Professional Documents
Culture Documents
Jean Thevenot - 1655 - 1656'da Türkiye
Jean Thevenot - 1655 - 1656'da Türkiye
1655-1656'DA TÜRKİYE
Tercüman
1001 TEMEL ESER
Çeviren:
Nuray YILDIZ
İSTANBUL
1978
TERCÜMAN GAZETESİ'nin bir kültür hizm eti olarak
yayınladığı "1001 TEMEL ESER" Serisinin 120. kita
bı, Jean Thevenot'dan Nuray Y ıld ız’m çevirdiği
" 1 6 5 5 -1 6 5 6 'd a TÜRK İYE", K ERVAN KİTAPÇILIK
BASIN SANAYİ ve TİCARET A .Ş . O fset Tesislerinde
dizilm iş ve basılmıştır.
(N İSA N 1978)
1001 Temel Eser i
iftiharla sunuyoruz
Tarihim ize m ân â, m illî b en liğim ize güç ka
tan kütüphaneler dolusu birbirinden seçm e eser
lere sahip bulu nu yoru z. E debiyat, tarih, sosyo
loji, felsefe, folk lor gibi m illî ruhu geliş tiren,ona
y ö n veren konularda "G erçek eserler" elim izin
altındadır. N e var ki, elim izin altındaki bu
eserlerden ço ğ u n lu k la istifade ed em eyiz. Çünkü
devirler d eğişm elere y o l a ç m ış, dil d eğ işm iş,
yazı d eğ işm iştir.
KEMAL ILICAK
Önsöz
Giriş
1650'den önce Fransa Gözüyle Türk İmparatorluğu
1650'lerdeki Değişiklik
Jen Thevenot, Tarafsız Seyyah
B İR İN C İ K ISIM
I Seyahatin Gâyesi
Seyyahın Bir İlhâmı
Doğu Seyâhatine Davet
II Malta Adasında
Zaptedilmez Malta
La Valatte'nin Meraklan
Eylül'de N otre-D am e Gününde Yapılan Eğlence
- 7 -
III Malta'dan Çanakkale'ye
Sapience Adası ve Matapan Burnu
Spilalonga (Kea) İskelesi
Geminin Karaya Oturması
İK İN C İ KISIM
İstanbul
Türk İmparatorluğunun Merkezi
V İstanbul'un Mevkii
İstanbul'un Plânı
İstanbul'un Büyüklüğü
VI İstanbul'un Âbideleri
Ayasofya
Siileymaniye Camii
Sultan Ahmet Camii
ÜÇÜ NC Ü K ISIM
Türkler'in Töre ve Âdetleri
- 9 -
Göbek Dansı
X V II Hastalıklar ve İlaçları
Kanaatkârlık ve Sağlık
Tedavi ve İlaçlar
X X I Sünnet
-10-
X X IV Türklerde Bayram
X X V I Camiler ve Namazlar
Camiler
Namazlar
Din ve Hayır İşlerinde Türklerin Gayreti
X X X Türklerde Evlenme
X X X IV Hükümdar
IV . Mehmed (1 6 4 8 -1 6 8 7 )
Bir İdarî Tasarruf Olarak Kardeş Katli
Hükümdarın Eğlenceleri
Günlük İşler
Hükümdarın Gezileri
Sultan Murad ve Tütün
X X X V I Divân—ı Hümâyûn
Divân Nedir
Adaletin Sür'ati
Hükümdarın Birini Huzuruna Kabulü
X X X V II-A s a y iş in Sağlanması
Türklerde İnzibat
Karışıklıklar ve Kavgalar
Para
Türkiye'de Cezalar
Canilerin İdam Tarzı
X X X V III Hükümdarın Ordusu
Piyade
Yeniçeriler
Süvari
Silâh Altına Alma ve Ordunun İâşesi
Ordunun Morali
Silâhlanma
DÖRDÜ NC Ü BÖLÜM
İstanbul'da Beklenmedik Bâzı Olaylar
- 13 -
B E Ş İN C İ K ISIM
Türk İmparaorluğu'nda:
Anadolu ve Ege Adalarında Seyahat
X L V Bursa Şehri
Şehrin Güzellikleri
Bir Türk Masalı
X L V II İzmir Şehri
Efes'e Gerçekleşmeyen Seyahat
-1 5 -
ÖNSÖZ
- 1 7 -
m iştir. Müteakip yıllarda Thevenot, Mısır, Filistin, Irak, İran ve
H indistan’a kadar gitm iş, dönüşte İran’da ölmüştür. (1667)
Jean Thevenot, seyahatnam esinde acıkca belirttiği gibi,
ı*i ye siyâsi maksatlarla değil,sâdece öğrenm e ve görm e arzusunu
tatm in için bu uzun seyahate çıkm ıştır. S ey ahatnâ meşinden an
laşılacağı üzre, frzraz Türkçe bilmesi se b eb iy lejsta n b u l’da Türk
ler ile temas kurmuş ve Türk cem iyetini daha yakından tanıma
imkânını bulmuştur. D inî konular hariç, verdiği bilgilerde, son
derece tarafsız davranmış ve bu yönüyle diğer seyyahlardan a y
rılmıştır. Onda koyu hıristiyan taassubuna pek rastlanmaz.Türk
lerin tem izliğine, kanaatkârlığına ve adâleti sür’atle yerine getir
melerine hayranlığını acıkca belirtir. Türfe kahvesi ve kahvehane
leri hakkında kitabında genişçe bir fasıl ayırm ış olan Thevenot,
kahveyi Fransa'ya götüren kişi olarak kabul edilir.
’’Voyages de M. de T hevenot en Europe, A sie e t Afrique"adı
nı taşıyan seyahatnam esi, üç bölümden meydana gelm ektedir.
Türkiye’y i içine alan birinci kısım "Voyage du L eva n t”; Mısır,
Irak ve İran’ı içine alan ikinci kısmıy "Süite du Voyage de Le-
v a n t” ve H indistan’ı içine alan üçüncü kısmı ise ”Les Voyages
des İndes O rientales” adını taşımaktadır. Seyahatnam enin bi
rinci kısmı 1665, ikinci kısmı 1674 ve üçüncü kısmı da 1684 y ıl
larında Paris’te basıldı. 1 6 8 7 ’de İngilizcesi ve 1 6 9 3 ’de de Alman-
cası neşredildi. Tam Fransızca metin ise 1727*de beş cilt halinde
yine A m sterdam ’da basıldı.
Burada tercümesini sunduğum uz kısım, yalnız Türkiye’y i içi'
ne alan, seyahatnam enin birinci kısmıdır. TercümemizetFrançois
Billacois tarafından sadeleştirilerek ’’L ’E m pire du Grand T urc”
adıyla 1965 yılında Paris’te n eşrettiği m etin esas teşkil etm iştir.
Nuray YILDIZ
- 1 8 -
ESERİ SADELEŞTİREREK
NEŞR EDEN F. BİLLACOİS'NIN
Gİ Rİ Şİ
- 19 -
Tlıevenot’nun takip ettiği yol
1650'DEN ÖNCE FRAN SA GÖZÜYLE TÜRK
İMPARATORLUĞU
- 21 -
—Türk imajı nasıl m eydana getiriliyor?
En em in fakat ço k az olan bilgi, Fransız ile Türkün
doğrudan doğruya temasından edinilm ektedir.
Sultan tarafından krala bazı fevkalâde elçiler gön de
rilmiştir. ilgi çek ici elbiseler, güzel at gezintileri: Halkın
bilgisi hem en hem en budur.Siyasî konuşmalara gelince
bunlar 1618'deki elçin in resmî raporuna göre —"prens
ler arasında konuşulan işler olup bunlardan halkın bil
gi edinm esine lüzum yoktur."
Fransızlar Türkiye'ye gidiyorlar. Fakat bir önceki
yüzyıldaki Guillaum e Postel'in yazılarının sıcaklığım
hisseden Rönesans insanının merakını taşımıyorlar. On
ları sadece ticarî veya korsanhk kârları, ya da Krala ve
ya Tanrı'ya yapılan hizm et ilgilendiriyor.
Onlar arasında D oğu Akdeniz limanlarında ticaret
yapan ve oraya giden gelen pek ço k tüccar, armatör ve
gem i kaptanları (ekserisi Marsilyalı) vardır. Bu şahıslar
ancak kendi muhasebe kayıtlarını yazıyorlardı. Bu gü
neyliler şüphesiz konuşmalarında az veya ço k mübalâ
ğalı kısa fıkralar anlatmak zorunda değillerdi. Fakat bu
sözlü bilgi, diğer şeylerden daha ç o k çevredeki peşin
hükümleri kuvvetlendiriyordu.
Diğer bir grup ise D oğu'ya kâr, macera ve kavga ara
mak için gidiyordu. Bunlar ya Malta'nın em rinde kor-
,san veya Türklerin hizm etinde "m uhtedi" yahut mür-
ted oluyorlardı. G erçi Fransa'da müslümanlara iyi gözle
pek bakılm ıyordu. A ncak İslâm 'ı yakından tanıyanlar
kendiliklerinden akın akın bu dine koşuyorlardı.
Tarihçi Fernand Braudel tarafından açıklığa kavuş
turulan psikolojik bir problem: D oğu A kdeniz'de İslâm
dinine g eçm e salgını manastırları korkutuyordu...Fakat
dönm eler Doğuda eski ile yen i dindaşları ve vatandaş
ları arasında ço k zaman aracı oldukları halde, hor g ö
- 2 2 -
rüldükleri Fransa'da onların sözlerine itibar eden yok tu .
Ş u veya bu şekilde Fransa'ya dönenin (ve hıristiyan di
nini yeniden kabul eden kim senin) tek ızdırabı ona
utanç veren bir g eçm işi kam ufle etm ektir.
Ç eşitli m ezheplere bağlı olanlar, bilhassa kapuçinler
ve cizvitler Türk m em leketlerinde çoğu n lu ğu teşkil
ediyorlardı: onlar kutsal mahalleri koruyorlar ve Ege
adalarındaki küçük katolik topluluklarım , Venedik ya
da Fransız him ayesinde ellerinde tutuyorlar yahut im
paratorluktaki azınlıkların din değiştirm elerini kontrol
ediyorlardı. Bu azınlıklar Rumlar, Ermeniler ve Yahu-
diler idi. Onlar bilhassa Kudüs’e giden hacıların fayda
lanması için rehberler, kendilerini him aye edenlere it
h a f ettikleri, işkenceleri ve martirleri anlatan birçok
eser yayınlıyorlardı.
Sonuncu seyyahlar grubu Türkler hakkında bilgi
edinm ek için vazifelendirilen kim selerdi: Sefaret
mensupları ve konsoloslar. Fakat diplom atların g ö
revi yalnız sultan, sadnâzam , ortodoks patriği ve
şeyhülislâm ile p rotokol icabı görüşmeler olm ayıp
başka şeyler de vardı, fakat bu tehlikesiz değildi. Thé-
v en o t’nun tanım ış olduğu elçi M.de la Haye Yedikule
zindanında 3 ay kalacaktır (1 6 6 0 )... M esleğin en iyi ge
leneğinde bile, onlar elçilik binasının dışına çıkmazlar
ve çevrelerinde g eçen itibar kırıcı şeylerden uzak kal
m ağı tercih ederlerdi. Eğer bir diplom at bazı şeyler ya
yınlarsa bu, zamanın siyasî vaziyetini destekleyen bir
yazıdır. Bu Türk diplom asisi açısından uzlaştırıcı veya
hırçın bir tavır takınarak, ters, hırçın veya uzlaşıcı (b el
ki de birkaç ay sonra hükümetin görüşü olacak) tutum
lara kapıyı açık bırakan bir ihtiyat şaheseridir. B öylece
e lç i Brèves İstanbul'da 2 2 yıl görevde kaldıktan sonra,
için d e m u h telif bölümler bulunan Relation de V oyages
adlı eserini yayınladı (Paris 1628): "Osmanlı hükümdar
larının saltanatını yıkm a ve tahrip etm e ortamını hazır
- 23 -
layan sebepler üzerinde kısa nutuklar" ve "Kralın, padi
şah ile yapm ış olduğu anlaşma ve onun hıristiyanlığa
getirdiği faydalar hakkında nutuklar"...
Seyyahların, bir kam uoyu meydana getirebilecek az
da olsa bilgi verdikleri görülüyor. Bununla beraber bu
fikir m evcuttur, devam etm ektedir ve Türk meselesi
hakkında da kuvvet kazanmaktadır. Kam uoyu .umumi
yetle imzasız küçük yazılar, ucuz fiata satılan uçuşan
varaklar, kötü k âğıt üzerine fena baskılar ve bizim
"önem siz gazetelerin" ataları ile besleniyordu.
İki m etelik olan bu ince broşürlerde ne yazılm aktay
dı? Onlar -k e n d i tarzlarında— Türk hükümdarı ile ilgili
siyasî ve asken büyük olayları, felâketleri ve m ucizeleri
için e almaktadırlar. İşte bir misali. Sultan Alımed 1617
Kasımında öldii. 1618 başlangıcında beş uçan varak
onun ölümü ve yerini alan İıalefi hakkında 5 farklı bilgi
vermektedir. Birinde, onun ölümünü, şişm anlığına bağ
layan bilgi bulunur. Diğerinde ise "zayıf, solgun ve teni
zeytin renginde" olarak ölmüştür. Aksini söylem enin
pek önem i yoktur. Doğrıısıı hıristiyanlara ço k zalim a
ne gelen tüyler ürpertici bir ölümdür. Onun yerine kim
geçecekti? Kardeşi Mustafa veya oğlu Osman? Burada
bahsedilen Mustafa'dır. O, sofu , "barış taraftan","ken
dini islâm inancına vermiş" bir adam olarak tarif edilir.
Diğer bir portre. Mustafa, yeğeninin gözlerini oydur-
tan, hıristiyanları hırpalayan ve ancak "namussuzluk ve
kötü ihtilaslar yapan" bir "kalleştir".. Burada bahsedi
len Osman (gözleri kör edilm em iş olan) Sultan Osman-
dır.Bumın hakkında şö y le deniyor: Mustafa'yı sofu lu
ğu ile başbaşa bırakır, "hıristiyanların büyiik zalimi"
tinvanı ile öğünür ve Merkezi Avrupa'ya bir sefer hazır
lar... Karışık ve birbirini tutmaz bilgiler (kendi hataları
nı bizzat düzelten büyük periyodik basının yanılması)
gerçekm iş gibi okunuyordu. Bize göre "saçma bilgi"ve-
renler kendi ça ğ d a şlan için haberlerin ve daha doğrusu
- 24 -
tarihin taşıyıcıları idiler!
Bütün bu küçük literatürün ana fikri eski Türk tehli
kesinin devam lılığı ve hıristiyanlık ile İslâm iyet arasın
daki devanı eden rekabettir. Hıristiyanların hâm isi
olan Fransa Kralı ile Emirül Müıninîn Sultan arasında
geçen hadiseler etrafa bu sayed e yayılıyor. U çan yap
raklar bundan üstü kapalı bahsederler ve kutsal savaşta
bunları ancak bir ara verme olarak vasıflandırırlaı\"Hü-
kümdar tarafından hıristiyanlara bir savaş ilânı iddiası
nın yayılm ası için bunlar ço k geçerlidirler. Ş ö y le ce
söyleniyor: "Dinimi Polonya'da yaym ak ve senin çar
mıha gerilm iş Tanrı'nı hiçbir zaman tahrip etm ek iste
m iyorum ... Senin kutsal rahiplerini boyunduruğa vur
mak ve kadınlarının m em elerini köpeklere attırmak is
tiyorum ..." Avrupa'da yerleşm iş olan Türk, bugünkü
A lm anya'yı yağmalamak için Polonya ve Macaristan'ı
elinde tutuyordu. Ve sonra sıra Fransa'ya gelecekti...
Yeniçeriler karada, gem iciler denizde ve sahillerde
d eh şet saçıyorlardı. Bir broşürde yazıldığına göre Ba
kire M eryem, Saint Maison de Lorette kutsal mahallini
yağm a etm ek için İtalya'ya çıkartm a yapan 6 0 Türk
kadırgasını tahrip etm ek maksadıyla 25 Ocak 1618'de
fırtına m eydana getirdi. 3 0 yıl savaşlarında bölünmüş
olan AvrupalIlara uçan yapraklar şö y le demektedir:
Ancak bir düşman vardır, Türk. Ancak bir savaş vardır,
haçlı seferi!
Türkü düşünmek haçlı seferini düşünmektir. Uçan
yapraklar Türk im paratorluğunun sonunun geldiğini
bildiren m ucizevî yazıları ile halkı sık sık kutsal sava
şa teşvik ederler... B öylece, Sainte Brigitte, sarayda bir
hayal gördüğünü iddia ediyor ve "XIII. Louis kutsal
h açı, taze ve güzel Lis çiçe ğ in i İstanbul'a dikecektir"
diyordu. Fransız asilzâdeleri Girit'i müdafaa için V e
nedik ordusuna katılırlar. Bir hayalperest olan fakat
ciddiye alınan Nevers dükü "hıristiyan milis"i adıyla
bir savaş birliği kurar ve buna katılm ayı teşvik eder:
Ana kraliçe Marie de Medicis masrafa katılmak için
1 .2 0 0 .0 0 0 frank yardımda bulunur... Richelieu'nün
co şm u ş Kardinali Peder Joseph, Türklere karşı Tur-
ciade adlı lâtin ce bir destan kalem e alır ve "hıristiyan
Kazakların" patriğine giderek bir koalisyon yapmak
üzere bütün Avrupa saraylarına adamlar gönderir.
Bir savaş edebiyatının değersiz bilgi kaynağı!...
Hakkında ço k za y ıf bilgi edinilen ve ihtiraslı bir şu u
ra sahip olan Türk nasıl ifade ediliyor?
Türk, fizikî bakımdan bir ç e ş it devdir. Kuvveti za
ten atasözlerine geçm iştir. O, cesur ve dayanıklı bir
savaşçıdır, dolayısiyle tehlikelidir. K ıyafet ve süsü ile
m uhteşem ve yabancı olarak tahayyül edilir. Askerî hü
nerleri, saray oyunları, devrin büyük gösterileri daima
—ve her zaman başarı ile— "Türklerin" süvari alaylarını
ve tuğ takmalarını temsil eder. Bu, bizim nisbet ölçü
ve normlarımızdan ayrılan, eğer ürküntü vermiyorsa
güldüren Herkül'ü andıran bir devdir. Bazı uçan yap
raklar Türkü Gargantua gibi masal kahramanı yaparlar.
Hükümdar, Irak'da verdiği bir ziyafette b it, pire ve tah
ta kurusu ile doldurulm uş İngiliz turtasını ikram eder
ve kürdan olarak fil d işi kullanır. E ğer buradaki Türkü
bir kelim e ile özetlersek, o devâsâ bir yaratıktır.
O halde fizikî bakımdan hem en hem en m itolojik bir
yaratıktır. Ruh olarak ise hem en hem en peri ya da ş e y
tan gibi bir şeydir. Kuvvetli olduğundan zâlim dir. F et
hedilm iş ülkeler ve hıristiyanlar gözünde zâlim olduğu
kadar kardeşlerine karşı da zâlimdir. Çünkü sadnâzam ,
devamlı idâm ve b oğm a işleri düzenler. Padişahın, ken
disinden sonra kim in tahta g eçeceğ i m eselelerini hallet
mek için hususî bir kanunu vardı: Öldüğü zaman şehza
delerin en büyüğü "imparatorluğun tem el kanununa
göre (erkek kardeşlerini) devletin muhafazası için b oğ-
durtturur". Daha kötüsü kan dökücülük Türkün kalleş-
- 2 6 -
ligidir. İmansız olan dinde gerçek im anı terkedip kötü
iman sahibi olandır ve milletlerarası münasebetlerde sa
pık inancın koruyucusudur. O karşı koyan bir devdir.
Düşman değil bir rakiptir.
- 27 -
başlayacaktır...
Ekonom ik alanda, Osmanlı İmparatorluğu tam ba
ğım sız değildi. Uluslararası büyük ticaret, batı paraları
nın kullanıldığı ve "frenk" tüccarlarının hâkim olduğu,
yabancı gem ilerle yapılıyordu: İngiliz, Hollanda, Fran
sız ve pek az da İtalyanlar. Osmanlı hâzinesine vergi ve
ren, buna karşılık konsoloslar tarafından him aye edilen
ve imparatorluğa tâbi halk arasından toplanm ış olan
ço k sayıda yük taşıyıcı, tercüman, sekreter, k om isyon
cu gibi personeli kullanarak, kapitülâsyon anlaşm ala
rından yararlanmak suretiyle frenk mallarını Osmanlı
İmparatorluğunun kontrolünden kaçırırlardı.
İç politikada tablo daha az karanlıktır.Yeniçerilerin
ayaklanmalarına ve şu veya bu paşanın serkeşliğine
(bu kadar geniş bir devlette kaçınılm az) rağmen idare
iyi işler. Hükümetin başındaki sadrıâzanı genellikle bil
gili bir kişidir. Şahsî kabiliyet, vazifenin zorluğunu or
tadan kaldırır. Tek zayıf nokta sultanların çoğu n un
kabiliyetsiz oluşudur. Sadece IV. Murad (1 6 2 3 —1640)
büyük bir şahsiyet sahibi olarak karşımıza çıkar. Onun
haleflerinin şahsiyetleri ve enerjileri eksiktir. Şüphesiz
iyi bir sadrazam, hükümdarın kabiliyetsizliğini bir dere
ceye kadar ortadan kaldırır. Bununla beraber Fransızla-
ra. Osmanlı Devletinin gerilem eye başlamasının ilk
arazı gibi gelen budur. Hükümdar, Fransızların m uhay
yilesinde artık yırtıcı bir fâtih olm aktan çıkar ve vic
dan azabı çekm eksizin haremin bir biblosu olur. Gev
şek ve zevk düşkünü, içinden pazarlıklı ve istekleri ge
çici olan, kurnaz ve sadist. Türkün bu yeni silûeti ile
Fransa'da 1 6 5 0 —1 6 60 yıllarındaki "Turquierie" m oda
sı başlar...
"Turquierie" zevki (diğerleri arasında Racine'in Ba-
jazet"sini de verecek olan) daha geniş bir fenom enin
ancak bir belirtisidir. Bu devrin Fransızları, Türk dün
yası ve genellikle d oğu hakkında en iyi bilgiyi elde et-
- 28 -
ıııek için ihtiraslıdırlar. İstanbul'daki bir elçilik sekre
teri olan A n toin e Galland, Binbir G ece Masallarının
Fransızca tercümesi ile m eşhur olacaktır. Yüzyılın
ikinci yansında Türk İmparatorluğundaki seyahatlere
ait yazılar, ilk yansına nazaran iki kat daha fazla basılır
ve eskilerinin de yeni baskılan yapılır, entellektüel ilgi
daha fazladır.Türkçe ve Arapça üzerinde araştırma ya
pılması, bu devre kadar Fransa'daki birkaç orijinal ve
özel çalışm adan ibaretti ve D oğu'da buna duyulan ihti
yaç sebebiyle, bu daha düzenli bir hale geldi ve gelişti.
Colbert, günümüzün E cole des Langues Orientales ( D o
ğu Diller Okulunun) nüvesi olan "Yeni diller için" bir
okul kurdu. Ş arkiyatçılık bir ilim olm ağa başladı.
İşte bu sırada Jean T hevenot da İstanbul'a gitmek
için yola çıktı.
- 3 0 -
üslûbu bütün hatıraların yazılmasını arzu edeceğim iz
bir özellik taşır. Gereksiz hiç bir ayrıntıya rastlanm az.
A ncak gerektiği zam an ayrıntılı bilgiler verilir. Am a bil
hassa samimiliği dikkati çeker. F a k a t bizzat T hevenot
onu önceden daha iyi söylem işti. "K â ğ ıt karalam alar
daki işaretlerden" seyahat notlarını bir kitap haline ge
tirem eyeceğini ve bunlan "daha iyi ifade etm eğe" vak
ti olm adığını özürle bildirerek, şöyle ilâve eder: "Dilin
tabiî olmasının gerçeği daha iyi ifade edeceğine inanı
yorum ."
Tabiilik: Bu büyük kelime bizzat Jean Th6venot tara
fından söylenm işti. O, herşeyden önce ilgi çekici bir
açıkyüreklidir. Kom şu ülkeler sonra da İstanbul ve Do
ğu için Fransa'dan ayrıldı, daha sonra yalnız görm e ar
zusu ile Mısır, Filistin, Iran ve H indistan'a kadar gide
cektir. Ne bilim endişesi ne de siyasî veya ticarî bir va
zifesi olmaksızın "sadece m erak ve öğrenm e ihtirası
onu seyahate şevketti". O, Bursa'da dinlenilen bir şiiri
kaydetm ek veya Osmanlı idaresinin kadem elerini ç ö z
m ekle ilgileniyordu. Fakqt, o kalabalıkta kaybolm uş
durum da, dirsekleyerek kendine yol açarak ve düzeni
sağlayan m em urlar tarafından terslenerek, H indistan'
dan İstanbul'a gelen bir elçinin alayının geçişini sey
retm ekten hoşlanıyordu. O, İstanbul’un küçük bir kah
vesinde oturarak bu siyah ve kokulu içkiyi, henüz
F ransa'da tanınm ayan kahveyi içm ekten zevk alıyordu.
O, (elçinin endişeli hayretiyle) yanında Y eniçeriler ol
maksızın, Avrupa tarzındaki şapkası yerine bir turban
giyme tedbirini gösterm eksizin Doğu sokağının kalaba
lığına karışm aktan tıoşlanıyordu.E lçiye neşeli bir şekil
de hiç bir zaman yaralanm adığını anlatıyordu.
"Sadece bir defasında küçük çocuklar bize birkaç el
m a koçanı attılar..." bu da tanım a açlığım çok pahalı
ya ödem iş olm ak sayılmazdı.
Yirmiiki yaşın verdiği öğrenm e sevinci ve yapm acık
- 31 -
sız merakı ile T hevenot,sem patinin peşin hükümleri alıp
götürdüğü bir espri içersinde Türklerle karşılaştı. Onıın
hiç bir dinî peşin hükmü yoktu. Thdvenot şüphesiz ka-
tolikti fakat dindar değildi. Ancak bir kere Tanrıya yal
vardığı görülür: bir fırtınada. Bir hacıdan ziyade bir tu
rist olarak M ukaddes Mezarı ziyaret ettiği zaman çok
şaşıracaktır: "Bu yer, daha önce bizzat denediğim gibi,
T anrı'nın em irlerini dinlem eyenlere büyük bir bağlılığı
telkin ediyordu. Bir Malta şövalyesi tarafından soyul
masından önce bile onda haçlı zihniyeti asla mevcut
değildi. Venedikliler Türk donanm asını Ç anakkale'de
yendikleri zaman, İstanbul'da hıristiyanlara karşı bir
katliâm ın beklenildiği Frenk kolonisinin küçük dünya
sında Thevenot, kutsal savaşın heyecanına tekrar kapı
larak hıristiyanlığm zaferine sevinir.
Ancak hıristiyanlara karşı şiddetlenm iş kin sebebiy
le Thevenot, saf bir ruhun soğuk gerçekliğine değil ya
şayan bir şahsın tenakuzlarına sahiptir.O, nıüslümaııla-
rın m erham etine hayrandır ve Türklerin ruh yapısının
tarafsız bir tablosunu çizm ekten de geri durm az ve on
ların kurnazlıklarından ç o k faziletleri üzerinde ısrar
eder. O, Türk hâkim iyetinin Sakız'da olduğu gibi diğer
Ege adalarında da yum uşak olm adığım biliyordu. F a
kat Venedik hâkim iyeti bundan daha iyi değildir. F a
kat en acınacak durum da olanlar, haraç veren Cea hal
kıdır: "Bu ada halkı iyi insanlardır ve Türkler kadar hı-
ristiyanlarm da kötü m uam elelerine m aruz kalmaları se
bebiyle ilgilenip acımağa lâyıktırlar". İstanbul'da sürat
le neticelenen ve adalette taraf tutm ayan m ahkem elere
hayrandır ve müslümanlara olduğu kadar hıristiyan
azınlıklara da eşit bir şekilde davranıldığm ı kayde
der. "Çünkü bir hıristiyan işlem iş olduğu bir suça kar
şılık müslümanlığı kabul etm ek suretiyle hayatını ku r
tarabiliyor fakat Türklerin hayatlarını kurtarm ak için
hiçbir çareleri y o k tu r"...
- 3 2 -
Thevenot —tara f tutm akla beraber— sadece Rum lar
hakkında ciddi fikre sahiptir. Meselâ Sakızlılar " ç ir
k in ", gururlu, cahil, "zevke ve sarhoşluğa kendilerini
kaptırm ış büyük kalleşlerdir..." ; nihayet m illet olarak
rum durlar"... F a k a t T hevenot asla alay etm iyor ve bil
hassa Sakız'da Rum kadınlarının güzelliğine hayran ka
lıyordu. Belki de Rum ları bu şekilde tarif etm esi, çok
kıskanç bulduğu kocalarından öç alm ak içindi.
İhtiraslı ve peşin hüküm lerden sıyrılm ış bir kişi, Jean
T hevenot Türkiye'ye gitm ek için yola çıktığı zaman
(1655) olduğu gibi daim a meraklı ve yapm acıksızdır...9
yıl sonra eserinde, uzaktaki tecrübelerinden Fransız
halkına vermiş olduğu bilgilerde Türk tehlikesinin ve
bir umacı Türk imajının hâlâ hâkim olduğu bir görüş
görülm ektedir, fakat kanaatlerinde de tam mânâsiyle
m em nun olm adığı farkedilm ektedir. XIV. Louis ç a ğ
daşlarının peşin hüküm lerine sahip olm ayan T hevenot1
yu XX. asrın okuyucusuna takdim etm ek istiyoruz ve
bu zâtın iyi niyetini ortaya koym ayı arzu ediyoruz.
** *
- 33 -
T hevenot'nun m etninden ayırtmek için parantez iç in
de vermeği uygun bulduk.
V oyage du Levant adlı eserden burada ancak XVII.
yüzyıl Fransız politik m itolojisinde Türk hükümdarının
kazandığı önem sebebiyle, doğrudan doğruya Türkler
ve Türkiye ile ilgili olanları aldık: Malta (H ıristiyanlığın
Türklere karşı kalesi), Ege D enizindeki adalar (buralar
Türk hâkim iyetine daha yeni g eçm işti), İstanbul (Os
manlI Hükümdarının m erkezi) ve A nadolu (oturanların
çoğu n un Türk olduğu imparatorluğun yegâne parçası).
Biraz uzun olan bazı hikâyeler ya da seyyahı gerçekten
ilgilendirmeyen iskeleler hakkında şahsî olm ayan n o t
lar m etinden çıkartılm ıştır.
Nihayet, Jean T hevenot'nun R elation'unun birinci
baskısının tem enni ettiğ i gibi "onun, okuyacaklara
ço k kısa gelm esini" ümit edelim.
FRANÇOİS BİLLACOİS
BİRİNCİ KISIM
SEYAHATİN GAYESİ
- 3 7 -
min etm ek fırsatını buldum .
Seyâîıatim e İngiltere'den başladım , Hollanda ve A l
manya ile devanı ettim sonra da İtalya'yı ziyaret ettim ,
oradan N apoli'ye g eçin ceye kadar dikkate değer birşey-
le karşılaşm adım. Çünkü onları dikkate değer yapan
şeyler Fransızlarca bilinm ektedir. Ronıa'nm İtalya'ya
sağlayabildiği şeylerle kafamı doldurduktan sonra, bu
rada kalmanın enteresan bir yeri olm ayacağına karar
verdim. Büyük bir arzu ile beklediğim yerleri görm ek
için başka ülkelere gittim : fakat önce nereye seyâhat
edeceğim i tespit etm em lâzım dı ve faydasız bir seyâhat
yapmamak ve seyâhatten yararlanmak için lüzumlu
şartlar ve kılavuzlar gerekliydi.
- 39 -
onun plânını bozan ve seyahatini geciktiren ailevî bir
işi çıktı: bu talihsizliği sabırla karşıladım çünkü Mal-
ta'da buluşacağımızı, benimle geleceğini vaad etti ve Na
poli'ye uğramak zorunda olan ve Fransızların girmesi
yasaklanan papaya ait dört kadırgadan birine binmek
için hazırlandığım sırada, o bana elde ettiğim bu güzel
fırsatı kaçırmamamı tavsiye etti.
1655 yılının 31 Mayıs Pazartesi günü Roma'dan ay
rıldım ve 2 Haziranda Civita Vecchia'da Kont Gaddi'-
nin kumanda ettiği bir kadırgaya bindim, gemide Kont
tan iyi kabul gördüm, 4 Haziranda kadırgalar Napoli'ye
8 mil kala durdular ve 5 Haziran, kadırga yolcuları
nın bu şehri gezmeleri ile geçti, 6 Haziran Pazar günü
akşamı hareket ettik ve Sicilya'ya doğru yelken açtık.
Barthélémy d'Herbelot (1625 - 1695) Thévenot'nun
büyük bir saygı duyduğu bu kişi şarkiyatçılar arasında
ünlü bir isme sahiptir. İtalya'nın ilim muhitinde uzun
müddet kaldıktan sonra Paris'deki College Royal'de do
ğu dillerini öğretti. Ondan bize "Bir Doğu Kitaplığı
yahut bütün tanıttığı Doğu halklarını içine alan üniver-
sal bir sözlük" kaldı. (1697)
II
MALTA ADASINDA
- 40 -
cü kuvvetleri ile seferleri dindarca bir arada yürüttüler
ve lııristiyan mallarını olduğu kadar müslüman malları
nı da ele geçirerek kazançlı bir korsanlık faaliyetine gi
riştiler. Bu ele geçirilen malların % 10'u adada düzeni
ve refahı sağlayan Büyük Üstad'a veriliyordu.
Bu ada kalabalıktır ve 1590 yılında N apoli kral yar
dım cısı Alvadelista K ontunun emri ile, kendisine gerek
li olan tahılın miktarını öğrenm ek için yaptırdığı sa
yım da kalede, eski şehirde,Valetta şehrinde,Saint—
Michel adasında, 7 rahibin idaresindeki bölgelerde 36
köy ve em rindeki şövalyeler ve hizm etindekiler hariç
2 7 .0 0 0 kişi tespit edildi. Maltalılar esm er tenlidirler ve
intikam alma hususunda en az SicilyalIlar gibi davranır
lar. Burada kadınlar ço k güzeldir ve oldukça samimi
dirler, şehre, başlarından yere kadar uzanan bir m anto
ile giderler, fakat bütün yüzleri örtülü olduğu halde,
kendileri tanınmadan herkesi görürler. Malta Adası'ııda
konuşulan dil Arapçadır, fakat İtalyanca da özellikle
şehirde ço k yayılm ıştır.
ZAPTEDİLMEZ MALTA
-41 -
Ange şatosunun yıkıntıları artık tam ir edilm eye
cekti, tabiat onu kendiliğinden m ühtahkenı yapm ış
tı.
Birkaç donanm a Malta önünde iki aydan daha faz
la mücadele edem ediğinden, buranın zaptedilm ez ol
duğunu söylem ekten çekinm iyorum . Onun surları sağ
lam oldukları kadar güzel bir görünüşe de sahiptirler.
Malta limanına gelenler, sıralar halinde dikilm iş güzel
ağaçların örttüğü Barraque'ı görm ekten büyük zevk
duyarlar. Burada güzel bir bahçe vardır ve İtalya k u
lesinin altından lim ana bakan oldukça yüksek bir yer
dedir. Burası sıralar halinde dikilm iş portakal ve limon
ağaçlan* ile doludur ve yükseklere kadar su fışkırtan
çeşm eleri buraya ayrı bir güzellik verir. Bu bahçeyi
Büyük Üstad Lascaris yaptırm ıştır.
LA VALETTA'NIN M ERAKLARI
- 42 -
hüküm süren XIV. L ouis'yi dünyaya getirdiği zaman
ana kraliçeye takdim ettiler. Onlarda daha pek çok
kutsal kalıntı ve ç o k sayıda zengin süs eşyası vardır.
Bu şehirde pek ço k güzel bina bulunur, fakat diğer
leri arasında Büyük—Üstad'm sarayı en m uhteşem idir.
Bu sarayda, görüldüğü kadarıyla yalnız kalitesi ile de
ğil 35 ya da 4 0 .0 0 0 k işiyi silâhlandıracak kadar büyük
ve düzenli bir silâh deposu bulunmaktadır. Sarayın bü
tün bölümleri son derece iyi düzenlenm iştir ve durma
dan çalışan köleler tarafından tem izlenm ektedir. Bü
yük Üstad'lara ait olan köleler üzerlerindeki işaretleri
ile diğerlerinden ayrılırlar. Kapının yanında birkaç sı
ra demir ile tespit edilm iş bir top vardır, tahta kısmı
oldukça incedir ve tamamı sağlam ve iyi dikilm iş bir
deri ile kaplanm ıştır. Bu ç e şit top kolay taşınabilm esi
için icad edilm iştir, bu toplar dağlara ve zor ulaşılabi
len yerlere kolaylıkla götürülebilirler, fakat iki ya da üç
atıştan sonra artık kullanılmaz hale gelirler.
liastahane iyi inşa edilm iştir. Hasta şövalyeler için
ayrılan salon yaldızla süslenmiştir ve orada şövalyelere
gümüş kap kacakla hizm et edilm ektedir. Bu hastahane-
y e bütün hastalar kabul edilir ve iyi m uam ele görürler.
Fakir olan bütün yolcular buradan hiç geri çevrilm ez
ler. Buraya kabul edilirler ve istedikleri yere gitm e im
kânı çıkıncaya kadar bakılırlar. Ve onların ihtiyaçları
giderilir, hiçbir ücret istenm eden gem ilere bindirilirler.
E Y L Ü L ’DE N O T R E -D A M E G ÜNÜN DE
YAPILAN EĞLENCE
-4 3 -
ninde toplanırlar. Kilise son derece güzel süslenir ve Bü
yük Üstad âyind e bulunur ve orada yapılan duadan
sonra, Auvergne hanından çıkar ve bahsedilen hanın
bayrağını taşıyan, başı mihverli, hanın en eskilerinden
bir şövalye tarafından takip edilir. Kilisenin etrafında
döner ve m eydandan g eçtiğ i zaman bütün askerler üç
defa tüfek atarlar. Bu şövalyeden sonra bir elinde kılıç
diğer elinde ise Türkler çekildikten sonra Ispanya Kra
lının d in î hediye olarak gönderdiği bir hançeri taşıyan,
Büyük Üstad'ın asıl genci gelir. K ılıç ve hançer ço k k ıy
m etli taşlarla süslenmiştir: S ain t-Jean 'ın büyük kapısı
na gelerek kiliseye girerler ve kürsünün yakınına kadar
ilerlerler ve bayrağı taşıyan şövalye bahsedilen bayrak
ve Kutsal H eykeli üç defa selâmlar, sonra Büyük Üs-
tad'a doğru dönerek, onu da aynı şekilde selâm lar ve
sonra da kendi tarafındaki Kardinafden sonra yerini
almağa gider ve onun yanında,Büyük Üstad'a kılıç ve
hançeri takdim eden asil genç yer alır,onları çıplak ola
rak ve İlâhi devam ettiğ i sürece elinde tutar; İlâhi bitin
ce onları asil gence teslim eder ve âyinden sonra Kardi-
nalitekrar saraya uğurlarlar, burada şövalyeyi bayrak ile
üç kere daha selâmlar. Sonra hana dönerler ve burada
da bayrağı taşıyan şövalye bütün han sâkinlerine ve
dostlarına ziyafet verir. Yem ekten sonra palUo yarış
ları yapılır ve diğerleri bayramı sona erdiren benzer
eğlenceler yaparlar.
III
M ALTA'DAN Ç A N A K K A LE ’YE
- 4 5
milerine rastlamak korkusu artıyordu, ertesi gün de bu
adada kalma zorunda olacağım ıza inanıyorduk ve onla
ra rastlamadan buradan geçtik . Zira Kasımın yedisine
rastlayan pazar günü sabahı, önceden yaptığım ız hesa
ba göre Sapienza denilen adadan ep eyce mil uzaklaşıl-
dığım zannederek ve Sapienza adasının ilerisinde 70
milden fazla m esafede bulunan Matapan Burnunu he
nüz geçm iş olduğum uzu farkettik. Bu hata ise gem im i
zin saatte 8 milden daha ço k ilerlediğini zannetm em iz
den geliyordu, halbuki o, 10 milden fazla gidiyordu,
çünkü müsait olan rüzgârla birlikte V enedik körfezinin
akıntıları da işim ize yarıyordu.
- 4 6 -
oluyorduk: Artık benzer hataları yapmak ço k tehli
keliydi, zira eğer gece olm uş olsaydı, gem im iz karaya
çarpma tehlikesi ile karşı karşıya idi. Bu tehlike dik
kate alınarak karadan biraz uzaklaşıldı.
Eskiden Taenarus adı da verilen Matapan burnu
Mora'nm yüksek bir burnudur; bu burunda Arion'un
(1) bir yunus balığının sırtında karaya çık tığı söylenir:
burada Maııiotlar otururlar, bunlar dağlarda kralsız ve
kanunsuz yaşarlar, ülkede kuvvetli olana, bazen V ene
diklilere, bazen de Türklere tâb i olurlar ve işleri, ge
çenleri soym aktır. Bu halk adını, Maina diye isim len
dirilen kıyıdan alır.
KYTHERA'YA V A R IŞ
- 4 8 -
gösterecek tarzda fakat tem iz giyinirler. İri görünmek
am acıyla dizlerine kadar inen elbiselerden 6 —7 tanesini
üstüste giyerler, elbiselerinden daha uzun olan göm lek
leri görülüyordu. Ayaklarında beyaz yünden güzel ç o
raplar vardır, başlarında ise göğsü de örten tül bulunu
yordu ve istedikleri hâle giriyorlardı, velhasıl bu adanın
sakinleri iyi insanlardır ve hıristiyanlardan olduğu ka
dar Türkler tarafından da uğradıkları kötü hakaretler
sebebiyle onlara acımak gerektir.
IV
ÇAN AK K A LE, GELİBOLU VE İSTANBUL'A
V AR IŞIM IZ
BOĞAZLAR
- 50 -
şıyıp taşım acıklarının kontrol edilm esi için A nadolu
yakasındaki hisarın önünde üç gün dururlardı.
Sestos ve A bydos,bu iki yer Leandros ve Hero'nun
aşkları ile ünlüdürler: Bu yer yakınlarında Pers Kralı
Kserkses ordusunu Asya'dan Avrupa'ya geçirm ek için
gem ilerden bir köprü kurdurdu: Andra ile hisarlar ara
sında aşağı yukarı 2 8 0 m illik bir m esafe vardır.
GELİBOLU
MARMARA DENİZİ
_ 51 _
güzel bir batı ve güney—batı rüzgârı ileJıareket ettik,
bütün geceyi denizin genişlediği bir yerde bulunan Mar
mara adasında geçirdik, bu deniz Marmara adını alı
yor (eskiden Propontid denirdi). 2 Aralık Perşem be gü
nü, rüzgâr bizim daha hızlı gitm em ize yardım edecek
şekilde esm eğe başladı, fakat bize ^csi yönden gelen
akıntılar kuvvetliydi ve normal gidişim izden daha fazla
y o l alamadık.
İSTA N BU L ’A V A R IŞ
-5 2 -
İKİNCİ KISIM
İSTANBUL
İSTANBUL'UN PLÂNI
- 57 -
boşaltm alarım sağlamak maksadıyla bazı yerlerde sur
lar 5 0 adım kadar içeri alınmışlardır.
A Y A SO FY A
- 5 9 -
linde kendi türünde ve em sâlleri arasında tek olan bir
kubbe vardır. Bu kilisenin için de bütün çevreye hâ
kim durumda olan bir kapı sundurması mevcuttur,bu
sundurma benzer şekilde ton ozlu , otuz adım genişli
ğinde, altm ış sütunun desteklediği bir diğer galeriyi
taşır, bu da diğer küçük sütunlarla kilesinin kubbesini
takviye eder.
Bu galeriye yukardan h afif bir kadem e ile çıkılır,
bize kapıyı açan Türke para vermemiz icap etti.Bura
ya iııristiyanlar hâkim iken bu galeri, d in î törenler sıra
sında erkeklerin inançlarını bozmasınlar diye, kadınla
ra ayrılm ıştı.
Orada, Türklerin, Constantinus'a îıit olduğunu
söyledikleri bir mezar ve bir taş vardır, bunun üzerin
de (inanacak olursak) Meryem Ana Hz. İsa'nın kun
daklarını yıkıyordu ve Türkler ona büyük bir saygı du
yarlar.
Bu kilise eskiden tam amen m ozaikle kaplıydı, ge
ne de haç ve resimler gibi, birkaç parça görülm ekte
dir; Türkler resimlere hiç önem vermedikleri için bun
ları silm eğe teşebbüs etm işler ve ancak yansını silebil-
mişlerdir.
Bu kilisenin dışında ço k yüksek ve ince dört mi
nare vardır, onlann en üst kısım lanna kadar çıkılabilir;
bunların ço k katlı ve çepeçevre olan şerefelerinde mü
ezzinler ezan okurlar.
Bu kilise eskiden m evcut kiliselerin en büyüğü idi,
Türkler bunun bazı kısımlarını ortadan kaldırdılar;
kendi camilerini inşa etm ek için bu onlara iyi bir m o
del oldu: kilisenin arkasında ve ço k yakınında, girişin
den pek uzak olm ayan bir yerde, küçük bir sokakta iki
büyük ve iri sütun görülür, burada bir zamanlar adaletin
yerine getirildiği söylenir; diğer bazılannın söylediğine
göre orada üç sütun vardı ve her birinin üzerine Cons-
tantinus, bronz bir haç koydurm uştur ve her haçın
- 6 0 -
üzerinde grekçe şu sözleri yazd ırm ışta "İSA daima üs
tündür.
Oranın yakınında eski bir kule vardır, hükümdarın
hayvanları burada barınmaktadır; orada aslanlar, kurt
lar, tilkiler, leoparlar, bir vaşak, bir zürafa derisi ve d i
ğer ender hayvanları gördüm.
-61
SULTAN AHMET CAMİİ
- 62-
ve burada, okum ak im kânını bulam am ış bir ço k fakir
öğrenci beslenir ve okutulur.
VII
İSTA NBU L'UN HİPODROMU, SÜ TUNLARI VE
DİKİLİ T A Ş L A R I
ATM EYDANI
-63 -
tan, birbirine sarılmış üç yılandan m eydana gelen bir
sütun vardır, sütunun üst kısmında yılanların başları
birbirlerinden biraz ayrılmış durumdadır: İkinci Meh
m et İstanbul'u feth ettiğin d e bu başlardan biri alt ç e n e
sinden bir kargı veya k ılıç darbesi ile kırılm ıştır ve bazı
kim seler bu sütunun yılanlara karşı büyü için buraya
konm uş olduğunu söylerler, bu kırık sonradan olm u ş
tur ve sütun hâlâ yerinde durmaktadır.
SÜTUNLAR
VIII
HÜKÜM DARIN SARAY I
- 6 4 -
m uhteşem değildir ve bu kadar kudretli bir hükümda
rın sarayının olması icap eden ile m ukayese edilirse çok
sadedir. Serrai Türkçede saray anlamına gelir, Fransız-
lar ise bunu sérail olarak değiştirm işlerdir, bu isimle
yalnız kadınların oturduğu bir yer kast edilm ektedir;
kapatmak anlamına gelen Fransızca serrer veya İtalyan
ca serrar kelim esinden türetilm ek istenirse de, bu keli
me Türkçedir ve saray anlamına gelir ve hükümdarın
oturduğu yer bilhassa serrai diye isimlendirilir.
SA R A Y
— 66 —
kasında, avlunun bir ucundan diğer ucuna kadar sıra
lanm ış dokuz kubbe görülür, hepsi de kurşunla kaplı
dır, bunlar mutfaklardır; sol kolda galerinin arkasında,
sadece hükümdarın bindiği atların bulunduğu ahır var
dır; diğer ahırlar deniz kıyısında, sarayın Marmara'ya
bakan tarafında yer alır. Bu ikinci avluya sadece hü
kümdar at üzerinde girebilir, diğerleri ise kapıdan yaya
girerler. Yeniçeriler bu avluda, galerinin altında sağ
kolda, süvariler ise solda sıralanırlar.
Ortada çınar ve selvilerle çevrelenen ço k güzel bir
ç eşm e bulunmaktadır, hükümdar bu çeşm e yanında
vaktiyle Paşa'lann ve diğer devlet ileri gelenlerinin kel
lesini vurdururdu.
Bu avlunun sonunda, solda Büyük Divanın toplandı-
ğı salon ve sağda ise saraya girilen kapı yer alır, bura
dan ancak davetliler girebilir, onun esrarlı havasından
bahsetm eden geçeceğim .
Bu sarayın içi, dışardan zannedildiği gibi düzenli d e
ğildir, burada birbirinden ayrı kubbeli daireler g ö
rülmektedir. Bunlar birbirinden ayırt edilem eyecek ve
kime ait olduğu söylenem eyecek şekildedir. Bu saray
da oturan hükümdarın gene burada oturan hizm etçileri
ve onların da m aiyetleri bulunm aktaydı.
- 67 -
sında ölürdü. H abeşistan ve diğer siyah Afrika'ya gön
derilen paşalar, hükümdarın harem inde hizm et etm ek
için bir ço k kim seyi hadımlaştırarak İstanbul'a gönde
rirlerdi.
Hadım ağalan sarayın idaresini ellerinde tutarlar, ka
dınlara hizm et ederler, sarayın diğer mensuplarından
ayrı olarak hep birlikte otururlar, onları korumak için
ç o k titiz ve uyanıktırlar, sarayda bu yarı erkekleri alda
tacak kadın bulunm amaktadır, çünkü hükümdarın ço k
kıskanç olduğunu ve bu kadınlardan birinin tek bir ba
kışının hayatına mal olacağını iyi bilirlerdi.
Sultanlar sarayın bahçesinde gezindikleri zam an,bos
tancılar yahut bahçıvanlar surların etrafında bulunm ak
tadırlar ve arkalarındaki büyük ve yüksek çatıya bağlı
olan sopalan tutarak, deniz tarafına bakarlar ve sultan-
lann dışardan görülmelerini önlem ek için bahçe ile on
lar arasında bir ç e ş it sur m eydana getirirler, fakat ha
dım ağalan tarafından görülme endişesiyle bizzat ken
dileri sultanlara bakmağa cesaret edem ezler, aksi tak
dirde derhal başlan uçurulurdu; bu kıskançlık o kadar
fazlaydı ki, surlar yüksek olsa bile denizden geçen ka
yık veya gem ilerin, sultanların bahçede oldukları sıra
da buraya 4 0 0 adımdan daha fazla yaklaşmalarına mü
saade edilm ezdi, işlerine gitmeleri için oradan geçm ele
ri icap ettiğ i takdirde şayet bahçenin yakınından ge
çiyorlarsa n ö b etçi bir tüfek atarak onları uzaklaştınr
ve b öylece onlar da denizde büyük bir tur atmak zorun
da kalırlardı.
Hadım ağalan hükümdann içoğlanlarının hizm eti ile
de görevlidirler; hepsi genç olan içoğlanları ço ğ u hıris-
tiyan m enşeli olup, müslümanlaştırılmışlardır ve sekiz
yaşından yirmi yaşına kadar sarayda büyük itina ile y e
tiştirilirler; onların bir kısmına yay çekm ek , mızrak at
mak, ata binm ek ve at koşturm ak, güreşm ek, okum ak,
yazm ak ve şarkı söylem ek öğretilir, diğerlerine de m e
- 6 8 -
yil ve kabiliyetlerine göre başka şeyler öğretilir, fakat
onlar ilk önce İslâm dininin kaidelerini öğrenm ek zo
rundadırlar; eğer onlar kabiliyetli iseler yüksek m akam
lara dahi gelebilirlerdi, tayin edildikleri m em uriyete gö
re bir ücretle birkaç yıl sonra saraydan çıkarlardı; hal
buki sarayda bulundukları zam an kaçarlarsa derhal ce
zaya çarptırılırlardı. Onlar odalara taksim edilm işlerdir,
bir odada pek ço k kişi kalır, burada oldukça rahatsız
yaşarlar; yattıkları zam an odada bulunan hadım lar iç-
oğlanlannm bir yataktan diğerine geçm elerini önlem ek
için devamlı onlan kontrol ederlerdi.
Saraya gelebilen kırk kadar içoğlanım n esas görevi
hüküm darın yakın hizm etlerinde bulunm aktır; bunlar
dan başlıca d ö rt tanesi şunlardır; hüküm darın kılıcını
taşıyan silâhtar, hüküm darın kaftanını taşıyan çu h a
dar, abdest alm ak istediği zaman su dökm ek için bir
kapta her an su taşıyan ibriktarve susadığı zam an içm esi
için ona verm ek üzere bir kapta şerbet taşıyan küpdar.Bu
d ö rt kişi saraydan daim a hüküm dar ile birlikte çıkarlar.
Bunlar bu görevlerden im paratorluğun en yüksek m a
kam larına geçerler.
-6 9 -
benzem ektedir.
Bu sarayların dışında hüküm darın, taşrada Asya'da
olduğu kadar A vrupa'da da birçok başka sarayları var
dı; bunların hepsi de güzel bahçelere sahipti ve bütün
bu bahçeleri çok sayıda bostancılar idare ediyordu.O n
ların başı ise B ostancıbaşı idi. Bu im paratorluğun en
iyi vazifelerinden birisiydi. Bostancıbaşıııın sarayda loj
manı bulunurdu, genellikle sakallıydı, sarayda sadece
hükümdar ve bostancıbaşı sakal bırakabilirlerdi, diğer
leri ise onlara hizm etin işareti olarak sakallarını traş
ederlerdi. Ayrıca bahçelerde ve denizdeki gezilerinde
hükümdara refakat ediyordu. Hükümdarın bindiği kayı
ğın dümenini bostancıbaşı idare ederdi. Hiç şüphe
yok ki bostancıbaşılar yalnız sarayda değil bütün devlet
dâhilinde kudrete sahiptiler.
Hükümdar İstanbul'da ileri gelen kimselerden birisini
öldürtm ek istediği zam an, bu işle bostancıbaşıyı vazife-
lendirirdi.
(Sarayı anlam ak için bu bilgi ve m üşahede oldukça
faydalıdır. Bütün diğer seyyahlar gibi, T hevenot da sa
rayın ancak küçük bir kısmına kabul edildi. Thevenot
bu sarayın Batı saraylarından çok farklı olarak, hiçbir
mimarî endişesi olm ayan bahçeler ve avlulardan "pav
yon şeklindeki birbirinden ayrı biııalar"dan m eydana
geldiğini gördü.Bıınunla beraber "turquerie"ler için
Fransız halkında doğan zevke ve bizzat kendisinin rast
ladığı halkların kadınlarına karşı duyduğu ilgiye rağ
men, Thevenot "esrarla dolu olan bu yerden bahsetm e
ğe" devam eder, halbuki sultanın haremi ve oradaki de
dikodular biliniyordu. Birkaç yıl sonra diğer bir seyyah
olan J .—13. Tavernier daha az titiz davranacak ve "Rela-
tioıı de l'interieur dıı seıail dıı G ıand Seineur" (Hüküm
darın sarayının iç münasebetleri) adlı eserini daha ro
man tarzında yazacaktır.^
- 70 -
IX
DİĞER SARAYLAR, HANLAR, EVLER VE
BEDESTENLER
TÜ RK EVLERİNİN İÇİ
HANLAR
- 71 -
bulunm aktadır. Bu kem erler altta olduğu gibi, avlunun
etrafında yer alan bir galeriyi taşırlar ve bu galeride de
alt kattaki gibi odalar bulunm aktadır.
Bu hanlar tüccarların kalması için yapılm ıştır. Bu
odalardan birkaçında kalabilm ek için, anahtarları taşı
yan kapıcıyla konuşm ak ve giriş için ona bir çeyrek ve
ya yarım kuruş verm ek lâzım dır, söylenildiğine göre
burada kalabilm ek için konulan narha göre günde bir,
iki veya üç akçe ödem ek icap eder. M ağazalar da malla
rı için burayı kiralam aktadırlar. Bu hanlar sağlam bir
şekilde inşa edilm iştir ve ana duvarlar yontm a taşlar
dan yapılm ıştır. İstanbul'da bulunan en güzel han Vali
de hanıdır. Hükümdarın annesi (Valide Sultan)inşa e t
tirdiği için bu adı taşım aktadır. Her zaman ucuz ve boş
yer bulabilen yabancılar için burası çok rahattır. Bir
şilte, biikaç örtü, halı ve yastıklar, işte size mobilyalı
kalabileceğiniz yer: bu hanlar sahipleri için büyük gelir
kaynağıdırlar.
ŞEH İR CİLİK
- 72 -
şin civarındaki 20 veya 30 kom şu evini yıkm ağa b aş
larlar, çünkü ateş kısa zam anda bu evleri de sarar. Bu
yangınlar çok zam an tütün sebebiyle çıkar; çünkü
Türkler tütün içerlerken kolaylıkla uyurlar ve tütünü
yataklarında içtiklerinde çubuklarında düşen ateşin
kolayca tutuşabilen malzeme ile tem ası yangını kolay
laştırır. Bu yangın telâşı, bazen de yangını söndürm eğe
koşuşanların kalabalığı içersinde bulunan, evleri yağ
m alam ak isteyen grubun, diğer evleri tutuşturm asından
gelir.
İstanbul'un sokakları çok kötü, ekserisi dar, eğri
büğrü, alçaklı yükseklidir.
KA PA LIÇ A R ŞI
X
H A LİÇ 'İN KUZEYİNDE: FR EN K M AHALLELERİ
KASIMPAŞA
- 73 -
yık bulunm aktadır ve az bir ücretle bu iki sahil arasında
bu kayıklarla gidip gelinir ve gitm ek istediğiniz yere si
zi taşırlar. Kayıklar küçük gem ilerdir, perem eler ise
çok hafif küçiik kayıklardır, eğer bir tarafa daha çok
yiik konursa kolaylıkla alt üst olabilir.
G alata'ya kara yoluyla yaya gitm ek için oldukça
uzun bir mesafe olan Haliç'i dolaşm ak lâzım dır. Ha
liç'e akan bir tatlı su deresini geçerek G alata'ya varılır.
İlkin Okm eydanı bulunur, burası Tıirklerin ok attıkları
büyük bir alandır ve gene buraya Tiirkler gelerek geçit
töreni yapan orduyu selâm larlar ve onun biitiin ih tiy aç
ları için Tanrıya dua ederler. Sonra da güzel bir köy
olan Kasım paşa'ya gelinir. Burada deniz kıyısında ka
dırgaların mavnaların ve gemilerin yapıldığı tersane var
dır. Bu tersanede kadırgaların kalafatlandığı veya yeni
lerinin yapıldığı 120 göz bulunm aktadır. Kaptan Paşa
veya amiralin tersanede lojmanı vardır, tersane ve bütün
deniz m ürettebatı ona bağlıdır. Bu tersanede hükümda
rın köleleri için çok büyük ve geniş bir hamam bulu
nur. Kasım paşa'dan mezarlıkları geçtikten sonra Gala
ta'y a gelinir.
GALATA
- 74 -
nel Cordelier tarikatı m ensupları (kiliseleri Saint F ran
çois); Jacobinler (kiliseleri S aint—Pierre), Cizvitler
(kiliseleri Saint—Benoit ve K apuçinler (kiliseleri S a in t-
G eorges).
Deniz kıyısında herkesçe bilinen en giizel balık paza
rı bulunur; burası, her iki tarafında balıkçıların bulun
duğu bir sokaktır, dükkânlarında bu kadar çok balığı
sergilemeleri şaşırtıcıdır; orada hem en hem en her çeşit
taze ve ucuz balık vardır. R um lar G alata'da birçok ka
bare işletirler, burası sarhoş oldukları zaman çok küs
tah ve karşılaşınca tehlikeli olan, İstanbul'un ayaktakı-
nıının devam ettiği yerdir.
PERA (BEYOĞLU)
TOPHANE
- 75 -
bir tarzda lim an ve deniz görülür.
XI
KIZ KULESİ, ÜSKÜDAR,
BÜYÜK ADA V E KARADENİZ
ÜSKÜDAR
B O Ğ A Z -İÇ İ
- 76 -
niz Boğazı harikulâde bir gezinti yeridir. Bu boğaz Ka
radeniz'den İstanbul'a kadar uzanm akta ve M arm ara'da
Karadeniz ile A kdeniz'i birleştirm ektedir, en geniş yeri
bir mil ve uzunluğu ise 12 m ildir .T ophane'den B oğaz'a
doğru giderken solda, Avrupa tarafında ço k sayıda
bahçeli güzel evler görülür, sonra da her iki kıyısı ger
ç e k te n ço k güzel m anzaraya sahip olan dünyanın en gü
zel yeri bu boğaza girilir; bu m anzara m uhteşem evler
ve meyva bahçeleri ile daha da güzellik kazanm aktadır.
Asya sahilinde gördüğüm ç o k güzel saray, halen hü
küm süren Sultan M ehm ed'in babası Sultan İbrahim 'e
aittir. Sultan İbrahim , Sultan M urad'm diğer kardeşle
rini öldürtm esi sebebiyle yirm i yıl âd eta hapishane ha
yatı yaşayarak ölüm den k u rtu lm u ştu r. Sarayın etrafın
da bulunan ço k sayıda yüksek ağaç sarayın görünmesi
ne m âni olur ve o civarda oturanların bize söyledikleri
gibi, pek az kişi bu sarayı görebilm iştir.
Boğazın iki sahili boyunca, her türlü ihtiyacın karşı
lanabileceği çok sayıda güzel kasabalar vardır. Boğazda
her ç e şit ve bol m iktarda balık avlanır, bilhassa olduk
ça büyük olan kılıç balıkları; bunlara bu ismin verilmesi
burnu üzerinde kılıç şeklinde uzun ve geniş bir kılçık
veya daha ziyade bir testereyi andıran çıkıntının bulun-
masmdandır,.suda sıçrayarak gemileri takip eden pek
ç o k yunus balığı da orada görülebilir.
İstanbul'a altı mil uzakta, biri Avrupa diğeri Asya
yakasında iki kale bulunm aktadır, bunların her ikisi de
ileri gelen kişilerin hapsedilm esinde kullanılırlar ve
bunlar İstanbul'a kadar yağm aya gelen Kazakların
akınlarım durdurm ak için inşa edilm işlerdir. Bu kalele
re rağm en onlar bazen burayı teh d it etm eye devam e t
tiler. Üç veya d ö rt saat sonra boğazın nihayetine ve
K aradeniz'e varılır. O ldukça dar olan boğazın ağzında
küçük bir ada y ah u t bir kaya parçası görülür; her iki sa
hile de 50 adım kadar bir m esafededir, buraya gelerek
- 77 -
üstüne çıkılabilir. Adanın üstünde Pom[)eus sütunu de
nilen, beyaz m erm erden bir sütun vardır. Pompeus,M it-
ıid at'ı yendikten sonra zaferinin hatırasına bu sütunu
diktirdiği için onun adıyla anılm aktadır.
Pom peus sütununun bulunduğu kaya parçasının kar
şısında Avrupa yakasında, deniz sahilinde bir köy bu
lunm aktadır; bu köyde bulunan bir kulede geceleri ge
milere yol gösteren bir deniz feneri yer alır: çünkü bu
deniz çok tehlikelidir, hiçbir yıl y o k tu r ki birçok deniz
felâketi olmasın, Rum ların Maurotlıalassa yani Kara
deniz dedikleri bu deniz sularının siyah olduğundan de
ğil fakat ekseriya fırtınalar kopm ası, sık sık felâketlere
yol açması ve havanın âni değişm esi sebebiyle bu adı
alm ıştır. Bu deniz çok büyük olm adığı gibi, ayrıca T u
na. Dinyeper, Don ve birçok diğer nehirlerin bu denize
dökülmeleri sebebiyle akıntılar ç o k tu r ve gemiler bora-
lara maruz kalarak kayalara doğru sürüklenir ve yok
olurlar.
Denizden içerlere doğru ilerledikçe bahçeler ve gii-
zeî otlaklar ile kaplı bir bölge ile karşılaşılır. 8u böl
gede Rumların oturduğu birçok köy vardır; aynı kıyı
da biraz daha ilerleyince İstanbul'a giden suyun geçti
ği güzel su kemerleri görülür.
- 78 -
ÜÇÜNCÜ KISIM
TÜ RKLERİN TÖ RE VE ÂDETLERİ
XII
TÜ RK LERİN BAZI HUSUSİYETLERİ
D IŞ GÖ RÜ NÜ Ş
-8 1 -
kısa olarak bahsettim, çünkü birçoklan bunu uzun
uzun yazdı. Şimdi de görebildiğim ve öğrenebildikleri
me göre Türklerin boyu, kuvveti, maharetleri, âdetleri
ve yaşama tarzlarına dair birşeyler söyleyeceğim.Türk-
ler mütenasip vücutlarıyla normal bir boya sahiptirler.
Avrupa’nın diğer ülkelerinde sık sık görülen bazı ku
surlar onlarda yoktur, hiç kambur görülmez, topal az
dır ve bir Tüık gibi kuvvetli sözü sebepsiz değildir. Çün
kü onların ekserisi kuvvetli ve sağlamdır.
KIYAFET
- 82 -
iniz gibi kullanırlar.
Doliinanın üzerinde bizim robdöşam brım ıza benze
yen ferace taşırlar, kolları geniş ve kol uzunluğunda
dır; bunu m anto yerine kullanırlar ve kışın onun üze
rine de kürk giyerler ve orta halli olanlar dahi sam ur bir
kürke sahip olmak için seve seve d ö rt veya beşyiiz ku
ruş sarfederlcr.
Bacağı, boydan boya örten yünden çorapları vardır,
ayaklarında, durum a göre sarı veya kırmızı deriden, alt
kısım dikilm iş mes giyerler. A yakkabıları aynı renkte
dir ve hemen hem en pantuflalar gibi yapılm ıştır, ö k ç e
ye yarım daire şeklinde küçük bir dem ir çakılır ve bu
ayakkabılara pabuç adı verilir.
Başlarında, içi pam uklu ile kaplanm ış kenarsız şap
ka şeklinde, koyu kırmızı kadifeden bir başlık vardır,
etrafında beyaz veya kırmızı bir türban sarılır.Bu tür
ban belirli bir genişlikte bezden veya ipek kum aştan
yapılm ıştır ve başın etrafında birkaç kere dolanır,
bunlar değişik tarzlarda sarılırlar, bir kişinin taşıdığı
türbana bakılarak onun mevkii ve sosyal durum u hak
kında fikir edinilir; bunlardan daha sonra bahsedece
ğiz. Bunun bağlanm ası bazen zordur, tıpkı bizdeki ber
berler gibi, bunu bağlam ayı meslek ve iş edinm iş kim
seler vardır.
Hz. Muhammedi'm soyundan gelenler yeşil türban
taşır, bunlara şerif denir (şerif kelimesi asil anlamına
gelir), ancak bu soydan olanlar bu unvanı alabilir veya
başlarında yeşil renkli türban taşıyabilirler ve yalnız bu
renkle onları tanım ak m ümkündür; bunların sayısı ol
dukça ç o k tu r ve ekserisi, bugün halâ A rabistan'da ve
A frika'da bulunan bazı hüküm darlar hariç, sah tek âr
dır. Sonra tekrar bunlardan bahsedeceğiz. Bu şerifler
kendilerinin fazilet sahibi kimseler olduklarına ve şid
detli bir ateşe atılırlarsa, oradan birşey olm adan çıka
caklarına halkı inandırm aktadırlar. Bu soydan gelen
83
kadınlar, başlarının ön kısmı üzerindeki peçelerine tu t
turulm uş olarak taşıdıkları bu çeşit yeşil kum aş p a rç a
sı ile tanınırlar.
Türk kıyafetine gelince, Kuzey ve Batıdaki bazı böl
geler müstesna, dünyada en rahat kıyafetin bu olduğu
nu söyleyebilirim.
Türkler saçlarını traş ederler ve uzaması için bırakan
Frenkleri tu h af karşılarlar, çünkü şeytanın bu uzun
saçlar arasında yuvalanacağını söylerler; saçlarım ızı te
miz tutm adığım ız takdirde bizde olan pis kokular onlar
için söz konusu olmaz. Sarayda vazifeliler ve yüksek
mevki sahibi kişiler dışında, —zira sarayda ancak hü
küm dar ve bostancıbaşı sakal ve bıyık bırakabilirdi—
herkes sakal ve bıyıklarını uzatıyorlardı. Güzel sakalı
olan bir kişinin kuvvetli olduğunu kabul ederlerdi.
Eğer her zaman yapıldığı gibi, öpm ek için değilse bir
adam ın sakalını tu tm ak ona büyük hakaret sayılırdı;
babalarına, hüküm darlarına ya da benzer eylere oldu
ğu gibi sakallarına da küfrederlerdi.
- 84 -
ması icap eder.
Bir Türk bir H ıristiyan ile karşılaştığı zam an, ona sol
elini uzatm az ve böylece anlaşm a kolayca sağlanır,çün
kü bizde sağ el daha şerefli kabul edilir.
XIII
TÜ R K HAMAMLARI
- 85 -
onu diğer elbiseleriniz ile birlikte oturm uş olduğunuz
peştam alın üzerine koyunuz, onları kimsenin el sürme
sinden korkm adan bırakınız, çünkü ham am lar kutsal
oldukları gibi, serbestlik ve em niyetin bulunduğu yer
lerdir; eğer herhangi bir zarar olursa hamam sahibi
bunu ödem ek zorundadır. S oyunduktan sonra küçük
bir kapıdan biraz sıcak olan küçük bir bölm eye giriniz,
buradan da başka bir kapı ile çok sıcak olan başka bir
bölm eye gireceksiniz. Bütün bu salonlar kubbelidir,
camlı küçük pencereler ışığın girmesini tem in ederler.
Burada iki ayak üzerine otu rtu lm u ş beyaz m erm er
lerle ayrılan yıkanm a kısımları bulunm aktadır, her kı
sımda yarım ayak yüksekliğinde m erm erden bir oturm a
yeri ve duvarın önünde yine m erm erden iki ayak geniş
liğinde kurna, bunun üstünde sıcak ve soğuk su akıtan
iki musluk bulunm aktadır. Bu m usluklar sayesinde su
yun sıcaklığını istediğiniz şekilde ayarlam anız müm
kündür. Burada bulunan bakır bir tasla yıkanm ak için
su alabilir ve istediğiniz kadar kullanabilirsiniz.
Yine bu salonda sıcak su ile dolu, taştan bir havuz
da vardır; istenirse buraya girilebilir, fakat tem iz değil
dir, çünkü her ne kadar suyu oldukça sık değişiyorsa
da çeşitli hastalıkları olan pek çok kişi buraya girm ek
tedir; buraya ancak kimsenin girmediği zaman girilebi
lir.
Önce büyük salona girdiğinizde m erm erle döşenm iş
ve alttaki ocak vasıtasıyla ısıtılmış olan zemine o tu ru
nuz; sonra örtülmesi gerekli kısımları hariç (hizm etine
girmiş oldukları kimse için her zaman hazır olm ak ga
yesiyle bütün hamam natırları daim a bu şekildedir) çıp
lak bir natır gelir ve daim a sizi sırtüstü yatırarak, dizle
rinizi karın ve mide üzerine çektirir ve sinirleri rahatlat
mak için vücudun bütiiıı kem iklerini, kolları, bacakları ç a
tırdatır. sonra sizi karın üstü yatırarak, yeri öptürecek
şekilde sırtınızda yürüyerek bacakları sırt üzerine ge-
86 -
tirir,sonra sakalı ve koltuk altlarını tıa ş ederek,diğer kı
sımlarınızı traş etm eniz için usturayı size verir ve
küçük odalardan birine gidersiniz, burada peştem alları-
nızı çıkartıp, kapının üzerine koyunuz, kimsenin bura
ya girm em esinden emin olunca kalan yerlerinizi traş
ediniz.
- 87 -
olduğunuz salona dönünüz, orada oturarak gelirken kir
lenm iş olan ayaklarınızı tem izlem ek için ayaklarınıza
su dökünüz, sonra size kuru ve sıcak havlular getirile
cektir; onunla her yerinizi iyice kurulayınız ve giyin
dikten sonra bir başka kişi size ayna verir, artık parayı
ödeyip gitm ekten başka işiniz kalm am ıştır.
Ham amın sahibine ödenen norm al ücret iki akçedir
ve natıra verildiği gibi diğer hizm et edenlere de bahşiş
verilir. Bu ham am lar çok rahattır, ham am a gelenlerin
ço ğ unun hastalıklardan kurtulduğunu zannediyorum .
Fakir de olsa, kadın veya erkek herkes en az haftada
bir kere ham am a gider. Bazı ham am lara bir gün erkek
ler, ertesi gün kadınlar gider, bazı ham am lar ise sabah
ları erkekler, öğleden sonraları kadınlar içindir, bazı
ham am lar ise sadece kadınlar içindir. Kadınlar ham am a
gelince onlara kadınlar hizm et eder, hangi dinden olur
sa olsun veya hangi durum da olursa olsun bir erkeğin
kadınların ham am ına girmesi ölümle cezalandırılacak
bir suçtur. Ayıp yerlerini gösterm ek veya başkasm ınki-
lere bakm ak hem büyük bir su ç tu r hem de ayıptır.Y ük
sek mevkideki kişilerin kendileri ve hanım ları için
hususî ham am ları vardır.
XIV
TÜ RKLERD E YEMEK, İÇMEK
VE YATMAK
- 88 -
TÜ RK LER SO FRA BAŞINDA
İÇECEKLER
- 89 -
da çoktur, her ne kadar şarap onlara Kur'an tarafından
yasaklanmış ise de, bazı kimseler bunun sadece bir fi
kir ve nasihat olduğunu ve kesin bir hüküm olmadığını
söylerler, bununla beraber alenen içmezler, ancak yeni
çeriler ve diğer bazı kimseler bir şeyden korkmayarak
içerler, içmeğe başlayınca da çok içerler ve eğer başla
rına bir belâ gelmeyecekse uyuyuncaya kadar içmeğe
devam ederler, yeter ki içmeğe bırakılsınlar; bir kadeh
içmekle on kadeh içmek arasında bir fark olmadığı
söyleniyor; içkiye hiç bir zaman su katmazlar ve içkiye
su katarak içen hıristiyanlar ile alay ederler, içkiye su
katma işi onlara tamamen gülünç gelir. İstanbul'un çev
resinde ve adalarda bol miktarda iyi şarap bulunur.
Onların "Boza" adını verdikleri diğer bir içkileri da
ha vardır, arpa veya darıdan yapılır, ve bizim biramıza
yakın bir lezzeti vardır, fakat bir keresinde ondan tat
mak istedim; onu çok fena buldum, ancak küçükler
onu içerler, o çok ucuzdur. Bu içki onları sarhoş eder.
KAHVE
- 90 -
teryaların atasıdır. D oğunun Batı üzerindeki geç ve cie-
riıı kiiltiir tesiri!
Fakat onların her zaman için içtikleri bafka bir içki
leri daha vardır ve kahve diye isim lendirdikleri bımıı
günün her saatinde içerler. Bu içecek aşağıda bahsede
ceğimiz bir taneden yapılır. Bu taneleri bir sobada ya
nılt ateş üzerinde bir kapta kavururlar, havanda döver
ler ve ince toz haline getirirler ve içm ek istedikleri za
man ibrik dedikleri, suyun çabucak kaynadığı bir kap
alırlar ve sıı doldurarak bunu kaynatırlar. Su kaynayın
ca üç fincan su içine bu öğütülm üş kahveden bir kaşık
konur ve bu da kaynayınca hem en ateşten alınır, çiinkii
o taşar ve sonra porselen fincanlara koyarlar ve boyalı
tahta tepsi üzerine sıralarlar ve sıcak olarak size getirir
ler; onu oldukça sıcak içm ek gerekir fakat ardarda bir
kaç fincan içm ek iyi değildir.
Bu içecek acı ve siyahtır ve onun kavrulduğu hemen
hissedilir, ağzın yanması endişesi ile küçük yudum lar
nalinde içilir; bir kahvehaneye gidildiği zaman (kahve
nin pişirilerek satıldığı yerlere verdikleri ad) eğlenceli
bir müzik dinlenir. Kahve, dum an sebebiyle m eydana
gelen baş ağrılarını önler ve aynı sebeple uykuyu k a ç ı
rır. Fransız tüccarlarının yazacak m ektupları çok
olduğu zaman ve bütün gece çalışm ak istediklerinde
akşam leyin bir veya iki fincan kahve içerler; mideyi
rahatlatır ve hazmı kolaylaştırır. N ihayet Tüıklere gö
re her çeşit kötülüğe karşı iyi gelir; hiç olmazsa çay ka
dar bu da faydalıdır; lezzetine gelince, eğer tiryaki de
ğilseniz alışılageldiği gibi iki fincan içem ezsiniz; ona
karanfil veya birkaç kakule tanesi karıştıranlar da var
dır, bunun latiııcesi cardam om ıım minııs olup, kakule
olarak isim lendirilir, diğer bir kısmı şeker ilâve eder,
daha hoşa giden bu şekildeki kahve sağlığa daha az
faydalı olur.
T irk ülkelerinde kahve çok m iktarda içilir, ister
fakir, ister zengin olsun günde en az iki veya üç fin
can içerler, kocanın hanım ına tem in etm eğe m ecbur
olduğu şeylerden birisi de budur. Herkesin geldiği kah
vehaneler ç o k tu r; kahve burada büyük kazanlarda pişi
rilir. Bu yerlere ne din ne de m akam farkı gözetilm eksi
zin her çeşit insan gelebilir; buraya girm ek ayıp değil
dir, b irçoklan konuşm ak için gelirler; kahvehanelerin
dışında gelip geçeni görm ek ya da hava alm ak isteyen
lerin oturdukları üzerleri hasırla örtülü taş sıralar bu
lunm aktadır. Bu kahvehanelerde, herkesin ilgisini çek
m ek için, kahvehane sahibinin angaje ettiğ i ve günün
büyük bir kısm m da çalıp söyleyen ç o k sayıda kem ancı,
k lârn e tç i ve şarkıcılar bulunm aktadır. Ş ay et biri kah
vehanede iken tanıdık kimselerin buraya girdiğini gö
rürse ve biraz da nazik bir kişi ise, kahvehane sahibine
bağırarak onlardan para almamasını em reder ve bunu
tek bir kelime ile ifade eder; zira onlara kahve ikram e t
tiği zaman sadece giaba yani "bedava"diye bağırır.
- 92 -
TÜ RK LERİN YATMASI
XV
TÜ RK LERİN VAKİT GEÇİRM ELERİ
VE EĞLENCELERİ
_ o
OYUNLAR
YAPILAN TALİMLER
94
ğiştiriıler. Onlar bıı oyunu da koşarken ok attıkları
gibi sık sık yaparlar. Siz bunlardan pek çoğunu kırda
toprak veya toprağa benzer bir kabı yahut duvarda bir
hedef alarak çalıştıklarını görebilirsiniz; bir ellerinde
kargı olduğu halde hedefe dolu dizgin koşarlar. 10 ve
ya 12 atıştan birinin veya ikisinin ¡ıedefe isabet ettiğini
iîirçok defa gördüm, hazır bulunan Paşa yahut buna
benzer diğer bir kimse hedefe isabet eden iıer atış için
beş veya on akçe verir.
KUKLALAR
- 95 -
mı biraz kuklalar ile eğlenm ek isteyerek bizim bulun
duğum uz salona bakan odanın kapısı önüne bir halı
gerdirdi. Bu hanım , üç saatten fazla bir zam anın geç
mesine rağm en oyun bitm eden buradan ayrılm adı,çün
kü onlar istedikleri kadar bunu sürdürebilirlerdi ve k u k
lalar arasında esas şahıs olan Karagöz'e yaptırılan
edepsizlikleri seyretm ekten utanm adığına hayret ettim .
GÖBEK DANSI
XVI
TÜ RK DİLİ, TÜ RK LERD E İLİM VE KEHANET
"TÜRK DİLİ'
TÜ RKLERD E İLİM
- 96 -
F arsça, şiirlerinin ve bizim m üziğim ize benzem eyen fa
k at belli bir usule göre söylenen alışılınca kulağa hoş
geldiğini sandığım şarkılarının tem el unsurudur. Onla
rın ç o k sayıda müzik aletleri vardır, en alışılageleni üç
telli küçük bir u ttu r, onu akordu bozulm adan bütün
gün çalarlar.
{Thevenot, Batının karşısında Türk kültürünün zayıf
noktasm ı görm üştür. İlâh iy at ve şiirle ç o k uğraşan
(zaten bu hususta derin bir şekilde A rap ve İran
lIların tesirinde kalm ışlardır.) Türkler tecriibı ilim
leri ve tekniği ihm al etm işlerdir. H a ttâ hasta oldukları
zam an hıristiyan veya vah udi tabiblere başvurm ak zo
runda kalıyorlardı.)
KÂHİNLİK
- 9 7 -
yahat, ne de başka bir şey yapmazlar, daha önce söyle
miş olduğum gibi eğer oklar galip ise onu yapacağım,
eğer onlar yenilirse onu yapmayacağım diyerek kitap
yapmazlar.
Paris'e döndükten sonra, önce müslümanlığı kabul
ettikten sonra onu terkederek tekrar hıristiyanlığı ka
bul etmiş olan bir Fransız ile karşılaştım, o bana kitap
yapmağı bildiğini söyleyince, benim için, nasıl yaptığı
nı görmek son derece enteresan olacaktı, o bana ve baş
ka birine tutmamız için oklar verdi, sonra okların bu
lunduğu masanın üzerine bir kılıç koydu, daha sonra
bu oklardan ikisini Hıristiyanlar, diğer ikisini de Türk-
ler diye adlandırdı, ve bana İmparatorun Türklere karşı
savaş yapıp yapmayacağını bilmek istediğini söyledi,
bir Kur'an aldı ve bunun için lâzım olan bahsi okudu,
fakat biz mani olmak istesek de okların bize rağmen
birbirlerine vuracaklarını söyledi; oklar hiç sallanmadı
lar, güldüğümüz için ciddiyetimizden şüphe ederek on
ları aldı ve üç veya dört defa bu hareketi yaptı. Bunda
bir sürpriz oldu, çünkü hıristiyanlara cevap vermek için
binlerce defa yaptığını ve daima netice aldığını söyle
yerek bizi suçladı. Bunun, bizim inanmamamız sebe
biyle mi veya onun Türk olmadığından mı neticelen
mediğini bilmiyorum, fakat bununla çok eğlendik.
İkinci fala bakma tarzı, saymaksızın konulan, sonra
dan sayılan ve bu sayının kitapta neyi ifade ettiğine ba
kılan, baklalar ile kehanettir. Üçüncüsü ise hemen he
men kare şeklinde fakat uzunluğu genişliğinden biraz
daha fazla olan bir tahta parçası ile yapılan kehanettir,
bu tahta parçasına elif adı verilir, ve kenarlardan birin
de b, diğerinde t, öbüründe cim, sonuncusunda da ha
harfleri vardır, iki ucunda hiç bir şey yoktur. Cevap
vermek isteyen şahıs onu üç defa çevirir ve her defasın
da üzerine geldiği harf işaret edilir, sonra da "Fal" yani
"Kader Kitabı" denilen bir kitaba bakılır.
- 98 -
XVII
HASTALIKLAR VE İLAÇLARI
KANAATKÂRLIK VE SAĞLIK
TEDAVİ VE İLÂÇLAR
-99-
dem irle d ağlattırdıktan sonra bunun üstüne bir pam uk
koyduran ve böylece iyileşen bir adam gördüm. Ve di
ğ er uzuvlardaki başka bütün yaralara ya büyük bir fitil
veya iyi yakılm ış birkaç pez parçası tatb ik ederler ve
fitil yerleştirilinceye kadar acıya dayanırlar; İstanbul'
da bir Türk bana, bazı yerlerinde böbrek büyüklüğünde
şişkinlik olan ve bu kısm a kızgın bir fitil tatb ik e ttir
m ek isteyen, fakat b unun iyi yapılm am asm dan endişe
eden birini tanıdığım , başkalarının onunla alay ettiğini,
nihayet çözüm yolu bularak şişkinliğe rahatlıkla fitili
tatb ik etm ek için biraz eğilerek, oraya koydurduğunu
ve acıya dayanm ak için epeyce sabır gösterdiğini, sini
rinin yandığım ve doğrulm ak istediği zam an kalkam a
dığım , fitilin buradan çıkarılm asına kadar öylece kam
bu r dolaştığını söyledi.
N ihayet, Türklerin ülkesi, biraz önce söylediğim gi
bi hem az hasta olm aları ve hem de kendilerini tedavi
edene para ödem em eleri sebebiyle,doktorlar için c a
zip bir yer değildir. Ve eğer d o k to r tedavide başarj
gösterem ez hasta ölürse, tedavi parasım ödem ezler ve
bazen de sanki insanların hayatı ya da ölümü T an n 'm n
değil de d o k to rlan n ellerindeym iş gibi, para ödem e
m ek için hastayı öldürdüklerini söyleyerek onlan itham
ederler.
XVIII
TÜ RK LERİN DİNİ
- 100 -
lan n d a da bu görülür: "O nlar bize sam im i inanç k o n u
sunda ders verirler." F ak at Hz. M uham m ed'den bahse
dildiğinde bu tarafsız ve katolik kişi fazla öfkelenir.
Peygam ber inançsızdır, "B udalaca sözlerin ve kabalık
ların" vâizi, "kaba k a n u n u n " yazan, "dinin kurucusu".
Bizi şaşkınlığa düşüren acı eleştirm eler... Yoksa daha
ç o k peşin hükümleri olmaksızın seyahat düşüncesiyle
kazandığı hüküm ler kadar hıristiyan geleneğinin kendi
sinde hasıl ettiğ i fikirlere şevkle değer veren bir kim se
nin samimi itirazı mı? )
- 101 -
bilip bilmediği problemini tartışırlar. Fakat hiç kimse,
Hz. Muhammed'in Hıristiyanlık hakkındaki bilgisini
açıklamak için rahip Sergius masalını unutmaz. Bu ef
sane Peygamberin hayatının son safhalarının menşeini
ihtiva eder. Peygamber henüz çocukken amcasının
Şam'a götürdüğü bir kervana katıldı. Bir merhalede, Ba-
hira adında bir hıristiyan keşişi, bu çocuğu Tanrı'nın
bir elçisi olarak tanımıştı. Bizans yazarları keşiş Bahira’
dan Sergius— Bahira adlı bir rahip yaptılar ve XIII. yüz
yılda Pierre Pascasius onu, Hz. Muhammed'in vaftiz ba
bası, Hıristiyanlıktan dönme bir rahip yapar... )
- 102 -
haham ların m asallarından ve çılgınlıklarından alınm ış
olan hikâyeler ile doludur.
TÜ RK LERİN İNANCI
MÜSLÜMAN CENNETİ
- 104 -
duğu, iyi bir kuyunun büyük bir hazine sayılabileceği
bir ülkede yetişm iştir. Yeşil ve lâl renklerini onların
öteki elbise renkleri olarak belirtir, çünkü kendisi bu
renkleri seviyordu, bugün de Türkler ve M ağripliler
arasında yeşil kutsal bir renk olarak kabul edilm ek-
tedir.O nlar ç o k şehvetli olduklarından, C ennette güzel
kızlar ve genç delikanlılar olmasını isterler, çünkü onlar
iri ve siyah gözlü, kırm ızı yanaklı en güzel kadınlan ha
yal ederler; böylece her biri ancak kendi erkeğine baka-
bilen semavî bakireleri şekillendirirler, bu onlar için
hoş olacaktır, çünkü onlar son derece kıskançtırlar. Ce
hennem de olanlar kaynar su içecekler, zakkum ağacı
nın m eyvasından yiyeceklerdir; bu ağaç Cehennem in
içinden çıkar ve yükselir, dallan şeytanların başlanna
benzer. C ehennem de olaıılann eğer biraz im anlan var
sa yani T anrı'yı in k âr etm em işlerse, bütün günahlannın
cezasını çe k tik te n sonra selzabul denen bir suda yıka
narak Cennete girecekler ve b aştan beri buraya girm iş
olanlar gibi ebedî m utluluğa ereceklerdir. Ve aksine hiç
im anı olm ayanlar yani T a n n 'y ı in k âr edenler sonsuza
kadar C ehennem de yakılacaklardır ve viicutlan devamlı
işkenceler ile küller içersinde yok olacak, fakat Tanrı
onlan yeniden yaratacak ve böylece de onlar ebediyen
ızdırap çekeceklerdir. Onlar T a n n 'y a , hıristiyanlar gibi
ölüleri için dua ederler ve bizde olduğu gibi T anrı'nın
yanında şefaatçi olarak, Evliya'nın yardım ını isterler.
XIX
KORUYUCU M ELEKLER VE
SİYAH M ELEKLERİN İMTİHANI
- 105 -
ölüleri m elekler diz çöktürebilsin diye başı biraz yukar
da kalacak şekilde defnederler. B undan sonra bu m e
lekler şu şekilde im tihan ederler:
"T anrın, Dinin ve Peygam berin kim dir?"
Ve o, bu şekilde cevap vermek zorundadır:
"Tanrım gerçek T anrıdır, Dinim gerçek Dindir ve
Hz. M uhamm ed Peygam berim dir."
F ak at eğer bu adam günahkâr ise, onların işkencele
rinden korkarak şöyle diyecektir:
"Siz benim Tanrım sınız, peygamberim siniz ve inan
dığım sîzsiniz."
Böyle bir cevap karşısında bu m elekler ona bir dem ir
ile vururlar ve giderler, m ezar çok dar olduğundan bu
bedbahtın annesinden em diği sat burnundan gelir.
B undan sonra, onun günahlarının ve yaptığı kötü iş
lerin temsil edildiği çirkin bir yaratık ile birlikte diğer
iki m elek gelir, sonra bir pencere açılarak,buradan Ce
hennem e giderler. Ve bu adam orada, durm adan ona
bakarak işkence eden ve her ikisinin Kıyam et gününde
Cehennem e gidinceye kadar birlikte olacakları bu çir
kin yaratıkla kalır. F ak at eğer iyi amel sahibi ise ve yu
karda bahsedilen ilk cevabı vermişse, onu iyi işlerini
temsil eden güzel bir yaratık yönetir, sonra da m elek
ler cennete gider bir pencere açarlar derler. Ve o bura
da, bu yaratıkla kalır, ondan büyük m em nunluk duyar
ve burada her ikisinin birlikte Cennete girecekleri Kı
yam et gününe kadar kalırlar.
XX
CENNETE GİRECEK HAYVANLAR
- 106 -
lar; Bunlar Salih Peygamberin devesi, Hz. İbrahim 'in
kurban ettiğ i koyun, Hz. M usa'nın ineği, Hz. Süley
m an'ın karıncası, Sabâ Kraliçesinin papağanı, Ezra'
nın eşeği, Y unus Peygam berin balığı, Kıtm ir adını
verdikleri küçük bir köpek, Hz. M uham m ed'in deve
sidir. F akat bu hayvanları Cennete lâyık gören şeyi bil
m ek lâzım dır, çünkü onlar bu konuda masallar anlatır
lar.
- 107 -
HZ. M USA'NIN İNEĞİ
PAPAĞAN, E Ş E K VE BALIK
- 108 -
köpeği farkettikleri zam an, birisi ona bir taş a ttı ve bir
bacağını kırdı, m em nun olm ayan köpek ona sordu:
"N için benim bacağım ı kırdınız?" Onlar köpeğe şöyle
cevap verdiler: "Çünkü sen bizi takip ediyorsun, biz en
dişe ediyoruz ve T a n n ’yı seviyoruz, ona hizm et edece
ğiz, senin yüzünden bizi ele geçirebilir ve yok edebilir-
ler. "K öpek onlara cevabı yapıştırdı :"Eğer siz T a n n 'y ı se
viyorsanız,ben de sizi seviyorum ve beni de birlikte alm a
nızı rica ediyorum ." O nu yanlarına alarak m ağaraya
birlikte gittiler; orada kapının önünde yatan ve hu diye
bağıran (Bu, A rapçada O yani Tanrı anlam ına gelir) k ö
pekle birlikte kaldılar. O rada 372 yıl süre uyudular;
bundan sonra uyanınca aralarından birini ekm ek alm ak
için şehre gönderdiler; b u kişi ekm ekçiye, eski parası
ile gelince yakalandı ve sorguya çekilm ek için hâkim in
huzuruna götürüldü, herşeyi anlattı. Sonra bu işte n
hayrete düşen kralın önüne getirildi ve kral halkı ile bir
likte, diğerlerini görm ek için m ağaranın yolunu tu ttu .
R ehberlik eden kişi, m ağaraya yaklaşarak arkadaşları
nın korkm am ası için bu gelişi onlara bildirm ek gayesiy
le önden gitm esine izin verm esini kraldan rica etti,kral
ona izin verince o da öncelikle m ağaraya gitti ve b aşı
na gelenleri arkadaşlarına anlattı, kralın ve halkının
kendilerini görm eğe geldiklerini onlara bildirdi: Onlar:
"Bizi Cennete yollaması için T a n n 'y a dua edelim , çün
kü eğer çıkarsak, bu halk bize tanrılar gibi tapınacak"
diyerek T a n n 'y a yalvardılar; o n lan n duaları kabul edi
lerek, Cennete gittiler ve küçük köpek de onlarla bera
berdi.
- 109 -
göre 372 yıl sürmüştür. XIV. Louis devrinde (Théve-
no t'ıuın zamanıiYedi U yurlar bilhassa B retagne'de Stif-
fel En V ieux—Marche kilisesi m ahzeninde şereflendiril-
m işlerdi; şarkiyatçı Louis Massignon günümüzde bir hı-
rıstiyan—müslüman haç yeri m eydana getirm ek gaye
siyle bu breton kutsal yerini ortaya çıkardı.)
XXI
SÜNNET
- 1 1 0 -
madı; en eskisi ve en rahatı olan Sünneti seçti, çünkü
nıüslümanlar sünnet edilmiş bir kimsenin nesil için da
ha temiz olacağına inanırlar; ve gerçekten Araplar sün
net olmadan rahat edemezler, ayrıca eğer sünnet ol
mazlarsa idrar yaparken daima birkaç damla damlata
rak elbiselerini kirleteceklerini söylerler.
Bununla beraber musevîler ile nıüslümanların sünneti
arasında fark vardır. Musevîler çocuklarını sekiz günlük
iken sünnet ettirirler, halbuki Türkler çocuklarının "La
ilâhe illallah Muhammed'ün resulullah" diyebilmeleri
için 11 veya 12 yaşında sünnet ettirirler. Bu sözün anla
mı "Tanrı'dan başka Tanrı yoktur, Muhammed onun
elçisidir" bu söz onların inancının temelidir ve onlar
söylediklerini işiterek ve ağızdan olduğu kadar kalpten
de hissederek söylediklerinden sünnet olmaktan mem
nun olurlar. Musevîler sünneti taş bıçakla yaptırırlar,
Türkler ise demir bıçak kullanırlar, fakat muhakkak
olan şu ki musevîler demirden, tahtadan, taştan bütün
bıçakları kullanabilirler.
Türkler, sünnette musevîlerin yaptığı kadar büyük
eğlence tertip ederler, zira bir çocuk belirli bir yaşa
geldiği zaman önceden bu sünnet düğünü için bir gün
tayin edilir, tayin edilen gün gelince de çocuk ata bin
dirilir, sonra sünnetin yapılacağı yere getirilir ve sünnet
edilir, bundan sonra çocuğun babası davet ettiği akra
ba ve dostlarına ziyafet verir. Orada çok eğlenilir, oyun
lar oynanır. Şarkı söylenir ve ertesi gün davetlilerin her
biri kendi ve daveti yapan kimsenin durumuna göre ço
cuğa bir hediye verir. Bazı hıristiyanlar müslüman oldu
ğu zaman aynı merasimler yapılır, bazı musevîler müs
lüman oldukları zaman ise hiç sünnet edilmezler, çünkü
bu iş daha önceden yapılmıştır, her ne kadar sünnet
farklı ise de yeterlidir, fakat ona sadece müslüman ol
duktan sonra, müslüman inancı için gereken sözler söy
letilir.
- 111 -
B irçoklan, bir m usevînin müslüman olduğu zaman
önce hıristiyan olm alarına ikna edilm işlerdir, bu çok
yanlıştır, çünkü ben b u n u b irçok Türke sordum , onlar
her zam an benim le alay ettiler ve neticede bizi hıristi-
yan yapan şey vaftizdir; onların hiç vaftiz edilm ediği
doğrudur; gerçek olan şu d u r ki onlar müslüman oldu
ğu zam an, bütün müslümanlarda olduğu gibi, önce
inanm aları tek lif edilir, İsa'nın T anrı'nm bir fiili oldu
ğuna, T anrı'nm nefesindefı hâm ile kalan M eryem
A na'dan doğduğuna, doğum dan sonra da onun baki
re olduğuna ve İsa'nın Mesih olduğuna inanm aları lâ
zım dır. Eğer tesadüfen bir dönm e veya Türk sünnetsiz
ölürse, sol elinin küçük parm ağı kırılır, bu işlem ona
sünnet yerine geçer. A yrıca Türkler bu sözlere çok
saygı duyarlar: "L a ilâhe illallah M uham m ed'un Resul-
aUah",eğer bir hıristiyan veya m u sev îb u sözleri dalgın
lıkla da söylerse ve orada birisi de b u n u duym uşsa bu
şahsın m utlaka müslüman olması veya yakılması icap
etm ektedir.
XXII
İSLAM DİNİNİN ESASLARI
- 112 -
hangi dinden olduğunu sorm uş, dilenci ona müslüman
olduğu cevabım verm iş ve diğeri de ona bir müslüma-
m n neleri yapm ak zorunda olduğunu sorm uş. Dilenci,
ona müslüman olm ak için beş şarta inanm ak lâzım gel
diğini söylem iş, fakat onlardan ancak birini söyleyebi
leceğini bildirm iş, çünkü zenginlerin biraz sofuluk ede
rek ikinci ve üçüncüyü, fakirlerin ise güçsüzlük sebebiy
le dördüncü ve beşinciyi yapam adıklarım söylem iş, ze
k at verm em ek ve Hacca gitm em ek, böylece ancak bi
rincisi kalıyor dem iş.
TA N RI NIN ADI
- 113 -
ler ve vallahi dedikleri zam an inanm ış olarak söylerler
ve yalan yere yemin edenin kötü bir insan olduğunu
kabul ederler.
XXIII
RAMAZAN ORUCU
(l)Burada verilen tarih arasında bir yıl fark vardır; zira 1074 Zil-
hicce'nin son günü 30 Haziran 1664 yılına tekabül eder. ( Çe
virenin notu)
- 114 -
ile donatılır, bu ayın her gecesi bunlar yapılır. Türkler
gündüzleri gece, geceleri gündüz yaparlar, çünkü bütün
günü uyum akla geçirirler, geceleyin ise sokaklar ve kah
vehaneler doludur, herkes bütün gece çokça yer fakat
şafak sökm eden önce içm ek ve yem eği keserler: Kur-
aıı'da .müsliimanlarm şafak sökünceye kadar yiyip içe
bilecekleri yazılıdır; bu zam andan itibaren onlara iç
m ek, yem ek, tütün içm ek yasaktır; akşam leyin ay ç ı
kana kadar ağızlarına birşey koym ak, kadınlara dokun
m ak yasaktır, iftar zam anının geldiği m inarelerden, mü
ezzin tarafından ezan okunarak herkese duyurulur. İf
tar vaktinden itibaren gece içerler ve hoşlaıına gidecek
şekilde et, balık yerler ve her zam an açık olan ve ha
yatlarını kazanm ağa çalışan şarkıcıların, çalgıcıların ve
kuklacıların bulunduğu kahvehanelerde, gecenin bir kıs
ının geçirirler.
O ruç, bizim perhizim izden ço k daha masraflı ve zor
dur; bilhassa yaz aylarına tesadüf ettiği zam an, zira on
ların seneleri altısı otuz, altısı yirm idokuz olan 12 ay
dan m eydana gelir ve böylece güneş yılma uym adığın
dan bizim senem izden onbir gün kısadır, bu sebeple Ra
m azan ayı her yıl onbir gün önce daim a ayrı mevsimler
de gelir. Yaza geldiği zam an, bilhassa Mısır ve diğer sı
cak m em leketlerde çok susarlar, ağızlarına bir damla
su koym ak onlara yasaklandığından, bütün gündüzü
uyuyarak geçirirler; ben M ısır'da, çok sıcak yaz ayla
rında son derece susayanları ve oruç tuttukları için su
içem eyenleri, içm e ve yem e yasağı bittiği saatin yak
laştığını farkederek ellerinde bir su testisi tuttuklarım
ve iftar saatini bildiren ezanı büyiik bir sabırsızlıkla
bekleyerek en yakın m inareye doğru baktıklarım ve za
man gelince bağırm aya başlayarak bütün testiyi hızla
içtiklerini gördüm.
O ruç sınırlı olarak em redilm iştir, öyle ki seyahate
çıkanlar, tehlikede olanlar, hastalık veya diğer bir m a
- 115 -
zereti olanlar oruç tutm azlar, durum ları düzelince en
erken zam anda tutm ak zorundadırlar. F ak at seyahatte
savaşta olduğu halde oruç tu ta n pek ç o k kimse vardır.
- 116 -
XXIV
TÜRKLER'DE BAYRAM
-117-
İstanbul'da iken bir keresinde herşeyi görm ek m era
kı ile bayram ın ikinci günü, Fransız dönm esi bir sipahi
ile birlikte gezinerek, İstanbul'un büyük bir kısm ını d o
laşıyordum* Fransız tarzında giyinm iştim , bana küfür
edilm ekten başka birşey yapılm adı, fakat bunları gör
m ekten ço k m utlu olduğum u söylem ek isterim. Bu
bayram sırasında Frenkler dışarı çıkarsa m uhakkak pa
ra ödem ek zorunda kalırlar, bu üç gün zarfında dikkat
edilmesi lâzım gelen şahıslar vardır, bunlar çoğunlukla
Y eniçerilerdir, sokağın ortasında bir elinde gülsuyu do
lu küçük bir şişe tutarak geçerken, üzerinize bundan
birkaç damla serperler ve diğer ellerini de onlara ver
mek istediğiniz parayı alm ak için uzatırlar ve eğer on
lara hiç bir şey vermeksizin geçm eyi düşünseniz bile
onlar sizi durdururlar.
Ramazan Bayramı, Türklerin en büyük bayram ıdır ve
bu bayram da övülmeğe değer bir şeye riayet ederler;
bu, bütün düşm anlarından özür dilemeleri ve onlarla ba
rışm alarıdır, çünkü eğer kalplerinde birine karşı k ötü
lük varsa bayram yapam ayacaklarına inanırlar ve bu üç
gün zarfında tanıdıkları kimselere rastlarlarsa onlarla
öpüşürler ve birbirlerine iyi bayram lar ve m utluluklar
dilerler.
Bu bayram , Büyük Bayram veya Ram azan Bayramı
adını taşır, fakat bundan başka Küçük Bayram ve Hacı
lar Bayramı ya da M ekke'ye Hac Bayram ı vardır, bu
büyük bayram dan yetm iş gün sonra, Zilhicce ayının
onuncu gününe rastlar.
Onların, büyük bir m anevî değer taşıyan diğer bay
ramları da vardır. Bu bayram larının birincisi Rebiülev-
vel ayının onbirinci gününü onikinci gününe bağlayan
gecedir; onlar bu gecede Hz. M uham m ed'in doğduğunu
kabul ederler ve bu sebeple akşam dan itibaren m inare
lerde kandiller yakarlar ve sabahleyin hüküm dar Yeni
Camiye gider ve oraya saraydan şeker ve şerbet getir
- 118 -
tir ve m evlitten sonra herkes ondan yer ve içer.
Rebiülahir ayının yirm ialtıncı gününü yirnıiyedinci
gününe bağlayan gece onlar için büyük bayram dır,
çünkü onlar bu gece Hz. M uham nıed'in, K ur'an'da
yazıldığı gibi Burak ile T anrı'nm huzuruna çıktığına
inanırlar. Recep ayının dördünü beşine bağlayan gece
cam ilerde gece yarısına kadar ibadet edilir, sonra evleri
ne dönerek güzel yem ekler yerler. Bu bayram , iki ay
sonra gelen Ram azan sebebiyle yapılan bayram dır; bü
tün bu bayram larda ve bütün Ram azan boyunca, daha
önce söylediğim gibi, camilerin m inareleri çeşitli şekil
ler gösterecek şekilde kandiller ile süslenir, bu kandiller
yanınca çok güzel görünürler.
XXV
TÜ RK LERİ PİSLİKTEN KURTARAN ABDESTLER
ABDEST
- 119 -
başka bir pislik değince gusül abdesti alm ak zorunda
dırlar; b u n u n içindir ki idrar yapacakları zaman üzer
lerine veya elbiselerine birkaç damla düşmesi k o rk u
suyla kadınlar gibi çöm elirler; çünkü vücutlarının veya
elbiselerinin kirlenm esinin, ruhlarını da kirleteceğine
inanırlar. Vücutlarını tem iz tu tarak , ruhlarını da arın
dırdıklarına inanırlar/ İdrar y ap tık tan sonra erkeklik or
ganını kalanlar dam lam asın veya elbiseleri üzerine düşe
rek onları kirletm esin diye birşeyle kurularlar. İşleri bi
tince, daha önce söylediğim gibi hiç k â ğ ıt kullanm az
lar, su ile taharet alırlar, sonra ellerini yıkarlar, bunu ih
tiyaçlarını yap tık tan h a ttâ idrar y ap tık tan sonra asla
ihm al etm ezler; bunun içindir ki daim a su dolu bir kap
vardır ve h a ttâ yıkadıktan sonra ellerini kurulam ak için
kem erlerinde iki m endil taşırlar.
Bu tem izlik onlar için o kadar önem lidir ki, dışkıları
ile kirlenecekleri endişesiyle, küçük kundak çocukları
nın kirletm elerine m ani olm aya itina ederler ve bunun
için onları bizim gibi kundak yapm azlar, onları ço cu k
ların kalçaları altına rastlayan yerlerinde bir delik b u lu
nan beşiklere koyarlar ve kakası gelince beşiğin altında
ve deliğin karşısında bulunan bir kaba yapsın diye bu
delik üzerine kıçlarını çıplak vaziyette yerleştirerek be
şiğe yatırırlar ve idrar için ise onların, ucu eğri şim şir
den küçük kanalları vardır ve tütün içilen pipolar gibi
yapılm ıştır, bu kanallar üç parm ak uzunlukta ve bir
parm ak kahnhğındadır, bazıları yuvarlak, iri olan uç
kısm ında bir deliğe gahiptir ve erkek çocuklar için kul
lanılır,erkeklik uzvu içine konulur ve birşeye bağlanır,
diğerleri ise iri u ç kısm ında oval şekilde delinm iştir ve
kızların karınlarına bağlam ağa yarar ve bacaklar arasın
dan geçen u ç kısm ı, beşiğin deliğine girer, oradan idra
rı alttaki kaba sevkeder, böylece hıristiyan çocukları gi
bi onlar şım arıklık yapam az.
Nam azdan hem en önce abdest alm ak zorundadırlar,
- 120 -
ihtiyaçlarını gördükten ya da pis olan herhangi bir şeyi
elledikten hem en sonra ellerini yıkarlar, eğer suyu ol
m ayan bir yerde bulunuyorlarsa, abdest için olduğu
kadar gusül için su yerine toprak y ah u t kum kullanırlar
ve bu da geçerlidir.
Hz. M uham m ed parm akların ucundan dirseklere k a
dar ellerin üç defa yıkanm asını em retti, dişleri tem izle
m ek için bir fırça kullanacaklardı, ağzı üç defa yıkaya
caklardı, fakat eğer acele ediyorlarsa, başı yıkadıkları
su ile kulakları da yıkayacaklardı ve yüksek sesle şöyle
diyerek yıkanm ayı bitirirlerdi "Tem izlenm eyi b itir
dim ", sağ taraftan başlarlardı, ayaklan yıkadıkları za
m an ayak parm aklanndan ve elleri yıkarken de par
m aklardan başlarlardı ve yıkarken şu kelim eleri söy
lerlerdi: "Bismillahil azim ve elham dülillah", A llah—ı
d in —i İslâm yani en büyük T anrı'nm adıyla, A llah'a
şükürler olsun, ki o İslâm dininin Tanrısıdır" derlerdi.
Y ıkandıklan sırada yapılması m ekruh olan bazı yasak
şeyler v a rd ır;b u n lar sağ elle burun silmek, güneşte ısın
m ış su ile yıkanm ak, yüze hızlı su çarpm aktır.
A bdesti bozan pek çok şey vardır, bu şeylerden biri
si olursa abdesti tazelem ek icap eder ve bu şeylerden
birinden sonra nam az kılam azlar, işte abdesti bozan
şeyler: Ö nden ve arkadan boşalm ak, vücutlarından kan
veya pislik gelirse, kusm ak, kuduz olm ak, bayılm ak,
sarhoş olm ak, nam az sırasında gülmek, bir kadım k u
caklam ak ve onun çıplak bir yerine dokunm ak, namaz
esnasında uyum ak, eğer herhangi bir kimse namaz es
nasında uyursa diğerleri onu uyandıram azlar, çünkü
bunu yaparlarsa onların da abdesti bozulacaktır, köpe
ğe veya tem iz olm ayan başka bir hayvana dokunm ak,
bütün bu kazalar abdesti bozar, nam azdan önce yeni
den abdest alm ak icap eder.
- 121 -
XXVI
CAMİLER VE NAMAZLAR
CAMİLER
NAMAZLAR
- 123 -
nam azlarını camide olduğu gibi kılarlar. Her gün aynı
duaları söylerler, günlere göre uzun veya kısa tekrar
ederler.
Ellerini om uzlar üzerine kaldırm aları (tekbir) bütün
dünyevî şeyleri terkettikleri ve Tanrı ile karşı karşıya
oldukları anlam ına gelir,- ellerin bağlanm ası huzurda
iken saygıyı belirtir.Secdeye varm alar A llah'a tapm ala
rını ifade eder.Sabah nam azı kılarlarken sekiz defa, ö ğ
leyin yirm i defa, ikindide onaltı defa,akşam nam azında
on defa, yatsı nam azında yirm idört defa secdeye varır
lar. Namaz kılarken, m ahrem kısım lar hariç çıplak ola
bilirler, köleler de aynı şeyi yapabilir, erkekler kadar
kadınlar da buna uyarlar,fakat hür kadınlara müsaade
edilm em iştir, zira onlar nam az kılarken tam am en ör
tünm ek zorundadır, ancak yanak ve çenenin yansı
a çık ta kalabilir. Nam az kılarken kadınlarla erkekler
arasında şu fark vardır, Allahü ekber dedikleri zam an
erkekler ellerini om uzlar üzerine kaldırır, Allahü ekber
derler ve sonra elleri göbek üzerinde bağlarlar, kadınlar
ise ellerini om uzlannın yansına kadar kaldırabilirler ve
sonra da göğüsleri üzerinde bağlarlar, daha sonra erkek
ler gibi nam azlanna devam ederler, abdestlenni de er
kekler gibi alırlar.
- 124 -
çıkm ıştı, bir dönm e kendisiyle birlikte cam ide ibadet
edenlerin o kadar kendilerini ibadete verm iş oldukları
nı ve ateş yakınlarında olduğu halde nam azı kesm edik
lerini ertesi gün bana anlattı. O nların cam ide hiç şaka
yaptıkları görülm em iştir, onlar cam ide daim a ciddidir
ler, dine bağlılık konusunda bize ders verm ektedirler.
Her gün öğle, ikindi ve akşam nam azlarında hem en
herkes camiye gider, diğer iki vakti ise çoğunlukla.evle
rinde kılarlar, seyahat o n lan nam azdan m uaf tutm az,
onlar nam az vaktinin geldiğini tahm inen tesbit edince
kırda bir su kıyısında biraz dururlar, yanlarına aldıkları
bakır kalaylı bir kap ile su taşıyarak abdest alırlar, son
ra yanlarından eksik etm edikleri küçük bir hah yayar
lar, üzerinde nam az kılarlar.
O nların devamlı yanlarından eksik etm edikleri teş
bihleri vardır, çünkü onların ço ğ u ister evde, ister so
k a k ta olsun d o stlan ile k onuşurken, bir şey satarken
veya kahve içerken her zam an teşbih çekerler, h er ta
nede Allah derler.
XXVII
TÜ RK LERİN YARDIM SEVERLİĞİ
VE HAC
HAYVANLARA K A R ŞI
YARDIM SEVERLİKLERİ
- 126 -
nıek için başlarını bir darbede keserler; eğer onların,
Fransızların yaptıkları şekilde öldürüldüklerini götseler-
di yapana birkaç sopa atm aktan kendilerini alam azlar
dı: pireleri ve bitleri, tırnaklar üzerinde öldürm eği bile
kan dökücülük sayarlar, sadece parm aklar arasında bir
veya iki seferde ezerler, sonra onları ölüp ölm ediğine
bakm adan atarlar. Ölen bazı kimseler mallarım haftada
birkaç defa köpek ve kedileri beslem ek üzere bırakırlar,
bıı vasiyetlerini yerine getirm ek için sadakatla ve din
dar bir şekilde bıınu yapan fırıncı ya da kasaplara para
larını bırakırlar ve her gün yanında et taşıyan insanların
köpek ya da kedileri çağırarak bu hayvanları çevresine
toplayıp onlara parçalar halinde bunları atm ası hoş bir-
şeydir.
M EKKE'YE HAC
XXVIII
TÜ RK LERE DÎNLERİNDE YASAK
EDİLEN ŞEY LER
RESİM LER
- 128 -
gelen bir Türk vardı ve her seferinde m um yalardan alın
mış ölan tahtadan bazı resimler görüyordu ve ben
odam da idim , bana ço k kızıyordu ve ben ona eski Mı
sırlıların bunları yapm ış olduklarını ne kadar söylesem
de hırıstiyanlara karşı küfretm eyi bırakm ıyordu, çünkü
o, yalnız resimler yapm anın T a n n 'y a ait olduğunu, on
lar ruh verdiğini; figürler yapm anın T anrı'yı taklit e t
mek m ânasına geldiğini, K ıyam et gününde resimlerin
kendilerini yapm ış olandan ruh istem ek için gelecekle
rini söylüyordu. Bütün Türklerde oldğu gibi, saçm a bir
sebebe dayanan onun hiddeti beni güldürüyordu, fakat
onlara bu resimlerin, ruh isteyecekleri söylendiği za
man, bunu kabul ederler.
Bir gün İngiliz gemisinde iken, geminin kıç tarafını
süslemek için konm uş olan bütün resimlerin burunları
nın kesilmiş olduklarını gördüm, bana ç o k yazık olm uş
gibi geldi ve bu geminin,.hüküm darın hizm etinde b u
lunm uş olduğu, yukarıya çıkan Türklerin bütün bu re
simlerin burunlarını kestikleri ve burunlan kesilirse gü
nah olm ayacağı söylendi.
TEFECİLİK
- 129
DOMUZ VE DİĞER M URDAR ETLER
Onlara, tem iz olm ayan etlerin yenm esi yasaktır,aynı
şeyleri Yahudiler de pis kabul ederler,dom uz yavrusun
dan Türkler kadar musevıler de nefret ederler ve onu
yem ezler, ona dokunm azlar, h a ttâ kunduracıları, bi
zim kilerin yaptıkları gibi dorçıuz yavrusu derisini kul
lanm ağa cesaret edem ezler ve pabuçlarını güçlükle di
kerler. Onlar, kurbağa, kaplum bağa, salyangozlar ve
m usevüerde yasak olan diğer hayvanlardan iğrenirler,
bütün bunlardan o kadar tiksinirler ki, dindar bir Tür
kü onları yem eğe m ecbur etm ek ona ölümden daha
ağır bir ceza gibi gelir, dom uz yavrusu yiyen tek bir
Türk gördüm ; dönm eler onları buldukları zam an m em
nuniyetle yerler, fakat bunlar dinsiz yah u t hıristiyan-
lıktan ayrılm ak için fırsat kollayan kişilerdir.
K öpekler de pis sayılır ve eğer geçerken bir köpek
onlara tesadüfen değerse onlar pis olurlar ve yıkanm a
ları icap eder. Bunun içindir ki koşan bir köpek görün
ce, bizim attan korktuğum uz gibi korunurlar. Köpekle
ri hiç evlerin içinde tutm azlar, fakat onları herkesin
kendi oturduğu m ahallede sokaklara bırakırlar ve bu
köpekler orada durm ağa o kadar alışm ışlardır ki, başka
yerlere gitm ezler ve eğer başka bir sokağa girm ek için
kendi sokaklarından çıkarlarsa, diğer sokağınkiler on
lar üzerine saldırırlardı ;çünkü her sokakta köpek bulun
m aktadır ve bir kısmı kendi bulundukları yere başka
köpeklerin girmesine engel olurlar.
Benim Pera'da bulunduğum sırada, frenkleri çok iyi
tanıyan bir köpek vardı ve birisini gördüğü zam an önce
onu takip ederdi, frenk de mahallesine kadar onu ok
şayarak gidebilirdi,ona biraz ekm ek alabilm ek için bir
kaç kuruş çıkartıp, orada oturan bir Türk fırıncıya u ğ
ram ayı âdet edinm işti, o da önce frenke bakıyor, sonra
ekm eği hazırlıyordu.
Türkler, Hz. M uham m ed'in bir kedisi olduğu, bir ke
resinde elbisesinin kolu üzerinde uyuduğu ve namaz
- 130 —
vakti gelince kendisini uyandırm am ak için elbisesinin
kolunu kesm eği tercih ettiğini söylerek kedileri ç o k se
verler,- onlan seve seve okşarlar ve daim a yanlarında
bulundururlar; onlar ço k sadık olan k ö p ekten nefret
ederek ve z'âlim bir hayvan olan kaplan tabiatındaki ve
ancak pek az iyi huyu olan kediyi severek tu h a f bir
davranışta bulunurlar.
ŞA R A P
XXIX
TÜ RKLERD E KANUN ADAMLARI
M ÜFTÜLER
- 131 -
dar beğendiği birisini bu m akam a tayin eder, bu kimse
bilgin bir kişidir ve K ur'an üzerinde ihtisas yapm ıştır:
ona dinî konularda başvurulur ve o da Fetva adı verilen
yazılar ile kararlarım bildirir. Müftü diğer bütün Türkler
gibi evlenir. Müftüye çok saygı gösterirler ve müftü,
hükümdarı ziyarete gittiği zaman önce hüküm dar onu
görerek kalkar, o da birkaç adım öne çıkar ve hüküm
darı büyük bir saygı ile selâm lar.
K anunlarının, bir müftünün öldürülmesine müsaade
etm ediğini kabul ederler, bununla beraber kendi irade
sinden başka kanun tanım ayan Sultan M urad, bir kere
sinde onlardan birini öldürtm ek isteyerek, müftüyü h u
zuruna getirtti ve ona kimin kendisini müftü tayin e tti
ğini sorunca, müftü "hüküm dar" cevabını verdi. Sultan
Murad da "E ğer seni ben müftü yaptıysam şim di de se
ni bu m akam dan alıyorum " dedi ve onu b o ğ d u rttu .
Benim fikrim e göre amcasının kötü yolunu takip e t
meyen şim diki Hükümdar Sultan M ehmed de Hocazade
Efendi adında birisini,ben İstanbul'da bulunduğum sıra
da öldürttü ;onu alm ak için evine adam gönderildi,bir ka
yık veya gemiye bindirilerek Bursa'ya götürüldü,onun öl
dürülüp öldürülmediği İstanbul'da bilinm iyordu,bazıları
onun İstanbl önündeki adalar civarında boğdurulup son
ra da denize atıldığını söylerler ;fakat kısa zam an sonra
Bursa'ya gittim ,orada onun boğdurulduğunu4ervişlerin
yanına gömüldüğünü öğrendim . Başı kesilerek değil de
boğularak öldürüldüğünü belirtm ek lâzım dır. Çünkü
onun kanını akıtm ak büyük bir günah sayılıyordu, ayrı
ca da ölüme m ahkûm edilen yüksek m akam sahipleri
boğularak öldürülürdü. Hükümdarı öldürterek yerine
kardeşini tahta geçirm ek ile suçlandığını öğrenebildim ;
Fransız elçisi M. de la H aye'ın bir ziyarette tanıştırdığı
ve refakat etm ek şerefine eriştiğim bu zat ço k sert bir
kimseydi. Büyük bir hıristiyaıı düşm anıydı, o her şehir
de rum lara yalnız birer kilise bırakılması taraftarıydı.
M OLLA VE KADI
İMAM
- 133 -
aşağı y u k an bizim gece başlıkları gibi beyaz keçeden
bir külâh taşırlar.
Bunlar salı ve cum a günleri oldukça hoşa giden bir se
m â yaparlar. Senia yapm ak zorunda oldukları günler,
tekkelerinde, ortasında parm aklıkla kare şeklinde ayrıl
m ış yer bulunan ve bu n u n çevresinde, bu kısım larda
bulunanlara geniş yer bırakan büyük bir salonda topla
nırlar; oldukça büyük olan bu salonun kıble tarafında
bir basam ak üzerinde ve birbirine bağlı iki vaiz kürsüsü
vardır, birinde şeyh o tu ru r ve sırtı güneye çevrilidir,
onun sağ tarafında olan diğerinde ise yardım cısı o tu ru r
sonra onlarla karşı karşıya, parm aklığın dışındaki salo
nun diğer ucunda küçük bir yer b ulunur, bunun üzerin
de ney ve kudüm çalan b irçok derviş yer alır, diğer
dervişler ise parm aklığın kapalı kısm ında bulunurlar.
Seyircilerin bulunduğu yerin üzerinde m üzisyenleri ta
nıyan bir Fransız ile birlikte oturdum . Onlar hep bira-
rada birkaç İlâhi söyledikten sonra, şeyh Türkçe açık
laması ile birlikte biraz K ur'an okudu, sonra onun yar-
dımcısj K ur'an'dan birkaç ayet okudu, bunlar şeyhin
Türkçe söyleyeceği sözlerin girişi m ahiyetindeydi.
Ş ey h yem inini bitirdikten sonra, kürsüden iner yar
dımcısı ve diğer dervişler ile birlikte salonda iki defa
dolaşır; m üzisyenlerden birisi h o ş bir sesle K ur'an'dan
birkaç ây et okur, bundan sonra dervişler müzik eşli
ğinde semaya başlarlar, onlar şeyhin önünden biri diğe
rini takip eder vaziyette, onu alçak gönüllülükle selâm
layarak geçerler, balenin ilk adım ı gibi bir sıçram a yap
tıktan sonra çıplak ayaklar ile dönm eğe başlarlar, sol
ayak eksen vazifesini görür, çünkü onlar yerden hiç
kalkm azlar, diğer ayağı kaldırırlar, bu onların m ahir bir
şekilde dönm esine yardım eder, dervişlerin ekserisi
yaşhdır ve geniş elbiseler giyerler. Bu dönüşler kudüm
ve ney eşliğinde yapılır.
Onlar durdurulduktan sonra, bu dans süresince yar
- 134 -
dımcısı ile birlikte büyük kürsülerinin ayaklan dibinde
o turan şeyh kalkar, sonra iki adım atarak kıbleye d o ğ
ru döner ve dervişler onun önünden geçerek onu müte-
vazi bir şekilde selâm larlar ve bunu d ö rt defa yaparlar.
Rüzgârla dolm uş değirm enler gibi hızla ve daim a
ahenkle dönerler, dönerken kollan yana açılm ış ve ba
zen gözleri kapalıdır, ne kadar yaklaşırlarsa yaklaşsın
lar hiç bir zam an biri diğerine dokunm az ve parm aklığı
takiben dönerler, müzik b iter bitm ez h içbir hatalı adım
atm aksızın bulunduktan yerde ç o k kısa bir an dururlar,
yerlerini değiştirm ezler.
Bu tarikatın kurucusu^ onlar arasında erm iş sayılan
H azreti M evlâna Derviştir.
Bütün dervişler, kendilerini A llah'a adam ış kimseler
olarak gösterdiklerinden ve b u arada da her türlü kötü
lüğü yapm aktan da geri durm adıklarından büyük şarla
tanlardır.
TÜ RK LERD E EVLENME
- 135 -
kendi aralarında birlikte oldukları büyük bir ziyafet ve
rilir ve günün kalan kısmı kııkla oyunları ve müzik ile
geçer, h a ttâ bazen yukarda bahsettiğim çingeneler de
oynatılırlar.
Bu şekilde evlendikten sonra, eğer erkek ölürse kadı
nın kocasından aldığı dulluk gelirinden başka bir ka
zancı yo k tu r, eğer kadın ölürse ve birkaç çocuk bırakır
sa, çocuklar babalarını, annelerinin dulluk gelirini ver
meğe zorlarlar. Türkler bu şekilde d ö rt kadına kadar
evlenebilirler ve istedikleri zaman onları boşayabilirler:
böyle yaptıkları zam an bir kadının önüne giderler ve
şöyler derler "Ala talak'is—sel âse" yani, "onu üç
kere terkediyorum "; eğer bir adam karısını haksız yere
boşarsa ona dulluk gelirini verm ek zorundadır, fakat
onu boşam ak için haklı bir sebebi varsa,bu parayı öde
mek zorunda değildir.
Eğer bir kadın boşanırsa hâm ile olup olmadığım bilsin
diye d ö rt ay geçm eden yani boşandıktan sonra d ö rt aya
kadar başka bir adamla tekrar evlenemez ve böylece de
soy sop karışm am ış olur,eğer bu kadın boşavandan h â
mile ise boşanm ak için doğum u beklem esi lâzım dır ve
baba çocuklarını beslem ek zorundadır. Eğer bir adam
kanunf yoldan karısını boşam am ışsa ve h a ttâ bu ayrıl
ma kadın tarafından bile olsa, eğer onu tekrar almak
isterse, bunu onun başka bir adam la evlenm esinden ön
ce yapam az, bu evlenm eden sonra onu tekrar alabilir.
Kebin kadınları için bu kadar usul y o k tu r, bir kadı
bulunarak ona böyle bir kadının alınacağı söylenir, ka
dına boşanırsa ödenecek m iktar vaadedilir, kadı bunu
yazar ve onu adama verir; adam da bundan sonra kadı
na istediği kadar bakar ve daha hoşlandığı birini bulur
sa, vaadetm iş olduğunu ona ödeyerek ve çocuklarını
besleyerek onu bırakır. Bu kadınlardan istedikleri ka
dar alırlar. Köleler de tıpkı efendileri gibi bu işi istedik
leri şekilde yaparlar, bütün bu kadınların çocukları di-
- 136 -
ğerlerininki kadar kanunîdir. Türkler sekiz göbekten
yakın olan akrabaları ile asla evleneınezler.
XXXI
TÜ RK KADINLARININ G Ü ZELLİK LERİ,
ÂD ETLERİ VE GİYİM LERİ
GÜZELLİK İHTİMAMI
ELBİSELER
- 137 -
m aklann ucu görünür, sokaklarda feracelerinin bir ucu
nu, ön tarafta biri diğeri üzerine gelecek şekilde tu ta r
lar. Ayakkabıları erkeklerinki gibidir.
- 138 -
divan üzerinde birşey yapm aksızın geçirecek kadar son
derece tem beldirler, ancak birkaç m endil üzerine ç i
çekler işlerler. K ocalan biraz para verir vermez onu bir
hizm etçi edinm ek için kullanırlar. Bu büyük işsizlik,
onlan kötü huylu yapar ve bütün düşüncelerini eğlen
m ek için bir zem in hazırlam ağa verirler.
BOŞANM A
- 139 -
pilâv, kahve, haftada iki defa ham am a gitm e parası te
min edem iyorsa boşanm a hakkına sahiptir, bunlardan
birini ona tem in edem iyorsa, kadın boşanm ak için Ka-
d ı’nın önüne çıkabilir, çünkü kocasının ihtiyaçlarını
karşılayacak im kânı y oktur, Kadı evine gelerek şikâ
yetleri haklı bulursa, kadının isteğini kabul eder.K oca
sı, âdetlerin hilâfına kadından yararlanm ak istediği za
m an kadın boşanm ak isteyebilir, bu durum da Kadı'ya
gider ve hiç bir şey söylem eksizin terliğini ters çevire
rek koyar; kadı bu dili anlayarak kocayı getirtm ek için
birini gönderir, bu suçlam adan dolayı erkeğe sopa atı
lır ve kadın boşanabilir.
XXXII
TÜ RKLERD E ÖLÜLERE AĞLAMA ADETİ,
ÖLÜLERİ GÖMME VE M EZARLIKLAR
AĞLAMA
- 140 -
lar veya bu zahm ete girm ek istem eyenler, para ile bu
işi yapan ağlayıcılar tutarlar.
CENAZE MERASİMİ
GÖMME
- 141 -
M EZARLIKLAR VE TÜ RBELER
XXXIII
TÜ RKLERİN MİZACI
TÜ RKLERİN KUSURLARI
- 144 -
ğını düşünürler. Türkler genellikle bütün m illetleri ve
bilhassa hıristiyanlar ve yahudiler gibi, kendi dinlerin
den olm ayanları hakir görürler; hıristiyanlara um um i
yetle köpekler derler. Öyle boş inançları olan Türkler
vardır ki, sabahleyin evlerinden çıkarken eğer ilk ola
rak bir hıristiyaıı veya yahudiye rastlarsa "E uzu bil-
lalı ıııinel şeytan el—ra d n ı” yani: "Tanrı bizi şey tan
dan korusun" diyerek hızla evlerine geri dönerler.
Halk tabakası, bir hıristiyanla, bilhassa eğer bu bir
frenkse, alay etm enin iyi bir hareket olduğuna inanır;
bu bizim giyimimizin onlardan farklı olduğu için böy-
ledir, onlar çok şaşırırlar ve bu kıyafetim izle bize k u y
ruğu olm ayan m aym unlar derler; fakat İstanbul'da ge
rek ahbap olsunlar gerek olmasınlar frenklere karşı bü
yük bir saygısızlık yapılm az, çünkü eğer onlar kötü bir
şey yaparlarsa derhal cezalandırılırlardı,bilhassa sarhoş
luk sebebiyle daim a sopa atılırdı.
Ben. hiç bir zaman eziyet çekm edim , sadece İstan
b u l’da birgün diğer Fransızlar ile birlikteyken yeniçeri
ler bulunm adığı bir sırada, küçük çocuklar bize elm a
koçanı attılar, fakat dükkânlardan işçiler çıkıp onları
kovalayınca kaçtılar. İstanbul’dan hareket etm ek iste
diğim sırada kralın elçisi M. de la H aye’ı ziyarete g itti
ğim zaman hoşum a gitm eyen bir şey olup olm adığını
sordu ve ben ona olmadığını, yalnız bir defa şapkam ı
yere attığım ı (şapka görm ek onları şaşırttığı için bu
sık sık yapılır) söyledim , bahtiyar olduğum u ve başka
larına nazaran buradan iyi hatıralarla ayrılabildiğimi
söyledi.
Türkler ilimle az uğraşırlar ve okuyup yazm ayı ö ğ
renm ekten m em nundurlar, um um iyetle içinde m edenî
ve dinî hukukun yer aldığı K ur’an üzerinde araştırm a
yaparlar; bazıları astroloji ile ve biraz da diğer bilim ler
le uğraşırlar.
Onlar âşık olurlar fakat bu kaba bir aşktır; çünkü
- 145 -
lutidirler ve bu onlarda yaygın bir kusurdur, bütün şar
kılarında şarap ve bu gizli aşklardan başka bir tem a iş
lenm ez, böylece onu gizlemezler. Ç ok cim ridirler, bu
sebeple dostlukları para ya da diğer hediyelerle kolay
lıkla kazanılır, para karşısında ço k nazik davranırlar ve
hüküm darın karşısında para ile elde edilem eyen hiç bir
şey yoktur. A ncak para ile başlar uçurulabilir ve niha
yet para orada her zam an olduğu gibi büyük bir kuvvet
tir. Alelade kimseler içki ile satın alınabilir.
Onların âdetlerinin işte başlıcaları.
XXXIV
HÜKÜMDAR
- 146 -
ondan daha fazla idarede söz sahibi iseler,bir M urat IV,
bir M ehmed IV — Thevenot bunu tan ıy o r— "hüküm
dar çocukları, kadınlan, harem ağaları, dilsizleri ve cü
celeri" ile birlikte sürekli bir yalnızlık içersinde günleri
ni tatlılıkla geçirm ekten başka bir kaygısı olm adığı"
şeklinde küçültülem ez (Voyage du Levant, Paris,1624
eserin yazan Baron de C ourm enin'in fikri). T hevenot-
nun diğer bir orijinalliği: Hüküm dar ailesinin erkekleri
nin, hüküm dara rakip olacak düşüncesiyle sistemli bir
şekilde öldürülmesi, hüküm dar açısından âdi bir cinayet
değil bir siyası müessesedir.>
Türkler, Sultan dedikleri tek bir hüküm dann tebası-
dırlar ve diğer m illetler ona büyük gücü sebebiyle Türk-
lerin im paratoru ya da Büyük Hüküm dar derler. Bu im
paratorluk babadan oğula geçer ve başlangıcından beri
Osmanlı hanedanının elindedir; bu aile Türkler arasında
k utlu kabul edildiği için başka aileden gelen birini hü
küm dar yapm a fikri asla yoktur.
MEHMED IV (1 6 4 8 -1 6 8 7 )
- 147 -
eğer oğlu yoksa erkek kardeşi yerini alırdı. Yeni hü
küm dar Haliç üzerindeki Eyüp Camiine deniz yoluyla
giderdi. Bu camiin ortasında, m erm er ayaklar üzerinde
yükselmiş olan gene m erm erden bir kürsü vardı. Hü
küm dar bu kürsüye çıkarak, biraz dua ettik ten sonra
müftü onun kılıcım kuşatır, sonra hükümdar bir grup
süvari ile İstanbul'a girerdi. Bu süvari grubu saraya ka
dar onunla beraber gelirdi.
- 148 -
Hükümdarı kardeş katline m ecbur eden sebep sadece
taht üzerinde hak iddia edebilecek bir kişinin bulunm a
sı değil, fakat hüküm darın birkaç kardeşi bulunduğu
takdirde, hüküm dar olanı hergün tedirgin eden,ona karşı
gösteri yapan veya ücretlerini arttırm ak isteyen askeri
birliklerin içinde bulunan küstah kimselerin eline fır
sat verilm em esidir; ve eğer onların isteklerini reddeder
se tehdide ve şöyle bağırm ağa başlarlar: "Tanrı bize
kardeşinizi bağışlasın" bununla, ondan m em nun olm a
dıklarını, tah ttan indirerek kardeşini hüküm dar yapa
caklarım ifade etm ek isterler. Onlar bu tem elden m ah
rum olurlarsa hüküm darlarına karşı saygılı davranırlar;
fakat her ne kadar zaruri olursa olsun bu siyaset İnsanî
sayılmaz.
HÜKÜMDARIN EĞLENCELERİ
149 -
lar ona aslen Messinah m uhtedi Kılıç Ali Paşa tarafın
dan Calabra'da ele geçirilen büyük ganim et arasından
takdim edilm iştir.
Her ne kadar Türkler arasında altın ve gümüş takım
ları yem ek esnasında kullanm ak yasak ise de, hükümdar
onları kullanm aktan vazgeçmezdi. Hükümdarın annesi
Vâlide Sultan'a da kırk gümüş tabakla servis yapılırdı.
Bahçelerde veya eğlence yerlerinde yapılan fevkalâde
ziyafetlerde, tıpkı elçilere, hüküm dar tarafından kabul
edilm eden önce divanhanede verilen ziyafette olduğu
gibi porselenden ve to praktan kaplar kullanılırdı. Bu zi
yafetler esnasında hüküm dar hiç kimseyle konuşm az ve
kendisini iyi tanıyan dilsiz soytarıların yaptıklarıyla il
gilenirdi. Bu soytarılar,daim a hükümdarı güldürebilmek
için aralarında çeşitli m askaralıklar yapm akla m eşgul
düler.
GÜNLÜK İŞ L E R
HÜKÜMDARIN GEZİLERİ
- 150 -
ni olm ağa çalışırlardı. Zira haksızlığa uğram ış olanlaı
hüküm darın sokaktan geçm esini beklerdi ve o geçtiği
zam an dilekçelerini mümkün m ertebe yükseğe kaldıra-
bildikleri bir sopanın ucuna takarlardı. Bunu gören hü
küm dar onu almak için adam gönderir ve onu aldırır-
dı. N eticede, vezirler hüküm darın, kendilerinin verdik
leri bilgilerden fazlasını öğrenm esini istem ezlerdi.
B irçok defalar hüküm darın gezintiye çıktığını gör
düm ; fakat onu gördüğüm ilk seferinde, onun sarayın
dan bir yıldır çıkm am ış olduğu bana söylendi. Karada
gezintiye çıktığı zam an ya yanında ç o k az kimse bulu
nurdu veya ç o k şatafatlı bir alay düzenlenirdi; daha
sonra anlatacağım gibi bu gezilere şahit oldum . Deniz
de gezintiye çıktığı zam an, daim a yanında az kişi olur
du. Saltanat kayığı G alata'nm karşısındaki sahilde bu
lunan sarayın yakınm a getirilir ve burada kayığa binerek
ya Üsküdar'a ya da Karadeniz'e gezmeğe giderdi. Bu
saltanat kayığı gösterişli, yaldızlı, ço k sayıda fakat sah
te taşlarla süslüydü. Bu kayığın her iki tarafında her bi
ri poturlarının veya donlarının üzerine bir göm lek giy
miş olan iki bostancı tarafından çekilen yirm idört kü
reği vardı; başlarına giydikleri serpuşlar yarını karış
yüksekliğinde ve bütün bostancılarınki gibi lâl rengin-
deydi: bunlar, bu fırsattan faydalanan Bostancı başının
güvendiği kimselerdi.
Sağda kürek çekenler, hepsi bostancı—başılığa nam
zet m üslüm anlaştm lm ış hırıstiyan çocukları idi. Solda
kürek çekenler ise bu göreve asla gelem eyecek olan ç o
ğunlukla A nadolulu Türk çocukları idi. Onlar saraydan
ayrılırken elde edebildikleri en büyük tazm inat günde
iyi bir para olan seksen k u n ış idi: o halde sağda olanlar
bostancı başı görevinden sonra yeniçeri ağaları veya
paşalar veyahutta eyalet valileri olabiliyorlardı. Eğer
bu bostancılardan biri kürek çekerken küreği kırarsa,
hüküm dar ona bulunduğu mevkie göre kuvvetinin kar-.
- 151 -
şılığı olarak ya bir avuç akçe veya bir avuç altın verir
di. Sultan Süleyman zam anında bunlara üç altın verili
yordu.Bununla beraber onların kürekleri kırması kuv
vetleri ile değil fakat daha ziyade hileyle oluyordu.H ü
küm dar saltanat kayığına binmeden önce ekseriya küre
ği biraz kırarlar, sonra da kürek çekerken bu kürekler
kolaylıkla kırılırdı. Bu saltanat kayığının dümeni, bos
tancı başı tarafından idare edilirdi.
Bu gezintilerden başka hükümdar, bazen kıyafet de
r iş tir m iş olarak, sıradan bir kişi gibi, em irlerinin tam
olarak yerine getirilip getirilm ediğini gözetlem ek için
şehirde gezerdi, şim diki hüküm dar bütün işlerinde
amcası Sultan M urad’ı içten taklid ediyordu; İstanbul'
da bulunduğum sırada hemen hem en her gün kıyafet
değiştirm iş olarak çıkıyor ve birkaç kişi onu biraz ge
riden takip ediyordu ve onu takip edenler arasında bir
cellât da bulunuyordu. G alata'da okluğu gibi İstanbul'
da da sokakta birçoklarının başlarını kestiriyordu; bu
işler daha ziyade şehrin asayişi ile görevlendirilm iş kim
seler tarafından yerine getiriliyordu. Hükümdarın, bu
kıyafet değiştirerek yaptığı teftişlerde luristiyanlar da
ha az cezaya çarptırılıyorlardı, çünkü onlar kötü dav
ranm ağa cesaret edem iyorlardı. Bazen bir fırına uğru
yor ve oradan bir ekm ek, ve bazen bir kasaba gidiyor
oradan bir parça et satın alıyordu. Bir gün bir kasap,
ona koym uş olduğu narhın üzerinde et satm ak isteyin
ce, cellâta işaret ederek derhal kasabın başını vurdur
du.
152 -
kırdı. Tütün içen Türklerin bulunduğu bir sokaktan
geçm eden birkaç gün önce burnuna kokusu geleceğini
söyleyerek orada tütün içm eği yasaklattırıyordu. Fakat
yaşadığı m üddetçe sigara içm eği yasaklayan amcası
Sultan M ıırad'ı taklit etm ek için bunu yaptığını zanne
diyorum . Bazılarını burunlarına bir çubuk geçm iş ola
rak, bazılarım da, boyunlarına tütün bağlı olduğu halde
astırıyordu ve bu hususta kimseyi affetm iyordu. Sultan
M urad'm tütünü yasak etm esinin başlıca sebebinin, ek
seriya insanların ağızda çubuk ile uyum aları,onun y a
tağa düşerek ateş alması veya daha önce söylediğim gi
bi buna benzer başka bir sebeple İstanbul'da büyük
tahribata yol açan yangının çıkm ası olduğu kanaatin
deyim.
Tütün satanları bulabilm ek için şüphelendiği yerlere
ve tütünün rahatlıkla satıldığı dükkânlara gidiyordu ve
bir tütün yaprağı için çok m iktarda altın vererek ve ri
ca ederek onu kimseye söylem eyeceği hakkında yemin
e ttik te n sonra tütün"; alıyor ve palasını çekerek satıcı
nın başını kesiyordu.
Bu konuda, onun hakkında oldukça hoş bir hikâye
anlatılır. Bir gün,Üsküdar'da kıyafet değiştirm iş olduğu
halde İstanbul'a geçen bir kayığa bindi; bu kayıkta çok
sayıda insan vardı ve onlar arasında Anadolulu bir sipa
hi, borcunu ödem ek için İstanbul'a geliyordu. Güçlük
le kayığa bindikten sonra tütün içm eğe başladı, hiç
kimse ona bir şey söylem eğe cesaret edem iyordu; an
cak Sultan Murad ona yaklaşarak hükümdarın yasağın
dan korkup korkm adığını sordu. Bu sipahi üstten baka
rak ona, hüküm darın da iyi vakit geçirdiğini, sarayında
kadınlar ve çocuklar ile iyi eğlendiğini ve sarhoş oldu
ğunu söyledi. F akat kendisinin böyle bir im kâna sahip
olm adığını ve tütüne de bir ekm ek kadar ihtiyaç d u y
duğunu ilâve e tti ve hükümdar da onun tütün içm esine
m âni olam adı ve sonunda hüküm dara tütün isteyip is
tem ediğini sordu. Sultan Murad ona ç o k alçak sesle tü
tün istediğini söyledi ve sipahinin çubuğunu alarak,
kim seye görünmem e endişesi ile kayığın bir köşesine
gizlenerek çubuğunu içti. İstanbul'a geçtikleri zam an,
biri diğerine, yapacağı işlerden bahsederek G alata'ya
geçm ek için her ikisi de bir kayığa bindiler. Karaya
çıktıkları zaman Sultan M urad, sipahiyi iyi bildiği bir
yere şarap içm ek için davet e tti ve sipahi de bunu ka
bul etti. Sultan M urad onu adam larının kendisini bekle
dikleri yere götürdü (çünkü hüküm darlar kıyafet değiş
tirerek gezdikleri zaman adam larına belirli bir yerde
beklem elerini em rederlerdi) ve oraya oldukça yaklaş
tıkları zam an, ç o k kuvvetli olan sipahiyi tek başına
zaptedebileceğine kanaat getirerek onun yakasına ya
pıştı.
Sipahi bu ataklıktan şaşırdı ve Sultan M urad'm sık
sık kıyafet değiştirdiğini hatırlayarak, onun hüküm dar
olduğundan hiç şüphesi kalm adı, bir an kendini kaybe
derek hem en onu kem erinden kavradı ve Sultan M urad'
ın böğrü üzerine bir darbe indirdi, sonra da onu yere a t
tı ve kaçtı. Sultan M urad bu darbeye karşılık verem edi
ği için çok kızarak, kendisine vuran cesur kişiyi yaka
lam alarım , kendisine getirm elerini ve sipahiye büyük
m ükâfat vereceğini bildirdi. F ak at sipahi hükümdarın
bu sözüne inanm adığı için bulunm adı.
XXXV
SADRAZAM VE TÜ RK İMPARATORLUĞUNUN
DİĞER BA ŞLICA G Ö REV LİLERİ
- 154-
yardı. Onun yardım cısı sadrıâzam dı. Çünkü norm al ola
rak yedi vezir vardı ve birinci vezir bütün selâhiyeti
elinde bulunduruyor ve her işi yapıyordu.
SADRIÂZAM
- 155 -
terirv ölüme m ahkûm edilen, hükümdarın emrini alır,
onu öper, bu emre duyduğu hürmeti gösterm ek için
başına koyar, abdestini alır, sonra duasını eder ve başını
cellâda teslim ederdi. Kapıcı onu ya bizzat kendisi veya
beraberinde götürdüğü adamları ile b o ğdurtur, sonra
başını keser ve İstanbul'a götürürdü. Böylece onlar, hü
küm darın em rine körü körüne itaat ederler; kapıcılar bu
idam işinde ya pek az bulunurlar, ya da hiç bulunm az
lardı; zira hüküm darın emri ile öldürüldükleri zaman bir
savaşta düşm anların karşısında şehit düşenler gibi ola
caklarına inanırlardı. Bu sırada bu kadar aptalca dav
ranm ayan pekçoklan da vardır ve bana öyle geliyor ki,
bir m üddetten beri bu şehit olma iddiasından vazgeç
meğe başlam ışlardır; onların, ölümü bu kadar sakin bir
tavırla kabullenm eleri ancak masallarda görülür.
Asya'daki isyanlar ne sebeple m eydana geliyordu.Bu
isyanlar ancak m em nun olm ayan paşalar tarafından ya
pılıyordu. Bunlar İstanbul’a geldiklerinde düşm anları
nın hazırlattığı ölümle karşılaşacaklarını biliyorlardı:
ancak taşraya gittikleri zaman kendilerini destekleyen
büyük kalabalık buluyorlardı ve kısa zam anda büyük
ordular kuruyorlar herşeyi tahrip ederek İstanbul kapı
larına kadar dayanıyorlar ve bu şehre korku saçıyorlar-
lardı. Bu durum da bu âsilerin elebaşıları vezir^ tayin
’edilerek silâhları ellerinden alm ıyor ve kısa zaman son
ra da idam ediliyorlardı; bu herkesin düştüğü bir tuzak
tır; çünkü bu vazife isyancıları elde etm eğe ve onları
İstanbul'a çekm eğe yarıyordu.
Türkleri uzun zaman K andiye'de idaresi altında tu
tan Hüseyin Paşa vezirlik görevini hiç istem iyordu.O na
defalarca teklif edildiği halde, ordu ve halk tarafından
sevildiğini, büyük gelir tem in ettiği K andiye'den uzak
laştırm ak için ona bu görevi verm ek istediklerini farke-
derek, hiçbir zaman vezirliği kabul etm edi; hükümdarın
bazı kıskançlıkları olması sebebiyle bu adadan dışarıya
- 156 -
çıkar çıkm az boynunun vurulacağından şüphe etm i
yordu ve bütün bu ileri görüşlerine ve senelerce bundan
kaçm asına rağm en nihayet tuzağa düştü.
Fakat yeniden sadrıâzam olabilm ek için büyük bir
hırsla hareket ettiklerini görünce, b irço k Türk'ün söyle
miş olduğu gibi, onların bilhassa düşm anlarından in ti
kam alm anın tadına varmak için bunu istediklerine
inanıyorum . Bu vazifeye tayin edilmesinin daha b a ş
langıcında bir sadrıâzam m b irçok kişinin başını vurdur
duğu görülm ektedir; fakat kendisi de bu âkibete her aıı
uğrayabilirdi.Saraya gittiği zaman tekrar dönüp dön
m eyeceğinden şüphe ediyordu.
Bununla beraber ölen sonuncu sadrıâzam birkaç yıl
vazifesini icra e tti ve eceliyle öldü. B unun için ç o k ihti
yatlı davranm ak ve her tarafta, fakat bilhassa sarayda
dost edinm ek icap etm ektedir. Hüküm darın annesinin,
hasekilerinin ve hadım ağalarının dostluklarını kazan
mak gerekm ekteydi* kızlar ağası yah u t diğer bazı kim
selerin hüküm darın yanında itibarları oldukça büyük
tür. Bütün bu dostlar, arm ağanlar ile elde ediliyordu.
DİĞER V A ZİFELİLER
- 157 -
vurulur, onların önünde evlenilir, bir köleye onların h u
zurunda hürriyeti verilir ve onlar hüccet denilen senet
leri veya emirleri verirlerdi. Onların tayininin hükümdar
tarafından tasdik edilmesi gerekiyordu. K aptanpaşalık
görevi de son derece önemlidir,* zira K aptanpaşa deniz
kuvvetlerinin kum andanıdır,‘buna Deniz Beylerbeyi adı
da verilm ektedir. Ayrıca burada anlatılması çok uzun
sürecek olan ve başlıcalannı söylediğim iz daha birçok
önemli görevler de bulunm aktadır.
Bütün bu görevlere tayin edilenler sık sık değiştirilir
di ve İstanbul'da bulunduğum sekiz aylık zam anda üç
m üftü, üç sadrıâzam ve üç kaptan paşa değişti. Bunla
rın çocukları, babalarının eski servetlerine hak kazana
m adıkları için ç o k zengin değillerdir. Çünkü görevden
alındıkları zam an bütün m allarına hüküm dar tarafından
el konuyordu.
XXXVI
D İV Â N -1 HÜMÂYUN
"DİVÂN N E D İR "
- 158 -
başı ve çavuş başı divanhanenin girişini em niyet altına
alırlardı. Burada devlet işleri görüşülür ve bütün davalar
son olarak görüşülüp burada hükm e bağlanırdı. Çünkü
hangi m illet ve dinden olursa olsun herkes örada dinle
nirdi. En fakir olanı bile bizzat vezire şikâyetini bildir
m ek ve ona dilekçesini verm ek hakkına sahiptir; vezir
şikâyeti dinler ve adalete uygun kararını verir. Eğer da
va borç ile ilgili ise vezir bir çavuş göndererek b o rç lu
yu buraya getirttirirdi. Borç verenin en az iki şahidi ol
ması gerekirdi. B orçlu orada borcunu ödem ek zorunda
dır, aksi halde hapse atılır ve ödeyinceye kadar hapiste
kalır. Eğer bu dava cinayet ile ilgili ise, itham edenlerin
sağlam delil ve şahitleri varsa, suçlu ölüme m ahkum
edilirdi.
XXXVII
ASAY İŞİN SAĞLANMASI
- 162-
para cezası alınırdı, eğer o bu saatte sokakta bu lu n d u
ğu için haklı bir sebep söyleyem ezse ve aynı zam anda
değnek cezasına çarptırılm anızsa, onun gece sokakta
yakalanması haysiyet kırıcı olurdu.
PARA
- 164 -
bi, efendilerinin em irlerini bekleyen ve hiç göz kırpm a
dan itaat eden hizm etkârlar görürsünüz. O kuldaki hoca
lar da öğrencilerini hıristiyanlann kam çılam aları yerine
ayaklan altına vurm ak suretiyle cezalandırırlar.
- 165 -
m ünasebette bulunan veya bir camiye giren hıristiyan-
lar kazığa o turtulurlar; bununla beraber Hıristiyanların
belirli saatlerde girebildikleri bazı cam iler vardır. Hıris
tiyanların eğer müslüman olmazlarsa öldiirtüldükleri
pek çok haller vardır, çünkü bir Hıristiyan yapm ış oldu
ğu bazı cinayetlerden müslüman olmak suretiyle haya
tını tekrar kazanabilir, fakat Türkler hayatlarını k u rtar
mak için hiçbir çareye sahip değillerdir.
XXXVIII
HÜKÜMDARIN ORDUSU
PİYADE
- 166 -
Solaklar da piyadedirler, ordunun o k çu grubunu te ş
kil ederler. Hükümdar şehre gittiği zam an onun etrafın
da bulunurlar. Solaklar merasime katılırken kollu, önü
işlemeli, kem erli, göm lekleri görünecek şekilde, daima
tem iz ve güzel bir ceket giyerler; başlıkları güzel bir k u
m aştan olup ucu sivridir, buna ibik şeklinde tüyler tu t
turulm uştur. O nlar om uzlarında yay ve sağ om uzların
da ilıtivaç duyulduğunda hem en çekm eğe hazır olan o k
larla dolu bir sadak bulunm aktadır, onlara solaklar de
nilir, çünkü hüküm darın sağ tarafında bulunanlar okla
rım çekm ek zorunda oldukları zam an, hükümdara arka
larını dönm em ek için yayın kirişini sol elleri ile çeker
ler.
YEN İÇERİLER
- 167 -
Yeniçeriler gerek sayıları (İstanbul'da bulunan oniki
bin yeniçeriden başka im paratorluğun çeşitli eyaletle
rinde de çok sayıda yeniçeri bulunm aktadır), gerekse
onlara verilen im tiyazlar sebebiyle oldukça kudretlidir
ler. Onların büyük topluluğu kardeşler diye adlandırılır
ve kendilerini korum ak hususunda asla zorluk çekm ez
ler; her istediklerini yaparlar ve subaylarından hiç biri
onlara el kaldırm ağa cesaret edem ez; dünyada yeniçeri
ler kadar saygı gören hiçbir ordu tanım ıyorum , bir ye
niçeriyi dövmüş olan bir kim senin hayatını kurtarabi
lecek hiçbir im kânı yoktur.
Herkese adalet icabı dayak atılabildiği halde onlara
kim se dokunm ağa cesaret edem ez, elçilerin ve konso
losların, önlerinde yürüyen ve evlerinde kalan birkaç
tane yeniçerileri vardır. Bir frenk şehre veya kıra, bir
kötülük gelm esinden korkm aksızın gitm ek istiyorsa, ya
nma elçiden bir yeniçeri alır ve bu yabancı, dönüşünde
yeniçeriye birkaç akçe öder. Yeniçeri de elinde bir
değnekle onun önünde gider, bununla frenke bakm ağa
cesaret edenlere vururdu.
Yeniçerilerin giyinişi diğer Türklerinkinden farklı
değildir, fakat onların saç şekli ayrıdır. Onların saçları
kazak yeni gibi yapılm ış olup arkaya sarkm aktadır; b u
nun gayesi hem başı örtm esi hem de başlık gibi onsuz
lara kadar inmesidir. Başlarına yarım ayak uzunluğun
da ve bu saça bağlı olan koni şekilli bir külâh giyerler,
)u kısmı yaldızlı güm üştendir ve sahte taşlarla süslen
m iştir. Bu külâha zerkülâh adı verilir ve bunu merasim
lerde giyerler; fakat diğer zam anlarda yeniçerilere has
bir nişan olan yünden bir başlık taşırlar.
Ücretleri günde 2,3,4,5 veya 6 akçedir, hepsinin üc
reti eşit değildir, ayrıca her yıl onlara bir m iktar kum aş
verilir. Bir hüküm dar tah ta çıktığı zaman onların ücret
leri bir akçe daha arttırılırdı. Söylem iş olduğum gibi
sayıları onikibin olan kapı yeniçerileri 160 odalı iki
- 168 -
kışlada kalırlar; her odada 30, 40 ya da 50 kişi o tu ru r
du. Bnskn verde kalm ak isteyenler kalabilir, fakat onla
rın kaldıkları yerler aynı tarzdadır Çaldıkları yerlere oda
adım verirler ve her odada üç subay, bir oda başı var
dır. Y eniçeri ağası bütün yeniçerilerin kum andanı ve
m üteferrikasıdır; yeniçeri ağası, kendi dairesinde birisi
ne ceza verme hakkına sahip değildir, ancak bir yeniçe
ri hakkında ona bir şik ây et olduğu zam an, onun hangi
odada kaldığım soruşturur, sonra onun oda başını ça
ğırttırır ve şikâyeti ona bildirir, o da odasına götürür ve
orada geceleyin cezalandırırdı. Çünkü askerlere herke
sin önünde dövm e ve ölüm cezası verilem ezdi; eğer ölü
mü hak etm em işse onun ayakları altına sopa vurulur ve
eğer ölümü hak etm işse geceleyin boğulur, sonra bir
sandığa konularak denize atılırdı. Bütün askerlere bu
tarzda ceza verilirdi.
Yaya birlikleri arasında istihkâm hizm eti gören azap
lar bulunm aktadır, bunlar yeniçerilerin önünde bulun
m akta ve onlardan üstün sayılm aktadırlar; bunlardan
başka: cebeciler, to p çu lar veya başka b irçok yaya bir
likleri daha vardır...
SÜVARİ
- 169 -
M üteferrikaların hepsi de kıym etli kişilerdir ve bun
lar parasız çalışırlardı; çünkü onlar hükümdar biz/at
gönderm ezse savaşa gitm ek zorunda değillerdi.O , m üte
ferrikaların başıdır, bir yerin idaresine tayin olmak için
m üteferrika olm ak icap eder.
Bütün bunlardan başka, basit süvariler veya iıafıf a t
lılar durum unda olan sipahiler vardır. Onlar iki sınıftır,
çünkü bir kısmı, diğer askerler gibi ücretlerini iki ayda
bir alırlar ve bu ücret 15, 20, 40 akçe olup biri diğerin
den fazla veya eksik olabilir. Sipahiler altı alaya bölün
m üşlerdir ve her birinin farklı renkte bir bayrağı ve bö
lük ağası adı verilen kum andanları vardır; diğerleri ay
lık alacak yerde, arpalık gibi, bir tım ara sahiptirler,
çünkü tim ar onlara fethedilen topraklar üzerinden bir
gelir sağlar ve bıı kişilere tımarlı sipahi adı verilm ekte
dir: onların pek azı şehirlerde oturur, ekserisi dinarları
na dağılm ışlardır; kendilerine verilen tım arlarının değe
rine göre az ya da çok süvari ile hükümdarın hizm etin
de bulunm ak zorundadırlar.
Sipahilerin bütün malları ve genellikle aylık alanlar
dan çocuksuz öleıılerinki hükümdara kalır, fakat eğer
kız çocukları kalmışsa mirasın ancak yarısını alır ve oğ
lunun yerine ölenin halefi olur.
- 170 -
lık alanlar büyiik çoğunlukta idi.
Bundan başka hükümdar, paşalara veya eyalet valile
rine sefere katılm aları için em ir gönderir;oıılar zaten as
kerlere yakışan büyük bir sadakatle mümkün olduğu
kadar çabuk sefere katılırlar ve bazen emirleri altındaki
askerin bir kısmını sefere gönderirlerdi. Sancaklar, ti-
marlı sipahileri ile birlikte sefere katılırlar; süvarilerin
Düyük bir kısmı sefere uşakları ile beraber gelirler^ bun
lar hıristiyan ordularında olduğu gibi m aiyetinde bu
lundukları adama iyi hizm et ederlerdi.
Onları sefere sevketıııek ve iaşelerini tem in etm ek
kendileri için kolaydır, çünkü beraberlerim le ço k az
eşyaları bulunur ve yorgunluktan fazla şik ây etçi ol
mazlardı. Onlar pek az şeyle yaşarlar; biraz pirinç, ek-
mck,sıı,kahve ve tütüne saiıip olunca m em nun olurlar
ve bunlardan biri eksik olursa sabrederler ve şarapları
biten lııristiyanların yaptıktan gibi sefere katılm am az-
lık etm ezlerdi; Türkleriıı orduları da açlıktan hiçbir za
man yok olmaz,' onlara her taraftan her çeşit yiyecek
ler gelirdi. Çünkü aldıkları yiyeceğin karşılığını derhal
öderlerdi. H içbir kanşıklığa m eydan verilmez ve sefer
de hırsızlık yapılmazdı. Bir pazarda imiş gibi herşey se
fere getirilirdi. Hatta Türkler İranlIlara karşı savaşta
iken bile mallar, soygun tehlikesi olmaksızın bir ülke
den diğerine bir ordudan diğer orduya em niyetle ge
çerdi.
Sultan Murati Bağdat seferine altı ya da yediyiizbin
kişilik bir ordu ile gitti,- bazılarına göre ise bu ordunun
süvari ve piyade olarak sayısı dokuzyiizbiıı kişidir.Ç öl
lerden geçm ek icabetti ve bununla beraber ordu aynı
intizam la yürüyüşüne devam etti. Hükümdar için or
dunun savaş zam anındaki masrafı, barış zam anındaki
m asrafından çok olm uyordu, çünkü o sadece kendi
kapıkulu askerinin iaşesini tem in ediyordu. Paşalar ve
diğerleri ise kendi m aiyetindekilerin ihtiyaçlannı gide
- 171 -
riyorlardı, fakat onlara bu kadar savaşlar kazandıran ve
şehirler fethettiren sadece bu özellik değildir, aynı za
manda karşılarında kim olursa olsun savaşmak için de
vamlı hazır olan, yorgunluk sebebiyle asla savaş meyda
nını terketmeyen bu birliklerin değeri ve kuvvetini de
hesaba katmak lâzımdır; savaş meydanında düşmanları
kendilerinden fazla da olsa gerilemezler ve aslanlar gibi
dövüşürler.
ORDUNUN MORALİ
172-
gönderdiği yere giderler. Bütün bunlar onları ziyafete
gider gibi neşe ile savaşın en büyük tehlikelerine atıl
mağa sevkeder.
Sultan M urad kalabalık bir ordu ile Bağdad önünde
birkaç gün düşm ana karşı hiçbir üstünlük sağlayam adı;
kendisine m ukavem et edildiğini görünce öfkelendi ve
u tan ç verici bir şekilde kuşatm ayı kaldırm aktan k o rk a
rak, bütün ordusunu topladı ve hiçbir şey yapm aksızın
oradan çekilm enin utancını askerlerine anlatarak, bu
u tan ç ile m em leketine dönm ektense, onlarla birlikte
orada yok olm ak istediğini açıkladı, ertesi gün genel
bir hücum yapılmasını em retti ve şehrin alınmasından
önceki hücum dan kaçanları bizzat kendi eliyle öldürdü;
ertesi günü hücum yapıldı, herkes biliyordu ki, Sultan
Murad da icra adaıuı idi, herkes, askerler kadar subay
lar da düşm anla om uza om ııza dövüştü ve çoğu öldüler,
fakat nihayet şehri hücumla elde ettiler.
SİLAHLANMA
- 173
ya bağlı olan deriden bir bandı tutarlar ve bununla, fi
tilli tüfeği hafif bir tüfekle yapılabildiği gibi ateşlerler.
Ben, K ahite'deki Fransız konsolosluğunda fitilli tü
feğini iyi doldurduktan sonra bunu bir ağacın üzerinde
ki iki kum ruya atan ve kum rulardan birini başından,di
ğerini de karnından vuran bir yeniçeri hatırlıyorum .
Onların süvarileri için, bu ülkede kalm ış olan birkaç
Fransız ne derse desinler, onlar ata iyi binerler. Üzengi
leıi çok kısadır, fakat iri görünürler ve at üzerinde sanki
çivilenm iş gibi dik dururlar; bir gün Fransız m ahallesin
de sarhoş bir sipahi gördüm, o kadar sarhoştu ki, des
teksiz duram ıyordu ve atına bindiği zaman sallanmaksı-
zııı yüz çark yaptı: onlar atîarm a iyi bakm ağa çok iti
na ederler. Atı için yulafı, onu tım ar etm ek için gerekli
takım ı, onun başına gelecek kazaya karşı ilâç olabile
cek malzemesi hazu olm ayan hiçbir süvari yoktur. Sa
bah olur olmaz kalkar ve onu tım ar eder. Bütün bunlar
dan sonra, onların karada bu kadar kuvvetli olmalarına
ve giriştikleri herşeyin sonunu getirm elerine şaşm am ak
lâzım dır.
XXXIX
TÜRKLERİN DENİZCİLİKTE ZAYIFLIĞI
- 174-
gemi inşa edem iyorlar ve bu gemiler iki yıldan fazla
kullanılam ıyordu. Kayıklar ve yük taşım ada kullanılan
diğer gemiler oldukça iyi yapılm aktadır; fakat savaş
için yapılanlar oldukça acem icedir; pek beğenm edikle
ri halde Venedik çektirilerini taklit etm ekten başka bir-
şey de yapam azlar, fakat burada iyi netice elde
edem iyorlardı, çünkü mavna diye isim lendirdikleri on
ların çektirileri ancak biraz geliştirilm iş kadırgalardır;
bu değiştirilm iş gemi yahut kaptan kadırgası bir yıl
kullanıldıktan sonra ertesi yıl mavna oluyordu.
Bir gemiyi yeniden inşa ettikleri ve onu denize indi
recekleri zam an, diğer bütün gemiler ve kadırgalar ora
da bulunurlar ve denize indirilecek olan gemi sancaklar
la süslenir ve içinde müzisyenler bulunurdu; lim an hal
kın bindiği kayıklarla doludur. H erşey hazır olunca,ye
ni geminin üzerinde birçok kurban kesilir ve etleri fa
kirlere verilir ve bundan sonra müzik eşliğinde m arşlar
çalarak gemi denize indirilir ve herkes defalarca "Al
lah" diye bağ ırırd ı; gemi denize inince bütün kadırgalar
top atışları ile onu selâm larlardı.
Ben İstanbul'a varışım da bir kaptan kadırganın deni
ze indirildiğini gördüm , fakat İstanbul'a gelişim den az
önce böyle bir merasim felâketle sonuçlanm ış, zira de
nize indirilecek olan yeni gemi büyüktü ve içinde çok
kimse bulunuyordu, denize indirilir indirilm ez batm ağa
başladı ve geminin ön tarafına su girdi, orada pek çok
kimse boğuldu, onu selâm lam ak için gelmiş olan gemi
ler ve kadırgalar dönm ek zorunda kaldılar.
Türkler gemilerine çok sayıda asker ve h a tta yeniçeri
koyarlar; fakat karada savaşa gitm ek var dönm ek yok
olduğunu bildikleri halde denizde para vererek m uaf
olabiliyorlardı.
Böyle sefere katılan herkese seferlu denm ektedir.O r
dunun hareketinden önceki son üç gün içinde bu asker
ler, ellerinde bir balta ile rastladıkları bütün hıristiyan
- 175 -
ve yaiıudilerden ve hatta ve bazen de Türklerden para
isteyerek sokaklarda dolaşırlar ve eğer para vermeyen
olursa, hiç tereddüt etm eden balta ile ona vururlardı.
Bu üç günlük m üddet içinde Hıristiyanların ve yahudile-
rin sokaklarda bulunm aları kendileri için iyi değildir.
Bu sırada bütün m eyhaneler, askerlerin sarhoş olarak
sokaklarda büyük çılgınlıklar yapm asını önlem ek m ak
sadıyla vezirin emri ile kapatılm ıştır.
F akat İstanbul'da bulunduğum esnada Ç anakkale'de
yapılan savaş hakkında birşeyler söylem ekten kendim i
alam ıyorum ; bu savaşta hıristiyanlar ve Venedikliler
büyük başarı ve üstünlük elde ettiler.
- 176 -
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ÇANAKKALE SAVAŞI
(1656)
- 179 -
Herşey Iıazır olunca Türk ordusu İstanbul lim anın
dan Haziranın onyedisine rastlayan Cum artesi günü sa
bahın onunda hareket etti. Bu sırada kaldığım evin bal
konunda idim ve oradan bütün limanı görebiliyordum ,
çıkm ak üzere olan bütün gemileri kolaylıkla sayabili
yordum .
Bundan altı ya da yedi gün sonra. Ram azanın ilk gü-
nii, müftü, sadrıâzam ve bütün halk orduya yardım e t
mesi için Tanrıya dua ettiler... Fakat onların duaları bir
netice vermedi, çünkii yirm idokuz Haziran akşam ı Per
şem be giinii, İstanbul'a iki ordunun yirm ialtı Haziran'
da savaşa »iliştiği ve Türk ordusunun m ağlup olduğu
haberi geldi, birkaç güsı sonra, bu savaşta bulunm uş ve
oradan kaçm ış olan bir yeniçeri, bana savaşın bütün te
ferruatını anlattı.
- 180
lerin çıkartm a yapabileceğinden k o rk tu ğ u yerlere acele
olarak asker gönderilm esini em retti. Çünkü o, Vene
diklilerin İstanbul'a gelm elerinden kaygılanıyordu. Sur
ların üzerindeki evleri y ık tırttı, zira bu evler şehrin yan
masını kolaylaştırıyorlar ve m üdafaaya mani oluyorlar
dı. Venedikliler göründükleri zam an, Türk lerin İstan
bul'u terkedeceklerini tahm in ediyorum,- hükümdarın
derhal A sya'ya geçeceği kesindir ve onlar arasında, İs
tanbul'dan Üsküdar'a geçm ek için bir kayıkta yer bu
labilmek amacıyla bir sekuin verilebileceği zamanının
geleceğini bir şeyh veya imamın haber verdiği söylenti
leri dolaşıyordu. Bu bozgun birçok Türk tarafından ön
ceden tahm in ediliyordu.
Altı A ğustos Pazar günü akşam ı, hiçbir hareket ol
madığı sırada, ordudan aıta kalanların bir kısmı olan
yedi Türk kadırgası ve bir mavna sessizce, bayraksız,di-
reksiz fakat sadece trinketa ile İstanbul limanına girdi
ler. Biz diğer Frenkler bundan gizlice seviniyorduk, fa
kat bu sevincimizi açığa vurm aktan uzaktık. Hıristiyan-
lar için bu kadar üstünlük sağlayan bir başarı karşısında
Türklerin acılarını anlayışla karşılam ak icap ediyordu.
Kaybedilm iş olan bu savaştan itibaren, Tiirkler iııris-
tiyanlara karşı büyük bir kin ve hırs duyuyorlardı, bir
Frenki gördükleri zaman bunu m uhakkak hatırlıyorlar
dı; hatta G alata'da frenk tüccarların geçtiğini görenler,
yüksek sesle "Bayram olunca bu şapkalara olacakları
göreceğiz" diye söylenirlerdi. Bu sözleri işitenler bir
birlerine, bayram günü bütün Frenklerin bir katliâm a
m aruz kalacaklarından endişe ederek, duyduklarını bir
birlerine söylüyorlardı. îla tta bir gece bir sürü yeniçeri
nin G alata'da kayığa bindikleri öğrenildi; bu bizi şüp
heye düşürüyordu, zira bilhassa sarhoş oldukları zaman
kabalıkları ile korku verici olurlardı. Limanda olan In
giliz gemileri elçilerinin emri ile geceleyin denize açılı
yor ve burada em niyet içinde kalıyorlardı. N ihayet yir
- 181 -
midört Temmuza rastlayan bayram geçince kendimizi
yeniden biraz emniyette hissettik.
Fakat yirmisekiz Temmuz Cuma günü akşam saat
onda Fransız elçisine ilk korkumuzu bildiren bir mek
tup geldi. Bu mektup hükümdarın sarayının yakınındaki
bir başka sarayda yaşayan içoğlan tarafından Türkçe
yazılmıştı. Birinci tercümanın gelmesi için haber gön
derdi ve ona bu mektubu okutturdu; bu mektupta
Türklerin bayramda bütün Frenklere karşı harekete
geçmedikleri, fakat kısa zaman sonra bunu yapacakları
belirtiliyordu. Elçi bu mektubu içoğlanların ağasına
gönderdi, o da bahsedilen mektubu gördükten sonra,
bunu niçin yazdığını söylemeyen gence ikiyüz sopa
vurdurdu; öyle ki, çığlıklar elçinin evinden duyuluyor
du.
- 182 -
XLI
1655 YILINDA İSTANBUL'DA
ORTAYA ÇIKAN AYAKLANMA
- 183 -
terinden şüphe ettiği için Sultan O sm an'ı böylece b o ğ
m uşlardır; çünkü bu hükümdar onların güçlü olmasıyla
kendi kudretinin zayıflayacağını biliyor, onların karşı
sında zayıf olduğuna, onları ortadan kaldırmazsa hiçbir
netice elde edem eyeceğine inanıyordu. Fakat onların
farkedeıneyeceği kadar gizli olan bu tasarısını gerçek
leştirem edi; bunun içindir ki, zorla sarayına girdiler,
onu küçük düşürücü bir şekilde Y edikııle'ye götürdüler.
Yolda ona binbir hakaretle pek ço k kötü şeyler yaptı
lar; Yedikııle’ye gelince onu boğdular ve yerine amcası
M ustafa'yı geçirdiler.
Onlar kısa zam an sonra O sm an'ın kardeşi, başta bu
lunan hükümdarın babası Sultan İbrahim 'i öldürttüler;
onu saraydan alarak boğdukları Y edikııle'ye götürdüler
ve yerine halen hükümdar olan onun oğlu Sultan Meh-
m ed'i tahta geçirdiler.
Neye teşebbüs ederlerse etsinler, onlar hüküm darları
nın kanına saygı duyarlardı ve im paratorluğunu yok e t
meği düşünmedikleri ilk hükümdar O sm an'ın ailesine
büyük öir saygı duyarlardı.
1655 İSYANLARI
- 184 -
ma üzerinde taşıyordu. Sarayın m uhafız kum andanı
durum undaki kapıcılar kethüdasını ç a ğ ırttı; mührü ona
vererek K andiye'deki Türk ordusunun kum andanı Hü
seyin Paşa'ya götürm esini em retti, zira hükümdar bu
görevle onu İstanbul'a çekm eği, sonra da onun başını
uçurm ayı düşünüyordu.
Bunun için ayııı gün Sadrıâzanı Süleyman Paşa göre
vinden azledildi ve Zurııazen M ustafa Paşa da Hüseyin
Paşa gelinceye kadar sadrıâzanı vekilliğine tayin edildi.
Bıı sırada Hüseyin Paşa sadrıâzanı olm a ümidi ile Girit-
ten hareket e tti ve kısa zam an sonra sarayına varır var
maz kapıcılar kethüdasına m ektuplar gönderildi. Bu
m ektuplar ile ona önceden verilen em irlere göre hare
ket etm esi bildiriliyordu; fakat kapıcılar kethüdası bu
emirleri hesaba katm aksızın, bunların hüküm darın emri
olarak değil de ancak kalleşçe davranışlar olm asından
şüphe ederek kendi düşüncesine göre hareket etti.
Mart ayının ilk gününe rastlayan Salı günü, alması
gereken ücret ve kum aşı kabul etm eksizin beş veya altı
yıl orduda kaldıktan sonra ikiyüz yeniçeri ile Kandiye'
den geldi. İstanbul'a gelince, onları kara ordusunun ve
kili olan K âhya Bey'e gönderen Y eniçeri Ağasına şik â
yetlerini bildirdiler. Onlar bahsedilen Kâhya Beyi bul
m ağa gittiler ve ona hizm et ettikleri zamanı bildirince
hakları olan ücret ve kum aşı istediler; aralarında yarı
dan fazlasının artık vazifesinden azledildiğini söyleye
rek K âhya Bey onlara şöyle dedi: "Reziller gidiniz, bu
radan çekilin, sizin hepinizi boğdurtacağım ve denize
a ttıracağ ım ; m eyhanelerden çıkm ıyorsunuz ve karşım a
gelip bu çeşit şikâyetlerde bulunuyorsunuz, siz de ge
celeri zavallıların kapılarını geceleyin kıran hırsızlardan
sınız, çekilin gidin, sizi pişm an edeceğim ."
Bu zavallılar bu nutuklardan şaşırarak ne yapacakla
rını bilem ediler ve A tm eydanı'na gittiler, orada çok sa
yıda cebeciler ve topçulara rastladılar, onlar da kendile-
ıine verilen ücretten m em nun değillerdi ve bunların sa
vılan da döıtyiiz civarında idi. Fakat dört Mart Cııına
günü öğleden sonra A tm eydanı'nda yeniçeriler, sipahi
ler, topçular ve cebeciler dahil beşbin Ki şi bulunuyor
du. Orada kendilerine yapılan haksızlıktan intikam al
mağa yem in ettiler.
Beş Mart Cum artesi günü aynı yerde onbinden fazlası
toplandı; onların arasında ücreti ancak altı akçe olan
Celep Hasaıı Ağa adlı bir sipahi de vardı; akıllı bir
adam dı, iyi konuşuyordu ve bir topluluğun başı ol
m akta ç o k hünerliydi, kısa zaman sonra Elıamlu Melı-
med Ağa ve E nden—Zâde Mehmed Ağa adlı sipahiler
gruba katıldıklarım açıkladılar ve ,'.epsi hükümdarı bir
ayak divanı tertiplem eğe m ecbur etm eğe karar verdi
ler.
Kızlar ağası ve sarayın diğer iıadım ağalan bu to p
lantıdan haberdar olarak, emirlerin başı olan ııazin E ş
re f i bu adam ların niyetinin ne olduğunu öğrenm ek
için görevlendirdiler; bu a. anı gelerek onlarla k o n u ştu ;
onlar da ¡üikümdara sunulm ak üzere isteklerini yazılı
olarak ona verdiler, onların isteklerine göre hareket et-
meıv üzere saraya dönen kızlar ağası, bunların hüküm
darın kulağına gitm esini istem eyerek ona şöyle dedi:
"N e istiyorsun? Sen m azulsıın” ve onu yakaladı ve son
ra Nişancı Paşa'yı bu kişilerin niyetlerini açıklam aları
için ricaya gönderdi. Onların çekilm eleri halinde, yeni
çerilere ücretlerinin ve kum aşlarının ödeneceğini
vaad etti. Fakat ona taş atm aları üzerine sesini zorlukla
duyurabiliyordu ve hüküm dar tarafından değil hadım
aüaları tarafından gönderildiğini bildiklerini söyleye
rek onu bir odaya kapatm ak istediler.Bıınunla beraber
Celep Hasa:ı Ağa onun öldürülmesine m âni oldu. Âsiler
onun yakalanm asından m em nundular. Nişancı Paşa'nın
yakalandığını öğrenen kızlar ağası, Tavukçu M ustafa
Paşa'yı hüküm dardan getirdiğini söylediği bir A h t—ı
- 186-
şerif ile birlikte gönderdi, bu mektupta onlara hizme
tinde bulundukları zaman yedikleri ekmek ve tuzun hak
kı için Allah’a dua ettiğini ve çekilmeleri için yalvardı
ğını bildiriyordu; onları memnun etmek için işlerini
yeniçeri ağası ve Kâhya Bey gibi onlara zararı dokunan
kimselere vermemişti.
Asiler, hepsi bir ağızdan bunun yeterli olmadığını
ayrıca onları öldürtmek istediklerini, bundan başka hü
kümdarın bir ayak divanı toplamasını istediklerini yok
sa pişman olacağını, çünkü hükümdarın bütün parasını
çalan hırsızların kimler olduğunu ve niçin ücretlerinde
bu kadar çok sahte akçe bulunduğunu bildiklerini (on
ların ayaklanmalarının esas sebebi olan) bağırıyorlardı.
Kısacası, mademki o hükümdarlarıdır, onu görmek ve
isteklerini bizzat ona bildirmek istiyorlardı.
Aynı gün ikindiden sonra Atmeydanı’na gelmiş olan
altı bölük ağası bu göreve yeniden geçmiş olan Kâhya
Bey ile birlikte bütün çorbacılar, odabaşılar ve Ocak
ağalarının da refakati ile buraya gelerek bütün toplulu
ğun karşısında bir Kur’an, bir kılıç, ekmek, tuz getirttiler
ve yeniçerinin bir tüyüne birşey olursa, hepsinin başla
rının uçacağını ihtar ettiler, Yeniçeriler derhal sipahiler
ile birlikte hareket edeceklerine yemin ettiler. Yemin
tamamlanınca ve dua yapılınca Koca Yusuf Paşa, Ni
şancı Paşa, Celep Hasan Ağa, Enden— Zâde Mehmed
Ağa, Turnacıbaşı, altı bölük ağalar ve altı sipahi kâh
yası ile birlikte yapacakları işleri çözümlemek ve teşeb
büslerine son vermek üzere ertesi günü sabahına kadar
bütün gece odalara çekildiler.
Altı Mart Pazar günü, şafakla beraber, kendilerine
teslimini istedikleri altmış kadar kişinin listesini yaptı
lar; bana söylendiğine göre bu listeye hükümdarın an
nesi de dahil edilmişti; fakat para kuvveti ile listeden
çıkarıldı. Görevi tamamladıktan sonra aynı şekilde,
onların tatmin edici birşey vermediklerini ve başka
- 187 -
şekilde elde edem ediklerine kuvvet yolu ile sahip ol
manın icap ettiğini görerek et satılan bir m eydan olan
Etm eydanından A tm eydanı'na gitm ek üzere yola çık
tılar: sabahın saat onunda A tm eydanı'na geldiler ve
ilkin üç defa "A llah" diye bağırdılar. Hükümdar bu
gürültüyü duyunca ç o k şaşırdı ve yapılabilecek şeyleri
bildiğinden, kızlar ağasını çağ ırttı, o da hükümdara
kendisinin, annesinin ve en iyi hizm etkârlarının başla
rının istendiğini söyledi. Hükümdar buna hayret e tti ve
derhal, kendisine ayaklanm ış gibi görünen halkının ni
yetinin ne olduğunu bilmek için ve eğer kendisinden
birşeyler istiyorlarsa A yasofya'nın önündeki sarayın
bir bölümü olan Alay Köşküne gelmelerini ve onları
m em nun edeceğini kendilerine bildirmesi için, bir
A h t- ı Ş e rif gönderdi. Bu sırada Kara A bdullah at üze
rinde onlara gitti ve şefleri olduğunu bildirerek tehdit-
k âr bazı sözler söyledi, fakat hemen vurularak öldürül
dü. Bundan sonra bütün topluluk "A llah" diye bağıra
rak, kalabalık halinde öğleden sonra köşkün altına git
tiler. Burada bir cebeci kalabalıktan sıkışarak öldü ve
yağm a olur ümidi ile kalabalığa karışan bir yahııdi
bu kalabalıkta sıkıştı ve yahudi olduğu anlaşıldı ise de,
miisliiman olduğunu bildirerek hayatını güçlükle kur
tardı.
- 188
yince, hüküm dar onlara niçin toplandıklarını, istek leri
nin ne olduğunu sordu, onlar da kötülük istem ed ik leri
ni, bilâkis saadeti için A llah'a dua ettiklerini, üç gün
den beri kendisinin değil, hadım ağalarının söz sahibi
olduklarını, ülkenin her tarafının tahrip ed ildiğini, hiç
bir yeniçeri ve sipahinin dışardan gelen h ırsızlar sebe
biyle evlerinde oturm ağa cesaret edem ediklerini kendi
sine bildirm ek için toplandıklarını söylediler. Hüküm
dar bunları dinleyerek onlara şöyle dedi: "Biraz sabırlı
olun ve istediğiniz şeyleri bana söyleyin."
Derhal isteklerini yazdıkları kâğıdı çıkardılar ve çok
şaşırm ış ve ancak cevap verebilecek durum da olan hü
küm dara okum ağa başladılar. Bu defa hüküm dar böyle
bir olayın eskiden yapılıp yapılm adığını m üftüye sor
mak gerekliğini onlara bildirdi. M üftü, buna benzer bir
hadisenin olm adığını ve şim di de böyle bir harekete gi-
rişilm em esini söyledi. Bunu duyanlar bu m üftünün hü
küm darın değil hadım ağalarının müftüsü olduğunu ve
başka bir müftü istediklerini hep bir ağızdan bağırdılar
H üküm dar onu derhal azlederek yerine H ocazâdeyi ta
yin etti.
Sonra onlara şöyle dedi: "K ullarım , istediğinizi söy
leyin iz ve eğer benden başka şey de istiyorsanız size
vereceğim , listen izi gene okuyunuz, isteklerinizi d in li
yorum" Bunu da yaptıktan sonra, öncekinden daha da
şaşırm ış olarak oturdu ve onlara şöyle dedi: "Sizin, hü
küm darınız olan bana teşekkür ediniz, hiç acımadan
gözdelerim den birinin hayatını size verdiğim için bana
teşekkür ediniz". A nnesi ve Kaymakam onun hemen
hemen ağlayarak söylediği bu sözleri ona telkin ediyor
lardı.
- 189 -
görerek, ikindiden sonra bostancıbaşıya orada bulunan
ları boğdurmak için gitmesini emretti. Bostancıbaşı
derhal emri yerine getirmek için gitti ve yarım saat son
ra, köşkün penceresinden kızlar ağası, az sonra da kapı
ağası boğulmuş olarak atıldılar. Asiler bundan sonra
idamlara devam edilmediğini görerek hükümdara bağır
dılar: "Hükümdarımız, diğerlerini de attırt." Bunun
üzerine hükümdar tahtından kalkarak, orada sadece iki
kişi bulunduğuna dair din, Kur’an ve Hz. Muhammed
üzerine yemin etti. Asiler başlarını önlerine eğdiler, hü
kümdar onları başından savdı ve onlar hükümdara dua
ettikten sonra beraberlerinde bu iki ceset olduğu halde
oradan ayrıldılar, Atmeydanı’na kadar cesetleri ayakla
rından tutarak sürüdüler ve burada camiin önündeki
karaağaca onları ayaklarından astılar.
Bütün gece bostancıbaşı diğerlerini aradı ve yedi
Mart Pazartesi günü sabahleyin önceden yaptıkları gi
bi Atmeydanı’na gelindi, orada bir rum vardı, eğer yağ
ma varsa katılsın diye onlar arasına girmişti tanınmaya
cağını zannetti ise de Hıristiyan olduğu kısa zamanda
anlaşıldı ve derhal öldürüldü; oradan Atmeydanı’na git
tiler, diğer istediklerinin hepsi de boğulmuş olarak bu
raya getirildiler. Diğerleri gibi asılmış olanların üçünün
Hisul Ağa, İbrahim Ağa ve Has Odabaşı olduğu anlaşıl
dı. Bütün bunları başlatan Kâhya Bey de aynı gün bo
ğuldu.
Martın sekizinci Salı günü Çavuşbaşı Mehmed geti
rildi.
Çarşamba günü, boğulduktan sonra boynuna kadar
bir çuvala konulan ve diğerleri gibi asılan, Şaban Kalfa
nın hanımı Mülklü Kadın getirildi. Onun Valide Sultan’
dan büyük bir servet edindiği söylenir. Aynı gün büyük
maliyeci Habidci Oğlu da, Pazar günü hapsedildiği Ye-
dikule’de öldürüldü.
On Mart Perşembe günü Siyavuş Paşa vezir oldu ve
- 190 -
derhal saraya götürüldü. Kendi evine yakın bir evde
gizlenmiş olan Gümrükçü Hasan Ağaya güvendiği
kölesi ihanet etti. Hükümdar onu kurtaramadı, bu
ihanetin karşılığı olarak köleye hak ettiği ücreti verme
di. Gümrükçünün cesedi diğerleri ile birlikte Atmeyda-
nı'na götürülmedi. O, Türk fakirlerine olduğu kadar hı
ristiyan fakirlere de acır ve onlara yardım ederdi. Bü
yük masraflarla çeşmeler, yollar ve bunlara benzer di
ğer kamu menfaatine işler yaptırmıştır. Aslen Ermeni
olup ihtida etmişti.
Onbir Mart Cuma günü Bilâl Ağa ve Şaban Kalfa bo
ğuldu.
Oniki Mart Cumartesi günü öğleden sonra bütün bu
cesetler toprağa verildi.
Yirmialtı Nisan Çarşamba günü Sadrıâzam Siyavuş
Paşa ateşli bir hastalıktan öldü. Bana söylendiğine gö
re, sıhhati iyi iken, birkaç kişi onun elli günden fazla
yaşamayacağını söylemişti ve gerçekten de vezirliği
nin kırksekizinci gününde öldü, fakat ben bunun ze
hirlenme olduğunu zannediyorum, çünkü, bana ölü
münden sonra tamamen mavi renk aldığı söylendi. Beş
yıl önce bir kere daha vezirlik yapmıştı ve bu sırada iki
ay içerisinde hükümdarın büyük annesini ve pek çok
yüksek şahsiyeti öldürtmüştü, bundan sonra da azledil
di.
AYAKLANMANIN SONU
19 1 -
Salı günü tuğ çıkarıldı ve Cebe H âne yakınında, sarayın
birinci avlusunda dikildi, fakat Divân'ı toplayan hü-
- 192 -
XLII
DİNİ AZINLIKLARIN
ELBİSELERİ
- 193 -
; dilildiler bulunursa, müslüınanlar için yeşil kutsal ol
duğundan onlara sopa atılır ve para cezası verilir.
H ıristiyanlar beyaz bir sarık takm ağa da cesaret ede
m ezlerdi ve eğer bunu yapan bir hıristiyan yakalanırsa,
hükümdarın tebas olup olmamasına bakılm aksızın ona
ölüm cezası verilir ; bu cezadan ancak müslüman olm ak
la kurtulurdu.
F akat onlar yeşilin dışında diğer bütün renkleri kul
lanabilirler; kırm ızı veya sarı kullanm aları da onlar için
tehlikelidir, çünkü askerler bu renklere düşkündürler.
Hükümdarın tebası olan hıristiyanlar sarı pabuçlar
giymeğe de cesaret edem ezlerdi.
Sopa atılm a korkusu vardı, fakat sadece kırm ızı gi
yerlerdi. Yabancılar ise aynı rengi giyebilirlerdi.
R um papaz ve rahipleri daim a siyah renkte elbise gi
yerlerdi, siyah bir başlıkları vardır, bunun çevresinde
ise beyaz bezden bir şerit bulunur ve sırt üzerinde asıl
m ış olan siyah bir kum aş parçası başlığı tu ttu ru lm u ş
tur. Uzun saçları vardır..
RUMLARIN
ME Z HE B İ
- 194 -
paşaları tarafından tanınıyor; onların patrikliğe gel
dikleri gün bir kaftan verilerek bu vazifeleri resmen
tanınırdı.
O nlar pürgatuarı (1) kabul etm ezler, fakat bununla
beraber Kıyam et gününde olmasını istedikleri üçüncü
bir yer kabul ederler ve azizlerin şim di C ennette olduk
larına inanm asalar da K ıyam et gününde C ennete gire
ceklerini söylerler ve onlara Tanrı katında kendilerine
şefaat etm eleri için dua ederler.
A yinde, bizim her zam an yediğim iz ekm eği şarapla
kutsallaştırırlar, rahipler ile diğerleri ve erkekler kadar
kadın ve çocuklar, her iki cins de birarada şaraplı ek
meği yerler.
Onların d ö rt büyük perhizleri vardır.
Birincisine Paskalyadan altı hafta önce başlarlar ve
Paskalyaya kadar devam ederler.
İkincisi onbeş gün, Saint—Pierre ve Saiııt Paul bay
ram ından önce başlar ve bu bayram a kadar sürer.
Üçüncüsü 1 Ağııstos'la başlar ve 15 gün devam
eder.
Dördüncüsü A vent'in ilk pazarından başlar Noel'e
katlar devam eder. Bütün perhizler onların eski takvi
mine göre düzenlenir. Bu son üç perhiz boyunca onlar
balık ve zeytinyağı yerler, fakat büyük perhiz esnasın
da ne balık ne de zeytinyağı veya kanı olan başka her
hangi birşey yem ezler, fakat sadece sebzeler, kabuklu
deniz hayvanları ve ceppia adını verdikleri, kanı mü
rekkep gibi siyah olan balığı yerler.Babequius’un, rum-
ların hiçbir zam an istiridye yem ediğini söylemesi ger
çeğe uygun değildir, çünkü onlar perhizde hem en he-
- 195 -
men başka hiçbir şey yem ezler, diğer zam anlarda ise
çok* balık yiyen kişilerdir. Erm enilerin perhizi rumla-
n nkinden ço k daha serttir; çünkü onlar perhizleri sıra
sında kesinlikle hiçbir balık türünü ne kabukluları, ne
de istiridyeyi yem ezler, şarap içm ezler, sadece ekm ek,
su, sebzeler ile yaşarlar.
Rum lara dönecek olursak, onların kiliseleri bizim ki
ler gibidir, ancak M aître A utel kısmı kilisenin diğer kıs
m ından tahta bir perde ile ayrılm ıştır. Burada üç kapı
vardır ve bu bir Sancta sanctorum durum undadır: O n
ların kabartm a şeklinde olm ayan aziz resimleri vardır.
Rum lar kilisede Hz. İsa dahi ayağa kalksa diz çökm ez
ler, fakat hepsi birer anil üzerine dayanırlar ve bu se
beple rum kiliselerinde iıer zaman erzak vardır.
Rum larda eğer bir kişi otuz yaşını doldurm am ışsa
rahip olam az, rahipleri hayatlarında ancak bir defa ve
bir bakire ile evlenebilirler, rahip oldukları m üddetçe
hanım larından ayrılm azlar ve hanım ları ölünce bir baş
kasını alamazlar. K eşişler asla evlenmezler ve asla et
yemezler.
Esası bizimki ile aynı olan âyinleri burada izah etm ek
pek hoşum a gitm em ektedir, ben artık papazlarının giy
diği elbiselerden, Teslis'i ifade eden üç kollu şam danla
rından ve Hz. İsa'nın İlâhi ve beşerî tabiatını ifade eden
ikili şam danlarından bahsetm eyeceğim , herkes onların
istavroz çıkardıklarını bilir ve bunu bizim kinin aksine
sağdan sola yaparlar.
Onların evlenmeleri hakkında da birşeyler söyleye
lim.
Kızlar evlenmeden önce gösterilm ezler, sonra da
uzun zaman saklı tutulurlar, akrabalarını görm eğe izin
verilmez, görülmek korkusu ile kiliseye gitm ezler, ben
R odos'ta heniiz evlenm em iş iki kız kardeşi olan bir kı
zın evlendiğini gördüm, onlar ne merasime ne de düğün
şenliklerine görülme korkusu ile gelmediler. R um lar ev-
- 196 -
lendiği zam an, tıpkı bizim ki gibi bir rahibin huzuruna
çıkarlar ve aynı yüzüğü takarlar, fakat bundan başka
bizde hiç olm ayan bazı şeyler de vardır» çünkü onlar
bir vaftiz babası ve bir vaftiz annesi edinirler ve ona iş
lenm iş birkaç mendil hediye ederler, bir keresinde ben
vaftiz babası seçildiğim zaman bana böyle bir mendil
hediye edildi, vaftiz babası ve annesi papazın önünde
zevç ve zevce ile birlikte bulunurlar ve papaz bazı dua
ları söylediği zaman vaftiz babası ve annesi, evlilerin
î)aşı üzerine birbirine geçm iş, altın yaldızlı gibi parla
man yapraklardan bir taç ve üstlerinde de bir örtü tutar-
ar; bahsedilen dualardan sonra, evli çift el—ele tııtuşa-
ak defalarca dönerler, bu sırada vaftiz babası ve annesi
Jiıları arkalarından tu ta r, sonra bir bardak şarap verilir,
damat bundan biraz içer, sonra gelin onu takip eder,
sonra dam at ikinci bir defa daha içer ve «elin de bıımı
aynen yapar, sonra da ondan kalanını ralıibe verirler,o
da bunu neşe ile içer, daiıa sonra da "kocası karısının
bakireliğini de böyle kırabilsin" diyerek bardak kırılır;
evlenme merasiminin kalan kısmı katolikleıde olduğu
gibi yapılır.
TÜRK İMPARATORLUĞUNDAKİ
RUMLARIN ÂDETLERİ
- 198 -
kaya sahiptirler.
XLIII
HİNT ELÇİSİNİN İSTANBUL’A
G E L İŞ İ VE KABUL E D İL İŞİ
- 200 -
girdiğim iz zaman oldukça sevinçliydik, fakat fena dav-
ranılması ve kendim ize fazla güvenimizden dolayı ceza
landırılm am ız korkusuyla, ikinci avlunun kapısına gel
meğe cesaret edem edik, bu sebeple H int hüküm darı
nın elçisini beklem eği tercih ettik ve onun adanılan ile
birlikte girdik.
ELÇİNİN ALAYI
- 201 -
Orada ikiyüzaltmış paket içinde ambalajlanmış iki-
binikiyüz parçalık bu hediyeleri taşıyan ikiyüzyetmiş-
dört kapıcı vardı. İlk olarak peşlerinde çektikleri dört
at ile geçtiler, sonra kapıcılar pek çok sarık, her çeşit
Kumaş, altın, gümüş ile işlenmiş ipekten ve yüzlerce
ekü değerinde işçiliğe sahip mendiller getirdiler; her bi
ri beşbin kuruş olan ipekten dört halı ve dört kapıcının
taşıdığı dört tane koyu kırmızı kadife çantadaki diğer
eşyalar bunları takip etti; her çantada bir kantar ağırlı
ğında sarı sabır vardı, sonra iki kapıcı tarafından taşı
nan iki küçük sandık ak amber; her sandıkta yarım kan
tar ak amber vardı. Bütün bunlar bazen on ya da oniki
kapıcı tarafından taşınarak hemen götürülüyordu; bu
bazen yarım çeyrek saat sürüyordu.
GEÇİT TÖRENİ
-202-
da birleştiler. Bu rakam H int hüküm darının zenginlik
lerini bilenler için hiç de şaşırtıcı değildir. Elçi yemek
yedikten sonra, kabul için götürüldü, orada az kaldık
tan sonra om uzlarında altın brokar bir ceketle çık tı ve
otuz kadar adam ının iıer birinin de aynı şekilde bir kaf
tanı ya da ceketi vardı; çünkü elçilerin kabule kendileri
ile birlikte istedikleri gözde kişileri götürm eleri âdeti
vardı ve onların da her biri, hüküm darın önüne çıkm a
dan önce, elçininki gibi brokar bir ceket giyerlerdi.
Biz, pek düzenli olm ayan, fakat oldukça güzel olan
elçinin m aiyet alayını ve iyi, zengin giyimli vezirleri ve
Divanın diğer bütün üyelerini görm ek için birinci avlu
ya tekrar çıktık.
Birkaç gün sonra, kaym akam bu elçiye yem ek verdi
ve yem ekten sonra İranlIlar ve Hintliler ıçııı alışılagel
m iş bir eğlence olan ve onlarsız bir eğlence yapıla
m ayan çingeneleri getirtti.İkiyüzotuz tülban,bin akçe
verdirtti, bunların değeri ikibinaltıyüz k u ru ş civarında
dır. Sonra bütün vezirler tarafından Ü sküdar'da dostça
karşılandı, orada her biri sıra ile onu ço k sayıda müzik
aleti çalanların bulunduğu yelkenliye çıkardılar; ve o
da hüküm dardan pek ç o k hediyeler aldı ve bunlar ara
sında en güzel atlar vardı.
Bana söylendiğine göre, elçinin üzerinde durduğu
konu Iran şahının büyük düşm anı olan H int hüküm
darının İran'a savaş ilân ettiği zam an Osmanlı hüküm
darının da İran Şahına karşı savaşa girmesini sağlamak
idi.
XLIV
HÜKÜMDARIN MERASİME Ç IK IŞ I
- 203 -
doğumunun kutlandığı gecenin ertesi günü yirmi süvari
ile birlikte Yeni Camiye giderken gördüm. Ten rengi sa
tenden bir doliman ve hemen hemen aynı renkte bir
kaftan giymişti, sarığında biri yukarıya diğeri aşağıya
doğru, elmaslarla süslü iki tane tuğu vardı; onun önün
de ve arkasında zengince giyimli hadım ağaları ve biri
solda, diğeri sağda yaya yürüyen mirahurlar; sonra bi
raz arkada, biri sağ diğeri solda hükümdarın kılıç, yay
ve sadağını taşıyan sarıklı iki genç vardı. Bunların arka
sında kızlar ağası ve kapı ağası bulunuyordu ve nihayet
biri su ile diğeri ise şerbetle dolu gümüş bir kap taşıyan
iki kişi ve arkada da diğer atlılar ve onları peykler ve
yaya bostancılar takip ediyordu. Yeniçeriler yol bo
yunca dizilmişlerdi.
Hükümdar camide namazını kıldıktan sonra kaftanı
nı değiştirdi ve samur kürkünü giydi; sonra sırtında al
tın işlemeli örtüsü olan, kıymetli taşlarla süslü eğer ta
kımlı güzel bir ata bindi ve zengin elbiseli yüz süvarinin,
ayrıca birçok hadım ağasının ve onunla giden askerle
rin refakatinde saraya döndü.
Ben onu böyle merasimlerde pek çok defa gördüm.
Saraydan çıktığı zaman ona ancak saraya mensup kişi
ler eşlik ediyordu: Hint elçisi için yapılan merasim
gibi benzer durumlarda da muhteşem törenler düzenle
niyordu. Önce hükümdarın geçeceği saraydan Sultan
Mehmed (Fatih) camiine kadar giden yol, kum ile kap
lanıyordu. Hükümdarın merasimle saraydan bir yere gi
derken herkes evinin önündeki yolu kumla örterdi ve
böylece sokağın ortasında üç veya dört ayak genişliğin
de, oldukça kalın kumdan bir yol meydana geliyordu,
bunun üzerinde de hükümdar bütün maiyeti ile geçer
di. Yeniçeriler sokağın her iki tarafında, süvari alayının
geçeceği yol boyunca bir çit gibi sıralanıyorlardı.
Büyük subaşı, yanında bu işlerle görevli bir zât ve
bir miktar yeniçeri olduğu halde merasimi başlattı. Bu
ilk birliğin arkasından hükümdarın av köpeklerinin ba-
- 204-
kıcıları ve merasim elbiselerini giym iş asayiş kuvvetleri
geliyor; onları da başlarında alt kısm ında tüyleri ile gü
müş yaldızlı başlık giyinm iş olan çorbacıları ile birlikte
yeniçeriler takip ediyordu; arkada yeniçeri ağası,önün
de otuziki çorbacı ile yürüyordu. Y eniçerilerden sonra
altı kum andanları ile birlikte sipahiler, sonra da elliden
fazla, merasim kıyafetli, yanlarında kılıcı bulunan ve
sağ elinde topuzları bulunan m uhafız çavuşları geliyor
du; sonra da gene at üzerinde, iyi bir düzen içerisinde
müteferrikalar.
Bunlardan sonra,hüküm dar,saray dışında yem ek yedi
ği zaman onun yem ek takım larını taşıyan atlı askerler ge-
liyorduonları atlı hadım ağaları ve dilsizler takip edi
yordu. Sonra vezirler, sadrıâzam olm adığı zam an onun
vekili (K aym akam ); sonra başlarında hem en hem en Ya-
hudilerinki ile aynı şekilde yapüm ış, fakat gümüş yal
dızlı merasim başlıkları ile yaya olan hüküm darın peyk
leri veya hizm etkârları; onların arkasında merasim kı
yafetiyle kum andanları bulunuyordu, onu da, at üze
rinde ve içinde hüküm darın giyeceği elbiselerin bulun
duğu sandığı taşıyan kişi takip ediyordu.
Bütün bu merasime katılanlardan sonra, iyi koşum lu,
her tarafı kıym etli taşlarla süslü, üzengilerinin bir kısmı
güm üşten, bir kısmı da altından, eğerinin ön tarafı gü
müş yaldızlı iri oir kütle halinde olan, diğer tarafta ise
kolun yarısından daha uzun ve oldukça geniş, tam a
m en kıym etli taşlarla süslü bir bıçak bulunan, onbir
at geliyordu. Bu atlar, merasim kıyafetli sipahiler tara
fından elle çekilerek götürülüyordu.
Bıı atlardan sonra, sayıları beşyüzden fazla^doliman-
ları kem er üzerinde kalkık, kolları geriye sarkm ış, b a ş
larında çorbacılarm ki gibi tüylü başlığı olan ellerinde
yay, sırtta oklarla dolu bir sadak taşıyan yaya solaklar
geliyordu. Bu solakların ortasında sayısız kıym etli t a ş
larla süslenmiş bir a t üzerinde hüküm dar b u lu n u y o rd u ;
-2 0 5 -
koyu kırmızı kadife bir kaftan giymiş ve başlığında iki
parm aktan daha uzun, iri taşlarla süslü, biri sağda ve di
ğerinin ise ucu aşağıya doğru eğrilm iş iki tane siyah
tu ğ ; atın sağında ve solunda yaya iki kişi bulunuyordu.
Halkı daima elini göğsüne koyarak bir taraftan diğer ta
rafa doğru eğilerek selâm lıyordu ve halk da buna karşı
lık olarak ona alçak sesle ve saygılı bir şekilde binlerce
iyi tem ennilerde bulunuyordu. Hükümdardan sonra
atlı olarak, hükümdarın kılıcını, yayını ve sadağı
nı taşıyan ve solunda elinde hükümdarın tülbam nı taşı
yan silâhtar ağa geliyordu;sonra kızlar ağası, kapı ağa
sı ve gene atlı, hükümdara susadığı zaman su vermek ya
da abdest almasını sağlamak için su dolu gümüş kaplar
taşıyan diğer iki kişi. Bu sonuncular saraya mensup ki
şilerdi ve iyi giyinm işlerdi.
Namaz bittikten sonra, hükümdar sadece kaftanını
değiştirerek ve ateş renginde bir saten giymiş olarak,
aynı merasimle sarayına dönerdi.Y oldan geçerken bir
Rus köle müslümaıı olacağını bağırdı. Bunu duyan hü
küm dar da kapıcıya derhal onun saraya getirilmesi için
emir verdi. Bu gibi kişilerin pek çoğu miislüman olmayı
isteyerek, hükümdar onlara bahşiş versin diye, onun
önünde İslâm dinini kabul etm ek için hükümdarın geç
mesini beklerdi.
- 206
BEŞİNCİ KISIM
TÜ RK İMPARATORLUĞUNDA:
ANADOLU VE EGE ADALARINDA SEYAHAT
XLV
BURSA ŞE H R İ
ŞEHRİN GÜZELLİKLERİ
- 210 -
girişte yandığımı hissediyordum.
Bu şehirde birçok güzel yapı bulunmaktadır. Bunlar
arasında ikiyüzden fazla güzel cami sayılabilir. Bunlar
dan biri olan Dervişler Camii bana gösterildiği; onun ar
kasında da, küçük bir türbe içerisinde, kısa zaman önce
bu şehirde hükümdarın boğdurduğu müftüye ait oldu
ğu söylenilen bir mezar gördüm. Ayrıca çok sayıda han
vardır, hepsi çok muhteşemdir ve içlerinde devamlı ka
lınmaktadır. Çünkü bu şehir pek çok istikamete giden
kervan yolları üzerindedir. İlk hükümdarlarının, onların
sultanlarının ve bunlar arasında Fransız asıllı bir sulta
nın mezarlarını görmeği unutmamak icap eder; fakat
bütün Avrupalıları Frenk diye isimlendirerek, Fransızla-
rı diğer Frenkler ile karıştırırlar. Onun son derece güzel
bir Fransız prensesi olduğunu, denizde esir edilerek hü
kümdara takdim edildiğini ve hükümdarın da onu iste
diği dinde alabileceğini belirtecek kadar sevdiğini, Hı
ristiyan olmasına rağmen her zaman onunla yattığını,
onun imanını hiçbir zaman bozmadığını ve doğduğun
dan itibaren aynı din ve inançla yaşayıp öldüğünü söy
lerler. Öldüğü zaman, bu şehirde yaşayan hıristiyanlar,
hükümdardan onu hıristiyan âdetlerine göre gömme iz
nini istediler ve izin vermesi için para teklif ettiler. Fa
kat hükümdar onları reddetti ve diğer sultanlar gibi gö
müldü. Mezarı, kemerli, duvarlarla çevrili küçük bir tür
benin içindedir ve ızgaralı pencerelerden içerisi görülür.
Oraya girebilmek ve şüphesiz bir ithaf kitabesi olan ve
mezarının ucuna iliştirilmiş olduğunu gördüğüm bir kâ
ğıdı okuyabilmek için kapıyı açık bulmayı temenni et
tim; çünkü diğer sultanların mezarlarında ithaf kitabe
sinin taş üzerinde yazılmış olduğunu, bunun ise öyle
olmadığını farkettim, fakat bu beni memnun etmedi.
Bu şehir yarım fersahtan fazla uzundur ve etrafı sur
larla çevrilmemiştir. Sözü edilen şehrin ortasında
küçük bir tepe üzerinde, hemen hemen şehrin diğer kıs-
-2 11-
mı büyüklüğünde bir kale vardır, duvarlarla çevrilm iştir
ve burada herhangi bir hıristiyanm oturm asına izin ve
rilm em ektedir. Bu kale m üstahkem dir ve şehrin her ta
rafının görülebildiği bir burcu vardır. Ele geçirilemez
gibi görünm ektedir. Kaleye girm eden önce, buradan ge
çerek şehre giden su kesilebilir. Hıristiyanlar tarafından
müdafaa edilen bu yeri Türkler m uhasara ettiler ve ala
m ayacaklarını görerek hıristiyanlan teslim olm ağa zor
lamak' için suyu kestiler. Böylece hıristiyanlar bu kale
yi kaybettiler. Bu kalede bir zam anlar OsmanlIların ilk
sultanlarının sarayı bulunuyordu. Fakat şim di tam a
men tahrip olm uş ve bu gösterişli binanın büyük kalın
tıları görülm ektedir.
- 212 -
ya girdi ve birkaç gün banyo yaptı, sonunda tam am en
iyileşti.
Allah'a şükretm eyi bırakm adı ve sıhhatini kazandığı
bu yerde yerleşti; bu sebeple babasına burada bir din
lenme yeri inşa etm ek iizere kendisine gereken m alze
me ve adamları gönderm esini rica ederek, iyileştiğini
bildirdi. İsteklerinin tam am ını babası yerine getirince,o
da halen m evcut olan Bursa kalesini yaptırdı. Arapların
bıiraya devamlı akın yapmaları üzerine babasından yar
dım istedi. Babası ona çok kuvvetli, sağlam ve yiğit bir
kişi olan Roland veya Orland idaresinde yardım gön
derdi ve o da Araplara büyük kayıplar verdirdi. Şehrin
hemen yakınında bulunan dağın tepesinde bir Türk
dervişinin yaşadığı bir tekke vardır; bu tekke duvarlar
ve demir kapı iie kapatılm ıştır. Fakat dervişe birkaç
kuruş verince, içeriye girm eme izin verdi ve bana yedi
parm aktan daha geniş olan R oland'ııı kılıcını gösterdi;
bu kılıç dört ayak uzıınhığundaydı, ben sadece nam lu
yu farkettim , çünkü yalnız kabzası bir ayak uzıınluğun-
daydı ve onlar bunun sadece nam lunun yarısı olduğunu
ve diğer yarısının ise hüküm darın hâzinesinde bulundu
ğunu söylerler ki, bu durum da onıın çok ağır olması
icap eder. Halbuki bıı kılıç tek elle kullanılabilm elidir.
Bıı kılıcın yanında gene Rolaııd'a ait pek ç o k silâh var
dır. Baş parm aktan iki misli büyük olan ve iki ayak
uzunluğunda demirden bir topuz. Bunun tutulacak kıs
mı bakırla kaplıdır ve onu daha iri gösterir, topuzun
ucunda bakırdan iri bir arslan başı vardır. Bu tekkede
her biri siyah kadife ile örtülü ve her birinin ucunda
bir tülbent bulunan iki tab u t bulunm aktadır; bu ta b u t
larda Roland'ııı ve oğlunun cesetlerinin olduğunu söy
lerler ve inançlarına göre her ikisi de miisliiman olarak
ölm üşlerdir. Onlar bu mezarların hem en önündeki bir
masanın üzerine kılıç ve diğer silâhları koym uşlardır.
Bu dağın tepesi orm anlarla kaplı küçük bir düzlük ha-
- 213 -
ündedir. Ç ok güzel olan buraya Türkler eğlenm ek için
sık sık giderler.
XLVI
BURSA DAN İZM İR'E SEYAHAT
KERVANIN HAREKETİ
- 214 -
şıt duvarlara Türkler m astaba adım verm ektedirler,
Türkler bunun üzerine odalarını, salonlarını, iş yerlerini
ve m utfaklarını yerleştirm işlerdir. Kervansaraylardan
bazılarında bir tarafta hayvanların bağlandıkları,yem
lerini yedikleri ahırlar, diğer tarafta ise insanların din
lendikleri, yem ek yedikleri ve yattıkları m astabalar b u
lunm aktadır. Birçok küçük ıııastabası olan kervansa
raylar da bulunm aktadır. Bu yol üzerinde hayvanlar
için bir ahır ve insanlar için kalabilecekleri bir yer b u
lunan kervansaray azdır.
Ç arşam ba günü kervanın reisinden, benim ve hizm et
kârım için iki a t ve eşyam için de bir katır tem in ettim
ve ertesi günü, yedi Eylül Perşem be günü öğleden sonra
saat ikide kervanla birlikte Bursa'dan yola çıktım .
- 215 -
de atlarımıza tekrar bindik ve saat beşde küçük bir kö
ye geldik ve buraya yakın bir yerde yıldızlı güzel bir ha
vada geceledik. Buraya kadar daima kervansaraylarda
kalmıştık.
Orada ağzının tadını bilen Türkler için bol ve ucuz
bir yiyecek olan kavundan çokça alıp yemek mümkün
oldu.
Perşembe sabahı saat beşte buradan ayrıldık ve saat
sekizde Manisa adlı büyük bir şehre geldik. Burada bü
yük bir kervansarayda kaldık ve bu şehirde bize lâzım
olan herşeyi bulduk, şarabı bile; çünkü pek çok Rum
vardı. Bu şehirde iki tam gün kaldıktan sonra, onaltı
Eylül Cumartesi günü sabah altıda hareket ettik ve aynı
gün öğle civarında İzmir’e vardık.
XLVII
İZMİR ŞEHRİ
- 216 -
görülmektedir... O çok yüksektir. En tepede hâ
kimlerin oturma yerleri olan beş niş vardır. Anfiteatr-
dan biraz uzakta Saint—Jean katedralinin kalıntıları
görülür. Burası çok büyüktü ve pek çok şapel vardı. On
lardan birinin içinde, bir mezar vardır. Rumlar bunun
Saint Polycarpe'a, diğerleri ise birkaç Türke ait olduğu
nu söylerler. Aşağıda, deniz boyunca uzanan halen
meskûn bir kale daha vardır. Kapının üzerinde Roma
kilisesinin armaları yer alır; belki de bütün bu sahillerin
olduğu gibi İzmir'in de sahibi olan Cenevizliler tarafın
dan inşa edilmişti.
Bu kale küçük olan limanı kapar ve yabancı gemiler
buraya asla giremezler. Emin ve güvenilir bir yer olması
sebebiyle gemiler burada demir atarlar, buradan çık
mak oldukça zordur. İzmir'den ayrıldıktan sonra lima
na girmelerine mani olamadıkları ve buradan istedikleri
gibi şehri döven, kısa zamanda da alabilen Venediklile
re Çanakkale savaşından sonra güvenememeleri sebe
biyle, kendi istedikleri gibi giriş ve çıkışı kontrol etme
leri için, bu limanın ağzına bir kale inşa ettiler.
Şehrin limanı boyunca gümrükler ve çoğunun lima
na kapıları olan konsolosluklar ve Frenk tüccarların ev
leri bulunmaktadır.
- 217 -
Bu şehirde, adaleti tem in eden bir kadı v ard ır; İzm ir'
de Türkler ve Rum lar, Erm eniler, İtalyanlar gibi hıristi-
yanlar oturm aktadır. Rum ların orada bir başpiskoposu
ve iki kiliseleri vardır. Bunlardan Sainte V enerande adı
verilende arşevek, Sainte Georges kilisesinde ise k e şiş
ler bulunm aktadır.E rm enilerin iki,İtalyanların da F ran
sız konsolosluğunun karşısında bulunan kiliseleri var
dır. Cizvitlerin içinde kilisesi olan güzel bir evleri bu
lunm aktadır.
İzm ir çevresindeki toprak bilhassa zeytinciliğe elve
rişli çok verimli bir ovadır ve bu şehre güzellik veren
bahçeler ile doludur. H erşey oraya bol bol g e lir;b u ra
da yapılan şarap kalite itibariyle Kanarya şarabından
sonra en mükemmel şaraptır. İzmir şarabından daha gü
zel bir şarap içm edim . Frenkler şehirden küfeler dolu
su üzüm alarak evlerinde kendileri şarap yaparlar; kek
lik sadece çifti iki veya üç akçe değerindedir ve iyi de
olsa beş akçeye çıkınca pahalı sayılır. Neticede İzm ir'
de herşey iyi ve ucuzdur.
Fakat bu şehirde sık sık deprem olur ve bu sebeple
defalarca yıkıntıya m aruz kalm ıştır ve durum unun el
verişliliği sebebiyle de her seferinde yeniden inşa edil
m iştir; deprem siz yıl geçm iyordu, birkaç yıl önce kırk
gün devam eden ve yarım saatlik aralıklarla hissedilen
bir deprem in m eydana geldiği ve limanda demirlemiş
gemilerin, suların yükselmesi sebebiyle kalkam adığı ba
na anlatıldı.
Rüzgâr esmediği takdirde bu şehirde yazın sıcaklar
dan herkes sıkıntı çeker; yazın her gün kuzeyden esen
ve havayı oldukça serinleten rüzgâr bu şehir için çok
önemlidir.
Bu şehirde bütün A nadolu'nun ve hıristiyan âlem i
nin m allarının ticareti yapılır.
- 218 -
İzm ir’de bulunduğum sırada, eskiden Saint—Jean'm
Apokalipsini m eydana getirdiği ve içinde öldüğü kilise
yi ve dünyanın yedi harikasından biri olan A rtem is ta
pınağının kalıntılarını görm ek arzusunda idim.
Beni üç veya d ö rt günlük bir seyahate sevkeden Efes'
de daha b irçok şey bulunm aktadır. Aynı zam anda İz
mir Efes'e ancak kırk mil uzaklıktadır,' fakat Fransız
Konsolosu M. du Puy bu ülkedeki bütün güzellikleri ba
na anlatarak, yol üzerinde bulunan hırsızların ve bilhas
sa hıristiyanlara iyi davranm ayan Çanakkale bozgunun
dan kaçanların bulunm ası sebebiyle beni bu seyahatten
vazgeçirm ek istiyordu.
F ak at nihayet benim bunu ço k istediğim i görerek be
nim yanım da gitm ek üzere iki yeniçeri bulm ağa çaba
gösterdi. Bunlardan birisi yıllarca önce hırsız olup beni
sağ salim bu hırsızlardan koruyarak Efes'e götürm eğe
söz verdi. A tlan önceden hazırlattım ve ertesi sabah ha-
raket etm eği düşünüyordum , fakat akşam leyin ateşlen
mem bu seyahati önledi, çünkü yedi ve sekiz gün sonra
ayağa kalkınca, bu hafif hastalığın bana bir ihtar oldu
ğu söylendi ve nihayet onların tehlikeli olduğuna ina
narak beni bu seyahatten vazgeçirm ek için söyledikleri
ikna edici sözlere teslim oldum.
XLVII1
SAKIZ ADASI
- 219 -
durak y erid ir.)
"SAKIZ Ş E H R İ"
-2 2 0 -
olacak ve kiliseleri yıkılınca yahut yıktırılınca onları ne
tam ir edebilecek ve ne de yenilerini inşa edebilecekler
di. Bu izni alan piskopos şehirde bir yet satın aldı, b u
rada kilisesini ve evini inşa e ttird i; İzm ir konsolosu,
M arsilya'lı Jean du P uy'un satın alarak Fransızlara ver
m iş olduğu ve Sakız'da ölen Fransızların gömüldüğü
mezarlık bu kilisenin içersindeydi. K apuçinlerin büyük
ve güzel olan evleri ve kiliseleri şehirdeydi. K apuçinle
rin bu evleri özel olarak inşa edilm işti. Büyük bir bah
çesi vardı fakat su y o k tu . Bu iyiliksever rahipler oraya
okum ağa gelen çocuklara sosyal bilimleri ve hıristiyan-
lığı öğretiyorlardı. Cizvitlerin de orada bir kilisesi ve
bir koleji vardı; Sakız'da oturan bütün Cizvitler yerliy
diler ve onların üç tane tarikat topluluğu vardı. Burada,
ayrıca, güzel kiliseleri olan Y akobenler ve Kordeliyeler
de bulunm aktaydı.
Köylerde ya piskopos ya da bu dindarlara ait olan
katolik İtalyanların pek ço k kiliseleri vardır. Bütün ada
da olduğu gibi orada burada dağılm ış pek çok Rum ki
lisesi bulunm aktadır, bunların otuzdan fazlası İtalyan
lara, beşyüzü de Rum lara aitti. Hepsi iyi çalışm aktada
ve d in î hizm et hıristiyanlığm m erkezinde olduğu gibi
bütün m erasimleri ile burada da yapılm aktaydı. Türkler
herkese kendi dinlerine göre ibadet hürriyeti tanım ış
lardır; âyin herkesin önünde yapılıyor ve şaraplı ekm ek
yortusunda hiçbir korku duyulm adan ve Türkler tara
fından hiçbir saygısızlığa m aruz kalınm adan, bir gölge
lik altında şaraplı ekm ek (S aint—Sacreıııent)i sokaklar
da gezdirirlerdi. Hz. İsa'nın heykeli de önde bir fenerle
taşınm aktaydı.
Bu şehir, bütün adada olduğu gibi Türklerin idaresi
altında önemli olm ayan bütün işlerinde serbestçe hare
ket etm e im kânına sahipti ve,Iııristiyanlar tarafından
yönetiliyordu.G örevde oldukları m üddetçe bütün işlere
itina etsinler diye idarecilerin yarısını Rumlardan^yarı-
sini da İtalyanlardan seçerlerdi.
SAKIZ AĞAÇLARI
- 222-
yapanın yüzüne yapışır, bunlar ancak yağ ile tem izlene
bilir.
Sakız ağacı olan yirm iiki köy vardır ve onların hepsi
yüzbin sakız ağacına sahiptirler. Her yıl bunlardan üç-
bin sandığını hükümdara vermek zorundadırlar, bıı da
yirm iyedibin okka yapar. Sandığı doksan okkadır. Her
okka dörtyüz dirhem eder. Bu sakızı toplam ak için,ver
gi vermek zorunda olan bu köylerin her biri sahip ol
dukları ağaç sayısına göre vergiyi öderler, çünkü bir
ağaçtan tahm inen ne kadar sakız elde edileceği bilin
m ektedir ve her yıl bu ağaçların bulunduğu sem tlerde
elde edilen ürün aynı değildir. Ç ok elde edenler az elde
edenlerin vergilerine yardım ederler, zira bunlar müm
kün olduğu nisbette birbirini desteklerler, ayrıca onlar
güm rükçüye iki kuruş satış parası ödem eğe m ecbur tu
tulurlar.
B undan sonra kalanını gümrükçüye okkası altm ış ak
çeden satarlar. Bununla gümrükçü onların işlerini yürü
tür, çünkü onların gümrükçüden başkasına satm alarına
izin verilm em iştir. Sonra gümrükçü sakızın okkasını
yüzseksen akçeye satar. Bu satış ancak Sakız Adasında
yapılabilir,çünkü bu mal hükümdara aittir ve gene aynı
sebeple onlar bütün caddelerde yerler tutm uşlardır, bu
ralarda bu ağaçlar ve kesinlikle bu iş için yapılmış
küçük evlerde m uhafızlar vardır. Bu m uhafızlar sakızla
rın götürülüp götürülm ediğini görm ek için çevreyi dola
şırlar, bu işi o kadar sağlam yaparlar ki, yeniçerinin
bana anlattığına göre, bir Tceresinde bir kadında en gizli
yerlerine sakladığı halde büyük bir parça bulm uşlardı.
Sakızı gümrükçüye götürm eden bu şekilde satm ak iste
yenler müsamaha edilmeksizin cezalandırılırlardı.
Bu sakız beyaz ve güzel kokulu bir zam ktır; pekçok
m erhem in yapım ında kullanılır, fakat R um lar onun bü
yük bir kısmını çiğnerler, kadınlar ve kızlar pek çok
kullanır, ağızlarında sakız bulunm adık anları yoktur.B u
- 223 -
sakız çok tükürük yapar ve dişleri beyazlattığı söylenir
ve ağızdaki pis kokulan giderir. Daha lezzetli olmasını
tem in etm ek için ekm eğin içine de koyarlar. Sakız
Adasından hareketim de yiyecek içersine bundan bir
parça konm uştu.
- 224 -
ve ailelere sahip olan din adam larının yalnız hıristiyaı.
lıkta olm adığını gösterm ektedir. O nlann bu m anastırda
iki büyük çanları vardır, onlann sesleri beni biraz sevin
dirdi, çünkü uzun zam andan beri çan sesi işitm em iş-
tim ; Türkler bu konuda hııistiyanlara izin vermezler.
ADANIN ÖZELLİKLERİ
- 225 -
küçük çiftlikler ve köşkler ile doludur, bunlar küçük
bir arazi üzerinde iki veya üç odalı basit kulelerdir;
bunlar tıpkı M arsilya'nın çevresindeki tarım yerleşm e
lerine benzer.
Sakız Adasında çok zelzele olur. Eğer bu kadar ta ş
lık olm asaydı ve biraz suyu olsaydı daha verimli olacak
tı, fakat ço k az yağış olduğu için her yıl baharda yağ
m ur yağması için dua etm ek gerekir ¿İkin Türkler .son
ra Rum lar, Italyanlar daha sonra da Yahudiler kendi
usullerince dua ederler. Türkler pek az zahm ete katla
nırlar, Bütün bu dualar onların istedikleri şeye sahip
olmak için yapılm aktadır. Fakat ada kurak ve dağlık
olduğundan herşeye yeterince sahip olm ağa im kân ver
mez. Buğday ve şarap elde edilir. Buğdayı ço k iri tane
lidir. Ada pek çok kim senin hoşuna gitm ez, çünkü baş
ka içecek ve yiyecekler bulunm am aktadır.
Orada herşey ço k ucuzdur, keklik ç o k iyi olsa bile
hem en hem en bedava denecek bir fiyata yenilir, fakat
bu kuşların Sakız'da nasıl beslendiğini görm ek ilgi çe-
kicidir.Çünkü köylülerin ortak ço banlan vardır,köylü
ler bunlara keklikleri beslesinler diye birşeyler verirler.
Ç obanlar her sabah bir ıslıkla keklikleri etraflarına to p
layarak H int horozlannda olduğu gibi kırlara götürürler
ve tepeciklerden biri üzerine gelir gelmez onları bırakır
lar, her biri kendi yiyeceğini bulm ağa gider, akşam
olunca aynı tepe üzerine dönerler ve çoban kuvvetlice
ıslık çalar; bütün keklikler gelirler ve onun etrafında
toplanırlar ve bundan sonra her biri, içlerinde eksik ol
maksızın kendi evine gider. Keklikler çobanın ıslığına o
kadar alışm ıştır ki bir başkasının ıslık sesine gitm ezler.
Sakız'a geçtiğim de zam anım ın kısalığı sebebiyle, bu
eğlenceleri görem edim . Tavuklardan daha evcil ve şa
hısların malı olan keklikleri gördüm, bu keklikler yanla
rına ilk yaklaşanlardan kaçm ıyorlar ve onlann kendile
rini okşam alarından ürkmüyorlardı.
- 226 -
SİYASİ OTONOMİ
- 228 -
zevkle onları seyreder paşanın bulunduğu kulenin
önünde dansetm eğe başlarlar,* ertesi gün bu paşa hü
küm darın gelişi için yapılacak hazırlıklara sarfetm ek
gayesiyle şehir zenginlerinden yüzbin kuruş istedi. On
lar ise hiç paraları olm adığım söyleyerek a f dilediler .fa
kat onların kadın ve kızlarını altınla süslemek için para
bulduklarını söyleyerek ağızlarını kapadı ve ellibin ku
ruş ödeyerek kaptan paşa ile anlaştılar.B u hadiseden
sonra İtalyanlar kadar R um lar da papazlarının vasıta
sıyla, kadınlarına afaroz edileceğini söyleyerek ne altın
ne de gümüş herhangi bir mücevher takm ağı yasaklattı
lar, fakat bu, kadınların mücevherleri edinm elerine m a
ni olam adı, onlar papanın bir afaıozu gelinceye kadar
bununla alay ettiler. Bu andan itibaren mücevher taka
madılar.
Sakız kadınları da Sakız erkekleri kadar dansı sever
ler, her pazar ve bayram larda erkekler ve kadınlar her
kes, şehirlerde olduğu kadar köylerde de akşam dan
başlayarak bütün gece dans ederler ve yeni gelm iş, hiç
kim seyi tanım ayan bir yabancı diğerleri gibi serbestçe
buna katılabilir ve bizim Fransa köylerinde olduğu gi
bi h içbir skandal olmaksızın en güzel olanının elinden
tutabilir.
Sakızlılar ile Cenevizliler arasında bu yönden fark
bulmuyorum,* birinciler kıskanç değillerdi zira her ne
olursa olsun, bir m em lekette eğer bir kadın ahlaken
düşmüş bir kadın olm ak istem iyorsa, bir erkeği serbest
çe görm eğe cesaret edem ezdi; bununla beraber bu ada
nın kadınları,şehirlerde olduğu kadar köylerde de hür
riyetlerine sahiptirler; kızlar günlerini ve akşam larını
kom şularıyla konuşarak ve oynayarak ve gelip geçenlere
bakarak ve şarkı söyleyerekkapılannınönündegeçirirler.
Onları daha önce görm em iş olan bir yabancının h o şu
na gidenle konuşm ak için durması asla skandal ol-
mazdı, kız onunla sanki uzun yıllardan beri tanışıyor-
ıııuş gibi konuşur ve gülerdi. Fakat bu eğlenceyi sürdü
rebilm ek için basit Runıcayı biraz bozuk bir şekilde
konuşabilm ek lâzım dır; çünkü orada pek çok İtalyanca
bilen varsa da, onların dilleri edebî G rekçenin bozul
m uş şeklinden başka birşey olm ayan Rum cadır.
Sakızlı bir Cizvit, Voyages par lettresradlı eserine sa
hip olduğum uz Pietro Della Valle adlı İtalyalı bir asilin
Sakız'dan geçerken köleliği ve eğlenceyi birlikte gör
m ekten hayret ettiğini bana söyledi.Köleliğin isminden
başka yerlerine nazaran oPada köleliğin daha az olduğu
m uhakkaktır. Eğlenceye gelince kadınların hiçbir hür
riyete sahip olm adığı bir ülkeden gelen İtalyan asilza
desine bahsedilen eğlencenin tu h af gelmesine hayret e t
m iyorum , bu ülkede kadın, erkeklerin bütün isteklerini
yapm ağa ikna edilm iştir.
-2 3 0 -
çünkü onlara sâdece b o ş bir ev verm ek zorundaydılar.
F akat bu, nereye yerleşeceklerini bizzat bilm eyen, hiç
tanım adıkları kişilere evlerini terketm eğe m ecbur olan
kimselerin görünen acınacak bir m anzarası idi ve bu ba
na baskı altında bir şehrin görüntüsü gibi geliyordu. Bi
zim konsolos yardım cısının evi iyi d o stlan olduğu için
böyle bir ev sahipliğinden m uaf tutuldu.
Bu paşanın gelişinin ertesi günü,şehrin konsolosları
ona, iki sepet ekm ek, beyaz balm um undan orta kalın
lıkta m um , beş p arça şeker, üç kap bal, üç kap p o rta
kal suyu, iki sepet nar, iki lim on, iki su kavunu, iki
mezingianes veya m or şalgam, üzüm, ot, yan m düzine
güvercin, bir düzine tavuk ve üç koyundan ibaret olan,
alışılagelmiş hediye gönderdiler. Ertesi günü k â h y a
sına da buna benzer şeylerden ibaret olan hediyeler gö
türüldü, fakat bu ancak onun yansı kadardı.
Kısa zaman içersinde diğer iki paşa daha bekleniyor
du,* bütün bu paşalar eğer kötü huy sahibi iseler, sokak
lardan geçerken ekseriye sopa attırırlardı, fakat bütün
bunlara rağm en başlangıçta arzu ettikleri gibi bir yere
yaklaşam ıyorlardı.
L
EGE TAKIM ADALARI
MYKONOS (MOKERE)
TİNOS (İSTENDİL)
- 232-
adası vardır. Bu adanın çevresi kırk m ildir. Yiyecek ve
ipek boldur, fakat o kadar kalabalıktır ki, pek çokları
hayatlarını kazanm ak için Sakız Adasına yahut İzm ir'e
gitm eğe m ecbur olmuşlardı! Orada bir İtalyan pisko
posu bulunm aktadır. Kadınları çok naziktir.
SANTORİN VE VOLKANI
- 234 -
NİCARİA (-N İK AR YA )
- 235 -
kaptanın odasına giderek ondan aynı şeyi sordum . O
da bana yelkenlinin sahibi ve Rum olan Sakızlı adamın
anlattıklarını tekrarladı; daha dikkatlice bu ışığı bak
tım , bir saat boyunca onu düşündüm, o bana Nacaria
ya da Nicaria adasının karşısındaki batıya bakan adanın
bir kısmı üzerinde toprağa ikiyüz adım uzaklıkta imiş
gibi geldi. Onun bir m um alevi gibi yükselip alçaldığını
görüyordum , Sakız Adasının Niam oni din adam larının
kendi kiliselerinin kuruluşu hakkında bana anlattıkları
ço k benzer hikâyeyi hatırladım .
Bu ışığı düşündükten sonra, saat onbirde yatm ağa
gittim , rüzgâr gece yarısı daha serindi, o kadar karanlık
tı ki, altı adım ötesi gözükm üyordu; buna karşılık çok
tehlikeli bir yerdeydik, burası Samos ve Nicaria arasın
daydı; yelkenlinin bu iki adadan birine bindirm esinden
korkuyorduk, daha sonra şiddetli bir şekilde yağm ur
oaşladı. Denizcileri rahatsız eden ve çok şiddetli olan
fırtınalar, bu adalar arasında korkunç bir şekilde çınla
yan gök gürültüleri, dalgaların gürültüsü ile birlikte deh
şet saçıyordu. Bununla beraber sintineye su doluyor
du, bu da zaten işi ço k olan denizcileri oldukça meşgul
ediyordu; başka bir tehlike ile de karşı karşıya idik*,
çünkü kayık, yelkenlinin pupasına bağlanm ış olarak bı
rakılm ıştı ve dalgalann şiddeti ile itiliyordu; yelkenliye
onun pruvası vuruyordu; bu da yelkenlide delik açabi
lirdi ve batabilirdi; lim anda olsa bile pek ç o k gemi bu
şekilde kaybolm uştu, fakat onu tekrar çekm ek müm
kün değildi, o kadar ç o k çarptı ki bütün pruva kırıldı;
yelkenlinin üzeri ç o k kaygandı, her defasında gemiciler
düşüyorlardı, her seferinde üçü denize düşüyordu, fakat
onlara ipler atılarak derhal yukarıya çekiliyorlardı, ni
hayet, gün kalın bir sis tabakasıyla beraber başladı ve
üç saatten fazla bir zam an hiç karayı görm eden yolu
m uza devam ettik . Bundn sonra sabahın onunda Sakız'ı
gördük ve onyedi Kasım'a rastlayan aynı gün öğleden
- 236 -
sonra lim ana girdik.
RODOS ÖNÜNDE
LI
BİR FRANSIZ KORSANINA RASTLAMA
- 238 -
miz bunların hıristiyanlar olduğunu söyledi ve derhal
kayığına bindi ve bizi çağıran atlı ve yaya Arapların ya
nına karaya doğru gitti. Karaya o kadar yakındık ki,
onların bize A rapça bağırdıklarını kolayca işittik . "G e
liniz! Bu bir M alta korsanıdır!" Bu defa gerçeği söylü
yorlardı. A raplar onlar üzerine ateş ediyorlardı, bu da
onların bize yaklaşm alarına m âni olmadı.
Bunların gerçekten hıristiyan olduklarını farkedince,
her ne kadar onların dostlarım ız olduğuna inanıyorsam
da karaya ayak basar basmaz reisimizi soyan bu A rap
lar tarafından soyulm am ak için karaya çıkm ak istem e
yerek, orada kalm ış olan ve bizi onlara götürm ek için
dümeni tu tan Rum u ikna ettim . Hiç silâhım ız y o k tu ;
ve eğer silâhım ız olm uş olsaydı, dost zannettiğim iz
kimselere karşı kendim izi korum uş olacaktık.H er ne ka
dar herkes şerefle ölm eği arzu ederse de bu esnada sak
lanacak bir yer aram aktan da geri durm azdı. Fakat k o r
kak görünmek endişesiyle, hiç kimse de gizlenmek iste
m iyordu. Az zam an sonra bu adam lar geldiler. Her ne
kadar grubum uzdaki bir rahip, onlara bizim Fransız ol
duğum uzu ve yanaşarak kayıkta hiç kimseyi sıkıştır
m am alarını söyledi ise de, onlar dolu olan bir topu ge
m im ize yöneltm ekten geri durm adılar.
Haysiyet kırıcı tutum u ile bu şövalyeyi hep hatırla
yacağım . O nun şerefini korum ak için adını burada ağ
zıma alm ayacağım . Kötü davranışı yüzünden bu aşağı
lık adam gemimizde otuz kadar Türk'ün bulunm asına
kızıyordu. Türkler ise ellerinden bütün silâhları alınan
lara onları kolaylıkla iade etm işlerdi.
Bu hareketten sonra büyük bir çabuklukla gemimize
doldular ve bizi tanım aları için ortaya çık tık . Fakat si
lâhsız kişiler için son derece korkunç olan şeytanlar gi
bi T anrı'ya küfreden bu genç edepsizler, Fransız olm a
larına rağm en bizi hiç tanım ak istem ediler ve derhal bi
zi soydular.
- 239 -
Bana gelince, Fransız olduğum u söylediğim halde ta
bancayı boğazım a ve kılıcı karnım a dayayan beş kişi
tarafından sarıldım, önce beni soyunm ağa zorladılar
sonra da biri önden, diğeri arkadan, biri tepem den, di
ğeri alt taraftan beni çekerek bir anda soydular. Önüm
de kılıç sallamağa başladıkları zam an beni bırakacakla
rını sanıyordum . Ve parm ağım daki yüzüğü gördüklerin
de bunu çıkararak yüzlerine fırlattım , çünkü bu çeşit
insanlara böyle yapıldığım daha önce öğrenm iştim . Ve
geminin üzerinde sigaramızı içtik ten sonra, onlardan bi
ri hizm etkârının parm ağındaki altın bir yüzük görerek,
yüzüğün ona verilm em esinden büyük bir hoşnutsuzluk
gösterdi ve hizm etkâr onu bizzat çıkartm ayacağını ona
söyleyince, o d^ yüzüğü alabilm ek için parm ağı kesece
ğini açıkça belirtti.
N ihayet onlar beni sadece üzerimdeki gömleğimle bı
rakınca kimin em ir verdiğini sordum . F akat bana hiç
cevap verilmedi. Bununla beraber, hiç alışkın olm adı
ğım bütün bu gürültü patırdılaıdan sonra üşümeğe baş
ladım ; bizim din adam larından biri m antosuyla beni
örttü, çünkü onlar din adam larının paraları olup olm a
dığını m eydana çıkarm ak için büyük bir arzu duyuyor
iseler de din adam larım soym adılar. Neden onlar bu
hususta gaflete düştüler, çünkü grubum uzda bulunan
bir İspanyoljparasm ı büyük bir m aharetle bu din adam
larından birisinin koluna sakladı ve bu şekilde kurtardı.
Bundan sonra, başlığım a kadar her şeyim i çıkarttıkları
için üşümeğe başladım , çünkü her sekiz günde bir ülke
nin âdetine uyarak traş oluyordum . O nlardan bana bir
başlık vermelerini rica ettim . Derhal, denize düşmüş
olan ve oradan çıkardıkları kendilerine ait bir başlığı
başım a örttüler.
Bütün bu karışıklıklar yatıştığı zam an gece olm uştu.
F ak at o kadar karanlıktı ki, peşim izi bırakm ayanlar
kendi gemilerini görem iyorlardı (onlar gemimizin sa-
- 240 -
hiplerini lamı; tanım az. karadan rahatsız edilecekleri
korkusu ile derhııl yelken açm ışlardı.)
Bununla beraber.bi/i almış olan birliğe kom uta eden
subay, gemiye gelir gelmez onların gemisini takibe ko
yulm uştu. Bunun içindir ki. gemi cevap versin ve böy-
lece de nerede okluğu bilinsin diye gemimizin pruva
sından pek çok top attılar. Gemimiz balyalar halinde
pamukla dolıı olduğu için yangın çıkm asından çok
korktum . Eğer böyle olsaydı onların hepsi kurtulm uş
olacaklar ve biz ise canlı canlı yanacaktık. Fakat Tanrı
bizi korudu. Onların gemileri silâhla cevap verdi. Ve bir
çeyrek saat sonra kıyıya yanaşarak içeriye girdik.
Önce kaptan bizi aç açına uyutacağını söyleyerek
pruva kısmına gönderdi ve din adamlarını odasına aldı.
Onlar kaptana benden bahsedince beni ismimle ç a ğ ırt
tı ve odasına indirtti. Ve bana derhal elbiseler vererek,
öteberim den hiç birini kaybetm eyeceğim i tem in ede
rek. karşılaştığım kötü davranıştan dolayı özür diledi.
Beni M alta'da görmüş olduğunu söyledi. Yemek için
bize fazla birşey verm edi,/İra om ın erzakı yoktu. Bu
nunla beraber bana yatağını verdi. Ve ertesi günü. .Ma
yısın altısına rastlayan Pazartesi öteberim izi bulmak
için çok uğraştı. Fakat bıı boşa gitti. Bana sadece bir
iç donu ve buna benzer bazı ufak tefek eşya ile birlikte
paltom u tem in edebildi. Bu ayak takım ı çok söylendi
ler ve eğer bi/i üldürmedilerse de bizim için hiçbir şey
bulmak /o ru n d a olm adıklarını söylediler.
Sonra kaptan, bize karaya çıkm am ızın icap ettiğini
söyledi, çıinkii bi/i besleyecek er/ağı yoktu. Bunun
ü/erine kendisinden. Fransı/lar için hazırlanm ış olan
gem iıni/e gitmek ü/eıe bi/i bırakmasını rica ettik. Fa
kat bana kemli filosuna ait olan bu gemiden mesul ol
duğunu söyledi. Bi/i karaya çıkartm ak suretiyle çare
bııklıı. Her ne kadar kendisine bunun bizim için çok
tehlikeli olduûunu söyledim*.* de bu fikrinden döıımc-
241
di. Bunun üzerine kayığını hazırlattı. F akat kayık hepi
miz için k âfi gelm iyordu. Buna da iki sefer yaparak ça
re buldu.
H erşeyi en kötü hali ile düşünsem bile ilk olarak iste
m edim. Ve netice, bu seyahat düşündüğüm gibi m u
vaffak oldu.Çünkü Caımel tepesi eteğinde, Hayfa adlı
güzel bir köyün önünde karaya çok yaklaşınca beyaz
bayrağı çektiler. Fakat onlar beyaz bayrakla cevap vere
cekleri yere, silâhla cevap verdiler. Öyle ki, geri gelme
ğe m ecbur oldular. Beyaz bayrak ile cevap verm emele
rine sebep köyde mal satın alm ak için A kka'dan gelmiş
olan bir Fransız tüccarının bulunm ası idi. Ve bizim reis-
den bu gemide Fransız yolcuların bulunduğunu öğre
nince bu köyü idare eden kişiyi bulm ağa gitti ve ona
beyaz bayrak çekm elerini söyledi, bizi karaya çıkarta
caktı ve gemiyi m alları ile birlikte getirecekti. Halbuki
bunu yapm ayarak bizi gemi ile gitm eğe m ecbur edi
yordu.
Bu şekilde oldu. Engellenmiş olan kaptan, uzun
m üddet kararsız kaldıktan sonra, bu geminin mallarının
Fransızlara ait olduğunu gösteren bir belge ile bize b o
şalttırdı. Bu belgeyi im zaladıktan sonra, daha önce
rastlayarak aldığımız üç Rıımu yanım ıza vererek gemi
m izde gitm em ize izin verdi. O ndan öğleyin ayrıldık ve
teçhizatım ız iyi olm aksızın, h a tta karaya inm ek için bir
kayığım ız bile olm adan öğleden sonra saat birde A kka'
ya vardık.
Fransız konsolosu M. de Bricard bize birini gönderdi
ve bana para ve elbiseler vermek lûtfunda bulundu,çün
kü onların bıraktıkları kötü bir valiz içinde iyi bir şans
eseri olarak A kka'da değiştirm ek üzere "bir m ektup ha
riç elbiseleri, paraları, herşeyi kaybetm iştim .
Önce karaya indirildik, paşa bu korsan üzerine git
m ek için lim anda bekleyen d ö rt Fransız tüccar gemisi
ni silâhlandırm ıştı. Çünkü bizim gemimize saldırdıkları
- 242 -
oradan görülmüştü, çünkü bütün Fransız tüccarlar alaca
lı mavi bir yelkeni olan gemilerini tanım ışlardı. Onlar,
bu gemilerden her birine yüz Türk koydular. Fakat bu
kadar Fransız esirin alındığını görm ekten büyük bir
hoşnutsuzluk duyan ve din adam larını bu iş için Tanrı'
ya yalvarmak üzere m em ur eden konsolos bu gemilerin
kaptanlarına onu ele geçirm em eleri için ellerinden gele
ni yapm alarım em retti ve benden gem ideki Türklerin
gözünü yıldırm am ı rica etti. Bu benim için mümkün
olan yapabildiğim en iyi şeydi. Çünkü bu Türkler de
gemilere binm eden benden onların kaç kişi olduklarını
sordular, ben de her ne kadar yüzyirm iden fazla olm a
salar da onların üç ya da dörtyüz kişi olduklarını söyle
dim ( fakat onlar iyi silâhlanm ış ve m üdafaaya hazırdı
lar.).
N ihayet, bizzat paşa d ört gemiden birine bindi ve
dem ir atm ış olan korsan gemisine doğru yola koyuldu..
Onlar çabukça dem ir alıp yelken açarak süratle yola
koyuldular. Ve paşa onları yakalam ış olm aktan çok
m em nun A kka'ya döndü.
- SON -
- 243 -