Professional Documents
Culture Documents
Paul Strathern - 90 Dakikada
Paul Strathern - 90 Dakikada
90
SOKRATES
g e nda5
Ö n c e d e n d ü n y an ın en ö n e m li yirm i
filo zo fu ü slfın e ö ğ re n im y ap m ak h em
yok paraya, h em d e /a m a ııa m al olu rd u .
A tin a so k a k la rın d a te s a d ü f eseri
L o n d ra lı g e /ğ iıı ve y a /a r Paul S ıra lh e rn
ile tan ıştık. A k şam a, P la k a ’dak i bir
tav e rn ad a b u lu şm ak için sözleştik. Bize,
bu şe h ird e k i d ü şü n c e atle tle rin in h er
b irin d e n b a h se d e r e k e ğ le n d iric i b ir
so h b e t o rta m ı varatlı. G e c e varısıfıa
d o ğ ru Sok ratos ve P lato n ’ıın. A ristoteles
ve A ııa x a g o ra s 'm , A lm an televizyon
p r o g r a m la rın d a n . A lın an g e c e k lü pleri
ve m ü z isy e n lerin d e n d a h a e ğ le n c e li
o ld u ğ u n a k a n ır verm iştik .
Paul bize S o k r a te s ’in h am leli so ru
m e to d u n u , h içb ir şey u ı/m a m ış o ld u ğ u
h a ld e b u g ü n b ile ü n lü o la n b u işe
v a ram azın h ay atın ı su n d u . P laton la
A lla ıılis’e gittik , A risto ile iyi bir
m u h a b b e t için u y gun m u diye - hava
d u r u m u n u in c ele d ik . Ü stelik faı kettik
ki h ay atta neyiıı ö n e m li o ld u ğ u n u
d ü şü n m e k için in san ın za m an avırm ast
g e re k . L o c k e , H u ıııe ve N ie tz s c h e y e
sıra g e ld iğ in d e tav ern a sah ib i bizi
kibarca dışarı çıkardı - böylece hikayenin
d e v a m ın ı (k lasik ) gezi d a k tilo su n d a
y az ac ağ ın a söz. v e rm e k z o r u n d a kaldı.
B öy lece o rtay a "9 0 D ak ik a d a " ad lı
dizim iz çıktı: Büyük filo zo fların
ö ğ re tile rin i ve h ay atların ı a n la ta n ,
duygulu, hayat d o lu ve eğlen celi kitaplar.
90 DAKİKADA SOKRATES
PAUL STRATHERN
90 D ak ik ad a S o k ra te s
Yeni Seri: 16
90 D ak ik ad a Filozoflar: 2
© G e n d a şA .Ş .
B irinci B asım
E k im 1997
IS B N 975-7809-29-2
E d itör
A dn an Özer
K a p a k T a sarım ı
M u rat B ozkurt
Dizgi
E r a (512 36 76)
K a p a k ve İç B a sk ı
P ersp ek tiv
Cilt
İtim a t M ü cellith anesi
G e n d aş A .Ş.
Ç atalçe şm e S k . No: 19
C ağaloğlu -İstan b u l
Tel-Fax: (0212) 520 82 12 - 527 10 20
Önsöz
(Xenophon)
ruhunu yakalamıştır. Bu arada Pla-
ton’un daha geleneksel iş anlayışı ve
hayat tarzı, felsefeye nihayet saygın
lık kazandırmıştır. Ancak Platon da
büyük yanılgılar içine düşmek gibi
felsefi bir gelenekten kopmamıştır.
Örneğin gerçek dünyanın idealardan,
içinde yaşadığımız dünyanın ise göl
gelerden oluştuğuna inanırdı. Bu ger
çekdışı anlayışa rağmen birçok insan,
Platon’dan beri bütün felsefi külliya
tın onun eserlerine ancak dipnot teş
kil edebilecek bir birikimin ötesine gi
demediği kanısındadır. Elbette bu
abartılı bir kanıdır. Ancak günümüz
de halen boğuştuğumuz pek çok temel
felsefe sorununun ilk kez Platon tara
fından dile getirildiği bir gerçektir.
Filozof üçlüsünün üçüncü elemanı
Platon’un öğrencisi Aristoteles’tir. İyi
bir eğitim görmüş olan Aristoteles, us
tasının felsefeyi ilginç diyaloglar biçi
minde açımlama çabasına şiddetle
karşı çıkmış, bunun yerine sayısız
araştırma kaleme almıştır. Bu araş
tırmaların çoğu daha sonra vefasız ar-
kaşları ve öğrencileri tarafından kay
bedildi. Aristoteles’in mantık ve kate
gori sistemi ondan sonraki iki bin yı
lın felsefesinin ve biliminin temel taş
larını oluşturur. Bunların ne ölçüde
eğri büğrü durduğunu sadece birkaç
yüzyıl önce fark ettik. Aristoteles de
her geniş kapsamlı açıklamanın enin
de sonunda yanlış olabileceğini her
halde biliyordu ama bu onu açıklama
lar bulma yolunda durdurmamıştır.
Antik Yunan Dünyası’nda doğan ve
En azından kendimiz, başka
birinden, mükemmel bir
konuşmacıdan başka
konuşm alar duyunca bundan
kimse... fazlaca etkilenmez.
Lâkin birisi senin veya her
hangi birinin bu konuşmayı
yaptığını duyarsa... hepimiz
kendimizden geçer ve
coşkulanırız.
(Platon)
yüzyıllar boyunca Yunan karakterini
koruyan felsefe olmasaydı, bugün ol
duğumuzdan farklı olurduk. Doğa bi
limlerimiz olmayacak ve gerçeği bul
maya yönelik arayışlarımız temelde
hayal gücümüzden ve geçici hevesler
den ibaret kalacaktı; tıpkı günümü
zün politika, psikoloji ve ekonomisin
de olduğu gibi. Filozof ve teologların
yüzyıllardır uğaşmasına rağmen etik
değerler de bu içler acısı durum içeri
sinde sararıp solmakta. Ahlâki açıdan
bugün, iki bin yıl öncesinden hiçbir
şekilde daha iyi değiliz, aksine nasıl
olmamız gerektiği konusunda artık
bir fikrimiz bile yok.
Yirmi beş yüzyıldır sürüp giden ya
nılgılar filozoflara sonutça yanılgıları
nın hiçbir rol oynamadığını göster
miştir. Önemli olanın felsefe yapma
nın kendisi olduğu konusunda hemfi
kir oldular. Böylece felsefe, tıpkı şa
rap uzmanlığı veya vergi kaçakçılığı
gibi, bir boş zaman doldurma uğraşı
oldu ve sonuçları veya yararları da
benzer derecede çelişkilidir.
insanoğlunun felsefe üretmeye baş
lamasından bu yana ilk kez, felsefik
bir sistem (yani özgün bir felsefe) bul
manın gereksizliğine inanılmaya baş
lanmıştır. “90 Dakikada” adlı dizi biz-
lere bu değerli mirası bırakan insan
ları tanıtmayı amaçlamaktadır. Zira
bunların bazıları şimdiye kadar yer
yüzünde yaşamış en dahi beyinlerdir.
Ebelik sanatı
anneme ve bana
tanrı tarafından
verilmiştir,
ona kadınlar için,
bana ise
güzel ve asil
oğlanlar için.
(Platon, Theatetos)
Ne
yazabileceğimi
bilmiyorum.
(Sokrates’e atfedilen bir söz)
S o k ra te s
H ayatı, Ö ğretileri
(Platon, Theatetos)
radyolarının ve yer fıstığı satıcıları
nın ağlamaklı bağrışlarının antik çağ
daki karşıtlarının tam ortasında sür
dürmekteydi. Yine de tüm bu gürültü
ye karşın onu işiten insanlar vardı.
Üstelik Sokrates Atina’da bir hayli
ses getirmiş olmalı, zira otuz yaşına
geldiğinde Delphi’li kahinler kendisi
ni tüm insanların en bilgesi olarak ta
nımlamışlardır.
Sokrates buna inanmanın kendisi
ne zor geldiğini düşünüyormuş gibi
yapar ve dürüst davranmayarak, hiç
bir şey bilmediğini iddia eder. Ancak
yine de kehanetin gerçeği söyleyip
söylemediğini araştırm ak için Ati
na’nın diğer bilginlerine danışır. Ama
cı, onların ne bildiğini öğrenmektir.
Sokrates aptalca gevezeliklerin foya
sını ve insanların yanılgılarını ortaya
çıkarmakta tam bir ustaydı. Hiçbir
şey bilmediğini iddia ederek, karşısın-
dakinden kendisinin ne bildiğini açık
lamasını isterdi. Sohbet arkadaşı bu
isteğe uyarak açıklamaya girişince
ilüzyonlarını zekice geliştirdiği itiraz
larıyla birer sabun köpüğü balonu gi
bi patlatırdı. Sokrates’e boşu boşuna
“Atina’nın at sineği” demiyorlardı.
Onun soru tekniği ilk bakışta görün
düğünden çok daha titizdi. Tartışma
yı açıklığa kavuşturmak için sorunun
esasına inerdi. Bunun içinse öncelik
le sohbet arkadaşı tarafından dile ge
tirilen düşüncelerin dayandığı kelime
ve kavramları tanımlamak gerekirdi
ki, çelişkiler ortaya çıkarılabilsin ve
düşüncelerin sonuçları netleşsin. Bu
nun ötesinde Sokrates’ın insani zaaf
ları ortaya çıkarabilen keskin bir göz
lem yeteneği vardı ve rakiplerini gü
lünç duruma düşürmekten çekinmez
di. Kaynaklara göre Sokrates’in bece
rikliliği, ustalığı ve kurnazlığı sohbet
arkadaşlarını çileden çıkaracak denli
tahrik etmiştir. Onun bu bilgiçlik tas
layan ukalaca tarzı ona şüphesiz pek
çok düşman, ama bunun yanında ken
disini izleyen gençler arasından bir
sürü de hayran kazandırmıştır.
Kısa süre sonra Sokrates Atina’nın
sözüm ona bilge adamlarının, tıpkı
kendisi gibi, çok da fazla bir şeyler bil
mediklerini keşfetti ve sonuçta kahin
lerin haklı olduklarına karar verdi.
Gerçekten de hepsinden daha bilgey
di, çünkü bir şey bilmediğini biliyor
du.
Gerçi Sokrates kendisine akılcı ve
devrimci bir yöntem edinmişti ama
birçok bakımdan o hâlâ zamanının ço
cuğuydu.
Birçok şeyle dalga geçtiği halde,
Delphi’li kahinleri konuşturanın tanrı
olduğunu düşünüyordu. Tanrılara ba
tıl inançlarla tapmıyordu ve mitoloji
kendisi için komedya’nın ötesinde bir
şey değildi, ancak Sokrates bir tanrı
nın var olduğu inancına sıkı sıkıya
bağlıydı. Buna kanıt olarak herkesin
herhangi bir tanrıya inandığı şeklin
de bir inanç geliştirmişti. Sokrates’in
tüm hayatını insanları mantıksız dü
şüncelerden koparmaya çalışmakla
geçirdiği düşünülürse, bu hayli ilginç
bir yaklaşımdı.
Bunu duyunca kendi kendime
sordum: Tanrı bununla ne
demek istiyor? Sözü nereye
getirmek istiyor? Gayet iyi
biliyorum ki, ne çok bilge ne de
çok aptalım. Peki öyleyse en
bilgesi olduğum iddiasının
altında yatan gerçek nedir?
Çünkü, o, yalan söyleyecek değil
elbet; bunu yapamaz. Uzun süre
neyi kastettiğini kavrayama
dım; sonunda meseleyi şu
şekilde araştırmaya karar
verdim. Kahinlerin kehanetleri
nin yanlış olduğunu ispatlamak
ve “bu adam benden daha bilge,
ama sen tersini iddia ettin”
diyebilmek için bilgelikleriyle
ünlenmiş adamlardan birini
karşıma aldım. Adamı inceleme
ye başlayınca - adını vermeye
gerek duymuyorum, politikacı
larımızdan biriydi - şöyle dü
şündüm, ey Atmalılar: Onunla
konuşurken bu adamın başka
pek çok insana bilge göründüğü
nü ve özellikle de kendi bilgeli
ğine inandığını ama gerçekte
bilge bir adam olmadığını
keşfettim. Böylece ona gerçekte
bilge bir adam olmadığını
göstermeye çalıştım. Kendisi ve
bu sahneye şahit olan pekçok
insan bundan hiç hoşlanmadı.
Giderken bu insandan gerçek
ten de daha bilge olduğuma ka
rar verdim. Her ikimiz pek par
lak olmayabiliriz, ancak kendisi
böyle olduğunu düşünürken,
kendim böyle olmadığıma kana
at getirdim. Bu adamdan biraz
cık dahi olsa daha bilge oldu
ğum görünüyor: Bilmediğim
şeyleri bildiğimi düşünmüyorum
çünkü. Ardından, birincisinden
daha bilge olduğu söylenen biri
ne gittim ve yine aynı şeylen
yaşadım. Bu yüzden onu ve bir
çoğunu kendime düşman ettim.
(Platon, Apoloji)
gözleri hafif öne eğimliydi ve dudakla
rı şişikti.
Sokrates sadece filozof gibi görün
müyor, aynı zamanda bir filozof gibi
giyiniyordu da. Yaz veya kış olsun es
ki püskü dizüstü pelerininin altına
daima aynı giysiyi giyerdi. Ve hava ne
şekilde olursa olsun daima yalınayak
dolaşırdı. Meslek arkadaşı sofist An-
tiphonos’a göre “onun gibi yaşamak
zorunda olan bir köle mutlaka kaçar
dı” Buna rağmen Sokrates muhteme
len iyi bir askerdi.
Kendisine ait bir fikri olan çirkin
aydınlar orduda pek sevilmez, ancak
Sokrates o kadar garip ve komik bir
adamdı ki, asker arkadaşları kısa sü
re sonra onun etkisinde kalmış olma
lı. Bulgar dağlarından sert rüzgarlar
estiğinde çok soğuk olabilen Kuzey
Yunanistan’daki Potidaias kuşatma
sında yer aldı. Silah arkadaşları onu
içtimalara buz ve kara rağmen yalı
nayak, büyüleyici kısa gömleği ve en
sevdiği peleriniyle geldiği için hayret
le izlemişlerdir. Atina’lıların ordusu
kış aylarında rengarenk bir yığın gö
rüntüsü verirdi. Askerler bulabildik
leri kürklere bürünürler, ayaklarına
keçeden bezler sararlardı. Yunan va
zolarının üzerinde savaşırken tasvir
edilen alımlı ve genç çıplak erkekler
le yakından uzaktan hiçbir benzerlik
leri yoktu.
Sokrates’in silâh arkadaşlarını en
çok etkileyen şey, onun düşündüğü
zamanki görünüşüydü. Aynı kuşat
maya katılan Alkibiades Sokrates’in
bir problem üzerinde düşünmek için
bir sabah çok erken kalktığını, kendi
lerinden uzakta durarak, bütünüyle
düşüncelerine gömülmüş olarak dün-
ya’yı unuttuğunu anlatır. Yemek vak
ti geldiğinde Sokrates hâlâ kımılda
mıyordu. Bu arada bazı askerler onun
görünüşünden öylesine etkilendi ki,
geceyi dışarıda geçirerek Sokrates’in
ne kadar dayanabileceğini görmek
üzere anlaştılar. O, şafak sökünceye
dek bütün geceyi düşünerek geçirir,
ardından kendine gelerek bir sabah
duası söyler ve hiçbir şey olmamışça
sına yükümlülüklerini yerine getirir.
Sokrates’in derin transa girme alış
kanlığıyla ilgili daha birçok hikâye
var. Bir dizi yorumcu bu nedenle ken
disinin bir tür katalepsi’den, yani ka-
Yüzlerden anlayan bir
yabancı Atina’dan geçerken
Sokrates’in yüzüne karşı
onun bir hilkat garibesi
olduğunu ve tüm günahları ve
şehveti içinde taşıdığını söyler.
Ve Sokrates sadece şöyle der:
“Bayım, siz beni
tanıyorsunuz !”
sılı kalarak dış uyaranlara cevapsız-
lık’dan şikayetçi olduğunu tahmin et
mektedirler. Bu durum onun aklından
şüphe etmemize neden olabilirdi, zira
kendisinin “bir takım sesler” işittiğine
dair kanıtlar var. Ne var ki sağlıklı
bir insan akima ve dengeli bir kişiliğe
sahip olduğuna dair birçok kanıt ağır
basmaktadır. Hatta bazen Sokrates’in
tüm felsefesinin ustaca tatbik edilmiş
(Yunan kurnazlığı ve bir parça ironi
ile harmanlanmış) sağlıklı bir akılcılı
ğın ötesinde bir şey olmadığı izlenimi
uyanmaktadır.
Etrafındakiler askerlik yaşantısı
nın tüm zorlukları ve can sıkıcılığı al
tında ezilirken derin bir transa geçe
bilen bu adam, gerektiğinde büyük ce
saret örnekleri de sergileyebiliyordu.
Alkibiades, Sokrates’in kendisini sa
vaş meydanının ortasında yaralı ola
rak yatarken gördüğünü, bunun üze
rine kendisini omuzlarının üstünde
alarak telaşsız bir şekilde ağır silah
larla çarpışan düşman askerlerinin
arasından sıyrıldığını ve hayatını
kurtardığını anlatır.
Platon, genç Alkibiades’in Sokra-
tes’e nasıl aşık olduğunu anlatır. Bu
na inanmak zor, insanın akima Alki
biades’in gözlerinin bozuk olabileceği
geliyor. Ancak buna dair herhangi bir
kanıt mevcut değildir. Alkibiades’i
dinleyelim:...Firikyalı ana tanrıça Ki-
bele’nin rahiplerinin dansı bile kalbi
mi onun sesi kadar şiddetli çarptıra-
mıyor” Bu sözler kolayca etki altında
kalabilen ve Sokrates’in bilgeliğine
Eskilerin
aktarımlarına göre
İlâhi bir delilik
sıradan insani bir
anlayıştan daha
mükemmeldir
(Platon, Phaidros, 22)
hayran bir delikanlının sözlerini çağ
rıştırıyor. Ama hayır. Eski Çağ Filolo
jisi öğrenimi gören öğrenciler tarafın
dan çok sevilen (doçentlerinin ise san-
sürlemekten hoşlandığı) bir bölüm
vardır ki, Alkibiades burada Sokra-
tes’i baştan çıkarma çabasından bah
seder.
Önce ortamı Sokrates’le bütün gü
nü başbaşa geçirebileceği şekilde
ayarlar. Bütün umudu sohbetin bir
yerde değişip, sözün sevilenin sevenle
duygularını paylaşm ası konusuna
gelmesidir. Ama Sokrates felsefe ko
nusunda kalır. Böylece Alkibiades ona
kendisiyle jimnastik alanına gelip gel
meyeceğini sorar. O zamanlarda bu
alanlarda erkekler ve genç oğlanlar
soyunuk bir şekilde vücut geliştirir
lerdi. Alkibiades Sokrates’in kendisiy
le oraya gelmesi durumunda amacına
ulaşmanın daha kolay ulaşabileceğini
düşünmüş olmalı. Sokrates’i top gibi
göbeği, cılız, çarpık bacakları ve kel
kafalı haliyle jimnastik alanının orta
sında çırılçıplak dururken bir hayal
edin. Ancak bu hertürlü romantizmi
alaşağı eden durum Alkibiades’in ce
saretini hiçbir şekilde kıramamıştır.
Tam aksine, alanda yalnız kaldıkla
rında Sokrates’i kendisiyle güreşmeye
ikna eder. Yine de aralarında hiçbir
şey gelişmedi. Böylece Alkibiades
Sokrates’i evine akşam yemeğine da
vet etmeye ve onu sarhoş etmeye ka
rar verir. Ama onu sarhoş etme konu
sunda da başarılı olamamıştır. Sokra
tes sıkı bir içiciydi ve bu konuda kim
se onun eline su dökemezdi. Buna
rağmen onu geç saatlere kadar evinde
oyalamayı başarır ve Sokrates geceyi
arkadaşının evinde geçirmek zorunda
kalır. Platon’a göre Alkibiades duru
mu şöyle anlatır: “Akşam yemeği sıra
sında da uzanmış olduğu ve benimki
nin yanında duran yatağa uzandı,
odada bizden başka kimse yoktu” K a
ranlıkta Alkibiades Sokrates’in yanı
na sokulur ve kolunu ona dolar. Sok
rates yine de isteksiz davranır ve so
nunda her ikisi uykuya yenik düşerek
“kardeş gibi” kolkola uyur. Devrin ge
lenekleri ve töreleri göz önüne alındı
ğında, Sokrates’in Alkibiades gibi ya
kışıklı bir gence karşı koyabilme yeti
si nerdeyse insanüstü bir direnç ve çe
kingenlik olarak değerlendirilebilir.
Sokrates hiçbir şekilde dünyanın
nimetlerinden uzak yaşayan biri de
ğildi, zaten görünümü ve günümüze
aktarılan belgeler de öyle olmadığını
ortaya koyuyor. Ancak bolluk içinde
de yaşamamıştır. Çalışmayı reddetti
ği için para sıkıntısı çekerdi. Yaşamı
nın her dakikasını tanrı tarafından
kendisine verilen görevi yerine getir
meye, Atina’lı hemşehrilerine bilgisiz
liklerinin boyutunu göstermeye har
camak isterdi. Babasından kendisine
bir miktar para kalmış olmalı ve nü
fuzlu arkadaşları onu sıkça yemeğe
davet ederdi. Söylenenlere göre Sok
rates çok eğlenceli, sabaha dek sohbet
etmeye hazır ve içmesini bilen bir ko
nuktu.
Bu yemekli davetlere genelde sade-
Şunu unutmamalısın ki
delikanlı, sevenin dostluğu
lutûfkâr değildir ve
yemeğin cinsine göre ve
doymak uğruna olduğunu,
tıpkı kurdun kuzuyu
sevdiği gibi. İşte böyle
sever aşıklar delikanlıları.
(Platon, Sempozyum)
ması gerekir. Saydığım bu iki vasıf ne
yazık ki filozofların uzun zamandan
beri sahip olmadıkları bir şey. Ancak
Sokrates’in büyük bir oyunculuk yete
neği vardı. Söyledikleri öğrencileri ta
rafından onaylansın veya onaylanma
sın, dersleri daima şam atalı geçerdi.
O, felsefenin tartışılmaz alternatif ko
medyeniydi.
Peki, Sokrates, “kendini tanı” sö
zünden başka neler öğretirdi ? Sokra
tes bir insanın gerçek benliğinin onun
ruhu olduğuna inanırdı. Kendisinden
önce gelen filozoflara göre ruh, beden
hareket halindeyken uyuyan ancak
beden uyurken uyanık olan “hayatın
daimi nefesi” idi. Başka bir deyişle,
bir çeşit ölümsüz bilinçdışılık. Bu dü
şünce Jun g’un günümüzdeki öğretisi-
Sorgulan
mayan bir hayat
yaşanmaya
değer değildir...
(Plato, Apoloji, 38 a)
ne pek de yabancı sayılmaz.
Sokrates ruhta daha ziyade aptal
veya akıllı, iyi veya kötü olabilen bi
linçli bir kişilik görürdü. Başka bir
deyişle, ruh, ahlâki açıdan sorumlu
olduğumuz bir şeydi. Ruhumuzu tan
rı gibi oluncaya dek terbiye etmemiz
gerektiğini düşünürdü.
Peki ama neden? Sokrates tüm in
sanların mutlu olmak için çabaladık
larına inanıyordu. İnsanların mutlu
luğa erişebilmeleri ise ruhlarının du
rumuna bağlıydı. Ancak insanların iyi
huylu olmaması, iyi oldukları izleni
mini veren ama gerçekte iyi olmayan
şeylerin peşinden sürüklenmelerin
den kaynaklanıyordu. Gerçekte neyin
iyi olduğunu keşfetsek, daima iyi huy
lu olurduk. Böylece insanlar ne kendi
leriyle ne de toplumla kavgalı olurlar
dı... Belki de sadece bir filozof buna
inanabilecek kadar saf olabilirdi.
Sokrates elli yaşına geldiğinde
Xanthippe ile evlendi. Şoven tarihçi
ler Xanthippe’yi “huysuz bir karı” ola
rak tasvir ederler, ancak Sokrates’le
geçirilen bir hayat gerçekten de kolay
olmasa gerekti. Zamanını sokaklarda
insanlarla tartışarak geçiren, eve bir
kuruş dahi para getirmeyen, arkadaş
larıyla sürekli içmeye gittiği için (ha
la züğürt bir şekilde) evine düzensiz
saatlerde gelen ve tüm filozoflar gibi
komşular tarafından alay konusu
olan bir insanla birlikte yaşadığınızı
düşünün.
Sokrates’i bir tartışmada alt eden
tek kişinin Xanthippe olduğu söylenir.
Duruma bakılırsa sık sık fırtınalar
yaşanm asına rağmen Sokrates ve
Xanthippe birbirine çok yakın olmuş
olmalı. Sokrates’ten üç oğlu oldu ve
oğullarının hiçbiri babalarından pek
bir şey öğrenmemiştir. (Rivayetlere
göre gayet normal bir hayat sürmüş
ler.) Xanthippe Sokrates’e sürekli söy
lenmiş ve onun yaşam tarzını eleştir
miş olmasına rağmen, sıradışı bir in
sanla evli olduğunun farkında olmuş
tur. Ona daima sadık kalmış ve des
tek olmuştur. Sokrates ölüme mah
kûm edildiğinde hiçbir şey onu teselli
edemedi.
Mora Savaşı Atina’lılar için utanç
verici bir mağlubiyetle sonuçlandığın
da Sokrates 65 yaşındaydı. Savaşın
galibi Sparta’lı başkomutan Lysander
Birisi Sokrates’a
evlenmesine gerek olup
olmadığını sorar ve aldığı
cevap şöyledir: “Canın neyi
istiyorsa onu yap, zira ne
yaparsan yap, sonunda
yaptığına pişman
olacaksın!”
(Platon)
Sokrates zehir içmeye mahkûm olduğunda
ve zehir kabını istediğinde kendisiyle
Kriton arasında geçen konuşma.
ti düşürülür.
Ardından başa demokratlar geçer,
ama onlar da Sokrates hakkında taki
batlarda bulunur. Ne var ki iç savaşın
yaralarını sarmak amacıyla genel af
ilan edilir ve Sokrates şimdilik kur
tulmuş gibi gözükür. Sonra, İ.Ö. 399
yılında, devletin tanrılarını yok say
mak ve gençleri saptırmak suçuyla
mahkemeye verilir. Suçlamanın ar
dında politikada nüfuz sahibi demok
rat Anytos duruyordu. Anytos’un yıl
lardan beri Sokrates’le görülecek bir
hesabı vardı. Oğlu bir zamanlar Sok-
rates’in öğrencisiydi ve Sokrates genç
adamı, aile işletmesinde çalışmaktan-
sa “felsefi bir hayat” sürmenin daha
iyi olacağı konusunda ikna etmişti.
Sokrates’e atfedilen suçlar açıkça
birer bahaneydi, ancak cezası ölüm
dü. Sokrates, prensip icabı güncel ol
mayan işlerle uğraşan her aydın gibi,
sevilmeyen biriydi. Ama bunun için
ölümü hakketti mi? Üstelik yetmiş
yaşında bir adam olarak? Suçlamalar
ve takibindeki olaylar muhtemelen
asla çözülemeyecek bir bulmacadır.
Sır değil, bulmaca diyorum, çünkü
Atina’da herkes asıl gerçeği biliyordu.
Sokrates hakkında yüksek mahke
me önünde dava açılır. Mahkeme he
yeti kurayla belirlenen 500 hakimden
oluşuyordu (bunlar 600 bağımsız
adam arasından seçilmiştir). Davacı
ların vekili aslında Anytos’un kukla
sından başka bir şey olmayan Mele-
tos’tu. Meletos kendi açısından başa
rılı bir tragedya yazarıydı - uzun saç
lı, seyrek sakallı ve karga burunluy
du. Karamsar, alaycı ve iğneleyici bir
adam olduğu tahmin edilmektedir. Bu
vasıflarıyla hazırcevap Sokrates için
biçilmiş kaftan bir hasımdı.
Meletos iddianameyi okur ve ölüm
cezasını talep eder. Artık sıra sanığın
savunmasındadır. Görünen o ki, Sok
rates durumunun ciddiyetini maale
sef kavrayamamıştı, zira mahkeme
heyetine ders verdiği retorik sınıfla
rından biri gibi davranmıştır.
Bazı heyet üyeleri bunu komik bul
du, ancak çoğu bundan hoşlanmadı.
Suçlu olup olmadığına karar verecek
birinci oylamada 220’ye karşı 280 üye
ölüm cezası yönünde görüş bildirdi.
Sıra tekrar Sokrates’e geldi ve ken
disince uygun bulduğu bir ceza seç
mesi istenerek kulaklar ona çevrildi.
Ancak o, davayı ciddiye almamak ko
nusunda hâlâ ısrarlıydı. Kendisine
yöneltilen suçlar gülünçtü ve Sokra
tes bunu biliyordu. Kent devletine
yaptığı hizmetlerden dolayı cezalan
dırılması değil, tersine taktir edilmesi
gerektiğini söyler. Ölüm cezası yerine,
Atina’lı kahramanların ücret ödeme
den yemek yediği Prytaneion’daki
kutsal salon’da kendisine daimi bir
yer tahsis edilmesini ister. Mahkeme
salonunda çığlıklar yükselir.
Yükselen bu protesto çığlıklarını
göz önüne alan Sokrates, fikrinden
vazgeçerek sahip olduğu paranın an
cak bir mine olduğunu (o devirde bu
nunla ancak bir sürahi şarap satın
alınabilirdi) söyleyerek kendisine bu
Hayatımı alırsanız, sîzlere
tanrı tarafından adeta terbiye
edici bir araç gibi sunulan
daha iyi birini
bulam ayacaksınız...
Uyuklayanm sineğe vurduğu
gibi vuruyorsunuz bana,
geriye kalan hayatınızı
uyuyarak geçirmek için.
(Platon, Apoloji)
servetiyle doğru orantılı bir para ce
zası verilmesini önerir.
Salonda tekrar çığlıklar yükselir. Bu
arada arkadaşları Sokrates’in makul
olması için ona yalvarırlar. O da biraz
duraksayarak 30 mine ’yi uygun bir ce
za olarak değerlendirdiğini söyler.
Bu olay mahkeme heyetini iyice si
nirlendirir. ikinci oylamada 140’a
karşı 360 oyla ölüme mahkûm edilir.
Sokrates’in dava sırasındaki tutumu
şansını gereğinden çok zorlar olmuş
tu. Hakimlerin “değerini anlayıp” onu
serbest bırakacaklarına mı inanıyor
du ciddi şekilde? Yoksa ölmeye mi ka
rarlıydı? (Sürgün edilmeyi önermiş ol
saydı mahkeme bunu kesinlikle kabul
ederdi ve arkadaşları da ona sürgün
de uygun bir şekilde destek olurlardı).
Öyle görünüyor ki, Sokrates kendisi
bile tam olarak farkında olmadan
kahramanca bir ölümü arzuluyordu.
Normal koşullar altında mahkeme
Sokrates’i götürür ve kararı derhal in
faz ederdi. Ancak davanın görüldüğü
günden bir gün önce kutsal kadırga
her yıl olduğu gibi Atina’nın 150 km.
açığında, Ege denizinde bulunan De-
los adasına gitmek üzere demir almış
tı. Adet gereğince kadırganın dönüşü
ne dek idam cezaları infaz edilmezdi.
Bu nedenle Sokrates zincire vurulup
kentin zindanına atıldı.
Bu zindanın kalıntılarını agoranın
yüz metre kadar güney batısında bu
gün de görmek mümkündür. Engebeli
bir arazide temellerin ve eski taşların
arasındadır. Sokrates’in tutuklu bu
lunduğu hücre ve zindanın kaplıcası
girişte hemen sağdadır. Son günlerini
burada gelip giden arkadaşlarıyla bir
likte geçirmiştir. Bu sefil alanda (altı
çarpı altı adım) Homeros’un eserleri
ve tragedyalarla eşdeğer tutulabile
cek ve antik edebiyatın şaheserleri sa
yılan Platon’un en iyi Diyaloglarına
konu olan konuşmalar geçer.
Bu Diyalogların kahramanı kendi
sine son anına dek sadık kalmıştır.
Bütünüyle insancıl, bilge ve hayran
lık uyandırıcı, tıpkı olmak istediği gi
bi. Bir keresinde arkadaşı Kriton ken
disini kaçması konusunda ikna etme
ye çalıştı ve bunun için gardiyanlara
rüşvet verdiğini anlattı. Ancak Sokra
tes arkadaşının sözlerine kulak asm a
dı ve böyle bir davranışın savunduğu
Zehri içmeden
önce yıkanmam
ve kadınları
ölü bedenimi
temizlemekten
kurtarmam yerinde
olur herhalde.
(Platon, Phaidon)
ilkelerle bağdaşmadığını söyledi. Sok
rates yanılsalar bile kanunların üs
tünlüğüne kesinkes bağlı bir insandı.
Sonunda kutsal kadırganın Sunion
burnunda görüldüğü haberi gelir. Ya
kında limana yanaşacaktır. Sokra
tes’in arkadaşları ve karısı Xanthippe
hücresinde bir araya gelir. Sokrates
karısını eve gönderir, çünkü böyle bir
durumda aşırı duygusallıklar sinirini
bozmaktadır. Xanthippe giderken is
yan eder: “Ama sen suçsuzsun”
Bunun üzerine Sokrates’in verdiği
cevap tam onun gibi bir insanın vere
bileceği türden: “Be kadın, suçlu ol
mamı mı yeğlerdin?”
Sokrates arkadaşlarıyla (müridle-
riyle desek daha doğru olur) ölüm ve
ölümsüzlük hakkında bir sohbete giri-
Bizi hedefe götüren bir patika vardır
(ölüm). Bir bedene sahip olduğumuz ve
ruhumuz bu baş belasıyla uğraştığı süre
ce asla özlemlerimize ulaşamayacağız
ve, ki bu konuda hatırlarsanız hemfikir
dik, gerçek olan budur. Beden bizleri
aralıksız olarak koşturur, çünkü beslen
mesi gerekir ve birtakım hastalıklara
yakalandığında gerçeği bulmaya yönelik
arayışlarımıza engel olur. Şehvetle ve
şiddetli arzularla, korku ve birçok abes
düşüncelerle ve de çocukluklarla doldu
rur bizi; öyle ki, bizlerin de daha önce
tespit etmiş olduğu gibi, bir şeyi hiçbir
zaman gerçek anlamda anlayamamamı
zın suçu gerçekte de ona aittir. Zaten sa
vaşı, iç savaşı ve muharebeleri de bede
ne ve onun arzularına borçluyuz. Çünkü
tüm çatışmalar para ve mal mülk için
yapılır. Bedenimiz bizleri para kazanma
ya zorlar, zira ona birer köle gibi hizmet
etmek zorundayız. Bu nedenle felsefeye
zamanımız kalmamaktadır. Ama en kö
tüsü, beden bizi bir an için de olsa rahat
bıraktığında ve bizler bir şeyler araştır
maya yöneldiğimizde onun bizlerin dik
katini dağıtması, huzurumuzu kaçırma
sı, kafamızı karıştırması ve gerçeği kav
rayamamamızı sağlamasıdır. Böylece şu
sonuca vardık: Bir şeyi bir kere olsa da
hi gerçekten açık bir şekilde anlamak is
tiyorsak, bedenimizden ayrılmalı ve şey
lerin özüne ruhumuzla bakmalıyız. An
cak ölümümüzden sonra özlem duyduğu
muz ve sevdiğimizi iddia ettiğimiz şeyle
re, yani bilgeliğe ulaşabileceğimizi öğ
rendik böylece. Çünkü eğer bir bedene
sahip olduğumuz sürece hiçbir şeyi yalın
bir şekilde anlayamayacağımız doğru
ise, bizlere ancak iki seçenek kalır: Ya
bilgeliğe hiçbir zaman ulaşamayacağız,
ya da ancak ölümden sonra. Zira o an
dan itibaren ruh kendisiyle başbaşa, be
denden sıyrılmış olacaktır, daha evvel
değil. Öyle görünüyor ki, yaşadığımız sü
rece bilgeliğe en yakın olabileceğimiz an,
bedenimizle, çok gerekli durumlar dışın
da, ilgilenmediğimiz, bedensel hazlar ve
onun görünümü tarafından yönlendiril-
mediğimiz, tanrının kendisi bizleri on
dan ayırana kadar ondan uzak durduğu
muz anlardır. Böylece bedenin zayıflıkla
rından sıyrılmış ve arınmış birer ruh
olarak muhtemelen aym türden insan
larla birarada olacağız ve öz benliğimiz
aracılığıyla her şeyi olduğu gibi görece
ğiz. Ve işte gerçek olan da herhalde bun
dan başka bir şey değildir.
9789757809296