçük lokmalar halinde ve acele edilmeden
iyice çiğneyerek, israf edilmeden, aşırıya kaçmadan yemeyi ve suyun üç nefeste otu-
rarak içilmesini tavsiye etmiştir. Ayrıca sağlık için perhizin önemine işaret ederek, be-
lirli hastalıklardan mustarip olan sahâbîlere perhiz yapmalarını öğütlemiştir.
IV. Düzenli Spor
Koruyucu hekimlik çerçevesinde spor lüks olmayıp, zaruri bir uğraştır. Bu
bağlamda düzenli sporu günlük yaşama entegre etmek gerekir. Ata binmek, ok atmak,
güreş tutmak, yüzme ve koşmak beden sağlığı için faydalı sporlar arasında sayılmak-
tadır. Rasulullâh (s.a.s)“ Müsabaka (yarış yapmak); at ve deve koşturmakta, ok ve benzeri
şeyleri atmaktadır” rivayeti ile bu konuda bir nevi bilinç oluşturmuş, bu sporları bizzat
uygulamış veya teşvik etmiş; ayrıca meşru çerçevede müsabakalara da izin vererek
öncülük etmiştir. Ancak bir canlının telef edilmesini içeren tavukların hedef yapılması
suretiyle icra edilen ok atma müsabakalarını yasaklamıştır.
V. Uyku
Resûl-i Ekrem (s.a.s), erken yatıp erken kalkmayı, gecenin bir bölümünü ibadet
için ayıranların gündüz kaylûle yaparak günü zinde geçirmelerini tavsiye etmiştir. Kişi
için en uygun uyuma pozisyonunu, sağ veya sol taraf üzerine yatılması şeklinde ifade
ederek, bazı rahatsızlıkları da beraberinde getiren yüzüstü veya yüzükoyun yatılmasını
yasaklamıştır. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.), korkuluğu olmayan damda uyumaktan da
menetmiştir.
VI. Bulaşıcı Hastalıklarda Karantina
Rasulullâh (s.a.s) “Bir yerde veba hastalığının ortaya çıktığını duyarsanız oraya
girmeyin; bulunduğunuz yerde veba görülmüşse oradan ayrılmayınız”, “Cüzzamlıdan
aslandan kaçar gibi kaçın” buyurarak bulaşıcı hastalıklarda karantina ortamı
sağlanmasını tavsiye etmiştir. Bazı âlimlere göre bulaşıcı hastalıklarda karantina uygu-
lamasını ilk olarak Rasûlullah uygulamıştır.
VII. Meşru Dairede Kolaylaştırma
Haram temayülleri engellemek ve bu surette bulaşan hastalıkları koruma adına
(AIDS vb.) “Nikâh benim sünnetimdir, evleniniz” buyurmak suretiyle meşru evliliği
tavsiye etmiş ve ashâbtan ömür boyu evlenmeyeceğini belirten birkaç kişiyi bu konuda
uyarmıştır.
Öte yandan ibadetlerin bir etkisinin de bireylere sıhhat sağlaması olduğunu
vurgulayarak Hz. Âişe’nin belirttiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) ashabın yapmayı arzu-
ladığı visal orucunu yasaklamış; kendisinin bu şekilde oruç tuttuğu hatırlatıldığında da
"Siz benim gibi değilsiniz; Rabbim bana yedirir, içirir" şeklinde cevap vermiştir. Ayrıca
ömür boyu her gün oruç tutmayı ve gece boyu uyumaksızın ibadet etmeyi; güç
328
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
yetirememe, ibadetlere karşı nefret oluşması ve sıhhatlerine zarar vermesi endişesi ile
engellemiştir.
b. Manevî Hastalıklardan Koruma
Nasıl ki beden saglıgı için, vücut organlarının sağlıklı ve dengeli bir şekilde
çalışması gerekiyorsa, ruh sağlığı ve iyiliği için de ruh sağlığını oluşturan unsurlar
arasında bir denge ve uyum gerekmektedir. Dolayısıyla insanın fiziki, psikolojik, sosyal
ve manevi yanlarını bir bütün olarak incelemek gerekir.
Dikkatli bir şekilde incelendiginde neredeyse tüm dinlerin sadece birtakım inanç
ve ibadet ilkelerini izahla iktifa etmeyerek, aynı zamanda ruh ve beden sağlığına ilişkin
önemli bazı esasları da içerdiği görülmektedir. Genel olarak tüm dünya dinlerinin ön-
gördüğü sabır, tevazu, hoşgörü, sevgi ve paylaşmak gibi olumlu niteliklerle, hoş görme-
diği ve yasakladığı birtakım ahlaki ilkeler, insanları hem fiziki hem de ruhsal açıdan
olgunlaştırmayı hedeflemektedir.
Rasûlullah (s.a.s) beden sağlığının yanı sıra ruh sağlığının da korumak için gerekli
tedbirleri alarak rûhî/manevî hastalıklar olan; inançsızlık, haset, kin, nefret, gıybet,
dedikodu, yalan, dünya ve mal hırsı, öfke ve şehevi düşkünlük gibi bireyin iç dünyasını
tahrip eden hususlardan uzak durmayı tavsiye etmiştir.
Allah’a iman etmek, tevekkül inancıyla yaşamak, başa gelen olayları sabırla
karşılamak, Seyahat, akraba ziyaretleri, ilim meclislerinde vakit geçirme, bir kötülüğü
iyi bir davranış ile telafi etme, kötü arkadaştan uzaklaşma, iki konu arasında kalınınca
kolay olanı tercih etme gibi bir takım uygulamalar söz konusu hastalıklardan korunma
yolları olarak ifade edilebilir.
3) İLAÇ, RUKYE, HACAMAT VE DAĞLAMA İLE TEDAVİ
Allah Rasûlü (s.a.s): "Ey Allah'ın kulları, tedavi olun” “Allah, şifasını yaratmadığı
hiçbir hastalık vermez her ne hastalık indirmiş ise onun devasını da indirmiştir”
buyurmak suretiyle tedavi olmayı ve pes etmeyerek tüm çarelere başvurmayı teşvik
etmiştir. Rasulullâh (s.a.s) tedavi şekilleri hakkında: "Şifa üç şeydedir: Bal şerbeti
içmek, kan aldırmak ve vücudu ateşle dağlamak. Fakat ben ümmetime dağlayarak te-
davi olmayı yasaklıyorum" buyurmuştur. Bu hadisin şerhinde el-Aynî (855/1451),
“yalnızca bu üç şeyin zikredilmesi Arapların çok kullandığı ve bildiği tedavi usulleri
olduğu içindir” demektedir.
Konu ile ilgili rivayetler degerlendirildigi zaman karşılaşılan tablo Nebevî Tıbbın
en önemli özelliklerden birisinin karışımla elde edilen ilaçlara, basit, tabiatta bulunan
ilaçların tercih edilmesidir denilebilir. Bu acıdan bakıldığında tıbb-ı nebevînin şifalı
otlara, sebzeler ve meyvelere, yani gıda olarak alınan yiyeceklere, kan aldırma ve
dağlama şeklinde hastalık gruplarına göre farklı yöntemler uygulamak suretiyle, tıbbı
destekleyici hatta tamamlayıcı bir tıp anlayışını yansıttığı söylenebilir.
Tıp hadislerinin menşei hakkında çeşitli yorumlar söz konusu olmakla birlikte bir
kısmının, nesiller boyu çeşitli tecrübelerle sınanarak öğrenilmiş olan, Arap toplumunun
kültürel mirasının bir ürünü, bir kısmının da, Rumlar ve İranlılarla temaslar sonucu
öğrenilmiş, eski Yunan’a ve diğer kadîm medeniyetlere dayanan ve genelde eğitimle
öğrenilebilen tıbbî bilgi ve teknikler olduğu bazı âlimler tarafından dile getirilmiştir.
Rasûlullah (s.a.s) “Sizin ilâçlarınızdan herhangi bir şeyde şifâ varsa, bu kan alma-
da ve ateşle dağlamadadır. Fakat ben dağlamayı sevmiyorum” buyurmuştur. Hadiste
dikkat edilirse “sizin ilâçlarınızdan” denilmiş olması bu tedavi usullerinin bölgesel özel-
likler taşıdığını göstermektedir. Ancak Hz. Peygamber Arapların kullandığı tedavi usul-
lerini olduğu gibi kabul etmemiş, bunların bir kısmını tashih etmiştir. “Uzre/bademcik”
329
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
kıyasla daha sağlıklı olma eğilimindedir. Hatta araştırmalar, sosyal desteğin fizyolojik
açıdan da sağlığa katkısı olduğunu ileri sürmektedir. Diğerleriyle olan yakın ilişkiler,
bağışıklık sistemini desteklemektedir.
19.y.yılın başına kadar Batı’da hastalar lanetli kimseler olarak kabul edilerek,
,şeytanla işbirligi yaptıgına inanılır, yakılıröldürülür veya zincire vurulurken Hz.
Peygamber (s.a.s) hastalara şefkat, merhamet gösterilmesini, psikolojik açıdan
desteklenmesi için de hasta ziyaretlerini teşvik etmiş, “Hastanın yanına girdiğinizde ecel
konusunda onu rahatlatacak biçimde konuşun. Bu, onun ecelinin zamanını değiştirmez,
ancak hastayı rahatlatır” rivayeti ile hastaların yanında onları üzecek hususlardan söz
edilmemesini tenbihlemiştir.
Yine hastaları bakışlarıyla dâhi rahatsız edenleri uyarmış, “Cüzzamlı hastalara
uzun uzun bakmayın” buyurmuştur. Nekâhet dönemindeki hastaların yemelerine
içmelerine dikkat etmeleri gerektiğini vurgulayıp hastalık sonrası bakımın önemine
işaret etmiştir. Diğer taraftan, “Hastalarınızı yemek yemeye zorlamayınız, Allah onlara
yedirir içirir” hadisi ile hastalara karşı daha hassas davranılması gerektiği vurgusunu
yapmıştır.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Saglık insan için en önemli değerlerden biridir. Buna rağmen bütün dünyada,
sağlığa bakış paradoksal bir seyir takip etmektedir. Herkes sağlığın önemli olduğunu
söylemekte ancak neredeyse pek çok1 kimse hasta olmadığı sürece sağlığına önem
vermemektedir.
Özellikle bedende organsal bir hasar meydana geldikten sonra onu onarmak ve
düzeltmeye çalışmak çok zahmetli ve oldukça maliyetli bir durumdur. Bu nedenle
hekimler, hastaların tedavileriyle birlikte hastalıkların önlenmesine yönelik çalışma-
larını da yoğunlaştırmalıdırlar. Çünkü günümüzde hemen hemen tüm hastalıkların
önlenebilir olduğu ve henüz tedavisi olmayan hastalıkların bile bazı koruyucu yöntem-
lerle denetlenebileceği bilinen bir gerçekliktir. Bunun için sağlıklı olmayı ve sağlıklı bir
çevrede yaşamayı en temel insan haklarından sayan bir anlayış esas alınmalıdır.
Allah Rasûlü’nün (s.a.s) tıpla ilgili hadisleri incelendiğinde, bir kısmının koruyucu
hekimlik, bir kısmının da hastalık, tedavi ve ilaçlar hakkında olduğu görülmektedir.
Fakat koruyucu hekimlik başlığı altında incelenebilecek hususlar, Nebevî tıbbın
merkezini teşkil etmiştir. Kişiyi hasta olmaktan korumak esas olduğu için Rasulullâh
(s.a.s) koruyucu hekimlik üzerinde hassasiyetle durmuş ve önemli sağlık tedbirleri
almıştır.
Elbette Peygamberlerin öncelikli vazifesi insanlara beden sıhhati kazandırmak
değildir. Lâkin Hz. Peygamber’in (s.a.s) ahlâkî tavsiyeleri ve tecrübelerinden hareketle
bazı yönlendirmeleri şüphesiz mevcuttur. O, bir köşede oturup sadece dini bilgileri
aktaran bir birey değil, hayatın içinde olarak bütün duygu ve fikirlerini, tecrübe ve
gözlemlerini toplumuyla paylaşan bir peygamberdir.
Hz. Peygamber (s.a.s), kendisine saglık sorunlarını ileten insanlara sorunlarının
ciddiyeti, içinde yaşadığı coğrafyanın imkânları, kendi birikimi, bazı âlimlere göre de
nübüvvet vasfı gereği vahiy ile destekli bilgilerle cevap vermeye çalışmış, onların daha
sıhhatli ve mutlu olmaları için gereken çabayı göstermeye gayret etmiştir. Ayrıca Resûl-
i Ekrem’in (s.a.s) tıp eğitimi almış hekimlere ve tıp alanında tecrübesi bulunan tabiplere
itibar etmesi tecrübî tıbba verdiği değeri de göstermektedir.
Hz. Peygamber’in (s.a.s) tıp alanına yönelik en önemli katkılarından birinin,
bütün hastalıkların tedavi edilebileceğini dile getirmesidir denilebilir. Her hastalığın bir
331
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
KAYNAKÇA
Abdülkadir EROĞLU, Şifalı Bitkiler ve Tıbb-ı Nebevi: Bitkilerle Kolay Tedavi ve
Peygamberimizin Sağlık Öğütleri, İstanbul: İlim Yayınları, 1980.
Adem YERINDE, “Şifâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul: 2010,
cilt: XXXIX, s. 129-131.
Ahmet AĞIRAKÇA, İslam Tıp Tarihi: (Başlangıçtan VII./XIII. yüzyıla kadar), İs-
tanbul: Nobel Tıp Kitapevleri, 2004.
Ahmet TURHANOGLU, Hadislerde Koruyucu Hekimlik, Istanbul: Ragbet
.Yayınları, 1999
Aidin SALIH, Gerçek Tıp, İstanbul: Yazı Yayıncılık, 2010.
Ali Rıza KARABULUT, Tıbb-ı Nebevi Ansiklopedisi, Kayseri: Mektebe Yayınları,
.1994
Aliye SEREN, - Suat SEREN, Koruyucu Hekimlik ve Sağlık Bilgisi, Ankara: 1950
Arslan MAYDA, Tıbbı Nebevî Koruyucu Hekimlik, İstanbul: Işık yayınları, 2015.
Asaf Ataseven, “Tıbb-ı Nebevî”, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet Dergisi], 1989, cilt:
XXV, sayı: 4, Özel Sayı, s. 93-100.
Ayhan Tekineş, “Alternatif İslami Tıp ‘Tıbb-ı Nebevî’ ”, Dîvân: İlmî Araştırmalar,
1998, cilt: III, sayı: 4, s. 57-72.
Ayhan TEK“ ,INEŞTıbbı Nebevî’de Meyve”, Yeni Ümit Dergisi, s.21, Temmuz-
Ağustos- Eylül 2008.
Ayhan TEK“ ,INEŞTıbb-ı Nebevî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İs-
tanbul: 2012, c. XXXXI, s. 85-88.
Ayni, Ebû Muhammed Bedreddin Mahmûd b. Ahmed b.Musa el-Hanefi
(855/1451), Umdetü'l-kari şerhi Sahihi'l-Buhari, Kahire: Şerike Mektebe ve Matbaa
Mustafa el-Babi el-Halebi ve Evladuhu, 1972.
332
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Levent Öztürk, “Tıbb-ı Nebevî’de Tıbbî Etik’in Meta-Etik Analizi, Sakarya Üniver-
sitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004, sayı: 9, s. 105-119
Mahmut DENIZKUŞLARI, Kuran-ı Kerim ve Hadislerde Tıp, Konya: Hüner
Yayınevi, 2008.
Mahmut DENIZKUŞLARI, Peygamberimiz ve Tıp, Istanbul: Marifet Yayınları,
.1981
Mehmed Tahir OLGUN, Tahirü’l-Mevlevî (1371/1951), Müslümanlığın Medeni-
yete Hizmetleri, I-II, İstanbul: Bahar Yayınevi 1974.
Mustafa KÖYLÜ, “Ruh Sağlığı Ve Din: Batı Toplumu Açısından Bir Değer-
lendirme”, O.M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007, sayı: 23.
Mustafa ÖSELMİŞ, Tıbb-ı Nebevi, http://www.mustafaoselmis.com.tr/wp-
content/uploads/kitap-icerikleri/tibb-i-nebevi.pdf.
Müslim, Ebu'l-Hüseyn Müslim b. Haccac el-Kuşeyrî (261/875), el-Müsnedü’s-
Sahîh, İstanbul, 1992.
Necmettin “ ,ŞEKERHz. Peygamber’in Hadislerinde Koruyucu Hekimlik: Ha-
camat Örneği”, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 2013, sayı: 21.
Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Ali b. Şuayb Nesâî (303/915), Sünenü'l-
Kübra, Beyrut: Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1991.
Sıtkı VELICANGIL, Koruyucu Hekimlik ve Halk Sağlığı, Istanbul 1973.
Stewart L. TUBBS, ve Sylvia MOSS, Human Communication, sixth ed., McGraw-
Hill, New York 1991.
Suyûtî, Ebü’l- Fazl Celaleddin Abdurrahman (911/1505), et-Tıbbuü’n- Nebevî,
San‘a: Mektebetu Ceylil Cedid, 1987.
Tirmizî, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ (279/892), Sünen (el-Cami'u's-sahih), İstan-
bul: 1992.
Tokaç, Mahmut, “Tıbb-ı Nebevî’yi Yeniden Konumlandırmak”, Sağlık Düşünce-
si ve Tıp Kültürü Dergisi, Mart-Nisan-Mayıs 2011-2012, sayı 22 s: 26-29.
Zehebî, Ebû Abdullah Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1348), et-
Tıbbü'n-nebevi, thk. Ahmed Rıfad Bedravi, Beyrut: Dâru İhyai'l-Ulum, 1990.
334
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
335
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
AİLE HEKİMLİĞİ
336
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
337
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
338
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
339
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Anne sütü alan bebeklerin kronik hastalıklara da ÇÖLİAK, DİABET, CROHN HAS-
TALIĞI. ÜLSERATİF KOLİT, ALLERJİ VB..daha az yakalandıkları tesbit edilmiştir.
Anne Sütünün Ayarlanabilirliği
ANNE SÜTÜ bebeğin içinde bulunduğu şartlara, buna bağlı olarak bebeğin ger-
eksinimlerine göre, otomatik olarak ayarlanmaktadır.
---Dogumdan hemen sonra anne vücudundan eşin ayrılmasıyla birlikte süt
yapımı başlar. Bu başlangıç doğum eylemi esnasındaki hormonların etkisi iledir. Artık
bundan sonraki lohusalık süresince süt yapımı hormonal etki ile değil, her memedeki
yapılacak süt miktarı o memeden emilen sütün miktarına göre otomatik olarak ayar-
lanır. Emilmeye göre, her iki memede yapılan süt miktarları farklı olabilir. Böylece, be-
beğin ihtiyacından fazla süt yapılmaz, süt ziyan olmaz. Süt az olup bebek aç kalmaz. İkiz
veya üçüz bebeklere yetecek kadar süt yapılabilir. Hatta hiç anne olmamış kızların be-
beği devamlı emzirmeleri süt yapımını başlatır, bebek besleyebilecek hale gelirler.
---Annede beslenme yetersizli gi varsa, kansızlıgı (anemi), dişçürükleri (d vita-
mini, kalsiyum eksikliği) varsa dahi bebeğe verdiği sütte bu maddelerin eksikliği olmaz,
annenin ihtiyacının karşılanamaması pahasına bebeğe giden süt eksiksiz sentez edilir.
---Erken dogan bebeklerin annelerinin sütü, zamanında doğum yapmış annelerin
sütlerinden farklıdır. Savunmasız prematüreyi enfeksiyonlardan koruyacak im-
münglobülinler 17-20 kat fazla bulunur. Ayrıca hızlı büyüme esnasında kullanılacak
maddelerden zengin, genzine kaçmayacak kadar yoğun kıvamdadır.
---Bebegin kaç aylık olduğuna göre sütün bileşimi farklılık gösterir.
---Emmenin başındaki süt ile sonlarında salınan sütün bileşimi farklıdır. Başında-
ki sütün enerji veren maddelerden (glikozdan) zangin olmasına karşın, sona doğru yağ
molekülleri artar, bunlar bebekte doygunluk hissi oluşturarak memeyi bırakmasını
sağlar, bu durum obeziteyi önler.
---Gece sütünün bileşimi gündüz saatlerindekinden farklıdır. Büyüme hormonu
gece salınır, büyüme geceleyin aktiftir, gece sütü büyüme işleminde kullanılan yapı
taşlarından zengindir. Gündüz sütü beden hareketleri ve organların çalışmaları için
gerekli olan enerji kaynağı maddelerce zengindir.
---Varlıgı gösterilen 20 den fazla enzim, anne sütünün biyolojik değerinin yal-
nızca kimyasal yapısındaki şeker, yağ, protein, minerallerle değerlendirilmemesi gerek-
tiğini anlatır. Bu enzimler ilk sütte olgun sütten daha fazla, erken doğum yapmış annel-
erin sütünde, gününde doğum yapmış annelerin sütündekinden daha fazla ve daha ak-
tiftir. Sütle gelen bu enzimler, salgıbezleri olgunlaşıncaya kadar, hayati derecede önemli
enzimatik faaliyetleri emniyete alır.
---Anne sütündeki hazır hormonlar; insülin, growth h, gastrin, enteroglukagon,
T3,T4… bebeği ilk aylarda hormon eksikliği ile giden ciddi iç salgı bezleri hastalıkların-
dan korur.
---Kolostrum ilk 5-4günde salınan süt, sarı renkli, koyu kıvamlı, akışkanlığı azdır.
Bir günde gelen miktar, bebeğin ilk günlerdeki ihtiyacını karşılar. Eskiden bazı evlerde
ilk süt dışarı sağılır, olgun süte benzemeye başlayınca anne sütü verilirdi. Halbuki ko-
lostrum çok özeldir. Damlası dahi ziyan edilmeden bebeğin ağzına ulaştırılmalıdır. Be-
beğin ilk aşısı denilecek kadar yoğun savunma maddeleri ihtiva eder. Çabuk yorulan,
bazen ememeyen, bazen yutması yetersiz olan yeni doğana göre koyu, az da alsa doy-
uracak kalitede imal edilir. Eskilerin rengi koyu diye bebeğe vermeyip dışarı sağdıkları
ilk süt, bal kavanozunun ağzındaki son damlanın parmakla sıvanıp zayi olmasının
önlenmesi gibi, memenin ucundaki son damlası bile parmakla toplanıp bebeğin ağzına
341
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
342
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
343
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
مستخلص:
يمثل حليب األم المصدر األساسي واألهم في األيام األولى من حياة اإلنسان ،وقد جعل
اإلسالم الصلة بين المرضع والطفل كالصلة بينه وبين أمه الحقيقة ،ومع التقدم العلمي
ُنشئت بنوك الحليب البشري في ٍ
عدد من والتكنولوجي وإنشاء العديد من البنوك الطبية البشرية ،أ ِّ
البالد ،وقد اختلف العلماء المعاصرون في أثر الرضاع من هذه البنوك ،وأبرز ما ظهر الخالف
بين مجمع الفقه اإلسالمي الدولي الذي ذهب إلى تحريم االستفادة منها ،وثبوت الحرمة بها،
والمجلس األوروبي لإلفتاء والبحوث ،الذي ذهب إلى جواز االستفادة منها ،وعدم ثبوت الحرمة
بها ،فجاء هذا البحث ليعرض أقوال كل فر ٍ
يق وأدلتهم في هذه المسألة ،ثم الوصول إلى القول
الراجح فيها.
344
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
مجمع الفقه اإلسالمي، خلط الحليب بغيره، أثر الرضاع، بنوك الحليب:الكلمات المفتاحية
. المجلس األوروبي لإلفتاء والبحوث،الدولي
Özet:
Anne sütü insan hayatının ilk günlerinde önemli ve temel bir beslenme kaynağı
olarak öne çıkmaktadır. İslam öz anneyle çocuğu arasında ilişki oluşturduğu gibi
emziren ve bebek arasında da ilişki var etmiştir.
Ilim ve teknolojinin ilerlemesile beraberçok sayıda insani tıp bankaları ku-
rulmuştur. Bu bankalardan biri de birçok ülkede kurulmuş olan süt bankalarıdır.
Çağdaş alimler bu süt bankalarından alınan sütlerin hükmi sonuçları üzerinde ihtilaf
etmişlerdir. Bu ihtilafların tarafları arasında en fazla öne çıkan kurumlar, bu süt
bankalarından istifadenin haram olduğu ve haramlığın sabit olduğu gürüşünde olan
Uluslararası İslami Fıkıh Akademisi ile; bu süt bankalarından istifade etmenin caiz
olduğu ve haramlığın sabit olmadığı gürüşünü savunan Avrupa Fetva ve Araştırma
Konseyi'dir.
Dolayısıyla bu araştırmada her grubun bu mesele hakkında gürüşü ve delilleri sunu-
lacaktır. Ayrıca bu tartışmalar neticesinde ulaşılıp tercih edilen gürüş takdim
edilecektir.
Anahtar Kelimeler: Süt Bankaları, Emzirmenin Sonucu, Birden Fazla Anneye Ait
Sütlerin Karıştırılması, Uluslararası İslami Fıkıh Akademisi, Avrupa Fetva ve Araştırma
Konseyi.
:مقدمة
، وعلى آله وصحبه أجمعين، والصالة والسالم على إمام المرسلين،الحمد هلل رب العالمين
:وبعد
جعل هللا له أول والدته، المخلو َق في أحسن تقويم،ولما كان اإلنسان خليف َة هللا في األرض
الذي ال يغني عنه، وهو حليب األم، أعجز العقول البشرية عن أن يأتوا بمثله،مصد اًر للتغذية
.أي نوٍع آخر من أنواع األغذية
وكان له التأثير األكبر،ولما كان هذا الحليب هو المصدر الذي ينشأ عليه الطفل أول نشأته
فقال تعالى في معرض، جعل هللا تعالى المرضع بمنزلة األم،بشكل عام ٍ في صحة اإلنسان
ات
ُ االتُ ُك ْم َوَب َن
َ َخ َواتُ ُك ْم َو َع َّماتُ ُك ْم َو َخ َّ {ح ِّرَم ْت َعَل ْي ُك ْم أ
َ ُم َهاتُ ُك ْم َوَب َناتُ ُك ْم َوأ ُ :بيان المحرمات من النساء
.]23 :4 اعة} [النساء ِّ ِّ ِّ َّ َّ ُخ ِّت َوأ
َ ض َ الر
َّ َخ َواتُ ُك ْم م َن َ ض ْع َن ُك ْم َوأ َ الالتي أ َْر ُم َهاتُ ُك ُم ْ ات ْاأل
ُ َخ َوَب َن
ِّ ْاأل
345
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ومع التطور البشري ،والتقدم المتزايد يوماً بعد يوم ،وظهور آالت الحفظ والتبريد ،تمكن
ٍ
طويلة ،ثم تقديمه لألطفال ،ثم تطورت الفكرة حتى أ ِّ
ُنشئ اإلنسان من حفظ هذا الحليب لفتر ٍ
ات
بنك للحليب البشري ،مثله مثل باقي النبوك الطبية البشرية ،كبنك الدم ،وبنك النطاف ،وبنك
ٌ
الخاليا الجذعية ،وغيرها.
ولكن السؤال الوارد هنا :هل يكون تأثير الرضاع من هذه البنوك كتأثير الرضاع المباشر؟
وعقدت من أجله الندوات الطبية والفقهية
في الحقيقة ُكتب في هذا الموضوع عشرات األبحاثُ ،
الكثيرة ،وصدرت في ذلك العديد من الفتاوى والبيانات ،ولكن المالحظ في هذه األبحاث
والبيانات أن فيها تعارضاً وانقساماً كبي اًر ،بين ٍ
مؤيد ومعارض ،ومن أبرزها قرار مجمع الفقه
اإلسالمي الدولي ،الذي أفتى بتحريم االستفادة منها ،وثبوت الحرمة بها ،وقرار مجلس اإلفتاء
والبحوث األوروبي ،الذي أفتى بجواز االستفادة منها ،وعدم ثبوت الحرمة بها.
هذا ما دفعني للكتابة في هذا الموضوع ،فعزمت -بعد التوكل على هللا –على جمع األقوال
واألدلة في هذه المسألة ،ومناقشتها مناقش ًة موضوعي ًة ،حتى يتضح الحكم األقرب إلى الصواب
بإذنه تعالى.
بدأت بالتعريف ببنوك الحليب ونشأتها وأهميتها ،ثم ذكرت أقوال الفقهاء في أثر االستفادة
من بنوك الحليب ،وأدلتهم ،ثم مناقشة أقوال الفقهاء وأدلتهم ،من خالل عرض ومناقشة مسألة
صفة الرضاعة المحرمة ،والشك في الرضاعة ،وحكم الحليب المختلط بغيره ،والمصلحة
والمفسدة في هذه البنوك ،واالحتياط في مسائل الرضاع ونحوها ،ثم ذكرت الترجيح في
المسألة ،وختمت البحث بذكر الضوابط التي تجعل عمل بنوك الحليب حالالً ،ثم الخاتمة
ومراجع البحث.
وأسأل هللا العلي الكريم أن يوفقنا إلى ما يحبه ويرضاه ،إنه نعم المولى ونعم النصير ،والحمد
هلل رب العالمين.
عرفت الموسوعة الطبية الفقهية بنوك الحليب بأنها "مراكز مخصصة لجمع الحليب من
ٍ
أمهات يعطين حليبهن مقابل ٍ
ثمن معين ،ومن ثم تبيع هذه البنوك أمهات متبر ٍ
عات ،أو من ٍ
الحليب المجموع لألمهات اللواتي يرغبن في إرضاعه ألطفالهن".
َ
346
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
فالبنك يقوم بتعقيم وتبريد وحفظ الحليب ،ثم تقديمه لألطفال المحتاجين ،وال ريب أن الهدف
الذي من أجله أنشئت "بنوك الحليب" هدف خير نبيل ،يؤيده اإلسالم الذي يدعو إلى العناية
خديجا ال حول له وال قوة.
ً طفال
بكل ضعيف ،أياً كان سبب ضعفه ،وخصوصا إذا كان ً
وال ريب أن أية امرأة مرضع تسهم بالتبرع ببعض لبنها لتغذية هذا الصنف من األطفال
مأجورة عند هللا ،ومحمودة عند الناس ،وال ريب كذلك أن المؤسسة التي تقوم بتجميع هذه
"األلبان" وتعقيمها وحفظها الستخدامها في تغذية هؤالء األطفال في صورة ما سمي " بنك
الحليب " مشكورة مأجورة أيضاً.
إذاً فأصل فكرة بنوك الحليب ال إشكال فيها ،وإنما الخالف في أثر االستفادة من هذه البنوك،
أي :هل تنتقل الحرمة عن طريقها أم ال؟ ،وهل في هذه البنوك مصلحة حقيقية؟ كما سيأتي
بيانه الحقاً.
وأما نشأة هذه البنوك :فقد أنشئ أول بنك للحليب في فيينا عام ،1909ثم تبعه في بوسطن
وألمانيا سنة ،1919ثم زاد وانتشر حتى وصل إلى ما يقارب 35دول ًة ،إلى أن تم تأسيس
اتحاد بنوك الحليب البشري في أمريكا الجنوبية سنة ، 1985وال تزال بنوك الحليب في توسع
ط ِّرَح مشروع بنك حليب األمهات في تركيا ،وأصدرت
مستمر حول العالم ،وفي عام ُ 2013
رئاسة الشؤون الدينية التركية بياناً حول ذلك ،كما سيأتي ذكره الحقاً.
وأما عن أهمية هذه البنوك :فإنه من المسلم أن حليب األم يفوق غيره من أنواع الحليب
ٍ
بكثير من المزايا ،من ذلك احتواؤه على العناصر الغذائية والصحية المناسبة للطفل البشري
بشكل دقيق ،وعدم وجود حساسية منه للطفل ،إضاف ًة إلى سهولة هضمه ،واحتواؤه على المواد
التي تقوي مناعة الطفل ضد األمراض المختلفة ،وغير ذلك من الفوائد التي يذكرها أهل
االختصاص .لهذه األسباب ولغيرها يدعو األطباء األمهات إلى إرضاع أطفالهن .وبما أن األم
قد ال تستطيع إرضاع طفلها ،لنضوب لبنها ،أو لوجود مرض معد ،أو ألي سبب من األسباب،
فإن البديل لذلك هو إيجاد مرضع .وبما أن المرضعات قد اختفين في كثير من بقاع العالم ،لذا
قدم هذا الحليب إلى األطفال األشد حاجة له ،وهمظهرت فكرة تكوين بنوك الحليب ،حيث ُي َّ
ٍ
بالتهابات األطفال الخدج الذين ولدوا قبل الميعاد ،أو األطفال الناقصو الوزن ،أو المصابون
حادة تجعلهم في حاجة شديدة للبن إنساني ،لما يحتويه من مضادات األجسام.
347
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
تقدم أن فكرة بنوك الحليب ال إشكال فيها ،وإنما الخالف في أثر االستفادة من هذه البنوك،
بفتاة قد رضعت من نفس الحليب المجموع ،فما هو حكم العالقة بينفقد يحدث أن يتزوج شاب ٍ
ٌ
طفلين رضعا من هذا الحليب ،ومن المعلوم أن أخوة الرضاع كأخوة النسب في حرمة الزواج،
كما ثبت في الحديث الشريف "يحرم من الرضاعة ما يحرم من النسب" [البخاري :كتاب النكاح،
4811؛ مسلم :الرضاع.]1444 ،
أ :أن الرضاع الذي تثبت به الحرمة يشترط له شرطان :األول المص المباشر من الثدي،
والثاني :التغذية باللبن ،وفي االستفادة من بنوك الحليب لم يتحقق الشرط األول ،وبالتالي فال
تثبت الحرمة به.
ب :أنه البد لثبوت الحرمة بالرضاعة العلم بالمرضع صاحبة اللبن ،وفي حالة الرضاع من
حليب هذه البنوك فإن هذا العلم غير متحقق ،لوقوع الشك في معرفة صاحبة اللبن ،ومقدار ما
رضعه من هذا اللبن ،والشك في الرضاع ال يثبت به التحريم.
348
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
د :أن في إقامة هذه البنوك مصلحة اجتماعية معتبرة ،وهي مراعاة حاجة األطفال إلى حليب
األمهات.
"أن اإلسالم يعتبر الرضاع لحمة كلحمة النسب يحرم به ما يحرم من النسب )11
بإجماع المسلمين .ومن مقاصد الشريعة الكلية المحافظة على النسب ،وبنوك الحليب
مؤدية إلى االختالط أو الريبة.
أن العالقات االجتماعية في العالم اإلسالمي تهيئ للمولود الخديج أو الناقص )12
الوزن أو المحتاج إلى اللبن البشري في الحاالت الخاصة ما يحتاج إليه من
االسترضاع الطبيعي ،األمر الذي يغني عن بنوك الحليب .وبناء على ذلك قرر:
أوالً :منع إنشاء بنوك حليب األمهات في العالم اإلسالمي .ثانياً :حرمة الرضاع
منها".
وذهب إلى ذلك أيضاً عدد كبير من الفقهاء المعاصرين ،منهم :مختار السالمي ،ورجب
التميمي ،ود .بكر أبو زيد ،وتقي العثماني ،ود .علي القره داغي ،وغيرهم.
كما أصدرت رئاسة الشؤون الدينية التركية بياناً ينص على ثبوت الحرمة بالرضاع من بنوك
الحليب ،وعدم جواز االستفادة إال مع توفر بعض القيود والضوابط ،التي سيأتي ذكرها الحقاً.
أ :أن العبرة في التحريم بالرضاعة هو وصول الحليب إلى الجوف ،وال يشترط المص فيه،
موجود في الرضاع من بنوك الحليب.
ٌ وهذا
ب :االستدالل بقاعدة :درء المفاسد مقدم على جلب المصالح ،ودرء المفاسد والمحاذير
الموجودة في نبوك الحليب مقدم على المصالح المرادة من هذه البنوك.
349
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ج :االحتياط بالتحريم في مسائل الرضاع ،فقد ورد في األحاديث الصحيحة الدعوة إلى األخذ
باألحوط في هذه المسائل ،فقد روى البخاري عن عقبة بن نافع أنه قال" :تزوجت امرأة ،فجاءتنا
امرأة سوداء ،فقالت :أرضعتكما ،فأتيت النبي صلى هللا عليه وسلم ،فقلت :تزوجت فالنة بنت
فالن ،فجاءتنا امرأة سوداء ،فقالت لي :إني قد أرضعتكما ،وهي كاذبة ،فأعرض عني ،فأتيته
من قبل وجهه ،قلت :إنها كاذبة ،قال" :كيف بها وقد زعمت أنها قد أرضعتكما ،دعها عنك"
[البخاري :النكاح ]5104 ،فهذا يدل على وجوب األخذ باألحوط في هذه المسائل ،واألحوط هنا
هو القول بثبوت أحكام الرضاعة عن طريق بنك الحليب.
د :أن محاذير وسلبيات إنشاء هذه البنوك تفوق فوائدها ،إضاف ًة إلى عدم الحاجة الحقيقية
إليها ،وأنها في تراجع مستمر في البالد الغربية.
تبين من خالل عرض أدلة العلماء أن محور الخالف يدور حول ثالث مسائل ،هي :صفة
الرضاعة المحرمة ،والشك في الرضاعة ،وحكم الحليب المختلط بغيره ،ويضاف إليها بعض
النقاط األخرى التي تحتاج إلى مناقشة.
يقصد بهذه المسألة :تحديد الصفة التي يكون فيها الرضاع محرماً ،أي :هل الرضاعة هي
مجرد وصول اللبن إلى الجوف؟ أم الرضاعة امتصاص اللبن بالتقام الثدي؟ عرض الفقهاء
الس ُعوط ،وذهبوا في ذلك إلى قولين: المتقدمون هذه المسألة عندما تحدثوا عن حكم َ
الو ُجور و َّ
القول األول :وهو ثبوت الحرمة بالوجور والسعوط وما شابهها ،إذ العلة هي وصول اللبن
شكل وصل اللبن ثبتت الحرمة ،وإلى هذا القول ذهب جمهور العلماءإلى جوف الصبي ،فبأي ٍ
من الحنفية والمالكية والشافعية والمعتمد عند الحنابلة .واستدلوا ٍ
بعدد من األحاديث ،من أبرزها:
ما روته عائشة رضي هللا عنها عن النبي صلى هللا عليه وسلم" :إنما الرضاعة )16
من المجاعة" [البخاري :النكاح ،]5102 ،وبين معنى ذلك ابن حجر بقوله" :وقوله
"من المجاعة" أي الرضاعة التي تثبت بها الحرمة وتحل بها الخلوة هي حيث يكون
الرضيع طفالً لسد اللبن جوعته ،ألن معدته ضعيفة يكفيها اللبن وينبت بذلك لحمه
فيصير كجزء من المرضع فيشترك في الحرمة مع أوالدها فكأنه قال ال رضاعة
معتبرة إال المغنية عن المجاعة أو المطعمة من المجاعة " ،مما يعني أن العبرة هي
350
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
بدخول اللبن إلى الجوف ،وإنشاء اللحم والعظم به ،وهذا يتحقق بالوجور والسعوط
وغيرها.
ما روته أم سلمة رضي هللا عنها قالت :قال رسول هللا صلى هللا عليه وسلم" :ال )17
يحرم من الرضاعة إال ما فتق األمعاء في الثدي ،وكان قبل الفطام" [الترمذي:
الرضاع ،1162 ،وقال حسن صحيح] ،وهذا الحديث يؤيد المعنى الذي ذكره ابن
حجر ،قال صاحب تحفة األحوذي" :أي الذي شق أمعاء الصبي كالطعام ،ووقع منه
موقع الغذاء" وهذا المعنى يتحقق في الوجور والسعوط أيضاً.
القول الثاني :ال تثبت الحرمة بالرضاع إال بالمص من الثدي مباشرًة ،وال تثبت بالوجور
والسعوط ونحوه .وإلى هذا القول ذهب الظاهرية ،وهو القول المقابل للمعتمد عند الحنابلة.
وأما دليل أصحاب هذا القول فغاية ما فيه أنه استدالل بظاهر المعنى اللغوي للنصوص التي
تثبت الحرمة بالرضاع ،قال ابن حزم" :وال يسمى إرضاعاً إال ما وضعته المرأة المرضع من
ثديها في فم الرضيع ...وأما كل ما عدا ذلك مما ذكرنا فال يسمى شيء منه إرضاعاً وال
لب وطعام وسقاء وشرب وأكل وبلع وحقنة وسعوط وتقطير ،ولم
رضاع ًة وال رضاعاً ،إنما هو َح ٌ
يحرم هللا عزو جل بهذا شيئاً".
كما يمكن االستدالل ألصحاب هذا القول أيضاً بأن العبرة ليست بوصول اللبن إلى الجوف،
شاة و ٍ
احدة ،فإن هذا اللبن ال يحرم باالتفاق ،مع أنه وصل بدليل أنه لو ارتضع طفالن من لبن ٍ
إلى الجوف وأنشز العظم وأنبت اللحم ،وإنما العبرة بالرضاع المباشر من الثدي.
ويمكن االستدالل لهم أيضاً بالقياس على نقل الدم ،فنقل الدم ال يحرم باالتفاق ،مع أنه ينشز
العظم وينبت اللحم أكثر من الحليب.
إن الظاهرية قد عارضوا أنفسهم في هذه المسألة ،عندما قالوا بأن رضاع )18
الكبير ،والرضاع من الميتة ،والمجنونة يثبت به التحريم ،وال يتصور الرضاع من
هؤالء إال عن طريق الوجور.
351
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
وأما ما ذهب إليه الجمهور من استداللهم باألحاديث المتقدمة ،فيقوي هذا )21
االستدالل ،وأن علة التحريم هي وصول اللبن إلى الجوف :ما ورد في قصة سالم
مولى أبي حذيفة ،فبغض النظر عن مسألة رضاع الكبير ،إال أن هذه الحادثة يؤخذ
منها أن سالماً قد كان كبي اًر وله لحية ،فكان إرضاعه بأن تحلب له في ٍ
إناء ثم يشرب
منه ،وهو ما يعرف بالوجور ،وقد ذكر ابن حجر ذلك فقال " :أخرج الواقدي ،عن
َّللا ،عن أبيه ،قال :كانت تحلب في مسعط أو إناء قدر رضعة فيشربه
محمد بن عبد َّ
سالم" .فهذا يدل على أن الرضاعة المحرمة ال يشترط لها التقام الثدي.
وبهذا يرجح قول الجمهور في هذه المسألة ،وهو أن الحرمة بالرضاعة تثبت بوصول اللبن
إلى الجوف ،دون اشتراط التقام الثدي مباشرًة ،وبالتالي فإن االستدالل بهذا الدليل على عدم
ثبوت الحرمة ببنوك الحليب غير و ٍ
ارد هنا.
تقدم أن القائلين بجواز االستفادة من بنوك الحليب قد استدلوا بمسألة الشك في الرضاعة،
وذلك من ناحية معرفة صاحبة الحليب ،ومن ناحية اتحاد أو تعدد صاحبات الحليب ،ومن
ناحية الشك في عدد الرضعات التي رضعها الطفل.
خمساً أم أقل ،أو هل رضع في حولين أم بعد؟ فال تحريم" ،وجاء في كشاف القناع" :وإذا شك
في الرضاع أو شك في عدده ُ ...ب ِّني على اليقين ،ألن األصل عدم الرضاع ...وإن شكت
َ
المرضع في الرضاع ،أو كماله في الحولين ،وال بينة ،فال تحريم".
أما المالكية :فقد ذهبوا إلى أن الشك في الرضاعة يثبت التحريم ،وقد ورد في حاشية
الدسوقي ،حيث قال في بيان حد الرضاع المحرم" :وصول لبن امرٍأة للجوف ،ولو شكاً،
لالحتياط".
فهذه النصوص وغيرها تدل على أن مذهب الجمهور هو أن الشك في الرضاعة يرفع
التحريم بها ،لذلك كان هذا الدليل هو أبرز ما استدل به القائلون بعدم ثبوت الحرمة بالرضاع
من بنوك الحليب ،فقد جاء في نص قرار مجلس اإلفتاء والبحوث األوروبي المتقدم ذكره" :ال
يترتب على هذا االنتفاع التحريم بسبب الرضاعة؛ لعدم معرفة عدد الرضعات ،والختالط
الحليب ،ولجهالة المرضعات ،بسبب المنع القانوني المطبَّق في هذه البنوك من اإلفصاح عن
ِّ
المعطيات الذي يتعذر حصره" . أسماء ُم ْع ِّطيات الحليب ،فضالً عن وفرة عدد هؤالء
الجانب األول :عند النظر في نصوص الفقهاء في حكم الشك في الرضاع يالحظ أن أقوالهم
ٍ
قصد، ٍ
حاالت قد وقعت وتحقق الشك فيها ،ثم أفتوا فيها ،أي أن الشك قد وقع دون واردةٌ في
وهذا من التيسير والتخفيف الذي جاءت به الشريعة اإلسالمية ،أما في بنوك الحليب :فإن الشك
والجهالة مصطنع ٌة ،وهناك فر ٌق بين الشك إذا ُو ِّجد ،وبين أن نصنع الشك ونوجده نحن ،ففي
بنوك الحليب نحن الذين نقوم بجمعه وتخزينه ،ثم توزيعه وتقديمه لألطفال المحتاجين.
إن الذي يبدو من القواعد العامة للتشريع أن هنالك فرقاً كبي اًر بين الحالتين ،فالشريعة جاءت
بالتيسير ورفع الحرج ،ولكن ال يعني هذا أن ُيصنع الحرج ،ثم ُيبحث عن التيسير.
ومن ذلك أيضاً قاعدة( :ما ال يعسر اجتنابه ،فال ُيعفى عنه) ،والجهالة والشك في الرضاعة
في بنوك الحليب ال يعسر اجتنابه ،وبالتالي فال يعفى عنه.
353
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
الجانب الثاني :إن مسائل الرضاع ،ونحوها من مسائل النكاح والطالق واأليمان وغيرها،
هي من المسائل التي يلزم االحتياط فيها –وسيأتي الكالم حول هذه النقطة –لما فيها من
األمور المشتبهات ،وما كان هذا حاله من المسائل ،فإن االستدالل فيها بالشك ال يستقيم،
والخروج منها هو األولى في الشريعة اإلسالمية ،وهللا أعلم.
إن اآللية التي تقوم بها بنوك الحليب الموجودة في أوروبا لحفظ وتخزين الحليب ال تخلو من
ويحفظ ،ثم ُيمزج بالماء ويقدم للرضيع ،أو أن ُيخلط ببعض ٍ
حاالت :فإما أن ُيجفف الحليب ُ
األدوية والمواد الحافظة والمعقمة ،وبهذه الحالة يكون الحليب قد مزج بغير جنسه .وإما أن ُيخلط
ٍ
بحليب آخر. إناء و ٍ
احد ،فيكون الحليب قد مزج حليب المتبرعات مع بعض في ٍ
وقد تقدم أن القائلين بأن الرضاع من بنوك الحليب ال ينقل الحرمة قد استدلوا بأن الحليب في
هذه البنوك قد ُمزج بغيره ،وال يعرف الغالب فيها ،فال تثبت الحرمة بهذه الجهالة.
ٍ
باختصار وأما مذاهب الفقهاء المتقدمين في هذه المسألة فقد اختلفت في ذلك ،وبيانها
كاآلتي:
فإن كان الحليب هو الغالب على الماء أو الدواء :فقد ذهب الجمهور من الحنفية والمالكية
والشافعية والحنابلة في المعتمد إلى أن الحرمة تثبت بهذا الحليب ،واستدلوا بأن الحكم للغالب،
غذاء.
ً وأن الحليب لم يخرج هنا عن وصفه
وأما إن كان الحليب مغلوباً ،وكان الغالب هو الماء أو الدواء :ففيه مذهبان:
األول :وهو أن الحرمة ال تثبت بهذا الحليب ،إذ ال حكم للمغلوب ،كالنجاسة المستهلكة في
ماء ٍ
كثير ،وألنه ال تتحقق التغذية بالحليب من هذا الخليط ،وبهذا قال جمهور الحنفية والمالكية ٍ
والحنابلة ،وهو رواية عند الشافعية.
الثاني :وهو أن الحرمة تثبت بهذا الحليب ،ألن عين الحليب باقي ٌة على الشيوع في هذا
الخليط ،وقد تحقق وصولها إلى جوف الرضيع ،فثبتت به الحرمة ،وبهذا قال الشافعية.
بحليب آخر:
ٍ ثانياً :الحليب المخلوط )26
وفي هذه الحالة :إما أن يتساوى الحليبان ،أو أن يغلب أحدهما على اآلخر:
354
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
فإن تساوى الحليبان :فقد اتفق العلماء على ثبوت التحريم ،وتعلقه ٍ
بكل منهما.
األول :أن الحرمة تتعلق بهما معاً ،وهذا هو القول المعتمد عند الجمهور من الحنفية
جنس واحد ،والجنس ال يغلب جنسه ،وإنما
والمالكية والشافعية والحنابلة ،وحجتهم أن الحليبين ٌ
يصير كال الحليبين مغذياً للطفل.
الثاني :وهو أن الحرمة تتعلق بالحليب الغالب فقط ،دون المغلوب ،وهذا القول هو قول أبي
يوسف من الحنفية ،وحجته أن العبرة للغالب ،والمغلوب ال حكم له ،كما في خلطه بالماء.
هذا هو مجمل مذاهب الفقهاء في مسألة خلط الحليب بغيره ،وأما تطبيق هذه المذاهب على
ما يجري في بنوك الحليب :فقد تقدم أن الحليب فيها إما أن ُيجفف ،ثم يمزج بالماء ،أو يمزج
باألدوية والمواد الحافظة والمعقمة ،وفي هذه الحالة ال يخفى أن الغالب هو الحليب ،وإال فال
فائدة منه ،فلو كان الغالب هو الدواء أو الماء لما كانت لهذه البنوك فائدة ،وألمكن االستغناء
عنها بالحليب الصناعي أو الحيواني.
فإذا كان الحليب هو الغالب على الماء :فقد تقدم أن مذهب الجمهور هو ثبوت الحرمة بهذا
الحليب.
بحليب آخر :فسواء أكان مقدار حليب كل متبر ٍ
عة مساوياً لغيره أو ٍ الحليب وأما إذا ُخلط
ُ
غالباً أو مغلوباً :فإن مذهب الجمهور هو أن الحرمة تتعلق بهما معاً ،سواء كان المخلوط من
حليب امرأتين أو أكثر ،فتثبت الحرمة بذلك بين الرضيع وبين جميع المتبرعات ،وذلك كما قال
وسقي الطفل ،فهو كما لو ارتضع من كل ٍ ِّ
صاحب كشاف القناع" :فإن ُحلب اللبن من نسوةُ ،
َّ
لبنهن". و ٍ
احدة منهن ،الختالط
بقي من األدلة التي ذكرها العلماء في مسألة بنوك الحليب دليالن :األول :المصلحة
والمفسدة في هذه البنوك ،والثاني :االحتياط في مسائل الرضاع ونحوها.
إن صاحب القول الفصل في هذه النقطة هم األطباء ،فهم الذين يحددون مقدار المصلحة أو
المفسدة في هذه البنوك ،وقد تقدم الكالم حول أهمية حليب األم بالنسبة للطفل ،واحتوائه على
المواد األساسية التي يحتاجها الطفل.
355
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
إال أن عدداً من العلماء أصحاب االختصاصات الطبية قد ذهبوا إلى أن الحاجة إلى إنشاء
ص َّور ،يقول الدكتور محمد علي البار" :قد قمت بسؤال مجموعة من هذه البنوك أقل مما ُيتَ َ
أطباء األطفال العاملين في الواليات المتحدة عندما كنت في زيارة لها في يناير 1983فذكروا
لي أن بنوك األطفال في الواليات المتحدة في مرحلة االحتضار وذلك لألسباب التالية-1 :
جدا -3 .ندرة األمهات المتبرعات باللبن -4 .يتعرض
الحاجة إليها نادرة -2 .تكلفتها عالية ً
اللبن المتجمع للفساد مع الزمن رغم حفظه في البنك فهو معرض إلصابته بالميكروبات كما أنه
معرض لتحلل بعض المواد الموجودة فيه فيفقد بذلك بعض م ازياه وفوائده".
وبغض النظر عن مسألة تحقق الحاجة إلى مثل هذه البنوك أو عدمها ،فإنه من الالزم
عرض المسألة ومناقشتها فقهياً ،فإن هذه البنوك قد وجدت فعلياً في بالد الغرب ،حيث يوجد
مئات اآلالف من المسلمين هناك ،ثم إن وجودها في البالد اإلسالمية ليس ببعيد ،فالمسألة
بحاجة إلى بيان الحكم الفقهي في أثر االستفادة والرضاع من هذه البنوك.
ولذلك فإن االستدالل بالمصلحة أو المفسدة في هذه البنوك على ِّ
ثبوت الحرمة أو ِّ
عدمها ال
يستقيم هنا ،وقد ذكر ذلك الشيخ مصطفى الزرقا ،فقال " :أرى أن المسألة ذات شقين ،وال يكفي
نحن أن نقول في إنشاء هذه البنوك مصلحة أو مفسدة يبنى عليها جواز أو تحريم ،نحن نعالج
المسألة من ناحيتين ،من هذه الناحية أوالً ،وهي هل يجوز أن يستحسن إنشاء بنوك للحليب ...
والناحية األخرى ،وهي التي أرى أن مجرد الجواب عن األولى ال يغني عنها ،وهي أنه لو أنشئ
بنك للحليب فعالً في ٍ
بلد ما من البالد اإلسالمية ،وحصل فيه إرضاع األطفال بهذه الطريقة،
فما الحكم في هذا الرضاع؟" .فالبحث في هذه النقطة ،وليس في مسألة الحاجة إلى إنشائها أو
عدمه.
ثبت في الحديث الشريف" :الحالل ِّبين ،والحرام ِّبين ،وبينهما مشبهات ال يعلمها كثير من
الناس ،فمن اتقى المشبهات استب أر لدينه وعرضه[ "...البخاري :اإليمان ،]52 ،وقد نص الفقهاء
موضع على أن مسائل الرضاع من المسائل المشتبهة ،والتي يجب االحتياط فيها.
ٍ في أكثر من
زوجت امرأة،
ومما يدل على ذلك حديث عقبة بن نافع -الذي تقدم ذكره -أنه قال" :ت ُ
فجاءتنا امرأة سوداء ،فقالت :أرضعتكما ،فأتيت النبي صلى هللا عليه وسلم ،فقلت :تزوجت فالنة
بنت فالن ،فجاءتنا امرأة سوداء ،فقالت لي :إني قد أرضعتكما ،وهي كاذبة ،فأعرض عني،
فأتيته من قبل وجهه ،قلت :إنها كاذبة ،قال" :كيف بها وقد زعمت أنها قد أرضعتكما ،دعها
356
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
عنك" [البخاري :النكاح ،]5104 ،فالنبي صلى هللا عليه وسلم لم يأمره بفراق زوجته بسبب
شهادة هذه المرأة ،فقد ثبت عند عقبة بن نافع أنها كاذبة ،وإنما أمره النبي صلى هللا عليه وسلم
بفراقها بسبب الشبهة التي حصلت بقولها ،يقول ابن حجر" :ويؤخذ من الحديث عند من يقول
إن األمر بفراقها لم يكن لتحريمها عليه بقول المرضع ،بل لالحتياط ،أن يحتاط من يريد أن
يتزوج أو يزوج ،ثم اطلع على أمر فيه خالف بين العلماء".
وأما عبارات الفقهاء في ذلك :فمنها ما نقله ابن عابدين" :والواجب على النساء أن ال
يرضعن كل صبي من غير ضرورة ،وإذا أرضعن فليحفظن ذلك وليشهرنه ويكتبنه احتياطاً"،
وهذا السبب هو الذي جعل الدسوقي من المالكية يقول بثبوت الحرمة ولو كان بالشك ،حيث
يقول" :وصول لبن امرٍأة للجوف ،ولو شكاً ،لالحتياط" ،وجاء في كشاف القناع في هذه المسألة
أيضاً" :لكن تكون من الشبهات ،تركها أولى" .كما ذكر العز بن عبد السالم مثاالً على
"االحتياط لدرء مفسدة المحرم" فقال" :إذا اشتبهت أخته من الرضاع بأجنبية ،فإنهما يحرمان
عليه احتياطاً؛ لدرء مفسدة نكاح األخت".
بعد ما تقدم عرضه من األقوال واألدلة في أثر االستفادة من بنوك الحليب ،وقد تبين أن
القائلين بعدم ثبوت الحرمة بالرضاع من بنوك الحليب قد أخذوا بأقوال ٍ
عدد من العلماء الكبار،
ٍ
بحليب آخر ،ومذهب الجمهور في الشك في المرضع كقول أبي يوسف في الحليب المختلط
وعدد الرضعات ،إال أن هذه األدلة لم تسلم من االعتراض ،لذا يبدو أن الراجح في المسألة هو
نقاط ثالث :حكم االستفادة من بنوك الحليب الموجودة في أوروبا حالياً ،وأثر التفريق بين ٍ
االستفادة من هذه البنوك من ناحية ثبوت الحرمة أو عدمه ،والضوابط التي تجعل االستفادة منها
جائزًة شرعاً:
357
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
إضاف ًة إلى عدم وجود الحاجة الماسة إليها ،وأن أدلة القائلين بجوازها لم تسلم من االعتراض،
كما تقدم.
ويمكن استثناء حاالت الضرورة القصوى ،كالخوف على حياة الطفل ،دون وجود ٍ
حل آخر،
ٍ
وسيلة كانت. فيكون الحكم في هذه الحالة كحكم المضطر ،الذي يجوز له دفع الضرر عنه بأي
أما في حال وقوع الرضاعة من هذه البنوك التي تخلط الحليب ،أو تخفي هوية المعطي
رضيع من
ٌ واآلخذ :فإن الذي يترجح وهللا أعلم هو عدم ثبوت الحرمة بهذا الرضاع ،فلو استفاد
الت ،أو أن الحليب مختلط فيها ،فإنه ٍ
مدينة ما ،وكانت صاحبات الحليب مجهو ٍ بنك الحليب في
ليس من المعقول القول بتحريم جميع نساء هذه المدينة على هذا الرضيع عندما يكبر ،فالشريعة
اإلسالمية جاءت بالتيسير ورفع الحرج بعد وقوعه ،وخصوصاً وقد أمكن تخريج هذا القول على
مذاهب ٍ
عدد من كبار العلماء.
ثالثاً :الضوابط التي تجعل االستفادة من بنوك الحليب جائزًة شرعاً: )33
تقدم أن أصل فكرة بنوك الحليب هي فكرة خيرة ،وهدفها خير نبيل ،يؤيده اإلسالم الذي يدعو
إلى العناية بكل ضعيف ،إال أنه لجعل هذه الفكرة وهذا الهدف متناسباً مع قواعد الشريعة
اإلسالمية ،فإنه البد من االلتزام بالضوابط الشرعية ،حتى يصبح أثر االستفادة من هذه البنوك
كالرضاعة الحقيقية.
وقد حددت رئاسة الشؤون الدينية عدداً من الضوابط لجواز االستفادة من بنوك الحليب،
وهي:
أال يؤدي تقديم الحليب إلى هذا البنك إلى حرمان األم طفلها من حليبها. )34
358
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
للتضييق من دائرة المحرمية الناتجة عن الرضاع ،فإن حليب األم الواحدة ال )35
جنس و ٍ
احد ،إما للذكور فقط ،أو لإلناث فقط. ٍ ٍ
ألطفال من يعطى إال
أن تؤخذ البيانات الشخصية لألم المتبرعة بالحليب ،والطفل المستفيدة منه، )36
وتُعطى هذه البيانات إلى كال الطرفين ،وأن تُطبق اإلجراءات القانونية والرسمية
للتثبت من ذلك.
أال ُيخلط حليب أ ٍم بأ ٍم أخرى ،وذلك لعدم توسيع دائرة التحريم بالرضاعة. )37
أال تأخذ األم المعطية أي ٍ
نقود –باستثناء المصاريف الفعلية –مقابل الحليب )38
مبلغ مقابل الحليب الذي يأخذه.
الذي تقدمه ،وأال يقدم آخذ الحليب أي ٍ
األطفال الذين تتوافر لهم التغذية من حليب أمهاتهم الحقيقية ،فإنهم ال يستفيدون )39
من هذا النظام.
أما الضابط الثاني فالذي يبدو أنه ال عبرة له ،ألن جميع أبناء األم المرضع )41
سيصبحون أخوة للرضيع ،سواء أكانوا ذكو اًر أم إناثاً.
وأما الضابط الخامس فهو أيضاً من المسائل الخالفية ،وقد ذهب القرضاوي )42
وغيره إلى جواز أخذ األجرة على التبرع بالحليب ،قياساً على جواز أخذ المرضع
األجر على اإلرضاع.
وبذلك يبقى من الضوابط العملية التي يمكن ضبط عمل بنوك الحليب بها )43
ضابطان:
359
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
وتطبيق هذين الضابطين ليس صعباً ،وخصوصاً وقد ُو ِّجد الحاسوب ،وصار من المتيسر
تخزين البيانات وربطها بشبكة اإلنترنت ،وإمكانية الوصول إليها من أي ٍ
مكان حول العالم.
وبهذين الضابطين يكون الطفل الذي استفاد من بنك الحليب ،وقد عرف من هي صاحبة
الحليب ،صار هذا الطفل فرداً من هذه العائلة ،وثبتت له أحكام الرضاعة العادية المعروفة.
أما باقي الضوابط التي حددتها رئاسة الشؤون الدينية التركية فيمكن عدها من التوصيات
التي ُيستحسن االلتزام بها ،وبذلك يكون الغرض الذي أنشئت من أجله هذه البنوك غرض
إنساني ،وليس غرضاً مادياً ،وأال تكون هذه البنوك وسيل ًة إلعراض األمهات عن إرضاع
ٍ
أطفالهن ،فالرضاعة من األم مباشرًة ال تعطي الغذاء فقط ،وإنما التعطي الحنان والعاطفة
والمحبة ،وتزرع في نفس الطفل الشعور باالطمئنان.
الخاتمة:
وفي نهاية هذا البحث يمكن القول بأن هدف إنشاء بنوك الحليب هو هدف خير نبيل ،يؤيده
اإلسالم الذي يدعو إلى العناية بكل ضعيف ،أياً كان سبب ضعفه ،إال أن اإلشكال يكمن في
أثر االستفادة من هذا الحليب المجموع في هذه البنوك ،فهل يؤثر كتأثير الرضاعة المباشرة ،أم
يختلف األمر بينهما؟ وقد تقدم أن العلماء المعاصرين قد اختلفوا في ذلك على رأيين ،واستدل
صل إلى القول بالتفريق بين حكم ٍ
بعدد من األدلة ،وبعد مناقشة هذه األدلة ،تُو ِّ كل فر ٍ
يق
ُ
االستفادة من بنوك الحليب على الصورة التي تقوم بها البالد األوروبية ،وهو التحريم ،إال في
حالة الضرورة القصوى ،كالخوف على حياة الطفل ،دون وجود ٍ
حل آخر ،وبين أثر االستفادة
من هذه البنوك :وهو عدم ثبوت الحرمة بنتيجة الرضاع من هذا الحليب ،بسبب الشك في
صاحبته ،واختالطه بغيره.
ولجعل االستفادة من هذه البنوك جائزًة شرعاً البد من ضبطها بضابطين :تُثبت هوية
المعطي واآلخذ ،لتحديد الحرمة بين الطرفين ،وتقديم هذه المعلومات إلى كال الطرفين ،وعدم
خلط الحليب بغيره ،حتى تُعرف صاحبة الحليب.
360
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
هذا ما توصل إليه الباحث ،فإن كان صواباً فمن فضل هللا وكرمه ،وإن كان غير ذلك فكل
ابن آدم خطاء ،وأسأله تعالى التوبة والمغفرة ،إنه سميع قريب ،والحمد هلل رب العالمين.
المراجع
44) Süt Bankaları, Yrd. Doç. Dr. Ergün Çapan - Dr. K.Can, Yeni Ümit Dergisi, Sayı:
103, 2014 .www.yeniumit.com.tr/konular/detay/sut-bankalari-103
)45اإلصابة في تمييز الصحابة ،أحمد بن علي بن حجر العسقالني ،تحقيق :عادل عبد الموجود
وعلي معوض ،دار الكتب العلمية ،بيروت ،ط.1415 ،1
)46األعالم ،خير الدين الزركلي ،دار العلم للماليين ،بيروت ،ط.1986 ،7
)47بنوك الحليب (اللبن) ،د .يوسف القرضاوي ،المجلة العلمية للمجلس األوروبي لإلفتاء والبحوث،
العدد ،6كانون الثاني.2005 ،
)48بنوك الحليب في ضوء الشريعة اإلسالمية -دراسة فقهية مقارنة ،د .عبد التواب معوض ،شبكة
األلوكة الفقهية/http://www.alukah.net/sharia/0/3724 :
)49بنوك الحليب وعالقتها بأحكام الرضاع ،د .محمد الهواري ،المجلة العلمية للمجلس األوروبي لإلفتاء
والبحوث ،العدد ،6كانون الثاني.2005 ،
)50بنوك الحليب ،د .محمد علي البار ،مجلة مجمع الفقه اإلسالمي ،العدد ،2الجزء.1986 ،1
)51البنوك الطبية البشرية ،د .إسماعيل مرحبا ،دار ابن الجوزي ،الدمام ،ط.1429 ،1
)52تحفة األحوذي بشرح جامع الترمذي ،محمد عبد الرحمن بن عبد الرحيم المباركفوري ،تحقيق :عبد
الوهاب عبد اللطيف ،دار الفكر ،بيروت.
)53حاشية الدسوقي على الشرح الكبير ،محمد بن أحمد بن عرفة الدسوقي ،دار الفكر ،بيروت.
)54حاشية رد المحتار على الدر المختار ،محمد أمين ابن عابدين ،دار عالم الكتب ،الرياض ،طبعة
خاصة.2003 ،
)55الذخيرة ،أحمد بن إدريس القرافي ،تحقيق :محمد حجي ،دار الغرب اإلسالمي ،بيروت ،ط،1
.1994
شرح فتح القدير ،كمال الدين محمد بن عبد الواحد ابن الهمام الحنفي ،تحقيق: )57
عبد الرزاق المهدي ،دار الكتب العلمية ،بيروت ،ط.2003 ،1
361
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
طبقات الشافعية الكبرى ،تاج الدين السبكي ،تحقيق عبد الفتاح الحلو ،دار )58
إحياء الكتب.1979 ،
فتح الباري بشرح صحيح البخاري ،أحمد بن علي ابن حجر العسقالني، )59
تحقيق :عبد القادر شيبة الحمد ،الرياض ،ط.2001 ،1
الفروق (أنوار البروق في أنواء الفروق) ،أحمد بن إدريس القرافي ،تحقيق: )60
محمد سراج ،وعلي جمعة ،دار السالم ،القاهرة ،ط.2001 ،1
فقه القضايا الطبية المعاصرة ،د .علي القره داغي وعلي المحمدي ،دار البشائر )61
اإلسالمية ،بيروت ،ط.2006 ،2
الفواكه الدواني على رسالة ابن أبي زيد القيرواني ،أحمد بن غانم النفراوي ،دار )62
الفكر ،بيروت.1995 ،
القواعد الكبرى (قواعد األحكام في إصالح األنام) ،عز الدين عبد العزيز بن )63
عبد السالم ،تحقيق :نزيه حماد ،وعثمان ضيمرية ،دار القلم ،دمشق ،ط.2000 ،1
كشاف القناع عن اإلقناع ،منصور بن يونس البهوتي ،و ازرة العدل السعودية، )64
ط.2008 ،1
المحلى باآلثار ،علي بن أحمد بن حزم ،تحقيق :محمد منير الدمشقي ،دار )66
الطباعة األميرية ،مصر ،ط1352 ،1هـ.
مختصر القدوري ،أحمد بن محمد القدوري ،تحقيق :غالم مصطفى القاسمي، )67
دار ابن كثير ،بيروت ،ط.2014 ،2
مغني المحتاج إلى معرفة معاني ألفاظ المنهاج ،محمد بن الخطيب الشربيني، )68
تحقيق :خليل عيتاني ،دار المعرفة ،بيروت ،ط.1997 ،1
المغني ،عبد هللا بن أحمد بن قدامة المقدسي ،تحقيق :عبد هللا التركي وعبد )69
الفتاح الحلو ،دار عالم الكتب ،الرياض ،ط.1997 ،3
مواهب الجليل لشرح مختصر خليل ،محمد بن عبد الرحمن المغربي الحطاب )70
الرعيني ،تحقيق :زكريا عميرات ،دار الكتب العلمية ،بيروت ،ط.1995 ،1
362
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
الموسوعة الطبية الفقهية ،د .أحمد محمد كنعان ،دار النفائس ،عمان ،ط،1 )71
2000
ندوة اإلنجاب في ضوء اإلسالم (سلسلة مطبوعات منظمة الطب اإلسالمي) )72
المنعقدة بالكويت ( )24/05/1983بإشراف د .عبد الرحمن العوضي.
نهاية المحتاج إلى شرح المنهاج ،شمس الدين محمد بن أحمد الرملي ،ومعه )73
حاشية الشبراملسي والمغربي ،دار الكتب العلمية ،بيروت ،ط.2003 ،2
363
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
364
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
365
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Ayette geçen toprak ve tohum ifadesi, İslam’ın tarlaya tohumdan daha çok değer
verdiğini, dolayısıyla annenin öneminin babadan daha fazla olduğuna delalet etmekte-
dir. Verimsiz araziden maksat, haram lokma ile beslenen anne-babalardır. Ruh ve
bedenden oluşan insanın, biyolojik yapısı ile psikolojik yapısının birbirine sıkı sıkıya
bağlı olduğu ve fiziksel olduğu kadar ruhsal özelliklerinin de kalıtım yoluyla tevarüs
ettiği deneysel olarak da kanıtlanmıştır .
Çocuk sağlığının anne rahmine düşmeden önce başladığına dikkat çeken Re-
sulullah (s.a.v)’ın evlenecek kimselere yönelik tavsiyeleri arasında, eş seçiminde “din-
darlık” ve evliliğin en temel amaçlarından biri olan çocuk sahibi olmanın gerçekleşmesi
için de “velud (doğurgan) olma” vardır. Bu anlamda, çocukların anne ve babaları
üzerindeki hakkı, evlilikten önce başlar denilebilir. Evlilik sonrası için de, eşlerin be-
smeleyle bir araya gelmeleri ve dua etmeleri mühim nebevî tavsiyelerdendir. Sağlıklı
bir ruh ve beden yapısına sahip evlat talebinde kavlî ve kalbî duanın önemini diğer
peygamberlerin ve salih kimselerin Kur’an’da bildirilen dualarında da görmekteyiz.
Insanın, anne ve babasından renk, sima, boy gibi fizikî vasıflar kendisine nasıl
irsiyet yoluyla intikal ediyorsa, ahlak, seciye gibi huy ve davranışların da kısmî olarak
intikal ettiği şu an modern bilimin de teslim olduğu bir gerçektir.
“Ey Harun’un kız kardeşi, senin baban kötü bir kimse değildi, annen de iffetsiz
değildi.”
Ayette, Hz. Meryem’in Hz. Isa’yı dogurmasına şaşıran kavminin, iyi ve temiz
insanlar olarak bilinen anne ve babadan zina gibi büyük bir günahı işleyebilen(!) bir
evladın sâdır olması karşısındaki hayrete işaret vardır.
İslam’da Emzirme ve Anne Sütü
`Islam dini, şerî naslarda bebeğin beslenmesinde asıl olanın anne sütü olduğuna,
emzirmeyle büyük sevapların kazanılacağına işaret etmesiyle, bu besinin önemini çok
kez vurgulamaktadır. Bu nasların bazıları şöyledir:
“Musa'nın annesine: ‘Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu
denize (Nil nehrine) bırakıver, hiç korkup kaygılanma. Çünkü biz onu sana geri vereceğiz
ve onu peygamberlerden biri yapacağız' diye bildirdik.”
“Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirmekte olduğu çocuğundan geçer ve
her hamile kadın da karnındaki çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş görürsün; halbuki
onlar sarhoş değillerdir. Ne var ki Allah’ın azabı çok şiddetlidir.”
Ayet, anne ve bebegi arasında emzirme ile oluşan eşsiz ve derin duygusal baga
işaret etmektedir. Zira Cenab-ı Allah, kıyamet gününün dehşetini tarif ederken, emziren
kadının emzirdiği bebeğinden bile kaçacağını ifade buyurarak, herkesin sadece kendini
düşüneceğinden bahsetmiştir.
İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi, onu her g“ün biraz da-
ha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte
onun için) insana şöyle emrettik: ‘Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.’”
“Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle
karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten
kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır…”
Görüldüğü üzere birinci ayette Cenab-ı Allah emzirme süresini -tavsiye babından-
bildirmiştir. Yine ayette, emzirmenin hemen akabinde Allah’a ve anne-babaya şükran
duymaktan bahsedilmesi, emzirmenin önemine işaret edildiğini göstermektedir. İkinci
ayetin delalet ettiği hususlardan birisi de; dokuz ayda doğan çocuğun emme müddeti,
366
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
yirmi bir ay olarak ortaya çıkmaktadır. Yani hamilelik müddeti uzadıkça, emme
müddeti kısalmaktadır ki bu da modern tıp biliminin de teyit ettiği bir husustur.
Hz. Ömer’den (r.a.) rivayeten: Resulullah’ın (s.a.v) huzuruna (Havazin kabilesin-
den) bazı esirler getirilmişti. Bunların içinde emzikli bir kadın vardı, çocuğunu
kaybetmişti. O, göğsüne biriken sütü sağıyor (başka çocuklara) veriyordu. Bu kadın,
esirler arasında çocuğunu bulunca hemen alıp, sinesine bastı ve derin bir şefkatle
çocuğunu emzirmeye başladı. Bu şefkat halini görünce, Resulullah (s.a.v) ashabına; “şu
kadının çocuğunu ateşe atacağını düşünür müsünüz? diye sordu. Dediler ki: “Hayır,
atmamaya gücü yettiği müddetçe atmaz.” Resulullah (s.a.v) da; “işte, Allahu Teala
kullarına bu kadının çocuğuna şefkatinden daha merhametlidir” buyurdu.
Hz. Peygamber (s.a.v) kendisinden rivayet olunan hadiste, Cenab-ı Allah’ın
kullarına olan merhametini, emziren annenin bebegine duydugu şefkatle mukayese
etmiştir ki bu da anne ile bebek arasında emzirmenin oluşturdugu bagın kuvvetine ve
.derinligine delalet etmektedir
“-Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için- anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler.
Onların (annelerin) yiyeceği, giyeceği, örfe uygun olarak babaya aittir. Hiçbir kimseye
gücünün üstünde bir yük ve sorumluluk teklif edilmez. -Hiçbir anne ve hiçbir baba çocuğu
sebebiyle zarara uğratılmasın- (Baba ölmüşse) mirasçı da aynı şeyle sorumludur. Eğer
(anne ve baba) kendi aralarında danışıp anlaşarak (iki yıl dolmadan) çocuğu sütten
kesmek isterlerse, onlara günah yoktur. Eğer çocuklarınızı (bir sütanneye) emzirtmek
isterseniz, örfe uygun olarak vereceğiniz ücreti güzelce ödediğiniz takdirde size bir günah
yoktur. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah, yapmakta olduklarınızı hakkıyla
görendir.”
Islam alimleri emzirmeyi annenin, emzirilmeyi deçocuğun velayet ve nafaka gibi
en temel haklarından addetmişlerdir. Hanefî Fukahası, özürsüz olarak, çocuğunu
emzirmekten imtina eden kadının, hukuken/fıkhen buna icbar edilemeyeceğini, ancak
günah irtikab ettiğini, bu nedenle diyaneten mecbur olduğunu, ama süt annesi
bulunamadığı ve çocuğun başka bir süt anne kabul etmediği durumlarda anne icbar
edileceğini belirtmişlerdir.
Asıl olan çocuğu, kendi annesinin emzirmesidir. Ancak hastalık, ölüm, bebeğin
kabul etmemesi gibi vs. zaruret halleri hasıl olup, çocuğun süt anneye verilmesi söz
konusu olduğunda çok önemli bir alternatif olan süt anneliği konusu, İslam fıkhının
“hidane/bakım ve terbiye” bahsinde ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Bu kapsamda;
hamile, hasta, aklî yönden nakıs, dinî yasakları açıktan işleyen fücur sahibi, ahlaken
düşük kadınların süt anne olarak seçilmemesi mevzudur. İslam’dan önce Arap ve İran
kültürlerinde bebeklerin tutulan bir sütanne tarafından emzirilmesi geleneği, Hz.
Peygamber (s.a.v) zamanında da çok önemli ve yaygındı. Özellikle şehir halkı daha
sağlıklı ve güçlü yetişmeleri için çocuklarını bedevî ailelerine verirlerdi. Hz.
Peygamber’in de aynı şekilde bir sütanne tarafından emzirildiği bilinmektedir. Bu tür
uygulamalar taraflar arasında bir yakınlık kurulmasını sağlamıştır. Ancak süt
hısımlığının bir evlilik engeli oluşturması İslam dinine has bir hükümdür.
Hz. Ali (r.a), Peygamber Efendimiz'e (s.a.v), "Hz. Hamza'nın kızıyla evlenmek
istemez misin?" dedi. Efendimiz (s.a.v) bunun üzerine şunları söyledi: "Ey Ali, bilmez
misin ki, Hamza benim sütkardeşimdir. Zîrâ yüce Allah, nesep cihetinden haram kıldığı
kimseleri, süt emzirme cihetinde de haram kılmıştır."
Emzirmeyle olu şan bag Islam’daöylesine kuvvetlidir ki, bebeğin doğumundan
itibaren ilk iki sene içerisinde emziren kadına, emzirdiği bebeğin gerçek annesi olmasa
da, “annelik” vasfından pay verilmekte ve akrabalık bağı oluşturan sebeplerden kabul
edilmektedir. İslam dinine has bir hüküm olan süt akrabalığının evlenme engeli sayıl-
367
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ması, modern tıp tarafından da ortaya konmuş bulunan insan sütünün, çocuğun
büyüme ve gelişmesindeki genetik özelliklerin aktarımı ve çocukla onu emziren arasın-
da oluşan duygusal bağ ile ilgilidir.
Ümmü Seleme (r.a.)’den naklen Resulullah (s.a.v)’dan şöyle rivayet edilir:“Emilen
süt, bağırsakları genişletip büyüten bir süt olmadıkça, haram kılmaz.”
Ibn Mesud (r.a.)’dan naklen Resulullah (s.a.v)’dan şöyle rivayet edilir:“Emilen süt,
et bitiren, kemiği kuvvetlendiren bir süt olmadıkça, haram kılmaz.”
Bu iki hadis, anne sütünün et ve kemiğe sirayet ettiğine delalet etmektedir. Bu da
güncel bilimsel verilerin desteklediği hususlardandır.
Bilimsel Açıdan Süt Akrabalığı
Anne sütü, keşfi hala devam eden emsalsiz bir bileşiktir. Yaklaşık son 50 yıla ait
bilimsel araştırma tespitleri, anne sütüne Kur’an-ı Kerim’de ve Sünnet-i Seniyye’de
neden yer verildiğine ve kuzen evliliklerine bir kısıtlama getirilmezken sütün nasıl
özellikle süt anne ve süt kardeşlerle evliliğe engel bir akrabalık bağı oluşturduğuna ışık
tutmaktadır. İslam’da kan bağının yanında süt bağına da itibar edilmesi önemli bazı
sebeplerden dolayı söz konusudur:
Aynı sütü emen ve farklı anne babadan gelen bebeklerin, aynı anneyi emme so-
nucunda limbik sistemlerine kayıt olan duyguların benzer olacağı, anneye ait kokunun
iki ayrı bebekte ileride karı-koca olmaya mani karakterler geliştirebileceği, annenin
sütüne has kimyevî terkibin bazı karakterleri bozacağı kuvvetli delillerle ileri sürül-
müştür.
Her birinin içinde yaklaşık anne genomundan 14000 adet transkript bulunan
anne sütündeki mikrokesecikler süt transkriptomu olarak da adlandırılır. Annenin gen-
lerinin bebeğe aktarılmasında şimdiye kadar bilinmeyen yeni bir yoldur. Bu
mikrokesecikler, özel bir endositozis sinyal yolağı ile bebeğin hücrelerinin içine
girerler. RNA muhteviyatını bebeğin hücrelerinin içinde çekirdeğe boşaltırlar. Bu
mikrokesecikler mide ve bağırsaktaki asidik ortamdan etkilenmezler, parçalanmazlar.
En yüksek asit olan mide asidine de dirençli olup, bağırsaklardan emilerek kan yoluyla
hücrelere taşınırlar.
Baz ı tıpçevrelerince anne sütünde bulunan ve gen transkripsiyonunu ve epige-
netik (genetik üstü kalıtım) regülasyon mekanizmalarını etkileyen mikroRNA’lar gibi
materyaller ve kök hücreler gibi canlı organizmalar yoluyla, tıpkı aynı anne ve babadan
dünyaya gelen çocukların genotipik yakınlığı gibi, aynı annenin sütüyle beslenen be-
beklerde de bir epigenotipik yakınlığın oluştuğu düşünülmekte ve böyle bireylerin
ileride evlenmeleri durumunda doğacak çocuklarının bazı genetik hastalıklar açısından
risk altında bulunabileceği öne sürülmektedir. Gelişimsel periyot henüz
tamamlanmamış olduğundan ve anneden süt ile geçen genetik materyallere ve yaşayan
hücrelere karşı henüz yeterli bir bağışıklık cevabı üretilemeyeceğinden dolayı, epige-
netik değişikliklere karşı en yatkın olunan dönemin iki yaş öncesidir. Genelde bebeğin
ilk besini olan anne sütünde bulunan ve genetik materyal taşıyan mikroveziküllerin,
mide ortamı ve savunma sistemi gibi engelleri aşarak, dış etkenlere karşı nispeten daha
duyarlı olduğu bir dönemde genom üzerinde etkili olabileceğine dair bilimsel hipo-
tezleri destekleyici niteliktedir. Yine anne sütü almış bir bebeğin, ileri yaşlarda
ateroskleroz (damar sertliği) hastalığına yakalanma riskinin daha düşük bulunması;
anne sütünün muhtevasının çok uzun süreli hatta kalıcı denebilecek bir etki potansiye-
linin olduğunu göstermekte ve bu da onun genetik ve epigenetik yapıyı etkiliyor
olabileceğine işaret etmektedir. Epigenetik terimi günümüzde, DNA dizisindeki genetik
368
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
369
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
370
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
“Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün. Ye, iç, gözün
aydın olsun…”
Hurma tavsiyesini Hz. Peygamber (s.a.v) de özel olarak loğusa hanımlara yönelt-
mektedir ve ayrıca yenidoğan bebeklere ilk olarak, hatta anne sütü dahi verilmeden
tahnik uygulanmasını salık vermektedir ki, hurmanın faydaları göz önüne alındığında
bunun, çok manidar bir tavsiye olduğu ortaya çıkmaktadır.
“Bana göre doğum yapan loğusa kadınlar için yaş hurma, hastalar için ise bal gibi
şifa yoktur.”
“Doğum yapan kadınlarınıza yaş hurma yediriniz. Eğer yaş hurma yoksa kuru
”…hurma yediriniz
Enes ibn Malik (ra) ise şöyle anlatır: "Annem Ümmü Süleym bir erkek çocuk
doğurmuştu. Çocuğu bana verdi ve 'Ey Enes! Sen bu çocuğu Hz. Peygamber'in
(s.a.v) huzuruna götürünceye kadar hiçbir kimse ona süt emzirmesin!' dedi. Nihayet sa-
bah olunca çocuğu alıp Resulullah'ın (s.a.v) yanına vardım. Beni görünce, 'Ümmü Süleym
mi doğurdu?' diye sordu. Ben de 'evet' dedim ve çocuğu getirip kucağına koydum. Re-
sulullah (s.a.v) Medine'nin acve hurmasından bir hurma istedi. Onu kendi ağzında eritin-
ceye kadar çiğnedi, sonra çocuğun ağzına verdi. Çocuk da dilini dudakları üzerinde
gezdire gezdire yalanmaya başladı. Bunu gören Resulullah, yanında bulunan sahabelere:
'Ensar'ın hurmaya olan sevgisine bakınız!' buyurdu. Sonra elini çocuğun yüzüne sürdü ve
ona Abdullah adını koydu."
Hurmanın Anne Sütüne ve Çocuğa Faydaları
Hurman ın tespit edilmiş pekçok faydasından, emziren anneye ve emzirdiği be-
beği özelindeki bazı yararları şunlardır:
98) Hurma her şeydenönce içerdiği %50’den fazla şeker ile son derece besleyici
bir besin değerine sahiptir, yüksek kalori ihtiva eden fruktoz ve glukoz içerir.
Doğum sırasında meydana gelen kan kaybı vücut şekerinin de düşmesine se-
bep olur. Bu yüzden vücuda tekrar şeker girişinin sağlanması önemlidir ve
hurma bu konuda fayda verir, tansiyon düşmesini de engeller.
99) Çok kolay ve hızlı bir şekilde hazmedilebilir.
100) Çocuğun anne karnında iyi gelişmesini sağlar ve annenin zayıf
düşmesini önler.
101) Beyin için son derece faydalıdır.
102) Içerdiği protein sayesinde vücudun hastalıklara ve enfeksiyonlara karşı
korunmasını sağlar, hücreleri yeniler ve vücut sıvısını dengeler.
103) Içindeki A vitamini sayesinde, görme gücü ile vücut direncini artırır.
104) Kemik ve dişlerin güçlenmesini sağlar.
105) B 1vitamini ile sinir sisteminin sağlıklı olmasını kolaylaştırır.
106) B 2vitaminiyle de, vücudun enerji sağlaması ve hücrelerin yenilenmesi
için protein, karbonhidrat ve yağların yakılmasına yardımcı olur.
107) Iştah ve sindirimi düzenler.
108) Potasyum, sodyum, kalsiyum, demir, manganez ve bakır gibi vücut için
gerekli olan minerallere sahiptir.
371
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
çıkmamayı emretmiştir. Aksi takdirde akla ve şer`î nassa aykırı bir tasarruf işlenmiş
olacaktır.
Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Bir yerde veba ve benzeri herhangi
bir bulaşıcı hastalık olduğunu işittiğiniz zaman o yere girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde
böyle bulaşıcı bir hastalık varsa oralardan çıkmayınız”.
Bu nedenle anne sütüne ve dolayısıyla bebeğe geçebilecek bulaşıcı mikrop ve
bakterilerden korunabilmek için annenin bulaşıcı hastalıklı insanlardan ve insanların
olduğu mekanlardan uzak durması ve dikkatli olması önemlidir.
Sonuç
“Andolsun, Allahın Res’ûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman,
Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”
Mü’minler için Cenab-ı Allah’ın “üsve-i hasene” olduğunu ifade buyurduğu Re-
sulullah (s.a.v)’e göre; sarsılmaz bir iman demek olan “yakîn”den sonra insanın en
değerli serveti sağlığıdır. Ancak bu değerine rağmen, insanların çoğunun bundan gafil
oldukları da buyrulmaktadır.
Sa glıgınönemini çok kez vurgulayan Hz. Peygamber (s.a.v), tababete ilmî bir
hüviyet kazandırmıştır ki, bundan da İslam’ın bilimsel konulara verdiği ehemmiyet
ortaya çıkmış olur. Bugün tıp bilimlerinin gösterdiği gelişmeler ve yarınki göstereceği
gelişmeler, nebevî-tıbbî hadislerin daha iyi anlaşılmasına imkân sağlamaktadır ve
sağlayacaktır.
Cenin daha anne karnındayken kendisine bahşedilen içgüdüyle parmağını
emerek, doğumdan sonrasına prova yaptığı en ideal besin olan anne sütünün, şu an
modern bilimin ispatladığı çocuğun ve annenin beden, akıl, ruh sağlığına yeri dolduru-
lamaz faydaları vardır.
Hem kendi, hem de yavrusunun canı ve saglıgı emanet verilmiş olan annenin
yedigi, içtiği, işlediği günahı ve hatta düşündüğü şeylerin dahi kendisine ve çocuğuna
tesir ettiğinin ve edeceğinin bilincinde olarak hareket etmesi gerekir. Bu da hakkında
hesap vereceği, üzerindeki haklardandır.
373
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
374
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
375
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
376
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
377
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Islâm düşüncesinde bilginin kaynağı, her şeyi yaratan Yüce Allâh’tır. Kur’ân’ın
bildirdiğine göre, Yüce Allah’ın ilim sıfatı vardır, ilmi sonsuzdur ve her şeyi kuşatmıştır,
O, her şeyi bilir. Denizler mürekkep olsa, Yüce Allah’ın ilmini yazmaya yetmez. O, insana
kalemle yazma kabiliyeti vermiş, ona bilmediklerini öğretmiştir.Bu nedenle
Peygamberlere verilen en temel bilgi vahiydir ve Peygamberleri diğer insanlardan
farklı kılan da budur. Nitekim Yüce Allâh Hz. Âdem’i yarattığı zaman ona, tüm isimleri
ve karşılıklarını öğretmiş, ona konuşma, düşünme, öğrenme, öğretme, varlıkları isim-
lendirme, onların mahiyet ve işlevlerini anlayıp kavrama kabiliyeti vermiştir. Yüce
Allâh bu hususta Peygamberimize şöyle hitap etmiştir:
“De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim, fakat bana İlâhınız birdir diye vahyed-
ilmektedir”
Yine burada kaydetmeliyiz ki, Peygamber Efendimizin vahyi sadece Kur’ân’dan
ibaret değildir. Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bazı âyetlerle, bir kısım hadisler,
Peygamberimizin (sav) Kur’ân’ın dışında da bazı vahiyler aldığını göstermektedir. Ni-
tekim hadis kaynaklarımızda, “Bana vahyedildi ki…”, “Cebrâil bana geldi ve dedi ki:…”,
“Allâh, kalbime ilkâ ve ilham etti ki,…”, “Yüce Allâh buyuruyor ki…” diye başlayan bir çok
hadis yer almaktadır. Ayrıca Cibrîl Hadisi diye meşhur olan ve Cebrâil’in (as)
Peygamber Efendimize insan suretinde gelip, “İmân nedir, İslâm nedir?, İhsân nedir?”
diye sorular sorduğunu, Peygamberimizin verdiği cevapları doğruladıktan sonra çıkıp
gittiğini, Peygamberimizin de (sav), “Bu gelen Cibrîl’dir ve insanlara dinlerini öğretmek
için gelmiştir” buyurduğunu anlatan meşhur hadis bu konuda güzel bir örnektir. Bu
konudaki diğer bazı örnekler de şöyledir:
“Cibrîl, bana komşuya iyi davranmamı o kadar çok tavsiye edip durdu ki, neredeyse
onu bana mirasçı kılacak sandım.”
“Cibrîl bana her geldiğinde, mutlaka diş fırçalamayı tavsiye etti.”
“Ey Kullarım! Ben, zulmetmeyi kendime nasıl haram kıldım ise, size de haram
.kıldımÖyleyse birbirinize zulmetmeyiniz.”
Yukarıda söz ettiğimiz âyet ve hadisler Peygamberimizin Kur’ân dışında da vahiy
aldığını göstermektedir. Ayrıca, Peygamber Efendimizin Kur’ân dışında vahiy aldığını
kabul etmek aklen zorunludur. Fakat burada bizim amacımız Peygamberimizin Kur’ân
dışında vahiy alıp almadığını tartışmak değildir.
Yüce Kitâbımız Kur’ân-Kerîm’in ve hadislerin ortaya koyduğu bazı hususlar
vardır ki, bunlar Peygamberimizin yaşadığı zamanda insanlığın henüz keşfedemediği,
bu nedenle o dönemden önce veya o devirde yazılmış olan kaynaklarda yer almayan,
çağına göre çok ileri düzeyde bir takım bilgilerdir. Burada kaydetmeliyiz ki, uzun bir
süredir Oryantalistler ve birtakım İslâm karşıtları yazdıkları kitaplarında,
Peygamberimizin (sav) Yüce Allâh katından vahiy alan bir Peygamber olduğunu kabul
etmemekte, Kur’ân-ı Kerîm’i çağında mevcut bir takım kaynaklardan yararlanarak
kendisinin yazdığını öne sürmektedirler. Biz Müslümanlar için, Kur’ân-ı Kerîm’in Yüce
Allâh’ın son Kitabı ve insanlığa son hitabı olduğunda, Hz. Muhammed’in (as) son
Peygamberi olduğunda bir tereddüt yoktur. Ancak, bilim adına hareket ettiğini iddia
eden oryantalistlerin de, Kur’ân ve hadislerde yer alan ve çağına göre 15 asır ilerde
olan bazı bilgileri, Yüce Allâh’tan vahiy aldığını kabul etmedikleri Hz. Peygamber’in,
yaşadığı çağda mevcut hangi kaynaktan aldığını kanıtlama zorunlulukları vardır. Ka-
naatimizce bilim ahlâkı bunu gerektirir. Söz gelimi, Kur’ân-ı Kerîm’de, “O, biri tatlı,
diğeri tuzlu iki denizi birbirine kavuşmak üzere salıverdi. Fakat aralarında engel
bulunduğu için bunlar birbirlerine karışmazlar. Böyleyken, Rabbinizin onca nimetinden
hangisini inkâr edebilirsiniz?” buyurulmakta ve Okyanus uzmanı Kaptan Jacques-Yves
Cousteau’nun (1910-1997), 15 asır sonra keşfettiği bir bilimsel gerçeğe işaret
378
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
edilmektedir. Hz. Peygamber, bir deniz bilimci olmadığı halde, insanlık da on beş asır
önce denizlerin derinliklerinde böyle keşifler ve araştırmalar yapabilecek araç-gereç ve
donanıma sahip olmadığına göre, Hz. Peygamber Kur’ân’ın kaydettiği çağından on beş
asır ileri düzeydeki bu bilgiyi Yüce Allâh katından almadıysa, hangi kaynaktan almıştır?
Yine Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Allâh, yıldızların yerlerine and içmektedir:
“Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir.”
Konuyla ilgili araştırmalar yapan bilim adamlarına göre, yukarıda kaydettiğimiz
âyetteki "Mevâkıı’n-Nücûm/yıldızların yeri" ifadesiyle, yıldızların konduğu yerler veya
ak deliklerle kara deliklere işaret edilmektedir. Kur’ân’ın indiği dönemde, insanlık as-
trofizikte bugün sahip olduğu teknolojik imkanlara sahip değildi. Ne uzay teleskoplarıy-
la evrenin derinlikleri incelenmiş, ne insanoğlu aya ayak basmış, ne de göklere uydular
gönderilmişti. İnsanlık, gökyüzündeki kuasar ve pulsarlardan, ak delik ve kara deli-
klerden, yıldızların son bulup kara deliğe dönüşmelerinden de habersizdi. Bir gök
bilimcisi olmayan, elinde uzay teleskopları vs. imkanları bulunmayan Hz. Peygamber,
Yüce Allâh katından vahiy almadıysa, yukarda kaydettiğimiz âyette yer alan insanlığın
on beş asır sonra erişebildiği bilgiyi, dönemindeki hangi kaynaktan almıştı?
Bir ba şkaâyette de Yüce Allâh, gökleri durmadan genişlettiğinden söz etmekte-
dir: “Göğü kudretimizle Biz kurduk ve Biz onu genişletmekteyiz.”
Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu 15 asır önceki bir dönemde indi-
rilmiş olan yukarıda kaydettiğimiz âyette, evrenin genişlediğinden bahsedilmektedir.
Halbuki 20. yüzyılın başlarına dek bilim dünyasında hâkim olan görüş, "evrenin du-
rağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği" şeklindeydi. Ancak,
günümüzde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenin bir başlangıcı
olduğunu ve sürekli olarak "genişlediğini" ortaya koymuştur. fizikçi Alexander Fried-
mann ile evren bilimci Georges Lemaitre, 20. yüzyılın başlarında evrenin sürekli ha-
reket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesaplamışlardır. Bu gerçek, 1929
yılında gözlemsel olarak da ispatlanmıştır. Amerikalı astronom Edwin Hubble,
kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli
olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetmiştir. Evrenin genişlemekte olduğu, iler-
leyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazanmıştır. Aslında bu gerçek, 20. yüzyılın
büyük bilim adamlarından Albert Einstein tarafından da teorik olarak keşfedilmişti.
Bu bilimsel gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken, bu husus Kuran'da
asırlar önce açıklanmıştır. Çünkü Kur’ân, Allâh'ın sözü ve Peygamberimizin Allâh katın-
dan insanlığa getirdiği en büyük mucizesidir. Eğer Kur’ân’ı Hz. Peygamber yazdıysa,
insanlığın 20. asırda keşfedebildiği bu bilgiyi 15 asır önce hangi kaynaktan almıştır?
Bunu kanıtlamak da elbette, O’nun (sav) Peygamberliğini red ve inkâr eden İslâm
karşıtlarına düşen ahlâkî bir sorumluluktur.
Yukarda kaydettigimiz hususları, Peygamber Efendimizin Tıbbu’n-Nebevî alanın-
daki bir kısım buyruklarının yaşadığı çağdaki Tıp bilgisine göre çok ileri düzeyde ol-
ması ve insanlığın bunları asırlar sonra keşfedebilmesi nedeniyle, bunların Kur’ân dışı
vahiy kapsamında yer aldığı gerçeğine işaret etmek için kaydetmiş bulunmaktayız.
Kaydetmeliyiz ki Hz. Peygamber’in (sav) Tıp alanındaki bazı buyrukları vardır ve
yaşadıgıçağda mevcut hiçbir Tıp kaynağında bunlar yer almamaktadır. İnsanlık ise, o
gerçeklere uzun asırlar sonra ulaşabilmiştir. Hz. Peygamber’in Tıp alanındaki buyruk ve
tavsiyelerinin yaşadığı çağdaki Tıp kaynaklarında mevcut olup olmadığının tespiti, Had-
is âlimleriyle Tıp Tarihi alanında çalışan Müslüman bilim adamlarımıza düşen bir
görevdir. Gerçekten de, Hz. Peygamber’in Tıbbu’n-Nebevî kapsamında yer alan ve bilim
tarafından doğruluğu kanıtlanmış olan bir takım buyruk ve tavsiyelerinin kendisinden
önce veya yaşadığı çağdaki Tıp kaynaklarında yer aldığı kanıtlanamazsa, bunların
379
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
kendisine (sav) Yüce Allâh tarafından bildirildiğini kabul etmekten başka çare var
mıdır? Nitekim birçok konuda olduğu gibi Hz. Peygamber’in Hıfz-ı Sıhha /Koruyucu
Hekimlik alanındaki buyruk ve tavsiyeleri, çağına göre çok ileri düzeydedir. Tarih
boyunca ortaya çıkan ve insanlığı aciz bırakan veba salgınları burada hatırlanırsa,
O’nun (sav) beden ve çevre temizliği, karantina vs. konulardaki buyruk ve tavsiye-
lerinin önemi elbette daha iyi anlaşılabilir.
119) Ya şadığıÇevreden Öğrendikleri
Hz. Peygamber’in Tıp alanındaki tavsiyelerinin, yaşadıgı dönemde toplum
tarafından bilinen ve uygulanan hususları kapsadığı Tıp Tarihi otoriteleri tarafından
yazılı kaynaklara dayanılarak kanıtlanmışsa, elbette Hz. Peygamber’in bunları içinde
yaşadığı toplumdan öğrendiği ve çağında geçerli olan Tıp bilgilerinden aldığı sonucuna
ulaşılır.
T ıp alanında Hz. Peygamber’in yaşadıgıçevreden öğrendiği hususlara güzel bir
örnek olarak Gıyle uygulamasını burada kaydetmek istiyoruz. Kaynaklarımızdan
Câhiliye devrinde Arapların "Gıyle" yaptıklarını öğrenmekteyiz. Gıyle, İmâm Mâlik (v.
179) ve bazı âlimlere göre, bir kimsenin emzikli hanımı ile cinsel ilişkide bulunmasıdır.
Diğer bazı âlimlere göre de, hâmile kadının çocuğunu emzirmesidir. Arap hekimleri o
zamanlar, bunun zararlı olduğunu söylemekteydi. Peygamberimiz'in (sav) bir hadis-
lerinden, gıylenin o zamanlar Rumlar ve İranlılar tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır.
İslâm, gıyle uygulamasını tasvib etmiştir. Peygamberimiz (sav), önceleri gıyle uygula-
masını yasaklamayı düşünmüş, ancak Rumlar ve İranlıların gıyle yaptıkları halde
çocuklarına bir zarar gelmediğini tespit ederek, bundan vazgeçmiştir. Hz. Peygamber'in
(sav), Rumlar'da ve İranlılarda da mevcut olan gıyle uygulamasını tasvib etmesi, O'nun,
akıl, mantık, sağlık, ahlâk yönünden doğru olan Ehl-i Kitâb'a ait örf ve âdetleri tasvib
ettiğini göstermektedir. Gıyle örneği, Hz. Peygamber'in, kendisinin Peygamberliğini
kabul etmedikleri için öfkelenerek, Ehl-i Kitâb'ın her türlü inanç, ibâdet ve uygulama-
larını reddettiğini, onlara muhalefet için bunların zıddını emrettiğini ileri süren
müsteşriklerin görüşlerinin yanlışlığını ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber’in (sav) ya şadıgıçevreden öğrendiği tıp bilgisine bir örnek olarak
da, kendi zamanında sağlığı korumak için bir tedavi metodu olarak uygulanan
hacâmat/kan aldırmayı gösterebiliriz. Kaynaklarımızda yer alan hadislerden, bizzat Hz.
Peygamberin de hacamat yaptırdığını ve tedavi amacıyla hacâmatı arkadaşlarına
tavsiye ettiğini öğrenmekteyiz.
120) Kendi Tecrübesi
Hz. Peygamber’in bilgi kaynakları arasında, kendi tecrübesinin ürünü olan hu-
suslar da vardır. Tıbbu’n-Nebevî alanında da durum böyledir. Ancak Hz. Peygamberin
(sav) Tıbbu’n-Nebevî kapsamında yer alan buyruklarının, vahiy kaynaklı olup olmadığı
veya içinde yaşadığı toplumdan öğrenilip öğrenilmediği ya da kendi tecrübesinin ürünü
olup olmadığı hususlarının tespiti için, Hadis âlimlerimizle Tıp Tarihçisi bilim adam-
larımızın ortaklaşa ciddî araştırmalar yapması gerekmektedir.
Kanaatimizce Hz. Peygamber’in kendi tecrübesinin ürünü olan tıp bilgisi ko-
nusunda, ilk önceleri izin verdiği dağlama yoluyla tedaviyi, yaralı ve hastalara çok
ızdırap verdiği için daha sonra yasaklamasını örnek gösterebiliriz. Sevgili
Peygamberimiz (sav), Hendek Savaşı’nda kol damarından yaralanan Ubey b. Ka’b’ı (ra)
dağlayarak tedavi etmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a), Hendek savaşında kolundan
yaralanan Ensâr’ın büyüklerinden Sa'd b. Muaz'ı (ra) da tedavî amacıyla iki kez
dağlamıştır. Ancak Sa’d b. Mu’âz (ra) kurtarılamamış, yarası tekrar açıldığı için kan
kaybından şehit olmuştu. Sevgili Peygamberimiz (sav), çok sevdiği bu büyük sahâbînin
380
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
dağlamadan dolayı çok ızdırap çektiğini görünce, daha sonraları ümmetine dağlama
yoluyla tedâviyi yasaklamıştır.
HZ. PEYGAMBERİN ASL’Î GÖREVİ
Açıktır ki, Hz. Peygamber’in aslî görevi risâlettir. Burada kaydetmeliyiz ki, dünya
tarihi bir bakıma Peygamberler tarihidir. Peygamberlerin gönderiliş nedeni
incelendiğinde ise, karşımıza temel bir sebep çıkmaktadır: Ahlâk bozukluğu! Bunun
dışındaki hiçbir sebep, o topluma Peygamber gönderilmesine neden olmamıştır. Sadece
ahlâk bozukluğu ve bunun toplumda hayat tarzı haline gelmesi, o topluma Peygamber
gönderme sebebi olmuştur. Çünkü ahlâken bozulan toplum dengeleri, sadece ilâhî
kaynaklı güçler yardımıyla yeniden kurulabilmektedir. Peygamberimizin (sav) in-
sanlığa gönderiliş sebebi de, kendi ifadeleriyle güzel ahlâkı tamamlamak, insanlığın iç
mimarisini ıslâh etmektir. Bu nedenle Hz. Peygamber’in aslî görevi, risâlettir. Eğer Hz.
Peygamber’e (sav), Peygamber olmadan önce uğraştığı ticaretin dışında bir meslek
aranırsa, O’nun (sav) mesleği manevî hekimliktir, denilebilir. Nitekim O (sav), ömrü
boyunca kişi ve toplumdaki manevî hastalıkların tedavisiyle uğraşmış, yoldan çıkıp
sapıtmış bir toplumu hidayete eriştirmek için 23 yıl mücadele etmiş, bir Tabîbü’l-
Kulûb/Gönüller Sultanı’dır.
121) Hz. Peygamber’in Mesle .ği Hekimlik Değildi
Yukarda işaret ettigimiz gibi Hz. Peygamber’in (sav) meslegi hekimlik degildi,
Nitekim kendisine Peygamberlik verilmedenönce ailesini geçindirmek için ticaretle
uğraşmıştı. Doğup büyüdüğü Mekke, tarıma elverişli bir yer olmadığı için mensubu
olduğu Kureyş kabilesi ticaretle uğraşmaktaydı. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bu hususa
işaret edilmektedir. Mekke’nin reisi ve Peygamberimizin dedesi Hâşim, komşu
devletlerle ticari anlaşmalar yapmıştı. Dedesi Abdülmuttalib’in vefatından sonra hi-
mayesini üstlenen amcası Ebû Tâlib de, diğer Kureyşliler gibi ticaretle uğraşıyordu.
Peygamberimiz de, kendisine meslek seçeceği zaman, amcası Ebû Tâlib’in desteğiyle bu
yolu tutmuştu. Bu maksatla 12 yaşlarındayken amcasıyla ticaret yapmak için Suriye’ye
gitmişti. 25 yaşlarındayken de, amcası Ebû Tâlib’in tavsiyesiyle Mekke’nin itibarlı ve
şerefli kadınlarından Hz. Hatice ile ortaklık kurmuş, onun kölesi Meysere ile ticaret
amacıyla Suriye’ye gitmişti.
Kendileri Peygamber olduktan sonra ise, ashâbına hekimliğin uzmanlık gerek-
tiren bir meslek olduğunu bildirmiş, bu konuda bilgisi ve uzmanlığı olmayanların
hekimlik yapmamasını istemiş, bu konuda şöyle buyurmuştu: "Kim bilgisi olmadığı hal-
de hekimlik yapmaya kalkışırsa, sebep olacağı zararı öder."
2. Hz. Peygamber Döneminde Hekimler
Yukarda kaydettigimiz hadisten de anlaşılacagı gibi, Rasûlullâh (sav), “Ben
Peygamberim, her şeyi bilirim, hastaları da tedavi ederim” dememiş, Tıp ilminin uz-
manlık gerektiren bir meslek olduğunu vurgulamış, hastalanan arkadaşlarını el-Hâris b.
Kelede gibi zamanın meşhur hekimlerine göndererek tedâvî ettirmiştir. Kaynak-
larımızda yer alan bilgilere göre el-Hâris b. Kelede b. Amr b. İlâc b. Ebû Seleme es-Sekafî
(ö. 13/634), Câhiliye ve İslâm dönemlerinde yaşayan bir Arap hekimi olup, Tâif’te
doğmuştur. Sakīf kabilesine mensuptur. Doğu ve Batı tıbbının buluştuğu en önemli
merkez olan İran’ın Hûzistan bölgesindeki Cündişâpûr Tıp Okulu’nda tahsil gördükten
sonra, bu ülkede bir süre hekimlik yaparak önde gelen devlet büyüklerini tedavi edip
üne kavuşmuştur. el-Hâris b. Kelede’nin Tâif’e döndükten sonra Yemen’e gittiği ve bir
süre orada hekim olarak çalıştığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’in (sav) onun hekim-
liğine güvendiği, hastalanan sahâbîlere tavsiye ettiği, Vedâ Haccı sırasında kalbinden
rahatsızlanan Sa‘d b. Ebû Vakkās’ı ziyarete gittiğinde bizzat kendisinin Hâris b.
Kelede’yi çağırtarak onu tedavi ettirdiği bilinmektedir. Nitekim konuyla ilgili olarak
381
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
meşhur hadis âlimlerimizden Ebû Dâvud, şu hadisi rivayet etmiştir: “Sa’d İbn Vakkâs
hastalanmış, Hz. Peygamber de, (sav) ziyaretine gitmişti. Resûlullâh (sav), Sa’d'ı evinde
hasta yatar görünce: "el-Haris bin Kelede'yi çağırın, O iyi bir hekimdir, sizi tedavi etsin."
buyurmuştur.
Hz. Peygamber (sav), Tıp alanında uzman alan kadın hekimlerin de mesleklerini
uygulamalarına engel olmamıştır. Nitekim Hz. Peygamber döneminde, tıp konusunda
bilgili ve yetenekli bazı kadınların bu alanda uğraş verdikleri bilinmektedir. Kaynak-
larımızda yer alan bilgilere göre, aralarında Hz. Fâtıma’nın da bulunduğu 14 kadın sa-
habi Uhud Savaşına katılmış ve yaralıları tedavi etmişlerdir. Hendek Savaşı sırasında
Medine’de Hz. Peygamber’in Mescidi’nde kurulan hastane çadırında, o zamanın meşhur
kadın hekimlerinden Kuaybe bint Sa’d, savaşa katılan hasta ve yaralıları tedavi etmiştir.
Aynı kadın hekim, bu savaşta kolundan mızrakla yaralanan büyük sahâbi Sa’d b. Muâz’ı
da tedavi etmiş, ancak yarası çok ağır olduğu için kurtarılamamıştır. Rufeyde (ra) isimli
hanım sahâbî ise, İslâm tarihinde hemşire ve doktor ilk kadın olarak kabul edilmekte-
dir. Ümmü Sinân ve Ümmü Zeyd adlı kadın sahâbiler ise, Hayber savaşına katılarak
yaralıları tedavi etmişlerdir. Esmâ b. Umeys ve Şifâ bint Abdillâh adlı hanımlar da dö-
nemin kadın hekimlerinden olup, erkek olsun kadın olsun tüm hasta ve yaralı sa-
habîleri tedavi etmişlerdir. Esmâ bint Umeys (ra) adlı kadın hekim, Hz. Peygamber’in
vefâtı sırasında yanındaydı ve elini Hz. Peygamber’in iki omuzu arasına koyarak muay-
ene etmiş ve orada bulunanlara Hz. Peygamber’in vefat ettiğini haber vermişti.
HZ. PEYGAMBER:İN SAĞLIĞI KORU-MA KONUSUNDAKİ BUYRUKLARI’
Islâm, ruh ve beden sağlığına önem veren bir dindir. Yüce dinimiz İslâm’ın
getirmiş olduğu ibadetlerin, insanın hem beden hem de ruh sağlığının korunmasına
yönelik önemli katkıları vardır. Burada bu konuda ayrıntılara girmek, kısa bir tebliğin
sınırları içinde elbette mümkün değildir. Ancak, Mü’minlerin mirâcı ve Yüce Yaratıcımız
olan Allâh (CC) ile buluşmaları olan namaz ibadeti hakkında birkaç cümleyle duygu-
larımı paylaşmak istiyorum. Namaz, insan ruhunun manevî gıdası olduğu kadar, beden
sağlığı açısından da son derece faydalı bir ibadettir. Namaz, insan vücudundaki tüm
eklemleri harekete geçiren, bütün organlarını çalıştıran bir işleve sahiptir. Namazda,
ellerimiz, ayaklarımız, kollarımız, omuzlarımız, dizlerimiz, ayaklarımız, parmaklarımız,
boynumuz, kısacası tüm eklem yerlerimiz ibadet amacıyla harekete geçmektedir.
Elbette, spor amacıyla namaz kılınmaz; namaz Yüce Allâh’ın rızası için, O’na kulluk
maksadıyla kılınır. Namaz, İslâm’ın en önemli ibadetidir. Ancak onun yukarda
saydığımız ruh ve beden sağlığı açısından faydalarını da göz ardı etmemeliyiz.
Burada kaydetmeliyiz ki yüce Dinimiz İslâm’a göre sağlığı korumak farzdır.
Bilindiği gibi bedenimiz, Yüce Allah’ın bizlere verdiği bir emanettir. Bu nedenle hiçbi-
rimiz, vücudumuzun gerçek sahibi değiliz. İnsanın görevi de, kendisine emanet olarak
verilen vücudunu korumaktır. Nitekim sevgili Peygamberimiz (sav), sürekli olarak her
gün nafile oruç tutup, geceleri devamlı şekilde nafile namaz kılan, bu sebeple istirahat
edip uyku uyumayan, beslenmesine dikkat etmeyen ashâbından Osmân b. Maz’ûn gibi
kimseleri bu konuda uyarmıştır. Hz. Âişe (ra), bu hususta şöyle nakletmektedir:
“Resûlullah (sav,) şöyle buyurdu: "Ey Osmân! Bil ki ben, hem uyurum, hem namaz
kılarım; oruç da tutarım, kadınlarla evlenirim de. Ey Osmân! Allah'tan kork, zira ailenin
senin üzerinde hakkı var, misafirin senin üzerinde hakkı var, nefsinin senin üzerinde
hakkı var. Öyle ise bazen oruç tut, bazen ye. Namaz da kıl, uykunu da al."
Görüleceği üzere kişinin sağlığını koruması ve kendisine zarar verecek tehlike-
lerden uzak durması farzdır. Bu yüzden insan vücuduna zarar veren gıdaları tüketmek
haramdır. Hasta olan bir Müslümanın da, tedavi olması gerekir. Nitekim Sevgili
Peygamberimiz (sav): “Yüce Allah, hiçbir hastalık indirmemiştir ki onun çaresini de in-
dirmiş olmasın, ey Allâh’ın kulları tedâvî olunuz” buyurmuştur. Bu hadis, Hadis kitaplar-
382
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ımızdaki “Kitâbu’t-Tıbb” bölümlerinin ilk hadisi olarak yer almaktadır. Hadis âlim-
lerinin yaptığı bu tercih, elbette çok anlamlıdır. Ancak burada Sevgili Peygamberimizin
(sav) haram şeylerle tedâvî olmayı yasakladığını da kaydetmemiz gerekmektedir.
Peygamber Efendimizin (sav) konuyla ilgili bir başka hadisi de şöyledir:
" İki nimet vardır ki, insanlarınçoğu bunda aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit."
HZ. PEYGAMBER VE KORUYUCU HEK:İMLİK
Hz. Peygamber’in koruyucu hekimlik kapsamında yer alan bazı buyruk ve
tavsiyeleri vardır ki, bunlarınönemi günümüzde daha iyi anlaşılmaktadır. Hz.
Peygamber’in (sav), koruyucu hekimlik alanındaki buyruklarına bazı örnekler vermek
istiyoruz:
122) Beden Temizli ği
Hz. Peygamber (sav), beden temizli gineçok önem vermiştir. Burada hemen
kaydetmeliyiz ki, yüce dinimiz İslâm’ın ibâdet etmek için zorunlu kıldığı hadesten ve
necâsetten tahâret konusundaki buyruklarının insan sağlığı açısından gerekliliği, her
akıl ve vicdan sahibi kişinin takdir edeceği bir konudur. Abdest ve guslün faydası ve
insan sağlığı açısından önemi de, elbette tartışmasızdır. Açıktır ki, beden temizliğinin
insan sağlığı açısından önemi konusu, günümüzde herkes tarafından kabul edilen bir
husustur. Sevgili Peygamberimiz’in (sav) bu konudaki bazı buyrukları şöyledir:
“Yüce Allah temizdir, temiz olanı sever, şu halde etrafınızı temizleyiniz."
“Temizlik imanın yarısıdır."
"Her Müslümanın yedi günde bir yıkanması, Allah'ın onun üzerinde hakkıdır."
1.1. El ve ağız temizliği
Sevgili Peygamberimiz (sav), el ve a gız temizligineçok önem vermiştir. Beden
sağlığının korunması için, el ve ağız temizliğinin önemi çok açıktır. Ağız, vücuda açılan
bir kapıdır, ellerimiz ise beslenmemizi sağlayan çok önemli bir organımızdır. Nitekim
günümüzde hastanelerimizin duvarlarında, “Tehlike Ellerinde” şeklinde halkımızı
uyaran yazılar vardır. El ve ağız temizliğinin sünnet oluşu, bu açıdan çok anlamlıdır.
Sevgili Peygamberimizin bu konudaki bir hadisi şöyledir:
Selman’dan (r.a) şöyle rivayet olunmuştur; dedi ki: “Ben Tevrat'ta, ‘Yemeğin bere-
keti, yemekten önce elleri ve ağzı yıkamaktır’ (sözünü) okumuştum. Bunu Hz.
Peygamber’e (sav) anlattım. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav): "Yemeğin bereketi yem-
ekten önce elleri, yemekten sonra da elleri ve ağzı yıkamaktır." buyurdu.
1.2. Dişleri fırçalamak.
Sevgili Peygamberimiz (sav), a gız ve diş saglıgınaçok önem vermişlerdir. Onun
(sav), on beş asır önce ağız ve diş sağlığına önem vererek, bu konuda ölümsüz
buyruklar ortaya koyup bunu ümmetine sünnet kılması, günümüzde insanlığın sahip
olduğu üniversitelerinde Diş Hekimliği Fakülteleri kurma noktasına gelmesi açısından
değerlendirilirse, gerçekten çok anlamlıdır. Peygamber Efendimizin diş fırçalamayı
emreden meşhur hadisi şöyledir:
“E ğerümmetime güçlük vermeyeceğini bilseydim, onlara her namaz için abdest
almalarını ve her abdestte dişlerini fırçalamalarını emrederdim.”
Hadis âlimlerimizden Ahmed b. Hanbel, yukarıdaki hadisi, “Ümmetime diş fırçal-
amayı farz kılardım” şeklinde nakletmiştir.
Bu konudaki diger hadisler de şöyledir:
383
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
384
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
bir biçimde ortaya çıkar. Nitekim O (sav), günümüzde modern Tıp tarafından uygu-
lanan karantina tedbirlerinin uygulanmasını on beş asır önce ashâbına emrederken,
Hititler Tanrı’larını kızdırdıklarını düşünerek, vebadan kurtulmak için putlara adaklar
sunuyordu. Bazı Tarihçiler, Hititlerin yıkılışının veba salgınından olduğunu
söylemektedirler. Yahudiler, vebayı Tanrı’nın gazabı sayıyordu. Yahudiler, veba
salgınından korunmak için sunaklarda kurbanlar sunarak, Allah'tan bağışlanma
dilerlerdi. Hıristiyanlar ise, vebadan kurtulmak için azizlere sığınıyor, onların
kullandıkları eşyaları şehir şehir dolaştırıyorlardı. Hıristiyan din adamları hekimlik
işini üstlenerek, haçlar, mumlar, şeytan çıkarma ayinleriyle salgını tedavi etmeye
çalışıyorlardı. Tanrı'nın öfkesini yatıştırmak için en çok başvurulan yollardan biri de,
salgına sebep oldukları düşünülen Yahudiler'i öldürmekti. Bu anlamda Orta Çağ karan-
lığındaki Batı toplumlarında "vebalıların yakılması", "cadı" ve "Yahudi avı" meşhurdur.
Sevgili Peygamberimizin (sav), bula şıcı hastalıklarınönlenmesi amacıyla karanti-
na tedbirlerinin uygulanmasını tavsiye eden bazı hadisleri şöyledir:
“Abdurrahmân b. Avf (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah’ı (s.a.v.) şöyle buyururken işittim:
“Bir yerde tâûn olduğunu duyarsanız oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde ortaya
çıkacak olursa, tâûndan kaçmak için olduğunuz yerden dışarı çıkmayınız” . Aynı konuda-
ki bir hadis de Usâme b. Zeyd’den (ra) nakledilmiştir.
Ayrıca Sevgili Peygamberimiz (sav), tâûn çıkan bir memlekette bulunan kimseye,
Allah’ın takdir ettiği şeyin meydana geleceğini bilip, sabrederek oradan dışarı çıkmadığı
takdirde, şehit sevabı verileceğini haber vermişlerdir.
Sevgili Peygamberimiz bir başka hadislerinde ise, "Cüzzamlıdan aslandan kaçar
gibi kaçınız" buyurmuştur.
Hz. Peygamber (sav), bulaşıcı hastalıklardan korunma konusunda sadece
insanlara yönelik tavsiyelerde bulunmamış, hayvanların da bu tür hastalıklardan ko-
runması hususunda buyruklar ortaya koymuştur. Nitekim Ebû Hureyre’den (ra)
nakledilen bir hadislerinde; “Hasta deveyi, sağlam devenin yanına koymayınız” buyur-
muştur.
124) Hacâmat/ Kan Aldırmak:
Hacamat, koruyucu hekimlikte ve bazı hastalıkların tedavisinde uygulanmış bir
tedavi metodudur. Hacâmat, Arapça “hacm” kökünden türetilmiş olup, emmek an-
lamına gelir. Hacamat yaptırmaya ihticâm, bu işi meslek edinen kişiye haccâm,
kullandığı aletlere de mihcem/mihceme denilir. Kan alma yöntemiyle tedavinin ilk defa
nerede ve ne zaman başladığı konusunda kesin bir bilgi yoktur. Ancak Eski Mezopota-
mya, Mısır ve diğer Ön Asya uygarlıklarında birçok hastalığın tedavisinde vücuttan kan
alma yoluna gidildiği bilinmektedir. Hacâmatın sistemli olarak ilk kez Eski Mısır’da
kullanıldığına dair bilgiler mevcuttur. Bilinen en eski tıp metni olan Eski Mısır Eber
Papirüslerinde (M.Ö. 1550), hacâmatla ilgili tasvirlere rastlanmaktadır. Modern tıbbın
babası sayılan Hipokrat (M.Ö. 460–377) ile Yunan tıbbının büyük hekimi Galen (M.S.
131-210) hacâmattan bahsetmişlerdir. Hipokrat ve Galen (Câlinûs) gibi Eskiçağ’ın ünlü
hekimlerinin tavsiyesiyle bütün dünya asırlarca hastadan kan almayı en güvenilir te-
davi yöntemi diye kabul etmiştir.
Hz. Peygamber (as) döneminde, hacâmatın, sağlığı korumak için başvurulan bir
tedavi metodu olduğunu, bizzat Peygamberimizin de hacâmat yaptırdığını ve arka-
daşlarına tavsiye ettiğini bilmekteyiz. Bu konudaki bazı hadisler şöyledir:
Hz. Peygamber (sav), Ebû Taybe adında bir kimseye başından kan aldırmak sure-
tiyle hacâmat yaptırmış, ücretini ödeyerek şöyle buyurmuştur: “Hacamat/(kan aldırma,
sizin için en iyi tedavi yollarından birisidir.”
386
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
387
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
lerden elde edilmektedir. Tükürük ise, duru, alkali, biraz yapışkan, ortalama %95 su,
%3 organik madde ve %2 madeni maddeden (alkali madenlerin klorürleri, fasfatları ve
bikarbonatları) oluşan bir sıvıdır. Tükürük, sindirime yardımcı olan Pityalin adlı bir
enzimle, dezenfektan etkisi gösteren, dolayısıyla ağzı enfeksiyonlardan koruyan
Lizozim adlı bir kimyasal madde içermektedir. Bu yüzden tükürüğün, hafif bir antisep-
tik olduğu söylenebilir.
Hz. Peygamber’in agız ve diş saglıgı konusundaki hayranlık verici buyruklarını
birazönce kaydetmiş bulunmaktayız. Sevgili Peygamberimiz (sav), ağız ve diş sağlığı
bakımından arkadaşlarının arasında mükemmel durumda olan bir insandı. Kendisinin
bir çürük dişinin olduğundan veya herhangi bir dişinin ağrıdığından bahseden bir had-
ise rastlanılamamıştır. Hadiste söz konusu edilen toprağın da elbette, kirli, insan sağlığı
açısından zararlı, mikrop ve bakteri yatağı yara ve çıbanları azdırıp, iltihaplanmalara
sebebiyet verecek nitelikte olmadığı açıktır. Hz. Âişe tarafından Hz. Peygamber’den
(sav) nakledilen ilgili hadisteki ifadeyi, “Tükürük ve toprak, şu hastalıklara kesin bir
ilaçtır” şeklinde anlayamayız. Bunun yerine gerek tükürük, gerekse toprak hakkında
yukarda kaydedilen hususları göz önüne alarak, Hz. Peygamber’in (sav) bu sözünü gen-
el anlamda bir irşad, bir yol gösterme olarak kabul etmemiz gerekir. Kısacası Hz.
Peygamber, çıban ve yaraların, iltihâbî rahatsızlıkların ilacının topraktan elde edile-
bileceğine, bunun için çalışılması gerektiğine işaret etmişlerdir. Tükürüğün,
dezenfektan ve antiseptik etkisi olduğunu, koruyucu fonksiyonu bulunduğunu, ağız ve
diş sağlığımıza dikkat etmemiz gerektiğini, birçok hastalıkların buna önem vermemem-
izden kaynaklandığını ifade etmişlerdir. Yine O (sav), kimseye rastgele yerlerden to-
prak alarak, tükürükle karıştırın, bilgisizce yara ve berelere koyun dememiştir. İşte
yukardan beri anlatmaya çalıştığımız tüm bu nedenlerden dolayı, İslâm karşıtlarının bu
konudaki iddialarına katılmak mümkün gözükmemektedir.
126) Psikolojik Tedâvî / Rukye.
Islâm, insanın beden ve ruhtan meydana gelen bir bütün olduğunu, beden ve
ruhun işleyiş açısından ayrılmaz bir konumda bulunduğunu, ruhun beden üzerinde
maddi sonuçları görülebilen tesirlerinin gözlenebildiğini; tam bir tedavinin beden ve
ruha birlikte hitap etmekle mümkün olabileceğini öngörmektedir. Bu yüzden Hz.
Peygamber (sav), sağlık konusundaki uygulama ve tavsiyelerinde kişinin bedenen te-
davisi yanında, moralinin yükseltilerek ruhî açıdan güçlendirilmesini de tavsiye
etmiştir. İslâm, konusu insan olan ve insanla meşgul olan tüm ilimlere ve disiplinlere
seslenerek, insanın ruh ve bedenden meydana geldiğini, bunların hiçbirisinin ihmal
edilmemesi gerektiğini hatırlatmıştır. Beden ya da ruhtan birisini ön plana çıkarır, biri-
ni ele alır, diğerini bırakırsanız, dengeyi bozarsınız demek istemiştir. Bu husus Tıp ko-
nusunda da böyledir. İslâm, ruh ve beden dengesini koruyan bir dindir. İslâm, sadece
ruha hitap edilip, bedenin tedavi konusunda ihmal edilmesini nasıl ki yanlış buluyorsa,
ruhun ihmal edilip, sadece bedenin ön plana çıkarılmasını da hatalı görmektedir. Bu
nedenle sadece ruha önem verip, bedenin ilaç vs. yollarla tedavisini ihmal ve inkâr eden
Hint fakirlerinin yolunu reddetmektedir. Yine İslâm, ilaç kullanmanın gerekliliğini, te-
davide ilacı reddetmenin haram olduğunu bildirmiş, Hz. Peygamberin diliyle, “Ey Al-
lah’ın kulları tedavi olunuz” buyurmuştur. Bunun yanı sıra İslâm, insan ruhunu bir
tarafa itip, sadece bedeni ele alan tutumu da kabul etmemiştir. Bu açıdan Hz.
Peygamber ve ashabı, bir hastanın maddi tedaviye ihtiyacı varsa, çağın imkânlarına
göre o tedaviyi uyguluyorlar, bir taraftan da hastanın ruhsal yapısını güçlendirici telkin
ve tavsiyeleri yapıp, dua ederek çeşitli âyetleri şifa maksadıyla okuyorlardı. Nitekim
günümüzde Tıp ilminin geldiği veya gelmek üzere olduğu noktanın bu olduğu an-
laşılmaktadır. Çünkü günümüzde birçok bedeni rahatsızlığın (Psikosomatik hastalıklar)
ruhsal sorunlardan, stres ve gerilimden kaynaklandığı bilinmekte ve dünyanın tıp
otoritelerince kabul edilmektedir. Kanser, şeker, gastrit, ülser, migren, alerjik deri has-
388
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
talıkları bu konuda en belirgin örneklerdir. Stres ise, çağın hastalığı olarak ifade
edilmektedir.
Kaynaklarımızda yer alan bazı hadislerden, Sevgili Peygamberimizin (sav) bu
alanda uzman olan Şifâ bint Abdillâh (ra) gibi bazı kimselere rukye yaparak hastaları
tedavi konusunda izin verdiğini öğrenmekteyiz. Sevgili Peygamberimizin yaşadığı
çağda toplumda geçerli bir tedavî metodu olan rukyeye izin vermesi, bazı İslâm
karşıtları tarafından üfürükçülük teşvik ediliyor gerekçesiyle eleştirilmiştir.
Konuyla ilgili olarak Şifâ bint Abdillâh’tan (ra) nakledilen bir hadis şöyledir: “Ben,
eşi Hafsa’nın (ra) yanında bulunduğum bir sırada, Hz. Peygamber (sav) yanımıza geldi ve
bana: ‘Hafsa’ya yazı yazmayı öğrettiğin gibi, nemle hastalığının rukyesini de öğretmez
nisin?’ buyurdu.”
Hadiste söz konusu edilen Rukye () رقية, bazı İslâm karşıtlarının iddia ettiği gibi
üfürük-tükürük değildir. Aksine rukye, ruhsal tedâvî yanında, beden için gerekli olan
ilaç vs. gibi tıbbî tedavî metodlarını da bünyesinde bulundurmaktadır. Yine yukarda
kaydettiğimiz hadisten anladığımıza göre rukye, bir ihtisas işidir, onu da Şifâ bint Ab-
dillâh (ra) bilmekte ve uygulamaktadır. Hz. Peygamber de, Şifâ’dan (ra) bu tedavi yönt-
emini eşi Hz. Hafsa’ya da öğretmesini istemektedir. Yine bu tedavî metodu, tıpkı yazı
yazma gibi gayret edilerek öğrenilecek bir husustur. Bu metodun sadece okuma-üfleme
olmadığı açıktır. Eğer bahsedilen Nemle hastalığı için uygulanan rukye, okumadan-
üflemeden ibaret olsaydı, herhalde Hz. Peygamber bunu ashabından daha iyi yapa-
bilirdi. Sevgili Peygamberimiz, Nemle hastalığına nasıl rukye yapılacağını bilmediği için,
bunu hanımı Hafsa’ya (ra) öğretmesini Şifâ bint Abdillâh’tan istemiştir. Bu nedenle had-
iste sözü edilen rukye, bir uzmanlık işi olup, bünyesinde maddî tedâvîleri de bulun-
duran bir uygulamadır. Nitekim Şifâ bint Abdillâh’ın (ra), Nemle denilen ve deri
üzerinde kabarcıklar oluşmasıyla ortaya çıkan bu hastalığı (egzema) şu şekilde tedâvî
ettiği kaydedilmektedir: “eş-Şifâ, za’ferân ağacını alır, buna yedi defa rukye yapar, sonra
temiz bir taşa koyup ufalar, üzüm sirkesi ile karıştırdıktan sonra nemle yaralarının
üzerine sürerdi.” Şifâ bint Abdillâh’ın (ra) bu uygulaması, rukyenin sadece okuyup
üflemekten ibaret olmadığı, bünyesinde tıbbî tedavî yöntemlerini de bulundurduğu
hakkındaki görüşümüzü teyid etmektedir. Ayrıca bu hanım hekimin isminin Şifâ olması
da ilginçtır. Kaynaklarımız onun, devrinin hekimlerinden olduğunu, asıl adının Leylâ
olduğunu, İslâm öncesi de rukye yaptığını ve çeşitli hastalıkların tedavisiyle meşgul
olduğunu, Müslüman olduktan sonra da Hz. Peygamber’in izniyle bu faaliyetlerine de-
vam ettiğini kaydetmektedir.
Rukye konusuyla ilgili bir başka hadis de şöyledir: “Yezîd b. Ebî Ubeyd’den (ra).
Şöyle anlatmıştır: “Seleme’nin (ra) inciğinde bir kılıç yarasının izini gördüm, bu nedir?
diye sordum. Bunun üzerine Seleme (ra) şöyle dedi: ‘Hayber savaşında bana bir kılıç isa-
bet etti. Bunun üzerine ashâb Seleme vuruldu, dediler. Derhal Hz. Peygamber’e getirildim.
Kendileri (sav) bana üç kez nefes ettiler. Bu ana kadar, o yaradan hiç şikâyet etmedim.”
Yukarda kaydetmiş oldugumuz hadis, veciz ve kapalıdır. Seleme’nin (ra) ilgili
hadisteki ifadesi, Hayber’de yaralandıgı zaman Seleme’yi tedavi amacıyla Hz.
Peygamber’in (sav) başka bir işlem yapmadıgını göstermemektedir. Aksine, Seleme’yi
tedavi amacıyla yapılan işlemlerden birisini haber vermektedir. Hadiste, Hz.
Peygamber’in (sav) Seleme’nin yaralanan ve kanayan bacağına herhangi bir tıbbî
müdahalede bulundurup bulundurtmadığından söz edilmemektedir. Yaranın sarılıp
sarılmadığından, kanın durdurulup durdurulmadığından, ilaç, pansuman vs. işlem-
lerinden bahsedilmemektedir. Bu sebeple Seleme’nin (ra) yarasının sadece Peygamber
Efendimiz’in üç kere nefes etmesiyle iyileştiğini ileri sürmek doğru değildir. Bu durum,
Hz. Peygamber’in tedavi konusundaki sünnetine aykırı düşer. Bu nedenle, Seleme’nin
yaralandığı zaman Hz. Peygamber’e getirildiği, bacağından akan kanın durdurulduğu, o
389
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
dönemde geçerli olan tıbbî tedavi yöntemleri uygulanarak yarasının sarıldığı, ağrı ve
sancısının dinmesi ve çabuk iyileşmesi açısından Hz. Peygamber tarafından kendisine
dua edilerek üflendiği, yaranın da zamanla iyileştiği anlaşılabilir. Bu kısa, son derece
kapalı rivayete dayanarak, Hz. Peygamber’in kılıç yaralarını okuyarak tedavi ettiğini
ileri sürmek ilmî ve tarihî gerçeklere aykırı düşer. Hz. Peygamber’in uygulamaları da bu
görüşümüzü teyid etmektedir. Nitekim kendileri, Hendek savaşı’nda yaralanan Sa’d b.
Mu’âz’ı (ra), Medine Mescidi’nde bir hastane mahiyetinde kurulan Rufeyde’nin (ra)
çadırında uzun süreli bir tedaviye almış, kanı durdurmak amacıyla yarası bizzat iki kez
dağlamıştır. Yine Hendek savaşında kolundan yaralanan Ubey b. Ka’b’ı da dağlayarak
tedavi etmiştir.
Sonuç olarak kaydetmemiz gerekirse, hastalanan bir Müslüman mutlaka tedavi
olacak, bunun için çağın getirdiği her türlü tıbbî imkânlardan yararlanacak, kendisine
şifa vermesi için de Yüce Allâh’a yalvarıp duâ edecek; şifayı verenin adı eş-Şâfi olan
Yüce Rabbimiz olduğuna tevhid inancı gereği inanacaktır.
HARAM ŞEYLERLE TEDÂVÎ OLMANIN YASAKLIĞI:
Kaynaklarımızda yer alan hadislerden Sevgili Peygamberimizin (sav) içki gibi ha-
ram ve pis şeylerle tedavîyi yasakladığını öğrenmekteyiz. İçki ile tedâvîyi yasaklayan
bazı hadisler şöyledir:
"İçkide şifa yoktur."
"Yüce Allâh, şifanızı sarhoşluk veren şeylerde yaratmamıştır."
“Bir kimse, Rasûl-i Ekrem’e şarabı sordu. O da onu menetti. Bunun üzerine soran
kimse: ‘Ben onu yalnızca ilâç ve tedâvi için yapıyorum’ dedi. Hz. Peygamber de: ‘O ilâç
değil; derttir’ buyurdu.”
“Rasûlullâh (sav), habîs/pis ilaçlarla tedavî olmamızı yasakladı.”
Burada, yukarda kaydettigimiz hadislerin ışıgında, Hz. Peygamber’in kimseye
tedavi amacıyla develerin necis idrarının içilmesini tavsiye etmediğini belirtmek isteriz.
Konuyla ilgili hadislerden anlaşıldığına göre, Rasûlullâh (sav), Medine’ye gelen karınları
ağrıyan bir kısım hasta kimselere tedavi olmaları amacıyla develerin sütlerinin
içilmesini tavsiye etmiştir. Ancak daha sonra zabt yönünden kusurlu bazı raviler had-
isi naklederken, “Hz. Peygamber’in (sav) tedavi amacıyla develerin idrarının içilmesini
tavsiye ettiğini” de hadisin metnine eklemişlerdir. Kısacası Peygamber Efendimizin,
habîs şeylerle tedavi olmayı yasaklayan yukarıda kaydettiğimiz hadisiyle çelişki halinde
olan bu hadisler sahih değildir, ravilerinde zabt sıfatı açısından kusurlar vardır ve bun-
lar kendileriyle amel etmeye elverişli değildir.
HAD:İSLERDE TAVSİYE EDİLEN BA-ZI ŞİFALI YİYECEKLER
Sevgili Peygamberimizden nakledilen bir kısım hadislerde bazı şifalı yiyecekler
:tavsiye edilmiştir. Şimdi bunlardan bazılarını kaydetmek istiyoruz
127) Çörek otu
Hz. Âişe’den (ra). “Rasûlullâh (sav) şöyle buyurdu: ‘Şüphesiz şu Habbetü's–Sevdâ
(çörek otu), sâmdan başka her hastalığa şifadır.’
‘Ben, Sâm nedir? ‘dedim.
‘Sâm, ölümdür’ buyurdu.”
128) Sirke,
Hz. Âişe ve Câbir b. Abdillâh’tan (ra). Resûlullâh (sav) şöyle buyurmuştur: “Sirke ne
kadar güzel bir azıktır.”
390
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
129) Bal
Kur’ân-ı Kerîm, balda insanlar için şifa olduğunu bildirmektedir. Konuyla ilgili bir
hadis de şöyledir:
İbn Abbâs’tan (ra). Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Üç şeyde şifa vardır: ha-
camat, bal şerbeti ve dağlama; fakat ümmetime dağlama yapmayı yasaklıyorum.”
130) Hurma
Hz. Peygamber (sav): “Medine’nin Âliye denilen yüksek yerlerinin acve hurmasında
şifa vardır. O sabahın ilk vaktinde panzehirdir” buyurdular.
TIPLA İLGİLİ HADİSLERDE EDEBÎ SAN’ATLAR:
Yüce Allâh, indirdiği son kitâbı Kur’ân-ı Kerîm’de bir çok âyette, mecâz, istiâre,
kinâye, teşbîh gibi edebî san’atlar kullanmıştır. Benzer husus, Sevgili Peygamberimiz’in
(sav) bir kısım hadislerinde de söz konusudur. Ancak kaynaklarımızda yer alan bazı
hadislerde edebî san’atlar kullanıldığı halde, bu konudaki hadisler yorumlanırken bu
hususa dikkat edilmeyerek, bunlara zahirî/ literal anlam verilmiş ve maalesef bu hadis-
ler Tıp ilmiyle çatışma haline sokulmuştur. Bu husus ise, maalesef İslâm karşıtlarına
malzeme olmuştur.
131) Şeytanın İnsanın Damarlarında Dolaşması:
Peygamberimizin eşi Safiyye bint Huyey’den (ra) nakledilen bir hadiste şeytanın
insanın damarlarında dolaştıgından bahsedilmektedir. Hadis şöyledir: “Hz. Peygamber
i’tikâfa girmişti. Ben de, kendisini, ziyaret etmek maksadıyla geceleyin yanına geldim ve
kendisiyle biraz konuştuktan sonra eve dönmek üzere kalktım. Hz. Peygamber de beni
uğurlamak üzere kalktı. (Safiyye’nin evi, Üsâme b. Zeyd’in evinin olduğu yerdeydi). Bu
sırada Ensâr’dan iki kişi oradan geçtiler. Bunlar, Hz. Peygamber’i görünce yürüyüşlerini
hızlandırdılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav): ‘Acele etmeyin!’ buyurdu. Ensâr’a
mensup o iki kişi: ‘Yâ Rasûlullâh! Sübhânallâh!’ dediler. Hz. Peygamber: ‘Şüphesiz şeytân,
insanın bedeninde kanın dolaştığı gibi dolaşır. Ben sizin gönüllerinize şeytânın bir şer
telkin etmesinden endişe ettim’ buyurdu.”
Kâdî Iyâd gibi bazı İslâm âlimlerinin hadise zâhirî anlam vermesi nedeniyle, halk
kültüründe, şeytânın gerçekten insanın damarlarında dolaşarak birçok hastalığa neden
olduğu inancı ortaya çıkmıştır. Halbuki bu hadiste, edebî san’atlardan teşbih/benzetme
söz konusu olup, kanın daima insanın damarlarında dolaşması gibi, şeytanın da insanı
saptırmak için vesvese vermekten asla geri kalmayacağı ve insandan ayrılmayacağı
anlatılmak istenmiştir. Hz. Peygamber’in, Ensâr’dan Üseyd b. Hudayr ve Abbâd b. Bişr
olduğu bildirilen bu iki sahâbîye şeytanın vesvese vererek, suizanda bulunarak küfre
girmelerine sebep olmasından endişe ettiği, bu yüzden yanındaki kadının eşi Safiyye
olduğu hakkında kendilerini uyardığı kaydedilmektedir.
Kanamalar ve Şeytân
Baz ı hadislerde, insan bedeninde meydana gelençeşitli kanamaların şeytândan
kaynaklandığı ifade edilmektedir. Geçmişte bazı İslâm âlimlerinin bu hadisleri
yorumlarken, bunlardaki teşbîh, mecâz gibi edebî san’atları göz önüne almayarak zâhirî
anlamı tercih etmeleri veya hadiste geçen çok anlamlı bir bir kelimeye mânâ verirken
isabetli tercihte bulunmamaları nedeniyle, halk kültürümüzde, âdet, istihâze/özür
kanamalarına cin ve şeytânların sebep olduğuna inanılmıştır. Günümüzde halkımızın
elinde dolaşmakta olan bir takım kitaplarda da ne yazık ki durum böyledir. Nitekim Adî
b. Sâbit’in, babası ve dedesi vasıtasıyla naklettiği bir hadiste şöyle Hz. Peygamber’in
şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: “Namazda aksırma, pinekleme, esneme, hayız
görme, kusma ve burun kanaması şeytândandır.” Hadisin isnâdında yer alan kim-
391
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
selerden Şerîk b. Abdillâh (v. 177) ile Ebu’l-Yakzân Osmân b. Umeyr’in hadis âlimlerinin
tenkidine uğramış zayıf râvîler olduğu kaydedilmektedir. Ayrıca bu rivâyet, Hz.
Peygamber’in hac esnasında hayız gören Hz. Âişe’yi tesellî etmek maksadıyla söylemiş
oldukları; “Bu, Allâh’ın Âdem kızları üzerine yazdığı bir şeydir” hadisine de aykırıdır.
Istihâza/Özür kanının şeytândan olduğu şeklinde yorumlanan iki hadis ise,
Hamne bint Cahş, Esmâ bint Umeys ve Fâtıma bint Ebî Hubeyş’den (ra) gelmektedir. Bu
hadislerden birisine göre, Peygamberimizin (sav) baldızı Hamne bint Cahş (ra)
Peygamberimizin eşi Zeyneb bint Cahş’ın (ra) evine gelerek orada bulunan Hz.
Peygambere: ‘Ey Allâh’ın Resülü! Ben şiddetli ve devamlı bir şekilde kan gören bir
kadınım. Bu durum, beni namaz ve oruçtan alıkoydu. Benim hakkında ne buyurur-
sunuz? diye sordu. Hz. Peygamber de, kendisine pamuk kullanmasını, ve bir ayda altı
veya yedi gün hayızlı olduğunu kabul ederek yıkanmasını, kalan 23 günde namazını
kılıp orucunu tutmasını emrederek;
انما هذه ركضة من ركضا ت الشىيطا ن
‘Bu, şeytânın vesveselerinden bir vesvesedir’ buyurmuştur.
Konumuzla ilgili hadislerden biri de Fâtıma bint Kays hakkındadır, bunlardan bi-
risi kendisinden, diğeri de Esmâ bint Umeys’den nakledilmektedir. Esmâ bint Umeys
(ra) Hz. Peygamber’e, Fâtıma bint Ebî Hubeyş’in istihâza kanına müptela olduğunu ve
şu kadar zamandır namaz kılmadığını haber verdiğini, Hz. Peygamberin de:
“Sübhânallâh! Bu şeytândandır” buyurarak, Fâtıma’ya her namaz için abdest almasını
tavsiye ettiğini nakletmiştir.
Yukarda kaydettigimiz her iki olay hakkında Hz. Peygambber’in söylemiş olduğu
sözde yer alan ركضة/ Rekzatun kelimesini “Darbe, vuruş” mânâsına alan bazı âlimler,
bunun bir hakikat olduğunu ifade ederek, istihâza/özür kanına şeytânın darbesinin
sebep olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak bu ifadeyi hakikî mânâya almak uygun
düşmemektedir. Çünkü bu konuyla ilgili diğer bazı hadislerde, istihâze kanının, bir da-
mar çatlaması veya bir hastalıktan kaynaklandığı bildirilmektedir. Bu nedenle bu
rivayetlerde, “şeytândan olduğu” bildirilen hususun, istihâze kanaması değil, bu kana-
mayı hayız veya hayız gibi sanarak, namaz, oruç gibi ibadetleri terk etmek olduğu an-
laşılmaktadır. Bu durumda, hadislerdeki ركضة/ Rekzatun kelimesine, “darbe/vuruş”
mânâsını değil de, “vesvese/telkin” anlamını vermenin daha doğru olacağı ortadadır.
Ancak ne yazık ki, halkımızın elinde dolaşmakta olan bazı kitaplarda bu hususa dikkat
edilmeyerek, bu kelimeye “darbe/vuruş” anlamı verilmekte, âdet ve istihâze kanama-
larına şeytanların sebep olduğu iddia edilmektedir.
132) Bir Kısım Hadislerde Şeytân/ Cinn Lafzıyla Mikropların
Kasdedilmesi.
Kaynaklar “جنımızda yer alan bir kısım hadislerde / Cinn ”lafzıyla mikropların
kasdedildigi anlaşılmaktadır. Bilindigiüzere Cin kelimesi, Arapça örtmek, gizlemek
anlamına gelen جن/ Cenne kökünden türetilmiştir. Melekler, cinler, kabirde bulunan
cenazeler, ev yılanları bu ad altında zikredilmiştir. Henüz doğmamış çocuğa da, anne
rahminde gizli olduğu için aynı kökten cenîn denilmiştir. Mikro dünyayı bilgi alanımıza
sokan mikroskobun henüz keşfedilmediği, mikropların varlığının bilim dünyası tarafın-
dan bilinmediği bir dönemde, Hz. Peygamber tarafından cin/şeytân kelimesiyle onların
varlığına işaret edilip tesirlerinden bahsedildiğini bazı hadislerden anlamaktayız. Bu
konudaki bir hadis şöyledir:
“Câbir’den (ra). Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: ‘Kapları örtün, kırbaların
ağızlarını bağlayın, kapıyı kilitleyin, kandili söndürün. Çünkü şeytân, hiçbir kırba bağını
çözemez, hiçbir kapıyı açamaz ve hiçbir kap kacak ağzını açamaz.” Câbir’den (ra)
392
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
nakledilen diğer bir hadiste ise şöyle buyurulmuştur: “Kabı örtün, tulumu da bağlayın,
çünkü senede bir gece vebâ iner. Yanından geçtiği, kapağı olmayan her kabın veya
üzerinde bağı bulunmayan her tulumun içine muhakkak bu vebâdan iner.”
Di ger bir hadislerinde ise Hz. Peygamber (sav), evlerde bırakılançöplerin şeytân-
ların toplantı yeri olacağını bildirmiştir.
Ebû Musâ el-Eş’arî’den (ra) nakledilen bir başka hadiste de, Hz. Peygamber (sav),
ashâbın Tâuûn hastalığı hakkında sordukları bir soruya, “Cinlerden olan düşman-
larınızın dürtmesidir ki, o bütün şehitlerde vardır” buyurmuştur. Ahmed b. Hanbel’in
naklettiği diğer bir hadiste ise; Peygamberimiz (sav): “O (dürtme yarası) Müslümanın
şehâdet sebebidir” buyurmuştur. Böylece Sevgili Peygamberimiz, tâuûn diye
adlandırılan bulaşıcı hastalığa sebep olan mikropları Cin lafzıyla ifade etmişlerdir. Bir
hadislerinde, tâûndan ölen mü’minlerin şehid olduklarını haber vermiş, diğer bir hadis-
lerinde ise, tâûn hastalığının bulaşıcı olduğuna işaret ederek, “Bir yerde tâûn çıktığını
duyduğunuz zaman oraya girmeyiniz” buyurmuştur.
Hz. Peygamber’in (sav) yukarda kaydetti“ ,gimiz hadislerindeSizin cinlerden olan
düşmanlarınız” lafzıyla tâûn hastalığına sebep olduklarını söylediği mikroplar, Yersinia
Pestis adlı bakterilerdir. Bu bakteriler insan vücuduna girince, Hz. Peygamber’in yu-
karıdaki hadislerinde ( وخز/Vahzü) lafzıyla işaret ettiği iç kanamalara; akut olarak
yüksek ateşe, tansiyon düşmesine, şoka, lenf bezlerinde şişmeye, zatürre ve, abselere
sebep olmaktadır.
Peygamber Efendimiz’in (sav) yemekten sonra ellerin yıkanmasını tavsiye eden
bir hadisi de şöyledir: “Şeytân hassastır, yalayıcıdır, kendinizi ondan sakının. Her kim ki
elinde et kokusu olduğu halde geceler ve bundan dolayı başına bir şey gelirse, ancak
kendisini sorumlu tutsun.” Hadisteki, “Şeytân hassastır, yalayıcıdır” ifadesiyle, et su-
larında, etli yemeklerin artıklarında hızla çoğalabilen mikroplar kastedilmiştir.
Sonuç olarak belirtmeliyiz ki, Hz. Peygamber (sav) yukarda kaydettiğimiz bir
kısım hadislerinde, cinn/şeytân lafzıyla mikropları kastetmiştir. Bu nedenle bu tür had-
islerde geçen cinn/şeytân lafızlarına, bildiğimiz ruhânî anlamdaki cin/şeytan yerine,
mikrop anlamı verilmelidir. Aksi takdirde, bu modern çağda veba gibi bulaşıcı has-
talıklara cin ve şeytânların sebep olduğunu söyleyerek, “Hz. Peygamber’in hadisleriyle
Tıp biliminin çatışma halinde bulunduğu, bu tür hadislerin eski çağlardan kalma bilim
dışı bir takım hurafelerle dolu olduğu” kanaatine yol açmış oluruz.
SONUÇ
Açık bir husustur ki Tıbbu’n-Nebevî, kitap çapında çok geniş bir alanı kapsamak-
ta, ciddî araştırmaları gerektirmektedir. Hadisin diğer alanlarında olduğu gibi, bu ko-
nuda da Sevgili Peygamberimize isnâd edilen zayıf veya uydurma rivayetler kaynak-
larımızda yer alabilir. Önceki çağlarda yaşayan Tıp bilginlerine ait bir takım tavsiyeler
veya o dönemdeki topluma ait şimdi yanlış olduğu kanıtlanan bir takım tıp bilgileri, Hz.
Peygamber’e isnâd edilmiş olabilir. Ya da tebliğimizin içinde örneklerini göstermeye
çalıştığımız gibi, Hz. Peygamber’e ait olan bu alandaki bazı hadisler, yanlış anlam ver-
ilmek suretiyle hatalı bir şekilde yorumlanmış olabilir. İslâm karşıtlarına malzeme olan
veya İslâm Dini’ni Tıp ilmiyle çatışma halindeymiş gibi gösteren bu rivayetler dikkatlice
ayıklanmalı, bu tür yorumların yanlışlığına işaret edilmeli, yapılacak ilmî çalışmalarla
bunların Hz. Peygamber’e ait olmadığı kanıtlanmalıdır. Kısacası, Tıbbu’n-Nebevî ko-
nusunda Hz. Peygamber’e ait olan sahîh hadisler ortaya konmalıdır.
393
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
394
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
395
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Giriş
Hacamat milattan önce Mezapotamya, Mısır ve Roma’da kullanılmış eski bir tedavi
yöntemidir. Peygamber efendimiz tarafından vahye dayalı şifa aracı olarak ümmetine
tavsiye edilmiş geleneksel bir tedavi metodudur. Günümüz modern tıp gözlüğü ile bi-
limsel temelleri olan bu tedavi yöntemi son yıllarda giderek yaygınlaşarak hakettiği
yeri almaktadır. Bu bildirinin amacı nebevi tıpla Ortodoks batı tıbbının ortak paydasın-
da bulunan şifa aramada hacamat tedavisini yeniden bu açıdan irdelemektir.
Hacamat nedir? Tıbbı nebevideki yeri? Modern tıbbın hacamata bakışı ve buradaki
sorunlar. Uygulanma şekli ve etki mekanızması, yan etki profili, hacamat bölgelerinin
özellikleri, alınan kanın özelliği, tedavinin sıklığı, şekli ve uygulama günlerinin bilimsel
anlamı gibi konularda genel bilgilerin ilmi perspektifte değerlendirilmesi ile tedavide
kullanılan hastalıklar genel hatları ile değerlendirilecektir. Çeşitli hastalıklarda
kullanılışının bilimsel yönü ve geleneksel tıp ile birliktelik ve ayrışımı, modern tıbba
kattıkları ile gelecekteki yeri ve değeri vurgulanacaktır.
Koruyucu ve tedavi edici hacamat kavramı irdelenerek genel hatları ile iyileştirici
yönü vurgulanarak hastalıkların şifasındaki yeri irdelenerek hekimlerimizin bu alanda
misyonuna vurgu yapılması ve sağlık bakanlığının ilgili biriminin konu ile ilgili sorun-
lara yaklaşımı teşvik edilip desteklenecektir.
Faydalı ve şifası kesin olan bu tedavinin uygulanması ile ilgili kavram kargaşasına
yönelik çözüm önerileri tartışılarak mevcut olan sorunlar azaltılmaya çalışılacaktır.
Anahtar kelimeler: Hacamat, hicame, haccam capping kupa.
396
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Hacamat tedavisinin tarihçesine bir göz attığımızda 5000 bin yıllık bir tarihi
geçmişini görebiliyoruz. Peygamberimizle birlikte İslam tıbbında hep geçerli bir tedavi
olarak yerini korumuştur. Hastalıklar gelmeden korunmak günümüz insanının sık
ötelediği bir gerçeği. Modern tıp ise hastalıklar üzerinde daha çok kafa yormakta.
Peygamber tıbbı olarak kabul gören nebevi tıp ise fıtrata uygun yaşamamızı ve sorunlar
oluşmadan şifa vesilesi olabilen önerilerle günümüz tıbbına ciddi katkılar sağla-
maktadır. Son yıllarda daha sık uygulanır olan hacamat tedavisinin dünü bugünü ve
yarını ile ilgili öngörülerimi modern tıp pencersinden sizlere aktarmaya çalışacağım.
İnsan yapısının en küçük parçası olan hüceden başlamak istiyorum.
Milyarlarca hücrenin yaratanımızın üstün tasarımı ile birlikteliğinden müteşek-
kiliz. Hücre dediğimiz şey ise elektron mikroskopla görülebilen devasa bir fabrika.Bir
fabrikada gerekli her şey bu hücrede yerli yerinde ve mükemmel olarak dizayn edilmiş.
Hücrelerimizin farklılaşmasından müteşekkil organlarımız ise birbiri ile tam bir uyum
içerisinde doku ve organlarımız arasında mütemadiyen hareket eden can enerjisinin
sağlıklı işleyişi ile de yaşamaya devam ediyoruz. Bu enerji hattında meydana gelen
olumsuzluklar ilede hastalanıyoruz. Bu enerji on dört meridyen üzerinde bazı noktalar ı
sağlıklı geçmek zorunda. Bu noktalara tıp dilinde meridyen ismini veriyoruz. Bu nok-
talarla hacamatta kullandığımız noktalar biribirinin aynısı ve yapılan bilimsel çalışma-
larda da bu noktalardaki milimetrekare başına alıcı hassas reseptörlerin sayısını diğer
noktalar göre iki kat fazla olduğunu biliyoruz. Bunun dışında vücudun değişik bölge-
lerinde triger adı ile bilinen noktalar var ki bunlar dokunmaya karşı hassas ve duyarlı.
Hacamat ve akupunktur noktaları birçok yönü ile benzer ve vücutta aynı yerde birbirl-
eri ile iç içe. Akupunktur ilminden biliyoruz ki bu noktalar doku ve organlarımız için
tedavi iksiri üreten noktalar. Buralara yapılan uyarı iğneleme veya kupa ile kan alma
gibi yöntemler şaşırtıcı şekilde aynı sonuçları veriyor.
Hacamatta amaç hücreler arası kılcal damarlardaki akışkanlığı artırmak ve bu-
ralarda biriken zararlı toksinleri metabolik atıkları negatif basınçla çekmek. Cilt yüzey-
inde bisturi ile oluşturulan ince çizikler ile yapılan uyarının sonucu sayısız olumlu
reaksiyonada zemin hazırlanıyor. Etkilerine kısa bir göz atacak olursak:
Objektif etkileri:
133) Agrı kesici etkisi ilk akla gelendir. Tedaviye başlanması ile aynı anda
görülen bu etkinin mekanizması şöyle.
Agrı algılama eşiginin yükselmesi sağlanıyor.
Hücrelerin ve dokuların kanlanması artırılıyor.
Sinirsel uyarı yolu ile beyinden ve sinir sisteminin diger hücrelerinden salgılanan
doğal ağrı kesicileri salgılatıyor.
Ağrı algılamasını bir anlamda agrıya karşı aşılama ile azaltabiliyor.
134) Sakinleştirici ve gevşetici etki: Bu etkinin oluşmasında da sinir
sisteminin salgıladıgıçeşitli maddeler var. Endorfinler mutluluk hormonları
seratoninler dopamin vs…. Beyin sapı Raphe veretiküler aktive edici sistem-
ler bu etkinin oluşmasında devrede bulunuyor.
135) Homeostatik etki: Kısaca dengeleme etkisi diyebiliriz. Bir ahenk
içinde düzenli çalışan otonom sinir sistemi üzerinden bu etkinin olduğunu
biliyoruz. Otonom sinir sistemi insanda tüm iç organların dengesinden
sorumlu olduğu gibi diş tehditlere karşı aynı zamanda bir kalkan görevi de
vardır. Tehlike anında kalp atımlarının hızlanması tüğlerin diken diken ol-
ması ağız kuruluğu ve kaslarda hissedilen enerji bu sistemden beslenir. Kan
397
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
398
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
399
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Noktaların seçimi hastanın yakınmasına bağlı olarak tesbit ediliyor. Baş boyun sırt
bel bacak diz ayak yüzeyi tüm noktalar akupunktur noktaları ile bire bir uyumlu.
400
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Hastalık yoktur ve Hasta vardır sözünü hep duyar ve duyururuz. Her hastalık her in-
sanda başka başka tezahür eder. Onun için her hastaya o hastalık için muayyen bir te-
davi şablonu yoktur. Hastaya göre tecrübelerle o hastalık için uygulanan bir sürü nok-
tadan uygun olan kombinasyonu seçiyor ve uyguluyoruz.
Akupunktur noktalarından bazıları aynı zamanda hacamat içinde kullanılmaktadır:
Ah Shi, lokal, yak:ın ve uzak noktalar
Zincirleme noktalar
Tek noktalar
Bir alanı daire içine alma
Yin ve yang meridyenlerdeki noktalar
Ön ve arkadaki noktalar
Noktalar ve enerji merkezleri
Yukarı ve aşagı noktalar
401
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
402
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Hacamatın kameri aylara göre ayın küçülmeye ve çekim gücü azalmaya başladığı
günlerde ve tek günlerde yapılması tavsiyesi daha çok koruyucu hacamat için
düşünülmeli. Tedavi edici hacamat için gün ve zaman sınırlaması doğru olmayabilir.
Degişik hastalıklarda umulmadık mucizevi sonuçları ile yüz güldüren bu tedavi ile
birçok hastalıktan kurtulmak mümkün. Bir kısmını burada paylaşalım:
Baş agrısı migren ve gerilim kaynaklı agrılar
Sırt boyun bel diz ve ayak agrıları
Stres depresyon panik atak anksiete
Halsizlik yorgunluk bitkinlik gibi tükenme sendromları
Fibromyalji kas romatizması
Uyku sorunu yaşayan insanlar
403
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Parapsikolojik hastalıklar
Kalp damar hastalıkları tansiyon ve kolesterol
Bağışıklık sistemi ile ilgili hastalıklar
Hastalık sayısına ilaveler yapılabilir. Ancak amaç hasıl oldu sanırım. Günümüz mod-
ern tıp teknolojileri ile çözmekte zorlandığımız başka hastalıklardada hacamatı yan
etkisi olmaması nedeni ile daha sık uygulamalı ve konu ile ilgili bilimsel çalışmalara
ağırlık vermeliyiz diye düşünüyorum.
404
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
405
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Özet
Kur’an- ı Kerim’de birçok yerde zürriyyet kelimesi geçmektedir. Zerre en küçük
parçayı ifade eder. Ondan türetilen zürriyyet de insan neslinde onun bütün özellikle-
rinin saklandığı geni ifade eder. Hadislerde özellikle evlenme ve boşanma konularında
gen konusu gündeme gelmiştir. Bazen doğan çocuğun fiziksel özelliklerinden hareketle
onun nesebi hakkında hukuki karar verilmiştir. İnsanlardaki huyların ve fiziksel özel-
liklerin bu genlerle nesilden nesle aktarıldığının farkına varılmıştır. İz sürmek anlamına
gelen kıfaye mastarından türeyen “el-kâffe” genetikçiler için kullanılmıştır. Hz. Ömer,
bir çocuğa iki kişi sahip çıktığında karar vermek üzere bilirkişi olarak kifaye ilmini bi-
len birisinin bilgisine başvurmuştur. Bu sayede insanların hangi kabileden oldukları da
bilinmekteydi. Bu ilimle meşgul olmuş ve şöhret kazanmış bazı sahabilerin isimleri
kayıtlara geçmiştir. Hz. Aişe, Hz. Ali ve Hz. Ömer gibi sahabiler bu ilimle meşhur
olmuşlardır.
Giriş
Hz. Peygambere inen Kur’an, insanı muhatab almış ve onun dünya ve ahiret
mutluluğu için indirilmiştir. Kur’an’ın bir yönüyle tefsiri olan hadisler de insanı konu
almışlardır. İnsan maddesi ve sosyal yönü itibariyle iki yönlüdür. Yaratılıştan getirdiği
özellikleri yanında hayatı boyunca ortaya koyduğu eylemlerin dini ahlaki ve toplumsal
değerleri vardır. “De ki her kes şakilesi üzere iş yapar” ayetinden anlaşıldığına göre
insanların yaptığı eylemlerin altında yaratılıştan kendisinde bulunan, kolay veya zor
eğitilen bu karakterlerin etkisinin büyük olduğu ifade edilmektedir. Mizaç ve karakter
diye çevrilen şakile kelimesi “tabiat, adet, din, ahlak, niyet ve seciye anlamlarına
kullanılmıştır. “Her insana yaratıldığı şey kolaylaştırılmıştır” hadisi insanda doğmadan
406
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
bu suretlerden birinin şeklinde terkip edip yaratır. Allah’ın kitabında “Seni değişik
suretlerden dilediği herhangi bir surette terkip ve tasvir edip yaratan O’dur” ayetini
okumadın mı” buyurmuştur. Hz. Peygamber bu hadisinde doğacak çocuğun bazen anne
babasına bazen de anne babasının dışında o soydan gelenlere ait bir çekingen gene
çekebileceğini ifade etmektedir.
Hz. Peygamber do gançocukların, en yakından uzağa doğru, anaya, babaya, am-
caya, dayıya, hala ve teyzeye yahut uzak akrabalarından birine benzeyebileceği ve onun
karakterini taşıyabileceğini şu şekilde belirtmektedir.
“Erlik suyunu boşaltmak için iyi yerler seçiniz, soyu-sopu temiz hanımlarla evlen-
iniz. Çünkü kadınlar, erkek kardeşi veya kız kardeşinin benzerini doğururlar. Soyu-
sopu temiz, iffetli kadınlarla evleniniz. Zira ırk aldatıcıdır.
Insanlar madenler gibiçeşitlidir. Irk aldatıcıdır. Kötü ahlak, kötü ırk gibidir”
buyurmuştur.
Irk ın aldatıcı olmasıçekingen genin ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır.
Genelde doğan çocuk anne baba veya onların yakınlarına çekerken bazen daha uzak-
lardan birine çekmesi şaşırtıcı olmaktadır. Bazen de insanlar şüpheye düşmektedirler.
Bu durum zina şüphesini akla getirse de hakikatte soyundan çok uzakta birinin genine
çekme ihtimali nazara verilmektedir. Suçlamaya başvurmamak gerektiği ve evlenme
esnasında seçici davranmanın lüzumuna işaret edilmektedir. Fiziksel özelliklerde
olduğu gibi ahlakın da yine genler vasıtasıyla aktarıldığı belirtilmektedir.
Ahlak kelimesi yaratma kelimesinin mastarıdır. Kişinin yaratılış temelini ifade
eder ki doguştan getirilir; ancak bazı insanda egitimleçok çabuk ve kolay düzeltilir ba-
zılarında ise çok uzun zamanda çok çaba ile düzeltilebilir. İnsanlar soya çekmek sure-
tiyle bu karakterlerle doğarlar. İnsanların madenlere benzetilmesi değer yönüyle olsa
gerektir. Bir insanın doğuştan ahlaklı veya ahlaksız olmasının söz konusu olmasından
ziyade kolay eğitilebilir bir yapıda doğup doğmaması kast edilmektedir.
Hz. Ömer’e atfedilen şu söz genlerle aktarılan özellikler soy ile ifade edilmiştir.
“Çöplükte biten gülden, kötü soydan gelmiş olan güzel kadından sakınınız. Çünkü
o kadın, aslının aynını doğurur. Sizlere temiz ırktan gelmiş iffetli kadınlarla evlenmenizi
tavsiye ederim. Zira temiz ırktan gelmiş olan kadın, babası, amcası ve kardeşlerinin
aynısını (aynı karakteri) taşıyan çocukları doğurur.
Bazı bedensel kusurların genler vasıtasıyla taşındıgı Peygamberin SAV şu
hadislerinden anlaşılmaktadır. Ebu Hureyre’nin rivayetine göre bir kimse Ensar kadın-
larından bir kadınla evlenmek isteyince, Peygamberimiz o kimseye şöyle demiştir.
“Kadına iyi bak. Zira ensar kadınlarının gözlerinde irsi olarak küçüklük veya gök
gözlülük gibi kusur sayılabilecek şeyler vardır. Bu hadiste göz kusurlarının bir kısmının
irsi yani genlerle taşındığını göstermektedir. Kalıtsal olan bu kusurlardan sakınmanın
tek yolu bu tür kalıcı kusurlara sahip olan kadınlarla evlenilmemesi önlem olarak
gösterilmektedir.
Ahlaki karakterler, dostluk ve düşmanlık hislerinin de irsi olduğu bildirilmekte-
dir. “Sevgi ve düşmanlık her ikisi de veraset yoluyla (baba ve anadan çocuklarına
geçmek suretiyle) kazanılır. Anne-babanın hayatta iken sevdiği kimseler; anne-babanın
ölümünden sonra da çocukları tarafından sevilmektedir. Sevmediği kimseler de bun-
ların ölümlerinden sonra çocukları tarafından sevilmemektedir. Hadisin de belirttiği
gibi dostluk ve düşmanlık dahi irsidir.
Kıyafet, iz sürmek, iz takip etmek, iki şeyden birini diğerine benzetmek anlamına
gelir. Kıyafet, el, ayak, baş, göz, sarılık, kırmızılık, zayıflık, şişmanlık gibi fiziki du-
408
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
409
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
tadır. Hadisteki galip gelme ifadesi günümüzün tesbitine daha uygun düştüğü
görülmektedir.
Genetik ve Akraba Evliliği
“Vucuttaki her kılın altında şehevi duygular vardır” buyuran Hz. Peygamber,
meninin bütün organlardan süzülerek meydana geldiğini vucuda ait özelliklerin onda
gizlenmiş olarak var olduğunu bildirmiştir. Bu nedenledir ki, Cüzzam, alaca ve delilik
gibi hastalıklara sahip olanlarla evlenmekten sakındırmıştır. İbn Ömer’in rivayetine
göre Peygamber SAV, Gıfar Oğullarından bir kadınla nikahlandı, gerdek gecesinde kadın
elbisesini çıkardığı zaman; kadının göğüs kısmında alaca hastalığı gördü, bunun üzerine
kadına, “elbiseni giy, böylece sabahla ve ailene dön. Zira hastalığını gizleyerek beni al-
datmışsınız, buyurdu ve nikah bedelini tam olarak ödedi. Hz. Peygamber, kalıtsal has-
talığa sahip bu kadınla evlenmeyi uygun bulmamıştır.
Evlenecek olanların hastalıklı bir eş ile evlenmesi Hz. Peygamberin hadislerinde
uygun görülmemiştir. Bu eş adayı ister akraba olsun ister olmasın, ister kadın olsun
ister erkek olsun fark etmez. Zira kalıtsal hastalığa sahip eşten hastalıklı çocuk doğması
kuvvetli bir ihtimal olarak görülmüştür.
Imam Gazali Ihya’sında yakın akraba ile evlenmeyi dogançocuğun zayıf ve cılız
olacağını gerekçe göstererek iyi karşılamamıştır. Bu düşüncesini kime ait olduğu bild-
irilmeyen Peygamberin hadisine dayandırmıştır. “Yakın akraba ile evlenmeyiniz. Zira
çocuk zayıf ve cılız olarak doğar.” Hadisinin açıklarken Gazali şunları ifade etmektedir.
Evlenecek eşler birbirleri ile yakın akraba olursa, şehevi istek ve arzuları zayıf olur.
Eğer eşler yakın akraba olmayıp uzak çevreden olursa, birbirlerine karşı şehevi istek ve
arzuları daha kuvvetli olacağından dolayı, doğacak çocuk daha sağlıklı ve daha kuvvetli
olur” denilmiştir. Hz. Ömer’e dayandırılan bir sözde Hz. Ömer, Saib Oğulları kabilesini
zayıf ve cılız görünce, Ey Saib oğulları! Sizler cılız ve zayıf oldunuz, bu durumu düzelt-
mek için kendi aşiretinizden başka kadınlarla evleniniz, demiştir. Yine Hz. Ömer,
“Erkeklik suyunu boşaltmak için soyu-sopu temiz kadınlar seçiniz. Bununla beraber
sizlere beden yönünden gösterişli kadınlarla evlenmenizi tavsiye ederim. Zira onlar
doğurgan olurlar, sağlıklı ve kuvvetli çocuklar doğururlar” demiştir. Hz. Ömer bu
tavsiyesini sağlıklı bir nesil ortaya çıkarmak için ırkı ıslah etmek maksadıyla yapmıştır.
Hz. Ali de buna benzer olarak şöyle demiştir. “Her kim çocukları ile övünmek isterse, o
kimsenin uzun boylu kadınlarla evlenmesini tavsiye ederiz. Hz. Ali uzun boyluluğun
kalıtsal olduğunu genler vasıtasıyla doğan çocukta görülebileceğini ifade etmektedir.
Genetik ve Irkın Islahı
Hz. Ali’den yapılan bir rivayette Hz. Peygamber’e bir katır hediye edilmiş, hoşuna
gittiginden dolayı ona binmiştir. Hz. Ali “Ey Allah’ın Rasulu eger biz de merkebi kısrak
üzerine çekecek olursak, bunun aynısı bizim de olur, demiştir. Hz. Peygamber bu teklifi
kabul etmemiştir. “Bunu ancak bilmeyen kimseler yapar” buyurmuştur. Bu uygulamada
iyi olan attan vazgeçip, ondan daha iyi olmayan katırın tercih edilmesi vardır. Ayrıca
katırın nesli olmadığından bir cinsin özelliklerinin tamamen kaybolma riski vardır.
Bir kadın, sütünden faydalanmak ve neslini çoğaltmak için bir miktar koyun almış
fakat koyunların üreyip çoğalmamıştır. Bu durumu Hz. Peygamber’e iletmiştir. Hz.
Peygamber koyunların renklerini sormuş, kadın siyahtır deyince, bu koyunları halis
beyaz koyunlarla değiştir, çiftleşme zamanı bunları güçlü kuvvetli beyaz koyunlarla
karıştır, onların içine kat, buyurmuştur. Bu hadiste beyaz koyunlarda bulunan verimli
genlerin siyah koyunlara geçişini sağlamak için bu çözüm yolu önerilmiştir. Hayvanlar
arasında kendi cinsinde ırkın ıslahı amaçlanmıştır.
Evlilik ve Genetik
410
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
tefsirinde İbn-i Mesud ve İbn-i Abbas gibi büyük sahabilerin Hz. Havva’nın Hz. Adem’in
kaburga kemiğinden yaratıldığını açıkça ifade etmişlerdir. Bir kısım alimlere göre ise
kadının maddi yönden eğe kemiğinden yaratıldığına dair açık ve sarih bir ifade yoktur.
Ayrıca Buhari’nin rivayetindeki “Kadın eğe kemiği gibidir. Eğer onu doğrultmaya
kalkışırsan kırarsın….” Şeklindeki ifadelerde açıkça teşbih vardır. Ancak yukarıda
günümüz tıbbının verileri dikkate alındığında hadisin bize anlatmak istediği bir hakikat
vardır. Kadının kalbini kırmak kemiğini kırmak gibidir, şeklindeki bir anlam yanında
şöyle bir anlam çıkarmak da mümkündür. Bir erkek kadınlık genini taşımaktadır. Ancak
bir kadın erkeklik genini taşımamaktadır. Diğer bir ifade ile bir erkekten bir kadının
türemesi mümkündür, ancak bir kadından bir erkeğin türemesi muhaldir. Bu açıdan
baktığımızda ilgili ayet ve hadislerin anlamının günümüzün tespitlerine uyduğu
görülmektedir. Bu nedenledir ki erkeklik geni asıl olarak alınmıştır.
Sonuç
Cahiliye dönemlerinde bile insanların özelliklerinin, doğan çocuklarına aktardığı
tecrübe ve gözlemlerle bilinmekteydi. Bir insanın hangi kabileden olduğu bu yöntem-
lerle biliniyordu. Hz. Ömer, HZ. Ali ve Hz. Aişe vb. bazı sahabenin genetik ilmi ile yakın-
dan ilgilendiği rivayetlerden anlaşılmaktadır. Zira bu dönemlerde genlerle taşınan bu
özellikler iz ve iz sürmek قيافةanlamında kullanılmıştır. İnsanlarda ve hayvanlarda bu
durumun fark edildiği örneklerde görülmektedir. Bu konudaki rivayetler genelde nikah
konusundaki rivayetlerde yer almış, bazı kalıtsal hastalıklardan sakındırmak ile ilgili
hadislerde genlerden dolaylı olarak bahsedilmiştir. İnsanlara ait hoşa giden verimli
olan karakterlerin insan neslinin esası olan suyunda (menisinde) gizli olduğu fark
edilmiştir. İnsan neslinin korunması amacıyla evlenirken kusurlardan uzak olanlarla
evlilik teşvik edilmiştir. Ayrıca her yönden mükemmeli elde etmek için yeteneklere
önem verilmek suretiyle daha evlenme sürecinde seçici olmak gerektiği belirtilmiştir.
Beğenilen ve verimli genlerin buluşturulması ile neslin ıslah edilmesi hedeflenmiştir.
Ancak günümüzde bu hedeften bütün dönemlerden daha fazla uzağız. Zira bu hedefin
engelleri gittikçe çoğalmaktadır. Ayrıca Müslümanlar, bitki ve hayvanlar hakkında da
aynı titizliği göstermişlerdir. Tarihçilerin dikkatini çeken ve zor şartlara çok dayanıklı
olan savaş için “Asil Arap Atı” nı geliştirmişlerdir. Günümüzün tıbbı terimleriyle ifade
edilmese de genetik bilinmekteydi ve bu durum hadis rivayetlerine yansıdığı
görülmektedir.
KAYNAKCA
Ayni, Umdetü’l-Gari
Buhari, Camiu’s-Sahih
Suyuti, Camiu s-Sagir, Mısır, 1321, I-II
Darakutni, Sünen-i Darekutni, I-VI, trsz.
Davud, Sünen-i Ebi Davud, trsz.
Ebu Hanife, Fıkhu’l-Ekber (Imam-ı Azam’ın Beş Eseri Içinde, İst. 1981)
Suyuti, Dürrü’l-Mensur, Beyrut, Tarihsiz, I-VI
Elmal,ılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili
E ,ş’ari, Istihsanu’l-Havd fi Ilmi’l-Kelam, Beyrut, 2000
Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Gayb, Beyrut, 2009,
Zamahşeri, Faik fi Garibi’l-Hadis, Beyrut, 1399, I-IV
Gazali, ) ,IhyaÇev: Ahmet Serdaroğlu) İst. 1983, C.II,
412
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
413
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Özet
Koruyucu hekimlik, geçmişten günümüze insanların hayatlarında ve sağlıklarında
hayatî öneme sahip bir husus olarak devam ede gelmiştir. Hz. Peygamber’in hadislerinde
ise bu mesele daha ziyade Tıbbı Nebevî çerçevesinde mütalaa edilmiştir. Hastalık
gelmeden önce sağlık alanında alınacak tedbirleri içeren koruyucu hekimlik (hıfzu’s-
sıhha) ile ilgili çok sayıda hadis mevcuttur. Bu konudaki önemli tedbirlerden birisi de ha-
camat uygulamasıdır. İşte bu makalede Tıbbı Nebevî’de koruyucu hekimlik ve buna bağlı
olarak da alternatif bir tedavi yöntemi olan hacamat konusu ele alınacaktır.
Anahtar Sözcükler: hacamat, tedavi, sünnet, sağlık
Abstract
Prophet and Preventive Medicine: The Case of Bloodletting
Bloodletting which has a historical background is cup therapy colloquially known
as ‘cupping ’that is extant as both a kind of medical method and a sort of alternative ther-
apy. Aforesaid practice which was made and encouraged by Prophet has developed identi-
ty of prophetic tradition with this aspect. This method of therapy that exists in many re-
gions of the world increasingly gains wide currency at the present time with confirmation
of modern medicine. This paper deals with the meaning of bloodletting and its content,
how and whom it can be practiced and its benefits healthwise, in consideration of hadiths
and in the context of medicine.
Keywords: Preventive medicine, bloodletting, therapy, tradition, health.
Giriş
Hayatın her alanında insanlıga rehber olan Hz. Peygamber’in (s.a.s.) evrensel
mesajları, zamanın ilerlemesiyleçok daha iyi anlaşılmaktadır.
414
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
415
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Bu tür bir tedavinin ilk defa nerede ve ne zaman başladığı konusunda kesin bilgi
bulunmamakla birlikte geçmişi 5 bin yıl öncesine kadar götürülür. Eski Çin, Mezopota-
mya, Mısır ve bazı Ön Asya uygarlıklarında bir kısım hastalıklara karşı vücuttan kan
alma metodunun kullanıldığı bilinmektedir. O dönemlerde bu yöntem için boynuz,
bambu, seramik ve cam kupalar kullanılmıştır. Hacamatın sistemli olarak ilk defa
Mısırlılar tarafından kullanıldığı, o döneme ait bazı belgelerden tespit edilmiştir.
Eski çağların ünlü hekimleri hacamatı farklı metotlarla uyguladıkları gibi, İslam
hekimleri de gerek bunlardan etkilenerek gerekse Hz. Peygamberin sünnetinden ilham
alarak bu tedavi metodunu geliştirip kullanmışlardır.
Aslında bütün dünyada, asırlarca, hastadan kan alma, güvenilir bir tedavi yöntemi
olarak kabul edilmiştir. Mesela klasik tababette birçok hastalığın, kandaki problem-
lerden kaynaklandığı kanaati hâkim olduğu için, tedavi sırasında akla ilk gelen husus da
kan almak olmuştur. Bu yöntemin özellikle XII. Yüzyılda çok yaygın olarak uygulandığı,
hatta bu alanda eserler yazıldığı görülmektedir. Asırlar boyu yaşatılan ve diğer adıyla
kupa terapisi (Cupping Therapy) olarak bilinen bu uygulamanın, Osmanlı tıbbında çok
uygulanan ve tıp kitaplarında yer alan yöntemlerden biri olduğu da kaynaklardan an-
laşılmaktadır. Öyle ki Osmanlı tıbbı, tedavi ağırlıklı olarak bedende biriken ve atılma-
dığı takdirde hastalık yapan zararlı maddelerin uzaklaştırılması esasına göre temellen-
dirilmiştir. Buna bağlı olarak da hacamat geleneği Osmanlı tababetinde yaygınlık ka-
zanmıştır.
Binlerce yıldır bilinen ve en eski tedavi usullerinden sayılan hacamatla tedavi,
günümüzde de Asya, Afrika ve Uzak Doğu ülkelerinde yaygın olarak uygulanmaktadır.
Avrupa’da da son yıllarda alternatif tıp içerisinde uygulanmaya başlandığı bilinmekte-
dir.
Günümüzde İslam ülkelerinde bu iş için açılmış özel kliniklerde söz konusu te-
davinin uygulandığı görülmektedir. Ayrıca Çin, Malezya, Almanya, İngiltere, Avustralya
ve Kanada gibi ülkelerde de yaygın olduğu ve bu alanda araştırmalar yapıldığı
bilinmektedir. İran ve Azerbaycan gibi bazı doğu ülkelerinde daha organize ve siste-
matik olarak hekimler ve sertifikalı uzmanlar tarafından yapılmaktadır.
Bizim ülkemizde ise çok yaygın olmamakla birlikte alternatif tıp çerçevesinde ge-
leneksel metotlarla gayrı resmi olarak yapıldığı görülmektedir. Ancak ehliyetsiz kim-
seler tarafından, sağlıksız ortamlarda yapılan kontrolsüz uygulamalar Sağlık Bakanlığı
tarafından yasaklanmıştır.
Damardan kan aldırma metodunun mahiyet, muhteva ve amaç bakımından ha-
camattan farklı olduğu bilinmektedir. Zira damardan alınan kan temiz kan olup başka
amaçlarla tekrar kullanılmaktadır. Hacamat ise vücuttaki kirli kanın temizlenmesi
amacıyla vücudun belli bölgelerine uygulanan bir operasyondur.
Geleneksel bir tedavi yöntemi olarak bilinen hacamat, son zamanlarda bilimsel
toplantılarda da tartışılmaya başlanmıştır. Mesela bir araştırmada kupa terapisinin
yaygın olarak kullanıldığı ülkelerden birisi olan Finlandiya’da bunun tam bir tedavi
yöntemi olduğu, Finlandiya halkının uygulamaya çok ilgi duyduğu, Fin hükümetinin de
bu konuya güvenilir uygulama standartları getirmek için çalıştığı ve bu konuda eğitim-
ler düzenleyerek, yanlış uygulamalara karşı bilgilendirmeler yapıldığı, ayrıca yasalarla
koruma altına alınması çalışmaları başlatıldığı belirtilmiştir.
Hz. Peygamberin Hacamat İle ilgili Uygulamaları ve Tavsiyeleri
Her bir meselesi hikmet ve maslahat yüklü olan Hz. Peygamberin (s.a.s.) evrensel
sünnetinin bir kısmı, bilimin, teknolojinin ve zamanın ilerlemesi ile daha iyi anlaşılmak-
tadır. Konumuzu teşkil eden hacamat da bunun örneklerinden birisidir. Hz. Peygamber
417
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
418
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
yapılan bir başka husus da normal şartlarda kurallara uygun yapıldığı takdirde haca-
matın hiçbir zararının ve yan etkisinin olmadığıdır. Günümüzde tıbbî ilaçlar da dâhil
olmak üzere uygulanan tedavilerin yan etkileri ve zararları düşünüldüğünde hacamatın
önemi daha da iyi anlaşılacaktır.
Hacamat yapt ırmanın zamanlamasınınöne çıkarıldığı bir hadiste Hz. Enes (r.a)
Hz. Peygamberin (s.a.s.) şöyle buyurduğunu nakleder: “Kim hacamat olmak isterse, ayın
17, 19 veya 2l’ini arasın. Sakın, kan fazlalaşmak suretiyle birinize galebe calıp onu
öldürmesin. Daha çok hacamatla ilgili zaman faktörüne dikkat çekilen bu hadis ile ilgili
daha önce de ifade ettiğimiz gibi değişik yorumlar yapılmıştır. Burada özellikle do-
lunayın hareketleri ile damarlardaki kan dolaşımı arasında bir ilişki kurulmaya
çalışılmıştır. Dolayısıyla bu durum –zaruretler hariç- hacamat yaptırmanın mevsimsel
zamanlaması bakımından önem arz etmektedir.
Peygamberimizin hizmetlilerinden Selma’nın (r.a) naklettigi bir rivayete göre:
“Her kim peygamberimize başındaki bir ağrıdan şikâyet etti ise Rasulullah, (s.a.s.) ona:
‘kan aldır!” buyurmuştur. Her kim de ayaklarındaki bir ağrı veya yaradan şikâyet etti ise,
ona da : ‘ayaklarına kına yak!’ buyurmuşlardır.
Hacamatın degişik amaçlarla vücudun farklı bölgelerine ve organlarına uygu-
lanabileceği uzmanlar tarafından belirlendiği gibi; bu hadisten hareketle
Peygamberimizin (s.a.s.) de bu hususta sağlıkla ilgili şikâyetleri göz önünde bulundu-
rarak tavsiyelerde bulunduğu görülmektedir. Mesela Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ihtiyaca
binaen lokal hacamat uygulamaları yaptırdığı Hz. Enes (r.a) aracılığıyla nakledilen şu
hadisten anlaşılmaktadır: "Rasûlullah (s.a.s.) ihramlı iken sırtından çektiği bir ağrı sebeb-
iyle hacamat oldu." Bu da hacamatın uygulanacağı bölgenin veya organın sabit değil,
duruma ve ihtiyaca göre değişken olabileceğini göstermektedir.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ihramlı iken ve oruçlu iken hacamat yaptırdığı da konu
ile ilgili rivayetler arasında yer almaktadır. Bu konuda İbn Abbâs’ın (r.a) naklettiği had-
is şöyledir: "Rasulullah (s.a.s.) ihramlı olduğu halde hacamat oldu. Keza oruçlu iken de
hacamat oldu." Hacamat yaptırmak isteyen kimselerin operasyonun öncesinde ve son-
rasında bazı hususlara dikkat etmeleri gerektiğini daha önce ifade ettik. Ayrıca uygula-
manın ilgili bir uzmanın gözetiminde yapılmasının önemine de vurgu yaptık. Aşırı
tokluk ve açlık durumlarının hacamat için uygun olmadığı da bilinen hususlardandır.
Zira sonuçta kan kaybı olmakta, bu da bünyede değişik sağlık sorunlarına yol
açabilmektedir. Nitekim kaynaklarda kurallara uyulmadan yapılan hacamattan dolayı
unutkanlığa ma’ruz kalan, hatta namazda Fatiha’yı bile karıştıran kimselerin varlığın-
dan bahsedilir.
Bu durum da bütün sağlık konularında olduğu gibi hacamat konusunda da
hastaya ihtiyaca göre belirli bir diyet uygulanması gerektiğini göstermektedir. Her ne
kadar daha önce geçen İbn Ömer (r.a) hadisinde Hacamatın aç karnına daha faydalı
olduğu bildirilmiş ise de sahabenin halsizlik korkusuyla bunu terk ettiği de
rivayetlerden anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. Enes (r.a) "Biz oruçlunun hacamat olmasını,
sadece bitap düşmesinden korkup terk ettik" diyerek bu endişeyi ve kaygıyı dile
getirmiştir. Hatta Sahabeden İbn Ebi Leylâ (r.a), ismini vermediği bir sahâbî’den şöyle
naklediyor: "Rasulullah (s.a.s.) hacamat olmayı ve iftar yapmadan üst üste bir kaç gün
oruç tutmayı bize yasakladı. Ancak bunları Ashabına haram kılmadı. Kendisine: "Ey Al-
lah'ın Resulü, sen sahura kadar orucu devam ettiriyorsun'' denildiğinde ise şu cevabı ver-
di: "Ben sahura kadar uzatıyorum, zira Rabbim bana yedirip içirmektedir." Bu durumu
destekleyen diğer bir rivayeti Rafi' b Hadic (r.a) şöyle anlatmaktadır: "Rasulullah (s.a.s.)
şöyle buyurdu: "Hacamat yapan da, yaptıran da orucunu açmıştır."
420
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
422
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Uygulama esnas ında hijyene dikkat edilmesi de bir o kadarönemlidir. İlgili hekim
veya uzman tarafından uygun görüldükten sonra hacamat yapılacak bölgenin steri-
lizasyonunun sağlanması da ayrıca önem arz etmektedir. Diğer taraftan alınan kanın
miktarı da hekimin uygun gördüğü ölçüde olmalıdır. Aksi takdirde yukarıda ifade edild-
iği gibi kan kaybı, bitkinlik, yorgunluk, unutkanlık ve hafıza kaybı gibi olumsuz sonuçlar
doğurabileceği ve faydadan çok zarar vereceği açıktır.
Hacamat operasyonunda, uygulamanın yapıldıgı bölgedeki organlarda lenf da-
marları açılarak kan dolaşım rahatlamış ve böylece o organların üzerindeki stres
(baskı) azalmış olacaktır. Uygulamanın yapıldığı bölgede kan hareketliliği ile doğru
orantılı olarak, dolaşım rahatlayacak, vücuttaki kan ve dokulardan toksinlerin atılması
sağlanacaktır. Klinik çalışmalar ile ispatlanmış bir faydası da vücudun ürettiği tabii
kortizonun artmasıdır. Bu da hacamat sonrası ağrılı durumların azalmasını hatta yok
olmasını sağlayacaktır. Vücuttan kan çıkması nedeniyle yeni kan üretme mekanizmaları
harekete geçerek vücuda rahatlık ve zindelik kazandıracaktır. Bu durumlar bize haca-
matın tedavideki fonksiyonunu göstermesi bakımından önemli sonuçlar vermektedir.
Hacamat Yaptırırken Dikkat Edilecek Hususlar
Daha önce de ifade edildiği gibi hacamat yapacak ve yaptıracak kimselerin göz
önünde bulundurmaları gereken bazı hususlar vardır. Sağlıklı ve yararlı bir hacamat
operasyonu için hacamatın yapılacağı günden önceki gün hayvansal gıdaların alınma-
ması, süt ve süt ürünlerinin tüketilmemesi ve tuz kullanımının da aza indirilmesi bun-
lardan bir kaçıdır. Ayrıca güç gerektiren eylemlerden kaçınılması ve dinlenmiş bir
vücuda hacamat yapılması tavsiye edilir. Uygulamanın yapıldığı gün de bu hususlara
riayet edilmesi, mesela sıcak banyo yapılmaması, işlem bittikten sonra birkaç saat bir
şey yenilmemesi de tedbir bakımından önemlidir.
Ayrıca hacamattan daha saglıklı ve yararlı sonuçlar elde edilmesi için şu hu-
susların da gözetilmesi tavsiye edilmektedir:
Hacamat aç karnına yaptırılmalıdır. Bir gün öncesinde ve sonrasında cinsel
perhiz uygulanmalıdır. Uygulamanın yapıldığı gün aşırı su içilmemeli, çay ve kahve tü-
ketimi azaltılmalıdır. Acı, ekşi ve tuzlu yemekten kaçınılmalıdır. İhtiyaten 48 saat
hayvansal gıda alınmamalıdır. Hijyenik şartlarda uzman kimseler tarafından
yapılmalıdır.
Bütün bunların yanında hacamat yaptırmaya karar veren kimse mutlaka bir
hekime danışmalı ve hacamat yaptırmasına mani bir durumunun olup olmadığı da
önceden incelenmelidir. Gerekirse bazı tahliller yaptırılmalıdır.
Hacamat yaptırmanın sakıncalı oldugu durumlar hakkında da şunları söylemek
mümkündür:
Hacamat ,ınçok yaşlı ve zayıf kişilerde, kalp yetmezliği olanlarda, bir yeri kesild-
iğinde kanı durmayan kişilerde, hamilelerde, aşırı kansız kişilerde, AİDS - HİV has-
talarında, tansiyonu çok düşük olan kişilerde, küçük çocuklarda ve çok hassas kişilerde
yapılamaması tavsiye edilmektedir.
Hacamatla Tedavi Edilen Hastal:ıklar
Hacamat, hastal ıklara karşıönlem amacıyla yapılabildiği gibi, bazı hastalıkların
tedavisi için de yapılabilir. En önemli yararlarından birisi vücuttaki kirli kanın
alınmasıyla kandaki toksinler, kolesterol ve kullanılan ilaçlardan dolayı kanda bulunan
ve kişiye zarar veren maddeler, tehlikesiz bir şekilde vücuttan uzaklaştırılmış olacaktır.
Hacamatın dokularda biriken aşırı sıvı ve zehirleri attığı, bağ dokularını güçlendirdiği,
cilde ve dokulara kan akışını hızlandırdığı, sinir sistemini uyardığı ve ağrıları dindirdiği
423
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
bilinen yararlarından bir kaçıdır. Bu yöntem aynı zamanda anında etki gösteren, güve-
nilir, tehlikesiz, ucuz ve yan etkisi olmayan bir tedavi imkânı sağlamaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde kan aldırmanın en iyi tedavi metodu olduğu
"Hacamat (kan aldırma) sizin için en iyi tedavi yolarından birisidir" hadisinden an-
laşılmaktadır. Araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre hacamatın 70 civarında has-
talığa şifa olduğu kabul edilmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır: Kanser, cilt has-
talıkları, sedef hastalığı, kısırlık, süreklilik arz eden kronikleşmiş migren, romatizma,
mide, bağırsak, karaciğer yetersizliği ve böbrek hastalıklarıdır. Ayrıca kan vermenin,
zihinsel, bedensel ve ruhsal birçok hastalığa faydalı olduğu tecrübelerle sabit olmuştur.
Bunların dışında hacamatla tedavi olunan hastalıkların bazıları şunlardır: Baş
agrısı ve sinüzit, tembellik, uyuşukluk, uyku fazlalığı, yüksek tansiyon, prostat ve cinsel
zayıflık, sırt, bel ve diz ağrıları, vücutta uyuşukluk, hormon bozukluğu, yumurtalık has-
talıkları.
Konu ile ilgili hadislerin yorumları sadedinde kendi döneminin tıp uzmanlarının
bu konudaki bilgilerine yer veren İbn Hacer, vücudun bölgelerine göre hacamatın hangi
hastalıklara iyi geldiğini örneklendirirken mesela; pazıdaki kalın damardan kan
aldırmanın, karaciğerin, dalağın ve akciğerin hararetine karşı faydalı olduğu gibi; da-
marlardaki yorgunluklara, diz kapağından ayak bileğine kadar görülen diğer kan has-
talıklarına da yarar sağladığını nakleder. Ayrıca omuzdaki damarlardan kan aldırmanın
ise vücudun her tarafında arızî olarak görülen şişkinliklere karşı iyi geldiğini dönemin
hekimlerden nakleder.
Hacamat:ın Yan Etkileri ve Sakıncaları
Hacamatın normal şartlarda her hangi bir yan etkisi bulunmamaktadır. Ancak
kansızlık, demir eksikligi ve tansiyon düşüklüğü olan kişilerde, beslenme problemleri
ve zihinsel yetersizlik yaşayanlarda akıtılan kanın yoğunluğuna bağlı olarak olumsuz
sonuçlar doğurabileceği de açıktır. Muhtemelen bundan dolayıdır ki bir rivayete göre
Hz. Peygamber oruçlu kimsenin hacamat olmaması gerektiğini bildirmiştir. Sahabe de
bu konuda oldukça duyarlı olmuştur. Mesela; Hz. Enes (r.a): "Biz oruçlunun hacamat
olmasını, sadece bitap düşmesinden korkup terk ettik” diyerek bu kaygıyı dile
getirmiştir.Ayrıca Steril ortamlarda yapılmayan uygulamaların, hepatit B, HCV, HIV gibi
tedavisi güç hastalıkların kişiye bulaştırılmasına yol açabileceği de bilinen bir gerçektir.
Bunun yanında çocuklarda, yaşlılarda, hamile veya adet dönemindeki kadınlarda, bazı
kanser hastalarında, kemik ve kas problemleri olan kişilerde de yan etkilere ve
olumsuzluklara karşı tedbir alınmalıdır.
Modern Tıp Açısından Hacamat
Dinimizin akla, bilime ve insan sa glıgına verdigiönem bilinmektedir. Her konuda
olduğu gibi sağlık konusunda da bilimin ve aklın verileriyle tamamen örtüşen bu nebevî
sünnet, Hz. Peygamber tarafından yapılan ve en faydalı tedavi metotlarından birisi
olarak tavsiye edilen bir uygulamadır. Nitekim hadiste "Hacamat (kan aldırma) sizin
için en iyi tedavi yolarından birisidir" buyrularak o günün şartlarında başvurulan en
faydalı tedavi metotlarından birisi olduğu açıkça belirtilmiştir. Bu tedavi metodu,
çağımızda da değerini ve fonksiyonunu korumakta ve günümüz modern tıbbı tarafın-
dan desteklenmektedir. Mesela günümüzün önemli problemleri arasında yer alan hiper
volemi (vücuttaki kan yoğunluğu) yüzünden baş ağrısı ve solunum-dolaşım sıkıntısı
çeken bazı hastaların uzman doktorların önerisi ile kan aldırarak bu hastalıklardan
kurtuldukları bilinmektedir. Bazı tıp uzmanları konuyu abartarak, hastalıkların
%90’ının kan aldırmak suretiyle tedavi edilebileceğini iddia etmişlerdir. Kanın
temizlenmesi ile bu tür hastalıklara karşı başarılı sonuç alınması konunun önemini
ortaya çıkarmaktadır.
424
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
425
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
426
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
427
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
المقدمة
الحمد هلل حمداً يوافي نعمه ،ويدفع نقمه ،ويكافئ مزيده ،وأفضل الصالة وأتم التسليم على
سيدنا محمد النبي األمي وعلى آله وصحبه أجمعين ،أما بعد:
فإنه مهما توصلت البشرية إلى معارف واكتشافات؛ تظن أنها وصلت النهاية يبقى الوحي
(القرآن والسنة) حاوياً لغير ما اكتشفه البشر ،وكلما تطور العلم البشري ،وظهرت اكتشافات جديدة ،نجد
في نصوص الوحي ما ينص عليه أو يشير إليه.
وفي أقوال النبي وأفعاله وتق ريراته حقائق ومعجزات ،وكثير من أمور الغيب أخبر عنها ،لم
تكن معهودة في زمنه عليه الصالة والسالم ،ثم تطابقت معها علوم عصرنا المتقدمة ،وتوافقت معها
الكشوف العلمية والدراسات المخبرية ،وغدت وسائل البحث العلمي الحديثة مؤكدة صدق ما أخبر به
النبي .
ومع ذلك ف إنه لم يحظ موضوع الوقاية والعالج باالهتمام الكافي عبر العصور حتى مجئ
اإلسالم ،والمتأمل في الطب النبوي يجد نفسه أمام منهج علمي متكامل ال يختلف كثي اًر عن أحدث
المدارس الطبية المعمول بها حالي ًا.
428
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
وقد عالجت في هذا البحث أثر الطب النبوي في الوقاية والعالج من األمراض ،من خالل
استقصاء لكل ما كتب في هذا المجال؛ وجمعت األحاديث النبوية ،وصنفتها إلى طب وقائي أو
عالجي ،ثم ذكرت أبرز الفوائد العلمية الطبية لهذه الوصايا النبوية.
1ـ (هو العلم المتعلق بمنع انتشار األمراض وتعزيز الصحة النفسية والجسمية عند األفراد
والجماعات) ().
2ـ (هو علم المحافظة على الفرد والمجتمع في أحسن حاالته الصحية) ().
3ـ (هو الفرع من الطب الذي يركز على المحافظة على صحة اإلنسان ،بهدف منع إصابته
باألمراض) ().
1ـ السبق المبكر :حيث أرست قواعدها قبل أكثر من أربعة عشر قرن ًا من الزمن يوم كان العالم
يغط في سبات عميق من الجهل وقلة المعرفة.
2ـ المصداقية :حيث أصبح هذا الطب أمالً وغاية يسعى العلم الحديث لتحقيقها.
3ـ البساطة واليسر :البساطة في التكليف واليسر في التنفيذ؛ بحيث ال يستلزم تطبيقها كلفة
مادية وال جهداً كبي اًر مضنياً.
4ـ ال تتطلب المؤهالت العلمية الصحية :فتطبيقها بالنسبة للمسلم ال يحتاج إلى إجراءات معقدة،
أو مؤهالً علمياً معيناً.
5ـ الذاتية في التنفيذ :أي أن المسلم يقوم بتنفيذ هذه القواعد الصحية عبادة وبدون رقابة من
أحد.
6ـ الشمولية :أي أن قواعد الطب الوقائي النبوي تتعامل مع اإلنسان على أنه مادة وروح؛ وفق
المنهج اإلسالمي الشامل.
7ـ الحماية من األمراض الجنسية :حيث نظم اإلسالم الحياة الجنسية تنظيماً متوازناً ،فلم يكبت
الغريزة ،ولم يطلق جماحها ،ولكن اعترف بها وأشبعها في إطار ضوابط شرعية محكمة ،فسد بذلك
منابع األمراض الجنسية التي تعاني منها المجتمعات األخرى.
429
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
8ـ االهتمام بالوقاية والتركيز عليها :وذلك من خالل إغالق منافذ المرض كلها ،وترتيب األجر
والثواب العظيم لمن يقوم بها.
9ـ الديمومة :االلتزام بقواعد الطب النبوي الوقائي ليس مرهوناً بمدة ،أو بسن معينة.
1ـ سنن الفطرة (النظافة الشخصية) :قوله ":الفطرة خمس :الختان ،واالستحداد ،وقص
الشارب ،وتقليم األظفار ،ونتف اآلباط"() .وقد كشفت لنا البحوث الطبية األهمية الصحية البالغة
لتطبيق هذه السنن وما يترتب على إهمالها من أضرار().
أ ـ الختان :هناك ثمانية عشر حديثاً في األمر بالختان()؛ وللختان فوائد وقائية منها:
ب ـ االستحداد :وهو حلق شعر العانة ،ولالستحداد فوائد وقائية لصحة الجسم منها :الوقاية من
التهاب منطقة العانة ،والوقاية من تقشر جلد منطقة العانة ،والوقاية من أمراض الجهازين البولي
والتناسلي().
ج ـ قص الشارب :حيث يقي من الغبار التي تحمل الجراثيم وتالمس الطعام فتلوثه في كل
مرة().
د ـ تقليم األظافر :حيث تتجمع تحتها ماليين الخاليا الجرثومية التي تؤدي دو اًر مهماً في نقل
األمراض للعين والمعدة والجلد ،أو نقل العدوى لآلخرين عن طريق تلوث الطعام والشراب من المشتغلين
باألغذية ().
هـ ـ نتف اإلبط :تقي هذه السنة من الحكة بسبب الجرب ،ومن االلتهابات الموضعية لإلبط،
ومن الدمامل التي تصيب منطقة اإلبط ،وتقي كذلك من تقشر جلد منطقة اإلبط().
2ـ نظافة الجلد والشعر :قوله ":حق على كل مسلم أن يغتسل في كل سبعة أيام يوماً يغسل
فيه رأسه وجسده"().
للجلد أثر عظيم في وقاية البدن وصحته ،وتنظيف الجلد فيه وقاية له من الحكة وااللتهاب
والفطريات وانتشار الروائح الكريهة الختمارها بتأثير بعض جراثيم الجلد الكثيرة ،والتي يفوق عددها على
عدد سكان األرض قاطبة ،وأن االستحمام الواحد يزيل عن جلد اإلنسان أكثر من مائتي مليون
جرثومة().
430
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
3ـ نظافة الفم واألسنان :قوله ":السواك مطهرة للفم مرضاة للرب"() .وهناك أكثر من مائة
حديث في السواك وفضله وأوقات استحبابه وأحكامه() .وللسواك فوائد وقائية لصحة الفم واألسنان واللثة
واللسان ،فهو يقي من التهابات وتقرحات وسرطان الفم وتقرحات اللثة والتهاباتها ،واسوداد اللسان
واألسنان ومنع تسوسها ونخرها ،كما يزيل الروائح الكريهة من الفم.
اليدان هما أكثر أعضاء الجسم تعرضاً للتلوث ،وأن إهمال نظافتهما يسبب نقل األمراض
والجراثيم ،وفي تنظيفهما وقاية للجسم من األمراض ،وقد حثت السنة على تنظيف اليدين في مواضع
كثيرة ،أهمها :عند االستيقاظ من النوم :لقوله ":إذا استيقظ أحدكم من نومه فال يغمس يده في اإلناء
حتى يغسلهما ثالثاً فإنه ال يدري أين باتت يده"() .وفي غسل اليدين وقاية من األمراض التي تصيب
الجهاز الهضمي من جراء التسمم الغذائي ،ووقاية من الحكة الجلدية ،كما تقي نظافة اليدين من
األمراض التي تصيب األن ف أو العين ،وال يخفى على أحد كذلك أن نظافة اليدين فيها وقاية من انتقال
عدوى بعض األمراض لآلخرين كالتيفوئيد والكولي ار والزحار().
5ـ نظافة السبيلين :هناك آداباً كثيرة لطهارة السبيلين ،أهمها ما يلي:
أ ـ النهي عن االستنجاء باليد اليمنى :لقوله ":إذا بال أحدكم فال يأخذن ذكره بيمينه ،وال
يستنجي بيمينه""() ،وهذا الحديث فيه وقاية صحية لإلنسان من األمراض المنقولة بواسطة البول
كالحمى والتهاب المسالك البولية ،واألمراض المنقولة بواسطة البراز كالتيفوئيد والكولي ار والزحار والتهاب
األمعاء().
ب ـ البول قاعداً :وهو ما روته عائشة رضي هللا عنها أنها قالت ":من حدثكم أن النبي كان
يبول قائماً فال تصدقوه ،ما كان يبول إال قاعداً"() ،وللبول قاعداً وقاية طبية من اإلمساك ،والوقاية من
حدوث مرض غشي التبول الذي يؤدي إلى اإلغماء().
ج ـ أن يكون االستنجاء بالماء أو االستجمار بالحجارة ثالثاً :وهو ما رواه عبد هللا بن مسعود
رض هللا عنه أنه قال ":أتى النبي الغائط فأمرني أن آتيه بثالثة أحجار فوجدت حجرين والتمست
الثالث فلم أجده؛ فأخذت روثة فأتيته بها فأخذ الحجرين وألقى الروثة وقال هذا ركس"() ،وهذا العمل
فيه فائدة عظيمة كما أثبت الطب الوقائي ،فهو يقي الجهاز البولي من القيح وااللتهابات ،والشرج من
االحتقان أو االلتهاب().
اهتم النبي بمادة التنظيف المعروفة في عصره وهي نبات السدر ،فاألحاديث كثيرة في أمره
باالغتسال بالماء والسدر ،وذلك عند غسل الميت ،واالغتسال من الحيض ،وغسل دم الحيض الذي
يصيب الثوب ،وغسل الكافر إذا أسلم .ولنبات السدر فوائد كثيرة من الشفاء والوقاية من أمراض كثيرة
431
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
كاإلسهال والحمى والحصبة ،والمسالك البولية ،وأمراض الصدر والتنفس ،والشرج ،وقرحة الرئة،
واألورام ،والروماتيزم ،وأوجاع الرأس().
العبادات جميعاً شفاء نفسي عظيم ،وعالج وقائي لكل ما يصيب النفس اإلنسانية من أمراض
واضطرابات؛ وتتجلى مظاهر هذا النوع من الطب بالوضوء والصالة والصيام والزكاة والحج:
1ـ الوضوء :الوضوء عالج خفي لسائر األعضاء؛ فهو يعيد التوازن لجسم اإلنسان ،ويصلح ما
بها من خلل بعد تنقية المرء من ذنوبه؛ التي تحدث خلالً واختالفات واضحة في مسارات الطاقة
والمجال الحيوي المحيط به؛ مما يؤثر فيما بعد على صحته ،كما يحمي الوضوء المؤمن من اآلثار
السلبية للتكنولوجيا الحديثة وتلوث البيئة ونحوها من المؤثرات على طاقة اإلنسان الحيوية.
كما يعتبر الوضوء تدليك ًا ينشط الجهاز الدوري والليمفاوي وينظم الجهاز العصبي ،وهو أفضل
وسيلة للتخلص من التوتر اليومي ،ويجدد النشاط ويزيل التجاعيد().وقد ثبت أن الوضوء يعالج الصداع
وشلل الوجه النصفي والجيوب األنفية() ،ويحمي الجسم من الجراثيم الخارجية ،ويضبط ح اررة الجسم
ويحميها من التقلبات.
والوضوء بالماء البارد يؤدي إلى خروج المواد السامة من الدم إلى خارج الجسم ،وكذلك فإن
الوضوء بالماء البارد يعالج الحمى الناتجة عن األمراض الجرثومية ،ويبرد الدم الذي يسخن في األوردة
الدماغية نتيجة التركيز والتفكير ،ويجعل الحواس نشطة ،كما يساعد الوضوء على النوم الهادئ وعدم
األرق ،ويقي أيضاً الوضوء من األمراض الرئوية ().
ويكفي أن نذكر أن الوضوء وقاية من أكثر من سبعة عشر مرضاً؛ أهمها :الرمد الجيبي
واألنفلون از والسعال الديكي والتهاب اللوزتين وأمراض األذن واألمراض الجلدية وغيرها() ،وأنه طارد
للشياطين ذات الطيف الناري ويحضر المالئكة ذات الطيف النوراني والتردد العالي الذي يحيط المؤمن
بهالة من السكينة() .
2ـ الصالة :يجني المصلي إلى جانب العبادة الروحية فوائد اجتماعية وصحية من أبرزها ما يلي
:
الصالة تجعل المؤمن في حال ة روحية مطمئنة؛ تمكنه من التخفيف من حدة االنفعاالت؛
وفي هذا وقاية له من األمراض النفسية والجسدية ،والصالة كونها تركز عملية االنتباه تعتبر عالجاً
نفسياً() ،كما أن الصالة تقي من أمراض الدوالي ،وتقوي العظام والمفاصل والعضالت ،وتحمي من
االنزالق الغضروفي ،وتعتبر الصالة رياضة وتسهم في تخفيف الوزن ،وتقوي الصالة جهاز المناعة،
وتنظم اإليقاع البيولوجي للجسم ،وتقي من ارتفاع ضغـط الدم ،وهي ضـمان لسالمة القلب() .والصالة
على وقتها تؤدي إلى أعلى كفاءة لوظائف أجهزة الجسم ،كما يقلل السجود من مجهود ضخ الدم إلى
432
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
الدماغ ،وتقي الصالة كذلك من أمراض الرئة بسبب وضعيات الركوع والسجود والقيام ،وتحمي من
األمراض الدماغية والجلطات ،وتقوي العظام .كما إن تسوية الصفوف بالتصاق القدم بالقدم يؤدي إلى
اتساع المسافة بين القدمين مما يؤدي إلى أعلى درجات التوازن لجسم المصلي ،وتعالج التشوهات في
الق دم وعظام الحوض وتسهل عملية السجود ،ويفيد الركوع في استطالة عضالت الرجلين الخلفية،
ويساعد على امتالء األوعية الدموية في عضالت الرجلين ،ويقوي عضالت الظهر والبطن والذراعين،
ويزيد من سعة الرئتين ،ويزيد كمية الدم في الرأس ،ويخفف الصداع ويقوي البصر() .وتعتبر الصالة من
أساليب العالج باالسترخاء النفسي والعضلي وما يسمى بتقليل الحساسية االنفعالية() .أما صالة قيام
الليل ففيها خصوصية رفع الهموم واألحزان وخاصة قبيل أذان الفجر؛ وتزيد من إفراز الميالتونين في
الوقاية من كثير من األمراض كالسرطان والربو وشرايين القلب والماء األبيض والقرحة والخرف المبكر،
وتقوي المناعة().
3ـ الصيام:
-1في الصيام تتحول كميات هائلة من الشحوم المختزنة إلى الكبد؛ فينتفع بها وتُستخرج منها
السموم الذائبة وتزال سميتها وتطرحها -2 .في الصيام تُبنى خاليا جديدة وتنشط خاليا وترمم وتقوم
بوظائفها بأعلى مستوى ،وتقوم بالتهام البكتريا.
-3يعتبر الصيام النموذج الفريد للوقاية والعالج من السمنة في وقت واحد -4 .الصيام يحسن
القدرة على التعلم وتقوية الذاكرة -5 .الصيام ينشط اآلليات لسالمة وظائف الكلى -6 .ينشط الصيام
كريات الدم الحمراء -7 .يثبط تكون القرحة المعدية -7 .ينظم دورة الحيض عند المرأة ويعالج العقم
ويحسن الخصوبة عند الرجل والمرأة -8 .يقوي الصيام جهاز المناعة -9 .يحسن الصيام من حالة
التهاب المفاصل -10 .يقي الصيام من تكون حصيات الكلى -11 .يعالج الصوم تصلب الشرايين
وأمراض الدورة الدموية الطرفية().
4ـ الزكاة:
يرى العلماء أن أساس الصحية العقلية في شعور الفرد بأنه يؤدي خدمة للمجتمع؛ وليس
كالزكاة وسيلة يشعر المرء بأن ما تعب في جمعه يبني به مجتمعاً مترابطاً ،والزكاة أيضاً تجعل اإلنسان
يتحرر من عبادة المال الذي يؤدي به إلى القلق والمرض وإلى االنتحار أحياناً() ،وبهذا الدعم اإليجابي
للنفس تتوازن الصحة النفسية؛ وتتكون لديه مناعة من الوقوع في الضيق واإلحباط() ،وكذلك الصدقة لها
تأثير قوي بمداواة المرضى واألمراض().
5ـ الحج:
433
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
بيت هللا الحرام أكبر مستشفى للعالج الروحي أو النفسي ،والكعبة جهاز للعالج الروحي
كأجهزة العالج باألشعة ،وإن الطواف حول الكعبة يشبه حركة األلكترون الدائرية –وبنفس االتجاه
عكس عقارب الساعة كحركة الكون ،-وحركة السعي بين الصفا والمروة تشبه حركة األلكترون
المستقيمة؛ والتي ينشأ عنها مغناطيس قطباه عند نهايتي الحركة ،فطواف الناس حول الكعبة ينشأ عنه
مجال روحي أقوى ما يكون في مركز الدوران ،وهذا المجال الروحي ينتشر حول الكعبة ويقل كلما
ابتعدنا عنها؛ وتزداد شدة المجال الروحي كلما كان عدد الطائفين أكثر ،ويزداد هذا المجال في حجر
إسماعيل –باعتباره داخل الكعبة –وعند الحجر األسود ،ولذا فإن الطائف يستلم الحجر األسود فتغمره
األنوار؛ وإن لم يستطع فإن رفع يمينه واإلشارة إلى الحجر تؤدي عمل الهوائي الذي يتلقى الموجات
وتوصلها إلى جسم الطائف؛ ولذا فإن الصالة بالبيت الحرام بمئة ألف صالة؛ ألن المسلم أقرب إلى
ربه؛ ألن المجال الروحي النوراني في الكعبة وما حولها أقوى ما يكون() ،والحاج يتحمل المشاق
ويضبط شهواته ومع ذلك يشعر بسعادة غامرة؛ فتسمو نفسه فوق هموم الحياة وما تؤدي إليه من قلق
وانفعال() ،أما زي اإلحرام البسيط فهو ضرورة حتمية لمنع انتشار األمراض في الزحام().
يظهر هذا النوع من الوقاية من خالل المظاهر التالية :تحريم أكل بعض الحيوانات وشرب
ألبانها ،وأسلوب ذبح الحيوانات الجائز أكلها ،ونظافة الطعام والشراب ،وآداب الطعام والشراب ،والحض
على تناول بعض أنواع من الطعام والشراب.
لقد حرم النبي تناول لحوم وألبان بعض أنواع معينة من الحيوانات وقاية له من األمراض؛
وحفظاً على صحته ،وقد اخترت التحدث عن اإلعجاز العلمي في تحريم أكل الجاللة وذي الناب
والمخلب؛ وذلك ألن السنة النبوية اختصت بذكر تحريمها دون القرآن الكريم ولنضرب األمثلة على ذلك
حتى يتضح هذا اإلعجاز.
أ ـ تحريم أكل الجاللة وألبانها من الحيوانات :للحديث الذي رواه ابن عمر رضي هللا عنهما قال":
نهى رسول هللا عن أكل الجاللة وألبانها"() ،وتحريم أكل الحيوان الذي يأكل النجاسات والمستقذرات
في ه فائدة عظيمة كما أثبت الطب الوقائي ،وذلك حتى ال تنتقل األمراض الفتاكة إلى جسم اإلنسان ،وقد
ظهر في أوروبا عام (1986م) مرض عرف باسم "مرض جنون البقر"؛ وهذا المرض يهاجم مخ
الحيوان فيدمره تدمي اًر بتحويله إلى حالة إسفنجية منخربة ومتآكلة ،فيفقد السيطرة على ذاته ويهيج هياجاً
شديدًا حتى الموت ،وقد ثبت انتقال هذا المرض إلى اإلنسان الذي يأكل لحمه أو يشرب لبنه ،وسبب
هذا المرض هو تغذية كل من األغنام والماشية والدواجن بفضالت ذبح الحيوانات من الدماء ،والشحوم،
واألحشاء ،ومساحيق العظام ،وذلك طمعاً في زيادة إنتاجها من اللحوم واأللبان والبيض ،وبعد الخسارات
434
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
الكبيرة التي وقعت بها أكثر الدول غير اإلسالمية فقد أصدرت ق ار اًر بمنع إطعام تلك الحيوانات تلك
المواد المستقذرة().
ب ـ تحريم أكل ذي الناب والمخلب من الحيوانات :للحديث الذي رواه ابن عباس رضي هللا
عنهما قال ":نهى رسول هللا عن كل ذي ناب من السباع وكل ذي مخلب من الطير"() ،وعلة تحريم
أكل لحوم وشرب ألبان هذا النوع من الحيوانات هو أكلها للنجاسات من الجيف وغيرها مما يؤدي إلى
انتقال األمراض إلى جسم اإلنسان ،وهناك وقاية طبية نفسية لإلنسان في هذا الحديث وهو أن أكل
الحيوانات المفترسة الب د أن ينعكس على أخالق وطباع آكله بشيء من التوحش والقسوة والغضب
والميل إلى العنف ،والرغبة في سفك الدماء ،وهذا ما أثبتته بعض البحوث والدراسات العلمية
المعاصرة().
لقد أمرنا رسول هللا أن نذكر اسم هللا تعالى عند الذبح؛ فقال ":ما أنهر الدم ،وذكر اسم
هللا عليه فكلوه ما لم يكن سن وال ظفر ،وسأحدثكم عن ذلك ،أما السن فعظم وأما الظفر فمدى
الحبشة" () ،وأمره هذا يتعلق بأمر عقيدي وأمر عبادي وأمر صحي؛ وقريباً تبين لنا السبب الصحي؛
فقد تبين أن اللحم الذي ذكر اسم هللا عند ذبحه كان زهري اللون فاتحاً ،وبدا عقيماً من الناحية
الجرثومية والفطرية بدرجة كبيرة؛ أما الذي لم يذكر اسم هللا عليها فقد بدا لونه أحمر قاتماً يميل للزرقة؛
وبدا فيه نمو جرثومي كثي اًر وغزي اًر وأن النسيج اللحمي فيه عدد أكبر من كريات الدم الحمراء والبيضاء؛
فاألول الذي ذكر اسم هللا عليه أصبح في حالة من الهدوء النفسي واالنصياع إلرادة هللا؛ وأصبحت
أخالطه وأحشاؤه في حالة ال يحدث معها اختالط أو تلوث().
يؤكد الطب الوقائي الحديث على أهمية نظافة األدوات المستخدمة في الطعام والشراب،
واألدوات الشخصية؛ وسأختار نموذجين لذلك:
)146تغطية أواني الطعام والشراب :يقول النبي ":غطوا اإلناء ،وأوكوا السقاء ،وأغلقوا الباب،
وأطفئوا السراج ،)("...ينصح الحديث بتغطية أواني الطعام والشراب وعدم تعرضهما للجو،
حتى ال يتلوث ما بها؛ ولئال تتعرض لناقالت األمراض مثل الذباب والفئران وغيرها().
تطهير أواني الطعام والشراب التي ولغ فيها الكلب :يقول ":طهور إناء أحدكم إذا )147
ولغ فيه الكلب أن يغسله سبع مرات أوالهن بالتراب"()؛ وهذه الوصفة الوقائية النبوية للوقاية
من مرض المشوكات وطوره اليرقاني الذي يصيب اإلنسان في مختلف أجزاء جسمه ،وفيه
اإلشارة إلى العدوى بداء الكلب ( السعار) من خالل خدوش في اللثة أو الغشاء المخاطي
للفم باألكل من إناء ولغ فيه الكلب ،وفي الحديث إشارة إلى الدور الميكانيكي والكيميائي
435
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
والحيوي للتراب في القضاء على الطفيليات والفيروسات والجراثيم عند ولوغ الكلب في
اإلناء().
وسأتناول مثالين اثنين من هذه اآلداب التي نجدها كثيرة في السنة النبوية :واخترت من آداب
الطعام ما يلي:
)148النهي عن األكل متكئ ًا :بين بسنته الفعلية الهيئة الصحية في الجلوس لألكل لقوله
":ال آكل متكئاً"()؛ وإنما ذلك ألجل أن يكون الجهاز الهضمي في أتم االستعداد الستقبال
وجبة الطعام؛ وألجل قدوم أكبر كمية ممكنة من الدم كافية للجهاز الهضمي كان وجوب
الجلوس وثني الساقين لحصر الدم في الجهاز الهضمي ،وتقليل اتساع المعدة فيشعر المرء
بالشبع فيقل طعامه وال يصاب بالتخمة ،وهذه الجلسة تجعل المعدة حرة دون ضغط عليها،
وفي هذه الجلسة تسهل سير الطعام في المريء ،ويسهل الهضم بخالف األكل حال االتكاء
أو الوقوف أو السير.
أما االتكاء أثناء الطعام فإنه يسبب تشنج واضطراب تقلصات البلعوم فال يستطيع
اإلنسان بلع األكل بارتياح؛ وهذه الوضعية تحدث ارتخاء في عضالت البطن فال تستقبل المعدة الطعام
بصورة صحيحة ،أما األكل قائماً فإنه يوتر األعصاب ويؤدي إلى دفع الدم إلى العضالت بدالً من
الجهاز الهضمي؛ وهذا يؤدي إلى عسر الهضم وظهور األمراض الهضمية().
-2النهي عن الشرب من في السقاء :وهو ما رواه أبو هريرة رضي هللا عنه قال ":نهى رسول
هللا عن الشرب من فم القربة أو السقاء ،)("...من أجل ما يخاف من أذى؛ عساه أن يكون فيه وال
يراه الشارب فيدخل في جوفه ،ولكن الشرب في إناء ظاهر يبصر إن كان به أذى؛ ولما في الشرب من
فم السقاء تلويث له؛ ولما فيه من نقل للجراثيم من الفم إلى السقاء() ،ويتسبب في نقل األمراض المعدية
إلى بقية الشاربين().
ومن األطعمة التي تناولتها السنة الفعلية أو حث النبي عليها التمر ،ومن السوائل زيت
الزيتون.
)149التمر :قال مبيناً أهمية التمر ":ال يجوع أهل بيت عندهم التمر"() ،وبين العلم فوائد
كثيرة للتمر وقائية وعالجية؛ أهمها ما يلي -1 :يغذي الدماغ ويقوي الذاكرة لغناه
-2يقي من بالفوسفور ،وهو مهدئ لألعصاب ويقوي الجهود العضلية والفكرية.
تسوس األسنان -3 .يقوي السمع والبصر للشيوخ -4 .يقي من السرطان -5 .يقي من
الدوخة وهبوط السكر -6 .يساعد على تخفيف الوزن -7 .يعالج ارتفاع ضغط الدم
436
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
واإلمساك والبواسير وفقر الدم وجفاف الجلد وتكسر األظافر والسعال المزمن والبلغم إذا أخذ
على الريق -8 .يخفف من احتقان السوائل في الجسم -9 .له فوائد خاصة بالمرأة الحامل
والمرضع() -10 .يطرد السموم -11 .يعالج الفشل الكلوي والم اررة والنقرس().
زيت الزيتون :قال ":كلوا الزيت وادهنوا به فإنه من شجرة مباركة"() ،وقد أيد الطب )150
الحديث وصية النبي الوقائية والعالجية؛ فذكر العلماء هذه الفوائد -1 :يقي زيت الزيتون
من حدوث تصلب الشرايين -2 .يقي من حدوث الجلطة في الدم التي تسبب الجلطة
القلبية والدماغية - 3 .يقلل من امتصاص الكولسترول في الجسم -4 .يقي من األمراض
السرطانية -5 .يمنع نمو الجرثومة المسؤولة عن قرحة وسرطان المعدة -6 .يساعد على
نمو األطفال ويمنع تقوس الساق وشلل األطفال ويغذي الدماغ وينشط الذكاء والذاكرة ويزيد
الطاقة الجنسية واإلخصاب -7 .يخفض مستوى الكولسترول الكلي والضار في الدم -8 .
يعالج ارتفاع ضغط الدم الشرياني وداء السكري -9 .يعالج التهاب المفاصل الرثوي.
-10يعالج اإلمساك والبواسير والتهاب الم اررة وأمراض اللثة واألمراض الجلدية().
إن مسؤولية نظافة البيئة تقع على كل أفراد المجتمع؛ لذا حافظ اإلسالم بهديه العلمي على
بقاء بيئة المجتمع اإلسالمي نظيفة خالية من األمراض؛ ويمكن أن نقسم الطب الوقائي في البيئة من
خالل الوصايا النبوية إلى قسمين؛ نظافة الطريق ،ونظافة الماء ،وسأذكر مثاال واحداً لكل منها:
وتشتمل على نظافة المساكن وأماكن االستراحات كظل الشجر؛ والحث على التشجير وقتل
الحيوانات الضارة ومن ذلك قوله ... " :نظفوا أفنيتكم وال تشبهوا باليهود"() ،وقد ثبت علمياً وجود
مجموعة من األمراض تزيد وتنتشر في األماكن سيئة النظافة والتهوية ،ومن تلك األمراض كاإلسهال
والتهاب الحلق المتكرر والدرن والحمى الروماتزمية؛ وتزيد قذارة الطرق من تكاثر الحشرات كالذباب
والفئران والصراصير.)( ..
جزء من نظافة البيئة؛ ولذلك فإن النبي نهى عن تنجيسه وخاصة الماء الراكد ؛ كما روى
جابر بن عبد هللا رضي هللا عنهما " :أن رسول هللا نهى أن يبال في الماء الراكد"() ،ويركز الحديث
على الماء الراكد الذي ال نبع له والساكن الذي ال يتحرك؛ والذي يعتبر بيئة مثالية لحياة وتكاثر
الميكروبات وبعض الديدان ،وهذا الماء ينقل عدوى المرض من المريض إلى الماء ،ومنه إلى كل من
يشربه أو يلمسه في بعض األمراض() ،هذا وقد وردت أحاديث تنهي عن االغتسال من الماء الراكد ال
مجال لبيانه في هذا المجال .
437
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
تناولت السنة النبوية جوانب طبية وقائية عديدة في الصحة العامة منها :التحذير من عدوى
األمراض كالجذام والطاعون ،وما يعرف اآلن بالحجر الصحي عند وقوع األوبئة() ،ومن ذلك تحريم
الزنى واللواط؛ وهذا ما سأتناوله بشيء من البيان.
يقول ":يا معشر المهاجرين ،خمس إذا ابتليتم بهن ،وأعوذ باهلل أن تدركوهن ،لم تظهر
الفاحشة في قوم قط حتى يعلنوا بها إال فشا فيهم الطاعون واألوجاع التي لم تكن مضت في أسالفهم
الذين مضوا ،)(". . .وفعالً سمي اإليدز بسرطان الشواذ وطاعون القرن العشرين ،لكن اإلسالم ربى
أتباعه تربية ال تدع مجاالً لالنحراف الجنسي أو الشذوذ الجنسي؛ وسن تشريعات وقائية منها تحريم
الزنى وتجريمه ،والتشجيع على الزواج ،وغض البصر عن النظر المحرم ،وحفظ العورة ،وحجاب المرأة،
وتحريم االختالط الفاسد بين الجنسين ،وتحريم الخلوة بين الرجل والمرأة األجنبية التي يحل له الزواج
بها ،والتفريق في المضاجع بين األطفال والشباب ،واالستئذان ،وتحريم لمس المرأة األجنبية والرجل
األجنبي ،وتحريم قذف المرأة والرجل بالفاحشة .
وبمخالفة هذه التشريعات تنتشر األمراض كمرض اإليدز؛ هذا المرض يأتي عن طريق
االتصال الجنسي غير الشرعي؛ من تعدد اتصال المرأة برجال متعددين بعالقات غير شرعية ،ويأتي
من خالل جماع المرأة في دبرها ،أو اللواط بين الرجلين ،وقال بعضهم :إنه يحدث من خالل لواط
اإلنسان بالحيوانات .
وصور انتقال اإليدز :الزنى أو اللواط أو نقل الدم الذي يحمل الفيروس إلى غيره ،وكذلك عن
طريق حقن المخدرات ،أو ينتقل المرض إلى الجنين من أم حاملة للمرض ،كما ينتقل المرض عن
طريق وصوله من مصاب إلى سليم عن طريق الجروح ومنها استعمال أدوات الحالقة الملوثة بالدم؛
إذن فالعدوى تنتقل بالدم أو المني أو مفرزات المهبل وعنق الرحم ،وكذلك المفرزات المخاطية في الشرج
والفم أيضاً .
وهذا المرض ليس له عالج إال العالج الوقائي() ،وصدق رسول هللا إذ يقول ":ما ظهر
الغلول في قوم قط إال ألقى في قلوبهم الرعب ،وال فشا الزنى في قوم قط إال كثر فيهم الموت . . .
"().
تناولت السنة جوانب طبية وقائية عديدة في الصحة النفسية منها ؛ اإليمان بالقضاء والقدر،
والصبر ،والعفو وعدم الغضب ،والذكر ،والتوكل ،والرقية ،والتوبة ،واالستقامة ،والدعاء؛ وأختار الوقاية
من األمراض بترك الغضب؛ وفي هذا وقاية للمؤمن من األمراض التي تنجم عن الغضب كالشقيقة (
438
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
الصداع النصفي ) ،والربو ،والذبحة الصدرية ،وقرحة االثنا عشرية ،وارتفاع الضغط ،وأمراض القلب،
والسكري() ،وارتفاع الكولسترول والشحوم الثالثية في الدم مما ينتج أمراض القلب أو الجلطة ،والغضب
أيضاً يؤدي إلى إضعاف المناعة ،والسرطان ،واإلمساك المزمن ،والتقرح المزمن في الكولون؛ وهذا
العالج الوقائي كله في وصية الرسول بكلمة واحدة كررها تأكيداً على الوصية ؛ كما روى أبو هريرة
رضي هللا عنه أن رجالً قال للنبي :أوصني ،قال ":ال تغضب ،فردد م ار اًر قال :ال تغضب" () ،بل إنه
نصح بإجراءات وقائية تخفف من الغضب كالجلوس أو االضطجاع والوضوء وخاصة بالماء البارد
وكذلك أوصى بالسكوت عند الغضب.
تعددت الوصايا النبوية في العالج الروحي والنفسي سواء للمتاعب النفسية أو البدنية؛ ومن تلك
الوصايا قراءة القرآن ،والتوبة ،واالستقامة ،والتوكل ،والصبر ،واالستغفار ،واإليمان ،والدعاء ،وهو ما
سأتناوله هنا .
إن أمل المؤمن في استجابة هللا لدعائه يخفف من كربه وهمه ،ويمده بقوة تعينه على التحمل
والصبر ،وتبث فيه الشعور بالراحة النفسية ،فالمؤمن يعلم أن هللا إما أن يستجيب له ،وإما أن يصرف
عنه بالءاً لم ينزل ،أو يدخر له ثواباً في اآلخرة ،وإما أن يكفر عنه ذنوبه؛ لذا هو يعتقد أن الدعاء خير
وفائدة في الدارين على أي حال .
وكان رسول هللا يعلم أصحابه االستعانة بالدعاء في عالج كثير من االضطرابات النفسية؛
مثل :الكرب والهم والحزن واألرق والفزع من النوم()؛ ومن ذلك أن رسول هللا دخل ذات يوم المسجد
فإذا هو برجل من األنصار يقال له أبو أمامة فقال ":يا أبا أمامة؛ مالي أراك جالس ًا في المسجد في
غير وقت الصالة ،قال :هموم لزمتني وديون يا رسول هللا؛ قال :أفال أعلمك كالماً إذا أنت قلته أذهب
هللا عز وجل همك وقضى عنك دينك ،قال :قلت :بلى يا رسول هللا؛ قال :قل إذا أصبحت وإذا أمسيت:
اللهم إني أعوذ بك من الهم والحزن؛ وأعوذ بك من العجز والكسل؛ وأعوذ بك من الجبن والبخل،
وأعوذ بك من غلبة الدين وقهر الرجال ،قال :ففعلت ذلك فأذهب هللا عز وجل همي وقضى عني
َديني"().
تعددت الوصايا والوصفات النب وية في العالج المادي ،وذلك بأدوية عديدة؛ فمن هذه الوصايا ما
هو عالج من أصل نباتي ،وما هو عالج من أصل حيواني ،ومثال ذلك ما يلي:
439
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
وأمثلة هذا العالج كثيرة جداً؛ منها :الكمأة() ،والسنا() ،والقسط أو العود الهندي() ،والحناء()،
الصِّبر() ،والحبة السوداء، () () () () () ()
والورس ،والذريرة ،والخل ،والحلبة ،والثفاء (حب الرشاد) ،والقثاء ،و َّ
وسأتناول هنا بالبيان الحبة السوداء كنموذج على ذلك.
يقول فيها ":الحبة السوداء شفاء من كل داء إال السام ،والسام الموت ،والحبة السوداء
الشونيز"() ،ويعني الحدي ث أن في الحبة السوداء نسبة من الشفاء في كل داء؛ وقد ثبت أن الحبة
السوداء تنظم توازن أعضاء الجسم وتمنع عنها الخلل واالضطرابات وتستخدم الحبة السوداء في عالج
األمور التالية:
1ـ تسكن اآلم األسنان2 .ـ تعالج السعال3 .ـ تعالج نزف األنف4 .ـ تعالج النقرس5 .ـ تعالج
المغص المعدي.
6ـ تعالج الثعلبة والصدف واإلكزيمة والفطور والبهاق7 .ـ تعالج الربو والزكام والتهاب القصبات.
8ـ تعالج األمراض الناجمة عن نقص المناعة كالسرطان واإليدز أو تخفف منه؛ ألنها تقوي
المناعة9 .ـ تقي من الجلطات.
10ـ تقي من الحصيات البولية؛ ألنها تدر البول وتطرح الفضالت11 .ـ تقي من ارتفاع ضغط
الدم وتعمل على تخفيضه.
وأمثلة هذا العالج كثيرة؛ منها :ألبان البقر() ،وألية الشاة() ،والكبد والطحال() ،والسمك
والحوت() ،والعسل() ،والمسك() ،والحرير() ،وأبوال اإلبل ،وسأتناول هنا أبوال اإلبل كنموذج للعالج
النبوي من الحيوان؛ وقد ورد أن ناساً من عرينة قدموا على رسول هللا المدينة فاجتووها() ،فقال لهم
رسول هللا ":إن شئتم أن تخرجوا إلى إبل الصدقة ،فتشربوا من ألبانها وأبوالها؛ ففعلوا فصحوا ،ثم
مالوا على الرعاة فقتلوهم وارتدوا عن اإلسالم؛ وساقوا ذود() رسول هللا ،فبلغ ذلك النبي فبعث في
أثرهم ،فأتى بهم ،فقطع أيديهم وأرجلهم؛ وسمل() أعينهم؛ وتركهم في الحرة حتى ماتوا"().
وقد استخدم بول اإلبل العربية منذ قرون في عالج األمور التالية:
1ـ عالج الحبن ( االستسقاء )2 .ـ عالج الشعر وتحسينه فيعالج القرع وتساقط الشعر والقشرة.
3ـ تطهير الجروح والقروح ،والحساسية والحروق وحب الشباب وإصابات األظافر 4ـ عالج السرطان5 .ـ
وقد شفى عدة حاالت من تليف الكبد ...وغيرها مما شهدت به التجارب والدراسات العلمية().
440
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
واألمثلة على ذلك متنوعة؛ مثل :ماء زمزم النابع في مكة المكرمة() ،والماء العادي() ،واإلثمد
وهو الكحل() ،والرماد() ،وتراب المدينة المنورة؛ وسأشرحه كنموذج للعالج النبوي من طبيعة األرض؛
وذلك من خالل ما روته عائشة رضي هللا عنها أن رسول هللا إذا اشتكى اإلنسان الشيئ منه أو كانت
به قرحة أو جرح؛ قال النبي ":بإصبعه هكذا؛ ـ ووضع سفيان سبابته باألرض ثم رفعها ـ باسم هللا
تربة أرضنا ،بريقة بعضناُ ،ليشفى به سقيمنا بإذن ربنا"() ،وهذا التراب يعالج من القروح والجراحات
الطرية ال سي ما عند عدم وجود غيرها من األدوية؛ وكذلك الريق يساعد على شفاء الجروح ويخفف من
تأثير المواد المسرطنة ويقضي على كثير من الجراثيم الممرضة().
وخير مثال على هذا النوع من الطب هو :التلبينة ،وهو حساء الشعير ،وفيها أحاديث كثيرة؛
أهمها :قوله ":التلبينة مجمة لفؤاد المريض تذهب ببعض الحزن"() ،وتستخدم التلبينة في عالج
األمور التالية:
1ـ االكتئاب النفسي والحزن2 .ـ تخفض الكوليسترول في الدم3 .ـ تعالج أمراض القلب والدورة
الدموية.
4ـ لعالج السرطان وسرطان األمعاء5 .ـ تعمل على تأخير الشيخوخة6 .ـ لعالج ارتفاع السكر
في الدم.
7ـ لعالج ارتفاع ضغط الدم8 .ـ تعالج التهابات األمعاء وملينة لها؛ ومهدئة للقولون.
9ـ تعالج الضعف الجنسي عند الرجال10 .ـ تكافح اإلسهال11 .ـ لعالج التهابات المجاري
البولية.
12ـ لعالج ضعف الكبد13 .ـ لعالج إفراز الصفراء14 .ـ لعالج التيفوئيد15 .ـ لعالج بطء النمو
عند األطفال.
16ـ لعالج أمراض الصدر17 .ـ تدر البول وتخلص الجسم منه18 .ـ تقوي األعصاب عامة().
أحاديث الختان حجيتها وفقهها :د.سعد المرصفي ،ط1415( ،1هـ1994 ،م) ،مكتبة )153
المنار اإلسالمية :الكويت.
أحاديث الطب ف ي السنة النبوية :دراسة حديثية علمية :د.قاسم محمد غنام ،بحث في )154
ندوة الطب في السنة النبوية1424( ،هـ2003 ،م) ،جمعية الحديث وإحياء التراث :عمان.
األربعون العلمية صور اإلعجاز العلمي في السنة النبوية :عبد الحميد محمود )155
طهماز ،ط1418( ،1هـ1997 ،م) ،دار القلم :دمشق.
441
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
أساليب العالج النفسي في ضوء القرآن الكريم والسنة النبوية :د.رشاد علي عبد )156
العزيز موسى ،ط1421( ،1هـ2001 ،م) ،مؤسسة المختار :القاهرة.
االستشفاء بالصالة :دراسة حول الفوائد الصحية للصالة على ضوء العلم الحديث: )157
د.زهير رابح القرامي ،ط1417( ،1هـ1996 ،م) ،هيئة اإلعجاز العلمي في القرآن والسنة:
رابطة العالم اإلسالمي :مكة المكرمة.
األسرار الطبية في السمك والحوت :د.حسان شمسي باشا ،ط1413( ،2هـ، )158
1993م) ،دار المنارة :جدة.
األسرار الطبية لصالة الليل :د.مصطفى سلمان محمد الخلف ،ط1420( ،1هـ، )159
1999م) ،دار الصفوة :بيروت.
أصول الطب الوقائي في الحديث النبوي :د.أيمن محمود السعيد ،كتاب اإلعجاز في )160
القرآن والسنة ،العدد ( ،)5ط1422(،1هـ2001 ،م) ،جمعية اإلعجاز العلمي للقرآن
والسنة :القاهرة.
إعجاز الطب النبوي :د.السيد عبد الحكيم عبد هللا ،ط1418( ،1هـ1998 ،م) ،دار )161
اآلفاق العربية :القاهرة.
اإلعجاز الطبي في األحاديث الواردة في الجذام :د.محمد علي البار ،الكتاب الثالث، )162
ط1421( ،2هـ 2002 ،م) ،هيئة اإلعجاز العلمي في القرآن والسنة ،رابطة العالم
اإلسالمي :مكة المكرمة.
اإلعجاز الطبي في األحاديث الواردة في العدوى :د.محمد علي البار ،الكتاب الثالث، )163
ط1421( ،2هـ 2002 ،م) ،هيئة اإلعجاز العلمي في القرآن والسنة ،رابطة العالم
اإلسالمي :مكة المكرمة.
اإلعجاز الطبي في القرآن واألحاديث النبوية :الرطب والنخلة :د.عبد هللا عبد الرزاق )164
السعيد ،ط1405( ،1هـ1985 ،م) ،الدار السعودية :جدة.
اإلعجاز الطبي في الكتاب والسنة :حسن ياسين عبد القادر ،ط1417( ،1هـ، )166
1997م) ،مكتبة وهبة :القاهرة.
اإلعجاز الطبي للسنة النبوية من خالل صحيح البخاري ومسلم :د.أحمد وصفي )167
محمد أحمد العزب1423( ،هـ2002 ،م) ،رسالة دكتوراه ،كلية أصول الدين ،جامعة
األزهر :القاهرة.
442
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
اإلعجاز العلمي في اإلسالم :السنة النبوية :محمد كامل عبد الصمد ،ط،5 )168
(1421هـ2001 ،م) ،الدار المصرية اللبنانية :القاهرة.
اإلعجاز العلمي في السنة النبوية :د.زغلول النجار ،ط1422( ،3هـ2002 ،م) :دار )169
نهضة مصر :القاهرة.
اإلعجاز العلمي في السنة النبوية :د.صالح بن أحمد رضا ،ط1421( ،1هـ، )170
2001م) ،مكتبة العبيكان :الرياض.
اإلعجاز العلمي في قيمة اللبن الغذائية :د.علي أحمد علي الشحات ،ط،2 )171
(1421هـ 2001 ،م) ،هيئة اإلعجاز العلمي في القرآن والسنة :رابطة العالم اإلسالمي:
مكة المكرمة.
اإليدز من عهد لوط إلى عصر الشذوذ ،يسري عبد الغني البشري ،مكتبة ابن سينا: )172
القاهرة.
البطنة تذهب الفطنة :د.سمير إسماعيل الحلو ،ط1412( ،1هـ1991 ،م) ،مكتبة )174
دار التراث :المدينة المنورة.
تحبير ِّ
السفر بذكر فوائد شجر السدر :أبو عمر نادر بن وهبي الناطور ،بحث في )175
ندوة الطب في السنة النبوية1424( ،هـ2003 ،م) ،جمعية الحديث وإحياء التراث :عمان.
التداوي باألعشاب والطب النبوي :د.عبد الباسط محمد سيد ،ط1424( ،3هـ، )176
2004م) ،الشركة المصرية العالمية :القاهرة.
التداوي بألبان البقر والتحذير من لحومها :شهاب البدري يس1422( ،هـ2002 ،م)، )177
مكتبة منهاج النبوة :القاهرة.
التداوي بألبان وأبوال اإلبل :شهاب البدري يس ،ط1424( ،2هـ2003 ،م) ،مكتبة )178
منهاج النبوة :القاهرة.
التداوي بالسنا :سنة نبوية ومعجزة طبية :شهاب البدري يس ،ط1425( ،1هـ، )179
2004م) ،مكتبة منهاج النبوة :القاهرة.
التداوي بالصيام :محمد إبراهيم سليم1411( ،هـ1991 ،م) ،مكتبة ابن سينا :القاهرة. )180
التشريعات اإلسالمية الوقائية والعالجية لألمراض الجنسية ،د.محمد عبد الرزاق )181
أسود ،بحث غير مطبوع.
443
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
التغذية والطب الوقائي :دراسة في األحاديث الشريفة :د.محمد عيد محمود الصاحب، )182
بحث في ندوة الطب في السنة النبوية1424( ،هـ2003 ،م) ،جمعية الحديث وإحياء
التراث :عمان.
تفوق الطب الوقائي في اإلسالم :د.عبد الحميد القضاة ،الكتاب الثالث ،ط،2 )183
(1421هـ 2002 ،م) ،هيئة اإلعجاز العلمي في القرآن والسنة ،رابطة العالم اإلسالمي :مكة
المكرمة.
تقليم األظفار ف ي ضوء السنة النبوية والعلوم الطبية :د.أبو الوفا عبد اآلخر ،د.يحيى )184
ناصر1416( ،هـ1996 ،م) ،مكتبة اآلداب :القاهرة.
التلبينة وصية نبوية وحقيقة علمية :د.صهباء محمد بندق ،بحث غير مطبوع. )185
التمر :د.سمير إسماعيل الحلو ،بحث في ندوة الطب في السنة النبوية1424( ،هـ، )186
2003م) ،جمعية الحديث وإحياء التراث :عمان.
الحبة السوداء شفاء من كل داء :د.محمد نزار الدقر ،ط1425( ،1هـ2005 ،م)، )188
دار المعاجم :دمشق.
الحديث النبوي وعلم النفس :د.محمد عثمان نجاتي ،ط1421( ،4هـ2000 ،م) ،دار )189
الشروق :القاهرة.
الحشرات في ضوء القرآن الكريم والسنة النبوية والعلم الحديث :د.عبد الحكيم عبد )190
اللطيف الصعيدي ،ط1425( ،1هـ2004 ،م) ،مكتبة الدار العربية :القاهرة.
الحكمة من الختان :محمد أمين شيخو ،ط1416( ،3هـ1996 ،م) ،مكتبة البشير: )191
دمشق.
الختان :د.محمد علي البار ،ط1414( ،1هـ1994 ،م) ،دار المنارة :جدة. )192
الخشوع في الصالة :أهميتها -أسرارها -إعجازها الطبي :محمد نجدات المحمد ،ط،1 )193
(1423هـ2003 ،م) ،دار الرؤية.
روائع الطب اإلسالمي :القسم العالجي :د.محمد نزار الدقر ،ط1425( ،2هـ، )194
2004م) ،دار المعاجم :دمشق.
زمزم بين عجائب التاريخ ومكتشفات العلم :علي عوض عويضا ،ط1417( ،2هـ، )195
1997م) ،دار الكلم الطيب :دمشق.
444
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
زيت الزيتون بين الطب والقرآن :د.حسان شمسي باشا ،ط1417( ،4هـ1997 ،م)، )196
دار المنارة :جدة.
سنن اإلمام ابن ماجه1395( ،هـ1975 ،م) ،دار إحياء التراث العربي :بيروت. )197
سنن اإلمام النسائي1406( ،هـ1986 ،م) ،دار البشائر اإلسالمية :بيروت. )200
السواك :د.محمد علي البار ،ط1414( ،1هـ1994 ،م) ،دار المنارة :جدة. )201
الشفاء بالحبة السوداء بين اإلعجاز النبوي والطب الحديث :د.حسان شمسي باشا، )202
ط1419( ،2هـ1999 ،م) ،دار القلم :دمشق.
صحيح اإلمام مسلم1392( ،هـ1972 ،م) ،دار إحياء التراث العربي :بيروت. )204
الصوم وأمراض السمنة :د.محمد علي البار ،ط1412( ،1هـ1992 ،م) ،دار القارئ )205
العربي :القاهرة.
الصيام معجزة علمية :د.عبد الجواد الصاوي ،ط1421( ،2هـ2000 ،م) ،هيئة )206
اإلعجاز العلمي في القرآن والسنة :رابطة العالم اإلسالمي :مكة المكرمة.
الطب النبوي والعلم الحديث :د.محمود ناظم النسيمي ،ط1417( ،4هـ1996 ،م)، )207
مؤسسة الرسالة :بيروت.
الطب النبوي :ابن قيم الجوزية ،تحقيق :محمد محمد تامر ،محمد السعيد محمد ،ط،1 )208
(1419هـ1999 ،م) ،دار الفجر :القاهرة.
الطب الوقائي النبوي :د.محمود الحاج قاسم محمد ،ط1422( ،2هـ2001 ،م) ،دار )209
النفائس :دمشق.
الطب الوقائي من القرآن والسنة :د.عبد الباسط محمد السيد ،ط1423( ،1هـ، )210
2002م) ،دار ألفا :القاهرة.
الطيب :فوائده الصحية والنفسية واالجتماعية :د.سمير إسماعيل الحلو ،ط،1 )211
(1412هـ1992 ،م) ،مكتبة دار التراث :المدينة المنورة.
445
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
:د.محمد علي البار ،ط1405( ،5هـ، العدوى بين الطب وحديث المصطفى )212
1985م) ،الدار السعودية :جدة.
العدوى في السنة المطهرة والحقائق العلمية :د.عبد الرحمن عبد هللا الرفاعي ،العدد )213
(1412( ،)10هـ1992 ،م) ،مجلة كلية الدراسات اإلسالمية والعربية ،جامعة األزهر:
القاهرة.
عشرون بشارة نبوية لعالج األمراض المستعصية :شهاب البدري يس ،ط،2 )214
(1424هـ2003 ،م) ،مكتبة منهاج النبوة :القاهرة.
العالج بالطاقة الحيوية :د.عواد أبو زينة ،ط1427( ،1هـ2006 ،م) ،دار عالم )216
الثقافة :عمان.
العالج بالطاقة وأصوله في القرآن والسنة :عبد التواب عبد هللا حسين ،كتاب اإلعجاز )217
في القرآن والسنة ،العدد ( ،)8ط1425(،1هـ2004 ،م) ،جمعية اإلعجاز العلمي للقرآن
والسنة :القاهرة.
العلوم واإليمان :د.خليل إبراهيم مال خاطر العزامي ،ط1424( ،1هـ2004 ،م) ،دار )218
القبلة :جدة.
العين وغض البصر ،د .ماجدة عامر ،مؤسسة الفالح :القاهرة. )219
الغذاء الميزان :القمح والشعير :د.جميل القدسي الدويك ،ط1424( ،1هـ2003 ،م)، )220
في رحاب الطب النبوي والعلم الحديث :د.محمود طلوزي ،ط1414( ،2هـ.)1994 ، )221
الكعبة والعلم الحديث :د.علي محمد مطاوع ،ط1402( ،2هـ1982 ،م) ،دار الكتاب )222
المصري :القاهرة.
هللا أكبر رفقاً بالحيوان :محمد أمين شيخو1419( ،هـ1999 ،م) ،دار نور البشير: )223
دمشق.
ما هو بقول بشر :د.نبيل عبد السالم هارون1411( ،هـ1991 ،م) ،مكتبة ابن سينا: )224
القاهرة.
ماذا كان يأكل النبي وبم كان يتداوى؟ :د.محمد كمال عبد العزيز1423( ،هـ، )225
2003م) ،مكتبة القرآن :القاهرة.
مسند اإلمام أحمد بن حنبل1400( ،هـ1980 ،م) ،دار المعارف :القاهرة. )226
446
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
المعارف الطبية في ضوء القرآن والسنة :د.أحمد شوقي إبراهيم ،ط1423( ،1هـ، )227
2002م) ،دار الفكر العربي :القاهرة.
معجزات الشفاء بماء زمزم :محمد عبد العزيز أحمد ،مجدي السيد إبراهيم ،مكتبة )228
القرآن :القاهرة.
معجزة الشفاء بالحبة السوداء :مرزوق علي إبراهيم1409( ،هـ1989 ،م) ،دار )229
الفضيلة :القاهرة.
معجزة الصالة في الوقاية من مرض دوالي الساقين :د.توفيق علوان ،ط،3 )230
(1415هـ1995 ،م) ،دار الوفاء :المنصورة.
من إعجاز السنة المشرفة :د.محمد فؤاد شاكر ،دار النبيل :القاهرة. )231
من اإلعجاز الحركي في الصالة :جالل الشافعي1424( ،هـ2003 ،م) ،دار البشير )232
للثقافة والعلوم :طنطا.
من أوجه اإلعجاز العلمي في حديث الحبة السوداء شفاء من كل داء :د.أحمد )233
القاضي ،د .أسامة قنديل ،ط1421( ،2هـ2000 ،م) ،هيئة اإلعجاز العلمي في القرآن
والسنة :رابطة العالم اإلسالمي :مكة المكرمة.
موسوعة اإلعجاز العلمي في الحديث النبوي الشريف :عبد الرحيم مارديني ،ط،1 )234
(1422هـ2002 ،م) ،دار المحبة :دمشق.
موسوعة اإلعجاز العلمي في القرآن الكريم والسنة المطهرة :يوسف الحاج أحمد ،ط،2 )235
(1424هـ2003 ،م) ،مكتبة ابن حجر :دمشق.
الموسوعة العلمية الشاملة في اإلعجاز النبوي :د.سمير عبد الحليم ،ط1426( ،1هـ، )236
2005م).
موطأ اإلمام مالك بن أنس1408( ،هـ1988 ،م) ،دار إحياء العلوم :بيروت. )237
النهاية في غريب الحديث واألثر :ابن األثير الجزري ،تحقيق :رائد بن صبري ابن )238
أبي علقمة ،بيت األفكار الدولية :عمان.
هل هناك طب نبوي :د.محمد علي البار ،ط1409( ،1هـ1988 ،م) ،الدار )239
السعودية :جدة.
الوقاية من اإليدز والسرطان من ثنايا آيات القرآن ،د .محمود محمد شعبان ،دار )240
الفتح لإلعالم العربي :القاهرة.
447
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
448
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
449
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
450
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
451
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Özet
Hadis kaynaklarında şûnîz ve el-habbetü’s-sevdâ adıyla anılan çörek otunun
yararlarına ve kullanış biçimlerine işaret eden birtakım rivayetler yer almaktadır. Bun-
lardan bazıları şöyledir: “Çörek otuna devam edin, çünkü onda ölümden başka her
derde deva vardır.” “Şu siyah taneciklere devam edin. Ondan beş veya yedi tane alıp
ezin. Sonra onu birkaç damla zeytinyağıyla karıştırıp birkaç damla bir burun deliğin-
den, birkaç damla öbür burun deliğinden damlatın.” “Hz. Peygamber, hastalandığı za-
man, bir avuç çörek otu alıp, onu su ve bal ile içerdi.”
Tarihsel süreçte, Araplar arasında önceleri şûnîz ismi yaygınken, muhtemelen
ilgili hadislerin şöhret bulması nedeniyle siyah tane (el-habbetü’sevdâ) tanımlaması asıl
ismin yerine geçmiştir. İlgili rivayetlerin yapısal analizinde, üç ayrı rivayet sarmalı
tespit edilmiş, bunlardan birinin metin kökü doğrudan çörek otuy- la, diğerlerinin ise
farklı konularla ilgili olduğu görülmüştür. Sahih ya da zayıf kabul edilen rivayetlerin
hangi formdaki hadisler olduğu açıklanmıştır. Şerh kitaplarında çörek otunun ne tür
yararlarından bahsedildiği özetlenmiş ve onların hangi kaynaklardan yararlandıkları
açık-lanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Şüniz, el-habbetü’s-sevda, çörek otu, hadis, tıbbü’n-nebi
Abstract
The Form Analysis of Nigella Ha-diths
In some hadith books, the benefits and usage of the black cumin, mentioned in
some hadith transmissions as shooneez or al-habbah al-sawda (black seed), are trans-
mitted. Some of them are as follows: Narrated Abu Huraira: I heard Allah's Messenger
(pbh) saying, "There is healing in black cumin for all diseases except death"; Ibn Abi
'Atiq came to visit Ghalib when he was ill and said to us, "Treat him with black cumin.
Take five or seven seeds and crush them (mix the powder with oil) and drop the result-
452
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ing mixture into both nostrils”; Anas Ibn Malik narrated that the Prophet, when ill, he
took a handful of black cumin and drank water with honey.
During the early period, Arabs used to name the black cumin as shooneez but the
name of al-habbah al-sawda became more famous due to the popularity of the hadith
"There is healing in black cumin for all diseases except death" in Muslim society after
second century.
In this paper, I also analyzed the texts of narrations on the subject and found
three text groups. The core of the first one is the hadith of "There is healing in black
cumin for all diseases except death". A lot of forms of this text were mentioned in the
hadith books. The cores of second and third one are different but the words expressing
the benefit of nigella were added on.
Keywords: Shooneez, black seeds, nigella, hadith, prophetic medical science.
Giriş
Çörek otu, düğün çiçeğigillerden, çiçekleri sapının ucunda bulunan otsu bir
bitkidir. Karacaot, veya çöreotu da denir. Bilimdeki adı Nigella damascena’dır. Bu
bitkinin susam iriliğindeki siyah tohumuna da çörek otu veya çöreotu ismi verilir. Hadis
kaynaklarındaki birtakım rivayetlerde yer alan el-habbetü’s-sevdâ ismi, Farsça kökenli
şûnîz ismiyle açıklanmış ve Türkçeye çörek otu adıyla çevrilmiştir. Güncel Arapçada
çörek otunun karşılığında el-habbetü’s-sevdâ kelimesi kullanılmaktadır. Bunun yanında
ona el-habbetü’l-mübâreke, habbetü’l-bereke ve kemmûnün esved de denilmektedir.
Eski Arapça lügatlerde el-habbetü’s-sevdâ ismi yerine es-Süveydâ ismi yer almakta
ve Farsça kökenli şûnîz kelimesinden türetilme el-habbetü’ş-şûnîz ismiyle tanımlanmak-
tadır. Tohumuna el-habbetü’l-kalb de denilmektedir. el-Habbetü’s-sevdâ isminin sonraki
dönemlerde yazılan lügatlerde, hadise işaret edilerek açıklanması, bu isimlendirmenin
asıl kaynağının hadis kitapları olduğunu göstermektedir. Habbetü’l-bereke şeklindeki
isimlendirmenin ise daha geç dönemlerde ortaya çıktığı kanaatindeyiz. el-Habbetü’s-
sevdâ ismi, en eski hadis kitaplarından el-Câmi’de bulunmaktadır. Buhârî öncesi dö-
neme ait hadis kitaplarının çoğunda el-habbetü’s-sevdâ ismi yer almaktadır. Bu
rivayetlerin bazılarında, el-habbetü’s-sevdâ adının garîb görülerek, şunîz anlamına geld-
iğinin açıklanması şûnîz adıyla bilinen çörek otunun el-habbetü’s-sevdâ adıyla isim-
lendirilmesinin Araplarca önceleri bilinmediğine ve ilk kez bu rivayetlerde yer aldığına
işaret etmektedir. El-habbetü’s-sevdâ İsminin ilk lügat kitaplarında yer almaması, ko-
nuyla ilgili rivayetlerin hicri ikinci asrın sonuna doğru meşhur olduğunu gösteren bir
işaret olarak kabul edilebilir. Ebû Nuaym el-İsfahânî’nin Tıbbu’n-nebevî kitabında el-
habbetü’s-sevdâ ile ilgili rivayetler, şûnîz başlığı altında verilmiştir. İbn Kayyim ise aynı
bitkiyi ha harfinde el-habbetü’s-sevdâ adıyla tanıtmıştır. Sonraki dönemlerde el-
habbetü’s-sevdâ adı şûnîz adından daha çok yaygınlaşmıştır.
Ibn Battal, Buhârî şerhinde el-habbetü’s-sevdâ ismini şûnîz olarak açıklamış ve
onunla ilgili başka bir bitki adı vermemiştir. Daha sonraki dönemlerde yazılan
şerhlerde, meşhur olan görüşe göre şûnîz olduğu, fakat hardal veya el-butm şeklinde
açıklayanların da olduğu bildirilmiştir.
Yukar ,ıda verilen bilgiler dogrultusundaçörek otunun Araplar arasında önceleri
şûnîz veya süveydâ adıyla bilindiğini el-habbetü’s-sevdâ biçiminde isimlendirilmesinin
muhtemelen hicri ikinci yüzyılın sonlarında, bu isimlendirmenin yer aldığı hadis
rivayetlerinin şöhret bulması sonucu yaygınlaştığı ve sonraki dönemlerde şûnîz adın-
dan ziyade, el-habbetü’s-sevdâ adının meşhur olduğunu söyleyebiliriz.
453
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
454
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
cennet meyvesinden siz de yerdiniz. Bilin ki keme (domalan) gözün devası; acve hur-
ması cennet meyvesidir ve şu tuzdaki çörek otu, ölüm hariç her çeşit hastalığın ilacıdır.”
Bu metinde yer alan, el-habbetü’s-sevdâ elletî tekûnü fi’l-milh ifadesi, tuzlanmış
çörek otu şeklinde anlaşılmıştır.
Üçüncü sarmalın kökü, İsra gecesi meleklerin Hz. Peygamber’e hacamat olmayı
emretmesidir. Bu sarmalın tipik örneklerinden biri şu rivayettir:
Ibn Abbas’ın rivayetine göre Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “(…) İsra gecesi
yanına uğradığım her büyük melek bana mutlaka, Ey Muhammed, hacamat olmaya de-
vam et, dedi.”
Çörek otu bu sarmalda yer alan rivayetlerin bazılarında bir eklenti olarak yer
almaktadır. Eklentinin yer aldığı rivayetlere örnek olarak şunu gösterebiliriz:
IbnÖmer’den rivayet edildiğine göre Resulullah (s) şöyle buyurdu: “Göklerden
hangi kata uğradıysam melekler beni selamladı ve mutlaka, Ey Muhammed, ümmetine
hacamatı emret, çünkü en iyi tedaviniz hacamat, öd ağacı ve çörek otudur, dedi.”
Çörek otundan söz eden hadis metinlerinden tek kalmış bir metin ise şöyledir:
Enes b. Malik’ten rivayet edilmiştir: “Hz. Peygamber hastalandıgında bir avuç
çörek otu alır üzerine su ve bal içerdi.”
Hadislerin Sıhhati
Buhârî’nin [Yahya b. Bükeyr > el-Leys > Ukayl > İbn Şihâb > Ebû Seleme ve Saîd b.
el-Müseyyeb > Ebû Hüreyre: Resulullah’ın sözü] senediyle gelen “el-habbetü’s-sevdâ’da,
sâm hariç, her hastalık için şifa vardır.” rivayeti sahih kabul edilmiştir. Müslim, bu met-
nin yakın benzerlerini, Zührî’de birleşen değişen tariklerle yine Ebû Hüreyre’den
rivayet etmiştir. Muttefekun aleyh olan bu metin, yukarıdaki senedlerle sahihtir.
ikinci formdaki metinde [Abdullah b. Ebî Şeybe > Ubeydullah > İsrâîl > Mansûr >
Halid b. Sa’d] tarikiyle bir olay nakledilmiş sonra [Halid b. Sa’d > İbn Ebî Atîk > Aişe: Hz.
Peygamber’in sözü] senediyle “Şu siyah tane, sâm hariç her derde devadır” metnini
sevk edilmiştir. Bu rivayeti küçük metin farklılığıyla İbn Mâce de aynı senedle rivayet
etmiştir. Bu haliyle hadis azîzdir. Geri kalan metin formlarının senedleri ise, farklı
illetlerden dolayı zayıf görülmüştür.
Hadisin Anlamı
Çörek otunda her hastalık için devâ bulunmasının anlamı, çeşitli terkiplerle hazır-
landığında pek çok hastalık için ilaç olma özelliğine sahip olmasıdır. Çörek otunun her
derde devâ olduğu ifadesi ise umumî olmakla birlikte onunla hususilik kastedilmiştir.
Ayrıca her insanın bünyesi birbirinden farklıdır. Bunun için İbn Hibbân, çörek otuyla
ilgili sevk ettiği hadislerin babını “Bünyesi uygun olan kimseye çörek otuyla tedavi
olmayı emreden rivayetlerin zikri” başlığıyla vermiştir. Bu hadisi açıklayan şarihler, bu
önemli noktaya mutlaka dikkat çekmişlerdir. Çörek otu, tedavi amaçlı kullanılacağı za-
man bu konuda uzman olan kimselerin tavsiyesine başvurmak gerekmektedir.
Bilinçsizce kullanımlar yarar yerine zarar verebilir.
Şerh Kitaplarında Çörek Otunun Yararları
Çörek otunun soğuk algınlığına dayalı nezle, grip, burun tıkanıklığı vb. has-
talıklara iyi geldiği; sıcağa bağlı hastalıklar için ise uygun olmadığı; bununla birlikte
sıcak ve kuru tabiatlı hastalıkların tedavisinde, bazı ilaçların etkisini arttırmak için
çörek otundan yararlanıldığı belirtilmektedir. Ayrıca astım, hazımsızlık, gastrit, mide
hastalıkları, diş ağrısı ve daha birçok hastalık için çörek otundan yararlanıldığı bild-
455
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
irilmektedir. Mesanede bulunan taşı düşürmek için çörek otunun sıcak su ve balla
karıştırılarak hastaya içirildiği, mide ve bağırsak parazitlerini düşürmek için çörek
otundan yararlanıldığı, basur hastalığı için onun sirkeyle karıştırılıp hastaya verildiği ve
daha birçok malumat şerh kitaplarında yer almaktadır. Şerh kitaplarındaki bu bilgilerin
kaynağı başta İbn Baytar olmak üzere, çeşitli eczacıların kitaplarıdır. Daha erken bir
dönemde, hicri dördüncü yüzyılın başında yazılan bir kitapta, çörek otunun (şûnîz) da
içinde bulunduğu çeşitli karışımlar, yüz adetten fazla hastalık için önerilmiştir. Tıbbu’n-
nebî hakkında birçok rivayeti toplayan İbn Kayyim’in çörek otu hakkındaki temel
kaynağı ise, İbn Sina’nın el-Kânûn fi’t-tıb adlı kitabıdır. İbn Sinâ’nın bu kitabında altmış
civarında ilaç terkibinin içinde çörek otunun (şûnîz) adı geçmektedir.
Sonuç
Çörek otuyla ilgili metinler üç ayrı sarmalda yer almaktadır. Bunlardan yalnızca
birinin metin kökü, doğrudan çörek otuyla ilgili rivayettir. Geri kalan sarmallardan bi-
rinde çörek otu, uzantı; diğerinde ise eklenti biçimindedir.
Metin kökünde çörek otu bulunan sarmalda yer alan metinlerden ikisi meşhur
olmuştur. Bunların birinde, yalın biçimde çörek otunda ölüm hariç her hastalık için ilaç
olduğu belirtilmektedir. Bu metnin Sahîhayn’da yer alan isnadlarının sahih olduğu ka-
bul edilmiştir. Diğerinde ise çörek otunun her derde deva oluşu, bir hikâyeyle bitişik
olarak anlatılmaktadır. Bu formdaki metinlerin Buhârî’nin Sahîh’inde ve İbn Mâce’nin
Sünen’indeki isnadları da sahih olarak kabul edilmiştir.
Çörek otuyla ilgili kısmın uzantı olarak yer aldığı sarmalın asıl metin kökü, namaz
kılarken Hz. Peygamber’e cennetin arz edilmesiyle ilgili rivayettir. Çörek otunun her
derde devâ oluşuyla ilgili kısım, bu sarmaldaki bazı rivayetlere geçiş yapmıştır. Çörek
otunun eklenti olarak yer aldığı sarmalın asıl metin kökü ise hacamat tedavisiyle ilgi-
lidir. Bu tür rivayetlerin bazılarında yer alan en iyi tedavi olma yöntemlerinin arasına,
bir kısım rivayetlerde çörek otu da eklenmiştir. Birinci sarmal dışındaki çörek otunun
yer aldığı metinlerin isnadları birçok yönüyle kusurlu bulunmuş ve zayıf kabul
edilmiştir.
Çörek otunun ölüm hariç, her hastalık için devâ olması genel bir ifadedir ve onun
çok yararlı bir bitki olduğuna işaret eder. Nitekim hicrî dördüncü yüzyıldan itibaren
kaleme alınan tıp ve ecza kitaplarında, çörek otuyla terkip edilmiş pek çok ilaçtan söz
edilmektedir. Bununla birlikte, onun hangi miktarda, ne tür karışımlarla hangi hastalık
için yararlı olduğunu, tavsiye edilen terkibin hastanın bünyesine uygun olup olmadığını
ancak hekimler bilebilir. Bilinçsizce kullanımlar, yarar yerine zarar bile verebilir.
Kaynakça
Abdullah b. Ömer Ba Musa, el-Habbetü’s-sevdâ fi’l-hadîsi’n-nebevî ve’t-tıbbi’l-hadîs,
Mecmau’l-Melik Fehd, Medine H. 1425.
Abdürrezzak, Ebû Bekr Abdürrezzâk b. Hemmâm es-San'ânî (ö. 211/827), Mu-
sannef, thk. Habiburrahman A'zamî, el-Meclisü'l-İlmî Beyrut 1983 2. bsm.
Ahmed Muhtâr Ömer, Mu’cemü’l-lüğati’l-Arabiyyeti’l-muâsira, Alemü’l-kütüb, Ka-
hire 2008.
Aynî, Ebû Muhammed Bedreddin Mahmûd b. Ahmed b. Musa (ö. 855/1451), Um-
detü'l-kâri şerhu Sahihi'l-Buhârî, thk. Abdullah Mahmud, Dârül-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut
2001.
Bezzâr, Ebû Bekr Ahmed b. Amr b. Abdülhalik el-Basri Bezzar (ö. 292/905) el-
Bahrü'z-zehhar (Müsnedü'l-Bezzar), thk. Mahfuzurrahman Zeynullah, Mektebetü’l-Ulum
ve’l-Hikem, Medine 1988.
456
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
457
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Tayalisî, Ebû Davud Süleyman b. Davud b. Carud, (ö. 204/819), Müsned, thk. Mu-
hammed A. Et-Türkî, Dârü’l-hicr, Cîze 1999.
Türk Dil Kurumu Güncel Sözlük, www.tdk.gov.tr. E.T. 17.10.2015.
458
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
459
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
460
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
di asetil, reuterin, reutericyclin v.b keçi sütünden laktik asit bakterilerinin izolasyonu
ve antimikrobiyel etkilerinin araştırılması hedeflenmiştir.
Gereçler ve Yöntem: Bu amaçla, keçi sütünden (iki çiftlik, 21 keçi) toplam 182
adet kok formda laktik asit bakteri izolatı elde edilmiş, çoğu gıda kaynaklı patojen bak-
terilere karşı antimikrobiyel etkileri araştırılmıştır. İzolatlar M-17 besiyerinde 35 oC 20
saat inkübe edildikten sonra santrifüj edil-miş, süpernatantlar 0.22μm membran filtre
ile sterilize edilmiştir. İzolatların antimikrobiyel etkisi, Disk difüzyon metod ile test
edilmiş, oluşan inhibisyon zonları mm cinsinden ölçülmüştür.
Bulgular: Laktik asit bakteri izolatlarının indikatör gram negatif bakterilerden
Escherichia coli ATCC 25922 üzerine %30’sı (max. 11.33 mm), Salmonella parathypi A
NCTC13 üzerine %20’i (min. 8.10, max. 17.85 mm), Pseudomonas aeruginosa klinik
üzerine %20’i (min. 8.30, max. 11,80 mm), Pseudomonas aeruginosa ATCC27853
üzerine %55’si (min. 9.90, max. 18.60 mm), Pseudomonas aeruginosa RSKK07031
%52’si (min. 9.30, max. 17.51 mm), Klebsiella pneumoniae ATCC700603 üzerine %43’I
(min. 10.9, max. 15.50 mm) ve gram pozitif bakterilerden Staphylococcus aureus
ATCC6538 üzerine %6’u (min. 9.10, max. 10,90 mm), Staphylococcus aureus ATCC
29213 üzerine %45’i (min. 9.10, max. 15.64 mm), Listeria monocytogenes ATCC 7677
üzerine %70’i (max. 16.38 mm), Ent. faecalis (ATCC29212 üzerine %48’i (min. 9.90,
max. 30,10 mm) Bacillus subtilis B-354 üzrine %15’i (max. 11.82 mm), Campliobacter
jejuni ATCC33560 üzerine %38’u (min. 8.50 max. 11.37 mm) etkili olduğu belir-
lenmiştir. Genel olarak izolatların pH değerlerinin 4.13-4.40 arasında değiştiği belir-
lenmiştir.
Sonuç 1: Toplam 182 adet ön tanımlanması yaplmış keçi sütünden izole edilmiş
laktokoklardan,
Campliobacter jejuni (%90), Staph. aureus (%86), Listeria monocytogens (%70)
etkili olduğu görülmüştür. LAB üyelerinin antimikrobiyel etkisi, ürettikleri organik asit-
lerle ortam ph sını düşürmeleri, bakteriyosin, diasetil ve protein yapıda küçük
moleküle sahip birçok antimikrobiyel metabolit üretmelerinden kaynaklanmaktadır.
Gıda endüstrisinde, gıda ve fermente gıdalarda kimyasal koruyuculara alternatif olarak
laktik asit bakterileri veya onların metabolitlerinin kullanılmasının yaygınlaşması
önerilmektedir
Sonuç 2: Keçi sütünün anne sütünden sonra en değerli süt olmasının yanısıra yu-
karıda belirtilen hastalık ve gıda patojenlerine karşı antimikrobiyel etki gösteren laktik
asit bakterilerinin varlığı sağlıklı beslenmede önem arz etmektedir. Keçi sütünün
içeriğinde NA, K, Ca, Mg, P, CuS ve CUCl2 gibi madeni tuzlar ile protein şeker, yağ gibi
besinler mevcuttur. Bu bakımdan süt, hem yiyecek ve içeceklerin yerini tutar hem de
birçok hastalık için şifa kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim de Nahl (65-66), Mü’minun (21),
Yasin (72-73) surelerinde süt ve süt veren hayvanlar hakkında bilgi aktarılmaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) birçok hadisinde sütün faydalarına dikkat çekmiştir. İbn-i
Sina ve Hipokrat gibi tıp bilim adamlarının eskimez kitaplarında birçok tedavide özel-
likle keçi sütünün kullanıldığı yazmaktadır.
461
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
462
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
463
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Giriş
Tıbb-ı Nebevî kavramı, hastalıkların tedavisi ve sağlığın korunması hakkında Hz.
Peygamber’den nakledilen hadisleri ve bunlar hakkındaki literatürü ifade eder. Bu lit-
eratürü meydana getiren eserlerde hadislere ek olarak âyetlere ve uzman hekimlerin
görüşlerine de yer verilmektedir. Ancak bu saha, daha çok hadisler ele alınıp
incelendiği için “et-tıbbu’n-nebevî” ismiyle anılır.
Hadis kaynakları, kâinatın yaratılışından, insanın dünyadaki durumuna, oradan
cennet ve cehennem ahvaline kadar hayatın bütün yönlerini içine alan bir malzemeye
sahiptir. Bu genel yaklaşımın bir yansıması olarak tıp ile ilgili rivayetler de bu kaynak-
larda yerini almıştır.
Ilk dönem musannif muhaddislerin eserlerine bakıldığında, özellikle Hz.
Peygamber’den koruyucu hekimlik ile ilgili çok sayıda hadis nakledildiği ancak bunların
çoğunluğunun tahâret, namaz, oruç, cihad, kader gibi farklı fıkıh bâblarına dağılmış
olduğu, “kitâbu’t-tıbb” bölümlerinde ise daha çok tedavi ile alakalı hadislerin alınmış
olduğu görülecektir. Muhaddisler Hz. Peygamber’in tıpla ilgili hadislerini genellikle
“kitâbu’t-tıbb” bölümlerinde tasnif etmelerine rağmen konuyla ilgili rivayetleri
“kitâbu’l-merdâ” ve “kitâbu’s-selâm” gibi farklı bölümlerde de görmek mümkündür.
Tıbb-ı Nebevî hadislerinin, gerek hacimli eserlerin bir bölümünde gerekse
müstakil kitaplar halinde günümüze kadar gelmesinin, öncelikle Hz. Peygamber’in
mirası olarak değer ifade etmesi, ikinci olarak da o devrin şifâ anlayışını, inancını, te-
davi şekil, imkân ve usullerini ortaya koyması bakımından tarihsel ve bilimsel bir
kıymete sahip olduğu açıktır. Bu nedenle ilgili hadislerin, “Sünnet” olarak uyulması ger-
eken kurallar içerdiği ve tıbbî konularda da Peygamberî bir tarzın olduğu görülecektir.
Tıbb-ı Nebevî ile ilgili hadisler, daha başlangıçtan itibaren âlimlerin, özellikle
muhaddislerin dikkatini çekmiştir. Onlar, bu konudaki rivayetleri toplayıp tasnif et-
meye özel bir gayret göstermişlerdir.
464
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Kütüb-i Sitte olarak bilinen altı meşhur hadis kitabının müellifleri arasında Tıbb-ı
Nebevî’ye müstakil kitap veya bâblar ayıranlar da vardır.
Erken dönem hadis musanniflerinden Mâlik b. Enes (179/795), Muvatta isimli
eserinde 14 bâb altında 40 hadise yer vermiştir. Ayrıca eserde, sadece “Kitâbu’l-’ayn”
başlığı altında, göz değmesi, rukye, hastalık ve tedavi ile ilgili 14 hadisin bir araya
getirildiği de görülmektedir.
Bu esere ilaveten Ebu Dâvud Tayalisî’nin (204/819) Müsned’inin Tıbb bölümün-
de, Abdurrezzak b. Hemmam (210/825) ve İbn Ebî Şeybe’nin (235/ 849) Musannef
isimli eserlerinde de konuyla ilgili rivayetler bulunmaktadır.
Buhârî (256/ 870), Sahîh’inin Tıbb bölümünde 58 bâb altında 118 hadise yer
vermiştir. Buhârî’nin bu bölümü üç ana kısma ayırdığı görülmektedir: İlk 31 bâbda
“şifâ”nın Allah tarafından indirildiği, kadınların hasta erkekleri tedavi etmesinin caiz
olduğu, şifâ veren bitki, gıda ve içecekler gibi tıbbın temel konuları ile ilgili hadis-i şeri-
fler yer almaktadır; ayrıca hacamat, karantina, dağlama ve kül koyarak kan kaybının
engellenmesi gibi tedavi metotlarını anlatan hadisler de yine bu kısımda rivayet
edilmiştir. 32. bâbdan 52. bâba kadar olan ikinci kısımda ise, rukye (şifâ niyetiyle âyet-i
kerimeleri okuyarak dua etme), nazar, uğursuzluk, fal ve sihir gibi psikolojik hastalıklar
ve tedavi yöntemleri konusundaki hadisler yer almıştır. 53. bâbdan 58. bâba kadar olan
son kısımda ise hastalıkların bulaşması, zehirlenme, zehirden korunma ve su kabına
sinek düşmesi gibi mikrobik hastalıklar ve kimyevî terkipler gibi eczacılıkla alâkalı
konulardaki hadisler yer almaktadır.
Hadis kitaplarındaki tıp ile ilgili diger hadislerin kaynaklarını da şu şekilde
gösterebiliriz:
Buhârî (256/ 870), el-Câmi’u’s-Sahîh, Kitâbu’l-Merdâ, 22 bâb, 37 hadis; Müslim
(261/ 875), Sahîh, Kitâbu’s-Selâm, 14 bâb, 90 hadis; Ebu Dâvud (275/ 888), Sünen,
Kitâbu’t-Tıbb, 24 bâb, 70 hadis; Tirmizî (279/ 892), Câmi’, Kitâbu’t-Tıbb, 35 bâb, 53
hadis; İbn Mâce (273/ 886), Sünen, Kitâbu’t-Tıbb, 46 bâb, 113 hadis; İbn Hibbân (354/
965), Sahîh, Kitâbu’t-Tıbb, 44 bâb, 51 hadis; Hâkim (405/ 1014), Müstedrek, Kitâbu’t-
Tıbb, 66 bâb, 221 hadis; Bağavî (516/1122), Şerhu’s-Sünne, Kitâbu’t-Tıbb, 18 bâb, 46
hadis; İbnu’1-Esîr (606/1209), Câmi’u’l-Usûl, Kitâbu’t-Tıbb, 4 bâb, 115 hadis; Heysemî
(807/1404), Mecme’u’z-Zevâid, Kitâbu’t-Tıbb, 54 bâb, 215 hadis; İbn Hacer el-Askalânî
(852/1448), el-Metâlibu’l-Âliye, Kitâbu’t-Tıbb, 29 bâb, 76 hadis ve Ali el-Müttakî el-
Hindî (975/1567), Kenzu’l-Ummâl, Tıbb Maddesi, 483 hadis.
Bunun yan’ında Saîd b. Mansûr b. Şu’be el-Horasânî el-Mervezî (227/842), Ebû
Muhammed Abdullah b. Abdurrahman ed-Dârimî (255/869), Ebû Abdurrahman Ah-
med b. Şu’ayb en-Nesâî (303/ 915), İbn Huzeyme Ebû Bekr Muhammed b. İshâk es-
Sülemî en-Nîsâbûrî (311/ 923), Ebû’l-Hasan Ali b. Ömer ed-Dârekutnî (385/995) ve
Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyin Beyhakî (458/1066) gibi bazı “Sünen” sahibi musanniflerin
eserlerinde “Tıbb” adıyla ne bir “kitâb” ne de bir “bâb” bulunmaktadır. Fakat bu ko-
nudaki hadisleri eserlerine almadıkları söylenemez. Bazı musanniflerin “Kitâbu’t-Tıbb”
konusuyla tek başlık altında inceledikleri birçok hadisi, sözünü ettiğimiz Sünen sa-
hipleri, Kitâbu’d-Dahâyâ, Kitâbu’l-Eşribe, Kitâbu’l-Et’ime kısmen de “Kitâbu’l-Hu-dûd”
bölümlerinde naklettikleri görülmektedir. Hâkim en-Nîsâbûrî’nin Müstedrek ale’s-
Sahîhayn’ ında da müstakil “Tıbb” bölümü bulunmaktadır. Beyhakî’nin (458/ 1066) de
es-Sünenü’l-Ke-bîr isimli eserinin “Kitâbu’d-Dahâyâ” bölümü altında “Câmi’u Ebvâbi
Kesbi’l-Hac-câm” alt başlığı ile tıbbî hadislere yer verildiği görülmektedir. Aynı yerde
rukye konuları ve devamında temâim (muskalar), nüşre, (bir tür muska) ayn (nazar)
gibi hususlar da işlenmektedir.
465
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Yukarıda isimleri verilen hadis kitaplarında yer alan Tıbb-ı Nebevî ile ilgili
bölümlerin dışında, konu ile ilgili müstakil eserler de bulunmaktadır. Genellikle Tıbb-ı
Nebevî adını taşıyan bu eserlerin meydana getirilmeye başlandığı zaman dilimi, tasnif
döneminin başlarına rastlamaktadır.
Söz konusu müstakil eserleri tespit ağırlıklı bu tebliğde, musannef eserlerin bir
bölümü olarak karşımıza çıkan tıp ile ilgili bölümler (Kitâb/Bâb) incelendiğinde hep-
sinin sadece “Tıbb” tabirini kullandığı, izâfet halinde “Tıbbu’n-Nebî” veya “et-Tıbbu’n-
Nebevî” şeklinde bir başlığa yer verilmediği görülmektedir.
Genel olarak tasnif dönemi ile bunları takip eden ve hicri V-X. Asırlar arasına
tekabul eden şerh ve derleme dönemi eserlerinde de Tıbb-ı Nebevî konusu, tasnif dö-
nemi eserlerindeki gibi ya genel başlık olarak (kitâb) veya konuyla ilgisi kurulan başka
bir genel başlık altında bir alt başlık (bâb) olarak verilmiştir. Aynı şekilde konu başlığı
yine sadece “Tıbb” adıyla ele alınmış olup “et-Tıbbu’n-Nebevî” şeklinde “Nebî”ye izafe
edilmeden isimlendirilmiştir. Birkaç istisna dışında şerh ve derleme döneminde ortaya
çıkan müstakil eserlerin adları ise genel olarak “et-Tıbbu’n-Nebevî” şeklinde Nebî’ye
izafe edilerek verilmesi musanniflerin hadis/sünnet yaklaşımlarını ortaya koyması
açısından dikkat çekicidir.
Tespit edilebilen müstakil “Tıbb-ı Nebevî” eserlerine, özelliklerine fazlaca
girmeksizin, kronolojik sıraya göre işaret etmek istiyoruz.
1. Tıbb-ı Nebevî Literatürüne Dair Müstakil Eserler
1. Câbir b. Hayyân (148/755), et-Tıbbu’n-Nebevî alâ Re’yi Ehl-i Beyt.
2. Imam Ebî Hasan Ali Rıza b. Musa Kâzım b. Ca’fer es-Sâdık b. Muhammed Bâkır
b. Zeynelâbidîn b. Hüseyin (203/818), er-Risâletu’z-Zehebiyye.
Bu iki eser, Şiîlerce Tıbb-ı Nebevî literatürünün ilk örneklerini oluşturmaktadır.
3. Abdülmelik b. Habîb el-Endelûsi el-Mâliki el-Beğavi es-Sülemi (238/852), et-
Tıbbu’n-Nebevi.
Sülemi’nin bu eseri, küçük hacimli olmasına rağmen, fıkhî hükümler ve şer’î
kaideler bakımından fukahanın, ilk dönemlerden beri tıp ilimleri hakkındaki bakış
açılarını ortaya koyan önemli bir eserdir.
4. Ebû’l-Kâsım Muhammed b. Habîb en-Nisâbûrî (245/860), et-Tıbbu’n-Nebevi.
5. Ebu Bekr Muhammed b. Âsım ed-Dahhâk eş-Şeybânî (287/900), et-Tıbbu’n-
Nebevi.
6. Ibn Ebî ‘Âsım, Ebû Bekr Ahmed b. ‘Amr b. Nebîl (287/ 900), Kitabu’t-Tıbb ve’l-
Emrâz.
7. Ibnu’s-Sünnî Ahmed b. Muhammed b. İshâk eş-Şâfi’î ed-Dineverî (364/975), et-
Tıbbu’n-Nebevî.
8. Muhammed b. Hassan el-Harrânî (369/975), Kitâbu’t-Tabîb fi’l-Hâdîs.
9. Ebû’l-Kâsım Hasan b. Muhammed en-Nîsâbûrî (406/1015), Tıbbu’n-Nebi
(s.a.s.).
10. Ebû Nu’aym Ahmed b. Abdullah eş-Şâfi’î el-İsfehânî (430/1038), et-Tıbbu’n-
Nebevî.
Bu eser, konu ile ilgili merfu hadisleri ihtiva eden ilk kaynak olarak
de.gerlendirilmektedir
466
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
469
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
260) Önder Çağıran, “Tıbb-ı Nebevî Türkiye Türkçesi İle Metin”, Boğaziçi
Yayınları, İstanbul 1993.
261) Ibrahim Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Tıp: Tıbb-ı Nebevî, Ankara
1995.
262) Ahmet Agırakça, İslâm Tıp Tarihi, İstanbul 2004.
263) Veli Atmaca, Kadim Medeniyetlerde Hastalık Algılaması Ve Hastalar İçin
Dua Meselesine Giriş, Ankara 2009.
264) Celal Yeniçeri, Hz. Peygamber’in Tıbbı ve Tıbbın Fıkhı, Çamlıca Yayınları,
İstanbul 2013.
265) Veli Atmaca, Hadislerde Rukye, Rağbet Yayınları 2010.
266) Aidin Salih, Gerçek Tıp – Yitik Şifanın Peşinde, Yazı Yayıncılık, İstanbul,
2010.
267) Halil Ibrahim Molla Hatır, el-İsâbe fî Sıhhati Hadisi’z-Zübâbe, Cidde
1405/1985.
268) Mahmûd Nâzım en-Nesîmî, et-Tıbbu’n-nebevî ve’l-ilmu’l-hadîs, I-III,
Beyrut 1987.
269) H. M. Shilton, et-Tedâvî bi’s-savm, Dımeşk 1987.
270) Muhyiddîn Tâlû el-Alebî, et-Tıbbu’l-islâmî el-aklî en-nefsî el-cismî, Beyrut
1992.
271) Ali el-Mûnis’in, et-Tıbbu’n-nebevî fî ilâci marda’l-cihâzi’l-hedmî ve’l-kebed
(Sindirim sistemi ve karaciğer hastalıklarının tedavisinde nebevî tıp), Beyrut
1992.
19. Ebu’l-Fidâ Muhammed İzzet, Mu’cizâtü’ş-şîfâ fi’l-habbeti’s-sevdâ ve’l-asel
ve’s-sûm ve’l-basal, Kahire, ts.
20. M. Osmân Necâtî, el-Hadîsü’n-nebevî ve ilmü’n-nefs, Kahire 1993.
21. Hassân Şemsî Bâşâ, eş-Şifâ bi’l-Habbeti’s-Sevdâ, Beyrut 1419/1999.
2.2. Makale
272) Asaf Ataseven, “Tıbb-ı Nebevî”, Diyanet Dergisi, Hz. Peygamber Özel
Sayısı, (93-100), C. 25, Sayı 4, Ankara 1989.
273) F. Nafiz Uzluk, “İslam Tıbbının Gelişmesi” İslam Mecmuası, sayı: 4 (Tem-
muz-1956) s. 10-11.
274) Hasan Özönder, “İslam Tıbbına Toplu Bakış”, İslam Medeniyeti, 15 Kasım
1968, ss. 36-37.
275) Ayhan Tekineş, “Alternatif İslami Tıp: Tıbb-ı Nebevî”, Dîvân İlmî
Araştırmalar Dergisi, I/4 (1998), İstanbul 1998, s. 57-72.
276) Levent Öztürk, “Tıbb-ı Nebevî’de Tıbbî Etik”in Meta-Etik Analizi”, Sakarya
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 9/2004, ss. 105-119.
277) Ayhan Tekine”ş, “Tıbb-ı Nebevi’nin Metafizik Temelleri, Harran Üniversi-
tesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 23 (2010/Ocak-Hazrian), 119-138
278) Veli Atmaca, Tıbb-ı Nebevî Edebiyatının Doğuşu Ve Gelişmesi (Bibli-
yoğrafya Denemesi), Hikmet Yurdu, Yıl: 6, C: 6, Sayı: 11, Ocak – Haziran
2013/1, ss. 39-74.
470
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
471
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
halleri, Evlilik Dışı İlişki vs.), Ağız ve Diş sağlığı (Misvak vs.), Göz Sağlığı (Sürme Çekme
vs.), İslamiyet ve Modern Tıbbın Gelişimine Katkısı, İnanç ve İmmünoloji (T lenfosit
sayısında artış), Yemek Adabı (Sağ elle yemek yemek vs.), Güzel koku (Misk vs.), İba-
detlerin İnsan Sağlığı Üzerinde Etkisi (Namaz, Oruç, Kurban, Hac, Zekat vs.), Peygamber
Efendimizin tedavi ile ilgili mucizeleri (Kopan uzvun Peygamber Efendimiz tarafından
tekrar yerine yapıştırılması vs.), Organ Bağışı, Organ ve Doku Nakli, Dövme (tattoo) ve
İslam’da Yeri, Sünnet Olmak, Sağlığa Yararlı İçecek ve Yiyecekler (Bal, Süt, Kudret Hel-
vası vs.), Uyku, Çocuk ve Yaşlı Bakımı, Sağlığa Zararlı İçecek ve Yiyecekler (GDO’lu Gıda
Maddeleri, Ateroskloroz, içki, sigara, domuz eti, kan, ölü eti, plasenta yemek, etobur
vahşi hayvanların etinin yenmesi), Zehirlenmeler ve İlaç Tedavisi, Müzikle tedavi (Su
sesi, kuş sesi vs.), Alternatif Tıp ve İslam (Yoga, Akupunktur vs.), Modern Tıp ve İslam
(Kök Hücre Tedavisi, İmplantasyon, Tüp Bebek, Klonlama vb.), İslâm’da kılık-kıyafet ve
örtünme, Estetik Cerrahi ve İslam, Kürtaj ve diğer Çocuk Aldırma Yöntemleri, Şifalı su-
lar.
290) Adana 2015İslam & Tıb Tıbb-ı Nebevî Kongresi. (Çukurova Üniversitesi,
07-10 Ekim 2015, Adana)
Kongreye 17’si yurt d ışından olmaküzere toplam 160 bilim insanı katılmıştır. 94
bilim insanı 17 oturumda 63 sözlü bildiri sunarken 66 bilim insanı da 34 poster bildiri
sergilemiştir. Toplamda sunulan 97 bildirinin 79’u Türkçe, 12’si İngilizce ve 6 tanesi de
Arapça sunumlardan meydana gelmektedir.
Kongrenin ana temaları şunlardır: Kur’an ve Hadislerde Şifa, Hz Peygamberin Tıp
Alanındaki Uygulama ve Tavsiyeleri (Ateşle Daglamak, Hacamat vs), Koruyucu
,Hekimlik, Enfeksiyon Hastalıkları ve Karantina, AnneÇocuk Sağlığı ve Emzirme, Kişisel
Bakım ve Hijyen, Kötü Madde Kullanımı ve Zararlı Alışkanlıklar, Tıbbi ve Aromatik
Bitkiler, Gıda Güvenliği, Sağlıklı Cinsel Hayat, Güncel Tıp ve İslamiyet, İnanç ve
İmmünoloji, İbadetin İnsan Sağlığı Üzerinde Etkisi, Organ Bağışı ve Doku Nakli,
Hıtan/Sünnet Olmak, Zaman Yönetimi ve Sağlık, Yaşlılık ve Bakım, Helal ve Haram
Gıdalar, Sağlıklı ve Dengeli Beslenme, Alternatif Tıp ve İslam, Plastik Cerrahi ve İslam,
Dua ve Ruh Sağlığı, Kan ve Kan Ürünleri Kullanımı, Vakıf ve Tıp.
291) 4. Tıbbu’n-Nebevî Sempozyumu. (Fatih Üniversitesi & Marmara Sağlık
Federasyonu (MASFED), 24 Ekim 2015, Fatih Üniversitesi, Hadımköy, İstan-
bul)
Sempozyumda ‘Koruyucu Hekimlik ’teması işlenmiş olup Beslenme, Temizlik ve
.Ruh Saglıgı şeklinde isimlendirilen 3 oturumda 10 adet bildiri sunulmuştur
Sonuç
Ilk dönem hadis kaynakları incelendiğinde Tıbb-ı Nebevî’ye ait rivayetlerin hangi
bölüm veya başlıklar altında bulunduğu tespit edilmiştir. Özellikle İmam Mâlik’in
Muvatta’ı ile başlayıp isnadlı hadis naklinin büyük oranda son bulduğu h. V. Asra kadar
geçen sürede konularına göre tasnif edilmiş eserlerde Tıbb-ı Nebevî rivâyetlerinin yer-
leri, hangi başlıklar altında yer aldıkları ve sayıları da tespit edilmiştir.
H. II-V. Asırlar arasında teşekkül etmiş olan ve sonraki çalışmalara kaynaklık
eden bu eserlerdeki tıp ile ilgili rivayetlerin merfu yani Hz. Peygamber’e ait/O’na isnad
edilen rivayetlerden meydana geldiği görülecektir. Yine aynı dönemin ikinci bir özelliği
de tıp ile ilgili rivayetlerin genelde “Kitâbu’t-Tıbb” veya “Ebvâbu’t-Tıbb” ana başlıkları
altında toplanmış olmalarıdır. Bunun yanında özellikle Şafiî ve Hanbelî musanniflerin
ilgili hadisleri Kitâbu’l-Edeb, Eşribe, Et’ime, Libâs, Duâ, Zikr ve Zühd gibi hüküm
içermeyen, Kitâbu’l-Hudûd, Dahâyâ, Akdıye, Tahâret ve bazı ibâdet bölümlerinde
472
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
olduğu gibi doğrudan hüküm içeren bölümlere aldıkları da olmuştur. Nitekim Sa’îd b.
Mansûr, Dârimî, Nesâî, İbn Huzeyme ve Dârakutnî bu müellifler grubuna girmektedir.
h. V-X. Asırlar arasındaki dönemde ortaya çıkan Tıbb-ı Nebevî’lerin musannifler-
ine baktığımızda Hâkim en-Nîsâbûrî, Ebû Nu’aym el-İsfehânî ve Beyhakî gibi âlimlerin
yanında özellikle İbn Kayyım el-Cevzîyye, Zehebî ve Süyûtî gibi Şâfi’î veya Hanbelî,
birkaç tane Endülüslü Mâlikî ve İbn Hazm gibi Zâhirî mezhebine mensup alimler
olduğunu görüyoruz. Buradan da özellikle Şâfi’î alimlerin sünnet anlayışlarının gereği
olarak; bir Müslümanın hayatının bütün alanlarına dair Nebevî bilginin bulunduğunu
bildirmek ve bunların da bağlayıcı hükümler ifade ettiğini gözler önüne sermek gibi bir
maksadın olduğu anlaşılmaktadır.
Öneriler
292) Tıbb-ı Nebevî’nin kültürel ve evrensel boyutları nelerdir?
293) Hz. Peygamber’in irşat ve teblig görevinin yanında akıl ve tecrübeye
dayalı tıbbî konularda da hüküm koymuş mudur? Bu hadislerin sayısı ne ka-
dardır? Bu hadislerden hukukî veya fıkhî neticeler çıkarılmış mıdır? Bu
konularla ilgili olarak mezheplerin görüşleri nelerdir?
294) Tıbb-ı Nebevî’nin hem ilahiyat hem de tıp, eczacılık, ziraat, veterinerlik…
gibi farklı ilimlerle münasebeti olduğu için disiplinler arası çalışmalara ih-
tiyaç bulunmaktadır. Konu ile ilgili son birkaç yıldır yüksek katılımlı sem-
pozyumların yapılması ümit verici olmakla birlikte disiplinler arası çalışmalar
açısından yeterli görülmemektedir. Bu çalışmaların planlanması ve
yönlendirmelerin yapılıp daha detaylı ve kalıcı çalışmalar ortaya konula-
bilmesi için Tıbb-ı Nebevî Enstitüsüne ihtiyaç vardır. En kısa zamanda hayata
geçirilmesi temennisiyle…
Bu çalışmayla Tıbb-ı Nebevî sahasında çok sayıda eserin yazıldığı görülmüştür.
Kütüphanelerimizde ciddi araştırmalar neticesinde ortaya çıkarılmayı bekleyen birçok
eserin olduğunu da tahmin etmekteyiz. Bu eserlerin ortaya çıkarılıp muhteva incele-
mesi ve diğerleriyle mukayeselerinin yapılması sonucunda hadis ve tıp araştırmalarına
yeni boyutlar kazandıracağını ümit etmekteyiz.
Kaynakça
A. Adıvar, “Antâkî”, İslâm Ansiklopedisi, C. 1, s. 454-6, Milli Eğitim Basımevi, İstan-
bul, 1950.
Abdulmelik b. Habîb el-Endelüsî, et-Tıbbu’n-nebevî, (nşr. Muhammed Ali el-Bâr),
Beyrut 1993
Agırakça, Ahmet, İslâm Tıp Tarihi, İstanbul, 2004
Ahmet Acıduman, “Ankaralı Hekim Nidâ’î ve ünlü eseri Menâfi‘ü’n-Nâs: XVI. yüzyıl-
dan çocuk hastalıkları ve tıbbî deontolojiye bir bakış”, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Dergisi 2013; 56: 151-167.
Atmaca, Veli, “Tıbb-ı Nebevî Edebiyatının Doğuşu Ve Gelişmesi (Bibliyoğrafya
Denemesi)”, Hikmet Yurdu, Yıl: 6, C: 6, Sayı: 11, Ocak – Haziran 2013/1, ss. 39-74
Ayhan Tekineş, “Alternatif İslami Tıp: Tıbb-ı Nebevî”, Dîvân İlmî Araştırmalar
Dergisi, I/4 (1998), İstanbul 1998,
………………, “Tıbb-ı Nebevî”, DİA, C. 41, 2012, ss. 85-88.
Denizkuşları, Mahmud, Kur’an-ı Kerim ve Hadislerde Tıp, Marifet Yayınları,
,Istanbul, 1996
473
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
474
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
475
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
TIP ve HUKUK
476
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
477
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ÖZET
Hasta ve hastalık sayısının sürekli artması, tıp alanında yeni yöntemlerin
geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Yeni tıbbî yöntemler, hastalıkların teşhis ve te-
davisinde önemli katkılar sağlarken, çeşitli hukuki tartışmaları da beraberinde
getirmektedir. Bilimsel amaçlı tıbbî denemeler, ilaç deneyleri, sperm ve yumurta
bankaları, aşılama, klonlama vb. uygulamalar, hukuk dünyasının güncel tartışma alan-
larından sadece bir kaçını oluşturur. Bu çalışmada özellikle son yıllarda ortaya çıkan
yeni tıbbî uygulamaların hukukumuzu ne şekilde etkilediği değerlendirilmekte, hukuk
alanındaki boşluklar tespit edilerek çözüm önerileri getirilmeye çalışılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Tıbbî uygulamalar, yeni tıbbî yöntemler, hukuka aykırılık
ABSTRACT
Effects Of Medıcal Implementatıons On Our Legal World
The rise of the number of patients and diseases requires the development of new
methods in medicine. While the new medical methods help diagnosing and treating
diseases, they also bring about various juridical arguements. Implementations such as
medical tests for science, medication tests, sperm and ovum banks, vaccination, clon-
ing,…etc. make up only a few current arguements in legal world. In this study, how es-
pecially recent medical methods affect our law has been evaluated, and legal gaps will
be established and solution offers will be studied.
Key words: Medical implementations, new medical methods, illegality
I. GENEL OLARAK
Tıp hukukunun güncel sorunlarından biri de hastalıkların önlenmesi, tedavisi
veya etkilerinin azaltılması amacıyla hekimler tarafından yapılan uygulamaların huku-
ka uygunluğudur. Gerçekten, hekimlerce yapılan tıbbî uygulama, deneme ve müdahale-
lerin özünde hastalıkların teşhis ve tedavi gayesi yer almaktadır. Hastalıkları önlemek,
teşhis ederek tedavi edebilmek için, hastalıkların tedavisine yönelik çeşitli tıbbî yönt-
emlerin bulunması, hastalar üzerinde denenmesi, geliştirilmesi ve uygulanması gerek-
478
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ister doğrudan doğruya isterse dolaylı olarak tedavi amacına yönelik olsun, her iki halde
de tıbbî müdahalenin söz konusu olduğu kabul edilmelidir. Tedavi amacı taşımayan bi-
limsel araştırma faaliyetleri ile ötanazi ise tıbbî müdahale kapsamına girmez.
Hekim tarafından gerçekleştirilen faaliyetin tıbbî müdahale olarak nitelen-
dirilmesi için, kullanılan yöntemin meslek kurallarına göre yerleşik bir tıbbî yöntem
olması gerekir mi? Diğer bir deyişle, hastayı tedavi amacıyla geleneksel yöntemleri
kullanmak yerine henüz araştırma aşamasında bulunan ve insanlara uygulanması
halinde sonuçları kesin olarak bilenemeyen yeni bir yöntemi uygulamak hekimin
sorumluluğuna neden olur mu? Hekimler, kural olarak hastalarına uygulayacakları
tıbbî yöntemi seçmekte özgür bırakılmışlardır. Hekimin tedavi özgürlüğü olarak da
ifade edilen bu yetki, hekimin kendisine uygun görünen teşhis ve tedavi yöntemini
seçip uygulamakta serbest olduğu anlamına gelmektedir. Nitekim Tıbbî Deontoloji Tü-
züğü’nün 6. maddesinde, “tabip ve diş tabibi, sanat ve mesleğini icra ederken, hiç bir tesir
ve nüfuza kapılmaksızın, vicdanî ve meslekî kanaatine göre hareket eder. Tabip ve diş
tabibi, tatbik edeceği tedaviyi tayinde serbesttir” hükmüne yer verilerek bu özgürlüğe
vurgu yapılmıştır. Ancak bu özgürlüğün sınırsız olmadığını da belirtmekte yarar vardır.
Buna göre, hekim tarafından uygulanacak tedavi yönteminin sonuçlarının önceden
araştırılmış olması, bilimsel şekilde denenmek suretiyle hastaya en uygun tedavi yönt-
emi olduğu hususunda şüphe kalmaması gereklidir. Tedavi açısından daha az riskli
veya daha güvenli bir yöntem varken, farklı bir yönteme başvuran ve hastanın zarara
uğramasına sebep olan hekim, meslek kusuru işlemiş olur ve sorumlu tutulur.
B. Tıbbî Uygulamaların Mevzuatta Düzenlenişi
1. Genel Olarak
Ülkemizde tıbbî uygulamalara yönelik düzenlemeler tek kanunda düzenlenmem-
iştir. Sağlık hukukuna ilişkin hükümler içeren çok sayıda kanun, tüzük ve yönetmelik
mevcut olup, zaman zaman birbiriyle çelişen hükümlerle de karşılaşılmaktadır. Önce-
likle Anayasa’dan başlamak gerekirse, Sağlık Hakkı Anayasa’da bağımsız bir maddede
ayrıntılı bir şekilde düzenlenmemiştir. Anayasa’nın 56. maddesinde “herkes, sağlıklı ve
dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir” şeklinde bir hükümle düzenleme konusu
yapılan sağlık hakkı, insanların sağlıklarının korunması, hastalandıklarında iyileşmel-
eri, tıbbî bakım görebilmeleri ve tedavi alabilmeleri için Devletin sağladığı her türlü
imkândan yararlanmasını sağlayan sosyal bir haktır. Bu hak bireye bir hak olarak
tanındığı gibi, Devlete bir görev olarak da yüklenmiş, Devlet organlarına sağlık hakkının
korunmasına yönelik çeşitli sorumluluklar getirmiştir. Bu bağlamda, çevreyi
geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve
vatandaşların ödevi olduğu gibi, Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirl-
iğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet ver-
mesini düzenlemek zorundadır. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve
sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir (AY. m.56).
Anayasa’nın 17. maddesindeki düzenlemeye göre, “herkes, yaşama, maddî ve ma-
nevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbî zorunluluklar ve kanunda
yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbî deneylere tâbi tutulamaz”. Görüldüğü gibi, yaşama hakkı, kişinin maddi ve manevi
varlığını koruma ve geliştirme, herkese tanınmış en temel haklardan biri olup, tıbbî
zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında kişinin vücut bütünlüğü “dokunulmaz”
olarak kabul edilmektedir. Bu düzenleme, devletin yaşam hakkına yönelik doğrudan
müdahalelerini yasakladığı gibi, üçüncü kişilerin hukuka aykırı yollardan yapacakları
müdahalelerine karşı devlete bireyin hayatının korunması görevini de yüklemektedir.
480
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
481
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
değişikliğine, kürtajdan ötanaziye kadar çok farklı boyutlarda ortaya çıkmakta, hukuk
dünyasında da tartışmalara neden olmaktadır.
320) Klonlama ve Embriyonik Kök Hücre Üretimi
Kısaca “insan kopyalama” olarak ifade edilebilecek klonlama veya embriyonik
kök hücre üretimi, insan embriyolarından alınan kök hücrelerin başka embriyolara
aktarılması olarak ifade edilebilir. Bu yöntemde, döllenmiş yumurta içindeki çekirdek
DNA çıkartılıp yerine olgun bir yetişkinin DNA’sı konularak elektrik verilmekte ve bu
işlem sonucunda gelişimini sürdürerek dünyaya gelen bebek, canlı yetişkinin genetik
dizilimini taşımaktadır. Kök hücre üretimi, insandan insan üretme gibi çoğaltma amacını
taşıyabileceği gibi, hasta insanların sağlığına kavuşturulması amacına da hizmet edebil-
ir. Konuya ilişkin çalışmalar 1900’lü yılların başına kadar gitmekte birlikte, 1996 yılın-
da klonlanan Dolly, bu yöntemle ortaya çıkarılan ilk memeli canlı olarak bilinmektedir.
Türk Hukukunda insan klonlanmasına ilişkin herhangi bir düzenleme mevcut
değildir. 12.01.1998 tarihli “İnsan Kopyalanmasının Yasaklanmasına İlişkin Ek Proto-
kol” Türkiye tarafından imzalanmakla birlikte henüz onaylanarak yürürlüğe girmem-
iştir. Bu boşluğa rağmen Sağlık Bakanlığı, 19.09.2005 tarihinde yayımladığı 2005/141
sayılı genelge ile konuya ilişkin hukuki düzenlemeler sonuçlanana kadar embriyonik
kök hücre araştırmalarını yasaklamış, bir süre sonra ise, 01.05.2006 tarih ve 2006/51
sayılı genelgeyle “klinik amaçlı embriyonik olmayan kök hücre çalışmaları”na izin ver-
miştir.
321) Yapay Döllenme
Genel olarak üreme sorunları yaşayan çiftlere yönelik olarak geliştirilen yapay
döllenme, anne adayının yumurtası ile erkeğin sperminin çeşitli yöntemlerle döllen-
meye daha elverişli hale getirilerek, gerektiğinde vücut dışında döllenmesini sağlayıp,
gamet veya embriyonun anne adayına transferini kapsayan ve modern tıpta bir tıbbî
tedavi yöntemi olarak kabul edilen uygulamalardan oluşur. Yapay döllenme, farklı
şekillerde ortaya çıkabilir. Bu amaçla, sperm ile yumurtanın bir tüpte döllenmesi
sağlandıktan sonra anne vücuduna yerleştirilmesi “tüp bebek”, erkek sperminin kadın
yumurtasına enjekte edilmesi suretiyle dölleme sağlandıktan sonra anneye aktarılması
“mikro enjeksiyon”, tıbbî müdahale ile alınan erkek sperminin kadın vücuduna zerk
edilmesi suretiyle anne karnında embriyo oluşmasının sağlanması ise “aşılama” olarak
adlandırılmaktadır. Ayrıca, döllenmenin evlilik ilişkisi içinde yapılıp yapılmadığını göz
önüne alarak “homolog dölleme” ve “heterolog dölleme” ayrımı da yapılabilir. Homolog
dölleme, evlilik ilişkisi içinde yapılan ve eşlerden birinin sağlık sorunları, cezaevinde
veya uzakta olması gibi fiili engellerden dolayı doğal döllemenin yapılamadığı hallerde
gerçekleştirilen yapay döllenme şeklidir. Buna karşılık, heterolog döllemede, evlilik
birliği olmaksızın yapay döllenme gerçekleştirilmektedir. Bu ikinci durumda, evlilik
birliği devam ederken alınan ve sperm bankasında saklanan spermlerin evlilik sona
erdikten sonra kullanılması söz konusu olabileceği gibi, evlilik yapmaksızın çocuk sa-
hibi olmak isteyen bir kadının bu arzusunun kimliği belirsiz bir kişiden alınan spermle
yerine getirilmesi, ayrıldığı eşinden veya ölmüş kocasından çocuk sahibi olmak isteyen
kadının bu isteğinin karşılanması gibi düşünceler de devreye girmektedir. Bu
bağlamda, eşlerden alınarak döllenen yumurtanın üçüncü bir kişinin vücuduna yer-
leştirilmesi suretiyle gerçekleştirilen “taşıyıcı annelik” sorunuyla da karşılaşıla-
bilmektedir.
Yapay döllenmeye ilişkin olarak kanunda herhangi bir düzenleme bulunmamak-
tadır. Buna karşılık Sağlık Bakanlığı tarafından çıkarılan Üremeye Yardımcı Tedavi Uy-
gulamaları ve Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezleri Hakkında Yönetmelik’te konuya
ilişkin çeşitli hükümlere yer verilmiştir. Buna göre, yapay döllenme yöntemi, sadece
482
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
lamanın yapılacağı kişi evli ise, işlem öncesinde eşinin rızasının alınması da şarttır
(NPHK.m.6/2). Görüldüğü gibi, hukukumuzda kısırlaştırmaya kişinin rızasının bulun-
ması halinde izin verilirken, hadımlaştırma ancak tıbbî zorunluluklardan dolayı yapıla-
bilmektedir. TCK.m.101’de ise, bir erkek veya kadının rızası olmaksızın kısırlaştırıl-
ması, “üç yıldan altı yıla kadar hapis cezası” ile cezalandırılmakta, rızaya dayalı olsa bile,
kısırlaştırma fiilinin yetkili olmayan bir kişi tarafından işlenmesi halinde, “bir yıldan üç
yıla kadar hapis cezası”na hükmolunacağı belirtilmektedir. Ülkemizde hadımlaştırma
bir ceza aracı olarak kullanılmamakla birlikte, ABD, Almanya, Danimarka, Norveç, İsveç
ve İsviçre gibi ülkelerde cinsel suç işleyen kişilerin hadım edilmesi yönünde düzen-
lemeler mevcuttur.
323) Organ ve Doku Nakli
Insan kökenli biyolojik madde nakli olarak da ifade edilen organ nakli, ölü veya
diri bir insandan başka bir insana ya da kişinin kendisinden vücudunun başka bir yer-
ine hücre, doku veya organ aktarılmasına yönelik bir tıbbî uygulamadır. Organ ve doku
nakli, son yıllarda gelişen bir uygulama olmasına rağmen, eski çağlarda izlerine
rastlanan eski bir yöntem olarak kabul edilir. Genellikle işlevini yerine getiremeyen bir
organın başka bir insandan alınan organla değiştirilmesi, hayat kurtarıcı bir özellik
gösterdiğinden teşvik edilen bir uygulama olmakla birlikte, organ satışı ve organ
mafyası gibi olayların ortaya çıkmasında da etkili olmuştur. Ayrıca, insandan insana
yapılan organ nakillerinin yetersiz kalması, hayvandan insana organ nakline yönelik
çalışmaları da gündeme getirmiştir.
Organ ve doku nakli, ülkemizde 2238 sayılı Organ ve Doku Alınması, Saklanması
Nakli Hakkında Kanun (ONHK) ile TCK.m.91-93’te düzenleme konusu yapılmıştır. Bu
çerçevede, bir kişinin kendisi için yararı olmasa bile kendi organını rızası dışında bir
başkasına vermeye zorlanması kişilik hakkının ihlali olarak görülmekte olup, ancak
gönüllülük ve vericinin hayatını riske atmaması şartıyla organ nakline izin verilmekte-
dir. Herhangi bir kişiden organ nakli yapılabilmesi için, “on sekiz yaşını doldurmuş ve
mümeyyiz olması, vericinin en az iki tanık huzurunda açık, bilinçli ve tesirden uzak olarak
önceden verilmiş yazılı ve imzalı veya en az iki tanık önünde sözlü olarak beyan edip im-
zaladığı tutanağın bir hekim tarafından onaylanması” şarttır. Vericinin yaşamını mutlak
surette sona erdirecek veya tehlikeye sokacak olan organ ve dokuların alınması
yasaktır (ONHK.m.8). Buna karşılık, ölülerden organ nakli yapılması, genellikle ölenin
yakınlarının vereceği bir muvafakatle gerçekleştirilir. Beyin fonksiyonlarını kaybetmiş
ancak diğer organları tıbbî cihaz desteğiyle de olsa işleyen bir kişinin öldüğüne karar
verip organlarının alınmasına izin verilmesi birçok tartışmayı da beraberinde
getirmektedir. Bu noktada insanın hangi anda ölmüş sayılacağı, ölüm olayının kimin
tarafından saptanacağı, organların alınmasına kimlerin onay vereceği gibi sorunlarla
karşılaşılır. Gerçekten, ilk kalp naklinin yapılmasından bir yıl sonra yani 1968 yılında
“beyin ölümü” kavramının ortaya atılmış olması, organ nakline meşru bir zemin
oluşturma amacına hizmet ettiği gerekçesiyle eleştiri konusu yapılmıştır. Bu nedenle,
kanunda ölüm anının tespitinin, bilimin ülkede ulaştığı düzeydeki kuralları ve yöntem-
leri uygulamak suretiyle, kardiyolog, nörolog, nöroşirurjiyen ile anesteziyoloji ve rean-
imasyon uzmanlarından oluşan dört kişilik bir hekimler kurulu kararıyla yapılması
öngörülmüştür (ONHK.m.11). Organ nakline onay verme bakımından kanunumuz
çeşitli ihtimalleri içine alacak şekilde ayrıntılı bir hükme sahiptir. Buna göre, “bir kimse
sağlığında vücudunun tamamını veya organ ve dokularını, tedavi, teşhis ve bilimsel
amaçlar için bıraktığını resmi veya yazılı bir vasiyetle belirtmemiş veya bu konudaki
isteğini iki tanık huzurunda açıklamamış ise sırasıyla ölüm anında yanında bulunan eşi,
reşit çocukları, ana veya babası veya kardeşlerinden birisinin; bunlar yoksa yanında
bulunan herhangi bir yakınının muvafakatiyle ölüden organ veya doku alınabilir. Aksine
bir vasiyet veya beyan yoksa, kornea gibi ceset üzerinde bir değişiklik yapmayan dokular
484
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
alınabilir. Ölü, sağlığında kendisinden ölümünden sonra organ veya doku alınmasına
karşı olduğunu belirtmişse organ ve doku alınamaz. Kaza veya doğal âfetler sonucu
vücudunun uğradığı ağır harabiyet nedeniyle yaşamı sona ermiş olan bir kişinin yanında
yukarıda sayılan kimseleri yoksa, sağlam doku ve organları, tıbbî ölüm halinin alınacak
organlara bağlı olmadığı 11 inci maddede belirlenen hekimler kurulunun raporuyla bel-
gelenmek kaydıyla, yaşamı organ ve doku nakline bağlı olan kişilere ve naklinde ivedilik
ve tıbbî zorunluluk bulunan durumlarda vasiyet ve rıza aranmaksızın organ ve doku nakli
yapılabilir. Ayrıca vücudunu ölümden sonra inceleme ve araştırma faaliyetlerinde fayda-
lanılmak üzere vasiyet edenlerle yataklı tedavi kurumlarında ölen veya bunların mor-
glarına getirilen ve kimsenin sahip çıkmadığı ve adli kovuşturma ile ilgisi olmayan ce-
setler aksine bir vasiyet olmadığı takdirde 6 aya kadar muhafaza edilmek ve bilimsel
araştırma için kullanılmak üzere ilgili yüksek öğretim kurumlarına verilebilirler”.
Öte yandan, hukukumuzda bir bedel veya başkaca çıkar karşılığı, organ ve doku
alınması ve satılması kesin olarak yasaklanmıştır (ONHK.m.3). Bu çerçevede, TCK.m.91-
93’te, organ ve doku ticareti yapılması, hukuka aykırı yollardan canlı insan veya ölüden
organ ve doku alınması, rıza olmaksızın organ ve doku alınması, saklanması, organ ve
dokunun satılması suç olarak nitelendirilmiş ve satan, alan, saklayan vb. kişilere çeşitli
sürelerle hapis cezası verileceği hükme bağlanmıştır.
324) Cinsiyet Değiştirme
Cinsiyet degiştirme, sürekli tartışma konusu olan tıbbî uygulamalardan biridir.
Bu uygulama ile kişinin sahip olduğu cinsiyet özellikleri ortadan kaldırılmakta, yerine
karşı cinse ait özellikler yüklenmeye çalışılmaktadır. Diğer bir deyişle kadının erkek,
erkeğin kadın cinsine dönüştürülmesi cinsiyet değiştirme uygulaması olarak
adlandırılır. Bu tür uygulamalara başvurulmasının çeşitli psikolojik ve fizyolojik se-
bepleri vardır. Öncelikle çift cinsiyetli olarak dünyaya gelen kişiler (hermafrodit), her
iki cinse ait özellikleri birlikte taşıdıklarından, cinsiyet değiştirme uygulamasına tabi
tutularak cinsiyetinin belirginleştirilmesi sağlanmaktadır. İkinci olarak transseksüel
kimliğe sahip olan kişiler, anatomik olarak ait olduğu cinsiyetten farklı ruh yapısı iti-
barıyla kendisini karşı cinsten hissetmekte olduklarından cinsiyet değiştirme talebinde
bulunmaktadırlar. Transseksüel kimlikteki kişiler, kendi cinsel organlarından tiksinir,
tam tersi ruhsal yapıda olduğunu ileri sürer, ruhsal yönden büyük sorunlar yaşarlar.
Üçüncü grupta yer alan transvesti veya travesti olarak adlandırılan kişiler ise, karşı
cinse ait kıyafetler giyip karşı cinsin davranışlarını sergilerler. Transseksüellerden
farklı olarak travestilerin mevcut cinsiyetlerine yönelik ruhsal sorunları daha azdır,
bunlarda depresyon hali pek görülmez. Son olarak doğuştan cinsiyetleri belli olmasına
rağmen aynı cinsten kimselere ilgi duyan eşcinseller de cinsiyet değiştirme operasyon-
larına konu olmaktadırlar.
Cinsiyet degiştirme operasyonları, ülkemizde özellikle 80’li yıllarda gündeme
gelmiş ve kanunda yapılan değişiklik sonucunda belirli bir düzene sokulmaya
çalışılmıştır. İlk olarak TMK.m.29’da “doğumdan sonra meydana gelen cinsiyet değişi-
kliğinin asgari sağlık kurulu raporu ile belgelendirilmesi halinde” nüfus sicilinde gerekli
düzeltmenin yapılacağı hükme bağlanmış, bu düzenleme cinsiyet değişikliğinin
şartlarını tespit etmediği için eleştirilmiştir. Yeni Medeni Kanun’un 40. maddesinde ise
bu şartlar şu şekilde belirlenmiştir. Bu hükme göre; cinsiyet değiştirmek isteyen kimse
mahkemeye şahsen başvurarak cinsiyetinin değiştirilmesini talep edebilecektir. Mah-
keme bu istem karşısında cinsiyet değişikliğine izin verebilmek için; istem sahibinin 18
yaşını doldurmuş olmasını, evli olmamasını, transseksüel yapıda olup cinsiyet değişi-
kliğinin ruh sağlığı açısından zorunluluğunu ve üreme yeteneğinden sürekli olarak yok-
sun bulunduğunu bir eğitim araştırma hastanesinden alınacak resmi bir sağlık kurulu
raporuyla belgelemiş olması şartlarını arayacaktır. Bu şartların yerine gelmesiyle
485
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
486
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
1972.
Çağlayan, R. İnsanilik Unsuru Açısından Hadımlaştırma Cezası, III. Sağlık
Hukuku Kurultayı, Ankara 2010, s.92 vd.
Çeker, M. Tıbbî Müdahalelerde Hukuka Uygunluk Sorunu,
cu.edu.tr/insanlar/mceker/tibbimudahaleler.rtf (eriş. tarihi
07.10.2015)
Çilingiroğlu, C. Tıbbî Müdahaleye Rıza, İstanbul 1993.
Do.ğan, M Hadımlaştırmadan Doğan Hukuki Sorumluluk, III. Sağlık
Hukuku Kurultayı, Ankara 2010, s.138 vd.
Giesen, D. Die Zivilrechtliche Haftung des Arztes bei neuen Behand-
lungsmethoden und Experimenten, Bielefeld 1976.
Koca, M. Kısırlaştırma Suçu, III. Sağlık Hukuku Kurultayı, Ankara
2010, s.37 vd.
Kanado.ğlu, K Türk Anayasa Hukukunda Sağlık Alanında Temel Haklar,
TBB Dergisi, s.119 (2015) s.11 vd.
Özgül, M.E. Yeni Tıbbî Yöntemlerin Hukuka Uygunluğu, İstanbul 2010.
Pastner, B. Cinsel Suçlarda Erkek Faillerin Hadım edilmesi, III. Sağlık
Hukuku Kurultayı, Ankara 2010, s.126 vd.
Sert, S. Türk Medeni Hukukunda Cinsiyet Değiştirme, TBB Dergisi,
S.118 (2015), s.255 vd.
Temel, E. Alman Hukukunda Sterilizasyon Kısırlaştırma Uygulama-
larından Kaynaklanan Hukuksal Sorunlar, III. Sağlık Hukuku
Kurultayı, Ankara 2010, s.62 vd.
Temel, E. Hadımlaştırma Operasyonlarından Dolayı Alman Hukukun-
da Sorumluluk, III. Sağlık Hukuku Kurultayı, Ankara 2010,
s.115 vd.
Tüfekçi, İ. İslam Hukukuna Göre Gebeliğin Sonlandırılması, MÜİFD.
S.45 (2013), s.111 vd.
Y.ılmaz, E Organ ve Doku Nakli, Sağlık Hukuku Digestası, Yıl:2 (2012),
S.2, s.203 vd.
Zevkliler, A. Tedavi Amaçlı Müdahalelerle Kişilik Hakkına Saldırının
Sonuçları, DÜHFD. 1983, S.1, s.1 vd.
487
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Özet
Dünya hayatını yaşayan bir insan, dünyanın olumlu yönleriyle karşılaştığı gibi,
olumsuz yönleriyle de karşılaşabil-mektedir. Bunlardan hastalık ve ölüm, hayatın bir
realitesidir. Hadisler bazında hastalık olgusunu araştırdığı-mızda konuyla ilgili pek çok
hadisle karşılaşmaktayız. Hatta bazı hadis kaynaklarında hastayla ilgili açılmış özel
bölümler var-dır. Bu bağlamda çalışmamızda sağlığın önemi, koruyucu hekimlik, has-
talıkların tedavisi, Hz. Peygamber’in hastalarla o-lan ilişkileri, hastalıkların günahlara
ke-faret olması, rukye ile tedavi, hasta ziya-reti, hastalara sağlanan kolaylıklar, hasta
hakları, hastanelerde hastaların bakımı gibi konular işlenecektir.
Anahtar Kelimeler: hasta, hastalık, hasta hakları, Tıbb-ı Nebevî, sağlık
Abstract
Patients/Disease And Patients' Rights in The Context Of Prophetic Medi-
cine
Living the life, a human being not only faces the positive aspects of the world but
can also experience the negative ones. Of these, disease and death are the reality of life.
We encounter many hadith about the issue as we study the case of the disease in the
field of Hadith. Even in some hadith sources there are special sections regarding pa-
tient. In this context, issues such as the importance of the health, preventive medicine,
treatment of disease, theProphet's relations with the patients, redemption for the sins
of the disease, treatment with rukye, visiting the patients, facilities provided to patients,
patients' rights, care of patients in hospitals will be covered.
Keywords: patient, illness, patients' rights, Prophetic Medicine, health
488
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Giriş
Hasta, hastalık, sağlık, tedavi gibi pek çok konuyla ilgili malumatı hadis kay-
naklarında bulmak mümkündür. Kütüb-i Sitte ve diğer bazı hadis kaynaklarında
örneğin Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve İbn Mâce’nin eserlerinde yer alan
“Kitâbü’t–Tıb” veya “Kitâbü’l-Merdâ” gibi müstakil bölümlerde tıpla ilgili pek çok hadis
nakledilmekle beraber, diğer bazı bölümlerde de benzer hadisler bulunmaktadır. Hadis
kaynaklarının bu tür bölümlerinde ve Tıbb-ı Nebevî ismi altında müstakil olarak hazır-
lanmış eserlerde genel olarak şu konulardan bahsedilmektedir: Koruyucu hekimlik,
tabâ-betle ilgili tavsiyeler, hastalık anında hekime müracaat etmek, câhil tabiplere
başvurmamak, câhil tabiplerin cezalan-dırılmaları, bulaşıcı hastalıkların salgın halinde
bulunduğu yerlerden dışarı çıkmamak, bu gibi yerlere girmemek, hastaların manevi-
yatlarını takviye etmek, uyku, yeme ve içmelerini i’tidâl halinde tanzim etmek,
temizliğe ve bu arada dişlerin temizlenmesi ve umûmen sıhhatin korunmasına önem
vermekle ilgili tavsiyeler, bazı hastalıkları tedâvi eden ilaçların tavsiye edilmesi vb.
tıbbî konuları bu çerçevede zikredebiliriz. Görüldüğü üzere Tıbb-ı Nebevî hadisleri içer-
isinde yer alan hadisler içerisinde en başta koruyucu hekimlik olmak üzere hasta ve
hastalıklarla ilgili pek çok konu olduğu müşahede edilmektedir. Dolayı-sıyla hadis
kaynaklarının her birinde hasta, hastalık, hasta ziyareti ve tedavi olmakla ilgili pek çok
mesaj bulmak mümkündür.
İslam'da tıb ilmini öğrenmek ve tatbik etmek, "farz-ı kifaye" olarak kabul
edilmiştir. Müslüman bir toplumda hastaları tedavi edecek yeterli derecede uzman
hekim bulunmazsa, o toplumdaki bütün fertler bundan sorumlu olur.
I-Hastalık Realitesi
Dünya arenasına gelen her insanın, her türlü sıkıntı, kaza, belâ ve musibetlere
duçar olmaması noktasında bir garantisi yoktur. Bu dünya arenasında kimileri daha
kısa bir ömür yaşamakta, kimileri daha uzun, kimileri hastalıklar içerisinde, kimileri de
belâlara duçar olarak sayılı günlerini geçirmektedir. Hastalık da dünya hayatının re-
alitelerin-dendir. Şu anda sağlam ve sağlıklı/engelsiz olan bir insanın az sonra hasta
veya engelli konumuna gelmeyeceği konusunda elinde bir güvencesi yoktur. Dolayısıyla
öyle riskli ve tehlikeli bir dünya ortamı söz konusu ki, başta ölüm olmak üzere her türlü
olumsuzlukların, her an insanın başına gelme olasılığı söz konusudur ve her insan buna
aday konumundadır. Buna Kur’an ve hadisler de işaret etmektedir. Hiç kuşkusuz has-
talık da insanın başına gelen olumsuzluklardan birisidir. İnsana düşen bütün bunlara
karşı Müslümanca bir tavır takınması söz konusudur. Burada bedensel olabildiği gibi
ruhsal hastalıklar da söz konusudur. Yani hastalıklar sadece bedeni olmayıp, hem
bedenî olabilir, hem de aklî olabilir. Çünkü insanoğlu beden ve ruhtan müteşekkil bir
varlıktır. Dolayısıyla hastalık ve sağlık her ikisi de biz insanlar için var edilmiş olgu-
lardır. Çünkü insanın dünya hayatının her ânı aynı değildir, iniş ve çıkışların olduğu bir
dünyada yaşıyoruz. Hastalıkların temenni edilmesi, istenmesi söz konusu değildir.
Çünkü Peygamberimiz, Allah Teâlâ’dan duâlarında sürekli sağlık ve âfiyet temenni
etmiştir.
II-Peygamberlerin Hastalanması
Peygamberler tarihini incelediğimiz-de tüm peygamberler, beşer oldukları için
başlarına başta hastalık olmak üzere pek çok olumsuzluğun geldiğini görmek-teyiz.
Belki de diğer insanların başlarına gelenlerden daha ağır olanları gelmiştir. Peygamber-
ler, yaşadıkları toplumların isyankâr insanlarıyla problemler yaşamaları yanında, bazen
de kendi çocukları, babaları ve hanımlarıyla da sıkıntı ve problemler yaşamıştır. Hz.
Peygamber de hayatı boyunca İslâm’ın yayılması için mücadele içerisinde bulunmuş,
maddi ve manevi sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır. Hz. Peygamber’in maddi sıkıntı
489
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
lardan birisi olduğu hadiste şöyle ifade edilir: “Sizden hanginiz canı ve malı emniyet
içinde, vücudu sıhhat ve afiyette, günlük azığı da yanında olduğu halde sabahlarsa, sanki
bütün dünya kendisine verilmiş gibidir.”
Sahâbîlerden birisi farklı zamanlarda üç kez, en üstün olan duânın hangisi
olduğunu sormuş, Allah’ın elçisi, her defasında; "Rabb’inden dünyada da ahirette de
âfiyet vermesini iste." diye cevap vermiştir. "Allah'tan istenen şeyler arasında Allah'a en
sevgili olan şey sağlıktır." “Allahım! bedenime, gözlerime ve kulaklarıma sıhhat bahşet.”
Peygamberimiz, hastalıklardan Allah’a sığınırken bazen bu hastalıkların çeşitlerini ve
isimlerini de zikretmektedir: “Allahım! Alaca hastalığından, akıl rahatsızlığından,
cüzzâm illetinden ve kötü hastalıklardan sana sığınırım.” Dolayısıyla esas olan insanın
sağlıklı olmasıdır.
İnsanın dengeli ve doğal beslenmesi, makul yemesi içmesi, aşırı beslenmemesi,
sağlığı açısından fevkalade önemlidir. Günümüzde obezite dünya ülkeleri için ürkütücü
boyutlarda artmaya devam etmektedir. Pek çok hastalığın sebebi olduğunu söyleye-
biliriz. Fizyolojik ve biyolojik rahatsızlıklar, aynı zamanda rûhî ve psikolojik has-
talıklara da neden olmaktadır. Hz. Peygamber, bu noktada bizleri şöyle uyarır: “İn-
sanoğlu midesinden daha kötü bir kap doldurmamıştır. Kişiye belini doğrultacak kadar
yemek yeter. Bari hiç olmazsa midenin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de
havaya ayırsın.” Dolayısıyla vücudumuzu hastalıklardan korumak, sağlıklı bir hayata
sahip olmak için gerekenlerin yapılması bir vecibedir ve bedenimizi koruyup
korumadığımızdan da hesaba çekileceğimizi bilmeliyiz.
IV-Koruyucu Hekimliğin Önemi
İslâm’a göre, en başta insanın bedeni/sağlığı olmak üzere her şey bir emanettir.
Dolayısıyla bu emanetin zâyi olmaması için insana düşen bir takım görevler söz ko-
nusudur. İslâm tıbbı, hastalıkları tedâvi etmekten ziyâde insanları hastalıklardan
korumaya daha fazla önem vermiştir. Bugünkü tıbbın da en önemli konusu hiç
kuşkusuz koruyucu hekimliktir. Çünkü bu tür uygulamalar, hastalar için en kolay ve en
ucuz bir tedâvi metodudur. Dolayısıyla İslâm tıbbı ile günümüz tıb anlayışı bu noktada
örtüşmektedir. Ancak şu hususu da belirtelim ki, Batı toplumunda maddeci bir anlayış
hakim olduğundan ve insana gereken önem verilmediğinden çevre konusunda İslam’ın
asla kabul etmediği “tahrib et, tamir et” anlayışının yanında sağlık konusunda da “hasta
et, tedavi et.” anlayışının yer aldığını görmekteyiz.
Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerim de, koruyucu hekimlik çerçevesinde temizliğe ve
insan sağlığına büyük önem verir. Dengeli beslenmenin gereğine işaret eder, aşırı yem-
ekten ve isrâftan sakındırır. Yer yer bazı gıdaların faydalarından da bahseder. Örnek
olarak proteinli yiyeceklerden et, balık ve süt gibi besin maddeleri ile; hurma, üzüm,
buğday, nar, sarmısak, acur, soğan, mercimek, incir ve zeytin, gibi nebati yiyeceklerden
ve meyvelerden söz etmekte ve bu gıdaların ehemmiyetine işaret etmektedir. Şifa verici
baldan söz eden Kur’ân, bilhassa balın tedâvi edici hususiyetine dikkat çekmektedir.
Koruyucu hekimlik konusunda öyle hadisler var ki, günümüzde de geçerliliklerini
hala korumakta ve evrensel niteliklerini devam ettirmektedir. Örneğin Hz. Peygamber,
vücûd temizliğine o derece önem vermiştir ki haftada en az bir defa banyo yapılmasını,
muntazaman tırnakların kesilmesini, koltuk altı ve kasıklardaki tüylerin tıraş
edilmesini ve bıyıkların kısaltılmasını, sünnet olunmasını, yemeklerden önce ve sonra
ellerin yıkanmasını, misvak kullanılarak ağız ve diş temizliğinin sağlanmasını ön-
görmüş ve “Temizlik imânın yarısıdır.” buyurarak söylediklerini bizzat kendisi uygula-
mış ve çevresindekilere örnek olmuştur. “Elbiseni temizle.”, “Allah çok temizlenenleri
sever.” gibi âyetlerden ilhâmını alan Hz. Peygamber'in, sağlığa ne derece önem ver-
491
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
diğini duâlarında sık sık Allah’tan sağlık, sıhhat ve âfiyet vermesini niyâz etmesinden de
anlıyoruz
Yine temizliğe riâyet konusunda evrensel mâhiyette şu hadisler vârid olmuştur:
“Uykudan uyandığınızda ellerinizi üç kere yıkamadıkça başka bir kap içine sokmayın;
çünkü ellerinizin nerelerde gecelemiş olduğunu bilemezsiniz.” Yanına kirli elbise ile gelen
adam için “Bu adam elbisesini temizleyecek su bulamadı mı? ” buyurarak uyarıda
bulunmuş ve temizliğin önemine dikkat çekmiştir.“Allah temizdir, temizi sever, etrafınızı
temiz tutun ve Yahûdilere benzemeyin.” “Ellerinde et ve yağ kokusu olduğu halde (ellerini
yıkamadan) yatan kimse hastalığa yakalanırsa ancak kendisini suçlu görsün.” “Yiyecek ve
içeceklerinizin kaplarının ağzını açık bırakmayınız.” Bu hadisler, koruyucu hekimlik
açısından fevkalade önemli evrensel mesajlar vermektedir.
İnsanın sağlıklı ve dinç olması için başka önemli bir husus da Hz. Peygamber, gü-
reş, yüzücülük, binicilik, okçuluk, avcılık gibi sporların yapılmasını istemiş ve çocuklara
öğretilmesini de tavsiye etmiştir. Bizzat kendisinin de Hz. Âişe ile koşu yaptığı hadis
kaynaklarında yer almaktadır. Hatta bazı sahâbeyle güreş yaptığı dahi kaynaklarda
nakledilmektedir. Yukarıda örneklerini verdiğimiz, günlük hayatta uyguladığımız ve
her biri bir değer taşıyan bu hadisler, evrensel niteliklere sahip oldukları için
günümüzde de tıp sahasında hala geçerliliklerini korumaktadırlar. “Hz. Peygamber’in,
en hızlı ilerleyen ve değişen ilim dallarından tıp konusunda, günümüz ilim adamları
tarafından bile hayranlıkla karşılanan tıbbî bilgileri ve hakikatleri on dört asır önce
söylemesi, ancak O’nun peygamberliği ile alakalandırılarak açıklanabilir.” Dolayısıyla
bu alanda da Hz. Peygamber örnek alınmalıdır.
Sağlık açısından uykunun ayrı bir yeri vardır. Sağlığını tehlikeye atan, geceleri hiç
uyumaksızın ibâdet eden, gündüzleri oruç tutan Abdullah b. Amr b. Âs’a Hz. Peygamber,
“Böyle yapma, gecenin bir kısmında ibâdet et, bir kısmında da uyu, muhakkak vücûdunun
senin üzerinde hakkı vardır.” buyurarak, fıtrata uygun hareket etmesini sağlamış ve
kendisinin dengeli, sağlıklı bir hayat sürdürülme taraftarı olduğunu vurgulamıştır.
“Benim durumum sizinki gibi değildir.” buyurarak visâl orucunu ümmetine
yasaklamıştır. Aynı şekilde Hz. Peygamber, kişinin midesini tıka basa doldurmasını hiç
bir zaman tasvip etmemiştir. O, her zaman dengeli ve tabii beslenmekten yanadır. Bu
konuda şu meşhûr hadisi zikretmek de yerinde olacaktır: “Kuvvetli mü’min, zayıf
mü’minden daha hayırlıdır.” İslâm dini, sağlığa zararlı olan alkol ve uyuşturucu gibi
maddelerin kullanımını yasak etmiş, günümüzde olduğu gibi câhiliyye döneminde de
varolan sihir, büyü, üfürükçülük, efsunculuk ve kehânetle uğraşmayı men etmiş ve bu
kapıları kapamıştır. Gerektiğinde Kur’ân ve duâ ile şifâ aramaya cevâz vermiştir.
Görüldüğü üzere sağlık meseleleri bir bütünlük içerisinde ele alınmasının gerekli
olduğu ve rasyonel bir yaklaşım tarzı ortaya çıkmaktadır.
Sağlık kurallarından birisi de, bulaşıcı hastalık olan bir yere girmemek, böyle bir
hastalığın ortaya çıktığı yerden de hastalıktan kaçarak çıkmamak gerekir. Bu dinimizin
koruyucu hekimlik konusundaki önemli kurallarından biridir. Günümüz tıbbında buna
karantina denilmektedir. “Bir yerde vebâ çıktığını duyarsanız oraya girmeyin,
bulunduğunuz yerde vebâ çıkmışsa oradan ayrılmayınız.” ilkesini getirmiştir. Böylece Hz.
Peygamber ferdî ve umûmî sağlığa dikkat edilmesine önem ve özen göstermiştir. 1400
küsür sene önce karantina uygulamasının getirilmiş olması da dikkat çekicidir.
V-Hastalık Karşısında Takınılacak Tavır/İmtihan ve Sabır
Dünyada insanın bir imtihan sürecinden geçirileceğini ve bu dünya hayatının bir
imtihan olduğunu bildiren âyetlerin ve hadislerin sayısı oldukça çoktur. Ayetlerin ba-
zıları şöyledir: “And olsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana
çekileceksiniz.” “Sizi bir imtihan olarak kötülüklerle ve iyiliklerle imtihan edeceğiz.
492
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
likle kendi kendine hayatın üstesinden gelemeyen çaresizlerin her dertlerine derman
gördükleri Hz. Peygamber, çevresinin sağlık meseleleri ile de meşgul olmuştur.
Hz.Peygamber, eğer vahiy gelmemişse doğal olarak o dönemin tedâvî yöntemlerini ve
ilaçlarını tavsiye etmiştir. Dolayısıyla bugün tıbbın bunları aşmış olması, yani o tedâvin-
in eksik veya yanlış olması onun Hz. Peygamber’e ait olmadığını ortaya koymamaktadır.
Hz. Peygamber dönemi tıp anlayışında dağlama, hacamat ve bitkilerin karışımıyla
tedâvî etmenin yaygın olduğunu düşünürsek bu konudaki hadisleri daha iyi anlamış
oluruz. Hz. Peygamber’in tıbla ilgili hadislerinde modern tıpla çelişen bazı ifadelerin
bulunması, O’nun peygamberlik misyonuna halel getirmeyeceği gibi, o tür hadisleri
almamamızda herhangi bir sakınca da yoktur. “Bütün peygamberler gibi Hz. Peygamber
de, insan eğitimi ve toplum yönetimini ilgilendiren hususları kendi aslî görev alanı
bilmiş, bunun dışında söz gelimi meteoroloji, astronomi, botanik, tıb, fizik gibi ilimlere
ancak bir beşer olarak ilgi duymuş ve bunlarla bizzat meşgul olmayıp ehline
bırakmıştır.”
Hz. Peygamber, sahâbeye ve ümmete, hastalıklıların tedavi yollarını öğretmiş ve
uygulamıştır. Hastalıkların tedavi yöntemleri tek yönlü olmayıp, çeşitlidir. Bu yollardan
biri de, okuma ve nefes etme sûretiyle yapılan tedavi olup, buna rukye denilmektedir.
Hayber Gazvesi gününde sancağı Hz. Ali’ye vermek istediğinde Hz. Ali’nin gözlerinden
rahatsız olduğunu söyleyince onun gözlerini tükürüğüyle tedavi ederek kendisine dua
etti. O kadar ki, hiç ağrısı yokmuş gibi oldu ve neticede Peygamber sancağı ona verdi.
İşte burada Resûlullah’ın Hz. Ali’nin ağrıyan ve hasta olan gözünü tedavi etmesi bu çeşit
bir tedavi yönteminin isbatıdır. Çünkü Peygamberimiz sahâbeyi de bu yönde eğitmiştir.
Ancak tedavinin bugün kullanılan bütün meşru usullerine de Tıbb-ı nebevî eserlerinde,
genel anlamda rastlamaktayız.
Hastalığa sabredip ecrini Allah’tan beklemek demek, tedâvisi için çâre aramamak
değildir. Hem kendisinin hem de tıb ilminin imkânlarına göre çâre arayacaktır. Ancak
geçmişte vebâ karşısında tıbbın imkânları nasıl yok idiyse, şimdi de kişinin ya
da hastalığın çıktığı yöre halkının imkânları olmayabilir. Böylesi bir durumda yapılacak
iş, isyan etmeden ecrini Allah’tan beklemek, kendini Cenâb-ı Hakk’a teslim etmektir.
Esasen bu, her zaman her şartta her Müslümandan istenen ve beklenen bir tavırdır. Hz.
Peygamber hastalanan kişilere tıbbi açıdan tavsiyelerde bulunmuştur fakat hastalıktan
korunmak için ve şifa için duayı da emretmiştir. Hz. Peygamberin dua ile tedavi
olduğuna ve bunu ashabına tavsiye ettiğine dair birkaç hadis örnek verilebilir: Hz. Âişe
(r.a.) şöyle diyor: "Rasûlullah hastalandığında kendi üzerine muavvizât sûrelerini (ihlâs,
Felak, Nâs sûreleri) okurdu. Hastalığı şiddetlendiği zaman ona ben okur ve elinin bere-
ketini ümit ederek kendi eliyle kendisini meshederdim."
Osman b. Ebi'l-Âs, müslüman olduğu günden beri vücudunda bir rahatsızlık
hissettiğini söyleyince Hz. Peygamber (s.a.s.) ona: "Kendi elini vücudunda ıstırap duy-
duğun yerin üzerine koyarak üç defa 'bismillâh' de, yedi defa: 'Eûzü billâhi ve kudretihî
min şerri mâ ecidü ve ühâziru' (Hissetmekte olduğum ve sakınıp sığınmağa çalıştığım
şeyin şerrinden Allah'a ve O'nun kudretine sığınıyorum) de" buyurdu. Ben de bu şekilde
yaptım ve Allah bendeki ağrıyı giderdi. Şimdi aileme ve başkalarına hep bunu tavsiye
ediyorum." Hadîs-i şerîf, gerek hasta ziyaretine gidildiği zaman, gerekse herhangi bir
kimsenin gelip hastalığından dert yandığı zaman ona yapılacak duanın bir başka
misalini vermektedir. Ayrıca hastanın, kendi kendine okuyarak elini ağrıyan yerin üs-
tüne koyması gibi kişi yönlendirilmektedir.
Dağlama yoluyla tedâvi hastaya büyük acı verdiği için Peygamber Efendimiz
“Ümmetimin dağlanmasını yasaklıyorum”, “Dağlamayı sevmiyorum” buyurmak suretiyle
bu can yakıcı tedâviden vazgeçirmek istemiş ve mecbur kalmadıkça bu yola başvu-
494
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
495
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Sa’d ibni Ebû Vakkâs radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Yakalandığım şiddetli bir hastalık dolayısıyla Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
ziyaretime geldi. Ona: “Gördüğün gibi çok rahatsızım. Ben zengin bir adamım. Bir tek
kızımdan başka mirasçım da yok...” dedim. mübarek elini Sa’d’ın alnına koyup vücudunu
sıvazlamış ve “Allahım Sa’d’a şifâ ver ve hicretini tamamla!” diye dua etmiştir. “Hasta
veya ölünün başında bulunduğunuz zaman güzel sözler söyleyiniz. Zira melekler sizin
dualarınıza âmin derler.” “Hastalarınızı yemek yemeye zorlamayın, Allah onları yedirir
içirir” sözüyle de hastanın yemek konusunda zorlanmaması ve dikkatli olunması teşvik
edilmiştir.
Hz. Peygamber, hadislerinde nazara dikkat çekmektedir. Hadiste geçen “Hasetçi
her göz” ifadesi, nazar değmesinin gerçek olduğunu gösterir. Nazardan ve zarar vermesi
muhtemel her şeyin şerrinden Allah’a sığınmak gerekir. Zira hayrı da şerri de yaratan
O’dur. O’nun iradesinin ve kudretinin üzerinde asla bir güç yoktur. Hasta ziyareti
sırasında ve sorulması halinde şikâyet etmeksizin hasta olduğunu söylemek câizdir.
Hastaya bazı âyet, zikir ve dua cümleleriyle, Allah’ın güzel isim ve sıfatlarıyla okuyup
şifa dilemek câizdir. Nazar (göz değmesi) haktır. Her çeşit kötülükten ve şerden Allah’a
sığınmak gerekir. Bunun en uygun yolu da muavvizeteyn denilen Felak ve Nâs sûreleri-
ni okuyarak Allah’a sığınmaktır.
Hastalanan kişinin bulunduğu yerden çıkmaması, hastalığı başka yörelere
taşımaması bakımından önemlidir. Dolayısıyla bulaşıcı hastalıklara günümüzde de uy-
gulanan karantina uygulamasına yer verilmiştir. Kamuyu ilgilendiren bir konuda
böylesine ciddi tedbir almış olmak, İslâm’ın özelliğidir, hem de on beş asır öncesinden.
Tâun (vebâ), kitle halinde ölümlere sebep olan bulaşıcı bir hastalıktır. Her hangi bir
yörede alışılagelmişin dışında ortaya çıkması ve büyük ölçüde ölüme vesile olması,
onun azab olarak nitelendirilmesine sebep olmuştur. Bulaşıcı hastalık da insan için bir
tehlikedir. Nitekim Hz. Ömer (r.a.), salgın hastalık olan yere girmekten imtina etmiştir.
Ebû Ubeyde (r.a.) “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorduğunda Hz. Ömer ona,
“Allah’ın kaderinden yine onun kaderine kaçıyorum.” diye cevap vermiştir. Bu davranış,
salgın hastalığa karşı, kendini tehlikeye atmamak için alınmış bir tedbirdir.
VIII- Kardeşlik Hakkı Olarak Hasta Ziyaretinin Önemi
İslam dinine göre ırkı rengi ve kabilesi ne olursa olsun bütün inananlar kardeştir.
Bu din kardeşliği sözde değil, uygulamada/icraatlarda kendini göstermelidir. Din
kardeşliğinin gereğinin yapılması bir görev olarak hadislerde bir bir sayılmakta ve bun-
lar bir hak olarak öngörülmektedir. İşte Müslümanın, Müslüman üzerindeki haklardan
birisi, hasta ziyaretinde bulunmaktır. Hadislerde hasta ziyareti, (ıyâdetü’l-merîd) tabi-
riyle ifade edilmiştir. Hasta ziyareti sünnettir. Bu, kardeşlik hukukunun bir gereği ve
vefakârlığın bir göstergesidir. Hatta hasta olan kişi, sağlığında arayıp sormadığı
kişilerin bile kendisini ziyaret edip hal-hatır sormasını bekler, yollarını gözler.
Gelmedikleri takdirde hüzünlenir. Bu da hastalığının artmasına sebep olur.
Müslümanların birbirlerine karşı yerine getirmeleri gereken bir takım hak ve va-
zifeleri vardır. Bu hak ve vazifeler, maddî ve mânevî alanda olabilir. Bunların yerine
getirilmesi veya getirilmemesi durumunda doğacak mükâfat ve sorumluluklar da dü-
nyevî veya uhrevî müeyyideler olarak karşımıza çıkar. Hadiste hastalandığında ziyarete
gitmek, öldüğünde cenazesine iştirak etmek, karşılaştığı zaman selam vermek, davetine
icabet etmek, aksırdığı zaman “elhamdülillah” dediğinde “yerhamükellah” demek almak
gibi konu edilen haklar, öncelikle toplumun mânevi dinamikleriyle ilgilidir. Çünkü bun-
ların hiç birinin, yapılmaması halinde dünyalık bir cezası, bir müeyyidesi yoktur.
Peygamberler bile çeşitli hastalıklara düçâr olmuşlardır. Bu sebeple Müslümanlar, has-
talığı Allah’ın bir imtihanı olarak kabul ederler. Hastalıklar çeşit çeşittir ve her has-
talığın şiddeti de farklı derecededir.
496
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
497
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
kutlaması dikkat çekmektedir. Bu demektir ki, yapılan işin maddî bir karşılığı
görülmemesine rağmen, mânevî mükâfatına melekler şehâdet etmektedir.
Hz. Peygamber, din farklılığı gözetmeden hasta ziyaretlerinde bulunmuştur.
Örneğin, Yahudilerden hasta olan bir çocuğun ziyaretine gitmiştir. Meşhur münafık
Abdullah b. Übey vefat ettiği hastalığa yakalandığında, Allah Rasûlü (s.a.s.) onu da
ziyaret etmiştir. Ebû Derda (r.a.)’nın Yahudi komşusuna hasta ziyaretinde bulunması
hadis kaynaklarımızdaki örneklerden sadece birisidir. Yukarıdaki hadislerden an-
laşılacağı üzere Allah Rasûlü (s.a.s.) yaşadığı toplumdaki insanlarla ilişkileri canlı tut-
muş ve ihtiyaç olduğunda onları ziyaret ederek destek olmuştur. Hasta ziyaretinde
kişilerin dînî inanç ya da milletlerini göz önüne almadan onları bir insan olarak değer-
lendirip toplumda kaynaşmayı sağlamış, sonraki nesillere de huzurlu toplumun yolunu
gösteren evrensel bir davranış öğretmiştir.
IX-Hastalara Sağlanan Kolaylıklar
İslâm dininin evrensel ilkelerinden birisi de kolaylık dini olmasıdır. Bu kolaylığı
iki kategoride değerlendirmemiz mümkündür. Birincisi, İslâm dininin bütün hüküm-
lerinin kolaylıkla yerine getirilmesi, ikincisi de, insanın özel durumları göz önünde
bulundurularak getirilen kolaylıklardır. İslâm dininde mükellefiyet/sorumluluk, kişinin
gücü oranındadır. Bu noktada kişinin konumu ve durumu esas alınır. Hastalık, kişinin
elinde olmayan bir zaruret halidir ve ruhsatı gerekli kılar. Konuyla ilgili olarak kolaylık
ilkesinden bahseden şu âyet-i kermeleri verebiliriz: “Allah sizin için kolaylık diler, kesin-
likle size zorluk dilemez.” “(Allah) din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi.” “Al-
lah hiçbir kimseyi gücünün yetmeyeceği şeyle sorumlu tutmaz.” "Oruç sayılı günlerdedir.
Sizden kim hasta ya da yolcu olursa (oruç tutmayabilir), tutmadığı günler sayısınca başka
günlerde kaza eder. Oruç tutmaya gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verirl-
er…" Buhâr (ö. 256/870), Sahîh’inde Kitâbu’l-İmân’ın bir bâbına “Din kolaylıktır.” (ed-
Dnu yüsrun) adını vererek dindeki kolaylık anlayışını dile getirmektedir.
Kolaylık denildiği zaman çok geniş yelpazede ele alınması gereken bir husus
olduğunu hesap etmemiz gerekir. Örneğin teyemmüm, namaz, oruç, hac-umre ve cihad
gibi pek çok ibadet için söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Rahatsızlığı yüzünden
ayakta namaz kılmakta zorlanan İmrân b. Husayn (r.a)’ın sorusu üzerine Allah Rasûlü
şöyle buyurmuştur: “Namazı ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak, yine gücün
yetmezse yaslanarak kıl.” Ayakta kılmaya gücü yetmeyen kimse, oturarak, oturmaya da
gücü yetmeyen kişi, namazını sırtüstü yatarak kılar. Ayaklarını kıbleye karşı uzatır,
rükû ve secdesini imâ ile yapar. Yanı üzerine yatmakta olan bir hastanın yüzü kıbleye
yönelik olduğu halde ima ile namaz kılması caizdir. Ancak sırtüstü yatarak ima ile
namaz kılmak, yanı üzerine yatıp kılmaktan daha uygundur. Çünkü bu durumda, has-
tanın yüz kısmının kıbleye yönelmesi daha kolaydır. Başı ile de ima yapamayacak kadar
rahatsız olan kişi, namazı iyileşme zamanına erteler. Rahatsızlığı yüzünden secdeye
tam olarak eğilemeyen kimsenin, secde yerini sandalye veya yastık gibi bir şeyle
yükseltmesi gerekmez. Rükû ve secdeleri gücünün yettiği kadar eğilerek ima ile yapar.
İmâ; namazda başı önüne doğru eğmek sûretiyle yapılan işarettir.
Kur'ân’da haccın farziyyetini anlatan “..oraya gitmeye gücü yeten kimselerin,
Kâbe’yi ziyaret etmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” âyetteki “güç yetirme (is-
titâa)”, bedenî ve mâlî yeterliliği kapsar. Bedensel yeterlilik de, zihinsel ve bedensel
önemli bir engelin bulunmamasını gerektirir. Aynı şekilde oruç ibâdeti de sağlıklı ve
oruç tutabilecek güçte olan kişilere farzdır. Hz. Peygamber, ağrı, sancı veya benzer bir
sebeple gece namazını geçirirse, bir sonraki günün gündüzünde on iki rek’at namaz
kılardı. Hz. Peygamber, Zübeyr ve Abdurrahman b. Avf’a, yakalandıkları uyuz hastalığı
sebebiyle ipek elbise giyme ruhsatı verdi.
498
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
500
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
502
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
503
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Hastanelerde din hizmeti dünyada uygulanan yeni bir sistemdir. Avrupa ülkeleri
hastalara din hizmeti sunma konusuna bizden çok daha ciddi olarak eğilmişlerdir.
Avrupa’da 20. yüzyılın başından itibaren hastanelerde yatarak tedavi gören hastalara
dini ihtiyaçlarını karşılamak, onlara moral vermek, ibadetlerini hastalıklarının verdiği
imkânlar çerçevesinde yerine getirmelerine yardımcı olmak ve yaşama dirençlerini
desteklemek amacıyla din hizmeti sunulmuştur. Buralarda hastalara din ve moral hiz-
metinin sunulması; hastanelerin temel görevleri arasında sayılmış, hastaların ise en
tabii hakkı kabul edilmiştir. Ülkemizde yapılan ise moral sağlayıcı hizmet vermekten
ziyade ölüme yakın hastalara son dini görevleri yerine getirmek ve ölüm sonrası dinen
yapılması gereken hizmetleri sunmaktan ibarettir. Batıdaki uygulama ile paralel bir
uygulamaya ihtiyaç bulunmaktadır.
Gecikmiş de olsa memnuniyetle karşıladığımız Diyanet İşleri Başkanlığı ile Sağlık
Bakanlığı arasında, 07.01.2015 tarihinde hastanelerde manevi destek ve dini rehberlik
kapsamında “Hastanelerde Manevi Destek Sunmaya Yönelik İşbirliği Protokolü” im-
zalandı. Hastalara yönelik manevi destek hizmetinin Dünya Sağlık Örgütü tarafından da
evrensel bir hak olarak kabul edilmiştir. Hastalara yönelik manevi hizmet, hayata
yönelik bir hizmettir. Dolayısıyla bu hizmetin en güzel ve en kaliteli bir şekilde
yürütülmesi gerekir.
SONUÇ
Hastalık, engellilik ve ölüm, Allah’tan gelen bir kötülük değil, insan hayatının acı
realitelerindendir. Hayatın her zaman tek düze gitmeyeceğini bilmek gerekir. Dünyanın
olumsuzluklarıyla karşılaşıldığında insanın bu olumsuzlukları nasıl karşılaması, nasıl
bir tavır takınması gerektiği konusunda âyet ve hadisler insana yol ve yön gösterici bir
işlev sunmaktadır. Tıbb-i Nebevi bağlamında hasta ve hastalık konusunda pek çok had-
isin var olduğu dikkat çekicidir. Başta bizim peygamberimiz hasta olduğu gibi diğer
peygamberlerden bazılarının hastalığından da bahsedilmektedir. Öncelikle bu hadisler
arasında en başta gözetilmesi gereken en önemli husus koruyucu hekimlikle ilgili had-
islerdir. Hastalık geldiği zaman hem itikâdi açıdan, hem de ameli açıdan takınılacak
tavır konusunda mesajlar da fevkalade önemsenmelidir. Hastalığın nasıl gelirse gelsin
bir imtihan vesilesi olduğuna inanıldığı takdirde günahlara keffâret olacağı net bir
şekilde ifade edilmekle beraber hastalıkların tedavisine de ayrı bir önem verilmesine
ayrıca teşvik edilmektedir. Hz. Peygamber, himayeye muhtaç ve mağdur insanlara has-
saten daha fazla bir önem vermiş, hasta ziyaretinin bir hak olduğunu bildirerek kendisi
de müslim gayr-i müslim ayırımı yapmadan bizzat uygulamıştır. Hastalara yapılacak
muameleler konusunda da evrensel mahiyette güzel mesajlar vermiştir. O zamanlar
karantina uygulaması gibi günümüzde de devam ede gelen uygulamalara da yer ver-
miştir. Günümüzde ortaya çıkan hasta haklarını incelediğimizde esasında hadislerde
bunların fazlasıyla var olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla hasta hakları açısından tıbb-ı
nebevi hadisleri üzerinde hassaten yeni çalışmalar yapılmalıdır. Günümüzde hastanel-
erde hastalara manevi bakım uygulaması da fevkalade önemlidir. Diyanet İşleri
Başkanlığı ile Sağlık Bakanlığı arasında “Hastanelerde Manevi Destek Sunmaya Yönelik
İşbirliği Protokolü” nün imzalanması da ülkemiz adına sevindirici bir durum olduğunu
söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu çalışmamızda tıbb-i nebevi bağlamdaki hadislerin bir
kısmının hasta, bir kısmının da hasta yakınlarıyla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.
504
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
505
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
vermesine engel olacak her türlü psikolojik etkenlerden uzak bulunması gerekir. Hz.
Peygamber, yargıçlık görevini îfa edecek hakimin hüküm vermede uyması gereken bir
ilke bağlamında “Hiç bir hâkim öfkeli haldeyken hüküm veremez/ vermesin” buyurmak-
tadır. İslâm hukukçuları, bu hadisi delil alarak hâkimin şiddetli açlık, susuzluk, uykusu-
zluk, üzüntü ve hastalık durumlarında hüküm vermesinin uygun olmayacağı sonucuna
ulaşmışlardır. Alimler söz konusu hadisteki illeti dikkate alarak hâkimin psikolojisini
etkileyebilecek benzer faktörleri de buna dahil ederek hükmün kapsamını
genişletmişlerdir. Bu cümleden olarak kötü duyguların veya eşinde uzun süre ayrı kal-
mış olmasından nâşi şiddetli cinsel arzuların tesirinde iken ya da aşırı soğuk ve sıcak
ortamda de hüküm vermekten kaçınması gerektiğini belirtmişlerdir.
Zira hakim için duygu durum bozukluklarına ve dikkatinin dağılmasına ya da
duygusal davranmasına neden olabilecek bütün psikolojik etkenler onun adil hüküm
vermesine engel olabilecek sakıncalar kapsamında değerlendirilmiştir.
Netice olarak fakihlerce, hakimin doğru düşünebilmesi açısından zihinsel ve ruh-
sal yapısını etkileyecek her türlü olumsuz tesirden uzak bulunması gerektiği görüşü
kanıksanmıştır.
Adalet dağıtan hakimin içinde bulunduğu psikolojik haller ve bunun yargı faaliye-
tine olumsuz yansımaması noktasında gözetilen maslahat, psikolojisi bozukken talak
tasarrufunda bulunan kimsenin (psişik hallerde iken) tasarrufunun geçerli olmaması
noktasında da gözetilmiştir. Zira Hz Peygamber “iğlak halinde boşama ve azad yoktur”
diyerek öfke ve sinir krizi halindeki boşamayı geçersiz saymıştır. Hadiste geçen “iğlak”
kelimesini, İmam Şâfî, Ahmed b. Hanbel, Malikî imamalardan Kadı İsmail b. İshak
Mesruk ve Ebû Davud gibi bir çok alim gazap olarak tefsir etmişlerdir. Bu anlam verild-
iğinde Hz. Peygamber, bu tutumuyla mükellefin psikolojik durumunun hukuki tasarruf
üzerindeki etkisine dikkat çekmiştir. Hadiste yer alan iğlak kelimesini bazı fakihler
“ikrah” olarak anlamışlardır. İbn Teymiyye de iğlak kelimesini kişinin kalbinin kapa-
narak, sözün maksadını tayin edememesi ve onu bilememesi, sanki maksadı ve iradesi
kapanmış gibi olması şeklinde açıklar. İğlak dilde kapamak kilitlemek demektir.
Kızgınlık esnasında kişinin salim düşünme kapısı kapanır. Bu durum onun psikolojisini
etkiler. Kızan kimsenin aklı karışır istemediği şeyi söyler. İkrah ve sarhoşluk duru-
munda olduğu gibi temyiz durumu ortadan kalkması nedeniyle öfkeli şahsın talakı
muteber olmaz.
Regl döneminde verilen talakın geçerliliği konusunda âlimler farklı düşünseler de
bunun sünnete aykırı ve bid’at olduğu hususunda görüş birliği içindedirler. “Ey
peygamber! Kadınlarınızı boşayacağınızda onları iddete başlayabilecekleri bir zamanda
boşayın ve iddetleri sayın.” Emri gereği sünnete uygun boşamanın kadının hayız görme-
diği ve son regl dönemini müteakip kendisinde cinsel ilişkinin vuku bulmadığı temizlik
döneminde bir talak şeklinde gerçekleşen boşamadır.
"Abdullah ibn Ömer, hanımını, regl döneminde (hayızlı) iken boşamıştı. Bunun
üzerine Hz. Ömer, bu durumu Resulullah (s.a.v)'a anlatmış. Resulullah (s.a.v) de bu du-
ruma kızmış, sonra da: “O, hanımına geri dönsün. Hayızından temizlenip (tekrar) bir
hayız (daha) görüp sonra (tekrar) temizleninceye kadar (hanımını nikahı altında) tut-
sun. Eğer onu boşamak isterse, temizken (kendisiyle) cinsel ilişkide bulunmadan
boşasın. İşte şanı yüce olan Allah'ın; kadınların, içinde, boşanmasını emrettiği iddet
(dönemi), budur” buyurmuştur.
Buna benzer bir rivayet daha var. Bu rivayetin içerisinde şu ifade yer almaktadır:
“Ona emret! Hanımına geri dönsün. Ta ki kadın, içerisinde boşadığı hayızdan başka yeni
bir hayız görünceye kadar onu nikahı altında tutsun. Eğer onu boşamak isterse,
507
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
hayızından temizken (kendisiyle) cinsel ilişkide bulunmadan boşasın. İşte yüce Allah'ın
emrettiği iddet (dönemi) için boşamak, budur.
Zikri geçen ayet ve onun beyanı durumunda olan bu hadise göre regl döneminde
gerçekleşen bir boşama tasvip edilmemekte ve haram olarak kabul edilmektedir. Ni-
tekim eşini hayızlı iken boşayan kocanın karısına dönmesi gereği konusunda alimler
ittifak halindeyken buna atfettikleri hüküm açısından (bu dönmenin vacip mi ya da
müstehap mı olduğu konusunda) görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Mâlikîler, bir rivayete göre Ahmed b. Hanbel, Mergînânî Zâhirîlerden Davud’a
göre dönmesi vaciptir. Koca hayız halinde boşadığı karısına dönmeye zorlanır.
Ebû Hanife, İmam Şâfî, Evzaî ibn Ebî Leylâ, Ebû Sevr, Ahmed b. Hanbel, İshak
Kudûrî’ ile diğer bazı âlimlere göre böyle durumda kocanın karısna dönmesi müstehap-
tır. Çünkü Hz. Peygamberin İbn Ömer’e dönmesi için gıyabında verdiği emir nedb ifade
eder. Bu görüşü savunanlara göre koca karısına dönmeye zorlanamaz, ona dönmesi
emredilir.
Regl döneminde yapılan boşamanın bid’at ve haram olarak kabul edilmesine
rağmen âlimlerin cumhuru bunun geçerli olduğu kanaatindedir. Nitekim Hanefî, Malikî,
Şâfiî ve Hanbelîler bu görüşte olup onlara göre böyle bir boşama hukukî sonuçlar
doğurur.
Cumhur bu konuda delil olarak: talakla ilgili ayetlerin Kur’an’da mutlak olarak
geçtiğini ve bir kayıt içermediğini ayrıca konuyla ilgili yukarıda zikri geçen rivayetin
yanında “Abdullah ibn Ömer, hanımını, bir talak ile boşamıştı. Bu da, kadının talakların-
dan (bir talak) sayıldı. Bunun üzerine Abdullah, Resulullah (s.a.v)'in kendisine emrettiği
(şekil üzere) hanımına geri döndü” Şeklinde rivayetlerin yer aldığını ileri sürerler.
Ayrıca İbn Ömer için “eşine dönsün” ifadesinden hareketle “dönme” zikredildiğine göre
boşama olmuştur şeklinde bir çıkarımda bulunurlar.
Zübeydî tarikiyle gelen benzer bir rivayette, Abdullah ibn Ömer şöyle der:
“Bunun üzerine eşime geri döndüm. Yapmış olduğum talak ise, kadın için bir talak
sayıldı.”
Aralarında Said b. El-Müseyyeb’in bulunduğu bazı tabiûn fakihler, Caferü’s-Sadık,
İmam Bakır, İbn Hazm, İbn Teymiye, İbn Kayyim el-Cevziyye, Şevkanî ve son dönem
âlimlerden Muhammed Abduh, M. Reşid Rıza ve Ebû Zehra gibi âlimlere göre adet
halindeki kadının boşanması muteber olmaz ve hukukî sonuç doğurmaz. Bu âlimlerin
delileri de şöyledir.
“Ey peygamber! kadınlarınızı boşayacağınızda onları iddete başlayabilecekleri bir
zamanda boşayın ve iddetleri sayın.” Bu ayette Yüce Allah iddetin sayılabileceği bir dö-
nemde yani temizlik döneminde boşamayı emretmiş ve bunu esas kılmıştır. Bunun
dışında vâki olan talak muteber değildir. Ayrıca bu ayet talakla ilgili diğer nassların
mutlak ifadelerini kayıtlamaktadır. Dolayısıyla erkeğin karısının iddetini gözetmeden
boşaması muteber olmaz.
-Allah’ın emrettiği iddetin mahiyeti: Hz. Peygamber’ın Abdullah’dan dolayı babası
Hz. Ömer’e söylediği: “O, hanımına geri dönsün. (Hayızından) temizlenip (tekrar) bir
hayız (daha) görüp sonra (tekrar) temizleninceye kadar (hanımını nikahı altında) tut-
sun. Eğer onu boşamak isterse, temizken (kendisiyle) cinsel ilişkide bulunmadan
boşasın. İşte şanı yüce olan Allah'ın; kadınların, içinde boşanmasını emrettiği iddet
(dönemi), budur” sözü ile beyan olunmuştur.
-Kur’ân’da “Boşama iki defadır” bu ayette Allah, izin verilen ve pişmanlık duru-
munda dönüşü mümkün olan talakı iki ile sınırlandırmıştır. Ayette geçen “merretân”
508
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
lafzına göre boşama bir defada iki kere değil, bir boşamadan sonra diğer bir temizlik
döneminde ikinci bir boşama şeklinde olmalıdır. Bunun dışındakiler talak değildir. Sa-
habe de bu şeklin dışında gelişen talakı haram olarak görmüştür.
-Hz. Peygamber’in, “Bizim emrimize (dinimizin talimatına) uygun olmayan her iş
merduttur/reddolunur” hadisi Allah ve Rasulünün emri, talebi ve izni dışında
gerçekleşen bir talakın geçersiz sayılacağının açık delilidir.
Burada bakıldığında kadınları regl döneminde boşamanın muteber olmadığını
savunanların görüşlerinin daha isabetli ve delilerinin daha güçlü olduğu görülür. Kadın-
larınızı boşayacağınızda onları iddete başlayabilecekleri bir zamanda boşayın ve iddetleri
sayın.” Emrinin istihab veya nedb ifade ettiğine dair bir karine olmadığına göre bunun
vücub ifade ettiği açıktır. Dolayısıyla bu emre aykırı hayız döneminde yapılan bir
boşama geçersiz olacaktır. Her iki taraf İbn Ömer hadisini delil olarak kullansa da “o
karısına dönsün” ifadesi bu boşamanın geçerli olmadığını gösterir.
Hayız döneminde yapılan boşamanın tasvip edilmemesinin hikmetine gelince al-
imler, boşamanın vaki olduğu hayız günlerinin iddetten sayılmaması nedeniyle iddetin
uzayacak olması şeklinde açıklamışlardır. Bu noktada Regl dönemindeki kadınların
halet-i ruhiyeleri psikolojik durumları dikkate alınması meselesine temas edilmemiştir.
Oysa kadınların çoğunlukla ay hali dönemlerinde davranış olarak bir kısım değişi-
kliklere maruz kalmaları ve bünyelerinde meydana gelen fizyolojik değişiklikler ve ay-
başı sendromu etkisiyle normal durumlarda göstermeyecekleri tutum ve davranışlarda
bulunmaları muhtemeldir. Bu şekilde tezâhür eden geçimsizlik haline duygusal faktör-
ler karışmış olacaktır. Neticede kadının bu psişik hali, boşanmaya olumsuz katkıda
bulunacaktır. Kulunun maddi-manevi her türlü maslahatını gözeten Yüce Şâri “Sana
kadınların özel hallerini sorarlar o bir sıkıntı/ rahatsızlıktır, bu nedenle ay halinde olan
kadınlardan uzak durun” buyurarak bu durumdaki kadınlarla ilişkide daha hassas dav-
ranılmasını öğütlemektedir. Bu ayette “uzak durmadan maksadın cinsel ilişki olduğu
belirtilse de, onlarla olan diyalogda duyarlı davranılması gerektiği anlamı da ayetin
zımnında mevcuttur. Çünkü ayette yer alan ezâ kelimesi fizyolojik rahatsızlığı içine
aldığı gibi psikolojik manevi sıkıntıları da içerir. Nitekim sıkıntı kapsamında bir çok
kadında regl döneminde (agresiflik, gerilim, ağlamaklık vb. şekilde seyreden duygu
durum bozuklukları, günümüz Tıp biliminde Premenstrüel disforik sendrom olarak
isimlendirilmiştir. İşte Kuran bu zikredilen psikoljik rahatsılıkları içeren sendromu
teknik olarak isimlendirmese de o çağda vaz ettiği hükümlerde dikkate almış olması
anlamlıdır. O halde bu meseleyle alakalı olarak günümüzde regl döneminde kadının
içinde bulunduğu sendrom ve psişik anormal halin muhtemel olumsuz etkileri nedeni-
yle bu dönemde ondan ayrılmak ve boşamak uygun olmadığı, izahının yapılması gere-
kir. Şârinin koyduğu hükümlerdeki hikmeti bu örneklerde olduğu gibi gelişen bilimin
ışığında yeniden düşünmek ve araştırmak Müslüman âlimler için büyük önemi haizdir.
Bu İslam hukukunun vahiy kaynaklı ve hikmeti gözeten bir karaktere sahip olmasının
ürünüdür/semeresidir.
509
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
MÜSLÜMAN TABİPLER
ve ESERLERİ
510
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
511
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Giriş
Tıbb-i Nebevî, kısaca Hz. Peygamber’in hastalıklar ve sağlık ile ilgili değer-
lendirmeleri ve tavsiyeleri çerçevesinde oluşan birikimdir. Bu birikime dahil olan
eserlerde hadislerin yanında ayetler, farklı dönemlerde yaşayan hekimlerin görüşleri
de yer almaktadır. Yine, büyü, sihir gibi durumlar için ve dua ile tedavi de Tıbb-i
Nebevî’nin bir parçasıdır (TEKİNEŞ, 1996, s.1996). Bu çalışmada, Tıbb-ı Nebevî ile
ilgili bu özelliklerin, 16. yüzyılda yaşamış iki hekim tarafından nasıl işlendiği, hangi
müfred ve mürekkeb ilaçlarda bunlardan yararlanıldığı ortaya çıkarılmaya
çalışılacaktır.
Osmanlı döneminde 16. yüzyıldan itibaren başlayan devre Türk tıbbının en
üretken dönemlerindendir. 20 yüzyıla gelindiğinde tercüme ve telif olmak üzere 5607
tıp kitabının yazıldığı bilinmektedir. Bu kitapların bazıları, hekime ulaşmanın kolay
olmadığı dönemlerde halkın sağlığının korunması ve tedavisi için pratik bilgiler
vermek amacıyla yazılmıştır (İhsanoğlu-Şeşen vd., 2008; s CIII-CVI).
Bu kitapların içerisinde en fazla yararlanılanlardan biri Şaban Nidâî (1509-
1568?)’nin 1566’da Türkçe yazdığı Menâfiü’n-Nâs ve bu eserin manzum hali olan
Dürrü’l-Manzum ile Dâvûd-ı Antakî (1541?-1599)’nin (tarihte 1568-69) Arapça
yazdığı Tezkiretü’l-Uli’l-Elbâb ve’l-Câmiü’l-Acebü’l-Ucâb adlı eserleridir. Bunu
aşağıdaki tabloda görmek mümkündür:
512
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
513
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
514
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
515
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
516
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
517
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
518
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Burada da tavuk eti yemenin nâsur hastalığına sebep olacağı hakkında “hadis
varid olmuştur” denilmektedir.
519
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Bu kayda göre İbn Hafif eş-Şirazi Peygamberimizden baş ağrısı için bir dua
nakletmiştir.
(Menâfi’ü’n-nâs, Derviş nidai,3385/87vr, Suud Ktp.) vr. 11a
520
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
521
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
328) (14) Òardal: Ol, lübsÀndır. Uãÿline Mıãır’da keber dirler... [119b] ...
(13)... Ve anıñ òavÀããı åuúÀtdan menúÿl-(14)-dur ki úaçan andan bir avuç
alub bu Àyet-i şerìfi (15) (16)
yüz kerre oúuyalar (17) ve her kerre ki yÀ mübìn
diseler ismin èadedince ve bir evde serpeler ve bir gün kÀmil (18) úapuyı
baàlayalar, ãoñra açalar ol evde medfÿn olan şeylere cemè olur. (119a/14;
119b/13-14-15-16-17-18)
522
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Bu maddedeki ayet, lafzî olarak geçmektedir yani metnin içerisinde açıkça yer
almaktadır. Burada geçen ayet, gömülü olan şeylerin nasıl bulunması gerektiği ile
ilgili açıklama dolayısıyla geçmektedir. Gömülü olan şeylerin bu ayetle bulunmasına
vesile olan bitkinin ise hardal tanesi olduğu görülmektedir
b) Hadisler:
329) (10) Elyete: (13) sürseler ıãlÀó ider. Ve eger siyÀh úoçdan dutsalar ve
üç úısm eyleseler berÀber ve üç günde (14) biri úadar èÀúırúaróÀ ve zence-
bìl ve zebed ile içseler èaraúı’n-nisÀ'a ki bir maraødır, anı zÀyil ider. (15)
Ve bu, mücerrebdir. Ve óadìå-i óasen óaúúında vÀrid olmışdır (25a/13-15).
İncir maddesinde incirin çeşitli faydaları ile birlikte, bâsûra iyi geldiği de belir-
tilmiştir. Bu özelliğine, incirle ilgili hadis-i hasen olduğu ifade edilerek vurgu
yapılmıştır. Hadis de metinde Türkçe olarak geçmektedir.
333) (12) Cemel: (14) Anıñ eti rubè ısıtmasını zÀyil ider yemek ile ve
bedeni úavì ider ve şehveti taórìklendirir (15) ve yereúÀna ve óarúa-i bevle
nÀfièdir ve sidigi suèleye ve zükÀma ve ciger şişlerine ve ùalaàa (16) ve
istisúÀya nÀfièdir içmek ile ve úoúlamaú ile, òuãÿãÀ südi ile bile. Ve anlara
óadìå-i (17) şerìf vÀrid olmışdır. (84b/14-15-16-17).
525
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
526
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Hayvanların iç yağı ile ilgili açıklamada, bir hadis-i mevkuf bulunduğu belir-
tilmiştir. Bu hadis de hem Arapça hem de Türkçe olarak açıkça yazılmıştır. Buna
göre, şahm yani hayvanların iç yağı, [Çok az bile olsa] hastalalıkları gidermektedir.
340) (15) Şÿniz: [218b] (18) ... Óaúúında óadìå-i (19) ãaóìó vÀrid olmışdır.
Ve ol óadìå budır: (20) yaènì didüginden murÀd
bÀrid maraølardır yaènì pes (21) buña göre óadìå-i ãerìfiñ èumÿmı
min-óayåü’n-nevèdir lÀ-min-óayåü’l-külli yaènì ol ölümden [219a] (1) àayrı
cemìè maraølara devÀdır. (218b/21; 219a/1)
Çörekotu ile ilgili açıklamalarda iki tane hadis geçmektedir. Bunlardan bi-
rincisinin hadis-i sahih olduğu belirtilmiş, ama Türkçesi yazılmamıştır; ikincisinin
ise hadis-i şerif olduğu ifade edilmiş ve hem Arapça hem de Türkçe olarak
yazılmıştır. Bunlara göre, çörekotu, ölümden başka her derde devadır.
341) (3) Úusù: (13)... Ve ferÀzücesi raómi àÀyetle ãÀfì ider. Ve óadìå-i şerì-
fde vÀrid olmış ki ol, çoú (14) maraølara nÀfièdir ve faøalÀtı cÀrì ider ve
úurtları ve ecinneyi isúÀù ider ve úanı ôÀhire (15) ceõb ider ve eåerleri bal
ve ùuz ile zÀyil ider sürmek ile ve ùamarları perkidir ammÀ meåÀneye (16)
øararı vardır... (265a/13-14-15-16)
527
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
olan çiçekleri. Ol ecilden Óaú SübóÀna ve TeèÀlÀ balı (16) şarÀbile tesmiye
eylemişdir. Ve şarÀb nefè içün mevøÿèdır. Ve baèdehu anı taãrìó (17)
Macun açıklamasında geçen hadis, macunların içerisine konulan bal ile ilgi-
lidir. Bala vurgu yapılarak macunların önemine dikkat çekilmiştir. Metinde doğrudan
yazılan bu hadisi de Ümmetimin şifası üç şarta bağlıdır: ‘Hacamat, bir kaşık bal, ya
da Allah’ın kitabından bir ayet şeklinde çevirmek mümkündür.
c) Bazı Hekimlerin Görüşlerinden Örnekler
Dâvûd-ı Antakî’nin eserinde yaklaşık 100 hekimin görüşleri, uygulamaları yer
almaktadır. Burada yalnızca birkaç tanesi ele alınmıştır.
343) Bokrât, Enderûmâhas, Yesakdiridis, Askalmiyûs Hekimler:
[184a] (15) Süfÿf: Ol, úadìm terkìblerdendir. Nitekim ÚarÀbÀdìnÀt-ı Yÿnanì’de
meõkÿrdır. Ve (16) Yesaúdiridis dimiş ki BoúrÀù bu edviyeyi saóú idüb istièmÀline
emr iderdi. Ve andan (17) ãoñra gelen kimseler anıñ óıfôın murÀd eylediler. Gördiler
ki baldan eyü bir şey yoúdır. (18) Bala úarışdurub óıfôiderler. ZìrÀ bal arusı otlaruñ
úuvveti (19) anda úalur. Ve ol devÀ mükerrer gibi olur. Ve bu úavlde naõar vardır.
ZìrÀ BoúrÀù (20) maècÿnları õikreylemiş. Ve EnderÿmÀòas tiryÀúı terkìb eylemiş. Ve
ol, üstÀddan (21) evvel imiş. Ve yaótemildür ki BoúrÀù didügi Asúalmiyÿs şÀkirdin
murÀd idinmiş ola. [184b] (1) Pes böyle olsa bu úavl ãaóìó olur. (184a/15-21-189b/1)
528
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Göz ilacı olan süfûf’un yapılışı, kullanılışı ve hazırlanışı ile ilgili açıklamalarda
yukarıda verilen hekimlerin isimlerinin geçtiği görülmektedir. Bunlar da bu göz
ilacının diğerlerine göre daha önemli olduğunu vurgulamak için kullanılmıştır.
344) Circis Bahtişû Hekim
[200a] (1) Sünÿn: Ol, eşyÀf gibidir yoàurmada ve gölgede úurutmada lÀkin bu,
aàız edviyelerine (2) maòãuãdır. Ve àayrıda istièmÀli nÀdir olur. Ve bu, úadìm
devÀlardan degildir. Bel Circìs Baòtìşÿè (3) babasınıñ istiòrÀcındandır. İbtidÀ
NìsÀbÿr’da ùıb dersin söyleyen bu idi. YÿnÀnì’den (4) İsrÀyiliyye’ye naúleyledi.
BaàdÀd òulefÀsı andan èilm-i ùıbbı ögrendiler. (200a/1-4)
İslamî dönem tıp kitaplarında sünûn, diş ilaçlarının genel adı olarak
kullanılmaktadır. Dâvûd-ı Antakî, bu diş ilacının diğerlerine göre nasıl bir öneme
sahip olduğunu Circis Bahtişû Hekim’in adını zikrederek vermeye çalışmıştır.
345) Câlînûs Hekim:
[325a] (7) Macûni’l-melik: Ol kimse ki anı iòtirÀè eylemiş CÀlìnÿs’dır. äaúlaya
ãÀóibi niúris aàrısından (8) aña şikÀyet eyledi. Ol daòi bu maècÿnı aña yapdı ve
yedirdi. ŞifÀ buldı. (325a/7-8)
529
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
530
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
İhsanoğlu, E., Şeşen, R., v.d. (2008). Osmanlı Tıbbi Bilimler Literatürü Tarihi.
(C. 1), İstanbul: IRCİCA Yayınları.
Karasu, M.-Nazik, S. (Yayına hazırlayanlar) (2009). Antakyalı Bilge Hekim
Dâvûd El-Antâkî, (2. bs.), Ankara: Omay Ofset.
Kavsara, F. (2009). Antakyalı Davut. Antakyalı Bilge Hekim Dâvûd El-Antâkî.
(2. bs), (Yayına hazırlayanlar: Mehmet Karasu, Sadık Nazik), 59-64.
Mevaldî, M. (2009) Dünya Kütüphanelerinde Dâvûd El-Antâkî’nin El Yazması
Eserler. Antakyalı Bilge Hekim Dâvûd El-Antâkî, (2. bs.), (Yayına hazırlayanlar:
Mehmet Karasu, Sadık Nazik), 19-26.
Öztürk, Nuran (2011). Ankaralı Hekim Nidâî Genc-i Esrâr-ı Ma’nî. Adana:
Karahan Kitabevi.
Sarı, M. (1984). El-Mevârid, Arapça Türkçe Lügat. İstanbul: İpek Yayınları.
Tekineş, Ayhan (1996), Tıbb-ı Nebevî, DİA, Cilt 14, s.85-87.
Zakkur, M. Y. (2009). Bedenlerin İyileştirilmesinde Zihinlerin Yolculuğu
Kitabı Ömer Oğlu Dâvûd El-Antâkî (Miladi 1539- 1599/ Hicri 942-1008). Antakyalı
Bilge Hekim Dâvûd El-Antâkî, (2. bs.), (Yayına hazırlayanlar: Mehmet Karasu,
Sadık Nazik), 77-89.
Derviş nidai, Menâfi’ü’n-nâs, 3385/87vr, Kral Suud Üniversitesi Kütüphanesi
http://www.seslisozluk.net (10.07.2009)
http://www.sozluk.net/index.php?word=azbe&sozluk=osmanlica (31.03.2014)
http://www.loghatnaameh.com (Loghatname Sözlüğü ya da Dehkhoda Sözlüğü
12.09.2013)
531
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
346) Endülüs’te yetişen meşhûr bir tıp alimi olan Halef bin Abbâs ez-Zehrâvî
328- 404 H (936-1013 AD) yılları arasında yaşamıştır.
347) Endülüs’ün ünlü başkenti olan ve çiçekler şehri olarak bahsedilen Kur-
tuba’nın yaklaşık 10 km kuzey batısında bulunan "Medinetü’z-Zehra" isimli
sayfiye şehrinde doğduğu için "ez-Zehrâvî" ismiyle anılmaktadır.
348) Ailesinin VIII. yüzyılda Hicazdan (Medinetü’l Münevvere’den) Kur-
tuba’ya hicret ederek yerleşen Ensar’a mensup ailelerden olduğu rivayet
edilmektedir.
349) X. yüzyılın en meşhur hekimlerinden olan Zehravi Avrupalılar tarafın-
dan genellikle Abulcasis, Albucasis, Bucasis olarak bilinmektedir.
350) Zehravi’nin yaşadığı ve Çiçekler şehri (çiçekli şehir) olarak ta bilinen
Endülüs Başkenti Kurtuba;
351) İkiyüzbin evde yaklaşık 1 milyon kişinin yaşadığı
352) 600 caminin
353) 900 den fazla halka açık yolların
354) 80 okul
355) 27 yüksek okul
532
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
533
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
367) Dr. Donald Campbell “Arabian medicine and its influence on the Middle
ages“ adlı eserinde ile “Kitâ- bu’t-tasrif limen’aceze ani’t-te’lif” adlı eseri
için“Avrupa’daki tıp okullarında okutulan Galen’in ilkelerini geride
bırakmıştır.” diyerek Zehravî’nin büyüklüğünden bahsetmektedir
368) Bütün hayatını tıp, cerrahi ve eczacılık ilmine adayan ez-Zehravî, dö-
neminin en ünlü cerrahıdır, özellikle cerrahî alanda önemli bir çığır açtığı
bilinmektedir
369) Cerrâhî ilminin üstadı kabul edilen Zehravi, konusunda kendisinden
önce ve onun çağında yaşayan bütün ilim adamlarından daha üstün bir bilg-
iye sahipti
370) “Kitâ- bu’t-tasrif limen’aceze ani’t-te’lif” adlı eseri dünyaca ünlüdür.
371) Eser 30 ayrı makaleden meydana gelmiştir, ayrıca yedi ayrı bölümden
(cüz) oluşmaktadır
372) Yazmış olduğu bu eseriyle büyük bir şöhrete kavuşmuştur.
373) Zehravi;
374) Te’lifât yapmakta güçlük çekecek ve bazı meselelere uzak kalacak ta-
biplerin elleri altında bulunsun,
375) Onu okusun ve hatalarını bu kitaba bakıp düzeltsin,
376) İstedikleri gibi tasarrufta bulunsunlar diye kitabına bu ismi verdiğini
belirtmektedir.
534
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
535
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
536
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
537
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
540
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Diş cerrahisinde:
465) Diş çürüklerinin cerrahî usüllerle çekilmesi ve çekimden sonraki tedavi
yöntemlerini ilk defa o bulmuştur
466) işlerdeki kayıplarda iki diş arasına orta kalınlıkta bir altın ip bağlayarak
protez yöntemini ilk uygulayan hekimdir.
467) Estetik açıdan kötü görüntü veren veya deforme olmuş dişlerin prob-
lemlerini ve bunların nasıl düzeltileceğini anlatmıştır
468) Hayvan kemiklerinden yapay diş hazırlama ve bunlarla çürümüş veya
kırılmış dişleri değiştirme tekniği de ona aittir.
469) Diş tedavisinde kullandığı cerrahi aletlerden bazıları:
470) Ağızda kırılan dişi ve diş köklerini çekmek için aletler
471) Dişleri törpülemek ve çekme sırasında rahat çalışmak için değişik
aletler
472) Toz halindeki ilâcı boğaz ve dişetlerine ulaştırmak için, ince ve uzun bir
huniye benzeyen alet geliştirmiştir
473) Trakeotomi operasyonunu tanımlamış, kendi geliştirdiği cerrahi aletler-
iyle acil bir durumda kendi hizmetçisine trakeotomi uygulamıştır
474) Boğazın arka kısımlarını ve bademcikleri rahat görmek için dili
bastırmaya yarayan düz kaşığa benzeyen bir aleti geliştirmiştir
475) Bademcik ameliyatlarında iki ağzı yuvarlak ve kapandığı zaman tam bir
daire oluşturan ince uzun bir makas kullanmıştır
476) Kulağı temizlemek, kulak ve buruna ilaç vermek için kullandığı şırınga,
bugün de kullanılan şırıngalara benzemektedir.
477) Kulaklar içine kaçan maddeleri çıkarılmasına yarayan iki tür penset
kullanmıştır.
478) Dönemin Müslüman hekimlerin batılılardan çok daha ileride oldukları
bir diğer alan da göz hastalıkları ve tedavileri olmuştur
479) 20. makalesinde her türlü göz hastalıkları tedavilerinde kullanılan
ilaçlar ve bu alanda bilinen lapa türü ilaçlar hakkında bilgi vermektedir
541
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
483) Ebu'l Kasım ez-Zehravi kitabında burada bahsedilmeyen daha pek çok
hastalığın teşhis, medikal veya cerrahi tedavilerinden bahsetmektedir.
484) Ez- Zehravi özellikle cerrahi tıp alanında dünya tıp tarihinde bir dönüm
noktasıdır
485) Eseri et-Tasrif’in Latinceye yapılan çevirileri Avrupa tıbbının önünü
açan eserlerin başında gelmektedir
486) Bu eser, Salerno, Montpelleier ve diğer Avrupa tıp fakültelerinde asır-
larca ders kitabı olarak okutulmuştur.
487) Zehravinin geliştiriği yöntem ve teknikler batıda, ölümünün ardından en
az 500 yıl daha örnek alınmıştır
488) Bazı cerrahi yöntemlerini ve modernize edilmiş cerrahi aletlerini ise,
ölümünün ardından 1000 yıldan uzun zaman geçmesine rağmen, halen mod-
ern tıp uygulamaları arasında görmek mümkündür
542
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
543
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
544
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Giriş
Son ilahi din İslam, insanın ruh ve beden sağlığına önem vermiş, buna dair
birtakım tavsiye ve emirlerde bulunmuş, bu bağlamda tıp ilmine büyük değer ver-
miştir. İmam Şafii’nin (204/820) tıp ilminin önemine dair şu sözü zikredilmeye değer
bir sözdür: “Helal ve haramı bildiren ilimden sonra tıptan daha asaletli bir ilim yoktur.”
Hz. Peygamber’in söylem ve uygulamaları içerisinde insanın ruh ve beden
sağlığını ilgilendiren rivâyetlerin olduğunu bilmekteyiz. Genel olarak tıbb-ı nebevî
denilen söz konusu rivâyetler, hadis mecmûalarında; ağırlıklı olarak “Kitâ-bu’t-Tıb”,
“Kitâbu’l-Merdâ ve’t-Tıb” gibi müstakil bölümlerde yer aldığı gibi, “Kitâbu’l-Edeb”,
“Kitâbu’l-Âdâb”, “Kitâbu’l-Et’ime”, “Kitâbu’l-Eşribe”, “Ki-tâbu’l-Ayn”, “Kitâbu’d-
Dua/Deavât” gi-bi bölümler altında da yer alabilmektedir.
Tıbb-ı Nebevî ile ilgili rivâyetler, başlangıçta temel hadis kitablarının bir
bölümünü teşkil ederken hicrî üçüncü asırdan itibaren et-Tıbbu’n-Nebevî adı altında
sadece hadislere yer veren müstakil kitaplar telif edilmiştir.
Her ne kadar bazı araştırmacılar tarafından İmâm Ali b. Musa er-Rıdâ’nın
(203/818), ilk tıbb-ı nebevî yazarı olduğu ifade edilmiş ise de; “bugün elimizde
mevcut olan tıbb-ı nebevî ile alâkalı ilk müstakil eserin sahibi, Abdulmelik b. Habîb el-
Endelüsî’dir (238/852). Daha sonraki asırlarda yazılan Ebû Nuaym’ın et-Tıbbu’n-
Nebevî adlı eseri, üzerinde birçok çalışmanın yapıldığı temel eser niteliğindedir.
“Tıbb-ı nebevî konusundaki araştırmalar günümüzde de hala devam etmekte olup
bunlar içerisinde en kapsamlı olan eserin, Dr. Mahmûd Nâzım en-Nesîmî’nin “et-
Tıbbu’n-Nebevî ve’l-ilmu’l-Hadîs” adlı üç ciltlik çalışmasının olduğu ifade edilmektedir.”
Osmanlı döneminde tefsir, hadis, fıkıh gibi alanlarda eserler telif edildiği gibi,
tıbb-ı nebevî alanında da eserler verildiğini görüyoruz. Tespit edebildiğimiz kadarıyla
545
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Osmanlı döneminde tıbb-ı nebevî ile alakalı telif edilen ilk eser; Hayreddîn Atûfî’ye ait
Ravdu’l-İnsan fî Tedbîri Sıhhati’l-Ebdân adlı eserdir.
Bu çalışmada, Osmanlı dönemine ait tıbb-ı nebevîye dair bir eser üzerinde duru-
larak, bir yandan o dönemin konuya ait birikimini elde etme imkânı bulacağız, diğer
yandan raflar arasındaki bir eser gün yüzüne çıkmış olacaktır.
489) HAYREDDÎN ATÛFÎ’NİN YAŞADIĞI DÖNEM, HAYATI VE ESERLERİ
İsmi Hayreddîn Hızır b. Mahmud b. Ömer’dir. Atûfî lâkabıyla meşhurdur. Bazı
eserlerde Utûfî şeklinde geçer. Hayreddin Atûfî diye de bilinir. Bazı kaynaklarda
“icâdî” lakabıyla tanındığı ifade edilse de bu, yanlış bir nisbedir. Zira “icâdî” lakabıyla
meşhur olan, bir başka Hayreddin Hızır’dır ki, İmam Ahmed Amâsi’nin oğlu olan ve
976/1568’de vefat eden Hayreddin Hızır Efendi diye bilinen şahıstır.
Hayreddin Atûfî’nin tasavvuf ve tarikat ehli bir insan olduğu ifade edilir. Ni-
tekim yazma eserlerinden birinin zahriye kısmında “ sûfî ” nisbesi yer almaktadır.
“Danagözoğlu” diye de şöhret bulmuş olan Atûfî, “Harezmî” nisbesiyle de anılmıştır.
Kastamonu’lu olduğu söylense de, aslı Merzifon’ludur. Bursalı Mehmed Tahir,
bu konuda şöyle der: “ Şekâik-ı Numâniyye Tercemesi’nde Kastamonu’lu olduğu
gösterilmekte ise de, Atûfî yazma eserlerinin bir kaçında kendi el yazısı ile Merzifon’lu
olduğunu açıklamıştır.” Hal böyle iken, “Kastamonî nisbesinin hangi sebeple
kullanıldığı hakkında bilgi elde edilememiştir.”
Muhtemelen İstanbul’un büyük camilerinde vaaz ettiğinden dolayı, “İstanbul
vâizi Atûfî” diye de meşhur olan Atûfî için Hanefî ve Rûmî nisbeleri de verilmiştir.
Hayreddîn Atûfî, Amasya Merzifon’da doğmuştur. “Amasya, Selçuklular devrin-
den itibaren bir ilim merkezi olarak bilinirdi. Osmanlı şehzâdeleri de ilk devirlerden
itibaren gençliklerini bu ilim şehrinde geçirmiş olduklarından şehir daha fazla ehem-
miyet kazanmış ve Anadolu’nun kültür merkezlerinden biri olmuştur.”
İlim yolunda olan her kişi gibi, Hayreddin Atûfî’nin de bir ilmî bir yolculuğu söz
konusudur. Bu ilmî yolculukta ilk kesiştiği âlimlerden biri, zamanın tanınmış âlim-
lerinden, Mevlânâ Bahşi Halîfe’dir. Hayreddin Atûfî, Bahşî Halîfe’den tefsir ve hadis
ilmini almıştır. Bazı kaynaklarda ismi Bahtî şeklinde geçer. Akbilek ve Bahşî Halife
diye de meşhur olan Mevlânâ Bahşî Halife, Atûfî’nin istifade ettiği önemli alimlerden
biridir.
Hayreddin Atûfî’nin istifade ettiği âlimlerden biri de, Amasya’lı Mevlânâ
Abdî’dir. Atûfî’nin ondan meânî ilmini tahsil ettiği ifade edilmiştir.
Atûfî’nin ilim tahsil ettiği bir diğer âlim, Kutbuddîn Muhammed’dir. Kutbuddin
Muhammed, Kadızâde Rûmî’nin torunudur. Atûfî, aklî ilimleri özellikle matematik
dersini, Kutbuddîn Muhammed’den aldığı ifade edilir.
Atûfî’nin bir diğer hocası, Mevlânâ Hocazâde’dir. Atûfî’nin Hocazâde’den usûl
ilmini aldığı nakledilir. Bunun yanında, matematik ve pozitif ilimleri de Hocazâde’den
aldığı ifade edilmektedir. Hocazâde, Osmanlı âlimlerinin önde gelenlerindendir.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla Atûfî’nin ilim tahsil ettiği bir diğer hocası da
Mevlânâ Efdalzâde’dir. Atûfî, şer’î ilimleri, özellikle fıkıh ilmini Efdalzâde’den tahsil
etmiştir. Asıl ismi Hamidüddin b. Efdalüddin el-Hüseynî olan Efdalzâde, Osmanlı
Devleti’nin yedinci şeyhü’l-islamıdır.
Hayreddin Atûfî’nin hayatına baktığımızda ana hatlarıyla şu safhaların söz ko-
nusu olduğunu görürüz: İlim tahsili/öğrencilik, saray hocalığı, vaizlik/irşad, uzlet ve
telife yoğunlaşma. Atûfî, adı geçen hocalarından ilim tahsil ettikten sonra ilmî şöhreti o
546
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
kadar yayılmıştı ki, II. Bâyezid onu Darussaâde hocalığı yani saray hocalığı görevine
getirmiştir. Aynı zamanda vâiz olarak da anılan Hayreddîn Atûfî, saray hocalığı
yaparken bu görevden ferağat ederek biraz daha geniş kitlelere hizmet amacıyla
camilerde halkı irşada yönelmiştir. Kaynaklarda özellikle Cuma günleri İstanbul’un
büyük camilerinde vaaz ve tefsir dersleri ile dikkat çeken Atûfî’nin maaşının
başlangıçta 50 akçe iken sonra 80 akçeye çıktığı belirtilmiştir.
İrşad görevinden bir müddet sonra Hayreddin Atûfî için uzlet dönemi
başlayacaktır. Evinde uzlete çekilmesiyle birlikte Atûfî, ibadetin yanında kendini ilmî
çalışmalara vermiş ve telîf hayatı daha da yoğunlaşmıştır.
Hayreddin Atûfî’nin vefat tarihiyle alakalı üç ayrı tarih zikredilmiştir. Çoğu
kaynaklar 948/1541 yılını vefat tarihi olarak verirken, vefat tarihi olarak; bazı
kaynaklarda 924/1518 tarihi, bazılarında ise 941/1534 tarihi zikredilmiştir. Sadık
Cihan, bu üç vefat tarihinden hangisinin tercih edilmesi gerektiği ile ilgili olarak, ko-
nuya dair araştırmasının neticesini şöyle aktarır: “Farklı üç ölüm tarihi nakledilmiştir.
Verilen tarihlerin hangisinin daha isabetli olduğunu araştırdık. Atufi Meşariku'l-Envar
üzerine yapmış olduğu «Keşfu'l-Meşârık» isimli kendi elyazması eserinin 516'cı
varakında eserini 946/1539 tarihinde bitirdiğine işaret etmiştir. Yazarın bu tarihten
önce vefat etmesi mümkün olmadığına göre, 948/1541’ i ölüm tarihi olarak veren
bibliyografik eserler daha isabet kaydetmişlerdir.”
Atûfî, Eyüp civarında kendi evinin yakınlarında meşhur âlim Hatîb
Kasımoğlu’nun yakınına defnedilmiştir. Meşhur Amasya Tarihi yazarı Abdizâde,
Kanûnî Sultan Süleyman tahta geçtiğinde, oğlu şehzade Mustafa’yı, Amasya’ya vâli
olarak atadığını, şehzade Mustafa’nın da burada yazlık bir köşk yaptırdığını nakleder.
Şehzade Mustafa, yazlıkta kaldığı süre içerisinde önce meşhur ulemadan Seyrek Mu-
hyiddîn Efendi ve sonra Merzifonî Hayreddin Hızır Efendi’den eğitim aldığını bize
aktarır.
Hayreddîn Atûfî, hem şer’î ilimleri hem de tıp ilmini kendinde toplayan Osmanlı
âlimlerinden biri olup XV. asrın sonu ve XVI. asrın ilk yarısında yaşamıştır. II. Bayezid
(1481-1512), Yavuz Sultan Selim (1512-1520) ve Kanuni Sultan Süleyman (1520-
1566) gibi üç cihan padişahının dönemine şâhit olmuştur. Birçok ilim dalında çalışma-
lar yapmakla birlikte Atûfî, iki uzmanlık alanı olan hadis ve tıp alanlarında biraz daha
ön plana çıkmaktadır.
Hayreddin Atûfî, Osmanlı İmparatorluğunun ekonomi, siyaset, ilim ve sanat
yönünden zirveye doğru tırmandığı bir zaman diliminde, XV. asrın sonu ve XVI. asrın
ilk yarısında yaşamıştır. Bu bakımdan Atûfî’nin yaşadığı dönemde ilmî durum ha-
reketliydi. İlmî hareketlilik sadece dinî alanlarda/şer’î ilimlerde değil aynı zamanda;
matematik, fizik, tıp gibi alanlarda da söz konusu idi.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı adlı eserinde
Hayreddin Atûfî’yi, XVI. asırda yetişmiş belli-başlı âlimler arasında zikrederek, onun
Arap edebiyatında, tefsir, hadis ve kelâmda hakkıyla ihtisas sahibi olduğunu ifade
etmiştir. Bu mânada Hayreddin Atûfî çok yönlü bir âlimdir. Osmanlı müfessirleri
arasında da adı zikredilen Hayreddin Atûfî’nin kelam ilmine dair birçok eser kaleme
aldığı ifade edilmektedir.
Hayreddin Atûfî, şer’î ilimlerin yanında, tıp, mantık ve edebiyat alanlarında da
uzmanlık sahibi olmuş ve adı geçen bütün ilim dallarına dair eserler telif etmiştir.
Dolayısıyla o, hem bir müfessir, muhaddis olduğu gibi hem de bir tabiptir. Osman Şev-
ki, Türk Tebâbeti Tarihi adlı eserinde Hayreddin Atûfî’yi, tabipler arasında zikret-
mektedir. Yine Sehsuvaroğlu da ünlü cerrâhlar arasında Atûfî’nin ismini zikreder. Ona
göre; o dönemde, “bir tabip, şer’i ilimlerden başka aynı zamanda tıp ilmine de âşina
547
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
idi. İşte Atûfî, bu tür doktorlardan biri olup, şer’i ilimlerde mahir olduğu gibi, tıp
ilminde de ihtisas sahibiydi. Yazmış olduğu eserlerinden de bunu görmek mümkün-
dür.”
Hayreddin Atûfî’nin telif etmiş olduğu eserleri şu şekilde sıralayabiliriz:
490) Hâşiye alâ Tefsîri’l-Keşşâf
()حاشية على تفسير الكشاف
491) Tefsîru Sûreti’r-Rahmân
()تفسير سورة الرحمان
492) Hısnu’l-Âyâti’l-Izâm fî Tefsîri Evâili Sûreti’l-En’âm
() حصن اال يات العظام في تفسير اوائل سورة األنعام
493) Risâlâtun Makâlâtün fî Beyâni Tefsîri Kavlihi Teâlâ
“Fe Suhkan li Ashâbi’s-Saîr”
()رسالة مقاالت فى بيان تفسير قوله تعالى" فسحقا ألصحاب السعير
494) Hâşiye alâ Envâri’t-Tenzîl li’l-Beydâvî
() حاشية على انوار التنزيل للبيضاوي
495) Keşfu’l-Meşârik fî Şerhi Meşârikı’l-Envâr
( )كشف المشارق في شرح مشارق االنوار
496) Ravdu’l-İnsan fî Terbiyeti Sıhhati’l-Ebdân
( )روض اإلنسان في تربية صحة األبدان
497) el-Cevheratü’l-Cinâniye fî Mesâili’l-Îmâniyye
( )الجوهرة الجنانية في مسائل االيمانية
498) el-Enzâr fî Şerhi Ba’di’l-Ehâdîs ve’l-Âsâr
() األنظار في شرح بعض االحاديث و اآلثار
499) el-Enzâr fî Şerhi’l-Meşârik maa Hâtimetin fî İlmi’d-Dekâik
() األنظار في شرح المشارق مع خاتمة في علم الدقائق
500) Risâle Hâşiye alâ Şerhi Hadîsi’l-Evvel min Ehâdîsi Meşâri-kı’l-
Envâr
()رسالة حاشية على شرح حديث االول من احاديث مشارق االنوار
501) Zuhru’l-Atşân ( )ذخر العطشان
502) Hâşiyetü Şerhi’l-Mevâkıf li’seyyidi’ş-Şerîf
( )حاشية شرح المواقف لسيد الشريف
Ziriklî, eserin ismini “Hâşiye alâ Şerhi’s-Seyyid eş-Şerîf li Mukaddimeti’l-Mevâkıf”
şeklinde vermektedir.
503) Şerhu Tuhfeti’ş-Şâhidî ()شرح تحفة الشاهدي
504) Hıfzu’l-Ebdân min Teğayyürâtı Mîzâci’l-İnsân
( )حفظ األبدان من تغيرات ميزاج اإلنسان
505) Remzü’d-Dekâik fî İlmi’r-Rü’ya’l-Bedeniyye
548
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
550
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
551
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Birinci bölümde; “…Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz…” ayetini (Arâf, 7/31) tıbbî
açıdan ele alıp bu ayetin insan sağlığının özünü teşkil ettiğini ifade eder. İhtiyaçtan
fazla yemenin; mideye, beyne, akciğer ve kalbe zararının olduğunu ifade eden Atûfî,
israfı bir hastalık olarak görüp israfın insanda ne gibi maddî ve manevî zararlar
doğurabileceği üzerinde durmaktadır. Neticede fazla yemek yendiğinde, vücuda safra,
balgam, sevda, kan gibi tabii olmayan karışımların vücuda karışacağını, bunun da
kişinin maddî ve manevî yapısına zarar vereceğini bildirmektedir.
Bu bölümde Atûfî, biraz da sudan bahsetmekte, onun gıda olma özelliğinden
ziyade vücutta bir ıslaklık oluşturduğuna, yenen katı şeyleri inceltip hazmedilmesine
yardımcı olduğuna dikkat çekmektedir. Suyun israf edilmesi halinde yani gereğinden
fazla içilmesi durumunda, yenen şeylerin hazmedilmesinin zorlaşacağını belirtmekte-
dir.
Bunun yanında yemeğin miktarı kadar; keyfiyeti ve hangi şartlarda yendiğinin
de önemli olduğunu vurgular ki bu da tıbb-ı nebevînin hem maddeye hem de mânaya
bakan tarafının olduğunu bize göstermesi bakımından önemlidir.
Bu noktada Atûfî israf kavramına yeni mânalar getirmektedir. İsrafın kelime an-
lamında haddi aşmak anlamının olduğundan yola çıkarak, kederlenme, kızma gibi
hususların bir haddi aşmak olduğundan israf olduğunu ve bunun da insanın beden ve
ruh sağlığını etkilediğini ifade etmektedir.
İkinci bölümde Atûfî, konuyla ilgili eserlerden de yararlanarak, tıbbî ıstılahları
açıklamaktadır. Bu bölümde; itidal, ilaç, mizaç, hastalık, mide, hılt (ahlât), kalp, at-
ardamar, göğüs, beyin, sinir, akciğer, öd kesesi, dalak (tıhâl), böbrek (kilyetân),
mesâne, meni, akciğer, nefs, ruh gibi kavramlar açıklanmaktadır.
Ahlât-ı erbaadan da bahseden Atûfî, bu bölümde tevekkülün tedaviye mani
olmadığını bildirmekte, konuyla ilgili ehl-i sünnet ve mutezile arasındaki görüş
ayrılıklarından bahsetmektedir.
Üçüncü ve son bölüm eserin esasını teşkil etmektedir. Bu bölümde, Hz.
Peygamber'in sünnetindeki yeme, içme ile ilgili bilgilere yer verilmektedir. Burada
şunu ifade edelim ki, Atûfî’nin her konu başlığını fasıllar halinde ayrı ayrı ele alması
takdire şayan bir husustur. Mesela, yemek adabıyla ilgili olarak; yemekten önce ve
sonra elleri yıkamak, oturarak yemek, sağ elle yemek, önünden yemek, sıcak yem-
emek, yemekte kusur aramamak, önce büyüğün yemeğe başlaması gibi edepleri zik-
retmiş, bunlarla ilgili rivayetlere, hikmetli sözlere yer vermiştir. Yemekte en önemli
olan hususun; yemeğin helal, temiz ve yetecek kadar yenmesi olduğunu ifade eden
Atûfî, yemek yerken zikir halinde yemek yemenin öneminden bahsetmiştir. Buradaki
zikir, o nimetlerin Allah tarafından verildiği bilincinde olmaktır.
Ayrıca bu bölümde Atûfî; ekmek, et, deri, erimiş yağ, süt kaymağı, herîse,
hindibâ kereviz, su içinde büyüyen bitki, yenebilir ot veya pancar, sebze, salatalık,
mercimek, pirinç, yer mantarı(dombalan), patlıcan, olgun ve kuru hurma, incir, zeytin,
nar, ayva, elma, loyus çiçeğinin meyvesi, üzüm, kavun, su, çamur, şarap, sirke, tuz, bazı
ilaçlar, hacamât ve bal gibi kavramlar hakkında bilgiler vermektedir. Atûfî söz konusu
eserinde birçok hastalık ve bu hastalıkların tedavi yöntemleri hakkında bilgi ver-
mekte ayrıca diş ağrısı, göz ağrısı ve zayıflık gibi hastalıklar için basit ilaçlar
önermektedir.
Hâtime kısmında Atûfî, hadislerden, İmam Gazali, İmam Şiblî, Nişaburî gibi
âlimlerden, tabib filozoflardan nakillerde bulunarak çok yemek konusundaki görüşle-
rini ortaya koymaya çalışmıştır. En sonunda da hamdele ve salvele ile çalışmasını
nihayetlen-dirmektedir.
552
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Hayreddin Atûfî, eserinde kendi görüşlerine de yer verip güzel yorum ve değer-
lendirmelerde bulunur. Mesela bunlardan birinde her insanın başına gelebilecek has-
talık ile ilgili Hz. Peygamber’in sözlerine yer verdikten sonra şunları söyler: “İnsanın
üzerine vazife olan, Allah Teâla’dan âfiyet istemesidir. Yine de başına bir hastalık ge-
lirse bunu kabul, rıza ve şükür ile karşılar, mukabelede bulunur.” Yine “İslâm’da ilk
ortaya çıkan bidat, aşırı yemektir.” sözü de manalı bir değerlendirmedir.
Atûfî, eserinde zaman zaman itikadî ihtilaflara yer verir. Mesela irade, kulun ih-
tiyarı, kesb gibi konularda ehl-i sünnet ile Mutezile arasındaki ihtilafları ele almak-
tadır. Kendisi aynı zamanda sûfî meşreb olduğu için, eserinde de bu yaklaşım tarzını
görmek mümkündür. Bereket, hastalık, edep ile ilgili değerlendirmelerinde sûfî yak-
laşımı görebiliyoruz.
SONUÇ
Geçmiş asırlardan beri insanoğlu sağlığını ilgilendiren konulara ilgi duymuş,
kendine göre çareler üretmeye çalışmıştır. İnsanlığa en son din olarak gönderilen
İslam dini, insanın beden ve ruh sağlığına büyük önem vermiş, bununla ilgili emir ve
tavsiyelerde bulunmuştur. Hz. Muhammed (sav) de bu durumun gereği olarak, in-
sanın sağlığı ile yakından ilgilenmiş, ashabına bu meyanda emir ve tavsiyelerde
bulunmuştur. Bunların genel adına tıbb-ı nebevî denmektedir.
Hz. Peygamber’in sağlıkla ilgili söz ve uygulamaları çok ilgi çekmiş, bunlar;
başlangıçta hadis kitaplarının bir bölümünü teşkil ederken, sonrasında müstakil eser-
lerde bir araya getirilmiştir. Bu bağlamda tespit edilebildiği kadarıyla Osmanlı döne-
minde telif edilmiş ilk tıbb-ı nebevî eser, Hayreddîn Atûfî’ye aittir.
XVI. asrın çok yönlü âlimlerinden biri olan Atûfî, yaşadığı çevre ve zamanın
dokusuna uygun olarak birçok alanda eserler telif etmiş, bunların yanında irşad faali-
yetini de ihmal etmemiştir. Böylelikle takip ettiği bu yolla, günümüz akademik dü-
nyasına önemli bir mesaj vermiş, ilmî ve bilimsel faaliyetlerin yanında halkın içeris-
inde bir takım faaliyetlere de yer verilmesi gerektiğini bizlere anlatmıştır.
Sırasıyla şu üç vasfın Atûfî’de biraz daha ön plana çıktığı görülmektedir: Vâiz-
Muhaddis-Doktor. II. Bayezid döneminde, saray hocalığına kadar yükselmesine
rağmen sonrasında İstanbul’un büyük camilerinde vaaz vermesi, onun “İstanbul vâizi”
ünvanı ile meşhur olmasını sağlamıştır. Ama o, şöhreti değil insana hizmeti tercih
etmiştir.
İşte Atûfî’nin yukarıda zikrettiğimiz üç vasfını bir araya getirip yansıttığı eseri
“Ravdu’l-İnsan” adlı eserdir. Söz konusu eserinde Atûfî, bir yandan tıp ile ilgili bilgileri
büyük bir ustalıkla verirken, bir yandan da tıp ile ilgili hadislere yer verip onları
yorumlamıştır. Her iki bilgiyi verme esnasında insanları irşad etmeye yönelik mesaj-
lar vermeyi de ihmal etmemiştir. Eserde tıp ile ilgili umumi bilgilere yer verilmesinin
yanında, tıbb-ı nebevi ile ilgili hadisler şerhedilmiştir. Bu bakımdan eserin tıbb-ı ne-
bevi literatürüne katkı sağlayan bir yönü vardır.
Atûfî’nin konulara akademik bir bakış açısıyla baktığını söyleyebiliriz. Nakil-
lerde bulunmakla birlikte kendi görüşlerine de yer vermiş zaman zaman sufi bakış
açısını yansıtmıştır.
Atûfî eserinde genelde sahih hadisleri kullanmakla birlikte, zayıf hatta mevzu
hadisleri de kullanmıştır. Bu anlamda diyebiliriz ki Atûfî’nin doktorluk yönü hadisçilik
yönünden daha baskındır.
Sonuç olarak, Osmanlı döneminin ilk tıbb-ı nebevî telifi olması ve döneminin
tıbb-ı nebevî birikimini yansıtması bakımından söz konusu eser, gerçekten önemli bir
553
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
eserdir. Son olarak şu hususa işaret etmekte fayda vardır ki; kütüphanelerimizde bu
kıymetli eser gibi binlerce yazma eser, ilim adamlarının ilgi ve alakasını beklemekte-
dir.
KAYNAKÇA
Ali b. Nâyif eş-Şuhûd, el-Mufassal fî Ahkâmi’l-Hicra, Beyrût 1993.
Altındağ, Ülkü, “Dârussaâde”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), Ankara 1994, IX, 1-
3.
Anay, Harun, “Bir Osmanlı Düşüncesinden Bahsetmek Mümkün mü?” Dergâh
(Edebiyat-Sanat) Kültür Dergisi, Sayı: 76 (Haziran), İstanbul 1996.
Ataseven, Asaf, “Tıbb-ı Nebevi”, Diyanet İlmi Dergi (Diyanet Dergisi), 1989, XXV,
sayı: 4, Özel Sayı, 93-100.
Atmaca, Veli, “Tıbb-ı Nebevi Edebiyatının Doğuşu ve Gelişmesi (Bibliyoğrafya
Denemesi)” , Hikmet Yurdu, 2013, cilt: VI, sayı: 11, s. 39-74
Atûfî, Hayreddin, Risâletü Atûfî fî Şerhi Ba’dı Hadisi’l-Meşârik, S. Ktp. Ayasofya
Kls., nr. 538.
___, Keşfu’l-Meşârık, Hacı Selim Ağa, nr 230.
___, Kitâbu’l-Utâs, S. Ktp. Lala İsmail Kls., nr. 388.
Bağdatlı İsmâil Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn, İstanbul 1951.
Baltacı, Cahit, “Hamîdüddin Efendi, Efdalzâde”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), İs-
tanbul 1997, XV, 476- 477
Bayatlı Hasan, Câm-ı Cem-Âyîn, Düz. N. Atsız Çiftçioğlu, Türkiye Yayınevi, (5
Kitap bir arada), İstanbul 1947.
Baytop, Turhan, “Akrâbâzîn”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), Ankara 1989, II,
287-288.
Bilmen, Ömer Nasûhî, Büyük Tefsir Tarihi, Ankara 1950.
Bingöl, Abdülkuddüs, “İsagoji”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), Ankara 2000,
XXII, 488-489.
Brockelman, Carl, Geschichte der Arabischen Litterature (GAL), Leiden 1937.
___, Supplementband, Leiden 1937.
Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahihu’l-Buhârî, Çağrı Yayınları, İs-
tanbul 1981.
Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul Trz.
Canan, İbrahim, Hz. Peygamber’in Sünnetinde Tıp, Ankara 1995.
Cihan, Sadık, “Hayreddin Hıdır b. Mahmud b. Ömer el-Atufî “Kastamoni” ve Had-
is Eserleri”, Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi Dergisi, 1979, sayı: 3 (f. 1-2), s.
65-75.
Çakan, İsmail Lütfi, “Atûfî, Hayreddin Hızır”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), İs-
tanbul 1991, IV, 99-100.
Çaldak, Hüseyin, “Necmeddin Ali bin Ömer el-Kâtibî el-Kazvînî, Hayatı, Eserleri
ve ‘Şemsiyye’si”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1999, sayı: 3, s.
491-508.
554
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
556
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
557
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
558
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Demir Hipotezi
559
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
531) Demir, kaya ve toprakta ferrik (Fe3+) formda bulunur ve bu formu, çoğu
biyolojik sistemler için kullanışlı değildir. Besinlerle alınan demirin büyük bir
bölümü de üç değerli ferri demir bileşikleri şeklindedir. Fakat bu üç değerli
demir bileşikleri bağırsaklardan kolayca emilmez, ancak iki değerli ferro
(Fe2+) demir bileşiklerine dönüşünce kolayca emilir.
532) Hemen hemen tüm canlılar, demire ihtiyaç duyarlar. Bu özelliği suyun
canlılar için önemiyle paralellik göstermektedir.
DÜNYADANIN DEMİR İÇERİĞİ
533) Yer kabuğunun yaklaşık %5'ini demir oluşturur. Doğadaki miktarı
bakımından, metaller arasında, alüminyumdan sonra 2. sıradadır. Elementler
arasında ise oksijen, silisyum ve alüminyumdan sonra 4. sırada yer alır.
534) Dünya çekirdeğinin büyük bir bölümünü oluşturan demir, bir bütün
olarak Dünya'yı oluşturan elementler arasında, yaklaşık %35 oranıyla 1.
sırayı alır.
DEMİRİN OLUŞUMU
535) Sadece Dünya'daki demir değil, tüm Güneş sistemindeki demir uzay-
da oluşmuştur. Demir, ancak Güneş'ten çok daha büyük yıldızlarda, birkaç
yüz milyon dereceye varan sıcaklıklarda oluşabilmektedir.
536) Yıldızın kütlesi Güneş'in kütlesinin en az 1,4 katından büyükse, iç sıcak-
lık ve yoğunluk öyle yükselir ki, yakıtı ağır metaller, demir, nikel, krom, kobalt
haline gelir.
537) Sıcaklık ve basınç elektron ve protonları birbirine yapıştırarak
nötron haline getirir. Ve yıldız, kritik bir sıcaklıkta ışık saçarak patlar. Bu bir
süpernova patlamasıdır. Nova veya süpernova olarak adlandırılan bu
yıldızlardaki demir miktarı, belli bir oranı geçince artık yıldız bunu taşıyamaz
ve patlama gerçekleşir.
538) Demirin uzaya dağılması bu patlamalar sonucunda mümkün olur.
560
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
HADİD SURESİ
539) Kur'an-ı Kerim'in 57. suresidir. Sure 29 ayetten oluşur. Sure ismini 25.
ayette geçen ve demir anlamına gelen hadid kelimesinden alır.
540) Kur'an'da demirin kimyasal özelliklerinden birçoğuna işaretler vardır.
541) “Andolsun ki elçilerimizi açık kanıtlarla gönderdik ve onlarla birlikte
kitabı ve ölçüyü indirdik ki insanlar adaleti ayakta tutsunlar. Ve demiri de in-
dirdik. Onda zorlu bir kuvvet ve insanlar için yararlar vardır.” (Hadid
Suresi 25)
KANDA DEMİRİN VARLIĞI ve PEYGAMBERİMİZ
542) “Ümmi” bir peygamber olan Hz. Muhammed'in (sav) 1400 yıl önce
ağzından çıkan üç mübarek hadisi şerif, demirin kandaki varlığına şifreli bir
şekilde dikkat çekmektedir.
543) İlk hadis, Kebşe İbn Ebi Bekre'den (r.a): “Babası salı günü ailesini haca-
mat olmaktan alıkoyar ve Peygamber'in salı gününün kan günü olduğunu ve o
gün belirli saatte kanın dinmediğini iddia edermiş.” (Rudani, Büyük Hadis
Külliyatı syf: 88-7500)
544) Bir başka hadisi şerif neden ısrarla “Salı” günü denildiğinin şifresini ver-
iyor.
545) Bu ikinci hadisi şerifi Rezin aktarıyor: “Kanı, güçlü olduğu (salı) günü
aldırmayın. Çünkü o gün demirin iz bıraktığı gündür. Demirin güçlü olduğu
günde kan aldırmayın.” (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı syf: 88-7500-7501.)
546) Bu mübarek hadiste, kandaki demirden ve demirin gücünden bahis
söz konusudur. Peki, o tarihte kanda demirin varlığını başka kim bilebilirdi
ki?
547) Bu hadisi şeriflerde ortak kısım salı günü kan aldırıp aldırmamak hu-
susudur. İlk başta kan aldırmakla haftanın bir gününün ne ilişkisi olabilir,
diye insan düşünmektedir.
561
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
548) Salı günü kan aldıran veya hacamat yaptıranların başına herhangi
olumsuz bir şey gelmemektedir. Demek ki burada kast başkadır. Neden salı
gününe dikkat çekilmektedir?
549) İbni Abbas'dan (r.a) aktarılan üçüncü hadis şöyledir: “Allah Resulü (sav)
buyurdular ki; ‘Hadid Suresi, salı günü inmiştir. Allah demiri salı günü
yaratmıştır.’ ” (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı syf: 88-7502.)
550) Şimdi taşlar tam anlamı ile yerine oturmaktadır. Aslında bu mübarek
hadisi şerifler ile salı gününe dikkat çekilerek dolaylı bir şekilde kandaki
demirin varlığına ve fonksiyonuna işaret edilmektedir.
551) Çünkü demir (Hadid) suresi salı günü indirilmiştir. Üstelik demir salı
günü yaratılmıştır.
KANDA DEMİRİN VARLIĞI ve MODERN BİLİM
552) Sözü geçen hadisi şeriflerde, kanda demirin varlığı ve demir
fazlalığının zararlı olabileceği açık bir şekilde belirtilmektedir.
553) Oysa bu bilgilere insanlık ancak 20. yüzyılda ulaşabilmiştir.
554) Kandaki hemoglobinin keşfi, bilim adamı Otto Funke tarafından 1851
yılında yapılmıştır.
555) Yaklaşık yüz yıl sonra, 1959 yılında Max Perutz'un X ışını kristallo-
grafisi yöntemini kullanarak hemoglobinin moleküler yapısını çözdüğünü
ve bu çalışmasıyla 1962 yılında Nobel Kimya Ödülü'nü aldığını belirtelim.
556) Bu işte sizce bir tuhaflık yok mu?
557) Nasıl oluyor da ilimden (!), bilimden (!) hiç haberi olmayan bir in-
san, yani ümmi peygamber Hz. Muhammed (sav), kandaki demirin
varlığını, üstelik fazlasının zararlı olabileceğini 1400 yıl öncesinden ha-
ber verebiliyor?...
CANLIDA DEMİR NE İŞE YARAR?
558) Gerçekten de demir insan için vazgeçilemez bir element olup, başlıca
görevi kanda oksijeni taşımaktır.
559) Kanda eritrositler içinde yer alan hemoglobinin yapısında demir vardır
ve kana kırmızı rengini verir.
560) Demir hem bir mineral hem de insan vücudu tarafından kullanılan
önemli bir besin maddesidir.
561) 70 kilogram ağırlığındaki bir insanda 3,7 gram demir vardır. Ve vücut-
taki demirin üçte ikisi hemoglobinin yapısı içinde yer alır.
562) Daha az miktarda olmak üzere karaciğerde ve kemik iliğinde bulunur.
563) Demir sağlıklı bir bağışıklık sistemi, enerji üretimi ve büyüme için de
gereklidir.
562
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
563
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
573) Hemoglobin, 4 adet globulin proteini ile 4 adet ‘hem’ adlı yapıdan
oluşur. Hem, demir ve kana kırmızı rengini veren porfirin maddesinden
oluşur.
574) Hemoglobin, yapısındaki ‘hem’lerin içerdiği 4 adet Fe2+ sayesinde
akciğerlerden dokulara O2 molekülü taşıyabilmektedir.
575) Hemoglobinin protein yapıtaşı olan globin, 4 adet polipeptit zincirden
oluşmaktadır.
576) Suyun yerine O2 geçerse bu hemoglobine oksi-hemoglobin adı verilir.
Hemoglobin molekülünde dört hem grubu bulunduğuna göre, oksijen için
dört birleşme yeri vardır.
ALYUVARLARIN ÖMRÜ
577) Hemoglobin ihtiva eden her bir alyuvarın ömrü yaklaşık 100-120 gün-
dür. Kaba bir hesapla vücudumuzda her gün 250 milyar alyuvar (25 tri-
lyon/100 gün) ömrünü tamamlar ve görevden alınarak parçalarına ayrılır.
578) Dolayısıyla aynı işlem hemoglobin için de geçerlidir. Ortalama yetişkin
bir insanda her gün 250 milyar kırmızı kan hücresinin içindeki hemoglobinin
de görevi sona erdirilir. Bu yıkım hâdisesi, vücudun oksijen ihtiyacının sürekli
karşılanabilmesi için her gün aynı sayıda hemoglobin molekülü ve kırmızı
kan hücresi üretilmesini gerektirir.
579) Vücutta her gün yıkıma uğrayan hemoglobin miktarını yerine koymak
üzere yaklaşık 5-6 gram hemoglobin sentez edilir.
564
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
565
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
595) Yukarıda açıklandığı üzere, hemoglobinde dört adet demir atomu bulu-
nur ve bu dört demir atomundan her biri sadece bir oksijen molekülü ile
bağ kurar.
596) Ancak, doğada paslanma olarak adlandırılan demirin oksitlenmesi ise
çok daha farklı bir kimyasal tepkimedir. Bu kimyasal tepkimede, dört demir
atomu ve 3 oksijen molekülü ortamda bulunmalıdır.
597) Üstelik hemoglobin içerisindeki demir sıkıca sarıp sarmalanmıştır.
Demirin kötü huyu (pas/oksidasyon) bilindiği için, sadece tek bir bağı açıkta
bırakılmıştır; yani sadece tek oksijen atomu bağlanabilmektedir.
DEMİR FAZLASI NEDEN ZARARLIDIR?
598) Yukarıdaki hadisi şeriflerde geçen “kanın güçlü olduğu gün” ve “demi-
rin iz bıraktığı gün” gibi benzetmeler, demirin veya kanın fazlasının insan
sağlığı için zararlı olabileceğinin ipuçlarını vermektedir.
599) İnsanda depo demiri arttığında ve serbest demir fazlalığında
oksidasyon artar.
600) ‘Demir Hipotezi’ olarak bilinen kuram; âdet kanaması yolu ile demir
kaybetmeleri sonucunda, kadınlardaki düşük demir miktarının yağların
oksidasyon hızını yavaşlatması, böylece damar sertliğinin (atheroskleroz)
erkeklere göre kadınlarda daha az görülmesi temeline dayandırılmaktadır.
601) Demir kimyasal olarak çok aktiftir ve birçok proteine bağlanarak biy-
olojik yapılara zarar verebilir. Haber-Weiss ve Fenton reaksiyonu ile
molekülleri okside eden zararlı oksijen radikallerinin oluşuna yol açar.
DEMİR HİPOTEZİ
602) Âdet kanaması ve kan vermek gibi kan kaybına, dolayısıyla demir
kaybına yol açan durumlarda ortamda serbest demir azaldığı için oksidasyon
da azalır.
603) Bunun net sonucu, kadınlarda menopoz öncesi kalp damar hastalıkları
ve diğer birçok hastalığın daha az sıklıkla görülmesidir.
604) Bu hipoteze dayanarak araştırmacılar düzenli olarak kan bağışı yapan-
ların kalp krizi, felç, inme, anjin ve diğer kalp ve damar hastalıklarına
yakalanma oranlarının kan bağışı yapmayanlardan çok daha az olduğunu
bulmuşlardır. Demirin çeşitli hastalıklarla ilişkisini gösteren çok sayıda
çalışma birçok saygın tıp dergisinde (Lancet, Cell, JAMA, vb.) yayınlanmıştır.
DEMİRİN VÜCUTTAN ATILIMI KISITLIDIR
605) Demir aynı zamanda çok zehirli olabilir. Bu nedenle demirin vücutta
saklanmasının çok kontrollü olması gerekir. Demir her zaman bağlanmış hal-
de bulunduğu için, vücuttan sadece âdet kanaması, dışkı ve deri dökülmesi ile
atılabilir.
606) Demir başlıca bağırsaklardan atılır ve insanda her gün dışkı ile çıkarılan
demir miktarı 1 mg kadardır. İnce bağırsak hücrelerindeki ferritine bağlı
demir bu hücrelerin yaşamları sona erdiğinde bağırsağa dökülmesi ile
birlikte yitirilir ve dışkı ile atılır.
607) Kanama durumunda yitirilen demir miktarı artar.
608) Kadınlarda ise, âdet kanaması, gebelik, doğum ve süt verme (laktasyon)
nedeni ile yitirilen demir miktarı daha fazladır.
566
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
14. yüzyıldan kalma hacamat noktalarını gösteren bir çizim. (Bloodletting zodiac
man. Harley MS 3719, ff. 158v-159)
KAN ALDIRMAK = THERAPEUTIC PHLEBOTOMY
613) Tedavi amaçlı kan aldırmak günümüzde tıpta yaygın olarak kullanılmak-
tadır.
614) PubMed veri tabanında yapılan güncel bir taramada “Therapeutic Phle-
botomy” terimi kullanılarak 3582 makaleye ulaşılmıştır.
615) Kan bağışı yapan kişilerde kalp damar hastalıkları, diyabet, bunama
daha az görülür.
Örnek Makaleler
567
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
568
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
569
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
570
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
571
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Bilinen ilk tedavi yöntemlerinden biri olan vücuttan kan akıtma işlemi
günümüzde de bazı inançlarla paralel olarak farklı şekillerde gerçekleşmeye devam
etmektedir.
572
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
573
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Bilinen ilk kan transfüzyonunun 1492’de Papa VIll. Innocent’e yapıldığı söylenir.
Bu tarihte Papa’nın felç geçirdiği ve komaya girdiğinde doktoru son çare olarak üç
gencin kanını Papa’ya verir. Sonuç olarak yalnız Papa değil gençlerde hayatlarını
kaybederler.
1666 yılında Oxford da yapılan kayıtlarda hayvandan hayvana yapıla deneysel
çalışmalardan bahsetmektedir. Kan nakli yapılan köpek yaşamıştır.
574
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
575
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Türkiye yurt dışındaki gelişmeleri takip etmiş ve Prof. Dr. Burhanettin Toker ile
çalışmalar başlamıştır.
Ülkede kan ihtiyacı sorunun baş göstermesiyle birlikte 1953’de Kızılay Kon-
gresi’nde Genel Başkan Prof. Dr. Reşat Berger’in önerisi ile kan yardım teşkilatının ku-
rulması kararlaştırılmıştır.
576
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
577
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
578
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
579
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
580
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Kan bağışının hangi şartlarda ve hangi kıstaslara göre olması yönünde çalışmalar
başlamış ve kanun taslağı kabul edilmiştir.
Ülkenin ihtiyacına cevap vermeye çalışan kan merkezlerinde zamanla artış ol-
muştur. Farklı bir uzmanlık alanı gereken kan bankacılığı için Türk Kızılayı çatısı altın-
da yeni bir müdürlük açılmıştır.
581
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
582
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
583
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Kan Haftası diye bilinen gün yerine artık, tüm dünyada ortak olarak 14 Haziran
“Dünya Gönüllü Kan Bağışçıları Günü” kutlanmaktadır. Ülkemizde bu anlamlı günde;
düzenli Kan Bağışçılarına 10. Bağışta Bronz, 25. Bağışta Gümüş, 35. Bağışta Altın
madalya ve 45. Bağışta plaket verilmektedir.
Yıllardır ülkemizde kurumumuz ihtiyaç sahipleri için kan temin etmişlerdir. An-
cak gelişmiş ülkeler seviyesinde kan bankacılığı sistemi oluşturabilmek ve kanın önce-
likli olarak kurumumuz tarafından temin edilmesi gerekliliğinden yeni bir program
oluşturulmuştur.
584
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
585
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
586
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
587
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
588
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Giriş
Bildiri konumuz iki alana yönelik bilgiler içermektedir. Bunlardan ilki
ahiret inancına dayandırılan ikinci yaratılış fikri, ikincisi ise organ bağışı me-
selesi ve ikinci yaratılış inancının organ bağışına olumlu olumsuz etkileridir.
İlahi dinlere göre insanlar, dünyada yaşamlarının ardından yapıp etti-
klerinden dolayı mükâfat almak veya ceza görmek için yeniden yaratılacak-
lardır. Ahiret inancına sahip olmayan Dehriler ve Maddiyyûn gibi akımların id-
dia ettikleri gibi hayat, bu dünya ile sınırlı değildir.
İslam inançları açısından “ahirete iman” asli bir inanç esasıdır. Kıyametin
kopması, ba’s ve haşir gibi hadiseler ahiret başlığıyla beraber işlenen diğer
konulardır. Yeniden yaratılma anlamına ba' s; öldükten sonra dirilmek, asli
parçaları bir araya getirerek ve ruhları bu bedenlere iade ederek, Allah’ın
ölüleri mezarlarından çıkarması, bedenin asli parçalarının yok olduktan sonra,
Allah'ın onları tekrar iade etmesi veya parçaların bir birinden ayrılmasının ar-
dından onları tekrar bir araya getirmesidir.
Organ bağışı günümüz dünyasında sağlık problemlerinden dolayı insan-
ların hayati ihtiyaçları arasında yer alan bir unsur olarak durmaktadır.
Müslüman toplumlar bu meseleye sadece ahiret inancı, vücudun emanet ol-
ması veya insan bedenine ihtiram gibi değerler çerçevesinde baktıkları gibi
yardımlaşma, insan hayatının önemi ve kutsallığı gibi perspektiflerle de ba-
kabilmektedirler.
Bu çalışma, İslam düşüncesi açısından hem teori hem de pratiği bir araya
getirmeye çalışmakta, geçmişten günümüze üretilen fikirleri, günümüz uygu-
lamalarıyla karşılaştırarak sunmayı hedeflemektedir. Konunun daha iyi an-
laşılması için ikinci diriliş ve ruh-beden ilişkisi üzerine ortaya atılan fikirleri
irdelemekte fayda vardır.
589
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
591
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
592
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
dan hareketle inşa etmiştir. Ona göre ruh aynı uyku halinde bir zarar görme-
diği gibi ölüm durumunda da zarar görmez.
5. Organ Bağışı ve Nakli
Organ yetmezliği, çağımızda yaşanan sağlık sorunları nedeniyle tüm dü-
nyada artmakta olan bir hadisedir. Organ nakli olmayı bekleyen hastalardan
büyük bir kısmı, uygun organ beklerken yaşamlarını yitirmektedir. Nakil için
uygun organ bekleyenlerden ancak bir kısmına organ nakledilmekte, bazıları ise
uygun organ çıkar ve nakledilir umuduyla yıllarca beklemek zorunda kalmak-
tadır. Organ nakli, vücutta görevini yapamayan bir organın yerine canlı bir ver-
ici (donör)den veya ölü(kadavradan)den alınan sağlam bir doku veya organın
nakledilmesidir. Bu uygulama günümüzde birçok kronik organ hastalıklarında
uygulanan geçerli ve ileri bir tedavi yöntemi olarak kabul edilir.
Organ bağışı ve nakli yoluyla birçok hayat kurtulmaktadır. Nisan 2015
itibarı ile Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye’ de 27.000’ den fazla kişi or-
gan nakli için sırada beklemektedir. Diğer yandan her gün Avrupa Birliği
ülkelerinde ortalama 19, ABD de 30 ve ülkemizde 6 kişi, bağışlanmış organ
sayısı azlığından dolayı gerçekleşemeyen organ nakilleri sebebiyle hayatlarını
kaybetmektedir. Organ nakillerinin önündeki en büyük engel, organ
bağışlarının temin edilebilmesi oluşturmaktadır. Aşağıdaki tablo bu konuda ih-
tiyacın her geçen gün ne derece arttığını göstermesi açısından önemlidir.
593
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
yaşamı sona eren kişinin yanında eşi, reşit çocukları, anne-babası, kardeşlerinden
biri yoksa sağlam doku ve organlarının hekimler kurulu raporu ile belgelenmesi
koşulu ile ivedilik ve tıbbi zorunluluk bulunan bulunan durumlarda vasiyet ve rıza
aranmaksızın organ ve doku nakli yapılabilir"' ifadesi yer almaktadır.
Organ bağışı ve naklinde Avrupa’daki bağışlar ağırlıklı olarak ölü donör-
lerden olurken, Türkiye’de ise canlı donörler ön plandadır. Bu dönerler özellikle
de yakın akrabalardan oluşmaktadır. Ayrıca nakil için gerekli olan böbreğin
%85'inin insandan, %15'inin kadavradan alındığı ancak batı ülkelerinde bu du-
rumun tersine olduğunu bildirilmektedir.
Tablolarla ülkemizdeki durum şu şekilde görünmektedir:
Beyin Ölümü
Dönem Beyin Ölüm Sayısı Aile İzin Sayısı
Bugün 0 0
2015 1.570 369
2014 1.816 407
2013 1.709 379
2012 1.478 345
2011 1.291 333
Toplam: 7.864 1.833
Döner
Dönem Canlı Kadavra İthal (Kornea) Enüklee (Kornea) Ex (Kornea)
Bugün 1 0 0 0 0
2015 2.705 369 136 1 1.166
2014 3.245 407 388 2 1.569
2013 3.370 379 391 3 1.313
2012 3.472 345 0 1 863
2011 2.831 333 0 0 0
Toplam: 15.624 1.833 915 7 4.911
Hasta Sayısı
Böbrek Kalp Karaciğer Akciğer İnce Barsak Kalp Kapağı Pankreas Kornea
Dönem(*)
Bugün 0 0 0 0 0 0 0 0
2015 5.980 324 1.588 61 7 0 40 2.963
2014 6.591 425 1.897 66 7 3 32 4.296
2013 6.769 290 1.975 65 3 1 37 3.996
2012 6.494 295 1.864 47 6 4 36 4.193
2011 5.787 376 2.541 12 1 4 75 992
Toplam: 22.152 621 2.218 47 5 4 265 2.940
595
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Nakil
Dönem Böbrek Kalp Karaciğer Akciğer İnce Barsak Kalp Kapağı Pankreas Kornea
Bugün 0 0 0 0 0 0 0 0
2015 2.521 70 938 25 3 0 6 2.403
2014 2.925 78 1.211 33 5 2 9 3.640
2013 2.945 63 1.249 32 2 1 4 2.977
2012 2.909 61 1.002 25 5 5 6 1.894
2011 2.952 96 906 5 2 1 27 6
Toplam: 14.252 368 5.306 120 17 9 52 10.920
Bekleme Listesi
Böbrek Kalp Karaciğer Akciğer İnce Barsak Kalp Kapağı Pankreas Kornea
3 Muğla 11.263
4 Kocaeli 9.376
5 Manisa 7.773
6 Samsun 7.196
7 Adana 7.181
8 Ankara 5.263
9 Balıkesir 4.726
10 Burdur 3.369
11 Aydın 3.263
12 Konya 3.103
13 Mersin 2.403
14 Bursa 2.367
15 Giresun 2.213
16 Antalya 2.201
17 Tokat 2.010
18 Ordu 1.916
19 Diyarbakır 1.889
20 Trabzon 1.862
21 Hatay 1.686
22 Gaziantep 1.678
23 Zonguldak 1.357
24 Çanakkale 1.260
25 Sivas 1.248
596
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Bu bilgiler her gün her saat farklılaşmaktadır. 23.10.2015 sabah saat 10:00
itibariyle mevcut tablo bu şekildedir.
5.2. Organ Bağışını Etkileyen Unsurlar
Organ bağışı ve nakil konusundaki kişisel tutumları etkileyen etkenler
birbirinden farklı düzlemde karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan başlıcaları yaş,
cinsiyet, eğitim düzeyi, sosyo-ekonomik durum, din, hurafeler ve kültürdür. Or-
gan bağışı meselesinde donör adayların en temel sorunlarından birisi de organ
bağışı yaptıktan sonra kendilerine potansiyel organ bağışçısı olarak bakıldığı
için olası hastalık ve ameliyatlarında hastane personeli tarafından ilgisiz dav-
ranılması veya sırf organ temini için ilgi gösterilmesidir. Sağlık çalışanları bu
durumu reddedip böyle bir şey olmadığını beyan etseler de halkın gözünde had-
ise bu şekilde cereyan etmektedir.
Ülkemizde yapılan çalışmalarda organ bağışının önündeki engeller
sıralandığında şu şekilde sıralamak mümkündür: bilgi eksikliği, güven eksikliği,
vücut bütünlüğünün bozulması endişesi, dini nedenler, organ mafyası, hukuki
boşluklar, eğitim ve destek hizmetlerin eksikliği, korku, kişisel bakış, ilgisizlik,
ciddi bir devlet politikası olmaması.
Örneğin konuyla ilgili ülkemizde, Uşak bölgesinde yapılan bir çalışmada
katılımcılardan % 92.4 organ bağışına olumlu bakarken, Trabzon bölgesinde
olumlu bakanların oranı %62.8 şeklinde bakarken olumsuz bakanların oranı
%37.2 olmuştur. Ancak burada dikkati çeken husus olumsuz bakan bu %37.2
kitlenin sadece % 33.3 organ bağışına olumsuz bakmasının nedenini dini neden-
lere dayandırarak açıklamıştır.
Özelikle bu konuda gelişmiş batı ülkelerinde yapılan araştırmalara göre
farklı ırktan etnik azınlıkların doku-organ nakline olumlu bakmadıkları ortaya
çıkmıştır. Dolayısıyla etnik grupların genetik ve doku özelliklerine uygun doku
ve donör bulunamadığı için donör gereksiniminin ileri derece olduğunu
göstermektedir.
Ayrıca yapılan araştırmalara göre tüm toplumlarda kadınların erkeklere,
gençlerin yaşlılara, eğitim seviyesi yüksek olanın daha az eğitimli olanlara
ekonomik durumu iyi olanların daha alt seviyedekilere göre organ bağışına da-
ha olumlu baktıkları gözükmektedir.
6.Öneriler:
Organ bağışı konusuna bugüne kadar yaklaşıldığından farklı olarak, uygu-
lamalı ve bütüncül yaklaşılmalı, toplumun her katmanına sosyal bilinçlendirme
yapılmalıdır. Organ nakli konusunda başarıya ulaşmak için mevcut engellerin
aşılması gerekmektedir. Bilimsel, dini, hukuki ve etik sorunların çözülebilmesi
için toplumun değerleri oluşturan dini, ahlaki ve kültürel unsurlar merkeze
alınmalıdır. Organ nakli gerçekleştiğinde de hak, hukuk, adalet ilkeleri
çerçevesinde alınan organın hak edene verileceği beyan edilmelidir.
Bu konuda yapılmasında fayda olacağını düşündüğümüz şeyleri sıralarsak:
Dini bilgilendirme yapılmalı, tıbbi bilgilendirme yapılmalı, bağışlanan organların
adil biçimde ihtiyacı olana verilecek olmasının garanti edilmeli, organ bağışı ile
yaşama dönen kişilerin tanıtılmalı, organ bağış kampanyaları yaygınlaştırılmalı,
597
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
598
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
599
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ölmüştür, hastanın solunumu yoktur; bu çok önemli. Hastanın herhangi bir refleksi
yoktur, herhangi bir reaksiyonu söz konusu değildir ve bu hastanın geriye dönüşüyse
kesinlikle söz konusu değildir.”
Haberal, konunun sağlıklı bir şekilde yürütülmesi ve her hangi bir yanlışlığa yol
açılmaması için ülkemizde yasal düzenlemenin 29.05.1979 tarihli ve 2238 sayılı kanun-
la tespit edildiğini kaydetmiş; beyin ölümü kararının, bilimin ülkede ulaştığı düzeydeki
kuralları ve yöntemleri uygulanmak suretiyle, biri kardiyolog, biri nörolog, biri
nöroşirürjiyen ve biri de anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanından oluşan 4 kişilik
hekimler kurulunca oy birliğiyle saptandığını belirtmiştir. Böylece koma haliyle beyin
ölümü hali tefrikinde hataya düşme ihtimali ortadan kalkmıştır. Bu konuda medyada
yer alan “beyin ölümü teşhisi konuldu ama hayata geri döndü” şeklindeki haberler ise
Prof. Dr. Serdar Bedii Omay’ın ifadesiyle ya çok düşük olasılıkla ilgili hekimler kurulu-
nun hatalı teşhisi ya da Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın dediği gibi basının bu meselede
bitkisel hayatla beyin ölümünü karıştırıyor olmasıdır. Haberal’in açıklamasına göre
beyin ölümü teşhisi konmuş bir kimsenin beynine kan gitmiyor demektir ki bu da has-
tanın kalbinin en fazla (ortalama) 48 saat daha çalışması demektir. Bu yüzden hastanın
tedavisi için tüm hastane şartları kullanılmalı, tıbbi imkanların yeterli olmadığı du-
rumlarda tam teçhizatlı bir hastaneye nakledilmeli ve tedavinin olumlu sonuç verme-
diği son noktada beyin ölümü teşhisini yetkin ve uzman dört hekim vermelidir. Ancak
böyle bir hastanın organları alınabilir.
Organ naklinin dini açıdan imkânına ilişkin en hassas konu olan beyin ölümü me-
selesiyle ilgili tıp uzmanlarının bu açıklamalarından sonra İslam Hukuku uzmanı Prof.
Dr. Hayrettin Karaman’ın görüşlerine yer vermek istiyoruz. Karaman ilgili toplantıda
şunları ifade etmiştir: “Yaşam destek ünitesine bağlı bir hastada beyin sapının ölümüyle
aslında kalp kendi kendine çalışmıyor. Ne iradî ne gayri iradî… Beyin bütün çeşitleriyle
fonksiyonu kaybettikten sonra eğer makineyi ondan çeksek artık o kalp çalışır mı? Ben
şimdi doktorlara bunu soruyorum. Kalp hemen durur mu? Kalp hemen durursa o daha
önce bilkuvve durmuş sayılır. Demek ki, onun çalışması bizim onu makineye bağlamış
olmamızdan dolayıdır. Ben bunu şuna benzetiyorum: Diyelim ki ben, ölmüş bir insanın
elini hareket ettiriyorum. Bu durumda biri gelip de “bunun eli hareket ediyor, bu henüz
ölmemiş” diyebilir mi? Diyemez. Ben ona derim ki, adamın eli hareket ediyor; ama o
kendi hareket etmiyor, onu ben hareket ettiriyorum. Cihaza bağlı insanın da kalbini
beyin çalıştırmıyor, makine çalıştırıyor. Makineyi çektiğiniz zaman da kalp duruyor
zaten. Dolayısıyla da orada bir hayat söz konusu değil. Hayatın sona erdiği doktorların
raporuyla sabittir. Öyle ruhun ayrılıp ayrılmadığı vs. gibi bizim bilgimiz alanına girmey-
en birtakım konuları buraya sokmanın hiçbir anlamı yoktur. Ruh bedeni terk etti mi,
etmedi mi; hangi parçasından etti, hangi parçasından etmedi gibi soruların anlamı yok-
tur. Çünkü o bizim bilgi alanımıza girmez. Hiçbir kimse ruhu vücutta görüp şu veya bu
kadar yerinden ayrılmıştır diye hükmedemez. Dolayısıyla 4-5 uzman hekimin, “Bu kişi
ölmüştür, kalbinin çalışması makineye bağlı oluşundandır, çektiğimiz zaman kalbi de
duracaktır ve hayata dönmesi mümkün değildir” diye rapor verdiği insan ölmüştür ve o
insanın kısa bir süre sonra toprak olacak, işe yaramayacak olan organlarını alıp ıstırap
çeken insanlara nakletmek, caiz değil, vaciptir. Yani çok gerekli; dini, insani, ahlaki bir
görevdir. Bu noktada kişinin kendisinin ya da yakınlarının rızasını almaya gerek yoktur.
Çünkü vücudumuz hiçbir zaman bizim mülkümüz değildir. Yaşayan insanın da mülkü
değildir ve bizim ona ihtiyacımız kalmadığı anda bir başka insanın ondan istifade et-
mesine hiçbir dini engel yoktur. Bizden asırlarca önce gelmiş bazı fıkıhçılar, aç kalmış
ve bir şey yemediği takdirde ölmesi muhakkak olan kişinin yanında ölmüş olan bir
başka insanın etini yiyerek hayatına devam etmesinin caiz olduğunu söyleye-
bilmişlerdir. Bunu o insanlar söylüyor. Biz bugün ölmüş bir insanın organının alınarak,
601
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
yaşayan; ama ıstırap içinde yaşayan, dayanılmaz acılar çekerek yaşayan insana ver-
ilmesi ve onun hayatını idamesi üzerinde tereddüt gösteriyoruz.”
Aynı kanaat İslam Fıkıh Akademisi’nin 1986 yılındaki 3. Dönem toplantısında
aldığı 17 numaralı kararda da zikredilmiştir. Bu konuda farklı görüşte olan ve beyin
ölümünü gerçek ölüm kabul etmeyip, bu durumda olanların yaşam destek ünitesinden
çıkarılmaları ve bunlardan organ nakli yapılmasını meşru görmeyenler vardır.
Burada dikkat çekmemiz gereken hususun konunun ictihadî olduğudur. İslam
hukuku uzmanları “Zarar imkân nispetinde giderilir.”, “Zorunluluklar yasakları mubah
hale dönüştürür.”, “İki kötü arasında kalındığında zararı en olan tercih edilir.”, “Kuvvetli
zarar hafif zarar ile giderilir.” gibi genel hukuk ilkeleriyle organ ve doku naklini meşru
kabul etmişlerdir. Organ nakli, verici konumdaki insanın onuru korunarak, alıcı du-
rumdaki insanın ihtiyacı ve son derece değerli olan Allah vergisi organların toprağa
karışıp fonksiyonunu yitirmesi yerine bir başkasına can vermesi amacıyla
gerçekleştirilebilir. İnsanın yeryüzünde eşref-i mahlukât oluşu, onun hayatiyetinin
sürdürülmesini hem kişinin kendisine hem de başkalarına yüklenmiş bir görev olarak
kabul edebiliriz. İnsan öldürmenin haramlığını beyan eden ayetleri bu bağlamda değer-
lendirebileceğimiz gibi, hastalıkların tedavisini emreden nebevi tavsiyeleri de bu
düzlemde kabul edebiliriz. Bu naslar insan hayatının korunmasının zorunlu olduğunu
ve başka bir alternatif kalmayınca haramların bile tedavide devreye girebileceğini
göstermektedir. Basit bir konuda bile yardımlaşmayı esas almış bir dinin hayatî bir
meselede bunu reddetmiş olamayacağını düşünüyoruz. Yine de özellikle beyin ölümü
gibi ihtilaflı bir konuda kişisel endişelere ve kararlara saygı duyulması ve bu aşamada
konunun insanî/duygusal boyutunun dışlanmaması gerektiği kanaatindeyiz.
II. Yeniden Dirilişin Keyfiyeti ve Organların Şahitliği
Yeniden dirilmenin keyfiyeti ile organ naklinin meşruiyeti arasında bağ ku-
rulmuştur. Buna göre insan, vücudundan da sorumludur ve ahirette bu konuda hesaba
tâbi tutulacaktır. Asıl sahibinden alınıp ikinci kişiye nakledilen organ mahşerde kimin
bedeninde yer alacaktır? Söz konusu organ hangi sahibi için şahitlikte bulunacaktır?
Gibi sorular bazılarınca organ nakline engel teşkil eden konular olarak kabul edilmiştir.
Bu iddia sahiplerinin dayanağı, Kur’an’da yeniden dirilmenin ruh-beden birlikteliğiyle
(cismânî) oluşunu bildiren ve insan organlarının ait oldukları kişiler aleyhinde şahitlik
edeceğini haber veren ayetlerdir. Şimdi öncelikle İslam dini açısından yeniden diril-
menin keyfiyetini tartışacak ardından organların şahitliği mevzusunu değerlendirmeye
tabi tutacağız.
II. A.Yeniden Dirilişin Keyfiyeti
II. A. 1. Kavramların Diliyle Yeniden Diriliş
İslam inancında ölümden sonra ahiret yurdu için yeniden dirilişin en genel adı
ba’s’tır. Ba’s, “Birini kaldırıp harekete geçirmek, uykudan uyandırmak, diriltmek, gön-
dermek” gibi anlamlara gelir. Ba’s, canlılık özelliklerinin tekrar aktive edilmesidir. Bu
ister uykudan uyandırma ister ölümden yeniden diriltme şeklinde olsun böyledir.
Kelime Allah’a izafe edildiğinde iki manaya delalet eder. Birinci anlamı, ölmüş her tür
canlının tüm özellikleri ve çeşitleriyle (erkek-kadın, çocuk-yaşlı vs.) kıyametten sonra
diriltilmesidir. Böyle bir diriltme Allah’a mahsustur ve bundan dolayı O’nun bir adı
bâis’tir. İkinci tür ba’s ise, Kur’an’da Hz. İsa’ya atfedilen ölüleri diriltme manasıdır ki,
bu, yaşadığımız şu dünyada geçerli bir durumdur.
Ba’s İslam’da “Kıyamet gününde Allah’ın ahiret hayatını başlatmak üzere ölüleri
yeniden diriltmesi/canlandırması” anlamında temel inanç esaslarından biri olarak ka-
bul edilmiştir. Nitekim ahirete iman “ba’sü ba’de’l-mevt” şeklinde formüle edilmiştir.
602
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
603
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Konuya hadis literatürü açısından bakıldığında ise buna dair pek çok rivayetin
olduğunu görürüz. Dünya hayatının son bulması ve ölümden sonra diriliş ile ilgili hadis-
ler ise hadis kaynaklarında fiten ve melahim bölümlerinde yer alır. Hadislerde belir-
tildiğine göre kıyametten sonra kabirden ilk kalkacak olan Hz. Muhammed’dir (sav).
Ardından organları tam teşekkül etmeden ölmüş ceninler dahil tüm canlılar
diriltilecektir. Ba’s sırasında insanlar doğal halleriyle diriltilecek, sünnetsiz, çıplak, otuz
yaşlarında olacakları belirtilmektedir. Esasen bu tür rivayetler arasında itikada medar
olması açısından sadece tevatür derecesine ulaşan haberlerin dikkate alınması gerek-
tiği ortadadır. Filhakika söz konusu nakiller kelam ilmi açısından mütevatir olmadığın-
dan bir bilgi kaynağı olarak görülmemiş ve genel geçer kabul edilmemiştir. Bununla
birlikte ilgili rivayetlerde ortaya konulan bilgilerin bütünü dikkate alındığında ahiret
hallerinin cismânî olduğu sonucu çıkar. Öyle görünüyor ki klasik kelam ekollerinin bu
yöndeki kabulünde söz konusu rivayetler etkili olmuştur.
İslam Meşşaî filozoflarının cismanî diriliş konusundaki olumsuz tavırları
“ma’dumun aynıyla iadesi”ni imkânsız görmelerinden ileri gelmektedir. Onlara göre
çürüyüp yok olan (ve ma’dum kategorisindeki) bedenin ahirette bu dünyadaki ile özdeş
olarak meydana getirilmesi mümkün değildir. İnsanda esas olan ruhtur. Onda değişiklik
söz konusu değildir. Gerçi Allah yeni bir beden yaratıp onu ruhla birleştirmeye mukte-
dirdir; fakat aynı ruhun farklı bedenlerle birleşmesi batıl bir inanç olan tenasühü gerek-
tirir. Ayet ve hadislerde geçen cismanî tasvirler ise insana ahiret hayatıyla ilgili
gerçekleri daha kolay anlatmak, onu iyiliğe teşvik etmek ve kötülükten vazgeçirmek
için başvurulan sembolik anlatımlardır. Öte yandan insanın ruhu, nefsi ya da
cevheri/özü, uyku âleminde kendisinden ayrılmakta ve uçsuz bucaksız yerlere
gitmektedir. Bazen haz bazen de elem şeklinde hissedilen bu tecrübe, herkesin den-
eyimlediği bir hadisedir. İşte nasıl ki rüya âleminde insanın benliği, duyguları ve duyu-
ları kusursuz bir biçimde işlevsel ise ahiret hayatı da insanın rûhânîyeti ya da nefsi
üzerinden gerçekleşecektir. İnsan ruhuna bir yük gibi olan beden dünyada bırakılacak
ve ahirete sadece ruh/nefis gidecektir. Orada rûhânî bir zevk âlemine girer. Nefis
bedenden mücerred bir akıl olarak kemal seviyesine ulaşırsa ahiret mutluluğunu elde
etmiş demektir. Nefsi bedenle birlikte düşünmek onu sınırlandırmak ve hapsetmektir.
Bedenle birlikte nefis arzulu-arzusuz, öfkeli-sakin gibi hayatın içerindeki dengelere
müsaittir. Bu saf nefisten alt derecedir. En yüksek tatlar saf aklın nefsin elde ettiği zev-
klerdir. Resulüllah (sav) “Allah şöyle demiştir: Salih kullarıma ne gözün gördüğü, ne
kulağın duyduğu ne de kulağın işittiği bir (cennet) yurdu hazırladım.” O halde ahiret
nimetleri beş duyuya hitap eden şeyler değildir. Ahiret cismânî olsaydı oranın nimetle-
rinin hisleri aşan bir mahiyette olduğu belirtilmezdi. Bu yüzden ibadetlerde ve
amellerde dış görünüş ve bedene ait şeyler bu dünyada kalır, ibadetlerin manasını
oluşturan niyet, ihlas, saygı, takva ve marifet duygusu ahirete taşınır.
Cismanî dirilişe yapılan itirazlara karşın kelamcılar hem aklî hem de naklî deliller
getirmişler, Gazali bu meseleden dolayı İslam filozoflarını tekfir etmiştir. Bu konuda
öne sürülen naklî delillerden birisi Kur’an’da şöyle ifade edilir: “Önce yaratan, ölümün-
den sonra tekrar dirilten O'dur. Bu, O'nun için daha kolaydır…” Ayet, yoktan yaratanın
dağılmış olan parçaları bir araya getirmesinin ya da benzerini tekrar yaratmasının daha
kolay olduğunun beyanı olarak anlaşılabilir. Dolayısıyla meâdın delili mebdedir. Yani
ilk kez ve yoktan var eden, dağılmış ve -belki de- parçaları yok olmuş olanı tekrar
yaratabilir. Yeniden yaratmanın ilk yaratılış gibi olacağını varsaydığımız takdirde bu,
aklen mümkündür. Zira varlığı mümkün olanın benzeri de mümkündür. Çünkü iki ben-
zer şeyin hükmü, onların vacip ya da mümkün oluşunda da eşittir.
Kur’an, ölüp toprağa karıştıktan sonra dirileceklerini akıllarına sığdıramayan
inkârcılara, “Biz toprağın onlardan yiyip tükettiklerini de, geride bıraktıklarını da çok iyi
biliriz, katımızda her şeyi muhafaza eden bir kitap vardır.” şeklinde cevap vermiş;
604
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
çürümüş kemikleri göstererek, “Bunları kim diriltebilir?” diyenlere. “Onları ilk defa
yaratan diriltecektir.” buyurmak suretiyle kemiklerin diriltilmesini ba’sin kapsamında
göstermiştir. Bu konudaki ayetler o kadar çoktur ki bunların mecaza te’vili imkânsızdır.
Öte yandan beden, her ne kadar bu dünyada noksanlıklarla muallel ise de Allah’ın
beyanıyla en güzel şekilde yaratılmış bir varlıktır. İnsanın cismâniyeti de en az
rûhânîyeti kadar saygındır. Bedenin noksanlarını öne sürerek onun ahirette olma-
yacağını iddia etmek Kur’an’ın beyanına aykırıdır. Şu da var ki ahiretteki bedenin
(kimi) kusurlarından arınmış şekilde ba’si mümkündür. Ayrıca bu dünyada arzu ve
istekler sadece ruhla değil aynı zamanda bedenle de sağlanmaktadır. Nitekim duyu
organlarının tamamı bedene aittir. O halde yeniden dirilişte beden ruhtan daha az
önemli değildir.
Her an şahit olduğumuz gece-gündüz, karanlık-aydınlık gibi gerçeklikler varlık
âleminde yok olup geri gelmekte, böylece yok olan şeyin aynîyle geri geldiğine şahit
olmaktayız. O halde toprağa karışan bedenlerin de tekrar yaratılması ve aynıyla
diriltilmesi mümkündür. Son olarak insan, ruh ve bedeniyle iyi-kötü duyguları
yaşamakta, acı ve tatlı tecrübeler, hisler ruh-beden bütünlüğünde tecrübe edilmektedir.
İnsanın ahiret âleminde bunlardan birisi olmaksızın diriltilmesi bu dünyadaki kişiliğini
tam olarak karşılamaz. Bu sebeple yeniden dirilişin cismânî olacağına inanıyoruz.
Ahiret hayatı İslam filozoflarının iddia ettiği gibi rûhânî olacaksa kıyamet, ba’s,
haşr, mizan, hesap, cennet ve cehennem gibi tüm ahiret aşamaları mecaz kabul
edilecektir. Eğer durum böyleyse Allah ve Resulünün konuya ilişkin onca beyanları
eğitim amacı taşıyan ama aslı olmayan misallerden, tasavvur ve hayallerden ibaret
olacaktır. Bu ihtimal Allah ve Resulü hakkında mümkün olmadığı gibi usul açısından da
rivayetlerin zahiri herhangi bir geçerli neden olmadan mecaza tevil edilemez.
Kur’an’ın insan tasavvurunda beden ve ruh bir bütün olduğu gerçeği karşımıza
çıkar. Ne bu dünyada ne de ahirette insandan bahseden ayetler açıkça bir ruh-beden
düalizmini sunar. Nasıl ki insan “ben” dediğinde sadece bir yönünü kastetmiş olmuyor-
sa, ahiretteki varoluşun da tam olarak dünyadakine benzer mahiyette olması için bu
ayırımın söz konusu olmaması gerekir.
Ba’sin cismânîliği kabul edilince bunun hangi bedenle olacağı sorusu gelişir. Bi-
rinci ihtimal, bu dünyada sahip olduğumuz bedenin ahirette tekrar diriltilmesi “iâde-i
halk”, ikinci ihtimal ise ahiret şartlarına uygun yeni bir bedenin tahsis edilmesi “halk-ı
cedid” olabilir. Kelamcıların çoğu, dağılmış bedenlerin asli parçalarıyla (cevher) ye-
niden yaratılacağını kabul etmişler, yok olanın aynen iade edilmesi ihtimalini de
reddetmemişlerdir. “Yenilen, yiyenin bir parçası olacak şekilde bir insan diğerini yese,
yenilen parçalar ya her iki bedende birlikte haşredilir –ki bu imkânsızdır- ya da birinde
haşr ve iade edilir. Bu takdirde diğeri eksik haşr edilmiş olur.” Şeklinde yer alan klasik
kelam literatüründeki itirazın benzerini, organları nakledilmiş kişi için de yapmak
mümkündür. Yani organı başkasına nakledilen kimse ahirette eksik mi diriltilecektir?
Kelamda bunun cevabı, haşr ve iadenin insanın bu dünyada sürekli değişen yapısı
üzerinden değil, aslî cüzlerin birleştirilmesi ya da insana yeni bir bedenin verilmesi
şeklinde tahakkuk edeceğidir. Kelamcılar bu iki ihtimalden ilkini daha fazla tercih etmiş
ve insanın eczâ-i asliye denilen aslî maddeleri üzerinden yeniden diriltileceği, dolayısıy-
la haşrin aynı bedenle gerçekleşeceği görüşünü ağırlıklı olarak savunmuşlardır. Ye-
niden diriltmenin keyfiyetine ilişkin bir rivayette acbü’z-zeneb denilen ve hiçbir zaman
çürüyüp yok olmayan bir parçadan bahsedilmekte ve bunun ba’sin aslî maddesi olduğu
bildirilmektedir. Kuyruk sokumu anlamına gelen bu parçanın kesinkes kıyamete kadar
varlığını sürdürmesi konusu tartışmalıdır. Her ne kadar ilgili rivayetlere dayanarak
yeniden dirilişin omurga kemiğinin en alttaki parçacığından gerçekleşeceğini kabul
edenler var ise de, Allah’tan başka her şeyin fâni olduğu bilgisini veren Kasas, 28/88’i
605
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
esas alan âlimler bu parçacığın varlığını kabul etmekle birlikte bunun insan bedeninde
en son çürüyen madde olduğunu benimsemişlerdir. Buna ek olarak, mikro parçacıklar
olan genlerin insanın adeta tüm özelliklerini ihtiva etmesi, yeniden dirilişin topraktaki
genler üzerinden gerçekleşebileceğini desteklemektedir. Mutezile’nin “ma’dumun
aynıyla iadesi imkânsızdır” şeklindeki itirazına gelince bunun cevabı Allah’ın kudreti
üzerine bina edilebilir. Aslında yeniden dirilmenin cismanî oluşunda -kıyamet ve ahiret
hallerinin tamamında olduğu gibi- Allah’ın kudretini postulat olarak kabul etmek gere-
kir.
Öte dünyada insanların bu dünyadaki bedenlerinin aynıyla diriltileceğini
savunanlar bir anlamda iki dünya arasında bir mahiyet farkı gözetmemektedirler.
Çünkü bu iddiaya göre, insan kuyruk sokumundaki aslî parçayla yeniden yeşerecek, can
bulacak ve bedenlenecektir. Ölüm, bedeni oluşturan azaların işlevini yitirmesi ve ara-
larındaki uyumu kaybetmesiyle olduğuna göre, dağılan bir makinenin parçalarını bir
araya getirme gibi, ba’s ve haşr de, dağılan insan uzuvlarını bir araya getirmek ve aynı
bedenle ruhu birleştirmek suretiyle insanın diriltilmesi şeklinde gerçekleşir.
Aynı bedenle dirilişin felsefi kökeni, insanın iki dünya arasında kimliğinin mu-
hafaza edilmesidir. Bunun için en azından insanın bu dünyadaki bedeninin aslî parçası
korunmuş olmalı ki, öte dünyada haşr bunun üzerinden olsun. Aksi halde,
mütemadiyen dolup boşalan bir havuzdaki su ne kadar aynı su ise, bu da o kadar aynı
beden olacaktır. Buna karşın, insan kişiliğinin devamını sadece fiziksel kriterlerde ara-
mak doğru olmasa gerektir. Aksi takdirde bu dünyada engelli olan kimse ahirette de
öyle olması gerekir ki bu cennet inancına aykırıdır. Örneğin gözleri görmeyen birisinin
cennete girmeyi hak ettiği takdirde gözlerinin göreceğine inanıyoruz. Zira Kur’an’da
cennet anlatımları bu görüşü desteklemektedir. Öyleyse böyle bir kimse, bu dünyada
sahip olmadığı fiziksel bir özelliğe sahip olacaktır.
Dünya ve ahiretin iki apayrı varlık alanı olduğu müsellemdir. İslam inancında dü-
nya hayatı imtihan, ahiret ise ödül-ceza yeridir. Bu dünyada imtihan edilen de ahirette
imtihanının karşılığını alan da aynı insandır. Her ikisinin de öznesi olan insan öyle bir
yapıya sahip olmalıdır ki her iki âlemde de varlığını sürdürebilsin. Hâlbuki ahiret âlemi
ebedidir. Bu dünyadaki beden ise sürekli değişime tâbidir ve zamanla yaşlanmaktadır.
Bu hakikat, insanın bu dünyadaki bedenin ahirette yetersiz kalacağı fikrini
uyandırmakta ve bu yüzden öte dünyada insana farklı bir beden verilmesini mümkün
kılmaktadır.
Esasen insan sadece bedeniyle değil, aynı zamanda ruhuyla da insandır. “Allah
yolunda can verenleri sakın ölü zannetme. Bilakis onlar ölü değil diridirler ve Rablerinin
katında rızıklandırılarak yaşamaktadırlar” ayeti, ruh denilen hakikatin olduğunu, beden
canlılığını yitirse de insanın ruhuyla hayata devam ettiğini göstermektedir. Ayrıca in-
sanın duygusal yapısı, onun bedeniyle değil, ruhuyla ilgili bir durumdur. Çünkü acı hissi
bilincini kaybetmiş bir insanda söz konusu değilken, bir bebek ya da ihtiyar bu duyguyu
hissedebilmektedir. O halde gerek kabir gerekse ahiret hayatı ruhların bedenlere
iadesiyle gerçekleşecektir. Bu ister dünyadaki bedenin yeniden ihyasıyla isterse
ahirette yeni bir bedenin inşasıyla olsun böyledir. İnsanın uzuvları çocukluktan
yaşlılığa kadar kilo, renk, büyüklük vs. açılardan sürekli bir değişim içerisindedir. Bütün
bunlarla birlikte insanın benliği aynıdır. O halde yeniden dirilmede aslolan insanın dü-
nyadaki bedeni değil, benliği ve kişiliğidir.
Akıl ve naklin sunduğu bilgiler, soru işaretleri ve yorumlar bir araya geldiğinde
yeniden dirilmenin cismânîliği hak, şekli ise ya iade-i halk ya da halk-ı cedid şeklinde
olmasının mümkün olduğu sonucu çıkar. Ancak her iki durumda da asıl olan benlik
bilincidir. Sonuçta insanın dünyada kullandığı bedenin cem edilerek aynı bedenle
dirilişin sağlanması ihtimali olduğu gibi, insana ahiret şartlarına uygun yeni bir beden
606
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
verilmesi ve ruha bedenin iade edilmesi ihtimali de geçerlidir. Bu ihtimallerin her ikisi
de kelamî açıdan bir problem içermemektedir. Bununla birlikte yeniden dirilişin
ahirette farklı bir bedenle olması, organların şahitliği ve aidiyeti sorusunu ortadan
kaldırır. Ancak insanın bu dünyadaki bedenine ait parçaların yeniden birleştirilmesi
şeklinde bir ba’s ve haşr olacaksa, organların şahitliği ve aidiyetini problem olarak öne
süren ve organ ve doku nakline karşı çıkanların endişelerine farklı bir başlık altında
cevap aramak gerekir.
II. B. Organların Şahitliği
Tebliğimiz odak noktasını teşkil eden ahirette organların şahitliği meselesi
Kur’an’da Nur 24/24, Yâsîn 36/65 ve Fussilet 41/19-22. ayetlerde toplam üç kez zikre-
dilmektedir. Organ nakline karşı çıkanlar, bu ayetleri delil getirmekte ve “Bir başkasına
transfer edilmiş organın kimin adına şahitlik edeceği bilinemez.” demekte ve organların
başkasına naklini bir anlamda hesaptan kaçmak şeklinde yorumlamaktadırlar.
Biz Kur’an’da organların şahitlik edeceğine dair ayetlerin klasik ve modern dö-
nemde nasıl anlaşıldığına bakarak bir sonuca ulaşmaya çalışacağız. Kur’an’da ahirette
organların şahitliğine dair ayetler ve yorumları şöyledir:
635) “Kıyamet günü onların dilleri, elleri ve ayakları vaktiyle işledikleri tüm
günahlar hakkında aleyhlerine şahitlik edecektir.” Bu ayetin siyak ve sibakı
konusunun Hz. Aişe’ye (ö. 58/678) atılan iftira olduğunu göstermektedir.
Sûrenin 11-26. ayetleri tamamen bu konu etrafında gelişmekte, Hz. Aişe ve
onun gibi temiz ve iffetli kadınlar hakkında çirkin sözler üretenler şiddetle
tenkit edilmektedir. Dillerin, ellerin ve ayakların şahitlik edeceğini belirten
ayet özellikle Hz. Aişe’ye iftira atan münafıkların söylediklerinin yalan
olduğuna organlarının şahitlik edeceğini ve hiçbir şeyin gizli kalmayacağını
haber vermektedir. Zemahşerî’ye (ö. 538/1144) göre ayette organların şahit
tutulacağına dair ifadeler Allah’ın öfkesini göstermektedir. Dolayısıyla ayet
müfteri kâfirleri konu edinmektedir. Mâtürîdî, bu ayetin yorumunda şöyle
demiştir: “Dil, el ve ayak kâfirin aleyhine şahitlik edecektir. Kâfirler dünyada
iken Müslümanlara yeminle konuşur, yalan söylerlerdi, şimdi de Allah’ın
huzurunda yalan dolu yeminler etmeye çalışacak ama bu çaba nafile olacak-
tır.” Bizzat kendi organları hesap meydanında saklamaya çalıştıklarını izhar
edecektir. Müminin iman sahibi olmasından dolayı organlarının aleyhine
şahitliği söz konusu değildir (zaten o doğruyu söyleyecek ve amel defterin-
dekileri itiraf/kabul edecektir). Ayet metninde geçen teşhedu ‘aleyhim ifadesi
“birisinin aleyhinde şahitlik etmek” anlamına gelir. Bu da mahşerde hakikati
gizlemek isteyenlere cebren doğruyu söyletmek demektir. Nitekim ayette
‘aleyhim ifadesinden sonra düşmüş bir zünûb (günahlar) kelimesi vardır.
Böylece ayette geçen ibarenin manası “organlar kâfirlerin aleyhine onların
günahlarına şahitlik edecekler” şeklinde olur. Bu ayetten hesabın adil ve da-
kik olacağı sonucu çıkacağı gibi, tehvil/korkutma manası da çıkar. Çünkü
ayetin sonunda kâfirlere büyük bir azabın verileceği peşinen beyan
edilmiştir. Bu ayetin ardından gelen “O gün Allah onlara hak ettikleri cezayı
tastamam verecek ve böylece onlar Allah’ın ne kadar adil olduğunu görecekler.”
ifadesi, organların şahitliğinin bir bakıma ahirette hesabın çok adil olacağının
teminatı olduğu anlamına gelir.
636) “O gün onların ağızlarını mühürleyeceğiz. İşte o zaman elleri ve ayakları dile
gelecek, yaptıklarına tanıklık edecek.” Yâsîn Suresindeki bu ayet siyak ve sibak
açısından müşrikler özelindedir. Kur’an’ın başka bir ayetinde, müşriklere ait
şöyle bir tablo sunulur: “Biz kıyamet ve hesap günü tüm zalimleri/kâfirleri bir
araya toplayacağız ve o zaman müşriklere “Hadi söyleyin bakalım, vaktiyle Al-
607
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
608
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Kur’an’da organların şahitliğine dair ayetlerin sadece kâfirlere yönelik olduğu an-
laşılmaktadır. Organların nasıl şahitlik edeceğine gelince, bu noktada farklı yorumları
görmek mümkündür. Organların şahitlik için konuşmaları Allah’ın dilde yarattığı ses ve
konuşma yeteneği gibidir. Nasıl ki bir et parçası olan dil, Allah vergisi bir güçle ko-
nuşma aleti haline dönüşebiliyorsa göz, kulak, ayak, el vs. de ahirette Allah istediği
takdirde konuşma yeteneğine sahip olabilecektir. Keza su ve gıda maddeleri bizatihi
organlara gitmeyip midede öğütülür. Sonra kan yoluyla vücudun azaları canlılığını
sürdürür. Böylece vücuda alınan bir besin maddesi göz, kulak, el, dil vs. organları bes-
leyerek görme, duyma, tutma, konuşma vs. şeklinde tecelli eder. İşte bunun gibi
ahirette de âzâlar konuşur hale getirilebilir. Mutezile’den Kâdî Abdülcebbâr’a (ö.
415/1025) göre ahirette organların konuşması ya Allah’ın ilgili organlarda sözü yarat-
masıyla olur ya da organların birer (insan gibi) canlı hale getirilmesiyle olur. Ebu Hâşim
el-Cübbâî (ö. 321/933) organların konuşarak şahitliğini mecazî kabul edip bunun
hakikatini muhal görmesine karşın Abdülcebbâr, organların bu iki ihtimalden birisiyle
şahitlik edeceğini savunmuştur. Zira ilgili ayetlerin zahiri bu manaya gelmektedir. Ve
yöntem olarak Kur’an ayetlerinin zahirini her hangi bir neden olmaksızın başka şekilde
yorumlamak caiz değildir.
Başka bir yoruma göre ağızların mühürlenmesi kişinin kendi adına konuşmasına
son verilmesi ve kendi güruhundan olan bir başkası için şahitlikte bulunması anlamına
gelir. Dolayısıyla “teşhedü aleyhim elsinetühüm” ifadesi dillerin başkaları aleyhine şahit-
lik eder, anlamına gelir. Nitekim kâfir dünyada iken yapıp ettiklerini inkâr ettiği ve
akraba ve aşiretinin şahitliğini kabul etmediğinde, Allah’ın o anda kâfir ve onun gibile-
rinin ağızlarını susturup dillerini birbirlerine şahit olarak konuşturacağı rivayeti vardır.
Organ nakline karşı olanların dayandığı delillerden birisi “Ölünün kemiğini
kırmak, tıpkı hayattayken kırmak gibidir.” şeklindeki hadis-i şeriftir. Bu hadis açıkça
insana saygıyı emretmektedir. Ölen insanın diğer pek çok inançta olduğu gibi İslam’da
da defnediliyor olması bu hassasiyetin tarihi kökenini ortaya koyar. Hayatta olanın da
ölmüş kimsenin de bedeni saygıya layıktır. Bundan dolayı müsle yani düşman
cenazelerine zarar vermek yasaktır. Dolayısıyla bu hadis ile uygun tıbbi şartlarda or-
ganları bir başkasına nakledilen kişinin durumu arasında herhangi bir bağ kurulması
gerçekçi değildir. Şu var ki beyin ölümü gerçekleşmiş kimseden organ nakli yapıldıktan
sonra büyük bir titizlikle ve adeta yaşıyormuşçasına bedeninin güzel ve uygun bir
şekilde kapatılması gerekir. Yukarıdaki hadis-i şeriften bu manayı/ödevi çıkarmak
mümkündür.
“Lafzın hususîliği hükmün umumîliğine mani değildir.” kaidesiyle organların
şahitliğinin herkes için geçerli olduğu iddiası aklî ve naklî açıdan geçerli
görünmemektedir. Naklî delil; amel defterlerinin verilmesi, amellerin tartılması, iyilik
ve kötülüklerin zerre kadar bile olsa hesabının sorulacağına dair ayetlerin herkese
hitaben ve mutlak ifadelerle gelmesine rağmen -yukarıda beyan edildiği gibi- organ-
ların şahitliğiyle ilgili ayetlerin sadece kâfirler bağlamında gelişmiş olmasıdır. Aklî delil;
müminin hesap meydanında Allah’a itiraz etmesi söz konusu olmaması ve Allah’ın şa-
hide ihtiyaç duymamasıdır. Amel defterlerinin açılması kanıt olarak yeter. Bu açıdan
müminin organlarının şahitliğine ihtiyaç yoktur. Ayrıca ahirete dair haller arasında
amel defterleri, mizan, hesap, cennet-cehennem, şefaat gibi unsurlar Ehl-i sünnetin
temel inançları arasında yer alırken, organların şahitliği bunlar arasında yer al-
mamıştır. Ehl-i sünnetin bu tutumu ilgili ayetlerin tamamının kâfirler hakkında ol-
masındadır, diye düşünüyoruz.
Öte yandan Allah’ın mutlak bilgisi hesabın adil olması için aslında yeterlidir.
Ayrıca yazıcı melekler ve amel defterlerinin varlığı da bunu destekleyen unsurlardır.
609
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
610
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
eşittir. Tedavisi için bir insana organ vermek, onun işleyeceği –muhtemel- günaha ortak
olmayı gerektirmez. Zira davranışların ahlaka konu olması akıl, irade ve niyete bağlıdır.
Uzuvlar ancak birer alettir. Onlar sorumluluğun temeli değil, yan unsurudur. Nakledilen
organın yeni sahibinde sevap ya da günaha konu olması uzvun kendisinden değil, sa-
hibindendir. Dolayısıyla bir başkasına nakledilen organla onun günahlarına ya da
sevaplarına ortak olunmaz. Örneğin bir insanın fiilinin değerini belirleyen böbreğinin
durumu değil, niyetinin rengidir. Müslüman ya da dindar olmayana organ vermenin,
onun günah işlemesine yardımcı olma veya ömrünü uzatma olarak değerlendirilmesi,
İslam’ın insana verdiği değer, irade ve sorumluluk gibi ilkelerle bağdaşmaz.
Tüm bu gerekçeler ışığında organ ve doku naklinin inanç açısından meşru olduğu
kanaatini taşıyoruz. Ancak konunun İslam Hukuku açısından cevazı nasıl içtihadî ise
inanç yönünden savunduğumuz görüş de kişiseldir. Zira mesele son döneme ait bir
konudur ve biz Allah ve Resulünün konu hakkındaki görüşünü kesinkes bilemiyoruz.
Biz sadece naklî ve aklî deliller ışığında bir görüş belirlemeye çalışıyoruz. Sonuçta or-
gan nakli konusunda nihaî karar insanın kendisine aittir. Bununla birlikte İslam ülkele-
rinin yüksek dini mercilerinin konu hakkındaki olumlu karar ve mütalaaları ise Yahudi
ve Hıristiyanlık gibi iki semâvî din uzmanlarının da olumlu görüşleri göz ardı
edilmemelidir. İnanç açısından da bir sorun görünmediği için, bir tedavi yöntemi olarak
gerekli şartlar oluştuğunda organ ve doku naklinin, meşruiyetten öte
vücûbiyet/gereklilik dâhilinde kabul edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Doğrusunu
Allah bilir.
Kaynakça
el-Âmidî, Seyfüddin, el-Ebkârü’l-Efkâr fi Usûli’d-Din (I-V), tahk. Ahmed Mu-
hammed el-Mehdî, Dârü’l-Kütübi’l-Vesaiki’l-Kavmiyye, Kahire 2004.
el-Bağdadî, Abdulkahir, Usûlü’d-Din, Dârü’l-Fünûn, İstanbul 1928.
Besalel, Yusuf, Yahudilik Ansiklopedisi (I-III), Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın
A.Ş., İstanbul 2001.
Bardakoğlu, Ali, “Haramlar ve Helaller”, İlmihal (I-II), DİB Yay., Ankara 2006.
Bebek, Adil, “Mâtüridî’nin Kelâm Sisteminde Âhiret İnancı”, M.Ü. İlahiyat Fakültesi
Dergisi, 19 (2000), ss. 5-41.
el-Beyzâvî, Envârü’t-Tenzîl ve Esrârü’t-Te’vîl (I-V), haz. Muhammed Abdurrahman
Maraşlı, Dârü’t-Türâsi’l-Arabi, Beyrut trs.
el-Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahîhu’l-Buhârî, Dârü İbni Kesîr,
Dımeşk-Beyrut 2002.
Canan Tan, En Son Yürekler Ölür, Altın Kitaplar, İstanbul 2010.
el-Cürcânî, Seyyid Şerif, Şerhu’l-Mevâkıf (I-IV), tahk. Mahmut Ömer Dimyatî,
Beyrut 1998.
Dağcı, Şamil, “işkence” mad., DİA, İstanbul 2001.
el-Cüveynî, Ebu’l-Meâli, Akidetü’n-Nizâmiyye, (Akaide Dair İki Risale), M.Ü.
İlahiyat Vakfı yayınları no:41, İstanbul ts.
……………. Kitabu’l-İrşâd, Çev. Adnan Bülent Baloğlu vd., TDV Yay., Ankara 2012, 2.
Baskı.
Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş’as, Sünenü Ebî Dâvûd, Haz. Muhammed b. Salih er-
Rachî, Beytü’l-Efkâri’l-Devliyye, Riyad ts.
Ertin Hakan, Özdemir Merve, Hayatın Başlangıcı ve Sonu, İstanbul 2013.
612
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Orçun Çil, Şefik Görkey, “Beyin Ölümü Kriterlerinin Tarihsel Gelişimi ve Kadav-
radan Organ Nakline Etkisi”, Marmara Medical Journal 2014; 27: 69-74.
el-Pezdevî, Ebu Yusr, Ehl-i Sünnet Akâidi, Çev. Şerafeddin Gölcük, Kayıhan Yay., İs-
tanbul 1988, 2. Baskı.
Pulat Akın Sabancı, Aykut Karasu, Selhan Karadereler, Orhan Barlas “Beyin
Ölümü Tanısı”, Sinir Sistemi Cerrahisi Dergisi, 1 (2), İstanbul 2008, ss. 81-85.
Rabbi Shraga Simmons, “Organ Bağışı”,
http://www.sevivon.com/index.php?option=com_content&task=view&id=1345&Itemi
d=27
Rıza, Reşit, Tefsirü’l-Menâr (I-XII), Dârü’l-Menâr, Mısır 1947, 2. Baskı.
es-Sâbûnî, Nureddin, el-Bidâye, haz. Bekir Topaloğlu, DİB Yay., Ankara 1991, 4.
Baskı.
eş-Şehristanî, Muhammed Abdulkerim, el-Milel ve’n-Nihal, Çev. Mustafa Öz, Ensar
Yayınları, İstanbul 2005.
Şener, Mehmet, “İslam Hukukuna Göre Organ Nakli Üzerine Bir Deneme”, Dokuz
Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi VII, İzmir 1992, ss. 137-146.
Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Fethu’l-Kadîr (I-V), Dârü’l-Fikr, Beyrut
trs.
Taberî, İbn Cerîr, Tefsirü’t-Taberî (I-XXXV), tahk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-
Türkî, Darü’l-Hicr, y.y., trs.
Taftazanî, Saduddin, Şerhu’l-Akaid, Çev. Süleyman Uludağ, Dergah Yay., İstanbul
1991.
……………….. Şerhu’l-Mekâsıd (I-V), tahk. Abdurrahman Umeyra, Âlemü’l-Kütüb,
Beyrut 1998, 2. Baskı.
Et-Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ, Câmiu’t-Tirmizî, Haz. Muhammed b. Salih
er-Rachî, Beytü’l-Efkâri’l-Devliyye, Riyad ts.
Topaloğlu Bekir, Çelebi İlyas, Kelam Terimleri Sözlüğü, İSAM Yay., İstanbul 2010.
Toprak, Süleyman, “haşir” mad. DİA, İstanbul 1997.
Türcan, Galip, “Kur’an’da Ahiret İnancı”, Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversi-
tesi Sosyal Bilimler Üniversitesi, Isparta 2002.
Ünverdi, Mustafa, “İslam’da Ahiret İnancı ve Reenkarnasyon”, Yüksek Lisans Tezi,
Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana 2003.
el-Vâhidî, el-Vasît (I-IV), tahk. Adil Ahmed Abdulmevcûd vd., Dârü’l-Kütübi’l-
İlmiyye, Beyrut 1994.
Yaman, Ahmet, “İslam Hukuku Açısından Organ Nakli ve Beyin Ölümü”, Organ
Nakli Sempozyumu, Malatya 2014, ss. 26-36.
Yavuz, İsmail, “Organ Nakli ve Vasiyeti Caiz midir” Hakikat Dergisi, sayı 94, İstan-
bul 2001, http://www.hakikat.com/anabuay.html (29.01.2015).
Yavuz, Yusuf Şevki, “acbü’zeneb” mad., DİA, İstanbul 1988.
…………. “Ba’s” mad. DİA, İstanbul 1992.
Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili (I-X), Eser Yay., İstanbul 1979.
614
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
615
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
616
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
617
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Giriş
“Zaman yönetimi” günümüz insanının en önemli problemlerinden biri ha-
line gelmiştir. Hepimizin kabul edeceği gibi zamana riayet etmemek insan dav-
ranışlarında laubaliliği, ciddiyetsizliği ve disiplinsizliği doğurur. Bunun aynı za-
manda tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğu konunun uzmanlarınca dile
getirilmektedir. Yani zaman mefhumuna önem verilmediği, zamana riayetsizlik
hastalığı tedavi edilmediği takdirde bunun önemli kayıplara yol açması
kaçınılmazdır. Hayatın her alanında bu geçerli bir kuraldır. Futbolda zamansız
kafa topuna çıkan bir oyuncu topa yetişemediği için boşa çaba sarf etmiş ve
pozisyonu kaçırmak suretiyle belki bütün takımın emeklerini harcamış olur.
Yine zamansız ileri atılan futbolcu ofsaytta kalır ve attığı gol geçersiz sayılır. Dü-
nya çapında nice ünlü koşucu vardır ki, herkesten önce yani zamansız olarak
harekete geçtiği için oyundan diskalifiye edilir, böylece bütün bir yılın maddî ve
manevî emekleri heba olur. Mesela dünyaca ünlü atlet Usain Bolt, Güney Kore’de
gerçekleşen 2011 Dünya Atletizm Şampiyonası’nda 100m finalinde hatalı çıkış
yapmış ve diskalifiye olmuş; bu olay dünyaya “Usain Bolt’tan akıl almaz hata!”
başlığıyla duyurulmuştur. Yine basketbolda 24 saniyelik hücum süresini iyi
değerlendiremeyen takım topu kaybetmiş sayılır. Bunun tersi de mümkündür;
pek çok spor dalında kazananı “son saniye” hamlesi belirler. Süre bitmeden
müsabakanın sona ermediğine ve mesela 90+5’te bir son dakika golünün, son
saniye basketinin bazen şampiyonları belirlediğine şahit olmuşuzdur.
Modern araştırmalarda, zaman algısının sosyal bir olgu olduğu, insanlar
arası ilişkileri düzenlediği, bunun çocukluktan başlayarak öğrenilmesi gerektiği;
fertlerin ilk on yılda zaman algısına uygun bir şekilde kendini disiplin altına
almayı ve kısıtlamayı öğrenmediği takdirde toplumda yetişkin bir insan ko-
numunu elde etmesinin zor olabileceği ifade edilmektedir.
618
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Hz. Peygamber, 23 sene gibi tarihte oldukça kısa sayılabilecek bir zaman
diliminde özellikle sosyal ve ahlâkî meselelerde dağınık ve başıboş bir hayat
sürmekte olan bir câhiliyye toplumunu, ibadet hayatından ferdî yaşayışına ve
ahlâkî davranışlarına varıncaya kadar son derece programlı bir hayat sürmeye
alıştırarak tabiri câizse “adam eden” bir muallimdir. Onun getirdiği sistem
öylesine programlı ve sistematiktir ki, bir şekilde kendini ona uydurabilen
fertleri kısa sürede zamanın değerini bilen ve asla zaman israfına tahammülü
olmayan bireyler haline dönüştürmesi olağan bir hâdise olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Sözgelimi Rasûlullah’ın öğretilerinde yer bulan düzenli ibadet hayatı
tamamıyla “zamana bağlı” olarak işler. Her şeyden önce ibadetlerin bizzat
َ ْإِنَّ الصَّالةَ كَانَت
kendileri “belirli zamanlarda” yapılmak durumundadır. َع َلى ا ْل ُم ْؤ ِمنِين
“ َم ْوقُوتا ِكتَاباNamaz, müminler üzerine vakitleri belirlenmiş bir farz”dır (Nisa,
4/103). Rasûlullah (a.s.) bunu “günde beş defa” ve belirli zamanlarda yerine
getirmiştir. Oruç, imsâk diye tabir edilen sabahın ilk vakitlerinden başlayarak
güneşin batışına kadar süren ve günün “belirli bir zaman aralığında” yapılması
gereken bir ibadettir. Zekât, şartlarını taşıyan bir servetten ödenmesi icap eden
ve “yılda bir defa” elden çıkarılan bir miktarın adıdır. En nihayetinde hac da yıl
içerisinde “belirli aylarda” icra edilen hatta bu belirli ayların içinde Arafat’ta
bütün Müslümanların toplandığı o “tek günde” aynı mekânda bulunulmadığı
takdirde geçersiz olan bir ibadettir. Bütün bunlara kelime-i şehadet dediğimiz
Allah’ın birliğinin ve Hz. Muhammed’in peygamberliğinin “buluğ çağı” adı ver-
ilen bir zaman diliminde ve “ölüm gelmeden önce” gönülden kabul edilmesini de
ekleyebiliriz. Bu durumda İslâm’ın beş esasının tamamının “zaman” kavramıy-
la mutlak bir bağının olduğunu söylemek abartı değil, gerçeğin ta kendisi olmak-
tadır.
Sadece İslâm’ın bu beş esasının değil, Rasûlullah’ın bütün öğretilerinin
zamanla bir irtibatı istenirse bulunabilir. Söz gelimi, Hz. Peygamberin
görevlerinden biri insanları ahlâklı bireyler olarak yetiştirmektir. Çok büyük bir
ihtimalle zamanı dikkatli kullanmadığı için “verdiği sözü yerine getirmeyen”
kişileri Yüce Peygamber münafık olarak addetmiştir (Buhârî, İman 33, no: 33).
Bütün bu örnekler aynı zamanda vakti iyi kullanamamanın, bir taraftan
“acelecilik” diğer taraftan da “tembellik” ile de yakın ilişkisi olduğunu
göstermektedir. Bunların her ikisi de önemli bir problem olarak karşımızda
durmaktadır. Bu iki kavramdan “acelecilik” ile ilgili en acı örneği 2015 yılı hac
mevsiminde Mina’da yaşanan izdihamda gördük. Maalesef şeytan taşlama
esnasında binlerce Müslüman hacı adayının sorumsuzluğu ve sırasını beklemey-
ip acele etmesi yani zamansız hareketi sonucu en iyimser tahminle 769 kişi
vefat etmiş (ki sayının 4 binin üzerinde olduğu yönünde iddialar da vardır), 934
kişi de yaralanmıştır. Bu durum Müslümanlar olarak bizlerin zaman yönetimi
konusunda hâlâ ciddi eksikleri olduğunun bir işaretidir. Olaydaki bir başka va-
hamet ise, esasen gerekli tedbirleri almayarak görevini ihmalden dolayı asıl
sorumlu olan Suudî yetkililerin hem diğer insanları suçlayıp hem de olayı
“takdir-i ilahi” olarak nitelemesidir ki, bu sadece şark kurnazlığıyla sorumluluk-
tan kaçma çabası olarak değerlendirilebilecek cinsten bir aymazlıktır.
619
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
َ َ َ َ َ َّ َ َ َ َ َ َ َ َ َْ َ ْ ُ َ َ َ َ
639) َ س ح َياتك ق ْب َل َم ْو ِتك َ َو ِصحتك ق ْب َل َسق َ ِمك
ٍ َوف َراغك ق ْب َل شغ ِلك ِاغت ِن ْم خ ْم ًسا ق ْب َل خ ْم
َ ْ َ َ َ َ َ َ َ
َوش َبابك ق ْب َل ه َر ِمك َو ِغناك ق ْب َل فق ِرك
İbn Abbas ve Ebû Hüreyre’den gelen “merfû” şekilleri olmakla birlikte
genellikle Amr b. Meymûn el-Evdî’den “mürsel” olarak nakledilen bu rivâyete
göre Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Beş şey gelmeden önce beş şeyi ga-
nimet bil: Ölümünden önce hayatının, hastalığından önce sağlığının, meşguliyetin-
den önce boş vaktinin, yaşlılığından önce gençliğinin ve fakirliğinden önce
zenginliğinin.”
Ebû Hüreyre’den nakledilen rivâyetin “munkatı” olduğu anlaşılmaktadır.
Hâkim, İbn Abbas rivâyetinin “sahih” olduğunu söylerken, İbn Abbas’tan gelen
merfû ve Amr b. Meymûn‘dan nakledilen mürsel rivâyete değinen Suyûtî de, bu
rivâyetin “hasen” derecesinde olduğuna işaret etmiştir.
620
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
َ ْ َ ُ ْ َ َّ ُ َ ْ َ َ ٌ َ َّ َ ُ ْ َ ْ ُ َ َ َّ َ
643) ب الك َب ِائ َر الصلوات الخمس كفارة ِلما بينهن ما اجت ِن
“Büyük günahlardan sakınıldığı sürece beş vakit namaz, aralardaki
günahlar için bir keffârettir.”
Kaynaklarımızda namazın günahlara keffâret olduğu konusu yaygın olarak
rivâyet edilir. Buradaki lâfızlarla rivâyeti ise genellikle beş vakit namazla
birlikte “ve cumadan diğer cumaya kadarki günahlar için” ilâvesi ile ve çoğun-
lukla Ebû Hüreyre’den merfû olarak gelir. Bu rivâyetin de “sahih” olduğu an-
laşılmaktadır.
َّ ََ ُ َّ َ
هللا عل ْي ِه َو َسل َم )صىل denilmek suretiyle, bunun Rasûlullah’a ait bir söz olduğu an-
latılmak istenmiştir. Hadis olduğu belirtilmeden yazıldığı çeşitli yapılarda (Edir-
ne Üç Şerefeli Camii, Edirne Sultan II. Beyazıt Camii vs.) bile bu ifadeler, çeşitli
hadislerin arasında zikredildiği için hadis olduğu hissettirilmiştir.
Ne var ki, mezkûr sözlerin muteber hadis kaynaklarımızda bulunmaması
sebebiyle hadis değil, kelâm-ı kibar olması kuvvetle muhtemel görünmektedir.
Sağânî bu sözün hadis olmadığı kanaatindedir ve uydurma rivâyetler arasında
bunu da zikretmiş; Elbânî de mevzû olmakla birlikte manasının sahih olduğunu
dile getirmiştir.
Bunların yanı sıra Rasûlullah’ın zaman ile ilgili başka sözlerini de bul-
mamız mümkündür. Çalışmamızın hacmini büyütmemek için bunların zikrinden
sarf-ı nazar ediyoruz.
Müslüman Bireyin Zamanla İmtihanı
Hz. Peygamber’in öğretilerinin Müslüman bireyleri son derece planlı,
disiplinli, çalışkan ve zamana riayet konusunda titiz olmaya sevk etmesi gere-
kir/beklenirken, durum hiç de bu istikamette olmamış ve maalesef Müslüman-
lar bu konularda geneli itibariyle sınıfta kalmışlardır. Nitekim;
645) Söz verdiği yere zamanında gitmemek âdeta sıradan bir hal
almıştır.
646) İcra edilecek bir programa zamanında başlamamak her nedense
âdetten sayılır olmuştur.
Hatta bu konuda en hassas olması gereken yöneticiler tam tersine rande-
vusuna zamanında gelmemeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Üstelik onların
bu halleri eleştirilmesi gereken bir şey iken;
“Geldimse no’la ben şuarâ bezmine âhir?
“Âdet budur, âhirde gelir bezme ekâbir!” (Nev’î)
(Ben şairler meclisine en son geldim ise bunda şaşılacak ne var? Meclise
büyüklerin en son gelmesi âdettir, âdettendir.) gibisinden İslâm ahlâkıyla asla
örtüşmeyen bir beyitle de mazur gösterilmeye çalışılmaktadır.
647) Sempozyumlardan okullardaki derslere, siyasetçilerin açıkhava
toplantılarından, kutlu doğum programlarına; işyerine, mesaisine,
randevularına, hatta konserine varıncaya kadar hayatın neredeyse her
alanında geç kalmak normal bir durummuş gibi algılanır hale gelmiştir.
Mesela bir parti liderinin alanı teşrifi(!) 16.00 olarak ilan edilmişse, bu illa
ki öyle olacak diye bir şey yoktur, pekâlâ 17.00’yi hatta 18.00’i de bulabilir, hiç
belli olmaz! Üstelik ona saygı duyup da saatler öncesinden oraya gelen bunca
kalabalığa bir özür bile dileme ihtiyacı hissedilmez. Aslında bekleyenler de buna
alıştırılmıştır ve durumdan pek şikâyetçi değillerdir; ne de olsa o bir liderdir ve
beklenmeye değer bir kişiliktir. Boşa geçtiği için heba olan saatlerin ne önemi
olabilir ki?
Sadece siyasetçiler mi böyledir? Elbette hayır! Bir ilköğretim okulu
tarafından Adana’da 2015 yılı Kutlu Doğum etkinlikleri çerçevesinde
622
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
gerçekleştirilen ve saat 10.00’da başlayacağı ilan edilen bir program, sırf ilgili
ilçe milli eğitim müdürü gelmedi diye yaklaşık bir buçuk saat gecikmeli olarak
başlatılmış; bu arada ne saatinde orada hazır bulunan konuşmacıdan ve ne de
saatlerce sıcak ortamda sıkılarak beklemek zorunda bırakılan insanlardan bir
özür bile dilenmemiştir. Halbuki ne olmalıydı? Birileri yetişemedi diye pro-
gramda aksama ihtimali belirdiği anda, yine de program olması gerektiği gibi
tam saatinde başlatılmalıydı. Gelmesi gereken yöneticiler saatinde orada
olamadılarsa, yapacak bir şey yoktur; fedakârlık yapması gerekenler de on-
lardır. Birileri bir şeyleri kaçıracaksa, bu bekletilenlerin değil, zamanını iyi
yönetemediği için gecikenlerin sorunudur. Nitekim zamanında uçağa binmesi
gereken bir yolcu belli bir sürenin üstünde geciktiği zaman, pencerenin öbür
tarafında beklemekte olan uçak hareket etmeden gelmiş olsa bile binmesine izin
verilmemektedir. İşte ancak böyle kararlı ve tavizsiz hareket edildiği takdirde
herkes bir sonraki randevusuna zamanında gelmeyi kendiliğinden öğrenecektir.
Aksi takdirde sorunun halledilmesi mümkün görünmemektedir.
648) Müslüman bireyin maalesef televizyon başında, internet or-
tamlarında veya sosyal platformlarda saatlerce harcayacak kadar boş
zamanı vardır.
Bunun için esefle söylemek gerekir ki; yıllarca devam ede gelen dizi film-
lere, fikstür gereği haftalarca sürecek spor müsabakalarına, spor programların-
da oynanmış maçlar üzerine aynı pozisyonun tekrar tekrar izlenmesi suretiyle
uzmanlar(!) tarafından getirilen yorumlara, evlilik programlarına, sanal
âlemdeki oyunlara, yine sanal ortamlarda (facebook/instagram vb.) arkadaşlar
arasındaki “beğen”lere, “yorum yap”lara, “paylaş”lara vs. feda edilecek saatlerin
hiçbir önemi yoktur. Bütün bunlar, zaman kaybı olarak görülmesi şurada dur-
sun, türlü bahanelerle haklı çıkarılmaya çalışılan ve âdiyattan sayılan va-
kalardandır.
649) Bu arada hatırlamamız gereken bir başka boş zaman aktivitesin-
in(!) mekânı da kahvehanelerdir. Artık “kıraathane” adıyla uzaktan
yakından bir ilgisi kalmamış bu yerler maalesef işsizinden emeklisine
kadar genci/yaşlısı pek çok insanımızın vaktini boş yere harcadığı daha
doğrusu heder ettiği mekânlar konumundadır. Bunlara pekâlâ spor sa-
lonlarını, statları, kafeleri de ekleyebiliriz.
Türkiye’nin büyük kesiminde kahvehane ve benzeri yerlerin zaman israfı,
işten uzaklaştırmak, tembellik, kamplaşmalara neden olmak, meslek edinmeyi
önlemek gibi olumsuz işlevleri olduğu çeşitli araştırmalarda söz konusu
edilmiştir.
Sözün özü;
Rasûlullah’ın böyle bir Müslüman nesil yetiştirmek istemediği kesindir.
Bunun için fert fert hepimizin kendine çekidüzen vermesinin zamanı gelip de
geçmektedir. Herhalde bugün özelde Türk dünyası ve genelde İslâm toplumu
olarak yapmamız gereken şey; zihnimizde yanlış yer eden “boş zaman”
kavramını yeniden ele alarak, bunu “Boş kaldığında (yeniden) yorul!” (İnşirah,
94/7) âyeti çerçevesinde anlamlandırmak ve yorulmak bilmeden, “zamana mut-
lak riayet” kaydıyla çalışmaya devam etmektir. Şu an için bu satırların yazarı da
623
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
624
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
625
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
zamanın iki ile altı ay arasında bir müddeti kapsadığını ifade ederler. Ezmân’ın
“bir insanın yaşadığı ömür” anlamına geldiği de kaydedilir. “Meyve zamanı,
hurma zamanı, panayır zamanı, yaz ve kış zamanı” şeklinde belirli birtakım
olaylar bağlamında, her yıl gerçekleşen dönemler ve mevsimler için kullanılan
zaman kelimesi, bir kimsenin yönetimde kaldığı süre için de kullanılmaktadır.
Zaman kelimesinin kökeni, eski bir İran dini akımı olan Zurvanizm’e kadar
dayandırılmaktadır. Farsçada Zervan ya da Zorvan olarak telaffuz edilen Zurvan,
(Avesta dilinde Zrvan; Pehlevice Zaravan) Avesta’da zaman anlamında; zamanın
kutsallığını kabul eden ikincil bir tanrının adı olarak kullanılmaktadır. Eliade,
Avesta’da zaman için kullanılan terimin “thwaşa” olduğunu ve sözcük olarak
tam karşılığının “Aziz” veya “Acele eden” anlamlarına geldiğini ifade eder.
Widengren’e göre bu sözcüğün en başından beri gök kubbeyi ifade eden, yazgı-
lara hükmeden bir gök tanrıya özgü sıfatlardan biri olduğunu dile getiren Eliade,
büyük olasılıkla Zurvan’ın başlangıçta zamanın kaynağı olan, iyi ve kötü talihi
dağıtan, yazgıya hükmeden bir gök tanrısı olduğunu belirtir. Zurvan’ın arkaik
bir yapıya sahip olduğunu söyleyen Eliade’ye göre o, kozmik kutuplaşmalarda
her türlü uzlaşmaz zıtlığı bünyesinde bir arada barındıran bazı ilkel tanrıları
hatırlatır.
Gerek “zaman” kelimesi gerekse kelâm ve felsefede zamanın süresini belir-
ten “müddet”, sürekliliğini ifade eden “devam”, zamanda öncesizliği belirten
“ezel” ve “kıdem” gibi felsefî terimler Kur’an’ı Kerim’de geçmez. Buna karşılık
gece ve gündüz, tan yerinin ağarmasından güneş doğuncaya kadar olan zaman,
gündüz içerisinde herhangi bir saat, ikindi vakti, sabahın erken saatleri veya
akşamın geç vakitleri, “sürekli zaman” ve dehr anlamı taşıyan asr kelimesi
Kur’an’ı Kerim’de yer alır. Hîn, bir şeyin elde edilme ve meydana gelme vakti,
devam eden şey, ecel, kıyamet günü, süre, müddet, belirsiz zaman, dehr,
dehr’den bir vakit, zamanın tamamı, kırk yıl, yedi yıl, iki yıl, bir yıl veya daha
fazlası, altı ay ve iki ay gibi süreler için kullanılır. Ebed, dehr, sonu olmayan dehr,
daima, her zaman, parçalara ayrılamayan zaman, mutlak zaman anlamlarında-
dır. Ölüm vakti, insan hayatının tayin edilmiş süresi, ömür, her topluluğa verilen
belirli bir süre/belli bir yaşam süresi, belirlenmiş zaman anlamında kullanılan
ecel kelimesi Kur’an’ı Kerim’de çokça geçer. Sermed, kesilmeksizin akıp giden,
devam eden zaman, uzun gece, geceye veya gündüze ulaşan zaman, süreklilik,
Allah’ın geceyi ve gündüzü kıyamete kadar uzatması/devam ettirmesi anlamla-
rına sahiptir. Dehr, sözlüklerde sınırı belli olmayan uzun zaman, sürekli zaman
anlamında ve çoğu yerde zaman kelimesiyle karşılaştırmalı olarak kullanılır.
Ezherî’nin Tehzîbü’l-Luğa adlı eserinde dilci Şemir’in dehr ve zamanın bir oldu-
ğu/aynı anlama geldiği şeklindeki görüşüne yer verilmiş, dilci Ebû Heysem’in ise
Şemir’in zaman ve dehr konusunda yanlış düşündüğü nakledilmiştir. Ona göre
zaman; meyve zamanı, hurma zamanı, yaz ve kış zamanı şeklinde özellikle iki
veya altı aylık zaman dilimini kapsarken, dehr sonsuzdur. Ayrıca Ezherî, Arapla-
rın dehri, uzun dönemden bir dönem (dehr) manasında kullandıklarını ve dünya
hayatının tamamı için dehr denildiğini belirtmiştir. Zaman kelimesinin dehrin az
veya çok bütün parçalarında kullanılması sebebiyle daha umumî ve genel bir
manaya geldiğini ifade eden Elmalılı Hamdi Yazır, zamanın geçmiş, şimdiki ve
gelecek kısımlarına ayrıldığını ve kâinatın baştan sona kadar bir uzamasının
ifadesi olduğundan dehrin makamlarından bir parça olduğunu söylemiştir. De-
627
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
vam etmek, uzun zaman kalmak anlamında masdar olan huld (hulûd) kelimesi
ise “uzun zaman, süreklilik” anlamında isim olarak da kullanılır. Dil âlimlerinin
belirttiğine göre huld’un asıl anlamı, “bir şeyin tabii hali üzere devam edip de-
ğişme ve bozulmaya maruz kalmaması veya değişmenin uzun zaman sonra ger-
çekleşmesi”dir. Buna göre huld kavramının sözlük anlamları içinde “ebediyet”
yoktur. Kelime ayrıca “ebedî” manasında cennetin isimlerinden biri olarak da
kullanılır. Belirsiz bir süre, ard arda geçen uzun seneler, uzun devir/dönem ve
dehr gibi anlamlara gelen hukub kelimesi için dilciler yıl/yıllar, iki yıl, otuz yıl
veya daha az ya da daha fazla bir süre, seksen yıl ya da daha fazla bir süre, bin
yıl gibi birbirinden oldukça farklı zaman aralıkları vermişlerdir.
Zamanın/dehrin âlemdeki oluş ve bozuluşlarda etkin olduğu şeklinde
formüle edilebilecek bir yaklaşım çeşitli toplumlarda birçok taraftar bulmuştur.
Cahiliye Araplarında da özellikle kader ve ölüm düşüncesiyle paralel bir şekilde
yaratılış, ilahi kanunlar, ahiret hayatı, hesaba çekilme, cennet ve cehennem, huld
gibi bazı konular zaman/dehr ilişkisiyle açıklanmaya çalışılmıştır. Cahiliye Arap-
ları ölüm düşüncesine merak saldıkları halde, öldükten sonra insanın başına ne
geleceği ne olacağı şeklinde bir düşünceye yer vermemiş, dünya hayatından
sonra bir şeyin olmayacağı, vücudun toprağa girdikten sonra çürüyeceği ve ru-
hun rüzgâr gibi uçup gideceğine inanmışlardır. İslam’dan önce Araplar yaratma
işini Allah’ın yaptığına inanmakla birlikte, yaratma sonrası insanın yaratıcısıyla
bütün bağlarının kesildiğine ve hayatın daha kuvvetli bir başka varlığın yöneti-
mine geçtiğine inanmaktadır. Bu varlığın yönetimi insanın ölümüne kadar de-
vam eder ve ölüm bu zalim diktatörün son hamlesidir ve onun adı dehr’dir. İlk
yaratılıştan sonra dehrin dizginleri eline aldığına inanan kimseler, başlarına bir
musibet, felaket geldiğinde bunu dehrden bilir ve dehre söverlerdi. Dehrin kız-
larının öldürücü oklarını atması karşısında insanın çaresizliği, dehrin kanca gibi
dişlerini açmış beklemesi, dehrin köpek dişleriyle insanı ısırması ve yaşlılığın
dehrin bir oyunu olduğu gibi, küçüklerin akıbetinin de dehrin hükmüne boyun
eğmek olduğu şeklindeki ifadeler bazı Cahiliye şiirleri içerisinde yer almaktadır.
Kur’an’ı Kerim’de Câsiye 45/24. ayette “Onlar, “Hayat bu dünyada yaşadı-
ğımızdan ibarettir. [Tesadüfen geldiğimiz] bu dünyada birilerimiz ölür, birileri-
miz doğar ve bu hep böyle devam edip gider. Bizi yok edecek olan şey, zamanın
akıp gitmesinden, ömrün bitmesinden başka bir şey değildir.” diyorlar. Hâlbuki
onlar bu konuda gerçeği bildiklerinden değil, sırf ölüm sonrası dirilişten derin
şüphe duyduklarından böyle söylüyorlar.” şeklindeki ifadelerde Cahiliye devri
insanının hayatını ve ölümü hiç durmadan akıp giden zamanın öğütücü etkisine
bağlayıp ahireti inkâr eden tutumunu kınamak ve İnsan (Dehr) 76/1. ayette
“Gerçek şu ki kendisinden “insan” olarak söz edilmeye değer bir varlık hâline
gelinceye kadar insanın üzerinden uzun zaman geçti.” şeklindeki ifadelerde in-
sanın yeryüzünde tam anlamıyla insan sıfatıyla anılması noktasında “çok uzun
bir zaman” geçtiğini vurgulamak için “dehr” kelimesi kullanılmıştır.
Mücâhid (ö. 104/722) dehrin “yıllar ve günler” anlamına geldiğini belirt-
miş, Katâde (ö. 117/735) ise dehri “yaşadığımız ömür” diye açıklamıştır. Her iki
anlamın da bir olduğunu ifade eden Kurtubî (ö. 671/1273), dehre “geçip giden
zaman” şeklinde mana verilebileceğini belirtmiştir. Râğıb el-İsfahânî (ö.
502/1108) dehrin, kâinatın var oluşunun başlangıcından sonuna kadar olan
628
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
müddetin ismi olduğunu ifade etmiştir. Uzun bir müddete dehr denilebileceğini
söyleyen Râğıb, zamanın az bir müddete denilmesi itibarıyla dehrden farklı ol-
duğunu ifade etmiştir. Bir kimsenin dehri ifadesinin, onun hayat müddeti anla-
mına geldiğini belirten Râğıb, dehrin masdar veya isim olabileceğine işaret ede-
rek, masdar olduğunda kahretmek, yenmek ve istilâ etmek, isim olduğunda ise
vakit, bütün zaman, kâinatın baştan sonuna kadar akıp geçmesi manalarına gel-
diğini söylemiştir.
Ebû Hüreyre (ö. 58/677) Hz. Peygamber’in: “Cahiliye dönemi insanları ‘Bi-
zi gece ve gündüzden başkası helak etmiyor. Bizi helak eden, öldüren ve bize
hayat veren odur’ diyor ve dehre sövüyorlardı. Yüce Allah da şöyle buyurmak-
tadır: Âdemoğlu dehre (zamana) söverek bana eziyet veriyor. Hâlbuki dehr be-
nim, iş benim elimdedir. Geceyi ve gündüzü ben evirip çeviririm.” buyurduğunu
rivayet etmektedir. Kurtubî, Buhârî ve Müslim’de benzer şekilde rivayet edilen
bu hadisin, Muvatta’da “Sizden herhangi bir kimse sakın zaman kahrolsun de-
mesin. Çünkü Allah dehrin kendisidir.” şeklinde nakledildiğini belirtmiştir.
“Dehr, Allah’ın isimlerindendir” diyenler bu hadisi delil göstermiş ve şu ifadele-
re yer vermişlerdir: “İlim adamlarından dehri Allah’ın isimlerinden biri olarak
kabul etmeyenlerin bu yaklaşımları, Arapların Cahiliye dönemindeki tutumları-
nı reddetmek ile açıklanabilir. Çünkü onlar, Allah’ın bu ayetle haklarında haber
verdiği şekilde, asıl failin zaman olduğuna inanıyorlardı. Bu bakımdan onlara
herhangi bir zarar, sıkıntı ya da hoşlanmadıkları bir şey gelip çattığında bunu
zamana nispet ediyorlardı. Bu hususta kendilerine: “Siz dehre (zamana) sövme-
yiniz. Çünkü Allah zamanın kendisidir. Yani sizin zamana izafe ettiğiniz bu işle-
rin faili yüce Allah’ın kendisidir. Dolayısıyla bu sövme -haşa- O’na gider” denildi
ve bu sebepten onların bu tutumları yasaklanmış oldu.” Bu kanaatin doğruluğu-
nun delilini Ebû Hüreyre’nin Hz. Peygamber’den naklettiği “Âdemoğlu Bana ezi-
yet veriyor...” hadisi ile destekleyen Kurtubî, Ebû Ali es-Sakafî’nin şu beyitleri ile
sözlerine devam eder: “Ey başına bir musibet geldi mi zamana sitem eden kişi!
Sana sıkıntı vermesi sebebiyle zamanı kınama! Çünkü zaman, bir memurdur ve
onun bir amiri vardır. Zaman da o amirin emrine boyun eğer. Nice kâfir vardır ki
pek çoktur serveti ve küfrüne rağmen kat be kat artar. Nice mümin de vardır ki
bir dirhemi yoktur da fakirliğine rağmen imanı artar.”
Müşrikler tarafından olumsuz bir şekilde yorumlanan dehre, hakikatte yok
ise de bir kudret bir ilahlık payesi verilmiş gibidir. Fakat Kur’an’ı Kerim’de her
şeyin faili ve maliki olduğu ifade edilen Allah’ın kudret ve yaratma alanına dehr
de dâhildir. Evvel ve âhir olan Allah tüm varlık âleminin nihai varisidir. Netice
itibariyle hîn ve dehr de dâhil, Allah’tan bağımsız olarak var olma gücü hiçbir
şeyde mevcut değildir. Ayrıca Kur’an’ı Kerim bize dünya ve ahiret hayatını anla-
tırken, dünyevi, fani ve muvakkat olana bağlanma/saplanma tehlikesine de sık-
lıkla atıfta bulunur.
Zamanın devrî oluşu ve bunun âlemdeki kozmik düzenle ilişkisi tarih ön-
cesi dönemlerden beri bilinmekle beraber başlangıçta zamanın takvim kullanı-
mına temel teşkil edecek şekilde nasıl bölündüğü belli değildir. Bununla birlikte
ilk zaman bölümlemelerinin ay ve güneşin periyodik hareketlerine bağlı olarak
yapıldığı tahmin edilebilir. Bilhassa ayın safhalarından hareketle otuz günlük
zaman biriminin tespiti takvim hazırlama konusunda ilk adımı teşkil eder. Otuz
629
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
günlük safha içerisinde tabiattaki canlı yapıda meydana gelen periyodik değişim
muhtemelen hafta anlayışına yol açmıştır. Astronomik bir temele dayanmayan
yedi günlük zaman birimi, Sâmî kültürlerde ayın dünya etrafında dönerken ge-
çirdiği dört safhanın (yeni ay, ilk dördün, dolunay ve son dördün) yedişer gün
sürmesinden veya ayın yedi gezegende konaklaması inancından kaynaklanmış
olmalıdır.
Kur’an’ı Kerim’de zamanı ifade eden kelimeler hem işin ya da ibadetin vak-
tini belirlemek/bildirmek yahut tarihi bir hadiseye atıfta bulunmak amacıyla
kronolojik bağlamlarda, hem de kozmolojik anlamda yer alır. Yevm (gün), şehr
(ay) ve sene (yıl) gibi sınırlı zaman belirten bu süreler içerisinde en çok kullanı-
lanı yevm kelimesidir. Yevm, güneşin doğuşundan batışına kadar geçen süreye
verilen addır. Yevm kelimesinin dehr anlamına geldiği de söylenmiştir. Gelenek-
sel İslam toplumunda gün olarak zaman, gece ve gündüzden oluşan iki birimdir.
Ancak bu konuda gecenin mi, yoksa gündüzün mü gün tanımını temsil ettiği
noktasında mutlak bir görüş birliği yoktur. Çoğunluk gecenin günü temsil ettiği-
ni iddia ederken, bazı kimseler günü belirleyen şeyin gündüz olduğunu söyle-
mişlerdir.
Araplar Cahiliye döneminde haftanın birinci gününe “Evvel”, ikinci gününe
“Ehven”, üçüncü gününe “Cubâr/Cebbâr”, dördüncü gününe “Dubâr/Debbâr”,
beşinci gününe “Mu’nis”, Cuma gününe “Arûbe” ve Cumartesi gününe
“Şiyâr/Şeyyâr” adını vermişlerdir. İslami dönemde ise günlerin isimlendirilmesi
konusunda birtakım rivayetler mevcuttur. İbn Abbas’tan gelen bir rivayette “Al-
lah, birinci günü yaratmış ve ona “Bir” adını vermiştir. Daha sonra ikinci günü
yaratmış ve ona “İkinci” demiş, ardından sonraki günleri yaratmış ve onlara
“Üçüncü”, “Dördüncü”, “Beşinci” adlarını vermiştir. “Cuma” günü yaratıkların
toplanma günüdür. “Cumartesi” ise Âdem’in yaratıldığı ve yaratılışın kesintiye
uğradığı gündür.
Kur’an’ı Kerim’de “Gece ve gündüzün birbirini takip etmesinde, sürelerin
değişmesinde, Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı bütün her şeyde, O’nun kud-
retine”, işaret edilmiş, akıl sahibi kimselerin düşünüp ibret almasını gerektire-
cek bu ifadelerde Allah, zamanın yaratıcısı ve düzenleyicisi olarak vasfedilmiştir.
Yine Kur’an’ı Kerim’de “Allah’ın insanların uyuyup dinlenmesi için geceyi karan-
lık, çalışıp işlerini görmeleri için gündüzü aydınlık kıldığına” dikkat çekilmiştir.
Bununla birlikte İsrâ 17/12. ayette “…yılların sayısını, ayların ve günlerin hesa-
bını yapabilesiniz diye her yeni günün başlangıcında gecenin işareti olan ayı
görünmez kılıp gündüzün işareti olan güneşin meydana çıkarıldığına” işaret edi-
lerek gün, ay ve yılların hesaplanabilir oluşu, kâinattaki her şeyin bir ölçü ile
devam ettiği belirtilmiştir. Yine Kur’an’ı Kerim’de “Her yeni güne başlarken
Rabbini (namazda) överek yücelt”, “Sabah namazından önce, öğleyin soyunup
dökündüğünüz zaman ve bir de yatsı namazından sonra”, “Namazlara, özellikle
orta namaza (sabah veya ikindi namazına)”, “Gerek akşam vaktine girdiğinizde
gerek sabaha eriştiğinizde (namazla) Allah’ı zikredin”, “…öğle ve ikindi vakitle-
rine eriştiğinizde (namazla) Allah’ı zikredin”, “Sabah-akşam demeden Rabbinin
adını anmaya devam et”, “Güneşin doğuşundan ve batışından önce (namazla)
Rabbini överek yücelt”, “Güneşin zevalinden gecenin karanlığı basıncaya kadar
(belli vakitlerde) namaz kıl”, gibi ayetlerde gün (günün belirli zamanları) kav-
630
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
KAYNAKÇA
Abdullah Karahan, “Zamana Sövmeyi Yasaklayan Hadisin Tenkid ve Tetki-
ki”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 17, sayı: 2 (2008).
Bekir Topaloğlu, “Huld”, DİA, İstanbul 1998.
Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail Buhârî, el-Câmiu’s-Sahih, thk. Mustafâ
Dîb el-Buğâ, Beyrut 1993.
Ebû Abdillah Muhammed Fahreddîn er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, Beyrut
1981.
Ebû Abdillah Muhammed Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut
2006.
Ebû Mansur Muhammed Ezherî, Tehzîbü’l-Luğa, Beyrut 2004.
Ebü’l Fazl Cemâlüddîn Muhammed İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Kahire
1119.
Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Ali Kalkaşendî, Subhu’l-Aşâ fî Sınââti’l-İnşâ, thk. Mu-
hammed Hüseyin Şemsüddin vd., Beyrut 1987.
Ebü’l-Feyz Muhammed Murtaza ez-Zebîdî, Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-
Kâmûs, thk. Abdüssettar Ahmed Ferrac, Kuveyt 1965.
Ebü’l-Fidâ İmâdüddîn İsmâil İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, thk. Musta-
fa es-Seyyid Muhammed vd., Kahire 2000.
Ebü’l-Hasen Ali b. Hüseyin Mesûdî, Murûcu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-Cevher,
thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Beyrut trs.
Ebü’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc Müslim, el-Câmiu’s-Sahîh, nşr. Muhammed
Fuâd Abdülbâkî, Kahire 1991.
Ebü’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredat fî
Garîbi’l-Kur’ân, Beyrut trs.
Ebü’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf ‘an Hakâiki’t-Tenzîl,
Riyad 1998.
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1979.
Hayreddin Karaman, “Cuma”, DİA, İstanbul 1993.
Hayreddin Kızıl, “Zurvanizm’in Kuruluşu ve Sasaniler Dönemindeki Etkile-
ri”, Ekev Akademi Dergisi, yıl: 17, sayı: 56 (2006).
İlhan Kutluer, “Zaman”, DİA, İstanbul 2013.
Kürşat Demirci, “Hafta Tatili (İslam’dan önceki Din ve Toplumlarda), DİA,
İstanbul 1997.
Mâlik b. Enes, Muvatta’, thk. Muhammed Mustafa el-A‘zamî, Abudabi 2004.
Mary Boyce, Zoroastrians their Religious Beliefs and Practices, Boston 1979.
Mehmet Alıcı, Kadim İran’da Din: Monoteizm’den Düalizm’e Mecusi Tanrı
Anlayışı, İstanbul 2012.
632
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
633
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
ADANA
2015 ULUSLARARASI
İSLÂM & TIP
(TIBB-I NEBEVÎ)
KONGRESİ
POSTER SUNUMLAR
(ÖZETLER)
634
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
635
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Halal Seafood
Imen HAMED
Biotechnology Centre, Cukurova University
Prof. Dr. Fatih ÖZOĞUL
Faculty of Fisheries, Cukurova University
Prof. Dr. Yeşim ÖZOĞUL
Faculty of Fisheries, Cukurova University
Abstract
Food is considered one of the most important factors for interaction among vari-
ous ethnic, social and religious groups. All people are concerned about the food they
eat. For example, Muslims want their food to be halal and Jews want to ensure that
their food is kosher. While vegetarian food is consumed by Hindus and Buddhist. Two
major terms are used to describe the permissibility of food, Halal and Haram, according
to Islamic dietary laws. Halal means lawful, permitted to be consume. Haram which is
the opposite of halal means prohibited, totally forbidden for consumption. Makrooh
(disliked) is another term sometime used by islamic scholars. Foodstuffs are deter-
mined to be halal, haram or makrooh based on the interpretation of verse from the
Quran and Sunnah (life, actions and teaching of the Prophet Muhammad). Some forbid-
den food has been clearly mentioned in the Quran (Pork, alcohol, carrions, etc…). Yet,
there are other categories which are unlawful for Muslim consumption. Actually, fish
and seafood are subject to controversial among various denominations of Muslims.
Islamic scholars have studied this question of which seafood is permitted and which is
prohibited to be eaten by Muslims. All scholars have agreed that fish with scales (cod,
herring, salmon, mackerel, etc) are halal and also everything that lives in the water all
the time have been considered as halal. Other sea creatures may be accepted by some
people but not by others. Animals that live both in water and on land (amphibians)
such as frogs, turtles, crocodiles, and seals are not consumed by the majority of ob-
servant Muslims. Although eaten by the majority, molluscs (clams, mussels, oysters,
octopus, squid) and crustaceans (shrimps, prawns, lobsters, crabs) along with marine
mammals that live totally in the sea (whales and dolphins) are regarded as makrooh by
others. Fish and other seafood can be eaten without the requirement of slaughtering
and bleeding requested for land animals. They can be hunted or caught by any reason-
able means available as long as the animal does not suffer. Moreover, unlike land ani-
mals it is allowed to eat dead sea animals but they must not show sign of deterioration
and spoilage. Understanding halal dietary laws is important not only to Muslim popula-
tions but also as a business opportunity. In fact, halal certification has become neces-
sary, in many countries, for products to be imported. Therefore in order to deal with
Muslim consumers there is a need to be aware about halal food.
636
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Seval KANDEMİR
Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Abdurahman POLAT
Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi
Prof. Dr. Bahar KARAKAYA
Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi
Prof. Dr. Gülsün ÖZYURT
Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi
Özet
Balık eti, içerdiği yağ asitleri nedeniyle, insan beslenmesinde son derece önemli
bir gıdadır. Yağ asitleri kompozisyonu, balık türüne ve avlanma mevsimine göre önemli
oranda değişebilmektedir. Bu çalışmada, Seyhan baraj gölünden farklı mevsimlerde
avlanan Kadife balıklarının (Tinca tinca,L.,1758) et dokusu yağ asitleri kompozisyonun-
daki değişimler incelenmiştir. Kadife balıklarındaki temel yağ asitlerinin palmitik asit
(16:0), oleik asit (18:1ω9), EPA (eicosapentaenoic acid,20:5ω3) ve DHA (asit (,22:6ω3)
olduğu belirlenmiştir. Farklı mevsimlerde avlanan kadife balıklarındaki EPA ve DHA
içerikleri arasında istatistiksel olarak önemli farklılıklar (p<0.05) bulunmuştur. Yağ
asitlerinden EPA’nın PUFA içindeki oranı Kasım ayında %12.28, Temmuz ayında
%25.94, Ağustos ayında ise %14.26 olarak bulunmuştur. DHA’nın Kasım ayında PUFA
içindeki oranı (%41.41), Temmuz (%23.57) ve Ağustos (%20.79) aylarına göre istatis-
tiksel olarak daha yüksek (p<0.05) bulunmuştur.
Anahtar kelimeler: Tinca tinca, yağ asitleri, eicosapentaenoic acid, docosahexaenoic
acid
637
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Aykut BURĞUT
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Özet
Bal, Cenâb-ı Hak’ın doğada yaşayan tüm canlılara sunduğu doğal bir mucizedir.
Bal enerjidir, proteindir, mineral maddedir, karbonhidrattır ve belirlenemeyen diğer
maddelerdir. Bal; bal arıları (Apis mellifera L.) tarafından çiçeklerden ve meyve tomur-
cuklarından alınarak, işçi arıların bal midesi denilen organlarında özel bazı maddeler
karıştırıldıktan ve bir takım kimyasal değişime uğramasından sonra petek gözüne yer-
leştirilen, çok faydalı, tatlı ve enerji veren bir besin maddesidir (100 gr balda yaklaşık
350 kalori vardır). Bal, antioksidan ve antibakteriyel özelliğiyle vücudun direncini
artırır ve hastalıklara karşı korumaktadır. Yüce kitabımız Kuran-ı Kerimin (16) Nahl ve
(47) Muhammed Surelerinde bal ve bal arısının önemi vurgulanmaktadır.
16. Nal Suresinin 68. ve 69. Ayetinde; (Bismillahirrahmanirrahim)
68 - Senin Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: Dağlardan, ağaçlardan ve in-
sanların kuracakları kovanlardan kendine evler edin.
69 - Sonra meyvelerin hepsinden ye de, Rabbinin (sana) kolay kıldığı yol-
lara gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir bal çıkar ki,
onda insanlar için şifâ vardır. Şüphesiz ki bunda düşünen bir millet için, büyük
bir ibret vardır.
47. Muhammed Suresinin 15. Ayetinde ise;
15 - Takva sahiplerine va’dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulma-
yan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren
şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvel-
erin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle
mükafaatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını ‘parça
parça koparan’ kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu?
Cenâb-ı Hak tarafından Yüce Kitabımızda belirtilen bal arısı ve balın faydası,
günümüz tıbbiyesinde ve özellikle Doğu Asya’da (Çin, Japonya ve Hindistan gibi
ülkelerde) alternatif tıp olarak adlandırılan apiterapi uygulamasında (bal arısı ve
ürünleri ile hastalıkları iyileştirme uygulaması) çok popüler olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Kuran-ı Kerim, bal, bal arısı, tıp, apiterapi.
638
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
639
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Mehmet KENAR
Prof. Dr. Fatih ÖZOĞUL
Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi
Halil İbrahim YAVUZ
Akoluk Balıkçı Barınağı
Özet
Bu çalışmada Adana feke ilçesinin akoluk köyünde toplatılan yerel olarak akoluk
çayı olarak bilinen Origanum micranthum VOGEL uçucu yağının aromaterapide
kullanım potansiyeli hakkında bilgi verilecektir. Ayrıca bu çalışmada akoluk uçucu
yağının uçucu bileşenlerinin biyolojik etkilerinin yanı sıra aromaterapideki uygulama
yöntemleri hakkında bilgi verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Aromaterapi, Akoluk Çayı, α-terpineol, Origanum
micranthum VOGEL, uçucu yağ
640
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Özet
Günümüzde uzun ve sağlıklı yaşam isteği çığ gibi büyümektedir. Bu sebeple,
doğaya ve doğal ürünlere olan ilgi katlanarak artmakta ve doğal ürünlerin tüketimi
büyük bir hızla yaygınlaşmaktadır. Ülkemiz pekçok bitki ve hayvanın gen merkezi
sayılmakta ve arıcılık cenneti olarak adlandırılmaktadır. Dünyada arı ürünleri bakımın-
dan bal üretiminde ikinci sırada olmamıza rağmen, diğer arı ürünleri potansiyelimizin
pek farkında değiliz. Multidisipliner bir bilim dalı olup, insan saglığıyla arı ürünleri
arasındaki kadim reçeteyi sunan apiterapi yeterince bilinmemekte ve yine onun
sağlayabileceği şifada hakettiği ilgiyi görmemektedir. Keza Apiterapi; bal, polen, arı
sütü, arı zehiri, bal mumu, propolis, arı ekmegi gibi temel ürünler ile arı ve larvaları
(apinarnil), arı sesi ve kovan havası kullanılarak, insan sağlığında bağışıklık sistemleri-
ni destekleyici ve çeşitli hastalıklara karşı tedavi amaçlı olarak kullanılmasıdır. Son
peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) “Derdi indiren Allah, devasınıda indirmiştir”
buyurmaktadır. Arı ve arı ürünlerinin sağlık amaçlı olarak kullanılmasına yönelik
Kur’an-ı Kerim’de “Rabbin bal arısna, dağlardan, ağaçlardan ve kurdukları çardaklardan
yuvalar edin, sonrada her türlü üründen ye de, Rabbinin yollarından boyun eğerek yürü”
diye vahyetti. Karınlarından, insanlara şifa olan türlü türlü renkte içecek çıkar. Düşünen
bir toplumda bunda bir ders vardır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sinemaki ve
Sennut (tereyağı tulumuna konulan bal) yemeğe devam ediniz. Çünkü bu iki şeyde,
samdan (ölüm) başka, her hastalığa şifa vardır.” Geleneksel Tamamlayıcı Tıp ve Alter-
natif Tıpın, Biyolojik Temelli Uygulamalarından biri olan Apiterapi, Tamamlayıcı Tıp
olarak halk sağlığında büyük bir önem arz etmektedir. Dünyanın birçok ülkesinde
(A.B.D., Almanya, Avusturya, Macaristan, Rusya, Çin, Doğu Avrupa Ülkeleri, Balkanlar
özellikle Romanya) apiterapi merkezleri açılmıştır. Bu merkezlerde, bal, arı sütü,
propolisin antibakteriyel, arı zehirinin antiromatizmal ve polenin ise immunolojik sis-
temleri destekleyici özelliklerinden yararlanılarak birçok hastalığın tedavisinin
yapıldığı bildirilmektedir. Apiterapi merkezlerinin açılması yaklaşık 14 asır evvel inen
Kuran’ı Kerimin her çağa hükmettiğinin ve peygamber efendimiz Hz. Muhammed
(s.a.v.)’in sözünün herdaim tazeliğini koruduğunun bir göstergesidir. Bu bildiride Tıbb-ı
Nebevinin apiterapinin önemine binaen mesajları, bal arısının biyolojisi, arı ürünleri ve
insan sağlığı üzerindeki önemi ele alınmıştır.
641
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Anahtar kelimeler: ilahi mesajlar, Apis mellifera, bal, polen, arı sütü, propolis,
arı zehiri, sağlık
642
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Abstract
Aromatic plants comprise many biologically active compounds such as mainly an-
ti-microbial, anti-oxidant, anti-parasitic, anti-fungal and anti-inflammatory characteris-
tics. The demand for these plants and their derivatives has become popular since they
are natural and generally recognized as safe products. Thus chemical composition of
volatile oils, obtained from Foeniculum sp. (fennel), Salvia sp. (sage) and Vitis sp.
(grape) were analysed. It was determined that the main components of Foeniculum sp.
were trans-anethole (41.11%), carvacrol (9.18%), carvone (6.53%), linalool (6.11%),
limonene (4.97%), estragole (3.19%), cymene (2.36%) whereas main components of
Salvia sp were 1,8 cineole (34.09%), caryophyllene (10.95%), camphor (9.44%), α-
pinene (8.42%), borneol (5.84%), β-pinene (4.10%), α- terpineol (3.76%),
caryophyllene oxide (3.40%), camphene (3.32%). Vitis sp. also contained linoleic acid
(41.86%), 2,4-cecadienol (30.79%), palmitic acid (6.90%), oleic acid (5.47%). As a final
point, Foeniculum sp., Salvia sp. and Vitis sp. have the potential to become new
generation substances for human and animal nutrition and health.
Keywords: Foeniculum sp., Salvia sp., Vitis sp., GCMS, volatile oil
643
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Gülden GÖKŞEN
Department of Food Engineering, Mersin University
Prof. Dr. Fatih ÖZOĞUL
Faculty of Fisheries, Cukurova University
Prof. Dr. Yeşim ÖZOĞUL
Faculty of Fisheries, Cukurova University
Elif Ayse ERDOĞAN
The Faculty of Science and Letters, Mersin University
Doç. Dr. Deniz AYAS
Faculty of Fisheries, Mersin University
Abstract
Aromatic plants play a significant function in maintaining human health and vola-
tile oils have been of great interest because of to their antioxidant abilities. Volatile oils
of aromatic plants contain essential sources of phenolic compounds and use for food,
drug and cosmetics products. Therefore, the volatile compounds of essential oil of La-
vandula sp. (lavender), Myrtus sp. (Myrtle), and Citrus sp. (lemon) were analysed by gas
chromatography-mass spectrometry (GC-MS) using the Nist and Willey libraries. It was
found that the main components of volatile component of Lavandula sp were linalool
(33.57%), linalyl acetate (30.77%), camphor (6.54%), 1,8 cineole (5.15%), borneol
(3.70%). while volatile components of Myrtus sp. were 1,8 cineole (29.68%), linalool
(15.03%), α-pinene (12.41%), β-myrcene (5.71%), geranyl acetate (4.27%), camphene
(3.35%), myrtenol (3.00%). In addition, volatile components of Citrus sp were found to
be limonene (57.78%), β-pinene (10.38%), γ-terpinene (6.83%), α-pinene (5.41%),
sabinene (2.25%). Consequently, the chemical composition of volatile oil obtained from
three different aromatic plants was varied according to the plants.
Keywords: Lavandula sp., Myrtus sp., Citrus sp., GCMS, volatile oil
644
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Mehmet KENAR
Prof. Dr. Fatih ÖZOĞUL
Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi
Özet
Bu çalışmada biberiye yapraklarından elde edilen fenolik ve diterpenik ekstrel-
erin Streptococcus pyogenes, Listeria monocytogenes, E.coli HB 101 TP 610, Streptococ-
cus dysgalactiae subsp equisimilis mikroorganizmalarına karşı antimikrobiyal ak-
tiviteleri Kirby-Bauer disk difüzyon yöntemine göre araştırılmıştır.
Çalışmalarda standart antibiyotik olarak, 5 μg olarak hazırlanmış Amphicillin,
Karbemisillin antibiyotikleri emdirilmiş 6mm diskler kullanılmıştır.
Fenolik ve diterpenik ekstrelerin yerleştirildiği disklerin tamamına yakınının et-
rafında inhibisyon zonu olduğu görülmüştür. Fenolik ekstre S.pyogenes ve E.coli ‘ye
karşı kontrol grubuna göre önemli düzeyde etki gösterirken, diterpenik ekstrelerden en
çok etkilenen S.pyogenes olurken en az Streptococcus dysgalactiae subsp equisimilis
etkilenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Rosmarinus officinalis, diterpenik ekstre, fenolik ekstre, an-
timikrobiyal aktivite
645
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Aromatic plants, also known as herbs, are used in food, cosmetics as well
as pharmaceutical industry and volatile oils have been of great interest because
of to their importance functions. The chemical compositions of volatile oils of
Cinnamomum sp., Laurus sp., and Lavandula sp. obtained by hydrodistillation
were analysed by gas chromatography-mass spectrometry (GC-MS) with Nist
and Willey libraries. It was reported that the main components of volatile oil of
Cinnamomum were cinnamaldehyde (34.31 %), propylene glycol acetal
(26.82%), trans-cinnamaldehyde (16.54%), α-toluene (8.60%), 1,3 dioxolane
(5.39%), for p. while Laurus sp of that were 1,8 cineole (29.75%), camphor
(9.85 %), α-pinene (8.02 %), caryophyllene (6.70 %), p-mentha-1,4(8)-diene
(6.38%), borneol (6.06%), α- terpineol (3.99%), camphene (3.32%), β-pinene
(3.24%). Lavandula sp also contained camphor (36.69%), α-thujene (21.37%),
1,8 cineole (11.96%). The obtained results showed the major constituents of
Cinnamomum sp., Laurus sp., and Lavandula sp had antimicrobial and
antioxidant properties as food additives.
Keywords: Cinnamomum sp., Laurus sp., Lavandula sp., GCMS, volatile oil
646
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Tarih boyunca bilim ve din, insanları iyiye, güzele, doğruya ve huzura götürmek
için uğraşmıştır. Bu bakımdan insan sağlığını ve huzurunu bozan alkol ve uyuşturucu
ile de mücadele edilmiştir. Günümüzde de toplumları tümüyle tehdit eden sigara, alkol
ve uyuşturucu ile hemen hemen bütün dünya ülkeleri mücadele etmektedir. Gençliği bu
tehlikenin pençesinden kurtarmak için tedbirler almaktadırlar.
İnsan, yüce Allah tarafından en güzel surette, en mükemmel donanımlarla
yaratılmış bir varlıktır (Tin, 95/4). Ayetinde de belirtildiği üzere insanın yaradılış esası
en üstün varlık üzerinedir. İnsan dünyaya aklı, iradesi, sıhhat ile adım atmıştır ve ser-
vet, eş, evlat nimetleri ile donatılmıştır. Yaradan tüm bu nimetlerin kadrini ve
kıymetinin de bilinmesini istemiştir.
Bütün semavi dinlerde canın, malın, aklın, dinin ve neslin korunmasını esas
almıştır. Çünkü insan hayatı bu beş zaruret üzerine kurulmuştur. Günümüz toplum
huzurunu bozan baş düşmanlarından biri olan alkol bağımlılığı Yaradan’ın kulları için
ikram ettiği bu üstünlüklerine kast etmektedir.
Dinimiz dünya ve ahiret mutluluğunu engelleyen, ferdî, ailevî ve toplumsal
huzursuzluklara yol açan başta alkol ve uyuşturucu olmak üzere, her türlü zararlı
alışkanlıkları yasaklamıştır. Alkol ve madde bağımlılarına da hayata bu şekilde yak-
laşım onlar üzerinde farklı bir farkındalık oluşturarak tedaviye uyumlarını artıracaktır.
647
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Büşra KÜÇÜKSOKU
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ümmü DİNGİLOĞLU
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi
Semih ACET
Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
648
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
649
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Giriş
İnsan tutum ve davranışlarını ahlaki prensip ve değerler ışığında inceleyen
sistematik çalışmalar “biyoetik” olarak adlandırılmaktadır. Bu çalışmalar etik
kapsamında ne yapmalı veya ne yapmamalı sorularına toplumun belirlediği ve
yaptırımlarla donattığı kuralları kapsamaktadır. İnsanları; dolasıyla toplumları görgü,
örf-adet ve ahlak kurallarının yanı sıra din ve hukuk kuralları şekillendirmektedir. Tıp,
hukuk ve din insan hayatının dolayısıyla toplumsal yaşamın tamamen içindedir.
Teknoloji ve tıp alanındaki baş döndürücü ilerlemeler aynı zamanda biyoetik konulara
ilginin artmasını sağlamıştır.
Biyoetik konular olan organ bağışı, ötenazi, genetik, yapay üreme teknikleri (tüp
bebek uygulamaları, sperm bankacılığı, taşıyıcı annelik) hızla gelişen teknolojinin tıp
alanına olan yansımalarıdır. Biyoetik konular bir ucu teknolojinin gelişmesine bağlı
olarak belli olan, bir ucu ise insanlık var oldukça ahlaki ve dini boyutu tartışılmaya açık
konulardır. Toplum biyoetik konulardaki uygulamalarda hukuki kurallara cezai
yaptırımlarından dolayı uymakta ancak dini ve ahlaki olarak vicdanları rahatlatacak
ayrıntılı açıklamalar beklemektedir. Dünya sağlık örgütü sağlığı “bedenen, ruhen ve
sosyal olarak tam bir iyilik hali” olarak tanımlamaktadır. Biyoetik konularda beden
sağlığı öne çıkmış ancak ruhen ve sosyal iyilik hali hep göz ardı edilegelmiştir. Bu
nedenle yaşamın içindeki biyoetik konular tıbbi ve hukuki boyutunun yanı sıra dini ve
ahlaki boyutlarıyla nebevi bir bakış açısı ile incelenmelidir.
Materyal-Metod
Bu çalışmada güncel biyoetik konulardan olan “taşıyıcı annelik” kavramının dü-
nyadaki uygulamalarının literatür taraması yapılmış ve nebevi hadisler ışığında İslam
hukukunda ki yeri incelenmeye çalışılmıştır.
Sonuç
Taşıyıcı annelik konusunda gelecek nesillerin esenliği, toplumun nüvesi olan
ailenin korunması, mahremiyet, kardeşlik kavramı, nesep ve miras konularındaki belir-
sizliklerin giderilmesi; ahlaki ve dini açıdan aydınlatılması gereken konulardır. Hukuk
normları oluşturulurken dini hükümlerden ve ahlaki değerlerden bağımsız olarak
hazırlanması mevzuatın yetersiz kalmasına sebep olacaktır.
650
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Vücutta görevini yapamayan bir organın yerine canlı bir vericiden veya ölüden
alınan sağlam ve aynı görevi üslenecek bir organın nakli işlemi organ nakli olarak ad-
landırılmaktadır. Günümüzde birçok hastalığın tedavisinde organ nakli uygulanmakta-
dır. Fakat yeteri kadar bağış olmadığı için binlerce organ bekleyen hasta hayatını kay-
betmektedir. Ülkemizde organ bağışı yapılmamasının nedenleri arasında dini, kültürel,
sosyal nedenler yer almakta ve dini açıdan incelendiğinde kişilerin vücut bütünlüğünün
bozulma kaygısı, emanet verilen organ da tasarruf yetkisinin kişide olmaması görüşü ve
kıyamet günü organların kişiye şahitlik edeceği ve böylece organ nakli gerçekleştirile-
cek kişinin dini ve sosyal yaşantısı konusundaki tereddütler bağış sayısını azaltmakta-
dır.
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 03.03.1980 tarihli kararında dinen organ nakli caiz-
dir. Fakat bunun için bazı şartların yerine getirilmesi gerekmektedir. Bunlar;
655) Hastanın hayatının veya hayati bir uzvunun kurtarılması için organ
naklinden başka çarenin olmaması,
656) Doktorun hastalığın organ nakliyle tedavisindeki düşüncesinin
güçlü olması,
657) Organ veya dokusu alınan kişinin, bu işlem yapıldığı sürede ölmüş
olması,*
658) Dokusu alınacak kişinin sağlığında organ nakline izin vermiş veya
aksini talep etmemiş olması şartıyla yakınlarının rızasının olması,
659) Tedavisi yapılacak hastanın da nakle rızasının olması,
660) Organ veya doku nakli karşılığında ücret alınmaması gerekmekte-
dir.
Bu kararda ölümden detaylı bir şekilde bahsedilmemiştir. Tıbben ölüm şekli üçe
ayrılmaktadır; yüksek kortikal ölüm, beyin sapı ölümü ve tüm beyin ölümüdür. Tüm
beyin ölümü ile kişi sadece cihaza bağlı olarak yaşayabilmektedir. Beynin, kalbin ve
solunum yollarının fonksiyonlarını geriye dönüşü mümkün olmayacak şekilde kaybet-
mesidir. Beyin ölümüne 4 hekim karar vermekte ve kişinin yoğun bakım ünitesinde
olması gerekmektedir. Bu şartlar altında beyin ölümünün olduğuna karar verilen kişi-
651
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
nin hayata dönme ihtimali yoktur. Dinen tüm beyin ölümü gerçekleşen kişiden tıbbi,
hukuki çerçeveler değerlendirilerek organ naklinin yapılması caizdir. Canlıdan canlıya
organ naklinde ise vericiyi riske sokmadığı, sağlığını ve görünümünü bozmadığı takdir-
de zarureten başvurulan alternatifsiz tedavi yöntemi olduğu sürece cevaz verilmekte-
dir.
Kur’anda insan hayatını tehdit eden bir açlık ve zaruret bulunması halinde haram
fiillerin mubah hale geleceği ve günahın kalkacağı bildirilmiştir. Ayrıca “ Kim, bir insanı
bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldü-
rürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) ya-
şatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır.” Mealindeki ayetler ile insan hayatının ne
kadar önemli olduğu, zararı önleyip faydalıyı hakim kılmayı Allah-ü Teala emretmiştir.
Kaynakça
661) Akdemir H., Organ Naklinin Kur’an Açısından Değerlendirilmesi,
Harran Ün. İlahiyat Fak. Dergisi, Yıl: 10, Sayı: 14
662) İslam Ansiklopedisi, s.373-375
663) İlmihal Cilt 2, İslam ve Toplum, s.190-195
664) Din İşleri Yüksek Kurulu Kararı
665) 29.05.1979 tarih 2238 sayılı resmi gazetede yayımlanan Organ ve
Doku Alınması, Saklanması ve Nakli Hakkında Kanun
666) Kahraman A., Organ Nakli, Fıkıh, Ocak 2013
667) El-Bakara 2/173, El-Maide 5/3, El- En’am 6/119
668) El-Maide 5/32
652
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
653
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
İnsanoğlu çıkarlarına önem verir, aslında bir bardak suyu dahi çıkarımız için içer-
iz yani susuzluğumuzu gidermek için yapmış oluruz. Hukukta insan davranışlarının
maksatlı olduğu temel prensiptir. Peki, Bir kişiye yardım ettiğimiz zaman, bir iyilik
yaptığımız zaman bundan maksat veya çıkar nedir. Düşündüğümüzde bunun 2 nedeni
olabilir ki sistematize edersek.
669) Dünyaya ait çıkarlarımız - maksatlarımız
a. Gün gelir oda bana yardım eder, ne iyi bir insan desinler, reklamım olsun
diye
b. Kendimizi üstün görmemizi sağladığı için yani kibrimiz için
c. Vicdanımızı rahatlatmak ve kendimizi iyi hissetmek için
670) Ahiretteki çıkarlarımız - maksatlarımız
671) Cenneti kazanmak
672) Salt Allah rızası için
Materyalist bakış açısının hakim olduğu günümüz şartlarında besle kargayı oysun
gözünü, iyilik yap kötülük bul gibi deyimler oluşmaya başladı aslında iyiliğin karşılığı
ancak iyiliktir(ayet). Öyleyse günümüz insanının hayat tecrübesinden kaynaklanan bu
deyim nerden çıkıyor. Aslında nedeni basit bizim iyilik zannettiklerimiz, İnancımızın
ortaya koyduğu iyilik sınıfında değil. Sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi(hadis) ku-
ralını unutalı çok oldu, Nerdeyse küçük bir sağlık kuruluşu yaptırırken bile illa isminin
konulmasını isteyen insanlar haline geldik. Sorun iyiliklerimizi (yada iyilik zannet-
tiklerimizi) dünyaya ait çıkarlarımız nedeniyle yapmamızdan kaynaklanıyor.
Vicdanımızı rahatlatmak için bile olsa karşıdaki insan onuru bunu algılamakta ve
negatif etki yapmakta kaldı ki vicdani iyilikler oldukça küçük miktarlarda gerçekleşirl-
er. İslamda zekâtı bile verirken karşıdaki aldığı için, sana sevap kazandırdığını için ona
teşekkür etmen gerekir, verdiğin kıyafeti eski olup kendin beğenmediğin için
veremezsin (ayet); işte iyilik yapmak böyle hassas bir konudur. İşte bu hassasiyetten
çok uzaklaştığımız için; bir zamanlar iyilik yap denize at, ne ekersen onu biçersin
denirken bugün iyilik yap kötülük gör sözü ön plana geçmeye başladı.
Salt Allah rızası için ondan utandığı ve ona karşı bir haşyet duygusu yaşadığı için
iyiliklere gark olmak zor bir hedef ama hiç olmazsa bize bu canı verene, iyilik yapa-
bilecek güç ve imkânı verene teşekkür etmek için, cenneti kazanmak için iyilik yapan
bunun mükâfatını kat be kat alacaktır.
Anahtar Kelimeler: İyilik, Ahlak, Etik,
654
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
2) SENTÜRK, Habil, “Yaşlılık (60…)”, Diyanet İlmî Dergi, Ankara -1995, C.31, S.4,
sh. 80
3) SANCAKLI, Saffet, “Hadislerde Yaşlılık Olgusunun Değerlendirilişi”, Cumhuriyet
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10 (1), 2006, s. 49-55.
4) YILMAZ, Macit, Yrd. Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim
Üyesi
656
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
657
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
658
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Bütün dünyada, asırlarca, hastadan kan alma, güvenilir bir tedavi yöntemi olarak
kabul edilmiştir. Mesela klasik tababette birçok hastalığın, kandaki problemlerden
kaynaklandığı kanaati hâkim olduğu için, tedavi sırasında akla ilk gelen husus da kan
almak olmuştur. Bu yöntemin özellikle XII. Yüzyılda çok yaygın olarak uygulandığı, hat-
ta bu alanda eserler yazıldığı görülmektedir. Asırlar boyu yaşatılan ve diğer adıyla kupa
terapisi (Cupping Therapy) olarak bilinen hacamat uygulamasının, Osmanlı tıbbında
çok uygulanan ve tıp kitaplarında yer alan yöntemlerden biri olduğu da kaynaklardan
anlaşılmaktadır. Öyle ki Osmanlı tıbbı, tedavi ağırlıklı olarak bedende biriken ve
atılmadığı takdirde hastalık yapan zararlı maddelerin uzaklaştırılması esasına göre
temellendirilmiştir. Buna bağlı olarak da hacamat geleneği Osmanlı tababetinde
yaygınlık kazanmıştır (1). Binlerce yıldır bilinen ve en eski tedavi usullerinden sayılan
hacamatla tedavi, günümüzde de Asya, Afrika ve Uzak Doğu ülkelerinde yaygın olarak
uygulanmaktadır. Avrupa’da da son yıllarda tamamlayıcı tıp içerisinde uygulanmaya
başlandığı bilinmektedir (2).
Hacamat; Herhangi bir hastalıktan dolayı veya sağlıklı kalmak maksadıyla
vücudun belli bölgelerini hafifçe çizip üzerine boynuz, bardak veya şişe oturtarak kan
alma işlemidir, Islak ve kuru olarak yapılabilir (3,4). Hacamat operasyonunda, uygula-
manın yapıldığı bölgedeki organlarda lenf damarları açılarak kan dolaşım rahatlamış ve
böylece o organların üzerindeki stres (baskı) azalmış olacaktır. Uygulamanın yapıldığı
bölgede kan hareketliliği ile doğru orantılı olarak, dolaşım rahatlayacak, vücuttaki kan
ve dokulardan toksinlerin atılması sağlanacaktır. Vücuttan kan çıkması nedeniyle yeni
kan üretme mekanizmaları harekete geçerek vücuda rahatlık ve zindelik kazandıracak-
tır (5).
Literatür taramasında hacamatın, Migren ağrısı, kanser ağrısı, eklem ve bel ağrısı,
Fibromiyalji, Karpal Tunel Sendromu, Ateroskleroz ve yüksek LDL, romatoid artrit,
immün sistemi destekleme, Akut gut artriti, Herpes zoster, Nörodermatit, Akne konglo-
bata vb. durumlarda uygulandığı bildirilmektedir (6-19). Hacamat yaptırmanın sakın-
calı olduğu durumlar hakkında da şunları söylemek mümkündür: Hacamatın, çok yaşlı
ve zayıf kişilerde, kalp yetmezliği olanlarda, bir yeri kesildiğinde kanı durmayan
kişilerde, hamilelerde, aşırı kansız kişilerde, AİDS – HİV hastalarında, tansiyonu çok
düşük olan kişilerde, küçük çocuklarda ve çok hassas kişilerde yapılmaması tavsiye
edilmektedir (1).
Finlandiya, Brezilya, Polonya ve Kore gibi ülkeler hacamatı geleneksel bir terapi
yöntemi olarak aktif olarak kullanmaktadırlar (3). Ülkemizde ise Sağlık Bakanlığı
bünyesinde kurulan Geleneksel, Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Daire Başkanlığı’nın
27.10. 2014 tarihinde yayımladığı Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönet-
meliği’nde hacamat /kupa terapisi tanımlanmış ve resmi olarak tanınmıştır. Bunlar
güzel gelişmelerin habercisi olmakla birlikte hacamat uygulamasının yaygınlaştırılması
ve etkinliğinin kanıta dayalı bir biçimde ortaya konması için daha çok araştırmaya ih-
tiyaç duyulmaktadır.
Kaynaklar
659
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
660
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
687) Liu YN, Zhang HX, Huang GF, Zou R, Wei W. [Observation on therapeutic
effect of electroacupuncture at Jiaji (EX-B 2) combined with blood-letting and
cupping on herpes zoster]. Zhongguo Zhen Jiu. [Randomized Controlled Trial
Research Support, Non-U.S. Gov't]. 2009 Nov;29(11):887-90.
688) Zhang Y, Zhou JW, Huang S, Chen CT, Deng Y, Huang YH. [Observation on
the therapeutic effect of a red-hot needle therapy combined with blood-
letting puncture and cupping for treatment of neurodermatitis]. Zhongguo
Zhen Jiu. [Randomized Controlled Trial]. 2007 Apr;27(4):252-4.
689) Liu CZ, Lei B, Zheng JF. [Randomized control study on the treatment of
26 cases of acne conglobata with encircling acupuncture combined with ven-
esection and cupping]. Zhen Ci Yan Jiu. [Randomized Controlled Trial Re-
search Support, Non-U.S. Gov't]. 2008 Dec;33(6):406-8.
690) Ahmadi A, Schwebel DC, Rezaei M. The efficacy of wet-cupping in the
treatment of tension and migraine headache. Am J Chin Med. [Research Sup-
port, Non-U.S. Gov't]. 2008;36(1):37-44.
691) Huang ZFH, Li Z, Zhang ZJ, Tan ZQ, Chen CT, Chen W. Observations on
the efficacy of cupping for treating 30 patients with cancer pain. Shanghai
Journal of Acupuncture and Moxibustion. 2006;25:14-5.
661
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
İlayda CEYLAN
Aydın Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi
Özet
Geçmişten bugüne Ağız ve Diş Sağlığının, Genel Sağlık üzerinde ki önemi
vurgulanmış ve insanlarda ‘Ağız ve Diş Sağlığını Koruma’ algısı oluşturulmaya
çalışılmıştır. Günümüzde bu algının oluşmasına bir nebze de olsa katkı sağlamayı
amaçlayan bu çalışmada;
Ağız ve Diş sağlığı denildiğinde sadece diş temizliğinin anlaşılmaması gerektiği,
dil temizliğinin de rutin olarak Ağız Hijyenine dahil edilmesi gerektiği, dil temizliğinin
etkin ve doğru uygulanma şekli anlatılmıştır. Bir çok insanın şikayetçi olduğu ağız ko-
kusuna çözüm sunulmaya çalışılmıştır.
Ağız ve diş sağlığının korunması ve devamlılığının sürdürülmesinde ana unsur
olan mekanik ve kimyasal temizleme işlemlerinin her ikisini de etkin olarak sağlayan
Misvak kullanımı ve önemi üzerinde durulmuştur. Dünya üzerinde kullanılan misvak
çeşitleri ve özellikle en sık tercih edilen Orta Doğuda (Mekke’de) yetişen Arak (Salva-
dora Persica) ağacından elde edilen misvakın özellikleri üzerinde durulmuştur.
Günümüz literatüründen örnekler ve günümüze ulaşan Hadisler referans alınıp
karşılaştırmalar yapılarak misvakın Farmakolojik ve Teröpatik etkileri sunulmuştur.
Son olarak bu derlemede misvak seçiminde ve kullanımında dikkat edilmesi gereken-
lerden bahsedilmektedir.
GİRİŞ
Birbirleri ile bağlantılı olan diş çürüğü ve periodontal hastalıklar tüm insanlığın
ortak sıkıntılarındandır. Bu hastalıkların sebepleri arasında bizim kontrol edemey-
eceğimiz çevresel faktörler, idiopatik sebepler, genetik faktörler, yaş ve cinsiyete bağlı
vücut reaksiyonlarının dışında kontrol altına alabileceğimiz ve baş sorumlu olarak be-
lirtilen yemek artıkları (polisakkarit protein) içinde bulunan ölü ve canlı mikroor-
ganizmaları barındıran Mikrobiyal Dental Plak(MDP) bulunmaktadır.
MDP, diş, dil ve dişeti dahil olmak üzere ağız içindeki tüm girintili çıkıntılı
yüzeylere tutunma eğilimi göstermektedir. Periodontal ve diş rahatsızlıklarının başla-
ma ve ilerleme aşamalarında aktif rol oynayan MDP’nin tüm bu yüzeylerden (diş, dişeti,
dil) uzaklaştırılması ağız ve diş sağlığının korunmasının temelini oluşturmaktadır.
MDP’nin ağız ortamından uzaklaştırılmasında kimyasal ve mekanik yollar
kullanılmaktadır. Diş fırçaları ve macunlar geniş kullanım alanına sahip olmakla birlikte
İslam Kültüründe Misvak son derece yer edinmiş ve kabul görmüş uygulamalardandır.
AÇIKLAMA:
Misvak belirli ağaçlardan elde edilen kalem büyüklüğünde ki çubuk formu ile diş
fırçalarının oluşturduğu darbelere benzer olarak kullanılabilmektedir. Bununla birlikte
misvakın toz haline getirilerek direk diş yüzeyine uygulanabildiği, ayrıca içerdiği
özlerin aktif olarak kullanıldığı yöntemleri de bulunmaktadır (fırçalama aparatı olarak,
diş macunu, gargara, endodontik yıkama solüsyonu gibi).
662
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Misvak denildiğinde yaygın olarak anlaşılan ise Arak (Salvadora Persica)’ dan
elde edilin ‘diş fırçalama çubuğu’ ve bu çubuğun ucundaki kıllar ile diş ve dişetlerinin
temizlenmesidir. Yapılan bu eyleme misvaklama denilmektedir. İslam kültüründe
bilinen diğer önemli yaygın bilgi ise Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ağız ve diş temizliğinde
misvak kullanmış olması, misvak çeşitleri üzerine ve ağız temizliğine yardımı ile ilgili
genel ifadelerinin bulunmasıdır.
TANIMLAMALAR:
Geçmişten Bugüne Misvak Kullanımı
Misvak kullanımı günümüzden 7000 yıl öncesine dayanmaktadır1. İlk
kullanımının Babilliler tarafından olduğu bilinmekle birlikte daha sonraki dönemlerde
Yunan ve Roma imparatorlukları boyunca, ayrıca Eski Mısırlılar ve Müslümanlar
tarafından, Afrika’nın çeşitli bölgelerinde, Asya’da özellikle Orta Doğuda ve Güney
Amerika’da da kullanıldığı bilinmektedir2. Dünyanın çeşitli bölgelerinde dini ve sosyal
amaçlar, ağız hijyenine faydaları için kullanıldığı bilinen Misvakın kullanımı
günümüzde özellikle tüm İslam ülkelerinde devam etmektedir.
BİR BÜTÜN OLARAK AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI
Diş ve Dişetlerinin Etkin Temizlenmesi
Misvakın çeşitli en ve boylarda kullanıma uygun şekilleri mevcuttur. Kişi kendis-
ine uygun uzunlukta kesebilir. Ağız gibi sınırlı bir alanda manipülasyonu kolay olması
ve kavranabilmesi için yetişkinlere 20 cm, çocuklara 15 cm uzunluğunda önerilmekte-
dir. Aşırı uzun misvak kullanımının ağız içinde travmatik etkilere neden olabileceği
bildirilmiştir.1
Kullanmadan önce ucundaki 1-1,5 cm'lik kısmın kabuğu soyulur. 24 saat suyun
içinde bekletilerek liflerin açılması sağlanır. Islatılmadan dişlere uygulanmalıdır. Bütün
dişler ve diş etleri üzerine uygulanmalıdır, hafifçe sürtmek asıl hedef değildir.
Her dişin üzerine dişetinden dişe doğru ve döndürme hareketleri yapılarak uygu-
lanmalıdır. Aynen diş fırçalama tekniklerinde olduğu gibi dişlerin dudaklara bakan
yüzlerine, çiğneyici yüzeylerine, damağa ve dile bakan iç kısımlarına da uygulanmalıdır.
Önce diş fırçası kullanılıp sonra misvak kullanılırsa mükemmel bir temizlik sağlanmış
olur. Diş fırçası ile büyük gıda artıkları temizlendikten sonra misvak kullanıldığı zaman
dişlerin üzerindeki bakteri plakları temizlenmiş olur. Sadece dişlere değil diş etlerine,
dile ve hatta damağa da misvaklama yapılır.
Bir hadîs-i şerîfte mealen; "Hilâl eylemek dişleri arıtır, pâk eyler, diplerini
sağlamlaştırır ve ağız kokusunu güzel eyler." buyrulmaktadır. Hadîs-i şerîfte belirtilen
mühim ayrıntılardan biri de, dişlerin nasıl fırçalanacağına dâirdir. 'Hilâllemek' diye tarif
edilen metot, dişlerin yarım ay şeklinde, dairevi olarak fırçalanmasıdır. Bu metot diş
minelerine zarar veren ve dişin yıpranmasına sebep olan, sağa-sola fırçalama tekniğin-
den farklıdır. Günümüz diş hekimliğinde de hadîs-i şerîfte buyrulduğu gibi dairevî
fırçalama tekniği tavsiye edilmekte ve diş aralarında biriken besin artıklarının en iyi bu
metotla önüne geçilebileceği belirtilmektedir.3
Dil Temizliğinin Önemi
Halitozis, hoş olmayan (kötü) nefes kokusu şeklinde tanımlanmıştır.4 Kötü ağız
kokusu, ağızdaki bakterilerin hidrojen sülfür ihtiva eden ürünlerinden meydana
gelmektedir (Uçucu Sülfür Gazları).
Ağız kokusunu fizyolojik ve patolojik olarak ikiye ayırabiliriz. Fizyolojik ağız ko-
kusu, sağlıklı her insanın uyandığında hissettiği, sindirim kanalında biriken gazlar veya
663
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
dil sırtında üreyen bakterilerin sebep olduğu ağız kokusudur ve tedavi gerektirmez,
yeterli ağız hijyeni sağlanarak ortadan kaldırılabilir. Patolojik ağız kokusu (gerçek hal-
itozis) ise ağız içi veya ağız dışından kaynaklanabilir. Burada fizyolojik ağız kokusunun
ağız içi kaynaklı, patalojik ağız kokusunun ise ağız içi ve ağız dışı kaynaklı olduğu
görülmektedir.
Ağız dışı etkenler Halitozisin yaklaşık % 10 oranında sebebini oluşturmaktadır ve
üst / alt solunum yolları, gastrointestinal sistem bölgelerinden kan ile ilintili olmadan
ya da diyabet, karaciğer sirozu, üremi gibi hastalıklardan dolayı kanla taşınarak
akciğerlerden yayılır.4,5,6 Bu tip ağız kokusuna sahip olan hastalar tespit edilebilen
patolojiye uygun bir uzman doktora yönlendirilmelidir.
Ağız kokusu tedavisinin ilk adımı, kokunun sebebinin tespitidir. Geniz eti,
bademcik ve sinüs iltihapları gibi hastalıkların sebep olduğu ağız kokuları için tıbbî
veya cerrahî müdahaleyle tedavi yapılmalıdır. Kokuya sebep olan diğer organlara bağlı
hastalıkların (karaciğer, mide, böbrek vd.) tedavisiyle, bu kaynaklara bağlı ortaya çıkan
ağız kokusu ortadan kalkar.
Halitozis olan bireylerde koku nedenlerinin % 90'nından fazlası ağız-içi
kaynaklıdır7,8,9 ve ağız-içi halitozisin asıl kaynağının (% 90'nından fazlası) dil sırtı
olduğu bildirilmektedir.7 Ve ağız-içi halitozis oluşumunda etkili olan mikroorganizma-
ların asıl kaynağının dil sırtı olduğu tespit edilmiştir.10,11
Ağız içi kaynaklı kokuların % 90'ı başarıyla tedavi edilebilmektedir. Tedavinin
temelinde ise uygun ağız-diş bakımı yatmaktadır. Diş çürükleri ve diş eti hastalıkları
kötü ağız kokusuna yol açan mühim sebeplerdendir.
Öncelikli olarak varsa diş ve dişetlerindeki rahatsılzıklar ortadan kaldırılmalıdır
çünkü ağızdaki bir enfeksiyon odağı bakteri üremesini artıracak ve dâima ağız kokusu-
na sebep olacaktır. Bundandır ki, diş ve diş eti kaynaklı problemler tedavi edilmeli,
ağızdaki protez ve dolgular kontrol edilmelidir.
Ağız kokusunu oluşturan faktörlerin ilk alanı dildir ve dilin 2/3'lik arka kısmında
bulunan tat tomurcukları ve dil papillaları arasında biriken bakteriler tükürüğün
yıkayıcı tesirinden gizlenebilir. Bu noktada Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi
ve sellem) tarihte dilini fırçalayan ilk insan olduğunu söyleyebiliriz. Ebû Davud (ra)
hâdiseyi mealen şöyle anlatıyor: "Kendisinden binek istemek maksadıyla Resülullah'ın
(sallallahu aleyhi ve sellem) yanına gittim.
''O -misvakın bir ucu dilinin üzerinde idi- dilini misvaklıyordu." (Buhari, Müslim,
Müsned.) Modern tıp, son on beş yıldır dilin de fırçalanmasını gerektiğinden bahset-
mektedir.
Tüm bu bilgiler ışığında değerlendirildiğinde Dil Temizliğinin, Ağız ve Diş
sağlığının önemli bir parçası olduğu görülmektedir.
Bir çok bilimsel çalışmada dil temizliğinin önemi ve ağız kokusunun azaltılmasın-
daki başarısı vurgulanmıştır.4,12,13,14
Dilin Etkin Temizlenmesi
Ağız kokusunun önlenmesi ve tedavi edilmesi amacıyla; sadece birikintilerin en
yoğun olduğu dilin en geri bölgesi (mümkün olan) düzenli bir şekilde temizlenmelidir.
Bu bölge çok az birikinti kalmasını sağlayacak şekilde (günde 2 kez 5 tekrar) fa-
kat yumuşak doku travmasına neden olmamak için nazikçe temizlenmelidir. Dilin yan
yüzeyleri temizlenmemelidir.4,5,15
664
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Dişlerin mekanik temizliği ve ara yüz temizliği günlük olarak yapılan ağız
bakımının en önemli iki aşamasını oluşturmaktadır. Ancak, tek başına dişlerin
fırçalanması ağız kokusuna sebep olan uçucu sülfür bileşenlerinin(USB) %30 oranında,
dilin temizlenmesi ise %73 oranında azaltmaktadır.16
Misfağın Dini Geçmişi ve Günümüz Bilgileriyle Sentezlenmesi
İslamiyet öncesi misvak kullanımı beyaz ve parlayan dişlerinden ötürü Eski Ara-
pların gelenekleriyle bağdaştırılmıştır. Dişlerinde gözlenen bu akılda kalıcı pür-i pak
temizlikte misvakın da payı olduğu bilinmektedir. Misvak kullanma geleneği İslamiyet
ile birlikte 543’te Hz. Muhammed (s.a.v.)’in tavsiyeleriyle benimsenmiştir. İslamiyet
günlük hayatta kullanılmak üzere ağız ve diş sağlığı üzerine temel bilgiler vermektedir.
Misvakın ağız hijyeninde ki önemini Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ifadelerinden
alıntılar yaparak ifade etmek gerekirse;
‘’Eğer ümmetime zorluk verecek olmasa idim, onlara her abdestte misvak
kullanmalarını emrederdim.’’17 sözünde misvakın faydası Resulullah (s.a.v.) tarafından
öylesine kabul görülmüş ki mümkün olduğunca abdest almak gibi rutine dahil edilmesi
önerilmiştir.
Sahabeler, Peygamberimiz (s.a.v.)'i anlatırken onun dişlerinin inci gibi parla-
dığını, tertemiz, bembeyaz ve ışıl ışıl olduğunu söylerler. O'nun (s.a.v.) Uhud Savaşında
kırılan dişinden başka hiçbir dişi çürümemiş ve düşmemiştir.
Sahih Buhari’de talik olarak şöyle denilmiştir: ’’Misvak ağzı temizler, Rabbi razı
eder.’18 Başka bir hadîs-i şerîfte Efendimiz (s.a.v.); "Diş etlerini yemek kırıntılarından
temizleyiniz. Misvak kullanınız, sararmış dişler ve kokan ağızla yanıma gelmeyiniz."
(Tirmizi) buyurmuştur.
Tüm bu bilgilerin ışığında Ağız ve Diş temizliğinin öneminin vurgulandığı mis-
vakın dişetlerine de uygulanması gerektiği, sağlığın Allah (Celle Celalühü)’ nün rızası
için korunması, temiz nefesin ağzın misvaklamasıyla elde edilebileceği anlaşılmaktadır.
Sahih Müslim’de şöyle denilmiştir: Sallallahu aleyhi ve sellem evine girince önce
misvaktan başlardı.19 Bu hususta çok hadisler vardır.
Yine Sahihayn’da şöyle denilmiştir: Sallallahu aleyhi ve sellem gece kalktığı za-
man ağzını misvak ile ovardı.
Ne zaman itidalli kullanılırsa, dişleri parlatır, beli takviye eder. Dili açar, dişin
üzerinde sarı lekelerin oluşmasını önler. Ağız kokusunu düzeltir, beyni temizler ve
yemek iştihasını açar.20
Peygamberimiz'in (s.a.v.) hayatına ve hadislerine bakıldığında ağız ve diş
sağlığına ne kadar büyük bir ehemmiyet verdiği anlaşılmaktadır.
Hadislerde sunulan önerilere baktığımızda güncel ağız ve diş sağlığı bilgileriyle
örtüştüğü görülmektedir. Ağız ve diş sağlığının en önemli ilkelerinden biri olan
temizliğin devamlı ve düzenli olması gerektiği, ağız ve diş sağlığı denildiğinde sadece
dişlerin değil dilin de dahil olduğu genel bir temizleme prosedürünün olması gerektiği
gözler önündedir.
Hadislerde dil temizliğiyle ferah nefesin bağdaştırıldığı görülmektedir. Yine aynı
şekilde ‘Dili Açar’ ifadesinde ağız içinde yapılan temizlik ile tad alma duyusunun arttığı
ifadeler arsında yer almaktadır. Ağızda bulunan Mikrobiyal Dental Plağın çok büyük
payının dil üzerinde olduğu düşünüldüğünde yapılan temizliğin etkinliği anlaşıla-
bilmektedir. (bkz: Dil Temizliğinin Önemi)
665
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
666
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Chawla26 tarafından yapılan çalışmada Arak, Neem gibi çeşitli ağaçlardan elde
edilen misvakın bileşenleri arasında Flor olduğu bildirmiştir.
ElMostehy et al’27 çalışmasında misvakın kimysal bileşenlerini Trimetilamin ve
alkaloid, Klorid , yüksek miktarda Florid , Silika (Si02), Sulfur, Vitamin C, ve az miktarda
Tanen , Saponins, Flavenoid ve Sterol şeklinde açıklamıştır.
Tüm çalışmalar göz önünde bulundurularak genelleme yaptığımızda basitçe;
flor, kükürt, tanen, saponin, silisyum, kalsiyum oksalat, mineral tuzlar (Nacl, KCl) uçucu
yağlar ve kokulu reçine içerikleri aklımıza gelmelidir.
Çeşitli Bileşenlerin Ağız Diş Sağlığı Üzerine Etkileri
Topikal florid uygulamalarının başarısı diş mine yüzeyinin ıslaklığına ve uygu-
lanan florun, diş çürüklerinin yaygınca gözlendiği pit, fissür, interproksimal alanlara
ulaşabilmesine bağlıdır. Misvakın tekrar tekrar uygulanması esnasında saldığı Florun
beklenen kriterlerin üzerinde görevini yerine getirdiği gözlenmiştir.21
Abraziv materyal olan Silika içeriği diş yüzeylerindeki lekelerin temizlenmesinde
ve dişlerin beyazlamasında görev almaktadır.
Tanen (Tanik Asit); ester, galik asit, glikoz karışımından oluşmaktadır. Ufak
ülser tedavilerinde kullanılmaktadır ve in vitro ortamda yapılan çalışmalarda Tanik
asitin anti-tümör etkisine rastlanmıştır.28 Protez yüzeyleri tanik asit ile yıkandığında
candida sayısında azalma olduğu ve bakterin tekrar tutunma miktarında da azalma
olduğu gözlenmiştir.29 Tanenin mukoza membranı üzerinde vazokonstriktör etkiye
sahip olduğu ve klinik olarak gingivitis görülme riskini azalttığı gözlenmiştir.30 Ayrıca
taninin glikozil transferaz etkinliğini kısıtlayarak plak retansiyonunu ve gingivitisi
azalttığı raporlanmıştır.31
Rezin biçimsiz, kompleks kimyasal bir bileşendir. Rezin asit, rezin alkol, rezin
fenol, ester gibi inert kimyasal bileşenlerden oluşmaktadır. Diş mine yüzeyini dö-
şeyerek çürük karşıtı etki göstermektedir.32
Alkaloid genellikle nitrojen bileşenlerinden türetilmektedir, yapısını oluşturan
renksiz kristaller suda ve alkolde çözünebilmekte ve sert bir tadı vardır. Salvador per-
sicanın içinde bulunan salvadorinanın hidrolitik olarak trimetil-amin den ayrıştırılarak
elde edilmektedir. Bakteri öldürücü ve dişetini uyarıcı etkileri mevcuttur.21
Esansiyal yağlar ve karakteristik aromasının antiseptik özelliği bulunmak-
tadır.10Sahip olduğu hafif keskin tadı tükürük akışını arttırmaktadır.33
Sülfür bileşeni ise keskin tad ve kokunun oluşumunda etkili olmakla birlikte bak-
teriosidal etkiye sahiptir.34
C Vitamini ise dokuların tamirinde ve iyileşmesinde etkilidir.
Sodyum bikarbonat, abraziv özelliği ile diş temizleme maddesi olarak
kullanılmaktadır.
Kalsiyum tükürükte doygunluğa ulaştığında diş mine yüzeyinde demineralizasy-
onu engellemekte ve remineralizasyonu arttırmaktadır.
Sonuç ve Öneriler
Tüm insanlığın sorunu olan diş ve dişeti hastalıkları, eksik ağız hijyeni sebebiyle
doğan genel sağlık problemleri ve ağız kokusunun büyük oranda ortadan kaldırıl-
masında etkin ve düzenli diş ve dil temizliğinin aktif rol oynadığı gösterilmiştir. Ancak,
tüm bu sorunların etiyolojisinin çok etkenli olabileceği unutulmamalı, gerektiği du-
rumda alanında uzman hekimlere danışılmalıdır.
667
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
668
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
669
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Özet
Kurbağa eti özellikle bazı Avrupa ülkelerinde sevilerek tüketilen bir gıdadır.
Kurbağa eti ihracatında Türkiye çok önemli bir ülke konumunda olup, başta Fransa,
İtalya, Belçika ve İsviçre gibi ülkelere genellikle dondurulmuş kurbağa bacağı şeklinde
ihraç edilmektedir. Bu çalışmada Çukurova Bölgesinde faaliyet gösteren ve dondu-
rulmuş kurbağa bacağı ihracatı yapan bir su ürünleri işleme tesisinden temin edilen
canlı kurbağalarda ve dondurulmuş kurbağa bacaklarının altı aylık depolama süresince
gıda güvenliğinde önemli olan bakteriyolojik analizleri yapılmıştır. Canlı kurbağalarda
gıda zehirlenmelerinin en büyük etmenlerinden birisi olan Salmonella spp.’ye
rastlanmamıştır. Dondurularak depolama süresince yapılan bakteriyolojik izleme
çalışmasında mezofilik aerobik bakteri (MAB), Koliform, Escherichia coli ve Staphylo-
coccus aureus analizleri yapılmıştır. Son ürüne yansıyan bakteriyolojik kontaminasyon
düzeyinin, Avrupa Birliği Komisyonu (EEC) direktifleri doğrultusunda oluşturulan Su
Ürünleri Yönetmeliğinde öngörülen sınırlara uygun olduğu ve ihraç edilmesinde bir
sakınca olmadığı tespit edilmiştir.
Anahtar kelimeler: Dondurulmuş kurbağa bacağı, Rana spp., MAB, Koliform, Esche-
richia coli, Staphylococcus aureus
670
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Abstract
Edible marine seaweeds (red, green and brown algae) are good sources of
healthy food for human nutrition. Recently, seaweeds have caused emerging interest in
food and bioactive compounds area. Some species of Brown seaweeds (e.g.Sargassum,
Fucus, Laminaria) are consumed as a sea vegetable and rich in polysaccharides, essen-
tial amino acids, essential fatty acids (eikosapentaenoik acid(EPA), docosahexaenoik
acid(DHA), α-linolenik acid(ALA)) and trace elements. Some of seaweeds belonging
Chlorophyta are also excellent source of protein, vitamins, carbohydrates, dietary fiber,
minerals and potential functional ingredients for both human and animal health .
Marine seaweed are regarded as a good source of dietary fiber and a potential source of
prebiotics. They also consist some bioactive compounds such as sulfated
polysaccharides, carotenoids, terpenoids, oxylipins, phlorotannins and steroids.
Key words: Seaweeds, food, bioactive compounds, brown algae, red algae, green
algae
671
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Jelatin; hayvansal derinin, kemiklerin ve konnektif dokuların esas öğesi olan fibril
yapıya sahip kollejinin termal ve kimyasal denatürasyonu sonucunda oluşur. Gıdadan
farmakolojiye, fotoğrafçılıktan kağıt sanayine kadar çok geniş bir kullanım alanına sa-
hip olan jelatinin küresel ihtiyacı da yıllara göre artış göstermektedir. Dünyada yılda
yaklaşık 380.000 ton kadar jelatin üretilmektedir. Türkiye de yıllık jelâtin tüketimi
5.000 ton civarındadır ve bu tüketim her yıl % 8–10 seviyelerinde artış göstermektedir.
Dünya piyasalarında kilogram fiyatı takriben 4–6 dolar olduğu düşünülürse, Türkiye
yılda jelâtin için 20 milyon dolar kadar harcama yapılmaktadır. Fakat ithal edilen
jelatinlerde, İslamiyet’te haram kabul edilen domuz ve domuz ürünlerinin bulunma
riski yurtdışından talep edilen jelatine olan güveni tam olarak sağlamamaktadır. Bunun
yanında tüm dünyada deli dana hastalığı (sığırlarda spongiform ensefalopati, BSE) risk-
inden dolayı sığır jelatinine karşılık alternatif jelatin üretimi ile ilgili çalışmalar artmış
ve bu nedenle hem helal üretim talebini karşılayacak hem de bakteriyel açıdan güvenli
olacak alternatif jelatin kaynakları değerlendirilmeye başlanmıştır. Bu kaynaklardan en
önemlisi su ürünleri ve bunların işlenmesinden elde edilen atıklardır. Şu anda dünyada,
sığır ve domuz jelâtininin yanı sıra balık jelatini üreten firmaların sayısı da gün geçtikçe
artmaya başlamıştır. Yapılan bilimsel çalışmalar, bir çok alan için su ürünlerinden elde
edilecek jelatinin sığır jelatinine alternatif olabileceğini ve gıda sektöründe de
kullanılabileceği göstermektedir.
672
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Balık jelatinleri sığırdan elde edilen jelatin gibi, başta gıda olmak üzere farmako-
loji, fotoğrafçılık ve kozmetik gibi çok geniş bir sektörde kullanım alanına sahiptir. Ge-
nel olarak gıdada jelatin; helva, kremalar, sufleler, fırın ürünlerinde yapı sağlayıcı ola-
rak; rulo etler, konserve etler, şekerlemeler, peynirler, süt ürünlerinde bağlama ajanı
olarak; şekerlemeler, dondurmalar, buzlandırılan ürünler, donmuş tatlılarda koloidal
yapıyı koruyucu olarak; meyve sularında durultma ajanı olarak; meyvelerin ve etler
kaplanmasında koruyucu film oluşturucu olarak; toz içecekler, et suyu, soslar, çorbalar,
pudingler, jöleler, şuruplar ve süt ürünlerinde koyulaştırıcı olarak; tatlandırıcılar, yağ,
vitamin ve renklendiricilerin mikroenkapsülasyonunda işlem yardımcısı olarak; çorba-
lar, soslar, tatlandırıcılar, et ürünleri, kremalar, şekerlemeler ve süt ürünlerinde emül-
gatör olarak; krem peynirler, çikolatalı sütler, yoğurt, buzlandırılan ürünler, kremalar,
donmuş tatlılar da stabilizatör olarak; şekerlemeler ve et ürünlerinde yapışma ajanı
olarak kullanılmaktadır. Farmakolojide; yumuşak ve sert kapsüller, kaplamalar, plazma
genişleticiler, cerrahi müdahalelerde kanamayı kontrol etmek için bir hemostatik mad-
desi olarak, hidrokolloit kaplamalar (yara bandajları) ve ilaç ve vitaminlerin mikroen-
kapsilasyonunda kullanılmaktadır. Bunun yanında fotoğrafçılıkta fotoğrafik film ve
kağıtta koruyucu kollaidal madde olarak ve matbaacılık, kağıt yapımında, boyada, gal-
vanik ve polimerizasyon gibi alanlarda da kullanılmaktadır. Yapılan son bilimsel çalış-
malar balıklardan elde edilen jelatinlerin sığırdan elde edilen jelatine göre bazı alanlar-
da daha büyük avantajlara sahip olduğunu göstermektedir. Örneğin, balık jelatininden
elde edilen biyofilmle yapılan kaplamaların gıdaların raf ömrünü uzatmada sığır jela-
tinden daha iyi olduğu, uygun bir şekilde uygulanırsa balık jelatinlerinin sığır jelatinin-
den daha iyi bir tat verdiği ve mezgit balığı derisinden elde edilen jelatin ile hasar gören
kemik ya da kartilaj dokuların tamiratı için yarı sentetik doku üretildiği, farmakolojide
sığır jelatininden elde edilen kapsüllere göre daha kaliteli yumuşak kapsül elde edildiği,
güçlü bir antioksidan olduğu ve tıpta eklem iltihaplarına iyi geldiği gibi sonuçlar alın-
mıştır.
673
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
Yaklaşık olarak 700 yıl egemenlik sürmüş olan Osmanlı Devleti’nin geniş bir mut-
fak kültürüne sahip olduğu bilinmektedir. Anadolu topraklarının coğrafik konumu sebe-
biyle yıllardır süregelen seferler ve göçler bu topraklarda Avrupa, Afrika ve Asya kıtala-
rının kültürlerinin etkilerini göstermesine neden olmuştur. Tarihsel süreç incelendiğin-
de, besin öğeleri bakımından en önemli protein kaynağı olarak bilinen et ürünleri, genel
olarak mutfaklarda oldukça önemli bir yere sahip olduğu görülmektedir. Osmanlı'dan
günümüze alışkanlıkların devam etmesinin yanı sıra kırmızı ve beyaz et kültürü zaman
içerisinde bazı değişiklikler göstermiştir. Örneğin son yapılan araştırmalarda, koyun eti
sığır etinden daha çok tercih edilirken keçi ve oğlağın da tüketilmekte olduğu gözlem-
lenmiştir. Osmanlı sofralarında tavuk eti yemekleri günümüzdekine nazaran daha az
tercih edilmekle beraber daha çok yaz aylarında tüketilen bir besin olmuştur. Tavuğun
özellikle elçiler için özel olarak hazırlanan ziyafetlerde kümes hayvanları ve çeşitli av
kuşları ile beraber servis edildiği özel yemeklerde yerini aldığı görülmüştür. Balık ve su
ürünlerinin Osmanlı’da çok az tüketildiğine dair yanlış olan inanç son zamanlarda Evliya
Çelebi hakkında yapılan araştırmalar doğrultusunda değişmiştir. Genel olarak, Osman-
lı'da hakim olan Fransız hayranlığı balık tariflerinde de kendini göstermiş ve balıkların
çeşitli Fransız sosları ile tüketildiği görülmüştür. Fatih Sultan Mehmet’in
istakoz, karides ve havyarı çok sevdiği bilinmektedir. Bu derlemede, Osmanlı'dan
günümüze et yemeklerinin tarihsel değişiminin incelenmesi amaçlanmıştır.
674
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
675
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
679
Adana 2015 Uluslararası İslam ve Tıp (Tıbb-ı Nebevi) Kongresi
680