Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 112

ARKASI YARIN

Ne çok sevinmişti
bulundu sanarak
Yollarda kirlenmemiş bilinci
Saçları ve avuçları ve alev
İçinde alev taşıyan sözcük oyunları
Taptaze bir somun gibiydi buğulu

Kimseyi incitmemek için hiç kimseleri


Gölgelerin soğuk mavisinde yaşadı yıllar yılı
Şehirden şehre kaçışların çocuğu
Ve inkarların ve yok saymaların ve
Her mutlu insanda var olan küçük hesapların

Kemeraltı cümbüşlerinde fısıltılı varoluş


Kapalıçarşı derinliğine hayran gezen taşralı
Altı kere sekizin kırk yedi olduğu
Anlaşıldı zannedip ne çok kahroldu
Hiç durmadan yorulan trenlerin yolcusu

Son bir kez daha oturdu


Arkası yarınların başına
Yarın denilen şeyin hiçlik olduğuna
İsyanlar edip
Ah, ne kadar da çok
Talat İçöz

“…Hayatla bağını şiirle sağlamlaştırır. Kocaman görünür ürkütmesin,


kalbi sıcacıktır. Halini sorduğunuzda “memleket gibiyim be evlat derken
gerçekten öyledir. Öfkesi kötü dünyaya ve kötü insanlaradır. Şiirlerine de
yansır tabii. Ne isyanı ne de umudu biter. Bizi bir araya getiren güzel insan
aramızda olmasa da bir şekilde bağladı bizi. Uzaklık bu ya özleşir dururuz.
Memleketin düzeleceği yok sen hep iyi ol can abim…”
(Canan İçöz)

1
A Şiir Evi Yayınları
Şiir Kitapları IV
Kın ve Susku / Murat Koçak

Ön Kapak: Erol Üçem


Arka Kapak: Boogıe
Ön Kapak İç: Canan İçöz
Kapak Tasarım: Cengiz Kurt

Baskı ve Cilt
Başkent Klişe ve Matbaacılık- 16024
Kasım 2019
Tel : 312 431 54 90

Baskı Adedi: 1000

A Şiir Evi; şiirin gücüyle var olanların paydası…


A Kitabevi olarak, 1990 yılında Ahmet Erhan tarafından kurulan,
1995 yılında Murat Koçak tarafından terk edilen,
2014’de
Hazar Şiir Evi olarak göründükten sonra,
2016 yılının Kasım ayında
A Şiir Evi Yayınları
(Şiire, Hayata ve İnsana) tarihini sırtlayıp
yeniden yola çıkmıştır…
—İnsanlığını Unutanlar Giremez—

A Şiir Evi Yayınları


Hatay sk. 5/7 Kızılay/Ankara

Tel: 0543 2490684


ruzgarlik@gmail.com

ISBN: 978-9944-5717-4-6

2
KIN ve SUSKU

MURAT KOÇAK

Ankara - 2019

3
İÇİNDEKİLER

AKIL HASTASI (1980-1995). .................................................... 7

Akıl Hastasının Çığlığı.................................................................. 8


Güzün Ayazında........................................................................... 10
Göçer Kız . .................................................................................. 12
Gidiyorum O Güne ..................................................................... 13
Küçük Serçe . .............................................................................. 14
İlkyaza Hazır Olunca . ................................................................ 15
Çiçekler Özlemimi Yaşama Direncimi Anlatır ............................ 16
Gökyüzü Ayrımına Varmadan . .................................................... 19
Bitmeyen ..................................................................................... 21
Ekim’den Birgün Önce............................................................................................................23
Özgürlük Üzre . ........................................................................... 24
Gün İle Öleceğiz ......................................................................... 27
Eylül Sonrası .............................................................................. 28
Aşk İçin Söylenceler. .................................................................. 32

İÇ İÇE ODALAR (1993- 2016)................................................ 33

“SON ODAYOK” (2012- 2016) . ............................................. 49


Hazar Sonrası . .......................................................................... 61
Havut Çeşmesi ........................................................................... 66
Akasya-Göl-Bent ........................................................................ 68
Yaşam İlânı ................................................................................. 69
Sevi Yolu...................................................................................... 70
Doğu ........................................................................................... 72
Sine.............................................................................................. 73

4
ANAKARA/ ANKARA GARI ................................................. 75
Yeni Gün Meyhanesi.................................................................... 87
Hasretlik...................................................................................... 89
Hatay Sokağı............................................................................... 91
Şiir ve Aşk................................................................................... 92
Kın ve Susku................................................................................ 93

Bulamadım........................................................................... 94
Ahmet Telli.................................................................................. 95
Şakir Özüdoğru........................................................................... 96
Hiçtim.......................................................................................... 97
Tünay Yılmaz............................................................................... 98
N. Savaş Gündoğdu..................................................................... 99
Filiz Kura.................................................................................. 103
Feyza Bayraktar........................................................................ 104
Murat Durukan......................................................................... 105
Tahsin Melan............................................................................. 106
Savaş Arslan.............................................................................. 107
Ramazan Tekinarslan................................................................ 108
Hakan Yıldız.............................................................................. 109

5
Ömrümün er yitenlerine;

Enver Gökçe’ye
İlhan Erdost’a
Niyazi Uçar’a
Meryem Koçak’a
Behçet Aysan’a
Ahmet Erhan’a
Ahmet Savaş’a
Hakan Orman’a
Talat İçöz’e
Hüseyin Atabaş’a
Hazar Koçak’a

6
AKIL HASTASI (1980-1995)

7
AKIL HASTASININ ÇIĞLIĞI

Cengiz Kurt’a

—şiirimi yazar mısın—

ellerinde muzlar çiçekler gelecekler


ama görüş yok
kırkı çıksın hele
düşte görebiliyorsam özlemim olanı
gerçekler kömüre dönüşür
kara gözlerimde

kıçıma soğuk mermer vururcasına


kalkıp altı milimlik camları kırmak
boş versem olur
gelecek görüş gününe

birlikteliğin kıvılcımlanmasıyla
yüreğimdeki kanlı güller
aşktan yoksun
sevgiden yoksun çocuklar gibi oldu
kapıların yüzüme kapandığı gün

8
aşkın sevginin umutsuzluğa
düşlerde içeride eller bağlı
aşkımın son damlası desem
romantikçe ama çişim geldi
son damlasına kadar yatağa

düşlediğim gerçeklerin
ışığında vurgunum
ağa düşen balığa benzerim
öylesine vurgunum ki
algılarım balıkçının özlemini

uyandığımda
hamsinin iskeleti tabağımda

(İlk Şiir, Nitelik Derleme 1. Sayı Kasım 1981)

“Şairin şiirinden firar etmiş mısra...” Hayatın kıyısında doğup  tam


ortasına doğrudan dalmış deli (ya da veli). Hani  deli ile veli arasındaki
farkı sadece deliler ya da veliler anlayabilirmiş ya...  İşte öyle... Yeryüzünün
bütün delileri, birleşin!.. (Cengiz Kurt)

9
GÜZÜN AYAZINDA

kuruyan
yaprak
yeşeren
tohum
güzün
ayazına
kurşun
dökerek
çoğaldılar

kabzası
ağaçtan
topraktan
kurşunu
yeşeren
tohum

10
beklenen
bin sevda
durur mu
kurşun

yeşeriyor
tohum
güneşin
rengine
kurşun
dökerek

“…Şiir işçisidir, sokağı tanır Öz’üyle, bir de Rüzgâr’ı…


Sarılmak istedim. Deniz gökyüzüne ne kadar sarılabilirse o kadar
sarılabildim. Rengini alabilmekten hiç çekinmedim. Bir çocuğun çekirdek
mavisine naiflik verir… Özünüze inen perdeyi aralayıp ışığını tutar, ya-
şamdaki rolünüzün hakkını teslim edemeyince iki dize ile ruhunuzu sallar,
çayın tadını alamayınca şeker kabını saklar. Demem o ki deli lakin bilincin
akışı…”(Eda Çiçek)

11
GÖÇER KIZ
Göze Temmuz Umut Kayra’ya

hüzünle örülüdür bilmezliğiyle alınır satılır


toprağı çiğneyişi başkaldırı

göçer kız anlatamaz gülümseyişini

—öğrenir zamanı gelince—

kim göçer
kim kalır
kız göçer
kız kalır
bize kalır dünya

“...Derdi dünyadan büyüktür de siz onu, deli sanırsınız. Çünkü


hepinizin derdini, acısını yükleniverdiğine bakar da derde gereksinimi var
sanırsınız. Oysa; beni yakan acı, kimsenin canını yakmasın diye yüklenir
acılarınızı...
NOT: Acıları dünyayı yutmadan evvelinden
dostum, kardeşimdir. Tanığıyım!..” (Muhammet Güzel)

12
GİDİYORUM O GÜNE

mavidir gökyüzü gecelerin sonsuzluğu

—gökyüzü bildiriler yağdırır yeryüzüne—

uyumaz gecelerin suskunluğu


delik deşik edilen
alazlanan düşünce

—gidiyorum gökyüzüne martılar denizi bırakmayın


gün dönümünde yanınızdayım—

güneş düşer günbatımının göz içlerine


gözyaşları dökülür

insanlar sarılın kurşun bozgunu göğüslere


yalnız bırakmayın gökyüzünü
not defterinde buluşmaların kanı
mavnanın içine oturmuş kız
savur saçlarını rüzgâra karşı

—gidiyorum gökyüzüne martılar denizi bırakmayın


gün dönümünde yanınızdayım—

13
KÜÇÜK SERÇE

Sevil ve Vedat’a

—darağacı gölgesi
öpücük dolu yanaklar yıkıntılar arası söyleşiler—

gizil güç
duvar diplerinde kır çiçeği
sığıntı sözcükler ay ışığı
vardiya sonrası yaşam

kapı çalışlar
başka zamana gizler sokakları
postallarımızla ezdik künyemizi
özgürlük şarkılarının söylendiği
günler geldiğinde
konar masamıza küçük serçe

“…Tekinsizliğin içinde tutunmak,


Sanata, şiire, insana. En çok da insana!
Bilmiyorum, bir şeylere tutunarak hayatı kurgulamaya çalışmak, ta en
başından, kim bilir belki de çocukluktan kalmadır.
İşaretler, duvardaki fotoğraflara iliştirilmiş notlara, zihninde dönüp
duran dizelere, yitirdiklerine adadığı hayata gizlenmiş.
Bağıra bağıra ilan ettiği delilik ise özünde bir başkaldırı / itiraz.
En çok da kendine…” (Sevil Kesimal)

14
İLKYAZA HAZIR OLUNCA

Türküler’e Alaz’a

sokaklara çıktığım an
dudaklarımı kemiririm
sargı bezleriyle soluklanan
gizli buluşmaların ardı sıra
umutla sarıl omzuma

pencere kenarlarını süslerken


karartmadan çıkmış çocuklar
mektup aralarına
gizlenen gül yaprağı

—barış dikene benzer silahların gölgesinde—

dağlar
utkumu içime gizleyen
karanfiller deniz martılar
bilincimin kardelenleri
tanıdığım
tanımadığım
her gece gizlice okuduğum
yazamadıklarım
babasızlığı tanımlayan
gizli sözcük çocukları

15
*“... ÇİÇEKLER ÖZLEMİMİ YAŞAMA
DİRENCİMİ ANLATIR...”

özgürlüğün ilk yaprağı soluklanır


yıkılsa da düzen
göğsümü çiğnese de
isyanla sözleşir us

ağustosta kar yağmaz olur dağlara


çiçek soluğu göğüsler
napalm parçalaması kül basması

hücrede ömür geçiren denizin gülüşü


harfler yeryüzü
celladım yoldaşım

iş bitimi dönmekte dişliler


atölyeler salmış dumanını
kenetleniriz çarka

—gece vardiyaları ilk gün tanığı


dudaklarından öpmeliyiz Castro yoldaşı—

atmosfere çizilirken gülün dikeni


bataklık çiçeği siner soluğumuza
gözyaşıyla dolaşırız havalandırmada
martılar çağıldayın bilinç savaşçılarına
ölümsüzlüklerine yoldaş olacağız

*Julius Fuçik 1903- 1943 yılları arasında yaşamış gazeteci, yazar,


direnişçi... Darağacına ilerlerken son cümlesi bu olmuş...

16
“…Sokakta ürkerler ondan! Pek yaklaşamazlar ama biraz ötede durup
bakarlar, görebilirler mi bilemem!
Sesi dokuz sokak ilerden işitilir; dinlerler, duyabilirler mi bilemem!
Gördüm, duydum!
Yıllar yılları kovaladı, tanıdım…
İyi ki varsın…” (Solmaz Aksoy)

17
—Çekilen onca korkunç acı arasında boynum dik
göğsüm bin kurşun sıcaklığına hazır—

18
GÖKYÜZÜ AYRIMINAVARMADAN

kendi ellerimizle örülmüştü taş duvarlar


sen ben onca insan
ayaklarımızın çözülen bağı
göğsümüzün belleğimizin
yaşadığımız günlerin hainliği

—yılların yitip giden yalnızlığı


omuzlarımızın yükü ağır
tutkumuz omzumuzdan yüce
hızlı adımlarla tüketmiştik duvarın beri yanını
öte yan gökyüzü
şu insanlardan ayrılış yok mu
çok şükür penceremde zerdali
ölmeden 1.80’lik tabut
yoğrulup yatmak ana rahminde gibi
gecelerimiz şehir soylu dağ çiçekleri

ben seni
sen beni
düşünürsün
sarılmak tutukluluğumuzun acıyan yerlerine
çiçeklerle süslemek duvarları
uykusunu alamamış ilk geceyi
zarflara gizlenen günlerimizi anlatabilmek

19
dağ karanfilleri açıyor ellerimize
o an bir kımıldanış
sırdaşın yaşam ortağın yok
bokun bile ürkütmez
o an yanında özgürlük ateşi
ne mutlu sigaranı içebiliyorsun
için depreşebilir o an
atmosfere o an çiz boynu bükük dağ çiçeğini—

—işte bugün ayaklar bu kadarcık sürgün


güle güle
iyi akşamlar—

“…Tüm muhteşemliğiyle acımasız bu yaşamın her anının farkında


olup, ona bir sarmaşık gibi dolanabilen yegâne insan. Bu kırılgan
döngü’de bilinçli bir deli olmak kime nasip olmuş. Nasip diyorum çünkü
bu denli delilik bir ayrıcalıktır.
Girdapta delirmek kolay, zor olan deliliğin sürekliliği. Hiç bir belleğe
eklenmedi; belleğin kendisi oldu. İyi bir insan ve ben seninle ve senden
öğrendiklerimle daha iyi bir insanım.
Şiir delisi, insan delisi, evlat delisi…” (Bircan Tamer)

20
*BİTMEYEN

Gülistan’a

katığımız otlu peynir


mavzeri yaralı omzunda
çürümüş gözleriyle gülüyor
gecenin koynuna saklı gerilla çiçeği

—gülü ve sevdayı mektuplardan denizi gökyüzü


toprağı dört köşeli penceresi
görüş günleri ayrı düşürülen
gece bozgunu öpüşler—

saçlarımıza düşerken kırağı


postalı yırtık resim yırtılır gazeteden
dağılır sözcükler
insana künye takılmaz

kar yağar
sancı çekenin gözlerine temmuzun
savrukluğuyla gözleri çığlığıdır

21
ölüm hayatın son ikmali
bulutlar kan kızılı yıkılır gerilla
gökyüzü dönüşür kardelene

küfrüm emperyalizme
yardakçılarına
bağışla beni Celal usta
demiri döverim örsüm hainlik etmez

isimsiz ceset
bilesin
bitecek savaş
tutkuyla yaşayacağız

*Bu şiiri 80’lerin başında yazdım tam tarihini


anımsamıyorum bildiğimse bitemediği...

22
EKİM’DEN BİRGÜN ÖNCE

C. Hakkı Zariç’e

tank paletleri altında


çiğnenen oğullarımızla
ekimin direnciyle dağlanırız

dal karanlığı it izi sürer


iğdişlenen benliğim
cebelleşir seyran gözlüyle
sinmişse içimize
yüzyılın gün erimi
karıncalanan avuç içleri
yürek ağrılarını bekler
kule diplerinde
öpülememiş papatya gözlü

kan dökülmesin
söğüt yeşili tomurcuk’a amca bak
dünya sararmış yüzünü ağartıyor
ateşe göğüs germişlerle

—Hiroşima sokaklarında koşan çocuğu parçalayan


Nagazaki 1917’nin Ekim’i
ölüm ateşi içinde de büyütse özlemi
yaşasın ölüm—

“gelecek onun için savaşanlarındır”

23
ÖZGÜRLÜK ÜZRE

I.
karanlık sokaklarda buluştuğumuzda
özgürlük dudağımızda

II.
sömürü tuncu tunçluktan çıkarır
döner silah olarak

III.
parçalanışlar bir yana
tutku öte yana
direnç yanımızda
göğümüz mavi
içimiz özgürlük

IV.
rahimleri parçalayan gözyaşı
sancısız düşmez döl yatağına

V.
uykum illegal
gülmekse apse yapmış

VI.
vurulmuşluğun çocukluğunda
şarkılarla gelir
kelepçelenmiş öpücükler

24
VII.
doyar mıyım çekmişliğine
kızılcık volkanına dönüşen
çakır dikenleriyle patlayan
lavlar saçan sözlere
yüreğim sarılabilir mi

VIII.
sinemizi sararken yorgunluk
ölü gibi serilirdim yatağıma
sararırdı günebakan yüzler

IX.
sevda
kavganın göğsüne
saklanmış

X.
orağın keskin tarafına dayanınca,
uyuya uyuya büyür körpe

XI.
sokaklara yazdım adını
gözlerin yüreğimde
saklı militan

XII.
hainliğin tarihi yazılmasın
insanlar gülümsesin
çiçekleri bal eyleyen arılar gibi

25
XIII.
yığınların içinde ol
yüzüne tükür dönekliğin
küçük gerillam
utkumun yaz gülüsün

XIV.
adımı işçinin
yüreğine sakladım

XV.
yüreğim halkların mutluluğu için
savaşa hazır

XVI.
tutku özen güven
ben biz’in örsü
güzellik uğrunda ölmek
sevmekle başlar

XVII.
ölümle pençeleşenlerin
özgürlük savaşları

XVIII.
beynim katliamlarla
kararır fırtınalar estikçe
giderim yeni günlere

26
GÜN İLE ÖLECEĞİZ

akşamları pasaport kahvesi


ateşin güncesi
yaşanmamış aşklar yurdu

çarpışmalar
çifte kavrulmuş gülümseyişler bağırdıkça
sızlar içimdeki delikanlı
ellerinle ağrılarınla
s ı c a c ı k ol
toz pembe döşeğim eskimiş yalnızlık

elmacık yanaklım
basma bozması entari
küllükte unutulmuş sigara
tanıdım sustum
geçmiş de gelecek de böyle

söylenememiş söz
Ali amcanın cam altlarında

—sigara alabilir miyim—

27
EYLÜL SONRASI

Selçuk Yamen’e
…/
insan insanı yargıladı
binlerce us koptu
idam tutanakları
tanklar dipçikler
yazılamadı yazılacaklar

yargıç kalemini kırdığın anı


unutabilecek misin

tutku haykırılamadıkça
okşanamadıkça kınalı saçlar
savaşamadıkça
anlatılamadıkça yaşadıklarımız
yazılan şiir değil

.../
çocukluğum tek sözcük
var sevdiğinin yamacına
öp yanağından
bu günleri bekledi
yıllar önce yazılan

bugün pazar çamurlu pabuçlar


tükenmeye gidiyor yine

28
.../
babası katledilenler
gündüzlerin zulasında ağlar

azot işçisi Sivaslı


son banliyöyü bekler öper oğlunu
karısını göğsüne saklar
bedeni bendine yapışır
unutur yorgunluğu
kadınını sev
o ki tininden doğurur

.../
dağ çiçeği açtığında
silahların gölgesinde gökyüzünü tanır
kim sökebilir umudunu
kim bölebilir uykularının izdüşümünü
dirençle büyür yastığına işli dağ çiçeği
denizin kıyısında martılar ve sen

.../
yorgunum
yeşil gözleri dumanlının gözlerinde

Haliç’in geçmişini saklıyoruz


977 Mayısında neden vurulduk

.../
akşamı gülüşle karşıladı
sabahı nükleer denemelerin övünmelerinde
doğan çocuğa B a r ı ş

29
.../
geçmişini paylaştığınla ayrışmak
yitirilmişlik eylül olmalı

.../
tanımadığım kız dağıt saçlarını var kendine

.../
kimliğimi yitirdim
eylül sonrası görüntülerde

.../
düşündüğünü anlamasınlar soldururlar
ağlama korktuğunu sanırlar

.../
bulutlar ağlamasın
yağmur güneşi vursun
yalınlığımıza çıplaklığımızın
kovuğuna dokunsam
mektuplar yazılamaz öpüşlere

.../
tank sesleri sirenler fon müziği
dölü kirletilen canların çığlığı
değişti sokağın taşları

o günlerde pembe kazağın vardı


bekliyorum belki gelirsin

30
.../
caddelerde yiten çocuk
demir kapı önlerinden barikatlara
kuş olmak istiyor
deniz martı
çığlık çığlığa

.../
Türkülerle rakı içmek boğazda
seninle karşılaştığım gün
düşündüğüm gibi
derim dönüşte

.../
vurulan kızın ciğerleri
avucumda nergis

.../
oğul ömrünce karşı ol
anımsar mısın
eylül yıllarını
gökyüzü sen ben
rüzgârın tenine atmıştık ağlarımızı
terk et karanlığını

31
AŞK İÇİN SÖYLENCELER

.../
çiçeklerle geldiğimde yanaklarına
uçsak
uyusam saçların ellerimde

.../
bedeninde oynadım durdum ölümle yaşam arası
öyküler hüzünlüdür
tek kişilik aşklar da

.../
geçici kadınların gölgesiyim
siyah saçlı gökyüzünü kiralar
gecikmiş düşlerin adamıyım
sevgilim olamaz hiçbir zaman

.../
hep sağ yanım aksadı
neydim
belki de kokuşmuş kâğıt parçası

—konuyla ilgisi ne—

.../
siyahın içinde dağılan yataktı

beni satın dedi adam


yok pahasına
aşklarım ve kitaplarım kalsın
—sonrası sır—

32
İÇ İÇE ODALAR 1993-2019

33
“…oyunumuzun adı mutluluk
sen öğretmiştin ya baba…”

34
—dizgi yanlışı hurufat hurdalığı—

tanımadınız mı
kasabanın dar sokakları
kitaplar gibi yok ediliyor
çağla çiçeği kızlar
kına gözlü oğlanlar
kayısı kurusu
düşlerini bıraktılar

nerede olursan ol
çıkmazın kayıtsızlığın

yalınlığınla saklambaç körebe oyna


kitaplar yazmaz yarım duble rakıyı
katran karası
kırk çeşit kekik uslandırır

—posası çıkarılmış sahiplik bireyin bataklığı—

İpek yolu tacirlerine pabucu ters giydiren


varillerden çıkan çemberi döndüremeyen
bayatlamış süt tozlarının çocuğu
Galata Kulesi’nden İstiklal’e
Doğan Apartmanı terasından dehlizlerine

35
yüzüm dikişsiz
hilesiz riyasız
eti senin kemiği benim değil
ölümün suresi kuzgun leş dölü
vazgeçmeli
geçmeli geçmeli
irin mızrap gövde
unutulmuş dut yarığı
faşizmden değil
mülkiyetimden korkuyorum

sallanan koltuklarda
vesikası elinden alınmışların adresi olmaz
serçe donlu gövdem
yorganım yastığım
Haliç’le Marmara’ya teyel geçerken
iğne battı kefenime
cellat makastarım
ölçüler eksik prova yanlış
bir kurban daha

—esrarın incelttiği siyanür beyazlığını


ağ ipliğiyle işlerdi Halil amca—

kılcal damarlarım
ağını parçaladıkça
şarabın burukluğu
zeytinin bilgeliği
üzümün soyluluğu tek rakıya
Bakus’un gazabını taşırım

36
belli yaştan sonra
imgeler balık sırtı
soba kapı pencere
anahtarsız döşeksiz
karartın spotları

—çıktılar kendilerine doğru gittiler—

terk edilmiş yolcu salonlarında


madde bölünür atom parçalanır
yağmur karanfil mimoza
vapur düdüğü

haberlerden özetler
siyah gelinlik
yolculuk öncesi alkol nikotin
Güney son oyunum yaşam iki gün
elmayı özü çürütür
son vapur da gitti
bundan sonrası taksi dolmuş
okunmuş gazetiee
çakır dikeni köz ile yıkar öpüşümü

—gece zil zurna 964 model şevrole—

oynama düğmelerinle
ölüm kızıl saçlı yirmisinde siyah
otuzundan sonra gri fon müziği 45’lik

37
otel odaları palyaçoluğum
soluk pembe zarf

—cepte unutulan pul bağlaç’ın imi—

Kuğulu Şili Meydanı


ayrılış serenatları topaç çevirir

mahremiyetini çöz çoban kızı


yırtık postal dikiş tutmaz

sokak kedileri çingene çocukları


ciğer ekmek yediler

—başkaları adına gelmen sakıncalı—

anlatamam salyangoza sümüklü böceği


soğan kokulu İstiklâl yorgan altından öte
at sineği ota ya da boka
adamlıklarım öksüzotu
sağ alt köşede şiirinizi taşır
mektuplar bozmayın sessizliğimi

İstanbul batıyor gözlerime


Bey—oğlu kendini satıyor

ıtır kokusu
kurşun kalemle yazılmış üç harf ellerime bakar

Canan çentik at zora düştüğünde


İstanbul’da martılar susmaz
gazoz gazoz 25 kuruş

38
üç tekerlekli
küflü merdiven altları şarap tadı
açlığım hamam böceği
han odalarında
siktir çekerim bardaklara

sarhoşluğum Hergele Meydanı


Opera Otel ve Han
oda 306
noktalar virgüller
goril tutkusuyla üzerlerine titrediğim
katliamlar sonrası cenaze törenleri

paslı şarap şişesi otel odaları


anasonlu izler açmazı

—uçurumların kıyısında serçelerin resmi çekilmez—

yaşam ölümün kenar süsü


ne Karagöz ne Hacivat
göndermediğin mektuplarda
tırnak kokar enkaz altı
demir konuşamaz

—pilavdan dönen gemi karaya vurur


kara safra kürdîlihicazkâr yalan —

avuçlarım gözlerim benliğim


büyüyemiyorum
meze oluyorum çocukluğuma

39
—oyna dünya oyna bırakıp git—

Brecht’in Üç Kuruşluk Opera’sı


fahişe rolünde sakız çiğneyen küheylan

taş toprak içinde kusacağım dışlığımı


üşüyorum karanlığımdan
işeyin rüzgâra karşı toprağın sesini duyun
yaşamayı sevin öğrenin
çirkef o an çeker ipini

an aynaya bakamaz
arsız kedi tırnağı
sevişemez hiçbir bedenle

cellat terzi çırağı da olmaz

—şiir güneşin tanrısından da saklanır—

cambaz pimi çek


köpek mezarlığına gömülü cümle olayım

kâğıttan güller ayrıntıların kirli çorabı


alt üst beyin ikilemi
iyilik çölünde boşluğunu arar
tutku aşk yaşam icraya verir

rakkasenin göğüsleri görmeyenin duyarlığı


harfler korsan sözcükler balta çıkmazı
labirentler klinikler

40
—ölüm ilanımı taşra gazetelerine verin—

—memur çocuğu
kadınlığının döl yatağını anasonla soğuşturur—

yenilgilerimiz yengilerimiz
batık gemi
valörden görünen kapıların aşınmışlığı
insan beyni yüreği arası

—babalar gizlice ağlar—

çöplerinizi giysilerinizi
dergilerinizi pabuçlarınızı
kitaplarınızı bencilliğinizi
cehaletinizi atın eni konu harçlığız

—yalan söylemez mutluluk şarkıları—

ateş ile toprak olan


idare lambaları altında
biz beceriyoruz hayatı o bizi değil

siyah lale
üç papatya göm göğsüne
Sami Hazinses’e İbrahim Kurt’a
Yadigar Ejder’e ve Nihat Ziyalan’a

—kör cenin parçaladıkça yelkovanını


gölgesinden tramvay geçmez—

41
figüranlar aldanmışlığın yakısını yakar
tütünün şaraba olan tutkusuyla

Kargasekmez’e geldiğin an
yıllanmış şarapça
postalından iç ölümle yaşamı

yosmaların ruhu uzvumun şırası


geç geç peçete parası yok
denizin ağzı ırmağın rahmi
sanrıların saralı kumarbazı
yetimlik de
geldiği adrese gönderilemeyen

iç bükey aynalara yansıyan


toprak ateşle yatacak demiştin gövden siyahmış

kül rengi vizyondan çıkmış


sarnıçlar katedral sessizliği

Lokmacı Saim Delikaya’ya


şarap ekmek tadımı sal dizginleri

—ateş insan elinden insana kül etmek için verilmemiş—

yakılmış ilk şiirler çiçeklerin sabrımı öptüğü


defter kenarına yaptırılan sayrılı süs

—nereye koymak isterseniz kırık vazoyum—

42
kostümler kirli
yüzyılın on sekizlik duyarlığı
sonrası olmayan bağbozumu

kendimden de
şarabın gazabından da koru marmara
kor gri klinik soğuğu
pencereden uçan kuş
tutuşan gazete
atın şişeleri sahneye

—sokak adları çocuk sesleri şeker istemem—

inanmazlar
nasıl şekersiz çay içerim
namus zar mı
gerçek rastlantı mı
değişmeyen hamsinin iskeleti mi

göçük altındaki bedenler


döndürmez saatin kadranını

—ömrü tuza yaşamı rafa koydum—

kimyasallar
tekliğini öldürür tekilliğini değil

toy tay
ateşle rüzgârla dinginleşir

43
derzlerim dizelerim
çürük elma ile müselles
yaşamla düello

ezginin kulvarında
kırık pena telini kırar
atlasım paramparça
kayyum yanlış kestin bileti
harflerin dönüşümü piyon at kale fil
şah mat oldum
omurgam çeliğe su

çöplük martısı yosun tortusu


incir yaprağı adresime tütün basarım

—dil cinnetinden otuz bir çekmekte—

öz’e çarp dibe vur


sezilerini külle kör ol
karanlığından mayalan
kanın aşını sına
eksik tamamlanır
zor fazlalığı törpülemek

yanılgılar ağrıttıkça
saplarsın bıçağı merteğe
abdal olman ne giden gitmiş

—mahşerim anamın kireçli omzu—

44
su idim toprağa düştüm
ceninden gürbüze dönüştüm
çiseleyen yağmur
suyun özdeşi toprağın gözdeşi

a’nı ömre katmadan


ağaç kal yeşer
dal ol üret çoğal
acizi varlığına dönüştüremezsin
içine içine akar
denizin çiğ düşmüş iliği

kadınlığım açısı belirsiz çıtalı


panayırlar çarpışan otolar
lunapark çöplüğünde tuz yakar ağları
sesim kan eğirir

—gerekenden fazla hırs bilgiyi aşamıyorsa dip yükseklik—

dolaşır dalaşır elimle belleğim


ya zeytin ya deniz
su olduğunu bilmediğinden çığlıkla yeşerir papatya

—yasaklar yasaların olumsuzluğu—

yağmur yağdığında deniz ve gece balıklara meze


gün alazlanınca raksı sudan
sevmeyi topraktan
gökyüzünde martı denizde yunus toprakta zeytinim

—ney’ime ay gülümser mi—

45
—gece gündüzü ay rüzgâr’ı sorgular—

benden bize
bizden bene yeryüzünde divâne
günü gelince de toprak
su verilmez kor ömre

—doğrudur yaşamadığım uyluğumu ateşle yudum—

su ile kavruldum belendim ben’ime


ilmeğinden geçirdiğim harflerle yap boz
benliğimle dama usumla satranç
katliamlarla kıyımlarla yenilen oldum

kınım delirir insanı katleden


kadavrana kurt düşe
söküğüne kefen yeter mi

gömleklerimin yakası eskidikçe


ters çevirirdi kadınlarım

günüm gelince gömecekseniz denizi görsün


siyah gelinciklerin şimal rüzgârı essin
dağ çeşmesinin gözesine koyunki
rakı’nın suyu eksik kalmasın

—tek kişilik geçmişim kelepir fiyata—

—sınadıkça yenildiğim aykırılık durgun derin—

—büyüyünce eksilir dönüşebilmeli yara çürümez yoksa—

46
cana can oldun mu ufkuna varırsın
öz de özünde denge iz
olmalı
olmadan olunmuyor
insan insanı bilirse filizlenir

öğrenmeli
çiçeği kopardığın an iğne batmamalı eline
dünya içimizde saklı

—katliamları unutamadıkça—
“son oda yok”

“…Murat Koçak ,Yada ve şiir kuşu….

Eski Türklerde, rüzgâr estirme eylemine sahip Yada yani yağmur yağdırma
taşını da kullanabilen kudretli kişinin adı İdi-Nisbu olarak geçer.
Buryatların rüzgâr tanrısı Zada yani Türkçedeki söylenişiyle Yada da
yağmur getiren rüzgârın ruhudur. Otlakların susuzluğunu gideren bereketi
de simgeler. Sonbahar rüzgârları kuşları ve kazları getirir bu bakımdan da
Sibirya Türkleri bu kuşlara rüzgâr kuşları derdi. Bir Yada taşı gibi çorak
kültür iklimine yağmur yağdırmaya, türlü olanaksızlıklar içerisinde insan
ruhunu yoksulluktan kurtarmak için bir mevsimden başka bir mevsime
şiir kuşu olarak mekanlar çoğaltmaya çalışan memleketin yorulmaz
kahramanlarından biridir…” (Metin Turan)

47
48
“SON ODAYOK” (2012- 2019)

49
—tren yollarına kapı önlerine işeyen
ölü kelebekli adam—

50
uçurtmamı yırttım tellere takıldı
film bitti ışıkları yak

—dizelerin sırtı kıl dönmesi—

hayta delikanlı ısırdıkça etimi


eğriye boyun eğmedim
bilmenin kayıtsızlığı tekilin çoğulluğu

güne yakınsın aç kapıları


dölyatağı uyluğun terini damıtır

—pusulasız girdap kum fırtınası eğrelti otu—

—çaren yok denizi sever sureni yazar iç geçirirsin—

geceyi gündüze katıp


misket gibi yuvarlan çeki düzen verme
iki yakan bir araya gelmez edesine kandığın ömre

mükemmellik ipekte
irdeleyen bencilliğin kelime oyunu değil

ceviz ağacı
şeytan uçurtmam derzlerin kiri kırdım dalları
okyanuslardan göklere

uykumun çulhasını çalıyorum


insan doğduğu yere alışamaz

51
viraneliğim
ne köy ne kasaba

—korumayın sevmeyin üşürsem de dost bağrı—

adım mı
cenin bile olamam gözlerin gözlerim olur

—ölemeyeceksem rahmine at—

parçalanmış yüz hayatın asidi “bir dilim limon


üstüne de tek şeker”

ciğer yarası gecekondu yosmaları


it kulvarı uçkuru

zeytin eziğiyim dışlığım gelmez

hangi sokak büyüttü


aklımı sapanıma sürdüm

—insan hırsından yoklaşır—

—yaşadıklarım iliğinden geçirdiğim kirzey kardeşliği—

varlığını sordular
üç tekerlekli bisikletim de yok ki
kadın varlık bekler tinin inceldiği yerdir

52
yalnızlık yalnızlıktan kıyıya vurdukça
ipliği çektim teyelsiz
dönelim dere kenarına
düşlerim de satılık

—dilsizliği eğik el yazısı örtbas eder—

ben senden sen benden iki öte


farklı zamanlar çok şey öğrendik

—harf kaçtı sözcüklere yirmisine değer değmez—

ağaçlar ölümlü kirletilen


yeryüzü ay güzeli cehalet

—gövdeden doğan yapraklaşır çiçeğe—

insan insanı bilemedikçe


babasızlığı kırık dal bilemez

—akıl yakılınca yıkılınca kanar—

denize düşmüşü dalgalar karaya attıkça


ay kadın sorar yetmedi mi

istediğim uyluğun değil dilimin kara suyu

gün er doğar insan insanla


deniz zeytin çiçeğiyle

53
—nefs ateştir—

çıngı düşer mevsimsizliğine

sevgilim hayat
gözleri de yaşam

gece dalgaların sesi


gökyüzü deniz aynı renkte rüzgâr gün sanki

—fener alayları yerine yalnızlık alayları ay doğuşu—

—güneşin kıyısından nereye gittiği bilinmeyen mavna—

kötü şeyler yazdım


gözlerim serçe ellerim zeytin
bilincim darbelere rağmen karşılıksız

—öze el değmez içten içe öz—

güneşle deniz martılar


yaşam kırlangıç evleri
üç kanat vuruşu doğum yaşam ölüm

şarap rengi üzüm


aya yakınlaşır gece susar
ilkellik arı’lık ada’nın ışıkları
cümleler mi hayata üç şans verir yaşam mı hayata

birey özü insanı dönüştüren


var mısın taş sektirmeye

54
—çöplüğü ayıklar çocukluk çağı kadınları—

insan niye taş sektirir


niye kadehlerde arar niye sigara içer

orospunun girdisi çıktısı


özlemesine özler pezevengine yenilir
ilk erkeği ya da kadını cesedinin astarı

yazım ve yaşam kuralları


“â”’nın şapkası dizemsizim
yazım ve anlam düşüklüğü
de halim deli
da halim dağ

—kıyımım kadavram—

evim arabam yok


derme çatma kırık dökük cümlelerimi
giysilerimi kırışık kişilikli özümü
çiğ süt ile yıkar zor ile perçinlerim

—babam mızrap kesiği—

zar ile müselles oynanmayacağını bile bile


ay’a yıldızlar’a güneş’e özlem

—var mısınız hayat ile çelik çomak oynamaya—

55
kuşun kanadı alır götürür
yorulduğun yerde ağırlığını o an bırak

coşu tinin doru tayı


ölçer biçer teyeller olmaya yüz tutar

—açlık ya da yaşam küfrüne dil uzatabilme—

simsar bağırtısı
Ankara Ankara Ankara
İstanbul İstanbul Hazaki Midyati Cizire

—babasız çocuklar çocuğu erken yitmişler—

—yalanın tatlısı tuzlusu olmaz —

dere yatağına kurulan yatağıma


gün değince pimim yollara sürter

gözlerinizin içine bakarım


kapımı martılar da tıklatmaz

ismimi anımsamayan it
kedi gibi miyavlayamam ki
aç ayı aç ayı tuzu yaş olanın
ipeği kurumaz

56
cebim yokluğum
dönme geriye terini yut
tuzun toprağının suyu

ne derse desin
yürü
git

—ömrüm yazlık sinemalarda sandalye arkası—

penası kırılmış su sürahisiyim


sakalım alıcısız dipnotlar defteri

—kartalın çulhası tütünle anason—

özleyişin tezenesi trenler boş ve rötarlı


şehirler arası yakı kırık

—küfürlerim tımarsız—

derin su çiğ tutmaz kozam ipeğim


komisyonu numarasızlar
ucuzundan şarap dök isimsiz yollara

hayatın dibini göremeden


susuz gölde yüzme
tan vaktini göremeyen

—ağaçlar sarmaşıkla gövdeşir—

57
insan ne denli yenilirse açmaza varır
insan dağa benzer denizi ağaçları sever
suyuz havayız toprağız
ardımdan ağlayan seni düşündükçe hayat ne ki

goril hüznü insanı çağlatır insan muzu niye sever


ben bize dönüşmeli paylaşalım mı muzu
sevmek sevebilmektir

pan zehirim insan çürüğü gölgen yağmur


rüzgâr dağlı filinta arı öfkesi bal
ölen öldürenin cehaleti
çınarla bütünleşebilme

gecenin yağmuru güneş


ne duruyorsun sarıl benliğine
gözlerin bilincin tutkun

—yeryüzü yaşam suskusu—

—sevmeyi bilen öldüremez—

üşüyorum yanlışlarımdan
denizgülü gülümsemesiyle
dağımda vadiyim dereyim içimle

gençliğimin izdüşümü
ömrüm şakağında ben
bize oğullanan

58
imbiğinden çıvgılanan
yağmur sonrası gökkuşağı

öncesi yaşanmış
öfkenin şimdisi seviye katık

erguvan kokusu ölü ağacın bedeni


insan insana kırılmasın
defteri yırtılmış atlası paramparça olmuş
sil bilincinin pasını coğrafyadan
toprağa küser mi su

yaşamla hayatın paçavrası “kör deli”yim

—dil yaşadıklarımız değil yaşayamadıklarımız—

“belki de bundandır vuslata değil hasrete eskidiğimiz”


soruların sorularına verdiğimiz yanıt

—kasığın kısrak düşeşi koynumun ıslığı—

59
kaçıncı odayım yurtsuzluğuma
kıyısından bakabilmeli insana

rengim
dağladığım kanaviçe
çeperim bıçak sırtı kıl yarılmaları

ilkyaz
tarihin acıları sevinçleri mayamı çürüttükçe
küfüm yaralarına dokunamayan

—çocukluk yaşamla misket büyümek düello—

60
HAZAR SONRASI

Karındaş’a

…/
şiir yaşama göverir döner ha döner
doğa yedi kat
insan insanın çiçeği

kim’e desem kabilem yitik


devletim yıkık perçemim virane

alnım yazgının ağrı açılamam gayrı


kıyım suremi yazarım yasemenlere

…/
sözün ıssızlaştığı
cümlenin varmadığı an
öldürüldüm yakıldım
“sözün bittiği, bağların koptuğu yerde Hazar da bitti”

…/
baş şehrin ardında
Gül gonca toprağın rengi
insanın kimyasına tutulmuş akrep ısırığı
özgesine şiir gül ışığı kadını

doktorlar bilememiş sır ilmeğine dokunmuş


o gün bu gündür delice unuttum çiçeği

61
…/
sıra dışı çiğ tanesi yaralar açar
geri dönüş yok topraktan öte

…/
kırık aynada
kalmamış saçlarıma tutundum
kalanım insan çoğalanım insan
nere gitsem
cellat da kıymış canına

son notu
içimdeki hayvana vardım orda sevgi vardı

…/
gökkuşağı sonrası kadın ile erkek tek sözcüğe sığar

seviyorum dilim utanır yüreğim sırlanır


belleğim sığmaz yeryüzüne

çölde kal
perçinlen kendi kendine
yolun ötesi toprak ile su
ateş ile hava sır siyah ve gri

…/
“çanak çömlek patladı çanak çömlek patladı”
oyunlar sahnede oynanır
beceremedim hayat ile oynamayı
kendime soruyorum
neye yarar patlaman
kaburgası morarmış cezan yaşam

62
…/
kırmızı kır tanrısı ezgiler sayıklardı
çocukluğu su
yazgısı sözcüğe saklı
toprak unutur su unutmaz

…/
yine üçüncü şahıs
şehrim alkole banmış

ne olursa olsun geceyi saklarım


ilmeğimi çekmesine çekeceğim de
yüreğim el vermiyor
sen ki avurdunda dirilten Hazar da gitti
r’siz kaldık

…/
öğrenmekten korka korka
iğneyi önce toprağa sonra ayalarıma

“bilerek ya da bilmeyerek incitme”

nisan bir şakası gibi


bir demet çiçek ile gelirim yanlış anlama

…/
varlık yokluğun çelişkisi
kumaşım var iken ipliğim
ipliğim var iken kumaşım olamadı

63
…/
yıkandım gün ile gül ile kurulandım
yazgım toprağa beleli
dilim varsa tetiği çekmeye
ardımda insana dair cümle olma çabası

adımsın
düşen mecnunluk Leylâ’sız
kırgınsan iki tek rakı atardık

…/
sığınaklar sanrıların kapısı
nereye sığar
görevsizlik kararıyla sürülen baba

zordur yüzde ellisi gitmiş


usla yaşamaktansa
göz aralığı yokluk

— kimselere söylemezmiş “gül” “gonca” ile


yaşadıklarını—

…/
Saklandım başım ellerim arası
gülümseyişi Türküler’den direnmeyi Alaz’dan
sabrı Gülana’dan belle unuttuysan
“delisabrın” kalanın

64
…/
susku ile
birbirimizi bilmeden çevirdik yüzlerimizi
bulutlara serptin ömrünü
lâl oldun
iki tekerlek arası

“bulut çiçeği” usul git içlendiysen dur durul


öyle uç

…/
erken gidenler durağına
adı yazılmayan kaç kişi kaldık
yedisinde de yetmişinde de

bilançom kırık dökük varlığım sıfır


can varlığım sayfalarca neden niçin
biçareyim
bağışla küçüldüğüm için

tez gelmek isterim


gelemesem de bağışla
su olamadım
toprak olurum

“…Dargın gözleri ve kırgın kalbiyle sonsuzluğa kanayan bir yaradır.


Acısını yutkunarak yürür sokaklarda. Bağrına bastığı rüzgâr, sürekli
dalgalandırır içindeki Hazar’ı. Yağmur halidir, su halidir. Hepimizin
örselenmiş yalnızlığıdır artık…” (Haydar Ünal)

65
HAVUT ÇEŞMESİ

ip üzerinde
kırılmalar
ipek’i durultmaz

—kadavra altı çizili benliklerin ağrısı—

“ben”le oynaşan
maddeyi dölleyeni bilemez

her gece aynı


ömrümü seyrettiğim film karesi

göğsüme ay değdiği an
denize dönerim rüzgâr harici

ay sırttan ağırca göğleşir


balam imzasızım coğrafyamın bütünlemeli
tek sorusu kadınlar
kıyı ışımaları denize değince
sayrılı renk bulutların arası ay sıyrılır
güllüce doğar güneş esrimenin savruluşu

söze kurulu
yol üstü kasabalar kartpostal ardı

66
—gözesi ağrılı özü usu—

kanım çiçek açıyor tuz yalnızlığım


iliğim sümüklü böcek
saatlerinizi bu gece ileri alın
insan kuş saati güneş doğu
Paris’te gece kahvesi inatla kırk yıl

Uşak kendiliğinden elmalı kurabiye hayat


uşşak makamı alazlı türküler tetiği çek

—acıyla büyüyen güçlüce tutunur—

“…Yaşdaşım olan bir şair daha var ki, adı anılmaz hiçbir yerde...
Oysa alıp verdiği her nefeste şiiri yaşayandır o... Onu, “Rüzgâr” diye an-
mak istiyorum ama, hadi adını da açık edeyim: Murat Koçak…”
(M. Mahzun Doğan)

67
AKASYA
Hanife İnsan’a

eşiği eşelenmişin yer edinişi


yurtsuzluk korkusu akasya arsızlığı

GÖL

İç susuşların çağı
erkeğin kur sayacı döller yatağı

BENT

erdemin erguvanları
erkekliği sorgular
komisyona kilitlenmiş
üçgenin Bentderesi’nde

68
YAŞAM İLÂNI

Bilge Ümit’e

—İnsan tanırsınız tanıdıkça içiniz kıpraşır korkarsınız


onu incitmekten uzaklaşırsınız ya da öyle zannedersiniz
aslında bu bir yakınlaşmadır... Yaşam halıya benzer
ilmek ilmek dokunulan bir gün bu “dost”luğa dönüşür.
Kadimleşir, içinde neleri barındırmaz ki? “DOST”
“Dağ’dır”... “Orman’dır... “Sevi’dir”... “Toprak’tır”...
kısacası “DOST” biz olabilme-ktir. Bir şiirdir an an
dokunan, canım dediğin an yüreğinin ışıltısını hissettiğin...
“Dost”luk hanesine girdiğin an her anına her davranışına
özen göstermelisin...—

kırık pena
cehaletin erdem olduğu günler
ömrümüz tenha
her defasında tüm ağrılarımızı içleyerek
ölümü çerçeveleyip okuyoruz

kendi ayetini okur yazar


inancın rahminde rahman

göyneğin iç cebine mavi boncuk üfürür ustalar


sevi göreceli kanar
yaşam tutku ile tinin infazıdır ten
düşünce hayat ile özleşmedikçe

tehdit cahilin işi


kitapları okumakla olunmuyor
imbiğindeki yaşam ile örtüşmedikçe

69
SEVİ YOLU

sevdim karıştım yine yenildim


yollara vurdum
dediler her cana nasip olmaz

ne bey kalır ne erk


er geç yanıtını verir fikrin fikre saygısı

dinlemeli
varlığından güç alan tohumu
şaraba dönüşür yıllanır eskimez
defterimin kırışık buruşmuş efsanesi

bir kaç kez yaşanılmıyor


susuz toprak kıraçtır

ağaç anlamı bulutların çınar meşe çam


börtü böcek kuşlar insanlar
yağmur düşer yeşerir yaşar

abdal vakti gelince durur yürekten sevmiştir “


gönlümün cananı”

70
rakı’ya düşen atlı karıncaları yuttum
anı defterime bakın

ana—kara yazılmamış yalnızlıklar dosyası

hoşlanma duyusu geçici


eğer kendiliğinden yorulmazsan
emek ile işler yenilenirsin

bütüne varış
açlığı yokluğu göze alıp
yel değirmenlerini arayış

tinin ten ile düellosu “bazı şeyler” kırar


o an yollar
karşılaşma umuduyla

71
DOĞU

yaşam
ölüm
toprak
yara
doğa
gökyüzü
savaş
benin
sömürüsü
bize
varmadan
yaşam
ölüm
yara
günbatımı
doğu

72
SİNE

ten atlas çuha tin ipek halı


dokusu çetrefil yanılsama

kan kusurlu
özü kin olanın özü de aciz

uçurumlardan teğet geçtim almak uzağımdı

yalnızdım çetrefil çağımda


katran girdaptan tinime vardın

tenekeli çocukları kandırıyorlardı


annem ali okulunda okuma yazmada
hırs toprağımın çürük bedeninden doğdum

ondandır sevmeyi bilişim anlaşılmazlığım

postalların esaretine rest


“giydirmeyin parmaklarımdan yıldızlar görünsün”

73
74
ANAKARA
Yazın hayatımın başlangıcından bugüne emeği olan özge insanlar;
Muzaffer İlhan Erdost’a, Remzi İnanç’a, Ahmet Telli’ye, Attila Aşut’a,
Kıvılcım Vafi’ye, Mehmet Mahzun Doğan’a, Ali Kılıç’a...

75
ANKARA GARI

Kayaş—Sincan banliyösü
uykusuz delileri bekler bekleme salonu
Doğu Ekspresi ne vakit gelecek
hareket memuru eskiyi düşünür çağ değişti hızlı tren çağı
kumanya paylaşılmaz
Doğu’ya gitmeli numarasız vagonlarda
Karesi Ekspres ne vakit gelir diye sorar
kumrucu nereden bilecek ki ekranlardaki geliş gidişleri
hareket memurunu arar işte oracıkta elinde işareti
beyoğlu bağışla
Karesi Ekpres’e daha var mı rötarlı 23.45 normali
üşüme içeri gir bana da bir kumru
üstü kalsın bir tane de prensese

hanımefendi hareket memuru yolladı afiyetle


teşekkürler dün gece kumrularla konuştum geldiniz işte

çay ikram edeyim bardağım olacaktı


hah işte buldum çay parası vardı
geçenlerde bir delikanlı getirdi öğretmeni imişim babasının
ziraat mühendisi olmuş delikanlı
bu gece gitmeyin yarın gidersiniz
Ankara garı siz gibileri özledi
gece biter kumrularınız
sabah gobit ekmeği İsmet Paşa’dan
arada kaybolurum meraklanmayın
bir tane daha parasını alın lütfen
oğlum hareket memuruna bırakır harçlığımı
tabii efendim buyurun verirsiniz olmaz geliyor hareket
memuru anlaştığınıza sevindim bir tane daha aldım

76
ben de özlemişim
bana da bir tane daha unutuyordum
diğer arkadaşlar da istiyorlar
kaç tane kaldıysa bu da paraları ağlama kumrucu
prenses çok mutlu birazdan gelir göründü
benim yerime de uyu uykusuz günlerimdeyim
göçmeden yeryüzünden gelmene çok sevindim

oğlum bana inanmasa da hareket memuruna inanır


kırmadın erteledin gidişini şunu da örteyim de üşüme
sandalyelere alışınca yataktan rahat gelir
uyanırsın birazdan Doğu Ekspresi saatinde

yorulmuşum farkına varamasam da iyi geldi uyku


birazdan ikinci perona yaklaşır hızlı tren
ana hat trenleri ikinci peronda
halk treni kaçırırım korkusuyla 1. Perona gelemiyor
numarasız yolcular istasyon çeşmesine koşar
sularını doldurduklarında mutluluk onların hah işte sesi
biz gidelim şuradan suları dolduralım
üç beş şişe dolduralım hepsine veremesek de
yaşlılar koşturamaz onlara veririz
her gece kumrular benden yorulmuştu arada mola vermeli
hiç biri ile konuşmam oğlum gelince
temiz giysileri bekleme salonuna bırakır kirlileri alır
geldi işte tam vaktinde 8. vagon numarasız
pencereden sarkanlara verelim
güzeldir Ankara Garı’nın suyu Elmadağ’dan
bey su verem para mı ne parası
nenem ne dedin sigara mı
Samsun mu almıştım parası mı boş ver benim yerime de üfür

77
ah ah içi gibi yaşayanlar azaldı
kumrularla herkes çekildikten
son tren gittikten sonra konuşurum yıllardır ilk defa sen ile
çok yıllar önce Kuğulu Park ile Meclis arasında görürdüm
o vakitler benim de normal denilen hayatım vardı
kendinizle konuşmalarınıza kulak verir
rahatsız etmeden dinlerdim sonraları kaybettim izinizi
Ankara’ya yıllar sonra ilk kez geldim
okumayı bildiğim halde
savruldum okumaz oldum kumruculuğa karar verdim
yıllar içinde geçtim ise de tren zamanı kadar kaldım
bugün duraksadım göreceğimi hissettim
herkes beni deli diye es geçer

bu gece kaldığın için sağol


hava soğuk bekleme salonuna gidelim
insanlar içlerini görmekten korkuyorlar
sığındıkları mükemmellikler sığ doğanın canını acıtıyorlar
kazanım ölümlünün cinneti
deliliğe eremeyen özlüğünü anlayamaz
kırgın atça sırtımızı dönebiliyoruz lehim taşlarıyız
birazdan Karesi gelir onlara su versek de almazlar
güvensizdirler sonrakiler yük yedinci yoldan geçerler
güvenlik gelirse aldırma
“tercihli deli”lerine ses etmezler kumrularıma gideyim
az önce atılmış simitleri toplamıştım konuşurum da

Karesi yersizliğimi kimselere deme


mülkiyet insanın fay hattı
kardeş kardeşe evlat babaya düşman
tutkuyu sevileştiren gar saati
banliyö zamanı döneceğim uyandırır kumrular değil mi

78
uyandın mı gobit ekmeğini İsmet Paşa’dan
oradaki fırının başka olur gardan direk yukarı
heykele gelince sola dön maliyeyi geçince ilk sağ
değişmemiş demek ki çocukluğumda da ordaydı
yumurtaları Hergele’den Denizciler’e çıkan arada
annemin yumurtacısı demek duruyor hâlâ
öyleyse hali demeye gerek yok

ne çabuk gittin geldin yumurtaları bile kaynatmışsın


birlikte yeriz diye simit de aldım
sonrasında kumruları hazırlarım
bizim alışkınlığımız yaşam
çay da yeni demlenmiştir
simitler de ne güzel kokuyor

Ankara bağrımızdaki bozkır


harfler melankoli
alınteri çayın buğusu susamlı tavuk

gitmeden görebildim iyi ki


hiç bilmediğim yerlere kaybolacağım
dağıldık ikimizde çayları daha fazla soğutmayalım

gobit ekmeklerini anlaşılan çok almışsın


onları hazırlarken dolaşayım
yokluğun dili gözlerdir sözsüz kalır

ne güzel şiir yazar gibisin anlaşıldı enfes oluşları


konuşma yaz yaşa
arkadaşlar çok beğendi öğleye 15 tane çıkar değil mi

79
rahat ol kimse sana seslenmez
istasyon müdürü de öğleye sende
biletini alma yerini ayırttık demiryolcu payımızdan
nerde inmek istersen orada in bu kadarını kabul eyle

hayat döküldü payımı aldım


kaçımız çocukluğunu saklar yaşam aralığında yollara
düşüşümü ben (d)im bilir
sınar esaret insanı bilinmezlikle

yolculuk nereye henüz bilmiyorum


satıcılar mekansızdırlar bildiğimizi sandığımız ne
Beylikova’da ineceğim iyi yolculuklar size de efendim

ver bakalım şehirlinin kumru dediğinden


yoksa çekinip ses etmezsin
güzelmiş tat vermişsin
ben de alayım beyefendi
öyle güzel yiyor ki canım çekti
tabii bu da sizin
tren yolculuklarını bu yüzden severim
numarasızlar yaşam kokar
paylaşım vardır ekmeğini bölüşür hatun analar
kumrucu sessizliğinin bereketi var toprak gibi
neler anımsattın sağ olasın

unutmayacağım bu yolculuğu
nerede ineceksiniz bey
Alayunt’ta ben de unutamayacağım bize bizi hatırlattın
konuşmuyorsun ama yüreğinin sesi
bağışlayın öyle güzel konuşuyorsunuz ki
muhabete neden kumrulardan

80
iki adette ben alabilir miyim keçi peynirlisi var mı
iki tane olacaktı size nasipmiş genelde istenmez
afiyet olsun
borcum ne kadar sorun değil
olur mu olur olur
kabul edemem bu kadar vermek geldi içimden ama bu çok
söz yolum uzun
kalırsa bir iki tane daha yerim
yine de çok

kumrucu bu denli naif olmayı nasıl beceriyorsun


haklı Beylikovalı
eğer söylersem olamam akışına yaşamak desem yeterli olur mu
Altınovalı farkında mısın nelerin farkına vardık
bize unuttuğumuz değerleri anımsattı
yüreğinden esen ışığıyla
nereye geldik Polatlı’yı geçmişiz farkına varmadık
yolum az kaldı diye üzülüyorum borcumuz
ne borcu afiyet ola

olmaz bize bizi anımsattın bırak başkasını


kendimize yalan söylüyoruz
ikimizin içinden gelen bu kabul eyle teşekkürler
gelmişiz nerdeyse Beylikova’ya tanıştığımıza sevindim
ilerleyeyim kapıya yüküm de var
kalın sağlıcakla iyi yolculuklar seni unutmayacağım gani
gönüllü Altunovalı numaramı aldın haberleşelim beklerim
misafirim ol sen de arkadaşım
ikimiz de burada iken diyoruz evimiz evindir

81
konuşmaya daldık acıktım var mı kumru var
ama bir şartla
tamam tamam ver bakalım

merhaba ben de bir tane daha istiyorum


bu defa normal olsun
tabii buyurun
yolculuğumun kalanını sizlerle yapsam
sizce uygunsa
neden olmasın
yıllardır numaralı yataklı vagonlarda gittim geldim bu
sıcaklığı yaşayamadım hayat işte
hanım kızım yolculuk nereye affınıza sığınarak

Çukurhüseyin amca eski bir atlasta gördüm ve gidiyorum


ne yani hiç tanıdığın yok mu
yok
aslına bakarsan böyle olmalı desene sen de kumrucu gibisin
bilmem
öyle öyle yormayım sizleri kestireceğim azcık

kumrucu yolculuk nereye henüz bilmiyorum


nasıl yani
bilmek yorucu karşılaşmayı yeğliyorum an’ların savruluşu
yani parçaların bütüne ermesi akarına
evet tam da bu anlamıştım
şaşırmam farkındalığın yakınlarındasınız
ünlemsizliğin yorgunluğu sıkıldım kalabalıklardan
töze erim içe doğru
yorulmuyorum sizle konuşurken adınızı sorsam
önemi var mı içinizden geleni deseniz

82
ne uzağız ne yakın
içimizin renkleri bizi bizleştiren
yalnızlığımızdan ürküyoruz yollara vuruşumuz bundan
gitmek gittikçe gitmek
diğer yandan kalıt bırakma var olduk diyebilmek için
öz yitince sığmıyor yeryüzüne yürek
adını unutmak istiyorsun yontuluyorsun
kuyudan çıkmalısın ki başarmışsın
kumrularının lezzeti bundan dilsizliğimi unuttum
aslında ben de pek konuşmam konuşmuyoruz Mori
düşünce akışı bu adı sevdim ben ne desem acaba bilmem
bakalım zamanı gelince seslenir

Eskişehir’e gelmişiz geçen sürenin farkına vardın mı


varmadım Mori
tahinli çörek ve ayranlar benden ayrıyannn çöreeek
dört tane
nerelerdeydin yoktun epeydir
haklısın hızlı tren çağı değersizleştik arada bir çıkıyorum
anımsadığına sevindim
eee olsun o kadar yolculuk bu defa nereye inan bilmiyorum
içinin aktığı yerde inersin iyi yolculuklar afiyetler ola

sohbetinizi izledim sesleri duymasam da içim gülümsedi


hiçbir şeyi kaçırmıyorsun
öyle mi dersin öyledir ne bilem
ben bir sigara içsem dışarıda
özeline karışıyorum ama içmesen
içmiyorum sen dediğin için değil
bilmiyorum içime bir ses seslendi de
karıştım kusura bakma
ne demek ne kusuru

83
zulamda naneli çikolata var kabul eyler misin hem nasıl
çok severim nereden bildin bilmem
arkadaşlar geçtik mi Eskişehir’i amma uyumuşum
geçtik az önce hareket etti amcam sağol hanım kızım
çörek ve ayran ayırdık size
bizi kırmazsınız değil mi
böylesi naif bir sunuş kırılır mı
Alayunt’a beklerim
kalın sağlıcakla

Kütahya’da ineyim burada mı inecektiniz ki


hep kaçış hep kaçış kaçıyoruz nereye dek
bir defa daha gelmeyeceğiz
bir gün yine karşılaşacağız
yolun açık ola nereye tabii sakıncası yoksa
bilsem yürüme isteği var

kaldın yine bilmediğin bir şehrin garında


konuş içinin virajlarıyla

merak etme düşündüm bile nereye yolculuk


Uşak
gündoğumu yola çıkacağım yürüyecek misin
yok karar değiştirdim
“içöz”lerimi görmeliyim ancak onların güzelliği sağaltır
tren vardır belki
baktım var gece yarısı bekleyecek misin galiba
biraz kuytuluk da uyuyayım

84
tam zamanında uyanmışım bilet bulurum
ayran çörek vardı onları yerim içerim
Uşak’a trende yer var mı
İkinci mevkide yeriniz ayrıldı
nasıl olur parasını vermedim biri geldi iki saat önce aldı
bu bileti size vermemi söyledi
ne oluyor anlamıyorum
neyse tren vaktine on dakika var her kimse
sağ olsun var olsun
demek pulman bileti ve tekli koltuk

çürüyeyim bir defa daha söylenemeyen sözcükler


varlık ve yokluk birbirini kovalaya
gözler yollar benzerini arar
yollara düşüşler içöze varış
yersizliğimin dipnotu vagonlar

hayat defterinin kenarı bir defa karıştı mı ataç da tutmaz


insanlar içlerinin girdabında ürkek ve telaşlı
öfkenin özgünlüğü kinsiz yanılsamalar
özveri ipekten çulha

ev mi nerede
sırtını ay’a dön yıldızlar yorganın olur üşümezsin
katığın olsun yeter
bir de gülümseyen yüz üşürsen de aldırma

sarıl inatla ürkme


için fırtınalı olsa da öğretmeye çalış
yaşama savaşının emek olduğunu

85
Merhaba
burası boş mu
sanırım efendim oturayım öyleyse
yolculuk nereye sakıncası yoksa Uşak
tahmin etmiştim yanılmadım
nasıl yani görüşürüz derken ki sessizliğinizden
sessizlik derindir sığ olan algılayamaz

dağınıklığım yokluğumun ayracı iliğim özüm


“sağ kal” malıyım
Bilsem de sağalamıyorum yokluğumuzun söküğünü
dikebilsek her gidenimizin ardından
bilmezdim inancın sevdasını
“şiir ol orada da” diyordu özütüne Akkuşu’nu kokluyordu

—Uşşak makamı şimdilik son—

86
YENİ GÜN MEYHANESİ

Külüstür Turgut’a ve İsrafil Yıldız’a

şiirden bitap düşmüştüm


karpiçe gidemez
sokak lambasının altında
köpek öldüreni içer
gece yarısı cigaranın aşkına
o gecenin en büyük şairi kimse
kurtuluşu yoktu elimden
Rumeli’de içince çorbayı
heykelin dibinde rakı ile karşılardım sabahı

Külüstür Turgut cigara içmez


ansiklopediyi kadeh kadeh içerdi
gittiği gün küfrettim

87
kimseler kalmadı
bu gece de içelim
yalnızlığın dumanaltı arkadaşlığına küfrederek örtüsü “kan
revan” masalara meze
salaş meyhanelere sığıntılığım belki bundandır
Türk filmi çocuğuyum ya

eski kuşağın şiiri bunalımın sülfürü idi


oldu “ben”in çürüyüşü

ölü kuş
kimseler görmeden gömeceğim karanlığı

“…Gelip geçenlerin hiç umursamadığı, fakat o yörelilerin gözü


gibi olan ağaçlar vardır bozkırda. Düz ovaların tam ortasında, tek
başına. Yaprakları ne yana savrulur? Bilinmeyen. Onun dibinde yatar
çobanlar sürüsüyle. Onun dibinde soluklanır kurt, kuş. Gözünüzde az
çok canlanmıştır bu görüntü. Şimdi o görüntüyü Türkiye’nin başkenti
Ankara’da düşünün. Şiir Baba da böyledir. Siz bakmayın Ankara’da
binlerce evin olduğuna. Ankara’da bir tane ev vardır; o da A Şiir Evi’dir.
Şiir Baba ise o evin gölgesidir. Kurnası şiirleridir. Bozkırda susuz
kalmış bir Bektaşî misali bu kurnadan şiiri içebilirsiniz…”
(İsrafil Yıldız)

88
HASRETLİK

Serdar Koç’a
suretimi yırttı söküklerim
çürüdükçe yenilendim

toprağımın kuytusu kırmızı oyalı yazma


açın ışıkları kabuğum sayrılı

gecenin rahmine saklı şafaklar yeryüzü

Koç Ali yangında ustalığın kül


“aşk yoksa hükmü yok ömrümüzün”*

çırağın yoksa ömür kumaş


ustasını bekler kadın da erkek de

şiir düellodur
iyi kötü kötü iyi

ev ıssız şiirler sığınağı


“mutluluk çelişkisidir insanın”**

açlığın rengi
akça akça gülümser

dünya ipek atlas


hasretlik ne’liğimize

*Serdar Koç
** Ahmet Savaş

89
“..Bu dünyadan murat alamamıştır. Can tomurcuğunu gepegence
toprağa sırlamış, özüne doyamamıştır. Feleğin çarkı canına okumuş, onu
delirtmek için her şeyi yapmış ama bir türlü delilik beratı alamamıştır.
Sözcüklere meftun olmuş ama sözün çargâhından tat alamamıştır.
Nihayetinde, tıp ehliden akıl mazbatasını da alamamıştır. Issız acunda
nasipsizdir. Kısmetsizdir. Aşk mektebinden bir tamam tasdiknamesini
almıştır ve bundan dolayıdır şiire meyli. Edebiyat defterinde kaydı şairdir.
Kendisi kavgacı bilinse de bahri Hazar’da boğulmuştur, o yüzden
her ne kadar ikameti A Şiir Evi sanılsa da adresi belirsizdir. Acılarını
dillendirmeyen ketum bir mecnundur. Deli değil meczuptur. Yıllar yılı, dağ
bayır, sokaklarda organik yaşamış, dosta düşmana inat, hayatta kalmayı
başarmıştır…” (Serdar Koç)

90
HATAY SOKAĞI

Niyazi Uçar’a

insanın çiğ olmadığı yıllardı


işten atıldığın gün
karşılıksız avukatın Akif Kurtuluş’tu

bozkır sızısı ebrulî


Ege kalbimin Hatay Sokağı
tezenesi Doğu Kuzey

ilk çığlığını atan serçelere


yol gösteren çocuklardık

ölüm tez geldi


yaşamdan da tez
ahhh kokuları da bize

şiirle özdeşiz
sevmeyen dönsün
insanlığını unutanlar giremez
biliyorsun değil mi
gönül çemberin şiirine meze
kapını çalansa “hiç”liğin

“…Bazı adamların hem kendi hem hikâyesi güzeldir


İnsanı insan yapan da taşıdığı hikâyenin izleridir…
o izleri küçükken okudum gördüm…” (Selda Uçar)

91
ŞİİR AŞK

“Özün”* Evlat Tünay Yılmaz’a

kendiliğimi öldürdüğümde altı yaşımdaydım


üç kök nane
cami avlusunda çocukluğunu yitirdi

kırıldım kime bilmiyordum


o gün insandan önce şiire inandım

her defasında
bilincimin çulhasını yaktım
aşktı şiir

*Osman Numan Baranus şiire “Özün” derdi

92
KIN ve SUSKU

Tuğrul Keskin’e

bilmezdim
ucuz otellerin
satır aralarında
aradım durdum
küfrümde
küflendim

yaşamım durulamadı
her ağrı sonrası dağladım

gecenin gündüze
gündüzün geceye evrildiği an
serçenin tünediği

—bozkırın esaretine şerh—

olmaya olamadım
yaşadım yaşamadım
oldum
öldüm

“…İçinden durmaksızın şiir akan, gerçek mi, metafor mu olduğunu


sıcacık kalbine dokununca ancak, anlayabileceğiniz gerçek insan! Geçmiş
zamanların bir kesitinde insanlar, Murat gibi olduğundan; kırk gün kırk
gece semah dönülür, ceylanlara, sulara karışırdı insan; işte Murat o
günlerden kalma bir ruhla dolaştığından, deli sanıyor kimileri. Ve biz
destekliyor, ekliyoruz; usludan yeğdir delimiz...” (Tuğrul Keskin)

93
Bulamadım

Ömrümün güzünün ilk yarısını geçtim, kusurlarımın sayısını


unuttum yanılgılarla yanlışlarla dolu tümceyim tekliği yeğledim.
Neden niçin bu yolu seçtim bildim bilemedim yaşadıklarımı
kınıma sakladım yıllarca bağırdım ömrümün bir sürecinde yazdılar
rivayetler üzerinden kurgular çoğalttılar. Görebilen hissedebilenler
güzel cümleler kurdular.

Şiire gösterdiğim özeni hayatıma gösteremedim. Çocukluğumla


yüzleşemedim. Araf’ın eşiğinden öteye geçmek ile geçmemek
arası, yazdıklarım iç döküntüsü belki bundandır çok yazamadım.
Saflığı aradım oysa saflık yoktu. Dağ çiçeklerini aradım bulamadım.
Yazma sancısı çektiğim kadar yazsaydım onlarca kitabım olurdu.
İçime yöneldim her defasında. Sığmadım hiç, içimi dağladım
yanılgılarımın yanılsamasıydım.

“Kın ve Susku” ile şiire veda ediyorum. Ömrüm yeterse yazdık-


larımın satır aralarına saklı yaşam tarihimi yazmayı düşlüyorum.

İnsandan önce şiire inandım, yazın hayatında otuz dokuz yıldır


varoluş uğraşı, bulamadım kendimi sordum;

94
(Ahmet Telli)

95
(Şakir Özüdoğru)

96
HİÇTİM

dünya kadar dolu dolu bir hiç..!


az önce oradaydım

Ganj nehrinde yorgun


boynuna esmer renkler sarmış genç kızdım
uzak dağların sahipsiz goncası
şehir şehir dolaşmış
unutulmuş
rezil bir intihardım
Arjantinde kırmızı pabuçlu tango

Ege’de süzülen mavi uçurtmaydım
Mekke’de pişmanlığın secdesi
Filistin’de bir çocuğun yüzünde ki is’tim...

hiçtim,
dünya kadar dolu dolu bir hiç..!
ihtiyar kitapların son sayfasında ki nefes
pencerende ıssız yıldızdım
az önce oradaydım

İtalya’da kulak arkası gül


Anadolu’da çatlamış türküydüm...
hiçtim
dünya kadar dolu dolu HİÇ...!

T.Y

97
“…İnsan! diye seslenir yanındakine. Tabii insan, insansa eğer…
İsmini söylerken bile yanına ekler, çünkü anlamı vardır
“insan” olmanın.
Her etten kemikten olan varlık kolay kazanamaz bu unvanı. Vicdanın
alın terini ister gözyaşı ister bir parça acı, bir parça sokak, bir parça şiir
ister. Kısaca emektir insan olabilmek. Ah içinde bir de derinlikli bir ruh
taşıyorsa, şiire evrilmektir insan olabilmek. Fakat o bundan ötesidir.
Hayat ona suskunluktan çığlık doğurmayı, dinginlikten hoyrat
rüzgârlara dönüşmeyi, acının ortasında şiir kanatmayı, insansızlıktan
insanlığı, vurgundan merhamet duymayı ve en büyük kayıpların
dehlizlerinden babalığı öğretti. Kozasının duvarlarını kırmak için kendi
etini kemirmek durumunda kalan, soyuldukça bütünleşen, çektiği acıyı
şiirin renklerine dönüştürebilen biri o. Bütün hisleri maksimum ayara
çevrilmiş bir adamı düşünün. Kanında şiir dolaşan, heceleri kalbinde
çarpan, duvarları milim milim hatıralarla, vefalıkla örülmüş bir adamı
düşünün. Nasıl taşmasındı ki? Nasıl bağırmasındı? Biz oradan tanışırız
onunla. İnsanlıkta, şiirde buluştuk çünkü.
Evi evimdir, ocağı ocağımdır, şiir babamdır. Kirli, lekeli ve kusurlarını
günbegün ortalığa kusan bu zalim dünyada ömrü boyunca büyük
fedakârlıklarla temiz tuttuğu tek yerdir orası benim için. Hayat kadar
gerçek, masal kadar liriktir. Yan yana oturur bunlar masalarda. Kutsaldır.
Deli diyor kendine, inanmayın. İnsan kılıklı insanların çoğunlukta olduğu
dünyada, bütün deliler akıllıdır aslında. O aklını, ruhunu ve günlerinin
hepsini şiire adadı. Okuyun onu, her harfine, her cümlesine ruhunu
kilitlemiştir. Gecesini, gündüzünü, gökyüzünde sevdiği kuşları, sokaklarını
ve ömrünce biriktirdiği acı ve sevinçlerini hissedeceksiniz…”

(Tünay Yılmaz)

98
Kadimname

“Saflığın özünü aradıkça,


arılaşmanın erincine varır bilinç.”
(Rüzgâr Şiir Yaşam VII, Temmuz, 2011)

I.

günlerden o gün
yılın önemi yok kadimlikte
ana yüreği kalabalığıyla
doldurdu odamı AnaCan
eskimemiş dostluğun seslenişlerinden
süslendi duvarlar
kafiyelendi anılar

palmiyenin gölgesi pencereyi öperken


eskidik ve ayrılıklar dilinde vedalar söyledik

hep gülümsedin dedi AnaCan


eşime çocuklarıma ve bana
oysa ne az dedin gözlerinden akanı
dedim yazar da asarım sözümü
yanıt anlamdır okuyanın yüreğinde

sana bir ses uçuracağım dedi


karındaşım dokunacak
yazılı yanıtlarına yüreğinin
ve kanat açtı varışına
alıp da gözlerimi
dilsizliğin haritasında zaman sözleri…

99
II.

günlerden o gün
tarihin önemi yok kadimlikte
tınısı tedirgin seslendi KocaCan
dedi karındaşımın adres ettiği yazı mısın
yüreği yanıtlarında gülümseyen

düştü çağrımın peşine Troya’dan


dost güzellikleri yüklenerek Kaz Dağlarından
Amazonların savaşçı kraliçesi Smyrna’yı
selamlayarak geçti Menderes’i
Aydın Ovası’na

heybesi sırtında bir dolu ömür


poturlu şalvarına denk kasketi
hemi de sekiz köşeli
toprak nakışlı âsası
adım adım Anadolu

Ahmet Abi (Erhan) yaşıyor


ve Rüzgâr
şiir topluyor fırtınaya…

100
III.

günlerden o gün
adreslerin önemi yok kadimlikte
ev bir Can daha sakladı geceden
Rüzgâr doldu
derviş heybesinden ve yollar
yollardan kentler
kentlerden ömürler
ömürlerden dirimler kadar
yitimlerden zaman aşımına yürüyen
yürekleri Sivas Ağıdı çocuklar

Rüzgâr birden esiyor Büyük Ekspres Birahanesinden


açınca kapısını saçları blendaks kokulu kız
uykusuz coşkusu Rüzgâr’ın ve yaşasın delilik
Bilincin Ayrıkotları
barış için geç kalan savaşlarına
e-postalardan Cansesleri…

101
IV.

günlerden o gün
mekanların önemi yok kadimlikte
Ankara imgeli üç Can
kokluyor Rüzgâr’ı
sıcacık mürekkep kokusu
Nevin, KocaCan ve ben
susup dokunuyoruz
esip dağılmadan Karanfil’e
on yıl diyoruz
yüreklerimiz baharkırmızı
KocaCan dinliyor
gözleri gelincik dalgınlığı

“Bu benim meselem derin mesele


Ezelden evele giden mesele” *

masalları göç etmiş bir ülkede


dolunyüzlü bir kraliçe
renklere ışık eğiriyor o yıllar
kaleminde beşinci mevsim insanlık
kadimliğe gölgesi büyüyor şiirden
yavaştan büyüyoruz
A Şiir Evi’ne…

(*) “Benim Meselem”- Müslüm GÜRSES şarkısı


( N. Savaş Gündoğdu)

102
“…Murat bir deli oğlan, dağlara seslenir yüreğiyle, suya seslenir
sonra yankı olur sesi bize ulaşır, bir şeyler fısıldar derinlere fısıltıyı duyarız
ama anlayamayız, anlamak için onun gibi derinlere inmek lazım. Çığlık
olur dizeleri şiirlerine yayılır nefes alır, derinlerden yüzeye çıkar.bir deli
oğlan işte onun evi dünyadır her yerde yaşayabilir. Ne zaman doğduğu
belli değil yüzyıllardır yaşar erenlere kavuşacakken vazgeçer fırtına olur
eser, nehir olur taşar. Adresi yoktur onun sürekli yer değiştirir kimden
neyden kaçar bilinmez. Derler ki kendinden kaçar saklanır:)) Bir sevdiği
vardır deniz kenarında yıldız sayar, şifacıdır kendi gibi şairdir. Söylenecek
çok söz vardır hakkında ama ben kısa keseyim…
Nerede ve ne zaman doğduğu önemli değil dünya insanıdır o…”
(Filiz Kura)

103
“…Şiir babadır. Bir baba şefkatiyle dokunur insana, şiire, hayata...
Bir babanın hissettirdiği güveni ve umudu hissettirir şiir bağırarak , kimi
zaman sokaklarda kimi zaman pencerenin ardında... Şiir ile iyileştirir, şiir
ile direnir, şiir ile sever ve şiir ile hisseder. Onun için o şiir babadır. Kalbi
merhamet, cepleri şiir ile dolu adamdır…” (Feyza Bayraktar)

104
“…Abicikten Devdiv Abiye...
Önceleri
“…Emeğimizi paylaştık
Yoksulduk
‘Yok’ umuzu paylaştık
Var olduk
Varsıl olduk paylaştıkça

Yazın dünyasının görünmeyen tarafını gördüm


Abicik’in renklerinin ardında
Yordum
yoruldum
yorumladım hayatı onunla

Kırdık
kırıldık ama kopamadık
Bilemedik de ne bağladı bizi
Farklı bağlamlarda aynı anlamlarla bağ kurduk
Birbirimizden habersiz aynı kentlerde aynı adda farklı hayatları yaşadık
Dayandık hayata şiirle
Ben okuyarak o bağırarak
Dayanamadık ayrılığa
Bir geçmiş olsun hatrına
hatırladık
...
Oğluma, Rüzgâr’ıma anlattığım masallarda Devdiv abi oldu
Kendi de gönlü de kocaman olan Pörtçük abim, Can abim…”
(Murat Durukan)

105
“...TV haberinde, sokakta gümbür gümbür bağırarak milletin beyni-
ne beynine işleyen Davudî sesiyle şiir seslendiren birini gördüm. Üstünde,
birçok cebi olan ve her cebinde kitaplar bulunan kendine özgü bir giysi
vardı. Daha sonra öğrendim ki meğer o kitaplar kendi şiir kitaplarıymış.
Pejmürde bir halde olmasına karşın gururlu ve kendinden emin bir yansı-
ması vardı. Bu hali dünyayı boş vermişliğin göstergesiydi. Bunları gördük-
ten sonra hemen sosyal medya üzerinden aramaya koyuldum. Kısa sürede
birbirimizi bulduk. Aramızda yaklaşık 3000km mesafe vardı, ama öylesine
bir sıcaklık yansıdı ki yıllar ve mesafeler vız geliyordu. Nihayet sahne ami-
rimizi, işçiler kralını bulmuştum. Fakat o artık eskiden tanıdığım Murat
değildi. Pek çok rahle-i tedrisattan geçmiş, adını şiir dünyasına nakşet-
tirmiş değerli bir ozandı. Sanki Tapduk Emre’nin “Hadi Yunus açıl artık,
dök içindeki çağlayanı, dök gayri ortaya!” dediği gibi, birileri de onun
önünü açmış, salıvermiş, çağlıyordu. Şiir, nesefine düğümlenmişti âdeta.
Her soluk alış verişi şiirdi, şiirimsiydi. Diyar diyar dolaşmış çektiği acılar
eşliğinde kendini bulmaya gayret etmiş ve bulmuştu. Artık o bir “ozan”
olmuştu. Üstelik sokak deyimiyle “Deli Ozan” olmuştu. Sokağın kimlere ve
neden deli dediğini hepimiz biliriz. Bu delilik unvanı kolay kolay kimseye
verilmez. Deli, delidir ama bu delilik bir başka deliliktir, onurdur, şandır
ve onun hakkıdır.
Sen ey deliler şahı, “Deli Ozan”! Sakın ola akıllanma. Bu ülkenin,
kendini akıllı(!) zanneden akıllılara değil, senin gibi delilere ihtiyacı var.
Hem de çok. Şiir bağıran nefesin gür, yüreğindeki naiflik ve sevgi daim
olsun. Senin dostluğun onurdur bilesin...” (Tahsin Melan)

106
“…Karanfilden kitapçıya, şairden seyyaha, esvaptan kitaba, meyden
harabata, oğuldan uzaklara bir yerde karşınıza çıkarsa şaşırmayın, bıra-
kın penceresinden içeri efildesin rüzgârı muradın…” (Savaş Arslan)

107
“...Murat’ı tanıdığımda birlik iş merkezinde iki bakla bir sofha dük-
kânı vardı.
Yağmur asker şiirimi yayınladığında sayesinde edebiyat dünyasına
ben de adım atmıştım.
Onun çevresindeki herkesi yazmaya yönelten yayıncı yanı, içinden ge-
çenleri yüksek sesle söyleyen dili, zihninde bitmeyen hevesleri,  şimdilerde
dizginlediği göçebeliği, ortalama olamadığı için söylenen deliliği kabulle-
nişi, yüreğindeki sevgidendir…”(Ramazan Tekinarslan)

108
“…O ağacın gölgesinde,  bronz babanın kızı, oturmuş kitap okur hür-
riyet. Kızın eteklerinin ucunda birleşen tüm sokaklarda kendiliğinden ka-
fiyeler yükselir. 
Deli Murat şiir okur, sokaktan geçenlere yabancı kelimeler, kulak ka-
bartanlara tanıdık, oturup dinleyene sahici. 
Yolda yürüyen insanın derin düşüncesine saygılı bakışları, tanısa da
görmezden gelecek kadar naif.
Taş binaların köşelerinde kuşlar yuva yapmış biliyor musunuz? Deli
Murat geri kalır mı, ömürlük tuğla gibi kelimelerden örmüş duvarını, sa-
hipsiz cümleleri yanına almış, evsiz şiirlere baba olmuş. Olmuş da, babalar
deliremez mi?
Babalar öyle bir delirir ki; bu delilik kendiliğinden, düpedüz, yalın,
sadece oluverir. Satırlar yükselir onların ağzından,  sokaklarda, yuvadan
uçan kuşlar gibi cesur, onlarınki gibi deli cesareti dolu.
Yağmur yağdı o sokaklara, ıslanan bütün ahali akıllandı. Evinde keli-
meleri ısıtan adam kuru kaldı, bir o delirdi.
Öyle bir gülümsedi ki sonra; lügate Deli Murat Gülüşü yazdılar….”
  (Hakan Yıldız)

109
Fotoğraf: Ömer Asaf Tosun

110
Fotoğraf: Solmaz Aksoy

111
Su idim; topraksız, varlığı yokluğu belirsiz keşiştim özüme öz
olamadım savruldum dağlardan denizlere...

İnsanı aradım şiir olamadım, sokak oldum... Bildiğimde


biteceğimi biliyorum.

İnsana inandım; şiirde insanı, insanı şiirde hissetmek istedim nice


yanlışlar ettim, çok ağır bedeller ödedim...

Özüm toprağa gidince tetiği çekmek istedim defalarca...

Sığmadım dağlara denizlere bağırdım. İçim toprağını arıyordu


belki yollara sokaklara düşüşüm bundandı. Nice güzel insanlar
girdi ömrüme bazıları sonsuzluğa erdi…

Hayat gülümsüyor her şeye rağmen, “sanatın gerekliliğini”


hisseden yaşayan şiir ömrüm, yaşamdaşım, gelinciğim, papatyam,
özütüm, oğlum, torunlarım...

Sanatın divanesiyim; gayri yazılmaz yaşanır...

Ah bir de memleket ve yeryüzü “İNSAN”olsa...

Dara düştüğünüzde; sıkıntınıza ışık huzmesi olsam yeter...

Kusurum elbet vardır... Kim miyim?


Ahlat ağacıyım belki...

112

You might also like